Professional Documents
Culture Documents
« 1 fr r i e r I r a m ı n d i ı
bir deliyle
EVLENDİM
“r o m a n
bir deliyle evlendim
Hekirnoülu İsmail
H eklm oğlu İSMAİL
1932 yılında Erzincan’da dofc/u. Asd adı, Ömer Okçu’dur. Dedesinin is
mi olan Hekimoğlu İsmail imzasıyla yazılannı yazdı, böyle tanındı.
Babası, İstiklâl Savaşı sırasında Kazım Karabekir Paşa’nın emrinde 4 yıl
askerlik yaptıktan sonra, memleketine döndüğünde İstiklâl Madalyası’nı sa
tıp, viran otan evini yaptırdı.
Savaşlar içinde büyüyen Hekimoğlu İsmail’in anne ve babasının okuma
yazması yoktu. Dolayısıyla yazarımız kitap bulunmayan evde doğdu, büyüdü.
Lise tahsilinden sonra Amerika’da elektronik üzerine ihtisas yaptı.
1967’de meşhur Minyeli Abdullah romanını yazdı. O günden bu yana pek
çok dergi ve gazetede yazılar yazan Hekimoğlu’nun, 2 0 ’den fazla eseri var
dır. Yurtiçi, yurtdışı konferansları da yOzlercedir.
Halen Zaman Gazetesi’nde makaleleri yayınlanan Hekimoğlu İsmail’e,
Harran Üniversitesi tarafından Edebiyat Doktoru ünvanı verilmiştir.
1950’den itibaren çeşitli zamanlarda yazılan yazıları dolayısıyla mahker
melere verildi.
Heldmoğlu 1953‘den beri sigara parasını kitaba verip, bir ömür boyu ta
lebe gibi çalışmıştır.
Eserleri:
■ Minyeli Abdullah (Ron»n) ■ Menan C in le ri (H ikâyeler)
■ 100 Soruda Bediüzzaman ■ B ir M illet U yanıyor
■ Sonsuza Yürüyüş ■ D üşünceler
■ Müslüman ve Para ■ Yo ku ş
■ İlim ler ve Yorum lar ■ Yapraklar
■ Derdim i Seviyorum (5 cilt) ■ N eye N asıl Inanınm ?
■ ölüm Yokluk mudur? ■ İnsan Bu
■ Mum ■ Sevdalı Ş iirle r 1-2 (A ntoloji)
■ Güneşi Arayan Adam ■ İyiliğin Kaynağı
■ Mehmed A k if e G ö re... ■ T efekkü r
■ Hayata Düşülen Dipnotlar ■ A k ıl ve G erçe k
■ Sibel (Roman) ■ İslam Tarih i
■ Maznun (Roman) ■ B ir D eliyle Evlendim (Rom an)
G ö z l e r im i açtığımda uykunun zerresi yoktu. Saate bak
tım beşi geçiyordu, güneş daha doğmamış. Gece lambasının
pembe ışığı odamı doldurmuş. Buzdolabının sesine canım sıkıl
dı, saatin tık tıklan ne ise... Kalktım, perdeyi açıp, cama dayan
dım, masmavi gökte geceden kalan birkaç yıldız... Çok, ama
çok hafif bir meltem... Ya çiçekler... Renk renk çiçekler, minna
cık yapraklar, hepisi dünyaya gözünü yeni açmış... Ben de dün
yaya gözümü açüm; uyanmasaydım, gitmiştim.
Şehir öylesine sessiz, evlerin pencereleri kör, yollar donmuş
ırmaklar gibi, arabalann canı çıkmış... Keşke bir kedi yahut kö
pek görünseydi... Keşke, evet keşke demeye kalmadan kuşlar
imdadıma yetişti. Kuş olmayı ne kadar çok isterdim, uçup git
sem, ama nereye? Yine cevapsız sorular beynimi tırmalıyor. Ne
kadar güzel bir sabah ve ne kadar huysuz sorular...
Sabaha çıkmak, gecenin karanlığından, günün aydınlığı
na... Ciğerlerimi şişirebildiğim kadar şişirdim, derin bir nefes
aldım; “Oh ne kadar güzel!”
Acaba karanlıkla ışığın kavgasımı var? Yoksa gecenin ka
ranlığı, ağaran saçlarını yolmak mı istiyor?
Yine mi sorular? Sorusu olmayan bir dünyada yaşamak is
terdim.
Kendime geldim, ben şu dünyada yaşıyorum... Dünyayı ve
kainaü bildiğim kadanyla hayal ettim, çok büyük bir âlemde
çok küçüğüm... Hayata bir mana veremiyorum, pencereyi o
âlemin yüzüne kapattım, perdemi güneşe açtım, şimdi bir çay
içmeliyim, belki iki lokma kek, yanan yüreğime bir bardak
su... Ben neyim? Aynalar siz söyleyin bana, ben kimim?
10
—Kızım kararlı mısın?
—Henüz değil...
Annem kızdı:
—Şimdi ki gençler de burnundan kıl aldırmıyor, iki keli
meyle cevap veriyor, konuşsana be...
Ne konuşacağım? Ben, bir oyun oynuyorum... Tabii bunu
içimden söyledim.
11
di basmış, defalarca intihara teşebbüs etmiş ve İkinci Dünya
Savaşı’nda 60 yaşındayken intihar etmiş... “Perde Arası” roma
nı yarım kalmış, onu da o şekilde yayınlamışlar. İntihar olayı
kaüuna takıldı, takılıyor...
Bir erkek, bir kadım dansa kaldırır, onun yanındaki kadın
dikili kalır. Bugün dans eden de yarın kavelyesini bekliyecek...
“Hayır ben böyle olmamalıydım!” derken, baktım ellerim boş
lukta kaldı.
Modem dünyanın kahredici ve umutsuz havası insanları iç
dünyasına itiyor ve yazarlar, kendi dünyalannı yazıyor...
Ey ceheımem, ateşin sönsün artık, biz burda cehennem ha
yatı yaşıyoruz.
Yalan mı?
12
nınm istediği gibi yaşar, insanlar dinin istediğini yapar..." de
mez mi?
Nevresimi üzerime çekip, onu dinledim. Düpedüz bana
hayvan demişti, ama bir gerçeği de söylemişti. Gerçeği söyler
ken değneğin ucu bana değdi. Zaten bir maceraya aulmışttm,
uçurumun kenarında yürüyordum... Elbisemi giymeden kalkıp
oturdum:
- Niçin ağladınız?
- Nikahsız evlenmek haramdır...
- Yani sen benimle evlensen, başkasıyla yemeğe gitmez mi
sin?
- Allah korusun...
Şerefe kanım kaynadı, bu adam sadece benim olacak...
Ayağa kalktı, mahcup bir çocuk gibi ellerini önünde bağ
ladı: “İzin verirsen gideyim”, dedi.
- Beni öpmeyecek misin?
- Haram...
Ellerimi böğrüme bastım, katıla katıla güldüm.
Hiçbir şey yemeden evden aynidı. Yatağımı düzelttim, kar-
mmı doyurup, mutfağı temizledim, televizyonu kapatıp, pen
cereden baktım, dünya yerinde duruyordu.
Kahvemi yudumlarken sigaramın dumanlannı seyrettim.
Dinin organizmaya tesirini ilk defa gördüm. Organizmanın
evet dediğine, din hayır diyor ve bu insan organizmamn emri
ne değil, dinin emrine uyuyor. Ben rahibi dinlerken bile “hep
laf la f’ derdim. Çünkü ona yaklaşsam Incil’i atıp, bana sarılır...
Fakat bu delikanlı, acaba zikzak çizecek mi? Bugün böyle,
yarın başka başka türlü olacak mı? Düşüncelerimi süpürüp
çöplüğe atamam ki... Yalnızlığın dünyasmda kendime bir ar
13
kadaş bulurum ümidiyle raftan bir kitap çekip, aldım. Fakat
Şeref dünyamı doldurmuş, okuduğumu anlamıyorum...
14
Güldü, yüzüme baktı ve anlattı:
- Ben içki içersem, sen de iç. Ben sigara içersem, sen de iç.
Ben kız arkadaş edinirsem sen de edin. Ben plaja gidersem sen
de git...
Endişeyle, biraz da korkuyla sözünü kestim:
- Yani sen içki içecek misin?
İki elini kaldırdı:
- Allah korusun, asla, haramdır... Sigara da içmem... Kız
arkadaş haram, plaja da gitmem...
Rahatladım ve sordum;
- Ben Müslüman değilim, İslam’a uymak zorunda mıyım?
- Her iyi insan İslam’a uyuyor, demektir.
- Şimdi ben içki içmiyorum, içkiden nefret ediyorum, İs
lam’a uyuyor muyum?
- İslam içkiyi haram etmiş, İslamiyetten haberi olmayan
birisi de içkiden nefret ediyor, ikisi bir noktada bütünleşmiş...
Çünkü insanı yaratan Allah, İslamiyet’i göndermiş, bunun için
iyi olmak isteyen her insan bilmeden İslam’ı yaşar.
Öğrencimin öğretmen olmasına güldüm:
- Kuzum, isteklerini şu kağıda yazsana...
Bana göre bu yazılı bir imtihandı; o da kalemi, kağıdı eline
alıp yazdı:
1- İçki, sigara yok.
2- En yakın akraban da olsa bir erkekle yalnız kalmak, gez
meye çıkmak yok.
3- Nereye gittiğimizi ne yapağımızı birbirimize söyliycce-
Bunlan okuyunca:
15
- Zannettim ki Müslüman olacağız, çocuğumuza İslam is
mi vereceğiz, kısacası müslüman, İslamiyet, din deyip bir şey
ler yazacaktın... Halbuki tabii ve genel kaideleri yazdın.
- İyi insan Müslüman olmasa da İslam’ı yaşar...
Evet yanılmamışım, bozkırların ve geri kalmış ülkelerin
çocuğu olan bu adam, bir şeyler biliyor ve anlatıyor, öğüdü yu
vadan almış...
16
Başını eğdi, yine öğrenci tavrını takındı;
- Koyunun hiç kimseye zararı yok, acaba ben de zararsız
bir insan olabilir miyim?..
- Anlıyorum, bu mereti içmekle sana zarar verdim...
Yine bir taş yuvarladı:
- Sigara içenler doktorlann işini artırıyor, Azrail’in de işini
kolaylaştırıyor.
Bu veciz cümleye bayıldım, hemen kül tablasına basıp, si
garayı söndürdüm:
- Arkadaşım hediye etmişti, dayanamayıp bir tane yak
tım...
Gözünü bir noktaya dikip, mırıldandı: “Nefs-i emmareye
itimat edilmez!”
Kalktım;
- Ne, ne?
- Nefs-i emmare, yani emreden nefis... Organlarımız sü
rekli bir şeyler ister; bu istek emirdir, o emre uyarız...
- Organlarımızı yaratan Allah değil mi?
- Evet.
- Öyleyse kötülükleri yaratan da Allah’tır...
- Allah’ın yarattıklarında kötülük yoktur, insanın yaptığı
işlerde kötülük aranır...
- Açıkla...
- Tütünün yaratılmasında pek çok hayır bulunabilir; içme
sek zararı olmaz.
- Canım istiyor?..
- Hayvanlar canının istediğini yapar, Müslümanlar da Al
lah’ın istediğini...
17
Bu ifade yenilir, yutulur gibi değildi. Bir an düşündüm ben
öğretmen miyim, yoksa şu yobazın kansı mı?
Her şeyden önce öğretmenim, o da öğrencim, imtihana de
vam;
- Sigara ve içki içen Müslüman var mı, varsa bu gerçeği na
sıl açıklarsın?
- Müslümanlar da insan...
- Yani hayvan...
Ayağa kalktı, öğrenci tavnnı takındı:
- Hocam, biyolojide insan, memeli hayvanlar smıfından-
dır...
- Aferin bu noktayı iyi yakaladın. Şimdi bu hayvanı nasıl
insan edeceğiz değil mi?
- İslam! iman, Müslüman’ı haramlardan geri çekip, helala
sevk eder.
Paketten sigaraları çıkardım, parçalayıp, bıraktım. Bana
dikkatlice bakan Şerefe döndüm;
- Sana saygılı olduğum için...
- Çok çok teşekkürler...
- Yani imanın çeşitleri de mi var?
- Her ideoloji bir imandır; öyle bir iman ki, onun uğruna
hayatını verenler var...
Salonda dolaşmaya başladı; soğuyan kahvesini bir yudum
da içti; artık o, bir öğrenci değil, savaş meydanında, mevziler
de dolaşan bir kumandandı;
- Buda’nın heykeline tapanlar; Hindli’nin öküzüne secde
edenler; parayı her şeyin üstünde tutanlar; zevklerini tatmin
için başkasımn gözyaşında yelken açanlar; herkes, ama herkes
imanlıdır. Herkes mutlaka bir şeye inanmıştır, böylece iman
18
eksi ve artı rakamlar gibi ikiye aynhr... Allah’a Müslümanca
inanmak pozitif, diğerleri negatiftir.
- Sana bir aferin daha, benden 100 aldın. Demek ki insan
lığın beşiği olan Asya’da daha çok fikir tohumlan çiçek açacak.
19
- Buyur hocam.
- Günlük tutuyorum, biliyor musun?
- Yooo.
- Ne ise aklıma esen konulan yazıyorum, bunlar seninle il
gili...
- Ezip, suyunu içersen şifa olur.
- Bakalım, başını ağrıtacak mı?
Peçeteyle ağzını sildi:
- Ben razıyım...
- ismi hoşuna gitmeyebilir.
“ Biricik kocam Şeref, diye yazarsın değil mi?
- Aaa, ne kadar da iyimsersin...
- Senden hep iyi şeyler bekliyeceğim.
- Öyleyse o iyiliklerden birini söyliyeyim: Bir deliyle ev
lendim...
Yüzüme bakakaldı, devam ettim:
- Günlüklerimi kitap haline getireceğim, ismini de BÎR
DELl İl e e v l e n d im koyacağım, ne o, hoşuna gitmedi mi?
- izin ver biraz kafamı toplıyayım...
- Anladım, aparküt yemiş gibisin.
- Bir hoca efendiden dinlemiştim. Emevi Halifelerinden
Ömer bin Abdülaziz’e sormuşlar: Sen sahabeyi gördün onlar
nasıl insanlardı?
O da cevap vermiş:
- Siz onları görseydiniz deli derdiniz, onlar da sizi görsey
di, bunlar kimdir diye hayret ederdi... Sizin bana deli demeniz
ümit ışığım oldu.
- Müslümanların yaşayışı bu kadar farklı mı?
20
- Fakat bana deli demenizin sebebini öğrenmek isterim...
- Amerika’da insanlar içki içmeden yaşıyamayacagım zan
nederken, sen içmiyorsun. Cinsi hayatın güçlü olduğu halde
başka kadınlarla yaşamıyorsun. Kumar, aklından geçmiyor...
Kuzum, hüküm ekseriyete göre verilir, eğer bu insanlar akıllı
ise sen delisin. Zaten hiç kimse de deliyim demiyor ve demez
de... Öyleyse herkes akıllı, onlar gibi yaşamayan deli.
Ayağa kalktı, ceketinin önünü düğmeledi, selamladı:
- Sevgili eşim ve biricik öğretmenim, bu teşhisiniz için
hürmetlerimi arz ederim.
Onu alkışladım.
21
- Asyalı yobaz, barbar adam, adam olduğunu mu sanıyor
sun? Çık evimden def ol git!
Renginin sarardığını hissettim, elini cebine sokup, anahta
rı çıkardı; “Gidiyorum” deyip, çıktı, gitti. Ben hâlâ bağırıyo
rum. Odalan, mutfağı dolaştım, sanki dövecek birisini arıyor
dum. Ne içki, ne sigara var... Bir yudum su içip, bardağı da ye
re çaldım. Salona geçtim, televizyonda bir film vardı, adam el
lerini uzatırken: “Sevgili kancığım” dedi, “Yalan” diye bağır
dım, kül tablasını fırlattığım gibi televizyonun tüpü korkunç
şekilde patladı. O zaman aklım başıma geldi. Evde eşyanın az
olması büyük bir yangım önlemişti. Cam parçalan beni de ya-
rahyabilirdi. Ne oluyor, intihar mı ediyorum? Hemen şirkete
telefon edip, televizyon istedim. Onlan beklerken, beynimin
uyuştuğunu hissettim, büyük bir şok geçirdim.
Televizyonu getirip, taktılar, çalıştırdılar, cam parçalannı
süpürdüler.
Lütfen televizyonu kapatınız, faturayı üzerine koyup gidi
niz, teşekkür ederim, dedim. Gittiler.
Perdeyi araladım, karanlık bütün ağırlığıyla çökmüştü.
Her taraf karanlık ve ben yalnızım. Hırsım geçmemişti, elleri
mi yüzüme kapatıp hüngür hüngür ağladım. Telefon çaldı,
korkarak ahizeyi kaldırdım, annem.
- Anneciğim banyodayım, daha sonra seni anyacağım,
öperim, deyip kapattım.
Banyoya girdim, sıcak su beni rahatlattı.
Akşam yemeğini yememiştim, açlık hissini duymuyordum,
acı bir kahve içtim.
Hayatım şimşek gibi hayalimden geçti, inişler ve yokuşlar.
Hayır hayır hep yokuşları, nefesim kesildiği noktalan hatırla
dım. Hep dikenleri hatırladım, gülleri hatırhyamadım. Bu ge
cenin sabahı olmayacak sandım.
22
- Ya geri dönerse...
Hayır dönmesin, onun yüzüne bakmam, onunla yatmam,
ne cehenneme gidecekse gitsin. Zaten anahtarlar bende, gelse
de kapıyı açmam, yine kovarım.
İlaç dolabını kanştırdım müsekkinler... Bunlardan biri uy
kuyu artınrmış. Ondan bir tane içtim, bir daha... Hayır. İlacı
yastığımın yanına koydum “Uyanırsam iki tane içeceğim,
uyanmazsam, kurtuldun ey ilaç" diye söylendim.
Dünyayı bitiren uyku, beni bir başka alemlere götüren uy
ku, beni benden alan uyku...
Saatin zilini bastırdığımı hayal meyal hatırlıyorum, yine
uyumuşum.
İlk defa dersime geç kaldım, kamım zil çalıyor, koşuşturu-
yomm. Bu koşu bana hayatı sevdirdi. Şimdi okulu ve dersleri
mi sevdim, mutlaka şevkle, heyecanla dersimi vereceğim, gü
zel cümleler kuran, telefuzunu doğru yapan öğrencilerimi teb
rik edeceğim...
Sanki yolda giderken kaza olmuş, ben arabamla beraber
her şeyi bırakıp, işimin başına dönmüşüm. Gerilerde bir şeyler
kalmış, yüreğime iğne gibi batıyor, asıl dram bu akşam başla
yacak anneme gideceğim “Şerefin işi çıktı" diyeceğim, annem
“Yine m i?” diyecek, babam: “Arabaya binmek kolay ama, bir
de arabayı çeken ata sor...” diye tecrübesini, ilmini ve fikrini
bohça gibi önüme serecek...
Geçmişte bir akşam, evet o akşam, babam da, anam da
epeyce nasihat etmişti, öylesine bağırdım ki yer gök inlemişti.
Sonra sokağa çıkıp, arabama atlayıp, dağ, taş demeden sür
müştüm. Ne yollar, ne de gece bitti. Bir yanda mendebur ko
camı, öte yanda ebeveynimi ve bir de kendimi laboratuvara al
dım. “Adam gibi davransınlar” diyerek suçu onların üzerine
atıp, kurtulmuştum.
23
Dişim ağrısa çektirip, kurtulurum. Çıbanım olsa neşter at
tırırım. Kalbimdeki sızının dermanı ne?
Yine babamın evine gittim, yemeği beraber yedik, hiç şüp
helenmediler. öyle ya çiçeği burnunda yuva da yıkılır mı? Ki
tap okuyacağımı söyleyip, odama çekildim.
Wilhelm Wundt’un kitabını kanştırdım: “insanın kendini
gözetlemesi içe bakıştır. Hatta bir başka insana ne düşündüğü
nü, ne yaptığını sorsak, onun anlattıklarını, kendi sübjektif
hallerimizle anlamaya çalışırız. Önemli olan, insanın kendini
anlamasıdır. Kendini anlamayan, başkasını anlamakta zorluk
çekecektir. Zaten psikoloji içe bakışla başlar ve devam eder...”
“Yine mi nasihat?” diyecek oldum, elimdeki ilmi bir eser
di. “Ben de nasihat ediyorum” diye söylendim. Yıkılmış duva-
n yapmak zor, virane de oturmak mümkün değil.
içki, uyuşturucu, diskotek, bunlann hepisi hayalimi dol
durdu. “Bu yollara sapanlar süründüler” diyerek hayalimin
şerrinden kurtulmaya çalışıyordum. Bir insan her şeyi yapacak
durumda olmamalı. Esirleri hatırladım, hayata bir mana vere
medim. iyi nedir, kötü ne? Ben neden en güzel şekilde yaşıya-
mıyorum?
Sabahın ışıklan sadece odamı değil, içimi de aydınlattı.
Penceremi açıp: “Hey beni bu sabaha çıkaran Rab’bim, bu gök
ler, bu ağaçlar ve bu kuşlar, ben de senin eserinim, sana bin
lerce teşekkür” dedim.
Kahvaltıyı hazırladım, annemi, babamı çağırdım, masaya
otururken annem söyleniyordu: “Kuşu uçurduk, böylesine sa
adetlerden mahrum kaldık.”
Az kalsm diyecektim ki, “Kuşun kuyruğunu tuttun...”
24
H e r k e s gibi arabadayım, yollardayım, herkes gibi işimin
başındayım, herkes gibi gülüyorum, konuşuyorum fakat her
kes gibi değilim, benim göğsümde bir taş var, ağır mı, ağır...
Akşam, şu güneşin batışım hiç mi, hiç sevmiyorum. Her
akşam bir hüzün çöker içime. Kim bilir hangi saadet rüzgarla
rı o bulutları dağıtır?..
Eve döndüm. Artık alışmalıyım, bu evde yalnız yaşamaya,
yalnız kalmaya, yalnız, yalnız, yalnız... Yalnızlığa alışmalıyım.
Temizlik yaptım, kahvaltı türünden bir şeyler hazırladım, in
san tek başına da bir şey yiyemiyor.
Zaman geçmek bilmiyor, saatin zalimliğini şimdi daha iyi
anladım.
Banyodan çıktım, deli gibi çini çıplak dolaşıyorum. Tele
fon:
- Selena Hanım, ben Şeref...
“Ben ne zaman hanım oldum be?” diye bağınp telefonu ka
pattım. Haine bak, sevgilim, hocam demiyor da, Selena Ha
nım... Sanki yedi yabancı...
Kendimi yatağa attım, yastığa sanidım, niçin ağladığımı
bilmiyorum, gözyaşlanm su gibi akıyor, “Beni anlaşana” diye
inledim.
O akşamı Kızılderililer filmini seyrederek erittim.
25
Daha fazla okuyamadım, şu serseriye bakın, neler yumurt
luyor? Hatıra defterimi parçalayıp atacaktım; bir soba olsaydı,
çoktan yakardım. Gücüm yetmedi, ellerim tutmadı, hatıra def
terini yırtamadım, yine yatağa uzandım, yine uyku dilendim.
Uykumu bile tehdit ettim: “Gelmezsen haplarım yanımda...
Akılla cinnetin arkadaş olduğunu yeni fark ettim. Ben, zıtlar
kumkuması bir insan mıyım?
26
Telefon kapandı, cansız ahizeyi yerine koydum. “Niçin ağ
ladım?”
Ayağa kalkıp, ellerimi açtım; “Ey dilsiz dünya cevap ver,
niçin ağladım? Ey kitaplar, siz söyleyin beni ağlatan sır neydi?
Kinimi söküp atan, kollannu ona uzatan neydi? Ellerim boş
lukta bir şeyler anyor, bir şeyleri tutmalıyım, bu bir köpek ve
ya bir insan olabilir. Yalnızlığı kovmalıyım, benim de ümitle
rim olmalı, ben de gülüp şarkılar söylemeliyim, bir çocuk gibi
oynamalıyım.”
Ellerimi kamıma bastım, eğildim iki kat oldum: “Sabahın
6’sı ha! Ne kadar uzaksın ey saadet!”
Bu kasırga başımı döndürdü, yatmak mümkün değil. Yas
tıkları üst üste dizdim, entarimle yatağa oturup, sırtımı yastık
lara dayadım: “Ey hain, ayak seslerini duyayım, kapılan ardı
na kadar açıp, seni sitemlerimle, nazımla karşılayayım, yeter ki
buzlar erisin, yeter ki birisi daha olsun birisi...
Karmakanşık rüyalar gördüm, boynum bükülü kalmış, te
lefonun sesine fırladım:
- Evet...
- Hocam seni Türkiye’ye bekliyorum...
- Ne? Türkiye mi? Benden o kadar kaçtın mı?
- Mesafeler aramızdaki bağlan koparamaz... Seni havaala
nında karşılayacağım. Bir peri gibi uçup, bana kavuşacaksın...
- Ne ise konuşmayacağım, herhalde Türkiye’yi senden da
ha fazla seveceğim...
- Seninle mesut olacağıma inanıyorum, bekliyorum...
- Telefonumu bekle...
27
K e l im e l e r hayatıma za r atıyor, bazen hepyek geliyor,
kapılar kapanıyor; bazen düşeş geliyor kazanıyorum...
Hayat bir oyun mu? Ben oyuncak mıyım? Oyuncu mu
yum?
Hayatımı kurtaracak sabit kaideler olmalıydı, o köprüler
beni azgın sulardan korumalıydı. Öyle sallar olmalıydı ki sele
kapılmayayım...
Bugün çok rahatım, en güzel kahvaltımı yapacağım, kam ı
mı doyuracağım. Dert arkadaşım bu kalemle bu kağıda kim bi
lir daha neler neler yazacağım; Geçme muhannet köprüsün
den ko götürsün su seni... Yatma geven gölgesinde ko aparsın
kurt seni...
28
BIZÎM yobazın 5 tane akrabası ancak vardır diyerek kaşık-
çataldan 5 takım ve çocuklar için de jiklet aldım. Gerekeni
oradan da alırım düşüncesiyle bir valizle yola çıktım, çek ko
çanı cebimde.
İstanbul’a indim, ağlamamak için sakız çiğniyorum. Güm
rüğe uğramadan çıktım. Şeref bir buket çiçekle beni karşıladı.
- Sokakta sarılmak dinimize aykırı, seni gönülden kucak
lıyorum, hoş geldin, dedi.
Çantamı alıp, çiçeği verdi, koluma girdi: “Şimdi teyzeme
gideceğiz, yarın da ilçemize..."
İstanbul kalabalık, muhteşem bir şehir. New York’a çok
benziyor. Zaten ikisi de 40’ıncı enlemde...
Teyzemiz boynuma sarıldı, yanaklanmdan öptü. Enişte
miz daha ciddi, elimi sıktı, yer gösterdi: “Buyurun oturun...”
Eşyası çok olan Amerikan evlerinden birindeyim... Bizim
gibi giyinen, bizim gibi yaşıyan Türkçe konuşan insanlar... Ba
bamın söylediği tarihi aradım...
Teyzemizin kızı liseye, oğlu üniversiteye gidiyormuş...
Bunlar da ilerde Amerika’ya gelebilir... Eniştemiz pijama ya
pıp, satıyormuş, durumlan iyi... Evlerinde her şey vardı, kü
tüphane yoktu.
Yorgunluk çayı dediler, içtik. Çocuklarla çat-pat İngilizce
konuştuk. Mutfaktaki teyzenin yanına gittim: “Yardım, help
ben?..”
Anladım ki yardım etmemi istemiyor, seyrettim. Dolaplar,
tezgahlar, buzdolabı, fınn, bunlar, mutfağı küçültmüş. Teyze
telaş içinde, patlıcanı soyarken, tencerenin kapağını açıyor,
pencereden giren hava yetmiyor; liseli kız kitaplanyla, televiz
yonla meşgul...
29
Akşam yemeğini saydım tam yedi çeşitti; peynir, zeytin,
turşu hariç. “Ye, ye, ye...” İyi ama ben 170 santim boyunda 65
kilo ağırlığındayun, nereme yiyeceğim...
- Beğenmedin mi?
- Çok beğendim, her şeyi çok beğendim, yemek çok, mide
küçük...
Gülüştük...
Ertesi gün bankaya gidip, para aldım. Şeref: “İki kilo bak
lava yaptırıp, bir takım da kaşık veririz, yeter” dedi. Bugün gi
deceğiz...
30
- Teşekkür, çok teşekkür...
Elini öptüm.
- Bakalım bu gavur kızıyla ne yapacağız?
Yine beynim attı, salondaki hanımları gösterdim:
- Ben de bunlar gibiyim, bunlar da gavur kızı mı?
Şeref tercüme etti.
Baba, hanımlara döndü:
- Bak, siz de buna benziyorsunuz, siz de gavur kızı mısı
nız?
Bir kız parmağını uzattı:
- Amca siz de Mister David misiniz?
Adamcağız kıza döndü;
- Haklısın, öyle karıştırdılar ki gavuru, müslümanı seçil
mez oldu...
Bana döndü:
- Otur kızım rahatsız olma, dünya yuvarlaktır, nasıl tutsan
öyle gider...
İşin en kötü tarafı tuvalet dışardaydı. Evin duvarları keres
teyle kerpiç karışımı... Kocaman dolaplar... Dolap gibi bir yer
de banyo... Kazanda ısıtılan suyu, maşraba ile başımıza döke
ceğiz. Her yere kadın eli değmiş, dantelli perdeler, yasuklar,
örtüler... Bir tek tabii çiçek yok, hep yapma...
Yere bir bez serip, sofrayı kurdular. Herkes bağdaş kurup
oturdu. Şerefe sordum; “Ayol hepiniz canbaz mısınız? Nasıl
böyle oturdunuz?” Gülenlerin, hayret edenlerin arasında kal
dım. Bir tepsiye yemeklerim dizildi, masaya verildi. Aynlık
böylece başladı.
Sabahleyin eriğin dalına tutunup barfiks hareketleri yap
maya başladım. Bizim kaynana gördü:
- Abov karıya bak karıya, diye söylendi.
31
Başka kimse olmadığı için devam ettim.
Sararan yapraklar dökülüyordu... Yapraklarla toprağın bu
luşması bir başka âlem... Deredeki su sesi ve kuşlann beni bul
ması, dünyama renk kattı.
Bu kadar iptidai bir yöreden gökdelenler dünyasına gelen Şe
ref... Ve ben, en konforlu, modem dünyada ıstırap çeken ben...
Çarşıya çıkıp, kaynanama bir fınn aldım, beraber yemek
pişirdik, biraz ısındı. Yine de oğluna çıkıştı:
- Ula Şeref, seni biz okuttuk, Amerika’ya gittin, bu da yet
miyormuş gibi gavur kızının koynuna girip, bizi unuttun. Ben
büyüteyim, başkalan alsın, buna yürek dayanır mı?
- Ana kabul etti ki İstanbul’da çalışıyorum, ha İstanbul, ha
Amerika... İstediğin zaman gelirim.
- Sana burada gül gibi kızlar alırdım, yaktın beni oğlum...
Yalnız evde değil, yöredeki huzursuzluğu da anlıyordum.
Şerefe teklif ettim:
- İstersen aynlalım, ananın dizinin dibinde otur, onları bu
dertten kurtaralım...
Hiç beklemediğim bir cevap verdi:
- Kadm ceket değil ki vestiyere asıp, gide)tim. O vücudun
bir parçası, onu nasıl kopanp, atayım?..
Bir akşam otururken Şerefe dedim ki, tercüme eder misin?
- Sayın babacığım, size bir hediye alamadım, para versem,
siz kendi hediyenizi kendiniz alsanız olur m u?
Ve hazırladım parayı çıkarıp uzattım. Tebessüm ederek al
dı, Şerefe döndü:
- Ula senin kann iyiye benziyor, bize evlat olacak...
Şerefin akrabalarını dolaştık, hepsine irili ufaklı hediyeler
dağıttım, çocuklara sakız, bazılanna p a ra verdim, onları okşa
dım, sevdim, hatta anne olmaya özendim...
32
Eve geldim, kaynanam gözlerini siliyor, Şerefe durumu
sordum “Seni boşamamı söyledi, ben de dedim ki anneciğim
kızcağızı bu gurbette bırakmak olmaz, izin ver, Amerika’ya gi
dip, orada boşayıp, döneyim... Bu sefer ağladı, hayır benim yü
zümden o yavruyu boşama, kadmlarm nasıl çile çektiğini bili
rim, deyip, ağladı...
Gözümden yuvarlanan yaşı hissedip, sildim.
Ne yaparsak yapalım, kirazı kiraza aşılamamışlar, vişneye
kiraz aşıladıkları için hem aşı yerinden su akıyor, hem de mey
venin tadı başka.
- Bu memleket kalkınmaz Şeref, sen tahsil yapıp Ameri
ka’da kalmışsın, öbürü zengin olup İstanbul’a gitmiş, kahveler
tıklım tıklım adam dolu, tarlalar boş, bahçeler de bodur ağaç
lar, bu memleket kalkınmaz Şeref, devletiniz de devletlerin
kontrolünde... Cennet gibi vatanda cehennem ha)ratı yaşamak
zor, çok verimli topraklarda çok fakir insanların yaşaması akıl
alacak şey değil. Bu memleket kalkınmaz Şeref, biz de burada
bannamayız gidelim...
Veda yemeğinde akrabalar toplandı, ayvanda çökelekli
yufka yapılıyor, üzerine yağ sürülüyor, sıcak sıcak yeyip, üze
rine ayran içiyoruz. Herkes bir telden çalıyor, ben sadece gül
mekle arada sırada teşekkür etmekle yetiniyorum. Şeref öğle
namazına hazırlanırken ben de banyoda abdest aldım. Şerefe
namaz kılacağımı söyledim.
- Ne zaman öğrendin?
- Müslüman kadmlarla toplantılarımız oluyor ya...
Herkesin gözünün önünde Şerefle beraber namaz kılmaya
başladık, sonra kısa bir sure okudum, el fatiha...
Peder kalın sesiyle:
- Ula kan, bak Müslüman gelinin var, dır dır etme...
33
öbürlerine döndü:
- Bu ne biçim iş, gavurun kızı namaz kılıyor, Müslüman-
lann kızı oturuyor. Gavurun kızı Kur’an okuyor, Müslüman-
lann kızı elifi görse mertek sanıyor.
Ellerini açtı gökyüzüne bakarak:
- Ya Rab’bi bu ne terslik, herşey bu kadar tersine döndü
rülür mü?
Şerefe sordum:
- Allah gökte mi ki, baba göğe bakarak dua etti.
Şeref bunu tercüme edince, adamcağız kahırlandı:
- Haklısın kızım, bize dinimizi öğret de öyle git.
34
ANTALYA’ya geldik hava sıcak, denize girilebilir, iste
mem. Güzel bir otele yerleştik, Şerefi oturttum, sordum:
- Evlilik hayatını devam ettirecek misin?
- Ben istihareye yattım, seninle mesut olacağımı bildirdi
ler, mesut olacağız...
- Peki bu ayrılığı da bildirdiler mi?
- İstihare sünnettir ama, rüyayı yormak, tabir etmek zordur.
- İyi tabir edemedin mi?
- Mesut olacağız, aile hayaümız devam edecek.
- Bu sözünde samimi isen şunu bil ki bugüne kadar senin
öğretmenin idim, sana emreden birisiydim. Bundan sonra se
nin eşinim, hayatın zikzaklarına daha fazla dayanamıyorum,
bu bahçede bir gül de ben olayım...
Akan gözyaşlanmı Şeref sildi:
- Sen akıllı bir kadınsın, sen de beni koru.
Gidip pencereye dayandı: “Bir insanı abad eden de, berbat
eden de kadındır” diye mırıldandı.
- Yani aile hayatında kadının rolü, erkeğinkinden daha mı
önemli...
- Görmüyor musun, anam bana çocuk muamelesi yapıyor,
çünkü erkeğin çocukluğu bitmez. Kadın çocuğuna bakar gibi
kocasına bakarsa onu esir alır...
- İnanıyorum, erkek hep çocuktur, o her zaman karısına
muhtaçtır, yeter ki yaramaz olmasın...
Kalktım Şerefin karşısına dikildim:
- İnsan sosyal yaranktır, insanlarla beraber yaşamak zo
rundadır...
Güldü:
- Yine öğretmenliğin tuttu hocam...
35
T o ROS Daglan’nın yükselen h a şm e ti, Akdeniz’in uçsuz
bucaksız görüntüsü kuş tüyü kadar beni hafiiletti.
- Alanya’ya doğru gidelim, belki bir a ğ aa n altmda öğle ye
meği yeriz...
Şeref hazırdı, beraberce çıktık. Otelin o yöne giden bir mi-
nübüsüne bindik. Şoföre dedik İd, “Bizi bir dere kenarında in
dir, köy veya benzin istasyonu olabilir.”
Toroslar’dan esen meltem rüzganna su sesi eşlik ediyor,
kuşlann sesi de buna katılınca bir orkestra-i ilahi kulaklarımı
doldurdu. Suya elimi soktum buz gibi. Garson geldi Şeref
“Adana” dedi.
- Adana nedir?
- A ab şiş, kebap...
- Aynen...
Yemekler geldi, bir lokma aldım “Yandım” diye bağırdım.
Şerefin gülmesine katılanlar da vardı.
- Bu kadar acı olur mu?
- Bir şairimiz “Acıya acı da buldum ilacı” diyor.
Yüzüne manalı manalı baktım. O devam etti:
- Üzülme, seninle ilgili değil. Ama hatırlatan anlatayım.
Sen beni kovunca...
Elimi kaldırdım;
- Bari sofrada güzel şeyler konuşalım...
- Çok güzel, sevinip, memnun olacaksın, izin ver. Beni
kovduğunda, arkadaşımın yanına gittim, dekana bir dilekçe
yazıp, izin istedim, Türkiye’nin yolunu tuttum. 10 bin metre
de uçarken sana dua ediyordum. Hay hamm sağ olasın, beni
kovmasaydın, ülkeme gelemiyecektim, ailemi ziyaret edemi-
yecektim. N’olur beni sık sık kov ki derslere gideyim , kov ki
36
İslam’a hizmet edeyim. Aksi halde güzel evimde, güzel kan-
mm karşısında oturup, kalacağım. SUdü kahve içmekle, yar ile
sohbet etmekle bu işler yürümez, kov beni sevgili kancığım,
kov beni, dedim.
Çatal elimden düştü, ben ne haldeydim, bu adam ne hal
deymiş... “Nasıl olur?” diye mınldandım.
- Senin sevgilin İslamiyet’miş, ben yedek parça...
- Sevgi genel bir ifadedir. İnsan pek çok şeyi sever: Yeme
ği, içmeyi, hanımını, çocuğunu, anasını... Bunlann arasındaki
fark büyüktür. Köylü ineğini de Allah’ı da sever. Allah, inek gi
bi sevilmez. Bir erkek hanımını da, dinini de sever, ikisinin ye
ri ayn... Hanımı için dinini terk eden, dinini hanımının cebine
koymuştur; o gidince din de gider. Seni hem hocam, hem de
eşim olarak seviyorum. Seninle güzel günler geçireceğiz diye
seviniyorum... Seninle beraber dinimi yaşıyacagım diye bahti
yarım...
Kebabı gösterdi:
- Bakınız ne kadar acı ama şifa. Allah adil olduğundan hiç
kimsenin derdi büyük değildir, derdini büyütenler vardır...
Her hadise ikaz-ı ilahi’dir. Her hadisede insan durup, düşün
meli, Allah bu hadise ile benden ne istiyor?
Etrafıma bakındım “Asya’dayız” dedim. “Yani peygamber
ler yurdunda, belki onların ayak izlerinde dolaşıyoruz.” Gar
sonu çağırdım:
- Bu acı fazla geldi, acısız bir yemek lütfen...
Tabii, Şeref tercüman...
Şeref de baklava söyledi.
- Bu ne?
- Acının üzerine tatlı iyi gider. Zaten her acıdan sonra bir
tatlı vardır. Her gecenin sonu sabahtır.
37
Bu adam beynimi fazla meşgul ediyor. Döndüm, derenin
akışım seyre koyuldum...
- Şehre gidelim, biraz alışveriş yapalım... Bu arada bir fık
ra anlatamaz mısın, birazcık gülelim...
- Köylüler der ki: Bizim oğlan 40 türlü yüzme bilir, suya
girdi mi hepisini unutur.
Güldüm “Harika bir tesbit, her insan az çok böyledir. Ne
ler neler öğrendik, onlann kaçını hayata uyguladık?..”
Şehre inmemiz zor olmadı, iki bavul aldık, ikisini de dol
durduk, şahsi eşyalar ve hediyeler...
Şeref derin bir uykuya dalınca, notlanmı yazmaya çalıştım.
“Gururumu ayaklar altına sermedim, onu kalenin burcuna
sancak gibi astım. Ne o başkasının seviyesine indi, ne de baş
kası onun seviyesine yükseldi, yalnızlığımın sebebi budur. Fa
kat, evet fakat her fırtına onu sarstı, kar taneleri evvela onun
başına düştü, düşmanlar hep onu nişan aldı, çektiğim çilelerin
sebebi budur. Evlilikte kumandan olsam, kocam nefer olur
mu? O kumandan olsa gururumu düşman askeri gibi çiğner
mi?
38
tan, balodan da o kadar uzak... Ben onunla beraber, bir yerler
den uzaklaşırken nerelere yaklaşıyorum?
Birinci kocam içkinin sarhoşuydu, İkincisi de sarhoş, bak
sızmış yatıyor. Ayık olan ben miyim, yoksa ben de bilinmezler
ülkesinin esiri miyim?
Amerika’yı, işimi, evimi özledim. Daha sakin bir hayat ya-
şıyamaz mıyım?
39
Bu sefer sevinçle gözlerim yaşardı, fırladım, kocacığımı öp
tüm.
- öyleyse benim de bir teklifim var. Yanlış anlama sadece
teklif, bir bakıma sesli düşünelim...
- Zevkle dinliyorum...
- Bir dershane açacağız, çocuklara bilgisayar, matematik,
İngilizce öğreteceğiz, ev ödevlerine yardımcı olacağız...
- Para?
- Büyük paralara gerek yok, yeri kiralayacağız, okul gereç
lerini alabildiğimiz kadar alacağız, borçlanınz da...
- Teşebbüs kabiliyetinizi tebrik ederim...
- Belediye ve eyalet de yardım edebilir...
Yutkundum, söyliyeyim mi, söylemiyeyim mi diye tered
düt ettim. Şeref gözlerini açmış dinliyordu.
- Red edeceğin bir şey daha söyliyeceğim...
- Lütfen...
- Papazlann kurduğu eğitim vakfından yardım istersek
esirgemezler...
- Doğum kontrolü olan bu memlekette çocuğu nerden bu
lacağız...
- Bu husustaki düşüncem daha farklı, zencilerin bol oldu
ğu bir şehre gideriz, okulumuzu orada açarız, onlar Müslü
man, sen onlara îslamiyeti öğretirsin, öğretmenler de diğer
dersleri...
- Şimdi anladım, istiharede ışık tutup, yolum u aydınlat
mıştın...
- Bunlan niçin düşündüm, biliyor m usun?
- Dinliyorum...
- Beraber olalım, beraber çalışalım ki benden şüphe etmi-
yesin...
40
Bu sefer Şeref kalktı, geldi beni öptü:
- Şüphe değildi, tedbirdi...
- Son fikrimi de söyledim: Anne olmak istiyorum...
Eşimin alkışlan arasında konuşmama devam ettim:
- Çocuksuz aile zor... Çocuk bu aileyi tamamlayacak; ço
cuksuz aile noksan...
41
- Âlâ, demek ki sen bu işe dört elle sarılacaksın...
- Amerikalılar müteşebbis olmasaydı bu dev sanayi kuru
lamaz, bu ülke süper güç olamazdı...
- Çok haklısın bakınız 1791’de Hamilton ne demiş: “Yatı
rım yapan yabancılara rakip gözüyle bakmıyalım. Onlar işimi
zi genişletiyor, ülkemizin kalkınmasında yardımcı oluyor.” İş
te bu prensiple başarılı insana ve yabancı sermayeye her zaman
kapılanmızı açık tuttuk.
İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa ne kadar çöktü ise Ameri
ka o kadar kalkındı. Bu kalkınmada bir avuç işveren süper
zengin olurken, halk aldığı ücrete sevindi.
Bakmız Andre Siegfried ne demiş: “Her Amerikalı bir ha
varidir, dolara iman eder; maddi, manevi her şeyin teşkilatla
nacağına inanır, insanlığın şerefini de yaşama seviyesini yük
selterek sağlar.”
Bizim milli felsefemiz pragmatizmdir. Yani faydalı olan her
şeyi kabulleniriz. Faydah olan iş ve söz doğrudur. Ahlâk anla
yışımız budur.
Amerika’da yüzlerce din ve ırk vardır; çalışan kazamr, ça
lışmayan zor duruma düşer. Kanunlar herkesi sorum lu tutar,
kanun karşısında herkes eşittir.
Ncw York’da Empire State Building’in yüksekliği 4 4 8 met
redir, duvanmn dibinde mutlaka dilenciler vardır.
- Bu tablo karşısmda kararınız ne?
- Okulu New York’ta açacağız...
42
Yoksulluk içinde büyümüş, memurlukta senelerini heba
etmiş... Kari Manc’ı beğenmiş, sosyalist olmuş... Siyasi faaliyet
lerini yazılarıyla, konuşmalarıyla sürdürmüş... Oscar Wil-
de’den, heykeltıraş Rodin’e, fizikçi Einstein’a kadar pekçok
kimseyle tanışmış, konuşmuş. Dostlan, siyasi hayan ve yazıla-
n sebebiyle aile hayatında mesut olamamış.
1917 Rus İhtilalini alkışlamış, istibdata karşı çıkmış. Hıris
tiyanlığın ilk yıllannı övmüş, kendi zamanındaki kilise görev
lilerini Şeytanın Çömezi isimli eseriyle yermiş... 57 tane tiyat
ro eseri yazmış. “Shakespeare olmak isterdim Shaw oldum”
demiş. însanlann iki yüzlülüğünü, gülünç ve iğrenç taıaflanm
gözler önüne sermiş. "İnsan ve Ü stün İn sa n " isimli eserinde
zenginin biri arabasıyla giderken soyguncular tarafmdan dur
durulur. Çete başı kendini tanıtmca, zengin de elini uzatır:
“Ben de şehirde soygunlar yapan...” diye kendini tanıtır. Maki-
na sesleri melekleri kovunca şeytanlar bayram etti. Silahlarm
öldürdüğü insan çoktur. Şimdi ise bir avuç kapitalist, insanla
rın ekserisini fakirlik darağacına çekmiştir. Anlıyorum ki zen
ginlerle zalimlerin yüreği hıçkırıklarla besleniyor.
“S o sy a liz m Yolu n da Z e k i K a d ın ın R e h b e ri" kitabını yazan
Shaw, Protestanlığın ilk şehidi Jeanne d’Arc’ı “A z iz e Je a n n e "
diye yazmış, 94 sene yaşamış, İngiliz edebiyatına ismini çiviy
le çakıp, gitmiş... Acaba ben ne olacağım?
43
âlem, hepisi sevimli, hepisi cana yakın... Bunlan hayata hazır
lamak, bunları geleceğin kötülüklerinden korumak için moral
dersleri adı alünda tecrübelerimizi aktarıyoruz. Kültür filmle
ri gösterdiğimiz gibi, hippileri çağınp, onlan da konuşturuyo
ruz. Kötü alışkanlıklann insanları ne hale getirdiğini gösteri
yoruz...
44
Hipi, sınıfı baştan başa yürüdü, gitti, geldi:
- Niçin yaşıyayıtn? Beni bekleyen birisi var rm? Benim
beklediğim bir şey var mı?
Şeref, hipiyi bir sandalyeye oturttu, tepsiyle elma böreği ve
portakal suyu getirdi, köpeğin de mamasını verdiler, misafir
böreğini yerken Şeref, başladı anlatmaya:
- Mr. Tom, çok güzel bir hastahanede dünyaya gözlerini
açtı. Annesi babası “Bir oğlumuz oldu” diye sevindi. Bu şen ve
hoş yuvada Tom büyüdü, okula başladı, derslerinde başarılıy
dı. Lise ikinci sınıfa gelince bir kızla arkadaş oldu. Bazen okul
dan kaçar, kelebekler gibi dolaşıp, yerler ve içerlerdi. Bir siga
ra hoşuna gitti. Arkadaşından )dne ve yine sigara istedi. Onlar
gülerek, eğlenerek buna sigara verdiler, alkışladılar. Bir daha
isteyince “Para” dediler. O, artık beyaz zehire alışmıştı. Kız ar
kadaşını da alıştırdı. Böylece okuldan uzaklaştılar. Babalan
harçlık vermez oldu. Okul yok, sanat yok, bundan sonrasını
Mr. Tom anlattı, şimdi size soruyorum: Siz de Tom gibi yaşa
mak ister misiniz?
Öğrenciler hep bir ağızdan bağırdı:
- Hayıııır!
- Biz, Tom’u seviyoruz, içkiyi, uyuşturucuyu, okuldan
kaçmayı sevmiyoruz, değil mi?
Yine hep bir ağızdan:
- Eveeet...
Çocuklann bu bağırmasına köpek de bavlıyarak cevap ver
di. Güldüler. Tom da tabağı, bardağı boşaltmıştı, evvela kağı
da elini, agzmı sildi, sonra kalktı, bira şişelerini omuzuna astı
“Adiyo yumurcaklar” deyip, gitti.
Ş eref, öğrencilere bir kağıt dağıttı:
Sayın veli,
Yann saat 22’den 23’e kadar öğrencilerimizle iki istasyonu,
bir de iskeleyi dolaşıp, ibret olsun diye evsiz, işsiz insanlan on
lara göstereceğiz ki, aynı duruma düşmesinler. Çocuğunuza ve
bize izin veriyorsanız lütfen el yazınızla “kabul” diye yazınız,
imzalayıp, bu belgeyi bize gönderiniz, saygılanmızla...
Mehtap Eğitim Merkezi
İmza ve mühür
46
meli hayvanlar sınıfından olan insanı, hayvanlardan nasıl ayı
racağız?”
Televizyonu kapattım, zira filmin varacağı noktayı tahmin
ettim.
- Devam et.
- Hayvanların yapamadığı şeyleri yapalım...
- Güzel gidiyorsun, devam et.
- İlimle, sanatla, ibadetle meşgul olmak...
- Aynaların buna ne zaran var?
- Cinsi ha)^t bir güçtür. Akıllı insanlarm hepisinde cinsi
hayat güçlüdür. İnsan zevkine kapılırsa gönlüne nedamet ağa
cı dikecektir. Bitmiş, tükenmiş insanlann hepisinde cinsi ha
yatın israfı vardır. Eşler bile evde dikkadi davranmalıdır. İnsa
nı, insan eden ilim, ibadet ve idealdir.
- İslamiyet’te erkek 4 kadın alıyor?..
- Evvela nikahla cinsi hayat smırlandmlmış... Diyelim ki
İslamiyet’te 4 kadın almak var. Amerika’daki erkekler bir ka
dınla nikahlanıyor, sayısız kadınlarla yaşıyor...
- Nasıl yani?
- Barlar, oteller, kız arkadaşı...
Gözlerim bir noktaya takılıp, kaldı; hayalim sinema...
Şeref anlatıyordu:
- Kadının özel halleri, gusül abdesti ve ibadetler, evde bile
cinsi hayatı yavaşlatıyor. Çünkü cinsi hayat bir güçtür, tahrik
edilmemeli, israf edilmemeli...
- Pilajlar?..
- Soyunmak, seksi zevk verir. Hayat, seksten ibaret değil
dir.
Yine sordum:
- İslamiyet’te bunun yeri ne?
47
- Zevklerini ve menfaatini helal daireye çekmeyen Müslü
man İslamiyet'i yaşamıyor demektir...
- Hazmı zor olan fikirler ve düşünceler... Biz iki tane bilgi
sayar alalım, biri senin, biri benim... Biz bilgisayan çok iyi öğ
renelim ki, çocuklara da öğretelim...
48
- Petrolü yaratan kim?
- Allah!
- Demek ki Allah, milyonlarca sene evvel, yerin binlerce
metre altında petrolü yaratmış, insanlar onu bulunca medeni
yet hız kazanmış...
Öğrenciler dikkatlice dinlerken Şeref ilave etti;
- Miknatıs da böyledir. Allah, miknatısı ve miknatıslanma
olayını yaratmasaydı, alternatif akım olmazdı, şehirleri aydın-
latamazdık...
Kocamı tebrik ederken Türkiye adına üzüldüm, Amerika
adına sevindim.
- Şeref ne kadar acaip değil mi? Türkiye bir sürü masraf
yapıp, sizleri okutuyor; Amerika 5 kuruş harcamadan sizler-
den faydalanıyor... Bazı ülkelerin neden kalkınamadığını şim
di daha iyi anlıyorum.
- Benim gibi düşünüp ve inananlar gerici, Türkiye’yi geri
bırakanlar da ilerici imiş...
Bir kahkaha attım;
- Çok şakacısın Şeref, tersliklerin bütünü bir ülkede topla
nabilir mi?
49
- Allah, kullanndan birine peygamberlik vazifesi verdi,
Cebrail isimli melekle ona ayetleri gönderdi...
- Bir soru daha; Tann, “Bu meyveden yemeyin” dediği hal
de şeytan, Havva’yı kandırıp, o meyveyi yedirmiş, bu sebeple
“Adem’le Havva cennetten kovulmuş, günahkar olarak dünya
ya gelmişler, bu sebeple acılar çekmiş, hastalanmışlar, Tan-
n ’dan ayn kalmamn da cezasını çekmişler; yine bu sebepten
her insan doğuştan günahkârmış... İncil böyle diyor, Kur’an ne
diyor?
Şeref iki kitaptan bazı sahifeleri açtı, başladı anlatmaya:
- Adem aleyhisselam Peygamberdir, Havva da aziz bir ka
dındır, annemizdir. Bana göre )rasak meyve nikahsız ilişkiler
dir. Müslüman, ayetlere bakıp geçmiştekileri suçlam a yerine, o
ayetlere uymayı tercih ederse dünyası cennet olur. Doğan her
çocuk, melekler gibi temizdir, ölsder makam lan cennettir.
Bence dinleri insanlar bozmuş, insanlarm bu dinlere gir
mesi zorlanmış... Geçen hafta da camide “Her neye baksan Al
lah’ı görürsün” dedi vaiz, Şeref bunu düzeltti: Her neye baksan
Allah’ın sıfatlarım görürsün. Mesela kediyi yaratan da Al
lah’tır. İlim, kudret ve rezzak gibi sıfatlar her yaratıkta görülür.
Bozanlar ve düzeltenler, ikisi de kendini dindar ve cennet
lik samyor, bu nasıl iş?..
••
50
ben ayaktayız. “Hoş geldiniz” diyoruz. Herkes yerine oturun
ca Şeref:
- Sayın misafirlerimiz, masaların üzerindeki yiyecek ve
içeceklere dikkat edersek, ekmek, zeytin, peynir, salata, pirinç
ve et bunlann hepisi ölü... Biz, her zaman ölü gıdalar yiyiyo-
ruz, diri diri geziyoruz. Ölmüş gıdalan midemizde dirilten Al
lah, ölmüş insanları diriltemez mi?
Efendim, bu soruya cevap ararken buyurun yemeğinizi ye
yiniz, afiyet olsun...
Böyle bir tezadı ömrüm boyunca yakalıyamamıştım: Yedi
ğimiz her şey ölü, biz diriyiz... Şerefin zekasına bir daha hay
ran oldum. Şuna da dikkat ettim Şeref, insanı bildiği kadar, iş
letmeciliği bilmiyor...
51
Saray yavrusu evine girince; Buradan nasıl aynlabilirim? O
toprakta nasıl yatılır? diyerek adeta çıldırırmış...
Kasayı açıp, altınlara, elmaslara, deste deste paralara baka
kalırmış...
Bazen yüksek sesle haykınrmış: Yok mu beni tutan, ben
ölmek istemiyorum!
Şimdi sevgili öğrenciler size soruyorum;
- Ölülerin çantası var mı?
-Y ok.
- Ölen kendisiyle ne götürür?
Her öğrenci bir şey söylüyordu;
- Kefenini...
- Tabutunu...
- Altın dişlerini...
- Haüralannı...
- Her biriniz bir doğruyu söylediniz. İyiler iyiliği, kötüler
kötülüğü götürmez mi?
Öğrencilerden biri:
- Günahlanm, sevaplarını götürür...
- Aferin...
- Yüz sene evvel bu dünyada var mıydık?
- Yoktuk...
- Yüz sene sonra da bu dünyada olmayacağız, nerde olaca
ğız?
- Mezarda...
- Toprakta...
- Hiçlikle...
Şeref ellerini kaldırınca öğrenciler sustu;
52
- Yüz sene evvel neredeydikse yüz sene sonra orada olaca
ğız... Yani bir başka âlemden yola çıktık, dünya denilen otele
geldik, beğendik veya beğenmedik, gidiyoruz...
- Öğretmenim ben gitmek istemiyorum...
- Hiçbirimiz gitmek istemiyor ama saatin saniyeleri bile
ömrümüzü tüketiyor...
“Acaba bu adamı çok mu tebrik ettim” diye düşünürken o
“Nasıl?” gibilerden gözlerime baktı ve yine tebrik ettim... Bu
adam papaz değil, hoca değil, peki ne? Herhalde bu sorunun
cevabını uzun yıllar anyacagım...
53
B u g ü n kocama müjde verdim: “Baba oldun.” Asya’nın
dinle yoğurulmuş bu insanı rotasmı hiç şaşırmadı.
- Dikkat ediyor musun? Sevgili Selena, her gün, her zaman
ölü gıdalar yiyiyorsun, bu ölü gıdalarla Allah, senin vücudun
daki çocuğun kemiklerini yapıyor. Sonra ellerini, ayaklannı
yapacak. Bir şehrin su şebekesi gibi çocuğun vücuduna kan
damarlarını döşiyecek. Telefon telleri gibi sinir sistem ini kura
cak. Benim böbreklerim nerde ve nasılsa, onun böbrekleri de
öyle olacak. Allah, bize sapasağlam bir çocuğu bedava vere
cek... İşte sevgili öğretmenim asıl problemler ondan sonra baş-
lıyacak. Meyhaneler, barlar ve kumarhaneler birer canavar gi
bi ağızlannı açmış yavrumuzu bekliyor.
Evet, bizim kocaman bebek yine ağlıyor. Şim di de doğma
yan çocuğuna veya hayatı kayan herkese ağlıyor.
- Yani şairden bir beyit okuyayım mı? “Ananı kandır da
doğmadan öl çocuğum” diyeyim mi?
- Hayır, o melek dünyamıza gelsin, fakat Selena, akılh in
sanlar öyle bir sistem kurmuş ki, melek gibi çocukları şeytana
çeviriyor.
Mis gibi kokan çayımı yudumlarken, ben eğitim merkezi
nin gelir giderini hesaplamakla meşgulken bu koca Asyalı kar
nımdaki çocuğun mafsallanyla meşgul oluyor. Acaba ikimiz
birbirimizi tamamlayıp, tek adam olamaz mıyız?
Mitolojide bir masal okumuştum. Çok eskiden kadın-er-
kek yokmuş, insan varmış. Bu insan o kadar güçlüymüş ki
Tanrı Hercül’e karşı gelmiş. Hercül de o insanı ikiye ayırmış,
yansım kadın, yansını erkek yapmış, bunlann her birini bir
dağın ardına atmış. Ne zaman ki o eşler birbirini bulursa Tan-
n Hercül’e karşı gelecek kadar güç kazanırmış...
54
Bu ümitle Şerefe baktım, o da bir kitabın sahifelerinde
kaybolmuştu.
55
ren, tezgahta çalışan hal ile dua ediyor ki onun duası kabul
olur, rızkı artar. Biz Müslümanlar daha çok dil ile dua ediyo
ruz, perişaniyetimiz bundandır. Amerikalılar hal ile dua ettik
lerinden kalkınmışlar. Ben de bir Müslüman’ım ve Asyalıyım,
bu sebeple dille dua bende, hal ile dua sende, sen başanlı olur
sun; ben de sana uyarsam başanh olabilirim.
İç dünyamdan kara bulutlar çekildi, güneş bütün haşme
tiyle ortahğı aydınlattı; gökkuşağı, güneşin yedi rengine ayna
tuttu, rahatladım, yerimden fırlayıp, kocama sarıldım, başımı
omuzuna koyup, sevinç gözyaşlan döktüm. Artık yediğim ye
mek boğazımdan geçer, “Bu saadetin aşkına en güzel yerde, en
güzel lokantada yemeğimizi yiyelim” dedim, baktım o da ra
hatlamıştı. Fakat iç dünyamdaki karanm değişmemişti: Cen
nete giden kocam dünyamı cehennem edebilir, tedbirli olma
lıyım. Hatasını bilmesi en güzel fazilet.
56
manalarıyla beraber ayetler astım. Başımı kapattım, derse baş
ladım:
“Bismillah, Allah adıyla...”
Saksıdaki çiçeği gösterdim:
- Bu çiçeği yapan, yaratan kimdir?
Her birinden bir ses yükseldi:
- Tabiat...
- Allah...
- Kendiliğinden olmuş, öğretmenim...
- Toprak yapmış öğretmenim...
Bunlann hepisini tahtaya yazdım. Çubukla kelimeleri gös
tererek:
- Tabiatı iki şekilde ele alacağız. Birincisi; tabiat yaratansa
Allah demek daha iyi. İkincisi; tabiat yaratıksa, yaratıklar ya
ratamaz. Siz de yaratıksınız, bir çiçek yapabilir misiniz?
Bir tanesi defterindeki çiçek resmini gösterdi, güldüm
“Aferin” dedim. Tam sırası gelmişti, hemen plastik çiçeği al
dım:
- Bunu kim yaptı?
Çocuklar şaşırdı, birbirine baktı, ben açıkladım:
- Bu plastik çiçeği insanlar atölyelerde, tezgahlarda yapı
yor ama canlı değil... Canlı çiçeği Allah’tan başkası yapamaz.
- Öğretmenim, oyuncaklanm canlı, yürüyor, koşuyor...
- Aferin, şimdi can nedir, onu anlatacağım, lambaya ba
kın...
Elektrik düğmesine bastım, lambalar yandı.
- İşte lambalara can geldi...
- Öğretmenim can değil, elektrik geldi.
- Lambalann cam, elektrik...
57
Düğmeye tekrar bastım:
- Lambalar öldü... Pencereden bakın.
Çocuklar pencereye koştu.
- Arabalar niçin duruyor?
- Motoru çalışmıyor...
- Sürücü yok...
- Hepinizin cevabı doğru, demek ki arabanın canı motor.
Çocukları yerlerine oturttum:
- Bakalım bu soruya kim cevap verecek?
Çocuklar dikkat kesildi ve sordum:
- Ölüler neden yürüyemiyor?
Biri:
- Ay korktum...
Öbürü:
- Canı çıkmış...
- Aferin sana! Şimdi dersimizi özetliyelim: Canlı çiçekleri
Allah, cansızları insanlar yapmış, değil mi? İnsanlar canlı çiçek
yapamazken toprak nasıl yapsm? Alimlerin bütününü toplasa
nız bir tek elma yapamaz; elmayı topraktan yaratan da Al
lah’tır...
- öğretmenim biz Allah’ı görmüyoruz...
- Elektriği de görmeyiz. Nasıl ki elektrik yaptığı işlerle
kendini belli ederse, Allah da yaptığı işlerle varlığım gösteri
yor...
Dersimiz böylece devam etti, onlara canı, hayatı, ruhu an
latmaya çalıştım, biyoloji ve psikolojiyi onların seviyesine in
dirdim.
Zil çaldı, tenefüse çıktık. Şeref beni görünce heyecanlandı,
tebrik etti:
58
“Hiç heyecanlanma” dedim, “Nasıl ki her artist rolüne gö
re giyinir ve oynar, ben de Öyleyim. Çocuklara İslamiyet’i an
latırken Müslüman hanımlar gibi giyindim, sınıfa ayet ve ha
disler astım..."
Şeref hemen sınıfa girdi, başta Kur’an olmak üzere diğer
dini kitaplar, levhalar, falan... Etrafa baktı;
- Gericilik yapıyorsun hocam... Öğrencileri 1400 sene ge
riye mi götürmek istiyorsun?
Rüzgann ne yandan estiğini anladım:
- 1400 sene evveli anlatmak gericilikse. Milattan evvelki fı-
lozoflann yazdıklarını okumak daha gericilik... Nasıl ki mil
yonlarca sene evvel yaratılan su, hava ve toprak bugünün ihti
yacına cevap veriyorsa, bunları yaratan Allah din gönderdiği
ne göre o din de bugünün ihtiyacına cevap verir...
- Hocam izin verirseniz elinizi öpeyim...
Kahvem geldi, onu yudumlarken gözlerimden yaşlann yu
varlandığını hissettim ve sildim...
- Hocam ağlıyorsun...
Parmağımla işaret ettim: “Sus.”
39
Kur’an ezberlediğinden onu bir camiye imam yapmışlar. Yine
bir gün bir cenaze getirmişler telkin verirken demiş ki: “Ey
mevta, ahirete gittin, dünyayı merak edenler olursa de ki Bek
ri Mustafa imam oldu” gerisini anlarlar...
Konuyu anladım ben katıla katıla gülerken o devam edi
yordu.
- Lütfen yann ki cenaze merasimine katılın siz de deyin ki:
Ey ahirete giden kişi, Müslümanlar’ın halini sorarlarsa de ki,
Selcna, Müslüman çocuklara İslamiyet’i öğretiyor, onlar gerisi
ni anlar...
60
daldım. Biliyorum Şeref aç, susuz ve yorgun; önünde yemek
ler ve meşrubat var; yemiyor, içmiyor, emir bekliyor. Sanki
yeryüzü kışla, Allah Kumandan-ı Azam, Müslümanlar da as
ker; “Ye!” deniyor yiyiyorlar, “Yeme!" deniyor, yemiyorlar...
Keşke Müslümanlar’ın bütünü her zaman böyle olsa...
İmanın ne olduğunu şu anda daha iyi anladım; en zor şart
larda Şeref, Allah’a itaat ediyor. Bu nasıl bir din ki, 1400 sene
evvel Arabistan’da doğmuş, dünyanın dört bucağına yayılmış;
Şeref, Türkiye’den Amerika’ya gelmiş, tek başına bir Müslü
man, orucu yese de, tutsa da kimse ona karışmaz fakat o yine
oruçlu, yine emir bekliyor. İslamiyet mükemmel insan istiyor.
“Müslümanım” diye ortaya çıkmamamın sebebi de bu. İnana
başka, hayatı başka olan Müslümanlar’dan olmak istemem.
61
Yatağıma döndüm, dünya nedir, hayat ne, insan ne? Ne
yapmak istiyorum? Bir kelebek gibi uçup geldim, uçup gidiyor
muyum? Bazı gerçekler hayatın yönünü saptırıyor mu?
Şeref, bir tepsi içinde çorba, zeytin, peynir, bal getirmiş.
Bir bardak da limonata...
Çorbayı içtim, kaşığı bıraktım. Şerefin yüzüne baktım:
- Her şey güzel fakat senin alakan bunlardan bin güzel.
Düştüğüm anda elimden tutman hayata mana veriyor, teşek
kürler...
O da yüzüme baktı, manalı manalı güldü:
- Hani sokakta birbirine sarılan, öpüşen genç kızlan ve er
kekleri görüp, sevgiden, aşktan söz etmiştin... Sevgi ve aşk ke
limelerde kalırsa, zevklerin tercümanı olursa manasızdır. Ama
eşler birbirini tamamlarsa, birbirine yar olursa işte o zaman
sevgi ve aşk var demektir.
Anlıyorum, filozof kocam anlıyorum, her şey gibi sevgiyi
de, aşla da dejenere ettiler...
62
Kollanmı havaya kaldırdım: “Hey Allah’ım şu işe bak, bir
Müslüman, bir Hıristiyan’ı kiliseye davet ediyor, hem de pazar
günü...”
Ne ise bizim deli ile yola düştük, pazar okulunda, sınıfımı
za girdik. 15 kişilik bir sınıf erkeklerle hanımlar karışık. 20 ya
şa kadar ayn, 20 yaştan sonra bir arada...
Ben öğrenciyim sırama oturdum, bizim bey masaya geçti
öğretmen... Bu zıtlıklar, bu terslik bana hoş geliyor. Başladı an
latmaya:
“Midemizi yiyeceklerle, içeceklerle doldurduğumuz gibi,
beyin midesi ilim, kalb midesi iman ve ibadet ister. Nasıl ki
mideye içki gidince beyin değişik düşünmeye başlar; beyin mi
desine giren bilgiler de insanın hayat anlayışını değiştirir. Kal
be gelince iman eksi ve artı değerler ahr, matematikteki ra
kamlar gibi. Heykele de, Allah’a da tapmak imandır, biri men
fi, diğeri müsbet... İbadetler de iki zıt kısma ayrılır, ayyaşın ha
liyle, alimin ilme baglıhğı ve abidin ibadeti farklıdır. Bize göz
veren Allah, okunacak kitabı da göndermiş... Dinleyen kulağı
veren Allah, Peygamber göndermiş... Konuşan ağzı veren Al
lah, dini sohbetleri emretmiş...”
Sonra aklı anlattı. Defalarca dinlediğim konulan bir daha
dinledim fakat bu dekorda bu sözler beni büyüledi... Kilisede
pazar okulu, bu okulda Müslüman öğretmen, Hıristiyanlar öğ
renci, anlatılan şeyler herkesin malı...
Bari papaz da gelsin camide vaaz etsin...
Saat 12, dersler, ibadetler bitti, cemaat dağılıyor. Şerefle
beraber papazın yanına gittik, beni tanıttı. Papaan Şerefe ent-
rasan bir teklifi oldu: “Eğer Arapça öğrenmek istersen sana
yardımcı olurum ve mutlaka Arapça öğren...”
Beynim duracak, bu sefer de papaz, bir Müslüman’a Arap
ça öğretecek belki ayet ve hadislere de mana verecek...
63
Vedalaşıp çıkarkan papaz bir espiri yaptı:
- Ey Müslüman, bu Hıristiyan’ı kiliseye getir...
Dünya zıtlar âlemidir.
Bu karışık dünyada, bu karışık adama “Complex man, şim
di camiye mi gidiyoruz?” dedim. “Evet” demez mi, az kalsın
küçük dilimi yutacaktım...
64
- Buyur hocam.
- Müslamanlar’m hepisi cennete gidecek mi?
- Dinden anladığıma göre İslam’a ve insana zarar verenler
hariç...
Hafızamm sahifelerini karıştırdım: “İnsanı zehirlemenin
cezası idam.” Çünkü zehri yemeğe katacak olan en yakın kim
sedir. Buna karşı maktul en ufak bir savunma yapamaz. Eski
den Hindistan’da zehirleme olayı çokmuş. Bunun önüne geç
mek için ölen adamın karısını da yakarlarmış. Demek ki kadı
na zulmeden erkek, erkeği de zehirleyen kadın... Müslüman
da İslam’a zarar verirse, o da yanmalı...
Ahirete kanşmayalım amma Müslümanlar’m bütünüyle
cennete gitmesi aklıma yatmaz. Öyleleri var ki seve seve dün-
yalannı cehennem etmiş, tahmin ediyorum ki meyhanedeki
Müslüman da cehenneme gitmek için epeyce para ödüyor...
İslam Merkezi’nde üstün insanlarla tanıştıkça, İslamiyet’e
biraz daha ısınıyorum...
65
olabilirim. Belki bizim papaz da Müslüman... Şerefin şakalan-
na gülmekten başka çare yok.
Günler yaklaşınca Hac Mağazasından entari, başörtüsü,
terlik aldım. Şeref de ehram, şemsiye falan aldı. Eve geldik hac
kıyafetlerini giydik...
- Şeref be...
- Buyur hocam.
- 100 dolara sen şeyhülislam, ben de Rabiat-öl Adeviyye
olduk. Bunu daha evvel neden beceremedik?
- Haklısın hocam şekilcilik kolay amma kafayla, kalbin içi
zor. Çünkü ilim ve iman enjektörle şınnga edilmiyor.
Cidde Havaalanına inerken Şerefe işaret ettim:
- Bak burda ne varsa ithal malı...
Şeref de fısılü halinde kulağıma dedi ki: “Gümrüğe girince
İngilizce konuşalım, bana Türkçe yahut Arapça konuş, deme.”
- Neden?
- Suudlar, Ameıikalılar’a kolaylık gösteriyormuş...
- Hayret, hani mü’min, mü’min kardeşiydi...
Uçak alana indi. Gerçekten de gümrükten kolayca geçtik.
Programlınıza göre Cidde otellerinin birinde iki gece kalacak
tık...
Ertesi gün Cidde limamndaki ticari gemileri gördüm :
- Bu da ne?
- Müslümanlar’a satılacak mallar...
- Desene hacca gelenler gavurlan zengin edecek...
İçim burkuldu, keşke gelmeseydim... Hacılar ahiretini, ga
vurlar dünyalannı cennet etmekle meşgul. Dünyayı cennet et
meyen din kabül görür mü?
Cidde’yi biraz dolaştık sıkıldım, ha New York, ha Cidde,
nesini gezeyim? Çarşaflı kadınlar, entarili, başı sanlı erkekler
buranın tek dekoru...
Mekke’ye gelince halim değişti, Lebbeyk Allahümme=Em'
ret Allah’ım, bu tabiri can-ı gönülden söylüyorum. Şerikin
yoktur, lütuf senden, sadece sana hamd ederim...
Harem-i Şerife girerken beni bir ağlama tuttu, katıla katıla
ağlıyorum; bunun niçini, nedeni yok. Şeref de öyle...
Tavaf yaptık. Vecde gelmiş insanlardan kendimi zor koru
dum... MalezyalI hanımlan buldum, çoğu genç ve tahsilli, İn
gilizce de biliyorlar. Onlarla can ciğerdik.
Sonra çarşıyı, pazan dolaştık, ölülerin alış veriş yaptığım
gördük. Beyaz elbiselerimiz kefenmiş ya...
- Şeref, bu ne hal?
- Buyur hocam...
- İki milyon Müslüman dünyanın dört bucağmdan gelip
buraya toplanmış. Müslümanlar’ın yıllık kongreleri, burada
ekonomik, politik ve kültürel problemler hal edebilirler...
- Bugüne kadar edemediler...
- Yazık.
- Bu kutsal topraklarda kağıt yiyen koyunlar gördüm, on
lar da kutsal oluyor mu?
Şeref gülüyor.
Hadi son soru:
- Harem-i Şerifte kedi de gördüm, o da hacı olur mu?
Şeref yüzüme baktı:
- Hocam, İslam! ilimlerle Allah’a ibadet edilir, gerisi boş...
Elini sıktım.
67
Arafat, mahşer meydanıydı. Buradan Müzdelife’ye geçmek
problemli... Müzdelife’den Mina’ya geldik şeytan taşladık, her
taş atışta: “Şeytan benim içimde, ben ona düşmanım” dedim.
Medine’de Peygamber’in ve sahabenin insanlığı ayağa kal-
dınşını ilmen yaşadım. Peygamber’in türbesinin Kabe’de olma
dığına bin kere şükrettim.
Kocama takıldım:
- Şeref, papaz ne demişti, Arapça öğren...
Fabrikasız, atölyesiz şehirlerde fakirlere bol bol para ver
dim. Hurma ve zemzemle ülkeme döndüm,
- Hacda yapılan dualar kabul olurmuş, hocam sen ne iste
din?
- Bize teslim edilen çocukları bataklığa saplam adan adam
etmeyi Allah nasip etsin, dedim.
- Ebedi saadeti?
- Ben vazifemi yapayım, Allah işini bilir.
68
ölüm korkusu beni bütünüyle sararken, sancılanm şiddet
lendi ve doğum oldu. Korktuğum kadar zor olmadı. Müjde
verdiler: “Bir oğlunuz oldu...” Şeref de kapıdaymış...
Oğlum dünyaya gelir gelmez bütün gücüyle ağlamaya baş
ladı. Hayata ağlıyarak başlamak... öyle yaşa ki öldüğünde de
başkaları ağlasın... Gerçi her ölünün bir ağbyanı vardır ama
öyle değil, iyi ve üstün insanın kaybedilmesi başkadır.
Doktora ve hemşireye bir daha bir daha sordum: “Oğlu
mun sakat yeri var mı?”
- Bu acele ne? Çocuk senin ellerinde büyüyecek? Onu bol
bol seyredip, seveceksin...
Annem, babam. Şeref hepsi gelip tebrik ettiler.
Annem dedi ki:
- Hastahenede fazla kalma, ya bize gel, yahut ben size ge
leyim, sana yardımcı olurum...
- Doktora sorayım...
Annem kızdı:
- Kız seni nasıl büyüttümse torunumu da öyle büyütürüm,
buralarda ne işin var?
Annemin gözünde hâlâ çocuğum, “Peki" dedim.
Şeref geldiğinde annem mutfakta, çocuk beşikte ve ben de
yataktayım. Bizim filozof çocuğa baktı baktı, bana döndü:
- Bu çocuk senin mi?
Hemen doğruldum:
- Ne demek istiyorsun?
- Şu yavruya bak ne kadar rahat nefes alıp veriyor. Bunijin
küçücük akciğerlerini, kocaman atmosferle irtibatlayan kim?
Sen mi bunun ciğerlerini yaptın?
- Allah iyiliğini versin korkuttun beni...
- Selena...
Cevap vermedim, gözlerimi ona çevirdim...
- Dünyaya bir çocuk geliyor ve iki çeşmeden sü t akmaya
başlıyor; çocuk için en güzel gıda ana sütü...
Çiçekleri, ağaçlan her zaman görürüz, ressamın yaptığı da
ha başkadır. Bu adam da bildiğimiz, gördüğümüz şeyleri öyle
anlatıyor ki, kelimeler boya, cümleler fırça, harika tablolar zih
nimin duvarlanna asıhyor...
Acaba eşim bu kadar ciddi olsun mu, yoksa arada sırada
sulu, sırnaşık bir hal alsm mı? Ona sorsam “Şükret” der.
Bundan sonra dershaneye kocam, ben, bir de oğlumla gi
deceğiz.
70
- Isa.
- Yani Jcsus?..
- Beğendin mi?
- ilk kocanı, bana İsa’yı sevdirmemişti, sen Muhammcd'I
sevdirdin, şimdi dc Isa’yı mı sevdireceksin?
- İsa aleyhisselam peygamberdir, peygamberlerin hcpisini
severiz...
71
BIZİMKİ izinden dönmüş akşamın I l ’inde sürpriz şekilde
karşıma dekildi. Evvela şaşırdım, sonra canım sıkıldı. Ne yani
beni kontrol mü ediyor?
Bir yanlış hareket bin iyiliği alıp, götürüyor, ağzıma süzgeç
koydum:
-Hoş geldin...
Eve gitmiş, bavulları oraya bırakmış, beni almak üzere ba
bamlara gelmiş. Babamlann hediyesini de ihmal etmemiş. Dut
kurusu, ceviz, kayısı kurusu vesaire... Ihtiyarlann sevinci kız
gınlığımı yatıştırdı.
Bizimkiler paraların ötelere kaymasını istemiyor. Şeref ağ-
zmdan bir şeyler kaçırır diye sorup, soruşturmadım, bir an ev
vel kalkıp, evimize döndük. İsa’mız Şerefin kucağında...
Şeref, annesinin mektubunu uzattı. Oku da anlat bakalım
ne yazmışlar...
“Amerikalı gelinimiz,
Hediyelerini aldık teşekkür ederiz. Biz de çam sakızı,
çoban armağanı bir şeyler gönderiyoruz. Torunumuz için
de bir alan... Siz de gelseydiniz sevinirdik. Bizim İngilizce
öğreneceğimiz yok bari sen Türkçe öğren de gelinimizle
iki laf edelim. Bakalım kaynana olmak nasılmış. Baban ve
ben gözlerinden öperiz, burdan herkesin selamı var.
Annen”
72
Tahmin ederim bizimkiler bana ısınmış, ben de onlara...
Şeref başladı anlatmaya: “Çayın kenannda kıymetsiz bir
tarla aldım, pullukla toprağı iki defa sürdürdüm; otunu, taşını
ayıklattım, 20 metrelik bir duvar çektirerek sellerden koru
dum; bir de su pompası aldım, bununla tarlayı sulayın, dedim,
babam çok dua etti.
- Yani?
- Balık vermektense balık tutmasını öğrettim...
- Benim parayı da oraya mı harcadın?
- Hayır, bunu gelinin gönderdi, diye kendisine teslim et
tim...
- Aferin, bir Amerikalı gibi çalışmışsın, yani üretime dö
nük...
Artık haber vermeden niçin geldin, falan da demedim.
Eşimdir, elbette beni kontrol edecek... Ben de onu kontrol edi
yorum...
73
sıkı irtibat kurmuş. Adler, cinsiyet meselesinden değil, bedeni
yetersizlikler sebebiyle aşağılık duygusuyla doğan rahatsızlık
lara dikkati çekmiş... Sosyal psikoloji, zihin bozukluklarını in
celeyen patolojik psikoloji, genetik psikoloji, farklar psikoloji
si ve uygulamalı psikoloji...
Bu kitabı dikkatlice okudum, nodar aldım, ben ve eşim bu
bilimin neresindeyiz? Öyle ya, psikoloji ruhun yaptığı işleri in
celiyor, ysmi asıl konusu insan, ben de. Şeref de insan; bu bi
lim dah bize bizi nasıl anlatacak?
Doğrusunu isterseniz kafam karıştı, biraz da karamsarlığa
düştüm. Kocaman ilim adamlan, böylesine bir bilim dalıyla bi
zi çıkmaz sokaklara mı düşürmeliydi? Durumu Şerefe açtım,
o da bir kitap açtı, okuyor ve anlatıyor;
"İnsanı yaratan Allah, İslamiyet’i gönderdiğinden,
Kur’an’ın nuru mü’minin beynini aydınlatır, o da hakla batılı
ayırmaya başlar. Böylece yaratıklar içinde farklı ve üstün bir
duruma ulaşır. İman nurdur, yolumuzu aydınlatır, iman kuv
vettir bizi her türlü kötülükten geri çeker, her türlü iyiliğe
sevk eder. Böylece iman, insanı insan eder, belki insanı sultan
eder. Nasıl ki asker ilbesesi giyen insan bir güç, bir kuvvet ka-
zamrsa, Allah’a itaat eden insan da öyledir.
Kainat ne kadar büyük, insan ne kadar küçük. İnsan Hu-
zur-i llahi’de aczini anlar, secdeye giderse firavun olmaz. Za
ten kendini çok büyük zanneden Firavunlar, küçücük mikro
ba mağlup olup, gittiler.
İnsan maddeten ve manen en güzel şekilde yaratılmıştır.
Haramlardan kaçınsa bu güzelliği devam edecektir.
İnsanın ihtiyacı sayısızdır. Dua eden bilir ki, isteklerine
muhatap olan var. Bu bakımdan dua, imanın âlametidir. Nasıl
ki fırtınaya tutulan gemiler limana sığınırsa, sosyal hayatın fır-
tınalan içinde Sünnet-i Seniyye kalesine giren kurtulur.
74
tnsan vücudu itibariyle bir hiçtir. Fakat insan, Allah’ın ver
diği kabiliyetlerle şu haşmetli kainatm bir seyircisi; yaratıklara
bakıp yaratana inanan; her yaratığı, İlahi bir mektup gibi oku
yan; îslami terbiyeyle üstün bir makama varan; bu gerçekleri
anlatan şerefli bir mahluktur.
İnsan şu kainat sarayının aziz misafiridir. Ev sahibine itaat
ederse rahat eder. Zaten görülüyor ki, itaat eden de etmeyen
de gidiyor. Elbette ki zalimlerle mazlumlar mahkemeye gider.
Orada zalimler cezalandınhr, mazlum mükafat görür.
Şerefi çok dikkatle dinledim, sanki karanlıkta kör ebe oy
nayanlara ışık tuttu.
- Peki psikoloji ne olacak?
- Peygamberimiz buyurmuş ki: “Kendini bilen Rab’bini bi
lir.” Psikoloji, çeşitli çevrelerin organizmaya tesirini; içten ge
len itmelerin dış dünyaya etkisini inceleyen bir bilim dalıdır.
Yani psikoloji insanı esas alıp, merkezden çembere, çember
den merkeze etkileri, itmeleri, çekmeleri anlatır. Böylece insa
nı, insana anlatır. Yaratandan koparılan insan, karanlıkta el
yordamıyla yoluna devam eder; o yolda çukurlar ve dikenler
vardır.”
Güldüm. Benim öğrenciliğime. Şerefin öğretmenliğine gül
düm.
Düşündüm, İslamiyet'teki bilim inkar edilemez, ilim
adamlan gayri müslimlerden çıkmış... Şimdi Şeref gibi Müslü-
manlar Asya’yla, Avrupa’yı bütünleştirmeye çalışıyor...
Çocuğumun süt zamanı geldi, onu emzireyim...
75
O ğ l u m u n ismi İsa, İsa Peygamber gibi olmasını isterim
fakat tanıdığım Hırisliyanlar gibi de olmasını istemem. Müslü-
manlar da öyle.,, Acaba oğlum babası gibi veya benim gibi olur
mu? Kocamın fikrini almak istedim:
- Oğlunu hangi metodla terbiye edeceksin?
- Oğlum beni terbiye ederken terbiyeyi öğrenecek.
- Anlamadım?
- Oğlumun beni tenkit etmesine izin vereceğim; bende be
ğenmediği ne varsa açıkça söylesin...
Parmağımı ısırdım;
- Ayol öyle şey olur mu? Yani el kadar çocuk, tahsilsiz,
kültürsüz çocuk, kocaman insanı tenkit edecek, sen aklını
peynir, ekmekle mi yedin?
- İnsan öyle yaratılmış ki hemen iyiliği kötülükten ayırır.
Mesela sövsem veya içki içsem en cahil adam da “Bu kötüdür”
demez mi?
- öyleyse ben de tenkit edeceğim, sağlam dur.
- Elbette yanlış bir söz söyler veya yanlış bir hareket yapar
sam hemen söyle...
- Harika! Fakat neden böyle bir yolu seçtin?
- Ben seçmedim, dinim seçti. Müslüman evvela başkaları
na zarar vermeyecek, sonra da faydalı olacak...
- Böylcce tenkide sınır getirdin. Zararlı hallerini söyleyece
ğim, yoksa ceketi şuraya bırakmışsın, tabak şöyle konmuş, de
ğil-
- Anlayışlı bir hanım, evini cennete çevirir...
- Erkek?
- Zalim kadımn elinde erkek mazlumdur; zalim erkeğin
evinde de kadın çaresiz ve perişan...
76
G ö k y ü z ü n ü yazı tahtası yapan kudrete hayranım!
Masmavi bir gök ve pml pınl güneş...
Geceleyin simsiyah bir tahta...
Sonra fezanın gözleri yıldızlarla parlar...
Sonra ay ve mehtap...
Bir sabah gözlerim göklerde, küme küme bulutlar...
Denizler bulut bulut göklere çıkmış, rüzgar atına binmiş
gidiyor...
Kimdir bulutlara jeneratörler kuran, kimdir sudan ateş çı
karan, kimdir şimşekleri buluttan buluta atlatan ve kimdir
yağmur dolu bulutlardan başımıza yıldınmlar yağdıran? Ve
kimdir yağmuru rahmet olarak gönderen... Sonra bir gökkuşa
ğı doğar ki ressamın elindeki fırça utanır.
Böylesine seyrederim âlemi...
Yine bir sabah erkenden kalktım, terlikleri giymeden ses
sizce salona çıktım. Şeref namaz kılıyor.
Dünya, karanlık çarşafını başına çekmiş uyuyor... Hiç kim
se görmedi, hiç kimse söylemedi, bu adamı tatlı uykusundan
uyandıran ne? Abdest ve namaz... Defalarca yatıp kalkmak, el
açıp, bir şeyler istemek... Bu tablo insamn kab bedenini aşıp,
manevi âlemi resmediyor.
Fakat, evet fakat, namaz şahsın hayabyla ilgili, bu ibadetin
hayata taşıdığı faziletler nelerdir? Mesela kocamın namazının
bana ne faydası var?
- Şeref, bana namazın hikmetlerini anlatır mısın?
Şeref kalkü:
- Kıbleye döndüm...
- Niçin kıble?
- Ne tarafa dönsem niçin dersin. Bunu geometride postu
lat gibi, isbatsız kabul et.
77
~ «^ İU İU .
78
- Çocuğumu ben seviyorum...
- Hayır, çocuğunu sen sevmiyorsun...
- Hoppala, gel de ayıkla pirincin taşını...
Şeref gayet ciddi, kürsüsünde oturan bir hakim gibi:
- Yavrulan yaratan Allah, analan yavrulanna hizmetkar et
miş. Bu, böyle olmasaydı; yavrulann hayatı nasıl devam ede
cekti? Şu yavrunun hayatında bir sürü olaylar var, yaşaması la
zım ki onlar gerçekleşsin. Bu yavru kainat makinasmm bir
parçası; külli nizamın bir unsuru; sen ve ben hep o nizamın
içindeyiz...
Sanki bir kitabı okuyordu, eminim ki Şeref kendinde değil,
bu sözleri, bu teşbihleri o bulup, çıkaramaz. Rica ettim, devam
ediniz...
- Hiçbir yılan yavrusunu zehirlememiştir, hiçbir aslan yav
rusunu parçalayıp, yememiştir; hiçbir ayı yavrusunu ezmemiş-
tir...
Şeref sahnede yerini aldı, ayağa kalktı, kollanm açtı ve son
sözünü söyledi:
- Canavarları yavrusuna hizmetkar eden. Rahman ve Ra
him olan Allah’tan başkası değildir.
Ürperdim ve sordum:
- Bana gelince?..
- Sabah namazına kalkamayan analar bir gecede üç defa,
dört defa kalkıyor of bile demiyor. Analara bu şefkati veren Al
lah, ne kadar şefkatli ki inkar hrtmalan ve günah selleri bir tu
fan gibi dünyap sararken hâlâ yağmur rahmet olarak yağıyor,
toprak bin bir çeşit sebze ve meyve yetiştiriyor, hâlâ organlan-
mız rahatlıkla çalışıyor ve biz yaşıyoruz...
- Zevkle dinliyorum, lütfen devam...
öğrencilerinin kulak kesilmesinden şevk alan bir profesör
gibi meselenin derinliğine inmeye çalıştı; oturdu ve anlattı:
79
- Bakara Suresinde buyuruluyor ki: Firavun, doğacak bir
erkek çocuğun tahtını elinden alacağını rüyasında görmüş ve
emir vermiş; Doğan her erkek çocuk öldürülsün!.. Bu Firavun
ne yaptı, çocukların sadece dünya hayatına son verdi, o melek
lerin ahireti cennet...
Yine ayağa kalktı, seyircisini bulmuş aktör gibi haykırdı:
- Bugün öyle analar, babalar var ki çocuğunu kahveler,
meyhaneler, barlar için yetiştiriyor, çocukların hem dünyalan-
m, hem de ahiretlerini mahvediyorlar, şimdi siz söyleyin Fira
vun mu daha zalimdi, bugünkü bazı analar, babalar mı?
Ayağa kalktım, dünya sahnesinde payına düşen rolü başa-
nyla oynayan kocamı alkışladım “Kahveyi hak ettin” diyerek
mutfağa gittim. Döndüğümde oğlum da kımıldamaya başladı,
altını değiştirmeliyim. Onu kucağuna aldım ve Şerefe dön
düm:
- Seni vecde getiren bu kompozisyon mu?
“Analar azizdir" diyerek geldi elimi öptü. Kocam elimi öp
tü; yüreğime sıcak bir şey aktı, şaşırdım ve dedi ki;
- Anama yeteri kadar hizmet edememenin ıstırabım yaşı
yorum...
Olaylann ilmeğiyle hayat kumaşını dokumak istedim lâkin
düğümleri çözemedim.
80
sözler de senin mi? Sen mi kullanna nasihat ettin? Sen mi on
lara doğru yolu gösterdin? Yoksa Havarilerin İncilleri gibi,
Kur’an da öyle bir şey mi? Öyle ise Sen Peygamber gönderme
din mi? Peygamberlerine tebliğ ettin bize ulaşmadı mı? Ulaştı
da ben mi habersizim? Her şey bir nizam içindeyken insanlar
bu kadar başıboş olabilir mi?
Deliler gibi konuştuğumun farkındayım. Her şeyden ha
bersiz yavrum uyuyor...
Döndüm kütüphaneme baktım:
“Ben ki Mark Tvvain, Shakespeare, Emest Hemingway’i
okumuş, onların hafızasma, zekasına, üslubuna ve edebi sa-
natlanna hayran olmuş bir kimseyim. Arapça öğrenmeliyim,
asırlardır dünya nüfusunun üçte birine hitap eden bu kitabı
okumalıyım ve bir karar vermeliyim. Demeliyim ki, ya bu ki
tap bütün kitaplann seviyesinden aşağı veya hepsinden üs
tün..."
Kur’an’ın iki ciltlik İngilizce mealine elimi koydum: “Meal
alimin anladığıdır. Beşer sözleri beni tatmin etseydi, İnciller
ederdi, arayışa gerek kalmazdı.”
Oğluma baktım, ne güzel yüzü var, ne güzel uyuyor, nefes
alışı bile hoş...”
“Ey gül, dikenlerini gizle... Ey anlar, gülüme konmayın...
Ey bülbül, gülüm için gözyaşı dökme...”
Düşündüm gönlüme göre bir dünya istiyorum. Beğenme
diğim her şey yaratana atılan tenkit oklandır. Ya her şeyi oldu
ğu gibi kabul edip, gönlümün huzur dolu bahçelerinde dolaş
mak veya tenkit nazanyla bakıp, gülün dikenlerini sinemde
hissetmek...
Aynaya döndüm: “Görüyorsun Asyah’dan bir şeyler kap
mışım... Atı, atın yanına bağla ya huyunu yahut suyunu taklit
81
eder... Ağaçlar aşılanırken elbette bu evde odun gibi duramaz-
dun...
Kitapçıya telefon edecektim, aklıma Şeref geldi, ahizeyi ye
rine bıraktım. Ben Şerefin İngilizce öğretmeniyim, o da benim
Arapça öğretmenim olsun.
İnsan öğrenen, öğreten mahluk, koyun değil ki...
Şezlonga uzandım; “Semavi dinler ha!.. Ben Arapça ile se
maya merdiven dayıyacağım...” Heyecanlandım; hemen bir ki
tap olsa elif diye başlasam... Kitap öğretmensiz olmaz düşün
cesiyle, Şerefin notlarmı karıştırdım.
Yavrum uyuyor, çayırotlan yemyeşil, çiçekler beni uçuru
yor ve sonsuzluğa işaret eden gökler; güneş içimi aydınlatmı
yor...
82
tediklerine dikkat ediyorum, önümde bir model var; Şeref! Bu
adam iddialı İslam; yani İslamiyet’i yaşadığım veya yaşamak is
tediğini iddia ediyor, üstelik “Yanlışımı görürseniz beni tenkit
ediniz” diyor. Yani bu adam kendini insanlara da beğendirme
ye çalışıyor. Bir din, insanlann beğendiği veya beğeneceği in
san tipini ortaya koyuyorsa bence o din iyidir. Çünkü benim
dttnyaım cehennem edenin cennete gitmesini istemem. Bu ba
kımdan bana gavur kızı diyen kaynanamdan ve kaynatamdan
intikam almayı düşündüm. Onlara kötülük ederek değil, iyilik
ederek intikammu alacağım. Çiftçinin tarlaya ekin ekmesi, di
kenlerle en iyi mücadeledir.
Bizim tatilimiz yok, kışın öğrencilerin derslerine yardımcı
oluyoruz, yazın da her yaşta insana İngilizce ve bilgisayar öğ
retiyoruz. Şerefle öyle çalışıyoruz ki kavgaya vaktimiz kalmı
yor.
Fakat yazın, bir haftalığına veya 15 günlüğüne Türkiye’ye
gideceğim, gavur kızı ne imiş onlara göstereceğim.
83
havuç, turp, lahana... Bir senede, iki, üç mahsûl alın, Allah’tan
korkun, kahvede oturmayın, kavga etmeyin, çalışın...
Yaşlı erkekler bile yanıma yaklaştı, el bağlayıp, boyun bük
tüler; “Bacı, Allah senden razı olsun” dediler. “Ablacığım sağ
ol, aziz ol” diye dua edenler vardı. Bir genç kız yanıma yaklaş
tı; “Biz neden senin gibi olamıyoruz?” dedi. Şefkatle başını ok
şadım, zengin ülkenin fakir insanlanna için için gözyaşı dök
tüm. Şehir merkezine doğru hep beraber yürüyoruz, bu yürü
yüşün kraliçesi benim.
ikindi ezanı okundu, abdest aldım, başımı örttüm, namaz
kıldım. 3-5 hanım da kıldı, ekserisi oturdu, sohbeti koyulaştır
dılar. Namazdan sonra Mü’minun Suresinin baş tarafından 9
ayet okudum, başladım tercüme etmeye; Mü’minler muhak
kak kurtulmuştur. Allah böyle buyuruyor, Müslümanlar’ın da
hepisi mü’min, dünyanın her yanında zor duruma düşenler de
Müslümanlar. Hem mü’min olmak, hem de kötü haller içinde
yaşamak, bu nasıl olur? 9 ayeti tek tek okudum, tercüme et
tim, açıkladım. Hepsi gözlerini dört açmış dinliyordu. Bazı
yaşlı hanımlar burunlarını çeke çeke, gözlerini sile sile ağlıyor
du. Meğersem kayınpederim de gitmemiş, antrede beni dinle
miş. İçeri girdi, bana hitaben:
- Sevgili gelinim, seni kutlarım, bizi de dövmekten beter
ettin. Amerika’dan gel, ilçemizde su çıkar, herkes otursun sen
namaz kıl, benim bile beceremediğim şekilde Kur’an oku, ho
calardan daha iyi açıkla... Biz ölmüşüz, sen dirisin!...
- Estağfirullah, rica ederim...
Kayınpederim de dolu dolu gözlerle aynidı, gitti.
Birkaç gün, gezdik, yedik, içtik. Şeref kalbimi okumuş gi
bi dedi ki:
- Intikammı en güzel şekilde aldın, bizim de buralarda işi
miz bitti, istersen gidelim...
84
Bazıları bana “Meryem Ana” diyordu. Sonra anladım, oğlu
mun ismi İsa ya... Bana ana diyenler benden yaşlı kimseler,
saygı ifadesiymiş...
Bu sefer devlet merasimiyle uğurlandık, kaymakam, müf
tü, komser, yaşlı, genç, kadın, erkek büyük bir kalabalık top
lanmış. Bize bir minübüs tahsis etmişler, refakatçimiz bile var.
Kısacası alkışlarla, dualarla uğurlandık, çok duygulandım,
kat’i kararlıyım, yine geleceğim. Selam sana ey fakirlerin zen
gin yurdu!
85
- Boş ver...
Divana uzandım, mbir yerindeyse uzun oturdum. Şeref an
latıyor:
“İnsan, birbirine zıt iki nesneden meydana gelmiştir; be
den ve ruh.”
Beden topraktan yaratılmış; ruh be Allah’ın hayat sıfatıyla
doğrudan doğruya irtibatlı. Her ikbinin btekleri birbirine zıt.
Beden zevklerin her türlüsünü bterken; ruh Allah’a itaat et
mek bter. Ruhun bteklerini beden önleyince, o kafesteki kuş
gibi çırpmır, insamn ah’lan oflan çoğalır. Denedim bir insanm
dinle ilgbi ne kadar azsa onun şikayetleri o kadar çoktur. Bu
sebeple İslam alimleri, bir yandan ilimlerini, öte yandan iba
detlerini artırarak huzura ermek btemişler. Madem ki sıkıntı
içte, huzuru da içte, göğsün içinde aramalı. Geziler, sıkıntıyı
azaltmaz, insan gittiği her yere başım da beraber götürüyor.
Bazı insanlar sıkmüdan kurtulmak için i ^ , uyuşturucu kul
lanıp, kumar oynar. Bunlar da zehirli baldır, evvela tat verir ve
yavaş yavaş zehirler...”
Doğrusu bu laflar da sıkıntımı artırdı. Tam bu sırada çocuk
kirlettiği eibbesiyle içeri daldı, çamurlu ellerini üstüme, başı
ma sürdü. Ona laf sayıp, temizliğini yaparken, bayağı rahatla
mışım.
Şeref masasına kapanmış kağıtlann arasında kaybolmuştu.
86
Bu koşu nereye? Önüme hedefler dikilmişti, birine yetişirken
diğerini gösterdiler, koştum koştum. Şu anda durup geriye
baktım. Geride yıllar kalmış... Hedefler bitti fakat ben gidiyo
rum, nereye? Saçımda bir tane ak gördüm, aramadım, başkası
nı da bulurum diye... Çocuk büyüdükçe problemleri de büyü
yor... Annemi, babamı hatırladım, oturmuş Azrail’i bekliyor
lar. Dünya bir otel miydi?
Bazen her şeyi bulmak her şeyi kaybetmekmiş... Keşke bir
ihtiyacım olsaydı da onun için koşsaydım ve o koşuda hayat
bitseydi. Durgun sular kokuşurmuş, hep aksaydım...
87
gibi saçlanm okşadım. Uyanmayacağını bilsem, bagnma basıp,
yanağımı yanağına yapıştıracağım...
Gittim yatağa uzandım. Manasız bakışlarımı tavana dik
tim... Fazla uyuduğumu zannetmem, kalküm banyoya girdim,
haberleri dinlemek üzere televizyona giderken, bizim deli;
“Hocam yemek hazır...” demez mi? Yüreğimdeki kar topu bir
den eridi. Durdum, baktım:
- Nerden aklına esti?
- Bakalım yemeğimi beğenecek misin?
Televizyonu açmaktan vazgeçtim, oturdum ve sordum:
- Kumadın mı?
- Bal da yiyiyoruz, biber de... Demek ki tatlılar kadar acı
ya da ihtiyaç var. Gülmek kadar sinirlenmek de ihtiyaç... Sen
herkese kibar davranıyorsun, herkese tebessüm ediyorsun, bu
durumda kızıp, bağıracağın tek insan benim. Bağırabilirsin,
ağlıyabilirsin, fakat uzatma ve darılma...
Bu mantık, bu teşhis, bu tesbit beni rahatlattı...
Elimden tuttu beraberce mutfağa gidip, masaya oturdum.
Tencereye elini vurdu. “Soğumamış” diyerek çorbamı koydu.
Arkasından salçah patates kızartması... Tabii salata, ayran, ek
mek, hepsi var, bir de vazoda iki karanfil, biri beyaz, biri kır
mızı... “Neden böyle?” diye sordum. “İkimiz...” demez mi?
- Hangisi sen?
- Renkler önemli değil, ikisi de karanfil. Biz de, ikimiz de
insan... İnsanm olduğu yerde problem vardır, önemli olan
problemleri büyütmemek ve çok çok şükretmek...
- Benimle evli olduğuna şükrediyor musun?
- Hem de çok... Yuva yıkan o kadar kadın var ki...
Yuva yıkan pekçok erkek de var deyip, karşısına dikile-
mezdim, onun şükrüne ben de teşekkür ettim...
Hiç kimseye benzemeyen bu adama deli denmez mi?
88
B e n İngiliz edebiyatı öğretmeniyim, bizimki bana bir der
gi uzattı, şiirini gösterdi, şaştım. “Ayol sen asfaltta yürüyemi-
yorsun, sürülmüş tarlada nasıl koşacaksın?" dedim.
90
en büyük mizah yazan olmuş, çok para kazanmış... Hayırlı bir
kansı, 4 çocuğu varmış... Birdenbire işleri bozulmuş, sağlığı da
öyle... Bu sırada kızı ve kansı ölmüş, diğer kızı çıldırmış... Ha
ni çocuk parklannda dönme dolap vardır ya, insan en yükse
ğe çıkıyor, sonra en aşağıya iniyor... Ürperdim, hayattan kork
tum. Mark, öldükten sonra onu milli kahraman ilan ettiler.
Eserleri onu yüceltti. Fakat tabutun üstüne konan şeyin için-
dekine ne faydası var?
Onun bir hikayesini hatırladım. Eskimolar için en kıymet
li şey olta imiş. Ailenin zenginliği olta sayısıyla ölçülürmüş.
Genç kız, nişanlısına oltaları göstermiş... Oltalarla oynamışlar,
gülmüşler. Sonra oltalar sayılmış, bir tane noksan... “Kim aht,
kim alır?” derken kabak delikanlımn başmda patlamış. Olta
çalmanın cezası ölüm. Eskimolar toplanmış, adalet yerini bul
sun diye, delikanlıyı buzlu sulara atmışlar... Bir gün kızcağız,
kendine hediye edilen tarakla saçlarım taramak istemiş ve ta
rağın dişleri oltaya takılmış. Yani ailenin serveti kızın başmdan
aşağı dökülürken, oltalardan biri, kızın taranmamış, yıkanma
mış saçlanna gizlenmiş; bu da sevgilisinin ölümüne sebep ol
muş. Sevgilinin ölüm sebebi kızın başında dururken, adalet de
böylece yerini bulmuş...
Hayata yön vermek elimizde değil...
İngiliz edebiyatı öğretmeni olmak, bir bakıma başkalanmn
dünyasında yaşamaktır. Döndüm bir başka yazara baktım.
Em est Hemingıvay’in babası gibi intihar etmesi, genlerin
insan hayatına tesirini anlatır mı?
Şöhretin zirvesine çıkan, aradığı her şeyi bulan bu adam
neden yaşadığı çağı sevmez, neden yaşamak istemedi? Güneş
de Doğar romanındaki kızı hiç beğenmedim...
Hemingway’in dili sade ve basittir, gördüğünü yazar. Ala-
lade kelimeler onun eserinde kıymet kazanır. O, susabildiği
91
kadar susmuş, yazabildiği kadar yazmış, fakat insanlara ne ka
dar faydalı olmuş?..
Oğlumu kucakladım, sıktım ve bağnma basam...
92
lanmı açıp okudum, bana değişik geldi. Bir yayınevine götür
düm, editör, 10 gün sonra telefon edeceğini söyledi...
Sadece saçlanm ağarmadı, huyum da değişti. Dershanem,
oğlum ve ben... Kocamı unutmuş değilim, yılların tecrübesiy
le ona nasıl faydalı olacağımı birkaç madde halinde yazdım ve
uyguluyorum. O azizin sinirlenerek sokak insanlanmn seviye
sine inmemesine çalışıyorum. Bazen ben sinirlenip, bağırıp,
çağırsam da onun sabrı, metaneti, onu yüceltiyor. Oğlumun
yaramazlıkları bizi hayata döndürüyor, daha gerçekçi oluyo-
nız. Neticede şu dünyada yaşıyoruz...
Müslümanlar’ın haftalık toplantılan, kandiller, bayram
lar... Öte yanda Genç Hıristiyan Hanımlar Cemiyeti (YWCA),
Amerikan Kızlar Kulübü (GCA) gibi demekler gezmeme, eğ
lenmeme yetiyor. İlmin olduğu yerde insanlık önde; taassu
bun, yani ilimsiz inanışın olduğu yerde de insanlık geride...
93
sederken insanbgın, kuvvete galip geleceğine de inanıyor. Mü
nekkit Edmund Wil$on ise edebiyatı kısa ve uzun menzilli ola
rak ikiye ayınr. Gelecek mutlaka farklı olacaktır, ayna olama
yan yazarlara bakılmayacakar...
Editör pabucun pahalı olduğunu anladı ki;
- Üzülerek söyliyeyim bu eserinizi yayınlamayacağız, fakat
sizinle çalışmak bana zevk verecek. Yeni eserlerinizi bekle
rim...
Dosyayı aldım, en kıymetli eşyalanmın yanına yerleştirip,
dolabı kidedim.
Bu hikayeyi Şerefe anlattığımda o, editörü utandıracak bir
cümle daha söyledi; “Hiçbir roman, güzel yaşanmış hayat ka
dar güzel okmaz.”
Edebi kültürümle başımı eğip düşündüm. Hiçbir hayat ya-
zıkmaz. Roman insanın iç dünyasındadır, dışında değil. Her
çiçek güneşe aşıktır, ona bakar. Hiçbiri güneşi temsil etmez,
kendi vanm ortaya kor. Güneşsiz çiçek olmaz, çiçek de güne
şi bu kadar anknr.
94
kağıdı dolar yapsa, Türkiye’den gemiler dolusu mal alır, Türk-
1er de dolar yığmanın sevincini yaşar.
Acaba Türk kocam aptal mı? Hayır, çok akıllı; ilim, zeka ve
çalışkanlık harika! Bu insanlar Türkiye’de işa yaramıyor ki
Amerika’ya kaçıp, burada başarılı oluyor. Türkiye sade tence
re, tava satmıyor, başanlı insanları da ihraç ediyor. Dünyanın
parasını harca, adam yetiştir, sonra bunlan bedavadan Ameri
ka’ya devret. “Neden kalkınamıyoruz?” diye, dizini döv...
Hayallerim, düşüncelerim, kalemim beni diyar diyar gezdi
riyor.
Bir dosya daha açtım: Dünya Devleti’ni Amerika, NATO ve
Avrupa Birliği idare ediyor; diğer ülkeler eyalet... İslam ülkele
ri ölmesin de, dirilmesinde; Amerika satsın, öbürleri alsın...
Dahası var; bu iş kır kilimine benziyor, vurdukça toz çıkı
yor. NATO manevralarında mavi kuvvetler, yeşil kuvvetlere
taaruz ediyor. Mavi NATO’nun, yeşil de Islâm’m rengi, zavaUı
Müslümanlar...
Doğrusunu isterseniz bu faslı kapatmak istiyorum. Güçlü
ve kuvvetliler haklı; diğerleri haksız. Hak, haksızların eline
geçmişse; haklı olanlar hakkmı koruyamıyorsa, bunun neresi
insanlık? İsyan ediyorum!..
Ne komik değil mi, sıcacık odamda oturmuş, meyve yeyip,
dosyalan karıştırırken isyan ettiğimi söylüyorum. Benim gibi
leri haline razı olmah.
Şerefe diyorum ki: “İslam ülkelerinin geriliği, onlan cen
nete götürür mü?
Gülüyor.
Gülünç hakikatlere gülmekten başka çaremiz yok.
95
T u v a l e t aynasının karşısına geçtim, bizim yobaz ayna
lara düşman. Aynalar doğru söyler; bizi bize söyler. İnsan ken
dine aşık olursa, kendini aynada seyreder. “Güzelim” demek
kolay, “güzel yaratılmışım” demek zor. Aynanın karşısında ya
ratan hatırlanırsa, aynaya bakmak can sıkar. Yaratan ve ben; o
faslı açınca iş uzar.
Tuvalet aynasının karşısına geçtim, yakyaj çekmecesini aç
tım. Kirpiklerim için rimel, göz kapaklarım için far, göz kale
mi, dudak kalemi, ruj, pudra, fondöten, allık; neler neler almı
şım.
Bir gün bu Asyalı ne dese, beğenirsiniz?
- Hanım, senin yüzünü hiç göremiyorum...
- Neden işte karşındayım...
- Gördüğüm senin yüzün değil ki boya... Boyayı seyret
mekten tenine hasret kaldık...
Ben takdir edilmek için tuvaletime dikkat ediyorum, bizim
yobaz tuvalete karşı... Demez mi “Kadınlar kocalan için değil,
başkalan için süsleniyor...”
Daha neler neler söyledi: “Bir güzel kadına bin göz bakar
ken, çirkine bakan yok. Böylece kadınlar hem kendilerini,
hem de diğer kadınlan cezalandınyor. Güzel kadına hangi er
kek bakmaz? Peki, kadına kocası mı baksm başka erkekler
mi?”
Bizim filozof gününde olursa, beş kuruş verip konuşturur
sun, on kuruş verip susturamazsın, devam eder;
-Allah’ın verdiğine razı olmayanlar, güzelleşmenin çarele
rini anyorlar. Evinde kocası için süslenen kaç kadın var ve so
kaktaki kadınlar süslü, kimin için?
Ne yapahm bir Amerikalı, Asyah’yla evlenirse böyle olur.
Halbuki genç kızken neler öğrenmiştik: Kozmetik alanda yeni
96
buluşlar için koşan kimyagerler, dudaklan parlatan, likit şek
linde rujları icat edip, bunları tavsiye ettiler. Fakat modem
makyajın gayesi dikkati gözlere çekmektir. Göz göze gelmek,
gözlerle konuşmak...
Jose Louis şöyle yazmış: “Ruj makyajın ölmez parçasıdır.
Yüzdeki iki ekstrem noktanın canlılık kazanması, dikkati çek
mesi çok önemlidir; bunlar gözler ve dudaklar.”
Makyaj uzmanlan, özellikle kış aylannda hanımlara 9 ayn
renkte, 9 çeşit ruj sunmuştur. Elbette kalın dudaklarla ince
dudaklar aynı şekilde boyanmamak, aynı rengi kullanmama
lı...
Kulaklarımda bizimkinin bir cümlesi çınlıyor; “Yataktaki
kadın kocasınındır, sokaktaki kadın, herkesin...”
- Hayır!
- Öyleyse sokağa çıkan kadın niçin süsleniyor?
Makyaj çekmecesini itiyorum; ojeler, rujlar, rimeller mah
kum... Şimdi aynalardaki şarkılar başka...
97
Elazığ nere, Amerika nere? 1810 yılında Harput Amerikan
Koleji açılmış, hurda yetişenler, Amerika’ya gitmiş, Harput yi
ne viran kalmış...
Acı, acı düşündüm, Fransızlar, Almanlar, Yahudiler, Kum
lar, Ermeniler, Italyanlar, AvusturyalIlar, Kuşlar ve Bulgarlar,
Osmanlı bünyesinde yetiştirdikleri adamlarla Müslümanlan
yönetmiş...
Size hayırlı geceler ey güzel Müslümanlar, ey dünyanın en
güzel yöreleri...
98
Suçsuzu koruyan devlet iyidir.
Halk kötü şeyleri i)û şeylerden daha çok benimser.
Kendini tenkit edemeyenin mantığı kısırdır.
Kaybedecek bir şeyi olmayanın ölümü kolaydır.
Her şeye rağmen büyük sermayeler, büyük soyguncuların
elinde kalır. Servet dursa da sahibini dünyaya bağlıyacak zin
cir keşfedilmemiştir.
Korku bazı insanlan putlaştınrken, sevgi laubaliliğe yol
açabilir.
Edebi eserler insanı mutlaka bir yere götürür, giden bunun
farkında değildir.
Hayatı güzelleştirecek olan insanın kendisidir. Hayattan
bıkan, biberli yemek pişirip baklavayı seven kadına benzer.
Tecrübesi olmayan enerjik gençlerin eylemi, atlaslan yır
tar, yenilerini kanla çizer.
“Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol.” demiş
ler. Eğer insanlar olduğu gibi görünseydi onlara deli denirdi.
Edebi eserler ülke sınırlarım aşar. Roman, hayata tutulan
ayna ise, o aynada iyi şeyleri görmek ve göstermek mümkün
değil. Bu sebeple, sevgi yerine nefret yaygınlaşır.
Sanat yan tutmayan bir nesne olsa da sanatkâr mudaka
yanlıdır.
99
ladı... Mesela her sene 25 milyon dolarlık silah satarmış; bu
nun için iç isyanlar ve ülkeler arası savaşlar gerekli. Bununla
beraber ABD, insan haklanna ve ülkelerin bagıınsızhgına say
gılıdır. Avrupa’daki savaş uçaklanmn yüzde kırkı Amerikan
yapısıdır. Sattığı her şeyin yedek parçasını da satmaktadır.
Amerika, milli menfaatini koruyan bir devlettir, bununla
övünürüm.
Amerikahlar’ın Vietnam’da sosyalistlerle savaşması...
Peru’da askeri üsler, Ekvator’da balıkçılık problemi, Şili’de
bakır madenlerinin işletilmesi, Panama’da kanal bölgesinin ha
kimiyeti, Avrupa Birliği’nin Amerika’yı saf dışı etmek istemesi;
Haiti’nin derdi, Küba sosyalizmi. Güney Afrika Cumhuriye-
ti’nde zencüerin desteklenmesi, Rusya’mn dağılması, İran ihti
lali, Pakistan'ın nükleer eneıjisi, Libya’nın kimya sanayisine
kayması, kısacası 176 ülkenin hâli ve tavrı Amerika’yı ilgilen
dirir.
Irak’ın Kuveyt’e girmesini isteyen, sonra çıkması için emir
veren, Irak’a vuran, Kuveyt’i tamir eden benim ülkem, Ameri
ka’dır. Amerika dünyanın süper gücü...
Böyle bir devletten Türkiye’ye hatta sevgili Türk eşim Şe
refe bakışım nasıl olur? Hislerimin tesirinde kalmamaya çalı
şıyorum fakat şeytan dürtüyor işte...
100
- Bu akşam toplantımız var...
Kafam attı:
- Ben oğlumla giderim...
Zaten hazırlıklıydım, çantamı aldım, arabaya atlayıp, gaza
bastım...
Ertesi gün başımın belası kocamla öğle yemeğini beraber
yemek istedim, iyilik mi, kötülük mü ne olacaksa olsun...
Hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Güldüm, dayanamayıp
sordum:
- Bir şey demiyecek misin?
Bizim koca herif kocaman bir laf etti:
- Beni yalnız yaşamaya alıştırma...
Sendeledim.
Doğrusu bir sigara yakmak isterdim, yok.
- Peki sen ne yaptın?
- Derse gittim...
- Yani?
- Dinim, sevgili kancığım cebinde olmadığından o gitti,
dini hayatım yine benimle kaldı...
Odama geçip düşündüm: “Boş ver Amerika’yı, dünyayı...
Ben kendi dünyamda yaşar, kendi dünyamda ölürüm. Şu heri'
fe bak, ben gidiyorum, o bara, meyhaneye gitmiyor... Hafakan-
1ar basmıyor... Evde oturup efkarlanmıyor. Hiçbir şey olmamış
gibi derse gidiyor, biraz daha ileri gitsem evin, hem de dersha
nenin anahtarlanm verip, gidecek. Arkamdaki koskoca Ame
rika bile kâr etmiyor... Bu, ne biçim insan? Her şey bir yana
ama bu adam da insan... İnsaniyetiyle 448 metrelik Empire
State’ten gecekonduya beni indirdi.
101
AMERiKALILAR’a Arapça ö|reten kitaptan faydalandım.
Sülasi kelimelerin kökünü bulmayı öğrendim. Mesela muhab
bet kelimesi habib’ten türetilmiş... Türkçe’de kullanılan Arap
ça kelimeleri de yazdım, 2 binden fazla. Halbuki 7 yaşındaki
çocuk 200 kelimeyle konuşur. Allah, gramersiz lisan öğreti
yor. Ben de bu yolu seçtim gramersiz Arapça ve Türkçe öğren
dim, ilkokul kitaplan işime yaradı.
102
kocaman bir pano. Masanın üzerinde Söylev ve Milli Egitim’le
ilgili dosyalar, Türk bayrağı... Müdürle, diğer müfettiş maro'
ken koltuklara gömülmüş, bana da yer gösterdiler. Başmüfet'
tiş sakin ve kibar bir üslupla; “Sclena Hamm, ülkemize gel
mekle bizi memnun ettiniz, müşerref olduk. Derslere girmeniz
bizi daha çok sevindirdi. Lâkin baş örtünüz kanunlanmıza ay
kırı...
Anladım ki cevap bekliyor, anlattım:
- Türkiye laik, demokratik bir ülke, Amerika gibi. Ameri
ka’da bu kıyafetle derslere girdiğim için burada da girdim...
Müfettiş Bey ciddileşti, üslubu d e ^ ti:
- Selena Hamm laiklik dersi veriyor, konu laiklik değil, ge
ricilik...
Son kelime iğne gibi battı;
- Ben Amerikalıyım, İngiliz Edebiyat’ı öğretmeniyim, şim
di ben gericiyim, siz ilerici misiniz?
Müfettişin kaşlan çatıldı;
- Niçin başınızı kapatıyorsunuz?
- Ben, Müslümanıml
- Başını açanlar gavur mu?
- Kimin gavur, kimin Müslüman olduğu ahirette anlaşı
lır...
Müfettiş Bey beklemediği cevaplarla karşılaşınca, müdüre
döndü:
- Amerika’dan öğretmen getirip, ülkemizi ve devletimizi
küçük düşürüyorsunuz, beni Selena ilgilendirmez, gerici faali
yetler gösterdiğiniz için okulunuzu kapatınm...
Müdür, yalvaran gözlerle bana bakınca, Müfettişin ağzmın
payım vermek de bana düştü.
- Zannettim ki Saym Müfettiş smıfa girip; “Çocuklar, tsla-
miyet ilme ve tekniğe önem vermiştir, sizin ders çalışmamz da
103
ibadettir. Haydi göreyim sizi derslerinizde başarılı olun, ülke
mizi fabrikalarla, atölyelerle, tezgahlarla süsleyin, biz de süper
güç olalım” diyecek... Ne yazık ki tam tersini yaptı, kafanın
içiyle değil, dışıyla meşgul oldu.
Müfettişin yüzü kıpkırmızı kesildi, ayağa kalktı, parmağı
nı bana uzattı: “Sus, senin bu işlere aldın ermez!” dedi ve mü
düre döndü:
- Amerika’dan getirttiğin öğretmenle Türkiye Cumhuriye
ti Devleti’nin şerefli bir müfettişine hakaret ettirmenin hesabı
nı senden soracağım!
Ben de ayağa kalktım, müdüre döndüm:
- Efendim okulunuzdan aynlıyorum, siz ilerici olun, ben
de gericiyim...
Müfettişe döndüm, elimi uzattım, şaşırdı, tereddüt etti ve
elimi sıktı. Gözlerinin içine baka baka dedim ki:
- İyi geceler ve tatlı uykular Sevgili Türkiye...
Konuşmasına fırsat vermeden çantamı ahp çıktım.
Eve geldim, koltuğa oturup, nefes aldım ve düşündüm:
“Hayatımda ilk defa Müslümanım dedim, Müslümanlar’m ül
kesinden kovuldum, bu ne haldir?” Ve, acı acı güldüm: “Ben
gericiymişim...” Türkiye’yi geri bırakanlar bana gerici diyor,
yenilir, yutulur değil...
104
Tarsus Amerikan Koleji
Amerikalılar, Osmanlı’da 25 okul açmış, beş tanesi kalmış.
Amerika’da doktora yapmış bizim gerici Şerefle yine yollara
düştük...
Bir Amerikan Koleji’ne girdim, müdürü ziyaret ettim, ken
dimi tanıttım, iş istedim. “Sizi gökte ararken yerde buldum, fa
kat başörtüsü değil, şapka giymelisiniz” demez mi?
“Bunu bir Amerikalı mı söylüyor?” diye dehşete düştüm.
Müdür Bey, Şerefe döndü:
- Bizi biraz yalnız bırakır mısın?
Sonra bana döndü, çok yavaş ve kelimeleri seçerek:
- Engin kültürünüzle bilirsiniz ki, Müslümanlar geçmişte
büyük, çok güçlü devletler kurmuş. Bugünkü Amerika, hâlâ
Osmanlı Devleti’ni taklit ediyor. Eğer Türkiye halkı İslâm’ın
özünü yakalarsa yine süper güç olur. Dünyaya kafa tutar. Biz,
Asya’da güçlü devlet aramıyoruz, dost anyoruz.
- Başörtüsü?..
- Düşünün, daha 50 sene evvel Türkiyeli kadınlann yüzde
doksam okur-yazar de^ldi. Bugün ise Türk kızlan liseyi bitir
miş, üniversiteye gidiyor ve İslâm’a sahip çıkıyor; çanlar bizim
için çalıyor...
Başörtümü çıkanp çantama koydum. Müdür Bey çok heye
canlandı:
- Anlaşük değil mi?
- Elbette, ben Amerikalı’yım, ülkeme dönmeliyim...
- Bir kahvemi içiniz, içinde uyku ilacı yok...
Güldüm:
- Uyuyanlan da uyandırmayın...
Bir daha gördüm ki en ufak meselelerin ucu, çok büyük
hedeflere ulaşıyor. Yeryüzü santranç tahtasında devletler bir
105
birine şah çekerken; ben, bu oyunda piyon olmak istemem. İyi
geceler sevgili Türkiye’m.
106
J o h n UPDİKE romanlannda efsanelerden faydalanırken
halkın halini ihmal etmedi. Inciller’den Tevrat’tan bazı parça
lan alıp işlediği gibi, cinayetler, cinsellik onun romanlanmn
temel malzemesidir.
James Purdy, hayatın gülünç hakikatlerini alaycı bir dille
anlattı. Bu arada Yahudi edebiyatını görmemezlikten gele
mem. Yahudiler, sevmayesini kültüre yöneten, kültürlü bir
millettir; yazılı, sözlü ve görüntülü yayma sahiptirler.
Amerikan edebiyatında sınıf yazarlan, çılgınlıklar, anlatım
cambazlan, alaycı bakışlar, sosyete yazılan yer alır. Hiç kimse
ye “Sen romancı ol” denemez. İsteyen roman yazar, kimin ro
manı okunacaksa kitapçı onu basar. Romanlar tesirlidir, her
roman bir filmin habercisidir, hele savaşlan anlatıyorsa...
107
H a YALİM istemediğim yerlere beni çekip götürüyor.
Nerden Emest Hemigway aklıma geldi? Roman yazamaz duru
ma gelince bir kurşunla hayatma son vermiş. İşin garip tarafı
babası da intihar etmiş... Nasıl olur da o servet, o şöhret, onu
hayata bağhyamaz?
Ne ise hayalin böylesinden kurtuldum, bu sefer babam!
Evet babam, tahsilli, akıllı bir Hıristiyan, fakat prensip sahibi
değil. Eğer annem katlanmasaydı şimdiye kadar elli defa bo
şanmışlardı. O yüzden biz de bir şeye benzemedik...
Hayaller, ah hayaller; nerden, nasıl eseceği belli olmayan
hayaller... “Ahmak Selena, akıllı, tahsilli, güzel bir kızdın; ne
diye o beyinsiz sarhoşa vardm? O yetmiyormuş gibi bir Asya
dilencesini yüklendin? Şöyle adam gibi birisiyle evlenseydin,
belki eyalet valisi, belki senatör olurdu... Bir yargıca ne der
sin?” Hayalimden saraylar geçti, hizmetçiler, lüks salonlar ve
iübarlı bir Selena!
Hemen doğruldum, kendime geldim: “Allah’ın verdikleriy
le değil, vermedikleriyle meşgulüm, çektiğim çilelerin sebebi
budur.”
Yürüdüm aynamn karşısına geçtim: “Sen de geri zekalı,
çirkin, sakat bir kız olabilirdin...”
Döndüm, pencereden dışanyı seyrettim: “Okul arkadaşla
rımın kaç tanesi adam oldu?”
Eğer insanlan imkanlarına göre sıraya dizseler, yüzde yet
mişinden iyiyim. Neden aşağıdakilere bakmıyorum, neden yu-
kanlara göz dikip, ıstırap çekiyorum? Hayalim şeytan ım?
Yoksa şeytan hayal mazgalından girip kaleyi fetheden bir şey
mi?
Kendi kendime güldüm, Şereften çok şey öğrenmişim...
108
E l EKTRİK düğmesini çevirdiğimde dostlarımın çoğu git
mişti. Gitmeyenler de lambap görünce harekete geçti...
Bizim yobaz bir buket çiçekle içeri girdi;
- Sevgili kancığım sana mesut, hayırlı, uzun yıllar dile
rim...
Bir, iki yutkundum:
- Niçin doğum yıldönümümü kutlamadm?
- Aman Efendim, sizin mezara yaklaştığımzı nasıl kutla
rım?
- O da ne demek?
- Yıllar ayağımızın altından akıp, gitti mi? Yoksa biz bir
yerlere m i gidiyoruz? Yaratıklann akışına zaman denir. Giden
biziz... Şu kadar yıl yaşadık!.. Ömür sonsuz değil ki... Ömrün
şu kadar yümı bitirdik, geriye ne kaldı? Geçmiş yıllannı mum
gibi söndüremem, mezara yaklaşmam tebrik edemem, beni ba
ğışla Aziz Öğretmenim!
Örflere, adetlere şut atmak...
- Neş’eli bir gün yakaladık, onun üzerine sen zift döktün...
- Bu sözünüzde samimi iseniz hayata bakış açımız farklı...
Ne ise eğlencenin pembe dekorundan maviliğin ciddiyeti
ne düştük... “Hayaü olduğu gibi kabul et” komutu içimden
geçti;
- Çiçeklere teşekkür ederim...
Bizim Asyalı ne dese beğenirsiniz:
109
- Solmayan bir çiçek olmanı dilerim...
Bu adamın iltifatı bile ciddi, birazcık sulu olsaydı acaba da
ha iyi olmaz mıydı?
Şu bizim sarhoş içince bir hoş olurdu, güldürür ve eğlen-
dirirdi...
Başıma bir ağn saplandı: Ya vahşi hayvan gibi saldırması,
sızıp yatması, kusması...
Hayat zor.
Hayat zor mu, yoksa onu zora mı soktuk?
110
Az kalsın küçük dilimi yutacaküm;
- Neden?
- Çok kıymetli, çok gösterişli...
Geri çekildim, oturdum, o devam etti:
- Halk gibi yemeliyim, halk gibi giymeliyim, halkın üzeri
ne çıkmamalıyım...
“Bir nevi sosyalizm” diyeceğim geldi fakat bu olayın inanç
derinliğini hatırladım...
- Peki bana neden hediye almıyorsun?
- Aslında çiçek, tebessüm, anlaşarak yaşamak, bunlar da
hediye... Zengin bir hanımsın, zengine ne alınsa sevinir?
Evet, zenginliğin en kötü yanı insanı sevindirecek şeylerin
azalması; fakat üzecek şeyler her zaman karşımıza çıkabilir.
111
şeydi. Zahiri ölçülerle ne kadar şanslı, başanlı, mesut bir kim
seyim... Batıni ölçülerle sıkıntılar içindeyim.
Keşke uzlete çekilsem, yalmzhğın şifasmı tatsam, düşün
sem, belki dualanmla, belki ibadetlerimle ruhumu tatmin ede
rim.
Dünyayı elimin tersiyle itsem, dünyada dünyasız yaşa
sam...
Boğulma tehlikesi adatan bir insan gibi başını sudan çıkar
dım. “Oh hayat ne kadar güzel” dedim.
Deha, deliliğin sınınnda biter. Öyleyse dehayla deliliğin
arasında bir çizgi var, bir sınır; ayağını öteye attı mı delilik...
Delide beynin her bölümü dejenere olmamıştır. Belki bir
bölümü deliliğe delil iken, diğer bölümler akıllılığın şartlannı
taşır. Ben akıllı iken delilik alanına mı girdim; deliler de zaman
zaman akıllı gibi mi? Beynin her bölümü bir pencere, hangi
sinden baksam farklı dünyalar görürüm.
Akıl nokta ise, her noktadan sonsuz doğru çıkar. Sonsuz
nedir? Geometride doğru çizgi vardır, insanlarm doğru dediği
her söz, her hareket doğru mu? ölçü ne?
Manevi hayatımı bugün laboratuvar masasına yatırdım.
Mümkün olsa da başarısız deneyimlerimi duvarlara assam...
Artık kalkıp, işime gitmeliyim... Zorunlu işler olmasa, insan
hayal dünyasında kaybolur.
112
“Cansız cisimler de atomlardan yaratılmıştır. Atomlarda
elektron hareketi vardır. Hareket hayata, bayat da Allah’ın Ha
yat sıfatına delildir. Yani cansız cisim vardır, bayatsız cisim
yoktur. Allah’ın hayat sıfatı her şeyi kuşattığından, ölen insan
bir hayat şeklinden diğerine geçer. ”
113
“ Bu âlemi yaratan bir başka âlem de yaratır; bizi bu âleme
getiren başka âleme de götürür.
Şeref takdir dolu bakışlarla “Evet" dedi.
Aklım “Evet" dedi, kalbim, gönlüm babamın gitmesinden
rahatsız. Bunu hissetmiş gibi konuştu:
- Yaşlıların ölmesi rahmettir...
Doğruldum, soru sormama fırsat vermeden anlattı:
- Rahman ve Rahim olan Rabbimiz hastalıklarla, yaşlılıkla,
halsizlikle çile çeken kulunu, dünya zindanından ahiret sara
yına alır.
-Bravo, şahane, fevkalade! Bu son cümle fevkalade!..
Kitabı masının üzerine koydum, yine okumalıyım... Asya-
lı, insanın evvelini ve sonunu da çözmüş...
114
“Sen hayırlı bir hanımsın" diyerek kahvemi doldurdu.
Annemi yanımıza alma karan bile beni sevindirdi. Gelmez
se eğer biz vazifemizi yaptık...
115
İmamla papaz da yanyana oturabilir. Bizim ev de böyle bir
şey... Hepisi Cennet’i istiyor ama, hepisi Cennet’e giden yolda
mı?
116
Bir de para vermeye kalkmasın mı? Hayret ne kadar acaip
insanlar var... Böylelerine bakınca ben de kendimi bir şey sa
nıyorum.
117
Her çocuk bir çiçek. İlkbaharda akasya da, kayısı da çiçek açar;
biri meyve verir, diğeri vermez... Dikenli bir ağacın malı olan
gül, ekseriya onun bunun yakasına takılır. “Gül yağım eller
sürünür, çatlasa bülbül...”
118
Yahudi zekası aziz itikatlanıuzı baltalamak ve kirletmekten
başka bir şey yapmamıştır.
Yahudiler serbestçe yazmak imkanını elde ettiklerinden
beri fikir yapınızı yıkmaya çalıştılar. Alman romantizmi, ide
alizmi icat ederek katolikliği ayakta tutmaya çalışmıştı. Heine
adındaki Düsseldorflu bir Yahudi, kurnaz ve neş’eli cerbeze
siyle bunlarla alay etti.
İnsanlar politika, ahlak, din ve sanatın yüceli|ine inandı
lar. Drevesli Marx isimli Yahudi, bunların ekonomi gübresi
içinde yetiştiğini ispatladı.
Herkes dahiye önem verir, caniden tiksinir. Lomproso
adında Veronalı Yahudi, dahilerin yan deli olduğunu, canile
rin ise ecdattan kalıntılar taşıdığını açıkladı.
Bugünün aydın Avrupa’sı, Yahudi yöneticilerin, sanatkar
ların, ilim adamlarının ve zenginlerinin büyüsü altındadır.
Muhtelif milletlerin içinde doğup, büyümüş, muhtelif araştır
malara girişmiş Alman, Fransız, İtalyan yahut Polonyah şair,
matematikçi, filozof veya antropolojisi olan Yahudilerin müş
terek gayeleri, kabul edilmiş hakikatlerden insanlan şüphelen
dirmek, yüksek olanları alçaltmak, temizleri kirletmek, sağlam
görüneni sarsmak ve hürmet edileni ayaklar altma atmaktır.
Inbikten süzdüğümüz bu zehirlerle Grek-latin ve Hıristiyan
âleminden intikamımızı aldık.
Yahudi kendi nefsinde korkunç iki ucu birleştiriyor; Mad
de sahasında despot, fikir sahasında anarşisttir. Ekonomide
hizmetçimiz, fikirde kurbanunızsımz. En kudretli, yegane
ayakta duran para putunun önünde sizleri diz çöktürdük, Ba-
bil esaretinden Fransa ihtilaline kadar ki çektiğimiz çilelerin
bedelim sizlere ödettik. Yahudi Ben-Rubi’nin itirafları bu şekil
de devam ediyor. Ben düşünüyorum...
119
S a HİLE İNİP, dolaştık. Plajların yanından geçtik, kampta
oturduk, yedik, içtik. Gittiğimiz her âlemde, her yerde Şerefin
fikrini öğrenmek istiyorum. Başkalannın duymamasına dikkat
ederek anlatıyor:
- Plajdaki kadınlara bak, hepisi güzel ve yakışıklı. İnsan
güzelliğini teşhir eder, beğenilmek ister. Soyunmanın da ken
dine has bir zevki vardır. Hatta insan evdeyken bile soyunmak,
aynada kendini seyretmek hevesine kapılır. Sağlık, servet,
gençlik, insanı bu yönlere sürükler. Rahatlık bazı dertlerin
başlangıcıdır. Durgun sular kurtlanır... Bir kömür işçisinde bu
gibi haller gözükmez.
- Deniz sağlıktır?..
- Öyle olsaydı, patates gibi insanlan da plajda görürdük.
Plajlar güzellerin yurdu... Dünya üzerinde denize hiç girme
miş insanlardan sağlıklı olan çoktur...
- Güzel kadın dediniz, çirkini de var mı?
- Çirkinlik, fıtri bir peçedir, onu kem bakışlardan korur.
Huyu çirkin olan güzelin kahn çekilmez. Huyu güzel olan çir
kin baş tacı edilebilir...
- Ben?..
- Keşke biraz çirkin olsaydın, bu kadar kıskanmazdım.
Kıskançlık oklan bu kadar kalbime batmazdı... Hanımı cazip
olmayan rahat dolaşır, rahat ölür. Güzel bir kadına yüz göz ta
kılırken, öbürlerine bakan olmaz. Herhalde daha çok baksın
lar diye, saçlar, kaşlar, dudaklar, yanaklar... Öyle elbise de gi
yiyorlar ki çıplak gezseler o kadar cazip olmazlar...
- Asyalı olduğun için böyle düşünüyorsun?..
-Tecavüzler, cinayetler, babasız çocuklar ve satılan kadın
lar, satın alan erkekler cinsi hayatın gücünü göstermiyor mu?
- Güzel dünyamızı ateşe vermiyor musun?
120
- Fuhşa giden yollar kesilmezse fuhşu önlemek mömkün
değil. Fuhuş da yuvalan yıkmakta ve dağıtmaktadır.
- Bu hayat olmasın mı?
- İnsanın olduğu yerde insanla ilgili her hal vardır. Plaj,
kamp, bar, sahtekarlık, soygun, kavga, cinayet... Biz bunlann
dışında bir âlem kurup orada yaşamalıyız ki dünya dengeye
gelsin. Oğlunun bara gitmesine razı olur musun?
- Giderse?..
- Giderse tahsili bırakır, para arar, bulamazsa suç işler, bi
zi de ağlatır... Amerika’yı ayağa kaldıran parktaki, plajdaki in
sanlar değil...
Oğlum, midye kabuklanyla, parlak taşlarla denizden dön
dü, ona baktım, gözlerimi kocama çevirdiğimde nemlendiğini
hissettim, çantamı alıp, yürüdüm...
121
dunnaz. Peki, ben bu dünyaya neden geldim? Yani nasıl yaşa
malıyım?
Bu sorayu Şerefe yönelttim, dedi ki:
- Her cihazın bir tarifnamesi vardır, insan, Allah’ın sanat
eseridir, bu eserin tarifnamesi de İslamiyet’tir.
Pozitif bir açıklama; bu adam dini de müsbet (isbath) ilim
ler içine sokmuş...
122
- Köpeği dövsen de, kovsan da senden aynlmaz ve ısırmaz.
Tahmin ederim insanlar köpekleşmesin diye köpeğe pis den
miş. Çünkü insan her zaman hakkı ve adaleti ayakta tutmalı
dır. Birisinde her türlü hak olacak, öbüründe olmayacak, böy
le insanlık olmaz. Bu sebeple insanlar köleliği, esareti kaldırdı;
şimdi ücret köleliğinden kurtulup, prim, ortaklık gibi müşte
rek çalışmalara girilmeli...
İnsanlar köpekleşmemeli...
Süleyman aleyhisselam dolaşırken köpek, yavrulanna de
miş ki: “Büyük bir Peygamber geliyor, sakın havlamayın, ayıp
olur.”
Peygamber gelmiş, geçmiş, yavrular havlamamış, fakat
anaları havlamış... Yavrulardan biri demiş ki: “Ana, bize havla
ma dedin, sen neden havladın?” O da: “Bu kadar köpeklik ol
sun...” demiş...
123
birdenbire yere çakılmış... Derler ya “Fazilet kulesine çıkılır,
inilmez." Parasını alamayan nur yüzlü adamlar solmuş, çök
müş... Ona itimat edenlerin ipi kopmuş.
- Ece sonra?
- Sonrası bu kadar.
- Devamı yok mu?
-Yok.
- Ayol ben sana Cennet’i sordum, sen bir adamı anlattın...
- Zaten girecekse Cennet’e de insanlar girecek.
- Şiir’de “Muamma sanatı” vardır, sen muammasız konuş
san olmaz mı?
- Şair demiş ki: Cehennem dediğin dal odun yoktur, her
kes ateşini hurdan götürür...
- Şu güzel akşamda iki laf edelim dedik, sen de çanağı ter
sine çevirdim...
- öyleyse Cennetle ilgili bir rüya anlatayım... Bir büyük
şeyh arkadaşını ziyarete gitmiş, bakmış ki sigara içiyor. İtiraz
etmiş, öbür şeyh de sigaranın faydalarını anlatmış... Ne ise geç
vakte kadar sohbet edip yatmışlar. Sigara içen şeyh rüyasında
Cennet'e gitmiş. Melekler; “Efendim ne istersiniz?” deyince o
da “Bir sigara...” demiş. Serde tiryakilik var ya... Hemen sigara
ikram etmişler bir tane almış: “Ateş?.." “Efendim Ccnnet’te
ateş olmaz, Cehennem’e gidip, sigaranızı orada yakacaksınız
deyince, sigaradan vaz geçemeyen Şeyh Efendi, Cehennem’in
yolunu tutmuş. Ne ise sigarasını yakıp, tüttüre tüttüre geri
dönmüş. Bir de bakmış ki Cennet’in kapılan kapalı. Meleğe
sormuş, o da: “Efendim Cennet’e ateşle girilmez” deyince Şeyh
uyanmış, arkadaşından özür dilemiş.
- Hah şöyle be, bu rüya yerli yerine oturdu, sohbetin de ta
dı çıktı. Artık Cennet'ten ne anlarsan anla...
124
- Hocam biz ahiretle uğraşmıyoruz, dünyayla meşgulüz...
- Bu tesbitinizi kaç defa dinledimse beğendim ve sevindim.
İstersen biraz da televizyon seyredelim...
125
- Ekmek işini biraz daha açar mısın?
•- Verdiğim her rüşvet, dişlerini gösteren köpeğe atılan ek
mek parçasıdır.
Sustum, etrafı seyrediyorum, biliyorum Şeref bizi bir baş
ka lokantaya götürüyor. Ve, düşünüyorum: Asya büyük ve ka
dim bir kıt’a...
126
- Ben Yahudiyim, Yahudi kardeşlerim Mukaddes Toprak-
lar’ı korurken, vatanına, milletine sahip çıkarken, bunun için
can verirken, ben burada onlann düşmanlanna yardımcı ola
mam...
Şeref “Gidelim” dedi. Bu duruma da şaştım. Neden deme
di ki: “Müslüman Filistinler de “Mukaddes Topraklar’ı koru
yor, onlar da vatanmı, milletini koruyor, ben de müslüma-
nım... Bunun sebebini sordum.
- Yahudiler iki bin sene vatansız, devletsiz yaşadı; dünya
nın dört bucağına yayıldılar. Onlan Tevrat’la Yahudi kelimele
ri birbirine bağladı. Kendi aralannda doğruluğa azami derece
de dikkat ederek dünya ticaret imparatorluğu kurdular. Bu im
paratorluğun kralı para, vatanı dünya, tebaası Yahudiler’dir.
Sermayelerini kültüre yönelterek, basın-yayına yön verdiler...
- Şimdi anladım Amerika’daki televizyon kanallannm on
biri neden Yahudiler’in...
- En büyük gazetelerin en büyük hissedarlan onlar olabi
lir. Önde görünen paravanadır, onlar arkada gizlidir, o gazete
ler Yahudiler’in aleyhinde yazı yazamaz...
Bunlan dinleyince kendi kendime sordum: “Acaba çok mu
iyimserim?” Irkçıhk, dincilik devirleri kapandı, insanca yaşa
maya bakalım, demek hoş bir hayalin mahsülü mü?
Ne ise alacaklarımızı aldık eve döndük, bu konu kurt gibi
beynimi kemiriyor. Sohbete devam:
- Sen de Yahudiler’e, Hıristiyanlar’a ne bileyim Ruslar’a
düşman mısın?
- Allah, mal, mülk edinin, şu topraklan elinizde tutun, im
paratorluklar kurun demiyor. Emirlerimi öğrenin, yaşayın,
bunlan yayın, ta ki insanlann dünyası cennet olsun, diyor.
- Şeref dikkat et Müslümanlar’ın demedin, insanlann de
din...
127
- Evet insanlann dünyası cennet olsun...
- Yani devlet, millet önemli değil mi?
- Müslümanlar tek tek üstün olursa, onlann milleti ve dev
leti de üstün olur. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osman
lIlar en güçlü devirlerini yaşıyordu, sınırlan çok genişti, halkın
yansına yakını gayrimüslimdi ve Müslümanla diğerleri içiçe
yaşıyordu. Bir İslam âlimi veya mutasavvıf kapısını herkese aç
mıştı. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, bilmem ne, hepisi o ka
pıdan içeri girer, yer, içer, atı yemlenir, misafir olur... Müslü-
manlar’ın içkiden, kumardan, fuhuştan uzak kalması, yardım-
laşmalan, kibarlıklan, onlara tesir etmiş, hem bir arada asırlar
ca yaşamışlar, hem de misyoner teşkilatı olmaksızın Müslü
man olmuşlar. İnsanlann İslam’ı yaşamalan önemlidir. Böyle-
ce müslümanlar dünyanın dört bucağına yayıldı...
- Yayıldı ama Müslümanlar dünya ticaret imparatorluğu
kuramadı, kültüre de hakim olamadı...
- Ne yazık ki öyle...
M a n a st ir ...
Her şeyi bırak, yüksek duvarlann arasına gir, kapıda gözün
ohnayacak sadece Incil’le, yaratanla meşgul olacaksın, bir ba
kıma d iia p y A küseceksin...
İnsanlardan uzak yaşamak, konuşmamak, görüşmemek...
Kemale ermek, ermiş olmak...
Ve, bu dünyadan çekip, gitmek...
Bir yanda dünyayı karıştıranlar, bir yanda dünyaya nizam
verenler, öbür yanda dünyaya küsenler...
Büyük dahi Pascal’ın manasnra çekilmesi, aklın yakahya-
madıklanm kalbiyle yakalamaya çalışması; insan hayatmda
kalbe yer vermesi, her insanın anhyacağı iş değil.
128
Manastır düşünce dünyamda kendine yer etti.
Hapishaneye düşenler, orada manastır hayatı yaşıyamıyor.
Hücre hapsine atılanlar, tek odada yaşarken aziz olma yolun
da adım atamıyor. Demek ki manastın yüksek duvarlar, açıl
mayan kapılar şeklinde düşünmek yanlış; akılla kalp nasıl bü
tünleşecek, yaratık yaratanı nasıl anlayacak?
İslam’da da uzlet, riyazat gibi haller var. Nasıl ki fırtınaya
tutulan gemiler, bir mendireğin arkasına çekilmeyi, bir Umana
girmeyi isterse; insan da maddi ve manevi tufanlara tutulunca
uzletin sakinliğine ulaşmak ister.
Hindistan’da fakiristlerin, yogistlerin yaptığı bundan daha
farklı değil, öyle ise hangi din, hangi inanç sistemi olursa ol
sun; bunlann müşterek noktası insandır. İnsan, kendine göre
bir hayat şekli tuttururken, bunu dinle, iUmle besleyebilir. Asıl
olan insanın kendisidir; aklı, kalbi ve organlannın halidir. İlim
ve din dışardan o âleme girer, onlara da yine insana şekil verir.
Nehirler kendi yatağını kendi çizer.
129
Beklenen gün geldi, program uygunlanmaya kondu, bura
da İslam dünyası vardı.
Sıra bizim Şerefe geldi ama az kalsın tanıyamıyacaktım.
Ütüsüz bir pantolan, eski ceket, bağsız postallar ve başında
yan dönmüş bir kasket... Sahnede tahta iki sandalye bir masa,
mahalli şiveyle başladı anlatmaya:
“Gardaş deyiyler ki Ameriga’ya neye geldin?
Neye gelek, duyduk ki burada gök delenler varmış, acaba
birinin altına tekerlek takıp Türkiye’ye götürebilir müyük, de
dik. Doğrusu ahhmdan geçmiyor degül, Ameriga’yı götüremez
müyük?
Ne ise uzatmıyak İstanbul’dan tayyareye bindük, kuyru
ğundan bahtuk başını göremedük... Beni köylü sanmasınlar
diye hemen bir yere oturduk. Biri geldi: “Burası benim...” Ba
ba tapulu yerin mi? İşte kıvrıl sen de bir yere otur. Ne görgü
süz adamlar, boş yer mi yok...
Derken bir hatun geldi, güzel mi güzel. Hele bir de gülüşü
var ki ölem...
Biletime elini uzatmaz mı?
- Bacı avuç dolusu para verdük biletimi alma...
-Yeriniz 17 numara, lütfen beni takip ediniz. Koyunlar gi
bi numaralandık...
Uzatmayarak bizim avrattan daha iyi hizmet etti bu hatun
lar. Kahvenin üstüne bir sigara telleseydim, oh gel keyfim gel...
Bir de Neyiyok’a indim ki, ne kapısı belli, ne bacası... Biri
sine: “Ben, çıkü, şey” dedim... Bundan iyi İngilizce mi olur?
Ama adam anlamadı. Ne ise Türk’e benzeyen birinin peşine ta
kıldım...
Allah’m dağında beni bir benzin istasyonuna götürdüler,
iki hortuma mahkum ettiler, biriyle benzin dolduruyorum, bi
130
riyle araba yıkıyorum.
Efgar bastı ama değme getsin. Attım eli gulağa:
İki gözüm eller gibi
Sefa sürmek hakkun degül
Degülün yanındaki de degül.
Onun yanındaki heç değül...
Degülün yanındaki degül.
Bizim adam güzel bir şarkı tutturmaz mı? Alkıştan şarkıya
devam edemedi, yine başladı anlatmaya:
“Yani Nekson alınmasın hakkımı yediler. Başbakan olacak
adamken gel gör ki ne haldayam...”
Şeref bunlan ayakta anlatıyor, el kol işaretleri, çok rahat,
seyirciler de gülüyor. Yumruğunu kafasına vurdu:
“Ah kafa ah! Köyde olsam belki muhtar da olurdum. Dag-
lann kralıydım, koyunlara hükmederdim, cümle keltenkeleler
benden kaçardı; soğuk gözeden su içerken, sesimi dünyaya
işittirir, bir türkü tuttururdum:
iki gozum eller gibi
Sefa sürmek hakgun degül
Nene gerek aparttuman
Nene gerek hotomobil...
Çok ağır da olsa yükün
Taşımayı vazife bil
Bir yanşa çıkma sakkın
Altındaki topal eşşek
Sen bir garip biçaresen
Telli zum a nene gerek...
Bizim köylü alkışlandıkça benim de koltuklanm kabanyor.
Sandalyeye oturdu;
131
- Vallaha ben burda çalıştığım gibi memleketimde çalış-
saydım ağa olurdum...
Ayağa kalktı, ellerini açtı, fezaya seslendi...
- Babacığım 50 dolar gönderdim, anamla yeyin, azucukta
bizim hayursuza verin, gelirsem gelirim, gelmezsem bir fatiha
gönderin.
Seyircileri selamladı, sahneden indi. Çılgınca alkışladılar...
Yanıma geldi:
- Hanım yeni gocanı beğendin mi?
Gayriihtiyan boynuna sanlıp, tebrik ettim. Onun aktörlü
ğü üstündeydi, geri çekildi, ellerini uzattı:
- Vay babom heç utanma arlanma galmamış, az galsın abu
gan beni yiyecekti...
Gülmeler, alkışlar devam ederken, kameraların flaşı üstü-
müzdeydi.
Günün eğlencesi devam ederken bir tiyatrocu, bir de film
şirketi kocamdan randevü istedi.
Kendimi sahnede bir solist farzettim, hayranlarım, alkışlar,
itibar, bu hal ne kadar hoşuma gider... Alkışlanmak, takdir
edilmek güzel şey; beni benden alıp, götürür. Döndüm koca
mı düşündüm, güzel, cana yakın artistlerin içinde oturup, ye
yip, içip, rol yapacak... Bana göre tiyatro da, sinema da çok gü
zel bir ormandır, fakat o ormanda çoklan kaybolmuştur. Mey
hanedeki adamı kurtarmak hesapta var, fakat meyhanede kal
mak da var... İlk defa eşimi kıskandım, hayır onu bırakmıya-
cağım...
Bu kadar ciddi bir adamın, bu kadar şakacı, mukallit, şen
olmasına şaşırdım. Hain adam biraz da evde neşelensene... Ben
hergün Hegel’i dinlemekten bıktım.
132
Ne ise bizim artist elbisesini değiştirmiş, normal haline
dönmüş, yanımıza geldi. Birisi:
- Şeref Bey, tırpan sallayıp, debbeyle ayran içtiğimizi de
anlatsaydm...
Öbürü:
- Gardaş seni dinlerken, öküzleri çayıra saldım, çalının al
tına oturup, ekmekle kavurma yiyordum...
Bir başkası:
- Vallahi biber dolması burnumda tüttü...
Zavallı Amerika’nın asma köprüleri, gökdelenleri, dolarla-
n silindi, Türkiye’nin alucu, tezeği, tandır ekmeği gündeme
geldi. Vatanın toprağı bile aziz. Bu adamlar iş bulsaydı, Ame
rika’nın yüzüne bakmazdı. Ey her şeyin başı olan para nice
başlan divane etmişsin.
133
memeye dikkat ediyorum. Özür dilemek kibarlıktır, özür dile
yecek sözden ve hareketten kaçınmak olgunluktur.
- Fakat sahneye koyduğun bu eser, herkesi memnun etti,
alkış topladın...
Şeref durdu düşündü, abliğe baktı, mırıldandı:
- Bazdan diyecek ki bu herif bizi rezil etti.
Meraktan çatlıyacağım, sormadan edemem:
- Tiyatro ve sinema tekliflerine ne dersin?
Güldü:
- Menajerim sensin. Kabul edersen giderim, etmezsen asla!
Rahatladım, anneme yardım için mutfağa gittim. Bizim oğ
lan buzdolabını açmış kanştınyor...
134
konuyor, uzanan ellerin çoğu bana yabancı. Gönlüme gücüm
yetmiyor, ben bile kendimi kandmyorum. Keşke ben yazdığım
gibi olsaydım.
Oğlum beni dünyaya döndürdü, onunla meşgul olmalı
yım...
135
“Esirsiniz, kölesiniz, Amerika’ya itaat edeceksiniz, etmezseniz
cezanız büyük olacaktır” dediniz. Bunu kabul etmek isteme
yenler cebinden çıkardığı çakıyı kalbine saplıyarak herakiri
yapıyorlar, intihar ediyorlar...
-Söyle de intihar etmesinler...
İmparator şu tarihi konuşmasını yapıyor:
- Aziz milletim intihar etmeyin, siz bana lazımsınız. Evet,
biz Amerika’ya mağlup olduk, fakat ilimde, teknikte ilerleyip;
Amerika’dan intikamımızı alacağız!
Japonya bunu başardı ilimde ve teknikte ileri giderek Ame
rika’dan intikamını aldı.
İslam ülkelerinde bir devlet adamı çıkıp, halkını ilme ve
tekniğe sevk etmedi mi? Politik ve teolojik tartışmalar onları
geri kalmışlığa itti.
Hocalar da Fil suresini anlattı:
"Sahibin olan Allah’ın fil ordusuna neler yaptığını görme
din mi? Onlann tuzaklannı, sapıkhklanm işe yaramaz hale ge
tirmedi mi? Onlann üzerine grup grup kuşlar gönderdi. O
kuşlar pişmiş çamurdan taşlarla onlan vuruyordu. Rab’bin on-
lan kurtlann yediği yapraklar gibi yaptı.”
Fil ordusu yerine şimdi tank ordulan, kuşlar yerine uçak
lar geliyor. Allah, müslümanlan korusun ama, müslümanlar
da Allah’ın dinini koruyacak mı?
Dinler içinde İslamiyet’i beğendim, Müslümanlar’ı beğen
medim. Bilmem ki ne yapsam? Ben de Müslümanlar’ın uyuma
sına yardım mı etsem?
136
icatlar ne getirdi? Evet, üniversitelerin sayısı arttı, her taraf ki
tapla, dergiyle, gazeteyle doldu. Fabrikalar, atölyeler, laboratu-
varlar kuruldu. Evler bin bir türlü eşyayla süslendi. Bir ayda
gidilen yolu bir günde, bir saatte gittik... Çeşit çeşit yemekler
yedik, gardroplarla övündük... Söyler misiniz bana, büyük ev
lerde oturan küçük insanları ne yapacağız. O büyük başlar de
ğil mi bunca insanın sürünmesine sebep?.. Boşananlar, kadeh
te boğulanlar, kumarda tükenenler bu çoğun insanı değil mi?
Vizon kürk içinde ağlıyan kadın, kurtuluşu intiharda bulan er
kek; dolandıncılar, sahtekarlar, uyuşturucular bu asnn insanı
değil mi? Bana füzelerden, bilgisayarlardan, uçaklardan söz et
me, insanlara ne verildi, neler alındı? Bunun hesabı yapılmak.
Artan nüfus dünyanın baş belası. Yani insan, insandan nefret
ediyor. Doğmayan çocuğa kefen biçiliyor. Ey çağdaş insanlar
hayatınızdan emin misiniz? Güvence alanda mısınız? Polis mi
dediniz? O, suçu önlemiyor, suçluyu anyor. Yani sen öl veya
yaralan polis suçluyu bulsun, hakim cezalandırsın... tnsam suç
işlemekten caydıracak unsurlar yok. Hastane dhazlanyla övü
nenler, her hastalığı tedavi ettiğini sananlar, iyileşen yaşlüan
huzurevlerine gönderiyor. Evlerde huzur kalmadığı için huzu
revleri açıldı, ey insanlık yüzün kızarsın!
137
istiyor bu televizyonlar? Bu elektronik cihazlar vahşeti yaymak
için mi? Bunca silahlar, vurup, kaçmak için mi? însanm insa
na yaptığı kötülüğü kim yapabilir? İnsanlar bu kadar alçalacak
ımydı?
Medeniyet’! binada, uçakta, gemide, ev eşyalannda aramak
ne kadar manasız, önemli olan insandır. İnsanın insanca yaşa
masıdır. Bir insan kan ağlıyorsa buzdolabının ne önemi var?
Hastanm gideceği, huzur bulacağı bir yeri yoksa, tomografi ne
ye yarar? İnsan merkezli bir medeniyet olmalı. Bunu da ancak
elimizdeki çocuklara anlatmakla elde edebiliriz.
138
Şerefe durumu anlattım, öğleye kadar annemle, öğleden
sonra onunla beraber olabilirmişim. Hatta Şeref, gideceği yer
lere yalnız da gidebileceğini söyledi. Ben de hem mezarlığa,
hem de toplantıya gitmeyi istedim. Değişik dünyalar...
Saat 10, bulutlar göklerde dolaşıyor, ölüler toprakta yatı
yor, derin bir sessizlik, anlatılması zor bir hal. Bu mezardaki-
ler ayağa kalksa 10 şehri doldurur. İnsanlar dünyaya gelip, gi
diyor. Acaip bir akış var. Doğum, ölüm tarihlerine bakıyorum
zamanın bir parçasını yaşamışlar... İnsanın gözleri, kulakları
harika! Bu organlar 70 sene için yaratılamaz. Nasıl ki sanat
eserleri müzelerde korunuyorsa, insanlar ve onlann organlan
da edebiyat müzesinde korunabilir. Ebediyeti Dünyaya gelme
den evvelki hayatımız, dünyadan gittikten sonraki hayatımız.
Allah, dünyanın iki ucunu kapatmış, evvelemizi de, ahirimizi
de bilmiyoruz. Gayba inanan, kutsal kitaplara evet diyebilir.
Evvelimizi, ahirimizi bilemiyoruz, hayat denilen bu prob
lemi çözemiyoruz. Şu güzel dünyada niçin çile çekiyoruz? İn
sanlar neden kavga ediyor? Neden içki içip, düşüyor? Neden,
neden?
Ölüler sakin sakin yatıyor. Mezarlığa gelen kadınlara, er
keklere, çocuklara baktım. Sonra bunların öldüğünü, toprağa
uzanıp yattığını hayal ettim...
Annem, babamm ayak tarahna oturmuş okuyor. Eminim
ki babam sağ iken, huysuzluk yaptığı zamanlarda annem onun
ölmesini istemiştir. Şimdi de ona dua okuyor, Cennet’e gitme
sini istiyor. Cennet’e kim gitmek istemez ki bu insanlar neden
dünyasım Cehennem ediyor?
Çiçekleri mezara koyduk. İçimden dedim ki; “Ey güzel çi
çekler, siz de güzel insanlar gibi, solun, kuruyun, ölün.”
Her şey ölüyor, her şey diriliyor. Mezarlarda yatan insan
lar, ölü topraktan dirilen otlar, çiçekler ve ağaçlar...
139
Annem, mezarlığı pek sevdi “Gidelim” demesem daha otu
racak... Ölüler şehrinden yola çıktık, diriler şehrine gidiyoruz.
Annem, ölümü Müslümanlar gibi anlasa daha rahat edecek.
Babamın renkli, dallı, budaklı hayatını hayal ediyorum, o
hayatın bütünüyle mezara girip kaybolduğunu düşünüyorum,
nasıl olur?
İnsanlar görüyorum, benim gibi, onlarm hiçbiri ölümü dü
şünmüyor; para, yeme, içme ve eğlence...
İnsanlar ölüme koştuklannın farkında değil. İlk öğretim,
lise, üniversite, iş, ev, araba, emeklilik... Bunlann hepisi hayat
kulvannda işaret noktalandır. Liseden üniversiteye koşan, iş
bulduktan sonra emekliliğe ulaşan, bir de bakıyor ki mezar ta
şı... İnsanlar koşuyor, bunun sonunda mezar. İnsanlar ne ev
velini, ne ahirini düşünüyor... Bu dünyaya niçin geldik? Sof
rayla hela arasında yaşıyanlar... İçkiyle, kumarla zamanı öldü
renler... Baloda, diskotekte eğlenenler... Hepisi, hepisi hayatı-
m bitiriyor, tnsanlann çoğu bir böcek gibi ölüp, gidiyor.
Annem, heyecanla sordu:
- Kızım nereye gidiyorsun?
- Aaa evin yolunu şaşırdım mı?
Bizim sokağa dönmemi^m, gidiyorum...
- Kızım bu ne dalgınlık, sen kaza da yapabilirsin... Bu yaş
ta, bu hal ne?
Annem hakh, iç dünyamda kaybolmuşum, dış dünyamda
ki çizgiler silinmiş...
Annem, arabamdan indi, evdeki hazırlıklarım tamamlayıp,
arabasma binip, kiliseye gitti. Biz de Müslümanlar’ın toplantı-
sma gideceğiz. Anahtan Şerefe uzattım:
- Arabayı sen kullan...
- Hayrola?
140
- Evin yolunu şaşırdım...
Olan, biteni anlattım, epeyce güldük... Gülmekle gözyaşı
birbirine ne kadar zıtsa, hayatın gerçekleri de Öyle...
El kadar yüzde Allah, milyarlarca şekil yaratmış. Gülen
ağız, ağlayan göz...
141
cudu camiye benzer, camiye içki, kumar gibi haram şeyler gir
memeli..."
Çemberden merkeze, yaratıklardan yaratana, bilinenden
bilinmeyene doğru ilmi ve zihni bir seyahat... Basit her zaman
zordur, bir çekirdeğe, tohuma bakınız, ne kadar basit... Bu ba
sit şeyden filizlenen bitkiye bakınız ne kadar mürekkep... İlim
le dini bütünleştirenler hoşuma gidiyor. Bu sebeple Müslû-
manlar’ın toplantısına katılıyorum. Her zaman da aradığımı
bulamıyorum. Öğrendiği, hatta ezberlediği bilgilere beynini
katmıyanlar yavan geliyor. İnsanlar da bitkiler gibi çeşit çeşit...
Müslüman hanımlar hemen erkeklerden ayrılıyor, kendi
aralannda kümeleşiyor. Ben de onlarla beraberim. Ev hanım-
lannda dedi-kodu fazla, çalışan hanımlar farklı konuşuyor.
Müslüman hanımlar altına, inciye, kristala düşkün... Bizim
takılanmız kemik, ağaç, plastik gibi şeyler.
Onlar empirme entari giyerken, bizim ki basma, pazen...
Onlann evleri süslü ve muhteşem, bizimki basit...
Onlann sofrası çeşit çeşit yemeklerle zengin, bizim ki ya
hazır yiyecekler veya bir, iki şey...
Bizim kütüphanelerimiz de onlannkinden büyük...
Ben oğluma mikroskop, onlar çocuğuna oyuncak fare aldı.
Ben bodrumda oğluma pille, aküyle çalışan elektrik atölye
si kurdum, onlar çocuklanna top aldı, bisiklet aldı.
Her bakımdan kültür farkı ortaya çıkıyor. Amerika’ya gel
mek, Amerikalılar gibi giyinmek başka, Amerikan kültürünü
almak daha başka...
Bununla beraber değişik dinlerle, ırklarla beraber olmak
dünyamı renklendiriyor; kaldı ki ben de araştırmacıyım...
142
T a HSİLİM, işim var, zengin bir hanımım, istediğim an
kocamı terk edebilirim. Hiçbir bakımdan ona bağlı değilim.
Fakat insanım, insanlar içinde yaşamak isterim. Zaman zaman
hayalin atına binip dünyayı dolaştım. Filipinler’e gittim, güzel
bir otelin, şahane bir odasında yalnız kaldım. Sabah kahvaltı
sında yalnız başıma aşağı indim, tek başıma bir masaya otur
dum. Masmavi gök ve masmavi denizin arasında, hiç kimseye
selam vermeden, hiç kimseyle konuşmadan denize girdim,
kumlara uzandım. Öğle yemeğinde iki kadeh likör içtim. Son
ra, yalnızlığın zırhı içinde, dünyayla ilişiğim kesilmiş halde
durdum düşündüm; “Şimdi ne yapacağım?”
Hayallerim bana gerçeğin yüzünü gösterdi. Her şeyi yap
mak isteyenin ayağı kayabilir, doğrulması bile şans olacak...
Olabilir, kocamın hoşuma gitmeyen halleri olabilir. Oğlu
mun hırçınlıkları beni üzebilir. Dershanede temizlikçiler, öğ
renciler, veliler, maliye, belediye, cihazlar, hepisi hepisi dert.
Anlıyorum ki hayat bunlarla güzel. Rüzgar esmeseydi, hava te-
mizlenmezdi.
Mevki ve makam zannedildiği kadar sağlam değil. Bir mey
ve kocaman ağaçta, sağlam bir daldadır. Eğer kurt içine girer
se, ağacın ve dalın önemi yoktur, o düşecektir.
Saadet de, felaket de benim içimde filizlenir. Elbette kötU
yakınlardan Allah’a sığmmah. İnsana yabancılar zarar vermez,
ne gelirse yakınlardan gelir, iyilik de, kötülük de...
Dert arkadaşım bu yazılar, derdime ortak oluyor, benimle
ağlayıp, benimle gülüyorlar...
143
N e W YORK Eyaleti, İslam’da kadın haklannı belirlemek
üzere bir heyeti vazifelendirmiş. Bunlar da her cemaatten iki
üye istemiş; biz de gideceğiz.
Saat 20’de toplantı başladı. Gündem şöyle:
İslam’da kadın erkek eşit mi?
Kadın başım, kollannı kapatmak zorunda mı?
Eş seçme hakkı var mı?
Boşanabilir mi?
Mirasta durumu nedir?
Zina erkeğe serbest kadma yasak mı?
Müslüman erkek 4 kadın alabilir mi?
Her cemaatin temsilcisine tek tek söz verildi. Kameraman
lar çalışıyor, profesörler, politikacılar, papazlar not alıp, soru
soruyor. Konuşmacılar, ayetlere, hadislere ve içtihatlara daya-
mrken bazılannın cevabı çok doyurucu, bazdan da ezbere ko
nuştu.
Ben dinlemede kaldım.
Başkan;
- Hepinizi dinledik, karara varmak için yeterli bilgi topla
dık, zamanımız az kaldı, son sözü Selena Hanıma veriyorum,
buyurun:
- Teşekkür ederim. Bugün bütün dinlerin iki büyük düş
manı var: Dinsizlik cereyanlan ve ahlaksızlık... Dinler bu iki
büyük felakete karşı işbirliği yaparsa ayakta kalabilir, aksi hal
de kiliseler, havralar, camiler boşalacak, insanlar, saygısız,
vahşi, terörist bir hal alacak. Bu hali su alan gemiye benzetiyo
rum. Gemi batarken bazı konular tartışılamaz. Bir, su tahliye
edilmeli; iki, delik kapatılmalı, gemi kurtanimalı. Bu sebeple
Hıristiyanlıkla, Müslümanlık arasındaki münakaşa konulanna
girilmemeli; müşterek noktalarda bütünleşmeli.
144
İslamiyet’te tek Allah inancı var. Muhammed bir insan ve
bir peygamber. Meleklere, şeytanlara, ahirete, kitaplara inanı
yorlar. Ben bu konulara ilmen çalıştım. Arapça biliyorum ve
bildiğiniz gibi İngiliz edebiyatı öğretmeniyim. Müslümanlann
inancına, Babtist papazlar itiraz etmiyor. Ahlak konusunda
Müslümanlarla Hıristiyanlar aynı görüşte. Dinsizliğe hepimiz
karşıyız. Şimdi gelelim kadın erkek eşitliğine... Amerika’da ka
dın erkek eşit mi? İş sahalarını erkekler işgal etmiş. Kadın ya
evde veya eğlencede gerek...
Gelelim ikinci maddeye, kadın açılmak ister. Öyle ise kadı
nı açmak için çalışmak manasızdır. Kapanana teşekkür edelim.
Eş seçmeyi soracağınıza, boşanmayı nasıl önleriz, deyiniz.
Bir de “Müslüman kadın boşanabilir mi?’’ diye soruyorsunuz.
Boşanmak hoşumuza gitmemeli. Gayrimeşru çocukların art
ması önlenmeli. Kapitalizm 3 insanı zengin ederken, 300 insa
nı fakir etti. Fakirliğe, dengesiz gelir dağılımına çare aranmı
yor, olmayan servetin paylaşılması gündeme geliyor, olur mu?
Dünya erkeklerinde zina oranı çok yüksektir, kadınlarda
azdır. Erkekler kendilerini temize çıkarmak için kadını suçla
mıştır. İslam’da ise zina yapan erkek de, kadın da fahişedir.
Gelelim son sorunuza. Amerikan erkekleri barda, genelev
lerde ve kız arkadaşlanyla; her hafta bir kadın değiştirme şan
sızlığına sahip iken, Müslüman erkeğin 4 kansı gündeme gel
memeli. Dindar olmayan Müslüman erkekler ne yazık ki Ame
rikalılar gibi seksi hayatım sürdürürken, dindar Müslümanla
rın yüzde sekseni tek kadınla yaşamaktadır. Siz Kazakistan’a
gidip, tek kadmla evlenmeyi savunsanız size gülerler. Çünkü
orda kadın çok, erkek az.
Amerikan gençlerinin yüzde altmışı içki, kumar, uyuşturu
cu ve fuhuş bataklığında zararlı duruma düşmüştür. Bunlar
din, min tammaz. Bunlar ya suçlu veya suç işlemek üzereler.
145
İşte dinler bu derde derman bulmalı, aksi halde din kitaplarda
kalır.
Başkan:
- Selena Hanımın Amerikalı olmasıyla iftihar ederim...
Papaz:
- Hayatım eğitime vakfetmiş Selena Hanım, derdi teşhis et
miş, dermam sunmuştur...
Başkan:
- Toplantımız bitmiştir, hepinize teşekkür ederim.
146
öyledir. Gayede ittifak edilir, teferruatla asla! Şansh insan za
rar vermeyen insanlarla iş yapandır. Eğer insanlar çok yönlü
olmasaydı dine ne gerek vardı?
147
Sanki tarih bir çağlayan olmuş bu adamın içine akıyor.
Sanki bu adam tarihi yeniden yaşıyor. Hayatı bütünüyle yaşar
ken her şeyi iğreti tutuyor. Parayı, malı, mülkü, evladı ve lya-
h hemen bırakacak gibi... Öyle bir yolda yürüyor ki, onu alı
koyacak her mania, onun bir anda terk edeceği şey.
Kur’an, Peygamber ve İslam alimleri... Üç noktadan bir düz
lem geçer geometri tezi onun hayatında tecelli etmiş, gerçekten
düzlem, eğri büğrü var denemez. Denirse bakan göz şaşıdır.
İslamiyet, mükemmel insan istiyor, bunu çok önceleri an
lamıştım. tnsanlann veya müslümanlann bütününü mükem
mel etmek ne mümkün. Pazar günleri yaptığımız toplantılarda
bir Şerefe, bir de öbürlerine bakıyorum. Bir bunu, bir de öbür
lerini dinliyorum. Anlıyorum ki çayırotlan da, çınarlar bu
dünyamn mah.
Arük dinleri, hatta ilimleri bir yana bıraküm, insan! İnsan
üstün olmazsa, insanlar üstün insan yetiştiremezse mabetler
karanlık, kitaplar kapah kalacaktır. Onlardan bir ışık yüksel
miyorsa, karanlık dünyamızı kim aydınlatacak? Sayıklar gibi
kaç kere söyledim: İnsan, insan ve yine insan!
Diktatörler üstün insanlann celladıdır. Kendinden büyük
insan istemeyen lider, yükselen her başı kesecektir.
Pekçok iktidar, konuşan, düşünen, yazan insanlara düş
man olacaktır. Çünkü onlar insanlığını yitirmiş, melek oldu
ğunu sanan şeytanlardır. Pek çok iktidar masumların cesetleri
üzerinde yükselmiştir.
Milletler ne kadar sürü olursa, devlet adamlan o kadar ra
hatlıkla çobanlık yapabilirler.
Cemiyet çürümüşse ferdi çürütmek istiyecektir. Kıskançlı
ğın ateşine yananlar başkalannı yakmak isteyecektir. Sermaye
sinin grafiğini yükseltenler, altta kalanlara kulak asmıyacaktır.
148
Velhasıh üstün insanın düşmanı çoktur. Yıldınmlar çınar
lara düşer. Çığlar yüksek dağlardan yuvarlanır. Fırtınalar sel-
vileri yıkar, yüce dağlann zirvesinde tufanlar vardır.
Artık dosyalan, kitaplan kapatmalıyım. Viran olan bu
alemde, yıkıntılann altından nasıl kalkacağım, nasıl bir yangın
yerinden yemyeşil bahçelere bakacağım?
Bir heykeltraş gibi mermeri yontuyorum. Bu mermerden
bir insan meydana çıkacak işte o benim,
Acılar çekiyorum, en iyi duruma gelmek, kendimi yarata
na beğendirmek, yaşadığım dünyanın tesirinden kurtulmak
için acılar çekiyorum.
Sanki bir yerlere yapışmışım, oralardan aynlırkcn, bir yer
lerim kopar gibi. Sanki bir yerlere kavuşmak istiyorum, elle
rim boşlukta sallamyor. Gel diyen yerlere gidememek, aynl-
mam gereken yerlerden ayrılmamak, işte ıstırabımın asıl sebe
bi budur.
Ey İslamiyet, sen eşekleri adam ederken, adamlan eşek
eden sistemlere bilmem ki ne diyeceksin?
149
Keşke artistlerin sanatı, güzelliğinden daha güzel olsaydı...
Keşke sahnedeki, ekrandaki ve perdedeki kadın, bütün ka
dınlan temsil etmeseydi...
Güzellik engerek yılanına benzer, derler, zehirleyen erkek
tir.
Seks hayata bu kadar hakim olunca her koca, kıskançlığın
ateşinde yanmaktadır.
Her kadın kocasına sahip çıkmak ister, erkekler en kolay
avlanan akıllılardır.
Kadm iyi huyundan, güzelliğinden, çocuklarından, işin
den, ilminden güç alabilir. Keşke bunlara gerek kalmadan ka-
n-koca bütünleşebilseydi.
Görgü kitaplanna baktığımda orada dikiş-nakış yok. Kadın
bir biblodur, ne yazık ki kınlabilir.
Aile ansiklopedilerine bakuğımda sağlıktan, mutfağa; ev
işlerinden, çiçeğe, nakışa kadar her şey var.
Türkiye’deki dostlanm sarma, dolgu, puan işleri yapıp ba
na mendiller, yazmalar hediye etmiş... Dantelli, fisko motifli
vazo altlan, yastık başlan... Bunlara bakıp, o nazik parmakla-
nn kürek, yaba, kazma tutmasını hayal ediyorum.
İnsanın elleri boş durmaz; bu sebeple Müslüman hanımlar
örgü örüyor, dantel yapıyor. Erkekler de sigara içip, teşbih çe
kiyor. Kahvelerde zar atan, kağıt tutan eller...
Tarlada, bağda, bahçede çalış, bir senelik mahsülü ver buz
dolabı, süpürge makinası al. Kerpiç evlerin, taş evlerin, damla-
nn içi koltuk, halı, televizyon, büfe gibi, Amerikalıyı bile geri
de bırakacak eşyalarla dolu. Evlerin içi lüks, dışı viran...
Hayalim beni alıp, götürdü:
Ocağa çaydanlığı sürmüş, mindere oturup, yasağa yaslan
mış, küçük pencerelere iri desenli perdeler asılmış, düz tavana
150
direkler uzatılmış, mertekler dizilmiş, isten simsiyah olmuş
çaydanlıkla bardaklanmız dolduruldu, bir şekerin belki sekiz
de birini ağzına atıp, çayım yudumladı: “Bacı, elhamdülillah
bizim keyfimiz iyidir” diyerek, teşbihini şakırdattı.
Artık zehir de olsa içeceğim. Önüme konan bardağa iki şe
ker attım.
- Ooo, çayı pis ettin...
- Anlamadım...
- Bu çayın tadı gıtlamayla çıkar...
- Gıdama ne?
- Gıdama, ekmeği gıdarsın ya, yani dişlemek... Şekeri gıt-
layıp en az dört parça edeceksin. Birini ağzına atıp, yanağına
gizliyeceksin. Bir yudum çay alıp, dilini ona bir defa değdire
ceksin. îşte o zaman bunun tadı çıkar. Yoksa şeker çayı öldü
rür...
Doğrusu ilmin, tekniğin böylesiyle yeni karşılaştım. Fakat,
hakikaten ev halkının keyfi yerindeydi.
Pantolonun üzerine entari giydiğimden tahta sandalyede
rahat oturuyorum.
Duvarlarda is izleri varsa da, eşyalar temiz.
Genç kız soruyor;
- Sen, Amerikan filmlerindeki kızlar gibi değilsin...
- Eee, sizler de Türk filmlerindeki gibi değilsiniz. Film
başka hayat başka...
Amerika’yı merak ediyorlar; diyorum ki, benim evimde si
zinki kadar eşya yok, inanmıyorlar...
- Sizin kadar da keyfimiz yerinde değil...
Gülüyorlar.
Dut kurusu, ceviz, kaysı kurusu getirdiler, bir bardak na-
turel vişne şerbeti: “Buyur” dediler.
151
- Evvela siz yiyin de nasıl yeneceğini öğreneyim...
Gerçekten buralarda oturmasını, yemesini, gezmesini be
ceremiyorum. Zaten kmk dökük Türkçemle zor anlaşıyo
rum...
Kaysı kurusunun arasına cevizi yerleştirip yediler... Dutla
da cevizi beraber yiyorlar...
En başanlı rejisör böyle bir sahne kuramaz. Hayalimle do
laşıyorum.
Aslında Amerika’da evimdeyim, dantellere, oyalara bakıyo
rum, hayalen Türkiye’de ve bir köy evinde yaşıyorum.
İnsan her yerde insan, devletler, milletler bir yana, insan
insanla her zaman anlaşabilir. O köylüler bana o kadar iltifat
etti ki gerçekten sıkıldım. O kadar ikram ettiler ki on midem
olsa zor alırdı. Şu oya belki de o genç kızın cehiziydi.
Neden o köye sanayi götürülememiş? Neden muntazam
evler yapılıp, hepisine su verilmemiş? Neden, neden?.. Veril
memiş böyle olmuş verilseydi ne olurdu?
Ulu dağlann tepesinde kar, zemzem gibi akan sular, baha-
n bekleyen tarlalar, bağlar; kaburgalan sayılan inekler...
İnsan, her yerde insan değil mi?
- Şimdi fabrikalar dantel dokuyor, a baam , gözlerine ya
zık...
Kendi kendime konuşarak, kaneviçeleri bavula yerleştir
dim, pencereden baktım, çimenler, çiçekler ve arabalar...
152
mesi önemli... Savaş, insanın öldürülmesi değil mi? Modem
çağda, modem silahlarla insan öldürmek, insanlık bunun ne
resinde?
İstanbul’da doğan, sinema ve tiyatro yönetmeni olan Elia
Kazan, Yaşar Kemal’in de hayranıdır.
Ayağı sakatlandığı için oyun sahalarından kütüphanelere
dönen Nathaniel Hawthome, ilk romanını kendi basü satama
dı. Fakat yazmanın peşini bırakmadı, dergiler, gazeteler der
ken, masallarıyla dikiş tutturdu. Bu hususta hanımı kendisine
yardım a oldu, daha sonra romanlanndaki üslubuyla çığır açtı.
Fakirlik, hastalık, mahalle kavgalarının içinde yetişen Ja
mes Farrell, yaşadığı hayatı romanlarına yansıttı; zenginler:
“Amerika’da böyle de hayat varmış” diye hayretle okudular.
Yirminci asrın başlarında Amerikan sansürüne takılan
Theodore Dreiser’in ilk romanı toplatıldı. Sosyalist hareketle
re katılınca “Trajik Amerika” ve “Bir Amerikan Faciası” isimli
romanlarını yazdı. Amerikan Yazarlar Birliği’nin en büyük
mükafatım alarak, edebiyattaki yerini tescil ettirdi.
Amerika’nın sosyalist yazarlarından biri de John Dos Pas-
sos’tur. Her rejim kendi hainini yetiştirir sözünü kabul eder
sek, kapitalizm de sosyalist yazarların yetişmesinde mühim rol
oynamıştır.
Bir gülü seyreden, bülbülü dinleyen, yediği yemekten tat
alan insan edebi eserleri sevecektir. Acıkmak gibi sevmek sa
natı da iç dünyamızda, ruhumuzdadır. “Ben bu romanı beğen
dim” diyene kim ne diyebilir? Ezberlediğimiz şiirleri hafıza
mızdan atabilir miyiz? Naklettiğim hikayeler başkasının da ol
sa, çiçekçiden alıp hediye götürdüğümüz bir bukettir.
Şiir, roman, hikaye, makale gibi edebi sanadann bütününü
öğretiriz, bunları öğreten bizler edebi bir eser yazamayız, yazsak
153
da başanlı olamıyoruz. Üslup ve sanat başka. Sanat öğretil
mez, öğrenilir. Bu sebeple yazarlann ekserisi edebiyat fakül
tesinin dışındandır. Biz onlann eserlerini tahlil ve tenkit ede
riz. Ne sırsa edebiyat profesörlerinin beğenmediği eserleri
halk beğenir. Kitapçı da halkın beğenmesine bakıp, satılacak
eserleri basar.
154
- Doğru...
Şeref kalktı kütüphaneden çektiği kitabı okumaya başladı:
“insan haşmetli kainatın seyircisi; yaratıklan en güzel şekilde
anlayan ve anlatan; kainat kitabını okuyan, Allah’a ibadet
eden; maddi ve manevi nimetlerin tadım tadan; ebedi saadete
namzet olan bir yaratıktır.”
- Bu insan başkalannın maddi ve manevi seviyesini yük
seltmelidir.
- Nasıl?
- Biz bu işi dershanemizde başardık. Meşgul olduğumuz
çocuklar, öğretmenleri de, velileri de memnun etti. Bunlar en
iyi mevki ve makama çıkıp, insanlara faydalı olabilirler...
- Beni de Amerika’da tutan sır budur.
- Türkiye’de de aynı şeyi yapabiliriz...
- Demek gerici faaliyetler göstereceksin...
Şeref acı acı gülerken, benim jestlerim, mimiklerim donup
kaldı. Anladım ki devlerle savaşıyorum...
Kendimi topladım, hayal dünyama döndüm:
- Türkiye’ye mutlaka gitmeliyiz. Sen ve ben ak saçlı... İki
ihtiyar kolkola girmiş, birbirini zor taşıyor, o şekilde yürüme-
liyiz. Kafamızdaki kütüphaneden, kalbimizdeki imandan, az
mimizdeki idealden herkes habersiz olsun. Yanımızdan gelip
geçenler, çekirdekle bilyayı ayıramayanlar, çekirdiğin içindeki
alemi görmeyenler bizi de görmesin ve bilmesin. Fakat biz yü
rüyelim, hep yürüyelim, beraber yürüyelim. İki ihtiyar, iki yaş
lı yanyana yürüyor desinler...
- Neden böyle?
- Nikahı kabre kadar taşımak güzel değil mi?
- Başka?
155
- Seninle ben, insanlara daha çok şeyler söyleyebiliriz. Haz-
reti İsa gibi hain ilan edilsek, Hazreti Muhammed gibi Taifte
taşlansak bile...
- Hayalinin sınınna ayaklannuz ulaşacak mı?
- Ellerimiz yapraklara benziyor, onlar yağmur, biz rahmet
istiyoruz... Olmasın mezanmız, mezar taşımız, bir başka âlem
den dünya denilen otele geldik ve gidiyoruz...
156