You are on page 1of 168

İÇİNDEKİLER

Sayfa
Önsöz . . . . . . . . . . .. .
. . . .. 5. . . . . . . . . . . . . . .

İkinci Basımın Önsözü ........ ............. 9 .

Geçmişte ve Günümüzde
Türk Hıristiyan Toplulukları . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 .

Orta Asya Türk Hıristiyanlığı .. . . 12 . . . . . . . . . . . . . .

Oğuzlar (Uzlar) . ..... . .. .


. . . . . . . . 18
. . . . . . . . .

Göç Yolları ya d a Kafkas-Doğu Avrupa


Türk Hıristiyanlığı . . ................ . . . . ..24
.

Hunlar . . . . . . . . .. .
. . . .
. . . 26
. . . . . . . . . . . . . . .

Kumanlar ....................... . ......26


.

Peçenekler . ...... ............... . . . . .... 31


Yakutlar .. . .
. . . . .
. . . .
. . . . 36
. . . . . . . . . . . . . . .

Tatarlar, Moğollar, Kryaşanlar, Nogay Baklan .. ... 38 .

Hazarlar . .. . ...........................40
.

Macarlar .. . ... .. ....


. . . . . . . 47 . . . . . . . . . . . . .

Bulgarlar ............................ ..49


.

Fin-Ogorlar
Anadolu Türk-Hıristiyanlığı ............. . ....56 .

Karamanlılar . ....... . .... .. .. . ...... . .... 72


Gökoğuzlar (Gagauzlar) . . . .
. 80. . . . . . . . . . . . . . . .

Günümüzde Gökoğuzlar ....................89


Bazı Sayımsal Bilgiler .... .
. . . . 95. . . . . . . . . . . . . .

Ekler . . . . . . . . . . . . . . . 99. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Codex Cumanicus ...... ................ ...99


Tinsel Ezgiler . ..
. . .. ..
. . . . .. 101
. . . . . . . . . . . . .

İznik Konsili İnanç Açıklaması . . . . . . . . . . . . . . . 112 .

Göksel Baba'mız Duası ... . 113 . . . . . . . . . . . . . . . . .

Gökoğuz Yazınından Örnekler . .. . 114 . . . . . . . . . . . .

Dua, Yakarış ve Övgü Örnekleri . . 118 . . . . . . . . . . . . .

Türk Topluluklarında Hıristiyanlık Türleri . . .121 . . . . . .

Kaynakça . . . . .
. . . . . . . . . 128
. . . . . . . . . . . . . . . . .

Resimler .. . . . . . . .. . . . .145. . . . . . . . . . . . . . . . . .

4
ÖNSÖZ

Üniversite yıllarındaydım. Dersi izlemekteydik. Ders konu­


muz Karaman yöresinde bulunan "Binbirkilise" yapıları idi.
Karanlık salonda dikkatlerimiz, diapozitifle sunulan kilise görün­
tülerindeydi. Birkaç kilise yapısı incelendikten sonra, yeni bir
kilise yapısı gelmişti ekrana. Hocamız, bu yapının Türklerce
yapıldığını söyleyince bir uğultu koptu.
Bu bir yanlışlık değildi, gerçekti. Kiliseyi yapanlar Hıristiyan
Türklerdi.
Dersin konusuna koşut olarak, Anadolu Hıristiyan-Türk
topluluğuna ilişkin bilgi veren hocamız, 1922 yılına dek Orta
Anadolu'da Hıristiyan Türkler bulunduğunu, bunların Türk
adlarıyla anıldıklarını, Tü rk çe Hıristlyan tapınışı sunduklarını,
Türkçe konuştuklarını, ancak karşılıklı değişime tabi tutularak
Anadolu'dan göçtürüldüklerini söyledikten sonra, dersinin ana
konusunu sürdürdü.
O an, düşünce dünyamda bir dönüm noktası oldu. Çünkü
genelde toplumumuzda, özellikle de toplumumuzdaki tarihsel
Hıris tiyan topluluklar içinde, yüzyılımızın başlarında egemen
olmaya başlayarak, yüksek öğrenimli en aydın dinsel kişilerden,
en bilgisiz dinsel kişilere, ayrıca aynı türdeki eğitimsel aşamalar­
daki laik kişilerin zihinlerine sanki çakılmışçasına konmuş ve
tartışılamayan bir dogma imişçesine, ne sorulan ne de eleştirilen,
Hıristiyan Türklere ilişkin olarak "Onlar Rumdur ve Rumlardan
kopmuşlardır" türündeki toplumsal yanlış düşün ve kavram, o an

5
içimde yıkılmış bulunuyordu.
"Rum" sözcüğüyle belirtilmek istenen "Helen-Grek-İon"
kavramı bütünlüğüydü, oysa "Rum" bir ırk ya da ulus adı
olmayıp, bir imparatorluk adıydı. İnanç sistemi olarak Hıris­
tiyanlığı benimsemiş olan toplum Turanlılar olup, Türk'tüler.
O günden başlayarak bu önemli konuyu irdelemeye koyul­
dum. Uzun yıllarımı alan bu araştırma ve inceleme çalışmalarım
sırasında yabancı dillerdeki birçok yayınların yanı sıra, daha çok
Türk bilim adamlarımızca ve Türkçe bilimsel yapıtlarda bu
konunun ele alındığını görerek sevindim. İS 2. yüzyılın sonundan
başlayarak günümüze dek Turanlı Hıristiyanlar varolmuşlar ve
şimdi de varlıklarını sürdürmekteydiler.
Bu inceleme ve araştırmamı genelde Türkçe kaynaklardan
yaptım.
Yazılı kaynakların elde edilmesi konusunda yardımcı olan
tüm dostlarıma özellikle teşekkür ediyorum.
Araştırmalarımın çerçevesi içinde özel bir yer tutan Anadolu
Türk Ortodoks Patrikliği'nin arşivlerinden yararlanmama yardımcı
olan yetkililere, araştırmamı bastırmadan önce okuyup, bana
düzeltme yönergeleri sunan Tarih Doktoru Sayın Özdemir
Çobanoğlu'na, kendisiyle ve Türk Ortodoks Patrikliği ileri gelen­
leriyle birlikte bir araya gelip, genişçe konuşma ve düşünce
alışverişinde bulunduğum, Gökoğuz Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Stefan Topal Mihailoğlu'na, yardımlarından
dolayı burada sevgi, saygı ve teşekkürlerimi sunmayı bir borç
bilirim.
Geçtiğimiz yaz aylarında konferans olarak sunduğum bu
konuyu izleyen, başta Azerbaycan olmak üzere, yurtdışından ve
yurtiçinden gelen dostlarıma, ayrıca bu konunun kitap olarak
basılması için beni yüreklendiren dostum Sayın Mesut Ertan'a da
özellikle teşekkür ederim.
Dünya tarihi içinde özel ve görkemli bir yere sahip olan Türk
toplumunun tarihinin bir bölümünün özeti niteliğindeki bu yapıt,
Türklerin dinsel tarihinin bir sayfasını oluşturmakta , bu konuda
aydınlanmak isteyen ve sürekli bana soru yönelten dostlarıma bir
hizmet vermek için derlenmiş olup, bugün resmi geçmiş sayımsal

6
verilere göre, ortalama ikibuçuk milyon nüfuslarıyla varlıklarını
sürdüren, Turanlı Hıristiyanların tarihinin bir yankısıdır.
Türk toplumunun İS 10. yüzyılda İslamlığı kabul etmesinden
önce, sırasıyla totemcilik, canlıcılık (animizm), Şamanlık, Budizm,
Maniheizm, Musevilik ve Hıristiyanlığı benimsediğini, her aydın
kişi, tüm tarihsel kitaplardan kolaylıkla öğrenebilme olanağına
sahiptir. Kitapta irdelenen konu da bu zincirin bir halkasını
oluşturmakta olup, Orta Asya'dan İS 2. yüzyıldan başlayarak
artakalan ardıllarıyla varlıklarını sürdüren ve ATA, OVUL, ARI TIN
TENGRİ'ye inanan turanlıların tarihinin özetidir. Yapıtımı, bu
konuyu ilk kez irdeleyerek bir kitap kaleme alıp,
Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda, aydınlarımıza sunan,
tanınmış devlet adamlarımızdan Abdülkadir Baykurt Cami'nin
anısına sunmayı da bir görev saydım. Kitabın EKLER bölümünde
CODEX CUMANİCUS'ta yeralan Kumanca tinsel ezgilerin (ilahi)
orijinalleri ve çağdaş çevirileriyle, özellikle Gökoğuz yazınından
seçmeler ve tanıtıcı resimler de, irdelenen konunun daha anlaşılır
olmasını sağlamaya yöneliktirler.
Bilimsel araştırma tinine sahip olan tüm aydınlarımıza
saygılarımla.
Y.A.

7
Bu konudaki ilk yapıtı aydınlarımıza sunan, devlet
adamlarımızdan A bdülkadir Baykurt Cami'nin anısına. . .
İKİNCİ BASIMIN ÖNSÖZÜ

Yapıtımızın birinci basımının piyasada oldukça kısa bir süre­


de tükenmesi ve konuyla bağıntılı ilgi alanının genişlemesi, bizle­
ri daha geniş araştırma ve incelemelere yöneltip, bu ikinci bası­
mını hazırlamamıza ana etken olmuştur.
Birinci basım içeriğine ek kaynaklar ararken, aynı zamanda
konuyu türlü enstitülerde dersler şeklinde sunduk ve toplumu­
muzda konuyla bağıntılı ve oldukça geniş bir duyarlı çevrenin
oluştuğuna tanık olduk. Bu arada 4 Ekim 1996 günü, Türk Dün­
yası ilintili toplantılara katılmak amacıyla, Gagauz Türk Cumhuri­
yeti'nden yurdumuza gelen, Gagauz Türk Ortodoks Kilisesi din­
sel kişilerinden Üst Rahip Dimitri Köroğlu ile uzun ve ayrıntılı gö­
rüşme olanağı elde ettiğimiz gibi, 7 Ocak 1997 günü de, Gagauz
Cumhuriyeti'nden, öğrencileriyle Bursa'ya gelen "Çadır-Lunga
Syrtmatch Lisesi" öğrencileri ve Okul Müdürü Sayın Vera Balova
ile de tanışma ve görüşme onurunu elde etmiş olduk.
Üst Rahip saygıdeğer Dimitri Köroğlu'na, gösterdiği ilgi ve
yollamak kayrasında bulunduğu tüm belgeler için özellikle teşek­
kür ediyoruz.
Yapıtımızın bu ikinci basımını, bu konuya yabancı kalan, an­
cak görkemli Türk tarihine özel ilgi duyan, araştırmacı yanlı tüm
aydınlarımızın, aynı konuyu irdeleyen başka yapıtlar hazırlayıp
yayımlamalarına etken olacağına inanarak sunuyoruz.

9
Günümüz Türk Hıristiyanlığı'nın, Orta Asya'dan 2. yüzyıl
sonlarından başlayarak görkemli tarihsel görünüm ve akışına yü­
ce saygılar besleyerek. . .
Yakup Aygil

10
GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE
TÜRK HIRİSTİYAN TOPLULUKIAR

Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve Atatürk'ün önderliğinde


çok yönlü devrimler gerçekleştirilmeye başlanmıştı.
Atatürk bu etkinlikler zinciri içinde, Türk toplumunun tarihi­
ni de bilimsel yöntemlerle inceletmiş ve 2 Temmuz 1932'de, 1.
Türk Tarih Kongresi'ni toplatmıştı.
Bu kongre, salt Türk asıllı bilim adamlarınca oluşturulmuş ve
çalışmalarını sürdürmüştü .
İkinci Türk Tarih Kongresi, birincisinden ayrıcalıklı olacaktı
ve olmuştu da. Buraya salt Türk asıllılar değil, yabancı asıllı Tür­
kologlar da katılmışlardı.
Her iki kongrenin toplanmasını sağlayan Atatürk'ün 1931'de
Ankara'da söylediği, Türk ve yabancı bilim adamları için gerçek
bir ışık olmuştur. "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.
Eğer yazan yapana sadık kalmazsa, değişmiş olan gerçek kuşku­
lu bir şekil alır ki, insanlığın yolunu değiştirir." 1
Bu sözlere dayanarak birçok yabancı Türkolog ve tarihçi,
Türk tarihini irdeleyen bildirilerini 2. Türk Tarih Kongresi'ne sun­
dular.
Yabancı asıllı bu araştırmacılardan olan Francis Psalty ise,
Türk tarihindeki önemli bir konuyu ele alarak 2. Türk Tarih
Kongresi'ne sundu.
Araştırmacının sunduğu konu "Orta Asya'daki Hıristiyan­
lık"tır. Araştırmacıya göre Türk ırkının ana toprağı olan Orta As­
ya'da, İS 2. yüzyılda başlayan Hıristiyanlığın varlığı, yüzyıllarca
sürmüş ve günümüzede de sürmektedir.

11
1- ORTA ASYA TÜRK HIRİSTİYANUGI

Orta Asya'da Hıristiyanlığın varlığının incelenmesi, 19. yüzyı­


lın sonlarına doğru bazı Avrupalı araştırmacıların atılımlarıyla ol­
muştur. Bu araştırmacıların en önemlileri Von Harnack ve Sac­
han'dır.
Birincisinin yapıtı "Die Entwicklung des Christiadums", ikin­
cisininse "Die Gesichte des Manichoer"dir.
Elimizde bulunan tarihsel verilere göre Hıristiyanlık inancı,
Orta Asya'da İsa'nın 2 . yüzyılının sonunda yayılmaya başlamıştır.
Hıristiyanlığın Batı Kilisesi'nin babalarından olan ve Kutsal Kitabı
Latinceye çeviren Eren Jerom (4. yüzyıl), kendisinin kaleme aldı­
ğı "Latin Patrolojisi"nin 12 . cilt, 870. sayfasında yer alan 107. mek­
tubunda şöyle demektedir:

"Hunlar (Türkler) Zeburu öğrenerek, Schythiade'nin kırgılarını,


inancın sıcaklığıyla eritiyorlar." ı

Dünyaca ünlü bu kilise düşünürünün bu sözleri Schyti­


ade'de, yani günümüz Azerbaycan yöresindeki Türkler arasında
Hıristiyanlığın yaygın olduğunu göstermektedir. Yazar bu sözleri­
ni, Kuzeydoğu Asya havasının sertliğine karşı, inancın sıcaklığını
göstermek için söylemektedir. Bu arada şu ek bilgiyi de göz
önünde tutarak tarih akışı içindeki ilerlemeleri ele almalıyız, şöy­
le ki, Orta Asya'daki Hıristiyanlığın ekolü Nestoryen olup, genel­
likle Nestor inancı doğrultusundaki Hıristiyanlık yaygın bir durum
göstermiştir.
Buna bağlı olarak Orta Asya Türklerinin bağlı oldukları Bağ­
dat Nestoryen Patrikhanesi evrakları da bu konuda bizlere ışık tu-

12
tar niteliktedirler. Bu Patrikhane'deki evraklar özel olarak, Manc­
hester John Rylands kitaplığı el yazmaları koruyucusu ve aynı
kent üniversitesi Arapça öğretmeni Alphonse Mingana'ca ele alı­
nıp araştırılmış ve kitap halinde yayımlanmıştır.3
Kitabında şöyle bir bölüm dikkat \ekicidir:

"Yazgının bir alayı olarak 'Türk' sözcüğü, 'Müslüman' sözcüğünün


anlamdaşı olarak tanınmıştır, Avrupa'nın çağdaş dillerinin sözlük­
lerinde. Oysa Anadolu, üstelik İstanbul Türklerinin ataları, Hz.
Muhammed'in doğumundan önce etkin Hıristiyanlardılar."4

Nestoryen bu verilerin dışında Süryani kökenli verilerin de


Orta Asya Türk Hıristiyanlığı konusunda ışık tutar nitelikli olduk­
larını çekinmeden söyleyebiliriz. Söz konusu kişi, Edessa (Urfa)
doğumlu Bardesane olup, İS 210 yıllarında yaşamış Süryani asıllı
bir tarihçidir. Bu kişinin, İS 196 yıllarında Hazar Denizi'nin güney
batısında bulunan Gılani, Bactrian ve Oksus yörelerinde ve daha
kuzeydeki Hindikuş Hıristiyanları'na yönelik şöyle bir önerisi var­
dır.

"Gılanilerle Bactrianlar yanında bulunan Hıristiyan kız kardeşleri­


miz, yabancılarla ilişkide bulunmasınlar."5

Putataparlığın egemen olduğu Türk topraklarındaki Hıris­


tiyan genç kızlara yönelik Bardesan'ın bu önerisi İS 196 yılların­
da olduğu ve İslamlığın çıkmasına daha 500 kadar yıl varken, o
yörede Hıristiyanlığın bulunduğunun bir başka kanıtıdır.
Yine Süryani yazını kökenli bir başka bulgu da bizlerin dik­
katini Orta Asya Hıristiyanlığına çevirmektedir. Bu belge de Lond­
ra British Museum'da bulunan ve Süryani yazınının bir el yazma­
sından alıntılar içeren, ek olarak da İS 5-6 yüzyıl tarihli "Havariler
Felsefesi" adlı belgedir. Bu belge ilk kez 1864 yılında M. Cure­
ton'ca yayımlanmış olup, bunun 34-35. yapraklarında Addai adlı
Hıristiyan tinsel önderin öğrencilerinden Haggay adlı misyonerce
atanan dinsel önderlerin, İsa'nın 2. yüzyılı başlarında ve ortalama
120-140 yıllarında, Gılanilerle Gog ve Magog6 ülkesinde
Hıristiyanlık etkinliklerinde bulunduklarını ortaya koymaktadır.

13
"Gag ve Magog" sözcükleri Tevrat ile İncil'de geçmekte, ay­
rıca Kuran'da da "Yecüc ve Mecüc" şekliyle yeralmaktadır.
12. yüzyılda yaşamış olan Antakya'lı Süryani rahip Yakubi,
kendi yazdığı Vakayiname'sinde bu konuya değinir ve Türk ırkı
konusunda şöyle bir yorumda bulunur.

"Turkaye milleti Yasef soyuna dayanır, çünkü bunların soyları Ma­


gog'dan gelmektedir."7

Araştırmacı Erdoğan Aydın'sa yapıtında, İslam hadisçisi Aliy­


yü'l Kari'nin yapıtı Mirkatü 'l Mefatih ten alıntı yaparak, bu kişinin
'

Türkleri "Yecüc ve Mecüc artakalanları" olarak nitelediğini, Müs­


lüman Arapların "Yecüc ve Mecüc"ü Türklerin ataları gibi yorum­
ladıklarını, ayrıca Prof. Arsel'den de alıntı yaparak belirttiği gibi,
Türklerin atalarının "Yecüc ve Mecüc" olduklarını belirtenlerin sı­
rasıyla: Taberi, Bagdadi, Belhi, Beyzavi, Nesefi Nüveyri, İbni'l Esir
gibi Arap kökenli ve Asım Efendi, Ahteri Mustafa Efendi gibi Türk
kökenli tarihçiler olduklarını belirtmektedir.7'
İS 644 yıllarında Merv metropoliti Elizah, Türklerin pek ço­
ğunu Hıristiyanlığa çevirmiştir." Süryani belgelerinde şu öykü ak­
tarılmaktadır:

"Oksus yöresinin padişahı, düşmanına karşı savaşmak için yola


çıktığında kar fırtınasına yakalanarak yolunu yitiriyor.
Yolda Episkopos Elizah'a rastlıyor. Bu sonuncusuysa bir çarmıh
simgesi yaparak fırtınayı durduruyor. Böylece padişah kolaylıkla
düşmanını yeniyor. Çok etkilenen padişah Hıristiyanlığı benimse­
yip yanındakilerle birlikte vaftiz oluyor."9

Bu metin, İS 680 yıllarında yazılmış olup, bundan çok sonra­


ları yani 781 yılında Nasturi Patriği Timothe, bir başka Türk Ha­
nının da tüm halkıyla birlikte Hıristiyanlığı benimsediğini Maruni­
lere yazarak şöyle diyor:

"Türklerin padişahı, ülkesinin tüm halkıyla putataparlığı bırakarak


Hıristiyan oldu."'0
Aynı patrik, Rabban Serge'ye yazdığı mektubunda Türkler

14
için bir episkopos kutsadığını, Tibetliler için de kutsayacağını be­
lirterek şöyle diyor:

"Üç günde Kutsal Ruh, Türkler için bir metropolit kutsadı, Tibet­
liler için de bir başkasını hazırlamaktayız.""

Sözü geçen patrik, yine Rabban Serge'ye yazdığı bir başka


mektubunda da, pek çok rahibin İncil'i yaymak için Hindistan,
Çin ve Türkeli'ye gittiklerini kaydediyor. Bu konuyla bağlantılı
olarak Thomas da Marga da mektuplarının birinde şu sözlere yer
veriyor:

"Bize verilen bilgiye göre Patrik Timothe, iletişimde bulunduğu


Türk ve öbür kağanları Hıristiyanlığa çevirmiştir .""

Thomas da Marga, İS ortalama 840 yıllarında yaşamış, Patrik


Timothe ise 823'te ölmüştür, yani çağdaştırlar. İslam'ın hicret ça­
ğındaki bu gelişmeler içinde İslam dininin Orta Asya'ya daha gir­
memiş olduğu da gerçeğin bir başka yanıdır.
Bundan iki yüzyıl sonraysa Merv metropoliti Addiş-ho, Bağ­
dat patriği Yuhanna'ya, Orhun Irmağı ve Baykal Gölü yörelerin­
de yaşayan Keraits'ler padişahının 200.000 nüfusla birlikte
Hıristiyanlığı benimsediğini bildiriyordu.
Ab'ul-Farac olarak da bilinen Bar Hebraeus yazılarında, Türk
ırkından olan Samarkant metropolitinden sözetmi şti. 13
Aynı tarihçi, kitabının bir başka yerinde de, İS 1281 yılında
Katolikos Mar Denha'nın Bağdat'a giderken hastalandığını ve ay­
nı yılın 24 Şubat'ında öldüğünü yazar. Ölmeden önce Kubilay
Han'ın buyruğuyla Çin'den iki Uygur (Türk) rahibinin Yeruşa­
lem'e tapınmak için geldiklerini, ileriye gitmek için araç bulama­
dıklarından Mar Denha'nın yanında konukladıklarını,14 Mar Den­
ha'nın düşmanı olan Bar Kaligh'in Çin'e gitmesine engel olmak
için de, yanında konuk kalan bu iki Türk Hıristiyan rahibinden bi­
rini Çin'e metropolit olarak atadığını ve ona "Yahbh-Allaha" adını
verdiğini, bu iki Türk rahibinin Çin'e dönecekleri sırada Mar Den­
ha'nın öldüğünü, Emir Asmut'un Hanlar Hanı'na Yahbh-Alla-

15
ha'dan söz ederken şunları söylediğini kaydediyor:

"Hıristiyanlar onu katolikos olarak getirmek istiyorlar. Bağdat


haklı da ırk ve dil bakımından Moğollara yakınlığı nedeniyle onu
istemektedirler. Çünkü ondan yardım göreceklerdir.""

Bundan sonra Uygur-Türk Hıristiyanı olan Yahbh Allaha'yı


Katolikos atamak ve kutsamak için gerekenler yapılmış ve 24
episkoposla birlikte yola çıkılmıştır.16
İS 2. yüzyılın sonlarında başlayan Orta Asya Türk Hıristiyan­
lığı, bu başlangıç çağından bir süre sonra, yani 3. yüzyıldan baş­
layarak, Maniheizm inancıyla koşut (paralel) olarak Türkler ara­
sında yayılmaya başlamıştır. Bu arada Zerdüşt inancı da egemen
olmaya yüz tutmuştu . Bunun doğal sonucu olarak Türkler arasın­
da Maniheizm inancını, Hıristiyanlık ve Zerdüşt inancıyla uyuştur­
mak düşüncesi de ortaya çıkmıştır. Şunu da bilmekte yarar vardır
ki Maniheizm, Orta Asya'da Hıristiyanlıktan çok önceleri yayılmış­
tı. Dinlerin bu çokluğu sonucu Türkler arasında inanç ve dil fark­
lılıkları da kendisini gösteriyordu. Maniheistler kendi alfabelerini
kullanırken, Hıristiyan Türkler de Süryani yazısını kullanmaktay­
dılar. Bunların yanısıra Soğd yazısıyla yazılmış bazı Mani ve Hıris­
tiyan metinlerine de rastlamak olasıdır.''
Bunun dışında bazı Türk Maniheist metinlerin her iki dil ile
yazılanlarına da rastlanıyor, bu dillerden biri "Mani" öbürü de
"Ulusal Soğdca"dırlar. Bu iki yazının dışında Maniheistler, tapınış
kitaplarının bazısında Uygur yazısını da kullanagelmişlerdir.'"
Uygur Türkleri arasındaysa, sırasıyla Maniheizm, Budizm ve
Hıristiyanlık 1 O. yüzyılda güçlenmeye başlamıştır.'•

Orta Asya Türk Hıristiyanlığının oluşması ve gelişmesi gerçe­


ği içinde Kubilay Han'ın özel yeri olduğunu, Kemalist Yönetimin
Resmi Tarih Tezi içinden öğreniyoruz.
Burada Kubilay Han'ın, Buda inancına eğilimli olmakla bir­
likte, tüm inançlara karşı saygılı davrandığını, bunun sonucunda
Almalık, Tokmak, Kereyit ve Öngüt Türklerinin Hıristiyanlığa yö­
neldiklerini, bu arada Nestoryen misyonerlerinin Kaşgar yöreleri,

16
Altay Naymanları, Gobi Uygurları ve Kansu Tangutları arasında
yayıldıklarını, İS 445 yılından başlayarak Kuzey Çin'den çıkarılmış
olan Nasturilerin, Kubilay'ın hoşgörüsü sonucunda yine Türklerin
iline gelerek Hıristiyanlığı yaydıklarını, bunun sonucu olarak da
Kubilay'ın koruma kıtalanm oluşturan 30.000 Hazarlı Alan Türkleri­
nin Hıristiyanlığa geçtiklerini kayıtlardan anlıyoruz.'%
Yine Kemalist Tarih Tezi verilerine göre, Orta Asya Türk
Hıristiyanlığının oluşmasına etken olan misyon, Nasturi
Hıristiyanlığıdır. Genel Hıristiyanlık yönünden bir herezi sayılan
Nestor yanlıları, Doğu Roma yönetimince, İmparatorluk toprakla­
rından uzaklaştırıldıklarında, çoğu İran ülkesine sığınmışlar, bura­
da "Merv" ve "Samarkant" metropolitlilerini kurmuşlardır.
Bu kişiler İS 5. yüzyıldan başlayarak Uygurlar arasında etkin
olmuşlardır.
Orhon çevresinde Uygurlarca yazılmış yazıtların Çince bölü­
münde İS 762 yılında Uygur Hanı İdi Kut'un, ülkesinde Nasturi
Hıristiyanlığınm yayılması ve bu yönden halkı bilinçlendirmek
için, Çin'den Nasturi rahiplerini çağırdığını öğreniyoruz.
Turfan'da ortaya çıkarılan tarihsel bulgular sonucu Hıristiyan­
lığın 8. ve 9. yüzyıllarda Uygurlar arasında genişçe yayılmasının ya­
nısıra, Yedisu'da birçok Hıristiyan gömüt taşlarının da ortaya çıka­
rıldığını, ayrıca Turfan'ın doğusundaki Bulayık kasabasında ortaya
çıkarılan yazma kitapların tümüyle Hıristiyan!ık kapsamında olduk­
larını, II. yüzyıl öncesinde Oıtus ülkesiyle Koko-Hotan arasında
oturan Karait Türklerinin de ayrıca Hıristiyanlığı benimsediklerini,
sözü geçen Tarih Tezi kapsamından öğreniyoruz.19b

İslam dininin yayılışının başlangıcında, Hıristiyanlık inancının


Orta Asya Türkleri arasında yandaşları çoktu."0' Hıristiyanlık inan­
cı Orta Asya'da salt Uygur Türkleri arasında değil, Peçenek ve
Oğuzların arasında da yayıldığına ilişkin pek çok tarihsel belirti­
ler vardır. Peçenek Türklerine daha sonra değineceğimizden, kı­
saca Oğuz Türklerine değinelim.

17
OGUZIAR (Uzlar)

Uzlar'ın İS 10. yüzyılda Kuzey Rusya'nın Suzdal Rostov bölge­


sinde bulundukları, oradan Orta İdil'in batısından Sura ve Oka ile
Don akarsuyunun başlarına dek yayılmış olduklarını biliyoruz.ıoa
Ruslar'ca "Torklar" olarak adlandırılan Uzlar, Kumanların bas­
kıları sonucu Don boylarından Dinyeper akarsuyuna doğru iler­
lemişler ve 1060 yıllarında Orta Dinyeper boylarında geniş toplu­
luklar oluşturmuşlardır. Tarihsel kayıtlara göre Uzlar, Rusların
kendilerinden rahatsız olmaları sonucu baskıya uğrarlar ve onla­
rın baskılarından kurtulmak için Tuna doğrultusuna çekilirler.
Böylece kalabalık bir topluluk olarak, soydaşları Peçeneklerin ya­
kınına gelirler.
Bir süre sonra da (1064-1065) Balkanlara geçen Uzlar, Peçe­
neklerce büyük kırıma uğrarlar. Kalanlarının bir bölümü Selanik'e
yerleşirlerken, bir bölümü de Bizanslılarca Makedonya yörelerine
yerleştirilirler.
Artakalan Uzlar ise geriye dönerek yine Rus topraklarına yer­
leşirler.
1080 yılında Rus Prensi Vladimir bunları yok eder. Bundan
sonra Uzlar siyasal bağımsızlıklarını yitirerek Deliorman yörele­
rinde bulunan Proto-Bulgar ve Peçenekler arasına karışırlar ve bu
şekilde varlıklarını sürdürürler.
1 224 yılında Uzlar'ı başka bir yıkım bekler. Şöyle ki Kuman
ve Ruslardan kurulu birleşik ordu Moğollarca yok edilince, Rusya
içinde yaşayan Uzlar, göç ederek Tuna'yı geçerler, burada Bulgar
ve Peçeneklerin yaşadıkları Dobruca'ya varıp, oraya yerleşirler.
Bunların, günümüz gözde Türk-Hıristiyan topluluklarından
olan Gökoğuzlarla (Gagauz) çok yakın bağlantıları vardır, çünkü
Gökoğuz Hıristiyan Türkleri, Uz, Peçenek ve Kuman Türklerinin
karışımı olup, bir yerde onların varlıklarını günümüzde dile getir­
mektedirler.ı°"
Gökoğuz Türkleri üstünde ileride özellikle ve ayrıntılı olarak
durulacaktır.
İS II. yüzyıla doğru, Musevi-Türk devleti olan HAZAR DEV­
LETİ'nin çöküşünden sonra, İdil Irmağı üstünden geçen Oğuzlar,

18
soydaşları olan Peçeneklerle mücadele etmişler, onları kovalaya­
rak Balkanlara dek varmışlardır. Bunun sonucu Bizans da Türk
akınları karşısında payına düşeni almıştır. Bu konuyu kitabımızın
ikinci bölümünde genişçe ele alacağız. Ancak burada bizleri ilgi­
lendiren, göç ve kovalama davranışı içinde bulunan Oğuz Türk­
lerinin, İslam din ve uygarlığıyla hiç ilişki içinde olmadıklarıdır.
Buna göre 1 3 . yüzyılda yaşamış olan Zekeriya Kazvini, kendisin­
den önceki zamanlardan kendisine varan bir söylentiye dayana­
rak Oğuzlar arasında Hıristiyanlığın bulunduğunu kaydetmekte­
dir."
Oğuzların ilk önce Hıristiyanlıkla, daha sonra da İslamlıkla
tanışmış olmaları, onların sıkı bir ticari ilişkide bulundukları uygar
saha olan "Harizm" aracılığıyla olanaklı oluyordu. Harizmlilerin
içinde de Hıristiyanların bulunduğunu yine II. yüzyıl Harizm alim­
lerinden Biruni bizlere bildiriyor."
Şu ana dek Orta Asya Türk Hıristiyanlığına ilişkin açıklama­
larımızda özellikle Nasturi mezhebinden söz ettik, çünkü erken
çağlardan başlayarak egemen olan ekol buydu . Ancak şimdi
Hıristiyanlığın bir başka mezhebini de konumuza sokuyoruz, bu
da "Bizanten-Ortodoks" mezhebidir.
Bunun nedeni olarak da Harizm ve Oğuz Türklerindeki
Hıristiyanlığın öz yapısını söz konusu ediyoruz. Çünkü şu komı
dikkate alınmalıdır ki, Harizm ve Oğuz Türk Hıristiyanları, İran ve
Türkistan Hıristiyanları gibi Nasturi değil, Ortodoks inancını be­
nimsemiş Hıristiyanlardılar. 23
Zaten konumuzun akışı içinde ve sonucunda "Türk-Orto­
doks Hıristiyanlığı" kavramına varacağız.
Orta Asya Türk Hıristiyanlığı için önemli bir kaynak olan "So­
urces Syriaques"i de göz ardı edemeyiz. Sachan, bu yapıtı 1 925'te
"Abhandhingen d. Preuss. Akad. d. Wiss" adıyla Almancaya çevir­
miştir. Bu yapıtta da Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılışına ilişkin
geniş bilgiler veriliyor."'
Sachan, bu yapıtı içinde tanınmış Arbela Kroniki'ni araştır­
maktadır. Bu kronik, aynı yayın içinde yer alan "Zur Aubsieitung
des Christendums" adlı araştırmanın ana kaynağıdır."
Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılmasıyla, doğal olarak Hıris-

19
tiyan topluluğun salt "organizm" değil, "organizasyon" olarak da
özyapılanması söz konusu olmaktaydı. Bunun doğal sonucu ola­
rak da gözetmenlik (episkoposluk) ve metropolitlik orunlarının
(makam) görülmeleri doğaldır. Buna bağlı olarak Samarkant met­
ropolitliğinden daha önce söz ettiğimiz gibi, bununla birlikte üç
metropolitlik orununun kurulduğunu, bunlardan ikincisinin Kaş­
gar, üçüncüsünün de Tankut metropolitlikleri olduklarını burada
belirtebiliriz.'•
Bunlardan Samarkant orunu, önceleri sade bir episkoposluktu
ve tüm Buhara kazalarını içeriyordu. Daha sonraları Nasturi Patrik
Sliba-Zkla'ca (İS 71 2-728) metropolitlik aşamasına yükseltilmiştir."
Bu metropolitlikler yanında tarikat düzeyiyle birlikte yaşayan
dinsel kişilerin varlıkları da yadsınamaz. Buna bağlı olarak Sürya­
ni Patriği Timothe, mektuplarında Orta Asya'daki Türk ırkı rahip­
lerinin kurdukları tarikattan da söz etmektedir.""
Kaşgar metropolitlik orununa gelince, Patrik Eliza'nın İS
1 1 70-1 190 yıllarında, bu tinsel orun için 1 180'de bir episkopos
kutsayarak atadığı, bunun ölümünden sonra da "Sabrisho" adlı bir
başka dinsel kişiyi, aynı orun için episkopos olarak kutsayıp ata­
dığını bir başka tarihsel veriden anlıyoruz. 1•
Tankut metropolitlik orunuysa Çin'de bulunmakla birlikte
gerçek Türk soyundan gelen Hıristiyanlara da hizmet veriyordu:'"
Bu orunsa 790 yıllarında metropolitliğe yükseltilmiştir. Tibet
Hıristiyanlarının da bu tinsel orun yetkisi içinde olduklarını bili­
yoruz. Ayrıca Orta Asya Hıristiyanlığıyla tarih bilimine ışık tutan
tanınmış "Si-ngnan-fu" anıtı da bu metropolitlik sınırları içinde yer
alıyordu.
Kaynaklara göre İsa'nın 2. ve 1 2. yüzyılları, Hıristiyan inancı­
nın Orta Asya'ya yayılması çabaların harcandığı yüzyıllardır. Türk­
ler yanında birçok Moğol topluluklarının, bu yüzyıllar içinde
Hıristiyanlığı benimsedikleri bilinmektedir. Moğolistan'ın içinde
oturan Naymanlar ve Kereitlerin de Hıristiyanlığı benimsedikleri­
ni de, Prof. Peliot'un bulgularından öğreniyoruz.31
Bertold Spuler'in bulgularına göre de Moğollar arasında
Hıristiyanlığın büyük bir değer kazandığı belirtilerek, şu yargılara
yer veriliyor:

20
"Hıristiyanlığın umumiyetle Moğollar için büyük bir ehemmiyet
arz ettiğine bakılırsa, bu saray mensuplarından pek çoklarının bi­
lakis Hıristiyan Nasturi oldukları görülür. Seyurhohataytay, Möng­
ke'nin annesi ve kendi erkek kardeşleri, Möngke'nin eşlerinden
bir çoğu, Hülegü'nün eşi Dokuz Hatun ve şüphesiz daha birçok­
ları bu dine mensuptular... Bu kadınlar İsa dinine sarılmakla kal­
madılar, çocuklarını da vaftiz ettirdiler. Nitekim daha sonra gelen
ilhanlardan ikisi gençliklerinde -her ikisinin adı da Nikolaus idi­
Hıristiyan olmuşlardı. Bunlardan biri Ahmed -ki vaftiz edildiği ka­
ti değildir, diğeri Ölceytü idi. Annesi Orgo Hatun, Nasturi Katoli­
kosu III. Jhab-alaha'yı ziyaretinde küçük Ö lceytü'yü sık sık yanı­
na alırdı".

Yine Spuler, Kereitlerin Hıristiyanlığına ilişkin yaklaşımda bu­


lunarak şunları söylüyor:

"Kereitler gibi en çok nüfuz sahibi muhtelif kabileler, Cingiz


Han'ın çıkışından birkaç asır evvel İsa'nın dinini kabule hep bir­
den karar vermişlerdi. Bu netice münhasıran Nasturi misyonerle­
rinin faaliyetleri eseri olup, bunlar teşkilatlandıktan pek az sonra
(431 Halkedon konsilinden beri -/451 olmalıydı. Y.A./) şarkın ta
içlerine kadar girmişlerdi. ,,31o

Barthold'a göre Ceng:z Han, Naymanların ülkesinde bunların


bir Uygur tamgacısına rastlamış ve ondan Uygur, A, B, C'sini öğ­
renmiştir. 32
Bunun sonı.!cu olarak Hıristiyanlığı yayma etkinliklerine Uy­
gur Türklerinin özellikle katıldıkları anlaşılıyor.
Yedisu vilayetinde, Çu ırmağı yöresinde yeralan Süryanice ve
Türkçe yazılı Hıristiyan anıtlarının varlığı bugüne dek araştırma
konusu olmuşlardır. Bunların 13. ve 14. yüzyıllara ait oldukları sa­
nılmaktadır. Bunlar üstüne araştırmalarda bulunan Rus Akademi­
si üyelerinden Kokovcov, Yedisu Hıristiyan anıtlarını, Turfan
Hıristiyan yapıtlarıyla karşılaştırarak, Turfan Hıristiyanlarının Yedi­
su Hıristiyanlarına göre daha uygar olduklarını, buradaki
Hıristiyanların birbirlerine etkilerinin Turfan'dan Yedisu'ya, yani
doğudan batıya doğru olduğu sonucuna varıyor.33 Yedisu'da bulu­
nan Hıristiyan gömüt taşlarında "II" yerine, "bir 20", yani Orhun

21
yazıtlarında ve Uygur metinlerinde kullanılan geleneğin var ol­
masından, Yedisu Hıristiyanlarının da Uygur Türkleri oldukla­
rı sonucu çıkmaktadır.34
Uygur Hıristiyanlarının merkezi, Turfan'ın doğusundaki "Bu­
layık" kasabası olmuş ve burada Hıristiyanlıkla ilgili birçok yazma
yapıtlar bulunmuştur. Bunlar sırasıyla Süryani, Soğd ve Türk dil­
leriyle yazılmış yapıtlardır.35
Orta Asya'ya ilişkin toplumsal ve siyasal bakışlar açısından
ele alınan hemen hemen tüm bilimsel yapıtlarda az ya da çok,
Hıristiyan Türklere değinen bölümler bulmak olasıdır.
EH. Parkir'in bir yapıtında36 Tzsi adlı bir Türk generalin öy­
küsü bulunuyor. Bu general, Maryoncho adlı bir başka generalin
yardımıyla Amreshar başkaldırmasına karşı çıkarılan güçlerin ko­
mutasını ele alıyor. General Maryoncho'ysa Çin-Moğol güçlerinin
önderi olarak Cathayanlara karşı savaşı yönettikten sonra, kendi
buyurmanı olan Çin İmparatoruna karşı kendisi başkaldırıyor. Bu
Türk generalinin Nasturi Hıristiyan olduğu kaydediliyor.
Diyarbakır Kıldanileri Episkoposluğu kitaplığında, Ganatu­
Uriyang (Hıristiyan Uygurlar) padişahı Corc'un kızkardeşi olan
Orangul Sultan için Süryanice yazılı İncil yaprakları bulunmuş­
tur.37
Blocket de 13. yüzyılda "Yrıyan-gakit" denilen Hıristiyan
Türklerin ne denli çoğaldıklarını yapıtında belirtiyor."'
Aynı tarihçi kendi yazdığı "Catalogue Persan des Manuscripts
de Paris" adlı yapıtında, 1374 yıllarında Samarkant'ta Türkçe ola­
rak yazılmış olan bir Nasturi dua kitabından da söz ediyor.
Psalty'ye göre, Orta Asya kökenli ve öz Türkçeyle yazılmış
birçok Türk yazını örnekleri de vardır. Bunlar 4. yüzyıla dek çık­
maktadır. Tarihçi bunlardan bazılarını şöyle sunuyor:
1 2 . yüzyılın sonlarında Hive Hanı olan Süleyman Bekir Han,
Nasturi yazılarından esinlenerek Meryem Ana'nın ölümüne iliş­
kin39 bir şiir yazmıştır. Şiirin öz Türkçe yazılmış olması dikkat çe­
kicidir.
İS 523 yılında Paphlagonia'nın Gangra kentinde ölmüş olan
ve Philoxenus adıyla tanınmış olan Nabbug episkoposu Akh­
sua 'ya dayandırılan bir Süryani dokümanında, Hıristiyan Türklere

22
ilişkin çok anlatımlar vardır. Sözü geçen dokümanın ilk bölümün­
de Türklerin eski boş inançlarından, ikinci bölümündeyse
Hıristiyanlığın etkilerinden söz edilmektedir.
Ayrıca bu dokümanda dört Türk-Hıristiyan önderinin adları
da geçmektedir. Bunlar sırasıyla: Gawirk, Gark, Tasahs ve Lan­
gu'dur. Dokümanın içinde bu dördünün yaşadıkları ülkeye "Sori­
kon" denilmiştir. Ülkenin sınırında Karagur adlı bir kentin bulun­
duğunu anlıyoruz.4°
Kaydedilen dokümandaki bu dört Türk-Hıristiyan önderin
yaşadıkları çağı saptamak da, bu konuda yetke sahibi bilim adam­
larına düşmektedir. Bazı bilim adamları Saoki" olarak bilinen
Hıristiyan Uygurlarla, önceden sözü edilen Hıristiyan Türk Gene­
rali Tzsi'nin çağdaş olduklarını ileri sürmektedirler. . . Ayrıca bu
Türk Hıristiyanlar, her ne kadar şeklen Hıristiyan inancını benim­
semişlerse de, günlük yaşam ve görenekleri pagan soydaşların­
dan pek ayrıcalıklı değildi. Kullandıkları genel dil Çağatay dialek­
ti olup, bunun böyle olduğu, kullandıkları tinsel ezgi (ilahi) kitap­
larının içeriğinden anlaşılmaktadır.
Bu kitaplara ilişkin herhangi bir bulguya daha rastlamadığı­
mızı burada belirtiyoruz. Ancak bu konuda çalışmalarımızı sür­
dürmekte kararlıyız. Konumuzun bu ilk bölümünü bitirmeden
önce, Psalty'nin şu görüşünü de yansıtmak istiyoruz. Ona göre,
birçoklarının "Tatar" olarak bildikleri Hıristiyan Türkler genellikle
çadırlar altında yaşamaktadırlar ve kendileri gibi soydaş olan
Hıristiyan rahipleri, diakonları ve keşişleri vardır. Sayıları da
400.000 kişi kadardır."

23
2- GÖÇ YOLIARI YA DA KAFKAS-DOGU AVRUPA
TÜRK HIRİSTİYANUGI

Türk tarihi akışı içinde en göze çarpan gerçek, Türk toplu­


munun yüzyıllar boyu süren göçleridir. Bu göçler İÖ 3500 yılla­
rında başlamış ve İS 14. yüzyılda son bulmuştur.'3
Göç dalgaları içinde Türk boyları, ya önceden edindikleri
Hıristiyanlığı birliklerinde taşımışlar, ya bırakarak başka inançlara
geçmişler, ya da göçler sırasında Hıristiyanlaşarak varlıklarını sür­
dürmüşlerdir. Öncelikli olarak Trakya ve Anadolu 'ya gelen Hıris­
tiyan-Türk topluluklarının hangi yollardan buralara geldiklerini
araştırmak, konumuzun temel ve ana basamağıdır.
Göçler zinciri içinde Orta Asya-Batı bağlantılı başlıca iki yol
olmuştur. Birincisi Aral Gölü'nün doğusunda bulunan Sirderya
Qexartes) ve Amuderya (Oxus) ırmakları üstünden geçerek İran'a
varan, ikincisiyse Aral Gölü ve Hazar Denizi'nin kuzeyinden ge­
çerek günümüz Rusya'sının güneyi ve Karadeniz'in kuzey kıyısıy­
la Tuna yöresine varan istepler yoludur.""
Bu göç yolları üstünden batıya doğru devinen Turanlı Türk
toplulukları, Tuna boylarına vardıklarında, Bizans İmparatorluğu­
nu bulmuşlar, orasını çekici buldukları için, akınlar düzenlemeye
koyulmuşlar, açıkçası ister istemez kaynaşmaya başlamışlar.
Kuzey Karadeniz ve Tuna boylarında yerleşen Turanlı Türk
toplulukları şunlardır: Hunlar, Ogur Türkleri, Sabarlar, Avarlar, Tu­
na Türkleri, Volga Türkleri, Hazar Türkleri, Macarlar, Peçenekler,
Avrupa Oğuzları, Kumanlar, Bulgarlar. Türklerin Doğu Avrupa'ya
göçleri sırasında Orta Asya'dan birlikte getirdikleri, ya da geçtik­
leri yerlerde karşı karşıya gelerek benimsedikleri Hıristiyanlıkla il­
gili irdelemelerimizi ele alalım.

24
Türklerin, göçler içinde sıkça geçtikleri geçit, Orta Asya'nın
istepler yöresinden başlayıp Hazar Denizi'nin kuzeyine dek sürer.
Buraları milyonlarca hayvanın beslenebileceği otlaklar hattıdır. Bu
yol Ural (Yayık), Volga (İdil), Don, Dinyeper ve Dinyester ırmak­
larını geçerek kuzeyde Karpat ve Transilvanya dağlarıyla, güney­
de Balkan dağları arasında doğuya açılan aşağı Tuna bölgesine gi­
rer. Tuna hattıysa, Macaristan ovalarına girmek için bir geçit hiz­
meti görmüştür. Orta Asya'dan batıya göç eden Turanlı topluluk­
lar için, bu yolun önemi her zaman büyük olmuştur. Bunlar Tu­
na boylarına vardıklarında, güneyde Taçini", yani Bizans İmpara­
torluğu'yla yüz-göz oldular, oradaki görkem ve zenginlik kendile­
rini oralara çekip bağlamıştır.
Orta Asya'dan göç ederek batıya doğru devinen Turanlı top­
lulukların büyük bir bölümünün Bizans'la doğrudan ve geniş öl­
çüde ilişkiler içinde oldukları bir gerçektir ve bu durum yüzyıllar­
ca sürerek bizleri Lozan ve Cumhuriyet'e dek vardıracaktır.
Orta Asya kökenli Türk unsurunun Bizans'ta çok önemli rol
oynadığını, İlyas Karagöz bize yapıtında belirtiyor.45"
Bu bağlamda Türk boyları salt Bizans'la ilişkide kalmamışlar,
aynı zamanda İmparatorluk yönetimi içinde önemli roller üstlen­
mişlerdir.
Kayıtlara göre İS 6. yüzyıldan başlayarak Bizans'ta çok büyük
ölçüde Hun-Bulgar unsurları görülmektedir. Bunu izleyen 10.
yüzyılda, imparatorluğun koruma birliklerinde Hazar ve Göktürk­
ler göze çarparken, II. yüzyılda da Peçenekler yerlerini almış olu­
yorlar.45b
Kısacası, 4-13. yüzyılları arasında göçlerle Orta Asya'dan Ka­
radeniz'in kuzeyinden Tuna boylarına , oradan da Bizans toprak­
larına giren Turanlı Türk boylarının Bizans'ın Anadolu themala­
rında yayıldıkları ve türlü görevler üstlendikleri bir gerçektir.45<
Yüzyıllar boyu Anadolu topraklarında yerleşerek, burayı ana­
yurt edinen Türk boylarının İslam kesimi, varlığını günümüze dek
sürdürürken, Hıristiyan kesimi için 1922 yılı sonları olmuş ve öz
topraklarından zorunlu göçtürülmüşlerdir. Bu konuya, yapıtımızın
"Anadolu Türk Hıristiyanlığı" bölümünde özellikle ve ayrıntılı ola­
rak değinilecektir.

25
HUNLAR

Doğu Avrupa'ya ilk göç eden Turanlı Türk toplulukları


Bunlardır. Bunlar ikiye bölündükten sonra bir bölümü batıya göç
ederek, Kazak bozkırı güney eteğiyle Çu ırmağı koyağında (vadi)
olan Doğu Kangkü'de kısa yaşamlı bir siyasal birlik kurarlar. (İÖ
43-36)
Sonraları (İS 91) bunların Kazak bozkırına çekildiklerini, İS
350'de doğudan gelen ve Türk-Moğol karışımı olarak bilinen Uar­
Hunların baskısıyla batıya doğru akarak İS 370'te Avrupa'da gö­
ründüklerini, Attila döneminde Rusya ve Avrupa'da büyük bir si­
yasal birlik kurduktan sonra dağıldıklarını, tarihsel kaynaklardan
anlıyoruz.••
Avrupa'ya gelen Hunların, Hıristiyanlığı benimsediklerine
ilişkin herhangi bir veriye rastlanamamıştır.47
Doğu Avrupa istepleri topralarında birçok toplulukların önce
var oldukları, sonraları da tarih sahnesinden silindikleri görül­
mektedir. Bunun böyle olması, o toplumun tümüyle yok olmasıy­
la değil, ancak egemenlik gücünün yitirilmesiyle açıklanır.
Çoğu kez aynı ırktan bir başka topluluğun egemenliği eline
almasıyla, bir önceki soydaş topluluk, sonrakinin egemenliği altı­
na girer.48 Bu durum tarihte birçok Türk toplumlarında görüldüğü
gibi, birçok Hıristiyan Türk toplumlarında da görülmektedir. Ör­
neğin günümüzde Uygur, Peçenek, Kuman gibi Türk Hıristiyan
toplulukları, yerlerini Gökoğuzlara (Gagauz) bırakmışlardır.
Doğu Avrupa istepleri yöresinde oturan ve konumuzla bağ­
lantılı olan Turanlı Türk topluluklardan birisi de "Kumanlar"dır.

KUMANLAR
Kuman Türklerine, Ruslar "Polovcy" , İslam kaynakları "Kıp­
çak", Almanlar "Falb" ve Ermeniler de "Chardiaş" adını vermekte­
dirler. Bu terim "açık sarı" anlamına gelmekte olup, Kumanların
açık sarı saçlı olmaları nedeniyle kendilerine yakıştırılmıştır.
Prof. Kurat'a göre bu ad, bir beyin özel adıdır. Doç. Özkan'a
göre Kumanlar çok geniş bir alana yayılmış, türlü ülke ve bölge-

26
lerde egemenlikler kurmuş, eski ve köklü Türk boylarındandırlar.
Son dönemlerde yapılan araştırmalar sonucu II. yüzyılda Or­
ta Asya'dan Karadeniz'in kuzeyine, oradan da Balkanlar ve güney
Kafkas ülkesine yayılan Kumanların, gerçekte İslam kaynakların­
da anılan Yukarı Irtiş boylarındaki Kemak/Kemek uruğunun bir
ana kolu oldukları Prof. Kırzıoğlu'nca saptanmıştır.4s .'
Bunlar, tarihin en eski zamanlarından başlayarak Kafkasya
dağlarının kuzeyinde yer alan İstepler ülkesinde oturmaktaydılar.
Plinius'un (İS I yüzyıl) kayıtlarından buraya "Kumanya" denildiği
görülür, Teofanos da, İstanbul Patriği Eren Altınağızlı Yuhan­
na'nın "Kumanya"da öldüğünü (İS 398) kaydetmiştir.49
Karamanlıoğlu'nun bulgularına göreyse, bu topluma Müslü­
manlar "Kıpçak" adını verirlerken, Yunanlılar "Komanen'', Latinler
"Kuman'', Macarlar "Kun'', Ruslar "Polovtsi'', Almanlar da "Falben"
deyimlerini kullanıyorlar. İslamların bu topluma "Kıpçaklar" adını
verdikleri bilindiği, ancak bu adın Uygur yazılı belgelerinde bir
kişi adı olarak geçtiği halde, sözcüğün kökeninin ne olduğu tam
olarak belli değildir.
Kaşgarlı Mahmud'un kayıtlarındaysa , bu terim şu anlamlarda
sunulmuştur:
1- Türklerden büyük bir bölük.
2- Bu bölüğün oturduğu yer.
3- Kaşgar yakınında bir yer.493

Önceden bulundukları İstepler ülkesinden güneye doğru ya­


yılan Kumanlar, İS 1067'de Dinyeper Irmağı kıyısına vararak Peçe­
neklerle komşu olmuşlardır. Bu yayılmaları içinde doğal olarak
Ruslarla da savaşları olmuştur. Bu sıralarda Azak Denizi'nin her iki
yanında, doğu ve batı olarak iki Kumanya oluşmuştur. Tuna hattı­
nı geçerek Balkanlar'a giren Turanlı topluluklar arasında yeralan
Kumanların, Bizans'la tanışmaları da bu devreye rastlamaktadır.
Rasovsky'ye göre Kumanlar, şu beş bölüklerden oluşmaktay-
dılar:
1- Orta Asya Bölüğü
2- Volga-Yayık Bölüğü.
3- Doneç-Don Bölüğü.

27
4- Aşağı Dinyeper Bölüğü .
5- Tuna Bölüğü.49"
Türk Hıristiyan olan Kumanlarla tanışmadan önce Bizanslılar,
Selçuk Türkleriyle zaten tanışmış bulunuyorlardı. Çünkü Aleksi
Komnenos zamanında Küçük Asya, Marmara kıyılarına dek Sel­
çukluların eline zaten geçmişti."' Ruslar ve Bizanslılarla türlü iliş­
kiler içine giren Kumanların, ilişki içinde bulundukları bir başka
toplum da, yine Turan kökenli olan Macarlardır. Macarlarca "Kun­
lar" diye çağırılan ve Kıpçak Konfederasyonu'nun batı kolunu
oluşturan Kumanlar için 1 2 . yüzyıl, büyük bir göç yılı olmuştur.
Bunun da ana nedeni Moğol akınlarıdır (İS 37).51
Moğollar, İran üstünden Karadeniz'in kuzey bozkırlarına gel­
dikleri zaman Kumanlar, Bulgarlar ve Ruslar el ele vererek Moğol­
lara karşı direnirler. Bu üç ortak toplumun yanısıra Almanlar da
rol alırlar. Ancak Moğol orduları karşısında yenik düşen Kuman­
ların bir kısmının, Kuzeydoğu Romanya'da olan "Comania" böl­
gesine yerleşerek Hıristiyanlığı benimsediklerini görüyoruz. Üste­
lik İS 1 227 yılında kendileri için bir episkoposluk onınu kurul­
muştur."
Ancak kurulan bu episkoposluğun Orta Asya'dakilerden
farklı olduğunu görüyoruz. Şöyle ki Orta Asya'daki Nasturi ve Bi­
zans-Ortodoks özyapılı Türk Hıristiyan toplulukları ve gözetmen­
likleri (episkoposluk) yanında, Türk Hıristiyan dünyasında artık
Romen-Katolik özyapılı bir topluluk da tarih sahnesinde görülür.
(İS 1221).
Buna bağlı olarak Romen-Katolik misyonerler, İncil'i ve kato­
lik tinsel ezgilerini Türkçe'ye çevirirler. Tarihçi Barthold'a göre bu
çeviriler çok başarılı çevirilerdir. Böylece Romen-Katolik olan Ku­
man Türkleri, Papalık orununca da değerli görülür. Roma episko­
posu (Papa) Greguar'ın 1 234 yılında, Kuman episkoposuna yaz­
dığı bir mektupta, ona "Saygıdeğer Kardeşim" sözlerini yönelttiği­
ni ve aynı mektupta, Kuman episkoposunun yolladığı dinsel kişi­
leri kabul etmeyen "ismen Hıristiyan" Ulahlardan yakındığını da
tarihsel verilerden anlıyoruz.
Doç. Safran'ın saptamalarına göre, Kıpçakların Hıristiyan-Ka­
toliklik içine alınması ilk kez 11 Eylül 1 239 günü, Papa Greguar

28
IX'ca çıkartılan buyrultu ile sağlanmış olup, uygulama 14. yüzyı­
lın sonuna dek süregelmiştir. sıa
Kuman episkoposluğu daha sonraları Moğollar'ca yıkılır. İb­
ni Batuta, Kırım'da Kerç ve Kefe arasında, Hıristiyan Kumanlara
rastladığını yazmaktadır. Moğollara yenilen Don-Doneç bölgesi
Kumanları da Macaristan'a göçerler ve Hıristiyanlaşırlar.53
Topluca Hıristiyanlaşan Kumanlara ilişkin bir başka olay da
Transilvanya'ya (Erde!) Kumanlarca düzenlenen akınlardan sonra
görülür. 1227 yılında Kuman Prensi Bare, kendisine bağlı 1 5 . 000
kişiyle birlikte Hıristiyanlığı benimser.'"'
Doç. Safran'a göre Kumanlar arasına Hıristiyanlık, Ruslar ve
Bizans yoluyla Ortodoksluk şeklinde, Katolik misyonerleri aracı­
lığıyla da Katoliklik şeklinde belirmiştir.543
Köprülü'ye göreyse, Codex Cumanicus'ta Moğol saldırısın­
dan sonra, Kumanlar arasına Fransisken rahiplerince Katolikliği
yaymak amacının saklı olduğu ileri sürülmektedir.54"
Kuman-Kıpçaklar, bazı tarihçilerce, Kuzey Türk toplulukları­
nın tipik atlı göçebelerinin son temsilcileri sayılmışlardır. Kuman­
lar sayesinde, Kuzey Türk toplulukları yeni bir döneme girmişler
ve yeni bir konglomerayla (karmaşık topluluklar) Tobol Irmağı'n­
dan Macaristan'a dek tüm Doğu Avrupa'yı etkileri altına alarak,
ardıllarıyla birlikte Türk-Rus toplulukları arası yaşam kavgasına
etken olmuşlardır."
Daha batıya göçen Kumanlar, Bulgar ve Macarlarla sıkı ilişki­
ler içine girmişler. Orta Volga'daki Bulgar bölgesine de geçerek
kendi soydaşları olan Bulgar Türklerine kendi öz dillerini de be­
nimsetmişlerdir.56 Daha sonra söz konusu edeceğimiz Gökoğuz
(Gagauz) Türklerinin yerleşim bölgelerinden olan Dobruca'ya
adını vermiş olan Dobrotiç'in de "Kuman" ya da "Anadolu'lu
Türk" olduğu da bazılarınca ileri sürülmektedir.57 Anadolu Türk
Hıristiyanlığı üstünde daha sonra durulacağından, yine Karade­
niz'in kuzey bozkırlarına dönelim. Bu yörede Moğolların egemen­
liği altında kalan Kumanların, zamanla Moğolları Türkleştirdikleri
de ayrı bir tarihsel gerçektir.58
Kuman-Kıpçak Türklerine ilişkin tarihsel bilgiler aktaran bir
başka önemli kaynağın da "Kartel Kroniki" olduğu söylenir.59

29
Bu kronik ışığında, Kuman-Kıpçakların, Apkaz Kralı N. Da­
vid'e yaptıkları yardımlarla, İran (Selçuklu) güçlerine büyük dar­
be vurulduğunu, krala yardım etmiş olan 40.000 savaşçı Kuman­
Kıpçakla, 5000 seçkin kölenin görgülü ve değerleri denenmiş ki­
şiler olarak Hıristiyanlığı benimsediklerini, bunların yanı sıra da
Kuman-Kıpçaklardan her gün Hıristiyanlığa dönenlerin sayıca ka­
barık olduğunu öğreniyoruz.60
Yine Kral David'in Tiflis'i kuşattırıp bunalttığını, buna koşut
olarak da Hazar Denizi doğusu ve Sirderya boylarında bulunan
Türkmenleri, Hıristiyan Kıpçaklar sayesinde kaçırttığını ve böyle­
ce Kür ile Çoruk boylarına egemen olmaya çalıştığını, aynı kay­
naktan anlıyoruz.61
Hıristiyan Kıpçak-Kumanların bir başka askeri başarısı da Tif­
lis kentinin Hıristiyan bir kent olmasıdır. Şöyle ki 400 yıl boyun­
ca Müslümanların ve 1068'den bu yana da Selçukluların elinde
olan Tifüs, 1125 yılında Kıpçaklar sayesinde Hıristiyan kent duru­
muna getirildi.62
İlginç ve dikkatimizi çeken, İS 2. yüzyıldan bu yana inanç
sistemi olarak Hıristiyanlığı benimseyen Türk toplulukları arasına
egemen olan "Nasturilik'', "Bizans Ortodoksluğu", "Roma Katolik­
liği" gibi Hıristiyan mezheplerine bir yenisi daha eklenmektedir.
Bu da "Gregoryanlık" olarak bilinen "Monofizit-Apostolik" mez­
hebidir.
1118-1185 yılları arasında tarih sahnesinde görülen Yeni Kıp­
çakların çoğunun, Bizans Ortodoksluğu riti içinde yeralan Gürcü­
Ortodoks kilisesine bağlı oldukları halde, bunlardan bazılarının İS
1200'de fethettikleri Ani-Şeddadlı Emirliği ülkesindeki "Monofizit­
Apostolik" kilisesine girdikleri de biliniyor. 63
Kuman-Kıpçak Türklerinden günümüze dek gelen en önem­
li belge, bir sözlük ve metin derlemesi olan "Codex Cumani­
cus"tur."'
Kuman-Kıpçakların dili ve yaşam biçimine ilişkin önemli bil­
giler, tinsel ezgiler ve dualar aktaran bu yapıttan bazı örnekleri
ekler bölümünde sunuyoruz.
Rusya bozkırlarındaki Kumanlar zamanla Moğollar, Bulgarlar
ve Hazarlarla karışarak günümüze dek gelmişler, ancak Macaris-

30
tan, Balkanlar ve Gürcistan'daki Kuman-Kıpçaklar, Hıristiyan çer­
çeve içinde eriyip tarihten silinmişlerdir.•'
Kumanlar konusuna bitim vermeden, Laslo Rasony'nin "Ru­
mania-Kumania" bağlantısı üstünde durmanın gerekli olduğu ka­
nısındayız.
Rasony'ye göre, günümüzdeki Rumania adı Kumania'dan
gelmektedir.
Ona göre, Moğol saldırısından sonra günümüz Romania'sın­
da Kumanların rolü, Romenlerinkinden daha çok olmuştur. Ro­
menlerin ilk hükümdar ailesini kuran kişinin Basaraba adlı bir
Türk olduğu savı söz konusudur burada. Bu kişi, Cengiz Han'ın
5. yüzyılda altıncı kuşaktan torunu Tok-Tamer'in oğludur. Bu ad,
Gagauzların ülkesinin eski adı Basarabya'da yaşamaktadır.
Yine Romanya'da yaşamlarını sürdüren "Çango"ların, Kuman
Türklerinin ardılları olması da olası görülmektedir. Ayrıca 15. ve
16. yüzyıl Romen arşiv belgelerinde kayıtlı olan Romen devlet
adamlarının adları arasında Türkçe kökenli adların yeralması, san­
ki bu savı destekleyen bir nitelik göstermektedir. Bu adlardan ba­
zıları şunlardır: Akbaş, Akkuş, Aslan, Azgır, Balaban, Bulmaz, Çol­
pan, Kara, Karakızıl, Kuman, Kumandar, Ötemiş, Şişman, Temir­
taş, Togrul, Tonguz, Turuntay, v.b.
Ayrıca Romanya'da bulunan Teleorman, Darehlui, Turlui, Ar­
ges, Baragan gibi yer adlarının Türkçe kökenli oldukları, Ra­
sony'ce ileri sürülenler arasındadır.65•
Göç yolları, Türk tarihini, özellikle Hıristiyan Türklerin tarihi­
ni incelediğimizde, bu konu içinde özel yere sahip olan "Peçe­
nekler"i ele almadan geçemeyiz.

PEÇENEKLER
Peçenekler Kırım Yarımadası'nın kuzeyinde İS 6-12. yüzyıllar
arasında egemenlik sürmüşlerdir. Göçebe ve savaşçı olan Peçe­
nekler, Yayık (Ural) ve İdil (Volga) akarsuları arasındaki ülkeler­
de komşu oldukları soydaş Hazar ve Uzlarla (Oğuzlar) birçok sa­
vaşlar yapmışlardır.66
Peçeneklerin sürekli ilişkide oldukları bir başka soydaş top-

31
!um da Kıpçak-Kumanlar olmuştur.
Hazarlar, 9. yüzyılın ortalarında doğudan gelen bir başka
Türk topluluğu akınıyla karşılaştıkları zaman zorlukla bu akınları
batıya çevirmeyi başarırlar. Kıpçak denilen önderin buyruğu altı­
na giren bu Türk topluluğu, o zamana dek oralarda oturan Peçe­
nekleri yerlerinden kovarak, kendileri yerleşirler. Daha sonra
bunlar Uzlarla birleşerek, Rus tarihçilerinin "Polovşer" adını ver­
dikleri siyasal bir birlik kurarlar.67 Peçenekleri yerlerinden eden
bu toplum, daha sonra Hazarlara yüklendiklerinde, bu sonuncu­
lar da, soydaşları olan Hun-Ugorlarla birlikte yurtlarını akıncılara
karşı korumaya çalışırlar. Ancak Hun-Ugorlar (Macarlar) uzun sü­
re dayanamazlar. Don'la Bog akarsuları arasında olan yurtlarını
bırakarak batıya göç ederler. Bu arada Kıpçak Türkleri, Doğu Av­
rupa bozkırlarına girerler. Bunun sonucu yerleşik topluluklar ara­
sında dalgalanmalar olur. Bu topluluklar birbirlerini sıkıştırırlar ve
batıya doğru devinerek yederini değiştirirler. Böylece yeni ve çok
devinimli bir göç dalgası, salt batıya doğru etkili olmaz, Bizans'ı
da sarsar. Dinyeper Irmağı'nın her iki yakasında sekiz oymakla
birlikte yerleşmiş olan savaşçı Peçenekler, tüm komşu topluluklar
için ve özellikle Bizans için tehlike olmaya başlar. Bunun sonucu,
İmparator IV. Leon zamanından başlayarak Peçenekler tarih sah­
nesinde gözde olmaya başlarlar.68
Peçeneklerin savaşçı bir topluluk olduklarını, Bizans İmpara­
toru Konstantin'in ünlü "De Admisitrando" adlı yapıtında görmek­
teyiz. İmparator orada kendi oğluna, "Her ne pahasına olursa ol­
sun Peçeneklerle iyi geçin" öğüdünü v ermektedir.69
Peçenekler arasında Hıristiyanlığın başlaması ve egemen ol­
ması şu gelişmelerle oluşur:
Başlangıçta Volga ve Ural Irmakları arasında yaşayan Peçe­
nekler, 9. yüzyılda Türklerin Hazar ve Oğuz boylarının kendileri­
ne saldırmaları sonucunda batıya göç ederler. Böylece Macarları
Karpatlar bölgesine iterek, Rus topraklarına akınlar düzenlerler.
Ancak Rus ve Macarlardan direniş gördüklerinden, Trakya'ya yö­
nelirler.
Bu arada Bulgaristan'ın Bizans'ça alınmasından sonra akınla­
rını daha da sıklaştırırlar. Dağınık olan Peçenekleri tek yönetim

32
altında birleştirmek isteyen Başbuğ Turak ve rakibi Kegen arasın­
da bir mücadele başgösterir (İS 1048).
Mücadele sırasında Kegen, Bizans'a sığınır. Turak'sa Bizans'a
tutsak düşer.10
Turak'ın bundan sonra Hıristiyanlığı benimsediğini ve bu
inancın Peçenekler arasında hızlı yayıldığını görüyoruz.71
Bizans toplumu içinde yerleşen Peçeneklere karşı, İmparator
Monomakhos (1042-1055) çok iyi davranır ve Silistre çevresinde­
ki iç kalenin korunması görevini onlara verir. Bu Peçeneklere sı­
nırları koruma görevi de verilir. Ancak bu Peçenekler, sınırların
dışında olan öbür Peçeneklere karşı da Bizans'ı korumakla yü­
kümlü olurlar.
"Peçenekler Tarihi" yazarı Prof. Akdes Nimet Kurat'a göre;
kitle halinde Hıristiyanlığı benimseyen P eçenekler, bu Peçenek­
lerdir.12
Turak'a ve Kegen'e bağlı Peçenekler arasındaki saldırılar so­
nucu, Turak'ın güçleri de Bizans'a yenik düşerler ve İstanbul'a
götürülerek Hıristiyanlığı benimserler.7�
Bizans'ın sınır bekçiliği görevini üstlenen Peçenekler, bu gö­
revlerini uzunca zaman sürdüremezler. 1049'da Peçenek başbuğu
Bizans'la savaşa tutuşur ve yener, sonra Edirne'ye kadar ilerlerler,
ancak kenti alamazlar. Ancak Bizans ordusunda uzun bir süre gö­
rev yapan Peçenekler, soydaşları olan Uzlar ve Hazarlarla birlik­
te, Türklere Anadolu kapılarını açan Malazgirt Savaşı'nda (İS
1071) Alp Aslan'a büyük destek verirler."
Ancak bu Hıristiyan Peçeneklerin bir bölümü sonradan
İslamlığı seçerler.75
Malazgirt Savaşı'nın sonucunda sarsılan Bizans içinde Peçe­
nekler yeniden güçlenerek, önceden alamadıkları Edirne'yi ikinci
kez kuşatırlar. Daha sonralarıysa, dinsel görünümlü bir halk devi­
nimi olan "Bogomil" (İS 1086) devinimine katılırlar. Bunlar, soy­
daşları olan Kumanlarla birlikte Bogomilleri desteklerler.
İS 1087'deyse Macar Kralıyla birlikte İstanbul'a yürüyen Pe­
çenekler, İmparator Aleksios komutasındaki Bizans ordusunu ye­
nerler. Ancak Kumanlarla ganimet paylaşılması kavgası yüzünden
zayıflarlar ve Bizans'la barış yaparlar.

33
Bundan sonra Bizans, Peçeneklere karşı Kumanları kullanma
siyasetine soyunur. Bunu gerçekleştirmek amacıyla Kuman Beyle­
ri olan Bönek ve Togurtak'ı İstanbul'a çağırarak, ordusundaki Ku­
man kökenli subayları da parlak biçimde ağırlayarak Peçeneklere
saldırtırlar.
Bu büyük yenilgi Peçeneklerin sonunu hazırlar. Bunlar 1122-
1197 yılları arasında Bizans'a altı akın daha yaparlar, ancak sonuç­
lar önemsizdir. 1197'den sonra Bizans kaynaklarında artık adları
geçmez olur. Bir bölümü Macaristan'a yerleşirken, bir bölümü de
Rusya'da kalır.
Uz ve KumanJarJa birlikte görülen ve göçebeliği bırakıp yer­
leşik bir konuma geçen Peçeneklerin Hıristiyan oldukları da bili­
nen tarihsel gerçekler arasındadır. 76
Yüzyıllar boyunca Karadeniz'in kuzeyinde, Anadolu'da ve
Doğu Avrupa'da yaşayan Peçenek Türklerinin günümüzde bazı
izlerini görebilmek olasıdır, şöyle ki, Bulgaristan, Yugoslavya, Ro­
manya ve Güney Rusya'da birçok yer adlarının, Peçenekleri
anımsattığı görülür.
Örneğin, Dobruca'daki Hırsova ile Maçin tepesi arasındaki
Peçenjaga köyü, Eski Sırbistan'daki Kragujevec kentinin Gruja il­
çesine bağlı Peçenogo köyü, bunların yanı sıra Leskovac'a yakın
bulunan Peçenevce köyü ile, Romanya'da Mehadia ile Orsova
arasındaki Peçeneşka köyü, Peçenek Türklerinin geçmişteki var­
lıklarını Avrupa topraklarında dile getirdikleri gibi, günümüz Po­
lonya'sında da bazı Peçenek kökenli köy adları süregelmekte­
dir.76a
Bunların yanı sıra Anadolu'da yüzyıllarca varlıklarını sürdür­
müş, üstelik Anadolu'nun Türklere kazandırılması yolunda Malaz­
girt'te Alp Aslan'a üst aşamada destek vermiş olan Hıristiyan Pe­
çenek Türklerinin, bu topraklarda hiçbir yer adının bulunmama­
sı, dikkat çekicidir.
Göç yolları ve Anadolu toprakları dışında tarihten günümü­
ze dek bozulmadan kalmış bir başka Hıristiyan Türk topluluğu da
Çuvaş Türkleridir.

34
ÇlNAŞIAR
Günümüzde Çuvaşistan, Moskova'nın 600 Km doğusunda,
Orta Volga'da, Volga dizi denilen bölgenin sağ yanında bulun­
maktadır. Kuzey ve kuzeybatısında Mari Cumhuriyeti, doğusunda
Tatar Cumhuriyeti, güneybatısındaysa Mordvin Cumhuriyeti yeral­
maktadır.
Yüzölçümünün 18.300 km' olduğu Çuvaşistan'ın başkenti Şu­
paşkar, aynca dokuz kenti ve altı yerleşim yeri de olduğu bilini­
yor.76b
Çuvaşistan'da yaşayan Çuvaşlarla birlikte, Ruslar ve Kazan
Türkleri de aynı ülkede yaşamaktadırlar.77
Çuvaş Türkleri kendilerine "Çıvaş" adını vermektedirler. Bu
sözcüğün Tatarca "Yavaş" anlamına geldiği biliniyor.
Bu topluluk, Orta Volga bölgesinin en eski halklarından biri
olarak kabul edilmekte ve kökenleri yönünden eski Bulgarlarla,
yerli etnik grupların karışmasından oluşmuşlardır'" Bu nedenle es­
ki Bulgar dilini korumaktadırlar.
Prof. Kurat'a göre, bunlar İslam olmayan Bulgar köylülerinin
ardılları sayılmaktadırlar. Ancak yine aynı kişiye göre, bu görüşü
destekleyen yeterli kanıtlar bulunmamaktadır."'
Barthold'sa, Çuvaş Türklerini, Bulgarların İslam dini ve Arap
A, B, C sinden habersiz kalan, Rus, A, B, C sinin kabulüne kadar
da yazıya sahip olamayan Bulgarlar olarak düşünmektedir.
Prof. Dimitriyev'se, Moskova ve Leningrad'daki araştırıcılarla,
Nadjip ve Muhammetyarov gibi Tatar araştırmacıların, N. I. Aşma­
rin'in görüşünü benimsediklerine yer vererek, bunu bize aktar­
maktadır. Bu görüşe göre, Bulgarlarla Çuvaşlar, soy ve dil yönün­
den birdirler. Aynı kişi, Subaşkar'da 1 990'da yayımlanan üç ciltlik
"Çuvaşskiy Yazık v Sem'ye Altayskih Yazıkov" adlı yapıtın verile­
rine dayanarak, şu sonucu bize aktarıyor : "Diğer ülkelerdeki araş­
tırıcıların çoğunluğu Çuvaşların kökenini Bulgarlara dayandır­
maktadırlar."
Önceleri Şamanist olan Çuvaşların daha sonraları toplum ola­
rak Hıristiyanlık inancını benimsediklerine tanık oluyoruz.""
Siyasal yönden Çuvaşlar, 10. yüzyıl başlarında Volga (İdil)
Bulgarlannın, 13. yüzyıl ortalarında Moğolların, 14. yüzyılda Ka-

35
zan Hanlığı'nın, 16. yüzyılda da Rusların egemenliği altına girmiş­
lerdir. Korkunç İvan çağında (1530-1584) Çuvaşların büyük bir
bölümünün, Hıristiyanlığın Bizans-Ortodoksluğu inancını benim­
sedikleri"1, ancak bir bölümünün de Şamanist kaldığı bir başka
gerçektir. "2
Çuvaşların kullandığı dil, öbür tüm Türk dillerinden ayrıcalık
göstermektedir. Konuştukları dil "Yüksek Çuvaşça" (Viryal) ve
"Aşağı Çuvaşça" (Anatri) olarak iki kümeye ayrılır."3
1989 yılı sayımlarında Rusya topraklarındaki toplamlarının
1 .839.228, bu toplamın % 50'sinin Çuvaşistan'da, kalanlarının da
Tataristan, Başkırdistan, Kuybişev, Ulyanovsk'ta yaşadıkları sap­
tanmış olan Çuvaşların, dil yönünden Bulgarlar arasında benzer­
likler olduğu da bir gerçektir.
Prof. Dimitriyev'e göre, 9. yüzyıl sonlarına dek Macarların
uzun süre Bulgarlarla sıkı ilişkilerde bulundukları, bunun sonucu
olarak Macarcaya geçmiş olan 30 Bulgarca sözcüklerin, olduğu gi­
bi Çuvaşçada kullanıldıkları, aynı yapıtta kaydedilmiştir.".ıa
Dil yönünden, Çuvaş dilinin Batı Türkleri kümesini oluşturan
Hunlar, Peçenekler, Hazarlar, Tuna ve İdil Bulgarları dilleri küme­
sine girdiği de bir başka gerçektir."'
Hıristiyan Çuvaş Türklerinin Çuvaşistan'da yaşayanları Bi­
zans-Ortodoksluğu, Litvanya'da yaşayanları ela Romen-Katolik
inancınclaclırlar."'

YAKUTIAR
Aralarında Hıristiyanlığın egemen olduğu bir başka Türk top­
luluğu da "Yakut Türkleri"clir.
Kuzeydoğu Sibirya'da yaşayan Yakutlar, kendi topluluklarını
"Saha" olarak acllandırmaktaclırlar. Çok geniş bir alan ve dağınık
bir şekilde yaşayan Yakut Cumhuriyetlerinin sahası, batıda Natan­
ga'ya, ortalama olarak aşağı Tunguska'ya, güneydeyse Amur orta­
larına dek uzanmaktadır. Yerleşim yeri olarak görüle n toprakların
_
tümü de Buz Denizi'ne dökülen ırmakların yanlarında yeralmış­
lardır. Yakutların buralara yerleşmeleri yarım yüzyıldan çok za­
man öncedir.
Yuriy Vasilyev'e göre Yakutlar, Sibirya'nın egemen topluluğu

36
olup, Orta Asya'dan yaklaşık 900 yıllar öncesinden kitle halinde
ayrılıp Lena akarsuyu kıyılarına yerleşmişlerdir. Bunun nedeninin
Moğol baskıları olduğu da kaydedilmektedir.
Yakutların aynı zamanda, Türk dünyasını oluşturan halkların
en kuzey ve en doğuda yaşayanları oldukları da belirtilirken, ken­
dilerinin başka kültür ve teknolojiden uzaklarda yeraldıklarından
dolayı, günümüze dek eski Türk dili, dini ve kültürünün birçok
unsurlarını saklayabildikleri de özellikle kaydediliyor.
Yakutların dil ve ağızlarına ilişkin en büyük çalışmayı Ed­
ward Karloviç Pekarskiy yapmıştır. Bu kişinin hazırladığı "Saha
Dili Sözlüğü"nde 25 bin sözcük yeralmaktadır.
Ayrıca Atatürk'ün, bu yapıtı inceledikten sonra, onun yüce
değerini överek, bunun özellikle Türkiye Türkçesine çevrilmesi
gerekliliği üstünde durduğunu da, aynı kişinin yapıtındaki kayıt­
lardan öğreniyoruz.•5•
Dr. Kirişçioğlu'nun saptamalarına göreyse, Yakutlara ilişkin
tarihsel yazılı kaynaklar 16. yüzyıla dek bulunamamıştır. Ona gö­
re Ruslar, Yakutların varlığını 1619'da kendilerine tutsak düşen
Tunguzlardan öğrenmiş oluyorlar.
Bu ve başka gelişmeler içinde, Rusların 1638 yılında Yakut
Askeri yönetimini kurdukları ve Yakutistan'ı Rusya'nın bir ili ola­
rak ilan ettikleri de, kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Daha yakın zaman gelişmeleri içinde, 27 Nisan 1922'de Ya­
kut Aptanom S.S. Cumhuriyeti'nin kurulduğunu, yüzölçümünün
3.062 . 1 00 Km2, 1979 nüfusununsa 851 .840 olduğunu, ancak bu­
nun 313.917'sinin Yakutlar olduğu, 1989 nüfus sayımındaysa bu
sayının 382.255'e yükseldiğini, aynı yapıt kayıtlarından anlıyo­
ruz.s5b
Yine aynı yapıt kayıtlarından, Yakutistan'ın yedi kenti ve 36
kasabası olduğunu, 1 970'teki toplum nüfusun 374.533'ünün, kent
ve kasabalarda, 289.590'ının da nahiye ve köylerde oturduklarını
öğreniyoruz.85c
Hıristiyanlık yönünden Bizans-Ortodoks olan Yakutların için­
de Şamanist eğilim ve sapmalara da rastlanmaktadır.86
Hıristiyanlıkla ilintili görünüm sergileyen daha küçük Türk
topluluklarını da bu kesime ekleyebiliriz.

37
TATARIAR, MOGollAR, KRYAŞENLER,
NOGAY BAKIARI
Genelde Tatarlar, a) Kazan Tatarları, b) Kırım Tatarları ve c)
Batı Sibirya Tatarları olarak üç kümeye ayrılmaktadırlar. "Tatar"
adının ilk kez Orhun yazıtlarında geçtiğini görüyoruz."'
Bu dönemdeki Tatarlardan, Yenisey bölgesinde bulunanları
Moğolca, Çin Seddi yakınlarında oturanları da Türkçe konuşmak­
taydılar. Batıdaysa "Tatar" adı, Moğollara ve azınlıkta olan Moğol
tabakasına giren Türkler için kullanılıyordu. Bazılarına göre "Ta­
tar" adı, Moğol birliği içindeki bir Türk oymağının adıdır.88
Gerçekteyse Tatarlar, Altınordu'yu kuran Türk boylarının to­
runları olup, "Kıpçak" olarak da bilinen ve kısmen 8-9. yüzyıllar­
dan başlayarak Moğol çağından daha sonra Ukrayna'nın ve Vol­
ga bölgesinin geniş bozkır alanlarında yerleşmiş bulunan bir ku­
zeybatı Türk boyunun yığılmasından oluşmuşlardır.139
Avcıoğlu'na göre Türk ve Moğollar, aynı benzer yaşam biçi­
mini paylaşan topluluklardır.9°
14. yüzyıla gelindiğinde Tatarların salt adlarının kaldığını gö­
rüyoruz. Bu sıralarda Altınordu'da gelişen tarım ve ticarete daya­
lı uygarlıkla birlikte İslamlık da gelişir. Bunun nedeni de Orta Vol­
ga bölgesinde tarım ve ticarete dayalı bir uygarlık kuran Bulgar
Türkleri ve Harizm İslam tüccarlarıdır.
İslamlaşan tabaka arasında yazınsal bir Türk dilinin gelişme­
si, Volga kıyısında Eski Saray ve Yeni Saray gibi Türk-İslam kent­
leri de kurulması, bu gelişmenin sonucudur.
Hıristiyanlıkla ilintili olan Tatarlarsa, Kazan Tatarları olup, 14.
yüzyılda kurulan Kazan kenti içinde yerleşik yaşama geçerler. Bu­
rada eski Bulgar uygarlığını geliştiren Kazan Türkleri, Baltık De­
nizi ve Orta Asya ticaretinin, öncelikle Haçlı Seferleri ve Kıpçak
akınları sonucu Akdeniz'e kayması üstüne, Kiev'den Moskova'ya
ve Kuzeydoğuya göçeden Ruslara da uzun bir süre yol gösterici
olurlar.
Macar asıllı araştırmacı L. Ligeti, Tatarların Hıristiyanlığıyla ,
başka v e yerinde bir deyişle "Hıristiyanlıkla ilintili Tatarlar"a iliş­
kin yaklaşımda bulunurken, yapıtı içinde şu soruyu sormaktadır:

38
"Tarihin ışığı altında , Tatar hanlarından Hıristiyanlığı kabul etmiş
olanlar var mıdır?"9'

Bu sorusu sonucunda sırasıyla Nasturiliğin çıkışı ve Orta As­


ya'ya yayılışını açıklarken, Nasturiliğin Çinlilerin yanında Türkler
ve Moğolların içinde de genişçe yayıldığını kaydetmektedir.92
Aynı kişiye göre, İS 845'te kökünden yıkılan Çin Nasturiliği,
daha sonraları Moğol İmparatorluğu'nun misyonerlere kapılarını
açmasıyla yeniden canlanma göstermiştir.
Moğol egemenliği sırasında oymak olarak tümden Hıristiyan
olan Türk-Kereitlerden Hıristiyanlık inancı, Moğol Hanı'nın ailesi­
ne de geçer. Mangu, Kubilay ve Hülagü Hanların annesinin bir
Kereit prensesi olup aynı zamanda gayretli bir Nasturi Hıristiyan
olduğu da tarihsel verilerden anlaşılmaktadır. Bunlardan başka
Moğol Hanlarının danışmanları arasında da çok sayıda Hıristiyan
bulunduğu, gerçeğin bir başka yanıdır.93
Kemalist Resmi Tarih Tezi de, Kereit Türklerine değinirken,
onların İS 1009 yıllarında, Merv episkoposu aracılığıyla Nasturi
Hıristiyanlığını benimsediklerine ve krallarının 12. yüzyıl başların­
da Hıristiyan adlarını taşıdıklarına değindikten başka, Merkit ve
Nayman Türklerinin de Hıristiyanlığı benimsediklerine de yer ve­
riyor.93'
Kereit-Moğol ilintili Hıristiyanlık olgusu ve gerçeği yanında
"Mogol-Ak Tatar" ilintili gerçek de görmezlikten gelinemez. Gö­
çebe oymaklar arasında ünlü olan Kereitlerden başka "Ongut" ya
da "Öngüt" oymağı da özel yere sahiptir.
Öngüt oymağı, Batı Göktürk İmparatorluğu'ndan ayrılmış Şa­
to Türklerinden oluşmaktaydı. Çin İmparatorluğu'nda çok hizmet­
ler vermiş olan Şa-to Türklerine Moğollar "Çağan-Tatar" yani "Ak­
Tatar" diyorlardı."'
Kazan-Tatar Türklerine gelince, bunlar 16. yüzyılda Kazan
bölgesinin Rusların egemenliği altına girmelerinden sonra
Hıristiyanlaşırlar. Bunlardan bir bölümü de "Kreşin" (Kryaşen)
adıyla Hıristiyanlaşır..s
Krayaşenlerle birlikte anılan ,bir başka Türk Hıristiyan toplu­
luğu da "Nogay Bakları"dırlar.

39
Volga Türklerinin çoğunun Sünni-Müslüman olmalarına kar­
şın Hıristiyanlığı seçmiş olan Tatar Kryaşenler yanında Nogay
Baklan da Çkalov eyaletindeki Yukarı Ural bölgesinde, beş ayrı
Türk-Hıristiyan köylerinde oturmaktadırlar.96
Yakut Türklerine gelince bunların "Saha" olarak adlandırıl­
dıklarını daha önce söylemiştik.97
Bu terim de bugün kullandığımız "Yaka" sözcüğü anlamında­
dır. "Yakut" sözcüğüyse dilimize Rusçadan geçmiş olup kimi araş­
tımacılara göre Tunguzca "Yaka" sözcüğünden gelmektedir.
Bugün yaşadıkları yerlere 13. yüzyılda gelen Yakutlar büyük
bir olasılıkla Orhun yazıtlarında görülen ve Baykal Gölü çevresin­
de yaşadıkları bilinen "Kurikan" Türklerinin soyundan gelmekte­
dirler.
Dinsel inanış yönünden Hıristiyan-Ortodoks olan Yakut
Türkleri arasında Şamanist gelenekler de geçerliliklerini korumak­
tadırlar.
Konuştukları Yakutça da Genel Türkçeden kopmuş bir dil
olarak şu ögelerden oluşmaktadır:
o/o 32,5 Türkçe sözcükler
o/o 26 Moğolca
o/o 5 Tunguzca ve Samoyetçe sözcükler
% 36,5 Kökenleri bilinmeyen sözcükler98
Öbür az sayıdaki Hıristiyan-Ortodoks topluluklar içinde yer­
alan "Beltirler"99 Müslüman-Sünni, Şamanist ve Hıristiyan-Orto­
doks inançlarının aralarında yaygın olduğu "Çolimerler"rn°, yalnız
Hıristiyan-Ortodoks olan "Tubalar"'01 , içlerinde Şaman, Lama ve
Hıristiyan-Ortodoks inançlarının yaygın olduğu "Telengetler"i'0'
de sayabiliriz.
Konumuzun bu bölümü içinde sırasıyla Hazarları, Bulgarları,
Macarları ve Finleri de söz konusu ederek Anadolu Türk
Hıristiyanlığına geçeceğiz. Bu bölümde ilk ele alacağımız Turanlı
Türk topluluğu "Hazarlardır" .

HAZARLAR

Prof. Umar'ın saptamalarına göre Hazar Devleti'nin sınırları


Kırım'dan Kafas sıradağlarına dek uzanmaktaydı.1023

40
Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi kayıtlarına göreyse, Ha­
zar Devleti'nin alanı, Güney Rusya'daki Volga ile Dinyester akar­
suları arasında olup, ağırlık merkezleri İdil boylarıydı. Önemli
kentleriyse sırasıyla; Semender, Itil, Belencer, Kutlu, Sarkaldı. ıoıb
Genel kanı olarak "Hazar Türkleri", Tevrat inancını benimse­
miş olan Musevi-Türk topluluğudurlar. Bunların yanında yeralan
öbür Musevi-Türk topluluğuysa "Karay Türkleri"dir.
Musevi-Türklerin tarihini ele almak konumuz dışındadır. An­
cak Hazar Türklerinin genelde Musevi inancında olmalarına kar­
şın bir bölümünün Müslüman, bir bölümünün Şamanist ve bir bö­
lümünün de Hıristiyan oldukları göz önünde bulundurularak,
bunları "Türk-Hıristiyan" kapsamında ele alacağız.
Hazarlar, Doğu Avrupa'da ilk düzenli devleti kurmuş olan bir
Türk topluluğu olarak tarih sahnesinde kendilerine özgü yerleri­
ni almışlardır. 103
Uygarlık yönünden de tüm bozkır Türklerinden daha çok
"Uygar ve övgüye değer" sayılmaktadırlar.
Yahudi Ansiklopedisi'ne göre Hazarlar, uygar ulusların tüm
ayrıcalıklarına sahiptirler. Onların iyi kurulmuş hoşgörülü bir hü­
kümeti, canlı bir ticareti, iyi disiplinli orduları, tüzeli ve geniş gö­
rüşlü bir yönetimleri vardır. '"'
Hazarların etnik kökenlerine ilişkin tartışmalar her zaman
için olagelmiştir. Bunun nedeni, Hazarların İsrail oymakları dışın­
da Museviliği benimseyen tek topluluk olmalarıdır.105-•
Üstelik birçoklarınca bunların İsrail kökenli oldukları da sa­
vunulmuştur. Ancak tüm bunlar Hazarların Türk kökenli oldukla­
rı gerçeğini ortadan kaldıramamıştır. 106
Prof. Kurat'a göre Hazarların köken olarak Türk olup Orta
Asya'dan geldikleri kesindir.
Bunlar bir süre Hun Devleti'ne bağımlı topluluklar olarak
varlıklarını sürdürmüşler ve Attila'nın ölümü sırasında Aşağı İdil
boylarında bulunmuşlardır. '°7
Hazarların tiplerine ilişkin şu sıralama, Yaşar Bağ tarafından,
kendi yapıtında sunulmuştur:
A) Arap kaynaklarına göre Hazarlar: Ciltleri beyaz, gözle­
ri mavi, uçuşan saçları genellikle kızıl ve gür, bedenleri iriyarı,

41
huyları soğuk, temel özellikleri vahşiliktir, . . . . Hazarlar Türklere
benzemez.
B) Gürcü kaynaklarına göre Hazarlar: İğrenç suratlı, vah­
şi hayvan davranışlı, kan içen insanlar.
C) Ermeni kaynaklarına göre Hazarlar: Küstah, iriyarı,
kirpiksiz, kadın gibi uzun saçlı. 107'
Amerikan tarihçisi Dunlop'a göreyse: "Hazarlar olmasaydı,
Avrupa uygarlığının doğudaki temsilcisi olan Bizans, Arapların
eline geçecek ve tarihin akışı değişecekti."
Rus tarihçi Dimitri Obolenski'ye göre de, Hazarların dünya
tarihine en büyük katkıları, Arapların kuzey yönündeki saldırıla­
rına karşı Kafkasları, geçilmez bir engel durumuna getirmeleri­
dir. 101b
Aslında Hazarlar Gök-Türk Devleti'nin en batı ucunda bir
Konglomera (Karma topluluğu) görüntüsündedirler. Egemen ol­
dukları alanlar içinde Hunlar, Avarlar, Bulgarlar gibi Türk köken­
li ve Slavlar gibi Türk olmayan toplulukların da yaşadıkları bilin­
mektedir. 106
Etnik köken yönünden de Ogurlar, Onogurlar ve Kazarlar­
dan oluşmuşlar, kan bakımından da Sabirlerin ardılları sayılmışlar­
dır. 109
İstahri, Hazarları "Ak Hazar" ve "Kara Hazar" diye iki küme­
ye ayırır. 110 Hazarların kullandıkları diller, Nemeth'in saptamaları­
na göre, Bulgarca, Macarca, Sabirce ve başka diller olup, yazı tür­
leri de Rünik, Yunan, Arap, İbrani ve Kiril alfabeleriydi.ııı
Hazarların dinsel yaşamına gelince, Hazar kağanlığının özel­
liklerinden birinin de, ülkenin tam bir din hoşgörüsüne sahip ol­
duğudur. 112
Bu gerçeği, kemalist yönetimin resmi tarih tezi de destekle­
mekte ve şöyle demektedir:
"Hazarlardan müslüman olanlar da olduğu gibi, putperest ka­
lanlar da vardı. " 1 1 2'
Ayrıca din hoşgörülüğü ve özgürlüğü konusunda da aynı ya­
pıtta şu açıklamaya yer verilmiştir:
"Diğer Türklerde olduğu gibi, Hazar Türklerinde de bütün
dinler serbestti. "1 12b

42
Hazar Türklerinin esas ve eski dinleri olan Şamanlıktan baş­
ka şu üç dinin de zamanla aralarına yerleştiklerini görmekteyiz.
Halkın üst tabakasıyla Kağan ve çevresindekiler Karaim mez­
hebini kabul ettiler. 113
Ticareti elinde tutan bölüm arasında İslamlık egemendi. 11'
Üçüncü önemli ve konumuz kapsamına giren din de
Hıristiyanlıktı. Bizans episkoposlarının 8. yüzyıldan kalma kayıt­
larına bakılarak (Notitia Episcopatuum), Hıristiyanlığın bu zaman­
dan önce aralarında yayıldığını düşünebiliriz. 115
Bunun böyle olduğunu Slav Havarisi Konstantin Kirill'in 860-
861 'lerde "dinsel tartışma" için Hazarların başkenti olan İdil ken­
tine gönderilmesinden anlıyoruz. 116
Birkaç dinin yaygınlık gösterdiği Hazar ülkesinde, Musevili­
ğin daha çok ağır basmasıyla sonuçlanan ilginç durum öncesi Ha­
zarlar gerçekte Hıristiyanlık ve Musevilik arasında sallanmışlar­
dır.117
İS 677-703 yıllarında görev yapan Harran metropoliti İsrail'in
çalışmalarıyla, Varasan kentinde yaşayan Hazarlar arasında
Hıristiyanlığın yayıldığını görüyoruz. 11"
Daha sonraları Hıristiyanlık, Slav elçisi Kirill'in çalışmalarıyla
Hazarlar arasında daha da yayılır (İS 851-863). Bu sırada genellik­
le Bizans sınırında ve Kırım'daki Hazarlar Hıristiyan olurlar. Da­
ğıstan ve aşağı İdil'dekilerse İslamlığa geçerler119•
Musevilik ve Hıristiyanlık arasında sallanan Hazarlar içindeki
iki dinsel ağırlıklı devinim şu tabloyla oluşur: Rus-Bizans savaşı sı­
rasında Hazar Kağanı, İstanbul'a elçiler yollayarak kendi halkını
Hıristiyanlığa yöneltmek için dinsel önderlerin gönderilmesini is­
ter. Kağanın, Bizans İmparatoru'na yazdığı mektup, Bizans kay­
naklarına göre şu sözleri içerir:

"Tüm varlıkların yaradanı olan Tanrı'yı eski çağlardan beri tanıyo­


ruz. Şimdiyse Yahudiler bizleri kendi din ve görenekleri için zor­
luyorlar. Araplar da barış önerip armağanlar vererek bizi kendi
dinlerine çekmeye çalışıyorlar."

Bizans İmparatoru'nun kızdığı zamanlarda, kendisini "Hazar


suratlı" diyerek aşağıladığı ve belki de Hazar soyundan geldiği sa-

43
nılan Bizans patriği Photius da bu çağrıya dayanarak, Slav alfabe­
sinin yapıcısı ünlü Kcmstantin Kirill'i Hazar ülkesine yollar.
861 yılı yazında Hazar ülkesine varan Kirill, Hıristiyanlığın
üstünlüğünü savunarak Yahudi ve İslam din bilginleriyle tartışma­
ya girer. Yahudi din bilginleriyle olan tartışmasında üstün gelen
Kirill, tüm çabalarına karşın Hazar Kağanı'na Hıristiyanlığı kabul
ettiremez. Ancak kağanın yakınlarının da içinde bulundukları 200
kadar kişiler vaftiz olarak Hıristiyan olurlar.
Kağan daha sonra Bizans İmparatoru'na, şu sözleri içeren bir
mektup yollar:

"Majesteleri bize soylu bir kişi yolladı. O, sözleri ve davranışlarıy­


la bize Hıristiyan inancının kutsal olduğunu gösterdi. Hıristiyanlı­
ğın gerçek din olduğunu anladık. Vaftiz olmak isteyenleri özgür
bırakıyoruz. Biz de yakında Hıristiyan olacağımızı umut ediyo­
ruz."

Ancak Hazar Kağanı'nın Hıristiyanlığı kişisel olarak benimse­


mediğini ve Yahudi kaynaklarına göre 740'da Museviliği benim­
sediğini görüyoruz. Hazarların komşusu Bizans'ta Hıristiyanlık­
Musevilik ikilemli sallantılar vardır. Bu sırada, Bizans İmparatorla­
rı, Justinianus I döneminden başlayarak (527-565) Yahudilere kar­
şı dinsel baskılar uygularlar. İmparatorlardan Leo III 720 yılında
Bizans'ta oturan Yahudilerin tümünün zorla vaftiz edilmelerini
buyurunca başkaldıran Yahudiler ,Hazar ülkesine sığınıp, Musevi­
liğin orada etkin ve yaygın olmasına katkıda bulunurlar.1 20
Araştırmacı -Tarihçi Erdoğan Aydın, Yahudi soyunun dışında­
ki tek Musevi topluluk olan Hazar Türklerinin çoğunluğunun Mu­
sevi inancını seçişlerini, şu anlatımlarla betimlemektedir:

"Altı çizilmesi gereken . . . önemli olgu da, tüm baskılara rağmen


Araplara ve onlar tarafından dayatılan İslamiyete direnen Hazar­
ların, 740'lardan başlayarak, başta hakanları olmak üzere, Yahudi
dinini (Musevi dinini Y.A.) gönüllü kabulleridir.
En büyük Türk kavimlerinden birinin, İslamiyetin tüm baskıla­
rına karşı bağımsızlığını inatla koruduktan sonra toptan ve gönül­
lü olarak, üstelik her üç dinin temsilcilerini çağırıp, onları tartış­
tırttıktan ve istişarelerde bulunduktan sonra Yahudilik'te (Musevi-

44
lik'te Y.A.) karar kılmaları, Türkler açısından tarihi önemde bir ge­
lişmedir." 1 2"'

Hıristiyanlık, Hazarlarla bir aşamaya dek yayılmış olup, geniş


bir alana yayılamamıştır. Buna karşın Kutsal Kitabın salt Eski Ant­
laşması'na bağlı olan Musevilik inancı genel ve etkin din durumu­
nu almıştır.
El-Bekri, Hazarların bir dinsel tartışma sonucunda Hıristiyan­
lığın yerine Museviliği seçtiklerini söyler. El-Bekri'ye göre Kağan,
önce Hıristiyanlığı benimsemiştir. Ancak dinsel kuşku içine düş­
tüğünden üç tek Tanrılı dinin önderlerini yanına çağırtarak inanç­
larının ana yönlerini sorar ve sonunda Musevi inancını benimse­
meye karar verir. 121
Hazar ülkesinde yayılmış olan Musevilik, esas Ortodoks-Mu­
sevilikten ayrı bir görünüm sergilemektedir. Bu inanış biçimi bir
yerde Museviliğin "sanki Protestanlığı" özyapılı olup, inanç teme­
li olarak salt Eski Antlaşma kitabını (Tevrat) benimseyip, başta
Talmud olarak tüm Rabbuni yazılarını reddeder. Buna, Musevili­
ğin "Karait" inancı denmektedir. Ancak İS 800'li yıllarda bu ikinci
aşamadaki kaynaklara eğilimli reformı-ırın da oluştuğunu görüyo­
ruz. 122
Konumuzun bu bölümünün başlarında Hazarlarda her ne ka­
dar Museviliğin önde gelen ve yaygın din olduğunu söylemişsek
de gerçekte Hazarlarda dört ayrı inancın egemen olduğu apaçık­
tır.
İbn-Rusta, (10. yüzyıl başları) Hazarların üst tabakalarının
Musevi, geri kalanların Şamanist olduklarını söylerken, Mes'udi,
Hazar başkenti İdil'deki halkın arasında İslamlık, Musevilik,
Hıristiyanlık ve Putatapıcılık inançlarının yaygın olduğunu yazar.
Yine Mes'udiye'ye göre İdil'deki yedi yargıçtan ikisi Musevi, ikisi
Hıristiyan, biri Şamanist, ikisi de müslümandır.
Mes'udi'nin gözlemine göre:

"Müslümanlarla Hıristiyanlar söz birliği ederlerse,


Kağan kesinlikle bunlara karşı gelemez."

Bu gözlem sonucuna göre her iki inancın da yaygın ve otur-

45
muş olduğu görülüyor."'
Ayrıca Hazarların devlet yönetimi kadrosunda da türlü dinle­
re üye olan devlet adamlarının yeraldıklarını Kemalist Yönetimin
Tarih Tezi 'nde görmekteyiz. Orada şu açıklamaya yer verilmekte­
dir:
"Hazar hanının emri altında iki müslüman, iki Hıristiyan, iki ya­
hudi ve bir putperestten oluşan bir heyeti devlet işlerine nezaret
ediyordu.123'

Hıristiyanlığın, öbür dört din yanında güçlü olduğunu, ül­


kedeki gözetmenlik (episkoposluk) orunlarının çokluğundan
anlıyoruz. 9. yüzyıldan kalma olduğu sanılan "Notitia Episcopa­
tuum" belgesine göre Hazar ülkesinde şu episkoposluklar var­
dır: Hazar (Karasu-Bazar), Astil (İdil), Hvalis (Harizm), Onuger
(Kuban), Retig (Terek, Dağıstan), Hun (Semender), Tamatarh
(Tamatarhan). 124
Oldukça güçlü ve dinsel hoşgörünün yaygın olduğu Hazar
Devleti, bir yandan Rus, öbür yandan Müslüman ve Müslüman ol­
mayan Oğuzlar (Selçuklular) ve Kıpçaklarca (Kuman) kendisine
yöneltilen darbeler sonucu çöker. 125 İS 965 'te Ruslar, başkent İdil'i
yerle bir ederler. Bu devletin yıkılmasında Peçenek ve Oğuzların
katkısı da büyüktür. 126
Siyasal bir göç olmaktan çıkan Hazarlar varlıklarını sürdürür­
ler. Üstelik Rus kaynaklarına göre 986'da Vladimir'i Musevi yap­
mak için Kiev'e misyoner bile gönderirler. Yine Rus kaynaklarına
göre Kuman saldırısına karşı Kiev yakınındaki bir Rus kentinin
Hazar asıllı Ivan'ca savunulduğunu öğreniyoruz. Bu bilgiden son­
ra Rus kaynaklarında bir daha Hazar adı geçmez olur.
1 170-1 245 yılları arasında sırasıyla bir Hahamın, bir Moğol
çobanın, Caprini'nin sözleri ve verdikleri bilgilere göre "Hazar"
sözü kayıtlarda geçmeye devam eder. Ceneviz ve Venedik tüccar­
ları da Kırım'dan söz ederken ona "Gazaria" derler. Daha da
önemlisi Orta Asya'nın batısında yeralan ve Türk soyunun doğal
simgelerinden biri olan Hazar Denizi de, bu Türk devletinin adıy­
la anılmaktadır günümüze dek. 127
Hazarlardan günümüze dek gelmiş yazılı kaynaklar olarak,

46
İbraniceyle yazılmış olan iki mektup vardır. Bunlardan ilki Hazar
Hakanı Yusuf Harun'ca 960'da yazılarak, Endülüslü Yahudi bilim
ve devlet adamı Hasday B. İshak B. Şaprut'a gönderilmiş, ikinci­
siyse adı bilinmeyen Hazarlı bir Musevice yazılıp, Mısır (Fustat'ta)
Kanisat al-Şami'de saklanmaktadır.
Hazar Türklerinden artakalan ve günümüzde Musevi inanç­
larını sürdüren Hazar ve Karay Türkleri, her yıl Türkiye'de ger­
çekleştirilen "Türk Dünyası Kurultayı"na katılmaktalar, bu arada
soydaş oldukları İstanbul Türk Ortodoks Patrikliği'ne de nezaket
göretlerini sürdürmektedirler.

MACARIAR

Doğu Avrupa'da yerleşmiş olan Macarlar gerçekte Türk so­


yundan gelen bir topluluktur. Bunlar tarihçilere göre Türklerle ak­
raba sayılmaktadırlar.128 Macar topluluğunun esas çekirdeğini
oluşturan ögeler, Türkler ve Fin-Ugorlardır. Açıkçası Türkler Ma­
carların babası, Fin-Ugorlar da Macarların anasıdırlar.129
Macarlar uzun süre Avrupa'da Türk kültürünün temsilcileri
olarak Türk tarihinin bir ögesi olmuşlardır.
En son araştırmalara göre Macarların Fin-Ugor boylarından
Mansyler ve Onogurların karışmalarından doğan bir ulus oldukla­
rı ortaya çıkmıştır. Kendilerine günümüzde verilen "Macar" adı da
"Mansy-eri Agaçeri" adından türeyerek zamanla "Magyeri" ve son­
ra da "Magyar" yani Macar'a dönüşmüştür. 130
Yine günümüzde Avrupalılarca kendilerine verilen "Hungar"
adı, Slavcadaki "Ongur", Latincedeki "Hungarus'', Yunancadaki
"Ungros" şekilleriyle, kuşkusuz Onogur'dan türemiş bir terimdir. m
Bir Türk topluluğu olan Macarlar, Ural çevresindeki anayurt­
larını bırakarak Doğu Avrupa'ya doğnı göç etmişlerdir. Bu göç,
460 yılları sırasında, Avar-Sabir darbesinin Ogur topluluklarını
Kafkaslara doğnı sürdürdüğü zaman olmuştur. Böylece onlar
Onogurlarla birlikte Kuban çevresinde bulunan Onoguria'ya, da­
ha sonralarıysa (830 yıllarında) Kafkasya'nın kuzeyinde bulunan
bu çevreden Don ve Dinyeper arasına göç etmişlerdir. 889 yılın­
daki Peçenek saldırıları sırasında Macarların Dinyeper, Dinyester
ve P nıt çevresinde sıkıştıklarını görüyoruz.

47
Soydaşları olan Peçeneklerle karışmaları sonucu Macar oy­
maklarının adlarının birçoğunun Türkçe kökenli oldukları görül­
mektedir. Türk kökünden gelen Macar oymak adlarından bazıla­
rı şunlardır:

Yormatı (Yorulmayan), Kürt (Kar çığı), Ker (Dev)


Kesi (Parça), Tarhan ve Ynag (Ünvanlar)

Ayrıca en eski Macar kişi ve yer adlarının da çoğunun Türk­


çe olmaları ilginçtir, şöyle ki 10. yüzyılda Macarların iki dil konuş­
tukları biliniyor. Bizans İmparatoru Konstantin Porfirogennetos'a
göre, Macarlar Türkçe de konuşmaktaydılar. 132
Daha sonra Macarların Doneç akarsuyu sahasında olan Etel­
közü denilen yerde, Arpad adlı bir başbuğun başlarında olarak
devletlerini örgütlediklerini görüyoruz. Başbuğ Arpad'ın yöneti­
mindeki Macarların doğudan gelen Peçenek saldırılarına dayana­
mayarak yeni yurt bulmak amacıyla batıya doğru ilerlediklerini de
anlıyoruz. 133
Bu amaçla Macarlar yola çıkıp 890 yıllarında Kiev Rusya'sının
güneyinden geçerek Tissa ve Tuna akarsularıyla Balatan Gölü
çevresine yerleşmişlerdir. Daha sonra Macarlar Pannonya, Kuzey
İtalya ve Frank Devleti'nin içlerine dek ilerleyerek Avrupa için
"Müthiş bir kırbaç" durumuna geldiler. Bu yerleşme sonucunda
Avrupa'nın ortasında yarı Asyalı bir topluluk olarak yerlerini aldı­
lar ve göçebelikten yerleşik yaşama geçtiler. 134 Yerleşik yaşama
geçen Macarlar önceleri Avrupa için bir yıkım unsuru oldular. İki
kuşak süresince oralara Kiev'den Madrid'e, Hamburg'dan Napo­
li'ye, Paris'ten Atina'ya dek sürekli akınlarda bulundular. Avrupa
kiliselerinde Macarların akınlarının durması için dualar yükseltilir­
ken, Almanlar 955'te Macarları durdurdular.
Bu tarihten sonra Hıristiyanlığın Macarlar arasında yayıldığı­
nı görüyoruz.
Kral İştvan'ın (997-1038) Hıristiyanlığı benimseyerek onu
devletin resmi dini olarak duyurması, Macar toplumu için yeni bir
dönemin başlangıcı oldu. Bunun sonucu tüm Türk toplulukları­
nın ortak özelliği olan dinin ve kültürün en ateşli koruyucuları ve

48
yayıcıları olma gerçeği, burada da açıkça görülmüş oluyor. Çün­
kü aynı durum ve özelliği Türkler için Budizm, Mani ve İslam din­
leriyle ilişkili olarak görebiliyoruz. Şöyle ki Rasonyi'ye göre:

"Türklük İslamlığın kılıcı olduğu gibi, Macarlar da kendi deyimle­


riyle Hıristiyanlığın kalkanıdırlar."

Ayrıca Türk soyundan gelen Arpad sülalesi de Hıristiyanlığa


en çok erenler (aziz-saint) veren aile durumundadır.135
Avrupa içinde yerleşik duruma gelen Macarların arasında,
anayurtları olan Urallarda soydaşlarının kaldıklarına değgin anılar
sürekli olarak yaşıyordu . Kardeşleriyle ilişki ve bağ kurmak iste­
ğinde olan Macarlar, önce 1 232 ve sonra da 1235'te, kralları Bala
IV. zamanında Dominiken tarikatı rahiplerini oraya gönderdiler.
Oraya varan rahip Yulianus onları gerçekten buldu ve meslektaşı
olan Rahip Ricardus da bu misyon ve ilişkiyi yazarak tarihe mal
etti.
Macarların sonradan buldukları bu Büyük Macaristan (Mag­
na Hungaria) birçok bilgine göre bugünkü "Başkırt" toprağıdır. 136
Macarların Avrupa'daki yurtlarının bir başka ve üstünde du­
rulacak özelliği de, devletleri yıkılan Kuman Türklerinin kitle ha­
linde yerleştikleri ülke oluşudur. 137

BULGARIAR
Yanıbaşımızda komşumuz durumunda olan Bulgarların
"Türk kökenli bir topluluk" oldukları da zamanımızda hiç kuşku­
ya yer vermeyen bir gerçek olarak bilinmektedir. 138
Bu görüşü destekleyen tarihsel veriler sırasıyla: Yakın zaman
arkeolojik kalıntılar, Proto-Bulgar dil kalıntıları ve İdil Bulgarları­
na ilişkin gömüt (mezar) taşları yazıtlarıdır.
Bulgarlara ilişkin en eski yazılı kaydın, İS 3. yüzyılda yaşamış
olan Suriyeli Mar Abas Katinu'ya ait olduğu ve bu kayıt verilerine
göre Bulgarların İÖ 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde ya­
şadıklarını öğreniyoruz. Bu en eski kayıttan sonra Bulgarlara iliş­
kin ikinci kayıt Bizans kaynaklı olup, İS 482 yılına aittir.
Bulgarların ilk tarihlerine ilişkin bize bilgiler aktaran Bizans

49
tarihçilerinden Rhetor Priskos ile Suidas, 463 yılında Şaragur,
Ugor ve Onogur adlı Hun Oymaklarının, Karadeniz'in kuzeyinde,
Tuna Irmağı'nın kollarıyla Volga arasındaki bozkırlarda yerleşmiş
olduklarını bize aktarmaktalar. ll8a
Bazı tarihçilere göre Bulgarlar, Çin kaynaklarındaki "Ting
Ling"lerden çıkmışlardır. Bu Linglerin, Bulgarların ataları sayılan
"Onogur"lar olmaları sanılmaktadır. Onogurlarınsa 2. ve 3. yüzyıl­
larda Hun kitlesine karışarak Büyük Göçe katıldıkları, bilinenler
arasında.
Büyük Hun İmparatorluğu zamanında Bulgarlar Karadeniz'in
kuzeyinde bulunmuşlar, Hun Devleti dağıldıktan sonra da iki top­
luluk olarak (Utigurlar ve Kutrigurlar) yaşamlarını sürdürmüşler­
dir.
Utigur ve Kutrigurlardan oluşan Bulgar Konfederasyonu'na
ilişkin bilgi veren Prof. Tekin, Kutrigur Bulgarlarının, Konfederas­
yon'un batı bölümünde, Utigurlarınsa doğu bölümünde yerleştik­
lerini kaydediyor.138b
"Bulgar" terimi, her iki topluluğun ortak adı olup "karışık"
anlamına gelen "bulgamak"tan çıktığı sanılmaktadır.139
Bulgar toplumunu oluşturan Utigur ve Kutrigurların arasında­
ki sürtüşmeler de çoğu kez göze çarpmaktadır tarihte. 140
Her iki toplum önceleri İdil Irmağı'ndan Tuna boyuna uza­
nan alanda bulunurlarken, Bizans İmparatorlarının bağlaşığı ola­
rak 6. yüzyılda Balkan Yarımadası'nda bulunan Slav ve Got boy­
larına karşı savaştıktan sonra, 530, 547 ve 549 yıllarında Tuna bo­
yunda ve Trakya'ya yerleşmeye başladılar.141
Türk Tarihinin Ana Hatları ha göreyse Bulgarlar, Orta İdil
yöresinden gelerek, 7 . yüzyılda Türk ve Slavlarla karışarak Bal­
kanlar'da devlet kurmuşlar ve Balkan Yarımadası'nın özellikle do­
ğu bölümüne egemen olmuşlardır.
İlk devlet örgütlerinin tümüyle Türk yönetiminde olduğu ve
devlet başkanlarının ise "Han" ünvanıyla betimlendiği, yine aynı
kayıtlar arasındadır. 141 '
Bulgarların iki uzun ömürlü devlet kurduklarını da tarihsel
kaynaklardan anlıyoruz. Bunlardan birincisi, Tuna boyundaki Kü­
çük Bulgaristan, ikincisiyle İdil Bulgar Devleti.

50
Bulgarların Bizans'la da çok yönlü ilişkileri olmuştur. Onlar
imparator Konstantin Porfirogenetos IV'ü yenilgiye uğratarak
7 13'te İstanbul'a doğru ilerlediler. 7 16'da Bizans'la antlaşma imza­
ladılar. 7 17'de Bizans'ı kuşatan Müslüman Araplara karşı Bizans'ı
savundular.
Türk Tarihinin Ana Hatları kayıtlarına göre Bulgarlar,
Hıristiyanlığı benimsedikten sonra, Bizans'ın siyasal ve toplumsal
örgütlenmesini taklide yönelmişler ve 10. yüzyılda daha da güç­
lenerek, Bizans'a korku nedeni olmuşlar ve Balkanlar'ın büyük
bir bölümünü yönetimleri altına almışlardır.141b
Bulgarlar, Türk soyundan olmalarına karşın benliklerini yitir­
miş bir toplum oldular sonraları. Çünkü çevrelerinde bulunan
Slavlarla evlenerek iki kuşak içinde Slavlaştılar.
Daha sonralarıysa Balkanlar'a göçen Kuman, Peçenek ve Uz­
ları da aralarında eriterek Slav dili ve bilincinde bir ulus durumu­
na geldiler. 142
Prof. Umar, yapıtında Bulgarların göçler sonucunda Balkan-
lar'a yerleşmeleri konusunda şunları demektedir:
"İlk Bulgarlar (Bulgar Türkleri) . . . Balkan yarımadasına girdi. Bun­
ların devleti, Hazar Türklerinin baskısıyla dağılmış ve Bulgar yı­
ğınları bu yüzden 7. yüzyıl ortasında, Balkan yarımadasına doğru
göçe başlanuşlardı. 680'de, Doğu Roma Orduları bunların üzeri­
ne yürüdü, fakat başarı kazanamadığı gibi, çekilirken çok yıpran­
dı. Bulgarlar Varna bölgesine girdiler. O yöre daha önce Slavlaş­
nuştı. Buradaki Slav dili konuşan halk, Bulgarlara bağımlı oldu.
Ancak, bu yörede devlet kuran Bulgarlar, zamanla o halkın kitle­
si içinde eridi ve karışım ürünü yeni halk, Slav dili konuşan bir
halk kimliğiyle ortaya çıktı."14"

Bulgarların Hıristiyanlığı benimsemeleri konusunda da şunlar


söylenebilir:
Tüm Türk topluluklar gibi Bulgarların da ilk inançları Şaman­
lık olmuştur. Şamanlıktan Hıristiyanlığa geçişleriyse pek kolay ol­
mamıştır.
Bulgarlar, Hıristiyanlığı benimseme doğrultusunda Roma Kato­
likliği ve Bizans Ortodoksluğu arasında sanki bir seçim deneyimi
geçirdiler. Yeni inancın benimsenişi başlangıcında öldürme ve öldü-

51
rülme olaylan bile oldu. Şöyle ki Bizans, Krum Han'ın Trakya 'yı al­
masından sonra kendi stratejilerinin komutasında bıraktığı Hıristiyan
Bizans köylü savaşçılarını ayaklandırmaya çalıştığında, Hıristiyanla­
ra karşı kırım uygulandı. Krum ve Omurtag, Hıristiyanlığın yayılma­
sına engel olmaya çalıştılar. Üstelik Omurtag'ın Hıristiyan olan oğlu­
nu, kardeşi Melemir Han öldürmek zorunda kaldı. 143
Boris Han da Hıristiyan olmaya karar kıldı. Ancak inanç yo­
lu olarak Roma Katolikliğini yeğledi. Amacıysa, Bizans'ın, yani Bi­
zans Ortodoksluğunun politik amaçlarla kullanılmasından çekin­
mesiydi. Ancak mezhep seçiminde politik unsurlar her zaman için
büyük etken olmuşlardır. Böylece Bulgarların Roma'ya bağlanma­
sından Bizans çok rahatsızlık duyar. Bunun sonucu olarak Bizans,
Bulgarların üstüne ordu gönderir. Bu sıralarda Bulgar ordusu Al­
man iç savaşlarında rol aldığından, ülkesinin uzağındadır. Bu du­
rumda Boris Han, Ortodoks kilisesi yandaşı olur. Onun İstanbul'a
yolladığı elçiler de Hıristiyanlığı benimserler. 864-865 yılları için­
de imzalanan barış antlaşması sonrasında Bizans İmparatoru, Bo­
ris Han'ın vaftiz babalığını bile üstlenir. "Mişel" adını alan Boris
Han da Bulgar kilisesini, Bizans kilisesine bağlar.
Boris Han'ın Hıristiyanlığı benimsemesiyle ilgili olarak Prof.
Tekin şunları yazmaktadır:

"Boris'in 852 yılında Bulgar tahtına geçmesi ile Bulgaristan'ın yaz­


gısını değiştirecek önemli bir dönem başlamıştır denilebilir. Bu
dönemi başlatan olay, Boris'in 864 yılında Bulgar devletinin res­
mi dini olarak Hıristiyanlığı kabul etmesidir."143'

Kral'ın buyruğuyla Hıristiyanlığa geçen Bulgarlarda, Şamanist


ruhu daha ölmediği için, iç karışıklıklar süregelir. Şamanist eğilim­
li dinsel görünüm ve uygulamalar da her yerde belli olur. Hıris­
tiyan-Ortodoks olan Boris Han'sa, Roma Katolikliğiyle ilişkisini
kesmiş değildir. 866'da kendisinin Papa'ya ve Alan Kralı'na elçiler
göndererek misyon için dinsel kişiler gönderilmesini ister. Bu ara­
da Şamanlıkla Hıristiyanlık arasında bocalayan halkla ilişkili ola­
rak, Papa'ya 106 soru yönelten mektubunu da yollar. Papa da bu
mektubu yanıtlar ve kendisine gönderir. 144

52
Bu arada Romen Katolik misyonerlerin çalışmaları da pek ba­
şarılı olmaz, çünkü Bizans'ın baskısıyla Ortodoksluk ağır basar.
üstelik Boris Han'ın da Ortodoksluğu yeğlemesi sonunda, Orto­
doksluk üstün gelir, Boris Han'dan sonra tahta geçen krallar Si­
meon (893-927), Kloyan ( 1 1 87- 1 207) ve Asden II ( 1 2 18-1241) za­
manında da Roma'ya bağlanma çalışmaları bir sonuç vermez. Bul­
gar Hıristiyanlar böylece Bizans Patrikliğine bağlanır, daha sonra­
ları da tüm Ortodoks etnik topluluklar gibi ulusal-bağımsız kilise
durumuna gelirler. 145
Bulgarların Batı-Katolik, Doğu-Ortodoks kilisesi arasındaki
sallantılarına özellikle değinen Prof. Tekin, şu kapsamda bir açık­
lama sunmaktadr:
"Boris, Mihail'in isteğiyle 864'te Bulgaristan'a gelen Yunan papaz­
ları halkı vaftiz etmeye başladılar. Boris, tebaası Hıristiyanlığı ka­
bul ederken, Bulgar kilisesinin Bizans'tan bağımsız kalmasına da
özen gösteriyordu. Ancak, Bizans bu girişimi iyi karşılamayınca,
Boris 866'da Papa'ya başvurdu. Papa Nikola I . , bunun üzerine
Bulgaristan'dan kovulan Yunan papazları yerine Batı kilisesine
mensup din adamlarını Bulgaristan'a gönderdi. Bu papazlar Bul­
gar halkını yeniden vaftiz etmeye başladılar. Bundan telaşlanan
Bizans, Bulgar isteklerine karşı daha hoşgörülü davranmaya baş­
ladı. Sonunda, Bulgar kilisesi Batıya değil, Doğuya Bizans'a bağ­
landı. Ancak Bulgar kilisesi bağımsız bir baş papazın yönetimin­
de kaldı. Bulgar kilisesinin bağımsızlığını tanıyan Bizans, Bulgar
devleti ile 30 yıllık bir barış anlaşması imzaladı. "145'
Şamanlık etkılerinden kurtulamadan Ortodoks-Hıristiyanlığı
benimseyen I3ulgar toplumu içinde bu kez de bir sapkınlık (he­
rezi) olan "Bogomilizm" ortaya çıkar. Kurulu sosyal ve klerikal
düzene bir tepki özyapısıyla çıkan ve gelişen Bogomil inancı, ki­
lise örgütü ve inancına karşı gelişmeyle kendini belli ederken, ta­
pınak, çarmıh, vaftiz, kilise evliliği, kilise bayramları ve pazar gü­
nünü reddetmektedir. Temel olarak iyi ve kötü ayırımından kay­
naklanan Bogomilizm, aslında Anadolu ve İran kökenli olup, çı­
kışı eski düalist devinimlere dayanmaktadır.
Prof. Umar, "Bogomilizm" akım ve inanışını, "Paulikanos"çu­
luğun bir kolu olarak görmekte, kurucusu "Bogomil" adlı bir din­
sel kişi olduğu için, bu adla anıldığının altını çizdikten sonra on-

53
!arın, İmparator Alexios'un buyruğuyla, zorla Ortodokslaştırılmak
ereğiyle, üzgülerle karşı karşıya bırakıldıklarını, ancak onların
ölüme dek inançlarına bağlı kaldıklarını bildiriyor. Ayrıca yine
İmparator'un buyruğuyla, Bogomil önderi Basileios'un; Sultanah­
met Meydanı'nda yakılarak idamına da yer veriyor.145b
Bir Şaman-Türk toplumuyken Hıristiyanlaşan, ancak bir bö­
lümüyle de Bogomilliğe eğilim gösteren Bulgarların bir bölümü
de İslam inancını benimser.
Volga (İdil) Bulgarları olarak bilinen bu Bulgar toplumuna,
10. yüzyılda Abbasi Halifesi İbn Fadlan, İslamlığı yaymak için
922'de geldiğinde, onların arasında zaten İslamlığın yayıldığına
tanık olur. İslam Bulgarları konumuzun dışında olması nedeniyle
bir başka Hıristiyan Türk toplumu olan Fin-Ogorlara geçiyoruz.

FİN-OGORIAR
Bugün Finlandiya olarak bilinen topluluğun kökeninin de
Turanlı Türk olduğu herkesçe bilinmektedir. 146
Göçler sonucu Rusya topraklarını geçerek Orta Avrupa'ya ka­
dar sokulan Turanlılar, Fin-Ogor adı ile Ural çevresinden Avru­
pa'ya gelmişlerdir. 147
Volga ve Oka çevresinin eskiden tümüyle Fin toplulukların­
ca oturulur olması da bilinenler arasında. 148
Orhon yazıtlarının yazınsal değeri ve orada yeralan şiirsel ya­
zıların özelliklerinin ve ölçülerinin Kuzey-Eurasya'da yaşamış, ya
da oradan çıkmış Türk, Moğol ve Fin-Ogorların eski şiirlerinin or­
tak özellikleri taşıması da, Fin-Ogor yazınının Türk damgası taşı­
dığı gerçeğini ortaya koymaktadır. 149
Gerçekte Fin-Ogorlar eski bir Türk topluluğu olup, Macarla­
rın annesi olarak bilinmektedirler. Fin-Ogorların hiçbir zaman bü­
yük bir devlet kuramadıkları ancak atılgan savaşçılar oldukları bi­
linmektedir. 30 yıl savaşları içindeki etkinlikleri ve Ruslara karşı
olan savaşlardaki direniş ruhlarıyla haklı bir ün kazanmışlardır.
Finlerin çok geniş bir yöreye yayılmaları ve Doğu Avrupa'nın
kuzey kısmına yerleşerek oranın otokton topluluğu olarak tarih
sahnesinde görünmeleri ve Kuzey Rusya'daki akarsulara bile ken­
di dillerindeki adlarını vermeleri (Volga, Oka, Vetluga, Kama gi-

54
bi) onların etkilerinin üstünlüğünü gösterir. 150
Fin-Ogorların 8-9. yüzyıllarda başka birçok Türk toplulukları
gibi Hazarların egemenlikleri altına girdikleri, 151 Kumanların
1087'de Tuna boyuna inmelerinden sonra da Kumanlara bağımlı
bir duruma geldikleri anlaşılıyor. 1 52
Finlerin Kazan Hanlığı içinde de II. yüzyıldan başlayarak,
başka birçok din ve ırktan gelen topluluklarla birlikte bir bütün
oluşturdukları da bir gerçektir. 153
Bugün Avrupa'nın kuzeyinde yeralan bu Türk kökenli insan­
ların yurtlarında genellikle Hıristiyan-Protestan inanışı egemendir.

55
3- ANADOLU TÜRK HIRİSTİYANLIGI
Anadolu topraklarının yüzyıllardan bu yana pek çok uygarlı­
ğa beşiklik ettiği tarihsel bir gerçektir.
Kendilerine özgü uygarlıklar kurmuş olan Sümer, Hitit, Asur,
Urartu, Med, Part, Karduk, Luwi, Aka, Frig, Grek, Lidya, Roma, Bi­
zans, Selçuklu, Osmanlı154 gibi uygarlıkların yanında, günümüzde
Genç Türkiye Cumhuriyeti'miz de kendine özgü görkemiyle uy­
garlık yolunda ilerleme çabası içindedir. Anadolu toprakları aynı
zamanda Hıristiyanlık inancının da yayılma alanıdır.
Kutsal Kitabın inanç temeline dayalı olan Hıristiyanlık, Yeru­
şalem (Kudüs) kökenli olmasına rağmen Anadolu topraklarından
yeryüzüne yayılmıştır. Yerinde bir anlatımla Hıristiyanlık, bir Ya­
hudi topluluğu inancı olarak Yeruşalem'de çıkmış ancak baskılar
sonucu Antakya kenti merkez seçilerek ve bir uluslararası inanç
olarak tüm yeryüzüne Anadolu'dan yayılmıştır.
Bugün yurdumuzun güneyinde yeralan ve Atatürk'ün "Kırk
asırlık Türk Yurdu" olarak betimlediği ve 1 939'da Anavatanımıza
bağlanan Antakya, gerçekte dünyadaki tüm Hıristiyanların ana
kenti durumundadır. Bu gerçek, incil'deki şu bölümde açıklan­
maktadır:

"Stefanos'a çektirilen acı sonucunda darmadağın olanlar Fini­


ke'ye, Kıbrıs'a ve Antakya'ya kadar gittiler. Tanrı sözünü Yahudi­
lerden başka hiç kimseye bildirmiyorlardı. Ama onlardan Kıbrıslı
ve Kirineli bazı kişiler Antakya'ya gelip Yunanlılara da Rab İsa'nın
sevindirici haberini bildirdiler. Rab'bin eli onları destekliyordu.
Çok sayıda insan inanarak Rab'be döndü.
Bu olaylara ilişkin haber Yeruşalem'deki kilise topluluğunun ku-

56
!ağına gitti. Barnabas'ı Antakya'ya gönderdiler. O da varıp Rab'bin
kayrasını görünce sevinç duydu. Tümüne yüreklerinde Rab'be
bağlı kalmayı kararlaştırmaları için öğüt verdi. Çünkü kendisi iyi
bir insandı, Kutsal Ruh'la ve inançla dolu biriydi. Böylece büyük
bir topluluk Rab'ba katıldı.
Barnabas Saul'u aramak için Tarsus'a gitti. Onu bulunca Antak­
ya'ya getirdi. İkisi bir yıl süreyle bir araya gelerek o büyük toplu­
luğa öğrettiler. Öğrencilere İLK KEZ ANTAKYA'DA HIRİSTİYAN
ADI VERİLDİ"
İncil, Elçilerin İşleri !!: 19-25

Ana inançları Kutsal Kitabın Eski Antlaşma bölümünden kay­


naklanan ancak İsa Mesih aracılığıyla yeni bir inanç olarak ortaya
çıkan Hıristiyanlık, evrensel bir inanç niteliğiyle Anadolu toprak­
larından yayılarak şu yörelere yerleşmiştir: Galatya (Ankara-Kon­
ya'yı içeren alan), Kilikya (Adana-Mersin'i içeren alan), Kapadok­
ya (Kayseri-Nevşehir'i içeren alan), Pontus (Sivas-Trabzon'u içe­
ren alan) , Bitinya (Kadıköy-Sinop'u içeren alan), Pisidia (Antalya­
Alanya'yı içeren alan), Asya (Truva-İzmir-Kütahya-Bodrum'u içe­
ren alan).
Anadolu'nun bu yörelerine yayılan ve yerleşen Hıristiyanlık,
kendine özgü göksel kitabı olan Yeni Antlaşma'yla (İncil), yine
çok yönlü bağlantı içindedir Anadolu toprağıyla. Şöyle ki İncil'i
oluşturan kitaplardan Galatyalılar Mektubu, Galatya bölgesinde
oturan; Efesliler Mektubu, Efes kentinde oturan, Koloseliler ve Fi­
limon Mektupları; Denizli-Honaz'da oturan; Petrus I Mektubu da
Pontus, Galatya, Kapadokya, Asya, Bitinya'da oturan Hıristiyanla­
ra gönderilmiş olup, göksel açınlanmanın kapanışı ve tümlenişi
durumunda olan "Yuhanna'nın Açınlaması" da, Batı Anadolu'da
yeralan sırasıyla Efes (Efesos-Selçuk), İzmir (Smirna), Bergama
(Pergamon), Tiyatira (Akhisar), Sardis (Sart Mustafa), Filadelfia
(Alaşehir), Laodikya (Eskihisar) kilise topluluklarına yöneltilen
yazılar durumundadırlar.
Uluslararası ve evrensel nitelikli Hıristiyanlık inancının yayı­
lış yerinin Anadolu toprakları ve yayılış merkezinin de Antakya
kenti olması sonucu, Hıristiyan Kilise Tarihi içinde, Hıristiyanlığın
erken çağlarında oluşan birçok tarihsel kilise topluluklarının ana

57
kürsüleri de bu yönden adlandırılıp ünvanlandırılmışlar ve bugü­
ne dek bu ünvanlarla çağırılmaktadırlar. Örneğin; Meliki (Arap)
Ortodoks Antakya Patrikliği, Meliki Katolik Antakya, Yeruşalem
ve Yakın Doğu Patrikliği, Süryani Kadim Antakya Patrikliği, Sür­
yani Katolik Antakya Patrikliği, Maronit Katolik Antakya Patrikli­
ği.
Antakya kentinin tüm Hıristiyanlar için birinci aşamada önem
taşıdığı, Kalkedonya (Kadıköy) Kilise Konsili'nin kararlan içinde
de yeralmıştır. İS 4 5 1 'de Kadıköy'de toplanan Genel Hıristiyanlık
Konsili önderleri, Roma İmparatorluğu toprakları üstünde özel
yere sahip olan ve gözde Hıristiyanlık merkezleri görünümü ve­
ren şu beş kenti "Patriklik Kürsüleri" olarak saptamışlar ve adlan­
dırmışlardı: Roma, İstanbul, Yeruşalem, İskenderiye, Antakya.m
Antakya başta olmak üzere tüm Anadolu toprakları üstünde
ilk Hıristiyanlığı yayanlar, İsa'nın irdemen (şakirt) ve elçilerinden
(havari) olan Petrus ve Pavlus olmuşlardır.
Bunlardan Petrus'un, ilk Antakya gözetmeni (episkopos) ol­
duğu tarihsel kiliselerin çoğunca benimsenirken, en gözde
Hıristiyanlık yayıcısı olan "Ulusların elçisi Pavlus"un da Tarsus do­
ğumlu; Anadolu kökenli olması, Anadolu'nun Hıristiyanlık açısın­
dan önemini daha da artırmaktadır.
Antakya kentimizde yeralan "Sen Piyer Mağara Kilisesi"nde
her yıl yapılan "Sen Piyer Bayramı" kutlamaları yurtiçi ve yurtdı­
şından binlerce turist tarafından izlendiği gibi, 1992 yılında ilki ya­
pılan "Tarsus Sen Pol Sempozyumu" etkinlikleri de Antakya'nın
ve Tarsus'un önemini yurtiçinde ve yurtdışında kamuoyuna yan­
sıtmakta ve bu türdeki tarihsel gerçeklerin kamuoyunda güncel
değerini korumalarını sağlamaktadır.
Birinci yüzyılda Hıristiyanlığın ilk yayıldığı ve ilk kilise top­
luluklarının kurulduğu toprak olan Anadolu'da, Kilise toplulukla­
rının belirli bir etnik topluluk olmayıp, genel ve yöresel oldukla­
rı gözleniyor. Daha mezheplerin ortaya çıkmadığı, değişik ulusal
kilise topluluklarının daha tarih sahnesinde görülmediği Anadolu
Hıristiyanlığı, üçüncü yüzyıldan başlayarak Milan buyrultusuyla
(İS 3 1 3) resmi devlet dini olarak İmparatorluğun dini kimliğine
bürününce, pagan ve yersel ögeler Hıristiyanlığa giriyor ve

58
imparatorluğun başkentinde bulunan İstanbul Patriklik orunu da
tek egemen tinsel (ruhani) kürsü oluyor.
"Roma" teriminin Osmanlıca karşılığı olarak uzun süre ve bir­
çok kaynaklarda geçen "Rum" sözcüğünün gerçekte "Romalı" an­
lamına geldiğini, bunun bir İmparatorluk adı olduğu, bir ulusun
ya da bir ırkın adı olmadığını belirtmekte yarar vardır. Çünkü
Grek-Helen dil ve kültürünün egemen olduğu Anadolu toprakla­
rında birçok etnik topluluk olduğu gibi, her zaman için Turanlı­
Türk boyları da var olmuşlardır: Özellikle bunlardan çok yaygın
birer Türk-Hıristiyan toplulukları oluşturdukları da Anadolu tari­
hinin bir başka gerçek yanıdır ki, birazdan üstünde özellikle du­
rulacaktır.
Helen-Grek kültürünün egemen olduğu Anadolu'ya Türkler
Malazgirt yengisinden (1071) çok önce gelmişlerdir.
Mükrimin Halil Yınanç'a göre, Bulgar Türkleri İS 530'da Fırat­
Trabzon bölgesine, Avar Türkleri İS 577'de Doğu Anadolu'ya yer­
leştirilirken, ayrıca Hazar, Fergana ve Peçenek Türkleri de Anado­
lu' da yerlerini almışlardır. 1 56
Ayrıca Bizans ordusunda bulunan Türk askerlerinin Rume­
li'ye yerleştirildikleri de bir başka gerçek. '57
Gökoğuz Hıristiyan Türklerinin de Anadolu kökenli oldukla­
rı ileri sürülen savlar arasındadır. 158 Ancak bu konu üstünde daha
sonra durulacaktır.
Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu toprakları üstünde ve
özellikle Anadolu'da yerlerini almış olan pek çok etnik küme, her
ne kadar, kendi dillerini ve kültürlerini kullanmışlarsa da, bunlar
zamanla unutulduğundan özellikle Batı Anadolu'da Grek dili ege­
men olmuştur. 1 59
Grek dilinin tüm Anadolu'ya özellikle Batı Anadolu'ya ege­
men olması sonucu dil-İmparatorluk ikili gerçeğinden bir terim
ortaya çıkmıştır ki bu da "Rum" sözcüğüdür.
"Rum" terimi genelde Haçlılar, İslam coğrafyacıları ve doğu­
lularca kullanılır olup,"0 bunun sonucu "Rumeli'', "Mevlana Cela­
leddin-i Rumi", "Rumi Takvim", "Karamanlı Rum", "Bacıyan-ı
Rum" gibi türevleri ortaya çıkmıştır.
Rum sözcüğünün anlamsal türevlerini kendi yapıtında özel-

59
Jikle işleyen Kitsikis, sözcüğün anlamlarına ilişkin özetle şunları
belitir:
A) Rum sözcüğü, Bizans-Osmanlı dünyasında kullanılagel­
miştir.
B) Bizans İmparatorluğu kendini hep "Roma" (yani Rum)
İmparatorluğu ola�ak adlandırmıştır.
C) Ege Denizi'nin iki yakası arasında uzanan Rum alanının
ortak uygarlığını göstermek amacıyla kişilerin (Örneğin, "Mevla­
na Celaleddin-i Rumi") ve kurumların (Örneğin, "Rumi Selçuklu
İmparatorluğu", ya da "Diyar-ı Rum" olan Osmanlı İmparatorluğu,
ayrıca "Sultan-ı Rum ünvanlı Osmanlı İmparatoru) da sürekli ola­
rak Rum sözcüğünü kullandıkları apaçıktır. 160a
Anadolu'ya I. yüzyılda giren ve gelişen Hıristiyanlık, İS 4.
yüzyılda çok yaygın durum gösterirken Anadolu'nun batı bölümü
"Helenize olmuş Hıristiyan bir Anadolu görünümü" sergiler.1 61 Bu­
nun da yanlış ve gerçek dışı toplumsal düşün ve kavram bütün­
lüğü sonucunda, Turanlı-Türk Hıristiyan topluluklar, Helen-Grek
kökenli gibi gösterilmeye çalışılır. Bunun için de "Rum" sözcüğü
paravan olarak kullanılır olur.
Bu kavramın kökeni gerçekte "Helenistik Anadolu Uygarlı­
ğı"na kadar gitmektedir. Çünkü "Helenistik" denen Anadolu Uy­
garlığı , Küçük Asyalılarla (Batı Anadolu), sömürgeci Yunanlıların
birleşimi sonucu oluşur.162 Anadolu'da, Helen kültürü içinde bü­
tünleşen etnik toplumların ve tarih süreci içinde yerleşen Turanlı
Türk Hıristiyan topluluklarının, genelde Orta Anadolu ve Pontus
bölgelerinde yeraldıklarını görüyoruz.
Anadolu'daki Hıristiyan Türk varlığına ilişkin, yapıtında yer
veren Erol Cihangir, onların Anadolu'ya geliş ve yerleşmelerine
ilişkin söz ederken şunları söylemektedir:

" . . . Yunanistan'a göçe zorlanan Hıristiyan Türkler, 5. yüzyıldan iti­


baren Balkanlar ve Kafkasya üzerinden Anadolu'ya göç eden
Türk uruk ve boylarındandır. . .
. . . Anadolu'daki Hıristiyan Türkler, Balkanlar üzerinden Ana­
dolu'ya geçen Uz (Oğuz), Peçenek, Kuman-Kıpçak menşeli­
dir! er.,, 162,

60
Orta Anadolu Türk Hıristiyanlarına geçmeden önce, Pontus
bölgesi ve Doğu Anadolu Türk Hıristiyanlığını ele alalım.
Fransız Akademisi üyelerinden Lebeau'ya göre, Pontus böl­
gesindeki halklar İranlılar, Yunanlılar ve Turanlılardır. 163
Aynı tarihçi, Pontus'ta oturan "Halibler"in de Turanlı olduk­
larını söylerken bu görüşü Dechelette ve Şemseddin Günaltay da
destekler. 164 Yine Pontus bölgesindeki önemli halklardan olan
"Kolhlar"ın kökeni de Turanlı-Türk'tür! "Amasya Tarihi" kitabının
yazarı Hüseyin Hüsameddin'e göre Kolhlar, bir Kuman (Türk) oy­
mağıdırlar.
İslamların "Kıpçaklar" dedikleri ve kitabımızın 2. bölümünde
ele aldığımız "Kuman" Türklerinden 220.000'in, Hıristiyanlığı be­
nimsedikleri bilinmektedir. 165
Bu Hıristiyan Kuman Türklerinden bir bölümü, Müslüman
Türklerin Anadolu'ya gelişlerinde onlara karışarak İslamlaşmışlar,
ancak birçokları da Hıristiyan olarak kalmışlar. Ancak Hıristiyan­
Ortodoks olmaları, ayrıca Yunanca da konuştukları için "Rum"
olarak bilinmişler. Erzurum, Sivas ve Trabzon'un köylerinde otu­
ran bu kişiler, gerçekten Kuman Türkleridirler.
Doğu Karadeniz, özellikle Trabzon yöresinde oturan Orto­
doksların, Hıristiyan Kuman Türkleri olmaları olasılığı üstüne,
araştırmacı İlyas Karagöz, şu yorumu yapmaktadır:

"Fallmerayer'in uzun boylu ve mütenasip vücutlu olarak sö7 ,etti­


ği Trabzon Greklerinin . . . vasıfları, Kuman Türklerinin vasıflarına
çok benzemekte. Kuman Türkleri beyaz ırkın en karakteristik ev­
safına haizdirler. Kumanlar, uzun boylu, gayet mütenasip vücut­
lu, güzel çehreli ve sarı saçlı bir toplumdu.
'Trabzon Grekleri' denilen bu uzun ve mütenasip boylu insan­
lar, Trabzon Grekleri değil, Trabzon'da yaşayan Hıristiyan Kuman
Türk'leridir. Trabzon bölgesinde oturan Türk'lerin, Kuman
Türk'lerinden başka herhangi bir Türk kabilesine mensup Türk
unsuru olmadığı açıktır." 16"

Aynı araştırmacı, Doğu Karadeniz'de oturan Ortodokslar'ın


Türklüğünü betimlemek amacıyla, yapıtının başka bir yerinde şu
açıklamalara da yer veriyor:

61
"Trabzon yöresinde . . . 'Rum' adı altında bir toplum karşımıza çıkı­
yor ki bunların dilleri Türkçe'dir. Trabzon bölgesinde sahillere
doğru inildikçe, artık Rumcanın yerini Türkçe almakta, buralarda
oturan ve Türkçe konuşan bu topluluk, konuştukları Türkçe'yi
nereden ve ne zaman almışlardır? Bu konular cevapsız kalmakta­
dır. Araştırmalar gösteriyor ki, Trabzon bölgesinde oturan Hıris­
tiyan Türkler'e ait olmak üzere, Karamanlılarda olduğu gibi, Grek
harfleriyle Türkçe yazılmış eserler vardır. . . Hatta Sumela manastı­
rı papazlarının da Türkçe konuştuğunu öğreniyoruz."165b

Kolh-Kumanların Türk soyundan olduklarına ilişkin, Türk ta­


rihçilerinden Rıza Nur da şunları söylüyor: "Kumanlar Oğuz için­
deki öz Türk uyruklarındandırlar. . . Kumanlar, daha Asuri ular za­
manında, İÖ 1 183-1093 yıllarında Anadolu'nun Karadeniz kıyıla­
rına kadar uzanan bölümünde oturmaktaydılar."166
İşte Anadolu toprakları üstünde yaygın bir durum gösteren
"Hıristiyan Anadolu Ortodoks Türkleri", yaygın ve egemen olan
Helen kültürü içinde aynı soydanmış gibi gösterilip ve "Rum" de­
yimiyle betimlenmeye çalışılmıştır her zaman için. 167 Bu durum ya­
kın tarihimiz içinde birazdan ayrıca ele alınacaktır.
İlginçtir ki çoğu zaman Hıristiyan Türkler, Müslüman Arapla­
rın baskısı sonucu İslamlaşmışlar öbür yandan da "Rum" terimiy­
le Helenlenmiş gibi gösterilmeye çalışılmışlardır. 168
Oysa Orta Anadolu ve Karaman bölgesi Türkleri gibi, Doğu
Karadeniz Türkleri de Hıristiyan olmuşlar ve İslamlık daha yok­
ken, buralarını anayurt edinmişlerdir. Ancak Müslümanlığın bu
bölgelere girmesi sonucu bir kısmı Müslüman olmuş, diğer kısmı
da Hıristiyanlıklarını sürdürmüşlerdir. ı6<)
Ancak bu Hıristiyan-Ortodoks Türkleri de bir başka yıkım
bekliyordu, o da Yunanlılık sonucunda alacakları paydı.
Zaten Bizans İmparatorluğu'nun tarihe karışmasıyla, birbirle­
rinden bağımsız Ortodoks ulusal patrikler de ortaya çıkmaya baş­
lamış olduğundan, Birinci Dünya Savaşı'nın gerilimi içinde olan
Anadolu Hıristiyan Ortodoks kiliseleri için de "Helen" ve "Türk"
yanlı çalkantılar başlamıştı.
Anadolu kökenli Hıristiyanlar, dinsel inançları yönünden

62
Hıristiyan ortodoks olduklarını, ancak soyları yönünden Helen ol­
mayıp Türk olduklarını, bundan dolayı kendileri için ayrı bir tin­
sel orun (ruhani makam) kurulmasının gerekli olduğunu ileri sü­
rerek başvuruda bulundular.
1 1 Nisan 1921 tarihinde Vali S. Sami imzasıyla Kastamo­
nu'dan Ankara'ya çekilen telgrafta şöyle denmekteydi:

" . . . öteki ilçelere ek olarak, Anadolu'da bir Türk Ortodoksluğu­


nun kurulmasını isteyen Taşköprü Rumlarının dilekçeleri de su­
nuldu."

Yine bu konu kapsamı içinde "Kozmos" gazetesinin "Anado­


lu' daki Hıristiyanlar" başlıklı yazısıyla, Anadolu'da "Türk
Hıristiyanları"nın bulunduğunu ileri süren "İkdam" gazetesinin sa­
hibi Ahmed Cevdet Bey'in yazısına karşı tepki gösterdiğini ve yi­
ne o günlerde Anadolu Ajansı'nın verdiği habere göre Trabzon
Ortodoks Cemaati'nin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
bir telgraf çekerek Ankara'da bir Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin
kurulmasından yana olduğunu belirten haberlerini de Doç. Zeki
Arıkan'ın kayıtlarından anlıyoruz.
Ayrıca Dr. Sabahattin Özel'in araştırma sonuçlarına göre
Ocak 1922'de Maçka Rumları adına Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na, Hariciye, Dahiliye ve Adliye Vekaletlerine gönderi­
len yazıda şu ifadeler yeralmaktaydı:

" . . . Anadolu'da tarihen dahi müspet olduğu üzre Rum Elenik na­
mıyla hiçbir millet yoktur. Mevcut olan Rumlar yalnız asırlarca
Türk Müslümanlarca birlikte yaşayan Türk Ortodoks Rumlardır." 170

Türk Hıristiyanlar için ayrı kilise çalışmaları, aynı zamanda ve


özellikle Orta Anadolu'da da başlamıştı. Bu çalışmalara önderlik
eden kişi de "Romalıların Hıristiyanlaştırdığı Turani-Türk boyla­
rından olan", Türk asıllı dinsel önder Baba Eftim'di. 171
Kendisinin, Keskin kazası metropolit vekili olduğunu, 172 Türk
asıllı olduğunu, 173 Anadolu'nun türlü yerlerinde barınan Türk
Hıristiyanlarla iletişim içinde olduğunu, 114 kendisinin her zaman
için bir "Türk Ortodoks Patrikhanesi"nin kurulmasından yana gö-

63
rüş ve çalışmalar içinde olduğunu da tarihsel kayıtlardan anlıyo­
ruz. "'
Bu konuyla ilgili çalışmalar içinde Kayseri'de, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve Adliye Bakanlığı'ndan izin alınarak'76 bir kongre­
nin toplanmasına karar verilir. Kongre, Konya Metropoliti Proko­
bios, Gümüşhane Episkoposu Yervasyos ve Antalya Episkoposu
Meletios'un başkanlığında ayrıca Anadolu ve Trakya'daki 72 tin­
sel orunların katılımlarıyla , 21 Eylül 1922'de toplanır ve "Türk Or­
todoks Patrikliği"nin temeli atılmış olur. Alınan kararların tutana­
ğının altında da önderlik eden üç episkoposun ve Baba Eftim'in
imzaları yeralır.
Yeşilyurt'un kayıtlarına göre, bu tarihsel toplantının yapıldığı
yer, Kayseri Zincirdere Manastırı'dır. Hazır olan ve oylamaya ka­
tılan kişiler arasında bulunanlardan bazılarıysa şunlardır:
Çeneoğlu Filip, Boyacıoğlu Kozma, Kastaki, Fehmi, Yorgi
Orologos, Teofilos, Ayhanoğlu Todor, Çömlekçioğlu Mihalaki,
Bulloğlu İstimat Zihni. 17&.
Zübeyir Kars'ın saptamalarına göreyse bu toplantıda Muta­
sarrıf Muammer Bey, Mevki Kumandanı ve Kalem Reisi Miralay
Abdullah Bey, ayrıca bazı daire başkanlarıyla, daha sonraları mec­
liste Türk Ortodoks asıllı ve Eskişehir milletvekili olacak olan,
Türk Ortodoks Kongresi azasından Umumi Katip Bodrumi İsti­
mad Zihni Özdamar Efendi de hazır olmuşlardır. ın
Dinsel etkinliğe başlayan "Kayseri Türk Ortodoks Patrikliği'',
dinsel özyapılı etkinlikleri yanında ulusal etkinliğini de her zaman
göstermiştir. Bunu doğal ve olanaklı kılan etkenlerden biri de
Hıristiyanlığın laik bir inanç olduğudur.
Hıristiyanlık inancı göksel kökenli olup, ona adını veren
İsa'nın göksel kökeniyle açıklanır. İsa yeryüzünde yaşadığı süre
içinde salt Göksel Baba olarak tanımladığı varlığın, ölümsüz can­
lar amacına yönelik planını uyguladı ve hiçbir siyasal amaca ön­
derlik etmedi. Çünkü kendi egemenliğinin göksel olduğunu bil­
diriyordu. '7"
Bu nedenle kendisi laikliğin temeli olan "Sezarın hakkını Se­
zar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin" tümcesini vermişti izle­
yenlerine.179 Bu kurala uyarlıkla davranan erken çağ Hıristiyanlık

64
önderleri de, İncil'i oluşturan kitaplar içine buna koşut (paralel)
bölümleri koymakta gecikmediler. Örneğin, Tarsuslu Eren Pavlus,
incil'de yeralan Romalılara yazdığı mektubunda, şu göksel esinli
sözlere yer veriyor:
"Herkes başta bulunan yetkelere bağımlı olsun. Çünkü Tanrı'dan
olmayan yetke yoktur. Var olanları da Tanrı atamıştır. Bu neden­
le yetkeye karşı direnen, Tanrı'nın düzenine karşı direnmiş olur.
Direnenler de kendilerine yaraşan yargıyı giyeceklerdir. Çünkü iyi
iş yapanların, yöneticilerden korkusu yoktur, kötü iş yapanlar
korkarlar. Yetkeden korkmamak ister misin? Öyleyse iyi iş yap,
onun övgüsünü kazanırsın. Çünkü o senin yararına Tanrı'ya hiz­
met etmektedir. Ama kötü iş yaparsan kork, çünkü yetke kılıcı
boş yere kuşanmamıştır. Kötü iş yapana gerekli yargıyı saptamak
için Tanrı'ya hizmet etmektedir. Bu nedenle baştaki yetkelere ba­
ğımlı olmak zorunludur, salt yargılanma korkusundan değil, bu­
lunç (vicdan) bakımından da. Vergi ödemenizin nedeni de budur.
Çünkü yöneticiler, atandıkları işi yerine getirirken, Tanrı'nın gö­
revlileri olarak çalışırlar.
Herkese ne gerekiyorsa onu verin: Vergi toplayana vergi, güm­
rük kesene gümrük, saygı gösterilmesi gerekene saygı, onur ya­
raşana da onur."
İncil, Romalılar 13: 1- 7
Yine aynı elçi, İncil'in Titus mektubunda şunları söylüyor:

"Başkanlara ve yetkelere bağımlı olmalarını, onları dinlemelerini,


her iyi işe hazır olmalarını topluluğa anımsat."
İncil, Titus 3:1

Ve yine aynı elçinin bu kez, öğrencisi Timoteos'a doğrulttu­


ğu ve İncil'in I. Timoteos mektubunda yeralan şu sözleri de çok
önem taşımaktadır:

"Öyleyse, her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı'ya tüm insanla­


rı içeren dilekler, dualar, içten istekler, teşekkürler sunulsun. Bun­
lar, hükümranları ve tüm başta bulunanları da içersin. Böylece
tanrısayarlığa ve saygınlığa yaraşır gürültüsüz, patırtısız, sessiz se­
dasız bir yaşam sürelim. Kurtarıcımız Tanrı'nın önünde erdemli
davranış, beğenilir tutum budur."
İncil, 2. Timoteos 2: 1-3

65
Hıristiyanlık, kilise tarihi içinde bir erken çağ önderi olarak gö­
rünen Pavlus'un yanında, yine aynı düzeydeki önderlerden olan ve
ilk Antakya gözetmeni olarak bilinen Elçi Petrus da, İncil'de yeralan
birinci mektubunun içine şunları yazmıştı geçmişte:
"Rab saygısı adına: insanlarca kurulan her düzene bağımlı olun.
Başta bulunan kişi olması nedeniyle devlet yöneticisine, suçluları
tüze (adalet) karşısına çıkarmak ve iyilik yapanları övmek için
onun tarafından görevlendirilen kişiler olmaları nedeniyle valile­
re.
Tanrı'nın istemi şudur: İyilik yaparak akılsız kişilerin bilgisizliği­
ni susturun. Özgür kişiler olarak yaşayın. Özgürlüğü kötülük ör­
tüsüne dönüştürmeyin. Bunun yerine Tanrı uşakları gibi davra­
nın. Herkese değer verin. Kardeşlik birliğini sevin. Tann'dan kor­
kun. Devlet Yöneticisine saygı gösterin."
İncil, !. Petrus 2: 13-1 7

İşte Hıristiyanlığın temel inançlarının bir bölümü olan ve her


Hıristiyana uygulama zorunluluğu getiren bu laik kurallar, her za­
man için Hıristiyan-Ortodoks Türklerce yerine getirilmiş, tümü de
Ulusal Mücadeleye katılarak, dinsel önderleri ve sonradan İstiklal
Madalyası hamili olan Baba Eftim'le birlikte Büyük kurtarıcı Mus­
tafa Kemal Atatürk'ün yanında mücadele etmişlerdir.
Büyük Taarruz'dan önce ilk Büyük Millet Meclisi yapısının
bahçesinde ve halk önünde yapılan ulusal miting sırasında Mus­
tafa Kemal'in önünde ve Meclis yapısının duvarı üstünde duran
Türk-Ortodoks önder Baba Eftim, Kutsal Kitabın içinde yeralan
"Davut ve Golyat" konusunu ele alarak ve:

"Düşmanlarımızın her şeyi var, ancak bizim silah ve cephanemiz


yok. Fakat göğsümüzde imanımız var, mutlaka kazanacağız. Ya­
şasın muzaffer Türk Ordusu ve asil Türk Milleti"

diye haykırarak, Ulusal Mücadeleyi desteklemiştir. Bu sözle­


ri haykırdığı zaman sesi kısılan Baba Eftim için Atatürk şöyle ba­
ğırmıştı çevredekilere:

"Baba Eftim Efendi'ye su verin."'80

66
Ancak bu iyi ilişkiler böyle sürmemiş, bir süre sonra Anado­
lu Türk Ortodoks-Hıristiyanlığı için kara bulutlar görünmeye baş­
lam ıştır.
Ulusal Mücadele kazanılmış, saltanat yıkılmış, Yüce Türk ulu­
su i çin ışıklı günler gözükmüştür artık.
Bu arada Lozan Antlaşması görüşmeleri sonunda varılan, 30
Oca k 1923 günlü sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesi için­
deki anlaşmaya göre, Anadolu'daki Hıristiyan-Ortodokslar, ırkları­
na ve kişisel isteklerine bakılmaksızın karşılıklı değişime tabi tu­
tularak Yunanistan'a gönderildiler.'"' Türk soyundan gelen bu
Hıristiyan topluluğun, kendi öz toprağından koparılıp, yabancı ül­
ke toprağına gönderilmelerinin kökeninde, sözleşmelerde ölçüt
olarak "din" konusunun yeralması ve "ırk"tan söz edilmemesi ya­
tıyordu. '"'
Prof. Umar da yapıtında, Türk Ansiklopedisi'nden alıntı ya­
parak, şu kaydı bizlere aktarıyor:

"1924 anlaşmasına göre yapılan mübadelede etnik menşe yerine


din unsuru temel ilke olarak alındığından, Konya, Niğde, Kayse­
ri bölgesinde yaşayan Ortodoks Türkler de Rum sayılarak, yurt dı­
şı edilmişlerdir."'"''

Hamdullah Suphi Tanrıöver'in yorumuna göre, Anadolu Türk


Hıristiyanlarının Yunanistan'a sürülmesi, "Atatürk'ün bir yanlışı ve
tarihle gereği kadar uğraşamamasıdır".
Prof. Eröz, Hamdullah Suphi'nin, bu gerçeği Büyük Millet
Meclisi'nde yaptığı bir konuşmasında dile getirdiğini ve Ata­
türk'ün de "Hata işledik" dediğini söylenti olarak, yapıtının son
sözünde kaydeder.
Mahmut R. Kösemihal'sa, Anadolu Hıristiyan Türklerinin zo­
runlu göçüne değinerek şunları söyler:

"Biz Anadolu'nun bir miktar Hıristiyan Türk'ü ile Hıristiyan


Elen'ini ayıran farkları incelemeye vakit bulamadan, önce umumi
harpten evvelki menfi, Yunanistan'dan gelen Elenizm propagan­
daları, sonra da mübadele, bir miktar Türk unsurunu (Ortodoks­
turlar diye) Yunanistan'a göçtürdü."'"3

67
Anadolu'daki Hıristiyan topluluklar içindeki Türk ve Helen
ayırımının zor olması nedeniyle, dine dayalı Osmanlı geleneğinin
ağır bastığını belirten Kitsikis, bu konuya değinerek, şunları söy­
lemektedir:

"Bilinmelidir ki mübadele uzmanları kimin Yunanlı, kimin Türk


olduğunu anlamak imkansız olduğu için, yüzyıllardır yürürlükte
olan ve sadece din temeline dayanan Osmanlı ölçüsünü izlediler.
Ortodoks Hıristiyan milletine dahil kişiler Yunanlı, Sünni Müslü­
man milletine dahil kişiler Türk sayıldı. Bu ayrım yapılırken ana­
dil olgusu hiç göz önüne alınmadı" 1"3'

Bu acıklı konuyla ilgili olarak Tanrıöver, üçüncü Cumhurbaş­


kanımız Celal Bayar'la aralarında geçen şu konuşmaya, anılarında
yer veriyor:
CELAL BAYAR- Bilir misin Hamdullah, Atatürk'ün son yıllarda en
büyük üzüntüsü ne idi?
TANRIÖVER- Ne idi?, biliyorsunuz ben burada yoktum, lütfen an­
latın, dinliyorum.
CELAL BAYAR- Anadolu'dan binlerce Hıristiyan Türk'ü göndermiş
olmasıydı."

Tanrıöver, bu anısını, Bayar'ın şu sözleriyle bitiriyor:

"Paşam yapmayın, yollamayın, bunlar Özbeöz Türktür dedim,


kendisine kitaplar gösterdim, fakat dinlemedi."

Benlisoy ve Macar'sa yapıtlarında, Türkiye Büyük Millet Mec­


lisi'nin, Fener Patrikliği'yle bağıntılı gizli oturumlarından aktarma­
larda bulunurlarken, Anadolu Ortodoksları kapsamında yeralan
Türk Ortodokslarının da, meclisçe pek önemsenmediğinin altını
çizercesine, Tunalı Hilmi ve Rıza Nur Bey'lerin şu konuşmalarına
yer ayırıyorlar:
"TUNALI HİLMİ BEY- Efendim resmi, gayri resmi her ne fasıl olur­
sa olsun, ortada eden bir söz vardır. Türk Ortodoksları namı al­
tında Anadolu'da patrikhane tesis etmiş bulunuyorlar.
Bunlar mübadeleye dahil midir, değil midir?
RIZA NUR BEY - İsterseniz mübadele edersiniz, istemezseniz si-
ze tabidir. Çünkü böyle mübadele ahkamında bir Türk Ortodoks­
ları hariçtir, diye bir kayıt yoktur." 1•3b

Anadolu Türk Ortodoksları'nın, kendi öz topraklarından sü­


rülüp, Hellad Cumhuriyeti'ne zorunlu göçlerine ilişkin, Ohri de
yapıtında, acısını şu sözlerle dile getiriyor:

" . . . Bizans zamanında Ortodoks olup Romalı anlamında Rum de­


nilen, bütün Anadolu halkını Yunan, yani Helen saymışız. Oysa
Osmanlı devletinde, bunların içinde Türkçe'den başka dil bilme­
yen, Ortodoks dininde Türkler bile vardı. Gafletimiz yüzünden,
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Türkiye ile Yunanistan arasındaki
halk değişimi sırasında (Rum-Yunan) sayarak Yunanistan'a gön­
derdik onları. Ne kadar acı. . . " '83c

Sonuç hiç de iç açıcı değildi Hıristiyan Anadolu Türkleri için.


Ulusal mücadeleye canla başla katılan bu vatanın çocukları baş­
ka bir ülke toprakları üstünde yaşamlarını sürdürürken, kendile­
rine "Turko Sporos" yani "Türk tohumu" denilecekti.'84
Anadolu Türk Ortodoks Patrikliği, bu birinci darbe sonucun­
da binlerce üyesini yitirdi. Türk Ortodokslar Anadolu'da değildi­
ler artık. Yalnız Baba Eftim ve aile bireyleri zorunlu göçten ayrı
tutuldular, ancak Anadolu'da Hıristiyan Türk Topluluğu kalmadı­
ğı ve bunun sonucunda da dinsel görev alanı kapandığı için İs­
tanbul 'a gelip yerleştiler.'"'
Yeşilyurt da yapıtında bu gerçeği şu sözlerle bizlere iletmek­
tedir:

"Lozan muahedesine göre, 30 Ocak 1923 tarihinde, Türkiye'nin


Anadolu'sunda bulunan, yerli Rum ve Türk Ortodoks Hıristiyan­
lar Yunanistan'a gönderilerek, karşılıklı mübadele edilmişlerdir.
İ stanbul Rumları, Patrikhane ile birlikte, altı kilise ve görevlileri
mübadeleden muaf tutulurlar.
Türk Ortodokslarından Papa Eftim ve aile efradı, Atatürk'ün
emirleri gereği İstanbul'a yerleştirilir. .. Lozan'dan sonraki o karı­
şık günlerde bu insanların Hıristiyan Türk, Helen veya Rum oldu­
ğunu ayırmak çok zor olduğundan, hatalarıyla, sevaplarıyla on­
binlerce kişi değişime uğramıştır."'""

69
İstanbul'daki Grek Ortodoks Patrikliği'yle olan olumlu ya da
olumsuz girişim, ilişki ve gelişmeler, konumuzun dışında oldu­
ğundan Baba Eftim ve çevresinin "Türk Hıristiyan" bileşimli geliş­
me ve oluşumlarına vereceği dikkatimizi. O ana dek prezbiterlik
dinsel aşamasına sahip olan Baba Eftim'in, 18 Mart 1926'da, Ka­
raköy'deki Merkez Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan bir törenle,
episkoposluk aşamasına eriştiğini görüyoruz. Baba Eftim'e el ko­
yarak kutsayan ve aşamasını yükselten episkoposlar sırasıyla;
Kayseri Metropoliti Amarsiyos, Erdek Metropoliti Kirillos ve Ada­
lar Metropoliti Agatangelos'turlar.186
Kayseri'den İstanbul'a taşınan Türk Ortodoks Patrikliği, ken­
disine bağlı olan Baba Eftim aile çevresi ve Galata Merkez Grek
Ortodoks topluluğunun katılımlarıyla kendisini toparlarken, bir
başka dinamik Türk Ortodoks topluluğu da kilise bütünlüğü için­
de yerini almakta gecikmedi. Bunu da gerçekleştiren kişi, tanın­
mış devlet adamlarımızdan ve Türk Ocakları'nın tanınmış hatibi
Hamdullah Suphi Tanrıöver olacaktı.
Uzun yıllar 0 931-1 944) Romanya'da büyükelçilik görevini
yürütmüş olan Hamdullah Suphi, bu görevi sırasında Roman­
ya 'nın birçok yerini gezerek, oradaki Türklerle yakından ilgilen­
mişti. Kendisi bir şair arkadaşına şu sözleri aynen söylemişti:

"İşte şu gördüğün dere bu kasabayı ikiye bölüyor. Bunlardan bi­


ri Müslüman, diğeri Hıristiyan Söğütçesidir. Her ikisinde aynı ik­
lim, aynı coğrafya, aynı ırk, aynı tabii imkanlar mevcuttur. Ayrıl­
dıkları tek nokta dindir. Biri Müslüman, diğeri Hıristiyandır."187

Hamdullah Suphi'nin isteklerinden biri de Romanya'daki


Hıristiyan Türkleri, Marmara yöresine yerleştirmekti. İkinci Dünya
Savaşı'nm ÇJkması sonucunda Basarabya'nın 1940'da, Dobru­
ca'nın da 1 944'te işgal edilmeleriyle bu istek gerçekleştirilemedi. ''"
Ancak Hamdullah Suphi 1 935 yılında, onu kız, toplam yetmiş
genci Romanya'dan getirip, çeşitli okullara yerleştiriyor. Öğrenimle­
rini başarıyla sürdüren bu Türk Hıristiyan gençleri için o zamanın
Bakanlar Kurulu da nüfus kayıtlan yönünden 16 Eylül 1943'te karar
alarak, bu konuyla ilgili içişleri Bakanlığı'nın önerisini onaylıyor.

70
Buna göre Romanya'dan gelerek Türkiye vatandaşlığına geç­
miş olan Hıristiyan Türklerin nüfus cüzdanlarındaki din ve mez­
hep bölümlerine yazılan "Hıristiyan Ortodoks " kaydının yerine
kendilerinin Türk ırkından olduklarını ve öbür ırklardan olan or­
todoks vatandaşlardan ayrı olduklarını belirtmek için öncekinin
yerine "Türk Ortodoks" sözcüklerinin yazılması kararlaştırılıyor. "'"
Bu olumlu gelişmeler ışığında okul ve kilise yaşamlarını sür­
düren gençler, her pazar günü kilise korosuna katılıp Hıristiyan
tapınışlarını sürdürüp Türkçe tinsel ezgiler seslendiriyorlar. Baba
Eftim'se onlara tinsel (ruhani) babalık görevini uygulamaktan ge­
ri kalmıyor.
Bunların tümü de okullarını bitirip iş aramaya koyuldukların­
da karşılarına onur kırıcı bir engel çıkıyor. O da Hıristiyan olma­
ları. Yaşam sorunuyla karşı karşıya kalan Türk Hıristiyan gençle­
rini bekleyen acıklı durum da en kısa zamanda gerçekleşiyor. Ya­
ni yaşamlarını sürdürebilmek için İslamlığa yönelip, İslam kızlar­
la evlenmek. . .
Lozan Antlaşması gereği Türk Hıristiyan binlerce Anadolulu­
yu yitiren Baba Eftim, bu ikinci darbeyi de yetmiş çocuğunun zo­
runlu İslamlaşmasıyla yemiş oluyor.
Bunun sonucu Baba Eftim, Hamdullah Suphi'yi arıyor ve şu
sözleri söylüyor ona:

"Hamdullah Bey, hani ya benim yetmiş kişilik cemaatim.


Müslümanlığın defterinde yetmiş kişi mi eksikti?"11"'

O yıllarda zorunlu İslamiaşmaların salt Türk Ortodoks kana­


dında olmadığını, aynı zamanda karşılıklı değişimin dışında kal­
mak isteyen tüm Ortodokslarca da İslamlığa geçmenin tek çare
olduğunu, Kitsikis'in kayıtlarından anlıyoruz.190a
Tüm topluluğunu yitirerek bir tinsel anıtı andıran Türk Orto­
doks Patrikliği için, tarihçi Barker:

"Bugün Türkiye'deki Türk Ortodoksların sayısı çeşitli nedenlerle


sıfıra yaklaşmıştır."

anlatımını kullanmaktadır. 191

71
Anadolu Hıristiyan Türklüğü içinde özel bir yer tutan "Kara­
manlılar"a ilişkin ayrıca durulması gerektiğine inandığımızdan,
şimdi bu konuya g'eçiyoruz.

KARAMANLIIAR

Şimdiye dek ele aldığımız Orta Asya, Kuzey Karadeniz, Do­


ğu Avrupa ve bundan sonra ele alacağımız Gökoğuz Türklerinin,
Turanlı Türk kökenlilikleri ve Türk özyapısına ilişkin olumlu ve
kuşku götürmeyen sonuçlar ayrıca Macar, Bulgar, Fin Ogor gibi
Türk kökenli olup da, Türklük özyapılarını yitirmiş olan topluluk­
ların yanında Karamanlılar özel bir yere sahiptirler. Şöyle ki Türk­
lük ve Hellenlik kavramları arasında yerlerini bulabilmiş değiller­
dir. Bu nedenle bunları Anadolu Türk Hıristiyanlığı gerçeği için­
de ayrı olarak incelemek gerekiyor.
Bu incelemeyi yapmadan önce bulundukları yerleri görmeli­
yiz. Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe girdiği 1922 yılında dek Ka­
ramanlılar Anadolu'nun şu kentlerinde çoğunluktaydılar: Konya,
Niğde, Nevşehir, Kayseri, Ankara, Trabzon, İzmir, İstanbul'92
Tarih araştımacısı Soysü ise, onların 1 924 yılına dek kendi öz
topraklarında kaldıklarını ve önceki yerlere ek olarak Aksaray, Ih­
lara Koyağı, Peristrama, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir,
Ereğli, Ermenek, İçel, Antalya, Fethiye'de yaşadıklarını yazmakta-
dır. 19-'
Ünlü Türk gezgincisi Evliya Çelebi de bu tür Hıristiyanlara
Alanya ve Antalya'da rasladığını yazmaktadır. Onun bu konudaki
anlatımı şöyledir:

"Alanya-Kadim eyyamdan beru Urum (Rum) keferesi bir mahalle­


dir. . . amma asla urum lisanı bilmeyub, batıl Türk lisanı bilirler.
"Antalya . . . ve dördü Urum Keferesi mahallesidir, amma keferesi
asla urumca bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelaınet ederler. "''>'

Karamanlı olarak bilinen bu Hıristiyan-Ortodoks toplumun


ırksal kökenleri üstündeki düşüncelere geçmeden önce, tümünün
de yalnız Türkçe okuyup yazdıklarını görüyoruz. Kullandıkları al­
fabenin de Grekçe olmasıysa, bu konuda belirtilecek salt (mutlak)

72
görüşlere set çekiyor.
Gerçekten Türkçe'den başka dil bilmeyen"'' Karamanlılara
ilişkin veriler her zaman bulunmuştur. Evliya Çelebi'nin yanında
şu önemli tarih yazarlarımız da, bu yönde tanıklıkta bulunmakta­
dırlar.

AVRAM GALANTI, KENDİ YAZDIGI "ANKARA TARİHİ" YAPITIN­


DA ŞUNLARI SÖYLÜYOR: "Antalya Rum halkı bundan seksen yıl
önce (yani 1870'lerde) Yunanca bilmezdi. Bunu bundan elli yıl
önce (yani 1900'lerde) Rodos'ta bana Yunanca ders veren Nicola­
idis söyledi. Nicolaidis, Antalya'da en evvel Yunanca okutan öğ­
retmen oldu. Bu öğretmen bana: 'Antalya'ya geldiğim zaman
Rumlar Yunanca bir harf bilmezlerdi' dedi."'96

Karamanlıların çok iyi Türkçe konuştukları, bilinen bir ger­


çek. Bu konuda Hamdullah Suphi Tanrıöver anılarında, Antalya
ve yöresinde bulunan ve "Hıristiyan Türkler" olarak tanımladığı
bu topluluktan birçok sözcük öğrendiğini yazar. Kendisinin
1920'li yıllarda Antalya'da oturduğu evinin karşı evinde bulunan
bir annenin, çocuğunu şu sözlerle uyuttuğunu yazar:

"Uyusun yavnıcak ninni,


Uyusun has tomurcuk ninni."

Hamdullah Suphi bu temiz Türkçe'yi över ve anısını şu tüm­


ceyle bitirir:

"İtiraf ederim ki, ben Antalya'nın bu ortodoks kadınlarından yüz­


lerce eski Ti.irk kelimesi öğrendim. "197

Karamanlıların Türkçesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet dönemi


tanınmış devlet adamı ve tarihçilerimizden olan Abdülkadir Bay­
kurt Cami de, yazılarında geniş yer ayırır. Onun kanısına göre, İs­
tanbulluların "Karamanlı Rum" diye öbürlerinden ayırt ettikleri bu
Hıristiyan topluluk, Yunan dilini hiç bilmediği gibi, katıksız, üste­
lik Müslüman Türklerden daha temiz bir Türkçe konuşmakta,
kendilerine özgü kiliselerinde Türkçe dille tapınış sunmakta, ken-

73
dilerine özgü dinsel kişilerin Türkçe dinsel tapınışlarını izlemek­
tedirler.'""
Dr. Anhegger'e göreyse Karamanlılar, Bizans'tan kalma Hıris­
tiyan Türkler, ya da sonradan Türkçeyi benimsemiş Hıristiyanlar
olarak algılanmaktalar. ı98a
Ana dilleri Türkçe olan, Türkçe konuşup (üstelik Müslüman
Türklerden daha temiz) yazan, Türkçe Hıristiyanlık tapınışı sergi­
leyen Karamanlıların ırksal kökeni üstündeki tartışmalar ve görüş­
lerse günümüze dek sürüp gitmektedir.
Bu düşünceler içinde Türk yanlısı ve Helen yanlısı iki ayrı
görüş çarpışmaktadır. Helenist görüşe göre Karamanlılar "Türkleş­
miş Rumlar", 199 "Türkçe konuşmak zorunda bırakılanlar"200dır. Kı­
sacası bu topluluk Hellen ırkındandır ve Türkçe konuşmak zo­
runda bırakılmışlardır.
Yirmialtı yıllık araştırmalarımızda, Helen kökenli dostlarımıza
yönelttiğimiz soruların tümüne de yanıt olarak Karamanlıların
Helen kökenli oldukları doğrultusunda yanıt aldık.
Bu konunun aydınlatılmasına yönelik düşünceleri sıralama­
dan önce Yorgi adında bir Karamanlı Ortodoksun, Türk Kurtuluş
Savaşı sırasında, kendi oğluna yazdığı vasiyetnamesinden bazı kı­
sa bölümleri burada sunuyoruz:

" . . . Ben Karamanlı öyle bir Rum idim ki, dünyada müslümanlar ka­
dar kimseyi sevmezdim . . . O sırada köye bir Yunanlı geldi, gizli
gizli Rum halka, ömrümüzde duymadığımız, bilmediğimiz şeyler
söylüyordu. Bunlar bizim eski atalarımızın adlarıymış .
. . .Ah kör olsun beni baştan çıkaran o Yunanlı hınzır. . . "'"'

Bu tarihsel kayda bakarak Karamanlı bir Rum'un, Yunanlı'yı,


yani kendi ırkını kötülediğini görüyoruz. Oysa, bugüne dek ne
görülmüş, ne duyulmuş ne de geçerli bir tarihsel kayıt bulunmuş­
tur ki, Helen kökenli biri Helenliği kötülesin. Eğer bu kaydın doğ­
ruluğunu benimsersek, bu durumda Karamanlıların, en azından
Helen ırkından olmadıkları sonucu çıkmaktadır.
Karamanlıların Hellen ırkından olmadıkları görüşünü savu­
nan bir belgeler topluluğu da, "Anadolu'da Ortodoksluk Sadası"
adlı gazetedir.

74
1 922-1923 yılları arasında ve yalnız 16 sayıyla yayın yaşamı­
nı sürdüren gazetenin "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
Bağlı Tüm Anadolu Türk Ortodoksları Kilise Kongresi"nin organı
niteliğinde olduğu, Anadolu Rumlarının Yunanlılıkla ilgilerinin
bulunmayıp, soyca (ırken) Türk oldukları görüşünü savunduğu
da , içeriklerinden anlaşılmaktadır. 202 Bu durum ışığında
Karamanlıların Türk soylu oldukları görüşü de, daha çok Türk
asıllı düşünürlerce ileri sürülmektedir. "Daha çok" deyimini kulla­
nıyoruz, çünkü Türk asıllı olmayan bazı düşünürler de, onların
Türk kökenli olduklarında görüş birliği içindeler. Örneğin Prof. ] .
Eckmann'a göre Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu
Türkleridir. '03
Yine bu konuda bir yetke sayılan Atanas Manof;

"Gagauzların Türk-Oğuz kavminden Hıristiyanlar oldukları gibi,


Karamanlıların da Türk kökenli ve Türkçe konuşan Hıristiyanlar
oldukları"

görüşünü ileri sürmektedir.'°"'


Bu ikinci görüşe göre Karamanlıların, Anadolu'ya ilk gelen
Türk boylarından oldukları sonucu çıkmaktadır. Bu sonuca des­
tek verici nitelikli kayıtlar arasında "Şeriye sicilleri" ve "Tahrir def­
terleri"nde görülen öz Türkçe özel adlar da katkı verir nitelikli bi­
rer doküman sayılabilirler.
Türk yanlı görüş kapsamında olarak yine Karamanlıların, Sel­
çukluların Anadolu'yu ele geçirmelerinden önce, Bizans
İmparatorluğu içinde yerlerini almış olan Peçenek Türklerinin, ay­
rıca Selçuklularla birlikte Anadolu'ya gelen ve Şaman inanışını
koruyarak yerli unsurlarla ilişkileri sonucunda, Hıristiyanlığı be­
nimseyen, Türk boylarının soyundan oldukları görüşü de bir so­
nuç yorumu olarak söz konusu edilebilmektedir.'°'
Prof. Umar da yapıtında "Karamanlı" konusunu irdelerken,
onlarla ilgili şu açıklamalarda bulunmakta ve onların Türk köken­
li olduklarının altını çizmektedir:

" . . . Ana dilleri Türkçe olan (ve çoğu Bizans İmparatorluğu döne­
minde Anadolu'ya yerleştirilmiş, Ortodoks Hıristiyanlığı benimse-

75
miş, ama Peçenek ya da Kuman Türklerinin soyundan gelen ,
Rumca bilmeyen) Karamanlı ortodoks Hıristiyanlar. . .
. . . ulusal kültürün din dışında kalan her ögesi yönünden Orta
Anadolu Türkü'yle ortak kültürde olan, Türkçe konuşan, Rumca
bilmeyen, Türk soyundan gelen 'Karamanlı' ortodokslar."""'

Anadolu Türk Hıristiyanlığı üstünde en iyi araştırmayı yapıp,


bir kitap olarak sunan Baykurt Cami'yse Karamanlıları ele aldığın­
da, bunlara ilişkin antropolojik eksiksiz bir araştırmanın daha ya­
pılmadığını söylemektedir.'06
Onun "dil" ağırlıklı savlara bağlı kalarak Helen yanlı görüşler
sunmak isteyenlere karşı şöyle bir sonuç çıkardığını görüyoruz
yapıtında:

"Dil birliği tanıtını geçersiz kılmak isteyenler: 'Bu topluluk katık­


sız Yunanlıdırlar ve Türk egemenliğinin baskısı altında, ulusal dil­
lerini unutmuşlardır' diyorlar. Oysa gerçek Hellad ülkesi de için­
de olarak, tüm eski Rumluk yüzyıllarca, aynı egemenlik altında ve
aynı hükümet elinde kaldı. Böyle olduğu halde Anadolu'nun kı­
yı yörelerinde ve adalarda bir sözcük bile Türkçe bilmeyen baş­
ka Rum topluluklarının var olması, bu savı kökünden yıkmakta­
dır.'07

Yine Cami'ye göre Karamanlılar, Selçuk Türklerinin Anado­


lu'ya girmelerinden çok önce var olup Rum (yani Bizanslı) idiler,
fakat Helen değillerdi . . . Bir Osmanlı İmparatorluğu vardı, fakat et­
nografya bilimine göre bir Osmanlı ırkı yoktu . . . Bir Bizans (Doğu
Roma) İmparatorluğu vardı, fakat bir Bizans (Rum) ırkı yoktu ."l!l
Bu düşünceler ışığında Karamanlılara "Helen" diyebilmenin
ne denli doğru ve yerinde olabileceği, bu konuda yetke olan ki­
şilere bırakılmalıdır. Bu türdeki kişilerin görüşlerini, kendi beş
ciltlik yapıtının bir yerinde bir geniş dipnot şeklinde eleştiren Av­
cıoğlu, şu türde bir açıklama getirir:

"Bazı tarihçilerimiz, konuştukları Türkçe'nin saflığını ileri sürerek


bunların (Karamanlıların) Türk Hıristiyanlar olduğunu, hatta Ana­
dolu'nun en az dörtbin yıllık Turan halklarını barındırdığını yaz­
mışlarsa da, bu konuda sağlam bir kanıt yoktur. Dilleri Türkçe,

76
dinleri Hıristiyan olan bu grup, Cumhuriyet'ten sonra Rum sayılıp
Yunanistan'a göçtürülmüşlerdir. Yalnızca Hıristiyan oldukları için
Türklüğü kabul edilmeyen, fakat kendilerini de Yunanlı sayma­
yanların değişimi tartışılmıştır. '09

Dido Sotiriyu'dan Attila Tokatlı'nın çevirdiği "Benden Selam


Söyle Anadolu'ya" romanı, bu dramı yansıtır.
Bu romanın 70'li yıllardan bu yana çok baskıları yapılmış
olup, oldukça geniş bir okuyucu çevresince ilgi gördüğü açıktır.
Romanın söz konusu edildiği yer, geçmişte "Kırkıca" ve "Çir­
kince" olarak anılırken, Cumhuriyet sonrası " Şirince" olmuştur.
1922 yılı öncesi burada yaşayan Hıristiyan halkın sosyal kö­
kenlerine ilişkin çok savlar ve düşünceler ileri sürülmüştür.
Tarihsel Ionya yöresi içinde bulunduğu ve Ortodoks­
Hıristiyanlar oldukları içinde, tüm halk "Grek-Ortodoks" kapsa­
mıyla bilinmiş ve tanınmıştır.
Ancak birçok tarihçiler, buradaki halkın "Turan" yani Türk
kökenli olmalarının olasılığını da ileri sürmekten geri kalmamış­
lardır.
Bu konuyu araştıran Yrd. Doç. \1ustafa Ekincikli yapıtında
"İzmir'in Çirkince"sine değinirken, Aydın'ın "Murasallı"sı, Tekir­
dağ'ın "Araplı"sının yanında, İzmir'in "Çirkince"sinin de "Hıris­
tiyan olan Türkmen Köy"lerinden olduklarının altını çizerek, dip­
notunda şu genişçe bilgilere yer veriyor:

"Çirkince köyü (Selçuk-İzmir) nün bugünkü adı Şirince'dir. Ay­


dın'ın Germencik'ine bağlı Kızılpınar köyünden Hüseyin Er­
cins'in, Mehmet Eröz'e anlattığına göre, vaktiyle Çirkince'de
Hıristiyanlar oturuyordu. Bu Hıristiyanların dilleri Türkçe idi. Çir­
kinceliler 'Hara gidersin, hardan gelirsin?' diye konuşurlardı. Ra­
vinin ninesi genç kız iken bu köye tahta biçmeye gitmiş. Yaşlı Çir­
kince'li kadınlar kendisine 'Kızım, eskiden biz de sizin gibi Türk­
mendik. Papazlar bizi Hıristiyan etti, buraya yerleştirdi' demiş. El­
biseleri, örf adetleri de hemen hemen aynı imiş.
Bu bir Türkmen oymağıdır ve büyük ekseriyeti Müslümandır.
Adana sancağında ve Yüreğir kazasında yaylaşıp kışlayan, Yörü­
kan taifesinden 'Çirkin , Çirkinli, Çirkinoğlu , Çirkitlü' oymakları
vardı.

77
Eski Türkler çocuklarının yaşayabilmesi, kötü ruhların şerrin­
den korunabilmesi için, onlara kötü adlar verirlerdi.
Hıristiyanlığı kabul eden Çirkince köyü halkı, bu geleneğe uy­
gun olarak ad verilmiş olan bir Türkmen'in soyundan gelmiştir.
Bu insanlar, "mübadele"de Yunanistan'a gönderilmişler ve onların
yerine Müslüman Türkler gelmiştir.
Gidenler Türk olduğu halde, çevrede 'Rum' deniyor."209a

Bernard Lewis, 1924-1930 karşılıklı değişimini, Türk-Grek de­


ğişimi değil, Grek Ortodoks-Osmanlı İslam değişimi sayar, "vata­
na kavuşma değil, gurbete sürgün" der. Kemal Karpat'sa, milliyet­
çiliğe yönelmiş laik Türkiye'de, dinin ölçü alınmasındaki çelişkiyi
belirtir. Karpat'a göre, Slav kökenli ve Türkçe konuşmayan Po­
mak, Bosnalı, Hersekli, İslam oldukları için Türk kabul edilmiş;
Hıristiyan, fakat Türk kökenli Türkçe konuşan Gagauzlar Türk
kabul edilmemiştir. Türkçe konuşan Anadolu Hıristiyanlarıysa,
Yunanistan'a gönderilmişlerdir.""
Robert Anhegger'in yorumuna göre "Karamanlılar" ne kilise­
ce Türk olarak benimsendiler, ne de müslümanlardan yandaş bu­
labildiler.
Bu konuyla ilgili yorumu şöyledir:

" . . . Sonuç olarak, Karamanlılarda bu ikili durum büyüdükçe büyü­


dü. Bir bakımdan maddi kültür ve dini adetler dışında, gelenek­
ler Türk gelenekleriydi. Diğer bakımdan, din ve uyandırılmak is­
tenen tarih şuuruna gelince, Türkçe konuşan ortodoksların aslın­
da eski Yunanlıların torunları oldukları tezi ileri sürülüyordu.
Türkçe konuşan Hıristiyanlar gerçekten bir çıkmazda bulunu­
yordu. Kilise onların Türklüğünü kabul etmediği gibi, Hıristiyan
oldukları için Müslüman Türkler de onları benimsemiyordu.
İstiklal Savaşı'nda bu Türkçe konuşan ortodoksların bir bölümü
Yunan tarafını, bir bölümü de Türk tarafını tutmuş ya da çekim­
ser kalmışlardır.
Sonunda bütün gayretlere rağmen asıl Rumlar gibi Türkiye'yi ter­
ketmek zorunda kaldılar. Bu da Karamanlıların sonu oldu ... "'""

Yukarıdaki sonuçlara göre "Karamanlı Rum" olarak betimle­


nen toplum ve kişilerin üstündeki etnik tartışmaların sürmesi ka-

78
çınılmaz görülüyor. Öbür yandan "Karamanlı Rum" topluluğu bi­
reyleri, etnik kökenleri sorulduğunda, ne "Türk" ne de "Helen"
karşılığını verirler.
Kendilerini betimleyen şu dörtlük bile onların ne kökenli ol­
duklarını açıklamaya yeterli değildir:

"Gerçi Rum isek de, Rumca bilmez, Türkçe söyleriz.


Ne Türkçe yazar okuruz, ne de Rumca söyleriz,
Öyle bir mahludi hatt-ı tarikatımız vardır,
Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz.'""

Karamanlılar, Grek alfabesiyle yazılmış birçok yazınsal yapıt­


lar da bırakmışlardır. Bunlardan bazılarının adlarını ve yıllarını bu­
rada veriyoruz:

"Gülzar-ı iman-ı Mesihi'', Katekizm, İstanbul 1718


"Antalya'lı Serafim'in Pazar Vaazları", İstanbul 1756
"Aziz apostolların Amelleri", İstanbul 1 8 1 1
"Türkçe-Yunanca Sözlük", İstanbul 1805
"Tarih-i Osmani", N. Th. Sullides, 1 874
"Seyreyle Dünyayı'', Evangelinos Missailidis, 1871-1872 ve 1986

Ayrıca birçok gömüt (mezar) taşları ve kilise yazıtları. 212 Kara­


manlıların ayrıca 1851 - 1 9 14 yılları arasında "Gazeta-yı Anatoli"
(Anadolu Gazetesi)'yi de, önce haftada iki, sonraları da üç gün
yayımladıklarını biliyoruz. 213

79
4- GÜNÜMÜZ TÜRK HIRİSTİYANUGI
GÖKOGUZLAR (Gagauzlar)

Gökoğuz Türkleri, kökenleri Orta Asya'ya dayanan Türk


Hıristiyanlığının günümüz gözde ardılları ve Hıristiyan Türk top­
luluğu kavramının baş tacıdırlar.
Büyük göçler sonunda ve yüzyıllar süresi içinde türlü adlar­
la büyük devletler kurmuş olan ve Karadeniz'in kuzeyiyle Anado­
lu'da uzun süre kalan Uz (Oğuz), Peçenek ve Kuman Türklerinin
günümüzdeki artakalanlarıdır onlar.
Fahrettin Öztoprak, Gökoğuz Türklerini şu üç dörtlüğüyle
övmektedir:

Ölüp alkanlara dahi boyandık


Üçyüz yıl rüyadan sonra uyandık
Galya'ya o yarım milyon dayandık,
Peçenek, Kumanla Gökoğuzlarız.

Buda'nın yuğu da yedi yıl önce


Ondan da sekiz yıl sonrası nice?
Po ovası şaşkın Hunlar gelince,
Peçenek, Kumanla Gökoğuzlarız.

Leke süren bile; o ki, akseder


Kurtuba zamanı oyun rakseder
Abdal kulu olup ozan iks'eder,
Peçenek, Kumanla Gökoğuzlarız.'"

80
Peçenek ve Kuman Türklerinin ardılları olarak, özellikle Do­
ğu Avrupa'da toplu olarak günümüzde varlıklarını sürdüren Gö­
koğuz Türklerinin yaşadıkları yerleri şöyle sıralayabiliriz: Roman­
ya, Kuzeydoğu Bulgaristan, Moldavya, Ukrayna. 2 15
Yaşadıkları yerlere ilişkin daha kapsamlı açıklamayı, Doç.
Harun Güngör ve Yrd. Doç. Mustafa Argunşah yapmakta ve Gö­
koğuzların, Moldavya'nın güneyinde Komrat, Çadırlunga, Kon­
gaz, Taraklıya ve Vulkaneşti kasabalarıyla, Ukrayna'nın güneyin­
de yer alan Zaporaje, Odessa bölgesinde, Rusya'nın Rostov böl­
gesinde, ayrıca Orta Asya'da Kokpekti, Zarına, Carsly, Urtzor ka­
sabalarıyla, Kazakistan'ın Pavlador çevresinde, ayrıca Kırgızis­
tan'ın Frunze ve Özbekistan'ın Taşkent şehrinde yaşamakta ol­
duklarını söylemektedirler.
Aynı Türk Hıristiyan topluluğunun, Bulgaristan'ın Provadya
yakınında, Varna bölgesindeki köylerde, Dobruca ve Kavarna ile
Bulgaristan'ın güneyinde yeralan Yanbol ve Topolovgrad çevre­
sinde, ayrıca Romanya'nın bazı köylerinde yaşadıkları da sözü ge­
çen kişilerce kaydedilmiştir.216 Gökoğuzların kendilerini Türk ola­
rak hissettikleri ve herkesin de onları Türk soylu olarak bilmele­
rine rağmen, Karamanlıların benzerliğinde onlara da "Rum" (Hel­
en) damgasını vuranlar eksik olmamışlardır.
Gökoğuzların kökeninin Rum (Helen) olduğunu savunanlar
,Yunanlı Amatos ve B. Lisofturlar. Aynı görüşe katılanlar arasında
St. Georgescu, F. Kanitz ve Romen asıllı N. Lorga'yı da koyabili­
riz. 211
Ancak Gökoğuzların, bu konuda olumlu ve onurlu bir yan­
ları vardır. Onlar Karamanlılar gibi kendilerine "Rum" (Hellen)
sözcüğünü yakıştırmayıp hiç kullanmamışlardır. Kendilerinin soy­
ca Türk olduklarını ve Oğuz soyundan olduklarını da açıkça be­
lirtmektedirler.
Moldavya, Komrat Devlet Üniversitesi öğretim üyelerinden
Maria Maruneviç, kendi topluluğunun kökenine ilişkin olarak
şunları söylemektedir:

"Gagauzlar, bize öğretilenlere göre, sanki daha önceleri yokmuş


gibi, sadece 18. yüzyılda tarih kaynaklarında anıldılar... Şimdi bi-

81
!iniyor ki gerçekten, milletimizin kendi topluluğu tarihi köken iti­
bariyle çok daha ileriden, eskilerden alınmakta . . . Tarihi kaynakla­
ra baktığımız zaman görülmektedir ki, 13. yüzyılda Gagauzların
bulunduğu Mera topraklarına Uzlann ili derlermiş. Bu ad bizim,
kendimizin şimdiye kadar olan varlığımıza dair bir delil olarak de­
ğerlendirilebilir. "2'"

Gökoğuzların etnik tarihiyle ilgili olarak da aynı bilimsel kişi


şu görüşlere yer vermektedir:

"Gagauz etnik tarihinin çözüme ulaşacak birtakım problemleri


var. . . Gagauzlar'ın evvelki etnik kaynaklarıyla daha çok Türk ulu­
suna mensup olanlar ilgilenmelidir. Türk ordu hayatının bir par­
çası olan Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar, Gagauzlar'ın dağıldığı
bölgeler ve Tuna yörelerinde çok bulunmuşlardır. Zaten hepsi de
aynı soya mensuptur ve tarih onlardan bahsetmektedir. Bir irtibat
rahatlıkla kurulabilir. M.S. bin yıllarına doğru gereken bilgiler
var. . . O orduların içinde Gagauzlar'ın etnik tarihinde bir önem
teşkil eden Oğuzlar bulunmaktaydı. İşte biz onların nesilleriyiz. ""9

Bu açıklamalar ışığında Gökoğuzların, Türk-Oğuz ırkından


geldikleri, etnik tümlüklerinin İS onuncu yüzyıla dayandığını, Pe­
çenek, Uz ve Kumanlarla soydaş olduklarını apaçık görüyoruz.
Gökoğuzların 1064 yılından sonra Balkanlar'a göç eden bir
Oğuz grubu kalıntısı olduğu, bunlardan bir bölümünün çok son­
raları Tuna ötesine, Rusya'ya varıp, başka Türk unsurları ile kay­
naşarak "Karakalpak" adıyla bir küme oluşturduklarını ve Orto­
doks Hıristiyanlığı benimsediklerini Türkolog V.A. Moşkov ileri
sürmektedir. 220
Yine bir Türkolog olan K. Jireck, Gökoğuzları, Moğol akının­
dan sonra Bulgaristan'a yerleşen Kumanların soyundan sayarken,
Baskakov da onların Karadeniz'in kuzeyinden gelen bir Oğuz kü­
mesi oldukları görüşünü ileri sürmektedir.
Polonya asıllı Türkolog T. Kowalski'ye göre Gökoğuzlar, salt
Karadeniz'in kuzeyinden gelerek Balkanlar'a yerleşen Peçenek,
Oğuz, Kuman ve Karakalpakların torunları olmayıp bunlarla bir­
likte Anadolu Selçuklularının toplam sentezinden oluşan bir Türk
topluluğudurlar.221

82
Onların Anadolu Selçuklu Türklerinin ardılları olduğu görü­
şünü savunan O. Turan, H. İnalcık, K. Karpat, W. Zajaczkowski
ve İstoyan Cansızof'a karşın, Z.V. Togan, A.N. Kurat, A. Manof, M .
Ülküsal, H . N . Arkun, İ . Kafesoğlu, H . Tanyu, M . Ciachir, Kara
Şemsi, T. Menzel ve B. Cami de Gökoğuzlar'ın, Oğuz Türkleri'nin
Balkanlar'daki ardılları olduğu görüşü üstünde duruyorlar.m Kara­
manlılara olsun Gökoğuzlara olsun "Helen" damgasını vurma eği­
liminde olan bazı Helen kökenli tarihçilere koşut olarak, bazı Bul­
gar asıllı tarihçiler de Gökoğuzlar için düşüncelerini belirtirlerken,
onların Bulgar asıllı olup, Osmanlıların baskısı ve zulmü karşısın­
da dillerini değiştirmek zorunda kalıp, dinlerini koruyan Bulgar­
lar oldukları savını da belirtmekten geri kalmıyorlar.m
Oysa Müstecip Ülküsal'a göre ve yerinde bir gerçek ola-
rak,

"Gagauzlar temiz ve halis Türktürler. İddia olunduğu gibi ne di­


lini yitirmiş Rum, (Hellen) ne de Bulgardırlar."'24

Gökoğuz Türkleri'ne genelde "Gagauz" ya da "Gagavuz" de­


nildiği bilinmektedir. Bu adın çıkışı ve anlamı üstünde de etimo­
lojik ve tarihsel görüşler sunulmaktadır. Tarihsel görüşe göre "Ga­
gauz" sözcüğü, Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus'a dayanmakta­
dır. Bulgar tarihçi G. D . Balasçev'e göre "Gagauz" terimi, "Keyka­
vus"dan gelmektedir. Bu görüşü Wittek, Zajaczkowski, Karpat,
İnalcık, Turan da desteklemektedir.
Gökoğuzların adının İ zzettin Keykavus'la bağıntılı olduğu
görüşünü, Özkan'ın yapıtından şu özetle açıklayabiliriz:
Hülegü, Moğolistan'da oturan Kağan'ın buyruğuyla 1 258'de
Selçuklu ülkesini ikiye bölerek, İkinci izzettin Keykavus ve Dör­
düncü Rükneddin Kılıçaslan arasında bölüştürür.
Keykavus bir savaşta yenilir ve Mihail Paleolog'a sığınıp, kır­
lık bir yörede bir yerleşim yeri ister. Sekizinci Paleolog da ona
Dobruca'yı ayırır. Böylece Dobruca'daki Türk varlığının sırasıy­
la;İS 408'de Hunlar, 679'da Avarlar, 1048 de Peçenekler, 1 064'te
Uzlar, 1 091 'de Kumanlar ve 1 263'te de Keykavus'la birlikte gelen
Türklerden oluştuğu tarihen durlu olur. Keykavus'tan sonra Dob-

83
ruca'daki Türkler, başlarında Sarı Saltuk olarak varlıklarını sürdü­
rürler. Sarı Saltuk'un ölümünden sonraysa, şehzadenin torunu ve
o bölgedeki Müslümanlar, 13SO'lerde Hıristiyanlaşırlar."224•
Tarihsel olmayan etimolojik görüşler içinde, Togan'ın "Gaga­
uz" adının "Kaka-uz" ya da "Aga-uz" olabileceği görüşü yanında
Orkun, Cami, Barkan, Nayır, Mladenov'sa bunun "Gök-uz"dan
kaynaklandığı görüşündeler.
V. Hatiboğlu'na göre "Gagauz" sözcüğünün sonundaki "uz"
eki, "Oğuz" sözcüğünden değil, "Guz" sözcüğünden gelmiştir.
Sözcüğün başındaki bölümse, "Kara/Gara" olabilir. Bu durumda
Gagauz sözcüğü "Gara-Guz"dan gelmektedir.
Bir başka açıklama da şu sıralama ve bileşimle yapılmaktadır.
"Gaga" sözcüğü de Gaga+Uz=Kıpçak+Oğuz bileşiminden oluş­
muştur. Buna göre sözcük " Kıpçak ülkesinden gelen Oğuzlar" an­
lamına gelmektedir. Bu durumda Uzlarla Kıpçakların karışması
sonucu "Gaga+Uz" sözcüğü de ortaya çıkmış olmaktadır.'''
Bu veri ve açıklamalara ek olarak Radloff ve Moşkov da, söz­
cüğün Uzlarda bir oymak anlamı veren GA ya da GAGA sözcü­
ğünden türediğini bildirirken, Dimitrov, bu sözcüğün Sanskrit­
çede kuşak anlamına gelen GA ya da güçlendirilmiş şekliyle GA­
GA sözcüğünden gelebileceğini, böylece anlamının "Uzların ardıl­
ları" şekliyle açıklanması gerektiğini vurguluyor.
Bunlara ek olarak Mladenov'sa, son zamanlarda Türkiye'de
ilgi gören Gök-Uz birleşik sözcüğünü yeğliyor. 225'
Bu konuda tanınmış araştırmacı sayılan A. Manofsa, şu tür­
de bir birleşik yorum sunuyor bizlere:
Ona göre GA ya da GAGA sözcüğü bir oymak adı olmayıp,
salt bir ünvandır. Bu ünvan Gökoğuzlara, Karakalpakların
Hıristiyanlaştınldıkları zamanın başlarında verilmiştir.
Daha sonra Oğuzlar'ın ya da Türklerden, Hıristiyanlığı be­
nimseyenlere bu ad verilmiştir. Kısacası Gagauz sözcüğü "Orto­
doks Hıristiyan Oğuz" anlamını veriyor. Atanas Manofun bu gö­
rüşünü, Müstecip Ülküsal da paylaşmaktadır.225b
Bu sözcüğün çıkışı üstüne daha birçok görüş ileri sürülmüş­
tür. Ancak tümünün üstünde uzunca durmayıp, Gökoğuzlann ta­
rihçeleri üstüne olan düşüncelere yer vereceğiz.

84
Her şeyden önce kendilerinin tarihine ilişkin yeterli tarihsel
çalışmanın bulunmadığını söylemekte yarar vardır. 226
Kendi tarihlerine ilişkin şu gerçekleri bilmekteyiz:
Oğuz (Uz) Türkleri, Gagauz adıyla 1036 yılından başlayarak
Dobruca'da yaşamaya başlamışlar. Onların bir aralık Kavarna ve
Balçık yörelerinde yaşadıkları da görülüyor. Ayrıca 1 20 yıl süren
( 1 263-1383) bağımsız bir devlet kurduklarını da tarihsel kayıtlar­
dan anlıyoruz.
Doç. Özkan'ın bulgularına göre, Gagauz Devleti'nin doğuşu
ve varlığını sürdürmesi şu tabloyla oluşmuştur: 1365 yıllarında
Dobruca'da Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesi denetiminde bağımsız
bir devlet ortaya çıkar. Bu devletin sınırları Tuna deltasından Var­
na 'nın güneyindeki Emine Burnu'na kadar uzanmaktaydı. Devle­
tin başında ilk olarak Balık bulunmaktaydı . İlk başkent Kalliak­
ra'dır. 1 368'de Yama başkent olur. Balık'tan sonra devletin başına
bir Slav adı taşıyan Dobrotik geçer. Dobrotik'ten sonra hükmetti­
ği bölge Dobruca eli adını alır. Dobrotik'in ölümünden sonra ar­
dından da tahta Yanko çıkar. Yanko, Birinci Murat'ın vasiliğini ka­
bul eder. 1 298'de bölge Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilir. Fet­
hedilen bölge içinde bulunan Karaferye'de, Keykavus'un soyun­
dan gelen Lizakos hükmetmektedir. Lizakos, tebaasıyla birlikte
Zihne'ye nakledilir ve Zihne valiliği Lizakos'a verilir. Lizakos, Yıl­
dırım'ın Malatya ve Erzincan seferine katılır. Bu savaşlardan yor­
gun düşünce de vergiden muafiyet belgesi alarak Zihne'ye yerle­
şir ve burada keşi� olarak ölür. Bu belge daha sonra da birkaç kez
yenilenir. 226'
Onların II. yüzyılda Hıristiyanlğı benimsediklerini, 18. yüzyı­
lın sonuna dek Varna, Silistre, Ruscuk, Kavarna, Mangalya ve Bal­
çık'ta kümeler durumunda yaşadıklarını, 1768-1774 yıllarındaki
Türk-Rus savaşları sonunda çok dağıldıklarını ve rahatlarının kaç­
tığını da tarih sahnesi içinde görüyoruz. Dobruca'da Osmanlı Yö­
netiminin egemen olduğu zamanlarda iki olumsuz etken arasında
kalarak çok ezilmişlerdir. Bu olumsuz etkenlerden biri olan Os­
manlılardan gelen savsaklamaların (ihmal) kökünde kendi
Hıristiyanlıkları yattığı gibi, öbür yandan da Türk oldukları için
Helen ve Bulgar Ortodoks dinsel orunlarca baskı görmüşlerdir. 227

85
18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılın başlarında Dobruca'dan
Basarabya'ya göç eden Gökoğuzlar'ın bugün yaşadıkları yerler
şunlardır:
Tiğina Sancağı: Avdarma, Bavurcu, Beşalma, Beşgöz, Gay­
dar, Çal-Tay, Düzgünce, Kaz-Ayak, Kiryetlung, Başköy, Komrat,
Kongaz, Tüm-Ay, Uzun-çadır, Çok-Meydan.
İsmail Sancağı: Balibeki, Volkan-Eşti, Kurçi, Tabak, Çeşme­
köy, Tuğlu, Yeniköy, Kara-Kurt, Taş-Pınar, Satar-Otroyan, Tabaki.
Ak-Kerman Sancağı: Satlık-Haci Kubey, Dimitrovka, Bolgar­
lı, Tatar-Kıpçak.
Yer adlarının pek çoğunun Türkçe olması Gökoğuzların
Türklüklerinin bir başka kanıtı olarak gösterilmektedir, Müstecip
Ülküsal'ca.22•
Tarihsel akış içinde 1 878'de Bulgar Devleti'nin kurulması ve
Gökoğuzlann askere alınmalarının başlamasıyla kendilerinin İran,
Yunanistan ve Osmanlı Devleti'ne sığındıkları ve yine ülkelerine
döndüklerini görüyoruz.
Daha sonra onlann, Bulgarların ve Rusların da baskıları so­
nucunda büyük kütleler halinde Moldavya'ya göç edip yerleştik­
lerine tanık oluyoruz. Anayurt (Orta Asya) topraklarına göç eden
Gökoğuzlar da pek çoktur. Şöyle ki onların bir bölümü 1909- 1910
yıllarında Aktyubinsk (Turgay) bölgesine, 1925'te de Taşkent'e
yerleşmişlerdir.'29
Doç. Özkan'ın kayıtlarına göre Gökoğuzlar, yukarıda sayılan
yerlere ek olarak, şu yörelerde de varlıklarını sürdürmektedirler:
Doğu Kazakistan, Kırgızistan'da Frunze, Bulgaristan'ın Yama,
Dobruca, Vombol ve Topolovgrad, Romanya'nın Dobruca yakın­
larındaki birkaç yerleşim merkezi, Yunanistan'ın Kesarya kenti,
Makedonya'nın güneydoğusunda, Ukrayna'nın güneyinde Zarpo­
roje ve Odesa çevresinde. z29a
İkinci Dünya Savaşı sonrasında da belli bir bölümünün Ar­
jantin ve Brezilya'ya giderek orada birkaç Gökoğuz köyü kurduk­
larını da biliyoruz.230
Gökoğuzlar'ın toplum olarak ve özyapıları (karakter) yönün­
den doğru, içtenli, açık ve temiz yürekli insanlar olduklarını, za­
ten ırkları olan "Uz" teriminin de "Doğru" anlamına geldiğini, on-

86
ların dinsel önderi olmuş olan Mihail Çakır'dan anlıyoruz. Bu din­
sel kişiye göre Gökoğuz topluluğunun aktöresel (ahlaki) şu yön­
leri vardır:
1- Dine saygı ve bağlılık.
2- Amire, hükümdara, memur ve komutanlara itaat.
3- Aile ocağında namus ve temizlik.231
Kendileri için "Sorguç" ya da "Surguç" deyimini kullanan23'
Gökoğuzlar, Türkçe konuşup yazdıkları halde, yazı türü olarak
içinde bulundukları kültürlerin alfabesini kullanmak zorunda kal­
mışlardır. Bunun sonucu olarak Romanya'dakiler Romen, Rusya
ve Bulgaristan'dakiler Kirill, Yunanistan'dakiler Grek alfabesini
kullanagelmişlerdir. Ancak günümüzde, öbür Türk Cumhuriyet­
lerde görüldüğü gibi, Latin alfabesine dönmek için çaba vermek­
teler. Ayrıca Gökoğuzların bugüne dek Türkçe eğitim ve öğretim
sunan bir okulları da olmamıştır. 233
Kullandıkları diller yönünden Gökoğuzlar, Bizans Yönetimi
altında yaşadıklarında Grekçe, Bulgar Yönetimi altında Bulgarca,
Romen Yönetimi altında Romence, Basarabya'nın Rus Yönetimine
geçmesinden sonra da Rusça öğrenmek ve kullanmak zorunda
bırakılmışlardır. '34
Dinsel yönden çoğunluğu Ortodoks Bizans Riti Hıristiyanı
olan Gökoğuzlar, ne yazık ki topraklarında, Ortodoksluğun ana
ilke ve görünümü olan ulusal kiliselerine hiçbir zaman sahip ola­
mamışlar, kendi tapınış sundukları kiliselerinde bile Bulgar, Ro­
men, Rus asıllı dinsel kişilerin kendilerine özgü ve klasik (anlaşıl­
mayan) dillerince sundukları dinsel tapınışlara katılmak zorunda
kalmışlardır.
Buna bağlı olarak Gökoğuzların dinsel terminolojileri içinde
ve dinsel törenlerde Rumca egemen olmuş ve bunun sonucu
Grek Ortodoks kilisesine bağlı kalmışlardır. Bunun yanı sıra eği­
tim dili olarak Bulgarca geçerli olmuştur aralarında. Özkan, bu
gerçeği K. Karpat'tan aktararak, Helenlerin dil, Bulgarların da eği­
tim yoluyla Gökoğuzları asimile çabası içinde olduklarını ileri sür­
mektedir.
Bunun sonucu Gagauz Türkleri tinsel yönden Helen kilisesin
bağlı kalmışlar ve Varna Helen metropolitinin 1867 yılında patrik-

87
liğe sunduğu raporda "Türkçe konuşan Elenler" olarak tanıtılmış­
lardır.234• Daha sonraları 1 870 de Bulgarların, Grek Kilisesi'nden
ayrılarak Bulgar Ulusal Kiliselerini kurmaları sonucunda, Bulgar
Kilisesi'nin etki alanına girmişlerdir. 234b
Anadolu Hıristiyan Türklerinin Türkçe olarak tapınış sergile­
dikleri ve "Türk Ortodoks" adı altında dinsel oruna sahip olduk­
ları gibi, Gökoğuzların da böyle bir Türk özyapılı dinsel oruna sa­
hip olabilmeleri, istenmesi ve gerçekleşmesi gereken en doğal
şeydir. Zaten kendilerince başlatılan ve son zamanlarda Türk Or­
todoks Patrikliği ile ilişkili bazı çalışmalar sezinlenmektedir.
Türk soyundan olan Hıristiyan-Ortodokslar için, bağımsız bir
tinsel orunun, artık günümüzde kaçınılmaz olduğunu, Müslüman
Türk yazarlar da gerekli görmekte ve bu konudaki düşüncelerini
yapıtlarında dile getirmektedirler. Bunlardan bir örnek olarak Al­
tındal'ın görüşü şöyledir:

"Türk asıllı olup da müslüman olmayan ve özellikle de eski Sov­


yet topraklar(ın)da yaşayan en az 6,5 milyon Türk Hıristiyan var­
dır.
Dünya Türkleri Kongresi bu Türk Hıristiyanları'nı, örneğin: Ya­
kutlar'ın bir kısmı ile Çavuşlar'ı ('Çuvaşları' olmalıydı. Y.A.), Türk
Birliği içine almak istiyor. Bu durumda Türk Hıristiyanları için
müstakil (bağımsız) bir Türk Ortodoks Kilisesi'ne ihtiyaç duyula­
caktır ki , bu kilise İstanbul'dadır. . .
.. . . . Gagavuz Hıristiyanları, yaptıkları açıklamalarda Türkiye ile
çok yakın ilişkiler kurmak istediklerini açıklamışlardır. Bu Türk
asıllı Hıristiyanlar'ın ve diğer milyonlarca Türk Hıristiyanı'nın,
Türk Ortodoks Kilisesi'nin ruhani liderliği altına alınması olasılığı
yüksektir. "23"

Gökoğuzların yazını (edebiyat) ve yazılı yapıtlarına gelince


onların ilk yayımladıkları yapıtın bir dua kitabı olan "Psalterie" ol­
duğunu biliyoruz. Bundan başka daha birçok dinsel içerikli kitap­
çığın da yayınlandığını öğreniyoruz.
Günümüzde "Ana Sözü" adlı gazetenin yayımlandığı ve Latin
alfabesine geçmek için büyük çaba harcandığı da ayrıca bilini­
yor.'ı5

88
Gökoğuzların kullandıkları Türkçenin, Türkiyemiz Türkçe­
siyle çok yakınlık gösterdiğini, okuduğumuz yazınsal ögelerden
anlıyoruz. Gökoğuzların yazınıyla ilgili bazı örnekler, ayrıca ek­
te sunulmuştur.

GÜNÜMÜZDE GÖKoGUZLA.R
Sovyet İmparatorluğu'nun çökmesi sonucu onun içinde yer­
alan toplulukların da özgürlük çabaları güncelleşti. Her üye dev­
letin, bu arada Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de bağımsızlık­
larını kazanarak günümüz dünyasında onurlu yerlerini almaları
Gökoğuzlar için de kaçınılmazdı. Bunun sonucu olarak onlar da
ulusal mücadeleye girdiler.'30
Daha sonraki gelişmeler içinde Komrat yöresi milletvekilleri­
nin "Gagauz Cumhuriyeti"nin kurulduğuna ilişkin haberler de yer
aldı basınımızda.'37
Bu arada Gökoğuzların tek Türkçe gazetesi olan "Ana Sö­
zü"nün yazı işleri müdürü olan Todor Zanyet bir açıklama yapa­
rak, ülkenin resmi dilinin Türkçe ve Rusça olduğunu, "Ana Sözü"
gazetesinden başka, çocuklar için de "Kırlangıç" adlı bir ek çıka­
rılacağını bildiriyordu. Ayrıca Gökoğuz parlamentosunun, devle­
tin kalkınması için bir Gökoğuz Devlet Bankası kurulmasına yö­
nelik karar aldığı da ayrıca bildiriliyordu.238
Gökoğuz Türkleri, büyük atılımlar içine girmişlerdi. 1990 yı­
lının Ekiminde seçimleri gerçekleştirerek ulusal meclislerine 50
milletvekili kazandıran Gökoğuzlar, 1991 'in Aralığında yaptıkları
seçimde de yöneticilerini belirlemiş oldular.
Seçim sonucu Stefan Topal Mihailoğlu'nu Cumhurbaşkanlığı­
na, Mihail Kendigelen'i Meclis Başkanlığına, Fodor Monolov'u da
Başbakanlığa getirdiler. '39
1994'teyse, Moldova Cumhuriyeti, Gagauzistan'ın idari yetki­
sini, Gagauz halkına bırakılması kararı alınca, "Gagauz Yeri'nin
özel yasal statüsü" üstüne hazırlanan yasa tasarısı 23 Aralık 1994
günü kabul edilmiş oldu.
Bu yasaya göre, Gagauz yerinin resmi dilleri sırasıyla Gaga­
uz Türkçesi, Romence ve Rusça oldu.
5 Mart 1995'te gerçekleştirilen referandumla da başta başkent

89
Komrat, Çadır ve Valkaneş kentleriyle 26 köyler, Gagauz Yeri'ne
katılmış oldular.
1 1 Haziran 1995'te yapılan seçimle de Gneorghi Tabuşnik
başbakanlığa getirildi. "2393
Hıristiyan Türk topluluğu olan Gökoğuzlar, gerçekte tam bir
Türklük bilinci içinde olduklarını, Kırım'da düzenlenen İsmail
Gaspıralı'nın 140. doğum yıldönümünü anma konferansına tem­
silcileri, Stefan Stepanloviç Kuroğlu ile katılmakla gösterdiler.
Özel konuşmaları sırasında gazetecilere Gök Mavisi renkli ve
üstünde kurt başı olan bayraklarını armağan olarak vermeleri, ga­
zetecilerin dikkatlerinden kaçmadı. Gazetecilerin Kurt'a ilişkin so­
ruları üstüne, kurdun Gökoğuz folklorunda şu adlarla anıldığını
söylüyor Kuroğlu:
Canavar, Yabani, Kurt, Börü, Boz, Kaskır, Kudurca, Ağızkilit­
lice, Yıldız Canavar.
Ancak kurt başlı mavi bayrağın geçici bir Gökoğuz bayrağı
olduğunu da ekliyor Kuroğlu. Çünkü Gökoğuzlar gerçekte yeni
bir bayrak arayışı içindeler. Kuroğlu'na göre bu yeni bayrak üç
renkli olmalı ve Gökoğuzlar'ın öncül soydaşları olan Peçenek,
Kıpçak (Kuman) ve Karadeniz Oğuzlarını simgelemelidir. Doğal
koşul olarak kurt ve doğan resimlerinin de bayrağın içine işlen­
mesi düşünülüyor.240
Özgürlük mücadelesi verdikleri günlerde Bozkurtlu bayrak­
larının kendileri için güç kaynağı oluşturduğunu söyleyen Hıris­
tiyan Gökoğuz Türklerinin gözde bilim adamlarından olan Maria
Maruneviç, bu gerçeği şu sözleriyle dile getiriyor:

"Bozkurtlu bayraklarımızı binalarımızın tepelerinde


kahpe ruzgarlara karşı dalgalandırdık."

Buna ek olarak aynı bilim adamının tüm dünyaya yönelik


haklı ve olağan dileği de şöyledir:

"Gün gelecek, işte o gün Gagauz Cumhuriyeti'ni dünyada tanıya­


caklardır."'

Türk Gökoğuz topluluğunun tüm dünyaya dağılmış Türk

90
topluluklarınca daha yakından tanınıp, ilgi odakları olmalarının,
kendileri için takdir ve sevinç nedeni olacağı konusunda söyledi­
ği aşağıda sunulan "Mustafa Kemal'', "Din" ve "Laiklik" ağırlıklı
sözleri, gerçekten ilgi çekicidirler.

"O zaman neler olacak, şimdilik pek fazla bir fikir ileri sürülemez.
Çünkü gaibi bilmek gibidir. Orasını da Tengri Tek, Tengride bol­
muş Türk Bilge Kağan'dan başka kimse bilmez: Bilse bile ancak
Mustafa Kemal Atatürk bilir. O'nun hatırası biz Gagauzlar için mu­
kaddes addedilmiş, kendisi gönüllerimizde bir nevi taht kurmuş
bir halde, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğine ışık tutmaktadır.
Yalnız bir isteğimi, Gagauz kültüründen sorumlu bir makam ola­
rak belirtmekten, daha doğrusu tekrar etmekten geçemeyeceğim:
Lütfen Türkiye ve diğer Türk Dünyası ülkelerinden gelenler bizim
dini inancımıza kanşmasınlar. . . dediklerim Laiklik icaplarından­
,,
dır. ,.,

Gökoğuz Türklerinin tüm Türk dünyasıyla dayanışma içinde


oldukları, son zamanlarda görülen etkinlikler zincirinden anlaşıl­
makta ve bizlere kıvanç vermektedir.
Cumhurbaşkanları Stefan Topal Mihailoğlu'nun, 1993 yılının
Şubat ayı içinde Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı'nın çağrılısı ola­
rak Türkiye'mize gelip, Süleymaniye Kültür Merkezi'nde gerçek­
leştirilen ortak alfabe ve başka konulardaki konferansa katılması,
ayrıca yine Şubat ayı içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde
düzenlenen Kutyay seminerine de katkısını getirmesi buna iki ör­
nektir. Sayın Cumhurbaşkanı ile birlikte Gökoğuz Cumhuriyeti
Dış Ekonomik İlişkiler Bakanı Sayın Pietra Bozacı'nın da Cumhur­
başkanı'na eşlik ettiğini kayıtlardan anlıyoruz.243
Kendilerinin tanınmış dinsel önderleri olan Mihail Çakır'ın
deyimiyle "Eyi Hıristiyan" ve "Ortodoks religiyeyi tutan" olarak ta­
nımlanan Gökoğuzların'" tümünün de Ortodoks inançta olmadık­
ları, aralarında Protestanlığın da etkili olduğunu anlıyoruz.
Kendileriyle iletişim içinde olduğumuz Adventist İncil öğüt­
çeni Sayın Türker Ölçer'den aldığımız belge fotokopilerinden,
Protestanlığın tanınmış bir kolu olan "Yedinci Gün Gelişçileri"
(Seventh day adventists) kilisesine üye olduklarını öğreniyoruz.

91
Aynı kayıtlardan, Moldavya'nın Dizgince kasabasında bir Gö­
koğuz-Adventist kilisesinin olduğunu, ayrıca Komrat'taki kilisede
de Pastör Stefan Bayraktar'ca Hıristiyan tapınışları sunulduğunu
anlıyoruz.
Yine bize gelen belge fotokopilerinden, 1 845-1868 yılları ara­
sında yaşamış olan Vaiz İbrahim Halil'in büyük hizmetlerde bu­
lunduğuna da tanık oluyoruz.
Boy ve toplum adı belirtmeksizin, tüm Türk Hıristiyan toplu­
luklar içinde tarihsel Protestan kiliselerinin pek etkin ve egemen
olmadıklarını görüyoruz.
Tanınmış Vatan şairlerimizden Tevfik Fikret'in oğlu Haluk
Fikret'in, bir Protestan prezbiteryan pastörü olarak görev yaptığı­
nı da ayrıca biliyoruz.
Genelde Protestan Türkler, çeşitli dua kümeleri ve "Özgür Ki­
liseler" (free church) durumunda varlıklarını sürdürdüklerinden,
onlara ilişkin tam bir istatistik elde etmek de güçtür.
Bu resmi olmayan kümeleşmelerden dışarı çıkarak "orga­
nizm" niteliği yanında "organizasyon" niteliğini de alan topluluk­
ların başında "Tünel Türk Protestan Kilisesi", Türkiye ve dünya
Hıristiyan kiliseleri yanında onur yerini almış bulunmaktadır.
Türk Hıristiyanlık kavramının günümüz canlı kalıntıları olan
Gökoğuz Türklerinin yazınsal (edebi) özyapılarını da kısaca ele
almakta yarar vardır.
Onların lehçeleri üstündeki çalışmaların 1930'larda başladığı­
nı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra S.S.C.B. Bilimler Akademi­
si'nde de bir "Gagauz Bilimi Komisyonu"nun kurulduğunu kayıt­
lardan anlıyoruz.
Daha sonra Kişinev'de Moldovya Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlı Nİİ okullarında araştırmacılarca Gagauz alfabesi ve dil ku­
rallarını belirleme çalışmaları yürütülmüştür.
Yazı dilinin uygulanmaya konulmasıyla şu yapıtların sırasıyla
yayımlandıklarını görüyoruz:
Bucaktan Sesler-Edebi folklorik dergi, 1959
İlk LafDimitri Karaçoban (şiir) 1963
Yanıklık 1968
Bayılmak "
1969

92
Alçak Saçak Altında-Dimitri Karaçoban (öykü) 1966
Çal Türküm-D.N. Tanasoğlu (şiir) 1966
Adamın işleri- 1969
Hoşluk 1970
Bir Kucak Güneş Stefa n Kıvıoğlu (şiir)
- 1969
Gagauz Folklom-N.J. Babaoğlu (öykü) 1969
Bucak Bucak-N. Tanasoğlu-(öykü) 1970
Doktora tezi niteliğinde yapılan çalışmalar da şöyle sıralana-
bilir:
Gagauz Dilinin Çekim Sistemi-B. G. Gafarov, 1951
Gagauzlann Şiir Sanatı-L. A. Pokrovskaya 1953
Gagauz Dialektindeki Basit Cümlelerde
Söz Dizimi-T.G. Kalyakina 1955
v.b.
Bunlara ek olarak şu yayınların da çıktığını görüyoruz:
Gagauz Dilinin Grameri, Fonetik ve Morfoloji
L. A. Pokrovskaya, 1964
Kazakistan ve Orta Asya Gagauz Lehçeleri,
A. Amanjolov, R. Bigaev, P. Danilov, M. Umarov

Gökoğuzlar'ın dinsel önderi Prof. Üst Rahip Mihail Çakır ise,


kendi topluluğuna şu yapıtlarını bırakmıştır: inci/ (çevirisi), Gaga­
uzlar için Dua Kitabı, Psaltir (Zebur kitabı), Kilisede Okunan
inci! Bölümleri, Kilise Tarihi, Kutsal Sofra Töreni, Kilise Kitabı,
Bağış Dileme Duası, Meryem A na Töreni Dua/an, Basarabya Ga­
gauz/an 'nın Tarihi, Gagauz-Romence Sözlük. 244•
Gagauz dilinin "Basarabya Gagauzları'nın Sözlüğü" adlı yapı­
tın özel yeri bulunduğunu, ayrıca dinsel önder Mihail Çakır'ın
yazdığı "Gagauzca-Romence Sözlük"ün değerini de ayrıca biliyo­
ruz.
Yakın geçmişte Türk okuruna kazandırılan, Prof. Kaynak ve
Prof. Doğru'ca Rusça'dan dilimize aktarılan "Gagauz Türkçesi'nin
Sözlüğü" adlı yapıt da bu konuda araştırmacılar için büyük ve de­
ğerli bir kaynaktır.w
Aynı çalışmalar zinciri içinde Dr. Nasrattınoğlu'nun "Gagauz
Şiir Antolojisi"nin de yayımlanması sevinç vericidir.

93
Kişinev'de yayımlanmakta olan "Ana Sözü" gazetesinin üs­
tündeki "Ana Sözü ve Oğuzluk Yaşasın" tümcesiyle, 1 991 yılında
3. kuruluş yıldönümü kutlanan gazetenin Genel Yayın Yönetme­
ni Todur Zanet'in sözlerini yazdığı "Gagauz Milli Marşı" da, öbür
sevinç ve onur ögelerindendir. '46
Başta, Ulusal Marş olarak, öykü ve şiir örneklerinden birka­
çını "Ekler" bölümünde sunuyoruz.

94
5- BAZI SAYIMSAL (İSTATİSTİKİ) BİLGİLER

Geçmişte ve günümüzde dünyada ne sayıda Hıristiyan Türk­


ler varolmuşlardır ya da salt günümüzde Hıristiyan Türklerin sayı­
larına ilişkin neler söylenebilir?
Her şeyden önce bilinmesi gereken şu gerçek vardır ki, bu
konuda hiçbir zaman bilimsel ağırlıklı bir çalışma yapılmamıştır.
Burada bu konuyla ilgili olarak sunulan sayımsal veriler da­
ha çok ortalama ve oranlamaya dayanan (tahmini) nitelikli olup,
doğal olarak, az ya da çok gerçeklik paylarıyla, bizlere bilgi vere­
bilmektedirler.
Aşağıda, günümüz Türk Hıristiyan toplulukları adları, sayıla­
rı, kaynakları ve yılları, bir dizelge düzeni içinde sunulmuştur. Di­
zelgede görülen adlar ve yıllar, kaynakların adları ve sayım yılla­
rıdır. Önlerinde Y. Y. yazılarının bulunduğu yıllarsa, sayım yılı ol­
mayıp, sayıların bildirildiği yayının basım yıllarıdır.

GÖKOGUZIAR:
173.000 kişi (Jyrkankallio-1978)
1 .000.000 kişi (Nasrattınoğlu, Y.Y. 1992)
1 57.000 " (Gaydarci-1970)
197.164 " (Ülküsal, Y.Y. 1987)
173.000 " (Güngör, T.D. Tarih Dergisi, Haziran 1988)
250.000 kişi (Maruneviç, T.D. Tarih Dergisi, Şubat 1993)
TOPLAM ORTALAMASI: 307.370 kişi.

ÇUYAŞIAR:
1 .751 .000 kişi (Jyrkankallio-1979)
1 .800.000 " (Bozkurt, Y.Y. 1992)
1 .700.000 " (Çağatay, Y.Y. 1972)
TOPLAM ORTALAMASI: 1 .750.333 kişi.

95
YAKUTIAR:
240.000 kişi (Jyrkankallio- 1931)
328.000 " (Bozkurt, Y.Y. 1 992)
TOPLAM ORTALAMASI: 284.000 kişi.

KRYAŞEN VE NOGAY BAKLARI:


1 12.685 kişi (Jyrkankallio-1 926)

BELTİRLER:
1 2.000 kişi (Jyrkankallio-1920)

TUBAIAR:
6.342 kişi (Jyrkankallio-1897)

TÜRK PROTESTANLAR:
1 . 000 kişi Adventistler
70 " Tünel Türk Protestan Kilisesi
TOPLAM: 1070

Hıristiyanlıkla birlikte, içlerinde başka dinlerin de egemen ol­


duğu Türk toplulukları da şunlardır:

ÇOLİMERLER:
1 1 . 1 25 kişi (Sünni, Şamanist ve Hıristiyan karışımı)
(Jyrkankallio- 1897)

TELENGETLER:
1 .000 kişi (Şamanist, Lamaist, Hıristiyan karışımı)
Qyrkankallio-1 926)

ORTAIAMA GENEL TOPIAM: (TAHMİNİ)

GÖKOGUZLAR 307.370 kişi


ÇUVAŞLAR 1 . 750.333 "
YAKUTLAR 284.000 "

%
KRYAŞENLER VE
NOGAY BAKLARI 1 1 2.685 "
BELTILERLER 1 2.000 "
TUBALAR 6.342 "
PROTESTAN TÜRKLER 1 .070 "

GENEL TOPLAM: 2.473.800 kişi.

Kitabın birinci baskısı yayına hazırlandığı sırada 20-23 Ekiırl


1994 günlerinde, İzmir' de toplanan JJ. Türk Devlet ve Toplulukla­
n, Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliğ i Kurultayı hda söz alan Çuvaşis/

tan Standartlar Enstitüsü Başkanı Veçislav Timotiyev; bugün dün/


yadaki Hıristiyan Türklerin sayısının on milyon kadar olduğuntJ
konuşmasında belirtmiştir.
Bu toplam sayının içine konamayan Hıristiyan Türk nüfusuy
sa şöylece sıralanabilir:

1- ESKİ ANADOLU TÜRK ORTODOKSLARI VE KARAMANLI-


LAR
Buna neden olarak onların Yunanistan'daki nüfus sayımları­
na ilişkin geçerli ve güvenilir kaynaklarla verilerin bulunmayışını
gösterebiliriz. Bunlardan özellikle Anadolu Türk Ortodokslarının,
Celal Bayar'ın kayıtlarına göre 1922'de "Binlerce" olması nedeniy­
le, günümüzde hangi sayıya yükselebileceklerini, bu konuda yet­
ke olan bilim adamlarına bırakıyoruz.

2- TÜRK KÖKENLİ TOPLULUKLARIN ELİNDE BULUNMA­


YAN TARİHSEL (Katolik, Ortodoks, Protestan) VE BAŞKA TOPLU­
LUKLAR ADINA KURULMUŞ KİLİSELERDE ÜYE OLAN TÜRK Hl­
RİSTİYANLAR:
Bunların sayılarına ilişkin de herhangi bir sayı söyleyebilmek
olanak dışıdır.

3- TARİHSEL HIRİSTİYANLIK KİLİSELERİ ORGANİZASYON


SİSTEMİNİ REDDEDEN ÖZGÜR KİLİSELERE (Free Churches)
ÜYE OLAN HIRİSTİYAN TÜRKLER:

97
Bu türdeki Hıristiyanlar, yuıtiçi ve yuıtdışı topluluklarda çok­
turlar. Genellikle "Hıristiyan" sözcüğüyle çağırılmayıp, kendilerini
"İnanlı" ya da "mümin" diye tanıtırlar. Ana ilke olarak "Elçisel",
"İznik" ve "Athanas" inanç açıklamalarını benimseyip, hiyerarşik
tüm yetke aşamalarını reddederler.
Bu tür resmi olmayan dua kümelerine üye Hıristiyanların sa­
yılarını da saptayabilmek güç olduğu kadar, olanaksızdır da.
Bu üç küme dışında BULGARLAR, MACARLAR ve FİN'leri de
sayım dışı tutmak gerekmektedir. Çünkü bunlar da Türklük özya­
pılarını yitirmiş topluluklar olduklarından, bunları birer Türk
Hıristiyan topluluğu olarak tanımlayabilmek güçtür.
Türklerin Anayurdu olan Orta Asya'da 2. yüzyılda temeli atı­
lan Hıristiyanlıktan günümüze dek gelen, başta Kodeks Kumani­
kus'tan oluşan yazılardan bazı örnekleri de, kitabımızın ekler bö­
lümünde bulacaksınız.

98
EKLER

CODEX CUMANİCUS'A KISA BİR GİRİŞ

(Çağatay, s. 1 1 1 , 1 1 2 - Bozkurt, s. 1 56, 159 Kurat, s. 100,


-

101 - Karamanlıoğlu, s. XXI, XXII - Safran, s. 27-32 ve


Grönbech, s. VI-IX'den derlenmiştir.)

CODEX CUMANİCUS olarak bilinen kodeksin aslı Venedik'te


tanınmış hümanist Petrarca'nın kitapları arasında bulunmuş olup,
Türkologlara göre, Türk dilinin "Divan-ı Lügatu't Türk"ten sonra,
ikinci büyük yazınsal anıtı olma özelliğini taşımaktadır.
Yapıt şu anda Venedik'teki Saint Marcus kitaplığında saklan­
makta olup, İS 1303 tarihini taşımaktadır.
Yapıtın kitaplık kayıt na.su ise şu şekildedir: "Cod. Marc. Lat.
DXLIX"
İçerdiği diller Latince, Farsça ve Kumanca olup, başlıca iki
bölümden oluşmaktadır:
1- SÖZLÜK BÖLÜMÜ: Bu bölüme "İtalyanca Kodeks"de den­
mektedir. Burada Kumancayla ilgili bazı dilbilgisi örnekleriyle,
toplumsal yaşama ilişkin birçok sözcük yeralmaktadır.
2- DUA VE TİNSEL EZGİLER (İLAHİLER) BÖLÜMÜ: Bu bö­
lüm de Kumanca ezgiler ve 47 bilmece içeriyor. Ezgilerin, Alman
misyonerlerince Kumancaya çevrildiği sanıldığından, bu bölüme
de "Almanca Kodeks" denmektedir. Bu bölümde hiçbir Farsça
sözcük bulunmamaktadır.
Yapıtın yazılış amaçlarından birincisinin, yabancılara Kıpçak-

99
Kuman Türkçe'sini öğretmek, ikincisinin de Kumanlara
Hıristiyanlığı açıklamak olduğu, genellikle kabul edilmektedir.

Bir bütün olarak Codex Cumanicus anonim bir yapıt görünü­


mündedir. Yazarlarının; İtalyan tüccarlar ve Fransisken tarikatı
üyesi Alman rahipleri oldukları sanılmaktadır. Yapıtın yazıldığı yer
ve tarih de belli değildir.
Bu yapıt ilk kez 1828'de bazı parçalar halinde M.]. Klap­
roth'ça, 1880'de Kont Geza Kuun'ca, 1936'daysa Danimarkalı Tür­
kolog K. Grönbach'ça yayımlanmış, ayrıca Radloff, Bang ve Ko­
walski de, yapıt üstünde türlü incelemelerde bulunmuşlardır.
Türk topluluğuna Hıristiyanlığı benimsetenler, Fransisken ta­
rikatı mensupları olduğundan, Kıpçak Hanı Özbek, kendilerinin
hizmetlerine karşılık olarak 1338'de onlara bir manastır armağan
etmiştir.
Araştırmamızın bu ekler bölümünde yeralan tinsel ezgilerin
çağdaş Türkçe çevirilerini, Prof. Kemal Aytaç'ın dilimize çevirdiği
K. Grönbech'in "Kuman Lehçesi Sözlüğü" �erilerine göre yapmış
bulunuyoruz. Aynı şekilde "İznik Konsili İnanç Açıklaması" ve
"İsa'nın Öğrettiği Dua"yı da aynı kaynak verilerine göre çevirdik.

100
CODEX CUMANİCUS TİNSEL EZGİLERİ

AVE PORTA PARADİSİ - Cennetin Kapısına selam.


Codex Cumanicus, s. 186; Asıl nüsha, s. 1 37;
Çağatay, s. 1 13 1

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

BİR
Ave uçmaknıng kabağı Selam cennetin kapısı
tirilikning ağaçı Diriliğin ağacı
yemişing bizge teyirding Ürününü bize ulaştırdın
Yesus'nı kaçan tuurdunng. İsa'nı bize doğurdun.

İKİ
Ave Maria kim bizge Selam Meryem ki bize
tuurdunng bu cehanda Bu dünyaya doğurdun
anı kim tengri tuurur Onda ki Tanrı duruyor
psalmo neçik aytıp turur. Mezmurda önbildirilen.

ÜÇ
Ave kız kim küsenç öze Selam ey erden, ki isteğinle
kıçkırıp sen tengrige Tanrı'ya seslendin
soyurgatıp işittirding Acıyarak işittirdin
sözin tenge biriktirding. Sözünü özle birleştirdin.

DÖRT
Ave Maria canıngnı Selam Meryem, senin canını
yarını ata nurı Baba'nın ışığı nurlandırdı
yüzününg yarıklıhından Yüzünün ışığından
bizge teyir onglık nişan. Bize ulaşcı kurtuluş simgesi.

BEŞ

Ave Tengrining sen övi Selam sana ey Tanrı'nın evi


yazuklınıng sığınçı Günahlıların sığınağı
ol kurtulur sanga kertlep Sana içtenlikle yaklaşan kurtulur
kim sığınır yek tuşmandan. Kötü düşmandan tüm sığınanlar.

ALTI
Ave Hristus'nıng anası Selam Mesih'in annesi

101
ağrıkımıznıng timarı Ağrılarımızın tedavisi
ağnğımmıznı ongaltgıl Ağrılarımızı iyileştir
kaygımıznı sen targatıl. Kaygılarımızı sen dağıt.

YEDİ
Ave Maria içrixing Selam Meryem, içinde
tengri tintese hem boyıng Tanrı araştırıp ayrıca bedenini
barçalardan artuk arı. Tümünden daha kutsal
seni tabuptur hem sili. Seni buldu ve arı kıldı.

Çağatay, s. 1 1 5

SEKİZ

Ave kız kimning oğulı Selam ey erden, senin oğlun


bizni tiley yarlı boldı Bizi dinleyerek yoksul oldu
kökni yemi yarataçı Gökü yeri yaratan
barçalarnı erksindeçi. Herşeyin egemeniydi.

DOKUZ

Ave bizni çığarıpturgan Selam ey bizi çekip çıkaran


ölümning kabakından Ölümün kapağından
Syonda biz kim turalım Sion'da yaşayalım
öygünç irin saa ayttalım. Sana övünç ezgileri söyleyelim.

ON

Ave arı tınrung övi Selam ey Kutsal Ruh'un övgüsü


kayda beymis Hristos kondı Orada ki beyimiz Mesih barındı
yarlılarga andan bahmış Yoksullara öyle acıdı ki
yarılgamakga yöpsinmiş. Acısını buyuruyordu.

ONBİR

Ave kimning sözlemeki Selam sen ki konuşan


erür kümişning avazı Gümüşün sesinin
yeni otda çınığıpturgan Yedi ateşte denendin
matellerni barça açgan. Gizemleri herkese açan.

ONİKİ

Ave kız kimning tugan Selam erden, senin için


iç közimizning yangı İçimizdeki gözün aydınlığıdır

102
erip azamnı kutkardı O ki bizi kurtardı
ölüminde uyutmadı. Ölümünde uyutmadı.

Asıl nüsha, s. 138 ONÜÇ

Ave Maria kim bizge Selam Meryem, sen ki bize


uruh tuvrup sen asılığa Çocuk doğurdun yararımıza
barçamısç andan başka Tümümüze, ondan başka
teyşli edik tas bolmakga. Belirlenmiş kayıplara.

ONDÖRT

Ave kimning termesinde Selam senin kutsallığında


yalgız konuptur Misiha Yalnız oturan Mesih'e
aypsız anda kimni kıldı O ki kusursuz kıldı
mengi tavga ağındırdı. Sonsuz dağa çıkarttı.

Çağatay, s. 1 16 ONBEŞ

Ave kız kimning Selam, bizlerin kalıtı


kökden kelip haçka mindi Gökden gelip çarmıha çıktı
alay bizni illindirdi Öylece bizleri bağladı
sövmekligining tuzağı. Sevginin tuzağına.

(Bu tinsel ezgilerin tümü 77 dörtlük olup, kitabımıza salt 15 bölümünü koy­
muş olduk. İlgilenenler tümü için kaynakçaya başvurabilirler.)

JESU NOSTRA REDEMPfİO


İsa bizim kurtuluşumuzdur
Codex Cumanicus, s. 206; Çağatay, s. 1 23.

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

BİR

Yesu bizim yulugnamız İsa bizim kurtulmalığımız


söyüşlixning tuttrukamız Karşılıklı sevgideki dayanağımız
kökni yemi sen yarattıng Göğü yeri sen yarattın
song zamanada kişi boldıng. Son zamanda insan oldun.

103
iKi

Murvatinge sen yendirip Mürüvvetini sen yenip


yazıhımıznı kötirding Günahlarımızı götürdün
kattı ölümge kirip Kötü ölümle ölüp
ölimden bizni çıgardıng. Ölümden bizi kurtardın.

Çağatay, s. !24 ÜÇ

Tamu kabakını buzup Cehennem kapısını kırıp


ıuıgunlarnı sen kutkardıng Tutsakları sen kurtardın
ıuşmannı yendekçi bolup Düşmanını yenerek
atanga tengdeş olıurdıng. Baba'na eşit oturdun.

DÖRT

oş ol rahminge köre Herkese acımana göre


yamanıınıznı keçirgil Günahlarımızı bağışla
muradimizge teyire Muradımıza erdirip
yüzing körgüzüp toydırgıl. Yüzünü gösterip aydınlat.

Asıl nüsha, s. 145 BEŞ

Senden Yesus söünçimiz Sendendir İsa, sevincimiz


bolsun kim sen karovıınız Sen ol bizim arınışıınız
ol canda, mengilüke O sonsuz yaşamda
koanalım dideringe. Sevinelim yüzünün ışığıyla.

ALTI

Kökge agıngan Yesus'ge Göke yükselen İsa'yı


övdü leydi ıengri ata Baba Tanrı övgüye ulaştırdı.
sanga, anga, arı tınga Sana, Ona, Kutsal Ruh'a
bir yügünç teysin siz üçövge Övgümüz Üçleme'ye ulaşsın.

104
VERBUM CARO FACTUM EST- Tanrısal söz
(İsa) Meryem'den beden aldı.
Codex Cumanicus, s. 207; Çağatay, s. 1 24

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE


BİR

Söünç bizge bolupturur Sevinç bize ulaştı


dünyege tirelik berilipturur Dünyaya yaşam verildi
Hristus bizge toğupturur İsa bizim için doğdu
an kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

İKİ

Çohrah öz özinden Kaynak kendiliğinden


el üçun ahaturur Başkaları için akar durur
yazuhın buzadurur Günahı yok eder,
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

ÜÇ

Yulduz kuyaşnı togurdı Yıldızı, güneşi doğurdu


kuyaş tirelikni ketirdi Güneş yaşamı getirdi
erdeng eksik bolmadı Erden kızlığı yok olmadı,
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'in.

Çağatay, s. 125 DÖRT

er yazuhın bilmein Çiftleşme olmadan


bürlendi kuru çibuh Filizlendi kuru çubuk
bini algışlı oğul Yetişti kutsal Oğul
an kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

BEŞ

adam yazuhı üçun İnsanın günahı için


ölümluh bolduh edi Ölümlü beden aldı
Hristus yanlgap medet etti İsa acıyıp yardım etti
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den

105
ALTI

o el algışlı hatun Ey, kutsal kadın


kimden beymiz toğdı Ondan ki Rab'bimiz doğdu
dünye yazuhın yuldı Dünyanın günahını yoketti,
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

YEDİ

Bu beyimizni ögelim Bu Rabbimizi övelim


sıy tabuhnı kılalım O'na saygı gösterelim
bahadur sen degelim Yiğit Sensin diyelim,
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

SEKİZ

Hristusnıng algışlı kanı Mesih'in kutsal kanı


yazuhımıznı yuldı Günahlarımızı yok etti,
barçaga tanglançıh baldı. Tüm tansıklar oldu
arı kız Mariamdan. Erden kız Meryem'den.

VEXİLIA ERGIS PRODEUNT


Han'ın sancakları ilerlesin.
Esas nüsha, s. 147; Çağatay, s. 125

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE


BİR
Hannıng alamları çıksın Kıralın bayrakları çıksın
haçnıng yankı balkısın Çarmıhın ışığı parlasın
tenin tenni kim yarattı Tüm tenleri yaratanın teni
haçka temir mıh kadadı. Çarmıha demir çivilerle çakıldı.

İKİ

Sarp süngü köüsin sançıp Sen süngü göğsünü delip


su kan bile ağızdırdı Suyla kanı akıturdı
yuluv dep anlamı tögüp Kunulmalık olarak döküp
yazıklarımıznı yudı. Günahlarımızı yoketti.

106
Çağatay, s. 126 ÜÇ

Tengri kim cinslerni bilsin Tanrı ulusları yönetsin


anlar angar kim tabunsın Onlar da O'na tapınsınlar
tolsun Davud kopsağanı Davud'un ezgileri yerine gelsin
ağaç bolgay dep sebebi. Ağaç (çarmıh) oldu bunun nedeni.

DÖRT

kutlu tüpden terek bitti Kutsal kökten ağaç bitti


körki ingen-tur haybatlı İleri aşamada güzelliği
hanıng kanı çiçekleri Kralın kanının çiçekleri
tengri-tur anıng yemişi. Tanrı'dır onun ürünü.

BEŞ

Haç algışlı kollarında Çarmıhın kutsal kollarında


kör kimatsiz ulu baha Gör adının büyük değerini
dünye yetmez barça anga Bütün dünya ona yetmez
kim !aylı bolgay utrusına. Değerine eşit gelmeye.

ALTI

Tarazü dek bir başını Terazi gibi bir başını


endirip birin kötürdi İndirip, öbürünü kaldırdı
Yesus alay bek tamuknı İsa böylece güçlü cehennemi
buzup olca köp çığardı. yokedip, ganimeti dışarı çıkardı.

YEDİ

E haç eynek umunçımız Ey tek çarmıhımız, umudumuz


teysin sanga yügünçimiz Ulaşsın sana saygımız
bu kutlu kın çaklarında Bu kutlu üzgü zamanlarında
boşov teysin yaşlı közge. Kurtuluş ulaşsın yaşlı göze.

SEKİZ

Üçlük sensen bi tengrimiz Ey Üçleme, sensin tek Tanrı'mız


övsin seni canlarımız Yüceltsin seni canlarımız
yulunganlarnı haç öze Kurtulanlara çarmıh aracıyla
başlap yetkir menngülükke. Yol göster sonsuzlukta.
Amen Amin.

107
REMİNİSCENS BEATİ SANGUİNİS
Mutlu kanını anımsayarak.

Codex Cumanicus, s. 213; Asıl Nüsha, s. 149;


Çağatay, s. 1 27

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

BİR

Sağınsamen babasız kanını Düşünürsem yüce değerli kanını


kim Hristoz töktü söüp kulum Ki Mesih döktü, sevip kulunu
tıyalman yaşınını Gözyaşlarımı tutamıyorum.
kim unutgay munça yigilikni Kim unutur bunca büyük iyiliği
kim içip tattlı çokrak suunı O ki içirip tatlı pınarın suyunu
toydırdı canını. Doydurdu canımızı.

İKİ

Yezuz tattlı eç yamansız egeç Tatlı İsa hiç yanlışı olmayan.


ne kıynarsen eç yazıksız egeç Ne üzgü verirsin, hiç günahı olmayan

öz nezik boyungnı. Kendi nazik bedenine.


men karakçı sen kök hanı egeç Ben dilenci, sen göklerin kralı
men yamanlı sen ayıpsız egeç Ben günahlı, sense kusursuz
eltirsen haçırnnı . Benim çarmıhımı taşıyorsun.

ÜÇ

eç bolmaçı nemege nek berding Böyle çok önemsiz birşey için


munça ulu baha nek tölednig Niçin bu denli yüksek ödeme
yapıyorsun?
e comart hangınam. Ey eli açık kralım.
ançatay köp söümekden Bu denli çok sevmekten
esirding kim haçka minmege Sarhoş oldun, öyle ki çarmıha
çıkmaya
uyalmadıng e tattlı beyginem. Utanmadın, ey tatlı Rab'bim.

Asıl nüsha. s. 1 50 DÖRT

Minding haçka kim bizde mineli Sen çarmıha çıkınca, bizde


çıkmalıyız
söüding bizni kim bizde söeli Bizi sevenleri bizde sevmeliyiz
dünyeni unutup. Dünyayı unutup.

108
kanıng töktüng kim biz yuunalı Arınmamız için kanını döktün
emgek ıaıttıng kim bizler armalı Biz de acılara katlanmalıyız
yazıklarnı koyup . Günahlarımızı bırakarak.

BEŞ

Yürüp yügrüp armam yetmege Hızlı koşarak, amaca ulaşarak


uçmaktagı elbek mengü toyga Cennetteki zengin sonsuz şölene
boluş kim baralı. Amen Gitmemize yardım et. Amin.

A SO:LİS ORTIJS CARDİNE- Güneşin doğduğu yerden.


Codex Cumanicus, a . 215; Asıl nüsha, s. 1 5 1 ;
Çağatay, s. 1 28

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

BİR

Kün tuuşnıng buçgakından Güneşin doğduğu yerden


batışdagı krivge dein Batıda batışına değin
erkli Hristus'nı öveli Gücüyeten İsa'yı yüceltelim.
kız anadan dep töredi. O ki erden anneden doğdu.

İKİ

Gabriel frişte ıdırdı Melek Gabriel gelerek.


Mariam'ga söünçledi Meryem'e muştu verdi
tengri seni soyurgadı Tanrı sana acıma eyledi
ovluma bol dep anası. Oğlu'mun annesi ol diyerek.

ÜÇ

Mengü tengrining öz sözi Sonsuz Tanrı'nın öz sözü


keydi kulunıng tenini Kul bedeni giyindi
ten tenbile kutkaruvsap Bedeniyle insanları kurtarmak için
itlenmişlerni tabuvsap. Yitik şeyleri bulmayı diledi.

DÖRT

Tuurdaçı kız köksüne Doğuran erden, göğsüne


kökning çığı tüsüp kire. Gökten Tanrı'nın inmesiyle,
tuurmagannı tuurdı Doğacak olanı (İsa'yı) doğurdu
bilinmegenni bildirdi. Bilinmeyeni bildirmiş oldu.

109
BEŞ

Sili oglannıng köüsi Günahsız erdenin göğsü


boldı tengrining konuşı Oldu Tanrı'nın konutu
erning yüzün heç körmegen Er yüzünü hiç bilmeyen
aylı boldı yalang sözden. Gebe kaldı yalın sözden.

ALTI

Anasında baklı Yohan Annesinden arınmış Yahya


ulu söünç alıp andan Ondan yüce sevinç alıp
eki karın öte kördi İki karın arasında gördü
mengü yaralılık tengrini. Sonsuz ışığın Tanrı'sını.

YEDİ

Utru beynip tabunmış Karşılıklı dans ederken


andan Elisabet aytmış Ondan Elizabet bildirdi
Çağatay, s. 129
köp egilik maa teyrniş Çok iyiliklerin ulaştığını,
ovlum beyni tanımış. Oğlu'nun Rab'bi tanıdığını.

SEKİZ

Yüsüp kıznınglaşmışı Yusuf, erdeninin gebeliğini


sezdi ese saarga tüşti Görünce çok utandı,
almazlıkga sağış etti Ondan boşanmayı düşündü,
andan kelip Erişte aytı. Melekse gelip bunu açıkladı.

DOKUZ

Korkmagıl Daud uruğı Ey Davut oğlu korkma


arı tından aylı boldı O, Kutsal Ruh'tan gebe kaldı
propet aytgançı kötürdi Yalvaç haberi getirdi
kıs kız egeç Emanuel'ni. Erden kıza, Emmanuel için.

ON

Anıng dey tangış kim kördi Böyle bir tansığı kim gördü?
kuru çibuh yemiş berdi Kuru çubuk ürün verdi
kızdan atası töredi Erden'den Tanrı geldi
töreteçi yengle tuvdı. Yaratıcı, yengiyle doğdu.

110
ONBİR

Kökning nurı etiz keydi Gökün ışığı beden aldı


kir yı.ıkturmay sazga tüşti Kendini kirletmeden bataklıkta
biz sasılarnı çığardı Biz, kir kokanları çıkardı,
öz yarkının eksitmedi. Öz ışığını eksiltmedi.

ONİKİ

Kertek açmay eşikini Gerdek açarak kapısında


küyöv çıktı söüneli Güvey çıkarak sevindi
biz barçalarnı ündetti Biz tümümüzü çağırdı,
toyga yürüp yügüreli. Sonsuz şölene koşmaya.

ONÜÇ

Tuurur ataga ögünç Baba'ya övgüler,


rugan ovluna beyenç Doğan Oğul'a sevinç,
an tınga söünç bolsun Kutsal Ruh'a da yücelik,
teng tabuh üç tengdeşge teysin. Saygıdaş Üçleme'ye olsun.

ONDÖRT

Hristus bizni algışlasın İsa bizi kutlu kılsın


töresine bütün etsin Töresine hazır etsin
köp egilikde yaşatsın Çok iyilikle yaşatsın
hürmet, duvlat dağn Saygı, yüce bahtlılık ve
baht bersin, Amen sağlık versin. Amin.

1 11
CODEX CUMANİCUS'TAN İKİ DERLEME
1- NİKİA (İZNİK) KONSİI.İ İNANÇ AÇIKIAMASI:

(Derleme tarafımızdan KUMAN SÖZLÜGÜ verilerine göre yapılmıştır. Paran­


tez içindeki sayılar; sözü geçen bölümleri içeren Kuman Sözlüğü yaprak numara­
larını, ayrıca görülen 'K' yazısı da, o bölümün, Prof. Kurat'ın kitabında da yeraldı­
ğını belirtmektedirler.)

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

Inanur-men barçaga erkli bir İnanırım bir Tanrı'ya, herşeye


ata Tengrige. (33) gücü yeten Baba'ya.
Kökni yemi barça körünür Gökün ve yerin tüm görünen
körünmesni yarattı dey. ve görünmeyenlerin yaradanına.
(227, K)
Dahi beymiz Yesus Hristusga, Tek Rab İsa Mesih'e.
(30, K)
Tengrining yalguz tugan oulu Tanrı'nın oğluna, tekdoğana.
dep. (57, 216, K)
Kim barça zamanlardan burun Tüm çağlardan önce Baba'dan
atadan ruvı.ıp - turur. (191, K). doğana.
Tengri Tengri'den, yaruh Işıktan ışık, gerçek Tanrı'dan
yaruhtan gerçek Tann'ya, doğana, yaratılmayana,
Çın Tengri çın Tengri'den Baba'yla özdeş olana.
etilmey, ataga tözdeş tuvı.ıp-turur.
(K)
Andan ulam bar barça bolgan Tüm şeylerin O'nunla
turur. (205, 199, 37, K) yaratıldığına.
Ki biz miskin azamlar üçün, dağı Biz insanlar için ve kurtuluşumuz için
bizim önimiz üçün (210, 36, K)
Kökden enip, arı Tın'dan ulam Göklerden aşağıya inene ve Kutsal
erdeng Mariam'dan tenalıp Ruh'la erden Meryem'den beden
kişi bolup turur. alana ve insan olana.
(37, 63, 64, 101, 104, 205, K)
Dagı bizim üçün Üstelik bizler için,
(54, 210)
Ponnıs Pilatus zamana Pontus'lu Pilatus çağında,
(238)
Haçka gerilmiş. (99) Çarmıha çakılana,
Kın kör, kümülen. (102, 1 17) Acı çekene ve gömülene.
Bitüvler aytgança. (35) Kutsal yazılara göre,
Üçünçi künde tirilen, kökge Üçüncü gün dirilene, göklere
agınmış, (210, 128, 220) gidene.
Atasınıng sa ongında olturup Babası'nın sağında oturana.
turur. (198, 197, 1 46)

112
Yene haybat bile kelmek Görkemle yine gelecek olana.
turur. (197, 226)
Tirilemi, ölülemi yargulama. Dirileri ve ölüleri yargılamaya.
(220, 151)
Hanlıhınıng uçu bolmagay. O'nun ki krallığının sonu
(204, 37) olmayacaktır.
Arı tın, kim Ata Ovulclan öne Kutsal Ruh'a, Rab'ba, yaşam
durur, tirgiz giçi. verene. Baba ve Oğul'dan çıkana.
( 1 5 1 , 1 89)
Ata Ovul bile mengüdeş, övünçlü Baba ve Oğul'la birlikte tapılana
tabunmakımız kerek turur. ve onurlandırılana.
(133, 98)
Bügülerden ulam ol sözlep turur. Yalvaçlar aracılığıyla konuşmuş olana.
(205)
Bir, an, katolik dagı apostolik Bir, kutsal, evrensel ve elçisel
klisea. (10) kiliseye.
Küner men yazıklarnıng Onaylarım, günahların
boşaltmagı bir baptisma. (23, 1 28) bağışlanması için olan tek vaftizi.
Köyüp tunıptır men ölülerning Beklerim ölülerin dirilişini
kopmaklıkın. (129, 1 14)
Dagı mengü tirilik. Amen. (189) Ve gelecek çağın yaşamını. Amin.

2- İSA'NIN ÖGRETI'İGİ DUA "GÖKSEL BABA'MIZ"


(Parantez içindeki sayılar, Kuman Sözlüğü yaprak
numaralarıdır.)

KUMANCA ÇAGDAŞ TÜRKÇE

Atamız kim kökte sen. (106) Göksel Baba'mız.


Algışlansın sening atın. (5, 162, 15) Adın kutsal olsun.
Kelsin sening hanlıgıng. (96) Krallığın gelsin.
Bolsun sening tilemeging neçik İsteğin gökte olduğu gibi,
kim kökte alay yerde. 0 39) yeryüzünde de olsun.
Küntegi ötmekimizni bizge bugün Günlük ekmeğimizi bugün
bergil. (29) bize ver.
Dagı yazuklanmıznı bizge boşat Bize karşı suç işleyenleri
kılı, neçik biz boşatır biz bizge bağışladığımız gibi,
yaman ethenlerge. (139) sen de bağışla suçlarımızı.
Yekning sınamakına bizni Bizi denemeye bırakma.
küvürmegil. ( 1 29)
Barça yamandan bizni Ancak köcülükten bizi kurtar.
kuthargıl. (217)

113
GÖKOGUZ YAZININDAN ÖRNEKLER:

GAGAUZ MİLLİ MARŞI

Geldi vakit, bayrağı kaldır,


Dalgalatsın rüzgar onu.
Kavalları keskin çaldır,
Duar halkın aydın günü.

İnsana lazım Vatan


Halkına kalsın damar,
Canında dede sesi,
Uzaktan eve çeksin. . .
Bucak'ta dannar açık
Şanlı olsun kardaşlık.

Yeni yaşamaya sevin


Benim paalı Ana Toprağım.
Temiz akar çeşmelerin
Tıkanmasın hiçbir zaman

İnsana lazım Vatan


Halkına kalsın damar,
Kanında dede sesi
Uzaktan eve çeksin . . .
Bucak'ta açık adunar
Kalkınıyor gagoguzlar.

(Söz: Todur Zanet, beste: Mihail Kolsa)


Kaynak: Ana Sözü gazetesi, 25 Ceviz ay 1993)

1 14
ANAMA
(Nasrattınoğlu, s. 7)

Haydi ana, sofraya buyur,


Neyim varsa, ikram olsun sana.
Durma yabancı, ya geç otur,
Rahat olsun yorgun ayaklarına.

Hoş geldin çok uzak yoldan


Daralan canımı yumuşattın,
Hem unutulmaz ev ekmeğinden
Küçüklüğümdeki gibi tattırdın.

Şükür Allah'tan büyük yardıma,


O senin duan ile karışık. . .
İçim yollandı soğuk sızlamaya,
Kaldım ak saçından sarmaşık.
Sona Adieva

1 15
GAGAUZ HALKIM

(Nasrattınoğlu, s. 1 1 , 1 2)

Gagauz halkım
Hep sende aklım
Nasıl zor çektin,
Nasıl sıkıldın
Geçen yıllarda . . .
Sen o zamandan
Geçmiş senelerden
Getirdin dili
Ana dilini
Öz dilini
Hem de tertemiz
Geldi bu güne
Aktı nice dereler
İçip suyundan
Olalım adam
Hem yıkanalım
Sağlık alalım.
O bize güvence
Hem de bir öğüt:
Yapmayalım kabahat
Tutalım nasihat
Olsun daima pak.
Dua edelim
Selam verelim
Bu bizim dilde
Ana evinde . . .
Sade dilimiz
Gösterir ki biz
Değiliz köksüz
Ondan belli yüz
Ki biz Gagauz . . .
Nikolay Babaoğlu

1 16
TIJRGAY SESİ

(Nasrattınoğlu, s. 29)

Te gene gün başlıyor toprağa


Yalpak elinden ısıtmağa.
Turgay sesi öter uzağa . . .
Bitir, millet, sıralamaya.

Sen kuşcağızım kesmeyesin


Kam ateşleyen türkünü.
Ko insanlar sevinsin,
Şanlayıp yeni günü.

Tarafımıza götür
Selam, kısmet, uzun ömür,
Yaşamak istiyoruz biz,
Olsun bu dünya cenksiz.
Va/entina Karan.fi/

117
ORTODOKS-BİZANS TÖRESİNE GÖRE TAPINIŞ
SERGİLEYEN HIRİSTİYAN TÜRKLERİN
TAPINIŞLARINDAN DUA, YAKARIŞ VE ÖVGÜ
ÖRNEKLERİ:

(İstanbul Patriği Eren Altınağızlı Yuhanna 'nın SON AKŞAM


YEMEGİ TÖRENİ kitabından çeviri alıntılar)
DİYAKOS - Kutlula ya buyurman.
PREZBİTEROS - Kutludur Baba'nın Oğul'un ve Kutsal Ruh'un
kırallığı, şimdi ve sürekli sonsuzlara dek.
PSALTİLER - Amin.
DİYAKOS - Barışla Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Yukardan gelen barış ve canlarımızın kurtuluşu
için, Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Bütün dünyanın barışı, Tanrı'nın Kutsal kilisele­
rinin durluğu ve tüm insanların birlik içinde olması için, Rab'ba
yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Bu kent ve yurdumuzdaki tüm kentler ve bura­
larda oturan yurttaşlar için, Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Devletimiz, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
Meclisimiz ve Türk toplumumuzun tüm sivil yetkeleri, ayrıca tüm
Silahlı Güçlerimiz için Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Havaların iyiliği, yeryüzü ürününün bolluğu ve
barışlı çağlar için, Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Denizde, karada, havada, denizaltında, yeraltın­
da, uzayda yolculuk edenler, hasta olanlar, üzgü çekenler, tutsak
olanlar ve bunların kurtulmaları için, Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Her tür sıkıntı, öfke, tehlike ve gereksemeden
korunmamız için, Rab'ba yalvaralım.

118
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Ya Tanrı, senin kayranla bize yardım et, kurtar,
koru ve acıma eyle .
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Çok eren, lekesiz, çok kutlu ve ünlü bayanımız
Tanrıdoğuran ve sürekli erden kalan Meryem'in dualarıyla, tüm
erenlerle birlikte kendimizi ve birbirimizi anımsayarak, tüm
yaşamımızı Mesih Tanrımıza verelim.
PSALTİLER - Sana ya Rab.
PSALTİLER - Amin. Bizler gizemli heruvimlere benzeyerek,
yaşam veren Üçleme'ye üç kutsal'ı kapsayan ezgiyi seslendirelim.
Tüm yersel kaygıları bırakalım ki herkesin Kralinı kabul edebile­
lim.
PREZBİTEROS - Ten isteklerine ve eğlencelerine bağlı olan­
ların hiçbirisi sana yaklaşıp kulluk etmeye yaraşık değildir, ey
yüceliğin kralı. Çünkü sana kulluk etmek göksel güçler için
büyük ve korkunçtur.
Ancak senin insanlar için olan sözle anlatılamaz ve sınırsız
sevginle, değişmeden insan oldun ve herşeyin buyurmanı olarak
bizim üst rahibimiz biçiminde ad aldın ve bizlere bu kansız
sunuyu törenle sunma yetkisini verdin. Sen ya Rab Tanrı'mız, tüm
göklerde ve yerde egemensin. Sen ki heruvimlerin tahtı üstünde
oturmaktasın, ayrıca Serafimlerin buyurmanı ve İsrail'in kralısın.
Salt sen kutsalsın ve kutsal yerde barınıyorsun. Salt sen iyi ve biz­
leri duymaya hazır olduğun için sana yalvarıyorum. Ben günahlı
ve değersiz kuluna bak. Ruhumu ve yüreğimi tüm kötü düşün­
celerden arıt ve kutsal Ruh'unun gücüyle beni olanaklı kıl. Ben ki
rahipsel kayrayı kuşanmış ve bu kutsal sunağın önünde durarak
senin kutsal ve lekesiz ten ve değerli kanına kulluk etmekteyim.
Bunun için sana yaklaşıyor ve başımı eğerek yalvarıyorum.
Yüzünü benden çevirme ve beni senin çocuklarının dışında say­
ma, ancak ben yaraşıksız, çok günahlı ve yoksul kulunun bu ar­
mağanlarını ona. Çünkü salt sen sunuyor ve sunuluyor, onayıp
dağıtıyorsun. Ey Mesih Tanrı'mız sana yücelik sunuyoruz, senin
sonsuzca yaşayan Baba'n ve senin çok kutsal, iyi ve yaşam veren
Ruh'unla Şimdi ve sürekli sonsuzlara dek. Amin.

119
PREZBİTEROS - Ya Rab, sen ki seni kutsayanları ve sana
umut bağlayanları kutsarsın. Topluluğunu kurtar ve kalıtını kutlu
eyle. Kilisenin doluluğunu sakla. Sen'in evinin güzelliğini seven­
leri kutsa, Sen'in Tanrısal gücünle onları yücelt ve ödüllendir ve
Sana umut bağlayanları yüzüstü bırakma. Dünyaya, kiliselere,
prezbiterlere, tüm sivil yetkelere, ordumuza ve tüm halkına esen­
liğini ver. Çünkü tüm iyi ve eksiksiz armağanlar, yukarıda -olan
Sen, ışıklar Baba 'sından gelir.
Bu nedenle Sana yücelik, şükür ve tapınma yaraşır. Baba'ya,
Oğul'a ve Kutsal Ruh'a, şimdi ve sürekli ve sonsuzlara dek.
PSALTİLER - Amin. Rab'bin adı şimdi ve sonsuzlara dek kut­
lu olsun.
PREZBİTEROS - Tanrı'mız Mesih, sen ki tinsel yasa ve yalvaç­
ların tümlenişisin, sen ki Baba'nın tüm ereğini yerine getirdin.
Yüreklerimizi sürekli olarak sevinç ve coşkuyla doldur.
Şimdi ve sürekli ve sonsuzlara dek, Amin.
DİYAKOS - Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
(Kaynak: Son Akşam Yemeği Töreni, Çeviren, Derleyen:
Hagop Minasyan, Müjde Yayıncılık, İst. 1993)

120
EK

TÜRK TOPLULUKIARINDA HIRİS1İYANLIK TÜRLERİ

Başlangıcı İS II. yüzyıl sonu ve Orta Asya'ya dayanan Türk


Hıristiyanlığı gerçeği içinde, günümüzde birçok Hıristiyan top­
luluklar gibi, Türkler içinde de Hıristiyanlık türleri var olmuşlar ve
birçokları da varlıklarını günümüze dek sürdürmüşlerdir.
Tarih akışı boyunca Türk toplulukları arasında göze çarpan
başlıca Hıristiyanlık türleri şunlardır:

1) NESTORYENLİK:
Orta Asya Türk Hıristiyanlığı'ının en göze çarpan Hıristiyan­
lık mezhebidir.
Bir inanç tümlüğü olarak, tüm Ortodoks görüşlü Hıristiyan­
larca "herezi" olarak görülmekte ve değerlendirilmektedir.
Mezhebin kurucusu Nestorius olup Maraş doğumludur.
Öğrenimini Antakya Tanrıbilimi Okulu'nda almış olan Nes­
torius, İstanbul Patriği Sisinyos'un ölümü üstüne İmparator İkinci
Theodosius'ça 428'de İstanbul Patrikliği'ne getirildi.
Kendisi ve yanlıları, 45 1 Kadıköy (Kalkedonya) Genel kon­
silinde benimsenmeyen "Tekdoğacı" (Monofizit) görüşüne karşıt
olarak, İsa'nın iki ayrı doğaları üstünde durdular.
İskenderiye Tanrıbilimi Okulu'na göre, Tanrıoğlu ve İn­
sanoğlu olan İsa, Meryem'in içinde "İki doğalı tek kişilik" olarak
algılanırken, Nestorius'un yandaş olduğu Antakya Tanrıbilimi
Okulu da, İsa'nın Meryem'den doğduktan sonra iki doğalarıyla
açıklandığına ilişkin görüşü yeğliyordu. Bu görüşe göre Meryem
"Tanrıdoğuran" olmayıp, "İnsandoğuran"dı.
Buna göre bu görüş, bir yerde, "Tekdoğacılığın karşısındaki
ikidoğacı" görüşün savunulması niteliğiyle ortaya çıkmış gibiydi.
Genelde Nestoryenliğin ana kaynağı ve dayanağı Antakya
Tanrıbilimi Okulu olmuştur. Bu okul, İskenderiye Tanrıbilimi
Okulu'yla karşıt yarış içindeydi.
İskenderiye Okulu kendi görüşlerini, Yeni Eflatuncu
düşünüşü üstünde kurarken, Antakya Okulu da, düşüncelerini

121
Aristo Mantığı ve Felsefesi üstünde yükseltmekteydi.
Bu durum, İsa'nın iki ayrı doğasının Meryem'le bağlantıları
yönünden, Doğu ile Batı kiliseleri anlayışıyla karşıt durum göster­
diğinden ve özellikle Bizans içinde geniş ilgi alanı oluşturduğun­
dan, İmparator'un ve halkın tepkisine yol açtı.
Doğu Roma İmparatonı İkinci Teodosyus, Batı Roma İktidar
ortağı Valentianus'la anlaşarak, 431 de Efes Konsili'ni topladı.
Sonuç olarak Nestorius, patriklik ve rahiplikten dışlandı.
Ancak bunun sonucu birbirlerine karşıt "Doğu-Batı", "Sür­
yani-Yunan", "Semitik-Bizans", "Monofizit-Diofizit" ve "Nasturi­
Ortodoks" türlerindeki kutuplar da genel Hıristiyanlık içinde oluş­
muş oldular.
Nestorius sürgün yolunda, 45 1 yılının sonunda Panapolis'te
öldü. Yandaşları toplu katliamlarla karşı karşıya kaldılar. Ancak
yılmayarak Sasani, Turan ve Çin topraklarına dek yayılma göster­
diler ve ilk patrikliklerini Sasani ülkesinde kurdular.
Türklerin Anayurdu olan Orta Asya'da İncil ve İsa inancını ilk
yayan Hıristiyanlar olan Nestoryenler, Genel konsiller olarak İz­
nik (İS 325) ve İstanbul (İS 381) kararlarını tanıyıp, öbürlerini red­
dederler. Kilise kuruluş özyapısı yönünden Doğu Ortodokslarının
benzerliğinde, yedi gizemsel törenleri (sakrament) uygulayıp, Pat­
riklikten Alt Diyakonluğa dek kilise hiyerarşisini benimserler.
Doğu Ortodokslarından kendilerini ayıran başlıca nokta,
Meryem Ana'yı "Tanrıdoğuran" olarak değil, "İnsandoğuran"
olarak görmeleridir.

II) BİZANS ORTODOKSLUGU:


Dünyaya yayılmış Hıristiyan Türklerin ikinci aşamada benim­
sedikleri ve günümüzde en yaygın görünüm sergileyen Hıristiyan­
lık türü "Bizans Ortodoksluğu"dur. İki sözcüklerden oluşmuş olan
bu kavramın birinci sözcüğü , Hıristiyanlık türünün Bizans
İmparatorluğu'ndaki yaygın törenin (rite) tümlüğünü, ikinci söz­
cükse bu türün bir yerde, Batı Roma'daki gözetmenlik orununa
(Papalık) bağlı olmayan özyapısını dile getirmiş olmaktadır.
Tarih süreci içinde anayurttan batıya doğru devinen Türk
boylarının bazıları, Bizans'la doğrudan ilişki içine girdiklerinden,

122
bu inanış ve tapınış türünü benimsemişlerdir.
Bizans Ortodoksluğu'nu oluşturan başlıca ögeler şunlardır:
1- Sistem, Batı anlayışına karşıt olarak tek ve egemen yöneti­
ci kavramını reddetmektedir. Türlü "Ulusal Patriklikler"den oluşan
sistem içinde tüm Patriklerin yetki sınırları belli, hakları eşit, an­
cak İstanbul Patrikliği özel onur yerini koruduğu için "eşitler
arasında birinci" olandır.
2- Batı - Katolik ve Episkopaller gibi yedi gizemsel törenler
uygulamaktadırlar.
3- Kilise Genel Konsillerinin ilk yedisinin kararlarını benim­
seyip, öbürlerini reddetmektedirler.
Sözü geçen konsiller şunlardır:
a) İznik I. (325), b) İstanbul I. (381), c) Efes (43 1), d)
Kadıköy (45 1), e) İstanbul II. (553), D İstanbul III (681), g) İznik
11. (787)
4- Yönetim yapısını oluşturan zincir, en üstte Patrik, en altta
okuyucu olarak belirlenmiştir.
5- Hıristiyanlığın ve Kutsal Kitabın anlaşılması, ayrıca bil­
gilenme atılımlarında "Kilise Ataları"nın rolü çok büyüktür.
6- Tanrısal Üçleme'nin yüceliğini, Meryem'in "Tan­
rıdoğuran"lığını ve ikonlara ileri aşamada saygıyı özellikle vur­
gulayan bir yapıya sahiptirler.
Günümüz Türk Hıristiyanlığı'nın büyük çoğunluğunu oluş­
turan Türk-Ortodokslar ne yazık ki Türk olmayan toplulukların
patriklerince yönetilmektedirler.
Her ne kadar 1922'de Kayseri'de "Anadolu Türk Ortodoks
Patrikliği" resmen kurulmuşsa da, hiçbir zaman ne kendi çevre
tümlüğü içinde, ne de dünya Türk Ortodoksluğu genelinde etkin
olamadığından, tüm dünya Türk Ortodokslarının kendilerine öz­
gü, tümüyle Türk özyapılı ve Türk soyundan gelen dinsel kişiler­
ce yönetilen bir oruna sahip olabilmeleri, Türk-Ortodoks ger­
çeğinin onuruna olacaktır.

ill) MONOFİZİT ORTODOKSLUK:


Karadeniz'in kuzeyinde yerleşik duruma gelen Türk top­
luluklarından olan Kuman-Kıpçakların bir bölümünün benim-

1 23
sediği Monofizit-Ortodoksluk, 451 Kadıköy Konsili'nden sonra
oluşan şu beş topluluk kiliselerinin genel inancıdır: Ermeni Apos­
tolik, Süryani Kadim, Kopt (Mısır) Ortodoks, Etiyopia Ortodoks,
Malabar Ortodoks (Hindistan).
Bu inanç tümlüğü içinde tarihteki yerlerini alan Kumanlar,
doğal olarak bu mezhebin şu inanç tablosunu uygulamaktaydılar:
1- Monofizit Ortodokslar genel konsillerin ilk üçünü benim­
seyip, dördüncüden başlayarak tümünün kararlarını reddetmek­
tedirler.
2- Tüm Batı-Katolik, Doğu-Bizans Ortodoks ve Episkopaller
gibi yedi gizemsel törenleri uygularlar.
3- Kadıköy Konsili'ni ve kararlarını genel ve bağlayıcı olarak
görmediklerinden, İsa'nın "İki doğanın tek kişilikte karışmadan
birleştiği" görüşünü reddederler.
4- Buna karşın Meryem'in "Tanrıdoğuran" olduğuna inanırlar.
5- Patriklik kürsüleri birbirlerinden bağımsızdır ve aralarında
Bizans Ortodoksluğu gibi "Eşitler arasında birinci" olma durumu
da yoktur.
6- Kutsal Kitabın yanında, kilise atalarının yazılarıyla
geleneklere çok bağlı bir Hıristiyan yaşamı görünümü sergilerler.
Günümüzde bu inançta olan Türklerin izlerine rastlamak
olanak dışıdır.

iV) ROMA KATOUKLİGİ:


Günümüzde sayıca en çok kişilerden oluşan Hıristiyan top­
luluk olan Roma Katolikliği, baştaki genel egemen ve önder olan
Roma gözetmeniyle gizemsel törenler ağırlıklı ve dinsel kişilerinin
tümüyle diyebileceğimiz evlenmemiş kişilerinden oluşan, gerçek­
ten evrensel görünümlü Hıristiyanlık koludur.
Topluluğun en büyük bölümü Batı kapsamlı, ayrıca Batı Av­
rupa, İngiltere, Kuzey ve Güney Amerika'da yaygınlaşmış olup,
doğuda da çok azınlık sayılan Doğu Töreleri (rite) düzenli "Bir­
leşik" (Uniat) kiliselerle, Hıristiyanlık dünyası tümlüğü içinde
yerini almıştır. Kuman Türklerinin sayılır bir çoğunluğu bu inanış
içinde olmuş, ayrıca bir gözetmenlik (episkoposluk) orununa da
sahip olmuşlardır.

124
Ancak bu gözetmenliğin Moğollarca yıkılmasından sonra,
Katolik Kuman Türkleri de topluluk olarak dağılmış ve erimişler­
dir.
Bu dağılmadan sonra yine Türk-Katolik bir orun oluşturmaya
hiçbir zaman yanaşılmamış olduğundan, Katolik Türkler türlü
Latin (Roma) töreli kiliseler içinde varlıklarını geçmişte sürdür­
müşler ve günümüze dek de sürdürmektedirler.
Katolik Kuman Türklerinden günümüze gelen "Kodeks
Kumanikus" Türk yazınının yüce yapıtlarından biri olup, Katolik
Kuman Türklerini ve öz varlıklarını bizlere yansıtmaktadır.
Roma Katolikliği, başta "papa" ünvanıyla egemen olan Roma
gözetmenliğinin önderliğiyle, Kutsal Kitap, Kilise Ataları yazıları,
gelenekler, papalık genelgeleri ve 21 genel konsillerin kararlarıy­
la etkinlik gösteren bir yapıya sahip olup, Roma gözetmeni de,
öbür Hıristiyanlık önderlerinde olmayan "Orununda yanılmazlık"
ilkesiyle donanmıştır.
Genel konsiller olarak, Bizans Ortodoksları ve Batı Episko­
pallerinin benimsedikleri yedinci konsilden sonra, şu konsillerin
kararlarına da bağlılık göstermektedirler:
İstanbul IV. (869), Lateran I. ( 1 1 23), Lateran II. ( 1 139),
Lateran III. (1 179), Lateran IV ( 1 2 1 5), Lion I. (1 245), Lion II.
.

(1 274), Viyana 0 3 1 1 ve 1 312), Floransa (1438-1439), Lateran V.


( 1 5 1 2- 1 517), Trent (1545- 1563), Vatikan I . (1869), Vatikan II.
0 962)
Hıristiyanlık geneli içinde en genişçe yayılmış olan Roma
Katolikliği, Roma gözetmeni olan Papa'yı, dünyadaki tüm dinsel
önderlerden üstün saymasından dolayı, tüm Ortodoks dünyanın
patriklerinin kendi çevrelerinde "en üst orun" olmalarına karşıt
olarak, Roma orununa bağlı tüm Doğu (uniat) patriklikleri, doğal
olarak papalıktan aşağı aşamada sayılmaktadırlar.
Roma Katolik inancını Kuman Türklerine öğretenlerin,
Katolik Fransisken tarikatı rahipleri oldukları ve armağan olarak
da Türk Hanı'ndan bir manastır almaları gerçeğinin, kişisel olarak
ilinti kurduğumuz tüm dost Fransisken rahiplerince bilinmemesi
de, bizce dikkat çekici olmuştur.

125
V) BAPTİST PROTESTANLIK:
Hıristiyan-Protestan dünyasının en önemli ve ABD'de ege­
men kiliselerden olan Baptist Protestanlığın, özellikle Gökoğuzlar
arasında da etken olduğunu, Harun Güngör ve Mustafa Argun­
şah'ın yapıtındaki kayıtlardan anlıyoruz.
Baptist Protestanlık, temel olarak klasik Protestanlık yapılı
olup, inanç ve yaşam kaynağını herhangi bir dinsel orun ya da
konsil kararlarına değil, doğrudan Kutsal Kitap'tan almaktadır.
Romen-Katolik, Doğu-Ortodoks ve Episkopallerin benim­
sedikleri ilke olan "Elçisel Zincir"in dışında olduklarından, Patrik­
lik, Episkoposluk gibi orunları olmayıp, dinsel önderleri "Yetkili
Öğütçen" ve "El konulmuş Çoban" ünvanlarıyla anılırlar. Ayrıca
dinsel kişilerin özel dinsel ve görevsel giysileri de yoktur.
Kilise yönetim sistemi olarak tüm episkopal, prezbiteryen,
sistemleri, ayrıca tarihsel inanç açıklamalarını (credo-Amentü)
reddederler.
Kendi özyapılarını betimleyen en gözde görünüm, çocuk
vaftizini reddetmeleridir.
Hıristiyan olacak kişileri uzun süre eğitip denedikten sonra,
yetişkin olarak vaftiz edip topluluğa aldıklarından dolayı "Baptist"
(vaftizci) olarak adlandırılmaktadırlar.
Günümüzde, özellikle Gökoğuz Türkleri arasında belirli bir
sayı oluşturdukları, ancak Ortodokslar yanında azınlık kaldıkları
bilinmektedir.

VI) YEDİNCİ GÜN GELİŞÇİLİGİ:


Muştusalı yani Protestan toplulukların içinde özel ve onurlu
bir yeri olan bu mezhep türü, her şeyden önce "Baptist" özyapılı
olup, çocuk vaftizini reddeder ve yetişkinlere vaftiz uygulayarak
bünyesine üye yapar. Genel görünüş ve yapı olarak bir Baptist­
Protestan kilisesi görünümünde olup, klasik Protestanlıktan şu
ana noktalar ve görüşlerle ayrılmaktadır:
1- Tanrı'nın on buyruklarına özel saygı gösterir, bu nedenle
on buyrukların tutulmalarının tüm insanlar özellikle Hıristiyanlar
için gerekliliğini vurgular.
2- On buyrukların dördüncüsü olan ve yedinci gün olarak

126
betimlenen "Şabat" gününün tutulması ve kutsanmasını ön plan­
da tutar, bu nedenle yedinci günü kutsal kılarak, birinci gün olan
pazarı reddeder.
3- İsa'nın ikinci gelişine özel değer verip, öğretiş ve uy­
gulamalarında ileri aşamada duyurduğu için "Yedinci Gün Geliş­
çiliği" sözleriyle tanınmıştır.
4- Tüm Hıristiyan toplulukların (Katolik, Ortodoks, Protes­
tan) benimsedikleri "Fiziksel ölümden sonra kişinin varlığının tin
(ruh) olarak yaşamını sürdürmesi" görüşünü reddedip, kişilerin
ölümle İsa'nın ikinci gelişine dek "tümüyle bilinçsiz ve yaşamsız"
oldukları görüşünü benimser.
5- Her tür alkollü içki, sigara, kahve, çay, kolalı içeceklerin
kullanımını ve eski antlaşma yasası içinde yenmeleri yasaklanmış
hayvanların etlerinin yenmelerini yasaklar.
6- Beden ve tin sağlığını, mezhebin bir türde inanç bildirgesi
içinde görür.
7- Kutsal Kitaba dayalı kutsal yaşamı, üyelerine özellikle vur­
guladığı gibi, eski antlaşmanın Daniel ve Yeni Antlaşmanın Açın­
lama kitaplarına özel değer verir. Yönetim türü olarak pastoral­
prezbiteryen görünün gösteren mezhep, tüm konsillerin karar­
larını, kilise atalarının yazılarını, salt inceleme konusu olarak ele
alır ve Kutsal Kitabı ana ilke olarak benimseyip yorum için özel­
likle yalvaç (peygamber) olarak benimsediği Hellen White'ın
yazılarından yararlanır.
Gökoğuz Türkleri arasında özellikle etken olan Yedinci Gün
Gelişçileri Kilisesi'nin, oldukça özel bir yere sahip olduğunu, aile
dostumuz ve Adventist İncil Öğütçeni Türker Ölçer'in bizlere
gönderme kayrasında bulunduğu belgeler içerdiklerinden an­
lıyoruz.

127
KAYNAKÇA
1) KİTAPLAR

ALBAYRAK, Kadir, Keldaniler ve Nasturiler, Vadi Yayınevi, Ankara, 1997.

ALTINDAL, Aytunç, Türkiye ve Ortodokslar, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1995.

ANADOL, Cemal, Hazar Yükselirken, 21. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası, Orkun
Yayınevi, İstanbul, 1992.

ARIKAN, Zeki, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, Atatürk Araştırma Merkezi,
1 989.

AUGUSTİNOS, Gerasimos, Küçük Asya Rum/an, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1 997.

AVCIOGLU, Doğan, Türklerin Tarihi, Beş Cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1989.

AYDIN, Erdoğan, Nasıl Müslüman Olduk?, Doruk Yayınevi, Ankara, 1 996.

BAG, Yaşar, Türklerde ve Çerkeslerde İslam Öncesi Kültür-Din Tann, Çivi Yazıları,
İstanbul, 1 997.

BARKER, G., O 'nım İzinde, Hıristiyanlık ve I.aiklik Tarihi, İstanbul, 1985.

BARTIIOLD, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1975.

BAYDAR, Mustafa, Hamdullah Suphi Tannöver ve Anılan, Menteş Kitabevi, İstan­


bul, 1%8.

BENLİSOY, Yorgo - Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ayraç Yayınevi, Ankara 1996.

BOZKURT, Fuat, Türklerin Dili, Cem Yayınevi, İstanbul, 1992.

CAMİİ, Abdülkadir Baykurt, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, Hicret Yollan,


İkinci Tabı, Sanayiinefise Matbaası, İstanbul, 1932.

CEYHUN, Demirtaş, Ah Şu Biz Göçebeler, Sis Çanı Yayınları, İstanbul, 1994.

CEYLAN, Emine, Çavuşça Çok Zamanlı Ses Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, An-

128
kara, 1 997.

CİHANGİR, Erol, Papa Eftim 'in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks


Patrikhanesi, Turan Yayınevi, İstanbul, 1996.

ÇAGATAY,
·
Saadet, Türk Lehçeleri Örnekleri, Vlll. Yüzyıldan XV!Il. Yüzyıla Kadar,
3. Baskı, Ankara, 1977.

ÇAGATAY, Saadet, Türk Lehçeleri Örnekleri - JI, Yaşayan Ağız ve Lehçeler, Ankara.
1972.

DOGRU, A. Mecit, Gagauz Tiirkçesi'nin Sözlüğü, G.A. Gaydarci, E.K. Koltsa, L.A.
Pokrovskaya, B.P. Tukan, Rusça'dan Aktaranlar: Prof. Dr. İsmail Kaynak, Kül­
tür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.

EKİNCİKLİ, Mustafa, Tii rk Ottodoksları, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1 998.

ERCAN, Hikmet Yavuz, Fener ve Türk Orlodoks Patrikhanesi, Ankara Üniversitesi


Basımevi, 1970.

ERGENE, Teoman, İstiklal Harbinde Türk Ortodoks/an, 1.P. Neşriyat Servisi, İstan­
bul, 1951 .

ERÖZ, Mehmet, Hıristiyanlaşan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, An­


karn, 1983.

l:'ARAC, Gregory Abu '! (Bar Hebraeus), Abtt'l Farac Tarihi, Cilt !, II, Süryanice'den
İngilizceye çeviren: Ernest A. Wallis Budge, Türkçeye çeviren: Ömer Rıza
Doğrul, Türk Tarih Kurumu Basıınevi, Ankara, 1987.

GOLOGLU, Mahmut, Pontos - Anadolu 'mm Milli Devleti, Ankara, 1973.

GRÖNBECH, K., Kuman Lehçesi Sözliiğıl, Codex Cumanicııs'ım Türkçe Sözlük Dizini,
Çeviren: Prof. Dr. Kemal Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara, 1992.

GÜNGÖR, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1990.

GÜNGÖR. Harun - Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri, Tarib - Dil - Folklor ve


Halk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.

GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği. Türk Tarihinin Kaynaklan, Kültür Bakanlığı,


Ankara, 1993.

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu 'nun Sesi, Bilgi Yayınevi, Ankara - 1984.


HASSAN, Ü., K. Berktay - A. Ödekan, Türk(ye Tarihi - 1, Osmanlı Devleti'ne Kadar
Türkler, Cem Yayınevi, İstanbul, 1 990.

1 29
HİÇYILMAZ, Ergun, Beni Toprağıma Gömün, Altın Kitaplar, İstanbul, 1993.

JYRKANKALLIO, P. - A.D. Bennigsen - G. Hazai - F. Wendit - K. M. Mengeş,


Türk Lehçeleri ve Edebiyatları, çev: Prof. Dr. Kemal Aytaç, Gündoğan
Yayınları, Ankara, 1992.

KARAGÖZ, İlyas, Tarihsel Süreçte Trabzon Halkı, Derya Kitabevi, Trabzon, 1998.

KARAMANUOGLU, Ali Fehmi, Kıpçak Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu, An­
kara, 1994.

KARS, Zübeyir, Milli Mücadelede Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,


1993.

KIRZIOGLU M., Fahrettin, Kıpçaklar (Ortodoks -Kıpçak Atabekler Hükümeti


Bölümü), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992.

KİRİŞÇİOGLU, M. Fatih, Saha (Yakut) Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayın­
ları, Ankara, 1994.

KİTSİKİS, Dimitri, Türk-Yunan İmparatorluğu, İletişim Yayınevi, İstanbul, 1996.

KOESTLER, Arthur, Onüçüncü Kabile, Say Yayınlan, İstanbul, 1993.

KURAT, Akdes Nimet, Türk Kavimleri ve Devletleri, (IV - XVIII yüzyıllarda


Karadeniz Kuzeyindeki), 2. Baskı, Murat Kitabevi Yayınları, Ankara, 1992.

KUZGUN, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1993-

LEWIS, Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1996.

LIGETTI, L., Bilinmeyen İç Asya, Macarcadan Çeviren: Sadrettin Karatay, Türk


Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986.

NASRATTINOGLU, İrfah Onver, Gagavuz Şiir Antolojisi, Ankara, 1992.

NASRATTINOGLU, İrfan Ünver, Çağdaş Moldavya Şiiri Antolojisi, Ankara, 1992.

OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­
kara, 1991.
ÖGEL, Bahaeddin, Islamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih Kurumu, An­
kara, 1991.

ÖLÇEN, Ali Nejat, İslamda Karanlığın Başlangıcı ve Türk - İslam Sentezi, Ekin
Yayınları, Ankara, 1991.

ÖZEL, Sabahattin, Milli Mücadelede Trabzon, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­
kara, 1991.
ÖZKAN, Nevzat, Gagavuz Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1996.

PARMAKSIZOGLU, İsmet - Yaşar Çağlayan, Genel Tarih - I Eski Çağlar ve Türk


Tarihinin Ilk Dönemleri, Funda Yayınları, Ankara, 1976.
PSALTY, Fr.ancis, Türkelide Hıristiyanlık, Miladın 2 'nci �srın Sonundan İtibaren
Intişarı, !kinci Türk Tarih Kongresi, Devlet Basımevi, Istanbul, 1937.

RASONYİ, Laszlo, Tarihte Türklük, 2. Baskı, Ankara, 1988.

SAFRAN, Mustafa, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lugatlara Göre Kuman-Kıpçak­


larda Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü, Ankara, ı993·

SOYSÜ, Hale, .Kavimler Kapısı -1 (Gagauzlar ve Karamanlılar Bölümleri), Kaynak


Yayınları, Istanbul, 1992.

SPULER, Bertold, İran Moğolları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1987.

SÜMER, Faruk-Ali Sevim, Ali, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988.

ŞAHİN, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul,


1980, (Türk Ortodoks Patrikhanesi Bölümü).

TEKİN, Talat, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1987.

TURAN, Şerafettin, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1990.

Türk Ocağı, Türk Tarihi Heyeti, Türk Tarihinin Ana Hatları, Kemalist Yönelimin
Resmi Tarih Tezi, Kaynak Yayınları, Istanbul, 1996.

UMAR, Bilge, Tüıkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1998.

Urfalı Mateos Vekaymamesi ve Papaz Grigorun Zeyli, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1962.
ÜLKÜSAL, Müstecip, Dobruca ve Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,
2. Baskı, Ankara, 1987.

VA - NU, Müzehher, Bir Dönemin Tanıklığı, Cem Yayınevi, İstanbul,

VASİLYEV, Yuriy, Saha (Yakut) Halk Edebiyatı Örnekleri, Türk Dil Kurumu Yayın­
lan, Ankara, 1996.

YEŞİLYURT, Süleyınan, Türk Hıristiyanların Patrikhanesi, Ankara, 1995-


il) DERGİLER
Aksiyon (Hıristiyan Türkler), 17-23 Ocak 1998, yıl 4, sayt 163

Tarih Konuşuyor, cilt 8, sayı 52, Mayıs 1 968

Hayat Tarih Mecmuası, sayı 9, Eylül 1975

Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayt 18, Haziran 1 988

Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 52, Nisan 1991

Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 53, Mayıs 1991

Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 74, Şubat 1 993

Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 75, Mart 1993

Tarih ve Toplum, Haziran 1989

Tarih ve Toplum, Şubat 1990

Tarih ve Toplum, Ağustos 1991

Tarih ve Toplum, Ekim 1992

Tarih ve Toplum, Ekim 1993

Türk Dünyası, sayı 1 , Bahar 1996, Türk Dil Kurumu, Ankara 1996

Türk Dünyası, sayı 3, Bahar, 1997, Türk Dil Kurumu, Ankara 1997

fil) ANSİKLOPEDİLER

Ana Britannica, cilt. 9, s. 225, 226, "Gagavuzlar" konusu

Ana Britannica, cilt. 1 2 , s. 589, 590, "Karamanlıca" konusu

Ana Britannica, cilt. 3, s. 475, "Abdülkadir Baykurt Camii" Konusu

Ana Britannica, cilt. 14, s. 481, "Kumanlar" konusu

Ana Britannica, cilt. 17, s. 481, "Peçenekler" konusu

Büyük Larousse, cilt. 7, s. 4358, "Gagavuzlar" konusu

Büyük Larousse, cilt. 2, s. 6392, "Karamanlıca" konusu

Büyük Larousse, cilt. 6, s. 3762, "Erenerol Papa Eftim" konusu

132
Hayat Ansiklopedisi, cilt. 2, s. 813, "Çuvaşlar" konusu

İslam A nsiklopedisi, cilt. 5, s. 397, 408, "Hazarlar" konusu

Meydan Laroıısse, cilt. 3 s. 316, "Çuvaşlar" konusu

iV) GAZETELER

"Vikingler ve Peçenek Türkleri", Günaydın, 1 8 Nisan 1985

"Fener Patrikhanesi 'ne Karşı Bir Ortodoks'', Hürgün, 14 Ekim 1 985 - 19 Ekim 1985

"Bağımsızlık Kavgası", Milliyet, 2 Ekim 1 989

"Yunanlı Gagavuzlar", Milliyet, 13 Aralık 1978 - 15 Aralık 1 989

"Gagavuz Cumhuriyeti Kuruldu", Milliyet, 21 Ağustos 1 990

"3. Türk Devleti" , Milliyet, 22 Kasım 1990

"Türkçe Savaşı", Milliyet, 23 Kasım 1 990

"Moldavya'da Ateş Eden Silahlar", ]amanak, 17 Aralık 1990

"Gagavuz Türkleri Egemenlik İlan Etti", Güneş, 1 1 Aralık 1 990

"İsa'nın Peşindeki Türkler", Milliyet, 23 Aralık 1990

"Gagavuzlarla Kurt Sohbeti", Cumhuriyet, 27 Mart 1991

"Azerilere İncil Dağıttık", Zaman, 30 Nisan 1991

"Gagavuzlar Türkçe'yi Resmi Dil İlan Etti", Milliyet, 1 Haziran 1991

"Almanya'da Hıristiyanlaştırılan Türkler", Milliyet, 11 Kasım 1992 - 19 Kasım 1992

133
DİPNOTIAR

Ol Francis Psalty, Tü �keli 'de Hıristiyanlık, Miladın 2. Asnn Sonundan


İtibaren İntişan, s. 1.
Tarih ve Toplum, Ekim 1993, s. 9.
(2) A.g.e., s.2.
(3) Alphonse Mingana, The Early Spread of Christianity in Central Asia
and thefar East, A New Document, 1925.
(4) A.g.e.
(5) Livre des Rois, Süryani Patrolojisi, II-607.
(6) Bkz. Kutsal Kitap. Eski Antlaşmada, Yalvaç Hezekiel'in kitabının 38. ve
39. bölümlerine. Ayrıca Yeni Antlaşma'daki "Yuhanna'nın Açınlanması"
kitabının 20:8 tümcesine.
(7) Fuat Bozkurt - Türklerin Dili, s. 32, 33.
Prof. Dr. Mehmet Eröz, Hıri.stiyanlaşan Türkler, s. 12; Parmaksızoğlu,
Genel Tarih I s.291 .
(7a) Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman Olduk?, s. 54-56.
(8) Psalty, s.3.
(9) Chronica Minora in Corp. Serip Chris, Orient, s. 34, 35.
(10) Psalty, s. 4.
(11) Oriens Christianus, s . 308.
( 1 2) Lenre de Thomas de Marga, Liber Superionun, s. 561 -562.
(13 ) Abu 'l Farac Tarihi, s. 303, 588.
Oppert, G. Der Presbyter Johannes, s. 9 1 , 1 24.
(14) Rahiplerden Yahbh-Allaha 'ya İlişkin Genişçe Bilgi, 1928 Londra baskılı
"Monks of Kublai Khan" adlı yapıtta bulunmaktadır.
( 1 5) Abu'! Farac, s. 21.
(16) A.g.e., s. 22.
(17) V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 19.
(18) Rodloft W. Chuastuanit, das Bussgebet der Man ichaer.
(19) Barthold, s. 74.
C19a) Türk Tarihinin Ana Hat/an, s. 1 1 2.
(19b) A.g.e., s. 364, E. Aydın, s. 177.
(20) A.g.e., s. 95.
(20a) Doç. Dr. Nevzat Özkan, Gagavuz Türkçesi Grameri, s. 17.
(20b) A.g.e., s. 18.
(21) Zekeriya Kazvini, Wüstenfeld yayını, II-394.

134
Biruni-Chronologie, Sachan Yayını, s.264.
(22) Binıni-Chronologie, s. 296.
(23) Baıthold, s. 141.
Enz. d.Isl. II-974.
(24) Sources Syriaques, 1909 basunı, s. 168.
(25) Zur Aıtbstratımg des Cbristendunıs No. I
des Abbenlungen de Pruss, Akad. di Viss. 1919.

(26) Psalty, s. 5.
(27) Adisbo-Synodes Canoniqııes, bölüm: 15.

(28) Timothe, s. 163.


(29) Amr. de Patriar. Nest. Conınıentaria, s. 64.
(30) Psalty, s. 5 .
(31) Pelliot. T'oung-Pao. il. seri, )0.1. 0914) s. 629.
(31a) Beıtold Spuler, İran Moğol/an, s. 202, 203, 221.
(32) Barthold, s. 172-173.
(33) Bulletin de l'Acad. 1909, s. 778.
(34) A.g.e., s. 789.
(35) A.g.e., s. 789.
(35) F.W.K. Müller, Uigurica, s. 4.
(36) A 1bausand Years ofthe Tatars, s. 271 .

(37) Pagne, İnscriptions Senıatiques, s. 181.


(38) Blochet, İntroduction a l'histoire de Mongols, s. 181.
(39) Acts Congres des Orientalistes d'algler, Kısım:3, s. 28.
(40) Psalty, s. 7 .
(41) Saoki, 1be Nestorian Monunıent in China, s. 281.
(42) Psalty, s.7.
(43) Hayat A nsiklopedisi, s. 1 148.
(44) Abdülkadir Baykuıt Cami, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, s.3 1 .
(45) A.g.e., s.34.
(45a) İlyas Karagöz, Tarihsel Süreçte Trabzon Halkı, s.7 1 .
(45b) A.g.e., s. 7 1 .
(45c) A.g.e., s. 74.
(46) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, cilt:2 s. 775; Cami, s.35.
(47) Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, s. 107.
(48) Cami, s. 36.
(48a) Nevzat Özkan, s. 16; Kırzıoğlu , s. 1 2 1 .
(49) A.g.e., s. 41.

135
(49a) Ali Fehmi Karaınanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, s. XVII.
(49b) Doç. Dr. Mustafa Safran, Yaşadık/an Sahalarda Yazılan Lugatlara Göre
Kuman-Kıpçak/arda S(yasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, s. 10.
(50) A.g.e., s. 81 .
(51) Ana Britannica, cilt. 14, s. 53.

(52) Avcıoğlu, cilt 2, s. 958-959.


(52a) Safran, s. 74.
(53) A.g.e., s. 959.
(54) Ana Britan nica, cilt. 14 s. 53.
(54a) Safran, s. 70.
(54b) Safran, s. 72.
(55) İsmet Parmaksızoğlu, Yaşar Çağlayan, Genel Tarih-!, s. 348.
(56) Avcıoğlu, cilt 2, s. 958.
(57) İslam Ansiklopedisi, cilt 7, s. 633.

(58) Avcıoğlu, cilt 2., s. 960.


(59) M. Fahrettin Kırgızoğlu-Prof. Dr. Kıpçaklar, Oı1odoks-Kıpçak
Atabekler Hükümeti, s. 1 14.

(60) Kırzıoğlu, s. 1 1 5.
(61) A.g.e., s. 1 1 7.
(62) A.g.e., s. 1 18.
(63) A.g.e., s. 163.
Eröz., s. 43, 44.
(64) Ana Britannica, cilt 14, s. 53.
Eröz, s. 1 5 .
(65) Avcıoğlu, cilt 2, s. 961 .
(65a) Nevzat Özkan, s. 17, Rasony, s. 150- 1 5 1 .
(66) Cami, s. 59.
Urfalı Mateos Vakayinamesi, s. 91.

(67) Strahl, Rus Devletleri Tarihi, s. 29.


(68) Cami, s. 62.
(69) Avcıoğlu, cilt 2, s. 942.
(70) A.g.e., cilt 2, s. 944.
(71) Ana Britan nica, cilt 17, s. 481 .
Cami, s . 96.
Eröz, s.
(72) İslam A nsiklopedisi, Peçenekler maddesi.

(73) Avcıoğlu, cilt 2, s. 945.

136
(74) A.g.e., cilt 2, s. 948.
Cami, s. ili.
Uifalı Mateos Vakayinamesi, s. 143.
Faruk Sümer - İslam Kaynaklanna Göre Malazgirt Savaşı,
s . 7, 13, 19, 51, 24.
Halikarnas Balıkçısı, A nadolu 'nun Sesi, s. 195.
Georg Ostrogorsky - Bizans Devleti Tarihi, s. 318.
(75) Ü. Hassan, K. Berktay, A. Ödekan - Türkiye Tarihi I, Osmanlı Dev­
leti 'ne Kadar Türkler, s. 179-180.
Eröz, s. 3, 25.
(76) Avcıoğlu, cilt 2, s. 950-951 .
(76a) Nevzat Özkan, s. 16.
Kuraı, Peçenek Tan"b i, s. 240.
(76b) Emine Ceylan, Çuvaşça Çok Zamanlı Ses Bilgisi, s. !.
Ana Britannica, cilt 17, s. 481.
(77) Hayat Ansiklopedisi, cilt 2, s. 813.
(78) Meydan Laroıısse Ansiklopedisi, cilt 3, s. 316.
(79) Prof. A.N. Kurat, Türk Dünyası El Kitabı, s. 750.
(79a) Türk Dünyası, sayı 3, Bahar 1997, s. 125.
(80) Avcıoğlu, cilt 2, s. 842.
(81) Meydan Laroıısse, cilt 3, s. 316.
Jyrkankallio, A.D. Bennigsen, G. Nazai, F. , Wondt, K.H. Menges
Türk Lehçeleri ve Edebiyat/an, s. 13.
(82) Meydan Laroıısse, s. 316.
Türklerin Dili, s. 434.
(83) Jyrkankallio, s. 13.
Türklerin Dili, s. 435.
(83a) Türk Dünyası, sayı 3, Bahar 1997, s. 125, 128, 129.
(84) Prof. Dr. Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri - 11, s. 233.
(85) Hayat Ansiklopedisi, cilt 2, s. 813.
(85a) Yuriy Vasilyev, Saha Halk Edebiyatı Örnek/en; s. 131, 132.
(85b) Dr. M. Fatih Kirişçioğlu, Saba Türkçesi Grameri, s. 8, 9.
(85c) A.g.e., s. 10, 1 1 .
(86) Jyrkankallio, s. 13, 14.
Çağatay, s. 240.
(87) Türklerin Dili, s. 333.
(88) A.g.e, s. 333.

137
(89) Jyrkankallio, s. 100.
(90) Avcıoğlu, cilt 4, s. 18_78.
(91) L. Ligeti, Bilinmeyen iç A>:ya, s. 296.
(92) A.g.e., s. 298.
(93) A.g.e., s. 299.
C93a) T.T. Ana Hat/an, s. 404.
(94) A.g.e., s. 300.
Avcıoğlu, cilt 2, s. 999.
(95) Avcıoğlu, cilt 4, s. 1880.
(96) Jyrkankallio, s. II, 3 1 .
(97) A.g.e, s . 13.
(98) Türklerin Dili, s. 426.
(99) Jyrkankallio, s. 17.
( 1 00) A.g.e., s. 20.
( 101) A.g.e., s. 22.
(102) A.g.e., s. 23.
(102a) Prof. Dr. Bilge Umar, Türkiye Halkının Ortaçağ Taribi, s. 63.
(102b) Türk Taribinin Ana Hat/an, s. 387.
(103) Nimet Kurat Akdes, Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 30.
(104) Avcıoğlu, cilt 2, s. 844.
(105) Şerafettin Turan- Türk Kültür Taribi, s. 106.
(106) A.g.e., s. 106.
Arthur Koestler, 13. Kabile, s. 10.
( 107) Kurat, s. 30.
(107a) Yaşar Bağ, Türklerde ve Çerkeslerde islam Öncesi Kültür, Din,
Tann, s. 1 1 2.
(107b) A.g.e., s. 1 1 2.
(108) Parmaksızoğlu, Genel Tarih !, s. 345.
Bahaeddin Öge!, islamlıktan Önce Türk Kültür Tarihi, s. 229.
(109) Prof. Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 1 1 4.
( 1 10) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 397.
Koestler, s. 18.
(lll) Rasonyi, s . 1 14.
( 1 1 2) Kurat, s. 35.
A nadolu 'nun Sesi, s. 196.
Koestler, s. 53, 60.
(l 12a) T.T. Ana Hat/an, s. 388.

138
( 1 1 2b) A.g.e., s. 388.
0 1 3) Kurat, s. 35.
Rasonyi, s. 1 1 5.
Koestler, s. 5 1 .
(1 14) Kurat, s. 35.
(1 15) Rasonyi, s. 1 16.
(1 16) Kural, s. 36.
Doç. Dr. Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, s. 124.
(1 17) islam Ansiklopedisi, cilt. 5, s. 398.
(1 18) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 398.
Kuzgun, s: 1 23.
Cl 19) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 400.
(1 20) Avcıoğlu, cilt 2, s. 870, 873.
(120a) Erdoğan Aydın, s. 160, 161.
Koestler, s. 70.
(121) Avcıoğlu, s. 873, 874.
Koestler, s. 74, 75.
(122) Avcıoğlu , s. 878, 879.
(1 23) A.g.e., s. 880.
Koestler, s. 59.
(1 23a) T T Ana Hattan, s. 388.
( 124) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 407.
(125) A.g.e, cilt 5, s. 401 .
(1 26) Avcıoğlu, cilt 2, s . 900.
(127) A.g.e., cilt 2, s. 923.
Koestler, s. 163.
( 1 28) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 1 8.
( 1 29) Rasonyi, s. 1 18.
(1 30) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 19.
(131) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 19.
(132) Rasonyi, s. 2 1 2.
033) Kurat, s. 46.
034) A.g.e., s. 47.
035) Rasonyi, s. 122, 123.

139
Anadolu'nun Sesi, s. 200.
036) Rasonyi, s. 1 23.
(137) Kurnt, s. 98.
038) A.g.e., s. 108.
Anadolzı 'nun Sesi, s. 199.
Eröz, s. 4, 5.
0 38a) Prof. Talar Tekin, Tuna Bulgar/an ve Dilleri, s. 1 .
(138b) A.g.e., s.I.
0 39) Kural, s. 108, 109.
Öge!, s. 239.
Eröz, s. 5.
(140) Avcıoğlu, cilt 2, s. 779.
(141) Parmaksızoğlu, s. 343.
Öge!, s. 256.
( 14laJ T. T. Ana Hattan, s. 437
(14lb) A.g.e., s. 437.
(1 42) Parmaksızoğ1ıı, s. 344, 345.
( 142a) Umar, s. 64.
(143) Avcıoğlu, cilt 2, s. 812.
(143a) Tekin, s. 8, 9.
(144) V. Beşevliev, "Proto Bıılgar Dini ", Belleten sayı 34, s. 215.
(145) Avcıoğlu, cilt 2, s. 815.
Ostrogorsky, s. 215, 219.
(145a) Tekin, s. 9.
( 145b) Umar, s. 1 02.
(146) Hayat A nsiklopedisi, s. 392.
(147) Rasonyi, s. 9.
Öge!, s. 7, 26.
(148) Rasonyi, s. 95.
(149) A.g.e., s. 102.
(1 50) Kurat, s. 8.
(151) Kurnt, s. 32.
( 1 52) A.g.e. , s. 74.
0 53) A.g.e., s. 190.
( 1 54) Hale Soysü, Kavimler Kapısı !, s. 9.
(155) Barker, O 'n u n İzinde, s.
(1 56) Avcıoğlu, cilt l, s. 142.

140
Eröz, s. 17.
( 1 57) A.g.e., s. 143.
( 1 58) A.g.e., s. 143.
0 59) A.g.e., s. 143.
(1 60) A.g.e., s. 129, 140.
Urfalı Mateos, s. 1 7 1 .
( 160-A) Dimitri Kitsikis, Türk- Yunan İmparatorluğu, s. 1 1 -13.
Faruk Sümer, s. 43.
(161) Avcıoğlu, s. 144.
(162) Mahmut Goloğlu, Anadolu 'nun Milli Devleti Pontus, s. 44.
(162-A) Erol Cihangir, Papa Eftim'in Muhtıra/an ve Bağımsız Türk Ortodoks
Patrikhanesi, s. IV-V.

( 1 63) A.g.e., s. 78.


(164) A.g.e., s. 83.
(165) Avcıoğlu, cilt 2, s. 955.
( 165-A) Karagöz, s. 143.
(1 65-B) A.g.e., s. 125, 1 26.
(166) Türk Tan'hi, !, s. 58.
( 1 67) Goloğlu, s. 120.
( 1 68) Goloğlu, s. 125.
(169) Goloğlu s. 230.
Tarih ve Toplum, Ekim 1992, s. 2 1 .
(170) Goloğlu, s. 252.
Zeki Arıkan, Mütareke ve işgal Dönemi izmir Basını, s. 1 14.
Dr. Sabahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon, s. 238.
( 171) Tarih Konıışuyor, cilt. 8, sayı: 52, s. 3690.
(172) Teoman Ergene, istiklal Harbinde Türk Ortodoks/an, s. 6.
( 1 73) A.g.e., s., 7.
( 1 74) A.g.e., s. 15.
( 1 75) A.g.e., s. 18.
(176) A.g.e., s. 27.
(176-A) Süleyman Yeşilyurt, Türk Hıristiyanlann Patrikhanesi, s. 24.
(177) Yavuz Ercan Hikmet, Fener ve Türk Ortodos Patrikhanes�.
s. 420-422; Zübeyir Kars, Milli Mücadelede Kayseri, s. 1 17.
(178) Yuhanna 18:36.
(179) Matta 22:2 1 .
(180) Tarih Konuşuyor, s. 3689.

141
H. Yavuz Ercan, s. 431.
Ergun Hiçyılmaz, i.ieni Toprağıma Gömün, s. 167.
(181) Dr. M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, s. 192.
Soysü, s. 184.
(182) Soysü, s. 185.
(182a) Umar, s. 243.
(183) Mustafa Baydar, Hamdullah Sııphi Tannöver ve Anılan, s. 160.
Eröz, s. 65.
(183a) Kitsikis, s. 213.
(183b) Y. Benlisoy, E. Macar, Fener Patrikhanesi, s. 130.
(183c) İskender Ohri, Anadolu 'mm Öyküsü, s. 7 1 .
(184) A.g.e., s. 1 6 1 .
(185) Şahin Süreyya, s. 192.
(185a) Yeşilyurt, s. 55, 56.
(186) A.g.e., s. 199.
(187) Baydar, s. 170.
(188) A.g.e., s. 1 59.
(189) A.g.e., s. 160.
(190) Osman Balcıgil, Hiirgün, 17-10-1985, s. 10.
Cl90a) Kitsikis, s. 212.
(191 G. Barker, O'nun İzinde, Hırist�vanlık v e Laiklik Tarihi, s. 256.
(192) Büyük Larousse, cilt. II, s. 9392.
Taıih ve Toplum, Ağustos 1 99 1 , s. 6 1 .
(193) Soysü, s . 176.
(194) Avcıoğlu, cilt !, s. 159, 160.
Hiçyılmaz, s. 1 3 1 .
Eröz, s. 33.
(195) Soysü , s. 176.
Tarih ve Toplum, Şubat 1990, s. 18.

0 96) Avram Galanti, Ankara Tarihi, s. 1 1 5 .


Eröz, s . 33.
( 197) Baydar. s. 219.
Dağyolu, cilt 1, s. 181.
(198) Cami, s. 5, 6.
Hiçyılmaz, s. 1 3 1 .
(198a) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s. 159.
0 99) Büyük Larousse, cilt 2, s. 6392.

142
Ana Britannica, cilt 12, s. 589.
(200) Soysü, s. 1 76.
Hiçyılmaz, s. 1 3 1 .
Tarih ve Toplum, Şubat 1990, s . 18.
(201 ) Şahin, s. 186.
(202) Kars, s. 1 1 7.
(203) Büyük Larousse, cilt il, s. 6392.
Tarih ve Toplum, Şubat 1990 s. 18.
Eröz. s. 32.
(204) Manof Atanas, J. Gagauzlar, s. 35.
(205) Soysü, s. 178.
(205a) Umar, s. 10.
(206) Cami, s. 7, 8.
(207) A.g.e., s. 8.
(208) A.g.e., s. 9.
(209) Nayır Yaşar Nabi, "Balkanlar ve Türklük, Barkan " Ülkü Dergisi,
Mart 1937.
(209a) Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ekincikli, Türk Onodokslan, s. 81.
(210) Avcıoğlu , cilt !, s. 159-160.
Tarih ve Toplum, Ağustos 199 1 , s. 6 1 .
Kars, s . 1 19.
Ayrıca, An inquiry into the Social Fou ndatioııs of Nationalism in the
O/tomarı State, Princeton 1973.
(210a) Ekincikli, s . 132.
(21 1 ) Soysü, s. 179.
Eröz, s. 42.
(2 1 2) Büyük Larousse, cilt. 2 s. 6392.
Ana Britaıınica, cilt. 12 s. 590.
(213) Soysü, s. 184.
(214) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993, s. 36.
(21 5 ) A n a Britaıınica, cilt 9, s. 225.
Büyük Laroıısse, cilt. 7, s. 4358.
(216) Doç. Dr. Harun Güngör, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Argunşah.
Gagavuz Türkleri, s. I.
(217) A.g.e., s.2.
(218) Türk Dünyası, Şubat 1993, s. 4 1 .
(219) A.g.e., s. 45.
(220) Soysü, s. 1 57.

143
(22 1 ) A.g.e., s. 1 59.
(222) Güngör, s. 3.
(223) Soysü, s. 159.
(224) Müstecip Ülküsal, Dobmca ve Türkler, s. 73.
(224a) Özkan, s. 19-21; Kitsikis, s. 1 1 9.
(225) Güngör, s. 4-7.
(225a) Özkan, s.7.
(225b) Özkan, s. 7, 8.
(226) Türk Dünyası, Şubat 1 993, s. !.
(226a) Özkan, s. 2 1 .
(227) Ülküsal, s . 73.
(228) A.g.e., s. 74.
(229) Güngör, s. 14.
(229a) Özkan, s. 27.
(230) A.g.e., s. 15.
(231) Ülküsal, s. 75.
(232) Soysü, s. 1 6 1 .
(233) Ülküsal, s. 75.
(234) Soysü, s. 1 65.
(234a) Özkan, s. 32.
(234b) A.g.e., s. 32.
(235) Güngör, s. 16, 17.
(235a) Aytunç Altında!, Türkiye ve Ortodokslar s. 1 16, 1 17.
(236) Milliyet Gazetesi, 2 Ekim 1 989.
(237) Milliyet Gazetesi, 21 Ağustos 1990.
(238) Milliyet Gazetesi, 1 Haziran 1 99 1 .
(239) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993 s. 40
Güneş Gazetesi, 2 Aralık 1 990.
(239a) Özkan, s. 25.
(240) Cumhuriyet Gazetesi, 27 Mart 1 99 1 .
(241) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993, s . 4 1 .
(242) A.g.e., s. 50.
(243) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1993, s. 2,3.
(244) Gagavuz Türkçesı"nin Sözlüğü, Müelliflerinin Önsözü s. VII-IX.
(244a) Özkan, s. 35.
(246) Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Gagauz Şiir A ntolojisi, s. 5.

144

You might also like