You are on page 1of 96

AH MİN’EL AŞK

TAYFUN EMRE GÜLEÇ

2018
Ah Min’el Aşk
Ah Min’el Aşk

TUTUYORUM NEFESİMİ

Gece usul usul süzülüyor odama yine… Sesiyle irkilip açıyorum kapıyı...
Kapının kolunda bir yürek izi, hüznünü de takmış peşine.. Neden bilmem
tanıdık geldi bu sahne... Ve yine eski bir tanıdığı ağırlar gibi
misafirperverim bu gece...
Alıp tam karşıma koyuyorum ikisini de... Hangisinden başlasam karar
veremiyorum aslında... Ayrı ayrı düşünüldüklerinde anlamsız gelen bir
yapboz parçası gibiler... Bir araya geldiklerinde görünüyor resim...
Yine gece... Yine hüzün... Bu iki kelimenin ardına saklıyorum seni
nicedir... Ne sen onlar olmadan sensin, ne de onlar sen olmadan bu kadar
ayan beyanlar...
Bir sigara alevini bekliyormuş sanki hayalin… Kibrit kokusunu aldığım
anda fark ettim duvardaki halini. Etrafımı saran bu kasvetin tam
ortasındayım. Bir yanım sen oluyor, diğer yanım sensizlik… Gecedendir
diyorum... İkisi de net değil...
Bir yürek yangınını taşıma suyla söndürmeye çalışan bir adamın
aceleciliği var mısralarımda.. Yangından kaçar gibiyim yazarken..
Sonra tutuşuyor parmak uçlarım.. Sıcaklığını hissediyor, erimeye
başlıyorum… Boşveriyorum o anda kağıdı kalemi.. Ne sıraladığım
mısralar geliyor aklıma, ne de gecenin hüznü.. Göğsümde bir kor,
yanaklarımdan süzdürüyorum yaşımı..
Neden sonra buz kesiyor elim ayağım.. Kaldırım taşında kıvrılıp yatan o
ufak çocuğun üşümesini hissediyorum iliklerimde.. Ellerimin arasına alıp
başımı, olur olmaz şeyler söylüyorum.. Duymak bile istemediğim..
Sanırım büyüyorum.. Ama öyle olsa cevapları bulmak bu kadar zor
olmazdı.. Hem büyüyor olsam, korkar mıydım geceden.. Konuşur
muydum duvardaki hayalinle büyüyor olsam.. Ve her büyük taşır mı
içinde acaba o haylaz çocukluğunu..
Ben içimdeki çocuğun gökten yıldız toplaması kadar sevdim seni.. Gece
uzanıp sırt üstü çayıra çimene, hepsine adını verdim ayrı ayrı.. Kimi
sadece adındı, kimi şehrin.. Kimi rengini söylüyordu bana, kimi
korkularını.. Gördüğüm yıldızdın işin özü aslında.. Fark etmiyordu
kuyruklusu yada kayanı.. Bir yıldızdın gecenin karanlığını yırtan, ve en
çok bunu sevdim..
Ah Min’el Aşk

Şimdi Mart ayazında, yıldızsız bir geceden yazıyorum sana.. Üşüyorum..


Halbuki is kokuyor hala parmak uçlarım..
Son nefesi çekip sigaradan, bıraksam kalemi kağıdın yanına diyorum..
Usul usul gelen gece gibi sıyrılsam bende bu hüznün elinden.. Şarkının
sözlerine takılıyorum sonra..
..
Dalgalanır deniz ne çıkar, durur yavaşlar..
..

Ama yok.. En hırçın hali olmalı bu aşkın.. Boyumdan yüksek hep


dalgalarım.. Ne batıyorum adam akıllı ne de çıkabiliyorum..
Bir deniz feneri olsan diyorum sonra.. Döne döne aydınlatsan gecemi,
rehberim olsan.. Belki son demimle ulaşırım sana.. Çıkarım kıyılarına..
İster yıldız ol, ister fener.. Ama acele et.. Adın hasret olmasın artık,
dayanamıyorum..
..
Ben özledim galiba seni
Bu yüzden bu kadar sitemlerim
..
Şimdi fonda bu şarkı.. Tutuyorum nefesimi.. Gecikme olur mu ?..

Şarkı : Murat Boz - Özledim


Ah Min’el Aşk

KADİM DOSTUM BENİM

Düzinelerce adın oldu.. Kimi Angora dedi, kimisi Ancyra..


Ben Ankara olarak bildim tanıdım seni.. Kaç aşka yataklık ettin ve kim
bilir kaçı yitip gitti soğuk kaldırımlarında.. Uslanmadı yürekler aşığın
olmaya.. Sarıp sarmalayan keskin soğuğunla bile hayran bıraktın
kendine.. Kimileri gözleri kapalı dinlerken başka şehirleri, senden ilham
aldı mısralarını sıralarken birileri... Bence en güzeliydi aşkların sende
olanı... Batıkent'te kahve yudumlarken tutuldu yürekler, Güvenpark’ta
dile geldi aşıklar..

En özel günler seninle taçlandı.. Ve hasret çaldığında kapıları


kaldırımların arşınlandı..
Günün, güneşin yerini bırakırken karanlığın ıssızlığına aklıma düştün..
İçimdeki düş kırıklıklarını seninle harmanlayıp, içine de biraz sen katıp
hür bırakıyorum artık.. Elimde hasretim, boğazımda düğüm düğüm
yalnızlığım.. Kaldırımlarında yankılanan sözcüklerim suskun artık..
Onadır diye başladığım her satırın sonunda biraz sitem taşıyor sayfamın
kenarından.. Yalnızlığım yazdıkça büyürken ay ışığı eşlik ediyor gökten
usul usul sessizce..

Fondaki müzikle bütünleşirken mısralarım hiç sevmedim kimseyi bu


kadar diyerek fısıldıyorum kendime.. Yalnız olduğumu haykırsam da bir
yanım seninleydi hep aslında.. Ayaklar altına alıp tüm manevi hislerimi
eğer elindeyse gel diye notlar düşüyorum gecenin ayazına..

Kara haberimdin benim... Karanlık bastığında şehrime aklıma mıhlanıp


kalan apansız bir sancıdan daha öteydi acımsı tadın.. Gidişin yakmamıştı
canımı bu kadar inan.. Her güne biriktirdiğim umutlarımı harcayarak
başlıyordum.. Olmayan tualime ya seni çiziyordum ya Ankara’yı..
Aslında ne kadarda çok benziyordunuz birbirinize.. Şehrimdeydim…
Farkında değildi. Senin bende olup farkında olmadığın gibi...
Ah Min’el Aşk

Güneşler doğdu şehrime.. Karlar yağdı.. Mevsimler gelip geçti ardından..


Çocuklar büyüdü, bedenler yaşlandı.. Her seçim bir kaybedişti.. Bu da
öyle oldu.. Gidişinin ardından yas tutarak geçirdiğim günleri buruşturup
atıyorum şehrimin kuytularına..

Güneş göz kırparken, gece davetkar bir eda ile yolumu gözlerken
yapamam daha fazlasını... Meğer aşk varlığın değil, yokluğun acısıymış
diyerek payıma düşenleri sırtlanıp uzanıyorum ehli keyif..

Her aşk bilinmeyen denklemlerin diğer adıydı benim için.. Kiminin


sonucu başından belliydi, kimisi sonuçsuz kaldı..

Şimdi Ankara seninle nasıl olurdu bilmiyorum. Bir yerden bir yere
seninle yürümek nasıldır bilmiyorum. Gezip yorulduğumuzda, karnımız
acıktığında Kahveci’de oturup dinlenmek.. Bunların hepsi cevapsız kaldı
gidişinin ardından.. Artık ne sen eski sendin.. Ne de Ankara eski
Ankara..

Ama dediğim gibi nice aşklar yitip gitmişti bu şehrin kaldırımlarında..


Endişelenme.. Bir çizikte biz attık şehrimin yüreğine.. Aşkta yarın yoktu
demişti şair.. Bizde hep erteleyenlerden olduk.. Ama sonuç nihai..

Ben şehrimi sensizde sevmeyi öğrenebilir miyim bilmiyorum.. Ama


gidip şehrimin hemen her yerinden söz aldım tek tek. Bana seni
aratmayacaklar.
Ey Ankara.. Soğukluğun bi kenarda içim cayır cayır yanıyor be kadim
dostum... Mağlubiyetimi yazıp parmak uçlarımla… Sığınıyorum sana...
İşte buradayım, bıraktığın yerde..
Ah Min’el Aşk

YANMALISIN

Tek gerçeğim sevdamdın


Anlamadın kaçtın
Öylesine sevdim inansan anlasan
Kaçar mıydın bırakır mıydın?

İşte yine sendeyim.. Başladığın ve bittiğin yerde.. Bir sigaram var


önümde.. Birde mirasın, o beyaz kağıt.. Neler gördüm neler diyerek mi
başlamalı emim değilim.. Bu dört duvar arasında şahit oldum maskeli
balolarıma.. Mecnun'u oynadım bazen.. Çölleri aştım susayarak.. Ferhat
oldum elimde gürzümle.. Bir ben olamadım.. Ne zaman düşse maskem
kırık dökük birkaç mısra oldum bu lekesiz kağıtlara.. Yalanların arasında
bir ışık gibiydi hayalin.. Tek doğru, tek gerçekti o mavimsi sevdan..
Şimdilerde kan çanağı o renk körü gözlerim.. Ne mavisi kalmış
gökyüzünün, ne grisi.. Her yer zifiri karanlık.. İlk giden değildin
halbuki.. Neden böylesine hazırlıksız sobelendim bilmiyorum.. Yoo
yoo.. Sanırım biliyorum.. Her cümlemin gizli öznesiydin sen.. Virgülün
ardındaki, noktanın önündeki sendin.. Şimdi gittin ya.. İki nokta arasında
artık o küçük yüreğim..

Sen yaktın sen yıktın yüce aşkı aşkımızı


Aldattın aldatıldım aldırmadın
Ben olsaydım yaşayamazdım inan yaşayamazdım
Bu gönül deli delice sevdi seni
Bu delikanlı unutur mu ortalarda bırakıp gittiğini

Kelebek kanadına yazdığım mısralarım yok artık... Ve ne zaman bir


kelebeği görsem düşer aklıma iki günlük ömrü.. Üzülür, dertlenirim..
Sonra kıyaslarım başlar.. Sen yaktın da ben yanmadın mı diyen şairin
dizeleri olur ilk aklıma gelen.. Sonra sevda yanığı tenimde hissederim
yangınımı.. Alevler içinde atarım kendimi serin sularına.. Ateş olduk
sanırım artık.. Ama çölde bir vaha artık sularım..
Ah Min’el Aşk

Yanıyorum.. Yaralanıyorum.. Delice bir sevdanın peşinden


yüzdürdüğüm o sevdalı dizeler yitirdiler rotalarını.. Bir şarap şişesi
içinde hangi kıyılara vuracakları meçhul artık.. Yok bir adın ve adresin..
Ve ne bir ses var senden ne bir soluk.. Unuttum desem de inanma.. Sol
yanımda taşırım hala arsenik tadındaki yalnızlığımı..
Seni seninle yaşamadım biliyorum.. İnan dert etmedim hiç.. Ama
sensizliği de alıp gittiğin günden beri alkollü artık imlam.. Kanımda
dolanır durur yokluğun zehri..
Gittin ya hani.. O deli maviye sövdüm şuursuzca.. Neden bilmiyorum..
Çok kibardım kusarken hiçliğin acısını..

Yanmalısın yanmalısın kor alevlerde yanmalısın


Ben sana yanarken tutuşurken güldüğüne yanmalısın
Bir daha arama arama sorma
Düşün bir geçmişi verdiğim değeri
İş işten geçti dudaklarım kilitli haline ağla

Her gece yanar yanar küllerimden doğarım.. Her gece yine aynı
melodram.. Hadi.. Şimdi sıra sende.. Sevdanın tutamadık iki elinden..
Şimdi yangınlarımız aynı.. Sen yandığına üzülürsün, ben yeniden
doğuşlarıma.. Sen sorularını sıralarken ben yitip giderim
cevaplayamadıklarımın arasında.. Az kaldı.. Birazdan düşer sayfana bu
yazı.. Yeni attım kendimi ateşlere.. Kızıllığım bundandır..
Yanıyorum.. Her çıtırtı biraz daha yakıyor canımı.. Yandıkça
hoyratlaşıyor mısralarım.. Sayfalarımın kenarından taşıyor sevdam..
İlk giden değildin halbuki.. Ama hiç yanmadım böyle daha önce.. Yürek
mangalda kor, sensizlik.. Kahretsin yanmaktan zor..

İş işten geçti belki ama ben geçemedim senden.. Bu hoyrat cümlelerle


bezesem de sayfamı buraya kadar saltanatım.. Nasıl ilk mısra sana dairse
bu son satırda yine senindir..
Sensizlik yalnızlığı taşıdı odama.. Yalnızlık tanıştırdı hüzünle beni..
Şimdi alev alıyor yüreğim.. Bu sonradan görme hüzün, yüzünden daha
tanıdık geliyor sevgili..
Şarkı : Tuna Tabu – Yanmalısın
Ah Min’el Aşk

SONU SEN MISRAMIN

Ezberim oldu artık gecelerim..


Her mektubun ilk mısraları hemen hemen aynı son zamanlarda..
Önce geceye dair birkaç not düşüyorum kağıda, ardından başlıyorum
methiyeler düzmeye sensizliğine..
Bu koyu karanlıkla beraber sarıyorum yüreğimin dört bir yanını umut
kırıntıları ile..
Önceleri ceplerimde taşırdım biliyorsun.. Ne zaman tükendiğimi
hissetsem ellerim ceplerimde düşerdim şehrimin kaldırımlarına..
Bazen bir saat, bazen tüm gece..
Ellerimle sıyırırdım geceyi gökten.. Yıldızlar çıplak kalır, ay utanırdı
kendinden..
Sabahında başkalaşmış bulurdum kendimi.. İlk andan itibaren
hissettirirdin kendini.. Sanki peşimden geliyordun..
Hani arkamı dönsem, görecek gibi olurdum seni.. Korktum.. Bir kez bile
dönemedim arkaya.. Sanki tökezlesem sensizliğin koynuna düşecek gibi
olurdum..
Ki zaten öyleyim.. Benimki de laf işte..
İşte yine öyle bir gecenin kapısındayım.. Sabahında umutla açılan
gözlerim, gecesinde beyaz kağıtlara çiziyor resmini..
Harf harf, mısra mısra işliyorum seni.. Sensizlik silgi misali azraili
oluyor mısralarımın.. Ne zaman "evet şimdi oldu" desem siliniveriyor
cümlemin ya sonu ya başı..
Aslında başı sen, sonu sen mısranın.. Farkında değil..

Merak ediyorsun değil mi..


Bu kez bir şarkı yok mu fonda diye..
Var.. Olmaz mı.. Ama sona sakladım bu kez.. Bu kez yazarlığı
bırakmıyorum onlara..
Önce ben dökeceğim eteklerimdeki taşları.. Ezberlenen bir iki mısranın
gölgesinde kalsın istemiyorum bu yürek yangını..
Kaldı ki ben ne zaman seni yazsam bozuyorum ezberlerimi..
Okumayı yeni söken ufak çocuklar gibi hece hece dökülüyorsun
kalemimden..
Ah Min’el Aşk

Bu kez sigaramı keyiften tellendiriyorum..


İmlamı saklamıyorum ardına o gri bulutun..
Demiştin ya bir acelecilik var sanki mısralarında..
İlk anda anlam verememiştim açıkcası.. Flu bir hayalin önünde gelip
giden anlık mısralarımın nedenini sorgulamadım hiç..
Belki de Sezen'in dediği gibi.. Çabuk tükendik.. Yitip gittik.. Bu
acelecilik senden kaldı galiba..
Gidişinin ardından tek tek saymadım aslında günleri.. İtiraf etmeliyim..
Ama bugün bir ayı daha devirdik hayalinle kol kola..
Kalemini dizlerinde kırdığın günden beri eksik yanısın mısralarımın..
Satır aralarımın çokluğu bundandır..
Gelişlerine hazır tutuyorum.. Bilirim, sende gizlersin kendini noktaların
ardına..
Ben düşlerimi bırakırım iki nokta arasına, sen umutlarını..
Ben hasretinle bezerim yürekten gelen o birkaç satırı, sen hayalinle
başlık olursun adsız adressiz mektuplarıma..
İşte bundandır.. Başlıksız bu mısralar..
Şimdi yine ellerim ceplerimde, bir gökyüzü arıyorum..
Ellerimle sıyırdığım geceyi yeniden asıyorum yerine..
Fonda güzel bir şarkı..
Keyfini sürüyorum..
Ah Min’el Aşk

HAYALİN SENİN KADAR ZARAR VEREMEZ

Gece tüm ihtişamı ile kapladı yine küçücük dünyamı..


Sevmezdim geceleri daha önceleride.. Ama sensiz daha bir çekilmez
oldu..
Sigaramdan bir nefes çekip oturdum kağıdın kalemin başına yine..
Bilmem kaçıncı sana yazılan bir mektup bu.. Adı yok.. Adresi yok..
Biraz sen varsın içinde mısraların.. Biraz ben.. Bir de bana eşlik eden o
kasvetli gece karanlığı..
Bazen yaşarıyor gözlerim.. Sigara dumanıdır diyerek avutuyorum
kendimi.. Kendimi kandırıyorum ara ara ama mısralarım gözyaşım gibi
şuursuzca düşüyor beyaz kağıdın üzerine..

Her harfte bin parçaya bölüyorum içimdeki sancıyı..


Her kelimede biraz daha aydınlanıyor odam..
Her mısranın ardından duvarlarda hayalin canlanmaya başlıyor..
Bazen dudaklarının ucunda ufacık bir tebessüm ile izliyorsun beni, bazen
gözlerindeki ışıkla yırtıyorsun karanlığımı..
Kulaklarımda tanıdık bir tını.. Ayrılık bana aşktır artık diyor..
Unutmak o kadar kolay mı sandın..
Ayrılık bana aşktır artık.. Her nota biraz daha yaklaştırıyor beni sana,
seni bana.. Sanki şarkı bittiğinde, mektup tamamlandığında kapıdan
girecek gibisin.. Ama yok.. Şarkım başa saralı çok oldu..
Dediğim gibi bu mektup bilmem kaçıncı..
Kanımdaki zehir gibi hırçınlaşıyor mısralarım böyle anlarda.. Üstü çizili
satırlar bundandır.. Yok yok.. Tahammülüm kalmadı artık gecenin
karanlığında ay ışığının hayalini duvarlarıma yansıtmasına..
Bir el kadar yakın olduğunu sanıp bir kalemin ucundan mağlubiyetimi
yazmaktan sıkıldım..
Hadi.. Şimdi tak geceyi koluna.. Usul usul gir koynuma.. Endişelenme..
Hayalin senin kadar zarar veremez bana..
Ah Min’el Aşk

ŞİMDİ SUSUYORUM

Ne zaman yalnızlıktan yazmaya kalksam gidişin şekilleniyor beynimde..


Her yer bir anda kararıyor.. Titreyen bir mum alevinin altında kesik
kesik geliyor anılar gözlerimin önüne.. Aslında daha uzun bir geçmişe
sahipti gidişin.. Ne zaman başladı bu serüven hatırlamak güç.. Hali
hazırda bekleyen fırtınalarım vardı.. Dolu-dizgin sevdalarım.. Oturur
saatlerce yazardım.. Bazen sadece maviye yazardım.. Bazen bir bakışa
bin bir anlam yükleyip öznesiz mısraları sıralardım farkında olmadan..

Buldum dediğim anlarımda kaybetmiş olmalıyım seni.. Yoksa bir insan


bu kadar eksilebilir mi.. Gördüğün gibi hala yazıyorum.. Aslına bakarsan
gidişin daha çok ilham verdi bana.. Bir sigara yakıp, kalemi kağıdı
aldığımda elime öyle pervasızca dökülüyor kelimelerim parmak
uçlarımdan.. O çok sevdiğim maviye küsüp vazgeçtim çoğu kez
methiyeler düzmekten.. İnceden bir sitem saklayıp satır aralarıma, nasıl
olsa okunur bir gün diyerek seyre daldım kağıtla kalemin dansına..
Dediğim gibi çoğu kez kaybettim öznemi.. Yüreğimdeki ağırlığı bırakıp
parmak uçlarıma yazdım şuursuzca..
Unutmak işin kolayıydı kanımca.. Unutmaya çalışmadım.. Uğruna
ölmeyi bile düşünmedim mısralarımda.. Uğruna ölünecek biri için
yaşadığımı yazdım hep.. Ben bir bakışına sayfalarca anlam yüklerken
sen aşka kestirmeden gittin.. Bir aşkın özetini bırakıp avuçlarıma..
Yazdıkça susuyordum aslında.. Susuyordun.. Susuyordum.. Ama
susacaklarım bitmiyordu.. Yüreğimin ücralarında derin bir sızı hissedip
sigaramın dumanında ararken buldum bazen kendimi.. Yoktun.. Hiç
olmadın aslında.. Karanlığın ne olduğunu göstermeden tüm ışıklarımı
söndürüp hiç yokmuş gibi düştün yüreğimden..Artık zaman o koca
boşluğu mısralar ile doldurma zamanıydı.. Bıkmadan, usanmadan bir
nokta olmaktan ötesi olmaya çalıştım hep.. Yazık.. Yazdıkça büyümüş
yalnızlığım.. İç çekişlerim hafifletmemiş yangınımı.. Nicedir yaptığım
gibi hasretinle devirdiğim her günün sonunda o çok sevdiğin şarkıyı
takıp dilimin ucuna usul usul iniyorum sahneden.. En sessiz halimi
takınıp gizleniyorum mısralarımın arasına.. Şimdi avazımın çıktığı kadar
susuyorum.. Haydi.. Duy.. Ve bul beni..
Ah Min’el Aşk

ISIT BENİ ÜŞÜYORUM

Yine ıssız bir gecenin koynunda kulakta tanıdık bir tını ile yazıyorum
sana.. Sabahında başkalaştığım gecelerden biri olmasını dileyerek özenle
seçiyorum uçuşan kelimelerimi..
Bahar geldi gelecek diyorlar, kime ne.. Gidişinin ardından astım
mevsimleri kapı ardına.. Her gün ıssız bir karanlığa dönüşüyor
akşamında.. Her mevsim karlar, fırtınalar getiriyor beraberinde.. Güneş
denilince toz pas içinde bir mavi geliyor aklıma sadece.. Kahveci’de ki
kahvenin tadını çok oldu unutalı.. Gittin ya.. Yukarıdaki alışveriş
merkezinin yemeklerini bile sevmiyorum artık..
Bir mumun titreyen alevinde avuç dolusu keşkelerim ile
düşüyorum beyaz kağıtların üzerine leke gibi..
Nicedir yazıyorum.. An geliyor ceplerimdeki umut kırıntıları ile
tazeleniyorum, an geliyor buz kesiyor elim ayağım.. Ne mısralar kalıyor
elimden tutan, ne de duvarda hayalin..
Bu nasıl bir denklem, çözemiyorum.. Nasıl oluyorda payı sen oluyorsun,
paydası sen..Her mısraya sensizlik ile başlayıp sonunu nasıl sana
bağlıyorum çözemiyorum..Bitmeli diyorum.. Bu pamuk ipliği kopmalı
artık bir yerden.. Renklerimi yükleyip heybene salına salına gidişinin
ardından dipsiz kuyularda yaşadım arsenik tadındaki yokluğunu.. Her
nota, her mısra sen oldu geldi üzerime.. Ben bitti dedikçe sessiz çığlıklar
koptu derinlerimde.. Her gidiş bir kaybedişti.. Gittin.. Parmak uçlarımla
yazdım mağlubiyetimi.. Yaldızlı imzalar kondurdum ıssızlaşan
yüreğimin ışık sızan yerlerine.. Duman duman içime çekiyorum
hasretimi.. Biriktirdiğim imlasız satırları bir şair edası ile yerleştiriyorum
önümdeki kağıda.. Durdu dünya, zaman durdu sanki.. Hani seni sen
geçen saatlerim vardı bilirsin, şimdi sensizliğe 5 var hep akrebim,
yelkovanım.. Hayattan çaldığım anların ortasında yokluğun sarmışken
etrafımı, hayaline takılıyor gözlerim.. Farkında değildi ama onlarca adı
oldu.. En hırçın anlarımda uzun uzun susuşlarımın sessiz tanığıydı..
Sayfalarımın kenarından taşan sitemlerin failiydi, bilmiyordu..
Koyu karanlıkların ıssızlığında maviye olan özlemin duvardaki aksiydi..
Şimdi kırıp dizlerimi önünde dildeki son dua gibi fısıldıyorum sessiz
sedasız.. Isıt beni.. Üşüyorum.. Hayallerim üşüyor..
Ah Min’el Aşk

ARSIZ…

Hüzünlerimin koynunda bir gece daha.. Gelişlerine yüzdürdüğüm o kağıt


gemiler gibi savunmasız bu küçük yüreği bırakıyorum yüreğinin
sularına.. Kırdığım kalemleri sıkıştırıp parmak uçlarımla son kez seni
çiziyorum tualime.. Gelişlerine kurduğum saatlerimi bozdum biliyorsun..

Zamansız mekansız virane bir bedenin içindeki son kıvılcımlarla


düşüyorum bu beyaz kağıtların üzerine.. Her mısrada biraz daha
bölünüyorum.. Azalıyor, tükeniyorum..

Bir deli mavinin peşinden sürüklenen yıllarıma inat tutuyorum yaşımı..


Bir sigara daha yakıp kendimi avutuyorum.. Yazmak, uzağı yakın
yapmaktı hani.. Hani en derin acıların ardında gizliydi bir damla
mutluluk.. Gidişlerinin ardından başladı kağıtla kalemin dansı bu
parmaklarda.. Adsız adressiz mektuplarımın gizli öznesi, umudun diğer
adıydın..

Şimdi sessiz soluksuz koyu karanlıklarımın ortasında kulağımda tanıdık


bir tını ile mısralarımın arasına gizliyorum kendimi..
Bir çok adın vardı biliyorsun.. Şimdi bürünüp senin gibi farklı kimliklere
silik bir silüet olarak karışacağım geceye.. Duyduğun şarkı olacağım
önce.. Tekrarladığın her mısrada adımı haykıracaksın farkında olmadan..
Sonra gözlerinin ufkunda kaybolacağım.. Görmeden izleyeceksin beni..
Gözünde yaş, saçında rüzgar olacak mısralarım.. Yanaklarından süzülüp
dudaklarında dua olacak adım.. Tek kelime.. Hasret..

Tutunamıyorum artık hayallere.. Büyük bir boşluğun içinde şuursuzca


savruluyorum.. Herşey sen oluyor bir anda.. Düşünmek istemiyorum
dediğim anda mıhlanıyor aklıma mavinin en delisi.. Unuttum dediğim
anda omzumda hissediyorum o hayali eli..
Her kapı, her telefon sana açılıyor.. Gidiyorum dediğimde önümde set
oluyor senli mısralar..
Dayanamıyorum.. Eksiliyorum yokluğunda..
Ah Min’el Aşk

Ne sigaram yetiyor efkarımı bastırmaya böyle anlarda, ne de acılı


notalar..
Görüyorsun işte.. Sensizliğine lanet okuduğum bu mısraların sonunda
bile arsız dilenciler gibi senden seni dileniyorum.. Ne bırakıp
gidebiliyorum, ne de bu acıya kayıtsız kalabiliyorum..

Kendimi tanıyorum.. Biraz daha yazarsam çekilmez olacağım.. Çocuklar


gibi hıçkıra hıçkıra ağlayıp, ıslak gözlerle seyrine dalacağım hayalinin..
Bir son gerek artık.. Hem bu yazıya.. Hem bu yazgıya..
Ama biliyorum..

Sıra gelmeden gidemem ki ben


Tutmaz ellerim seni görmeden
Zaman geçiyor
Bekliyorum bak..

Şarkı: Gülben Ergen - Oğuzhan Koç / Giden Günlerim Oldu


Ah Min’el Aşk

HARAM GECELER

Aklım başımda değil ki


Sebebini bilmiyorum
Bize nazar değdi inan
Adım gibi biliyorum

Ne güzeldi diyerek bir ah'la başlıyorum yazmaya bu gece... Hayalini alıp


karşıma herşeyin başladığı ve yine herşeyin bittiği yerden, geceden
yazıyorum sana...
Aklıma düştüğün ilk anı hatırlıyorum... Seni sen geçiyordu saatler...
Günlerden sendi, aylardan sen... İnsanlar farklı gibi görünselerde senin
sesinle konuşuyordu hepsi... Sağım solum, içim dışım sen oluyordun...
Sen kokuyordum... Sevgili(m)... Gerçekten ben sende sevdim denizin
mavisini... Benim için omlet gibi lezzetiydin sen... Penceremden
gördüğüm manzara çiçekli bir bahar bahçesi değildi artık... Nargilemin
dumanı, kahvemin telvesiydin... Şimdi bakıyorum da, ne çok şeyi
götürmüşsün giderken yanında... Ne telvesi kalmış kahvemin, ne de
dumanı nargilemin... Bütün renklerimi yükleyip heybene nasılda salına
salına gitmişsin...
Aklım başımda değil diyor Nilüfer... Ne güzel söylemiş... Şimdi dipsiz
bir karanlığın ortasında nazar mı acaba diyerek ıslatıyorum
yanaklarımı... Her akşam ki gibi fonda bir gitar sesi, seni sana
yazıyorum...

Yine bana haram geceler


Senin için ağlıyorum
Ah yanıyorum yanıyorum

Aklımdan çıktığın an yok... Bazen bir güneş gibi parladığın ilk güne
takılıyorum, bazen güneşimi bir mumun alevi gibi nefesinle
söndürdüğün güne... Ne bir haber var senden, ne iki satır yazı...
Renklerimi de alıp gittiğinden beri en çok siyahın koynunda buldum
kendimi... Baktığım her yer dipsiz kuyu, duyduğum seslerse çok
uzaklardan geliyor...
Ah Min’el Aşk

Ya ben onlara çok yabancıyım, ya da sen bana çok tanıdık... Yoktu


zamanın ve mekânın... Her an her yerde tadını çıkartabiliyordum
doyasıya... Bazen bir ses oluyordun bazen bir soluk... En çok da mavi...
Ve şimdi koynumdaki yalnızlıktır en çok koyan... Senden miras kalan...
Geriye almak gibi bir derdim yok aslında zamanı... Tüm saatleri bozsam,
takvimleri yırtsam da yokluğunun sancısını taşıyacağım nasıl olsa can
gibi bu yürekte... Övünebilirsin aslında kendinle... Bir bedende iki canı
yaşatabildiğin için... Biri seninle yaşayan, diğeri sensizliğin pençesinde...
Şimdi omuzlarımda haram gecelerin vebali, yürek burkan bir güfte ile
düşüyorum beyaz sayfaların üzerine... Virgülleri çoğaltsam da var yine
cümle sonlarında noktalarım..

Hatıralar gözlerimde
Dalıp dalıp gidiyorum
Acımasız dertlerimle
Yapayalnız yaşıyorum
Yar yine başım belalarda
Senin için ağlıyorum

Gözlerimi dikip hayaline seni sende görüyorum yine... Ne çok halin


varmış senin.. Şimdi daha iyi anlıyorum... Bazen küçük bir çocuğun
tebessümünde görüyorum seni, bazen bir ihtiyarın geçmişi arayan
gözlerinde... Ki o gözlerde canlanıyor anılarım... Sendeki beni
görüyorum... Uzun uzun susmalarım bu anlardan sonraya denk geliyor
hep... Ufukta bir noktaya dalıp, çıkamıyorum... Ensemde sensizliğin o
soğuk nefesi, dilimde eski bir şarkı... Sözü sen, notası sen...
Ey hayal... Dipsiz uçurumların eşiğinde yüreğim... Sensizliğin kucağında
ölüme bir adım kadar yakınken, neden sana bu kadar uzağım...
Ey hayal... Ömrümün varı... Duy beni... Bu haram gecenin sabahında
seninle açılsın bu gözler... Sil sensiz geçen günlerin acısını hafızamdan...
Yastıktaki çukuruda götür onlarla beraber...
Buz kesen sol yanımı ısıt sevginle... Sevda yanığı tenime merhemim
olsun öpüşlerin... Hadi bul beni... Uzak değil... Bıraktığın yerde,
sendeyim...Şarkı : Nilüfer - Haram Geceler..
Ah Min’el Aşk

SANA GELDİM; SONA…

Sana geldim; sona


Sen de yeryüzüdür gövde bulan
Ey Suların sonsuzluğu
Bakışlarım demir atsın gözlerinin limanına
Fırtınalar yorgunu yüreğim; sadece sana

Gözlerini kapayan sadece kendine gece yapar.. Şimdi kapatıyorum


gözlerimi.. Ellerimin arasındaki başımda kopuyor fırtınalar.. Karanlığın
koynundaki git-geller bunaltıyor artık.. Her başlangıç bir son gibidir
aslında.. Ve ikisinin gizini sende çözmeye geldim.. Sana geldim.. sona..

Hayalinin karşısında bülbüle dönen dillerim lâl oluyor karşında..


Kifayetini kaybeden kelimelerimin ardına gizleyip hayal kırıklıklarımı
sessiz çığlıklar atıyorum.. Umutta olmalıydı biraz ama.. Bulamıyorum..
Bir sigara dumanında resmedip dünyanın sekizinci harikasını kıçı kırık
mısralarımla çıkıyorum karşına.. Ey benim deli mavim.. Sessiz, kimsesiz
limanım.. Çok değil, bir kulaç uzağımda görürdüm seni.. Öyle değilmiş..
Uzun zaman önce bıraktım sularına o cam şişeyi.. Gelmedi mi
kıyılarına..

Peki peki.. Dediğin gibi olsun.. En çok gözlerini severdim derdin.. Bırak
o halde.. Bakışlarım demir atsın ıssız kıyılarına.. Deli boranlar kucağında
en çaresiz olduğum anlarda bir el kadar yakındı hayalin.. Bu yorgun
yürekle asıyorum dualarımı kapına.. Sana geldim..

Bütün Sabahlarım sesinde ağarsin


Keder tırmanmasın yüzüme bir daha; Sarmaşık gibi;
Öpüşlerin damlasın çöl dudaklarıma
Biliyorum; Yüreğin durgun sudur; dindiğim
Korku kıyılarımı sildiğim
Ah Min’el Aşk

İşte yine herşeyin başlayıp bittiği yerdeyim.. Gecedeyim.. İnceden bir


temenni olarak umuyorum farkında olmadan.. Her gecenin sesinde
ağarmasını.. O uzun susuşların ardına gizlediğim derin kederlerin son
bulması dileği ile sarıp sarmalarken hayalini dudaklarımı bırakıyorum
dudaklarının üzerine.. En hırçın anlarımda kanımdaki zehiri etkisiz kılan
tek şeydi o ıssız yanın.. Yokluğunda taş dibeklerde döverken yüreğimi
omzumdaki el seninkiydi.. Bir nisan yağmuruydun yangınımı söndüren..
Ve beni cesur yapanda buydu sanırım.. Korkularımı yükleyip bir çift
kelebek kanadına uzun yollardan sana geldim..

Sana geldim
Sustum ve yumdum
İki damla ateş düşürdün gözlerime
Al uslandır korsan bedenimi
Gece kanat çırpsın parmaklarımda

Sendeyim işte.. Sus pus oldum yine.. Kapatıp gözlerimi zihnimde uçuşan
kelimelerimi toparlarken hayalin geliyor gözlerimin önüne.. Hani derler
ya film şeridi gibi.. İşte öyle.. Geldiği gibi gitti yine aniden.. O dipsiz
karanlıklarımda alev alev yangınlarımla uğraştım durdum hep.. Kimi
zaman eriyip biterken, kimi zaman küllerimden doğdum bıkmadan
usanmadan.. Yetmedi diye yalvardım şuursuzca hayalinin önünde..
Şimdi anlıyorum.. Fitilimi ateşleyen duvardaki hayalinmiş.. Ben deli
maviliklerin serinliğini arzularken sen öpüşlerinle çöle çeviriyordun
bedenimi.. Sonrası hoyratlık oluyordu.. Mavi sularında sahipsiz bir sal
gibi dolanıyordum.. En hırçın anlarına şahit oldum.. Şimdi ise oturmuş
medet umuyorum.. Hadi.. Tak geceyi koluna şimdi.. Derinlerine sakla o
hırçınlığını.. En sakin halini takınıp kendine benzet beni.. Dalgalar uzak
olsun artık bizden.. Sığ sularında sev beni..

Birbirimizden kaçıracak yerimiz kalmasın


Birleşsin yağmur soylu ellerimiz
Bırak öpüşlerim ağzını kapatsın
Uzun uzadıya susarak kalalım birbirimizde
Sabaha söyleceyek söz bırakmayalım
Ah Min’el Aşk

Ne ateş olabildik seninle ne de su demiştim daha dün.. Bırakalım


maskelerimizi bir kenara.. En yalın halimizle gelelim yüzyüze.. Ne
söylenecek söz kalsın, ne kaçılacak yer.. Fonda bir gitar eşlik etsin
öpüşlerim kapatırken ağzını.. Ve çok sevdiğimiz mavi konuşsun
yerimize.. Biz suskunları oynarken yüreklerimiz dalsın en koyu
muhabbetlere.. Varsın sabah olsun ne farkeder o an.. Söz müzik kalmasın
o ağaran tana..

Köpekler gibi havlayan acılarımız sussun


Sevda çözmesin kendini bizden
Sularca gülüşelim
Yüreğin alıkoysun gitmelerimi
Sona geldim Sana !!

Bırakalım dizlerimizde kırılan kalemleri.. Oldukları yerde kalsın o


yüzsüz acılar.. Varsın gece dönmesin güne.. Parlayan tek şey sen ol ıssız
hayatıma.. Ve sevda.. Ödenen bedellerin ardından hakkını verelim artık..
Düğüm düğüm olsun yüreklerimizle.. Ve gülmek.. Ne kadar uzun zaman
olmuş unutalı.. Şimdi sus n'olursun.. Parmağımla kapatırken dudaklarını,
son temennidir bu dudaklarımdan dökülen.. Yüreğin alıkoysun
gitmelerimi.. Sona geldim.. Sana..

Şarkı : Şahrud Seyduna - Sen Hiç mi Bahar Görmedin


Ah Min’el Aşk

ÇEKİL GİT…

Bu gece karanlıklarım daha bir koyu sanki.. Bu gece diğerlerinden daha


sessiz.. O pamuk ipliği koptu kopacak galiba.. Bastırıp içimdeki
yangınları, uzun bir veda cümlesi olarak düşecek yaşlarım kalemimden..
Sus.. Birşey söyleme.. Şimdi aç dinlediğim şarkıyı, kapat gözlerini..
Şimdi ömrümden ömrüne açılan onlarca kapının eşiğindeyim.. Bir yanım
alevler içinde, diğeri buz gibi.. Keskin görünsede mısralarım tedirginim
aslında.. Bir yanım "artık yeter" diyor, diğeri suskun, çaresiz.. Ve
unutmuştum nerdeyse korktuğumu karanlıktan..
Uzun susmalarımdın benim yitirdiğimde mısralarımı.. Öznesiz, imlasız
alkollü mısralarımdın benim.. O kadar alışmıştım ki yokluğuna, hayalin
bile ağır geliyordu bazen.. Yokluğunla yattığım uykunun karabasanı
oluyordu vuslatın.. Her yazının içine gizledim adımı, hasretimi.. Bazen
virgülü oldum iki büklüm bu acımsı satırların, bazen sonlarında set
oldum ufacık bir nokta ile.. Yoruldum, tükendim..

Gelişlerine yüzdürdüğüm gemilerimi yakıyorum bu gece.. Bir düştün ya


gördüğüm.. Düşmedin durduğun buluttan bir damla gibi.. Ben en kurak
mevsimleri yaşarken yokluğunun girdabında, bir hayalden öteye
geçemedi bendeki cismin..

Şimdi gelişlerin gibi mısra mısra git benden.. Yetmedi mi mutsuz


sonlarım.. Kuruttum pınarlarımı.. Ne yaşım var gözümden akan, ne iki
satır laf dilimden dökülen.. Yaşarken ölümü tadanlardanım.. Nasılsın
diye soranlara iyiyim dememe aldırma.. Onlara sorarsan nefes aldığım
sürece hep iyiydim zaten.. Hangisinin görmesini bekliyordun ki..

Dayanamıyorum artık yokluğunun ortasında hayalinin koynuna


girmeye.. Her gecem buz gibi.. Kar, boran.. Ne bir ses var içimi ısıtan, ne
bir nefes..
Üşüyorum bu gece.. Ama dokunma sen.. Ben seni tanımadım hiç.. Tenin
yabancı bana.. Sesin yabancı.. Sana dair bunca mısranın ardından hala
silik yüzün.. Net değil düşlerim..
Ah Min’el Aşk

Dokunma bana.. Ben yokluğunu senden önce tanıdım.. Gözümde yaştı


adın, dilimde iki satır.. Sende tanıyor musun acaba beni, benim seni
tanıdığım kadar.. Aklına geldiğimde tutuştu mu bedenin hiç.. Terleyen
avuçlarını gizledin mi yüzün kızararak adım geçtiğinde.. Hayallerin en
güzeliydi bir kumsalın en ıssız yerinde dizdize, koyun koyuna ehl-i keyf
uzanmak.. Koyu karanlıkları yırtan yakamozu seyrederken akmaktı
dudaktan kalbe.. Şimdi dokunma ne olur.. Hayallerimi bırak olduğu
gibi.. Sus.. Sakın birşey söyleme.. Tükenmesin mısralarım.. Aldırma sen
ağaran güne.. Üzerimize doğan güneş değil bu kez.. Doğudan batıya
ayrılık sarıyor bu kez.. Yaralıyım bu gece.. Sana dair düştüğüm her
mısranın ardından biraz daha kanıyor yaram.. Kanadıkça azalıyorum..
Yoktun hiç zaten.. Bu aşkın büründüğü son kimlik buydu zaten.. Şimdi
onu da al yanına.. Artık ne varlığın derman olur yarama, ne yokluğun..
Şimdi beni bana bırak.. Sebebin olmasın bu hoyrat mısralarım..
Yakmasın yandığım gibi.. Alev alev düşmesin yüreğine yaşlarım..
Duraksız bir yolcuyum artık sende.. Say ki ateş almaya geldim sana.. Say
ki adres soran bir yabancıyım..

Görmüyor musun.. Ölüyorum.. Bir el kadar yakınken sana


mağlubiyetimin altına yaldızlı imzalar atıyorum.. Şimdi git lütfen..
Geldiğin gibi aniden olsun gidişlerin.. Geldiğin gibi gidişlerinde ışısın
hayatıma..

Tuttuğun nefesi al artık benliğimden.. Yokluğun zaten ağır geliyor, sana


dair bir not daha düşme sineme.. Dur ne olur.. Uzanma.. Biliyorsun,
yabancıyız birbirimize.. Değmedi tenin tenime.. Bırak öyle kalsın.. Zor
oldu.. Sancılı oldu.. Soluğumu kesti hasretin.. Konuşma ne olur.. Sen
konuştukça yitiririm anlamımı.. Ne öznemi kurtarabilirsin, ne
yüklemimi..

Çekil git.. Bırak düşüncelerimi.. Bırak esirin olmuş yüreğimi.. Sözsüz,


notasız aşk şarkılarımın ilhamı oldun işte.. Kar koydun, köze döndü
küllerimde.. Ama zor bundan sonra.. Bir kibrit alevi yeterdi ya sana
yanmalarıma, şimdi yangınların ortasında bir kaya gibi yüreğim.. Ne
ateşi hissedebiliyorum ne suyu.. Ne seni hissedebiliyorum ne kendimi..
Ah Min’el Aşk

Çekil git artık.. Bıkıp usanmadın mı artık benden.. Bir deli maviydi
halbuki tek derdim.. Enginlerinde kaybolmak için aştım dağları
denizleri.. Kelebek kanatlarına yüklediğim yüreğimi kattım rüzgarların
önüne.. Belli ki gelmemiş, ulaşmamış sana.. Olsun de.. De ki bitti.. Kardı
yağdı.. Yağmurdu aktı.. Kurudu de.. Sonra toprağa karıştı, soldu de..
..

Ayrılık sevdi bizi


İçim hüzün denizi
Çekil git desemde gitme sevdiğim
En güzel derdim sensin
Ölüm seninle gelsin
Bende bit desemde bitme
Sana git dediğim yalan
Yokluğun bende kalan
Son sözüm budur
Sakın sakın gitme
..

Şarkı : Murat İnce - Çekil Git..


Ah Min’el Aşk

SESSİZLİĞİNE AŞIĞIM

Herşey yapılabilir bir beyaz kağıtla demişti Yılmaz Erdoğan. Yeni yeni
anlıyorum aslında tüm benliğimin o beyaz kağıt üzerine ışımasını. Her
halimi fütursuzca döktüğüm o beyaz kağıt. İşte başındayım yine. Bir kara
kalemle düştüm usul usul beyazlığına. Herşeyi anlattım sana. Acıtan,
sancıtan..

Kimi zaman sicim gibi yaşlarla ıslattım tenini. Kimi zaman paçavra gibi
buruşturup fırlattım en uzaklara. Dört duvar arasında en çok seninle
başbaşa kaldım.

Sığındığım limanımdın en fırtınalı anlarımda. Karanlıkların üzerime


geldiği anlarda tutundum aydınlığına. Daha önce de yazmıştım sana.
Hatırlarsın. Omzumdaki o el seninkiydi. Farketmedi hiçbiri.
Aşk kalabalıklar arasında yalnız yaşanırdı. Ben yalnız yazdım.

Ne zaman kalemimle haşir neşir olsam anılarım depreşirdi beynimde.


Gece adım adım ilerlerdi tenimde. Yürekten sızan bir tutam ışık yeterdi
kelimelerimin dansına. Nasılda dolanırlardı beline. En umulmadık
anlarda hırçınlaşır, ardından tutku dolu bir özür gelirdi.

Aşkın son trenle gitmesinin ardından uzun zaman geçti. Geride puslu
birkaç yazı, biraz gözyaşı kaldı. Umutta olmalıydı. Buralarda bir
yerlerde. Ama henüz bulamadım.

Bir kelebeğin yaşama sevinci ile tutundum sana. Ürkektim aslında. Ama
bir o kadarda cesur. Aşkmıydı beni böyle yapan. Bilmiyorum.

Yalnızlık tek kişilik demiştim uzun zaman önce kendime. Meğer


aşklarımda öyleymiş. Yüklemlerimi unutup, sadece 'sen' ile başlayan
cümlelerim bundandır.
Ah Min’el Aşk

Tek öznem olmuştun. Sen, aslında bendim. Ben, aslında bir kaç satırdım
sadece. Adı, adresi olmayan.

Herşey yapılabilir bir beyaz kağıtla demişti Yılmaz Erdoğan. Ben


yazdım sadece. Kimi zaman suçlu oldum, kimi zaman sorguladım dur
durak bilmeden. Bazen uçurum diplerinde buldum kendimi, bazen
yakamozun altında.

Yazdım sadece. Evet. Herşey yapılabilir bir beyaz kağıtla.


Hey! Bu beyaz sayfa benim aslında. Mısralarımın arasına gizlerim hayal
kırıklıklarımı. Sevinçlerimi noktalarımın arkasında bırakırım karanlığın
koynuna.
Ey sevgili. Yazılarımın hayaletisin artık. Sessizliğine aşığım.
Ah Min’el Aşk

ESMER YÜREKLİM

Uzun susmaların ardından gelen sessiz birer çığlık gibi bu gece


mısralarım. Biraz hoyrat bu gece kelimelerim. Sesleri yüksek mi çıkıyor
ne.
Kağıdın kalemin kokusu unutulmaya yüz tutmuşken eski bir hatıraya
sarılır gibi sarılıyorum bu gece onlara.
Her zaman ki gibi açtım rastgele bir şarkı. Do re ya da mi. Ne farkeder
ki. Nasıl olsa mısralar hep aynı. Sıkıldım artık kelimelerin yerini
değiştirmekten. Sıkıldım artık bu ıssız yalnızlıktan. Ne zaman vuslata
dair bir söz duysam ıslak kirpiklerimin arasından flu bir hayali görür bir
sigara dumanına yüklerim bütün düşlerimi.
Uyanır uyanık gördüğümüz düşlerimiz vardı ya hani. Bir düşün içinde
yitirdik anlamımızı. Bozuldu büyüsü. Ne gizemi kaldı geriye, ne iki satır
not adına yazılan.
Hani bahar gelir ısınır ya içi insanın. Hani güneşe bakarken kısar
gözlerini. Kapı arkasına asılan mevsimleri yaşarken ne içim ısınıyor, ne
dışım. Beyaz bir tenin altında kavurdum bu küçük yüreği. Şimdi esmer
yüreklinim senin.
Adsızım. Renksiz. En çok da sensiz.
Off. Her gece yeniden başlayan bu melodram sıkıyor artık sanırım.
Baksana, hayalin bile uğramaz oldu artık.
Yazmanın ne yeri ne de zamanı galiba. Sıkmadan canları daha fazla
kuşanıp hüznü üzerime gecede kaybolmalıyım şimdi.
Esmer bir yüreğin karanlık notlarıdır bunlar geceye yazılan. Gizlemeden
kendimi satır aralarına ayan beyan düşerim sayfana az sonra.
Yürek suskun, kalem kırık bu gece. Ondandır, arama gizem filan bu
karalamada. Anlamlarımla beraber kelimelerimi de yitiriyorum.
Alfabemde yok artık yirmi dokuz harfim.
Bütün bildiklerimi biriktirdim sana. Al işte. Hepsi burada.
Bende buradayım. Biraz eksik, biraz fazla.
Boşver, sen yine de aldırma..
Ah Min’el Aşk

SENSİZ KARANLIKLARDAYIM

Gün yerini bırakırken karanlığa başladı yine beynimdeki dansın.


Zamanın da değiştiremeyeceği şeyler vardır derlerdi, inanmazdım. Şimdi
anlıyorum; üzerinden ne kadar zaman geçse de her figür kazınmış adeta
derinlerime. Hala ilk gün ki gibi canlı gözlerimin önünden geçen
sahneler.
Kağıdan kalemin başına oturduğum sıradan bir akşamdan farklı değil bu
kez olanlarda. Yine fonda bir şarkı eşlik edecek yazdıklarıma. Belki bir
iki kelimesi uzun uzun mısralarımın önsözü olacak, belki kendimi
kaptırıp şarkının tüm sözlerini sıralayacağım birazdan.
Ne kadar çok benziyorum aslında dinlediğim şarkılara. Onların sözü
notasına düşman, benim beynim yüreğime.
Bu benzerlik sıradan mı yoksa benmiyim bu seçimlerin sorumlusu emin
değilim. Aslına bakarsan ilgilenmiyorum da. Gecenin çöküşü yüreğimde
birşeylerin dizginlerini bırakmama neden oluyor. Parmaklarım bazen
şuursuzca düşüyor klavyenin tuşları üzerine. Kimi zaman tutkulu bir aşık
olup çıkıyorum, kimi zaman adın hasret diyorum, otur oturduğun yerde.
Bir deli mavinin peşinden koşturduğum dizelerin akıbeti ne oldu inan
bilmiyorum. Bir sigara paketi ardına gizlediğim imlamı düşünürsek eğer
pek başarılı oldukları söylenemez herhalde. Ama yine de
engelleyemediğim bir yazma arzusu yatıyor bu kıçı kırık imlanın
altında.
Biliyorsun, en çok sana yazıyorum, yani sensizliğe. Bir hayalin peşinden
sürüklenen onca mısranın parmaklarımdan döküldüğüne inanamıyorum
bazen. Hele ki uzun susmaların ardından gelenler daha heyecanlı
oluyorlar. Ben bile tanıyamıyorum bazen.
Bu akşam biraz farklıyım sanki. İçimde tuhaf bir dinginlik var. Adın
hasret senin dediğin anı hatırlamak istemiyorum. Biliyorum şaşıracaksın
ama beni sevdiğini söylediğin anlarıda hatırlamak istemiyorum bu kez.
Sana bana indirgemeden içimdeki aşkı bildiğim tüm kelimeler ile ifade
etmek istiyorum.
Hani bazen unutulmuş bir dilin hatırlanan son sözcükleri gibi sana
gelişlerim vardı ya bu kez sadece aşka akmak istiyorum. Hesapsız,
fütursuzca. Sonumu düşünmeden içimde yanan ateşi körüklemek
istiyorum.
Ah Min’el Aşk

Zihnimde uçuşan kelimeleri melodinin eşliğinde sıralarken


aklımda bir tek mavi olsun istiyorum uçsuz bucaksız.
Bazen sığ bazen derin. Her tonunu hissetmek istiyorum bu gece.
Laciverte dönen anlarında aşkında kaybolmak, yeşile dönerken kendimi
bulmak istiyorum.
Çok mu yoğun, çok mu karışığım bu gece dersin. İnan bilmiyorum.
Cevapları unutulmuş bir sınav kağıdı gibi bembeyaz lekesiz kalsın
istiyorum bu gece. Büründüğüm onca kimliğe birde bunu eklerim ne
çıkar ki. Bir eksik bir fazla. Neyi değiştirir.
Meğer açmış kollarımı bir mavi bekliyormuşum gökten kopup gelecek.
Meğer bir su damlasıymış tek derdim. Biraz ıslak, biraz serin.
Boş yereymiş demek istemiyorum. Suya yazılan bir sevda mektubu
olmak istemiyorum. Heybeme katıp özlemlerimi akşamları deviriyorum
bir bir. Her yeni güne belkilerle başlayıp usul usul gözden kaybolan
güneşimle beraber yitirmek istemiyorum ümidimi.
Gördün işte. Bir hayaletin güncesi olarak düşerim yine sayfana. Uyur
uyanık görülen düşlerin arasından sıyırdığım deli mavinin
koynunda karanlıktayım.
Anla işte. Her notada seni vuruyorum, her mısrada hançerlerimi
saplıyorum sineme. Üşüyorum ve neden bilmiyorum korkuyorum bu
gece karanlıktan.
Sensiz karanlıklardayım yine bu gece. Şimdi böl ikiye güneşi. Kurtar
beni karanlıklardan.

Şarkı : Gökhan Türkmen - Sevdam


Ah Min’el Aşk

ALAGÜL

Gün geceyi bulur


Zaman canım alır durur
Bir deli yoldur dünya yürürüm, yürürüm yorulmadan
Bir yanık düştür sevda görürüm, görürüm uyanmadan..

Zamanın o acımasız devinimlerinin arasında yitip giderken ömür, günü


geceyi karıştırır oldum çoğu zaman. Nasılda hoyratça ve farkettirmeden
geçiyordu aslında. Daha dün annemin ellerinden tutarken bugün 26
oldum. En kısa zaman dilimiydi bulmacalarda çıkan, ama bitmedi hiç
karmaşası, koşuşturması.

Tren raylarından farkı yoktu aslında, zamanla aramdaki ilişkinin. O


süreklilik içinde bir türlü yer bulamıyordum kendime. Günü gecesini
kovalıyor, canımı yakıyordu. İlk olarak bir uçurtma ile keşfine çıkmıştım
o koca dünyanın.
Sonsuz maviliğine hayran oldum. Ve çok sonra anladım uçurtmaların
rüzgara direndikleri için havalandıklarını.

Acımasızlığı ve hoyratlığını ne kadar yersemde yine onun dipsiz


karanlıkları arasında buldum yüreğimdeki o küçük serçeyi. Delicesine
istedim o an için durmasını. Belliydi aslında sahnedeki rolüm. Bir deli
yoldan öte değildi burası benim için. Yorulmadan, usanmadan yürümek
vardı payımda.

Sağa sola savrulan sandal misali yalpalayarak ilerlerken bir deli mavilik
belirirdi ufukta. Ayın güneşle dünya arasına girdiğinde söylenirdi ay
tutulması. Ve sanırım benimkisi aşk tutulmasıydı. Uyur uyanık
gördüğüm.

Yanar yanar yanmaya yanmış gönül


Kanar durur içimde bir ala gül
Döner başım döner alıcı kuşlar
Kışlara dönmüş yazım, ölüme dönmüş yüzüm yar..
Ah Min’el Aşk

Büyük hazinenin keşfine çıkan maceraperestlere inat kendimi keşfe


çıktığım anlara denk gelir o sevdanın acımsı tadını almak. Bir
müptelanın açlığı ile arzularken o hoyrat sevdayı yürek tutuşur kendi
kıvılcımlarından. Ateş kırmızısı güller açar. Ateş kırmızısı güller kanar
derinlerimde.

Kendimi kaybedip hükümsüzdür ilanlarını verdiğim anlarımda içimdeki


kanayan güllerim kanatır benide. Günün gecenin. Yazın ya da kışın
önemi yoktur artık. Mevsimler gölgelerimi değiştirir sadece. Soğuk
nefesini hissettiğim şeyse ölümdür.

Zaman durmaz akar


Bir yüzümde güze bakar
Bir deli yoldur dünya yürürüm yürürüm yorulmadan
Bir yanık düştür sevda görürüm görürüm uyanmadan..

Sözüm ki tek sana geçmez. Celladımsın ey zaman. Ne kadar doğru


söylenmişti aslında. Nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama bu kadar
açıklayıcı olacağını tahmin etmemiştim hiç. Zaman'ın yanına takılan o
"acımasız" takısı bu yüzden olsa gerek.

O tüm kayıtsızlığı ile yoluna devam ederken ben mevsimlerin en


hüzünlüsünü yaşıyordum her daim. Her yer sarı yapraklara bezenmiş,
ceplerimde geçmişimden arda kalanlar. Yükün ağır, yolun uzun olduğu
anlar katmerler acıyı.
Yürek, kırık dökük halde uyur uyanık düşler görmektedir. Hayatın
bitkiselleştiği tepkisiz anlardan birine denk gelir yine. Yine aynı
melodram.

Yanar yanar yanmaya yanmış gönül


Kanar durur içimde bir alagül
Döner başım döner alıcı kuşlar
Kışlara dönmüş yazım ölüme dönmüş yüzüm yar
Ah Min’el Aşk

Gece en gizemli suretini kuşanıp sokulduğunda sokaklarıma titreyen bir


mum alevinin isinde saklarım seni. Yürek gediklisidir nasılsa artık
yangınların. Bir eksiği bir fazlası neyi değiştirir. Her yangının ardından
küllerinden filizlenen gülüm kanar her daim.

Gözyaşım serinletmez, avuntularım söndürmez yangınını. Güneşin buz


kesiği soğukluğunu hissettiğimde iliklerimde anlarım gülümden kanayan
ölümü.

Her şarkı bir hikayedir aslında. Zamanlar mekanlar ötesine götürüverir


bir anda insanı. Bazen kilitli kapıları zorlar, bazen dilin lâl olduğu
anlarda yardımcı olur söyleneceklere.

Bu yazılanlarda bir "alagül"ün hikayesidir. Bir yürek yangının


gölgesinde zamana olan sitemin zihnimdeki yansımalarıdır. Ve bu yürek
yangınını kuru bir vedanın soğukluğuna inat derinlerimde taşırım.

Şarkı : Funda Arar - Alagül


Ah Min’el Aşk

EKSİK KALDI

Gece usul usul sokuluyor odama yine. Takınıp her zaman ki o buz gibi
soğuk halini geçer oturur az sonra baş köşeye. Ardından başlar seyrine.

Ben her gece aynı oyunu sahneler dururum, o bıkmadan usanmadan gelir
alır yerini. Sessiz sakindir ama birazda karanlıktır. Sorsan söylemez,
anlatmaz tek kelime. Lakin harika bir dinleyici olmuştur her
zaman.Bir şarkı, bir sigara ile başladığımda yazmaya o da çıkartır
göğsünden yıldızları. Ben ışık derim, o ay olur tepede.

Kıskanç değildi. Hiç kıskanmadı şimdiye kadar. Bir hayale kızıp


kendimi onun koynuna attığım anlarda bile sarıp sarmaladı beni. Ara sıra
ürkütse de karanlığı bir methiyeyi de haketmiyor değil hani. Ben
kendimi geceye hazırlarken zihnimde başladı yine kıpır kıpır kelimelerin
uçuşu. Biriktirdiğim yokluklardan kalan boşluklara serpiştirdiğim kırık
dökük kelimelerim benim.

Yine sizinle cisimlenecek bu gece ki halim. Sizde hayat bulacak son


nefes, son umut. Yürek son demlerini yaşarken fonda bir şarkı eşlik
edecek yine.Gittin. Ne kadar oldu inan hatırlamıyorum. Bazen asır gibi
geliyor yazdıklarımı okuyunca. Bazen dün gibi. Sanırım değişiyorum.
Belki de unutuyorum. Ama yine de engelleymiyorum bu savunmasız
halimi. Ne yaktığım hayaller deva oluyor derdime, ne sözü notasına
düşman notalar.

Büründüğüm kimlikler bir öncekinden daha acısız olmuyor. Her gece


aynı trajedi, aynı melodram. Bir sigara paketi ardına gizlenen imlam ile
yine sensizliği yazıyorum. Kahretsin. Yine taşıyorum. Sığmıyor yürek
bedene, sığmıyor acı sayfalara.

Herşeye çok gelirken neden sana dair herhangi bir şeye eksik kalıyorum,
çözemiyorum. Tamam, şimdi oldu diyerek başladığım her yazının
sonunda mağlubiyetimin altına imzalar atıyorum, saatler seni sen
geçerken.
Ah Min’el Aşk

Günlerden sen, aylardan sen olmuşken bir ben olamıyorum aynı cümle
içerisinde seninle. Biz diye başlamayalı ne çok oldu. Aslında ne sen
kaldı, ne de ben. Biz, bizi yitirirken hasreti doğurduk küllerimizden.
Yalnızlık bizden koptu adeta. Bundan sanırım bize ulaşmıyor aşk
şarkıları. Seni seviyorum demek doldurmuyor içimizdeki boşlukları.

Ferhat'ın deldiği dağ oldum ama Ferhat olamadım. Yusuf'un kör kuyusu
oldum ama Yusuf olamadım. Şimdi sen istersen Leyla ol, istersen Aslı.
Gelme bana. Dağ olur önünde bu ateşler içindeki yürek, aşamazsın.
Adımladığın yollarda görünmez kuyu olurum, olur ya düşersin. Sen,
gelme. Hayalin sessiz sakin nicedir duvarımda. Ne bir ses var, ne bir
soluk. O da gece gibi artık. Issız, karanlık. Söndü gözlerinde ışık.
Doldurduk sanırım miadımızı. Zaman geçti artık bizden. Yürekler aşkı
ararken, biz katmerledik içimizdeki acıyı. Birbirimize dokunmadan
saatlerce seviştiğimiz anlar eskide kaldı artık. Düşünüyorum bazen; iki
yokluk bir vuslat eder mi diye. Ben sıyırsam üzerimdeki hasret yaftasını.
Sen mavinin ötesine geçsen. Bulurmuydu yüreğin yüreğimi.

Ama yok. Şarkıda dediği gibi aslında olan biten. Kendimizden


vazgeçmeyi bir an bile düşünmedik ama biz olmak zor geldi hep. Herkes
aşk için feragat ederken acılarından, biz acı için terkettik aşklarımızı.
Dudaklarımızdan süzülen kızılcık şerbeti olduk ama bir bardak su
içemedik elimizden.

Şimdi bu yazı da, şarkı da tüm o acılara inat, sana gelsin. Bir olamayan
iki yüreğe gelsin.

Ördü kader ağlarını


Kırdı yine kollarımı
Bir canım var
Al senin olsun

Şarkı : Bolahenk - Tutamadım Ellerinden


Ah Min’el Aşk

UNUT(MA) BENİ

Kolay olmayacak
Elbet üzüleceğiz
Mutlaka bir iz bırakacak
Belki de çocuk gibi sana küseceğim..

Nesi kolay olmuştu ki bu aşkın, gidişi sancısız olsun. Yaşamın farklı


entrikaları arasında yitip giden duraksız birer yolcudan başkası değildik
ilk anlarda. Toprağın suya olan hasreti gibi sade ama netti arzularımız.
Peşinden koşturan bir yudum mutluluktu sadece. Varlığı ile açlığı
gidermeyen fakat yokluğu ile taş dibeklerde ölümü hatırlatan. Aslında
yaptığımız ertelemekti her zamanki gibi. Günü kurtarmanın en popüler
haliydi elimizdekiler.

Nerede nasıl başladığını yazmaktan sıkıldım artık. Her mısrada bir göz
açımı kadar geriye gidip o mutluluk pınarından kana kana içilen
yudumları, mağlubiyetimi yazarken gözlerimden akıtmak canımı yakıyor
nicedir.
Kolay değildi elbette. Onca insan arasından birbirimizi bulmamız müthiş
bir rastlantı olarak kaldı hatırımızda.

Hiç sorgulamadık. Sorgusuz sualsiz kabullenip tadını çıkartırken akla


düşmemişti henüz o güz sancısı. Günler birbirini kovalayıp mevsimler
rengini değiştirirken değiştik bizde farkında olmadan. Önceliklerimizi
yitirip sıradanlığın hüküm sürdüğü o basit hayatlara dönüştü mavimsi
düşler. Uyur uyanık görülen düşler.

Duraksız bir yolcuyduk. Uğradığımız her durakta kimi zaman


endişelerimizi bırakıyor, kimi zamanda küçük bir papatya tarlası
kalıyordu geride. Hayatın kendisine sövüp bileklere kazınan bir jilet izi
olmadık belki. Belki de uçurum kenarına bırakılan saman kağıdında iki
satırımız olmadı. Sen izini gözlerime çizdin giderken. Sabahı akşamı,
Salı'sı Pazar'ı yok bunun. Her an baktığım yerdesin. Bendesin.
Ah Min’el Aşk

Seneler sonra utanarak


Dokunup birer birer sevdiğin eşyalara
Hatta belki ağlayacağım
Acı çektiğim doğru, ama sen bana bakma
Ne olursa olsun seni unutacağım..

Ne kadar sürecek bu suskun halim bilmiyorum. Elbet birgün açığa


çıkaracak kendini şu ya da bu şekilde. İnan alıştırmadım kendimi buna.
O kara günün ardından bir gün ötesini bile düşünemez oldum. Seni
mirasın olan sensizlik ile yaşamaya alıştırdım kendimi son zamanlarda.

Bakma sonundaki "siz" takısına. Yarım kalmışlığın ardından garip bir


saplantı olarak kaldı bende. Bilirim, en çok maviyi seversin. Belki de
bundandır İstanbul'u dost bilmem. Belki de bundandır denize olan
hayranlığım. O hoyrat dalgaların şuursuzca kendilerini savurmaları bu
yüzden mi hoşuma gider kestirmek güç artık. Ama ne zaman içimden bir
mavilik geçse ıslak bir bulut olur gözlerim.

Seni sevdiğimi unut


Sevişmelerimiz yalan
Unut benide her yalan gibi unut..

İşin kolayıydı unutmak. Kolaydı bir aşkın notlarını bırakmak avuçlarıma.


Ey gizli özneli cümlelerim faili, yazılarımın hayaleti. Ben geçemiyorum
senden. Senden geçsem engin mavilikler dikiliyor karşıma. Gözlerime
çizdiğin hayalin dizlerinin üzerinde bu mısralar dökülürken parmak
uçlarımdan. Ezberini yaptığı belli. Dudaklarında iki kelime. Unut beni.

Ve imzalar bırakılan tenler. Her sevişmenin ardından kan-ter içinde


kalan o esmer tenler. Yalan. Sezen'in dediği gibi. Sevişmelerimiz yalan.
Siyahı beyazı olur mu bilmem yalanın ama hangisini istersen onu seç.
Ve gizle beni de unuttuğun yalanların ardına.
Ah Min’el Aşk

O sevgiler ki yoktular
Onlar ümitlerimizdi
Ne ümitler yaşlandı gel zaman git zaman
Ayrıldığımızı unut
Yalnızlıklar zaten yalan
Unut benide her yalan gibi unut..

Kimi zaman bir rüyadan ibaret olduğuna inanıyorum. Uyandığımda


büyüsü bozulacak bir peri masalı. Sonunda elimde kalan bir bal kabağı.
Yeni dünyada adına "dejavu" diyorlar. Her anını yeniden yaşadığım bu
tuhaf halime.
Belkide yaşadıklarımız sadece bir ümitti diyesim geliyor, diyemiyorum.
Düğüm düğüm oluyor boğazım.
Hayata küskünlüğüm o anlarda başlıyor.

Sanırım yaşlanıyorum. Unutmaya çalışmak yaşlandırıyor bedenimi.


Ruhumu ve yüreğimi. Bir zamanlar herhangi birinin seni getireceğine
inandığım o hırçın dalgalara da küsüyorum zamanla. Sonra usul usul
çekiyorum elimi eteğimi maviliklerden. Ayrıldığımızı, yalnızlıkları.
Maviyi de unutuyorum onlarla beraber.

Her şarkının bir hikayesi vardır derler. Yüreğimi kanıta kanıta yazıyorum
kendi hikayemi. Yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlara inat.
Unut(ma) beni de her yalan gibi.

Şarkı : Sezen Aksu - Unut


Ah Min’el Aşk

SÖZÜ BEN, NOTASI SEN

Uzun ve sessiz bir veda cümlesini andırıyordu geçen zaman. Kağıda


keleme karşı tuhaf bir tedirginlik kaplamıştı içimi. Suya yazı yazmak
cümlesini defalarca kullanmıştım oysa ki ama şimdi ki kadar gerçekçi
değildi hiçbiri. Eksiliyor, tükeniyordum. Benimle beraber biriktirdiğim
ne varsa yitip gidiyordu. Ne umut kalıyordu geride, ne ıssız bir mavilik.

Tutunacak bir dal, sığınacak bir liman olmadığını hissettiğinde insan


derin bir karamsarlık kaplıyormuş dört yanını; anladım. Gecenin
ürkütücü karanlığını bastıran bu karabasanların ortasında dipsiz kuyulara
atılan taşları andırıyordu parmaklarımdan dökülenler. Kimselerin
bilmediği, fark etmediği tuhaf bir melankoliydi bu.

Her mısra kendi içinde bir cinayete gebeydi. Her satır arasında
katlediyordum harflerimi.

Tutkulu aşkların ardından yazılan şarkıların eşliğinde aşka dair ne varsa


çarmıha geriyordum, kimse bilmiyordu.

Kağıda ve kaleme olan bu tedirginlik köreltiyordu beni. Zihnimde


uçuşan kelimeleri toplamaya ne isteğim ne de takatim kalıyordu. Zoraki
bir veda cümlesinin kurgulanmış senaryosundan ibaretti her şey.

Ferhat’ı ya da Mecnun’u görmüyordu artık gözlerim. Kaderime inat


çoktan unutmuştum ümitlerimi. Gecenin karanlığını kuşanıp korkularım
ceplerimde usul usul yol alıyordum, sığındığım limandan ayrılıyordum.

Şöyle bir göz attım az önce yazdıklarıma. Büründüğüm kimlikler, eşlik


eden şarkılar, Ankara, Sen... Ne çok şey ile özdeşleşmiş meğer bu
mısralar. Ne çok şeyin önsözü olmuş.

En çok sevdiğim mısranın altı çizilidir hala zihnimde. ‘ Endişelenme,


hayalin senin kadar zarar veremez ‘ demiştim. Bugünlerde bir hayalin
varlığından bile şüpheliyim. Oda aynı, duvarlar aynı ama yok.
Ah Min’el Aşk

Sanırım hayalinden cisimlenen mısraların hoyratlığı onu da tedirgin etti,


gelişleri gibi mısra mısra gidiyordu benden. Yokluğunu fark ettirmeden,
varlığını hissettirmeden.

Sıradan bir akşamüzeri sıra dışı bir yazının ortasındayım. İlk kez
kendimi bu kadar mağrur, yenilmiş hissediyorum. İlk kez bu kadar
isteksiz, bitkin kelimelerim. Parmaklarım zar zor tutuyor kalemi. Tatsız
tuzsuzum işte.

Zamanın o engellenemez devinimleri arasında gitmekle gitmemek


arasındayım. Biliyorum, gidersem dönmesi zor olur. Belki yazmak bile
kendime getiremez beni. Peki ya kalmak diyeceksin değil mi ? İşin o
kısmı daha sancılı. Yıllardır olduğum yerdeyim zaten. Ne eksiğim var ne
fazlam o güne nazaran.

Kapı arkasına asılan mevsimlerimi yaşıyorum. Bazen buz kesiliyor elim


ayağım. Üşüyorum. Bazen ateşler içinde yanıyorum. Sanırım alışıyorum.
Bu tuhaf değişimlere ayak uydurmayı başarıyorum sanırım. Artık takvim
yapraklarımı da asıyorum kapı arkasına.

Birer birer eksiliyor, tüketiyorum zamanı. Senin gibi aslında. Ne çok


benzer yanınız var bir takvim ile. En önemli tarihlerin işaretlendiği yerde
orası oluyor, zamanı dolduğunda yırtılıp atılanda. Sende yaprak yaprak
eksildin biliyorsun. Karşı koyamadın zamanın kendisine. Gücün mü
yoktu isteğin mi orasını bilemiyorum.

Kendimi bulduğum tek yer burası. Bir beyaz kağıdın üzerine düştüğüm
notların arasında yeniden doğuşlarımı izliyorum. Satır aralarında
işlediğim cinayetlere inat tarihini attığım her yazının sonunda biraz daha
ben oluyorum. Sen olmaktan o kadar uzaklaşıyorum.

Ne temennilerim kaldı artık ne iyi niyetlerim. Evet, yoktu şarkıların


günahı, acıtan sendin içimi. Evet, hayalin senin kadar zarar veremezdi
bana. Evet, titreyen bir mum alevinin isinde sakladım seni. Ankara
biliyordu, sende bilmeliydin. Bıraktığın yerde, sendeydim.
Ah Min’el Aşk

Bir solukta aklıma gelen ilk satırlar bunlar. Tüm temennilerimi dipsiz
kuyulara attığım mısralarımla beraber yitirdim. Dipsiz bir kuyu olurum,
olur ya düşersin, sen gelme demiştim.

Gözün aydın. Mezarını yaşarken kazanlardan oldum. Gidişlerine sen


gelmeden hazırladım kendimi. En güzel aşk sözcüklerini biriktirip o
tutkulu şarkılar eşliğinde mırıldanmayı arzulamıştım ama ziyanı yok.
Artık şarkılarda benim, sözcüklerde. Kuyuda benim, düşende.

Sen yine gelme. Gelişlerin gibi mısra mısra git demiştim ya unut onu.
Gitme sırası kalbine geldiğinde alır kalemi susa susa yazarsın demişti ya
şair, şimdi ona özeniyorum.

Parmaklarımın arasında kalemim, bu aşkın ayrılık fermanını yazıyorum.

Bana dair ne varsa bırakıp hayalinin avuçlarına, gidiyorum. Kırık dökük


bir aşkın notlarıdır elinde tuttukların. İyi bak. Ankara var içinde. Biraz
Biraz Kız kulesi koydum, biraz Üsküdar. Biraz gece koydum, biraz şarkı.
En çok mavi mesela. Biraz sitem var elbette, birkaç kırık hayal. Sen
hangisini istersin bilemedim, ümidimle beraber koydum tüm
ümitsizliklerimi.

Saysam tümünü bitmez, saymasam dert olur.

Yazık, bir başı olmadığı gibi bir sonu da yok bu aşkın. Şarkıda dediği
gibi aslında. Değilim bir şeyin, olmadım hiçbir şeyin.

Sen gizli özneli cümlelerim faili, yazılarım hayaleti, sesimin,


sessizliğimin nedeni; şimdi öznesiz, sessizim. Renksiz, sensiz. Sana dair
ne varsa tümünün sonuna koyuyorum ‘sız’ takısını. Bu da onlar gibi bir
yazıdır şimdi. Adsız, adressiz.

Sensizliğin bendeki yansımalarıdır okudukların. Şimdi aç bir şarkı, bana


gelsin. Giden sendin, kaybeden ben. Bu aşkın sözü bendim, notası sen..
Ah Min’el Aşk

SÖNEN OLMADIM

Karanlıkları yırtan bir mum alevinin eşliğinde yine bir akşamüzeri


huzurundayım. Her şeyin başladığı ve bittiği yerde, buradayım.
Unutulmaya yüz tutmuş bir dilin son sözcükleri ile çıkıyorum yollarına.
Ömrümden ömrüne açılan onlarca kapının eşiğindeyim. Bir labirentin
tam ortasında, ne tuhaf bir çelişkidir ki çözemiyorum. Her yolun sana
çıktığını bildiğim halde kaybolmaktan korkuyorum.

Saatler geceye vurur az sonra. Karanlık koyulaşır, sokaklar ıssızlaşır.


Uzun zamandır keyfini süremediğim hayalinin yansımalarını arar
dururum boş duvarlarda. Belki gelir diyerek bel bağladığım her fırsatın
ardından boşa çıkan nafile çabalarımı izlerim. Duvarlarımda hayalinden
çoktur mağlubiyetimin izleri. Dört köşeye dağılan cam kırıklarıdır
aslında canımı yakan.
Dudaklarının arasından dökülecek tek hecenin bekçiliğini yaparım
usanmadan, bilirsin. Ama sustukça duyulur sesim der susarsın ya en çok
bu koyar aslında. İki noktanın ardına gizlenen anlamların yakasına
iliştirdiğin suskunluk çok gelir, söner cılız kıvılcımlarım.

Bir hayalin ötesine geçemeyen, ne yazılırsa yazılsın cisimlenemeyen bir


düşten çok mu beklediklerim. Bir ses, bir soluktur tek derdim derken hiç
mi inandırıcı değildir parmaklarımdan dökülenler.
Kağıdın kaleme olan tutkusundan çok değildir elbette büyüttüğüm
umutlar. Ama biriktirdiğim cümlelerim vardır benim. Kimselere
söylenmemiş, kimselerin duymadığı sözcüklerim vardır benim.
Duyulmamış harfleri dizer arka arkaya, okunmamış mısraları düşerim
notlarımın arasına. Tarifi olmayan hislerin tercümanı yapar, rengarenk
zarflara koyarım usul usul. Beyaz kağıtlarımın üzerindeki lekelere inattır
aslında adsız adressiz mektuplarım, kimine ad olur kimine adres.
En çok yokluktur yakıştığı anlam. En güzel hüznü anlatır mesela.
Mutluluk pınarından içilemeyen tek damlaya rağmen acıyı taşırır
içinden. En gürültülü şelalelerden çok çıkar sesi suskunluğumun.
En azından ben öyle zannediyordum. Ayan beyan, çırılçıplak gelişlerim
oldu sana. Fütursuz, hesapsızca sana çıktı yollarım.
Ah Min’el Aşk

Takvimler gelişlerini gösteriyordu, akreple yelkovan bir olmuş yolunu


gözlüyordu.

Yokluğunda kuruttuğum göz pınarlarım mutluluktan nemleniyor,


ıslanıyordum. Sırılsıklam bir aşkın koynunda güneşi balçıkla
sıvıyordum, haberin yoktu.
Her tercih bir kaybedişti. Giden sen oluyordun her zaman, kaybeden ben.
Boşluğa düşüyordu mısralarım. Sensizliği vuran her saniyenin sonunda
eksiliyordu kelimelerdeki harfler.

Her şey eksikti her şey yarım. Bir yalnızlığa denk geliyordum, bir o
yakışıyordu uzun zamandır. Yakışanı üzerinden çıkarma dediğini
unutmadım, ondan sanırım çıkaramıyorum üzerimdeki yaftayı. Bir
deli mavinin peşinden koşan umutsuz yalnızı oynuyorum. Perde
iniyormuş, oyun bitiyormuş ne fark eder ki.
Fonda bir şarkı, havada sigara dumanı. Odam zifiri, sessiz.
Biraz hüzün sinmiş sanki biraz karanlık.

Yokluğunu terbiye ettiğim bu dört duvarın arasında varlığının gizlerini


çözüyorum, çözmeye çalışıyorum. Nasıldır, neye benzer diyerek akıl
almaz oyunlarla avutuyorum kendimi. Sahi, şimdi gülüşlerini astığım
kapıyı aralasan yeter miydi gördüklerin. Hayalperest bir düş avcının
nedir mesela sende ki yansıması, anlamı. Neye benzer oradan bakınca
mısraların ardındaki.
Bir hayalden öteye geçemedin ya en çok hayal ettim seni. Göremediğim,
dokunamadığım mısraları nereye koysam diye düşünüp durdum. Kimine
çok geldin, kimine yetmedin.

Yokluğunun alışılmış sancılı akşamlarında gelişlerini düşünmek bile


yıprattı an geldi. Bir rüyadır dedim yumdum gözlerimi. Oraya da geldin.
Kalktım bir şarkı açtım hüzünbaz kelimeleri barındıran. Nafile, sanki
sana yazılmıştı hepsi. Hepsinde biraz gam biraz keder. Hepsi maviydi,
İstanbul esir almıştı hepsini. Sana dair ne varsa içimde dert olan
korkusuzca açığa çıkıyordu her şarkıda.
Gitmek mi, gidip de dönmemek miydi en çok canımı yakan
bilemiyorum. Ama her halini yaşadım. Birkaç damla vardı aralarında.
Ah Min’el Aşk

Kurumuş bir göz pınarından söz ederken bir iki damlanın pek anlamı
olmuyordu nasıl olsa.

Nasıl ki senden uzaklaşmak için attığım her adımda sana biraz daha
yaklaşıyorsam, üzülmemek için direttiğim her an biraz daha derinlere
işliyordu kesikler, cam kırıkları. Hasretin, yokluğun kelime anlamı ben
oluyordum, adıma inat umutsuzluk kaplıyordu her yanı.
Arsız bir adam olup dalgalara sövmem bu anlara geliyordu hep. Sanki
biraz daha bağırsam çıkıp gidecekti içimdeki son hasret tanesi. İlk
anlarda fark etmemiştim, yeni yeni anlıyorum, senden kaçmak için yine
sana gelişlerimi. Maviye gidiyordum dalgalara kin kusmak için.
Kahretsin. Yine devrik cümlelerim ile sana akıyorum şuursuzca.
Öznesiz, tümcesiz.
Yokluğundan kaçtıkça biraz daha büyüyor içimdeki boşluk. Git demek
yetmiyor, kal demek çare değil.
Kendime çare olamazken bu deli mavinin neresinde olabilirim ki. Belki
içi boş bir istiridye kabuğu, belki bir kum tanesi derinlerde bir yerlerde.
Sensiz, sessiz, çaresiz. Her yazının ardından bir yokluk daha ekliyorum
belleğime. Biriktirdiğim onca mısranın ardından bu sahipsizlik canımı
yakıyor.
Şimdi içimde koca bir ateş var. Aşkından kızıla dönen, yavaş yavaş
esmerleşen tenin altında canımı yakan koca bir ateş var.
Önceleri tek damla gözyaşın yeterdi ya şimdi okyanusları boşaltsan
üzerime nafile.
Kızılın maviye olan tutkusuydu bu. Sonum olduğunu bile bile serinliğini
dileyip durdum.
Biraz kızıl, biraz mavi diyordu şarkı, aşkın asil rengi.
Kızılım yeter bana, asaletinle beraber senin olsun o deli mavi.
Çok değil, altı üstü tek heceydi. Kimine yedi veren gülleri sunardı,
payıma ateşi düştü.
Yandım, yandım da; sönen olamadım.
Ah Min’el Aşk

KAR KOYSAN KÖZE DÖNER KÜLLERİMDE

Sessiz, sensiz bir gecenin eşliğinde senli mısraların kapı eşiğindeyim. Ne


gidişlerini umursuyorum artık, ne de gidişinin ardından büründüğüm
kimliksiz suretleri.

O tutkulu melodileri, deli maviyi ve imlasız satırları bir kenara bırakıp


kırık dökük bir yüreğin son notlarını düşüyorum geceye. Uzun uzun
susuşların ardına gizlediğim o geveze yanımı taşırıyorum sayfalarımın
kenarından.

Gizlemeyeceğim bu kez kendimi mısraların ardına, satır aralarını kısa


tutup kapatacağım yokluğuna bu hüzünbaz yanımı.

Her sesin sana benzemesi, her yüzün tanıdık gelmesi sandığımdan daha
sancılı oluyor son zamanlarda. Kapalı gişe umudu oynuyorum
haftalardır. Bu basit oyunda sıradan bir figüranken bugün başrolündeyim
umutsuz aşkların.
Şairin dediği gibi; kar koysan köze dönerdi küllerimde.

Çok değil bir kıvılcımın yeterdi dünyayı kızıla boyamama. Sanırım


büyüyorum demiştim. Ben büyüdükçe büyüyor yalnızlığım.
Yazdıklarımın arasında dolaştım az önce. Ne kadar değişken bir yapıya
sahipmiş meğer hislerim. Bazen bir damla tükürüğünün yokluğumun
hiçlik aşısını etkisiz kılacağını savunurken, bazen kendimi gizlemişim
mısraların ardına. Bazen Ankara'yı ortak yapmışım kendime, bazen
hayalinin koynunda bulmuşum huzuru.

Endişelenme..! Hayalin senin kadar zarar veremez bana dediğimde


nasılda hoyratmış kalemim.

Bulduğumda seni yazmışım, bulamadığımda yokluğunu. Bazen denizin


mavisi olmuşsun, bazen gecenin koyu karanlığı. En çok şarkıları
katmışım mesela mısralarıma. Kim olduklarını umursamadan bir
melodinin eşliğinde dökülmüş dudaklarımdan sözcükler.
Ah Min’el Aşk

Binbir hali vardır demiştim aşkın. Aşktı bu. Kendisi gibi aşığınında vardı
binbir hali. Bini bir para etmeyen yalnızlık öykülerinin meşhur
yalnızıydım. Aşktan nasibini almamış umut fakiriydim. Yokluğunla
defalarca dönerdim halbuki dünyayı. Seninle yürümedim iki adım
yanyana.

Şimdi elimde sigaram, fonda bir şarkı ile yine seni sana yazıyorum.
Sendeki beni ne kadar tanıyorsun bilmiyorum ama tüm bunlar bendeki
senin yansımalarıdır. Yitirdiklerimin ardından bir sen kaldın elimde. Bir
seni sakladım en savunmasız kaldığım anlarda.

Şimdi ellerim ceplerimde, usul usul yol alırken gecenin karanlığında


kulağına küpe olsun son sözlerim. İhmal etme, unutma.

Kar koysan köze döner küllerimde demişti şair. Ben adımlarımla erittim
karları, Ağustos sıcağında buz kesti elim ayağım. Ne közüm kaldı geride,
ne külüm.
Tutuyorum nefesimi, gecikme demiştim. Tuttuğun nefes benimse eğer
gecikme. Gel ki renklerim gelsin seninle. Gel ki çiçek açsın bahçeler.

Gel işte. Nasıl geliyorsan, ne zaman geliyorsan.

Elini çabuk tut, gel.


Ah Min’el Aşk

SAHİBİNDEN KİRALIK

Yersiz ve bir o kadar nedensiz susmalarımın ardından ağır aksak


düşüyorum beyazlar üzerine. Ceplerimde biriktirdiklerim, dudaklarımın
arasında bir şarkı. Parmaklarımın arasında sigaram, odam duman duman.
Hafif hafif süzülüyor karanlık odama. Gri bir bulutun tam ortasındayım,
gittikçe daralıyor ufkum.

Gidenlere eşlik etmenin en güzel yanıdır aslında o tuhaf melankoli. Her


şarkının ayrı bir iz bırakması, ve hemen hemen her yüzün tanıdık
gelmesi fikri korkutsada ilk anlarda alışıyor insan zamanla. Kıyaslar,
çekişmeler, pişmanlıklar, ahlar, vahlar. Tümünün miadı belli.

Bir yere kadar insanın o sonu gelmez gibi görünen tahammül sınırları.
Ve o sınırların yakınlarında farketmiyor aşkın güçlü ya da büyük olması.
Ulaşılmaz bir hayalmiş, aşkın en güzel rengiymiş, sevginin yürekteki
anlamıymış. Peh.. Söylesene şimdiye kadar nerdeymiş.

Acıları aş yapıp umutlara yol alırken kimler sarmış yaralarımı. Kim


sormuş halimi hatırımı. Ben mavi diye tutturmuşken yitirdim renklerimi.
Şimdi griye çalıyor tüm renkler. Gözlerim elaydı mesela, şimdi daha
karanlık yeşili. Gökyüzü mavisi ile güzeldi önceleri. Şimdi yalnız
kalabalıkların başkenti gibi.

Depremleri yaşıyorum an be an. Şimşekler, gök gürültüleri. Tüm


felaketler sıraya girmiş sanki. Ben en büyük felaketi ölüm zannederken
yaşarken ölmelerime şahit oluyorum her gün.

Noktasız mısralarım oluyor bazen, boş bırakıyorum sonunu. Belki


tamamlanır diyorum, yok olmuyor. Her satırın sonunda yarattığım
boşluklarda kayboluyorum renksiz, parıltısız.

Ne bekliyordun ki diye soruyorum kendime. Aşkın olumsuzluk eklerini


takınmıştı işte. Sen geniş zamanlarda yaşarken o di'li geçmişlerini
hatırlatıyordu.
Ah Min’el Aşk

Bir yürekti işte. Aşk ile çarpan, aşk ile renklenen. Şimdi çekiyorum
perdelerimi. Bütün eşyaların üzerinde naftalin kokulu beyaz çarşaflar.
Anahtar paspasın altında.

Gidiyorum. Ne kadar yaşanmışlık varsa iyi ki diyerek gidiyorum. Ne


kadar keşke varsa unutup gidiyorum.

Sahibinden kiralık koca bir yürek bırakıp geride gidiyorum.


Ah Min’el Aşk

KALP KALBE KARŞI

Uyandım birden seninle


Gece üçü bulmamış
Bir bulut durdu gözümde
Hasret bize uymamış

İşte yine buradayım. Allah’tan yalvararak ödünç aldığım son gece bu.
Alıp ellerimin arasına başımı yıldızlardan sıyırıyorum bu kara lekeyi. Ne
içindeyim aslında zamanın ne de dışında. Bir an için etrafımda
döndüğünü sanıyorum bu koca dünyanın, bazende bir kum tanesi kadar
küçülüyorum nedensiz yere.

Ben her gece sen oluyorum aslında. Değince kirpikler birbirine o tanıdık
hüzün uçuruverir bir anda zamanlar ötesine. Şöyle kuş bakışı keyfini
sürerim önce Ankara’nın. Sonra adımladığın kaldırımlarda dolanırım
sere serpe savunmasız bir çocuk misali.

Şimdi kulağımda tanıdık bir tını, düşüyorum yürekten kağıda.


Hatırlıyorsun değil mi ? Sesinle ağarmasını diledim bu tanın. Usul usul
çökerken karanlık sokaklarıma ne çok şey var aslında dilediğim. Ama
yine en hoyrat zamanıma denk geldin. Gecenin bir yarısı sayıklayarak
uyandım adını. Zamanın bu acımasız devinimlerinin arasında ağır aksak
bir yürekle dolanırken yine senli anlara denk geldim. Yine bana geldin.

Duvarların ardında bir kuş misali çarpar o küçük yüreğim. Sensizliği


biriktirip en kuytularımda hükümsüzdür ilanları veriyorum nicedir.
Sonra kabarıyor içim. Tutamıyorum, nehirlere karışıyor gözyaşım.

Zaman sonra duruluyorum. Bu tek perdelik oyunda hasretti rolüm


diyorum, oynuyorum. Aşk bize çok yakıştı, yakışanı çıkarma üzerinden
demiştin. Tanıdık geliyor değil mi. Hala üzerimde biçtiğin kaftan.
Ah Min’el Aşk

Kalp kalbe karşı derler


Sende üzüldün mü
Ay bile çeker gider
Beni hiç düşündün mü

Seven duyar, işitir derlerdi. İnanmazdım. Ben deli boranlar arasında


kıvranıp dururken düştüm mü aklına hiç. Yürekte sızı, gözde yaşmıydı o
tanıdık şarkının mezesi. Her notasında yudum yudum içtin mi bensizliği.

Sonu yoktu. Ne günün, ne gecenin. Ne senin, ne de sensizliğin. Dillerin


lâl olduğu zamanlara dayanıyor mazim. Sözsüz, sözcüksüz sohbetlerin
konusuydu o ılık sevdam. Uzun uzun susuşlarım miras kaldı o anlardan.
İki noktanın ardına gizleyip tüm benliğimi çözülmeyi umdum bir kaşif
tarafından.

Ama yok. Ne gizemim kaldı geceye inat, ne de uzun susmalar artık. Ne


zaman çökse gece, parmak uçlarımla teslim oluyorum sana. Ele veriyor
senli mısralarım kendini, usul usul sana geliyorum.

Bir deli maviydi peşinden sürükleyen. Birkaç satır yazı, birkaç eski
fotoğrafla koynundayım yine sensiz gecenin. Üçü olmuş ya da beşi. Ne
farkeder ki. Bu dört duvar. Her duvarda hayalin. Bu koyu karanlık. Her
deminde rengin. Ey deli mavi.! Susma söyle. Düşlendin mi beni sende.

Sensizlik bende saklı


Çıkmaz bir an dışarı
Elimde bir fotoğraf
O şimdi burda olmalı

Aldırma her yazıda söz etmeme o yakıcı sensizlikten. Tahmin bile


edemezsin bıraktığı tesiri. Sayfalarımdan taşan sitemlerin, alev alan
mısraların tek faili. Ne zaman bastırmaya kalksam bir tokat gibi patlar
yüzümde o soğuk hali.
Ah Min’el Aşk

Her dilde anlatırım sana yokluğunu ama bir seni anlatamıyorum. Bir
sana dönmüyor dilim. Bir yürek mahkumu gibi esirinim, haberin yok.
Her gece hayalinin gözlerinde aradım seni, ellerinde. Yoktun. Ne zaman
ihtiyacım olsa duvardı kapıların, açılmadın.

Küskünüm sanada en az mavi kadar. Bir deli maviydi sevdam. Mavisi


sende kaldı.

Şimdi mi ? Bu yıldızsız gecenin ayazında alev alıyor parmaklarım.


Dokunamıyor, yazamıyorum. Biliyorsun halbuki. Yazdıkça başkalaşıyor,
sen oluyorum.

Ne desem boş. Suya yazı yazmak gibi seni sevmek. Yazdıkça seviyor,
sevdikçe yazıyorum. Meraklandırmasın seni bu melankolik
halim. Endişelenme. Elimde o fotoğraf, keşke burda olsa diyorum.

Seni seviyorum..

Şarkı : Aslı Güngör - Kalp Kalbe Karşı


Ah Min’el Aşk

KÜÇÜĞÜM

Derin bir sessizliktir ayrılık


Derinden yaralayan kurşun misali
Çok acı çektim, acı benim kaderim
Yolumu kaybettim, kaybettirildim.

Nedendir bilinmez. Dilin lâl olduğu anlara denk gelir ayrılıklar. Kimisi
yaşarken konuşmamayı tercih eder, hasret çaldığında kapıyı dile gelir
anımsadıkları, anımsayabildikleri. Kimisi biriktirmez içindekileri.
Yoklukla yüzyüze geldiğinde ne beyaz bir kağıt derman olur derdine, ne
de nefes nefes sigaralar.

Ayrılık çoğu için acının dildeki eş anlamlısı olarak nitelendirilir.


Mutluluğun gün görmemiş hazinelerinden yoksun geçirdiği anları acı ile
yoğurup melankolinin kucağında bulur kendisini. Artık kolaydır
açıklamak olanları. Denedim olmadı denir genelde. Sonra da kader gelir
akla. Genelde inanmadıklarını söylerler herşey yolunda iken. Kişi yaratır
kendi kaderini en moda repliklerdendir. Nasıl ve ne zaman olmuştur bu
değişim ilgilendirmez aslında. Uçurumun kenarında iken dert yanmak
için o'na sığınırlar yine. "Acı benim kaderim".

İsyanlar boş, gözyaşı boş


Arkamda kalan sadece
Yalan yanlış, yarım kalmış
Sahte imzalı sevdalar

Farkında olmasalarda en güçlü oldukları anlardır aslında. Verilen


çabaların neticesizliği ile yanıp kavrulurken derin bir huzur kaplar
yürekleri. İsyanı kendisinedir, bilmez. Akan gözyaşı ile yitirdiği sadece
öfkesi değildir. Bunun yanında müthiş bir dinginliktir iliklerinde
hissettiği. En zoru ilk birkaç gündür. Sonrası gittikçe kolaylaşır. En
zararlı alışkanlıkların bile 21 günde kazanıldığı gibi yine o kadar
zamanda bırakıldıklarını keşfeder. İnceden bir pişmanlık çalar kapısını.
Geriye dönüp baktığında ilk olmadığı anlar.
Ah Min’el Aşk

Yalan yanlış sevdaların altındaki imzaların gerçeklikten uzak olduğunu


anlaması için zamana ihtiyacı var sadece.

İnancım yok, umudum yok


Sonunda harcanıyor aşklar
Bari sen üzülme
Git vakit varken küçüğüm.

Zaman her zaman ki sıradanlığı ile ilerlerken yanında inancını ve


umudunuda götürdüğünü farkedecektir. Yaptıklarının vebali altında
ezilmediği anlarda bu aşkında bozuk paradan farkı olmadığını anlamak
canını sıksa da katlanacaktır. Ardından nedenini bilmediği bir iyimserlik
tüm hırçınlığını bir kenara itip güçlü kılacaktır onu. Fedakarlık ve
feragatın önemini anlayıp elleri ceplerinde uzaklaşacaktır usul usul.

Ne seni ne beni
Hiç uğraştırma
Suçum yok kader bu
Anla, ağlama, ağlatma, utandırma
Böyle olması gerekiyor sevdalım.

Tüm bunların ardından zaman o an olduğunda en zorudur kuru bir elveda


ile sıkmak bir eli. Uzadıkça sancısı çekilmez olur. Uzadıkça zorlaşır
gözyaşını tutmak kirpiklerin arasında. En iyi temenniler bir önceki
geceden ezberlenmiş olsa da tutulur diller. Anlamak, ağlamak. Hepsi için
kısa bir an gereklidir. Ve daha önce yaşadığının farkında bile olmadığı o
ana neleri sığdırmaktadır şimdi. Gitmek hep zor olmuştur. Ama kaderde
var bu değil mi. Hüzün denilince akla ilk gelen gece olur benim için.
Neden bilmiyorum. Ben mi o'na yakışıyorum o'mu bana emin değilim.
Ama tamamlayıcı bir yanı olmuştur her zaman. Zihnimde uçuşan
kelimeleri tutup tutuşturup bir araya getirdiğim anların birindeyim yine.
Arkada eşlik eden bir şarkı. Hatta bu gece eşlik etmekten öteye geçip
kısa bir hikaye bile yazdırdı.

Şarkı : Tuna Tabu - Küçüğüm


Ah Min’el Aşk

TENDE TAZE CAN VAR HALA

Mevsimlerin en güzelidir kimisi için bu aylar. Usul usul düşen kar


taneleri kimisi için gizler ayaklar altındakini. Kimisi sadece düşüşünü
izler.
Sevmek hava günlük güneşlikken daha kolay gelir insana. Anlık
heyecanlara meyil verir yürekler. Ve bedenler gibi açıktır yürekler.
Savunmasız ama davetkâr. Ve gelişi gibi gidişide ansızın olur. Ardından
' bir yaz aşkıydı' denir sadece. Sorgulanmaz ötesi-berisi.

Zordur kış. Çetin geçer günleri. Ve zordur aşkında bu aylarda olanı.


Bedenler buz kesmeye yakınken, yürekler tiril tiril titrerken o yakıcı ateşi
ile kapıyı çaldığında aşk; beraberinde getirmiştir aslında gecenin
ayazınıda.
Hemen hemen bu zamanlardı seninde bana gelişin. Henüz başımdaydı
kavak yelleri ve daha yeni uğurlamıştım günümü güneşimi. Üşüyordum.
Üşüyordun. Herşeyim tamdı da, bir sendin eksik kalan. Ve birkaç yıl
öncesinin kışına denk geliyor salkım saçak sevdalanmam.

O çılgın sevdaları sarmadan hasret yıktı çoğu kez tahtımı. Lakin tende
hala taze can vardı. En umulmadık anda karşıma çıkan şansımdın benim.
Üşüyordum. Üşüyordun ya hani. Bir çılgın sevdaydı fitilimizi ateşleyen.
Geceleri soğuk olurdu orada. Rüzgar en iyi dansını yapardı camda.
Kulaklar işitirdi uğultuları. O anlarda açıp perdeyi derin bir nefesle buğu
yapıp cama parmak uçlarımızla işledik baş harflerimizi. Rüzgar esiyordu.
Hava soğuktu. Kıştı. Kardı borandı. Umursamadık.

Bir el kadar uzaktı artık o sıcak meltemler. Güneş gözlerinin ardında


saklıydı sadece. Dokunduğumda ısınırdım. Baktığımda erir. Günler
birbirini kovalayıp durdu. Artık aylar öncesiydi o buğulu cama yazılan.
İlk günü son günü yoktu bu aşkın. Her gün ilk gün ki gibi başlıyor onun
gibi bitiyordu. Ve o zamanlarda anladım. Her rüyada o'ydu görülen. Ve
sabaha onun koynunda uyanılırdı. Sayılı gündü, çabuk bitti. Aşk,
güzeldi sende.
Ah Min’el Aşk

Ardından bir göçtü yaşanan. Eşyalar değildi sadece çekmecelerden


çıkan. Her birinde yüreklerin ağırlığı vardı.
Güneş artık telefon mesajlarında saklıydı. Isınmak için dokunmak yerine
sesini duymak gerekiyordu. Gel zaman..- Git zaman. O da çabuk geçti.

Meskeni değişmişti artık yüreklerin. Üzerine koyarak artıyordu sevdam.


İnanmıyordum artık Roma'da ki aşkın başka olduğuna. Ve aşk benden
ibaretti aslında.

Artık yıllar öncesine denk geliyordu ilk öpüşler. Eskiyorduk. Çocuklar


büyüyor, bedenler yaşlanıyordu. Bir aşktı taze kalan. Ve yanındayken
önemi yoktu gecenin yada gündüzün. Yazın yada kışın. En güzeliydi
aşkların. Ve dudaklarımıza mühürleyip seni seviyorum cümlesine
imzamızı bıraktın tenlerimizde.

Gel-gitlerimiz başladı bir zaman sonra. Doğrularımız birden fazla


oluyordu kimi zaman. Ve kıyaslar başlıyordu. O zamanlar böyle değildi
diyerek. Böyle değildi.

Geçiyordu yıllar. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir cümlesinin


haklılığını sorgulamadım o anlarda. Değişiyordum. Değişiyorduk. Uzun
uzun susuşlarımız bu anlara denk geliyordu hep. Ne zaman değişimden
söz etsek inkar edercesine susuyordum.

Üzdüm. Üzüldüm. Aşktı bu elbet. Bedelleri vardı muhakkak. Ne düşerse


payıma çekmeye hazırdım. Bazen kelimelerden yoksun bırakılmış
cümlelerdi karşıma çıkan. Bir bakışın anlatabildiği. Bazen uykuya
sövmekti o koca yatakta tek başına. Lakin tende taze can vardı hala.
Ödenen bedellerin ardından bir el kadar uzaktı artık ısınmak. Ve güneş
gözlerinin ardında saklıydı. Yaz aşkı değildi bizimkisi. Kıştı. Kardı
borandı yüreğim yüreğine akarken. Önemli değildi Roma’sı, Ankara’sı..
Aşk, sen varsan aşktı.

Şarkı : Serkan - Mühür


Ah Min’el Aşk

GİTTİN/GİTTİM

Her gidiş bir terkedişti ve hakkını vermiştin. Geride ne bir çift göz kaldı
ne bir tutam sitem. Herşey planlanmış gibiydi; sorunsuz ve acısız
tamamlanıyor, bitiyordu. Miadı dolan bir aşkın son kullanma tarihini
birer veda cümlesi olarak kazıyorduk yüreklerimize. Zamanımız geçiyor,
gecikiyorduk.

Gittin..

Zor oldu aslında. Hayatta birçok şeye seninle anlam katarken şimdi
büyük bir anlamsızlığı ifade ediyor olman ne tuhaf. Önceleri tutarsız
tavırların, yaşadığın git geller yıprattı aslında. En ufak isteklerin
sonuçsuz olarak geriye dönüşlerini izledim çaresizce. Umursamaz ve bir
o kadar kendine güvenen bu halinin nedenini sanırım bundan sonra da
sorgulamayacağım.

Gittim..

Oluyordu işte, başarıyordun. Ne zaman ' Tamam, şimdi oldu ' desem
arkasından muhakkak bir sorunla karşılaşıyordum. Yine öyle
olmuştu.Adını andığımda gözlerimde yıldızları ateşe veriyordum.
Işıltısını gözlerimde, sıcaklığını tüm bedenimde hissediyordum.
Anlamıyordun ya da anlatamıyordum. Eksik olan birşeyler vardı hep ve
hiç tam olamadım.

Gittin..

Sonuçsuz kalan onca çabanın ardından ' Nasıl istersen öyle olsun '
repliklerini tekrarlayıp durduk birbirimize. Neydi bilmiyorum bu ve
yaşatmak için ne arzumuz ne de takatimiz var gibi görünüyordu. '
İstersen git ' demek ' Gitme, kal. ' demekten daha kolaydı ve hep öyle
söyledik. Bu yaşanmışlığı birkaç satıra sığdırmak güç elbette. Ne
anlatabilirim aslında ne de anlatsam anlaşılabilirim. Sonuç nihai nasıl
olsa. Sen zamansız giderken ben amansız bitiyordum.
Ah Min’el Aşk

Gittim..

Gecelerin daha karanlık, şarkıların daha efkarlı olduğu zamanları


yaşıyorum. Neye uzansam kurutuyor, hakkını veremiyordum. Ya
kelimelerim eksik kalıyordu ya da cümlelerim devrikti. Toparlanmaya
çalıştıkça batıyor, battıkça tükeniyordum. Artık gözlerimde ışıltısı
kalmadı, bedenim çoktan buz kesti. Çaresizdim, daha önce de defalarca
yaptığım gibi yine mağlubiyetimi parmak uçlarımla yazmaya
soyunmuştum ve sanırım yaptıklarımın en iyisi buydu. Beklentisizdim,
üzgün ve yenik.

Gittin..

Bu gidişin ardından geriye kalanları biriktirirmisin ceplerinde emin


olamıyorum. Böylesine sığ ve şeffaf mısraların ezberinde yeri olur mu
kestirmek güç. Unutur, hatırlamazsın diye düşünüyorum. Hoş, yanıltsan
da beni önemi yok nasıl olsa. Sen gittin ne de olsa. Bu yüzden daha
fazlasıydı aslında dilimin ucundaki. Her defasında aynı mazaretlerin
ardına sığınıp o haklı nedenlerini öne sürdüğün bir durum değildi sadece.
Belki de bu yüzdendi tedirginliğin. Ya cesaretin yoktu bu hayatı
yaşamaya ya da yüzün. Hadi, şimdi mutlu olmalısın. İkiside senin olsun.

Gittim..

Onlarca adın olmuştu aslında. Tek tek saymanın alemi yok şimdi. Sende
biliyorsun nasıl olsa isimlerinin neler olduğunu. İsim koymak zor
olmuyordu; anımsatan, andıran ne varsa anında adın oluyordu. İstanbul,
şarkılar, sevdiğin herhangi birşey... O an geldiğinde kendi anlamlarından
daha fazlasını taşıyor oluyorlardı. Ama basında ben kimselere
benzetememiştim seni. Sadece hayalini kuruyor, karanlığın arasından
süzülen ışık demetleri olarak yansıyordun duvarlarıma.
Ah Min’el Aşk

Gittin..

Dönüşü olmayan yolların başında değilsin artık. Yolunu çoktan çizmiş


gezginlerden farkın yok. Tercihlerin rehberin olurken, kalemimden iki
satır okuyamayacaksın artık. Gelişlerine methiyeler dizmedim belki ama
birkaç tane gidişlerine dizerim bir süre. Gittiğini ama aslında bitmediğini
iddia ederim, belki de asla bitmeyeceğinin bahislerine girerim. Ama
inanma sen bunlara. Her gidiş bir terkedişti ve sende hakkını veriyordun.
İlk anda acısını hissettirmeden kılıcı ile can alan savaşçılardan farkın yok
nasıl olsa. Gidişlerin öyle oldu hep, sonradan çıktı acısı. Ama bu kez
öyle değil. Tüm köprüleri yıkarak gittin bu sefer. Yüzünü bırakıp ardında
en yüzsüz halinle karıştın kayıplara.

Gittim..

Çok olmadi gidişine bu methiye. Gittin işte. Başka adı, başka tarifi yok
bunun. Yıkıldım. Hayallerimin enkazı düştü hayatımın üzerine.
Endişelenme. Şefkat dilenecek değilim bu saatten sonra. Gittin ya, koydu
işte. Sanırım şimdi sıra bende.. Sanırım gitmeliyim bende..
Ah Min’el Aşk

GEÇ OLMADAN…

Evet. Bir akşamüstü daha Ankara'da. Alıştığımız Aralık ayazlarının


yerinde güneş göz kırparken usul usul ılık bir rüzgar eşlik ediyordu
kendisine. Günü, güneşiyle hatırlarken çöktü yavaş yavaş karanlık
şehrime. Sahne artık koyu karanlıklarındı. Penceremden gökyüzünü
seyre dalmaktan vazgeçip oturdum yine bilgisayarımın başına.

Fonda inceden bir müzik sesi, elimde sigaram kapattım gözlerimi.


Zihnimde uçuşan kelimelerimi toparlamaya çalışırken göstermeye
başladılar kendilerini. Uzun süren melankolinin ardından en azından bir
yerlerde saklı duran umudu gün ışığına çıkarmaya kararlı gibiydiler. Ne
zaman sitemden söz etmeye kalksam dikildiler karşıma.

Yalnızlık eski dostumdu..Tek kelime ettirmediler onun hakkında. Peki ya


hasret..? Bu akşam uğramaz dediler. Sonra fısıldar gibi oldular birşeyleri.
'Gününü yaşa..Yarına olabildiğince az güven. Ve unutma. Yarın kimseye
garanti edilmedi. ' Beklediklerim bunlarmıydı açıkçası çok emin değilim.
Ama mantıklı değil dersem haksızlık etmiş olurum.

Sonra düşündüm biraz. Ne kadar kaptırmışız aslında kendimizi günün


koşuşturmasına. Ve sürekli ertelenen hayatların figüranları gibi silik
birer silüetten ibaret gibi yaşamaya çalışmışız bugüne dek. Eski dostum
demiştim yalnızlık için. Hasret, kelimeler ile ifade ederken
zorlanmadığım tek kavramdı nerdeyse. Bunların hepsi ertelenen
hayatımın vazgeçilmezleri olarak benimsediğim tarzım olmuştu adeta.
Peki ya günü yaşarsam..? İşte bu sorunun cevabı yazının en can alıcı yanı
olacak sanırım.

Kişinin elinde bulundurduklarına bağlılığı ile doğru orantılıydı aslında


gününü ne kadar yaşadığı ve içindeki ertelenmişlikleri. Seni seviyorum
derken zorlananlardan oldum hep. Nasıl olsa biliyor diyerek avuttum
kendimi. O an söylemek yerine belki daha iyi bir zamanda diyerek
geçiştirdim. Ve insaları kırmak konusunda bu kadar becerikli olduğumu
farketmemiştim daha önce.
Ah Min’el Aşk

Bazen küçük bir gülümseme ile fethedilecek gönülleri bir zaman sonra
tek taşla yumuşatmak daha zor oluyordu. Sıcak bir kucaklama yeterken
tüm buzları eritmeye, methiyeler düzdük hayatın koşuşturması hakkında.
Hep yapılacak işlerimiz vardı. Ya işe geç kalıyorduk, ya da maçın en
önemli anıydı.

Günler bu şekilde kendini farkettirmeden geçiyordu. Güneş doğuyor.


Güneş batıyordu. Her yeni gün yeni bir muamma olarak çıkıyordu
karşımıza. Gözlerimizin içine bakanları göremeyecek kadar kör,
erişilemez dediklerimizi arzulayacak kadar ahmaktık. Ve sonra hayatın
acımasızlıkları çıkardı karşımıza.

Bazen bir hastane odasında. Bazen bir mezarlıkta. Bazende bir şişe
şarabın içinde gizlendiğine inandırırdık kendimizi. Ve şimdi anlıyorum
ki insanların ne olmadıkları konusunda çok fikri varmış. Ne
olduğumuzu, kim olduğumuzu farketmek zor olmasa gerek. Gecenin
karanlığında yatağın başucuna bırakılan maskelere sabah uyandığımızda
ihtiyacımız olmadığını bilmek ve buna alıştırmak kendimizi.

Aşk. Dile geldiğinde bile içimizi titreten o tarifi zor his. Hasret. Yastıkta
bıraktığı çukura binbir anlam yükleten o yürek burkan arsenik tadındaki
his. Ve yalnızlık. Küçük bir yüreğin içine hapsedilen o koca boşluk.

Sayfanıza düşüp okuduğunuzda neler ifade eder sizler için bilmiyorum


ama ben yazının sonuna noktamı koyduğumda bir küçük buse ve ağız
dolusu ' Seni Seviyorum ' cümlesi ile çıkacağım gözümün içine
bakanların karşısına.

Unutma. Yarına olabildiğince az güven. Kimseye garanti edilmedi


henüz.
Ah Min’el Aşk

YASTIĞIMDAKİ ÇUKUR

Uzun oldu yazmayalı. Kaleme kağıda olan küskünlüğümden değildi


halbuki. İki kelimeyi bir araya getirememe tedirginliğiydi
parmaklarımdaki, başlayıp sonunu getirememekti belki de beni
endişelendiren.

Yazmak, yüreğin tozunu almaktı aslında. Söylenmek istenenler dile zor


geldiğinde hayali parmaklarla dokunduk buğulu camlara. Sahipsiz bir iki
kelime ile gizledik kendimizi tek damlaya. Ilık bir nefesin sıcaklığını
hissedip iliklerimizde bir vedanın soğukluğunda bulabiliyormuyduk o
serçe yürekleri ?

Hadi, söyle ? Gitmelere kim alıştırdı seni. Kimden öğrendin mesela bu


kadar net olmayı. Güçlü olmak için neler yapardın geceleri. Benim her
notasına ayrı ayrı anlam dizdiğim şarkılar ; nasıl oluyorda senin için
anlamsız birer melodi olabiliyordu. Aşk için, aşk içinde yaşarken nasıl
oluyordu da adın yoklukla özdeşleşiyordu.

Yokluğunla yüzleştiğim anlarımdan biri yine bugün. Alışmak zor mu


yoksa köprülerinden atmak kendimi soğuk sularına. Sensizligin içinde,
seninle boğuluyorum.

Sonra baktım ki , yoktun. Gidişini sindirmek kolay olmadı. Önce


duvarlarımdan başladım. Teker teker sildim heryeri. Artık kendimi
gizlemeye gerek kalmıyor nemli gözlerle kalemi elime alıp icimdekileri
kağıtlara dökerken.

Artık sokaktaki yüzlerin aşinalığı ilk günlerde ki gibi değil mesela.


Telefondaki her ses sana benzemediği gibi her çalan kapıya sen diye
koşmuyorum mesela. Telefonlarımı senin arama ihtimalin artık yok gibi.
Bundan sanırım, ilgilenmiyorum artık telefon melodileri ile. Karanlığın
hüküm sürdüğü bir cumhuriyetin tek sakini olmanın verdiği derin bir
sancıydı yokluğun.
Ah Min’el Aşk

Doğacak günün herhangi bir anlam ifade etmediği anlar oluyormuş


meğer. Sevmek zor derlerdi. Yalnızlık daha zormuş meğer. Yalnızlık
yoruyormuş insanı, anladım.

Gittim. Senden sonra bende fazla kalamadım bu durumda. Ya yokluk


çok geldi, ya da ben yetmedim, emin değilim.

Nafileymiş çabalarım. Gelişlerin gibi mısra mısra gidiyordun işte.Her


tercih bir kaybedişti. Bu kez kaybetmek pahasına usul usul yol alıyorum
bende. Sen kimden öğrenmiştin bilmiyorum ama ben senden öğrendim
gitmeyi.

Hayalin senin kadar zarar veremez demiştim. Şimdi tak koluna hayalini;
tüm notalar, şarkılar senin olsun.

Bu da yaşanan herşey için son sözüm olsun;

"Ne bir ses kalsın geriye ne bir soluk senden


Yastığımdaki çukuruda götür giderken.."
Ah Min’el Aşk

BELKİ BİR MELEK

Yazmak, insanın kendini bulması değil midir aslında. Etrafında ki tüm


insanlardan gizlediği o kırılgan yanlarını dile getirmenin en kolay ve
anlaşılır yolu mesela.

İyi misin diye soranlara sadece nefes alabildiği için iyi olduğunu
söylerken içinde kopan fırtınalardan bi haber olmalarına aldırmamak
nasıl açıklanabilir ki başka türlü. Kendince aşkların en güzelini yaşayıp,
hasretlerin en çekilmez olanını çektiğine kendini inandırması bundandır
aslında.

Bilir, yazdığı kendisinden başkası değildir ve kendisini ondan daha iyi


kaleme alacak biri daha yoktur. Güz olur, eser rüzgar. İnsan kendini
hazırlar baharın sonuna. Mevsimlerin en hüzünlüsüdür kimine göre,
kimisi hiç hoşlanmaz kışın kendini böyle maskeler altına gizlenerek usul
usul göstermesine.

Sarı yaprakların hayranıdır kimisi. Düşen her yaprak ömür takviminden


kopan sayfalar misali yakar canını. Aşkları gelir gözünün önüne,
dalından düşen o sarı yapraklar misali zaman içinde yüreğinden kopup
gidenleri hatırlar.

Mevsim hüzün mevsimidir nasıl olsa. Ağlamak mevsimin şanından


sayılır, hüzün kolumuza takıp yürüdüğümüz görünmez bir yoldaş olur
çoğu zaman. Kimi zaman yağmur altında bir bankta gelir mıhlanır aklına
insanın o terk ediliş, kimi zaman cama hayali parmaklarla yazılan
elvedalara takılır kalır.

Herkes kendi yağmurunda ıslanır bu mevsimde. Yürekler yokluğun,


hasretin acısı ile nemlenirken kirpiklerinin arasından bırakır sicim gibi
yaşlarını yanaklarına. Yüzü gözü, içi dışı sırılsıklamdır artık. Bilir, o her
zaman sırılsıklam bir aşık olmuştur. Değişen mevsimidir sadece, başka
değil.
Ah Min’el Aşk

Mevsimler gibi farklı farklı kimliklere bürünmüştür kimi zaman. Bazen


aşkın bin bir halini yaşayan tutkulu bir sevgili olurken bazen yalnızlığın
girdabında bulur kendini. Gitmeler, kalmalar, hüzünler, kederler. Tüm
bunların arasında en çok yokluk olur canını yakan.

Bir gidişin, bir tercihin ardından bürünülen kimlik yokluk olunca bir
anda anlamını kaybeder etrafındaki her şey. Sesler, yüzler, kişiler. Hepsi
aynı anda silinir insanın belleğinden. Kalabalıklar arasında tek başınalığı
o anlara denk gelir. Farkında olmadan yalnızlaşır yavaş yavaş.

Geçmişinden kalanlara yakalanmamak için gizler kendini duvarların


arasına. Daha önceleri ürkütücü gelen karanlık artık bir zırh gibi kaplar
bedeniyle beraber ruhunu. Derin bir sessizliğin koynunda yalnızlığına
ortak ettiği karanlık ile sarar yaralarını.

Artık uzun uzun susmaların tek failidir. Her suskunluğun ardından


biriktirdiği kelimeleri ile düşer parmaklarının uçlarından beyaz kağıtların
üzerine. Bilir halbuki, kitap aralarında kelimeler kurutmuştur ona. Her
birinin anlamı aynı iken suskunluğuna kurban etmiştir yavaş yavaş
hepsini.

Susmaların ardından mısralar uzun bir veda cümlesini andırır çoğu


zaman. İçinde barındırdığı o tuhaf hüzün ve çaresizlik ile harfleri
sıralarken arka arkaya bir ses bir soluk olmak her geçen gün biraz daha
zorlaşır.

Eskitir mısraları, satır aralarını yoklukla doldurmuştur. Ne umuda yer


bırakmıştır ne vuslata. Yokluk, içini doldurabildiği tek anlam, hüzün,
parmaklarının ucundan dökülenlerin en iyisi olmuştur.

Zamanın o akılalmaz devinimleri arasında yosun tutamayan taşlar misali


sağa sola savrulan bir yüreğin harap bitap bir halde çaresizliğin ellerinde
tükenişini izler insan. Umutların tükendiği, gücün bittiği andır.
Ah Min’el Aşk

Artık daha kötüsü yoktur. Dibe vurmuş olmanın verdiği tuhaf bir rahatlık
vardır parmak uçlarında. Bugüne dek mısra mısra gelişleri hayal edip
fütursuzca yazan parmakları artık kendisi için bir iki satır karalayacaktır.
Duvarlarındaki geçmişi silip artık gizlenecek herhangi bir yüz
bırakmamak en iyi başlangıç olabilir mesela.

Tanıdık tüm satırları, tüm şarkıları unutmak fena fikir değil gibidir.
Camları mı açsak acaba. Evime sinen bu yalnızlığı nasıl çıkartabilirim ki.

Karanlık gecenin hükmü olsun bundan sonra, bir mum alevi yetsin
mesela karanlığımı yırtmaya.
Eskiye dair ne varsa değiştirsem bir eskici ile. Hiç pahasına çıkartsam
elimdekileri. Bir nota, bir satır ile tanıklık etmeyi bırakıp tüm
yaşananlara, taze umutlar yeşertsem mesela çıkmaz denilen yerlerden.

Ne gerekir ki mesela.

Bir çift söz, taze bir nefes.

Kimbilir, belki bir melek..


Ah Min’el Aşk

EY SEVGİLİ

Ölümler çıplak gelir..


Geceyi indirir yavaşça gözlerime..

Gidişin meğer ne kadar yoksun bırakmış tüm renklerden. Bugün


anladım. Her yer siyah beyaz. Ses yok, soluk yok. Bir çöl ıssızlığı
edasında yaşıyorum günlerimi. Sonra güneş batıyor. Yerini aya
bırakırken başlıyor yine aynı melodram. Dört duvar, karanlık, bir kağıt
bir de kalem önümde. Yine kendimi en yakın hissettiğim yerdeyim sana.
Neden sadece geceleri gelirsin. Neden daha çekilmez olur varlığını
hissetmek bu dar odada zifiri karanlıkta.

Sonra neden bilmiyorum usul usul karalamaya başlarım. Yine tanıdık bir
şarkı eşlik etmektedir bana. Yoo, bizim şarkımız değil bu kez çalan.
Sende sonra tanıdım bunları. Fonda gitar sesi, önümde bir mum alevi.
Yanında bir paket sigara. Tüm hazinem bu uzun zamandır. Bir de
karaladığım o beyaz kağıtlar var. Ne zaman yazmaya kalksam yokluğun
gibi canımı acıtan.

Sana uzaktan bakıyor artık gözlerim..


Gönlüm senden geçmez, bana döndü hep sözlerim..

Yalnızlık için tek kişiliktir derler, hiç inanamadım buna. Ben her yalnız
kaldığımda gözlerim kime baksa seni görürüm. Kimi duysam aslında sen
konuşuyor olursun. Her telefona, her kapıya sen çıkarsın. Hani, hani tek
kişilikti yalnızlık. Yok yok. Bu böyle olmayacak. Her gün geceye
dönerken o buz gibi yatakta yakacaksam gemilerimi, istemiyorum.
Kalsın. Sen git. Ama giderken yalnızlığınıda götür yanında.

Söylemiştim ya her satır biraz daha yaklaştırıyor seni bana, beni sana.
Öznesi sen olunca daha bir güzel sanki artık cümlelerim. O iki kelimeyi
bir araya getiremeyen ben, değme yazarlara taş çıkartır oldum gittiğinden
beri.
Ah Min’el Aşk

Sensizliğin koynunda her an biraz daha eksilirken, bir tek mısralarım


kaldı tutunacak. Boynuna usul usul dudaklarımla yazdığım o sihirli
sözcükler gibi kutsallaşıyor kalemimden dökülenler. Bir aşkın kırık
dökük notları olarak geçiyorlar bu gecenin tarihine.

Hani gittin ya, ne çok şeye benzetir oldum seni. Bazen İstanbul oldun
gözümün önünde. Bazen Kahveci’de sabah kahvaltısı... Ama en çok
geceye benzettim seni, yani yokluğunu. Ne zaman ıslansa yanaklarım
onun omzunu aradım durdum. Ne zaman tükendiğimi hissetsem, o tuttu
kollarımdan. Sen diye onu aldım koynuma nicedir. Sorgusuz sualsiz
kabullendi beni. O derin karanlığında yitip gittim. Aklımda kalan,
dudaklarının kenarında küçük bir tebessüm oldu sadece.

İmlası bozuk bir çocuk oldum gittiğinden beri. Her an değişiyor


satırlarımın havası. Bazen uslu bir çocuk gibi oluyorlar, başımı kaldırıp
duvardaki hayalini gördüğümde. Sonra aniden hırçınlaşıyorlar deli bir
dalga gibi, uzanıp dokunamadığımda.

İşte böyleyim gidişinin ardından. Matemini tutuyorum sensiz günlerin.


Siyahlara kuşanıp, gözlerimden sicim sicim yaşlar akarken; dilimde son
duam gibisin.

Bu mektup sanadır.
Ama yok bir adı ve adresi.
Ve sen sevgili.
Bu halimin tek faili.
Ah Min’el Aşk

DÖNÜŞÜNÜN CANI CEHENNEME

Senin alev gözlerin


Eritse şu ruhumu
Buz olur kesilirim
Yanarken içim

En az senin kadar eskidir bu şarkının bendeki yeri. En az senin kadar


derinlerdedir kopardığı fırtınalar. Yine herşeyin başladığı ve bittiği
andayım. Yine gece, yine dipsiz karanlıklar sardı etrafımı. Dudaklarımda
ezberimdeki şarkı, parmak uçlarında eriyen bir yürek ile huzurundayım.
Ceplerimde umut kırıntıları, heybemde bir avuç mucize ile bu kez aşk
için arşınlıyorum yollarını.

Fonda gizledim kendimi. Arkada onlarca yıldız, bir de aydede var. Usul
usul esen o sert rüzgar satırlarımı taşıyor sana.
Bir bakış, bir dokunuş yeterdi halbuki tüm ezberleri bozmaya. Gün ya da
gece farketmiyor seni yaşarken. Zamanın o acımasızlığını göğüsleyip
gelişlerine mıhlıyorum akreple yelkovanı. Bundandır belkide
kayıtsızlığım saatlere, zamana.

Maviyi severim bilirsin. Issız bir liman olur her dara düştüğümde o engin
mavilikler. Bazen uzun çığlıklarla ürkütürüm martıları, bazen tuzu olur
gözyaşım mavimsi suların. Gözlerinin alevi ile yandığımdan beridir bu
kızıl maviliğim. Her yeni güne eksilerek başlamam bundandır.

Eriyorum. Beden ya da ruh , ne farkeder ki. İkisi de senin zaten. Lakin


bir kar tanesine gizledim yangınımı. Dilerim avuçlarında sönerim.

Yine de bil sevgili. Tükeniyorum.

Gün ne zaman yerini geceye bıraksa duvardaki hayalin başlıyor yine


dansına. Hiç bitmesin istiyorum. Mağlubiyetimi yazdığım parmak
uçlarımla geziyorum teninde.
Ah Min’el Aşk

Yanıyorum..

Sönüyorum..

Usul usul bitiyorum..

Bir sigara paketinin ardına gizlediğim imlamı nefes nefes soluyorum


havaya. Hırçınlaşıyor, güçsüzleşiyorum.

Sanırım artık yoruluyorum. Her sesin sana benzemesi, her yüzün tanıdık
gelmesini o koyu karanlıkla başbaşa kaldığımda kaldıramıyorum.
Yanaklarımdan süzülen yaşlara yükleyip sitemlerimi derin bir nefes gibi
çekiyorum seni içime.

Ve artık gizemimi kaybediyorum. Her geceye yeni bir ilhamla gelen


hayalin sıradanlaşıyor artık. Gelişlerini unutalı çok oldu ama gidişlerin
daha çok yakıyor canımı bugünlerde.

Odamda yankılanıyor Düş Sokağı. Sevdan bir ateş oldu bende, gönlüm
bir deli coştu sende.

Ne ateş olabildik seninle ne de su.


Kanlı bıçaklı değil bu aşk, zanlı ve yasaklı.
Dönüşünün canı cehenneme.
Yaramda gidişin saklı.
Ah Min’el Aşk

BİLİRSİN; YOKLUĞUN DAHA TANIDIKTIR SURETİNDEN

Hazırdım aslında ama açmak için zamanını bekleyen çiçeklere özenmiş;


Küçük bir yürek taşıyordum göğüs kafesimde.
Biriktirdiğim iyiliklerimi bedelsiz veriyorum şimdi köşedeki eskiciye.
Deri kaplı bir defterin sararmış sayfaları kadar toza bulanmış gibiyim,
Üzerimde eskimiş satırlardan aşk mektupları.
Şaire özenip artık demir almak günü gelmiştir diyorum kendime,
Usul usul yol alıyorum.

Yaptığım hiçbir yolculuğa benzemeyecek bu, hissediyorum.


Aşka gitmişliğim çoktur,
Gidip gidip kapıda kalışlarımı okudunuz defalarca parmak uçlarımdan.

Ey yâr..!
Ne zaman sana gitmeye kalksam bütün yollarım sokağına çıkıyordu,
Gitmek denildiğinde bildiğim tek adres kapın oluyorsa bundandır.
Şimdi kapılarına astığım bütün mevsimleri doldurup ceplerime kendime
gidiyorum haber vermeden kimselere.
Azık ediyorum kendime satırlarımı, bütün cevapları ve bütün soruları.
Altına imzalar attığım mağlubiyetlerimi iliştirip dudaklarımın kenarına
gamzeme komşu yapıyorum.
Kadınımm, bu gece kendime kalıyorum.
Hayallerini toplayıp alt alta yoktan var etmelerimi izledim gecelerce.
Ah Min’el Aşk

Hani bazen sigaramın dumanıydın nefes nefes içime çektiğim..


Bazen bir mumun alevi oluyordun soluksuz seyrettiğim.
Bilirsin, yokluğun daha tanıdıktır suretinden
Ama şikayet etmedim! Allah saklasın beterinden...

Bu gece yokluğunu bırakıp avuçlarına elimde kaldığın kadarı ile


gidiyorum kendimi bulmaya.
Ey hayat..! Söyle, hükmün nereye kadar..?
Gül dedin, güllere inanıp sensiz nefes aldım.
Bırak dedin, azad ettim kanayan yanlarımı.
Özgürlük, onlarında hakkı.
Gidene dön demek düşmedi dilimden, duran olmadı.
Dur dedin, döndüm durdum sebep sormadan. Şimdi içimde bir gemi, her
yer biraz mavi.
Aynaya baktığım zaman ne kusur kalıyor ne de gecenin rengi.
Madem ki zaman karaya vurma vaktidir, gitmeden sana çıkıyor yollarım
bu gece.
Hadi, ben denizinde bir balığım. Çekinme güzelim, rastgele..
Hayattan sana kadardır yollarım.
Her durağında biraz hüzün biraz ümit ekleyip sana teşekküre geldi
mısralarım.
Şimdi ister al koynuna, ister beklet kapında.
Ben senden habersiz büyüttüm içimde sana dair, senden kalan ne varsa.
Çok değil, bir kaç dakika sonra düşerim sayfana.
Ah Min’el Aşk

Biriktirdiğim tüm mısraların gizli öznesine methiyeler düzerim satır


aralarımda.
Hangi virgül, hangi nokta sanadır, hangisi senden kalmadır
umursamadan.

Ey yâr..!
Git dediğinde gider mi sanırsın benden bu sevda.
Ben ki yüzünü gözüme, nefesini nefesime kazımışım.
Geçip bütün renklerin cümbüşünden ıssız bir mavinin serinliğinde
ıslanmışım.
Sorma sakın, hiçbir yakamoz senin mavine yakıştığı kadar yakışmadı
hiçbir maviye.
Hiçbir gece sana kaldığım gecelerin yerini tutmadı o ıssız sahilde.
Seni düşünüp içtiğim sigaranın yerini alamadı nefes diye içime
çektiklerimin hiçbiri.
Şimdi sus, sakın konuşma.
Bana gitmekten söz etme, gidip dönememeyi çıkar aklından.
Beni çıkarıp yerime koyduğun hangi hayat sarar seni, hangisi tutar
yerimi.
Söyle, hangisi görür gördüklerimi.
Gelemem diyorsun, inanmak istemiyorum.
Gelmeyeceğini düşündükçe kendime sığmıyorum.
Yürek çok geliyor bedene, ruh uzun zamandır terk-i diyarda.
Ah Min’el Aşk

Ey yâr..!
Adın çoktur, anlamın tek.
Seviyorum, seveceğim demiştim sonsuza dek.
Şimdi ne zaman gitmekten söz etsen bunlar gelsin aklına tek tek.
Adımladığın yolların yolum olsun bilmeyerek, öylece, adres sorar gibi
gel bana.
Biraz mahçup, biraz utangaç mesela.
Elinde benden bir iki mısra, kime sorsan söyler nasıl olsa.
Bıraktığın adam, bıraktığın kumsalda. Biraz eksik, biraz yarım olsa da..
Ve gece..
Bir hesaplaşmadır çoğu zaman,
Gideni gelenden çok olan..
Gece..
Tek başınalıktır çoğu zaman,
Kaybettikçe yalnızlaşan..
Gece..
Hayatın ta kendisidir çoğu zaman,
Onunla bitip, onunla başlayan..
Ah Min’el Aşk

RENGİ KAÇAN DÜŞLER

Yabancı mevsimlerin cemresiyim ben Ezgiler yazarım doğmayan


sevdalara, sonra onları da öldürür iliştiririm tırnaklarımla kazdığım ölü
topraklara. Kim bilir hangi şehrin sevdası son yolculuğuna doğru yol
almaktadır. Kesin oralarda mevsim şimdi sonbahardır, Sarı yapraklar;
ölü sevdaların üzerinde uçuşuyordur Ve İki damla yaş gözlerde siyahlara
bürünmüş vaziyette son yolculuğuna uğurlanıyordur. Oysaki giden
çoktan yükünü almış rahmet dileyerek uzaklaşıyordur başka şehirlere
Bambaşka mevsimlere Farkında mısın ey yâr; Giden seni, kalansa beni
anlatmaktadır. Ne çok benziyor kalanla gidenlerin öyküsü birbirine..
Yoksa ondan mı tüm şiirler yaşayandan çok okurun yüreğinde dağlanır.
Söylesene yâr! Kim öldürdü bizim sessiz mutluluğumuzu? Hiç unutmam
gidişini, mimlenmişçesine duruyor aklımda. Yaşadığın topraklar sana
lanet saçarken, kuşlar bile ağlıyordu halime... Tabii senin bunlardan
haberin yoktu! Gerçi olmasının da bir önemi yoktu ya senin için, Neyse
Sustum. Hâlâ aklımda ki sen yanları almıyor gidişinin yersiz sebebini...
Nasıl bir gidişti ki bu sende ki, ağıtlarım yıkmıştı duvarımın o mahcup
direncini Biliyorum seninleyken her anım hüzün veriyor yüreğime, Ama
yokluğun ayrı bir hüzündü sessiz, sensiz, yoksun mutluluğumda!
Zamanın akıntısına bırakırken yüreğimi, az kalsın boğuyordum ölü
topraklardaki gözyaşlarımla.. Zaman da senden yana çıktı bu körpe
hayatımda Bitik bir sevdanın ardında noktaya özenircesine durdum önce;
sonra izledim seni tüm sükûnetliğimle, Ne güzel gülüyormuşsun yâr
Güldüğünde, Çiviler çakılırcasına oyuklar oluşuyormuş elmacık
kemiklerinde. Peki ya bense; Genzime kaçan sözlerini ağaçların
gölgesine emanet ederken, İhaneti gölge gibi sırtlanıp üstüme seviştirdim
bedenimi başka bedenlerle Ruhumu sorma, o yok! Firar şimdilerde Bu
aralar hayli üzgünüm de, sakın ola ilişme! Düşlerimin rengi
rengârenkken, gecenin gölgesini kıskanan griye dönüştü sayende
Uğraşma boşuna, benim düşümün rengi artık budur ve renkleneceği de
meçhuldür. Sahi şimdi aklıma geldi; Senin düşlerinin rengi ne renkti?
Ah Min’el Aşk

BEN SENİ UNUTMAYA HİÇ YELTENMEDİM

Ne yana baksam seni görüyorum,


Neye uzansam dokunamadıklarım çıkıyor karşıma.
Yağmur yağıyor güneşin yerine,
Ve gece çoktan geçti günün yerine.
Penceremden sızıyor o öksüz sokak lambasının titreyen ışığı,
Ankara henüz göremedi beyazı.
Ondan belki de yazının en ulaşılmaz yeri; kardan adamı.
Yine seninle geldi şarkılar,
Ezberimde Atilla İlhandan dizeler.
O satırları okuduktan sonra göz göze değmeli mi karar veremedim
aslında.
Titreyen avuçlarda bir şarap şişesi deva olur mu tüm bunlara...?
Ya da hangi Tanrı sahip çıkar yarattıklarına.
Elimde bin harfim var.
Nereden başlarsa başlasın eksiliyorum her vuruşumda.
Bitmesin istiyorum,
Uzun sürsün bu keyifsiz yazının keyfi.
Hissedemediğim kardan adamın,
Benden olsun burnu, beresi.
Gideni bilmem ama
Kalana cehennem bir değil nasıl olsa.
Ankara şahidim olsun her şekli ile.
Ben gözüm kapalı giriyorum senin cehennem dediğin deliğe.
Üzerimde o palto cebimde umut.
Hadi,
Kolaysa sen beni unut.
Önce gözlerimi sil yüzünden,
Usulca sıyrılsın sözcüklerim dilinden.
Son arzusunu sormadan,
Avuçlarındayken çek iskemlesini ellerimin.
Şimdi geç aynanın karşısına,
Suretine karışan ruhumu bırak ayak ucuna.
Tenine attığım imzanın kuruyan mürekkebini kazı bileklerinden.
Ah Min’el Aşk

Ne adım okunsun,
Ne de bir iz kalsın artık benden.
Hadi,
Gir artık içeri...
Şimdi duvarlarından sil beni.
Ayıkla renklerine karışan sesimi.
Çıkar üzerine sinen hayallerimi.
Ne sesim kalsın artık sende ne de cismim.
Fotoğraf karelerine bile sıkışamamış mutluluklarımızı,
Bir kibrit alevinin peydahladığı kıvılcımlara teslim et.
Ahh...!
Cehennemden söz etmiştin ya hani,
Gözüm kapalı yazdığım iki satır bunlar sana dair.
Kış günü Ankaranın beyazıdır üzerime serdiğim.
Avuçlarımda henüz sana yazılmamış sözcüklerim.
Unutma...! Belki sende değildim ama
Ben seni unutmaya hiç yeltenmedim..
Ah Min’el Aşk

BENDE BİR MELEĞİM ; AŞKIN İBLİSİYİM

Yine bir gecenin üstünde, üstüm başım sen içinde.


Bu diğerlerinden farklı olacak.
Daha önce adına düzdüğüm methiyelerin hiçbirine benzemeyecek
okuyacakların.
Ne sesin çınlayacak kulaklarımda ne de duvarlarıma düşecek hayalin bir
leke gibi.
Renklerin en güzeli, maviydin..
Merak etme; o da olmayacak bu gece.
Ankarayı merak ediyorsun değil mi, etme..!
Bundan sonra kapına çıkmayacak hiçbir cadde.
Hiçbir kaldırım taşına değmeyecek gözümün yaşı.
Gönül denizine inen her yokuş hızlandıracak adımlarımı, kaçar gibi
uzaklaşacağım senden.
Sırtımı bir banka verip soluklanacağım kimi zaman.
Gözümün önünden geçecek film şeridine hapsedilmiş silik anılar.
Bir şarkı, bir iki resim.
En çok kelimeler dökülecek dudaklarımın arasından.
Yıldız olmayacak mesela bu gece.
İnsanların gürültüsüne karışacak 50.Yılda esen rüzgarın o hoş sesi.
Deniz kenarında değilim ki be sevgili..
Dalgalarının kıyıyla sevişmesini dinleyemeyeceksin hiçbir zaman.
Bu gece sevişmeyecek hiç kimse..!
Adam kadının elini tutmayacak mesela, gözünün içine bakmayacak bu
gece.
Dilinin ucuna gelenleri dişlerinin arasında öğütecek ama söylemeyecek.
Uzun oldu..
Aslına bakarsan nasıl olacak bilmiyorum.
Ankaraya alıştığım gibi alışmıştım maviliğine.
En romantik şarkının arasından duyulabilirdi şen bir kahkaham mesela.
Ya da çığlık çığlığa bir şarkının tam ortasında ağlayabilirdim nedensiz.
Bilmediğim bir sokağın kaldırımında yürümenin korkusunu
yaşamıyordum uzun zamandır.
Bilirsin, kaybolmaktan korkmadığım tek labirentimdin.
Şimdi ezbere yürüdüğüm yollar çekiliyor ayaklarımın altından.
Ah Min’el Aşk

Köşedeki bakkalı tanımıyorum artık, devretmiş galiba.


Durağa kadar selamladığım bir iki sima vardı önceden.
Yok, tanıdık bir yüz yok artık.
Ey yâr..! diye başlayan cümlelerim vardı benim.
Sonuna gelmeden açığa çıktığım tek satırlık aşklarım.
Hayallerim vardı benim her gece koynuna daldığım.
Duvarlarımın köşelerine sinmiş silüetlerim..
Şarkılarım vardı benim, tozlu paslı biraz hani, içine biraz gitar kaçmış
olan.
Her notasında kendimi vurduğum..
Şehirlerim vardı benim, Uğruna en kral şehre bile peşkeş çektiğim.
Depozito niyetine harcayıp onun için kuyruğa girdiğim.
Harflerim vardı benim, kelimelerim, kurduğum kıçı kırık cümlelerim.
Hani avaz avaz susup sesimin duyulacağını zannettiğim.
Bir benim vardı benim önceden.
Hayalimdeki adam olmayı isteyen.
Uzun oldu..
Buraya kadar okudukların bugüne kadar kaybettiklerimin çeteresidir.
Renklerim gitti önce.
Bir köpek gibiyim, gökkuşağının bir önemi yok artık..
Şarkılarım gitti usulca.
Nota nota silindiler hafızamdan.
Harflerim gitti benim.
Cümle cümle yazdığım aşklarım yok artık.
İki sesli hece bile değilim.
Ankara bile yok artık.
Sakarya Caddesinde Balık Ekmek yok, Çiflikde Kokoreç olmadığı gibi.
Artık hiçbir fastfood kumpir satmıyor mesela, Aşıklar Tepesi eskisi gibi
serin değil.
Hayalinin boğazı düğümlenmiş, aşk kaçmış belli ki.
Sorma Ankarayı, yaşadığım şehri.
Ne Güvenparkım kaldı artık ne de Kızılayın kendisi.
Aşk, meleklere ait diyordu okuduğum kitapların birinde.
Şimdi kendime bakıyorum da..Sanırım bende bir meleğim..
Ben..
Aşkın iblisiyim..
Ah Min’el Aşk

BAŞLA DERSİN

Sanma sustukça biter sevdam..


Yaş olsan gözümde, bırakmam..
Ne zaman benden uzaklaşan bir gölge görsem, eksilir tükenmez
sandığım umutlarım.
Her gidiş beraberinde götürür avuç dolusu zamanı,
Her gidenin ardından küçülür insanın yaşı.
Yokluk en çok solundan gelir insana, en çok soluna iner apansız acılar.
Dil bildiğini unutur ya hani, ben en lâl zamanlarımda sevdim seni.
Söylemediğim sözümdün yutkunup dudaklarımın arasından
çıkaramadığım,
Tükenmez sandığım kalemlerin yazamadığı ilk mısramdın.
Şimdi seni ne kadar sevsem diyorsun ya,
Tek söz etmeden bir romanı anlatır gibi sev beni.
Sayfa sayfa işlesin sessizliğin yüreğime,
Noktasına virgülüne dokunursam adam değilim.
Gecenin karanlığında mavi mavi sev beni,
boğulmaktan korktuğum derin suların olsun mabedim.
Kulaç kulaç sana yüzsün kendini bilmez yüzsüz sevdam,
ıslak dudaklarında son bulsun bu eşsiz maceram.
Şimdi yazmayan kalemleri bırakıp bir kenara gözümün yaşı ile düşerim
notlarımı,
Beni ne kadar sevdiğini umursamadan göz kırpıyorum sırtındaki
yakamoza.
Eski bir ölüydün, sanırmısın ki kışım döner yaza..
Uzaklardan geliyor şehrime bu soğuk.
En az ellerin kadar yabancısıyım öyle salına salına düşen kar tanelerinin.
Nasıl da güzel görünüyorlar halbuki, bir önceki gecenin ayazından
haberleri var mı acaba?
Penceremi yalayan rüzgarın sesini duymuşlar mıdır o köpük köpük
bulutların arasında?
Ya da dudakların susup yüreklerin ezbere söylediği şarkıların
hangisinden haberdar olurlar o kadar yukarda iken?
Şimdi makamsız şarkıların öznesiz sözlerine özeniyorum.
Üzerimi örten geceyi takıp koluma sensizliğe seni anlatıyorum.
Ah Min’el Aşk

Kırıp dizlerimi odanın uzak köşesinde,


Duvarlarımdaki gölgelere senli hayallerimi sunuyorum tok satıcı edası
ile.
Fonda yine bir gitar sesi hafızamın tozlu raflarından indirdiğim bir
şarkının esiri oluyorum.
Gece gibi sevsen beni diyorum,
Farkında olmadan itiraf ediyorum en yasaklı yanlarımı.
Günün hükmünü sona erdiren gece gibi düşsen üzerime.
Senden öncekilerin girdabında boğulmalarımı unutup sığ sularında
tadına varsam diyorum.
Sırtındaki yakamozu izlesem ıslak kirpiklerinin arasındaki gözlerinden.
Gece..
Ne çok yakışıyor gözlerine..
Ne varsa sana yakışan güzel görünüyor gözlerime.
İmlasını kaybetmiş mısralarım sen okuyunca buluyor yolunu,
Öznesiz kalmıyor hiçbir cümlem.
En gizli anlamlarım açığa çıkıyor dudaklarının arasında.
Sen konuşuyorsun, ben çözülüyorum..
Sen susuyorsun, ben düğümleniyorum..
Tek kaçışım mısralarım oluyor sonra, alıp kalemi elime seni sana
yazmaya başlıyorum yine.
Gözlerine yakışan geceyi bırakıp bir kenara sırtına yakamozun düştüğü
suların rengi ile yazıyorum sana.
Gecenin bir yarısı mavi boncuklar dağıtıyorum her noktanın ardından.
Satır başlarım şenlikli oluyor cümle adınla başladığında, havada uçuşan
harflerim kendiliğinden diziliyor adeta.
Sevdiğin bir şarkı açıyorum sonra.
Sayfamın kenarından taşıyor heyecanım.
Çocuksu bir hevesle gelişlerine kuruyorum saatlerimi umulmadık
zamanlarda.
Yenik düştüğüm heyecanlarımı toparlayıp satır aralarında yeniden
karşına çıkıyorum yalınayak öylece.
Adıma inat küçük bir umuda bel bağlayıp tutunmaya çalışıyorum büyük
boylu harflerime.
Gidişlerini gizleyip gözlerine yakışan gecenin karanlıklarına derin bir
mavinin içinden gelmelerini bekliyorum.
Ah Min’el Aşk

Gel diyorum avazımın çıktığı kadar susmalarım ile.


Bilirim, duyarsın ne kadar uzağımda olsan bile.
Küçük bir yüreği yükleyip yüzdürdüğüm kağıt gemiler gibi rüzgarın
ceplerinde ulaşır sana sesim.
Yollar uzar, mevsimler değişir, kimene.
Bir ses, bir soluk olur düşerim yollarına yine.
Zordu, kimbilir belki imkansız diyen bile olmuştu.
Ama aşktı bu, hamuru acı ile beraber yoğrulmuştu.
Şarkıları, satırları, geceyi ve maviyi yükleyip heybeme sana geliyorum.
İstersen sustur şarkıları, satırları sil yazıldığı yerden.
Geceyi sakla göğün göğsüne ve mavi sonsuza kadar görünmesin
gözümüze ne çıkar.
Aşktır bu, aşkın tadı seninle çıkar.
Yenik düşen heyecanlarımı kaldırıyorum yerinden.
Unutma, tek sözüne bakar.
Başla dersin, bıraktığın yerden başlar..
Ah Min’el Aşk

AĞLAMAYACAKTIM

Ağlamayacaktım
Geçtiğim sokakta canlanmasaydı hayalin,
Deniz mavi olmasa, mavi denize yağmurlar yağmasa,
Toprak kokmasa, toprakta olduğunu hatırlatmasa,
Ağlamayacaktım.
Balıkçıdaki kedi bakmasaydı yüzüme yeşil, yeşil
Minik serçe yanına yaklaştığımda benden kaçmasa,
Daldaki sarı son yaprak gözlerim önünde düşmese,
Yağmur yağınca çekmese canım, sıcak çayı, sigarayı birde seni,
Yok olduğun, yoksulluğum gelmese aklıma,
Ağlamayacaktım. Suçlarım, günahlarım olmasa,
Olsa bile cezam sensizlik olmasa..
Gün batımında, sohbetlerini özleyip,
Seni yanımda sanıp, sorduğum sorulara cevap alabilmek için
Yokluğuna çevirmeseydim başımı,
Ağlamayacaktım...
Ellerimi görmesem ellerin gelmeyecekti aklıma,
Çay bu kadar sıcak olmasa, hava bu kadar soğuk olmasa,
Mevsimlerden sonbahar, Aylardan Kasım olmasa
Ağlamayacaktım...
Köşe başındaki simitçiden iki simit alma alışkanlığım olmasa,
İkisi de benim elimde kalmasa,
Senli zamanların anıları olmasa, kaldırımında bu şehrin,
Her sokağında çıkmasalar karşıma.
Merdivenli sokağın sonunda, hâlâ yeşil boyalı, olmasaydı evin.
Penceresi açık olmasa,
İçime o anlamsız umut dolmasa,
Pencereden içeri bakınca,
Örümcek ağları el değmemişliği göstermese,
Senin adınla bir anılmasa ölüm, Bana tuttuğun son şarkının sözleri
Uzaklardan, yeni hayatlardan hiç bahsetmese,
İnan Ağlamayacaktım.
Sözümdü sana Ağlamayacaktım
Ah Min’el Aşk

KARANFİL KOKULU BİR MEKTUP

Yasal sarılışların terli yataklarında ölümcül dalgadır aşk, yosun tutmaz


çarşafta
Ruhumuzun soğuk odalarını ısıtmaz nefesimiz, mutluluğun bedeli ödenir
yasakla
Tanımsız bir maviliktir gökyüzü, çocuklar sıkılınca sonsuzluğuna
bakarlar inatla
En gerçek gözyaşıdır beklemek, sevdanın heybesini doldurur bu adam
masallarla

Sırrımızın o kadim obalarında yorgun bir masalı dinlerken, gökyüzüne


her baktığımızda insan olmanın erdemiyle, gönlümüzdeki o kıpır kıpır
devinimlerle kendi masalımıza yürürüz. Kanatlarımızda alaz bir ıslaklık,
kanımızda coşkulu ve haylaz bir kalabalıkla yararız yaşadığımız
ovalardaki yaşam denizlerini. Neden bu kadar derinlere indiğimizi asla
bilemeyiz. Ama ruhumuzdaki o sıkıntıya bir dokunuşun temasını hayal
edip gönlümüzü çocuklaştıran armonilerle ve kapımıza gelip dayanan o
mutluluk süvarileriyle karşılaşmayı isteriz.

Düşün ki, yüreğimizin yüklerini bir yere boşaltabilmek harika bir


mutluluk pozudur. O yorgun anlarımızda soluklanıp bir ayrıntıya
dalabilmek, bir sevgilinin gözlerinde yaşam olabilmek, yıllar ötesine
giderek yollar aşabilmek zor değil. Hayatın ayrıntı karelerinde mutluluk
asılıdır aslında. Biz o ayrıntıların her karesinden mutluluğu
çıkaramazsak, gökyüzünü bir çocuk gibi zıplayıp avuçlayamazsak neye
yarar yaşamak, neye kar eder hayatı anlatmak.

Çoğul mutlulukların raflarında hep an’ların tozları birikir, bu yüzden


dünleri unutmak zordur ve eskimiş değerlerimizi bir eskiciye vermek
bunun için zordur.
Yürüdüğümüz anların yelesinde mutluluğu okşarken ellerimiz ve
seviştiğimiz zamanların o kirli yataklarında tertemiz sevinçlerle,
arıtılamayacak coşkularla birbirine değerken nefesimiz an ne kadar
saydamsa, işte o kadar sevinç doludur aşkın heybesi.
Ah Min’el Aşk

Çıplak suların yangın teninden sıyrılarak dinledim sensizlikte ruhumu.


Objeleri aşka dönüktü güneşin, sıkılgan ruh halimizdi gündüzün ve sen
bayramlık giysilerini giydiriyordun çocuksu sevinçlerimizin. Uzak
şehirler gibiydi üzgün hallerimizde aşk. Yakasız gömlek, ütüsüz ceketti
ve sen uzansan dudağıma değecektin. Sustuk öylece yokluğa, darıldık
bizi üzen uzaklığa ve sonra yine sarıldık olmazlığa. Vakit sen oldu, an
kendi içinde çıkmaz bir yol oldu birden, dumur gözlerine anladım ki
mutluluğun yaşları oturdu.

O iç yalnızlığını giyindikçe yaşamın, ben kendi gökyüzümün isli


bulutları altında ağlamayı sever oldum. O sıvası dökülmüş kırık boyalı
duvarlarda aşkın çileli hanelerinde gam ve keder öğütür kadınlar, duman
çeker bir adam yüreğinin girdaplarına ve öğünür umuduyla özlem
ekinleri boy verirken uzaklarda. Kendimizle sevişmemizin hareli
yataklarında bir yalnızlık kokusu vardır. O bize iç sesimizin alyansını
sunan zaman düşleriyle, ruhumuzu kendinden eden bir kadının işveli
öpüşleriyle yıkılır mihrabımız, dal kuruluğuna isyan eder, deniz
sarılığına. Yeşil düşünüşler ömrümüzün ak denizlerine sokulur, en
ücramızda bile ansızın sevdanın o mor yapraklı çiçekleri açar.

Ne çok olmuş sarılmayalı sana karanfil kokulum. Ne çok olmuş


gözümün siperine alıp seni yıldız ülkelerine götürmeyeli. Umut
zemherilerini gövdemin alaz yataklarından toplayıp, gönül yapılarımı
seninle bire üçe beşe katlayıp sana geldim işte. Uzan gövdemin aşkla
dalgalanan çardağına, uzan gönlümün ölümsüz kırlarına ve daya yüreğini
seven gönlümün fiyakalı surlarına. Ben, sana koşup gelen bir
sevdalıydım o an.

Ben seni sevmeye âşık, ben seni sarmaya sırnaşık bir adamdım ve tüm
sevi yüklerimi yanı başına boşaltarak gözlerine bir ışık gibi aktım ve
senin o sevinç parıltılarını haberin bile olmadan çalarak kendimle
barıştım. Biz o mutluluk odasında yapayalnızdık bir zaman sonra ve aşka
dokunarak düşlerimizle seviştik. İçimizin harami ganimetlerini yine
oraya serptik.
Ah Min’el Aşk

Bizler hep var olmak istediğimiz bir meridyen ararız gölgemize, içimizin
dalgakıran boşluğuna tutunarak uzak ülkeler aşarız. Yine kendimize
döndürür hayat ve yine bir rulet gibi bizi kendi içinde çevirir AŞK denen
yaşamak. Peki’lerle tamlanan o yüzümüzün üzgün çizgilerine bir kuşun
kanadı değer, içimizin alaz penceresinden rüzgârı kapı dışı ederken
mevsim şarkıları yüreğimizi deler. Hüzün yağmurları çoğul bir
düşünüşün senfonisiyle dalar ruhumuza, biz insan sevinçlerimizin
perdelerini güneşe siper ederken. Aşk sarılır kendine ve dökülür bir
sevinç gibi ağrılı yüreğimizin şefkate muhtaç köşelerine.

Aşkın rengi kendi ırmağında yuvarlanan bir yaprağın özünde gizlidir,


görmek istersen önce suya gireceksin. Aşkın rengi sevdanın
musallasında yatan aşığın gözlerindedir, onu da görmek istersen aynı
musallaya yatmayı göze alacaksın. Aşkın asıl rengi sevebilmekten geçer,
onu yüreğinde hissetmediğin sürece renklerin asıl anlamlarını asla
bilemeyeceksin. Gün gelecek, vakit gelecek yine orada, o odada bir
araya geldiğimizde, yine düşlerin yakasını tuttuğumuzda aşkı
fısıldayacağız birbirimize. Anlar saygılı bir sessizlik olacak, vakitler
sevişmelerle süslenecek ve gönül ağrımız işte o an tatlı bir huzurla
esneyecek.
Ah Min’el Aşk

GÜZELLİĞİN DÜŞLER KADAR

Zamanın, içinde durduğu takvimlerden sıyrılınca an’ın cismi, bir sen


kaldın mayınlı gülüşleri sonsuzluğun hüznüne ayarlı. Kum saatinin
belinden süzülen kumlarla saçlarını tarayan senin rüyanın melekleriydi.
Ötelere gitmenin sızısıyla kıvranırken kendi avuçlarında, tuvallere
sığmayan acılarındı kabullendiğim susuş. Bi bilsen..! Hayalin perdesini
yırttım; görünen görünmeyendi. Aşkın perdesini yırttım; görünmeyen
görünendi. Kendi perdemi yırttım hayadan uzak kahkahalarla; görünen
aşktı, görünmeyen sen. Yolları uzatıp ömrüne, bir mim sesiyle ağlamayı
öğretirken aşka, noktanın saklandığı elifi buldum noktanın içinde.
Noktaysa elifin uçurum çiçeğiydi temmuz günlerinde. Dokunduğun
yerlerimde kederden izler buldum. Sakıncalı bir haritanın başkentiydi
düşlerin. Hasretine sarılıp uyurken gözkapaklarım, düştüğüm kuyuda
aşktan çıkamadım. Kahrımın kenarına intihar notu ekleyip aklımın arka
odalarında cesetleşmeden yaşamakta neyin nesiydi?

Kanım dondu aşkından. Ruhum yandı yokluğuna duyduğum aşktan. Bir


gözyaşıyla geçip gitsen ya kentin yağmuruna sığınan
yaralanmalarından… Her ecel aşka yakışır da kaderinde ayrılığın
okunduğu aşka yakışmaz ecel. Çünkü aşk bir defa ölür. Olacak olan
varlıktı gözlerin her an olmayacakmış gibi. İçimi açmayan anahtarlara
kilitli kaldım. Kırk beşlik ampullerin kirli nefesinde yonttum sana dair
kelimelerimi. Sırrın kördüğümünde sesin takıldı dilime. Bir şiirin
yanağında ezberledim çocukluğundan yaralı ömrünü. Sana doğru
koştukça bülbülün ahı battı çırılçıplak ruhuma. Sana toplandı acılarım;
oysa lime lime edilmişti sevmeden gömdüğüm bedenim. Bakma öyle
susarcasına, içimde gördüğün kırıklar aynalardan emanet bana. Miratıma
ezel olmak ağır gelmez aşkın bütün isimlerini kendinde toplayan sana.

Yüzünü kolaçan ederek yürüdüm ardın sıra be sevgili. Düşte görülecek


kadar asi ve imkânsız, gerçek olacak kadar acımasız bir tebessümdün.
Ah Min’el Aşk

Açıklanamaz varlığınla yok diye anılması gerekendi güzelliğin. Bir


vuslat, bir ayrılık, bir hüzün ve bir sevinçtin. Sen bunca güzelliğinle
aşkın zıddıydın da aşkın kendisiyle kaim olan zıddı neydi? Çözemedim
berhayat diye bilinen senin sen olmayanını. Meali sona saklanmış
cümlelerle anlattım kapısı açılmamış baharın kıştan evvel yaşlandığını.
Gelip geçen / delip geçen yara mıydı yoksa aşk mıydı? Sensizlik aşkın
ötenazi isteyen feryadıydı, imdat sesli yalvarışıydı; duymamak için sağır
bir gecenin yıldızlarını kaydırdım saçlarında. Kan hummalı titreyişlerde
benden sonra yaratılan seni aşkla hatırladım. Senden kaçsam aşk, sana
koşsam aşktı. Ben sende bildim; seni sevmek yönsüzlük ve yön,
yurtsuzluk ve yurtmuş. Cinnet şeridinde gözlerin cennet; bu kadar
delirirken haklıydım elbet.

Aslımın vesikasını yitirdim tufanında. Kıyamete ramaktı ellerinin yaz


sıcaklığı. Gülüşün kan tutmalı bir öldürme şekli. Çok değil, en fazla
yazgımsın.

Sensizlikten bitap düştü kelimelerim. Hiç, yoktan vurulurken cümlelerin


ara yollarında, sızıma kara çaldı ayrılık. Karanlığa yasladığım sırtıma
kamburu bindi mezarlıksız olamayan kentlerin. Doğruydu, kentlerin
mezarlıksız olamadığı, masalların son’suz olduğu. Parmaklarıma bulaşan
kanı, acımı anti-depresan kavuşmalarla incelterek yıkadım. Aşka ve
ölüme sadıktım. O halde ölüm ve aşk varsa ihanet yok, ihanet varsa ölüm
ve aşk yok. Hani yok var’dı, var yok’tu ya? Bir şarkının notalarına dokun
parmak izinle. Rüzgâra eşlik et kokusu büsbütün aşk olan saçlarınla. Eğil
gözlerimin suya inmiş ama bir daha gözüme görünmemiş ceylanlarına.
Beline dola güz yapraklarının sarımtırak yarınlarını. Bir tek yağmurun
nemi, karın uğultulu şenliği kalacak bu aşk boyu üşümelerden yüzünün
beyazına sonunda. Ortasından kaf geçen şehir aşka benzerken siretinin
en kestirme yolundan, çürüdüm illegal kâbusları büyütürken.
Ah Min’el Aşk

Sesinde yitmiş bir uçurumdu özlemek. Hiç bitmesin denilen bir öyküydü
gülüşün de, sonrasında kalem kırıldı anlamından. Derindi güzelliğin
düşler kadar, düştüm; çatladım...

Her avaza bir isyan, her mecnuna bir leyla bulunur da sana denk düşen
sen bulamadım bende. Al gözlerim belki anlamındır, bağışla. Oysa
güzelliğinin aynasından içine bakınca ağlamamak için çıldırmayı seçtim
çoğu zaman, ağladığımdaysa çoktan çıldırmıştım zaten.

İyileşmesi mümkün olmayan yaraların toplamı adın olduğundan beri bu


geceler hep uykusuz, bu geceler hep ay ışığı saklıyor koynunda. Küskün
küskün durma öyle, yüzünü vatan diye belledim ben...
Ah Min’el Aşk

EĞER HERŞEY SENSEN ; HERŞEYİ SEVİYORUM

Senli günlerimde hiç keşkem olmadı.


Her şeyi doludizgin yaşadım
Ve asla pişmanlık duygusu sarıp sarmalamadı beni..
Sevgi böyle bir şeymiş sende öğrendim.
Hayatı akışına bıraktım
Önüme ne getirdiyse düşünmeden yaşadım,
Çünkü; Sendendi her şey,sen vardın içinde..
O baktığımda boğulduğum gözlerin vardı
Cennetin en nadide köşesiydi gözlerin...
Mutluluktun sen,hayattın,güneştin..
Yaşamımı aydınlatan,nefestin. Nefesimdin..
Soluk almak; gülümsemektin...Bir tatlı nidayla bakışındı belki beni sana
bağlayan,
Ya da; Cenneti hatırlatan gözlerindi...Sen ahh sen yok musun?
Vazgeçilmezsin...
Mutluluktan insan nasıl vazgeçsin,Nefesinden nasıl vazgeçsin ki,
Hayattan nasıl kopsun ki,Seni seviyorum...Nedeni yok seni sevmemin,
Nedensiz seviyorum ve bilinmez nedensiz yaşıyorum senli günleri,
Başını ve sonunu düşünmeden sadece o anı düşünerek..
Varlığının olduğu zamanı doyasıya yaşıyorum
Ve seni seviyorum
Ah Min’el Aşk

CANIMIN İÇİ DEĞİL ; İÇİMİN CAN’I

Bu hikâye senin için!


Anlamak kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar
somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yardım ettiğin için...
Anlamak ve anlaşılmanın sözde en güzel denilen sevişmeleri
kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa
olsun, dilinde bu kadar güzel bir özgürlük şarkısıyla yaşayabildiğin
için... Senin için...
Bu, insanın içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de,
neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun
soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikâyedir!
Sonra sen geldin.
Yaşayıp gidiyordum... Yaşayıp gitmek! Ne saçma! Bu fiili nedense,
hayatımızın sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini
düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi?
Yaşamak ve gitmek... Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum. O halde
şöyle demeliyim:
Yaşıyordum ama gitmiyordum
Veya: Gidiyordum akıp zaman içinde kaybolmuş vaziyette, ancak
yaşamıyordum.
Bir aşk hikayesine boyanmıştı bütün mevsimlerim
Tuhaflığı yoktu yazın kazak giyip de
Kışın denize girişimin
Kazağımda da aşk kokusu vardı
Acıma dokunan ve
Nasıl kokacağını şaşıran
Yosunlarda da
Sonra sen geldin.
Hadi gel, hayatı anlayalım ve anlatalım. dedin. Çok konuştuk bu konuda
çok... Hem her duygunun tarifini almak istedin hem de hepsi hakkında
bildiğin ne varsa bana vermek. Seninle konuştukça, kendime dair son
derece basit ama yine de hiç üzerinde durmadığım bir şeyler olduğunu
görmek beni nasıl da şaşırtıyordu.
Acı konusunda çok konakladık...
Ah Min’el Aşk

Kanattıkça beni böyle acı


Ve sohbetler yetmeyince nefes almaya
Ağlardım
Yaralarımdan şiir yapardım
Acı bir annedir, durmadan hüzün doğuran. Ahh, ben o hüzünlerle
boğuşmak, azıcık nefes alabilmek için kaç kitap okudum, kaç film
izledim, kaç hayat belledim, bir bilseniz.
Yooo! Dostlarıma da haksızlık edemem şimdi. Turuncuya boyalı güney
akşamlarından, fesleğen kokulu batı ikindilerinden, kuzeyin gri
sabahlarına kadar kaç sohbet vardır yüreğimde daima saklayacağım.
Ahh, benim kelimelerle beyinlerinde tepindiğim dostlarım... Nasıl da
isterlerdi gözlerimden yanaklarıma dökemediğim gülüşleri görmeyi.
Her sohbette yüreğimi yatırıp masaya, son derece dikkatli ve zarif
hareketlerle acı ve hüzün doğuran parçalarıma ulaşır, üzerini örterlerdi.
İyi hissederdim bir süre.
Apartmanların üzerinde uçuşan kuşları fark ederdim en azından. Ancak
sonra yine hüzün... Yüzsüz hüzün...
Baktığım yerlerde gözlerim
Bazen öyle uzun kalırdı
İnanmazsınız ama
Baktığım yerler sıkılırdı
Sonra sen geldin.
Geldin ve: Hele şu yükünün birazını bana ver. dedin. Şaşırdım çünkü
görünüşe göre senin yükünün benimkinden fazlası vardı ama eksiği
yoktu. Sen anlatırken fark ettim ki içinde bir yerlerde bu yüklerle başa
çıkmak için özel eğitimli bir parçan vardı. Bu parça, yükün niteliğini ya
da niceliğini yürekte en hafif duracak hale getirebiliyordu gerçekten.
Konuşurken bir yandan da yüreğimin en tozlanmış ve uzun süredir de
yanına hiç uğranmamış parçasını koydun masaya. Bak, dedin bunlar
hayat dostu parçalar. Şimdi bunları öyle güzel temizleyeceğiz ki bir daha
canın içindeki parçalara dokunmak istediğinde ve hüzne giderken,
bunların ışıltısına takılacaksın. Takılacaksın ki hüzün doğuran acı
parçaları koyuvereceksin yerinde tozlanmaya.
Böylece de zamanla ağırlıkları, olması gerektiği kadar olacak. Oysa sen
ha bire parlatıp parlatıp durmadan onlara bakıyordun önceden ve bu da
onları olduğundan ağır hale getiriyordu.
Ah Min’el Aşk

Oysa tam tersini de yapabiliriz hepimiz. Işıldayan parça daima daha


ağırdır. Gel, hayat dostu parçaları ışıldatalım durmadan.
Sen geldin
Kelimelerini şekere batırarak
Sen geldin
Baktığın yerlerde çiçekler bırakarak
Acıya ve hüzne gereğinden çok yüz vermemeli insan. Ben artık hüznü
içimde şişmanlatmamayı başarıyorum galiba. Geçen gün ne gördüm
dersiniz? Meğer ne kadar yakışıyormuş kuşlar gökyüzüne..!
Hikâye bu kadar...
Merak edeceksiniz belki, bu değişiklikleri sağlayan kimdi
Bir candı.
Canımın içi değil
İçimin Canı olup da
Sen
Geldin
Ah Min’el Aşk

ADIMI AĞZINDA UNUTTUM…

Aylardan Aralık olunca hangi günde olduğunun pek önemi olmuyor


takvim yapraklarının.
İçinde bulunduğu ayın verdiği kasvet ve mutsuzluk nasıl olsa her güne
bulaşıyor güneşin o cılız ışıklarına rağmen.
Pazartesi ya da Salı, Cumartesi ya da Pazar.
Aşkın memuriyeti yok nasıl olsa, ondan belki de önemi yok hafta içi /
sonu olmasının.Hiçbir yoklamada yok yazılmıyor nasıl olsa.
Tek taraflısı, platoniği, tutkulusu, naifi, karşılıksızı, delicesine olanı.
Nereye giderseniz gidin mutlaka birine rastlarsınız muhakkak ve nerede
olursanız olsun aşk sizden önce çalmıştır kapıları.
O’nun karşısında hep geç kalanı oynamak zorunda kalırsınız.
Şimdi kalanı oynuyorsun okuduğum yazının satır aralarında.
Gidenin rolünü yazıp sahneye çıkarttığında oturduğun yerden izlemek
nasıl da acı veriyor değil mi.
Adını ağzında unuttuğun insanı bir daha dokunamayacak kadar uzağında
görmek ve gözlerine kazıdığın suretini seçememek onlarca yüz
arasından.Diline dua yaptığın adını artık daha az anmak, en azından
kendini buna mecbur hissetmek nasıl da koyar insana.
Sonrası kapı arkası yalnızlıkları olarak çıkıyor insanın karşısına.
Sen bodrum katında hüzünlerine hüzün katıyorsun, şehir sana ağlıyor
son demleri ile. Dalgalara söver gibi hayata sövüyorsun sonra.
Bir ceylan kadar ürkek, ne verdin ki ne istiyorsun diyecek kadar dengesiz
buluyorsun aynada gördüğün aksini.
Eskilerin Mart kapıdan baktırır sözünü alıp aklımın bir köşesine..
Kapının Aralık’ından hoşbulduk diyen yokluklar çalıyor daha önceden
ardından bakılan kapıları.
Eski bir dostu ağırlar gibi içten, taziyeye gelen misafirin ağzından
dökülecekleri bilmek gibi meraksız dinliyorsun söylenenleri.
Hayatından birileri daha gidiyor işte öylece, apansız.
Birilerine daha durak oluyorsun, birilerine daha han.
Ne tuhaf, bu hana hancı için gelen olmaz mı dersin?
Ee sende haklısın, hancının işi yolcu ile
Aşkı ne etsin..
Ah Min’el Aşk

SARIL ÇOCUKLUĞUMA

Şimdi, kurulup bir hiçliğin içerisine, avucumda sımsıkı sakladığım


çocukluğumu dökeceğim önüne. Kırılganlıklarımı göstereceğim sana,
korkularımı… Daha çok sev diye değil, daha iyi anla diye hatalarımı.
Gök gürültüsünden korkardım ben, hoş hala titrer büyümeyen bir yanım.
Sımsıcacık bir kucak için vazgeçilemez, ıskalanamaz bir bahanedir gök
gürültüsü. İşte bu yüzden ne zaman haykırırsa gökyüzü, aç kucağını,
sımsıkı sarıl bana…
Sobalı olmadı hiç evimiz, şimdi ne kadar sıcak olursa olsun bulunduğum
mekanlar, hala üşürüm. Ne elektirikli battaniyeler, ne de el
dokunmayacak kadar sıcak olan petekler, ısıtamaz çocukluğumu.
Burnunu çeke çeke kendisine sarılan bir erkek çocuğuyum hala. Bak;
sımsıkı sarılıp bırakmaman için beni, bir neden daha…
Duvarlarım hiç olmadı benim. Bu yüzden saklambaç oynarken hep
saklanmaktan sıkılır, yakayı ele verirdim. Doğru bildiğim neyse
söylediğim için, insanların tüm fikirlerinden kovuldum. Çok kolay
arkadaş edinebiliyordum ama hep çok az arkadaşım oldu, yalnızdım.
Yalnızlık tercih mi edilir yoksa insanlar tarafından mahkum mu edilir
bilmem ama yalnız kaldıkça kağıda kaleme daha sıkı sarıldım. Kaleme
kağıda sarıldıkça, içimde tuttuğum ne varsa aldı benden. Yazdıkça
yaşadım, yaşadıkça yazdım. Şimdi sende tut beni kelimelerimden…
Yaramaz değildim ama hep kendi yarattığım oyunlarda kanardı dizim.
Çatlardı bileklerim. Hiç ağlamazdım, gözyaşlarım gecelerindi, gündüz
onları göstereceğim kadar değerli kimsem yoktu ki… Yanıbaşında durup
ağlayabiliyorsam nedensiz neden gösterdiğim herhangi bir şeye, verdiğin
değerdendir. Ömrüme yayıl diyedir…
Ah Min’el Aşk

Kelebekleri ve balonları çok severim, renklerinden midir


vazgeçemeyişim, yoksa gökyüzünde kendilerine özgürce yol
buluşlarından mıdır bilmem. Yüzlerce balonum olsun, hiç bilmediğim
kentlerde ki hiç bilmediğim insanların hikayelerini yazayım isterim hep.
Sen benim hiç olmayan özgürlüğümsün sevgilim, bazen kurtlu elma
şekerim, bazen hayal kahramanım, kimi zaman pamuk şekerin elimde
kalan kazığı, kimi zaman gönlümün azığı…
Ben hala 13-14 yaşlarında bir erkek çocuğu... Düşüşlerimde,
gülüşlerimde her sarıp sarmalaman için beni. Ömrümde, ömrümün her
mutlu günü de kuşatsın seni, o erkek çocuğunu hiç üzme yeter ki…
Ah Min’el Aşk

NE YAPSAM OLMUYOR

Bazen terk eden olan giden olan yetmiyormuş...


Sanki rüzgar esti ben savruldum..
Savrulurken ruhum kalbim yüreğim heryere çarptı savrulurken geçtiğim..
Kan içinde kaldı heryerim canım yandı..Söylemedim kimseye
anlatmadım.. Geçicek nasıl olsa biticek dedim kimse bilmesede olur..
Hikayeler ürettim kafamda mutlu sonlar yazdım kendime
Avunamadım yinede..
Yaşadığım hayal kırıklıklarının hiç sonu gelmicekmiş gibi artık...
Dibine vurdum şimdi sanki kendimin..
Kendimi kendi içimden çıkaramıyorum..Susuyorum..
Sustukça biticek unutucam sanıyorum kendi sözlerimi bile..
Ama sanki gittikçe çoğalıyolar içimde..
Sığamıyorum artık kendime evime...
Ruhum bile kabul etmiyor sanki artık beni..
Bedenim sanki çok sahipsiz gibi..
Bu hüzün üstümden hiç çıkmayacakmış gibi..
Dayan diyorum kendime..Hangi acı sonsuza kadar sürmüş ki?
Bu da biticek dayan...Olmuyor..
Ben güçlüyüm demek
Kendini yormaktan başka hiçbirşeye yaramıyor bile artık..
Dalga geçiyor sanki benimle olanlar..
Gülüyorlar uzaktan dayanamıyorum...
Kendimi savunmak için tuttuğum bıçak sanki dönüp dolaşıp bana geliyor
ve kendime saplıyorum her seferinde...
Kesik sanki her tarafım bıçak yarasıda kolay geçmiyor....
Yaralarımı gösteriyorum sonra onlara bakın diyorum bakın ne haldeyim..
Gülüyorlar sessizce...Geçicek diyorlar
Dayanamıyorum artık diyorum..Sabret diyorlar..
Ağlıyorum bu sefer konuşamıyorum artık çünkü kan kaybediyor ruhum
Acıyla bayılmış buluyorum kendimi her seferinde..
Bıçak yarası bu diyorum geçmiyor.. Gülüp geçiyorlar..
Acıya hapsolurken ben artık sesim iyiden iyiye kesiliyor...
Yani. Ne Yapsam Olmuyor...
Bir ömrün başında olduğum iddia edilsede
Yolu yarılamış yorgun adam kim ola ki !

Bir köprü arıyor yıllardır... Köprüleri kurulu sanıyor,


Bir şeyleri bir birine ekleme yeteneğini yitirmiş.
Her eline aldığı değerin yitmesinden usanmış,
Köprünün karşısında ki umutlarına varamadan,
Özlemlerine yenilmiş, geçmişten kopamamış.
Sağlıklı sevgi düşü, bir ocak sabahı suya düşmüş,
Anlayacağınız onunki imkansız bir düşmüş.
Kaybolan yıllarının hesabı, bir elin parmakları kadar.
Sorsanız bir o kadar zamandır içinden çıkamaz.
Göklere erişmez mi feryadı bilinmez. Tahminimce yaşı elli civarı,
Nüfus cüzdanına doğum yılı doksan iki yazmışlar,
Onun yüzünü güldürmeyenin adı varmış. Kader denilen şey sebepmiş,
Onun adı ise bir varmış, bir daha hiç olmamış.
Geçmişe, söylenir durur,
Nedeni, gideni,
Dönülmez yolun yolcusunu beklermiş,
Kimine göre adı deli,
Kimilerine göre sevdalıymış.

You might also like