Professional Documents
Culture Documents
2018
Ah Min’el Aşk
Ah Min’el Aşk
TUTUYORUM NEFESİMİ
Gece usul usul süzülüyor odama yine… Sesiyle irkilip açıyorum kapıyı...
Kapının kolunda bir yürek izi, hüznünü de takmış peşine.. Neden bilmem
tanıdık geldi bu sahne... Ve yine eski bir tanıdığı ağırlar gibi
misafirperverim bu gece...
Alıp tam karşıma koyuyorum ikisini de... Hangisinden başlasam karar
veremiyorum aslında... Ayrı ayrı düşünüldüklerinde anlamsız gelen bir
yapboz parçası gibiler... Bir araya geldiklerinde görünüyor resim...
Yine gece... Yine hüzün... Bu iki kelimenin ardına saklıyorum seni
nicedir... Ne sen onlar olmadan sensin, ne de onlar sen olmadan bu kadar
ayan beyanlar...
Bir sigara alevini bekliyormuş sanki hayalin… Kibrit kokusunu aldığım
anda fark ettim duvardaki halini. Etrafımı saran bu kasvetin tam
ortasındayım. Bir yanım sen oluyor, diğer yanım sensizlik… Gecedendir
diyorum... İkisi de net değil...
Bir yürek yangınını taşıma suyla söndürmeye çalışan bir adamın
aceleciliği var mısralarımda.. Yangından kaçar gibiyim yazarken..
Sonra tutuşuyor parmak uçlarım.. Sıcaklığını hissediyor, erimeye
başlıyorum… Boşveriyorum o anda kağıdı kalemi.. Ne sıraladığım
mısralar geliyor aklıma, ne de gecenin hüznü.. Göğsümde bir kor,
yanaklarımdan süzdürüyorum yaşımı..
Neden sonra buz kesiyor elim ayağım.. Kaldırım taşında kıvrılıp yatan o
ufak çocuğun üşümesini hissediyorum iliklerimde.. Ellerimin arasına alıp
başımı, olur olmaz şeyler söylüyorum.. Duymak bile istemediğim..
Sanırım büyüyorum.. Ama öyle olsa cevapları bulmak bu kadar zor
olmazdı.. Hem büyüyor olsam, korkar mıydım geceden.. Konuşur
muydum duvardaki hayalinle büyüyor olsam.. Ve her büyük taşır mı
içinde acaba o haylaz çocukluğunu..
Ben içimdeki çocuğun gökten yıldız toplaması kadar sevdim seni.. Gece
uzanıp sırt üstü çayıra çimene, hepsine adını verdim ayrı ayrı.. Kimi
sadece adındı, kimi şehrin.. Kimi rengini söylüyordu bana, kimi
korkularını.. Gördüğüm yıldızdın işin özü aslında.. Fark etmiyordu
kuyruklusu yada kayanı.. Bir yıldızdın gecenin karanlığını yırtan, ve en
çok bunu sevdim..
Ah Min’el Aşk
Güneş göz kırparken, gece davetkar bir eda ile yolumu gözlerken
yapamam daha fazlasını... Meğer aşk varlığın değil, yokluğun acısıymış
diyerek payıma düşenleri sırtlanıp uzanıyorum ehli keyif..
Şimdi Ankara seninle nasıl olurdu bilmiyorum. Bir yerden bir yere
seninle yürümek nasıldır bilmiyorum. Gezip yorulduğumuzda, karnımız
acıktığında Kahveci’de oturup dinlenmek.. Bunların hepsi cevapsız kaldı
gidişinin ardından.. Artık ne sen eski sendin.. Ne de Ankara eski
Ankara..
YANMALISIN
Her gece yanar yanar küllerimden doğarım.. Her gece yine aynı
melodram.. Hadi.. Şimdi sıra sende.. Sevdanın tutamadık iki elinden..
Şimdi yangınlarımız aynı.. Sen yandığına üzülürsün, ben yeniden
doğuşlarıma.. Sen sorularını sıralarken ben yitip giderim
cevaplayamadıklarımın arasında.. Az kaldı.. Birazdan düşer sayfana bu
yazı.. Yeni attım kendimi ateşlere.. Kızıllığım bundandır..
Yanıyorum.. Her çıtırtı biraz daha yakıyor canımı.. Yandıkça
hoyratlaşıyor mısralarım.. Sayfalarımın kenarından taşıyor sevdam..
İlk giden değildin halbuki.. Ama hiç yanmadım böyle daha önce.. Yürek
mangalda kor, sensizlik.. Kahretsin yanmaktan zor..
ŞİMDİ SUSUYORUM
Yine ıssız bir gecenin koynunda kulakta tanıdık bir tını ile yazıyorum
sana.. Sabahında başkalaştığım gecelerden biri olmasını dileyerek özenle
seçiyorum uçuşan kelimelerimi..
Bahar geldi gelecek diyorlar, kime ne.. Gidişinin ardından astım
mevsimleri kapı ardına.. Her gün ıssız bir karanlığa dönüşüyor
akşamında.. Her mevsim karlar, fırtınalar getiriyor beraberinde.. Güneş
denilince toz pas içinde bir mavi geliyor aklıma sadece.. Kahveci’de ki
kahvenin tadını çok oldu unutalı.. Gittin ya.. Yukarıdaki alışveriş
merkezinin yemeklerini bile sevmiyorum artık..
Bir mumun titreyen alevinde avuç dolusu keşkelerim ile
düşüyorum beyaz kağıtların üzerine leke gibi..
Nicedir yazıyorum.. An geliyor ceplerimdeki umut kırıntıları ile
tazeleniyorum, an geliyor buz kesiyor elim ayağım.. Ne mısralar kalıyor
elimden tutan, ne de duvarda hayalin..
Bu nasıl bir denklem, çözemiyorum.. Nasıl oluyorda payı sen oluyorsun,
paydası sen..Her mısraya sensizlik ile başlayıp sonunu nasıl sana
bağlıyorum çözemiyorum..Bitmeli diyorum.. Bu pamuk ipliği kopmalı
artık bir yerden.. Renklerimi yükleyip heybene salına salına gidişinin
ardından dipsiz kuyularda yaşadım arsenik tadındaki yokluğunu.. Her
nota, her mısra sen oldu geldi üzerime.. Ben bitti dedikçe sessiz çığlıklar
koptu derinlerimde.. Her gidiş bir kaybedişti.. Gittin.. Parmak uçlarımla
yazdım mağlubiyetimi.. Yaldızlı imzalar kondurdum ıssızlaşan
yüreğimin ışık sızan yerlerine.. Duman duman içime çekiyorum
hasretimi.. Biriktirdiğim imlasız satırları bir şair edası ile yerleştiriyorum
önümdeki kağıda.. Durdu dünya, zaman durdu sanki.. Hani seni sen
geçen saatlerim vardı bilirsin, şimdi sensizliğe 5 var hep akrebim,
yelkovanım.. Hayattan çaldığım anların ortasında yokluğun sarmışken
etrafımı, hayaline takılıyor gözlerim.. Farkında değildi ama onlarca adı
oldu.. En hırçın anlarımda uzun uzun susuşlarımın sessiz tanığıydı..
Sayfalarımın kenarından taşan sitemlerin failiydi, bilmiyordu..
Koyu karanlıkların ıssızlığında maviye olan özlemin duvardaki aksiydi..
Şimdi kırıp dizlerimi önünde dildeki son dua gibi fısıldıyorum sessiz
sedasız.. Isıt beni.. Üşüyorum.. Hayallerim üşüyor..
Ah Min’el Aşk
ARSIZ…
HARAM GECELER
Aklımdan çıktığın an yok... Bazen bir güneş gibi parladığın ilk güne
takılıyorum, bazen güneşimi bir mumun alevi gibi nefesinle
söndürdüğün güne... Ne bir haber var senden, ne iki satır yazı...
Renklerimi de alıp gittiğinden beri en çok siyahın koynunda buldum
kendimi... Baktığım her yer dipsiz kuyu, duyduğum seslerse çok
uzaklardan geliyor...
Ah Min’el Aşk
Hatıralar gözlerimde
Dalıp dalıp gidiyorum
Acımasız dertlerimle
Yapayalnız yaşıyorum
Yar yine başım belalarda
Senin için ağlıyorum
Peki peki.. Dediğin gibi olsun.. En çok gözlerini severdim derdin.. Bırak
o halde.. Bakışlarım demir atsın ıssız kıyılarına.. Deli boranlar kucağında
en çaresiz olduğum anlarda bir el kadar yakındı hayalin.. Bu yorgun
yürekle asıyorum dualarımı kapına.. Sana geldim..
Sana geldim
Sustum ve yumdum
İki damla ateş düşürdün gözlerime
Al uslandır korsan bedenimi
Gece kanat çırpsın parmaklarımda
Sendeyim işte.. Sus pus oldum yine.. Kapatıp gözlerimi zihnimde uçuşan
kelimelerimi toparlarken hayalin geliyor gözlerimin önüne.. Hani derler
ya film şeridi gibi.. İşte öyle.. Geldiği gibi gitti yine aniden.. O dipsiz
karanlıklarımda alev alev yangınlarımla uğraştım durdum hep.. Kimi
zaman eriyip biterken, kimi zaman küllerimden doğdum bıkmadan
usanmadan.. Yetmedi diye yalvardım şuursuzca hayalinin önünde..
Şimdi anlıyorum.. Fitilimi ateşleyen duvardaki hayalinmiş.. Ben deli
maviliklerin serinliğini arzularken sen öpüşlerinle çöle çeviriyordun
bedenimi.. Sonrası hoyratlık oluyordu.. Mavi sularında sahipsiz bir sal
gibi dolanıyordum.. En hırçın anlarına şahit oldum.. Şimdi ise oturmuş
medet umuyorum.. Hadi.. Tak geceyi koluna şimdi.. Derinlerine sakla o
hırçınlığını.. En sakin halini takınıp kendine benzet beni.. Dalgalar uzak
olsun artık bizden.. Sığ sularında sev beni..
ÇEKİL GİT…
Çekil git artık.. Bıkıp usanmadın mı artık benden.. Bir deli maviydi
halbuki tek derdim.. Enginlerinde kaybolmak için aştım dağları
denizleri.. Kelebek kanatlarına yüklediğim yüreğimi kattım rüzgarların
önüne.. Belli ki gelmemiş, ulaşmamış sana.. Olsun de.. De ki bitti.. Kardı
yağdı.. Yağmurdu aktı.. Kurudu de.. Sonra toprağa karıştı, soldu de..
..
SESSİZLİĞİNE AŞIĞIM
Herşey yapılabilir bir beyaz kağıtla demişti Yılmaz Erdoğan. Yeni yeni
anlıyorum aslında tüm benliğimin o beyaz kağıt üzerine ışımasını. Her
halimi fütursuzca döktüğüm o beyaz kağıt. İşte başındayım yine. Bir kara
kalemle düştüm usul usul beyazlığına. Herşeyi anlattım sana. Acıtan,
sancıtan..
Kimi zaman sicim gibi yaşlarla ıslattım tenini. Kimi zaman paçavra gibi
buruşturup fırlattım en uzaklara. Dört duvar arasında en çok seninle
başbaşa kaldım.
Aşkın son trenle gitmesinin ardından uzun zaman geçti. Geride puslu
birkaç yazı, biraz gözyaşı kaldı. Umutta olmalıydı. Buralarda bir
yerlerde. Ama henüz bulamadım.
Bir kelebeğin yaşama sevinci ile tutundum sana. Ürkektim aslında. Ama
bir o kadarda cesur. Aşkmıydı beni böyle yapan. Bilmiyorum.
Tek öznem olmuştun. Sen, aslında bendim. Ben, aslında bir kaç satırdım
sadece. Adı, adresi olmayan.
ESMER YÜREKLİM
SENSİZ KARANLIKLARDAYIM
ALAGÜL
Sağa sola savrulan sandal misali yalpalayarak ilerlerken bir deli mavilik
belirirdi ufukta. Ayın güneşle dünya arasına girdiğinde söylenirdi ay
tutulması. Ve sanırım benimkisi aşk tutulmasıydı. Uyur uyanık
gördüğüm.
EKSİK KALDI
Gece usul usul sokuluyor odama yine. Takınıp her zaman ki o buz gibi
soğuk halini geçer oturur az sonra baş köşeye. Ardından başlar seyrine.
Ben her gece aynı oyunu sahneler dururum, o bıkmadan usanmadan gelir
alır yerini. Sessiz sakindir ama birazda karanlıktır. Sorsan söylemez,
anlatmaz tek kelime. Lakin harika bir dinleyici olmuştur her
zaman.Bir şarkı, bir sigara ile başladığımda yazmaya o da çıkartır
göğsünden yıldızları. Ben ışık derim, o ay olur tepede.
Herşeye çok gelirken neden sana dair herhangi bir şeye eksik kalıyorum,
çözemiyorum. Tamam, şimdi oldu diyerek başladığım her yazının
sonunda mağlubiyetimin altına imzalar atıyorum, saatler seni sen
geçerken.
Ah Min’el Aşk
Günlerden sen, aylardan sen olmuşken bir ben olamıyorum aynı cümle
içerisinde seninle. Biz diye başlamayalı ne çok oldu. Aslında ne sen
kaldı, ne de ben. Biz, bizi yitirirken hasreti doğurduk küllerimizden.
Yalnızlık bizden koptu adeta. Bundan sanırım bize ulaşmıyor aşk
şarkıları. Seni seviyorum demek doldurmuyor içimizdeki boşlukları.
Ferhat'ın deldiği dağ oldum ama Ferhat olamadım. Yusuf'un kör kuyusu
oldum ama Yusuf olamadım. Şimdi sen istersen Leyla ol, istersen Aslı.
Gelme bana. Dağ olur önünde bu ateşler içindeki yürek, aşamazsın.
Adımladığın yollarda görünmez kuyu olurum, olur ya düşersin. Sen,
gelme. Hayalin sessiz sakin nicedir duvarımda. Ne bir ses var, ne bir
soluk. O da gece gibi artık. Issız, karanlık. Söndü gözlerinde ışık.
Doldurduk sanırım miadımızı. Zaman geçti artık bizden. Yürekler aşkı
ararken, biz katmerledik içimizdeki acıyı. Birbirimize dokunmadan
saatlerce seviştiğimiz anlar eskide kaldı artık. Düşünüyorum bazen; iki
yokluk bir vuslat eder mi diye. Ben sıyırsam üzerimdeki hasret yaftasını.
Sen mavinin ötesine geçsen. Bulurmuydu yüreğin yüreğimi.
Şimdi bu yazı da, şarkı da tüm o acılara inat, sana gelsin. Bir olamayan
iki yüreğe gelsin.
UNUT(MA) BENİ
Kolay olmayacak
Elbet üzüleceğiz
Mutlaka bir iz bırakacak
Belki de çocuk gibi sana küseceğim..
Nerede nasıl başladığını yazmaktan sıkıldım artık. Her mısrada bir göz
açımı kadar geriye gidip o mutluluk pınarından kana kana içilen
yudumları, mağlubiyetimi yazarken gözlerimden akıtmak canımı yakıyor
nicedir.
Kolay değildi elbette. Onca insan arasından birbirimizi bulmamız müthiş
bir rastlantı olarak kaldı hatırımızda.
O sevgiler ki yoktular
Onlar ümitlerimizdi
Ne ümitler yaşlandı gel zaman git zaman
Ayrıldığımızı unut
Yalnızlıklar zaten yalan
Unut benide her yalan gibi unut..
Her şarkının bir hikayesi vardır derler. Yüreğimi kanıta kanıta yazıyorum
kendi hikayemi. Yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlara inat.
Unut(ma) beni de her yalan gibi.
Her mısra kendi içinde bir cinayete gebeydi. Her satır arasında
katlediyordum harflerimi.
Sıradan bir akşamüzeri sıra dışı bir yazının ortasındayım. İlk kez
kendimi bu kadar mağrur, yenilmiş hissediyorum. İlk kez bu kadar
isteksiz, bitkin kelimelerim. Parmaklarım zar zor tutuyor kalemi. Tatsız
tuzsuzum işte.
Kendimi bulduğum tek yer burası. Bir beyaz kağıdın üzerine düştüğüm
notların arasında yeniden doğuşlarımı izliyorum. Satır aralarında
işlediğim cinayetlere inat tarihini attığım her yazının sonunda biraz daha
ben oluyorum. Sen olmaktan o kadar uzaklaşıyorum.
Bir solukta aklıma gelen ilk satırlar bunlar. Tüm temennilerimi dipsiz
kuyulara attığım mısralarımla beraber yitirdim. Dipsiz bir kuyu olurum,
olur ya düşersin, sen gelme demiştim.
Sen yine gelme. Gelişlerin gibi mısra mısra git demiştim ya unut onu.
Gitme sırası kalbine geldiğinde alır kalemi susa susa yazarsın demişti ya
şair, şimdi ona özeniyorum.
Yazık, bir başı olmadığı gibi bir sonu da yok bu aşkın. Şarkıda dediği
gibi aslında. Değilim bir şeyin, olmadım hiçbir şeyin.
SÖNEN OLMADIM
Her şey eksikti her şey yarım. Bir yalnızlığa denk geliyordum, bir o
yakışıyordu uzun zamandır. Yakışanı üzerinden çıkarma dediğini
unutmadım, ondan sanırım çıkaramıyorum üzerimdeki yaftayı. Bir
deli mavinin peşinden koşan umutsuz yalnızı oynuyorum. Perde
iniyormuş, oyun bitiyormuş ne fark eder ki.
Fonda bir şarkı, havada sigara dumanı. Odam zifiri, sessiz.
Biraz hüzün sinmiş sanki biraz karanlık.
Kurumuş bir göz pınarından söz ederken bir iki damlanın pek anlamı
olmuyordu nasıl olsa.
Nasıl ki senden uzaklaşmak için attığım her adımda sana biraz daha
yaklaşıyorsam, üzülmemek için direttiğim her an biraz daha derinlere
işliyordu kesikler, cam kırıkları. Hasretin, yokluğun kelime anlamı ben
oluyordum, adıma inat umutsuzluk kaplıyordu her yanı.
Arsız bir adam olup dalgalara sövmem bu anlara geliyordu hep. Sanki
biraz daha bağırsam çıkıp gidecekti içimdeki son hasret tanesi. İlk
anlarda fark etmemiştim, yeni yeni anlıyorum, senden kaçmak için yine
sana gelişlerimi. Maviye gidiyordum dalgalara kin kusmak için.
Kahretsin. Yine devrik cümlelerim ile sana akıyorum şuursuzca.
Öznesiz, tümcesiz.
Yokluğundan kaçtıkça biraz daha büyüyor içimdeki boşluk. Git demek
yetmiyor, kal demek çare değil.
Kendime çare olamazken bu deli mavinin neresinde olabilirim ki. Belki
içi boş bir istiridye kabuğu, belki bir kum tanesi derinlerde bir yerlerde.
Sensiz, sessiz, çaresiz. Her yazının ardından bir yokluk daha ekliyorum
belleğime. Biriktirdiğim onca mısranın ardından bu sahipsizlik canımı
yakıyor.
Şimdi içimde koca bir ateş var. Aşkından kızıla dönen, yavaş yavaş
esmerleşen tenin altında canımı yakan koca bir ateş var.
Önceleri tek damla gözyaşın yeterdi ya şimdi okyanusları boşaltsan
üzerime nafile.
Kızılın maviye olan tutkusuydu bu. Sonum olduğunu bile bile serinliğini
dileyip durdum.
Biraz kızıl, biraz mavi diyordu şarkı, aşkın asil rengi.
Kızılım yeter bana, asaletinle beraber senin olsun o deli mavi.
Çok değil, altı üstü tek heceydi. Kimine yedi veren gülleri sunardı,
payıma ateşi düştü.
Yandım, yandım da; sönen olamadım.
Ah Min’el Aşk
Her sesin sana benzemesi, her yüzün tanıdık gelmesi sandığımdan daha
sancılı oluyor son zamanlarda. Kapalı gişe umudu oynuyorum
haftalardır. Bu basit oyunda sıradan bir figüranken bugün başrolündeyim
umutsuz aşkların.
Şairin dediği gibi; kar koysan köze dönerdi küllerimde.
Binbir hali vardır demiştim aşkın. Aşktı bu. Kendisi gibi aşığınında vardı
binbir hali. Bini bir para etmeyen yalnızlık öykülerinin meşhur
yalnızıydım. Aşktan nasibini almamış umut fakiriydim. Yokluğunla
defalarca dönerdim halbuki dünyayı. Seninle yürümedim iki adım
yanyana.
Şimdi elimde sigaram, fonda bir şarkı ile yine seni sana yazıyorum.
Sendeki beni ne kadar tanıyorsun bilmiyorum ama tüm bunlar bendeki
senin yansımalarıdır. Yitirdiklerimin ardından bir sen kaldın elimde. Bir
seni sakladım en savunmasız kaldığım anlarda.
Kar koysan köze döner küllerimde demişti şair. Ben adımlarımla erittim
karları, Ağustos sıcağında buz kesti elim ayağım. Ne közüm kaldı geride,
ne külüm.
Tutuyorum nefesimi, gecikme demiştim. Tuttuğun nefes benimse eğer
gecikme. Gel ki renklerim gelsin seninle. Gel ki çiçek açsın bahçeler.
SAHİBİNDEN KİRALIK
Bir yere kadar insanın o sonu gelmez gibi görünen tahammül sınırları.
Ve o sınırların yakınlarında farketmiyor aşkın güçlü ya da büyük olması.
Ulaşılmaz bir hayalmiş, aşkın en güzel rengiymiş, sevginin yürekteki
anlamıymış. Peh.. Söylesene şimdiye kadar nerdeymiş.
Bir yürekti işte. Aşk ile çarpan, aşk ile renklenen. Şimdi çekiyorum
perdelerimi. Bütün eşyaların üzerinde naftalin kokulu beyaz çarşaflar.
Anahtar paspasın altında.
İşte yine buradayım. Allah’tan yalvararak ödünç aldığım son gece bu.
Alıp ellerimin arasına başımı yıldızlardan sıyırıyorum bu kara lekeyi. Ne
içindeyim aslında zamanın ne de dışında. Bir an için etrafımda
döndüğünü sanıyorum bu koca dünyanın, bazende bir kum tanesi kadar
küçülüyorum nedensiz yere.
Ben her gece sen oluyorum aslında. Değince kirpikler birbirine o tanıdık
hüzün uçuruverir bir anda zamanlar ötesine. Şöyle kuş bakışı keyfini
sürerim önce Ankara’nın. Sonra adımladığın kaldırımlarda dolanırım
sere serpe savunmasız bir çocuk misali.
Bir deli maviydi peşinden sürükleyen. Birkaç satır yazı, birkaç eski
fotoğrafla koynundayım yine sensiz gecenin. Üçü olmuş ya da beşi. Ne
farkeder ki. Bu dört duvar. Her duvarda hayalin. Bu koyu karanlık. Her
deminde rengin. Ey deli mavi.! Susma söyle. Düşlendin mi beni sende.
Her dilde anlatırım sana yokluğunu ama bir seni anlatamıyorum. Bir
sana dönmüyor dilim. Bir yürek mahkumu gibi esirinim, haberin yok.
Her gece hayalinin gözlerinde aradım seni, ellerinde. Yoktun. Ne zaman
ihtiyacım olsa duvardı kapıların, açılmadın.
Ne desem boş. Suya yazı yazmak gibi seni sevmek. Yazdıkça seviyor,
sevdikçe yazıyorum. Meraklandırmasın seni bu melankolik
halim. Endişelenme. Elimde o fotoğraf, keşke burda olsa diyorum.
Seni seviyorum..
KÜÇÜĞÜM
Nedendir bilinmez. Dilin lâl olduğu anlara denk gelir ayrılıklar. Kimisi
yaşarken konuşmamayı tercih eder, hasret çaldığında kapıyı dile gelir
anımsadıkları, anımsayabildikleri. Kimisi biriktirmez içindekileri.
Yoklukla yüzyüze geldiğinde ne beyaz bir kağıt derman olur derdine, ne
de nefes nefes sigaralar.
Ne seni ne beni
Hiç uğraştırma
Suçum yok kader bu
Anla, ağlama, ağlatma, utandırma
Böyle olması gerekiyor sevdalım.
O çılgın sevdaları sarmadan hasret yıktı çoğu kez tahtımı. Lakin tende
hala taze can vardı. En umulmadık anda karşıma çıkan şansımdın benim.
Üşüyordum. Üşüyordun ya hani. Bir çılgın sevdaydı fitilimizi ateşleyen.
Geceleri soğuk olurdu orada. Rüzgar en iyi dansını yapardı camda.
Kulaklar işitirdi uğultuları. O anlarda açıp perdeyi derin bir nefesle buğu
yapıp cama parmak uçlarımızla işledik baş harflerimizi. Rüzgar esiyordu.
Hava soğuktu. Kıştı. Kardı borandı. Umursamadık.
GİTTİN/GİTTİM
Her gidiş bir terkedişti ve hakkını vermiştin. Geride ne bir çift göz kaldı
ne bir tutam sitem. Herşey planlanmış gibiydi; sorunsuz ve acısız
tamamlanıyor, bitiyordu. Miadı dolan bir aşkın son kullanma tarihini
birer veda cümlesi olarak kazıyorduk yüreklerimize. Zamanımız geçiyor,
gecikiyorduk.
Gittin..
Zor oldu aslında. Hayatta birçok şeye seninle anlam katarken şimdi
büyük bir anlamsızlığı ifade ediyor olman ne tuhaf. Önceleri tutarsız
tavırların, yaşadığın git geller yıprattı aslında. En ufak isteklerin
sonuçsuz olarak geriye dönüşlerini izledim çaresizce. Umursamaz ve bir
o kadar kendine güvenen bu halinin nedenini sanırım bundan sonra da
sorgulamayacağım.
Gittim..
Oluyordu işte, başarıyordun. Ne zaman ' Tamam, şimdi oldu ' desem
arkasından muhakkak bir sorunla karşılaşıyordum. Yine öyle
olmuştu.Adını andığımda gözlerimde yıldızları ateşe veriyordum.
Işıltısını gözlerimde, sıcaklığını tüm bedenimde hissediyordum.
Anlamıyordun ya da anlatamıyordum. Eksik olan birşeyler vardı hep ve
hiç tam olamadım.
Gittin..
Sonuçsuz kalan onca çabanın ardından ' Nasıl istersen öyle olsun '
repliklerini tekrarlayıp durduk birbirimize. Neydi bilmiyorum bu ve
yaşatmak için ne arzumuz ne de takatimiz var gibi görünüyordu. '
İstersen git ' demek ' Gitme, kal. ' demekten daha kolaydı ve hep öyle
söyledik. Bu yaşanmışlığı birkaç satıra sığdırmak güç elbette. Ne
anlatabilirim aslında ne de anlatsam anlaşılabilirim. Sonuç nihai nasıl
olsa. Sen zamansız giderken ben amansız bitiyordum.
Ah Min’el Aşk
Gittim..
Gittin..
Gittim..
Onlarca adın olmuştu aslında. Tek tek saymanın alemi yok şimdi. Sende
biliyorsun nasıl olsa isimlerinin neler olduğunu. İsim koymak zor
olmuyordu; anımsatan, andıran ne varsa anında adın oluyordu. İstanbul,
şarkılar, sevdiğin herhangi birşey... O an geldiğinde kendi anlamlarından
daha fazlasını taşıyor oluyorlardı. Ama basında ben kimselere
benzetememiştim seni. Sadece hayalini kuruyor, karanlığın arasından
süzülen ışık demetleri olarak yansıyordun duvarlarıma.
Ah Min’el Aşk
Gittin..
Gittim..
Çok olmadi gidişine bu methiye. Gittin işte. Başka adı, başka tarifi yok
bunun. Yıkıldım. Hayallerimin enkazı düştü hayatımın üzerine.
Endişelenme. Şefkat dilenecek değilim bu saatten sonra. Gittin ya, koydu
işte. Sanırım şimdi sıra bende.. Sanırım gitmeliyim bende..
Ah Min’el Aşk
GEÇ OLMADAN…
Bazen küçük bir gülümseme ile fethedilecek gönülleri bir zaman sonra
tek taşla yumuşatmak daha zor oluyordu. Sıcak bir kucaklama yeterken
tüm buzları eritmeye, methiyeler düzdük hayatın koşuşturması hakkında.
Hep yapılacak işlerimiz vardı. Ya işe geç kalıyorduk, ya da maçın en
önemli anıydı.
Bazen bir hastane odasında. Bazen bir mezarlıkta. Bazende bir şişe
şarabın içinde gizlendiğine inandırırdık kendimizi. Ve şimdi anlıyorum
ki insanların ne olmadıkları konusunda çok fikri varmış. Ne
olduğumuzu, kim olduğumuzu farketmek zor olmasa gerek. Gecenin
karanlığında yatağın başucuna bırakılan maskelere sabah uyandığımızda
ihtiyacımız olmadığını bilmek ve buna alıştırmak kendimizi.
Aşk. Dile geldiğinde bile içimizi titreten o tarifi zor his. Hasret. Yastıkta
bıraktığı çukura binbir anlam yükleten o yürek burkan arsenik tadındaki
his. Ve yalnızlık. Küçük bir yüreğin içine hapsedilen o koca boşluk.
YASTIĞIMDAKİ ÇUKUR
Hayalin senin kadar zarar veremez demiştim. Şimdi tak koluna hayalini;
tüm notalar, şarkılar senin olsun.
İyi misin diye soranlara sadece nefes alabildiği için iyi olduğunu
söylerken içinde kopan fırtınalardan bi haber olmalarına aldırmamak
nasıl açıklanabilir ki başka türlü. Kendince aşkların en güzelini yaşayıp,
hasretlerin en çekilmez olanını çektiğine kendini inandırması bundandır
aslında.
Bir gidişin, bir tercihin ardından bürünülen kimlik yokluk olunca bir
anda anlamını kaybeder etrafındaki her şey. Sesler, yüzler, kişiler. Hepsi
aynı anda silinir insanın belleğinden. Kalabalıklar arasında tek başınalığı
o anlara denk gelir. Farkında olmadan yalnızlaşır yavaş yavaş.
Artık daha kötüsü yoktur. Dibe vurmuş olmanın verdiği tuhaf bir rahatlık
vardır parmak uçlarında. Bugüne dek mısra mısra gelişleri hayal edip
fütursuzca yazan parmakları artık kendisi için bir iki satır karalayacaktır.
Duvarlarındaki geçmişi silip artık gizlenecek herhangi bir yüz
bırakmamak en iyi başlangıç olabilir mesela.
Tanıdık tüm satırları, tüm şarkıları unutmak fena fikir değil gibidir.
Camları mı açsak acaba. Evime sinen bu yalnızlığı nasıl çıkartabilirim ki.
Karanlık gecenin hükmü olsun bundan sonra, bir mum alevi yetsin
mesela karanlığımı yırtmaya.
Eskiye dair ne varsa değiştirsem bir eskici ile. Hiç pahasına çıkartsam
elimdekileri. Bir nota, bir satır ile tanıklık etmeyi bırakıp tüm
yaşananlara, taze umutlar yeşertsem mesela çıkmaz denilen yerlerden.
Ne gerekir ki mesela.
EY SEVGİLİ
Sonra neden bilmiyorum usul usul karalamaya başlarım. Yine tanıdık bir
şarkı eşlik etmektedir bana. Yoo, bizim şarkımız değil bu kez çalan.
Sende sonra tanıdım bunları. Fonda gitar sesi, önümde bir mum alevi.
Yanında bir paket sigara. Tüm hazinem bu uzun zamandır. Bir de
karaladığım o beyaz kağıtlar var. Ne zaman yazmaya kalksam yokluğun
gibi canımı acıtan.
Yalnızlık için tek kişiliktir derler, hiç inanamadım buna. Ben her yalnız
kaldığımda gözlerim kime baksa seni görürüm. Kimi duysam aslında sen
konuşuyor olursun. Her telefona, her kapıya sen çıkarsın. Hani, hani tek
kişilikti yalnızlık. Yok yok. Bu böyle olmayacak. Her gün geceye
dönerken o buz gibi yatakta yakacaksam gemilerimi, istemiyorum.
Kalsın. Sen git. Ama giderken yalnızlığınıda götür yanında.
Söylemiştim ya her satır biraz daha yaklaştırıyor seni bana, beni sana.
Öznesi sen olunca daha bir güzel sanki artık cümlelerim. O iki kelimeyi
bir araya getiremeyen ben, değme yazarlara taş çıkartır oldum gittiğinden
beri.
Ah Min’el Aşk
Hani gittin ya, ne çok şeye benzetir oldum seni. Bazen İstanbul oldun
gözümün önünde. Bazen Kahveci’de sabah kahvaltısı... Ama en çok
geceye benzettim seni, yani yokluğunu. Ne zaman ıslansa yanaklarım
onun omzunu aradım durdum. Ne zaman tükendiğimi hissetsem, o tuttu
kollarımdan. Sen diye onu aldım koynuma nicedir. Sorgusuz sualsiz
kabullendi beni. O derin karanlığında yitip gittim. Aklımda kalan,
dudaklarının kenarında küçük bir tebessüm oldu sadece.
Bu mektup sanadır.
Ama yok bir adı ve adresi.
Ve sen sevgili.
Bu halimin tek faili.
Ah Min’el Aşk
Fonda gizledim kendimi. Arkada onlarca yıldız, bir de aydede var. Usul
usul esen o sert rüzgar satırlarımı taşıyor sana.
Bir bakış, bir dokunuş yeterdi halbuki tüm ezberleri bozmaya. Gün ya da
gece farketmiyor seni yaşarken. Zamanın o acımasızlığını göğüsleyip
gelişlerine mıhlıyorum akreple yelkovanı. Bundandır belkide
kayıtsızlığım saatlere, zamana.
Maviyi severim bilirsin. Issız bir liman olur her dara düştüğümde o engin
mavilikler. Bazen uzun çığlıklarla ürkütürüm martıları, bazen tuzu olur
gözyaşım mavimsi suların. Gözlerinin alevi ile yandığımdan beridir bu
kızıl maviliğim. Her yeni güne eksilerek başlamam bundandır.
Yanıyorum..
Sönüyorum..
Sanırım artık yoruluyorum. Her sesin sana benzemesi, her yüzün tanıdık
gelmesini o koyu karanlıkla başbaşa kaldığımda kaldıramıyorum.
Yanaklarımdan süzülen yaşlara yükleyip sitemlerimi derin bir nefes gibi
çekiyorum seni içime.
Odamda yankılanıyor Düş Sokağı. Sevdan bir ateş oldu bende, gönlüm
bir deli coştu sende.
Ey yâr..!
Ne zaman sana gitmeye kalksam bütün yollarım sokağına çıkıyordu,
Gitmek denildiğinde bildiğim tek adres kapın oluyorsa bundandır.
Şimdi kapılarına astığım bütün mevsimleri doldurup ceplerime kendime
gidiyorum haber vermeden kimselere.
Azık ediyorum kendime satırlarımı, bütün cevapları ve bütün soruları.
Altına imzalar attığım mağlubiyetlerimi iliştirip dudaklarımın kenarına
gamzeme komşu yapıyorum.
Kadınımm, bu gece kendime kalıyorum.
Hayallerini toplayıp alt alta yoktan var etmelerimi izledim gecelerce.
Ah Min’el Aşk
Ey yâr..!
Git dediğinde gider mi sanırsın benden bu sevda.
Ben ki yüzünü gözüme, nefesini nefesime kazımışım.
Geçip bütün renklerin cümbüşünden ıssız bir mavinin serinliğinde
ıslanmışım.
Sorma sakın, hiçbir yakamoz senin mavine yakıştığı kadar yakışmadı
hiçbir maviye.
Hiçbir gece sana kaldığım gecelerin yerini tutmadı o ıssız sahilde.
Seni düşünüp içtiğim sigaranın yerini alamadı nefes diye içime
çektiklerimin hiçbiri.
Şimdi sus, sakın konuşma.
Bana gitmekten söz etme, gidip dönememeyi çıkar aklından.
Beni çıkarıp yerime koyduğun hangi hayat sarar seni, hangisi tutar
yerimi.
Söyle, hangisi görür gördüklerimi.
Gelemem diyorsun, inanmak istemiyorum.
Gelmeyeceğini düşündükçe kendime sığmıyorum.
Yürek çok geliyor bedene, ruh uzun zamandır terk-i diyarda.
Ah Min’el Aşk
Ey yâr..!
Adın çoktur, anlamın tek.
Seviyorum, seveceğim demiştim sonsuza dek.
Şimdi ne zaman gitmekten söz etsen bunlar gelsin aklına tek tek.
Adımladığın yolların yolum olsun bilmeyerek, öylece, adres sorar gibi
gel bana.
Biraz mahçup, biraz utangaç mesela.
Elinde benden bir iki mısra, kime sorsan söyler nasıl olsa.
Bıraktığın adam, bıraktığın kumsalda. Biraz eksik, biraz yarım olsa da..
Ve gece..
Bir hesaplaşmadır çoğu zaman,
Gideni gelenden çok olan..
Gece..
Tek başınalıktır çoğu zaman,
Kaybettikçe yalnızlaşan..
Gece..
Hayatın ta kendisidir çoğu zaman,
Onunla bitip, onunla başlayan..
Ah Min’el Aşk
Ne adım okunsun,
Ne de bir iz kalsın artık benden.
Hadi,
Gir artık içeri...
Şimdi duvarlarından sil beni.
Ayıkla renklerine karışan sesimi.
Çıkar üzerine sinen hayallerimi.
Ne sesim kalsın artık sende ne de cismim.
Fotoğraf karelerine bile sıkışamamış mutluluklarımızı,
Bir kibrit alevinin peydahladığı kıvılcımlara teslim et.
Ahh...!
Cehennemden söz etmiştin ya hani,
Gözüm kapalı yazdığım iki satır bunlar sana dair.
Kış günü Ankaranın beyazıdır üzerime serdiğim.
Avuçlarımda henüz sana yazılmamış sözcüklerim.
Unutma...! Belki sende değildim ama
Ben seni unutmaya hiç yeltenmedim..
Ah Min’el Aşk
BAŞLA DERSİN
AĞLAMAYACAKTIM
Ağlamayacaktım
Geçtiğim sokakta canlanmasaydı hayalin,
Deniz mavi olmasa, mavi denize yağmurlar yağmasa,
Toprak kokmasa, toprakta olduğunu hatırlatmasa,
Ağlamayacaktım.
Balıkçıdaki kedi bakmasaydı yüzüme yeşil, yeşil
Minik serçe yanına yaklaştığımda benden kaçmasa,
Daldaki sarı son yaprak gözlerim önünde düşmese,
Yağmur yağınca çekmese canım, sıcak çayı, sigarayı birde seni,
Yok olduğun, yoksulluğum gelmese aklıma,
Ağlamayacaktım. Suçlarım, günahlarım olmasa,
Olsa bile cezam sensizlik olmasa..
Gün batımında, sohbetlerini özleyip,
Seni yanımda sanıp, sorduğum sorulara cevap alabilmek için
Yokluğuna çevirmeseydim başımı,
Ağlamayacaktım...
Ellerimi görmesem ellerin gelmeyecekti aklıma,
Çay bu kadar sıcak olmasa, hava bu kadar soğuk olmasa,
Mevsimlerden sonbahar, Aylardan Kasım olmasa
Ağlamayacaktım...
Köşe başındaki simitçiden iki simit alma alışkanlığım olmasa,
İkisi de benim elimde kalmasa,
Senli zamanların anıları olmasa, kaldırımında bu şehrin,
Her sokağında çıkmasalar karşıma.
Merdivenli sokağın sonunda, hâlâ yeşil boyalı, olmasaydı evin.
Penceresi açık olmasa,
İçime o anlamsız umut dolmasa,
Pencereden içeri bakınca,
Örümcek ağları el değmemişliği göstermese,
Senin adınla bir anılmasa ölüm, Bana tuttuğun son şarkının sözleri
Uzaklardan, yeni hayatlardan hiç bahsetmese,
İnan Ağlamayacaktım.
Sözümdü sana Ağlamayacaktım
Ah Min’el Aşk
Ben seni sevmeye âşık, ben seni sarmaya sırnaşık bir adamdım ve tüm
sevi yüklerimi yanı başına boşaltarak gözlerine bir ışık gibi aktım ve
senin o sevinç parıltılarını haberin bile olmadan çalarak kendimle
barıştım. Biz o mutluluk odasında yapayalnızdık bir zaman sonra ve aşka
dokunarak düşlerimizle seviştik. İçimizin harami ganimetlerini yine
oraya serptik.
Ah Min’el Aşk
Bizler hep var olmak istediğimiz bir meridyen ararız gölgemize, içimizin
dalgakıran boşluğuna tutunarak uzak ülkeler aşarız. Yine kendimize
döndürür hayat ve yine bir rulet gibi bizi kendi içinde çevirir AŞK denen
yaşamak. Peki’lerle tamlanan o yüzümüzün üzgün çizgilerine bir kuşun
kanadı değer, içimizin alaz penceresinden rüzgârı kapı dışı ederken
mevsim şarkıları yüreğimizi deler. Hüzün yağmurları çoğul bir
düşünüşün senfonisiyle dalar ruhumuza, biz insan sevinçlerimizin
perdelerini güneşe siper ederken. Aşk sarılır kendine ve dökülür bir
sevinç gibi ağrılı yüreğimizin şefkate muhtaç köşelerine.
Sesinde yitmiş bir uçurumdu özlemek. Hiç bitmesin denilen bir öyküydü
gülüşün de, sonrasında kalem kırıldı anlamından. Derindi güzelliğin
düşler kadar, düştüm; çatladım...
Her avaza bir isyan, her mecnuna bir leyla bulunur da sana denk düşen
sen bulamadım bende. Al gözlerim belki anlamındır, bağışla. Oysa
güzelliğinin aynasından içine bakınca ağlamamak için çıldırmayı seçtim
çoğu zaman, ağladığımdaysa çoktan çıldırmıştım zaten.
SARIL ÇOCUKLUĞUMA
NE YAPSAM OLMUYOR