Professional Documents
Culture Documents
Kasım 1985
İÇİNDEKİLER
Başlarken 5
DEGiNMELER
5
farklılıklarına rağmen ortak olan yanı, bu ta.meller üzerin
de, çalışan kitleleri yeniden katı bir disiplin altına sokma
yı hedeflemeleridir.
6
cmın yarattığı büyük sarsıntının etkisi altında, Türkiye'
nin sol düşüncesi de ciddi bir bunalımla karşı karşıya kaldı.
7
olarak yüceltiliyor, geıi bir milliyetçilik tereddütsüz biçim
de benimseniyor.
A
1
9
rilmemiş, derinleştirilmemiş olduğunu soğukkanlı biçimde
saptamak, varolan sorunları tartışarak çözmek gerekir.
Tartışma dışınr�a tutmayı amaçladığımız konular yok. Ta
bularımız ve dogmalarımız yok. Tartışmanın, görüşlerin
çeşitliliğinin, maddeci düşünceye zenginlik sağlayacağını,
gelişmesini hızlandıracağını düşünüyoruz. Birlik içinde çe ·
10
Daha da önemlisi, Feuerbacli üzerine onbirinci tezde
ifade edildiği gibi, ·Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde
yorumlamakla. yetindiler; oysa, asıl önemli olan dünyayı
değiştirmektir.•
TEZ
11
Birinci Kitap Üzeri ne
12
tilı otoriter devlet .. Jwvramı da giriyor yazının kapsamına. Yal
-
13
bir yorum temelinde bunalımın kaynağındaki özsel çelişkiyi or
taya koymaya yönelirken, Ann son dönemde özellikle Fransa'da
önemli bir yankı bulan ·düzenleme okulu•nun görüşlerinden
yola çıkarak bunalımın somut gelişimini kapitalizmin tarihi
içindeki yerine yerleştirmeye çalışıyor. Arın'ın vurguladığı
önemli noktalar arasında, kapitalist dünyada iktisat siyaseti
alanına hakim olan yeni - liberalizmin bunalımın gelişme biçi
miyle (özellikle enflasyonla) ilişkisi yer alıyor. Günümüzde
Türkiye'nin yaşadığı bunalımı ve devletin bunalım karşısındaki
konumunu anlamanıı;ı. önkoşulu, Ann'ın da altını çizdiği gibi,
dünya çapındaki · bunalımın dinamiklerini doğru biçimde kav
ramak.
14
geleceğin toplumunda teknoloji sorununa yaklaşımda nasıl bir
yol izlenmesi gerektiğine ilişkin köşe taşlan dikmek Tür
kiye'nin tariluel gelişim çizgısı üzerine solda yapılan
tartışmalarda öteden beri en belirleyici konulardan biri Cum
hµriyet'in kuruluş süreci ve doğası olmuştur. Sungur Savran.
buradaki yazısında klasik maddeci teorinin Türkiye'de az tar
tışılan bazı kavramlarına <örneğin •tepeden devrim• ve •pasif
devrim•) başvurarak, Cumhuriyet'in kuruluşunu ve onu izle·
yen toplumsal süreci maddeci bir perspektifle tahlil etmeye ça
lışmakta. Bu çaba, bu tarihsel dönemin doğası konusunda Ke
tnııli.zmin etki alanındaki sol açıklamalar ile günümüzün sivil
toplumcu akımının görüşlerinin eleştirisini de içeriyor.
15
«Popül izm�>,
«Bürokratik-Otoriter Devlet»
ve Türkiye
Galip L. YALMAN
16
ün Amerika'ya ilişkjn modelin ve yol aÇtığı tartışmalann kap
samlı bir değerlencli.mıesine pek gerek duyulmadan, bazı kav
ram ve hipotezler benimsenmekte veya reddedilmektedir. üs
telik, amacın uygulama ya da eleştirme olmasına bağlı olarak,
kavramlara farklı içerikler verilmekte, yeni anlamlar yüklen
mekte ve sonuçta kavram kargaşası ciddi boyutlara varmakta
dır.
Kanımızca öncelikle yapılması gereken, Latin Amerika kö
kenli BOD modelinin, kuramsal temelleri ve somutu açıklama
daki başansı açısından değerlendirilmesidir. Latin Amerika çer
çevesinde ve sınırlı ölçüde de diğer AGÜ'lerdeki deneyimlerle
sınanan modelin, AGÜ devletini kavramlaştırmaya yönelik ve
Latin Amerika ile sınırlı kalmayan kuramsal çalışmalarla bir
likte ele alınması, umarız, Türkiye'delü tartışma.lara. da ışık tu
tabilir.
1. POPÜLİZM
17
örnekleri ile görüleceği gibi, ·popülist• sıfatı iktisat politikası.
sınıflar arası ittifak, siyasal rejim, devlet tipi v& biçimi, toplum
saVsiyasal hareketler, ideoloji gibi çok çeşitli olguları tanım
lamakta kullanılmaktadır. Daha önemlisi, bu şekilde tanımla
nan herhangi bir kavramın içerdiği anlamın veya tekabül etti
ği olgunun, sorunsal farklılıklarına bağlı olarak çok farklı, hat
ta bazen birbirine zıt nitelikler taşıyabilmesidir. Sorunsalından
soyuUanarak kullanıldığı ölçüde, •popülist• sıfatı kavram kar
gaşasını kaçınılmazlaştırmaktadır.
18
nın, toplumsal yapıdaki eşitsizlikleri artıracağı, kırdaki gele
neksel ilişkilerin çözülmesi ile topraktan kopan kitlelere yeter
li istihdam olanaklan sağlayamaya.cağı, bu bağlamda sık rast
lanan bir bakış açısıdır, Buna göre, tarımsal gelişmeye öncelik
verilip, sömürge öncesi döneme özgü geleneksel yapıların te
mel üretim birimleri olara)c benimsenmesi, kendi kendine yeten
bir ekonomi ve eşitlikÇi bölüşümün egemen olduğu bii" toplum
hedeflerini gerçekleştirmek için, vazgeçilmez önemdedir. En
somut ifadesini Tanzanya Devlet Başkanı Julius Nyerere'nin
1967'de kendi topllımuna resmi politik hedefleri olarak benim
settiği Arusha Bildirgesinde bulan ve o dönemde •Afrika Sos
yalizmi· olarak da tanımlanan bu yaklaşıma, 11narodizm• in mo
dern bir varyantı olarak bakılabilir.
Ote yandan, sanayileşme sürecine girmekte gecikmiş top
lumların emperyalizm çağında kapitalist yoldan gelişemeyecek
leri görüşü, bilindiği gibi l.4ün Amerika kaynaklı ·bağımlılık·
yaklaşımının başlıca tezlerinden biridir. Ne var ki, •bağımlılık·
yaklaşımının sanayileşmeye kai"şı olmak - gibi bir savı yoktur.
Tam tersine, kapitalist dünya sistemine bağımlı oldukları süı;.'e
ce AGO'lerin ·•gerçek• anlamda sanayileşemeyecekleri vurgu
lanmıştır. Bağımlılık devam ettiği sürece devletin sanayileşme
çabalarına öncülük etmesi de, •Özerk· bir gelişme için asgari
önkoşuldur. Bu bağlamda, 19. yüzyıl Rus popülizmlnin de sana
yileşmeye tatnamen karşı olduğunu söylemek doğru değildir.
ôzellikle 19. yüzYtlın son çeyreğinde kapitalistleşmenin yadsı
namaz bir olgu olarak belirdiği Çarlık Rusya.'sında, devletin sa�
nayileşme sÜJ'.8ciD.de aktif rol oynamasının. sürecin yaratacağı
eşitsizliklerin sınırlanması ve kitlelerin yoksullaşmasının ön
lenmesi açısınQaıı yararlı olabileceği ileri sürfilmüştür. :ı Buna
benzer ,sörüşleıin Rus popülistleri arasında revaç bulma.sına
rağmen,· •narodizm•in genel olarak, küçük üreticiliği ortadan
kaldırdığı ölÇüde, kapitalizme ve sanayileşmeye karşı bir dü
şünce akımı olduğu saptanabilir. Nitekim, 1917 Ekim Devrimi
sonrasında aldığı biçimle, cpopüli2m· küçük üreticiliği tasfiye
ettiği gerekçesiyle SovyeUer Birliği'nde izlenen gelişme modeli
ne karşıdır. ôzelli.kle, tanmda kolektifleşürmeye, köylülüğün
geleneksel ür�üm ilişkilerinin korunması amacı ile, karşı çıkıl
maktadır.•
19
·Popülizm•in salt anti -kapita1ist bir-ideoloji olmaktan çık
tığını· gösteren bu gelişmenin yanı sıra bu dönemde •popülizm· in
giderek belirli toplumsal hareketlere de damgasını vurduğu
gözlenebilir. İki dünya savaşı arası yıllarda, Doğu Avrupa ül
kelerinde ortaya çıkan örgütlü köylü hareketlerj ve bunların et
kili siyasal partilerinin belirgin özelliği, 1 9 . yüzyıl Rus popülist
leıinden farklı olarak küçük üreticiliğin korunmasını kendi ba
şına bir amaç haline dönüştürmeleridir. Küçük üreticiliğin, ka
pitalist aşamadan geçmeden sosyalizme geçişi sağlayaca.lç. bir
araç· olarak görülmesi artık söz konusu değildir. Bir bakıma,
bu hareketlerin siyasal düzeyde giderek tutucu bir nitelik ka
zandıkları söylenebilir.•
20
di Bu ideolojinin özelliği, toplumdaki sınıflann varlığını yadsı
ması, eğer belirginleşmiş sınıf farklılaşmalan \Tarsa, sınıflar
arası çelişkilerin uzlaşmaz nitelikte olmadığını ileri sürmesiydi.
Toplumdaki çıkar farklılıklarının yadsınmasının doğal sonucu
�se, çoğulcu bir siyasal yapılanmanın gereksizliği vurgulanarak
tek parti iktidarının kurulmasıydı. Söz konusu parti toplumda
ki beliİ"li çıkarları değil, tüm toplumu temsil etme savındaydı.11
Dolayısıyla, ulusal bütünlüğün sağlanması için de çoğulcu bir
siyasal yapının olumsuz etkilerine kapılan kapalı tutmak ge
rekliydi.
21
ifadesi gibidir. •Anti - elitizm• giderek •popülizm· in tanımlayı
cı unsuru olarak belirmektedir.
Latin ·Popülizm• I
22
söyleme göre, •orta sınıflar•ın -küçük burjuvazi ve beyaz ya
kalılar kastedilmekte - bu ittifaka dahil edilmesi •Özel sektör�
cü• kapitalizmin gelişmesinin önlenmesi için gerekliydi, ·Dev
let kapitalizmi• emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak
için gerekli sayılırken, ·özel sektörcü• kapitalizmin emperyalist
sömürünün devamı anlamına geleceği vurgulanıyordu.1 Latin
Amerika'nın •Orta sınıflar•ının, tarihsel gelişme süreçlerinin öz
güllüğünden ötürü , gelişmiş batılı ülkeler orta sınıflarından
farklı nitelildere sahip oldukları iddia edilmekteydi. Buna göre,
bu sınıfların emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmakta
önemli çıkarları vardı. Öte yandan, sanayileşmenin henüz gün
deme g_elmemiş <;>i masına karşın, Peru, Meksika, Venezüella gibi
Latin Amerika ülkelerinde, dünya pazarı için üret.im yapan
pl�ntasyonlarda ve madenlerde çalışanlar küçümsenmeyecek
bir ücretli işgücü oluşt urmaktaydılar. Emperyalizmle işbirliği
halindeki - kısaca ·oligarşi• olarak nitelenen - büyük toprak
sahibi - tüccar sermaye ikilisine karşı verilecek mücadele, Haya
de la Torre'ye göre, bir •halle cephesi·nin kurulmasını gerekli
kılıyordu. Bu noktada, Üçüncü Dünya •popülizm•i ile Latin •po
pülizm•i arasındaki bir koşutluğun altını çizmek gerekir. Ku
rulması amaçlanan •halk cephesi•nin belirgin işlevlerinden bi
ri, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesini önlemektir aynı zaman
da. Bu bağlamda, •popülizm•in tanımlayıcı unsurlarından biri,
içinde bulunulan kapitalist gelişme aşamasından bağımsız ola
rak� işçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesi yapmayı amaçlar
biçimde örgütlenmesini ve mobilizasyonunu engellemeyi öngör
mesidir.
23
Aralarında Qaşitli noktalarda görüş aynlıklan olmakla birlikte,
birçok toplumsal bilimcinin, •popülizm• kavramı ile ifade et
mek istedikleri olgu Latin Amerika ülkelerinin tarihlerinin belli
bir aşamasında tanık olduklan bir siyasal biçimlenme (form of
politics> 'dir.
Genel olarak, 1929 Dünya Bunalımının Latin Amerika eko
nomilerinin dünya kapitalist sistemi ile bütünleşme biçiminde
fOl açtığı bunalım sonucu oluştuğu varsayılan bu siyasal biçim
lenmenin - Haya de la Torre'nin sözünü ettiğine benzer- üç
lü bir sınıflar ittifakına dayandığı belirtilmektedir. Dünya bu
na])mı ile birlikte geçerliliğini önemli ölçüde yitiren, geleneksel
ürün ihracatına dayalı sermaye birikimi modeli ise yerini - sis
tem.le tekil ekonomiler arasındaki mal ve sermaye akımlannın
zayıfladığı bir ortamda - ithal ikameci sana.yileşmeye dayanan
yeni bir sermaye birikimi modeline bırakmıştır. Dolayısıyla,
•popülist• siyasal biçimlenme ile ithal ikameci sanayileşme
ctts> arasında birliktelik söz konusudur. Ülkeden ülkeye belirli
farklılıklar göstermekle birlikte, bu temelde tanımlanan cpopü
lizın·in 1930'lardan 1960'lara, hatta 1970'lere kadar uzanan bir
dönemin karakteristik özelliği olduğu ileri sürülmektedir.
Söz konusu kavramsal çerçevenin ayrıntılarına ve eleştiri
sine girmeden .önce vurgulanması gereken nokta, •popülizm•e
yepyeni bir •analitik araç• niteliği kazand.ınlmaya çalışıldı
ğıdır. •Popülizm• , toplumların tarihi gelişme süreçlerini kavra
makta bir ·dönemleme• aracı olu.rak kullanılmaya başlanmak
ta, bir siyasal biçimlenmenin olduğu kadar, belirli bir dönem
de, bu biçimlenme ile ekonomik süreçler arasındaki ilişkiler bü
tününün de simgesel ifadesi olmaktadır. ·Popülizm· in analitik bir
araç olarak geçiİ"diği bu evrim son derece dikkat çekicidir. Mo
dernleşme okulu tarafından kullanıldığı biçimiyle sınıfsal fark
Wıklann göz ardı edilmesine neden olduğu için, analitik değe
rini yitirdiği düşünülen kavram, aralarında çok sayıda, sınıf
sal analizi benimsediğini belirtenlerinin de bulunduğu toplum
sal bilimciler tarafmdan yepyeni bir içeriğe kavuşturulmaktadır.
Bu yeni içeriği ile, kavramın ne denli yararlı bir analitik araç ol
duğunu tartışmak gerekmektedir.
25
ri açısından, ayn ayn irdelenmek zorundadır. ·Popülizm• in kav
ramsal bir çerçeve ve -dönemleme• aracı olarak !..atin Amerika
genelini ve/veya tekil Latin Amerika ülkelerinin tarihsel dene
yimlerini açıklamaktaki katkısı n&dir? ·Popülizm• - ·BOD· iki
lisi, Latin Amerika toplumlarının ekonomik ve siye.sal gelişme
süreçlerini bütünsel bir model çerçevesinde açıklamaya çalış
tıkları ölçüde, La.tin Amerika'ya, hatta giderek ·benzer• süreç
leri yaşayan başka AGÜ'lere özgü bir devlet kuramına dönüş
mektedir. Bu, kuramsal açıdan ne denli anlamlı bir uğraştır?
•Popülizm-in, Latin Aınerika'dan soyutlandığı ölçüde, farklı ta
rihsel koşullan ve farklı algulan incelemede •analitik• değerini
koruduğu söylenebilir mi? Ya da •popülizm• in analitik bir kav
ram olarak kullanılmasına devam edilmeli midir?
26
Ote yandan, •popülizm•in ideolojik bir söylem ve siyasal
bir hareket olarak daha 1920'lerde ortaya çıktığını gördüğümüz
Peru'da 1930 bunalımının •popülist• bir siyasi ·biçimlenmeye
yol açmadığı gibi, 11S'yi de gündeme getirmemesi dikkat çekici
dir. Peru'da US'nin ilk aşaması 1950'li yıllarda yaşanırken, •po
pülist· bir siyasal biçimlenmenin, günümüze kadar geçen sü
renin herhang i bir evresinde oluştuğunu söylemek oldukça zor
dur. Paradoksal olarak, salt bölüşüm politikaları temel alındı
ğında ise, Peru'nun oligarşik iktidar blokunun, daha 1920'lerde,
•popülist• politikalar izlediğini iddia eden yorumlara bile rast
lanabilmektedir. 10 Peru, Meksika, Venezüella gibi geleneksel
ürünler ihracatına dayalı ekonomilerde, US'den çok önce oluş
maya başladığına Haya de la Torre'nin dikkat çektiği bir ücret
li emek ordusunun giderek yükselen taleplerinin bu gibi politi
kaların uygulanmasını zorunlu kıldığı belirtilmiştir. 1 1 B u git
yorumların yaran, •popülizm·in US ile birlikte, tarihsel gelişrr•._
sürecini ·dönemleme• aracı olarak işlevsel olamayacağına dik
kat çekmesidir. Bir bakıma, •popülizm•e kazandınlmak istenen
•yeni• içerik ve kuramsal statünün yeniden düşünülmesi ge
rektiği ortaya çıkmaktadır.
27
artmasının •kaide• yi giderek geçersiz kılması karşısında, •PO
pülizm• in İİS ile birlikte gerçekleşen bir olgu olarak düşünül
memesi gerektiği kabul edilmek zorunda kalınmıştır. u Önerilen
çıkış yolu, cpopülizm· in iktidar bloku dışında kalan kesimlerin
siya.sal hareketliliğinin fazlalaştığı dönemlere ilişkin tanımlayı
cı bir işlevi olabileceğidir. Bu da bizi •popülizm• in siya.sal bo
yutunun tartışılma.sına getirmektedir.
·Popülizm• in bağımlı kapitalist ülkelerde dünya kapitalist
sisteminin bunalımı sonucu ortaya çıktığı konusunda anlaşan
toplumsal bilimciler arasında •siyasal biçimlenme•nin niteliği
ni belirlemede görüş birliği yoktur. Kimine göre siyasal bir sis
tem, kimine göre siyasal bir rejim, kimine göre bir devlet tipi,
kimine göre de bir devlet biçimidir •popülizm• . Bu dur.um, bü
yük ölçüde tartışmacılann kuramsal açıdan oldukça eklektik
bir tutum benimsemelerinin sonucudur. Bu bakımdan, bir kıs
mının devlet tipi ile siya.sal sistem, ya da devlet biçimi ve siyasal
rejim arasında pek fark gözetmedikleri de söylenebilir.
Herhangi bir toplumsal formasyonda. egemen üretim tarzı
nın niteliğine bağlı olarak, devletin de temel niteliğinin belirle
neceği, tartışmaya açık olmakla birlikte, oldukça yaygın kabul
gören bir görüştür. Dolayısıyla devletin niteliğinin belirlenme
sinde öncelikle o toplumsal forma.syonda belirli bir üretim tar
zının egemen olup olmadığının saptanması öneın kazanmakta
dır. Bu saptama, yöntemsel açıdan, birtakım görgü! verilerin öl
çümü' ile değil, aiıaliti.k olarak yapılmak ,durumundadır. Kapi
talist devlet kuramına ilişkin olarak 1970'li yıllarda yoğunlaşan
tartışmaların bu konuya açıklık kazandırdıklarına kuşku yok
tur. · Konumuz açısından önemli ikinci bir nokta ise, kapitalist
üretim tarzının egemenlik · kazanması ile devletin kapitalist ni
telik .kazanmasının eşzamanlı olgular olup olmadığıdır. Bu bağ
lamda iki farklı s�run alanına işaret edUebilir. Birinci sorun
alanı da, kendi içinde ikiye ayrılabilir. ıaı Pre - kapitalist iliş
kilerin çözülme sürecine girdiği, ancak kapitalist üretim tarzı
nın egemenliğinin oluşmadığı •geçiş• dönemlerinde devletin ne
teliğinin belirlenmesi. ı b) Kapitalist üretim tarzı egemen ol
makla birlikte, devletin niteliğinin henüz netleşmediği •geçiş•
dönemleri. 13 21 Kapitalist üretim tarzının egemenliğinin ve
28
davletin kapitalist niteliğinin tartışma konusu olmadığı koşul
larda, kapitalizmin gelişme aşamalarına ve sınü mücadeleleri
ne bağlı olarak devletin niteliğinde olabilecek değişimleri kapsa
yan sorun alanı.
2i
mümkün olabilir.10 Örneğin, siyasal rej im değişikliği söz konu
su olmadan, devletin biçiqıinde değişiklik olabileceği gibi, her
siyasal rejim değişilç.liğini mutlaka bir devlet biçimi değişikliği
olarak algılamak da gerekmez. Devlet biçimi kavramının bir ya
ran da, sınıflar arası ilişkilerin önemini vurgulayarak, ekono-_
mik ve siyasal düzeyler arasında indirgemeci yaklaşımın ön
gördüğü türden tek yönlü bir belirlenmeyi zorlaştırmasıdır.
ll6) Poulantzas C l973>, s. 319. İkUdar bloku ile devlet arasındaki ilişkile
rin geçirdiği detişimlere bağlı olarak, devlet biçimi ile siyasal rejim bir
likte ele alındığı takdirde, devleün görece özerkliğ_i kavramımn somu
tu açıklanıadaki katkısı da belirginleşecektir.
(17) Alavi U982a> ve Munck l l9M> bu doğrultudaki çalışmalara. biri Asy a ,
30
da, farklılaşmasıdır. ·Bağımlı· toplumsal formasyonlarda, ka
pitalist üretim tarzının yeniden üretiminin ·dışsal• etkenlere
dayandığı ·Heri sürülmektedir. Buna göre, gelişmiş kapitalizm
den farklı olarak, •bağımlı• kapitalizmin yeniden• üretimi ulus
lararası sermaye ile organik bağlarından soyutlanmış biçimde
algılanamaz. Diğer bir deyişle, ·bağımlı• yeniden üretim.in ger
çekleşmesinde , çevre ülkelerle merkez ülkeler arasındaki mal
\re sermaye akım.lan belirleyici rol oynamaktadır. Özetle, fark
lı yeniden üretim koşullan, farklı üretim tarzlarını da berabe
rinde getirmektedir. 1 8 Adı konmamakla birlikte, söz konusu
olan, •bağımlı üretim tarzı• kavramının inşasıdir.
31
lı bir ni�eliğe sahiptir La.tin Amerika bağlamındaki devlet bi
çimleri aynını. Aşağıda örnekleri ile görüleceği gibi, oli ·
garşik ve popülist devlet biçimleri hem •demoJtra,tik. hem de
•otoriter• siyasal rej imleri kapsarken, . ·bürokratik - otoriter•
devlet biçimi sadece •Otoriter• rejimleri kapsamaktadır. 20' Ay
nca, devlet biç,iınlerini birbirini kronolojik olarak izleyen ve be
lirli ekonomik gelişme aşamalarına tekabül eden olgular ola
rak görmek de, hem ekonomik he� siyasal düzeylerde tek yön
lü ve aşamalı bir gelişme öngören teleolojik bir anlayışı yansıt
maktadır. Buna göre •bağımlı· toplumsal formasyonlarda, ka
pitalist gelişme hızlandıkça, siyasal düzeyde de •otoriter- bi
çimlenmeler yaygınlaşmaktadır. Bu konunun ve ·bürokratik
otoriter• devlet biçiminin tartışmasını bir sonn.ki, bölüme bı
rakarak, kısaca •popülist• devlet biçimi üzerinde duralım.
120> Oligarşik diye nitelenen 1930 öncesi' dönemde, Latin Amerika ülkele
rinde kağıt üzerinde de olsa burjuva demokratik niteliklere sahip re
jimler görüldüğü gibi, sivil olsun . asker olsun bu niteliklerden kA&ıt üs
tünde de olsa yoksun rejlmlerp de tanık olunmuştur. ·Popülist.- devlet
üzerinde aşağıda ayrıntılı biçimde durulacaktır. ·
c2ı> Boron Cl98 ı > , Roxbotough Cl979) , Munck U984>, Weffort U970)
32
raınlaştırnla olduğu savını da iÇerlnce,. daha da sorunlu bir gö
rünüın kazanmaktadır.
33
gütlenmeleri dağıtılmış, işçi sınıfını temsil etme savını taşıyan
siyasal partiler de kapatılmıştır. 1937'de kabul edilen anayasa
ile devlet yeniden örgütleniyor ve sendikaların bağı msızlığı or
tadan kaldırılarak bunla:ı;- devletin vesayeti altına sokuluyordu.�1
·Estado Novo• CYeni Devlet> olarak adlandırılan bu düzenle
melerle, bir bakıma, sendikalar devlet · kurumlarına dönüştürül
mekteydiler. Dahası bu örgütlenmeler, siyasal iktidann am!iç
lan doğrultusunda, kitlelerin güdümlü mobilizasyonunda önem
li işlevler yüklenmekteydiler. Bu nitelikleri nedeniyle •korpora
tist• sıfatına hak kazanan Vargas yönetiminin dayandığı siya
sal ittifakın, iktidar bloku ile çalışan sınıflar arasındaki bir den
genin ürünü olmadığı açıktır. Aksine Vargas yönetiminin çalı
şan sınıflann siyasal düzeyde yenilgiye uğratılması ile durumu
nu güçlendirdiği söylenebilir. Bu nedenle, 1930 - 1945 dönemi,
Brezilya'da bir •pasif devrim•in gerçekleştiği dönem olarak da
değerlendirilmiştir. 23 Zaten, · Bonapartizm• kavramına temel
olan tarihsel örneğin de, benzer bir biçimde işçi sınıfının yenil
giye uğratıldığı, ama burjuvazinin kendi öz siyasal temsil
cileri C siyasal partileri> aracılığı ile iktidarını sürdüremediği,
bu nedenle iktidarını sürdürebilmek için adeta sınıflar üstü bir
konuma sahip görünen bir otoriteye nza gösterdiği bir konjonk
türü yansıttığı anımsanmalıdır�24 Dolayısıyla, Vargas yönetimi
nin dayandığı söylenen siyasa! ittifak. iki ayn boyutta değerlen
dirilmelidir. Bir boyutu ile iktidar bloku içindeki hegemonya
bunalımını yansıtan bu ittifak. diğer boyutu ile iktidar bloku
nun çalışan sınıflar üzerindeki egemenliğini sürdürme aracı
dır. Toplumsal sınıflar arasında genel bir denge durumundan
söz edilemeyecek bu koşullarda, ancak iktidar bloku ile çalışan
sınıflar arasında, ·Bonapartist• devletin örgütlediği bir ittifak
tan söz etmek mümkV.Odür.
34
na neden olmuştur, Bu kez seçimle ikUdara gelen Vargas'ın tra
jik intihan, yaşanılan siyasal bunalımların dramatik bir simge
si gibidir. Rejimin meşruiyeti, siyasal ittifakın çeşitli �atları
nı tatmin etmeye dayandığı için, bu sağlanamadığı ()lçüde zayü
lamaktadır. Zaten sö� konusu olan, örgütlenme özgürlüğünü kı
sıtlaması ve sendikaları devletin vesayeti altında tutması nede
niyle demokratik niteHği ciddi olarak zedelep.miş bir siyasi re
j imdir. Ama öte yandan da, iktidar blokundan gelen baskılar
karşısında, siyasal iktidarların kitlelerin mobilizasyonunu hız
landırıcı girişimleri söz konusudur. Bir yandan da, ·Estado No
vo·dan beri örgütlenmemiş bulunan tarım kesimi çalışanları,
örgütlenmeye başlanmıştır. Siyasal hareketliliğin artması, ikti
dar blokuna dahil kesimleri giderek tedirgin etmekle beraber,
sendikal örgütlenmelerin ve güdümlü kitle mobilizasyonunun,
devletin simgelediği kurulu düzene karşı bir nitelik kazandığı
nı iddia etmek de güçtü. Konumuz açısından vurgulanması g&
reken, demokratik nitelikleri tartışma konusu da olsa, 1945 -
1964 döneminde siyasal rejimin, ·Bonapartist• niteliklerini de
önemli ölçüde kaybetmiş olduğudur. Bu nedenle, 1937 - 1964 dö
nemini tek bir devlet biçimi ile tanımlamak daha çok ·korpora
tizm• temelinde yapılabilir. Ne var ki, aşağıda göreceğimiz gi
bi, •korporatizm• 1964 sonrasında da devam eden bir özelliğidir
Brezilya'nın. Şu durumda iki seçenek arasında bir tercih yap
mak gerekmektedir. Birincisi, ·Bonapartizm• ve ·korporatizm·
temelinde tanımlandığı ölçüde, 1930 - 1945 dönemini •popülist•
olarak nitelemek. İkincisi ise 1945 - 1964 dönemini, Brezilya'ya
özgü görece demokratik <aynı zamanda korporatist> bir siya
sal biçimlenmeyi ifade etmek için •popülist• olarak tanımla
mak. Ama mümkün olmayan, 1930 - 1964 dönemini tek bir siya
sal biçimlenmeyi nitelemek amacıyla •popülist• olarak tanım
lamaktır. Söz konusu biçimlenme, devlet biçimi olarak da algı
lansa, siyasal rejim olarak da algılansa bu değişmemektedir.
35
gelişmiş olması ve özellik.le rejimin demokratik niteliğini koru
ması ilQ Brezilya'dan farkWaşmaktad.ır. 1930'larda, faşizme
karşı mücadele stratejisi olarak benimsenen ·H� Cephesi• nin
Latin Amerik.a'da hayata geçirilebildiği ve kısa süreli de olsa ilc
tidara gelebildiği tek ülke Şili'dir.2ı; Sendikal örgütlenmelerin
bağımsızlığını koruyabildiği ve siyasal örgütlenmel�rin yasak
lanmadığı bir ortamda gündeme gelen •Halk Cepheşi• iktidan
nı, salt izlediği iktisat politikalannın. benzerliği nedeniyle Bre
zilya'daki ·Estado Novo• ile aynı kefeye koymak anlamlı gö
zükmemektedir. Özetle, Şili'de 1930'lu yıllarda ya da daha sonra
"korporatist• ve ·Bonapartist. nitelikler taşıyan bir siyasal bi
çimlenme görülmemektedir. Üstelik, örneğin Brezilya ve Arjan
tln'den farklı olarak, iktidar blokuna dahil kesimlerin temsilci
si siyasal partilerin meşruiyetlerini yitirmeleri de söz konusu
olmamıştır. Bu bir bakıma, tüm siyasal çalkalanmalara karşın,
1973'e gelinceye değin, Şili'de parlamenter demokratik rejimin
kesintisiz sürmesini sağlayan bir etken olarak değerlendirilebi
lir. Öte yandan, izlediği HS'yi destekleyici politik�arı temel
alarak. ·Halk Cephesi•nin aynı zamanda anti - oligarşik bir si
yasal ittifak olduğunu varsaymak da. çok anlamlı olmayacaktır.
Böyle olduğu varsayılsa bile, •Bonapartizm•in demokratilc ol
mayan bir devlet biçimJni simgelediği anımsanınca, hiçbir sını
fın hepmonyasrm kuramadığı her durumu, ·Bonapartizm•in
varbiı içiİı yeterli neden saymamak gerekir. Aksi halde, devle
tin görece özerk.l.fğini salt genel güçler dengesine bağlayan ve
b\l.DU «Bonapartizm� in varlığı için yeterli sayan araçsal bir
devlet anl&ylJl benimseruııiŞ olacaktır. Özetle, •popülizm· de
mokratik olan ve ·olınayan biçimler arasındaki ayırımı en aza in
di.rdiği ölçüde, kaba bir ·indirgemeci yaklaşımın ürünü olmak.
tadır. Tıpkı faşist va demokratik devlet biçimleri/rejimler ara
sında fark gözetmeyen yaklaşımda .olduğu gibi. Bu durum, bazı
yazarlan, •popülizm• i � çok ·demokratik· dönemle özdeş
leştirmeye götürmektedir.2• Ne var ki bu yapıldığı ölÇüde, belki
Şili'deki ·Halk Cephesi•ni •popülist.. olarak nitelemek fırsatı
doğmaktadır ama, öte yandan da, tıs ile cpQpü.lizJnı> birlikteliği
de bir darbe daha yemektedir. Çünkü bu durumda 1945 öncesi
Brezilya •po-pülist.. olmaktan çıkmaktadır. Paradoksal biçimde,
(25) Faotzme k8l'Şı bir mücadele aracı olarak önerilen •Halk Cephesi•ni da
ha önce deAindiiim.iz, Haya de la Torre'Din sözünü ettiği ·Halk Cephe
si• ile karıştırmamak gerekir.
(28) Bak. Munck Cl984 ) , s. 154. Aşağıda değinileceği. gibi Türkiye'de� .popü
lizm• tartışmalaruıda da bu özellikle dikkat çekmektedir:
38
Şili'de ·Halk Cephesi• dönemi ile Brezilya'daki 1945 sonrası
•demokratik - korporatist• dönemi aynı nitelikte siyasal biçim
lenmelerin görüldüğü dönemler olarak nitelemek mümkün ol
madığına göre, her ikisini birden •popülist· olarak nitelemenin
kıs.tası olarak İİS belirmektedir.
37
nomik düzeyde mücadelenin sertleşmesi; siyasal düzeyde de sık
sık bunalımlar yaşanmasında etken olinuştur. Gerek iktidar blo
ku içinde, gerekse toplumsal formasyonun bütününde hegemon
ya bunalımı sürdükçe, siyasi rejim değişiklikleri kısa aralıklar
la birbirini izlemiştir. Peronist dönemi hiçbir sınıfın hegemonya
kuramaması sonucu oluşan ·Bonapartist• bir devlet biçimi ola
rak görmekse, Brezilya'da ·Estado Novo• dönemini tartışırken
değindiğimize benzer sorunları gündeme getirmektedir. Belki de
tartışılması gereken, ama bu yazının kapsamını aşan temel so
ru ·Bonapartizm• i hem demokratik hem de demokratik olma
yan biçimlenmeleri kapsayabilen bir kavram olarak düşünme
nin mümkün olup olmadığıdır. Bunun mümkün olduğunun ka
bul edilmesi halinde, kavramın orij inal içeriğinden oldukça
farklı bir içerik kazanacağına da pek kuşku yok gibidir.
Ote yandan, Peron'un •korporatist• bir kurumsal yapı kur
ma denemesi, sendikaların örgütsel bağımsızlıklarını tamamen
yitirmemeleri nedeniyle, Brezilya'dakine kıyasla başansız ol
muştur. Buna karşın, belki de bu nedenle , ·Peronizm• özellikle
Peron devrildikten sonra sendikal hareketin giderek sahip çık
tığı: bir ideolojik söylemdir artık. Devletin vesayet ve güdümün
de olmayan bu hareket, her zaman için, Arjantin siyasal yaşa·
mında. ağırlıklı bir rol oynamak şansına, ·Peronizm• in yasadışı
sayıldığı dönemler de dahil, sahip olmuştur. Özetle, Arj antin'de,
Brezilya'dan farklı olarak, devamlıli.k gösteren bir ·korpo
ratist• yapının varlığından söz etmek de mümkün değildir. Tüm
bu etkenler göz önüne alındığında, •popülizm• in Arjantin için
ister ekonomik. boyutlu, ister siyasal boyutlu bir ·dönemleme•
aracı olarak işlevsel olmadığı, sanırız, açıklığa kavuşmaktadır.
tıs temel alınsa bile, bu süreçte yaşanılan çeşitli evreleri tek bir
devlet biçimi temelinde algılamak anlamlı olmayacaktır. Çün
kü, Arjantin siyasal yaşamını biçimlendiren başlıca etken, sü
rekli değişime uğrayan sınıflar arası ittifakların bir üadesi olan
istikrarsızlıktır. ·Popülizm• i, Peron'un ik.tidar dönemine, özel
likle de sanayicilerle sendikaların çıkar birliğinin oluştuğu dö
neme indirgemek ise, •popülizm - tıs. birlikteliğinin bir kez da
ha inandırıcılığını yitirmesine neden olacaktır. Daha önce de
vurguladığımız gibi, Arjantin'de US süreci, ·Peronist• dönemin
son bulması ile birlikte sona ermemiştir.
38
ğını saptamak, kavıumın bir kenara bırakılmasını gerekli kılar
mı? 19. yüzyıl Rusya'sından 20. yüzyıl Latin Amerika ve Afri
ka'sına kadar uzanan, farklı �rihsel koşullarda farklı sınıfsal
temellere sahip toplumsal hareket ve ideolojilerin ortak bir pay
dası bulunabilir mi? Yöntemsel açıdan, üç farklı önerme çer
çevesinde bu sorulara yanıt aranabilir. Bu önermelerden ikisi
maddeci bakış çerçevesinde, alternatif sorunsallar tartışması
olarak belirmekteyken, üçüncüsü bu bakış açısının dışında, onu
yadsıma iddiasındadır. Sonuncudan başlayalım.
Modernlt:şme yaklaşımında, •popülizm• in belirleyici unsu
runun •antielitizm• olduğuna değinmiştik. Toplumsal yapının
temel analiz birimi olarak sınıflar yerine, •elit - halk· ayırımı
nın konulması ile bir bakıma çok farklı sınıfsal oluşumların,
ortak bir temelde incelenmesi sağlanmış gözükmektedir. örne
ğin, Latin Amerika'daki oligarşik sınıflar •elit· olarak nitele
nince, •popülist• olarak nitelenen siyasal ittifak da •anti - ell
tist• bir görünüm kazanmaktadır. Böylece, Latin Amerika'da
ki •popülist• oluşumlarla Üçüncü Dünya'daki ulusal kuruluş
mücadelelerinin ortak paydası olarak •anti - elitist• nitelikleri
vurgulanmış olmaktadır. Modernleşme perspektifinde, •popü
list• hareketlerin bir başka özelliği olarak •karizmatik• önder
lerin hareketleri yönlendirmedeki önemine dikkat çekildiğine
değinmiştik. İlginç olan, önder kadrolann belirleyici rol oyna
malan nedeniyle bir başka •elit• kategorisi hüviyetine bürün
meleridir. Bu perspektiften bakınca, toplumdaki siyasal müca
deleler de çeşitli •elitler- in iktidar mücadelesine indirgemiş ol
maktadır. Dahası, toplumsal/siyasal hareketler de •elitler•in
·ilerici· ya da •tutucu• olmalarına bağlı olarak belirlenmekte
dir. Bu temelde, •narodizm•den ·Afrika sosyalizın• ine dek •po
pülist• ideoloj i ve/veya hareketler kır kökenli ya da kıra yöne
lik olmalarına, Latin •popülizm•i ise daha çok kentli çalışan sı
nıflara yönelik olmasına karşın, ortak bir paydaya indirgene
bilmektedir. Söz konusu fark ise, Latin •popülizm• ini diğerle
r.inden ayıran unsur olarak öne çıkmaktadır. •Anti - elitizm•in
belirleyici unsur olarak vurgulanması, •popülizm•in geleneksel
diyebileceğimiz belirleyici unsurunun adeta unutulmasına yol
açmaktadır. Aksi halde, küçük üreticiliğin ya da genel olarak
köylülüğün savunusunun, Latin Amerika bağla:ıİıında sanayi
leşmeyi hedefleyen birtakım oluşumlarla ortak bir paydada bu
luşmasına olanak yoktur.
39
mel sorudan kaynaklanmaktadır: Toplumsal hareketlerin ve
özellikle ideoloj ilerin analizi için sınıfsal temellerinin ·kavran
ması yeterli midir? Daha doğrusu, her ideolojinin tanını gere
ği, bir sınıf ideolojisi olarak mı algılanmas ı gerekir? Bu bağlam
da, •sınıf indirgemeciliği• maddeci yaklaşımın ol mazsa olmaz
koşulu mudur?
(27) •Popülist• sıfatı bir •O}WDŞUZ• değe�ler toplamını ifade etmekte Ve gi
derek aşağılama amacı ile kullanılmaya başlanmaktadır.
40
mıdır? Bu soruya olumlu bir yanıtın, maddeci yaklaşım çerçe
vesinde de verilebileceği ileri sürülmüştür.28 Buna göre, toplum
sal yapıdaki temel çelişkinin, emek - sermaye çelişkisi olduğu
kabul edilmekle birlikte, toplumsal yapıda üretim ilişkilerinden
kaynaklanmayan başka çelişkiler olabileceğinin de kabul edil
mesi gerekir. Üretim ilişkilerinin salt ekonomik düzeyle özdeş
leştirilmesi ile, siyasal ve ideolojik düzeylerin de toplumsal for
masyon çerçevesindeki, sınıfsal temeli olmayan birtakım çeliş
kilerin belirleyicisi oldukları varsayılmaktadır. Böylece, üretim
tarzı va toplumsal formasyon gibi iki farklı soyutlama düzeyin
de iki _ayn çelişki türü belirlenmektedir. •İktidar bloku - halk·
çelişkisi olarak ifade edilen, toplumsal formasyon düzeyindeki
çelişki, sınıfsal çelişkiden bağımsız değil, onunla •eklemleşen•
bir niteliğe sahiptir. Ama sınıf temelinde tanımlanması müm
kün olmayan birtakım ögeleri de içermesi nedeniyle, bu çeliş
kinin sınıf çelişkisinden ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmak
tadır. ôzünde, her ideolojinin mutlaka bir · sınıf temelinin sap
tanmasının gerekmediği savından yola çıkılarak, toplumsal for
masyon düzeyinde, iktidar blokunun ideoloj isine karşı oluşan
tüm karşıt ideoloj ik unsurların, cpopülizm· in ortak paydasını
oluşturduğu ileri sürülmektedir. Bu bağlamda, bir ideolojik söy
lem olarak •popülizm• , çok farklı sınıfsal temelleri olan ideolo ·
j ilerle eklemleşebilınekte ve bu ideolojilerin niteliklerine bağlı
olarak farklı görünümler alabilmektedir� Bunun sonucunda,
•sağ• ve •SOi• cpopylizmler• den SÖZ edilebilmektedir. Hitler'
den Reagan'a dek bir dizi faşist ya da radikal sağ ideolojik söy
lem •sağ• popülizm örneklerini oluştururken, Mao ve Tito ön
derliğindeki sosyalizm mücadelelerinden Üçüncü Dünya'daki
ulusal kurtuluş mücadelelerine kedar bir dizi oluşum da •sol·
popülizm örnekleri arasında sayılmaktadır.
(28) Laclau U9T7b> . Bu yaklaşımı olumlu bulan bir eleştiri için bak. Mou·
zelis U978)
41
sine iktidar bloku içindeki hegemonya savaşımı da •popülist•
bir siyasal biçimlenmeye yol açabilecektir. Vurgulanmak iste
nen, •popülist• ideolojik söyleme ve bu söylemin biçimlenmesi
ne katkıda bulunduğu siyasal oluşumlara, iktidar blokuna men
sup egem-an sınıfların da, iktidar bloku dışında kalan kesimlerin
de sahip çıkabilecekleridir. Burada amaç, •popülizm.. in bir ana
litik kategori olarak geçerliliğini kanıtlamaktan çok, sınıf te
meline indirgenemeyecek ideolojik unsurlanri., sosyalizm müca
delesi açısından, kazanılmasının önemini belirtmektir.
42
ortak bir payda.sının olduğu yargısına ulaşmaktaki katkısı, tar
tışmaya yeni boyutlar kazandırmanın ötesi.İle geçmiş değildir.
43
le Latin Amerika çerçevesinde ve •modernleşme• yaklaşımının
bir eleştirisi olarak geliştirilmiştir. Az sayıda· da olsa, belirli
AGÜ'lerde görülen hızlı sanayileşme ise, ·bağımlı gelişme•
kavramının güncellik kazanmasına yol . açmıştır. Bu bağlEımda,
modernleşme yaklaşımının eleştirisinin. sanayileşme ile özdeş
leştirilen bir gelişmenin •bağımlı• kapitalist ülkeler için söz ko
nusu olamayacağı t·amelinde yapılması güçleşmiştir. Sanayileş
me sürecinde ilerlemiş AGÜ'lerde genellikle deınokratik rejim
lerin süreklilik kazanamaması ise, modernleşm e yaklaşımına
yönelik el-aştirilerin odak noktasının •sanayileşme- den ·demok
rasi• ye kaymasına yol açmıştır. İşte BOD modelinin kökenleri
de burada yatmaktadır. Amaç, öncelikle. •modernleşme• süre
cinden mesafe almanın - diğer bir deyişle, ·bağımlı• kapitalist
gelişmenin - siyasal demokrasiyi de beraberinde getirmediğini
göstermektedir. 1464 ve 1 966'da sırasıyla Brezilya ve Arjantin'de
meydana gelen askeri darbele� izleyen ekonomik ve siyasal ge
lişmeler, böyle bir eleştiri için gerekli verileri sağlayan somut
örnekler olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, BOD modeli ile
adı en çok özdeşleştirilen Arjantinli Guillermo O'Donnell'ın, ça
lışmasına temel aldığı örnekler de, bu iki ülkenin söz konusu
1önemleridir.•o
C30> Bak. O' Donnell U973> , O'Donnell c ı01e> . Sadece Brezilya'yı temel alan
bir çalışma için bak. Cardoso U973 l . Arjantin ve Brezilya'da söz konu
su dönemlerdeki ekonomik ve siyasal gelişmeler için bak. Yalman ( 1984)
!311 1960'lann sonunda., Güney Amerika kıtasındakl siyasal görünüm de
bu yargıy a ilk be.kışta hak verdirir gibidir. Brezilya ve .Arjantin gibi sa
nayileşme dÜZe Y i ileri ülkeler askeri rejimle yönetilirken, Şili, Uruguay,
Venezüel la. gibi sanayileşme düzeyleri görece düşük ülkelerde siyasal
dem okrasi vard ır. Paraguay, Bolivya, Peru gibi ekonomik gelişme dü
zeyi en düşük ü lkelerde ise yine askeri rejimler iktidardadır.
il
lenme tekabül etmektedir. Fark edileceği gibi, •Oligarşik - popü
list - otoriter• devlet biçimleri temelinde Latin Amerika ülkeleri
nin tarihsel ge1işme sürecini açıklama biçimi ile, terminoloji
farkları hariç, dikkati çeken bir koşutluk söz ·konusudur. Daha
önceki bölümde tartıştığımız, devlet biçimleri temelindeki açık
lama biçiminin O'Donnell'ın modelinden esinlendiği de söyle
nebilir. İlginç olan O'Donnell'ın terminoloj isinin zaman içinde
uğradığı değişimdir. Başlangıçta. birbirini izlediği varsayılan
aşamalar farklı •Siyasal sistemler•le tanımlanırken, daha son
ra •siyasal sistem.. teriminin yerini ·devlet tipi• almaktadır.•:!
Tartışmasız biçimde açık olan nokta, ·devlet tipi• teriminin, ta
rihsel maddeci yaklaşıma özgü bir kavramı ifade etmek için
kullanılmadığıdır. Diğer bir deyişle, bu bağlamda kullanıldığı
biçimiyle, farklı •devlet tipleri•, farklı üretim tarzlannın ege
men olduğunu belirtmezler.
BOD modelinin altında yatan devlet anlayışının irdelenme
sine geçmeden önce, modelin ekonomik ve siyasal boyutlarını
kısaca özetleyelim. Söz konusu boyutlann, modelin dayandığı
Brezilya ve Arjantin örneklerinin dönemsel özelliklerini yansıt
tığı açıktır. Askeri darbe öncesi dönemler, İİS'nin yol açtığı eko
nomik bunalım koşullannda, •popülist• ittifaklara dayanan si
yasal iktidarların giderek meşruiyetini yitirdiği, farklı toplum
sal kesimler arasındaki çıkar çatışmalannın siyasal kutuplaş
mayı artırdığı dönemler olarak tanımlanmaktadır. 1960'lann
başlarından itibaren, Latin Amerika bağlamında, t1S'ye yönel
tilen eleştiriler temel alınarak, BOD'in oluşmasına yol açtığı
varsayılan bunalım açıklanmaya çalışılmaktadır. Buna göre,
•popülist• dönemde izlenen US'yi destekleyici politikalar daha
çok dayanıklı tülcetim mallaıının üretiminin çeşitlenmesine,
ara mallar ile yatırım mallanna yönelik yatınmlann ise göre
ce düşük düzeyd e kaime.sına neden olmuştur. Eşi�iz bir gelir
dağılımının biçimlendirdiği iç pazarda, dayanıklı tüketim mal
lanna yönelik talebin yüksekliği, sanayiin dış· pazarlara yönel
me gereksinimi duymasını · önlemiştir. Sanayi yapısının yatay
genişlemesi olarak da nitelenen bu olgu, ithal ikameci sanayilP
rin ithalat& olan bağımlılığını da artp"d ığı için, eJ:c_onomik bu
nalımın başlıca nedeni olarak gösterilmiştir. Bunalımı aşmak
içinse bir yandan en�yonu ve ödemeler dengesi açıklarını de
netim altına alına amacını güden istikrar politikalan günde·.ne
48
de en çok durulan nokta, BOD'in oluşumuna yol açan nedenler
arasında, •Sanayi yapısının derinleşmesi· olgusunun bulunma
dığıdır. Daha doğrusu, darbe sonrası kurulan askeri rejimlerin
birincil amacının, BOD modelinin öngördüğü biçimde sanayi ya
pısının değişime uğramasını sağlamak olmadığı ileri sürülmüş
tür .11� US'nin ilk aşamaları ile •popülizm• arasında kurulmak
istenen ilişkide olduğu gibi, BOD ile sanayi yapısının derinleş
mesi arasındaki ilişki de somut örnekler çerçevesinde karutla
namamaktadır. En azından, bunun belirleyici neden olduğunu
kanıtlamak kolay değildir. Örneğin, Brezilya'nın •Sanayileşme
de derinleşme• evresine askeri darbeden önce 1950'lerde girdi
ği, askeri darbe sonrasında ise birincil önemin •istikrar• ın sağ
lanması için getirilen iktisat politikalarının uygulanmasına ve
rildiği belirtilmiştir. O'Donnell'a göre ise istikrar politikaları
kendi başına bir amaç değil, sanayileşmede derinleşı:µeyi sağla
yacak yabancı sermayeyi çekmek için gerekli bir araç niteliğin
d-adir. Buna karşılık, Brezilya'da sanayi burjuvazisinin darbe
öncesindeki temel sorununun, ·derinleşme• olmadığı ya da bu
nun bunalımın aşılması açısından mutlaka gerçekleştirilmesi
zorunlu bir aşama olarak görülmediği ileri sürülmüştür.38 Bre
zilya ve Arjantin örneklerine ilişkin olarak bile yapılan bu eleş .
tiri, BOD modelinin salt bu ülkelere özgü olmadığı yolundaki
iddia karşısında daha da güç kazanmaktadır.37 Gerçekten de,
BOD modelinin eleştiriye en açık yönü, söz konusu modelin, La
tin Amerika ile de sınırlı kalmayarak, sanayileşme sürecinde
ilerleme gösteren bağımlı kapitalist ülkelerin tümü için geçerli
olabileceğinin iddia edilmesidir.811 Bu, aslında, •modernleşme•
yaklaşımına karşı geliştirilmek istenen, yukanda değindiğimiz
sa'Vın gereği 'olarak yapılıyor gibidir.
47
yeni önerme aslında modelin inandırıcılığını güçlendirmekten
çok azaltmaktadır. örneğin, Arjantin'de 1966 - 1970 döneminde
ki askeri rejimin uyguladığı, ihracata yönelik sanayileşmeye
ağırlık veren politikalarla 1976 - 1982 dönemindeki askeri reji
min, ithal ikameci sanayileri iç pazarda rekabete maruz bıra
kan, ·dışa açılmacı· politika.lan arasındaki nitel farklılık göz
den kaçırılamaz.1u Paradoksal biçimde, genişletilmiş kapsamıy
la model, yukarıda belirtilen birinci eleştiriyi yapa.nlara hak
verdirir' niteliktedir. Bu durumda, BOD'in oluşmasını gerekli kı
lan neden, sanayiin derinleşmesi değtl, ekonominin dışa açıl
masını sağlayacak monetarist iktisat politikalan olarak belir
mektedir. Üstelik, 1970'lerin dünya bunalımı koşullannda de
ğerlendirilince, söz konusu değişimin sistemin tekil ekonomilere
dayattığı bir olgu olarak görülmesi de kola;bşmaktadır.4o De
ğişmeyen özellik ise, modernleşme yaklaşımının kapitalist geliş
me ile demokrasi arasında öngördüğü nedensel ilişkinin çürü
tülmesi amacıdır. Sistemin de bunalıma girdiği koşullarda,
o
AGÜ'lerde dem kratik rejimlerin yaşama şansının kalmıdığı �d
dia edilmektedir. Monetarist istikrar politikalannın , siyasi rejim
değişikliklerine yol açmadan da uygulanacağını gösteren örnek
lerin ise sistemsel bunalım koşullarında tekrar yaşanmasının ola
sı olmadığı ileri sürülebilmektedir. u Gözden kaçırılan husus, Şili,
Uruguay gibi ülkelerde oluşan askeri yönetimlerin, sermaye bi
rikim modelinin karşılaştığı bunalımdan çok, ülkenin özgül si
yasal gelişmelerine bir tepki olarak gündeme gelmeleridir. Di
ğer bir deyişle, bu ülkelerde BOD olarak nitelenen rejimlerin
oluşmasını salt ekonomik nedenlere bağlı olarak açıklamak ola
naksızdır. Yanıtıanması gereken önemli bir soru da günümüz
de başta Brezilya ve Arjantin olmak üzere çeşitli Latin Amerika
ülkelerinde, dikta yönetimlerinden demokratikleşmeye doğru
başlayan sürecin, söz konusu · model çerçevesinde nasıl açıkla
nacağıdır.
48
yönetimlerin iktidan ele geçirdiği de göz ardı edilemeyecek bir
gerçektir. Bu nedenle, söz konusu yönetimlerin oluşumuna yol
açan nedenler kadar, niteliklerinin de açıklığa kavuşturulması
önem kazanmaktadır. Özellikle bu yönetimlerin hem Latin Ameıi
ka bağlanunda görülen demokratik olmayan diğer yönetimlerder.
hem de faşizm, Bonapartizm gibi devlet biçimlerinden farklılık
larının ve ortak yönlerinin saptanması tartışmaların odak nok
talarından birini oluşturmaktadır. Tartışmaya katılanlann kul
landıkları kavramsal kategoriler aynı olmasa da, bu konuda or
tak bir çaba söz konusudur. BOD kavramının bir tür siyasal re
jimi mi, yoksa devlet biçimini mi tanımlayan bir kavram oldu
ğu tartışmasının yanı sıra, salt askeri rej imlerle özdeşleştiril
mesinin doğru olup olmadığı da tartışma konusudur. Ote yan
dan, 1960'lardan bu yana Latin Amerika bağlamında görülen
tüm askeri rejimlerin , BOD olarak tanımlanmasının çok da an
lamlı olmadığı konusunda tartışmacılar arasında bir görüş bir
liği oluşmuş gibidir. Tartışılmasına pek gerek duyulmayan bir
nokta da, BOD'in bağımlı kapitalist toplumlara özgü bir katego
ri olduğudur.
49
dır. İkincisi, temel kararlann alınışında teknokrat kadroların
ağırlık kazanmalannın da etkisiyle, gerf 1< devlet bürokrasisi
nin, gerekse büyük sermaye gruplannın, ., �rokrotik değerlerin
hakim olduğu bir kurumsal yapı kazanmu.sıdır. Daha da önemli
si, bürokratik kurumlaşmanın, sermaye t "rikim sürecinin gerek
leri açısından çok daha r.asyonel Cakılcıl bir politika oluşturma ve
uygulama sürecince olanak sağladığının iler.1 sürülmesidir. Bunun
bir sonucu da, toplumsal ve siyasal sorunların •idari - teknik• so
runlar olarak görülmesi eğiliminin güçlenrnefıidir. BOD'in Latin
Amerika'da sık görülen askeri darbeler sonuctt oluşan diğer dikta
yönetimlerinden farklılığının belirtilmesi ger leli olsa da, BOD'e
atfedilen ·akılcı• bir ekonomi yönetimi ta.nımla.masının, çeşitli
Latin deneyimleri ışığında pek geçerli olmadığına kuşku yoktur.
Şili, Arjantin, Uruguay deneyimleri, ·dışa açılmacı• politikala
rın yol açtığı ekonomik çöküntülerin olduğu kadar, ·başansız•
ekonomi yönetimlerinin de öğretici örnekleridir. Brezilya gibi,
•sanayi yapısının derinleştirilmesi· yönünde önemli yol almış
ülkelerde de 1980'lerde yoğunlaşan ekonomik bunalım ortamın
da, ne denli ·akılcı· bir politika oluşturma ve uygulama süreci
nin yaşandığı, askeri yönetimin son iki yılında toplam yedi kez
IMF'ye niyet mektubu verilmesinden anlaşılabilir.
BOD'i, kendinden önceki siyasal biçimlenmeden farklılaş
tırmak çabası da belirli sorunlar Y,aratmaktadır. Brezilya bağla
mında ele almdığında, ·korporatizm· in 1930'lardan bu yana
süreklilik kazandığını, 1964 darbesi sonrasında da durumun de
ğişmediğini daha önce belirtmiştik. Özellikle 1937 - 1945 dönemi
nin hem Bonapartist hem de korporatist nitelikleri ağır basan,
otoriter bir yönetime tanık olduğu vurgulanmıştı.n Bu nedenle,
•popülist• olarak nitelenen bu dönemin, .1964 sonrası oluşturu
lan siyasal biçimlenmeden hangi temelde aynlacağı sorusu be
lirmektedir. Sorunun yanıtı , •popülist• döneme ait ·korpora
tizm•le BOD'.e özgü ·korporatizm• arasında bir· ayırım yapıla
rak verilmeye çalışılmaktadır.44 Anımsanacağı gibi, •popülist•
devletin özelliklerinden biri olarak •çalışan sınıflann devletle
bütünleştirilmesi• diye betimlenen bir olgudan söz edilmektey
di. Bu çerçevede, korporatist örgütlenmeler, çalışan sınıfların,
sınırlı ve hiyerarşik bir biçimde de olsa, karar alma süreçleri
ne katılımını sağlamaktaydı. Hatta, özellikle Brezilya'da görül-
51
deli araçsal bir devlet anlayışının ürünü olarak eleştirilebilir.
Ne var ki bu, BOD modelini, indirgemeci de olsa maddeci bir
yaklaşımın ürünü olarak görmek demektir. �albuki, söz konu
su model, araçsal bir devlet anlayışını çağrıştıran analizler içer
se de, daha çok sınıflar üstü bir devlet anlayışını yansıtan, ek
lektik bir yaklaşımın ürünüdür.
&2
özellikler taşıdığına dikkat çekilmektedir.n Ne var ki, Meksika'
nın kendine özgü siyasal biçtmlenmesinin, eğer BOD bir siyasal
rejim olarak tanımlanacaksa, askeri rejimleri de kapsayan bir
rejim kategorisine dahil edilmesi pek anlamlı gözükmemekte
dir. Sivil, askeri yönetim farkı bir yana, Meksika'nın tek parti
yönetiminin ve korporatist kurumlaşmasının, ekonomik gelişme
sürecinin farklı evrelerinde, sürekliliğini koı;.tmuş olması;
BOD'in ekonomik gelişme sürecinin belirli bir ev.resinde karşı
laşılan bunalımın yol açtığı özgün bir rejim olarak algılanması
na. ters düşmektedir.60 · Öte yandan, izlenen monetarist iktisat
politi.kalarının, otoriter rejimleri zorunlu kıldığı şeklindeki bir
görüş de, yine başta Meksika, Venezüella, Kolumbiya gibi ülke
kelerin 1970'lerdeki deneyimleriyle geçe.rliliğini yitirmektedir.
Bu durumda BOD'in kavramlaştırılmasına ilişkin seçenekler
azalmaktadır. BOD'i bağımlı kapitalist toplumsal formasyonla
ra özgü bir devlet biçimi olarak algılamak anlamlı mıdır? cOli
garşik - popülist - bürokratik otoriter• devlet biçimlerini, ekono
mik gelişme sürecinin farklı evrelerine tekabül eden oluşumlar
olarak gören indirgemeci ve teleolojik bakış açısı benimsenme
den, bu pek olanaklı gözükmemektedir. BOD'in faşizm, Bona
partizrn, askeri diktatörlük gibi demokratik olmayan devlet bi
çimlerinden ayn, hem sivil hem de askeri rejimleri kapsayan
bir yeni kategori olarak görülmesi için yeterli neden pek yok
gibidir. Demokratik olmayan devlet biçimlerinin gözlendiği so
mut örneklerde, oluşan rejimlerin fa.şist ve Bonapartist biçimle
re özgü bazı özellikler taşıdığı, yadsınamaz bir gerçektir. Her
somut örnek, bu tür özelliklerin özgül bir alaşımı gibidir.111 Ne
var ki bu durum, demokratik olmayan devlet biçim.le.rinin bir
birinden ayırt edilmesinin önemini azaltmaz. Bu ayınmlann ya
pılması bazı demokratik olmayan devlet biçimlerinin ·bağımlı
kapitalist•, bazılarının da. •gelişmiş kapitalist• formasyonlara
özgü olduğu şekli11de bir başka ayının yapılması sonucunu do
ğurmaz. Örneğin, faşizm ile askeri diktatörlük arasındaki ayı
rımın korunması, ·bağımlı kapitalist• toplumsal formasyonlar
da faşist devlet biçiminin gündeme gelemeyeceği, sadece askeri
diktatörlüklerin gelebileceği yolunda anlamsız bir yargıya te
mel oluşturamaz. Faşizmi, kapitalist gelişme sürecinin belirli
53
bir aşaması ile özdeşleştirmek anlamlı olmadığı gibi, ·bağımlı•
ve •gelişmiş• kapitalist devlet tipleri gibi bir p.yırun yapıp, •ge
lişmiş• kapitalist devlete özgü bir devlet biçimi ve/veya rejim
türü olarak algılamak du çok anlamlı gözükmemektedir.
54 ·
mik ve siyasal boyutlarına atfedilen nitelikler değiştiği gibi,
kavramın bir ideoloji ya da siyasal hareketi mi, yoksa bir siya
sal biçimlenmeyi mi veya bunların ötesinde belirli iktisat politi
kalarını mı tanımlamakta kullanılması gerektiği konusunda da
görüş birliği yoktur. Bununla birlikte, konuya ilişkin olarak be
lirtilen görüşleri gruplaştırmak ve ortak noktalarl a farklılıkla
rını belirlemek, Latin Amerika bağlamındaki tartışmalarla kar
şılaştırma yapma olanağı da vereceği için yararlı olacaktır.
55
rejimleri kapsayan bir kavram olarak tanımlanmasının yarat
tığı sorunlar bir bakıma bertaraf edilmektedir. Ama, bu kez de.
örnegın Brezilya'nın 1945 - 1 964 dönemine özgü siyasal biçim
lenme ile Türkiye'nin sözü edilen döneminin siyasal biçimlen
me.si arasındaki bazı nitel farklar gözden kaçmaktadır. Örne
ğin, •popülizm• i tanımlayıcı unsurlardan biri olarak tanımlan
sın veya tanımlanmasın, •korporatist• yapıların varlığı ya da
yokluğu, Brezilya ve Türkiye örneklerinin söz konusu dönemle
rini birbirinden ayıran etkenler arasındadır. La.tin Amerika bağ
lamındaki tartışmalardan etkilenen Türkiye'deki -popülizm·
tartışmalarında ise bu gibi ayınmlara fazla dikkat edildiği sö�· ·
lenemez.
56
varlığı ise , •popülist• siyasal biçimlenmeyi, AGÜ'lere özgü .:ıı
duğu belirtilen •reformist - paternalist otoriter rej imler• ve •tu
tucu askeri diktalar• gibi diğer siyasal biçimlenmelerden ayır
maktadır."0 Bu terimlerin Latin Amerika bağlamında kullanılan
•popülist - otoriter. ve ·bürokratik - otoriter• terimlerini çağrış
tırdıkları da düşünülebilir. Bu tanımlama çerçevesinde •popü
lizm• ancak belirli ( yani parlamenter demokratik> bir siyasi re
j imle birlikte söz konusu olabilen, AGÜ'lere özgü bir devlet bi
çimi olarak belirmektedir. Boratav'ın, siyasal rej im ile devlet bi
çimini birbirinden ayırmamakla birlikte. •Siyasi çerçeve. teri
mi ile kastettiği bundan başka bir şey değil gibidir. Boratav'ın
"popülizm• i bir siyasi rejimle özdeşleştirmediğinin en iyi gös
tergesi, Türkiye'de •popülist• dönemin bitiş tarihi olarak 1976'yı
vermesidir. Bunun belirgin nedeni, iktidar bloku ile çalışan sı ·
nıflar arasındaki ilişkilerin değişmesidir. Bu değişimin nedeni
olarak gösterilen, reel ücretlerin iktidar bloku açısından
•hazmedilebilir.. sınırlan geçtiği varsayımı tartışmaya açık ol
makla birlikte, önemli olan, siyasi rej im değişikliğinden bağım
sız olarak •popülizm• in sona erdiğinin ileri sürülmesidir. Diğer
bir deyişle. siyasi rejim değişmeden de, •popülist• siyasal bi
çimlenmenin son a ermesi söz konusudur. Daha önceki tartış
malarımızın ışığında, bu bizi •popülizm• in bir devlet biçimi ola
rak algılandığı son ucuna götürmektedir.
1 56 ) a.g.e. , &. 8.
157) Keyder 1 1984 ) , s. 23 - 24.
57
bürokrasi yerine sadece hizmet getiren ve 'akılcı' bir teknokra
si istedigi ortaya çıktı. • �'" Bu saptamalardan da görüldüğü gibi,
bir dönemde, sanayi burj uvazisinden özerk olan devlet, bir baş
ka dönemde söz konusu sınıfın aracı olarak görülebilmektedir.
·Popülist• ittifakın, sanayi burjuvazisi ile örgütlü işçi sınıfı ara
sındaki diğer kanadı da, ücret artışlarının, Boralav'ın varsayımı
uyarınca · hazmedilebilir· sınırları aşması ile bozulmuş olduğu
na göre, •popülizm• e can veren ittifak, bunalım süresince bir
daha toparlanmamak üzere çökmekte, buna bağlı olarak da si
yas�I biçimlenmenin niteliği değişmektedir. Ama Keyder de,
Boratav gibi devlet biçimi ya da başka bir tanımlamayı kullan
maktan kaçınır gözükmektedir.
58
Ücret düzeylerinin yükselme ya da düşme eğiliminin tek
başına • popülizm· tanımlamasına yeterli ·olmayacağını sanı
nan Gülalp ise, İİS'İıin •popülizm- in belirleyici öğesi olduğunu
savunmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'de ·popülist• dönemin, Bo
ratav'ın önermesinin aksine, 19BO'e dek sürdüğünü ve reel üc
retlerde zaman içinde görülehilecek düşme eğiliminin .. popü
lizm•e aykırı olmayacağını ileri sürmektedir. Bu sav kabul edil
se bile, ltS'nin belirleyici öğe olması halinde, neden Türkiıe'de
cpopülizm•in 1960 - 1980 dönemiyle sınırlı olduğu açıklığa ka
vuşmamaktadır. Boratav'ın da haklı olarak işaret ettiği gibi,
1930'lardaki tıs deneyiminin neden •popülizm•e yol açmadığı
sorusu yanıtsız kalmaktadır.'a ·Popülizm• kavramı aracılığı ile
Türkiye ve Latin Amerika'nın tarihsel gelişme süreçlerinin be
lirli bir döneminin karşılaştırmalı bir biçimde incelenebileceği
ni ileri süren Gülalp, kavramın çok boyutlu - •siyasal , ekono
mik, ideolojik· - bir olguyu ifade etmek iç in kullanıldığını söy
lese de, analizinin siyasal boyuta ilişkin olarak aydınlatıcı oldu
ğu söylenemez. Latin Amerilc a bağlamında •popülist• ittifakla
rın •popülist• rejimlere yol açtığını savunan Gülalp, Türkiye'
nin de •ithal ikamesinin ikinci aşamasinı popülist bir rejim al
tında geçirdiğini• belirtmektedir. 82 Latin Amerika bağlamında
ki tartışmalarda gördüğümüz gibi, cpopülizm· i siyasi rejimi ta
nımlamak için kullanmak çok da anlamlı değildir. Nitekim
Gülalp da, parlamenter rejimin, •popülizm•in belirleyici unsuru
olmadığını söyleyerek, bu noktayı kabul etme yönünde bir adım
atmış gibidir. İster siyasi rejim ister devlet biçimi olsun, Gülalp
için önemli olan, sermaye birilcim modeli ile siyasal biçimlen
me arasında bir sebep - sonuç ilişkisi kurmaktır. Bu konuda La
tin Amerika bağlamındaki tartışmalar ışığında gerekli değer
lendirmeyi yaptığımız için, bir ekleme yapmak gereğini duy
mamaktayız.
59
kavramının hiçbir işlevselliğinin olamayacağı şeklinde iddialar
da mevcuttur.
! 63 l Sunar ( ıeası
(64 l a.g.e., s. 2077 - 78.
60
oluş turdukları belirtilmektedir. Bir bakıma, •sivil toplum ku
rumlarının• gelişmemiş olması, azgelişmişliğin bir göstergesi
olarak görülmekte, böylece kapitalist gelişme ile siyasal demok
rasi arasında modernleşme okulunUİl varsaydığı karşılıklı se
bep - sonuç ilişkisi benimsenmiş olmaktadır. Dikkati çeken ikin
ci nokta, birinci eğilimde olduğu gibi, 11S'nin ilk aşaması ile
•popülizm• arasındaki bağın kopartılmasıdır. Bunun yanı sıra,
bir adım daha atılarak kavramın hem Us ile hem de ihracata
dönük stratejilerle birlikteliğipin mümkün olduğu belirtilmek
tedir. Bunun bir kanıtı olarak, DP döneminde 1950 - 1958 yılla
rında izlenen stratejilerin farklılığına karşın, •popülizm• in her
iki alt dönemi de tanımlayan unsur olduğu ileri sürülmekte
dir. e:; Ote yandan, Latin Amerika bağlamınd�i popülizm - BOD
ilişkilendirmesi geçerli görülmekte, •popülist - demokratik• si
yasal biçimlenmenin çöküşü ise yine sivil toplum kurumlarının
ve çoğulcu örgütlenmenin güçsüzlüğüne bağlanmaktadır. Ne
var ki başta Şili, BOD'in oluştuğu varsayılan Latin Amerika
toplumlarının BOD öncesi dönemlerinin bu çerçeveye uygun
örnekler olduğunu söylemek, önceki bölümlerdeki değerlendir
melerimizin ışığında , kolay değildir.
(85) a.g.e., s. 2082-83. ·Popıllizm •i anti-elit.i2m olarak tanımlayan bir başka ya.
zar ı950'lerdeki iktisat politik�anru da •popülist• olarak nitelemekte bir
sakınca. görmemektedir. Bak. Akat C 1983) , s. 27. Bu tür kullanımların
kavram kargaşasını artırdığına kuşku yoktur.
81
rokratik elt t • e karşı oluşan •popülist• ittifak arasında bir ko
şutluk kurulmuş gibidir. Ne var ki, •elit• ve •sınıf· kavramla
nnın farklı kavramsal çerçevelere ait olduğu anımsanınca bu
tür karşılaştırmaların geçerliliğin i yitirdiği de açıktır. Sınıfsal
çelişkinin önemini yadsımadan, bu çelişki ile eklemleştiği varsa
yılan iktidar bloku - halk çelişkisinin elit - halle çelişkisine indir
genmesi, hatta iktidar bloku i çi hegemonya mücadelelerinin,
rakip •elitler• mücadelesi şeklinde görülmesi", kanımızca, kav
ram kargaşasını �rtıracağı için doğru değildir.
62
öne süren çalışmalann yanı sıra kavramın , Türkiye için hiçbır
dönemde geçerli olamayacağını savunan çalışmalara da son
yıllarda tanık olunmaktadır. Örneğin, cpopülizm• i, sadece ve
sadece •narodizm· olarak kabul eden Y. Küçük, Türkiye'de hiç
bir dönemde cpopülizm- in etkili olmadığını söylerken, bambaş
ka bir sorunsal çerçevesinde •popülizm• kavramını kullandığı
na değindiğimiz K. Boratav'ı eleştirmek amacını gütmektedir.
Y. Küçük'e göre bu nedenle •popülizm• kavramı sanayileşme
politikası güden iktidarlar i çin kullanılamaz.011 ôte yandan , G.
Şaylan, bir düşünce biçimi olarak Çarlık Rusya'sından Türki
ye'ye gelen ·popülizm- in, •toplumsal yapının küçük mülkiyetçi
özelliği nedeni ile güçlü ve kalıcı bir etki yarattığını· ileri sür
mektedir. Yine Şaylan'a göre, Türkiye'de Cumhuriyet dönemin
de •uygulanan popülist politikalar sonucu küçük mülkiyetçi ve
küçük üretici kesimler tasfiye olmamış, aksine bu politikalarla
varlıklarını sürdürebilmeleri sağlanmıştır. .. 110
63
nalıma girdiği son on yılda buldukları •günah keçisi· dir.70 Böy
le bir yorumun sonucwıda BOD türü modeller, IMF'nin AGÜ'le
re dayattığı ve ltS'den vazgeçmeyi önerdikleri varsayılan istik
rar politikalarının gerekli kıldığı demokratik olmayan siyasal
biçimlenmeleri •kE.ı.çınılmaz• gösterdikleri gerekçesi ile eleştiril
mektedir. Küçük, •popülist• olarak nitelenen iktisat politikala
rını ve bunlan izleyen hü.kümetleri, AGÜ'lerin karşılaştıkları
bwıalunlann sorumlusu olarak gösteren, batı dünyasının say
gın yayın organlan ve kuruluşlarınca da benimsenen bir yak
laşımı eleştirmekte kuşkusuz haklıdır. Ekonomik ve siyasal dü ·
SONUÇ
Bu çalışmada gözden geçirilen çeşitli •popülizm• tanımla
maları üzerindeki tartışmalardan, kanımızca, şu sonuçlan çı
karmak mümkündür:
nktiği belirtilmelidir.
nı d ur um teodk olarak, Küçük"ün çalı �ması için de, saıunz, söL. ko
nusudur. Bu gibi yo ru ml ar ı n çok dtl wılamh olmadıgını tartışmak bile
gereksizdir.
65
çabalarının da kavramın analitik değerini yükselten bir sonuç
vermediği bu çalışmada gösterilmeye çalışılmıştır. Tekrar özet
leyecek olursak, .. popülizm-in tıs ile özdeşleştirilm�si, somut
örnekler çerçevesinde doğrulanmamaktadır. ·Popülizm• i daha
ad il bi r gelir bölüşümünü hedefleyen iktisa t politikalarının uy
gulanmasını olanaklı kılan, AGÜ'lere özgü bir siyasal biçimlen
me olarak düşünmenin de çeşitli sakıncaları vardır. Bu durum
da iki seçeneksöz konusudur. Birincisinde •popülizm• ·Bonapar ·
tizm• le birlikte ohışan demokratik olmayan bir devlet biçimi
olarak, ikincisinde ise, AGÜ'lere özgü, siyasal örgütlenme özgür
lüklerinin kısıtlı olduğu, parlamenter bir rejimle birlikte var
olan bir devlet biçimi olarak algılanacaktır. İkinci durumda,
•popülizm• AGÜ'lere özgü bir ·demokrasi· ile özdeşleşmiş ol
maktadır. Kuramsal açıdan, kanımızca, doğru olmayan , hem de
mokratik, hem de demokratik olmayan rej imleri kapsayabilen
•popülist - Bonapartist. bir devletten söz �tmaktir. •Popülizm-in,
demokratik olmayan bir devlet biçimi ya da rejim olarak görül
mesi de, kavramı çok sınırlı sayıda örnek için geçerli hale getir
mekte, dolayısıyla genellemelere gitme olanağını ortadan kal
dırmaktadır.
66
lizm·in bir dönemlem� aracı ve/veya AGÜ'lere özgü bir siyasal
biçimlenme olarak geçersizliğinin ortaya konması ile birlikta,
bürokratik - otoriter devlet kategorisi de analitik değerini y itiı
miş olmaktadır.
KAYNAKÇA
Aiuvi, H. C l982b l : •State and Clası. under Poripheral CapitD.lism• a.g.e. içinde.
Borat.av, K. 0983>: ·Türkiye'de Popülizm: 1982 - 1978 Dönemi Üzerine Bazı
Notlar• Yapıt ı .
Boratav, K , ( lfJ84 ) : ·Popülizm Üzerine Bazı Ek NoUar·. Yapıt 4.
Boron. A. C l 98 l l : ·Latin America: Between Hobbes and Friednuın• New Loft
Review 130.
Canovaıı, M. l rna ı > : Populiıım, Harcourt, lirace and Jovanovich.
Cıırdoso, F. H. Faletto E. C 1979 : Dependency and Development in Latin
Americcı, Unlvorsi ty of Ctllifomia Press .
Cardoso, F. H. C l973l : · A ssocia ted Dependent Development: Theoretical and
Practicai lnıplicat!ons• A. StepanCder. l , A u thoritarian Brazil, Ya le Uni
versity Press içinde.
Cardoso. F. H. C 1 97E>l : ·On the Characterizat.ion of Authoritarian Regimes
Prioı ities for Future Rosearch•, D. Collier C l979al içinde.
Collier, D. C der. > U979a l : Tlıe NDw Autlıoritarianiım in Latin Ameri::a,
Princeton Universi ty Press .
Collier, D. l l971:lbl : ·The B urea ucn ı ti c _ Authoritw-ian Model: Synthesis and
Priorities for Futuro ll esearch•, D. Col lier C 1979l içinde.
67
Kıı.W:man, R. ( 19791 : ·1ndustrtııl Chafli;e ıınd Authoritarian Rule in Latin
;.. rieıictı.: A Concrete Revlew of BunıaucraLic Authorttarian Model•
D. CoUier l l979ıı.I içinde.
Keyder, Ç. l 1984 ı : İ thal ikameci Sanay�leşme Stratejisi ve Çelişkileri• K. Bo
•
O'Donnell, G. l l 9771 : ·Corporatism and Uıe Queslion of the State•, J. Me.l loy
C 19771 içinde.
O'Donnell, G. ( 19781 : · Re flections on the Pattems of Change in the Bureauc
ra.tic Authoritaritın Suıte• Latin American Research Beview, Yol 13 No 1.
-
68
Sunar, 1. C l985) : ·Demokrat ParU ve Popüli:an•, Cumhuriyet Dönemi Türki
ye Aruiklopedisi Cilt 8, ss. 2078 - 2086.
Şaylan, G. C l984 ) : •Asaf Sr.vaş Akat'ın 'İkli6at ideolojisi Üstüne Denemo'si
Üzerine Bazı Gözlemler• Toplum ve Bilim 25 - 26.
Weffort, F. C. ' 1970 1 : •State and Mass in Braz.il•, I. Horowitz. lderJ MO$ses
in Latin America, Oxford University Press içinde.
Worsley, P. ( 1935): The Third World.
Worsley, P. ( 1983) : Three Worlda.
Yalman, G. ' 1984): ·Gelişme Stratelilert ve Stabilizasyon Polltikalan: Bazı
Latin Amerika Ülkelerinin Deneyimleri Üzerine Gözlemler•, 1. Tekeli ve
diğerleri Turlıiye'da ve Dünyada YCJ1anan Ekonomik Bunalım, Yurt Ya
y ınhın içinde.
Yalman, G. <19851 : ·Askeri Yönetim ve Sendikal Mücadele: Brezilya örneti.•
BUim ve Sanat 50.
Üçü ncü Dü nya' da Devlet ve Demokrasi
Haldun GOLALP
Giriş
70
Gene de da.na yakın zamanlarda yeni bir eğilim su yüzüne
çıkmış gibi görünüyor. Demokrasiye dönüş biçimindeki bu eği
lim, askeri rejimlerin bunalım ve yenilgilerinin sonucu olarak
kendini ortaya koyuyor. Bununla birlikte bu eğilimin sürüp
sürmeyeceği, demokrasiye dönüşün geçici nitelikte kalıp kal
mayacağı henüz açık değildir.
Kapitalizm ve Demokrasi
71
sına, devletin kamu alanında kaldığı bu ayrılmanın ise dev
letin sivil toplumdan �ynl masına yol açmasına dayanır. Böy-
1.Jikle ortaya çıkan devlet tipi�de burj uvazi, hakim sınıf oldu
ğu halde, devleti doğrudan doğruya yönetmez. Bunun yerine
devlet, var olan toplumsal düzenin sürdürülüp yeniden üretil
mesinin r:enel koşullarını sağlayarak hakim sınıfın çıkarlanna
nesnel olarak hizmet eder. Toplumun görünüşte dışında. ve üs
tünde duran böyle bir devletin varlığı, bir dizi sonuca yol
o çar.
73
karıştırır. Bu etken, t ek tek fraksiyonların dünya ekonomisi
karşısındaki durumlarına bağlı olarak burj uvazinin kendisi
içerisinde derin bölünmeler yaratır. Bundan dolayı AGÜ'lerde
yerel burj uvaziler, ne siyasal ne de ideoloj ik hegemonya kura
bilmişlerdir. Böyle bir hegemonyanın yokluğundp. yalnız bur
j uvazi için çatışma ve m ücadeleler daha şiddetl i bir hale gel
mez; ezilen sınıfların mücadelesi de, sistemin bütünü için ileri
kapitalist toplumlarda olduğundan daha ciddi bir tehdit oluş
turur.
74
maye birikimi kalıpları ile siyasal rejimler arasındaki ilişkileri
görmek için , gelişme evreleri arasındaki geçişe bakmamız ge
rekiyor.
Özgül bir birikim kalıbıyla tanımlanan bir evre, sermaye
birikimi sürecinin sürekliliğini tehdit eden bir bunalımla sona
erer. Ne var ki bunalım, yeni bir birikim kalıbına geçişi bel i r ·
leyen ögeleri d e barındırır. Nitekim bunalım, sermaye birikimi
sürecinin yeniden yapılaşmasını içerir; bu ise, birikim kalıbını
tanımlayan sınıf ilişkilerinin yeniden yapılaşması demektir.
Bu yüzdendir ki iktisadi bunalımlar, aynı zamanda. birer siya
sal bunalım -yani tam da birer temsil bunalımı- niteliğin
dedirler. Çünkü sermaye birikimi sürecinin yeniden yapılaş
ması, iktidar blokunun yeniden yapılaşmasını ister istemez
.
.
75
Bu birikim kalıbının -iç çelişkilerinin bir sonucu ohm
bunalımı, 'ulusal kalkınma' tasansının da, içerdiği popülist it
tifakların çöküşüyle birlikte bunalıma girmesi anlamına geli
yordu . İktisadi bunalımın 'çözüm'u , yerli ekonominin piyasa
ilkeleri uyarınca 'uluslararasılaşma'sı oldu. Ne var ki böyle bir
'kapitalist rasyonalizasyon' , sanayi sermayesinin 'rekabet gücü ·
en yüksek bölümlerinin -yani büyük tek-alci burj uvazinin- ikti
sadi hegemonyasını gerektirmekteydi. Öte yandan o aşamaya te
kabül eden siya.sal bunalım, ezilen sınıflann hareketliliğinin
artm ası biçimini alıyordu. Popülizm bağlamında yükselen ta
lepler, talepler karşılanamaz olunca çatışmalara dönüşüyordu.
Böyle bir konjonktürde tekelci burjuvazinin ideolojik hegemon
yasının kurulmamış, hatta kurulma.sının olanaksız oluşu kar
şısında otoriter bir rejim , tekelci burj uvazinin siyasal hege
monyasını kurmanın aracı haline gelmişti. Bu hegemonya,
baskıcı bir çözümle, · yalnız halk kitlelerini değil, burj uvazinin
geniş bölümlerini de iktisadi ve siyasal katılmanın dışında bı
raktı.
Askeri Rejimler
76
Ordu ile tekelci burj uvaziy i birleştiren başlıca. ideoloj ik
öğe, ortak bir tasarıdır: 'istikrar'ın kurulması. Bu rejim bir bu
nalım (gerek iktisadi, gerekse siyasal) konjonktüründe yerleş
tirilmiş olduğu için, ivedi t�arı, bunalımın aşılmasıdır. Ama
bu yalnız le.ısa dönemli bir tasarı değildir. Uzun döpemde 'is
tikrar'ın korunması, hem 'iktisadi' hem de 'siyasal' cephelerde
derinlemesine bir yeniden yapılaşma tasarısını gerektirir.
77
Dahası, tekelci burjuvazinin lıunu, burj uvazinin cµger frak
siyonları arasındı;1. ideolojik birlik sağlamanın bir aracı olarak
gördüğü de ileri sürülebilir.
Buradan hareketle AG Ü'lerde karşılaşılan görünürdeki pa
radoksu açıklayabiliriz: Yani 'liberalizm'in 'ototitarizm' ile,
'müdahaleciliğin' ise 'demokrasi' ile bağlantılı oluşundan do
ğan paradoksu. Liberal özgürlüklerin yalnızca. liberallerin ağ
zında demokrasiyl� bağlantılı sayıldığını daha önce belirtmiş
tik. Dolayısıyla bu kı;1.vramsal çiftleri açıklığa ka.vuşturmamız
d a yarar var. Çeşitli ayrımları şöyle kategorileyebiliriz: Libe
ral/müdahaleci; demokratik/otoriter; ideolojik işl�vin ağır bas
ması/baskıcı işlevin ağır basması. Bu aynmlardan hareketle
de farklı öğelerin, sözünü ettiğimiz iki gelişme evresinde nasıl
bir araya geldiğini görebiliriz.
Popülizmle bağlantılı içe yönelik kalkınma evresinde de
molcratik olan ve ideoloj ik işlevi ağır l:>asan müdahaleci bir dev
let vardır. Bunu mümkün kılan, ulusal kalkınma tasarısı çev
resindeki geniş bir ittifaklar kümesidir. Bu anlamda 'müdaha
lecilik' -yeniden bölüşümcü politikalar vb.-, kapitalizme öz
gü 'liberal' özgürlükleri kısıtlayan bir mekanizmadır.
Buna karşılık dışa yönelik gelişme evresinde otoriter olan
ve baskıcı işlevi ağır basan liberal bir devlet vardır. Çünkü bu
tikel rejim, çözümü, sermayenin belli bir fraksiyonun, gerek
ezilen sınıflar, gerekse hakim sınıf C larhn öteki fnıksiyonlan
üstünde iktisadi ve siyasal hegemonyasını hiyerarşik bir biçim
de kurmasına . dayalı olan bir bunalımın sonucu olarak ortaya
çıkar. Temel söylem tam da 'ulusal güvenlik uğruna özveri'
.
olunca toplumun geri kalan bölümü üstünde ideoloj ik bir he
gemonya kurmak olanaksızlaşır. Bu söylem, zaten ordunun te
kolci burjuvaziyle birliğin i dile getirir. Öte yandan 'liberalizm'
ideolojisi ve pratiğinin burjuvazinin tümünün birliğini sağla
mada yardımcı olmak anlamına geldiği düşünü lürse, mülk sa
hibi sınıfların 'özgürlükleri'nin, mülk sahibi olmayan sınıfların
'demokratik özgürlükler'iyle çelişki içinde olduğu anlaşılır. Öy
le olunca halk kitlelerinin siyasal sürecin dışında bırakılması,
burj uvazinin 'özgürlükler'ini koruyup kollamanın aracı haline
gelir.
Demoitrasfyc Dönüş
78
runuyor. Birincisi, otoriter rejimlerin, yerleştirilme anındaki
güç kümelenmesini dondurmalandır; öbürü ise, demokrasinin,
burjuvazi için çatışmalarıdır; öbürü ise. demokrasinin, burju
vazi içi çatışmalardan destek bulan halk güçlerinin mücade
lesiyle kazanıldığıdır. Güç· kümelenmesinin dondurulması, açık
lanmış tasarının başarılı olmasını gerektirir. Çünkü rej im. bir
bunalımla karşılaştığında alternatif bir tasan geliştiremez. Ba
şarısızlık durumunda burjuvazi içi çatışmanın yanı sıra halk
kitlelerinin muhalefeti, rej imin parçalanmasının önemli birer
aracı haline gelir. Ama, bu, 'başarı' durumunda da geçarli
dir. Çünkü böyle bir başarının öncülü, burj u vazinin tikel bir
fraksiyonunun toplumun geri kalan bölümü üzerinde hakimi
yet kurmasıdır - sürekli baskı tam da bu yüzden gereklidir. Bas
kının muhalefeti beslediği açıktır. Muhalefet, önce sessiz kalsa
da zamanla şiddetlenme eğilimi gösterir. Öte yandan muhale
fetin taleplerini dile getirebileceği yolların yaratılması, rejimin
parçalanmasından başka bir şey değildir.
Bu zemin üzerinde, bu reÜmlerin tasarılarının ayrilmaz bir
parçası olan çeşitli çelişkileri, bunların ortaya çıkardığı ve bu
rejimlerin çözülüşüne götüren alternatif yolları tartışabiliriz.
Yukarda belirttiğimiz gibi siyasal istikrar tasarısı uzun dönem
li, iktisadi istikrar tasarısı ise, uzun dönemde büyümeye ge
çişle gerekçelen�n görece kısa dönemli bir tasandır. Siyasal
'istikrar'ın , baskı yoluyla gerçekleştirilmesi daha kolaymış gibi
görünür. Ama iktisadi bunalımın ve amaçlanan yeniden yapı
laşmanın derinliği karşısında C büyümeye geçiş şöyle dursun)
iktisadi istikrarı sağlamanın daha zor olduğu ortaya çıkabilir.
Bu biçlmleşmenin barındırdığı ilk çelişki, siyasal istikrara ulaş
manın, iktisadi istikrar sorununu öne çıkarmasıdır.
Dolayısıyla siyasal istikrarın sağlanamaması, iktisadi soru
nu geriye ittiği gibi askeri yönetimin 'gerekçelenme'sini de bal·
talaya.bilir. İktisadi isti1'rarm gerçekleştirilmesi, her halükard�.
siyasal 'istikrar'm gerçekleş tidlmesine bağlı görünür. Çünkü
işgücünün 'yola getirilmesi' vb., daha önceki bunalıma bulunan
çözümün mantığının ayrılmaz bi r parçasıdır. Bu yüzden siya
sal istikrann sağlanamaması, iktisadi tas;:lrmın da ba�arısızlı
�a uğraması demektir. Bunun sonuçlan belirsiz olmakla bir
likte her durumda en büyük olasılık. toplumdaki gerilimlerin
artması, cepheleşmelerin giderek keskinleşmesidir.
79
va:.ıdnin, kendine uygun gördügü görevi başaramaması anlamı
na geli r. Bu durum, ordu eliyle kurulmuş siyasal hegemonya
üstündeki iddiasını zedeleyebilir. Ordu burj uvazinin söz konu
su tikel fraksiyonunun tasarısına . kendin i bağlamış olduğun
dan, böyle bir başansızlık, rej imin de başansızlığı demektir.
Bu durumda eski siyasal eğilimler ve eskiden anl aml ı olan ta
s&rıl ara da yan an muhalefet, çok büyük olasılıkla yeniden su
yüzüne çıkacak tır.
80
dayalı ister yumuşak bir biçim alsın demokratik güçleri bir
leştiren şey, onların orta,k muhalefetidir. Ame. bu kadarı, oto
riter rej imin çöküşünün ardından neyin geleceğini açıklığa. ka
vuşturmaz. Bir başka deyişle, baskıcı ı;-ej iınler, muhalefetten:
ka.çınamasalar da, var olan siste�in çerçevesi içerisinden ya
da dışarısından alternatif tasarılar geliştirebilecek örgütlenme
leri dağıtmakta b�arı kazanırlar. Bunun çalışan kitlelere ver
diği uzun dönemli zararlar, otoriter - askeri rejimlerin �n yıkı
cı yönüdür.
81
Günü müz Dünya i kt isad i B u nahmı
N edenleri ve Anlamı
Giriş
(.•) Anwar Shaikh Pakistan asıllı olup halen ABD'de yaşamakta olan bir ·
marksist iktisatçıdır. New York"da New School for Social Research'de
· ·
ôgreUm üyesidir. Bu yazı daha. önce yayınlanmamış olup ilk kez Onbi
rinci Tn'do yayınlanmaJrtadır.
82
Aşağıda göstereceğim gibi, ampirik bulgular bu goruşu
güçlü biçimde desteklemektedir. Daha d*1; önemlisi, önümüzde
ki yılların çeşitli mücadelelerinde benimsenecek strateji ve tak
tikler açısından bu tahlilden çıkarılabilecek önemli sonuçlar
vardır. En pürüzsüz dönemlerde bile, kapitalizmin reformlar
aracılığıyla değiştirilebilmesinin ve hükümet politikalarının
olayların seyrini gerçekten yönlendirebilmesinin önünde kesin
sınırlar mevcuttur. Ama bir karlılık bunalımı bu sınırları bile
keskin biçimde daraltırken, aynı zamanda, emekçilere karşı
saldınlan n yoğunlaşmasına yol açar. Bundan dolayı, en iyi mü
dafaanın hücum olduğunu , devletin koşulların baskısı altında
karlan arttırabilmek için işçi sınıfına sald.ırmaksızın bunalımı
•yönetemeyeceğini• , bireysel savunma mücadelelerinin birbir
lerine bağlanmadıkça ve oyunun lrurallannın değiştirilm�si gö
revini üstlenmedikçe başarısız kalacağını kavramak gerekir.
Bütün bunların anlamını sindirebilmek için günümüz bunalı
mının gelişimini gözden geçirmemiz gerekiyor.
Kar ve Büyüme
Kar kapitalist sistemin kalbidir, ruhudur. Kapitalistler dµş
lerinde karı görür, gerçek yaşamda karın yasalarına göre yar
gılanırlar. Tüm sistemin soğukkanlı, hesapçı temeli karda ya
tar .
83
•rüşvetD ve/veya zorlama biçimlerini alan süre� i bir ba,sınç
uygulamaya. ·çalışırlar. Verimlilik planları, parça başına ücret,
tehdit - hepsi bu çabanın araçlarıdır. Ama fiili üretkenliği po
tansiyel üretkenliğe mümkün olduğu kadar yaklaştırmı:Uctan
daha da öneml i olan, bu potansiyelin kendisini yükseltmektir.
Çalışma yoğunluğunun arttırılmasının sınırlan vardır ama. tek
nik değişme aracılığıyla potansiyel üretkenliğin yükseltilmesi
nin hemen hemen hiç sının yoktur. Dolayısıyla. da', giderek da
ha •ileri- üretim yöntemlerine geçiş yoluyla emeğin üretken
liğinin Eürekli biçimde arttırılması gittikçe daha. önemli hale ga
li r.
84
şına toplam maliyetin düşmesi koşuluyla. Bu, üretimin serma
yeleşmesl sürecidir.
Şöyle bir örneğe bakalım. Diyelim ki, bir video oyun gere
cinin tanP.si 300 dolara malolmakta ve 500 dolanı satı l maktadır.
Bu gereçleri imal etmek için 10 milyon dolarlık bir sabit ser
maye yatırımı yapılmıştır. Fabrika, yılda ortalama onbin birim
üretmektedir. Yan i video oyunu başına düşen yıllık yatının
maliyeti 1000 dolardır. < 10 milyon dolarlık toplam yatırım bölü
yılda onbin oyun) . Öte yandan, belirtildiği gibi , oyun başına
yıllık üretim maliyeti (aşınma, malzeme ve ücret maliyeti> 300
dolardır.
85
dolarlık bir kan gerçekleştirebilir. Bu arada, yeni firma ürü
nünü dal:ıa düşük fiyattan (400 dolar) sattığı için, eski firma
malının büyük bölümünü eski fiyat üzerinden ( 500 dolar) el
den çıkaramayacak ve rekabet gücünü koruyabilmek için fiyat
düşürmek zorunda kalacaktır. Bu yüzden kar marjı gereç ba
şına ıoo dolara düşecek (400 eksi 300) yani yeni ve daha ileri
üretim yöntemleri ortaya. çıkmadan önce elde ettiğinin yan
sıyla yetinecektir. Toplam karlar da buna bağlı olarak yan ya
rıya azalarak ı milyon dolara gerileyecektir. Sonuçta , yeni fir
ma toplam 5 milyon dolar kar elde ederken, eski firmanın kan
ı milyon polara. düşecektir.
80
di. 10 milyon dolar toplam yatırım üzerinden yıllık kat, oranı
% 20 idi. Öte yandan, eğer yeni firma fiyat kırmadan piyasaya
girebilseydi, 500 dolarlık satış fiyatı üzerinden toplam 7,5 mil
yon dolar kar elde ederdi. Cgereç başına 300 ·dolar kar çarpı
yılda yirmibeşbin gereç) . Yatırımı 40 milyon dolar olduğuna
göre de , kar. .oranı potansiyel clarak % 18 , 75 olurdu. Tabii, da
ha önce de gördüğümüz gibi, rekabetin gerçek dinamiği tümüy
le fa�klı olacaktır. Yine de, yeni yöntemin eski _.satış fiyatı üze
rinden bir ölçüde daha .düşük kar oranı sıığlaması, varolan kar
oranlan havuzuna bu daha düşük po�ansiyel kar oranının ek
lenmesi, ve bunun sonuncunda da bir bütün olarak sistemin
ortalama. kar oranının, azıcık dp. olsa, düşmesi- anlamına gelir.
Makinal�ma/sermayeleşme/rekabet süreci, önce bir sanayide,
sonra bir ikincisinde, sonra bir üçüncüsünde vb; ortaya çıkan
ve yeniden birincisini etkileyen sürekli bir oluşum olduğuna
göre, sistemin bütünündeki kar oranı üzerinde yavaş ama dü
zenli bir düşüş etkisi- yaratır.
87
diği açıkça ortaya çıkar. Asli yön sistemin kendisinden ileri
gelir. Oyunun ayrılmaz bir parçasıdır.
KAR VE BUNAUM
Kar oranının uzunca bir dönem boyunca gerçekten düştü
ğünü varsaya lım. Bu niçin ve ne biçimde bi r bunalıma yol açar?
Bunalım tam olarak nedir, bunalımda neler olup biter? Şiindi
bu sorulann cevabını aramaya çalışalım.
88
fın bütünü açısından bakıldığında bu sermaye stokunun bir
bölümünün aslında gereksiz olduğu anlJtmına, gelir: varolan
sermaye stokuna yeni yatırımlarla. ıoo milyar dolar eklenmiş
tir ama elde edilen kar öncesine göre daha azdır! Bu durum
devam ettiği taktirde (eğer kür oranı da. uzun dönemli bir
düşüşün ürünüyse edecektir del , yatırımlar düşer, eksik ka·
pasite kullanımı yaygınlaşır, işçiler sürü halinde işten çıkar
·
89
ve çalışma koşullarında büyük ödünler vermelerine yol açabi
lecek türden güçlü bir basınç altına girerler. Bütün bunlarda,
sıkıntıdan en büyük pay kuşkusuz en alttakilere (beyaz olma
yanlara, kagınlara, yirmi yaşın altındakiler� . sendikasızlara>
düşer.
Kısacası, karlar, gerçek ücretler, hisse senedi değerlen dü
şer, iflaslar, işsizlik, genel toplumsal sefalet keskin biçimde
artar. Faiz oranlan başlangıçta, ödünç almanın ani sıçramasıy
la birlikte yükselir, sonra daha ileri aşamalarda, ödeyemezlik
ve iflaslar hem ödünç verenler, hem d·a ödünç alanlar safların
dan kurban almaya yöneldikçe düşmeye başlar.
AMPİRİK BULGULAR
Bundan önceki bölümde kar güdüsünün, dönemsel olarak,
sarsıntılı Depresyonlara neden ve nasıl yol açtığını özetledim.
Bu açıklamaya göre, aşağıdaki ampirik eğilimleri bunalım ev
resinden çok önce gözlemeyi bekleyebiliriz. Başka bir deyişle,
bunlar zaten bir depresyona neden girildiğini açıklayan kalıp
lardır.
90
• Birim ürün ve birim emek başına yükselen miktarda
sa.bit sermaye.
• Yükselen emek üretkenliği.
• Üretkenliğin gerçek ücretlerden daha hızlı artışı Cyan '..
marksist terill1:lerle, yükselen bir sömürü oranı> .
• Canlılık yıllarınqa bile düşen bir kar oranı.
• Düşen kar oranının, sonunda, toplam kAr miktarının
yerinde saymasına yol açması.
• KArların yerinde saymasının, sistemin kalıplannda ni
tel bir değişim anlamına gelen bunalım evresinin baş
langıcını ilan etmesi.
• Bunalım evresinde, gerçek <enflasyona göre düzeltilmiş)
karların, ücretlerin, sermaye piyasası indekslerinin dü
şüşü . Aynı zamanda, şirket ifl&sl{lrının ve işsizliğin
yükselişi, toplumsal sefaletin artışı.
• Bunalıma. bir cevap olarak, ücret ve sosyal sigorta öde
melerine, çalışma koşullarına, toplumsal amaçlı prog"'."
ramlara ltarşı hızla artan ölçekte bir saldırı.
ı to ---�-�--�,----...-- ....-
... ---.-----.----.-- K :--1 mo
I� (
: ıiJ
· 7� - - - .... -.;
l:�i��'
_,. --· 1!'� -"'::
1
t-
"' "
.. .
UD
_.,,,,.,. - -·--
1 ıoo
l.IO :::;ı
.ı,_.u::;:ıı:;_ __.ı__--1_ --I--__..---+----+----'----' ıı: O
lllD
_
91
hem birim hasıla başına, hem de üı -etim işçisi başınp. sabit ser
maye miktarının savaş sonrB.tiı �cnemde arttığını gösterirken,
Şekil 2 aynı şeyi üretkenlik açısın. ıan ortaya koymaktadır. Ha
sılanın ölçüsü kapasite kullani ... ınu. göre düzeltilmiş potansiyel
hasıladır; yanf, cari dolar cinsind m net katma değer. Bu dü
zeltmenin yapılışının neden i :-,, ..d . ı.c: kapasite kullanımı değiş
meleri, büyük ölçüde çevrimsel ol. l talep oynamalannı yansı
tır. Dolayısıyla, üretimin değişen yapısını kavrayabilmek için
bunlardan soyutlayabilmemiz 6 r.1kir.
10 - Y1
1
1
-·
'f
----
1\ ---· -----·--
1 ----- · -- ı...r-
, .,,- -- - - - - ·
----·--- :.:;.....
10
-- ·
1 ·- · -' - 10
�
,
..-----
.... .
�--·- •
---· ---
-·� ---
.,,,,,,.,...--- · -
-
-.
n •
.
y
,, " " " " "
1 HO)'Oll izafi miktarlar dii$Ünülınüt oloraİı , J
w : urelim ttı;ileı'lnin ... wl� Clıeındolı:i öteki
!�ileri geu,ek gayri Mil IGot lıazanc;ları:
• KAl'NAKLAll . ... lll A
1197' . 197ll
.
l"I ı• llSı ltsl iMi "" IHG ıtU 19'l ıtH IHI 1'111 ıtn 1174 itli . 1'71 ...
02
>1 .'> ılanın, nispeten küçük olmakla birlikte tümüyle hayali ba:ıı
izafi ı ı ı ıktarlan da, içeren bir hesapl�nmasına dayandığı halde.
y'de bu kusur. ortadan kaldınlmıştır. Son olarak, yQ, özel sa
nayide tüm çalışanların gözönüne alındığı bir durumda, çalı
şan başınıı. gQrçek hasılanın bir ölçüsü olarak bize toplumsal
he.sılanın kesimler arasında. nasıl paylaşıldığı konusunda bir
fikir verir. Bizim sorunumuz açısından en anlamlı ölçüm y'niıı
ifade ettiğidir.
-ı--ı-- - ----ı-- i
ı�- - -- � --·---i---
-
,.
ı---- ,.,:� : J &M ••" ..t.ıı. a;.a·•ı : ••J .,s.: .. 11 ,.,.»..i u••uı -;711•.:•:.u: ı - -
. ..
_J
1
·• t- ·- t-- - r ·-
;
.. t
1
...__ _ _ _ _
93
göre düzeltilmiş> kar oranının ölçümünü verirken ,alttaki egrı
<kesik çizgilerle gösterilen> fiili oranı sergilemektedir. Savaş
. eonrası dönem boyunca, kar oranı % 69'un üzerlhde bir düşüş
göstermiştir !
1
66
..
1
>----
'
.. · / :- \ r"'-
1 I 1
1
\ """ ' \
V.'91 dı" grrç.ek
kSrlor
..
I � ,J / \ / �--\ ) ,.
.-"\. /\..... " l/ / F1'. \ v 1\, , ., 1
, , ıaı
.. I �' . , 'r- I I 1 İ\ ' /"'-
•
ı·"'ı:r. - / r-
p;ı:;o-'
o.il I Enfl
v i \ / "' 7 "" '\ ..
• ııın düıellilıniı 1 i 1 ��
.lJV' -- ır.-./
...... __ ı ,, ..
�
Ytrl!ı
k
·-
ar
gerçek
•
�lrlat : llDk-EkA
• 1 1 1 1
�KİL: 4, ABD' don GERÇEK K.lıı L All 1 MİLYAR ODLAR 1 o SERMAYE PİYASASI .
dır.
1966
1111
1 1 r 1 --
- --
..
....
Geıçalı llrtellor 1 1967 -· ,,,,,.,...
�· · �... - · •
�
• '
- - . •
- •
-
�·
, '-
- ,.
. •
r ...
�
' ,, ' I
..
.... ' \. , , - " - --
I I "' .,.... . " ,
I 1 \ '\ 1 __....
·•
lı..a.ı.ıı cnn
I \ ' ,,.., 1 5'*lalıl aı.;.ı. ' ' '
•
\ I -... I
\ I .....
Karnaklar: Ilı Ek. A
ıo
'
1
... - 19U it.< 19H iMi 19.. - "" 1116 iKi 1919 1911 IH< 1971 1119 iMi IHI 1 ..
Son olarak, Şek.il 6'da ABD dahil altı belli başı kapitalist
ülkede kar oranlarına ilişkin bilgi verilmektedir. Burada da ay
nı temel kalıbı buluyoruz. Kuşkusuz düzeyler ve zamanl ama
farklılaşıyor. Ama rekabette, bir sermayenin veya sermayeler
grubunun gelişmesi sadece ortalamanın seyrin� değil, bu orta
lamaya oranla kendi özgül konumuna da bağlıdır. Hatta, bu
çok farklı ülkelerin yine de bu derece benzer kalıplara uyması
durumu daha da çarpıcı kılmaktadır.
'o
H
)O
:ıs
J5
•
'
•
97
ancak iki ay geçmişti ki, büyük bankalardan Penn Square öde
yemezlik durum.una düştü; ABD'nin altıncı büyük bankası olan
Continental Illinois National Banka ise geri ödenmesi kuşkulu
1 milyar 100 milyon dolarlık plasmanıyla ağır bir tehlike kar
şısında kalıyordu. Avrupa'da da aynı derecede karanlık bir
tablo ile karşılaşıyoruz . Şirke t iflaslan İkinci Dünya Savaşı'n
dan bu yana en yüksek düzeye vanyor, ·binlerce şirket ya if
las etmiş ya da ağır mali darboğazlarla karşılaşmış durumda·
INew York Times, 15 Eylül 1982) . 1980-81 yıllarında, sadece
oniki ay boyunca iflaslar İngiltere'de % 26, Fransa'da % 20,
B. Almanyfi.'da % 27, Hollanda'da % 42 oranında artmış. Chris
Uan Selence Monitor gazetesinin ifadesiyle ·Batı Avrupa bir
iflas salgını yaşıyor• c ı2 Ağustos 1982) . Hepsinden önemlisi,
uluslararası bankacılık sisteminde, ·düzinelerce borca batmış
ülke, Uluslararası Para Fonu, Federal Rezerv Sistemi* ve yüz
lerce banka birlikte 1930'lu yıllardan bu yana en derin ve yay
gın mali bunalımla karşı karşıyalar• INew York Magazine, 25
Ekim 1982) . _.Meksika, Arjantin, Brezilya örneklerinde olduğu
gibi, koskoca ülkeler iflasın eşiğindeler. Bunlardan birinin ve
ya birkaçının ödemelerini durdurması dünya banka sistemini
bir çöküşe yuvarlayabilir. ABD'nin yalmz en büyük dokuz
bankasının azgelişniiş ülkelerde bağlanmış 78 milyar dolan
var. Bıı ülkelerin birçoğuda aldıklan borçların bırakalım ana
parasını, faizini bile ödeyemeyecek durumdalar!
98
iktisatçılar dünyanın dört bir yanında. çeşitli konferanslarda
giderek büyüyen sürüler halinde bira.raya gelerek, hangi ilcti
sat politikalarının uygulanması gerektiği üzerinde kafa patlat
maya başladılar. Onlar uğraşadursun, durum gittikçe kötüle
şiyordu.
Ne var ki, bu gösterişli uğraşların dayandığı temel tam bir
efsaneydi. Devlet ve Keynesçi iktisat politikaları ve savaş son
rasında dünya çapında yaşanan uzun genişleme döneminin, ne
de ona eşlik eden yüksek karlılık ve yüksek istihdam düzeyleri
nin ana nedeniydi. Ne de günümüz bunp.lımının ana nedeniydi
devlet. Aksine, gerek genişlemeye, gerekse bunalıma hükme
den, karlılığın iniş - çıkışlarıydı. Bu iniş - çıkışların temel örün
tüsü ise sisteme içkindi. SO'li ve 60'lı yıllarda olduğu gibi, kar
lılığın henüz yüksek olduğu ve toplam kar milctannın hızla bü
yüdüğü aşamada, devlet bu dalganın üzerinde yükseliyordu:
yaptığı, temel olarak, dalgalanmaları yumuşatmak ve yoksul
\uk ile C ABD standartlarına göre > görece düşük olan işsizliğin
yarattığı toplumsal gerilimleri azaltmaktı. Devletin ekonomi
üzerindeki gerçek kontrolünün nesnel sınırlan bu dönemde an
\amlı bir sınavdan geçemezdi çünkü ekonominin temel dokusu
sağlamdı ve hiçbir gerçek değişim çabasına girişilmemişti. Ama
'JO'lı yılların sonundan itibaren. bunalım büyüdükçe, işsizlik
hızla yükseldikçe, gerçek ücretler ve karlar birlikte gerilemeve
yöneldikçe, devletin iktisadi mücadelesinin gerçek sınırlan
pratik içinde gittikçe daha açık biçimde ortaya çıktı: diinyanın
ııer yöresinde, kapitalist devletler gidişatı tersine çevirmek p.çı
sından tartışılmaz bir yetersizlik içinde kaldılar. İşleri düzelt
.ne vaadiyle iktidara gelen hükümetler, bu vaadlerini tutama
ıınca çekilip gitmek zorunda kalıyorlardı. Ortodoks iktisatçı
lar her saat başı yeni açıklamalar ve yeni tedavi yöntemleri
icad ediyordu, ama bu yenilikler de aynı hızla çöp sepetini boy
luyordu. Hiçbiri, kabahatin sistemin kendisinde olduğu gerçe
ğiyle yüzleşmeye cesaret edemiyordu.
Bir kez Keynesçı politikaların mutlak gücü efsanesinden
vazgeçildiğinde devlet müdahalesinin gertek tarihini yeni bir
ışık altında görmek olanaklı olur. 50'li ve 60'lı yıllarda devlet
genişleme dalgasıyla birlikte yükseliyordu: temel olarak eko
nomi teknesini dengede tutmaya çalışıyordu. Ama sistemde
çatlaklar belirmeye başlayınca ve artan · işsizlik, gerileyen kar
lılık sorunları ağırlaşınca, devlet, istihdamı sürdürmek ve kre ·
99
Burada şöyle bir sorun doğuyordu: �evlet bu yeni rolü ye
rine getirmek için genişledikçe, toplumsal artık ürünün < mark
sist terimlerle artı - değerin) gittikçe daha büyük bir bölümü
nü yutmaya başlıyordu. Bu da artı - değerin gittikçe daha kü
çük bir bölümünün yatırımlarda < ve dolayısıyla büyümede)
kullanılabilir olmasına yol açıyordu. Sistem , kaynak pompalan
ması yoluyla. k uşkusuz bugün için ayakta durabiliyordu,
ama
bunun bedeli büyümeden ve dolayısıyla da gelecekte üretim
den ve istihdamdan vazgeçmekti.
Bütün bunlann düşen bir kar oranı ve buna bağlı olarak
gerilemekte olan bir büyüme hızı bağlamında olup bittiğini ha
tırlayalım. Zaten artan devlet . müdahalesini gerekli kılan da
buydu. Olan şuydu: gerileyen bir büyüme hızı devleti sisteme
kaynak pompalamaya itiyor, bu kısa dönemde işe yıınyor, ama
büyüme hızındaki düşüşü daha da kötüleştirdiği için geleceğin
sorularını daha da ağırlaştınyor, böylece daha da çok devlet
müdahalesini gerekli hale getiriyordu. Ve bu böyle sürüp gidi
yordu. Sistemin potansiyel genişleme <büyüme> hızı düştükçe,
artan kaynak pompalama giderek büyüyen ölçüde enflasyona
ve azalan ölçüde gerçek genişlemeye dönüşüyordu. Gün, stagf
lasyonun günüydü.
100
ÖZET VE SONUÇ
101
gunluk ve enflasyona <stagflasyona> dönüşmesine yol açmış
tır.
102
kadir bir devlet efsanesine yaslanmanın, bireysel ve yerel olarak
verilecek, savunmaya yönelik mücadele anlayışının ötesine
geçebiliriz. Bu, geçen Büyük Depresyonda çalışanlar arasında
kurulmuş olan geniş ilişkiler ağının yeniden örülebilmesl için
çaba göstermek demektir. İşlerimizi savunmak, kadınlar ve
beyaz - olmayanlar için sivil haklan ka.zanmak, çevreyi koru
mak ve emperyalizme direnmek amacıyla verilen farklı mü
cadelelerimizi biraraya getirmeye çalışmak demektir. Herşeyin
ötesinde, kArın gereklerine göre değil, insanların gereksinimle
rine göre düzenlenmiş bir toplumsal sistemi olanaklı kılmak
için çaba gösterinek demektir. Bu tür bir bunalım nesnel an
lamda devrimci bir durumdur. Ya sosyalizmi olanaklı kılanz
ya da tekelci sermayenin çözümünü kabullenmek zorunda ka
lırız. Yaşadığımız onların bunalımıdır, ama çözüm bizim çö
çümümüz olabilir.*
103
Ka pital ist Düzenleme,
Birikim Rejimi ve Kriz ( 1 ) :
Gelişmiş Kapitalizm
TOiay ABIN
ı - Sunut
104
bir zaman kendi kendine işleyen otomatik bir süreç değildir..
Varolan çelişkileri geçici olsa da aşmanın zorlu bir biçimi olan
krizler, yeniden üretimin otomatik olmadığının, nitel değişme
ler içerdiğinin en açık kanıtlarıdır. Bu durumda, ·kopuş. ve
•yeniden yapılanma • kapitalist üretim tarzın ın gelişmesinin
esas biçimi olarak ortaya çıkar.
105
uzun sayılabilecek bu kriz döneminde kuşkusuz yeniden yapı
lanma süreçleri işliyor, fakat bunun kı:\rlan yükselterek hızlı
sermaye birikiminin yolunu açmaya yetecek ölçekte olduğunu
söyle'mek mümkün değil.
Krizin uluslararası n iteliğinden dolayı yeniden yapılanma
da dünya çapında sürüyor ve uluslararası işbölümünde köklü
dönüşümleri beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Bugünün
dünya ekonomisi ulusal devletlerin sınırlannı eski dönemlere
göre daha derinlemesine aşacak biçimde bütü nleşmiş durumda.
Ulusal iktisadi rejimler dünya kapitalist ekonomisinin düzenine,
yeni işbölümü biçimlerine göre şekilleniyor. Dünya çapında iş
bölümünün etkisi sadece dolaşım alanıyla sınırlı kalmıyor, top
lu msal ilişkilerin her düzeyini, dolayısıyla toplumsal işleyişleri
ve kurumları doğrudan doğruya etkiliyor.
106
zengin ve kapsayıcı bir çerçeveye sahip; kuramsal ve tarihsel
çözümlemeleri dünya krizi n i n ve özgül kategorilerinin anlaşıl
masına açıklık getirici n i telikte. Biz bu yazıda kuramın genel
çerçevesinin için i kendi yorumlarımıza dayanarak doldurmaya
çalışacağız, zaman zaman da kuramın çözümlemelerini değer·
lendireceğiz.
107
lu tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalarda taraflar altyapı
süreçleriyle üstyapı süreçlerine tanıdıkları öneme göre ayrılır
lar. Bir gruba göre temel altyapı süreçlerinin yeniden üretimi
esastır.1 İkinci guruba göre iktisadi, siyasi ve ideoloji k düzeyler
ya da . pratikler bir bütün olarak beraberce yeniden üretilirler.
fakat iktisadi düzey son kertede belirleyicidir.2 Üçüncü . grup
ise üretim ilişkilerine ayrıcalıkl ı bir yer tanımayı ve farklı alal\
lann önemlerine göre kademelendirilmesini redde<! er: dolayı
sıyla toplu msal yeniden üretimi daha geniş bir alanda kavram
sallaştınr.1 Düzenlenleme kuramının yaklaşımı ise belki i kinci
gurubunkine yakındır; belirleyicilik bak ımından üretim ilişki
lerine öncelik tanırken, toplu'msal yeniden üretimi en geniş kap
samıyla ele aldığı <en azından bun u amaçladığı) söylenebilir.4
Buna karşılık düzenleme kuramının ayıncı bir özelliği vardır,
bu da yeniden üretimde insanların ve emekgücünün yeniden
üretimine merkezi bir ağırlık ve önem vermesidir. K urama gö
re üretim ve dolaşım ilişkilerinin birliği çok önemlidir ve bu
birlik ve alanlar arasında bütünleşme emekgücünün yeniden
üretimi aracılığıyla sağlanır. Bu birliği ifade etmek ve vurgula
mak için de, sermaye - emek ilişkisini anlatmak üzere, alışılmış
sermaye i lişkisi kavramı yerine •ücret ilişkisi_• kavramı kulla
nılır.
Üretim alan ı ile dolaşım alanı arasındaki ilişki ve bu iki
alanın birliğe, en yüksek soyutlama düzeyi açısından bakıldı
ğında, kriz kuramının da en kapsa mlı düzeyde ele alınabilmesi
ni sağlar. Bu ekolün kriz kuramı aşın birikim kavramı üzerine
oturmuştur ve özünde kar haddinin d ilşme eğilimi kuramına
dayanır. Fakat çözümlemeler sadece üretim alanındaki gelirle
n imlerle sınırlandırıl maz, krizi •yetersiz talep· 11 ve ·kAr sıkış
ması· ' ile açıklamaya çalışan kuramlar beraberce yorumlana-
108
rak kAr haddinin düşme eğilimi kuramı etrafında bütünleştiril
meye çalışılır. 1
109
milerin gelişmesini, geniş dönemlerini, farklı toplumsal düzey
lerin birbiriyle eklemlenmesini, gerekse dünya kapitalist siste
minin parçalannın birbiriyle eklemlenmesini bu düzeyde tahlil
eder.
110
şir; sermaye birikimi, sermayenin ul uslararasılaşması, uluslar
arası yatay ve dikey işbölümü buna göre biçimlenir.
111
3 - Blrlklm Relfml ve Düzenleme Biçimi Kavramlan8
Kapitalist düzenleme: Kapitalist düzenleme bir toplumun
belirleyici yapısının yeniden üretiminin hangi yollarla gerçek
leştiği ile ilgili çözümlemeleri kapsar, kapitalist üretim tarzının
hangi koşullarda belli bir süreklilik ve istikrar içinde işleyece
gini inceler. Kapitalist dilzenlcme kavramı kapitalist sistemin
bir bütün olarak işleme biçimini, veri toplumsal ilişkilere teka
bül eden iktisadi süreçlerin, yapıların, kurumsal ,biçimlerin bü
tününü ifade eder. Kapitalist düzenleme kuramı yeni mekaniz
malar, yapılar, kurumlar yaratılması yoluyla toplumsal yeni
den üretimin sağlanmasının koşullarını inceler.
112
uyarlaması ve otomatik denga görüşün ü reddediş biçimini de
kabul etmez. Çünkü Keynesçi kuram otomatik neoklasik denge
n i n olmayacağın ı kabul ederken neoklasik kuramın iktisadi iliş
kileri algılayış biçi mini eleştirmez. Çözümlemeleri kısa döneme
yöneliktir. Uzu n dönemli iktisadi hareketleri inceleyen Keynesçi
büyüme modelleri gene kendini genel dengenin dinamik koşulla
rın ı aramaya hasreder. Bu yüzden Keynesçi kuramın büyüme
ve dengesizlik, istikrarsızlık çözümlemeleri neoklasik iktisatçı
lar tarafından hemen kolayca ·dengeli büyüme• modelleri için
de, gene dengenin dinamik koşulh.nnı formüle etmek üzere kul
lanılabilirler. Toplumsal ilişkileri farklı tanımladığı halde, veri
teknik koşullar altında gene sistemi dengede tutacak fiyatlan
ve bölüşüm kurallarını arayan yeni - Ricardocu modeller de ge �
nel denge çözümlemelerinin tarihsel gelişmeyi dışlayan mantığı
dışına çıkamazlar. Bu nedenlerle kapitalist düzenleme kuramı
için, toplumsal yenid�n üretim kavramını, toplumsal köklü dö
n üşum ve kopuş süreçlerini, krizleri içine alacak şekilde tanım
lamak önemlidir. Üretim tarzı nın temel ilişkileri bazı koşullar
da sistemin bütünlüğünü ve tutarlılığını sağlayacak şekilde ye
niden üretilebilir. Fakat sistemin düzenleyici süreçleri bu temel
ilişkileri yeniden üretemez hale gelince, bütün sistem kopuşlar
biçiminde yeni d ü 1.on lome koşu lla rı yaratmay a yönel ir.
1 13
ması aracılığıyla tan ı m lanır. Bir y eniden üretim şemasının var
olabilmesi için en azı ndan bir süre kendi içinde tutarlı olması,
istikrarlı olması gerekir. Dolayısıyla ancak bazı biri k i m rejim
leri mümkün olabilir.
Birikim rej imi C birikim siste m i , biri k i m model i, birikim tarzı
ter:mleri de aynı amaçla k u l l a n ıl ıyor> kapitalist gelişmenin
farklı varolma biçiml·a rini yansıtan kapitalist aşamalar C dönem
Jer) arasındaki ayrıl ı kları, düzen leme biçi m i farklılıklarını in
celemek a m acıyla kullanılan kuram sal bir kategoridir.
Düzenleme b!çimi: Her birikim rej i m i bir düzenleme biçi m i
i l e beraber varolur. Düzenlr,ınc b iç i mi , farklı kapitalist gelişme
aşamalarında var olan birikim rejiminin istikrarını \'e yeniden
üretimini sağlayacak koşulları n C üretim i l işkilerinin , toplumsal
yapı!ari n , toplum:;al k u rumların ve normların ) bütününü oluş
turur. Düzen l e m e biçimi a nalizi aracı l ığıyla i k tisadi ve siyasal
i l işkiler, bunları n s ü r r.ı e s i n e aracıl ı k eden yapılar, kurumlar ta
rihsel özgül biçimleri i ç i n d e el e a l ı nabil ir. Bu sayede Jrnpitaliz
min temel genel kategorilerinin tarihsel ol r!.rak aldığı somut bl
çlmlel' l ncelenebilfr.
Düzen leme k u ramı krizleri i k i d üzeyde ele alır. İ ktisndi dal
galanmalar C kon joktür krizleri. k ü ç ü k krizler) i k tisadi faaliyet
düzeyin de i n i ş çık ışları ince l e r nu tür k ri zler gen işlcm3 dönem
lerinde de iniş çıkışlar şelc linc.le o r t aya çı kar. ik tisadi dalgalan
malar sırasında, varolan d ü zen l e m e biçiminin verilmiş çerçeve
si içinde bazı u yarlamalar, değişmeler olur. Yapısal k ri zl e r ( bü
yük krizler, başkalaşım krizl eri > ise doğrudan doğruya d üzen
leme biçiminin birikim rej i m ine tekabül etmemesi, yeniden üre
timin istikrarı n ı sağlayamaz hale gelmesi durumudur.
Birikim rej imi ve düzenleme b içim i k u ramlarının çözümle
meleri meta ve para i lişkisi, ücret i lişkisi , kapitalist rekabet
iJ işkisi temel kategorileri etrafında odaklaşır. Kapitalizmde dal
galanmalar ve krizler ve devletin rolü bu temel kategorilerdeki
dönüşümler açısından i ncelenir. Topl umsal i lişkilerdeki dönü
şümleri i ncelemek üzere kapi lalist gelişme aşamaları tan ımla
nır. Şimdi kapitalist aşamaları dönemleme yaklaşımına bakalım.
1 14
Cı> Ondokuzuncu yüzyılın ortasına kadar süren dönem:
kapitalist üretim tarzının yerleşmesi ve ilk birikim.
Uo> Bu kıstas Fine ve Hnrrls tarafından öne rll c ne en yakındır. Bak. B. Fine
end L. Hnrrls, Rereading Capitcıl, MacMillnn, Londra 1079.
1 15
laşımlannın kullandığı kıstaslardan ayrılır. Bilindiği gibi, kapi
talizmin dönemleştirilmesinde iki ana yaklaşım vardır. Birinci
yaklaşım dönemleri rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizm
olarak ayınr. Bu ayırım bazen hemen tümüyle, sermaye biriki
mi yasaJarı ve pi yasa. yapısındaki ( rekabet biçimindek i > değiş
meler temelinde yapılır. 1 1 Halbuki düzenleme kuramı sermaye
n i n merkezileşmesini yirminci yüzyıl kapitalizminin en belirle
yici özelliği olduğu görüşünü reddeder. 1 2 Düzenleme kuramında
dönemleme kıstasına göre kapitalizmin temel çelişkilerin i yara
tan biri k i m yasalarının kendi!eri d eğişmez, fakat üretim güçle
ı inin, üretim ilişkilerinin, toplumsa llaşmanın biçimi değ !şir.
1 18
açısıdır. Üretim ilişkilerindeki çatışmalann yoğunluğu, üretici
güçlerin ileri dereoc:de toplumsallaşması, iktisadi dalgalanma
lan yönetme gerekliliği dolayısıyla devlet toplumsal üretimin
aynlnıaz bir parçası haline gelmiŞtir. Düzenleme kuramı ise bu
yorumu daha genel bir çerçeveye oturtur ve devletin rolünü de
sermayenin değersizleşme krizlerini önlemekte görür.u
Farklı açılardan da olsa, düzenleme kuramının aşamalan
yorumlaması Mandel 'in •geç kapitalizm• yorumlanna benzer.1 11
Yoğun birikim dönemi de, geç kapitalizm dönemi de İkinci
Dünya Savaşı sonrasını kapsar. Düzenleme kuramı Mandel'in
kine benzer şekilde, birikim çelişkilerinin kapitalizmi yeni bir
aşamaya götürdüğünü ve birikimin yeni aşamanın yeni yapı
sal ilişkileri tarafından teşvik edildiğini savunur, dönüşümlerin
de bir bütün olarak toplumun her alanında ortaya çıktığını ka
bul eder.
1 17
kuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkar. Aşamanır
hegemonik merkezi İngiltere'dir. Yaygın birikim rejiminin be
lilrleytcl özellikleri mutlak artık değer üretiminin önemli rol
oynaması, toplumsal emeğin dağılımının malların satıldığı pi
·
d
yasalar tarafından düzenlenmesi , uluslararası düzey e serma-
yenin genişlemesinin malların ihracatı ve ithalatı biçiminde ol
ması, devletin ekonomideki rolünün asgari olmasıdır.
1 18
tışları ile sanayide veri mlilik artışları ve fiyat artışlnn e rasın
daki ilişki güçlü değil . Fiyatlar ve ücretler, üretim i l a istihdam
arasındaki ilişki esas olarak sanayi işçilerinin satın aldığı tarım
sal malların fiyatları tarafından düzenleniyor. Sanayideki bü
yümenin ritmi sanayi işçi lerinin satın aldığı tarımsal r.ıalların
fiyatlarındaki nisbi düşüşlere çok bağlı . Bu fiyatların düzeyini
belirleyen esas etmen tarımda dış rekabete karşı korumacılığın
derecesi. Diğer koşullar veri iken , ücretler iktisadi canlanma
dönemlerinde yükseliyor, duraklama dönemlerinde düşüyor. Bu
iktisadi konjonktür değişmeleri de yedek işgücü rezervlerin i da
raltıyor veya genişletiyor. Bu rez-c.rvin varlığı cmekgücü piyasa
sındaki rekabeti düzenleyen en önemli etmen. Dolayısıyla ücret
ilişkileri ve bu nu düzenleyen yapılar ve yasal kurallar işveren
lehine. İşçi hareketleri ö rgü tlenmeye ve örgütlerini kabul et
tirmeye çalışıyor ama güç dengeleri sermaye lehine, bu nedenle
de toplumsal uzlaşma gereği düşük.
lktlsa.cİi Dal gal an mal ar: Yaygın birikim rej i minde konjonk7
119
tür dalgalanmaları m utlak dalgalanmalar olarak ortaya çıkıyor,
yani genişleme ve daralma dönemleri birbirini izliyor. Genişle
me dönemlerinde iki karşı eğiJ im berabarci işl iyor. Bir kez artık
değeri arttırmanın önünde engeller vardır. Bu engeller mutlak
artık değeri arttırmanın önündeki güçlükler ile çalışanların tü
ketim malları talebinin ve meta i lişkileri n i n kısmen sınırlı ol
masıdır. ikinci olarak parasal genişleme maden para miktarı
il� sınırlı olduğu için genişleme dönemlerinde likidite sıkıntısı
ortaya çıkar. Yani karları arttırma önündeki engeller ve pazar
lan genişletememe sıkın tısı dönemsel olarak sermaye birikimi
nin genişleyerek yeniden üretimin i engeller.
Yaygın birikim rej iminde kriz aşırı birik.im, aşın üretim ve
yetersiz tüketim biçimini alır. Üretilen malların satılamaması
yüzünden firmaların bankalara olan borçl arın ı ödeyememesi,
dolayısıyla firma iflaslarını banka iflasları izler. Krizlerin çözü
lebilmes i için fiyatların ve sermaye değerleri n i n düşmesi gere ·
kir. Rekabetçi fiyat indirimi ve sermayen i n değersizleşmesi re
kabetçi kriz düzenlemesi mekan izmasıdır. Fiyatların düşmesi
ve sermayen in zaman zaman değersizleşmesi ile bazı sermayeler
yok olur. Yen i tekniklerle ve daha d ü �iik maliyelle ti reli m yn
pebilcn sermayeler ayakla kalabi l i r. Yani sermayenin aşın bi
rikimini sermayen in ki tlesel olarak değersizleşmes i izler. Ayak
ta kalan sermayeden elde edilecek kar oranı yükselir. Bu de
ğersizleşme sermayen in yoğunlaşma ve toplulaşma eğilimleri
n i güçlendirir, tekelleşme eğil i m i artar. Buna rağmen fiyatla
rın rekabetçi belirlen imi sürer; fi yatlar kriz döneminde düşer,
genişleme döneminde yükselir.
Devletin Rolüı Devletin rolü ge nel l i kle i k tisadi faal iyetlerin
yasal çerçevesin i düzenlemeye yönelikt i r. Devletin doğrudan
doğruya iktisadi süreçlerin işleyişi ne müda halesi sınırl ıdır . Do
layısıyla, ücretler ve fiyatlar krizde de genişleme sırasında da
devlet müdahalesi mekanizmasıyla deği l , rekabetçi piyasa me
kanizmasıyla düzenlenir. Üretim ile dolaşımın birbirine bütü n
lenmesi ve tutarl ılığı rekabetçi düzenleme süreçleriyle sağlanır.
Aşın birikim krizleri ve sermayen i n kitlesel olarak değersizleş
mesi, üretim ile dolaşım alanlarının bi rbirine tekabül etmediği
durumda işleyen düzenleme sürecidir ve rekabetçi düzenleme
nin ayrılmaz bir parçasıdır.
120
Özellikle 1870'lerde başlayan ilk büyük kapitalist kriz ondok u
zuncu yüzyılın son larına kadar yaygın birikim rej imini kökün
d·an sarstı. Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı çalışma gün ü
uzunluğunu sınırlandırmay a yön elik sınıf mücadeleleri ile geç
ti ve sonunda devletin garantilediği sosyal normlar yasalarla
kurallaştmldı ve çalışm a gü n ü uzunluğu sımrlandınldı. Serma
yenin değersizleşme krizleri ve tekelleşme eğilimleri ise serma
yedarlar arasındaki rekabeti keskinleştirdi. Artık emekgücünü.1
ür-c:ttiği ürünü ve artık değeri arttırmanın yolu ancak nisbi artıl(
değeri arttırmakla m ü m k ü n d ü . Ondokuzuncu yüzyıhn sonların
dan i tibaren sermaye birikimi giderek daha çok ntsbl artık de
ğer üretimine dayan m a ya. ha'.lladı. Bu ise üreti m a lamnda emek
süreci nin örgü t lenme biçi m i nde köklü değişmelerle gerçekleşti.
Taylorlzm -emek süreci n i n örgütlen mesinin bu yeni biçimine ve
rilen ad .
121
ilişkileri arasındaki çelişkileri varolnn çerçevede düzenleme n i ! ·
olanaksızlaştığını en keskin şekilde ortaya koydu. Çünkü b u bt:.
nalımın gerektirdiği değersizleşmen i n büyüklüğü kapitalist
üretim tarzı n ı n yeniden üretimin i n mümkün olup olmadığı so
rusunu gündeme getird i . Yen iden üretim i n surmesi düzenleme
biçimleri n i n yeniden yapılan masını gerektiriyordu. Bu yandan
çalışanların m ücadelesiyle , bir yandan da kapitalizmin yapısal
ilişkil erinin dayatmasıyla kapitalist gelişme yeni bir aşama gel
di. Fakat bu yeni geçiş süresi kapitalizmin şimdiye kadar yaşa
dığı en büyük bunal ı mı ve en büyük dünya savaşını da içerdi.
122
Yoğun blrildın rej i m i fordizmin özü. Yoğun birikim serma
ye birikiminde muazza m bir genişleme olarak yaşandı . Bu �
nişlem :m i n temelini cmekgücünün yeniden üretiminin toplum
sal mııllyctlnde uzun dönemli düşme ve ücretli cmekgilcü sını
fımn muazzam genişlemesi ol uşturdu. l{apitalist üretim ilişkile
ri ücretli sınıfın varoluş koşullarını dönü şt.üren iki etmenin kar
şılıklı ilişki�i yc-luyla genelleşti. Bir yandan emek sürecinin top
I um:m.I örgütlenmesi makinalaşmayı gel iştirdi ve yaygınlaştır
ch. Diğer ya ndan bir ·kapitalist tüketim tarzı.. biçimlendi ve
standartlaşmış metaların ki tlesel üretimi ve tüketimi yoluyla
yapısallaştı. B u iki süreç e rasındaki ilişkilar, üretim araçları
üreten kesim ile tüke t i m araçları üreten kesi m arasındaki il iş
kilerin birbirine tekabül etmesini düzenleyen temel güç oldu.
1 '23
Diğer yandan, sermayedarlar arasındaki mücadelede reka
betin esas silahı Qirim üretim maliyetlerini düşürmektir. Emek
sürecindeki üretim i li şkileri dönüştükçe ve verimlilik . arttıkça,
rewabet de birim mal iyetleri daha hızlı düşürmeyi gerektirir.
Daha ileri üretim yöntemleri giderek daha büyük ve daha ser
maye yoğu n üretim birimleri n i n or taya çıkmasına yol açar.
Emek sürecinde emek gücüne karşı n isbi artık değer üretimi n i
arttırmak üzere verilen mücadele i l e dolaşım sürecinde diğer
sermayelere karşı artık değeri kar biçiminde gerçekleştirmek
üz�re verilen mücadele yoğun biri k i m i n birbirinden ayrılmaz
parçalarıdır. Bu süreç büyük tekellerin ortaya çıkmasına ve te
kelleşmenin giderek güçlenmesine n eden olur.
124
.
arasındaki dengesizliği azaltmak , artan n isbi artık değeri ger
çekleştirmek için gereklidir.
125
rine top:u pazarlık \'D toplu sözleşmenin hakim olması
biçimini alır. Ücret artışları verimlilik artışına ve fiyat ar
tışına az çok paralel olarak düzen!i şekilde artar. Tcplu pazarlık
ve toplu sözleşme, aslınd� ücret ilişkisi n i n yaygınlaşması, işçi
l·J rin büyük fabrikale. rda toplulaşması, emek sürecinin çalışan
ların mücadele.sin i ve sendikaların gücünü yükseltmesi süreç
leri n i n bir ü rü nüdür. Fakat yaygı n birikim ve rekabetçi düzen
leme aşamasındakinden farkl ı olarak , bu aşamada çalışanların
örgütlü mücadelesinin güçlenmesi yasal v . b. düzenbn cler.le
bastırılmak yerine kabul edilmiş ve yas!!.l ku rallarla düzenlen
miştir. Böylece çah�ank.rı n mücadeles i iktisadi al::ı.nda kurum
sallaştırılmış, sendikal mücadele toplu pazarlık biçimini almış
tır.
120
lenebilecek düzenlemeler aracılığıyla işgücünü n yeniden üreti
minin maliyetleri kısmen de olsa toplum�nllaşır. Kısacası, ücrr t
il işkisi , meta ilişkileri ve kollcktif mal ve hizmetler aracılığıyla
düzenlenir. Düzen lemenin istikrarı da, .. garan tilen miş satın al
ma gücü• temelinde bir u zlaşma sağlan ması na bağlıdır. Bun•.m
sınırı ise kar hadlerinin düşme eğilim i n i dengeleyici kar�ı eği
limlerin varlığıdır.
1 27
düzenliliği r Miden üretim bakımı ndan büyük önem taşıdığı
için bankalar, güve n i n 'sarsılması sonucunda k itlesel olarak pa
ra çekilmesi veya kredil€rin geri öden memes i dolayısıyla liki
dite krizine düşme tehlikesine karşı korunm uşt.ur. Merkez ban
kasın ın genel para - kredi d üzenlemelerindeki rolü burada
önemlidir. Para - kredi düzen lemeleri sisteme sürekli kredi sağ
lama ve durgun luğu önleme amacına yöneliktir. Bu nedenle sis
temin kredi yaratma kapasitesi faiz haddi değişmelerinden pek
az etki lenir. Bu d üzenlemeler için de ulusal d üzeyde bütünleş
miş bir mali sistem gerekl idir.
128
Para kredi sisteminin düzenlemeleri bir iktisadi dalgalanma
durumunda sermayenin geleneksel biçimde değersizleşmesini
önler. Yani kredi yaratıl ması sayesinde sermaye değerslzleşml
yor gibi görünür, çünkü kredi sermaye tarafından karşılığı var
mış gibi kullanılır. Bu sürecin sürmesinin diğer önemli nedeni,
kuşkusuz ücret artışlarının fiyat artışlanna göre endekslenme
si ve tüketici kredisinin sürekl i genişlemesidir. Parasal gelirde
k i bu artışlar sayesinde fiyatlar d a yükseltilmeye devam edllir
ve sermayenin değersizleşmesinin yerini fiyat artışlan alır. Ban
kalar verdikleri krediler geri ödendiği sürece bu değersizleşme
sürecinde kayba uğramaz. Ücretler fiyat artışlarına karşı endeks
lense bile, bu yolla ücretlerdeki kayıplan önlemek uygulamada
hemen hiç söz konusu olmamıştır. Böylece enflasyonun esas
yükü ücretlilerin üzerine kalır. Enflasyon süreci ücret lllşklsinJn,
para - kredi ilişkisinin ve devletin rolünün aldığı biçimler saye
sinde toplumsal yeniden üretimin ayrtlmaz bir parçası haline ge
lir. K ısaca, yoğun birikim rej iminde para arz ı sis temin bir iç <en
dojen> değişkenidir. Para arzını ve dolayısıyla kredi arzını sis
temin dışına çıkarmak ve kontrol altına almak üzere uygulanan
para politikası, enflasyonun sadece görünüşteki kaynağını doğ
ru olarak saptar. Enflasyon u kredi sisteminin desteklediği doğ
rudur. Fakat enflasyonun bütün sermaye birikimi rejiminin ye
niden üreti m i n i n k arnınşık b�l i rlcn l m inin bi r parçası olduğu
gerçeği gözard ı edildiği zaman, para arzını kısarak enflasyon
la mücatleleye yönelik düzenleme yapmak sermaye birikimi re
j iminin iç dinamiğini çökertir.
Eğer enflasyon süreci bir mali krize dqnüşmeden sürebili
yorsa, yeniden üretimi düzenlemeye devam edilebilir, bu da çe
şitli mali düz�nlemelerin enflasyonun kümülatif etkisin i haflf
letebilmesine bağlıdır. Kredi genişlemesi ve enflasyon bir :rnall
krize dönüşmese bile, kendini başka bir biçimde ifade eder:
dış ödem.;,ler dengesizlikleri, düşen döviz kurlan ve uluslarara-
91 borçlanma ya da enflasyon sürecini daha iyi ve daha az kont
rol eden ulusal formasyonlar arasında dış ödemeler açıklarının
ve fazlalannın dağılımı, uluslararası borçluluğun dağılımı. Ya
ni ulusal ekonomiler içindeki enflasyonist düzenleme biçimleri
ul uslararası düzenleme biçimlerinden bağımsız işleyemez. Ulu
sal ekonomilerde para miktanndaki artış ülke içinde gelir ya
ratılmasını ve dış rekabet gücünü etkileyerek i hracat ve ithalat
miktarını belirler. Enflasyon hızı yüksek olan u lusal ekonomilerde
ithalat artma, ihracat azalma eğilimi gösterir ve dış ödemeler
açıklan artar. Devletin hem iç hem de dış istikrarı sağlamaya çalı-
129
şırken yaptığı harcamalar arttıkça bütçe açığı da büyür. Yani kı .
saca iktisadi dalgalanmalar yumuşamış olsa bile sermaye birikimi
sorunları, enflasyon, dış ödemeler .sorunları ve bütçe açıkları biçi
minde kendini i fade eder. Bu göstergelerin büyüklüğü sermaye
birikiminin ulusal koşulları ve bun ların veri mlilik üzerindeki et
kisi tarafından belirlenir. Gös tergeler bir kriz boyutuna ulaştığı
zaman ise sorun sadece parasal düzenlemelerle çözülemez. Çün
kü mali kriz bütün birikim rej iminin varolan düzenleme biçimi
ile kendi n i yeniden üretemez hale gelmiş, yani yapısal krize gi r ·
miş olduğunu n göstergesidir.
130
8 - Fordlzmln Krizi
( 19) Fordlzmln krizleri ile llglll olarak bak. Aglletta 1 982, s. 353 ve devamı;
De Vroey 1984; M. Davls, · Fordism in Crisis. A Revlew of Aglletta's
Rcgulation et Crise: L'exp�rience des Etats - Unis• , The Review, No. 2,
1978; M. Davis, ·The New Right's Road to Power•, New Left Review, No
128, July/ August 198 1 ; M. Dav Is. The Political Economy of Lale - lm
•
131
Ut olma özelliğine sahip ve verimltlik artışı her iki kesimin bir
den dengeli büyümesine bağlı. Ver! mlilik artışının yavaşlaması
ve yavaşlamanı n genellik kazan maya başlaması ile bütün siste
min dengesi bozulmaya başladı. Özellikle öncülük sürükleyicilik
rol üne sahip üretim dalları ( örneğin tüketim malları kesimind�
otomotiv, dayanıklı tüketim malları, konut> belli bir teknolojik
gelişme çizgisinin sonuna ulaştılar. Daha ileri tek!lolojik gelişme,
niteliksel olarak farklı köklü dönüşümleri gerektiriyordu. Bu de
ğişme bir yandan emek süreçlerinde atılımları gerekli kılarken,
aynı zamanda bazı üretim dallarında meta ilişkilerinin yaygın
laşması ve yerleşmesiyle gerçekleşmeliyd i. Varolan makinalaş
manın ve sabit sermayedeki artışların maliyeti ile karlılık d üze
yini korumak, aynı zamanda satın alma gücünü yükseltmek ola
naksız hale geldi. Bu sıkışıklı k kendini verimlilik artışında ve kar
hadlerinde düşme biçiminde gösterdi. Varolan teknolojilerle ser
mayenin maliyeti aşırılasmıştı. Bu tıkanıklık üzerine gelen pet
rol fiyatlanndaki bir kaç kat artış, enarj i yoğun üretime ve tü
ketime dayanan sistemdeki maliyetleri daha da yükseltti. Devle
tin ve sermayedarların artan maliyetleri fiyatlara bindirmesi ile
beraber satınalma gücündeki artışlar da durdu, hatta gerilemeye
başladı.
132
ne işledi. Ücret fonunda ciddi bir kısıntı yapılmadıkça kar had
dinin ve kar marj larının düşmesi ilk kriz durumunu derinleştir
di. Karların verimlilik krizi nedeniyle arttırılamamasından dola
yı, hızlı teknolojik değişmeleri içeren sermaye birikimi de kolay
ca yapılamazdı; bu nedenle de varolan sermayenin bir kısmının
değersizleşmesi ve ayıklanması gerektiği halde bu gerçekleşmedi.
133
düzenleme rolü zayıfladı. Ozel borç yapısı giderek istikrarsızla!J
tı. Yatının ve üretim yapma yerine l ikit kaynaklan spekülatif
amaçlarla kullanma eğilimi arttı. Uluslararası l ikitite ise, özel
likle gelişmekte olan ülkelere kredi verme biçimini alan uluslar
arası borç ekonomisine yöneld i. Fiyat artışları karşısında sabit
döviz k u ru sistemi kon trol edilemez hale gelince , oynak kur sis
temine geçildi. Kısaca, yoğun birikim rej i mi n i n dayandığı ücret,
meta, fiyat i l i şkileri, para sistemi ve devlet düzenlemeleri arasın
daki i li,şki l er artık birikim rej i m i n i istikrarlı tutmak işlevini gö
remez oldu . , Yeni düze n leme biçimleri n i n işlerlik kazanmaya baş
laması kaçınılmaz oluyordu.
Ücret düzeyi, genel fiyat düzeyi, para arzı, faiz düzeyi, dö
viz kuru ve devletin büyüklüğü kriz döneminin en kritik düze n
leme alanlan olarak ortaya çıktı. Varolan düzenleme biçimiyle
ücret artı şları gerilerken , işsizl ik artarken ve enflasyon hızlanır
ken, krizin büyüklüğüne oranla pek az firmanı n piyasadan ayık
lanması yeniden yapılanmanın geciktiğinin bir göstergesi idi.
Kredi verilerek, devlet desteği verilerek firmaların kurtarılması
riskleri ve maliyetleri toplumsallaştınyor, fakat yeniden yapılan
mayı da geciktiriyordu.
134
monetarist kuramının 1 970'lerde yükselişi doğrudan doğruya söz
konusu çelişkinin keskinleşmesiyle ilgiliydi.) Sermayenin doğru
dan doğruya değersizleşmesini sağlayacak düzenlemeler zayıf
sermayelerin yok olmasını ve topl u msal dengeni n ücretliler aley
hine bozulmasını , devletin sağladığı kollektif tüketim aracıları
nın metalaşmasını, yani kapitalist üretim içine alınmasını, kol
lektif tüketim alanında devlet harcamalarının kısılmasını, vergi
lerin düşürülerek birikim kaynaklarının arttırılmasını, genel
olarak para arzı nın ve kredi arzının kısılmasını, faizlerin yüksel
mesin i , dolayısıyla sadece daha güçlü sermayelerin kredi kulla
nabilmesi ni, esnek döviz kuru yoluyla uluslararası rekabet gü
cünün arttırılmasın ı amaçlar. Bütün bu değişmeler tekelci dü
zenleme biçimleri nin bir k ı smının yeri n i rekabetçi düzenlemele
rin al ması ve rekabeti keskinleştirici ayıklayıcı mekanizmaları
harekete geçirmes i anlamına gelir. Yen i sağ politikaları bu bağ
lamda yorumlamak gerekir. Yeni işleyiş mekanizmaları kapita
list ayıklamayı yapabildiği ölçüde krizi derinleştirir ve biçimini
değiştirir. Bu düzenlemeler krizi yeteri kadar derinleştiremiyor
sa bunu n iki n edeni vardır: Yeni düzenlemeler muazzam bir
durgunluk hatta depresyon yaratmak zorundadır k i etkili ola
bilsi nler. Krizin ve yr.n ido n yRpılan mRnın boyutları ve toplum
sallaşm a derece s i n i n yüksekl iği düşü n üldüğünde , büyük bir
durgun luğun sonuçlarına katlanmak bütün toplum açısından
son derece güçtür. Aynca yeni d ü zenlemeler kendi içinde çeliş
kiler taşımak tad ı r . Bun lar d u rgunluğu garantiler ama yeniden
yapılanmayı değil.2°
Azalan verim lilik, yetersiz artık değer, azalan kAr hadleri ile
karşı Ş
kar ıya kalan sermaye, krizin belirtilerinin ortaya
çıktığı ı ooo'lardan iti baren bu soru nları aşabilmek için birkaç
yönden arayış içine girdi. Yukarıda sözü edilen yeni sağ düzenle
me biçimleri yeniden yapılanmanın yolunu açmak üzere gelen
değişmelerin yalnızca bir yön ü idi. Diğer çabalar ise şu başlık-
135
lar altında toplanabilir: ( 1 ) uluslararası pazarı genişletme, ih
racatı arttırma, (2) artık değeri yükseltmek üzere ucuz işgücü
bölgeleri bulma, (3) emek sürecinde verimliliği .arttıracak ye
ni örgütlenme biçimleri ve teknoloj ik değişiklikler, yeni üretim
dallan bulma.
136
bu rezervleri oluşturuyordu. Rezervlerin özellikle ilk kategori
lerde azalması ve yüksek istihdam düzeyi ücretlerin daha hızh
1
artmasına yol açtı.
Fordist emek süreci örgü tlenmesinin tasanın, n i telikli işgii ·
cü v e n i teliksiz işgücü olarak ayrılması, bu ü ç farklı işbölümü
düzeyinin mekansal olarak birbirinden aynlmasını mümkün kı
lıyordu. Özellikle üçüncü düzeyin ağırlı k taşıdığı bazı üretim
dallarında, ilk iki düzey merkezde kalırken, üçüncü düzey baş
ka bölgelere taşınabilir, uygulama düzeyinde ucuz işgücü kul
lanılabilirdi. Bu yer değiştirme ilk olarak 1960'larda merkezin
içinde bazı bölgelere ya da hemen merkeze yakın bölge ve ülke
lere doğru oldu < örneğin Fransa' nın batısı , ABD'nin güneyi, ln
giltere'de Galler bölgesi, Meksika, Güney Avrupa, bazı doğu Av
rupa ülkeleri > . Bu gelişmeler daha sonra üretimin taşındığı bu
ve diğer az gel işmiş kapitalist ülkelerin birikim tarzlarını önem
Iİ ölçüde etkiledi. Konuya yazının ikinci bölümünde daha ayrın
tılı değinilecek.
Merkezde. veriml i l iği arttırmaya, maliyeti d üşürmeye, kar
ları yüksel trr:.eye yönelik .teknoloj ik d eği ş ikli kler ve üretimde ye
ni örgütlenme blç l mlrrl do ort.Rya çık maya başlamıştı. Bazıları
n ı n yen i Fordizm ad ı n ı verd iği y e n i bir birik i m larzının bi
çimlenmek te olduğunu düşündü rten değişmeler son • yıllarda
emek sürecinin teknikleri nde ve örgütle nmesinde önemli dönü
şümler getirmeye başladı. ilk göze çarpan eğilim, üretimin ade
mi - merkezileşmesi . Yukarıda sözü edilen cografi yer değiştir
me bunun sadece bir yönü. l şgücünün mekanda desantralizas
yonu bir yandan aynı firma içinde fabrikaların bölünmesi, kü
çültülmesi, ürün çevriminin fabrikalar arasında yayılması bi
çimini alıyor, standardlaşmış parçalar < modülasyon> daha kü
çük biiimlerde üretilebiliyor. Bu sayede işgücünü kitlesel olarak
bir araya getiren büyük fabrikaların önemi azalıyor ve işgücü
nün kon trolü kolaylaşıyor. Diğer yandan firmalar arasında i ş
bölme, desantral izasyon un b i r parçası ve firma dışı küçük fir
y
malara, atöl elere iŞ yaptırmak biçimini alıyor. Böylece, sabit
maliyetleri düşürmek , küçük işyerlerinde örgütlü olmayan dü
şük ücretli işç i çal ı ştırma olanağının sağladığı ücret farklılığı
avantajlarından yararlanmak, d ışanya yaptırılan işin miktan
nı kolayca değiştirerek üretim dalga!anmalar.ına uyum sağla
mak ve böylece riskleri önemli ölçüde küçük firmalara aktar
mak mümkün olabiliyor. Bunun sonucunda toplu pazarlığa ve
büyük üretim birimlerinde üretim yapmaya dayanan düzenle
me biçimleri zayıflıyor.
137
Üretim ve yönetimde, kontrolde merkezileşmey i yükseltmek
ise, bu tür ademi merkezileşmenin ayrıl maz parçası, üretim c;ü
recinin merkezinde kontrolün kompüterize ol ması , enformas
yon teknolojisine gör e yeniden düzenlen mesi, hem farkl ı me
kanl arda yapılan üretimin koord inasyonunu , hem de çalışanla
rın iş başında sürekl i denetimini olanaklı kıl ıyor; stok, üretim
akışı, kapasite kul lan ımı, kalite kon trol ü bu yolla çok daha et
kin olarak yapılabil i yor. Kompü terl eşm i ş merkezi kontrol bazı
emek süreçlerinin tüm üyle otomasyon unu da mümkün kıl ıyor.
robot kullan ımı bu otomasyonun bir parçası. Robot ku l lan ımı
işgücü mal iyetlerinde büyük ölçüde tasarruf sağlarken işçi sın ı
fının gücünü azaltmada çok önemli rol oynama potansiyel i n i
taşıyor. Y e n i ürii n teknoloj i leri < mod ülasyon > . yeni üreti m tek
noloj isi (otomasyon, robotlaşma> ve yen i merkezi denetim tek
nolojileri < kompüter, i letişim, enformasyon teknoloj ileri> yeni
desantralizasyon teknolojilzri ile birleşi nce emek sürecinde , üre
tim i l i şkilerinde ve d iizen leme biçi mlerinde köklü dönüşüm l ere
yol açabil i r. Kapitali7.İn i n son gel işme aşamasında en gelişmiş
kapitalis t yapılar en az gelişmiş kapitalist yapılar ile yanya n a
muazzam bi r eşitsiz g·a lişme potansiyeli taşıyor. Şimdiden işgü
cünün bileşim inde, ücret düzeyleri fark l ı l ıklarında, yüksek ni
t.P. l i k l i iş�ücü v e ci (ışiik licrcl.l i ürgii t.si'ı z işgücünün pnylurındn
belirgin değişiklikler ortaya çıkmış duru mda.
138
Sosyalist - Feminizm O lanakh mı?
Gülnur SAVRAN
Aslında, işç i sın ıfı kad ınlarının ötesine u�anan ve sol ha
reketten bağımsız olarak örgütlenmiş bir kadın hareketine kuş-
139
kuyl& yaklaşmak çağdaş sol& özgü bir tavır değil. Geçen yüz
yılın sonlarında ve bu yüzyılın başlarında, feminizm ilk çıkış
larını yaptığında, işçi hareketinden çok benzer tepkiler alıyor.
Dönemin sosyalistleri bağımsız kadın hareketini bir burjuva
hareketi olduğu gerekçesiyle dışlıyorlar. Feminizmin bu ilk dal
gası gerileyinceye k.ada.r, sosyalistlerle feministler arasındaki
ilişkiler oldukça gergin bir biçimde gelişiyor.
140
meye dayalı evliliklerin kural olduğunu, çünkü bu birleşmele
rin ekonomik kaygılara bağlı olmadığını ve dolayısıyla işçi ah
lesinin karşılıklı sevgi temeli üzerinde yükseldiğini savunu
yor.' Öte yandan, Clara Zetkin, farklı sınıflardan kadınların
farklı biçimlerde ezildiklerini vurgulama uğruna, işçi kadınla
rın ezilmişliklerinin tek temelini bu , kadınların sermaye için
ucuz emekgücü kaynağı oluşturmasında buluyor. Böyle olun
ca da, işçi ailesi içindeki cinsiyete dayalı işbölümünü sorgu
lamak yerine, işçi kadının •analık· ve •eşlik· rollerini yücelt
meye varıyor. Zetkin 'e göre, bu kadınlar sömürülme özgürlü
ğüne zaten sahip; asıl yapılması gereken, onların ·birer eş ve
ana olarak· haklarına kavuşturulması . Bu yaklaşımın çok bek
lenebilecek sonuçlarını da açıkça ifa�e ediyor Zetkin: ·Sosya
list kadınların faaliyetlerinin hedefi proleter kadınlan eşlik ve
analık görevlerinden uzaklaştırmak olamaz. Aile içindeki iliş
kiler iy i olduğu ve evde işler etkin bir biçimde yapıldığı ölçü
de, aijenin mücadele içindeki etkililiği de artacaktır. • •
141
Başka bir deyişle, femi n izmi anlamlı ve gerekl i bir toplumsal
hareket yapan maddi temel i açıklamaya çalışmak gerek. Bu
maddi temeli oluşturan ise, bütün kadınların ezilmişl iğinin en
derindeki ortak kaynağı. Şayet böyle bir ortak kaynak varsa;
başka ezilen sınıf, grup ve katmanlar karşısında kadınların
ezilmişliğinin özgül bir ni tel iği var demektir.
142
sokulması kuşkusuz çok gerekli . Burada bu genellikte kalmış
olmam, kadının ezilmişliğini bu ezilmişliğin derinde yatan mad
di temeline indirgediğim anlamına gelmemeli. Öte yandan, yi
ne bu genellik düzeyinde, kadınlEmn ezilmişli kleri n i n kapita
lizmde ve kapitalizm - öncesi ü retim tarzlarındaki özgül bi
çimlerine girmek, bu farkl ı mekanizmaları açıklamak sözko
nusu değil. Bu yüzden de yazıda, özgül ü retim tarzlarına, o
arada sermaye yasalarına, i lişkin kateg�rilerdense, tarihsel
maddeciliğin daha genel kategorileri ağırl ı k taşıyacak.
Sözünü ettiğim bu maddi temeli görmek için sınıf ilişkile
rinin yanısıra cinsiyet i lişkilerine, ü retim i l işkileri n i n yanısıra
yeniden - üretim ilişkilerine bakmak gerek: Toplumları anlama
ya çalı şırken üretim ilişkilerine bakmadan edemiyoruz; çünkü
toplumun varlığı n ı n sürmesi için üreti m yapılması kaçınılmaz.
Dolayısıyla da, toplumsal bütünün karmaşıklığı içinden çeşitli
belirlenimleri ayıklaya ayıklaya ulaşacağımız en temel ilişkiler,
insanların üretim yaparken birbirleriyle kurdukları il işkiler.
Bu insanların sınıfsal konum lan da üretim il işkilerindeki yer
lerine, üretim araçları üzerindeki denetimlerine bağl ı . Ama
öte yandan; üreti m i n sürmes i için de, bu ü retim i gerçekleşti
ren çalışma kapasitesinin yeniden - ü retil mesi gerek. Benim
burada kullandığım dar anlamıyla yeniden - üretim, hem yen i
< taze> emekgücünün ü remesi ve bu emekgücünün beslenmesi,
yetiştirilmesi, hem d e ü retim sırasında tüketilen emekgücünün
yenilenmesi demek. işte hu iki aland a , yan i ü reti m ve yeni
den - ü retimde, kad ınlarla erkeklerin konu mlan fark lı: kadın
lann doğurganlıklan, çalışma kapasitesinin yeniden üretimin
de onları özel bir yere yerleştiriyor. Kadınların ezilmişliğinin
en genel düzeydeki temeli d e bu yer, Ancak, bu, doğal olarak
bel irlenm iş, biyoloj inin kendi başına saptadığı bir yer deği l :
yeniden - üretim ilişkileri kadının konumunu üretim i l işkileri
ile bir arada belirl iyor. Değişik üretim i lişkileri bağlamlarında
kadınlar değişik yeniden - ü retim ilişkileri içindeler: buna bağlı
olarak da, erkekler karşısındaki ezilmişl i kleri farkl ı biçimlere
bürünüyor: Örneğin, küçük köylül ükte çocuk ölüm oranının yük
sekliğinden ötürü olsun, ailenin emekgücü gereksiniminden ötürü
olsun, ·kadınlar sık sık doğum yapıyor; buna karşılık çocukların
beslenme/büyütülme süreci kapitalizmde olduğundan hemen da
ha kısa, hem de daha kendiliğinden; kapitalizmde ise doğum sayı
sı daha düşük, ama küçük köylülüğe göre çok daha uzun va
özenli bir besleme/büyütme süreci var. Küçük köylülükte ağır
bir emek süreci içinde sık sık doğum yapma yükümlülüğünü
143
taşıyan kadın ne�eyse fiziksel bir ezilmişliğe/baskıya tabi.
Kapitalizmde ise, kadının ezilme biçimi doğurganlığın dolaylı
bir uzantısında bağlı: burada ezilmişlik, yeniden - üretimin bes
leme/büyütme yönünün kadının omuzlarına yüklenmesinden
kaynaklanıyor.
144
kilerine, hem de varolan yeniden - üretim sistemine bakmak
gerek. Yeniden - üretim" bütüİı topluml.ılrda kadınların ezilme
sinin ortak temeli; ama bu ortak temel, üretim ilişkileri ile bir
·
148
şiyor. Dolayısıyla, cinsiyet ayırımının kapitalizmin zorunlu bir
sonucu olmamasına karşın, kurulmuş ve gelişmiş biçimleriyle
kapitalist toplumlar cinsiyet ayırımına dayalı toplum}Jır. Erkek
egemenliğini özümlemiş olan kapitalist sisteme · karşı çıkma
dan bu ayırıma karşı çıkmak da en hafif deyimiyle çok güç . . .
146
ma.kla yetinebilir. Ama sosyalist - feministlerin , sınıf tahlilinin
yerine geçmeyen, onunla çelişmeyen , tersine sınıf/cinsiyet
ürJtim/yeniden - üretim ilişkilerin i n birliğini vurgulamaya çalış
ları şöyle bir noktaya getiriyor: kadınlı;Lrın kurtuluşunun önko
şulları yalnızca kapitalizmin aşılmasında değil, daha da somut
olarak sosyalizmde y atar.
Bu yargı kadının yeniden - üretimdeki yerinin doğal bir ko
num olmadığı anlayışıyla çok yakından bağlantılı. Baştan beri
üretim/yeniden - üretim il işkilerinin birliğini vurgulamaya çalış
tım . Bu birlikten anladığım, yeniden - üretimin, üretim ilişkile
rinin belirleyiciliği altında toplumsal dinamiklere bağlı bir sü
p
reç oluşturduğu. İşte yeniden - üretimin bu to lumsal n iteliği,
kadınlann doğurganlıklarının ·toplumsal olarak düzenlendiği
anlamına geliyor. Kadınlar kendi doğurg�nlıkları üzerinde tam
anlamıyla denetime sahip değiller. Doğurganlık, üretim ilişki
lerinin belirlediği ama kendi içinde de bir dinamiğe sahip olan
yeniden - üretim düzenine tabi. Daha somut olarak ifade etmek
gerekirse, toplum düzeyinde doğum oranını toplumsal üretimin
emekgücü gereksinimi belirliyor: KRpitalist ya. da bürokratik
devletlerin kürtaj yasaları, ya da evlenmeyi özendirici önlem
leri bu sürecin e n önemli ciolny ı m lurı. A y rıca, yqniden - ürelim
alanının doğurganlık boyutunun d ışında, yetiştirilme/büyütül
me boyutu da toplumun emekgücü gereksinimi ile yakından
ilintili: Örneğin, kapitalizmde gerekli olan emekgücü türü, çok
özgül bir biçimde yetiştirilmiş Cçalışma ahlakını içselleştirmişJ
insanlenn belirli özellikler taşıyan C uysal ve dolayısıyla kapi
ta.J ist ussı"1hğa tabi kılınabilir ola n ) cmskgü::: ü . Ancak yeniden
üretin).i /doğal değil de toplumsal olarak belirlenmiş bir alan
·
kılan tek etken üretim ilişkileri değil. Fr.rklı üretim tarzların
d a, üretim ilişkileriyle eklemlenmiş olan erkek egemenliği, ye
niden - üretimi hem toplum düzeyinde belirliyor, hem de özel
kadın - erkek ilişkileri düzeyinde. Örneğin, yeni k ürtaj yasasın
daki, kocanın onayını gerek1i kılan madde, kadının cinselliği
ve doğurganlığı üzerindeki denetimin yasayla erkeklere veril
diğinin açık bir kanıtı. Bu denetim kapitalizmin çok öncelerin
den bu yana erkekierin · elinde; kapitalizmde ise, yer yer erkek
leıin elindeki bu denetimi doğrudan doğruya devlet düzenli
yor. Öte yandan , kadın - erkek ilişkilerinin özelliği düzeyinde,
kadınların doğurganlıklnrının erkeklerin denetiminde olduğu
nu yansıtan bir olgu da, neredeyse kurumlaşmış olan aile - içi
şiddet: Gebelikten korunma yolunu kendi başına bulmuş bir
kadının, kocasından gizlice uyguladığı yöntem keşfedildiğinde
147
dayak ,yediğine ilişkin tanıklık ve öyküler dinlemek isteyenler
için bol bol mevcut.
149
çelişkisi dışında, başka birçok salt kişisel gibi görünen ilişki d e
< bu arada kadın - erkek ilişkisi del baskı/ezilme i l e sarılıp sar
rriale.nmış; bu anlamda, ·bun lar toplumsal bütünü yeniden - üre
ten egemenlik ili�kilerinin bir böl ü münü oluşturuyor. Dolayı
sıyla da toplumsal m ücadele bu ilişkileri dönüştürmeyi de prog
ramına almak zorunda. Cinsiyete dayal ı, bilgiye dayal ı, kuşak
farkı n a d aye.lı egemenlik ve hiyerarşi ilişkileri, sosyalizmin
günqemi n e dahil edilmesi gereken toplumsal ilişkiler. F�mi
nizm, kişisel ol.anın toplum sal , ve giderek siyasal, doğasın ı b u
biçimde açığa çıkararak, sosyalist olman ı n anlamına yeni bo
yutlar katıyor. Sosyalistlerin siyaset yapma üsluplarını, ulaşı
İa.cak hedef dışında, bu hedefe nasıl ulaşılacağını sorunlaştı
rıyor. Bir a n l E m d a . sosyalistlerin :;osyalist ol mRy ı yaşayış tan
ı�.rın ı sorguya. çekiyor.
1 50
yapısız, bznelliklerin belirlediği küçük gruplar kadın hareketi
·
151
Teknolojinin Tara'f l ıhğı ve
Oretim i l işkileri
'
Hacer ANSAL
152
sistemden bağıms�z olarak, üretim tekniklerini sürekli yen il e
mek üzere buluşlar yaparlar, yöneticiler bu buluşları en ve
rimli biçimde uygulamaya geçirirler ve işçiler de bu değişiklik
lere uyarlanırlar.
Bu anlayışı, kapitalist gelişmeyi tek n i k ilerleme ve buluş
larla açı klaya n çeşitli çalışmalarda da bulmak mümkündür.
örneğin, Schumpeter, kapitalist sistemin işleyiş m ekanizması
nı teknoloj ik değişikliklere bağlamış , rekabet içindeki şirketle
rin bu yolla kar m a ksimizasyonu amacına ulaşmaya çalıştık
lannı belirtmiştir. Rekabet ilişkileri içinde açıklanmaya çabşi
lan teknolhjik gelişme, makro d üzoyde, üretim sistemi için ta
mamen tarafsız bir girdi n iteliğindedir. Yine bu törüşe göre,
teknoloj inin işçiler üzerinde iyi veya kötü etkileri olmaktay s �
d a bu kaçınılmazdır.
Aynı bakış açısının uzantmnı, teknoloji n i n mikro düzeyde
işçiler üzerinde yaptığı e tkileri inceleyen araşt.ırmalarda, ör
neğin •yabancılaşma•yı ele alan Bla.uner·ın ça l ı ş masın d a da
görmek mümkilndür. Blauner'e göre teknoloj iyi biçimlendiren
üç etken vardır: 1 ) Teknik bilgi düzeyi, 2> Üretilen ürünün ni
teliği, 3) Şi rke tleri n ekonomik ve teknik kapasiteleri.• Tekno
lojiyi biçimlendirebilecek bir etken olarak üretim yerindeki çe
lişkilerden ya da m ekineların beJirli bazı sosyal amaçlan içle
rinde ban ndı rabileceğin rlcn hiç sii7. crl ilmcmekt.crllr.
Bunun karşısındrı, 1.ck noloj l k o n u s und n solda d a -bu nra
da Türkiye'de de- bazı yanlış gfırüşlere rastlanmaktadır. Kimi
kapitellzm - sonra sı ülkelerde üretici güçlerin ulaştığı gel işmiş
lik düzeyinden sit.eyişle bahsedilir, gerçekleı:;tirilen yıllık ü retim
m iktarları verjlirken , bti ülkelerrle üret.imi n nasıl yapıldığı,
üretim yerindeki i l işkilerin gerçekten rnsya l istçe mi olduğu hiç
sotgulanmame ktad ır.
Oysa tarihsel maddeciliğin teknolojiye bakış açısı çok fark:..
lıdır. Teknoloj i konusunda doğru bir maddec i görüşe ulaşabil
mek için, öncelikle Marx'ın emek süreci analizinde teknolojiyi
nasıl ele aldığının kavranması ve son dönemlerde teknoloj inin
üretim ilişkileri karşısında taraflılığı üstüne g el i ş ti ren tartış
m aların değerlendirilmesi gerekir.
15'3
merkezi bir konuma yerleştirmiştir. B urada ele alınış biçimi
ile kapitalist üretim süreci, kulla nım değeri-arının üretildiği
emek süreci ile belli bir m i kta r değerin gen işleyerek daha bü
yük bir değer halini aldığı değerlenme sürecinin bir birliğidir.
Emeğin bu üç k
öğesinin birbiriyle iliş iye geçiş biçiminin
düzenlenmesi üretim tarzlarına göre değişiklikler göstermekle
birlikte, aynı üretim tarzı içinde de zamanla büyük değişiklik
lere uğramıştır. Emek
..
sürecinin üretici insan için yaratıcılığını
ortaya çıkarabildiği bir alan olma niteliğini giderek yitirmesi
kapitalizmin gelişimi ile birlikte yürümüştür. Çünkü kapitalist
üretimde s-zrmayedar emek sürecin in çeşitli öğelerini satın ahr,
bir a raya getirir ve işçileri öbür öğeler üzerinde çalışmaya zor
lar. Diğer topl umlardan fa rklı olarak ka.pitalizmde üretimin
154
amacı kullanım değerleri üretmek değil, mübadele değerle
üretmektir. Yeni üretim doğrudan doğruya sermayenin büyü
m:ısi, aıtık - değer elde etmesi amacı ile }�apılır.
Üretici emeğin ya da işçinin fizi ki ve zihn i kapasitesinin
sermaye ile olen ilişkisine göre 14elirlendiğini ifade etmek için
Marx, i ş veya emek yerine. emek gücü kev.ramını geliştirmiş
tir. Çünk ü serma yedar aslında belli bir miktar emeği deği!,
emeğin belli bir süre için k u llanım h a kk ı n ı satın almaktadır.
Yalnız canlı emek artık - değer yaratabildiğine göre, serma
yedar belli bir süre için kullanım h a kkını satın aldığı emeğin
bu kapasitesinden sohuna kadar yaral'lenınaya çalışacak, emek
sürecini en fazla artık - değer üretimin i gerçekleştirecek biçim
de dönüştürme yollarını erayecekt.ır. Yaratılan artık - değer
miktan, üretim süreci içinde tarafların göreli güçlerine göre
belirleneceğinden, kapital izmde emek süreci, kaçınılmaz olarak
daha karlı üretim mücadelesinin bir arenası haline gelmiştir.
1
155
Sanayileşme boyunca emek sürecindeki gelişmeleri Marx,
kullanılan teknoloj inin ve kontrol biçiminin özgüllüğüne bağlı
olarak, üç ayn biçim altında incelemiştir: Kooperasyon, manü
fRktür ve modem sana yi. Bütün bu sÜ l'<)Ç içinde, sermaye biri
ki m i emek üzerinde. tarihi olarak iki farklı boyundumk biçimi
geliştirmiştir: biçimsel ve gerçek boyunduruk.
156
turulmuştur. Yine bu dönemde, işçiye kolaylık sağlamak üze
re makinalı iş aletleri kullanılmaya başlanmışsa da, işin ritmi,
yoğunluğu konsunda emeğin kont.rolü bir · dereceye kadar de
vam etmektedir. Makinalı iş aletleri henüz işçinin elinin bir
uza.ntısı niteliğindedir.
157
ve çelişkileri. ıçine yerleştirir. Böylece neyin genel olarak üre
tim lçin gerekli ve kaçınılmaz, neyin ise tamamen kapitalizme
özgü bir biçim olduğu açıklığa kavuşturulabilir.
Sonraki Gelişmeler
159
lerin ötesinde, birtakım niteliksel taleplerde ( örneğin montaj
hattının hızı, parça. işi, fabrika içi otoriter Hişkileri vb. > ve hat
ta işin niteliğinin sorgulanmasında belirgin bir yükseliş görül
müştür. Bütün bu gelişmeler de Marksist teoriyi emek süre
cindeki değişiklikleri irdelemeye yöneltmiştir.
159
hattıdır. Aslında montaj hattı Taylorist yöntemlerden tama
men bağımsız -bir teknoloj ik buluş değil, işçilerin becerilerini
yok edip , onları vasıfsızlaştıran bir dizi adımın mekanize ol
muş birleşimidir ve bir kitle üret.imi sistemi olµş�µrur. Kitle
üretiminin temel öğeleri ayrıntılı işbölümü, sert hareket ve
sürekliliktir. Tüm bu öğeler 20. yüzyıl başı kapitalizmine ya
bancı olmamakl11 beraber, ABD'de bu yeni sistemin ortaya çı
k ı şı , kitle üretimiyle elde edilen yüksek ,ürün miktarının tüke
Lilebileceği büyüklükte pazarların oluşmasına da bağlı olmuş
tur. Ayrıca o sıralar çekilmekte olan vasıflı emek sıkıntısı,
emek tasarrufu sağJayan üretim tekniklerini son derece çekici
kılmaktadır.
1 00
tada çalışmalan sağlanmış, böylece hem denetlenmeleri kolay
laşmış, hem de yüksek ücretli işçinin vakit kaybı önlenmiştir.
Bir sonraki adım, işbölümünü daha küçük parçalara bölmek
yolunda atılmış, vasıflı işçilerin tüm montaj ı gerçekleştirmele
ri yerine montajın belirli bir bölümünü yapmalan, böylece de
ç ok daha seri hareket ederek, daha çok üretim yapmalan sağ
lanmıştır. Fabrika içinde üretilen parçalann giderek standar
dizasyonunun gerçekleştirilmesi, birbirine uyan parçalann
montajını daha da basitleştirmiş , eski dört başı mamur vasıflı
işçinin işinin giderek vasıfsızlaştırılmasına olanak vermiştir.
Artık, emek süreci daha çok sayıda vasıfsız işçi arasında par
çalanabilmektedir. Bundan sonra Ford yöneticilerinin üzerinde
durduğu konu üretimin akış hızını artırmak olmuş, bu am.,.ç
la fabrika içinde çeşitli düzenlemelere gidilmiştir. Belirli bir iş
lemi yapan tezgahların bir araya toplanması, bölümler arası
taşıma sorunları doğurunca, talep her işlem için ayn bir tez
gah ayrılmasına yetecek ölçüde arttığı zaman, bunlar üreti
min gerektirdiği işlem sırasına dizilmiş, bu da akış hızını artır
makta çok etkili olmuştur. Zincirleme yapılan üretimde işçi
lerin çalışma hızını artırmak için de en hızlı işçilerin primle
ödüllendirilmesi yoluna gidilmiştir. Fakat Foni yöneticileri için
bu da yeterli olmamış, işçilerin hızlarını gönüllü olarak artır
malarını beklemek yerine, hızın kendilerince belirlenebileceği
bir sistem geliştirmeye çalışmışlardır. İlk olarak, 1 913'te titiz
likle yapılan zaman ve hareket etütleri sonucu, yaklaşık 50
metrelik bir üretim hattında üretim süreci 140 montaj işçisi
arasında bölünmüştür. Montajı yapılan şasi, tekerlekler üz'!
rinde, belli arahklar�a bir halat kul lanılarak çekilmeye başlan
m ıştır. Bu yeni teknikle daha önce bir şasinin montaj ı için ge
rekli olan 1 2 saat 28 dakikalık süre, 5 saat 50 dakikaya indirile
bilmiştir. Bundan sonraki son aşama gerçekleştirildiğinde, ya
ni 1914 yılında mekanik olarak hareket eden ünlü montaj hattı
üretime sokulduğunda bu süre 1 ,5 saate düşürülmüştür. 1 1 yıllık
bir zaman aralığında Ford fabrikasında gerçekle_ştirilen tüm bu
teknoloji k değişikliklerle artık, emek sürecini düşünen, tasar
layan ve uygulayan ustalar gitmiş, yerlerini bütün bir çalışma
sürecince sadece bir küçük parça - işi biteviye tekrarlayan
Cörneğin sürekli birkaç vida sıkan> vasıfsız iş�iler almıştır.
Sermaye vasıflı işçiye olan bağımlılığını ortadan kaldırabilmiş,
emek sürecinde kontrolü ele geçirerek üretimin hızını artırabil
miş, dolayısıyla büyük bir üretkenlik artışı sağlamakta başa
nh olmuştur.
ıeı
Taylorist ve Fordist üretim teknolof ileri dünyada büyük
bir yaygınlık kazan m ası na rağmen, sermaye için bu kolay bir
haşan olmamıştır. İşçiler açısından, yapılacak işi n yönteminin
ve süresinin katı b i r biçimde tepeden saptanması olarak yaşa·
nan Taylorizm, işçilerin büyük çapta direnişlerine yol açmış,
sendikacılığın gelişmesin i hızlandırmıştır. Aynı şekilde, Ford'
un montaf hattı da işçileri n büyük tepkileriyle karşılaşmış ve
çeşitli direnişlere yol açmıştır. Örneği n, Ford işletmelerinde
işin bunaltıcı niteliği ve artan yoğunluğu yüzünden, 1914 yı
lında yıllık işgücü devri C tu rn ove rJ oranı y_üzde 400'e ul�şmış
tır. • Bunlar dışında. makinalara sabotaj olaylan, kasıtlı olarak
hatalı üretim, fire artışı ve işten kaytarma gibi sorunlar ya
nında sendikacılığın da güçlenmesi, fabrika yöneticilerini çö
züm aramaya zorlamıştır. Ford, bu yüzden 2,34 dolar dolayın
da bulunan işçi günd e l iği n i 5 dolar g ib i o gün için astronomik
bir rakama çıkarmış, işçilerini ancak böyle ·yüksek bi r ücretin
özendiricliği sonucunda yerleşik kılabilmiştir.• Mekanik mon·
taj hattı emek süreci üzerinde sermayenin egemenliğini ger
çekleştirmek için geliştirilmiş olmakla birlikte, emeğin müca
delesinde de yeni bir güç kaynağı oluşturmuştur. Çünkü işçi
ler arasında sistemin zorunlu kıldığı karşılıklı bağunlılık bir
avuç işçiye tüm üretimi durdurabilme olanağını da vermekte
dir.
162
geliştirdiği farklı kapitalist denetim biçimleri olmaktan öteye
gitmemiştir. Bu yollarla, işçinin işini benimsemesi ve hoşnutluk
düzeyi bir ölçüde artınlabilse de, emek sürecinin kontrolü yi
ne sermayenin elindedir; kontrol azalmamış, sadece biçim de
ğiştirmişti r. Fakat işin örgütlenmesindeki bu yeni düzenleme
ler Taylorist ve Forclist yöntemlerin kaçınılmaz olmadığı ve
hiçbir nesnel teknik zorunluğa dayanmadığını açığa çıkardığı
gibi, işçinin tepkileri ve mücadele gücüne bağlı olarak tekno
lojilerin farklı biçimler alabileceğini göstermeye de y�mıştır.
163
mesi çeşitl i eleştirilere neden olmuştur... Aslında, üretim güç
leriyle sosyal ilişkiler arasında karşılıklı etki söz konusudur.
Ara.lanndaki neden - sonuç ilişkisi hiçbir zaman otomatik ol
mayıp, sonuç tarafların göreli güçlerine bağlı olarak karmaşık
bir süreç sonunda belirlenir. Sermaye tarafından doğrusal şe
kilde geliştirilen bir teknoloj i varsaymak, ve emeği bunun kar
şısında edilgin bir kabullenici gibi ele alarak, işçilerin üretim
yerindeki mücadelelerinin kapitalist emek sürecinin belirleni
mindeki etkilerini görmezden gelmek, soldaki geleneksel tek
noloj ik determinizmin bir uzantısı olduğu izlenimini vermek
tedir.
Son on yıl içinde biiyük bir cA.nl ılığa kavuşan emek süre
ci tartışmaları dolayısıyla teknoloji ve üretim yeri ilişkileri,
Marx'tan sonra ilk kez yeniden sol düşüncenin gündemine gir
miştir. Aradan geçen bp. uzun süre içinde, üretim güçleri ile
üretim ilişkilerinin etkileşimi, üretimin salt ekonomik bir alan
olmayıp politik ve ideoloj ik boyutlara da sahip olduğu gerçeği,
ve işçilerin üretim mücadelelerinin biçim ve içeriği gibi konular
arasında yeterli bağlar kurulamamış, bu konulara gereken
önem verilmemiştir. Geleneksel sol görüşe göre, nesnel - eko
nomik terimler içinde belirlenen kendinde sınıf, ancak üstya
pısal <politik, ideoloj ik > faktörlerden etkilenerek kendisi için
sınır, yani bi r tarihi güç olarak sınıf haline gelir. Mücadele
içinde politika bu •nesnel• sınıfa üretim yerinin dışından ta
şınır. Oysa, emek süreci analizinde görüldüğü gibi, üretim ye
rindeki ilişkiler salt ekonomik değildir. Ekonomik alan kendi
politik ve ideoloj ik son uçlarından ve işyerinin belirli politik ve
ideolojik yapılarından ayrılamaz. Burjuva ideoloj isinin politi-
164
kayı üretim alanının dışında tutması gibi, sol düşüncede de
politik ve ekonomik alanların böylesine ayn tutulması, doğru
bir üretim yeri politikasının oluşturulmasını engellemiş, so
nuçta da sendikal ve politik etkinlikler arasında bir uçurum
yaratılmıştır. Bu da üretim yeri mücadelelerinin sadece belirli
bir işveren ile onun işçileri arasındaki ücret çekişmesinden iba
ret olduğu görüşünün yaygınlaşmasına . yol açmıştır. Solun
pratiğinde de tarihi olarak, kapitalist teknoloj iyi ve işbölümü
nü olduğu gibi kabullenmek eğilimi ağır b�mıştır. Ekonomik
ve politik alanların böyle ayn tutulması yüzünden, A. Fried
man'ın da belirttiği gibi, sol düşünce, kapitalist üretim güçleri
nin gelişimi..Qde çok etkili ve yükselen bir güç olarak işçi dire
nişinin önemini kavrayamamıştır."
Etkili bir üretim yeri politikasının oluşturulamamasında,
resmi sol hareketlerin bu konuya hiçbir zaman fazla. ilgi gös
termemelerinin yanı sıra mevcut kapitalizm - sonrası deneyim
· lerin de rolü büyük olmuştur. Devrim sonrası Sovyetler Birli
ğinde Taylorizm'e ve kapitalist teknolojiye büyük hayranlık
duyulmuş, Taylorizm, doğru çalışma yöntemleri içeren büyük
bir bilimsel başarı ve Sovyetler Birliği'nin modernizasyonu
için vazgeçilemez bir yol gibi görülı;nüştür. Lenin Taylorizmin
sömuruyu artırıcı bir rolü olduğunu kabul etmekle birlikte,
Taylorist yöntemlerle emeğin µretkenliğinin sosyalizm altında
artırılması sonucunda işçinin, toplumun ve devleti n yönetimi
ne daha fazla katılmak için özgürleşeceğine inanmıştır.u Kapi
talizm tarafından geliştirilen teknolojinin içinde barındırdığı
hiyerarşik iş örgütlenmesinin Sovyetler Birliğinde üretim yeri
ilişkilerini nasıl belirleyeceği doğru değerlendirilmemiş, buna
bağlı olarak da sanayileşmede kapitalist model taklit edilmiş,
üretim teknolojisinin, çalışma yöntemlerinin, .kafa ve kol eme
ği ilişkilerinin dönüşümü gerçekleştirilememiştir. Bu tutumun
pratikte kaçınılmaz olarak, fabrika komitelerinin gerilemesi
gibi, işçilerin işyerinde kontrol sahibi olmaları yerine tek - kişi
yöneticiliğinin getirilmesi gibi gelişmelerde büyük r9lü olmuş
tur. Bu ise son derece sınırlı, kısır bir sosyalizme geçiş anla
yışıdır."
165
Sosyalizme geçışın genel olarak böyle sınırlı bir biçimde
kavrandığı Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapi
talist teknolojinin belirli sosyal ilişkileri içinde banndırdığı
ve yabancılaşmanın, mülkiyet sorunu yanında , işçinin bilgi ve
becerilerinin kendisinden koparılması ile de ilgili olduğu gör
mezden g�linmiştir. Örneğin, Sovyet teorisyeni Suharevskiy'e
bakılırsa, sosyalist fabrikalarda batı türü makinalar kullanılı
yor olsa bile işçilerin davranışlan farklıdır, çünkü onlar ken
dileri için çalışmaktadır. u
166
ğinde makinalar etrafında, işin örgütlenmesi değişik biçimler
alabilir.
167
makinanın yapması istenen tüm hareketlerin mateme,tiksel ta
nımı yapılıyor, yüzlerce ve hatta binlerce komut nümerik kod
lara dönüştürülerek programlanıyor ve banda alınıyordu. Böy
lece N/C bandı, işçinin üretimin zihin kaynağı olma rolünü ta
mamen Qrtadan kaldırıyordu. Yeni programlama merkezleri
ve programcıları gerektiren N/C teknoloj isinin, kendisi kadar
üretken olan �kayıt - playback· sistemi yerine sermaye tarafın
dan hararetle benimsenmesi ve yaygınlaşması, üretilen artık
değer miktannın daha fazla olacağı gibi bir nedenle açıkla
namaz. Se�yenin bu seçimi, N/C sisteminin •teknik· ya. da
·ekonomik· üstünlüklerine dayanan, salt •rasyonel.. bir seçim
değildi. N/C teknolojisinin seçiminde ağır basan asıl etken, ser
mayenin, teknoloji tasarımını, emeğe bağımlılığı azaltacak ve
emek sürecinde tüm kontrolü ele geçirmesini sağlayacak bi
çimde yönlendiren politik ve ideoloj ik talepleriydi. N/C takım
tezgahlan gibi birçok üretim aracı, kapitalist ideolojinin v e
üretim ilişkilerinin damgasını taşır." Kapitalizmde, teknolojiyi
kendi amaçlarına uygun biçimde geliştirme gayretinde olan
sermaye, bilimi emri altına almıştır. Araştırmacılar, mühendis
ler, teknisyenler, üniversitelerde sermayenin sorunlarını top
lumun sorunları gibi benimsemeyi öğrenmekte: teknoloj i üre
tilen büyük araştırma merkezlerinde. laboratuvarlarda ve son
zamanlarda sıkça sözü edilen •teknopolisler- de, sermayenin
emek süreci üstündeki taleplerine çözüm aramaktadır..
1 68
nusu olmadığı General Electric fabrikasınd� emek sürecinin
kontrolü, bilgisayar programcıları aracılığıy!a yönetimin elinde
merkezileşnµştir. Buna. karşılık, güçlü bir sendika geleneğinin
bulunduğu Norveç'te bu aygıtların fabrikaya yerleştirilmesi,
sendika,. tarafından eski işçilerin eğitilip kendilerine program
lama öğretilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu eğitimden geçen
işçiler kendi güvenlik, verimlilik, kalite ve uygunluk ölçütle
rine göre programlar yapmak, emek süreçlerini belirli ölçüde
kendi denetimlerine aİmak hakkını güçlü bir mücadele vere
rek elde etmişlerdir.
c ısı Örnegin petro - kimya, çimento gibi bazı sektörlerde kimyasal - teknik
belirlenimlerin agırlık kazanması nedeni ile teknolojinin sermaycDin
çıka['.larına göre biçimlendirilmeısi Lir otomotiv ya da mu.kına t.eKtöP
ründekinden daha az olabilir.
1 69
mesi ve sosyalist ilişkileri içinde barındıran yepyeni teknoloji
ler yaratır hale gelmesi, işçinin üretim faaliyeti içinde ve bir
sosyalist toplum bireyi olar� kazanması gereken niteliklerle
alıuası gereken eğitimin birlikte düşünüldüğü uzun dönemli
bir programa bağlıdır.
170
bullenicisi konumunda kalıp, taleplerini sadece ücretler ve sos
yal haklar konularıyla sınırlamamalı, daha fazla üretim bil
gisine ve emek sürecinde daha çok kontrole sahip olmayı ken
disine hedef edinmelidir. Üretim yeri mücadelesinin politik ve
ideoloj ik boyutlarının kavranması ve bu mücadelenin daha
global · politik mücadeleyle bütünleştirilmesi, hem mücadele
nin başanya ulaşması açısından, hem de geçiş döneminde eme
ğin emek sürecine egemen olmasını sağlayan teknoloj ik dönü
şümleri kolaylaştırması açısından büyük önem taşımaktadır.
171
Osmanh' dan Cumhu riyete :
Tü rkiye' de Burjuva Devrimi Soru nu
Sungur SAVRAN
i 72
belirli bir· yorumuyla birlikte ve içiçe açıklar. Bugünün karam
sar ortamında kendine belirli bir dinleyici kitlesi bulma mut
luluğuna erişmiş olan sol liberal (sivil toplumcu) düşünce akı
mı da böyle yapıyor. Sol liberal yaklı:LŞımda, Türkiye tarihinin
son döneminde ortaya çıkmış olan bütün baskıcı ve otoriter
hareket ve girişimler, Osmanlı'nın merkeziyetçi de�potizmine
ve 'bu despotizm i devraldığı ileri sürülen yirminci yüzyıl başı
siyasal iktidarlarının ( İttihat ve Terakki, tek parti yönetimil
mirasınJı bağlanıyor. Osmanlı'nın •ceberrut• niteliği burada
Hristiyan dogmasındaki ·ille günah· gibi bir rol oynuyor yani,
Türkiye toplumu altıyüz yıldır baskıcı ve tekelci bir devletin
zorbalığı altında inlediğine göre, çağdaş otoriter yönetimler de
bu •&Sil• özelliğin kılık değiştirmiş birer cisimleşmesi gibi gö
rülüyor. Türkiye halkı, kör bir tarihsel talihle, baskı altında
yaşamaya mahküm olmuş sanki. Bir sol liberal yazarın deyi
şiyle, •Yüzyıllar boyunca içinde bulunduğu maddi ve manevi
koşullan belki onun güdülmeyi bir ka,der olarak kabullenme
sine yol açmıştır... '
173
altüst oluş sürecinde belirli bir yorungeye yerleşmiştir. Top
lumsal birer sorun olıırak kökleri daha eski dönemlere dayan
sa da, bütün bu alanlarda bugün yürürlükte olan çerçeve cum
huriyetin kuruluşuyla birlikte çizilmiştir. Bu çerçeve ise, 1908
ve 1919 - 23 çalkantılarının ve yeni bir devletin Ccumhuriyetin)
kuruluşunun damgasını taşımaktadır. Kuşkusuz, sol için, cum
huriyet devletinin bu sorunlara getirdiği •Çözümler• veri ola
maz. Aksine, bütün bu •çözümler• . toplumsal mücadelelerin bu
gün taşıyıcısı olan sınıfın perspektifi açısından .köklü biçimde
eleştirilmeli, geçmişin •Çözümler- inin bugün birer sorun nite
liği taşıdığı ortaya konulmalıdır. Ama bu yapılırken, tarih ya
şanmamış gibi davranılamaz. Eleştirilen •Çözüınler•in hangi ta
rihsel bağlamda, neden ortaya çıktığı anlaşılmadan yeni ufuk
lar oluşturulamaz. Tepkisel ve sığ karşı çıkışlar, solu yeni bir
perspektifin aydınlığı yerine, geçmişin karanlığının yüceltilme
sine bile götürebilir, yer yer de götürmektedir. Yapılması ge
reken açıktır: sol düşünce ne resmi görüşlerin özürcü söylemi
ni benimseyebilir, /ne de soyut bir liberal eleştirinin mistifikas
yonuna kapılabilir. Türkiye toplumunun tarihsel gelişiminin
maddeci bir yöntemle değerlendirilmesi hem resmi ideoloj inin
kısırlaştıncı kalıplarından , hem de tarihsel bakımdan ilericl
soluğunu çoktan yitirmiş bir liberalizmden bagımsızlaşmak
için elzemdir. Geleceğin dev toplumsal sıçraması, ancak dünün
gerçekçi eleştirisinin üzerine yerleşebilir.
ı. KUTUPLAR
174
çüde bu iki karşıt ama aynı alanı p�ylaşan kutup arasında sı
kışıp kaldı.
175
lere · yaslanarak sonuna kadar götürecek, ödünler vermeyecek
•güçlü• bir iktidar.
176
Sol liberal akımın bazı temsilcileri, ıe2o'li ve 30'lu yıllarda
devletin ve toplwnsa.l yaşamın geçirdiği köklü dönüşümlerin,
Osmanlı ile cunibuıiyet Türkiye'si arasında mutlak bir sürek
lilik idd�ı. temelinde açıklana,mayacağull gözönüne alarak,
bir ek tez geliştirmişlerdir. Buna göre, cwnhuriyetin ilk döne
minde yaşanan dönüşümler yüzeyseldir, toplum ve iktidar iliş
kilerinin özüne dokunmaz. Sadece hukuk, ideoloji veya siyaset
alanlannda.ki değişiklikler toplumu dönüştürmek için yeterli
değildir. Bu- gibi değişiklikler, esas iktidar ve devlet/sivil top
lum ilişkilerini. özellik.le de merkezi bürokrasinin mutlak
hakimiyetini ortadan .kalcbrmadığı için •temelde. iki dönem
arasındA süreklilik va,rdır.'
•"""•> .
177
gelikten erkenden kurtulan ülk-alerle> paylaştığı gelişme özel
liklerini gözardı etme gibi bir bedeli olduğu açık. Ama sol liberal
lerin Batı Avrupa konusundaki yargılan bile aşin derecede
toptancı ve aceleci. Başka bütün sorunlar bir yana, Batı Av
rupa'cl& kapitalizm - öncesi toplumdan burj uva toplumuna ge
Ş
çişte, farklı ülkeler arasında bir türde iik yok. Bunların bazı
larında, bütün farklar- saklı kalmak üzere, Türkiye'nin özellik
lerini güçlü biçimde andıran bir tarihsel gelişme çizgisi bulmak
olanaklı. İlk bakışta tuhaf gibi görünebilecek olan bu olgunun
nedenlerine birazdan döneceğim. Ama burada sol liberallerin
Türkiye'ye özgü olarak sundukları bazı özelliklerin bir Batı
Avrupa ülkesinde nasıl ortaya çıktığını, bir İtalyan marksist
tarihçisinin dilinden aktarmak istiyorum: ·Böylece İtalyan dev
leti güçlü bir bürokratik ve sansürcü damga yemiş olarak doğ
du. Vatandaşlarının büyük çoğunluğunun gözünde devlet, ver
gi toplayıcısında ve askeri hizmette cisimleşiyordu. Bu yüzden,
hızla, sevilmeyen bir devlet haline geldj. Yaşanmış olan genel
siyasal çalkantının doğurduğu umutlar bu durumu daha da
keskinleştiriyordu. Devletin bu sevilmeyen niteliği, hükümet
Ue yönetilenler arasındaki bu uçurum, gerçekleştirilen birleş
me için İtalya'nın ödediği en yüksek bedeldi. ltalya'n ın bugün
bile ödemeye devam ettiği bir bedel. » 8
178
onyedinci yüzyıldan yirminciye, üçyüz yıla yayılan bir tarih di
limi içinde cereyan ettiği, bu uzun dönem boyunca devrimin
kendsinin büyük değişimlere uğradığı gözardı ediliyor. Tarihsel
bir kategori böylece soyut bir kavrama indirgeniyor. Yapılması
gereken, ·burjuva devrimi• kategorisini yeniden tarlhselleştir
mek. Ancak bu yöntemledir ki, Türk.iye'nin yüzyılın başında
yaşadığı çaijcantı gerek dünya tarihinde, gerekse Türkiye'nin
tarihsel gelişiminde doğru bir yere oturtulabilir.
(9) Kavramı burada son yıllarda moda olan anlamında değil, Marx'daki
özgü.o aıılamında kullanıyorum. Yani farklı üreUm ıarzlannın 'eklem·
lenmesl' ile bellrlanen somut bir taıihııel toplum (Türkiye, ABD, Polon
ya> anlamında değil, belirli bir üretim tarzıyla bütünlük, tutarlıW. gös
teren bütün belirleyici toplullllj 'l ilişkileri içeren hlstyapı da dahil ol
mak üzere> bir toplum yapısı.
179
yıkarak, bir burjuva toplum ve devletinin temellerini atar bü
tün -burjuva devrimleri. Bu temeller kapitalizmin yolunu aça
rak hızla gelişmesinin tarihsel koşullannı oluşturur. Bu açı
dan burjuva devrimlerinin bazı temel görevlerinin olduğu söy
lenebilir. Başlangıçtan beri üç ana görev burjuva devrimlerinin
esas boyutlannı oluşturmuştur: kapitalizm - öncesinin mutlaki
yetçi, despotik devlet aygıtını parçalayarak burjuva demokra
sisinin t.emellerini atmak; tanmda kapitalizm - öncesi ilişkileri
kırarak bir yandan kınla burjuva mülkiyetini yerleştirmek, bir
yandan da köylüleri özgürleştirmek, modern proletaryanın te
mellerini oluşturmak; belirli bir coğrafi alanda yaşayan toplu
luklan ulusal bir devlet çerçevesinde birleştirmek ve/veya ulu
sal bağımsızlığı kazanmak. Ne var ki, burjuva devrim.inin bu
görevleri statik bir nitelik taşımaz. B�r yandan, her devrimin
asli görevi farklılaşabilir. bu üç görevden biri ön plana çıkabi
lir. Ôte· yandan, tarihsel gelişme içinde bu görevlere yenileri ek
lenebilir. Sonuç olarak, burjuva devrimini tanımlayan öğe, top
lumda köklü ve yaygın bir altüst oluş aracılığıyla kapitalist ge
lişmenin ve burjuva toplumsal formasyonunun önünü açması
dır. Somut tarihsel örneklerin incelenmesi sırasında, tekil gö
revlerin önemi ancak bu genel çerçeve içinde değerlendirilebi
lir.
1 80
ca basamak taşlannı oluşturduğu ilk evrenin özelliği, devrimin
geniş halle kitlelerini Cköylüleri, kentlerde zanaatkarlan, doğuş
halindeki proletaryayı> seferber etmesi, güçlü kitle ayaklanma
lanna yaslanmasıdır. Bu devrimler, klasik . bir tanımla, kitlele
rin birer •şenliği• olmuştur. Burjuvazi kendi kısmi çıkarlarını
eski düzenin hakim sınıfl�nna karşı savunurken, aynı zamanda
bu hakim sıruflann dışında kalan toplumsal sınıf ve katmanla
rın mücadelesine de önderlik etmiştir. Klasik burjuva devriml�
rinin bu yapısının önemli bir takım sonuçlan vardır. Bir yan
dan, bu devrimler kent ve kır çalışanlannın bağımsız seferber
liği sonucunda burj uva devriminin sınırlannı aşma yönünde bir
eğilimin sahnesi olmuştur. Cİngiltere'de •Diggers• ve ·Level
lers • , Fransa'da l 793'ün baldın çıplaklan.) l:ı öte yandan, kitle
hareketinin gücü, devrimin yürüyüşü içinde burjuvazinin yal
palamasına.· yer yer geri adımlar atmasına CTermidor> , sadece
kazanılanın sağlamlaştınlmasıyla yetinmesine yol açmıştır.
Ama sonuçta, kitlelerin seferberliği, klasik burjuva devrimleri
nin, cereyan ettikleri toplumlar için büyük bir toplumsal siçra
ma olmasına yol aç�ış, mutlakiyetçillğin yükselttiği engellerin
kırılışı, burjuva toplumsal formasyonunun ve kapitalizmin hız
la gelişmesinin koşullarını hazırlamışbr.
(1.2) Ama Fnuısa'da 1793 derken &adece ve esas olarak Jakobenizm'! kastetr
mJyorum. Jakobenizm temel mantılı açısından burjuva devriminin en
ileri aşamaaını temsil eder. Fransa·da burjuva devrimlnln sınırlannı
gerçekten aşmaya yOnelen hareketler, Paris'ln ·baldın çıplaklan•nı bir
araya getiren hareketlerdi. Bunlann Jakobenler tarafından ezilmesidir
ki Danton ve Robespierre'ln ayağlDlD altındaki topratın kaymasına ve
TermJdor'un yerleşmesine yol açmıştır. Bu konuda son derece ilginç bir
çalışma, D. Gullrin'ln LG rffvo!ution française et now aılli kitabıdır. 1F.
Maspero, Paria, 1978>. Aynı yönde bir gllıiiş Gramacl'd& de bulunabilir.
80'lı ve 70'li yıllarda ltaıya'da ve Avrupa'nın bütününde Gram&ci'yl refor
mist bir siyasetin <Avro - komünizm> ldeologu baline getirme çabalannın
ardından, Türkiye' de de bu devrimciyi kendilerine bayrak &dinen sol libe
raller; herhalde, Gramscl'nin Jakobenizm'e yOneltUği övgüleri okumaktan
biıyük üzüntü duyarlardı. Üstelik, Gramscl Jakobenizm'! burjuvazinin
tüm halle güçleri üierindeki hegemonisinln aracı olarak görüyordu; bir
·küçük burjuva• veya ·bürokratik• zorbalığın temsllciai olarak değil.
Hareketin burjuva niteliği, Jakobenizm'in Gramscl için oluşturduğu
olumluluğun da sınırlarını çımiekteydi. Bk. A. Gramscl, Pnson Note
boolu, der. Q. Hoara/G. N. Smith, Lawrence and Wlsbart, Londra. 1971 ,
&. T1 80. Aynca bk. Cİ. Pavooe, 'il Rlsorgimento', Granuci un ereditô
-
devriminde •digger&•ln ( •kazıcılar• > yeri için bk. F. Berktay, ·Bir Baş
ka Demokraal•, S�k. 3, Nisan 1984.
181
Burjuva devrimlerini geç yaşayan toplumlarda ise <Alman
ya, Avusturya, İtalya, Rusya vb. > durum çok farklıdır. 1848 dev
rimci dalgası Avrupa'yı sarstığında, henüz bir burj uva devrimi
yaşamamış olan Orta ve Güney Avrupa '!'.ilkelerinde, özellikle
de Almanya'da kapitalist ilişkiler toplumda öneml i bir gelişme
göstermiş durumdaydı. Bu, J<öylülüğün hızlı bir farklılaşma ve
yoksullaşma sürecinden geçmesiyle ve modern bir proletarya
nın, henüz zayıf da olsa, gelişmesiyle elele gidiyordu. Dolayı
sıyla bu ülkelerin burjuvazileri çalışan sınıfların devrimi daha
öteye sürüklemesi olasılığının yarattığı korku içinde, eski rej im
le uzlaşmaya çok daha yatkındır bu aşamada. Bu yüzden, 1848
devrimleri Almanya, Avusturya ve İtalya'da yenilgiyle sonuç
lanmış, kapitalizm - öncesi hakim sınıfların iktidarın ı alaşa�ı
edememiştir. 1 3
Kapitalizmin feodalizme karşı cepheden saldırısı böylece
bu ülkelerde başarısızlığa uğruyordu ama, yenilmiş devrimler
bile bu toplumların tarihinde yepyeni bir dönemin habercisi
olacaktı. Kapitalizm - öncesi devleti elinde tutan siyasal iktidar
lar. bir kez toplumdan devlete doğru yükselen sarsıntıyı berta
raf ettikten sonra, özellik.le İtalyan c ıea ı > ve Alman C 1 870) bir
liklerini sağlayarak bu toplumlarda devletten · topluma doğru
uianan bir altüst oluş sürecini başlatıyorlardı. Eski devletin
ayakta kalabilmek için kendi temelini altüst etmesiyle birlikteı,
burjuva devrimlerinin tarihinde ikinci evre açılıyordu: •tepeden
burjuva devrimleri• evresi. u Bu evrenin özelliği, kapitalizm - ön
cesi toplumsal yapı ve ilişkilerin ayıklanmasının, toplumun ve
devletin kapitalist gelişmeye uygun hale getirilmesinin, çalışan
kitlelere .hemen hemen hiçbir bağımsız inisiyatif tanınmadığı
bir siyasal ortamda gerçekleştirilmesidir. Tepeden, devrim, eski
düzenin hakim sınıflanyla yükselen burjuvazi arasında bir uz
Jqmaya dayanır.
1 82
Burjuva devrimlerjnin bu tarihsel guruplandınl.masından
derhal bir ilk �onuç çıkar mak olanaklı. Türkiye'de yaygın ola
rak kabul gören bir kanının aksine, •burjuva demokratik dev
rim• kategorisi evrensel değildir. Yani kapitalizm - Qncesi top
lumdan kapitalizme geçişteki bütün devrimci dönüşümler de
mokratik bir nitelik taşımaz. Burjuva devrimleri bir ilk aşama
da kitleleri seferber edebildiği için demokratik bir boyut taşı
mıştır ama ondokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren bu de
mokratik boyut artan bir ölçüde geri plana düşmüş, demokra
tik - olmayan burjuva devrimleri dizisi tarih. sahnesine çıkmış
tır. Şöyle de söylenebilir: evrensel kategori burjuva devrimidir;
başlıca aileler ise •burjuva demokratik devrim·· ·ile •tepeden
devrim• . 111 1919 23 döneminin ve sonrasının Türkiye tarihinde
-
( 15) Aynı tür bir ayırıin _ için bk. R. Blackburn, ·Marxism: Theory of Prole
tarian Revolutlon• , Revolution and Class Struggle lder. R. Blacbuml
içinde, "Fontana, G lıısgow, ıen. s. 38.
183
uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Devrimler, en güçlü aktörlerinin
bile denetleyemeyeceği birer süreçtir: yürüyen bir devrimin ne
rede sonuçlanacağı hiçbir zaman kestiıilemez. Usandırıcı bir
yeknesaklığın tüm dinamizmi kemirdiği normal zamanlardan
farklı olarak, devrim anlan göreli olarak zayıf bir sınıfın bile.
devrimin yarattığı dinamiğe en tutarlı cevabı getirebildiği için
iktidarı ele geçirmesine yol açabilir. İşte proletaryanın güçlen
mekte olduğu bir bağlamda, gecikmiş burjuva deVJ"imleri bur
juvazi için bu yönden büyük riskler taşıyan bir süreç niteliği
kazanmıştır. Başka bir deyişle, modern proletaryanın tarih sah
nesine bağımsız adımını atmasıyla birlikte, burjuvazi devrimci
karakteriııi bdyQ.k ölçüde yitirmlştir.18 B u saptamanın bir de
uzantısı vardır: bir devrimin önderliğini yapma konumunda ka
lan bir burj uvazi, çalışan kitlelerin, en. başta da proletaryanın
bağımsız inisiyatifini ezmekten < bu, devrimin geleceğini tehli
keye atsa bile> bir an için bile kaçınmayacaktır. Yani burjuvazi
devrimci bir güç olabildiği durumlarda bile, denıokr&.tik nite
liğini yitirmiştir.
olarak onaya çıktığı har yerde, burjuvazi devrimci bir sınıf olmaktan
uzaklaşır' demektedir. Akwan: N. Geras, The Le'gacy ol .Roaa Lusem
burg, New L.eft Books, Londra, 1976, s. 70 - 71.
184
açısından büyük topraksahipliği ile içiçe geçmiş olduğu bir du
rum doğar. Böyle bir burjuvazinin de toprak sorununun çözü
münde radikal adımlar atmasını beklemek hayalcilik olacak
tır. 17 Burj uvazinin nesnel varlığı açısından topraksahipliği ile
içiçe gelişmesinin ötesinde, işçi sınıfı ve çalışan kitlelerden kor
kusu dolayısıyla eski düzenin hakim sınıflanyla ittifaka girme
si de toprak sorununun çözümü açısından ciddi bir engel oluş
rur. Burada iki etkenin karmaşık bileşiminin burjuvaziyi tepe
den devrime sürükleyişinin ve bu tür devrimin sınırlannın olu
şumunun canlı bir örneğini bulmak olanaklı.
U7l Ancak, eeki toprak sahibi sınıfın meta üretimVdolaşımı ağına bajlan
mn biçimi, f ııgiliz ve Alman örneklerinin karşıthğının gösterdiği gibi,
185
İttifak'la, sonra da 1848'den itibaren • Avrupa üzerinde dolaşan
bir hayalet .. niteliği kazanan işçi sınıfı tehlikesiyle, burj uva dev
rimleri için çok elverişsiz bir ortam oluşturmaktaydı. Yirminci
yüzyılda ise 1917 Ekim devriminin, burjuvazinin iktidarı kay
betme korkusunu pekiştirerek, burjuva devrimleri açısından ye
ni bir olumsuz tarihsel iklimin doğmasına yol açtığını hatırlat
mak bu yazının amaçlan açısından önemli.
Neden Devrim?
186
açıklayan bir başka etkendir. Tepeden devrim, bir yönüyle, kit
lelerin katıldığı ve · burjuva demokratik bir nitelik taşıyp.n •aşa
ğıdan devrimler• i bastırır, engeller. Ama tam da bu nedenle,
•aşağıdan devrim• korkusu, eski rejimin toplumu kendi yön
temleriyle değiştirm�ye koyulmasına yol açar. Yani tepeden
devrim, aşağı:lan devrimi engelleme gereği sonucunda bir dev
rim niteliği kazanır.
( 19) Engels'den Danielson'a 22.9. ı892 tarihli mektup, Aktaran: Draper, a.g.y.,
s. 576. Askeri etkene Troçki ve Gramsci de değinir. Birincisi için bk.
Sonuçlar ·ve Olcuulıklar, Sürekli Devrim içinde, Köz Yayınlan, lstanbul,
1976, İkincisi için Prtson Notebooks, a.g.y., s. 84. Bu düşünürlerin göz.
lemlerini, Osmanlı'da yenileşmenin ordudan buşlamasını ·Osmanlı ka
fası -na atfederek yüzeysel bulan Türkiyeli sol düşünürlerin tepkileriy
le ka�ı la�tımıak ilginç olsa gerek. Türkiye'de sol düşüncenin Engt:ls
ve öteki klttsik marksistlerdcn daha •maddeci• oldukları çıkıyor ortaya!
187
anlamını taşıyacaksa Cki t. .. ana kadar ele alınan anlamı budur
terimin) , bu açıkça eski devletin sürekliliğini varsayan bir ta
nımdır. Yani devlet aygıtını parçalayarak yerine yeni tipten
bir devlet kuran bir kitlesel ayaklanma anlamında bir devrim
kavramını mantıksal olarak dışlamaktadır bu tanım. Öyleyse
nasıl oluyor da bir devrimin yokluğunda sözko�usu toplumun
bir devrim yaşadığı söylenebiliyor?
'
Görünürdeki bu ç elişkinin çözümü, marksizmin klasik Cama
genellikle yanlış değerlendirilen> bir ayınmında yatar: siyasal
devrim/sosyal devrim ayınm.ında. Bu ayınının kavramlaştır
maya çalıştığı nokta şudur: verili düzene karşı, düzenin olağan
kanallannın dışından kaynaklanan kitlesel bir hareketlenme
nin eski devletin yerine yeni bir devlet ikame etmesi anlamın
da devrim, kimi zaman etkilert açısından siyasal alanla sınırlı
kalabilir. Buna karşılık, siyasal alanın ötesine geçerek toplum
sal ilişkileri yepiden düzenleyen, üretim ilişkileri de dahil ol
mak üzer� toplumun yeniden - üretim tarzını kökünden sarsa
rak yeni bir tarzın temellerini atan devrimler � mevcuttur ta
rihte. Bu iki devrim kategorisini ayırmak, gerek dinamikle�i,
gerekse sonuçlarını doğru değerlendirmek açısından gereklidir.
İşte siyasal alanla sınırlı kalan devrimlere siyasal devrim, top
lumun baştanaşağı yeniden - düzenlenmesinin yolunu açan dev
rimlere ise sosyal devrim denmesinin nedeni budur.
188
mış bir siyasal devrimi izleyen bir sosyal devrim. 20 Daha önce
söylediklerimiz gözönünde tutulursa, siyasal devrim. olmasm di
ye sosyal devrim.
(21) Pasif devrim tarUşması açın bk. Gnunscl, &.g.y., s. ıoe - 114.
(22) A.g.y., ıs. 59.
(23) A.g.y., ı. lH
189
Devlet Bürokrasisi ve Burj uvazi
190
ya koymaktadır. İster eski rejimin devleti olsun, ister yeni tip
ten bir devlet, bürokrasinin elindeki aygıt sayısız t1;1.hdit ve bas
kı altında hareket etmekte ve temelde toplumda derinden deri
ne ya,şanmakta olan değişime ve başka ülkelerde kapitalizmin
gelişmesinin ülke için yarattığı gerilimlere cevap bulmaya ça
lışmaktadır. Devletin kendisi de , bürokrasinin siya.sal hattı da
bu unsurların etkisi altında biçimlenmekte, bunların yarattığı
çelişkilerin çözümünün bir dolayımı niteliğini taşımaktadır.
191
İki bakışaçısının pay..aştığı önemli noktalardan biri, bu toplum
sal gücün temel toplumsal güçlerle ilişkisini ve kurulan yeni
devletin bir devlet tipi olarak niteliğini soruıılaştırmamalan.
Yanı, bürokrasinin gücü sorununun yarattığı göz kamaşması,
yeni devletin doğası ve esk i devletle ilişkisi sorununun tümüyle
gölgede kalmasına yol açıyor. Bu, sol liberalizmde doruğuna
ulaşıyor: madem ki devletin ve bürokrasinin gücü Osmanlı ile
Türkiye'nin ortak yanlan, öyleyse bu iki devlet arasındaki süı.
reklilik tartışmasızdır. Çeşitli devlet tiplerinde varolabilecek bir
özellik, iki devletin özdeşliğini il.An etmek -için yeterli sayılıyor.
Sözü edilen iki sorunun birden, tek bir dergi yazısının sınır
lan içinde el& alınqıası olanalçsız. Ben bu yazının geri kalan bö
lümünde, Türkiye tarihinde birÔurjuva devrimi yaşanıp yaşan
madığını ve eğer yaşandıysa özgül niteliklerinin ne olduğunu
araştırmaya çalışacağım. Bürokrasinin ve devletin güçlü konu
munun tartışmasını, ancak toplumdaki biltQn sınıfların tartışıl
dığı bir bağlamda hakkını vererek yapmak mümkün. Bunun
192
başka bir yazının konusu olabileceğini umuyorum. Öte yandan,
iki sorunun birçok düşünce akımı tarafından bira.rada ele alın
dığını gözönünde tutarak, yazının sonunda bürokrasi sorunu
üzerine de birkaç söz söyleyeceğim.
Türkiye'de bir burj uva devriminin varlığı/yokluğu gibi tar
tışmalı bir konuda görüşlerin ikircikliliklerden uzak, açık seçile
ifade edilmesinde büyük yarar var. Dolayısıyla, daha başlangıç
tan, bu yazının temelini oluşturan tezleri kısaca sıralamayı ter
cih ediyorum.
193
CS) Bütün bu söylenenlerden dolayı, Türkiye tarihinde Os
manlı dönemi ile cumhuriyet arasında tarihsel bir süreklilik ol
dugu iddiası baştanaşağı yanlıştır. Cumhuriyet, Türkiye'nin ta
rihinde burj uva toplumuna doğru atılan kesin bir adımdır: bu
yüzden de bir tarihsel kopuşu temsil eder. Geçmişin kalıntısı
olan bir devlet değildir. Gene aynı nedenlerle, 20'li ve 30'lu yıl
larda yaşanan değişim sürecinin, toplumun temelle rine dokun
mayan yüzeysel değişikliklerle sınırlı kaldığı söylenemez. Sol
liberalizm çağdaş Türkiye'nin temellerin i anlayama mıştır.
1 94
den bağımsızlaşmış, geleceği temsil eden bir noktadan değer
lendirmenin olanaklılığı nı ve gerekliliğini gözardı ediyor. Bunu
anlayabilmek için egemen ideoloji ile resmi ideolojiyi ayırdet
mek gerek. Resmi ideoloji, bir devletin, verilmiş bir tarihsel za
man diliminde, kendini meşrulaştırmak için tüm topluma çeşitli
yollardan yaydığı görüşler bütünü. Egemen ideoloji ise, bir ta
i-ihsel çağın sınıfsal egemenlik ilişkileri tarafından belirlenen,
tabi sınıflara. da çeşitli yollardan aktarılan, tüm toplumsal for
masyonun yenideıı üretimine katkıda bulunan ideoloji. Kuşku
suz, somut bir anda egemen ideoloji resmi ideolojiyi de tamam
layıcı bir parçası olarak içeriyor. Resmi ideolojinin savunduğu
'
düşünceleri ve yücelttiği tarihseı olaylan, ıegemen ideolojinin
sınırlan içinden eleştirmek, daha ileri bir tarihsel perspektifin
varlığını unutmak demek. Buna sayısız örnek verilebilir. Tipile
örnek ise bir devleti kurulduğu andan itibaren sivil toplumu
boğduğu , ona yaşam hakkı tanımadığı gerekçesiyle eleştirmek
Cbunun gerçekçilik derecesi ayn bir tartışma konusu> .. ama ay
nı devletin daha başlangıçtan itibaren işçi hareketini baskı altı
na aldığını unutmak, gözardı etmek, hiç olmazsa 'söylem'inin
dışında bırakmak. Başka türlü söyleyeyim: baskıcı burjuva dev
letlerinin sivil topluma yaşam hakkı tanımamaktan başka hiç
mi özelliği yoktur ki bu tek ciddi sorun olarak tartışılmaktadır
b ugun ?.
..
195
yışı zedelemez, olsa olsa tarihe bakışına yeni bir doğrulama ge
tirir. Tarihe sempati ve antipatilerimizle değil, komplekssiz,
farklı bakışaçımıza güvenen, basit kutuplaşmaların ötesine uza
nan bir gözle bakmamız olaı1aklıdır. ye gereklidir.
Gerçekleşen
196
vuşmaktadır.::1 Öte yandan , bu m ülkiyet hakkı miras ve aile hu
kuldan dolayısıyla pekişmekte, geçmişin komünal ilişkilerinin
yerin i giderek küçük aile tipinin mülkiyetle olan bencil ilişkisi
nin almasının koşullan yaratılmaktadır. Sözleşme C borçlarl ve
ticaret hukuku alanındaki düzenleme ise, meta üretiminin C ka
pitalizmin b u genel çerçevesinin) ayrılmaz zarfı niteliğini taşı
yan dolaşım alanının hızla serpilmesine , uygun ortamı oluştur
maktadır. ::ıı
197
mln vb. başlıc� kaynak ve koruyucularından biridir. Bu açıdan
bakıldığında, HilAfe t'in ilgasından laikliğin kabulüne birçok atı
lım, öteki alanlardB.ki köklü değişimin C tarihsel değil ama top
lumsal) birer önkoşulu olarak düşünülmelidir. Bunun önemi şu
rada: din konusu, başka konularda da olduğu gibi, Kemalist ön
derliğin kafasındaki hayali Cve idealist) sorunlan,n bir ifadesi
gibi düşünülmemeli sadece. Kemalist devletin dine karşı verdi
ği mücadele, burjuva. toplumsal biçimlerinin kuruluşunun önün
deki başlıca. engellerden birine karşı verilmiş somut bir müca
deledir.
1 98
Toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında ortaya çıkan, özel
olarak da müJkiy·at ve dolaşım alanlarında burjuva toplumsal
biçimlerini sağlamlaştıran toplumsal dönüşüm bir bütUıı ola
rak ele alındığında bir sosyal devrimin önemli ögelerini içermek
tedir. Ama bu ( yanın kalmış> sosyal devrimi olanaklı kılan da
1 9 19 - 23 döneminde yaşanan siyasal devrimdir. Aslında, 20'li ve
30'lu yılların Türkiye'nin kapitalizme geçişinde belirleyici bir
sosyal dönüşümler evresi niteliğini taşıdığı kolay kolay yadsı
namayacak bir gerçektir. Ama 1919 - 23'ün bir siya! devrjm ni
teliği taşıyıp taşımadığı çok daha tartışmalı bir konudur. Kendi
ne verdiği adla anılacak olursa, Milli Mücadele'de bir devrimi
geleneksel olarak tanımlamış olan temel unsur mevcut değildi.
Toplumun geniş kesimleri, kır ve kent çalışanları, eski rejime
karşı siyasal anlamda kitlesel biçimde seferber olmamışlardı.
Çalışan sın ıfların kitlesel seferberliğinin kıvılcımı olabilecek
herhangi bir girişime de burj u va hareketinin önderliğince izin
verilmiyordu. Buna rağmen, 1919 - 23 dönemi başka ölçüler açı
sından bakıldığında bir · siyasal devrim niteliği taşımakta. Her
şeyden önce, dönem boyunca verilen siyasal mücadelenin, geli'ş
meler ne kadar zigzaglı olsa da, altıyüz yıllık bir devletin ilga
sıyla ve yeni bir devletin kuruluşuyla noktalandığı unutulma
malı. Devrimci bir değişimi, reformlar yoluyla değişimden ayı
ran ilk ölçüt, eski devlet aygıtının parçalanması ve yerine yeni
tip bir devletin kurulmasıdır. Bu ölçüt açısından, 1923'ün niteli
ği tartışmasız olmalıdır. İkincisi, 1919 - 23 dönemi klasik devrim
lerin çok önemli bir özelliğini bağrında taşımıştır: 1 920'de Bü
yük Millet Meclisi'nin Ankara'da toplanmasından itibaren, An
kara hükümetinin ve meclisinin Padişah'a bağlılık ilkesine rağ
men, Türkiye fiili olarak bir ikili iktidar durumu yaşamıştır. Pa
dişahlığın ilgası, bu ikili iktidar durumunun mantıksal sonucu
dur: modern dünyada devlet iktidarı paylaşılamaz. Son olarak,
1919 - 23 dönemi en az yabancı güçlere karşı verilen bir savaş
kadar bir iç savaşa da sahne olmuştur. Yani bu dönem sadece
başka ülkelerin ordularına karşı bir mücadeleyi değil, toplu
mun içindeki kanlı bir hesaplaşmayı da içerir. İşte, 1919 - 23 çal
kantısı bütün bu ölçütler açısından bakıldığında bir siyasal dev
rim olarak nitelenmelidir. Ama özel tipte bir siyasal devrim.
Klasik burj uva devrimlerinden farklı olarak bir kitlesiz devrim.
199
olarak nitelemek olanak kazanıyor. Ama buradan başka nokta
lara geçmeden önce bir noktanın altının çizilmesinde yarar var.
1 9 1 9 - 23, Türkiye'de ilk burj uva devrimi değildir. Perspektifi da�
ha sınırlı ve başarı koşullan daha zayıf da olsa, . ilk burj uva dev
rimi 1908'dir. İkinci devrim, birincisinin mirası üzerinde yükse
lir, gerek kadrolan, gerek ideolojisi, gerekse toplumda yarattığı
yenilikler bakımından. 1908 ile 1923'ün gerek nesnel koşullan,
gerek amaçlan ve gerçekleştirdikleri açısından büyük farklılık
lar da gösterdikleri açık. Burada bunlara girmek olanaklı değil.
Ama iki tarihsel çalkantı arasındaki yoğun ilişkiyi görememek
ve Türkiye'de burj uva devriminin tarihini 1 9 1 9 - 23'e indirge
mek, sadece tarihin bütününü değil, 1919 - 23'ün kendisini de
anlama olanağın ı yitirmek demektir.3 1
200
tek sınıflar karşısındaki konumu, uluslararası kapitalizm karşı
sındaki yoeri vb. pu yöntemde tahl il alanının tümüyle dışında
kalıyor. Sonuçta varılan nokta, kısmi benzerliklerin simya yo
luyla özdeşliklere dönüştürülmesi. Bu yüzden de, sol liberaliz
min bu tezinin ciddiye alınacak yön"Q yok. M erkeziyetçi ve bas
kıcı devletler sadeoa kapitalizm - öncesi de vletler değildir. Ka
pitalizme geç gelen bütün toplumlarda ( pek az istisnayla) dev
letin aktif, baskıcı, merkeziyetçi, toplumla arasına büyük mesa
feler koyan bir toplumsal yapı niteliğini taşıdığını yukarıda te
peden devrimleri tartışırken görmüştük. Cumhuriy'et devletinin
bu niteliklere sahip olması, hiçbir şekilde Osmanlı'nın devamı
niteliğini taşıdıgını göstermez.
(331 Kal ıntı devlet anlayışının dahil 1:1>·rıntılı bir eleştirisi i�· i n bk. JO suy ı l ı
dipnott1:1 Yerilfn kaynak.
20 1
rekliliği• ile ilgili olarak söylenenler aynen bürokrasi için de ge
çerlidir. Buna ek olanık, sol liberal çeyrelerin dilinden biç düş
meyen folklorik bir slogana da değinmek gerekir: ·devleti kur
ta.rmak • . Sol li berallere göre, cumhuriyeti kuran Kemalist bü
rokrasi aslında Tanzimat'tan bu yana ·devleti kurtarma- nın ça
resini arayan Osmanlı bürokrasisinin son temsilcisidir. Oysa,
Osmanlı döneminin •modernleşme• çabalan ile cumhuriyetin
•yenilenme• girişiminin, aradaki ortak yanlarına rağmen, çok
önemli farkları vardır. En önemlisi de, kendisine •devleti kur
tarma • amacı atfedilen Kemalist bürokrasinin kurtarmayı
•
202
Bu yazıda, siyaset, hukuk, ideoloj i/kültür, eğitim, din gibi
t.:.lanlarda Türkiye toplumunun yaşadığı dönüşümleri n bir sos
yal devrimin öğel-�ri olarak sun ulması, bu huzursuz ittifakın ga
zabını çekecek kadar •yüzeysel• bir yaklaşım olmal ı ! Değil mi
ki, bütün bu sayılan alanlar •üstyapı·nın birer ögesidir? Öyley
se bu alanlardaki değişim maddeci bir açıdan nasıl gerçek bir
toplumsal dönüşümün göstergesi olarak düşünebilir? Hukuktan
şapkaya, laiklikten Latin alfaoosine, Kemalist ·devrimler.. bü
rokrasinin C küçük burj uva?) idealizminin birer ifadesi değil mi
dir? Bürokrasi, esas toplumsal değişmenin, esas ·Batılılaşma•
nın ekonomide yattıgını anlayamadığı için Batı'nın •yüzeysel·
yanl�nna öykünmekle yetinmemiş midir?
Bütün bu eleştirilerin ve değerlendirmelerin temelinde tek
bir ortak payda yatar: en basit elkitaplarından devşirilmiş bir
kaba maddecili k ! Toplum.lann tari hsel gelişmesinde üretim tar
zının Cüretici gü�lerin ve üretim ilişkilerinin bu çelişik birliği
nin) belirleyici olduğu tezini, toplumsal yaşamın öteki alanları
nın bu belirlenmeye pasif biçimde tabi olduğu tezi haline geti
ren bir maddecilik. Kuşkusuz burada altyapı/üstyapı ilişkileri
nin etraflı bir tartışmasına girmeye olanak yok. Ama şu kada
rı söylenmeli: toplumların yenidenüretiminde ve tarihsel geliş
melerinde üretim tarzının değişmesinin yarattığı di namik, dö
nemsel olarak, öteki toplumsal ilişkilerle çelişki içine düşer. Bu
çelişkilerin yarattığı gerginlik, üstyapını n çeşl tli alanlannda bu
nalımlar halinde belirir. Bu bunalımların şu ya da bu yönde çö
zümü, toplumun geleceği açısından yaşamsal bir önem kazanır.
Üstyapı (farklı alanlan farklı biçim ve tempolarda olmak üze
re> ya kendini yeni üretim tarzına uyarlayacak, onun gelişimi
nin önünü açacak yeni biçimlere bürünecek, ya da toplumun
daha uzun süre durağanlık içinde kalmasına C hatta gerilemesi
ne, belki de yok olmasına> yol açacak bit direnç gösterecektir.
Burada hiçbir kaderci çözüm yoktur. Bunalımın ne yönde çözü
leceği binbir etkene, en başta da sınıf mücadelesinin sonucuna
bağlıdır. Böyle bir dönem toplumun yaşamında üstyapının çe
şitli alan v·a ilişkilerini ön plana getirir. Üstyapı aktif bir öğe ni
teliğiyle ortaya çıkar. Toplumun bun-1.ımının kördüğümü siya
sette odaklaşı r. Siyasetten C ve devletten) de halka halka öteki
üstyapı kurum ve ilişkilerine yayılır. lşte böyle dönemlerde ta
rih üstyapıdan al tyapıya doğru il€rler. Bütün bu süreç içinde
al tyapı yine belirleyicidir. Bir yandan, . sınıf ilişkilerinin yatağı
olduğu için; a ma sadece bu genel anlamda değil. Aynı zamanda,
üstyapı üzerindeki mücadelelerin getireceği çözümler, ancak
203
al tyapının belirlediği ve sınırladığ ı bir altm i çinde etkisini gös
terebilecEği için . Üstyapıdaki gel işmeler altyapıyı sonsuza dek
yoğuramayacağı için. Ama, al tyapının bu belirleyeciHğine ra�
men, üstyapının kendini altyapıya aktif biçimd& uyarlama�•
üretim tarzının gelişme temposu ve biçimi açısından büyük Q.ir
.öneme sahiptir.
204
türden bir ·kaba mad:lecilik· doğrul tusunda d üşün meleri şa
şırtıcı değil. Sosyal demokratların ise marksizmi hep başkaların
dan ve hep yarım yamalık öğrendikleri düşünülürse, onların bu
konudaki sürçmelerini de anlamak kolay. Ama yıllardır 'ekono
mizm' adı altında marksizmle uğraşan, her taşın altında bir
'ekonomist' yaklaşım bulan , klasik marksistleri, bile temelde
'ekonomist' bir yaklaşım içinde olmakla eleştiren sol liberalle
rin bu tuzağa düşmelerine ne demek gerekir? Bunun· cevabını
okuyucuya bırakmak en iyisi galiba.
ws
Neden öteki tepeden devrimlerden farklı olarak bir siyasal dev
rimin açtığı yolu izlediği halde, Türkiye'deki dönüşüm süreci
öt·akilerdekinden farklı değil? Bu paradoksun sırn Türkiye'nin
yaşadığı siyasal devrimin çalışan sınıfları siyasal yaşamdan dış
lamaya dayanan bir devrim olmasında yatıyor. Devrim siyasal
da olsa, yine tepede, merkezi bürokrasi, büyük topraksahipliği
nin çeşitli dilimleri ve yükselen ticaret purj uvazisinin çeşitli et
nik bileşenleri arasında sıkışmış kalmış bir süreç. Bu yüzden,
kitlesiz bir siyasal devrim tepeden bir sosyal devrimle sonuçla
n'lyor.:ı :.
206
Gerçekleşmeyen
207
eşitsi.Z gelişmenin sonuçlarını yaşayacaktır. Bu, burjuvazinin en
modern kesim ve dilimlerinin köylülük üzerinde uzun bir süre
hegemonya kurmasını engelleyecek, köylülüğün tutucu koalis
yonların dosteği haline gelmesine ortam hazırlayacaktır.
208
çimlere bürünmüş olsalar bile, hala toplumun gündeminin ya
kıcı sorunlan özelliğini korumaktadırlar. Ama yine bu altmış
yıllık tarihin C ve başka azgelişmiş ülkelerin· deneyiminin) öğ
retmesi gereken bir ders de, bu görevlerin kesin ve geri dönüşü
almayan çözümünün ancak burj uva toplumunun çok ötesinr
geçen bir toplumsal sıçrama ile gerçekleşebileceğidir.
209
nüne empoze etmesi anlamını taşıyor. Bu dayatmayı kabul et
mek zorunda kalanlar arasında burjuvazi de var. Bu sınıf, dev
letin tümüylA dışında, sivil toplumun tabi, neredeyse boynu bü
kük C ·kapıku: u . benzetmesini hatırlayın ) bir ögesidir! Bu yüz
den, Türkiye toplumunda ortaya çıkan birçok gelişme •tepeden
inmecilik· ola rak adlandınlır: devleti elinde tutan bir bürokrat
kadro bütün sınıflardan bağımsız olarak topluma birşeyler da
yattığı için. < Burada sol liberalizmin tahlil yönteminin sol - Ke
malizm 'le buluştuğunu çıplak biçimde gözlemek olanak kazanı
yor. Sol liberalizm işte bu anlamda sol - Kemalizm'in diyalek
tik - olmayan bir olumsuzlamasını oluşturuyor. >
Bu yazıda savunulan bakışaçısı ise, toplum içindeki derin
ayrışımı ve sınıfların devlet karşısındaki farklı konumunu gör
mazlikten gelmeyi reddeditor. Tepeden devrim burada burj u
vazinin, öteki egemen sınıflar ve bürokrasi ile yanyana, çalışan
sınıflara ve eski rejimin kalıntılarına empoze ettiği bir deği im. Ş
Başka bir şekilde ifade edilecek olursa: sol liberallerde burj uva
zi •aşağıda· . devlet •yukarıda· . Burada burjuvazi yukarının
merkezinde, yukarıdaki sınıf ittifakının asli bir ögesi. Bunun
Türkiye açısından sn çarpıcı kanıtı şu: Kemalist dönüşümlerin
önemli bir bölümü, kentsel burj uvazi tarafından yüzyılın başın
dan C bazan daha da önceden ) itibaren benimsenmiş yaşam ve
iktisadi faaliyet kalıplarının hukuki bir çerçeveyle tescilinden
başka birşey değildi. Dolayısıyla bu dönüşümler °burjuvaziye te
peden empoze edilmek bir yana, onun yeni, •asli· yaşam kalıp
larını toplumun bütünü için bir norm olarak ilan ediyordu. Bu
na karşılık büyük köylü kitleleri için bu dönüşümler yepyeni
toplumsal biçimlerin dışarıdan dayatılması anlamına geliyordu.
Bu söylenenlerden şu sonucu da çıkarmak gerekli: gerek ev
rimci bir değişim sürecini kavramlaştırdığı için, gerekse de dev
leti ana sınıflardan soyutladığı için, sivil toplumcuların kullan
dığı •yukarıdan aşağıya gelişme• kavramının, klasik maddeci
•tepeden devrim• kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Söz terminolojiden doğan sorunlardan açılmışken, burada
savunulan görüşle benzer terimlerle ifade edilmesine rağmen
içerik bakımından ondan farklılaşan bir başka teoriden de kı
saca söz etmek yararlı olacaktır. Son }'lllarda bazı yazarlar Tür
kiye'nin Osmanlı'dan cumhuriyete geçişini bir tepeden devrim
olarak nitelemişlerdir.a� Ne var ki, bu nitelemenin içeriği bu ya-
210
zıda ileri sürülen görüşten çok farklıdır. Sözkonusu yazarlar
da, tepeden devrim, sınıflardan özerkleşmiş bir bürokratik/as
keri seçkinler grubunun toplumu tepeden modernleştirmesine ve
rilen addır. Bu niteliğiyle de klasik maddeci tepeden devrim
kavramı ile akrabalığı tarihsel bir bağıntıdan ve isim benzerli
ğinden öteye geçmemektedir. Bu yazıda kullanılan ana kavram
lardan biri olan kliı.sik maddeci tepeden devrim, bürokrasinin
toplum karşısındaki konumuyla değil, herşeyden önce dünya
çapında burjuva devrimlerinin ikinci aşamasında, devrime te
mel olan sınıf ittifakıyla ilgili bir kavramdır. Bir katman olarak
bürokrasi. burada önemini burj uvazinin çalışan sınıflar karşı
sındaki konumu dolayısıyla kazan maktadır. Bürokrasi ve dev
let sınıflardan bağımsız olmadığı gibi, burjuvazi de siyasal ik
tidarda hatın sayılır bir etkiye kavuşmuştur. Dolayısıyla, top
lumun •modernleştirilmesi• bürokrasinin değil, esas olarak bur
juvazinin tercihlerini yansıtır. Kısacası, bir bürokratik gelişme
teorisi olarak tepeden devrim ile eski ve yeni hakim sınıflann
ittifakına yaslanan tepeden devrim kavramları titizlikle birbi
rinden ayrılmalıdır.
SONUÇ
211
kantı ve dönüşüm, tapınma veya duygusal tepkilerden bağımsız
olarak, yeni bir toplumsal proj enin bakışaçısından ve taşlaşma
mış bir maddeci temelden hareketle değerlendirilmelidir.
C39> Türkiye' deki bu bilim!iciı icieolo j ik ortama son derece ilginç bir para.leli
60'lı yıl lardan bu yanu F. Alman y a' da bulmak olanaklı. Ora.da. da sos-
2ıa
Bu durumda, tarihe ve toplumlann gelişmesine çok daha.
ileri bir toplumsal proje açısından bakanlar için benimsenmesi
gereken tavır açık. Birkaç öğesi var bu tavrın. Birincisi, yapa
bildikleri ve yapamadıklanyla Türkiye'de burj uva devriminin
soluğunu çoktan tüketmiş olduğunu, yeni ve güçlü toplumsal
atılımların kaynağı olamayacağını saptamak. İkincisi, butjuva
devriminin geçmiş uygulamaları konusunda tavır alırken, bu
devrimden daha geride olan veya olaylara egemen ideolojinin
perspektifinden bakan eleştirilerle aynı yanda saf tutmamak.
Burjuvazinin Türkiye toplumunun önünde duran yakıcı demok
ratik görevlerle ilgili ciddi bir katkısı olamayacağını bilerek dav
ranmak. Üçüncüsü , Türkiye'de yaşanan butjuva devriminin tepe
den devrimlerle ortak bir yanının olduğunu, eski rej imin yanısı
ra çalışan kitleleri de karşısına almış olduğunu bir an bile unut
mamak; bu devrimin kazanımları ne olursa olsun, yöntemlerini
ve ideolojisini reddetmek, sonuna dek eleştirmek.
Aslında, sol, tepeden devrimin yarattığı ideolojik sorunlarla
ilk kez Türkiye'de karşılaşmıyor. Başta Alman ve İtalyan dev
rimleri olmak üzere, tepeden devrimler karşısında klasik dö
nem düşünürleri de tavır almak zorunda kalmış. Bu tavır her
zaman diyalektik bir nitelik taşımış. Tarihin yer yer sırtını ge
leceğe dönerek, geriye doğru ağır adımlarla ilerlediğini görebi
len bir bakışaçısında temellenmiş. Ne tepeden devrimin sağla
dığı atılımlar kullandığı yöntemlerin sorunlan · dolayısıyla geç
mişin özlemleriyle reddedilmiş; ne de, kapitalizm - öncesi geçmi
şi yenilgiye uğrattığı ve burjuva toplumunun kuruluşunun te
mellerini attığı için tepeden devrim yüceltilmiş, alkışlanmış. Ha..
reket noktası her zaman, temelini çalışan sınıflann uzun dö
nemli çıkarlarında bulan bağımsız bir perspektif olmuş."0 Bu da
bizi başka bir ilkeye getiriyor: öteki tüm ilkelerin kaynağı olan
ana ilkeye . Sol, tarihsel oluşumlar karşısında tavır alırken, kıs-
213
tas, çalışan sınıflann öz faaliyetinin gelişmesi, kitlelerin siyase
te konan engelleri aşarak tarih sahn�sine girmesi ve kendi kur
tuluşlan için kendilerinin mücadele verebilmeleridir. Bunun
berisinde kalan herhangi bir· tavır, yeni bir toplumsal projenin
bağımsızlığının kurnaz ittifaklar uğruna ayaklar altına alınma
sını getirir. Çağımız a� tepeden devrimler çağı değil, yeni tip
bir aşağıdan devrimler çağıdır.
214
DEGİNMELER
Gençl ik Yıhnda işçi Gençl ik
215
Yaşamlanru sürdürebilme rekli sakatlığa mahkum bırakı
kaygusu ile yeterince hazır ol lırken, yine yılda ortalama 215
madan üretime katılan genç iş genç, kapitalizm.in amansız diı;
çiler, krizin daha çok arttığı gü lileri arasında yaşamlarını yi
nümüzde çalışma koşullannın tirmişlerdir <2> .
dayanılmaz ağırlığını tüm emek İş Yasasında gençleri koru
çilerle birlikte yüklenmektedir yucu nitelikteki maddelerin uy
ler. Bununla beraber, genç iş gulanmadığı, denetimlerin ol
çiler, işsizlik başta olmak üze-· dukça yetersiz kaldığı görül
re, düşük ücret, sigortasızlık, mektedir. Örneğin İş Yasasının
aşın çalışma ve erken yıpranma 80. maddesi 6 ayda bir 12- 18
gibi sorunları yetişkin işçiler yaşlarındaki genç işçilerin - çı-
den daha da yoğun bir biçim - raklann vücutlanrun işe daya
de yaşamaktadırlar. naklılığının denetlenmesi gerek
Türkiye'de işsizler ordusu tiğini öngörmektedir. Ne var ki
nun yansına yakınını gençler Çalışma ve Sosyal Güvenlik
oluşturmaktadır. Ağırlaşan eko Bakanlığı -müfettişlerince yapı
nomik krizin doğurduğu işsiz lan bir araştırmada, verilen bir
lik en çok genç işçiler üzerinde ankete katılanlann yüzde eo'i
yıkıcı etkisini göstermektedir. nin işe girişte bile sağlık dene
İş bulunabllen alanlarda ise timinden geçmeden işe başlatıl
genç işçiler iş güvencesinden dığı ortaya konulmuştur (3) .
yoksun ve düşük ücretle çalış Genç işçiler sefalet ücretle
may a zorlanmaktadırlar. riyle aşın sömürü altındadırlar.
Hemen hemen mesleki eği Asgari ücretin saptanmasında
tim görmeksizin işe başlatılan, gözetilen 16 yaşından büyük ve
çoğu kez yaptıklan işin ağırlığı küçük ayınını, 16 yaşından kü
ile bedensel güçleri bağdaşma çük işçilerin aleyhine bir du -
yan genç işçiler arasında iş ka rum yaratmaktadır. Yetişkinler
zaları (siz bunu iş cinayetleri le aynı iş i çoğu kez daha uzun
olarak okuyun> ve •meslek has süre çalışarak yapan 16 yaşın
talıklan•na daha sık rastlan dan küçük işçiler diğerlerin
maktadır. 1979, 1983 arasında, den üçte bir oranında daha az
25 yaşın altındaki genç işçiler ücret almaktadırlar.
yılda ortalama 45 bin dolayın Aşın çalışma, genç işçilerin
da •iş kazası ve meslek hasta diğer önemli sorunlanndan bi
lığı. na maruz kalmışlar, sonuç ridir. ·Umumi Hıfzısıhha Kanu
ta yılda ortalama 700 genç sü- nu• ile 12 - 16 yaş arasındaki iş-
216
çilerin günde 8 ";"&atten fazla ve ve zihinsel gelişmelerini tamam
gece saat 20.00'den sonra çalış layamadan bilgisiz, yetersiz ve
tınlmalan yasaklanmış olması - güçsüz biçimde üretime sokul
na karşın genç işçilerin günde d uklannı ortaya koymaktadır.
14 - 15 saat çalışunldıklan gö Dahası, genç işçiler sağlığa ay
rülebilmektedir. kın, iş ve can güvenliğinden
Çoğunlukla vergi ve sigorta yoksun biçimde, gelişmelerini
denetimden uzak, küçük ve or engelleyen ağır işlerde, dayanma
ta işletmelerde istihdam edilen güçlerinin ötesinde çalıştınl
genç işçiler, sendikalaşma, dola makta, bu koşullara karşı sa
yısıyla asgari ye.sal haklanna vunmadan da yoksun bırakıl
kavuşma olanağından da yok maktadırlar.
sund urlar. Politik yaşamda genç Genç işçilerin sorunlannın
liği politikadan uzak tutmak is çözümünde yakla.şım , daha sağ
teyen anlayış, işçinin ekonomik, lıklı ve demokratik bir toplum
demokratik örgütü sendika yö yaratmanın temel perspektifi ol
netiminde de kendisini göster malıdır. Bu da zihinsel ve be
miş, 16 yaşından küçük işçile densel olarak gelişmiş insanlar
rin sendika üyeliği vesayet ko dan oluşmuş, çalışanlann artan
şuluna bağlanırken, yeni sendi ölçüde karar alma sürecinde et
kalar yasasına konulan 10 yıl kin oldukl�. doğrudan demok
bilfiil işçilik yapmayanlann sen - rasiyi hedefleyen bir toplum de
dike. yönetiminde yer alma.ya mektir. Genç işçiler sorunlannın
ca.klan maddesi de genç işç�leri dile getirilmesi ve çözümler bu
sendika yönetimine katılmaktan lunmasında öncelikle özgüçleri
uzak tutmuşuuc. ne güvenmeli ve temelde öz ör
Tüm bu sorunlar , topl umun gü tl ülükleriyle sorunlann çö
geleceğinin en temel güvencesi züm üne yönelmelidirler.
ve insan kaynağının başlıca da
yanağı olan gençlerin, bedensel Mustafa Sönmez
217
ve izleyicilerinden demeç iste bırakmı yor. Örneğin, D Y P bü
218
rın mücadelelerine karşı takın durumu ne olacak? Nedir kit
dığı keskin tavırdan COemirel lelere önerilen?
Anka ajansına verdiği demeçte, Önce demokrasi cephesine
TC tarihinde en çok grev erte bakalım. Gerek Demirel'in, ge-
leyen başbakan oluşunun onu rekse izleyicilerinin 7 Kasım
runu sahiplenmekten kaçını 1982 referandumu ve 6 Kasım
yor: ·Grev ertelemişsek, grevi seçimleriyle oluşmuş qulunan si
keyfi olarak ertelememişizdir. yasal çerçeveden memnuniyet
Kanunlar vardır, nizamlar var siz olduğu açıktır. Bunu giderek
dır. Kanunlan uygulamışızdır· cesurlaşan bir üslupla dile ge
diyor lCumhurlyet, 27 Temmuz tiriyor olmaları da, bu ekibin
1985) - böylece 1980 öncesinde demokrasiye ilişkin tavn konu
hükümetlerin grevleri erteleme sunda solda doğan ınistifikas
lerini emreden kanunlar oldu yonu besleyen ana kaynaktır.
ğunu öğreniyoruz U demokrasi Ama solun Demirel ve dostlan
yi kökünden kazımaya azmet nın vermekte olduğu mücadele
miş güçlerle canciğer işbirliğine nin doğasını, her tür bulanık
kadar birçok alışkanlığından lıktan uzak, açık seçik bir bi
kurtulduğunu ileri sürmek ilk çimde tanıması ve tanımlaması
bakışta kimilerine makul görü yaşamsal .bir önem taşır. 1982-83'
nebilir. Ama iş o kadar da ba de kuruluşu tamamlanan siyasal
sit değil. Eğer gerçeği saklamak çerçeve karşısında en genel çiz
değil de anlamak istiyorsak, so gileriyle iki tavır olanaklıdır. Bi
runlara biraz daha yakından rincisi , bu çerçevenin yerine,
bakmak zorundayız. emekçi kitlelerin ve temsilcileri
Demirel muhipleri , Demirel' nin toplumsal/siyasal yaşama
in kendisinin ünlü .dün dündür, özgür biçimde katılabileceği yeni
bugünse bugün. özdeyişini be bir çerçevenin geçirilmesini sa
nimseyerek, dünü un utmaya vunmak. İkincisi ise, varolan çer
yatkın olabilirler. 70'li yıllan ya çevenin ozunun korunmasını
şayanlar. 12 Eylül öncesinin ama bazı yönlerinin gözden ge
tartışılması üzerindeki yasaklar çirilmesini talep etmek. Demirel
kalktığında dünün ne olduğı.ı ve dostlarının tavn, lkirclkslz
nu genç kuşaklara daha iyi an biçimde, bu ikinci , •gözden ge.J
latmayı bileceklerdir kuşkusuz. çirmeci· tavırdır. Kuşkusuz, bu
liiz şimdilik bugüne dönelim ve tavır sadece Demirel'in ve öteki
soralım: Demirel ve ekibi, yan yasaklılann siyasal haklannın
nın dünden ve bugünden farkını iadesiyle sınırlı değildir. Göz
nasıl anlıyorlar'? Bu ekip, şu ve den geçirilecek yönlerin ne ol
ya bu kişinin önderliğinde, ya duğu mücadelenin somut gelişi
kın gel.ecekte Türkiye'nin yöne mi içinde, varolan iç ve dıŞ güç.
timine gelse, çalışan kitlelerin dengeleri ve ittifaklarla belirle-
219
necektir. Ama, daha bugünden huriyet, 2 Mayıs 1985. Benzer
son derece açık biçimde ortada bir görüşü, . Nokta dergisindeki
olan birşey vardır: Demirel ve görüşmede Çağlayangil de be
dostlan, emekçi kitlelerin hak lirtmiştir. 6 Ekim 1 985 ) . Görül
lannı savunma konusunda en düğü gibi Avcı yazı ve sözle
ufak bir isteklilik göstermemek ifad e edilmediği takdirde düşün
tedir. Görmek isteyen gözler ceYi suç saymayarak, demokra
ıçın, gerek Demirel'in, gerek tik ve ileri bir tavır almış ol
DYP yöneticilerinin açıklamala maktadır! Böylece, birçok insan
nnda kanıtlar ortadadır. Anka' DYP iktidan . altında el kol ha
ya verdiği demeçte Demirel reketleriyle ve mimiklerle dü
·dernekleşme hakkı· nı savunur şüncelerini ifade edebilme öz
görünmekle birlikte hemen ar gürlüğüne kavuşacaklannı öğ
dından eklemektedir: ·Ama der renmiş olmanın mutluluğunu
neğin faaliyeti tüzüğünde yazılı yaşamıştır.
amacıyla ilgil i olacak. lCum Bütün bunlan bir kenara
huriyet, 27 Temmuz 1 985 ) . Ya koyalım. 12 Mart savcısı Baki
ni, dernekler <tabii ki sendika Tuğ'un DYP'nin en önemli gö
lar da, meslek odaları da) siya revlerinden birine getirilişinden,
setle iştigal etmeyecek ! Cindo Demirel'le Türkeş'in birkaç ay
ruk siyasal tutuklu ve hüküm önce kucaklaşmasına kadar va
lülerin affına karşı olduğunu de· ran göz kırpmalara sadece de
falarca açıklamıştır (örnek ola ğinmekle yetinelim. Çoğu insa
rak bk. Cumhuriyet, 4 Eylül nın muhtemelen gözünden kaç
1985) . DYP yetkilileri idam ce mış olan bir noktayı da kaydedip
zasını savunmakta kimseden ge geçelim: köylülerin ideolojik eği
ri kalmamayı görev bilmekte limleri ve siy�al kanılanyla il·
dirler. Bırakalım özgür siyasal gili fişleme girişimi yüzünden
örgütlenmeyi, Çağlayangil'den ortalık çalkalanırken, DYP'nin
Avcı'ya ve Cindoruk'a, DYP'li demokrasi aşığı başkanı Cindo
ler ·düşünce suçu• kavramına ruk olayı protesto etmekten ka
bile karşı çıkmaya hazır değil çınarak ·konuyu araştırdıklan
dir. Çağlayangil, sosyalist parti nı• söylemekle yetiniyordu.
ler kurulabilmesinin karşısına !Cumhuriyet. ı s Ağustos 1 985. >
•O olursa şeriatçı partiler de Bütün bunları bir yana bıraka
kurulur· türünden •iğneli fıçı lım: ama kendi kendini kandır
lar• yükseltirken, düşünce su mak istemeyenler için Demirel,
çu konusunda en ·liberal· gö günü gelince 1982 Anayasasını
rüşü Avcı dile getirmiştir: · Bir da (kuşkusuz ikincil bazı deği
düşünce yazı haline, söz haline şikliklerle birlikte> savunacağı
geldiği zaman da bu bir aksi nı Yeni Gündem dergisine açık
yondur ve suç sayılır . . . • <Cum- ça söylemiştir: ·Bunalımlan ön-
220
!emenin en önemli tarafı, ikide garantilere rağmen, sağın ba
bir anayasalan kaldınp, yerine sındaki sözcülerinin Demirel çiz
yen i anayasalar koyma gayret gisine rağbet etmemesi de son
lerinden vazgeçmektir . . . Yani derece anlamlıdır.
anayasaların değişmezliğini her İktisat siyasetine gelince.
kes kabul etmelidir, dokunul Bu alanda Demirel ve dostlan
mazlığını sağlayacak. bir inanç, nın yaptığı çıkışlar, Özal'ın uy
bir moral değer, bir şuur, bir gulamalanna· yönelttikleri eleş
sahiplik tesis edilebilmelidir· tiriler ve önerdikleri •alterna
lYeni Gündem, 28, 16-31 Ağus tif· politikalar, daha da çıplak
tos 1985 ) . IYenl Gündem der bir demagoji niteliğini taşımak.
gisi bu cümlelerden birkaç sa tadır. Herşeyden önce, Demi
tır önce gelen bir başka cüm rel'in son dönemde başvurduğu
leyi, ·Anayasalar semavi, gök bir eleştiri yönteminin demago.:
ten inen kitaplar değildir· cüm jik nieliğine dikkat çekmek ge
lesini kapağına ana manşet rekir. Çeşitli yayın organlann
olarak koymayı uygun görmüş- da yer alan demeçlerinde Demi
,
türl ) rel, Dünya Bankası vb. kuruluş
Demirel'in sözlerini hala lann verilerine yaslanarak,
çok kapalı bulanlar olabilir. Türkiye'nin, gelir bölüşümü,
Onlar da Çağlayangil'e kulak sağlık hizmetleri vb. toplumsal
vermeli: • 1982 Anayasası < . . . > refah göstergeleri açısından dün
genel hatlan itibariyle demok yanın en kötü durumdaki ül
ratiktir. Geçici maddeler olma keleri arasında yer aldığını be
sa, 1982 Anayasası ihtiyaca gö lirtmektedir. Okuyucu buradan ,
re değişiklikler yapılır, ekseriyet Özal dönemi uygulamalannın
bulununca pekala Türk milleti ne kadar kötü sonuçlar doğurdu
nin malı olur• lNokta, 6 Ekim ğunu anlayacak ve •ah Demi
1985) . rel'in altın günlen bir geıi gel-,
Bütün bunlar birer rastlan se ! . diyecektir. 24 Ocak doğ
tı mıdır? Ya da bu siyasal kad rultusundaki iktisat siyasetleri
ronun tarihsel olarak geri si nin ve onlara eşlik eden sosyal
yasal kimliğinden mi ileri gel siyasetlerin, Türkiye'de çalışan
mektedir? Hayır, nedenler da sınıflar üzerinde büyük bir yı -
ha derinde yatıyor. Demirel eki kım oluşturduğu tartışmasız bi
bi kendine söz hakkı ararken , çimde ortadadır. Ama emekçi
temsil ettiği sınıflara da garan lerin bunu Demirel'den öğren
tiler vermek zorundadır. Çünkü meye hiç mi hiç ihtiyacı yok
Türkiye'nin hakim sınıflan 70' tur. Çünkü eğer Demirel'in söy
li yıllann sorlarından beri de lediği gibi, Türkiye dünyada
mokrasiye karşı tavnnı açıkça •gelir dağılım en kötü 10 ülke
ortaya koymuştur. Yine de, bu arasında ve 8. sırada· yer alı-
221
yorsa lCumhuriyet, 25 Ağustos Özal çizgisinden hiç de farklı de
1985 ) , bunun sorumluluğu bü ğildir. Üstelik bırakalım emek
yük ölçüde Demirel'in kendisin çilerin sorunlannı , Demirel ve
de temsil ettiği toplumsal güç dostlan kapitalist birikimin yüz
lerdedir. Çünkü Dünya Banka yüze kalmış olduğu derin so
sı'nın yaptığı bu sıralamaya te runlar karşısında da Özal'dan
mel olarak alınan gelir dağılı farklı birşey önerecek durumda
mı çalışması Türkiye'de 1973 yı değildirler.
lında gerçekleştirilmiştir. Yani Nedir Demirel çizgisinin
Demirel'in başbakanlık yaptığı önerileri? Cumhuriyet'e yaptığı
ve bugün Türkiye'nin altın çağı en son açıklamada Demirel'in
olarak sunduğu 1965-71 döne ' kendisi Türkiye'nin •Plandan,
minin sonucu olarak ortaya çık ağır sanayiden ve sosyal ada
mıştır bu durum ! Demirel'in letten• vazgeçemeyeceğini söy
aynı görüşmede ·bugün Türki lüyor (25 Eylül 1985) . Bu söz
ye'yi sanayileşmiş falan sayma leri •ciddiye almak mümkün
yın. Neyiniz var bugün?· yolun değildir· . Türkiye, Demirel' in
daki gözlemi de, yıllar boyu •sa plan adını verdiği orta ve uzun
nayileşen Türkiye. sloganını dönemli programlamadan Demi
kendine silah yapmış bir poli rel hükümeti döneminde vaz
tikacı için acı bir iflas ilanıdır. geçmiş, 24 Ocak 1980'de uygu
Bugün uygulanmakta olan lamaya konulan yeni iktisat si
iktisat siyasetine karşı Demirel yaseti programıyla ekonominin
ve izleyicilerinin önerdiği •al gelişimine piyasanın kör güçle
ternatif. in demagojik karakteri rının hakimiyetini pekiŞtirme
ise çarpıcıdır. Gerek Demirel'in, yönünde keskin bir adım at
gerekse DYP sözcülerinin ikti mıştır. Ağır sanayi edebiyatı,
sat siyaseti konusunda verdik Demirel'in 1980 öncesindeki
leri demeçlerde şaşmaz biçimde ·Türkiye Ortadoğu'nun manavı
tekrarlanan bir ortak yön mev kasabı olabilir· sloganı ve o
cuttur: kaçak görüşmek. Ken dönemdeki uygulamaları gözö
dileriyle görüşen gazetecilerin nüne alındığında hiçbir inandı
·peki, siz ne öneriyorsunuz?• ncılık taşımamaktadır. Sosyal
tipi sorulanna verdikleri cevap adalete gelince . . . Bu konuda en
hemen hemen istisnasız biÇim safdil Demirel muhiplerinin . bi
de, ·Özal'ın uygulamalan kötü le fazla bir beklentileri olama
dür. doğrultusunda olmaktadır. yacağını ummak, aşın bir ha
Kendilerinin ne yapacaklanm yalcilik olnıMa gerek.
söylemekten kaçınmaktadırlar, Kimileri, Demirel'in 70'11
çünkü bu ekibin Türkiye'nin ça yıllann sonunda ve özellikle de
lışanlannın bugünkü yakıcı so 24 Ocak kararlannı uygulama
runlan karşısındaki tavırlan ya koyduğu aşamada plandan,
222
ağır sanayiden ve sosyal adalet bir yana, bugünkü iktisat siya
kaygılanndan çok uzak düşmüş setini 24 Ocak'a uygun olma
olabileceğini kabul etmekle bir makla suçlamakta, gelecek için:
likte, bugün koşullann bu çizgi de 24 Ocak'ın doğrultusunu sa
yi farklı bir yere getirmiş ola vunmaktadırlar. 24 Ocak konu
bileceğini söyleyebilirler. O za sunda liberal bir düş dünya
man onlara Demirel ve dostla sında yaşamayan herkes bunun
rının 24 Ocak konusunda bugün ne anlama geldiğini kendiliğin
ne düşündüklerini kendi açıkla den değerlendirebilir.
ınalanndan izlemelerini öner Peki, bütün bu demagoj i bir
mekten başka birşey yapmaya ya.na, örneğin DYP'nin bugün
gerek yok: ·Ben demek istemi Türkiye insanına önerdiği somut
yorum ki 24 Ocak Kararlan Ey iktisat siyasetleri nelerdir? Bu
lül 1980'de görevini ifa etmiş ve konuda aydınlanmak isteyen
defteri kapanmıştı . . . ondan son herkese, Yeni Gündem dergi-
ra bu süre içinde de bu karar sinde bugüne kadar yayınlan -
lann tatbikatı olacaktı tabii, mış en güçlü mizah yazısı ni
açıkçasını söyleyeyim ki 1983 teliğini taşıyan bir görüşmeyi
Aralığından bu yana bugün ik canıgönülden tavsiye ederim.
tidarda olan hükümetin icra et -DYP Genel Başkan Yardımcısı
tiği kararlara 24 Ocak kararla ve Ekonomi Komisyonu Başka
rı demek yanlıştır. CS. Demirel, nı sıfatını taşıyan İsmail Heral.
Cumhuriyet, 28 Temmuz 1985. derginin 16-31 Ağustos 1985 ta
Bu satırların yer aldığı deme rihli 28. sayısında yer alan b ir
cin başlığının ·Demirel: 24 Ocak görüşmede, DYP'nin .alterna
Kararlannın defteri 1980 Eylü tif. ini bütün · kapalılığıyla ser
lünde kapanmıştır• olarak atıl gilemektedir. Yanlış okumadı
ması .h�m bu dönemde yaygın nız: ·bütün açıklığıyla- değil
olan ruh durumunun iyi bir gös ·bütün kapalılığıyla• . Çünkü
tergesidir, hem de gazetecilik Heral, görüşmecinin kendisine
açısından ciddi bir talihsizlik.) somut olarak uygulamak iste
Veya: ·Bugün 24 Ocak istikrar dikleri siyasetlerle ilgili olarak
kararlanndan bahsetmek müm yönelttiği her soruya tam bir
kü� değildir. Bugünkü sonuçlar casus filmi senaryosu mantı
sayın Özal'ın kendi politikasının ğıyla cevap veriyor. Örneğin
neticeleridir• . C N . Kocayusufpa sanayileşmenin hangi kaynak
şaoğlu, Cumhuriyet, 24 Ocak lardan sağlanacağını mı öğren
1 985) .Örnekleri çoğaltmaya ge mek istiyorsunuz? Heral'ın ce
r�k yok. Durum gün gibi açık: vabı: •$imdi efendim, bunu açık
Demirel ve dostlan. Türkiye'nln lamak bizim için imkansız. Teh
başına 24 Ocak programını ge likeli bir iş . . . İnsan yapacağı şe
tirmekten pişmanlık duymak yi nasıl yapacağını söyler mi?
223
Bu başkalan için koz olur . . .• ral DYP'nin görüşlerinin mü
Böylece Demirel'in öncelikleri kemmel bir sözcüsü. Çünkü
arasında başyeri alan •ağır sa DYP'nin iktisat siyasetleri ko
nayi•nin gerçekleştirilme yön nusunda söyleyebilecekleri bun
temlerinin bir ·devlet sım .. ol dan ibaret. lYenl Gündem de'
224
dünyanın da, Türkiye'nin de haklannın bütünüyle sağlan
hiç değişmemiş olduğunun var masından hiç de daha önemli
sayılması gerekir. Demirel ve değildir.
dostlarının çıkmazı, iktisat siya
Bir de- taktik incelikleri
seti konusunda kend i fikirleri
kendi tekellerinde sananlara
nin, başka bir siyasal kadro ile
bir çift söz: kitlesel bir demok
birlikte iktidarda olmasıdır.
rasiye giden yolda, kapıların
ANAP ile AP arasındaki fark
sonuna dek güvenilemeyecek
bir •an• sorunudur. Canlı ser
güçler tarafından aralanması
maye birikimi döneminde, bur
bazı somut koşullarda mümkün
j uvazinin çıkarları geçmişte
kuşkusuz. Bunun aksini iddia
AP'nin izlediği iktisat siyasetini
etmek egemen güçleri farklılaş
anlamlı kılıyordu. Bugünkü bu
mamış, türdeş bir külçe gibi
nalım anı�da ise burjuvazi için
görmek olurdu. Ama bugün ki
geçerli olan , 24 Ocak'dır.
milerinin gözlerini kamaştı -
İkincisi, demokrasi alanın -
ran çıkışlara kanarak, demok
da, Demirel'in (kuşkusuz kendi
rasiyi bu güçlerle birlikte -ara
sınırlan içinde olumlu sonuçlar
mak da, onlann durduğu yerde
doğurabilecok olan> hak arayışı
durmayı kabullenmek demektir.
kimseyi aldatmamalıdır. Göz
Kendisine kulak verenleri sı
kamaştırıcı çıkışlar, ·diri diri
gömülmeye. karşı zorunlu
nırlı, tutarsız ve her an u daş
maya hazır güçlerle stratejik bir
dur kuşkusuz. CDemirel'in Y.
ittifaka çağıranlan, iki acı so
Donat ile yaptığı görüşmeden,
nuçtan biri bekler: ya bu güç-
Tercüman, 6 Eylül 1985) . Demi
1'3r durduğunda/uzlaştığında
rel'in acelesi vardır çünkü Tür
ilerlemek ve yalmz kalmak; ya
kiye tarihinde başka yasaklıla
da onlarla birlikte durmak �e
rın kaderini yakından izlemiş,
muhalifçilik oynamak. Demok
hatta o kaderin ,olumsuzluğun
rasinin kapı aralığında kalmak
dan yararlanmıştır. Şimdi ken
istemeyenler, ne şekilde olursa
di dostlannın kendisine aynı
olsun aralanmış kapılan, cesa
şeyi yapmayacağından emin ol
retle ve özgüvenle sonu,na dek
ması için hiçbir neden yoktur.
açmaya çalışmalıdır. Çünkü
Taktik mülahazalar şu gerçeği
milyonlar günyüzün e ancak
bir an bile unutturmamalı: sı
açık kapılardan çıkabilir.
nırlı saYıda insanın siyasal
haklanmn iadesi, Türkiye'nin
milyonlarca insanının siyasal Can Ilgın
225
Wolfgang Abend roth' u n Anısına
226
rin yanında yargıç ve savcı tehlikeli bir siyasal tavır olarak
olarak sivrilirken yeraltı çalış nitelendirmektedir: KPO'ya gö
masını, Alman faşizminin zin re bu çi�gi yükseliş halindeki
danlannı içinden öğrenmişti. faşizm karşısında jşçi örgütleri
Beyaz saçlan, boğuk ama mü ni parçalamaktadır. Thalhei·
cadeleci sesiyle adaletin, kapi mer'in faşizm tahlilleri, Abend
talizm hüküm sürdük'e burju roth'u derinlemesine etkiler. Bu
va sınıfının elinde işçi hareke yazılarda burjuva egemenliğinin
tine karşı bir baskı aracı oldu- · -özellikle siyasal demokrasi
ğunu söylerken salonda çıt ile faşist diktatörlük arasında
çıkmıyordu. Biliyorduk k i yal ki- değişik biçimleri tahlil
nızca süslü bir laf değildi bu , edilmekte, aynntılı sınıf tahlil
onun yaşam deneyiminin, bi lerinin gerekliği vurgulanmak
limsel bilgisinin özüydü. tadır. O sıralarda büyük işçi
Wolfgang Abendroth, sos partilerinin faşizm konusunda
yal demokrat bir öğretmen ai ki yaklaşımının bir özelliği, fa
lesinden geliyordu. Kendisinin şist tehlikenin küçümsenmesidir.
üzerinde derin bir etki bırakan KPO, gerçekçi, ama en sonun
büyükbabası, <Almanya Sosyal da başarısız kalan bir ·faşizme
Demokrat Partisi> Bismarck dö karşı birleşik cephe· tasansıy
neminde yasal kovuşturmalara la bu hakim anlayışa karşı dur
uğrayan SDP'nin üyesiydi ve maya çalışır. Faşistlerin 1933'te
Alman işçi hareketinin, 1914 lktidan ele geçirmesinden son
savaş çılgınlığına katılmayan ra Abendroth, KPO saflannda
azınlık kanadına mensuptu. yeraltı çalışmasına katılır; 1937'
Abendroth 1920'de , henüz 14 ya de Gestapo'ca tutuklanır. Dört
şındayken, Rosa Luxemburg'un yıl hapiste yattıktan sonra 999.
kurduğu KPD'ye üye olur. Ne ceza taburunda silah altı na alı
var ki tepeden indirilen dog narak -buna bir ölüm müfreze
malara hiçbir zaman boyun eğ si dense yeridir- Yunanistan'a
mez - ona göre Marksizm ba gönderilir. Gene de hayatta ka
ğı�sız düşünen insanlan ön lır; Yunan partizanlanyla ve
gerektiren bir teorid ir. 1928'de EAM <Yuna.n Ulusal Kurtuluş
Brandler ile Thalheimer'in yö Cephesi) ile ilişkiler kurar.
netimindeki KPO'ya olan ya Savaş bittikten sonra SPD
kınlığı yüzünden partiden çı - üyesi olan Abendroth, Sovyet
karılır. KPO, işçi hareketinin , işgal bölgesinde kamu hukuku
partinin resmi •Sosyıtr'"' faşizm· profesörü olur ve adliye cihazı
teorisi ve ·Devrimci Sendika nın büyük ölçüde Nazileri des
Muhale.{.e._ti. propagandası, yani teklemiş olduğu bir ülkede an
KPD eliyle ayn sendikalar ku tifaşist yargıçlar yetiştirilmesi
rulması yüzünden bölünmesini işine vazgeçilmez katkılarda bu·
227
lunur. Doğu Alman�a. bu eleş sal sıçramanın taşıyıcısı olabi
tirici Marksiste tahammül ede lecek biricik gücün, işçi sınıfı
mez. Tutuklanmaktan kurtul olduğunu ve işçi sınıfının kafa
mak için 1948'de Batı'ya kaçar. sında teorinin maddi bir güç
1951 'de Marburg'da siyaset haline gelmesinin �un bir sü
bilimi profesörü olur. Dolaysız reci gerektirdiğini hiç unutmaz.
siyasal hesaplaşma. alanından Bu nedenle Abendroth, hayatı
sakınarak felsefe zeminine çe boyunca genç aydınlar ile eleş
kilen Adorno ile Horkheimer tirici sendikacılan birbirin e yak
bir yana bırakılacak olursa, Ba laştırmaya çalışır. İnsanlık tari
tı Almanya'da kürsü sahibi tek hinin büyük özgürleşme müca
Marksist Abendroth'tur. Soğuk delesini sürdürmek için bir alan
savaş ve KPD yasağı döneminin saydığı, Batı Almanya'da siya
Federal Almanya'sında şiddetli sal demokrasinin savunulmasın
saldınlara göğüs gerer. SPD da yararlıklar gösterir. Bütün
içind e Marksist görüşler uğru bir solcu üniversite doçentleri
na mücadele eden Abendroth, kuşağına hocalık eder. Alman
SDS <Alman Sosyalist Öğrenci işçi hareketinin dogmat.ik çar
Birliği> için bir yardım dern�ği pıtmaya uğratılmamış eleştirel
kurduğu ve 1959 Godesberg teorisini koruyarak Weimar
programıyla SPD'nin kapitalist Cumhuriyeti'nden günümüze
topluma bütünüyle ayak uydur öğrencilerine aktanr.
masına karşı çıktığı için 196l'de Büyükbabası ona bir za
SPD'den ihraç edilir. manlar •asla işçi hareketinden
Anayasa hukukçusu Abend yolunu bulma, hep onun yolu
roth, anayasal görüşleriyl e Al nu izle· demişti. Hayatı boyun
man öğrenci hareketinin 1960- ca bu öğüde bağlı kaldı. Nere
1968'.de olağanüstü hal yasaları deyse seksen yaşındayken., 15
na karşı yürüttüğü mücadele Eylül 1985 günü öldü *.
228
BU ANI
220
dQldursun bu anın somut alanını,
hiçbir sürprize yer tanımayan bu alanı,
herşeyin yaşlı, mahzun ve zorunlu olduğu bu alanı.
4
Çok yavaş döner bostan dolabı,
yıllar geçer. . . yüzyıllar geçer. . . doruğa yükselene kadar su
ve, şanlı bir biçimde, ilan edene kadar
birlik içinde duruluğu.
Çok yavaş iner sonra kovalar
yukarıya çıkartmak için yeniden suyu.
6
Kim yaratabil ir bizden başka - herbirimizden, sırayla -
230
Hep birlikte lekeliyor bizi yaşam;
hep birlikte ve bütün yönleriyle.
10
231
Bilmek daha iyi, varolmadığını büyük sırların
ve de bizi koruyacak dev kana �lı bir ankanın;
ve yine varolmadığını,
sayısız karanlık kahinin
belli belirsiz biı· sesle tekrar tekrar ilan ettiği şeylerin.
11
12
232