You are on page 1of 19

View metadata, citation and similar papers at core.ac.

uk brought to you by CORE


provided by Istanbul Sehir University Repository

C u m h u riy et K u ş a ğ ın ın N o t K a rn e s i

Sabahattin Eyüboğlu
Düşün Adamı

A
kçaabat’ta, 1908 yılında doğdu. • 1913 yılında,
kardeşi Bedri Rahmi Eyüboğlu doğdu. • 1915
yılında, Kayseri Pınarbaşı’nda ilkokula başladı.
• Kız kardeşi Nezahat doğdu. • 1917 yılında,
küçük kız kardeşi Mualla doğdu. • 1919 yılın­
da, babası Havza kaymakamı oldu. • 1920 yılında, kardeşi
Mustafa doğdu. • 1921 yılında, babası Rahmi Bey Kütahya
mutasarrıfı oldu. »Kardeşi ile birlikte hastanedeki yaralıla­
rın ailelerine göndermek istedikleri mektupları yazdı.
•Düşman işgali tehlikesi baş gösterdi. Babası ailesini An­
kara’ya gönderdi. • 1921 yılında, babası Artvin mutasarrıfı
olunca ailece Artvin’e taşındılar. • 1924 yılında, babası
Trabzon milletvekili oldu. Aile Trabzon’a taşındı. Kardeşi
ile birlikte Trabzon Lisesi’ne kaydoldu. • Fransızca çevirile­
re başladı. »1928 yılında, Trabzon Lisesi’ni bitirdi. »Ata­
türk’ün buyruğu ile Avrupa’da eğitim öğretim görecek
gençlerin seçimi sınavına girdi. »Bekir Sıtkı, Vehbi Eralp,
Mehmet Karasan, Enver Ziya Karal, Nüzhet Gökbilgin, Gül-
feza, Sabri Esat, Sabahattin Eyüboğlu sınavı kazandı. • 1928
yılında, Sabri Esat ile birlikte Dijon’a gitti. • 1929 yılında,
Dijon Edebiyat Fakültesi’ne girdi. • 1930 yılında, Lyon’a
geçti burada Karşılaştırmalı Edebiyat ve Estetik belgesi al­
dı. »Yurt dışından gönderdiği ilk yazısı "Eleştiri"yi Ulus ga­
zetesine gönderdi. • 1931 yılında, Paris’e geçti. Sorbonne
Üniversitesi’nde çeşitli kurslara katıldı. • Kardeşi Bedri Rah­
mi Eyüboğlu’nu yanına alarak onun Andre Lhote Atölye-
si’nde çalışmasını sağladı. • Milli Eğitim Bakanlığı’nın isteği
üzerine "Liselerde Fransızca Öğretmenliği" konulu bir ra­
por hazırladı. • Paris’te bir Fransız kıza âşık oldu, ancak ba­
bası karşı çıkınca evlenmekten vazgeçti. • 1932 yılında,
Londra’ya gitti. İngiliz dili edebiyatı ve kültürü üzerine
araştırmalara başladı. • 1933 yılında, İstanbul Üniversitesi
Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doçent olarak çalış-
16
_____________________ B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2 _____________________

maya başladı. »Kürsü başkanı Leo Sptzer ile birlikte çalış­


tı. »“Fakülte”, “Varlık” ve “Ağaç” dergilerinde yazıları çıktı.
•1934 yılında, askerlik görevini yerine getirdi. »1936 yılın­
da, Tan gazetesinde yazmaya başladı. »1937 yılında, “Türk
Halk Bilmeceleri” adlı kitabı çıktı. »“Fransız Realizmi” ad­
lı yapıtı Türkçe’ye çevirdi. »Hilmi Ziya Ülken, Muzaffer Şe­
rif, Nurullah Ataç ile birlikte “İnsan” dergisini kurdu. • 1938
yılında, E. R. Curtius’un “Fransız Uygarlığı” adlı incelemesi­
ni ve Shakespeare’in “Hamlet” adlı yapıtını Türkçe’leştirdi.
•1939 yılında, Haşan Âli Yücel başlatacağı atılmalar için
onu Ankara’ya aldırdı. »Talim Terbiye Kurulu üyesi oldu.
•Tercüme Bürosu başkan yardımcısı oldu.

ürk ve dünya klasiklerinin yayımlanmasında

T büyük bir çaba harcadı. »Nurullah Ataç, Or­


han Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat gi­
bi dostlarıyla “Tercüme” dergisini çıkardı.
•1939 yılında, Birinci Maarif Şurası’na katıldı.
•Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç ile tanış­
tı. »1940 yılında, CHP Halk Konferansları dizisinde “Fran­
sız Realizmi” adlı kitabı yayımlandı. J. Renard’ın “Ayrılık
Zevki”, M. Materlinck’in “Evin İçi”, Duvernois’in “Yalnız”,
Platon’dan “Lysis” adlı yapıtları çevirdi. »İkinci Dünya Sa­
vaşı tehlikesi üzerine yedek askerliğe alındı. »1942 yılında,
ailece Köy Enstitüleri aydınlanmasına destek verdiler. »Ye­
ni açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne metinlerle
batı edebiyatı öğretmeni oldu. Diğer kardeşlerinden yük­
sek mimar Mualla, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü yapı
kolu öğretmenliğine, Mustafa, Arifiye Köy Enstitüsü tarım
öğretmenliğine başladı. »1942 yılında, B. Tuncel ile Mus-
set’ten “Şamdancı”, “Marianne’nin Kalbi”, T. Siber ile J. J.
Rousseau’dan “İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk” adlı
ortak çevirileri tamamladı. »1943 yılında, Musset’ten “Yap
da Söyleme” ve “Danton’un Bir Sabahı” adlı kitapları Türk­
çe’ye kazandırdı. »1944 yılında, Euripes’ten “Bakkhalar”,
Moilere’den “Kadınlar Mektebi Tenkiti” çevirilerini gerçek­
leştirdi. »1945 yılında, Eflatun Cem Güney ile birlikte Gon-
çarov’un ünlü klasik yapıtı “Oblomov”u Türkçe’ye kazan­
dırdı. »Pertev Naili Boratav, Cevdet Kudret, Mustafa Nihat
Özon ile birlikte liselerde okutulmak üzere “Türkçe Ders­
leri” adlı çalışmayı tamamladı. »Hasanoğlan Yüksek Köy
Enstitüsü öğretmenliğinden ve Tercüme Bürosu’ndan ayrıl­
dı. »Bakanlık müfettişi olarak çalışmaya başladı. »1947 yı­
lında, kendi olanakları ile yeniden Paris’e gitti. » “Varlık”
dergisine “Paris Mektupları’nı yazmaya başladı. »Paris’te
18
S a b a h a tt in E y n b o g iu

İsviçreli Prof. Alfred Rufer ve kızı piyanist Magdi Rufer ile


tanıştı. Bu tanışıklık aşka dönüştü. »Magdi Rufer ile evlen­
di. »Montaigne onun sayesinde Türkçe konuşmaya başla­
dı. »“Denemeler” Türkçe yayımlandı. »Halikarnas Balıkçı­
sı, Azra Erhat ile Mavi Yolculuk temelleri atıldı. • 1948 yı­
lında, Paris’ten döndü. »Kahramanmaraş, Gaziantep, Ada­
na, Hatay illerinde müfettişlik yaptı. »Orhan Veli’nin “Yap­
rak” adlı dergisine omuz verdi. »1950 yılında, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Karşılaştırmalı Ti'ırk-
Fransız Edebiyatı, »1951 yılında, İstanbul Teknik Üniversi­
tesi Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nda sanat tarihi dersleri­
ni verdi. »1952 yılında, babası Rahmi Bey öldü. »1953 yı­
lında, M. Ş. İpşiroğlu ile birlikte “Avrupa Resminde Gerçek
Duygusu”, »1955 yılında, “Fatih Albümüne Bakış”, »1958
yılında da “Saklı Kilise” adlı incelemeleri yayımladılar.
•1956 yılında, Mina Urgan ile birlikte Shakespeare’den
“Troilos ile Kıessida”yı çevirdi. »Belgesel Sinema alanına
yöneldi. »M. Ş. İpşiroğlu ve Aziz Albek ve Macit
Gökberk’le birlikte hazırladığı “Hitit Güneş”i adlı belgesel
film Berlin Film Şenliği’nde İkincilik Ödülü’nii aldı. »Daha
sonraki yıllarda “Antalya Ormanları” (1956), “Siyah Kalem”
(1957), “Surname”, “Göreme”, “Karanlık Renkler”, “Anado­
lu’da Roma Mozaikleri”, “Nemrut Dağı Tanrıları”, “Eski An­
talya’nın Surları”, “Ana Tanrıça”, “Karagöz’ün Dünyası”
(1959), “Anadolu Yolları” (1960) belgesel filmlerini yaptı.
•1958 yılında, La Fontaine'den “Masallar” Türkiye’de oku­
ru ile onun güzel çevirisiyle buluştu. »Adalet Cimcoz ile
Platon’un “Devlet” adlı yapıtını Türkçeleştirdi. • 1959 yılın­
da, “Devlet” çevirisi Türk Dil Kurumu Çeviri Ödiilü’nü al­
dı. »“Yunus Emre’ye Selam” adlı derlemesi çıktı.
••
mer Hayyam’ı “Dörtlükler” adlı çeviri kitabı

Ö ile Türkçe konuşturdu. »1960 yılında, 27 Ma­


yıs ile 147’liler listesine alınıp üniversiteden
uzaklaştırıldı. »Dostu Tonguç öldü. Bu üzün­
tülere yüreği dayanamadı. Ciddi bir kalp kri­
zi geçirdi. İyileşir iyileşmez Tonguç’a armağan bir kitabın
hazırlıklarına girişti. Yeniden göreve çağrıldığında sadece
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çalışmayı kabul etti.
•19Ö1 yılında, C. Levi’nin “İsa Bu Köye Uğramadı”, Moli-
ere’den “Cimri”, J. Romains’den “Dirilen Şehir”, Vedat Gün-
yol ile Satre’den “Çağımızın Gerçekleri” çevirilerini tamam­
ladı. »Tonguç’a armağan kitap çalışması içinde “İmece”
dergisi doğdu. »Vedat Giinyol’un düzenlemesi ile Ataç Ya­
yınevi yazılarını biraraya toplayan “Mavi ve Kara” adlı de-
19
B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2

neme kitabını yayımladı. »1962 yılında, M. Ayme’den “Baş­


kalarının Kellesi”, Arthur Miller’dan “Cadı Kazanı”, Shake-
speare’den “Macbeht”, Melih Cevdet Anday ile birlikte Go-
gol’un “Ölü Canlar” yapıtlarını çevirdi. »Şakir Eczacıbaşı ile
“Yaşamak İçin” adlı kültür filmini hazırladı. »1963 yılında,
Mina Urgan ile ortaklaşa önce Thomas Moore’un “Ütopya”,
•Bir yıl sonra Melville’den “Moby Dick” adlı yapıtlarını
okurları ile buluşturdu. »1963 yılında, Vedat Günyol ile
Babeuf un “Devrim Yazıları” adlı Fransız Devrimi’ni anlatan
kitabı çevirdi. »1964 yılında, bu kitap toplatıldı. Vedat
Günyol ile yargılandı.

965 yılında, Malraux’un “Turan Yolu” »1966 yı­

1 lında, Shakespeare’den “Julius Ceasar”, Azra Er-


hat ile Aristophanes’in “Kadınların Savaşı”, “Kuş­
lar”, “Eşek Arıları” adlı yapıtlarını Türkçeleştirdi.
•“Devrim Yazıları” aklandı. »1967 yılında, Sha­
kespeare’den “Antonius ve Kloepatra”, Vedat Günyol ile
Bouthoul’un “Politika Sanatı”, Plutharkos’un “Lykurgos’un
Hayatı” adlı kitabını Türkçe’ye çevirdi. »1968 yılında, Sha­
kespeare’den “Atinalı Timon”, Flabert’den “Ermiş Antonius”
ve “Şeytan”, Azra Erhat ile birlikte Aiskhlylos’dan “Zincire
Vurulmuş Prometheus” kitaplarını Türkçe’ye kazandırdı.
• 1971 yılında, 12 Mart askeri müdahalesi ile eşi Magdi Ru-
fer, Azra Erhat, Tilda Kemal, Vedat Günyol ile gizli örgüt
üyesi olmakla suçlanarak tutuklandı. Dört ay tutuklu kaldı.
• 1972 yılında, Bernard Russell’in “Çağımızın Sorunları Üs­
tüne Düşünceler”, P. Valery’den “Bugünkü Dünyamıza Ba­
kış” adlı yapıtların çevirisini tamamladı. •“Karagöz’ün Dün­
yası” adlı belgesel filmiyle Madrid Film Festivali’nde Gü­
müş Kuğu Ödülü’nü kazandı. • 1973 yılında, Vedat Günyol,
Azra Erhat ile birlikte Rabelais’in “Gargantua” çevirisini yü­
rütürken verdikleri bir ara sırasında, kalp krizi geçirerek,
yaşama veda etti. »Yapıtın çevirisi tamamlanıp yayımlandı.
• 1974 yılında, “Sanat Üzerine Denemeler” adlı yapıtı çıktı.
•1977 yılında, “Pir Sultan Abdal”, “Hesiodos Eserleri ve
Kaynakları” adlı hazırladığı çalışmaları ölümünden sonra
çıktı. »Azra Erhat tüm yapıtlarını yayıma hazırlamaya baş­
ladı. • 1979 yılında, “Köy Enstitüleri Üzerine”, • 1981 yılın­
da, Bütün Yazıları I -Söz Sanatları”, • 1982 yılında, “Bütün
Yazıları II - Görsel Sanatları”, »1984 yılında, kardeşi Bedri
Rahmi Eyüboğlu ve Babası ile mektuplaşmaları yeğeni
Mehmet Eyüboğlu’nun çabası ile yayımlandı. »Yapıtları
Cem Yayınevi, Çağdaş Yayınlar, İş Bankası Kültür Yayınla­
rı arasında yeniden yayımlandı.»
20
SABAHATTİN
EYÜBOGLU
•Songül Saydam - Bütün D ü n ya•

H
er insanın olduğu gi­ Sabahattin Eyüboğlu, renkleri
bi, her rengin de ken­ de işte böylesi "kendine özgü,
dine göre bir güzelliği kendi özel" anlamlarıyla ayrı ayrı
olduğuna inanıyordu değerlendirmiş, insanları olduğu
Sabahattin Eyüboğlu... Hititler, gibi, renkleri de "kendine özgü,
Frikyalılar, Yunanlılar, Farslar, Ro­ kendi özel" bu ayrı ayrı anlamla­
malılar, Bizanslılar, Moğollar, ayrı rıyla sevmişti.
ayrı güzeldiler... Yetmişiki dilin Nedense, tüm renklerin arasın­
konuşulduğu, sayısız devletlerin, dan maviyi, bir başka türlü sev­
medeniyetlerin büyüyüp geliştiği mişti. Bakın, bu gözdesi "mavi"sini
Anadolu toprakları da, ayrı ayrı nasıl anlamlandırıyor:
çağlarda, ayrı ayrı güzellikteki in­ "Kırmızının, sarının, yeşilin,
sanları barındırmıştı koynunda... her birine ayrı bir destan yazılabi-
21
B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2

lir. Her üç renk nice nice şair ve bütün bunlar, bundan sonra söy­
ressamlarda insan düşüncesini leyeceklerim de laf; ama derdimi
coşturan anlamlar kazanmış. anlatamazsam bir mavi olsun kal­
sın aklınızda."

K
ırmızıya öfke, sarıya O her ne kadar maviyi sevse
dert, yeşile umut koya- de, onun dünyasının renkleri ger­
gelmiş insanoğlu. Her çekte bir gökkuşağı idi. Neler
rengin bir başka tadı, yoktu ki bu gökkuşağının için­
yerine göre bir başka derinliği ola­ de... Anadolu medeniyetlerinden
bilir: Ama her yaşayanın iliklerine tutun da, tüm Batı kültürünü içi­
ne alan engin bir kültür hâ­
zinesinin yanısıra, bir can
eriğini, Orhan Veli'yi sevdiği
kadar, adı sanı duyulmamış
balıkçı Paluka'yı ihmal etme­
den sevecek kadar, sevgi
dolu bir yüreği vardı. Paluka
öldüğünde şöyle yazmıştı
dostu Abidin Dino'ya:
"Paluka öldü bilesin,
B iz d e birer birer
Öldük, ölüyoruz bilesin:
Ölen ölü r k alan sağ lar
bizimdir!"
Abidin Dino şöyle söz
ediyor bu mektutan:
"Yirmi yıl boyunca Saba­
hattin'den aldığım iki üç kısa­
cık mektuptan biridir bu."
Sonra da Sabahattin
Eyüboğlu’yu anlatıyor:
"Kimin yazı yazması, ki­
min balık tutması ya da sün­
ger çıkarması değildi önemli
Salahattin Eyüboğlu,
olan... Sabahattin'in insanoğ-
kardeşi B edri R ahm i ile birlikte lunda aradığı başkaydı, onu
İ 9 3 2 Eylülü’n d e P aris’te bulunca da anca beraber
kanca beraber olurdu onun­
işleyen, ölüm karasına, kasvet ka­ la. Kim olursa olsun, küçük ya da
rasına bire bir gelen renk, mavidir. büyük, ünlü ya da ünsüz. Denizin
Karanlığı asıl yenen mavidir, gü­ dibinden ustalıkla sünger kopar­
neş değil! Güneş çekilip gittikten mak, kelime denizinden ustalıkla
sonra bile mavi sabahlara kadar söz devşirmek kadar güzeldi. Ye­
can çekişir karanlıklarda. En güzel ter ki imece karışsın işin içine, ya­
gecelerin bile rengi mavidir. Laf ni hep birlikte yapılmış olsun,
22
S a b a h a tt in Eynbog-lu

hem de çıkarsız. Daha doğrusu bir okul" oldu. Ama kazanılan en


ekmek parasını çıkarmaktan başka önemli şey, tüm bu birikimi taşıya­
bir çıkar gözetilmeden ve onun cak olan yardımlaşma ruhu ve
ötesinde, yeter ki toplumsal bir sevgiydi.
yarar uğruna çalışılsın. Sabahat­ Liseyi bitirdikten sonra, üniver­
tin'in dostluktan anladığı buydu; sitelere öğretim üyesi yetiştirmek
paranın ötesinde ilişkiler." amacıyla açılan yurt dışı sınavını
Annesinin "sarı oğlum" diye sev­ üstün başarıyla kazandı. Yeni bir
diği Sabahattin Eyüboğlu Akça­ dönem başlıyordu. Dijon, Lyon
abat'ta ailenin ilk çocuğu olarak üniversitelerinde estetik eğitimi
dünyaya açtı gözlerini. Ondan son­ gördü. Paris'te Sorbonne Üniversi-
ra ressam, şair, yazar Bedri Rahmi tesi’nde serbest kurslara devam et­
Eyüboğlu yani "karaoğlan" geldi ti. Ailesiyle sürekli mektuplaşarak,
dünyaya. Kaymakam babaları, ay­ Batı klasiklerinden babasına ve
dın, edebiyata düş­
kün bir insandı.
Arapça, Farsça bil­
mesinin yanında,
çeviriler yapabile­
cek derecede Fran­
sızca da biliyordu.
Akşamları toplanıp
kitaplar okunuyor­
du evlerinde.
Özellikle de Victor
Hugo seviliyordu.
Yönetici olarak
yoksullara, halka
yardımcı olan Rah­
mi Bey, çok sevi­
len bir insandı. Ev
kadını olan annesi Salahattin Eyüboğlu, O rhan Veli K an ık
Lütfiye Hanım bir ve Sait F aik A basıy an ık’la birlikte
ağa kızıydı. Eski
yazı biliyor, Kur'an okuyor, ilahiler, kardeşi Bedri’ye kitaplar gönderdi.
türküler, masallar, bilmeceler söylü­ Bedri Rahmi'nin geleceğiyle yakın­
yordu çocuklarına. Özellikle Yu- dan ilgileniyordu. Kendi eğitiminin
nus'u ezbere biliyordu. yanında kardeşi Bedri Rahmi
• • Eyüboğlu'nun eğitimini sağlamak
zellikle o günlerde eşi­

Ö
amacıyla burs parasını paylaşmayı
ne az rastlanır böylesi göze alarak onu yanına getirtti.
bir yuva, Sabahattin Kardeşiyle çocukluktan başlayan
Eyüboğlu'nun ilerideki dostluklan, adeta burada sınavdan
bilimsel çalışmalarının ilk tohum­ geçerek ölümüne dek süren, ayrıl­
larının atıldığı "okul öncesi özel maz bir bütünlük sağladı.
23
B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2

A
ralarındaki mektuplaşma­ bunun lezzetini tadıyorum. Seni,
lar, kişisel gelişimlerinin can kardeşim, seni nerelerde, na­
tartışıldığı bir okul gibiy­ sıl, ne coşkunlukla düşünüp sev­
di. 1940 yılında Anka­ diğimi bilsen. Sevgin içimle birlik­
ra'dan Bedri Rahmi'ye yazdığı bir te genişledi. Senin gibi bir karde­
mektupta duygularını şöyle dile şim olduğuna iri gözyaşları ile
getiriyordu Sabahattin Eyüboğlu: şükrettim. Mutlak, mutlak o anlar­
"Sana mektup yazamamak, dü­ da bir şeyler duymuşsundur. Se­
şüncemin her an uzandığı, kucak­ ninle bayağı konuştum, sana ken­
dimi daha çok açmadığım
için, seni bana daha çok aç­
tırmadığım için, ruhumu cim­
ri buldum."
Sabahattin Eyüboğlu yal­
nız kardeşiyle değil, dostları
arkadaşlarıyla da yaşamını
paylaşıyordu. O düşüncesini
sonuna kadar yaşamak ve ya­
şatmak istiyordu. Bu konuda
şöyle diyordu:
"Büyük insanlar bence
nabızları ile düşünen, düşün­
düklerini yaşayan ve yaşadık­
larını düşünen insanlardır.
Tarihin en güzel dönemlerin­
de felsefe ile yaşam birleş­
miş, filozofun sanatı yaşamak
olmuştur. Bizde ise düşünce
ve yaşam başka başka şeyler.
Nabzımızla kafamız aynı
uyumla işlemiyor. Düşündü­
ğümüz anda, düşündüğümüz
yerde, düşündüğümüz biçim­
de yaşayamıyoruz."
İki kardeş birçok sıkıntıya
/. H akkı T onguç’la birlikte H asanoğlu birlikte göğüs gerdi. Ama en
Köy Enstitüsü ziyareti sırasın da çok da parasızlık karşılarına
dikilmekteydi. Sabahattin Eyü-
ladığı yere gidememek, benim boğlu'nu tatlı ama bir o kadar da acı
için bir yoksunluk... Hayatın her bir sürpriz beklemekteydi. Olmadık
anının da bütün hayat kadar de­ bir anda aşk kapıyı çaldı. Gönlünü,
ğerli olduğuna inanıyorum. Taa Fransız bir ailenin Georgette adlı kı­
eskilerden beri sana yazmaktan zına kaptırdı. Ama bir Fransız'la bir
duyduğum zevk hiç eksilmedi. Şu Türk'ün birlikte olamayacağına aile­
anda on yıl önceki kardeş mektu­ ler karar verdi ve bu sayfa kapandı.
24
S a b a h a tt in Eyüboğ'lu

Sabahattin Eyiiboğlu, bu umut­ dolu'nun eski uygarlıkları arasında


suz aşkı Fransa'da bırakarak Lond­ bağ kurmaya çalıştı. Bunu Türk top-
ra'ya geçti. Burada İngiliz dili ve lumuna yabancılaşarak değil, tam
edebiyatını, ayrıca İngiliz Kültü- tersine, ülkemiz dışındaki tüm kay­
rü’nii inceledi. Yurda döndüğünde nakların yönünü çevirerek yapabil­
Fransız dili ve edebiyatı bölümün­ menin koşullarının arayışı içine gir­
de doçent oldu. di. Batı uygarlığını tanıdıkça, daha
Çeşitli dergilerde yazılarını sür­ yapacak çok şey olduğunu anlıyor,
dürürken, bir yandan da "Bilmece­ bu güzellikleri kesinlikle ülkesine
ler" üzerine çalışıyor ve çeviriler getirmesi gerektiğini düşünüyordu.
yapıyordu. Anadolu’nun zengin köklerine in­
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat dikçe ise, ülkesine olan sevgisi ve
Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bağlılığı katlanarak artıyordu.
Bölümü’nde doçent
olarak görev yaptığı
sıralarda Mina Ur­
gan da öğrencileri
arasındaydı. Mina
Urgan, anılarında
öğretmenini şöyle
anlatıyor:
"Sabahattin
Eyüboğlu’nun Çağ­
daş Fransız Şiiri se­
minerini yönetece­
ğini öğrenince, du­
dak büktük. Çünkü
sınıfta herkes birbi­
rinden daha uka­
lâydı bu konuda.
Fransız şiiriyle ilgili Salahattin Eyüboğlu, “Yanık, durgun, olgun ”
bilmediğimiz bir
o la ra k tanım ladığı Âşık Veysel’le birlikte
tek şey bulunmadı­
ğını sanıyorduk.
Ama Sabahattin seminerine başla­ 939 yılında Talim Terbiye
yınca, bilmediğimiz çok şey oldu­
ğunu dakikasında anladık. Yete­
nekli öğretmenlere özgü üç özel­
liğin üçü de vardı Sabahattin'de:
Öğrencilerine sevecen yaklaşım,
1 Kurulu üyesi olarak Anka­
ra'ya geldi. Milli Eğitim Ba­
kanı Haşan Ali Yücel, Batı
klasiklerinin dilimize kazandırılma­
sı için bir kurul oluşturmuştu. Bu
kişiliğinden kaynaklanan karizma girişim, Genç Türkiye Cumhuriyeti
ve otorite..." açısından bir kültür kalkınma atılı­
Batı kültürü yöntemini almış bir mı özelliği taşıması yanısıra, Türki­
aydın olarak, Doğu ve Batı kültürü­ ye’nin geleceğini yönlendirecek
nü kaynaştırmaya, günümüzle Ana­ uzun soluklu bir çalışma olma nite-
25
B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2

liği taşıyordu. Bu önemli ve zor so­ yor. Sıcaklarda bile sırtından çık­
rumluluğun bilinciyle Nurullah mayan eski yamalı bir paltonun
Ataç'la birlikte tercüme bürosu ça­ içinde Veysel, muhteşem bir di­
lışmalarını yürütmeye başladı. lenci gibi dolaşıyor."
Kimler yoktu ki burada! Orhan
ir taraftan da Köy Ensti­ Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay

B tüleri kurma girişimi baş­


lamıştı. Kendini bir an­
da, düşüncelerini ve is­
teklerini gerçekleştirebileceği bir
oluşumun içinde buldu. Ton-
Rıfat, Ahmet Hamdi, Nurullah
Ataç, Azra Erhat, Cahit Külebi, Ne­
cati Cumalı, Suut Kemal Yetkin,
Mazhar Şevket gibi birbirinden de­
ğerli isimler...
guç'la tanıştı. Aralarında, ölüme Eyüboğlu, birçok alanda canla
dek sürecek güçlü bir dostluk başla çalışmaktadır. Onun başta
oluştu ve gelişti. Köy Enstitüle­ gelen çabalarıyla, salı günleri ter­
cüme bürosu top­
lantıları yapılmak­
taydı. Moliere,
Musset, Yunan
Klasikleri, Latin
Klasikleri, Rus Kla­
sikleri, oyunlar, şi­
irler, Sabahattin
Eyüboğlu'nun bü­
yük çabalarıyla ka­
zandırıldı dilimize.
Kendi de bir yan­
dan Montaigne'nin
çevirisine başladı.
"Monta-
A klandıktan son ra evin de y akın ları a ra sın d a
igne Baba'1 Avru­
(1971). Önde: K ardeşi M ustafa Eyüboğlu, onun pa'ya serbest dü­
kızı ve eşi, ortada: B edri R ahm i Eyüboğlu ve oğlu şünceyi öğretmişti.
M ehm et Eyüboğlu, sağda: Ali Uğur Yayımlandığı 1947
yılından beri, elli-
ri’nin kurucuları arasında yer aldı. beş yıldır dilimizde yaşayan Mon-
Ankara'daki evi bir sanat mer­ taigne, bizi zenginleştirmeye de­
kezine dönüşmüştü. Ne mükem­ vam ediyor.
mel bir insan dediği Âşık Veysel'le Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğ­
dostlukları bu dönemde başladı. lu ile ilgili görüşlerini açıklarken
Sabahattin Eyüboğlu, o günleri şöyle diyor:
şöyle anlatıyor: "Onu sadece usta bir çevirmen
"Anadolu toprağının ta kendi­ olarak tanıyanlar yanılırlar... Çevi­
si!.. Yanık, durgun, olgun. Yalnız ri, onun gözünde bir araçtı, öncü­
çehresini görmek kafi. İnsan, dağ­ lüğünü yaptığı yolda ardından ye­
ların sırrıyla karşılaşmış gibi olu­ tişkin düşün ve sanat adamlarının
26
S a b a h a tt in E y n b o g iu

çokça sayıda gelmesi için." ğu çok iyi bilen, bildiği kadar ha­
Sabahattin Eyüboğlu, dil konu­ yata geçiren bir portre çiziyordu.
sunda çok duyarlıydı. Çevirileri Tiyatroya da büyük bir önem
büyük bir özenle yapıyordu. Bir veriyordu. Türkiye'de tiyatro olsun
sözcük ya da bağlaç üzerinde istiyordu. Yine tercüme bürosu
günlerce çalıştığı oluyordu. dönemlerinde, evini tiyatro çeviri­
Atatürk'ün dil devrimini yap­ lerinin yapılması için seferber et­
masının nedenleri konusunda gö­ mişti. Shakespeare gibi bir tiyatro
rüşlerini şöyle özetliyordu: dehasını, Türk ulusunun anlayabi­
"Atatürk dil işini ele almak zo­ leceği bir dille , dilimize ve sahne­
rundaydı; yapamazdı başka türlü. mize kazandırmak için çalışmala­
Milletin kalkınma gayreti Türk­ rın en çetrefillisine girişmişti. Hiç
çe'nin kalkınma gayretinden ayrı Yunanca bilmemesine karşın, Azra
d ü şü n ü lem ez d i.
Atatürk dil işinde
zor kullanmadı
değil, kullandı;
ama milletin kal­
kınma zoruydu
onu zorlayan. İlk
zor kullandığı in­
san da kendi ol­
du; çünkü kendi
yazı dili de BabI­
ali yetiştirmeleri­
nin yazı dilinden
farksızdı... Ata­
türk çok iyi anla­
mış bu işte dev­
letçe ve milletçe
seferber olmamız,
er geç ve ister is­ Salahattin Eyüboğlu,
temez olacak bir A dalet C im coz ile birlikte
işte atılgan ve
coşkun olmamız gerektiğini." Erhat'la yaptığı çevirilerde öylesi­
ne başarı sağlamıştı ki, Azra Erhat
abahattin Eyüboğlu, halkın o günlerle ilgili anılarını şöyle dile

S konuştuğu dille bilim, fel­


sefe ve edebiyatın dilini
birleştirmek istiyordu.
Halk çoğunluğunun diliyle kitap­
ların dili arasındaki ayrılığın göze
getiriyor:
"Öylesine yatkındı, anlayışı ve
dili hangi yabancı dilden olursa ol­
sun tiyatro çevirisine. Aristopha-
nes'in komedyaları eski Yunanca'yı
battığı yerde milli kültürün geliş­ bir fırıldak gibi döndüren, kelime
meyeceğine inanıyordu. Yaptığı oyunlarını değme Yunanca bilenle­
çevirilerin ardında bu sorumlulu­ rin bile zor sökebileceği çetrefillikte
27
B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 2

bir usta ürünü dilidir. Nasıl anlayıp imeceye katılmasını istedi. Ona
nasıl karşılığını bulduğuna şaşıp ka­ Enstitüyü şöyle anlatıyordu:
lır insan. Kokusunu alırdı demeli, ne "Hasanoğlan Köy Enstitüsü bir
diyeyim başka? Aristophanes gibi, buçuk sene evvel kurulmuştur.
Rabelais gibi bir dil ustası, bir dil Plana göre Enstitü, stadyumları,
cambazı idi kendisi de, ondan." tiyatrosu, müzesi, kütüphanesi ve
• şimdiden mevcut sineması ile
mece yöntemiyle yürüttüğü modern bir sitedir. Mevcut bina­

İ çeviri çalışmalarının yanısı-


ra, haftanın üç günü Köy
Enstitüsü çalışmalarına ka­
tılmak için başka bir imecenin içi­
ne, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne
lar öğrenciyi ve öğretmenleri ra­
hatça barındıracak vaziyettedir...
Mesele Enstitülerin sanat terbiye­
sini üzerine alacak öğretmenlerin
yetiştirilmesidir. Maiyetimde çalı­
şacak insan belki
mevcutların en anla­
yışlı, en yeni düşün­
celi ve en samimi
olanıdır."
Sabahattin Eyü-
boğlu, Enstitüler­
de sanat eğitiminin
gerekliliğine inanı­
yordu. Bedri Rah­
mi'ye yazdığı bir
başka mektupta bu
konuya ilişkin gö­
rüşlerini şöyle dile
getiriyordu:
"Köy Enstitüleri
için Hakkı Bey yeni
Sabahattin Eyüboğlu, 1 9 6 0 yılın da,
ve çok güzel bir ta­
M. İpşiroğlu ile birlikte “A n a d o lu ’d a sarı daha çıkardı.
R om a M ozaikleri" ad lı belgeseli hazırladı. Dün Talim Terbi-
ye'de kabul ettik.
gidiyordu. İsmail Hakkı Tonguç'a Enstitü'de bir Yüksek Kısım ola­
büyük hayranlık duyuyor, onu cak. Enstitüleri bitirenler orada üç
Montaigne ile özdeşleştiriyordu. yıllık bir kurs gördükten sonra,
Ailesini de enstitü için seferber et­ Enstitülerde hoca olacaklar. Bu
mişti. Mimar olan kardeşi Mual- yüksek kısma benim zorumla bir
la'yı, Hasanoğlan Köy Enstitü­ sanat bölümü ekledik. Bu bölüm­
sü’ne yerleştirdi. Kardeşi Bedri de bahçe mimarisi, resim, sanat
Rahmi'ye bir mektup yazarak, tarihi, müzik, ulusal oyunlar, tem­
"Eren'in, senin ve Mehmet'in Ha­ sil, Türkçe, yabancı dil, jimnastik,
sanoğlan Köy Enstitüsü’ne yerleş­ ritmik dersler var. Özellikle sanat
menizi teklif edeceğim"diyerek bu tarihi programı üzerinde esaslı

28
S a b a h a t t i n Eynhog-ln

olarak çalışmak istiyorum." bugün bizim dediğimiz Anadolu


Hasanoğlan küçük bir sanat bizden başka herkesin olurdu.
merkezine dönüşmüştü. Heykeller Halka dayanan, halka güvenen
dikilmiş, duvarlara resimler yapıl­ bir yeni devletin yapacağı ilk iş
mıştı. Avrupa'da en gösterişli sa­ halkın yaşadığı her yerde ve en
lonlarda oynanan Shakespeare'in çok da köylerde sözcüsünü
oyunları Hasanoğlan’da da sahne­ bulundurmak, barındırmak, des­
leniyordu artık. teklemekti. Köy Enstitüleri bu
Ama bu mutluluk uzun sürme­ sözcüyü yetiştirmek amacıyla
di. Enstitüler tam meyve vermeye kuruldu."
başladığı dönemde, kapatıldı. O, hiçbir eğitim kurumunun
Enstitülerin kapanmasına çok Köy Enstitüleri kadar yeni gerçek­
üzülmüştü. Kardeşi Mualla'ya lerimizden, sosyal, ekonomik ko­
Enstitülerin kapanı­
şıyla ilgili şu dörtlü­
ğü gönderdi:
"Gördük nasıl y er­
miş H asan oğlan
Nasıl belli değilm iş
satan satılan
Nasıl yeşerirm iş in ­
san
Ve nasıl biçilirmiş?"

abahattin

S Eyüboğlu,

Köy Enstitü­
leri üzerine
Sabahattin Eyüboğlu, “Hitit G üneşi” adlı
pek çok yazı yazdı.
Dostluktan sevgiye, belgeseliyle 1 9 5 6 yılın da, Berlin Festivali’nde
politikadan sanata, ikin ci oldu ve Gümüş Ayı Ödülü ’nü kazan d ı.
eğitimden bilime ka­
dar yaşamın her ala­ şullarımızdan doğma, dolayısıyla
nına dokunduğu yir­ onlar kadar özden, verimli ve ya­
mi yıllık süresince yazdığı dene­ pıcı olmadığı görüşündeydi.
meleri "Mavi ve Kara"adı altında Enstitülerin gördüğü tepki de
topladığı kitabı 1961 yılında ya­ bu nitelikleri ölçüsünde büyük
yımlandı. Bu kitapta, "Köy ensti­ oldu. ‘“Köy Enstitüleri hakkında
tülerini kuran düşünce neydi?" ne düşündüğünü söyle, sana kim
başlıklı yazısında şöyle diyor: olduğunu söyleyeyim’ diyeceği
"Atatürk'ün gerçekleştirdiği geliyor insanın" diyordu Sabahat­
devrimlerin dayandığı inanç, Tür­ tin Eyüboğlu. Bu sözlerden bazı­
kiye halkının kendini yönetecek ları şöyleydi:
bağımsız bir devlet kurabileceği
inanandaydı. Bu inanç olmasa 29
B n tü n D ftn y a • Ag-natoş 2 0 0 2

"Kendim görmesem inanamaz­ Fransa'ya ilk gidişindeki evli­


dım. Ankara Halkevi'nde, Ha- likle ilgili sayfa kapanalı uzun yıl­
sanoğlan Köy Enstitüsü öğrencile­ lar geçmişti. Bekarlığı devam edi­
ri Faust'u görmeye gelmişlerdi. İl­ yordu. Evlenmesi yönünde ailesi
kin asker zannettim. Kaba saba el­ sıkıştırıyordu. Bir keresinde baba­
biseler, kapkara yüzler, korkunç sına bu konudaki düşüncelerini
bir ter kokusu. Bir facia. Bunlar şöyle açıklamıştı:
öğretmen olacak, ha?" "Babacığım, evlenme sorunu­
na gelince, bu konuda olumlu
unlar Shakespeare'in, olarak kararımı vermiş bulunuyo­
Goethe'nin, Gogol'un, rum. Ama evlenecek olduğum
j Balzac'ın eserlerini hatunu nasıl bulacağımı bilmiyo­
J L _ y okuyorlarmış. Güler rum! Doğrusu rastgele evlenmek­
misin, ağlar mısın? Bu eserleri biz ten de çok korkuyorum. Vaktimin
bile okuyup anlayamıyoruz." geçmiş olmasından olacak, güç
beğenirliğim gittikçe
artıyor. Ama emin
olunuz ki güç beğe­
nirliğim güzellik fi­
lan gibi dışsal nite­
liklerden çok, alçak
gönüllülük, akılcılık,
dürüstlük gibi ruhsal
niteliklere aittir. Gü­
nün birinde sizin de
çok makul bulacağı­
nız bir hayat arkada­
şına rastlayacağımı
umuyorum."
Sabahattin E yüboğlıı’nurı “S u m â m e ” adlı Paris, ona ikinci
belgeseli N akkaş Osman tarafın d an y a p ıla n bir kez sürpriz hazırla­
düğün kitabını, S u m â m e ’y i an latm aktadır. mıştı. Beklenmedik
bir anda aşk ikin­
Bu gibi sözlerle Köy Enstitüle- ci kez kapıyı çaldı. Gündüz
ri’ne çamur atanlara, o ter kokan hayalinde, gece düşündeydi.
kara gözlü çocuklardan yetiştirdiği Kardeşi Bedri'ye bu aşkı şöyle
aydınlarla gerekli cevabı vermiş anlatıyordu:
oluyordu, Sabahattin Eyiiboğlu. "Kocaman iki göz, kıpkırmızı
1947 yılında ikinci kez gittiği saçlar ve gümbür gümbür bir yü­
Fransa'da her hafta Yazarlar Birli- rek... Şimdi hem bağımsız, hem
ği’nin toplantılarına katılıyordu. bağlı olarak en güzel dostlukla­
Aragon, Eluard, Zara, Gueverica rımdan birini yaşıyorum. Bu dos­
ile burada tanıştı. Çevirdiği şiirleri tum da piyanist. Benden çok piya­
bu ortamda okudu ve büyük be­ nosuna bağlı. Günde sekiz saat
ğeni topladı. çalışıyor. Yorgun olduğu akşam-
30
S a b a h a t t in E y ñ b o g lu

lar, buluşup tiyatroya, konsere gi­ otoğraf çekmek onda ayrı


diyoruz. Müzik ve şiir alışverişi
ediyoruz. Adı Magdi. İsviçreli."
İsviçre'li Prof. Alfred Rufer'in
kızı piyanist Magdi Rufer'le yaşa­
mını böylece birleştirdi.
F bir tutkuydu. Gittiği her
yere götürdüğü makine­
siyle sayısız fotoğraflar
çekti. Bu tutkusu onu film yapım­
cılığına kadar götürdü. Üstelik si­
1950'de İstanbul Üniversitesi nemanın henüz yaygınlaşmadığı
Edebiyat Fakültesi’nde öğretim bir dönemde. Yazının sunduğu
görevlisi oldu ve Sanat Tarihi olanakların dışında yeni bir anla­
dersleri vermeye başladı. Sanat tım dilinin mutluluğunu yaşıyor­
Tarihi ve deneme yazılarına bu du. Mazhar Şevket İpşiroğlu ile
dönemde ağırlık verdi. Daha or­ işbirliği yaparak sürdürdüğü Ana­
taokul sıralarında kardeşi Bedri dolu uygarlığını belgelemeye yö­
Rahmi'nin resim ödevlerini yap­ nelik film çalışmalarına girişti.
masına karşın, o yo­
lunu edebiyattan ya­
na seçmişti. Ama re­
sim sanatına olan
sevgisini ilgisini ya­
zılarıyla, eleştirileriy­
le sürdürdü. Bir ta­
raftan da Mazhar
Şevket İpşiroğlu ile
"Avrupa’da Resimde
Gerçek Duygusu "ki­
tabını hazırladı. Ada­
let Cimcoz'un giri­
şimleriyle Türkiye'de
ilk özel sanat galeri­
si kuruldu. Sabahat­
“K aragözü n D ü n yası” ad lı belgesel 1972
tin Eyüboğlu ve eşi
Magdi Rufer, Maya y ılın d a M adrid Com plutense Üniversitesi
Galerisi’nin üstünde İkin ci Uluslararası Bilim sel ve Öğretici Sinem a
bir dairede oturuyor­ G ünleri’n d e Gümüş Kuğu Ö dülü’nü aldı.
lardı. Sabahattin
Eyüboğlu Maya ile yakından ilgi­ Berlin Film Festivali’nde ödüllen­
lendi. Resimlerin seçiminde bir dirilen "Hitit Güneşi"nin ardından
çeşit jüri görevini üstlenmişti. O çektiği "Siyah "Kalem", "Karanlık­
sıralarda Akşam gazetesinde hiç ta Renkler-Göreme, Suıname,
kimse onun yazdığını bilmeden Anadolu Yollan", "Anadolu'da
Cim. Dal. takma adıyla sanat eleş­ Roma Mozaikleri" gibi filmleriyle,
tirileri yazdı. Bu yüksek düzeyde­ Anadolu kültürüne ve uygarlığına
ki sanat eleştirileri kuşkusuz o bakışını görselliğin sunduğu ola­
dönemin sanatçıları üzerinde bü­ naklarla belgeledi.
yük bir etki yaptı. Sanat, onun yaşamında vazge­
31
B n tn n D ü n y a « A ğ u sto s 2 0 0 3

çilmez bir tutkuydu. Onun bir zandı. Şakir Eczacıbaşı'yla birlikte


başka tutkusu da gezilerdi. Ama "Yaşamak İçin"i hazırladı.
onun gezi felsefesi farklıydı. Ge­ 1964 yılında Vedat Günyol ile
zilerine farklı bir anlam katmak birlikte Babeuf'tan çevirdikleri
için, yaşamında farklı bir yeri "Devrim Yazıları" yayımlandı. An­
olan Halikarnas Balıkçısı ile bir­ cak kitap savcılık tarafından top­
likte isim babalığını yaptığı "Mavi latıldı. Ceza Kanununun 142.
Yolculuk" gezilerini başlattılar. maddesince yargılandı ve aklan­
Bu geziler 1957 yılından sonra dı. 12 Mart döneminde TKP kuru­
her yaz yinelenen bir geleneğe culuğu ile suçlanarak eşi Magdi
dönüştü. Sabahattin Eyüboğlu bu Rufer, Vedat Günyol, Azra Erhat,
gezilerin başında bulunurdu. Bu Tilda Kemal gibi yakınları ile be­
bir tür zamana yolculuktu. Yaşa­ raber tutuklandı. Dört ay içerde
mın bütün renklerinin bir arada kaldılar. Daha sonradan aklanma­
görüldüğü bir yolculuk... larına karşın, bu olaya çok üzül­
düğü için sağlığı bozuldu.

M
. Ali Cimcoz'la bera­ Atatürk’ün başlatmış olduğu
ber çevirdiği Efla- Kurtuluş Savaşı’nın bitmediğine,
tun'un "Devlet" adlı bu savaşı sürdürecek kişilerden bi­
yapıtı Türk Dil Ku­ ri olduğuna, her aydının bu so­
rumu çeviri ödülünü aldı. 1960 rumlulukla çalışması gerektiğine
İhtilali’nden sonra üniversiteden inanarak soluksuz çalıştı. Atatürk
uzaklaştırılan 147 öğretim üyesi ilkeleri onun zırhıydı. Ona göre
arasında o da vardı. Bu profesör­ "mavi" sanat, "kara" ise para de­
lerin daha sonradan üniversiteye mekti. İsteseydi çok zengin olabi­
dönmeleri sağlandığında, özel lirdi. Ama "kara"nın zenginliğini
olarak çağrılmasına karşın, Edebi­ değil, "mavi"nin zenginliğini seçti.
yat Fakültesi’ne dönmedi. Yalnız­ Balıkçı Paluko'yu sevdi, kara göz­
ca Teknik Üniversite’deki çalış­ lü, ter kokulu Köy Enstitülü çocuk­
malarını sürdürdü. Bu dönemde ları sevdi, halkını ve onun yarattığı
önemli bir kalp krizi geçirdi. Da­ kültürü sevdi. Avrupa'nın kültür
ha çekmek istediği belgeseller merkezlerinde yaşamak yerine,
vardı. Macit Görkberk'in desteği dağ başındaki Hasanoğlan'ı seçti.
ve Aziz Albek'in yardımcılığı ile
belgesel film çalışmalarına devam 3 Ocak 1973'de ölüm onu
etti. 1972 yılına dek sürdürülen
çalışmalarla dört kısa süreli bel­
gesel film çalışmalarını Türk Kül-
türii’ne kazandırdı. "Nemrut Dağı
Tanrıları", "Eski Antalya'nın Surla­
1 almaya geldiğinde, yine çok
sevdiği dostlarından Vedat
Günyol ve Azra Erhat'la ile
birlikte Gargantua çevirisi üzerin­
de çalışıyordu. İnandığı ilkeleri
rı", "Ana Tanrıça", "Karagözün doğrultusunda yaşadı, inandığı il­
Dünyası" bu aradaki ürünleridir. kelerinin oluşturduğu dünyasında,
Bunlardan "Karagöz'iin Dünyası" inandığı ilkeleriyle öldü.»
1972 yılında Madrid Film Festiva­
linde "Gümüş Kuğu" ödülünü ka­ SongulSaydam@butundunya.com.tr

32
TÜRK HALKIYLA
BÜTÜNLEŞEN BİR YAZAR:
SABAHATTİN
EYÜBOGLU
•Bülent Ecevit - Milliyet Sanat*»

abahattin Eyüboğlu, ben­ lik hareketleri ile başlayan özenti­

S ce kendi kendini yenile­


yen Türk toplumunun
beklediği aydın tipinin ön-
cülerindendi. Halkı hor görme­
yen, halkı seven sayan, halkla bü­
ciliğin ve yüzeyselliğin çok ötesin­
de, bir kültür sorunu olarak görür­
dü, Sabahattin Eyüboğlu. Türk
toplumu için bu kültür sorununu
çözebilmenin püf noktasını bul­
tünleşmeye halktan alıp halka muş sayılı aydınlardan biri idi. Bir
vermeye çalışan aydın “Halktan yandan Batı kültürüne açılırken bir
kopmaksızın toplumu çağdaşlaş­ yandan da Anadolu kültüründe
tırmaya uğraşan aydın”. kökleşme gereğini kavramıştı. Bu
Çağdaşlaşmayı, Osmanlı yeni­ iki uğraşın çelişken olmadığını an-
33
B ü tü n D ü n y a * A ğ u sto s 2 0 0 2

lamıştı. Nice aydınlarımıza göre yemişlere öz suyu gibi erişirdi.


çağdaşlaşmak Batı kültürünün ve Onun içindir ki, Sabahattin
uygarlığının ürünlerini ithal eder Eyüboğlu'nun milliyetçiliği Hüma-
gibi benimsemektir. Oysa o kültü­ nizma ile birleşirdi. Onun içindir
rün, o uygarlığın kaynakları kendi ki, Sabahattin Eyüboğlu’nun milli­
topraklarımızdadır. Binlerce yıldır, yetçiliği Türkiye topraklarının bin­
bu topraklarda kaynaşıp yaşamış lerce yıllık geçmişine kök salan ve
halkımızın Jung'un terimiyle ortak o köklerden bütün dünyaya açılan
bilinç dışında saklıdır. O bakımdan Türk Milliyetçiliğinin ta kendisiydi.
ithal edilecek bir ürün değildir. Ba­ Atatürkçülükten, Atatürk Milli­
tı kültürü bizim için kendi öz kay­ yetçiliğinden en çok söz edilen
naklarımızın ürünüdür. bir dönemde Sabahattin Eyüboğ­
Sabahattin lu’nun başına ge­
Eyüboğlu, o kay­ lenler nice Atatürk­
naklara indikçe ve
o kaynaklardaki Sabahattin çü geçinenlerin,
Sabahattin Eyuboğ-
kültür hâzinesini
ortak bilinçdışımı­ Eyüboğlu lu'nu bırakınız,
Atatürk'ü anlaya­
zın karanlığından bilmekten ne kadar
bilinç aydınlığına öldü ama yok yoksun kalmış ol­
çıkardıkça Türk
toplumunun ken­ olmadı. Onun duklarını gösterir.
Sabahattin Eyü-
diliğinden çağdaş­ gibi aydınlar, boğlu'ndaki insan
laşmış ve Batıya saygısı ve halk sev­
açılmış olacağını çoğalıyor ve gisi ondaki sapa­
bilirdi. O nedenler­
dir ki, Sabahattin
çoğalacaktır sağlam demokrasi
anlayışının da kay­
Eyüboğlu'nun Ana- ülkemizde. nağıydı. Nice dev­
doluculuğu ve rimcilerin "halka
halkçılığı ile Batıya rağmen halk için "
yönelişi arasında çelişki yoktur. serüvenlerine sürüklendiği yıllar­
Tutarlılık vardır. da Sabahattin Eyüboğlu onun
içindir ki, lıalksız hiç bir şey yapı­

G
ene o nedendendir ki, lamayacağını savunmuştur.
nice aydınlarımız Ba- Demokrasinin ve halkın da
tı'ya açıldıkça Türk top- hor görüldüğü yıllarda, halkın
lumuna yabancılaşır­ yanında ve demokrasinin safında
ken, Sabahattin Eyüboğlu, Türk yer tutmuştu.
halkı ile bütünleştikçe, Türkiye Sabahattin Eyüboğlu öldü ama
topraklarının kültür hâzinelerine yok olmadı. Onun gibi aydınlar,
indikçe Türk toplumu ile yabancı­ çoğalıyor ve çoğalacaktır ülkemiz­
laşmaksam Batıya açılabildi. Batı de. Böyle aydınlar çoğaldıkça,
Kültürünün dallarında biten yemiş­ Sabahattin Eyüboğlu daha çok var
leri bir yabancı el gibi derlemezdi olacaktır. • ______________
o. Ağacın köklerinden dallardaki *26 A ralık 1973
34

You might also like