Tren yolculuğum boyunca kendimi yolu izlemeye ve görmeyi
sevdiğim yerlerde hayal kurmaya adarım. Çoğu zaman üzerinden akşam güneşi akan buğulu nehirleri, beni çılgınca koşmaktan alıkoyacak kimsenin olmadığı arazileri ve yahut arkalarında yanan bulutların göz kırptığı yaşlı tepeleri seyretmeyi tercih ederim ama bu sefer, yağmurun tren sesini bastırdığı bir gecede, çatısından sadece sarı ışık akıtan lamba yüzünden hayaletimsi bir formda duran ahşap bir ev görüyorum. O an o evde olmayı çok istiyorum. Kendi gözlerimle göremediğim ve aklımda hayat verdiğim ağaçların ve çeşit çeşit bitkilerin olduğu bir tarlada olduğunu hayal ediyorum. O evde yaşamanın nasıl olabileceğinin kısa bir hülyasını kurmaktan kendimi alamıyorum; belki sarı ışıkta kahverengi kırık bir kanepeye oturuyorum, bir süre kitap okuyor sonra kitaptan uzaklaşırken annemin tavan arasından aldığım halılarını incelemeye dalıyorum ve halılar sanırım garip motiflerle süslenmiş, eski ve boğucu gözüküyor. Kendime gelmek adına pencereyi açtığımda ev; buz ve tuz gibi kokuyor, ağaçlar dışarıda sallandıkça içeriye taze bir koku hükmetmeye devam ediyor, ısıtılmış sobanın üstündeki sıcak tereyağı ve tatlı hamur işleriyle uyum içinde karışıyor. Başımı aynı pencereden uzattığımda tren yolu önümde oluyor ve yukarı baktığımda çok özlediğim yıldızları görüyorum, ay ise diğer gecelerden çok daha berrak beliriyor. Cevap vermeyeceklerini bilsem de yıldızlarla saatlerce konuşuyorum, hatta beni düşünebileceklerini bilmeden trendeki insanları bile izliyorum. Hatta bu sefer trendeki yolcular hakkında hayal kurabilir miyim diye düşünüyorum; nereye gidebilecekleri, neler gelmiş olabilecekleri hakkında güzellemeler yazabileceğimi düşünüyorum ama ne yazık ki o evde olmadığım birden aklıma geliyor; hala trende olduğumun farkına varıyorum ve hikayemdeki gerçeği ne kadar göz ardı etmek istemiş olsam da yağmurun sesi kesiliyor ve ben oturduğum koltuğa geri dönüyorum. Düşünceler tekrar beynimde kılıçlarını çekiyor: Keşke o evde olsaydım, keşke bir parçam bu tren yolculuğundan sağ çıkabilseydi. Ensemde sessizce dinelerek beni bekleyen hain, sadece ahşap evin cılız ışığındaki başka bir korkunç gölge olsaydı… Hayal penceremden koparak bir anlığa kafamı döndürerek trenin içinde bakıyorum. Trendeki insanların beni evde değilken artık cezbetmiyor, kimin nereden gelip nereye gittiği beni ilgilendirmiyor. Herkesin bir hayat hikayesi var, bunu çok iyi biliyorum ve onların gözüne baktığımda hepsinin benim gibi belirsiz bir sonunun olabileceğini görüyorum. Gerçekler benim kaldırabileceğimden daha ağır geliyor. Çocuğu, annesi, babası, dedesi ve ninesiyle gelmiş olanları izliyorum, bu yolculuk gibi onların da sonunun olduğu biliyorum ve bu kalbimin derinliğinde farklı bir sızıya sebep oluyor. Yalnız insanları izliyorum, kafasını farklı bir pencereye uzatıp benim gibi evden eve atladıklarını biliyorum. Çalışan insanları görüyorum, aynı yalnızlıkta pencereye bakıp başka dünyalara dalamayacaklarını görüyorum ve bu insanlara özeniyorum; onlar hep trenin içindeler, pencere arkası düşlerin bağımlılığına düşmeye vakitleri yok, tren yolunun cazibesi ve serapları onları kandırmıyor. Yutkunmaya çalışırken bir şeylerin boğazımda tıkılıp kaldığını hissediyorum, beni gören genç bir hanımdan aldığım son sıcak çayım onun açık boynundaki atkı kadar kırmızı olduğunu fark ediyorum ve eğilirken geriye kalan yolun çağrısını boynuma estirdiğinde, karanlık gecenin beni almak için geldiğini anlıyorum. Çıt çıkaramadığımı fark etsem bile, nefesim boğazımda keskin bıçaklara dönse de kafamı tekrar kadına ya da trene çeviremiyorum, yolu kaçırmadan izlemeye ve tekrar başka bir evde kaybolmayı bekliyorum. Eğer tekrar eve dönebilsem boğazımdaki paslı tadın, vişneli sıcak turta olabileceği aklımdan geçiyor. Ölüm soğuğunun ele geçirdiği ayaklarımın, hemen tarla başında akan nehrin tuzuyla keselendiğini ve tren yolunun bir hülya olduğunu ve bir son olmadığını hayal etmeye çalışıyorum. Küçük bir evin gölgesi tekrar karşımda beliriyor, diğerinin aksine ışıkları beyaz yanarken pencerenin ekranında yemek masasında konuşan bir ailesinin görüntüsünü izliyorum. Trende gördüğüm ailelerin varış noktalarının da böyle olmasını diliyorum ama onları unutmak için daha fazla anmıyorum, kendime de bir nokta çizmeye çalışıyorum. Zamanın geriye aktığı, insanın kendisinden başka tutunacak dallarının olduğu bir hayale dalıyorum. Beni yolculuğun sonunda bekleyen insanların evde olduğu bir kış akşamı, masada tüketilmiş tatlıların ve sıcak içeceklerin hepsinden daha çok gönül yumuşatan, iç ısıtan hatırlarla dolu bir başka ev… Çok acınası bir adam olmalıydım şayet bir insan yolculuğundaki son zamanları geçirmek için bile bir illüzyona tutunmaya çalışmamalıydı. Sonsuz ufukların bir şerit halinde ilerlediği yolculuklarımın bitiş yeri ömrümün başından beri düşlediğim başka bir aidiyet hayali olmamalıydı. Asla belirli bir yerin insanı olamamak ve kimliği hızla ilerleyen aracın penceresinde fuzuli bir yabancıya dönüşene kadar sadece ileri geri gitmek ve olduğu yolun bitmesini beklemek… Hiçbir insanın yazgısı böyle olmamalıydı ancak öyleydi, başka bir ev bir kez daha önümden geçip gidiyordu ve artık geriye pek bir vaktim kalmıyordu. Sondan bir önceki seferimde yolun üstünden tekrar geçmiştim, aynı manzaraları tek tek hafızama kazımaya çalışmıştım ve sonrasında tekrar elimde hiçbirinin kalmadığını fark etmiştim. Son yolculuğum varış noktasına varırken evler, nehirler ve yalnız araziler tekrar aklımın puslu mahzeninde paslanmaya yüz tutmaya başlıyor bile. Yıldızlar evin aksine beni yolun sonunda bile karşılamıyor, üstüne yağmur bana kızgınmış gibi bağırırcasına tekrar yağıyor ama en azından boş midem artık kulaklarımı çınlatmıyor, boğazımdaki çelik tat artık bana kötü gelmiyor. Tren yolunun ilerisinde sadece ayı görebiliyorum, tek başına bulutların arkasında saklanmaya çalışıyor ve yanlış yerde olduğunu görebiliyorum, tıpkı benim gibi. Unutamayacağım tek manzara bu oluyor ancak yine de içinde yaşadığım tüm yerleri ve tutunduğum bütün manzaraları tekrar görebilme umuduyla gözlerimi kapatıyorum; başka ne ile yoluma devam edebilirim bilmiyorum ama zamanım zaten geçiyor, yol bitiyor olduğuna göre biraz sonra düşünmek zorunda olmayacağımı umuyorum.