Professional Documents
Culture Documents
SİMGESEL
KURULUŞU
A ntlı ony P. Coken
DOST
TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Anthony PCohen
I SBN 975-750 1- 9 0 - 5
hohi/oloji
antropoloji, etnoloji
9 7 5 7 5 0 1 9 0 5 0 0 6
Topluluğun Simgesel Kuruluşu
I
C o h e n , A n th o n y Paul
T o p lu lu ğ u n Sim gese! K uruluşu
ISBN 9 7 5 - 7 5 0 1 - 9 0 - 5 / Türkçesi, M e h m e t K ü çük / D o s t K ita b e v i Ya yın ları
Ekim 1 9 9 9 , A n k o ra , 1 4 4 sayfa.
S o s y o lo ji-A n tro p o lo ji-E tn o lo ji-K a y n a k ç a -D iz in
T o p l u l u ğ u n Sİ m g e s e l K u r u l u ş u
DOST
k u ta b e v j
ISBN 975-7501-90-5
© A. E C ohen, 1985
E ditörlüğünü Peter H am ilton’ın
yaptığı Key Ideas dizisinden,
1 Giriş 7
Simgesellik ve Sınır 7
, Simgesellik ve Anlam 12
Simge, Kültür, Topluluk 18
Topluluk: “Klasik" G elenek ve Chicago Okulu 20
Chicago O kulunun Enkazı: Açıklığa Kavuşan Bazı Mitler 28
Sonuç ' 40
2 Sınırın Simgelenmesi 41
Giriş 41
Sınır ve Toplumsal Değişim 47
Ritüel ve Sınır 53
Simgesel Tersine Çevrilmeler ve Özbilinçlilik 69
3 Anlam Toplulukları
G iriş
T o p lu lu k : Y apı m ı S im g e mi?
S im g esellik ve T o p lu m s a l D eğ işim
G ö rü n ü ş le r A ld a tıc ıd ır
G ö rü n ü ş ve D ö n ü ş ü m
Z ih in sel Bir K u ru lu ş O la r a k T o p lu lu k
G e ç m iş in S im g e le n m e si
B u g ü n e Y a n ıt V e rm e k : E tn i v e Y erellik
T o p lu lu k ve K im lik /Ö z d e şlik
K a rşıtlık v e S ın ır: T o p lu lu ğ u n S im gesel K u ru lu şu
Kaynakça
Dizin
1
Giriş
SİMGESELLİK VE SINIR:
(
söz konusu özgül topluluğa bağımlıdır. Ulusal ya da yönetimsel sınırlar
gibi bazı sınırlar yasaya bağlı ve yasa tarafından kutsallaştırılmış olabi
lir. Bazı sınırlar fiziksel olabilir, belki bir sıradağ silsilesi ya da bir deniz
tarafından ifade edilebilir. Sınırların bazılarnırksal, dilsel ya da dinsel
olabilir. A m a tüm sınırlar ve herhangi bir sınırın tüm bileşenleri bu
denli nesnel biçimde ortaya çıkmaz. D aha ziyade bu sınırların, kendile
rini gözlemleyenlerin zihinlerinde var olduklarını düşünm ek m üm kün.
Bu durum da sınır, yalnızca sınırın karşıt yakalarında yer alanlar tara
fından değil, aynı yakada yer alan insanlar tarafından da oldukça
farklı terim ler çerçevesinde algılanabilir.
Burada sınırın insanlara ne anlam ifade ettiğini soruyoruz; ya da
daha kesin söylersek, insanların sınıra verdikleri anlam dan söz ediyo
ruz. Bu konu topluluk sınırının simgesel boyutudıır ve insanların yaşan
tılarında topluluğun taşıdığı önem i anlam ak istiyorsak, en hayati olan
no kta da bü simgesel boyuttur. B ununla birlikte, topluluk sınırlarının
büyük ölçüde simgesel bir karakter taşıdığını söylemek yalnızca bu
simgelerin farklı insanlara farklı anlam lar ifade ettiklerini ileri sürm ek
anlam ına gelmeyip, aynı zam anda bazı insanların algıladığı sınırların
başka bazılarınca son derece algılanılamaz olduğunu ileri sürm ek d e
m ektir. Sözgelimi, 1974-79 yılları arasında İşçi Partisi’nin kurduğu
hüküm et, Galler ve İskoçya’nın kendi kendilerini yönetm eleri doğrul
tusunda öneriler hazırlarken, bu toplumsal kendiliklerin her biri içeri
sinde kendi sınırlarına belli bir hukuksal ifade kazandırm a yönünde
yeterince oybirliği olduğu varsayımıyla hazırlıyordu bu önerileri. A m a
böyle bir varsayımın yersiz olduğu sonradan görüldü. Tartışm a, yöne
tim hakkının devredilm esinin iyi olup olmayacağı ya da bu iktidarın
veya karar verm e yetkisinin yeni otoritelere devredilip edilmemesi
so ru nunun ötesine sıçradı. Sorun daha ziyade bu kendilikler içerisinde
yer alan insanların, W hitehall* tarafından tasavvur edilen sınırların
kendileri açısından da en. belirgin sınırlar olup olmadığını tartışm aları
na neden oldu. Bundan böyle sorulan soru basitçe “Iskoçyalılar Ingiliz-
lerden farklı mıdır?” olm aktan çıkıp, “Tikel bir İskoçyalı olarak başka
bir tikel Iskoçyalıdan ne bakım dan farklıyım?” sorusu haline geldi.
Başka bir anlatım la, Iskoçya’yı Ingiltere’den ayıran sınır, bir kuzeyli
açısından onu güneyliden, Glaswegliyi Edinburghludan, Shetlandlıyı
* B ritanya’n ın belli başlı b akanlıklarının yer aldığı L ondra’daki işlek c addenin adı (ç.n .).
1 O TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
seçik olabilir. Mit ve totem in, gizli fantezisinde açık seçik olabilir.
A m a bizim simgeselliğimizin büyük kısmı özel bir sözcük dağarına ya
dadeyîm si davranışa sahip değil: Simgeselliğimiz daha ziyade, günde
lik kullanım da daha araçsal ve pragmatik şeylere (sözcükler gibi) sezgi
sel olarak atfettiğimiz anlam ın parçasıdır. Felsefeciler uzun bir süredir
dilin tutum ları ifade etm e kapasitesinin yanı sıra nesneleri belirtm e
kapasitesine dikkatimizi çekmişlerdir. C ran sto n ’m verdiği örnekleri
alacak olursak, “özgürlük” ve “dem okrasi” gibi sözcükler yalnızca yö
netim biçim lerini ve hukuksal statüyü betim lem ekle kalmayıp, aynı
zam anda da bu biçim lere nasıl bakılacağını anlatır bize. Bu sözcükler
“böö” sözcüklerinin (nefreti ya da dalga geçmeyi ifade eden sözcükler)
tersine, “y aşa-v aro l” sözcükleridir (C ranston, 1954). Benzer şekilde,
antropolog M arry Douglas, “kir” sözcüğünün parm ak tırnaklarının
içindeki parçaçıkları gösterm ekten daha fazla bir şey yaptığını, aynı
zam anda bir tiksinm e tutum unu, “öğg”ü ifade ettiğini ve bir çareyi,
“yıka’yı em rettiğini gösterir (Douglas, 1966).
Şu halde, simgeler, yalnızca başka bir şeylerin yerini tu tm a k ta n
ya da başka bir şeyleri temsil etm ekten daha fazlasını yaparlar. A slına
bakılırsa, tüm yaptıkları bundan ibaret olsaydı geçerliliklerini kaybe
derlerdi. Simgeler aynı zam anda kendilerini kullananlara, anlam ları
nın bir kısm ını kendilerine kazandırm alarına izin verir. Yukarıda zik
re ttigrffîîz tcategör iler e t elcrar dönecek olursak, yaş, hayat, baba, temiz
lik, toplumsal cinsiyet, ölüm, hekim, bunların hepsi, aynı dili kullanan
ların ya da bu kategorilerin ifade edildiği ve işaretlendiği aynı simgesel
davranışa katılanların paylaştıkları simgelerdir. A m a bu simgelerin
anlam ları aynı biçimde paylaşılma?;. Sim gelerin heTEtfınîri^"anlamı,
bireymTtefîdîne özgü tecrübesinin dolayım ından geçer. “Babalık” üze
rine düşündüğüm zaman, benim genel olarak ebeveynlik hakkm daki
düşünüm lerim , benim babalık tecrübem ve benim çocukluk tecrübem
tarafından biçim lendirilir. Yönetim yetkisinin devri için yapılan refe
randum da oy kullanan bir Iskoçsam ben eğer, kendim i yalnızca Ingiliz-
lik çerçevesinde değil, kendi kişisel tecrübem -S h etlan d lı bir balıkçı,
K incardinli bir çiftçi, Fifeli bir m adenci ya da Clydesidelı bir gemi
* Idiom atic: “Kim i sözcüklerin belli eylemler, ilgeçlerle kullanılarak yaptığı kalıplaşmış
öbekler: ‘tem izlik y ap m ak ’. . . ‘etm ek ’ değil. ‘N am az kılm ak, aptes alm ak, m akine gibi (çalış
m ak), ö m ür b o y u ...’ gibi": Beşir Göğüş, A nlatım Terimleri Sözlüğü, A nkara, 1998, s. 42 (ç.n.).
12 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
SİMGESELLİK VE A N LA M
S' i \•
en temel ve tözsel tecrübelerini edindikleri alandır. Bu alanda insanlar
akrabalığın sınırlarını algılama yeteneğiyle -y an i akrabalık- olmayanla
yân yana koyarak- akrabalığın anlam ını öğrenirler; yakın toplumsal
ilişkilerin yarattığı duyguları ve bunları dışavurm a kapasitesini ya da
•bunları toplumsal ilişkilerinde kullanm a kapasitesini edinirler. Bun-
d an dolayı, topluluk, bir kim senin nasıl “toplum sal olunacağı”nı öğ
rendiği ve uygulamayı sürdürdüğü alandır. Tanım lanm aya kolayca
elverm eyen bir kategoriyi öbür tanım lanam az kategoriyle ikame etme
riskini göze alarak, topluluk bir kişinin “k ü ltü r”ü edindiği, alandır
diyebiliriz.
T oplum sal olmayı öğrenm ek grameri ya da O toyol Kurallarını öğ
renmeye benzemez. Toplum sallık bir kurallar dem etine indirgenemez.
K ültürde kural-benzeri ilkeler saptam ak m üm kün elbette. Böylece,
sözgelimi, Sierra Leone’deki T em nelilerin bedenin yukarı kısmıyla
ilgili davranışlarda sağ eli kullanırken, sol eli bedenin aşağı kısmıyla
ilgili davranışlarda kullandıklarını söyleyebiliriz (Littlejohn, 1972).
W halsay Shetland A dalılarının kamuya açık tartışm alardan ya da
kanaatlerini kam u önünde ortaya atm ak tan kaçındıklarını ileri süre
rek, buna benzer bir genellenm iş ifadeyi ortaya koyabiliriz (Cohen,
1977). Bu “ilkeler”e pratikte o denli uyum gösterilir ki, bunların ihlali
durum unda, ihlâli yapan kimse bir yabancı ya da sapkın olarak tanım
lanır. Gelgelelim, bu “ilkeler” sabit ve paylaşılan bir gerekçeyle müp-
hem likten uzak olan ya da bariz bir şekilde bağdaştırılm am alarından
ötürü daha nesnel olan kurallardan ayrılırlar. T em neliler sol-el ya da
sağ-el kullanm a alışkanlığı arasında bir ayrım yapabilir pekala, ama
bu, T em nelerin hepsinin bunu aynı nedenle yaptıkları, herhangi bir
“bilinçli” neden olduğu ya da L ittlejohn’un yetkili olduğu varsayılan
bilgi kaynağının kendi davranışlarına ilişkin önerdiği yorum ları kabul
edecekleri anlam ına gelmez, insanlar bunun gibi yönerge ve yasaklara
kendi anlam larını iliştirirler. Bu açıdan, söz konusu yönerge ye yasak
lar toplum un kuralları olm aktan daha ziyade toplum un simgesidirler.
N itekim , kültürü edinen insanlardan ya da toplum sal olmayı öğrenen
insanlardan söz ettiğimizde, bu insanların kendilerini toplum salla d o
natacak olan simgeleri edinm ekte olduklarını kastederiz.
Bu simgesel donanım sözcük dağarıyla karşılaştırılabilir- Sözcükleri
öğrenmekT dilin bileşenlerini edinm ek, size öbür insanlarla iletişim
kurm a kapasitesini kazandırır, am a öbür insanlara neyi ileteceğinizi
14 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
* Yerine d ah a iyi bir terim konulam adığı için; d ah a iyisi b u lu n a n a kadar (ç.n.).
16 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
şeyleri, genel biçim lerinin bir grubun üyeleri arasında muhafaza edile
bilmesine ve paylaşılabilmesine izin verecek yollardan “ifade eder
le r k e n , tekdüze anlam ın kısıtlanım larını bu insanlara dayatmazlar.
Simgeler böylece şekil verilebilir olduklarından, bireyin koşullarına
“uymaları” sağlanabilir. Bu sayede bireylerin kendi bireyselliklerinden
vazgeçmeksizin bir toplum a olan bağlılıklarını yaşantılayabilecekleri
ve dışavurabilecekleri kanalları (media) sağlayabilirler. Simgeler o
denli çok-yönlüdürler ki, sıklıkla özgün anlam kalıplarına uydurulabi-
lirlerken, aynı simgeyi aynı anda kullanan başka kimseler bu çarpıtm a
ların farkına varmazlar.
Şu simgeyi (D bir örnek olarak alalım. Bu sim genin belirgin bir
şekilde öne çıkarıldığı herhangi bir gösteri yürüyüşünde ya da işlemde,
simgenin yandaşları kendilerini rahatça onunla bağdaştırabilir ve esa
sen belli türden bir söylemin am açları bakım ından kendi konum larının
yeterli bir dışavurum u olarak görebilirler. Oysa, kendi aralarında çok-
yanlılığa karşıt olarak tekyanlılığın erdemlerini, bir kam panya stratejisi
türüne karşı başka bir türün tercih edilebilirliğini, N A T O ya da Sovyet
bloğu karşısındaki tutum larını, nükleer silahsızlanmayı desteklem ek
açısından Hıristiyanlığın, pasifizmin ya da sosyalizmin önem ini tartışa
cak olsalardı, bu basit simgenin, büyük kısmı yalnızca birbirine karşıt
olm akla kalmayıp genellikle hasm ane olan çok sayıda çeşitli kanaatle
rin üstünü örten etkin, ama yüzeysel bir perdah olduğu ortaya çıkardı.
Bu durum yalnızca her büyük toplum sal hareketin şaşmaz bir doğrul
tuda bir çıkarlar koalisyonu olduğunu anlatm ış olmuyor. Aynı zam an
da simgelerin çokbiçimliliğini tanıtlıyor: K ökten karşıt görüşlere sahip
insanlar her şeye rağmen genel simgeler olarak kalan simgelerde kendi
anlam larını bulabilirler.
Verdiğimiz örnek çok özel tü rd en bir simge: Ö zünde bir amblem,
bir işaret. Simgelerin çoğu görsel ya da fiziksel dışavurum a sahip değil
dir, daha ziyade birer düşüncedir. Bu durum anlam larını daha da
kaygan kılabilir.
Cam bridge yakınlarındaki Elm don topluluğu üzerine yakınlarda
yapılan bir çalışma, kasabayla bağdaşm anın farklı kategorilerden sa
kinleri açısından değişkenlik gösteren anlam larını inceler. Bazılarına
göre “kasaba”, onu başka topluluklardan, bilhassa büyük kasabalardan
ayıran bir yeri tarif etm ektedir. Başkalarına göre, kendilerini “G erçek
Elm ondlular” olarak görenler açısından “kasaba”, akrabalığı ve sınıfı
çağrıştırm aktadır. Burada “kasabalılık düşüncesi”ni simgesel olarak
ele almak uygun olacaktır ve yine bu düşüncenin çeşitli kullanıcılarına
açık ve düzgün, am a farklı anlam lar ifade ettiğine dikkat edilmelidir
(bkz. Strathern, 1981; 1982a ve b ). David Sclîneider, Am erika Birleşik
D evletleri’nde yaygın olana benzer bir akrabalık sistem inin -ö b ü r
ülkelerinkiyle karşılaştırıldığında oldukça sönük ve zayıf görünebilir-
“A m erikalıların aile hayatı koşullarında gündelik davranışlarında üst-^
lendikleri gözlemlenebilecek roller ve ilişkiler.. .”den oluşan bir sistem
olarak değil, daha ziyade bir simgeler sistemi olarak anlaşılması gerek
tiğini gösterir: İnsanların tecrübeleriyle içi doldurulacak, adı konulmuş
bir kutular dizisi olarak (Schneider, 1980). Simgesel olarak işaretlen
miş kategoriler arasında, sözgelimi “dayı/am ca”, “kuzen” ile bunlara
iliştirilen anlam lar arasında zorunlu bir tekdüzelik yoktur. Başka yol
dan söylenilecek olursa, bir akrabalık sistem inde adı konulan biyoge-
netik ve hısımlığa dayalı ilişkiler, sakinlerin kasabayı donattıkları an-
lam lann Elm don’m m edeni statüsünü tükettiğinden daha fazla tü k et
mez bu ilişkilere yakıştırılan anlam ları.
T oplulukların ister totem ler, futbol takımları, ya da isterse savaş
anıtları biçim inde olsun, önem li birer simge am barı oldukları uzun
bir süredir kabul edilm ektedir. Bunların hepsi de bir akrabalık sistemi
n in kategorileri gibidir: Bir topluluğu öbüründen ayıran simgesel işa
retleyicidirler. Gelgeldim, burada geliştirdiğimiz savunu bir parça farklı.
Burada bizzat topluluğun ve hem kavram sal hem de m addi bakım dan
içindeki her şeyin simgesel bir boyutu olduğu ve dahası, bu boyutun
bir tür duygu uzlaşısı olarak var olmadığı savunulm aktadır. Tersine,
bu simge boyutu insanların “.. .ile düşündükleri” bir şey olarak var olur.
Topluluğun simgeleri zihinsel kurgulardır: insanlara anlam yaratm a
araçlarını sağlam aktadırlar. Bunu yaparken, insanlara aynı zam anda
topluluğun onlar açısından sahip olduğu tikel anlam ları ifade etm ele
rine yarayan araçları da sunarlar.
B undan ötürü, simgesellik değirm eni açısından hem en her şey,
öğütülecek zahire görevi üstlenebilir. Üstelik, üyelerinin hayatlarında
topluluğun barındırdığı gerçeklik, tıpkı S chneider’in C hicagonlara
ilişkin açıklamasındaki “akrabalık” gibi, simgeseldir. Aynı durum top
luluğun sınırı için de zorunlu olarak geçerli olsa gerektir. Tıpkı bir
belediye sınırının bir yerleşim yerinin başladığı ve bittiği sınırı işaretle
mesi gibi, bir deniz de bir adayı öbüründen ayırabilir. A m a bu sınırlar
18 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Ç 1 ç>
ziyade biçim olduğunu ileri sürdü, içerik, topluluğun üyeleri arasında
büyük bir çeşitlilik arz etm ektedir. B undan ötürü, topluluğun kültürün
bağlamını sağlaması ölçüsünde farklı bir topluluk anlayışına gerek
var. Biz burada topluluğun bir bütünleştirm e mekanizması olarak d ü
şünülm esinden ziyade bir toparlam a, cem etm e vasıtası olarak görül
mesi gerektiğini ileri sürüyoruz.
Şu halde, bu yaklaşımda toplulukta bulunan “genellik”in ille bir
tekbiçimlilik olması gerekmiyor. Topluluk, davranışları ya da düşünce
leri birbirine benzer kılmaz. T oplulukta bulunan genellik, içeriği (an
lamları) topluluk üyeleri arasında kayda değer ölçüde değişebilen bi
çimlerin (davranış tarzlarının) genelliğidir. Topluluğun becerdiği iş,
içinde barındırdığı uyumsuzluğun, sınırları tarafından ifade edilen gö
rünüşteki tu tu n u m u altüst etm esini önleyecek şekilde bu çeşitliliği
içerm ektir. Bir topluluğun üyeleri kendi aralarındaki ortak noktaların
başka bir topluluğun üyeleriyle paylaştıklarından daha az olduğunu
hissetmeye başlayacak olurlarsa, açıktır ki, bu durum da sınırlar an o r
malleşmiş ve bu sınırların kuşattığı “topluluk”un bütünlüğü sert bir
jestle tekzip edilmiş demektir. Bu savununun berisindeki önem li dürtü,
bu göreceli benzerlik ya da farklılığın bir “nesnel” değerlendirme m ese
lesi olmadığını vurgulam aktır: Bu bir hissetm e meselesidir, bizzat top
luluk üyelerinin zihinlerinde yatan bir meseledir. Nitekim , bjr toplulu
ğun üyeleri kendi aralarındaki önem li farklılıkları tam salar da, aynı
zamanda kendilerinin birbirlerine başka bir topluluğun üyelerine b en
zediklerinden daha fazla benzediklerini de varsayarlar. B unun nedeni
tam da, her ne kadar simgelere iliştirdikleri anlam lar değişiyor olsa
da, simgeleri paylaşmalarıdır. A slına bakılırsa, simgeleri genel olarak
sahiplenm eleri o denli yeğin olabilir ki, yam başlanndaki kim selerin
bu simgelere kendilerininkinden ayrılan anlam lar iliştirdiklerinin hiç
farkında olmayabilir ya da buna ilgi duymayabilirler. D aha önce gör
müş olduğumuz gibi, simge, anlam ları kesin bir şekilde sınavdan geçi
rilmeksizin çok etkin bir şekilde bir iletişim aracı olarak işlev görebilir.
Flört etm ekte olan bir çift arasında şu sözlerle bir duygu alış verişi
yapılabilir:
“Seni seviyorum !”
“Seni seviyorum!”
Ve bu arada “sevgi” sözcüğünün anlam ına ilişkin uzun ve karmaşık
bir tartışm aya girmeye de ihtiyaç duyulmaz. Oysa bu sözcük muazzam
20 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Biraz daha sonra, aynı janr içerisinde yer alan başka bir yazar, insanla
rın hayatlarındaki bu bölük pörçükleşmeyle (topluluğun kaybıyla?),
“kendilerini başkalarının kişisel hak iddialanna ve beklentilerine bağışık
kılm anın vasıtaları o larak .. . ” ihtiyat ve kayıtsızlık tutum larını benim
seyerek başa çıkmaya çalıştıklarını düşünür (W irth, 1951 -1938-: 54).
Toplum sal ilişkiler gayri kişisel tutulur:
C H İC A G O O K U L U N U N ENKAZI:
A Ç IK LIĞ A K A V U ŞA N BAZI M İTLER
C hicago geleneğinin tam am ında, kent toplum unun tanım gereği kır
topluluğundan daha karm aşık olduğu görüşü bulunur. Bu görüş, top-
lum ların “basit” ve “karm aşık” olarak taksonom ik sınıflandırılışmda,
yanıltıcı sonuçlarıyla birlikte ifade edildi. Buradaki varsayıma göre,
çok sayıda insanın oldukça uzmanlaşmış bir roller dizisini oynadığı
bir toplum, göreceli az sayıda insanın buna benzer h atta kimisi oldukça
uzmanlaşmış, kimisi daha az uzmanlaşmış çok daha çeşitli roller oyna
dığı bir toplum dan her nasılsa daha karm aşıktır. Burada insan haklı
olarak m erak ediyor: “Kimin açısından karmaşık?” Bu aynının, karm a
şıklığın kurum ların ölçeği ve dallanıp budaklanmasıyla orantılı olarak
değiştiğini varsayan nicel bir ayrım olduğu ortada. Bu ayrım toplumsal
GİRİŞ 2 9
Bugün etrafta birçok insan var çünkü şefin davullar ve dansçılarla birlikte
geldiğini işittiler; öyle olmasaydı burada pek az insan olurdu. A m a önem li
bir şefin yapması gereken de b u ...İn sa n ların kendisine Afrikalı bir şef
olarak güven duymalarını, kendisiyle gururlanm alarını sağlamak zorunda
dır. Bizim Bemba şefimize saygı gösterilmemesinin nedeni budur (s.34-5).
32 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
H azin son, Şubat ayında cereyan etti. Birkaç tçjren boyunca Inuttiaq kala
balığın o tu ru r durum da kaldığı gerçeğini görmezden geldi; ayağa kalkm a
ları gerektiğine dair hiçbir işaret verm edi. D aha sonraki bir Pazar günü
kalabalığın ayağa kalkması gerektiğini çenesini buruşturup ıslık çalarak
bildirdi, am a yalnızca birkaç kişi (beş) itaat etti. O nlara bir daha asla emir
verm edi; eski durum geçerli olmaya devam etti (1970: 55-6).
Başka bir yenilik girişimi de, insanların bir kulübeye girm eden önce
kapıyı çalm aları gerektiği konusundaki fetvasını bir din adam ı otori
tesiyle kabul ettirm e yönündeki girişimi de, yukarıdakine benzer bir
başarısızlıkla sonuçlandı. Buradan, Innutiaq’ın basitçe kendisine biçti
ği yeni rolü işaretlemek için gerekli kaynaklardan yoksun olduğu sonu
cunu çıkarm ak zorundayız. B unun gibi enform el Önderlik konum u
sağlamak için başvurulan dağınık stratejilerin açığa çıkarıldığı başka
bir klasik incelem e, W .F. W h y te’ın ünlü Street comer society (1955)
adlı çalışmasıdır. K ent etnografisi alanında bu yenilikçi çalışm asında
W hyte, “m ahalle delikanlıları” çetelerinin kendi içlerindeki ve birbir
leriyle olan toplum sal ilişkileri inceler, önderlerin kendi yüksek ko
num larını tahkim etm ek için başvurdukları ustalıkları -bow ling oyu
nunda, kız tavlam ada ve diplom aside- gösterir ve bu ustalıklar geçer-
sizleştiğinde doğan sonuçları -s ta tü n ü n ve rolleri manipüle etm e kapa
sitesinin k ay b ı- anlatır.
T opluluğun “basitliği” şeklindeki uydurm a nosyon ve herhangi
bir koşula bağlanm am ış yüz-yüze toplum kavram ının birbirinden ko-
partılam az ölçüde bağıntılı olduğu açık. Yukarıda önerildiği ve bu
kitapta gösterm eye çalıştığım gibi, topluluk içerisindeki toplum sal
ilişkilerin öbür ortam lardaki ilişkilerden ille daha karm aşık olması
gerekmez. Belki de bunların farklı olduklarını söylemekle yetinmemiz
gerekiyor; am a bu ilişkilerin başka yerlerde görülenlerden daha basit
olduğunu belirten görüşü itirazsız kabul edemeyiz. Benzer şekilde,
tüm toplum larda bazı ilişkilerin daha fazla kişisellik arz ederken bazıla
rının dah a fazla gayri kişisellik arz ettiğini kabul etm ek zorundayız.
A m a herhangi bir ilişkiyi rol ya da kişi kaygılarından m utlak yoksun
muş gibi ele alm ak tu h af ve kesinlikle çok dar görüşlü bir tu tu m ola
caktır. K üçük ve yakın toplulukta kişisel bilgi ve kişiselliğin önceliği
34 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
ı t
eskinin yerli kültürle daha uyumlu bir üslup içerisinde bütünleştirildiği
bir süreç tara fın d an - dönüştürülüyordu. A m a bizzat antropologlar
simgeselliğin çoksesliliğini ve biçim ile anlam arasındaki sorunlu ilişki
yi kabul etmeye başladıkça, aynı zamanda dönüşüm ün yalnızca üslup-
lararası bir evliliğin ötesine uzandığını açıkça ortaya koydular. T oplu
luklar yapısal biçimleri sınırlarından içeri ithal edebilirler, am a bunu
yaptıktan sonra, bunlara genellikle kendi anlam larını aşılar ve kendi
simgesel am açlarına hizm et etm ek için kullanırlar. Aşağıda 2. ve 3.
bölüm lerde bu sürecin örnekleriyle tekrar tekrar karşılaşacağız. Şimdi
lik, b u n u n bir sonucu olarak farklı toplum ların ve aynı toplum da yer
alan farklı toplulukların görünüşte benzer biçim ler -d in , akrabalık,
çalışma, politika, ekonom i, eğlence alanlarında ya da benzerlerinde-
tezahür ettirebileceklerine, am a bu durum un onların kültürel açıdan
hom ojenleştikleri anlam ına gelmeyeceğine dikkati çekm ek yeterli.
Ç ünkü bu biçimler artık yerli anlam ların dışavurum unun yeni vasıta
ları haline gelir. Bizi bilhassa ilgilendiren nokta, bu biçim lerin pekala
topluluğun sınırlarının yeniden onaylanm asının ve simgesel dışavuru
m unun kanalları haline gelebilmesinin yarattığı ironidir. Yabancı birisi
açısından bu sınırlan fark etm ek imkânsız değilse de, çok zor olacaktır.
Bu tıpkı, sanki bir kartografın, uzlaşımsal figürleri herhangi bir anahtar
sağlamaksızın uzlaşım dışı bir tarzda kullanm ası gibidir. O rtaya çıkan
harita okunulam az hale gelir. Şimdi artık fiziksel ve coğrafi olm aktan
ziyade daha simgesel, daha “zihinsel” olan topluluk sınırları okunula
maz olduğundan, ihlal edilm eleri de daha zordur. Görem ediğiniz bir
ırm ak üzerinde köprü kuramazsınız.
Merkez ve çevre arasındaki, sınırlı topluluk ve dış dünya arasındaki
mesafe şimdi genellikle bu kavramsal çeşitliliğe aittir. Esasen, kavram
sal mesafe topluluğun otantik özgünlüğünü muhafaza etm ek için işle
nir ve süslenir. N itekim , uyum luluk genellikle bir yanılsam adır; en
azından, öykünün yalnızca bir bölüm üdür. T oplulukların kendilerini
konuk eden toplumların başat yapısal mantığı tarafından dönüştürüle
ceği, onların birbirlerine benzem elerinin sağlanacağı nosyonu, toplu
lukların dışarıdan dayatılan değişim üzerinde çalışırken sergiledikleri
yerli yaratıcılığı gözden kaçırır. Yapısal biçim lerdeki değişimler, özgün
topluluğun mit, ritüel ve “inşa edilmiş” bir gelenek aracılığıyla simgesel
yeniden yaratılmasıyla dengelenir. Am a öyküyü şim diden bu noktaya
getirmeyelim.
40 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
SONUÇ
Sınırın Simgelenmesi
GİRİŞ
bedenin içi ve dışı arasında temel bir aynm yaparlar. T erlem enin yol açtığı
pürtüklerle, biriken kirlerle, kıl gibi yan ürünleriyle ve dışkı gibi artıklarıyla
44 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Bir saat ya da daha uzun süren bir çay içme faslında, suyu kaynatıp çay ve
şekerle karıştırarak içme gibi basit bir tekniğe sayısız tavır eşlik etm ektedir.
İşlemler, çayı kimin yapacağı konusunda kısa bir tartışmayla başlar. Bu karar
laştırıldığında, küçük çay bardakları ve küçük porselen demlik, çayı yapacak
olan kişinin önüne bir tepsiyle konulur. K öm ür korları bir m etal kap içeri
sinde içeri getirilir ve tepsinin yakınına yerleştirilir. Su, kilu denilen - İ ta l
yanların, toplama kampları günlerinde bir kilogramlık yağ tayınının paylaş
tırılması için dağıttıkları küçük bir teneke k u tu - bir kapta kaynatılır. Bu
gereçlerin hepsi sta n d art olup, başka tür bardak ya da kaplar bu açıdan
kullanım a elverişli değildir. Çayı yapm akla görevli kişi suyu ateşe koyar
koymaz, toplaşmış olan erkekler sohbete dalar. S ohb etten gözle görülür
şekilde haz duyarlar; zaten böyle olmaması ayıplanır. Su kaynamaya başla
yınca çaycı suyun bir kısmını demliğe boşaltır, sonra demliğe bir avuç dolusu
çay atar ve iki ya da üç avuç şeker ilave eder. Bu arada sohbet kesintisiz
46 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
SIN IR VE T O PL U M SA L DEĞİŞİM
A vrupalıların ilk yerleştikleri dönem de, kabile şefleri politik kararlar almak
üzere yaz aylarında sahilde bir araya geldiler. A ynı zam anda, aile grupları
ortak bağlarını kutlam a, ittifaklarını tazeleme, evlilikleri hale yola koyma
vb. işler için bir araya toplandılar. Cizvitler zam anla bu bayram a bir parça
H ıristiyan bir içerik katm ayı becerdiler ve çok geçm eden yerlilerin yaz
aylarında bir araya gelmeleri M icm aclarm yeni aziz ham isi Azize A n n e ’e
şükran günü haline geldi. Azize A nne G ünü kabile içerisinde hâlâ yılın
52 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
RİTÜEL VE SIN IR
K endisinin önünde du ran biri arkaya dönüp ona seslendi ve ona “hoşgel-
d in ” diyen başka birisinden bir şeyler aldı, böylece o şeyi veren “sağol”
diye yanıt verdi.
M ara’akeme, yani liderleri, “her şey altüst olm alı ve geriye yönelm eli”
der (s. 149). Ç ürüm üşlüklerini temizleyip göm dükleri bir dizi arınm a
d an geçerler. N orm al bedensel işlevler olan yeme ve sindirm eden
bile kaçınır, gizler ya da dönüştürürler:
W irikuta son decere arıdır; orada dışkılama kirliliktir çünkü bariz bir şekil
de ölüm lülerin faaliyetidir ve kutsal toprağı orada yeri olm ayan öbür ger
çekliğe -e v e , gündelik hayata, “gerçeklik”e -y a k ın la ş tırır... O nedenle
de, hikuritamete eve döndüklerinde kutsal topraklarda tükettikleri yiyecek
lerin her parçasını yaktıkları zaman, W irikuta ve gündelik hayat arasındaki
sınırlar gözlemlenir.
tası” olarak betim lenm ektedir (A bner C ohen, 1980: 68). N otting
Hill, o dönem de revaçta olan “işbilir” ve zengin Londra imgesiyle
keskin bir karşıtlık sergileyen büyük ölçüde bir işçi sınıfı bölgesiydi.
Bu bölgenin yerli Britanyalı ve Batı H int A daları kökenli sakinleri
yerel imkânlar için girdikleri çeşitli mücadelelerde elbirliği yapıyorlardı
ve söz konusu karnaval da yerel bilinci dışavurup kışkırtıyordu.
ikinci evre (1971-75) daha em patik olarak etnik ve atavistik olup,
özgürlüklerine yeni kavuşm uş olm akla birlikte hâlâ sömürge altında
olan siyahların, beyaz göçm en efendilerini başlarından defettikleri
Trinidad kökenli karnaval geleneğine dek geri gidiyordu. D aha sonra
karnaval T rin id ad ’da bağımsızlığın bir simgesi olarak geliştirildi ve
modernleştirildi. Tarihsel tabi kılınma, karşı koyma ve fiili zafer süreci
nin müzik gruplarıyla bileşimi, Trinidad’daki ve daha sonra Londra’daki
K arnavalın simgesel özünü sağlayacak olan yerli halkın Steel pan i
yaratm asında simgeleşti. L ondra’daki karnavalın etnik boyutu ırksal
gerilimin sürgün vermesiyle ve sürekli artan bir işsizlik dönem inde
siyahların dezavantajlı konum larının gitgide kötüleşmesiyle daha da
keskinlik kazandı. K arnaval ve onun çelik davulları beyaz Britanya
ile hesaplaşmayı özetler hale geldi:
* Bolivya’n ın kuzeyinde ki Ben bölgesinde bir küçük kent. H ak ların d a çok az şey
bilin en A m erikalı K ızılderililer tarafın d an kurulm uş olup, tarihi çok eskilere gider (ç.n.).
* R astafaryan: B atı H in t A daları kökenli bir din. Siyahları A frika’ya geri dönm eye ve
siyahların y ö n etim in d e olacak bir ülke kurm aya d a v e t ed en M arcus G arvey’in fikirlerine
yaslanır. H aile Selassie (Ras T a fa ri= ”Yahuda’n ın A slanı”) 1930 yılında H abeşistan’ın im pa
rato ru o larak ilan edildiğinde bu olay k e h a n e tin gerçekleşm esi olarak görüldü ve R astafar-
yanlar im p arato ru M esih olarak ilan ettiler. M a rih u an a kullanm ak bir vaftiz ayini sayılır.
Bu d in d e tap m ak lara yer yoktur. 1990 yılına dek bu d in in izleyicilerinin yaklaşık bir m ilyon
kişilik bir toplu lu k o lu ştu rd u ğ u tah m in edilm ektedir (ç.n.).
60 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Buna benzer bir sınır işaretlem e gücü başka bir yerel kutlam a olan
“M uhteşem O nikinci G ü n ” betim lem esinde de açıkça görülm ektedir.
“T anrıdan Kork - Krala Saygı G öster”; “T anrı Bizden Yanaysa - Kim Bize
Karşı Olabilir?”; “Ç ünkü T a h t Doğrulukla K uruldu” (Larsen, 1982b: 280).
* Fiilen (ç.n.).
62 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
T oplantıdaki bir konuşm acı, “bu nüfusun üçte biri bizim konuştuğum uz
dili konuşm uyor” der.
işçi sınıfının başat olduğu bir kutlam a olarak, kendilerini, aynı zam an
da mezhepçi tutum un açık seçik sergilenmesine belki de sinirlenm ekte
olan daha orta sınıf kökenli dindaşlarından da ayrı tutarlar. Am a
aynı zamanda, ritüel simgeselinin müphem liği, politik önderlerin ve
sanayici önderlerin yaptıkları yürüyüşteki katılım da belirgin olan bir
eşitlikçiliği önerm ek için de kullanılır. O nikinci G ü n ’e atfedilebilir
değerlerin çeşitliliği o kadar kapsamlıdır ki, kutlam anın P rotestan
SINIRIN SİMGELENMESİ 6 3
“O nikinci G ü n ”e katılım yılda bir kez işleyen, sonra bir dahaki Tem m uz
ayına kadar ıskartaya çıkanlan bir statü değildir. Olay, sorumlu m ülk yöne
ticileri, sevecen ebeveynler, iyi komşular, inançlı H ıristiyanlar ve saygıde
ğer yurttaşlar olarak önemli niteliklerini sergilemeye haftalar ve aylar önce
sinden çağrılan bütünlüklü toplum sal kişileri içerir (1982b: 290).
K adınlar erkeklere biçimsel tabi kılınışlarına karşı kurallara aykırı dav ran
m ak ve erkekler üzerinde tahakküm kurm ak zorundadır, prensler krala
sanki ta h tın a göz dikmişlercesine davranm ak zorundadır ve uyruklar otori
teye besledikleri hıncı açıkça ifade ederler (G luckm an, 1963: 112).
kendileriyle aynı dünyevi tecrübeyi (toplum sal çevre h akkında kısıtlı bir
bilgiyle, önemsiz derecede bir fırsat eşitsizliği ve fakirliğe yaslanan bir tecrü
beyi) paylaşan insanların eşliğinde bir kim senin güvenlik ve tanınm azlık
bulabileceği kapalı sınırları olan bir topluluk haline geldi. Bu, seküler d ü n
yada yanlış yerde bulunduğunu ya da yerinden edildiğini hisseden in san
ların çekilip kapanabileceği bir toplum du (C ohen, 1975: 103).
m anın ve süslem enin bir aracı olarak -aslında, alternatif bir topluluk
inşa etm en in bir aracı o la ra k - işe koşar.
Farklı toplum larda ve farklı tarihsel dönem lerde dinin simgeselliği
sıklıkla ve güçlü bir şekilde, başat bir politik-sitngesel sistemin üstünlü
ğüne m eydan okum ak için kullanılmıştır. İlkin. Jam aika’da ve şimdiler
de Jam aika kökenli “göçm en” nüfus arasında Rastafaryanizm, ortaçağ
Fransasında dinsel öğretiden sapm alar (Le Roy Ladurie, 1980), h atta
sömürge dönem inde K enya’daki M au M au, bunların hepsi de b u nun
gibi “m uhalif ideolojiler”in ve topluluğu icat eden rakip simgesellikle-
rin birer örneğidir.
Böyle bir tersine çevrilm enin parlak bir sergilenişi, Clifford G eertz’in
Endonezya’ya bağlı bir ada olan Bali’deki horoz dövüşlerine ilişkin
70 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
H oruzun ağzına nefes verir, tü m kafasını ağzına alarak em er, nefes verir,
silkindirip tüylerini kabartır, çeşitli ilaç ve sargılarla yaralarını sarar, genel
likle horozun içinde bir yerlerde gizli kalmış canlılığın en son kırıntısını
kışkırtabilm ek için elinden gelen her şeyi y a p a r... Bunların bazıları fiilen
ölüm e gönderilir... (1975c: 423).
H orozlar sık sık ölüm cül yaralar alırlar, am a kural daim a, son nefesini
ilk verenin dövüşü kaybetm esidir. Geertz, dövüşün şiddet ve patırtısı
SINIRIN SİMGELENMESİ 71
H oroz dövüşlerine eşlik etm ek ve bunlara katılm ak, Balili kişi açısından
bir tü r duygusal eğitim dir (s. 449).
duyulur. T u tk u lar dışavurulur, oysa norm alde katı bir şekilde denetle
nir. S tatü ortaya serilir, oysa norm al koşullarda değiştirilemez kabul
edilir. G örünüşte düzensizlik yaratılır, oysa norm alde düzenli davranı
şın muhafaza edilmesine en yüksek değer biçilir. Bu tersine çevrilmeler
norm ları anlatm anın dram atik yollarıdır -v e böylelikle onlara değer
yükleyebilmenin. Başka bir çalışmada, S hetland’da örgütlü balıkçılann
protestolarına ilişkin bir incelem ede, norm alliğin buna benzer bir d ra
m atik tersine çevrilişini betim lem iştim - h e r ne kadar bu örnekte olay
tekrarlanm ıyorsa da (bkz. C ohen, 1982a).
Sözünü ettiğim protesto 1975 yılında S h etlan d A d aları’ndaki
önem li bir lim anın abluka altına alınm ası biçim ine büründü. A bluka
süresince S h etlan d ’daki balıkçı m ü retteb a tın neredeyse hepsi h a
rek ete geçti, kendilerini ve teknelerini, kendi aralarından seçtikleri
bir görevlinin önderliğinde lim anın norm al işleyişini engellem ek için
örgütlediler. Bu durum , horoz dövüşünde olduğu gibi, norm alliği bir
çok bakım dan tersine çevirdi. İncelediğim topluluktan S hetland er
kekleri (Shetland’daki en önem li balıkçı topluluğu), örgütlü bir gösteri
şöyle dursun, kam usal ortam da hem en hiçbir iddiacı davranış göster
mezler. Bu tip eylemlerin etkili olacağına inanm azlar ve aslına bakılırsa
böyle bir eylemin etik ve pragmatik haklılaştınm ına katılmayacaklardır.
“N o rm ald e” başka insanlan rahatsız etm ektense kendilerini rahatsız
ederler. N orm alde başkalarıyla birleşerek bağım sızlıklarından feragat
etm ek ten se ortaya çıkabilecek tüm sonuçları göze alırlar. A m a işte
oradaydılar; k o m utan olarak kendi akranlarından birinin otoritesine
boyun eğmiş halde oradaydılar. N orm alde balık avlam ak için denize
açılm a fırsatını bile isteye tepen herhangi bir balıkçıya aptal ve/veya
aylak gözüyle bakarlardı -oysa oradaydılar, denizde teknelerinin am
barlarını doldurm akla meşgul olm ak yerine lim anda d ö rt gün ve dört
gece oturdular. N orm alde teknelerini ya da m ürettebatlarını rizikoya
atac ak h erh an g i bir eylemi yasaklarlardı. Oysa abluka esnasında hem
teknelerini h em de m ürettebatlarını riske attılar.
Sözünü ettiğimiz bariz çelişkilerin analitik açıdan uzlaştırılmalarını
tekrar etm en in yeri burası değil. Ş unu söylemek yeterli: N orm dan bu
kadar radikal ölçüde ayrılan bir davranış içine girm ek balıkçıların
n o rm u dram atik olarak fark etm elerini sağladı; öyle ki, norm artık
kutlanabilir, duyurulabilir, bozulmasına karşı yeniden ortaya konulabi
lir ve b u n d a n dolayı m uhafaza edilebilirdi.
SINIRIN SİMGELENMESİ 7 7
A n la m Toplulukları
GİRİŞ:
y ap ı-------------- »- anlam
* İn celen en k ü ltü re gözlem cinin dışarıdan kategoriler atfetm esi ya da dayatm ası “etic”,
b u n u n tersiyse, yani bizzat gözlem lenen k ü ltü r ya da in celen en m etin içerisinde var o lan
k a te g o rile rin b u lu n u p esas alın m ası “e m ic ” yaklaşım oluyor. Bu terim ler, A m erikalı
a ntro p o lo g Lee K en n eth Pike tarafin d an , Language in Rclation to a Unified Theory o f the
Structure o fH u m a n Behavior (1954) başlıklı eserinde kullanılm asından itib are n günüm üz
toplum b ilim lerinin m etodoloji tartışm aların d a sık sık zikredilm eye başlanm ıştır (ç.n.).
82 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
inan cın ifadesi için aynı simgesel biçimleri -tak d is için diz çökerek
elinde bir haç tu tm a - paylaşıyor olm akla birlikte, bunlar aracılığıyla
oldukça farklı şeyleri dışavuruyor olabilirler. Bir toplum kendi içerisin
deki farklılıkları, genel bir simgeler dizisi kullanarak ya da dayatarak
perdeler. D aha önceki antropologlar ve sosyologlar kuşağı bu kamusal
kanalın betimlenip analiz edilmesini görev bildiler. Am a m odern etnog-
rafi, genel perde ile bu perdenin örttüğü karmaşık değişiklikleri ayırt
etm ek zorundadır.
anlam
yapı < ^simge------------ ? anlam
~ an lam
sınır
simgesel olarak
girift
sınır
hak k ın d a sahip oldukları algının anlam ıdır -kam usal yüz ve “tipik”
ta rz - ve kendi hayatları ile tecrübelerinden kırılarak yansıyan kendi
topluluk duygularıdır -m ah rem yüz ve kişisel mizaca uygun tarz.
Biz burada öncelikle mahrem, kişisel mizaca özgü tarzla ilgilenmek
teyiz, çünkü kendi toplulukları hakkında düşünen ve onu simgesel
leştiren insanlarla bu düzlemde karşılaşıyoruz. “Yapm a”nın yüzeysel
g örünüşünden ziyade “düşünm e”nin derinlerinde kültürün peşine
düşülecek.
SİMGESELLİK VE TO PL U M SA L DEĞİŞİM
sıyla olan ilişkiler tarafından dam galananlar hariç, toplum ların içeri
sindeki anlam lı ayrımları kökünden söküp attığını savunarak toplulu
ğun “karanlığa göm ülmesi” ya da “sona erm esi”nden dem vurm ak
1960’lı yıllarda Batılı sosyologlar arasında çok revaçtaydı. Başka bir
anlatım la, topluluk yerini sınıfa bırakm ıştı. D aha sonraki bir tarihte
başkaları bizzat sınıfın aşıldığını, bundan böyle bariz toplumsal katego
rilerin, toplumsal cinsiyet, ırk ve istihdam ya da işsizlik kategorileri
olduğunu savunacaktı. B unun gibi iddiaların hepsi de açıkça aksiyo-
m atiktir: Ne kanıtlanabilir ne de çürütülebilirler, yalnızca tanım lam a
metafiziğine yaslanırlar.
B unun tersine, Batı dünyası 1970’li ve 1980’li yıllarda etnik ve
yerel topluluklar tem elinde kurulan ulus-altı m ilitanlıkların muazzam
bir kabarışına tanık oldu. Yerel ve etnik aidiyetin ulusal ve uluslararası
politik ekonom ilerin hom ojenleştirici m antığına karşı saldırgan bir
tarzda ortaya konulm ası topluluğun yeniden doğuşunun işaretini ver
di. Bu durum şaşırtıcı değildir: T oplüluk sınırlarının eski yapısal tem el
lerine saldıran bu m antıktır. Topluluklar bu saldırılara sınırlarını sim
gesel tem eller üzerinde yeniden bina ederek karşılık verm ektedir.
Ç obanlar bir kez sürüye bir göç takvim i dayattıktan sonra hayvanların
bu takvim e alışm alarından ötürü, takvim de bir değişiklik yapılması
zor ve risklidir. Ç obanlık aynı zam anda sii'da diye bilinen eşgüdüm
ANLAM TOPLULUKLARI 8 7
geyik gütm ek için ideal bir alandır. Öyleyse, Saam ilerin bu alanı sürekli
kullanm a geleneği tesadüfi değildir (s. 34).
Ve şu sonuca varır:
N üfus, kol kesildikten sonra k ü ltü rü n ayakta kalm asına elverm eyecek
denli azdır... Ö nerilen A lta/K autokeine baraj projesi, N orveç’deki Saami
dünyasını esasen “olm ak ya da olm am ak” noktasına çok yaklaştırıyordu.
M uhtem el sonuçlar bu kadar kapsamlı. Bunlar yerleşik Saam ilerin yanı
sıra çobanıl Saam ileri de etkilem ektedir: O nların ekolojisini, ekonomisini,
dem ografisini ve böylelikle Saami olarak benlik duygusunu etkilem ektedir
(s. 71, 73, 90).
ANLAM TOPLULUKLARI 8 9
olanlar ise akla gelebilecek her türlü günahı o kişiye atfetm eye pek
heveslidir (s. 50).
C at H arb o u r’da yeni ortaya çıkan bir sorun, birçok “şam andıra n o k ta
s ı n ı n kesin kerterizlerini gençlere aktarm ada yaşanan sorundur. D aha
96 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
O nedenle, burada, otuz yıldan fazla bir süredir her yıl cereyan eden
ve pekala sorgulanm aksızm kabul edilebilecek gayet iyi yerleşikleşmiş
ANLAM TOPLULUKLARI 9 7
G Ö R Ü N Ü ŞLER A LD A T IC ID IR
Bunu yapm anın daha egzotik yollarından biri, Akdeniz toplum larını
inceleyenlerin gayet iyi belgeledikleri aldatm a ya da yalandır. Sözgelimi,
çok-cepheli A rapça aldatm a kavram ı kizb açıkça, bir kuzey Lübnan
kasabasındaki toplum sal ilişkileri altüst etm ekten ziyade desteklem e
sonucunu doğurm aktadır. Bu kasabadaki toplumsal ilişkileri inceleyen
etnografa göre, gerçekliğin m askelenm esi ya da uzun ve kısa vadeli
çarpıtılması, göreneksel biçimi altında toplumsal ilişkilerin uzun vade
de muhafaza edilm esine katkıda bulunur. Gerçekliğin kizb aracılığıyla
m askelenmesi, eth os’u (insanların olması gerektiğini düşündüklerini)
edimsellikle (olan ile) uzlaştırır. Üstelik, kizb, kasabada yaygın bir
şekilde uygun bir davranış ve söylem tarzı olarak kabul edilir (bkz.
Gilsenan, 1976: 191-219). Bu argüm an, m itin inanç ve pratik arasın
daki bariz çelişkilerden kaynaklanan gerilimleri çözüme kavuşturdu
ğunu b elirten dah a önceki antropolojik m it teorilerini anım satır
(örneğin Levi-Strauss, 1963; Leach, 1968).
Yalan konusundaki bu görüşü kitaptaki kendi argümanımıza uygu
lamamız gerekirse, şunun gibi bir hipotez formülleştirebiliriz: Yalan,
yeni davranış biçim lerinde içerilen değişimi havada asılı tutarak göre
neksel anlam ı m uhafaza eder. Am a, bizzat “yalan” (kizb) tam da yeni
ve bilinmedik olana karşı m ücadele eden yerli inancın bir tezahürüdür
elbet, ve açıkça tam olarak böyle algılanır:
Böylece kizb, sınırı simgeler. Ü nlü bir antropolojik incelem ede, yalan
söyleme, insanların kendi toplulukları ve onun sınırları konusundaki
duyarlılıklarının bir dışavurumu olarak sunulur. Pitt-Rivers, The People
ANLAM TOPLULUKLARI 9 9
oyunu üzerinde bina edilir. Bir topluluğun üyeleri kendi ortak çıkarla
rını ve değerlerini öbür toplulukların çıkarları ve değerlerine karşı
tanır. Am a aynı zamanda, birbirileriyle olan farklılıklarını da önem ser
ler, çünkü bu farklılıklar, kayda değer bir ölçüde, tam da topluluk
içerisindeki gündelik toplumsal hayatın malzemesini sağlar. Yukarıda,
insanların bir bütün olarak kendi topluluklarına ilişkin algılarının, bu
topluluğun birer üyesi olarak kendilerinin tikel özelliklerinin dolayı-
m ından geçtiğini savunm uştum . Bu nokta şöyle bir örnekle şemalaştı-
rılabilir:
Thuic denilen uygulama, bir ot öbeğinin düğüm lenm esini içerir. Bu edim,
öbeği düğüm leyen kişinin bir tür büzme ya da geciktirme yaratmayı um du
ğunu ve am açladığını gösterir (Lienhardt, 1961: 282).
Sözgelimi, bir düşm anı otlarla düğüm lem ek, onun eylem özgürlüğünü
bir şekilde kısıtlayabilme arzusunu ifade edecektir. Ya da,
H içbir D inka böyle bir eylemi icra ederek umduğu sonucu gerçekten sağla
ma almış olduğunu düşünmez.
Böyle bir düğüm ü bağlayan adam , iyi biçim lenm iş bir zihinsel am acın
dışsal, fiziksel bir temsilini yaratmış olur. Yenilenmiş pratik çabasını dayan-
dırabileceği arzuların ve beklentilerinin bir m odelini üretm iştir (s. 283).
* Ünlülerin toplandığı salon. Burada, ataların, eskiden beri isimleri kuşaktan kuşağa
aktarılan önemli kişiliklerin toplamı anlamına geliyor (ç.n.).
10 2 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Kendisinden önce yola çıkan bir arabanın şoförüyle bir mesaj gönderebilme
im kânına sahip olan bir D inka, kendisine akşam yemeğinin ayrılması bek
lentisiyle otları düğümleyip dem et yapmayı gerekli görm eyecektir.
yaptığı ufuk açıcı tartışm anın ana fikri, ritüelin yaşantıyı dönüştürdü
ğünü vurgular. Douglas, thuic i tartışırken, ritüelin eylemi, aksi taktirde
yaşantılam ayacak olduğumuz şeyi yaşantılamamızı sağlayacak şekilde
“çerçevelendirdiği”ni savunur. Ritüel, der Cjouglas, “...aksi taktirde hiç
farkında olmayacağımız şeyi bilmemize izin verir” (Douglas, 1966: 64).
Ve “aksi taktirde farkında olunm ayacak” ya da yaşantılanm ayacak
olan, topluluk sınırının farkında olunm ası ve topluluk bilincidir. Şu
halde, burada ritüel, değişmiş olan koşullara yanıt verir ve görünüşteki
amacıyla farklı ve bu amaçla arızi bir bağlantısı olan hayati bir yeteneğe
sahiptir.
Simgeselliğin topluluk sınırlarının ortaya konulm asının niçin bu
denli öne çıkan bir kanalı olduğu yönündeki sorumuza bu vakalar
aracılığıyla başka bir yanıt vermiş olduk. Simgesel biçim in çok-yönlü-
lüğü ve yerel gerçekliği sınırın “öbür y an ın d ak ilerd en gizleme kapasi
tesi, bu gerçekliklerin değişim ve dış m üdahale tarafından altüst edil
m esini önler.
G Ö R Ü N Ü Ş VE D Ö N Ü ŞÜ M
Vaka incelemesi:
VVhalsay cümbüşü: Biçimin sürekliliği -anlamın dönüşümü
bir hanede başlar. G eçm işte, W halsay aileleri hayatlarını çeşitli faali
yetlerle -balıkçılık, küçük çiftçilik, yer tezekçiliği, örgücülük- kazan
dıkları zam anlarda, yani kendi kaynaklarına dayanarak geçim lerini
sağladıkları zam anlarda hane kendi içinde ekonom ik bir birimdi, ama
aynı zam anda akrabalık ve kom şuluğa yaslanan daha kapsamlı bir
im ece grubunun ayrılmaz bir öğesiydi. Bu bağ toplum sal örgütlenm e
ve bağlılığın tem el öğesini oluşturuyordu (bkz. C ohen, 1982b); bugün
hâlâ duygulanım sal önceliğini m uhafaza etm ektedir, am a sermaye-
yoğun balıkçılığa yaslanan mesleki uzmanlaşmaya geçişle ve hane
ekonom isinin önemli bir öğesi olan küçük çiftçiliğin ölümüyle birlikte,
toplum sal eylemin hayati bir tem eli olarak bu bağın önem i azalmıştır.
Erkekler açısından bakıldığında, gündelik hayat bir kim senin yakın
akrabaları arasında değil, balıkçı arkadaşlar arasında geçm ektedir.
Balıkçı m ürettebatların çoğalması ve sermaye kıtlığı, akrabalığa yasla
n an eski m üretteb at ö rü ntüsünü kayda değer ölçüde bozm uştur. Ka
dınlar açısından bakıldığında, m otorlu araç, balık fabrikası ve alışveri
şin merkezileşmesi kadınların küçük çiftçilik, tezek yığınları ve ringa
balığı depolarına mevsimlik kısıtlanışlarına son verdiği için hayat daha
önce olduğundan çok daha hareketlidir. Toplum sal hayat kürelerinin
dallanıp budaklanm ası ve sülale ile kom şuların yerini “dostlar” ile iş
arkadaşlarının alması akraba-kom şuluk gruplaşm asının eski yapısal
tem ellerini yıkmıştır.
N e ki, bu gruplaşma örüntüsünün simgesel güçlülüğü ve toplumsal
bilişdeki öncelikli statüsü şimdi cüm büşte dışavurulm aktadır. D aha
önceleri akraba-kom şuluk grubu, m ekânsal ve soykütüksel tanım ları
içinde ve ekonom ik işlevi altında güvenlikliydi. B undan dolayı cüm
büş, daha geniş topluluğun değerini barındırdığı parçalar aracılığıyla
ortaya koyuyordu. Bugünlerde b u n u n tersi doğrudur: Bizzat topluluk
asıl toplum sal-ekonom ik m evkidir ve cüm büş, topluluğun parçaları
nın ideolojik önceliğini dışavurur. Bir bütün olarak topluluk düşüncesi
ile topluluğun parçalarına sadakat düşüncesi arasında bir çelişki yok
tur, çünkü insanlar topluluğu parçalarının dolayımı yoluyla gayet n e t
bir şekilde anlam akta ve algılam aktadır: İnsanlar, bu dolayımlayıcı
öğelerin ekonom ik önem lerinin azalmasına rağmen, W halsay’a yakın
akraba ve kom şuları yoluyla aittirler.
Cüm büş, geçmişte olduğu gibi, insanları gündelik hayatlarının kı
sıtlılıklarının ötesine taşır - h e r ne kadar bu kısıtlılıklar zaten değişmiş
ANLAM TOPLULUKLARI 10 9
Zaire’nin Ituri yağmur orm anlannda, tropikal orm ana uygun göçebesel
avcı ve toplayıcı varoluşa tinsel ve örgütsel açıdan harika bir uyum
gösteren bir halk olan M buti pigmeleri yaşardı. Söylenenlere göre
M butiler doğayla birlik, toplum sal ahenk, eşitlikçilik nosyonları ile
Platonik bir m em uriyet ve ödev duygusu denilebilecek bir duyguyu
birleştiren oldukça gelişkin bir huzur düşüncesine, ekimi’ye sahiptiler.
M butilerin yakınlarında Bira kasabalıları yaşıyordu. Bunlar yerleşik
çiftçilik yapan, hiyerarşik, hurafelere inanan, tanrılardan ve kötücül
güçlerden korkan, kavgacı, bağımlı, safdil -uyum suzluk, patırtı ve
krizin, abımı n in depoları- bir topluluktu. Böylece M buti ve Bira çiftçi
leri birbirlerinin hem en her açıdan karşıtı olarak sunulur. M butiler
kendi alanlarının idealleştirilmiş merkezinde hayatı mükemmel dengeye
kavuşturm aya çalışırlar; bunun tersine, kasabalıların böyle bir m ükem
mellik duygusu yoktur. Kasabalıların alanı peşin hüküm lüdür, yalpala
yarak d enetim den çıkar, ıvazivuazı dir (bkz. T um bull, 1961, 1983).
TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU 111
Nkum bi, orm anın kasabaya eksiksiz karşıtlığını gösterir. Pigmeler orm anda
tüm kasaba değerlerim bilinçli ve gayretkeş bir tarzda red d ed er.. .iki halkın
iki dünyası arasında kapatılam az bir uçurum vardır (Turnbull, 1961: 204).
D aha önceki bölüm lerde yer alan etnografilerde olduğu gibi, nkumbi
bize, k ü ltü rü n -ü yeleri tarafından yaşantılandığı haliyle toplu lu ğ u n -
toplumsal yapıdan ya da toplumsal davranışın “h a re k e tle rin d e n oluş
madığını gösterir. K ültür daha ziyade onu n hakkında “düşünm e”de
yatar. İşte bu anlam da, yapısal bir inşa olm aktan ziyade simgesel bir
inşa olarak topluluktan söz edebiliriz. Topluluk fenom enini anlamaya
çalışırken topluluğun oluşturucu toplumsal bağıntılarını m ekanik bir
bağlantılar dizisi olarak değil, üyeleri açısından birer anlam deposu
olarak görmek zorundayız. A nlam etnografik açıdan sorunludur elbet.
A nlam , nesnel betim lem eye değil, yalnızca yorum lam aya elverişlidir.
Bu sorun açısından yalnızca donanım lı bir spekülasyona bel bağlayabi
liriz. T opluluk kendi üyelerinin zihinlerinde var olur ve coğrafi ya da
sosyografik “olgular”m ortaya atılmasıyla karıştırılm am alıdır. B unun
bir uzantısı olarak, toplulukların ayrıksılığı ve böylece sınırlarının ger
1 12 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
hem katedilmiş olan kültürel uzaklığı perdelem enin hem de topluluk ideal
lerine bağlılığı perçinlem enin bir yoludur (C ohen, 1979: 263).
geçmişi hem fiziksel olarak hem de irfan aracılığıyla hâlâ elde hazır bulunan
bir faaliyettir. Bahçenin sınırları yıllar boyunca istikrarını epey korum uştur
ve kesek duvarları gibi eski sınır bölm eleri hâlâ göze çarpm aktadır. H er
ne kadar pek azı kullanım da olsa da, geleneksel crub (içerisinde fidelerin
büyüdüğü taşlarla çevrilmiş çitler) yetiştirimi tüm adaya yayılmış durum da
dır. Şimdi birçoğu kayda değer ölçüde genişletilmiş ve yenilenm iş olan
eski bahçe tarımcılığı yapılan evler hâlâ ayaktadır. Bahçelerin bir kısım
hâlâ kuşaklar öncesinden kalm a adlarıyla anılır - “A n n ie’n in kızıl ağacı”,
“Eppie’nin A vlusu”, “Koca m ecra”. Bu nedenle evlerin, tarım yapılan
bahçelerin ve bazı bölümlerinin, kayaların, kanalların, tepelerin ve koyların
zam anın sisleriyle örtülm üş uzak bir geçmişte yatan kökenlerindeki adla
rıyla tarif edilm elerinden ötürü, bahçe tarım ı yapan topluluğun “kültürel
haritası” değişmemiştir. Bundan dolayı, geçmiş kuşakların katettiği patika
ların aynısının katedildiği, aynı arkların temizlendiği, aynı sınırların m uha
1 18 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
faza edildiği yönünde elle tu tu lu r bir duygu vard ır... Bahçe tarımcılığı,
topluluk düşüncesinin barındığı değerli addedilen geleneğin am barıdır
(a.g.e., s. 263).
daha eski bir dönem e dek uzanan daha önceki bir etnik bilinci yeniden
faaliyete geçirdiğini önerir (1981: 20 ve sonrası). Bu gözlem ilginç
olabilirse de, “yeniden canlanm am ın niçin o haliyle ve o tarihte ortaya
çıktığını açıklamaz. Bu sorunun yanıtının bir kısmı, Paine’in Kautokeino
Saam ileri açısından, “olm ak ya da olm am ak” durum una geldiklerini
yazdığı zam an yaptığı öneride bulunabilir (Supra, s. 79). Bu öneri,
grupların kendi benlik duygularından başka kaybedecek hiçbir şeyleri
olm adığını hissettikleri zam an akıntıya karşı direnm eye çalıştıklarını
ve m ütehakkim milliyetçilikler ile devletçiliklere karşı cephe aldıkları
nı ima eder. A m a bundan daha fazlasının da söz konusu olması gerekir,
çünkü etnik eylemcilik m oda olabilirse de, her şeye rağm en büyük
politik birim lerin merkezindeki bir ödülden daha ziyade bir başbelası-
dır. Aslında, konu hakkm daki en yetkili yazarlardan biri (yazıları çok
tartışm alı da olsa), 19601ı ve 1970’li yılların yaygın etnik iddiacılığını
yalnızca “bir etn ik sarhoşluk” olarak bir köşeye atm a eğilimindedir:
Etnik duyarlılığa seslenmek ortak “kan ”dan başka bir hakiılaştırıma ihtiyaç
duymaz. Etnik duyarlılıklar “o n lar”a karşı “bizim halkım ız” çerçevesinde
ifade edilir (a.g.e.).
120 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Ve, “on lar”, “biz”e yönelik bir tehdit olarak tasvir edildiği taktirde
bu duyarlılıklar büyük bir kolaylıkla seferber edilebilir.
V an den Berghe’nin argüm anlarının inandırıcılığı, karşılaştırm alı
vakalara uygulanm ası yoluyla değerlendirilm ek zorundadır. B ununla
birlikte, “etnilik”in ilkselliği koyutu bu yazara, aşırı biyolojistik ve
etnik ideolojiyi desteklem ek için retorik olarak işe koşulan ortak soy-
sop m itlerini gereğinden fazla harfiyen kabul ediyor görünür. “E tni”
her şeye rağmen, karşıtı olduğu şeye göre tanım ı değişen bağm tısal
bir kendiliktir. Iç evlilik örüntüsünce düzenlenm iş bir birim olarak
kast, kendilerini öbürlerinden ayıran ortak soy-sop konusundaki ideolo
jik sınırlar tarafından nitelenir. Am a ortak soy-sop iddialarına, H indu-
ları M üslüm anlardan, Budistleri Sihlerden ayırmak üzere kast bölü-
nüm lerini aşan bir tarzda da başvurulabilir. Yukarıda değinildiği gibi,
etnografik kayıtlar bir grubun “tek k a n ’dan, “tek ocak”tan ya da izi
sürülebilir bir çizgiden geldiğini tasvir eden ve koşullar öyle gerektirdi
ğinde aynı içten inanışla değiştirilebilen ya da inkar edilebilen soykü-
tüksel icat örnekleriyle doludur.
V an den B erghe’n in etniliği ilksel duyarlılığa yapılan bir gözde
başvuru olarak ele alm asına karşılık, G ellner etniliğin, duygusal sesle
nişlerinin bir büyük milliyetçiliğin seslenişlerinden daha zayıf olduğu
nu savunarak anakronistik olduğunu ileri sürer:
Doğal görünenler büyük ve etkin birim lerdir, ilginç görünen ve özel bir
açıklama gerektiren ise bu birimlerin çökmesi ve parçalanmasıdır (Gellner,
1978: 133).
TO PL U LU K VE KİM LİK/ÖZDEŞLİK
Ve şöyle sürdürür:
Bir sırrı bir kişiden saklam ak için herkesten saklam anız gerekir, ne kadar
az anlatırsanız öykünün doğrusunu bulup bir araya getirm e şansı o kadar
azalır... Burada işlerin Calla’ito’yla (sessizlik) yürütüldüğü söylenir... Kendi
meseleleriniz hakkında m alum at verm ek sizi zayıf bir konum a iter, çünkü
meselelerinizi açıkladıktan sonra artık öbür insanlann tahm in yürütmesini
engelleyemezsiniz (1971: 207).
“Ekm ekçi”, bir ekm ekçi değil çiftçidir. “Küçük T opal” gayet sağlam yürü
mektedir. “Dişsiz”in tüm dişleri yerindedir. “Dazlak”ın saçları gürdür. “Ç ir
kin”, “Şirin”den kayda değer ölçüde daha hoş görünm ektedir (1971:163).
KARŞITLIK VE SINIR:
T O PL U L U Ğ U N SİM GESEL KURULUŞU
ı
Alm ond, G. &. Verba, S. (1963) T he civic culture, Boston; Little, BrowN & Co.
Apter, A . (1983) ‘In dispraise o f the king: Rituals “against” rebellion in south east
Africa’, Man (N .S.) 18 (3), 521-534.
Apter, D. (1963) ‘Political religion in the new nations’, C. Geertz içinde (yay.), O ld
Societies an d n ew States: T he quest for m odem ity in A sia and A frica, N ew York:
Free Press o f G lencoe.
Arensberg, C. &. Kimball, S. (1965) C ulture and com m unity, N ew York: Harcourt,
Brace &.W orld.
Aull, C. (1978) Ethnic nationalism in W ales: A n analysis o f the factors govem ing the
politicisation o f ethnic identity, yayımlanmamış doktora tezi, Duke Üniversitesi.
Babcock, B. A . (1978) ‘Giriş’, B. A. Babcock içinde (yay.), T he reversible ıvorld:
Sym bolic inversion in art and society, Londra: Cornell University Press, s. 13-36.
Banfıeld, E. C. (1958) T he m oral basis o f a backw ard society, NewYork: Free Press of
G lencoe.
*Barth, F. (1969) ‘Giriş’, F. Barth içinde (yay.), Ethnic G roups and boundaries: The
social organisation o f culture difference, Londra:George A ilen &. Unwin, s. 9-38.
13 6 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU
Bateson, G. (1958) [1936] N aven (2. baskı), Stanford: Stanford University Press.
Beer, W . (1980) The unexpected rebellion: Ethnic activis m in contem porary France,
N ew York: N ew York University Press.
*Bell, C. & N ew b y, H. (1971) C om m u n ity studies, Londra: G eorgeA llen & U n w in .
Benedict, M. &. Benedict, B. (1982) Men, ıvom en and m oney in Seychelles, Londra:
University of California Press.
Bergbe, P. van den (1976) ‘Ethnic pluralism in industrial societies: A special case?’
Ethnicity 3, 242-255.
Berghe, P. van den (1981) T he ethnic phenomenon, N ew York: Elsevier.
Binns, C. (1979, 1980) ‘The changing face of power: Revolution and accommodation
in the D evelopm ent o f the Soviet cerem onial system’ I, M an (N.S.) 14 (4), 585-
606; II, Man (N .S.) 15 (1),170-187. ,
Boissevain, J. (1975) ‘Introduction: Tovvards a social anthropology o f Europe’, J.
Boissevain & J. Friedl içinde (yay.), Beyond the com m u n ity:social process in
Europe, T he Hague: Avrupa-Akdeniz Çalışma Grubu, Amsterdam Üniversitesi,
s. 9-17.
*Boon, J. A . (1981) O th er tribes, other scribes: Symbolic anthropology in the com parative
study o f cultures, histories, religions and texts, Cambridge: Cambridge University
Press.
Bouquet, M. (1981) T he sexual division o f labour: T he farm household in a D evon
parish, yayımlanmamış doktora tezi, Cambridge Üniversitesi.
*Briggs, J. (1970) N eve r in anger: Portrait o f an eskimo fam ily, Cambridge, Mass,:
Harvard University Press.
Brody, H. (1973) Inishkillane: Change and decline in the ıvest oflrela n d , Londra: A ilen
Lane.
Burgess, M. E. (1978) ‘T he resurgence o f ethnicity: Myth or reality’, Ethnic & Racial
Studies 1 (3), 267-285.
Burridge, K. (1960) M arnbu, a M elenesian millenium, Londra: M ethuen.
Carlen, P. (1976) M agistrates’ justice, Londra: Martin Robertson.
Chapm an, M. (1982) “'S em a n tics” and the “C elt”’, D. J. Parkin içinde (yay.),
Sem antic anthropology, Londra: A cadem ic Press, s. 123-143.
C ohen, Abner (1980) ‘Drama and politics in the developm ent o f a London carnival’,
M an (N .S.) 15.
C oh en , A .-P . (1975) T he m an agem en t o f m yths: T h e politics o f legitim ation in a
N eivfoundland com m unity, M anchester: M anchester University Press.
C ohen, A . P. (1977) ‘For a political ethnography o f everyday life: Sketches from
W halsay, Shetland’, Ethnos 3-4, 180-205.
Cohen, A. P. (1978) “The same - but different!” The allocation o f identity in Whalsay,
Shetland’, Sociological Revieıv 2 6 (3), 449-469.
C ohen, A . P. (1979) ‘T he W halsay croft: Traditional work and customary identity
in modern tim es’, S. W allm an içinde (yay.), T he social anthropology o f w ork,
Londra: Academ ic Press, s. 249-267.
C ohen, A. P. (1982a) ‘Blockade: A case study o f local consciousness in an extra-
local even t’, Cohen içinde (1982c).
C ohen, A. P. (1982b) ‘A sense o f time, a sense of place: T he meaning o f close social
association in W halsay, Shetland’, C ohen içinde (1982c).
KAYNAKÇA 137
*C ohen A . P. (1982c) Belonging: Identity and social organisatiorı in British rural cultures,
Manchester: M anchester University Press.
Cohen, A. P. (1985) Symbolism and social change: Matters of life and death in
Whalsay, Shetland’, Man (N.S.) 20 (2).
C ohen, A . P. &. Comaroff, J. L. (1976) ‘The management of meaning: O n the
phenom enology of political transactions’, B. Kapferer içinde (yay.), Transaction
and M eaning, Philadelphia: ISHI, s. 87-107.
Cohen, P. S. (1969) ‘Theories o f m yth’, Man (N.S.) 4 (3), 337-353.
Cranston, M. (1954) Freedom: a nevu analysis, Londra: Longman.
Danforth, L. M. (1982) T h e death rituals o f rural G reece, Princeton: Princeton
University Press.
*Dore, R. (1978) Shinohata: A portrait o f a Japanese village, NevvYork: Pantheon.
Douglas, M. (1966) Purity an d danger: An analysis of concepts of pollution and taboo,
Londra: Routledge & Kegan Paul.
Du Boulay, J. (1982) ‘The Greek vampire: A study o f cyclic symbolism in marriage
and death’, Man (N.S.) 17 (2), 219-238.
Dumont, L. (1980) Homo Hierarchicus, (gözden geçirilmiş baskı) Chicago: University
of Chicago Press.
Durkheim, E. (1964) [1902] T he division o f labour in society, NewYork: The Free
Press.
Dyck, N . (ed.) (1985] Indigenous peoples an d the nation-state: Fourth W orld politics in
Cartada, A ustralia and N o rw a y, St. John’s: ISER.
Edelman, M. (1964) T he sym bolic uses o f politics, Urbana: University o f Illinois Press.
Eidheim, H . (1969) ‘W hen ethnic identity is a social stigma’, Barth içinde (1969).
Emmett, 1.(1964) A N o rth W ales village, Londra: Routledge &. Kegan Paul.
Emmett, I. (1982) ‘Place, community and bilingualism in Blaenau Ffestiniog’, Cohen
içinde (1982c), s. 202-221.
Epstein, A . L. (1978) Ethos and Identity: Three studies in ethnicity, Londra: Tavistock.
Evans-Pritchard, E. E. (1956) N u e r religion, Oxford: Oxford University Press.
Faris, J. (1972) Cat Harbour: A Neu/foundland fıshing settlem ent, St. John’s: ISER.
Forsythe, D. (1984) ‘Urban-rural migration and local development: A n Orkney case’,
J. C. H ansen ve arkadaşları içinde (yay.), Centre-periphery: T heory and practice,
Sogn og Fjordane Regional College.
Fortes, M. (1970) ‘Tim e and social structure: A n A shanti case study’, M. Fortes
içinde, T im e and social structure, Londra: A th lon e Press, s. 1-32.
Fox, R. (1982) ‘Principles and pragmatics on T ory Island’, C ohen içinde (1982c), s.
50-71.
Frankenberg, R. (1957) Village on the Border, Londra: C ohen &. W est.
G eertz, C. (1966) ‘R eligion as a cultural system ’, M. B an ton içind e (yay.),
Anthropological approaches to the stu dy o f religion, Londra: Tavistock, s. 1-46.
*Geertz, C. (1975a) ‘Thick description: Toward an interpretive theory o f culture’,
C. Geertz içinde, T he interpretation o f cultures, Londra: H utchinson, s. 3-30.
Geertz, C. (1975b) [ 1959] ‘Ritual and social change: A Javanese exam ple’, Geertz
içinde (1975a), s. 142-169.
*Geertz, C. (1975c) [1972] ‘D eep play: N otes on the Balinese cock-fight’, Geertz
içinde (1975a), s. 412-453.
13 8 TOPLULUĞUN SİMGESEL KURULUŞU