Professional Documents
Culture Documents
Yakup Aygil - Turanlı Hıristiyanlar
Yakup Aygil - Turanlı Hıristiyanlar
Sayfa
Önsöz . . . . . . . . . . .. .
. . . .. 5. . . . . . . . . . . . . . .
Geçmişte ve Günümüzde
Türk Hıristiyan Toplulukları . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 .
Hunlar . . . . . . . . .. .
. . . .
. . . 26
. . . . . . . . . . . . . . .
Hazarlar . .. . ...........................40
.
Fin-Ogorlar
Anadolu Türk-Hıristiyanlığı ............. . ....56 .
Ekler . . . . . . . . . . . . . . . 99. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Kaynakça . . . . .
. . . . . . . . . 128
. . . . . . . . . . . . . . . . .
Resimler .. . . . . . . .. . . . .145. . . . . . . . . . . . . . . . . .
4
ÖNSÖZ
5
içimde yıkılmış bulunuyordu.
"Rum" sözcüğüyle belirtilmek istenen "Helen-Grek-İon"
kavramı bütünlüğüydü, oysa "Rum" bir ırk ya da ulus adı
olmayıp, bir imparatorluk adıydı. İnanç sistemi olarak Hıris
tiyanlığı benimsemiş olan toplum Turanlılar olup, Türk'tüler.
O günden başlayarak bu önemli konuyu irdelemeye koyul
dum. Uzun yıllarımı alan bu araştırma ve inceleme çalışmalarım
sırasında yabancı dillerdeki birçok yayınların yanı sıra, daha çok
Türk bilim adamlarımızca ve Türkçe bilimsel yapıtlarda bu
konunun ele alındığını görerek sevindim. İS 2. yüzyılın sonundan
başlayarak günümüze dek Turanlı Hıristiyanlar varolmuşlar ve
şimdi de varlıklarını sürdürmekteydiler.
Bu inceleme ve araştırmamı genelde Türkçe kaynaklardan
yaptım.
Yazılı kaynakların elde edilmesi konusunda yardımcı olan
tüm dostlarıma özellikle teşekkür ediyorum.
Araştırmalarımın çerçevesi içinde özel bir yer tutan Anadolu
Türk Ortodoks Patrikliği'nin arşivlerinden yararlanmama yardımcı
olan yetkililere, araştırmamı bastırmadan önce okuyup, bana
düzeltme yönergeleri sunan Tarih Doktoru Sayın Özdemir
Çobanoğlu'na, kendisiyle ve Türk Ortodoks Patrikliği ileri gelen
leriyle birlikte bir araya gelip, genişçe konuşma ve düşünce
alışverişinde bulunduğum, Gökoğuz Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Stefan Topal Mihailoğlu'na, yardımlarından
dolayı burada sevgi, saygı ve teşekkürlerimi sunmayı bir borç
bilirim.
Geçtiğimiz yaz aylarında konferans olarak sunduğum bu
konuyu izleyen, başta Azerbaycan olmak üzere, yurtdışından ve
yurtiçinden gelen dostlarıma, ayrıca bu konunun kitap olarak
basılması için beni yüreklendiren dostum Sayın Mesut Ertan'a da
özellikle teşekkür ederim.
Dünya tarihi içinde özel ve görkemli bir yere sahip olan Türk
toplumunun tarihinin bir bölümünün özeti niteliğindeki bu yapıt,
Türklerin dinsel tarihinin bir sayfasını oluşturmakta , bu konuda
aydınlanmak isteyen ve sürekli bana soru yönelten dostlarıma bir
hizmet vermek için derlenmiş olup, bugün resmi geçmiş sayımsal
6
verilere göre, ortalama ikibuçuk milyon nüfuslarıyla varlıklarını
sürdüren, Turanlı Hıristiyanların tarihinin bir yankısıdır.
Türk toplumunun İS 10. yüzyılda İslamlığı kabul etmesinden
önce, sırasıyla totemcilik, canlıcılık (animizm), Şamanlık, Budizm,
Maniheizm, Musevilik ve Hıristiyanlığı benimsediğini, her aydın
kişi, tüm tarihsel kitaplardan kolaylıkla öğrenebilme olanağına
sahiptir. Kitapta irdelenen konu da bu zincirin bir halkasını
oluşturmakta olup, Orta Asya'dan İS 2. yüzyıldan başlayarak
artakalan ardıllarıyla varlıklarını sürdüren ve ATA, OVUL, ARI TIN
TENGRİ'ye inanan turanlıların tarihinin özetidir. Yapıtımı, bu
konuyu ilk kez irdeleyerek bir kitap kaleme alıp,
Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda, aydınlarımıza sunan,
tanınmış devlet adamlarımızdan Abdülkadir Baykurt Cami'nin
anısına sunmayı da bir görev saydım. Kitabın EKLER bölümünde
CODEX CUMANİCUS'ta yeralan Kumanca tinsel ezgilerin (ilahi)
orijinalleri ve çağdaş çevirileriyle, özellikle Gökoğuz yazınından
seçmeler ve tanıtıcı resimler de, irdelenen konunun daha anlaşılır
olmasını sağlamaya yöneliktirler.
Bilimsel araştırma tinine sahip olan tüm aydınlarımıza
saygılarımla.
Y.A.
7
Bu konudaki ilk yapıtı aydınlarımıza sunan, devlet
adamlarımızdan A bdülkadir Baykurt Cami'nin anısına. . .
İKİNCİ BASIMIN ÖNSÖZÜ
9
Günümüz Türk Hıristiyanlığı'nın, Orta Asya'dan 2. yüzyıl
sonlarından başlayarak görkemli tarihsel görünüm ve akışına yü
ce saygılar besleyerek. . .
Yakup Aygil
10
GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE
TÜRK HIRİSTİYAN TOPLULUKIAR
11
1- ORTA ASYA TÜRK HIRİSTİYANUGI
12
tar niteliktedirler. Bu Patrikhane'deki evraklar özel olarak, Manc
hester John Rylands kitaplığı el yazmaları koruyucusu ve aynı
kent üniversitesi Arapça öğretmeni Alphonse Mingana'ca ele alı
nıp araştırılmış ve kitap halinde yayımlanmıştır.3
Kitabında şöyle bir bölüm dikkat \ekicidir:
13
"Gag ve Magog" sözcükleri Tevrat ile İncil'de geçmekte, ay
rıca Kuran'da da "Yecüc ve Mecüc" şekliyle yeralmaktadır.
12. yüzyılda yaşamış olan Antakya'lı Süryani rahip Yakubi,
kendi yazdığı Vakayiname'sinde bu konuya değinir ve Türk ırkı
konusunda şöyle bir yorumda bulunur.
14
için bir episkopos kutsadığını, Tibetliler için de kutsayacağını be
lirterek şöyle diyor:
"Üç günde Kutsal Ruh, Türkler için bir metropolit kutsadı, Tibet
liler için de bir başkasını hazırlamaktayız.""
15
ha'dan söz ederken şunları söylediğini kaydediyor:
16
Altay Naymanları, Gobi Uygurları ve Kansu Tangutları arasında
yayıldıklarını, İS 445 yılından başlayarak Kuzey Çin'den çıkarılmış
olan Nasturilerin, Kubilay'ın hoşgörüsü sonucunda yine Türklerin
iline gelerek Hıristiyanlığı yaydıklarını, bunun sonucu olarak da
Kubilay'ın koruma kıtalanm oluşturan 30.000 Hazarlı Alan Türkleri
nin Hıristiyanlığa geçtiklerini kayıtlardan anlıyoruz.'%
Yine Kemalist Tarih Tezi verilerine göre, Orta Asya Türk
Hıristiyanlığının oluşmasına etken olan misyon, Nasturi
Hıristiyanlığıdır. Genel Hıristiyanlık yönünden bir herezi sayılan
Nestor yanlıları, Doğu Roma yönetimince, İmparatorluk toprakla
rından uzaklaştırıldıklarında, çoğu İran ülkesine sığınmışlar, bura
da "Merv" ve "Samarkant" metropolitlilerini kurmuşlardır.
Bu kişiler İS 5. yüzyıldan başlayarak Uygurlar arasında etkin
olmuşlardır.
Orhon çevresinde Uygurlarca yazılmış yazıtların Çince bölü
münde İS 762 yılında Uygur Hanı İdi Kut'un, ülkesinde Nasturi
Hıristiyanlığınm yayılması ve bu yönden halkı bilinçlendirmek
için, Çin'den Nasturi rahiplerini çağırdığını öğreniyoruz.
Turfan'da ortaya çıkarılan tarihsel bulgular sonucu Hıristiyan
lığın 8. ve 9. yüzyıllarda Uygurlar arasında genişçe yayılmasının ya
nısıra, Yedisu'da birçok Hıristiyan gömüt taşlarının da ortaya çıka
rıldığını, ayrıca Turfan'ın doğusundaki Bulayık kasabasında ortaya
çıkarılan yazma kitapların tümüyle Hıristiyan!ık kapsamında olduk
larını, II. yüzyıl öncesinde Oıtus ülkesiyle Koko-Hotan arasında
oturan Karait Türklerinin de ayrıca Hıristiyanlığı benimsediklerini,
sözü geçen Tarih Tezi kapsamından öğreniyoruz.19b
17
OGUZIAR (Uzlar)
18
soydaşları olan Peçeneklerle mücadele etmişler, onları kovalaya
rak Balkanlara dek varmışlardır. Bunun sonucu Bizans da Türk
akınları karşısında payına düşeni almıştır. Bu konuyu kitabımızın
ikinci bölümünde genişçe ele alacağız. Ancak burada bizleri ilgi
lendiren, göç ve kovalama davranışı içinde bulunan Oğuz Türk
lerinin, İslam din ve uygarlığıyla hiç ilişki içinde olmadıklarıdır.
Buna göre 1 3 . yüzyılda yaşamış olan Zekeriya Kazvini, kendisin
den önceki zamanlardan kendisine varan bir söylentiye dayana
rak Oğuzlar arasında Hıristiyanlığın bulunduğunu kaydetmekte
dir."
Oğuzların ilk önce Hıristiyanlıkla, daha sonra da İslamlıkla
tanışmış olmaları, onların sıkı bir ticari ilişkide bulundukları uygar
saha olan "Harizm" aracılığıyla olanaklı oluyordu. Harizmlilerin
içinde de Hıristiyanların bulunduğunu yine II. yüzyıl Harizm alim
lerinden Biruni bizlere bildiriyor."
Şu ana dek Orta Asya Türk Hıristiyanlığına ilişkin açıklama
larımızda özellikle Nasturi mezhebinden söz ettik, çünkü erken
çağlardan başlayarak egemen olan ekol buydu . Ancak şimdi
Hıristiyanlığın bir başka mezhebini de konumuza sokuyoruz, bu
da "Bizanten-Ortodoks" mezhebidir.
Bunun nedeni olarak da Harizm ve Oğuz Türklerindeki
Hıristiyanlığın öz yapısını söz konusu ediyoruz. Çünkü şu komı
dikkate alınmalıdır ki, Harizm ve Oğuz Türk Hıristiyanları, İran ve
Türkistan Hıristiyanları gibi Nasturi değil, Ortodoks inancını be
nimsemiş Hıristiyanlardılar. 23
Zaten konumuzun akışı içinde ve sonucunda "Türk-Orto
doks Hıristiyanlığı" kavramına varacağız.
Orta Asya Türk Hıristiyanlığı için önemli bir kaynak olan "So
urces Syriaques"i de göz ardı edemeyiz. Sachan, bu yapıtı 1 925'te
"Abhandhingen d. Preuss. Akad. d. Wiss" adıyla Almancaya çevir
miştir. Bu yapıtta da Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılışına ilişkin
geniş bilgiler veriliyor."'
Sachan, bu yapıtı içinde tanınmış Arbela Kroniki'ni araştır
maktadır. Bu kronik, aynı yayın içinde yer alan "Zur Aubsieitung
des Christendums" adlı araştırmanın ana kaynağıdır."
Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılmasıyla, doğal olarak Hıris-
19
tiyan topluluğun salt "organizm" değil, "organizasyon" olarak da
özyapılanması söz konusu olmaktaydı. Bunun doğal sonucu ola
rak da gözetmenlik (episkoposluk) ve metropolitlik orunlarının
(makam) görülmeleri doğaldır. Buna bağlı olarak Samarkant met
ropolitliğinden daha önce söz ettiğimiz gibi, bununla birlikte üç
metropolitlik orununun kurulduğunu, bunlardan ikincisinin Kaş
gar, üçüncüsünün de Tankut metropolitlikleri olduklarını burada
belirtebiliriz.'•
Bunlardan Samarkant orunu, önceleri sade bir episkoposluktu
ve tüm Buhara kazalarını içeriyordu. Daha sonraları Nasturi Patrik
Sliba-Zkla'ca (İS 71 2-728) metropolitlik aşamasına yükseltilmiştir."
Bu metropolitlikler yanında tarikat düzeyiyle birlikte yaşayan
dinsel kişilerin varlıkları da yadsınamaz. Buna bağlı olarak Sürya
ni Patriği Timothe, mektuplarında Orta Asya'daki Türk ırkı rahip
lerinin kurdukları tarikattan da söz etmektedir.""
Kaşgar metropolitlik orununa gelince, Patrik Eliza'nın İS
1 1 70-1 190 yıllarında, bu tinsel orun için 1 180'de bir episkopos
kutsayarak atadığı, bunun ölümünden sonra da "Sabrisho" adlı bir
başka dinsel kişiyi, aynı orun için episkopos olarak kutsayıp ata
dığını bir başka tarihsel veriden anlıyoruz. 1•
Tankut metropolitlik orunuysa Çin'de bulunmakla birlikte
gerçek Türk soyundan gelen Hıristiyanlara da hizmet veriyordu:'"
Bu orunsa 790 yıllarında metropolitliğe yükseltilmiştir. Tibet
Hıristiyanlarının da bu tinsel orun yetkisi içinde olduklarını bili
yoruz. Ayrıca Orta Asya Hıristiyanlığıyla tarih bilimine ışık tutan
tanınmış "Si-ngnan-fu" anıtı da bu metropolitlik sınırları içinde yer
alıyordu.
Kaynaklara göre İsa'nın 2. ve 1 2. yüzyılları, Hıristiyan inancı
nın Orta Asya'ya yayılması çabaların harcandığı yüzyıllardır. Türk
ler yanında birçok Moğol topluluklarının, bu yüzyıllar içinde
Hıristiyanlığı benimsedikleri bilinmektedir. Moğolistan'ın içinde
oturan Naymanlar ve Kereitlerin de Hıristiyanlığı benimsedikleri
ni de, Prof. Peliot'un bulgularından öğreniyoruz.31
Bertold Spuler'in bulgularına göre de Moğollar arasında
Hıristiyanlığın büyük bir değer kazandığı belirtilerek, şu yargılara
yer veriliyor:
20
"Hıristiyanlığın umumiyetle Moğollar için büyük bir ehemmiyet
arz ettiğine bakılırsa, bu saray mensuplarından pek çoklarının bi
lakis Hıristiyan Nasturi oldukları görülür. Seyurhohataytay, Möng
ke'nin annesi ve kendi erkek kardeşleri, Möngke'nin eşlerinden
bir çoğu, Hülegü'nün eşi Dokuz Hatun ve şüphesiz daha birçok
ları bu dine mensuptular... Bu kadınlar İsa dinine sarılmakla kal
madılar, çocuklarını da vaftiz ettirdiler. Nitekim daha sonra gelen
ilhanlardan ikisi gençliklerinde -her ikisinin adı da Nikolaus idi
Hıristiyan olmuşlardı. Bunlardan biri Ahmed -ki vaftiz edildiği ka
ti değildir, diğeri Ölceytü idi. Annesi Orgo Hatun, Nasturi Katoli
kosu III. Jhab-alaha'yı ziyaretinde küçük Ö lceytü'yü sık sık yanı
na alırdı".
21
yazıtlarında ve Uygur metinlerinde kullanılan geleneğin var ol
masından, Yedisu Hıristiyanlarının da Uygur Türkleri oldukla
rı sonucu çıkmaktadır.34
Uygur Hıristiyanlarının merkezi, Turfan'ın doğusundaki "Bu
layık" kasabası olmuş ve burada Hıristiyanlıkla ilgili birçok yazma
yapıtlar bulunmuştur. Bunlar sırasıyla Süryani, Soğd ve Türk dil
leriyle yazılmış yapıtlardır.35
Orta Asya'ya ilişkin toplumsal ve siyasal bakışlar açısından
ele alınan hemen hemen tüm bilimsel yapıtlarda az ya da çok,
Hıristiyan Türklere değinen bölümler bulmak olasıdır.
EH. Parkir'in bir yapıtında36 Tzsi adlı bir Türk generalin öy
küsü bulunuyor. Bu general, Maryoncho adlı bir başka generalin
yardımıyla Amreshar başkaldırmasına karşı çıkarılan güçlerin ko
mutasını ele alıyor. General Maryoncho'ysa Çin-Moğol güçlerinin
önderi olarak Cathayanlara karşı savaşı yönettikten sonra, kendi
buyurmanı olan Çin İmparatoruna karşı kendisi başkaldırıyor. Bu
Türk generalinin Nasturi Hıristiyan olduğu kaydediliyor.
Diyarbakır Kıldanileri Episkoposluğu kitaplığında, Ganatu
Uriyang (Hıristiyan Uygurlar) padişahı Corc'un kızkardeşi olan
Orangul Sultan için Süryanice yazılı İncil yaprakları bulunmuş
tur.37
Blocket de 13. yüzyılda "Yrıyan-gakit" denilen Hıristiyan
Türklerin ne denli çoğaldıklarını yapıtında belirtiyor."'
Aynı tarihçi kendi yazdığı "Catalogue Persan des Manuscripts
de Paris" adlı yapıtında, 1374 yıllarında Samarkant'ta Türkçe ola
rak yazılmış olan bir Nasturi dua kitabından da söz ediyor.
Psalty'ye göre, Orta Asya kökenli ve öz Türkçeyle yazılmış
birçok Türk yazını örnekleri de vardır. Bunlar 4. yüzyıla dek çık
maktadır. Tarihçi bunlardan bazılarını şöyle sunuyor:
1 2 . yüzyılın sonlarında Hive Hanı olan Süleyman Bekir Han,
Nasturi yazılarından esinlenerek Meryem Ana'nın ölümüne iliş
kin39 bir şiir yazmıştır. Şiirin öz Türkçe yazılmış olması dikkat çe
kicidir.
İS 523 yılında Paphlagonia'nın Gangra kentinde ölmüş olan
ve Philoxenus adıyla tanınmış olan Nabbug episkoposu Akh
sua 'ya dayandırılan bir Süryani dokümanında, Hıristiyan Türklere
22
ilişkin çok anlatımlar vardır. Sözü geçen dokümanın ilk bölümün
de Türklerin eski boş inançlarından, ikinci bölümündeyse
Hıristiyanlığın etkilerinden söz edilmektedir.
Ayrıca bu dokümanda dört Türk-Hıristiyan önderinin adları
da geçmektedir. Bunlar sırasıyla: Gawirk, Gark, Tasahs ve Lan
gu'dur. Dokümanın içinde bu dördünün yaşadıkları ülkeye "Sori
kon" denilmiştir. Ülkenin sınırında Karagur adlı bir kentin bulun
duğunu anlıyoruz.4°
Kaydedilen dokümandaki bu dört Türk-Hıristiyan önderin
yaşadıkları çağı saptamak da, bu konuda yetke sahibi bilim adam
larına düşmektedir. Bazı bilim adamları Saoki" olarak bilinen
Hıristiyan Uygurlarla, önceden sözü edilen Hıristiyan Türk Gene
rali Tzsi'nin çağdaş olduklarını ileri sürmektedirler. . . Ayrıca bu
Türk Hıristiyanlar, her ne kadar şeklen Hıristiyan inancını benim
semişlerse de, günlük yaşam ve görenekleri pagan soydaşların
dan pek ayrıcalıklı değildi. Kullandıkları genel dil Çağatay dialek
ti olup, bunun böyle olduğu, kullandıkları tinsel ezgi (ilahi) kitap
larının içeriğinden anlaşılmaktadır.
Bu kitaplara ilişkin herhangi bir bulguya daha rastlamadığı
mızı burada belirtiyoruz. Ancak bu konuda çalışmalarımızı sür
dürmekte kararlıyız. Konumuzun bu ilk bölümünü bitirmeden
önce, Psalty'nin şu görüşünü de yansıtmak istiyoruz. Ona göre,
birçoklarının "Tatar" olarak bildikleri Hıristiyan Türkler genellikle
çadırlar altında yaşamaktadırlar ve kendileri gibi soydaş olan
Hıristiyan rahipleri, diakonları ve keşişleri vardır. Sayıları da
400.000 kişi kadardır."
23
2- GÖÇ YOLIARI YA DA KAFKAS-DOGU AVRUPA
TÜRK HIRİSTİYANUGI
24
Türklerin, göçler içinde sıkça geçtikleri geçit, Orta Asya'nın
istepler yöresinden başlayıp Hazar Denizi'nin kuzeyine dek sürer.
Buraları milyonlarca hayvanın beslenebileceği otlaklar hattıdır. Bu
yol Ural (Yayık), Volga (İdil), Don, Dinyeper ve Dinyester ırmak
larını geçerek kuzeyde Karpat ve Transilvanya dağlarıyla, güney
de Balkan dağları arasında doğuya açılan aşağı Tuna bölgesine gi
rer. Tuna hattıysa, Macaristan ovalarına girmek için bir geçit hiz
meti görmüştür. Orta Asya'dan batıya göç eden Turanlı topluluk
lar için, bu yolun önemi her zaman büyük olmuştur. Bunlar Tu
na boylarına vardıklarında, güneyde Taçini", yani Bizans İmpara
torluğu'yla yüz-göz oldular, oradaki görkem ve zenginlik kendile
rini oralara çekip bağlamıştır.
Orta Asya'dan göç ederek batıya doğru devinen Turanlı top
lulukların büyük bir bölümünün Bizans'la doğrudan ve geniş öl
çüde ilişkiler içinde oldukları bir gerçektir ve bu durum yüzyıllar
ca sürerek bizleri Lozan ve Cumhuriyet'e dek vardıracaktır.
Orta Asya kökenli Türk unsurunun Bizans'ta çok önemli rol
oynadığını, İlyas Karagöz bize yapıtında belirtiyor.45"
Bu bağlamda Türk boyları salt Bizans'la ilişkide kalmamışlar,
aynı zamanda İmparatorluk yönetimi içinde önemli roller üstlen
mişlerdir.
Kayıtlara göre İS 6. yüzyıldan başlayarak Bizans'ta çok büyük
ölçüde Hun-Bulgar unsurları görülmektedir. Bunu izleyen 10.
yüzyılda, imparatorluğun koruma birliklerinde Hazar ve Göktürk
ler göze çarparken, II. yüzyılda da Peçenekler yerlerini almış olu
yorlar.45b
Kısacası, 4-13. yüzyılları arasında göçlerle Orta Asya'dan Ka
radeniz'in kuzeyinden Tuna boylarına , oradan da Bizans toprak
larına giren Turanlı Türk boylarının Bizans'ın Anadolu themala
rında yayıldıkları ve türlü görevler üstlendikleri bir gerçektir.45<
Yüzyıllar boyu Anadolu topraklarında yerleşerek, burayı ana
yurt edinen Türk boylarının İslam kesimi, varlığını günümüze dek
sürdürürken, Hıristiyan kesimi için 1922 yılı sonları olmuş ve öz
topraklarından zorunlu göçtürülmüşlerdir. Bu konuya, yapıtımızın
"Anadolu Türk Hıristiyanlığı" bölümünde özellikle ve ayrıntılı ola
rak değinilecektir.
25
HUNLAR
KUMANLAR
Kuman Türklerine, Ruslar "Polovcy" , İslam kaynakları "Kıp
çak", Almanlar "Falb" ve Ermeniler de "Chardiaş" adını vermekte
dirler. Bu terim "açık sarı" anlamına gelmekte olup, Kumanların
açık sarı saçlı olmaları nedeniyle kendilerine yakıştırılmıştır.
Prof. Kurat'a göre bu ad, bir beyin özel adıdır. Doç. Özkan'a
göre Kumanlar çok geniş bir alana yayılmış, türlü ülke ve bölge-
26
lerde egemenlikler kurmuş, eski ve köklü Türk boylarındandırlar.
Son dönemlerde yapılan araştırmalar sonucu II. yüzyılda Or
ta Asya'dan Karadeniz'in kuzeyine, oradan da Balkanlar ve güney
Kafkas ülkesine yayılan Kumanların, gerçekte İslam kaynakların
da anılan Yukarı Irtiş boylarındaki Kemak/Kemek uruğunun bir
ana kolu oldukları Prof. Kırzıoğlu'nca saptanmıştır.4s .'
Bunlar, tarihin en eski zamanlarından başlayarak Kafkasya
dağlarının kuzeyinde yer alan İstepler ülkesinde oturmaktaydılar.
Plinius'un (İS I yüzyıl) kayıtlarından buraya "Kumanya" denildiği
görülür, Teofanos da, İstanbul Patriği Eren Altınağızlı Yuhan
na'nın "Kumanya"da öldüğünü (İS 398) kaydetmiştir.49
Karamanlıoğlu'nun bulgularına göreyse, bu topluma Müslü
manlar "Kıpçak" adını verirlerken, Yunanlılar "Komanen'', Latinler
"Kuman'', Macarlar "Kun'', Ruslar "Polovtsi'', Almanlar da "Falben"
deyimlerini kullanıyorlar. İslamların bu topluma "Kıpçaklar" adını
verdikleri bilindiği, ancak bu adın Uygur yazılı belgelerinde bir
kişi adı olarak geçtiği halde, sözcüğün kökeninin ne olduğu tam
olarak belli değildir.
Kaşgarlı Mahmud'un kayıtlarındaysa , bu terim şu anlamlarda
sunulmuştur:
1- Türklerden büyük bir bölük.
2- Bu bölüğün oturduğu yer.
3- Kaşgar yakınında bir yer.493
27
4- Aşağı Dinyeper Bölüğü .
5- Tuna Bölüğü.49"
Türk Hıristiyan olan Kumanlarla tanışmadan önce Bizanslılar,
Selçuk Türkleriyle zaten tanışmış bulunuyorlardı. Çünkü Aleksi
Komnenos zamanında Küçük Asya, Marmara kıyılarına dek Sel
çukluların eline zaten geçmişti."' Ruslar ve Bizanslılarla türlü iliş
kiler içine giren Kumanların, ilişki içinde bulundukları bir başka
toplum da, yine Turan kökenli olan Macarlardır. Macarlarca "Kun
lar" diye çağırılan ve Kıpçak Konfederasyonu'nun batı kolunu
oluşturan Kumanlar için 1 2 . yüzyıl, büyük bir göç yılı olmuştur.
Bunun da ana nedeni Moğol akınlarıdır (İS 37).51
Moğollar, İran üstünden Karadeniz'in kuzey bozkırlarına gel
dikleri zaman Kumanlar, Bulgarlar ve Ruslar el ele vererek Moğol
lara karşı direnirler. Bu üç ortak toplumun yanısıra Almanlar da
rol alırlar. Ancak Moğol orduları karşısında yenik düşen Kuman
ların bir kısmının, Kuzeydoğu Romanya'da olan "Comania" böl
gesine yerleşerek Hıristiyanlığı benimsediklerini görüyoruz. Üste
lik İS 1 227 yılında kendileri için bir episkoposluk onınu kurul
muştur."
Ancak kurulan bu episkoposluğun Orta Asya'dakilerden
farklı olduğunu görüyoruz. Şöyle ki Orta Asya'daki Nasturi ve Bi
zans-Ortodoks özyapılı Türk Hıristiyan toplulukları ve gözetmen
likleri (episkoposluk) yanında, Türk Hıristiyan dünyasında artık
Romen-Katolik özyapılı bir topluluk da tarih sahnesinde görülür.
(İS 1221).
Buna bağlı olarak Romen-Katolik misyonerler, İncil'i ve kato
lik tinsel ezgilerini Türkçe'ye çevirirler. Tarihçi Barthold'a göre bu
çeviriler çok başarılı çevirilerdir. Böylece Romen-Katolik olan Ku
man Türkleri, Papalık orununca da değerli görülür. Roma episko
posu (Papa) Greguar'ın 1 234 yılında, Kuman episkoposuna yaz
dığı bir mektupta, ona "Saygıdeğer Kardeşim" sözlerini yönelttiği
ni ve aynı mektupta, Kuman episkoposunun yolladığı dinsel kişi
leri kabul etmeyen "ismen Hıristiyan" Ulahlardan yakındığını da
tarihsel verilerden anlıyoruz.
Doç. Safran'ın saptamalarına göre, Kıpçakların Hıristiyan-Ka
toliklik içine alınması ilk kez 11 Eylül 1 239 günü, Papa Greguar
28
IX'ca çıkartılan buyrultu ile sağlanmış olup, uygulama 14. yüzyı
lın sonuna dek süregelmiştir. sıa
Kuman episkoposluğu daha sonraları Moğollar'ca yıkılır. İb
ni Batuta, Kırım'da Kerç ve Kefe arasında, Hıristiyan Kumanlara
rastladığını yazmaktadır. Moğollara yenilen Don-Doneç bölgesi
Kumanları da Macaristan'a göçerler ve Hıristiyanlaşırlar.53
Topluca Hıristiyanlaşan Kumanlara ilişkin bir başka olay da
Transilvanya'ya (Erde!) Kumanlarca düzenlenen akınlardan sonra
görülür. 1227 yılında Kuman Prensi Bare, kendisine bağlı 1 5 . 000
kişiyle birlikte Hıristiyanlığı benimser.'"'
Doç. Safran'a göre Kumanlar arasına Hıristiyanlık, Ruslar ve
Bizans yoluyla Ortodoksluk şeklinde, Katolik misyonerleri aracı
lığıyla da Katoliklik şeklinde belirmiştir.543
Köprülü'ye göreyse, Codex Cumanicus'ta Moğol saldırısın
dan sonra, Kumanlar arasına Fransisken rahiplerince Katolikliği
yaymak amacının saklı olduğu ileri sürülmektedir.54"
Kuman-Kıpçaklar, bazı tarihçilerce, Kuzey Türk toplulukları
nın tipik atlı göçebelerinin son temsilcileri sayılmışlardır. Kuman
lar sayesinde, Kuzey Türk toplulukları yeni bir döneme girmişler
ve yeni bir konglomerayla (karmaşık topluluklar) Tobol Irmağı'n
dan Macaristan'a dek tüm Doğu Avrupa'yı etkileri altına alarak,
ardıllarıyla birlikte Türk-Rus toplulukları arası yaşam kavgasına
etken olmuşlardır."
Daha batıya göçen Kumanlar, Bulgar ve Macarlarla sıkı ilişki
ler içine girmişler. Orta Volga'daki Bulgar bölgesine de geçerek
kendi soydaşları olan Bulgar Türklerine kendi öz dillerini de be
nimsetmişlerdir.56 Daha sonra söz konusu edeceğimiz Gökoğuz
(Gagauz) Türklerinin yerleşim bölgelerinden olan Dobruca'ya
adını vermiş olan Dobrotiç'in de "Kuman" ya da "Anadolu'lu
Türk" olduğu da bazılarınca ileri sürülmektedir.57 Anadolu Türk
Hıristiyanlığı üstünde daha sonra durulacağından, yine Karade
niz'in kuzey bozkırlarına dönelim. Bu yörede Moğolların egemen
liği altında kalan Kumanların, zamanla Moğolları Türkleştirdikleri
de ayrı bir tarihsel gerçektir.58
Kuman-Kıpçak Türklerine ilişkin tarihsel bilgiler aktaran bir
başka önemli kaynağın da "Kartel Kroniki" olduğu söylenir.59
29
Bu kronik ışığında, Kuman-Kıpçakların, Apkaz Kralı N. Da
vid'e yaptıkları yardımlarla, İran (Selçuklu) güçlerine büyük dar
be vurulduğunu, krala yardım etmiş olan 40.000 savaşçı Kuman
Kıpçakla, 5000 seçkin kölenin görgülü ve değerleri denenmiş ki
şiler olarak Hıristiyanlığı benimsediklerini, bunların yanı sıra da
Kuman-Kıpçaklardan her gün Hıristiyanlığa dönenlerin sayıca ka
barık olduğunu öğreniyoruz.60
Yine Kral David'in Tiflis'i kuşattırıp bunalttığını, buna koşut
olarak da Hazar Denizi doğusu ve Sirderya boylarında bulunan
Türkmenleri, Hıristiyan Kıpçaklar sayesinde kaçırttığını ve böyle
ce Kür ile Çoruk boylarına egemen olmaya çalıştığını, aynı kay
naktan anlıyoruz.61
Hıristiyan Kıpçak-Kumanların bir başka askeri başarısı da Tif
lis kentinin Hıristiyan bir kent olmasıdır. Şöyle ki 400 yıl boyun
ca Müslümanların ve 1068'den bu yana da Selçukluların elinde
olan Tifüs, 1125 yılında Kıpçaklar sayesinde Hıristiyan kent duru
muna getirildi.62
İlginç ve dikkatimizi çeken, İS 2. yüzyıldan bu yana inanç
sistemi olarak Hıristiyanlığı benimseyen Türk toplulukları arasına
egemen olan "Nasturilik'', "Bizans Ortodoksluğu", "Roma Katolik
liği" gibi Hıristiyan mezheplerine bir yenisi daha eklenmektedir.
Bu da "Gregoryanlık" olarak bilinen "Monofizit-Apostolik" mez
hebidir.
1118-1185 yılları arasında tarih sahnesinde görülen Yeni Kıp
çakların çoğunun, Bizans Ortodoksluğu riti içinde yeralan Gürcü
Ortodoks kilisesine bağlı oldukları halde, bunlardan bazılarının İS
1200'de fethettikleri Ani-Şeddadlı Emirliği ülkesindeki "Monofizit
Apostolik" kilisesine girdikleri de biliniyor. 63
Kuman-Kıpçak Türklerinden günümüze dek gelen en önem
li belge, bir sözlük ve metin derlemesi olan "Codex Cumani
cus"tur."'
Kuman-Kıpçakların dili ve yaşam biçimine ilişkin önemli bil
giler, tinsel ezgiler ve dualar aktaran bu yapıttan bazı örnekleri
ekler bölümünde sunuyoruz.
Rusya bozkırlarındaki Kumanlar zamanla Moğollar, Bulgarlar
ve Hazarlarla karışarak günümüze dek gelmişler, ancak Macaris-
30
tan, Balkanlar ve Gürcistan'daki Kuman-Kıpçaklar, Hıristiyan çer
çeve içinde eriyip tarihten silinmişlerdir.•'
Kumanlar konusuna bitim vermeden, Laslo Rasony'nin "Ru
mania-Kumania" bağlantısı üstünde durmanın gerekli olduğu ka
nısındayız.
Rasony'ye göre, günümüzdeki Rumania adı Kumania'dan
gelmektedir.
Ona göre, Moğol saldırısından sonra günümüz Romania'sın
da Kumanların rolü, Romenlerinkinden daha çok olmuştur. Ro
menlerin ilk hükümdar ailesini kuran kişinin Basaraba adlı bir
Türk olduğu savı söz konusudur burada. Bu kişi, Cengiz Han'ın
5. yüzyılda altıncı kuşaktan torunu Tok-Tamer'in oğludur. Bu ad,
Gagauzların ülkesinin eski adı Basarabya'da yaşamaktadır.
Yine Romanya'da yaşamlarını sürdüren "Çango"ların, Kuman
Türklerinin ardılları olması da olası görülmektedir. Ayrıca 15. ve
16. yüzyıl Romen arşiv belgelerinde kayıtlı olan Romen devlet
adamlarının adları arasında Türkçe kökenli adların yeralması, san
ki bu savı destekleyen bir nitelik göstermektedir. Bu adlardan ba
zıları şunlardır: Akbaş, Akkuş, Aslan, Azgır, Balaban, Bulmaz, Çol
pan, Kara, Karakızıl, Kuman, Kumandar, Ötemiş, Şişman, Temir
taş, Togrul, Tonguz, Turuntay, v.b.
Ayrıca Romanya'da bulunan Teleorman, Darehlui, Turlui, Ar
ges, Baragan gibi yer adlarının Türkçe kökenli oldukları, Ra
sony'ce ileri sürülenler arasındadır.65•
Göç yolları, Türk tarihini, özellikle Hıristiyan Türklerin tarihi
ni incelediğimizde, bu konu içinde özel yere sahip olan "Peçe
nekler"i ele almadan geçemeyiz.
PEÇENEKLER
Peçenekler Kırım Yarımadası'nın kuzeyinde İS 6-12. yüzyıllar
arasında egemenlik sürmüşlerdir. Göçebe ve savaşçı olan Peçe
nekler, Yayık (Ural) ve İdil (Volga) akarsuları arasındaki ülkeler
de komşu oldukları soydaş Hazar ve Uzlarla (Oğuzlar) birçok sa
vaşlar yapmışlardır.66
Peçeneklerin sürekli ilişkide oldukları bir başka soydaş top-
31
!um da Kıpçak-Kumanlar olmuştur.
Hazarlar, 9. yüzyılın ortalarında doğudan gelen bir başka
Türk topluluğu akınıyla karşılaştıkları zaman zorlukla bu akınları
batıya çevirmeyi başarırlar. Kıpçak denilen önderin buyruğu altı
na giren bu Türk topluluğu, o zamana dek oralarda oturan Peçe
nekleri yerlerinden kovarak, kendileri yerleşirler. Daha sonra
bunlar Uzlarla birleşerek, Rus tarihçilerinin "Polovşer" adını ver
dikleri siyasal bir birlik kurarlar.67 Peçenekleri yerlerinden eden
bu toplum, daha sonra Hazarlara yüklendiklerinde, bu sonuncu
lar da, soydaşları olan Hun-Ugorlarla birlikte yurtlarını akıncılara
karşı korumaya çalışırlar. Ancak Hun-Ugorlar (Macarlar) uzun sü
re dayanamazlar. Don'la Bog akarsuları arasında olan yurtlarını
bırakarak batıya göç ederler. Bu arada Kıpçak Türkleri, Doğu Av
rupa bozkırlarına girerler. Bunun sonucu yerleşik topluluklar ara
sında dalgalanmalar olur. Bu topluluklar birbirlerini sıkıştırırlar ve
batıya doğru devinerek yederini değiştirirler. Böylece yeni ve çok
devinimli bir göç dalgası, salt batıya doğru etkili olmaz, Bizans'ı
da sarsar. Dinyeper Irmağı'nın her iki yakasında sekiz oymakla
birlikte yerleşmiş olan savaşçı Peçenekler, tüm komşu topluluklar
için ve özellikle Bizans için tehlike olmaya başlar. Bunun sonucu,
İmparator IV. Leon zamanından başlayarak Peçenekler tarih sah
nesinde gözde olmaya başlarlar.68
Peçeneklerin savaşçı bir topluluk olduklarını, Bizans İmpara
toru Konstantin'in ünlü "De Admisitrando" adlı yapıtında görmek
teyiz. İmparator orada kendi oğluna, "Her ne pahasına olursa ol
sun Peçeneklerle iyi geçin" öğüdünü v ermektedir.69
Peçenekler arasında Hıristiyanlığın başlaması ve egemen ol
ması şu gelişmelerle oluşur:
Başlangıçta Volga ve Ural Irmakları arasında yaşayan Peçe
nekler, 9. yüzyılda Türklerin Hazar ve Oğuz boylarının kendileri
ne saldırmaları sonucunda batıya göç ederler. Böylece Macarları
Karpatlar bölgesine iterek, Rus topraklarına akınlar düzenlerler.
Ancak Rus ve Macarlardan direniş gördüklerinden, Trakya'ya yö
nelirler.
Bu arada Bulgaristan'ın Bizans'ça alınmasından sonra akınla
rını daha da sıklaştırırlar. Dağınık olan Peçenekleri tek yönetim
32
altında birleştirmek isteyen Başbuğ Turak ve rakibi Kegen arasın
da bir mücadele başgösterir (İS 1048).
Mücadele sırasında Kegen, Bizans'a sığınır. Turak'sa Bizans'a
tutsak düşer.10
Turak'ın bundan sonra Hıristiyanlığı benimsediğini ve bu
inancın Peçenekler arasında hızlı yayıldığını görüyoruz.71
Bizans toplumu içinde yerleşen Peçeneklere karşı, İmparator
Monomakhos (1042-1055) çok iyi davranır ve Silistre çevresinde
ki iç kalenin korunması görevini onlara verir. Bu Peçeneklere sı
nırları koruma görevi de verilir. Ancak bu Peçenekler, sınırların
dışında olan öbür Peçeneklere karşı da Bizans'ı korumakla yü
kümlü olurlar.
"Peçenekler Tarihi" yazarı Prof. Akdes Nimet Kurat'a göre;
kitle halinde Hıristiyanlığı benimseyen P eçenekler, bu Peçenek
lerdir.12
Turak'a ve Kegen'e bağlı Peçenekler arasındaki saldırılar so
nucu, Turak'ın güçleri de Bizans'a yenik düşerler ve İstanbul'a
götürülerek Hıristiyanlığı benimserler.7�
Bizans'ın sınır bekçiliği görevini üstlenen Peçenekler, bu gö
revlerini uzunca zaman sürdüremezler. 1049'da Peçenek başbuğu
Bizans'la savaşa tutuşur ve yener, sonra Edirne'ye kadar ilerlerler,
ancak kenti alamazlar. Ancak Bizans ordusunda uzun bir süre gö
rev yapan Peçenekler, soydaşları olan Uzlar ve Hazarlarla birlik
te, Türklere Anadolu kapılarını açan Malazgirt Savaşı'nda (İS
1071) Alp Aslan'a büyük destek verirler."
Ancak bu Hıristiyan Peçeneklerin bir bölümü sonradan
İslamlığı seçerler.75
Malazgirt Savaşı'nın sonucunda sarsılan Bizans içinde Peçe
nekler yeniden güçlenerek, önceden alamadıkları Edirne'yi ikinci
kez kuşatırlar. Daha sonralarıysa, dinsel görünümlü bir halk devi
nimi olan "Bogomil" (İS 1086) devinimine katılırlar. Bunlar, soy
daşları olan Kumanlarla birlikte Bogomilleri desteklerler.
İS 1087'deyse Macar Kralıyla birlikte İstanbul'a yürüyen Pe
çenekler, İmparator Aleksios komutasındaki Bizans ordusunu ye
nerler. Ancak Kumanlarla ganimet paylaşılması kavgası yüzünden
zayıflarlar ve Bizans'la barış yaparlar.
33
Bundan sonra Bizans, Peçeneklere karşı Kumanları kullanma
siyasetine soyunur. Bunu gerçekleştirmek amacıyla Kuman Beyle
ri olan Bönek ve Togurtak'ı İstanbul'a çağırarak, ordusundaki Ku
man kökenli subayları da parlak biçimde ağırlayarak Peçeneklere
saldırtırlar.
Bu büyük yenilgi Peçeneklerin sonunu hazırlar. Bunlar 1122-
1197 yılları arasında Bizans'a altı akın daha yaparlar, ancak sonuç
lar önemsizdir. 1197'den sonra Bizans kaynaklarında artık adları
geçmez olur. Bir bölümü Macaristan'a yerleşirken, bir bölümü de
Rusya'da kalır.
Uz ve KumanJarJa birlikte görülen ve göçebeliği bırakıp yer
leşik bir konuma geçen Peçeneklerin Hıristiyan oldukları da bili
nen tarihsel gerçekler arasındadır. 76
Yüzyıllar boyunca Karadeniz'in kuzeyinde, Anadolu'da ve
Doğu Avrupa'da yaşayan Peçenek Türklerinin günümüzde bazı
izlerini görebilmek olasıdır, şöyle ki, Bulgaristan, Yugoslavya, Ro
manya ve Güney Rusya'da birçok yer adlarının, Peçenekleri
anımsattığı görülür.
Örneğin, Dobruca'daki Hırsova ile Maçin tepesi arasındaki
Peçenjaga köyü, Eski Sırbistan'daki Kragujevec kentinin Gruja il
çesine bağlı Peçenogo köyü, bunların yanı sıra Leskovac'a yakın
bulunan Peçenevce köyü ile, Romanya'da Mehadia ile Orsova
arasındaki Peçeneşka köyü, Peçenek Türklerinin geçmişteki var
lıklarını Avrupa topraklarında dile getirdikleri gibi, günümüz Po
lonya'sında da bazı Peçenek kökenli köy adları süregelmekte
dir.76a
Bunların yanı sıra Anadolu'da yüzyıllarca varlıklarını sürdür
müş, üstelik Anadolu'nun Türklere kazandırılması yolunda Malaz
girt'te Alp Aslan'a üst aşamada destek vermiş olan Hıristiyan Pe
çenek Türklerinin, bu topraklarda hiçbir yer adının bulunmama
sı, dikkat çekicidir.
Göç yolları ve Anadolu toprakları dışında tarihten günümü
ze dek bozulmadan kalmış bir başka Hıristiyan Türk topluluğu da
Çuvaş Türkleridir.
34
ÇlNAŞIAR
Günümüzde Çuvaşistan, Moskova'nın 600 Km doğusunda,
Orta Volga'da, Volga dizi denilen bölgenin sağ yanında bulun
maktadır. Kuzey ve kuzeybatısında Mari Cumhuriyeti, doğusunda
Tatar Cumhuriyeti, güneybatısındaysa Mordvin Cumhuriyeti yeral
maktadır.
Yüzölçümünün 18.300 km' olduğu Çuvaşistan'ın başkenti Şu
paşkar, aynca dokuz kenti ve altı yerleşim yeri de olduğu bilini
yor.76b
Çuvaşistan'da yaşayan Çuvaşlarla birlikte, Ruslar ve Kazan
Türkleri de aynı ülkede yaşamaktadırlar.77
Çuvaş Türkleri kendilerine "Çıvaş" adını vermektedirler. Bu
sözcüğün Tatarca "Yavaş" anlamına geldiği biliniyor.
Bu topluluk, Orta Volga bölgesinin en eski halklarından biri
olarak kabul edilmekte ve kökenleri yönünden eski Bulgarlarla,
yerli etnik grupların karışmasından oluşmuşlardır'" Bu nedenle es
ki Bulgar dilini korumaktadırlar.
Prof. Kurat'a göre, bunlar İslam olmayan Bulgar köylülerinin
ardılları sayılmaktadırlar. Ancak yine aynı kişiye göre, bu görüşü
destekleyen yeterli kanıtlar bulunmamaktadır."'
Barthold'sa, Çuvaş Türklerini, Bulgarların İslam dini ve Arap
A, B, C sinden habersiz kalan, Rus, A, B, C sinin kabulüne kadar
da yazıya sahip olamayan Bulgarlar olarak düşünmektedir.
Prof. Dimitriyev'se, Moskova ve Leningrad'daki araştırıcılarla,
Nadjip ve Muhammetyarov gibi Tatar araştırmacıların, N. I. Aşma
rin'in görüşünü benimsediklerine yer vererek, bunu bize aktar
maktadır. Bu görüşe göre, Bulgarlarla Çuvaşlar, soy ve dil yönün
den birdirler. Aynı kişi, Subaşkar'da 1 990'da yayımlanan üç ciltlik
"Çuvaşskiy Yazık v Sem'ye Altayskih Yazıkov" adlı yapıtın verile
rine dayanarak, şu sonucu bize aktarıyor : "Diğer ülkelerdeki araş
tırıcıların çoğunluğu Çuvaşların kökenini Bulgarlara dayandır
maktadırlar."
Önceleri Şamanist olan Çuvaşların daha sonraları toplum ola
rak Hıristiyanlık inancını benimsediklerine tanık oluyoruz.""
Siyasal yönden Çuvaşlar, 10. yüzyıl başlarında Volga (İdil)
Bulgarlannın, 13. yüzyıl ortalarında Moğolların, 14. yüzyılda Ka-
35
zan Hanlığı'nın, 16. yüzyılda da Rusların egemenliği altına girmiş
lerdir. Korkunç İvan çağında (1530-1584) Çuvaşların büyük bir
bölümünün, Hıristiyanlığın Bizans-Ortodoksluğu inancını benim
sedikleri"1, ancak bir bölümünün de Şamanist kaldığı bir başka
gerçektir. "2
Çuvaşların kullandığı dil, öbür tüm Türk dillerinden ayrıcalık
göstermektedir. Konuştukları dil "Yüksek Çuvaşça" (Viryal) ve
"Aşağı Çuvaşça" (Anatri) olarak iki kümeye ayrılır."3
1989 yılı sayımlarında Rusya topraklarındaki toplamlarının
1 .839.228, bu toplamın % 50'sinin Çuvaşistan'da, kalanlarının da
Tataristan, Başkırdistan, Kuybişev, Ulyanovsk'ta yaşadıkları sap
tanmış olan Çuvaşların, dil yönünden Bulgarlar arasında benzer
likler olduğu da bir gerçektir.
Prof. Dimitriyev'e göre, 9. yüzyıl sonlarına dek Macarların
uzun süre Bulgarlarla sıkı ilişkilerde bulundukları, bunun sonucu
olarak Macarcaya geçmiş olan 30 Bulgarca sözcüklerin, olduğu gi
bi Çuvaşçada kullanıldıkları, aynı yapıtta kaydedilmiştir.".ıa
Dil yönünden, Çuvaş dilinin Batı Türkleri kümesini oluşturan
Hunlar, Peçenekler, Hazarlar, Tuna ve İdil Bulgarları dilleri küme
sine girdiği de bir başka gerçektir."'
Hıristiyan Çuvaş Türklerinin Çuvaşistan'da yaşayanları Bi
zans-Ortodoksluğu, Litvanya'da yaşayanları ela Romen-Katolik
inancınclaclırlar."'
YAKUTIAR
Aralarında Hıristiyanlığın egemen olduğu bir başka Türk top
luluğu da "Yakut Türkleri"clir.
Kuzeydoğu Sibirya'da yaşayan Yakutlar, kendi topluluklarını
"Saha" olarak acllandırmaktaclırlar. Çok geniş bir alan ve dağınık
bir şekilde yaşayan Yakut Cumhuriyetlerinin sahası, batıda Natan
ga'ya, ortalama olarak aşağı Tunguska'ya, güneydeyse Amur orta
larına dek uzanmaktadır. Yerleşim yeri olarak görüle n toprakların
_
tümü de Buz Denizi'ne dökülen ırmakların yanlarında yeralmış
lardır. Yakutların buralara yerleşmeleri yarım yüzyıldan çok za
man öncedir.
Yuriy Vasilyev'e göre Yakutlar, Sibirya'nın egemen topluluğu
36
olup, Orta Asya'dan yaklaşık 900 yıllar öncesinden kitle halinde
ayrılıp Lena akarsuyu kıyılarına yerleşmişlerdir. Bunun nedeninin
Moğol baskıları olduğu da kaydedilmektedir.
Yakutların aynı zamanda, Türk dünyasını oluşturan halkların
en kuzey ve en doğuda yaşayanları oldukları da belirtilirken, ken
dilerinin başka kültür ve teknolojiden uzaklarda yeraldıklarından
dolayı, günümüze dek eski Türk dili, dini ve kültürünün birçok
unsurlarını saklayabildikleri de özellikle kaydediliyor.
Yakutların dil ve ağızlarına ilişkin en büyük çalışmayı Ed
ward Karloviç Pekarskiy yapmıştır. Bu kişinin hazırladığı "Saha
Dili Sözlüğü"nde 25 bin sözcük yeralmaktadır.
Ayrıca Atatürk'ün, bu yapıtı inceledikten sonra, onun yüce
değerini överek, bunun özellikle Türkiye Türkçesine çevrilmesi
gerekliliği üstünde durduğunu da, aynı kişinin yapıtındaki kayıt
lardan öğreniyoruz.•5•
Dr. Kirişçioğlu'nun saptamalarına göreyse, Yakutlara ilişkin
tarihsel yazılı kaynaklar 16. yüzyıla dek bulunamamıştır. Ona gö
re Ruslar, Yakutların varlığını 1619'da kendilerine tutsak düşen
Tunguzlardan öğrenmiş oluyorlar.
Bu ve başka gelişmeler içinde, Rusların 1638 yılında Yakut
Askeri yönetimini kurdukları ve Yakutistan'ı Rusya'nın bir ili ola
rak ilan ettikleri de, kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Daha yakın zaman gelişmeleri içinde, 27 Nisan 1922'de Ya
kut Aptanom S.S. Cumhuriyeti'nin kurulduğunu, yüzölçümünün
3.062 . 1 00 Km2, 1979 nüfusununsa 851 .840 olduğunu, ancak bu
nun 313.917'sinin Yakutlar olduğu, 1989 nüfus sayımındaysa bu
sayının 382.255'e yükseldiğini, aynı yapıt kayıtlarından anlıyo
ruz.s5b
Yine aynı yapıt kayıtlarından, Yakutistan'ın yedi kenti ve 36
kasabası olduğunu, 1 970'teki toplum nüfusun 374.533'ünün, kent
ve kasabalarda, 289.590'ının da nahiye ve köylerde oturduklarını
öğreniyoruz.85c
Hıristiyanlık yönünden Bizans-Ortodoks olan Yakutların için
de Şamanist eğilim ve sapmalara da rastlanmaktadır.86
Hıristiyanlıkla ilintili görünüm sergileyen daha küçük Türk
topluluklarını da bu kesime ekleyebiliriz.
37
TATARIAR, MOGollAR, KRYAŞENLER,
NOGAY BAKIARI
Genelde Tatarlar, a) Kazan Tatarları, b) Kırım Tatarları ve c)
Batı Sibirya Tatarları olarak üç kümeye ayrılmaktadırlar. "Tatar"
adının ilk kez Orhun yazıtlarında geçtiğini görüyoruz."'
Bu dönemdeki Tatarlardan, Yenisey bölgesinde bulunanları
Moğolca, Çin Seddi yakınlarında oturanları da Türkçe konuşmak
taydılar. Batıdaysa "Tatar" adı, Moğollara ve azınlıkta olan Moğol
tabakasına giren Türkler için kullanılıyordu. Bazılarına göre "Ta
tar" adı, Moğol birliği içindeki bir Türk oymağının adıdır.88
Gerçekteyse Tatarlar, Altınordu'yu kuran Türk boylarının to
runları olup, "Kıpçak" olarak da bilinen ve kısmen 8-9. yüzyıllar
dan başlayarak Moğol çağından daha sonra Ukrayna'nın ve Vol
ga bölgesinin geniş bozkır alanlarında yerleşmiş bulunan bir ku
zeybatı Türk boyunun yığılmasından oluşmuşlardır.139
Avcıoğlu'na göre Türk ve Moğollar, aynı benzer yaşam biçi
mini paylaşan topluluklardır.9°
14. yüzyıla gelindiğinde Tatarların salt adlarının kaldığını gö
rüyoruz. Bu sıralarda Altınordu'da gelişen tarım ve ticarete daya
lı uygarlıkla birlikte İslamlık da gelişir. Bunun nedeni de Orta Vol
ga bölgesinde tarım ve ticarete dayalı bir uygarlık kuran Bulgar
Türkleri ve Harizm İslam tüccarlarıdır.
İslamlaşan tabaka arasında yazınsal bir Türk dilinin gelişme
si, Volga kıyısında Eski Saray ve Yeni Saray gibi Türk-İslam kent
leri de kurulması, bu gelişmenin sonucudur.
Hıristiyanlıkla ilintili olan Tatarlarsa, Kazan Tatarları olup, 14.
yüzyılda kurulan Kazan kenti içinde yerleşik yaşama geçerler. Bu
rada eski Bulgar uygarlığını geliştiren Kazan Türkleri, Baltık De
nizi ve Orta Asya ticaretinin, öncelikle Haçlı Seferleri ve Kıpçak
akınları sonucu Akdeniz'e kayması üstüne, Kiev'den Moskova'ya
ve Kuzeydoğuya göçeden Ruslara da uzun bir süre yol gösterici
olurlar.
Macar asıllı araştırmacı L. Ligeti, Tatarların Hıristiyanlığıyla ,
başka v e yerinde bir deyişle "Hıristiyanlıkla ilintili Tatarlar"a iliş
kin yaklaşımda bulunurken, yapıtı içinde şu soruyu sormaktadır:
38
"Tarihin ışığı altında , Tatar hanlarından Hıristiyanlığı kabul etmiş
olanlar var mıdır?"9'
39
Volga Türklerinin çoğunun Sünni-Müslüman olmalarına kar
şın Hıristiyanlığı seçmiş olan Tatar Kryaşenler yanında Nogay
Baklan da Çkalov eyaletindeki Yukarı Ural bölgesinde, beş ayrı
Türk-Hıristiyan köylerinde oturmaktadırlar.96
Yakut Türklerine gelince bunların "Saha" olarak adlandırıl
dıklarını daha önce söylemiştik.97
Bu terim de bugün kullandığımız "Yaka" sözcüğü anlamında
dır. "Yakut" sözcüğüyse dilimize Rusçadan geçmiş olup kimi araş
tımacılara göre Tunguzca "Yaka" sözcüğünden gelmektedir.
Bugün yaşadıkları yerlere 13. yüzyılda gelen Yakutlar büyük
bir olasılıkla Orhun yazıtlarında görülen ve Baykal Gölü çevresin
de yaşadıkları bilinen "Kurikan" Türklerinin soyundan gelmekte
dirler.
Dinsel inanış yönünden Hıristiyan-Ortodoks olan Yakut
Türkleri arasında Şamanist gelenekler de geçerliliklerini korumak
tadırlar.
Konuştukları Yakutça da Genel Türkçeden kopmuş bir dil
olarak şu ögelerden oluşmaktadır:
o/o 32,5 Türkçe sözcükler
o/o 26 Moğolca
o/o 5 Tunguzca ve Samoyetçe sözcükler
% 36,5 Kökenleri bilinmeyen sözcükler98
Öbür az sayıdaki Hıristiyan-Ortodoks topluluklar içinde yer
alan "Beltirler"99 Müslüman-Sünni, Şamanist ve Hıristiyan-Orto
doks inançlarının aralarında yaygın olduğu "Çolimerler"rn°, yalnız
Hıristiyan-Ortodoks olan "Tubalar"'01 , içlerinde Şaman, Lama ve
Hıristiyan-Ortodoks inançlarının yaygın olduğu "Telengetler"i'0'
de sayabiliriz.
Konumuzun bu bölümü içinde sırasıyla Hazarları, Bulgarları,
Macarları ve Finleri de söz konusu ederek Anadolu Türk
Hıristiyanlığına geçeceğiz. Bu bölümde ilk ele alacağımız Turanlı
Türk topluluğu "Hazarlardır" .
HAZARLAR
40
Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi kayıtlarına göreyse, Ha
zar Devleti'nin alanı, Güney Rusya'daki Volga ile Dinyester akar
suları arasında olup, ağırlık merkezleri İdil boylarıydı. Önemli
kentleriyse sırasıyla; Semender, Itil, Belencer, Kutlu, Sarkaldı. ıoıb
Genel kanı olarak "Hazar Türkleri", Tevrat inancını benimse
miş olan Musevi-Türk topluluğudurlar. Bunların yanında yeralan
öbür Musevi-Türk topluluğuysa "Karay Türkleri"dir.
Musevi-Türklerin tarihini ele almak konumuz dışındadır. An
cak Hazar Türklerinin genelde Musevi inancında olmalarına kar
şın bir bölümünün Müslüman, bir bölümünün Şamanist ve bir bö
lümünün de Hıristiyan oldukları göz önünde bulundurularak,
bunları "Türk-Hıristiyan" kapsamında ele alacağız.
Hazarlar, Doğu Avrupa'da ilk düzenli devleti kurmuş olan bir
Türk topluluğu olarak tarih sahnesinde kendilerine özgü yerleri
ni almışlardır. 103
Uygarlık yönünden de tüm bozkır Türklerinden daha çok
"Uygar ve övgüye değer" sayılmaktadırlar.
Yahudi Ansiklopedisi'ne göre Hazarlar, uygar ulusların tüm
ayrıcalıklarına sahiptirler. Onların iyi kurulmuş hoşgörülü bir hü
kümeti, canlı bir ticareti, iyi disiplinli orduları, tüzeli ve geniş gö
rüşlü bir yönetimleri vardır. '"'
Hazarların etnik kökenlerine ilişkin tartışmalar her zaman
için olagelmiştir. Bunun nedeni, Hazarların İsrail oymakları dışın
da Museviliği benimseyen tek topluluk olmalarıdır.105-•
Üstelik birçoklarınca bunların İsrail kökenli oldukları da sa
vunulmuştur. Ancak tüm bunlar Hazarların Türk kökenli oldukla
rı gerçeğini ortadan kaldıramamıştır. 106
Prof. Kurat'a göre Hazarların köken olarak Türk olup Orta
Asya'dan geldikleri kesindir.
Bunlar bir süre Hun Devleti'ne bağımlı topluluklar olarak
varlıklarını sürdürmüşler ve Attila'nın ölümü sırasında Aşağı İdil
boylarında bulunmuşlardır. '°7
Hazarların tiplerine ilişkin şu sıralama, Yaşar Bağ tarafından,
kendi yapıtında sunulmuştur:
A) Arap kaynaklarına göre Hazarlar: Ciltleri beyaz, gözle
ri mavi, uçuşan saçları genellikle kızıl ve gür, bedenleri iriyarı,
41
huyları soğuk, temel özellikleri vahşiliktir, . . . . Hazarlar Türklere
benzemez.
B) Gürcü kaynaklarına göre Hazarlar: İğrenç suratlı, vah
şi hayvan davranışlı, kan içen insanlar.
C) Ermeni kaynaklarına göre Hazarlar: Küstah, iriyarı,
kirpiksiz, kadın gibi uzun saçlı. 107'
Amerikan tarihçisi Dunlop'a göreyse: "Hazarlar olmasaydı,
Avrupa uygarlığının doğudaki temsilcisi olan Bizans, Arapların
eline geçecek ve tarihin akışı değişecekti."
Rus tarihçi Dimitri Obolenski'ye göre de, Hazarların dünya
tarihine en büyük katkıları, Arapların kuzey yönündeki saldırıla
rına karşı Kafkasları, geçilmez bir engel durumuna getirmeleri
dir. 101b
Aslında Hazarlar Gök-Türk Devleti'nin en batı ucunda bir
Konglomera (Karma topluluğu) görüntüsündedirler. Egemen ol
dukları alanlar içinde Hunlar, Avarlar, Bulgarlar gibi Türk köken
li ve Slavlar gibi Türk olmayan toplulukların da yaşadıkları bilin
mektedir. 106
Etnik köken yönünden de Ogurlar, Onogurlar ve Kazarlar
dan oluşmuşlar, kan bakımından da Sabirlerin ardılları sayılmışlar
dır. 109
İstahri, Hazarları "Ak Hazar" ve "Kara Hazar" diye iki küme
ye ayırır. 110 Hazarların kullandıkları diller, Nemeth'in saptamaları
na göre, Bulgarca, Macarca, Sabirce ve başka diller olup, yazı tür
leri de Rünik, Yunan, Arap, İbrani ve Kiril alfabeleriydi.ııı
Hazarların dinsel yaşamına gelince, Hazar kağanlığının özel
liklerinden birinin de, ülkenin tam bir din hoşgörüsüne sahip ol
duğudur. 112
Bu gerçeği, kemalist yönetimin resmi tarih tezi de destekle
mekte ve şöyle demektedir:
"Hazarlardan müslüman olanlar da olduğu gibi, putperest ka
lanlar da vardı. " 1 1 2'
Ayrıca din hoşgörülüğü ve özgürlüğü konusunda da aynı ya
pıtta şu açıklamaya yer verilmiştir:
"Diğer Türklerde olduğu gibi, Hazar Türklerinde de bütün
dinler serbestti. "1 12b
42
Hazar Türklerinin esas ve eski dinleri olan Şamanlıktan baş
ka şu üç dinin de zamanla aralarına yerleştiklerini görmekteyiz.
Halkın üst tabakasıyla Kağan ve çevresindekiler Karaim mez
hebini kabul ettiler. 113
Ticareti elinde tutan bölüm arasında İslamlık egemendi. 11'
Üçüncü önemli ve konumuz kapsamına giren din de
Hıristiyanlıktı. Bizans episkoposlarının 8. yüzyıldan kalma kayıt
larına bakılarak (Notitia Episcopatuum), Hıristiyanlığın bu zaman
dan önce aralarında yayıldığını düşünebiliriz. 115
Bunun böyle olduğunu Slav Havarisi Konstantin Kirill'in 860-
861 'lerde "dinsel tartışma" için Hazarların başkenti olan İdil ken
tine gönderilmesinden anlıyoruz. 116
Birkaç dinin yaygınlık gösterdiği Hazar ülkesinde, Musevili
ğin daha çok ağır basmasıyla sonuçlanan ilginç durum öncesi Ha
zarlar gerçekte Hıristiyanlık ve Musevilik arasında sallanmışlar
dır.117
İS 677-703 yıllarında görev yapan Harran metropoliti İsrail'in
çalışmalarıyla, Varasan kentinde yaşayan Hazarlar arasında
Hıristiyanlığın yayıldığını görüyoruz. 11"
Daha sonraları Hıristiyanlık, Slav elçisi Kirill'in çalışmalarıyla
Hazarlar arasında daha da yayılır (İS 851-863). Bu sırada genellik
le Bizans sınırında ve Kırım'daki Hazarlar Hıristiyan olurlar. Da
ğıstan ve aşağı İdil'dekilerse İslamlığa geçerler119•
Musevilik ve Hıristiyanlık arasında sallanan Hazarlar içindeki
iki dinsel ağırlıklı devinim şu tabloyla oluşur: Rus-Bizans savaşı sı
rasında Hazar Kağanı, İstanbul'a elçiler yollayarak kendi halkını
Hıristiyanlığa yöneltmek için dinsel önderlerin gönderilmesini is
ter. Kağanın, Bizans İmparatoru'na yazdığı mektup, Bizans kay
naklarına göre şu sözleri içerir:
43
nılan Bizans patriği Photius da bu çağrıya dayanarak, Slav alfabe
sinin yapıcısı ünlü Kcmstantin Kirill'i Hazar ülkesine yollar.
861 yılı yazında Hazar ülkesine varan Kirill, Hıristiyanlığın
üstünlüğünü savunarak Yahudi ve İslam din bilginleriyle tartışma
ya girer. Yahudi din bilginleriyle olan tartışmasında üstün gelen
Kirill, tüm çabalarına karşın Hazar Kağanı'na Hıristiyanlığı kabul
ettiremez. Ancak kağanın yakınlarının da içinde bulundukları 200
kadar kişiler vaftiz olarak Hıristiyan olurlar.
Kağan daha sonra Bizans İmparatoru'na, şu sözleri içeren bir
mektup yollar:
44
lik'te Y.A.) karar kılmaları, Türkler açısından tarihi önemde bir ge
lişmedir." 1 2"'
45
muş olduğu görülüyor."'
Ayrıca Hazarların devlet yönetimi kadrosunda da türlü dinle
re üye olan devlet adamlarının yeraldıklarını Kemalist Yönetimin
Tarih Tezi 'nde görmekteyiz. Orada şu açıklamaya yer verilmekte
dir:
"Hazar hanının emri altında iki müslüman, iki Hıristiyan, iki ya
hudi ve bir putperestten oluşan bir heyeti devlet işlerine nezaret
ediyordu.123'
46
İbraniceyle yazılmış olan iki mektup vardır. Bunlardan ilki Hazar
Hakanı Yusuf Harun'ca 960'da yazılarak, Endülüslü Yahudi bilim
ve devlet adamı Hasday B. İshak B. Şaprut'a gönderilmiş, ikinci
siyse adı bilinmeyen Hazarlı bir Musevice yazılıp, Mısır (Fustat'ta)
Kanisat al-Şami'de saklanmaktadır.
Hazar Türklerinden artakalan ve günümüzde Musevi inanç
larını sürdüren Hazar ve Karay Türkleri, her yıl Türkiye'de ger
çekleştirilen "Türk Dünyası Kurultayı"na katılmaktalar, bu arada
soydaş oldukları İstanbul Türk Ortodoks Patrikliği'ne de nezaket
göretlerini sürdürmektedirler.
MACARIAR
47
Soydaşları olan Peçeneklerle karışmaları sonucu Macar oy
maklarının adlarının birçoğunun Türkçe kökenli oldukları görül
mektedir. Türk kökünden gelen Macar oymak adlarından bazıla
rı şunlardır:
48
yayıcıları olma gerçeği, burada da açıkça görülmüş oluyor. Çün
kü aynı durum ve özelliği Türkler için Budizm, Mani ve İslam din
leriyle ilişkili olarak görebiliyoruz. Şöyle ki Rasonyi'ye göre:
BULGARIAR
Yanıbaşımızda komşumuz durumunda olan Bulgarların
"Türk kökenli bir topluluk" oldukları da zamanımızda hiç kuşku
ya yer vermeyen bir gerçek olarak bilinmektedir. 138
Bu görüşü destekleyen tarihsel veriler sırasıyla: Yakın zaman
arkeolojik kalıntılar, Proto-Bulgar dil kalıntıları ve İdil Bulgarları
na ilişkin gömüt (mezar) taşları yazıtlarıdır.
Bulgarlara ilişkin en eski yazılı kaydın, İS 3. yüzyılda yaşamış
olan Suriyeli Mar Abas Katinu'ya ait olduğu ve bu kayıt verilerine
göre Bulgarların İÖ 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde ya
şadıklarını öğreniyoruz. Bu en eski kayıttan sonra Bulgarlara iliş
kin ikinci kayıt Bizans kaynaklı olup, İS 482 yılına aittir.
Bulgarların ilk tarihlerine ilişkin bize bilgiler aktaran Bizans
49
tarihçilerinden Rhetor Priskos ile Suidas, 463 yılında Şaragur,
Ugor ve Onogur adlı Hun Oymaklarının, Karadeniz'in kuzeyinde,
Tuna Irmağı'nın kollarıyla Volga arasındaki bozkırlarda yerleşmiş
olduklarını bize aktarmaktalar. ll8a
Bazı tarihçilere göre Bulgarlar, Çin kaynaklarındaki "Ting
Ling"lerden çıkmışlardır. Bu Linglerin, Bulgarların ataları sayılan
"Onogur"lar olmaları sanılmaktadır. Onogurlarınsa 2. ve 3. yüzyıl
larda Hun kitlesine karışarak Büyük Göçe katıldıkları, bilinenler
arasında.
Büyük Hun İmparatorluğu zamanında Bulgarlar Karadeniz'in
kuzeyinde bulunmuşlar, Hun Devleti dağıldıktan sonra da iki top
luluk olarak (Utigurlar ve Kutrigurlar) yaşamlarını sürdürmüşler
dir.
Utigur ve Kutrigurlardan oluşan Bulgar Konfederasyonu'na
ilişkin bilgi veren Prof. Tekin, Kutrigur Bulgarlarının, Konfederas
yon'un batı bölümünde, Utigurlarınsa doğu bölümünde yerleştik
lerini kaydediyor.138b
"Bulgar" terimi, her iki topluluğun ortak adı olup "karışık"
anlamına gelen "bulgamak"tan çıktığı sanılmaktadır.139
Bulgar toplumunu oluşturan Utigur ve Kutrigurların arasında
ki sürtüşmeler de çoğu kez göze çarpmaktadır tarihte. 140
Her iki toplum önceleri İdil Irmağı'ndan Tuna boyuna uza
nan alanda bulunurlarken, Bizans İmparatorlarının bağlaşığı ola
rak 6. yüzyılda Balkan Yarımadası'nda bulunan Slav ve Got boy
larına karşı savaştıktan sonra, 530, 547 ve 549 yıllarında Tuna bo
yunda ve Trakya'ya yerleşmeye başladılar.141
Türk Tarihinin Ana Hatları ha göreyse Bulgarlar, Orta İdil
yöresinden gelerek, 7 . yüzyılda Türk ve Slavlarla karışarak Bal
kanlar'da devlet kurmuşlar ve Balkan Yarımadası'nın özellikle do
ğu bölümüne egemen olmuşlardır.
İlk devlet örgütlerinin tümüyle Türk yönetiminde olduğu ve
devlet başkanlarının ise "Han" ünvanıyla betimlendiği, yine aynı
kayıtlar arasındadır. 141 '
Bulgarların iki uzun ömürlü devlet kurduklarını da tarihsel
kaynaklardan anlıyoruz. Bunlardan birincisi, Tuna boyundaki Kü
çük Bulgaristan, ikincisiyle İdil Bulgar Devleti.
50
Bulgarların Bizans'la da çok yönlü ilişkileri olmuştur. Onlar
imparator Konstantin Porfirogenetos IV'ü yenilgiye uğratarak
7 13'te İstanbul'a doğru ilerlediler. 7 16'da Bizans'la antlaşma imza
ladılar. 7 17'de Bizans'ı kuşatan Müslüman Araplara karşı Bizans'ı
savundular.
Türk Tarihinin Ana Hatları kayıtlarına göre Bulgarlar,
Hıristiyanlığı benimsedikten sonra, Bizans'ın siyasal ve toplumsal
örgütlenmesini taklide yönelmişler ve 10. yüzyılda daha da güç
lenerek, Bizans'a korku nedeni olmuşlar ve Balkanlar'ın büyük
bir bölümünü yönetimleri altına almışlardır.141b
Bulgarlar, Türk soyundan olmalarına karşın benliklerini yitir
miş bir toplum oldular sonraları. Çünkü çevrelerinde bulunan
Slavlarla evlenerek iki kuşak içinde Slavlaştılar.
Daha sonralarıysa Balkanlar'a göçen Kuman, Peçenek ve Uz
ları da aralarında eriterek Slav dili ve bilincinde bir ulus durumu
na geldiler. 142
Prof. Umar, yapıtında Bulgarların göçler sonucunda Balkan-
lar'a yerleşmeleri konusunda şunları demektedir:
"İlk Bulgarlar (Bulgar Türkleri) . . . Balkan yarımadasına girdi. Bun
ların devleti, Hazar Türklerinin baskısıyla dağılmış ve Bulgar yı
ğınları bu yüzden 7. yüzyıl ortasında, Balkan yarımadasına doğru
göçe başlanuşlardı. 680'de, Doğu Roma Orduları bunların üzeri
ne yürüdü, fakat başarı kazanamadığı gibi, çekilirken çok yıpran
dı. Bulgarlar Varna bölgesine girdiler. O yöre daha önce Slavlaş
nuştı. Buradaki Slav dili konuşan halk, Bulgarlara bağımlı oldu.
Ancak, bu yörede devlet kuran Bulgarlar, zamanla o halkın kitle
si içinde eridi ve karışım ürünü yeni halk, Slav dili konuşan bir
halk kimliğiyle ortaya çıktı."14"
51
rülme olaylan bile oldu. Şöyle ki Bizans, Krum Han'ın Trakya 'yı al
masından sonra kendi stratejilerinin komutasında bıraktığı Hıristiyan
Bizans köylü savaşçılarını ayaklandırmaya çalıştığında, Hıristiyanla
ra karşı kırım uygulandı. Krum ve Omurtag, Hıristiyanlığın yayılma
sına engel olmaya çalıştılar. Üstelik Omurtag'ın Hıristiyan olan oğlu
nu, kardeşi Melemir Han öldürmek zorunda kaldı. 143
Boris Han da Hıristiyan olmaya karar kıldı. Ancak inanç yo
lu olarak Roma Katolikliğini yeğledi. Amacıysa, Bizans'ın, yani Bi
zans Ortodoksluğunun politik amaçlarla kullanılmasından çekin
mesiydi. Ancak mezhep seçiminde politik unsurlar her zaman için
büyük etken olmuşlardır. Böylece Bulgarların Roma'ya bağlanma
sından Bizans çok rahatsızlık duyar. Bunun sonucu olarak Bizans,
Bulgarların üstüne ordu gönderir. Bu sıralarda Bulgar ordusu Al
man iç savaşlarında rol aldığından, ülkesinin uzağındadır. Bu du
rumda Boris Han, Ortodoks kilisesi yandaşı olur. Onun İstanbul'a
yolladığı elçiler de Hıristiyanlığı benimserler. 864-865 yılları için
de imzalanan barış antlaşması sonrasında Bizans İmparatoru, Bo
ris Han'ın vaftiz babalığını bile üstlenir. "Mişel" adını alan Boris
Han da Bulgar kilisesini, Bizans kilisesine bağlar.
Boris Han'ın Hıristiyanlığı benimsemesiyle ilgili olarak Prof.
Tekin şunları yazmaktadır:
52
Bu arada Romen Katolik misyonerlerin çalışmaları da pek ba
şarılı olmaz, çünkü Bizans'ın baskısıyla Ortodoksluk ağır basar.
üstelik Boris Han'ın da Ortodoksluğu yeğlemesi sonunda, Orto
doksluk üstün gelir, Boris Han'dan sonra tahta geçen krallar Si
meon (893-927), Kloyan ( 1 1 87- 1 207) ve Asden II ( 1 2 18-1241) za
manında da Roma'ya bağlanma çalışmaları bir sonuç vermez. Bul
gar Hıristiyanlar böylece Bizans Patrikliğine bağlanır, daha sonra
ları da tüm Ortodoks etnik topluluklar gibi ulusal-bağımsız kilise
durumuna gelirler. 145
Bulgarların Batı-Katolik, Doğu-Ortodoks kilisesi arasındaki
sallantılarına özellikle değinen Prof. Tekin, şu kapsamda bir açık
lama sunmaktadr:
"Boris, Mihail'in isteğiyle 864'te Bulgaristan'a gelen Yunan papaz
ları halkı vaftiz etmeye başladılar. Boris, tebaası Hıristiyanlığı ka
bul ederken, Bulgar kilisesinin Bizans'tan bağımsız kalmasına da
özen gösteriyordu. Ancak, Bizans bu girişimi iyi karşılamayınca,
Boris 866'da Papa'ya başvurdu. Papa Nikola I . , bunun üzerine
Bulgaristan'dan kovulan Yunan papazları yerine Batı kilisesine
mensup din adamlarını Bulgaristan'a gönderdi. Bu papazlar Bul
gar halkını yeniden vaftiz etmeye başladılar. Bundan telaşlanan
Bizans, Bulgar isteklerine karşı daha hoşgörülü davranmaya baş
ladı. Sonunda, Bulgar kilisesi Batıya değil, Doğuya Bizans'a bağ
landı. Ancak Bulgar kilisesi bağımsız bir baş papazın yönetimin
de kaldı. Bulgar kilisesinin bağımsızlığını tanıyan Bizans, Bulgar
devleti ile 30 yıllık bir barış anlaşması imzaladı. "145'
Şamanlık etkılerinden kurtulamadan Ortodoks-Hıristiyanlığı
benimseyen I3ulgar toplumu içinde bu kez de bir sapkınlık (he
rezi) olan "Bogomilizm" ortaya çıkar. Kurulu sosyal ve klerikal
düzene bir tepki özyapısıyla çıkan ve gelişen Bogomil inancı, ki
lise örgütü ve inancına karşı gelişmeyle kendini belli ederken, ta
pınak, çarmıh, vaftiz, kilise evliliği, kilise bayramları ve pazar gü
nünü reddetmektedir. Temel olarak iyi ve kötü ayırımından kay
naklanan Bogomilizm, aslında Anadolu ve İran kökenli olup, çı
kışı eski düalist devinimlere dayanmaktadır.
Prof. Umar, "Bogomilizm" akım ve inanışını, "Paulikanos"çu
luğun bir kolu olarak görmekte, kurucusu "Bogomil" adlı bir din
sel kişi olduğu için, bu adla anıldığının altını çizdikten sonra on-
53
!arın, İmparator Alexios'un buyruğuyla, zorla Ortodokslaştırılmak
ereğiyle, üzgülerle karşı karşıya bırakıldıklarını, ancak onların
ölüme dek inançlarına bağlı kaldıklarını bildiriyor. Ayrıca yine
İmparator'un buyruğuyla, Bogomil önderi Basileios'un; Sultanah
met Meydanı'nda yakılarak idamına da yer veriyor.145b
Bir Şaman-Türk toplumuyken Hıristiyanlaşan, ancak bir bö
lümüyle de Bogomilliğe eğilim gösteren Bulgarların bir bölümü
de İslam inancını benimser.
Volga (İdil) Bulgarları olarak bilinen bu Bulgar toplumuna,
10. yüzyılda Abbasi Halifesi İbn Fadlan, İslamlığı yaymak için
922'de geldiğinde, onların arasında zaten İslamlığın yayıldığına
tanık olur. İslam Bulgarları konumuzun dışında olması nedeniyle
bir başka Hıristiyan Türk toplumu olan Fin-Ogorlara geçiyoruz.
FİN-OGORIAR
Bugün Finlandiya olarak bilinen topluluğun kökeninin de
Turanlı Türk olduğu herkesçe bilinmektedir. 146
Göçler sonucu Rusya topraklarını geçerek Orta Avrupa'ya ka
dar sokulan Turanlılar, Fin-Ogor adı ile Ural çevresinden Avru
pa'ya gelmişlerdir. 147
Volga ve Oka çevresinin eskiden tümüyle Fin toplulukların
ca oturulur olması da bilinenler arasında. 148
Orhon yazıtlarının yazınsal değeri ve orada yeralan şiirsel ya
zıların özelliklerinin ve ölçülerinin Kuzey-Eurasya'da yaşamış, ya
da oradan çıkmış Türk, Moğol ve Fin-Ogorların eski şiirlerinin or
tak özellikleri taşıması da, Fin-Ogor yazınının Türk damgası taşı
dığı gerçeğini ortaya koymaktadır. 149
Gerçekte Fin-Ogorlar eski bir Türk topluluğu olup, Macarla
rın annesi olarak bilinmektedirler. Fin-Ogorların hiçbir zaman bü
yük bir devlet kuramadıkları ancak atılgan savaşçılar oldukları bi
linmektedir. 30 yıl savaşları içindeki etkinlikleri ve Ruslara karşı
olan savaşlardaki direniş ruhlarıyla haklı bir ün kazanmışlardır.
Finlerin çok geniş bir yöreye yayılmaları ve Doğu Avrupa'nın
kuzey kısmına yerleşerek oranın otokton topluluğu olarak tarih
sahnesinde görünmeleri ve Kuzey Rusya'daki akarsulara bile ken
di dillerindeki adlarını vermeleri (Volga, Oka, Vetluga, Kama gi-
54
bi) onların etkilerinin üstünlüğünü gösterir. 150
Fin-Ogorların 8-9. yüzyıllarda başka birçok Türk toplulukları
gibi Hazarların egemenlikleri altına girdikleri, 151 Kumanların
1087'de Tuna boyuna inmelerinden sonra da Kumanlara bağımlı
bir duruma geldikleri anlaşılıyor. 1 52
Finlerin Kazan Hanlığı içinde de II. yüzyıldan başlayarak,
başka birçok din ve ırktan gelen topluluklarla birlikte bir bütün
oluşturdukları da bir gerçektir. 153
Bugün Avrupa'nın kuzeyinde yeralan bu Türk kökenli insan
ların yurtlarında genellikle Hıristiyan-Protestan inanışı egemendir.
55
3- ANADOLU TÜRK HIRİSTİYANLIGI
Anadolu topraklarının yüzyıllardan bu yana pek çok uygarlı
ğa beşiklik ettiği tarihsel bir gerçektir.
Kendilerine özgü uygarlıklar kurmuş olan Sümer, Hitit, Asur,
Urartu, Med, Part, Karduk, Luwi, Aka, Frig, Grek, Lidya, Roma, Bi
zans, Selçuklu, Osmanlı154 gibi uygarlıkların yanında, günümüzde
Genç Türkiye Cumhuriyeti'miz de kendine özgü görkemiyle uy
garlık yolunda ilerleme çabası içindedir. Anadolu toprakları aynı
zamanda Hıristiyanlık inancının da yayılma alanıdır.
Kutsal Kitabın inanç temeline dayalı olan Hıristiyanlık, Yeru
şalem (Kudüs) kökenli olmasına rağmen Anadolu topraklarından
yeryüzüne yayılmıştır. Yerinde bir anlatımla Hıristiyanlık, bir Ya
hudi topluluğu inancı olarak Yeruşalem'de çıkmış ancak baskılar
sonucu Antakya kenti merkez seçilerek ve bir uluslararası inanç
olarak tüm yeryüzüne Anadolu'dan yayılmıştır.
Bugün yurdumuzun güneyinde yeralan ve Atatürk'ün "Kırk
asırlık Türk Yurdu" olarak betimlediği ve 1 939'da Anavatanımıza
bağlanan Antakya, gerçekte dünyadaki tüm Hıristiyanların ana
kenti durumundadır. Bu gerçek, incil'deki şu bölümde açıklan
maktadır:
56
!ağına gitti. Barnabas'ı Antakya'ya gönderdiler. O da varıp Rab'bin
kayrasını görünce sevinç duydu. Tümüne yüreklerinde Rab'be
bağlı kalmayı kararlaştırmaları için öğüt verdi. Çünkü kendisi iyi
bir insandı, Kutsal Ruh'la ve inançla dolu biriydi. Böylece büyük
bir topluluk Rab'ba katıldı.
Barnabas Saul'u aramak için Tarsus'a gitti. Onu bulunca Antak
ya'ya getirdi. İkisi bir yıl süreyle bir araya gelerek o büyük toplu
luğa öğrettiler. Öğrencilere İLK KEZ ANTAKYA'DA HIRİSTİYAN
ADI VERİLDİ"
İncil, Elçilerin İşleri !!: 19-25
57
kürsüleri de bu yönden adlandırılıp ünvanlandırılmışlar ve bugü
ne dek bu ünvanlarla çağırılmaktadırlar. Örneğin; Meliki (Arap)
Ortodoks Antakya Patrikliği, Meliki Katolik Antakya, Yeruşalem
ve Yakın Doğu Patrikliği, Süryani Kadim Antakya Patrikliği, Sür
yani Katolik Antakya Patrikliği, Maronit Katolik Antakya Patrikli
ği.
Antakya kentinin tüm Hıristiyanlar için birinci aşamada önem
taşıdığı, Kalkedonya (Kadıköy) Kilise Konsili'nin kararlan içinde
de yeralmıştır. İS 4 5 1 'de Kadıköy'de toplanan Genel Hıristiyanlık
Konsili önderleri, Roma İmparatorluğu toprakları üstünde özel
yere sahip olan ve gözde Hıristiyanlık merkezleri görünümü ve
ren şu beş kenti "Patriklik Kürsüleri" olarak saptamışlar ve adlan
dırmışlardı: Roma, İstanbul, Yeruşalem, İskenderiye, Antakya.m
Antakya başta olmak üzere tüm Anadolu toprakları üstünde
ilk Hıristiyanlığı yayanlar, İsa'nın irdemen (şakirt) ve elçilerinden
(havari) olan Petrus ve Pavlus olmuşlardır.
Bunlardan Petrus'un, ilk Antakya gözetmeni (episkopos) ol
duğu tarihsel kiliselerin çoğunca benimsenirken, en gözde
Hıristiyanlık yayıcısı olan "Ulusların elçisi Pavlus"un da Tarsus do
ğumlu; Anadolu kökenli olması, Anadolu'nun Hıristiyanlık açısın
dan önemini daha da artırmaktadır.
Antakya kentimizde yeralan "Sen Piyer Mağara Kilisesi"nde
her yıl yapılan "Sen Piyer Bayramı" kutlamaları yurtiçi ve yurtdı
şından binlerce turist tarafından izlendiği gibi, 1992 yılında ilki ya
pılan "Tarsus Sen Pol Sempozyumu" etkinlikleri de Antakya'nın
ve Tarsus'un önemini yurtiçinde ve yurtdışında kamuoyuna yan
sıtmakta ve bu türdeki tarihsel gerçeklerin kamuoyunda güncel
değerini korumalarını sağlamaktadır.
Birinci yüzyılda Hıristiyanlığın ilk yayıldığı ve ilk kilise top
luluklarının kurulduğu toprak olan Anadolu'da, Kilise toplulukla
rının belirli bir etnik topluluk olmayıp, genel ve yöresel oldukla
rı gözleniyor. Daha mezheplerin ortaya çıkmadığı, değişik ulusal
kilise topluluklarının daha tarih sahnesinde görülmediği Anadolu
Hıristiyanlığı, üçüncü yüzyıldan başlayarak Milan buyrultusuyla
(İS 3 1 3) resmi devlet dini olarak İmparatorluğun dini kimliğine
bürününce, pagan ve yersel ögeler Hıristiyanlığa giriyor ve
58
imparatorluğun başkentinde bulunan İstanbul Patriklik orunu da
tek egemen tinsel (ruhani) kürsü oluyor.
"Roma" teriminin Osmanlıca karşılığı olarak uzun süre ve bir
çok kaynaklarda geçen "Rum" sözcüğünün gerçekte "Romalı" an
lamına geldiğini, bunun bir İmparatorluk adı olduğu, bir ulusun
ya da bir ırkın adı olmadığını belirtmekte yarar vardır. Çünkü
Grek-Helen dil ve kültürünün egemen olduğu Anadolu toprakla
rında birçok etnik topluluk olduğu gibi, her zaman için Turanlı
Türk boyları da var olmuşlardır: Özellikle bunlardan çok yaygın
birer Türk-Hıristiyan toplulukları oluşturdukları da Anadolu tari
hinin bir başka gerçek yanıdır ki, birazdan üstünde özellikle du
rulacaktır.
Helen-Grek kültürünün egemen olduğu Anadolu'ya Türkler
Malazgirt yengisinden (1071) çok önce gelmişlerdir.
Mükrimin Halil Yınanç'a göre, Bulgar Türkleri İS 530'da Fırat
Trabzon bölgesine, Avar Türkleri İS 577'de Doğu Anadolu'ya yer
leştirilirken, ayrıca Hazar, Fergana ve Peçenek Türkleri de Anado
lu' da yerlerini almışlardır. 1 56
Ayrıca Bizans ordusunda bulunan Türk askerlerinin Rume
li'ye yerleştirildikleri de bir başka gerçek. '57
Gökoğuz Hıristiyan Türklerinin de Anadolu kökenli oldukla
rı ileri sürülen savlar arasındadır. 158 Ancak bu konu üstünde daha
sonra durulacaktır.
Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu toprakları üstünde ve
özellikle Anadolu'da yerlerini almış olan pek çok etnik küme, her
ne kadar, kendi dillerini ve kültürlerini kullanmışlarsa da, bunlar
zamanla unutulduğundan özellikle Batı Anadolu'da Grek dili ege
men olmuştur. 1 59
Grek dilinin tüm Anadolu'ya özellikle Batı Anadolu'ya ege
men olması sonucu dil-İmparatorluk ikili gerçeğinden bir terim
ortaya çıkmıştır ki bu da "Rum" sözcüğüdür.
"Rum" terimi genelde Haçlılar, İslam coğrafyacıları ve doğu
lularca kullanılır olup,"0 bunun sonucu "Rumeli'', "Mevlana Cela
leddin-i Rumi", "Rumi Takvim", "Karamanlı Rum", "Bacıyan-ı
Rum" gibi türevleri ortaya çıkmıştır.
Rum sözcüğünün anlamsal türevlerini kendi yapıtında özel-
59
Jikle işleyen Kitsikis, sözcüğün anlamlarına ilişkin özetle şunları
belitir:
A) Rum sözcüğü, Bizans-Osmanlı dünyasında kullanılagel
miştir.
B) Bizans İmparatorluğu kendini hep "Roma" (yani Rum)
İmparatorluğu ola�ak adlandırmıştır.
C) Ege Denizi'nin iki yakası arasında uzanan Rum alanının
ortak uygarlığını göstermek amacıyla kişilerin (Örneğin, "Mevla
na Celaleddin-i Rumi") ve kurumların (Örneğin, "Rumi Selçuklu
İmparatorluğu", ya da "Diyar-ı Rum" olan Osmanlı İmparatorluğu,
ayrıca "Sultan-ı Rum ünvanlı Osmanlı İmparatoru) da sürekli ola
rak Rum sözcüğünü kullandıkları apaçıktır. 160a
Anadolu'ya I. yüzyılda giren ve gelişen Hıristiyanlık, İS 4.
yüzyılda çok yaygın durum gösterirken Anadolu'nun batı bölümü
"Helenize olmuş Hıristiyan bir Anadolu görünümü" sergiler.1 61 Bu
nun da yanlış ve gerçek dışı toplumsal düşün ve kavram bütün
lüğü sonucunda, Turanlı-Türk Hıristiyan topluluklar, Helen-Grek
kökenli gibi gösterilmeye çalışılır. Bunun için de "Rum" sözcüğü
paravan olarak kullanılır olur.
Bu kavramın kökeni gerçekte "Helenistik Anadolu Uygarlı
ğı"na kadar gitmektedir. Çünkü "Helenistik" denen Anadolu Uy
garlığı , Küçük Asyalılarla (Batı Anadolu), sömürgeci Yunanlıların
birleşimi sonucu oluşur.162 Anadolu'da, Helen kültürü içinde bü
tünleşen etnik toplumların ve tarih süreci içinde yerleşen Turanlı
Türk Hıristiyan topluluklarının, genelde Orta Anadolu ve Pontus
bölgelerinde yeraldıklarını görüyoruz.
Anadolu'daki Hıristiyan Türk varlığına ilişkin, yapıtında yer
veren Erol Cihangir, onların Anadolu'ya geliş ve yerleşmelerine
ilişkin söz ederken şunları söylemektedir:
60
Orta Anadolu Türk Hıristiyanlarına geçmeden önce, Pontus
bölgesi ve Doğu Anadolu Türk Hıristiyanlığını ele alalım.
Fransız Akademisi üyelerinden Lebeau'ya göre, Pontus böl
gesindeki halklar İranlılar, Yunanlılar ve Turanlılardır. 163
Aynı tarihçi, Pontus'ta oturan "Halibler"in de Turanlı olduk
larını söylerken bu görüşü Dechelette ve Şemseddin Günaltay da
destekler. 164 Yine Pontus bölgesindeki önemli halklardan olan
"Kolhlar"ın kökeni de Turanlı-Türk'tür! "Amasya Tarihi" kitabının
yazarı Hüseyin Hüsameddin'e göre Kolhlar, bir Kuman (Türk) oy
mağıdırlar.
İslamların "Kıpçaklar" dedikleri ve kitabımızın 2. bölümünde
ele aldığımız "Kuman" Türklerinden 220.000'in, Hıristiyanlığı be
nimsedikleri bilinmektedir. 165
Bu Hıristiyan Kuman Türklerinden bir bölümü, Müslüman
Türklerin Anadolu'ya gelişlerinde onlara karışarak İslamlaşmışlar,
ancak birçokları da Hıristiyan olarak kalmışlar. Ancak Hıristiyan
Ortodoks olmaları, ayrıca Yunanca da konuştukları için "Rum"
olarak bilinmişler. Erzurum, Sivas ve Trabzon'un köylerinde otu
ran bu kişiler, gerçekten Kuman Türkleridirler.
Doğu Karadeniz, özellikle Trabzon yöresinde oturan Orto
doksların, Hıristiyan Kuman Türkleri olmaları olasılığı üstüne,
araştırmacı İlyas Karagöz, şu yorumu yapmaktadır:
61
"Trabzon yöresinde . . . 'Rum' adı altında bir toplum karşımıza çıkı
yor ki bunların dilleri Türkçe'dir. Trabzon bölgesinde sahillere
doğru inildikçe, artık Rumcanın yerini Türkçe almakta, buralarda
oturan ve Türkçe konuşan bu topluluk, konuştukları Türkçe'yi
nereden ve ne zaman almışlardır? Bu konular cevapsız kalmakta
dır. Araştırmalar gösteriyor ki, Trabzon bölgesinde oturan Hıris
tiyan Türkler'e ait olmak üzere, Karamanlılarda olduğu gibi, Grek
harfleriyle Türkçe yazılmış eserler vardır. . . Hatta Sumela manastı
rı papazlarının da Türkçe konuştuğunu öğreniyoruz."165b
62
Hıristiyan ortodoks olduklarını, ancak soyları yönünden Helen ol
mayıp Türk olduklarını, bundan dolayı kendileri için ayrı bir tin
sel orun (ruhani makam) kurulmasının gerekli olduğunu ileri sü
rerek başvuruda bulundular.
1 1 Nisan 1921 tarihinde Vali S. Sami imzasıyla Kastamo
nu'dan Ankara'ya çekilen telgrafta şöyle denmekteydi:
" . . . Anadolu'da tarihen dahi müspet olduğu üzre Rum Elenik na
mıyla hiçbir millet yoktur. Mevcut olan Rumlar yalnız asırlarca
Türk Müslümanlarca birlikte yaşayan Türk Ortodoks Rumlardır." 170
63
rüş ve çalışmalar içinde olduğunu da tarihsel kayıtlardan anlıyo
ruz. "'
Bu konuyla ilgili çalışmalar içinde Kayseri'de, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve Adliye Bakanlığı'ndan izin alınarak'76 bir kongre
nin toplanmasına karar verilir. Kongre, Konya Metropoliti Proko
bios, Gümüşhane Episkoposu Yervasyos ve Antalya Episkoposu
Meletios'un başkanlığında ayrıca Anadolu ve Trakya'daki 72 tin
sel orunların katılımlarıyla , 21 Eylül 1922'de toplanır ve "Türk Or
todoks Patrikliği"nin temeli atılmış olur. Alınan kararların tutana
ğının altında da önderlik eden üç episkoposun ve Baba Eftim'in
imzaları yeralır.
Yeşilyurt'un kayıtlarına göre, bu tarihsel toplantının yapıldığı
yer, Kayseri Zincirdere Manastırı'dır. Hazır olan ve oylamaya ka
tılan kişiler arasında bulunanlardan bazılarıysa şunlardır:
Çeneoğlu Filip, Boyacıoğlu Kozma, Kastaki, Fehmi, Yorgi
Orologos, Teofilos, Ayhanoğlu Todor, Çömlekçioğlu Mihalaki,
Bulloğlu İstimat Zihni. 17&.
Zübeyir Kars'ın saptamalarına göreyse bu toplantıda Muta
sarrıf Muammer Bey, Mevki Kumandanı ve Kalem Reisi Miralay
Abdullah Bey, ayrıca bazı daire başkanlarıyla, daha sonraları mec
liste Türk Ortodoks asıllı ve Eskişehir milletvekili olacak olan,
Türk Ortodoks Kongresi azasından Umumi Katip Bodrumi İsti
mad Zihni Özdamar Efendi de hazır olmuşlardır. ın
Dinsel etkinliğe başlayan "Kayseri Türk Ortodoks Patrikliği'',
dinsel özyapılı etkinlikleri yanında ulusal etkinliğini de her zaman
göstermiştir. Bunu doğal ve olanaklı kılan etkenlerden biri de
Hıristiyanlığın laik bir inanç olduğudur.
Hıristiyanlık inancı göksel kökenli olup, ona adını veren
İsa'nın göksel kökeniyle açıklanır. İsa yeryüzünde yaşadığı süre
içinde salt Göksel Baba olarak tanımladığı varlığın, ölümsüz can
lar amacına yönelik planını uyguladı ve hiçbir siyasal amaca ön
derlik etmedi. Çünkü kendi egemenliğinin göksel olduğunu bil
diriyordu. '7"
Bu nedenle kendisi laikliğin temeli olan "Sezarın hakkını Se
zar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin" tümcesini vermişti izle
yenlerine.179 Bu kurala uyarlıkla davranan erken çağ Hıristiyanlık
64
önderleri de, İncil'i oluşturan kitaplar içine buna koşut (paralel)
bölümleri koymakta gecikmediler. Örneğin, Tarsuslu Eren Pavlus,
incil'de yeralan Romalılara yazdığı mektubunda, şu göksel esinli
sözlere yer veriyor:
"Herkes başta bulunan yetkelere bağımlı olsun. Çünkü Tanrı'dan
olmayan yetke yoktur. Var olanları da Tanrı atamıştır. Bu neden
le yetkeye karşı direnen, Tanrı'nın düzenine karşı direnmiş olur.
Direnenler de kendilerine yaraşan yargıyı giyeceklerdir. Çünkü iyi
iş yapanların, yöneticilerden korkusu yoktur, kötü iş yapanlar
korkarlar. Yetkeden korkmamak ister misin? Öyleyse iyi iş yap,
onun övgüsünü kazanırsın. Çünkü o senin yararına Tanrı'ya hiz
met etmektedir. Ama kötü iş yaparsan kork, çünkü yetke kılıcı
boş yere kuşanmamıştır. Kötü iş yapana gerekli yargıyı saptamak
için Tanrı'ya hizmet etmektedir. Bu nedenle baştaki yetkelere ba
ğımlı olmak zorunludur, salt yargılanma korkusundan değil, bu
lunç (vicdan) bakımından da. Vergi ödemenizin nedeni de budur.
Çünkü yöneticiler, atandıkları işi yerine getirirken, Tanrı'nın gö
revlileri olarak çalışırlar.
Herkese ne gerekiyorsa onu verin: Vergi toplayana vergi, güm
rük kesene gümrük, saygı gösterilmesi gerekene saygı, onur ya
raşana da onur."
İncil, Romalılar 13: 1- 7
Yine aynı elçi, İncil'in Titus mektubunda şunları söylüyor:
65
Hıristiyanlık, kilise tarihi içinde bir erken çağ önderi olarak gö
rünen Pavlus'un yanında, yine aynı düzeydeki önderlerden olan ve
ilk Antakya gözetmeni olarak bilinen Elçi Petrus da, İncil'de yeralan
birinci mektubunun içine şunları yazmıştı geçmişte:
"Rab saygısı adına: insanlarca kurulan her düzene bağımlı olun.
Başta bulunan kişi olması nedeniyle devlet yöneticisine, suçluları
tüze (adalet) karşısına çıkarmak ve iyilik yapanları övmek için
onun tarafından görevlendirilen kişiler olmaları nedeniyle valile
re.
Tanrı'nın istemi şudur: İyilik yaparak akılsız kişilerin bilgisizliği
ni susturun. Özgür kişiler olarak yaşayın. Özgürlüğü kötülük ör
tüsüne dönüştürmeyin. Bunun yerine Tanrı uşakları gibi davra
nın. Herkese değer verin. Kardeşlik birliğini sevin. Tann'dan kor
kun. Devlet Yöneticisine saygı gösterin."
İncil, !. Petrus 2: 13-1 7
66
Ancak bu iyi ilişkiler böyle sürmemiş, bir süre sonra Anado
lu Türk Ortodoks-Hıristiyanlığı için kara bulutlar görünmeye baş
lam ıştır.
Ulusal Mücadele kazanılmış, saltanat yıkılmış, Yüce Türk ulu
su i çin ışıklı günler gözükmüştür artık.
Bu arada Lozan Antlaşması görüşmeleri sonunda varılan, 30
Oca k 1923 günlü sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesi için
deki anlaşmaya göre, Anadolu'daki Hıristiyan-Ortodokslar, ırkları
na ve kişisel isteklerine bakılmaksızın karşılıklı değişime tabi tu
tularak Yunanistan'a gönderildiler.'"' Türk soyundan gelen bu
Hıristiyan topluluğun, kendi öz toprağından koparılıp, yabancı ül
ke toprağına gönderilmelerinin kökeninde, sözleşmelerde ölçüt
olarak "din" konusunun yeralması ve "ırk"tan söz edilmemesi ya
tıyordu. '"'
Prof. Umar da yapıtında, Türk Ansiklopedisi'nden alıntı ya
parak, şu kaydı bizlere aktarıyor:
67
Anadolu'daki Hıristiyan topluluklar içindeki Türk ve Helen
ayırımının zor olması nedeniyle, dine dayalı Osmanlı geleneğinin
ağır bastığını belirten Kitsikis, bu konuya değinerek, şunları söy
lemektedir:
69
İstanbul'daki Grek Ortodoks Patrikliği'yle olan olumlu ya da
olumsuz girişim, ilişki ve gelişmeler, konumuzun dışında oldu
ğundan Baba Eftim ve çevresinin "Türk Hıristiyan" bileşimli geliş
me ve oluşumlarına vereceği dikkatimizi. O ana dek prezbiterlik
dinsel aşamasına sahip olan Baba Eftim'in, 18 Mart 1926'da, Ka
raköy'deki Merkez Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan bir törenle,
episkoposluk aşamasına eriştiğini görüyoruz. Baba Eftim'e el ko
yarak kutsayan ve aşamasını yükselten episkoposlar sırasıyla;
Kayseri Metropoliti Amarsiyos, Erdek Metropoliti Kirillos ve Ada
lar Metropoliti Agatangelos'turlar.186
Kayseri'den İstanbul'a taşınan Türk Ortodoks Patrikliği, ken
disine bağlı olan Baba Eftim aile çevresi ve Galata Merkez Grek
Ortodoks topluluğunun katılımlarıyla kendisini toparlarken, bir
başka dinamik Türk Ortodoks topluluğu da kilise bütünlüğü için
de yerini almakta gecikmedi. Bunu da gerçekleştiren kişi, tanın
mış devlet adamlarımızdan ve Türk Ocakları'nın tanınmış hatibi
Hamdullah Suphi Tanrıöver olacaktı.
Uzun yıllar 0 931-1 944) Romanya'da büyükelçilik görevini
yürütmüş olan Hamdullah Suphi, bu görevi sırasında Roman
ya 'nın birçok yerini gezerek, oradaki Türklerle yakından ilgilen
mişti. Kendisi bir şair arkadaşına şu sözleri aynen söylemişti:
70
Buna göre Romanya'dan gelerek Türkiye vatandaşlığına geç
miş olan Hıristiyan Türklerin nüfus cüzdanlarındaki din ve mez
hep bölümlerine yazılan "Hıristiyan Ortodoks " kaydının yerine
kendilerinin Türk ırkından olduklarını ve öbür ırklardan olan or
todoks vatandaşlardan ayrı olduklarını belirtmek için öncekinin
yerine "Türk Ortodoks" sözcüklerinin yazılması kararlaştırılıyor. "'"
Bu olumlu gelişmeler ışığında okul ve kilise yaşamlarını sür
düren gençler, her pazar günü kilise korosuna katılıp Hıristiyan
tapınışlarını sürdürüp Türkçe tinsel ezgiler seslendiriyorlar. Baba
Eftim'se onlara tinsel (ruhani) babalık görevini uygulamaktan ge
ri kalmıyor.
Bunların tümü de okullarını bitirip iş aramaya koyuldukların
da karşılarına onur kırıcı bir engel çıkıyor. O da Hıristiyan olma
ları. Yaşam sorunuyla karşı karşıya kalan Türk Hıristiyan gençle
rini bekleyen acıklı durum da en kısa zamanda gerçekleşiyor. Ya
ni yaşamlarını sürdürebilmek için İslamlığa yönelip, İslam kızlar
la evlenmek. . .
Lozan Antlaşması gereği Türk Hıristiyan binlerce Anadolulu
yu yitiren Baba Eftim, bu ikinci darbeyi de yetmiş çocuğunun zo
runlu İslamlaşmasıyla yemiş oluyor.
Bunun sonucu Baba Eftim, Hamdullah Suphi'yi arıyor ve şu
sözleri söylüyor ona:
71
Anadolu Hıristiyan Türklüğü içinde özel bir yer tutan "Kara
manlılar"a ilişkin ayrıca durulması gerektiğine inandığımızdan,
şimdi bu konuya g'eçiyoruz.
KARAMANLIIAR
72
görüşlere set çekiyor.
Gerçekten Türkçe'den başka dil bilmeyen"'' Karamanlılara
ilişkin veriler her zaman bulunmuştur. Evliya Çelebi'nin yanında
şu önemli tarih yazarlarımız da, bu yönde tanıklıkta bulunmakta
dırlar.
73
dilerine özgü dinsel kişilerin Türkçe dinsel tapınışlarını izlemek
tedirler.'""
Dr. Anhegger'e göreyse Karamanlılar, Bizans'tan kalma Hıris
tiyan Türkler, ya da sonradan Türkçeyi benimsemiş Hıristiyanlar
olarak algılanmaktalar. ı98a
Ana dilleri Türkçe olan, Türkçe konuşup (üstelik Müslüman
Türklerden daha temiz) yazan, Türkçe Hıristiyanlık tapınışı sergi
leyen Karamanlıların ırksal kökeni üstündeki tartışmalar ve görüş
lerse günümüze dek sürüp gitmektedir.
Bu düşünceler içinde Türk yanlısı ve Helen yanlısı iki ayrı
görüş çarpışmaktadır. Helenist görüşe göre Karamanlılar "Türkleş
miş Rumlar", 199 "Türkçe konuşmak zorunda bırakılanlar"200dır. Kı
sacası bu topluluk Hellen ırkındandır ve Türkçe konuşmak zo
runda bırakılmışlardır.
Yirmialtı yıllık araştırmalarımızda, Helen kökenli dostlarımıza
yönelttiğimiz soruların tümüne de yanıt olarak Karamanlıların
Helen kökenli oldukları doğrultusunda yanıt aldık.
Bu konunun aydınlatılmasına yönelik düşünceleri sıralama
dan önce Yorgi adında bir Karamanlı Ortodoksun, Türk Kurtuluş
Savaşı sırasında, kendi oğluna yazdığı vasiyetnamesinden bazı kı
sa bölümleri burada sunuyoruz:
" . . . Ben Karamanlı öyle bir Rum idim ki, dünyada müslümanlar ka
dar kimseyi sevmezdim . . . O sırada köye bir Yunanlı geldi, gizli
gizli Rum halka, ömrümüzde duymadığımız, bilmediğimiz şeyler
söylüyordu. Bunlar bizim eski atalarımızın adlarıymış .
. . .Ah kör olsun beni baştan çıkaran o Yunanlı hınzır. . . "'"'
74
1 922-1923 yılları arasında ve yalnız 16 sayıyla yayın yaşamı
nı sürdüren gazetenin "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
Bağlı Tüm Anadolu Türk Ortodoksları Kilise Kongresi"nin organı
niteliğinde olduğu, Anadolu Rumlarının Yunanlılıkla ilgilerinin
bulunmayıp, soyca (ırken) Türk oldukları görüşünü savunduğu
da , içeriklerinden anlaşılmaktadır. 202 Bu durum ışığında
Karamanlıların Türk soylu oldukları görüşü de, daha çok Türk
asıllı düşünürlerce ileri sürülmektedir. "Daha çok" deyimini kulla
nıyoruz, çünkü Türk asıllı olmayan bazı düşünürler de, onların
Türk kökenli olduklarında görüş birliği içindeler. Örneğin Prof. ] .
Eckmann'a göre Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu
Türkleridir. '03
Yine bu konuda bir yetke sayılan Atanas Manof;
" . . . Ana dilleri Türkçe olan (ve çoğu Bizans İmparatorluğu döne
minde Anadolu'ya yerleştirilmiş, Ortodoks Hıristiyanlığı benimse-
75
miş, ama Peçenek ya da Kuman Türklerinin soyundan gelen ,
Rumca bilmeyen) Karamanlı ortodoks Hıristiyanlar. . .
. . . ulusal kültürün din dışında kalan her ögesi yönünden Orta
Anadolu Türkü'yle ortak kültürde olan, Türkçe konuşan, Rumca
bilmeyen, Türk soyundan gelen 'Karamanlı' ortodokslar."""'
76
dinleri Hıristiyan olan bu grup, Cumhuriyet'ten sonra Rum sayılıp
Yunanistan'a göçtürülmüşlerdir. Yalnızca Hıristiyan oldukları için
Türklüğü kabul edilmeyen, fakat kendilerini de Yunanlı sayma
yanların değişimi tartışılmıştır. '09
77
Eski Türkler çocuklarının yaşayabilmesi, kötü ruhların şerrin
den korunabilmesi için, onlara kötü adlar verirlerdi.
Hıristiyanlığı kabul eden Çirkince köyü halkı, bu geleneğe uy
gun olarak ad verilmiş olan bir Türkmen'in soyundan gelmiştir.
Bu insanlar, "mübadele"de Yunanistan'a gönderilmişler ve onların
yerine Müslüman Türkler gelmiştir.
Gidenler Türk olduğu halde, çevrede 'Rum' deniyor."209a
78
çınılmaz görülüyor. Öbür yandan "Karamanlı Rum" topluluğu bi
reyleri, etnik kökenleri sorulduğunda, ne "Türk" ne de "Helen"
karşılığını verirler.
Kendilerini betimleyen şu dörtlük bile onların ne kökenli ol
duklarını açıklamaya yeterli değildir:
79
4- GÜNÜMÜZ TÜRK HIRİSTİYANUGI
GÖKOGUZLAR (Gagauzlar)
80
Peçenek ve Kuman Türklerinin ardılları olarak, özellikle Do
ğu Avrupa'da toplu olarak günümüzde varlıklarını sürdüren Gö
koğuz Türklerinin yaşadıkları yerleri şöyle sıralayabiliriz: Roman
ya, Kuzeydoğu Bulgaristan, Moldavya, Ukrayna. 2 15
Yaşadıkları yerlere ilişkin daha kapsamlı açıklamayı, Doç.
Harun Güngör ve Yrd. Doç. Mustafa Argunşah yapmakta ve Gö
koğuzların, Moldavya'nın güneyinde Komrat, Çadırlunga, Kon
gaz, Taraklıya ve Vulkaneşti kasabalarıyla, Ukrayna'nın güneyin
de yer alan Zaporaje, Odessa bölgesinde, Rusya'nın Rostov böl
gesinde, ayrıca Orta Asya'da Kokpekti, Zarına, Carsly, Urtzor ka
sabalarıyla, Kazakistan'ın Pavlador çevresinde, ayrıca Kırgızis
tan'ın Frunze ve Özbekistan'ın Taşkent şehrinde yaşamakta ol
duklarını söylemektedirler.
Aynı Türk Hıristiyan topluluğunun, Bulgaristan'ın Provadya
yakınında, Varna bölgesindeki köylerde, Dobruca ve Kavarna ile
Bulgaristan'ın güneyinde yeralan Yanbol ve Topolovgrad çevre
sinde, ayrıca Romanya'nın bazı köylerinde yaşadıkları da sözü ge
çen kişilerce kaydedilmiştir.216 Gökoğuzların kendilerini Türk ola
rak hissettikleri ve herkesin de onları Türk soylu olarak bilmele
rine rağmen, Karamanlıların benzerliğinde onlara da "Rum" (Hel
en) damgasını vuranlar eksik olmamışlardır.
Gökoğuzların kökeninin Rum (Helen) olduğunu savunanlar
,Yunanlı Amatos ve B. Lisofturlar. Aynı görüşe katılanlar arasında
St. Georgescu, F. Kanitz ve Romen asıllı N. Lorga'yı da koyabili
riz. 211
Ancak Gökoğuzların, bu konuda olumlu ve onurlu bir yan
ları vardır. Onlar Karamanlılar gibi kendilerine "Rum" (Hellen)
sözcüğünü yakıştırmayıp hiç kullanmamışlardır. Kendilerinin soy
ca Türk olduklarını ve Oğuz soyundan olduklarını da açıkça be
lirtmektedirler.
Moldavya, Komrat Devlet Üniversitesi öğretim üyelerinden
Maria Maruneviç, kendi topluluğunun kökenine ilişkin olarak
şunları söylemektedir:
81
!iniyor ki gerçekten, milletimizin kendi topluluğu tarihi köken iti
bariyle çok daha ileriden, eskilerden alınmakta . . . Tarihi kaynakla
ra baktığımız zaman görülmektedir ki, 13. yüzyılda Gagauzların
bulunduğu Mera topraklarına Uzlann ili derlermiş. Bu ad bizim,
kendimizin şimdiye kadar olan varlığımıza dair bir delil olarak de
ğerlendirilebilir. "2'"
82
Onların Anadolu Selçuklu Türklerinin ardılları olduğu görü
şünü savunan O. Turan, H. İnalcık, K. Karpat, W. Zajaczkowski
ve İstoyan Cansızof'a karşın, Z.V. Togan, A.N. Kurat, A. Manof, M .
Ülküsal, H . N . Arkun, İ . Kafesoğlu, H . Tanyu, M . Ciachir, Kara
Şemsi, T. Menzel ve B. Cami de Gökoğuzlar'ın, Oğuz Türkleri'nin
Balkanlar'daki ardılları olduğu görüşü üstünde duruyorlar.m Kara
manlılara olsun Gökoğuzlara olsun "Helen" damgasını vurma eği
liminde olan bazı Helen kökenli tarihçilere koşut olarak, bazı Bul
gar asıllı tarihçiler de Gökoğuzlar için düşüncelerini belirtirlerken,
onların Bulgar asıllı olup, Osmanlıların baskısı ve zulmü karşısın
da dillerini değiştirmek zorunda kalıp, dinlerini koruyan Bulgar
lar oldukları savını da belirtmekten geri kalmıyorlar.m
Oysa Müstecip Ülküsal'a göre ve yerinde bir gerçek ola-
rak,
83
ruca'daki Türkler, başlarında Sarı Saltuk olarak varlıklarını sürdü
rürler. Sarı Saltuk'un ölümünden sonraysa, şehzadenin torunu ve
o bölgedeki Müslümanlar, 13SO'lerde Hıristiyanlaşırlar."224•
Tarihsel olmayan etimolojik görüşler içinde, Togan'ın "Gaga
uz" adının "Kaka-uz" ya da "Aga-uz" olabileceği görüşü yanında
Orkun, Cami, Barkan, Nayır, Mladenov'sa bunun "Gök-uz"dan
kaynaklandığı görüşündeler.
V. Hatiboğlu'na göre "Gagauz" sözcüğünün sonundaki "uz"
eki, "Oğuz" sözcüğünden değil, "Guz" sözcüğünden gelmiştir.
Sözcüğün başındaki bölümse, "Kara/Gara" olabilir. Bu durumda
Gagauz sözcüğü "Gara-Guz"dan gelmektedir.
Bir başka açıklama da şu sıralama ve bileşimle yapılmaktadır.
"Gaga" sözcüğü de Gaga+Uz=Kıpçak+Oğuz bileşiminden oluş
muştur. Buna göre sözcük " Kıpçak ülkesinden gelen Oğuzlar" an
lamına gelmektedir. Bu durumda Uzlarla Kıpçakların karışması
sonucu "Gaga+Uz" sözcüğü de ortaya çıkmış olmaktadır.'''
Bu veri ve açıklamalara ek olarak Radloff ve Moşkov da, söz
cüğün Uzlarda bir oymak anlamı veren GA ya da GAGA sözcü
ğünden türediğini bildirirken, Dimitrov, bu sözcüğün Sanskrit
çede kuşak anlamına gelen GA ya da güçlendirilmiş şekliyle GA
GA sözcüğünden gelebileceğini, böylece anlamının "Uzların ardıl
ları" şekliyle açıklanması gerektiğini vurguluyor.
Bunlara ek olarak Mladenov'sa, son zamanlarda Türkiye'de
ilgi gören Gök-Uz birleşik sözcüğünü yeğliyor. 225'
Bu konuda tanınmış araştırmacı sayılan A. Manofsa, şu tür
de bir birleşik yorum sunuyor bizlere:
Ona göre GA ya da GAGA sözcüğü bir oymak adı olmayıp,
salt bir ünvandır. Bu ünvan Gökoğuzlara, Karakalpakların
Hıristiyanlaştınldıkları zamanın başlarında verilmiştir.
Daha sonra Oğuzlar'ın ya da Türklerden, Hıristiyanlığı be
nimseyenlere bu ad verilmiştir. Kısacası Gagauz sözcüğü "Orto
doks Hıristiyan Oğuz" anlamını veriyor. Atanas Manofun bu gö
rüşünü, Müstecip Ülküsal da paylaşmaktadır.225b
Bu sözcüğün çıkışı üstüne daha birçok görüş ileri sürülmüş
tür. Ancak tümünün üstünde uzunca durmayıp, Gökoğuzlann ta
rihçeleri üstüne olan düşüncelere yer vereceğiz.
84
Her şeyden önce kendilerinin tarihine ilişkin yeterli tarihsel
çalışmanın bulunmadığını söylemekte yarar vardır. 226
Kendi tarihlerine ilişkin şu gerçekleri bilmekteyiz:
Oğuz (Uz) Türkleri, Gagauz adıyla 1036 yılından başlayarak
Dobruca'da yaşamaya başlamışlar. Onların bir aralık Kavarna ve
Balçık yörelerinde yaşadıkları da görülüyor. Ayrıca 1 20 yıl süren
( 1 263-1383) bağımsız bir devlet kurduklarını da tarihsel kayıtlar
dan anlıyoruz.
Doç. Özkan'ın bulgularına göre, Gagauz Devleti'nin doğuşu
ve varlığını sürdürmesi şu tabloyla oluşmuştur: 1365 yıllarında
Dobruca'da Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesi denetiminde bağımsız
bir devlet ortaya çıkar. Bu devletin sınırları Tuna deltasından Var
na 'nın güneyindeki Emine Burnu'na kadar uzanmaktaydı. Devle
tin başında ilk olarak Balık bulunmaktaydı . İlk başkent Kalliak
ra'dır. 1 368'de Yama başkent olur. Balık'tan sonra devletin başına
bir Slav adı taşıyan Dobrotik geçer. Dobrotik'ten sonra hükmetti
ği bölge Dobruca eli adını alır. Dobrotik'in ölümünden sonra ar
dından da tahta Yanko çıkar. Yanko, Birinci Murat'ın vasiliğini ka
bul eder. 1 298'de bölge Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilir. Fet
hedilen bölge içinde bulunan Karaferye'de, Keykavus'un soyun
dan gelen Lizakos hükmetmektedir. Lizakos, tebaasıyla birlikte
Zihne'ye nakledilir ve Zihne valiliği Lizakos'a verilir. Lizakos, Yıl
dırım'ın Malatya ve Erzincan seferine katılır. Bu savaşlardan yor
gun düşünce de vergiden muafiyet belgesi alarak Zihne'ye yerle
şir ve burada keşi� olarak ölür. Bu belge daha sonra da birkaç kez
yenilenir. 226'
Onların II. yüzyılda Hıristiyanlğı benimsediklerini, 18. yüzyı
lın sonuna dek Varna, Silistre, Ruscuk, Kavarna, Mangalya ve Bal
çık'ta kümeler durumunda yaşadıklarını, 1768-1774 yıllarındaki
Türk-Rus savaşları sonunda çok dağıldıklarını ve rahatlarının kaç
tığını da tarih sahnesi içinde görüyoruz. Dobruca'da Osmanlı Yö
netiminin egemen olduğu zamanlarda iki olumsuz etken arasında
kalarak çok ezilmişlerdir. Bu olumsuz etkenlerden biri olan Os
manlılardan gelen savsaklamaların (ihmal) kökünde kendi
Hıristiyanlıkları yattığı gibi, öbür yandan da Türk oldukları için
Helen ve Bulgar Ortodoks dinsel orunlarca baskı görmüşlerdir. 227
85
18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılın başlarında Dobruca'dan
Basarabya'ya göç eden Gökoğuzlar'ın bugün yaşadıkları yerler
şunlardır:
Tiğina Sancağı: Avdarma, Bavurcu, Beşalma, Beşgöz, Gay
dar, Çal-Tay, Düzgünce, Kaz-Ayak, Kiryetlung, Başköy, Komrat,
Kongaz, Tüm-Ay, Uzun-çadır, Çok-Meydan.
İsmail Sancağı: Balibeki, Volkan-Eşti, Kurçi, Tabak, Çeşme
köy, Tuğlu, Yeniköy, Kara-Kurt, Taş-Pınar, Satar-Otroyan, Tabaki.
Ak-Kerman Sancağı: Satlık-Haci Kubey, Dimitrovka, Bolgar
lı, Tatar-Kıpçak.
Yer adlarının pek çoğunun Türkçe olması Gökoğuzların
Türklüklerinin bir başka kanıtı olarak gösterilmektedir, Müstecip
Ülküsal'ca.22•
Tarihsel akış içinde 1 878'de Bulgar Devleti'nin kurulması ve
Gökoğuzlann askere alınmalarının başlamasıyla kendilerinin İran,
Yunanistan ve Osmanlı Devleti'ne sığındıkları ve yine ülkelerine
döndüklerini görüyoruz.
Daha sonra onlann, Bulgarların ve Rusların da baskıları so
nucunda büyük kütleler halinde Moldavya'ya göç edip yerleştik
lerine tanık oluyoruz. Anayurt (Orta Asya) topraklarına göç eden
Gökoğuzlar da pek çoktur. Şöyle ki onların bir bölümü 1909- 1910
yıllarında Aktyubinsk (Turgay) bölgesine, 1925'te de Taşkent'e
yerleşmişlerdir.'29
Doç. Özkan'ın kayıtlarına göre Gökoğuzlar, yukarıda sayılan
yerlere ek olarak, şu yörelerde de varlıklarını sürdürmektedirler:
Doğu Kazakistan, Kırgızistan'da Frunze, Bulgaristan'ın Yama,
Dobruca, Vombol ve Topolovgrad, Romanya'nın Dobruca yakın
larındaki birkaç yerleşim merkezi, Yunanistan'ın Kesarya kenti,
Makedonya'nın güneydoğusunda, Ukrayna'nın güneyinde Zarpo
roje ve Odesa çevresinde. z29a
İkinci Dünya Savaşı sonrasında da belli bir bölümünün Ar
jantin ve Brezilya'ya giderek orada birkaç Gökoğuz köyü kurduk
larını da biliyoruz.230
Gökoğuzlar'ın toplum olarak ve özyapıları (karakter) yönün
den doğru, içtenli, açık ve temiz yürekli insanlar olduklarını, za
ten ırkları olan "Uz" teriminin de "Doğru" anlamına geldiğini, on-
86
ların dinsel önderi olmuş olan Mihail Çakır'dan anlıyoruz. Bu din
sel kişiye göre Gökoğuz topluluğunun aktöresel (ahlaki) şu yön
leri vardır:
1- Dine saygı ve bağlılık.
2- Amire, hükümdara, memur ve komutanlara itaat.
3- Aile ocağında namus ve temizlik.231
Kendileri için "Sorguç" ya da "Surguç" deyimini kullanan23'
Gökoğuzlar, Türkçe konuşup yazdıkları halde, yazı türü olarak
içinde bulundukları kültürlerin alfabesini kullanmak zorunda kal
mışlardır. Bunun sonucu olarak Romanya'dakiler Romen, Rusya
ve Bulgaristan'dakiler Kirill, Yunanistan'dakiler Grek alfabesini
kullanagelmişlerdir. Ancak günümüzde, öbür Türk Cumhuriyet
lerde görüldüğü gibi, Latin alfabesine dönmek için çaba vermek
teler. Ayrıca Gökoğuzların bugüne dek Türkçe eğitim ve öğretim
sunan bir okulları da olmamıştır. 233
Kullandıkları diller yönünden Gökoğuzlar, Bizans Yönetimi
altında yaşadıklarında Grekçe, Bulgar Yönetimi altında Bulgarca,
Romen Yönetimi altında Romence, Basarabya'nın Rus Yönetimine
geçmesinden sonra da Rusça öğrenmek ve kullanmak zorunda
bırakılmışlardır. '34
Dinsel yönden çoğunluğu Ortodoks Bizans Riti Hıristiyanı
olan Gökoğuzlar, ne yazık ki topraklarında, Ortodoksluğun ana
ilke ve görünümü olan ulusal kiliselerine hiçbir zaman sahip ola
mamışlar, kendi tapınış sundukları kiliselerinde bile Bulgar, Ro
men, Rus asıllı dinsel kişilerin kendilerine özgü ve klasik (anlaşıl
mayan) dillerince sundukları dinsel tapınışlara katılmak zorunda
kalmışlardır.
Buna bağlı olarak Gökoğuzların dinsel terminolojileri içinde
ve dinsel törenlerde Rumca egemen olmuş ve bunun sonucu
Grek Ortodoks kilisesine bağlı kalmışlardır. Bunun yanı sıra eği
tim dili olarak Bulgarca geçerli olmuştur aralarında. Özkan, bu
gerçeği K. Karpat'tan aktararak, Helenlerin dil, Bulgarların da eği
tim yoluyla Gökoğuzları asimile çabası içinde olduklarını ileri sür
mektedir.
Bunun sonucu Gagauz Türkleri tinsel yönden Helen kilisesin
bağlı kalmışlar ve Varna Helen metropolitinin 1867 yılında patrik-
87
liğe sunduğu raporda "Türkçe konuşan Elenler" olarak tanıtılmış
lardır.234• Daha sonraları 1 870 de Bulgarların, Grek Kilisesi'nden
ayrılarak Bulgar Ulusal Kiliselerini kurmaları sonucunda, Bulgar
Kilisesi'nin etki alanına girmişlerdir. 234b
Anadolu Hıristiyan Türklerinin Türkçe olarak tapınış sergile
dikleri ve "Türk Ortodoks" adı altında dinsel oruna sahip olduk
ları gibi, Gökoğuzların da böyle bir Türk özyapılı dinsel oruna sa
hip olabilmeleri, istenmesi ve gerçekleşmesi gereken en doğal
şeydir. Zaten kendilerince başlatılan ve son zamanlarda Türk Or
todoks Patrikliği ile ilişkili bazı çalışmalar sezinlenmektedir.
Türk soyundan olan Hıristiyan-Ortodokslar için, bağımsız bir
tinsel orunun, artık günümüzde kaçınılmaz olduğunu, Müslüman
Türk yazarlar da gerekli görmekte ve bu konudaki düşüncelerini
yapıtlarında dile getirmektedirler. Bunlardan bir örnek olarak Al
tındal'ın görüşü şöyledir:
88
Gökoğuzların kullandıkları Türkçenin, Türkiyemiz Türkçe
siyle çok yakınlık gösterdiğini, okuduğumuz yazınsal ögelerden
anlıyoruz. Gökoğuzların yazınıyla ilgili bazı örnekler, ayrıca ek
te sunulmuştur.
GÜNÜMÜZDE GÖKoGUZLA.R
Sovyet İmparatorluğu'nun çökmesi sonucu onun içinde yer
alan toplulukların da özgürlük çabaları güncelleşti. Her üye dev
letin, bu arada Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de bağımsızlık
larını kazanarak günümüz dünyasında onurlu yerlerini almaları
Gökoğuzlar için de kaçınılmazdı. Bunun sonucu olarak onlar da
ulusal mücadeleye girdiler.'30
Daha sonraki gelişmeler içinde Komrat yöresi milletvekilleri
nin "Gagauz Cumhuriyeti"nin kurulduğuna ilişkin haberler de yer
aldı basınımızda.'37
Bu arada Gökoğuzların tek Türkçe gazetesi olan "Ana Sö
zü"nün yazı işleri müdürü olan Todor Zanyet bir açıklama yapa
rak, ülkenin resmi dilinin Türkçe ve Rusça olduğunu, "Ana Sözü"
gazetesinden başka, çocuklar için de "Kırlangıç" adlı bir ek çıka
rılacağını bildiriyordu. Ayrıca Gökoğuz parlamentosunun, devle
tin kalkınması için bir Gökoğuz Devlet Bankası kurulmasına yö
nelik karar aldığı da ayrıca bildiriliyordu.238
Gökoğuz Türkleri, büyük atılımlar içine girmişlerdi. 1990 yı
lının Ekiminde seçimleri gerçekleştirerek ulusal meclislerine 50
milletvekili kazandıran Gökoğuzlar, 1991 'in Aralığında yaptıkları
seçimde de yöneticilerini belirlemiş oldular.
Seçim sonucu Stefan Topal Mihailoğlu'nu Cumhurbaşkanlığı
na, Mihail Kendigelen'i Meclis Başkanlığına, Fodor Monolov'u da
Başbakanlığa getirdiler. '39
1994'teyse, Moldova Cumhuriyeti, Gagauzistan'ın idari yetki
sini, Gagauz halkına bırakılması kararı alınca, "Gagauz Yeri'nin
özel yasal statüsü" üstüne hazırlanan yasa tasarısı 23 Aralık 1994
günü kabul edilmiş oldu.
Bu yasaya göre, Gagauz yerinin resmi dilleri sırasıyla Gaga
uz Türkçesi, Romence ve Rusça oldu.
5 Mart 1995'te gerçekleştirilen referandumla da başta başkent
89
Komrat, Çadır ve Valkaneş kentleriyle 26 köyler, Gagauz Yeri'ne
katılmış oldular.
1 1 Haziran 1995'te yapılan seçimle de Gneorghi Tabuşnik
başbakanlığa getirildi. "2393
Hıristiyan Türk topluluğu olan Gökoğuzlar, gerçekte tam bir
Türklük bilinci içinde olduklarını, Kırım'da düzenlenen İsmail
Gaspıralı'nın 140. doğum yıldönümünü anma konferansına tem
silcileri, Stefan Stepanloviç Kuroğlu ile katılmakla gösterdiler.
Özel konuşmaları sırasında gazetecilere Gök Mavisi renkli ve
üstünde kurt başı olan bayraklarını armağan olarak vermeleri, ga
zetecilerin dikkatlerinden kaçmadı. Gazetecilerin Kurt'a ilişkin so
ruları üstüne, kurdun Gökoğuz folklorunda şu adlarla anıldığını
söylüyor Kuroğlu:
Canavar, Yabani, Kurt, Börü, Boz, Kaskır, Kudurca, Ağızkilit
lice, Yıldız Canavar.
Ancak kurt başlı mavi bayrağın geçici bir Gökoğuz bayrağı
olduğunu da ekliyor Kuroğlu. Çünkü Gökoğuzlar gerçekte yeni
bir bayrak arayışı içindeler. Kuroğlu'na göre bu yeni bayrak üç
renkli olmalı ve Gökoğuzlar'ın öncül soydaşları olan Peçenek,
Kıpçak (Kuman) ve Karadeniz Oğuzlarını simgelemelidir. Doğal
koşul olarak kurt ve doğan resimlerinin de bayrağın içine işlen
mesi düşünülüyor.240
Özgürlük mücadelesi verdikleri günlerde Bozkurtlu bayrak
larının kendileri için güç kaynağı oluşturduğunu söyleyen Hıris
tiyan Gökoğuz Türklerinin gözde bilim adamlarından olan Maria
Maruneviç, bu gerçeği şu sözleriyle dile getiriyor:
90
topluluklarınca daha yakından tanınıp, ilgi odakları olmalarının,
kendileri için takdir ve sevinç nedeni olacağı konusunda söyledi
ği aşağıda sunulan "Mustafa Kemal'', "Din" ve "Laiklik" ağırlıklı
sözleri, gerçekten ilgi çekicidirler.
"O zaman neler olacak, şimdilik pek fazla bir fikir ileri sürülemez.
Çünkü gaibi bilmek gibidir. Orasını da Tengri Tek, Tengride bol
muş Türk Bilge Kağan'dan başka kimse bilmez: Bilse bile ancak
Mustafa Kemal Atatürk bilir. O'nun hatırası biz Gagauzlar için mu
kaddes addedilmiş, kendisi gönüllerimizde bir nevi taht kurmuş
bir halde, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğine ışık tutmaktadır.
Yalnız bir isteğimi, Gagauz kültüründen sorumlu bir makam ola
rak belirtmekten, daha doğrusu tekrar etmekten geçemeyeceğim:
Lütfen Türkiye ve diğer Türk Dünyası ülkelerinden gelenler bizim
dini inancımıza kanşmasınlar. . . dediklerim Laiklik icaplarından
,,
dır. ,.,
91
Aynı kayıtlardan, Moldavya'nın Dizgince kasabasında bir Gö
koğuz-Adventist kilisesinin olduğunu, ayrıca Komrat'taki kilisede
de Pastör Stefan Bayraktar'ca Hıristiyan tapınışları sunulduğunu
anlıyoruz.
Yine bize gelen belge fotokopilerinden, 1 845-1868 yılları ara
sında yaşamış olan Vaiz İbrahim Halil'in büyük hizmetlerde bu
lunduğuna da tanık oluyoruz.
Boy ve toplum adı belirtmeksizin, tüm Türk Hıristiyan toplu
luklar içinde tarihsel Protestan kiliselerinin pek etkin ve egemen
olmadıklarını görüyoruz.
Tanınmış Vatan şairlerimizden Tevfik Fikret'in oğlu Haluk
Fikret'in, bir Protestan prezbiteryan pastörü olarak görev yaptığı
nı da ayrıca biliyoruz.
Genelde Protestan Türkler, çeşitli dua kümeleri ve "Özgür Ki
liseler" (free church) durumunda varlıklarını sürdürdüklerinden,
onlara ilişkin tam bir istatistik elde etmek de güçtür.
Bu resmi olmayan kümeleşmelerden dışarı çıkarak "orga
nizm" niteliği yanında "organizasyon" niteliğini de alan topluluk
ların başında "Tünel Türk Protestan Kilisesi", Türkiye ve dünya
Hıristiyan kiliseleri yanında onur yerini almış bulunmaktadır.
Türk Hıristiyanlık kavramının günümüz canlı kalıntıları olan
Gökoğuz Türklerinin yazınsal (edebi) özyapılarını da kısaca ele
almakta yarar vardır.
Onların lehçeleri üstündeki çalışmaların 1930'larda başladığı
nı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra S.S.C.B. Bilimler Akademi
si'nde de bir "Gagauz Bilimi Komisyonu"nun kurulduğunu kayıt
lardan anlıyoruz.
Daha sonra Kişinev'de Moldovya Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlı Nİİ okullarında araştırmacılarca Gagauz alfabesi ve dil ku
rallarını belirleme çalışmaları yürütülmüştür.
Yazı dilinin uygulanmaya konulmasıyla şu yapıtların sırasıyla
yayımlandıklarını görüyoruz:
Bucaktan Sesler-Edebi folklorik dergi, 1959
İlk LafDimitri Karaçoban (şiir) 1963
Yanıklık 1968
Bayılmak "
1969
92
Alçak Saçak Altında-Dimitri Karaçoban (öykü) 1966
Çal Türküm-D.N. Tanasoğlu (şiir) 1966
Adamın işleri- 1969
Hoşluk 1970
Bir Kucak Güneş Stefa n Kıvıoğlu (şiir)
- 1969
Gagauz Folklom-N.J. Babaoğlu (öykü) 1969
Bucak Bucak-N. Tanasoğlu-(öykü) 1970
Doktora tezi niteliğinde yapılan çalışmalar da şöyle sıralana-
bilir:
Gagauz Dilinin Çekim Sistemi-B. G. Gafarov, 1951
Gagauzlann Şiir Sanatı-L. A. Pokrovskaya 1953
Gagauz Dialektindeki Basit Cümlelerde
Söz Dizimi-T.G. Kalyakina 1955
v.b.
Bunlara ek olarak şu yayınların da çıktığını görüyoruz:
Gagauz Dilinin Grameri, Fonetik ve Morfoloji
L. A. Pokrovskaya, 1964
Kazakistan ve Orta Asya Gagauz Lehçeleri,
A. Amanjolov, R. Bigaev, P. Danilov, M. Umarov
93
Kişinev'de yayımlanmakta olan "Ana Sözü" gazetesinin üs
tündeki "Ana Sözü ve Oğuzluk Yaşasın" tümcesiyle, 1 991 yılında
3. kuruluş yıldönümü kutlanan gazetenin Genel Yayın Yönetme
ni Todur Zanet'in sözlerini yazdığı "Gagauz Milli Marşı" da, öbür
sevinç ve onur ögelerindendir. '46
Başta, Ulusal Marş olarak, öykü ve şiir örneklerinden birka
çını "Ekler" bölümünde sunuyoruz.
94
5- BAZI SAYIMSAL (İSTATİSTİKİ) BİLGİLER
GÖKOGUZIAR:
173.000 kişi (Jyrkankallio-1978)
1 .000.000 kişi (Nasrattınoğlu, Y.Y. 1992)
1 57.000 " (Gaydarci-1970)
197.164 " (Ülküsal, Y.Y. 1987)
173.000 " (Güngör, T.D. Tarih Dergisi, Haziran 1988)
250.000 kişi (Maruneviç, T.D. Tarih Dergisi, Şubat 1993)
TOPLAM ORTALAMASI: 307.370 kişi.
ÇUYAŞIAR:
1 .751 .000 kişi (Jyrkankallio-1979)
1 .800.000 " (Bozkurt, Y.Y. 1992)
1 .700.000 " (Çağatay, Y.Y. 1972)
TOPLAM ORTALAMASI: 1 .750.333 kişi.
95
YAKUTIAR:
240.000 kişi (Jyrkankallio- 1931)
328.000 " (Bozkurt, Y.Y. 1 992)
TOPLAM ORTALAMASI: 284.000 kişi.
BELTİRLER:
1 2.000 kişi (Jyrkankallio-1920)
TUBAIAR:
6.342 kişi (Jyrkankallio-1897)
TÜRK PROTESTANLAR:
1 . 000 kişi Adventistler
70 " Tünel Türk Protestan Kilisesi
TOPLAM: 1070
ÇOLİMERLER:
1 1 . 1 25 kişi (Sünni, Şamanist ve Hıristiyan karışımı)
(Jyrkankallio- 1897)
TELENGETLER:
1 .000 kişi (Şamanist, Lamaist, Hıristiyan karışımı)
Qyrkankallio-1 926)
%
KRYAŞENLER VE
NOGAY BAKLARI 1 1 2.685 "
BELTILERLER 1 2.000 "
TUBALAR 6.342 "
PROTESTAN TÜRKLER 1 .070 "
97
Bu türdeki Hıristiyanlar, yuıtiçi ve yuıtdışı topluluklarda çok
turlar. Genellikle "Hıristiyan" sözcüğüyle çağırılmayıp, kendilerini
"İnanlı" ya da "mümin" diye tanıtırlar. Ana ilke olarak "Elçisel",
"İznik" ve "Athanas" inanç açıklamalarını benimseyip, hiyerarşik
tüm yetke aşamalarını reddederler.
Bu tür resmi olmayan dua kümelerine üye Hıristiyanların sa
yılarını da saptayabilmek güç olduğu kadar, olanaksızdır da.
Bu üç küme dışında BULGARLAR, MACARLAR ve FİN'leri de
sayım dışı tutmak gerekmektedir. Çünkü bunlar da Türklük özya
pılarını yitirmiş topluluklar olduklarından, bunları birer Türk
Hıristiyan topluluğu olarak tanımlayabilmek güçtür.
Türklerin Anayurdu olan Orta Asya'da 2. yüzyılda temeli atı
lan Hıristiyanlıktan günümüze dek gelen, başta Kodeks Kumani
kus'tan oluşan yazılardan bazı örnekleri de, kitabımızın ekler bö
lümünde bulacaksınız.
98
EKLER
99
Kuman Türkçe'sini öğretmek, ikincisinin de Kumanlara
Hıristiyanlığı açıklamak olduğu, genellikle kabul edilmektedir.
100
CODEX CUMANİCUS TİNSEL EZGİLERİ
BİR
Ave uçmaknıng kabağı Selam cennetin kapısı
tirilikning ağaçı Diriliğin ağacı
yemişing bizge teyirding Ürününü bize ulaştırdın
Yesus'nı kaçan tuurdunng. İsa'nı bize doğurdun.
İKİ
Ave Maria kim bizge Selam Meryem ki bize
tuurdunng bu cehanda Bu dünyaya doğurdun
anı kim tengri tuurur Onda ki Tanrı duruyor
psalmo neçik aytıp turur. Mezmurda önbildirilen.
ÜÇ
Ave kız kim küsenç öze Selam ey erden, ki isteğinle
kıçkırıp sen tengrige Tanrı'ya seslendin
soyurgatıp işittirding Acıyarak işittirdin
sözin tenge biriktirding. Sözünü özle birleştirdin.
DÖRT
Ave Maria canıngnı Selam Meryem, senin canını
yarını ata nurı Baba'nın ışığı nurlandırdı
yüzününg yarıklıhından Yüzünün ışığından
bizge teyir onglık nişan. Bize ulaşcı kurtuluş simgesi.
BEŞ
ALTI
Ave Hristus'nıng anası Selam Mesih'in annesi
101
ağrıkımıznıng timarı Ağrılarımızın tedavisi
ağnğımmıznı ongaltgıl Ağrılarımızı iyileştir
kaygımıznı sen targatıl. Kaygılarımızı sen dağıt.
YEDİ
Ave Maria içrixing Selam Meryem, içinde
tengri tintese hem boyıng Tanrı araştırıp ayrıca bedenini
barçalardan artuk arı. Tümünden daha kutsal
seni tabuptur hem sili. Seni buldu ve arı kıldı.
Çağatay, s. 1 1 5
SEKİZ
DOKUZ
ON
ONBİR
ONİKİ
102
erip azamnı kutkardı O ki bizi kurtardı
ölüminde uyutmadı. Ölümünde uyutmadı.
ONDÖRT
Çağatay, s. 1 16 ONBEŞ
(Bu tinsel ezgilerin tümü 77 dörtlük olup, kitabımıza salt 15 bölümünü koy
muş olduk. İlgilenenler tümü için kaynakçaya başvurabilirler.)
BİR
103
iKi
Çağatay, s. !24 ÜÇ
DÖRT
ALTI
104
VERBUM CARO FACTUM EST- Tanrısal söz
(İsa) Meryem'den beden aldı.
Codex Cumanicus, s. 207; Çağatay, s. 1 24
İKİ
ÜÇ
BEŞ
105
ALTI
YEDİ
SEKİZ
İKİ
106
Çağatay, s. 126 ÜÇ
DÖRT
BEŞ
ALTI
YEDİ
SEKİZ
107
REMİNİSCENS BEATİ SANGUİNİS
Mutlu kanını anımsayarak.
BİR
İKİ
ÜÇ
108
kanıng töktüng kim biz yuunalı Arınmamız için kanını döktün
emgek ıaıttıng kim bizler armalı Biz de acılara katlanmalıyız
yazıklarnı koyup . Günahlarımızı bırakarak.
BEŞ
BİR
İKİ
ÜÇ
DÖRT
109
BEŞ
ALTI
YEDİ
SEKİZ
DOKUZ
ON
Anıng dey tangış kim kördi Böyle bir tansığı kim gördü?
kuru çibuh yemiş berdi Kuru çubuk ürün verdi
kızdan atası töredi Erden'den Tanrı geldi
töreteçi yengle tuvdı. Yaratıcı, yengiyle doğdu.
110
ONBİR
ONİKİ
ONÜÇ
ONDÖRT
1 11
CODEX CUMANİCUS'TAN İKİ DERLEME
1- NİKİA (İZNİK) KONSİI.İ İNANÇ AÇIKIAMASI:
112
Yene haybat bile kelmek Görkemle yine gelecek olana.
turur. (197, 226)
Tirilemi, ölülemi yargulama. Dirileri ve ölüleri yargılamaya.
(220, 151)
Hanlıhınıng uçu bolmagay. O'nun ki krallığının sonu
(204, 37) olmayacaktır.
Arı tın, kim Ata Ovulclan öne Kutsal Ruh'a, Rab'ba, yaşam
durur, tirgiz giçi. verene. Baba ve Oğul'dan çıkana.
( 1 5 1 , 1 89)
Ata Ovul bile mengüdeş, övünçlü Baba ve Oğul'la birlikte tapılana
tabunmakımız kerek turur. ve onurlandırılana.
(133, 98)
Bügülerden ulam ol sözlep turur. Yalvaçlar aracılığıyla konuşmuş olana.
(205)
Bir, an, katolik dagı apostolik Bir, kutsal, evrensel ve elçisel
klisea. (10) kiliseye.
Küner men yazıklarnıng Onaylarım, günahların
boşaltmagı bir baptisma. (23, 1 28) bağışlanması için olan tek vaftizi.
Köyüp tunıptır men ölülerning Beklerim ölülerin dirilişini
kopmaklıkın. (129, 1 14)
Dagı mengü tirilik. Amen. (189) Ve gelecek çağın yaşamını. Amin.
113
GÖKOGUZ YAZININDAN ÖRNEKLER:
1 14
ANAMA
(Nasrattınoğlu, s. 7)
1 15
GAGAUZ HALKIM
(Nasrattınoğlu, s. 1 1 , 1 2)
Gagauz halkım
Hep sende aklım
Nasıl zor çektin,
Nasıl sıkıldın
Geçen yıllarda . . .
Sen o zamandan
Geçmiş senelerden
Getirdin dili
Ana dilini
Öz dilini
Hem de tertemiz
Geldi bu güne
Aktı nice dereler
İçip suyundan
Olalım adam
Hem yıkanalım
Sağlık alalım.
O bize güvence
Hem de bir öğüt:
Yapmayalım kabahat
Tutalım nasihat
Olsun daima pak.
Dua edelim
Selam verelim
Bu bizim dilde
Ana evinde . . .
Sade dilimiz
Gösterir ki biz
Değiliz köksüz
Ondan belli yüz
Ki biz Gagauz . . .
Nikolay Babaoğlu
1 16
TIJRGAY SESİ
(Nasrattınoğlu, s. 29)
Tarafımıza götür
Selam, kısmet, uzun ömür,
Yaşamak istiyoruz biz,
Olsun bu dünya cenksiz.
Va/entina Karan.fi/
117
ORTODOKS-BİZANS TÖRESİNE GÖRE TAPINIŞ
SERGİLEYEN HIRİSTİYAN TÜRKLERİN
TAPINIŞLARINDAN DUA, YAKARIŞ VE ÖVGÜ
ÖRNEKLERİ:
118
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Ya Tanrı, senin kayranla bize yardım et, kurtar,
koru ve acıma eyle .
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
DİYAKOS - Çok eren, lekesiz, çok kutlu ve ünlü bayanımız
Tanrıdoğuran ve sürekli erden kalan Meryem'in dualarıyla, tüm
erenlerle birlikte kendimizi ve birbirimizi anımsayarak, tüm
yaşamımızı Mesih Tanrımıza verelim.
PSALTİLER - Sana ya Rab.
PSALTİLER - Amin. Bizler gizemli heruvimlere benzeyerek,
yaşam veren Üçleme'ye üç kutsal'ı kapsayan ezgiyi seslendirelim.
Tüm yersel kaygıları bırakalım ki herkesin Kralinı kabul edebile
lim.
PREZBİTEROS - Ten isteklerine ve eğlencelerine bağlı olan
ların hiçbirisi sana yaklaşıp kulluk etmeye yaraşık değildir, ey
yüceliğin kralı. Çünkü sana kulluk etmek göksel güçler için
büyük ve korkunçtur.
Ancak senin insanlar için olan sözle anlatılamaz ve sınırsız
sevginle, değişmeden insan oldun ve herşeyin buyurmanı olarak
bizim üst rahibimiz biçiminde ad aldın ve bizlere bu kansız
sunuyu törenle sunma yetkisini verdin. Sen ya Rab Tanrı'mız, tüm
göklerde ve yerde egemensin. Sen ki heruvimlerin tahtı üstünde
oturmaktasın, ayrıca Serafimlerin buyurmanı ve İsrail'in kralısın.
Salt sen kutsalsın ve kutsal yerde barınıyorsun. Salt sen iyi ve biz
leri duymaya hazır olduğun için sana yalvarıyorum. Ben günahlı
ve değersiz kuluna bak. Ruhumu ve yüreğimi tüm kötü düşün
celerden arıt ve kutsal Ruh'unun gücüyle beni olanaklı kıl. Ben ki
rahipsel kayrayı kuşanmış ve bu kutsal sunağın önünde durarak
senin kutsal ve lekesiz ten ve değerli kanına kulluk etmekteyim.
Bunun için sana yaklaşıyor ve başımı eğerek yalvarıyorum.
Yüzünü benden çevirme ve beni senin çocuklarının dışında say
ma, ancak ben yaraşıksız, çok günahlı ve yoksul kulunun bu ar
mağanlarını ona. Çünkü salt sen sunuyor ve sunuluyor, onayıp
dağıtıyorsun. Ey Mesih Tanrı'mız sana yücelik sunuyoruz, senin
sonsuzca yaşayan Baba'n ve senin çok kutsal, iyi ve yaşam veren
Ruh'unla Şimdi ve sürekli sonsuzlara dek. Amin.
119
PREZBİTEROS - Ya Rab, sen ki seni kutsayanları ve sana
umut bağlayanları kutsarsın. Topluluğunu kurtar ve kalıtını kutlu
eyle. Kilisenin doluluğunu sakla. Sen'in evinin güzelliğini seven
leri kutsa, Sen'in Tanrısal gücünle onları yücelt ve ödüllendir ve
Sana umut bağlayanları yüzüstü bırakma. Dünyaya, kiliselere,
prezbiterlere, tüm sivil yetkelere, ordumuza ve tüm halkına esen
liğini ver. Çünkü tüm iyi ve eksiksiz armağanlar, yukarıda -olan
Sen, ışıklar Baba 'sından gelir.
Bu nedenle Sana yücelik, şükür ve tapınma yaraşır. Baba'ya,
Oğul'a ve Kutsal Ruh'a, şimdi ve sürekli ve sonsuzlara dek.
PSALTİLER - Amin. Rab'bin adı şimdi ve sonsuzlara dek kut
lu olsun.
PREZBİTEROS - Tanrı'mız Mesih, sen ki tinsel yasa ve yalvaç
ların tümlenişisin, sen ki Baba'nın tüm ereğini yerine getirdin.
Yüreklerimizi sürekli olarak sevinç ve coşkuyla doldur.
Şimdi ve sürekli ve sonsuzlara dek, Amin.
DİYAKOS - Rab'ba yalvaralım.
PSALTİLER - Ya Rab acıma eyle.
(Kaynak: Son Akşam Yemeği Töreni, Çeviren, Derleyen:
Hagop Minasyan, Müjde Yayıncılık, İst. 1993)
120
EK
1) NESTORYENLİK:
Orta Asya Türk Hıristiyanlığı'ının en göze çarpan Hıristiyan
lık mezhebidir.
Bir inanç tümlüğü olarak, tüm Ortodoks görüşlü Hıristiyan
larca "herezi" olarak görülmekte ve değerlendirilmektedir.
Mezhebin kurucusu Nestorius olup Maraş doğumludur.
Öğrenimini Antakya Tanrıbilimi Okulu'nda almış olan Nes
torius, İstanbul Patriği Sisinyos'un ölümü üstüne İmparator İkinci
Theodosius'ça 428'de İstanbul Patrikliği'ne getirildi.
Kendisi ve yanlıları, 45 1 Kadıköy (Kalkedonya) Genel kon
silinde benimsenmeyen "Tekdoğacı" (Monofizit) görüşüne karşıt
olarak, İsa'nın iki ayrı doğaları üstünde durdular.
İskenderiye Tanrıbilimi Okulu'na göre, Tanrıoğlu ve İn
sanoğlu olan İsa, Meryem'in içinde "İki doğalı tek kişilik" olarak
algılanırken, Nestorius'un yandaş olduğu Antakya Tanrıbilimi
Okulu da, İsa'nın Meryem'den doğduktan sonra iki doğalarıyla
açıklandığına ilişkin görüşü yeğliyordu. Bu görüşe göre Meryem
"Tanrıdoğuran" olmayıp, "İnsandoğuran"dı.
Buna göre bu görüş, bir yerde, "Tekdoğacılığın karşısındaki
ikidoğacı" görüşün savunulması niteliğiyle ortaya çıkmış gibiydi.
Genelde Nestoryenliğin ana kaynağı ve dayanağı Antakya
Tanrıbilimi Okulu olmuştur. Bu okul, İskenderiye Tanrıbilimi
Okulu'yla karşıt yarış içindeydi.
İskenderiye Okulu kendi görüşlerini, Yeni Eflatuncu
düşünüşü üstünde kurarken, Antakya Okulu da, düşüncelerini
121
Aristo Mantığı ve Felsefesi üstünde yükseltmekteydi.
Bu durum, İsa'nın iki ayrı doğasının Meryem'le bağlantıları
yönünden, Doğu ile Batı kiliseleri anlayışıyla karşıt durum göster
diğinden ve özellikle Bizans içinde geniş ilgi alanı oluşturduğun
dan, İmparator'un ve halkın tepkisine yol açtı.
Doğu Roma İmparatonı İkinci Teodosyus, Batı Roma İktidar
ortağı Valentianus'la anlaşarak, 431 de Efes Konsili'ni topladı.
Sonuç olarak Nestorius, patriklik ve rahiplikten dışlandı.
Ancak bunun sonucu birbirlerine karşıt "Doğu-Batı", "Sür
yani-Yunan", "Semitik-Bizans", "Monofizit-Diofizit" ve "Nasturi
Ortodoks" türlerindeki kutuplar da genel Hıristiyanlık içinde oluş
muş oldular.
Nestorius sürgün yolunda, 45 1 yılının sonunda Panapolis'te
öldü. Yandaşları toplu katliamlarla karşı karşıya kaldılar. Ancak
yılmayarak Sasani, Turan ve Çin topraklarına dek yayılma göster
diler ve ilk patrikliklerini Sasani ülkesinde kurdular.
Türklerin Anayurdu olan Orta Asya'da İncil ve İsa inancını ilk
yayan Hıristiyanlar olan Nestoryenler, Genel konsiller olarak İz
nik (İS 325) ve İstanbul (İS 381) kararlarını tanıyıp, öbürlerini red
dederler. Kilise kuruluş özyapısı yönünden Doğu Ortodokslarının
benzerliğinde, yedi gizemsel törenleri (sakrament) uygulayıp, Pat
riklikten Alt Diyakonluğa dek kilise hiyerarşisini benimserler.
Doğu Ortodokslarından kendilerini ayıran başlıca nokta,
Meryem Ana'yı "Tanrıdoğuran" olarak değil, "İnsandoğuran"
olarak görmeleridir.
122
bu inanış ve tapınış türünü benimsemişlerdir.
Bizans Ortodoksluğu'nu oluşturan başlıca ögeler şunlardır:
1- Sistem, Batı anlayışına karşıt olarak tek ve egemen yöneti
ci kavramını reddetmektedir. Türlü "Ulusal Patriklikler"den oluşan
sistem içinde tüm Patriklerin yetki sınırları belli, hakları eşit, an
cak İstanbul Patrikliği özel onur yerini koruduğu için "eşitler
arasında birinci" olandır.
2- Batı - Katolik ve Episkopaller gibi yedi gizemsel törenler
uygulamaktadırlar.
3- Kilise Genel Konsillerinin ilk yedisinin kararlarını benim
seyip, öbürlerini reddetmektedirler.
Sözü geçen konsiller şunlardır:
a) İznik I. (325), b) İstanbul I. (381), c) Efes (43 1), d)
Kadıköy (45 1), e) İstanbul II. (553), D İstanbul III (681), g) İznik
11. (787)
4- Yönetim yapısını oluşturan zincir, en üstte Patrik, en altta
okuyucu olarak belirlenmiştir.
5- Hıristiyanlığın ve Kutsal Kitabın anlaşılması, ayrıca bil
gilenme atılımlarında "Kilise Ataları"nın rolü çok büyüktür.
6- Tanrısal Üçleme'nin yüceliğini, Meryem'in "Tan
rıdoğuran"lığını ve ikonlara ileri aşamada saygıyı özellikle vur
gulayan bir yapıya sahiptirler.
Günümüz Türk Hıristiyanlığı'nın büyük çoğunluğunu oluş
turan Türk-Ortodokslar ne yazık ki Türk olmayan toplulukların
patriklerince yönetilmektedirler.
Her ne kadar 1922'de Kayseri'de "Anadolu Türk Ortodoks
Patrikliği" resmen kurulmuşsa da, hiçbir zaman ne kendi çevre
tümlüğü içinde, ne de dünya Türk Ortodoksluğu genelinde etkin
olamadığından, tüm dünya Türk Ortodokslarının kendilerine öz
gü, tümüyle Türk özyapılı ve Türk soyundan gelen dinsel kişiler
ce yönetilen bir oruna sahip olabilmeleri, Türk-Ortodoks ger
çeğinin onuruna olacaktır.
1 23
sediği Monofizit-Ortodoksluk, 451 Kadıköy Konsili'nden sonra
oluşan şu beş topluluk kiliselerinin genel inancıdır: Ermeni Apos
tolik, Süryani Kadim, Kopt (Mısır) Ortodoks, Etiyopia Ortodoks,
Malabar Ortodoks (Hindistan).
Bu inanç tümlüğü içinde tarihteki yerlerini alan Kumanlar,
doğal olarak bu mezhebin şu inanç tablosunu uygulamaktaydılar:
1- Monofizit Ortodokslar genel konsillerin ilk üçünü benim
seyip, dördüncüden başlayarak tümünün kararlarını reddetmek
tedirler.
2- Tüm Batı-Katolik, Doğu-Bizans Ortodoks ve Episkopaller
gibi yedi gizemsel törenleri uygularlar.
3- Kadıköy Konsili'ni ve kararlarını genel ve bağlayıcı olarak
görmediklerinden, İsa'nın "İki doğanın tek kişilikte karışmadan
birleştiği" görüşünü reddederler.
4- Buna karşın Meryem'in "Tanrıdoğuran" olduğuna inanırlar.
5- Patriklik kürsüleri birbirlerinden bağımsızdır ve aralarında
Bizans Ortodoksluğu gibi "Eşitler arasında birinci" olma durumu
da yoktur.
6- Kutsal Kitabın yanında, kilise atalarının yazılarıyla
geleneklere çok bağlı bir Hıristiyan yaşamı görünümü sergilerler.
Günümüzde bu inançta olan Türklerin izlerine rastlamak
olanak dışıdır.
124
Ancak bu gözetmenliğin Moğollarca yıkılmasından sonra,
Katolik Kuman Türkleri de topluluk olarak dağılmış ve erimişler
dir.
Bu dağılmadan sonra yine Türk-Katolik bir orun oluşturmaya
hiçbir zaman yanaşılmamış olduğundan, Katolik Türkler türlü
Latin (Roma) töreli kiliseler içinde varlıklarını geçmişte sürdür
müşler ve günümüze dek de sürdürmektedirler.
Katolik Kuman Türklerinden günümüze gelen "Kodeks
Kumanikus" Türk yazınının yüce yapıtlarından biri olup, Katolik
Kuman Türklerini ve öz varlıklarını bizlere yansıtmaktadır.
Roma Katolikliği, başta "papa" ünvanıyla egemen olan Roma
gözetmenliğinin önderliğiyle, Kutsal Kitap, Kilise Ataları yazıları,
gelenekler, papalık genelgeleri ve 21 genel konsillerin kararlarıy
la etkinlik gösteren bir yapıya sahip olup, Roma gözetmeni de,
öbür Hıristiyanlık önderlerinde olmayan "Orununda yanılmazlık"
ilkesiyle donanmıştır.
Genel konsiller olarak, Bizans Ortodoksları ve Batı Episko
pallerinin benimsedikleri yedinci konsilden sonra, şu konsillerin
kararlarına da bağlılık göstermektedirler:
İstanbul IV. (869), Lateran I. ( 1 1 23), Lateran II. ( 1 139),
Lateran III. (1 179), Lateran IV ( 1 2 1 5), Lion I. (1 245), Lion II.
.
125
V) BAPTİST PROTESTANLIK:
Hıristiyan-Protestan dünyasının en önemli ve ABD'de ege
men kiliselerden olan Baptist Protestanlığın, özellikle Gökoğuzlar
arasında da etken olduğunu, Harun Güngör ve Mustafa Argun
şah'ın yapıtındaki kayıtlardan anlıyoruz.
Baptist Protestanlık, temel olarak klasik Protestanlık yapılı
olup, inanç ve yaşam kaynağını herhangi bir dinsel orun ya da
konsil kararlarına değil, doğrudan Kutsal Kitap'tan almaktadır.
Romen-Katolik, Doğu-Ortodoks ve Episkopallerin benim
sedikleri ilke olan "Elçisel Zincir"in dışında olduklarından, Patrik
lik, Episkoposluk gibi orunları olmayıp, dinsel önderleri "Yetkili
Öğütçen" ve "El konulmuş Çoban" ünvanlarıyla anılırlar. Ayrıca
dinsel kişilerin özel dinsel ve görevsel giysileri de yoktur.
Kilise yönetim sistemi olarak tüm episkopal, prezbiteryen,
sistemleri, ayrıca tarihsel inanç açıklamalarını (credo-Amentü)
reddederler.
Kendi özyapılarını betimleyen en gözde görünüm, çocuk
vaftizini reddetmeleridir.
Hıristiyan olacak kişileri uzun süre eğitip denedikten sonra,
yetişkin olarak vaftiz edip topluluğa aldıklarından dolayı "Baptist"
(vaftizci) olarak adlandırılmaktadırlar.
Günümüzde, özellikle Gökoğuz Türkleri arasında belirli bir
sayı oluşturdukları, ancak Ortodokslar yanında azınlık kaldıkları
bilinmektedir.
126
betimlenen "Şabat" gününün tutulması ve kutsanmasını ön plan
da tutar, bu nedenle yedinci günü kutsal kılarak, birinci gün olan
pazarı reddeder.
3- İsa'nın ikinci gelişine özel değer verip, öğretiş ve uy
gulamalarında ileri aşamada duyurduğu için "Yedinci Gün Geliş
çiliği" sözleriyle tanınmıştır.
4- Tüm Hıristiyan toplulukların (Katolik, Ortodoks, Protes
tan) benimsedikleri "Fiziksel ölümden sonra kişinin varlığının tin
(ruh) olarak yaşamını sürdürmesi" görüşünü reddedip, kişilerin
ölümle İsa'nın ikinci gelişine dek "tümüyle bilinçsiz ve yaşamsız"
oldukları görüşünü benimser.
5- Her tür alkollü içki, sigara, kahve, çay, kolalı içeceklerin
kullanımını ve eski antlaşma yasası içinde yenmeleri yasaklanmış
hayvanların etlerinin yenmelerini yasaklar.
6- Beden ve tin sağlığını, mezhebin bir türde inanç bildirgesi
içinde görür.
7- Kutsal Kitaba dayalı kutsal yaşamı, üyelerine özellikle vur
guladığı gibi, eski antlaşmanın Daniel ve Yeni Antlaşmanın Açın
lama kitaplarına özel değer verir. Yönetim türü olarak pastoral
prezbiteryen görünün gösteren mezhep, tüm konsillerin karar
larını, kilise atalarının yazılarını, salt inceleme konusu olarak ele
alır ve Kutsal Kitabı ana ilke olarak benimseyip yorum için özel
likle yalvaç (peygamber) olarak benimsediği Hellen White'ın
yazılarından yararlanır.
Gökoğuz Türkleri arasında özellikle etken olan Yedinci Gün
Gelişçileri Kilisesi'nin, oldukça özel bir yere sahip olduğunu, aile
dostumuz ve Adventist İncil Öğütçeni Türker Ölçer'in bizlere
gönderme kayrasında bulunduğu belgeler içerdiklerinden an
lıyoruz.
127
KAYNAKÇA
1) KİTAPLAR
ANADOL, Cemal, Hazar Yükselirken, 21. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası, Orkun
Yayınevi, İstanbul, 1992.
ARIKAN, Zeki, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, Atatürk Araştırma Merkezi,
1 989.
AVCIOGLU, Doğan, Türklerin Tarihi, Beş Cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1989.
BAG, Yaşar, Türklerde ve Çerkeslerde İslam Öncesi Kültür-Din Tann, Çivi Yazıları,
İstanbul, 1 997.
BARTIIOLD, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1975.
BENLİSOY, Yorgo - Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ayraç Yayınevi, Ankara 1996.
CEYLAN, Emine, Çavuşça Çok Zamanlı Ses Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, An-
128
kara, 1 997.
ÇAGATAY,
·
Saadet, Türk Lehçeleri Örnekleri, Vlll. Yüzyıldan XV!Il. Yüzyıla Kadar,
3. Baskı, Ankara, 1977.
ÇAGATAY, Saadet, Türk Lehçeleri Örnekleri - JI, Yaşayan Ağız ve Lehçeler, Ankara.
1972.
DOGRU, A. Mecit, Gagauz Tiirkçesi'nin Sözlüğü, G.A. Gaydarci, E.K. Koltsa, L.A.
Pokrovskaya, B.P. Tukan, Rusça'dan Aktaranlar: Prof. Dr. İsmail Kaynak, Kül
tür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
ERGENE, Teoman, İstiklal Harbinde Türk Ortodoks/an, 1.P. Neşriyat Servisi, İstan
bul, 1951 .
l:'ARAC, Gregory Abu '! (Bar Hebraeus), Abtt'l Farac Tarihi, Cilt !, II, Süryanice'den
İngilizceye çeviren: Ernest A. Wallis Budge, Türkçeye çeviren: Ömer Rıza
Doğrul, Türk Tarih Kurumu Basıınevi, Ankara, 1987.
GRÖNBECH, K., Kuman Lehçesi Sözliiğıl, Codex Cumanicııs'ım Türkçe Sözlük Dizini,
Çeviren: Prof. Dr. Kemal Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara, 1992.
1 29
HİÇYILMAZ, Ergun, Beni Toprağıma Gömün, Altın Kitaplar, İstanbul, 1993.
KARAGÖZ, İlyas, Tarihsel Süreçte Trabzon Halkı, Derya Kitabevi, Trabzon, 1998.
KARAMANUOGLU, Ali Fehmi, Kıpçak Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu, An
kara, 1994.
KİRİŞÇİOGLU, M. Fatih, Saha (Yakut) Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayın
ları, Ankara, 1994.
LEWIS, Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1996.
OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An
kara, 1991.
ÖGEL, Bahaeddin, Islamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih Kurumu, An
kara, 1991.
ÖLÇEN, Ali Nejat, İslamda Karanlığın Başlangıcı ve Türk - İslam Sentezi, Ekin
Yayınları, Ankara, 1991.
ÖZEL, Sabahattin, Milli Mücadelede Trabzon, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An
kara, 1991.
ÖZKAN, Nevzat, Gagavuz Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1996.
SÜMER, Faruk-Ali Sevim, Ali, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988.
TEKİN, Talat, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1987.
Türk Ocağı, Türk Tarihi Heyeti, Türk Tarihinin Ana Hatları, Kemalist Yönelimin
Resmi Tarih Tezi, Kaynak Yayınları, Istanbul, 1996.
UMAR, Bilge, Tüıkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1998.
Urfalı Mateos Vekaymamesi ve Papaz Grigorun Zeyli, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1962.
ÜLKÜSAL, Müstecip, Dobruca ve Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,
2. Baskı, Ankara, 1987.
VASİLYEV, Yuriy, Saha (Yakut) Halk Edebiyatı Örnekleri, Türk Dil Kurumu Yayın
lan, Ankara, 1996.
Türk Dünyası, sayı 1 , Bahar 1996, Türk Dil Kurumu, Ankara 1996
Türk Dünyası, sayı 3, Bahar, 1997, Türk Dil Kurumu, Ankara 1997
fil) ANSİKLOPEDİLER
132
Hayat Ansiklopedisi, cilt. 2, s. 813, "Çuvaşlar" konusu
iV) GAZETELER
"Fener Patrikhanesi 'ne Karşı Bir Ortodoks'', Hürgün, 14 Ekim 1 985 - 19 Ekim 1985
133
DİPNOTIAR
134
Biruni-Chronologie, Sachan Yayını, s.264.
(22) Binıni-Chronologie, s. 296.
(23) Baıthold, s. 141.
Enz. d.Isl. II-974.
(24) Sources Syriaques, 1909 basunı, s. 168.
(25) Zur Aıtbstratımg des Cbristendunıs No. I
des Abbenlungen de Pruss, Akad. di Viss. 1919.
(26) Psalty, s. 5.
(27) Adisbo-Synodes Canoniqııes, bölüm: 15.
135
(49a) Ali Fehmi Karaınanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, s. XVII.
(49b) Doç. Dr. Mustafa Safran, Yaşadık/an Sahalarda Yazılan Lugatlara Göre
Kuman-Kıpçak/arda S(yasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, s. 10.
(50) A.g.e., s. 81 .
(51) Ana Britannica, cilt. 14, s. 53.
(60) Kırzıoğlu, s. 1 1 5.
(61) A.g.e., s. 1 1 7.
(62) A.g.e., s. 1 18.
(63) A.g.e., s. 163.
Eröz., s. 43, 44.
(64) Ana Britannica, cilt 14, s. 53.
Eröz, s. 1 5 .
(65) Avcıoğlu, cilt 2, s. 961 .
(65a) Nevzat Özkan, s. 17, Rasony, s. 150- 1 5 1 .
(66) Cami, s. 59.
Urfalı Mateos Vakayinamesi, s. 91.
136
(74) A.g.e., cilt 2, s. 948.
Cami, s. ili.
Uifalı Mateos Vakayinamesi, s. 143.
Faruk Sümer - İslam Kaynaklanna Göre Malazgirt Savaşı,
s . 7, 13, 19, 51, 24.
Halikarnas Balıkçısı, A nadolu 'nun Sesi, s. 195.
Georg Ostrogorsky - Bizans Devleti Tarihi, s. 318.
(75) Ü. Hassan, K. Berktay, A. Ödekan - Türkiye Tarihi I, Osmanlı Dev
leti 'ne Kadar Türkler, s. 179-180.
Eröz, s. 3, 25.
(76) Avcıoğlu, cilt 2, s. 950-951 .
(76a) Nevzat Özkan, s. 16.
Kuraı, Peçenek Tan"b i, s. 240.
(76b) Emine Ceylan, Çuvaşça Çok Zamanlı Ses Bilgisi, s. !.
Ana Britannica, cilt 17, s. 481.
(77) Hayat Ansiklopedisi, cilt 2, s. 813.
(78) Meydan Laroıısse Ansiklopedisi, cilt 3, s. 316.
(79) Prof. A.N. Kurat, Türk Dünyası El Kitabı, s. 750.
(79a) Türk Dünyası, sayı 3, Bahar 1997, s. 125.
(80) Avcıoğlu, cilt 2, s. 842.
(81) Meydan Laroıısse, cilt 3, s. 316.
Jyrkankallio, A.D. Bennigsen, G. Nazai, F. , Wondt, K.H. Menges
Türk Lehçeleri ve Edebiyat/an, s. 13.
(82) Meydan Laroıısse, s. 316.
Türklerin Dili, s. 434.
(83) Jyrkankallio, s. 13.
Türklerin Dili, s. 435.
(83a) Türk Dünyası, sayı 3, Bahar 1997, s. 125, 128, 129.
(84) Prof. Dr. Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri - 11, s. 233.
(85) Hayat Ansiklopedisi, cilt 2, s. 813.
(85a) Yuriy Vasilyev, Saha Halk Edebiyatı Örnek/en; s. 131, 132.
(85b) Dr. M. Fatih Kirişçioğlu, Saba Türkçesi Grameri, s. 8, 9.
(85c) A.g.e., s. 10, 1 1 .
(86) Jyrkankallio, s. 13, 14.
Çağatay, s. 240.
(87) Türklerin Dili, s. 333.
(88) A.g.e, s. 333.
137
(89) Jyrkankallio, s. 100.
(90) Avcıoğlu, cilt 4, s. 18_78.
(91) L. Ligeti, Bilinmeyen iç A>:ya, s. 296.
(92) A.g.e., s. 298.
(93) A.g.e., s. 299.
C93a) T.T. Ana Hat/an, s. 404.
(94) A.g.e., s. 300.
Avcıoğlu, cilt 2, s. 999.
(95) Avcıoğlu, cilt 4, s. 1880.
(96) Jyrkankallio, s. II, 3 1 .
(97) A.g.e, s . 13.
(98) Türklerin Dili, s. 426.
(99) Jyrkankallio, s. 17.
( 1 00) A.g.e., s. 20.
( 101) A.g.e., s. 22.
(102) A.g.e., s. 23.
(102a) Prof. Dr. Bilge Umar, Türkiye Halkının Ortaçağ Taribi, s. 63.
(102b) Türk Taribinin Ana Hat/an, s. 387.
(103) Nimet Kurat Akdes, Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 30.
(104) Avcıoğlu, cilt 2, s. 844.
(105) Şerafettin Turan- Türk Kültür Taribi, s. 106.
(106) A.g.e., s. 106.
Arthur Koestler, 13. Kabile, s. 10.
( 107) Kurat, s. 30.
(107a) Yaşar Bağ, Türklerde ve Çerkeslerde islam Öncesi Kültür, Din,
Tann, s. 1 1 2.
(107b) A.g.e., s. 1 1 2.
(108) Parmaksızoğlu, Genel Tarih !, s. 345.
Bahaeddin Öge!, islamlıktan Önce Türk Kültür Tarihi, s. 229.
(109) Prof. Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 1 1 4.
( 1 10) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 397.
Koestler, s. 18.
(lll) Rasonyi, s . 1 14.
( 1 1 2) Kurat, s. 35.
A nadolu 'nun Sesi, s. 196.
Koestler, s. 53, 60.
(l 12a) T.T. Ana Hat/an, s. 388.
138
( 1 1 2b) A.g.e., s. 388.
0 1 3) Kurat, s. 35.
Rasonyi, s. 1 1 5.
Koestler, s. 5 1 .
(1 14) Kurat, s. 35.
(1 15) Rasonyi, s. 1 16.
(1 16) Kural, s. 36.
Doç. Dr. Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, s. 124.
(1 17) islam Ansiklopedisi, cilt. 5, s. 398.
(1 18) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 398.
Kuzgun, s: 1 23.
Cl 19) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 400.
(1 20) Avcıoğlu, cilt 2, s. 870, 873.
(120a) Erdoğan Aydın, s. 160, 161.
Koestler, s. 70.
(121) Avcıoğlu, s. 873, 874.
Koestler, s. 74, 75.
(122) Avcıoğlu , s. 878, 879.
(1 23) A.g.e., s. 880.
Koestler, s. 59.
(1 23a) T T Ana Hattan, s. 388.
( 124) islam Ansiklopedisi, cilt 5, s. 407.
(125) A.g.e, cilt 5, s. 401 .
(1 26) Avcıoğlu, cilt 2, s . 900.
(127) A.g.e., cilt 2, s. 923.
Koestler, s. 163.
( 1 28) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 1 8.
( 1 29) Rasonyi, s. 1 18.
(1 30) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 19.
(131) Parmaksızoğlu, s. 346.
Rasonyi, s. 1 19.
(132) Rasonyi, s. 2 1 2.
033) Kurat, s. 46.
034) A.g.e., s. 47.
035) Rasonyi, s. 122, 123.
139
Anadolu'nun Sesi, s. 200.
036) Rasonyi, s. 1 23.
(137) Kurnt, s. 98.
038) A.g.e., s. 108.
Anadolzı 'nun Sesi, s. 199.
Eröz, s. 4, 5.
0 38a) Prof. Talar Tekin, Tuna Bulgar/an ve Dilleri, s. 1 .
(138b) A.g.e., s.I.
0 39) Kural, s. 108, 109.
Öge!, s. 239.
Eröz, s. 5.
(140) Avcıoğlu, cilt 2, s. 779.
(141) Parmaksızoğlu, s. 343.
Öge!, s. 256.
( 14laJ T. T. Ana Hattan, s. 437
(14lb) A.g.e., s. 437.
(1 42) Parmaksızoğ1ıı, s. 344, 345.
( 142a) Umar, s. 64.
(143) Avcıoğlu, cilt 2, s. 812.
(143a) Tekin, s. 8, 9.
(144) V. Beşevliev, "Proto Bıılgar Dini ", Belleten sayı 34, s. 215.
(145) Avcıoğlu, cilt 2, s. 815.
Ostrogorsky, s. 215, 219.
(145a) Tekin, s. 9.
( 145b) Umar, s. 1 02.
(146) Hayat A nsiklopedisi, s. 392.
(147) Rasonyi, s. 9.
Öge!, s. 7, 26.
(148) Rasonyi, s. 95.
(149) A.g.e., s. 102.
(1 50) Kurat, s. 8.
(151) Kurnt, s. 32.
( 1 52) A.g.e. , s. 74.
0 53) A.g.e., s. 190.
( 1 54) Hale Soysü, Kavimler Kapısı !, s. 9.
(155) Barker, O 'n u n İzinde, s.
(1 56) Avcıoğlu, cilt l, s. 142.
140
Eröz, s. 17.
( 1 57) A.g.e., s. 143.
( 1 58) A.g.e., s. 143.
0 59) A.g.e., s. 143.
(1 60) A.g.e., s. 129, 140.
Urfalı Mateos, s. 1 7 1 .
( 160-A) Dimitri Kitsikis, Türk- Yunan İmparatorluğu, s. 1 1 -13.
Faruk Sümer, s. 43.
(161) Avcıoğlu, s. 144.
(162) Mahmut Goloğlu, Anadolu 'nun Milli Devleti Pontus, s. 44.
(162-A) Erol Cihangir, Papa Eftim'in Muhtıra/an ve Bağımsız Türk Ortodoks
Patrikhanesi, s. IV-V.
141
H. Yavuz Ercan, s. 431.
Ergun Hiçyılmaz, i.ieni Toprağıma Gömün, s. 167.
(181) Dr. M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, s. 192.
Soysü, s. 184.
(182) Soysü, s. 185.
(182a) Umar, s. 243.
(183) Mustafa Baydar, Hamdullah Sııphi Tannöver ve Anılan, s. 160.
Eröz, s. 65.
(183a) Kitsikis, s. 213.
(183b) Y. Benlisoy, E. Macar, Fener Patrikhanesi, s. 130.
(183c) İskender Ohri, Anadolu 'mm Öyküsü, s. 7 1 .
(184) A.g.e., s. 1 6 1 .
(185) Şahin Süreyya, s. 192.
(185a) Yeşilyurt, s. 55, 56.
(186) A.g.e., s. 199.
(187) Baydar, s. 170.
(188) A.g.e., s. 1 59.
(189) A.g.e., s. 160.
(190) Osman Balcıgil, Hiirgün, 17-10-1985, s. 10.
Cl90a) Kitsikis, s. 212.
(191 G. Barker, O'nun İzinde, Hırist�vanlık v e Laiklik Tarihi, s. 256.
(192) Büyük Larousse, cilt. II, s. 9392.
Taıih ve Toplum, Ağustos 1 99 1 , s. 6 1 .
(193) Soysü, s . 176.
(194) Avcıoğlu, cilt !, s. 159, 160.
Hiçyılmaz, s. 1 3 1 .
Eröz, s. 33.
(195) Soysü , s. 176.
Tarih ve Toplum, Şubat 1990, s. 18.
142
Ana Britannica, cilt 12, s. 589.
(200) Soysü, s. 1 76.
Hiçyılmaz, s. 1 3 1 .
Tarih ve Toplum, Şubat 1990, s . 18.
(201 ) Şahin, s. 186.
(202) Kars, s. 1 1 7.
(203) Büyük Larousse, cilt il, s. 6392.
Tarih ve Toplum, Şubat 1990 s. 18.
Eröz. s. 32.
(204) Manof Atanas, J. Gagauzlar, s. 35.
(205) Soysü, s. 178.
(205a) Umar, s. 10.
(206) Cami, s. 7, 8.
(207) A.g.e., s. 8.
(208) A.g.e., s. 9.
(209) Nayır Yaşar Nabi, "Balkanlar ve Türklük, Barkan " Ülkü Dergisi,
Mart 1937.
(209a) Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ekincikli, Türk Onodokslan, s. 81.
(210) Avcıoğlu , cilt !, s. 159-160.
Tarih ve Toplum, Ağustos 199 1 , s. 6 1 .
Kars, s . 1 19.
Ayrıca, An inquiry into the Social Fou ndatioııs of Nationalism in the
O/tomarı State, Princeton 1973.
(210a) Ekincikli, s . 132.
(21 1 ) Soysü, s. 179.
Eröz, s. 42.
(2 1 2) Büyük Larousse, cilt. 2 s. 6392.
Ana Britaıınica, cilt. 12 s. 590.
(213) Soysü, s. 184.
(214) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993, s. 36.
(21 5 ) A n a Britaıınica, cilt 9, s. 225.
Büyük Laroıısse, cilt. 7, s. 4358.
(216) Doç. Dr. Harun Güngör, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Argunşah.
Gagavuz Türkleri, s. I.
(217) A.g.e., s.2.
(218) Türk Dünyası, Şubat 1993, s. 4 1 .
(219) A.g.e., s. 45.
(220) Soysü, s. 1 57.
143
(22 1 ) A.g.e., s. 1 59.
(222) Güngör, s. 3.
(223) Soysü, s. 159.
(224) Müstecip Ülküsal, Dobmca ve Türkler, s. 73.
(224a) Özkan, s. 19-21; Kitsikis, s. 1 1 9.
(225) Güngör, s. 4-7.
(225a) Özkan, s.7.
(225b) Özkan, s. 7, 8.
(226) Türk Dünyası, Şubat 1 993, s. !.
(226a) Özkan, s. 2 1 .
(227) Ülküsal, s . 73.
(228) A.g.e., s. 74.
(229) Güngör, s. 14.
(229a) Özkan, s. 27.
(230) A.g.e., s. 15.
(231) Ülküsal, s. 75.
(232) Soysü, s. 1 6 1 .
(233) Ülküsal, s. 75.
(234) Soysü, s. 1 65.
(234a) Özkan, s. 32.
(234b) A.g.e., s. 32.
(235) Güngör, s. 16, 17.
(235a) Aytunç Altında!, Türkiye ve Ortodokslar s. 1 16, 1 17.
(236) Milliyet Gazetesi, 2 Ekim 1 989.
(237) Milliyet Gazetesi, 21 Ağustos 1990.
(238) Milliyet Gazetesi, 1 Haziran 1 99 1 .
(239) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993 s. 40
Güneş Gazetesi, 2 Aralık 1 990.
(239a) Özkan, s. 25.
(240) Cumhuriyet Gazetesi, 27 Mart 1 99 1 .
(241) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1993, s . 4 1 .
(242) A.g.e., s. 50.
(243) Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mart 1993, s. 2,3.
(244) Gagavuz Türkçesı"nin Sözlüğü, Müelliflerinin Önsözü s. VII-IX.
(244a) Özkan, s. 35.
(246) Dr. İrfan Ünver Nasrattınoğlu, Gagauz Şiir A ntolojisi, s. 5.
144