You are on page 1of 26

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.

html

Uyarı:Bu e-Kitabı; Microsoft Reader'ın "Settings" (ayarlar) bölümünden, "Small" (küçük) seçeneğini
seçerek okumanız tavsiye edilir. (Yorumsuz)

AMERİKA’NIN MATRUŞKASI

Suat Parlar

http://ferid_hakki.sitemynet.com

tarafından derlenmiş ve size e-kitapçık olarak sunulmuştur.Basım: Aralık-2005

Kaynak: http://f50.parsimony.net/forum202260

Yayın ListemizfTıklayın

- yorumsuz bildiri -

İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız düşünürlerin, yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerini


sizlerle paylaşmaktan başka bir arzumuz yoktur.

Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız.

Bizim yapabileceğimiz tek şey değişim-dönüşümün meydana gelebileceği, hoşgörü ve sevginin


girebileceği

bir alan, bir boşluk yaratmaktır.

Dileğimiz size yararlı olabilmek...

Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten ve farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün bu arzumuzu yerine
getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

‘Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...’

http://ferid_hakki.sitemynet.com

AMERİKA’NIN MATRUŞKASI

Suat Parlar

İçindekiler(Linkleri tıklayın)

ABD sürekli iç ve dış düşmanlar yaratmak mecburiyetinde

Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da savaş ve kriz gerekçesi SU olacak

“A.B.D. ile uzlaşan iktidar yapıları”nı koruyan İslam:

ILIMLI İSLAM

Yeni bir “Psikolojik Harekât” merkezi kuruluyor

A.B.D’nin Irakı işgali, aynı zamanda dünya para sistemi üzerindeki hegemonyasını korumakla bağlantılı

Emperyalizmin “yumruğu” olmadan “Gambot Diplomasisi” olmaz

Şu anda dünyanın dört bir yanında “Anti-Amerikancılık” yükselişte

Anti-Amerikancılık, anti-emperyalist unsurlarla, anti-kapitalist unsurları doğal olarak içerir

1921'den sonraki 80 küsur yıllık tarih, 1919-21 arasında biriken gücün dağıtılması yok edilmesi üzerine
kurulmuştur
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Yayın ListemizfTıklayın

http://ferid_hakki.sitemynet.com

AMERİKA’NIN MATRUŞKASI

Suat Parlar

YİĞİT TUNCAY VE SUAT PARLAR


Söyleşi Tarihi : 05. 12. 2003

ABD sürekli iç ve dış düşmanlar yaratmak mecburiyetinde

Yiğit Tuncay:

Ortadoğu'daki, ABD'nin işgaline daha önceki söyleşimizde değinmiştik. İsrail Filistin işgalini sürdürüyor.
Irak işgalini daha da detaylı konuşalım diyorum. Amerika'nın bir belgesi var. Kendi belirlediği kurumların,
devletlerin teröristliğini ilan eden bir belge bu. Yani bir “terörizm” belgesi ki, buna “global terörizm” diyor.
Daha önce çok fazlasıyla ele almıştık bu konuyu. ABD hangi temelde, neyi terörist ilan ediyor?

Suat Parlar:

ABD çapında bir gücün düşmansız yaşaması mümkün değil. ABD sürekli iç ve dış düşmanlar yaratmak
mecburiyetinde. ABD askeri endüstriyel kompleksinin varlığı ve bekası bununla bağlantılıdır. ABD'nin
askeri endüstriyel kompleksi dediğimiz zaman, bunun bir yanıyla ABD egemenlik sistemiyle bağlantısını
kurmak lazım. Diğer yanıyla da ABD'nin birikim rejimiyle bağlantısını kurmak lazım. ABD'de militer bir
birikim rejiminden söz etmek mümkün.

Bunu rakamlarla dillendirirsek şöyle söyleyebiliriz; şu anda NASA projeleri de dahil olmak üzere
ABD'nin silahlanma ve savunma bütçesi yılda 700 milyar dolarlık bir kapsama ulaşıyor. Bu muazzam bir
rakam. Bu rakamdan ABD tekelleri paylarına düşeni alıyor ve bu öyle bir pasta ki, Pentagon'un
ihaleleriyle her geçen gün çapı büyüyor. Pastanın çapı büyürken bundan pay alanların sayısında da bir
azalma oluyor.

Bazı silah tekellerinin Pentagon ve Beyaz Saray'la ilişkileri içerisinde bu pastadan diğer yerli sermaye
gruplarına göre, ABD içindeki yerli sermaye gruplarına göre daha büyük oranlarda pay aldığını görüyoruz.
Aynı zamanda burada bir koalisyondan da söz etmek mümkün.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ABD'nin 1990'lardan itibaren büyük güç kazanan dünya ölçeğinde iş yapan finans oligarşisiyle askeri
endüstriyel kompleksin bu silah tekelleri arasında bir ortaklık ilişkisinden söz etmek mümkün. Buna bir de
enerji şirketlerinin programları eklendiğinde ortaya hakikaten inanılmaz ölçeklerde tekelleşmiş bir
çekirdek çıkıyor.

ABD silah tekellerinin askeri endüstriyel kompleks çerçevesi içerisindeki çıkarları, aynı zamanda ABD
mali oligarşisinin dünya düzlemindeki çıkarlarıyla çakıştığı ölçüde muazzam bir yayılmacı faaliyet
görüyoruz. Bu öyle bir dinamit ki, ABD'nin 35 ülkede üsleri, dünyanın dört bir yanına yayılmış 1 milyon
300 bin askeri eşlik ediyor.

Bu temelde ABD'nin askeri yayılması, ABD'nin militarist emperyalist politikaları, ABD'nin egemen
sınıflarının varlık koşullarının vazgeçilmez dinamiğine dönüşüyor. Bu dinamit çerçevesi içerisinde mesele
ele alındığında, ABD'nin sürekli dış düşman imha etmek mecburiyetinde olduğunu görüyoruz.

Bu dış düşman uzun müddet SSCB'nin başını çektiği Sosyalist blok oldu. Ama hiçbir zaman, sosyalist
blok, ABD'nin silahlanma harcamalarının yanına bile yaklaşamadı. En yoğun silahlanma yarışı
dönemlerinde bile ABD'nin gerisinde kaldı. Özünde ABD'ye askeri açıdan, hiçbir zaman tehdit edecek
boyutlara varmadı. ABD, o muazzam nükleer stoku ve ilk vuruşu SSCB yapmış olsa bile, SSCB'yi birkaç
kez yok edebilecek potansiyeli elinde tuttu. Bu silahlanma yarışında A.B.D. her zaman için daha
avantajlıydı. Bu düşmanın çökmesiyle birlikte, A.B.D. yeni düşman arayışları içerisine girdi. Uzun müddet
de bocaladı. Ancak şimdi net bir çerçeve çizmiş durumda A.B.D., terörist kapsamı içerisinde bazı güçleri,
güçler kategorisine almış vaziyette.

Yalnız burada o düşman kategorisi içerisine alınanların bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum, düşman
kategorisinde olanlar ağırlıklı olarak Müslümanlardan veya Müslüman örgütlerden kurumlardan oluşuyor.
Yeşil Kuşak İslam projesi içerisinde SSCB'yi kuşatmak adına işbirliği yaptığı güçlerin önemli bir
bölümünü, A.B.D. günümüzde artık terörist olarak nitelendiriyor. Ama tabi ki bu kadar değil. Onun yanı
sıra dünya coğrafyasına yayılmış devrimci örgütler de A.B.D. açısından düşman tarifi içerisinde ve terörist
kategorisinde.

Fakat mesele bu kadar basit değil. 1992 yılında Clinton döneminde gündeme getirdiği savunma planlama
rehberi herhangi bir bölgesel gücün -bu güç müttefik bile olsa-, ABD’nin ekonomik çıkarlarına, askeri
çıkarlarına zarar verecek tarzda yükselişinin önüne geçmek temel stratejik hedef olarak formüle ediliyor.

Meseleye bu bağlamda bakıldığında, Asya Pasifik'te Japonya'nın ekonomik gücünü pekiştirmesi ve


burada kendine stratejik bir alan yaratması, Avrupa Birliği ekseninde Almanya ve Fransa'nın yükselişleri,
A.B.D. açısından bunlar müttefik de kabul edilseler, birer tehdit olarak algılanıyor.

Demek ki A.B.D. sadece terörist kategorisiyle yetinmiyor, en yakın müttefikleri bile kendi potansiyel
çıkarlarına zarar verecek ekonomik, ticari, askeri atılımlarda bulunduğu zaman onları da çok rahat
engellenebilecek baskı altına alınması gereken güçler olarak değerlendirebiliyor.

Burada global terörizmden söz ediyoruz. Aslında global terörizmi tersinden okursak, global terörizmin şu
anda temsilcisi ABD. Dünyanın dört bir yanında terörist şebekeleriyle, gangster gruplarıyla bunun yanı sıra
istihbarat kökenli organizasyonlarıyla, uyuşturucudan insan ticaretine varıncaya kadar A.B.D.' nin
istihbarat aygıtının başında bulunduğu bir mafyatik dinamiğin işletildiğini görüyoruz. A.B.D. örtülü
operasyonlarını aynı zamanda böyle bir dinamiğe dayandırıyor.

A.B.D.'nin Nikaragua'da, El Salvador'da, Guatemala'da, Orta Amerika'nın diğer ülkelerinde


Ortadoğu'da ve Afganistan'da gerçekleştirdiği doğrudan terörist faaliyetlerin yanı sıra kirli para trafiği veya
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

suç ekonomisi anlamında da çok ciddi örgütleme çalışmaları olduğu artık bilinen bir gerçek. Özellikle
Vietnam savaşından itibaren bu gerçek daha da açığa çıktı. Yani A.B.D.'nin, dünyanın uyuşturucu
şebekelerini örgütlemesi, bunun yanı sıra Afganistan'da SSCB'ye yönelik savaş döneminde oradaki örtülü
mücadeleyi uyuşturucu parasıyla finanse etmesi, bu doğrultuda Pakistan istihbarat örgütünü de kullanması,
bilinen gerçekler. Onun ötesinde adına İrangate denilen ve bugün bile henüz daha tümüyle
aydınlatılamamış olan bir süreç yaşandı. Bu temelde de A.B.D.'nin Nikaragua'da kontraların
finansmanında uyuşturucu parasından yararlandığını biliyoruz.

Bu uyuşturucu işi, A.B.D. açısından o kadar yaygın ve zirveleri öylesine işgal etmiş vaziyette ki, herkes
bundan payına düşeni aldı. Şu anda A.B.D. başkanı olan Bush'un kokain ticaretinden doğrudan doğruya
payını alan bir küçük patron olduğunu Bush'un biyografilerinde görmek mümkün.

Bu noktada Bush'un bazı resimlerinin olduğu iddiası gündeme geliyor bu kokain değişimleri sırasında.
Olmaması da düşünülemez. Çünkü biraz önce sözünü ettiğimiz silah ve petrol tekellerinin yanı sıra en
büyük ciro uyuşturucu işinde, yıllık 1 trilyon doları buluyor.

Ve burada A.B.D.'nin devlet mafyası CIA'in yönlendiriciliğini görüyoruz. Tabi akraba olduğu diğer
istihbarat örgütleriyle birlikte. Özellikle de müttefik ülkelerin istihbarat örgütleriyle birlikte böyle bir ağ
kurmuş vaziyetteler. Örtülü operasyonlarını, dünya üzerindeki terörist faaliyetlerini de bu kaynaktan gelen
fonlarla finanse etmekteler.

Dünyanın her neresinde adına “düşük yoğunluklu çatışma” denilen bir süreç yaşanıyor ise, orada aynı
zamanda uyuşturucunun ve kirli para trafiğinin de izlerini görmek mümkün.

Böyle bakıldığında kim gerçek terörist sorusunun cevabı net olarak çıkıyor. A.B.D. şu anda dünya
uyuşturucu trafiği içerisindeki konumu, buradan kaynaklanan muazzam finansal fonları kontrol etmesi ve
neredeyse para sisteminin dişlerini bu fonlarla yağlaması ölçeğinde, dünyanın en nitelikli denilebilecek
kiralık katiller şebekesiyle, Afganistan başta olmak üzere Orta Amerika'da, Latin Amerika'da yürüttüğü
faaliyetlerle, A.B.D. şu anda dünyanın en büyük terörist gücü ama bunu tam tersi bir düzlemde gündeme
getiriyor.

A.B.D. şu anda var oluşunu hem ideolojik ölçeklerde hem de politik anlamıyla bir terörizmle savaş
doktrinine bağlamış durumda.

Terörizmle savaş denildiği zaman, A.B.D.'nin artık psikolojik ve ideolojik savaşının da hedefi haline
gelmiş Müslümanlar ve bunun yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki devrimciler anlaşılmalı.

A.B.D. çıkarlarına zarar verebilecek potansiyel, şu anda özellikle İslam ülkelerinde bulunduğundan, yani
İslam ülkeleri dünyanın önemli petrol, su, doğalgaz kaynaklarına sahip bulunduğundan, emperyalizmi
geriletebilecek çok güçlü kültürel ve tarihsel birikimlere sahip bulunduğundan, A.B.D. şeytanlaştırma
çerçevesinde dünyanın dört bir yanındaki İslamcıları boy hedefi haline getirmiş vaziyette. Çünkü A.B.D.'yi
özellikle çok fazla iddialı olduğu Avrasya alanında sıkıştırabilecek, A.B.D.'yi bu alanda askeri açıdan,
politik açıdan açmaza sürükleyebilecek en önemli potansiyellerden biri İslami güçler. Buna elverişli
kaynaklara sahip oldukları içindir ki, A.B.D. şeytanlaştırma girişimi çerçevesi içerisinde, onları düşman
ilan etmiş vaziyette.

A.B.D.'nin terörle savaşı aynı zamanda gizli bir doktrine dayanıyor. Seçilmiş halk ve aşikar yazgı
doktrinine dayanıyor.

A.B.D. dünyadaki insanların tümünden kendini sorumlu görüyor, kendi yaşam tarzını dünyanın dört bir
yanına ihraç etme sevdasını taşıyor. Böyle bakıldığında A.B.D. dünyanın en dinci devleti ve dolayısıyla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

terörizmle savaş safsatası çerçevesi içerisinde, A.B.D. seçilmiş halk misyonunu ön plana çıkarıyor.

Seçilmiş halk misyonu, Yahudilikle, Evanjelik Hıristiyanlığın bileşimi olan bir ilahi halk kurgusu yaratıyor.
Bu anlamda da dünya üzerinde yürüttüğü savaşların tamamının haklı savaş olduğunu düşüncesini ileri
sürüyor. Giderek bunu bir askeri bir prensibe dönüştürüyor.

Bu çerçevede de A.B.D.'nin sözde teröristlere karşı yürüttüğü savaş aynı zamanda şeytanı dünya
üzerinden silmeye yönelik bir ilahi savaş anlamını taşıyor. İşin böyle bir dini boyutu da var.

Dolayısıyla, A.B.D.'nin sözde teröre karşı savaşı, kendi pisliklerini de örtmeye yarayan bir dini savaşa
dönüşmüş oluyor.

Böyle baktığımız zaman Haçlı Seferleri’ni aratmayacak bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Bugünün
A.B.D.'si Haçlı emperyalizminin tarihsel bir sonucu olarak orta yerde duruyor, ki bu da Yahudilikle de
pekiştirilmiş vaziyette.

Böyle bakıldığında, özellikle de Evanjelikler kendilerini Yahudilerle ortak bir dinî zeminde
değerlendiriyorlar. Bunlar giderek dünyanın sonunun yaklaştığı, artık yeni milenyumda kıyamet
alametlerinin belirdiği gibi bazı hezeyanlardan da yola çıkarak, dünyada çok büyük bir savaşı ilan etmiş
vaziyetteler. Ama bu kendi kıyametlerini geciktirecek mi, ona dünya halkları karar verecek tabi.

Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da savaş ve kriz gerekçesi SU olacak

Y. Tuncay:

A.B.D.'nin, Irak işgalinde, hep gündeme getirilen petrol dışında ne tarz kaynaklara yönelmesi söz konusu.
Yani sadece petrol müdür hedef, yoksa başka kaynaklar da var mıdır burada?

Suat Parlar:

Bizim bugün Irak olarak nitelendirdiğimiz topraklar, Ortadoğu'nun kalbi sayılan topraklar. Fırat ve Dicle
nehirlerinin akış mesafesinin en önemli bölümü Irak'ta gerçekleşiyor. Şaddül Arap su yolunu da, Fırat ve
Dicle oluşturuyor. Tarihte de burası verimli hilaldir ve insanlığın bütün kurumları bütün önemli kazanımları
bu bölgede ortaya çıkmıştır.

İslamın kurumlaşması bu bölgede gerçekleşebilmiştir. Irak son derece önemlidir. Ortadoğu'nun kalbi
sayılan Irak'ı kontrol etmek demek, bu çok önemli su yolları üzerinde bir denetimi sağlamak anlamına
gelir.

Özellikle de İsrail'in bu bölgedeki varlığının mutlak güvenlik çerçevesi içerisinde A.B.D.tarafından


garantiye alınması bir yanıyla bu su kaynaklarının İsrail'in su politikası doğrultusunda yönlendirilmesi
anlamına da gelir.

Fırat ve Dicle, Türkiye'den bakıldığında, aynı zamanda GAP gibi çok önemli bir projenin su güvenliğini,
gıda güvenliğini garanti edecek bir projenin çerçevesini de ortaya koyuyor. Irak'la İran arasındaki savaşın
en temel gerekçelerinden birinin Şaddül Arap su yolu olması düşünüldüğünde, verimli hilal açısından, Irak
denilen, özünde Mezopotamya topraklarının kalbi sayılan topraklar açısından, suyun ve tarımın önemi bir
kez daha anlaşılıyor. Bu görmezden gelinecek bir gerçeklik değil.

Bugün ABD'de domatesin fiyatı, petrolün, daha doğrusu benzinin fiyatının dört beş mislidir. Bu bile
önemli bir ölçü. Giderek bölge ülkelerinin hepsinin müthiş bir gıda güvenliği krizine düşmüş olmaları suyun
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

önemini bir kez daha ortaya koyuyor.

İsrail mutlak güvenliğini bölgedeki bütün su kaynaklarının kontrol edilmesi ve bu ölçekte kendi tarımsal
potansiyelinin çok pahalıya mal olmakla birlikte, bölgenin kıt su kaynaklarının aşırı derecede
yağmalanması üzerine kuruyor. Irak'taki su kaynaklarına İsrail'in bigâne kalması düşünülemez. Bu çok
önemli. Nasıl ki petrolün Türkiye'de, İsrail üzerinden artık taşınması söz konusu ise, Irak petrolünün suya
yönelik olarak da bazı projeler elbette gündemde olacak. Çünkü önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da
savaş ve kriz gerekçesinin su olacağına dair İsrailli ve Amerikalı uzmanların saptamaları var.

Aslında bu bölgenin su kaynaklarının doğru, eşitlikçi temelde paylaşımı, bölge halklarının çıkarlarıyla
uyumlu paylaşımı, herhangi bir krizi herhangi bir savaşı çok rahat önler. Ama İsrail'in militarist politikası, su
emperyalizmi, A.B.D. destekli olarak bölge ülkelerine dayattığı su krizi düşünüldüğünde ve suyun bu
bölgede askeri stratejinin bir parçası olarak hem İsrail hem Türkiye tarafından değerlendirildiği
düşünüldüğünde, geleceğe yönelik olarak bu senaryolar da çok haksız sayılmaz.

Türkiye'nin bölge ülkelerine yönelik su politikasını, İsrail'le stratejik ilişkilerinden ve A.B.D. ile ortak bazı
askeri stratejik hesaplara sahip olmasından bağımsız değerlendiremeyiz.

Türkiye'nin bu bölgede bir su stratejisinden, su politikasından söz etmek pek mümkün değil. Türkiye'nin
buna yönelik çok ciddi bir alt yapısı veya strateji geliştirebilecek bağımsız kaynakları yok. En önemlisi
zaten Türkiye bu anlamda bağımsız değil. Ama bu bağımlılığa artık emperyalist merkezlerin baskılarının
yanı sıra bir de İsrail'in stratejik baskıları eklenmiş durumda.

Yani Türkiye'nin su politikasını, su stratejisini İsrail belirler hale geldi.

Meseleye böyle bakıldığında A.B.D. ve İsrail'in Fırat ve Dicle nehirlerinin çok önemli mesafeler kat ettiği
Irak'a yönelik olarak petrolün yanı sıra su ve tarım ölçeğinde de bazı projeleri gündeme alacağını
söylemek mümkün. Gerçi o bölgeler inanılmaz ölçekte tahrip edildi. Şu anda Irak'taki tarımsal alanların
büyük bir bölümü oraya yağdırılan uranyumlu mermiler nedeniyle müthiş ölçüde bir çevre felaketiyle karşı
karşıya, ama gelecekte o bölgelerde bir takım teknolojik arındırma çalışmalarından sonra, grantasyonlar
gündeme gelebilir.

İsrail'in inanılmaz ölçekte toprak kapattığını biliyoruz. İsrail, bugün Musul'da, Kerkük'te özellikle Kuzey
Irak'ta çok büyük ölçekte toprak satın aldı.

Bu sadece petrolle ilgili değil, bunun önümüzdeki dönemde kolonizasyonla ilgili yönleri olabilir.

Ayrıca İsrail'in kendi gıda güvenliğine ilişkin olarak burada bazı çalışmalar yapması söz konusu olabilir.
Gözlerden hiç kaçırılmaması gereken bir nokta var o da şu, İsrail şu anda sahip olduğu su kaynaklarının
%78'ini gayri safi milli hasılasına %7 oranında katkısı bulunan tarım sektörü için yapıyor ve İsrail şu anda
bölgedeki en fazla tarım ithal eden ülkelerin başında geliyor. İsrail bu anlamda kendi dar tarım
potansiyelinin zaten bilincinde ve ithalata dayanıyor.

İsrail GAP'ın yanı sıra verimli hilalde de toprak kapatıyor ise, ki kapatıyor burada birçok soruyu sormak
lazım.

Yani yerleşim politikasını limitlerine vardırmış bir İsrail, Filistin'de limitlerine vardırmış bir İsrail sınırlarının
da tarif edilmemesi, halen hukuksal açıdan tanımlanmamış sınırlarının olmaması avantajından da
yararlanarak yayılmacılık faaliyetini sürdürecek gibi görünüyor.

Elverir ki 8-10 sene sonra yazacağımız kitaplar, GAP bölgesinde ve verimli hilalde İsrail'in kolonizasyon
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

faaliyeti üzerine olacak.

İsrail buralarda toprak kapatıyor.

Dolayısıyla A.B.D.'nin bölgeyi işgalini petrol kaynaklarının kontrolü dışında veya Amerika'nın stratejik
ihtiyaçları veya euro-dolar çatışması ekseninde müttefiklerinin enerji kaynakları üzerinde ABD'nin veto
yetkisini kullanma anlamının dışında başka özellikleri de var. Buradaki tarımsal potansiyel, buradaki
muazzam su potansiyeli elbette, A.B.D. tarafından da, İsrail tarafından da görmezden gelinemez. En
azından A.B.D.'nin, İsrail'in bölgedeki varlığını gelecekte güvence altına alacak ekonomik ve siyasi yeni
bir Ortadoğu düzenini kurarken, bu kaynaklardan İsrail'in yararlanması konusunda bir takım
mekanizmalar geliştireceği açık. İşgalin bölgedeki su kaynakları ve tarımsal potansiyel anlamında da
yönleri olduğunu iyi akılda tutmalıyız.

Bu çerçevede de GAP'ın değerini çok doğru algılamalıyız.

GAP'ı, bu işgalle boyutlanan, Ortadoğu'da yeni dünya düzeni çerçevesi içerisinde değerlendirmeliyiz.

Çünkü şunu görüyoruz, İsrail'in bölgede bir su bankası kurulması ve suyun ticari metaya dönüştürülmesi
ve su bankasına da en fazla Türkiye'nin sularının yatırılması doğrultusunda bir politikası var.

Meseleye böyle bakıldığında, İsrail o kendi sahte barışını sağlarken, Türkiye'nin su kaynaklarını
dayanmayı planlıyor ve kendi askeri yayılmacılığının stratejik desteği olarak Türkiye'nin su kaynaklarını
görüyor.

Meseleye böyle bakıldığında, önümüzdeki dönemde hem ABD, hem İsrail, hem Türkiye'de su
konusunda yeni bir büyük oyunun tezgahlanmaya başladığını göreceğiz.

Böyle baktığımızda da GAP'ın anlamı da daha netleşiyor, GAP şu anda rahatlıkla söylemek mümkün,
İsrail'in sebze meyve sepeti haline ve askeri stratejik yapılanmasının doğal parçası haline gelmiştir.

Bunun Suriye ile ilgili yanları da vardır ve İsrail Enerji Bakanı Paritski'nin açıkladığı gibi İsrail'le Türkiye
arasında önümüzdeki süreçte kurulacak bir enerji koridorunun en önemli parçası GAP'tır.

İsrail GAP'ı kendi projesi olarak değerlendirmektedir.

Burada çok ciddi yatırımları vardır. İsrailli firmalar GAP'ta tarımsal işletmelerin yanı sıra enerji alanında
da önemli yatırımlar yapmışlardır ve bunların hepsinin arkasında da İsrail hükümeti bulunmaktadır.

İsrail hükümeti Türkiye ile yaptığı anlaşmalarda, bu bölgeye yapılacak yatırımların İsrail hükümetinin onay
verdiği kuruluşlar tarafından yapılmasını şart olarak getirmişlerdir. Uzun zamandan beridir bu politika
yürürlüktedir.

“A.B.D. ile uzlaşan iktidar yapıları”nı koruyan İslam: ILIMLI İSLAM

Y. Tuncay:

A.B.D., Ortadoğu'da çok kapsamlı bir stratejik plan geliştirmiş. Bu planın önemli bir sac ayağı İsrail,
diğeri ise Türkiye. A.B.D. daha önce Sovyetler Birliği'ni terörist bir devlet olarak görüyordu. Yeşil Kuşak
stratejisiyle Sovyetler Birliği'ni kuşatıp çökertmek için hareket etti ve buradan kendine özgü bir savaş tarif
etti. fakat Sovyetler Birliği gerçeği ortadan kalkınca, yeşil kuşak ılımlı İslam projesine dönüştü. Çünkü tüm
doğuda tehlike arz edecek ve batının yürüyüşünü engelleyecek her türlü bakış açısı zaten global terörizm
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

tanımı içinde yer alacaktı.

Suat Parlar:

Ilımlı İslam projesini şöyle değerlendirmek lazım. A.B.D. iki İslam tarifi yapıyor. Bu İslam tarifine göre
kendisiyle uzlaşan, neo-liberal piyasayla uyumlu, İslam'ın direniş sembollerini, İslam'ın sahip olduğu sosyal
adalet ve eşitlik prensiplerini reddeden, bunu İslam'ın tarihinden çıkaran, İslam'ı katı doktriner bir devlet
felsefesine dönüştüren ve bu temelde de A.B.D. ile uzlaşan iktidar yapılarını koruyan İslam'ı ABD, ılımlı
İslam projesi çerçevesinde değerlendiriyor.

Bu İslam' ın anayasası Washington patentli. Bu ılımlı İslam Bosna Hersek'ten başlıyor, Körfez'e kadar
uzanan çok geniş bir coğrafyayı kucaklıyor. A.B.D. kendi açık kapı politikası çerçevesi içerisinde
küreselleşme adına bu ilkelere dayatacağı politikalarla uyumlu İslami grupları partileri ve örgütleri tercih
ediyor.

Ama bir başka İslam var ki, bu İslam da yoksulların İslam'ı, ağırlıklı olarak ezilen halk kesimlerinin
sosyalizmin çözülüşünden sonra kendilerini buldukları bir ifade ve örgütlenme alanı. A.B.D. bu İslam' ın
bastırılmasından yana. Ilımlı İslam'ı savunanlar da bu İslam' ın bastırılmasından yana.

Hemen her ülkede artık İslamcı güçler ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta dindar burjuvazi, diğer tarafta
ezilen, sömürülen baskı altında tutulan ve adına radikal İslamcı denilen halk kitleleri.

A.B.D.'nin iki İslam'ı olduğunu görüyoruz. Bu iki İslam tanımını da zaten Türkiye'de de görmek mümkün.
En önemlisi de bu ılımlı İslamî grupların, kadroların, partilerin ve kadrolaşmaların sadece ABD'yi değil,
aynı zamanda İsrail'i de hazmetmeleri söz konusu.

Türkiye'nin bölgeye model olarak sunulma gerekçesi de bu.

Türkiye iki önemli deney yaşadı. Bunlar ağırlıkla da İslami tonu yüksek söylemli partilerdi. Bu iktidar
deneylerinin her ikisinde de İsrail'le ilişkiler zirvedeydi. Dolayısıyla Türkiye'yi artık bölgeye model olarak
sunarken aynı zamanda bu yaklaşımdan yola çıkılıyor.

Tabi Türkiye bu konuda yalnız değil, aynı zamanda Ürdün Monarşisi'nin de bu bağlamda desteği var.
Mısır'ın da desteği var. Bunlar da İslam ülkeleri. Baktığımız zaman temeli son derece çürük,
yolsuzluklarla, pisliklerle iyice kirlenmiş, halkına yabancılaşmış rejimlerin tek desteğinin ABD olduğunu
görüyoruz.

Bu uydu rejimler, bu kompradorlaşmış rejimler, A.B.D.'ne tutunarak, A.B.D.'nin politikaları


doğrultusunda İsrail'i İslam dünyasına hazmettirmeye çalışıyorlar. Bunda başarılı olup olmadıkları ayrı
konu. Ama şöyle bir nokta da var; diğer İslamî cenahlarda da bir görüş birliği, yani adına radikal denilen
gruplar da İsrail karşıtlığını, Amerika karşıtlığını söylem düzeyinde tutuyorlar. Bu ciddi bir mücadele
programına çoğu zaman dönüşemiyor. Çünkü bu rejimlerle bin bir türlü ilişki içerisindeler.

Özellikle bu rejimlerle anti-komünist histeri döneminde yaptıkları işbirliğinin kendilerine getirdiği önemli
bir takım problemler var. Bu problemleri halen aşabilmiş değiller. Dolayısıyla Amerika'dan kopamıyorlar.
Bu İsrail'i hazmetme doğrultusunda da boş sembollere dayalı yüzeysel bir Yahudi düşmanlığının ötesine
geçemiyorlar.

İsrail'in aynı zamanda bölgede siyonizmin dışında küreselleşmenin önemli finansal odaklarından birini
oluşturmaya aday bir yapı olduğunu algılamayı istemiyorlar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Kendi ülkelerindeki siyonist sermaye ile mesafeyi açamıyorlar ve hatta giderek bunlardan bazıları siyonist
sermaye ile eğitim alanında işbirliği yapabiliyor.

En fazlası boş bir Yahudi düşmanlığı söyleminin, bir Yahudi kapitalizmi demagojisinin ötesine
geçemiyorlar. Emperyalist kapitalist sistemle bütünleşmiş bir siyonizm algılamaları yok.

Bunların emperyalizmle problemleri doğru bir algılamaya dayanmıyor. Hele Türkiye bu açıdan son derece
problemli.

Eğer böyle giderse, sistem Müslümanlara başörtüsünü verecek ve karşılığındadinlerini alacak .

Durum bunu gösteriyor ve iş öyle bir hale geldi ki, Türkiye'de artık Filistin dayanışması veya Irak'taki
işgalle dayanışma bir iç politika tüketim malzemesine dönüşmüş vaziyette.

Giderek içi boş bir ritüel olmanın ötesinde İslamcılar açısından kalıcı bir anlam taşımıyor. Mesele bu.

Ilımlı İslam'la radikal kabul edilen İslam' ın kesişme alanlarını böyle değerlendirmek lazım. Çünkü her iki
kesim de ortak entelektüel gruplardan yararlanıyor. Onların kavramlar bagajını birbirinden ayrışmamış, bu
ölçüde hakikaten organik aydın konumuna gelmemiş entelektüel topluluklar oluşturuyor. Bunların
samimiyetinden kuşku duymak için de elbette birçok neden var.

Yani ABD'nin bölgeye yönelik ılımlı İslam projesi, ABD'nin gücünden kaynaklanmıyor. İslamcıların ABD
ile zamanında kurduğu bağlantıların bugün önlerine gelen fatura ve temeldeki güçsüzlükten kaynaklanıyor.

Ilımlı İslam projesinin anayasasının patenti Washington'dur.

Bosna-Hersek'te gündeme getirilen anayasal mimari tamamıyla Washington patentlidir. Sömürge altı
statüyü, Bosna-Hersek için federatif yapı çerçevesinde ortaya koymuştur. Orada temsilciler ne derse o
oluyor, dışarıdan atanan temsilciler.

A.B.D.'nin genişletilmiş Ortadoğu olarak algıladığı sınırları, Balkanlardan Körfeze kadar uzanan ve
Kafkasya'yı da kapsayan alan için konfederatif, birbirinden yalıtılmış, küçültülmüş, İslam' ın öz
değerlerinden uzaklaştırılmış ılımlı bir İslami devletler konfederasyonu projesi var.

Bu projeyi yürütmek, ABD açısından o kadar da kolay değil. Çünkü ABD kadiri mutlak bir güç değil.

ABD, Irak'ta, Filistin'de halkların direnişinden ciddi ölçekte yara almış vaziyette.

ABD artık stratejik temelde politika geliştirmekten bile aciz durumda.

Bölge ülkelerinin gündemine mücadele girmiştir artık. Bölge ülkelerindeki mücadele potansiyeli, bugüne
kadar ki disiplinsiz, programsız niteliğinden uzaklaşıp, emperyalizmi yenilgiye uğratacak tarzda kaynakları,
jeopolitiği, stratejiyi ve askerlik bilimini tüm uygulamalarıyla temel alabilecek bir safhada.

Bunu belki Türkiye için bu kadar rahat söyleyemeyiz ama, bölge ülkelerinde bunun artık ipuçlarını
görüyoruz. Çünkü son derece kalıcı, sökülüp atılamayan baskılar karşısında boyun eğmeyen çok ciddi bir
mücadele altyapısı Filistin'de de, Irak'ta da, başka bölge ülkelerinde de mevcut.

Yeni bir“Psikolojik Harekât”merkezi kuruluyor

Y. Tuncay:
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Evet Suat. Bu söylediklerin zaten ülkemizde şu anda da var olan gerçekleri de ortaya koyuyor, yürütülen
projeleri de ortaya koyuyor. Fakat son zamanlarda gündeme gelen bir konu var, bu söylediklerin
ekseninde üstüne gitmek istiyorum,psikolojik harp meselesi. A.B.D., Irak işgalindepsikolojik harp
yürütmeye çalıştı elinden geldiği kadar. Hatta bugün bile gazetelerde şu var, “Bush, kendi
ülkesine dönen tabutları saklamaya çalışıyormuş”. Yürüttükleri psikolojik harpte yara
alabilecekleri korkusuyla. Bu psikolojik harp yeniden niye böyle belirleyici bir hale geldi, tartışılır
bir hale geldi? Ülkemizde MGK'nın tanımını yeniden yapmaya çalışırlarken bu psikolojik harp
meselesi üstünde fazlasıyla durmaya başladılar. Hatta valiliklere bile bazı genelgeler yolladılar. Bu
genelgelerdepsikolojik harp büroları nın kurulması da vardı.

Suat Parlar:

ABD Irak'ı işgal ettiği süreçte bir stratejik etki merkezini kurduğunu açıkladı. O stratejik etki merkezinin
dünyanın dört bir yerindeABD'nin çıkarlarıyla uyumlugazetecilere kaynak aktaracağı söylendi.
Daha sonra tepkiler üzerine geri çekildi ama, ABD aslında hep yaptığı, bütün tarihi boyunca da gizlemeye
gerek duymadığı bir çalışmadan söz ediyor, stratejik etki kapsamı çerçevesinde.

CIA dünyanın dört bir yanında hep gazeteci satın aldı.Buna Türkiye de dahil.

Bazı gazetecilere bordrosundan maaşlar ödedi.

Bazılarına dolaylı olarak yerel istihbarat örgütlerini kullanarak bir takım paralar ödedi.

Psikolojik savaşın böyle bir yönü vardı ve üzerine stratejik etki merkezinin yürürlükten kalktığı söylendi
ama, bunun bir kere telaffuz edilmiş olması bile son derece önemlidir.

Soğuk savaş döneminde dünyanın dört bir yanındapsikolojik savaş aygıtları meydana getirildi.

ABD'de başlangıçta bu bir devlet faaliyeti olmanın ötesinde özel sektör tarafından yürütülüyordu.

1947'den itibaren ABD'de işveren kuruluşlarının yılda 1 milyar dolarlık fonu anti-komünist propaganda
faaliyeti için ayrıldı.

Daha sonra Gladyo örgütlenmesiyle birlikte tüm müttefik ülkelerde güçlü birsoğuk savaş psikolojik
aygıtı kuruldu.

Merkez her zaman için Brüksel, yaniNato karargahı ve Washington'dur.

Bu aygıtları Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra değiştirdiler. Yani ABD'nin yeni stratejik
ihtiyaçlarıyla uyumlu ölçekler içerisinde yeni yapılanmalara gittiler.

Türkiye o dönemde zaten çok ciddi bir süreçten geçiyordu. “Düşük yoğunluklu çatışma” konsepti
yürürlükteydi. Türkiye aynı zamanda kendi ihtiyaçlarını da karşılayacak tarzda bir organizasyona gitti. Milli
Güvenlik Kurulu genel sekreterliği çerçevesi içerisinde örtülü fonları, gizli yönetmelikleri, gizli kadroları
olan bir oluşuma gidildi. Yani Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kapsamında, kendi ülkesinde
psikolojik savaş yöntemlerini uygulayan bir kurumla karşı karşıya kalındı.

Son dönemde de aniden bir kampanya başlatıldı MGK'ya yönelik olarakve bu kampanya çerçevesinde
de bizim yıllardan beri dile getirdiğimiz, kitaplarımızda defalarca yazdığımız bazı bilgiler yeniymiş gibi
sunuldu. Oysaki bu bilgiler 8-9 yıldan beri dolaşımdaydı. Ancak bazı gazeteler, özellikle belirli bir basın
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

holdingine dayalı olan kuruluşlar bunu gündeme getirdiler.

Şimdi şöyle değerlendirmek lazım; eğer bilinen bir kurum üzerine bu ölçekte gidiliyorsayenisi
oluşturuluyor demektir.

Yani,yeni bir psikolojik harekât merkezi kuruluyor ,karargah yer değiştiriyor demektir.

Biz bu yapılanmanın yeni şifrelerini önümüzdeki dönemde çözeriz.

Ama eskisinin işlevini tamamladığı yeni bir teknolojiyle ve anlayışla örgütlendiğini görüyoruz. Bunların
basınla ilişkilerinde de bazı değişiklikler yaşanması doğal.

Bu yeni yapılanma çerçevesi içerisinde; ABD'nin Türkiye'ye on milyarlarca dolarlık kredi önerdiği, bu
konuda gizli anlaşmaların olduğu, eğer 1 Mart'ta tezkere çıkmış olsaydı, Türkiye'nin altın bir çağa
açılacağına dair bazı metinlerin de gündeme getirildiğini gördük.

Bu dapsikolojik savaş ın bir parçasıdır.

Üstelik bunu yaparken bugüne kadar güvenilirliği üzerinde çok fazla kuşku duyulmayan gazetecileri
kullandılar.

Ki bir çıkara dayandığını da hiç düşünmüyorum. Hakikaten onların eline bazı belgeler gelmiştir, onlar da
bu belgeleri doğru sayarak gündeme almışlardır. Bu ölçekler içerisinde mali krizde bulunan bir Amerikan
ekonomisinin, Türkiye'ye 55-56 milyar dolarlık bir kredi vermesi zaten mümkün değil. Kaldı ki 1970'lerin
ikinci yarısından itibaren, Türkiye'nin stratejik önemini pazarlayarak kendinden kredi almasının önüne
geçmek için birtakım tedbirleri gündeme getirmişti. ABD'nin bu ölçeklerde kredi vermesi düşünülemez.

O zaman ABD'nin aynı zamanda ekonomik sorunlarını çözme adına müttefiklerini bastırma adına büyük
maliyetleri göze alarak Irak'a girmesinin anlamı ne?

Yani çok tuzu kuru bir ABD'den söz etmek mümkün değil.

Dolayısıyla bu rakamlar hiçbir mesnedi olmayan rakamlar. Dolayısıyla psikolojik savaşla bağlantısını
doğru değerlendirmek gerekiyor. Psikolojik savaşın işleyişi üzerine, bu Irak'ın işgali sürecinin Türkiye'deki
yansımaları bize inanılmaz ölçeklerde bir yöntemsel açıklıklar sundu. Bu savaşın uygulama şekli ve bu
savaşın kadrolarına dair yöntemsel açıklıklardı bunlar.

Ama, dediğim gibi yeni bir merkez oluşturuluyor, bu merkez çerçevesinde de valilere bazı yetkilerin
verilmesi başbakanlık kriz yönetim merkezinin bu işin yeni karargahlarından biri olacağını gösteriyor.
Çünkü kriz yönetimi çerçevesi içerisinde valilerin olağanüstü yetkileri kullandığını biliyoruz.

İllere yayılacak ölçeklerde bir psikolojik savaş, elbette ki bir karargahtan bağımsız olarak düşünülemez.
Bu karargah da başbakanlık kriz yönetim merkezi olacak. Bu gayet açık.

Psikolojik savaşın birçok aracı var; bu araçlar arasında biz futboldan tutalım da basın sektörüne,
magazine kadar birçok alanı işaret edebiliriz. Buna üniversiteler de dahil.

Onun yanı sıra bazı haberlerin veriliş tarzı, bazı röportajların veriliş tarzı, bunların zamanlamaları da
Türkiye'de psikolojik savaşın yöntemleri konusunda önemli açıklıklar sunuyor.

Örneğin; şu dönemde Türkiye'desu meselesini kimse tartışmıyor ,petrol meselesini kimse


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

tartışmıyor ..Türkiye'de ABD'nin istihbarat faaliyetleri fazlaca gündeme getirilmiyor . Ama ne


görüyoruz; “Abdullah Öcalan mit ajanı mıydı, değil miydi”.

Şimdi Kürt sorununun Türkiye'de boyutlarıyla ele alınması gereken bir dönemde bazı tartışmaların bu
doğrultuda kapatılması bile üzerinde durulması gereken bir psikolojik savaş yöntemidir.

Çünkü Abdullah Öcalan'ın mit elemanı olup olmaması o kadar da önemli değil. Burada söz konusu olan
Türkiye'nin ve bölgenin geleceğiyle ilgili çok kapsamlı politik, askeri, ekonomik boyutları olan bir sorun.
Bunun gazeteci mantığı çerçevesi içerisinde değerlendirilmeye çalışılması ve büyük bir analizmiş gibi
sunulması, aslında, psikolojik savaşın belli konularını belli mantık dizgeleri içerisinde tıkamasının bir sonucu
ve Türkiye'de artık psikolojik savaş kadroları özellikle basında daha da açık hale gelmiştir.

Örneğin;MİT’e bağlı bazı ajanslar da, bazı gazetecilerin ne olduğu sorusu, bence bugün gündemdedir.
70'li yıllarda MİT'in yan kuruluşu olarak çalıştığı iddia edilen bazı ajanslarda veya gazetelerde
, gazetecilerin ne işi olduğu sorulmalıdır. Ancak bu soruyu sorarken yüzeysel bir cevaptan ziyade, bir
analizin yapılması, bunun gerekçelerinin iyi değerlendirilmesi ve bugünden yarına psikolojik savaşın
yöntemlerini çözümleme anlamında bir hazırlığın yapılması önemlidir.

Psikolojik savaşın bir diğer boyutunda daenformasyon savaşı duruyor.

Bu doğrultudainternet de bir araç olarak kullanılıyor.

Türkiye'de müthiş bir bilgi kirlenmesi var.

Çünkü inanılmaz ölçüde bir enformasyon bombardımanıyla, birçok bilgi sureti haktan görünerek ama,
dezenformasyon kalıpları içerisinde çarpıtılarak insanlara aktarılıyor.

Psikolojik savaşın böyle bir boyutu da var. Ama, en önemlisitarafsızlık görüntüsü altında birleştirilen
yöntemle.

Bakın basında her zaman için İsrail'in misillemelerinden söz edilir ama, hiç Filistin misillemesi duyamazsın.
Yaniİsrail sanki sınırları belli, toprak bütünlüğü olan, hukuken tanınmış sınırlara sahip bir
devletmiş gibi işgal altındaki topraklarda adam öldürür. Karşılığında, Filistinliler meşru müdafaa haklarını
kullanıldıklarında bu misilleme olmaz. Fakat Filistinlilerin, onlara yönelik doğru temeldeki kurtuluşçu şiddet
hareketleri, İsrail'in misillemesini davet ediyormuş gibi veriliyor ve bunu yapanlar datarafsızlık görüntüsü
altında yaparlar.

Bunlar son derece merkezi yürütülen faaliyetlerdir.

Psikolojik savaşın ciddi kodları vardır.

En önemlisi debasın içerisinde, televizyonlarda oluşmuş haber süzgeçleri, yorum süzgeçleri


vardır . Bu sadece bazı yönergelerin aktarılması anlamında değil, çok ciddi bir oto sansürün de
gündemde tutulması anlamında kendini gösterirler. Demin verdiğiniz misilleme örneği önemlidir.Bu
misilleme örneği, İsrail'in devlet, Filistinlilerin ise aslında terörist ve şiddet yanlısı bir topluluk
olduğunu devamlı olarak gündemde tutulan bir bilgi bombardımanı türüdür.

A.B.D’nin Irakı işgali, aynı zamanda dünya para sistemi üzerindeki hegemonyasını korumakla bağlantılı

Y. Tuncay:
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Psikolojik harbin diğer bir yönü de var. Ekonomiye doğrudan etki ediyor. Biliyorsun ki psikolojik harp
adına yapılan şeyler, borsada sürekli hareketlere neden oluyor. Fakat son dönemde senin üzerinde
durduğun bir şey var, benim de dikkatimi çekti. “Dolar”ın ve “Euro”nun birbirine karşı olan hareketleri.
Bu hareketlerden bize biraz bahseder misin? Irak işgalinde de çok önemli yeri var bunun.

Suat Parlar:

ABD dünyanın en borçlu ülkesi. ABD, şu anda 9 trilyon dolar borç altında. Banknot matbaasını
çalıştırarak ayakta duruyor. Ama o banknot matbaasının nasıl çalıştırıldığı da çok önemli. Dünyanın başka
bir ülkesi böyle açık çekler yazamaz. Ama ABD, karşılığı olmayan açık çekler yazabiliyor. Neden?
ABD'nin gizli yumruğu sayesinde.

ABD'nin gizli yumruğu hava, kara, deniz kuvvetleri ve sahip olduğu muazzam nükleer stok. Yani yılda
700 milyar dolara varan ölçeklerde muazzam bir silahlanma, askeri proje harcaması tek başına
gerçekleştirebileceği bir boyut değil. ABD bunu şu şekilde yapıyor;dünya halklarını soyarak . Bunu
yapmak zorunda da. Başka türlü doların dünya üzerinde rezerv para olarak, dolaşımdaki para olarak
varlığını, hegemonyasını sürdürmesini sağlayamaz.

ABD'nin rakibi kim? Meseleye böyle baktığımızda, hem Japon Yen'i, hem de Euro ile Dolar ölçeğinde
bir çatışmaya sürüklenmesi kaçınılmaz. Çünkü A.B.D. bu 9 trilyonluk kaynağı ağırlıklı olarak zengin
müttefiklerinden elde ediyor. Gerçi şu söylenebilir; “Amerikan ekonomisinin sağlıklı yürümesi veya finansal
krize girmemesi Japonya ve Avrupa Birliği açısından da önemlidir” denilebilir. Ama, mesele bu kadar
basit değil. Çünkü Japonya bir "Yen bölgesi" oluşturmaya çalışıyor. Almanya ve Fransa bir "Euro bölgesi"
oluşturmaya çalışıyorlar ve giderek bu bölgeleri de yayma mücadelesi içerisindeler.

Emperyalizm bilindiği gibi rekabetsiz yürümez.Emperyalist bloklar kendi aralarında ekonomik ve


ticari rekabetlerini sürdürürler . Şu anda bir askeri rekabetten söz etmiyoruz ama, bir ekonomik ticari
rekabet söz konusu. A.B.D. ne yapıyor? Şunu yapıyor: doların diğer para birimleri karşısında gücünü
korumak adına, sürekli askeri güç gösterisi yapıyor. Buna merkantilist bir emperyalizm demek mümkün.

A.B.D. bu kaynak akışını güvence altında tutmak için sürekli askeri güç gösterisinde bulunurken, çok
rahat zafer garantisi veren zayıf düşmanlara yöneliyor. Granada, Panama, işte onların değerlendirmesine
göre Irak... Ki buradaIrak'ın boğazlarına oturan bir lokma olduğunu öğrendiler .O kadar kolay
sindiremeyecekler Irak'ı .

Zafer garantisi olduğunu düşündüğü askeri açıdan büyük bir yıpratma savaşından sonra gelip işgal ettiği
ülkeleri değerlendiriyor. Bunlar aynı zamanda kendi müttefiklerine yönelik gözdağıdır. Yani bugün
Körfez'den, petrolünün %90'ını sağlayan Japonya veya %54'ünü sağlayan Almanya düşünüldüğünde,
Fransa'nın bu bölgeden petrol ithalatına bağımlılığı düşünüldüğünde, A.B.D.'nin gelip bu bölgeye Körfez'e
yerleşmiş olması ve aynı zamanda bu güçlere yönelik olarak petrole dayalı bir veto yetkisini elinde
tutmasıyla bağlantılı.

Bu veto yetkisi dünyanın paylaşımında A.B.D.'nin çizdiği hegomonik sınırlar çerçevesi içerisinde Japonya,
Almanya, Fransa'nın hareket etmesi. Yani 2.sınıf emperyalist güç konumunu kabul etmeleri. Onlar da
sahip oldukları ihracat kapasitesine, teknolojik atılım boyutuna ve bunun yanı sıra rekabet avantajlarına
dayanarak, A.B.D. karşısında güçlerini gösteriyorlar.

ABD askeri açıdan bir dev olmakla beraber, kapasitesi açısından, ekonomik açıdan giderek bir cüceye
dönüşüyor. Çünkü 9 trilyon dolar borcu olan bir ekonomi uzun zaman kendi üretim dokusunu tahrip
etmeden varlığını sürdüremez.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Böyle bir ekonominin geleceği karanlıktır. Dolayısıyla, Euro ile Dolar arasında böyle çatışmalı bir süreç
var.

Irak'ı işgali, aynı zamanda dünya para sistemi üzerindeki hegemonyasını korumakla bağlantılı. Çünkü
Saddam Hüseyin, ABD açısından hiç bağışlanamayacak bir suç işledi;

Birleşmiş Milletler'de bulunan, petrol karşılığında elde edilen dolarlarını Euro’ya çevirdi ve bunlarla %17
oranında bir kâr elde etti. Söz konusu olan 10 milyar dolarlık bir rakam ve 1 700 milyon dolar civarında
bir kâr elde etti.

Irak örneğini başka ülkeler de izlediler. İran, yine petrolden elde ettiği gelirleri rezerv para olarak Euro ile
tutmaya başladı.

Bu akım Malezya'ya da yayıldı. Kuzey Kore belki çok önemli bir güç değil ama, Kuzey Kore'de
Euro’yu bu anlamda kullanacağını açıkladı.

Yani sepetteki çürük elmalar çoğaldı ama, sepetteki en çürük elma Irak'tı. Yani Saddam Hüseyin'in
böyle bir çıkış yapması ve bunun etkilerini göstermesi önemliydi. Belki çok kısa bir vadede dünyanın dört
bir yanında bu tip alım-satımları özellikle petrol alım satımında Euro kullanılmayacaktı.

Ama OPEC ülkelerinin buna yönelmesi ve buna Fransa ile Almanya'nın destek vermesi, ABD açısından
çok büyük bir hegomanya problemi yaratıyordu.

ABD bu problemini çözme adına Irak'a müdahalede bulundu. Yani Japonya, Almanya ve Fransa'ya karşı
gene o meşhur petrole dayalı veto yetkisini elinde tuttuğunu gösterdi.

“Sizin kaynaklarınız, sizin enerji kaynaklarınız benim kontrolümdedir, bunun için her türlü askeri güç
gösterisini yaparım” dedi.

Bunun Euro-Dolar rekabeti bağlamında böyle bir çerçevesi var. Önümüzdeki süreçte, bu Euro’ya geçiş
anlamında başka örnekler de göreceğiz. Venezuela önemlidir. Venezuela rezerv olarak Euro tuttuğunda,
petrol faturalarını Euro üzerinden gerçekleştirdiğinde, ABD açısından çok büyük bir yenilgi ortaya
çıkacak. Çünkü ABD, Euro doktrini çerçevesinde, Avrupa'nın, Amerika kıtasının işlerine
karışamayacağını varlık temeli saymıştır. Hatta Monroe doktrininin genişletilmesi, Ortadoğu'nun da
Monroe doktrini çerçevesine alınması söz konusuyken, Venezuela'da böyle bir yenilgiye uğramayı kabul
edebilir mi?

Venezuela'da darbe düzenlemesinin, CIA'in en büyük gerekçelerinden biri budur. Bir diğer gerekçe de
Baltık ticaretidir. Yani Venezuela devlet başkanının Küba ile ve diğer Orta Amerika, Latin Amerika
ülkeleriyle petrol karşılığında gerçekleştirdiği nakite dayanmayan ticareti, Amerika açısından sorun.
Mesele böyle bir çerçevede ele alındığında, Venezuela'nın, Irak'ın, aynı zamanda OPEC’in kuruluşunda
en fazla çaba sarf eden güçler olduğu, birbirleri ile petrol politikaları anlamında bazı uyum noktalarının
bulunduğu ve hatta petrol açısından ortak bir tarihsel geçmişe sahip olacak tarzda dayanışmalar gösterdiği
bilinir. Böylelikle Irak'la, Venezuela'daki darbe sürecinin eş zamanlı gelişimi daha da iyi anlaşılıyor. Buna
bir de Euro ile Dolar arasındaki çatışmanın getirdiği dinamik eklenirse, ABD'nin, Irak'ta bulunuşunun
kendi hegemonya kriziyle bağlantılı olduğu daha da netleşiyor.

Bu sadece bölgenin kaynaklarının kontrolü veya İsrail'i duraklatmaya dönük askeri bir girişim değildir.
Bunun dünya ölçeğinde sonuçları vardır. Japonya, Fransa ve Almanya petrol ihtiyaçlarını buradan
karşılıyorlar. ABD açısından bir veto yetkisi oluşturuyor, bu veto yetkisini işgalle kullanıyor, borçluluğunu
devam ettirecek tarzda stratejik bir alanı ele geçirmiş oluyor. Çünkü birim paranın dünya ölçeğinde
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

hegemon para olması, rezerv para olması, dolaşımın o para çerçevesinde gerçekleşmesi, ancak, gizli
yumrukla olur. Ama o yumruğu zaten açık hale dönüştürmüş vaziyette.

Buradan giderek ABD egemenlik sisteminin dayanaklarının ne kadar çürük olduğu da çıkıyor. Kendi
aralarındaki ciddi rekabetin yanı sıra, aynı zamanda, dünyayı çok büyük ölçekte bir finansal krize
sürükleyebilecek koşulları kendi politikasıyla oluşturduğunu görüyoruz. Bu para politikası, bir müddet
sonra dünya ölçeğinde çok ciddi finansal krizlere yol açabilir. Bu ABD'nin tecritini de getirebilir. Yani
kendi içine kapanmasını bile getirebilir. Şu anda bir askeri tırmanma kendi müttefikleriyle söz konusu
değil. Hiç birinin kapasitesi buna yetmez ama, giderek teknoloji alanında, ekonomide, küresel enerji
kaynaklarında gerçekleşecek olan rekabet dinamikleri, ABD'yi de daha da dezavantajlı duruma
düşürecektir. Euro ile Dolar arasındaki çatışmanın nihai sonucunu da, Irak'daki direniş belirleyecek.

Y. Tuncay:

Her şey iç içe geçmiş durumda. Bu da, Wilson'un “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nın içeren
politikasının o “ileri demokrasi” tezi vardır ya; yani yayılmakta olan, ya da, yayılma ihtimali olan sosyalizmi
durdurmanın yolu, ileri demokrasidir ve ulusların kendi kaderini tayin hakkını desteklemektir. Fakat
Amerika çeşitli ülkelerde bu doktrini devam ettirmeye çalışsa da, mesela, Türkiye'de, Avrupa Birliği'ne
bağlı demokrasi programını çok da kendisi için zararlı görmüyor. Bunu desteklerken, bir yandan da çok
ilkel bir yayılma yöntemi kullanarak askeriyle Irak'a giriyor. Böyle bir işgal programını dayatabiliyor.
Dolayısıyla, emperyalizm geçmişten gelen teknikleri de kullanıyor. Şu anda içinde bulunduğumuz düzene
uygun teknikleri de kullanıyor. Senin de söylediğin gibi; ne tek başına petrol, ne tek başına su, ne tek
başına para. Çok uçlu sonuçları var. Bu sadece Ortadoğu'ya yönelik bir proje değil. Tüm dünyaya
dayatılan, bir hegemonya krizinin çözümüne yönelik bir strateji. Bu anlamda işgal kendi rengini belli
ediyor.

Emperyalizmin “yumruğu” olmadan “Gambot Diplomasisi” olmaz

Suat Parlar:

Wilson'la ilgili olarak bir ekleme yapmak lazım. Wilson'un ünlü prensiplerinin moral anlamının ötesinde,
belki ayrıntıda kalabilecek başka bir stratejik anlamı da var. 1. Dünya Savaşı'ndan Almanya yenik çıktı.
Wilson bu prensipleri formüle ederken, Avrupa'da Almanya'nın egemenliğinin veya Alman fetişçiliğinin, bir
Alman alanı yaratılmasının önüne set çekecek tarzda bir ulus devletler programını hedefledi.

Alman İmparatorluğu'nun yayılmasının ancak bu şekilde önleyebileceğini düşündü. Yani çok sayıda
devletin oluşumu ve bunun ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine bağlanması, Alman yayılmacılığını,
Alman yaşam alanının yayılmacılığını önleyecekti. İşin böyle bir yanı da var. Çünkü Almanya hep doğuya
açılımı çerçevesi içerisinde bir yaşam alanı tarif etti. O çerçeve içerisinde de, Basra Körfezi’nden,
Hindistan'daki Britanya emperyalizmini tehdit edecek çapta büyük bir girişimi hedef olarak önüne koydu.

Bunun önüne geçmenin yolu köhnemiş monarşiler veya Osmanlı İmparatorluğuyla sağlanamazdı.
Balkanlardan itibaren çok parçalı, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı çerçevesi içerisinde yayılmış
bir devletler kuşağı, Almanya'nın bu hedeflerini engelleyebilirdi. Wilson prensiplerinin, aynı zamanda bir
böyle bir stratejik anlamı da vardır.

“İleri demokrasi” ise, bugün olduğu gibi açık kapı politikasına dayanıyor. Yani dünyanın dört bir yanında
ABD'nin istediği; pazarlara ve stratejik kaynaklara uzanabilmesi, kendisi açısından hiçbir kısıtlamanın
konulamaması ve bu anlamda da Britanya emperyalizminin, Fransa'nın veya diğer güçlerin engel
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

çıkarmaması.

Güneşteki yerini alan emperyalist Amerika'nın açık kapı politikası; kendi pazarları üzerinde, piyasası
üzerinde mutlak denetim, bu anlamda her türlü himayeci tedbir ama, dünyanın başka bölgeleri açısından
açık kapı politikasına dayanır. Petrol açısından da, diğer kaynaklar, diğer stratejik ham madde kaynakları
açısından da, pazarları açısından da böyle.

ABD'nin bu politikasında günümüzde de değişiklik yok. ABD'nin demir-çelik, tarımdan sanayinin birçok
koluna kadar kotaları var ve bu kotaları delmek mümkün değil. Ama aynı ABD, başka pazarlar söz
konusu olduğunda açık kapı politikasını savunuyor. Yani herhangi bir kural tanımadan istediği finansal
serbestlik içerisinde herhangi bir pazara girecek, kârını elde edecek ve çıkacak. Bu anlamda hiçbir engeli
tanımıyor. Bu anlamda serbest piyasacı. Ama, ABD kendi çerçevesi içerisinde müthiş bir himayecilikten
yana. En basiti askeri endüstriyel kompleks çerçevesi içerisinde, ABD'nin silah tekellerine aktarılan
muazzam kamu kaynaklarını düşünelim. Tarım sübvansiyonlarını, demir-çelik sübvansiyonlarını düşünelim.
Demek ki günümüzde de, aslında, tabloda çok fazla değişiklik yok.

O bakımdan, emperyalizmin nitelik kapsamında bir değişim geçirdiğini söyleyemeyiz. Sadece yeni baskı
teknolojileri anlamında bazı değişiklikler olmuştur. Ya da başka kurumsal ölçeklerde incelikler
gündemdedir. Artık öyle bir döneme geldik ki, bu incelikleri de bir kenara bırakıyorlar. Ne yapıyorlar?
Sömürgeciliğin 19. yüzyıldaki vahşet koşullarını “gambot diplomasisi”ne geri dönmüş vaziyetteler.

Ne idi o “gambot diplomasi”si? Bir ülkeye saldırı, işgal, abluka, şantaj. Çin'e uyguladıkları afyon
savaşındaki koşullar neyse, Irak'a uyguladıkları da odur. Peki bunu soğuk savaş döneminde niye
yapamadılar? O zaman dünya farklı bazı güç odaklarından oluşmaktaydı.

3. dünyada çok güçlü bir ekonomik, milliyetçi, toplumcu yükseliş vardı. Sovyetler’de ister istemez, o
temelde destek veriyordu üçüncü dünya ülkelerine. Gerçi, verdiği destek sınırlıydı. Ama, bu ekonomik
milliyetçiliği, bu radikal topluluğu yenmek adına, ABD bir çok yerde insan yüzlü emperyalizmini devreye
sokuyordu. Ama o insan yüzlü emperyalizm çağında bile milyonlarca insan savaşta öldü.

Günümüzde bu 3. Dünya devrimci yükselişin bastırıldığı ölçekte, ABD “gambot diplomasisi”ni pervasızca
ve en barbar yöntemlerle uygulayabiliyor. Irak'ta yaşanan budur. Böyle bakıldığında, emperyalizmin çıkış
noktasına döndüğünü söylemek mümkün. Yani klasik sömürgeciliğin çocuğu olan emperyalizm, basit bir
sermaye ihracı olmanın ötesinde anlam taşıyor. O sermaye ihracı, emperyalizmin yumruğu olmadan
“gambot diplomasisi” olmadan, bunu zaten sürdüremez. bu anlamda basitleştirici tariflerden veya yeni
emperyalizm tezlerini ön plana çıkarmaktan ziyade, meseleyi bütünlüklü olarak incelemek ve klasik
sömürgecilik çağından itibaren akan birikimi değerlendirmek gerekiyor.

Şu anda dünyanın dört bir yanında “Anti-Amerikancılık” yükselişte

Y. Tuncay:

Son olarak sana bir soru sormak istiyorum. Geçenlerde bir değerlendirmede okudum ve çok ilgimi çekti.
A.B.D.'nin bu işgalinin -bir yandan da psikolojik harple ilişkisi var- kendisinin tanımladığı “terörizmin
ekmeğine yağ sürdüğüne” dair bir değerlendirme var. 3. dünyada yükselmiş devrimci dalganın bastırılması,
yok edilmesi adına -ki bunu büyük bir ölçüde başardılar denebilir- yapılan bu saldırılara karşılık, buIrak
direnişi nin dünyada yeniden bir kıpırtı yaratabilecek boyuta gelebileceğine inanıyor musun?

Suat Parlar:

Kıpırtının ötesini yaratmıştır.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Şimdi şöyle değerlendirmek lazım; Irak'ta ve Filistin'de direnişin tüm baskı araçlarının kullanılmasına
rağmen yükselişi dünyanın dört bir yanında, Amerika'ya karşı savaşanlara gizli ve anlamlı bir lojistik
sağlıyor.

Şu anda dünyanın dört bir yanında anti-amerikancılık yükselişte.

Bu artık insanlar arasında müthiş bir bağ yaratmış vaziyette.

Neredeyse birbirini tanımayan coğrafyalarda yaşayan insanlar, anti-amerikancılık, giderek de


anti-siyonizm çerçevesi içerisinde bir kardeşlik örgütüne dönüşmüş vaziyette.

Bu ABD'yi çok büyük ölçüde önümüzdeki süreçte sıkıştıracak bir stratejik programın da önünü açıyor.
ABD sadece Irak veya Filistin'de yükselen mücadeleyle uğraşmak zorunda kalmayacak, dünyanın dört
bir yanında bu mücadelenin esinlendirdiği hareketlerle yaygınlık kazanacak.

Sadece İslam ülkelerinde değil, Latin Amerika'da da, Orta Amerika'da da bu yaşanacak. Konvansiyonel
bir savaşta, ABD'yi yenmek mümkün değil. Yani ABD'nin o insafsız bombardımanıyla karşı karşıya
kalındığında yapılacak bir şey yok.

Birleşik bir savaş stratejisiçerçevesinde, ABD'ye yönelik olarak dünya ölçeğine yayılmış bu lojistik
imkânla düşünüldüğünde, ABD'nin vay haline.

ABD bu anlamda askeri açıdan da statü kaybetmekte olan bir güce dönüşmüş vaziyettedir.

Çünkü ABD'nin aynı zamanda şöyle bir savaş doktrini var; “süper güçlendirilmiş bireyleri kontrol altına
alamayız”. “Süper güçlendirilmiş birey” bizim açımızdan en fazla korkulması gereken düşmandır.

Anti-amerikancı dalga, “süper güçlendirilmiş birey”lerle ve bu bireylerin yarattığı büyük organizasyonlarla


açılıma gidecektir.

Önümüzdeki süreçte, o kadiri mutlak sayılan ABD gücünün inmeye başladığını göreceğiz.

ABD bu anlamda dünya üzerinde sahip olduğu askeri hegemonyayı da yitirmeye başlayacak.

Kaldı ki, zaten, ABD'nin kazandığı bir savaştan da söz edilemez.

ABD nerede savaş kazandı?

Kore'de, Vietnam'da yenildi. Şimdi sırada Irak var ve ABD sözde bir hegemon güç olarak, zaten, uzun
zamandır o hegemonyayı deldirmiş vaziyetteydi. Bölge ticaretine yasak getirdi. Türkiye üzerinden müthiş
bir mazot ticareti yapıldı. O ambargoyu en yakın müttefiki bile ciddiye almadı.

İran'ı devamlı olarak tehdit etti. İran'la ticaret yapılmasını engellemeye çalıştı. ABD'li şirketler en başta
İran'la ticaret yaptılar.

Kendi müttefiklerinin, Irak'la, İran'la ticaret yapmasını engellemeye çalıştı. Orada da sonuç alamadı.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kuzey Kore'nin yiğitlemesi ortada. Kuzey Kore, ABD'yi, artık bugün
açık açık tehdit eder vaziyette.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Küba'da halen daha bütün o ambargoya, baskıya rağmen çocuk ölümlerini yenmiş.

Bu anlamda ABD'deki insani gelişme standartlarının önüne geçmiş Castro yönetimi var.

Venezuela başbakanı, CIA'in bütün yüklenmesine rağmen iş başında.

Biz hangi hegemonyadan söz ediyoruz. Dolayısıyla, ABD hegemonyası, delik deşik edilmiş bir
hegemonyadır.

Önümüzdeki süreçte, o kadiri mutlak sayılan ABD'nin, daha ciddi yaralar aldığını göreceğiz.

Ama bu bizim değerlendirmemiz.Türkiye'deki yerli Amerikalılar ,ABD'ye tapmak konusunda geri


adım atmayacaklardır . Dünyadaki en son ABD çözülüşüne uyanacak olanlar da, Türkiye'dekiyerli
Amerikalılar olacaktır.

Yazgılarını ABD'ye bağlamış vaziyetteler. Bir de, Türkiye'de,ABD'ye karşı dövüş taklidi yapan “sol
”lardan söz etmek lazım. Çünkü tersinden bakıldığında,onlar da, ABD'yi kadiri mutlak olarak
değerlendiriyorlar . Mesela,ABD'ye yönelik olarak kitle eyleminin gelişmesinin, bir müddet
sonra ABD tarafından, ABD'nin yönlendirmesiyle devrimcilerin imhasını getireceğini
savunanlar bile var. Böyle gerekçelerle ortaya çıkarsanız, tabi mücadele edemezsiniz. Bu kadar kadiri
mutlak bir Amerika varsa, siyaseten emekli olup köşede oturmak en iyisi.

Anti-Amerikancılık, anti-emperyalist unsurlarla, anti-kapitalist unsurları doğal olarak içerir

Y. Tuncay:

Anti-amerikancı dalga yükselirken, uygulanmaya çalışılan kapitalizmin getirdiği yönelişlerden amerikan


modelini tercih etmeyip, daha başka tercihe yönelenler de bu yükseliş içinde yer alabilirler. Aslında, temeli
anti-amerikancılıktan koyarken, bu temelin en temeline anti kapitalisti koymak gerekiyor.

Suat Parlar:

Anti-amerikancılık, anti-emperyalist unsurlarla, anti-kapitalist unsurları doğal olarak içerir. Başka türlüsü
zaten düşünülemez. Çünkü, şu anda Avrupa merkezciliğin ekseni Amerika'dır. “Amerikan karşıtlığı”
dediğimiz zaman, top yekün bir emperyalizm karşıtlığının, bir emperyalist, kapitalist sistem karşıtlığını
algılamalıyız.

Avrupa Birliği ile işimiz kolay. Avrupa Birliği emperyalizmi sadece cılızdır. Sömürgeciliğin bütün küfü,
bütün pisliği üzerindedir. İstediği kadar hayırsever kapitalist görünümünü oynasın. Avrupa emperyalizminin
üstesinden gelmek çok daha kolaydır.

3.Dünya, zaten, şu anda Avrupa'nın içerisinde kökleşmiş vaziyette.

Yani Amerika'nın bu ölçekler içerisinde statü kaybetmesi, ne Almanya'nın, ne de Fransa'nın işine gelir.
Bütün bu rekabete rağmen, ABD'nin askeri açıdan halen daha dünyanın global güvenliğinden sorumlu
olmasını isterler. ABD'yi, o anlamda devriye polisi olarak görmeyi isterler. Ama ABD'nin geri çekilmesi,
bu anlamda yara alması, Avrupa emperyalizminin de, aynı zamanda gerilemesi dinamiklerini ortaya
koyacaktır. Yoksa, burada, “ikisi arasındaki çelişkiden yararlanalım” tarzında bir Damat Feritçi anlayışa
sahip değiliz.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

1921'den sonraki 80 küsur yıllık tarih, 1919-21 arasında biriken gücün dağıtılması yok edilmesi üzerine
kurulmuştur

Y. Tuncay:

Türklerin modernleşme tarihinin son halkası olan siyasi yapılanma kalpağını giyen, ama, temelinde bir
anti-kapitalist faaliyeti taşımayan yönelişler de var Türkiye'de. Bu yönelişler, aynı zamanda, ılımlı İslam'ın
oluşmasına da yardım ediyorlar.

Suat Parlar:

Şimdi şu ayırımı net olarak koymak lazım. 1919-1921 arasında gerçek solcuların, radikal İslamcıların
bulunduğu bir parlamento vardı. Mustafa Kemal'e gelince, eşitler arasında birinciydi. Ciddi bir sol
kadronun, Anadolu'da ağırlığı bulunuyordu. Bolşevik akımın çok ciddi ağırlığı bulunuyordu.

1919-1921 yılları arasında Arap ayaklanmalarına bile Anadolu destek veriyordu. Britanya
emperyalizminin korkusu da buydu. Yani Anadolu hareketinin, Bolşeviklerle bütünleşmesi ve Ortadoğu'yu
bu anlamda örgütlemesi, Britanya sömürge sisteminin sonunu getirebilirdi.

Dolayısıyla, Arap isyanını bastırmak üzere, bölgeye 700 bin askerini yığdı Britanya emperyalizmi.
1919-1921 yılları arasında, Anadolu bu Arap isyanıyla işbirliği yaptı.

Eğer biz, bugün bir cumhuriyete sahipsek, bir devlete sahipsek, Mezopotamya üzerinden gelişen
dinamiğin doğru okunması, bu temelde Arap-Kürt-Türk-Çerkez halkının işbirliği ve bu işbirliğinin
emperyalizmde yarattığı ürküntü önemlidir.

Bu işbirliğin temelinde, doğru bir İslami program, halkçı bir anlayış ve bunun Bolşevik akımla
bütünleşmesinin Britanya açısından yarattığı tedirginlik önemli bir dinamik oluşturmuştur.

Eğer bu dinamik olmasaydı, bu ülkede yeni bir devlet ve Osmanlı'nın devamı olan bir devlet meydana
getirilemeyecekti.

Ama şunu da unutmayalım; 1919-1921 yılları arasında emperyalizme rağmen, batıya rağmen geliştirilen
Bolşevik,İslamcı ,sosyalizan ,devrimci işbirliği -ki buhalklar temelinde dir aynı zamanda-, bir daha
insanların rüyalarında bile göremeyecekleri bir gerçeklik olsun diye tarihten kazınmıştır, bastırılmıştır,
silinmiştir.

Yani 1921'den sonraki 80 küsur yıllık tarih, 1919-21 arasında biriken gücün dağıtılması yok edilmesi
üzerine kurulmuştur.

Türkiye'nin Ortadoğu dinamiklerinden uzaklaştırılması, Kafkasya'dan uzaklaştırılması, sosyalizan akımdan


uzaklaştırılması, Arap kardeşlerinden, Türk kardeşlerinden uzaklaştırılması,tümüyle batının içerisine
hapsedilmesi yaklaşımına yönelik olmuştur. Böyle bakıldığında da içinde bulunduğumuz çıkmazın,
dediğim gibi, 1919 ile 1921 arasında biriken o muazzam potansiyelin, 80 yıldır yok edilmesi temelinde
geliştirildiğini görüyoruz.

Y. Tuncay:
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sözünü ettiğin bu politika yapma birikimi, günümüzde ne kadar anlaşılabiliyor? Bu dinamikleri anlamak ve
o temeli yönlendirebilmekte birikimli kadroların işi olsa gerek...

Suat Parlar:

Bu ülkede bu bölgede hiç kimse devrimci politika yapamaz. İslam düşmanlığıyla devrimci politika
yapamaz. Yaparsa cılız kalır, büyüyemez, gelişemez, doğru dinamiklere oturamaz. Kemalizm'den alınacak
tek ders varsa, o da, bu temeldir. Başlangıç aşamasında, çıkış aşamasında bu temele dayandılar, daha
sonra batıyla, Sovyetler arasında tampon bir devletin yaratılması anlamında, bu temelden diplomasi
masasında vazgeçtiler. Ama o diplomasi masasına giderken de ellerindeki kozlar, bu kozlardır. Yoksa
Yunan ordusunun yenilmezliği, efendim, denize dökülmesi değildir.

Britanya'nın Anadolu'dan tek çekilme nedeni vardır: Anadolu'nun, Mezopotamya üzerindeki politik, dini,
kültürel, ekonomik etkinliğidir.

Y. Tuncay:

Evet Suat. Teşekkür ediyoruz sana. Ayrıca, fotoğraflarından dolayı Gençer Yurttaş ve Cevahir Buğu
arkadaşlara da teşekkür ederiz...

Suat Parlar: Ben teşekkür ederim.

Y. Tuncay: Tekrar görüşmek üzere...

Suat Parlar: Hoşça kalın...

Yayın Listemiz

Aşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır.

http://ferid_hakki.sitemynet.comadresinden
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Ücretsizindirebilirsiniz !.

---------------------------------

http://ferid_hakki.sitemynet.com

---------------------------------

v Aşk Penceresinden Asr-ı Saadet

v Dünyayı Yöneten gizli Örgütler

v Okunası, Çok Önemli Konular

v Cuma Notları -2-

v Avrupa Birliğine NEDEN HAYIR !

v Kur’anla Kucaklaşmak

v Psikolojik Harekât

v “B”SIRRINA ERMEK

v Gerçeğin Öğretisi/TASAVVUF

v Oruç’un Sırları

v Türkiye ya "Büyük Türkiye" olacak ya da

“Yok” Olacak !

v Yeni Keşifler -2-

v İstihbarat

v Bilinç Ötesi Boyut RÜYALAR

v Parapsikoloji ve Parapsikolojik Harp

v Kıyamet Halleri

v CFR ve Yeni Dünya Düzeni

v Yorumsuz Seyir
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

v Yeni Büyük Oyun / Yeni Soğuk Savaş

v İnternette Tıp Haberleri -1-

v Yeni Keşifler -1-

v Ölüm Terapisi

v Ölmeden evvel Ölmek

v Cemil Meriç Anısına

v Vatikan’ın Gizli yüzü

v İz Bırakanlar

v Sonsuz Boyuta Açılmak - Zikir

v Bilinmeyen Vatikan II

v Cuma Notları I

v Bilinmeyen Vatikan I

v Tapınak Şövalyeleri - Gizli Dünya Devleti

v Günün Yorumu

v Allah’ı Bilmek

v Tsunami Altındaki gerçekler -H. A. A. R. P

v Sorgulayan Beyinlerin Kendine Soruları

v Allah indinde DİN 2. Bölüm

v Avrupa Birliği’nin Türkiye Politikaları

v Allah indinde DİN 1. Bölüm

v Mir’at ül İrfan (İrfan Aynası)

v G. O. P ya da HAÇLILAR MI?

v AVRUPA BİRLİĞİ VE

CHRISTENDOME KAVRAMI

v MARDUK ya da KAOS

v [Astroloji-Program] Astro Yükselen


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

v GİZ’li Gülşen 1

v Depresyon

v Psikospritüel Kriz

v [Astroloji-Program] Yıldızlar Altında

v Aynadaki Evren

v Din’i Anlamada Reform

v Tao’cu Uygulamanın Temelleri (Kültür

Serisi-1)

v En Büyük Sır- İlluminati Şeytani Bilinci

v MARDUK ‘Yakın Gelecek ‘ mi?

v Metafizik Mucizeler ya da Yanılgılar

v Kur’an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader

formatında)

v Hz. İbrahim’in Mirası Hz. Musa’nın Asa’sı

ve KUNDALİNİ

v Dik Bahçene Solayım!

v Uzaylılar

v Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II

v Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolü

Hallac-ı Mansur

v Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri

v İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim

v Evrenin Sırları

v Etkili Sözler III

v Beynimizi Kim Kullanıyor ?


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

v Yorumsuz Katalog (Güncellendi)

v Zamansızlık (timelessness)

v Hangi Evreni Algılamaktayız?

v Gönül Uyandırma

v Kıyametin Deşifresi

v Yorumsuz Katalog

v Çağdaş Bakışla Allah

v Taş’taki Güç... Mutluluğunuz için...

v Etkili Sözler II

v Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem

v Rüya Yorumu

v Kader Gerçeği

v Evrensel Sırlar

v Rüyanın Dışındaki Rüya

v [Astroloji-Program] Canopus

v Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış

Yazılar

v Holografik Beyin ve Evren

v Mesajlar I

v Uzaylıların İçyüzü

v Tanrı yok Allah var

v Reenkarnasyon Aldatmacası

v Astroloji-Yeni Millennium’un Popüler

Bilimi

v [Astroloji-Program] Planetium

v Modern Bilim ZİKİR’i Keşfetti


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

v Etkili Sözler I

v Yıldızların Altında

v Çağdaş Bakışla Din

v [Astroloji-Program] PopHR

v [Kullanım kılavuzu] PopHR Rehber v. 2

http://ferid_hakki.sitemynet.com

You might also like