Professional Documents
Culture Documents
I
En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. Kör Halit ayak diriyor,
ille de, “Cumhuriyet Eğlencesi Kumpanyası” koyacağız, diyordu. Diyordu da
hatırına başka bir isim gelmiyordu.
Saffet Ferit neredeyse deli olacaktı. Önce ceketini fırlattı; sonra kravatını
çözdü. Ondan sonra da parça parça kır düşmüş saçlarını karmakarışık etti:
— Olmaz be, Kör! Olmaz be! Ulan, “si”li, “sı”lı isim mi olur? En iyisi “Sulu
Sahnesi” koyalım bari!
Halit:
— Anladık yahu! Anladık. Sen ilk defa “Eğlence-i Osmani” tiyatrosu ile işe
başladın. Bugünkü şöhretini de orada yaptın. Şimdiki tuluat artistlerinin
çoğu oradan geçtiler. Yedi bucakta tanınmış, iş yapmıştır. İyi, güzel!
Osmanlı İmparatorluğu zamanında da “Eğlence-i Osmani” hiç fena ad değil.
Değil, olur. Ama, “Cumhuriyet Eğlencesi” kumpanyası olmaz. “Si”den,
“sı”dan vazgeçtim, Cumhuriyet Eğlencesi ne demek? Bir manası olsa bile,
güzel değil. Durun hele! Benim aklıma bir şey geldi. Şu inatçının da suyuna
gitmiş oluruz. Cumhuriyet, ne demek? Halk idaresi demek değil mi?
Öyleyse “Halk-Eğlence Kumpanyası” diyelim.
— “Halk – Eğlence”, “İş Bank” gibi bir şey. Halk Eğlencesi, en doğrusu.
Moruk Salih:
— Aman Salih Ağabey, sen bulma. Geçen seferkini de sen bul- muştun. İki
ay dayanamadık.
— Yok, çok iyiydi doğrusu! Hele Adana’da ne meşhur olmuştuk ya! Bir
dayak yemediğimiz kaldı. Benim burnumda aylarca, tüyü tüsü yerinde
ördek yavrusunun kokusu tüttü durduydu.
Kör Halit:
— Yok, yok, kumpanyadan değil. Ondan bizi, Azrail bir yana, kimse
vazgeçiremez.
Saffet Ferit mahzun, trajik bir hal aldı. Ayağa kalktı. Burhanettin Tepsi’nin
hayranlarından olduğu için, Napolyon gibi durdu. Eğildi, Halit’i alnından
öptü.
Münakaşa tekrar şiddetlendi. İşte tam bu sırada köşede sessiz sessiz oturan,
kumpanyanın ikinci komiği Dayı Remzi’nin, söz söylemek üzere kafasını
uzattığını görenler, en doğru, en mühim lafın edilmek üzere olduğunu
hissetmişler gibi, münakaşayı tam ortasında kestiler. Dayı Remzi’ye sual
dolu gözlerle dönüp baktılar. O, çay fincanını eliyle kenara itti, Saffet
Ferit’in önünde duran Serkldoryan kutusuna uzandı. Bir sigara aldı.
Paketin üzerine sigarayı vururken:
— Onlar kolay, dedi. Bende de var, Halit’te de… Salih’te de eski bir yelken
bezi var. Suat’ta da ressamlık… Bir gecede perdeyi de, dekoru da hazırlarız.
Herkesin eski de olsa bir iki bir şeysi vardır. Öteden beriden ariyet de bir
şeyler buluruz. Buradan kaldırıp masa götürecek değiliz a, masa lazımdır
diye. Makyaj için de mi üzüleceğiz yahu? Bol mantar, bol sakız, bol eter…
— Berber Yusuf’tan iki üç peruka da aldık mı, Refik Paşa’nın bütün Molyer
tercümelerini geçeriz.
— Peki, kadın?..
— Ohho! Sen uyuyorsun yahu! Bir defa Madam Diruhi’nin kızı hazır. Ama,
“Erkek kardeşim gelirse gelirim” diyor. O it de çekilmez ama, naparsın.
Sonra, Emine Cihangir var. Eski operetten Mediha Dertliyüz var…
Kör Halit:
Saffet Ferit:
— Bana bak, Saffet! Bu kızı, analığı bana yalvardı, yakardı yanımıza alalım
diye. Sesi çok güzel. Ara sıra kulis arasında şarkı söyletiriz. Senin
piyeslerini geçtiğimiz zaman ufak bir rol verebiliriz. Ne mahalle kızı rolü
oynar o! Hem, nesi var yahu, akça pakça kız…
Saffet Ferit:
Dayı Remzi:
Saffet Ferit:
— Bilirim ki, dedi, hepiniz, her şeyi yapabilecek insanlarsınız. Ben, bir gün
Naşit’i sahnede Kürt kıyafetinde mangal karıştırır, kahve pişirir, çubukla
tütün içerken görmüştüm. Ortada ne mangal, ne maşa, ne ateş, ne çubuk,
ne cezve, ne fincan vardı. Ama Naşit, sanki bütün bu saydıklarım
önündeymiş gibi hareketler, mimikler yapıyordu. Seyircilerden pek
hödükler müstesna, hemen hepsinin gülmekten yerlere yatıp katıldıklarını
gördüm, bendeniz de hâşâ huzurdan sancılandım. Hatta biraz da patiskayı
ıslattım.
Dayı Remzi:
Kör Halit:
Dayı Remzi:
Saffet Ferit:
— Salih, şakayı bırak! Remzi doğru söylüyor. Halit, sen her şeyi hazırladım,
diyorsun, hiç para lakırdısı etmiyorsun. Ondan yana ne haldeyiz?
Kör Halit:
— Sen ne haldesin?
Moruk Salih:
— Ödedim. Üstelik rakı da ısmarladım, İnanır mısın? Tuhaf da bir şey oldu:
Cebimde kalan yüzlükleri gören birisi benden borç istedi. Bana ikraz eden
aynı adama borç para verdim. Bu borcu da gidip tabii bir daha istemedim.
— Kim bu adam?
— Şimdi ne iş yapıyor?
— Biz bu para ile İstanbul’dan üç yüz kilometre uzakta her yere gidebiliriz.
Hem de on beş gün iş yapmamak şartıyla…
Moruk Salih:
— Öğleyin çay simit bize; akşam beyaz peynir, domates, ekmek yine bize.
Akşamüstleri yanın kiloluk Kulüp, Saffet Bey’le size… geçiniriz.
Kör Halit:
Salih:
— Şaka ettik be, Halit Bey! Çocuk musun? Ama, hani yapmadığımız şeyler
de değil!
Kör Halit:
Saffet Ferit:
Dayı Emin:
— Efendiler…
Emin aldı:
— Artık lafı bırakalım. Haftaya yol parasını beşer onar temine çalışalım.
Ortaya koyalım, basıp gidelim. Yalnız bununla sanmayın ki kumpanyanın
müdürü, rejisörü, başı buyruğu yoktur. Onu demek istemiyorum.
Kumpanyamızın müdürü Halit’tir. Her şey ona aittir. Maaşları, yahut
haftalıkları o bildiği gibi tanzim eder. Baş aktörümüz Saffet Ferit’tir.
Komiğimiz yine Halit’le benim. Yani demek istiyorum ki, iş çorbaya hiçbir
zaman dönemez. Herkes vazifesini bilsin. Haftaya da kati karar verilsin. Uç
gün içinde de yola çıkılsın. Elimizde on bin lira olsa da kumpanya kursak,
şuradan hiçbir eksiksiz turneye çıksak da o, bu akşam ipipullah sivri külah
gitsek de o… Mesele gideceğimiz yerin havasına bağlı. Gideceğimiz
kasabada iki yazlık sinema varsa, hapı yutmuşuzdur. Daha bizim halk, kanlı
canlı Türkçe konuşmakla hayal perdesinde bir başka dublaj Türkçesi
arasındaki farkı tadıp anlayamadı. Sinema…
Saffet Ferit:
— Buraya kadar iyi, diye sözünü kesti, diskur şimdi başlıyor; kes!..
— Yol parasını temin etmek kimseye düşmez. Halit ile bana düşer. Her
zaman biz ikimiz kurduk kumpanyayı. Kimseden para almadık. Para verdik.
Kimsenin hakkını yemeye de çalışmadık. Haftalık veremedikse, iş
yapamamışızdır. Belki turnede bazı arkadaşlardan yardım da gördük. İnkâr
etmeyiz. Minnettarız. Lakin hiçbir zaman yol parasını kumpanya efradına
temin ettirmedik.
Suat atıldı:
— O başka mesele…
Emin hepsini buz gibi eden bir kahkaha attı. Saffet Ferit boynunu büktü.
Sustular. Saffet Ferit’in borç almadığı insan demeyelim de, borç istemediği
kimse kalmamıştı. Hiçbir zaman borcunu ödememiştir. Bununla beraber,
kendisinde para olduğu zaman hiç sorup sual etmeden, hatta bazen gizlice,
muhtaç arkadaşların cebine para koyduğu olmuştur. Bu yaptığını da her
zaman unutmuştur. Hem sahiden, candan unutmuştur. Kim bilir, Dayı
Emin’in de cebine, sarhoşluğa getirip kaç defa para koymuştur, diye
düşünmelidir.
Kahveden Kör Halit’le Saffet Ferit en son beraber çıktılar. Halit’in kafası bu
toplantı devamınca, hep Ferit’in söylediği bir sözün üzerinde saplanıp
kalmıştı. Bu işten, toplantı esnasında söz açsa, aktörün razı olmayacağını
düşünerek susmuştu. Yalnız kaldıkları zaman yine bir türlü açamadı. Aktör
zıpırın biriydi. Bir defa hayır, dedi miydi, dünya yıkılsa geri dönmez, ayak
direrdi. İyisi mi, işi bir punduna getirmeliydi.
— Saffet, dedi, bende birkaç kuruş var. Bir şişe rakı alalım. Şu köfteciye
girelim. Hafiften demlenelim.
Bir şişe rakı alıp köfteciye girdiler. Her ikisinin de birbirine söyleyecekleri
vardı. Birinci şişe bitinceye kadar söyleyecekleri lafın hep etrafında
dolaştılar. Ancak ikinci şişe açılıp birer kadeh çekildikten sonra nereden
başlayacaklarını hesaplayabildiler.
Saffet Ferit, genç kızın gelmemesi için ısrar ederse, Kör Halit inat edecek,
kız da gelecekti. Böyle olunca da Saffet Ferit için kızla işi pişirmek bir saat
meselesi haline gelecekti. Turnenin de tadı çıkacaktı.
Halit birdenbire:
— Öyle olsun! Yalnız benim de senden bir ricam var; sen demin kahvede
konuşurken bir şey söylemiştin. Sahiden tüccar Hasan Tahsin’den alacağın
var mı?
— Halit, ben hiç yalan söyledim mi?
— Öyleyse, yaz bana bir tezkere. Bilirim, sen kendin gidip isteyemeyeceksin.
Gideyim alayım şu parayı. Çok zengin adam, diyorlar, onun için. Senin gibi
bir çulsuza borçlu kalmak ister mi?
— Birader! Kızın gelip gelmemesi bana vız gelir! Zaten ben tezkereyi yazsam
bile, elin zavallı, belki de istidatlı kızının istikbaline mani oldum diye içimi
yiyecek, sana, “Kızı getirebilirsin” diyecektim.