You are on page 1of 84

dünyam ızın en önemli çağdaş yazar ve düşünürlerindendir.

Bir yandan bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran "varoluşçu­


luk" düşüncesini geliştirm iş, öte yandan, siyasal alanda da
sürdürdüğü etkinliklerle yüzyılım ıza damgasını vurmuştur.
1964 yılında Les M ots (Sözcükler) adlı yapıtıyla değer görül­
düğü N obel Edebiyat Ödülü'nü reddetm esi, düşünceleri ve ki­
şiliğine ödünsüz bağlılığının b ir göstergesidir.
Sartre, ilk romanını (La Nausée, 1938, Bulantı) liselerde felsefe
öğretm enliği yaptığı dönemde yayınladı. Bunu, L'imagination
(1936, İmgelem), Esquisse d'une théorie des ém otions (1930, Bir
D uygu Kuram ının Ana Hatları), L'Imaginaire: Psychologie phé­
noménologique de l’im agination (1940, İmgesel alan: İm gelemin
Fenom enolojik Ruhbilimi), adlı felsefe yapıtları izledi. Özel­
likle de L'Etre et le Néant (1943, Varlık ve Hiçlik) adlı kitabı ve
bundan sonraki çalışm alarında özgürlük sorununu tartışm a­
ya açtı.
Rom anlarının yanı sıra, insanı, eylem içinde sergilem e olana­
ğı veren tiyatroya da yöneldi ve peşpeşe, Les M ouches (1943,
Sinekler), Huis-Clos (1944, Gizli Oturum), Les mains sales
(1948, Kirli Eller), Le Diable et le Bon Dieu (1951, Şeytan ve Yü­
ce Tanrı), Les Séquestrés d'Altona (1959, Altona Mahpusları)
adlı oyunlarını kalem e aldı.
1956'da Sovyetler Birliği'nin M acaristan'a m üdahalesiyle bir­
likte, sol hareket içinde yer alan Sartre'ın kom ünizm e yakla­
şım ı değişti. I9 6 0 'da yayınladığı Critique de la Raison dialecti-
que'te (Diyalektik A kim Eleştirisi) M arx'in diyalektik yönte­
m ini sorguladı. Yaşamının son dönem inde Flaubert üzerine
çalıştı. Son yıllarında gözlerinin görm ez oluşuna karşın Sart­
re, toplumsal etkinliklerini sürdürdü, senaryolar yazdı, çeşitli
söyleşilere katıldı.
D iğ er Ö nem li Yapıtları: Oyun: La Putain respectueuse (1946,
Saygılı Yosma), M orts sans sêpultues (1946, M ezarsız Ölüler),
Nekrassov (1955) Rom an-öykü: L eM u r (1939, Duvar), Les Che­
mins de la Liberté (Özgürlüğün Yolları: I. Cilt: L'âge de la Raison
- Akıl Çağı, 1945; II. Cilt. Le Sursis - Erteleme, 1945; III. Cilt: La
mort dans l'âm e-Tükeniş, 1949). D enem e: Qu'est -ce que la litté­
rature? (1947, Edebiyat Nedir?), Réflexions sur la question juive
(1947, Yahudi Sorunu Üzerine Düşünceler), Senaryo: Les jeux
sont faits (1947, İş İşten Geçti), L'Engrenage (1949, Çark).
SARTRE
SARTRE! ANLATIYOR
Filozofun 70 Yaşındaki Otoportresi

ÇEVİREN:
TURHAN İLGAZ

OE3Q
İSTAN B U L
Yapı Kredi Yayınlan - 325
Cogito - 27

Sartre Sartre'ı Anlatıyor - Filozofun 70 Yaşındaki O toportresi


Özgün Adı: Situ ations X 'd an alm an
"A utoportrait à soixante-dix ans" bölüm ü
Çeviren: Turhan İlgaz

K itap Editörü: Selahattin Özpalabıyıklar

Kapak Tasarımı: Nahide Dikel

Baskı: Şefik Matbaası


M arm ara Sanayi Sitesi M Blok No: 291 İkitelli/İstanbul

1. Baskı: İstanbul, Şubat 1994


4. Baskı: İstanbul, Şubat 2004
ISBN 975-363-279-7

© Yapı K redi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 1993

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


Yapı Kredi Kültür Merkezi
İstiklal C addesi No. 285 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0 212) 252 4 7 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23
Bilgi H attı: (0 212) 4 7 3 0 444
h ttp ://w w w .y ap ik red iyay ir\lari.co n \
e-posta: ykkultur@ykykultur.com .tr
İnternet satış adresi: h tt p ://w w w .e s to re .co m .tr/b u lv a r/yky
w w w .telew eb.com .tr
Önsöz

İn san lık tarihind e, So krates'ten so n ra ve g ünü m üze d eğin, Jea n -


Paul Sartre k ad ar popüler olm uş b aşk a bir filozo f y ok tu r.
P op ü lerliğin, doğallıkla k itleleri, yani felsefe ja rg o n u n d a "so ­
kaktaki ad am " d iye anılan sıradan insan yığınını ve d e politikayı
çağrıştırd ığı d üşünüld ükte, "popü ler" sıfatı olu m su z b ir n itelen d ir­
m e sayılabilir, b ir filozof için... Sartre'ın kendisi de, b u p opü lerliğe,
felsefesinin ta m v e d osdoğru kavran m asın d an çok, yanlış, eksik v e
yalapşap y oru m lanm asıy la b eslen en b ir yaşam a anlayışının, d ün ­
ya üzerinde ve dünyaya karşı b ir konu m lanış etik etin in ("bud ala­
ca" d iye niteled iği varoluşçu etiketi) yol açtığını g ördü ğü oranda,
b u n d an rahatsız oldu. A ncak, onu çağım ızın en p o p ü ler fig ü rlerin ­
den biri haline getiren asıl şeyin, başkaları tastam am kav ram asa
da, tastam am felsefesinin izdüşüm ü olan politik tavır alışları, y aşa­
dığı d ön em d e in sanoğlu nun, olu m lu olum suz, b ü tü n ed im leri k ar­
şısında g österd iği olağanüstü d u y arlılık ve so m u t tepkileri old u ­
ğunu da, h iç şü p h esiz herkesten iyi biliyord u.
Sözcükler'de söyled iği gibi, "E ld e avuçta da, cepte de bir şey o l­
m aksızın, çalışm a ve inançla" çıktığı yold a y arattığı yapıtının,
onun hem bilinçle hem de çocu klu k özlem lerine u y g u n o larak seç­
tiği çift y ö n lü -fe ls e fe ve ed ebiy at o la ra k - g elişim i, filozofu değil
am a filozo fu n felsefesinin -ile rid e d aha d a iy i an laşılacağın a in an ­
d ığ ım - felsefece önem ini m ask eley eg elm iştir: rom an ların ın , öyk ü ­
lerinin, tiyatro yapıtlarının, bir ölçüd e de politik ve eleştirel d en e­
m elerinin alışılm ad ık tonunu, çarpıcılığını, y arattık ları skandal duy­
gusunu; ö zgü rlü ğ ü insanın on to lo jik y apısına ek lem led iğ i ve b ö y le-
ce insana, M arx'ın öngörem ed iği bir b o y u tta d ö n ü ştü rm eci olan ak ­
lar ve açm azlar yaratan (yani varolu şu nu olan ca so m u tlu ğu ve
gerçekliği için d e sırtına yükleyen) felsefece y ap ıtın ın çetin liğin e
y eğlem ek, çoğunlukla, in sanların d aha k olayına g elm iştir.
6 Sartre Sartre11 Anlatıyor

B u tüm celeri y azan ben , ken d im de b u k olaycılığ ı yeğ ley en ler­


den biriyim bir b ak ım a. İki tem el yapıtı, Varlık ve Hiçlik (?) ile Diya­
lektik Aklın Eleştirisi'ni, 1963'd en beri bitirm eyi b aşaram am am , bu ­
nun kanıtıdır. Y ine de bu açığı k apatabilecek iki şan sa sah ip ol­
dum : Sartre'ın felsefesini, fragm anlar halind e de olsa, tem el m etin­
lerinin belli bölü m leriy le y etin erek d e o lsa onun dilinden, Fransız-
cad an öğrenebilm ek; ve - a s ıl- , felsefeyi, "la m o rale existen tialiste
est la plus dure de toutes les m orales" ("varoluşçu ahlak, ahlakların
en katisıdır") d iy ebilen b ir k atolik pap azının (*) olağanüstü eğiticili­
ğ iyle tanıyıp, sevm ek...

Bizim kuşağın "varoluşçulukla" tanışıp allak b u llak olduğu dö­


nem , ülkem izde, "s o fu n da hızla y ükselişe geçtiği, m ark sist litera­
türün, eksik-artık, k itap çı vitrinlerini lebalep d oldurduğu zam an
k esitiyle içiçedir. Tü rkiye'nin b ilin en koşullarında, insanlar, en b a ş­
ta da gençlik, S artre'ı oku m aksızın M arx'i seçti (tıpkı H egel'i,
N ietzsche'yi, Kant'ı oku m ad an, oku yam ad an M arx'i seçtiği gibi).
B elki eğitild iğim lised e zihinlerim ize kazm an kartezyen düşünce
alışkanlıklarının etkisiyle, S artre'd an h iç k op am ad ım ben ... 1964 v e­
ya 1965 yıllarında, bir yaz günü ; lise arkadaşım , dostum , şim di hu­
kuk felsefesi profesörü olan N iyazi Ö ktem 'le, C ağaloğlu 'n d aki "de"
yayınlarının kapısını çalıp , M em et Fuat'ın karşısına, "Biz, L'Etre et
le Néant'i çevireceğiz, b asar m ısınız?" d iy e d ikilekodu ğu m u zu
anım sıyorum . M em et Fuat, o d ingin cidd iyetiyle bize b ir tek şey
sorm uştu; kitabın adını nasıl tü rkçeleştireceğim izi!.. Bu yüzden yu­
k arıd a Varlık ve Hiçlik'i anark en , yanıbaşına bir so ru işareti ek le­
dim : V arolm ak 'tan (exister) söz ed en b ir felsefe yapıtında, hem "ol­
m ak" fiilini hem de o fiildeki eylem i taşıyan şeyi ifad e ed en "être"
sözcüğünü, "varlık" sözcü ğü yle çevirm ek n e ölçüd e doğrudur?
B unu nla b eraber Sartre'ın tem el felsefe m etin lerin in çev rileb i­
leceğine inanm ayı sü rd ürü yoru m . D aha g eçenlerd e, K ant'ın, h iç de
d aha az çetin olm ayan, Kritik der reinen Vernunft'u "İdea" yayın la­
rından çıkm adı m ı? Biz, "Yapı K redi Y ayınları" olarak H obbes'u n
Leviathan'mı yayım lam ad ık mı, vb? Son u çta felsefece k avram lar, d i­
lim izd e karşılıkları y ok m u ş gibi görünseler de, onlarla iş g örd ü ğü ­
m ü z ölçüde bizim d ilim izde d e olacaklar, bü tü n g ü çlü ğü n e karşın
onları eğip bükebildiğim iz, ku llan abild iğ im iz ölçüd e b izim d ili­
m izde de türeyip, ü rey ebilecek lerd ir.
(*) 1932 yılından ölüm üne kadar Türkiye'de yaşayan, 1940'ların başından itibaren G alatasaray
Lisesi'nde 3 0 yıl süreyle Latince, Fransızca ve felsefe öğretmenliği yapan, Pierre Dubois. Y a­
şam ının son on beş yılında Vatikan'ın Türkiye'deki dini temsilciliğini (Viker Apostolik) yap­
m ıştır.
Sartre Sarcre'ı A nlatıyor 7

E lin izd eki m etin, b ir S artre m etn i değil. F ilo zo fu n , 70 yaşında,


güvendiği b ir yazarla y aptığı u p u zu n b ir söyleşi çerçev esin d e g i­
riştiği bir hayat muhasebesi. K anım ca önem i d e b u ra d a n geliyor.
M uhasebe, yaln ızca çağım ızın b u en önem li fig ü rü n ü zaafları ve
güçlülükleriyle, insan yönüyle o rtaya koym akla kalm ıyor, am a fe l­
sefece d üşü ncesinin ip uçlarıyla birlikte, politik angajmanlarının, te­
m elde hep tutarlı kalm ış olan evrim ini de, o felsefece d üşünceye
koşu t olarak gözler önüne seriyor.

Turhan İlgaz
Michel Contât'nın bu söyleşisi, K ortum landırm alar
X 'dan (Situations X) alınmıştır. Söyleşinin belli bölümleri
Le Nouvel Observateur dergisinin 23 Haziran, 30 Haziran
ve 7 Temmuz 1975 tarihli sayılarında yayımlanmıştır.
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 11

M IC H E L C O N TA T: Bir yıldan beri, sağlık durum unuz hakkında


olumlu olumsuz söylentiler dolaşıp duruyor. Bu ay yetmiş yaşına bası­
yorsunuz. Şimdi Sartre, söyler misiniz, nasılsınız?
JE A N -P A U L SA R TR E: İyiyim dem ek zor, am a kötüye gittiğim i
de söyleyem em . İki yıldır b ir dizi sağlık sorunuyla uğraşıyorum .
Ö zellikle bacaklarım , bir kilom etreden çok yürü d üğüm d e ağrım aya
başlıyor ve genellikle bu m esafeyle yetinm ek zoru n d a kalıyorum .
Ö te yand an, oldukça önem li tansiyon d üzensizliklerim vardı am a
bunlar, şu son zam anlarda bird en bire kayboldu: ciddi olarak yük­
sek tansiyondan şikâyetçiydim , şim diyse, ilaç tedavisi sonucu, nere­
deyse d üşü k tansiyonlu sayılabilecek bir durum dayım .
N ihayet, ve özellikle, sol g özü m ü n arkasınd a - k i bu da sağ g ö ­
zü m ü ü ç y aşım d ayken kaybettiğim d en g ören te k g ö z ü m - k anam a­
lar oldu, halihazırda, hâlâ şekilleri seçebiliyoru m , belli b elirsiz, ışı­
ğı, renkleri farkedebiliyorum , am a artık n esneleri de y üzleri de
açık seçik görem iyorum . V e d olay ısıyla artık ne oku yab iliyo r ne de
yazab iliy oru m . D aha doğru su, y azabiliyorum , yani elim le sö zcü k ­
leri çizebiliyor, v e halen hetnçn hem en d ü zg ü n b ir şekilde yap ab i­
liyoru m bunu, am a ne y azdığım ı görem iyoru m . V e o ku m ak b en im
için tü m d en olanaksızlaştı: satırları, sözcü klerin arasın daki b o şlu k ­
ları görüyorum , am a sö zcü klerin kend ilerini çıkartam ıyorum .
O ku m a v e y azm a yeteneklerim d en yoksun olu n ca da, yazar olarak
faaliyet g österm em h içbir şek ild e m ü m kü n d eğil: y azarlık m esle­
ğim tü m ü yle bitm iş durum da.
B u n u n la b eraber h alen k on u şabiliyorum . B u ned en le d e b u n ­
d an son raki çalışm am , eğ er televizyon parasal kayn ak yaratm ayı
başarırsa, bu yüzyılın yetm iş yılınd an söz ed eceğim b ir d izi TV
program ı olacak. Bu çalışm ayı Sim o n e de B eau voir, P ierre V ictor
ve P h ilip p e G avi ile birlikte yürü tü yoru m , o n ların d a d ile g etire­
cekleri b azı düşünceleri var v e fazladan, b en im y ap acak d u rum d a
olm ad ığım y azım işini de onlar ü stleniyorlar: ö rn eğ in b e n k o n u şu ­
12 Sartre Sarrre'ı A nlatıyor

yoru m onlar n ot alıyorlar, ya da birlikte tartışıyoru z v e onlar, daha


sonra, üzerinde beraberce u zlaştığım ız projeyi k alem e alıyorlar.
B azı bazı, ben de y azıyorum , y an i bu y ayın lard a yer alm ası g ere­
k en b ir k onu şm anın içeriğini n o t ediyorum . A n cak bu nu yalnızca
on lar okuyup bana aktarabiliyorlar.
İşte şim diki d urum u m bu . B u n u n dışınd a kend im i g ayet iyi
h issed iyorum . U yku larım m ü kem m el. Sözü nü ettiğim çalışm ayı,
ark ad aşlarım la birlikte etkin likle y erin e g etiriyoru m . Z ihnim m uh­
tem elen on yıl önceki - d a h a fazla değil am a dah a az da d e ğ il- k a ­
d ar açık ve d u y arlığım ı d a aynen koru d u m . B elleğim , çoğu zam an
o ld u kça iyi, yalnızca adları an ım sam akta bay ağı zo rlan ıyor, bazen
d e h iç anım sam ıyorum . N ered e d urdu klarını b ild iğ im nesneleri
k u llanabiliyorum . So k akta kendi başım a ve fazlaca zorlanm ad an
yönüm ü bu labiliyoru m .
M .C .: Artık yazamamak, herşeye rağmen büyük bir darbe olmalı.
Oysa siz bundan büyük bir sükûnetle söz ediyorsunuz...
J-P.S.: B ir bak ım a b u bü tü n varlık n ed enim i ortad an kaldırdı:
v ar'dım ve artık yokum gibi b ir şey, anlayacağınız. A ncak, bu d u­
ru m d a fazlasıyla yıkılm ış olm am gerekirken, bilem ed iğ im bir n e­
d enle, kendim i old u kça iyi h issed iyoru m : k aybettiğim şeyi d üşü n ­
d üğüm d e asla b ir acı duym ad ım , m elankoliy e kapıld ığım anlar da
olm adı.
M .C.: Ya isyan duygusu?
J-P.S.: K im e karşı, neye karşı isyan etm em i bekliyorsu n u z ki?
B urada sakın stoacı b ir tavır g örm ey in - h e r n e k ad ar stoacılara kar­
şı, b ild iğ in iz gibi, her zam an sem p ati beslem işsem de... H ayır, y a l­
nızca, işler böyle oldu ve y ap abileceğ im b ir şey yok, şu halde üzül­
m ek için de bir ned enim yok. İki yıl k ad ar önce, b elli b ir d önem , bu
şey daha d a cid d ileştiğin d e, zorlu anlar geçirdim . B ir tü r ufak çıl­
dırm alar yaşadım . Sim o n e d e B e a u v o iria b irlikte gittiğim iz
A vignon'da, belli b ir yerd e, bir p ark sırasının ü zerin d e b an a rande­
vu verm iş bir g enç kızı arayarak d olaştığım ı an ım sıyorum . E lbette
o rtada randevu falan yoktu...
Şim di, bü tü n yap abild iğ im , o ld u ğu m şey e u yu m sağlam ak, bu
şeyin etrafında dolaşm ak, olan ak ları hesap lam ak v e b u o lan aklar­
dan olabild iğince yararlanm ak. E lbette beni asıl rahatsız ed en göre­
m em ek, v e b u konud a, d anıştığım h ek im lerin söyled iklerin e göre,
yapabilecek hiçbir şey yok. B u da can sıkıcı, çü nkü çevrem deki
şeyleri yazm a arzusu d u y acak kadar, h er dakika d eğ ilse d e ara sıra
d uyacak k ad ar hissed iy o ru m yeterin ce.
M .C .: Kendinizi işsiz güçsüz kalmış gibi görüyor m usunuz?
Sartre Sartre 11 Anlatıyor 13

J-P .S .: E vet. B iraz d olaşıyoru m , bana gazeteleri oku yorlar, rad ­


yo dinliyorum , bazen telev izy o n d a v erilen leri h a y a l m eyal izliyo­
rum ve, gerçekten de, bü tü n bu n lar işsiz güçsüz k alm an ın g etird i­
ği faaliyetler. H ayatım ın tek am acı yazm aktı. D a h a önce d ü şü n ­
müş old u ğu m şeyler ü zerinde yazıyord u m , an cak b a ş a t an, yazm a
anıydı. B u g ü n de dü şü n ü yoru m am a, yazı ben im için o lan ak sızlaş­
tığından, düşü n cenin gerçek faaliyeti, b ir şekild e, o rtad an kalkm ış
oldu.
B u n d an böyle bana y asaklan m ış olan bu şey, gü n ü m ü z g en ç­
lerind en b ir çoğunun hor görd ü kleri bir şey: biçem , yani b ir fikri
ya da bir gerçekliği yazınsal tarzd a serim lem ek. B u iş zorunlu o la­
rak d ü zeltm eler gerektirir -b a z ı bazı beş, altı kez y in elen en d üzelt­
m eler... Y azd ıklarım ı artık bir k ez bile d üzeltem iyoru m , zira yazd ı­
ğım şeyi oku yam ıyoru m . D olayısıy la, yazd ığım y a da söylediğim
şey zo ru n lu olarak ilk halinde kalıyor. Elbette birileri yazdığım ve­
ya söyled iğim şeyi ban a o ku yabilir v e ben, gerektiğ in d e, ayrıntıya
ilişkin birtak ım d üzeltm eler yap abilirim , am a b u n u n kendi kale­
m im den çıkm a bir yenid en y azım çalışm asıyla u zaktan yakından
bir ilişkisi olam az.
M .C .: Düşüncelerinizi dikte edeceğiniz, sonra söylediklerinizi dinle­
yip yaptığınız düzeltmeleri kaydedeceğiniz bir ses alma cihazı kullanamaz
mısınız?
J-P .S .: S ö z ile y azı arasın d a ço k b ü y ü k b ir fa rk o ld u ğ u d ü şü n ­
cesin d eyim . İnsan yazdığı şeyi b ir d ah a oku r. A m a b u n u a ğ ır ağ ır
veya h ızlı b ir şek ild e y ap ar; b a şk a tü rlü d en d ik te b ir tü m ce ü ze­
rinde d u racağ ın ız sü re h ak k ın d a k arar v erem ez sin iz , çü n kü o
tü m ced e o tu rm am ış olan, iyi d u rm ay an şey ilk b a k ışta size ken ­
disini g österm eyebilir: b u b elk i o n d a olan b ir şey d ir, b elk i o n u n
k en d isin d en önce gelen vey a onu izley en tü m ce y le y a da p arag ­
rafın vey a b ö lü m ü n b ü tü n ü y le arasın d ak i b a ğ ın b içim siz liğ in -
dend ir...
B ü tü n bu n lar m etnin ize sank i b ir bü yü k itabıym ışçasın a b ak ­
m anızı, p eşp eşe şu rad a bu rad a birtakım sö zcü kleri d eğiştirm enizi,
ve sonra b u d eğişikliğin ü zerin d en bir d ah a g eçm en izi ve d aha
b aşka b ir d ü zeltm e yapm anızı, ardından ço k daha ilerid e b u lu n an
b ir öğeyi değiştirm enizi, ve b u n u n b ö y lece sü rü p gitm esini gerek­
tirir. B ir ses alm a cihazını d inled iğ im d e, d in lem e sü resi b en im ken­
di g ereksin im lerim le değil, k ay ıt şerid in in d ön ü ş hızıyla b elirlen ­
m iştir. D em ek ki h er zam an ay gıtın bana verdiği sü ren in berisin ­
de y ey a ö tesind e kalacağım .
M .C .: Peki denediniz mi?
14 Sartre Sartre'i Anlatıyor

J-P .S.: D eneyeceğim , d ürüstçe deneyeceğim , am a b u n u n b en i


tatm in etm eyeceğine em inim . G eçm işim le, form asyonu m itibariyle,
b u gü n e kadarki faaliyetim in özüyle, ben her şeyd en önce yazı ada­
m ıyım ve artık değişm em için d e ço k geç. G örm e yeten eğ im i kırk
yaşınd a kaybetm iş olsayd ım , h er şey başka türlü olabilirdi. O za­
m an belki, ses alm a cihazı gibi, bazı y azarların kulland ıklarını bil­
diğim daha başka ifad e tekniklerin i öğrenm iş olurdum . A m a, ses
alm a cihazının, ben im için, y azın ın bana sağlay ageld iğ i olanakları
v erebileceğini sanm ıyorum .
Entelektüel faaliyet, ben im için n e id iyse o olarak kalm aya de­
vam ediyor, yani d üşü nüm ü n d en etlenm esi. D em ek ki, d üşü n üm -
sel düzlem de, d üşü nd üğüm şeye oranla, bir d üzeltici faaliyette b u ­
lunabilirim , am a bu faaliyet kesinkes özn el olarak kalır. B ir kez da­
ha söyleyeyim , ben im anlad ığım biçem çalışm ası zoru n lu lu kla ya­
zıyı öngörüyor.
B ugün b irço k genç, h içbir biçem kayg ısı taşım ıyor ve söylen e­
cek şey in sad ece söylenm esi gerektiğini, b ü tü n işin b u olduğunu
düşünüyor. B ana göre b içem -k i, sadeliği dışlam az, tam tersine ön­
g ö r ü r- her şeyd en önce, üç veya d ö rt şeyi tek b ir şey d e söylem e
tarzıdır. İlk an lam ıyla b asit tüm ce vardır, ve sonra da, altta, eşza­
m anlı olarak, d erinlem esin e bir şekilde d üzen len en farklı anlam lar
gelir. Eğer insan dile bu anlam çoklu ğu n u d uyurtm ayı becerem i-
yorsa, yazm aya değm ez.
Edebiyatı, örneğin, bilim sel iletişim d en ayrıştıran şey, tek an­
lam lı olm ayışıd ır; dil sanatçısı sözcü kleri o şekild e y erleştiren kişi­
dir ki, onlar ü zerin de u yguladığı ışık oyunlarına, onlara verdiği
ağırlığa göre, sözcü kler bir şeyi, ve başka bir şeyi, d erken d ah a b aş­
ka bir şeyi, h er kezind e farklı d üzeylerd e anlatırlar.
M .C .: Felsefe kitaplarınızın el yazmaları çalakalem, neredeyse tek bir
sözcük bile çizilmeksizin yazılmışlardır; edebi el yazmalarınızsa, tersine,
üzerlerinde alabildiğine çalışılmış, arındırılmış dürümdalar. Neden bu
fark?
J-P .S.: B u n esn elerin farkı: felsefed e, her tü m cen in yaln ızca bir
tek anlam ı o lm ak zoru nd ad ır. Ö rn eğ in b en im Sözcükler üzerinde,
h er tüm ceye çeşitli ve üstü ste konm u ş anlam lar v ererek yaptığım
çalışm a, felsefed e k ötü b ir çalışm a olurdu. Eğer, sözgelim i, kend i-
için (pour-soi) ve ken d ind e'nin (en-soi) ne old u ğu nu an latm ak zo­
rundaysam , bu b elk i zo r olabilir, farklı benzetm elere başvu rabilir,
son uca ulaşabilm ek için farklı kanıtlam alar k ullanabilirim , am a
kendi içlerind e k ap an abilm ek zo ru n d a olan fikirlerd e k alm a k gere­
kir: anlam ın eksiksiz o larak bu lu nd u ğu d ü zey bu rası d eğ ild ir -b u
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 15

anlam , y apıtın bütünü düzeyinde çoğul olabilir v e ço ğ u l o lm ak z o ­


ru n d ad ır-, bu n u n la beraber, felsefenin, b ilim sel iletişim gibi, tek-
anlam lı old u ğu nu söylem ek istem iyoru m .
B elli bir şekilde, h er zam an için yaşanmış'la işg ö ren ed eb iy at­
taysa, söyled iğim şeylerden hiçbiri, söylediğim şey le bütünüyle
ifade ed ilm iş değild ir. A ynı g erçeklik hem en h em en son su z sa y ı­
daki biçim lerd e ifade ed ilebilir. V e her satırın k azan d ığı oku m a ti­
pini, ve bu okum anın, insan ister yüksek sesle o k u su n isterse için­
den, kazanacağı ses ton u na varın caya kadar g ö steren de, bü tü n ki­
taptır.
S ten d h a l’de sık sık k arşılaşıld ığı gibi, b aştan aşağı nesnel tip ­
ten b ir tü m ce, ister istem ez b ir dolu şeyi d ışard a bırak ır, am a bu
tüm ce b ü tü n ötekileri kap sam akta ve şu halde, h ep sin in d evreye
girebilm esi için yazarın sü rekli olarak aklınd a tu tm ak zorund a ol­
duğu b ir anlam lar bü tü nü nü içerm ekted ir. D o lay ısıy la, b içem ça­
lışm ası bir tü m ceyi m akaslam aktan çok, sahnenin, b ölü m ün, ve,
b u n u n da ötesind e, tü m kitab ın bü tü nlüğü nü sü rekli olarak aklın­
da tu tm ak tan ibarettir. B u b ü tü n lü k sizde varsa, iyi tü m ceyi yazar­
sınız. Y oksa, tü m cen iz d etone olacak y a da b ey h u d ey m iş gibi gö­
rünecektir.
B u çalışm a, yazarına göre, az ya da çok sü rer, az ya da çok u ğ­
raş gerektirir. A ncak, genellikle, sözgelim i dört tü m ceyi b ir tüm ce
halinde yazm ak, felsefede bir tü m ceyi tek b ir tü m ced e yazm aktan
h er zam an d aha zordur. "D üşü nüyorum , öyleyse varım " gibi bir
tüm cenin her y ön d e ilerleyen sonsuz sayıda so n u çları olabilir,
ama, tü m ce o larak o, D escartes'm ona verdiği an lam ı taşır. O ysa ki,
"...V erriöres'in çan kulesini g örebild iği sürece, Ju lien sık sık dönüp
arkaya bak tı" diye y azdığınd a, Stend hal bize k ahram an ın ın yaptığı
şeyi basitçe söylerken, Ju lien 'in n e hissettiğini, v e ay nı zam anda
M m e de R en al'in ne hissettiğini, vb. verir.
D em ek ki, besbelli b ir şekild e, b irço k tü m cen in yerini tu tacak
bir tü m ce bulm ak, "D üşü nüyorum , öyleyse varım " g ibi b ir tüm ce
bu lm aktan çok d aha zordur. Sanırım D escartes bu tü m ceyi b ir an­
da, d aha onu düşü nd üğü anda bu lm u ştu .
M .C .: Esasen bizzat siz de, V arlık v e H içlik 'fe, abartılı ölçüde pate-
tik olan "insan gereksiz bir tutkudur" gibi, fazlasıyla edebi form üller kul­
lanmış olmakla eleştirilmiştiniz.
J-P .S .: D oğ ru , d ilin in şah lıkla tekn ik olm ası gereken, yani söz­
cü klerinin tek-anlam lı olm ası gereken b ir m etin için, y anlışlıkla
- v e esasen filozofların çoğ u n u n yaptığı g ib i- edebi tü rd en tü m ce­
ler ku llanıyord u m . Sözü nü ettiğin iz form ülde anlam ı şaşırtan ve
16 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

yanlış anlam alara y ol açan, d oğallıkla "tutku" sözcü ğü ile "gerek­


siz" sözcüğündeki çift-an lam lılık oldu. Felsefenin, kullan ılm ası ge­
reken -v e yen i k av ram lar yaratılıyorsa, ihtiy aca göre y e n ile n e n -
b ir teknik dili vardır ve o teknik tü m celer yığını, aslın d a b irço k kat­
m an lı b ir an lam olan bü tü n anlam ı yaratm ayı başarır. O ysa ki ro ­
m an d a, b ü tü nlü ğ ü v erecek olan şey, her tüm ced eki anlam ların, en
önceki, en açık anlam d an k alkıp, en derin, en k arm aşık an lam a gi­
d en, ü stü ste-gelm işliğid ir. B içem çalışm asıyla g erçek leştirilen bu
an lam çalışm ası, yazd ıklarım ı artık d ü zeltem ed iğ im için, benim
b u n d an b öyle y ap am ayacağım b ir şey.
M .C.: Ya artık okuyamamak, bu sizin için çok ağır bir açmaz oluş­
turmuyor m ıü
J-P.S.: Şim d ilik o lu ştu rm ad ığım söyleyebilirim . Şim d ilerd e ya­
y ın lanan ve beni ilgilen d irebilecek o lan kitap ların hiçbirin d en k en ­
di kendim e h aberdar olam ıyoru m . A m a in sanlar b an a bu n lard an
söz açıyor veya bu n ları b an a oku yorlar, v e y en i y ayın lar k on u su n ­
da hem en hem en tam b ir b ilg im olu yor. Sim one d e B eau voir, bana,
b aştan sona bitird iğim iz b irço k k itap , her tü rd en b irço k eser oku ­
du.
Yine de, bana gönd erilen kitapları y a da d ergileri gözd en g e­
çirm ek gibi bir alışkanlığım vardı, bu nu y ap am am ak d ü p ed ü z b ir
yoksunluk. A ncak sözünü ettiğim tarihsel T V p rogram ları ü zerin ­
d ek i güncel çalışm am için, eğ er bir kitaba, d iyelim ki b ir sosyoloji
ya da tarih kitabına b aşv u rm am gerekirse, onu ha Sim one de B ea u ­
v o ir okum uş ha ben kendi gözlerim le oku m uşum , arad a b ir fark
y ok. B un a karşılık, eğer yalnızca birtakım b ilg ileri özüm sem ekle
y etin m ek yerine, onları eleştirm em , tutarlı olup olm ad ıklarını, k ita­
b ın kendi ilkeleri u yarınca çatılm ış olup olm adığını in celem em g e­
rekm iş olsaydı, o d urum da, başk asının okum ası yetersiz kalırdı. O
zam an Sim one de B eau voir'd an kitabı bana birçok kez oku m asım
ve de her satırd a olm asa bile, en azınd an h er paragrafta durm asını
istem ek zorund a kalırdım .
Sim one de B eau voir son d erece hızlı oku r ve k on u şur. A lıştığı
hızd a gitm esine engel olm u yoru m , ve b en o n u n o ku m a ritm ine
k end im i u yd urm aya çalışıyoru m . Bu, doğallıkla belli b ir gayret is­
tiyor. A rdından, b ö lü m son ların d a fik ir alışverişin d e b u lu nu yoruz.
So ru n şu ki, bir kitabı kendi gözleriyle oku rk en h er zam an varolan
o d ü şü nü m sel eleştiri öğesi, y ü k sek sesle y ap ılan b ir o ku m ad a asla
fazla açık seçik değil. B u rad a eg em en olan şey, sad ece v e basitçe,
an lam ak için sarfed ilen çaba. Eleştiri öğesi geri p lan d a kalıyor, ve
a n cak Sim one d e B eau v o ir v e ben , g örü şlerim izi b ir aray a getird i­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 17

ğim iz zam an , o ku m a sü recin de saklı kalanı zih n im d en çekip çıkar­


d ığım ı h issed iyorum .
M .C .: Bu şekilde başkalarına bağımlı bir duruma düşmüş olmak si­
zin için acı, değil mi?
J-P .S .: E lbette. Y ine de acı sözcü ğü biraz fazla, zira, bir kez d a­
ha yin eleyeyim , şu anda acı olan h içbir şey y ok b en im için. H er şe­
ye rağm en, bu bağım lılık ben im pek de hoşu m a gitm iyor. Tek b a şı­
ma y azm aya, tek başım a oku m aya alışkındım , ve g erçek en telektü ­
el çalışm anın yalnızlık gerektird iğ ine bu gü n d e hâlâ inanıyorum .
K im i entelek tü el çalışm aların -h a tta k itap y a z m a n ın - b irço k kişi
tarafın dan beraberce yap ılam ayacağını söylem iyoru m . A n cak g er­
çek çalışm anın, aynı zam anda h em yazılı b ir esere, h em d e felsefece
düşüncelere ulaştıran çalışm anın, iki kişiyle, ü ç k işiyle yap ılabile­
ceğini d üşünem iyorum . B u g ü n k ü aşam ad a, m ev cu t d üşü n m e y ön ­
tem lerim izle, b ir düşü n cenin b ir nesne k arşısın d aki açılım ı y aln ız­
lığı ön görm ekted ir.
M .C .: Bunun size özgü bir şey olduğunu düşünmüyor m usunuz?
J-P .S .: B en im de k olek tif çalışm a y ap tığım oldu, ö rn eğ in Ecole
N orm ale'deyken, ya da d aha so n ra H avre'da, b aşk a h o calarla, ü ni­
v ersite öğretim in d e reform a ilişkin b ir proje ü zerin de ortaklaşa ça­
lıştık. B urada ne dediğim izi şim di u nu ttu m v e h erh ald e fazla da
önem li olm asa gerekti. A n cak b ü tü n kitaplarım ı, b ir zam an lar D a ­
vid R ou sset ve G érard R osenthal ile birlikte h azırlad ığ ım Başkaldır­
makta Haklıyız (On a raison de se révolter) ve Siyaset Üzerine Konuşma­
lar (Entretiens sur la politique) b ir y ana b ırakılacak olu rsa, tü m ü yle
yalnız y azdım ben.
M .C .: Size sizinle ilgili sorular yöneltmem canınızı sıkıyor mu?
J-P .S .: H ayır, niye sıksın? H erkesin, bir m ü lak atçı karşısında,
kend inin en d erinliklerind e n eler bu lu nd u ğu nu sö yleyebilm esi ge­
rektiği in ancınd ayım . B ana göre, in san lar arasın d ak i ilişkileri yoz­
laştıran şey, h er insanın ötekin e göre gizli sak lı b ir şeyleri, ille de
herkes için gizli ve saklı olm ası gerekm eyen, am a b elli b ir anda ko­
nuştuğu kişi için gizli ve saklı olan birşeyleri korum asıdır.
Say d am lığın her zam an g izliliğin yerini alm ak z o ru n d a o ld u ­
ğunu d üşü nüyor, ve iki in sanın birbirlerin d en g izley ecek sırların ın
olm ayacağı, çünkü artık kim sed en gizleyecekleri b ir şeylerin "lm a -
yacağı, çü nkü öznel hayatın da n esnel h ayatın d a tü m ü yle açılaca­
ğı, su nu lm u ş olacağı günü p ekâlâ d ü şley ebiliyo ru m . B ed enim izi
hep v erd iğim iz g ibi verirk en d ü şü n celerim izi g iz liy o r olm am ızı
kabul etm ek olanaksız, çü nkü , b an a göre, b ed en v e b ilin ç arasın da
doğal b ir fark yok.
18 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

M .C .: Sadece ve sadece bedenimizi gerçekten verdiğimiz kişilere dü­


şüncelerimizi bütünüyle veririz, öyle değil mi?
J-P .S.: B ed en im izi, hatta h er türlü cinsel ilişkin in d e dışında,
h erkese veririz: bak ışım ızla, d oku n m alarla. Siz b an a kendi bed en i­
nizi veriyorsunu z, b en size benim k in i: her b irim iz b irb irim iz için
b ed en olarak v arolu ru z. A ncak, bilin ç olarak, fikirler b ed en in d eğ i­
şim leri olm akla beraber, fikir olarak, aynı biçim d e varolm ayız.
Eğer gerçekten başkası için varo lm ak isteseydik, bed en olarak,
d olayısıyla da - b u asla y apılm asa b ile -s ü r e k li biçim d e soyunduru-
lab ilen bed en olarak varo lm ak isteseydik, fik irlerin ötekin e b ed en ­
d en geliyorlarm ış gibi görünm eleri gerekird i. Sö zler b ir ağzın için­
d eki bir dil tarafından belirlenm işlerd ir. B ütün fik irlerin d e bu n un
g ibi g örünm eleri gerekird i, en m uğlak, en kaypak, en az y ak alan a­
b ilir olanlarının b ile. B aşka türlü d end ikte, b azı yüzy ıllard a erkeğin
ve k adının onuru old u ğu n a inanılan ve b an a b ir ahm ak lık gibi g e­
len o sırrın, o gizliliğin olm am ası gerekirdi.
M .C .: Size göre bu saydamlığın karşısındaki en büyük engel ne?
J-P .S.: Ö n celikle K ötülük. B u nd an şunu anlıyorum : eylem ler
farklı ilkeler tarafın d an esin len d irilm iştir v e onaylam ad ığım so n u ç­
lara varabilirler. B u K ö tü lü k bü tü n d üşü ncelerin iletişim ini zo rlaş­
tırır, çünkü ötekinin k en d i d ü şü n celerini olu ştu rm ak için n e ölçüde
b en im le aynı ilkelerd en yola çıktığını bilem em . Bu ilkeler, belli öl­
çü d e elbette aydınlatılm ış, tartışılm ış, y erleştirilm iş olabilirler; a n ­
ca k önüm e g elenle ak lım a gelen konu da tartışabileceğim doğru d e­
ğ ild ir. B u nu sizinle yapabilirim , am a bunu kom şu m la y a d a so kak ­
tan geçen b iriy le yap am am : en u ç n oktad a, ben im le sonuna kadar
tartışm aktansa d övüşm eyi yeğleyecektir.
D em ek ki, aslınd a, çekinm ekten, bilm em ekten , k orku d an d o ­
ğan, her san iy e benim öteki ile g ü vensizlik içind e olm am a, ya da
p e k az güven içind e o lm am a yol açan b ir bana-gelince var. Esasen
k işisel olarak, rastlaştığım in san lara bü tü n n oktalard a ken d im i ifa ­
d e etm em , ancak olabild iğince şeffaf olm aya çalışırım , çünkü b e ­
n im görüşü m e göre b iz im k en d im izd e taşıdığım ız bü tü n o k aran ­
lık bölgeyi, aynı zam an d a hem bizim için karan lık h em başkaları
için karanlık olan bölgeyi, an cak başkaları için açık olm ayı d en er­
sek kendim iz için de aydınlatabiliriz.
M .C.: Bu saydamlığı siz önce yazıda aradınız, öyle değil mi?
J-P.S.: Ö nce değil, aynı zam and a. A m a dilerseniz, en çok ileri­
y e gittiğim alan yazı oldu diyelim . A n cak, öznelliğim i tü m ü yle v e ­
re cek y a d a tü m ü yle v erm ey e çalışacak şekilde, o labild iğin ce en
a çık v e en d o ğru o lm aya çalıştığ ım her günkü k arşılıklı konu şm a-
Sartre Sartre 'ı Anlatıyor 19

lar da v ar; Sim on e de B eau vo ir'la, başk alarıyla, sizin le, z ira bu gü n
sizinle birlikte bu lu nu yoruz. A slında, öznelliğim i v erm iy o ru m si­
ze, onu kim seye verm iyorum , çünkü, bana b ile sö ylen m iş olm ayı
redd ed en , ken d im e söyley ebileceğim am a başk asın a söylen m iş ol­
m ayı b an a karşı bile redd eden şeyler kalıyor gerid e. H e r b ir kişi gi­
bi, söylen m iş olm ayı redded en karanlık bir d erin liğim var.
M .C .: Bilinçdışı?
J-P .S.: K esin likle değil. Bildiğim şeylerd en söz ediyorum . H er
zam an söylenm em iş olan, v e d e söylenm iş o lm a k istem eyen , am a
bilin m iş olm ak, ben im tarafım d an bilinm iş o lm ak istey en b ir tür
kü çü k dilim vardır. H erşeyi sö ylem ek olanaksızd ır, biliyorsunuz.
A m a d ü şü n ü y oru m da, d aha sonra, yani ö lü m ü m d en sonra, ve
belki sizinkind en de sonra, in san lar kendi k en d ilerin d en giderek
daha fazla söz ed ecekler v e b u da b ü y ü k b ir d eğişim e yolaçacak.
Bu değişim in, esasen, gerçek b ir devrim e b ağ lı o ld u ğ u n u d ü şü n ü ­
yorum .
G erçek b ir toplum sal u zlaşm an ın y erleşebilm esi için, b ir in sa ­
nın kom şusu için tüm üyle v aro lm ası, onun da o insan için aynı şe­
kilde tü m ü yle varolm ası gerekiyo r. Bu, b u g ü n için g erçek leşebilir
g örünm ü yor, am a in san lar arasındaki ekonom ik, k ültürel, d u y gu ­
sal ilişkilerdeki değişim , ön celikle de m ad d i y etersizlik lerin o rta ­
d an k ald ırılm asıyla, tam am lan d ığ ın d a gerçek leşecektir; o y etersiz­
liklerse, Diyalektik Aklın Eleştirisi'nd e (Critique de la raison dialecti­
que) gösterd iğim gibi, bana göre insanlar arasın d ak i geçm iş ve
güncel bü tü n çelişkilerin tem elid ir.
H iç şü p hesiz benim d üşü nem eyeceğim , hiç k im sen in d ü şü n e­
m eyeceği yeni çelişkiler olacaktır, am a bu n lar h er birey in , k en d isi­
ni bü tü nü yle veren herhangi b ir kişiye k end ini b ü tü n ü y le vereceği
b ir top lu m sallık form una engel olam ayacaktır. B ö y lesi b ir toplum ,
an cak d ünya ölçeğinde ku ru labilir elbette, zira d ü n y an ın b ir tek
y öresinde bile eşitsizlikler ve ayrıcalıklar y aşam ayı sü rd ü rse, bu
eşitsizliklerin g etireceği çatışm alar y enid en ve azar a zar b ü tü n bir
toplum sal bü nyeyi yeni baştan kaplayacaktır.
M .C .: Yazı gizden ve çelişkilerden doğmuyor m u? Biruzlaşım toplu-
munda, belki de varlık nedeni kalmayacak...
J-P .S.: Y azı elbette gizd en doğar, am a şunu u n u tm ay alım ki ya
b u gizi saklam ayı ve yalan sö ylem eyi h ed efler - o zam an, ilginç o l­
m ak tan çık a r-, veya b u giz ü zerine b ir bakış verm eyi, h atta b a şk a ­
ların a göre ne olu nd u ğ u na tan ıklık ed erek b u g izi tü k etm eyi d en e­
m eyi h ed efler - v e b u d u ru m d a da, d iled iğim o şeffa flık d o ğru ltu ­
su n d a ilerler.
20 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

M .C.: 1 9 7 1 lerde, bana bir kez şöyle demiştiniz: "Nihayet, hakikati


söylemenin vakti geld i." Şunu da eklemiştiniz: "Ama onu ancak anlatı tü­
ründen bir yapıtta söyleyebilirim. " Neden böyle?
J-P .S.: O sıralar, ö nceleri otobiyografim in d evam ı olacak olan
v e sonrad an rafa kaldırdığım , b ir tür p o litik v a siy e t için d e söyle­
m eyi d üşü nd üğüm h er şeyi dolaylı yold an iletm ek isted iğim bir
öyk ü yazm ayı tasarlıyord um . A nlatı öğesi ço k z ay ıf kalacaktı; öyle
b ir k ahram an yaratacaktım ki okur, "B urada söz konusu olan adam
Sartre'd ır" diyebilecekti.
Bu, okur açısıd an, k ah ram an la yazarın rastlaşm asın ın sağlan ­
m ası gerekecekti an lam ın a d eğil, kahram anı anlam anın en iyi yolu
orad a benden ona geçen şeyi aram ak olacaktı an lam ın a geliyor.
Y azm ak istem iş old u ğu m şey bu yd u : anlatı olm ayan b ir anlatı. Bu
sad ece bu gü n y azm ak nedir, onu gösteriyor. B irb irim izi az tan ıyo­
ru z, v e henü z kend im izi so n u n a k ad ar verem iyoru z. Y azın ın h ak i­
kisi; "K alem i elim e alıyoru m , ad ım Sartre, işte d üşü n d üklerim " d i­
yebilm em olurdu.
M .C.: Bir hakikat onu dile getirenden bağımsız olarak sözcelendirile-
mez mi?
J-P .S.: B unun o zam an ilginç b ir y anı k alm az. Bu, bireyi ve kişi­
y i için d e yaşad ığım ız dünyad an çıkarm ak ve nesnel h akikatlere ya­
pışıp k alm ak d em ektir. K endi hakikatini d ü şü n m ek sizin de nesnel
h akikatlere u laşılabilir. A m a, eğ er hem içind e bu lu n u lan n esn ellik­
ten, hem d e b u nesn elliğ in gerisind eki ve insan d a n esn elliğiyle ay­
n ı düzeyde bir parça olan öznellikten k on u şm ak söz konu suysa, iş­
te o zam an, "Ben, Sartre" d iye y azm ak gerekir. V e bu da, b irb irim i­
zi yeterince tan ım adığım ız için h alih azırd a m ü m kü n olm ad ığın­
dan, anlatı yoluyla y ap ılacak dönüş, o nesn ellik -ö zn ellik tüm lüğü-
n e daha iyi y aklaşm aya im kân verir.
M .C.: O zaman kendi hakikatinize, Sö zcü k ler'i yazmaktan çok Ro-
(juentin veya Mathieu aracılığıyla daha bir yaklaştığınızı mı söyleyeceksi­
niz?
J-P .S.: M uhtem elen, ya da aslında diyeyim , Sözcüklerin Bulantı
veya Özgürlüğün Yolları'ndan d aha hakiki olm ad ığını d üşü n üyo­
rum . O rad a an lattığım olaylar h akiki o lm ad ığın d an d eğil, am a Söz­
cükler de b ir tür rom and ır, inandığım , am a h erşey e rağ m en b ir ro­
m an olarak kalan b ir rom an...
M .C.: En sonunda hakikati söyleme vaktinin geldiğini söylediğiniz­
de, bugüne kadar yalnızca yalan söylemiş olduğunuz da anlaşılabilirdi.
J-P .S.: H ayır, y alan söylem ek değil, am a an cak y arı y arıya h a ­
kikat, dörtte b ir h akik at olanı söylem ek... Ö rneğ in , hayatım ın cinsel
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 21

ve erotik ilişkilerini betim lem ed im . E sasen bu nu y ap m ak için b ir­


takım nedenler de görm üyorum , m eğer ki herkesin kartlarını aça­
rak oynayacağı bir başka to p lu m d a yaşam ayalım .
M .C .: Ancak bizzat siz, kendiniz hakkında her şeyi bildiğinizden
emin misiniz? Herhangi bir psikanaliz girişiminiz oldu m u?
J-P .S .: E vet, am a asla kendi kendim e an lay am ay acağ ım şeyleri
açığa çıkarm ak için değil. B ir ilk şeklini 1954'e d o ğru y azm ış old u ­
ğum ve sonra 1963'e doğru y en id en ele aldığım Sözcükler'in b aşın a
y en id en otu rd u ğ u m sırada, ken d im i d aha iyi an lam ak tan ço k psi-
k analitik y ön tem e karşı d u y d u ğ u m entelektü el m erak nedeniyle,
b ir psikanalist dosttan, Pontalis'ten, ben im le b ir an alize girişm ek
isteyip istem eyeceğin i sordum . O da, yirm i y ıld ır sü reg elen ilişki­
lerim iz ortada old u ğu na göre, bu n u n kendisi için olan aksız old u ­
ğunu sö yled i haklı olarak. B u esasen ben im için b ir p a rça u çuk bir
fikirdi, b ir d aha da üstü nd e d urm adım .
M .C .: Aslında romanlarınız okundukta cinselliği nasıl yaşamış oldu­
ğunuz konusunda pek çok şey çıkarmak mümkün.
J-P .S .: E vet, hatta felsefe kitap larım d an bile, A n cak bu, cinsel
hayatım ın b ir anını gösterir. V e bu da, oralard a b en i sahid en de
b u lab ilecek k ad ar yeterin ce ayrın tıyla ve k arm aşık lık içinde değil.
D iy eceksiniz ki, o zam an b u nd an söz etm ek niye? Sizi şöyle y anıt­
layacağım ; çünkü yazar, b an a göre, bü tü nü y le k en d i kendisinden
k onu şurken b ü tü n ü y le d ü n y ad an konu şm ak zorund ad ır.
Y azarın işlevi, her şey d en söz etm ektir, yani n esn ellik olarak
dünyadan, ve aynı zam anda da ona karşı duran, o n u n la çelişki h a ­
linde olan öznellikten. Sonu na kadar açm ak su retiyle, bu tü n d ü ­
ğ ün farkınd a olm ak zo ru n d ad ır yazar. İşte bu y ü zd en kendisind en
söz etm eye m ecburdur, ve, b u n d an ötürü, h er zam an bunu y ap ­
m ıştır, şu ya da bu ölçüde iyi, şu y a da bu ölçüd e eksiksiz, am a h er
zam an.
M .C .: O zaman yazının özgünlüğü nerede kalıyor? Bu tümlükten
söz etmek, konuşarak da yapılabilirmiş gibi görünüyor, öyle değil mi?
J-P .S.: İlkesel olarak m ü m kü nd ür, am a aslında sözlü d ild e h iç­
b ir zam an yazıd a old u ğu n ca fazla şey söylenm ez. İn san lar sözlü
dili k u llan m aya alışık değiller. H alen o labilecek en d erin k on u şm a­
lar, entelektü ellerin kendi aralarındaki k onu şm alar. B u , on ların en ­
telektüel olm ayanlara göre hakik atin ister istem ez d ah a yakın ın d a
olm aların d an d eğ il; an cak bu g ü n k ü durum d a, onlar, k en d i k en d i­
lerini v e b aşk aların ı anlam ad a belli bir noktaya erişm elerin e im kân
veren ve entelektü el olm ayan insanların d o ğallıkla erişem ed ikleri
bilgilere, b ir d ü şü n ce tarzına -ö r n e ğ in p sikan alitik, so sy o lo jik - sa­
22 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

hipler. K arşılıklı k on u şm a g enellikle o şekild e cerey an ed er ki h er­


kes her şeyi söylem iş o ld u ğu nu ve ötekinin de h er şeyi söyled iğini
düşünür, halbuki, h akikatte, gerçek soru nlar söylen m iş olan şey in
ötesind e başlam aktad ır.
ıVl.C: Sonuç olarak, artık söylenme vakti gelmiş olan o hakikatten söz
ettiğinizde, sessizce geçiştirdiğiniz değil, ama daha önce anlamamış oldu­
ğu nu z birtakım şeylerin mi dile getirilmeleri söz konusuydu ?
J-P .S.: Ö zellikle k en d im i belli b ir konu m içine y erleştirm em
söz k on u suyd u; zoru n lu olarak, henü z tanım ad ığım b elli b ir h aki­
kat türünün bana k end in i g östereceği b ir k on u m u n içine... H akiki
b ir uyduru - y a da u yd urulm uş b ir h a k ik a t- aracılığ ıy la h ayatım ın
eylem lerini, d üşü ncelerini; sö zd e çelişkilerin e ve sınırlarına iyice
bak arak ve birtak ım sınırları olduğu g erçek ten d oğru m uydu, şu
veya bu d ü şü nceler aslın d a çelişkili olm ad ıkları h ald e b en i çelişki­
liym işler g ib i d ü şü nm ey e mi zorladılar, belli bir an d a y ap m ış old u ­
ğum şu eylem d oğru y oru m lan m ış m ıyd ı g öreb ilm ek için, h ep sin­
d en b ir b ü tü n çıkarm ayı d en em ek ü zere yenid en ele alm ak söz ko­
nusuydu...
M .C .: Ve aynı zamanda, belki de kendi sisteminizden kurtulmak
için?
J-P .S.: G erçek ten de, sistem im h er şeyi açıklayam ayabileceği
ölçüde, benim onun d ışınd a k onu m lanm am gerekiyord u. V e bu
sistem i yapan b en o ld u ğ u m a göre, y enid en içine düşm em çok
m u htem eld i; dolayısıyla, bu, hakikatin, ben im için, b u sistem in d ı­
şın d a tasarlanm asın ın m ü m kü n olm ad ığını kanıtlam ış olacaktı.
A m a bu ay nı zam and a bu sistem in, d erind eki hakikate ulaşm asa
bile, belli bir düzeye kadar geçerliğini korud uğu an lam ın a da gele­
b ilirdi.
H akikati her zam an aram ak zoru n d a kalacağız, çünkü hakikat
sonsuzdur. A m a bu, hakikatler eld e ed em ey iz d em ek değildir. Ve
d üşü nü yoru m da eğ er benim hakikatim i açıklayacak olan o öykü ­
d e girişm ek isted iğim şeyi yap abilm iş olsaydım , talih in de yard ı­
m ıyla, birtakım hakikatler, üstelik, y aln ız b an a ilişkin değil, beni
içeren çağ h akk ınd a d a hakik atler eld e etm iş olacaktım . A n cak b ü ­
tü n hakikati elde etm iş olm ayacaktım . Yalnızca, hakik atin erişileb i­
lir oldu ğu nu g österm iş olacaktım -h e r ne kadar, b u gü n , h iç k im se­
n in ona erişm eye gücü y etm ese de.
M .C.: Eğer şimdi yazabilseydiniz, bu işle mi uğraşırdınız?
J-P.S.: E vet, v e b ir b ak ım a h ep bu nun la uğraştım .
M .C.: Bununla birlikte, Simone de Beauvoir'ın anılarından, yaklaşık
olarak 1 9 5 7 'den itibaren aşırı bir ivedilik duygusuyla çalıştığınızı biliyo­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 23

ruz. Simone de Beauvoir, sizin "saate karşı, ölüme karşı yorucu bir koş­
turmaca " sürdürdüğünüzü söyler. Bana öyle geliyor ki, eğer böylesi bir
ivediliği onca güçlü bir şekilde duyuyor idiyseniz, bunun nedeni mutlaka
söylenmiş olması gereken bir şeyi yalnızca sizin söyleyebileceğinizi dü-
şünmenizdi. Bu doğru mu?
J-P .S .: Bir bakım a, evet. Diyalektik Aklın Eleştirisi'm o dön em ­
den b aşlayarak yazdım , v e b en i bü tü n ü y le tu tan, b ü tü n zam an ım ı
alan da o oldu. G ünde on saat, Koridran tabletleri çiğn eyerek - e n
sonunda, günd e y irm i tan e a lıy o rd u m - çalışıyord u m ve g erçekten
de bu k itab ı bitirm em g erektiği d uygusunu taşıy ord u m . A m feta-
m inler b an a olağan ritm im in en az ü ç katı b ir d ü şü n m e ve yazm a
hızı veriyordu , ve b en de hızla yol alm ak istiyord um .
B u ; B u d ap eşte o layların d an so n ra kom ü n istlerle bağ larım ı ko­
p ard ığım d önem d i. K opu ş h er y ön d e değildi, am a arad ak i bağ ke­
silm işti. 1968'd en önce, k om ü n ist hareket, sanki b ü tü n solu tem sil
ediyor gibiyd i, öyle ki, P arti ile ilişkileri k op artm ak b ir tü r sü rgü n
ortam ı yaratıyord u . Bu solla b ağ lar kesild ikte, ya so syalistlerin saf­
larına katılanlarm y aptığı g ibi sağ a k ayılıyord u, ya d a b ir tür bek ­
leyiş için d e kalınıyordu, ve o zam an da y ap ılacak tek şey olarak,
k om ü n istlerin d üşü nülm esini red d ettik leri şey i so n u n a k ad ar dü­
şünm eye çalışm ak kalıyord u geriye.
Diyalektik Aklın Eleştirisi'ni yazm ak, k om ü n ist p artisin in dü­
şünce ü zerinde u yguladığı etk in in dışında, b en im için b ir b ak ım a
kendi düşü ncem le hesap laşm am anlam ını taşıd ı. Eleştiri, m ark sist
bir y apıt o lm akla beraber, k om ü n istlere karşı y azılm ış b ir kitaptır.
G erçek m arksizm in, k om ü n istler tarafından tü m ü yle çarpıtılm ış,
y ozlaştırılm ış olduğunu d üşü nüyord um . İçin d e bu lu nd u ğu m u z
anda ise artık bu şekilde d ü şü n m üyorum .
M .C .: Bu konuya geleceğiz. Bu ivedilik duygusu aynı zamanda iler­
leyen yaşın verdiği işaretlerden de gelmiyor m uydu? ıyy^'te, Mosko­
va'da, ilk sağlık sorunuyla karşılaşmıştınız.
J-P .S .: O , sü rm enajın ve b en i yorm uş ü stelik p e k hoş da geç­
m em iş olan SSC B 'd eki bu ilk gezin in y ol açtığı g eçici b ir rah atsızlık
gibi y oru m lad ığım old u kça zararsız b ir arıza, b ir y ü k sek tan siyo n
kriziydi. B ir şeylerin d eğişm ekte old u ğu gibi b ir d u y gu y a k apılm a­
dım. B u d uygu b an a d aha sonra, de G aulle iktid arı ald ığın d a geldi.
Altona Mahpusları'm. yazıyordu m , v e b ir gün, 1958 kışınd a, eni k o­
nu k u şk u lan m aya başladım .
Sim o n e B erriau 'n u n evin d ek i o günü an ım sıyoru m : b ir kadeh
viski içiyord um , bardağı b ir sehpanın üzerine b ıra k m a k isted im
ve, d oğal b ir şekild e yan tarafa, bo şlu ğa bıraktım ; b u b ir sakarlık
24 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

değildi, bir denge bo zuklu ğu ydu . Sim one B erriau bunu h em en far-
ketti ve bana, "V akit g eçirm ed en b ir d oktora g örünün, bu iş çok k ö ­
tü y e gidiyor" dedi. V e g erçekten de, b irk aç gün sonra, y in e Mah-
puslar'ı yazm aktayk en olan oldu, yazm aktan ço k b irtak ım k arala­
m alar yapıyord um : anlam sız, piyesle h içbir ilişkisi olm ayan ve Si­
m o n e de Beau voir'ı d ehşete d üşü ren tü m celer yazıyordum .
M .C.: O an siz de korktunuz mu?
J-P.S.: H ayır, am a perişan b ir halde oldu ğu m u gördüm . H içbir
zam an korku duym ad ım . A m a kendim i durdurdum : iki ay b o yu n ­
ca, sanırım hiçbir şey yapm ad ım . V e sonra, y en id en çalışm aya k o ­
yuldu m . A n cak b u d a Mahpuslar'ı bir yıl geciktirdi.
M .C.: Bana öyle geliyor ki, o dönemde, okurlarınıza ve kendi kendini­
ze karşı hissettiğiniz sorumluluk duygusu, S ö z cü k lerd e anlattığınız o
"derinizin altına diktikleri emirler" çok güçlüydü: sonuç olarak söz konu­
su olan yazmak ya da pisi pisine ölüp gitmekti. N e zamandan itibaren
dinlenmeye başladınız, eğer böyle bir şey olduysa hayatınızda?
J-P .S.: Şu son yıllarda, Flaubert'i bıraktığ ım d an beri. Bu kitap
için de, Koridran alarak d eliler g ibi çalıştım . F asılalarla on beş yıldan
b eri ü zerin de çalışıyord u m . B aşk a şeyler yazıyordu m . Son ra y en i­
d en Flaubert'e d önüyordu m . B u n u n la beraber, onu b itirem eyece­
ğim . A m a çok da fazla üzülm üyorum , zira sanırım sö yley ecek leri­
m in önem li kısm ını, ilk ü ç ciltte söyledim . B en im yazdığım üç cilt­
ten yola çıkarak, bir başkası da yazabilir d örd ün cü cildi.
Y ine d e bu bitm em iş Flaubert bir vicd an azabı gibi d u ru yor ü s­
tü m d e. H er neyse, "vicdan azabı" belki biraz fazla kaçtı; sonuçta,
elim de olm ayan ned en lerle b ırakm ak zoru nd a kald ım onu. B itir­
m eyi istiyordum. Ve ay nı zam an d a da, o dörd üncü cilt h em b en im
için en zor olandı, h em de en az ilgim i çekendi: Maâame Bovary'nin
ü slu bunu n in celenm esi... A ncak, söylediğim gibi, y apıtın tüm ü b e ­
lirsiz bile kalsa, önem li olan yapıldı.
M .C.: Bu yapıtınızın bütünü için de geçerli mi? Bu yapıtın başlıca
vasıflarından birinin tamamlanmamışlığı olduğu bile söylenebilir, nere­
deyse.. Acaba bu sizi...
J-P.S.: B eni rah atsız etm iyor m u? d iyeceksiniz; hiç değil. Ç ü n ­
kü bü tü n y apıtlar tam am lanm am ıştır: yazın sal v ey a felsefece bir
y ap ıt kuran insanların hiçbiri on u bitirm ezler. N e yaparsınız, beri
y an d a d a zam an var!
M .C.: Siz bugün zaman tarafından kovalanıyormuş gibi hissetmiyor
musunuz kendinizi?
J-P.S.: H ayır, çü n kü söyley eceğ im her şeyi söylem iş olduğum a
karar verdim -ü stü n e b asa basa, k arar verd im d iyorum . Bu karar
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 25

h âlâ sö y ley ecek old u ğu m şeyleri kesm em i, v e d e söylem em em i de


içerir, çünkü asıl önem li olanın yazd ıklarım old u ğu n u d ü şü n ü yo­
rum . G erisi, diyorum , zah m ete değm ez, b u n lar tıpkı şu veya bu
kon u d a bir rom an y azm ayı kuru p sonra bu d ü şü n ceyi terketm ek
gibisin d en çekim lerdir.
A slında, bu da tam olarak doğru değil: kend im i önünde yıllar
ve sağlığı y erin de olan bir ad am ın içind e b u lu nd u ğu gerçek zo ru n ­
lu lu k d u ru m u na koysaydım , tam am lam ad ığım ı, sö ylem ek isted i­
ğim şey lerin hepsini söylem ed iğim i, bu n u n ço k u zağın d a o ld u ğu ­
m u söylerd im . A m a bu nu söylem ek istem iy oru m kendim e. E ğer
on y ıl daha yaşayacaksam , b u çok iyi, bu h iç d e fen a değil.
M .C .: Peki bu on yılı nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz?
J-P .S.: H azırlam akta old u ğu m , ve esasen y ap ıtım ın parçası o l­
m aları gerektiğini d üşü n d üğüm o TV p rogram ları g ibi çalışm alar­
la. Sim o n e de B eau v oir'la başlad ığım ız, Sözcükler'in d evam ı olan
am a bu k ez tem alar h alin d e d ü zenlenecek ve, artık b ir üsluba sa ­
hip o lam ay acağ ım a göre, Sözcükler'in ü slu bunu d a taşım ayacak
olan bir d iyalog kitabıyla.
M .C .: Ancak sözünü ettiğiniz projelere daha az bağlanıyorsunuz.
J-P .S .: D aha az bağlan ıyoru m çünkü daha az bağlanabiliyorum.
Ç ünkü, y etm iş yaşında, etkin biçim d e y aşam ak ü z ere bana kalan
on yılın içinde, hayatım ın rom anın ı veya felsefe yapıtını ü reteb il­
m eyi u m ut edebilem em . Y etm iş yaşından seksen y aşm a kadarki on
h ay at yılının ne m enem b ir şey oldu ğu nu biliy oru z...
M .C .: Söz konusu olan şu halde, gözlerinizin görmeyişinden çok ya­
şınız mı?
J-P .S .: Y aşı ban a d u yu m satan şey y aln ızca gözlerim in yarı kör­
lüğü - k i b u aslınd a b ir kaza ve başım a b aşk a kazalar da gelebilir­
d i- ve de asla yadsm am ayacak olan ölüm ün y akın lığ ı. Ö lüm ü d ü ­
şü n d ü ğü m için değil, h içbir zam an d ü şü n m ü y o ru m on u; am a g e­
leceğini de biliyorum .
M .C .: Daha önceden de biliyordunuz!
J-P .S .: E vet, am a h iç d ü şü n m ü y o rd u m , g erçek ten d ü şü n m ü ­
y ord u m . B ir d ön em , otu z y aşım a kad ar, k en d im i ölü m sü z bile
sa n d ığ ım ı b iliy o rsu n u z. A m a, şim di, asla ö lü m ü d üşü nm ed en,
fa z la sıy la ö lü m lü o ld u ğ u m u b iliy o ru m . N ed en i b asit, h ayatım ın
so n d ö n em in d e old u ğu m u , d o lay ısıy la bazı y a p ıtla rın b an a y a ­
sak lan m ış old u ğu n u b iliy o ru m . Z o rlu k ların d an d eğ il, g en işlik leri
yü zü n d en , y ok sa öyle san ıy o ru m ki h em en h em e n b u n d a n on yıl
ö n cek i z ek â d ü zey im d ey im . B en im için ö n em li o lan , y ap ılm ası
g erek tiğ i için yap ılm ış o lan ın tam am lan m ış o lm a sıd ır. İyi y a da
26 Sartre Sartre'r Anlatıyor

kötü, ön em li d eğ il, am a, h er tü rlü şıkta bu n u tattım . V e so n ra, on


y ıl d aha var.
M .C .: Bana T h ésée'deki Gide'i anımsatıyorsunuz: "... l§imi yaptım,
yaşadım... " Yetmişaltı yaşındaydı ve aynı dinginlik, ödevin tamamlanmış
olmasının verdiği aynı memnuniyet içindeydi. Aynı şeyi mi söylüyorsu­
nuz?
J-P .S.: T astam am öyle.
M .C .: Aynı düşüncelerle mi?
J-P .S.: B una başka şeyler de eklem ek gerekir. Ben, okum alarım ı
G ide'in düşündüğü g ib i d üşü nm üyorum . B ir kitab ın etkisin i onun
gibi d üşü n m üyorum . G elecek olan toplum u onu n d üşü n m üş old u ­
ğu gibi düşü n m üyorum . A ncak, salt birey i ele alm ak gerekirse,
evet, b ir b akım a; neyse, yap m am gereken şeyleri yaptım ...
M .C .: Hayatınızdan memnun m usunuz?
J-P .S.: Çok. Şansım biraz d aha yaver gitseydi d aha çok şeyi,
d aha iyi b içim d e ele alab ilird im diye düşünüyorum .
M .C .: Aynı zamanda kendinizi biraz daha iyi kullanmış olsaydınız.
Çünkü, sonuçta D iyalektik A klın Eleştirisi 'ni yazarken sağlığınızla oy­
nadınız.
J-P .S.: Sağlık ne için verilm iştir ki insan a? Sağlığı yerin de ol­
m aktansa -b u n u hiç böbü rlen m ed en sö y lü y o ru m - Diyalektik Aklın
Eleştirisi'ni yazm ak d ah a yeğlenesid ir, uzun, sım sıkı, kend isi için
ön em li b ir şey y azm ak çok daha yeğlenesid ir.
M .C.: Birkaç ay kadar önce, bana lıem mizah hem de biraz melankoli
taşıyan bir ifadeyle şöyle dediniz: "Aşağıya iniyorum, ben bir has been '-
im ” Bugün, anlaşılmamış olduğunuz duygusu taşıyor m usunuz?
J-P.S.: A n laşılm am ış, hayır, eğer an laşılm am ış d erk en 19. y ü z ­
yıld ak i kim i şair v ey a yazarların an laşılm am ışlıklarını anlıyorsak.
A m a yeterince iyi anlaşılm ad ığım doğru.
M .C.: Çocukken, iki tutkunuz vardı: bir yapıt ortaya çıkarmak ve
meşhur olmak. Kazandığınızı hangi andan itibaren anladınız?
J-P.S.: K azanacağım a her zam an inandım , d olayısıyla b ir b a şa ­
rın ın çok açık izlenim in e hiçbir zam an sahip olm ad ım . A m a son u ç­
ta, savaştan sonra, b en im için başarı kazanılm ıştı.
M .C.: Başka türlü dendikte, 3945 'te üzerinize düşüveren, o oldukça
ağır saygınlık...
J-P.S.: Fazlasıyla ağır...
M .C.: Bu size zevk de verdi mi?
J-P.S.: İnanm ayacaksım z am a, hayır, çü nkü küfürlerd en, hatta
iftiralard an o denli fazla olu şm uştu ki, rahatsız ediciydi. G erçi
u m ut kırıcı değildi, hiçbir şekilde değildi, zira d aha sonraları, b ü ­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 27

tün b u n lard a keyifli bir şey ler bile buld um . A m a, ilk başlard a, bu
b an a en nahoş şekilde reva görüldü: nefret şeklind e.
M .C .: Nefret sizi etkiliyor m u?
J-P .S .: H ayır, artık etkilem iyor. A m a, başlard a, onunla tanışı­
yorduk. H iç de tu haf olm ayan A lm an işgalin in ağırlığını çekm iş­
tim , v e çağ d aşlarım da n efreti bu lu yord u m . B u n u n d a garip bir et­
kisi olu yordu üzerim de. V e sonra, so n u çta h er şey yerli yerine
oturdu. O nlar her zam an ben den nefret ettiler; am a g en çler b en im ­
le iy i ilişk iler içind eyd i, ön em li olan d a b u y d u . 1965'e kadar. D e ­
m ek isted iğim o ki 68 M ay ıs'ı b en im dışım d a oldu, yaklaşm akta ol­
d uğunu b ile g örem edim . D erken, 1968'd en son ra, 1969'a doğru,
b en onlara yaklaştım , y a d a araların d an bazıların a, ve genç o ku rla­
ra sah ip o lm ay a d evam ettim . Şim d iy se farklı, şim d i b aşk a b ir şey
olm akta: artık piliyi pırtıyı to p lam an ın zam anı...
M .C .: Genç aydınların sizi daha çok okumamalarına, sizi hakkınızda-
ki yanlış fikirlerle tanımalarına hayıflanıyor m usunuz?...
J-P .S .: B un u n , ben im açım d an hayıflanılacak b ir şey olduğunu
söylüyorum .
M .C .: Sizin açınızdan mı, onların açılarından mı?
J-P .S .: D oğru sunu sö ylem ek gerekirse, onların açısın d an da.
A m a bu nun da b ir d ön em old u ğu n u d üşü nüyorum .
M .C .: Sonuçta, Roland Barthes'ın, yeniden keşfedileceğinizi, ve bu­
nun yakın bir zamanda ve doğallıkla olacağını söyleyerek yaptığı kehaneti
kabul ediyor m usunuz?
J-P .S .: B u nu um uyorum .
M .C .: Peki yeni kuşakların yapıtınızın hangi kısımlarına eğilmelerini
temenni ederdiniz?
J-P .S .: Konıımlandırmalar (Situations), Aziz Genet, Diyalektik Ak­
lın Eleştirisi v e Şeytan ve Yüce Tanrı. Konumlandırmalar, bir b akım a
felsefeye en y akın olan felsefece olm ayan kısım dır: eleştiri ve p o li­
tika. B u n u n kalm asını ve oku n m asın ı isterim açıkçası. V e sonra Bu-
lantı'm n d a öyle. Tastam am y azınsal açıdan, y ap tıklarım ın en iyisi
old u ğu nu d üşü nüyorum .
M .C .: 68 Mayısı'ndan sonra bana şöyle demiştiniz: "Benim bütün
kitaplarım bir daha okunacak olsa, derinlerde, değişmediğim ve her zaman
anarşist kaldığım farkedilir..."
J-P .S .: B u ço k doğru d ur. V e bu durum , telev izy o n için h azırla­
d ığım p ro g ram lard a g örülecek. Bun u nla berab er şu d oğru ltud a
d eğiştim ki, Bulantı'yı yazarken ö y le o ld u ğu m u b ilm ek sizin an ar­
şisttim : orada y azdığım şeyin anarşist bir y oru m u olabileceğinin
farkınd a d eğild im , y aln ızca "bu lan tı"nın m etafizik d üşüncesine,
28 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

varolu şu n m etafizik düşü ncesine olan bağı görüyordu m . D a h a


sonra, felsefe aracılığıyla bend eki an arşist varlığı keşfettim . A m a
onu bu terim le keşfetm ed im , çü nkü bu gü n kü anarşinin 1890'daki
anarşiyle hiçbir o rtak y an ı yok.
M .C .: Gerçekten de, kendi kendinizi hiçbir zaman anarşist olarak ilan
edilmiş hareket içinde görmediniz!
J-P .S.: H içbir zam an. Tersine, on u n çok u zağındaydım . A ncak
b en im üstüm de asla herhangi bir erk kabul etm ed im , v e h er zam an
için anarşinin, yani erklerd en arındırılm ış b ir toplum un g erçek leş­
tirilm esi g erektiğini düşündüm .
M .C .: Kısacası yeni bir anarşinin, özgürleştirici bir sosyalizmin dü­
şünürü olurdunuz. Acaba bu yüzden mi bir dostunuz size XXI. yüzyılın
M arx'ı olacağınızı ifade ettiğinde pek karşı çıkmadınız?
J-P .S.: Ah, bu türden kehanetleri bilirsin iz! H e r neyse, am a ge­
lecek yüz yıl için d e de oku nm ayı - h e r ne kadar fazla em in d eğil­
sem d e - d iled iğim e göre neden karşı çıkayd ım ki? A n cak asıl d ile­
ğim , ben im yap tığım çalışm ayı ele alıp o n u aşan b ir çalışm anın ya­
pılm asıdır.
M .C.: Her şeye rağmen kabul edin ki, her türden erki yadsısanız bile,
bizzat sizin kullandığınız bir erke sahiptiniz...
J-P .S.: Sahte b ir erke sahip oldum : hocaların sahip olduğu erke.
A m a b ir hocanın g erçek erki, örn eğ in sınıfta sigara içm eyi y asak la­
m aktan - k i b en y a sa k la m a z d ım - veya ö ğren cileri elem ekten - k i
b en hep geçer not v e rird im - ibarettir. Ben bir b ilg i birik im in i ilet­
m ekteyd im ; bana göre, bu bir erk değild ir, ya d a o zam an nasıl
eğ ittiğinize bağlıdır. Bost'a soru n bak ın öğren cilerim ü zerinde bir
erk sahibi olduğum u d ü şü nü y or m u ym u şum , ve acab a bir erke sa­
h ip m iym işim .
M .C.: Ünün size bir erk kazandırdığını düşünmüyor m usunuz?
J-P .S.: Bun u sanm ıyoru m . D oğru du r, belki b ir polis m em uru
ben d en k im liğim i isterken d aha terbiyeli davranacaktır. A m a bu
tü r d avranışlar d ışın d a b ir erke sahip old uğum u düşünem iyorum .
Söyled iğim d oğru lard an başkaca bir erke sahip old u ğu m u san m ı­
yorum .
M .C.: Sahip olduğunuz erkin kitaplarınızla kazanmış olduğunuz ma­
nevi otoriteye bağlı olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
J-P.S.: İyi de, bir erke sahip d eğilim ki ben! A n latsanıza b ak a­
y ım hangi erk var bend e! B en de tıpkı başk aları gibi bir yurttaşım ...
M .C.: Herhangi bir yurttaş, örneğin, Russel M ahkem esine başkanlık
yapamaz...
J-P.S.: B unu n n eresi erk? Bir gün insanlar b a n a gelip d ed iler ki:
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 29

"V ietn am k onu sund a kuru lm ak ta olan b ir m ah k em e var, buna siz


de k atılır m ısınız?" Evet dedim . "Başkam olm ayı kabu l eder m isi­
niz? - S iz b u n u n yararlı olacağı kanısındaysanız, kabul." O iş işte
b öyle oldu. B undan sonra, b u m ahkem enin çalışm aların a katılm ak
üzere İsveç'te, ardından D an im ark a'd a bu lu n d u ğ u m d a bana b a ş­
kan dediler. A m a orada b u lu n an d elegelerin h erh a n g i b irin d en d a­
ha fazla b ir erkim yoktu.
M .C.: Russel Mahkemesi önünde titremediyse bile, Amerikan hükü­
meti açısından bu girişim, sizin ve öteki üyelerinin manevi saygınlığının
suçlamalarınıza verdiği ağırlık ölçüsünde, tümüyle gözardı edemeyeceği
ve dünya kamuoyunu etkileyebilecek bir gü cü temsil ediyordu.
J-P.S.: Bu bizim um duğum uz şeydi. A ncak A m erikalılarla o sı­
ralardaki ilişkilerim den kalkarak değerlendirecek olursam , ben R us­
sel M ahkem esi'nin B irleşik D evletler hüküm eti üzerinde hiçbir etki
yapm adığı izlenim indeyim . D ünya kam uoyuna gelince, bunun ne
m enem bir şey olduğunu ben bilm iyorum ... M ahkem enin vardığı
sonuçların halklar tarafından benim seneceğini, yalm zca N urem berg
M ahkem esi tarafından yerleştirilm iş olan uluslararası yasallığa atıfta
bu lu nan belli sayıdaki insam n vardıkları sonuçlar olarak kalm aya­
caklarını um ut ediyorduk, bu n u n sa gerçekleşm iş olduğunu söyle­
m ek m ü m kü n değildir. D olayısıyla, gördüğünüz gibi, bu olayda b e ­
nim erkim in nerede olduğunu ben çıkaram ıyorum ...
M .C .: Sonuçta, kendi etkinliğinizin boyutlarını pek iyi ölçemiyorsu­
nuz...
J-P .S.: B ilem iyoru m . B u g ü n için sö yled iğim şeylerin h â lâ b ir
kıym eti harbiyesi var m ı, y ok sa entelektüel âlem i işgal eden b aşka
ed eb iy at ve felsefe akım ları ben i tü m d en m ask eley ip g izled iler m i,
artık p e k bilm iyoru m .
M .C .: Bugün genç Fransız aydınları sizden çok Deleuze veya Fouca-
ult'yu okuyor olabilirler. N e ki onlar sizden çok daha az ünlüler, ve hiç
şüphesiz dış ülkelerde de sizden daha az okunmaktalar. Baader’le Alman­
ya'daki hapisanesinde buluşmak istediğinizde, bu izin size verildi. N e­
den? Çünkü siz bir yıldızsınız. Alman basınının bir bölümü size sövdü.
N eden? Çünkü size kulak verecek olanların çokluğundan endişe ediyot-
du...
J-P .S.: Şim d ilik , basın ın ve b an a m ektup y a z a n in san ların o
k utsal şiddeti dışınd a başk aca b ir tepki olm ad ı. B aşk a türlü d en ­
dikte, B aad er'i ziy aretim in b aşarısızlık la sonu çlan d ığın ı d ü şü n ü y o ­
rum . A lm an kam uoyu tu tu m u nu değiştirm ed i. H a tta bu, tersine,
ben im savu n m ayı savladığım davanın karşısınd a d ah a ço k y er al­
m ay a itti onu.
30 Sartre Sartre'r Anlatıyor

Ben, d ü zen led iğim basın top lan tısın ın başın d a, B aad er'e yükle­
nen suçları savu nm adığım ı, yalnızca tu tu k lu lu k koşu llarını dikkate
aldığım ı söyled iysem de, gazeteciler B aad er'in siyasal eylem in i
d esteklediğim yargısına vardılar. D olayısıyla b u g irişim in b ir b aşa­
rısızlık olduğunu sanıyorum , am a bu da şu g erçeği d eğ iştirm ez ki,
bir daha y ap m am g erekseyd i y in e yapard ım .
M .C .: İsteseniz de istemeseniz de, Sartre, herhangi bir kimse değilsi­
niz siz... İnsanlar Sö zcü k ler m bitiş cümlesiyle şaşkınlığa düştüler:
"Eğer erişilmeyecek kurtuluşu da mır zıvır odasına kaldıracak olursam,
geriye ne kalır? Bütün insanlardan yapılakonmuş ve hepsine bedel ve her­
hangi biri de ona bedel olan, bütün bir insan. " Herhangi bir kişi olma hak­
kını talep etmek için, hanidir artık herhangi bir kişi olmamak gerekiyordu,
insanlara göre.
J-P .S.: Bu m u hteşem bir hata. Sokakta karşılaştığın ız rastgele
b ir insana so ru n b ak alım ne old u ğu nu: o b ir insand ır, bü tü n bir in­
sand ır ve başkaca bir şey değild ir, tıpkı herkes gibi.
M .C.: Muhtemelen, tastamam bir anonimlik ve kendisine dehşet ve­
ren bir yaşamın içine gömülmüştür: bir dizenin içindeki sıradan bir sayı!
Pek çok insanın endişesi de işte asıl bu anonimi'k ve bundan böyle herhan­
g i bir kimse olmamak için ne olursa olsun yapmaya hazırlar...
J-P .S.: A m a herhangi bir kim se olm ak, an on im o lm ak d eğil ki!
K asabasınd a, fabrikasınd a y a d a y aşadığı b ü y ü k kentte kendisi ol­
m ak, alabildiğine kendisi, ve başkalarıyla da herhangi bir kim seyle
aynı d üzeyd e ilişk ileri olm ak... B irey in an on im olm ası gerektiği de
nereden çıkıyor?
M .C.: Siz kendiniz de, Sartre, iinlii olmayı dilediniz!
J-P.S.: Bunu hâlâ dileyip d ilem ed iğim i bilm iyoru m . 1939 sa v a ­
şınd an önce d iliyord um , ondan sonra da, sizin de b ild iğin iz gibi,
eni konu şım artıld ığım o birk aç yıl b o y u n ca ep ey b ir diledim . A m a
şim di...
M .C.: Benim de söylediğim bu: şimdi artık ünlüsünüz...
J-P.S.: Ü nlüyüm , ama bu nu h issetm iyoru m : bu rad ayım , sizinle
laflıyorum . Pekâlâ, bu söyleşi Observateur'de yayım lan acak, am a
işin derininde, ben i ırgalam ıyor fazla...
M .C.: Ünlü olmayı âdedinizse, bu bir şekilde varolmak içindir. Ge­
çen g ü n bir dostum diyordu ki, "Yeni cogito, şu: gazetede benden söz edi­
liyor, öyleyse varım."
J-P.S.: Ü nlü olm ayı isteyen b ir k işinin isted iği şey bu değildir:
o herşeyi ister, in san ların belleğin d e kendisini çoğ altıp d uran kese­
ciklerd en bağ ım sız olarak saklanm ış o lm ak ister. O ku rları olacak­
tır, am a insanlar onu belleklerin d e taşıd ıkları için olacaktır, yoksa
Sartre Sartre'ı A nlatıyor 31

b u n u n tersi d eğil. B en h içb ir zam an g azeteleri vey a h akkım d aki


herhangi bir yazıyı, beni ölü m sü zleştirecek v e tatm in ed ecek şeyler
olarak d üşü nm ed im . Bu, yap ıtım a, h atta daha ilk satırını b ile y az­
m adan ön ce verd iğim roldü: beni ölü m sü zleştirm esi gerekiyordu,
çü nkü o bendim . B enim k en d im le u ğraşabilecek b en d en b aşka
kim se yok tu . B aşkaları bu ndan k arışık çıkarlar ed in ebilirler. A n cak
aslın d a b enim kim old uğum u, n e old u ğu m u ve n ey e yarad ığım ı
b ileb ilm ek için , m evcudu bu lu nm ayan , eksiksiz bir p sik an alist g e­
rekirdi.
M .C .: Bizzat siz, S ö zcü k lerd e, utku isteğinizin ölüm kaygısının ve
aynı zamanda rastlantısallığmızın, varoluşunuzun doğrulanabilmez ne-
densizliğinin verdiği duygunun bir sonucu olduğunu açıkladınız.
J-P .S .: Ç o k d o ğru . V e b ir k ez u tk u y a e rild ik te , b u h içb ir şeyi
d eğ iştirm iy o r: in sa n h er zam an ay nı şek ild e d o ğ ru la n m a m ış
o la ra k k a lıy o r. V e so n ra, b ild iğ in iz gibi, bu u tk u fik ri d e k e n d ili­
ğ in d en g e lm ed i: o n u b e n k ita p la rd a b u ld u m . B ü tü n ö te k ile r gibi
b ir o ğ la n ço cu ğ u su n u z ve ö te k ile rd en b ira z d ah a iy i o lm a k is ti­
y o rsu n u z : bu b ir u tku g e re k tirm e z . U tk u e d e b iy a ta içk in bir fi­
k ird ir: 1 9 1 0 ’a d oğru ed e b iy a tla ta n ışa n b ir o ğ la n ço cu ğ u , k ita p ­
lard a, g eçen y ü z y ıld a n k alan ve b ir em p e ra tifle r b ü tü n ü o lu ştu ­
ran b ü tü n b ir ed ebi id e o lo ji b u lu y o rd u , b en de b u n a "y a p ıla ca k
ed e b iy a t" ad ın ı v eriy o rd u m . D o la y ısıy la e d e b iy a t ve ölü m ü n ,
utku v e ö lü m sü z lü ğ ü n k en d isi için ay n ı şey le r o ld u ğ u , F la u b ert
gibi in sa n la rla k a rşıla şıy o rd u n u z . B ö y lece, o y o lla k a p tım bu şe ­
yi. V e b u n d a n k u rtu lab ilm em için de ep ey u z u n b ir zam an g e­
rekti.
M .C .: Peki üyelerini - teokratik veya feodal toplumlarda olduğu gibi-
başlangıçta meşrıı kılmayan bir toplumda, bireysel utku isteğinin bir ba­
kıma herkesin isteği olduğunu düşünmüyor m usunuz?
J-P .S.: B ir birey, eğer onu isterse top lu m tarafın d an m eşru k ılı­
nır. A slınd a, h içbir şey tarafınd an m eşru kılınm am ıştır, am a in san ­
ların çoğu bunu görm ezler. B ir anne çocu k ları tarafın d an , bir kız
çocuğu annesi tarafından vb. m eşru kılınm ıştır. K en d i aralarınd a
h alled erler bunu...
M .C .: Hiç şüphesiz. Ama siz çocukluğunuzda kendinizi hiçbir tür­
den meşruluk içinde hissetmediğiniz içindir ki, utkuya erişmeyi bunca
güçlülükle arzuladınız ve de, böylece, utkuya erişmediniz mi?
J-P.S.: Ö yle d üşü nüyorum . D ü şü n ü yoru m ki, in sa n on u isterse
ünlü olur, y o k sa d oğu ştan v eriler y a d a y atk ın lıklarla değil. A m a
b ü tü n b u n lard an n e sonuç çıkarıyorsunu z?
M .C .: Başkaları için ne olduğunuzu tasarlamakta güçlük çektiğinizi
32 Sartre Sartre 11 Anlatıyor

düşünüyorum. Sanırım Claude Roy söylüyordu, "Sartre, Sartre olduğu­


nu bilmiyor" diye.
J-P .S.: Bunu gerçekten de bilm iyoru m . A m a bu n u sizin de bil­
m ediğinizi düşünüyorum .
M .C .: Ben, sizin benim için ne olduğunuzu biliyorum.
J-P .S.: Evet, am a işte siz, beni herhangi b ir k im se gibi g örm e­
yen yakın çevreden b irisin iz. Y a b en i tan ım ayan insanlar, onlar için
ne olduğum u n ered en bileceğim ? K en d im d en v e ken d im ce de ya­
k alanabilen hiçbir yakalanabilir im ge ü retm iyorum . G erçek ten de
beni gördükten sonra, "Vay canına! Ç ek inilecek biri değilm iş" di­
yen insanlar var. D em ek ki, çekin ilecek biri olm am ı bekliy orlarm ış.
"K itaplarınızı çok sevdim " d iy en daha başk aları var. A m a b ü tü n
bu n lar bana b ir d ış gövde verm iyor, ben im le o lan ilişkileri tem sil
ediyor, hepsi bu.
M .C .: Ancak, aynı zamanda, sürekli olarak kendinizi gazetede, pek
yakında televizyonda, ya da size ayrılmış yapıtlarda buluyorsunuz. Ka­
muoyunda insanların pek çoğundan dalıa fazla yaygın olduğunuzu pekâlâ
biliyorsunuz.
J-P .S.: Evet, hiç şüphem yok. Yine de halen artık bilem iyoru m .
B irkaç yıldır, artık bilm iyoru m .
M .C .: Bunu hayıflanarak mı söylüyorsunuz?
J-P .S.: Hayır, b en i hiç ırgalam ad ığ ın ı söyleyebilirim . Ç ünkü
dünya ve kend im üzerine y azm ak istiyord um , bu nu yaptım .
O ku n m ak istiyord um , bu da oldu. Ç ok o ku n d uğun u zd a, ünden
söz edilir. Peki, tam am , ün sahibi de oldum ... Bu, çocukken düşünü
kurduğum bütün b ir hayattı; b elli b ir şek ild e bu nu y akaladım . A n ­
cak bu daha başka bir şeyi tem sil ediyordu, neyi old u ğu nu p ek iyi
bilm iyorum . İşte b u n u , bunu elde edem edim ...
M .C .: Reklamcılık dehasına sahip olduğunuz söylenir...
J-P .S.: Sanırım bu yanlış. R eklam arayışı için asla b ir şey y ap ­
m adım .
M .C.: Skandal duygusu yaratıyorsunuz.
J-P .S.: Oh! artık değil.
M .C.: Kanıtı mı: daha çok yakınlarda Baader'e yaptığınız şu ziyaret.
J-P .S.: G azeteler b en im şım arık biri old u ğu m u yazdılar. Beni
k ü çültm ekten başk aca b ir am aç taşım asa da, b u n u şim diye kadar
söylem iyorlard ı. B u n u n böyle olm asını yaş istiyor. G örüyorsunu z
işte, dönüp dolaşıp aynı konuya geliyoruz.
M .C.: Yine de, şimdiye kadar söylediklerimizde, yaş çok fazla ortalar­
da değildi. Ne zamandan sonra yaşlandığınızı hissettiniz?
J-P.S.: B u biraz karışık, çünkü, bir bakım a, gerçek görm e y ete­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 33

n eğin i kaybetm iş olm ak, bir kilom etred en fazla y ü rü y em em ek vb.,


ih tiyarlam aktır. Zira sah id en d e bu nlar, birlikte yaşayabileceğim
arızalar d eğil, am a y olu n so n u n a gelm iş old u ğu m için ortaya çıkan
şeyler. D em ek ki bu, doğru. A m a, öte yand an, bu n u o k ad ar d a dü­
şü n m üyorum . Beni, k end im i görüyorum , ken d im i h issed iyoru m ,
tıpkı kırkbeş, elli yaşınd aki b ir kim se gibi çalışıyo ru m . İhtiy arlık
d uygu su taşım ıyoru m . B u n u n la birlikte kişi, y etm iş yaşında, ih ti­
yar bir insandır.
M .C.: Sizin yaşınızdaki insanların çoğu için bunun böyle olduğunu
düşünüyor m usunuz?
J-P.S.: H iç bilm iyorum . Bunu size sö yley ebilecek d u rum d a d e­
ğ ilim . B en im yaşım daki insanları sevm em . T an ıd ığım k işilerin
h ep si de b en d en çok d aha genç yaştalar. En iyi onlarla anlaşab ili­
y orum : b en im le aynı ihtiyaçları duyuyorlar, b en im le aynı b ilg i ek ­
sikliklerine, aynı bilgilere sahip ler. Şim dilerd e, en fazla gördü ğü m ,
h em en h er sabah g ördü ğü m in sanlar, P ierre V icto r ile P h ilip p e G a-
vi. İkisi d e otu z yaşınd alar. Ve sizinle de, k esinlik le akranım b ir ki­
şiyle olduğum gibiyim . Sizin b en d en çok d ah a g en ç old u ğu nuzu
b iliy o ru m , am a bu nu hissetm iyoru m .
M .C .: Peki ama yaşıtınız olan insanlarda sizi rahatsız eden şey ne?
J-P .S.: Yaşlılar! C an sıkıcılar.
M .C .: Ben sizi can sıkıcı bulmuyorum...
J-P .S.: Evet, am a b en y aşlı in san lar gibi d eğilim . Yaşlı insanlar,
d urm adan k en d i fik irlerine dönerler, sap lan tıları vard ır, b u gü n y a ­
zılan şeylerd en rahatsızlık duyuyorlar... O h, can sıkıcılar! B u şey,
y aş, çoğu d u rum lard a b ir ceza. V e sonra, k en d ilerin d e taze olan şe­
yi kaybediyorlar. G ençliklerind e tanım ış o ld u ğu m ih tiy arlarla k ar­
şılaşm ak b en i çok rah atsız ed iyor. K end ileriyle kon u şab ild iğ im en
yaşlı insanlar, Les Temps modernes'deki, bend en onbeş ya da yirm i
yaş k ü çü k o lan çocuklar. O nlarla, yine idare ed iyoru m . A m a doğal
ilişkim , otu z yaşın d aki insan larla oluyor.
M .C .: Peki bu ilişkiyi, onlar mı arıyor ?
J-P .S.: H er türlü şıkta b en aram ıyorum .
M .C .: Bu da esasen sizin en şaşırtıcı yanlarınızdan biri: bir karşılaş­
mada inisiyatif hiçbir zaman sizden gelmez mi?
J-P .S .: H içb ir zam an . İn san ları m era k etm em .
M .C .: Bununla beraber, bir kezinde şöyle yazmıştınız: "Bende insan­
ları anlama tutkusu var."
J-P .S .: Evet. B ir adam b ir kez k arşım a geld ikte, on u an lam a tu t­
kusu taşırım , am a gidip onu görm ek için y erim d en k alk acak d a d e ­
ğilim .
34 Sartre Sartre'i Anlatıyor

M .C.: Bu bir münzevi tavrı.


J-P.S.: Evet, m ünzevi. D ikkatin izi çekerim , çevrem in sanlarla
dolu am a bu n lar kad ın . H ayatım d a b irço k k ad ın var, S im o n e de
B eau voir, belli bir şekild e tek olm akla beraber, y in e de b irço k ka­
d ın var.
M .C.: Bu epey vaktinizi alıyor olmalı. Ve, aslında, bütün dilediğiniz
şey yazmakken de bu sizin çok vaktinizi alıyordu. Bir kezinde bana dedi­
niz ki: "Gerçekten sevdiğim tek şey, masamda oturup yazmak, tercihen de
felsefe yazmak. "
J-P.S.: Evet, gerçekten bunu sevdim . V e b en i hep m asam ın b i­
raz uzağınd a alıkoydular: m asay a d ö n m ek için birşey leri kop ar­
m ak gerekiyordu.
M .C .: Beki çalışmadığınız zamanlar yalnız olmaktan hoşlanmaz mı­
sınız?
J-P.S.: K im i d u rum larda yalnız olm ayı severim . Ö rn eğin savaş­
tan önce, C astor'u nD serbest olm adığı bazı akşam lar, tek başım a,
B alzar'd a yem eğe g itm eyi çok severdim : y alnızlığım ı hissederdim .
M .C .: Savaş sona erdiğinden beri böylesi fırsatlar çokça çıkmadı...
J-P .S.: Ü ç ya da dört yıl oluyor, tek başım a geçirdiğim ve m üt­
hiş keyif aldığım b ir akşam ı hatırlıyoru m . B ir hanım arkad aşım ın
evindeydim am a ken d isi evde yoktu. İçtim . Zil z u rn a sarhoş ol­
dum . Kendi evim e y ü rü y erek döndüm , işler yolu n d a m ı değil m i
diye bak m aya g elen sek reterim Puig de, beni u zaktan izliyordu.
D erken düştüm , beni yerden topladı, kolum a girdi ve eve getirdi.
İşte yalnızlığım ı b ö y le k ulland ım . B u yüzden, ne zam an Sim o n e de
Beau voir'a yaln ız olm ayı çok sevdiğim i am a insanların beni bu n ­
dan alıkoyduğunu sö ylem eye kalksam , b an a hep şöyle der: "G ül­
dürm eyin b eni."
M .C .: Bugün nasıl yaşıyorsunuz?
J-P .S.: F azla d olaşam ad ığım için hayatım ço k b a sit b ir h ale g el­
di. Sabahları sekiz bu çu kta kalkıyorum . Ç oğunlukla gece Sim one
de Beauvoir'da uyuyor, y olu m u n ü zerindeki b ir kahvede kahvaltı
ettikten sonra evim e dönüyorum . M ontp arn asse'ta k en d im i evim ­
deym iş gibi h issed erim . Savaştan önce, u zu n sü re m obilyalı, küçük
b ir otelde, M o n tp arn asse m ezarlığı ile M aine caddesi arasındaki
Cels sokağında bu gü n de d uran Mistral otelinde, so n ra d a G aîté so­
kağındaki b ir otelde yaşadım .
{*) C astor (K unduz): Ü niversite yıllarında, Simone de B eau voir’a okul arkadaşı André H er-
baud'nun taktığı lakap, Simone de Beauvoir anılarında bu lakabın öyküsünü şöyle anlatır:
"Bir gün, defterim e kocam an harflerle şöyle yazmış: BEAU VO IR « BEAVER. 'Siz bir kun­
duzsunuz, diyordu, kunduzlar grup halinde dolaşır v e yapıcı bir ruha sahiptir.’ "
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 35

B o n ap arte sokağı 42 nu m arad aki d airem in b o m b alan m asın ın


ard ın d an Sain t-G erm ain -d es-P res'yi terk ettiğ im d e, on ik i yıl b o ­
y u n ca R asp ail bulvarı 222 n um arad a o tu rd um . Şim d i yeni kule­
nin y akın ın d a otu ruyorum . Y akın larım ın h em en hepsi M on tpar-
n asse'ta o tu ruyorlar, m ahallenin insanlarını, k ah v elerd ek i garson ­
ları, g azete satıcısı kadını, esn aftan bazılarını tan ıyoru m .
M .C .: Bir bakıma bir "Montparnassefigürü" gibisiniz...
J-P .S.: Oh, hayır. Bazen, y o ld a giderken, "H ey, işte Jean -P au l
Sartre" d iyenleri d uyuyorum . A m a bu n lar besbelli ki m ah allen in
insanları değil, m ahalleli b en i görm eye fazlasıyla alıştı. La C ou-
p ole'd e, çoğu zam an gelip b en d en im za istey en y a d a binb ir türlü
sorular soran insanlar olu rd u ; b u y ü zd en artık oray a gitm iyorum .
K ahveye g ittiğim zam an, bana ilişilm esin d en h o şlan m am ...
M .C .: İnsanların topluca bulundukları bir yere girdiğiniz zaman
çevreden yükselen fısıltılar, sizi rahatsız etmiyor mu?
J-P .S.: H ayır, buna fazla d ik kat etm em . A m a ben im le b erab er
old u kların d a bu ndan özellikle rah atsız olan in sa n la r tanıyoru m .
Y aln ız b u fısıltıların ille d e d ü şm anca olm ası g erekm iyor, çoğu za­
m an ilg isiz b ir gösterm ed en ib arettir bu, "bak, işte F alan ca" g ibisin ­
den.
M .C .: Peki, tanımadığınız kişilerden gelen dostluk gösterileri hoşu­
nuza gider mi?
J-P.S.: Böyle şeylerle pek ender k arşılaşıyorum . B a n a beni çok
sevdiklerini söyleyen in san lar oluyor: onlara in an m a k zo ru n d a de­
ğilim .
M .C .: Bu, kahvelerde geçen yaşama hâlâ bağlı mısınız?
J-P.S.: E vet, hayatım bu ben im , her zam an b ö y le yaşad ım . T a m
o larak bir k ahvehane h ayatı d a değil, öğle y em ek lerin i geç saatte,
ikiye doğru yerim ve saat d örd e kadar kahved e otururum . A ra sı­
ra, am a en d er olarak, Sim one de Beau voir ile bir restoran d a akşam
y em eğ i yeriz. B azı bazı y en i b ir restoran keşfed er ve b en im de de­
n em em i ister; b an a kalsa, böyle m eraklarım y o k tu r benim .
M .C .: Halen, çok fazla insanla görüşüyor m usunuz?
J-P .S.: H ep aynı k işilerle, am a pek az. Ö zellik le d e k adınlarla,
h ayatta b an a çok yakın olm u ş olanlarla. Sonra, d ü zen li olarak üç
ya d a d ö rt erkekle: Les Temps modernes'den çocuklarla, h er on beş
g ünd e bir, salıları.
M .C .: Alışkanlıklarınızdaki bu düzenlilik nereden kaynaklanıyor?
H er hafta bir önceki hafta gibi yineleniyor, gördüğünüz kişilerden her bi­
rinin belli bir gü nü , saati var, hiç değişmeyen...
J-P .S.: San ırım bu n u n nedeni, in san ın ü retici b ir tarzda yaza­
36 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

b ilm e k için d üzenli alışkanlıklara gereksinm esi. H ayatım d a üç ta­


n ecik rom an yazm ad ım ben, çok yazdım , sayfalar d olu su yazdım .
B iraz verim li b ir y ap ıtı çalışm a disiplini o lm aksızın y azm ak m ü m ­
k ü n değildir. B u b ir yana, h em en her y erd e yazdım . Ö rneğin, Var­
lık ve Hiçlik'in (L'Etre et le Néant) b irço k sayfasını, Sim one de B eau ­
v o ir v e B o st ile b irlik te bisikletle seyahat ettiğim iz sırada, Pirene-
ler'd eki kü çü k b ir tepenin ü zerinde yazdım . B en onlardan önce g el­
m iştim , kayaların altında, toprağa oturdum , ve yazm aya başladım .
So n ra ötekiler de b an a yetiştiler, yanım a oturdular, bense yazm aya
devam ediyordum .
Elbette, kahv elerd e de çok yazdım . Ö rneğin, Erteleme (Le Sur­
sis) ve Varlık ve Hiçlik'in (L 'Etre et le Néant) b ü y ü k b ir b ölü m ü La Co-
upole'de, M aine cadd esin deki Trois Mousquetaires'de, v e sonra da
Flore'da y azıld ı. A n cak 1945-1946'dan itibaren, an n em in evind e, B o ­
n aparte sokağı 42 n um arada otururken, ard ınd an, 1962 sonrasınd a
R asp ail bu lvarın da otururken, hem en hep kendi çalışm a odam d a
yazdım . A m a sey ah ate çıktığım d a d a yazıyord u m , v e çok, p e k çok
sey ah at ettim ...
D olayısıyla, sözünü ettiğiniz b u alışkanlıklar, çalışm a saatlerim
d oğru ltusu nd a h ay atım ı örg ü tled iğim zam an lard an kalm a: sabah
d oku z bu çu k veya on d an b ir buçuğa, sonra da akşam beş veya altı­
dan doku za kadar. Bütün hayatım bo yu n ca işte b ö y le çalıştım . H a­
lihazırda, bu n lar artık biraz boş saatler. A m a y in e d e uyuyorum
onlara, aynı saatlerle y aşıyorum . Ö rneğin, şim dilerd e, saat on b u ­
çu k on bire doğru, Sim one d e B eau voir v e ben im le T V p ro g ram la­
rını hazırlayan ark ad aşlarım la evim d e bu lu şuyorum , ve h er gün
s a a t b ir bu çu k ikiye k ad ar çalışıyoru z. Son ra m ah alled eki lo k an ta­
lard an birine gidip öğle yem eğim i yiyoru m v e d ört b u çu ğ a doğru
ev e d önüyorum .
G enellikle Sim one de B eau voir evde oluyor, bir sü re laflıyoruz,
so n ra o ban a kâh yayın lar için gereksind iğim iz kim i yapıtları, kâh
h erhan g i b ir kitabı, kâh Le M onde'u, Libération'u veya başka g azete­
leri okuyor. Böylece saat sek iz b u çu k d oku zu bu lu yoru z, onun
üzerine, çoğu zam an beraberce M o n tp arn asse m ezarlığının y a k ı­
n ınd aki stüd yosu n a gidiyoruz, ve geceyi Sim on e de Beauvoir'la,
h em en h er zam an m ü zik d in ley erek g eçiriyoru m ; kim i zam an o
o ku m asını sü rd ürü yor, ve h em en hep ay nı saatte, on iki bu çu kta
yatıyorum .
M .C.: Müzik yaşamınızda büyük bir yer tutar. Pek az insan bilir bu­
nu...
J-P.S.: M üzik b en im için, hem b ir dinlenm e aracı, hem de k ül­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 37

türün b aşlıca b ir öğesi o larak pek çok önem taşım ıştır. A ilem d e
herkes m ü zisyen di: b ü y ü k babam p iyano v e org çalard ı, b ü y ü k an­
n em old u kça iyi piyano çalard ı, annem d e ö y le v e şarkı da söyler­
di. K a rısı d a old u kça iyi b ir m ü zisy en olan G eorges'lar, m ü kem m el
birer p iyanisttiler, ve bild iğ in iz gibi orgda, y eğ en A lberti’) d e fen a
sayılm az... K ısacası, Schw eitzer'lerd e, herkes b ir enstrü m an çalardı
ve ben bü tü n çocukluğum u m ü zikal b ir atm osferd e geçirdim .
Sekiz y a d a dokuz yaşların d ay k en , b an a da p iyan o dersi ald ı­
rıldı. A m a sonra, on iki yaşım a, La R ochelle'e yerleşen e kadar piya­
noyla uğraşm ad ım . O rada, an n em v e üvey bab am la birlikte yaşa­
d ığım evde, an cak davet verildiğind e girilen v e b ir kuyruklu piya­
n on un yer ald ığı b ü y ü k bir salon vardı. O zam an piyanoyu yen i­
den, tek başım a öğrendim ; önce operet p arçaların ı seslend irerek,
ard ın d an annem le dört el olarak, v e örneğin M en d elsso h n çalarak.
V e y av aş yavaş, d aha zor şeylere, B eeth oven 'e, Sch um an n 'a, d ah a
sonraları B ach'a geçerek, p arm aklarım ı pek d ü zg ü n kullan am asam
d a h em en hem en tem poya u y g u n biçim de, g erçek b ir incelik taşı-
m asa da ölçüye kabaca uyarak, piyano çalar hale geldim .
Sonund a C hopin ya da, B eethoven'in, fazlasıyla zo r olan en so ­
n u n cu lar dışınd aki sonatları gibi, old ukça güç p a rça la rı y oru m la­
y abiliyord u m ; o sonuncuları da kısm en çalabiliy ord u m . V e Schu ­
m an n i , M o zart’ı yorum luyor, ay nı şekilde opera ve o p eret parçala­
rını çalıp söylüyordum ; sesim baritond ur, am a şan a hiç çalışm a­
dım . E sasen, gerçek anlam d a p iyanoya d a öyle: h içbir zam an elle­
rim i alıştırm a çalışm aları yapm ad ım , aynı p arçaları çala çala, b u n ­
ları h em en h em en d inlenebilir şekilde yorum layabiliyord um . H a t­
ta y irm i iki yaşım d a, E co le N o rm ale'd eyk en p iy an o dersleri bile
verdim .
Sonuçta, enstrüm an çalm ak b en im için ö n em li b ir şey haline
geld i. Ö rneğ in , B o n ap arte sokağı 42 num aradayken, öğleden so n ­
raları, Sim one de B eau v o ir çalışm ak için b an a gelir, oku m aya v ey a
y azm ay a ben d en önce koy u lu rd u , bense g id ip piyan o n u n b aşın a
otu ru r, çoğu zam an iki saat p iyano çalardım . K end i zevk im için ça ­
lard ım , çald ığım parça ya çözm eye çalıştığım yeni b ir partisyon
o lu rd u , veya k im bilir k açın cı k ez y oru m lad ığım B a ch 'ın b ir p re lü ­
dü v ey a bir fügü, B eeth o v en 'in b ir sonatı...
M .C .: Dostlarınıza çaldığınız oldu mu?
J-P .S.: H ayır, b en d en hiç kim se istem edi b u n u . D ah a sonraları,
evlat ed ind iğim A rlette ile birlikte m ü zik y ap ard ık ; o şarkı söyler
veya flüt çalardı, ben de ona eşlik ederdim . Bu b ö y lece birçok yıl
(*) Nobel Barış Ödülü sahibi, m isyoner ve orgcu , Albert Schweitzer.
38 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

sürdü, am a bu gü n artık d oğallıkla p iyano çalm am m ü m kü n değil.


E sasen gözü m ün g örm ez hale gelişind en k ısa b ir sü re önce, y atk ın ­
lıklarını y itiren ve uyum lu biçim de ku llanm akta güçlü k çektiğim
ellerim yüzü nden bıraktım . Şim d i artık, eskisin d en d aha fazla m ü ­
z ik dinler oldum . B aro k m ü zikten atonalizm e k ad ar u zanan, iyi bir
m ü zik kültürüm old u ğu nu söyleyebilirim
H em en h er akşam , Sim one de B eau voir'd a otu ru r p lak d inle­
riz, her tü rd en yapıtlar, ve b azen de, gün içinde, F rance-M usiqu e'i
d inlerim . D ah a önceleri, y azabildiğim dönem lerde, b aşk a b a z ı y a ­
zarların yaptığının tersine, m ü ziğ i asla rad y od an dinlem ezdim .
A n cak d aha az çalıştığım şu sıralarda, F ran ce-M u siqu e'in genelde
p e k de kötü olm ayan p rogram larını d in lem ek h oşu m a gidiyor.
M .C.: Yeğlediğiniz bestecileriniz kimler?
J-P .S.: B an a göre en b ü y ü k m ü zisy en olan B eeth o v en v ar b a ş­
ta, so n ra C hop in , Sch u m an n ve, m o d ern m ü ziğ e geld ikte, en ünlü
ü ç ato n alist, yani Sch o en b erg , B erg ve W ebern . B u n la rın ü çünü
d e ço k sev erim , ö zelik le de W ebern 'i, ve B erg 'i de, örn eğ in Bir
M eleğin Anısına Konçerto'sunu ve, elb ette, Wozzeck'i. Sch oen b erg 'i
b ira z daha az sev erim çü n kü fazlasıy la h o ca d ır o. V e b ir de çok
sev d iğ im b ir m ü zisy en v ard ır, B arto k . O nu, 1945'te, N ew
Y o rk 'tay k en , A m erik a'd a k eşfettim . D ah a ö n celeri h iç ta n ım ıy o r­
d um . B arto k o gün b u g ü n , m ü zik te b ü y ü k sem p ati d u y d u ğ u m bir
kişidir.
V e sonra B oulez'i de çok severim ; b ir deha d eğilse de b ü yü k
b ir yeteneğe sahiptir. G örd üğün ü z gibi, zevklerim old u kça seçm e-
ci. Eski m üziği de ço k severim : M onteverd i, G esualdo, o dönem in
operaları. G en eld e, zaten op erayı ço k severim .
D olayısıyla, görüyorsunu z, fizik d üşk ü n lü k lerim öncesinde
m ü zik gü n ü m ü n d ö rt saatini d o ld uruyordu , şim d i d aha da fazlası­
nı alıyor. Elbette eğer işitm e d u y u m la görm e duyum u yitirm e ara­
sınd a b ir seçm e y apabilseyd im , işitm e d uyum u y itirm eyi yeğ ler­
dim , am a b u da beni çok rah atsız ederdi, sırf m ü zik din leyem eye-
ceğim için.
M .C.: Hiç beste yaptınız mı?
J-P.S.: Evet, h atta notaya alınm ış olan b ir son atım var. San ırım
n o taları h âlâ C astor'dadır. Şim d i p ek iyi anım sayam ıyoru m am a,
b ir parça D ebu ssy'ye benzese gerekti. D ebu ssy'yi çok severim , R a-
vel'i de.
M .C .: Peki müzikte nefret ettikleriniz yok mu hiç?
J-P.S.: N efret ettiklerim g erçekten de yok. İlle b ir ad v erm ek
gerekirse, Schubert, özellikle de lied leri. S c h u m a n n in lied leriyle k ı-
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 39

yaslan am az örneğin. Sch u bert'in k iler kaba ve u cu zcasın a m elod ik­


tirler. B ir Schum ann liedinin m elodisini alın v e kıyaslayın!
M .C .: Ya caz, cazı hâlâ seviyor m usunuz?
J-P .S .: C azı çok sevdim . A n cak gerçekten b ild iğ im b ir m ü zik
türü old u ğu nu söyleyem em . B o ris'in karısı M ichelle V ian gibi,
kendisi de caz m üziği yapm ış birin in kü ltü rü n ü d üşü n ü yoru m
da... o işte, cazdan k on u şabilir. B en bunu b ecerem em . Sav aştan ö n ­
ce caz m ü ziğ ini çok dinlerdim , iyi caz ü stelik; am a sonuçta elim e
geçen her şeyi dinliyordum . V e halen de, zam an zam an Sim one de
B eau v o ir'la birlikte dinleriz: örneğin, şim dilerd e çok sevdiğim
Th elon iou s M onk'u, C harlie Parker'ı, C harlie M in gu s'u ... Parker'ı,
1949'da P aris'te tanım ıştım ; b an a, zam an bu labilse, gelip Paris
K o n serv atu arın d a eğitim görm ek istediğini an latm ıştı. R adyoda
caz m üziği d inleyecek olsam , çoğu zam an çalan m ü zisy en leri tanı-
yam am , belki P arker ve bir ihtim alle de D u k e E llin g to n dışında;
bir de M o n k elbette, d ah a ilk notalarda tanınır o... A m a işte hep si
bu aşağı yukarı. Bunu nla birlikte gerçek b ir m ü zik k ü ltü rü n ü n eski
m ü zik ten en çağdaş olanına doğru ilerlem esi gerektiğ in i d ü şü n ü ­
y oru m v e b u n u n içine caz d a girm elid ir elbette.
M .C .: Pop müzik yok mu?
J-P .S .: O rad a işte, g erçek ten de h içbir şey bilm iyo ru m . Z am an
zam an d inled iğim oldu ve h oşu m a gitm ed iğ in i d e söyleyem em ,
am a b an a öyle geldi ki, san k i her m üzikçi b aşk aların ın n e yap tığıy ­
la fazla ilgilenm ed en kendi m ü ziğini yapıyor. Pop m ü zikle u ğra­
şan b irin i tanıyorum , M ich elle v e B o ris'in oğlu P a trick V ian , ve
plaklarınd an b iri de ço k hoşum a gitti. A n cak size şunu söyleyeyim
-b a n a caz m ü ziğini so rd u n u z çünkü siz de caz m ü ziği yapıyorsu ­
n u z -, b en im için g erçekten önem li olan m üzik, k la sik m üziktir.
Bu bir yana, kitap larım d a m ü zikten söz etm em iş olm am ger­
çekten de tuhaftır. Sanırım , d aha önceden b ilin m eyen b irşey ler
sö yley ebilecek d u ru m d a o lm ad ığım içindi bu. K işisel olarak d a bir
ölçüd e tanıd ığım ender m ü zikçilerd en biri o lan R en é L eibow itz'in
kitabı için bir zam an lar yazm ış olduğum o önsöz v a r tabii, am a
orad a m ü zik ten ço k m ü zikteki anlam soru nu nd an söz ediyordum ,
ve en iyi m etin lerim d en biri de değildir o yazı şü phesiz.
M .C .: Bir de orkestra müziğinden nefret ettiğinizi düşündürtecek, o
ünlü pasajı var Bulantı 'nın: "Ve konser salonları da lebalep aşağılanma­
larla, horlanmışlarla dolar (...) Güzelliği kendilerine acımakta bulacakları­
nı sanırlar. Ahmaklar. "
J-P .S .: D oğru , m ü ziğin p ek de kon serd e d in len m ek için y ap ıl­
m ış olm ad ığını d ü şü n m ü şü m d ü r her zam an. M ü ziği insan te k ba-
40 Sartre Sartre'ı A nlatıyor

şm a, rad yodan v ey a plaktan d inlem elidir, y a d a ü ç d ö rt d o st ara­


sınd a icra edilm elidir. Tanım ad ığ ınız ve tıpkı sizin gibi oraya gel­
m iş b ir dolu insan la çevrili bir hald e m ü zik d in lem en in anlam ı
y ok . M üzik herkesin bireysel olarak dinlem esi için y ap ılm ıştır. B ir
ölçüd e senfonik m ü ziğ in - h e r ne k ad ar o da, tek b aşın a d in len m ek
için yapılm ışsa d a - konser salonunda d inlenm esi kabul edilebilir,
am a oda m üziği, entim m ü zik için b u saçm adır.
M .C.: Entim müziği mi yeğliyorsunuz?
J-P.S.: H iç kim senin g erçek senfoni yazam adığını d üşü n üyo­
ru m , bu ço k zor b ir iş.
M .C.: Beethoven bile mi?
J-P.S.: B eethoven bile. B ir ö lçüd e, D ok u zu n cu Senfoni, h em en
hem en güzel b ir sen fo n i o lsa bile...
M .C.: Konserlere karşı olmanız, temelde törenlerden, toplantılardan
kaçmanızla bağlantılı, değil mi?
J-P.S.: B elki o d a vardır. H er türlü şıkta, gerçek an lam d aki
d ostlarım b ir y ana - k i p ek end er olarak ben i d av et ed e rle r-, h içbir
zam an insanlara k on u k gitm em . Bund an, tanım ad ığınız kişilerle
y en en özel akşam y em ek lerin d en her zam an n efret ettim : insan
orada yem ez, yenir.
M .C.: Bununla birlikte, yeni insanlarla tanışmaktan hoşlandığınız
bir dönem olmuştu.
J-P.S.: Evet, savaştan sonra örneğin, H em ingw ay ile, D os P as-
sos ile tanıştım . Salacrou , L eiris, Q ueneau, C octeau gibi y azarlarla
bu lu şuyordu m . E vet, her y azarın kendi d önem inin öteki y azarla­
rıyla sürdürdüğü ilişk iler içindeydim . Bu da aslında ancak 1942 ve­
ya 1943'te başlad ı. G örü ştü ğ ü m yazarların h ep si d e nazilere k arşıy­
dı ve şu v ey a bu y old an d ireniş içind eyd i. Sa v a şta n so n ra A m eri­
kalı, İtalyan yazarlarla, birk aç İngiliz y azarla k arşılaşm am oldu.
A yrıca, F ran sa'ya gelen ve b en i g örm ek istey en ler oluyordu: 1945
ve 1948 arasında p e k ço k kişi ben im le b u lu şm ak istiyordu.
M .C .: Peki, çoğunlukla pek dostane olan bu yazınsal ilişkiler, neden
sonradan seyrekleşti?
J-P .S.: B u k âh o n lard an oldu, kâh bend en geld i. Y abancı yazar­
larla, en b asitin d en ü lk eler arasın d ak i m esafe vard ı, b ir de ben im
çok az m ektup yazm am : y azarlarla h içbir zam an m ektu p laşm a­
dım . Ö yle olu n ca b irbirim izi arad a bir, Paris'e geld iklerin d e g ö re­
biliyorduk. F ran sız y azarlarla d u ru m daha farklı, bazılarıyla, en
ufak b ir anlaşm azlığım ız olm aksızın, görü şm ez olduk, çünkü ilg i­
lerim iz ve u ğraşlarım ız g id erek daha farklı hale gelm işti -b u işler
nasıl olur bilirsiniz.
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 41

D ah a başkalarıyla, farklılıklarım ıza karşın, ilişk im izi m ü kem ­


m el bir şekilde sü rd ürü yord u m . Ö rneğin, 1944'te tan ışm ış o ld u ­
ğum C octeau'yu ço k severd im , ve sonuna kadar, sık sık gördüm :
ö lü m ünd en b irk aç gün önce birlikte akşam yem eği yedik. O n u son
d erece sem patik, ve şim d ilerd e k end isine yakıştırılan ın tersine, h a ­
yata karşı çok d aha az soytarı b u lu rd um .
D ah a çok o k on u şurdu . D ü n y aya b ak ış tarzın d an , fik irlerin ­
den söz ed erd i -b u n la ra an cak u cund an k ıy ısın d an k ulak v erir­
dim, çü nkü b an a göre fazlasıyla yüzeyseld iler. Ç ok p arlak b ir k o ­
nuşm acıydı, duyarlılığı vardı, am a fikirleri p ek kıttı. B u da, onu
çok d eğerli b ir şair olarak kabul etm ed iğim an lam ın a gelm iyor.
M .C .: Sonuçta, bütün bu dönem boyunca, siz de Olanca-Paris diye
anılan şeyin bir parçasıydınız.
J-P .S .: G erçekten de O lanca-P aris'in parçası d eğ ild im henüz.
Beni asıl tiyatro, onsuz asla tanım ış olam ay acağ ım in san larla k a rşı­
laşm aya itti. Böylece, Altona Mahpuslan dışınd a, bü tü n oyu n larım
tiyatrosu nd a sahn eye k on d u ğu için yakını d u ru m u n da old uğum
Sim one Berriau 'nu n evind e C olette'le karşılaştım . Sim o n e in an ıl­
m az sayıd a insan tanırd ı v e ço k hoş b ir ev sah ib esiy d i.
O d ön em d e b irlik te y a şa d ığ ı ve beni ço k eğ len d iren Y v es M i-
ran d e'ı p ek sev erd im . D u y arlığ ı olan, tu h a f b ir kişiyd i: Jou -
vet'yeP! Şeytan ve Y üce Tann'yı o ku d u ğ u m b ir g ü n ü an ım sıy o ­
ru m ; b ir y and an daha an cak b irin ci p erd ey i y azm ıştım , öte y an ­
dan da Jo u v e t oyunu sah n ey e k o y m ak için, g ü n ah çık a rm a y a g it­
tiği ra h ip te n izin istem işti. H er n eyse, Jo u v e t b u ilk p erd ey i S im o ­
ne B erriau 'n u n salo n u n d a b en d e n d in lem işti. M ira n d e da y an ın ­
da d u ru yordu .
Jou v et tek kelim e söylem iyor, çatılm ış k aşlarıyla, kavgacı b ir
ed ay la b enim okum am ı d inliyord u, bitirdiğim d e, u zu n bir suskun­
lu k tan sonra, M irand e d edi ki: "Zehir gibi k elim eler k ullan ıyor­
sun." T ek y oru m b u oldu, çü nkü bu n u n ü zerin e Jo u v et kalk tı ve
izin istedi: ertesi gün A m erik a'y a gid iyord u. Z avallı M irande,
kom p lim an y ap m ak isterken b u la b u la eski çağ d an k alm a bu klişe­
yi b u lm u ştu !
B u tür şey ler -h e r zam an tiyatroya b ağ lı o la ra k - b en im O lan -
ca-P aris'e verd iğim tek öd ünd ür. B unu n dışında, ben i g örm ek iste­
yen kişileri, yazdıkları b ir k itab ı g österm ek isteyen , şu ya d a bu
kon u d a g örüşü m ü alm ak istey en kişileri, hep aynı saatte, sabah ça­
lışm asının ardından, saat bire doğru kabul ed iyord u m ...
(*) 1887-1951 yılları arasında yaşayan ünlü Fransız tiyatro yönetm eni ve oyuncusu Louis Jou-
vet
42 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

M .C .: Bugün de yapıtlarınız üzerinde çalışan gençleri kabul etmekte­


siniz.
J-P .S.: Evet, h er zam an kabul ederim . G eçen gün, P uig'in d o st­
ları olan liseliler geldi, Saygılı Fahişe (La Putaine respectueuse) ü zeri­
ne b ir öd ev h azırlayacaklarm ış, bu o yu na ilişkin d üşü ncelerim i
onlara biraz anlatm am ı istiyorlardı.
M .C .: Yine de, ünlülerle buluşmaktan hoşlandığınız izlenimi veren
bir döneminiz oldu.
J-P.S.: A slında, onlarla b u lu şm a talebi hiçbir zam an ben d en gel­
m em iştir. Bana yazıyorlardı, ya da Cau aracılığıyla benim le ilişkiye
geçiyorlardı, ben d e evet ya da hayır diyordum . Ö rneğin, çok sevdi­
ğim bir aktörle, Eric von Stroheim 'la karşılaşm am böyle olm uştur.
O nu birçok kez gördüm . A ncak bu tür insanlarla yapılan kon u şm a­
larda, bir parçacık içtenlikle yapılm ış bile olsalar, her zam an için bi­
raz giydirilm işlik bulunur. Ü n kazanmış biriyle karşılaşıldığında, bu
daha ilginçtir, hangi aşam alardan, hangi derecelerden geçtiğini g ö ­
rürsünüz. D eğişim ini ve varlığım yakalam ak m üm kündür. A ncak
çoktan beri Bay C haplin ya da B ay von Stroheim olan bir beyefend i­
yi gördüğünüzde, ancak dışarıya sızdırm a alışkanlığında olduğu şe­
yi görürsünüz, ve kişilik sürekli oradadır. O ynadığından ötürü d e­
ğil: kendi kendisini tutsak alm ış olduğu için.
M .C.: Ve aynı anda, siz de kendi kişiliğiniz tarafından kendi kendini­
zi mi tutsak alırsınız?
J-P.S.: H ayır, çünkü b en im o denli k işiliğim yok. B an a a it bir
im ge old uğundan gayet tabii ki h aberliyim , ne ki işte bu im ge b a ş­
kalarının y arattığı im ge, benim ki değil. B enim kin in hangisi o ld u ­
ğunu bilm iyoru m : k en d i h akkım d a fazla bir şey bilm iyoru m , yani
b irey o larak k en d im hakkında... D ü şü n ü m sel o larak d ü şü n d ü ğ ü m ­
de, bu n lar d aha ço k herkes için geçerli olan tü rd en fikirler.
K endim le on d ok u z y aşım a doğru ilgilend im , am a sonra, İmge­
sel Alan'ı y azm ak için kendim i g özlem led iğim v e d e bilin cim in d e­
rinliklerin i karıştırd ığım zam an, arad ığım d aha çok b irtak ım g en el­
liklerdi. Sözcükler'e gelince, söz k on u su olan, kitabı yazdığım sıra­
d a old uğum kişi h alin e nasıl gelm iş old u ğu m u k avram ak için, ço ­
cu klu ğu m u, geçm işte kalan b ir ben'i anlam aya çalışm aktı. A n cak
nereye geldiğim i açıklam ak için d aha pek ço k kitap gerekird i. Şim ­
dilerde, vak it bu ldukça, Sim one d e B eau vo ir'la birlikte, o o tobiyog­
ra fik cilt için y ap tığım d a bu.
H er şeyin nasıl d eğiştiğini, kim i olay ların b en im ü zerim de n a­
sıl bir etki yap tıkların ı açıklam aya çalışıyorum . Bir in san ın öyküsü ­
nün çocuklu ğu nd a kayıtlı old u ğu nu sanm ıyoru m . H er bir şeyin sı-
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 43

kılaştığ ı yine son derece ö nem li dönem ler old u ğu n u d üşünüyo­


ru m : ilkg ençlik, gençlik, v e hatta olgunluk çağı gibi. H ay atım d a gi­
d erek d aha açık seçik gördü ğü m , hem en h em en bü tü n ü y le b irb i­
rin d en ayrı iki dönem olu ştu ran b ir kesinti; öyle ki, ikinci dön em ­
d ek i h alim d e, ilk d önem d eki k end im i artık p ek iyi tan ıyam ıyo­
ru m ; yani savaş öncesi ile sav aş sonrası...
G örüyor m usunuz, şu ana k ad ar bu k on u şm a boyu n ca özellik ­
le özel hayatım dan k on u ştu k, sank i bu b ü tü n geri kalandan, y an i
d üşü n celerim d en, y ayınlad ığım kitaplardan, savu n du ğu m politik
görü şlerd en, k atıld ığ ım eylem lerd en, kısacası so n u çta kam usal ha­
y a tım d iye ad land ırılabilecek şeyd en ayrıy m ış gibi. O ysa ço k iyi
b iliy o ru z ki özel hayat ile kam usal hayat arasın daki bu ayrım as­
lında yoktur, tepeden tırnağa bir yanılsam a, bir aldanm adır. B u
y ü zd en b ir özel hayatım olduğu, yani saklı, gizli b ir hayatım oldu­
ğu k on u su n d a hak id d iasınd a bu lu nabilem em , v e ay nı şekild e b u
y ü zd en d ir ki soru larınıza m em n uniyetle cevap veriyorum . B u n u n ­
la beraber, "özel" adı verilen bu hayatta, in san lar arasındaki ilişki­
lerin m evcu t durum u ndan kayn aklanan ve, söyled iğim gibi, bizi
h âlâ b elli b ir ölçüd e g izliye ve hatta yalana zorlayan çelişkiler var­
dır. A m a herhangi b ir k işinin varolu şu b ö lü n em ey en bir b ü tü n
oluşturur: içi ve dışı, öznel v e nesnel olan, k işisel ve politik olan is­
ter istem ez birbiri ü zerin de yankı yapar, zira b u n lar aynı b ir tüm -
lü ğ ü n görü n ü m lerid ir v e b ir bireyi, her kim o lu rsa olsu n, an cak b ir
toplum sal varlık olarak g örü rsek anlayabiliriz. H er in san p olitiktir.
A n cak bunu, kendi ad ım a b en an cak savaşla b irlik te keşfettim , ve
a n cak 1945'ten sonra g erçek ten anladım .
Savaştan önce k end im i basitçe b ir b irey o larak düşünürdüm ,
b ireysel varolu şu m la için d e yaşadığım to p lu m arasın d aki b a ğ ı h iç
görm ü y ordu m . E cole N orm ale'd en m ezun old u ğu m d a, bu kon u d a
bü tü n bir kuram bile g eliştirm iştim : ben "yalnız adam "dım , yani
d ü şü n cesin in bağım sızlığı y olu y la toplum a karşı çıkan , am a to p lu ­
m a hiçbir borcu olm ayan, v e ö zgü r old u ğu için toplum un da ona
karşı h içbir şey yap am ayacağı birey. Bu, 1939'd an önceki b ü tü n
d üşü n m em i, bü tü n y azm am ı ve b ü tü n y aşam am ı ü zerin d e tem el­
len d ird iğim apaçık h akik atti. B ütün b ir savaş-ön cesi dönem b o ­
yu n ca p o litik görü şlerim y oktu ve, d oğallıkla da, oy k u llan m ıyo r­
dum . K o m ü n ist olan N izan'm politik sö y lev lerin i can k ulağıyla
d in liyord um , am a ay nı şekild e, sosyalist olan A ron 'u ya da b ir b a ş­
kasını da dinliyord um . B an a gelince, y ap m ak zo ru n d a old u ğu m
şeyin y azm ak oldu ğu nu d üşü nüyor ve y azıy ı h içbir şekilde top ­
lu m sal b ir faaliyet olarak görm üyordum . B u rju v aların b irer pislik
44 Sartre Sartre’ı A nlatıyor

old u klarına hükm ed iyord u m ve de bu hükm ü gerekçelen d irebile-


ceğim i d üşü n üyord um , on ları çam u ra b elem ek ü zere, özellikle
b u rju valara seslenm ek su retiyle bu n u y ap m aktan da alıkoy m u y or­
d um kend im i. Bulantı bu rju v aziye karşı bir saldırıd an ib aret d eğ il­
d ir am a bü yü k ölçü d e de öyled ir: m ü zed ek i tabloları hatırlayın...
D ilerseniz şöyle diyelim , Bulantı "yalnız adam " kuram ının ed ebiyat
alam nd a vard ığı n oktadır, v e b en so n u çta bu rju vaları birer p islik
olarak m ah kûm etm ekten, y aln ız b irey için ald atm acasız b ir varo­
lu şu n k oşu llarım tanım lam aya çalışırk en aynı zam anda kendi va­
rolu şu m u g erekçelen d irm eye u ğraşm ak tan ib aret olan bu k on u ­
m u n sınırlarını farketm eye başlam ış olm akla birlikte, b u rad an çık­
m ayı başaram ıyord u m . V arolu şa ilişkin hakikati sö ylem ek v e b u r­
ju v a yalanlarını açığa çıkarm ak b ir v e ay n ı şeydi ve m ad em ki yaz­
m ak için yaratılm ıştım , in sanlık kaderim in gereğini yerine getir­
m e k için ben im y ap m ak zorund a oldu ğu m şey de bu yd u. G eriye
kalanın, yani özel hayatım ın, d aha ço k hoşlu klard an oluşm ası ge­
rektiğini düşü nüyord um -b e n im d e elbet, tıpkı b aşkaları gibi, en­
g el olam adan tepem e d üşü veren sıkıntılarım olacaktı, am a geneld e
bu hayat h o şlu klarla d olu olacaktı: kadınlar, iyi yem ekler, seyahat­
ler, dostluklar... H o calık yapıyord um , elbette, çü n kü in san ın h aya­
tını kazanm ası gerekiyord u, ama öğretm en likten n efret etm iyor­
dum , tam tersine; h er ne k ad ar b ir y etişkin in hayatına, b ir y etişk i­
n in so ru m lu lu klarıyla geçişi çok nahoş b ir b içim d e h issettiysem de:
1935'e doğru, birkaç ay süren ve bu gü n a z çok o yetişkin h ayatın a
geçişe bağlı bir k im lik b u n alım ı olarak yoru m lad ığım b ir tür d ep­
resyon geçirdim . A m a sonuçta bir h ocaya ait olm ası gereken top­
lum sal m ecbu riyetleri en aza ind irgem eyi başard ım v e b u ço k iyi
oldu. D em ek ki, d ed iğim gibi, hayatım ı böyle tasarlıyord um : ön ce­
likle y azm ak ve yanı sıra da hoşlu klar içinde yaşam ak.
İşlerin böyle olm adığım bana gösterm eye başlayan şey 36'dan iti­
baren belirdi. Ö nce "Front Populaire” (H alk Cephesi) olayı geldi -e s a ­
sen bu Castor'un anlattığı gibi, uzaktan im renerek izlediğim iz bir
olaydı: Front Populaire'in gösterilerini kaldırım da dikilerek seyretm iş­
tik ve yürüyüşçüler arasında arkadaşlarım ız da vardı; bizse dışarıda,
kenardaydık, ve bunu hissettik. A ncak yine d e bu, bizi m utlak ilgisiz­
likten çıkm aya zorladı v e tüm üyle Front Populaire yanlısı olduk. Am a
benim bir Front Populaire yandaşı olarak düşünülm em e neden olabi­
lecek hiçbir şey yapm am ıştım . D erken toplum sal devinim gelişti,
olaylar hızlandı, 38 yılı ve M ünih çıkageldi. M ünih sırasında bireyci
barışseverliğim ve N azi-karşıtlığım arasında parçalanm ış bir durum ­
daydım; bununla beraber, en azından kafam da, N azi-karşıtlığı çoktan
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 45

baskın durum daydı. Bunun da nedeni o sıralarda nazizm in bizlere,


biz Fransızlan yok etm ek isteyen düşm an güç olarak görünm üş olm a­
sıydı, ve bu da, henüz ayrımına varm asam bile, b ir deneyim le, yalnız­
ca basit b ir bireysel deneyim olm ayan am a aynı zam anda toplum sal
nitelik de taşıyan bir deneyim le buluşuyordu: 1933'te bir yıl süreyle
N azi A lm anyası'nda yaşayarak edindiğim deneyim . Bazı Alm anlar
tanım ıştım , onlarla konuşm uştum , nazilerden saklanm ak zorunda ka­
lan kom ünistler görm üştüm . O aşamada, buna politik düzlem de hiç­
bir önem atfetmem iştim, am a aslında bunun daha o and an birtakım
etkim eleri olm uştu düşündüğüm ve yaşadığım şey üzerinde, yalnızca
b en henü z farkında değildim. Nazi Alm anyası ban a yalnızca öfke v e ­
riyordu ve Fransa'da da -b ir tür uslu çocuk faşist o la n - Doum ergue
ve birlikleri, A teş-haçlan, vb. gündem de olduğundan, dönüşüm den
bir süre sonra, beni N izan'a ve kom ünist veya sosyalist arkadaşlanm a
yaklaştıran bir konum a, yani antifaşist bir konum a girdim ; elbette b u ­
nun pratik sonuçlarını çıkarm aksızın... Böylece, gördüğünüz gibi, sa­
vaş öncesi dönem de benim daha sonraki tutum um un habercisi olan
öğeler bulunabilir.
M .C .: B u lan tı ü m sol bir roman olduğunu görmek için bunu bilme­
ye gerek yok! B ir Ö nderin Ç ocuklu ğu 'na (L'E nfance d ü n chef) gelin­
ce, o dönemde, faşizmi daha köktenci bir biçimde suçlayan başka Ur şey
bulunamaz sanırım; marksist bakış açısı dışında her türlü şıkta... Esasen,
bu iki metin Nizan'ın aynı dönem yazılarıyla kıyaslandıkta, sizinkilerin
çok daha sert oldukları besbellidir.
J-P.S.: Çünkü benim bir düşm anım vardı: burjuva okur; ona karşı
yazıyordum , en azından bir ölçüde; oysa ki N izan kendileri için yaza­
cağı okurlar istemişti ve, aslında kabaca benim kiyle aynı olan bir okur
kitlesi, okuyan insanlar kitlesi tarafından okunan kom ünist yazar ko­
num u dikkate alındıkta, bu onu benim ki türünden olm ayan bir çeliş­
kiye sokuyordu. Sonuç olarak ben antiburjuva v e bireyci yazar konu­
m um içine oldukça rahat b ir şekilde yerleşmiş durum daydım .
B ü tü n bunları d arm ad ağın eden şey, 1939 E y lü lü n ü n b ir gün ü
p o stad an çık an seferberlik celbi ve N an cy'd eki k ışlay a gidip tanı­
m ad ığ ım ve tıpkı b en im gibi silah altına alınm ış olan insanlara ka-
ü lm ak m ecbu riyetin d e k alm am oldu. T oplum sal olanı b en im kafa­
m a b u soktu: bu lu n d u ğu m y erd en kop arıld ığım ı, b en im için ö n em
taşıyan insan lard an ayrıld ığ ım ı ve trene bin d irilip h içb ir şek ild e
g itm ek arzu su taşım ad ığım bir yerlere, h iç d e b en d e n d aha arzu lu
görünm eyen , tıpkı b en im g ib i hâlâ sivil olan ve işin b u ralara n asıl
g eld iğini b en im kadar kendi ken d ilerine so ran çocuklarla b irlik te
götü rü ld ü ğü m ü g örd ü ğü m d e, bird enbire to p lu m sal bir v a rlık
46 Sartre Sartre'x Anlatıyor

olduğum u kavrad ım . N e y ap acağ ım ı b ilm ez bir hald e kışlada v o lta


atıp dururken k arşılaştığım d a, b ü tü n farklılıkların a rağm en bu ço­
cuklarda bir ortak bo y u t görüyordu m v e b u ay nı zam an d a benim
de taşıdığım boyu ttu: birkaç ay önce ho calık yaptığım lised e k arşı­
laştığım , henü z onların da tıp k ı b en im gibi to plum sal b irey ler ol­
d uğunu aklım a bile getirm ediğim g ü nlerd eki sırad an kişiler d eğil­
lerdi. O ana k ad ar kend im i egem en sanıyordum ve, d ün yan ın ağır­
lığının, bü tü n ötekilerle olan bağlarım ın ve bü tü n ötekilerin b en im ­
le olan bağ larının bilin cin e varm am için seferb erlik aracılığıyla bi­
zatih i kendi özgü rlü ğüm ü n yad sınm asıy la yü zy ü ze gelm em g erek ­
m işti.
Savaş gerçekten de hayatım ı ikiye böld ü . O tuz dört yaşım d ay ­
k en başladı, kırkım a geldiğim de sona erdi ve bu da g erçekten
gen çlikten olg u nlu k çağın a geçiş oldu. Savaş aynı zam an d a b an a
k end i kendim in ve d ün yanın bazı g örüntü lerini ifşa etti. Ö rn eğin
esa ret denen derin d üşkünlükle orad a tanıştım , y in e orad a in san ­
larla ilişkiyi, düşm anı, gerçek düşm anı, sizinle aynı toplum içinde
yaşayan ya da size sözlü olarak sald ıran hasm ı d eğil, am a silahlı
ad am lara yaptığı basit bir işaretle sizi tu tu klatıp hapse gönderebi-
len düşm anı tanıdım .
V e son ra, ezilm iş, y ık ılm ış am a hâlâ varolan top lu m sal d ü ze­
n i, d em o k ratik to p lu m u da o rad a tan ıd ım , ö zellik le d e ezilm iş,
yok ed ilm iş olduğu ve savaştan sonra y en id en d o ğ a ca ğ ı u m u d u y ­
la , d eğerini k o ru m ak için m ü cad ele ettiğ im iz ö lçü d e... B ir b akım a,
b en orad a sav aş ö n cesin in b irey ciliğ in d en ve arı b irey in d en to p ­
lu m sala, to p lu m cu lu ğ a geçtim . H ay atım ın asıl d ö n em eci budur:
ö n ce ve sonra. Ö ncesi beni Bulantı gibi, to p lu m la ilişk in in m e ta fi­
z ik olduğu yap ıtlara g ötürdü , so n rasıy sa ağır ağır Diyalektik Aklın
Eleştirisi'ne.
M .C.: 1952 yılı, komünistlerle yakınlaşma yılınız, sonra da 1968 , be­
lirleyici dönemeçler değil miydi?
J-P.S.: 1952 fazla önem li değild i. D ört yıl boyu nca kom ü n istle­
re çok y akın kaldım , am a benim d ü şü n celerim onların d üşünceleri
d eğildi, onlar d a bu n u biliyorlardı. K end ilerini fazla kirletm ed en
b en d en y ararlanm aktayd ılar, ve B u d ap eşte g ibi b ir olay oldukta,
ken d ilerind en k op acağ ım d an kuşku d uym uyorlard ı; n itekim k o p ­
m ak ta duraksam adım . N esnel olarak önem li bir d ö n em eç gibi g ö­
rünebilir, am a özn el olarak fazla önem taşım az, çünkü kendi d ü ­
şü n celerim hem en h em en sağlam laştı, k o m ü n istlerle kom şu lu k
ed erken d e on lard an vazgeçm ed im ; ve Diyalektik Aklın Eleştirisi1nde
onları tekrar toplayıp geliştird im .
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 47

1968'e gelin ce, evet, b u önem liydi. H erkes için . A m a b en im


için özellikle, zira daha önce kom ü nistlere y aklaştıysam , son uçta
bu 1968’d en önce onların solunda, aslında k om ü n istlerin m utsuzla­
rı olan troçkistlerd en başk aca h içbir şeyin olm am ası yüzündend i.
E ğer savaştan so n ra aşırı sold a b ir hareket olsayd ı, h em en b ağ la­
nırdım .
M .C .: "Sosyalizm ya da Barbarlık" grubu vardı...
J-P.S.: Y ü z k ad ar aydınla, "kendi" işçilerine sah ip oldukları
için pek övünd ü kleri birkaç işçiyi b ir araya getiren b ir tarikat... B ir
türlü kurtulam ad ıkları troçkist m irasın yanı sıra, h oşu m a gitm eyen
tarafları bu yd u . V e sonra b u grup içinden ilişk im olan tek aydın, o
d a Les Temps modernes 'de old u ğu için. L efort'du ki, b en i ikn a ed eb i­
lecek d u rum d a olm aktan uzaktı. B u yüzden, M erleau -P o n ty ile
ü zerind e anlaşam ad ıkları "K om ü nistler ve Barış" başlık lı m akale­
lerd en sonra, "L efort'a Y an ıt" başlıklı y azım d a ken d ileriyle ilgili
d üşü ncelerim i açıkladım .
M .C .: Evet, ve eğer bugün sizin o dönemdeki yazılarınızla onlarınki­
leri yeniden okuyacak olsak, yeniden savunduğunuz özgürleştirici sosya­
lizm görüşünün sizden çok onların tarafında olduğu görülür...
J-P.S.: B akın, onların fikirlerinin 1968 M ayısı'm hazırlayan ge­
lişm elerd e rol oynadığını, C oh n -B en d it'n in onları tanıd ığını ve
P ierre V ictor'u n da bu fik irlere ilgi d uyduğunu biliyorum . A ncak,
o d önem d e, "Sosyalizm ya da B arb arlık 'in 68'd e ken d in i gösteren
ey lem istenciyle u zak y ak ın b ir ilgisi yoktu. B u g ü n onların d üşü n ­
celeri, benim 1952'de dile getirdiğim d üşü n celerd en d aha d oğru y ­
m u ş gibi g örünebilir belki, an cak o sırada d oğru d eğild i çünkü tu ­
tu m ları yanlıştı.
M .C .: Demek ki, Parti'nin rolü konusunda şimdiki tutumunuzla
bağdaştırılamaz bir leninci tez geliştirmiş olduğunuz "Komünistler ve
Barış" başlıklı yazınız konusunda hiçbir özeleştiride bulunmuyorsunuz?
J-P .S.: A yd ın ın rolü konu su nd a sahip o ld u ğu m anlay ışın b ir
eleştirisin i yapıyorum . A n cak o sırad a b aşk a b ir an lay ışa sahip ola­
m azd ım ve h ükü m et tarafından ifad e özgü rlü ğ ü en gellen m eye ça­
lışılan k om ü n ist partisini d estek lem ek gerekiyord u.
M .C .: Bunu özgürlüğe karşı bir düşünce üretecek kertede kendi ken­
dinize karşı düşünmeksizin de yapabilirdiniz. Özgürlük düşüncesini ye­
niden bulmak için uzun bir dönüş yapmanız gerekti.
J-P .S.: D önü ş çok u zu n sürm edi, üç veya dört yıl.
M .C .: İyi de, bugün 1952 'den 195 6 'ya kadarki tutumunuzu doğru,
"Sosyalizm ya da Barbarlık"ınkini yanlış olarak değerlendirmekte diren­
mek niye?
48 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

J-P.S.: Ç ünkü o soğu k savaş y ılların d a kom ü n istlerin haklı


oldu ğu nu düşü nm eye d evam ed iyoru m da ondan. SSC B -h e p b il­
d iğim iz bü tü n hatalarıyla b irlik te - yine de teh d it altında b u lu n u ­
yordu, b ir savaşta A m erik a'y a karşı d iren ecek d urum d a d eğild i h e­
n üz, d olayısıyla barış istiyordu. B u yüzd en kom ü n istlerin o z a ­
m anki söylem in d e k end i kend im izi bu labiliriz: kabaca, onlar d a b i­
zim yönelttiğim iz su çlam aları y ön eltiyorlard ı A m erika'ya.
M .C.: Ve "Sosyalizm ya da Barbarlık" yandaşı insanlar da bir o ka­
dar suçlamada bulunuyorlardı Amerika'ya karşı...
J-P.S.: Tam am da, bu h arek et b ir işe y aram ayan u fak b ir zam a­
zingoydu.
M .C.: Peki siz hiçbir zaman azınlıklara güven duymadınız mı?
J-P.S.: Elbette d u y d u m o g ü n d en beri...
M .C .: O zaman bu insanların o dönemde haksız olmadıklarını ne­
den kabul etmiyorsunuz? Tutum unuz Gorz’un anlattığı ve bana
M ao'nun Çin'i konusunda alabildiğine anlamlı görünen bir anekdotu
anımsatıyor: 19 59 'a doğru, Çin Komünist Partisi üyesi teknisyenler
Rusya ve Çin arasındaki işbirliğinin sonuçta yalnızca SSC B 'nin çıkarı­
na olduğunu anlatarak, partilerini Ruslar konusunda uyarmışlar. "Pro­
leter enternasyonalizme saldırı" suçlamasıyla ihraç edilmişler. Derken
Çin'le Rusya arasındaki kopuş gündem e geliyor. Aynı teknisyenler bu­
nun üzerine yeniden partiye alınmalarını talep ediyorlar ancak parti bu
telebi reddediyor, gerekçesi de özetle şöyle: "Sizler, bizzat başkan
M ao'nun henüz anlamamış olduğu ve dönemin tarihsel koşulları nede­
niyle anlayamayacağı bir şeyi anlamış olduğunuz için hatalıydınız. Tu­
tumunuz konusunda özeleştiri yapmadığınız sürece, Parti'nin sîzleri di­
siplinsiz öğeler olarak kabul etmek dışında yapabileceği bir şey yoktur. “
Bu gerekçenin anlamı şu: Sizler haklı olduğunuz için hatalıydınız, biz-
lerse yanıldığımız için haklıydık. Sonuçta siz de "Sosyalizm ya da Bar­
barlık" hareketine aynı şeyi söylüyorsunuz.
J-P.S.: H iç d e b ö y le b ir şey söylem iyoru m , nedeni d e şu ki b e­
n im henüz anlayam am ış olduğum b ir şeyi anlam am ışlard ı: o n ların
kendi fikirleri vardı, b en im k endi fikirlerim , ve k om ü n istler k arşı­
sında takınılacak tavır k on u su n d a aynı görüşte değild ik. B en im bu ­
gün Parti'yi onların o dönem d e d eğerlen d ird ik leri gibi d eğerlen d i­
riyor olm am , onların gerekçelerinin d ah a iyi gerekçeler olduğunu
gösterm ez. D oğru lar, "d oğru h alin e gelirler" v e önem li olan da on­
ları bu n a u laştıran yold u r, b u n a u laşm ak için kendi ü zerin d e ve
b aşkalarıyla birlikte y ap ılan çalışm adır. B u çalışm a olm adan, b ir
doğru an cak d oğru b ir h ata olabilir.
M .C .: Öyleyse, onlar zaman kazandı diyelim. Bugün sizin temel po­
Sartre Sartre'ı A nlatıyor 49

litik seçişler konusunda aynı görüşte olduğunuz Cohn-Bendit gibi bir ki­
şi, onlar sayesinde zaman kazandı.
J-P .S .: O labilir am a o k ad ar da kesin d eğil: sizin "zam an k a ­
zan m ak " d ediğiniz şey d aha sonra size zam an da kaybettirebilir ve
tersine. Bu ö n ced en kararlaştırılm ış b ir şey d eğ ild ir.
M .C .: Size göre 68 M ayısı'nın özgünlüğü neredeydi?
J-P .S .: B an a göre, M ayıs h areketi, bird enbire, özgü rlü ğe kom şu
olan bir şeyi gerçekleştiren ilk geniş kapsam lı to p lu m sal h arekettir
ve b u noktad an itibaren, ey lem halindeki ö zgü rlü ğ ü n n e olduğunu
kav ram aya çalışm ıştır. V e b u hareket, b u nd an b ö y le, politik hed ef
olarak kavrand ık ta özgü rlü ğün ne old u ğu nu olum lu b içim d e b e ­
tim lem ek g erektiğine k arar v eren insanları - k i b en de onlardan b i­
riy im - yaratm ıştır. Zira, sonuçta, 68 M ayısı'nı b arik atlard a y a p a n ­
lar ne istiyorlardı? H içbir şey, en azından iktid arın onlara v erebile­
ceği türden, belirgin h içbir şey. Y ani, herşeyi istem ekteyd iler: öz­
gürlüğü. İktidarı istem iyorlard ı v e onu alm ay a d a yeltenm ediler,
zira onlara göre, b u g ü n d e bize göre, ik tid arın k ullan ılm asın a
im kân v eren toplum sal yapının ken d isin in o rtad an kaldırılm ası
söz k on u sudu r. Y akınd a yazm aya çalışacağım ve "İk tid ar v e Ö z ­
gürlük" adını taşıyacak olan b ir kitap ta işte bu n u an latm ak istiyo­
rum.
M .C .: Ben de asıl bu sorunla ilgili olarak tutumunuzda, hatta
68 'den sonra bile, bir çelişki görüyorum. Zira bu konuda söylediklerinize
bakınca, 1970-1971 'de sizin öncü partinin örgütlenişine ilişkin geleneksel
leninci fikirlere göre çalışan ve en aşırı biçimde silsilei meratiplendirilmiş
bir grup olan eski Proleter-Sol yerine, "Yaşasın D evrim ” gibi-M ayıs ba­
rikatları üzerinde ortaya çıkmış olan o yeni anlayışı hayata geçirmeye ve
yaşamaya çalışan- bir grupla birlikte olmanız beklenirdi.
J-P .S.: M aocu lar gerçekten de grup içind e silsilei m eratib e faz­
lasıy la u yg u n biçim de örgütlenm işlerd i, b ir y an d an da böyle o l­
m ak istem iyorlard ı. Ö te yandan, kitlelerle k ay n aşm a p eşin d ey d i­
ler, am a öncü olarak değil d e kitlelerin isten cin i dile getiren m ili­
tan lar olarak. A ynı zam an d a h em kitlelerin örg ü tlen m esin i h em d e
ken d iliğin d enliği arzu ed iyo r ve kendi k en d ileriy le çelişkiye d ü şü ­
yorlardı. İşte böyley d i m aocu lar. Ben, 68 M ay ısı'n d an y aklaşık iki
yıl sonra, hâlâ, olup b iten ve pek de iyi an lam am ış old u ğu m şey
ü zerind e d üşü nm ekteydim : bu gençlerin ne isted iğin i de, bu olay­
da b en im gibi ih tiyar ahm akların ne tür b ir rol alab ileceğini de gö­
rem em iştim ; o gü nlerd e b en de onları izlem iş, o n ları h araretle k u t­
lam ıştım , Sorbonne'a gidip onlarla k onu şm uştum , am a b u n ların
herhangi b ir önem i yoktu . A n cak sonradan, m ao cu larla d aha y ak ın
50 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

ilişkilerim o ld u ğu nd a olayı gerçekten an lad ım . B aşlan gıçta, Halkın


Davası'ran (La Cause du peuple) yönetim ine geçm em i isted iklerind e,
b en d en d üp ed üz y ararlan m ayı düşü nüyorlardı, am a bunu bana
açıkça söyled iler, m akyavelci bir yanı y ok tu b u n u n , v e ben de her
şeyi b ilerek k abu l ettim . D erken so n raları, tanınm ış b ir ayd ın la
o n u n d esteklediği b ir g ru bu n ilişk ilerin d en bam başk a bir hal aldı
b u iş.
M .C.: Yine de, siyasal çizginizi gözlemlerken benim dikkatimi çeken
şey, peşine-takılmacılığınız. Bir tek 1941 'de, en başta sizin girişiminizle
oluşan "Sosyalizm ve Özgürlük" grubu dışında, belki bir de 194.8 'deki
RDR)*) dışında, siyasal bağlanışlarınızı hep daha önce kurulmuş olan bir
hareketle dayanışma içine girmek şeklinde düşündünüz.
J-P .S.: Bu p e şin e -tak ılm acılık değ ild ir. B u n u n n ed en i siyasal
o lu şu m lar k u rm an ın ay d ın ların işi o lm am asıd ır. A yd ın ın y aln ız ca
d estek g ü ç o larak h izm et etm esi g erek tiğ in i d ü şü n d ü ğ ü m d en d e­
ğil. H ayır, g ru bu n için d e y er alm alı ve on un ey lem in e k atılm a lı­
d ır; beri yand an da ilk elere sık ıca tu tu n m ak v e ilk e le rd en u zak ­
laştığ ınd a g irişilen ey lem i eleştirm elid ir. Şim d ik i h ald e, b an a göre
ay d ın ın ro lü bu rad a. Bu, ay d ın ın b aşk aları y erin e d ü şü n en ad am
o larak k aybo lm ay a ad anm ış olm asını en g ellem ez: b a şk a la rı için
d ü şü n m ek , bizatih i aydm kavram ın ı m ah k û m ed en b ir saçm alık ­
tır.
M .C .: N e var ki aydının hâlâ gerekli olduğu bir konumda bulunuyo­
ruz. Dolayısıyla aydın, 1971 'de, bir yandan rahat rahat Flaubert 'inizi ya­
zarken savunduğunuz gibi, fabrikaya "yerleşmek" yerine aydın olma mes­
leğini yerine getirmek zorunda.
J-P .S.: Oh, abartıyorsunu z, bü tü n ayd ın ların fabrik aya yerleş­
m ek zorunda oldu klarını asla söylem ed im . D ilek çeler im zalam ak ­
tan y a da başka aydınlar için m akaleler y azm aktan başka b aşka
yollar k eşfed erek çelişkilerim aşm ak zo ru n d a old u klarını sö yle­
dim. "Y erleşm e" b u y ollard an biriydi. V e de yerleşm iş olan aydın ­
ların çoğu da, bu gü n başka şeyler y ap salar bile, k en d ilerin i d aha
kötü hissetm ediler. B an a gelince, vasıfsız işçi olarak kend im i işe al­
dırm ak üzere b ir fabrikanın kapısını çalacak olsaydım , sırf em ekli­
lik çağını fazlasıyla aşm ış olm am y ü zü n d en b ile, b u gerçekten de
m askaraca olurdu. N e yaparsınız, bir insanın p o litikay la gerçek
b ağlarının n e olm ası g erektiğini ve - h e r in sanın p o litik olduğu an ­
la m ın d a - politik b ir insanın k onu m lanışm m gerçekte n e old u ğu nu
an cak altm ış yed i y aşım a doğru tastam am k av rad ığım a göre, bir
ölçüd e m aoizm e borçlu old uğum bu kavrayış, b en im için d aha
(*) Rassem blem ent D ém ocratique Révolutionnaire (D evrim ci Demokratik. Birlik)
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 51
g enç ve d aha sağlıklı b ir insanla aynı p ratik so n u ç la n getirem edi
beraberind e...
M .C .: Kırk ya 'da elli yaşında olsaydınız, maocuların aydınlar üze­
rinde uyguladıkları suçlayıcı baskıya boyun eğmiş ve sevdiğiniz şeyi yap­
maktan vazgeçmiş olacağınızı mı söylemek istiyorsunuz?
J-P .S .: H içbir şeyd en v azg eçm iş o lm ayacaktım . H içb ir şey beni
y azabileceğim i, y azm ak zoru nd a olduğum u d üşü n d üğüm ve y a z ­
m ak isted iğim şeyi y azm ay a d evam etm ekten alıkoyam ayacaktı.
P ierre V ictor b en d en F lau bert'e d evam ed ecek y erde p o p ü ler bir
rom an yazm am ı istiyordu: b ö y le b ir şey i asla ak lım ın u cu n d an bile
geçirm edim .
M .C .: Buna karşılık, belli bir dönemde, bir aşk romanı yazmayı dü­
şünmediniz mi?
J-P .S .: A h, b u çok d aha önceydi! 1961 v ey a 1962'd e, R om a'd a
old u ğu m ve o sırada ne y azacağım ı bilem ed iğ im bir sıradaydı. Bu
yüzd en bir rom an konu su arıyord um . Bu b a z en bir aşk rom anı
oluyordu, b azen d e R om a sokak larınd a aya b ak a ra k v e dün yan ın
gidişatı içinde n e anlam taşıd ığ ın ı d üşü nerek d o laşan bir garip
ad am oluyordu...
M .C .: Yine "yalnızadam", öyle mi?
J-P .S .: B ir b ak ım a evet, am a çok d eğ işm iş olarak...
M .C .: Bugün, yakınlarınız, sizin deyiminizle "aile” dışında, çok az
insanla görüşüyorsunuz. Peki yapıtınız üzerine yazanlara da kapınızı ka­
patıyor m usunuz?
J-P .S .: H ayır, ben im ü zerim e çalışm a y ap an ve b u konu d a k en ­
dilerine yardım ed ebileceğ im kişileri, m em n u n iy etle kabu l ed iyo ­
rum . Ö rneğin sizin de tanıd ığınız şu genç eleştirm en , Ailenin Buda­
lası (L'Idiot de la fam ille / Flau bert incelem esi) ü zerin d e b ir araştır­
m a yap an M ichel Sicard ... Sık sık, y apıtım ın şu y a d a yönü ü zerin ­
de tez çalışm ası yapan İn g iliz veya A m erikalı ü n iv ersite ö ğren cile­
rin den, kitap larım d a çift yönlü yanıtlarla k arşılaştık ları gerekçesiy ­
le gelen soru lar olur. B ir y azarın söyled iği azıcık şey için d e b ir d o ­
lu olası y oru m vardır. O zam an, hazır y aşark en b u n d a n yararlan ­
m alı...
M .C .: Bunun tersine, yorumcuların yapıtınızın kimi yönlerini sizin
için daha aydınlık kıldıkları oldu m u?
J-P .S .: H ayır. Y oru m cu larım ın hiçbirin d en asla hiçbir şey öğ­
renm ed im . O ysa ki, 1945'ten beri bu nun o lacağın ı, gün ü n birin d e
b irin in çıkıp, beni kendi d üşü n celerim kon u su n d a ay d ın latacak bir
şeyler yazacağını d üşü nüyord um . Z o la y a da H u g o 1940 ya da
1945'te o ku n d uklarınd a, o n ların b ilin çli o larak eklem ed ikleri kim i
52 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

şeyler eklendiğini, d olayısıyla onları b aşk a türlü çözü m lem en in de


m ü m kü n old u ğu n u g örüyordu m . Ö yle olunca, yaşayan b ir yazar
için d e bu n u n geçerli old u ğu nu d ü şü nü yord u m . B u d oğru d eğ il­
m iş: bu n u n için ölm ü ş o lm ak gerek. Y a d a y oru m cu n u n k en d isi­
n in, araştırdığı y azard an daha ileride, onu tü m ü yle katetm iş, h an i­
d ir ondan biraz d ah a öne geçm iş olm ası gerekiyor, am a b u çok, e n ­
derdir.
M .C .: Daha şimdiden hakkınızda yazılmış olan o devasa yazı yığını
arasında, gerçekten yararlı hiçbir şey yok mu ?
J-P .S.: Bunu id d ia etm ek fazla ileri gitm ek olur. A n cak şunu
söyley ebilirim ki, b en im h ak k ım d a y azılan lar arasın d a o k u y a b il­
d iklerim d en -e lb e tte hepsini oku m ad ım , belki an cak on d a b irin i-
b en hiçbir şey öğrenm ed im .
Ya, en iyi şıkta, d üşü n celerim e tastam am sad ık kalan b ir serim
bu lu yoru m , ya d a bana karşı geliştirilen red d iyelere h içbir değer
atfed em iyorum , çü n kü bu n lar sö ylem ek istem iş old u ğu m şeyin
-b a n a g ö r e - d ü p ed ü z anlaşılm am ışlığ ına dayanıyor.
M .C .: H er türlü şıkta uzun zamandan beri ve tutarlılıkla sizin dü­
şüncelerinizle hesaplaşmakta olan biri var, eski arkadaşınız Raymond
Aron.
J-P .S.: Bakın, iş oraya gelirse, ben A ro n 'u n fikirlerini fazlasıyla
y akın dan tanırım . O nun ne y ön e gittiğini fazlasıyla iyi biliyorum .
B ana gelince, u zu n zam and an beri onu n bakış açısını aştım ben.
B en im hakkım da yazdığınd a, o kendi düşüncesini sergiler v e b e ­
n im kini ilg ilen d iren h içbir şey getirm ez bana. Diyalektik Aklın Eleş­
tirisine karşı çıktığı son kitabını okudum . Kendi bakış açısınd an el­
b ette sorm a hakkına sahip olduğu, am a beni kesinlikle ilgilen d ir­
m eyen birtak ım so ru lar soru yor, so ru n lar getiriyor. Bana göre, d a ­
h a iyi karşı çıkab ilm ek için b en im d ü şü n cem e k ılık d eğiştiriyor.
M .C .: Aron, esasen sert olmaktan çok hüzünlü bir ifadeyle, sizin
onun gerekçelerine her zaman söverek karşılık verdiğinizi söyler...
J-P .S.: O n a h ay atta p e k a z sö vd ü m . E vet sövdüm , doğrudur,
1 9 6 8 ’d e sö vd ü m , çü n kü o sırad a takınd ığı tu tu m b an a taham m ül
ed ilm ez göü nm üştü. Zeki, iy i y etişm iş bu profesörün, 68 M ayısı'nı
o sırad a y aptığı g ib i d eğerlen dirm esi, zek âsın ın d a bilgisinin de sı­
nırım gösteriyordu ; orada neler olu p bittiğini hiçbir zam an an lam a­
dı.
M .C.: Bu ille de sövmek için bir neden değil.
J-P.S.: E lbette b ir neden. B unu bilerek yaptım . B u b an a göre,
o n u n 68 M ayısı'nm h aber verd iği şeyi kend iliğ in d en top lu m u n dı­
şın a koyduğunu g österm en in v e bu dışlam ayı k en d i p ay ım a red ­
Sartre Sartre'ı A nlatıyor 53

d etm en in yoluydu. O ndan önce, ben u yu şm asam b ile Sorbonne'da,


o n ları tartışabilecek öğrencilere anlatabileceğ i d ü şü n celeriy le, b ir
profesörd ü o. B ütün b u n ları 1968'den önce m ü kem m elen kabul
ed iyo rd u m . A m a, ders v erd iğ i v e bü tü nü y le ü niv ersite sistem ine
karşı çıkm akta olan öğren cileri hakkınd a n eler d ü şü n d ü ğü n ü gör­
d ü ğ ü m zam an, öğrencilerini h içb ir şekild e an lam am ış olduğunu
d üşü nd üm . B en profesöre, k end i öğren cilerin e d üşm an olan p ro fe­
söre sald ırıy ord u m , y o k sa isted iği şeyi söylem e h a k k ın a sahip olan
Figaro b aşy azarın a değil.
M .C .: Genel kural olarak, fikir tartışmalarına katılma yanlısı değilsi­
niz...
J-P .S .: B en kitap yazarım , fikirler o n ların için d ed ir, cevap ver­
m ek istey en b aşk a kitap lar yazarak yapar bunu.
M .C .: îyi de, sizinkilere karşı çıkan metinler yazmış oldukları halde
Marleau-Ponty'ye de, Levi-Strauss'a da, Raymond Aron'a da cevap ver­
mediniz.
J-P .S .: H ayır, cevap verip de ne olacak? B en sö ylem ek isted i­
ğim şeyi söylem işim , onların ben im k in d en farklı b ir bakış açıları
var. B en im hakkım da yazd ıklarına k atılm ay an lar v a rsa bunu söy­
lerler. B unu y ap m ak b an a düşm ez. K ü çü m sem e değil bu. Ö rneğin,
b en im Levi-Strau ss'u k ü çü m sem em söz kon u su d eğil -te rsin e onu
çok iy i b ir etn olog olarak g ö rü y o ru m - am a Diyalektik Aklın Eleştiri­
si ü zerine, bana göre saçm a sapan say falar y azdı. A m a bu n u ona
sö yleyecek kişi ben d eğilim , niçin söyleyeyim ki?
M .C .: Ya düpedüz fikir tartışmaları?
J-P .S .: Bunlardan, ay d ın lar arasındaki fikir tartışm aların d an
n efret ederim , insan h er zam an ken di d ü zeyin in altında kalır, b u ­
d alaca şey ler söylenir.
M .C .: Düşüncenizi, birisiyle konuşurken keşfettiğiniz hiç mi olmadı?
J-P .S .: H ayır. B ir d üşü nceyi, daha henü z y eterin ce sağ lam laş­
m am ış old u ğu b ir sırad a y aln ız Sim one de B ea u v o ir'a ak tarabili­
rim. Varlık ve Hiçlik 1in henü z yazıya d ökü lm em iş olan ana tezlerin i
ona açıklam ıştım . "T u haf savaş" d önem ind eyd i. O lu şu m h alin d e
o ld u kları sırad a bü tü n d ü şü n celerim i ona açıklad ım .
M .C .: Felsefe bilgisi sizinle aynı düzeyde olduğu için mi?
J-P .S .: Y alnız b u y ü zd en d eğil, am a b an a ilişk in bilg isi de b e­
nim le aynı düzeyde olduğu, ne y ap m ak isted iğim i b en im le eş d ü­
zeyd e bild iğ i için. D olayısıy la, o k u su rsuz m u h atap tır, insanın h iç­
bir zam an bu lam ayacağı m u hatap. E şsiz b ir arm ağan . M uh tem e­
len, k ad ın v ey a erkek ço k zek i b ir kişinin sev ip y ard ım ettiği b irço k
yazar vard ır. G eorge E lio t böyled ir örneğin: ik in ci kocası ona ço k
54 Sartre Sartre'ı A nlatıyor

y ard ım cı olm u ştu r. Sim one de B eau v o ir'la b en im aram d a olan b e n ­


z ersiz şey, b u eşitlik ilişkisidir.
M .C.: Bir bakıma, birbirirıiz için "yayınlana"fetvasını veren kişi du­
rumundasınız.
J-P.S.: T astam am öyle. U ygu n tanım bü tü nü yle bu . Son rad an
g azetelerde ya da d ergilerd e çıkan eleştiriler, şu ya da bu ölçüde
h oşum a gidebilir, am a gerçekte b ir değer taşım azlar. Bulantı'dan
b eri, bu h ep böyle olm uştur.
M .C.: Yine de, Simone de Beauvoir’ın eleştirilerine karşı kendinizi
savunduğunuz olmuştur, değil mi?
J-P.S.: Ah, hem de ne türlü! Esasen, karşılıklı sö v erd ik b ile b ir­
birim ize... A m a sonu çta haklı çıkacak olanın o olacağını bilirdim .
Bu, onun b ü tü n eleştirilerin i kabu l ed erim d em ek değil, am a çoğu ­
n u kabul ederim .
M .C.: Ona karşı siz de onun size olduğu kadar acımasız mısınız?
J-P.S.: K esinlikle. A zam i ölçüd e acım asız. İnsan, k ad ın ya da
erkek, eleştird iği kişiyi sevm e şan sını da yakalam ışsa, fazlasıyla
acım asız olm ayan eleştirilerd e bu lu nm an ın anlam ı yoktur.
M .C.: Tek muhatabınız, söylediklerinize bakılırsa, Simone de Beau-
voir oluyordu. Ancak Nizan ya da Aron'la öğrencilik yıllarındaki tartış­
malarınızdan da, her şeye rağmen bir şeyler kalmış olmalı sizde...
J-P.S.: Pek değil. A ron'la ya da P olitzer'le pek ço k tartışm ala­
rım oldu, am a bu h içbir şeye yaram adı. N izan 'la, evet, bir parçacık
y aram ıştır. Yalnız, bizi birbirim izd en ayıran şey, onun m arksist
oluşu oldu; yani d ost o ld u ğu m uz sırada henü z ken d in in olm ayan,
ve onun sand ığınd an da d aha zengin son uçlar içeren bir d üşünceyi
b enim sed i. A niden, p ek iyi anlam adığım , hen ü z çok az tanıd ığım
b ir düşü ncenin k arşısınd a b u ld u m ken d im i; b u n u n la birlikte Kapi-
taVi okum uştum , am a anlam ad an, yani d eğişm ed en okum uştum ,
ve bu d u rum d a düşünce, sanki lanetliym iş gibi, suratını b u ru ştu ­
ran, şakacı, rahatsız edici b ir h ale g eliyordu ; çünkü b ir b aşkası, sev ­
d iğ im b ir b aşk a insan onu hem ciddi b ir hakikat, hem de b an a y ap ­
tığı b ir şakaym ışçasın a kullanm aktaydı.
K endim i m ark sizm tarafından yadsınm ış gibi h issed iyord u m
çü nkü o bir dostun d üşü ncesiy d i v e dostlu ğu m u zu n içind en geçip
geliyordu. V e m ark sizm , en azınd an savaşa kadar, beni rahatsız
eden, canım ı acıtan, bana h er şey i bilm ediğim i, h er şeyi bilm en in
ço k uzağında old uğum u, v e d e ö ğ ren m ek g erektiğini gösterip du­
ran bir şey olarak kald ı. V e b ir türlü öğren em iyord u m onu. B ir ara,
H avre'da, M arx'ın yapıtlarını, m ark sist yapıtları okudum ; am a öğ­
renem iyord um , taşıd ıkları anlam ı görem iyord um .
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 55
A sıl savaşta, İşgal sırasında, araların d a k om ü n istlerin de bu ­
lund uğu b ir direniş g ru bu içinde yer ald ığım d a olay b en im için
güçlenm eye başladı. V e sonra, savaş bitince, b ir a h la k kitab ı için
onlarca not defteri d o ld u rd u m -b u n la rı k aybetm iş o ld u ğu m için
hâlâ ü zü lürü m : bu notlar m arksizm le girişilm iş b ir tartışm ad an
b aşka bir şey değildi.
M .C .: 1957 'de söylediğiniz gibi, bugün de varoluşçuluğun mark-
sizm içindeki özerkliği düşüncesine bağlı mısınız?
J-P.S.: Evet, tüm üyle.
M .C .: Demek ki, hâlâ varoluşçu etiketini kabul ediyorsunuz?
J-P.S.: Sözcü k bu dalaca. Esasen, b ild iğ in iz gibi, bu sözcü ğü se­
çen de b en değilim : getirip yam adılar bana, b en d e k abullen d im .
B u g ü n olsaydı kabul etm ezdim . A n cak artık kim se b an a "varoluş­
çu" d em iyor, okul k itap ları dışında, ki orad a d a b u sö zcü k h içb ir
an lam taşım ıyor.
M .C .: Etiketse etiket. "Varoluşçu" etiketini mi yoksa "marksist" eti­
ketini mi yeğlersiniz?
J-P.S.: E ğer ille de b ir etik et gerekiyord uysa, varolu şçu yu d aha
çok yeğlerim .
M .C .: Varoluşçuluğun tanımadığı bir deneyim var. Bu da iktidar de­
neyimi. İmdi, bugün birçok insan, bir iktidarın -Sovyet iktidarının—ideo­
lojisi biçimiyle kurumlaşmak suretiyle, marksizmin iktidar düşüncesi ola­
rak derinliklerinde sakladığı doğasını ortaya çıkardığını öne sürüyor. Siz
ne düşünüyorsunuz?
J-P.S.: D oğru, şu b ağ lam d a ki, bana g öre SSC B 'd e saptırılm ış
o lm ak la beraber, m arksizm yine de Sovyet sistem i içind e k en d ili­
ğ ind en m evcuttu. M arksizm 20. yüzy ıld ak i b ir d ik tacı sistem i örtü -
lem ey e y aram ış olan b ir 19. yüzyıl A lm an vey a İn g iliz felsefesi d e­
ğ ild ir h içb ir zam an. So v y et sistem inin özü nd eki şey in d üp ed üz
m arksizm oldu ğu nu ve de bu sistem tarafın d an yozlaştırılm ad ığ ın ı
d üşü nüyorum .
M .C .: Ama aynı zamanda da Sovyet rejiminin tam bir başarısızlık
olduğuna hükmediyorsunuz. Bu 1 9 5 7 'de söylediğiniz şeyi sakatlamıyor
m u; "Marksizm çağımızın aşılabilemezfelsefesidir" demiştiniz?
J-P.S.: M arksizm in h âlâ varlığını k oru y an tem el görün üm leri
old u ğu nu d üşü nüyorum : sınıf m ücad elesi, artı-d eğer, vb. So v y et-
ler tarafın d an alm an, m arksizm in içind eki ik tid ar öğesidir. İk tid ar
felsefesi olarak, m ark sizm in Sovyet R usya'da n erey e kadar g id eb i­
leceğin i gösterd iği d üşü ncesindeyim . B an a göre, Başkaldırmakta
Haklıyız'da (On a raison de se révolter) b ir nebze söylem eye çalışü -
56 Sartre Sartre'i A nlatıyor

ğım gibi, bu gü n artık başka bir d üşü nce g erekiyo r; m arksizm i, onu
aşabilm ek, onu atıp yenid en ele alm ak, onu k en d i ken d isin d e sar­
m a k için dikkate a lacak b ir d üşünce. G erçek bir sosyalizm e u laşa­
bilm enin koşulu b u d u r.
Bugün, d üşü n en birçok b aşk a insan larla birlikte, bu aşm a ey­
lem i için b irtak ım y o llar g österd iğim i san ıyoru m . İşte bu d oğru ltu ­
da çalışm ak isterdim şim di, am a b u n u y ap abilm ek için fazlasıyla
yaşlıyım . B ü tü n tem ennim , ben im çalışm alarım ın b aşk aların ca sü r­
dürülm esi. Ö rneğin, P ierre V icto r'u n y ap m ak istediği bu m ilitan ca
ve aynı zam anda aydınca çalışm ayı g erçekleştirm esin i tem enni
ediyorum .
M .C .: Böyle bir çalışmanın başarıya ulaşması için en fazla şansı
Pierre Victor'da mı görüyorsunuz?
J-P.S.: Evet. T an ıdığım b ü tü n in san lar arasında, bu açıdan, ba­
na h er türlü güveni v eren tek kişi o.
M .C.: Onda değer verdiğiniz şey, özlemlerinin köktenciliği gibi gö­
rünüyor. Buysa sizin, Giacometti'de de değer vermiş olduğunuz nitelikti.
J-P.S.: Evet, tü m ü yle aynı şey. N izan 'ın bu denli köktenci bir
özlem i yoktu. Parti, k öktenciliğinin sonuna kadar g itm esine engel
oluyord u. E ğer ölm em iş olsaydı, b elk i d e oraya v aracaktı, zira ona
göre, Parti ona ih an et etm işti.
M .C .: Sonuçta, bütünüyle değer verdiğiniz insanlar ay. yüzyılda
dendiği gibi bir "mutlak susamışlığı" taşıyan insanlar, değil mi?
J-P .S.: Evet, elbette. H er şeyi isteyen ler. Bu b en im de isted iğim
şeydir. D oğallık la her şeye erişilem ez, am a her şeyi istem ek gerekir.
M .C .: Çağdaşlarınız arasında böylesine, bütünüyle değer verdiğiniz
başkaları var mı? Ö rneğin, ıyöo'da, Fidel Castro'ya verdiğiniz değeri ve
duyduğunuz dostluğu ilan etmiştiniz.
J-P .S.: Evet, am a onun şim di n e d u ru m d a old u ğu nu b ilm iyo ­
rum . P ad illa’nın tu tu klanm asına karşı çıktığım ızd a bizi kapı dışarı
etti. Bize karşı sertti, bizse ona karşı d ah a az serttik, çü nkü içim in
d erinlerinde, tan ım ış old uğum insana karşı h â lâ d ostluk taşıyor­
dum . Benim hoşum a gitm işti, en d erd ir b u ; ço k h oşu m a gitm işti.
M .C .: Başka kimler var?
J-P .S.: M ao. M ao bü tü nü yle değer verdiğim bir kişidir, en a zın ­
d an birkaç yıl öncesine kadar. "K ültür d evrim i"n i p ek iyi k avraya­
m adım , en u fak şekild e bile karşı o ld u ğu m d an değil, am a b u n u n
n e anlam a geld iği konu su nd a açık seçik b ir fikir sahibi olam ad ım
b ir türlü, olay lar bağ lam ınd a da açık seçik değil.
Son olarak y ap m ay ı d ü şü n ebileceğim seyahatlerd en birin in
Ç in'e olm asını isterdim . Ç in'i tarih in in b ir d önem inde, 1955'te g ör­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 57

düm . D erken "K ültür D ev rim i" çıkageldi. Ş im d i y en id en g örm ek


isterim , san ırım d aha iy i anlayabilirdim .
M .C .: Peki hayranlık aşina olduğunuz bir duygu m udur?
J-P.S.: H ayır. H iç kim seye hayran olm am , v e b an a h ay ran
olu n m asını d a istem ezd im . İnsan lar hayran olu n m ak için d eğild ir:
hepsi de aynıdır, hepsi de eşittir. Ö nem li olan, y ap tıkları şeydir.
M .C .: Ancak bir g ü n bana Victor H u g o 'ya hayran olduğunuzu söy­
lemiştiniz...
J-P.S.: O h, çok az. Size V ictor H u g o 'ya karşı tam olarak nasıl
d u y gu lar içind e old u ğu m u ifad e ed em em . K ın an acak p ek ço k şey
vard ır ond a, am a g erçekten çok güzel olan b aşk a şey ler d e... K ar­
m a şık ve birbirine karışm ış b ir halde, o zam an d a o n a hayran old u ­
ğu m u söyleyip işin için d en çıkm ışım dır. A m a, aslın d a, ona b ir b a ş­
k asın d an d ah a fazla h ay ran değilim . H ayır, h ay ran lık hayran olu ­
n an kişid en d aha aşağ ıd a y er alınd ığını varsay an b ir d uygu d ur,
îm d i, b iliyorsu nu z, b an a göre, b ü tü n in san lar eşitlik içinde v a rd ır
v e hayran lığın insanlar arasınd a işi yoktur. B ir in san d an b aşk a b ir
in san için talep ed ilebilecek g erçek duygu, d eğ er verm ektir.
M .C .: Sevmekten de mi çok?
J-P.S.: H ayır, sevm ek ve değer verm ek bir ve ay nı gerçekliğin
iki görüntüsüdür, başkasıyla kurulan aynı ilişkidir bunlar. B u da,
d eğ er verm enin aşk için ve de aşkın değer verm ek için ille d e zo ru n ­
lu olduğu anlam ına gelm ez. A m a ikisi de birlikte duyulduğunda, bir
insanın b ir başkasına karşı hakiki tutum una ulaşılır. Bu noktaya g e­
lem edik daha, ö z n e llik tüm üyle keşfedildikte b u noktaya geleceğiz.
M .C .: iyi de siz, dostlukta tutarsız, aşk ilişkilerinizde tutarlı oluşu­
nuzu nasıl açıklıyorsunuz kendi kendinize?
J-P .S.: D ostlu kta tu tarsız değilim . D ilerseniz, d o stluklarım aşk
ilişkilerim e göre d aha az d eğ er taşıdı diyelim . N ed en tutarsız o ld u ­
ğum u söylü y orsu nu z ki?
M .C .: Camus'yü düşünüyorum , örneğin.
J-P .S .: A m a b en h içb ir zam an C am us'ye karşı olm ad ım k i. B a ­
n a "Bay yönetici" d iye h itabed erek Les Temps modernes'e gönd erd iği
ve Fran cis Jean son 'u n m a k a l e s i ^ ü zerinde akıld ışı d ü şü n celer ge­
liştird iği yazıya karşı çıktım . Jean son 'a cev ap vereb ilird i, am a y a p ­
tığı şekilde değil: beni k ızd ıran m akalesi oldu.
M .C .: Peki bunu izleyen kopuşunuz sizi etkilemedi mi?
J-P .S .: H ayır, p ek fazla d eğ il. E sasen b irb irim iz i d ah a az g ör­
m e k tey d ik ve, so n y ıllard a, h er rastlaşm am ızd a b e n i fırçalıyo rd u :
(*) Jeanson’un, Cam us'nün Başkaldıran İnsan (L'H om m e révolté) , adlı kitabını eleştirdiği m akale.
58 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

şu nu y ap m ışım , b u n u söylem işim , o n u n h o şu n a g itm ey en b ir


şey ler y azm ışım d iy e b en i fırçalay ıp d u ru y ordu . H en üz b o z u şm a
n o k tasın a g elm em iştik am a, ilişk im iz g id erek sev im sizleşiy ord u .
Ç o k d eğ işm işti, C am u s. Başlan g ıçta, h en ü z b ü yü k b ir yazar o ld u ­
ğ u nu n farkın d a d eğ ild i, g ırg ır b iriy d i v e b irlik te ço k eğ le n iy o r­
duk: yakası a çılm ad ık şekild e k on u şu rd u , ben de ö y ley im d ir z a ­
ten, b ir sü rü açık sa çık şey ler an latırd ık k arşılık lı v e k a rısıy la S i-
m o n e de B ea u v o ir d a u tan m ış gibi y ap arlard ı. İk i ü ç y ıl b o y u n ca,
onunla g erçek ten de ço k iy i ilişk ilerim oldu . E n telek tü el d ü zlem ­
de fazla ileriye g itm ek m ü m kü n olm azd ı, çü nkü çab u cak p an ik ­
lerd i; aslınd a, C ez a y irli b ir k o p u k tarafı, çok serseri, ço k m a tra k
b ir tarafı vard ı. M u h tem elen çok iyi b ir d o st olan ların so n u n cu -
suydu.
M .C.: Sonuç olarak, hayatınızdan çıkıp giden pek çok insan var ve
bunlar çoğunlukla erkekler.
J-P.S.: H ay atım d an çıkan p ek çok kadın da var. K im i zam an
ölü m nedeniyle, kim i zam an b aşk a bir biçim de. A m a, bü tü nü n d e,
dostluklarım da herhangi bir k işiden d aha h ayırsız old u ğu m u san ­
m ıyorum . Bost ile o lan ilişkim örneğin, h em en h em en C a sto r’la
olan ilişkim kadar eskidir. B izim "aile" d ediğim iz insanların, he­
m en hem en hepsini hâlâ g örüyorum ... P ou illon örneğin, otuzbeş
yıllık bir dosttur...
B unu nla b erab er G iacom etti ile olan ilişkim in tu h a f b ir bitişi
oldu; pek d e iyi kavrayam ad ığım b ir y an lış anlam a, am a bu , bir
başka hikâye... O da b ir bakım a, ölü m ü n d en kısa b ir sü re ön ce ba­
na karşı oldu ve, benim görüşüm e göre, onun açısın d an b ir yanlış
anlam anın sonucuyd u bu...
M .C .: Pek çok kişi, sizin uzun süre Jean Cau gibi bir sekreteriniz ol­
masına şaşar, Cau 'nun sonradan ne hale geldiği göz önüne alınınca...
J-P .S.: Bakın, Jea n C au'nu n evrim i beni h içbir şekild e ilgilen ­
dirm iyor.
M .C .: Gelelim kadınlara...
J-P .S .: K ad ın larla ilişkilerim h er zam an çok iyi oldu, çü nkü cin ­
sel ilişki dediğim iz şey nesnel ile öznel olanın b irlik te verilm esine
d aha kolaylıkla im k ân verir. B ir kadınla olan ilişkiler, esasen k en d i­
siyle yatm asanız b ile -a n c a k y atarsanız veya bu im kân var id iy se -
daha zengindir. Ö ncelikle, söz olm ayan bir dil vardır, ellerin, y ü z­
lerin dili. K endi başın a cinselliğin d ilind en söz etm iyorum . Bizatihi
d ile gelince, en d erinlerin d en gelir, b ir aşk ilişkisi söz konusuysa,
cin sellikten gelir. Bir kadınla birlikte olu nd ukta, in san ın v arlığın ın
bü tü nü ortadadır.
Sartre Sartre'i Anlatıyor 59

M .C.: Sizi tanıdığımdan beri dikkatimi çeken bir şey de, dostlarınız­
dan söz ederken lafınızı hiç esirgememeniz...
J-P.S.: Ç ünkü ne oldu klarını biliyorum ! V e k en d im in de n e o l­
d uğum u ! K end im için d e lafım ı esirg em eyebilirim .
M .C.: Peki, konu siz olsanız, neler söylerdinizkendi hakkınızda?
J-P.S.: G enelde, dönüp dolaşıp, köktenci tavrım ın son un a
k ad ar gitm eyişim e gelirim her zam an. H ay atım d a d oğallıkla b ir
d olu bir hata yaptım , b u n lar şu veya b u n ed en d en kayn aklan m ış
olabilir, an cak işin özü şu du r ki, h er hata y apışım d a, bu, yeterin ce
köktenci davranm am am ış olm am y üzü ndend ir.
M .C .: Buna karşılık, sizi tanıyanlar başlıca niteliklerinizden birinin
narsisizmden arınmışlığınız olduğu görüşündedir. Katılıyor m usunuz?
J-P .S.: N arsisizm im olm asaydı iyi olurdu d iye d üşü n üyorum
v e gerçekten de olm ayan biri gibi davranıyorum . A n cak bu b u n u n
tü m ü yle doğru olduğu anlam ına gelm ez. N arsisizm , b an a göre,
k en d i kend ini d üşü nüm sel olarak bir tür tem aşa etm ektir, sev m ek ­
tir, ken d in i yaptığı şeyd e nasıl d üşü n üyorsa o b içim d e bu lm ay ı is­
tem en in b ir türüdür, kısacası, k end i ile değ işm ez b ir ilişkid ir ve
k en d i d e esasen konuşan, düşü nen, d üşleyen, ey ley en etkin kendi
d eğild ir tam olarak, am a daha çok, ondan y o la çıkarak üretilm iş
b ir kişiliktir. Şim di, bu d ed iğim d en tü m ü yle arın m ış olduğum u
söyleyem em . O nu o rtad an kald ırm aya çalışırım , g erçekten d e a rın ­
m ış o ld u ğu m anlar vard ır. Ö rneğin, şu anda, b en i ilgilen d iren bazı
şeylerd en k on u şm aktayız sadece, şu hald e n arsisik olabilirdim ,
am a aslında elim d en geld iğince iyi cevaplar verm ey i tasarlıyorum ,
v e n arsisik değilim . A m a b ir başk a anda, n arsisizm geri gelebilir:
b aşk aların ın beni d eğ erlen d iriş biçim in d en de doğabilir, b en im le
b erab er olan birinin tek bir cü m lesi d e b en i n arsisizm e y atk ın laştı­
rabilir.
M .C .: Ancak, sonuç olarak, mutlu olabilmenin bir koşulunun da in­
sanın kendi kendisini sevmesi olduğunu düşünmüyor m usunuz?
J-P .S .: İn san k end i kend isini sever m i? İn san ın k end i ken d isin e
k arşı du yd u ğu b aşk a tü rlü b ir d uygu değil m idir? B irin i sevm ek,
görece b asit v e anlaşılm ası kolay bir şeydir, çü n kü sev d iğin iz in san
h er zam an orad a değildir, siz d eğilsinizd ir. B u ik i neden, h er za­
m an orada duran ve bizzat siz olan, d olayısıyla hem seven hem de
sev ilen olan kendi kend iniz için d u yd u ğu n u z şeyin, hiç şü p h esiz
varolm ayan b ir d uygu old u ğu nu gösterm eye yeter, m eğer ki işin
için e birtak ım im geler karıştırm ayalım , o zam an da, yenid en narsi­
sizm d ü zlem in e döneriz. K en d in in k en d isiy le olan doğru ilişk isi­
n in b ir aşk ilişkisi o lm ak gerektiğini sanm ıyoru m . A şkın, k en d in in
60 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

başk alarıyla olan asıl ilişkisi old u ğu nu d üşü nüyorum . B u n u n tersi­


ne, kendi kend ini sevm em ek, sürekli o larak ken d in e kızm ak, ken­
d in d en n efret etm ek de, aynı ölçü d e k end ine tü m ü yle egem en ol­
m ayı engeller.
M .C .: Sizin gerçekten de oldukça hayret verici bir şekilde yoksun ol­
duğunuz şey, suçluluk duygusu.
J-P .S.: D oğ ru d u r, su çlu lu k duygu su taşım ıyorum . H içb ir şek il­
de. K endim i asla su çlu hissetm em , v e d eğ ilim de.
M .C .: Bununla birlikte, yapıtınızda betimlediğiniz bir duygudur bu,
hatta başlıca temalardandır. Suçluluğu bu denli mükemmel bir şekilde be­
timlemek için, bana sanki onu tanımanız gerekirmiş gibi geliyor, ve eğer
bugün asla böyle bir duygu taşımıyorsanız, bu belki de bir veri olmaktan
çok, fazladan bir edinim daha olmak gerekir.
J-P .S.: A ilem in içinde en k ü çü k y aşım d an itibaren d eğerli bir
ço cu k olduğum duygu su yla d old uruldu m . B una karşılık, ay nı z a ­
m anda da değer fikrine b ir p arça karşı çıkan sırad anlığ ın ı duygusu
vard ı, çünkü değer, id eolojileri, d üşkünlükleri, ve sırad anlığı ön gö­
ren bütün b ir gird aptır, çıp lak g erçekliktir. A m a ben b ir num ara
keşfetm iştim : bu, başk aların ın hissetm ed iği sırad anlığı h issettiğim
için kendim e bir d eğer atfetm em di. B ö ylece, sırad anlıktan söz eden
insan haline geliyord u m , ve, d olayısıyla da kendi değerini, bunun
bağlam ını ve anlam ını aram aya adam ış insan o lu yord u m . Bu, çok
açık.
M .C.: Peki, parayla olan ilişkinizde, örneğin, birtakım suçluluk duy­
gusu izleri bulunabileceğini düşünmüyor m usunuz?
J-P.S.: Sanm ıyoru m . İlk ağızd a sö y len ecek şey, paran ın em ekle
o lan ilişkisinin katı, yorucu b ir şey o larak açıklıkla alg ılan d ığ ı bir
ailed en gelm ediğim dir.
Büyükbabam ço k çalışırdı, am a birtak ım yazılar ü zerin d e çalı­
şırd ı ve, ban a göre, o ku m ak ve y azm ak eğlenm ekti. Yazıyord u, eğ­
leniyordu, d üzelttiği karalam aları g örm üştüm , b u beni eğ len d iri­
yordu ; sonra, çalışm a odasında kitap lar vard ı, so n ra in sanlarla k o­
nuşuyordu, onlara A lm anca dersleri veriyordu. Ve ona para kazan­
d ıran şey de bü tü n bu nlard ı. G üdü ğü nüz gibi, ilişki n et değildi.
D aha sonraları, b izzat ken d im yazm aya koyuld uğum d a, ka­
zand ığım p ara ile yazd ığım kitap lar arasınd aki ilişki tü m ü yle h a­
vadaydı: bu ilişkiyi an layam ıyord um , zira b ir kitab ın değerinin
yüzyıllar boyu nca o lu ştu ğu d ü şü ncesind ey d im . D olayısıy la, k itap ­
larım ın bana getirdiği paranın k end isi de sırad an b ir işaretti. D iler­
sen iz şöyle d iy ey im ; p ara ile h ayatım arasındaki o ilk ilişki sürüp
gitti. Bu ahm akça bir ilişkidir.
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 61

B ir yand a çalışm am , yaşam a biçim im , zev k ald ığım çab am


- y a z ı y azm aktan her zam an m em nunlu k d u y d u m - vard ı, ve, arızi
olarak bü tü n bu nlara b ir p arçacık bağlı olan h o ca lık m esleğim beni
rahatsız etm iyordu. M esleğ im i ifa etm eyi sev iy ord u m . Bu koşu llar­
da, n ed en ban a para verm eleri gerekiyord u ki? A m a gelgelelim ,
veriyorlardı.
M .C .: Suçluluk duygusundan söz ederken, parayı verme tarzınızı
düşünüyordum.
J-P.S.: V erm ek için, önce param ın olm ası gerekirdi. A ncak onse-
kiz, ond okuz yaşım dan itibaren, Ecole N orm ale'de öğrenci olduğum
sırada verebildim , "tapir"Iere(*) ders veriyordum , onlar d a karşılığın­
da b an a para veriyorlardı. O rada, bir parça p aram oldu ve onu v ere­
bildim . A m a n e veriyordu m ki? Beni tatm in eden b ir çalışm adan
sonra aldığım o kâğıt parayı. K end i hesabım a, m eteliğin değerini, o
ağırlığı olan, tartılabilen şeyin değerini hissetm edim : h iç karşılığın­
da, aldığım gibi verdiğim kâğıt paraları hissettim .
M .C .: Kendinize birtakım şeyler satın almak, malik olmak isteyebilir­
diniz.
J-P .S.: Bunu yaptığım da oluyordu. B ü tü n ald ığım ı verm iy or­
dum , d o lay ısıyla k end im e de b irtak ım şey ler satın alıyordum .
A m a h içbir zam an b ir evim ya da bir d airem olsun istem edim . B u
b ir y ana, benim etrafa para veriş tarzım da su çlu lu k d uygu su nu n
zerresin in bile old u ğu nu d üşü nm üyorum . P arayı veriyordu m ,
çü nkü bu n u yap abiliy ord u m ve d e b en i ilgilen d iren k işilerin b u
paraya ih tiyaçları vardı. A sla bir hatayı tem izlem ek, y a da bu p ara
o h aliyle ban a ağır geldiği için verm ed im .
M .C .: Başlangıçta, sizi tanıdığımda dikkatimi çeken bir şey, üzeri­
nizde kocaman para tomarları taşımamzâı. Neden böyle yapıyordunuz?
J-P.S.: D oğru, çoğunlukla cebim de b ir m ily on d an fazla olu rd u .
B irço k k ez ü z erim d e ço k fazla para taşıdığım için eleştirilm işim d ir.
Sim o n e d e B eau voir, örneğin, b u n u g ülünç b u lu r ve g erçek ten de
bu d alaca bu. A m a, d oğru su, bu n u artık y ap m ıy o rsam p aram ı k a y ­
b ed eb ileceğ im d en ya da çarp tırabileceğ im d en d eğil, am a gözlerim
yü zü n d en : bank notları karıştırıyorum , ve bu da b içim siz d u ru m la­
ra n ed en o labilir. H er n e hal ise param ı ü zerim d e taşım asını sev e­
rim , ve şim d i artık taşıy am am ak bana sıkıntı v eriyor. Size b ir şey
d iy ey im m i, b an a b u n u n nedeni ilk kez soru lu yor.
K oskocam an bir para tornan çıkarm anın hacıağalık old u ğu n u
b iliy o ru m : Sim one de B eau voir ile birlikte sık sık g ittiğim iz C öte
d 'A zu r'd eki b ir o teli an ım sıyorum ; bir gün, otel sah ib esin in y erin e
(*) Ecole N orm ale jargonunda, hazırlık sınıfı öğrencilerine verilen ad.
62 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

bakan kadıncağız, parayı öd erken cebim d en bir dolu b a n k n o t çı­


karm am dan rahatsız olup yakınm ıştı Sim o n e d e B eau v oir'a... O ysa
ki ben bir hacıağa değilim . H ayır, san ırım ü zerim de ço k fazla para
bu lu nd u rm ayı sevm em in nedeni, evim de eşyalarım arasın d a y aşa­
m a tarzım a, g ünd elik giysilerim i, h em en her zam an aynı giysiyi,
gözlüklerim i, çakm ağım ı, sigaralarım ı ü zerim d e taşım a tarzım a
u yu yor b ir bakım a.
B eni b ü tü n hayatım ad ına tan ım layan, o and aki g ü n d elik h a ­
yatım ı tem sil eden, olabilecek en fazla şey i ü zerim de taşım a d ü şü n ­
cesi bu. Yani, ben n e isem içinde bu lu nd u ğu m an d a bü tü n ü y le o
olm ak ve k im seye bağım lı olm am ak, kim olursa olsu n kim seden
b ir şey istem em ek, bü tü n olanaklarım ı hem en elim in altınd a b u ­
lu n durm ak düşüncesi. Bu bir bakım a kendim i in san lard an üstün
hissetm e tarzını tem sil ediyor, bu da elbette yanlış ve b u n u n yanlış
olduğunu pekâlâ biliyorum .
M .C.: Ay«z şekilde, çoğu zaman açıkça aşırı miktarlarda bahşiş verir­
siniz,
J-P.S.: H er zam an.
M .C.: Bu, o bahşişi alanlar için rahatsızlık verici olabilir.
J-P.S.: İşte şim di abarttınız.
M .C.: Cömertliğin belli bir şekilde aşağılayıcı olmaması için karşılık­
lılığının mümkün olabilmesi gerektiğini size ben öğretecek değilim.
J-P.S.: K arşılık lılık m ü m kü n d eğildir, am a n ezaket m ü m kü n ­
dür. K ahvelerd eki garsonlar onlara fazla bahşiş v erm em d en h o ş­
nut kalıyorlar, ve bu n u n karşılığını da n ezaketleriyle b an a v eriy o r­
lar. Benim d ü şü ncem e göre, b ir in san eğ er bizim bahşişlerim izle
yaşıyorsa, ona verebileceğ im in azam isini verm ek isterim , çünkü
eğ er b ir insanı b e n yaşatıyorsam , o insanın iyi y aşam ası gerekir d i­
ye d üşünüyorum .
M .C.: Çok fazla para kazandınız...
J-P.S.: Para kazandım , doğru.
M .C.: Kazandıklarınızı toplayacak olsak, muazzam bir meblağ bulur­
duk. Ne yaptınız bu parayı?
J-P.S.: Bunu söylem ekte zorlan abilirim . İnsanlara verd im , k en ­
dim için harcadım , bolca. B o lca d em ek, k itap lar dem ek, seyah atler
d em ek -se y a h a tle r için çok harcarım . Ö nceleri, şim dikin e göre d a­
ha ço k param varken, gerekend en h er zam an ço k d ah a fazlasın ı b e ­
raberim e alm a eğilim ind eyd im .
M .C.: Parasız kalırım korkusuyla mı?
J-P.S.: B elki biraz ondan. B ü y ü k an n em ban a para verirken hep
Sartre Sartre't Anlatıyor 63
şöyle derdi: "E ğer birinin cam ını kırarsan, ü zerin d e b ira z para b u ­
lu n sun." K alm ış bu ndan b ir şeyler bende. B u g ü n bile, hesabım d a
fazla para kalm ad ığınd a, hoşu m a gitm ez. Şim d iki d urum da bu iş­
te. A m a daha önce de m eteliğe kurşun attığım d ön em lerim oldu.
B ir kezınd e annem , v ergilerim i ö d ey ebilm em için o n iki m ilyon
verd i. Şö y le diyeyim : h er zam an varolan d an d ah a çoğ u n u h a rca ­
d ım ... V erg ilerim i ön gö rem ezd im bir türlü... B irk aç y ıld an beri,
G allim ard m âliyeye olan b o rçlarım ı h esabım d an d ü şü yo r da bu işi
h alled iyor...
M .C .: Peki paranızı nerelere harcıyorsunuz?
J-P.S.: K endim için, seyahatler dışında, sonuçta pek az harcanırı.
G ünde b ir kez restoran, am a hep birileriyle - b u d a günde o n bin
fran k ed iyo r-, sigara, çok ender olarak yeni giysiler, kitaplar zaten
geliyor -esk id en çok fazla aldım , am a b u çok esk id en d i-, tem izlikçi
kadın var, görece m asraflı bir daire -a y lık ikiyü z b in frank kira.
A m a sonuçta bunlar bü tü n aylık harcam alarım ı tem sil etm iyor.
M .C.: Ayda kaç para harcıyorsunuz?
J-P.S.: H epsini hesap layarak m ı? M ali yönd en bana bağım lı in­
sanlar var: b u toplam olarak ayda bir bu çu k m ily on eski frank tu ta­
rında b ir sabit gider, arü kendim için harcadığım , yaklaşık 300.000
eski frank. D em ek ki toplam olarak, ayda yaklaşık 1.800.000 eski
frank. N itekim , Puig her ay G allim ard d an kitaplarım için ödediği
aylık 725.000 eski frankı çeker, artı olarak da genellikle b ir m ilyon.
M .C.: Peki bu milyon nereden geliyor.
J-P.S.: B ir yandan, Fransa'da tem sil edilen ya da radyo veya te­
levizyona uyarlanan yapıtlarım için, Yazarlar B irliğ i’nden, ve de
G isèle H alim i'den (avukatım olarak yabancı ü lkelerd e olan telif bağ­
lantılarım la o ilgilenir), öte yandan, oyunlarım dan, film lerden, söy­
leşilerden, vb. Bütün bunlar, tek başına kitaplarım dan daha fazla ka­
zandırıyor bana. G eçen yıl, m âliyeye sam rım on beş m ilyon ödem ek
gerekti. Sonra, bir de serbest m eslek em ekliliğim var ki bu da altı ay­
da bir, yaklaşık 800.000 eski franka geliyor. E n fazla kazanç, G isèle
H alim i kanalıyla geliyor: yılda iki kez geliyor ve genellikle, epey faz­
la, birçok m ilyon. A ncak şim dilerde artık hiçbir şey y o k ve ilk kez,
işin içind en nasıl çıkacağım diye düşünm ekteyim .
M .C .: Demek oluyor ki artık bundan önce, örneğin "Libération "a yap­
tığınız gibi, birtakım grupların yardımına koşmanız mümkün olamayacak?
J-P .S.: H ayır, artık bu n u y ap acak d u ru m d a değilim .
M .C .: Simore de Beauvoir da sizin kadar kazanıyor mu?
J-P .S.: D ah a az, am a o d a epey kazanır.
M .C .: Peki ortak bir bütçe yapmıyor m usunuz?
64 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

J-P.S.: H ayır, bu n u n gereği d e yok. E sasen o ben d en d ah a az


para harcar.
M .C .: ? arayla olan bu ilişkinizin, çok genel olarak anlamlı olduğu­
nu, eğer eğer ayrıntıları bilinseydi ve de ustalıkla yorumlamaydı, sizin
hakkınızda bizzat sizin bile farkında olmadığınız bir hakikatin keşfedilebi-
leceğini düşünüyor m usunuz?
J-P .S.: Sanm ıyoru m . Ç ünkü o lay şu ki, paraya asla para olarak
taşıdığı değer açısınd an bakm ad ım . Tahviller ya da birtak ım kalıcı
şeyler satın alm ak için kullanm ad ım onu.
M .C .: Gerçekten de, biraz önce sözünü ettiğiniz parasız kalma korku­
su karşısında, parayı çok başka bir biçimde değerlendirebilirdiniz: pek çok
kişinin yaptığı gibi kendi güvencenizi sağlayarak örneğin. Bunu yapmadı­
ğınıza göre, acaba bunun nedeni, diyelim ki ıyyy'ten itibaren, geldiğiniz
noktaya bakarak artık asla para sıkıntısı çekmeyeceğinizden tümüyle emin
olmanız mıydı?
J-P .S.: K abaca, g erçekten d e benim için paranın artık soru n ol­
m ayacağım d ü şü n d ü m . A slında, sorun olacak: eğer sek sen yaşım a
kadar yaşarsam , b ir a n gelecek d ah a önce y azd ığım kitap ların geli­
ri dışında başk aca b ir k ayn ak olm aksızın yaşayacağım .
M .C .: Öncelikle para kazanmak amacıyla yaptığınız işler oldu mu?
J-P .S.: O ldu. H er türlü şıkta b ir tanesini söyleyebilirim , o da
Joh n H uston için yazdığım , Freu d ü stü ne senaryodur. H iç p aram ın
kalm adığını farketm iştim -sa n ırım annem vergilerim i ö d eyebil­
m em için on iki m ilyonu o sıralard a verm işti. V erg iler ödenm işti,
h iç kim seye h içbir bo rcu m yoktu, am a m eteliğim de kalm am ıştı. O
sırada, H u ston'u n beni görm ek istediğini haber verdiler. Bir sabah
geldi ve şöyle dedi. "Size Freud ü zerin e b ir film y ap m ayı ön eriyo­
rum ve yirm i beş m ilyon veriyorum ." K abul ettim , v e y irm i beş
m ilyonu aldım .
M .C .: Bu öneri size biraz karanlık ya da yeteneksiz bir sinemacıdan
gelseydi, yine kabul eder miydiniz?
J-P .S .: H ay ır. E sasen bu p rojed e y eterin ce k o m ik b ir şey ler de
v ard ı, çü nkü Freud ü zerine, b ilin çaltın ın b ü y ü k u stası ü zerin e
b en d en , b ü tü n h a y atın ı bilin çaltın ın v aro lm ad ığ ın ı sö y ley ere k g e­
çirm iş olan b en d e n y a z ı y azm am isten iy o rd u . A slın d a, b a şla n g ıç­
ta H u sto n d a b ilin çaltın d an sö z etm em i istem iy ord u . V e so n u çta,
y in e bu sorun y ü zü n d en ayrıld ık . B u film çalışm asın ın b a n a ö z el­
lik le k azan d ırd ığ ı ise F reu d 'u d ah a iyi tanım am oldu, ve b en i b i­
lin ça ltı k o n u su n d ak i d ü şü n celerim i yeni b aştan gözd en g eçirm e­
y e y öneltti.
M .C .: Konuyu değiştirelim. 1 9 6 7 'lerde diyordunuz ki; "La Pléiade
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 65
bir mezar taşıdır, yaşarken gömülmek istemiyorum." Daha sonra, fikri­
nizi değiştirdiniz ve yakın bir gelecekte, M ichel Rybalka ile ben,
Plêiade'da romanlarınızı yayımlayacağız, tik kararınızdan neden dön­
dünüz ?
J-P .S.: Ö zellikle C astor'u n etkisi altında kalarak, ve bu konu d a
ne d üşü nd üklerini so rd u ğ u m v e bana çok iyi olacağını sö yley en
başkalarının da etkisiyle. Ve sonra Pléiade d aha b a şk a yaşayan ya­
zarların y ap ıtlarım d a y ayım lad ı, d olayısıyla o m ezar taşı k im liğ i
azaldı. P lêiad e'd a y ayım lanm ış olm ak yaln ızca d ah a başka tü rd en
bir ü n lü lü ğ e geçiş an lam ına geliyor: klasikler arasına giriyorum ,
oysa ki, ond an önce b en de başkaları gibi bir yazard ım .
M .C .: Sonuç olarak bir ululanma mı?
J-P.S.: Evet, sözcü k doğru. B u bana k ey if v eriy or daha çok. V e
şu Pleiade'ı y ayım lanm ış görm ek için sabırsızlan d ığ ım da doğru.
San ırım bu, ünlü olm ayı, özenli v e insanların kapıştığı bask ılar ya­
pan bü yü k b ir yayın evi tarafın dan y ay ım lan m ak olarak tasarlad ı­
ğım çocuklu ğu m d an k aynaklanıyor. B u nd an b ir şey ler kalm ış ol­
m alı: M achiavelli ile aynı koleksiyonda çıkıyorsu n uz... A yrıca,
eleştirel m ekan izm asıy la birlikte, koleksiyon olarak ben sev erim
Pléiad e'i. H em en hem en eksiksiz olarak da sah ib im bu k olek siy o ­
na. U zu n zam and an beri, R obert G allim ard çıkan h er cildi b an a
gön d ertiyor ve inatla ödünç verm eye y an aşm ad ığ ın y eg âne k ita p ­
lar d a bu nlar. O nlard an çok yararland ım ve b ü tü n notlarını da h er
zam an okurum , çü nkü , ilke olarak bu notlar, bir y apıta ilişkin çağ ­
daş bilm enin her y ön ü n ü kapsarlar, ve d o lay ısıyla da b an a b ilm e­
d iğ im şeyleri verirler.
M .C.: Bununla birlikte, Plêiade'da çıkmak, yapıtınız için bir tür ka­
panış anlamına da geliyor.
J-P .S.: B u k apan ış g erçek : o to biyo grafik sö y leşilerin bu son k i­
tabın ı y ayım layacağım , televizy o n p rogram ları b elk i g erçek leşecek
-k a rşıla şıla n gü çlü kleri siz de b iliy o rsu n u z - p eki son ra, b a şk a n e
yap ab ilirim ki? B ir aşk rom anı yazam am ! B elki şu rad an , b u rad an ,
d ü şü n d ü ğ ü m kim i şey ler ü zerinde yazarak b ir cilt d ah a çıkarabili­
rim ; am a sonuçta, işin b ü y ü k kısm ı tam am land ı.
M .C .: Bana da işte bu açıdan, Rybalka ile birlikte getirmiş olduğu­
m uz öneriyi reddetmeniz çelişkili görünmüştü; "Psyché", 47-48 yılları­
nın "Ahlak"ı, D iy alek tik A k lın Eleştirisi'nm yayımlanmamış iki bölü­
mü gibi, hiç çıkmamış felsefece metinlerinizi yayımlama önerimizi reddet­
meniz.
J-P.S.: B unlar hiçbir zam an sonuçlanm adı ki. "A hlak"ta, y er al­
m aşı gereken, am a yazılam adan kalan b ir d üşü n ce vardı. Y azdığım
66 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

b ölü m b ir ana fikri sunm ası gereken ilk bölü m d ü ve hayal kırıklığıy­
la sonuçlandı. Ve notlarım ın olduğu defterlerin çoğu d a kayboldu.
O rada, yayım lam aya değer bir şeyler olabilirdi. B u defterlerden biri
duruyor, ötekilerin nerede olduklarım b en de bilm iyorum .
M .C .: Benim söylemek istediğim, karşı çıkışınızın yapıtınızla olan
başka türden bir ilişkiyi göstermesi. Bir yanda daha önce yayımlanmış
olanlar, dolayısıla nihai ve sonuçlanmış bir kimlik taşıyanlar var -v e siz
de bunların olabildiğince fazla okunması için Pléiade da yeniden yayım­
lanmalarını temenni etmektesiniz—; beri yanda da, bu yayımlanmamış
olanlar var. İmdi, siz hep bir ana amaçla yazdınız, bu amaç okurlarınızın
olmasıydı, ve kendi kimliğiniz sonuçta sizin için fazla önemli değildi.
Ama ben gelip de size, yayımlanmamış felsefece yazılarınızı basmak istedi­
ğimizi, çünkü bunların ilginç olduklarına hükmettiğimizi söylediğim za­
man, bana şöyle karşılık verdiniz: "Hayır, ben öldüğüm zaman yayımlar­
sınız. " Bu durumda, benim anlamakta güçlük çektiğim şey, bu metinlerin
okurun bakışı açısından, sizin artık yaşamadığınız bir sırada neden daha
farklı olacakları.
J-P .S.: Belli b ir anda y ap m ak isted iğim i ve tam am lam aktan
vazgeçtiğim şeyi tem sil edecekleri ölçüde, daha ilginç olacaklardır
ve bu da nihaidir. O ysa ki, y aşadığım sü rece -h iç b ir şey yapam az
durum daki hu y su z b ir ihtiyar olup çıkm am d ışın d a-, on ları y en i­
d en ele alm am , y a d a birkaç sö zcü kle onlarla ne y ap m ak istediğim i
söylem em için b ir olan ak kalıyor. Ö lü m ü m d en son ra yayım lan d ık ­
larınd a bu m etinler tam am lan m am ış olarak, oldukları gibi, k aran ­
lık halleriyle k alacaklar, zira bu n lar da tü m ü yle geliştirilm em iş
olan fikirler ortaya koyuyorum . O n ların beni nerelere u laştırab ile­
ceklerini y oru m lam ak okura kalacak. Y aşad ığım sırad aysa, tersine,
benim bizzat bu fik irleri başka b ir yöne doğru götü rm ek için y en i­
d en ele alm a ih tim alim var. Ben kaybolursam , bu m etin ler h ay a­
tım da sahiden nasıld ıy salar öyle kalırlar, ve k aran lık kısım ları da
öylece durur, b en im için b elk i de k aran lık o lm am ış olsalar bile...
T ü m d en ölm ü ş o lan yayım lanm am ış m etinleri basm anıza izin v eri­
yorum , P léiade'd an çıkardığınız o g en çlik yazıları gibi örneğin;
bunlard a ken d im i tanım ıyoru m bile, y a d a dahi iyisi, b ir tü r h ay ­
retle, çok çok u zu n zam an ö n cesin d e b an a yakın b ir yabancının
m etinleriym işçesine hatırlıyoru m onları.
M .C .: Sözünü ettiğim apaçık çelişki, sonuçta şu: bir yandan yapıtını­
zın tamamlandığını düşünüyorsunuz, ve öte yandan, yaşadığınız sürece
onun denetimini elinizde tutmak istiyorsunuz. Dolayısıyla, bir anlamda,
bu yapıtın okurlarınızdan çok size ait olduğunu düşünüyorsunuz.
J-P .S.: Y ap ıtın k im e ait old u ğu soru nu çok karm aşıktir. Yapıt
Sartre Sartre'ı A nlatıyor 67

y az a ra ait, v e aynı zam an d a d a oku ra ait, bu u zlaştırılm ası ço k güç


b ir şey. V e sonra oku r ço k en d er olarak o y ap ıtı k en d in in olarak
kabu l eder, oysaki yazar, onu kend ine ait g örür. B a n a gelince, ben
b ir adam ın yapıtının bilinçli ölüm üne dek o n a a it olduğunu d ü şü ­
nüyorum -b u , bilinç ve bed en olarak gerçek ölü m ü , y a da kalıcıysa
d eliliğ i d em ektir. A m a yaşadığı sürece, y azd ığı y a p ıt ona aittir.
E ğer y apıt bitm em işse, özellikle ona aittir, çü n kü -v a rs a y ım g ere­
ğ i- onu sü rdürm ekle oyalan abilir. Ben im d u ru m u m d aysa bu, ''A h­
lak'' için v e Diyalektik Aklın Eleştirisi için g eçerli. Ö zellik le de "A h­
lak" için. Ç ü nkü Eleştiri bağlam ında, b ir zam an soru nu da var: ta­
rihi y en id en y apm ak gerekird i.
M .C .: Peki, bu yayımlanmamış metinler için, mirasçılarınıza ne tür
direktifler verirdiniz?
J-P .S.: H en ü z v asiyetim i yapm ad ım , am a şö yle derdim : y ap ıtı­
m ın koru yu cu ları olarak olu ştu racağım ve ailem le ve yakın larım la
u zak yakın ilişkisi bu lu nm ayan k işiler v e y ayın cılar, b ırak ın işleri­
ni yapsınlar. D oğru sun u sö ylem ek gerekirse, bu beni h iç u ğraşü r-
m ıyor, y ayım lanm am ış o kadar da çok şey yok.
M .C .: Hemen hemen dört bir yana dağılmış çok büyük sayıda ma-
niiskrileriniz var ve hiç şüphesiz günün birinde ortaya çıkacaklar. Elbette
bir o kadar da mektup var. Birkaç yıl önce bize, tıpkı Flaubert için olduğu
gibi, okurun her şeye ulaşabilmesini temenni ettiğinizi söylemiştiniz.
Hâlâ bu düşüncede misiniz?
J-P .S.: Size b ir şey söyleyeyim mi, beni h iç ırgalam ıyor bu.
M ektu plarım M m e. de Sévig n é'nin m ektu p ları değil, d olayısıyla
ayılıp b ay ılın acak bir tarafları yok. Y ay ım lan ır d ü şü n cesiy le asla
m ektup y azm ad ım hayatım d a, asla ü slu p çu lu ğa kalkışm ad ım , bü ­
tün m ektuplarım ı içim d en nasıl geldiyse öyle y azm ışım d ır. Ç as-
tor'a yazd ıklarım yayım lanabilird i, eğ er b u lu nu rlarsa - z ir a b iliy o r­
sunuz, size P léiad e için verdikleri b ir y ana b ırakılacak olursa, göç
sırasınd a en azınd an iki y ü z tanesini k aybetti. K ay bolan b a şk a
m ektu p lar da var v e bu n lar da oldukça hoş o lm ak gerekir, "T o u lo -
use"a, S im o n e Jolliv et'y e y azılm ış olanlar; D u llin 'in h ayat ark ad a­
şıyd ı ve bild iğ in iz gibi onunla Ecole N o rm ale y ıllarım d a u zu n b ir
h ikâyem iz olm uştu. O na yığınla m ektup yazd ım , o da ölü m ün d en
b irk aç y ıl öncesine k ad ar bu n ları saklıyordu, so n ra b ir gün h ep sin i
yaktı. B u m ektuplard a Ecole'e ilişkin şey ler anlatıyor, k ü çü k d ü­
şü n celer g eliştiriyord um . B en V autrin 'd im , o d a R astign ac. So n u ç
olarak, b irk aç istisna dışında, yap abild iğ im m ektu p laşm aların
-b u n la r d a esasen yaln ızca kad ınlarla o la n m e k tu p la şm a la r- b ir
gün y ayım lanm asın a h içbir itirazım yok, am a, gerçekten de, y a-
68 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

y an lan sın lar ya d a yayım lan m asın lar ben im için k aygıların en son­
da geleni bu.
M .C .: Tilmizlerinizin olmasını asla istemediniz. Neden?
J-P.S.: Ç ünkü b ir tilm iz, ban a göre, on a y en i ya d a ö n em li b ir
şey katm aksızın, onu zenginleştiren, geliştiren ve onu ileriye götü­
ren kişisel b ir çalışm ayla onu sü rd ürm eksizin b ir b aşk asın ın dü­
şü ncesini ben im sey en biridir. Ö rneğin, G orz'u n kitabının, H a in in ,
b ir tilm izin eseri olduğunu h içbir şek ild e d üşü n m üyorum . K itap
beni ilgilendirdiyse - k i bu yüzd en ön sözü n ü y a z d ım - bu n un ned e­
ni kendi d üşü n celerim d en bazılarını, b ir insanı tüm lügü içind e an­
lam aya çalışm anın b ir türünü onda b u lm am değildi, b u n u n ned en i
ona ait şey ler öğren m em d i: ond an gelen şeydi b en i ilgilen d iren
yoksa bend en g elebilecek o lan değil. Ç ok güzel b ir kitaptır, bu
dem ektir ki yeniydi.
M .C.: Ya Francis Jeanson?
J-P .S.: O b en im hakkım da k itap lar yazdı, bu farklı; son un cular
da esasen d aha a z ilginçtir: san ırım kendisi de şim dilerd e b aşk a
şeylerle ilgilen iy or ve asıl bu n lar hakk ınd a y azm akla iyi y apard ı.
H ayır, halihazırd a b en d en k alk arak yen i bir tarzd a d üşü nen hiç
kim seyi g örem iyoru m .
M .C .: Peki Pierre Victor, onu bir tilmiz olarak düşünmüyor musu­
nuz?
J-P.S.: H içbir şekild e d ü şü nm ü y oru m . O , ban a y ap ıtlarım d an
yola çıkarak değil, belirli bir politik nedenle geldi: g azetenin yayın
hayatını sü rd ü rebilm esi için Halkın Davası'nm (La Cause du Peuple)
yönetim ini alm am ı istiyordu. Ve 1970’te, ben onu tanıdığım da, b e­
nim düşü ncelerim in de old u kça uzağındayd ı: başka bir en telektü el
ufuktan, onu yapılandırm ış olan althussergil m ark sizm -len in izm -
d en geliyordu. B en im felsefece eserlerim d en k im ilerin i oku m uştu
am a hiç de tü m ü yle kabul etm iyordu. O zam an, onunla birlikte,
sağlam , ayakları üzerinde duran, ve tü m ü yle dışarıya atm aksızın
b enim düşü ncem e karşı çıkan bir d üşü nceyle u ğraşm a şan sın ı elde
ettim . İki aydın arasında hakiki b ir ilişkinin, karşılıklı olarak ilerle­
m elerine im kân v eren b ir ilişkinin koşulu da budur. B eraberce öz­
gürlük ü zerine tartışm alarım ız oldu ve sanırım , b u n d an d a b ir şey ­
ler çıktı.
M .C .: Ve özellikle de, onda, o güne değin ayrılmış olan iki figü rü
kendinde birleştiren ve aşan, yeni tür bir aydının ete kemiğe bürünmüş
halini gördünüz gibime geliyor; bir bakıma sizin temsil ettiğiniz klasik ay­
dın figü rü ile militanın, eylem adamının figürü.
J.-P.S.: Böyle de d iyebiliriz. Pierre, kök ten ci v e özerk -y a n i her
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 69

türlü parti talim atınd an b a ğ ım sız - kuram sal faaliyetle, som ut b ir


k itle ey lem in e bağlı politik m ilitan ı aynı zam an d a tem sil ediyordu.
Şim d i ban a diyeceksiniz ki - v e de haklı o la c a k sın ız - P ierre b ir ön­
derdi ve bizatihi bu ned en le ulaşılm ası g ereken şey diye düşündü­
ğüm şeyi, yani bir grubun - v e d aha ö te sin d e- b ir top lu m u n üyeleri
arasındaki eksiksiz b ir eşitliği yalanlıyord u . B en im esk i P roletarya-
cı Sol ile ilişkilerim in öyküsünün, asıl, P S'n in önderi olan ve grup
ü zerin d e çok b ü yü k b ir otoritesi b u lu n an b ir in san la, P ierre ile olan
ilişk ilerim in öyküsü old u ğu açıktır. Bu öyle b ir o toriteyd i ki, zarar­
lı old u ğu nu son und a o d a id rak etti. E sasen eski P S'n in ken d i k en ­
d ini lağved işin in n ed en lerin d en biri d e bu du r. Bu k on u d a p ek ço k
tartışm alarım ız oldu ve Pierre -z a te n Başkaldırmakta Haklıyız'da da
b u g ö rü lü r- yavaş y av aş benim d üşüncelerim e, özellikle özgü rlü k
v e silsilei m eratiplerin, bü tü n silsilei m eratip lerin red d i, bizatih i
ön d er kavram ın ın reddi konu sun daki d ü şü n celerim e yakınlaştı.
M .C .: Karşılıklı dönüşmekten söz ediyordunuz. Şimdiki durumda,
değişen o oldu, siz değil. O zaman yine bir baba-oğul ilişkisi, yapılandıra-
mamış olduğu yerde oğulu dönüştürenin baba olduğu bir ilişki söz konu­
su olmuyor m u?
J-P .S .: A m a ben h içbir şekild e Pierre'i oğlu m g ibi d ü şü n m ü y o ­
rum ki, ne d e o ben i b ir b aba gibi düşünür! İlişkim izi böyle y o ru m ­
lam ak bü yü k b ir h ata olur. İki eşit in sanın ilişk isi b izim k i ve arad a­
ki yaş farkına rağm en de, h içbir şekilde b ab a-o ğ u l b ağlan tısıyla
alakası yok. B akın size söyleyeyim : asla bir oğlu m olm asını istem e­
dim, asla, ve bend en yaşça kü çü k erkeklerle ilişk ilerim d e de p ed er­
şahi ilişki tü rü nden b ir yaklaşım ı benim sem em .
M .C .: Pierre'in şu sıralarda yaptığı çalışma -sizinle birlikte hazırla­
dığı o tarihsel T V programları, giriştiği kuramsal çalışma-, onu hangi
bağlamda klasik aydından farklılaştırıyor? Bu işler, bizatihi yeni tip aydın
düşüncesini sorgulatacak bir yenilgiyi göstermiyor m u?
J-P.S.: H ayır, sanm ıyorum . Bu, yeni ay d ın ın olu şum sü recind e
sad ece bir dönem i -g e ç ic i bir d ö n e m i- gösterir. B ir terhis dönem i,
d evrim ci güçlerin geri çekild ikleri bir dönem içind eyiz. P ierre tam
o larak nereye gittiğ ini b ilm iy o r am a m ilitan lık deneyim inin, b elir­
lem esine yard ım ettiği bir yönd e aranıyor. B u n d an b ir şeyler çıka­
cağına em inim , an cak bu elbette yalnız ona b ağ lı değil. H alen y ap ­
tığı çalışm a daha önce yapm ış olduğu çalışm ayla d evam lılık için ­
de, b u -b u g ü n g eçm işteki tavır alışlarınd an p e k çoğ u n u y ad sısa b i­
l e - n e b ir kopuş, ne bir gerilem e.
M .C .: Pierre'i neden Les Tem ps m od ernes'ın Yönetim K urulu’na
sokmadınız?
70 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

J-P .S.: B ö y le b ir soru n gün d em e gelm edi. P ierre'in b aşk aca faa­
liyetleri vardı. S o n ra Les Temps modernes otuz y ıld ır v ar, yön etim
kurulu -S im o n e d e B eau v o ir v e benim d ışım d a - yaşları elli ile alt­
m ış arasında d eğişen insan lard an oluşuyor: b u insanlar Fransa'nın,
kendilerim d e o lu ştu rm u ş olan am a P ierre'in tan ım ad ığ ı yarım
yüzyıllık tarihini yaşadılar; kendi aralarınd a ço k yakın ilişkileri,
b ü tü n bir ortak geçm işleri, d ü şü nm e alışkanlıkları ve o rtak b ir d il­
leri var. Ç ok öne çıkm ış, ve esasen çok farklı kişilikleri olan in san ­
lardır. Ç ok uzun zam and an beri geliştirilm iş fikirleri, belirlen m iş
seçim leri vard ır; b u n ları d eğiştirm eye o k ad ar d a h evesli d eğiller­
d ir. A m a b u n lar b ir yana, P ierre’i b ü y ü k b ir nezaketle k ab u l ederler
ve d eğerini de teslim ederlerdi, buna em inim . O n u n söyleyecek
olduğu şeyleri ilgiy le karşılayarak o n u n la tartışırlardı da şüphesiz.
E sasen Les Temps modernes'i b ir özel sayı için m aocu lara açtık ve on ­
ların görüşü d oğru ltusu nd a b irço k m etin yayınladık. A m a o d ö­
nem d e m aocu lar tarafın dan kabul ed ilem ez olan m ak aleler d e - ö r ­
neğin Çin'in dış p olitikasın a karşı çıkan m a k a le ler- yayım ladık.
M .C .: Bizzat siz kendiniz de, aslında sizin derginiz olan bu dergiyle
eskiye oranla daha az ilgilenmiyor m usunuz?
J-P .S.: İlke olarak, h er on beş günde b ir Sim on e d e B eau v oir'in
evind e top lan an y ay ın k uru lu n a katılıyorum . A ra sıra, beni zorla­
m ak m ecbu riy etind e kaldığı olu yor; d iy o r ki: "Sartre, üç toplantı
v a r ki gelm ediniz, bu kez m ecbu rsu nu z..." O zam an gidiyorum ,
m akalelerle ilgili su num ları d inliyor ve kurulun öteki ü yeleri gibi
b en de görü şü m ü belirtiy oru m ve bu görüş dikkate alınıyor, am a
benim g örüşü m ün b aşk aların kin d en d aha fazla b ir ağırlığı yok.
G eçen yıl, tay lo rizm in L enin tarafın dan S S C B ’ye getirilm esi konu­
sunda, Proletaryacı Sol'un eski y ön eticilerin d en birin in yazdığı bir
m akalenin y ayım lanm asın ı istem iştim -y a z a r özetle b aşk a çık ar yol
olm adığını söylüyordu. Kendi aram ızd a bu m etin ü zerinde bir m u­
tabakata v aram ad ık v e so n u çta y ayım lanm ad ı; oysa ki, içeriğin i tü­
m ü yle onaylam am akla birlikte, y ayım lanm asın ı talep etm iştim .
A m a u zlaşm ad ığım ız d u rum lar enderdir. Les Temps modernes'in bir
b ak ım a sağ kanad ını tem sil ed en P ing au d ve Pontalis, 1970'te istifa
ettiler, çünkü G orz'u n Ü n iversite'nin yoked ilm esi gerektiğini söyle­
d iğ i bir m ak alesinin y ayım lan m asını onaylam ıyorlardı. O n d an
sonra da kurul ü yelerind en birinin istifadan söz ettiği olm uştur,
am a gerekli yatıştırm aları y ap arak işleri y oluna koym ayı b aşarıy o ­
rum . G enelde, birbirim izle iy i anlaşırız, leb d em ed en birbirim izi
an larız ve uzlaşm a, işin özünde, kend iliğind en olur.
M .C .: Sizleri bölebilecek konuları es geçmek pahasına. Ö rneğin, Les
Sartre Sartre 11 A nlatıyor 71
T em p m od ernes geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçiminde tavır almadı.
J-P.S.: Evet, kendi aram ızd a uzlaşm aya varam am ıştık: Sim o n e
d e B eau voir, B o st ve Lanzm ann M itterand 'a o y verilm esin i istiy o r­
lardı; Pouillon, G orz v e b en oy v erilm em esin d en yanayd ık, esasen
tastam am aynı gerekçelerle de değil... A ncak b ir dergi, p o litik y a ­
şam ın bü tü n koşu llarınd a bir tavır alm ak zo ru n d a d eğildir. B ir ö n ­
ceki yıl, yasam a m eclisi seçim lerinde, açıkça oy v erilm esine karşı,
O rtak P rogram 'm seçilebilirliğine karşı tav ır aldık. A m a biz, sıkıca
tanım lanm ış bir çizgisi olan politik b ir grup d eğiliz ki. Les Temps
modernes gibi, elbette aşırı sold an yana olan, am a öncelikle b ir d ü ­
şü n ce v e tanıklık d erg isi olan b ir d erg in in m ü tecan isliğ i, b aşk a b ir
d ü zlem d e konu m lanır: ilk b ak ışta b azen bağ d aşm azm ış gibi görü-
n ebilse bile, yayım lad ığ ım ız m etin lerin bü tü n lü ğ ü içinde, uzun v a ­
dede belirginleşir. B u b izim k endim izin b ile h em en fa rk ed em ey e­
bileceğ im iz, am a ortak tem eller üzerinde, farklılık larım ızın b ile şi­
m in e d ayanan, d aha d erinlerdeki b ir m ü tecan isliktir. O ku rların
b u n u iyi b ir şekild e görd ü klerini d üşü nüyorum , zira bir okur k itle­
m iz var. E lbette aşırı soldan, am a hakkında fazlaca b ir şey b ilm e d i­
ğim iz, yıllar içinde y enilen m iş olan, an cak v aro lan b ir kitle: d ergi
k abaca başlan gıcın d ak i tirajı koruyor, 11.000 basıyoru z. H er b iri­
m iz, dergideki varlığını önerd iği m etin lerin seçim iy le ortaya k oy u ­
yor, zira, ara sıra bir m akale veren P ou illon v e G orz bir y ana b ıra ­
kılacak olursa, şim diki hald e hiçbirim iz artık y azı y azm ıy oru z d er­
giye. B öylece, asıl Sim o n e d e B eau voir, d evrim ci fem in ist ark ad aş­
larının h azırlad ığı "sıradan cinselcilik" köşesiy le dergideki v arlığın ı
sü rd ürm ekte. Ö tekilerin önerdikleri bü tü n y azıları okuduğu gibi,
b izzat kendisi de yazı önerir. D erg iy i b ü y ü k b ir titizlikle ve ehli­
y etle yön etiyo r. B u n u n la beraber, asıl yön etim işi, p ratik işleyiş
-b iz im "sayı bağlam ak" dediğim iz iş - halen P ou illo n v e G orz tara­
fından, sırayla yerine getiriliyor. B izim tek soru nu m u z, so n u n d a
kendi çizgisinin d am gasını dergiye vu rabilecek b ir k işileşm en in ol­
m am asını sağ lay acak bir dengeyi elden kaçırm am ak. V e aynı za­
m and a da, bizim d avet ettiğim iz, ve d av et ettiğim iz için de kendi­
lerine b ü y ü k b ir ö zgü rlü k tanıdığım ız k işiler tarafın dan b aşın d an
son una hazırlanan say ılar - k i bu tü r say ılar ço k sıkça o lm a k ta -
üzerindeki d enetim im izi korum ak. G enellikle bu da iyi yürü yor.
B an a göre, Les Temps modernes savaştan so n ra ön em liyd i, so n ra
C ezayir Savaşı sırasınd a y en id en önem kazand ı, ve b ir parça d a 68
sonrasınd a. Sonuç olarak, bir sü red en b eri o n u n la d aha az ilgilen ­
m ekteysem , bu n u n ned en i d erginin k en d i h ayatın ı yaşam ayı sü r­
d ürm esi, yayın a tü m ü yle son verm e d ışınd a, alın acak b irta k ım te ­
72 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

m el kararların olm ay ışı. A m a böyle b ir k arar alm ak için de hiçbir


geçerli neden görm üyorum . Ö tekiler d erg iy e bağlılar, b en im g örü ­
şüm e göre iyi bir dergi, okunuyor, çoğu zam an yaln ızca bizim ya­
yım lam ak istey eceğ im iz m etinler y ayım lıyor. B un u n la birlikte, yö­
n etim e daha genç ve bizim k ilerd en farklı bak ış açıları olan in san la­
rı dahil ederek onu d önüştürm ek için de hiçbir n ed en g örm ü y o ­
rum : o zam an başka bir dergi k u rm ak daha iyi.
M .C .: Uluslararası politikaya ilişkin olarak, bir yıldan beri birtakım
kişisel tavırlar aldınız. Ulusal düzlemdeyse, hiç. Eğer sol, başkanlık seçim­
lerini kazanmış olsaydı, bugün iktidar karşısında çok daha keskin bir mu­
halif olacağınızı düşünmüyor m usunuz?
J-P .S.: Bunu sö ylem ek çok güç. E ğer M itterand b aşk an lık
seçim lerini kazanm ış olsaydı, bu gü n k om ü n istlerle kanlı bıçaklı
olacağı açıktı. Ve sonra solcular da bü yü k olasılıkla gü çlen m iş o la­
caklardı. K esin olan şu ki sosyalist partiye m u h alif kalırd ım ve de
zorunlu olarak so syalistlere olduğu k ad ar kom ü nistlere de karşı çı­
kacak olan aşırı sol g ru plarla bağlantı halinde olurdum . A n cak so­
lu n zaferinin başlatm ış olacağı toplum sal hareketlerin gücü ne
olurdu, bunu b ilm ek im kânsız. E ğer'lere göre tavır alm am ı isteye­
m ezsiniz benden. F ran sa’nın politik soru nların a gelince, yap ab ile­
ceğim fazlaca b ir şey g örem ed iğim d oğru d ur: h alih azırd a F ran ­
sa'da cereyan eden şeyler fazlasıyla kaknem ! Ve çok yakın g elecek ­
te de um ut yok, hiçbir parti en ufak um ut verm iyor...
M .C .: Genelde siz iyimser politik açıklamalar yaparsınız, buna rağ­
men, özel konuşmalarınızda çok kötümsersiniz.
J-P .S.: Evet, öyleyim . Ve açıklam alarım da asla çok iyim ser d e­
ğildir, zira bizim için önem li olan, bizi ilgilendiren her toplum sal
olayda, ben aşik âr ya da henü z az farked ilir çelişkilere karşı duyar-
lıyım ; hataları, rizikoları, bir k onu m lanışı özgü rlü ğe yararlı bir
doğrultuda g elişm ek ten alıkoyabilecek şeyleri görüyorum . V e o
noktada kötüm serim , çünkü her d efasınd a, rizik olar g erçek ten de
çok büyük. P ortekiz'e bakın, b izim arzu lad ığ ım ız tipteki sosyaliz­
m in bugün 25 N isan'da hiç d e sahip olm adığı k ü çü k b ir şansı var
v e buna rağm en, ço k u zak bir g eleceğe itilm esin e n ed en o lacak en
b ü y ü k rizikolara d oğru koşu yor. G en el b ir d üzlem d en baktığım da,
k end i kendim e şunu söylüyorum : y a insan oğ lu n u n işi bitiktir -v e,
b u durum da, y alnızca işi b itik olm akla kalm ıyor, am a asla v aro l­
m am ış o lu y o r- ya da insanoğlu özgü rleştirici sosyalizm i g erçek leş­
tirerek kendi kendisini inşa edecektir. T ekil toplum sal olgu ları göz-
ö nüne aldığım da, insanoğlu n un işi b itik d iye düşünm e eğ ilim ind e-
yim . A m a in sanın olabilm esi için g ereken bü tü n k oşu lları topluca
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 73
d ü şü nd üğüm d e, k en d i kend im e, yapılacak tek şeyin, tekil p o litik
v e to plum sal konu m lan ışlar içinde, b ir ö zgü r in san lar toplum unu
g etirecek olanın altını çizm ek, onu değerli k ılm ak ve bü tü n gü cü y ­
le onu d esteklem ek old u ğu nu söylüyorum . E ğ e r b u yapılm ıyorsa,
in san ın boktan olduğu kabul ediliyor dem ektir.
M .C .: Gramsci'nin söylediği de buydu: "Zekânın kötümserliği ve is­
tencin iyimserliğiyle birlikte mücadele etmek gerekir."
J-P .S .: B e n ta m d a bu şekilde form ülleştirm ezd im . M ücad ele
etm ek gerek, b u doğru. A ncak b u isten ççilik d eğil. E ğer özgürlük
için y ap ılan h er m ü cad elenin zorunlu olarak b aşarısızlığ a m ahkûm
old u ğu na kani olm uş olsaydım , m ücadele etm en in hiçbir anlam ı
olm azdı. H ayır, eğer tüm üyle kötüm ser d eğilsem , h er şeyden önce
ken d im d e zorunluluklar, yalnızca k end im in kiler olm ayan, am a
h er in san ın taşıdığı zo ru n lu lu k lar hissed iyorum da ondan. B aşka
türlü d end ikte, ban a hem özgür bir hayatın zo run luluğun u h em de
bu zorunluluğun -ş ö y le ya da böyle açık, şöyle ya d a b ö y le bilin çli
o la ra k - herkesin zo run luluğu old uğu b esb elliliğ in i veren, b en im
kendi özgürlüğüm ün, herkesin özgü rlü ğü o ld u ğ u ölçüde, y aşan ­
m ış b esbelliliğidir. G elen d evrim öncekilerd en ço k farklı olacak,
çok d aha uzun sürecek, çok d aha katı, ço k daha d erin olacak. Y al­
nızca F ran sa'yı d üşü n m üyorum : bu gü n b ü tü n y eryüzü n de y ü rü tü ­
len d evrim ci m ü cad elelerle kend im i aynılaştırıyorum ve bu yüz­
den Fransa'nın durum u, halihazırd a alab ild iğine kilitlen m iş b ile
olsa, b en i daha b ü y ü k bir kötüm serliğe itm iyor. En sonunda her
b ireyin kendi ken d isine tü m ü yle sahip olabild iği için b ü tü n ik ti­
d arların ortad an kald ırılm ış olacağı yen i bir top lu m u n gerçekleş­
m esin e u laşabilm ek üzere, h alk iktidarının, ilerlem eler ve geri çe­
kilm elerle, sınırlı başarılar ve geri d önen başarısızlık larla, b u rju v a
iktid arı ü zerindeki kısm i fetihleri için en azından elli yıllık b ir m ü ­
cad elen in g erekeceğini söylüyorum yalnızca. D ev rim b ir ik tid arın
b ir b aşk ası tarafından yıkıldığı bir an d eğild ir, uzun solu klu b ir ik ­
tid arı yadsım a h areketid ir devrim . B aşarısı k on u su n d a bize g ü v en ­
ce verecek h içbir şey yoktur, aynı şekilde b aşarısızlığ ın kaçın ılm az
old u ğu n a bizi akılcı b ir şekild e ikna ed ebilecek h içbir şey d e y o k ­
tur. A n cak seçen ek açıkça şudur: sosyalizm ya d a barbarlık.
M .C .: Sonuç olarak, siz de Pascal gibi bir bahse giriyorsunuz.
J-P .S.: E vet, şu farkla ki ben insan ü zerin e b ah se giriyoru m ,
T an rı ü zerine değil. A m a, gerçekten de, y a in san d evrilip gid er - v e
o zam an, söylen ebilecek tek şey, in san ların old u ğu yirm i b in yıl
b o yu n ca b azıların ın insanı yaratm ayı d en ed ik leri ve başarısızlığ a
uğrad ıkları o lu r - ya d a b u d evrim b aşarıy a u laşır ve özgürlüğü
74 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

g erçekleştirerek insanı yaratır. H içbir şey kesin değil. B u yüzden


sosyalizm b ir b esb ellilik değil, b ir d eğerdir: nihai h ed e f o larak ken ­
di kendisini k oy an özgü rlü ktü r.
M .C.: Bu da dolayısıyla bir inana gerektiriyor, değil mi?
J-P.S.: D evrim ci iyim serliği akılcılık içinde tem ellendirm enin
olanaksızlığı ölçüsünde, evet, zira olan şey, m evcut olan gerçeklik.
Ü stelik geleceğin gerçekliği nasıl kurulacak? H içbir şey bu n a im kân
verm iyor. Benim için b ir tek besbellilik var, o da köktenci bir politika
yapm ak gerektiği. A ncak bunun başarıya ulaşacağından em in d eği­
lim ve inanç da bu olm ak durum unda. K endi yadsım alarım ı bilebili­
rim , bu toplum u reddetm enin nedenlerini kanıtlam aya girişebilirim ,
b u toplum un ahlaksız olduğunu, insan için değil am a kâr am acıyla
kurulduğunu ve dolayısıyla onu kökten d eğiştirm ek gerektiğini gös­
terebilirim . Bütün bu n lar m üm kündür ve bir inancı değil am a b ir ey­
lem i öngörürler. A yd ın olarak bü tü n yapabileceğim , olabildiğince
fazla sayıda insanı -y a n i k itleleri- bu toplum u değiştirm ek üzere gi­
rişilecek köktenci b ir eylem e kazanm aktır, Y apm aya çalıştığım da bu
oldu ve ne başardığım ı ne de başarısızlığa uğradığım ı söyleyebili­
rim , çünkü gelecek belirlenm iş değildir.
M .C.: Yüzyılın tarihinin yetmiş yılını yaşadınız, iki diinya savaşının
içinden geçtiniz, çok büyük toplumsal dönüşümlere tanık oldunuz, boğul­
muş umutları, öngörülmeyen daha başkalarının yükselişlerini gördünüz.
Yüzyılın başlangıana göre bııgiin "daha iyi durumda" olduğumuzu mu
söylerdiniz, yoksa insanoğlunun serüveninin nihai bir yenilgiyle sonuç­
lanma rizikolarının önceki kadar büyük olduğu bir durumda bulunduğu­
muzu mu?
J-P.S.: H em d aha ilerlem iş old u ğu m uzu , h em d e tarih in nihai
karar anına, y an i d ev rim anın a d o ğru gitm eye başladığım ızı, ve de
rizikoların ay nı old u ğu nu söylerdim . B aşka türlü d end ikte, elli ya
d a altm ış y ıl ö n cesind en d aha iy im ser o lm ak için h içb ir n ed en gör­
m ü yoru m . A n cak, b ir başka y and an, pek çok teh liken in b ertaraf
edild iğini ve, b elli b ir şekilde, her şeye rağ m en ileriye doğru bir
yürü yü ş olduğunu d üşü nüyorum . E ğer b en im yaşam aya b a şla d ı­
ğım 14-18 d önem ini tanım ış olsayd ınız, siz de ben im gibi farklılık­
ları ölçebilir ve bu n ların cesaret verici o ld u kların ı g örebilirdiniz.
M .C.: Son dünya savaşının milyonlarca kurbanına, Hitler'in topla­
ma kamplarına, atom bombasına, Gulag adalarına rağmen mi?
J-P.S.: Elbette. F iravu n ların d ü şm an ların d an elli m ilyon kad a­
rını öld ü rm ek istem ed ik lerin e in an m ay a kalkm ayın! B u n u yapm a-
dılarsa, bu yapam ad ık larınd and ı. B u g ü n bu nun m ü m kü n o lm a d u­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 75

ru m u, n ered eyse iy im serliğ i b ile besley ebilir: b elli b ir düzlem deki


b ir ilerlem enin işareti bu.
M .C .: Ama bu, kurbanların, kayıplan telafisiz bireyler oldukları ger­
çeğini değiştirmiyor...
J-P .S .: Elbette, b e n d e aynı görüşteyim : b irey ler açısın d an çe­
k ilm iş olan k ötülükleri d o ğru lam ak asla m ü m k ü n olm ayacaktır.
Söy led iğim y alnızca, b u yü zy ılın k u rban say ısın d ak i k o rk u n çlu ­
ğun, aynı zam anda d ünya nüfu sund aki bü yü m ey le o ran tılı olduğu
v e b u n d an herhangi bir k ötüm serlik çıkarm an ın âlem i olm adığı.
M .C .: Politikada her zaman içten miydiniz?
J-P .S.: O labild iği kadar. P olitika n ey se o o ld u ğu n a göre, ço k da
em in o lm ad ığım d üşü nceleri d estekled iğim d uru m lar h iç şü phesiz
olm uştur, an cak h içbir zam an d ü şü n d ü ğ ü m şey in tersin i ulu orta
öne sü rd ü ğ ü m ü sanm ıyoru m .
M .C .: SSCB konusunda bile mi?
J-P.S.: Ah, evet, o kon u d a g erçekten de, 1954'te SSC B 'yi ilk zi­
y aretim in ardından yalan söyledim . N eyse, "yalan söyled im " lafı
b elk i biraz fazla oldu: b ir m ak ale h azırlad ım - k i esasen y azıy ı C au
tam am lad ı, çünkü h astalanm ıştım , M o sk o v a'd a hastan eye k ald ırıl­
m ıştım - ve orada SSC B konu su nd a aslında d ü şü n m ed iğim , hoş
şey ler söyled im . Bunu yaptım , çünkü b ir y and an in san lar tarafın ­
d an konu k ed ild ikten sonra, döner d ön m ez on lara b o k atılam ay a­
cağı kam sınd ayd ım , öte yand an da, SSC B 'ye v e b en im kendi d ü­
şü n celerim e oranla hangi noktaya gelm iş o ld u ğu m u p ek iy i b ile­
m iyord um .
M .C .: SSCB'ye ilk kez gittiğinizde, toplama kamplarının varlığın­
dan haberdar mıydınız?
J-P .S .: B u n u biliy o rd u m , çü nkü dört yıl önce, M erleau -P onty
ile b irlik te k am u o yu n a duyurm uştum . E sasen ben i kabul ed en y a ­
zarların yap tıkları b ir şakanın konusu olm u ştu bu, b an a diyorlard ı
ki: "A m an sakın bizi alm ad an k am plara gitm eyin!" A ncak, Stalin 'in
ölü m ü n d en so n ra da varolm aya devam ettiklerin i bilm iyordum ,
b u n u n özellikle G ulag oldu ğu nu da! O sıralard a B atı'd a h iç kim se
b u n u kesinlikle bilm iyord u ...
M .C .: Peki g ü n ü n birinde Çin'de de Ur Gulag olduğunu öğreniver-
mekten çekinmiyor m usunuz?
J-P .S.: A m a bunu zaten b ir p arça öğrend ik : Jean P asqu alin i'n in
Ç in'd eki tutuklu kam p ları ü zerin e yazdığı k itab ı o ku m u şsu n u z­
dur! 1955'te, Ç in'e gittiğim de, b an a hap isan eleri de gösterd iler am a
kitapta anlatılanlarla, ki d oğru lu klarınd an k uşku duym uyoru m ,
h içbir ben zerlikleri yoktu . Y alnız Ç in'd eki to p lam a kam pı o lg u su ­
76 Sartre Sartre'ı A nlatıyor

n u n SSC B 'd ekine k ıy asla çok d ah a k ü çü k çap ta old u ğu n u d ü şü n ü ­


yorum , şü phesiz k orku nç olm akla beraber...
M .C.: Pis sürprizlerle karşılaşma rizikosu olduğunu düşünmüyor
musunuz?
J-P.S.: Elbette, d üşü nüyorum . Bu yüzden de insan Ç in devri-
m ine bağlanm am ak, tıpkı bu gü n h içb ir devrim e de b ağlan ıla-
m ayacağı gibi. A m a, b ir kez daha söyley ey im , bu, iy im serliğe engel
değil.
M .C.: Genel düşünceye karşı sarsılmaz bir uzlaşmazlığı sonuna dek
sürdüğünüz yegâne politik sorunlardan biri Arap-îsrail çatışması. Ve bu­
nu, mücadele arkadaşlarınız karşısında belli bir yalnızlığa diişme pahası­
na yaptınız. Öyle sanıyorum ki, bu bağımsız davranıştan ötürü size med­
yun olan birçok insan var, her şeye rağmen.
J-P.S.: Bu y ü zd en bana m edyun o ld u klarını san m ıyoru m . B ana
ö yle geliyor ki, daha çok tersi geçerli: her iki taraf da ötekinden
kopm am ı yeğlerdi. A n cak ben im iki taraftan d a dostlarım var ve
b en h er ikisin in de haklarını teslim ediyorum . B en im tavrım , b ili­
yorum , tüm üyle ahlaki düzlem de, am a işte bu çatışm a da p olitik
gerçekçiliği red d etm ek gerektiğini k anıtlayan d u ru m lard an biri,
çünkü politik g erçekçilik doğruca savaşa götürüyor. A rap -îsrail ça­
tışm asının, benim için taşıdığı duygu sal içerm eleriyle b irlikte, 68
öncesind e bir ölçüd e ben im d e görüşü m olan politik gerçekçiliği
terketm em d e rol oynadığını söyleyebilirim . Ve bu rad a işte, gerçek ­
ten de, m aocularla aynı görüşte değildim .
M .C.: Düşüncelerinizin etkisi konusunda, geçen gü n tuhaf bir deney
yaptım. Montparnassc kulesinin tepesine çıkmış, liselilerin düzenlediği
bir gösteri yürüyüşünü seyrediyordum. Kule müstahdemlerinden, yakla­
şık otuz beş yaşlarında bir kadın da yanımda duruyordu. Gösteri üzerinde
konuşmaya başladık. O buna karşıydı. Çünkü başkaldırının hiçbir türünü
benimsemiyordu. V e başkaldırının hiçbir türünü benimsememesinin ne­
deni de, söylediğine göre, kendi kaderinden tümüyle kendisinin sorumlu
olduğunu düşünmesiydi: yaşadığı hayattan özel bir memnunluk duymu­
yordu ama onu bugün bulunduğu noktaya getirmiş olan aşamalardan her
birinde, her zaman için seçimini kendisinin yaptığı görüşündeydi. Örne­
ğin, eğitimini sürdürecek yerde on yedi yaşında evlenmeyi, kendisi özgür­
ce seçmişti. Ve herkes de benim gibi özgürdür, dolayısıyla da kendi ko-
numlanışından sorumludur, diyordu. Beni en çok çarpan, sizin en tanın­
mış kimi formüllerinizi neredeyse sözcüğü sözcüğüne kullanmasıydı. Bel­
ki de sizi lisedeyken okumuş olan ve boyun eğişini doğrulayan düşünceleri
belki de size borçlu olan bu kadına siz neler söylerdiniz?
J-P .S.: O n a yaban cılaşm ad an söz ed erd im . O n a özgü r old u ğu ­
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 77

m uzu ama kendim izi ö zgü rleştirm em iz g erektiğ in i ve dolayısıyla


da özgü rlü ğün y ab an cılaştırm alara karşı b aşk ald ırm ası gerektiğini
söylerdim . Siz bunları söylem ediniz m i ona?
M .C .: Tabii, elbette, özetle ona söylediklerim bu bağlamdaydı. Ama
düşüncesinden vazgeçmiyordu...
J-P .S.: A h, öyleyse, bu onun bileceği şey. P eki konu şm a nasıl
bitti?
M .C .: Bu tür konuşmaların hep bittiği gibi: ayrıldık. Çok iyi bildiği­
niz gibi bir insanı değiştirmek için onu fazlasıyla sezmek gerekir. Ama si­
ze şunu sormak isterdim: düşüncenizin en yaygın bölümünün -özgürlük
ve kişisel sorumluluk kavramlarının- aslında gerçek bir politik bilinç alışa
en fazla ket vuran bölümü olduğu duygusuna kapılmadınız mı zaman
zaman1
J-P.S.: M üm künd ü r. A m a b ir y ap ıt k am u y a m alold ukta, b u
türden yanlış anlam aların h er zam an olabileceğin i d üşü nüyorum .
B ir düşü n cenin en y aşay an ve en derin kısm ı, aynı zam and a h em
en fazla iy ilik getireb ilecek olan ve, eğ er iyi anlaşılm am ışsa, h em
de en fazla kötü lü k getireb ilecek olan kısm ıd ır. Y ab an cılaşm aların
ne olduğunu, özgü rlü ğün ne ölçüde başk aları tarafın dan k u llan ıl­
m ay a, saptırılm aya, kendi kend in e karşı d ö n d ü rü lm eye açık old u ­
ğunu da aynı zam an d a açıklam ayan bir ö zg ü rlü k kuram ı, b ö y lesi
b ir kuram , d üşü nü yoru m da, içerdiği h er şeyi anlam ayan ve ö z­
gürlü ğ ü n d ö rt b ir tarafta oldu ğu nu sanan birisin i gerçekten de çok
acım asızcasına y anıltabilir. A m a eğer y azd ığım iyi oku nursa, b ö y ­
lesi bir hata yapılabileceğini sanm ıyorum .
TV 'd eki program larım d a, p o litik d ü zlem d e k en d i ö zgü rlü k
anlayışım ı açıklayacağım . Bu, so n u ç bö lü m ü n ü n iki ya da üç p rog­
ram ının b aşlıca tem aların d an b iri olacak. A n cak bu nu, belirli, so ­
m u t olay lar ü zerinde açıklayacağım , felsefe olm ayacak, y a da en
azınd an felsefece an latılm ış olm ayacak.
M .C .: İnsanları böylece ikna edeceğinizi mi düşünüyorsunuz?
J-P .S.: H iç bilm iyoru m . D eneyeceğim .
M .C .: L es tem ps m odernes'de çıkan son makalesinde, François
George aşağı yukarı şunu söylüyor: "Eğer düşüncelerim herkesi ikna et­
mekte başarısız kaldıysa, bu hiç şüphesiz tümüyle doğru olmadıklarından-
dır. " Böylesi bir cümleyi söyler miydiniz?
J-P .S .: İyi söylenm iş, ve herkes b elli b ir aşam ad a böyle d ü şü ­
nür. Bu, d oğru old u ğu nu kanıtlam az; ik n a etm esi daha u zu n z a ­
m an alan d üşü nceler vardır. H erkesin cesaretin in kırıld ığı an lar
olur. Bu durum d a, g erçek ten de b ö y lesi anlarda, o türden b ir şey ­
ler söyleyebilird im , d iye d üşü nüyorum . A m a bu , b ir y and an "h er­
78 Sartre Sartre'ı Anlatıyor

k es"e fazlasıyla p ay e verm ektir -çü n k ü burad a d ü şü n celerin doğ­


ru lu ğu soru n h alin e g etirilm iş, y ok sa herkes d eğ il-, b ir yand an da
doğru d ü şü ncelerin b ir çırpıda u tkuya u laştıkların ı k abu l etm ektir
-k i, bu da aynı şekilde yanlış. Sokrates'in ölü rken bu tü rd en bir
cü m le söyled iğini farzed elim , epey g ülünç olurdu! D ü şü n cesi d ü n ­
y ayı etkiledi, am a çok zam an sonra.
M .C .: Ya siz, siz düşüncenizin insanları etkilediği izleniminde misi­
niz?
J-P .S.: E tk iley eceğ in i um arım . İn san ın k end i ken d isin e, d üşü n ­
celerinin h ayatı b o y u n ca k azand ığı önem e ilişkin pek az veri olu ­
y or ve bu n u n böyle olm ası d a iyi.
M .C.: Okur mektupları, örneğin, bu konuda size hiçbir ipucu ver­
miyor mu?
J-P.S.: B u nlar bir okurun m ektuplarıd ır: neyi tem sil ed er ki?
Zaten, şim dilerde d aha az yazıyorlar bana. Bir dönem , evet, pek
ço k m ektup aldım . Şim di, hem en h em en hiç yazm ıyorlar. V e a ld ı­
ğım m ektuplar da beni daha az ilgilen d iriyor: b en i çok sevdiklerini
söylem işler, bu ben d e b ü y ü k b ir etki uyandırm ıyor, fazla bir şey
d em ek de değil bu . Tanım adığım , ban a y azan v e b en im cevap v er­
d iğim insanlarla m ektu plaşm alarım oldu. V e gün ü n b irin d e k esili­
y ordu bu, y a cevap larım ın birind en h oşn ut olm u yorlard ı, y a da
bird enbire başka u ğraşları çıkıyordu. B ütün bu nlar, ald ığım ve iç­
ten gibi görünen bir m ektup konu su nd a fazla hayale kapılm am ayı
öğretti. Ve sonra ep ey deli m ektubu da aldım . Ö rneğin, G id e gibi
b ir yazara gelen m ektu p lard a da aynı orand a deli m ektu b u var m ı­
dır, bilm iyorum . H er türlü şıkta, kitap yayım lam aya başlad ığım
günd en beri, benim peşim d e d olaşıp d u ran b irk açı h ep oldu. B u
yazdığım şeylerd en d olayı m ıydı, y ok sa bü tü n y azarlar delilerin
m ahrem itiraflarını ya da dileklerini ü zerlerine çekiyorlar da ondan
m ıdır, bilem iyoru m . Bulantı'dan sonra b irço k kişi deli old u ğu m u
ya da bir delinin öyküsü nü an lattığım ı söyledi: bu, bazı k işileri b e­
nim le ilişki kurm ay a itm iş olabilir. Saint Genet'den sonra oğlancı­
lardan d a m ektu p lar aldım , bü tü n n ed en i d e b ir oğlan cıd an söz et­
m iş olm am d ı v e o n lar k end ilerini yalnız hissediyorlardı. A m a, de­
diğim gibi, h âlâ tek tü k aldığım m ektuplar ben i hiç ilgilen d irm i­
yorlar.
M .C .: Peki ihtiyarlığın bu olduğu, ilgisizlik olduğu izleniminde misi­
niz?
J-P .S .: İlgisiz olduğum u söylem ed im ki!
M .C .: Sizi gerçekten ne ilgilendiriyor hâlâ?
J-P .S .: Söyled im ya, m üzik. Felsefe v e politika.
Sartre Sartre'ı Anlatıyor 79

M .C .: İyi de, tahrik ediyor m u?


J-P .S .: H ayır, b en i tah rik ed en artık fazla şey yok. B ir p arçacık
ü zerindeyim bunların...
M .C .: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
J-P .S .: B ir b ak ım a h er şey, dilerseniz, am a b ir b a k ım a d a hiç.
H er şey, çünkü şu rad a dile g etird iklerim ize oranla, geride bü tü n
k alanlar var, özenle d erinleştirilm eyi g erektirecek h er şey... A m a
bunu, bir söyleşi çerçevesin d e verebilm ek m ü m k ü n değil. Bu da
h er söyleşi yap tığım d a hissettiğ im bir şey. B ir bakım a, yok su n laştı­
rıcı olu yor bir söyleşi, yoksu n laşü rıcı çü nkü g erçek ten sö yleyecek
çok şey olu yord u . Söyleşi, b u n ları verilen cevap larla eşzam an lı o la­
rak, tıpkı zıtları gibi ortaya çıkarıyor. A m a, bu n lar b ir yana, y etm iş
y aşınd a n e old u ğu m un p ortresi olarak, g ereken i y ap tık gibim e
geliyor.
M .C .: Simone de Beauvoir'ın yaptığı gibi, siz de "dolandırılmış" ol­
duğunuzu söylemeyecek misiniz?
J-P.S.: O h, hayır, bu n u söylem eyeceğim . E sasen o da, b iliy o r­
sunuz, h ay at tarafın d an d oland ırılm ış o ld u ğu n u söylem ek istem e­
d iğini, am a o kitabır > yazdığı koşullar içind e, y an i C ezayir savaşı,
vs. sonrasında, kendini doland ırılm ış hissettiğ in i söyler, haklı ola­
rak. A m a b en , bu n u sö ylem eyeceğim ; h içb ir şey tarafından d olan ­
dırılm adım , hiçbir şey tarafın d an düş k ırıklığına u ğratılm ad ım . İn ­
san lar tanıdım , iy ilerin i v e k ötülerini -k ö tü le ri d e esasen yaln ızca
b elli am açlara göre ö y ley d iler-, yazdım , yaşad ım , h ayıflan acak
h içb ir şey yok.
M .C.: Sonuç olarak, buraya kadar, yaşam sizin için iyiydi öyle mi?
J-P.S.: G enelinde, evet. O na sitem ed ecek bir şey görm ü y o­
ru m . İsted iğim şeyi b an a verdi, ve ay nı zam an d a, b u n u n ço k
önem li olm ad ığını da bana gösterdi. A m a n e y ap abiliriz ki?
(Söyleşi bu son açıklamadaki hayret tınısının neden olduğu bir kah­
kaha tufanıyla sona eriyor)
J-P.S.: G ülüşü k oru m ak gerek. So n u n u şöyle bağlarsın ız:
"K ahk ahalar eşlik eder."

( * ) La fo rc e des choses (O layların Gereği), Gallim ard, 1963.


Y A P I K R E D İ Y A Y I N L A R I / C O G İ T O

Cem Akaş (haz.) Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu-


Kavramlar ve Bağlamlar Arasında- Marksist Üretim Tarzı Kavramı
20. Yüzyıl Düşünürleriyle Söyleşiler Luc Ferry
Taylan Altuğ Ekolojik Yeni Düzen
Dile Gelen Felsefe M ichel Foucault
Aristoteles Ders Özetleri (1970-1983)
Retorik Toplumu Savunmak Gerekir
Fizik José Ortega y Gasset
Gaston Bachelard Sevgi Üstüne
Yok Felsefesi Avcılık Üstüne
Enis Batur (haz.) Üniversitenin Misyonu
Modernizmin Serüveni M acit GCkberk
Jean B audrillard Değişen Dünya Değişen Dil
Tam Ekran Kani ve Herder'in Tarih Anlayışları
Niyazi Berkes Bozkurt Güvenç
Türkiye’de Çağdaşlaşma Kültürün ABC'si
Éric Blondel Jürgen Habermas
Aşk "Öteki" Olmak, “ Öteki'yle Yaşamak
Kenan Bulutoğlu “ideoloji” Olarak Teknik ve Bilim
Kamu Ekonomisine Giriş - Demokraside Selahattin H ilav
Devletin Ekonomik Bir Kuramı Edebiyat Yazıları
Tepeden Dibe Borsalar Felsefe Yazıları
Tülin Bumln Edmund Husserl
Tartışılan M odernlik Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe
Hegel Turhan İlgaz
özden Çankaya Tencere Kapak
Bir Kilte İletişim Kurumunun Fredrlc Jameson
Tarihi: TRT 1927-2000 Marksizm ve Biçim
J.-C .C arrière vd. Dil Hapisanesi - Yapısalcılığın ve
Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler Rus B içim ciliğinin Eleştirel Öyküsü
Ernst Cassirer Seyfi Karabaş
insan Üstüne Bir Deneme Bütüncül Türk Budunbilimine Doğru
R.G. Collingw ood W . Kaufmann
Bir Özyaşamöyküsü Dostoyevski’den Sartre'a
Steven Connor Varoluşçuluk
Postmodernist Kültür Alexandre Kojève
G. D eleuze-F. Guattari Hegel Felsefesine Giriş
Felsefe Nedir? Tim ur Kuran
D iderot-D ’Alem bert Yalanla Yaşamak
Ansiklopedi Béatrice Lenoir
Sencer D ivitçioğlu Sanat Yapıtı
Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında C laude Lévi-Strauss
Oğuzdan Selçuklu’ya Hüzünlü Dönenceler
Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu Yaban Düşünce
Kök Türkler

YA PI K R E D İ Y A Y I N L A R I / C O G İ T O
Y A PI K R E D İ Y A Y I N L A R I / C O G İ T O

Abraham S. M oles Felsefenin Çağrısı


Belirsizin Bilimleri Kuram-Eylem Bağlamı
Predrag M atvejevic Kültür Kuramı
Akdeniz'in Kitabı Başka-Sevgisi
Ahmet Oktay Salkımlar
Türkiye’de Popüler Kültür Dilin Gücü
Robert Owen Güneşle
Yeni Toplum Görüşü Bunalımdan Yaşama Kültürü
Karl R. Popper Çağdaş Ortamda Teknik
Daha iyi Bir Dünya Arayışı Yaşama Felsefesi
Abbé Pierre-A lbert Jacquard Edmund Husserl'de Başkasının
Mutlak Ben'i Sorunu
H ubert Reeves içi Dışıyla Batının Kültür Dünyası
İlk Saniye, insan Açısından Edebiyat
Samih Rifat Dipten Gelen
Herakleitos içim in Sesi
Bertrand Russell Türk Felsefesinin Boyutlar
Din ile Bilim Eşekler, ikindiler, Yetişimler - Üç Kitap
insanlığın Yarını H ilm i Ziya Ülken
Peter M . Senge Aşk Ahlakı
Beşinci Disiplin Türk Tefekkürü Tarihi
M ichel Serres Artun Ünsal
Doğayla Sözleşme Anadolu’da Kan Davası
A. Celal Şengör Tahsin Yücel
Zümrütnâme Anlatı Yerlemieri
Zümrüt Ayna - Ludwig Wittgenstein
Bilimsel Düşünce Üzerine Denemeler Tractatus
Bülent Tanör
Türkiye'de Kongre iktidarları Sartre Sartre’i Anlatıyor
Osmanlı-Türk Anayasa! Gelişmeleri Profesör Heidegger, 1933’te Neler Oldu?
Bülent Tanör - Necmi Yüzbaşıoğlu İnsan Hakları
1982 Anayasasına Göre 11 Eylül/Bir Saldırının Yankıları
Türk Anayasa Hukuku Binyıl için Tahminler -
Alain Touraine Salı Toplantıları 1998-1999
Birlikte Yaşayabilecek miyiz? İnsanın Halleri -
Modernliğin Eleştirisi Salı Toplantıları 1998-1999
Demokrasi Nedir? Sorun Soruda-
Frédéric de Towarnicki Salı Toplantıları 1999-2000
Martin Heidegger Anılar ve Günlükler Beyoğlu’nda Beyoğlu’nu Konuşmak-
Aydın Uğur Salı Toplantıları 2000-2001
Kültür Kıtası Atlası - Dante'den McLuhan’a 24 Başyapıt Üzerine
Kültür, iletişim, Demokrasi Konuşmalar - Salı Toplantıları 2001-2002
Nermi Uygur
Denemeli Denemesiz
Tadı Damağımda

YAPI K R E D İ Y A Y I N L A R I / C O G İ T O

You might also like