Professional Documents
Culture Documents
KARŞISINDA
A.SYA.
oARVUS sA YEGAN
AGAÇ KİTABEVİ YAYINLARI: 37
DÜŞÜNCE:17
Kitabın adı:
BATI KARŞISINDA ASYA
Yazarı:
Daryuş Şiiyeg.lrı (Dariush Shayegan)
Çeviren:
Doç. Dr. Derya Örs
YayınEditörü:
Erhan Gürıgör
ISBN: 978-975-9044-37-4
Kapak Tasarım:
Mehmet Bakır Mayruk
Ofset Hazırlık:
Ağaç Kitabevi Yayınları
Baskı Cilt:
İstanbul Matbaacılık
(0212. 637 93 00)
Şube: (Yayınevi) Çatalçaşme Sokak Yücer Harı No: 46/8 Cağaloğlu Eminönü/İstanbul
Tel: (0212) 514 53 54 Faks: (0212) 514 53 55
www.agackitabevi.com
BATI
KARŞISINDA
A.syıx.
DARVUS SAVEGAN
Çeviren:
Doç. Dr. Derya ÖRS
-&ı.·'~.~-
'IJ!lW
ANKA YAYINLARI
.
Daryuş Şayegan Bir süre Tahran Üniversitesi'nde
Karşılaştırmalı Felsefe ve Hindo-
loji dallarında öğretim üyesi ola-.
rak çalışan İranlı düşünür Daryfış Şaye
gan, 1979 Devrimi'nden kısa bir süre
sonra ülkesinden ayrılarak Paris' e yer-
leşti. Hint düşüncesi alanında önemli
eserler veren yazarın, Dinf Devrim Ne-
dir? adlı çalışması Fransa' da büyük
yankı uyandırdı. Ülkemizde, Yaralı Bi-
linç, Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şi-
zofreni (Metis 1990, Çev: Haldun Bayrı) kitabıyla tanınan ya-
zar, 1991 yılında sessiz sedasız ülkesine döndü. Halen İran,
Fransa ve ABD üçgeninde yaşayan yazarın Batı Karşısında
Asya ve Zihinsel Putlar ve Ezelf Hatıra gibi bir iki eseri dışında
. bütün eserleri Fransızca olarak kaleme alınmıştır. Diğer eser-
leri arasında Qu' est-ce qu'une revolution religieuse? (1991), Les
illusions de l'identite (1992), Hindoisme et soufisme (1997), Le Re-
gard mutile (1998), La lumiere vient de l'Occident (2003) ve Ter-
res des mirages (2004)'ın isimleri sayılabilir.
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ KİTAP
GİRİŞ/15
1. Nihilizm Nedir? /24
2. Nietzsche ve Alman Nihilizmi/26
3. Dostoyevski ve Rus Nihilizmi/38
4. Fetret Dönemi/ 46
İKİNCİ KİTAP
NİHİLİZM VE ASYA
UYGARLIKLARININ TARİHi
KADERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
GİRİŞ
1. Nihilizm Nedir? 11
ru tarzı artık sadece felsefi bir soruya değil, bir tür ilkeye dö-
nüştür. Bu, takva ile yoğrulmuş ve varlığın tecellisi karşısın
da düşünceyi koruyan bir ilkeye dönüştür. Heidegger "Tek-
nik Hakkında Soru" adlı kitabını şu cümleyle bitirir: "Soru dü-
şüncenin takvasıdır. " Soru, varlığın sesine kulak vermek,
29
ona göre insan için zorunlu olan şey ancak nihilizmin anla-
şılması ile yüzünü gösterir. Jaspers, bütün çabasını nihilizme
karşı direnmeye ve onun ötesine geçmeye harcamıştır. An-
cak o da Tillich gibi nihilizmin kaygı verici derinliğini dene-
meden önce, soru çemberini kırarak artık kaynağı felsefi de-
ğil imanı olan bir deneyime ulaşır. Jaspers, aşkın ve mutlak
bir kesin bilgi (yakin) hükmünde olan bu imanı felsefi iman
olarak adlandırır.
Bu düşünürlerin atılımı hakkında söylenebilecek olan şey
şudur: Hepsi bir şekilde, dini bir renge sahip felsefe dışı yol-
lara sığınırlar. Başka bir deyişle sıçrama, Batı düşünce tarihi-
nin kaderinden ve nihayet nihilizmden kaçıştır. Nihilizmin
olumsuz diyalektiğinin korkunç sonuçlarını Nietzsche' den
bile daha fazla algılayan tek kişi Rus düşünür ve yazarı Fe-
odor Dostoyevski' dir.
4. Fetret Dönemi
2. Katmerli Vehim
Batılılaşma
41
3. ve Kendine Yabancılaşma
Katmerli Vehmin İki Yüzüdür
ASYADA KİTLESEL
BATILILAŞMANIN ORTAYA
ÇIKIŞININ ETKİLERİ
1. Nasyonalizm
2. Kitlelerin Başkaldırısı
der. Vişnu purana bu çağı şöyle tanımlar: "Fesat her şeye galip
gelecek, rezalet bütün değerlerin tek ô"lçütü, şehvet kadınla erkek
arasındaki tek bağ, yalan başarının tek yolu olacak. Kast sistemi te-
pe taklak olacak, Brahmanlar ve savaşçılar makamlarından inecek,
son tabaka ya da 'şudra' yeryüzünün mutlak hakimi olacaktır." Bu
düşey seyir aklımıza hemen büyük düşünürlerin mitoloji ve
büyü karşıtlığı ya da tanrıların kaçışı diye adlandırdıkları in-
dirgeyici yöntemi, yani nihilizmin kalıtımsal yönünü hatır
latmaktadır. Bu çıkarsamada da biz yine yok edici güç hük-
mü taşıyan inkarın maddeci gücüne rastlamaktayız.
Eski Hindu metinlerinin garip kehanetlerinden ne gibi so-
nuçlar çıkarılabilir? Ruhaniler sınıfının dayandığı değerlerin
yok olması gerçek bilginin (sezgisel bilgi) yok olması ve ulu-
hiyetin dünyadan yüz çevirmesi anlamını taşır. Savaşçıların
ortadan kalkması, yiğitliğin, yüceliğin ve bu kesimin dayan-
dığı bütün değerlerin çöküşe yüz tuttuğu anlamına gelir.
Şudraların iş başına gelmesi, dünya iktidarının, artık ne keşif
ve sezgi makamıyla ne de yiğitlikle donanmış kişilerin eline
düşmesi demektir. Şudraların iktidarı, her şeyi bezginlik ve
bayağılık örtüsüyle örten ve insanın üstün sıfatları olan bü-
tün seçkin özellikleri nötrleştiren eşitleyici bir güç hükmü ta-
şır. Ölçütlerin değişimi ve paranın bütün değerlerin tek ölçü-
sü olduğunun söylenmesi, artık olgunluk ve yetkinliğin nicel
ve ekonomik ölçütlere indirgenmesi anlamını taşır; bir başka
deyişle, artık paranın iktidarı, rakamların ve bilançoların
egemenliğidir. Nihayet aşk yolunda şehvet ve başarı yolun-
da yalan heva ve heveslere işarettir. Bundan maksat manevi-
yatın nefsaniyata indirgenmesidir. Kısacası bu çağda hiçbir
değer boy atamaz, hiçbir ölçü yerinde kalmaz, hiçbir ideal
kendini gösteremez; her şey tek renk, tekdüze ve aynıdır.
Tekdüzelik çölü her şeyi kuşatır. Bu betimleme, nihilizmin
son görünümlerini andırmaktadır; bazı düşünürler buna ab-
sürd adını verirler. Bunun izlerini günümüz sanat ve edebi-
yatının birçok ürününde görmek mümkündür.
Öyleyse bu kitlesel insan nasıl bir insandır?
ASYA'DA KİTLESEL BATILILAŞMANIN ORTAYA ÇIKIŞININ ETKİLERİ•81
Yabancılık ıstırabı,
kitleler toplumunun ıstırapsızlığından
kaynaklanırken, nihilizmin son yüzü olan absürd de kendi-
sinden geriye boşunalık kabuğundan başka bir şey kalma-
mış olan bir dünyanın ıstırabının derin tecrübesinin yansı
masıdır. Aslında bugünkü umutsuzların yabancılığı nasıl
geçmişteki tarikat yolcularının (salik) gurbetinin ters biçi-
miyse, absürd de ariflerin hayretinin ters yönüdür.
ASYA'DA KİTLESEL BATILILAŞMANIN ORTAYA ÇIKIŞININ ETKİLERİ• 83
FETRET DÖNEMİ
DAYANAKSIZ DÜŞÜNCE
2. Düşünce ve Dil
KÜRSÜSÜZ SANAT
51 Eric Neuman, Kunst and Zeit, Eranos Jahrbuch, Zurich 1951, s. 12-56.
KÜRSÜSÜZ SANAT• 113
ANORMAL DAVRANIŞLAR
vam eder ve epeyce uzun bir süre sonra, iyi giyimli ve saygı
lı iki adam onu şehrin dışında uzak bir alana götürür, başım
bir taşın üzerine yatırıp boğarlar. Öykü kahramanı ölmeden
önce sadece şu şaşırtıcı cümleyi söyleme fırsatı bulur: "Bir
köpek gibi." Albert Camus'ya göre 53 bu öykünün kahramanı
nın hiçbir direniş göstermeden kaderini kabullenişi, hatta
kendi hayretsizliğinden bile hayrete düşmemesi, bizzat ab-
sürdün ortaya çıkışının bir tanığıdır. Çünkü absürd, doğalla
olağanüstü, parçayla bütün, günlük yaşamla facialı kader
arasındaki olguların mantıkla saçmalık arasındaki sürekli
keşmekeşi demektir. 54 Camus, Le Mythe de Sisyphe (Sysphos
Miti) adlı kitabında şöyle der: "Bu dünya hakkında söyleyebile-
ceğimiz tek şey, bu dünyanın kendiliğinden rasyonel olmadığıdır;
ancak absürd olan, sesi insan varlığının derinliklerinde yankılanan
bu akıldışı durum konusunda gereken açıklığa karşı koymaktır. Ab-
sürd insanla, dünyayla olduğu kadar ilintilidir; çünkü, şu anda
ikisi arasındaki biricik bağdır."55
AYKIRI RİNT
suç işlediği
veya bir olay karşısında yeterince sorumluluk
gösteremediği için çok zaman eleştiriye uğrar ve bu konular
genellikle siyasal bir renge ve ideolojik bir öneme sahiptir.
Bir başka deyişle bunlar; aydının yaralı bilincinden doğan
sorumlulukların tümüdür.
yan karşıtı
bir söyleme sahip olan Nietzsche'nin üst-insan
kavramının kendisi, aslında Hıristiyan üst-insanı kavramı
nın evrilmiş bir tasviridir ve erken Hıristiyanlık döneminde
Origene, St. Clement d' Alexandrie ve Denys l' Areopagite gi-
bi Yunan kilisesi önderleri arasında hyperanthropos, yani üs-
tün insan şeklinde yansıyan, Doğu'nun kendinden geçmiş
bilgelerinin tasvirini hatıra getirmektedir.
Aydınlanma çağıyla birlikte insanlık (humanitas) kavramı,
insanın özünün belirleyicisi olarak yorumlanmaya başlar. Bu
insanlık ya da humanitas kavramı, Rönesans dönemi hüma-
nizminin varisidir. Hümanizm ise kaynağını Roma kültü-
ründen alır. Hümanizmin ilk izlerine kadim Roma kültürün-
de rastlarız. Homo humanum yani insanlık sıfatlarıyla donan-
mış insan, homo barbarum yani barbar insanın karşısında yer
alır. Homo humanum, insanlık onuruna sahip olan Romalıdır.
Humanitas sözcüğü, Yunanca paideia kavramının Latince çe-
virisidir. Bundan dolayı Roma dönemiyle geç dönem Yunan
kültürünün birbiriyle çakışmasından meydana gelen bir ol-
gudur.58 İnsanlığın makamı, onun uygarlığı demektir. Bu
kavram hemen hemen İngilizce gentleman sözcüğünün ifade
ettiği ideye denktir. Yani donanımlı, gösterişli, kendine ha-
kim, eğitimli, inatçılıktan, acelecilikten, sabırsızlıktan uzak,
doğru bir yaşam tarzına sahip insan demektir. Bu kavramı,
az çok Ortaçağ fütüvvet idealinde ve Rönesans'ın gentiluomo
kavramında buluruz. 59 Montaigne ve Pascal'e göre insanın
makamını insanlığının büyüklüğü veya aczi belirler. Ancak
Herder, Alman hümanizmi içinde, Roma insanlığının ülkü-
lerini yeniden diriltmiştir. Herder'e göre insanlık, beşer tü-
60
58 M. Heidegger, Platons Lehre von der Wahrheit, Mit einem Brief über den
"Humanismus'', Francke Verlag, Bern 1954, s. 62.
59 K. Löwith, Gesamme/te Abdabdlugen, zur kritik der geschicht!ichen Exis-
tenz, Stutgartt 1969, s. 179-181.
60 Herder, Samt!iche Werre, hrsg. Von B. Suphan, Berlin, C. XVll, s. 115.
140• BATI KARŞISINDA ASYA
62 W. W. XIV. S. 66.
144• BATI KARŞISINDA ASYA
göre ise, insanın hayvandan farkı, insanın eksik bir varlık ol-
masıdır; yani insan doğada özgürce yaşayamaz, bu eksikliği
telafi etmek için kültür yaratmak zorundadır. Bundan dolayı
insan, kültürel O"ze sahip bir varlıktır.
Modern Batı düşüncesinde ve Asya uygarlıklarında insa-
nın insanlığını birbirinden ayıran şey, Scheler'in değindiği
konu olabilir: Yani insanının gerçekle ya da daha üst bir var-
lıkla ilişkisi. İnsan hakkındaki tasavvurumuz, insan ile köke-
ni arasında bir bağ bulunup bulunmadığına göre farklılık
gösterecektir. Batı' da insanlık kavramının ayağa düşmesinin
nedeni, insanın kendi insanlığını, kendi varlık temeli üzerine
kurmaya çalışması, o zamana dek yapısını oluşturan şeyden
uzak düşmesi ve ona karşı yabancılaşmasıdır. O. F. Bollnow
bu yönteme antropolojik indirgeme yöntemi adını verir. 66 Bu
yöntem, sözgelimi Feuerbach'ın düşüncesinde ulfıhiyetin,
dış dünyada insan zihninin bir yansıması olmasına ve bu dış
dünyanın onun kendi karşısında yer almasına neden olan bir
yöntemdir. Aynı yöntem, XIX. yüzyılda felsefeyi antropoloji-
ye indirger, onu evrenbilimden (kozmoloji) ve kelamdan (te-
oloji) koparır ve sonunda Tanrı'yı süper-ego'ya indirger.
BATI DÜŞÜNCESİNİN
. GELİŞİM SEYRİ KARŞISINDA
ASYA UYGARLIKLARININ
KONUMU
BİRİNCİ BÖLÜM
1. İran ve İslam
2. Hint
varlığın varlık
sahibi olmadan sürekli akışı. Samsara, ne başlan
gıcıne de bitimi olmayan bir akışın sanal yüzüdür. Bu yüz-
den, zamana ilişkin olayların bilinmesi, özellikle tarihi vic-
dan ve Batı düşüncesinin ayırt edici özelliği olan gelişimci ve
değişimci bakış Hint'te geçerlilik kazanmadı. Hint düşünce
sinde makbul olan, içsel hallerin müşahade ve murakabesi ile
bu dünyanın görünümlerinin ardında var olan ve aranması
insan hayatının en önemli meselelerinden ve hedeflerinden
olan sabit cevherin anlaşılması ve bilinmesiydi.
Birey olma önemsiz sayıldığından kişilik ve benlik de faz-
laca gelişmedi. Nitekim Hintliler başkalarının bireyliğini,
kendi nefislerinin bir devamı ve kişiliklerinin bir yönü sayı
yorlardı. Düşünce, özdeşlik ve mutlak birlik arayışında ol-
duğu için de, toplumsal ilişkilerde katılımcılık ve birlik, hep
fazlasını isteyen nefsin çıkarlarına tercih ediliyordu. Evren
bir vehim sayılıyordu ve bu vehim kendisini küçük evrende,
yani insanda bilgisizlik şeklinde gösteriyor, bedende beş sı
nırlayıcı tabaka, varlık hiyerarşisinde ise uyanıklık, düş ve
düşsüz uyku olarak ortaya çıkıyordu. Buna göre, kişiliği ve bi-
reyliği meydana getiren şey vehimdi ve bu düşün iptaliyle
her şey, tıpkı büyücülerin büyüsü gibi kısa bir an içinde yok
oluyor ve geriye sadece atman (kendi) ve onun aynısı olan
Brahman kalıyordu.
Nasıl sen o' sun ilkesi varlığın temeli ve evrenin sırrı ise, ev-
rendeki sistemi de, toplumda kast sistemi olarak ortaya çı
kan sonsuz yasa döndürüyordu. Hintliler bu yasaya dharma
diyorlardı. Dharma "dhr" kökünden korumak, saklamak ve
yüklemek anlamına gelir. Dharma, bir başka deyişle, insan
davranışlarının tespitinde kullanılan ölçü ve kural demekti.
Kast sisteminde her sınıfın kendine özgü dharma' sı vardır.
Nitekim evrendeki sistem de bu yasaya dayanmaktadır. Ge-
nel anlamıyla dharma, gelenek ve emanet kavramını da ifa-
de eder; çünkü kozmik dönemin başlangıcında insanlara ve-
rilmiş olan gerçeği taşımaktadır. Toplumun ve evrendeki dü-
zenin iskeleti olan bu sonsuz yasayı Jainistler ve Budistler de
kabul ettiler. Budizm'in Mahayana fırkası, nirvana'ya ulaş
mış olan tathagata'nın, yani Buda'nın bu sonsuz yasanın ger-
çek dayanağı ve ölümsüz simgesi olduğuna inandı.
Bu inanç Hintlilerin siyasi düşüncesi üzerinde de etkili ol-
du. Bu yasa bütün ulusları ve fırkaları kapsadığı ve varlığı
bir bütün olarak kuşattığı için, milliyet, ırk, ulusal misyon gi-
bi şeylere duyulan inanç örneğin Japonya' da yayıldığı kadar
Hint'te kök salmadı ve böylece dharma siyasetin önünde
kaldı. Bu durum, Hintlilerin dünya işlerine ilgisiz kalmaları
na, hiçbir zaman dünya fatihliği gibi bir şeye girişmemeleri
ne, ulusal ve ırki kısıtlamaların ötesine geçmelerine ve son-
suz yasaya uymalarına neden oldu. Çünkü milliyet, ırk ve
kast sistemi, hepsi de bu yasaya tabiydi ve milletlerin tarihi,
kozmik dönemlerle de ilgisi olan bu yasanın muazzam man-
zarası karşısında bir hiç olarak görünüyordu.
Buda dini, Brahmanist düşünce aleyhinde önemli bir kıya
mın başlangıcıydı; bu yüzden doğduğu yerde kök salamayıp
sürgüne gitmek zorunda kaldı ve sadece Çinlilerin ve Japon-
ların tabiatına uygun geldi. Buda atman=brahman denklemi-
ni alt üst etti. Hindu dininin değişmez ve yok olmaz ilkesini
görmezden geldi; bekayı, hayatın akışının şimşek çakışları
gibi artarda gelen anlarının sürekliliğinden soyutlanan akıp
giden bir görüntüler zinciri saydı. Bu başı ve sonu olmayan
186• BATI KARŞISINDA ASYA
3. Çin
77 "The Mystical way of Chuang Tzu", in: A Source Book of Chinese Philo-
sophy, aynı yer, s. 207.
ASYA KÜLTÜRÜNÜN DÖRT BÜYÜK MERKEZİ• 195
4. Japonya19
81 D.T. Suzuki, Zen and Japanese Cu/ture, Bollingen Series LXIV, Newyork
1965, s. 220.
ASYA KÜLTÜRÜNÜN DÖRT BÜYÜK MERKEZİ•203
a) Şintoizm
dı. Bu durum yalnızca bize özgüdür ve başka hiçbir ulus böyle bir
özelliğe sahip değildir. Bu yüzden kendi ulusumuza tanrısal ulus
adını veriyoruz." 85
KURTULUŞ YOLU VE
FELSEFİ DÜŞÜNCE
langıcında bir tür keşif olduğu yani öne çıkma ve açılma füel-
liği taşıdığıhalçle; aynı gerçek, Eflatun'un mağara temsilin-
de öznel bakış düzeyine indirgenir. Yani gerçek, bizim bakış
açımız yönünde değişime uğrar ve böylece kürsüsünü (art)
değiştirir. Artık gerçek, kendisini 'bize gösteren varlığa ait
değildir; aksine öznenin, yani bizim, varlıkla ilişki tarzımızı
belirler. Böylece gerçek, artık ide'mizin yani bakışımızın hük-
mü altındadır. Bu yüzden Heidegger'e göre metafizik dü-
şünce Eflatun ile başlar; çünkü gerçeğe ulaşmanın, bilinenle
(şey) akıl arasındaki uygunluk doğrultusunda sınırlanması
onunla başlar ve bu öznelliğin başlaması demektir. Batı dü-
şüncesinin sonraki dönemlerdeki gelişim çizgisi, bu öznelli-
ğin ide alanından Nietzsche felsefesindeki güç istemine doğru
aşama aşama geçişinin merhalelerini taşır ve sonunda günü-
müz teknik düşüncesindeki istem istemi haline dönüşür. He-
idegger, Eflatun' dan günümüze uzanan bu değişimin mecra-
sını varlığın unutuluşu olarak adlandırır. Aslında, Heideg-
ger'in Batı düşüncesi konusundaki bu tabiri, Hegel felsefesi-
nin gelişim çizgisinin aksi yönündedir. Çünkü He gel' e göre,
bu felsefenin sonu, bilince ve özgürlüğe ulaşmaktır. Bu son
Heidegger için, varlığın unutuluşu çizgisinin son aşamasıdır
yani her türlü var oluştan boşaltılmış bir dünyada insanın ta-
mamen yabancılaşmasıdır. Ancak, bu görüş ayrılığına rağ
men, her iki konuda da düşünce tarihi ve tarihin düşüncesi
birdir; ister mutlak ruhun tekamülü yönünde olsun, ister
varlık hakikatinin unutulması yönünde.
Asya düşüncesinde bu değişim seyri hiçbir zaman gerçek-
leşmedi. Sözgelimi, Hint düşüncesi dört evrensel çağın deği
şimini bir şekilde manevi gerçeklerin gerilemesi yönünde
gördü; ancak hiçbir zaman gerçeği kali (karanlık) çağının de-
ğerleriyle sınırlamadı. Bir an bile geçmiş dönemlerin aşkın
ideallerinden gafil olmadı. Asya düşüncesi her zaman tek bir
hedefe yöneldi: Kurtuluş. Batı düşüncesini Asya uygarlıkla
rından ayıran şey, köken deneyiminin ortadan kayboluşu
dur. Esasen felsefe, mitolojik-şairane görüşe dayanan köken
deneyiminin yok olmaya yüz tuttuğu sırada ortaya çıktı.
KURTULUŞ YOLU VE FELSEFi DÜŞÜNCE• 223
1. Faust ve Buda
ÖLÜMÜ AŞMAK VE
ÖLÜME DİRENMEK
88 H. Plessner, Über die Beziehung der Zeit zum Tode, Eranos Jahrbuch,
Zurich 1951, s. 354.
ÖLÜMÜ AŞMAK VE ÖLÜME DİRENMEK• 235
Evet olabiliriz.
Buluşlara, ilerlemelere, kültürlere ve bilgeliklere rağmen hala
hayatın yüzeyinde kalmış olabilir miyiz? Kendi kendine bir şey ol-
ması mümkün olan bu yüzeyi, yaz tatili günlerinde salon mobilya-
ları üzerini örter gibi inanılmaz bir melal kumaşıyla kaplamış ola-
bilir miyiz?
Evet olabiliriz.
Bütün dünya tarihi bir yanlış anlamadan ibaret olabilir mi?
Geçmiş sahte ve yalan olabilir mi? Çünkü şimdiye dek hep geniş
kitlelerden söz edilmiş; ama bundan yalnızca kalabalık insan toplu-
lukları kast edilmiştir.
Evet olabilir.
Daha biz doğmadan önce meydana gelmiş olana ulaşmayı iste-
miş olabilir miyiz? Onların her birine, kendilerinden önceki insan-
lardan doğduklarını hatırlatabilir miyiz?
Evet hatırlatabiliriz.
Evet düşünülebilir.
Mademki her şey olabilir ya da olması imkan dahilindedir, o hal-
de bu dünyada bir şey olmalıdır ve bu düşüncelerle meşgul olan bu
yeni yetme şimdiye dek söylenmemiş olanlar hakkında bir şeyler
yapmalıdır. O bu iş için ne denli değersiz ve uygunsuz olsa da bu
işe gönül vermelidir. Çünkü ondan başka bu işi yapacak kimse yok-
tur. Bu Brigge, bu yabancı ve önemsiz genç, beşinci katta oturup
yazmalıdır, gece gündüz yazmalıdır. Çünkü işin sonu böyledir."
rum; ben sonu Budalığa ve bilince çıkan bir yol seçmek istiyorum."
Sidharta'nın iddiası, tıpkı Batı kültürünün, yankısııu bütün
büyük eserlerinde bulduğumuz mutlakçılığına benzer. Bu
dert, insanın, bütün göz alıcı başarılarına rağmen mutlaksız
ve sığınaksız olamayacağına işaret eder. İnsan, kamu hasta-
nelerinin adsız sansız ölümlerine mahkum olmak istemez.
İnsan, hayatının anlamsız olmasını istemediği gibi, ölümü-
nün de öyle olmasııu istemez. İnsan, hastalık konusunda bir
sayıya veya fişe dönüşmek istemez. İnsan kendi hakkında
"Bugünkü kayıplarımız, üç kanserliden, iki kalp krizinden ve dört
kazadan ibaretti." denilmesini istemez. O, hayatına çeki düzen
vermeye çalıştığı gibi ölümünü de seçmek ister. Malte, has-
taları hastaneye götüren faytonlar hakkında şöyle der: "Nor-
mal fiyata giden üstü açık bir fayton gördüm; yani bir saat can ver-
meye iki Frank."
"Tanrım, herkese kendine yaraşır bir ölüm ver, hayatına uygun
bir ölüm." Bu cümlede, bir dua bir de istek vardır. Dua, haya-
tın anlamsız olmaması, yerinde saymaması, mükemmellik
arayışı içinde olması içindir. İstekse, yaşanan hayata uygun
bir ölümün gerçekleşmesi içindir. Çünkü, bizi insan yapan
ya da hastane yataklarına asılan kimliksiz bir hasta kartı ha-
line getiren ölüm deneyiminin mihengidir.
Tolstoy'un eseri Ivan Ilyiç'in Ölümü de aynı derdi anlatır.
Ivan Ilyiç saygın bir adamdır. Hiçbir zaman, huzur dolu
dünyasının ve hayatının merkezindeki değişmez değerlerin
bir anda anlamsızlaşabileceğini düşünmezdi. Ivan Ilyiç, her
zaman saygın, şerefli ve dürüst bir hayat yaşamıştı. Ölümü
tanımıyor ve bir gün kendisine de gelip çatacağını düşün
müyordu. O, hayatından şikayeti olmayan mutlu ve mem-
nun bir adamdı. Ama birdenbire hiçbir şeye sahip olmadığı
nı anladı; o ana dek kendisine güvenlik, istikrar ve arzuları
nın kıblesi olarak görünenlerin boş, aslı astarı olmayan şey
ler olduğunun farkına vardı. Ivan Ilyiç, hayatının yanın kal-
mış tezgahında sağlam bir köşe bulmak istiyordu. Gaflet
içinde olduğunu bilmiyordu; çünkü gafletten başka bir şey
ÖLÜMÜ AŞMAK VE ÖLÜME DİRENMEK•239
HAKKIN CEMALİ VE
İNSANIN DEHASI
Sanat ister resim, ister heykel veya hangi sanat dalı olursa
olsun, genellikle, sanatçının gerçekliğe bakışını anlatır. Bu ba-
kış Asya sanatında, Chuang Tse'nin dediği gibi sanatçının,
evrenin aynası olması gereken cilalanmış zihninin yansıması
olmalıdır. Gerçekliğin, Çinli ressamların büyük eserlerinde
her yeri kaplayan bir boşluk olarak görünmesi, Zen Budizm
düşüncesinde eşyayı öteki türlü gösterme şeklinde ortaya
çıkması ve İslami İran camilerinde boşlukta asılı suretler şek
linde tecelli etmesinin nedeni; bu kavimlerin gerçekliğin te-
cellisi ve ortaya çıkışı konusunda farklı bakışlara sahip olma-
larındadır. Bu gerçekliğin makamı ne azimdir, ne kudret, ne
irade, ne de somut nesnelerin suretleri; aksine bu makam, or-
taya çıkışı sırasında gizli olan, açığa çıkarıldığında ise örtü
altında kalan kendiliğinden bir açılım ve öne çıkmadır. Hint
mitolojisindeki nilüfer çiçeği buna bir örnektir. Hint ve Bu-
dist sanatında bütün Budaların ve Budi-satvaların kürsüsü
bu olmuştur. Sanatçı, yaratıcı hayal gücü yoluyla gerçekliğin
tecelli sahasında bulunurken, kendisi de eserinin içinde eri-
yip gider. Çünkü, bu dalış ışıma, aydınlanış ve uyanış hük-
mündedir. Bir Çin öyküsünde anlatıldığına göre, ünlü res-
sam Tao Tse, Çin kralının saray duvarlarından birisinin üze-
rine güzel ve muhteşem bir resim çizer ve bu resimde dağlar,
256• BATI KARŞISINDA ASYA
Bosch, Hyeronimus, 244, 245 burjuvazi, 57, 67, 73, 74, 77-
boş (s'unya), 182 79, 143, 149, 150, 159, 160
boşluk (wu), 196 buşido, 201, 208, 209
Buda, 66, 68, 82, 123, 165, 169, Borgia, Cesar, 248
176, 179, 185, 186, 190, 194- Cevad Camii, el-, 118
196, 202, 204, 206, 207, 210, cevheriyet, 37, 221
212, 215, 224, 226-229, 237, cevhersizlik (s'unya), 196, 214
238, 242, 254, 255 Cezanne, Paul, 250
Budi Satva (doğrusu budisatva), Challaye, Felicien, 58
179 Champ-de-Mars, 247
Budist, -ler, 21, 25, 49, 59, 61, chan, 195
66, 86, 97, 98, 109, 113, 173, Charden, Eric, 86
176, 179, 180, 182, 185, 186, Charles, V., 72
187, 189, 190, 194, 196, 199, Chartres, 258
202, 203, 205, 206, 209, 211, Chou Chao, 189
214,215,219,223,224,254 Colomb, Christophe, 86
Budizm, 92, 168, 169, 176, Chu Chen, 255
180, 185, 187, 191, 193-197, Chu sülalesi, 190
199, 200, 201, 203-206, 208, Chu, Prens, 190-192
210, 213-215 Chuang Tse, 210, 255
Buf-i Kur (Kör Baykuş), 123, Chuang Tzu, 60, 194
124 chun tsu, 151, 191, 192
Bulgakov, Mikhail, 220 chung, 192
284• BATI KARŞISINDA ASYA
Hindu, 21,22, 59, 69, 79, 80, İbn Sina felsefesi, 174, 175
Le Mythe de Sisyphe (Sizifus 61, 67, 68, 78, 96, 135, 141-
Miti), 122 143, 159, 174,219
Le Regne de la Quantite et les Marksizm, 22, 35, 41, 67, 75
Signes des Temps, 78 Matsumiya, Kauzan, 200
Leary, Timothy, 35 Mazdek, 156
Leroy, Louis, 249 Mecmau'l-Bahreyn, 169
Lessing, Gotthold Ephraim Med, -ler, 176
logos, 31 Medici ailesi, 72
Louis, XIV, 153 Mehdi, 179
Löwith, Karl, 65, 66 Meiji, 201, 206, 207
Luther, Martin, 220 Meksika, 20
Mescid-i Şah, 259
M Mesih, 23, 40, 42-44, 67, 141,
197,221,227,258,259
Machiavelli, Niccolo, 68, 248 Mesihi çile, 256, 257
madyamika, 25, 97 Meşhed, 272
Magellan, 86 metafizik, 24, 25, 31, 37, 51,
Mahayana, 169, 179, 185, 187, 52, 75, 108, 148, 152, 154,
195, 203 194, 222
Maikof, 153 Metternich, Klemens Wenzel
makro kozmos (büyük evren), von, 74, 248
183 Mevlana, 90, 107
Malte Laurids Brigge, 82 Mezopotamya, 168, 175
Malte Laurids Brigge'nin Not- Mısır, 20, 83
ları, 234 Mikelanj (mikelangelo), 246,
mandala, 83, 98, 242 254
Mandarin, -ler, 208 mikro kozmos (küçük evren)
madingi, 98 milliyet, 183
Manet, E., 250 Modern Batı düşüncesi, 59,
manevi ritim (shin-in), 202 64, 145
Mani, 156 modern Batı antropolojisi,
Mann, Thomas, 45 135
Mao Tse Tung, 22, 67 Modernleşme, 61, 65
V-W
z
Valery, Paul, 83
Zaehner, Robert Charles, 76
Van Gogh, 90, 117
Zen, 66, 83, 109, 136, 137, 189,
varlık birliğini (vahdet-i vü-
201, 203, 208-210, 223
cud), 28
Zerdüşt, 156, 176
vasat (mediocre) bireyler, 81
zıtların birliği, 29, 98, 263, 263
vaşya, -lar, 79
Vatikan,254 Zigfreud, 220
vecd, 107, 161, 276 zihinsizlik, 195, 202, 208-210,
Veda Sanskrit, 175 225
veda şiirleri (furyu), 209 zihniyet, 37
Vedanta, 182, 186 zihniyetsizlik, 215
Vercailles Antlaşması, 75 zorluk zamanı, 89