You are on page 1of 5

Süreyya Üverin

Gülün Son Yaprağı

Kışın soğuğu yüzüme hiç acımadan, sertçe vuruyor. Hava da maviliğe dair hiçbir şey yok.
Kara bulutlar, gökyüzünün maviliğinin önüne geçmiş. Gökyüzü bir aralık kovalıyor gibi.
İsyan etmek için. "Hayır" diyebilmek için. İstanbul, dünya düzeni uğruna bir gökyüzü feda
ediyor. Tıpkı daha önce feda ettikleri gibi. Tıpkı dakikalar sonra feda edebileceği gibi.

Arkamdan ,seslice, İstiklal Caddesi'nin kızı geliyor. Olmazsa olmazı tramvay...


Kırmızılarına bürünmüş, bir kuğu misali süzülerek geliyor. Küçükken kulağıma bir annenin
ninnisi gibi gelen bu ses, bugün bana bir gürültü. Sesi ilk defa bugün rahatsız edici. Bir telaşı,
bir uyarısı var gibi. Yanıma vardığında anladım. Bu uyarı bana. O da gökyüzü gibi "hayır"
diyebilmek için gürültü yapıyor. O tüm uyarılarıyla önümden giderken onun kadar kırmızı
gülümden bir yaprak düşüyor. Bu da tramvaydan inip arkama geçen küçüklüğümün anısına.

Çocukluğum, gençliğim; bu caddeden giderken hepsi önümde duruyordu. Bana yalvarır gibi
bakıyorlardı. Kararımın kesin olduğunu fark edince ardıma geçip benimle geliyorlardı.
Anılarım, ne kadar artarsa ne kadar arkama geçip benimle yürürse o kadar gülümün
yaprakları yere düşüyordu. Bende son yaprağın geleceği anı düşünerek korkuyla
ilerliyordum. Caddede ilerlerken bir şey fark ettim. Burası çok değişmişti. Yeni mağazalar,
yeni sinema yerleri açılmıştı. Ama pasajlar değişmemiş, onlar hala eskisi gibiler. Sadece
insanların son durağı kadar yaşlılar. Ama ne yazık! Bir yaşlı kadar da durgunlar. Eskiden
pasajlar çok kalabalık olurdu. Okul çıkışı hiç aksatmaksızın pasajlara giderdim. Hepsini teker
teker dolanırdım. Ve gördüğüm tek şey insan topluluğu olurdu. İğne atsanız bulamazsınız
hesabı. Oraya gidip ne mi yapardım? Bazen sinemaya giderdim bazen de kıyafet alırdım.
Ama genellikle sinemaya giderdim. Sinema salonları beni büyülerdi. Şimdi ise artık bu
alışkanlıklarım olmayacak. Çünkü benden bir şeyler gidecek. Pasajlar beni tanıyorlar.
Canlanacak olsalardı eğer; kesinlikle hiçbir şey demeden, gözyaşlarıyla bana veda ederlerdi.
O en yaşlı olanı eminim gözyaşlarını göstermemek için arkasını dönerdi bana. Arkası dönük
bir şekilde el sallardı. Onun bende yeri başkaydı, benimde onun... O pasajdan çıkan genç kız
şimdi arkamda benimle yürümeye hazır. Yok olmaya... Bir yaprak daha düştü yere.
Sanırım burada değişmeyen bir şey daha var. Dönemi, insanı her ne kadar değişse de
kalabalığı hiç değişmemiş. Biriyle çarpışmadan yürümenizin neredeyse imkanı yok.
İnsanların çoğunda bir telaş var. Bazılarının yüzünde korku ve hüzün görüyorum. Sanırım
artık İstanbul'un bitki örtüsü bu. Ama en çok biz buranın kadınlarıyla ortak şeyler
paylaşıyoruz. Her kadının ortak döngüsü var. Ayırt edici özellikleri ne olursa olsun,
hepimizin kader motifi aynı. Her kadının bir gün gülünden son yaprağı düşüyor. Ve anlıyor,
artık ondan hariç tüm kadınlar içinde. Bir tek o yok. Başkasının son yaprağı düştüğünde bile
kendisinde olmayacak, başkasında olacak. Annelerinizi beğenmeyebilirsiniz. Hiç tam da
beğenmeyeceksiniz zaten. O son yaprak düşene kadar da "ben senin gibi olmayacağım"
diyeceksiniz. Ama bir gün anlayacaksınız ve olacaksınız. İşte o zaman o son yaprak düşecek.
Etrafımdaki tüm kadınlara, kız çocuklarına baktığımda aynı kaderi görüyorum. Şu anlık ben
araftayım. Ben olmak ve olmamak arasındayım. Ve şimdi tüm bu şehirden benlerimi
toplayacağım. İstanbul bir düzen uğrana beni ve diğer kadınları feda ediyor. Düşüncelerimde
kaybolmuşken önemli bir yere geldiğimi fark ettim. Beyoğlu Anadolu Lisesi... Buruk bir
gülümseme yüzümü kaplıyor. Gençliğimin en güzel yılları buraya ait. Şimdi en önemli anıyı
seçemem çünkü hepsi çok önemliydi. Hepsini anlatacak olursam da bir dört yıl daha gerekir.
Buradaki anıların kapanışını anlatacağım. Mezuniyetimi... Ah, o içimdeki hisler! Bir yanda
istediğim üniversiteyi kazanmanın mutluluğu bir yanda ise hatıralar defterimde buranın
bitmiş olmasının üzüntüsü. Sevinmek ve üzülmek arasındaydım. Tüm gün boyunca hem
ağlıyordum hem de kahkahalarım herkesin kulağına giriyor, orada yer ediniyordu. Binadan
halay çekerek inmiştik. Kol kola, göz göze... Sonra tramvayın olduğu yerde durduk. Üçten
geriye saydık, kepleri aynı anda gökyüzüne attık. Şansımıza da tramvay bizi uğurlamaya
gelmiş. Ah! Bir mutluluk bir mutluluk. Tüm gelenekler yerine getirilmişti. Zaten tramvay
artık buna alıştığı için bir süre orada durdu. Bizde tramvayın önünde topluca fotoğraf
çekildik. O zamanlarda da renkli fotoğraf makineleri vardı. Ama tabi ki, şimdikiler kadar iyi
çekmiyordu. O fotoğrafı hala saklıyorum. Bir anımı daha almaya hazırlandım. Mezun olmuş
Asena'da tüm canlılığıyla fotoğraf karesinden çıkıp arkama geçmişti. Bir yaprak daha yerle
buluştu. Yolun sonuna geldim. Beni tramvay istasyonu karşıladı.
O eski görkemiyle duruyordu. O binaya baktığınızda dönemin insanları teker teker oradan
çıkıyor gibiydi. O kadar yaşlı bu bina, benim dönemimi de görmüştü. Benim hayatımın
büyük bir bölümünde yer alan bu istasyona da veda ettim. Ardından da karşısındaki
kitapçıya... Okul sonrası bir hevesle geldiğim o kitapçıya... Harçlıklarımdan artanla gelir bir
kitap alırdım. Pasajdan sonra yolum hep buraya düşerdi. Kitap almama rağmen hala param
artmışsa olduğu kadarıyla bir edebiyat dergisi alırdım. Kitapçının sahibi Ramiz Bey de zaten
param olmasa dahi bir kitap ve dergi verirdi. Dükkanın içine baktım. Ramiz Bey'in bedeni de
zamana yenik düşmüş. Saçlarının aralarında beyazlar çıkmış. Gözlerinin yanlarına
buruşukluklar eklenmiş. Fark ettiğim şey ile gülümsedim. Eski bir İstanbul Beyefendisi olan
Ramiz Bey, kaç yaşında olursa olsun yine bıyık bırakmamıştı. Kitapçıya baktığımda hala
dışarıda dergiler bulunuyordu. Yıllar bazen bazı şeyleri alamıyordu. Ramiz Bey dışarı
çıkınca beni fark etti. Önce yüzünde bir şaşırma oldu. Yılların görmemişliğinin şaşkınlığı.
Sonra bir sevinç. Eski bir dostu görmenin sevinci. Ardından bir hüzün... Eski bir dostunun
sonunu bilmenin hüznünü. Dükkana doğru yaklaştım. Hiçbir şey demedi. Konuşmaya da
gerek yoktu zaten. Her şey ortadaydı. Sağına dönüp bir dergi aldı. Ve bana verdi. Dergiye
baktığımda bunun en sevdiğim dergi olduğunu fark ettim. Gözlerim dolu bir şekilde, ardıma
bir kitap sevdalısını aldım ve yola koyuldum. Kitapçıya "elveda" dedim. Ayakkabımda hafif
bir ağırlık hissettim. Aşağıya bakmadım. Çünkü cesaretim yoktu bakmaya. Bir yaprak daha
düşmüştü ve son bir yaprak kalmıştı.

Yanımdan geçenler gürültüyü fark edip gürültüye anlam verebilmek için geldikleri
yere ,arkalarına, bakıyorlardı. Bu gürültü kalbimden kaynaklanıyordu. Son yaprağın yarattığı
bir etkiydi. Bu onun son çırpınışlarıydı. Son nefesini alan bir insanı nasıl mazur görüyorsak,
son çırpınışları olan bu kalbi de görmeliyiz. Evimin önüne geldim. Evimin... Tüm anı ve
hatıralarımla geldim. Dışı bembeyaz olan bu evin içi hiçte dışı gibi değildi. Beni içeride
koskoca bir ömürlük karanlık bekliyordu. Bahçe kapısını açtım. Derin bir nefes aldım. Ve
bahçeye girdim. Burada beni güllerin mezarlığı bekliyordu. Ailemin tüm kadınlarının gülleri.
O güllerin sapları... Her ne kadar çoğu zamanın kurbanı olmuşsa da varlıklarını bilirdiniz.
Yakında bu gülün sapının da yeri orası olacaktı. Yapraklarını dökmüş güllerin yanı...

Evin dış kapısına doğru gittim ve kapıyı çaldım. Bana kapıyı evin yardımcısı Gül Hanım
açtı. Yüzünde mutluluk barındırmayan bir gülümseme vardı. Anneme yardım ettiği gibi şimdi
de bana yardım edecekti. Beni içeri aldı ve önümden gitmeye başladı. Bende onu takip ettim.
Her adımımda güle bakıyordum. Henüz düşmemişti son yaprağı. Beni üst kata annemin
odasına götürdü. Anılarım ise aşağı da kaldı. Gül Hanım'ın odadan çıkmasıyla tüm
sakinliğim gitti. İçimde bir isyan kıvılcımı arttı. Düşündükçe de bu kıvılcım ateşe dönüşmeye
başladı. Bir düzen uğruna feda edilmek istemiyordum. Bu son yaprak benim bir tane de olsa
şansımdı. Ve son yaprak uğruna her şeyi yapmalıydım. Odanın içerisinde telaşlı bir şekilde
dolanıyordum. O sırada hiçbir şey görmeyen gözlerim, annemin son nefesini verdiği yatağa
takıldı. Sonra onunda neler feda ettiğini fark ettim. Ve annemin benden hayatım boyunca
istediği bir tek şey vardı. O da buydu. Bir anda o ateş, yangına dönüşmeden ona bir su atıldı.
Ateş yavaş yavaş sönmeye başladı. Bu benim kabullenişimdi. Ne yaparsam yapayım bu
değişmeyecekti. Elbet bir gün bende o olacaktım. Üstümdeki ceketi çıkardım. Ve dolaba
doğru gittim. Burada, beni annemin kıyafetlerini karşılamasını beklerken aksine daha çok
beni andıran kıyafetler buldum. Ya da bu kabulleniş böyle hissettiriyordu. Gri, dizimin biraz
üstünde bir kloş etek; üstüne de beyaz balıkçı yaka bir kazak giymiştim. Bu giydiklerimle
kendimden kurtulmuş gibi hissetmem gerekiyordu. Ama hissedemiyordum. Sanki kıyafetler
bana aitmiş gibi. Ya da artık zaten ben beni bu eve adım atarken bırakmıştım. Ve şimdi
bunlar bana garip gelmiyor. Makyaj aynasının önüne geçtim. Bir süre hiçbir şey düşünmeden
öylece baktım. Sanırım artık ben o kadar ben değilim ki düşüncelerim bile uçup gitmiş.
Korku bile yok içimde. Açık saçımı bir topuz yaptım ve oturduğum yerden kalktım. Güle
bakamıyordum bile, galiba çoktan son yaprağı düşmüştü. Masanın üzerini yokladım ve gülü
alıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde hatıralarımdan eser yoktu. Evet yaprak çoktan düşmüş.
Artık eminim ama güle bakamıyorum. Evden çıktım ve bahçeye gittim. Güller mezarlığına...
Gökyüzü hala sanki haykırmaya çalışır gibi. Sanki beni vazgeçirmeye çalışıyor. Orada öylece
durdum güle bakmadan. Bakmakla bakmamak arasındaydım. Bakarsam tüm gerçekler ortaya
çıkacak. Birazda olsun bu belirsizlik rahatlatıyordu beni. Bakmadığım sürece hiçbir şey kesin
değildi.

Bakışlarımı evin camına çevirdim. Burası salonun camıydı ve bahçeyi görüyordu. Camda
hatıralarımı gördüm. Hepsi gülümsüyordu. Hayır, hayır! Bu bir veda gülümsemesi gibi
değildi. Bu bir zafer gülümsemesi gibiydi. Hepsi bir anda elimdeki gülü işaret etti. Bir süre
tereddüt ettim ama gülümsemeleri beni rahatlattı. Derin bir nefes aldım ve güle baktım. Hala
yaprağı düşmemişti. Yüzümde şaşkınlık belirten bir gülümseme oldu. Bu durumu
anlamlandıramıyordum. Tekrar cama baktım. O gülümseme hala yüzlerindeydi. Ve sonra
anladım her şeyi. Ben zaten hep annemdim. Anneler zaten hep kendilerini doğururlarmış.
Doğururlarken kendi parçalarını dünyaya getirirlermiş. Beni yetiştiren annemdi. İlk
öğretmenim benim annemdi. Bilgilerimin temelini zaten o atmıştı. Ben sadece üstüne
koymuştum. Annemin tüm bilgilerini öğrendiğimde ise zaten ailenin tüm kadınlarını içime
almıştım. Çünkü bu bir nesilden nesile aktarımdı. Anneme de annesi öğretmişti ve annem
üstüne eklemişti. Ben zaten öğrenmeye başladığım andan itibaren bu tüm kadınları içimde
barındırmıştım. Hayatım boyunca gelmesinden korktuğum o an, zaten var olduğumda
gerçekleşmişti. Güle baktım. O son yaprağı elimle kopardım. Onu da ömrüm boyunca
saklayacaktım. Kader motifi bir yere kadar vardı. Bir yerden sonrası bizim seçimlerimizdi.
Tüm ailemin kadınlarının bilgisini, tecrübesini ve kaderini aldım. Fakat bundan sonrası
benim seçimimdi. İlk seçimimi bu son yaprağı kopararak yaptım.

You might also like