You are on page 1of 176

İNKILAP KİTABEVI

altın kızlar
Psikoloji
Sözlüğü
İsviçre de. Lozan Eğitim Enstitülerinde Çocuk Psikoloji u G<
nel Psikoloji dersleri okutan O A. Gürün’ün Psikoloji Sözlüğü,
Mmanca. Fransızca ve İngilizce karşılıklarıyla olduğu kadar kav
ramların açıklanmasındaki belirginlikle de, her tur okut uc uya s< s
lenen titiz ve soluklu bir çalışma ürünü
Kendini tanıma, kavram oluşturma, bildiği yabancı dildeki psı
koloji kavramlarını pekiştirme ve psikolojinin boyutları hakkın
da bilgi edinme istemlerine yanıt verecek olan Psikoloji Sözlü
ğü, mümkün olduğu kadar geniş bir okuyucu kütlesine ulaşma
yı amaçlamaktadır.
Yayımlayan:
© İNKILÂP KİTABEVİ
Yhyın Sanayi ve Tic. A.Ş.
Ankara Cad. 95
34410-tSTANBUL

tarama ve düzenleme ALTIN KIZLAR

Bu kitabın her türlü yayın hakları


Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu gereğince
İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve
Tic. A.Ş.’ye aittir.

ISBN 975- 10 - 0393 -8


91 -34-Y-0051-0282

Baskı:
Cemalnadir Sok. 24
Cağaloğlu-İSTANBUL
1991
psikoloji
•• ••w••
SOZLUGU

a A. GÜRÜN

İNKILÂP Kİ1ABEVİ
YAYIN SANAYİ VE TİCARET AŞ.
Ankara Cad. 95 • 34410 İSTANBUL
ÖNSÖZ

'AŞAMİNİ anlamlandırabilmek için, kendisini olduğu ka­


y dar başkalarını da tanıma gerekliliğine inanan okuyucula­
rı yakından ilgilendiren psikoloji öğretisi, gün geçtikçe daha bü­
yük okuyucu kütlelerine ulaşmaya başlamıştır. Bu durum kuş­
kusuz çok sayıda psikoloji kitabının yayınlanmasına neden ol­
muştur. Ancak, bir psikoloji kitabını eline alan kişi, çoğu kez
bazı kavramlar karşısında duraksamada, kuşkuya düşmekte ya
da yanlış çıkarsamalarda bulunmaktadır. Bu zorlukları elimiz­
den geldiğince gidermeyi amaçlarken, psikolojinin boyutları hak­
kında bilgi edinmek isteyen okuyucuların isteklerine de, yanıt
vermeye özen gösterdik.

Çalışmamıza başlarken ne denli kaypak bir zeminde yürüdü­


ğümüzün farkındaydık. Çoğu kavramların içiçeliği, ayırt edici
faktörlerin pek belirgin olmayışı bu düşüncemizi kanıtlıyordu.
Bir de bu zorluklara, farklı dillerden çeviri yapan çevirmenlerin
aynı sözcüğe farklı karşılıklar bulmalarıyla ortaya çıkan bir di­
ğeri ekleniyordu.

Yukarda ortaya koyduğumuz girift sorunun çözümü, farklı dil­


lerdeki öz kaynaklara yönelik karşılaştırmalı bir çalışmayla el­
de edilebilirdi ancak. Bu tür bir çalışma, ayırt edici faktörleri
belirginleştirirken sözcüklerin, uydurmacılıktan arınmış ve öz­
leriyle bağdaşık bir yapıya sahip olmalarını sağlıyacaktı.

5
Diğer yandan sözcüklerin yanına farklı dillerdeki karşılıkla­
rını koymak ve bu sözcüklerin içerdiği kavramı berkitmeye ya­
rayan kuramlara ve kuramcılara da çalışmamızın kapsamı elver­
diği oranda yer vermekle, psikoloji hakkında daha geniş bilgi
edinmek isteyen okuyuculara, başvuru niteliğinde bir iç kaynak
hazırlanmış bulunuyorduk.

O. A. GÜRÜN

6
I
A

Alfred
Adler

Adler Alfred (1870-1937) AvusturyalI bir hekim ve psikolog


olan Adler, Freud’ün ilk öğrencilerindendir. Ancak, 1905 yılın­
da yayınlanan “Örgenlerin yetersizliği ve bu yetersizliğin ruhsal
ödünlenmesiyle ilgili inceleme” adlı yazısıyla Freud’den ayrılmış­
tır. Jung gibi Adler de nevrozların cinsellik üzerine temellendi-
rilmesinden yana değildir. 1911 yılında bireysel psikoloji adıyla
bilinen kendi öz okulunu oluşturan Adler’e göre, ruhsal yaşa­
mın dinamizmini anlaşılır kılan cinsellik itkisi olmayıp yetkinli­
ğe ulaşma arzusudur. Eğitim, kalıtım, toplumsal rastlantılar ki­
şide, küçüklük günlerinden başlamak üzere ulaşmaya çalıştığı bir
erek oluşturmuştur. Çocuk, erişkin kişiler karşısında duyduğu
aşağılık duygusunu ödünlemeye yönelmiştir. Aşağılık duygusun­
dan kurtulmak üzere başvurulan bir aşırı ödünleme, nevroz, bü­
yüklük karmaşası ve gerçeğin yadsınması gibi durumlara yol açar.
Ödünleme yasasına göre aşağı olan her şey üstünlüğe yönelir. An­

7
cak, aşırı ödünlerce çok önemli olup gerçeklik duygusunun kay­
bına ve kişinin gücüyle orantılı olmayan ereklere yönelmeye ne­
den olabilir. Nevrozda birey, düşsel bir üstünlüğü koruyabilmek
için, kendini düş kırıklığına uğratabilecek olan gerçekle yüzyü-
ze gelmekten kaçınır.
Adler’in ruhsal sağaltım yöntemi, kişinin kendi öz olanakla­
rını kabul edip toplumsal yaşama katılmasını sağlar. Ruhsal so­
runlarda toplumsal nedenlere dikkati çeken Adler, kişideki top­
lumsal duyguyu kuvvetlendirerek başarısızlıkların esas nedenle­
rinin ortaya çıkarılmasının yaşamı anlamlandıracağına inanmak­
tadır.
Toplumsal duyguya büyük bir önem veren Adler örgensel ek­
sikliğin ve şımartılmanın çocuğun yeterli bir toplumsal duyguya
sahip olmamasına neden olduğunu ileri sürer. Adler’e göre in­
san ruhunun ereği utku, emniyet ve üstünlük arzusudur. Her bi­
rey, kendi yaşam üslubundan doğan bir etkinlikle, karşılaştığı so­
runlara bir çözüm getirebilir.
Adler’in bellibaşlı eserleri: Sinirli mizaç
İnsanın bilgisi
Bireysel psikoloji ve tekniği
Yaşamın anlamı
Zorlu çocuklar
Adualizm (fr. adualisme) Küçük çocuğun kendisini dış dün­
yadan ayırt edememe ve nçsnel olanla.öznel olanı birbiriyle ka­
rıştırması durumu.
Afazi Bak. Söz yitimi. '
Agnozi Bak. Tanısızlık
Agorafobi (Alan yılgısı) Geniş alanlardan ve açık yerlerden gö­
rünür bir neden olmaksızın bunaltılı bir ürkeklikle duyulan yıl­
gı.
Agrafi Bak. Yazı yitimi

8
Ağızcıl dönem (alm. ora! Stufe; fr. stade oral; ing. oral slage)
Cinselliğe bağlı olarak çocukta duygusal yaşam gelişiminin ilk
evresi. Çocuğun dış dünyayla olan ilişkileri, emmeye eşlik eden
işitsel, görsel ve deriye ait imgelerin içe alınmasıyla yapılanır. Ağız
mukozası ve dudaklar ilk arzu uyandıran bölgeler olduğundan
çocuk, içgüdüsel itkilerinin doyumuna ağız yoluyla ulaşır. Bu dö­
nemde süt veren annenin varlığı çocuğa dinginlik ve doyum sağ­
layarak dış dünyayla oluşacak ilk ilişkilerin temelini oluşturur.
Dengeli bir beslenme ve acısız, kademeli bir sütten kesme
uyumlu bir duygusal gelişim sağlarken bu dönemde oluşacak sap­
lantılar da, daha sonraki yaşamda nevrozları oluşturan bir et­
ken durumuna gelebilir.
K. Abraham’a göre ağızcıl dönem iki alt evreye ayrılabilir. Bun­
lardan birincisi emme, İkincisi de dişlerin belirmesiyle ortaya çı­
kan ve nesneyi içe alan ve tahrip etme özelliğine sahip olan ısır­
ma evresidir.
Aile romanı (alm. Familienroman; roman familial; ing. family
romance) Çocuğun, anne-babasıyla olan ilişkilerini gerçeğe uy­
gun olmayan bir biçimde yorumlayarak fantazmlar kurması. Ken­
disinin bulunmuş bir çocuk olduğunu düşünen ya da ailesi tara­
fından terkedileceğine dair düşsel bir roman oluşturan çocuğun
bu durumu Cbdipus karmaşası döneminde aynı karmaşanın ya­
rattığı baskıdan ileri gelmektedir.
*'*

Akrofobi (Yükseklik yılgısı) Çoğu kez bir baş dönmesiyle or­


taya çıkan yüksek yerlerde durmaktan duyulan nedensiz bunaltı
ve yılgı.
Aleksi Bak. Okuma yitimi
Alexander Franz (1891-1964) Alman asıllı Amerikalı bir psi­
kanalist olan Franz Alexander özellikle psikosomatikle ilgili ça­
lışmalarıyla tanınmaktadır. ABD’de psikanalizin öncülerinden
biri olan F. Alexander, Şikago Üniversitesi’nde psikanaliz pro­

9
fesörlüğü yapmış vc 1931 yılında da Şikago Psikanaliz Enstitü-
sü’nü kurarak yine bu enstitüde kısa süreli analitik psikoterapi
yöntemini geliştirmiştir. Çoğu psikanalistin aksine kişideki ça­
tışmaların nedenini çocukluk çağındaki karmaşalara bağlayacak
yerde yetişkin çağdaki çatışkılar üzerinde durmaktadır. Diğer yan­
dan sağaltım sırasında hastaya etkin biçimde müdahalede bu­
lunmaktadır. Bu durum, çoğu kez sağaltım süresini kısaltmakla
birlikte psikanaliz ilkelerine ters düşmekte ve hastanın, kişiliği­
ni güçlendirecek yerde sağaltımcının kişiliğiyle dolmasına neden
olmaktadır. Bu nedenle yöntemin çıkmaza girdiği durumlarda
Freud yöntemine başvurmaktan kaçınmadığı görülür.

Alexander’in bellibaşlı eserleri: Psikanaliz ilkeleri


Psikosomatik hekimlik

Algı (idrak) (alm. Wahrnehmung; fr. ve ing. perception) Du­


yu organlarıyla elde edilen duyumların, karmaşık psikolojik bir
işlev sonucu örgütlenerek, nesne ve olaylar hakkında bireyi bilgi
sahibi kılma etkinliği.
Çocuk, yaşamının ilk günlerinde dış dünya hakkında bulanık
bir bilgiye sahiptir. Henüz farklılaşmamış olan algılarını ilk ay­
ların ruhdevimsel etkinliğiyle örgütlemeye çalışmaktadır. Zaman­
la algı alanında yaptığı buluşlara yenilerini de ekleyerek çok da­
ha karmaşık bileşimlere (sentezlere) yönelecektir.
Algı, duyumların birbirini izlemesi ya da birbirine eklenmesi
olmayıp Geştalt kuramına uygun olarak bir bütünün kavranma­
sına yönelik bir bireşimdir. Ancak her bireşim, bireyin kişiliğiy­
le yakın ilişkide olduğu gibi, güdülenim ye sosyo-kültürel yapı­
nın etkisinde öznel bir görünüme sahiptir.
Aç bir kimsenin beyzbol topu resmini ekmek olarak görmesi,
ormanda elinde silâh olduğu halde yürüyen avcının bizim farke-
demediğimiz bir gürültüyü anında algılayıp değerlendirmesi, be-

10
ğcnilcrin toplumdan topluma değişmesi algı işlevinin öznelliği
ni kanıtlamaktadır.

Alıklık (alm. Idiolie;fr. idiotie; ing. idiocy) luı ağır zekâ geri­
liği. Konuşma yetisine sahip olamayan alığın zeka bölümü 0-25
arasında, zekâ yaşı ise, üç yaşın altında bulunmaktadır. Alıktaki
zekâ geriliğine çoğu kez fiziksel bozukluklar da eşlik eder.
Alıklar, en basit gereksinimlerini gideremedikleri gibi, kendi­
lerini dış yaşam koşullarına karşı savunacak durumda değildir­
ler. Bazı özdevimler elde edebilirlerse de, bunlar toplumsal ya­
şama katılmalarına yeterli olmayıp sürekli olarak bakıma gerek­
sinim duyarlar.

Alışkanlık (itiyat) (alm. Gewohnheit; fr. habitude; ing. habit)


Tekrar ve alıştırma sonucu bellekte yer eden kalıcı bir davranış.
Alıştırmanın alışkanlık edinmede önemli bir yeri olmasına kar­
şın olgunluğun da zörunlu bir yeri vardır. Örneğin, okuma alış­
kanlığının kazanılması için çocuğun belli bir olgunluğa erişmesi
gerekmektedir.

Amnezi Bak. Bellek yitimi

Anaklitik çökkünlük (alm. Anlehnungsdeppression; fr. dep-


ression anaclitique; anaclitic depression) Yaşamın ilk altı ayında
normal bir ilişki içinde bulunduğu annesinden uzaklaştırılan ço­
cukta beliren çökkünlük durumu. Spitz, kendi önerisi olan anak­
litik çökkünlük deyimiyle erişkin kişideki çökkünlükten farklı
yapıda bir çökkünlükten söz etmektedir.
Am-ekran (alm. Deckerinnerung; fr. souvenir-ecran; ing. sereen
memory) Psikanaliz dilinde anı-ekran, itilmiş unsurlarla savun­
ma arasında bulunan uzlaştırıcı bir oluşumdur. Berrak, ancak
içerik bakımından anlamsız yapıya sahip olan bu sözde anı, bu­
naltı yüktü bir anının yerini alarak “Ben” tarafından hoşgörüyle
karşılanabilecek bir içerik kazanır. // Claparede bu deyimle eriş­

il
kinin düşüncesinde gerçek çocukluk anılarını gözlemek nedeniyle
oluşan sözde anıyı belirtmek ister.
Anİma Jung psikolojisinde erkekteki bilinçdışı dişil yan.
Animııs Jung psikolojisinde kadındaki bilinçdışı eril yan.
Anhklaşhrma (alm. Intellektualisierung; fr. intellectualisati-
on; ing. entelleetualization) Kişinin, çatışma ve heyecanlarını, on­
lara egemen olmasını sağlayacak biçimde yorumlaması durumu,
örneğin, bazı hastalar anılarına, düşlerine ve duygusal yaşam­
larına kendileri yorumlar getirerek bilinçdışı dünyalarının açığa
çıkmasını ve psikanalizi yapan kişinin müdahalesini engelleme­
ye çalışırlar.

Astenik tip

Astenik Kretschmer tipolojisinde astenik ya da leptozom teri­


miyle belirtilen, zayıf, dar omuzlu, beyzi yüzlü tip. Kretschmer’e
göre aşırı duyarlı, çabuk yorulan bu tip kimseler kendi iç dün­
yalarına dönük olup şizoidiye yatkındırlar.

Aşağılık duygusu (alm. Minderwertigkedsgefiihl; fr. sentıment


d’inferioritö; ing. sense ya da feeling of inferiority) Adler’e göre
örgensel ya da işlevsel bir eksiklik üzerinde kurulmuş bir duy­
gudur. Aşağılık karmaşasında kişi bu eksikliğini düş kınklıkla-

12
rina uğramayacak biçimde ödünlemeye çalışır. Bu arada Freud’e
göre aşağılık duygusu zorunlu olarak örgensel bir eksiklikle il­
gili değildir. Bu duygu bir etken olmaktan çok bir belirtidir.

Adler kuramı nevrozları ve akıl hastalıklarını, özellikle de ki­


şiliğin yapılanmasını bu duygunun oluşturduğu karmaşalarla
açıklamaya çalışmaktadır. Diğer yandan klinik açıdan farklı çök­
künlük biçimlerinde aşağılık ve suçluluk duygularının önemi üze­
rinde durulmuştur çoğu kez.

Aşağılık karmaşası (alm. Minderwertigkeitskomplex; fr comp-


lexe d’inferiorite; ing. complex of inferiority) Başkaları karşısın­
da aşağı durumda kalma korkusundan kaynaklanan yetersizlik
duygusu. “İnsan olmak kendini aşağı hissetmektir.” diyen Ad­
ler psikolojisinin özünü oluşturan bu karmaşaya çocukta oldu­
ğu gibi yetişkin kişide de sıklıkla rastlanır. Adler’e göre bu kar­
maşa çocuğun kendinden kat kat güçlü olan yetişkin kişi karşı­
sında duyduğu güçsüzlükten kaynaklanmasına karşın Freud’e gö­
re, çocuğun Ctedipus dönemi hadımlık karmaşasına dayanmak­
tadır.
Aşağılık karmaşası kişiyi, yaşam zorlukları karşısında eylem­
den kaçan ve düşler dünyasında dolaşan edilgen bir kişi yapabi­
leceği gibi, çoğu sakatlıklarda ve örgensel yetersizliklerde aşırı
bir ödünleme aramaya da yönlendirebilir. Örneğin, kısa boylu
ya da kekeme olan bir kimse bu eksikliklerinin aşırı bir ödünle-
mesine giderek kendini diğerlerine kabul ettirmeye çalışır. Bu ara­
da gücüyle orantılı olmayan ereklere yöneldiği zaman kişi, düş
kırıklığına uğramamak için gerçekle yüzyüze gelmekten kaçınır.
Çoğu nevrozlarda görülen bu durum ancak kişiye kendi öz ola­
nakları kabul ettirilip onun toplumsal yaşama katılmasıyla gi­
derilebilir. Diğer yandan bu karmaşanın oluşmasını engellemek
için, çocuğun gelişimine elverişli bir ortam yaratmak gerekmek­
tedir. Aşırı buyurgan bir eğitimden sakınmalı ancak, çocuğu şı-
martmamaya da son derece dikkat etmelidir. Bu arada çocukta

13
başarı duygusunun gelişmesine yönelik durumların da sıklıkla
yaratılmasına özen gösterilmelidir.

Atletik tıp

Atletik Kretschmer tipolojisinde güçlü, kas sistemi gelişmiş,


atlet yapılı tip. Kretschmer’e göre bu yapıda olan kişiler çekin­
gen ve idealist bir ruh yapısına sahiptirler. Bu yapıya uygun dü­
şen huy şizotimidir. Minkowska bu tipte, sara’ya özgü bir eğilim
görmüştür.

Ayna evresi (alm. Spiegelstufe; fr. stade du miroir; ing. mir-


ror’s stage) J. Lacan’a^öre altı ile 18 aylar arasında çocuk, de­
vim eşgüdümünün tam olarak yerleşmediği bu güçsüzlük döne­
minde düşsel bir biçimde vücut bütünlüğüne sahip olma duru­
munu yaşar. Bu düşsel bütünleşme çocuğun tümleşmiş benzeri­
ne yaptığı özdeşlemeyle gerçekleşir.

Ayna evresi, oluşacak çocuk beninin bir taslağı olup çocuğun


aynada kendi öz resmini algılamasıyla belirir. Çocuk, gerçekte
zihnen sahip olmadığı vücut birliğini, kendi benzerleriyle ya da
aynadaki kendi öz görüntüsüyle özdeşleşerek yaşar.

14
B
Babinski Joseph (1857-1932) Bir Fransız nörologu olan Babins-
ki özellikle sinir sistemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınmıştır. Dö­
nüşüm isterisi adıyla bilinen isterideki gözlenen bozuklukların,
isterik körlük ve isterik felçteki gibi doğal olmayan yapısını or­
taya koymuştur.
Balint Michel (1896-1970) Macar asıllı bir psikanalist olan Ba-
lint ilkin tıp öğrenimi gördükten sonra ruhsal çözümlemeyle il­
gilenmeye başlamış ve Freud’ün öğrencilerinden Sandor Ferenc-
zi ile bir süre birlikte çalışmıştır. 1939 yılında Budapeşte psika­
naliz enstitüsü müdürlüğüne getirilmişse de bir süre sonra İngil­
tere’ye göç ederek değişik hastanelerde görev almıştır. II. Dünya
Savaşı bitiminde kesin olarak Londra’ya yerleşen Balint 1969 yı­
lında İngiliz psikanaliz enstitüsü başkanı olmuştur.
Hekimlerin sinirsel hastalıklar karşısında çoğu kez çaresiz kal­
dıklarını ve alışılagelmiş sağaltım yöntemlerinin yeterli olmadı­
ğını gören Balint, hasta-hekim İkilisinden yola çıkarak en önemli
ilacın bu ilişkide saklı bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu du­
rum o güne dek tıpta olduğu gibi psikanalizde de üzerinde en
az durulan konu olmuştu. Balint’e göre hekim, hasta karşısın­
daki vaziyet alışını incelemeli ve hastayla diyalog kurmasını en­
gelleyen bilinçaltı sorunları aydınlatmaya çalışmalıydı.

15
Sağaltımcı vc hasta arasında kurulan bu yeni ilişki biçimi başta
Fransa olmak üzere birçok batı ülkesinde Balint grupları oluş­
masına neden olmuştur.
Balint’in bcllibaşlı eserleri: Hekim, hastası ve hastalık
Temeldeki kusur
Gerileme yolları
Baruk Henri (1897-1972) Fransız psikiyatrı. Deneysel farma­
koloji laboratuvarının kurucusudur. Sinirsel hastalıklarda nöro­
lojik ve kimyasal koşulları gözönünde bulunduran araştırmalarda
bulunmuştur. Özellikle beyin tümörlerinin neden olduğu zihin­
sel bozukluklar ve bülbokafninin neden olduğu hayvanlardaki
deneysel katatoni üzerinde çalışmıştır. Daha sonra delilikte iyi­
lik ve kötülük gibi ahlâki sorunlar üzerinde durmuştur. Tsedek
adıyla bilinen ahlâki yargı testini hazırlamıştır.
Bastırma (alm., Unterdückung; fr. repression; ing. suppressı-
on.) Kişinin ahlâki yanıyla uzlaşamamayacak olan bir isteğin,
bilinçli ve istençli olarak zihinden uzaklaştırılması. Bastırmayı
itilmeyle karıştırmamak gerekir. Bazı İngilizce metinlerde bu te­
rim itilmeye eş bir sözcük olarak kullanılmıştır.
Beden imgesi (alm. Körperschema; fr. sehema corporel; ing.
bodyseheme) Bireyin kendisini çevreleyen dış dünyayla olan iliş­
kileri sonunda elde ettiği deneyimlere bağlı olarak oluşturduğu
öz vücut imgesi. Kişinin yaşamı için vazgeçilmez bir yapıya sa­
hip olan bu vücut resmi çocukluktan beri kişinin biriktirdiği iç
ve dış algıların bireşimiyle oluşur.
Bellek (alm. Gedâchtnis; Erinnenıng; fr. memoire; ing. me-
mory) Günlük yaşantıların kalıcılığını sağlayan psikofizyolojik
bir işlevdir. Bir yandan sinir sisteminin olgunlaşmasına diğer yan­
dan da zekâ ve duygusal yaşama sıkı sıkıya bağlı bulunan bel­
lek, fizyolojik olarak beynin bazı bölgelerinin (örneğin, hipo-
kamp bölgesinin) ve beyin kabuğunun tümsel bir etkinliğidir.
Bak. Bellek yitimi; Ekmnezi; Hipermnezi

16
Bellek yitimi (alm. Amnesie, Gedcichtnisschvache; fr. amne­
sie; ing. amnesia) Bellek gücünün tüm olarak ya da kısmen kaybol­
ması durumudur. Bellek yitimi fiziksel ya da ruhsal bir şoka ya
da bunaklığa bağlı olabilir. Yaşlılık bunaklığında yeni anıların
eskilere göre daha çabuk kaybolması ayırt edici tanıda önemli
bir yere sahiptir.
Ben (alm. Ich;fr. Moi; ing. Ego) Ruhsal aygıtın bilinçdışı ala­
nını dış dünyaya bağlayan katman. Ben, toplumsal yaptırımları
dile getiren üstben’le içgüdüsel tepilerin oluşturduğu içben ara­
sında uzlaştırıcı bir rol oynar. Ayarlayıcı bir yapıya sahip olan
ben, içben uyarılarının bilinç alanına çıkışını kontrol eder.
Ben, içbenden farklı olarak örgütlüdür. İşlevleri olgunlaşmayla
ve deneylerle gelişir. Bilinç alanında zihinsel işlevlerle, bilinçdışı
alanında da, korunma mekanizmalarını harekete geçirerek etkin­
lik gösterir.
Nevrozlu kişinin ben’i yeterince güçlü olmayıp iç çatışmaları
çözme yeteneğine sahip değildir.

Benmerkezcilik (alm. Egozentrismus; fr. egocentrisme; ing.


egocentrism) Kişinin her şeyi kendi özüne indirgetmesiyle belir­
lenen zihinsel durum. Dörtle altı yaş arasındaki çocukta bu du­
rum doğal bir görünümdür. Çocuk için kendisini gerçeklikten
ayıran sınır belirgin olarak yakılanmış olmadığından ben, bir dış
gerçeklik olarak alınmıştır çoğu kez. Benmerkezcilik bir öz-
nesne farksızlaşmasıdır. Çocuktaki benmerkezciliğe özelden özele
geçen bir düşünce biçimi olan transdüktif akıl yürütme biçimi
eşlik eder. // Benmerkezcilik çocuğun zihinsel gelişiminde do­
ğal bir evre olmasına karşılık nevrozlu kişilerde sayrılı bir yapı­
ya sahiptir.
Benton testi Arthur Benton tarafından oluşturulan görsel bel­
lek testi. Her birinin üzerinde geometrik bir şekil bulunan 10 lev­
hadan oluşan testin ereği deneğin her bir levhadaki şekle belli

Psikoloji Sözlüğü — F.2 17


bir süre baktıktan sonra önünde örnek bulunmaksızın aynı şek­
li ezbere çizebilmesidir. Özürlü olup da yazma yetisine sahip bu­
lunmayan deneklerden, her bir şekil için, üzerinde birbirine az çok
benzeyen 4 şekil bulunan bir levha gösterilerek aklında tuttuğu
şekli göstermesi istenir.

Benton testini oluşturan şekillerden biri

Benton testi belleği ölçme özelliğinin yanısıra beyin zedelen­


mesi bulunan kişilerdeki hasar derecesi tespitinde ve akıl hasta­
lıkları muayenesinde de kullanıldığından oldukça geniş bir uy­
gulama alanına sahiptir.

Ben ülküsü (alm. Ichideal; fr. ideal du moi; ing. ego ideal) Ço­
cukluk çağında sevilen ve hayran olunan bîr kimseyle özdeşleşe­
rek oluşan ve örnek alınarak erişilmesi bir erek olarak görülen
kişisel ülkü.
Bergson Henri (1859-1941) Fransız düşünürü. 1900 yılında Col-
lege de France’da verdiği felsefe dersleriyle yeniliğe açık farklı
yapıda bir kitleyi kendine çekmiş, fikirlerinin inceliği ve üslubu­
nun çekiciliğiyle de sayısız kişiyi etkilemiştir. 1914 yılında Fran­
sız akademisine seçilmiş 1927 yılında da Nobel Ödülünü kazan­
mıştır. Temelde bir felsefeci olmasına rağmen çalışmaları özel­
likle psikolojiyi ilgilendirmiştir..
Çağrışımcılık okulunun yanılgılarını ortaya çıkaran Bergson
bilimsel değeri günümüzde çok tartışmalı olan ruhsal yaşamın

18
imgelerin yanyana gelmesi ve bir uslamlama sonucu oluştuğunu
savunan anlayışa bir düzelti getirmiştir. Bergson, özellikle iç ya­
şamın devingen ve kavranmaz özelliği üzerinde durmuş ve iç ya­
şam zenginliğinin ancak sezgiyle kavranabilcccğini ileri sürmüş­
tür. Diğer yandan yalnızca zihinsel olan yapay içebakışa karşı
çıkmış ve bu yöntemin ruhsal olguların devingen zenginliğini kav­
rama gücünden yoksun olduğunu savunmuştur. Ona göre bu zen­
ginliği kavrayabilmek için düşünceyi kendi özü içinde vasıtasız
olarak algılayacak sezgiye gereksinim vardır. Sezginin kişiyi açıkla-
namazın özeğine yerleştiren yapısına karşılık zekâ, kesikli olanı
ortaya koyar; o, yalnızca âlet icat etmek için yapılmıştır.
H. Bergson çağrışımcılık görüşlerine karşı bilinci, yaşama atı-
lımını (elan vital), ve yaratıcı evrimi koyar. Bu arada görüngübi-
lim’in (fenomenoloji) çağdaş eğilimlerini de belirlemiş olmak­
tadır.
Bergson’un bellibaşh eserleri: Bilincin dolaysız verileri
Özdek ve bellek
Yaratıcı evrim
Ahlâkın ve dinin iki kaynağı

Beyin (alm. Gehirn; fr. cerveau; ing. brain) Merkezî sinir sis­
teminin kafatasında bulunan kısmı olup iç ve dış uyaranları al-
gıîıyarak organizmanın bunlara gerekli uyum biçimlerini bulup
gerçekleştirmesini sağlayan merkezdir.

19
Milyarlarca yılın ürünü olan beyin en yetkin yapısını 100 mil­
yar sinir hücresiyle insanda bulmaktadır. Homo erektus, homo
habilis ve homo sapiens zincirini oluşturan son 1 milyon yıl içinde
doğal ayıklama sonucu insan beyninin boyu ve yetenekleri sü­
rekli olarak gelişmiştir.

Bilinç (alm. Bewusstsein; fr. conscience; ing. consciousness)


İç ve dış algıların açık ve seçik olarak farkında olma durumu.
Beyin kabuğu tümüyle, özellikle de alın bölgesiyle insandaki bi­
linç durun^unyn oluşmasına neden olur. Duyu organ verilerinin
belleğimizle eşgüdülenimi sonucu beliren bu durum iç yaşam ola­
rak adlandırdığımız zihinsel bir işlevin ürünüdür. // Bilincine var­
ma deyimiyle de, o ana kadar özdevimsel ya da üstükapalı ola­
rak yaşanmış bir durumun aydınlığa çıkarak öz nedenlerinin an­
laşılması ’ve belirginlik kazanması anlatılmak istenmektedir.

Bilinçaltı Daha önceleri bilinçdışı sözcüğüne eşanlamlı bir söz­


cük olarak kullanılmışsa da, kavram karmaşasına neden oldu­
ğundan bir yana bırakılmıştır. Günümüzde önbilinç ve bilinç eşiği
sözcüklerine eşanlamlı bir sözcük olarak kullanılmaktadır.

Bilinçdışı (alm. das Unbenusste; fr. inconscient; ing. uncons-


cious) İtilme sonucu bilinç ve bilinçaltı alanlarına çıkamayan
enerji yüklü istek ve tepilerin bulunduğu ruhsal alan. Bilinçdışı
dinamik bir yapıya sahip olup barındırdığı tepiler sürekli olarak
ve büyük bir etkinlikle bilinç alanına çıkmaya çalışırlar. Ancak,
bu dışavurma istemi bir uzlaşma sonucu sansür denetiminden
geçerek ve şekil değiştirerek bilinç alanına çıkar. Simgesel bir içe­
riğe sahip rüyalar ve güdük edimler buna örnek olarak gösteri­
lebilir.
Kişisel bilinçdışı: Jung psikolojisinde geriye itilmiş ya da unu­
tulmuş istek, anı vb. unsurlardan oluşmuş pek derin olmayan
bilinçdışı katmanı.

20
Kollektif bilinçdışı: Atalarımızın deneyimlerinden oluşmuş, ki­
şisel yaşam deneyimlerinden çok daha üst düzeyde bilgeliğe eriş­
miş bir katman. Kollektif bilinçdışı nesilden nesile geçerek mil­
yonlarca yıllık insan deneyimini de birlikte getirmektedir. Jung’a
göre ruhsal sağaltımın ereği kişinin kollektif bilinçdışı ile ilişki­
ye girmesini sağlamaktır.

Binet Alfred (1857-1911) Fransız psikologu. Hukuk ve doğa-


bilimleri okumuş, edebiyat ve sanat konularıyla yakından ilgilen­
miştir. 1891 yılında girdiği Sorbonne fizyolojik psikoloji labora-
tuvarında bir süre sonra müdür olmuştur.

Her türlü dogmacılıktan uzak açık görüşlü bir mucit tipi olan
Binet, geniş ilgi alanı içinde en çok zekâ gibi üst düzeydeki iş­
levlerle ilgilenmiştir.
1904 yılında Fransız Milli Eğitim Bakanlığı geri zekâlı çocuk­
ların öğretimini ele alma düşüncesiyle bir komisyon kurar. Paris
okullarını dolaşan Binet somut deneyimler üzerine kurulmuş olan

21
ustalıkla hazırlanmış ölçümler uygulamaya başlar. Kısa bir süre
sonra da Theodorc Simon’la birlikte bir tarama yöntemi yayın­
layarak ilk zekâ ölçme testlerini ortaya koyar. Bu arada normal
çocuklardan elde edilen test sonuçlarının çok daha yaşlı geri ze­
kâlı çocukların test sonuçlarıyla eşleştirilebileceğini görerek ki­
şinin, akranlarından elde edilen sonuç ortalamasından ilerde ya
da geride olduğunu belirleyen zekâ yaşı kavramını bulmuş olur.

Özellikle ABD’de büyük bir üne kavuşan Binet uygulamalı


psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilmektedir.
Binet’nin bellibaşlı eserleri: Deneysel psikolojiye giriş
Zekânın deneysel olarak
' 'incelenmesi
Çocuklarla ilgili modern fikirler.

Bireyoluş (alm. Ontogenese; ontogenese; ing. ontogeny) Bire­


yin, yaşamı süresince gösterdiği yapısal ve işlevsel evrimi ya da
gelişimi.
Birincil sahne (alm. Urszene; fr. scene originaire; ing. primal
scene) Çocuk tarafından gözlenen bazı belirtilerden ya da düş-
lemleme sonucu çıkarsamayla anne-baba arasında varolduğu tah­
min edilen cinsel ilişki sahnesi.

Bovarizm Kendini diğer kişilerden farklı ve üstün görerek bu­


lunduğu durumdan hoşnut olmayan ve yaşam koşullarıyla bağ­
daşamayacak düşler peşinde koşan kişilerin içinde bulunduğu ruh
durumu. Bu sözcük büyük Fransız romancısı Gustav Flaubert-
in Madame Bovary adlı romanındaki kadın kahramanın adın­
dan esinlenilerek psikoloji diline katılmıştır.

Bozma (alm. Ungeschehenmachen; fr. annulation; ing. undo-


ing) Bir korunma mekanizması olan bozmada kişi, daha önce
oluşmuş düşünceler, sözler ve eylemler olmamış gibi davranır.
Bu durumu gerçekleştirmek için tamamen karşıt anlamda bir

22
davranış ya da düşünceyi kullanır. Tecrit ve bozmayı birbirinden
şu şekilde ayırabiliriz: Tecritte hoşa gitmeyen bir durumun duy­
gusal yükten arındırılması söz konusu iken bozmada, usdışı si­
hirli bir yöntemle birincil durum ikincil bir durumla bozulmaya
çalışılmaktadır. Saplantılı nevrozlarda sıklıkla rastlanan ritüel-
ler yani bir âyine ait tekrarlayın davranışlar bu mekanizmanın
nasıl işlediğini bize göstermektedir.
Budalalık (alm. Schwachsinniger; im bezil Uta t,' fr. imbecillite;
ing. inbecility) Alıklık ve zayıf akıllılık arasında yer alan zekâ
geriliği. Testlerden elde edilen sonuçlara göre budalanın zekâ yaşı
3-7 arasında, zekâ bölümü ise, 25-50 arasında bulunmaktadır.
Budala, konuşma dilini elde edebilmekle birlikte yazı dilini kul­
lanamaz. Bazen iyi bir belleğe sahip bulunabilirse de soyutlama
ve genelleme gibi üst düzeydeki zekâ unsurlarından yoksundur.
En basit bir problem karşısında bile başarısızlığa uğrar. Ancak,
somut kavramları kullanabilir bir düşünce yapısına sahip olan
budalanın kendisiyle uğraşıldığında eğitilebilir olduğu ve basit
işleri yapabildiği görülür.

Bunaklık (alm. Demenz; fr. demence; dementia) Temel zihin­


sel işlevleri, toplumsal davranışları, yargı oluşturma ve çevreye
uyma gücünü ve giderek kişiliğin tümünü bozarak ruhsal yapıyı
çökerten ve beyinde örgensel bozukluklar gösteren sağaltımı ol­
mayan bir sayrılık.

Bunaltı (fr. angoisse) Görünür bir neden olmaksızın beliren


aşırı tedirginlik durumu. Sanki bir şey olacakmış duygusuna ka­
pılan kişi şaşkınlık, güçsüzlük ve çaresizlik içinde kıvranır du­
rur. Bütün bu ruhsal görüntülere nefes alma zorluğu, nabız dü-
ı zensizlikleri, boğaz sıkışması vb. gibi nahoş fizyolojik belirtiler
eşlik eder. Bunaltı genellikle bilinçaltı çatışmaların sonucudur.
Spitz’e göre ilk gerçek bunaltı çocukta sekizinci aya doğru or­
taya çıkar. Annesi çocuğun yanında bulunmadığı bir anda ya­

23
bancı bir kişinin çocuk tarafından aniden farklı bir kimse ola­
rak algılanması bunaltıya neden olur. Bu durum anormal bir dav­
ranış olmayıp çocuktaki gelişmeyi ortaya koymaktadır. Çocuğun
bu durum karşısında kapıldığı bunaltı onun, yabancı ve tanıdık
yüzleri ayırt edebilir duruma geldiğini göstermektedir.
Kişinin varoluşu içinde bunaltı, güvensizlik ortamının uzun sü­
re devam etmesi, yaratmadan alıkonulması, kendiliğindenliğin
engellenmesi, cinsel yaşamın ketlenmesi, yoğun bir terkedilme
duygusunun belirmesine neden olan sevilen bir kimseden ayrıl­
ma, işten çıkarılma ve doğnılumsuzluk durumlarında patolojik
bir görünüm kazanabilir.
Bühler Kari (1879-1963) Bir Alman psikologu olan Bühler il­
kin Münih’te ve Viyana’da profesörlük yapmış daha sonra da
Kaliforniya’ya göç etmiştir. Çalışmalarını ilkin düşüncenin de­
neysel araştırmasına yöneltmiş daha sonra da geştalt kuramının
biopsikolojik açıklamasını benimsemiştir.
Önemli eserleri: Şekil algısı (Gestaltwahrnehmungen)
Dil kuramı
Psikolojinin krizi
■ Psikoloji el kitabı.
Büyüme (alm. Wachsen, Wachstum; fr. croissance; ing. gronth)
Canlı organizmaların temel özelliği olan büyüme, gelişmenin di­
namik sürecidir. Doku ve organların gelişimi biyolojik kurallara
bağlı bulunmaktadır. Bir insan, çapı milimetrenin onda biri ka­
dar olan döllenmiş bir yumurta hücresi olarak yaşama başlamış
olmasına karşın dokuz ay sonra 50 cm. boyunda ve 3 kg. ağırlı­
ğında bir bebek olarak dünyaya gelecektir. Boy ortalamasının er­
kekler için 1.70 kızlar için 1.65, ağırlık ortalamasının erkekler
için 65, kızlar için de 55 kg. olduğu saptanmıştır. Vücut büyü­
mesi 18 yaşına kadar devam eder.

24
c

Canlıcılık (fr. animisme; ing. animism) Her şeyi canlı olarak


görme eğilimi. Bu düşünce biçimine küçük çocuklarda mantık ön­
cesi dönemde ve ilksel kavimlerde rastlanır. Olguları gerçek ne­
denleriyle açıklama olanaksızlığı içinde bulunan zihinlerde her­
hangi bir görüngüyü oluşturan mekanizma anlaşılmayınca öz­
nel bir gerekircilikle yanlış bir çıkarsamada bulunulur. Bu du­
rum küçük çocukta çoğu kez coşkulu bir kendiliğindenlikle ve
yapmacıksız bir şiirsellikle dile gelmektedir. Örneğin, yıldızlar
aydedenin çocuklarıdır. Tolunay gökte parıldadığı bir gece vakti
babasıyla yürüyüşe çıkan çocuk, Ay’ın kendilerini izlediğini san­
maktadır.
• ' I

CAT Çocuk kişilik testi. TAT ilkesine dayalı yani öykü oluş­
turmaya yönelik resimlerin bulunduğu bu testte özellikle çocuk
psikolojisi açısından büyük anlam taşıyan sahneler canlandırıl-
mıştır. Çocuğun, kahramanların hayvanlardan oluştuğu bu re­
simlere getireceği yorumlar çatışmaları ve korkuları ortaya çı­
kardığı gibi, çocuğun olgunluk derecesini de saptayabilecektir.

Cattell testi En geçerli kollektif testlerden biri olan Cattell testi


genellikle 8-14 yaşları arasındaki çocuklara uygulanır. Bilgiden
arındırılmış bir zekâ testi olan Cattell testi özellikle zekâdaki g

25
CAT testini oluşturan resimlerden biri

faktörünü (bak. Spearman) ölçme özelliğine sahiptir. Şekiller ara­


sındaki ilişkileri bulmaya yönelik bu testte sınıflandırmaya, şe­
nlendirmeye ve çıkarsamaya yönelik bir çalışma söz konusudur.
Charcot Jean Martin (1825-1893) Nevrozların herhangi bir be­
yinsel berelenme sonucu olmayıp ruhsal kökenli hastalıklar ol­
duğunu savunan Charcot, ünlü bir Fransız sinir hastalıkları uz­
manıdır. İsteri hastalığı üzerine eğilerek bu hastalıkta krizlerin
bir duygusal şokun anısıyla ortaya çıktığını belirlemiştir. İlk kez
bu tür hastalıklarda ipnozun ve telkinin rolü üzerinde durarak
bu yöntemleri somut sonuçlar elde edecek şekilde uygulamış ve
büyük bir üne kavuşmuştur. Fransa’daki ünlü Salpetriere hasta­
nesinde patolojik anatomi profesörlüğü yapan Charcot’nun ver­
diği dersler o dönemin sayısız aydınları gibi Freud’un de ilgisini

26
uyandırmıştır. Yaptığı çalışmalar vc verdiği derslerle etrafını çev­
releyen hekim, nörolog vb. aydın kişilerin dikkatini bilinçdışı ala­
nına çeken Charcot’nun psikanalizin ortaya çıkmasında büyük
bir rolü olmuştur.
Bellibaşlı eserleri: Sinir sistemi hastalıklarının kliniği
Sağaltıcı inanç

Cıvıldama (alm. lallen; fr. lallation; ing. narbling) Konuşma


öncesi dönemde çocuğun çıkardığı herhangi bir anlama sahip
olmayan sesler. Ses organlarının bir oyunu olan cıvıldama, ço­
cuğun doyuma ulaştığını ve durumundan hoşnut olduğunu dile
getirmektedir.
/

Cinsellik (alm. Sexualitat; fr. sexualite; ing. sexuality) Türün


varlığını korumaya yönelik fizyolojik işlevlerle bu işlevlerin ne­
den olduğu duygusal yaşama cinsellik adı verilir. // Örgensel iş­
leyişe bağlı bir zevk alma durumu olarak açıklanabilir. Freud’e
göre zevk elde etmeye yönelik her araştırma cinselliğe bir eğilim
olup kişinin daha sonraki ruhsal yapısı bu eğilimin doyuma ulaş­
ması ya da doyumsuz kalmasıyla şekillenir.
Uygarlığımızın oluşturduğu koşullar içinde cinselliğin erinli­
ğe gelmeden önce geçirdiği bazı evreler vardır. Bu evrelerde vü­
cudun farklı bölgeleri uyarılmaya açık durumdadır. Yaşamın bi­
rinci yılında ağız bölgesi uyarımlara son derece duyarlı olup tüm
tatminlerin kaynağı durumundadır. Üçüncü ve beşinci yıllarda
ilgi dışkıl bölgeye kayar; üç ve beş yaşlar arasında ise, üretken
organlar önem kazanır. Altı yaşından erinlik dönemine dek ge­
çen süre içinde cinsellikle ilgili itkiler uyuklar gibidir. Bu döne­
me gizillik dönemi adı verilir. Nihayet kişi, erişkinliğe özgü bir
cinsel olgunluğa eriştiğinde karşı cinse yönelir. Cinsellik, bir yan­
dan olgunluğa diğer yandan da toplumsal ve kültürel yapıya bağ­
lıdır.
Claparede Edouard (1873-1940} İsviçreli bir psikolog olan Cla­
parede hayvanları ve çocukları deneysel bir açıdan inceleyerek ruh­
sal ve bedensel yaşam arasında var olan yakın ilişkiye dikkati
çekmiştir. Organizmanın dinamik birliğine ve davranışların
uyumlu rolüne dikkati çekerek çağdaş pedagoji ilkeleri üzerinde
güçlü bir etkide bulunmuştur.
Claparede’e göre psikoloji, psikolojik olguları organizmanın
tümünü gözönünde bulundurarak araştırmalıdır. Yöntemleri göz­
lem ve deney üzerine kurulmuştur. Oluşturduğu psikoloji yasa­
larını pedagojiye uygulayarak etkin okul adıyla bilinen pedagojik
anlayışın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bellibaşh eserleri: İşlevsel eğitim
Çocukların yetenekleri nasıl tespit edilir?
Çocuk psikolojisi ve deneysel pedagoji.

Columbia testi Beyin zedelenmesi nedeniyle devim sakatlığı


bulunan 4-11 yaşlarındaki çocukların zihinsel yeteneklerini ölç-

Columbia testini oluşturan şekil kümelerinden bir örnek


<

100 levhadan oluşan testte geometrik şekiller, insan, hayvan,


bitki ve günlük yaşamda kullanılan nesnelerin kolay kavranabi­
lir resimleri bulunmaktadır. Çocuktan, bütüne uygun düşmeyen
resmi ya da şekli ayırt etmesi istenir.

28
Çatışma (alm. Konflikt; fr. conflit; ing. conflict) Birbirleriyle
bağdaşamayan eşdeğerdeki iki karşıt güdülenimin aynı zaman­
da organizmayı etkilemesinin neden olduğu çekişmeli durum. Ör­
neğin, içgüdüsel bir eğilim, çevre kurallarıyla ters düşebilir ya
da duygusal bir kaynaktan gelen iki istek karşı karşıya gelebilir.
Çelişkili iki eğilimden birini yeğlemek kişiliğin oluşmasında
önemli bir yere sahiptir. Psikanaliz öğretisi nevrozu, içben itki­
leri ve ben savunması arasındaki çatışmayla açıklar.

Çevrimsel tepki (alm. kreisförnig reaktion; fr. reaction circu-


laire; ing. circular reaction) İlk kez bir raslantı sonucu ortaya çı­
kan bir durumun yeniden etkin bir biçimde tekrarlanması (Bald-
win). // Piaget, tekrarlayıcı bir özümleme olarak gördüğü bu et­
kinliğin birincil, ikincil ve üçüncül türlerini, örneklemelerle or­
taya koymaktadır. Birincil çevrimsel tepkide çocuk, salt tekrar
gereksinimiyle ya da etkisi hoşa gittiği için bazı hareketleri tek­
rarlayıp durmaktadır. İkincil çevrimsel tepkide çocuk kendi dı­
şında bulunan nesnelere yönelmiştir. Çocuk, eline aldığı oyun­
cağın sallanınca ses çıkardığını görünce onu sürekli olarak sal­
lamaya başlar. Üçüncül çevrimsel tepkide ise, etkin bir deneyimle
yeni araçlara değgin buluşlar söz konusudur. Çocuk beşiğin ya­
nma düşen kutuyu almak için çabalarsa da, ancak kutuya baş
parmağıyla dokunabilir; sonra birden kutunun bir kenarına ba-

29
sınca dikildiğini görür vc bu hareketi tekrarlamaya başlar. Ço­
cuk, bir-birbuçuk yaşlar arasında kovayı suyla doldurarak eyle­
nir ve suyun kovadan dökülmesini ilgiyle izler. Aynı zamanda
su dolu kovayı dökmeden taşımayı dener. Tüm bu etkinliklerde
buluş bir rastlantı sonucu elde edilmişse de, tekrarı çok daha üst
' düzeydeki buluşlara yöneliktir.
Çocukluk (alm. Kindheit, Kindesalter; fr. enfance; ing. child-
hood) Doğumdan erinliğe dek uzayan ve çocuğun yetişkin yaşa­
mındaki karmaşık kültür yapılanımlarını özümlemesi vc bunla­
ra uyum gösterebilmesi için zorunlu olan yaşam dönemi.
Zengin bir devingenlik ve yaratıcılık gücüne sahip olan çocuk­
luğu 1. çocukluk (3 yaşma kadar) 2. çocukluk (3-7 yaşlar arasın­
da) ve üçüncü çocukluk (7-12 yaşlar arasında) evrelerine ayıra­
biliriz.
I
Çöküntü (alm. Depression; fr. Depression; ing. Break Donn,
depression) Üzüntü ve enerji azalmasının yanısıra kaygı, yorgun­
luk ve umutsuzluk gibi durumların belirginlik kazandığı sayrılı
durum. Dikkatinin ve belleğinin çöküntüye uğradığı düşüncesi-
< ne kapılan hasta en basit bir işi bile görebilecek durumda değil­
dir. Yapısal kaynaklı çöküntüye pek az rastlanmakla birlikte top­
lumsal odaklı tepisel çöküntüye sıklıkla rastlanmaktadır. Çatış-
kılı durumlar, yalnızlık, sevilen bir kimsenin kaybı, işinden ol­
ma, aile içi geçimsizlikler ve aşırı yorgunluk bu tür çöküntüye
neden olarak gösterilebilir.

30
D

Davranışçılık (alm. Behaviorismus; fr. behaviorisme; ing. beha-


viourism; amer, ing.: behaviorism) Watson tarafından geliştiri­
len ve psikoloji konusunun ancak gözlenebilir dış davranışları
inceleyebileceğini savunarak içebakışı yadsıyan psikoloji kura­
mı.
Nesnel psikoloji olarak adlandırılan bu kuram, büyük oran­
da hayvanlar üzerinde uygulanan araştırmalardan, özellikle de
Thorndike ve Pavlov’un araştırmalarından esinlenmiştir.
Kalıtımın rolünü reddeden ve çevre koşullarına büyük önem
veren Watson nesnel olmak için başvurduğu gözlemlerinden el­
de ettiği çıkarsamalarında öznellikten uzaklaşamamıştır.
Başta Watson olmak üzere bu okula bağlı psikologlar, davra­
nış bozukluklarının çoğunun çocukluk döneminde kazanılmış
koşullanmaların ürünü olduğunu gözönünde bulundurarak eği­
time büyük önem verirken davranış bozukluklarının sağaltımında
da yanlış koşullanmaları kırmaya yönelmişlerdir.
Günümüzde özellikle ABD’de ve Ingiltere’de büyük bir etki­
ye sahip olan yeni davranışçı okul, nesnellik ve çevrenin önemi
gibi ilkeleri temel olarak kabul etmekle birlikte psikolojiyi, uya­
rı ve tepki İkilisine bağlamak isteyen ilk günlerdeki yaklaşımını
aşmış bulunmaktadır.
31
Decroly Ovide (1871-1932) Belçikalı bir hekim ve pedagog olan
Decroly anormal çocuklar için bir enstitü kurmuş ve bu enstitü­
de A. Binet tarafından yeni ortaya konmuş olan testleri kullan­
maya başlamıştır.
Decroly’nin geliştirdiği eğitim yönteminde öğrenci kendisini
çevreleyen dış dünyayla yakından ilişki kuracak, nesneler ve ya­
şayan varlıklarla ilgili bilgiyi gözlemlemeyle elde edecektir. İl­
kin çocukta herhangi bir konuda ilginin uyanmasına çalışılacak
ondan sonra da bu ilgiden yararlanarak öğrenime geçilecektir.
Böylece okuma, yazı yazma, gibi konular çocuğun yaşamına belli
bir ilgi sonucu girmiş bulunduğundan özümlenmesi de kolay ola­
caktır. Diğer yandan çocuğun öğrendiği sözcükler içi boş ve ço­
cuğun ilgi alanıyla ilişkisi olmayan sözcükler olacağı yerde ya­
şanmış deneyler sonucu belli bir anlama sahip, kalıcı sözcükler
olacaktır.
Decroly yönteminde öğretmen, yerel tarih, coğrafya, botanik
vb. gibi bir konu seçer ve bu konu işlenir. Ayrıca çocuk, yalnızca
dille değil, resimle, garkıyla, eğitici oyunlarla da kendini dışavur-
ma olanağına sahiptir.
Diğer yandan bütünsel öğrenme metodunu da ortaya koyan
Decroly çocuğun anlamsız heceler ve yazılar öğreneceği yerde an­
lamlı cümleleri okumayı ve çözmeyi başarabilmesini sağlar. Bu
yöntem hakkında bazı eleştiriler yapılmış ve çocuğu disleksiye
ittiği ileri sürülmüşse de, bu durumun, yöntemin yanlış olma­
sından çok kullanımındaki yanılgılar nedeniyle ileri geldiği gö­
rülmüştür. -

Değişmezlik ilkesi (alm. Konstanzprinzip; fr. principe de cons-


tance; ing. principle of constance) Psikanalizde: Ruhsal aygıtın
taşıdığı uyaranların niceliğini alçak düzeyde ya da mümkün ol­
duğu kadar değişmez bir durumda tutma ilkesi. Değişmezlik il­
kesi bir yandan enerjinin boşalımıyla diğer yandan da uyaranın

32
niceliğinde bir artmanın önlenmesi şeklinde gerçekleşir. Değiş­
mezlik ilkesi Frcud öğretisinde ekonomik kuramın temelini oluş­
turur. // Deneysel psikolojide: Farklı koşullar altında bile olsa dış
gerçeklerin algılanmasında temel özelliklerin değişmemesi du­
rumu. Farklı uzaklıklardan bakılsa bile bilinen nesnelerin biçim
ve büyüklük algılamasında bir değişiklik olm^

Dewey John (1859-1952) Amerikalı pedagog ve filozof. Hegel,


Darwin ve Williams James’in etkisinde kalan Dewey’in, enstruman-
talizm adıyla bilinen öğretisinde zekâ bir âlet olarak gözükmek­
te ve işlevsel olarak günlük yaşamda yerini bulmaktadır. Chica­
go Üniversitesi’nde açtığı bir okulda 4-16 yaşları arasındaki ço­
cukları kendi ilkeleri doğrultusunda atölye sistemi üzerine ku­
rulmuş kollektif etkinliklere yöneltmiş ve çocuğun kendi öz de­
neyimlerini bilgi arayışına yardımcı olmada kullanmıştır. Bu yön­
tem Decroly’yi etkilemiştir. Dewey, okul ve toplumsal yaşamı öz­
deşleştirmeye çalışmış, okulu çalışmanın gerçek anlamına vara­
cak bir küçük toplum olarak ele almak istemiştir.

Psikoloji Sözlüğü - F.3 33


Dewey, eğitime geleneksel crkici (otoriter) havadan uzak öz­
gür bir uzlaşma ve demokrasi anlayışı getirmiştir. Çocuk okula
daha sonra kendisine belki yararlı olacak bilgileri elde etmeye
değil de çevresiyle ilişki kurduğu zaman karşılaşacağı sorunları
çözebilmek için gidecektir. Öğretmen, tavsiyede bulunan deney
sahibi bir kimse ve çocuk karşısında deneyimini paylaşmak isle­
yen bir arkadaş gibi davranmalıdır. Devvey, çocuktan, yalnızca
öğretmenini dinleyen biri olmaktan çok etkin olmasını ve kendi
öz deneyimlerini gerçekleştirmesini ister. Çalışmaları, açık ve se­
çik olarak belirlenen pratik bir ereğe yönelmiştir. Örneğin, öz­
gürce seçilmiş kişisel bir projenin gerçekleştirilmesi, ekmek imal
etmek, keramik eşyalar hazırlamak vb. gibi. Problemler karşı­
sında çocuk belgeler elde etmeye, anketler hazırlamaya, metin­
ler okumaya, bilgi edinebileceği yerleri ziyaret etmeye yönlendi­
rilmiştir.
Eserleri: Okul ve Toplum
Demokrasi ve eğitim

Dışadönüklük (alm. Extraversion; fr. ve ing. extraversion) Dış


dünyayla kolay ilişki kurma ve duygularını yansıtma nitelikleri­
ne sahip olma durumu. Jung’a göre dışadönüklükte libido dış
nesnelere yönelmiştir. Dışadönük bir kişiliğe sahip kimse çevre­
ye kolaylıkla uyum gösterir.
Dışkıl dönem (alm. Analstadium; fr. stade anal; ing. anal sta-
ge) Cinselliğe bağlı olarak çocukta duygusal yaşam gelişiminin
ağızcıl dönemden sonra gelen ikinci evresi. Çocuğun sinir kas
sistemi güçlenip büzgen kasları kontrol eder duruma geldiğin­
den ilgisi dışkılama alanına kayarak bu.alan cinsellik açısından
haz uyandırır duruma gelmiştir. İki ve üç yaşlarını içeren bu dö­
nemde çocuk, yürüyüp dış dünyayı etkin bir biçimde araştırma­
ya koyulmanın yanısıra tuvalet terbiyesini de elde etmiştir.
Bu döneme saplanıp kalmak ilerde sadizme ve mazohizme bağ­
lı karmaşaların oluşmasına neden olacaktır.

34
Dışkıl karakter Cimrilik, inatçılık, güvensizlik, aşırı düzen ve
temizlik düşkünlüğüyle belirlenen karakter yapısı.
Dichter Ernest (1908- ) 1938 yılında Avusturya’dan
ABD’ye göç ederek fröydcü çözümlemeyi ticaret alanında uy­
gulamaya başlamıştır. Dichter’e göre ilancılık tüketicinin bilinç­
li olmayan istekleri üzerinde temellendirilmelidir. Bu istekler çoğu
kez itilmeye uğramış olduklarından psikalanizin öğretici verileriy­
le bunları ortaya çıkarmak gerekmektedir.
Dichter, kişideki güdülenmelerin çoğunda cinselliğin yatmakta
olduğunu ve bir kez alıcının bilinçaltı isteği ortaya çıkarılınca sa­
tışın artacağını ileri sürmektedir. Örneğin, çakmak satabilmek
için, alevlerin cinselliği simgelediğini gözönünde bulunduran ilan­
lar hazırlamak gerekmektedir.
İlancılığın eğitici gücü üzerinde de duran Dichter bu gücün
iyi kullanıldığı takdirde azgelişmiş ülkelerin gelişmesine de yar­
dımcı olunacağı kanısındadır. Ona göre yapılacak ilanların yar­
dımıyla kişilerde daha iyi yaşam biçimleri oluşacak ve böylece
emel düzeyleri yükselecektir. - /
Dichter’in bu düşüncelerine başta Amerikan sosyoloji ekolü
olmak üzere birçok psikolog eleştirilerde bulunmaktadır. Bu eleş­
tirilere göre alıcının çocukluk karmaşalarına uzanacak yerde alı­
cının bağlı bulunduğu ya da ait olmak istediği sosyal gruba yö­
nelmek gerekmektedir.

Dikkat (alm. Aufmerksamkeit; fr. ve ing. attention) Zihnin bir


konu üzerinde toplanması. İstençli ve istençsiz dikkatten söz edi­
lebilir. Bunlardan birincisi bireyin yönelimlerine ve kişiliğine İkin­
cisi de uyaranın olağanüstü ya da farklı yapısına bağlı bulun­
maktadır.
Dil (alm. Sprache; fr. langage; ing. language) Duygu ve dü­
şünceleri dışa vurarak bireylerarası iletişimi sağlama aracı. Dil,
sözcüklerle oluşabileceği gibi mimiklerle ya da hareketlerle de

35
oluşabilir. En yetkin biçimiyle insanda ortaya çıkmakla birlikte
hayvanlarda da farklı yollarla varlığını belli eder. İnsanlarda ko­
nuşma etkinliğinde işlerlik kazanan dil, diğer canlılarda görsel,
işitsel ve kokusal duyumlarla etkinlikte bulunur. Örneğin, keşif
gezisine çıkan bir arı kendi türdeşleriyle görsel, işitsel ve koku­
sal duyumlar aracılığıyla iletişime girer. Maymunlarda ise, daha
ziyade işitsel duyum etkin bir rol oynar. Hayvanlar arasında özel
bir yere sahip olan yunus balıklarının sesötesi dalgalarla birbir-
leriyle iletişim içinde bulundukları ve belli bir söz dağarcığına sa­
hip oldukları John. C. Lilly tarafından savunulmaktadır.
İnsanların oluşturduğu topluluklarda iletişim özellikle söz, yazı
ve işaret gibi araçlarla gerçekleştirilir. Zekâyı geliştiren, muhay­
yileye güdülenim sağlayan dil bireyin yaşamında birleştirici ve
bileşimci bir güce sahiptir. Her zekâ işlevinin ardında dil olduğu
gibi her dil yapılanımınm gerisinde de zekâ vardır.
Tüm diğer işlevlerde olduğu gibi, konuşma işlevinin de etkin­
lik kazanması için gerekli olan özellikler doğumla birlikte gel­
mektedir. Ancak, konuşmanın ortaya çıkabilmesi için, büyüme
ve olgunlaşmanın yanısıra bireylerarası ilişkilerin de var olması
gerekmektedir. Bu unsurlardan hiçbiri tek başına konuşma iş­
levine işlerlik kazandırma gücüne sahip değildir. Her üçü bir­
birlerini tamamlar biçimde var olduklarında etkin unsurlar ola­
rak nitelendirilebilirler.

Dil sürçmesi (alm. Sprachschnitzer; fr. lapsus; ing. slip of t he


tongue) Konuşma ya da yazı dilinde, söylenmesi ya da yazılması
gerekli olan sözcüğün yerini yanlışlıkla başka bir sözcüğün al­
ması. Örneğin, çekingen konuşmacının, “sözlerime başlarken”
diyeceği yerde “sözlerimi bitirirken’’ demesi gibi. Bu yanılgı ge­
nellikle yorgunluk, dalgınlık ve aşırı bir heyecanlanmayla açık-
lanabilirse de, psikanaliz öğretisinde bilinçdışı bir eğilim olarak
görülmektedir. Bir güdük edim olarak kabul edilen dil sürçmesi

36
bir isteğin sansürden kurtularak bilinçdışı katından bilinç alanı­
na çıkmasıdır. Bu duhımda dil sürçmesi, kişinin bilinçli istemi
ve itilmeye uğramış istemi arasındaki çatışmadan ileri gelmekte­
dir.
Dil uydurma (alm. Neologismus; fr. neologisme; ing. neolo-
gism) Herhangi bir bilim dalında gelişmeler karşısında zorunlu
olarak sözcük yaratma durumu. // Ruhsal hastalıklarda sesler­
den, sözcük parçalarından ya da sözcüklerin gerçek olmayan kay­
naşmasından uyduruk bir dil üretme etkinliği. Bu durum düşün­
cenin bozulduğunu ortaya koyar. Dil uydurma sıklıkla şizofren­
lerde ve süreğen olarak sabuklayan kişilerde rastlanır.

Dinamik görüş Ruhsal olguları bilinçdışı itkisel güçlerin ve bun­


ların bilinç alanına çıkmasını engelleyen karşıt güçlerin çatışma­
sından doğan bir görüngü olarak inceleyen psikanalitik görüş.

Dinamik psikoloji Davranışın özellikle iç belirleyicilerini ele


alan ya da genel olarak davranıştaki nedenselliği gözönünde bu­
lunduran psikoloji dalı.
Direnç (alm. Widerstang; fr. resistance; ing. resistance) Psika­
naliz sürecinde hastanın, sağaltımı kolaylaştıracak durumlara kar­
şı direnmesi. Bu bilinçdışı karşı duruş, sağaltım türünü ya da sa­
ğaltımı yapan kişiyi eleştirme, suskunluk vb. gibi durumlarla, bi­
linçdışı nedenlere ulaşâcak serbest çağrışım zincirinin oluşması­
nı engellemeye yöneliktir.
Disgrafi Bak. Yazı bozukluğu
Disleksi (alm. Dyslexie; fr. dyslexie; ing. dysreadingy; dysle-
xia) Okuma yetisinin akıcılık kazanamaması durumu. Duyu or­
ganlarında herhangi bir bozukluk bulunmayan ve normal bir öğ­
retim izlemiş olan çocuktaki bu bozukluk beyindeki bir sekele
bağlı olmayıp çocuğun yön ve zaman tayinini gerektiği gibi ya­
pamamasına bağlı bulunmaktadır. Sol elle yazan çocukların sağ
elle yazmaları için yapılan baskı sonucu olabileceği gibi zihinsel

37
bir ilgisizlikten ya da öğrenmeye olan güdülenim eksikliğinden
ileri gelebileceği söylenmekteyse de, temelde duygusal yaşamla,
eğitim bozukluklarıyla ve kalıtımla ilgili karmaşık etkenler yat­
maktadır. Diğer yandan sabırlı ve işini bilen bir öğretmenin ve
sağlıklı bir aile ortamının bu bozukluğun oluşmasını engelleyen
en büyük etken olduğu bilinmektedir. Bazı disleksi durumları
sekiz ya da dokuz yaşma doğru kendiliğinden iyileşeceği gibi bazı
durumlarda da inatla direnerek çocuğun bir geri zekâlı olarak
algılanmasına, dışlanmasına ve karmaşalarla yüklü ruhsal bo­
zukluklarla dolu bir kişilik yapısı oluşturmasına neden olmak­
tadır. Bu bozukluğun sağaltımı herhangi bir yaşta yapılabilir. Bu
sağaltımda kullanılan yöntem yeni bir okuma öğretimine başla­
mak yerine harfleri devindirerek seslerin nasıl değiştiğini ortaya
koymaya, zaman ve yer tayinini tespite yardımcı olabilecek alış­
tırmalar yaptırmaya yöneliktir. Ancak, bu sağaltım sırasında ço­
cuğun etkin bir biçimde alıştırmalara katılmasını sağlamak ge­
rekmektedir.
•/

Disortografi Bak. İmla bozukluğu


Doğrulum (alm. Tropismus; fr. tropisme; ing. tropism) Bitki­
lerin ve hayvanların fiziksel ve kimyasal dış etkenler sonucu bu
dış etkeni oluşturan uyarana doğru yönelmeleri. Ayçiçeğinin Gü­
neş’e doğru dönmesi, tırtılın bitkinin en üst kısmına yani Gü­
neş’in geldiği yere çıkması doğrulum örnekleridir. Jacques Lo-
eb tarafından ilk kez 19. yüzyıl sonunda hayvanların fiziksel ya
da kimyasal bir dış uyarana yönelmelerine ya da bu uyarandan
kaçınmalarına yol açan davranışların incelenmesi şeklinde ele
alınmıştır. Diğer yandan olumlu ve olumsuz olarak adlandırabi­
leceğimiz iki doğrulum söz konusu edilmektedir. Bunlardan bi­
rincisinde organizmanın tahammül edebileceği en yüksek uya­
rana doğru yapılan ilksel bir yönelme söz konusu iken İkincisin­
de organizmanın kendisini rahatsız eden bir durumdan uzaklaş­
ması söz konusudur. Acı uyandıran, organizmayı rahatsız eden

38
durumdan kaçma eylemine pati adı verilirken bazı müellifler vü­
cutlarından az çok uzakta bulunan uyarı kaynağına, bir yere ba­
ğımlı olmaksızın yönelerek ilerlcyebilen hayvanların devinimiy­
le ortaya çıkan duruma taksi adını vermektedirler.

Doğrulumsuzluk (fr. anatropisme) İçinde büyüyüp yaşadığı di­


yarlardan yabancı diyarlara göç eden kişilerde ruhsal bozukluk­
larla kendini dışa vuran uyumsuzluk durumu. Bu sözcükle çev­
reye yönlenmenin engellenmiş olduğu ve kişinin ruh sağlığı için
gerekli olan bu yönlenmede bulunamayınca dengesini yitirdiği
anlatılmak istenmektedir.

Doğum travması Bunaltı yaşantısının ilkörneğini ve kaynağı­


nı doğumda bulduğunu söyleyen Freud’uh doğum travmasına
yönelik bu fikri öğrencilerinden Otto Rank tarafından etraflı bir
biçimde ele alınmıştır. Rank’a göre doğum olayı, yalnızca fizyo­
lojik değil, ruhsal alanda da yankılar uyandıran ve sarsıntı yara­
tan bir yaşantıdır. Gerçekte ruhsal bir sarsıntının olabilmesi için
kişiyi etkileyen bir olayın bulunması gerekir. Psikanalitik kura­
ma göre doğum, ayrılma bunaltısının ilkömeği olduğu için ruh­
sal sarsıntıya neden olmaktadır. Daha sonraları Leboyer (1974)
tıbbî deneylerden elde ettiği sonuçlara göre doğumun çocuk için
fiziksel olduğu kadar ruhsal bir sarsıntı'da oluşturduğunu ileri
sürmektedir. Ona göre bebek doğarken acıyı bir ıstırap olarak
algılama yetisine sahip bulunmaktadır. Bu durumda dünyaya gel­
me acılı bir deneyimdir.
Doğum sarsıntısı aslında çok sayıda ve son derece yoğun du­
yumsal deneyimlerle oluşmaktadır. Bu deneysel deneyimler, ışık,
gürültü, üreme organlarından geçiş, havanın akciğerlere dolma­
sının neden olduğu duyum vb. gibi durumlardır. Çocuk kendisi
için bildik olan bir yaşamdan bilinmeyen bir yaşama geçmekte­
dir. Bu nedenle dış uyaranlar yumuşatılarak bir dereceye kadar
çocuğun yaşayacağı sarsıntıyı hafifletmeye özen göstermelidir.

39
Örneğin, çocuğun uzun bir süre annesiyle temas halinde olması
sağlanmalı, göbek bağının kesilmesi çocukta düzenli bir solu­
numun yerleşmesinden sonra yapılmalıdır.

Duyarlılık (alm. Empfindlichkeit; fr. sensibilite; ing. sensibi-


lity) Dış dünyadan ya da kendi vücudundan gelen izlenimleri al­
gılama yetisi.

Duygu (alm. Gefühl; fr. sentiment; ing. feeling) Heyecansal ve


düşsel unsurların karışımından oluşan ve her türlü uyaran yok­
luğunda da varlığını sürdürebilen karmaşık ruhsal durum.

Heyecandan daha sürekli ve tutkudan daha az şiddetli olan


duygunun nedenleri, zihinsel olabileceği gibi, heyecansal da ola­
bilir. Duygular çoğu kez bireyin eğilimlerine, tepilerine, istekle­
rine ve engellenmelerine bağlıdır.

Duygu dönüşümü (alm. Konversion; fr. ve ing. conversion)


Ruhsal çatışmaların simgesel olarak örgensel belirtilerle dışavur-
ması. Bunaltıya karşı bir korunma olarak kabul edilen duygu dö­
nüşümü olayı isterinin en belirgin görünümüdür. Duygu dönü­
şümü isterisinde herhangi bir örgensel berelenme bulunmadığı
halde fiziksel bozukluklar belirir.

Duygu sezgisi (alm. Einfühlung; fr. empathie; ing. empathy)


Bir duygu birliği içinde bir başkasının duygularının paylaşılması.
// Bir kimsenin diğerini bilimsel olmayan yollarla az ya da çok
etkili bir biçimde anlaması durumu.

Duygu yatırımı (alm. Besetzung; fr. investissement; ing. cab


hexis) Bir tasarım, bir erek, bir kişi, vücudun herhangi bir kısmı
ya da herhangi başka bir nesne üzerine yatırılan ruhsal enerjiyi
belirlemek için kollanılan bir deyim. Freud’un ekonomik kura­
mının açıklanmasında önemli bir yere sahip olan duygu yatırı­

40
mı bazı psikanalistlercc dinamik psikolojinin nörofizyolojiyc bağ­
lılığını ortaya koyan bir kanıt olarak görülürken bir diğerleri ta­
rafından da, bu tür bir yatırımın ekonomik görüş dışında bazı
çelişkilere neden olduğu ileri sürülmektedir. Aneak, Frcud, ço­
ğu kez bilinçdışı duygu yatırımından, bilinçdışı sisteme özgü ve
tasarımları kendine çekme yetisine sahip bir bağlantı gücü ola­
rak söz etmektedir. Bu güç, itilmede başlıca rolü oynamaktadır.
Bu terimle ilgili kuramsal tartışmalar bir yana bırakılacak olur­
sa psikanalistler sayısız klinik verilerin ışığında zorunlu olarak
bu deyimi kullanma gereğini duymaktadırlar. Bazı sayrılıklar, ki­
şinin, nesnelerle ve kendisiyle olan ilişkilerinde, değişken biçim­
de bölüştüreceği bir miktar enerjiye sahip bulunduğunu düşün­
dürtmektedir. Örneğin, bir yas tutma durumunda kişinin yaşam­
sal ilişkilerindeki belirgin azalma, kaybolan ve sevilen kişiye aşı­
rı bir duygu yatırımı yapıldığını göstermektedir.

Duyum (alm. Empfindung; fr. ve ing. sensation) Duyu organ­


larından gelen iletilerden elde edilen izlenim. Bu izlenim sinir
sistemi yasalarına bağlıdır (ya hep ya hiç yasası: uyarı belli bir
yeğinlik eşiğine geldiği an duyum aniden belirir.)
Düşlem (alm. Phantasie; fr. fantaisie; ing. fantasy) İnsanların
derin gereksinimleri çok az kez gerçekleşmekte ve bu nedenle sü­
rekli olarak engellenmelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu en­
gellenmelerin ve düş kırıklıkların neden olduğu gergin durumun
üstesinden gelebilmek için başvurulan sayısız korunma mekaniz­
malarından biri olan düşlem, bir itkiyi, bilinçsiz olarak imgesel
bir yaratmayla simgesel bir biçimde tatmin etmeyi amaçlar. Ör­
neğin, başarısız bir kimse bir banka müdürü, bir milyoner vb.
olduğunu düşler.

41
1

E
Ebbinghaus Hermann (1850-1909) Özellikle deneysel psikolo­
ji alanında bellek ve öğrenme koşulları üzerindeki araştırmala­
rıyla tanınan Alman psikoloğu. Öğrencilere anlamsız hecelerden
oluşan listeler öğreterek bir dize öğrenme yasası oluşturmuştur.
Çağdaş öğrenme kuramları bu yasalar üzerinde kurulmuştur.

Ebbinghaus unutma eğrisi Ebbinghaus tarafından 1885 yılın­


da oluşturulan ve anlamsız hecelerin unutma hızını gösteren eğ­
ri.

Anlamsız hecelerin öğrenilmesinden sonra unutma hızını gösteren Eb­


binghaus unutma eğrisi.

42
Bu eğriden de anlaşılacağı gibi, anlamsız hecelerin öğrenilme­
sini izleyen ilk gün içinde unutma hızı yüksek olmakta daha son­
raki günlerde ise gücünü gittikçe yitirerek azalmaktadır. Öğren­
me eğrisinin dışbükey yapısına karşılık unutma eğrisi içbükey bir
görünüme sahiptir. (Bak. Öğrenme)

Ekmnezi (Bilinç coşkusu) Geçmiş yaşamla ilgili yaşantıların


bilinç alanına akın etmesi. Kaybolduğu sanılan eski anıların ço­
ğu kez kısa bir süre için büyük bir canlılıkla ortaya çıkması ola­
yı. Bu bellek bozukluğu türünde imgeler o denli canlıdır ki, kişi
bazen o dönemi yaşıyormuş duygusuna kapılır. Ekmnezi, sara­
da, isteri’de ve bazı yoğun duygusal yaşantılarda ortaya çıkar.

Ekolali Bak. Yankıca

Ekonomik görüş Psikanaliz kuramında ruhsal süreçlerin, azal­


maya, çoğalmaya ve denge kurmaya elverişli bir itkisel enerji do­
laşımına bağlı bulunduğunu savunan varsayım. Bu görüşü des­
tekleyen yaşam biçimlerine özellikle duygu yatırımının söz ko­
nusu olduğu yas tutma durumunda ya da özseverlik nevrozun­
da dış dünyadan ayrılarak duygusal yatırımın ruhsal iç oluşum­
lara yöneldiği durumlarda rastlanır. Örneğin, sevilen bir kimse­
ye yapılan duygu yatırımı o kişinin yok olmasıyla kaybolmayıp
yeni yatırım alanları bulmaya yönelir. Ancak, daha önce duygu
yatırımının ölen nesneden geri çekilmesi gerekmektedir. Sayrılı
durumlarda duygu yatırımı ölen nesne üzerine yapılırken nor­
mal durumlarda libidonun, ölü nesneye bağlı anılarla ve beklen­
tilerle oluşturduğu bağlar çözülür.
Ekonomik görüşe göre ruhsal enerji, duygu yatınım yaptığı,
bağlandığı nesne ortadan kalkınca kaybolmayıp yön değiştirir
ya da ruhsal bir içsel yaşama doğrultulur.

Ektomorf Sheldon’un tipolojisinde kas sistemi az gelişmiş, za­


yıf, narin, kol ve bacakları nispeten uzun kimse. Bu tipte mer­

43
kezi sinir sisteminin ve beynin önemli bir rolü olduğundan se-
rebroton mizaç yapısı hakim bulunmaktadır. Şizofrenler özellikle
bu yapıda kimseler arasından çıkmaktadır.

Elektroşok Beyinden bir elektrik akımı geçirerek yapay şekil­


de sara nöbeti oluşturmaya yönelik psikiyatrik sağaltım yönte­
mi. Cerletti ve Bini adlı İtalyan iki hekim tarafından ortaya ko­
nan bu yöntem, birçok melankoli vakasında ve bazı genç şizof­
renlerde gerçek bir etkiye sahiptir. Ancak, etki nedeni henüz bir
açıklığa kavuşmuş değildir. Bu arada bazı varsayımlar ileri sü­
rülmüştür. Bu varsayımlara göre şok, organizmanın savunması­
nı harekete geçirir; ruhsal yapı yeni bir emirle yeniden kurulur;
elektrik akımı, beynin alt kısmında bulunan suyuk (canlıların
vücudunda bulunan her türlü sıvı maddeye verilen ad) ayarlayı-
cı bir bölge üzerinde etkide bulunur. Uygulamadaki kılgısal (pra­
tik) yanma karşın birçok psikiyatr bu yöntemi kullanmak iste­
memektedir. . *

Emel düzeyi (alm. Anspruchsniveau; fr. niveau d’aspiration;


ing. level of aspiration) Gerçekleştirilmesi söz konusu bir iş kar­
şısında kişinin erişmek istediği başarı düzeyi ve bu isteme bağlı
tutku yükü.
I

Endomorf Sheldon’un tipolojisinde yuvarlak yapılı, yumuşak,


kasları gelişmemiş, buna karşılık hazım aygıtı ve ahşa sistemi faz­
lasıyla gelişmiş kimse. Bu tipe, topluluğa kolay uyum gösteren,
neşeli ve sevimli kimselere özgü bir ruhsal yapı olan viserotoni
denk düşmektedir.

Engellenme (alm. Versagüng; fr. frustration; ing. frustration)


Kişinin, kendisi için dirimsel olan bir gereksinimden yoksun bıra­
kılması durumudur. Yaşamın ilk anından başlayarak çocuk, eği­
timi için gerekli olan sayısız engellemelerle karşılaşır: sütten ke­

44
silme ve toplum kurallarına uyum gösterebilmek için başvuru­
lan birçok yasaklamalar buna örnek olarak gösterilebilir.

Erginlikte kendini güçlü olarak hissettiren engellenmeler düş


kırıklıkları, bir sevgilinin kaybı, başarısızlığa uğrama vb. gibi duy­
gusal ve toplumsal yaşamla ilgili sorunlara bağlıdır. Bir engel­
lenmeyle karşı karşıya bulunan kişi bu durumdan kurtulmak için
farklı türde savunma mekanizmalarına başvurur. En çok baş­
vurulan mekanizmalara örnek olarak, gerilemeyi, yön değiştir­
meyi ve neden uydurmayı gösterebiliriz.

Enkontinans (alm. Inkontinenz; fr. ve ing. incontinence) İd­


rarını ya da dışkısını tutamama durumu. Büzgen kasların zayıf­
lamasına ve bozulmasına bağlı olan bu sayrılt durumda kişi, bi­
linçli olmasına karşın istençli olarak dışkısını ya da idrarını tu­
tamaz. Enkontinansı enkoprezi ve enüreziyle karıştırmamak ge­
rekir, zira bu İkincilerde ruhsal sağaltıma iyi.yanıt veren bilinç­
dışı bir davranış söz konusudur.

^Enkoprezi (alm. Encoprese; fr. encopresie; ing. encopresis) Üç


yaşını geçmiş bir çocukta istençsiz olarak dışkısını kaçırma du­
rumu. Gündüz enkoprezisi gece enkoprezisine göre çok daha sık­
lıkla görülür. Genellikle duygusal nedenlere bağlı bulunan en­
koprezi ilk tuvalet eğitimi zorlamalarına karşı bir duruş olup an­
neyle bozuk ilişkilerin varlığına bağlı bulunmaktadır.

Enürezi (alm. Beltnâssen; fr. enüresie; ing. enuresis) Üç yaşı­


nı geçmiş bir çocukta istençsiz olarak altını ıslatma durumu. Ge­
nellikle gece vakti ortaya çıkan enürezi çocuğun, bir küçük kar­
deşin dünyaya gelmesiyle tüm dikkatin ona yöneldiğini görerek
bu yeni bebek gibi olmak istemesine ya da duygusal bir şoka bağlı
olabilir.

45
Ergenlik (alm. Jünglingsalter; fr. adolescence; in.g adolescen­
ce) Çocukluk ve yetişkinlik arasında yer alan ve özellikle cinsel
olgunluğa erişilen yaş evresi. Kızlarda 12 yaşından 18 yaşına ka­
dar erkeklerde ise 14 yaşından 20 yaşına dek süren evre. Cinsel
içgüdünün serpildiği, toplumsal ilginin ve özgürlük isteminin do­
ruk noktasına eriştiği bu dönemde kişisel eğilimler belirginlik ka­
zanmıştır. Büyük bir devingenlik ve yoğun bir duygusallık gü­
cüne sahip ergenlerin eğitimi özel bir bilgi ve beceriye gereksi­
nim duymaktadır.

Erinlik (alm. Pubertat; fr. pııberte; ing. puberty) Çocukluk ça­


ğının sona ererek cinsel organların işlerlik kazandığı dönem. Çok
sayıda morfolojik ve psikolojik değişikliklerle belirlenen ve 12-
15 yaşları arasında yer alan bu dönemde çoğu kez psikolojik bir
krizin ortaya çıkması M. Mead tarafından toplumumuzda ergen­
liğin eşiğinde bulunan bu gençlerin rolünün tam olarak belirlen-
memesine ve bu nedenle ikircikli bir ortamın oluşmasına bağ­
lanmaktadır. _. • I

Erişkîncîlik (fr. adulturisme) Çocukta erişkin olmaya yönelik


eğilimlere verilen ad.

Eros Eski yunanlıların aşk tanrıçasına verdikleri bu ad Freud


tarafından ölüm itkilerine karşı duran yaşam itkilerinin tümü­
nü belirtmek için kullanılmıştır.

Erötofobi (fr. ereutophobie) Başkaları önünde yüzünün kızar­


masından duyulan takınaklı yılgı.

Eşcinsellik (alm. Homosexualitat; fr. homosexualiıe; ing. ho-


mosexuality) Aynı cinsten kişiye karşı cinsel istek duyma duru­
mu. Bu durum yanlış bir eğitim, erkek çocukta aşırı bir anneye
bağlılık ve onunla özdeşleşme sonucu olabileceği gibi bir aşağı-
• lık duygusuna da bağlı bulunabilir. Bilinçdışı itkilerin etkisi al­

46
tında bulunan eşcinsellerde suçluluk duygularının yanısıra nev-
rozlu bir kişilik yapısı da gelişmiştir. Kadınlarda görülen eşcin­
selliğe safizm ya da tribadizm denmekle birlikte bu tür bir iliş­
kide bulunan kadına genellikle lezbiyen denilmektedir. Erkek­
lerde görülen eşcinselliğe de uranizm adı verilmektedir.

Eşik (alm. Schuelle; seuil; ing. threshold) Bir duyu organının


kendisine uygun düşen uyarıcıdan gelen en alt ve en üst düzey­
deki iletiyi alabilme sınırına eşik adı verilir. AJabilirlik düzeyi
adını da verebileceğimiz bu sınır her bir duyu organına göre farklı
ölçü birimlerine gereksinim duyar. Örneğin, frekansı 20’den az
ve 20.000’den fazla olan titreşimler insan kulağının alıcılığına uy­
gun düşmediğinden eşik altı ve üstü uyarılar olarak adlandırılır.

Eşik uyaranı (fr. ve ing. liminal stimulus) Herhangi bir algı­


nın oluşmasına yeterli olabilecek en az güce sahip uyaran.

Eysenck Hans Jürgen (1916- ) Özellikle güdülenimlerin (mo­


tivasyonların) kişi üzerindeki rolü ve kişiliğin çözümlenmesiyle
ilgili birçok çalışmaları bulunan Alman asıllı İngiliz psikologu.
Eysenck kendi adıyla bilinen bir kişilik testi oluşturmuştur. Bu
testle içedönüklük ve dışadönüklük gibi kişilik boyutlarının ya-
nısıra çöküntü ve histeri gibi sayrılı kişilik yapıları da ortaya çı­
kartabilmektedir.
Eysenck’in bellibaşlı eserleri: Anormal psikoloji el kitabı
Kişiliğin ölçülmesi
Falik dönem (alm. phallisches Stadium; fr. phallique stade; ing.
phallic stage) Cinselliğe bağlı olarak çocukta duygusal yaşam ge­
lişiminde dışkıl dönemden sonra gelen üçüncü ve son evre. Ya­
şamın dördüncü, beşinci ve altıncı yıllarını kapsayan bu evrede
çocukluk cinselliği kamış ve klitoris gibi cinsel organlara yönel­
miştir. Ctedipus ve hadımlık karmaşaları bu döneme özgü belir­
tilerdir. J

Falüs Antik çağda bir imge olarak betimlenen erkeklik orga­


nı (penis) ve falüs sözcükleri psikanaliz dilinde gittikçe farklı içe­
rikli sözcükler olarak kullanılmaktadır. Falüs terimi erkek cin­
sellik organının güç, verimlilik ve erkeksilik gibi işlevlerini sim­
gelemekte; erkeklik organı ya da penis terimleri ise, örgensel bir
nesneyi belirlemektedir.-

Fantazm (fr. fantasme; ing. phantasm) Bilinçaltı bir isteğin ger­


çekleşmesine yönelik az çok kılık değiştirmiş düşsel bir öykü ya
da sahne. Kişi bu öyküde hem oyuncu hem de seyirci durumun­
dadır. Freud “Leonard de Vinci’’nin çocukluk öyküsü adlı ese­
rinde fantazmın, çocukluk dönemiyle yakından ilişkili olduğu­
nu göstermiştir.
Freud, isterik kadın hastaların, çocukluk dönemlerinde baba­
ları tarafından baştan çıkarılmaya yönelik sahneler canlandır­
dıklarını ancak, bu sahnelerin gerçek olmaktan çok düşsel ol­
duklarını ve gerçek bir sahneden çok daha büyük bir güce sahip
bulunduklarını saptamıştır.

Feehner Gustav Theodor (1801-1887) Alman felsefecisi ve psi­


kologu. Bir hekim olan Feehner Leipzig’de ilkin fizik ve felsefe
dersleri okuttuktan sonra psikofizikle ilgilenmeye başlamıştır. Bu
konuda araştırmalarıyla ünlü Weber’in duyumlarla ilgili çalış­
malarından esinlenerek Feehner yasası adıyla bilinen bir yasa koy­
muştur ortaya. Duyum, uyaranın logaritması gibi artar şeklinde
özetlenebilecek yasasının bilinç olgularının tümüne uygulanabi­
leceğini savunan Feehner, psikolojiye ölçüm kavramını getiren ilk
psikologlardandır.

Psikoloji Sözlüğü — F.4 49


Fechner’in bcllibaşlı eserleri:
Atomların felsefi ve fiziksel kuramı
Psikofiziğin unsurları (Bu eser ilk deneysel
psikoloji eseri olarak kabul edilmektedir.)

Ferenczi Sandor (1873-1933) Freud’ün en sadık öğrencilerin­


den olan Ferenczi, Macar asıllı doktor ve psikanalisttir. Psi­
kanalizin Avusturya dışında yayılmasında büyük rol oynamış­
tır. Freud’ün fikirlerinin Macaristan’da büyük bir kabul görme­
si nedeniyle Ferenczi, Bela Kun hükümetinin başta bulunduğu kısa
süre zarfında Üniversite’de psikanaliz okutmuştur. Daha sonra­
ları psikanalize karşı kuşkular duymaya başlamışsa da bu kuş­
kular Jung ve Adler’inkiler gibi, Freud öğretisini temelden sar­
sacak nitelikte olmayıp teknikle yani uygulama sorunlarıyla il­
giliydi.

Ferenczi, hasta libidosunun psikanaliz seansları dışında da des­


teksiz kalmasının ruhsal çözümleme olayına yönelik sağaltım sü­
resinin kısalmasına neden olacağına inanıyordu. Birçok psika­
naliz uygulayıcısı gibi o da, bu sağaltım süresinin son derece uzun
sürdüğü kanısında idi. Bu nedenle hastaların üretken etkinlikle­
rine yasaklamalar getiriyor hatta daha da ileriye giderek üret­
kenliği anımsatacak olan tuvalette kalma süresi, zevk için yemek
yemek ya da içki içmek gibi etkinliklerin kısaltılması gerektiğini
savunuyordu.
Daha sonraları Ferenczi hastalarına karşı yasaklayıcı bir anne-
baba rolü yerine sevecen bir anne-baba rolü oynamak gerektiği­
ni düşündü. Aslında nevrozlu kişi çocukluk döneminde yeterin­
ce sevilmiş ya da kabul görmüş bir kimse değildi. Öyle ki, analiz
sırasında psikanalist, hastanın yoksun kaldığı bu ilgi ve sevgiyi
verecek olan kişi olmalıydı. Bazı aşırılıklara kaçmasına ve Fre­
ud’ün eleştirilerine neden olmasına karşın Ferenczi’nin fikirleri

50
ve uygulamaları etkisiz kalmadı. Özellikle daha sonra İngiltere’ye
göç eden Balint tarafından İngiliz psikanaliz okulunun bazı ke­
simlerine yayılarak analizde hiç değilse gelişimleri esnasında sev­
giden yoksun hastalar için bu sevginin yaşanması gerekliliğinin
kabul edilmesine neden oldu.
Pratik uygulamaları dışında kuramsal alanda da Ferenczi bi-
oanaliz olarak adlandırılan bir bilim öneriyordu; bu, psikanali-
tik kuramın biyoloji alanına uzanması ya da öz kaynağın psika­
nalizi idi. Ferenczi “Thalassa” (bu sözcük yunancada deniz an­
lamına gelir) adlı eserinde, Haeckel ve Lamarck’ın evrimci ku­
ramlarından hareket ederek rahim içi yaşamın, başlangıcı denizde
olap daha önceki yaşam biçimlerinin bir tekrarı olacağını savu­
nan bir varsayım koyuyordu ortaya. Bu duruma göre doğum, var­
lığın denize dönük ilksel durumun kaybı ve daha sonra da tüm
yaşayan varlıkların tekrar bu durumu elde etmeye yönelik iste­
mi olarak görülüyordu. Bu tür bir yaklaşımla Ferenczi anne-
çocuk ilksel ilişkilerine dikkati çekmiş bulunuyordu.
Ferenczi’nin önemli eserleri:
Psikanaliz’in gelişimi (Otto Rank’la birlikte)
Thalassa

Fetişizm (alm. Fetichismus; fr. fetichisme; ing. fetichism) Por­


tekiz dilindeki feitiço= sevimlilik, çekicilik sözcüğünden türe­
miştir.- Bir başkasının vücudunun ya da giysilerinin bir kısmı­
nın gözlenmesi ya da gözönüne getirilmesiyle kişide kösnül duy­
guların oluşmasına bağlı cinsel sapkınlık. Bu sapkınlığa duygu­
sal açıdan olgunlaşmamış ve gelişmelerinin çok ilksel bir döne­
minde saplantıları bulunan kimselerde rastlanır. Bazı çocuklar­
da geçiş nesnesi daha ilerdeki yaşlarda da etkinliğini sürdürür.
Winnicott’a göre bu geçiş nesnesi daha sonraları bir fetişe dö­
nüşebilir.

51
Fi fenomeni Benzer iki nesne ya da şekilden birinin diğerin­
den kısa bir süre sonra ortaya çıkmasıyla oluşan ve bir devim
algılamasına neden olan yanılsama. Örneğin, ardışık iki ışık
kaynağının kısa bir ara ile birbirini izlemesi bir devim yanılsa­
ması oluşturur.

Fobi (Yılgı) (alm. Phobie; fr. phobie; ing. phobia) Herhangi


bir dış etken bulunmaksızın bir nesneden, varlıktan ya da du­
rumdan duyulan korku. İç çatışkıları dayanılmaz duruma gelen
kişi bilinçdışı bir etkinlikle bu korkuyu simgesel bir yüke sahip
bir nesnede arar. Takınaklı nevrozda sıklıkla rastlanan bir belir­
ti olan fobi bağlı bulunduğu nesneye, varlığa ya da duruma göre
farklı bileşik isimler alır; örneğin, agorafobi, akrofobi, klostro­
fobi vb.
t
Fonosinez (fr. phonosinese) Bir ses uyaranının etkisinde bu­
lunan hayvanlarda devim etkinliğinin artması ya da devimsel tep­
kilerin yönelimsiz bir görünüm kazanması.

. Fraisse Paul (1911- ) İlkin Paris Edebiyat Fakültesinde son­


ra da Rene Descartes üniversitesinde deneysel psikoloji profesör­
lüğü yapmış olan Paul Fraisse Paris Üniversitesi’ne bağlı psiko­
loji enstitüsünü yönetmiştir. Bilimsel psikoloji uluslararası birli­
ğine başkanlık etmiş, sayısız psikoloji kitapları yazmıştır. J. Pia-
get ile birlikte deneysel psikoloji kitabını hazırlamıştır.
<•

Freud Sigmund (1856-1938) AvusturyalI bir psikiyatr olan Fre-


ud ilkin bir nöroloji uzmanı olarak sinir sistemiyle ilgili kıyasla­
mak anatomi çalışmalarında bulunmuş ve kokainin ağrı kesici
özelliğini bulmuştur. 1885 yılında bir burs kazanarak geldiği Pa­
ris’te ünlü bir Fransız nöroloji uzmanı olan Charcot’un hipno­
tizmayla isteriyi inceleyen derslerini büyük bir ilgiyle izleyen Fre­
ud psikopatoloji alanına yönelmiştir.

52
Sigmund Freud

Viyana’ya döndüğünde büyük bir muhayyile gücüne sahip


genç bir psikiyatr olan Josehp Breuer’le çalışmaya başlamıştır.
Nevrozların her türlü örgensel berelenmeden bağımsız olarak
oluştuğuna ve unutulmuş duygusal şoklara bağh bulunduğuna
inanan Freud, bu ruhsal sarsıntıyı bilinç düzeyine çıkarabilmek
için serbest çağrışım yöntemini kullanmıştır.

İlkin kendi ruhsal yapısını çözümlemeye koyulan Freud, san­


sür mekanizmasının güdümünde bulunan rüyalarını ve güdük
edimlerini yorumlamaya koyulmuş ve bu arada “Ben”, “İçben”
ve “Üstben” gibi ruhsal yapımızın katmanlarını birbirinden ayı­
rarak haz ve gerçekçilik ilkelerini ortaya koymuştur.

Rüyaların çözümlenmesinde simgelerin rolü üzerinde duran


Freud, sansür, geriye itme, libido, transfer ve özellikle de bilinç­
dışı kavramlarıyla psikanaliz adıyla bilinen bir psikoloji meto­
dunun temellerini atmıştır.
Freud’ün, bilinçdışı alanını sistemli bir biçimde incelemesi ve
çocuk cinselliğine verdiği önem psikoloji bilimine yeni boyutlar

53
kazandırmakla kalmıyor, o güne dek oluşan birçok yargının da
kökünden değişmesine neden oluyordu.
Çocuk ruhsal yaşamının erişkin yaşamını temelden etkiledi­
ğini ısrarla savunan Freud, çocukluk dönemindeki yaşam izleri­
nin, bilinçdışına yerleştiğini ve erişkin yaşamındaki davranışla­
rın nedenleri karşısındaki bilgisizliği oranında kişiyi etkilediğini
ortaya koyuyordu.
Freud’ün fikirlerine karşı çıkanların, onun kör içgüdülere ba­
ğımlı kalmasını insanı gerekirciliğe (determinizme) ve kötüm­
serliğe ittiğini ileri sürmelerine karşın gerçekte Freud, cinsel iç­
güdü gücünü yadsımanın ne denli tehlikeli olduğunu vurgula­
mak istiyordu. Diğer yandan da akıldışı ve açıklanması olanak­
sız sayısız olguya ışık tutacak yeni bir yorum ve açıklama getiri­
yordu. Her şeyin temelde bir anlamı vardı. Her sabuklama, her
rüya, her güdük edim, ilk bakışta anlamsız gibi gözüken her dav­
ranış devingen bir bilinçdışı alanından kaynaklanıyordu.
Tüm kuram öncüleri gibi Freud de, evrimci düşüncelerine karşı
çıkan türlü düşmanlık örnekleriyle karşılaşmışsa da düşünceleri
gittikçe büyük bir kütleyi etkilemeye başlamıştır. 1936 yılında 80
yaşındayken Goethe armağanını kazanan Freud’ün birçok dile
çevrilmiş olan eserleri tüm dünyada büyük yankılar uyandırmıştır.
Nazi rejiminin boğucu baskısına rağmen Viyana’dan ayrılma­
makta inatla direnen Freud Alman psikanaliz derneğinin nazi-
lerin eline geçmesiyle 1938 yılında İngiltere’ye yerleşir. 1939 yı­
lında Londra’da ölen Freud geride insan muhayyilesinin sınır ta­
nımaz gücünü kanıtlayan ve tartışmalara yol açan ilginç eserler
bırakmıştır.

Freud’ün bellibaşlı eserleri:


Rüyalar bilimi
Günlük yaşamın psikopatolojisi

54
Cinsellik kuramı üzerine üç deneme
Totem ve İhbu
Psikanalize giriş
Beş psikanaliz
Psikanaliz tekniği
Ketleme, hastalık belirtisi ve bunalım
Metapsikoloji
Musa ve tektanrıcılık
Espri sözcüğü ve bilinçaltıyla olan ilişkileri
Uygarlıktaki huzursuzluk
Bir yanılsamanın geleceği

Fromm Erich (1900-1980) Aynı zamanda sosyal felsefeci, ta­


rihçi ve antropolog olan Erich Fromm Alman asıllı Amerikalı
bir psikanalisttir. Bir hahamlar soyundan gelen Fromm’un ço­
cukluğu sofu bir ortamda geçmişse de kısa zamanda insancıl eği­
limleri onu çok daha felsefî uğraşlara yöneltmiştir. Birinci dün­
ya savaşı onda bir şok etkisi yapmıştır. Fromm’a göre I. Dünya
Savaşı günümüze dek uzayan hoyratlık zincirinin başlangıcıdır.
1922 yılında Heidelberg’de felsefe doktorasını verip Berlin psi­
kanaliz enstitüsünde çalışmaya başlar. Ancak, çok kısa bir süre
sonra sosyo-ekonomik etkenleri hesaba katmayan froydçu uygun-
culukla (ortodoksi) arayı açar.
1925 yılında Fromm, herhangi bir tıp öğrenimi görmeden psi­
kanalizi uygulamaya başlar ve uluslararası psikanaliz derneğine
üye olur. 1929-32 yılları arasında Frankfurt psikanaliz enstitü­
sünde öğretmenlik yaparken “İsa dogmasının gelişmesi” adh ilk
denemesini kaleme alır. Bitler başa geçtiği zaman Cenevre’de bu­
lunmaktadır. 1933 yılında ABD’ye gider ve Amerika vatandaşı
olmak isteğiyle burada kalmaya karar verir. Bazı zorluklardan
sonra kendisine bir yol çizmeyi başarır ve insan ve toplum üze-

55
findeki orijinal fikirleriyle kendini kabul ettirir. 1934-61 yılları
arasında birçok Amerikan Üniversitelerinde dersler verir. Niha­
yet 1962 yılında New York Üniversitesinde profesör olur. Eserle­
rinde, froydçulukla toplumsal fikirleri birleştirmeye çalışmış ve
sevginin insan varoluşunu ilgilendiren sorunlara verilebilecek tek
sağlıklı yanıt olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Fromm'un bellibaşh eserleri: İsa dogmasının gelişmesi
özgürlük korkusu
Sağlıklı toplum
Sevmek sanatı

56
G
Geçiş nesnesi (alm. Übergangsobjekt; fr. objet transitionnel;
ing. transitional object) Küçük çocuğun uykuya dalmak için ge­
reksinim duyduğu ve kendisi için özel değere sahip bir nesneye
gösterdiği ilgiyi belirtmek için Winnicott tarafından kullanılan
bir deyim. Geçiş nesnesi bir oyuncak ayı, bebek, vb. olabileceği
gibi bir mendil ya da kumaş parçası da olabilir. Çocuk bu geçiş
nesnesiyle ilk kez annesi dışında bir objeye ilgi duymakta ve ba­
ğımlılık göstermektedir. Başka bir deyişle çocuk, anneye yöne­
lik ilk ağızcıl ilişkilerden uzaklaşarak bir dış nesneyle ilişki kur­
maktadır.

Genel felç (alm. Lahmung;fr. paralysie generale; ing. paraly-


sis) Frengiye yakalanıp da sağaltım görmeyen kişilerde frengiye
neden olan bakterinin beyne yayılmasıyla ortaya çıkan bir psi­
koz.
Frenginin ilk belirtilerinden 5-25 yıl sonra özellikle zihinsel gü­
cün azalması, sabuklamalar ve nörolojik belirtilerle kendini açığa
vuran genel felç günümüzde sağaltımı yapılabilir bir hastalık du­
rumuna gelmiştir.

Gensel psikoloji (alm. Genetisch Pyschologie; fr. psychologie


genetique; ing. genetic psychology) Türün ya da bireyin zihinsel
gelişiminin incelenmesi. Gensel psikoloji davranışların kaynağı

57
ve evrimiyle ilgilenir. / Çocuğun zihinsel gelişiminin incelenme­
si olarak tanımlandığında J. Piagct, Wallon vc Gesell, tarafın­
dan kuralları oluşturulan olgunlaşma ve öğrenme kavramlarını
gözönünde bulunduran çocuk psikolojisinin bir dalı olarak gö­
rülmektedir.

Gerçekçilik (alm. Realismus; fr. realisme; ing. realismj Pia-


get'nin kendi deyimiyle çocuğun nesnelere düşünen insana özgü
etkinlik sonuçlarını aktarması durumu. Çocuk, nesneleri ken­
dini görüp duyduğu gibi algılar. Örneğin, düşünce sesin ta ken­
disidir. Piaget’ye göre nesnelerin ve doğa olgularının kavranması
gerçekçilik, canlıcılık ve yapaycılık gibi düşünce biçimlerinin sin­
dirilmesiyle gerçekleşir.

Gerçeklik ilkesi (alm. Realitatsprinzip; fr. principe de realite;


ing. principe of reality) Doyuma ulaşma istemini, dış dünya ko­
şullarını hesaba katmaya zorlayan düzenleyici ilke. Freud öğre­
tisinde önemli bir yere sahip olan bu ilkeye göre zihindeki özgür
enerji bağımlı enerji durumuna gelecektir. İçbenden gelen istem­
lerin doyuma istendiği an ulaşmasımn olanaksız olduğu türlü de­
neyimlerle ve eğitimle kişi tarafından öğrenilir. Bu durumda do­
yuma ulaşma istemi kısa yoldan değil de, dolaylı yollardan dış
dünya koşullarının yaptırımı hesaba katılarak gerçekleştirilir.

Gereksinme (alm. Bedürfnis; fr. besoin; ing. need) Solunum,


dışkılama, uyuma, cinsel birleşme vb. gibi zorunlu bir eylemi ger­
çekleştirmeye yönelik doğal istem. // Alışkanlık haline gelmiş bazı
eylemleri gerçekleştirmeye ya da bazı nesneleri (sigara, alkol vb.)
kullanmaya yönelik, edinilmiş eyleme geçme istemi (İngilizcede
want).

58
Gerileme (alm. Regression; fr. regression; ing. regression) Bir
ketleme karşısında gelişimin daha ilksel düzeydeki bir evresine
yönelme işlevi. Gerilemeye başvuran kişi yönlendiği bu daha ön­
ceki devrenin gerektirdiği şekilde davranır. Örneğin, dünyaya ye­
ni bir kardeşin gelnîesi karşısında kendisine daha az sevgiyle ba­
kıldığını hisseden bir çocuğun karşılaştığı düş kırıklığı ve ketle­
me onu ilk çocukluk evresine gerileterek bu evrenin özellikleri
olan altına kaçırma ve benzeri durumların ortaya çıkmasına ne­
den olur.
Bilinçdışı bir korunma mekanizması olarak daha önce yaşan­
mış anlamlı bir duruma ya da bir fantazma dönüş olarak gerile­
me, transfere yanıt veren yapısıyla psikanalizle sağaltımda önemli
bir rol oynar.

Gesell Amold (1880-1961) Amerikalı bir psikolog olan Gesell,


ilkokul öğretmeni olarak işe başladıktan sonra kolej müdürü, fel-

59
şefe doktoru sonra da tıp doktoru olur. Özellikle gelişmeleri hak­
kında pek ayrıntılı bilgiye sahip olmadığımız normal çocukları
tetkik etmiştir. Diğer yandan bebeklerin filmini çekerek davra­
nışlarını tüm ayrıntılarıyla saptamış ve bu gözlemlere dayana­
rak gelişim testlerini hazırlamıştır. A. Gesell’in gözlemlerini kap­
sayan eserleri çocuk psikolojisiyle uğraşan herkesin vazgeçilmez
başvuru kitabı haline gelmiştir.
Gesell’in bellibaşlı eserleri: Çağdaş medeniyette çocuğun yeri
5-10 yaşları arasındaki çocuk
10-16 yaşlar arasındaki yeniyetme

Geştalt psikolojisi Uyaranlar ve yanıtlar arasındaki ilişkilerin


anlamlı bir bütünü olarak belirlenen bir yapı kavramı üzerine
kurulan bir kuramdır.
Bu. psikoloji okulu, görüngüleri bütünsellikleri içinde ele al­
ma gerekliliği üzerinde durmaktadır. Böylece, bütünü oluşturan
ve bütün içinde eriyen, bu bütün dışında herhangi bir anlama
sahip olmayan unsurların teker teker birbirlerinden ayrılmaları­
na gerek yoktur.
İlkin algı sorununa uygulanan bu kuram daha sonra tüm psi­
kolojiyi ve tıp dalını da etkilemiştir. Geştalt kuramına bağlı psi­
kologlar, insanın ayrı ayrı yönleriyle değil de, tümüyle ele alına­
rak incelenmesi gerekliliği üzerinde durmaktadırlar. Bu nedenle
herhangi bir hastayla karşı karşıya bulunan hekim ya da psiko­
log kişiliğin tümünü gözönünde bulundurmalıdır.

Gizil içerik (alm. latenter Inhalt; fr. contenu latent; ing. latent
content) Rüyalardaki bilinçdışı anlam. Psikanaliz öğreti verile­
rine göre, çözümlemesi yapılan rüyaların görünür içeriğinin ge­
risinde, ben’in kendisini korumak için uyguladığı bir karşı koy­
mayla, kişi uyanıkken bilinç alanına çıkması sakıncalı görülen
bilinçdışı isteklerin bulunduğu görülür.

60
Gizlilik dönemi (alm. Latenzperiode ya da Latenzzeit; fr. pö-
riode de latence; ing. latence period) Altıncı yaştan erinliğe dek
uzayan ve cinsel tepinin uykuya yatmış bir görünüme sahip ol­
duğu döneme gizillik denemi adı verilir. Cinsellikle ilgili etkin­
likler durmuş, onun yerini ahlâk, estetik vb. gibi toplumu yakın­
dan ilgilendiren uygarlığa değgin duygular almaya başlamıştır.

Psikanalitik kurama göre bu dönemde Cbdipus karmaşası bir


gerileme gösterirken itilme yoğunluk kazanmıştır. Yine bu yıl­
larda çocukluğun ilk yıllarıyla ilgili anıların unutulduğu görü­
lür. Çocuğun toplumsallaşma süreci içinde olduğu bu dönemde
yüceltme ve özdeşleme güç kazanır.
A

Cinselliğin gizliliğe büründüğü uygar toplumlara özgü olan gi­


zillik dönemi evrensel bir yapıya sahip değildir. Levi-Strauss’un
incelemeleri Brezilya’daki Nambikvvara yerli çocuklarının bu yaş­
ta aşk oyunlarından kaçınmadıklarını hatta bazen akşam olun­
ca ayrı çiftler olarak kendi çadırlarında karı-koca gibi yaşadık­
larını ve büyüklerin de bu durumu hoşgörüyle karşıladıklarım
ortaya koymuştur.

Goodenough testi Florence Goodenough tarafından oluştu­


rulan ve üçle onüç yaşları arasındaki çocukların zekâ yaşını ko­
layca değerlendirmeye yarayan ve herhangi bir örnek olmaksı­
zın bir insan resmi çizmeye yönelik bir test.

Gölge (alm. Schatten;fr. ombre; ing. shadow) Jung psikoloji­


sinde kişinin bilinçdışı doğal yanı.
f

Görünür içerik (alm. manifester Inhalt; fr. contenu manifes-


le; ing. manifest content) Rüyalardaki gizil içeriğe karşı olarak
kişi tarafından canlandırılan ve anlatılan öykü. Bu öykü henüz
psikanaliz çözümlemesine uğramış değildir. Freud’e göre rüya­
lardaki görünür içerik gizil içeriğin kılık değiştirmiş görünümü­
dür.

61
Güdük edim (alm. fthIMslung; fr. acle manqut; ing. parap-
ruxis) Bilinçaltı mekanizmanın etkisiyle esas niyetinden farklı ola*
rak gerçekleşen bir eylem. Çoğu kez unutma, kaza yapma, bir
dil sürçmesinde bulunma gibi, günlük yaşamda ortaya çıkan ni­
ce beceriksizliklerin kişinin bilinçaltında bulunan niyetlerinin so­
nucu olduğunu Freud, sayısız örneklerle kanıtlamıştır.

62
H

Hadımlık karmaşası (alm. Kastrationskomplex; fr. complexe


de castratipn; ing. castration complex) Yasaklanmış cinsel eylem­
lerin ya da itkilerin cezalandırılması olarak görülen cinsel örge-
nini yitirmeyle ilgili bilinçdışı bir korku. Erkek çocuk cinsel et­
kinliklerine karşı babasının cezalandırıcı yaptırımından çekin­
mektedir.
Bu karmaşanın, psikanaliz öğretisinde, erkek çocukta olduğu
gibi açık ve seçik olarak belirlenmemiş olmasına rağmen kız çocu­
ğunda da var olduğu kabul edilir. Kendisinin, erkek çocukta ol­
duğu gibi bir cinsel organa sahip olmadığını farkeden kız çocu­
ğu, bu konuda haksızlığa uğradığını düşünerek annesini kına­
maktadır.
Çocuk cinselliğinde önemli bir yere sahip olan bu karmaşa çö­
zülmediği zaman erkek çocukta eşcinselliğe, kızda da erkeksili-
ğin belirginleşerek kendi kendini tatmine yönelik bir klitoridyen
cinselliğin gelişmesine neden olur.

Hastalığa sığınma (alm. Flucht in die Krankheit; fuite dans


la maladie; ing. flight into illness) Ruhsal çatışmalardan kaçın­
mak için kişinin nevroza ya da örgensel bir hastalığa sığınma du­
rumunu dile getiren bir deyim.

63
Hastalık hastalığı (alm. Hypochondrie; fr. hypocondrie ya da
hypochondrie; ing. hypocondria) Takınağa dek varan bir aşırı­
lıkla sağlığına ilgi gösterme durumu. Sağlığı hakkında sürekli
kaygılar içinde bulunan kişi, benmerkezci yapısından kaynakla­
nan bir duyarlılıkla kendinde gerçekte var olmayan hastalıklar
görür ve sürekli olarak bir hekimden diğerine koşup durur.
f .

Hayvan psikolojisi Hayvan davranışlarının nedenini ve nasılı­


nı inceleyen bilim dalı. Psikolojinin bu dalında etolojik ve dav­
ranışçı inceleme türlerinden de söz edilebilir. Bunlardan birinci­
si, bir hayvan türünün davranışını kendi doğal çevresi içinde in­
celerken İkincisi de, hayvan ve insanla ilgili kıyaslamak bir araş­
tırmaya girişmektedir.
Tek hücrelilerden başlayarak karmaşık sinir örgütlenmelerine
sahip üst düzeydeki hayvanların davranışlarına dek uzayan bir
inceleme alanına sahip hayvan psikolojisi, çalışmalarından elde
edilen sonuçlarla insan psikolojisini aydınlatmada önemli bir yere
sahiptin

Homeostazis (Dengelenme) Organizmanın gerek dış gerekse


iç çevreye karşı oluşturduğu uyumlu durumun sürekliliğini fark­
lı koşullar altında koruması durumu.

Hipermnezi Çok sayıda anının sayrılı bir aşırılıkla canlana­


rak bilinç alanına yığışması.

Hipofiz Beynin hipotalamus bölgesinde bulunan içsalgı bezi.


Ön ve arka kısımlarında bulunan bölgelerinden salgılanan hor­
monlar çok sayıda organik düzenleyicinin işleyişini sağlar. Bü­
yüme, cinsel gelişme ve diğer iç salgı bezlerinin işleyişi sıkı sıkı­
ya hipofize bağlıdır. Hipofiz bezinin hipotalamus sinir merkez­
leriyle sıkı bağları vardır.

64
Hipotalamus Beyinde talamus bölgesinin alt ön kısmında 22
küçük özeğin oluşturduğu yaşamsal merkez. Küçüklüğüne kar­
şın hipotalamus, beslenme, cinsel etkinlik, uyku, vücutta ısı ayar­
lanması, heyecansal yaşam ve içsalgı bezlerinin düzenli çalışma­
sını sağlamak gibi zorunlu işlevleri düzenleyici bir özelliğe sa­
hiptir.

Hormonlar İçsalgı bezleri tarafından oluşturulan ve kana bo­


şaltılan karmaşık kimyasal oluşumlar. Hücrelerin, dokuların ve
organların işleyişini etkileyerek metabolizma, büyüme ve çoğal­
ma gibi vücudun önemli etkinliklerini kontrol ederler.
Hormonlar başta hipofiz, tiroid, böbreküstü bezleri ve gonad-
lar (üreme bezleri) gibi salgı bezleri tarafından olduğu gibi pla-
çenta, onikiparmak bağırsağı dokusu vb. tarafından da üretilir­
ler. '' -
Dengeli bir vücut ve ruh sağlığı için kaçınılmaz bir öneme sa­
hip olan hormonların yetersizliği, tiroid salgı azlığında olduğu
gibi, kalkan alıklığına (kretenizm), ruh argınlığına (psikasteni) ve
dikkat toplaşımı zorluklarına vb. neden olur. (Bak. îçsalgı bez­
leri)

Horney Karen (1885-1952) Alman asıllı Amerikalı kadın psi­


kiyatr ve psikanalist. İlkin Berlin psikanaliz enstitüsü sekreteri
olan Horney daha sonra Chicago psikanaliz enstitüsü müdürlü­
ğünü üstlenmiş ve sonunda da Amerikan psikanaliz enstitüsünü
kurmuştur.
Freud uygunculuğundan (ortodoksi) uzaklaşarak Adler psiko­
lojisindeki bazı kavramları özümleyen Horney’in S. Freud’le olan
anlaşmazlığı kadın cinselliği konusunda ortaya çıkar. Horney, Fre-
ud’ün kadındaki penis arzusu kavramını eleştirir. Libido gelişi­
miyle ve nevrozlarla ilgili froydçu kuramları bir yana iterek kül-

Psikoloji Sözlüğü — F.5 65


Karen Horney

tür ve çevrenin bu görüngülerin oluşmasındaki rolü üzerinde du­


rur.
Eserleri: Zamanımızın sinirceli (nevrozlu) kişiliği
Nevroz ve büyüme
Kendini gerçekleştirme savaşı
Kadın psikolojisi

Hull Clarc Leonard (1884-1952) Özellikle öğrenme görüngü­


leriyle ilgili çok sistemli bir davranış kuramı geliştirmiş olan
Hull’un Amerikan davranışçılık (behaviorism) okulu üzerinde­
ki etkileri çok büyük olmuştur.
Hull’a göre öğrenme aşamalandırılmış alışkanlıkların meka­
nik bir oluşumudur. Öğrenme, ilksel bir itkinin ürünü olan bir
eylemin durumla pekiştirilmesi sonucu ortaya çıkar.
Bellibaşlı eserleri: Davranış ilkeleri
Bir davranış sistemi.
66
Huy (alm. Temperament, Gemütsbeschaffenheit, Wesensart;
fr. temperament; ing. temperament) Ruhsal faktörlerin yanısıra
kişiliği oluşturan biyolojik faktörler bütünü. Antik çağda kanlı-
canlı, ağırkanlı, safravî, çabuk kızan olmak üzere dört tür huy­
dan söz edilmekteydi.
tçben (qlm. Es; fr. ça; ing. id) İlksel gereksinimlere yanıt ve­
ren içgüdüsel tepilerin bulunduğu en derin katman. Freud’e gö­
re içben ruhsal enerjinin ilk deposu olup ben ve üstbenle çatış­
maya girer.
Haz ilkesine itaat eden içben enerjisi bilinç tarafından zorlukla
kontrol edilebilir. Bu bilinçdışı enerji, itilmeye uğradığı zaman
güdük edimlerde, rüyalarda ve nevrotik belirtilerde kendini dışa
vurur.
Freud, içben’in doğuşta ruhsal aygıtı tümüyle oluşturduğunu,
ben ve içbenin bu iç kaynaktan farklılaşarak yapılandığını ileri
sürer. Günümüzde psikanalistlerin büyük bir kısmı içbenin fark­
lılaşmamış bir bütün olan ruhsal aygıttan farklılaşarak oluştu­
ğunu ve ben’le üstben’e öncülük ettiği görüşündedirler.

İçebakış (alm. Introspektion, Selbsteobachtung; fr. ve ing. int-


rospection) Kişinin kendi öz bilinç alanını gözlemesi, durumu.
Sokrates’ten Bergson’a dek uzayan klasik psikolojide öznel bir
yöntem olan içebakış yöntemi, William James’a göre, kişinin ken­
disini araştırmasına izin veren tek yöntemdir.
Kişiyi kendi gözlemcisi durumuna getiren bu psikoloji okulu­
nun karşısında, psikolojiyi, organizmamn dış çevreden gelen ve

68
nesnel olarak gözlenebilir uyaranlara verilen tepkilerin bilgisi ola­
rak gören Watson’u görmekteyiz. Ona göre, iç yaşam görüngü­
lerini nesnel olarak belirleme olanağına sahip olmayan içebakı-
şı bir yana bırakmak gerekir. Psikoloji, bilinç olgularının bilimi
olacak yerde davranışın bilimi olmalıdır.

Tarihte içebakış, psikolojik olmaktan ziyade felsefî bir görü­


nüme sahipti. Sokrates’in “kendini tanı” özdeyişi içebakışa ör­
nek olarak gösterilebilirse de, bilinçaltı nedenler bilinmeksizin
kişinin kendini nasıl tanıyacağı bir sorun olarak karşımıza çık­
maktadır. Nesnel olmayan bilgilerle donanmış kişinin kendi üze­
rine kıvrılarak bilgi sahibi olması olanaksız gibi gözükmektedir.
Ancak, tüm eleştirilere karşın içebakış William James dönemin­
deki öznelliğinden arındırılarak başkalarının gözlemine sunulan
bir öz tanıklık durumuna gelmiştir. Bu durumuyla özellikle kli­
nikte psikologların ve psikiyatrların ruhsal bozukluklara tanı ge­
tirmelerine büyük oranda yardımcı olmaktadır. Diğer yandan ki­
şilik psikolojisini aydınlatmada kullanılan sual varakalarında bü­
yük* bir öneme sahiptir.

İçedönüklük (alm. fr. ve ing. İntroversion) İçine kapalı, kendi


üzerine kıvrılmış olma durumu. Jung’a göre kişinin ilgi alanı­
nın dış dünyadan iç dünyaya yöneljnesi ve libidonun içleştiril-
mesiyle ortaya çıkan görünüm. İçedönük kişi düşünceli ve top­
lumda beceriksiz, sakar bir görünüme sahiptir.

İçe yansıtma (alm. İntrojektion; fr. ve ing. introjection) Sevi-


* len ya da nefret edilen bir kimsenin ya da nesnenin kişinin ben-
ine ya da içben’ine yansıtılması olayı. Bu işlem özdeşleşmeyle ya­
kın ilişki içindedir. Bu terimi psikanaliz diline kazandıran San-
dor Ferenczi şöyle demektedir: “Paranoyak kişi hoşa gitmeyen
eğilimleri kendi ben’inden atarken nevrozlu kişi, dış dünyanın
mümkün olduğu kadar büyük bir kısmını benine alarak bunu
bilinçdışı fantazmlannda malzeme olarak kullanmaktadır.

69
İçeyöneliklik (alm. Autismus; fr. autisme; ing. autism) Ger­
çekten kopmaya dek varan aşırı bir kendi üzerine kıvrılma du­
rumu. Bazı psikologlar içeyönelikliği şizofreninin özelliği olarak
görürler. Bir diğerlerine göre ise içeyöneliklik çevreden kopma,
içedönüklük, reddetme ya da gerçeği yadsımayla eş tutulmakta­
dır.

Çocuk içedönüklüğü: Dış dünyaya karşı tam bir ilgisizlikle or­


taya çıkan çocuğa özgü içeyöneliklik. Çocuk, şekilleri algılayıp
tanımasına karşın onlara farklılaşmış herhangi bir değer atfet­
mez. Ur eğin, anne çehresini ve insanları, nesnelerden ayırt ede­
mez. Yalnız kalmaya takınaklı bir istek duyan bu tür çocuklar
cansız nesnelere aşırı bir ilgi duyarlar.
\*

İçgörü (insight) Hayvanın belirli bir durum karşısında göster­


diği ani kavrayış. Örneğin, şempanze birkaç denemeden sonra
tavanda asılmış olan muzlara erişmek için odadaki tahta kasa­
ları birbiri üzerine koyarak üstüne çıkar ve bir ağaç dalının da
yardımıyla muzları düşürür. Bu çözüm yolu şempanzenin zihnin­
de birdenbire canlanmıştır.

İçgüdü (alm. İnstinkt; fr. ve ing, instinct) Herhangi bir türe


özgü doğuştan var olan yetkin ve bir ereğe yönelik örgütlenmiş,
özdevimsel etkinlikler bütününe içgüdü adı verilir. Diğer bir de­
yimle içgüdü, bireyin doğuştan getirdiği öğrenilmemiş beceriler­
dir. Terzi kuşunun büyük bir ustalıkla yuvasını kurması, göçmen
kuşların vakti gelince büyük bir düzen içinde başka diyarlara göç
etmeleri, tatlı suda dünyaya gelen som balıklarının, iki yaşından
itibaren, nehirlerden denizlere geçerek orada birkaç yıl kaldık­
tan sonra cinsel olgunluğa erişir erişmez geldikleri aynı yolu iz­
leyerek döllenmek için doğdukları sulara dönmeleri içgüdüsel
davranışlara örnek olarak gösterilebilir. Tüm bu davranışlar öğ­
renilmiş olmayıp türe özgü ve bir ereğe yönelik etkinliklerdir.

70
Hayvanlardaki bu doğuştan varolan davranışlara karşın insan­
lardaki süt emme eylemi bir yana bırakılacak olursa diğer dav­
ranışların hepsinin de öğrenilmiş olduğu görülür. Annelik içgü­
düsü diye bilinen davranış bile sosyal koşullarla yakından ilgili­
dir.
//İçgüdü terimi bazı yazarlar tarafından psikanalizde itki ye­
rine kullanılmıştır. Ancak, Freud öğretisiyle tam bir uyum sağ­
layabilmek için itki ve içgüdü terimlerinin ayn kavramları dile
getirdiklerini bilmemiz gerekir. Freud öğretisinde Trieb(alm) ya­
ni itki sözcüğünün farklı bir anlamı vardır. Bu arada Freud’ün
çoğu kez içgüdü (instinkt ‘alm.’) sözcüğünü hayvan içgüdüsün­
den söz ederken kullandığını belirtmek gerekir. Yine Freud,/‘İn­
sanda hayvanlardaki içgüdüye benzer kalıtsal ruhsal yapılanım-
lar var mıdır?” sorusunu sorarken bu sözcüğü itki karşılığı ola­
rak almamaktadır. Freud, içgüdüyle soyoluşla ilgili kalıtsal şem-
lerin varlığından söz etmektedir. (Bak. İtki)

İçleştirme (alm. Verinnerlichung; fr. interiorisation; ing. ınter-


nalization) Çoğu kez içe yansıtma’ya eşanlamlı bir deyim olarak
kullanılan bu sözcükle dış dünyaya özgü nesnelerin zihinde sü­
rekliliğe sahip bir tasarıma dönüştüğü anlatılmak istenmektedir.
// İçleştirme sözcüğü psikanalizde sıklıkla kullanılmaktadır; özel­
likle M. Kleine okulu iyi ya da kötü bir nesnenin kişinin içsel
yaşamına mal edilmesini anlatmak için içe yansıtma sözcüğüne
eşanlamlı bir sözcük olarak almaktadır. // İçleştirme sözcüğü
ilişki alanına değgin bir süreçten söz ederken de kullanılır. Ör­
neğin, baba ile çocuk arasındaki otorite ilişkisi üstben ve ben
bağıntısıyla içleşmiştir.

İçsalgı bezleri Vücudun önemli etkinliklerini kontrol eden hor­


monları salgılayan bezler. İçsalgı bezlerinden salgılanan hormon­
lar,- sinir sisteminin bir bölümüyle ya da vücuttaki diğer bezle­
rin ürettiği hormonlarla kontrol edilir.

71
Hipofiz bezi, tiroit bezinin, böbreküstü bezlerinin, gonatla-
rın (üreme bezleri) ve süt bezlerinin hareketlerini yakından kont­
rol ederken kişideki büyüme işlevini de düzenler. Diğer yandan
tirpit bezi, vücudun, gereksinme duyduğu enerjiyi sağlamak için
besinleri yakmasını düzenlerken, böbreküstü bezleri de hormon­
larını heyecan ya da korku anında salgılarlar. Bu hormonlar kalp
atışını, nefes alıp vermeyi hızlandırıp kanda şeker miktarının da
artmasına neden olur ve böylece bir tehlikeyle karşı karşıya bu­
lunan canlının vücuduna gerekli enerjiyi sağlayarak onu kaçmaya
ya da mücadele etmeye hazır duruma getirir.

İhtiyarlık Erişkinlik ve olgunluk dönemlerinden sonra ortaya


çıkan ve yaşamsal güçlerin azalmasıyla kendini belli eden yaşam
dilimi. İhtiyarlık bir yaş sorunu olmaktan çok kişinin fiziksel
ve ruhsal yapısına bağlıdır. Ancak, duyu-devimsel, işitsel, gör­
sel ve zihinsel yetilerin farkedilir bir azalma göstermesi genellik­
le 65 yaşları civarında belirginlik kazanır.

İhtiyarlıkta anlık belleğin azalmasına karşın eski anılar canlı­


lıklarını yitirmezler. Anlık belleğin zayıflaması her ne kadar ye­
ni öğrenmeleri son derece zorlaştırırsa da üst düzeyde bir eğiti­
me sahip olan kişilerde zihinsel güç uzun süre zindeliğini muha­
faza edebilir. Buna örnek olarak bilim adamlarını, yazarları ve
devlet adamlarını gösterebiliriz.

İhtiyarlık öncesi bunaklıkları Yetişkin kişide 40-50 yaşlarında


ortaya çıkan ve kısa sürede kişiyi tam bir bunaklığa sürükleyen
ve beyinde örgensel ve hücresel bozukluklar yapan hastalıklar­
dır. Alzheimer ve Pick hastalıkları ihtiyarlık öncesi bunaklıkla­
rıdır.

İkicinslilik (alm. Bisexualitat; fr. bisexualite; ing. bisexuality)


Erkekte ya da kadında karşıt cinsi oluşturan bir özelliğin varol­

72
ması durumu. S. Freud’un Wilhelm Fliess’in etkisiyle psikana­
lize kattığı bu deyimle insanda yapısal dişil ve eril davranış ve
niteliklerin varlığı savunulmaktadır.

İktidarsızlık (alm. Bewegungsufahigkeit; fr. ve ing. impoten-


ce) Erkekte gerektiği gibi cinsel ilişkide bulunamama durumu.
Bu duruma psikasteniklerde ve cinsel ilişki sonucu kendilerini
suçlu hisseden heyecanlı kişilerde sıklıkla rastlanır.
Fizyolojik sorunlar dışında beliren iktidarsızlık durumları kül­
türel koşullandırmalara sıkı sıkıya bağlı bulunmaktadır. Bu ne­
denle cinselliği yaşamın normal bir işlevi olarak gören Pasifik
Okyanusu’nda bulunan Markiz adalarındaki yerli erkeklerde
rastlanmamaktadır.

İlkörnek (arketip) Jung psikolojisinde atalarımıza bağlı im­


gesel betimlemeler. Kollektif bilinçdışında bulunan ve insan ru­
hunun özünü oluşturan bu imgeler davranışlarımızda ve sanat
yaratmalarında örnek görevi yüklenmektedirler.

İmgelem (muhayyile) (alm. Einbildung; fr. ve ing. imaginati-


on) Var olmayan nesnelerin zihinde canlılık kazanmasını sağla­
yan ve imgeler dünyasındaki unsurları birleştirmeye yönelik dü­
şünce süreci. Yaratıcı bir yapıya sahip olan imgelem, sayısız sa­
nat etkinliklerine ve bilimsel çalışmalara yardımcı olmaktadır.

İmla bozukluğu Belli bir eğitim görmüş, duyu organlarında


herhangi bir bozukluk bulunmayan ve normal bir zekâya sahip
çocukların bu alandaki bozukluğu çoğu kez bir okuma zorluğu
olan disleksiye eşlik eder. Bu bozukluk, yön tayininin kazanıl­
mamış olmasına yani sağı, solu, yukarıyı, aşağıyı karıştırması­
na bağlı olabileceği gibi, bazı durumlarda çocuğun duygusal bu­
nalımlarıyla da ilgili olabilir. İmla bozukluğu özellikle ilkokul­

73
da önemli bazı geriliklere ve başarısızlıklara neden olabilirse de,
özel egzersizlerle giderilebilir.

İnsanbiçimcilik (alm. Anthropomorphismus; fr. anthropo-


morphisme; ing. anthropomorphism) İnsana özgü olan durum­
ları varlıklara ya da nesnelere aktarma eğilimi. Küçük çocuklar­
da mantık öncesi dönemde rastlanan bu duruma en belirgin ör­
nek olarak çocuğun, kendisine zararı dokunan nesnelere insana
özgü nitelikler atfetmesini gösterebiliriz. Örneğin, çocuğun aya­
ğını acıtan diken kötü kalplidir.

İstatistik (alm. Statistik, statistich; fr. statistique; ing. statis-


tics) Çok sayıda bilginin toplanmasa sınıflandırılması, incelen­
mesi ve yorumlanmasıyla ilgili bilim dalı.
7 ••

istatistik, iktisatçıları, fizikçileri, sanayicileri ve ziraatçileri ol­


duğu gibi sosyologları ve psikologları da yakından ilgilendirmek­
tedir.

Psikolojinin bir bilim olmasında istatistiğin büyük bir rolü var­


dır. Özellikle deneysel psikolojide hiçbir deney istatistiksel bir
doğrulamadan geçmeden geçerli olarak kabul edilemeyecektir.
Bu tür bir doğrulama, rastlantıya bağlı sonuçları elemektedir.
İstatistik yöntemleri uygulamalı psikolojinin farklı alanların­
da da başarıyla kullanılmaktadır. Bireylerin davranışlarının in­
celenmesine ve nesnel sonuçlar elde edilmesine olanak sağladığı
gibi, büyük bir kitleden elde edilen test sonuçlarının kıyaslama-
lı incelemesini de ortaya koyabilmektedir.
İstatistiki bilgi çoğu kez iki niceliğin birbiriyle olan ilişkisini
gösteren grafiklerle belirginlik kazanır. Örneğin, alttaki dağılım
eğrisinde çok sayıda denekten elde edilen zekâ testi sonuçlarına
göre bir topluluktaki normal eğilim tablosu görülmektedir.

74
ı
Gauss eğrisi olarak adlandırdığımız bu çan biçimi eğride bir
toplulukta derin geri zekâlılığın olduğu gibi çok üstün zekâlılı­
ğın da oramnın %2 olduğu buna karşılık normal zekâya sahip
kişilerin de % 50 oranında olup en yüksek frekansa yani tekrar
sayısına sahip bulunduğu görülmektedir.

İstenç (İrade) (alm Wîlle;fr. volonte; ing. will) Ereğini ya da


isteğini gerçekleştirme, yeteneği. Reflekslere ve özdevjmsel eylem­
lere uygun düşmeyen yapısıyla istenç, bir proje oluşturma ve bi­
linçli olarak bu projeyi gerçekleştirme gibi bir özelliğe sahiptir.
Ancak, psikanaliz her tür eylemde olduğu gibi istençte de bilin­
çaltı belirleyicilerin varlığım kabul etmektedir. Durum böyle olun­
ca özgür bir istençten söz edilemeyeceği düşünülürse de, kişinin
varoluşunu olumsuz yönde etkileyecek her türlü davranışta bi­
linçaltı sayrılı bir yapının, diğerinde yani olumlu yönde etkileye­
cek olanında ise, bilinçaltı olmakla birlikte çevreye uyumlu ey­
lemlerin özümlenmesiyle oluşan bir yapı göze çarpar.

İstenç yitimi (alm. Abulie, Willenslahmung; fr. aboulie; ing.


abulia) Istençli bir karar alma yetisinin çöküntüye uğraması. Psi-

75
kastcni, melankoli vb. gibi ruhsal rahatsızlıklarda ortaya çıkan
bu bozukluğa sahip kişide kararsızlık ve eyleme geçememe du­
rumu çok belirgindir.

İsteri (alm. Hysterie; fr. hysterie; ing. hysteria) /İsteri sözcü­


ğü yunancada hustera, rahim sözcüğünden gelmektedir/. Temelde
herhangi bir örgensel neden bulunmaksızın çırpınma, kasınma,
acıya duyarsızlık, kusma, bayılma, felç gibi bedensel görünüm­
lerle dışavuran bir nevroz türüdür. İsterik dışavurmaların çoğu
kalabalık önünde meydana gelir.
İsterik felç ve körlük gibi duygu dönüşümü olaylarında rast­
lanan simgesel dışavurmaların bilinçdışı mekanizması Freud ta­
rafından ustalıkla açıklanmıştır.
i

İsterik kimseler heyecanlı, duygulu, taşkın bir muhayyileye sa­


hip ve telkine açık kimselerdin Tüm nevrozlarda olduğu gibi his­
teride de, psikanalizle sağaltımdan büyük faydalar elde edilmek­
tedir.

İsterik körlük: Herhangi bir örgensel neden olmamakla bir­


likte göz duyarlığının az ya da çok belirgin bir biçimde zayıfla­
ması. İsterik hastalarda ortaya çıkan bu duruma neden olarak
dönüşüm gösterilmektedir.

İtilme (alm. Verdrangung; fr. refoulement; ing. repression) Bi­


linçli olan “Ben” tarafından dayanılmaz olarak görülen düşün­
celerin bilinçsiz ve özdevimsel olarak bilinçdışına itilmesi. Bilinç-
dışına itilmiş olmalarına rağmen bu düşünceler etkinliklerini yi­
tirmezler. Bu nedenle “Ben”, bilinçdışında rahat durmayan bu
devingen gücün bilinç alanına çıkmasını engellemek için müca­
dele verir. İtilmeyi bastırmayla karıştırmamak gerekir. Birinci­
deki bilinçsiz etkinliğe karşın İkincide bilinçli olarak zihinden
uzaklaştırma söz konusudur.

76
itki (alm. Trieb; fr. pulsion; ing. urge) Sürekli olarak etkiye­
rek bir davranış oluşturmaya yönelik bilinçsiz biyolojik güç. Aç­
lık, cinsel istem gibi bedensel kaynaklı iç uyaranlar olan itkiler
organizmayı gerekli nesnelere yönelterek bu nesnelerin yokluğun­
dan oluşan gerginliği giderirler.

77
VVilliam
James

James William (1842-1910) Amerikalı bir felsefeci ye psikolog


olan W. James bir tıp doktoru olarak Harward Üniversitesinde
uzun süre fizyoloji, felsefe ve psikoloji okutmuş ve 1876 yılında
Amerika’da ilk kez bir psikoloji araştırma laboratuvarı kurmuş­
tur. Charles Sanders Peirce’le birlikte pragmacılık okulunun ku­
rucusu sayılmaktadır. 1907 yılında yayınladığı “pragmacılık” adlı
eserinde kılgısal (pratik), yararlı ya da etkili olanın gerçek oldu­
ğunu savunmaktadır.

78
Psikofizyoloji aracılığıyla psikolojiye gelen W. James’ın bu
alandaki düşünceleri anlıkçılığa (entellektüalizm) karşıdır. Ona
göre heyecan, nesnel olarak heyecan uyandıran bir durumun so­
nucu olmayıp heyecanı dışavurma işlemidir. “Bir ayıyı gördü­
ğümüz için değil de, ayıdan kaçtığımız için korkuyoruz” cümle­
siyle özetlemektedir fikirlerini. Onun bu kuramları, psikolojide
yeni bir akımın, “davranışçılığın (behaviorism) temelini oluştur­
maktadır.
Bellibaşlı eserleri: Psikolojinin ilkeleri
Dinsel deneyimin değişkenleri
Pragmacılık
Gerçeğin anlamı

Cari Gustav Jung

Jung Cari Gustav (1875-1961) İsviçreli bir psikiyatr olan Jung


Freud’ün analitik kuramına bağlanan ilk tilmiz olmuştur. On-
daki çalışrnü gücüne ve zekâya kapılan Freud, ilerde bu genç psi­
kiyatrın k/ndi başlattığı işi devam ettirmesini içtenlikle arzu et­
miştir.
Mitoloji ve gizlicilik (occultisme) alanında geniş bir bilgiye sa­
hip olan Jung bu alanlarda simgeliğin rolünü incelemeye koyul­
muştur. Horanta zinasına bağlı olan istek ve korkunun mitolo­
jiyle ilgili tüm bilinmezlere çözüm getireceğine inanan Jung, kı­
sa bir süre sonra bunun bir simge gibi ele alınması gerektiği ka­
nısına varmıştır. Ona göre horanta zinasına bağlı isteklerin cin­
sellikle ilgili hiçbir yanı yoktur. Çocuktaki fantazm mitolojinin
bir ürünü olup bir yeniden doğuş isteminin, ilkörnekleri (arke-
tip) diriltmek için başvurduğu bir gerileme belirtisidir.
Jung’un Freud’le olan anlaşmazlığı libido konusunda çok daha
belirgin bir duruma gelmiştir. Freud libido terimiyle cinsel itki­
lere sıkı sıkıya bağlı bir enerjiyi belirtmek isterken Jung bu söz­
cükle, genel olarak yaşamsal süreçlere bağlı bir enerjinin varlı­
ğını görüyordu. 1912 yılında yayınladığı “Libido başkalaşımları
ve simgeleri” adlı eserinde Jung genç hastalarından birinin ana­
lizini insanlığın büyük efsanelerine bağlayarak yapıyordu.

Jung, oluşturduğu derinlikler psikolojisinde bilinç, kişisel bi­


linçdışı ve kollektif bilinçdışı olmak üzere üç ayrı boyuttan söz
ediyordu. Bilinç, özeğinde “Ben (Ego)”, çevresinde de persona
adı verilen ve nesneler dünyasıyla ilişkisini sağlayan işlemler
bütünüyle oljuşuyordu. Kişisel bilinçdışı pek derinlerde olma­
yıp geriye itilmiş ya da unutulmuş unsurlardan oluşmuştu. Kol­
lektif bilinçdışına gelince bu katta, tüm insanlığın ortak malı olan
bir kalıt söz konusu oluyordu.

Dinamik bir yapıya sahip olan kollektif bilinçdışı, aniden yü­


zeye çıkarak psikozlarda olduğu gibi, ciddi ruhsal bozukluklara
neden olan güçleri barındırmaktaydı. Diğer yandan bu aynı bi­
linçdışı, bireyin kendi öz yaşamından elde ettiği deneyimin çok
ötesinde bir bilgeliğe sahipti.
Jung’a göre ruhsal sağaltımın ereği bireyin kollektif bilinçdışı
ile ilişkiye girmesini sağlamak olmalıydı.

80
Frcud “Totem vc Thbu’’, “Musa ve tektanrıcılık” adlı eserle­
rinde nesiller boyu yaşanmış sarsıcı deneyim anılarının kollektif
bir bilinçdışında saklanabileceğini olabilir görmüşse de, nevroz­
ların anlaşılmasında başlıca unsur olacağı düşüncesini kabul et­
memiştir.
Bellibaşlı eserleri: Ruhunu arayan insan
Psikolojik tipler
Çağdaş ruhun sorunları
Ruhun kılık değiştirmesi ve simgeleri
Bilinçdışı psikolojisi
Yaşamım
Psikoloji ve din
Psikoloji ve eğitim
Mitolojinin özüne giriş

81
Psikoloji Sözlüğü - F.6
K
Kalıtım (Veraset) (alm. Vererbung; fr. htâditt; ing. heredity)
Anne-babaların fiziksel ve ruhsal özelliklerini çocuklarına ge­
çirme durumu. Naudin ve Mendel’in çalışmaları sonucu kalıtım
özelliklerinin kromozomlarla geçtiği bilinmektedir.

Kalkan alıklığı (alm. Kretinbildung; fr. ctâinisme; ing. ereli-


nism) Kalkan içsalgı bezinin (tiroid) yetersiz olarak çalışması so­
nucu ortaya çıkan önemli zekâ geriliği.

Karakter (alm. Charakter; fr. caractâre; ing. character) Bire­


yin, alışkanlıkları, duyguları ve idealleriyle bütünleşerek herhangi
bir durum karşısındaki değişmez tutumunu ya da tepkisini oluş­
turan yapısı. Çoğu kez karakter sözcüğü törel değerler söz ko­
nusu olduğu zaman ortaya çıkan bireye özgü alışılmış tepki biçi­
mini dile getirmektedir. Günlük dilde bu kullanım büyük bir ka­
lıcılık kazanmış olmasına karşılık psikoloji dilinde özellikle bi­
rinci açıklama gözönünde bulundurulmakta ve kişiliğin tamam­
layıcı bir öğesi olarak ele alınmaktadır. Belli bir sürekliliğe sa­
hip olan karakter, kalıtımla getirdiği biyolojik yapısından etki­
lenmekle birlikte, eğitim ve çevrenin koşullandırmalarıyla da ya­
pılanmaktadır.

Karmaşa (alm. Komplex; fr. complexe; ing. complex) Davra­


nışlarımız üzerinde devingen bir etkiye sahip olan kısmen ya da

82
tümüyle örgütlenmiş bilinçdışı duygu ve düşünce topağı. E. Jo-
nes, karmaşayı kısmen ya da tümüyle bastırılmış duygu yüklü
düşünceler olarak açıklamaktadır.
Çocukluk cinselliği dönemindeki içgüdüsel itkilerin toplum­
sal kaynaklı ahlâksal yasaklamalarla karşılaşması sonucu orta­
ya çıkan bilinçdışı çatışmalar olarak da açıklanabilen karmaşa­
lar, doğal bir biçimde çözülmedikleri zaman çocukta karakter
bozukluklarına neden olabileceği gibi yetiştin kişideki ruhsal bo­
zuklukların kaynağını da oluşturabilir.

Karşı transfer (alm. Gegenübertragung; fr. contre-transfert; ing.


counter transference) Psikanalizle sağaltım sürecinde psikanalistin
hastaya karşı duyduğu düşmanlık ya da sevgi duygularından olu­
şan geçişim.
X

Karşıt psikiyatri Laing, Cooper ve Esterren adlı üç doktorun


alışılmış sağaltım yöntemlerini reddederek hastalara büyük bir
özgürlük tamnması gerekliliğini savunan psikiyatri yöntemi. 1965
yılında karşıt psikiyatri yandaşları Kingsley Hall’de (İngiltere-
de) hasta kabul yerleri açtılar. Hastalar burada özgürce dolaş­
makta ve orada bulunanlarla birlikte bir psikodrama seansına
iştirak ederek R. Laing’in metamonia olarak adlandırdığı bir yol­
culuğa çıkmaktaydılar. Bu yolculuk hastalık oluşturan çatışma­
ya öncelik eden evreye bir dönüş olacak ve bazılarına göre de,
bu yolculukla doğumdan önceki döneme dek çıkılabilecekti.
Karşıt psikiyatri yandaşlarına göre çılgınlık, bireyin mustarip
olduğu duygusal çatışkılardan kurtulmasına izin veren yararlı bir
etkinlikti. Bu nedenle hastamn sabuklamah deneyimini tam bir
özgürlük içinde oluşturmasına yardımcı olacak çevreler gerek­
mektedir.
Akıl hastalıklarını tamamen tıbbî açıdan ele alan klasik psi­
kiyatri yöntemlerini eleştiren akım temsilcileri, bu disiplinin öz­

83
gürlükten, sevgiden ve iletişimden yoksun olduğunu ileri sürmek­
tedirler.
Katarsis (Arınma) (alm. Katartisches Heilverfahren; fr. cathar-
sis; ing. cathartic therapy) Aristo, yunancada arınma anlamına
gelen katarsis sözcüğüyle bir tiyatro gösterisinin seyirciler üze­
rindeki arındırıcı etkisinden söz ediyordu. Bu sözcük psikanaliz
öğretisinde rahatsızlığa neden olacak duygu yüklerinin uygun bir
boşaltım alanına akarak kişinin arınmasını öngören bir yöntem
için kullanılmaktadır. Moreno’ya göre psikodramada da bir ti­
yatro oyunu aracılığıyla kişi iç çatışmalarını yaşayarak onlardan
kurtulmakta ve böylece arınmaktadır.

Kaygı/a/zn. Angstlichkeit; fr. anxiete; ing. anxiety) Yaklaşmak­


ta olduğu sanılan bir tehlikeden tedirginlik duyma durumu. Bu­
naltıdan, fizyolojik değişikliklere neden olmamasıyla ayırt edi­
lir.

Kekemelik (alm. Stottern; fr. begaiement; ing. stamerring, stut-


tering) Telâffuz zorluğuyla belirlenen konuşma bozukluğu. Ke­
kemelik çoğu kez heyecansâl yaşama, anlık bir ketlenmeye ya da
kalıtıma bağlı olabilir. Kekemelikte bazı heceler telâffuz edile­
mezken bazıları da üstüste tekrarlanır. Kekemelik, şarkı söyler­
ken olduğu gibi, kişinin dikkatini kendinden uzaklaştırdığı za­
man da ortadan kalkar; örneğin, kekeme bir kimseden, bir res­
min etrafını kalemle çizmesi bir yandan da önünde bulunan
bir kitaptan bir parça okuması istendiğinde çoğu kez kekemeli­
ğin kaybolduğu görülür. Kekemeliğe genellikle büyük bir heye-
cansallık ve aşağılık duygusu eşlik eder. Özellikle yedi yaşından
önce ve onsekiz yaşından sonra yapılan ruhsal sağaltımdan ke­
keme olan kimse büyük faydalar görebilir.

Ketleme (alm. Hemnuıng; fr. ve ing. inhibition) Bir işlevin, uya­


ranın varlığına rağmen azalması ya da durması. Ruhsal ketleme,

84
düşüncenin akışını engelleyerek zihinsel çabayı olanaksız duru­
ma getirir.
// İç ketleme Dıştan gelen ketlemelerc karşın Pavlov, koşulsuz
uyaran pekiştirmesi olmaksızın koşullanmanın kaybolmasına ne­
den olan sürece iç ketleme adını vermiştir.
// Dış ketleme Pavlov’a göre koşullu reflekslerin başka bir sü­
rekli etkinliğe neden olan uyaran etkisiyle azalması ya da kay­
bolması
// Psikanaliz dilinde ketleme sözcüğü bir içgüdüsel tepinin ya
da bazı belirtilerin bilinçdışı olarak durdurulması anlamına gel­
mektedir. Üstbenin kuvveti, tepileri ketleyerek bunların, üstbeni
içbenden ayıran sınırı aşmalarına engel olur.

Kısmî nesne (alm. Partialobjekt; fr.objet partici; ing. part ob-


ject) Bilinçdışı itkilerin kişinin tümünü değil de herhangi bir vü­
cut parçasını sevgi nesnesi olarak seçmesi ve bu nesneye yönel­
mesi. Örneğin, kadın göğsü, kalçalar, erkeklik organı ya da bun­
ların yerini alan simgesel nesneler kısmî nesne olarak alınır ve
çoğu kez fantazmlara konu olur.

Kızgınlık (alm. Zorn; fr. colere; ing. anger) Saldırgan bir eği­
lime sahip olup büyük bir canlılıkla belirlenen ani heyecansal
durum. Kızgınlık genellikle kişinin üstesinden gelemeyeceği en­
gelleyici durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bazı zayıf kişiliğe sahip
kimselerde ve nevrozlularda kızgınlık bir kendini kabul ettirme
vasıtası olarak belirmektedir. Eğitimin etkisi altında kişi kendi­
ne hâkim olmayı ve kızgınlığın belirtileri olan ve çoğu kez zarar­
lı sonuçlara neden olan davranış biçimlerinden sakınmayı öğre­
nir. Diğer yandan, saralılarda, alkoliklerde, tiroid içsalgı bezinin
ya da böbreküstü içsalgı bezlerinin aŞırı salgılaması sonucu en
küçük bir nedenle kızgınlık patlamalarına tanık olunur.

85
Kişilik (alm. Persönlichkeit, Personalllat; fr. personnalM; ing.
personality) Zihinsel, duygusal, bedensel ve fizyolojik görünüm­
lerin dinamik örgütlenmesi. Bireyin kişiliği biyolojik vc psikolo­
jik etkenlerin birleşmesiyle oluşur vc bireyin kendine özgü, di­
kerlerinden farklı bütünsel yapısını belirler.
Çocukta kişilik ilk kez kendini 3 yaşında belli etmeye başlar.
Kendini diğerlerinden ayırt edebilen çocuk ben zamirini kullan­
makla diğerlerinin istekleri karşısında kendi öz karşı koyuşunu
getirecektir.
Kişiliğin yapılanmasında kalıtımın yanısıra çevrenin de önemli
bir rol oynadığı görülür. Kendinden büyüklere öykünerek onla­
rın özelliklerini içleştiren ve özümleyen çocuk zamanla kendine
özgü bir kişilik kazanacaktır. Ancak, bu yeni kişilik yapısında
öykündüğü kişilere özgü kişilik yapılarından da öğeler buluna­
caktır.

Kişisel bilinçdışı Bak. Bilinçdışı

Kleptomani (alm. Kleptomanla; fr. kleptomanie; ing. Klepto­


manla) Bir nesneyi çalmaya yönelik önüne geçilmez istek. Bu say­
rılı itkiye kaygılı bir iç mücadele eşlik eder. Çalma eylemi ger­
çekleştikten sonra pişmanlıkla karışık bir ferahlık duygusuna ka­
pılır kişi. Gerçek kleptomanlar çok azdır.

Klinik psikoloji Normal olduğu kadar anormal kişilerdeki


davranışların özünü de anlamayı amaçlayan ve bu nedenle ruh­
sal çatışmaları ve kişinin bunlara getirdiği çözüm türlerini ince­
leyip araştıran psikoloji dalı.
Klinik psikoloji psikanalizden olduğu kadar anketlerden, test­
lerden ve biyotipolojiden büyük oranda yararlanmaktadır.

86
Klostrofobi (Kapalı yer yılgısı) Kapalı yerlere girmekten kişi­
yi alıkoyan ve bu yerler karşısında herhangi bir dış neden bulun­
maksızın beliren bunaltı ya da kaygı.

Koffka Kurt (1886-1941) Alman asıllı Amerikalı bir psikolog


olan Koffka, KÖhler ve Wertheimer’le birlikte Geştalt kuramı­
nın kurucularındandır.

Kollektif bilinçdışı Bak. Bilinçdışı


■I . •

Kontrollü psikanaliz (alm. Kontrollanalyse; fr. psychanalyse


controlee; ing. supervised analysis) Psikanaliz öğretisini yeni uy­
gulamaya başlayan bir kimsenin deney sahibi uzman bir yol gös­
tericinin denetiminde bir ruhsal çözümleme sağaltımı gerçekleş­
tirmesi. Bu tür kontrollü bir yönetimle öğrenci bir yandan sa­
ğaltımda kullanılacak yolu özümlerken diğer yandan da kendi
karşı transferinin bilincine varacaktır.

Koprolali (alm. Koprolalie; fr. coprolalie; ing. coprolalia) Açık-


saçık, kaba ve kirli sözler söylemeye yatkınlık. Bu sözcük yunan-
cada kopros (dışkı) ve lalein (konuşmak) sözcüklerinin birleş­
mesiyle yapılanmıştır. Çocukta sıklıkla görüldüğünde dışkıl dö­
nemle ilgili kaygılı bir durumun varlığını ortaya koyar. Yeniyet-
melik döneminde sıklıkla görülen kötü ve iğrenç sözler söylemeye
olan yatkınlık bir kendini kabul ettirme, eğitimi reddetme simge­
sel dışavurması olarak görülebilir. Diğer yandan koprolaliye ge­
ri zekâlılarda, bazı takınaklı nevrozlularda ve kişilik parçalan­
malarında rastlanabilir.

Koşullu refleks (alm. bedingter Reflex; fr. reflexe conditionne


ya da reflexe conditionnel; ing. conditioned reflex) Organizma­
nın, doğal uyarana sıklıkla eşlik ederek kalıcılık kazanan ikincil
bir uyaran karşısında gösterdiği ve doğal uyarana uygun düşen

87
kazanılmış tepki, örneğin, acıkmış bir köpeğin bir parça et kar­
şısında tükürük salgılaması doğal bir reflekstir ve öğrenilmiş de­
ğildir. Ancak/eğer belli bir süre, acıkan köpeğe et verilmeden
önce bir zil çalmıyorsa köpek bir süre sonra zil sesini işitince tü­
kürük salgılamaya başlayacaktır. Bu tür olguların bilimsel ince­
lenmesi Rus psikofizyolojisti İvan Pavlov ve öğrencileri tarafın­
dan gerçekleştirmiştir. Koşullu reflekslerin incelenmesi alışkan­
lıklarımızın ve davranışlarımızın büyük kısmının temelindeki gö­
rüngülerin incelenmesi olacaktır.

Koliler Wolfgang (1887-1967) Alman asıllı Amerikalı bir psi­


kolog olan Köhler, Geştalt kuramının bellibaşh temsilcilerinden
biridir. İlkin Berlin’de daha sonra da Princeton Üniversitesi’nde
profesör olan Köhler özellikle piliçlerdeki görsel ayırt etme gü­
cünü ve şempanzelerdeki âlet kullanma yetisini incelemiştir. De­
neme ve yanılmaların karşıtı olan ve içgörü (insight) adını alan
aniden kavrama olgusunu ortaya atarak geliştirmiştir.
Bellibaşh eserleri: Üst düzeydeki maymunlarda zekâ
Psikoloji problemleri

88
Kretschmer Ernst (1888-1964) Bir Alman psikiyatrı olan Krets-
chmer 1923-26 yılları arasında ve daha sonra 1946 yılında yeni­
den Tübingen’de psikiyatri profesörlüğü yapmıştır.
Beden şekillerine bağlı bir karaktereoloji sistemi geliştirmiş­
tir. Mizaç yapısıyla ruhsal hastalıklar arasındaki ilişkiye dikkati
çeken Kretschmer, Leptozom (astenik) tiple şizofreninin, piknik
tiple de Mannmelankoli arasında bir ilişkinin bulunduğunu sa­
vunmuştur.
Bellîbaşlı eserleri: Vücut yapısı ve karakter
İsteri, refleks, içgüdü

89
L
Laing Ronald (1927-1989) İngiliz asıllı bir psikiyatr olan La­
ing, karşıt psikiyatri öncülerinden biridir. Londra’da Kingsley
Hall’de bir şizofrenler topluluğu oluşturan Laing burada yön­
lendirici olmayan yöntemlerle grup psikoterapisi uygulamaya baş­
lamıştır.
Laing’ın çalışmaları Freud psikanalizinden belli bir ölçüde ay­
rılarak varoluşçu felsefeden ve Amerikalı psikiyatr Harry Stack
Sullivan’ın kişilerarası ilişkiler üzerindeki fikirlerinden esinlen­
mektedir.
Özellikle aile yapısına dikkati çeken Laing bazı şizofreni tür­
lerinde ailenin baskısına karşı bir başkaldırı görür. Ona göre şi­
zofren, doğal içgüdüleri bastırma yetisinden yoksun ve doğal ol­
mayan bir topluma uyamayan bir kimsedir. Bu arada, psikozun
özünde kendisini iyileştirecek tohumların bulunduğunu açıkla­
yan Laing, daha da ileriye giderek şizofreninin zenginleştirici bir
deney olduğunu ileri sürerek içberi’e yolculuğu kolaylaştırmak
gerektiğini savunur.
Bazılarınca çılgınlığın methiyesini yapmakla suçlanan Laing,
bir diğerleri tarafından da akıl hastalıklarının anlamını daha iyi
algılayabilmemizi sağlayan bir kimse olarak görülmektedir.
Bellibaşlı eserleri: Bölünmüş ben
Deneyin politikası
Sağlık, çılgınlık ve aile.
Leptozom Bak. Astenik.
90
Kurt Lewin

Lewin Kurt (1890-1947) Alman asıllı Amerikalı bir psikolog


olan Lewin öğretim üyeliğinde bulunduğu Berlin Üniversitesi­
nde Geştalt akımıyla karşılaştıktan sonra kişilik alanı ve moti­
vasyon kuramını geliştirdi. Daha sonra grup dinamiğinin deneysel
incelemesine girişen, Lewin, ırksal peşin hükümleri ve toplum­
sal gruplar arasmdaki çatışmaları incelemiş ve 1949 yılında grup
dinamikleri için bir araştırma merkezi kurmuştur.
Bellibaşlı eserleri: Kişiliğin dinamik kuramı
Topolojik psikolojinin ilkeleri
Psikolojik güçlerin kuramsal tanıtımı ve
ölçümü
Toplumsal çatışkıların çözümü

Libido Bu sözcük latincede'istemek anlamına gelen lubere söz-


% cüğündeh türetilmiştir. Yaşamsal güçlere bağh tüm eğilimlerin
enerjisine verilen addın Bu enerjinin ereği, insanlar, fikirler, nes­
neler ya da öz sevgisi olabilir. // Freud’e göre cinsellikten kay­

91
naklanan ve sevgiyle üretkenliği birleştiren bir güçtür. // Jung’a
göre ise, libido kavramı çok geniş bir alana yayılarak ereği ne
olursa olsun ruhsal enerjiyi belirlemektedir.
Libido sözcüğü dar anlamıyla cinsel tatmin arama istemi ola­
rak kullanılmaktadır.
/

Lobotomi Talamus ve hipotalamus gibi beynin alt kısmında


bulunan bölgelerle beyin kabuğu frontal bölge arasındaki sinir­
sel bağları kesmeye yönelik cerrahi müdahale. Bu yöntem bir süre
psikasteni, takmak, süreğen çalkantı hali vb. gibi durumların sa­
ğaltımında kullanılmıştır. Aslıılda hastalığı iyileştirmeyip bazı be­
lirtilerin acılı yanını ortadan kaldırmaya yöneliktir. Günümüz­
de bu yöntemden şiddetli acılar veren bazı kanser türlerinde ya­
rarlanılmaktadır. Lobotomi acıyı yoketmemekte ancak, acının
duygusal gücünü ortadan kaldırarak onu çekilebilir duruma ge­
tirmektedir.

Logofobi (Konuşma yılgısı) Sözcüklerin duygusal bir ketlemeye


uğradığı kekemelik durumlarında görülen konuşmadan korkma
durumu.
J *

Logopedi (alm. Logopadie; fr. logopedie; ing. speach correc-


tion) Çocukta telaffuz kusurlârım düzeltmeyi amaçlayan teknik.

Logore (fr. logorrhee; logorrhea) Ardı arkası gelmeyen geve­


zelik. Yunancada (logos) söz ve (rhein) akmak sözcüklerinin bir­
leşmesiyle oluşmuş bir sözcüktür. Engellenmiş kimselerde, coş-
kusallığın arttığı durumlarda ve özellikle de manide bir enerji
boşalımı olarak görülebilir. -

Lorenz Konrad (1903-1989) Viyana’da 1937-40 yıllan arasın­


da hayvan psikolojisi ve karşılaştırmalı anatomi dersleri okut­

92
tuktan sonra 1940 yılında Königsberg Üniversitesinde profesör
oldu. Daha sonra Altenberg (Avusturya’da) kıyaslamalı etoloji
enstitüsünü yönetti. Çalışmaları hayvanların kendi doğal çevre­
leri içinde gösterdikleri davranışların incelenmesiyle ilgiliydi. Bu
yöntem hayvanların davranışları, özellikle de iletişimle ilgili olan­
ları hakkında akılalmaz bir zenginliği gözler önüne serdi.
K. Lorenz’in çalışmaları etolojinin gelişimine büyük katkılarda
bulunmuş ve 1973 yılında K. von Frish ve N. Tinbergen’le pay­
laştığı fizyoloji ve tıp Nobel armağanını kazandırmıştır ona.
Bellibaşlı eserleri: Saldırganlık
, Davranışın evrimi ve değişimi
Hayvan ve insan davranışı üzerine bir
deneme
Uygarlığımızın bellibaşlı sekiz günahı

93
M
Malinowski Bronislaw (1884-1942) Polonya asıllı İngiliz ant­
ropologu. Malenezya’daki Trobriand adalarında sayısız araştır­
malar ve gözlemlerle geçirdiği yıllar çok verimli olmuştur. Bu
gözlem ve araştırmalarında katılgan (iştirakçi) gözlem adıyla bi­
linen yeni bir yöntem kullanmıştır. Bu yönteme göre önyargılar­
dan uzaklaşmak, gözlemlenen toplumla özdeşleşmek ve aynı dili
konuşmak gerekmektedir.

Trobriandlılardaki sosyal, ekonomik yapıyı, ailevî ilişkileri, ef­


saneleri, ritüelleri, cinselliği vb. olguları dikkatle incelemiştir.

İlkel toplumlarda cinselliğin bastırılması adlı eseri Freud’un


“Totem ve Tabu” adlı eserine bir yanıt niteliği taşımaktadır. Bu
eserinde Malinowski bazı Froydcu kavramları eleştirmekte ve ilk
kez ilkel bir kavimdeki toplumsal yaşamı, aile yaşamını ve cinsel
davranışları psikanalitik kuramlar ışığında gözden geçirmekte­
dir. Malinowski’ye göre Obdipus karmaşasını evrensel değerde
bir olgu olarak görmek yerine her uygarlık tipini ve bu tipe öz­
gü karmaşayı incelemek gerekmektedir. Örneğin, Trobriand ada­
larındaki yerlilerde Cfcdipus karmaşası bizdekinden farklı ola­
rak kızkardeşle evlenmek ve dayıyı öldürmek istemiyle belirlen­
miştir.
Bellibaşh eserleri: Batı Pasifik adalarındaki Argonotlar
Yabanıl toplumda suç ve alışkanlık
İlkel toplumlarda cinselliğin bastırılması
Kuzeydoğu Malenezya adalarında cinsel
yaşam
Mercan bahçeleri
/

. ' I

Mani (alm. ve fr. Manie; ing. mania) Ardı arkası kesilmeyen


gevezeliklerin eşliğinde ortaya çıkan taşkınlık ve coşku durumu.
Çalkantılı bir görünüme sahip olan manyak kişi gürültülü, pa­
tırtılı ve şakalarla dolu bir yaşam türü koymaktadır ortaya. Giy­
sileri gözahcı renkte ve dikkati üzerine çekecek görünümdedir.
Gereksiz alışverişler yapar, eşya ısmarlar, boğazına kadar borca
batar.
\-

Mazohizm (alm. Masochismus; fr. masochisme; ing. masoc-


hism) Kişinin ıstırap çekerek ve haysiyet kırıcı bir duruma düş­
mek koşuluyla cinsel doyuma ulaşma durumu. Mazohizm söz­
cüğü bu cinsel sapkınlığın dışında ıstırap çekmekten, kendini aşırı
derecede hırpalamak ya da hırpalatmaktan haz duyma durumu­
nu belirtmek için de kullanılır.

19. yüzyılda yaşamış AvusturyalI bir yazar olan Sacher-Mö-


soch’un adından esinlenen Krafft-Ebing, etraflı bir şekilde in­
celediği cinsel sapkınlıklar içinde fiziksel ve ruhsal ıstıraplara eşlik
eden cinsel etkinliğe mazohizm adınr vermiştir.

Mead Margaret (1901-1978) Amerikalı bir kadın antropolog


olan M. Mead Amiral adalarındaki Manusları, Samoahları vb.
incelemiş ve kişilik psikolojisinden alınmış modern kavramları
kullanarak antropolojiye yeni bir soluk getirmiş ve kültür etki­
sinin kişilik yapılanmasını şartlandırdığını ortaya koymuştur. Ör­
neğin, Cbdipus karmaşasanın, ailenin baba otoritesi üzerine ku­

95
rulmamış olan yerlerde varolmadığını göstermiştir. Aynı şekilde
yeniyetmelik krizi Avrupa toplum yapısına benzer toplumlarda
ortaya çıkmaktadır. M. Mead’ın gözlemleri psikanalizin ve kül­
türel antropolojinin karşılıklı olarak birbirini etkileyip zengin­
leştirmesine neden olmuştur.
Bellibaşlı eserleri: Yeni Gine’de büyüme sorunu
Erkek ve dişi
Üç ilkel toplumda cinsellik
Okyanusya’da cinsellik ve örfler

Melankoli Yaşam isteminin azalması ve üzgünlük halinin be­


lirginlik kazanmasıyla ortaya çıkan sayrılı çökkünlük durumu.
Bu durumda hasta, az konuşur ve az hareket eder duruma gel­
miştir. Ruhsal yaşamına egemen olan güç ruhsal acıdır. Temelde
çoğu kez suçluluk duygusu yatmaktadır. Hasta hatalı olduğuna,
kötü eylemlerinin cezasını çekmesi gerektiğine inanır. Bu hasta­
lık bazen herhangi bir neden olmaksızın ortaya çıkabileceği gibi
büyük bir üzüntü sonucu olarak da belirebilir. Hastanın kendi­
ni suçlamaya ve cezalandırmaya yönelik yapısı çoğu kez onu, in­
tihara sürükleyebileceği gibi bazı durumlarda da cinayet işleme­
ye itebilir. Bu hastalık özellikle şoktan yararlanır. Ancak, şok sa­
ğaltımından sonra iki üç hafta süren bellek bozuklukları ortaya
çıktığından bu tür sağaltıma özellikle kimyasal sağaltıma yanıt
vermeyen ya da kaygılı ve sabuklamalı melonkalide (burada in­
tihar tehlikesi büyüktür) yararlanılır.

Mezomorf Sheldon’un tipolojisinde kemik ve kas sistemi ge­


lişmiş yapıda kimse. Bu tip kimselere genellikle dışadönük ve
enerjik bir ruhsal yapıya sahip somatotonlarda rastlanır.

96
Mitomani (alm. Mythomanie;fr. mythomanie; ing. mythoma-
nia) Yalan söylemeye ve uyduruculuğa olan sayrılı eğilim. Bir mi-
tornanın uydurduğu öyküler bazen içerik açısından fakir ve ger­
çeğe uygun bir yapıya sahip olmamalarına karşın bazen de orijinal
ve iyi uydurulmuş olabilirler. Bu eğilim ilkin bir ruhsal denge­
sizlik olarak kabul edilmişse de, günümüzde yapısal faktörler göz-
ardı edilmeksizin gelişimin ilksel bir evresine yapılan gerileme
ya da saplantı olarak ele alınmaktadır. Mitomaniye isteride sık­
lıkla rastlanır.

Mitscherlich Alexandre (1908-1982) Alman asıllı bir nöroloji


uzmanı olan Mitscherlich ilkin tarih, felsefe ve edebiyat daha son­
ra da tıp öğrenimi görmüş, doktora çalışmasını bitirdikten son­
ra da Heidelberg’de açtığı nöroloji muayenehanesinde psikana­
lizle sağaltım uygulamasında bulunmuştur. 1946 yılında Heidel-
berg üniversitesinde psikosomatik tıp profesörlüğü görevini yük­
lenerek ilk psikosomatik hastalıklar üniversite kliniğini kurmuş­
tur. Frankfurt Goethe Üniversitesi profesörü seçilen Mitscher­
lich 1960 yılından itibaren Sigmund Freud Enstitüsü müdürlü­
ğüne getirilmiştir.
İnsanı ilkin toplumun bir üyesi olarak ele alan Mitscherlich
bireysel kararların dil ve ideoloji müesseselerine sıkı sıkıya bağlı
ojduğunu kanıtlamaya çalışmıştır.
Pratik yaşamın töresel normlarla çalıştığını, bu törelerdeki çat­
lakların birey ve toplum arasındaki gerginlikleri oluşturduğunu,
bunun sonucu olarak da umursamazlık, saldırganlık, korku ve
örgensel hastalıklar gibi dışavurmaların ortaya çıktığını savuna­
rak, ruhsal ve örgensel süreçlerin karşılıklı etkisini Freud psiko­
lojisi ve çağdaş psikoloji kuramları ışığında incelemiştir. Ona göre
her hastalık engellemelerle ve yaşanmış felâketlerle oluşan bireysel
ya da toplumsal bir ıstırabı dile getirmektedir. Hekimin görevi
hastalığın arkasına gizlenmiş olan nedenleri araştırmak, anlamak
ve çözmektir.

Psikoloji Sözlüğü — F.7 97


Bellibaşh eserleri: Hastalıkta özgürlük ve özgürlük
yoksunluğu sorunu
Zehirlenmenin kökeni
İnsanlık dışı tıp

Mikrosefali (Küçükkafalılık) Kafatasının çok küçük olmasıy­


la ortaya çıkan bir anormallik. Bu durum beynin de küçük kal­
masına neden olur; normal bir beynin ağırlığı 1400 gr. civarında
iken mikrosefalde 1000 gramın altına düşer. Mikrosefallerde ze­
kâ geriliğinin yanısıra gelişmede gecikme ve yürüme bozukluk­
ları da görülür. Bu arada sara krizlerine de sıklıkla rastlanmak-
tadır. /

Mongolizm (alm. Mongolismus; fr. mongolisme; ing. mongo-


lism) Mongol tipini andıran belli bir yüz yapısının söz konusu
olduğu ve 21. kromozom çiftinde 2 yerine 3 kromozom bulunan
ve trisomi 21 olarak da adlandırılan zekâ geriliği.

Montessori Maria (1870-1952) İtalyan bir hekim ve pedagog


olan M. Montessori Rpma’da 1906 yılında açtığı çocuk yuvasın­
da özellikle E. O. Seguin’in ve Fröbel’in etkisinde kalarak oluş­
turduğu bir eğitim yöntemini kullanmıştır.
Montessori yöntemine göre, kendi çalışması içinde özgür bı­
rakılan çocuk beş duyusunu geliştirecek etkinliklerle baş başa
bırakılır. Bol sayıda materyal eşliğinde çocuk, kendi benini ge­
liştirecek olanakları bulacaktır. Bu materyaller farklı büyüklük­
te nesneler, gittikçe ağırlığı artan plaketler, devingen harfler vb’le-
rinden oluşmaktadır.
Diğer yandan beden egzersizleri ve didaktik oyunlar çocuğun
benini güçlendirmesine yardımcı olacaktır. Montessori’nin fikir­

98
leri ve teknikleri modern eğitimin gelişmesine büyük oranda yar­
dımcı olmuştur.
Eserleri: Bilimsel pedagoji
Çocuktan yetişkine

Moria Almsal beyin yumrularının uyarılmasına bağlı olan ve


şakalarla, sözcük oyunlarıyla kendini belli eden aşırı coşkunluk
durumu.
z

Murray Henry Alexandre (1893-1988) Amerikalı bir psikolog


olan Murray fizyoloji ve biyoloji alanında öğrenim gördükten
sonra tıp psikolojisiyle ilgilenmiş ve daha sonra Zürih’te C. G.
Jung’la tanışmıştır. ABD’ye dönüşünde Harward Üniversitesi Psi­
koloji Kliniği’ni yönetmeye başlamış ve çalışmalarını şahsiyetin
araştırılmasına yöneltmiştir. TAT (Thematic Apperception Test)
adıyla bilinen projektif şansiyet testini ortaya koymuştur.

Mütizm/ö/m. Mutismus; iniltisine; mutism) Konuşmayla ile­


tişim kurma etkinliğinin ortadan kalkması. Mütizm, dilsizlikten
örgensel herhangi bir nedene bağlı olmama durumuyla ayırt edi­
lir. Ruhsal kökenli bir dilsizlik olarak adlandırabileceğimiz mü-
tizmde, hastanın ağzından, tüm girişimlere rağmen tek bir söz­
cük bile çıkmadığı görülür. İsteride, olduğu gibi, nevrotik bir
yapıya ya da otizmde (içeyöneliklik) olduğu gibi bir ketlemeye
, bağlı olabilir.

99
N

Neden uydurma (alm. Rationelisierung; fr. rationalisation; ing.


rationalization) Ernest Jones tarafından psikanaliz diline kazan­
dırılan bu terim, esas nedenleri bilinmeyen bir davranışa tutarlı
bir açıklama getirme işlevi ya da Ben’in birliğini korumak için
nedenini bilmediğimiz bir davranışa mantikî bir yanıt bulma eği­
limi olarak tanımlanabilir.
I

Bu mekanizmaya örnek olarak, ipnotize edilmiş bir kimsenin


uyandıktan sonra nedenini bilmeden yaptığı davranışlara, akla
uygun bir neden bulması gösterilirse de, çoğu tepisel kişiler bu
mekanizmayı döğruluyacak sayısız örnekler ortaya koyarlar.

Neden uydurmanın, sabuklalamalı bir durumda da az ya da


çok sistemli bir biçimde ortaya çıktığı gözönünde bulundurula­
cak olursa, normallikten sabuklamalı anormal bir duruma dek
uzayan geniş bir alanı kapladığı söylenebilir.

Nekrofili (fr. necrophilie) Cesetlere karşı cinsel istek duyma


sapkınlığı. Bu sapkınlığa vampirizm adı da verilir.

Nemfomani Kadında cinsel iştahın sayrılı bir aşırılıkla sürekl


olarak uyamk bulunması durumu. Özellikle maniye yakalanmış
kadınlarda görülür.

100
Nevroz (alm. Neurose; fr. nevrose; ing. neurosis) Davranış bo­
zukluklarına neden olmakla birlikte kişiliğin yıkılmasına neden
olmayan akıl hastalığı. İsteri, nevrasteni, psikasteni bellibaşh nev­
rozları oluşturur.
H. Ey’ın deyimiyle bilinçdışı çatışkılara ve bunaltıya karşı oluş­
turulan savunmaları simgelemektedir. Nevrozlarda, psikozların
aksine bozukluk bilinç ve kişilik alanlarında olmayıp duygusal
alanda ortaya çıkmıştır. Nevroz, kişinin saldirgan.itkilerine kar­
şı bilinçdışı çabalarının sonucudur.
Freud’un nevrozların oluşum nedenini araştıran çalışmaları
psikanalizin doğmasına neden olmuştur.

Nörasteni (Sinir argınlığı) (alm. Nervenschnache, Neurasthe-


nie;fr. neurasthenie; ing. neurasthenia) Yorgunluk, yaygın ağrı­
lar, duyumsal ve sindirimsel bozukluklarla beliren bir nevroz. Bu
hastalığa yakalanan kişide herhangi bir gayret göstermeye karşı is­
teksizlik, çökkünlük, bir hiç yüzünden öfkelenme, baş, ense, göz
vb. ağrıları görülmektedir. Uykusuzluk durumu bu belirtilere eş­
lik eder. Genellikle aşırı ruhsal yorgunluğa ardışık olan bu nev­
roz çoğu kez iyileşebilir niteliktedir.

Niktofobi (Karanlık yılgısı) Karanlıktan aşırı derecede kork­


ma durumu.

Nozofobi (Hastalık yılgısı) Hastalık bulaşmasını önlemek ne­


deniyle alınan sayısız önlemlerle kendini açığa vuran hastalık­
lardan takınaklı olarak yılgı duyma durumu.

Nöropsikoloji Beyinle ilgili bozukluklar sonucu üst düzeyde­


ki işlevlerimizde ortaya çıkan düzensizlikleri konu edinen nöro­
loji dah.

101
Nöron Sinir sistemini oluşturan ve yenilenmeyen soylu hücre.
Bir hücre gövdesi ve dandritle akson adım alan iki uzantıdan olu­
şan nöron sinirsel akıyı sinaptik bağlar aracıhğıyle geçirir, in­
san beyninde bulunan 100.000.000.000 sinir hücresi ya da nöro­
nun her birinin 30.000 adep sinaptik bağ kurma yetisi vardır.

Nöron (sinir hücresi) ve sinaptik bağlar

Nükleik asitler Tüm yaşayan hücrelerin büyüme ve üreme kont­


rolünü sağlayan temel moleküllerdir. Çekirdeklerinde DNA ola­
rak adlandırılan sadece bir tür asit bulunduğundan bunlara nük­
leik asit adı verilmiştir.

102
o
(tedipus karmaşası Erkek çocuğun anneye, kız çocuğun da ba­
baya tutkunluğuyla belirlenen duygular topağı. Çocuk aynı cins­
ten ebeveyne kösnül duygular beslerken diğer yandan da karşı
cinsten olanına düşmanlık duyguları beslemektedir. Bu karma­
şanın kaynağı Sofokles’in yazdığı bir Yunan tragedyasında bu­
lunmaktadır. Thebai kralı Latos’un oğlu Ctedipus, babasını öl­
dürerek bilmeden annesiyle evlenir, daha sonra da gerçeği öğre­
nince kendisini cezalandırmak için gözlerini oyar.
Erkek çocuğun anneye, kız çocuğun da babaya yoğun bir sev­
gi duyması ve aynkcinsten ebeveyne karşı da düşmanlık duygu­
ları beslemesi çocuk gelişiminin doğal bir evresini oluşturmak­
tadır. Çocuk, rakip olarak gördüğü fakat aynı zamanda kıskan­
dığı, hayran olduğu ebeveynle özdeşim içindedir. Böylece Ctedi­
pus karmaşası kişilik yapılanmasında başlıca rolü oynar.
Freud’e göre Ofcdipus karmaşası üçle beş yaş arasında doruk
noktasına erişir. Bu karşamanın gücünü yitirmesi çocuğun giz­
lilik dönemine girdiğini gösterir. Bu dönemde iç çatışma ve ger­
ginlik cinsel eğilimlerin itilmeye uğramasıyla durgunlaşır.
Freud’ün ölümünden sonra bu karmaşanın varlığını savunan
kuram, budunbilimcilerin (etnolog) saldırılarına uğramıştır. Ma-
linowski, “Cinsellik ve cinselliğin ilkel toplumlarda baskı altına
alınması” adlı eserinde anaerkil yapıya sahip olan Malenazya

103
kültüründe (kdipus karmaşasının bulunmadığını kanıtlamaya ça­
lışmışsa da, bu konuya değgin eleştirileri Freud’ün öğrencisi Er-
nest Jones tarafından karşı eleştirilere uğramıştır. Jones’a göre,
anaerkil toplum yapısında da bu karmaşa varlığını korumakta
ancak, babanın yerini dayı almaktadır. Günümüzde, bu karma­
şa gücünün, toplumdan topluma farklılıklar gösteren aile yapısı­
na bağlı olarak değişiklikler gösterdiği kabul edilmektedir.

Otdipus öncesi dönem Cbdipus karmaşasından önceki bu dö­


nemde kız ya da oğlan çocuğu için anneye bağlılık baskın du­
rumdadır. Böylece, anne ile çocuk arasında yakın bir bağ kuru­
lur. Çocukların en ilkel fantazmlarını inceleyen Melanie Klein
çocuğun anneyle yakın ilişki içinde bulunduğu bu dönemde ba­
banın varlığının da yadsınamaz bir öneme sahip olduğunu gö­
rür. Ancak, baba yasaklayıcı bir güç değildir bu dönemde. 1 La-
can Klein’in görüşlerini inceledikten sonra Cbdipus öncesi üç­
genden söz eder. Bu deyimle anne-çocuk ve falüs ilişkisi dile ge­
tirilmektedir.

Okuma yitimi (alm. Alexie; fr. alexie; ing. alexia) Yazı dilini
anlayamama durumu olarak açıklanabilen okuma yitimi genel­
likle bazı tanısızlık durumlarına eşlik eder. Okuma yitimine uğ­
rayan kişinin konuşmasında ve söylenenleri anlamasında herhan­
gi bir bozukluk yoktur, hatta düzgün bir biçimde yazabilir de
Ancak, sıra yazdığını okumaya gelince duralar çünkü yazılı söz­
cüklerin anlamını unutmuştur. Harfler ve sözcükler resim ya da
yabancı bir dil alfabesi gibi algılanmaktadır. Bazen okuma yiti­
mine yazma yitimi de eşlik eder. Okuma yitiminin nedeni sol be­
yin yarıküresindeki bir hasara bağlı bulunmaktadır.

Oligofreni Bak. Zekâ geriliği

Onikofaji (alm. Nâgelbeissen; fr. Onychophagie; ing. Nail bi-


ting, Onychophagy) Tlrnakları kemirme itkisi. Bu itkiye, heye-

104
cansallığı yüksek olan çocuklarda olduğu gibi, yeni yetmelerde
ve erişkinlerde de rastlanmadadır. Bu itki bir kaygı belirtisi ve
bir iç gerginliğin boşaltımı ile ilgilidir.

Ortakyaşam (alm. Symbiose; fr. symbiose; ing. symbiosis) Bir­


birlerinden farklı canlıların karşılıklı çıkarları uğruna birlikte ya­
şamaları durumu. Gergedanlar, bufalolar ve bazı Afrika av hay­
vanları öküzgagalayan adıyla bilinen küçük kuşları sırtlarında ta­
şırlar. Bu kuşların görevi sırtına kondukları hayvandaki kan emic
asalakları yemektir. Bu arada tamamen birbirlerine destek olan
hayvanların oluşturduğu ortakyaşam örnekleri de vardır. Örne­
ğin, beyaz karıncalar, sindirim sistemlerinde bulunan ve yuttuk­
ları tahta parçalarını ufalayan tek hücreli ilksel hayvanlarla bir­
likte yaşarlar.
x «

Ortofoni (alm. Sprachtherapie; fr. orthophonie; ing. orthop-


hony) Ses, sözcük ve tümce bozukluklarını düzeltmeye yönelik
bir yöntem. Bu sözcük Yunanca (orto) doğru ve (föne) ses söz­
cüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur.

Otizm Bak. İçeyöneliklik

Oyun (alm. Spiel;fr. jeu; ing. play) Görünürde yararlı bir ere­
ğe yönelik gözükmeyen ve kişiye verdiği zevk nedeniyle büyük
bir çekiciliğe sahip fiziksel ya da zihinsel etkinlik.
Özellikle çocuğun her alanda serpilmesine ve kişilik kazanma­
sına olanak sağlayan oyun, bireyin nesneler dünyasıyla ilişki kur­
masını kolaylaştıran bir güce sahiptir.
Piaget, oyunu yapısal açıdan ele almış ve alıştırma niteliğinde
oyunlar, simgesel oyunlar ve kurallı oyunlar olmak üzere üç tür
oyun saptamıştır. Alıştırma niteliğinde olan oyun ilk aylarda ge­
lişir, doruk noktasına ilk iki ya da üç yaşlarında ulaşır sonra ya­

105
vaş yavaş gücünü yitirir. Simgesel oyun 2. yıl süresince simgesel
işlevlerle başlar, özerklik dönemi süresince bir doruk noktasın­
da geçer, sonra da etkisini azaltmaya başlar. Erişkin kişilerin oyun
kurallarına öykünmelerinden oluşan kurallı oyun da, bireysellik
kazanma ve toplumsallaşma dönemlerine özgü bir oyun türüdür.

106
••
o

Ödünleme (alm. Kompensierung; fr. ve ing. compensation) Bir


yetersizlik ya da özürü dengeleme eylemi. Bu ruhsal ve bilinçdı­
şı işlev çoğu kez gerçek ya da varolduğu sanılan bir sakatlığı ya
dâ eksikliği ödünlemeye çalışır. Bu eylem bazı kişileri ruhsal ya
da bedensel yetersizliklerini aşırı bir biçimde ödünlemeye sürük­
ler. Örneğin, kekeme olan Demosten parlak bir konuşmacı ol­
muştur. Ödünleme mekanizması, aşağılık karmaşasına ve bun­
dan kaçınma yollarına büyük bir önem veren Adler psikoloji­
sinde çok önemli bir yere sahiptir.

Öğrenme (alm. Lehre; fr. apprentissage; ing. learning) Doğuş­


tan var olan tepkiler ya da önceden kazanılmış bilgilerle pekişti­
rilerek yeni davranış biçimleri oluşturmaya yönelik etkinliğe öğ­
renme adı verilir.
Yaş, zekâ ve güdülenim gibi etkenlerin öğrenme olayında çok
önemli bir rolü vardır. Öğrenmenin konusu ne olursa olsun genç
yetişkinler küçük yaştakilere ve yaşlı kişilere göre daha çabuk öğ­
renirler (ancak burada ferdi farkları gözönünde bulundurmamız
gerekir). Öğrenme hızı ise, genellikle kişinin zekâsıyla orantılı­
dır. Diğer yandan ölçülü bir güdülenim öğrenmeyi kolaylaştırır­
ken aşırı ya da yetersiz bir güdülenim öğrenmeyi oluînsuz yolda
etkiler.

107

i
Ölüm itkileri (alm. Todestriebe; fr. pulsionsde mort; ing. de-
ath instincts) Yaşam itkilerine karşıt olarak beliren ve her tür ger­
ginliği tam olarak ortadan kaldırmaya yönelik itkilere ölüm it­
kileri adı verilir. Bu itkilerin amacı yaşayan varlığı cansız duru­
ma dönüştürmektir. İlkin, içe yönelerek kişiyi tahrip etmeyi
amaçlayan bu itkiler dış dünyaya da yönelip saldırganlık, yoket-
me vb. biçimlerde kendilerini belli ederler. Freud tarafından or­
taya atılan bu varsayım sayısız tartışmalara neden olmuştur,

Önbilinç (alm. Vorbevvusste; fr. preconscient; ing. preconsci-


ous) Her an bilinç alanında bulunmamakla birlikte istenildiği
zaman yüzeye çıkabilecek olan düşünce ve anıların toplandığı
alan.

Önsel yargı (peşin hüküm) (alm. Vorurteil; fr. prejuge; ing. pre-
jüdice) Bir durum, bir kimse ya da bir topluluk karşısında ye­
terli bilgi yoksunluğu sonucu oluşan ve sağduyu verilerine karşı
duran özel nitelikte vaziyet alış.
Önsel yargılar kültürel alanda oluştuğu gibi, ırksal ve felsefî
alanlarda da oluşabilir. Çoğu kez önsel yargılar, görünürde den­
geli olmakla birlikte, temelde kaygılı ve bunaltıh kimselerin, ken­
dilerini rahatsız eden bu durumlardan kurtulmak için sürdür­
dükleri bir savaşın ürünüdür.

Öz (Self) Kişiyi oluşturan bilinçli ve bilinçsiz tüm nitelikleri


içeren bütünlük. // Güncel öz (ing. actualself)' Horney tarafın­
dan kullanılan ve kişiyi bedensel, ruhsal, bilinçli ve bilinçsiz tüm
nitelikleriyle belirleyen herhangi bir andaki gerçek varoluşu an­
latmaya yönelik bir terim.

Özdeşleme (alm. Identifizierung; fr. ve ing. identification) Bir


başkasının özelliklerini ya da niteliklerini özümleyerek ona ben­

108
zemeye yönelik bilinçdışı ruhsal mekanizma. Kişilik bir özdeş­
leşmeler dizesiyle yapılanır. Çocukta, kişiliğin oluşmasında özdeş-
lemenin zorunlu bir yeri vardır. Çocuk, ilkin anne-babasına da­
ha sonra da, örnek olarak aldığı kişilerle özdeşlemede bulunur.
Bu nedenle, aile düzeninin bozuk oluşu çocuğun daha sonraki
yaşamında ortaya çıkacak karakter bozukluklarına neden ola­
bilecek durumlara yol açabilir.
İlksel özdeşleme Bu tür özdeşlemeye ağızcıl dönemde rastla­
nır. Başkasıyla ilk bağın kurulduğu bu dönemde çocuk annesini
özüne sindirir.
İkincil özdeşleme Kişinin bir engeli ya da evreyi atlatmak için
başvurduğu bir korunma mekanizmasıdır. Örnek olarak alınan
kişinin fiziksel ya da ruhsal yapısına öykünmede bulunularak 0-
nun gibi olmaya çalışılır.
Özdeşlemenin kişiliğin yapılanmasında önemli bir yanı bulun­
masına rağmen, genellikle bilinçdışı bir işlev olduğundan karşıt
özellikler de özümlenebilir ve bazı zorunlukların üstben katın­
da çatışkıh bir görünüm kazanmasına neden olabilir.
Yansıtıcı özdeşleme (alm. Projektionsidentifızierung; fr. Iden­
tification projective; ing. projective identification) Melanie Kle­
in tarafından kullanılan bir terim. Kişinin kendini kısmen ya da
tümüyle karşı nesneye kaydırarak ona zarar vermeyi, sahip ol­
mayı ya da onu kontrol etmeyi amaçlayan düşlemlerle belirle­
nen özdeşleme.

Saldırganla özdeşleme (alm. İdentifizierung mit dem Angrei-


fer; fr. Identification â l’agresseur; ing. identification with the
aggressor) Anna Freud tarafından ortaya konan bu korunma me­
kanizmasıyla bir dış tehlikeyle karşı karşıya kalan kişinin kendi­
sine saldırıda bulunan kimsenin davranışlarına ya da özüne öy­
künerek ya da onu temsil eden bazı simgeleri kendine mal ede­
rek saldırganıyla özdeşim içinde bulunabileceği gösterilir.

109
Öz dinamizmi Sullivan’ın kişilerarası ilişkilerle ilgili kuramında
güdülenimli güçlerin ve süreçlerin öz sistemini geliştirmeye yol
açan yapısını belirlemek için kullanılan bir deyim. Sullivan’a göre
insanın kişiliği, biyolojik bir altyanı üzerinde kurulmuş olup doğ-
- duğu andan itibaren kendisini etkileyen toplum güçlerinin bir
ürünüdür.

Özseverlik (alm. Narzissmus; fr. narcissisme; ing. narcissism)


Sevginin, kişinin kendi özüne yönelik olması durumu. Psikana­
liz öğretisinde, tüm libido enerjisinin ilkin ben’e yatırıldığı daha
sonra da diğerleri arasında bölüştürüldüğü görüşü yer alır. Fre-
ud’e göre özseverlik benmerkezciliğin libidoya değgin tamamla­
yıcısıdır.
Özseverliğe, çocukta kendini dış dünyadan tam olarak ayırama­
dığı ve sevgi objesi olarak kendini gördüğü ilksel dönemde, bazı
yeniyetmelerde, hastalarda ve sanatçılarda sıklıkla rastlanır.

Özümleme (alm. Assimilation, Angleichung; fr. ve ing. assi-


milation) Deneyden elde edilen bir verinin öze katıştırılması. Pi-
aget’nin çocuk psikolojisinde önemli bir yere sahip olan özüm­
leme, uyuşumla birlikte çocukta zekânın gelişmesinde birbirini
tamamlayan iki etkinlikten biridir.

Özün erosluk (alm. Autoerotismus; fr. auto-erotisme; ing. auto-


erotism) Kişinin kendi başına kendi uyarılarıyla öz bedeninden
cinsel haz duyma durumu; bu anlamda mastürbasyon bir özün
erosluk etkinliğidir. Diğer yandan çocukta parmağım emme, dur­
duğu yerde sallanma gibi daha az cinsel niteliğe sahip etkinlik­
ler özün erosluk olarak kabul edilebilir.

110
p
Paramnezi (alm. Paramnesie; fr. paramnesie; ing. paramnesia)
Zihinde canlandırılamayan bir anının, gerçek olmayan bir anı
şeklinde biçimlenmesi ya da herhangi bir durum karşısında ki­
şide, o durumun daha önce yaşanmış olduğu duygusunun uyan­
masına neden olan yamlsamah bir anı karışıklığı olayı.

Paranoya Kuşku, güvensizlik, kıskançlık, aşın alınganlık ve gu­


rur gibi karakter bozukluklarının yanısıra yanlış yargı oluştur­
ma, az ya da çok sistemli sabuklamalara yol açan yorumlama­
larda bulunma gibi görüngülerle ortaya çıkan süreğen bir psi­
koz. Paranoyak kişi güçlü bir muhayyileye ve büyük bir ikna ye­
teneğine sahiptir. Paranoyaya yakalanan kimselerin hemen hep­
si de, kendilerini haksızlığa kurban gitmiş olarak görür ve çoğu
kez de bu haksızlığın intikamını kendileri almak isterler. Para­
noyada yapısal bir yatkınlığın üzerinde durulmakla birlikte bu
psikozun ruhsal sarsıntılarla da ortaya çıkabileceği gözönünde
bulundurulmaktadır.
Paranoyaklarda zulüm görme, büyüklük, gizem ve hipokond-
ri sabuklamalarına sıklıkla rastlanmakla birlikte bu sabuklama-
lar, şizofrenide olduğu gibi hastanın kişiliğini parçalamaya yö­
nelik değildir. Paranoyanın başlangıç vakalarında psikanalizden
ve ilaçlardan büyük yararlar sağlanır.

m
Yukarıda bir paranoyak tarafından çizilen resimde sabuklamalı bir aşırılık göze çarpmaktadır.
Pavlov, İvan Petroviç Psikolojinin objektif bir bilim dalı olma­
sında büyük katkıda bulunan Rus fizyologu.
1904 yılında kan dolaşımı ve sindirimle ilgili çalışmaları nede­
niyle Nobel ödülünü kazanan Pavlov yine bu çalışmaların yar­
dımıyla kendini büyük bir üne kavuşturan koşullu refleks me­
kanizmasını bulmuştur. Uyaranlara özdevimsel biçimde yanıtta
bulunan ve öğrenilmiş olmayan reflekslerin yanısıra edinilmiş ref­
lekslerin de oluştuğunu, yiyecek karşısında tükürük salgılayan
köpeklerin yiyeceği haber veren bir ses ya da ışığa da aynı bi­
çimde yanıtta bulunduğunu farketti. Ancak, koşullu refleksin yer­
leşmesi için bu ikincil uyarının birinciye belli bir süre eşlik et­
mesi gerekiyordu.
Pavlov, bu alandaki gözlemlerinden yola çıkarak ruhsal edin­
tilerin doğal bir uyaranla hiçbir ilişkisi bulunmayan ancak, ikincil
bir uyaranın etkisiyle oluştuğunu ileri süren bir kuram geliştir­
di.

Psikoloji Sözlüğü — F.8 113


Pavlov’a göre bir simge olan sözcük nasıl simgelediği şey an­
lamına geliyorsa çıngırak sesi, ışık gibi ikincil bir uyaran da ye­
mek vb. gibi şeylerin yerini alıyordu. Böylece tüm eğitim ilksel
davranışlara, yaşam koşullarına yanıt veren daha özenle oluşmuş
davranışların oluşturulmasına yönelik olup tüm edinilmiş alış­
kanlıkların temelinde koşullu refleks yatıyordu. Bu arada içgü­
düsel doyumların yerini simgesel doyumların alabileceği de or­
taya konuyordu. Psikanaliz, Pavlov kuramının bir kısmını özüm-
lemekle birlikte araştırmalarını fizyolojik değil de, psikolojik ala­
na yöneltmişti.
Pavlov’un çalışmaları, kılgısal alanda sancısız doğuma yol açan
gevşeme tekniklerinin yanısıra eğitbilim ve propaganda alanla­
rında da etkili bir uygulama alanı bulmuştu. Refleksoloji kuram­
larından yola çıkarak ruhsal yaşamın altyapısını yeniden biçim­
lendirmek olanak dışı değildir.
Bellibaşlı eserleri: Uyku fizyolojisi üzerine veriler
Beyin yarıküreleri üzerine dersler
Koşullu refleksler

Pedagoji (Eğitbilim) Çocuğun zihinsel ve fiziksel yetenekleri­


ni geliştirerek kişilik kazanmasını ve topluma uyum sağlaması­
nı esas erek olarak alan bilim dalı. Çocuğu, erişkin kişinin kü­
çültülmüşü olarak değil de, kendine özgü bir yapıya sahip bir
varlık olarak gören modern pedagoji, özellikle zihinsel evrim sü­
recinde Piaget’nin çalışmalarından büyük oranda etkilenmiştir.
Diğer yandan psikolojideki ilerlemelerin ışığında tembellik vb.
gibi görüngüler, cezalandırma nedeni olacakları yerde, üzerinde
düşünülmesi ve nedenlerinin araştırılması gerekli konular hali­
ne gelmiştir.

Pedofili (Yunanca padios, çocuk ve filen, sevmek sözcükle­


rinden türetilmiştir.) Yetişkin bir kimsenin küçük çocuklara karşı

114
cinsel istek duymasıyla belirlenen bir sapkınlık. Genellikle zih­
nen geri durumda bulunan bu tür sapkınlar, ketlenmiş ve nev­
rozlu kişilik yapıları içinde, yetişkin bir kadın karşısında aşağı­
lık duygusuna kapılan kimselerdir.

Pregnans (fr. Pregnance) Bir yapısal oluşumun güçlü bir bi­


çimde kendini zorunlu kılması durumu. İyi bir biçim oluşturdu­
ğu bir bütünden belli bir belirginlikle ayırt edilir. Geştalt kura­
mı anıların da aynı yasalara riayet ettiklerini ortaya koymakta­
dır. Örgütlenmiş olan anılar örgütlenmemiş olanlardan daha iyi
akılda tutulur.

Persona Kişiliğin dünyaya yönelik yanı. Jung psikolojisinde


kişinin nesneler dünyasıyla ilişkisini sağlayan işlevlerin bir bü­
tününü oluşturmaktadır.

Pestalozzi Johann Heinrich (1746-1827) İsviçreli bir pedagog


olan Pestalozzi İtalyan asıllı bir cerrahın oğludur. Bir rahip olan
büyükbabasının ve Rousseau’nun etkisinde kalmıştır. Yollarda
gördüğü başıboş çocukların ruhsal ve fiziksel sefaleti karşısında
son derece duygulanan Pestalozzi tüm biriktirdiği parayı eğitsel
amaçlara hizmet edebilmek amacıyla açtığı bir tarım işine yatır­
mışsa da başarısızlığa uğramıştır. Daha sonra çeşitli eğitim ens­
titüleri açmış ve bunlardan Yverdon’da (İsviçre’de) açtığı eğitim
müessesesi tüm Avrupa’da büyük bir üne kavuşmuştur.
Pestalozzi’nin eğitbilimi bir yandan tarım diğer yandan da pro­
fesyonel eğitim üzerine kurulmuştur. Bunlara beden eğitimi, eliş-
leri, geziler ve oyunlar eşlik etmektedir. Karşılıklı sevgi ve saygı­
ya dayanan özgür eğitim öğretisi günümüz eğitiminde önemli bir
yere sahiptir.
Bellibaşlı eserleri: Gertrude çocuklarını nasıl eğitiyor?
Annelerin kitabı
Düşüncelerin bellibaşlı ilkeleri

115.
Jean Piaget

Piaget Jean (1896-1980) İsviçreli bir psikolog olan Piaget, zo­


oloji, psikoloji ve felsefe alanlarındaki derin bilgilerini çocukla­
rı gözlemlemeden elde ettiği verilerle birleştirerek çocuk gelişi­
mindeki bireyoluşla, en ilkel organizmadan en gelişmiş olanına
dek tüm canlı varlıkların soyoluşu arasında bir koşutluk kurmaya
çalışmıştır.
Çocukta düşünce ve dil gelişiminin aralıksız bir devamlılık için­
de değil de, evrelerden geçerek oluştuğunu ve birey çevre ilişkile­
rinde etkin bir biçimde yapılandığını çrtaya koyarak gensel psi­
kolojiye tamamen yeni bir yaklaşım getirmiştir.
Piaget’nin yaptığı gözlemler sonunda bilgilerin kazanılması­
nın uyuşum ve özümleme gibi tamamlayıcı iki süreç oluşturdu­
ğu ortaya konmuştur. Piaget’ye göre çocuk dış dünyadan yalnız
izlenimler almakla yetinmeyip zekâsını etkin bir biçimde yapı­
landırır. Bu yapılandırma için gerekli olan materyalleri kendin­
de ve dış dünyada bulduğu gibi, daha önce kazanılmış olan bil­
giler yeni bir bireşim (sentez) içinde tekrar kullanılır.

116
t

Piaget, çocukta bilişsel (kognitif) yapılanışların gelişiminde


dört dönem görür:

/- Duyu devimsel dönem 18 aya kadar süren bu dönem çev­


rimsel tepkilerle belirlenmiştir. Bu dönemde çocuk rastlantıyla
elde ettiği bir sonucu yenibaştan oluşturmak ister.

2- Önişlemsel dönem 18 aydan 6 yaşma kadar süren bu dö­


nemde çocuk simgesel eylemler gerçekleştirebilir. Bu etkinliklerde
belirli bir öznellik göze çarpmaktadır.
>

3- Somut işlemler dönemi 7 ve 11-12 yaşları arasında yer alan


bu dönemde düşünce çok daha nesnel bir görünüm ahr; ancak,
henüz tam olarak öznellikten kurtulmuş değildir.

4- Biçimsel işlemler dönemi Çocuğun soyut usavurmalara baş­


vurduğu bu dönemde düşüncesi kendi kendine yeterli olup iç tu-
tarlığa sahiptir. Çocuk problemler ortaya koyup onları çözebil­
mektedir.

Piaget’nin çalışmaları dünya çapında yankılara neden olmuş


ve az bir süre sonra Cenevre, Lozan ve Sorbonne üniversitelerin­
de çocuk psikoloji kürsülerine davet edilmiştir.

Başlıca eserleri: Çocukta dil ve düşünce


Çocukta dünya tasavvuru
Çocukta zekânın doğuşu

Piknik Kretschmer tipolojisinde yuvarlak yapılı, kasları gev­


şek, boyu ortanın altında, göğüs kafesi ve karın kısmı gelişmiş

. 117
Piknik tip

buna karşılık omuzlar düşük, büyük ve yuvarlak kafalı, kısa bo­


yunlu, çocuk yüzlü tip. Neşeli, dışa dönük ve patolojik alanda
mani-mela'nkoliye yatkın olan bu tipe bağlı kişilerin devirli bir
mizaçları vardır.

Pirömani Yangın çıkarmaya yönelik sayrılı bir eğilim. Özel­


likle geri zekâlı yeniyetmelerde görülür.

Psikanaliz (Ruhsal çözümleme) Eylemlerin, sözcüklerin, rü­


ya ve sabuklanmaların bilinçdışında bulunan öz kaynaklarına inip
çatışma ve karmaşaları yüzeye, bilinç alanına çıkararak anlaşıl­
maz ve çözülmez gibi gözüken sorunları aydınlatma yöntemi.
Freud tarafından ortaya atılan bu yöntem bir araştırma ve sa­
ğaltım yöntemidir. Freud, psikanalizin temelini oluşturan sorun­
ları şu şekilde sıralamaktadır: Bilinçdışı zihinsel süreçlerin var­
lığının kabulü, direnç ve itilmenin tanınması, cinselliğin önemi­
nin ve Ctedipus karmaşasının değerlendirilmesi.
Freud’ün en önemli buluşu yaşamla başlayan ve erinliğe gel­
meden önce farklı evrelerden geçen çöcuk cinselliğidir. Ancak,
doğumdan erginliğe dek tepkiler yani biyolojik güçler bazı et­
kenlere bağlı bulunmaktadır. Ruhsal olaylar olarak adlandıra­

118
bileceğimiz bu etkenler psikanaliz kuramları ışığı altında incele­
nebilir.
Sürekli bir evrim içinde bulunan psikanaliz, patoloji alanını
çok gerilerde bırakarak tüm insan bilimlerini ilgilendiren sorun­
ları da çözümlemeye yönelmiştir.
Psikanaliz kuramlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Her davranış acı uyandıran bir uyarıyı ortadan kaldırmaya
yöneliktir (haz ilkesi); bu arada dış dünyanın zorunluluklarını
hesaba katmak gerekmektedir (gerçeklik ilkesi).
2- Ruhsal katman üç aygıttan oluşmuştur: İçben, Ben ve Üst-
ben. İçben ilksel itkileri, Üstben içleştirilmiş ahlâk kurallarını,
Ben de tepiler ve dış gerçekler arasında ortaya çıkan çatışmaları
çözmeye çalışan uzlaştırıcı bir katmam dile getirmektedir.
3- Ben, kişiyi tatminkâr bir biçimde dış dünyaya uyarlayama-
dığı ve kişinin gereksinimlerini yerine getiremediği zaman dav­
ranış bozuklukları ortaya çıkar. Bunlara örnek olarak gerileme,
nevrozlar, ruhbedensel (psikosomatik) bozukluklar, suçluluk vb.
durumlar gösterilebilir. Psikanalizle sağaltım bu durumların gi­
derilmesini amaçlamaktadır.

Psikasteni (alm. Psychasthenie; fr. psychastenie; ing. psychas-


tenia) İlk kez Pierre Janet tarafından tanımlanan psikasteni, ka­
rar verme zorluğu,- kuruntular, takmaklar, fobiler, kuşku ve ve­
rimsiz uğraşlarla kendini gösteren bir nevrozdur. Güçlü bir ek­
siklik duygusuna ve aşırı duyarlı bir yapıya sahip olan psikaste-
nik, dış dünyamn kişiyi bereleyici etkisinden kaçınmak düşün­
cesiyle kendi içine kapanır.
Aşırı cezalandırıcı bir üstbene sahip olan bu hastalar, düşman­
lık ve saldırganlıklarını dışa vuramayan, çekingen, duyarlı, titiz,
zeki, aşırı bir sorumluluk duygusuna ve yetkinlik istemine sahip
kimselerdir.

119
Psikanaliz, psikasteninin sağaltımında etkin bir yöntem olmak­
la birlikle, günümüzde hastanın ncvrotik bile olsa kendisini da­
ha ağır bir ruhsal rahatsızlığa yakalanmaktan alıkoyan koruyu­
cu mekanizmalarını yıkmamak düşüncesi çoğu psikiyatrlar ta­
rafından benimsendiğinden destekleyici psikoterapiye başvurul­
makta ve başarılı sonuçlar elde edilmektedir.

Psikiyatri Akıl hastalıklarının betimlenmesi, tanımlanması ve


sağaltımıyla uğraşan tıp dalı. Psikiyatri bu görevinde nöroloji,
psikofarmakoloji, psikanaliz ve psikoloji gibi öğretilerle yakın
ilişki içindedir. Konusu, anormallik açısından olsa bile insan zihni
olduğundan psikolojiyle yakın ilişki içindedir. Özellikle de, in­
san zihninin anormal işleyişiyle ilgilenen psikopatolojiyle iç içe
bulunmaktadır.

X
Psikofarmakoloji İlaçların ve kimyasal maddelerin sinir sis­
temi ve dolayısıyle ruhsal yaşam üzerindeki etkisinin incelenmesi.
Ruhsal gücü azaltan psikoleptikler, mani nöbetlerini yatıştı­
ran nöroleptikler, uyarıcı bir güce sahip olduklarından çökkün­
lüğü gideren psikoanaleptikler ruhsal yaşamımızı etkileyen ilaç­
lardır.
İlaçların ruhsal hastalıkların jyileşmesine getirdiği en büyük
katkı, hasta kişiyle iletişim sağlanmasını olanaksız duruma ge-
' tiren sayrılı dışavurmaları ortadan kaldırarak hastayı psikotera­
pi yöntemlerinden yararlanır duruma getirmiş olmasıdır.

Psikofizik Uyaranların neden olduğu duyumların derecesini


saptamaya yönelik öğreti. G. T. Fechner tarafından temelleri oluş­
turulan bu öğreti duyu mutlak eşiklerini ve farklılıklar eşiğini
nicelik açısından saptamayı konu edinmiştir. Bu öğretinin belli-
başlı temsilcileri Fechner ve W. Wundt’dur.

120
Psikoloji Yaşayan varlıkların iç vc dış uyaranlara karşı göster­
dikleri tepkilerin nedenini vc nasılını birlikte inceleyen bilim da­
lı.
19. yüzyılın ikinci yarısında tam olarak bağımsız bir bilim da­
lı olma niteliği kazanmış olan psikoloji hızla ilerleyerek geniş bir
uygulama alanına sahip olmuştur.
Tp, eğitim, endüstri, ticaret, adalet ve askerlik alanlarında ba­
şarıyla kullanılan psikoloji; biyoloji, fizyoloji, fizik vb. bilim dal­
larıyla yakın bir ilişki içindedir.

Psikopati (alm, Psychopathie; fr. psychopathie; ing. psycho-


pathy) Akıl hastalığı // Törel kurallara uymama, tepilerini gem-
leyememe, başkalarına bile bile zarar verme, kötülük yapmak­
tan hoşlanma gibi karakter bozuklukları gösteren dengesizlik du­
rumu. Klasik görüşe sahip psikiyatrlar tarafından psikopati, do­
ğuştan gelen nedenlere bağlı, kişilik gelişiminde bir duraklama
durumu olarak kabul edilirken psikanalitik okula bağlı psikiyatr
ve psikologlar tarafından kişiliğin çevre koşullarına karşı geliş­
tirdiği bir tepki olarak görülmektedir.

Psikopatoloji (alm. Psychopathologie, Seelenkrankheitslehre;


fr. psychopathologie; ing. psychopathology) Akıl hastalıkları­
nın incelenmesini, açıklanmasını, sınıflndırılmasını ve hastalık
nedenlerinin araştırılmasını konu edinen psikoloji dah. Psiko­
patolojinin elde ettiği verilerden psikiyatri alanında yapılan sa­
ğaltımlarda yararlanılmaktadır. '
o

Psikosomatik (Ruhbedensel) hastalıklar Esas nedenin ruhsal


olduğu bedensel hastalıklar. Bu tür hastalıklar genellikle heye­
canlarını ve duygularını dışlaştıramayan kişilerde ortaya çıkar.
Boşalım alanı bulamayan duyguların gücü, kişinin bedenine yö-

121
nelerek tahrip edici sonuçlara neden olur. Ülserden astıma dek
birçok bedensel görünümlü hastalığı bu grupta toplayabiliriz.

Psikoterapi (Ruhsal sağaltım) (alm. Psychotherapie; fr.


psychotherapie; ing. psychotherapy) İç çatışmaların neden olduğu
ruhsal ve fizyolojik görünümlü dengesizlikleri belirli psikolojik
yöntemlerle düzeltme etkinliği.
Psikoterapi yöntemleri içinde psikanaliz gibi uzun süreli (bir­
kaç aydan birkaç yıla dek sürebilen) sağaltım yöntemlerinin ya-
nısıra telkine, iknaya, güdülenime, ipnoza vb. dayanan kısa sü­
reli yöntemler de vardır.
Psikoterapininin başarıya ulaşmasında sağaltımı uygulayan ki­
şinin bilgisinin yanısıra hastadaki iyileşme istemi de büyük bir
rol oynamaktadır.

Psikoz (alm. ve fr. Psychose; ing. psychosis) Kişinin toplumla


olan bağlarını koparmasına neden olan ve kişiliği çok derinden
etkileyen akıl hastalıklarına verilen ad.
Psikoza yakalanan kişinin kendisiyle ve dış dünyayla olan iliş­
kileri bozulmuştur. Hastanın gerçek dışı dünyasından kaynak­
lanan davranışları son derece gariptir. Psikoza yakalanan kişi ya­
şadığımız dünyaya yabancı bir kimse durumuna gelmiştir.
Psikozun nevrozdan farkı, psikozda kişinin dış dünyayla tüm
ilişkileri kaybolmuş olmasına karşılık nevrozda dış dünyayla iliş­
kiler kopmamış olup hasta, rahatsızlığının farkındadır.
Şizofreni, mani-melankoli ve sabuklama birer psikoz örneği­
dir.

Psikoz manyak depresif Taşkınlık (mani) ve çökkünlük (me­


lankoli) evrelerinin birbirini izlemesiyle oluşan bir psikoz. Kalı-

122
tuna vc döner huy (siklotimik) yapısına bağlı bulunan bu hasta­
lığa, genellikle erkeklerden fazla kadınlarda rastlanır olmakla bir
likte duygu şoklarının ve psikososyal etkenlerin de hastalığın oluş­
masında belli bir rolü vardır.

123
Renk körlüğü Tüm renkleri (akromatopsi) ya da birçok rengi
ve özellikle de kırmızı ve yeşili ayırt edememe durumu (dalto­
nizm). Genellikle soyaçekimle edinilen bu bozukluk çok az kez
göz bebeği travmasında olduğu gibi sonradan edinilmiştir.
Renk körlüğü bulunan kişiler yeşil ve kırmızı renk sinyalleri­
nin önemli bir yere sahip olduğu işlerde çalışamazlar. Bu bozuk­
luğa genellikle erkeklerde kadınlardan daha çok rastlanmaktadır.
Normal bir görüşe sahip olan
kimselerin alttaki resimde
5 sayısını gör meleri gerekir.

Renk körlüğünü ortaya çıkaran İshihara testi

124
Refleks (alm. Reflex, Reflexbewegung; fr. reflexe; ing. reflex)
Bir uyaran karşısında organizmanın istcnçsiz ve özdevimsel ola­
rak anında o uyarana uygun yanıtı vermesine yönelik sinirsel ol­
gu. Uyarana verilen bu tür bir yanıt önceden oluşmuş ve yerleş­
miş bağlantılar sonucu gerçekleşir.
Bir uyarana uygun düşen yanıtın daima aynı olması, istençsiz
ve düşünülmeden yapılması ve çok hızlı olarak gerçekleşmesi ref­
leks etkinliğinin en belirgin özelliklerini oluşturmaktadır.

Reflekse örnek olarak gözbebeğinin ışık etkisiyle küçülmesi­


ni, dizkapağı kemiğine vurulduğunda bacağın ileri atılmasını, yi­
yecek karşısında salgı bezlçrinin tükürük salgılamasını göstere­
biliriz.

Refleksleri koşullu reflekslerden Ayıran en belirgin özellik bi­


rincilerin doğuştan ve öğrenilmemiş olmalarına karşılık İkinci­
lerin öğrenilmiş ve dolayısıyla sonradan kazanılmış olmalarıdır.
\ - . ?.-■ ■ ....

Eskil (arkaik) refleksler Yeni doğmuş çocukta belirli uyaran­


lara yanıt olarak ortaya çıkan özel davranış biçimleri. Eskil ref­
lekslere örnek olarak Moro refleksini, avuçlama ve dikelme ref­
lekslerini gösterebiliriz. Bü tür reflekslerin yokluğu çoğu kez bir
nörolojik olgunluk eksikliğinin belirtisidir. Doğal olarak yaşa­
mın ilk aylarında yavaş yavaş kaybolarak yerlerini istençli hare­
ketlere bırakırlar. Varlıklarını sürdürmeleri bir gecikme ya da ge­
lişme bozukluğuna kanıt olarak gösterilebilir.
I

Moro refleksi Yeni doğmuş çocuğun, yoğun bir gürültü ya da


dengeli yatışını sağlayan desteğin aniden bozulması sonucu, iki
kolunu açtıktan sonra bir daire oluşturacak biçimde kapatma­
sıyla beliren eskil bir refleks. Bu refleksin varlığını kontrol et­
mek için sırtüstü yatan çocuğun.başı hafifçe yastıktan kaldırılır
sonra da yastığa bırakılır. Böyle yapıldığında çocuğun yukarıda
belirttiğimiz hareketleri yaptığını görürüz.

125
Moro refleksi

Avuçlama refleksi (alm. das Greifen; fr agrippement; ing. gra-


sping) Bebeğin avucunun içi uyarıldığında elin, kendisine değen
nesneyi kavrayacakmış gibi kapanması.

Eskil bir refleks olan avuçlama refleksi doğuştan 5.5 aya ka­
dar varlığım sürdürür. Kaybolması, gerçek yakalama refleksinin
ortaya çıkmasına rastlar. Bu refleksin yaşamın ilk evresinde bu­
lunmaması ya da geç dönemlere kadar varlığını koruması sinir­
sel bozuklukların varlığım düşündürmelidir.

Dikelme refleksi

Dikelme refleksi Yeni doğan çocuğun ayaklarının, sağlam bir


taşıyıcı üzerine yerleştirildiklerinde düşey bir duruş oluşturacak

126
biçimde dikilmesiyle ortaya çıkan eskil bir refleks. Bu dikelme
refleksi 2-3 aya doğru kaybolacaktır.

Özdevimsel yürüme refleksi Bebeğin, koltuk altlarından tutu­


lup ayakları bir zemine değdirilerek vücudu hafifçe öne doğru
eğdirildiğinde ayaklarını ardarda uzatma ve bükme hareketleri
yapmaya yönelik bir refleks. Bu refleks ancak çocuk altı hafta­
lıkken ortaya çıkar.
/

Ribot Theodule (1839-1916) Bir Fransız psikologu olan Ribot


ilkin Sorbonne’da sonra da College de France’da profesörlük yap­
tı. İlk Fransız deneysel psikoloji kuramcısıdır. Çalışmaları kişi­
liğin pfcikofizyolojik öğretisi doğrultusundadır. Araştırmaları so­
nucu belleğin çözülme yasalarını ortaya koymuştur. En az du­
rağan anılar, en son, en karmaşık en az duygusal anlama sahip
anılar olup kolayca kaybolmakta, heyecanla yüklü en eski anı­
lar ise, çok büyük bir dayanıklılığa sahip bulunmaktadır.
Bellibaşlı eserleri: Bellek hastalıkları
İstenç hastalıkları
Kişilik hastalıkları

Rogers Cari (1902-1987) Amerikalı bir psikopedagog olan C.


Rogers çok dindar protestan bir aileden gelmektedir. İlkin, bir

127
yandan fenomenolojik vc varoluşçu diğer yandan da deneyimci
ve bilimsel gibi, görünürde çelişkili iki akım arasında kaldıktan
sonra 1939 yılında Rochester’de (New York’da) bağımsız bir psi-
kopedagoji merkezi açmıştır.

Yönlendirici olmayan olarak adlandıracağı yöntemi Freud ve


Dewey psikolojisinin etkisini taşımakla birlikte son derece oriji­
nal bir yapıya sahiptir. Rogers’in sağaltım anlayışı hastanın ka­
rışık duygularını ortaya çıkarıp aydınlatmaya yöneliktir. Sağal­
tıma, daima yansız bir tavır takınarak her türlü yorumdan çe­
kinir ancak, bu arada hastaya duygularını açıklayabilmesi için
yardımda bulunur. Sorunların o anki duygusal yanı eski travmalı
yanından çok daha önemlidir. Bu yöntemin ereği hastanın ben­
ini kuvvetlendirmek ve onu duygusal olgunluğa kavuşturmak­
tır.
Bellibaşh eserleri: Ruhsal sağaltım ve insan ilişkileri
- Kişinin gelişimi

Rorschach Hermann (1884-1922) İsviçreli bir psikiyatr olan


Rorschach tıp tahsilinden sonra Zürih’te E. Bleuler’in yönetti­
ği klinikte psikiyatri.alanmda uzmanlaşır. Özellikle Jung’un et­
kisinde kalan Rorschach, ruh hastalarımn yapılanmamış mürek­
kep lekelerine ne şekilde tepkide bulunduklarını inceler ve elde
ettiği yanıtları normal kişilerden aldığı yanıtlarla karşılaştırır.
Böylece, görsel algının kişilik yapısından etkilendiğini saptar.
Renk yanıtlar dışadönüklüğe, devinim (kinestezik) yanıtlar da içe-
dönüklüğe bağlı bulunmaktadır. 1918 yılında testinin planşları-
nı hazırlayan Rorschach 1921 yılında da Psychodiagnostic adlı
eserini, yayınladı. Ölümünden ancak 10 yıl sonra bu test geniş
bir yayılma alanı buldu.

Rorschach testi Yapılanmamış lekelerin yorumlanmasına da­


yanan bir kişilik testi. İsviçreli psikiyatr Hermann Rorschach ta­
rafından ortaya konan bu test özellikle klinik psikoloji alanında

128
büyük bir kabul görmüş olup testten alınan yanıtların ayıklan­
masıyla kişinin dışa ya da içe dönük olmasının yanısıra, zekâ türü
ve eğer varsa ruhsal sayrılıkları ya da herhangi bir ruhsal sayrılı­
ğa anıklığı ortaya çıkmaktadır. Testin çözümü geniş bir analitik
ve genel bilgiye gereksinim göstermektedir.

Rorschach testini oluşturan planşlardan biri.

Rüya (alm. Traum;fr. reve; ing. dream) Uyku esnasında orta­


ya çıkan ve birbirleriyle bağıntılı ya da bağıntısız olarak algıla­
nan görüntüler bütünü.
Bizi aşırı uyaranlardan ve tahammül edilmez gerginliklerden
koruyan rüya Freud’e göre uykunun bekçisidir. Ancak, rüyanın
bu işlevsel görevi A. Adler ve K. Horney tarafından kabul edil-

Psikoloji Sözlüğü — F.9 129


miş değildir. Bu psikologlara göre rüya herhangi bir durum kar­
şısında oluşturulacak vaziyet alışın bir Ön provasıdır.
İster gerçekleştirilmeyen isteklerin gerçekleştirilmesi, ister ile­
riye dönük bir planlama olsun rüyalar insanoğlunun ruhsal den­
gesinin korunmasında vazgeçilmez bir yere sahiptir. Günlük ya­
şamımızda bizi türlü engellemelerle karşı karşıya bırakan ve ger­
ginlik altında tutan çoğu durumların rüyalarla arındırıldığı da
bir gerçektir.
10 ya da 15 dakika süren rüyalar gecenin başında ve sonunda
yani paradoksal uyku evrelerinde ortaya çıkar ve uyku süresinin
dörtte birini kapsar. Rüya sırasında gözlerimiz göz kapakları ar­
dında sürekli olarak devinim halindedir. Öyle ki, bir kimsenin
rüya görüp görmediğini uyku esnasında göz deviniminden an­
layabiliriz.
Rüyaların içeriği anılarımız ve duygusal yaşamımızla yakın iliş­
ki içindedir. S. Freud rüyalarımızda, biri görünür bir diğeri de
I

gizil olmak üzere iki içerik bulunduğunu kanıtlamıştır. En kar­


maşık duygular, bastırılmış istekler yoğunlaşmış bir biçimde sim­
gelerle ortaya çıkar. (Üstbenin isteklerine ters düşmemek için
aluşturulan simgelerin çözümü bizi bilinçdışının derinliklerine
götürür). Üstben kurallarına uygun düşmedikleri için, uyanık­
ken gerçekleştirilmeleri olanaksız olan nice istek ve tasarımlar
rüyalardaki simgesel örgütlenmeyle gerçekleşebilirler.

130
s
Sabuklama (alm. Wahnsinn, Wahn, Delir; fr. delire; ing. delu-
sion, delirium) Düşsel olguları gerçek gibi kabullenmeye yöne­
lik düşünce bozukluğu. Sabuklama bazen hastada süreklilik ka­
zanır ve çevreyle olan ilişkilerin kaybolmasına neden olur. İçe-
yönelik (otistik) bir yapıya sahip olan sabuklamalı kişi çelişkile­
ri içinde gerçeklere sırt çevirmiş gibidir. Çoğu kez kendi öz eği­
limlerini başkalarına yansıtır. Paranoyaklardaki sabuklanmalar­
da aynı duruma rastlanır. En çok bilinen'sabuklamalar kıskanç­
lık, büyüklük, işkenceye uğramış olma, suçluluk vb. sabuklanma­
larıdır. \ ’
r■

Sadizm (fl/w. Sadismus; fr. sadisme; ing. sadism) Kişinin karşı­


sındakine ıstırap çektirerek cinsel doyuma ulaşması durumu. Bu söz­
cük, romanlarında cinselliğe bağh zalimlik ve gaddarlık sahne­
leri bulunan 19. yüzyılda yaşamış Sade markisinin adından esin­
lenilerek cinsel psikoloji diline alınmıştır. // Psikanaliz, bu kav­
ramda özellikle çocuğa ait gizli belirtiler görmüş ve onu itkisel
yaşamın bellibaşlı yapılandırıcılarından biri olarak kabul etmiş­
tir. Sadizm kavramıyla saldırganlık kavramını karıştırmamak ge­
rekir.

Sado-mazohizm (alm. Sadismus-Masochismus; fr. sado-


masochisme; ing. sado-masochism) Kişinin başkasına ıstırap çek-

131
(irmesinden zevk duyma durumu olan sadizmin kendisine ıstı­
rap verme durumu olan mazohizmle karışmış olma durumu. Bu
karışık görünüm kişinin başkasına acı çektirme ve kendisini ce­
zalandırma gibi dışa ve kendi özüne yöneltilmiş iki sapkın et­
kinliğin karşılıklı ilişkisinden doğmaktadır.
Sadizmle mazohizm arasındaki ilişki Freud’den önce Krafft-
Ebing tarafından ele alınmıştır. Freud cinsellik kuramı üzerinde
üç deneme adh eserinde bu iki terimi aynı sapkınlığın etkin ve
edilgen iki ayrı görünümü olarak ele almıştır. Ona göre sadik
olan aynı zamanda mazohist olan bir kimsedir. Ancak, bu du­
rum sapkınlığın etkin ya da edilgen yanlarından birinin daha bas­
kın olmasına engel değildir.

Saldırganlık (alm. Angriffslust; fr. agressivite; ing. aggressi-


veness) Saldırma eğilimi. Birçok psikologa göre saldırganlık en­
gellenmeye bağlı olup isteklerin belli bir sonuca ulaşmasının ola­
naksız olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır.
Saldırganlık çocukta genellikle derin bir tatminsizlik ve değer­
sizlik duygusuna bağlı bulunmaktadır. Diğer yandan H. Mon-
tagner’in gözlemlediği gibi uykudan yoksun çocuklarda nöbet
şeklinde ortaya çıkmaktadır. .
Saldırganlığın kontrol altına alınmasında eğitimin büyük bir
rolü vardır. Tahiti ve Meksika’daki bazı insan gruplarında ya da
kabilelerde saldırgan hareketler şiddetle kınanmaktadır. Özgeci
davranışlar ve ahlâki değerler ön plana çıkarıldığı, engellenme­
lerin ve düş kırıklıklarının azaldığı ortamlarda saldırganlık bü­
yük oranda gerilemeye yüz tutacaktır. P. Karli’nin 1977 yılında
yazdığı “saldırgan insan” adlı incelemesi ilginç gözlemlerle do­
ludur.

Sanrı (alm. Halluzination; fr. ve ing. hallucinalion) Gerçekte


var olmayan şeyleri varmış gibi algılama. Başta görsel olmak üze­

132
re işitsel, kokusal ve dokunsal sanrılardan söz edilebilir. Sanrı­
lar şizofrenide, sabuklamalı durumlarda (titremeli sabuklama
“delirium tremens” olduğu gibi) hastanın gizil düşüncelerini dış
dünyaya yansıtarak gerçekmiş gibi algılaması sonucu oluşabile­
ceği gibi, beyin tümörlerine, kulak iltihaplanması vb’ne de bağlı
olabilir. Diğer yandan uzun süre uyaranlardan yoksun kalan ki­
şilerde de sanrılara rastlanmaktadır.

Sapkınlık (alm. fr. ve ing. Perversion) İçgüdüsel itkilerden kay­


naklanan davranışların, ereklerinden saparak uygun olmayan nes­
nelere yönelmesi ve böylece toplum kurallarına ve törelere ters
düşme durumu. Örneğin, eşcinsellikte cinsel duygunun karşı cins­
ten kişiye yönlendirileceği yerde aynı cinsten kişiye aktarılması.
Sapkınlık yapısal olabileceği gibi edinilmiş de olabilir. Yapısal
sapkınlık çocuklukta belirginlik kazanacağı halde İkincisi kötü
bir eğitim ya da çevre koşulları nedeniyle oluşacağından çok da­
ha sonraki bir dönemde de çıkabilir ortaya.

Sara (alm. Falisucht, Epilepsie; fr. epilepsie; ing. epilepsy) Beyin


hücrelerindeki zamansız bir enerji boşalımı sonucu bilinç kay­
bıyla ortaya çıkan çırpınmak durum.
Saranın grand mal ve petit mal adiyle bilinen şekilleri vardır.
Bunlardan grand mal organizmayı tümüyle etkiler. Hasta bilin­
cini kaybederek yere düşer, ancak düştüğü yeri isterik hastada
olduğu gibi özenerek seçmiş değildir. Bu nedenle çoğu kez yara­
lanmalara neden olur. Hasta düştüğü yerde çırpınırken ağzın­
dan da beyaz bir köpük gelmektedir. Petit mal çok daha az göz
alıcıdır. Birkaç saniyelik anlık bilinç kaybına neden olur. Kişi gün­
lük herhangi bir etkinlik sırasında birdenbire durur, yüzü sara­
rır ve kendini'kaybeder, göz kapaklarını, dudaklarını oynatır, bu
arada idrarını kaçırdığı da olur. Petit mal nöbeti çocuklarda or-

133
laya çıktığında çoğu kez erginlik döneminde yerini grand mal
krizlerine bırakır.
Sara, ırsî olabileceği gibi bir beyin berelenmesi sonucu da or­
taya çıkabilir. Elektroansefalogram, krizlerin nedenleri hakkın­
da yararlı bilgiler verir. Saranın sağaltımı uyaranlara karşı bey­
nin duyarlılığını azaltan ilaçların kullanımı ve kahve, alkol gibi
uyaran maddelerin yasaklanmasıyla gerçekleşir. Böyle krizler kay­
bolup hasta normal bir yaşama kavuşabilir.
Saralı kişi nöbetleri dışında benmerkezci, inatçı, kavgacı, ge­
çimsiz, çabuk uyarılan,!heyecanlarını engelleyemeyen ve aşırı kös-
nül duyguları olan bir kişilik yapısına sahiptir.
f

Satiryasiz Erkeğin sürekli olarak aşırı cinsel uyarım içinde bu­


lunduğu sayrılı durum.

Savunma mekanizmaları Abwehrmechanismen; fr. me-


canismes de defense; ing. mechanisms of defence) Bunaltı ve suç­
luluk duygusu şeklinde ortaya çıkan ve çoğu kez engellemelerin
neden olduğu iç gerginliği azaltmak ya da ortadan kaldırmak
için başvurulan psikolojik mekanizmalara verilen addır.
İç gerginlikleri azaltmaya ve çatışmaları gidermeye çalışan bir­
çok mekanizma vardır. Ancak, bunlardan bir kısmı saldırgan­
lıktan ve cinsellikten kaynaklanan eğilimleri ya da atılım istek­
lerini bilinç alanından kovarken bir diğerleri bu tepkiyi toplum
tarafından kabul görebilecek bir alana kaydırırlar.
Bellibaşh savunma mekanizmalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Ödünleme, yön değiştirme, özdeşleme, düş kırma, itilme, yan­
sıtma, neden uydurma, yüceltme, gerileme, karşıtına dönüştür­
me.

Serbest çağrışım yöntemi (alm. free Assoziation; fr. libre as-


sociation; free associaton) Psikanalizde, sağaltımı yapılan kişi-

134
nin herhangi bir veri karşısında kendiliğindenlikle oluşan düşün­
celerini özgürce dışa vurmasını öneren yöntem. Bu yönteme gö­
re kişi aklına gelen düşünce, sözcük ve imgeleri herhangi bir eleş­
tiri, çekinme, utanma ve yargı oluşmasından korktuğu bir du­
rum söz konusu olmaksızın ortaya koyabilmektedir.

Serebrotoni Sheldon’un psikolojik tiplerinde ağırbaşlı, içedö­


nük, dikkati üzerine çekmekten kaçman, ketlemenin ağır bastı­
ğı ve beyin hakimiyetinin belirgin olduğu ruhsal yapı. Bu yapıya
sahip olan kimseler uykusuzluk ve yorgunluktan şfkâyet ederler.
D

Sınır vaka (alm. Grenzfall; fr. cas limite; ing. borderline case)
Nevroz ve psikoz arasındaki sınırda bulunan ruhsal rahatsızlık du­
rumu. Bu terim özellikle nevroz tablosuna özgü belirtiler göste­
ren gizil şizofreniden söz ederken kullanılır. Başka bir deyişle sı­
nır vakası, psikozla ilgili bir yapıya sahip olmakla birlikte has­
tanın bir psikoz olarak algılanmasını hakh çıkaracak davranış­
ların var olmaması olarak açıklanabilir. // Zekâ bahsinde ise, zekâ
bölümü 80-90 arasında bulunan kişilere denir.

Siklofreni (Bak. Psikoz manyak depresif)

Silimsiz imge (alm. Anschauugsbild; fr. eidetisme; ing. eide-


tic imagery) Daha öncd incelenmiş resimlerin zihinde yeniden
canlı ve renkli olarak görüntülenmesiyle oluşan imge. Bu durum
daha çok, çocuklarda ortaya çıkar.

Simgecilik (alm. Symbolik; fr. symbolisme; ing. symbolism)


Bilinçdışı bir çatışkının, isteğin ya da düşüncenin dolaylı bir bi­
çimde simgesel bir görünüme bürünerek bilinç alanına çıkma du­
rumu.

Simon Theodore (1873-1961) Fransız psikiyatri. Alfred Binet-


yle birlikte yürüttüğü zekâ testleriyle ilgili çalışmaları onu üne

135
kavuşturdu. Binet-Simon testi olarak bilinen ilk zekâ testi geri
zekâlı çocukların ortaya çıkarılmasına yarayan ilk test olarak psi­
kometrinin gelişmesine büyük katkılarda bulundu.

Sinir sistemi Yaşamsal işlevlerin düzenlenmesini, duyumsal ile­


tilerin alınmasını ve bu iletilere gerekli yanıtın verilmesini sağla­
yan sinirler, sinir düğümleri ve sinir merkezi bütünü.
Basit omurgasızlarda gangliyon (sinir düğümü) adını alan si-
nirhücresel düğümler vardır. Yer solucanındaki gangliyon, bey­
nin en ilkel biçimini oluşturmaktadır. Omurgalılarda merkezi ve
dış sinir sisteminin özerk sinir sistemine eklenmesiyle çok daha
yetkin yapıda bir sistem gelişmiştir.
Sinir sistemini merkezi sinir sistemi, dış sinir sistemi ve özerk
sinir sistemi olma üzere üç kısma ayırabiliriz.

Merkezi sinir sistemi: Beyin, beyincik, beyin sapı ve omurilik-


' ten oluşan örgütlenmiş sinirhücresel kümeler bütününe verilen
ad.
Dış sinir sistemi (Systeme nerveux peripherique): Merkezi si­
nir sistemini organlara bağlayan sinirler bütünü. Bu sinirler, yüz­
lerce bazen de binlerce benzer lifler içeren demetlerden oluşmuş­
tur. Bunlardan merkezcil ya da getirici lifler organlardan gelen
tepileri sinir merkezlerine ulaştırırken merkezkaç ya da götürü­
cü lifler merkezi sinir sisteminden gelen tepileri iletirler. Birinci­
lere duyumsal İkincilere de, devindirici lifler adı verilir.
Bazı sinirler yalnızca duyumsal liflerle, bir diğerleri de devimsel
liflerle oluşmalarına karşın sinirlerin çoğu hem getirici hem de
götürücü liflerden oluştuğundan karma sinirler adını alır.

Özerk sinir sistemi (Systeme nerveux autonome): Ahşa siste­


mini oluşturan organların özdevimsel olarak işleyişini sağlayan
sinirsel örgütlenmeye özerk sinir sistemi adı verilir. Bilinçli du­
yumlar, hareketler ve düşünme ile ilgili istençli sinir sistemine

136
Göz |
Gözyaşı

bezleri

Akciğer

Mide

Karaciğer

Pankreas

Böbrek

Barsak

Göden

Sidik
kesesi

Sempatik ve parasempatik sistemler


•i ’
î Sempatik sistem
Parasempatik sistem

137
karşılık özerk sinir sjslbıni, kalp atışı, kan basıncı ve bazı bezle­
rin çalışması gibi vücudun iç işlemlerini şaftlar.
Özerk sinir sisteminde itkiler sinirhücresel öbcklcşmelcrdcn
oluşan sinir düğümlerinden (gangliyon) geçer.
özerk sinir sistemi sinyalleri zıt etki yapan iki tür sinir lifin­
den oluşur. Bunlara sempatik ve parasempatik sistemler adı ve­
rilir. Sempatik sinir sisteminden gelen uyarımlar kalp atışını ve
kan basıncını artırırken parasempatik uyaranlar düşürür. Bu yolla
iki sistem birbirini dengelemektedir.

Sistemik yaklaşım (Systemicjueapproche) G. Batison tarafın­


dan ortaya konan ve aile üyeleri arasındaki ilişkileri belli bir ör­
neğe göre incelemeye yöndük ruhsal sağaltım yöntemi.

Soğukluk (alm. Frigiditat; fr. frigiditd; frigidity) Cinsel ilişki


sırasında kadının haz duymaması durumu. Soğukluğun nedeni
örgensel olabileceği gibi genellikle de psikolojiktir. Psikolojik ola­
nında erkeğin, karşısındakinin zevkini hesaba katmaması söz ko­
nusu ise de, kadının gebelikten korkması, kadınsallığını kabul­
lenmemesi gibi durumlar da bulunabilir. Kökleri bir iç çatışma­
ya bağlı bulunan soğukluğun giderilmesinde psikanalizden fay­
dalanılabilir. ,
I

Somatotoni Sheldon’un psikolojik tiplerinde kassal etkinliğin


belirginlik kazandığı bir vücutta enerjik, kendini kabul ettirmek
isteyen, dışadönük ruhsal yapı. Bu yapıdaki bir kimse hükmet­
mekten, yetki sahibi olmaktan ve riskli durumları aramaktan hoş­
lanır. Ayrıca yarışmaya özgü bir saldırganlığa sahiptir. Bu ruh­
sal yapıdaki kimse acıya pek duyarlı değildir.

Sosyal psikoloji Toplumsal alanın etkisinde kalan ve gerekti­


ğinde bu alana tepkide bulunarak değişikliğe uğratan birey dav­
ranışlarını inceleyen bilim dah. Sosyometrinin konusu olan grup

138
dinamiği ve topluluk psikolojisiyle ilgili incelemeleriyle doğru­
dan sosyolojiye bağlanır.

Sosyodram Karşılıklı ilişki içinde bulunan kişilerce belli bir ko­


nu üzerinde doğaçtan oluşturulan dramatik sahne. Moreno ta­
rafından geliştirilen bu yöntemle bastırılmış ruhsal travmalar dış­
laştırılarak toplumsal bir arıtım (katarsis) elde edilir. Topluluk­
lar ve gruplar arası çatışmaların giderilmesinde ve fertlerin ça­
lışma hızım ve verimini artırmada etkin olan bir yöntemdir.

Sosyogram Yapısını incelediğimiz bir gruptaki üyelerin karşı­


lıklı ilişkisini gösteren grafik. Bir gruptaki her bir üyeden, aynı
grupta bulunan kişilerden hangisine yakınlık duyduğu, hangi­
sinden hoşlanmadığı gizli olarak tespit etmesi istenir. Sonuçlar
grafikler şeklinde tespit edilir. Örneğin, alttaki sosyogramda 1
no.lu ve 2 no.lu denekler en çok tercih edilen denekler olmaları­
na karşılık 7 no.lu denek ancak bir kez tercih edilmiştir.

Yandaki sosyogram denekler


arasındaki ilişkiyi gösteri­
yor. Çift çizgiler karşılıklı
olarak birbirlerini seçen
denekleri belirtiyor.

Sosyometri Grup içindeki bireylerarası etkileşimin incelenme­


sine ve ölçümüne dayanan bilim dalı. Nesnel yöntemlerden olu­

139
şan sosyometri bir grubun duygusal yapısını ortaya çıkarmak için
hazırlanan farklı türde testler kullanır.
/

Sosyometrinin kurucusu olan Moreno 1937 yılında


“Sociometry” adlı bir dergi çıkarmıştır. Günümüzde de, Ame­
rican Sociometric Association” adlı bir kurum vardır.
/

l', >

Sosyoterapi Hasta kişiyle, içinde yaşadığı ya da yapay olarak


oluşturulan toplum bireyleri arasındaki ilişkilerden yararlanarak,
zihinsel bozuklukların giderilmesine yönelik yöntemlerle oluş­
turulan sağaltım türü.

Soyoluş (alm. Phylogenese; fr. phylogenese; ing. phylogene-


sis) Türlerin zaman içinde gösterdikleri biçimlenme ve gelişim.

Söz yitimi (alm. Aphasie, Sprachlahmung; fr. aphasie; ing. ap-


hasia) Beyin sol küresinin (sağ elle yazanlarda) sınırlı bölgele­
rinde ortaya çıkan zedelenmeler sonucu oluşan ve anlatım zor­
luğuyla belirlenen konuşma bozukluğu. Broca söz yitimi ve Wer-
nicke söz yitimi olarak adlandırılan ve beyin sol küresinde ayrı
yerlerdeki zedelenmelere bağlı bulunan iki tür söz yitiminden söz
edilebilir. Bunlardan birincisinde sözler zorlukla Ve yavaş ola­
rak çıkar, sözcüklerin söylenişi bozulmuştur. Belli bir soruya ve­
rilen yanıtın genellikle bir anlamı varsa da dilbilgisi kurallarına
uygun tam bir cümle söz konusu değildir. Hasta, özellikle fiil
çekim eklerini, zamirleri, bağlaçları ve-karmaşık dilbilgisi yapı-
lanımlarmi kullanmada zorluk çeker. Dilin görünümü bir telg­
raf dilini andırmaktadır, örneğin, doktora olan randevusu kaç­
ta olduğu hastaya sorulduğunda hasta: “Evet... çarşamba... Kı­
zım ve ben... saat dokuz ...doktor.... a^rı.” biçiminde yanıtlar.
Aynı tür yanılgılar ve bozukluklar yazı dilinde de görülür.
,l .’

140
İkinci türde yani Wernicke söz yitiminde konuşma sesbilgisi
ve dilbilgisi kurallarıyla uygunluk içindeyse de anlam açısından
tutarsız ve yanlıştır. Sözcükler rahatlıkla ve kendilerine uygun
düşen tını ile doğru bir cümle oluşturacak şekilde birbirleriyle
bağlanırlar. Ancak, bir düşünceyi anlatmak için seçilen sözcük­
ler anlatılmak istenen duruma uygun sözcükler değildir. Örne­
ğin, hastaya bir kadının arkasında duran iki çocuğun bakkal dük­
kânından bir kutu çikolata çaldıklarını gösteren bir resimdeki
olayı anlatması istendiğinde hasta: “Anne buradan uzakta, işiyle
meşgul, baktığı zaman iki çocuk başka bir yere bakarlar. Anne
başka bir zaman çalışır?’ der.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi Broca alanında or­


taya çıkan bir zedelenme dili bozar fakat anlamı pek fazla zede­
lemez. Buna karşılık Wernicke alanında oluşan bir zedelenme an­
latılması gerekli olan duruma uygun düşmeyen bir anlatım ör­
neği koyar ortaya.
Bu bozukluklar beyin kanamalarında, kafatası travmaların­
da, beyin zarı iltihaplanmalarında ve beyin .urlarında ve sarada
görüldüğü gibi, geçici olarak şeker hastalığı ve bazı zehirlenme­
lerde ve işemi durumunda görülür.

141
Spaltung (Almanca spallen, yarmak sözcü Ründcn ^clirj Hiı
bütünü parçalamaya, sökmeye, kısımlara ayırmaya yönelik şizof­
renlere özgü bir durum. Bleulcr tarafından belirlenen bu durum
özellikle Rorschach testine verilen yanıtlarda belirmesi şizofreni
tanısında önemli bir yere sahiptir.

Spearman Edvvard (1863-1945) Görsel algıyla ilgili çalışmalarda


bulunduktan sonra zekânın faktöryel analizi üzerinde çalışmış­
tır. Bir matematik yöntemi kullanarak başarının G harfiyle sim
gelenen bir genel faktöre ve S harfiyle simgelenen özgül bir fak­
töre bağlı bulunduğunu kanıtlamıştır.

Spitz (Rene) (1887-1974) Avusturya doğutplu Amerikalı bir psi­


kolog olan Spitz 1974 yılında New York’da psikanalitik psikolo­
ji profesörü, sonra da Colorado Üniversitesi psikiyatri profesö­
rü olmuştur.

Sigmund Freud’ün öğrencilerinden olan Spitz’in tüm çalışma­


ları özellikle çocuk psikoloji konusuna yöneliktir. Bu konu ile
ilgili araştırmaları ve incelemeleri kendinden örfcekiler gibi ku­
ramsal olmayıp yüzlerce süt çocuğu üzerinde yapılan dolaysız
gözlemlere dayanmaktadır. Çocukta doğuştan suçluluk duygu­
larının varlığını savunan psikologlara karşı çıkarak süt çocuğu­
nun farklılaşmamış bir ilk duruma sahip olduğunu, zihinsel ve
duygusal yaşamın giderek bu farklılaşmış durumdan yapılandı­
ğını ileri sürmektedir. Ancak, bu arada duygusal ilişkilerin uya­
rımı olmaksızın gelişmenin gerçekleşemeyeceğini önemle vurgu­
lamaktadır.
Spitz, öksüz ya da terkedilmiş çocukların bulunduğu bakımev­
lerinde iyi sağlık koşulları içinde bile olsa iki yaşına kadar nor­
malin üç misli ölüm vakası bulunduğunu, yaşayanlar içinde ise,
çok belirgin zihinsel bir gerilik tespit etmiştir. Bu geriliğin, nor­
mal duygusal gelişim için gerekli olan anne varlığının yerini ala­

142 '
cak bir kimsenin bulunmadığı takdirde önü alınmaz bir duru­
ma geldiğini ve anaklitik çökkünlüğe neden olduğunu ortaya koy­
muştur.
Sayısız belgelerle kanıtlamakta olduğu bu genel çökkünlüğe
Spitz anaklitik çökkünlük adını vermektedir. Bu tür çökkünlükte
duygusal özenden yoksun olan küçük çocuğun yaşamdan haz
almadığı görülmektedir. Gerçek zihinsel canlanma, düzenli se­
anslarla, terkedilmiş çocuğa yoksun olduğu insan ilişkisini geti­
ren bir kadın sağaltıma tarafından gerçekleştirilebilir.
Bellîbaşlı eserleri: Evet ve Hayır
Yaşamın ilk yılı

Suçluluk (alm. Strafbarkeit, Schuld; fr. culpabilite; ing. guilt,


culpability) Belli yasaklara uymayan kişideki pişmanlık durumu.
Nesnel ve gerçek suçluluğun yanısıra nedenleri bilinçaltında bu­
lunan öznel suçluluktan söz edilebilir. Psikanalistlere göre bu duy­
gu, kaynağını Ofcdipus karmaşasında bulmaktadır.
En aşırı şeklini bazı sabuklamalarda bulan suçluluk duygusu
melankolide olduğu gibi kişiyi, kendini en ağır biçimde cezalan­
dırmaya dek götürür.

143
s
Şem (alm. Schema; fr. scheme; ing. scheme) Somut resimle so­
yut kavram arasında aracı görevine sahip basitleştirilmiş bir be­
timlemedir. Hayvan psikolojisinde Şem, içgüdüsel tepkinin be­
lirlenmesinde rolü olan bir nesnenin etkili özelliklerinden olu­
şan bir bütünlüktür. // Gensel psikolojide Piaget’nin deyimiyle
“aynı durumlarda yeri değiştirilebilir olan ya da benzer durum­
larda genelleştirilebilen şeydir? ’ Şem bir eylem olmayıp gözlemci
açısından deneğin etkinliğinin örgütlenmesinin farkına varma­
sına yarayan bir somutlamadır. s

Şema (alm. Schema; fr. schema; ing. schema) Bir nesnenin,


bir mekanizmanın ya da durumun basitleştirilmiş ve öze indir­
getilmiş resmi. ' _
•\ _ ‘ -•
's ' . , .

Şizofreni (skhizein yunancada yarmak, frenas da düşünce an­


lamına gelmektedir.) Kişiliğin parçalanması, dış dünyayla olan
bağların kopması, gerçeklik duygusunun kaybolması ve içeyö-
nelik (otistik) düşünce yapısının yerleşmesiyle kendini belli eden
bir psikoz. Şizofren kendine özgü bir dünyada yaşamakta, ilksel
ve benmerkezci bir düşünce yapısına sahip bulunmaktadır. Ken­
di iç dünyasına çekilmiş olan şizofren bir düşler âleminde yaşa-
/ r1

144
maktadır. Bu hastalığa yakalanma yaşı özellikle 15-35 yaşları ara­
sındadır. Vakaların büyük bir kısmında kalıtsal anıklık söz konu­
sudur. Şizofreninin bellibaşh türlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Basit şizofreni: Şizofreninin bu türünde hastalığa özgü tüm


özellikler bulunmakla birlikte sabuklama, sanrı ve ağır davra­
nış bozuklukları yoktur. Hasta, sorumluluk istemeyen bir işte ça­
lışabilir. Ancak, toplumsal ilişkilerde çok zorluk çeker. Bu tür
şizofrenler otizmlerini besleyen ve bir sonuca varmayan okuma­
lara ve incelemelere dalarlar. Çevreye göre bu tür şizofren oriji­
nal, garip ve hayalci bir kimsedir.

Hebefreni: Şizofreninin en ağır türüdür. Özellikle gençlik dö­


neminde ortaya çıktığından, yunancada yeniyetme anlamına ge­
len hebe sözcüğünden türetilmiştir. Hareketsizlik, duyumsamazlık
gibi durumlarla yerleşen bu sayrılıkta çoğunlukla nedensiz gü­
lüşler ve gayesiz mimikler göze çarpmaktadır. Zihinsel etkinlik
bölünmüş, garip, orijinal ve aykırılıklarla ve tuhaflıklarla yapı­
lanmış fikirler tabloya hakim olmaya başlamıştır. Bu arada has­
ta çoğu kez yeni sözcükler uydurmaktadır (neolojizm). Duygu­
sal yaşamın büyük bir uyumsuzluk içinde bulunduğu hebefreni-,
de temeldeki ilgisizlik ve soğuk tekdüzeliliklebirlikte şiddetli it­
kilerin neden olduğu çılgın gülüşler, yıkıcı davranışlar vb. göze
çarpmaktadır.
Paranoid şizofreni: Bu şizofreni türü genellikle 25-35 yaşlar ara­
sında ortaya çıkar. Sahneye sabuklama egemendir. Ancak, bu sa­
buklanmalar paranoyada olduğu gibi sistemli değildir. İşitsel san­
rılar ve zihinsel otomatizm sendromu sıklıkla görülür.
Katatonik şizofreni: Bu türde ruhdevimsel bozukluklar çok
önemli bir yere sahiptir: Şaşkınlık, basmakalıplık (stereotiyi)
olumsuzluk (negativizm) mütizm ve kendisine verilen 'besinleri
reddetme gibi durumlara sıklıkla rastlanır. Bazen ruhdevimsel
eylemsizlik bir tür kataleptik kasılmaya dönüşür. Diğer yandan

Psikoloji Sözlüğü — F.10 145


aniden ortaya çıkan tehlikeli itkilere de rastlanmaktadır bazen.
Hastadaki iletişim zorluklarına rağmen, negativizmini kısmen
açıklayan alttan alta işleyen bir sabuklama söz konusudur. Şi­
zofreninin katatoni türü şimioterapiden yararlanabilir.

Şizofreninin sağaltımı Ensülinle sağaltınfdaima kimyasal sa­


ğaltıma eşlik eder. Elektroşoka gelince hastanın bunaltısı ya da
çalkantısı üzerinde geçici bir etkiye sahiptir; ancak, kimyasal sa­
ğaltımın başında yararlıdır. Bu arada psikoterapiden de yararlı
sonuçlar alınabilmektedir.

146
Takınak (alm. Besessenheit, Zwangsvorstellung; fr. ve ing. Ob-
session) İnatçı bir biçimde zihne musallat olan ve kaygı uyandı­
ran düşünce. Başarısızlığa uğrama duygusuna olabileceği gibi,
kişinin karşı koyamayacağım sandığı bir tepiden korkma duru­
muna da bağlı olabilir. Hasta çoğu kezr bu tepişinin gerçekleş­
mesini engellemek için garip ve tekrarlayıcı ritüellere başvurur.
Hasta rahatsızlığının bilincinde olup ona karşı savaşır ancak on-
. dan kurtulamaz. Takmağın nedeni genellikle bir nevrozdur.
z

Tanısızlık (alm. Agnosie; fr. agnosie; ing. agnosia) Dış duyum­


sal organlarda herhangi bir bozukluk bulunmamakla birlikte bili­
nen nesneleri tanıyamama durumu. Örneğin, tanısızlığa yaka­
lanmış bir hastaya her gün kullandığı bir eşya gösterilip bunun
ne olduğu sorulduğunda hasta bu eşyayı tüm ayrıntılarıyla be­
lirlemekte ancak, eşyanın ne olduğunu söyleyememektedir.
Tanısızlık tüm duyumsal işlevleri etkileyebilir. Bu nedenle gör­
sel, işitsel ve dokunsal tanısızlık türlerinden söz edilebilir.

T.A.T. (Thematic apperception test) Resimlere bakarak belli


bir öykü oluşturmaya dayanan kişilik testi. Amerikalı psikolog
Murray tarafından oluşturulan bu testte deneğin yaptığı yorum
psikoanalitik ilkelere göre yorumlanır. Bu test normal kişilerin ki­

147
şilik incelenmesinde, patolojik psikoloji’de tanı ereğiyle, uygu­
lamalı psikolojide idareci, subay vb. kişilerin seçiminde kulla­
nılmaktadır. T.A.T. diğer yansıtıcı (projektif) testlerle özellikle
de Rorschach’la kullanıldığında yararlı sonuçlar sağlanmaktadır.

TAT testini oluşturan resimlerden biri.

Tecrit (alm. Isolieren-Isolierung; fr. ve ing. isolation) Bir dü­


şünce ya da anının duygusal yükünden arındırılmasına tecrit adı
verilmektedir. Örneğin, yangında sevdiği bir insanı kaybeden bir
kimsenin, olayı her türlü duygusal yükten arındırarak kendi dı­
şında bir olaymış gibi anlatması. Tecrit olayı özellikle saplantı
nevrozunda ortaya çıkan bir savunma mekanizmasıdır.

Tepi (fr. ve ing. impulsion) Bazı yalın ya da karmaşık etkin­


likleri gerçekleştirmek için duyulan karşı konulmaz eğilim. Dü-

148
şünmeksizin özdevimsel olarak bazı davranışlarda bulunma ge­
reksinimi.

Tepki yenilenmesi (alm. Abreagieren: fr. abreaction; ing. ab-


reaction) Sarsıcı, rahatsızlık verici bir olayın bağlı bulunduğu
duygu yükünden kurtulmak için bu yükü oluşturan temel etke­
nin tekrar yaşanmasıyla oluşturulan duygusal boşalım. Bu bo­
şalım sayesinde olaya bağlı duygu yükü hastalık oluşturma gü­
cünü yitirir.

Test Bireyin yetenek, zekâ ve kişilik yapısının yanısıra ruhsal


ve ruhdevimsel bozukluklarını ortaya çıkaran ölçer.
Test sözcüğü ilk kez 1890 yılında Amerikalı psikolog Cattell
tarafından “mental test” yani zihinsel test terimiyle psikoloji ter­
minolojisine girmiş bulunmaktadır. Daha sonra 1915 yılında
Fransız psikologu Alfred Binet, Th. Simon’la birlikte “Anormal­
lerin Zekâ Düzeyinin Tanısı İçin Yöntemler” adlı bir makale
yayınladı. Bu makaleyle ilk pratik zekâ testi ortaya konmuş ol­
du. Zamanla testler eğitim, endüstri ve psikiyatri alanlarına ya­
yıldı.

I- Zekâ testleri:
1) Çocuklara uygulanan zekâ testleri:
i

a- Binet-Terman
b- Gesell
c- Wechsler
d- Goodenough
/
e- Porteus labirentleri
f- Grace Arthur performans testi
g- Leiter performans testi
h- Alexander

149
i- Columbia
j- Cattel
k- Pinter „„. .*
1- Gilles mozaik testi Kollektlf zeka testlerı
m- Bruno Lezine
2) Yetişkinlere uygulanan zekâ testleri:
a- WAIS
b- Ordu alfa testi I
Kollektif zekâ testleri
c- Ordu beta testi I
II- Yetenek testleri:
a- Goldstein Scheerer testleri
b- Vigotsky-Hanfmann-Kasanin
c- Benton
d- Kuder
e- Seashore (Müzik yetenek testi)
III- Kişilik testleri:
a- Rorschach '
X b-TAT
c- CAT (Çocuklar için)
d- MMPI
e- Bernreuter
f- Shipley
g- Gordon kişilik envanteri
h- Guilford '
i- Szondi
j- Zimmerman mizaç testi
k- Terman ve Miles’in erillik ve dişilik testi
1- Humm-Wadsworth
m- Thurstone
n- Rosenzweig
o- Jung’un serbest çağrışım testi
p- Arthus’un köy inşa testi

150
Thorndike (Edward Lee) (1874-1949) Davranış ve öğrenme ala­
nındaki çalışmaları deneysel psikolojinin gelişimine büyük kat­
kılarda bulunmuştur. New York’ta Columbia Üniversitesinde
profesörlük yapmış olan Thorndike Amerikan pedagojisini bü­
yük oranda etkilemiştir.

Bellibaşlı eserleri: Hayvan zekâsı


Zihinsel ve toplumsal ölçümlemeler
kuramına giriş
Eğitim psikolojisi
İstekler psikolojisi

Tını (alm. Klangfarbe, Tonfarbe; fr. tımbre; ing. timbre, tone


quality) Aynı esas frekansa bağlı olmakla birlikte farklı tayf kom­
pozisyonlarına sahip karmaşık yapıdaki değişik sesleri birbi­
rinden ayırt etmeye izin veren işitsel duyum niteliği.

Tik (Seyirce) (alm. Zucken, Tick, Grille; fr. ve ing. tic) İstenç-
siz ve ani olarak beliren ve uyanıkken ortaya çıkan kassal kası­
nım. Yüzde ya da omuzda belirebileceği gibi, vücudun diğer kı­
sımlarında da belirebilir. Tikin her kişiye göre değişen gizli bir
nedeni vardır. Çocukta, özellikle ezici eğitim, kıskançlık vb. gibi
duygusal nedenlere bağlıyken yetişkin kişide genellikle takınak­
lı bir nevroza eşlik eder. Diğer yandan devim ve eşgüdüm bo­
zukluğuyla ortaya çıkan istençsiz hareketlerde organik bir odak
aranabilir.

Tinbergen Nikolas (1907-1988) HollandalI bir etologist olan


Tinbergen, Leyde Üniversitesi deneysel zooloji kürsüsü başkanı
olmuş 1949 yılında da bir etolojik araştırma merkezi açmıştır.
Daha sonra İngiltere’ye geçerek Oxford Üniversitesi Zooloji kür­
süsünü yönetmiştir.

151
Hayvan davranışlarını yaşadıkları doğal çevre içinde ayrıntılı
bir biçimde gözlemleyen Tinbergen tüm dikkatini devinim etkin­
liğinin gerisinde bulunan mekanizmalar üzerinde toplamış, bu
konuda içgüdülerin sınıflandırılmasıyla ilgili bir kuram oluştur­
muştur.

Avrupa’da davranışın nesnel etolojik yaklaşımına K. Lorenz’le


birlikte büyük katkılarda bulunmuştur. Bu alandaki çalışmaları
1973 yılında K. Lorenz ve K. von Frish’le birlikte Nobel arma­
ğanını kazanmasına yol açmıştır.
Bellibaşh eserleri: İçgüdü öğretisi
Hayvanlarda sosyal yaşam

Tipöloji (alm. Körperbau, Typologie; fr. typologie; ing. typo-


logy) İnsanları, bedensel ya da ruhsal yapılarına göre sınıflandı­
rarak incelemeye yönelik bir öğreti. Kretschmer ve Sheldon’da
olduğu gibi bireyleri fiziksel yapılarına göre ayırıp sınıflandıran
tipolojinin yanısıra Heyman, Wiersma ve C.G. Jung’un kişinin
dış dünyaya k^rşı gösterdiği tepkiyi gözönünde bulundurarak,
ruhsal yapıya göre oluşturdukları sınıflandırmalar ve inceleme­
ler de vardır.

Titchner (Edward Bradford) (1867-1927) İngiliz asıllı Ameri­


kalı psikolog. Wundt’un öğrencisi olan Titchner A.RD’de de­
neysel psikolojinin en önde gelen temsilcilerindendir. İthaca’da-
ki Cornel üniversitesinde profesörlük yapmıştır. Çalışmaların­
da bilincin fizyolojik temellerini araştırmıştır.
Bellibaşh eserleri: Deneysel psikoloji
Duyum ve dikkat
Düşünme vetiresi

Titremeli sabuklama (alm. fr. ve ing delirium tremens) Süre-


geh alkoliklerde bir hastalık ya da içkiden kesilme nedeniyle or­

152
taya çıkan sabuklamalı durum. Çalkantılı, titremeli bir durum­
da olan hastanın korkunç sanrıları vardır.

. Tolman Edward Chacc (1886-1959) Amerikalı bir psikolog olan


Tolman’a göre hayvanda olduğu gibi, insanda da erek düşüncesi
çok önemli bir yere sahiptir. Tolman, davranışı etkileyen önemli
sayıda değişken koymuştur ortaya. Bu değişkenler arasında ba­
zıları gizlenebilir, bir diğerleri de ara değişkenlerdir. Tolman bu
düşüncesiyle ara değişkenlere önem vermeyen diğer davranışçı­
lara karşı çıkmaktadır.

Toplumsal atom (fr. atome social) Bireyin çevresiyle oluştur­


duğu ilişkilerin dokusu. Bu doku topluluk içindeki bireyin çeki­
cilik ve iticilik şeması üzerinde kurulmuştur. Moreno tarafından
sosyal psikoloji alanına girmiştir. Bir grup içindeki toplumsal
atomlardan oluşan grafiğe sosyogram adı verilir.

Toplumsallaşma dönemi Çocuğun toplumsal kuralları içleşti­


rerek bunlara uyum gösterdiği dönem. Bir dinginlik ve sessizlik
dönemi olarak da nitelendirilen bu dönem çocuk gelişiminin 7-
11 yaşlar arasındaki zaman dilimini oluşturmaktadır.
Kurallı oyunların ortaya çıktığı bu dönemde çocuk, küme için­
de, ilerdeki yaşamını güçlü kılacak deneyimler oluşturmaktadır.
Toplumsallaşma dörieminde çocuk, Piaget’nin deyimiyle bir
somut işlemler dönemi yaşamaktadır. Uzay, zaman, ağırlık ve
oylum kavramları zihninde iyice yerleşmiştir.

Transfer (Geçişim) (alm. Übertrangung; fr. transferi; ing. trans-


ference) Psikanaliz sürecinde ruhsal çözümlemesi yapılan kişi­
nin, çocukluk yıllarında anne-babasıyla ve çevresiyle ilişkileri so­
nucu oluşan bilinçdışı heyecan yüklü duygu birikimlerini, sağal­
tımı yapan kişiye yani psikanaliste yansıtmasıyla ortaya çıkan iliş­

153
kiye transfer adı verilir. Bak. Karşı transfer. // öğrenme alanın­
da ise, daha önceden öğrenilen bir becerinin ya da bilginin daha
sonra öğrenilecek olan becerileri etkilemesi durumudur, ön be­
ceri ya da bilginin yeni öğrenilecek olana geçişimi olumlu ya da
olumsuz olabilir. Eğer önceden öğrenilmiş olan, yeni öğrenile­
cek olanı kolaylaştırıyor ve pekiştiriyorsa olumlu, yok eğer en­
gelliyor, ketliyor ya da öğrenmeyi olanaksız kılıyorsa olumsuz
transferden söz edilir.

Trikotilomani (fr. Trichotillomanie) Saçlarını ve vücudunda­


ki kılları çekiştirip koparmaya yönelik bir seyirce. Bu duruma
genellikle uzun süre yalnız kalmış çocuklarda rastlanır. Bazı psi­
kologlara göre bir kendini tahrip etme duygusuna bağlı bulun­
makta bir diğerlerine göre ise, bir tür varoluşunu duyma biçimi­
dir.

Tutku (alm. Leidenschaft; fr. ve ing. passion) Son derece yo­


ğun bir enerji yüküne sahip kalıcı duygusal yaşam. Aşk, kin ve
cimrilik tüm enerjimizi harekete geçirecek ve davranışlarımızı be­
lirleyecek tutkulardır. Bunlar çoğu kez kişiyi suçluluğa itecek bir
güce sahiptirler.

Tutum (alm. Haltungffr. ve ing. attitude) Herhangi bir uya­


ran karşısında gösterilen az ya da çok heyecansal öğrenilmiş tepki.
Şu ya da bu düşünce biçimi karşısında tutumumuz çoğu kez ko­
şullanmalara bağlıdır.

154
u

Uslamlama (alm. Urteilskraft, Vernunftschluss; fr. raisonnement;


ing. reasoning) Belirli verilerden yola çıkarak bir sonuca ulaşma
işlemi olan uslamlama zekânın bireşimci bir yetisidir.
Genel verilerden yola çıkarak özel bir çıkarsamaya varmaya
tümdengelim, özel verilerden ypla çıkarak ulaşılan genel bir çı­
karsamaya tümevarım, özel verilerden yola çıkarak özel olgula­
ra varan bir uslamlamaya da analoji (örnekseme) adı verilir.

Uydurmaca (alm. Konfabulation, Fabulieren; fr. fabulation;


ing. confabulation, fabrication) Karşısındakini aldatma niyeti ol­
maksızın gerçekliğine inamlarak anlatılan düşsel ve gerçekdışı
olay. Küçük çocukta çoğu kez sıkıcı bir sorunun çözümünden
kaçınmak için başvurulan kaçamak bir yol olarak doğal bir ya­
pıya sahip olan uydurmaca yalancılık hastalarında (mitomani)
ve bazı bellek bozukluklarında görülür. Diğer yandan uydurma­
ca, zor yaşam koşullarından uzaklaşmak için başvurulan bir sa­
vunma mekanizması olabileceği gibi, hoşa gitmeyen bir durum­
dan kaçınmak için başvurulan bir yöntem de olabilir. Çoğu kez
duygusal açıdan uyumsuz çocuklar, isteklerine uygun gerçekdışı
bir öykü yaratırlar. Yargı ve özeleştiri yetilerinden yoksun olan
zayıf akıllı kişilerde de, çevrenin dikkatini üzerlerine çekmek için

155
başvurulan bir işlemdir. // Rorschach test inde fabülasyon ya da
konfabülasyon adlarıyla ortaya çıkan uydurmaca durumunda de­
neğin algılanan lekedeki ayrıntılardan birini algılamasından yo­
la çıkarak resmin tümü hakkında bir yorumda bulunması duru-
' mudur. Bu tür yorumlar genellikle her tür belirgenlikten ve açık­
lıktan uzaktır.

Uyku (alm. Schlaf; fr. sommeil; ing. sleep) Algısal etkinliğin


ve istençli devinimin kaybolmasıyla, genellikle çevrimsel olarak
ortaya çıkan fizyolojik durum. Uyku sırasında, beynin elektrik­
sel etkinliğinde bazı değişiklikler göze çarpar. EEG (elektroan­
sefalografimde yavaş ritme sahip dalgaların belirdiği uyku dö­
nemine ağır, uyanık kişininkine yakın dalgaların belirdiği uyku­
ya da hızlı uyku adı verilmektedir. Rüyalar hızlı göz devinimin
belirdiği ve paradoksal uyku adıyla da bilinen bu türde ortaya
çıkmaktadır.

Beynin hipotalamus bölgesinde bulunan iki özeğin yanısıra du­


yusal uyaranların da uykunun oluşmasında ve kaybolmasında
büyük rolü vardır.

Uyum (alm. Anpassung; fr. ve ing. adaptation) Bireyin içinde


yaşadığı ortam koşullarına göre kendini ayarlayabilme durumu.
Alt düzeyde bulunan hayvanlarda içgüdü, belirli durumlara
uyumda bulunma yetisine sahipse de bu uyum sınırlıdır. Buna
karşılık üst düzeydeki hayvanlarda çok daha karmaşık uyum bi­
çimlerine rastlanır. Örneğin,, sinek sürekli olarak cama çarpıp bu
engeli aşamazken köpek ya da kedi yollarını kapatan bir engelle
karşılaştıklarında geri dönerek başka bir yol denerler. İnsanda
ise, zekâ sayısız ayrıntılı yanıtlarla çevreye uyum gösterebilme ye­
tisine sahiptir, // Piaget, çocukta uyuşum ve özümleme gibi, iki
uyum mekanizmasının varlığını ortaya koymaktadır.

156
Uyurgezerlik (alm. Mondsüchtigkeit; fr. somnambulisme; ing.
somnambulism)
% Uyku esnasında yürümek ve bazı basit türde et-
kinliklerde bulunmakla belirlenen bilinçsiz bir özdevimsellik. Ge­
nellikle isteriklerde ve bazı saralılarda görülebildiği gibi yeniyet-
melerde ve çocuklarda da gözlenebilir. Uyurgezer kişi uyandı­
ğında uyku sırasında bilinçsiz olarak yaptığı şeyler hakkında her­
hangi bir bilgiye sahip değildir. İpnotizma sırasında ortaya çı­
kan uyurgezerliğe somnoz adı verilir.

Uyuşum (alm. Anpassung; fr. ve ing. accommodation) Yakında


ya da uzakta bulunan cisimleri açık ve seçik olarak görebilmek
için göz merceğinin kirpiksel kasların esnekliğiyle şekil değiştir­
mesi. // Çocuğun, yeni bir duruma uyum gösterebilmek için bir
ilk şem’i değiştirme zihinsel etkinliği. Çocuk daha önce bilinen
şemlerden yola çıkarak bir başarısızlığa uğradığı ve sorunu çö­
zebilmek için yeni olanaklar bulduğu zaman uyuşumdan söz edi­
lebilir. Piaget, çocukta zekânın oluşmasında uyuşuma önemli bir
yer verir. Çocukta zekânın gelişmesiyle ilgili dönemlerde, özüm­
leme ve uyuşum birbirini tamamlayıcı etkinlikler olarak görü­
nürler. ,

157
üVw

Ülküleştirme (alm. İdealisierung; fr. idealisation; ipg. ideali-


zation) Kusurlu yanlarını gözardı ederek özel bir yaklaşımla bir
kişiyi ya da nesneyi yetkinmiş gibi görme durumu.

Üretken dönem (alm. genital Stadium; fr. stade genital; ing.


genital stage) Çocukta gizillik dönemini izleyen ve cinsellikle il­
gili örgütlenmenin son evresi olan üretken dönem, erinliğin or­
taya çıkmasına rastlar.

Üretkenlik (fr. genitalite; ing. genitality) Cinsellikte üretken or­


ganların önem kazandığını belirleyen bir terim. Yetişkin cinsel­
liğinden söz etmek için kullanıldığı gibi, çocukluk döneminde
ve ergenlikte üretken organlara dönük olma durumundan söz
ederken de kullanılır. Örneğin, fâlik dönem çocukta üretkenli­
ğin başladığı<lönemdir. Üretken organlara dönük mastürbasyon
bu dönemde ortaya çıkar. Ancak, çocuk cinselliği yefişkininkin-
den farklı bir görünüme sahiptir. Bu alanda en belirgin fark, cin­
sel bir uyarımın zorunlu olarak üretken organlara yönelik olma­
yıp, birçok kösnül bölge içinde bu organların birincil bir yere
sahip olmasıdır.

Üretken öncesi döneni Üretken organların kösnül bölgeler ara­


sında birincil bir yer almasından önceki dönem için kullanılan

158
deyim. İlk çocukluk yıllarında cinsel itkiler, üretken organlar ara-
cılığıyle değil de, ağız ve dışkılama bölgeleriyle doyuma ulaşmak­
tadır. Ağızcıl ve dışkıl dönem üretken öncesi dönemi oluşturur.

Üstben (alm. Über-ich; fr. Surmoi; ing. Super-ego) Ruhsal ay­


gıtın içleştirilmiş ahlâkî yasaklamalarla oluşan katmanı. Bilinç-
dışı bir yapıya sahip olan bu oluşum çocuğun ebeveyniyle, özel­
likle de, kendi cinsinden olanla ya da öğretmen vb. gibi kimse­
lerle özdeşleşerek, toplumsal yasaklamaları içleştirmesiyie ger­
çekleşir.
Üstben bir sansür görevi yüklenerek Ben’i bazı içgüdüsel itki­
lere karşı durmaya zorlar.-

Viserotoni Sheldon’un psikolojik tiplerinde yuvarlak yapılı, ne­


şeli, konfordan, yemek yemekten ve topluluktan hoşlanan, sevgi
ve tasvip arayan, duygularım kolaylıkla dışavuran, gevşemeye
büyük bir eğilimi olan kişiye özgü ruhsal yapı.

WAIS (Wechsler adlili intelligence sca/e/sözcüklerinin birinci


harflerinden oluşan bir sözcük. Yetişkin kişilere uygulanan ve dün­
yanın her yanında kullanılan güvenirlik derecesi yüksek zekâ testi.
Wechsler tarafmdan ortaya konan bu testte bilgi, kavrayış, sayı
belleme, arjtmetik, benzerlik, resim düzenlemesi, resim tamam­
laması, Kohs küpleri, nesne ekleştirme, kod ve kelime bilgisi alt
testleri bulunmaktadır.

Wallon Henri (1879-1963) Bir Fransız psikologu olan Wallon


felsefe ve tıp alanında hazırladığı doktora tezleriyle dikkati çek­
miştir. İlkin Sorbonne’da ve Collfcge de France’da öğretim üyesi
olan Wallon, daha sonra çocuk psikolojisi laboratuvarlarını kur­
muştur.

159
Genel psikoloji konusunda Piaget ile ateşli tartışmalara giriş­
mesine rağmen kuramları dikkatle incelendiğinde Piaget’ninki-
lerle çelişik olmadığı görülür. Birbirinden farklı gibi görünen yanı
Piaget’nin daha çok çocuklardaki zihinsel gelişim üzerinde dur­
muş olmasıdır. Wallon’a göre ise, toplum çevresi ve biyolojik ol­
gunluk etkisinde kalan gelişim, sürekli olmayıp her seferinde zi­
hinsel yeniden yapılandırmalara sürükleyen krizlerle ve çatışma­
larla belirlenmiştir. Wallon, sinir sistemi olgunluğunun toplum­
sal etkilerle sıkı sıkıya bağlı olduğunu önemle savunmaktadır.
İlk çocukluk döneminden yeniyetmeliğe dek uzayan yaşam sü­
resini Wallon 5 döneme ayırarak incelemiştir.

1. dönem: Saf itkisel dönem: O’dan 6 ayak dek uzayan bu dö­


nemde çocuk hemen hemen tamamen saf reflekslerle uyaranla­
ra tepkide bulunur; bu reflekslerden emme, yutma, tutunma ref­
leksleri gibi bazıları bir ereğe yönelmiş reflekslerdir.

2. dönem: Coşkusal dönem: Bu dönemde süt çocuğu çevresiy­


le, özellikle de annesiyle ilişki kuracak duygusal bir ortakyaşam
türü koyar ortaya. Bu dönem onikinci yaş civarında sona erer.

3. dönem: Duyudevimsel dönem: Yürümesini becerebilen ço­


cuk kendisini çevreleyen dünyayı keşfetmeye koyulur.

4. dönem: Yansıtma dönemi' Bu dönemde çocuk nesneler hak­


kında bilgi sahibi olup onlara etkide bulunur.

5. dönem: Kişiselcilik dönemi' 3-6 yaşları arasında yer alan bu


dönemde çocuk kendi öz varoluşunun bilincine varır ve sürekli
olarak başkalarına karşı çıkarak kişiliğini ortaya koymaya çalı­
şır. Bu olumsuzluk dönemini iyilik ve incelik dolu bir kendini
bağışlatma dönemi izleyecektir. Kendi vücudu üzerinde belli bir
egemenlik kurabilmiş olan çocuk, kendisine hayran olduğu gi­
bi, başkalarının da hayranlığını çekmeye çalışır.

Psikoloji Sözlüğü — F.11 161


Bellibaşlı eserleri Çocuğun psikolojik evreleri
Eylemden düşünceye
Gürültücü çocuk
Çocuk düşüncesinin kaynakları
Çocuk karakterinin kaynakları

Watson John (1878-1958) 1908-1920 yılları arasında John Hop-


kins Üniversitesi’nde profesörlük yapmış olan Amerikalı bir psi-
kologtur. Davranışçılığın en belirgin kuramcısı olan J. Watson
bu akımı 1913 yılında Amerika’da yayınlanan “Psychological
Review” adlı mecmuada yayınladığı “Psychology as the beha-
viorist views it” adlı yazısıyla başlatmıştır, Bu yazıda, psikoloji­
nin yalnızca davranış öğretisi üzerine kurulabileceğini savunmak­
ta ve Wundt ekolünün uyguladığı içebakış yöntemi de içinde ol­
mak üzere tüm içebakış yöntemlerine karşı çıkmaktadır. Diğer
yandan 1. Pavlov’un çalışmalarına büyük bir önem vermiş ve ken­
disi de karısıyla birlikte heyecansal koşullanmalar üzerinde bazı
çalışmalarda bulunmuştur.
Bellibaşlı eserleri: Davranış
Davranışçılık

162
Weber Ernst Heinrich (1795-1878) Alman fizyolojisi ve ana-
tomisti. Leipzig üniversitesinde profesör olan Weber insan ana­
tomisine, karşılaştırmalı ve mikroskopik anatomiye büyük kat­
kılarda bulunmuştur. Psikofizikle ilgili çalışmaları, duyumlarla
ilgili ünlü Fechner ve Weber yasalarının oluşmasına neden ol­
muştur.
Wechsler David (1896-1981) Rumen doğumlu Amerikalı bir psi­
kolog olan Wechsler, Columbia Üniversitesi’nde 1925 yılında fel­
sefe doktoru olmuş ve New York Üniversitesi Psikoloji Kliniği­
ne profesör seçilmiştir. Günümüzde dünyanın her köşesinde uy­
gulanan WISC (çocuklar için) ve WAIS (yetişkinler için) zekâ test­
lerinin yapımcısıdır.
■ı : '
En önemli eseri: Yetişkin kişide zekâ ölçümü.

Wundt Wilhelm (1832-1920) Algılar ve duyumlarla ilgili sayı­


sız çalışmalarıyla tanınan ünlü Alman fizyolog ve psikologu. 1879
yılında Leipzig’te bir deneysel psikoloji laboratuvarı açmış bu­
lunduğundan ilk psikoloji laboratuvarmın kurucusu sayılmakta

163
ise de onu, ilk kuruculardan biri olarak kabul etmek daha doğ­
ru olacaktır zira W. James 1876 yılında Amerika'da bir psikolo­
ji laboratuvarı açmış bulunuyordu. Wundt genellikle fizyolojik
psikoloji terimini kullanmış ve böylece bilimsel eğilimli bir fel­
sefe yaratmıştır. Wundt’un psikoloji alanındaki etkisi çok bü­
yük olmuştur. Bellibaşh eseri “Fizyolojik psikolojinin unsurları”
adlı yapıtıdır.

164
Y

Yabanıl Psikanaliz (alm. Wilde Psychoanalyse; fr. psychanaly-


sesauvage; ing. wild ana lysis) Deney sahibi olmayan ya da ama­
tör psikanalistlerin çoğu kez yanlış anlaşılmış psikanaliz kavram­
larından yola çıkarak hastalık belirtilerini, sözcükleri, rüyaları
ve eylemleri yüzeysel bir biçimde yorumlamalarıyla ortaya çıkan
psikanaliz türü.
f' .

Yadsıma (alm. Verleugnung; fr. deni de la realite; ing. denial)


Freud tarafından kullanılan bu terim kişinin ruhsal yapısını sar­
sacak, tedirgin edecek bir gerçeğin algılanmasını olanaksız kıla­
cak bir savunma mekanizmasını dile getirmektedir.

Hoşa gitmeyen, sarsıntı yaratan durumların varlığının yadsı­


narak algı alanına girmemesi Freud’e göre zevk ilkesinin bir so­
nucudur.
Yadsıma, gelişmemiş çocuksu bir ruhsal yapıda, zayıf ya da
psikozlarda olduğu gibi, bozuk ben’lerde ortaya çıkar. Diğer yan­
dan acı uyandıran cinsten iç algılamalara karşı da başarıyla kul­
lanılır.

Yanılsama (alm. Illusion, Tauschung; fr. ve ing. illusion) Ger­


çekte var olan bir nesne ya da varlığın, olduğu gibi değil de, de-

165
gişik olarak algılanması durumu. Yanılsamayı, gerçekte var ol­
mayan bir nesneyi algılamaya yönelik sanrıdan ayırt etmek ge­
rekir. Yanılsama genellikle bilinç durumunun zayıfladığı uyuk-
lamalı durumlarda, sinirli çocuklarda ve sabuklamalarda orta­
ya çıkabileceği gibi, normal kişilerde de, algı kurallarına bağlı
olarak optik yanılsamalarda ortaya çıkar.
Optik yanılsamalar (alm. Augentauschung; fr. illussion d’op-
tique; ing. optical illusion) Geştalt psikolojisi, iyi biçim (geştalt)
ilkesiyle bu tür yanılsamaları açıklamaktadır. Geştalt kuramına
göre algı, sayısız duyumların üstüste gelmesiyle oluşmaz. Ansal
(zihinsel) yapılışlarımız algı alanını sinir sistemine özgü denge
kurallarıyla örgütler. Bu kurallara yalınlık, düzgünlük, yakınlık,
bakışım kuramları adı verilir. Bu kuramlara göre anlık, algıla­
nan nesneler arasındaki ilişkileri uyumlu kılmak için bozmaya
ve yenidçn yapılandırmaya yönelir. Bu yönelme sayısız optik ya­
nılsamaların oluşmasına neden olur.

Sander yanılsaması.
Sağdaki köşegen soldakinden daha
uzunmuş gibi gözüküyor.
Müller-Lyer yanılsaması
a) Üstteki çizgi alttakinden daha kısa
gözüküyor.
b) Soldaki çizgi sağdakinden daha kı­
saymış gibi gözüküyor.

166
Poggendorf yanılsaması.
Alttaki eğik çizgi yukardakiyie aynı
Delboeuf yanılsaması doğrultuda değilmiş gibi gözüküyor.
a).Soldaki iç daire ortadakinden daha
büyük, sağdaki iç daire de ortadakinden
daha küçük gözükmektedir.

Titchener yanılsaması.
Solda ortada bulunan daire sağda or-
tada bulunandan daha büyük gözük­
mekte.
Zöliner yanılsaması
Eğik çizgiler birbirine koşut değilmiş
gibi gözükmekte.

I I I I I ı h-|

Jastrovv daire parçaları. Oppel- Kundt yanılsaması.


ütteki, alttakinden daha küçük gözük­ Çizgili bölüm diğer bölümden daha
mekte. uzunmuş gibi gözükmekte.

167
Hering yanılsaması.
Düşey çizgiler düz birer doğru olma­
larına karşın obruklaşmış gibi gözükü­
yor.

Yankıca (alm. Echolalie; fr. echolalie; ing. echolalia) Başkası


tarafından söylenen sözcük ya da tümcelerin özdevimsel olarak
aynen tekrarı. Yankıcaya bunaklıkta, konfüzyonda ve aşın heyecan­
lı geri zekâlılarda rastlanır.// Küçük çocuklarda yaşlarına göre, işi­
tilen bir sözcüğün son hecesinin ya da birçok sözcüğün yankı
verir gibi tekrarlanması durumudur. Çocuktaki bu yankıca bir
kavrama deneyimi olarak görülebilir.

168
Yansıma (alm. Onomatopöie, Latbild; fr. onomatopee; ing.
onomatopeia) Doğa seslerini öykünmeden oluşan sözcük; örne­
ğin, mışıl mışıl uyuyor, su şırıltısı, fokur fokur kaynıyor vb. gi­
bi.

Yansıtma (alm. Projektion; fr. ve ing. projection) Yansıtma,


içe yansıtmayla birlikte özdeşlemeye yardım eden mekanizma­
lar arasındadır. Çocuk kendi öz imgesini başkasındakinde arar
ve kendisini başkalarından henüz ayırt edemediği için, kendi öz
düşüncelerini başkasına mal eder. Diğer yandan yansıtma nor­
mal kişilerin çoğu kez başvurdukları bir savunma mekanizması­
dır. Kişi kendinde var olduğunu kabul edemediği nitelik ve duy­
gularını başkalarına mal etmek istemindedir. Kendinde var olan
istenmeyen, hoşa gitmeyen, kabul göremiyeceğini bildiği duygu­
lardan suçluluk duygusuna kapılacak olan kişi, bu niteliklerini
başkasına mal ettiğinde çok daha kolaylıkla bunlarla mücadele
edebilecek ve bir oranda rahatlayacaktır. Şu ya da bu nedenle
nefret edilen bir kimsenin bizden nefret ettiğini düşünmemiz, bu
duruma örnek olarak gösterilebilir. Normal kişilerde ortaya çı­
kan ve aşırılıklara varmayan bu durum, dış koşulların değişmesi
ve sağlam bir özeleştiriyle giderilebilirse de, bilinç kontrolünün
kalktığı şanrılı ve paranoyak sabuklamalarda tehlikeli boyutlara
ulaşabilir.

Yansızlık (alm. Neutralitat; fr. neutralite; ing. neutrality) Psi­


kanalizle sağaltım yöntemini kullanan kimsenin törel, dinsel, top­
lumsal vb. değerler karşısında öznel yargılardan arınmış, nesnel
ve yansız.bir kişiliğe sahip olma gerekliliğini vurgulayan nitelik.
Sağaltımcı, karşısında bulunan hastayı iyileştirmekten başka her­
hangi bir ereğe bağlı olmamalı ayrıca hastanın oluşturduğu trans­
fer karşısında da hastanın oyununa katılmamalıdır.

Yapaycıhk (fr. artificialisme) Tüm nesnelerin ve doğa olgula­


rının insan tarafından ve insan için yapıldığını sanan küçük ço­

169
cuğa özgü mantık öncesi düşünce biçimi. Örneğin, Güneş bizi
ısıtmak için yapılmıştır.

Yapay kızgınlık (ine. Shame rage) Deney ereğiyle hayvan bey­


ninde, hipotalamus bölgesiyle beynin üst yapıları arasındaki bağ­
ların kesilmesiyle ortaya çıkan doğal olmayan kızgınlık durumu.
Bu deneyler heyecanları ketlemede beyin kabuğunun rolünü ve
heyecan dışavurmalarında hipotalamusun görevini ortaya koy­
maktadır.

Yaşam itkileri (alm. Lebenstriebe; fr. pulsions de vie; ing. life


instinets) Psikanaliz öğretisinde, kendini koruma itkisi ve cinsel
itki ile birlikte ölüm itkilerine karşı duran yaşamsal güçlerin oluş­
turduğu ve kişinin daha büyük bütünlerle birleşmesini gerçek­
leştirmeye yönelik güçler.

Yaşam planı Aşağılık karmaşasına sahip bir kimse, çoğu kez


düş kırıklığına uğramamak için, kendine bazı üstün nitelikler ya­
kıştırır ve bunlara sıkı sıkıya sarılır. Bu düşsel yaşamın gerçek
olmayan özünün ortaya çıkmaması için gerekli tüm önlemleri al­
maya yönelik bir yaşam biçimine Adler psikolojisinde yaşam pla­
nı adı verilir.

Yazı bozukluğu (fr. dysgrahpie) Yazı yazmayı öğrenmede zor­


luk çekme. Çocuğun, zihin düzeyinden bağımsız olarak beliren
bu zorluk, organik yazı yitiminde olduğundan daha hafif bir or­
ganik sekelle oluşacağı gibi, heyecana bağlı aşırı kassal büzülme­
lerin sonucu da olabilir.

Yazı yitimi (alm. Agraphie; fr. agraphie; ing. agraphia) Yazı


yazma yetisinin yitimi. Bir beyin sekeline bağlı olan, doğuştan
ya da sonradan edinilmiş bu bozukluğun zihinsel güçle bir ilgisi

170
yoktur. Yazı yitimi, söz yitimi eşliğinde ortaya çıkabileceği gibi,
tek başına da görülebilir. Çocukta ise, yazı yitiminden çok yazı
yazma öğreniminde zorluk çekme olarak açıklanabilecek disg-
rafiye rastlanır.

Yeniyetmelik Bak. Ergenlik

Yoğunlaştırma (alm. Verdichtung; fr. ve ing. condensation) Bir­


den fazla imgenin birleşerek bir bütünlük kazanmasını sağlayan
bilinçdışı etkinlik. Simgesel bir anlama sahip olan bu etkinlikte
birçok altkın içeriğe sahip betimleme, görünür bir içerikle açığa
vurulur. Örneğin, rüyalarda ve psikonevroz belirtilerinde bu du­
ruma sıklıkla rastlanır. Freud’ün açıklamasına göre yoğunlaştır­
ma üç işlemle gerçekleşir: 1. Bazı altkm unsurlar elenmiştir. 2.
Rüyadaki görünür yan, altkm rüyayla ilgili bazı bütünlüklerden
arda kalan parçaları içerir. 3. Benzer özelliklere sahip altkm un­
surlar belirgin rüyada biribirinin içinde erimiş olarak bulunur.
Yorumlama (alm. Deutung; fr. interpretation; ing. interpreta­
tion) Çözümleyici bir soruşturmayla kişideki davranış ve sözle­
rin altkm anlamının yüzeye çıkarılması ve açıklanması. Çözüm­
lemesi yapılan kişinin rüyaları ve serbest çağrışım zinciri kendi
yorumladığı biçimde değil de, çok daha derinlere inilerek, psi­
kanaliz ışığında, çözümleyici tarafından ortaya çıkarılır.
Yön değiştirme (alm. Verschierung; fr. deplacement; ing. disp-
lacement) Bilinçdışı bir savunma mekanizması olan yön değiş­
tirme, bir tepkinin dışavuruhnası sonucu ortaya çıkacak olan
tehlikeli durumdan kaçınmak düşüncesiyle tepkinin yönünü de­
ğiştirme ya da esas tepkiden farklı bir tepki oluşturma durumu­
dur. Örneğin, babasına kızan bir çocuğun küçük kardeşini döv­
mesi ya da süt çocuğunun, ağzından meme çekildiğinde, parma­
ğım emmesi gibi.
Yüceltme (alm. Sublimierung; fr. ve'ing. sublimation) Freud
tarafından ortaya atılan bu tefim, cinsel tepisellikten kaynakla­

171
nan bir enerjinin yön değiştirerek toplum tarafından kabul gö­
ren üst düzeydeki bir etkinliğe kayması olarak tanımlanabilir.
Yüceltme, kişinin topluma uyum gösterebilmesinde büyük bir
öneme sahiptir. Cinsel ya da saldırgan içgüdülerin enerjisi, sa­
nat ve bilim alanına kaydırılarak, herkesin olumlamasını sağla­
yan yüce bir yaratma çıkar ortaya. Freud’e göre cinsellik tepişi
yoğunluğundan bir şey kaybetmeyerek yön değiştirir ve kültür
yaşamımıza Olağanüstü güçte bir enerji sağlar.

172
z

Zayıf akıllılık (alm. Schwachsinn, Debilitat; fr. debilite; ing.


mental deficiency) Yargı bozuklukları, yeni durumlara uyum zor­
luğu ve telkine açıklıkla belirlenen bir zekâ gelişim yetersizliği.
Zayıf akıllı bir kimsenin, gelişimi sonunda zekâ yaşı 9-10 yaşın­
daki bir çocuğunkine eşit olup zekâ bölümü 50-70 arasında bu­
lunur. Zayıf akıllılık alt normallikle budalalık arasında yer ahr.
Eğitimden ve öğretimden yararlanabilir olan zayıf akıllılar, ya­
şadıkları ve alıştıkları çevreye uyum gösterebilmelerine karşın,
farklı ortamlarda ve durumlarda bocalamaya başlarlar, ilgilileri
sınırlı ve dikkatleri çabuk dağılabilir türdendir. Ancak, üst dü­
zeydeki zayıf akıllılar, güçlü bellekleri ve konuşmada gösterdik­
leri beceriyle bazen akıllı olarak görünmelerine rağmen, zekâla­
rının tekrarlayıcı oluşu ve yargı güçlerinin yetersizliği nedeniyle
bir süre sopra fark edilirler.

Zekâ (alm. Verstand, Intelligenç fr. ve ing. intelligence) Yeni


bir duruma, bu durumun unsurları arasında varolan ilişkileri kav­
rayarak uyum gösterme yetisi. Birçok psikolog zekâ hakkında
kendilerine özgü açıklamalarda bulunmuşlardır; örneğin, Binet,
“testlerimin ölçtüğü şey” Bergson; “Alet yaratma gücü”, Clâ-
parede ise, “Uyum yeteneği” olarak açıklamışlardır zekâyı.

173
Çoğu kez zekâyı soyut ve pratik olmak üzere ikiye ayırmakta­
dırlar. Soyut zekâya sahip bir kimse simgeleri ve kavramları be­
ceriyle kullanırken, pratik zekâya sahip birisi de, somut verileri
kolaylıkla kullanabilmektedir.
Önceleri zekânın yalnız insanlara özgü olduğu, hayvanlarda­
ki uyumsal davranışların da, içgüdüsel olduğuna inanılıyordu:
Ancak, yapılan araştırmalar hayvanlarda da zekânın varlığını or­
taya koydu. Hatta hayvanlar arasında bazılarının, örneğin şempa-
zenin karmaşık bir labirenti çözme yetisine sahip olduğu kanıt­
landı.
Zekânın yapılanışmda doğuştan getirilen bazı unsurların bu­
lunmasına karşın duygusal ve'toplumsal yaşamın da büyük bir
yeri vardır.

Zekâ geriliği (alm. Oligophrenie; fr. oligophrenie; ing. oligoph-


renia) Doğuştan var olan ya da sonradan ortaya çıkan nedenlere
bağlı zihinsel yetersizlik. Zekâ geriliği, kalıtsal nedenlere bağlı
olabileceği gibi, dış etkenlerle de oluşabilir. Anne-babadan biri­
nin ya da ikisinin geri zekâlı olmasını, metabolizma bozukluk­
larını ve fakoniatoz gibi gensel hastalıkları kalıtsal nedenlere ör­
nek olarak gösterebiliriz. Gebelik esnasında annenin kızamık­
çık çıkarmış olması, ana rahmindeki fötüsün kanındaki Rhesus
faktörünün anneninkiyle uygunluk içinde olmaması, doğum es­
nasında çocuğun oksijensiz kalması, menenjit, beyin kanamala­
rı, travmalar vb’nin yanısıra kötü beslenme ve uyaran eksikliği
de zekâ geriliğine neden olabilir.
Zekâ geriliklerini alıklık, budalalık ve zayıf akıllılık gibi üç kıs­
ma ayırabiliriz. Orta dereceli zayıf akıllılar eğitilebilir olup ya­
şamlarını kazanabilir olmalarına karşılık budalalar ve alıklar yan
eğitilebilir ya da eğitilemez olup sürekli denetim altında bulun­
durulmalıdırlar.

174
Zevk ilkesi (alm. Lustprinzip; fr. principe de plaisir; ing. plea-
sure principle) Dış dünya koşullarını hesaba katmaksızın doyu­
ma ulaşma ve acıdan kaçınma istemi olarak özetlenen vc Freud
öğretisinde önemli bir yere sahip olan bu ilkeye göre ruhsal et­
kinliğin amacı nahoş olandan kaçınmak ve organizmanın ger­
ginliğini kısa yoldan gidererek hoşa giden, haz uyandıran bir du­
ruma ulaşmaktır.

Zihinsel geviş getirme (fr. rumination mentale) Takınaklı bir


biçimde tekrarlanarak bilinç alanından atılamayan düşünceler.
Bu duruma psikastenide ve bazı kaygılı çöküntü hallerinde rast­
lanır.

Zorlanım (alm. Zwang; fr. ve ing. compulsion) Kişinin, için­


den gelen bir zorlama ya da baskıyla tekrarlayıcı bir davranış
oluşturmasına zorlanım adı verilir. Özellikle zorlanımlı nevroz­
da ortaya çıkan bu belirtide kişi, yatmadan önce tekrar tekrar
havagazı musluğunu açık bırakıp bırakmadığını kontrol eder,
durmadan ellerini yıkar ya da bunlara benzer mantıkla açıklan­
ması olanaksız tekrarlayıcı davranışlarda bulunur.

Z testi Rorschach sistemine bağlı olarak İsviçreli psikolog Hans


Zulliger tarafından oluşturulmuş kollektif bir kişilik testi. Ere­
ği, çok sayıda bireyin kişilik yapısını ve ruhsal hastalık unsurla­
rını kısa sürede ortaya çıkarmaktır. Diyapozitif üzerine alınmış
yapılanmamış lekelerden oluşan bu test, Rorschach testi ilkele­
rine dayanmakla birlikte kişiliği, onun kadar ayrıntılı olarak or­
taya çıkarma gücüne sahip değildir.

Denekten, gördüğü resmin kendisine telkin ettiği şeyi kâğıt üze­


rine yazması istendiğinden bu test çocuklara ve çok az kültürlü
yetişkinlere uygulanamaz.

175

You might also like