You are on page 1of 233

ONBiRiNciTEZ KİTAP Dizisi: 1

Kasım 1985

İkinci Baskı: Ağustos 1986

Kapak Sertaç Ergin


Kapak Baskı Orhan Ofset
Baskı PANO Matbaacılık

ULUSLARARASI YAYINCILIK Ltd. Şti.


Klodfarcr Cad. No: 31/5
Cağaloğlu - istanbul
Bunalıın
Azgelişınişlik
Devlet

İÇİNDEKİLER

Başlarken 5

Birinci Kitap Üzerine 12

Galip L. Yalman •Popülizm», dlürokratlk Otoriter


Devlet» ve Türkiye . . .. . ..... . . .. . . . .. . . .. .. . . 16

Haldun Gülalp Üçüncü Dünya'da Devlet ve Demokrasi 70

Anwar Shaikh Gününıüz Dünya Bunalımı


Nedenleri ve Anlamı 82

Tülay Arın Kapitalist Düzenleme, Birikim ReJlml


v e Kriz (1): Gelişmiş Kapltallmı 104

Gülnur Savran Sosyalbt Feminizm Olanaklı mı? 139


Hacer Ansal Teknolojinin Taraflıbtı ve Üretim
ilişkileri 152

Sungur Savran Osmanlı'dan Cwnburlyet'e:


Türkl)'e'de Burjuva Devrimi Sorunu 172

DEGiNMELER

Mustafa Sönmez Gençlik. Yılında işçi Gençlik 215

Can Ilgın Dem lireil ugoj i 218

Ömer Erzeren Wolfgc..ng Abendrolh'un Anısına 226

Mi.quel Marti i Pol Bu Ani 229


Başlarken

Toplumların yaşamında zaman zaman bütünsel geı;-i­


leme dönemleri görülür. Bugün Türkiye'de de böyle bir sü­
reç yaşanmaktadır. Ekonomiden siyasete, eğitimden kitle
iletişimine kadar toplumsal yaşamın her alanında, baskı­
ya, tahakküme, yasakçılığa, geri ideolojik biçimlere daya­
nan bir dizi yeniden - düzehleme, varolan sınıf hakimiyeti­
ni pekiştirmeye yönelmiştir. Çalışan sınıflar geçmişte ka­
zanmış oldukları haklan teker teker yitirmektedir: daha
da kötüsü, kitleler siyasetin dışına itilmekte, örgütlenme­
lerinin önünde güçlü setler yükseltilmektedir.

Türkiye'deki bu durum, dünya çapındaki gelişmeler­


den yalıtılmış bir olgu değildir aslında. Kapitalist dünya
on yılı aşkın bir süredir tarihinin en derin ve kapsamlı ik·
tisadi bunalımlarından birini yaşamaktadır. Kapitalizm,
son yıllarda, sadel;e iktisadi alanda değil, siyasal, ideolo­
jilc, kültürel, askeri vb. alanlarda da büyük çalkantılara
gebe bir ortama doğru hızla ilerlemektedir. Bu bağlamda,
son oiı yıl içinde, Avrupa'dan ABD'ye, Latin Amerilca'dan
Doğu Asya'ya dek tüm kapitalist dünyada, egemen sınıf­
lar çalışan, kitlelere karşı ağır bir saldınya geçmiştir. Eko­
nomide sermayenin egemenliğini sınırsızlaştırmayı hedef­
leyen yeni - liberal iktisat politilcalan, devletin baskı gücü­
nü arttırmaya yönelik düzenlemelerle, kitle örgütlerine
karşı yasal ve yasadışı saldırılarla, ırkçılıkla, dinsel bağ­
nazlıkla, günlük yaşamda her tür özgürlüğe karşı düşman­
lıkla elele vermektedir. Reagan ve Thatcher'in, örümcek­
lenmiş ideolojileri kendine kalkan edinen ama yer yer top­
lumun geniş kesimlerinde etkili olan sözde •yeni.. sağıyla,
Latin Amerika ve Asya'dakLaskeri diktatörlüklerin, bütün

5
farklılıklarına rağmen ortak olan yanı, bu ta.meller üzerin­
de, çalışan kitleleri yeniden katı bir disiplin altına sokma­
yı hedeflemeleridir.

Ama bu saldın kimi yerde çalışan kitlelerin direnci


karşısında geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Amaç­
larına ulaştığı yerlerde kurduğu •düzen• ise kolay kolay
kalıcı hale gelememektedir. Latin Amerika, Güney Asya
ve Güney Afrika'da son yıllarda yeniden alevlenen güçlü
demokrasi mücadeleleri, her türden umutsuzluğa en an­
lamlı cevaptır. Batı Avrupa'da ise son yıllarda gerek tu­
nalımın çalışanlar üzerindeki etkilerine karşı işçi sınıfı
mücadeleleri gerekse emperyalizm tarafından yenid3n
yükseltilen soğuk savaş bayrağına karşı gelişen kitlesel ha ·
reketler, sürecin çelişkili doğasının bir başka üadesidir.

Teori alanında, tarihsel maddecilik 60'lı yılların sonun­


dan itibaren, büyük kitle seferberliklerinin de katkısıyla,
büyük bir canlılık kazanmıştır. Bu canlılık - ortamında.,
maddeci teori çerçevesinde geçmişte ancak kısmen ve ye·
tersiz biçimde ele alınmış olan birçok sorun yeni bir atiıım­
la derinlemesine irdelenmektedir. Aynca yaşayan her dü­
şünce gibi, maddeci düşünce de teorik yapısının birçok yö­
nünü yeniden eleştirel bir süzgeçten geçirmektedir. Bütün
bunlar, tarihsel maddeciliğin canlılığının açık birer belir­
tisidir.

"Ama tablonun her yönü de aydınlık değildir. İktisadi


bunalımın yıpratıcı etkileri, dünya işçi sınıfı hareketinin
geçmişteki yanlışları, SSCB, Çin vb. toplumlarda altmış yı­
lı aşan bir geçiş dönemi boyunca süregiden köklü olum­
suzluklar - bütiin bunların mücadeleyi zayıflatacak etki­
ler yaratmaması beklenemezdi. ·Bunun teori alanındaki
ifadesi ise, son dönemde, özellikle Avrupa solunun bir bö­
lümünün, yeni - liberal rüzgarların da etkisi altında, in­
sanlığın düşünce alanında ulaşmış olduğu en ileri plat­
form olan tarihsel maddecil�ği hızla terk etmeye yönelme­
sidir.

Ulusla rarası düzeyde gelişen bu eğilimlerin Türkiye'de


de belirmesi şaşırtıcı olmayacaktı. Nitekim, 1980 döneme-

6
cmın yarattığı büyük sarsıntının etkisi altında, Türkiye'
nin sol düşüncesi de ciddi bir bunalımla karşı karşıya kaldı.

Bu bunalım ortamında, eski yanlışların eleştirilmesi


gereğinin ardına sığınarak geçmiş kazanımları da redde­
den, en temel konularda geçmişin gerisine düşen, kendisi­
ni isteyerek ya da istemeyerek tarihsel maddeciliğin dışına
yerleştirmeye yönelen bir düşünce akımı doğdu. Sol - libe­
ral, sivil toplum fetişçisi, bireyci bir anlayış sol düşünc6
içinde yaygınlaştı. Bu anlayış, bulanık ve iyi tanımlanma­
mış bir sivil toplum kavramından yola çıkarak tüm sorun­
'
l an
bir devlet/sivil toplum karşıtlığı içinde sunmaya çalı­
şıyor: bu süreç içinde toplumsal sınıflar arasındaki ilişki
ve çelişkiler de tümüyle geri planda kalıyor. Türkiye'nin
başlıca sorunlarından biri olan demokratikleşme •sivil
toplumun kuruluşu• ile karıştırılıyor; böylece demokrasi
ile cpiyasa ekonomisi•, giderek· demokrasi ile kapitalizm
ayrılmaz biçimde birbirlerine bağlanıyor. Kısacası, sınıf­
lar ve sosyalizm bu akımın gündeminde yerini bulamıyor

Türkiye'de sol düşüncenin bunalımının bir yüzü sivil


toplumculuğun yaygınlaşması ise, öteki yüzü de geçmişin
bazı yanlışlarının eleştirisinden kaçınılması, bunların ay­
nen yeniden - üretilmesi. Tarihsel maddeciliğin basitleşti­
rilmiş, mekanik, pogmatik ve kısırlaştırıcı yorumlan solun
bazı kesimlerinde hala büyük bir ağırlık taşıyor. Bu yorum­
lar, sosyalizm ile gerçek bir demokrasi arasındaki zorunlu
ve karşılıklı bağı kopartarak, SSCB, Çin vb. toplumların
barındırdığı köklü olumsuzlukları görmezlikten gelerek,
sınıf sorunlarının dışında kalan kitlesel mücadelelere du­
yarsız biçimde yaklaşarak, mücadeleyi bir siye.sal iktidar
mücadelesine indirgeyerek, tarihsel maddecilik üzerinde
yoksullaştırıcı ve indirgeyici etkiler yaratıyorlar.
Bütün bunların ötesinde, solun bazı kesimlerinde, Tür­
kiye'nin yirminci yüzyıldaki gelişmesine damgasını vur­
muş olan resmi ideoloji karşısında ciddi bir teslimiyet eği­
limi gözleniyor. Bu eğilim çerçevesinde, kitlelerin tarihin
yapılmasına katlçısı ikinci plana düşüyor, tarih doğrusal
ve şematik bir gelişme kalıbına indirgeniyor, aydınlanma
geleneği, bu geleneğin maddeci eleştirisinden g
ba ımsız

7
olarak yüceltiliyor, geıi bir milliyetçilik tereddütsüz biçim­
de benimseniyor.

Böylece ortaya, sol düşünceyi bir çıkın� doğru sü­


rükleyen bir tablo çıkıyor. ·Bir yanda, tarihsel maddecilik­
ten hızla uzaklaş
' an bir akım. Öte yanda teorinin yoksul­
laştırılmasında direnen bir anlayış. Nihayet, resmi ideolo­
jinin hakimiyetini kabullenen bir yaklaşım.

Bu ortamda , başka dünyagörüşlerinden bağımsızlaş.


miş, yaşayan, soran, eleştiren, tartışan bir tarihsel madde­
ciliğin Türkiye'nin düşünce yaşamında sesini duyurabil­
mesi büyük önem kazanmakta. Liberalizme teslimiyete
karşı tarihsel maddeciliğin zengin perspektiflerini savuna­
cak, ama bunu yapar�en resmi ideolojinin tuzaklarından
uzak duracak ve tarihsel maddeciliği donmuş, basitleştiril­
miş, dogmatik bir sistem ola� değil, yaratıcı bir yöntem
olarak ele alacak bir teorik platforma ihtiyaç var. Onbirin­
ci Tez dizisi, düzenli aralıklarla yayınlanacak kitaplarla
böyle bir platformu oluşturmayı hedefliyor.

Kuşkusuz böyle bir platformun toplumların gelişme­


sini ve sorunlarını maddeci bir yöntemle anlamaya çalış­
manın ötesinde de bir takım asgari temelleri var. Bunların
başında da sosyalizm ile demokrasinin birbirlerine kop­
maz bağlarla bağlı olduğu anlayışı geliyor. Günümüzde
tarihsel maddeciliğe yönelik düşünsel saldın çerçevesinde
kimileri tarihsel maddeciliğin kaçınılmaz biçimde anti - de­
mokratik yönelimleri içerdiğini kanıtlamaya çalışıyorlar.
Oysa, klasik tarihsel maddeciler emeğin kurtuluşunun ta­
rihin gördüğü en demokratik biçimler altında gerçekleşe­
ceğini savunmuşlardır. Bu anlayışta, sosyalizm ile demok­
rasi arasında karşılıklı ve zorunlu bir bağ vardJ!. Burada
sözkonusu olan, salt . siyasal demokrasi ile de sınırlanama­
yacak bir doğrudan demokrasidir: sömurunun, ezme ve
ezilmenin, baskının her türünün ortadan kalktığı, toplum­
sal yaşamın her· alanının yaygın ve aktif bir katılıma da­
yandığı bir toplum biçimi sosyalizmin önkoşuludur. Sosya­
listler bu tür iJ.işkilerin nüvelerinin daha bugünden oluştu­
rulmasına çalışmalıdırlar. Ama, öte yandan, böyle bir top-

A
1

lumun gerçekleşmesi ancak kapitalizmin aşılması temelin­


de olanak kazanır.

Bu temel anlayıştan yola çıktığımız içindir ki, Onbirin­


c:i Tez dizisi SSCB, Çin vb. toplumlar konusunda maddeci
bakışaçısından hareket eden eleştirel yaklaşımlara alabil­
diğine açık olacaktır. Buna karşılık bu toplumların emper­
yalizmle aynı kefede ele alınamayacağı bilinci, dizinin bu
konuya yaklaşımında titizlikle gözetilecek bir noktadır.

Toplumsal sınıfların tarihin gelişiminde. belirleyici ol­


duğu tezi, kuşkusuz· tarihsel maddeciliğin _hareket noktası­
dır. Ama. sınıf sorunsalının yanısıra, ezilen ve baskı altın­
da yaşayan toplumsal kategorilerle Ckadınlar, ezilen ulus
ve •ırk·lar, gençler, ·çocuklar vb.'> ilgili sorunlar da. tarih­
sel maddeciliğin temel· konulan arasındadır. Onbirinc:t Tez
bu sorunlara da dizi içinde yer ayırmayı amaçlamaktadır.
Sosyalizmin hedefi olan ·bütünsel insan•ın yaratılabilme­
si için, sadece ekonomi ve siyasette değil, her alanda büyük
·dönüşümler yaşanması gerektiğine göre, dizi, günlük ya-
şamdan kişilerarası ilişkilere kadar her konuda eleştirel
yaklaşımlara. açık olacaktır.

Onbirinci Tez dizisi, sadece Türkiye toplumunun so­


runlan üzerinde de.ğil dünya. çapındaki sorunlar ve tartış­
malar üzerinde de olanaklar elverdiğince durmaya. çalışa­
caktır. Çünkü maddeci bakışaçısının temelinde yatan ulus­
lararası bakış dar ulusal perspektiflerin aşılmasını gerek­
tirmektedir. Aynca, dünyanın başka yörelerinde teoriye ve
pratiğe ilişkin olarak süregiden tartışmalardan öğrenilebi­
lecek çok şey vardır. Nihayet, içinde yaşadığımız karanlık
gunlerde dünyanın bir bütün olduğunu hatırlamanın he­
pimize yeni ufuklar aça.cağına inanıyoruz.

Bu dizi, bu türden asgari temellere dayanıyor ama ay­


nı zamanda da. çeşitliliğe, farklılığa, tartışmaya. öncelik ve­
ren bir yapıyı amaçlıyor. Dolayısıyla, yazılarda dile getiri­
len görüşlerin sadece yazarlannı bağlaya.cağı da açık. Pra­
tikle, yaşamla kopmaz bağlan dolayısıyla, maddeci teori
hiçbir zaman bitmiş, kapanmış bir düşünce sistemi olamaz.
Üstelik, maddeci teorinin bazı alanlarda yeter ince gelişti-

9
rilmemiş, derinleştirilmemiş olduğunu soğukkanlı biçimde
saptamak, varolan sorunları tartışarak çözmek gerekir.
Tartışma dışınr�a tutmayı amaçladığımız konular yok. Ta­
bularımız ve dogmalarımız yok. Tartışmanın, görüşlerin
çeşitliliğinin, maddeci düşünceye zenginlik sağlayacağını,
gelişmesini hızlandıracağını düşünüyoruz. Birlik içinde çe ·

şitliliğin doğurgan olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla da,


Onbirinci Tez dizisi yukarıda sayılan asgari temeller üze­
rinde yükselen, ama farklılığa ve yazarların özerkliğine
yer tanıyan bir tartışma platformu niteliğini taşıyor.

Bu /üzdendir ki, Onbirinci Tez dizisinin katkılara açık


olduğunu, açık olmanın da ötesinde istekli olduğunu vur­
gulamak istiyoruz. Dünyayı tarihsel maddecilik temelinde
düşünen ve değiştirmeyi hedefleyen herkese, yukarıda
özetlenen düşüncelere yakın herkese açık bu dizinin say­
falan. Teorinin sorunlarını tartışmak için, Türkiye'nin so­
runlarını tartışmak için, dünyanın sorunlarını tartışmak
için.
Çünkü amaç, Türkiye'nin düşünce yaşamında tarihsel
maddeciliğin kazanımlarını savunmak, bu düşünceyi ge­
liştirmek, Türkiye toplumuna yaratıcı biçimde uygulamak
ve maddi bir güç haline gelebilmesi için kitleselleşmesine
katkıda bulunmak. Bu amaca ise ancak hep birlikte çaba
gösterilerek varılabileceğinin bilincindeyiz. Böyle bir ama­
ca katkıda bulunmak isteyen herkesi, özel olarak da yep­
yeni bir geleceğin taşıyıcısı olmaya aday genç insanlan
aramızda görmek istiyoruz.

Kuşkusuz, bu yeni geleceği kurmak, çok uzun soluklu,


çok - yönlü, çok boyutlu bir çabayı gerektiriyor. Düşünce­
lerin değişmesinin çok ötesinde, toplumun maddi yaşamı­
nın kitlesel ve örgütsel çabalarla değiştirilmesi gerekiyor.
Onbirinci Tez dizisi, bu kapsamlı çabaya teori alanında sı.
nırlı va alçakgönüllü bir katkı yapmaktan başka birşey
hedeflemiyor. Am a şunu da bir an bile unutmuyoruz: teori­
nin ve bilimin en derin anlamı, insanlığın doğayı denetim
altına alma ve toplumu yenidenbiçimlendirme mücadele­
sine bilinç kazandırmasıdır. O halde, teorinin varlık nedeni
ve doğruluğunun gerçek kıstası pratiktir.

10
Daha da önemlisi, Feuerbacli üzerine onbirinci tezde
ifade edildiği gibi, ·Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde
yorumlamakla. yetindiler; oysa, asıl önemli olan dünyayı
değiştirmektir.•

TEZ

11
Birinci Kitap Üzeri ne

Onbirinci Tez dizisi, farklı konularda yazılmış yazıları bir


araya getiren kitaplardan oluşacak. Ancak, olanaklar elverdiği
ölçüde, her kitabın bir bölümü bir tema etrafında kaleme alın­
mış yazılara ayrılacak. •Bunalım, Azgelişmişlik, Devlet• işte
elinizdeki birinci kitabın merkezi teması niteliğini taşıyor.

Bugün içinde yaşadığımız toplumu anlayabilmek ve yarını


düşfmebilmek için, bu toplumun maddi temeline ilişkin iki ol­
guyu doğru biçimde kavrayabilmemiz gerekiyor: azgelişmişlik
ve bunalım. Türkiye toplumu, bir yandan, kapitalizme kesin
adımını yirminci yüzyıld(J. atmış birçok ülke ile, var olan tüm
farklılık ve özgüllüklere rağmen, ortak bir tarihsel gelişmenin
damgasını taşıyor. Dolayısıyla da, azgelişmiş kapitalizmin so­
runlarına, Türkiyeyi aşan, onunla ortak özellikler taşıyan ül­
keleri de kapsayan. daha geniş bir perspektiften batımak yarar­
lı, hatta gerekli. Öte yandan, Türkiye'nin de içinde yer aldığı
kapitalist dünya, sermaye birikiminin bunalımıyla tanımlanan
bir dönem yaşıyor. Bunalımdan nasıl ve ne yönde çıll.ılacağı, az­
gelişmiş lwpitalist ülkeleri nasıl bir yarının beklediği sorulan,
haçmılnıaz olarak farklı toplumsal güçler arasınd:aki siyasal
mücadeleleri tartışma alanına getiriyor. Bu. mücadelelerin odak
noktasında yer alan devlet ise, bunalım ve azgelişmişlikle bir­
likte elinizdeki birinci kitabın ana temasını tamamlıyor.

Kitabın ilk iki yazısı azgeli�miş kapitalizmde devletin ko­


numu ve geçirdiği değişimleri ele alıyor. Galip L. Yalman, Tür­
kiye'nin son dönemde yafadığı dönemeç ertesirule geçmişi anla­
mak için geliştirilen ve geniş bir yankı bulan «popülizm,. kav­
ramım. bugüne kadar yapılmış olandan daha geniş bir perspek­
tif içinde ele alıyor: Kavram teorik boyutuyla ve dünya çapın­
da lwrşılaştırmalı bir tahlil çerçevesinde eleştirel biçimde ince­
'.eniyor bu yazıda. Aynca, aynı kuramsal çerçevenin bir başka
tığesini oluşturan, ama Türkiye'de daha az tartışılan ·bürokra-

12
tilı otoriter devlet .. Jwvramı da giriyor yazının kapsamına. Yal­
-

man bu kavram ikilisini, maddeci bir bakış açısından, özel ola­


rak da devlet teorisinden hareketle eleştiriyor. 1/aldun Gülalp'in
yazısı ise. azgelişmiş 'ülkelerde kapitalist gelişmenin evreleri ile
demokratik olan ve olmayan devlet biçimlerinin ilişkilerini araş­
tırıyor. Bugünlerde kapitalizm ile demokrasiyi birbirine bağla·
maya çalışan bakış açısına karşıt olarak, bu bağıntıyı reddeden
ve özellikle de azgelişmiş ülkelerde demokratik - olmayıan bi­
çimlerin yaygın olduğunu vurgulayan Gülalp, bu olgunun ne­
denlerini bu ülkelerin özgül sınıf yapılarında ve dünya ekono­
misi içirıdeki tabi konumlarında buluyor. Bu farklı etkenlerin
bir sentez içinde ele alınmasını sağlayan Gülalp'in yazısı, deği·
şik biritanı kalıpları ile devletin biçimi arasındaki ilişkileri in·
celiyor

Yalman ile Gülalp'in yazılarfnın bu kitapta birlikte yer al­


malarınm özel bir anlamı da var. Temelde paylaştıkları mad­
deci yönteme rağmen, iki yazarın burada ele alınan konulara
yaklaşımlarında küçümsenmeyecek farklılıklar_ var. Özel olarak
da, Yalman'ın azgelişmiş kapitalizmin tarihinin dönemleştiril­
mesinde bir araç olarak anlamlılığını yadsıdığı ... popülizm• kav·
ramını, Gülalp tam da bu anlamıyla tahlilinin temel taşların·
dan biri olaralı kullanıyor. Bu durum, Onbirinci Tez dizisinin,
·Başlarken .. yazısında da ifade edildiği gibi, maddeci teori çer­
çevesinde çeşitliliği, farklılığı, tartışmayı önemsediğinin bir ka­
nıtı.

Anwar Shaikh ile Tülay Ann'ın dünya bunalımının neden­


lerini )le dinamiklerini konu edinen yazıları; sağdan kaynaklan·
dığı halde solda da moda olan bunalım tahlillerinden çok fark­
lı bir doğrultuda. Bunalımı izlenen iktisat siyasetlerine, bürok­
rasiye, devletin •aşırı .. genişlemesine vb. bağlayan bu moda gö­
rüşlere karşıt olarak, Shaikh ve Arın kapitalizmin çelişkili do­
ğasını ve sarsıntılı gelişimini temel alıyorlar. Bunalım, bu pers·
pekti(te, kapitalizmin çelişkilerinin bir ürünü ve aynı zamand.;.;
bu çelişkilerin <hangi yönde olursa olsun) bir dönem için çözü­
me ulaştığı bir ortam olarak kavranıyor. Bu da çok tartışmalı
bir alan olar.. ve içinde büyük bir çeşitliliği banndıra,n maddeci
bunalım teorisinin değişil� varyantlannı birleştiren asgari te­
mel. Bunun ötesinde, Shaikh ve Arın'ın bunalım tahlilleri fark­
lılaşıyor: Her ikisi de günümüz b·unalımının sermayenin değer­
lenmesi sürecinden doğan bir bunalım olduğunu vurgulamakla
birlikte, Shaikh kar oranının düşüş eğitimine dayanan lılasik

13
bir yorum temelinde bunalımın kaynağındaki özsel çelişkiyi or­
taya koymaya yönelirken, Ann son dönemde özellikle Fransa'da
önemli bir yankı bulan ·düzenleme okulu•nun görüşlerinden
yola çıkarak bunalımın somut gelişimini kapitalizmin tarihi
içindeki yerine yerleştirmeye çalışıyor. Arın'ın vurguladığı
önemli noktalar arasında, kapitalist dünyada iktisat siyaseti
alanına hakim olan yeni - liberalizmin bunalımın gelişme biçi­
miyle (özellikle enflasyonla) ilişkisi yer alıyor. Günümüzde
Türkiye'nin yaşadığı bunalımı ve devletin bunalım karşısındaki
konumunu anlamanıı;ı. önkoşulu, Ann'ın da altını çizdiği gibi,
dünya çapındaki · bunalımın dinamiklerini doğru biçimde kav­
ramak.

Gülnur Savran'ın yazısı, Türkiye solunda gittikçe daha faz­


la tartışılmaya başlayan ama yetersiz ölçüde tanınan bir top­
lumsal akımın, feminizmin·, sosyalizm ile ilişkisini ele alıyor.
G. Savran, Türkiye'de ypygın olan anlayışı karşısına alarak,
günümüzde dünya sosyalist hareketinin feminizmin gündeme
getirdiği kadının kurtuluşu sorununu ciddiye alması gerektiği­
ni savunuyor. Yazara göre, kadınlann, sınıfsal belirlenimlerin
dışında, salt kadın olmaktan kaynpklanan özgül sorunlarının
da bulunuşu, kadın sorununun artıkdeğer sömürüsü sorunu
içinde, feminizmin ise sosyalist hareket içinde özümlenmesine
izin vermediği gibi; kadınların ezilişinin günümüz toplumunda
emek sömürüsüyle eklemlenmiş olması karşısında, feminizm de,
kapitalizmin aşılması hedefini cisimleyen sosyalist bir bakış
açısına kendi çoğulcu yapısı içinde yer vermekte� vazgeçemez.
G. Savran'ın iki eksenli bu muhakemesi, - bileşenlerinin ayrıl­
mazlığı vurgulanmak istenircesine tireyle birleştirilmiş - -sos­
yalist - feminizm• kavramında özetlenmiş oluyor.

Teknoloji, genel olarak kl:ıpitalist dünyada toplumsal ilişki­


g
lerden bağımsız bir •şey• gibi al ılanırken, sanayileşme açlı­
ğıyla kıvranan azgelişmiş toplumlarda sadece bir yönüyle kqy­
ranarak mutlu bir geleceğin müjdecisiymiş gibi fetişleştirilir
Hacer Ansal'ın yazısı, bu şeyleştirme ve fetişleştirme süreçleri­
ne karşı maddeci bir teorik uyarı. Ansal , burjuva ideolojisinin
sunduğu pembe tablodan farklı olarak, teknolojinin kapitalist
üretim tarzında sermayenin işçiler üzerinde kurduğu .hcikimi­
yetin pekiştirilmesinde ve derinleştirilmesinde asli bir rol oy­
nadığını, Tütkiye'de çok az tartışıliQn emek süreci kategorisin­
den yola çıkarak ortaya koyuyor. Yazının bir amacı da, tekno­
loji konusunda solda yaygın olan bazı anlayışlarliQ tartışarak,

14
geleceğin toplumunda teknoloji sorununa yaklaşımda nasıl bir
yol izlenmesi gerektiğine ilişkin köşe taşlan dikmek Tür­
kiye'nin tariluel gelişim çizgısı üzerine solda yapılan
tartışmalarda öteden beri en belirleyici konulardan biri Cum­
hµriyet'in kuruluş süreci ve doğası olmuştur. Sungur Savran.
buradaki yazısında klasik maddeci teorinin Türkiye'de az tar­
tışılan bazı kavramlarına <örneğin •tepeden devrim• ve •pasif
devrim•) başvurarak, Cumhuriyet'in kuruluşunu ve onu izle·
yen toplumsal süreci maddeci bir perspektifle tahlil etmeye ça­
lışmakta. Bu çaba, bu tarihsel dönemin doğası konusunda Ke­
tnııli.zmin etki alanındaki sol açıklamalar ile günümüzün sivil
toplumcu akımının görüşlerinin eleştirisini de içeriyor.

Onbirinci Tez dizisinin her kitabı, geniş kapsamlı teorik ya­


zıların dışında, dünyanın ve Türkiye'nin güncel sorunlan konu­
sunda daha kısa ·değinmeler•e de yer verecektir. Mustafa Sön·
mez'in ve Can llgın'ın bu kitaptaki yazılan Türkiye'nin
'güncel sorunlarının bazılarına değinirken, Ömer Erze­
ren soğuk savaş döneminde esen rüzgarlara rağmen düşüncele­
rini kararlılık ve dirençle savunmaya devam ederek bir •ente­
lektüel cesaret. örneği veren, savaş sonrası restorasyonun sı­
nırlarını pratikte aşarak ülkesinin her iki yansını bir mücadele
alanı haline getirmiş olan Almanyalı maddeci bilim adamı W.
Abendroth'u ölümünün hemen ardından saygıyla �mıyor.

15
«Popül izm�>,
«Bürokratik-Otoriter Devlet»
ve Türkiye

Galip L. YALMAN

1970'l i yıllarda popüler olan ·bürokratik - otoriter devlet•


modeli ve yol açtığı tartışmalar, Latin Amerika'da yaşanılan
ekonomik bunalımlarla �ık sık karşılaşılan siyasal bunalımlar
arasında belirli bir sebep sonuç ilişkisi kurma çabalarının ürü­
nüydü. Aynı yıllarda yoğunlaştığı gözlenen, azgelişmiş ülke
CAGÜ> devletine özgü kuramsal model oluşturma denemeleri
açısından ise, çeşitli Latin Am erika ülkelerinde ardı ardına olu­
şan ve kalıcı gözüken askeri rejimlerin, çekici bir gözlem ala­
nı olıışturduklan kuşkusuzdu. Dünya kapitalist sisteminin bu­
nalımının yoğunlaştığı bir dönemde, birçok AGÜ'de siyasal ve
ekonomik bunalımlann olağan bir nitelik kazanması, Latin
Amerikalı toplumsal bilimciler tarafından başlatılan Bürokra­
tik - Otoriter Devlet CBOD> tartışmalarının batı yanmküresiniri
sınırlarını aşmasında etkili oldu. Sanayileşme/gelişme strateji­
leri, birikim modelleri, siyasal ve ekonomik- düzeylerdeki sınıf
mücadeleleri ve siyasi rejim değişiklikleri arasındaki bütünsel­
liği kavrama çabalan yoğunlaştı.'

Türkiye'de de, söz konusu tartışmaların okuyucuya doğru­


dan yansıtılması sağlanmadığı halde, çeşitli ikinci el yorumlar
aracılığı ile bu tartışmaların. ürünü bazı kavram ve hipotezlerin
tartışma gündemine getirildiği gözlenebilir. Bu bağlamda, •mo­
del• in Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişme süreci­
ni açıklamakta kullanılmasına yönelik çalışmalar özellikle dik­
kat çekmektedir. Modeli tüm olarak benimsemeden, bazı kav­
ramlannı ve/veya hipotezler.ini aktararak Türkiye'nin gelişme
sürecindeki belirli ekonomik ve siyasal olguları açıklama çaba­
lan ve bunlara yönelik bazı eleştirilerde göze çarpan şud.ur: La-

16
ün Amerika'ya ilişkjn modelin ve yol aÇtığı tartışmalann kap­
samlı bir değerlencli.mıesine pek gerek duyulmadan, bazı kav­
ram ve hipotezler benimsenmekte veya reddedilmektedir. üs­
telik, amacın uygulama ya da eleştirme olmasına bağlı olarak,
kavramlara farklı içerikler verilmekte, yeni anlamlar yüklen­
mekte ve sonuçta kavram kargaşası ciddi boyutlara varmakta­
dır.
Kanımızca öncelikle yapılması gereken, Latin Amerika kö­
kenli BOD modelinin, kuramsal temelleri ve somutu açıklama­
daki başansı açısından değerlendirilmesidir. Latin Amerika çer­
çevesinde ve sınırlı ölçüde de diğer AGÜ'lerdeki deneyimlerle
sınanan modelin, AGÜ devletini kavramlaştırmaya yönelik ve
Latin Amerika ile sınırlı kalmayan kuramsal çalışmalarla bir­
likte ele alınması, umarız, Türkiye'delü tartışma.lara. da ışık tu­
tabilir.

Böyle bir amaca yönelik bir deneme niteliğini taşıyan bu


çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. •Popülist• olarak tanımla­
nan siyasal bir biçimlenmeye tepki olarak BOD'in ortaya çık­
tığı tezi, söz konusu modelin temel çıkış noktası olduğu için, ön­
celikle •popülizm• kavramına açıklık kazandırmakta y�rar var­
dır. Bu nedenle birinci bölümde .. popülizm•in çok farklı kav­
ramsal çerçevelerde kazandığı değişik anlamlar kısaca gözden
geçirilecek, özellikle Latin Amerika. bağlamındaki özgün •po­
pülizm· kavramlaştırması ile cUğerleri arasındaki "farklı ve or­
tak noktalar belirtilmeye çalışılacaktır. İkinci bqlüriıde, BOD
modeli, en belirgin kuramcısı olan Arjantinli siyaset bilimcisi
G. O'Donnell'ın çalışmaları temel alınarak ana hatlan ile özet­
lendikten sonra, AGÜ devletini kavramlaştırma çabalarına yap­
tığı katkı irdelenecektir. Bu aynı zamanda modele yönelik eleş­
tiri ve sınama denemelerinin de bir değerlendirmesini içere­
cektir. Çalışmanın son bölümünde ise, Türkiye'de son yıllarda
gündeme gelen •popülizm• tartışmalan gözden geçiıilecektir.

1. POPÜLİZM

·Popülizm• Nedir, Ne Değildir?


Bu soruya verilebilecek kısa yanıt, açuc seçik, sınırlan iyi
belirlenmiş bir tanım vermenin pek olanaklı olmadığını belirt­
mekten ibarettir. Daha doğrusu kavram, içinde yer aldığı so­
runsala bağlı olarak farklı anlamlara gelebilmektedir. Aşağıda

17
örnekleri ile görüleceği gibi, ·popülist• sıfatı iktisat politikası.
sınıflar arası ittifak, siyasal rejim, devlet tipi v& biçimi, toplum­
saVsiyasal hareketler, ideoloji gibi çok çeşitli olguları tanım­
lamakta kullanılmaktadır. Daha önemlisi, bu şekilde tanımla­
nan herhangi bir kavramın içerdiği anlamın veya tekabül etti­
ği olgunun, sorunsal farklılıklarına bağlı olarak çok farklı, hat­
ta bazen birbirine zıt nitelikler taşıyabilmesidir. Sorunsalından
soyuUanarak kullanıldığı ölçüde, •popülist• sıfatı kavram kar­
gaşasını kaçınılmazlaştırmaktadır.

·Popülizm· kavramının tarihine bakacak olursak, 19. yüz­


yılın ortalarına kadar U7.8.ndığını görmek mümkün. Çarlık Rus­
ya'sının kapitalist gelişme sürecine girmesine bir tepki niteliği
taşıyan ve. Rusya kırının geleneksel kurumu olarak görülen
köylü komünleri temel alınarak, kapitalizm aşamasından geç­
meden, sosyalizme varılabile.ceğini savunan düşünce akımı
•Narodizm·, yani •popülizm· olarak bilinmekte. Sınıfsal farklı­
laşmaları göz ardı ederek •komünler-i idealize eden bu akımıq
temel tezi şu varsayımlara dayanmaktadır. Kapitalist gelişme
ve onun geıireceği sanayileşme, dönemin Rus toplumunun bü­
yük çoğunluğunu oluşturan köylülerin yaşam düzeylerini yük­
seltmek bir yana, bu geleneksel •eşiUikçi• yapılan yıkarak, kit­
lelerin giderek yoksullaşmasına neden olataktır. İkinei olarak,
Batı Avrupa'da gözlenenin aksine, kapitalist gelişme ve sana­
yileşme bu sürece girmekte gecikmiş Rusya'yı daha ileri bir top­
lum biçimine dönüştürmeyi başaramayacaktır. Diğer bir deyiş­
le, kapitalist yoldan Rusya'nm gelişmiş bir toplum haline gel­
mesi olanaksız görülmekteydi. Öte yandan, •popülizm• salt köy­
lü komünlerinin veya genel olarak köylülüğün sanayileşmenin
olumsuz etkilerine karşı korunması, dolayısıyla kırın kente kar­
şı bir savunusu değildir. Aynı 7.8.Jllanda hem tanmda hem de sa­
nayide daha eşitlikçi bir toplumun temeli olduğu düşünülen
küçük üreticiliğin, kapitalizmin getireceği büyük ölçekli üretim
birimlerine karşı korunması düşüncesini içerir.1 Kısaca, köylü­
lüğün proleterleşmesine karşıdır.
Bu görüşler, 20. yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkan •az­
gelişmişlik kuramlan•na aşina olanlar için hiç de şaşırtıcı de­
ğildir. Başka bir açıdan ise, söz konusu kuramların çok da ori­
jinal olmNhkJan düşünülebilir. Gerçekten de, bağımsı.zlığuıı ye­
ni kazanmış AGÜ'lerde kapitalist yoldan sanayileşme çabalan-

<U G. Kltching l1882>, ı. 12.

18
nın, toplumsal yapıdaki eşitsizlikleri artıracağı, kırdaki gele­
neksel ilişkilerin çözülmesi ile topraktan kopan kitlelere yeter­
li istihdam olanaklan sağlayamaya.cağı, bu bağlamda sık rast­
lanan bir bakış açısıdır, Buna göre, tarımsal gelişmeye öncelik
verilip, sömürge öncesi döneme özgü geleneksel yapıların te­
mel üretim birimleri olara)c benimsenmesi, kendi kendine yeten
bir ekonomi ve eşitlikÇi bölüşümün egemen olduğu bii" toplum
hedeflerini gerçekleştirmek için, vazgeçilmez önemdedir. En
somut ifadesini Tanzanya Devlet Başkanı Julius Nyerere'nin
1967'de kendi topllımuna resmi politik hedefleri olarak benim­
settiği Arusha Bildirgesinde bulan ve o dönemde •Afrika Sos­
yalizmi· olarak da tanımlanan bu yaklaşıma, 11narodizm• in mo­
dern bir varyantı olarak bakılabilir.
Ote yandan, sanayileşme sürecine girmekte gecikmiş top­
lumların emperyalizm çağında kapitalist yoldan gelişemeyecek­
leri görüşü, bilindiği gibi l.4ün Amerika kaynaklı ·bağımlılık·
yaklaşımının başlıca tezlerinden biridir. Ne var ki, •bağımlılık·
yaklaşımının sanayileşmeye kai"şı olmak - gibi bir savı yoktur.
Tam tersine, kapitalist dünya sistemine bağımlı oldukları süı;.'e­
ce AGO'lerin ·•gerçek• anlamda sanayileşemeyecekleri vurgu­
lanmıştır. Bağımlılık devam ettiği sürece devletin sanayileşme
çabalarına öncülük etmesi de, •Özerk· bir gelişme için asgari
önkoşuldur. Bu bağlamda, 19. yüzyıl Rus popülizmlnin de sana­
yileşmeye tatnamen karşı olduğunu söylemek doğru değildir.
ôzellikle 19. yüzYtlın son çeyreğinde kapitalistleşmenin yadsı­
namaz bir olgu olarak belirdiği Çarlık Rusya.'sında, devletin sa�
nayileşme sÜJ'.8ciD.de aktif rol oynamasının. sürecin yaratacağı
eşitsizliklerin sınırlanması ve kitlelerin yoksullaşmasının ön­
lenmesi açısınQaıı yararlı olabileceği ileri sürfilmüştür. :ı Buna
benzer ,sörüşleıin Rus popülistleri arasında revaç bulma.sına
rağmen,· •narodizm•in genel olarak, küçük üreticiliği ortadan
kaldırdığı ölÇüde, kapitalizme ve sanayileşmeye karşı bir dü­
şünce akımı olduğu saptanabilir. Nitekim, 1917 Ekim Devrimi
sonrasında aldığı biçimle, cpopüli2m· küçük üreticiliği tasfiye
ettiği gerekçesiyle SovyeUer Birliği'nde izlenen gelişme modeli­
ne karşıdır. ôzelli.kle, tanmda kolektifleşürmeye, köylülüğün
geleneksel ür�üm ilişkilerinin korunması amacı ile, karşı çıkıl­
maktadır.•

(2) ıe. yüzyıl sonlarının önemli Rus popülist düşünürleri Vorontsov ve


Danielson'un görüşlert bu doğrultudadır. Bu düşünürlertn görüılerinln
kapsamlı bir deprlenclirmeal için bjik. G. Kitehing U982).
13) •Neo popülist• olarak tanımlanan bu düşüncenin en önemlisi temsilci-
-

19
·Popülizm•in salt anti -kapita1ist bir-ideoloji olmaktan çık­
tığını· gösteren bu gelişmenin yanı sıra bu dönemde •popülizm· in
giderek belirli toplumsal hareketlere de damgasını vurduğu
gözlenebilir. İki dünya savaşı arası yıllarda, Doğu Avrupa ül­
kelerinde ortaya çıkan örgütlü köylü hareketlerj ve bunların et­
kili siyasal partilerinin belirgin özelliği, 1 9 . yüzyıl Rus popülist­
leıinden farklı olarak küçük üreticiliğin korunmasını kendi ba­
şına bir amaç haline dönüştürmeleridir. Küçük üreticiliğin, ka­
pitalist aşamadan geçmeden sosyalizme geçişi sağlayaca.lç. bir
araç· olarak görülmesi artık söz konusu değildir. Bir bakıma,
bu hareketlerin siyasal düzeyde giderek tutucu bir nitelik ka­
zandıkları söylenebilir.•

iL Dünya Savaşı sonrası dönemde, •popülizm• kavramı­


nın, •modernleşme okulu· çerçevesinde yeniden güncellik ka­
zandığı görülmektedir. Yeni kullanımına göre •popülizm• si­
yasal bağımsızlığı için mücadele veren sömürge toplumlarda,
kitlelerin artan biçimde siyasal yaşama katılmakta olduklarını
belirten bir kavram. Modernleş:roo perspektifine göre, bu top­
lumlarda, kitlelerin büyük çoğunluğu kırsal alanda yaşadığı
için belirginleşen kır- kent ayınını, sömürge yönetimi ile işbir­
liği yapan •elitler•e karşı duyulan nefretle birleşince, •popü­
lizm• belirmekte. içeriği tam olarak belirleİımemekle beraber,
kavramın özelliği, •halk- seçkinler• ayırımını toplumsal yapı­
daki temel çelişki olarak öne çıkarttığı ölçüde, sınıfsal farklılaş·
malann göz ardı edilmesine yol a çmasıdır.

Modernleşme yaklaşımının •popülizm•e ilişkin olarak vur­


guladığı diğer unsur ise, kitlelerin karizmatik önderler tarafın­
dan yönlendirilmesidir. Buna göre, pağımsızlı.k sonrasında ku­
rulan yönetimlerin başarısı bu yönlendirmenin ne denli etkili
olduğuna bağlı olacaktır. Modernleşme yaklaşımını eleştiren
bazı yazarlara göre ise •popülizm•, Asya ve Afrika'da bağır.:.­
sızlık sonrası kurulan tek parti yönetimlerine özgü bir ideolojiy-

si Çayanov'a �öra köylülük başlıbıışına bir Üretim tarzıdır ve kendini


yeniden ürettiği sürece de kapitalistleşmeyi önleyici başlıca koruyucu
mekanizml:&dır.
( 4 ) ·Popülist• olarak tanımlanan ilk toplumsal tabanlı hareketlerin Doğu
Avrupa'ya Ozgü olduğunu söylemek gerçeği tam da Y&DSltm&yacaktır.
19. yüzyıl sonlarında Kuzey Amerika'da küçük toprak sahibi çiftçilerin
çıkarlarının, büyük sermayeye karşı korunmasııu amaçlayan bazı si­
yasal örgütlenmelerin de .popülist• olarak tanımlandığı bilinmektedir.
Bu konuda daha fazla bilgi için bak. Canovaı:ı. l198U.

20
di Bu ideolojinin özelliği, toplumdaki sınıflann varlığını yadsı­
ması, eğer belirginleşmiş sınıf farklılaşmalan \Tarsa, sınıflar
arası çelişkilerin uzlaşmaz nitelikte olmadığını ileri sürmesiydi.
Toplumdaki çıkar farklılıklarının yadsınmasının doğal sonucu
�se, çoğulcu bir siyasal yapılanmanın gereksizliği vurgulanarak
tek parti iktidarının kurulmasıydı. Söz konusu parti toplumda­
ki beliİ"li çıkarları değil, tüm toplumu temsil etme savındaydı.11
Dolayısıyla, ulusal bütünlüğün sağlanması için de çoğulcu bir
siyasal yapının olumsuz etkilerine kapılan kapalı tutmak ge­
rekliydi.

Bu tür tak parti rejimlerinin bir özelliği de, sendikal hare­


ketin, partiden bağımsız olarak örgütlenmesine olanak tanıma­
malandır. Sendikal hareket, var olduğu ölçüde, ulusal devletin
entegre bir kolu olarak görülmektedir.

Sınıfların varlığını yadsıma eğilimi, kapitalist gelişmeyi sı­


nıfsal ayrışmanın sorumlusu olduğu savıyla reddeden bir söyle­
min gelişmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, kapitalist olmayan
bir gelişme stratejisi izlemek - Tanzanya örneğinde olduğu
gibi- •popülizm•in bir özelliği olarak belirmiştir. Sınıfsal ay­
nmlan bulanıklaştırmayı amaçlayan bu söylem, bağımsızlık sa­
vaşımı çerçevesinde •milliyetçilik• söylemiyle iç içe geçmekte­
dir Ceklemleşmektedir>. Anti - emperyalist bir retorik, gelişme
özlemi içindeki sömürge sonrası toplumlarda, değişik toplum­
sal kat nlanıan birleştirici bif unsur olarak işlev görmektedir.
Popülist söylemin karakteristik bir özeµiği de •biz- onlar•, yani
•halk ve halktan olmayanlar• ayınmını sürekli kullahmasıdır.
Anti - emperyalist retorikle birleşince, •halktan olmayanlar•
daha çok emperyalisUer ve yerli işbirlikçileri olarak şekillen­
mektedir.

Genel olarak, herhangi bir sınıfa dayanmayan veya her­


hangi bir sınıfı hedef almayan •popülist• söylemin toplumdaki
•küçük adamlar•a. yönelik olduğu vurgulanmıştır.• ·Küçük
adam• bazen küçük üretici köylüler, bazen kentlerde yığılma­
ya başlayan işsiz yığınlar, çoğu zaman da bunlann hepsi bir­
den olabilmektedir. Söylemin bu şekilde tanımlanması, aslında
•modernleşme· perspektifinin cpopülizm·in belirleyici öğesi
olarak •halk - seçkinler• ayınmını öne çıkartmasının başka bir

<s> P. Wonley <1965)


<e> P. Wonley U983), s. 293 - SM.

21
ifadesi gibidir. •Anti - elitizm• giderek •popülizm· in tanımlayı­
cı unsuru olarak belirmektedir.

Dikkat edileceği gibi, •popülizm• iki ayn temelde tanımlan­


maktadır. Birincisi, küçük üreticiliğin ve geleneksel yaşam bi­
çimlerinin korunması temelinde, ikincisi ise, •anti - elitizm• te­
melinde yapılan tanımlamalardır. İlginç olan her ikisinin de
hem ideolojileri ht::m de farklı nit�likteki t.oplumsal hareketleri
tanımlamakta kullanılmasıdır.

Latin ·Popülizm• I

Latin Amerika bağlamında, •popülizm· bir düşünce akımı


olarak oldukça eski. 1960'kı.rda, Üçüncü Dünya.' ülkelerinde yay­
gınlık kazanan ideolojik söylem ile önemli benzerlikler içeren
bir söylemi 1920'lerden başlayarak Latin Amerika'da bulmak
olanaklı. En kapsamlı ifadesini Perulu siyaset adamı Haya de la
Torre'de bulan bu söylem, tıpkı Rus popülistlerinde ve ·Afrika
Sosyalizmi·nde olduğu gibi pre - kapitalist (aynı zamanda sö­
mürge öncesi döneme aitl değerler sistemine dönülmesini savun­
maktaydı. Orta ve Güney Amerika'nın Latin olmayan yerli
halklanna özgü değerlerin, ileriye dönük gelişmiş toplumlar
yaratmada temel alınacağı söylenmekteydi. Anti - emperyalist
bir retorik ve geleneksel - ulusal anlamında •kıta.sal• - Afri­
kalılık ya da •yerli - Amerikalılık· - . değerlerin ulusal bir bi­
linç yaratmada kullanılması ortak noktalar olmakla birlikte, La­
tin •popülizm·i ile Üçüncü Dünya •popülizm•i arasında önem­
li farklıliklar da saptanabilir. Orneğin, kapitalizmi reddederek
Afrika'ya özgü bir •sosyalizm• uygulamasını hedef alan
Nyerere •popülizm•ine karşılık, Haya de la Torre işçilerin, köy­
lülerin ve •Orta sınıflar•ın ittifakını temel alan bir ·devlet kapi­
talizmi•ni hedef göstermektedir. Verilecek anti - emperyalist
mücadele, bu üçlü ittifaka dayanan bir siyasal parti aracılığı ile
yürütülecektir. Pratikte, Tanzanya örneği birçok AGÜ'de ülke­
ye özgü •sosyalizm• denemelerini n devlet kapitalizminden baş­
ka bir sonuç vermediği. düşünülse de, söylemler arasındaki bu
fark önemlidir. Aynca, sınıfsız bir toplum hedefi yerine, sınıflar
arası bir ittifaktan söz edilmektedir. Bu da, büyük ölçüde, 1920'
lerdeki Latin Amerika toplumları ile ıeeo'lardaki Afrika top­
lumları arasındaki sı,nıfsal yapı farklılığının sonucudur.

Peru bağlamında, Haya de la Torre'nin 1924'te kurduğu par­


linin isminden ötürü •Aprismo• olarak nitelenen bu ideolojik

22
söyleme göre, •orta sınıflar•ın -küçük burjuvazi ve beyaz ya­
kalılar kastedilmekte - bu ittifaka dahil edilmesi •Özel sektör�
cü• kapitalizmin gelişmesinin önlenmesi için gerekliydi, ·Dev­
let kapitalizmi• emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak
için gerekli sayılırken, ·özel sektörcü• kapitalizmin emperyalist
sömürünün devamı anlamına geleceği vurgulanıyordu.1 Latin
Amerika'nın •Orta sınıflar•ının, tarihsel gelişme süreçlerinin öz­
güllüğünden ötürü , gelişmiş batılı ülkeler orta sınıflarından
farklı nitelildere sahip oldukları iddia edilmekteydi. Buna göre,
bu sınıfların emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmakta
önemli çıkarları vardı. Öte yandan, sanayileşmenin henüz gün­
deme g_elmemiş <;>i masına karşın, Peru, Meksika, Venezüella gibi
Latin Amerika ülkelerinde, dünya pazarı için üret.im yapan
pl�ntasyonlarda ve madenlerde çalışanlar küçümsenmeyecek
bir ücretli işgücü oluşt urmaktaydılar. Emperyalizmle işbirliği
halindeki - kısaca ·oligarşi• olarak nitelenen - büyük toprak
sahibi - tüccar sermaye ikilisine karşı verilecek mücadele, Haya
de la Torre'ye göre, bir •halle cephesi·nin kurulmasını gerekli
kılıyordu. Bu noktada, Üçüncü Dünya •popülizm•i ile Latin •po­
pülizm•i arasındaki bir koşutluğun altını çizmek gerekir. Ku­
rulması amaçlanan •halk cephesi•nin belirgin işlevlerinden bi­
ri, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesini önlemektir aynı zaman­
da. Bu bağlamda, •popülizm•in tanımlayıcı unsurlarından biri,
içinde bulunulan kapitalist gelişme aşamasından bağımsız ola­
rak� işçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesi yapmayı amaçlar
biçimde örgütlenmesini ve mobilizasyonunu engellemeyi öngör­
mesidir.

Latin Amerika'da ortaya çıkan •popülist• hareketlerin bu


ortak özelliğine karşın ke,ndi içlerinde ilginç bir farklılaşma da
söz konusudur. Peru, Bolivya, Venezüella gibi ülkelerde, •popü­
list• hareketler genellikle siyasal iktidarı elinde tutan •Oligarşi­
ler•e karşı gelişmiş ve iktidar mücadelesinde çeşitli başarısızlık­
lara karşın varlıklarını uzun süre koruyabilmiştir. Brezilya ve
Arjantin gibi ülkelerde ise, •popülist• hareketler, b�zzat siyasal
iktidarlar aracılığı ile geliştirilmiş ve iktidar bloku içi mücade­
lelerin yönlendirilmesinde etkili bir rol oynamıştır.

Latin.Amerika bağlamında •popülizm•in, salt bu niteliklere


sahip bir düşünce akımını, ideolojik söylemi ya da toplumsal
hareketleri tanımlayıcı bir kavram olduğu düşünülmemelidir.

(7) 51.gmund Cl987l 'da Haya de la Torre'den alınt.ılu, s. 339- 354 .

23
Aralarında Qaşitli noktalarda görüş aynlıklan olmakla birlikte,
birçok toplumsal bilimcinin, •popülizm• kavramı ile ifade et­
mek istedikleri olgu Latin Amerika ülkelerinin tarihlerinin belli
bir aşamasında tanık olduklan bir siyasal biçimlenme (form of
politics> 'dir.
Genel olarak, 1929 Dünya Bunalımının Latin Amerika eko­
nomilerinin dünya kapitalist sistemi ile bütünleşme biçiminde
fOl açtığı bunalım sonucu oluştuğu varsayılan bu siyasal biçim­
lenmenin - Haya de la Torre'nin sözünü ettiğine benzer- üç­
lü bir sınıflar ittifakına dayandığı belirtilmektedir. Dünya bu­
na])mı ile birlikte geçerliliğini önemli ölçüde yitiren, geleneksel
ürün ihracatına dayalı sermaye birikimi modeli ise yerini - sis­
tem.le tekil ekonomiler arasındaki mal ve sermaye akımlannın
zayıfladığı bir ortamda - ithal ikameci sana.yileşmeye dayanan
yeni bir sermaye birikimi modeline bırakmıştır. Dolayısıyla,
•popülist• siyasal biçimlenme ile ithal ikameci sanayileşme
ctts> arasında birliktelik söz konusudur. Ülkeden ülkeye belirli
farklılıklar göstermekle birlikte, bu temelde tanımlanan cpopü­
lizın·in 1930'lardan 1960'lara, hatta 1970'lere kadar uzanan bir
dönemin karakteristik özelliği olduğu ileri sürülmektedir.
Söz konusu kavramsal çerçevenin ayrıntılarına ve eleştiri­
sine girmeden .önce vurgulanması gereken nokta, •popülizm•e
yepyeni bir •analitik araç• niteliği kazand.ınlmaya çalışıldı­
ğıdır. •Popülizm• , toplumların tarihi gelişme süreçlerini kavra­
makta bir ·dönemleme• aracı olu.rak kullanılmaya başlanmak­
ta, bir siyasal biçimlenmenin olduğu kadar, belirli bir dönem­
de, bu biçimlenme ile ekonomik süreçler arasındaki ilişkiler bü­
tününün de simgesel ifadesi olmaktadır. ·Popülizm· in analitik bir
araç olarak geçiİ"diği bu evrim son derece dikkat çekicidir. Mo­
dernleşme okulu tarafından kullanıldığı biçimiyle sınıfsal fark­
Wıklann göz ardı edilmesine neden olduğu için, analitik değe­
rini yitirdiği düşünülen kavram, aralarında çok sayıda, sınıf­
sal analizi benimsediğini belirtenlerinin de bulunduğu toplum­
sal bilimciler tarafmdan yepyeni bir içeriğe kavuşturulmaktadır.
Bu yeni içeriği ile, kavramın ne denli yararlı bir analitik araç ol­
duğunu tartışmak gerekmektedir.

LaUn ·PopOllzm.•lnin Ekonomik ve Siyasal Boyutlan

Popülist olarak nitelenen siyasal biçimlenmenin özgül nite­


likleri şöyle özetlenebilir: al Ekonomik bunalım sonucu ikti­
dar bloku içindeki hegemonyası sarsılan oligarşinin siyasal ve
ekonomik etkisini tümden yitirmediği bir ortamda, yeni serpil­
meye başlayan sanayi burjuvazisi, •orta sınıflar• ve özel olarak
sana�i işçileri, genel olarak egemen olmayan tüm sınıf ve ke­
simle: arasında oluşturulan üçlü bir siyasal ittifak. İstikrarsız
olduğu vurgulanan bu ittifakın temeli, söz konusu sınıflann,
oligarşinin iktidannın yıkılmasında ortak çıkq.rlan olduğu var­
sayımıdır. b> Devletin, iktidar bloku içindeki hegemonya boş­
luğundan (bunalımından) kaynaklanan bir •görece özerklik·
k azan ması. d .Kitlelarin, özellik.le sanayi kesimi çalışanlan­
nın, devletin güdümünde örgütlenerek, siyasal katılımlarının ve
karar alma süreçlerine etkilerinin artırılması. Bu olgu ·kitlele­
rin devletle bütünleştirilmesi• olarak tanımlanmakta.

Bu niteliklerin atfedilmesi sonucu, .Bonapartizm• ve ·kor­


poratizm• gibi kavramlarla birlikte düşünülmeye başlanan •PO­
pülizm•in ekonomik boyutu ise şöyle özetlenebilir: a) Ö�el­
likle dayanıksız ve giderek dayanıklı tüketim mallarının üreti­
mine ağırlık verilen, iç pazara yönelik 115. bl Buna koşut ola­
rak, ücretli kesimlerin gerçek ücret düzeylerinin düzenli ola­
rak _yükseltilmesini ve bu kesimlere yönelik sağlık, eğitim vb.
kamu harcamalannın artırılmasını öngören bölüşüm politi�la­
rı. c) Devletin artan biçimde sermaye birikim sürecine katılı­
mı ile birlikte, sanayi burjuvazisinin güçlenmesine yol açan ik­
tisat ve maliye politikaları. dl Geleneksel ihracat ürünlerine
dayanan oligarşiyi ekonomik açıdan görece zayıflatmakla bir­
likte topraktaki mülkiyet ilişkilerine dokunmayan bir yaklaşım.

Sınırlan bu şekilde çizilen •popülizm•, aşağıda inceleyece­


ğimiz ·BOD· modelinin de çıkış noktası. Ekonomik ve siyasal
boyutları ars.sında doğasından kaynaklanan bir çelişki olduğu
varsayılan •popülizm•, bu çelişki nedeniyle bunalıma sürüklen­
mekte ve ·BOD·in oluşumuna da yol açmaktadır. Diğer bir de­
·
yişle, devletin temel bir rol oynadığı sermaye birikimi modeli­
nin gereksinmeleri ile ·kitlelerin devletle bütünleşmesi• süreci
giderek bağdaşamaz hale gelmektedirler. 8 Bu, ekonomik buna­
lımla siyasal bunalımın çakışmasına neden olmakta, daha so­
mut olarak, ttS'nin girdiği darboğazlar, cpopülizm·in dayandı­
ğ\ siyasal ittifakları sarsmaya başlamaktadır. Sonuç US'nin bu­
nalımının, •popülizm• in bunalımına dönüşmesidir.
la.tin Amerika bağlamında böyle bir içerik kazandırılan
•popülizm• somutu açıklamadaki katkısı ve kuramsal temelle-

IS> Malloy U9 77a>. Boron (1981> .

25
ri açısından, ayn ayn irdelenmek zorundadır. ·Popülizm• in kav­
ramsal bir çerçeve ve -dönemleme• aracı olarak !..atin Amerika
genelini ve/veya tekil Latin Amerika ülkelerinin tarihsel dene­
yimlerini açıklamaktaki katkısı n&dir? ·Popülizm• - ·BOD· iki­
lisi, Latin Amerika toplumlarının ekonomik ve siye.sal gelişme
süreçlerini bütünsel bir model çerçevesinde açıklamaya çalış­
tıkları ölçüde, La.tin Amerika'ya, hatta giderek ·benzer• süreç­
leri yaşayan başka AGÜ'lere özgü bir devlet kuramına dönüş­
mektedir. Bu, kuramsal açıdan ne denli anlamlı bir uğraştır?
•Popülizm-in, Latin Aınerika'dan soyutlandığı ölçüde, farklı ta­
rihsel koşullan ve farklı algulan incelemede •analitik• değerini
koruduğu söylenebilir mi? Ya da •popülizm• in analitik bir kav­
ram olarak kullanılmasına devam edilmeli midir?

Bu tür soruların yanıtlanabilmesi için, •popülizm• in ekono­


mik VB siyasal boyutlarını, ayn ayn ele almak gerekecektir.
Ekonomik ve· siyasal boyutlarını tanımlayan hangi niteliklerin
•popülizm• in belirleyicisi olarak vurgul anması gerektiği konu­
sunda, Latin Amerika tartışmalanna katkıda bulunanlar ara­
sında çeşitli görüş aynlıklan bulunmaktadır. Bu da kavram
kargaşasını artırıcı bir faktör olarak göze çarpmaktadır.

Ekonomik boyutu ele aldığımızda, •popülizm• in en çok vur­


gulanan özellikleri tıs ve egemen olmayan kesimlere yönelik
bölüşüm politikalarıdır. Ne var ki, salt Latin Amerika çerçeve­
sinde soruna yaklaşıldığında bile, ıts ile •popülizm• arasında
özellikle ltS'nin ilk aşamalarında var olduğu ileri sürülen bir­
likteliği gözleme olasılığı oldukça düşüktür. Birkaç örnek ver­
mek açıklayıcı olabilir. 1930 Dünya Bunalımının ekonomik ya­
pıda yol açtığı sarsıntılar, Arjantin'de de US'yi gündeme getir­
di. Ama 11S'nin ilk aşamasının büyük ölçüde tamamlandığı
1930'lu yıllarda, Arjantin'de iktidar bloku içinde oligarşinin
egemenliği ( hegemonyası> kırılmadığı gibi, •üçlü ittifak· ben­
zeri oluşumlann hayata geçirilmesi de söz konusu değildir. Ça­
lışan kesimlere yönelik bölüşüm politikalarının da bu dönemde
Arjantin'de uygulanma şansı bulamadığı Söylenebilir. ôzetle,
ltS'nin ·kolay• aşaması Arjantin'de •popülizm• gündeme gel­
meden gerçek:eşmiştir.11

( 9) Artantln'in bir istisna olduğu düşünülse bile, US ile •popülizm• birlik­


teliğinin söz konwıu olabildiği Latin Amerika. ülkelerinde dahi, ikiai ara­
sında. nedensel bir ilişki kurmanın olanaklı olmadığı vurgu.lanmıştır.
Bak. Ka.ufman ( ı 979l

26
Ote yandan, •popülizm•in ideolojik bir söylem ve siyasal
bir hareket olarak daha 1920'lerde ortaya çıktığını gördüğümüz
Peru'da 1930 bunalımının •popülist• bir siyasi ·biçimlenmeye
yol açmadığı gibi, 11S'yi de gündeme getirmemesi dikkat çekici­
dir. Peru'da US'nin ilk aşaması 1950'li yıllarda yaşanırken, •po­
pülist· bir siyasal biçimlenmenin, günümüze kadar geçen sü­
renin herhang i bir evresinde oluştuğunu söylemek oldukça zor­
dur. Paradoksal olarak, salt bölüşüm politikaları temel alındı­
ğında ise, Peru'nun oligarşik iktidar blokunun, daha 1920'lerde,
•popülist• politikalar izlediğini iddia eden yorumlara bile rast­
lanabilmektedir. 10 Peru, Meksika, Venezüella gibi geleneksel
ürünler ihracatına dayalı ekonomilerde, US'den çok önce oluş­
maya başladığına Haya de la Torre'nin dikkat çektiği bir ücret­
li emek ordusunun giderek yükselen taleplerinin bu gibi politi­
kaların uygulanmasını zorunlu kıldığı belirtilmiştir. 1 1 B u git
yorumların yaran, •popülizm·in US ile birlikte, tarihsel gelişrr•._
sürecini ·dönemleme• aracı olarak işlevsel olamayacağına dik­
kat çekmesidir. Bir bakıma, •popülizm•e kazandınlmak istenen
•yeni• içerik ve kuramsal statünün yeniden düşünülmesi ge­
rektiği ortaya çıkmaktadır.

·Popülist. siyasal ittifakların tıs ile birlikte gözlenebildiği


örneklerde de, iktisat politikalarının modelin öngördüğü biçim­
de ve tutarlı olarak uygulandığı söylenemez. örneğin, Meksi­
ka'da henüz İSS'nin ilk aşaması tamamlanmadan, gerçek üc­
retler düzenli olarak düşmeye başlamıştır. 1940'lı yılların başın­
dan itibaren gözlenen bu gelişme, özellikle savaş yıllann<;la hız­
lanan bir US uygulaması ile eşzamanlıdır. ı :.: ·Popülizmin erken
ölümü• olarak nitelenen bu gelişmenin, Meksika'nın özgül ko­
şullarına bağlansa da, genel olarak Latin Amerika'da •popü­
lizm tıs. birlikteliğine dayanan bir modelin �çerliliğini ciddi
-

biçimde zayıflattığına kuşku yoktur . 1 3 ·İstisnalar•ın sayısının

ı ıo> Palmer U9n>


( 11 ) CoUer U9791 , Collier l l979al
U2> Bu durum, geleneksel ürün ihracatçılan ile yükselen sanayi burjuvazi­
sinin farklı çıkarlannın özgül nedenlerle uyumlulaştınlması sonucu,
çahşlln kesimlerin yaşam düzeylerini yükseltecek iktisat politikalanna
gerek kalmadığı biçiminde açıklanmaktadır. HS'ye dayalı sermaye bi­
rikim modelinin gereksinmeleri açısından önemli olanın. işçilerin ·hi­
zaya getirilmesi• olduğu vurgulanmıştır. Bak. Kaufman ( ı9n l . Collicr
( 1979&)
( 13) Sili ve Arjantin"de de US'nin ilk aşamasının yaşandığı ı930'lu yıllarda
gerçek ücretlerin düşme eğiliminde olduğu bi�nmektedir.

27
artmasının •kaide• yi giderek geçersiz kılması karşısında, •PO­
pülizm• in İİS ile birlikte gerçekleşen bir olgu olarak düşünül­
memesi gerektiği kabul edilmek zorunda kalınmıştır. u Önerilen
çıkış yolu, cpopülizm· in iktidar bloku dışında kalan kesimlerin
siya.sal hareketliliğinin fazlalaştığı dönemlere ilişkin tanımlayı­
cı bir işlevi olabileceğidir. Bu da bizi •popülizm• in siya.sal bo­
yutunun tartışılma.sına getirmektedir.
·Popülizm• in bağımlı kapitalist ülkelerde dünya kapitalist
sisteminin bunalımı sonucu ortaya çıktığı konusunda anlaşan
toplumsal bilimciler arasında •siyasal biçimlenme•nin niteliği­
ni belirlemede görüş birliği yoktur. Kimine göre siyasal bir sis­
tem, kimine göre siyasal bir rejim, kimine göre bir devlet tipi,
kimine göre de bir devlet biçimidir •popülizm• . Bu dur.um, bü­
yük ölçüde tartışmacılann kuramsal açıdan oldukça eklektik
bir tutum benimsemelerinin sonucudur. Bu bakımdan, bir kıs­
mının devlet tipi ile siya.sal sistem, ya da devlet biçimi ve siyasal
rejim arasında pek fark gözetmedikleri de söylenebilir.
Herhangi bir toplumsal formasyonda. egemen üretim tarzı­
nın niteliğine bağlı olarak, devletin de temel niteliğinin belirle­
neceği, tartışmaya açık olmakla birlikte, oldukça yaygın kabul
gören bir görüştür. Dolayısıyla devletin niteliğinin belirlenme­
sinde öncelikle o toplumsal forma.syonda belirli bir üretim tar­
zının egemen olup olmadığının saptanması öneın kazanmakta­
dır. Bu saptama, yöntemsel açıdan, birtakım görgü! verilerin öl­
çümü' ile değil, aiıaliti.k olarak yapılmak ,durumundadır. Kapi­
talist devlet kuramına ilişkin olarak 1970'li yıllarda yoğunlaşan
tartışmaların bu konuya açıklık kazandırdıklarına kuşku yok­
tur. · Konumuz açısından önemli ikinci bir nokta ise, kapitalist
üretim tarzının egemenlik · kazanması ile devletin kapitalist ni­
telik .kazanmasının eşzamanlı olgular olup olmadığıdır. Bu bağ­
lamda iki farklı s�run alanına işaret edUebilir. Birinci sorun
alanı da, kendi içinde ikiye ayrılabilir. ıaı Pre - kapitalist iliş­
kilerin çözülme sürecine girdiği, ancak kapitalist üretim tarzı­
nın egemenliğinin oluşmadığı •geçiş• dönemlerinde devletin ne­
teliğinin belirlenmesi. ı b) Kapitalist üretim tarzı egemen ol­
makla birlikte, devletin niteliğinin henüz netleşmediği •geçiş•
dönemleri. 13 21 Kapitalist üretim tarzının egemenliğinin ve

1 14 > la.tin Amerika bağlamında.ki tartışma.lan değerlendiren bir çalışma.da


bu açıkça ifa.de edilmektedir. Bak. Collier 1 ı979al
c ıs > Örneğin Poulantzaıı'a göre. mutlakıyetçi devlet birinci geçiş dönemine,
Bismarck döneminin Prusya devleü ise ikinci tılrden bir geçiş dönemi­
ne özgü oluşumlardı. Bak;. PouJanzas 1 1973)

28
davletin kapitalist niteliğinin tartışma konusu olmadığı koşul­
larda, kapitalizmin gelişme aşamalarına ve sınü mücadeleleri­
ne bağlı olarak devletin niteliğinde olabilecek değişimleri kapsa­
yan sorun alanı.

Dünya kapitalist sistemine •bağımlı• olarak nitelenen top­


lumsal formasyonlann siyasal yapılarının kavramlaştırılmasın­
da, yu.kandaki ayırımların önemi daha da artma.k.tdır. Birinci
ve ikinci tür •geçiş• dönemlerinde devletin tipinde - örneğin
pre - kapitalistten kapitaliste - bir değişiklik söz konusuyken.
üçüncü durumda böyle bir değişi.klik söz konusu değildir. Bu
kez gözlenen değişimi ifade etmek için ku,llanılan kavram ·dev­
let biçimi· dir. Bu kavramın yaran, gerek iktidar bloku içi, ge­
rekse iktidar bloku ile blok dışı kesimler arasındak i ilişkilerde
kapitalizmin ·gelişme aşamalan temelinde gözlenen niteliksel
değişimleri ayırt etmeyi sağlamasıdır. Bu bağlamda, kapitalist
devlete özgü biçimler genel olarak demokratik olan ve ol­
mayan biçimler olarak ayrılabilir. Bu aynın temelinde, faşizm,
askeri diktatörlükler ve Bonapartizm demokratik olmayan fark­
lı devlet biçimleridir.

Siyasal rejim ise, geleneksel pozitivist siyaset bilimi kura­


mında toplumlan yönetim biçimlerine göre ayırmakta kul­
lanılan bir kavramdır. , Bu bağlamda, de �okratik rej imler,
otoriter rejimler ayırımı yapıldığı gibi, parlamenter demokratik
rej imler de kendi içinde seçim sistemleriniı) de etkisi'fle iki par­
tili - -çok partili ya da yasama, yürütme, yargı erkleri arasında­
ki hukuksal düzenlemelerin niteliğine bağlı olarak ayrıl­
maktadır. Dolayısıyla, bir yandan iki partili bir siya.sal yapı­
nın çok partiliye dönüşmesi, bir siyasal rejim değişi.kliği olarak
görülürken, öte yandan, parlamenter - demokratik bir rejimin
oluşması ya da son bulması da aynı şekilde siyasal rejim deği­
şikli� olarak nitelen�ektedir. Ne var ki, hukuksal kurumsal
düzenlemelerle sınırlı kaldığı ölçüde, bu ayınmlann tqplumsal
yapıdaki gerek iktidar bloku içi, gerekse iktidar bloku ile çalı­
şan sınıflar arasındaki �ç ilişkilerini kavramada çok da yar­
dımcı oldukları söylenemez.
1

Devlet biçimleri ile siyasal rej imlerin farklı soyutlama dü­


zeylerinde tanımlanan kavramlar olarak ayırt edilmesinin ya­
nı sıra, somutu incelerken birlikte ele alınmaları da zorunludur.
Ancak bu temelde, devletin ve iktidar blokunu oluşturan sınıf­
ların nasıl bir ilişkiler bütünü cluşturduklannm kavranması

2i
mümkün olabilir.10 Örneğin, siyasal rej im değişikliği söz konu­
su olmadan, devletin biçiqıinde değişiklik olabileceği gibi, her
siyasal rejim değişilç.liğini mutlaka bir devlet biçimi değişikliği
olarak algılamak da gerekmez. Devlet biçimi kavramının bir ya­
ran da, sınıflar arası ilişkilerin önemini vurgulayarak, ekono-_
mik ve siyasal düzeyler arasında indirgemeci yaklaşımın ön­
gördüğü türden tek yönlü bir belirlenmeyi zorlaştırmasıdır.

Azgelişmiş Ülke Devleti


Tartışmanın bir başka boyutu ise, • bağımlı. ya da •azgeliş­
miş• olarak nitelenen kapitalist toplumsal fonıiasyonlann dev­
letinin, gelişmiş kapitalist formasyonlardan hareketle geliştiri­
len, kapitalist devlete ilişkin kavramsal çerçeveler içinde ince­

lenmesinin ne denli olanaklı ol uğudur. Başka bir deyişle, az­
gelişmiş kapitalist toplumsal , formasyonlara özgq bir devlet ti­
pi ve ona bağlı olarak devlet biçimlerinden söz etmek mi daha
anlamlıdır <ya da doğru kuramsal yaklaşımdır> , yoksa geliş­
miş ve bağımlı aynını yapmadan tek bir -kapiıaiist devlet tipi
olduğunu kabul edip, bu temelde çeşitli devlet biçimlerini ayır­
mak mı?

AGÜ'lere özgü bir devlet tipi olduğunu kabul etmek, ku­


ramsal olarak, yine AGÜ'lere özgü bir üretim tarzı olduğunu
varsaymak demektir. Oysa, 1960'lı ve 1970'li yıllarda gözlenen,
•sömürge üretim tarzı• ya da coğrafi bölgelere, hatta ülkelere
özgü üretim tarzları gibi kavramlaştırma çabalarının çok da
olymlu sonuçlar vermediği bilinmektedir. Belki de l:iu nedenle,
son dönemde, ·bağımlı· toplumsal formasyonlara özgü bir üre­
tim tarzından . açıkça söz edilmemektedir. Genel eğilim, ·bağım­
lılık· ve •üretim tarzlarının eklemleşmesi• gibi iki farklı so­
runsaldan yeni bir kavramsal çerçeve türetme yönündedir.17
Bu çerçevede, AGÜ'ler farklı üretim tarzlarının eklemleştiği,
ama kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumsal for­
masyonlar olarak görülmektedir. Gelişmiş ve ·bağımlı kapita­
list• formasyonları birbirinden ayıran unsur ise kapitalist üre­
tim �ın · yenid�n üretiminin, iki ayn formasyon bağlamın-

ll6) Poulantzas C l973>, s. 319. İkUdar bloku ile devlet arasındaki ilişkile­
rin geçirdiği detişimlere bağlı olarak, devlet biçimi ile siyasal rejim bir­
likte ele alındığı takdirde, devleün görece özerkliğ_i kavramımn somu­
tu açıklanıadaki katkısı da belirginleşecektir.
(17) Alavi U982a> ve Munck l l9M> bu doğrultudaki çalışmalara. biri Asy a ,

diğeri Latin Amerika bağlamında. iki örnektir.

30
da, farklılaşmasıdır. ·Bağımlı· toplumsal formasyonlarda, ka­
pitalist üretim tarzının yeniden üretiminin ·dışsal• etkenlere
dayandığı ·Heri sürülmektedir. Buna göre, gelişmiş kapitalizm­
den farklı olarak, •bağımlı• kapitalizmin yeniden• üretimi ulus­
lararası sermaye ile organik bağlarından soyutlanmış biçimde
algılanamaz. Diğer bir deyişle, ·bağımlı• yeniden üretim.in ger­
çekleşmesinde , çevre ülkelerle merkez ülkeler arasındaki mal
\re sermaye akım.lan belirleyici rol oynamaktadır. Özetle, fark­
lı yeniden üretim koşullan, farklı üretim tarzlarını da berabe­
rinde getirmektedir. 1 8 Adı konmamakla birlikte, söz konusu
olan, •bağımlı üretim tarzı• kavramının inşasıdir.

·Bağımlı• kapitalizm ayn bir üretim tarzı olarak düşünül­


mese bile, eklemleşme sorunsalı �rçevesinde kapitalist üretim
tarzının egemen olduğunun varsayılması, ·bağımlı · kapitalist
toplumsal formasyonlarda devletin tipinin belirlenmesini tartış­
ma dışında bırakmaktadır. Bir bakıma, kapitalist üretim tarzı­
nın egemen olması devletin niteliğinin netleşmesi için yeterli
sayılmaktadır. Diğer bir deyişle, ölay bir geçiş dönemi sorunsa­
lı içinde düşünülmemekte, birinci ve ikinci tür olarak ayır­
dığımız •geçiş· dönemleri arasında bir fark da gözetilmemek­
tedir. ·Bağımlı• devletin ·kapitalist• niteliği sorgulanmadığına
göre, •bağımlılık· bu formasyonlardaki sjyasal biçimlenmelerin
belirlenmesinde başat etken durumuna gelmektedir Soruna
böyle yaklaşılınca, çabalar ·bağımlı• devlete özgü devlet biçim­
lerinin ayırt edilmesine yönelmektedir.

Latin Amerika'nın bütününü kapsayan bir soyutlama ile.


birbirini kronolojik olarak izlediği vanJayılan üç devlet biçi­
minden söz edilmektedir. ·Bağımlı kapitalist• Latin Amerika
toplumsal formasyonlannın tarihsel gelişme sürecinde üç fark­
lı aşama, böylece, üç farklı devlet biçimi ile birbirinden ayn.1-
maktadır: oligarşik, popülist ve otoriter Cya da bürokratik - oto­
riter> devlet biçimleri.11 Bu aynm, daha önce tartıştığımız
•popülizm• i bir ·dönemleme• aracı ve buna bağlı olarak bir •Si­
yasal biçimlenme• olarak görme eğiliminin , kapitalist devlet
kuramı tartışmalarının da etkisiyle geldiği nokta olarak da gö­
rüle bilir. Ne var ki, kapitalist devlet kuraniı çerçevesinde esas
olarak demokratik olan ve olmayan diye ·ikiye ayrıldığını be­
lirttiğimiz devlet biçimleri kavrarnlaştırmasından oldukça fark-

U&I Bak. Alav1 a.g.e.


c ısı Bak. Boron U98l l . Munck U984)

31
lı bir ni�eliğe sahiptir La.tin Amerika bağlamındaki devlet bi­
çimleri aynını. Aşağıda örnekleri ile görüleceği gibi, oli ·
garşik ve popülist devlet biçimleri hem •demoJtra,tik. hem de
•otoriter• siyasal rej imleri kapsarken, . ·bürokratik - otoriter•
devlet biçimi sadece •Otoriter• rejimleri kapsamaktadır. 20' Ay­
nca, devlet biç,iınlerini birbirini kronolojik olarak izleyen ve be­
lirli ekonomik gelişme aşamalarına tekabül eden olgular ola­
rak görmek de, hem ekonomik he� siyasal düzeylerde tek yön­
lü ve aşamalı bir gelişme öngören teleolojik bir anlayışı yansıt­
maktadır. Buna göre •bağımlı· toplumsal formasyonlarda, ka­
pitalist gelişme hızlandıkça, siyasal düzeyde de •otoriter- bi­
çimlenmeler yaygınlaşmaktadır. Bu konunun ve ·bürokratik ­
otoriter• devlet biçiminin tartışmasını bir sonn.ki, bölüme bı­
rakarak, kısaca •popülist• devlet biçimi üzerinde duralım.

·Popülizm• in siya.Sal boyutunu tanımlayıcı nitelikleri belir­


tirken, bu nitelikleri nedeniyle, •popülizm• in , ·Bonapartizm• ve
·korporatizm• kavramları ile özdeşleştirilmeye başladığına de­
ğinmiştik. Gerçekten · de, •p.opülist• dönemi aynı zamanda ·Bo­
napartist• olarak nitelemekte, Latin Amerika bağlamındaki tar­
tışmalarda, bir görüş birliği olduğu söylenebilir.21 Oligarşinin
egemenliğini kırmak için oluşan siyasal ittifakın siyasal iktida­
rı ele geçirdiği d urumlarda devletin görece bir özerklik kazan­
tl
dığı varsay makta, bu da ·Bonapartizm• nitelemesinin gerek­
çesini oluşturmaktadır. Ote yandan, ·korporatizm• in tanımlayı­
cı özelliği toplumdaki değişik sınıf ya da kesimlerin örgütlenme
ö�gürlüklerini ve siyasal katılımını kısıtlamasıdır. Devlete bağım­
lı, asgari sayıda (çoğunlukla tekel konumunda) ve hiyerarşik
bir anlayışla işleyen dikey kurumlaşmalar çerçevesinde örgüt­
lenen toplumsal gruplar, ancak bu kurumsal yapı çerçevesinde,
siyasal ve ekonomik düzeylerde temsil edilme ve katılma olana­
ğına sahiptirler. ·Dolayısıyla, ·korporatizm•in sendikal örgütlen­
me özgürlüğünü kısıtladığı gibi, siyasal düzeyde çoğulcu, de­
mokratik bir biçimlenmeyi de büyüle ölçüde engellefuği söyle­
nebilir. ·Popülist• dönemde, devletin bu niteliklere sahip olarak
algılanması, hele La.tin Amerika'nın bütününde geçerli bir kav-

120> Oligarşik diye nitelenen 1930 öncesi' dönemde, Latin Amerika ülkele­
rinde kağıt üzerinde de olsa burjuva demokratik niteliklere sahip re­
jimler görüldüğü gibi, sivil olsun . asker olsun bu niteliklerden kA&ıt üs­
tünde de olsa yoksun rejlmlerp de tanık olunmuştur. ·Popülist.- devlet
üzerinde aşağıda ayrıntılı biçimde durulacaktır. ·
c2ı> Boron Cl98 ı > , Roxbotough Cl979) , Munck U984>, Weffort U970)

32
raınlaştırnla olduğu savını da iÇerlnce,. daha da sorunlu bir gö­
rünüın kazanmaktadır.

Anlamlı bir irdeleme . iÇin. Latin Amerika bağlainında somut


örneklere dayanan bazı karşılaştırmalar yapmak yararlı olabi­
lir. öncelikle belirtmek gerekir ki, •popülizm· in siyasal ve eko­
nomik boyutları .ile birlikte bir •dönemleme. ,aracı olarak kulla­
nılmasında temel alınan ülke Brezilya'dır. Brezilya örneğinden
yola çıkarak genel olarak Latin Amerika içiri �li bir kuram­
sal model oluşturmanın ciddi engellerle karşılaşması kaçınıl­
mazdır. Kaldı ki, modelin. B�zilya için ne denli anlamlı ve ge­
çerli olc;luğu da aynca tartışilmak durumundadır.

İrdelememize Brezilya ömeğint ele alarak başlayalım. 1930'


dan 1964 askeri darbesiıie kadar geçen dönem, genellikle, Bre­
zilya'da epopdllZm•in iktidar olduğu dönem olarak betimlen­
mektedir. Çeşitli siyasal rejim değtştkliidertııe tanık olunan bu
dönemde tek bir devlet bitiminin g8çei'İi oldukunu flMi sürmek ne
denli olanaklıdır? 1930'da askeri bir darbe ile iktidara gelen Ge­
·
tulio Vargas'ın; 1945'te bir başka askeri darbe 'ile devrilmesbıe
kadar--geçen .dönemde •Otoriter• nitelikleri giderek atır basıı.n
bir siyasal rejimin yür(h-tükte olduğu blllninektedir. 1 945 - 1964
dönemi ise, çeşitli bunalımlara kal"fdi, -demokratik• olarak ni­
telenen bir siyasal rejime tanık olmuştur. Daha ônce de değin­
diğimiz gibi, siyasal r9ftm -değtŞikllklert ile devlet biçiminde
görülecek olası değişimleri, her zaman için ôıdeş saymamak ge­
rekir. Ne var ki, 1930 - 1964 döneminde, •popülist• devlet biçi­
ılıtnın -�11 olduğu varsayıldığı takdirde, kendiıie özgü bir
devlet biçimi tanımına gidilmiş olınakt.aclır. Açıklaıtıaya çalışa­
lım.

• Oligarşinin iktidar bloku içindeki hegemonyasını yitirdiği


ve hiçbir sınıfın hegemonyasını kuracak güçte olmadığı bir or­
tamda, Vargas i.ktidarinın ·Bonapartist• bir nitelik kazandığı
söylenebilir. Ne var ki bu ·Bonapartist.. rejimin dayandığı si­
yasal ·ittifakın oluşma biçimi gözden kaçırılmamalıdır. 1930 - .1937
dönemi, Brezllya'da sınıf mücadelelerinin sertleştiği bir dönem­
dir. Vargas yönetiminin �zgüllüklerinden btrl ise, tıs çerçeve­
sinde hızlanan· proleterleşme sürecin.in siyasal sonuçlannı de­
n,,tlm altında tutmak için gelişt.lrdlği kurumsal j &pıdır. Kes­
kiİıleşen siyasal .kutuplaşmamn ·toplumsal düzeni tehdit etme­
ye başladlğı gerekçesiyle, •aşın• sağ ve sol örgütlenmelerin üs­
tüne �dilırilştir. Sonuçta, işçi sınıfının bağımsız sendikal .ör-

33
gütlenmeleri dağıtılmış, işçi sınıfını temsil etme savını taşıyan
siyasal partiler de kapatılmıştır. 1937'de kabul edilen anayasa
ile devlet yeniden örgütleniyor ve sendikaların bağı msızlığı or­
tadan kaldırılarak bunla:ı;- devletin vesayeti altına sokuluyordu.�1
·Estado Novo• CYeni Devlet> olarak adlandırılan bu düzenle­
melerle, bir bakıma, sendikalar devlet · kurumlarına dönüştürül­
mekteydiler. Dahası bu örgütlenmeler, siyasal iktidann am!iç­
lan doğrultusunda, kitlelerin güdümlü mobilizasyonunda önem­
li işlevler yüklenmekteydiler. Bu nitelikleri nedeniyle •korpora­
tist• sıfatına hak kazanan Vargas yönetiminin dayandığı siya­
sal ittifakın, iktidar bloku ile çalışan sınıflar arasındaki bir den­
genin ürünü olmadığı açıktır. Aksine Vargas yönetiminin çalı­
şan sınıflann siyasal düzeyde yenilgiye uğratılması ile durumu­
nu güçlendirdiği söylenebilir. Bu nedenle, 1930 - 1945 dönemi,
Brezilya'da bir •pasif devrim•in gerçekleştiği dönem olarak da
değerlendirilmiştir. 23 Zaten, · Bonapartizm• kavramına temel
olan tarihsel örneğin de, benzer bir biçimde işçi sınıfının yenil­
giye uğratıldığı, ama burjuvazinin kendi öz siyasal temsil­
cileri C siyasal partileri> aracılığı ile iktidarını sürdüremediği,
bu nedenle iktidarını sürdürebilmek için adeta sınıflar üstü bir
konuma sahip görünen bir otoriteye nza gösterdiği bir konjonk­
türü yansıttığı anımsanmalıdır�24 Dolayısıyla, Vargas yönetimi­
nin dayandığı söylenen siyasa! ittifak. iki ayn boyutta değerlen­
dirilmelidir. Bir boyutu ile iktidar bloku içindeki hegemonya
bunalımını yansıtan bu ittifak. diğer boyutu ile iktidar bloku­
nun çalışan sınıflar üzerindeki egemenliğini sürdürme aracı­
dır. Toplumsal sınıflar arasında genel bir denge durumundan
söz edilemeyecek bu koşullarda, ancak iktidar bloku ile çalışan
sınıflar arasında, ·Bonapartist• devletin örgütlediği bir ittifak­
tan söz etmek mümkV.Odür.

1945 askeri darbesi ile, ·Estado Novo• C Yeni Devlet> sona


ermiş ve yeni bir anayasanın kabulü ile ·demokrasi-ye geçildi­
ği varsayılmıştır. Ne var ki, yeni anayasada da, rej imin •korpo­
ratist• nitelikleri korunmuş ve iktidar bloku içindeki hegemon­
ya bunalımı aşılamadığı için, ·Estado Novo• nun örgütlediği si­
yasal ittifak varlığını sürdürmüştür. US'nin girdiği darboğazlar
görece demckratik bir ortamda, siyasal iktidarın bu ittifakın �­
şitli kanatlarının taleplerini karşılamakta giderek zorlanması-

(22) Bu konuda daha kapsamlı bilgi iÇln bak. Yalman CI9851


(23) Munck Cl984 1 , s: 2ı4.
(24) Mıını: Cl9721

34
na neden olmuştur, Bu kez seçimle ikUdara gelen Vargas'ın tra­
jik intihan, yaşanılan siyasal bunalımların dramatik bir simge­
si gibidir. Rejimin meşruiyeti, siyasal ittifakın çeşitli �atları­
nı tatmin etmeye dayandığı için, bu sağlanamadığı ()lçüde zayü­
lamaktadır. Zaten sö� konusu olan, örgütlenme özgürlüğünü kı
sıtlaması ve sendikaları devletin vesayeti altında tutması nede­
niyle demokratik niteHği ciddi olarak zedelep.miş bir siyasi re­
j imdir. Ama öte yandan da, iktidar blokundan gelen baskılar
karşısında, siyasal iktidarların kitlelerin mobilizasyonunu hız­
landırıcı girişimleri söz konusudur. Bir yandan da, ·Estado No­
vo·dan beri örgütlenmemiş bulunan tarım kesimi çalışanları,
örgütlenmeye başlanmıştır. Siyasal hareketliliğin artması, ikti­
dar blokuna dahil kesimleri giderek tedirgin etmekle beraber,
sendikal örgütlenmelerin ve güdümlü kitle mobilizasyonunun,
devletin simgelediği kurulu düzene karşı bir nitelik kazandığı­
nı iddia etmek de güçtü. Konumuz açısından vurgulanması g&
reken, demokratik nitelikleri tartışma konusu da olsa, 1945 -
1964 döneminde siyasal rejimin, ·Bonapartist• niteliklerini de
önemli ölçüde kaybetmiş olduğudur. Bu nedenle, 1937 - 1964 dö­
nemini tek bir devlet biçimi ile tanımlamak daha çok ·korpora­
tizm• temelinde yapılabilir. Ne var ki, aşağıda göreceğimiz gi­
bi, •korporatizm• 1964 sonrasında da devam eden bir özelliğidir
Brezilya'nın. Şu durumda iki seçenek arasında bir tercih yap­
mak gerekmektedir. Birincisi, ·Bonapartizm• ve ·korporatizm·
temelinde tanımlandığı ölçüde, 1930 - 1945 dönemini •popülist•
olarak nitelemek. İkincisi ise 1945 - 1964 dönemini, Brezilya'ya
özgü görece demokratik <aynı zamanda korporatist> bir siya­
sal biçimlenmeyi ifade etmek için •popülist• olarak tanımla­
mak. Ama mümkün olmayan, 1930 - 1964 dönemini tek bir siya­
sal biçimlenmeyi nitelemek amacıyla •popülist• olarak tanım­
lamaktır. Söz konusu biçimlenme, devlet biçimi olarak da algı­
lansa, siyasal rejim olarak da algılansa bu değişmemektedir.

Tercih, birinci seçenek yönünde olursa, o takdirde modelin


Latin Amerika'nın bütününde Brezilya'dan başka hangi ülkele­
re uyarlanabileceği sorusu önem kazanmaktadır. Bu bağlamda
düşünülebilecek ülke sayısı sınırlıdır. Meksika, ..Arjantin ve Şili,
1930'lardan başlayarak, Brezilya'dan sonra, öteki Latin Ameri­
ka ülkelerine kıyasla US sürecinde en çok gelişme gösteren ül­
kelerdir. Ne var ki, bu ülkelerin söz konusu seçenek çerçevesi­
ne uygun örnekler oluşturduklarını ileri sürmek zordur.

Orneğin Şili, 1930'lu yıllarda, ülkedeki siyasal mücadelenin

35
gelişmiş olması ve özellik.le rejimin demokratik niteliğini koru­
ması ilQ Brezilya'dan farkWaşmaktad.ır. 1930'larda, faşizme
karşı mücadele stratejisi olarak benimsenen ·H� Cephesi• nin
Latin Amerik.a'da hayata geçirilebildiği ve kısa süreli de olsa ilc­
tidara gelebildiği tek ülke Şili'dir.2ı; Sendikal örgütlenmelerin
bağımsızlığını koruyabildiği ve siyasal örgütlenmel�rin yasak­
lanmadığı bir ortamda gündeme gelen •Halk Cepheşi• iktidan­
nı, salt izlediği iktisat politikalannın. benzerliği nedeniyle Bre­
zilya'daki ·Estado Novo• ile aynı kefeye koymak anlamlı gö­
zükmemektedir. Özetle, Şili'de 1930'lu yıllarda ya da daha sonra
"korporatist• ve ·Bonapartist. nitelikler taşıyan bir siyasal bi­
çimlenme görülmemektedir. Üstelik, örneğin Brezilya ve Arjan­
tln'den farklı olarak, iktidar blokuna dahil kesimlerin temsilci­
si siyasal partilerin meşruiyetlerini yitirmeleri de söz konusu
olmamıştır. Bu bir bakıma, tüm siyasal çalkalanmalara karşın,
1973'e gelinceye değin, Şili'de parlamenter demokratik rejimin
kesintisiz sürmesini sağlayan bir etken olarak değerlendirilebi­
lir. Öte yandan, izlediği HS'yi destekleyici politik�arı temel
alarak. ·Halk Cephesi•nin aynı zamanda anti - oligarşik bir si­
yasal ittifak olduğunu varsaymak da. çok anlamlı olmayacaktır.
Böyle olduğu varsayılsa bile, •Bonapartizm•in demokratilc ol­
mayan bir devlet biçimJni simgelediği anımsanınca, hiçbir sını­
fın hepmonyasrm kuramadığı her durumu, ·Bonapartizm•in
varbiı içiİı yeterli neden saymamak gerekir. Aksi halde, devle­
tin görece özerk.l.fğini salt genel güçler dengesine bağlayan ve
b\l.DU «Bonapartizm� in varlığı için yeterli sayan araçsal bir
devlet anl&ylJl benimseruııiŞ olacaktır. Özetle, •popülizm· de­
mokratik olan ve ·olınayan biçimler arasındaki ayırımı en aza in­
di.rdiği ölçüde, kaba bir ·indirgemeci yaklaşımın ürünü olmak.­
tadır. Tıpkı faşist va demokratik devlet biçimleri/rejimler ara­
sında fark gözetmeyen yaklaşımda .olduğu gibi. Bu durum, bazı
yazarlan, •popülizm• i � çok ·demokratik· dönemle özdeş­
leştirmeye götürmektedir.2• Ne var ki bu yapıldığı ölÇüde, belki
Şili'deki ·Halk Cephesi•ni •popülist.. olarak nitelemek fırsatı
doğmaktadır ama, öte yandan da, tıs ile cpQpü.lizJnı> birlikteliği
de bir darbe daha yemektedir. Çünkü bu durumda 1945 öncesi
Brezilya •po-pülist.. olmaktan çıkmaktadır. Paradoksal biçimde,

(25) Faotzme k8l'Şı bir mücadele aracı olarak önerilen •Halk Cephesi•ni da­
ha önce deAindiiim.iz, Haya de la Torre'Din sözünü ettiği ·Halk Cephe­
si• ile karıştırmamak gerekir.
(28) Bak. Munck Cl984 ) , s. 154. Aşağıda değinileceği. gibi Türkiye'de� .popü­
lizm• tartışmalaruıda da bu özellikle dikkat çekmektedir:

38
Şili'de ·Halk Cephesi• dönemi ile Brezilya'daki 1945 sonrası
•demokratik - korporatist• dönemi aynı nitelikte siyasal biçim­
lenmelerin görüldüğü dönemler olarak nitelemek mümkün ol­
madığına göre, her ikisini birden •popülist· olarak nitelemenin
kıs.tası olarak İİS belirmektedir.

•Popülizm•in bir devlet biçimi olarak kavramlaştırılmasının


sakıncaları, aynı kavramın siyasal rejimleri tanımlamak için
kullanılması ile de ortadan kalkmamaktadır. Meksika örneği bu
konuda oldukça aydınlatıcıdır. 1920'lerden günümüze kadar,
tek partinin egemenliğini sürdürdüğü kendine özgü bir parla­
menter sistemin yürürlükte olduğu bu ülkede, .popülizm ıts. -

birlikteliğinin geçerliliğini çok erken yitirdiğini belirtmiştik. Pa­


radoksal biçimde, Meksika , belki de •popülizm• in, iktidar blo­
kunun iç güç dengeleri ile iktidar bloku dışı kesimlerin siyasal
ağırlıklanndaki değişimi yansıttığı ölçüde, bir devlet biçimine
tekabül ettiği tek örnek olarak da düşünülebilir. Cardenas'ın
Devlet Başkanı olduğu 1934 - 1940 dönemi .ııs popülizm. bir­
-

likteliğinin en güzel örneklerinden biri olarak bilinir. Ne var k.1,


'
1940 sonrasında tıs devam etmekle beraber, değişen iktidar blo­
ku içi güç d�ngeleri, •popülist• olarak nitelenen iktisat politika­
lannı gereksiz kılmış, buna karşılık siyasal rejimde herhangi
bir değişim gözlenmemiştir.

Brezilya ve Meksika'dan sonra tıs sürecinde en fazla mesa­


fe almış Latin Amerika ülkesi olan Arjantin'de ise 11S'nin ilk
aşamasının, büyük ölçüde •popülizm•in gündeme gelmesine ·ge­
rek duyulmadan yaşandığını belirtmiştik. İlginç olan, Arjantin'
de •popülizm•in ·Pcronizm• olarak ifade edilmesidir. Böyle
olunca, 1943'te askeri bi:r darbe ile iktidara gelip, sonra iki kez
seçim kazanarak iktidarın ı sürdüren Peran'un devrilmesi ile
•popülizm•in sona erdiği düşünülebilir. Bu ise •popülizm• in ge­
rek ekonomik gerek siyasal boyutları açısından bir ·dönemle­
me• aracı olarak düşünülemeyeceğinin bir kanıtını oluşturmak­
tadır. Zira, Peron'un 1955'te devrilmesinden sonra Arjantin US
1
sürecinde hızlı bir · gelişme göstermiştir. Ote yandan, Peron'un
iktidarının temelini oluşturduğu söylenen sanayi burjuvazisi -
sanayi işçileri ittifakının, giderek şiddetlenen bir sınıf çatışma­
sına dönüşmesi için Peron'un devrilmesini beklemek bile gerek­
memiştir. lktida.r blokunun oligarşik kanadı ile sanayi burjuva­
zisi kanadı arasında uzun süreli bir çıkar. birliği sağlanamadığı
gibi, sanayicilerle örgütlü çalışan kesimler arasında da zaman
zaman sağlanan uzlaşmalar fazla uzun ömürlü olmamıştır. Eko-

37
nomik düzeyde mücadelenin sertleşmesi; siyasal düzeyde de sık
sık bunalımlar yaşanmasında etken olinuştur. Gerek iktidar blo­
ku içinde, gerekse toplumsal formasyonun bütününde hegemon­
ya bunalımı sürdükçe, siyasi rejim değişiklikleri kısa aralıklar­
la birbirini izlemiştir. Peronist dönemi hiçbir sınıfın hegemonya
kuramaması sonucu oluşan ·Bonapartist• bir devlet biçimi ola­
rak görmekse, Brezilya'da ·Estado Novo• dönemini tartışırken
değindiğimize benzer sorunları gündeme getirmektedir. Belki de
tartışılması gereken, ama bu yazının kapsamını aşan temel so­
ru ·Bonapartizm• i hem demokratik hem de demokratik olma­
yan biçimlenmeleri kapsayabilen bir kavram olarak düşünme­
nin mümkün olup olmadığıdır. Bunun mümkün olduğunun ka­
bul edilmesi halinde, kavramın orij inal içeriğinden oldukça
farklı bir içerik kazanacağına da pek kuşku yok gibidir.
Ote yandan, Peron'un •korporatist• bir kurumsal yapı kur­
ma denemesi, sendikaların örgütsel bağımsızlıklarını tamamen
yitirmemeleri nedeniyle, Brezilya'dakine kıyasla başansız ol­
muştur. Buna karşın, belki de bu nedenle , ·Peronizm• özellikle
Peron devrildikten sonra sendikal hareketin giderek sahip çık­
tığı: bir ideolojik söylemdir artık. Devletin vesayet ve güdümün­
de olmayan bu hareket, her zaman için, Arjantin siyasal yaşa·
mında. ağırlıklı bir rol oynamak şansına, ·Peronizm• in yasadışı
sayıldığı dönemler de dahil, sahip olmuştur. Özetle, Arj antin'de,
Brezilya'dan farklı olarak, devamlıli.k gösteren bir ·korpo­
ratist• yapının varlığından söz etmek de mümkün değildir. Tüm
bu etkenler göz önüne alındığında, •popülizm• in Arjantin için
ister ekonomik. boyutlu, ister siyasal boyutlu bir ·dönemleme•
aracı olarak işlevsel olmadığı, sanırız, açıklığa kavuşmaktadır.
tıs temel alınsa bile, bu süreçte yaşanılan çeşitli evreleri tek bir
devlet biçimi temelinde algılamak anlamlı olmayacaktır. Çün­
kü, Arjantin siyasal yaşamını biçimlendiren başlıca etken, sü­
rekli değişime uğrayan sınıflar arası ittifakların bir üadesi olan
istikrarsızlıktır. ·Popülizm• i, Peron'un ik.tidar dönemine, özel­
likle de sanayicilerle sendikaların çıkar birliğinin oluştuğu dö­
neme indirgemek ise, •popülizm - tıs. birlikteliğinin bir kez da­
ha inandırıcılığını yitirmesine neden olacaktır. Daha önce de
vurguladığımız gibi, Arjantin'de US süreci, ·Peronist• dönemin
son bulması ile birlikte sona ermemiştir.

Genel Bir · Popülizm• T&lllll Olabilir mi?

Buraya kadarki tartışmanın ışığında, •popülizm• kavramı­


nı bir ·dönemleme• aracı olarak kullanmanın a.nlamlı olmadı-

38
ğını saptamak, kavıumın bir kenara bırakılmasını gerekli kılar
mı? 19. yüzyıl Rusya'sından 20. yüzyıl Latin Amerika ve Afri­
ka'sına kadar uzanan, farklı �rihsel koşullarda farklı sınıfsal
temellere sahip toplumsal hareket ve ideolojilerin ortak bir pay­
dası bulunabilir mi? Yöntemsel açıdan, üç farklı önerme çer­
çevesinde bu sorulara yanıt aranabilir. Bu önermelerden ikisi
maddeci bakış çerçevesinde, alternatif sorunsallar tartışması
olarak belirmekteyken, üçüncüsü bu bakış açısının dışında, onu
yadsıma iddiasındadır. Sonuncudan başlayalım.
Modernlt:şme yaklaşımında, •popülizm• in belirleyici unsu­
runun •antielitizm• olduğuna değinmiştik. Toplumsal yapının
temel analiz birimi olarak sınıflar yerine, •elit - halk· ayırımı­
nın konulması ile bir bakıma çok farklı sınıfsal oluşumların,
ortak bir temelde incelenmesi sağlanmış gözükmektedir. örne­
ğin, Latin Amerika'daki oligarşik sınıflar •elit· olarak nitele­
nince, •popülist• olarak nitelenen siyasal ittifak da •anti - ell­
tist• bir görünüm kazanmaktadır. Böylece, Latin Amerika'da­
ki •popülist• oluşumlarla Üçüncü Dünya'daki ulusal kuruluş
mücadelelerinin ortak paydası olarak •anti - elitist• nitelikleri
vurgulanmış olmaktadır. Modernleşme perspektifinde, •popü­
list• hareketlerin bir başka özelliği olarak •karizmatik• önder­
lerin hareketleri yönlendirmedeki önemine dikkat çekildiğine
değinmiştik. İlginç olan, önder kadrolann belirleyici rol oyna­
malan nedeniyle bir başka •elit• kategorisi hüviyetine bürün­
meleridir. Bu perspektiften bakınca, toplumdaki siyasal müca­
deleler de çeşitli •elitler- in iktidar mücadelesine indirgemiş ol­
maktadır. Dahası, toplumsal/siyasal hareketler de •elitler•in
·ilerici· ya da •tutucu• olmalarına bağlı olarak belirlenmekte­
dir. Bu temelde, •narodizm•den ·Afrika sosyalizın• ine dek •po­
pülist• ideoloj i ve/veya hareketler kır kökenli ya da kıra yöne­
lik olmalarına, Latin •popülizm•i ise daha çok kentli çalışan sı­
nıflara yönelik olmasına karşın, ortak bir paydaya indirgene­
bilmektedir. Söz konusu fark ise, Latin •popülizm• ini diğerle­
r.inden ayıran unsur olarak öne çıkmaktadır. •Anti - elitizm•in
belirleyici unsur olarak vurgulanması, •popülizm•in geleneksel
diyebileceğimiz belirleyici unsurunun adeta unutulmasına yol
açmaktadır. Aksi halde, küçük üreticiliğin ya da genel olarak
köylülüğün savunusunun, Latin Amerika bağla:ıİıında sanayi­
leşmeyi hedefleyen birtakım oluşumlarla ortak bir paydada bu­
luşmasına olanak yoktur.

Maddeci yaklaşım çerçevesindeki tartışma ise özünde şu te-

39
mel sorudan kaynaklanmaktadır: Toplumsal hareketlerin ve
özellikle ideoloj ilerin analizi için sınıfsal temellerinin ·kavran­
ması yeterli midir? Daha doğrusu, her ideolojinin tanını gere­
ği, bir sınıf ideolojisi olarak mı algılanmas ı gerekir? Bu bağlam­
da, •sınıf indirgemeciliği• maddeci yaklaşımın ol mazsa olmaz
koşulu mudur?

Her i,.deolojinin mutlaka bir sınıf ideolojisi olarak görülmesi


gerektiği görüşü, aslında, tarihsel maddeci bakış açısının tari­
hinde köklü bir geleneğe sahiptir. Bu bağlamda, •narodizm• dtın
Latin .•popülizm-ine dek çeşitli cpopülizm·leri ·küçük burjuva·
ideolo.j isi olarak nitelemek bilindiği gibi çok yaygındır. Ne var
ki çok farklı tarihsel koşullarda ortaya çıkan bu oluşuml a n
böyle bir ortak paydaya indirgemenin tarihsel özgüllWderinin
kavranmasına ne denli. yardımcı olduğu sorusu da ister istemez
akla gelmektedir. Böyle bir yaklaşım, toplumsal olgulann kar­
maşıklığını gereğinde n fazla basite indirgeyerek çözümleme
eğilimin i de içinde barındırmaktadır.

Ayrıca, farklı sınıfsai temeller üstünde yükselen oluşum­


lar böyle değerlendirilince, yöntemsel açıdan bir seçim yapmak
kaçınılmaz olmaktadır. Ya •popülist• nitelemesi sadece belirli
hareketler ve/veya ideolojilere özgü, diğer birtakım hareket ve
ideolojileri kapsamayan bir kategori haline dönüşecek, ya da
•popülizm• anlamlı bir kategori olmakta n tümüyle çıkacaktır.
Örneğin, eğer •narodizm• , popülist bir ideoloji olarak görülü­
yorsa, ·Peronizm• in popülist olarak görülmesine olanak kalma­
yacaktır. Öte yandan, çok farklı sınıfsal temellere sahip ideolo­
j iler •popülist• olarak nitelendiğinde bunlar arasında ortak nok­
talar bulma çabası genellikle sonuçsuz kalmakta ve •popülizm•
kavramı değerini yitirmektedir. Bu da, bir bakınıa, kavramın
modernleşme okuluna bırakılması anlamına gelmektedir. ·Po­
pülizm • , •elitizm• in zıddı ve çalışan sınıflann ekonomik ve si­
yasal mücadelelerini sınırlayan, bağımsız örgütlenme özgürlük­
lerini kısıtlayan her tür •olumsuzluğun• simgesi olmaktadır.:ı7
·Elitizm• t:1 ya da •elit• kavramına karşı çıkmak, cpopülizm · in
de reddi içi ı{ yeterli olmaktadır.

•Narodizm· den •Peronizm•e çok farklı sınıfsal nitelikleri


bulunan oluşumların tümünün ortak bir paydası olduğunu,
canti - elitizm· yaklaşımını benimsemeden düşünmek olanaklı

(27) •Popülist• sıfatı bir •O}WDŞUZ• değe�ler toplamını ifade etmekte Ve gi­
derek aşağılama amacı ile kullanılmaya başlanmaktadır.

40
mıdır? Bu soruya olumlu bir yanıtın, maddeci yaklaşım çerçe­
vesinde de verilebileceği ileri sürülmüştür.28 Buna göre, toplum­
sal yapıdaki temel çelişkinin, emek - sermaye çelişkisi olduğu
kabul edilmekle birlikte, toplumsal yapıda üretim ilişkilerinden
kaynaklanmayan başka çelişkiler olabileceğinin de kabul edil­
mesi gerekir. Üretim ilişkilerinin salt ekonomik düzeyle özdeş­
leştirilmesi ile, siyasal ve ideolojik düzeylerin de toplumsal for­
masyon çerçevesindeki, sınıfsal temeli olmayan birtakım çeliş­
kilerin belirleyicisi oldukları varsayılmaktadır. Böylece, üretim
tarzı va toplumsal formasyon gibi iki farklı soyutlama düzeyin­
de iki _ayn çelişki türü belirlenmektedir. •İktidar bloku - halk·
çelişkisi olarak ifade edilen, toplumsal formasyon düzeyindeki
çelişki, sınıfsal çelişkiden bağımsız değil, onunla •eklemleşen•
bir niteliğe sahiptir. Ama sınıf temelinde tanımlanması müm­
kün olmayan birtakım ögeleri de içermesi nedeniyle, bu çeliş­
kinin sınıf çelişkisinden ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmak­
tadır. ôzünde, her ideolojinin mutlaka bir · sınıf temelinin sap­
tanmasının gerekmediği savından yola çıkılarak, toplumsal for­
masyon düzeyinde, iktidar blokunun ideoloj isine karşı oluşan
tüm karşıt ideoloj ik unsurların, cpopülizm· in ortak paydasını
oluşturduğu ileri sürülmektedir. Bu bağlamda, bir ideolojik söy­
lem olarak •popülizm• , çok farklı sınıfsal temelleri olan ideolo ·
j ilerle eklemleşebilınekte ve bu ideolojilerin niteliklerine bağlı
olarak farklı görünümler alabilmektedir� Bunun sonucunda,
•sağ• ve •SOi• cpopylizmler• den SÖZ edilebilmektedir. Hitler'
den Reagan'a dek bir dizi faşist ya da radikal sağ ideolojik söy­
lem •sağ• popülizm örneklerini oluştururken, Mao ve Tito ön­
derliğindeki sosyalizm mücadelelerinden Üçüncü Dünya'daki
ulusal kurtuluş mücadelelerine kedar bir dizi oluşum da •sol·
popülizm örnekleri arasında sayılmaktadır.

Toplumsal formasyonlar arasında, kapitalist üretim tarzı­


nın gelişmişlik düzeyleri açısından bir ayırım yapmaksızın, •PO·
pülizm• in gündeme gelebileceği öngörülmektedir. Bu bağlamda,
belirleyici etken, iktidar bloku içindeki bir hegemonya bunalı­
mı olabileceği gibi, iktidar bloku dışındaki kesimlerin siyasal
hareketlerini denetim altında tutmakta karşılaşılan zorluklaı
da olabilmektedir. •İktidar bloku - halk· çelişkisi temelinde olu­
şan siyasal mücadelenin sonucunda, teorik olarak, toplumsal
formasyonda egemen üretim tarzı değişebileceği gibi, tam ter-

(28) Laclau U9T7b> . Bu yaklaşımı olumlu bulan bir eleştiri için bak. Mou·
zelis U978)

41
sine iktidar bloku içindeki hegemonya savaşımı da •popülist•
bir siyasal biçimlenmeye yol açabilecektir. Vurgulanmak iste­
nen, •popülist• ideolojik söyleme ve bu söylemin biçimlenmesi­
ne katkıda bulunduğu siyasal oluşumlara, iktidar blokuna men­
sup egem-an sınıfların da, iktidar bloku dışında kalan kesimlerin
de sahip çıkabilecekleridir. Burada amaç, •popülizm.. in bir ana­
litik kategori olarak geçerliliğini kanıtlamaktan çok, sınıf te­
meline indirgenemeyecek ideolojik unsurlanri., sosyalizm müca­
delesi açısından, kazanılmasının önemini belirtmektir.

Brezilya ve Arjantin gibi Latin deneyimlerinin oluşumuna


katkıda bulunduğu bu bakış açısının olumlu yönü, cpopülizm· in
bir ·dönemleme• aracı olarak önerilmesine karşı çıktığı gibi, bu
kavramın gelişmiş ya da azgelişmiş kapitalist topl_umsal formas­
yonlardan herhangi biri ile özdeşleştirilmesine de karşı çıkma­
sıdır. Dolayısıyla, •popülizm• in özellikle AGÜ'lere özgü, belirli
bir sermaye birikimi modeli ile birlikte gündeme gelen siyasal
bir biçimlenme olarak algılanmasına karŞı çıkılmak�dır.

Öte yandan, sınıfsal çelişkinin esas alınması, bu çelişkinin


farklı •popülizmler· i birbirinden ayıran unsur olduğunun var­
sayılması anlamına gelmektedir. Bu durumda, somut oluşum­
ları incelerken, ·popülist• olarak nitelenen ideolojik söylemin
egemen sınıfların mı, yoksa egemen olmayan sınıfların mı çı­
karlarına hizme t ettiğini saptamak önem kazanmaktadır. Ör­
neğin, Peronizmin iktidar bloku içindeki bir hegemonya müca­
delesini yansıttığı gibi, çalışan sınıfların �ktidar blokuna yöne­
lik husumetlerini de yansıttığı söylenebilir. Ne var ki, belirli bir
dönemde, çalışan sınıflara belirli kazanımlar sağladığı gözlene­
bilirse de, bir başka dönemde, üstelik daha çok 'sendikal hare­
kete özgü bir söyleme dönüştüğü halde, kitlelerin iktidar bloku­
na yönelik taleplerinin mevcut toplumsal düzen çerçevesinde
karşılanabilmesine yaradığı da gözden kaçırılamaz.

Aynca, kitlelerin •popülist• bir söylem aracılığı ile örgüt­


lenmesinin, sınıf kavramının birincil önemini yitirmesine neden
olacağı şeklindeki eleştiride de bir doğruluk payı vardır. •İkti­
dar bloku - halk· çelişkisinin, emek - sermaye çelişkisi ile aynı
anlamda - zıtlann birliği anlamında - bir çelişki olup olma­
dığı da sorgulanabilir.:ıu Sonuç olarak, ·iktidar bloku - halk· çe­
lişkisi temelinde tanımlanan ·popülizm• kavramının, farklı sı­
nıfsal temellere sahip toplumsal hareket ve/veya ideolojilerin

i29l Bak. LARU 1 19801

42
ortak bir payda.sının olduğu yargısına ulaşmaktaki katkısı, tar­
tışmaya yeni boyutlar kazandırmanın ötesi.İle geçmiş değildir.

il. ·BÜROKR�TİK - OTORİTER DEVLET·


BOD modeli, US sürecinin girdiği darboğazlann, •popülist•
olarak nitelenen. siyasal biçimlenme çerçevesinde aşılamayaca­
ğı varsayımına dayanır. US'ye dayalı sermaye birikim modeli­
nin girdiği bunalımın aşılması, ancak yeni bir sermaye birikim
modelinin benimsenmesi ile mümkün olacaktır. Bu ise, •popü­
list• siyasal biçimlenmenin tarihe karışması ile oluşacak yeni
bir siyasal biçimlenmeyi gerekli kılmaktadır. Yeni sermaye
birikim modeli, aynı zamanda, dünya kapitalist sisteminin 1970'
li yılların ortalarından itibaren tırmanan bunalımının aşılması­
nı sağlayacak yeni bir uluslararası işbölümünün tekil ekonomi­
lere dayattığı bir zorunluluk olarak görülmektedir. Diğer bir de­
yişle, yeni sermaye birikim modeli, sistemin bunalımının aşıl­
ması açısından da önem kazanmaktadır. Böylelikle, •popülist•
dönemin sona ermesi hem iç hem de dış etkenlere bağlı olarak
açıklanmaya çalışılmaktadır.

·Popülizm• kavramını bir ·dönemleme• aracı olarak kul­


lanma çabalarının bir ürünü ölan BOD modelinin ekonomik ve
siyasal boyutlarının irdelenmesine geçmeden önce, modelin
oluşma sürecine kısaca göz atmakta yarar vardır. Öncelikle be­
lirtilmesi gereken, modelin ilk kez oluşturulduğu tarihin, dün­
ya kapitalist sisteminin bunalıma girmesinin öncesine rasUadı­
ğıdır. Bunun önemi, modelin ilk biçiminin tekil ülkenin ekono­
mik ve siyasal bunalımı ile sistemin bunalımı arasında bir iliş­
kilendirmeyi içermemesidir. Modelin ilk ortaya çıktığı 1970'lerin
başlarında, böyle bir ilişkilendirmenin maddi temellerinin he­
nüz oluşmadığı açıktır. Modelin, kuramsal açıdan, birincil ama­
cı •modernleşme• yaklaşımının AGÜ'ler için öngördüğü geliş­
me modelinin geçerliliğini yadsımaktadır. Bilindiği gibi, mo­
dernleşme sürecine giren AGÜ'lerin, bu süreçte ilerledikçe
- yani kapitalist gelişme hızlandıkça - senayileşecekleri, bu­
na bağlı olarak da siyasal düzeyde giderek daha demokratik
yönetimlere kavuşacakları, modernleşme yaklaşımının temel
hipotezidir. Böylece, kapitalist yoldan kalkınma, batı tipi demok­
rasinin önkoşulu olmaktadır.

AGÜ'lerin, kapitalist dünya sistemine bağımlı kaldıkları sü­


rece kalkınamayacakları görüşü ise, yine bilindiği gibi öncelik-

43
le Latin Amerika çerçevesinde ve •modernleşme• yaklaşımının
bir eleştirisi olarak geliştirilmiştir. Az sayıda· da olsa, belirli
AGÜ'lerde görülen hızlı sanayileşme ise, ·bağımlı gelişme•
kavramının güncellik kazanmasına yol . açmıştır. Bu bağlEımda,
modernleşme yaklaşımının eleştirisinin. sanayileşme ile özdeş­
leştirilen bir gelişmenin •bağımlı• kapitalist ülkeler için söz ko­
nusu olamayacağı t·amelinde yapılması güçleşmiştir. Sanayileş­
me sürecinde ilerlemiş AGÜ'lerde genellikle deınokratik rejim­
lerin süreklilik kazanamaması ise, modernleşm e yaklaşımına
yönelik el-aştirilerin odak noktasının •sanayileşme- den ·demok­
rasi• ye kaymasına yol açmıştır. İşte BOD modelinin kökenleri
de burada yatmaktadır. Amaç, öncelikle. •modernleşme• süre­
cinden mesafe almanın - diğer bir deyişle, ·bağımlı• kapitalist
gelişmenin - siyasal demokrasiyi de beraberinde getirmediğini
göstermektedir. 1464 ve 1 966'da sırasıyla Brezilya ve Arjantin'de
meydana gelen askeri darbele� izleyen ekonomik ve siyasal ge­
lişmeler, böyle bir eleştiri için gerekli verileri sağlayan somut
örnekler olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, BOD modeli ile
adı en çok özdeşleştirilen Arjantinli Guillermo O'Donnell'ın, ça­
lışmasına temel aldığı örnekler de, bu iki ülkenin söz konusu
1önemleridir.•o

O'Donnell'ın görüşlerine ilişkin oları'k ilk söylenmesi gere­


ken. •modernleşme• sorunsalının çerçevesinde kalarak, söz ko­
nusu yaklaşımı eleştirma çabasında olduğudur. Toplumlanıı
ekonomik gelişme süreçleri ile siyasal gelişmeler arasında ku­
rulan bağ, son aşaması hariç, •modernleşme• perspektifine uy­
gundur. Buna göre, ekonomik gelişme düzeyleri en düşük ülke­
le� genellikle demokratik olmayan yönetimlere sahne olurken,
ekonomik gelişme düzeyleri görece daha yüksek ülkelerde si­
yasal demokrasiye tanık olunmakta; modernleşme sürecinde en
ileri gitmiş ülkelerde ise dE:mokrasiler yeniden demokratik ol­
mayan rejimlerle yer değiştirmektedirler.81 Böylece, birbirini iz­
leyen her ekonomik gelişme aşamasına, farklı bir siyasal biçim ·

C30> Bak. O' Donnell U973> , O'Donnell c ı01e> . Sadece Brezilya'yı temel alan
bir çalışma için bak. Cardoso U973 l . Arjantin ve Brezilya'da söz konu­
su dönemlerdeki ekonomik ve siyasal gelişmeler için bak. Yalman ( 1984)
!311 1960'lann sonunda., Güney Amerika kıtasındakl siyasal görünüm de
bu yargıy a ilk be.kışta hak verdirir gibidir. Brezilya ve .Arjantin gibi sa­
nayileşme dÜZe Y i ileri ülkeler askeri rejimle yönetilirken, Şili, Uruguay,
Venezüel la. gibi sanayileşme düzeyleri görece düşük ülkelerde siyasal
dem okrasi vard ır. Paraguay, Bolivya, Peru gibi ekonomik gelişme dü­
zeyi en düşük ü lkelerde ise yine askeri rejimler iktidardadır.

il
lenme tekabül etmektedir. Fark edileceği gibi, •Oligarşik - popü­
list - otoriter• devlet biçimleri temelinde Latin Amerika ülkeleri­
nin tarihsel ge1işme sürecini açıklama biçimi ile, terminoloji
farkları hariç, dikkati çeken bir koşutluk söz ·konusudur. Daha
önceki bölümde tartıştığımız, devlet biçimleri temelindeki açık­
lama biçiminin O'Donnell'ın modelinden esinlendiği de söyle­
nebilir. İlginç olan O'Donnell'ın terminoloj isinin zaman içinde
uğradığı değişimdir. Başlangıçta. birbirini izlediği varsayılan
aşamalar farklı •Siyasal sistemler•le tanımlanırken, daha son­
ra •siyasal sistem.. teriminin yerini ·devlet tipi• almaktadır.•:!
Tartışmasız biçimde açık olan nokta, ·devlet tipi• teriminin, ta­
rihsel maddeci yaklaşıma özgü bir kavramı ifade etmek için
kullanılmadığıdır. Diğer bir deyişle, bu bağlamda kullanıldığı
biçimiyle, farklı •devlet tipleri•, farklı üretim tarzlannın ege­
men olduğunu belirtmezler.
BOD modelinin altında yatan devlet anlayışının irdelenme­
sine geçmeden önce, modelin ekonomik ve siyasal boyutlarını
kısaca özetleyelim. Söz konusu boyutlann, modelin dayandığı
Brezilya ve Arjantin örneklerinin dönemsel özelliklerini yansıt­
tığı açıktır. Askeri darbe öncesi dönemler, İİS'nin yol açtığı eko­
nomik bunalım koşullannda, •popülist• ittifaklara dayanan si­
yasal iktidarların giderek meşruiyetini yitirdiği, farklı toplum­
sal kesimler arasındaki çıkar çatışmalannın siyasal kutuplaş­
mayı artırdığı dönemler olarak tanımlanmaktadır. 1960'lann
başlarından itibaren, Latin Amerika bağlamında, t1S'ye yönel­
tilen eleştiriler temel alınarak, BOD'in oluşmasına yol açtığı
varsayılan bunalım açıklanmaya çalışılmaktadır. Buna göre,
•popülist• dönemde izlenen US'yi destekleyici politikalar daha
çok dayanıklı tülcetim mallaıının üretiminin çeşitlenmesine,
ara mallar ile yatırım mallanna yönelik yatınmlann ise göre­
ce düşük düzeyd e kaime.sına neden olmuştur. Eşi�iz bir gelir
dağılımının biçimlendirdiği iç pazarda, dayanıklı tüketim mal­
lanna yönelik talebin yüksekliği, sanayiin dış· pazarlara yönel­
me gereksinimi duymasını · önlemiştir. Sanayi yapısının yatay
genişlemesi olarak da nitelenen bu olgu, ithal ikameci sanayilP­
rin ithalat& olan bağımlılığını da artp"d ığı için, eJ:c_onomik bu­
nalımın başlıca nedeni olarak gösterilmiştir. Bunalımı aşmak
içinse bir yandan en�yonu ve ödemeler dengesi açıklarını de­
netim altına alına amacını güden istikrar politikalan günde·.ne

(32) Bu noktaya ilişkin olarak O'Donnell 1 1973> ve O'Donneıı- C l&77> karşı­


laşt.ınlabillr.
gelirken, öte yandan, sanayiin ithalata bağımlılığını azaltmak
için ara mal ve yatının malları üretimini artıracak yatırımlara
ağırlık verilmesi gerekecektir. Sanayiin dikey gelişmesi ya da
sanayi yapısının derinleşmesi <qeepening) olarak nitelenen ve
sanayiin ihracata yöneltilmesi için de gerekli sayılan bu geliş­
menin gerçekleşmesi için, BOD modeline göre, siyasal ve eko­
nomik •isti.krar•ın sağlanması zorunludur. Gerekli yatırımla­
rın yapılabilmesi için gereksinim duyulan yabancı sermayenin
gelmesi ancak •istikrar ve güven ortamı•nın sağlanmasına bağ­
lıdır. Bu ortamın •popülist• siyasal biçimlenme çerçevesinde sağ­
lanması ise olanaklı görülmemektedir.ıı:ı Sanayi 9apısının derin­
lik kazanmasına dayanan yeni sermaye birikim modelinin iş­
lerlik kazanması açısından, çalışan s:ınıflann •popülist• dönem­
de elde ettikleri kazanımların törpülenmesi zorunlu sayılmak­
tadır. Öte yandan, •popülist. döneme özgü siyasal ittifakların
sarsıntıya uğraması ile, çalışan sınıfların siyasal hareketlerinin
artmasının iktidar blokuna dahil kesimleri tedirgin ettiğini,
Brezilya'ya ilişkin olarak, daha önce belirtmiştik. İşte bu tedir­
ginliğe yol açan nedenlerin ortada n kaldırılması, darbe sonrası
kurulan askeri yönetimlerin başlıca amaçlan arasındadır. u Kı­
sacası, sermaye birikiminin gerekleri •istikrar• ın sağlanmasını,
bu ise, çalışan sınıfların ekonomik ve siyasal karar alma süreç­
lerini etkileme yollarının kapatılmasını gerekli kılmaktadır.
Vurgulanması gereken, yeni sermaye birikim modelinin ihraca­
tın artırılmasını öngörmekle birlikte, ttS'den vazgeçilmesini ön­
görmemesidir. Aksine sanayi yapısının derinleşmesi, llS süre­
cindeki tıkanma eğiliminin aşılmasında da işlevsel olacaktır.
Böylece, sanayi yapısının ·derinleşme•si ile BOD arasında kar­
şılıklı bir sebep - sonuç ilişkisi kurulmaktadır. Yeni dönemde
devletten beklenen, baskı yöntemleri ile demokratik hak ve öz­
gürlükleri ortadan kaldırmakla sınırlı değildir. Özellikle Bre­
zilya örneğine bakılarak, yeni sermaye birikim modelinin öngö­
rüldüğü biçimde işleyebilmesi için devletin sermaye birikim sü­
recine doğrudan katılımının önemine işaret edilmektedir.

BOD'e Yönelik Eleştiriler

Brezilya ve Arjantin'in I960'lann ikinci yarısındaki dene­


yimlerine dayanarak oluşturulan BOD modelinin ekonomik bo­
yutuna ilişkin iki farklı eleştid getirilebilir. Birincisi ve üzerin-

(33) Bale. O'Donnell l 1977> , O'Donnell 1 19781


( 34 ) O'Donnell l1978>

48
de en çok durulan nokta, BOD'in oluşumuna yol açan nedenler
arasında, •Sanayi yapısının derinleşmesi· olgusunun bulunma­
dığıdır. Daha doğrusu, darbe sonrası kurulan askeri rejimlerin
birincil amacının, BOD modelinin öngördüğü biçimde sanayi ya­
pısının değişime uğramasını sağlamak olmadığı ileri sürülmüş­
tür .11� US'nin ilk aşamaları ile •popülizm• arasında kurulmak
istenen ilişkide olduğu gibi, BOD ile sanayi yapısının derinleş­
mesi arasındaki ilişki de somut örnekler çerçevesinde karutla­
namamaktadır. En azından, bunun belirleyici neden olduğunu
kanıtlamak kolay değildir. Örneğin, Brezilya'nın •Sanayileşme­
de derinleşme• evresine askeri darbeden önce 1950'lerde girdi­
ği, askeri darbe sonrasında ise birincil önemin •istikrar• ın sağ­
lanması için getirilen iktisat politikalarının uygulanmasına ve­
rildiği belirtilmiştir. O'Donnell'a göre ise istikrar politikaları
kendi başına bir amaç değil, sanayileşmede derinleşı:µeyi sağla­
yacak yabancı sermayeyi çekmek için gerekli bir araç niteliğin­
d-adir. Buna karşılık, Brezilya'da sanayi burjuvazisinin darbe
öncesindeki temel sorununun, ·derinleşme• olmadığı ya da bu­
nun bunalımın aşılması açısından mutlaka gerçekleştirilmesi
zorunlu bir aşama olarak görülmediği ileri sürülmüştür.38 Bre­
zilya ve Arjantin örneklerine ilişkin olarak bile yapılan bu eleş .
tiri, BOD modelinin salt bu ülkelere özgü olmadığı yolundaki
iddia karşısında daha da güç kazanmaktadır.37 Gerçekten de,
BOD modelinin eleştiriye en açık yönü, söz konusu modelin, La­
tin Amerika ile de sınırlı kalmayarak, sanayileşme sürecinde
ilerleme gösteren bağımlı kapitalist ülkelerin tümü için geçerli
olabileceğinin iddia edilmesidir.811 Bu, aslında, •modernleşme•
yaklaşımına karşı geliştirilmek istenen, yukanda değindiğimiz
sa'Vın gereği 'olarak yapılıyor gibidir.

BOD modelinin ekonomik boyutuna yönelik ikinci eleştiri


daha farklı bir nedenden kaynaklanmaktadır. Model, 1970'lerde
ortaya çıkan ve sanayi yapısının derinleştirilmesi gibi bir amaç­
lan bulunmadığı kesinlild e bilinen Şili, Uruguay ve Arjantin'
deki askeri rejimleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu

(35) Kaufman l l971 U , Serra ( 19791


(361 O'Donnell < 19781 , Serra < 1979>
(37) BOD modelini, Latin Ameıika dışında sınayan bir çalıışmada da, Filipin­
ler örneğine dayanılarak, US'nin •tıkanma- eğiliminin, ·derlnleşme•yl
gündeme getirmedit1. aynca ülkede oluşan dikta yOnetlml ile sermaye
birikim modelinin bunalımı arasında doğrudan bir Uişki kurulmasının
da mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bak. Adrlano lleıH>
<38> O'Donnell U9n>

47
yeni önerme aslında modelin inandırıcılığını güçlendirmekten
çok azaltmaktadır. örneğin, Arjantin'de 1966 - 1970 döneminde­
ki askeri rejimin uyguladığı, ihracata yönelik sanayileşmeye
ağırlık veren politikalarla 1976 - 1982 dönemindeki askeri reji­
min, ithal ikameci sanayileri iç pazarda rekabete maruz bıra­
kan, ·dışa açılmacı· politika.lan arasındaki nitel farklılık göz­
den kaçırılamaz.1u Paradoksal biçimde, genişletilmiş kapsamıy­
la model, yukarıda belirtilen birinci eleştiriyi yapa.nlara hak
verdirir' niteliktedir. Bu durumda, BOD'in oluşmasını gerekli kı­
lan neden, sanayiin derinleşmesi değtl, ekonominin dışa açıl­
masını sağlayacak monetarist iktisat politikalan olarak belir­
mektedir. Üstelik, 1970'lerin dünya bunalımı koşullannda de­
ğerlendirilince, söz konusu değişimin sistemin tekil ekonomilere
dayattığı bir olgu olarak görülmesi de kola;bşmaktadır.4o De­
ğişmeyen özellik ise, modernleşme yaklaşımının kapitalist geliş­
me ile demokrasi arasında öngördüğü nedensel ilişkinin çürü­
tülmesi amacıdır. Sistemin de bunalıma girdiği koşullarda,
o
AGÜ'lerde dem kratik rejimlerin yaşama şansının kalmıdığı �d­
dia edilmektedir. Monetarist istikrar politikalannın , siyasi rejim
değişikliklerine yol açmadan da uygulanacağını gösteren örnek ­
lerin ise sistemsel bunalım koşullarında tekrar yaşanmasının ola­
sı olmadığı ileri sürülebilmektedir. u Gözden kaçırılan husus, Şili,
Uruguay gibi ülkelerde oluşan askeri yönetimlerin, sermaye bi­
rikim modelinin karşılaştığı bunalımdan çok, ülkenin özgül si­
yasal gelişmelerine bir tepki olarak gündeme gelmeleridir. Di­
ğer bir deyişle, bu ülkelerde BOD olarak nitelenen rejimlerin
oluşmasını salt ekonomik nedenlere bağlı olarak açıklamak ola­
naksızdır. Yanıtıanması gereken önemli bir soru da günümüz­
de başta Brezilya ve Arjantin olmak üzere çeşitli Latin Amerika
ülkelerinde, dikta yönetimlerinden demokratikleşmeye doğru
başlayan sürecin, söz konusu · model çerçevesinde nasıl açıkla­
nacağıdır.

Oluşumunun belirli bir ekonomik nedene bağlanarak açık­


lanmasında karşılaşılan zorluklara karşın, özellikle 1970'li yıl­
larda çok sayıda Latin Amerika ülkesinde uzun süreli askeri

<39J O'Domıell C197B>


(40) Kaufman ( 1878) , Boran ueau , Munck (1984)
<•U 188Q'larda ŞW, Kolumbiya gibi \ilkelerde katı istikrar prognunı uygula­
malanouı demokratik rejlmler ta.rafuıdan yürU.rlüte konduğu, lsUkrar
politikaları ile BOD IU"88lDda anlamlı bir lllşldnin kurulamayacağı' be­
lil1ilmlftir. Bak. Hirschman U979)

48
yönetimlerin iktidan ele geçirdiği de göz ardı edilemeyecek bir
gerçektir. Bu nedenle, söz konusu yönetimlerin oluşumuna yol
açan nedenler kadar, niteliklerinin de açıklığa kavuşturulması
önem kazanmaktadır. Özellikle bu yönetimlerin hem Latin Ameıi­
ka bağlanunda görülen demokratik olmayan diğer yönetimlerder.
hem de faşizm, Bonapartizm gibi devlet biçimlerinden farklılık­
larının ve ortak yönlerinin saptanması tartışmaların odak nok­
talarından birini oluşturmaktadır. Tartışmaya katılanlann kul ­
landıkları kavramsal kategoriler aynı olmasa da, bu konuda or­
tak bir çaba söz konusudur. BOD kavramının bir tür siyasal re­
jimi mi, yoksa devlet biçimini mi tanımlayan bir kavram oldu­
ğu tartışmasının yanı sıra, salt askeri rej imlerle özdeşleştiril­
mesinin doğru olup olmadığı da tartışma konusudur. Ote yan­
dan, 1960'lardan bu yana Latin Amerika bağlamında görülen
tüm askeri rejimlerin , BOD olarak tanımlanmasının çok da an­
lamlı olmadığı konusunda tartışmacılar arasında bir görüş bir­
liği oluşmuş gibidir. Tartışılmasına pek gerek duyulmayan bir
nokta da, BOD'in bağımlı kapitalist toplumlara özgü bir katego­
ri olduğudur.

BOD'in özgüllüğü şu gerekçelere dayandınlmaktadır.42 Si­


yasal faaliyetleri n yasaklandıği, siyasal partilerin, kapatılma­
salar bile, işlevlerini yitirdiği, sendikal faaliyetlerin büyük Ql­
çüde kısıtlandığı, tüm demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan
kaldırıldığı bir yönetim biçimini simgelemektedir BOD. Daha da
önemlisi, gerek iktidar bloku içinde, gerekse toplumsal formas­
yonun genelinde yaşanan bir heg�monya. bunalımının sonucun­
da gündeme geldiği için, iktidar blokuna dahil kesimlerin dev­
let aygıtı üzerindeki denetim olanaklarını . büyük ölçüde yitirdi­
ği bir durum söz konusudur. Hatta, burj uvazinin hegemonya
bunalımının a.şılabilmesi için siyasal ve ideolojik egemenliğini
kendi partileri aracılığı ile sürdürmekten adeta. gönüllü olarak
vazgeçtiği ifade edilmektedir. Kısacası, BOD, ·Bonapartist• özel­
likler ta.şımaktadır. Öt� yandan, BOD'i Latin Amerika bağla­
mındaki geleneksel otoriter yönetimlerden ve askeri rejimler­
den ayıran iki unsur olduğu belirtilmektedir. Birincisi, ordunun
iktidara, toplumu ve devleti yeniden düzenlemek a macıyla, ken­
di hiyerarşik yapısını bozmadan, bir kurum olarak el koyması-

(42 ) Tarihsel maddeci yaklaşıma özgü sonuısalından soyutlayarak •devlet


tipi• kavramlDl kullandığını �lirttiğimiz O'Oonnell ile BOO'i daha çok
bir siyasal rejim türü olarak görme eğilimindeki F. H. Cardoso'nun ana­
lizleri ana hatları itibariyle. çok farklı detildir. Bak. Cardoso Cl973)

49
dır. İkincisi, temel kararlann alınışında teknokrat kadroların
ağırlık kazanmalannın da etkisiyle, gerf 1< devlet bürokrasisi­
nin, gerekse büyük sermaye gruplannın, ., �rokrotik değerlerin
hakim olduğu bir kurumsal yapı kazanmu.sıdır. Daha da önemli­
si, bürokratik kurumlaşmanın, sermaye t "rikim sürecinin gerek­
leri açısından çok daha r.asyonel Cakılcıl bir politika oluşturma ve
uygulama sürecince olanak sağladığının iler.1 sürülmesidir. Bunun
bir sonucu da, toplumsal ve siyasal sorunların •idari - teknik• so­
runlar olarak görülmesi eğiliminin güçlenrnefıidir. BOD'in Latin
Amerika'da sık görülen askeri darbeler sonuctt oluşan diğer dikta
yönetimlerinden farklılığının belirtilmesi ger leli olsa da, BOD'e
atfedilen ·akılcı• bir ekonomi yönetimi ta.nımla.masının, çeşitli
Latin deneyimleri ışığında pek geçerli olmadığına kuşku yoktur.
Şili, Arjantin, Uruguay deneyimleri, ·dışa açılmacı• politikala­
rın yol açtığı ekonomik çöküntülerin olduğu kadar, ·başansız•
ekonomi yönetimlerinin de öğretici örnekleridir. Brezilya gibi,
•sanayi yapısının derinleştirilmesi· yönünde önemli yol almış
ülkelerde de 1980'lerde yoğunlaşan ekonomik bunalım ortamın­
da, ne denli ·akılcı· bir politika oluşturma ve uygulama süreci­
nin yaşandığı, askeri yönetimin son iki yılında toplam yedi kez
IMF'ye niyet mektubu verilmesinden anlaşılabilir.
BOD'i, kendinden önceki siyasal biçimlenmeden farklılaş­
tırmak çabası da belirli sorunlar Y,aratmaktadır. Brezilya bağla­
mında ele almdığında, ·korporatizm· in 1930'lardan bu yana
süreklilik kazandığını, 1964 darbesi sonrasında da durumun de­
ğişmediğini daha önce belirtmiştik. Özellikle 1937 - 1945 dönemi­
nin hem Bonapartist hem de korporatist nitelikleri ağır basan,
otoriter bir yönetime tanık olduğu vurgulanmıştı.n Bu nedenle,
•popülist• olarak nitelenen bu dönemin, .1964 sonrası oluşturu­
lan siyasal biçimlenmeden hangi temelde aynlacağı sorusu be­
lirmektedir. Sorunun yanıtı , •popülist• döneme ait ·korpora­
tizm•le BOD'.e özgü ·korporatizm• arasında bir· ayırım yapıla­
rak verilmeye çalışılmaktadır.44 Anımsanacağı gibi, •popülist•
devletin özelliklerinden biri olarak •çalışan sınıflann devletle
bütünleştirilmesi• diye betimlenen bir olgudan söz edilmektey­
di. Bu çerçevede, korporatist örgütlenmeler, çalışan sınıfların,
sınırlı ve hiyerarşik bir biçimde de olsa, karar alma süreçleri­
ne katılımını sağlamaktaydı. Hatta, özellikle Brezilya'da görül-

143) İlglı:ıç biçimde, O'Donnell bu dönemi •popülist otoriter• olarak tanım­


-

la.maktadır. Bak. O'Donnell ı ıım ı


1441 Bak. O'Dcnnell 1 1973 > , O'Donnell 1 1977) , Stepan 11978)
düğü gibi, bu örgütlenmeler aracılığı ile kitlelerin güdümlü mo­
bilizasyonu söz konusuydu. BOD'in özgüllüğü ise, çalışan sınıf­
ların karar alma süreçlerine katılımını ya da bu süreçleri etki­
leme olanağını tamamen ortadan kaldırmasıydı. Diğer bir de­
yişle, çalışan sınıfların ·korporatist• yapılar aracılığı ile bu ke'­
·dışlanmalan• söz konusuydu. Ote yandan, iktidar blokuna da­
hil kesimler de ekonomik konularda karar alma süreçlerine an­
cak •korporatist• kurumlar çerçevesinde katılmaktaydılar. u Bu
durumun, genelde iktidar blokunun çıkarlan doğrultusunda ka­
rarların alınmasını kolaylaştıracağı belirtilmekle beraber, uy­
gulanan ekonomik istikrar politikalarından olumsuz yönde et­
kilenen, iktidar blokuna dahil bazı kesimlerin tepkilerini etkili
biçimde duyurmalannı engelleyeceği de belirtilmiştir. Çıkarı­
lan sonuç, BOD'in, çeşitli kesimlerin tepkilerinden etkilenmeye­
cek bir karar alma ve uygulama sürecini kurumlaştırdığıdır.
Bu aynı zamanda, devletin iktidar blokundan •Özerk· bir konu­
ma kavuşması olarak yorumlanmış ve ·Bonapartist• niteleme­
sini güçlendiren bir etken olarak değerlendirilmiştir. Ote yan­
dan, IMF reçetelerinin uygulanması ve yabancı sermayeye gü­
vence verme çabalan BOD'in uluslararası sermayenin deneti­
minde !sayılmasına neden olmuştur. Tüm bu değerlendirmelerin
ışığında, BOD modelinin altınd� yatan devlet kavramlaştırması
kendini belli etmektedir.

Devlet, yerli sanayi burj uvazisi ve uluslararası sermaye,


birbirleriyle ittifaka girebilen unsurlar olarak görülmektedir.
Özellikle Brezilya'da, kamu sektörü, özel sektör ve yabancı ser­
maye arasında ortak yatırımlara gidilmesi böyle bir değerlen­
dirmenin yapılma nedenidir. Doğrudan sermaye birikim süreci­
ne katılan devlet, adeta ayn ·bir sermaye kesimi gibi değerlen­
dirilmektedir. Ote yandan, izlenen iktisat politikalarında zaman
içinde gözlenen değişiklikler de devletin. niteliğinde meydana
gelen değişimlerin göstergesi olarak algılanmaktadır. Dolayı­
sıyla, BOD değişik dönemlerde, değişik nitelikler gösterebilmek­
tedir. Bir dönemde, hem iktidar blokundan özerk, hem de ulus­
lararası sermayenin etkisinde olan devlet, bir başka dönemde,
hem uluslararası sermaye hem de yerli sermaye ile ittifak ha­
linde, hatta birinciye karşı ikinciyi koruma eğiliminde olabil­
mektedir. a Tüm bu etkenler göz önüne alındığında, BOD mo-

145) Daha. çok Brezilya. örneğine daya.nıla.ra.k yapılan bu genelleme, diğer


Latin Amerika örnekleri için aynı ölçüde geçerli olmayabilir.
146> O'Donnell l ı978)

51
deli araçsal bir devlet anlayışının ürünü olarak eleştirilebilir.
Ne var ki bu, BOD modelini, indirgemeci de olsa maddeci bir
yaklaşımın ürünü olarak görmek demektir. �albuki, söz konu­
su model, araçsal bir devlet anlayışını çağrıştıran analizler içer­
se de, daha çok sınıflar üstü bir devlet anlayışını yansıtan, ek­
lektik bir yaklaşımın ürünüdür.

BOD'in tanımlayıcı özelliklerinden biri olarak altı çizilen


unsur, çalışan sınıflan •dışlayıcı· niteliği dolayısıyla , hem kit­
le tabanı olmaması hem de böyle bir taban yaratmak için ge­
rekli girişimlerin yapılmamasıdır. Mevcut siyasal partiler ya ka­
patılmakta, ya <i;a bu partilerle rejim4ı ilişkileri tümden kopar­
tılmakta, küçük bur)uvazinin rejimi destekleyici bir güç olarak
örgütlenmesi bir yana, izlenen iktisat politikalan nedeniyle
ekonomik durumu iyice zayıflatılmaktadır. Öte yandan, Brezil­
ya örneğinde görüldüğü gibi izlenen ekonomik model, iç . paza­
nn canlı tutulmasını sağlayacak alım gücü yüksek bir kentli or­
ta sınıfın gelişmesine yol açmakla beraber, bu kesimin de siya­
sal bir örgütlenme çerçevesinde •mobilize• edilmesi söz konusu
değildir. Askeri rej imin belirgin ideolojik söylemi ise, ulusal gü­
venliğin korunması için devletin güçlendirilmesinin esas oldu­
ğudur. Tüm bu unsurlar, BOD'i faşist rejimlerden farklılaştıran
etkenler olarak görülmektedir. n

Bu da bizi, BOD'in bir _devlet biçimi veya siyasal rejim türü


olarak gönllmesine ilişkin tartışmaya getirmektedir. BOD'in bir
siyasal rejim olarak tanımlanması, iki yönlü bir sorun yarat­
maktadı.r. BOD'in salt Latin Amerika bağlamında ya da tüm
•bağımlı kapitali�t· toplumsal formasyonlarda ortaya çıkan as­
keri rejimlerle özdeşl�ştirilmesinin çok da anlamlı olmadığı or­
tadadır. Nirekim , salt Latin Amerika bağlamında ve 1960'larda
oluşan üç askeri rejim bile aynı kefeye konulamamaktadır. Bre­
zilya ve Arjantin askeri rejimleri •bürokratik - otoriter• olarak
nitelenirken, 1968'de Peru'da iktidara gelen askeri rejim, ·popü­
list - otoriter• olarak nitelenmektedir.u Diğer bir deyişle, Peru'
da.ki askeri rejimi doğuran koşullarla Brezilya ve Arjantin'dek.i
askeri rejimleri doğuran koşulların farklı olduğu belirtilmiş ol­
maktadır. Öte yandan, ulaştığı sanayileşme düzeyi açısından
Breıilya ile kıyaslanabilecek tek Latin Amerika ülkesi olan
Meksika'da devletin örgütleniş ve işleyiş biçiminin BOD'e özgü

(471 O'Doım.ell UW77 J , Cardoso U878J , Munck U984ıJ


<48> O'Donnoll < ı973J. s. ıı ı.

&2
özellikler taşıdığına dikkat çekilmektedir.n Ne var ki, Meksika'
nın kendine özgü siyasal biçtmlenmesinin, eğer BOD bir siyasal
rejim olarak tanımlanacaksa, askeri rejimleri de kapsayan bir
rejim kategorisine dahil edilmesi pek anlamlı gözükmemekte­
dir. Sivil, askeri yönetim farkı bir yana, Meksika'nın tek parti
yönetiminin ve korporatist kurumlaşmasının, ekonomik gelişme
sürecinin farklı evrelerinde, sürekliliğini koı;.tmuş olması;
BOD'in ekonomik gelişme sürecinin belirli bir ev.resinde karşı­
laşılan bunalımın yol açtığı özgün bir rejim olarak algılanması­
na. ters düşmektedir.60 · Öte yandan, izlenen monetarist iktisat
politi.kalarının, otoriter rejimleri zorunlu kıldığı şeklindeki bir
görüş de, yine başta Meksika, Venezüella, Kolumbiya gibi ülke­
kelerin 1970'lerdeki deneyimleriyle geçe.rliliğini yitirmektedir.
Bu durumda BOD'in kavramlaştırılmasına ilişkin seçenekler
azalmaktadır. BOD'i bağımlı kapitalist toplumsal formasyonla­
ra özgü bir devlet biçimi olarak algılamak anlamlı mıdır? cOli­
garşik - popülist - bürokratik otoriter• devlet biçimlerini, ekono­
mik gelişme sürecinin farklı evrelerine tekabül eden oluşumlar
olarak gören indirgemeci ve teleolojik bakış açısı benimsenme­
den, bu pek olanaklı gözükmemektedir. BOD'in faşizm, Bona­
partizrn, askeri diktatörlük gibi demokratik olmayan devlet bi­
çimlerinden ayn, hem sivil hem de askeri rejimleri kapsayan
bir yeni kategori olarak görülmesi için yeterli neden pek yok
gibidir. Demokratik olmayan devlet biçimlerinin gözlendiği so­
mut örneklerde, oluşan rejimlerin fa.şist ve Bonapartist biçimle­
re özgü bazı özellikler taşıdığı, yadsınamaz bir gerçektir. Her
somut örnek, bu tür özelliklerin özgül bir alaşımı gibidir.111 Ne
var ki bu durum, demokratik olmayan devlet biçim.le.rinin bir­
birinden ayırt edilmesinin önemini azaltmaz. Bu ayınmlann ya­
pılması bazı demokratik olmayan devlet biçimlerinin ·bağımlı
kapitalist•, bazılarının da. •gelişmiş kapitalist• formasyonlara
özgü olduğu şekli11de bir başka ayının yapılması sonucunu do­
ğurmaz. Örneğin, faşizm ile askeri diktatörlük arasındaki ayı­
rımın korunması, ·bağımlı kapitalist• toplumsal formasyonlar­
da faşist devlet biçiminin gündeme gelemeyeceği, sadece askeri
diktatörlüklerin gelebileceği yolunda anlamsız bir yargıya te­
mel oluşturamaz. Faşizmi, kapitalist gelişme sürecinin belirli

C49) O'Donnell < ıen>


(50) Cardoso U979> , bu nedenle BOD'i sol siyasal harekeUeri bastırmayı bi­
rincil amaç edinen askeri rejimlerle ı;ınırlwnak eğilimindedir.
ı s ı > Dak. Poulantzas ( 1976 > , &. 79.

53
bir aşaması ile özdeşleştirmek anlamlı olmadığı gibi, ·bağımlı•
ve •gelişmiş• kapitalist devlet tipleri gibi bir p.yırun yapıp, •ge­
lişmiş• kapitalist devlete özgü bir devlet biçimi ve/veya rejim
türü olarak algılamak du çok anlamlı gözükmemektedir.

Bu değerlendirmeler, doğaldır ki, azgelişmiş ya da ·bağım­


lı· diye tanımlanan kapitalist toplumsal formasyonlardaki sınıf
mücadelelerinin özgüllüğünü yadsımaz. Ama bu özgüllük te­
melinde, ·bağımlı• ve .gelişmiş. diye iki ayn ·kapitalist devlet
tipi•nin birbirinden ayrılması da, devlet kuramı tartışmaları
çerçevesinde yanıtlanması kolay olmayan yöntemsel sorunlar
yaratmaktadır.::;:?

111. TÜRKİYE'DE ·POPÜLİZM· TARTIŞMALARI

Türkiye'de, •popülizm• tartışmalarının son dönemde gün­


oıallik kazanması dikkat çekicidir. Bu konuda belirtilen görüş­
lerde, çalışmanın birinci bölümünde gözden geçirdiğimiz · çeşitli
•popülizm• tanımlamalarının yansımalarını görmek mümkün­
dür. Bazı çalışmalar, belirli bir • popülizm• tanımı çerçevesind
kalırken, bazıları da farklı sorunsallardan tek bir senteze git·
meyi denemektedir�er. Dolayısıyla, çeşitli yazarlar arasında •PO­
pülizm• in tanımına ilişkin bir görüş birliğinin oluştuğu söyle­
nemez. Türkiye'nin son otuz beş - kırk yıllık tarihinin •popü­
lizm• kavramının aracılığı ile açıklanışı ya da tersine bu tür
açıklamaların reddedilişi, farklı tanımlamalar temelinde olmak ·
tadır. Bu durumda, •popülizm··in Türkiye'nin gelişme sürecini
anlamak ve açıklamakta anlamlı bir kavram olduğunu savu­
nanlar arasında bile sorunsal farklılıkları nedeniyle, önemli bağ­
daşmazlıklar gözlenmektedir. Öte yandan, ·popülizm• kavra­
mının, salt akademik bir tartışma ko�ıusu olmakla kalmadığı,
güncel kullanımının yaygınlaştığı da bir gerçektir. Bu kullanım­
lar da, yine, farklı tanımla.malan yansıtmaktadırlar. Özetle,
•popülizm• kavramının Türkiye'de gözlenen değişik kullanım
biçimleri, kaynaklandıkları sorunsallar açıkça belirtilmediği öl­
çüde, kavram kargaşası yaratma �ğilimindedir.

Son yıllarda başlayan •popülizm• tartışma.lan çerçevesin­


de, kavramı bir ·dönemleme.. aracı olarak kullanma eğilimi
ağır basmaktadır. Ne var ki, temel alınan kriterler arasında bir
tutarlılık olduğunu söylemek kolay değildir. Kavramın ekono-

1521 Bu temelde bir ayının için ba.k. Poulımtzas 1 19761 , s. 131.

54 ·
mik ve siyasal boyutlarına atfedilen nitelikler değiştiği gibi,
kavramın bir ideoloji ya da siyasal hareketi mi, yoksa bir siya­
sal biçimlenmeyi mi veya bunların ötesinde belirli iktisat politi­
kalarını mı tanımlamakta kullanılması gerektiği konusunda da
görüş birliği yoktur. Bununla birlikte, konuya ilişkin olarak be­
lirtilen görüşleri gruplaştırmak ve ortak noktalarl a farklılıkla­
rını belirlemek, Latin Amerika bağlamındaki tartışmalarla kar­
şılaştırma yapma olanağı da vereceği için yararlı olacaktır.

En belirgin örnekleri Bora.tav ve Keyder'in çalışmalannda·


bulunabilecek ve son dönemdeki tartışmaların odağını oluştu­
ran bir . eğilimin •popülizm• tanımından başlayalım.118 Bu eğili­
me göre , tıs ve •parlamenter bir sistem/rejim• birlikteliği te­
melinde, çalışan sınıfların karar alma süreçlerini, kendi ekono­
mik çıkarları doğrultusunda •etkileyebilecekleri• , ancak siyasal
örgütlenme özgürlüklerinin kısıtlı olduğu bir siyasal biçimlen­
medir •popülizm• . Bu tanıma temel oluşturan ekonomik ve si­
yasal boyutlar ise şöyle özetlenebilir. İç pazara dayanan ithal
ikameci bir sanayileşme stratejisi, yüksek büyüme hızlan ger­
çekleştiği sürece, gerek reel ücretlerin, gerekse reel köylü gelir­
lerinin sürekli artmasını sağlayan bölüşüm politikalarının uy­
gulanmasına olanak sağlar. Böyle bir sanayileşme stratej isinin
ve bölüşüm politikalarını n gündeme gelmesi ise ancak bir boyu­
tu ile sanayi burjuvazisi ve işçi sınıfının, diğer boyutu ile sana­
yi ve tanın kesimlerinin çıkarlarının buluşması temelinde ger­
çekleşebilir. Bu aslında gerekli koşuldur, ama yeterli koşul de­
ğildir. ·Popülizm• in bu temelde işlerlik kazanması ise çalışan
sınıfların karar alma süreçlerini etkileyebilecekleri yasal ve si­
yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesine bağlıdır. Türkiye'de
çok partili dönemle başlayan bu süreç, 1 961. anayasası ve bu
çerçevede çalışma haklarını düzenleyen yeni yasalarla, •popü­
lizm• e geçerlilik kazandıran •siyasal çerçeve• yi oluşturmuştur.
Türkiye'nin tarihsel gelişme sürecinde •popülizm• 1950 ya da
1960'lardan 1970'lerin sonuna kada r devam eden dönemle sınır­
lanmaktadır. Bu dönemleme birkaç açıdan ilginçtir. Bir yandan,
Latin Amerika bağlamındaki tartışmalarda ağırlıklı bir yeri
olan, 11S'nin ilk aşaması ile •popülizm• arasındaki bağ, Türkiye
bağlamında kopartılmaktadır. Ote yandan, popülizm· AGÜ'le­
re özgü sınırlı bir demokrasi ile özdeşleştirilmekte, böylece La­
tin Amerika bağlamında özellikle Brezilya'ya ilişkin olarak tar­
tıştığımız , •popülizm. in hem demokratik olan hem de olmayan

153) Bora.tav 1 1983) , Keyder 1 1984)

55
rejimleri kapsayan bir kavram olarak tanımlanmasının yarat­
tığı sorunlar bir bakıma bertaraf edilmektedir. Ama, bu kez de.
örnegın Brezilya'nın 1945 - 1 964 dönemine özgü siyasal biçim­
lenme ile Türkiye'nin sözü edilen döneminin siyasal biçimlen­
me.si arasındaki bazı nitel farklar gözden kaçmaktadır. Örne­
ğin, •popülizm• i tanımlayıcı unsurlardan biri olarak tanımlan­
sın veya tanımlanmasın, •korporatist• yapıların varlığı ya da
yokluğu, Brezilya ve Türkiye örneklerinin söz konusu dönemle­
rini birbirinden ayıran etkenler arasındadır. La.tin Amerika bağ­
lamındaki tartışmalardan etkilenen Türkiye'deki -popülizm·
tartışmalarında ise bu gibi ayınmlara fazla dikkat edildiği sö�· ·
lenemez.

Türkiye •popülizm• inin özgüllüğü, Latin Amerika örnek­


lerinden farklı olarak, •popülist• ittifakların hemen hiçbir
toplumsal kesimi dışarıda bırakmayacak biçimde oluşmasıdır.
Anımsanacağı gibi. La.tin Amerika bağlamında, oluştuğu var­
sayılan •popülist• ittifakların belirleyici özelliklerinden biri oli­
garşi olarak nitelenen büyük toprak sahibi - tüccar ikilisine kar­
şı oluşan bir çıkar birliğine dayanmasıdır. Özetlenmeye çalışı­
lan modele göre ise Türkiye'ye •popülist• ittifakın kime karşı
oluştuğu pek belli değildir. Kırsal kesimde egemen üretim iliş­
kisinin küçük üreticilik olduğu varsayımı ile Türkiye'nin Latin
Amerika'dan farklılaştırılması söz konusu ise de, •popülist• it­
tifakın karşısındaki bu ·boşluk· dikkat çekicidir.

Bu bakış açısının dikkate değer bir başka yönü ise •popü­


lizm· in tanımladığı siyasal biçimlenmenin adının konmaması­
dır. Bu belirsizlik, parlamenter sistemin, •popülizm• in geçerli­
lik kazanması için ne denli önemli olduğuna ilişkin tartışmala­
ra yol açmıştır.54 Bununla birlikte , •popülizm• in belirli bir siya­
si rej im ya da devlet biçimini tanımlayıp tanımlamadığı konu­
sunda açıklık yoktur. Örneğin, Boratav'a göre, •popülizm siya­
si rejim ile özellikle bölüşüm ilişkilerine dönük iktisat politika­
ları arasındaki bağlantıları aydınlatabilecek bir kavram· dır.55
Çalışan sınıfların, parlamenter rejim çerçevesinde, karar alma
süreçlerini etkileyebilecek bir konumda bulunmalarına karşın
siyasal örgütienme özgürlüklerinin kısıtlı olması nedeniyle, Ba
tı Avrupa türü parlamenter rejimlerden farklılaşmaktadır ·po­
pülist• siyasal biçimlenme . Öte yandan, parlRmenter rej imin

(54 1 Bak. Gülalp C l984 1 , Boratav C 1984 1


(551 Boratav U983 l , s. 7.

56
varlığı ise , •popülist• siyasal biçimlenmeyi, AGÜ'lere özgü .:ıı
duğu belirtilen •reformist - paternalist otoriter rej imler• ve •tu­
tucu askeri diktalar• gibi diğer siyasal biçimlenmelerden ayır­
maktadır."0 Bu terimlerin Latin Amerika bağlamında kullanılan
•popülist - otoriter. ve ·bürokratik - otoriter• terimlerini çağrış­
tırdıkları da düşünülebilir. Bu tanımlama çerçevesinde •popü­
lizm• ancak belirli ( yani parlamenter demokratik> bir siyasi re­
j imle birlikte söz konusu olabilen, AGÜ'lere özgü bir devlet bi­
çimi olarak belirmektedir. Boratav'ın, siyasal rej im ile devlet bi­
çimini birbirinden ayırmamakla birlikte. •Siyasi çerçeve. teri­
mi ile kastettiği bundan başka bir şey değil gibidir. Boratav'ın
"popülizm• i bir siyasi rejimle özdeşleştirmediğinin en iyi gös­
tergesi, Türkiye'de •popülist• dönemin bitiş tarihi olarak 1976'yı
vermesidir. Bunun belirgin nedeni, iktidar bloku ile çalışan sı ·
nıflar arasındaki ilişkilerin değişmesidir. Bu değişimin nedeni
olarak gösterilen, reel ücretlerin iktidar bloku açısından
•hazmedilebilir.. sınırlan geçtiği varsayımı tartışmaya açık ol­
makla birlikte, önemli olan, siyasi rej im değişikliğinden bağım­
sız olarak •popülizm• in sona erdiğinin ileri sürülmesidir. Diğer
bir deyişle. siyasi rejim değişmeden de, •popülist• siyasal bi­
çimlenmenin son a ermesi söz konusudur. Daha önceki tartış­
malarımızın ışığında, bu bizi •popülizm• in bir devlet biçimi ola­
rak algılandığı son ucuna götürmektedir.

Keyder ise, modele, O'Donnell'ın analizini anımsatan bir bi­


çimde, iktisat politikalannda.ki dönemsel değişikliklere bağlı
olarak devletin niteliklerinin değiştiğini varsayan bir devlet an­
layışı çerçevesinde katkıda bulunmaktadır. Buna göre. • . . . biri­
kim modelinin düzenli işlemesi için burjuvazinin kısa dönemli
ve tekil çıkarlanndan bağımsız bir devlet mekanizmasına ihti­
yaç vardır.. Devletin, sermaye birikim modelinin gereksinmele­
ri açısından. üzerine düşen •rolü başarıyla oynaması burjuvazi
nin tekil isteklerine karşı koyabilecek bir özerklik gerektiriyc:ı:
du . . . Bu özerklik . . . bürokrasinin İİS'yi yöneten ittifakın bir orta­
ğı• olarak görülmesinin de nedenidir.ü7 lİS'nin girdiği darbo­
ğazlar sonucu sanayicilerin döviz gereksinimlerini devletin kar­
şılayamaz oluşu da. döviz dağıtımının bürokratik kararlarla
yapılması dolayısıyla sanayicilerle bürokrasi arasındaki ittifa­
kın bozulmasının nedeni olarak görülmektedir. Bu durumda,
•sanayi burjuvazisinin devlet yönetiminde nisbeten özerk bir

1 56 ) a.g.e. , &. 8.
157) Keyder 1 1984 ) , s. 23 - 24.

57
bürokrasi yerine sadece hizmet getiren ve 'akılcı' bir teknokra­
si istedigi ortaya çıktı. • �'" Bu saptamalardan da görüldüğü gibi,
bir dönemde, sanayi burj uvazisinden özerk olan devlet, bir baş­
ka dönemde söz konusu sınıfın aracı olarak görülebilmektedir.
·Popülist• ittifakın, sanayi burjuvazisi ile örgütlü işçi sınıfı ara­
sındaki diğer kanadı da, ücret artışlarının, Boralav'ın varsayımı
uyarınca · hazmedilebilir· sınırları aşması ile bozulmuş olduğu­
na göre, •popülizm• e can veren ittifak, bunalım süresince bir
daha toparlanmamak üzere çökmekte, buna bağlı olarak da si­
yas�I biçimlenmenin niteliği değişmektedir. Ama Keyder de,
Boratav gibi devlet biçimi ya da başka bir tanımlamayı kullan­
maktan kaçınır gözükmektedir.

Gerek Boratav, gerekse Keyder'in analizlerinin bir başka


buluşma noktası, sanayi kesimi çahşanlanna yönelik bölüşüm
politikalarını temel alarak 1 960 sonrasını •popülizm• in •olgun­
luk· · dönemi, 1 950'leri ise •çıraklık· dönemi olarak nitelemeleri­
dir. Tanın ürünlerine yönelik destekleme politikalarının 1950'
!erden başlayarak yaygınlaşması bunun başlıca nedenidir. Tür­
kiye ·popülizm• inin 1960 sonrasırida da değişmeyen özgüllük­
lerinden biri olarak görülen bu durumun , Latin Amerika bağ­
lamında, örneğin Brezilya'da değişik mekanizmalarla tanın
ürünleri ihracatçıları ile •popülist• ittifakın çıkarlarının uyum­
lulaştınlma.sını sağlayan politikalar anımsanınca, bir bakıma
çok da Türkiye •popülizm• ine özgü olmadığı düşünülebilir. Ay­
nca gerek tanına, gerekse sanayi kesimi çalışanlarına yönelik
bölüşüm politikaları, • popülizm• tanımlamasının ağırlık mer­
kezini oluşturunca, benzer politikaların uygulandığı gelişmiş
kapitalist toplumları da •popülist• olarak nitelemenin gerekli
olup olmadığı sorusu gündeme gelmekte, bu ise kavramı AGÜ'
lere özgü saymayı zorlaştıran bir etken olarak belirmektedir. :.e
Ote yandan , •popülizm• bölüşüm politikaları temelinde tanım­
landığı ölçüde, siyasal boyutu önemini yitirmekte, tartışma
popülizmin başlangıcının ve sona erişinin saptanmasında ücret
düzeylerinin alt ve üst sınırlannın belirlenmesine dönüşmekte­
dir.1111 Buna karşılık, Latin Amerika bağlamındaki tartışmalarda
daha çok reel ücretlerin düzenli olarak artma ya da düşme eği­
limi göstermeleri temel alınmakta, Türkiye'deki tartışmalann
aksine bir alt ya da üst sınır saptama çabası gözlenmemektedir

Csa> a.g.e s. 35.


..

(59) Karacan U984al, U984b>


(801 Karacan U984a) , Küçük U&&O . Bora tav l l983)

58
Ücret düzeylerinin yükselme ya da düşme eğiliminin tek
başına • popülizm· tanımlamasına yeterli ·olmayacağını sanı­
nan Gülalp ise, İİS'İıin •popülizm- in belirleyici öğesi olduğunu
savunmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'de ·popülist• dönemin, Bo­
ratav'ın önermesinin aksine, 19BO'e dek sürdüğünü ve reel üc­
retlerde zaman içinde görülehilecek düşme eğiliminin .. popü ­
lizm•e aykırı olmayacağını ileri sürmektedir. Bu sav kabul edil­
se bile, ltS'nin belirleyici öğe olması halinde, neden Türkiıe'de
cpopülizm•in 1960 - 1980 dönemiyle sınırlı olduğu açıklığa ka­
vuşmamaktadır. Boratav'ın da haklı olarak işaret ettiği gibi,
1930'lardaki tıs deneyiminin neden •popülizm•e yol açmadığı
sorusu yanıtsız kalmaktadır.'a ·Popülizm• kavramı aracılığı ile
Türkiye ve Latin Amerika'nın tarihsel gelişme süreçlerinin be­
lirli bir döneminin karşılaştırmalı bir biçimde incelenebileceği­
ni ileri süren Gülalp, kavramın çok boyutlu - •siyasal , ekono­
mik, ideolojik· - bir olguyu ifade etmek iç in kullanıldığını söy­
lese de, analizinin siyasal boyuta ilişkin olarak aydınlatıcı oldu­
ğu söylenemez. Latin Amerilc a bağlamında •popülist• ittifakla­
rın •popülist• rejimlere yol açtığını savunan Gülalp, Türkiye'­
nin de •ithal ikamesinin ikinci aşamasinı popülist bir rejim al­
tında geçirdiğini• belirtmektedir. 82 Latin Amerika bağlamında­
ki tartışmalarda gördüğümüz gibi, cpopülizm· i siyasi rejimi ta­
nımlamak için kullanmak çok da anlamlı değildir. Nitekim
Gülalp da, parlamenter rejimin, •popülizm•in belirleyici unsuru
olmadığını söyleyerek, bu noktayı kabul etme yönünde bir adım
atmış gibidir. İster siyasi rejim ister devlet biçimi olsun, Gülalp
için önemli olan, sermaye birilcim modeli ile siyasal biçimlen­
me arasında bir sebep - sonuç ilişkisi kurmaktır. Bu konuda La­
tin Amerika bağlamındaki tartışmalar ışığında gerekli değer­
lendirmeyi yaptığımız için, bir ekleme yapmak gereğini duy­
mamaktayız.

Türkiye'nin yakın tarihini • popülizm• kavramı aracılığı ile


açıklamaya yönelik çalışmalar, özelliklerini saptamaya çalıştı · ·
gımız eğilimle sınırlı degildir. Daha önce gözden geçirdiğimiz
çeşitli sorunsallardan tek bir • popülizm• tanımı türetme çaba­
lan olduğu gibi, belirli bir tanımı temel alarak Türkiye'nin ge­
lişme sürecinin incelenmesinde • popülizm• kavramından ya­
rarlanma çabalan da gözlenmektedir. Bir de bunların tam
tersine, belirli bir tanım esas alınarak, Türkiye'de •popülizm·

161) Boratav 1 1 984 1


1621 Gülalp 1 19831 , s . 79.

59
kavramının hiçbir işlevselliğinin olamayacağı şeklinde iddialar
da mevcuttur.

Farklı sorunsallardan •sentez• niteliğinde bir •popülizm•


tanımı türetme çabasını, esas itibariyle modernleşme perspek­
tifini benimseyen eklektik bir yaklaşım olarak nitelemek gere ·
kir. Bir yandan, •popülizm• bir dönemleme aracı olarak kulla­
nılırken, öte yandan, esas olarak ideolojileri ve akımları tanım­
lamakta kullanılan bir kavram olduğu ileri sürülmektedir. An­
ti - elitizm •popülizm · i belirleyen temel kriter olarak kabul edil­
mekte, ama bu yaklaşım, ·iktidar bloku· - •halk· çelişkisi teme
linde yapılan tanımlam a ile bütünleştirilmeye çalışılmaktadır.
· Belirli noktalarda ise, birinci eğilimin modeline koşut göz� k­
mekle birlikte, gerekçelendirme farklılıkları söz konusudur.
Böylelikle, yukarıda tartıştığımız birinci eğilimin yanıtlamakta
güçlük çektiği bazı noktalan da kapsayan bir tanımlama yapıl­
mış gözükmektedir. İlkay Sunar'ın çalışması bu çabanın iyi bir
örneğidir. 63

Söz konusu çalışma, 19SO'li yıllarda DP iktidarının simgele­


� ği siyasal biçimlenmeyi •popülist• olarak nitelemekte ve •po­
pülizm• in ortaya çıkışını birinci eğilimden farklı nedenlere bağ­
lamaktadır. Bu analizde de, ilginç biçimde, •popülist• dönemin
ıeso'de başladığı ve 1970'lerin sonuna kadar devam ettiği ileri
sürülmektedir. Dolayısıyla, 1930'lu yıllar bu sıfata layık görül­
memektedir. Sunar'a göre, CHP ·halkçılığı gerçek anlamda po­
pülizm değildir . . . Tek partili rej im . . . otoriterdir ama popülist ol­
mamıştır.• 64 Çünkü halkın siyasal katılımına dayanmamakta­
dır. DP'yi •popülist• yapan unsur ise, izlediği iktisat politikala­
rından çok, ·farklı toplumsal grupları . . . popüler bir ittifak içinde
toparlayıp bürokratik merkeze karşı seferber etmesi• dir. Bunu
sağlayan belirleyici öğe ise •Sivil toplum kurumlarının ve ço­
ğulcu örgütlenmenin güçsüzlüğüdür.• AGÜ'lerin genel bir özel­
liği olarak da belirtilen bu son nokta böylece popülizmin AGÜ'
lere özgü bir kavram olmasının da gerekçesini oluşturmaktadır.

Burada dikkati çeken iki nokta vardır. Birincisi, •popülizm• i


AGÜ'lere özgü bir kavram olarak nitelendirmenin gerekçesidir.
Birinci eğilimden farklı olarak, •modernleşme• perspektifi doğ­
rultusunda, geleneksel yapıların çözüldüğü azgelişmiş topl um­
ların, •popülist• hareketlerin gelişmesi için uygun bir ortam

! 63 l Sunar ( ıeası
(64 l a.g.e., s. 2077 - 78.

60
oluş turdukları belirtilmektedir. Bir bakıma, •sivil toplum ku­
rumlarının• gelişmemiş olması, azgelişmişliğin bir göstergesi
olarak görülmekte, böylece kapitalist gelişme ile siyasal demok­
rasi arasında modernleşme okulunUİl varsaydığı karşılıklı se ­
bep - sonuç ilişkisi benimsenmiş olmaktadır. Dikkati çeken ikin­
ci nokta, birinci eğilimde olduğu gibi, 11S'nin ilk aşaması ile
•popülizm• arasındaki bağın kopartılmasıdır. Bunun yanı sıra,
bir adım daha atılarak kavramın hem Us ile hem de ihracata
dönük stratejilerle birlikteliğipin mümkün olduğu belirtilmek­
tedir. Bunun bir kanıtı olarak, DP döneminde 1950 - 1958 yılla­
rında izlenen stratejilerin farklılığına karşın, •popülizm• in her
iki alt dönemi de tanımlayan unsur olduğu ileri sürülmekte­
dir. e:; Ote yandan, Latin Amerika bağlamınd�i popülizm - BOD
ilişkilendirmesi geçerli görülmekte, •popülist - demokratik• si­
yasal biçimlenmenin çöküşü ise yine sivil toplum kurumlarının
ve çoğulcu örgütlenmenin güçsüzlüğüne bağlanmaktadır. Ne
var ki başta Şili, BOD'in oluştuğu varsayılan Latin Amerika
toplumlarının BOD öncesi dönemlerinin bu çerçeveye uygun
örnekler olduğunu söylemek, önceki bölümlerdeki değerlendir­
melerimizin ışığında , kolay değildir.

Sunar'ın modelinin en çarpıcı yanı, •sınıf· kavramını, •elit•


kavramı ile eşanlamlı gibi kullanmasına bağlı olarak, egemen
sınıfların bütününü ifade eden bir kavram olan •iktidar blo­
ku•nu çeşitli •elitler• den oluşmuş bir bütün olarak görmesidir.
Böylece, Türkiye'de oluştuğu varsayılan •popülist ittifak· ın ki­
me karşı oluştuğu sorusu da kolayca yanıtlanmış görünmekte­
dir. -DP'nin temsil ettiği bu ittifak, CHP'nin temsil ettiği ·bürok­
ratik elit• e ve söz konusu •elit•in egemen kılma � istediği ideo­
lojiye karşı sınıfsal temele indirgenemeyecek dini inançlar vb.
ideoloj ik öğeleri de kullanarak iktidar mücadelesi vermektedir.
Dolayısıyla, Türkiyede •popülizm• , iktidar blokunun egemen ke­
simi olarak görülen ·bürokratik elit• ile, aynı blokun diğer ke­
simlerini oluşturan büyük toprak sahipleri - ticaret sermayesi
ikilisi Cki Sunar bunları da •ekonomik elit• olarak tanımlamak­
tadır> arasındaki iktidar- mücadelesinin sonucunda. doğmuş ol­
maktadır. Böyle olunca, Latin Amerika bağlamında oligarşiye
karşı oluştuğu varsayılan •popülist• ittifak ile Türkiye'deki ·bü-

(85) a.g.e., s. 2082-83. ·Popıllizm •i anti-elit.i2m olarak tanımlayan bir başka ya.
zar ı950'lerdeki iktisat politik�anru da •popülist• olarak nitelemekte bir
sakınca. görmemektedir. Bak. Akat C 1983) , s. 27. Bu tür kullanımların
kavram kargaşasını artırdığına kuşku yoktur.

81
rokratik elt t • e karşı oluşan •popülist• ittifak arasında bir ko­
şutluk kurulmuş gibidir. Ne var ki, •elit• ve •sınıf· kavramla­
nnın farklı kavramsal çerçevelere ait olduğu anımsanınca bu
tür karşılaştırmaların geçerliliğin i yitirdiği de açıktır. Sınıfsal
çelişkinin önemini yadsımadan, bu çelişki ile eklemleştiği varsa­
yılan iktidar bloku - halk çelişkisinin elit - halle çelişkisine indir­
genmesi, hatta iktidar bloku i çi hegemonya mücadelelerinin,
rakip •elitler• mücadelesi şeklinde görülmesi", kanımızca, kav­
ram kargaşasını �rtıracağı için doğru değildir.

Anti - elitizm temelinde, iktidan elinde tutan •elitler• e kar­


şı kitleleri hareket-c geçiren ideolojiler ve akımlar olarak tanım­
lanan •popülizm· in, Sunar'ın modeli çerçevesinde ıeso'ler için
geçerli olduğu bir an için varsayılsa bile, 1970'lerin sonuna ka­
dar Türkiye'de geçerli olduğu savının hangi temelde ileri sü­
rüldüğü belli değildir.

·Popülizm· in ideolojik işlevi de, Sunar'a göre, örneğin Boy


ratav'dakinden oldukça farklıdır Boratav'a göre •popülizm
emekçi sınıflarda, sürekli gelir artışlarından kaynaklanan bir
sistemle uyum ideolojisinin ve egemen sınıflarla çıkar birliği ya­
nılgısının yerleşmesini kolaylaştınrken• , ııu Sunar'a göre · DP
popülizmini salt bir ideolojik egemenlik ve dar bir sınıfsal be­
lirlemenin ötesine geçerek değerlendirmek gerekir. • "; . Diğer
bir deyişle, iktidar blok11 dışı kesimler açısından •popülizm• in
ideolojik işlevi, Boratav'a göre olumsuzken, Sunar'a göre hiç de
öyle değildir. Garek Boratav, gerekse Sunar'ın ortak yanı ise,
farklı tanımlamalar yapmalanna karşın, Türkiye'de •popüliz m • i
1950'lerden başlayıp, 1 970'lerin sonlarına kadar devam eden bir
olgu olarak görmeleridir. Görünürde, her iki analizde de, Türki­
yc'nin yakın tarihinin belirli bir dönemi, •popülist• olarak nite­
lenmekle beraber, tanım ve kriter farklılıkları, iki analizin bir­
birini destekleyen çalışmalar olarak görülmesine elvermemek­
tedir.

Buraya kadar gözden . geçirdiğimiz çalışmaların ortak özel�


liklerinden birisi •popülizm• kavramını Türkiye'nin İkinci Dün­
ya Savaşı s1Jnrası gelişme sürecinin özgüllüklerini · belirtmek
amacıyla kullanmalarıdır. Buna karşılık, •popülizm • in Türki­
ye'de Cumhuriyet'in kurulmasından bu yana geçerli olduğunu

1881 Boratav 1 1983 1 , s. ıs.


1871 Sunar l lGSS l , s. 2081.

62
öne süren çalışmalann yanı sıra kavramın , Türkiye için hiçbır
dönemde geçerli olamayacağını savunan çalışmalara da son
yıllarda tanık olunmaktadır. Örneğin, cpopülizm• i, sadece ve
sadece •narodizm· olarak kabul eden Y. Küçük, Türkiye'de hiç­
bir dönemde cpopülizm- in etkili olmadığını söylerken, bambaş­
ka bir sorunsal çerçevesinde •popülizm• kavramını kullandığı­
na değindiğimiz K. Boratav'ı eleştirmek amacını gütmektedir.
Y. Küçük'e göre bu nedenle •popülizm• kavramı sanayileşme
politikası güden iktidarlar i çin kullanılamaz.011 ôte yandan , G.
Şaylan, bir düşünce biçimi olarak Çarlık Rusya'sından Türki­
ye'ye gelen ·popülizm- in, •toplumsal yapının küçük mülkiyetçi
özelliği nedeni ile güçlü ve kalıcı bir etki yarattığını· ileri sür­
mektedir. Yine Şaylan'a göre, Türkiye'de Cumhuriyet dönemin­
de •uygulanan popülist politikalar sonucu küçük mülkiyetçi ve
küçük üretici kesimler tasfiye olmamış, aksine bu politikalarla
varlıklarını sürdürebilmeleri sağlanmıştır. .. 110

1lginç bir biçimde, Şaylan 1980'lere kadarki tüm Cumhuri­


yet tarihi için cpopülizm• in temel ideolojik boyutlarından biri­
ni oluşturduğu ·Bonapartist• bir devle'tten söz etmektedir. Bu
varsayım, yazara göre 1950 öncesi için olduğu kadar, 1 950 son­
rası için de geçerlidir. ·Popülist• devlet konusunda Latin Ame­
rika bağlamında.ki yorumlar anımsandığında, ilginç bir çağrı­
şım söz konusudur. · Bonapartizm• hem demokratik hem de de­
mokratik olmayan siyasi rejimleri kapsayan bir biçimde kulla­
nılmış olmaktadır. Bu yaklaşımın yol açtığı kuramsal sorunlara
daha önce değindiğimizi anımsatmakla yetineceğiz.

Küçük ve Şaylan, Sunar'ın aksine, ·halkçılık· ı •popülizm· le


özdeşleştinnekle birlikte farklı yargılara ulaşmaktadırlar. Şay­
lan, 1950 sonrasını •popülizm•in yeniden yorumlanması olarak
değerlendirirken, Küçük •popülist• ya da · halkçı.. kavramının
•halktan yana• olmak gibi bir anlam taşıdığını, bu nedenle, DP
ve AP hükümetlerinin •popülist .. olarak nitelenmesinin müm­
kün olmadığını söylemektedir.

Küçuk'ün •popülizm· kavramının, Türkiye ya da genelde


AGÜ'ler bağlamında kullanılmasına karşı çıkmasının bir başka
nedeni daha olduğu anlaşılmaktadır. Küçük' e göre, •popülizm•
aslında birçok AGÜ'de izlenen tıs politikalanna karşı çıkmak
için IMF ve benzeri kuruluşlann dünya kapitalist sisteminin bu-
-

C68> Küçük C l98S), 8. 75 - 77.


C891 Şaylan c ı e&1 > . 8. ee - ıoo.

63
nalıma girdiği son on yılda buldukları •günah keçisi· dir.70 Böy­
le bir yorumun sonucwıda BOD türü modeller, IMF'nin AGÜ'le­
re dayattığı ve ltS'den vazgeçmeyi önerdikleri varsayılan istik­
rar politikalarının gerekli kıldığı demokratik olmayan siyasal
biçimlenmeleri •kE.ı.çınılmaz• gösterdikleri gerekçesi ile eleştiril­
mektedir. Küçük, •popülist• olarak nitelenen iktisat politikala­
rını ve bunlan izleyen hü.kümetleri, AGÜ'lerin karşılaştıkları
bwıalunlann sorumlusu olarak gösteren, batı dünyasının say­
gın yayın organlan ve kuruluşlarınca da benimsenen bir yak­
laşımı eleştirmekte kuşkusuz haklıdır. Ekonomik ve siyasal dü ·

zeylerdeki sınıf mücadelelerinin politika oluşturma sürecindeki


etkilerini yadsıyan ve sınıflar üstü bir devlet anlayışını yansı­
tan bu yaklaşımın eleştirilmesi mutlaka gereklidir. Öte yandan,
•popülizm• i bir ·dönemleme• aracı olarak kullanma eğilimin­
deki modellerin kuramsal temellen ve somutu açıklamadaki
yetersizlikleri nedeni ile eleştirilmeleri de mümkündür ve ge­
reklidir. Ne var ki, demokratik olmayan siyasal biçimlenmele­
rin oluşum nedenlerini belirli ekonomik temellerden hareketle
açıklamaya çalışan söz konusu modelleri, bu biçimlenmeler için
kılıf hazırlamaya çalışmakla suçlamanın haksız olduğunu be­
lirtmek gerekir. Üstelik siyasal biçirnlenmedeki olası değişUdik­
leri ekonomik yapıda karşılaşılan bunalımlara bağlayarak açık­
lamak eğilimini benimsediğini belirten bir yazarın böyle bir
suçlamada bulunması gariptir.71

. Görüldüğü gibi, Türkiye'deki •popülizm• tartışmalarında,


çok farklı sorwısallar çerç-evesinde yapılan farklı tanımlamalar
temel alınarak, kavrama özgül 1'uramsal işlevler yüklenmekte­
dir. Bu kadar farklı biçimlerde tanımlanan bir kavramın ana­
litik değerini giderek yitirdiğine kuşku yoktur.

SONUÇ
Bu çalışmada gözden geçirilen çeşitli •popülizm• tanımla­
maları üzerindeki tartışmalardan, kanımızca, şu sonuçlan çı­
karmak mümkündür:

l70> Küçük U985> , s. eı.


(71) Y. Küçük : •12 Mart öncesi ekonomik bunalımı ... O'Donnell'den çok za...
man önae, beriur bir çerçeve içinde çözümledi•ğini C a.g.e., s. 322) belirt­
mektedir. Eğer, belirli çalışmaların yazılış ve yayınlanış tarihleri önemli
ise O'Donnell'ın ilk çalışmasının, doktora tezi olarak tamamlanma. tarihi
1971, yayınlanış tarihi ise 1973'tür. Dolayısıyla, eğer O'Donnell'ın mo­
delinin, IMF'nin US'ye karşı çıkması ile birleştiği düşünülüyorsa., ay-
- Anti-elitizm temelinde tanımlandığı biçimiyle •popü­
lizm•in toplumsal bütünlüğün karmaşıklığının kavranması için
gerekli sınıfsal analizi yadsıdığı ve bu nedenle reddedilmesi ge-
·

nktiği belirtilmelidir.

- Farklı sorunsallardan, eklektik bir yaklaşımla -sentez•


niteliğinde bir •popülizm• tanımı yapmaya çalışmak da, elit ve
iktidar bloku gibi birbiri ile bağdaşması zor birtakım kavram ­
ları bir araya getirmesi bir yana, •popülizm• i hem bir dönem ·
leme aracı olarak kullanarak, hem de ideoloji ve akım olarak
tanımlayarak kavramı daha da sorunlu bir duruma getirmek­
tedir. Belirtmeye çahştığımız gibi, •iktidar bloku - halk· çelişkisi"
temelinde yapılan •popülizm• tanımlamasının amaçlarından bi­
ri de , •popülizm• in bir dönemlems aracı olarak kullanılmasına
karşı çıkmaktır.

- •Popülizm•i, egemen sınıfların olduğu kadar, egemen


olmayan sınıfların da kullanabilecekleri , sınıf ideolojileri ile sı­
nıfsal temele indirgenemeyecek bazı ideolojik öğelerin ekl.;:ım­
leşmesi ile oluşan bir ideoloj ik silah olarak tanımlayan yaklaşı­
mın da, kavrama. ilişkin tüm sorunları çözümlediği söylenemez.
Ozellikh�. "'Peronizm• vb. örneklerde, söz konusu ideoloj i ve
akımın hangi sınıfların çıkarlarına daha çok hizmet ettiği tar­
tışmalıdır.

- · Popülizm• i küçük üreticiliği korumayı amaçlayan bir


id·;o,oloji olarak görmek de kavrama ilişkin tüm sorunları çözüm­
IE:meye yetmemektedir. Küçük üreticiliğin korunması amacı ile
sanayileşmeye karşı çıkmanın, •popülizm• in geleneksel olarak
tanımlayıcı ögelerinden biri olduğu söylenebilirse de, 19. yüzyıl­
dan başlayarak sanayileşme ile küçük üreticiliğin korunması
amaçlanmn bağdaştırılması çabalarının •popülist• düşünce
içinde yer aldığı da bir gerçektir. Dolayısıyla sanayileşme ile
•popülizm•.in bağdaşamayacağı düşüncesi de tartışmaya açık
bir niteliktedir.

- ·Popülizm•e. özellikte Latin Amerika bağlamında yapıl­


maya çalışıldığı gibi, •bağımlı kapitalist• toplumsal formasyon­
ların gelişme süreçlerinin kavranmasınde., bir ·dönemleme•
aracı olarak kullanılmasını sağlayacak bir içerik kazancbrma

nı d ur um teodk olarak, Küçük"ün çalı �ması için de, saıunz, söL. ko­
nusudur. Bu gibi yo ru ml ar ı n çok dtl wılamh olmadıgını tartışmak bile
gereksizdir.

65
çabalarının da kavramın analitik değerini yükselten bir sonuç
vermediği bu çalışmada gösterilmeye çalışılmıştır. Tekrar özet­
leyecek olursak, .. popülizm-in tıs ile özdeşleştirilm�si, somut
örnekler çerçevesinde doğrulanmamaktadır. ·Popülizm• i daha
ad il bi r gelir bölüşümünü hedefleyen iktisa t politikalarının uy­
gulanmasını olanaklı kılan, AGÜ'lere özgü bir siyasal biçimlen­
me olarak düşünmenin de çeşitli sakıncaları vardır. Bu durum­
da iki seçeneksöz konusudur. Birincisinde •popülizm• ·Bonapar ·
tizm• le birlikte ohışan demokratik olmayan bir devlet biçimi
olarak, ikincisinde ise, AGÜ'lere özgü, siyasal örgütlenme özgür­
lüklerinin kısıtlı olduğu, parlamenter bir rejimle birlikte var
olan bir devlet biçimi olarak algılanacaktır. İkinci durumda,
•popülizm• AGÜ'lere özgü bir ·demokrasi· ile özdeşleşmiş ol­
maktadır. Kuramsal açıdan, kanımızca, doğru olmayan , hem de­
mokratik, hem de demokratik olmayan rej imleri kapsayabilen
•popülist - Bonapartist. bir devletten söz �tmaktir. •Popülizm-in,
demokratik olmayan bir devlet biçimi ya da rejim olarak görül­
mesi de, kavramı çok sınırlı sayıda örnek için geçerli hale getir­
mekte, dolayısıyla genellemelere gitme olanağını ortadan kal­
dırmaktadır.

Aksine, kavramı, AGÜ'lere özgü bir demokrasi ile özdeşleş­


tirmek de iki açıdan doğru değildir. Bölüşüm politikalarına ön­
celik verilmesini, seçim yolu ile iktidarın el değiştirdiği bir re­
jimin zorunlu kıldığı düşünülüyorsa, bu durumda özellikle
Keynes'gil iktisat politikalarının uygulandığı dönemlerde geliş­
miş kapitalist toplumları da •popülist• olarak nitelemek gereke­
cektir. Buna karşılık, AGÜ'leri söz konusu toplumlardan ayıran
özellik, çalışan sınıfların örgütlenme özgürlüklerinin kısıtlan­
ması ise, bu kez de 1973 öncesi Şili'den günümüzde Hindistan,
Portekiz ve Yunanistan'a kadar uzanan birçok ·bağımlı• kapi­
talist ülkey i nasıl değerlendirmek gerekeceği sorusu yanıtsız
kalmaktadır.. Söz konusu örneklerin belirtilen bağlamda, ·popü­
list• tanımlamasına uygun düşmeyen, demokratik
. "rejim ile yö-
netilen AGO'ler old �lanna kuşku yoktur.

Burokratik - otoriter devlet kavramına gelince, •popülist• si­


yasal biçimlenmeye ilişkin olarak belirtildiği gibi, AGÜ'lere öz­
gü devlet biçimleri ya da siyasal rejimler ayınmının anlamlı ol­
madığı saptandığında, bu kavramın da geçerli bir kategori ol­
maktan çıktığı söylenebilir. Esasen , Latin Amerika bağlamındtt.
•popülizm• ve ·bürokratik - otoriter devlet• aynı sorunsalın bir­
birin!! bağh· kategorileri olarak dü.şünüldüğüne göre, .popü-

66
lizm·in bir dönemlem� aracı ve/veya AGÜ'lere özgü bir siyasal
biçimlenme olarak geçersizliğinin ortaya konması ile birlikta,
bürokratik - otoriter devlet kategorisi de analitik değerini y itiı ­

miş olmaktadır.

KAYNAKÇA

Adriano. F. 1 1984) : · A Critique of the 'Bureaucratic Authoritarian State'


Thesis: 1he Case of the Philipplnes• Journal of Contemporary Asia Vol.
14 No. 4.
Akıı.t, A. S. ( loa:J l : Alternatif Büyüme Strateji.si, l ıetişim Yayınlan.
Alavi, H. U1182a l : ·The Sb"Ucture of Pcıipheral Capitallsm• H. Alavi - T.
Shanin C der. l : lntroduction to the Sociolog:y of ·Deıveloping Countries• ,
MacMillaiı içinde.

Aiuvi, H. C l982b l : •State and Clası. under Poripheral CapitD.lism• a.g.e. içinde.
Borat.av, K. 0983>: ·Türkiye'de Popülizm: 1982 - 1978 Dönemi Üzerine Bazı
Notlar• Yapıt ı .
Boratav, K , ( lfJ84 ) : ·Popülizm Üzerine Bazı Ek NoUar·. Yapıt 4.
Boron. A. C l 98 l l : ·Latin America: Between Hobbes and Friednuın• New Loft
Review 130.
Canovaıı, M. l rna ı > : Populiıım, Harcourt, lirace and Jovanovich.
Cıırdoso, F. H. Faletto E. C 1979 : Dependency and Development in Latin
Americcı, Unlvorsi ty of Ctllifomia Press .
Cardoso, F. H. C l973l : · A ssocia ted Dependent Development: Theoretical and
Practicai lnıplicat!ons• A. StepanCder. l , A u thoritarian Brazil, Ya le Uni­
versity Press içinde.
Cardoso. F. H. C 1 97E>l : ·On the Characterizat.ion of Authoritarian Regimes
Prioı ities for Future Rosearch•, D. Collier C l979al içinde.
Collier, D. C der. > U979a l : Tlıe NDw Autlıoritarianiım in Latin Ameri::a,
Princeton Universi ty Press .
Collier, D. l l971:lbl : ·The B urea ucn ı ti c _ Authoritw-ian Model: Synthesis and
Priorities for Futuro ll esearch•, D. Col lier C 1979l içinde.

Cotler, J. C l979 l : ·State and Regime: Comparative Notes on the Southcrn


Cone and tho Enclavo Societies•, D. Collier C 1979al içinde.

G ü lalp, H. ( 1983 1 : G e lişm e Stratejileri ve Celi,me ideolojile ri, Yurt Yayın­


ları.
Gülalp, H. C l984 1 : ·Popülizm Kavramı Üzerine• Yapıt 3
Henfrey, C. U98l l : ·Dependency, Modes of Production and the Class Analy­
sis of laUn America• Laıin American Perapectiveı 30· - 31.
Hirschman, A. O. 1 1979 ) : ·Tho Turn to Au thoritarianism in Latin Ameıica
and the Search for Its Economıc De termlnants• D. Collier C l979al içinde.
Ionesco, G. and Gellner, E. Cder.I C l969l : Populiım.
Karacan, N. ( 198-&al : ·Türklye'de Popülizm: 1982 - 1976 Üstüne Bir Not • Yapıt 2
Kara.can. N. 1 1984bl : ·Yine Popülizm Üzerine• Ycıpıt 4
Kaufman, R. C l977l : ·Mexico and LaUn Anıerican Authoritarianism• Rey­
na. J. Weinert. S. < der. > Authoritariani.sm in Mexico içinde

67
Kıı.W:man, R. ( 19791 : ·1ndustrtııl Chafli;e ıınd Authoritarian Rule in Latin
;.. rieıictı.: A Concrete Revlew of BunıaucraLic Authorttarian Model•
D. CoUier l l979ıı.I içinde.
Keyder, Ç. l 1984 ı : İ thal ikameci Sanay�leşme Stratejisi ve Çelişkileri• K. Bo­

ra.tav, Ç. Keydor, Ş. Pıunuk: Krizin Gelişimi ve Türkiye'nin Alt ernati f


Sorunu, Kaynak Yayınları içinde
Kitching, G. ( 1 9821 : Developmen.t and Un.derdevelopment in Hi s toricaı Pars­
K itching, G. U9821 : Developmen.t and lndwtrialization, Methuen.
Kurth, J. U979 1 : ·lndustriw Change and Political Change: A European Pers­
pective• D. Collier l l971Hll içinde.
Küçük Y. l l9851: Quo Vad�mus: Nereye Gicliyoı uz, Tekin Ya.yınevi.
,

Laclau, E. ( 19770.I : ·Fascism and ldcology•, E. Laclııu: Politics cınd lcleology


in Mar:ıcist Theory, New Left Books, içinde.
Laclau, E. ( 1977bl: ·Towtı.rds o. Theory of PopulJsm•, a.g.e. içinde.
Latin American Research Unit <LARUJ Studies UG801 : Pupuüam and Popular
ld.ıologieı.
Malloy, J. <der. > U9771 : Authoıitarianism and Corporatism in L�tin Aınerica,
University of Pittsburgh Press.
Mal lo y, J. l l977al : ·Autboritariıınism and Corporatism in Latin Amorica:
Tlıe Mcdal Pattenı•, J. Mııll oy ( 1 9771 içinde.
Marx, K. ( 1972 1 : The Eighteenth Bnimaire of Louiı Bonaparte.. Prognıss, Pub·
lishers.
Mouzelis, N. ( 19781 : · ldeology ond Class PoliUcs: A Critique of Laclau• N ew
Lıdt Rcview l 12.
Munck, R. 1 1984 1 : Politics and Dependency in the Third Worcl: Tlı� Ccıse ol
Latin A nı eric a Zed Books.
,

O'Donnell. G. ( 1973 1 : Modernization and Bureaucratic Authoritarianism, Uni­


versity of Californi a Derkeley.
,

O'Donnell, G. l l 9771 : ·Corporatism and Uıe Queslion of the State•, J. Me.l loy
C 19771 içinde.
O'Donnell, G. ( 19781 : · Re flections on the Pattems of Change in the Bureauc­
ra.tic Authoritaritın Suıte• Latin American Research Beview, Yol 13 No 1.
-

Palmer, D. S. U 977 1 : ·Thc Pol itics of Authorltarianism in Spanish America•,


J. Mallo y ı 19771 içinde.
Poulantzas, N. 1 19731 : Potitica! Power and Sociat Classı!s Ncw Left Books.
Poulantzas, N. l l9741 : Fascism and Dictatorship, Now Loft Dooks.
Pouhı.nt.zas, N. 1 1978 1 : The Crisis ol the Dictatorships, New Lort Bo�ks.
Quijano, A. U97 l l : Nationaltım and Capitalism in Peru, Monthly Review
Press.
Roxboroug h 1. l l979 1 : The Theorieı ol Underdovalopment, MacMillan.
,

Saul, J. U9691 : ·On Afrtcan Populism•, IoenoıiCO ve Gellnor U969) içinde.


Savran, S. C l984 1 : · Bre zilya Mucizesi Ozeıine•, Yapıt 3.
Serra, J. C l9791 : ·Threo Mis.laken Thesee Regarding tho ConnecUon bf:tween
lndustriıılization and Authorttıırtan Regimes•, D. Collier U979al içinde.
Sigınund, J. <der.l l lllti71 : The ldeologieı ol DBVelopina Nation.s, Praeger.
Skidmoro, T. 1 1 973 1 : ·Politics and Economic Policy Making in Authoritariıın
Brazil 1937 - 1984•, A. Slepıın lder.l , A utlıoritarian Brazil, Yııle Univcr­
sity Pres;ı içinde.
Stttpıı.n. A. 1 19781 Stat11 and Society: Pı!ru in Comparative Perspective, Pıince­
ton Un i versi t y Press.

68
Sunar, 1. C l985) : ·Demokrat ParU ve Popüli:an•, Cumhuriyet Dönemi Türki­
ye Aruiklopedisi Cilt 8, ss. 2078 - 2086.
Şaylan, G. C l984 ) : •Asaf Sr.vaş Akat'ın 'İkli6at ideolojisi Üstüne Denemo'si
Üzerine Bazı Gözlemler• Toplum ve Bilim 25 - 26.
Weffort, F. C. ' 1970 1 : •State and Mass in Braz.il•, I. Horowitz. lderJ MO$ses
in Latin America, Oxford University Press içinde.
Worsley, P. ( 1935): The Third World.
Worsley, P. ( 1983) : Three Worlda.
Yalman, G. ' 1984): ·Gelişme Stratelilert ve Stabilizasyon Polltikalan: Bazı
Latin Amerika Ülkelerinin Deneyimleri Üzerine Gözlemler•, 1. Tekeli ve
diğerleri Turlıiye'da ve Dünyada YCJ1anan Ekonomik Bunalım, Yurt Ya­
y ınhın içinde.
Yalman, G. <19851 : ·Askeri Yönetim ve Sendikal Mücadele: Brezilya örneti.•
BUim ve Sanat 50.
Üçü ncü Dü nya' da Devlet ve Demokrasi

Haldun GOLALP

Giriş

Son yirmi otuz yılda otorite r askeri rej imlerin kapitalist


dünyanın azgelişmi3 bölümünde hızla yaygınlaşmasına tanık
olundu.* Bu durum, kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişki
konusunda geleneksel -bu ikisi arasında yakın bir bağlantı
bulunduğunu savunan- yaklaşımların çizdiği imgenin tam
tersidir. Genel olarak liberal teori ile C bunun 'gelişmekte olan'
ülkeler örneğindeki izdüşümü olarak> modern.leşme teorisi,
'serbest piyasa sistemi'nin Cyan i kapitalizmin> ayrılmaz bir
parçası olan 'iktisadi özgürlükler'in siyasal özgürlükleri de gü­
vence altına aldığını öne sürerler. Hatta birinci özgürlükler di­
zisi, ikincisine erişmenin gerekli koşulu olarak görülür. Daha­
sı, modernleşme teorisine göre üçüncü dünyanın, siyasal sis­
tem dahil çeşitli etkenlerle tanımlanan bir sürey Ccontinuum>
boyunca izlediği yörüngenin vanş noktası, batı toplumudur
Cyani ileri kapitalist toplumdur> . O halde kalkınma/modern­
leşme, demokratikleşmenin aıttığı bir süreci de içermek zo­
rundadır. Bu çerçeve, ne denli bayağı olsa da, Marksist düşün­
ce içerisindeki belli okullarca da yeniden üretildi.

ÜÇ(rncü dünyanın güncel deneyimi, bu çerçeve içinde çizi­


len imgeyi 11çıkça yanlışlıyor. Üçüncü dünya ülkeleri, kalkın­
mayla birlikte . artan bir demokratikleşmeyi yaşamaktan çok
sanayileşmenin görece ileri aşamalarında demokrasilerinin
çöküşüne tanık olmuşa benziyorlar.

( * ) Uluslararası Gençlik Yılı dolayısıylıı Birleşmiş Milletler tarafından


ABD"de düzenlenen ·lssues for the Next Generation• !Gelecek Kuşak
lçln Sorunlar> konulu sempoz y uma sunulan bildirinin Türkçe metni.

70
Gene de da.na yakın zamanlarda yeni bir eğilim su yüzüne
çıkmış gibi görünüyor. Demokrasiye dönüş biçimindeki bu eği­
lim, askeri rejimlerin bunalım ve yenilgilerinin sonucu olarak
kendini ortaya koyuyor. Bununla birlikte bu eğilimin sürüp
sürmeyeceği, demokrasiye dönüşün geçici nitelikte kalıp kal­
mayacağı henüz açık değildir.

Bu yazıda, üçüncü dünyada demokrasinin olanaklarını de­


ğerlendirmek üzere , konuyu çevreleyen sorunları genel düzey­
de irdelemeye çalışacağım. Bunun için ilkin kapi talizm ile de­
mokrasi. arasındaki ilişki sorununu ele alarak bu soruna a,zge­
lişmiş ülkeler CAGÜ'ler> açısından bakmaya çalışacağım. Son ­
ra da askeri rejimlerin karakteristik özelliklerinin bazılarını
tanımlamaya çalışacağım. Bu özellikler, bu rej i mlerin çözülme
doğrultusunda banndırdıklan belli eğilimlerin değerlendiril­
mesi için bir temel oluşturacaktır.

Kapitalizm ve Demokrasi

Demokrasiyi kısaca serbest, genel ve eşit oy hakkı meka­


nizması aracılığıyla halkın remsilini mümkün kılan bu siyasA.l
sistem olara.k tanımlayacak olursak, demokrasinin çok yeni
bir görüngü olduğu, burjuva devrimlerinin sonunda otomatik
olarak kurulmadığ� açıklığa kavuşur. Demoknısi, tarihi ola­
rak, ezilen sınıfların mücadeleleriyle -ancak kapitalist üretim
tarzına özgü özsel hılkimiyet ilişkilerini değişikliğe uğratmaksı­
zın- kazanıldı. Bundan çıkan iki sonuç vardır: Birincisi, de­
mokrasi mücadelesinin kazanımlarının pekala tersyüz edilebi­
leceğedir: ikincisi de, kapitalizm otomatik olarak demokrasiyi
içermese de, demokrasinin tarihte yalnız kapitalizm içinde var
olmuş olmasının, kapitalizmin demokrasiye elverişli kimi özel­
liklerinin irdelenmesini gerektireceğidir. Böyle bir irdeleme,
sözü edilen 'tersyü,z oluş'u duğurabilecek durumların değerlen­
dirilmesi için de temel oluşturacaktır.

Kapitalist devlet, kökeninde, 'liberal' bir devlettir. Ne var


ki liberal kuramcıların ağzındaki anlamının dışında 'liberal öz­
gürlükler' Cyani bir kimsenin malını -ister üretim arııcı ister
meta. biçimindeki emek gücü olsun- elden çıkarma özgürlü­
ğü) , 'demokratik özgürl ükler'den tamamıyla farklıdır. Gene de
kapitalist devletin liberal kökenlerini açıkladığımızda, kapita­
lizm içinde demokrasiye ulp.şmanın olanaklılıjını da açıklamış
oluruz. Kapitalist devlet, kamu alanının özel �andan ayrılma-

71
sına, devletin kamu alanında kaldığı bu ayrılmanın ise dev­
letin sivil toplumdan �ynl masına yol açmasına dayanır. Böy-
1.Jikle ortaya çıkan devlet tipi�de burj uvazi, hakim sınıf oldu­
ğu halde, devleti doğrudan doğruya yönetmez. Bunun yerine
devlet, var olan toplumsal düzenin sürdürülüp yeniden üretil­
mesinin r:enel koşullarını sağlayarak hakim sınıfın çıkarlanna
nesnel olarak hizmet eder. Toplumun görünüşte dışında. ve üs­
tünde duran böyle bir devletin varlığı, bir dizi sonuca yol
o çar.

Birinci olarak, devletin 'göreli özerkliği' diye bilinen olgu


ortaya çıkar. Bu ise, devletin, hakim sınıf adına siyasal müca­
deleyi ikili bir biçimde yürütmesi demektir: Burjuvazinin frak­
siyonlan arasındaki ilişkileri örgütleyerek, bir de bir bütün
olarak burjuvazinin ezilen sınıflarla ilişkilerini örgütleyerek.
Devletin 'göreli özerkliği' denen özellik, 'özel' b�r edim olan ser
maye birikimi ile 'kamusal' bir edim olan, sermaye birikimi ko­
şullannın sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi arasındaki ay­
rım çerçevesinde, devletin bu kamusal işlevi, burj uvazinin do­
laysız, kısa dönemli, çoğu kez de çatışan çıkarlanna. hizmet
etmek zorunda kalmadan yerine getirmesini m ü,mkün kılar.
Devletin görünürdeki 'birliği', böylece ezilen sın ıfların çıkarla­
nnın sistemin sınırlan içerisinde temsiline izin verir.

İkinci olarak, bu potansiyel, belJ i koşullar altnda edimsel­


leştirilebilir. Devletin sınıf hakimiyetin i desteklerken şu iki
mekanizmadan yararlandığı söylenebilir: baskı ve ideolojik
meşrulaştırma. 'Hegemonya' kavramı, hakim sınıfın siyasal ve
ideoloj ik önderliği altında ezilen sınıflann rızasının üretilme­
si ve 'yeniden üretilmesi yoluyla ideolojik meşrulaştırmanın ba­
şarıyla gerçekleştirildiği durumu gösterir. Öyleyse hegemon­
ya sağlama mücadelesi, demokrasinin gelişmenin can alıcı et­
kenidir. Daha önce belirtildiği gibi kapitalizmde siyasal müca­
delenin iki yüzü vardır: burj uvazi içerisindeki yüzü ve b ir bü­
tün olarak burj uvazi ile ezilen sınıflar arasındaki yüzü . De­
mokratik devlet biçimlerinin gelişimine yol açan da, ezilen sı­
nıfların, burjuvazi içi çatışmayla. birleşerek ve bu çatışmadan
destek alarak, devlet düzeyinde temsil edilme uğruna verdik­
leri mücadeledir. Gel gelelim bu da, buı; uvazinin hegemon­
yasını ayakta tutmanın aracı haline gelmiştir. Yani demokrasi,
bir kez yerleşince, yalnız ezilen sınıfların mücadelesini yansız­
laştınnası açısından değil, burjuvazinin fraksiyonlarına ezilen
sınıflar üzerindeki hegemonyalarını tehlikeye düşürmeden koz-
larını paylaşacakları bir sahne sağlaması �çısından d a buı; uva
hakimiyetine uygun düşer. B ununla birlikte otoriter devlet,
toplumdaki güç kümelenmesini dondurma eğilimi ı;csterir.

Böylece üçüncü noktam ıza geliyoruz. Devletin baskıcı işle­


vi, meşrulaştırıcı işlev i başarısızlığa uğradığı zaman önem ka­
zanır. Böyle bir başarısızlık, hem iktidar blokunun hem de bu
blokun ezilen sınıflarla ilişkileıinin kökten yeniden yapılaştırıl ­
ması ihtiyacı karşısında bir hegemonya bunalımı patlak ver­
diği zaman söz konusu olur. Demokratik yollarla gerçekleştiri­
lemeyecek böylesine köklü bir yeniden yapdaşmıı, demokratik
devlette bir temsil bunalımı doğurur. Bir başka deyişle hakim
sınıfın, fraksiyonlarından birinin çevresinde yapılaşmış hege­
monyası istikrarlı ve güven li değilken bunalım, temsil sorunu­
nun çözüme bağlanmadığı, baskı yoluyla üstesinden gelindiği
bir otoriter rej ime yol açar. Böyle bir durumdı:ı, yeniden yapı­
laşma hangi sınıf fraksiyonu lehine gerçekleşti ı·iJmişse, devlet
katında temsil de o fraksiyonla sınırlanır.

Azgclişmiş Kapitalizm ve Demokrasi


Baskıcı rej imler ileri kapitalist toplumlarda genellikle 'ku­
raldışı' örnekler sayılırlarsa da, azgelişmiş toplumlardn daha
çok bir kural olarak ortaya çıkarlar. Bu, iki anlamda böyledir.
Birinci olarak, baskıcı rejimlerin ortaya çıkma potansiyeli, ha­
kim sınıfların istikrarlı bir hegemonya kuramamal�ıı.nden ötü­
rü AGÜ'lerin ayrılmaz bir özcılligi gıbidir. İkinci olarak. ikti­
dar blokunda sık sık meydana gelen köklü yeniden yapılnş­
malar yüzünden temsil bunalımlarının 'köklü' çözümlerle so­
nuçlanması, neredeyse bir eğilim olmuştur. Bu sorunlarm her
ikisinin köklerinin ortak olduğu söylenebilir.

Yukardaki irdeleme, kapitalist üretim tarı:ı ile kapitalist


devletin demokratik biçimi arasındaki ilişki gibi görece soyut
bir düzlemde yürütülmüştü. Oysa. devletler, farklı tarzlardan
ve bunlara uygun düşen farklı 'sınıfsal yapılardan oluşan bir
karmaşıklığı sergileyen somut toplumsal kurulu�lar içinde var
olurlar. Bu tür bir karmaşıkl ı k , az.gelişm iş kapitalizmde daha
da geçerlidir; AGÜ 'lerdc siyasal i s t i k rar el;sikliğinin başlıca
sebebi de budur. Çünkü bu toplumsal k u ruluşlarm· kapitaliz­
min hakimiyeti altında bulunmasına karı;ın , kapital ist üretim
tarzının hakimiyeti gene de sını rlıdır. AGÜ'lerin dünya ekono­
misiyle tabi bir konumda bü tünleşmiş olrr�alurı, işleri daha. da

73
karıştırır. Bu etken, t ek tek fraksiyonların dünya ekonomisi
karşısındaki durumlarına bağlı olarak burj uvazinin kendisi
içerisinde derin bölünmeler yaratır. Bundan dolayı AGÜ'lerde
yerel burj uvaziler, ne siyasal ne de ideoloj ik hegemonya kura­
bilmişlerdir. Böyle bir hegemonyanın yokluğundp. yalnız bur­
j uvazi için çatışma ve m ücadeleler daha şiddetl i bir hale gel­
mez; ezilen sınıfların mücadelesi de, sistemin bütünü için ileri
kapitalist toplumlarda olduğundan daha ciddi bir tehdit oluş­
turur.

Ne var ki bütün bunlar, AGÜ'lerde demokrasiye ulaşma­


nın olanaksız olduğu anlamına gelmez. Demokrasi, tıpkı tarih­
te olduğ u gibi, sınıf güçleri arasındaki özgül konjonktüre bağ­
lı olarak kavramsal düzeyde mümkündür. Aslında bu ülkele­
rin, siyasal rej imleri açısından geniş ve köklü bir dalgalanma­
lara tanık olduklarını gözlemleyebiliriz. AGÜ'lerin sınıfsal ya­
pılarının karmaşıklığının 'organik' bir istikrarsızlıkla sonuç­
landığını, bunun ise bu tür dalgalanmaların açıklanmasına
yardımcı olduğunu yukarda ileri sürmüştük. Bunun nedeni,
AGÜ'lerdeki değişik gelişme evrelerinin , birbirinden köklü
farklılıklar gösteren sınıf kümelenmelerini içermesidir. Bu ne­
denle aşağıda değişik gelişme evreleri ile siyasal rejimler ara­
sındaki bağlantıların irdelenmesine geçiyoruz.

Böyle bir tahlilin, devlet ile toplumdaki sınıf çatışmaları


ve ittif aklan kümesi arasındaki bağı kurmayı amaçlayan 'ser­
maye birikimi kalıbı' kavramında.n yararlanılarak yÜrütüle ­
bileoağini önereceğim . Buna göre her gelişme evresi özgül bir
'sermaye birikimi kalıbı' ile tanımlanabilir; her birikim kalıbı
da, iç sınıf yapısı ve dünya işbölümüyle bütünleşme biçimiyle
belirlenir. Dolayısıyla her bir evrede hakim birikim kalıbının
gereklerini yansıtan politikalar uygulayan devlet, nesnel ola­
rak sınıf hakimiyetinin yeniden üretimine hizmet eder. Bir
ba�ka deyişle, devlet ile hakim sınıf Ciar> arasındaki ilişki, ha­
kim birikim kalıbı ve onun gereklerince dolayımlanan Cmedi-
1 ted> nesnel bir ilişkidir.

Bu önermeler, devletin oynadığı rolün, var olan toplumsal


d üzenin sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi içi n gerekli koşul
lann sağlanması -ki kapitalizmde bizzat sermaye birikiminin
koşullarının sağlanması demektir- olduğu yolundaki genel
önermeden çıkan birer sonuçtur. · Bu koşulların, siyasal rej i­
min niteliğini de içine alabileceği açıktır. Bununla birlikte ser-

74
maye birikimi kalıpları ile siyasal rejimler arasındaki ilişkileri
görmek için , gelişme evreleri arasındaki geçişe bakmamız ge­
rekiyor.
Özgül bir birikim kalıbıyla tanımlanan bir evre, sermaye
birikimi sürecinin sürekliliğini tehdit eden bir bunalımla sona
erer. Ne var ki bunalım, yeni bir birikim kalıbına geçişi bel i r ·
leyen ögeleri d e barındırır. Nitekim bunalım, sermaye birikimi
sürecinin yeniden yapılaşmasını içerir; bu ise, birikim kalıbını
tanımlayan sınıf ilişkilerinin yeniden yapılaşması demektir.
Bu yüzdendir ki iktisadi bunalımlar, aynı zamanda. birer siya­
sal bunalım -yani tam da birer temsil bunalımı- niteliğin­
dedirler. Çünkü sermaye birikimi sürecinin yeniden yapılaş­
ması, iktidar blokunun yeniden yapılaşmasını ister istemez
.
.

işin içine katar. Temsili hükümetlerin bu tür bir yeniden yapı-


laşmayı gerçekleştirememesi, çoğu durumlarda siyasal rejimin
değişmesi biçimin i . alan köklü btr kopuşleı sonuçlanır.

Birikim kalıplarının siyasal rej im açısından da uzantıları


bulunduğunu yukarda ileri sürmüştük. Gene de bunun iki do­
layıma tabi olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Birincisi ,
söz konusu birikim kalıbına özgü sınıf çatışmaları ve ittifak­
ları kümesidir ki olası sonucu belirler. İkincisi, sınıf mücadele­
sinin kendisidir Cya da onun görünüşteki biçimi - siyasal mü­
cadele> ki fiil i sonucu belirler. Demek ki yeni doğan siyasal
rej imi belirleyen, kopuş noktasındaki iktisadi ve siyasal buna­
lımın niteliğidir.
Bu çerçeve içerisinde, C bir siyasal biçim olarak> 'popü­
lizm'in, onunla birlikte özgül bir birikim kalıbını n -yani içe
yönelik sanayileşmenin- bunalımın ı n sonucu olarak askeri re­
j imleri n kurulmasına yol açan 'kopuş'u tartışabiliriz.

Çeşitli biçimleriyle 'popülizm'i 'ulusal kalkınma' tasarısı


çevresinde geniş bir ittifaklar kümesi yaratan söz konusu bi­
rikim kalıbının mümkün kıldığı öne sürülebilir. Bunun teme­
linde yatan, söz konusu birikim kalıbının maddi yararlarını
toplumdaki çeşitli sınıflara sunmasının yam sıra tasarının ken­
disinin ideoloj ik çekiciliği olmuştu. Bunlar da, halkın seferber­
liğini ve siyasal sürece katılmasını sağlıyordu. Böylece ezilen
sınıflar, herhangi bir tikel sınıfın ya da sınıf fraksiyon un açık
seçik iktisadi, siyasal ya da ideoloj ik hegemonyası kurulma­
dan da temsil edilme olanaklarından yararlanıyorlardı. Gene
de bu gelişme evresinden en çok yara.rlannn, bir bütün olarak
sanay i · sermayesi olmuştu.

75
Bu birikim kalıbının -iç çelişkilerinin bir sonucu ohm­
bunalımı, 'ulusal kalkınma' tasansının da, içerdiği popülist it­
tifakların çöküşüyle birlikte bunalıma girmesi anlamına geli­
yordu . İktisadi bunalımın 'çözüm'u , yerli ekonominin piyasa
ilkeleri uyarınca 'uluslararasılaşma'sı oldu. Ne var ki böyle bir
'kapitalist rasyonalizasyon' , sanayi sermayesinin 'rekabet gücü ·
en yüksek bölümlerinin -yani büyük tek-alci burj uvazinin- ikti­
sadi hegemonyasını gerektirmekteydi. Öte yandan o aşamaya te­
kabül eden siya.sal bunalım, ezilen sınıflann hareketliliğinin
artm ası biçimini alıyordu. Popülizm bağlamında yükselen ta­
lepler, talepler karşılanamaz olunca çatışmalara dönüşüyordu.
Böyle bir konjonktürde tekelci burjuvazinin ideolojik hegemon­
yasının kurulmamış, hatta kurulma.sının olanaksız oluşu kar­
şısında otoriter bir rejim , tekelci burj uvazinin siyasal hege­
monyasını kurmanın aracı haline gelmişti. Bu hegemonya,
baskıcı bir çözümle, · yalnız halk kitlelerini değil, burj uvazinin
geniş bölümlerini de iktisadi ve siyasal katılmanın dışında bı­
raktı.

Askeri Rejimler

Dolayısıyla popülizmin çöküşünün bir sonucu olarak AGÜ'


lerde otoriter rejimlerin yerleştirilmesi, tekelci burj uvazinin
ordu eliyle kurulmuş iktisadi ve siyasal hegemonyası anlamı­
na gelir. Ne var ki bu, hiç değilse yerleştirilme noktasında,
açık bir ideolojik hegemonyayı içermez - baskıcı bir çözümü ge­
rekli kılan, tam da budur.

Öte yandan bununla yeni iktisadi ve siyasal rej imin, ken­


dini meşrulaştırmaya hiç kalkışmadığını söylemek istemiyo­
ruz. Aslında devletin baskıcı ve ideoloj ik işlevleri . kavramsal
olarak birbirinden ayrılabilirse de, biri ancak öbüriınün saye­
sinde varlık kazanır. En soyut düzeyde, 'güç' kullanma tekeli
devletin elindeyse bu, davlet, toplumda güç kullanma 'me�­
rul uguna' sahip tek organ sayıldığı içindir. Aynı şekille, dev­
let hıik.im bir ideolojiye arka veriyor ya de, dayanıyorsa, o
ideoloj inin hakimiyeti, yalnız -çoğu durumlarda pek zayıf
rul uğuna' sahjp tek organ sayıldıgı içindir. Aynı şekilde, dev ­
letin baskıcı gücünün kullanılmasına varan çeşitli mekaniz­
malarla alternatif ideolojilerin gelişmelerine engel olan devlet
eyleminden lcuynaklanır. Bu söylenenler, özellikle otoriter re­
ji mlerde geçerli gibi görünüyor.

76
Ordu ile tekelci burj uvaziy i birleştiren başlıca. ideoloj ik
öğe, ortak bir tasarıdır: 'istikrar'ın kurulması. Bu rejim bir bu ­
nalım (gerek iktisadi, gerekse siyasal) konjonktüründe yerleş­
tirilmiş olduğu için, ivedi t�arı, bunalımın aşılmasıdır. Ama
bu yalnız le.ısa dönemli bir tasarı değildir. Uzun döpemde 'is­
tikrar'ın korunması, hem 'iktisadi' hem de 'siyasal' cephelerde
derinlemesine bir yeniden yapılaşma tasarısını gerektirir.

İktisadi açıdan, yerli ekonominin uluslararasıll:lşma.nın


eşliğindeki kapitalist rasyonalizasyon, ikili bir 'gerekçeleme'ye
dayanır: Kısa dönemde ekonominin daha önceki birikim kalı­
bınca yaratılmış dengesizliklerden 'kurtJU"ılması'; uzun dönem­
de ise yeniden büyümeye geçilmesi. Bir başka deyişle iktisadi
tasarı, uzun dönemde görüleceği iddia edilen yararlar karşılı­
ğında toplumun geniş kesimlerinden 'özveriler' ister. Oysa
bunlardan yaraFlanıı,n, yalnızca burj uvazinin belli bir bölü­
müdür; 'özveriler' ise yalnız işçi sınıfı ile öteki halk sınıflarına
değil, aynı zamanda burj uvazinin gen kalan bölümüne de dü­
şer.

Bütün bunları siyasal istikrar tasarısı tamamlar. Bu, kıs­


men, halka 'özveriler' dayatma dolaysız mantığının doğrudan
sonucudur. Kısmen de var olan düzene yönelik bir 'tehdit' ola­
rak algılanan daha önceki siyasal bunalımın ürünüdür. Bu ne­
denle ordu, önceki evre için karakteristik olan kurumların bü­
tünüyle sökülmesi yoluyla, siyasal sistemin baştan aşağı yeni­
den yapılaştırılması işine girişir. Ordu açısından temel ideolo­
jik öğc, 'ulusal güvenlik'tir. Böylece hem iktisadi hem da siya­
sal ,tasarılar, baskının, bu rejimin yerleştirili$inin başlangıç
aşamasıyla sınırlı gelip geçici bir uygulams. değil, onun kalıcı
özelllği olmasını gerektirir.

Nıhayet, 'piyasa liberalizmi' ideoloj isinin hakimiyetini sağ­


lama amacı güden ideolojik bir yeniden yapılaştırma çab;ısı da
söz konusudur. Bu, gene, kısmen iktisadi tasarının , kısmen de
siyasal tasarının mantığının sonucudur. İktisa'çii yeniden yapı ­
la�manın, dünyA pazannda rekabet gücü kazanına iddiasıyla,
piyasa ilkeleri uyarınca yürütülüyor olması, onun iktisadi yö­
nünü açıklar. Siyasal cephede söz konusu olan, popülizm ilke­
lerine ve bunlara gerektirdiği 'keıim devlet' anlayışına. dönük
ideolojik bi r saldın ve örtük ya dıı. belirtik olarak bu anlayışın
yerini 'liberal' özgürlükleri -yani mülkiyetle bağlantılı özgür­
lükleri- koruyup kollayan bir devlet anlayışının almasıdır.

77
Dahası, tekelci burjuvazinin lıunu, burj uvazinin cµger frak­
siyonları arasındı;1. ideolojik birlik sağlamanın bir aracı olarak
gördüğü de ileri sürülebilir.
Buradan hareketle AG Ü'lerde karşılaşılan görünürdeki pa­
radoksu açıklayabiliriz: Yani 'liberalizm'in 'ototitarizm' ile,
'müdahaleciliğin' ise 'demokrasi' ile bağlantılı oluşundan do­
ğan paradoksu. Liberal özgürlüklerin yalnızca. liberallerin ağ­
zında demokrasiyl� bağlantılı sayıldığını daha önce belirtmiş­
tik. Dolayısıyla bu kı;1.vramsal çiftleri açıklığa ka.vuşturmamız­
d a yarar var. Çeşitli ayrımları şöyle kategorileyebiliriz: Libe­
ral/müdahaleci; demokratik/otoriter; ideolojik işl�vin ağır bas­
ması/baskıcı işlevin ağır basması. Bu aynmlardan hareketle
de farklı öğelerin, sözünü ettiğimiz iki gelişme evresinde nasıl
bir araya geldiğini görebiliriz.
Popülizmle bağlantılı içe yönelik kalkınma evresinde de­
molcratik olan ve ideoloj ik işlevi ağır l:>asan müdahaleci bir dev­
let vardır. Bunu mümkün kılan, ulusal kalkınma tasarısı çev­
resindeki geniş bir ittifaklar kümesidir. Bu anlamda 'müdaha­
lecilik' -yeniden bölüşümcü politikalar vb.-, kapitalizme öz­
gü 'liberal' özgürlükleri kısıtlayan bir mekanizmadır.
Buna karşılık dışa yönelik gelişme evresinde otoriter olan
ve baskıcı işlevi ağır basan liberal bir devlet vardır. Çünkü bu
tikel rejim, çözümü, sermayenin belli bir fraksiyonun, gerek
ezilen sınıflar, gerekse hakim sınıf C larhn öteki fnıksiyonlan
üstünde iktisadi ve siyasal hegemonyasını hiyerarşik bir biçim­
de kurmasına . dayalı olan bir bunalımın sonucu olarak ortaya
çıkar. Temel söylem tam da 'ulusal güvenlik uğruna özveri'
.
olunca toplumun geri kalan bölümü üstünde ideoloj ik bir he­
gemonya kurmak olanaksızlaşır. Bu söylem, zaten ordunun te­
kolci burjuvaziyle birliğin i dile getirir. Öte yandan 'liberalizm'
ideolojisi ve pratiğinin burjuvazinin tümünün birliğini sağla­
mada yardımcı olmak anlamına geldiği düşünü lürse, mülk sa­
hibi sınıfların 'özgürlükleri'nin, mülk sahibi olmayan sınıfların
'demokratik özgürlükler'iyle çelişki içinde olduğu anlaşılır. Öy­
le olunca halk kitlelerinin siyasal sürecin dışında bırakılması,
burj uvazinin 'özgürlükler'ini koruyup kollamanın aracı haline
gelir.

Demoitrasfyc Dönüş

Askeri rejimlerin çözülme eğilimlerini değerlendirmek için


daha önce sözü edilen iki noktanın vurgulanması zorunlu gö-

78
runuyor. Birincisi, otoriter rejimlerin, yerleştirilme anındaki
güç kümelenmesini dondurmalandır; öbürü ise, demokrasinin,
burjuvazi için çatışmalarıdır; öbürü ise. demokrasinin, burju­
vazi içi çatışmalardan destek bulan halk güçlerinin mücade­
lesiyle kazanıldığıdır. Güç· kümelenmesinin dondurulması, açık­
lanmış tasarının başarılı olmasını gerektirir. Çünkü rej im. bir
bunalımla karşılaştığında alternatif bir tasan geliştiremez. Ba­
şarısızlık durumunda burjuvazi içi çatışmanın yanı sıra halk
kitlelerinin muhalefeti, rej imin parçalanmasının önemli birer
aracı haline gelir. Ama, bu, 'başarı' durumunda da geçarli­
dir. Çünkü böyle bir başarının öncülü, burj u vazinin tikel bir
fraksiyonunun toplumun geri kalan bölümü üzerinde hakimi­
yet kurmasıdır - sürekli baskı tam da bu yüzden gereklidir. Bas­
kının muhalefeti beslediği açıktır. Muhalefet, önce sessiz kalsa
da zamanla şiddetlenme eğilimi gösterir. Öte yandan muhale­
fetin taleplerini dile getirebileceği yolların yaratılması, rejimin
parçalanmasından başka bir şey değildir.
Bu zemin üzerinde, bu reÜmlerin tasarılarının ayrilmaz bir
parçası olan çeşitli çelişkileri, bunların ortaya çıkardığı ve bu
rejimlerin çözülüşüne götüren alternatif yolları tartışabiliriz.
Yukarda belirttiğimiz gibi siyasal istikrar tasarısı uzun dönem­
li, iktisadi istikrar tasarısı ise, uzun dönemde büyümeye ge­
çişle gerekçelen�n görece kısa dönemli bir tasandır. Siyasal
'istikrar'ın , baskı yoluyla gerçekleştirilmesi daha kolaymış gibi
görünür. Ama iktisadi bunalımın ve amaçlanan yeniden yapı­
laşmanın derinliği karşısında C büyümeye geçiş şöyle dursun)
iktisadi istikrarı sağlamanın daha zor olduğu ortaya çıkabilir.
Bu biçlmleşmenin barındırdığı ilk çelişki, siyasal istikrara ulaş­
manın, iktisadi istikrar sorununu öne çıkarmasıdır.
Dolayısıyla siyasal istikrarın sağlanamaması, iktisadi soru­
nu geriye ittiği gibi askeri yönetimin 'gerekçelenme'sini de bal·
talaya.bilir. İktisadi isti1'rarm gerçekleştirilmesi, her halükard�.
siyasal 'istikrar'm gerçekleş tidlmesine bağlı görünür. Çünkü
işgücünün 'yola getirilmesi' vb., daha önceki bunalıma bulunan
çözümün mantığının ayrılmaz bi r parçasıdır. Bu yüzden siya­
sal istikrann sağlanamaması, iktisadi tas;:lrmın da ba�arısızlı­
�a uğraması demektir. Bunun sonuçlan belirsiz olmakla bir­
likte her durumda en büyük olasılık. toplumdaki gerilimlerin
artması, cepheleşmelerin giderek keskinleşmesidir.

ôte yandan iktisadi istikrar ve/ya da büyümeye geçişin de­


ğil de yalnız siyasal istikrarın gerçekleştirilmesi, tekelci burj u-

79
va:.ıdnin, kendine uygun gördügü görevi başaramaması anlamı­
na geli r. Bu durum, ordu eliyle kurulmuş siyasal hegemonya
üstündeki iddiasını zedeleyebilir. Ordu burj uvazinin söz konu­
su tikel fraksiyonunun tasarısına . kendin i bağlamış olduğun­
dan, böyle bir başansızlık, rej imin de başansızlığı demektir.
Bu durumda eski siyasal eğilimler ve eskiden anl aml ı olan ta­
s&rıl ara da yan an muhalefet, çok büyük olasılıkla yeniden su
yüzüne çıkacak tır.

Nihayet, 'başarı'nın da kend i çelişkileri vardır. İ stikrarın


her iki türüyle birlikte büyümeye geçişin sağlanın.ası, tasarı­
nın tümünün başarısına yol açabilir. Böyle bir durumda tasa­
rının uzun dönemde yapılabilirliği de gündeme gelebilir; yoter
ki, iktidardayken, iktidarda kalma a,macına elverişli alternatif
bir ideoloj ik çerçeve geliştirilsin. Ne var -ki bunun için h8.kimi­
yetin yürütülmesinin dolayım mekanizmalarının geliştirilmiş
olması zorunludur. Bu ise, demokratik biçimlerin gelişmesin­
den başka bir şey değildir.

Bugüne kadarki deneyimler, bu rej imlerin kuruluş aşama­


sında fazl a güçlük çekmediklerin i gösteriyor. Bu, çözülüşe gi­
den al te rn ati f yollardan birincisini geçersiz kılıyor. İkinci al­
ternatif, yenilgi yoluyla çözülme biçiminde nitelenebilir. Görü­
nen o ki ağır basan kalıp da budur. Bu tür çözülmenin pürüzlü
yönü, bunalımın ortasında siyasal iktidar ya da rej imde mey­
dana gelecek herhangi b ir değişikliğin, orta ·dönemde demokra­
t ik güçlerin yeni bir yenilgisine yol açabilmesidir. İşl eri karış­
tıran ek bir etken de, bugünkü dünya iktisadi konjonktürü kar­
şısında ye n i bir birikim kalıbı geliştirilmesinin zorluğudur. As­
lında bu sorun, yukarda başan yoluyla çözülme diye tanımla­
dığıımz ve demokrasiye en yumuşak geçişi sağlar görünen
üçüncü alternatif için de geçerlidir. G ünümüz dünya iktisadi
konjonktürünün sunduğu sınırlı alternatiflerin bağlayıcılığı
altmda askeri rej imin tasarısına benzer iktisadi önlemlerin da­
ya tılması , her şeyden önce arkadan gelen demokratik rej imin
destek temeliyle doğrudan çelişki içindedir.

Dolayısıyla demokratik güçlerin başarısı önünde duran


önemli bir engel, alternatif ve kapsamlı bir birikim kalıbının
geliştirilmesi olan ağın ın sınırlı oluşudur. Bu sorunun cevabı,
dünya iktisadi bunalımına bulunacak çözümün özgül biçimine
t:ağl ı olacağa benzer. Buna karşılık ikinci engel, bizatihi oto­
riter rej imin doğasıyla ilgilidir. Demokrasiye geçiş ister şiddete

80
dayalı ister yumuşak bir biçim alsın demokratik güçleri bir­
leştiren şey, onların orta,k muhalefetidir. Ame. bu kadarı, oto­
riter rej imin çöküşünün ardından neyin geleceğini açıklığa. ka­
vuşturmaz. Bir başka deyişle, baskıcı ı;-ej iınler, muhalefetten:
ka.çınamasalar da, var olan siste�in çerçevesi içerisinden ya
da dışarısından alternatif tasarılar geliştirebilecek örgütlenme­
leri dağıtmakta b�arı kazanırlar. Bunun çalışan kitlelere ver­
diği uzun dönemli zararlar, otoriter - askeri rejimlerin �n yıkı­
cı yönüdür.

81
Günü müz Dünya i kt isad i B u nahmı
N edenleri ve Anlamı

Giriş

Gelişmiş kapitalist dünya on yılı aşkın bir süre · önce bir


bunalım evresine girdi. Bu durum, İ ngiltere gibi sermayesi gö­
rece azgelişmiş olan ülkelerde biraz daha erken ortaya çıktı;
Batı Almanya gibi görece gelişkin sermayeye sahip ülkelerde
ise bir11z daha geç. ABD tam orta yerdeydi. Ve tabii Japonya
bunalımın etkilerini hemen hemen en son duyan ülke olacaktı.

Neden doğmuştu bu durum? Neden sistem dönemsel 01$­


rak bu sarsıntılı evrelere girmektedir hep? Ve neden şimdi, ge­
lişmiş kapitalist dünyada kırk yıl süren bir refah döneminden
sonra? Herşeyin ötesinde, önümüzdeki yılların ekonomisi ve
'
politikası açısından anlamı nedir bunun? Bu yazının üzerinde
duracağı sorular işte bunlardır. Göreceğimiz gibi , bu soruların
cevabı kar güdüsünün doğasında yatmaktadır. Dünya çapında­
ki bunalım temel olarak bir karWık bunalımıdır. Kapitalis t bü­
yümeye içkin bir mekanizmanın sonucundan başka birşey de­
ğildir.

Dünya için geçerli olan, bu durumda ABD için de geçerli­


dir. ABD kapitalizminin bunalımı öncelikle karlılıktaki bu dü­
ş\i4e' �ğlıdır; ABD'deki üretkenliğin, \ilkenin Japonya ve Batı
Almanya gibi en gelişkin ruiplerine göre gerilemiş olın�ının
etkisi ancak ikincildir.

(.•) Anwar Shaikh Pakistan asıllı olup halen ABD'de yaşamakta olan bir ·
marksist iktisatçıdır. New York"da New School for Social Research'de
· ·
ôgreUm üyesidir. Bu yazı daha. önce yayınlanmamış olup ilk kez Onbi­
rinci Tn'do yayınlanmaJrtadır.

82
Aşağıda göstereceğim gibi, ampirik bulgular bu goruşu
güçlü biçimde desteklemektedir. Daha d*1; önemlisi, önümüzde­
ki yılların çeşitli mücadelelerinde benimsenecek strateji ve tak­
tikler açısından bu tahlilden çıkarılabilecek önemli sonuçlar
vardır. En pürüzsüz dönemlerde bile, kapitalizmin reformlar
aracılığıyla değiştirilebilmesinin ve hükümet politikalarının
olayların seyrini gerçekten yönlendirebilmesinin önünde kesin
sınırlar mevcuttur. Ama bir karlılık bunalımı bu sınırları bile
keskin biçimde daraltırken, aynı zamanda, emekçilere karşı
saldınlan n yoğunlaşmasına yol açar. Bundan dolayı, en iyi mü­
dafaanın hücum olduğunu , devletin koşulların baskısı altında
karlan arttırabilmek için işçi sınıfına sald.ırmaksızın bunalımı
•yönetemeyeceğini• , bireysel savunma mücadelelerinin birbir­
lerine bağlanmadıkça ve oyunun lrurallannın değiştirilm�si gö­
revini üstlenmedikçe başarısız kalacağını kavramak gerekir.
Bütün bunların anlamını sindirebilmek için günümüz bunalı­
mının gelişimini gözden geçirmemiz gerekiyor.

Aşağıda sorunu üç aşamada ele alacağım. Önce, kar güdü­


sünün nasıl ve niçin, dönemsel olarak, sarsıntılı genel buna­
lımlara yol açtığını göstermeye çalışacağım. İkinci olarak, var­
olan ampirik bulguları sergileyerek tahlil edeceğim. Burada
asıl odak noktası ABD olacak ama belli başlı öteki kapitalist
ülkeler için de benzer eğilimleri gözden geçireceğiz. Nihayet
üçüncü olarak, bütün bunların ABD'de süregiden mücadele­
ler açısından bazı sonuçlarını ortaya koymaya ç�lışacağım.

Kar ve Büyüme
Kar kapitalist sistemin kalbidir, ruhudur. Kapitalistler dµş­
lerinde karı görür, gerçek yaşamda karın yasalarına göre yar­
gılanırlar. Tüm sistemin soğukkanlı, hesapçı temeli karda ya­
tar .

Mümkün olduğu kadar çok kar etmek için, tekil kapitalist­


ler sürekli olarak iki cephede birden savaş vermek zorunda­
.dır: emek sürecinde işçilere karşı; pazar savaşında öteki kapi­
talistlere karşı.

Emek sürecinde potansiyel üretkenlik kull�ılan teknoloji


ta.rafından belirlenirken, fiili üretkenlik işçilerin ne kadar çok
ve hızlı çahştırtılabildiğine bağlıdır. Kullanılmakta olan özgül
üretim yöntemi temelinde , kapitalistler işçileri, mümkün oldu ­
ğu kadar çok v e uzun çalıştırabilmek için, onlar üzerinde, ikna,

83
•rüşvetD ve/veya zorlama biçimlerini alan süre� i bir ba,sınç
uygulamaya. ·çalışırlar. Verimlilik planları, parça başına ücret,
tehdit - hepsi bu çabanın araçlarıdır. Ama fiili üretkenliği po­
tansiyel üretkenliğe mümkün olduğu kadar yaklaştırmı:Uctan
daha da öneml i olan, bu potansiyelin kendisini yükseltmektir.
Çalışma yoğunluğunun arttırılmasının sınırlan vardır ama. tek­
nik değişme aracılığıyla potansiyel üretkenliğin yükseltilmesi­
nin hemen hemen hiç sının yoktur. Dolayısıyla. da', giderek da­
ha •ileri- üretim yöntemlerine geçiş yoluyla emeğin üretken­
liğinin Eürekli biçimde arttırılması gittikçe daha. önemli hale ga­
li r.

Öteki cepheye gelince: pazar mücadelesinde de kapiıalist­


ler her türl ü yöntem ve hileye başvurmak zorundı;ıdır. İster
gerçeğe dayansın, isterse yalana, reklamcılık çok işe yarar. İşe
yarayan başka. şeyler de vardır: rüşvet, sanayi· casusluğu, hat­
ta zaman zaman küçük sınai sabotajlar. Ne var ki, bütün bun·
larm ötesinde, canalıcı etken, satılan ürünün kendisidir, daha
da önemlisi, bu ürünün maliyetidir. Bi r ürünün kalitesi veri
iken, fiyat ne kadar düşük olursa, başarı şansı o kadar yük­
sektir. <Belirli bir fiyattan · daha. yüksek kalitede mal satmak,
belirli bir kalitede malı daha düşük fiyattan satmakla aynı
şeydir.> Dolayısıyla, maliyetleri düşürme düşüncesinin kapi­
talistler için bir saplantı haline gelmesi hiç de . şaşırtıcı de­
ğHdir.

Emek sürecinden mümkün olduğu kadar nasiplenebilmek


için emek üretkenliğini arttırmak; pazardan mümkün olduğu
kadar nasiplenebilmek için birim maliyetleri düşürmek: kar gü­
düBünün uygulamada aldığı biçim işte budur.

Üretkenliğin arttırılması çabası , herşeyin ötesinde, üreti­


min mı!kinalaşmasına yol açar. İşçilerin ytırini makinalar alır,
canlı tımeğin yerini ölü emek. İşçi baŞına d üşen sabit sermaye
miktan yükselir.

Ama makinalaşmanın öteki kapitalistlere karşı bir silah


olarak kullanılabilmesi için, birim maliyetleri de düşürmesi ge­
rekir. Burada da can simidi yine sabit sermayedir. Daha. büyük
ölçekte fabrika. ve teçhizat, başlangıç yatınını açısından birim
ürün başına daha. büyük miktarda sabit sermayenin bağlan­
ması anlamına gelir. Ama birim ürün başına daha düşük işlet·
me maliyetini olanaklı kılan tam da budur. Yüksek sabit mali­
yetin ödülü d üşük değişken maliyettir tabii birim ürün ba-

84
şına toplam maliyetin düşmesi koşuluyla. Bu, üretimin serma­
yeleşmesl sürecidir.

Şöyle bir örneğe bakalım. Diyelim ki, bir video oyun gere­
cinin tanP.si 300 dolara malolmakta ve 500 dolanı satı l maktadır.
Bu gereçleri imal etmek için 10 milyon dolarlık bir sabit ser­
maye yatırımı yapılmıştır. Fabrika, yılda ortalama onbin birim
üretmektedir. Yan i video oyunu başına düşen yıllık yatının
maliyeti 1000 dolardır. < 10 milyon dolarlık toplam yatırım bölü
yılda onbin oyun) . Öte yandan, belirtildiği gibi , oyun başına
yıllık üretim maliyeti (aşınma, malzeme ve ücret maliyeti> 300
dolardır.

Şimdi farzeı;lelim ki, 40 milyon dolarlık bir başlangıç ya­


tırımı gerektiren daha büyük ve modern bir fabrika, yılda yir­
mibeşbin gereç imal edebilmektedir; yeni üretim maliyeti de
birim başına 200 dolar olsun . Bu durumda, yıllık yatırım ma­
liyeti 1600 dolardır C40 milyon dolarlık bir yatının bölü yılda
yirmibeşbin birim) . Yani daha büyük ölçekli- fabrikanın birim
yatının maliyeti daha yüksektir C 1000 dolar yerine 1600 dolar) .
ama bu birim başına üretim maliyetinin dahp. düşük olmasını
olanaklı kılmaktadır (300 dolar yerine 200 dolar> . Başlangıç ya­
tınmına birim başına daha yüksek sermaye bağlanmıştır. Ama
amaç tam da daha büyük ölçekli üretim yoluyla daha düşük
üretim maliyeti sağlamaktır.

Daha büyük ölçekli daha çok makinalaşmış fabrika ve


teçhizatı kullanan kapitalistler, birim maliyetleri daha düşük
olacağından, cari fiyat üzerinden daha yüksek bir kar marjı
elde edeceklerdir. Dolayısıyla bunlar. bir yandan fiyat kırarak
rakiplerini alteder ve piyasa paylannı arttırırken, öte yandan,
yine de ürün başına daha yüksek kar marjlan elde etme ola­
nağına sahip olacaklardır. Yukarıdaki örneğe dönecek olursak.
daha modern fabrikaya sahip olan firma video oyun gereçleri­
ni 200 dolarlık bir birim mal�yetiyle üretirken , rakiplerinin bi­
rim maliyeti 300 dolardır. Cari fiyat 500 dolar olduğuna göre,
rakipleri gereç başına 200 dolarlık (500 eski 300) bir kar mar­
j ından, yılda onbin gereç satarak toplam 2 milyon dolar kar
elde etmektedir. Yeni firma, sat ış fiyatını sözgelişi 400 dolara
düşürerek malını rakiplerinden daha ucuza satıp yine de ge­
reç başına 200 dolarlık (400 eksi 200) bir kar marjı elde etme
ola.qağına sahiptir. Üstelik, büyük ölçeği sayesinde yılda yir­
mibeşbin gereç imal edip sa�bilir ve böylece toplam 5 milyon

85
dolarlık bir kan gerçekleştirebilir. Bu arada, yeni firma ürü­
nünü dal:ıa düşük fiyattan (400 dolar) sattığı için, eski firma
malının büyük bölümünü eski fiyat üzerinden ( 500 dolar) el­
den çıkaramayacak ve rekabet gücünü koruyabilmek için fiyat
düşürmek zorunda kalacaktır. Bu yüzden kar marjı gereç ba­
şına ıoo dolara düşecek (400 eksi 300) yani yeni ve daha ileri
üretim yöntemleri ortaya. çıkmadan önce elde ettiğinin yan­
sıyla yetinecektir. Toplam karlar da buna bağlı olarak yan ya­
rıya azalarak ı milyon dolara gerileyecektir. Sonuçta , yeni fir­
ma toplam 5 milyon dolar kar elde ederken, eski firmanın kan
ı milyon polara. düşecektir.

Bu arada. belirtmeliyim ki, yeni firma daha da çok fiyat


kırarse., eski firmanın durumu yukarıdaki senaryodan da daha
kötü olacaktır. Sözgelişi fiyat birim başına 295 dolar olursa,
eski firma oyun başına 5 dolar kayba uğrar (265 eksi 300) , top­
lam kaybı da onbin oyun için ellibin dolan bulur. Oysa yeni
firma hala kar etmektedir: birim başına karı ·95 dolard!r ( 295
eksi 200) , yıllık yirmibeşbin satış üzerinden toplam kan ise 2
milyon 375 bin dolar. Bu örn..:: kler rekabet savaşında düşük ma­
liyetlerin kapitaliste sağladığı büyük gücü açıkça ortaya koy­
maktadır.

Ama burada bir tuzak yatmaktadır. Daha ileri, sermaye -


yoğun üretim yöntemleri daha yüksek kar marjlan sağlar ama,
eğilim olarak, bu yöntemlerle elde edilen kar oranlan daha dü­
şüktür. Kar marjı, birim ürün başı na kardır; oysa, kar oranı,
yatırılmış birim sermaye başına dü�en karla belirlenir. İkisi­
nin birbirine oranlanması, bize birim ürün başına yatırılmış
sermaye miktarını verir. Yen i, daha sermayeleşmiş yöntemler
benimsendikçe yükselen ise tam da bu miktardır. Üretimin ar­
tan sermayeleşmesi kar oranını sadece kar marjına. oranla de­
ğil, mutlak olarak da düşürür. Daha sermayeleşmiş ür�tim yön­
temlerini ilk kullanan tekil kapitalistler açısından bakıldığın­
.da:, düşük birim maliyetleri ve piyasa payının büyümesi daha
düşük kar oranını bir ölçüde ödünler. Eski yöntemlerden ye­
nilerine geçemeyenler açısından ise, daha gelişkin rakiplerinin
dayattığı düşük fiyat, kar oranını, yeni yöntemlere ilk geçen­
lerinkinin de altına düşürür. Sistemin bütünü açısından, kar
oranı alçalır.

Önceki örneğimize dönecek olursak, 500 dolarlık eski satış


fiyatında, eski firma 2 milyon dolar toplam k&ı- elde etmektey-

80
di. 10 milyon dolar toplam yatırım üzerinden yıllık kat, oranı
% 20 idi. Öte yandan, eğer yeni firma fiyat kırmadan piyasaya
girebilseydi, 500 dolarlık satış fiyatı üzerinden toplam 7,5 mil­
yon dolar kar elde ederdi. Cgereç başına 300 ·dolar kar çarpı
yılda yirmibeşbin gereç) . Yatırımı 40 milyon dolar olduğuna
göre de , kar. .oranı potansiyel clarak % 18 , 75 olurdu. Tabii, da­
ha önce de gördüğümüz gibi, rekabetin gerçek dinamiği tümüy­
le fa�klı olacaktır. Yine de, yeni yöntemin eski _.satış fiyatı üze­
rinden bir ölçüde daha .düşük kar oranı sıığlaması, varolan kar
oranlan havuzuna bu daha düşük po�ansiyel kar oranının ek­
lenmesi, ve bunun sonuncunda da bir bütün olarak sistemin
ortalama. kar oranının, azıcık dp. olsa, düşmesi- anlamına gelir.
Makinal�ma/sermayeleşme/rekabet süreci, önce bir sanayide,
sonra bir ikincisinde, sonra bir üçüncüsünde vb; ortaya çıkan
ve yeniden birincisini etkileyen sürekli bir oluşum olduğuna
göre, sistemin bütünündeki kar oranı üzerinde yavaş ama dü ­
zenli bir düşüş etkisi- yaratır.

Burada özetlenen tartışma, kar oranının temel eğilimini


ortaya koymaktadır. Bu noktada, kar oranının bu içkin düşüş
eğiliminin, gerçek ücretlerin yükselmesinden değil, kar güdü­
sünün kendisinden doğduğum.ın vurgulanması önem taşır. Üre­
timin makinalaşması ve sermayeleşmesi, gerçek ücretler sabit
kalıyor olsa da, kar oranında bir düşüşe yol �acaktır. Geliş­
miş kapitalist ülkelerde gerçek ücretlerin uzun dönemler bo­
yunca gerçekten yükselmiş olması, sözkonusu ülkelerin işçi­
lerinin ücret artışlan için verdikleri mücadelenin başarısının
bir ifadesidir. Ama ücretlerdeki bu artışlar kô.r oranındaki dü­
şüşü sadece hızJandınr. Ne var ki, bu etki bile kısıtlıdır çün­
kü garçek ücretlerin yükselişinin kendisi üretkenlik artışının
tahdidi altındadı r . Hiç bir firma, sonunda gerçek karlılık so­
runlarıyla karşılaşmaksızın, uzun bir zaman dilimi boyunca
üretkenlik artışından daha hızlı bir gerçek ücret artışıyla başa
çıkamaz. Bu yüzden, gerçek ücretlerd·aki artışlar, eğilim olarak,
üretkenlik artışlarının sınırlan içinde kalır. Bu sınırlar içinde,
çalışma koşullan ( yani işgününün uzunluğu ve yoğunluğu ve üc­
retler> üzerinde verilecek sınıf mücadelesi, gerçek ücretlerin
ve kar oranının, dolayısıyla da"kapitalist sistemin büyümesinin
yönelimlerinin kesin biçimde. belirlenme�i açısından yaşamsal
bir önem taşır. Ama bir kez bu yönelimler zaten düşmekte
olan bir kar oranı bağlamında ele alındığında, bu tür müca­
delelerin , düşüşün asli yönünü değil sadece derecesini belirle-

87
diği açıkça ortaya çıkar. Asli yön sistemin kendisinden ileri
gelir. Oyunun ayrılmaz bir parçasıdır.

KAR VE BUNAUM
Kar oranının uzunca bir dönem boyunca gerçekten düştü­
ğünü varsaya lım. Bu niçin ve ne biçimde bi r bunalıma yol açar?
Bunalım tam olarak nedir, bunalımda neler olup biter? Şiindi
bu sorulann cevabını aramaya çalışalım.

Herşeyden önce, bu bağlamda bunalım geniş çaplı bir i.lc­


tisadl çöküşü ve buna eşlik eden ciddi toplumsal ye siyasal so­
runlan ifade eder. Bu niteliğiyle, tarımsal ürün kıtlığı vb. et­
kenlerden kaynaklanan iş yaşamı çevrimleri ve başka tür ik­
üsadl daralmalardan çok farklıdır. Çevrimler ve daralmalar.
kapitalist sistemde tümüyle •normal·dir. Örneğin ABD'de,
1834'den bu yana geçen· yüzelli yıl içinde 33 iş yaşamı çevrimi
yaşanmıştır. Buna karşılık, bu süre boyunca sadece iki tane
genel bunalım patlak vermiştir: 1873 - 1893 arasının Büyük Dep­
resyonu ile 1929 - 1941 arasının Büyük Depresyonu . Sistem sağ­
lıklı iken döngü ve daralmaları kısa, sürede atlatır. Ama Sağ­
l ığı bozuldukça, düşkünlükler uzar, toparlanmalar zayıflar, ger­
çek bir bunalıma girme olasıhğı artar. Tıpkı kalbi giderek zayıf
düşen bir insan için olağan günlük olaylann gittikçe daha teh­
likeli hale gelmesi ve nihayet bir gün tümüyle sıradan bir stre­
sin bir kalp krizine yol açması gibi. Kar kapitalist sistemin kalp
atışıdır, kıir oranının düşüş eğilimi doğuştan gelen kalp hasta­
lığı, bunalım ise kalp krizi.
Bu bizi, bunalımın tam ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı
sorununa getiriyor. Temel olarak, düşen kar oranının bunalı­
ma yol açışı, topl�m kar miktarı üzerindeki etkisi aracılığıyla
olur. Varolan kar oranının % 20 olduğunu, ekonomide mevcut
sermaye stokunun ise 1 trilyon dolar olduğunu ferzedelim. Bu
durumda kAr miktarı 200 milyar dolar ·olacaktır. Şimdi bu ka­
rın yarısının C 100 milyar doların> yeniden yatırıldığını ve böy­
lece ertesi yılın sonunda. sermaye stokunun 1 trilyon 100 milyar
dolara yükseidiğini varsayalım. Bu arada kar oranı da % 1e'e
düşmüş olsun . Bu yılın karı 1 98 milyar dolar olacaktır cı tril­
yon 100 milyar dolar üzerinden % 18 getiri> .. Bu da geçen yılın
kanndan daha düşüktür. Ekonomi büyüdüğü halde, toplam
kAr miktarı küçülmüştür çünkü sermaye stokunda yeni yatının
dolayısıyla meydana. gelen ıırtış, düşen kar oranından doğan
karlılık a.zalışmı karşılamaya. yetmemektedir. Kapitalist sını-

88
fın bütünü açısından bakıldığında bu sermaye stokunun bir
bölümünün aslında gereksiz olduğu anlJtmına, gelir: varolan
sermaye stokuna yeni yatırımlarla. ıoo milyar dolar eklenmiş­
tir ama elde edilen kar öncesine göre daha azdır! Bu durum
devam ettiği taktirde (eğer kür oranı da. uzun dönemli bir
düşüşün ürünüyse edecektir del , yatırımlar düşer, eksik ka·
pasite kullanımı yaygınlaşır, işçiler sürü halinde işten çıkar­
·

tılır. Hiç de yabancı gelmiyor bütün bunlar, değil mi?


Yukandaki ömek, tümüyle genel bir durumu kafalarda
canlandırabilmek için düşünülmüştür. Ekonomi büyüdükçe, iki
şey olmaktadır. Bir yandan, kAr oranındaki düşüş verilmiş bir
sermaye stokuyla elde edilebilecek kar miktarını az.altır. Öte
yandan, yeni yatınmlar sermaye stokunu büyütür ve ek ser­
mayeden elde edilen kar, toplam karı arttırır. Sonuçta, toplam
kAnn düzeyi bu iki etkinin göreli ağırlıklannıı. bağlıdır yani.
Düşen kAr oranı toplam karı azaltıcı etki yapar, yatının ise
arttırıcı etki. Ama ne yazık ki yatınmın kendisi temel olarak
kar oranına. C kesin biçimde söylenecek olursa, potansiyel kar
oranına) bağlİdır! Bu de,. kar oranı düştükçe, yatının dürtüsü­
nün giderek zayıflayacağı ve yatırımın artış oranının yavaşla­
yacağı anlamına gelir. Böylece, yatırımların toplam kar oranı
üzerindeki olumlu etkisi, düşen kar oranının olumsuz etkisini
karşılamakta gittikçe daha yetersiz hale gelir. Belirli bir nokta­
da olumsuz etki ol umlu etkiyi aşar ve toplam kar miktarı ye­
rinde saymaya hatta azalmaya başlar. O zaman yukandaki ör­
nekte ele aldığımız durum doğar; bunalım evresi açılmıştır.
Bi r kez bunalım patlak verdiğinde, durum tümüyle değişir.
Yatırım kısılır, eksik kapasite kullanımı yaygınlaşır, stoklar
dağ gibi yığılır, kArlar çoğu kez oldukça şiddetli biçimde, dü­
şer. Firmalar fırtınalı günleri atlatabilmek için borçlanmaya
başvurur, bu de. faiz oranlarını yükselterek firmaları daha da
zor duruma düşürü r ama tabii bankalar bu duruma bayılır­
lar. Öte yandan, şirketler iflas etmeye başladıkça., borçlarını
ödeyemez hale gelirler, bu de. bankaları tehlikenin eşiğine ge­
tirir. Yükselen şirket iflasları dalgası banka çöküşlerine yol
açmaya ba.')lar. Sermaye piyasası indeksi düşüşe geçer.

İşçiler için durum daha. de. kötüdür. İşten çıkartmalar ve


şirket maslan yaygın iflaslara yol açar. J şsizliğin süregitmesi
ka.r.şısında işçilerin kendi tasarruflarının ve işsizlik ödemele­
rinin tükenmesi sıkıntının artışına neden olur. Öte yandan,
hala çalışmakta olan işçiler, işlerini koruyabilmek için, ücreL

89
ve çalışma koşullarında büyük ödünler vermelerine yol açabi­
lecek türden güçlü bir basınç altına girerler. Bütün bunlarda,
sıkıntıdan en büyük pay kuşkusuz en alttakilere (beyaz olma­
yanlara, kagınlara, yirmi yaşın altındakiler� . sendikasızlara>
düşer.
Kısacası, karlar, gerçek ücretler, hisse senedi değerlen dü­
şer, iflaslar, işsizlik, genel toplumsal sefalet keskin biçimde
artar. Faiz oranlan başlangıçta, ödünç almanın ani sıçramasıy­
la birlikte yükselir, sonra daha ileri aşamalarda, ödeyemezlik
ve iflaslar hem ödünç verenler, hem d·a ödünç alanlar safların­
dan kurban almaya yöneldikçe düşmeye başlar.

Bu durum ne kadar sürer ve de ne kadar kötü1er? Bu so­


runun cevabı, temelde yatan sorunun ne denli ağır olduğuna
bağlıdır. Yukarıda anlattıklarımın önemli bir bölümü bir iş ya­
şamı çevriminde de görülebilir. Ama iş yaşamı çevrimi, aslın­
da, ekonominin büyümesinde görülen bir hızlanmayı bir ya­
vaşlamanın izlemesinden doğan bir sorundur. Karların yüksek
düzeyde seyrettiği bir dönemde daralmalar ılımlı kalır, ekono­
mi kısa sürede toparlanır. Buna karşılık, bir genel bunalım
ancak karlılığın düşmekte olduğu uzun bir dönemin sonunda,
toplam karların yerinde saymakta olduğu, yatırımların zayıf­
ladığı bir bağlamda ortaya çıkar. Bunalım doğduğunda, deyim
yerindeyse, o ana kadar birikmiş olan başağnlan dayanılmaz
haldedir ve bunların doğurduğu çöküş bir yıkıma yol açar.
Merx'ın söylediklerini farklı kelimelere dökecek olursak, bu­
nalım beraberinde sermayelerin büyük çapta katlini ve emek­
çilere karşı yaygın saldırılar getirir. Büyük toplumsal çalkan­
tılara ve geniş çaplı kurumsal değişikliklere yol açar. Sistemin
bunalım yönünde içkin eğilimleri olduğu gibi, bunalımdan to­
parlaruna yönünde işleyen içkin mekani7malan da vardır.
Bunalımın doğurduğu bütün o sefalet, acı ve yıkım, tam da
kapitalist sistemin, kendi iç çelişkilerinin ortaya döktüğü so­
runları çözüşünün yollarıdır. Bir dahaki sefere kadar tabii.

AMPİRİK BULGULAR
Bundan önceki bölümde kar güdüsünün, dönemsel olarak,
sarsıntılı Depresyonlara neden ve nasıl yol açtığını özetledim.
Bu açıklamaya göre, aşağıdaki ampirik eğilimleri bunalım ev­
resinden çok önce gözlemeyi bekleyebiliriz. Başka bir deyişle,
bunlar zaten bir depresyona neden girildiğini açıklayan kalıp­
lardır.

90
• Birim ürün ve birim emek başına yükselen miktarda
sa.bit sermaye.
• Yükselen emek üretkenliği.
• Üretkenliğin gerçek ücretlerden daha hızlı artışı Cyan '..
marksist terill1:lerle, yükselen bir sömürü oranı> .
• Canlılık yıllarınqa bile düşen bir kar oranı.
• Düşen kar oranının, sonunda, toplam kAr miktarının
yerinde saymasına yol açması.
• KArların yerinde saymasının, sistemin kalıplannda ni­
tel bir değişim anlamına gelen bunalım evresinin baş­
langıcını ilan etmesi.
• Bunalım evresinde, gerçek <enflasyona göre düzeltilmiş)
karların, ücretlerin, sermaye piyasası indekslerinin dü­
şüşü . Aynı zamanda, şirket ifl&sl{lrının ve işsizliğin
yükselişi, toplumsal sefaletin artışı.
• Bunalıma. bir cevap olarak, ücret ve sosyal sigorta öde­
melerine, çalışma koşullarına, toplumsal amaçlı prog"'."
ramlara ltarşı hızla artan ölçekte bir saldırı.

Göreceğimiz gibi, neyin arandığı bilinirse, bulgulardan çı­


kan kalıplar tam da bunlardır. Aşağıda 1-5 No.lu şekiller ABD
verilerin i özetlerken , Şekil 6 öteki belli başlı kapitalist ülke­
lerle ilgili bazı bulguları ortaya koymaktadır. Bütün veri kay­
naklan ve hesaplama. yöntemleri Ek A'da. sıralanmıştır.

Aşağıdaki ilk iki grafik, savaş sonrası dönemde ABD üre­


timinin temel yapısının gelişimini ortaya koşmaktadır. Şekil ı

ı to ---�-�--�,----...-- ....-
... ---.-----.----.-- K :--1 mo

I� (
: ıiJ

· 7� - - - .... -.;
l:�i��'
_,. --· 1!'� -"'::
1
t-
"' "

.. .
UD
_.,,,,.,. - -·--
1 ıoo

l.IO :::;ı
.ı,_.u::;:ıı:;_ __.ı__--1_ --I--__..---+----+----'----' ıı: O
lllD
_

llU '"' "" 1'70 ıtn 117& 197• ıtıı


lhl IHG IMl JH& 1 1'11 11\I 1110 1111

-�EKİL: 1. ÜRETİM SERMAYE 'IOGUNLUGU.

91
hem birim hasıla başına, hem de üı -etim işçisi başınp. sabit ser­
maye miktarının savaş sonrB.tiı �cnemde arttığını gösterirken,
Şekil 2 aynı şeyi üretkenlik açısın. ıan ortaya koymaktadır. Ha­
sılanın ölçüsü kapasite kullani ... ınu. göre düzeltilmiş potansiyel
hasıladır; yanf, cari dolar cinsind m net katma değer. Bu dü­
zeltmenin yapılışının neden i :-,, ..d . ı.c: kapasite kullanımı değiş­
meleri, büyük ölçüde çevrimsel ol. l talep oynamalannı yansı­
tır. Dolayısıyla, üretimin değişen yapısını kavrayabilmek için
bunlardan soyutlayabilmemiz 6 r.1kir.

10 - Y1
1
1

'f
----
1\ ---· -----·--

1 ----- · -- ı...r-
, .,,- -- - - - - ·

----·--- :.:;.....
10
-- ·

1 ·- · -' - 10

,
..-----
.... .
�--·- •
---· ---

-·� ---
.,,,,,,.,...--- · -

-
-.

•: iW 5Clall botıl'lll ...,. ylri içi net hlısılD ,.,,,, ıra



..,,.,.,.-- ırı : Uretim i5c;iıi ıcıııti · batına ,. • • •

n •
.
y
,, " " " " "
1 HO)'Oll izafi miktarlar dii$Ünülınüt oloraİı , J
w : urelim ttı;ileı'lnin ... wl� Clıeındolı:i öteki
!�ileri geu,ek gayri Mil IGot lıazanc;ları:
• KAl'NAKLAll . ... lll A
1197' . 197ll
.
l"I ı• llSı ltsl iMi "" IHG ıtU 19'l ıtH IHI 1'111 ıtn 1174 itli . 1'71 ...

�El<İL. 1 . UHETKENLİI< ve GERÇEK ÜCRETLER .

Şekil 2'de, ekonominin gelişmesini ilgilendiren değişik so­


runlan yansıtan üç farklı ölçü mevcuttur. Örneğiıı, üretken­
liği sadık biçimde ölçebilmek için hasılayı, ürünü üretmek için
gerekli işçi sayısıyla karşılaştırmamız gerekir. En genel an­
lamdp., ekonomiyi iki. ana özel kesime bölebiliriz: mal ve hiz­
met üreten kesimler (imalat sanayii, madencilik, inşaat, ulaş·
tırma, elektrik-gaz-su ve hizmetler) ; bu mal ve hizmetleri ve
onlann yanısıra akan parayı dolaştıran kesimler <toptan/pera­
kende ticaret, mali kurumlar, sigorta, emlak faaliyetleri) .
Ürünü bilfiil üreten, üretici kesimlerin üretim işçileridir. Do­
layısıyla, toplumsal üretkenliği ölçmek için üretim işçisi başı­
na gerçek hasılaya bakma mız gerekir. Yı ve y oranJannın or­
tay a koyduğu işte budur. Aralann.daki tek fark şudur: Yı net

02
>1 .'> ılanın, nispeten küçük olmakla birlikte tümüyle hayali ba:ıı
izafi ı ı ı ıktarlan da, içeren bir hesapl�nmasına dayandığı halde.
y'de bu kusur. ortadan kaldınlmıştır. Son olarak, yQ, özel sa­
nayide tüm çalışanların gözönüne alındığı bir durumda, çalı­
şan başınıı. gQrçek hasılanın bir ölçüsü olarak bize toplumsal
he.sılanın kesimler arasında. nasıl paylaşıldığı konusunda bir
fikir verir. Bizim sorunumuz açısından en anlamlı ölçüm y'niıı
ifade ettiğidir.

Şekil 2 aynı zamanda üretkenlik Cy> ile gerçek ücretin <w>


gelişme eğilimlerinin karşılaştırılmasına olanak vel'Jl)ektedir.
Şekiller yan - logaritmik çizimle gösterilmiş oldukları ıçın,
her eğrinin eğimi büyüme hızını gösterir. Üretkenlik ve ger­
çek ücret eğrilerinin arasındaki mesafenin zaman içinde bir
ölçüde açılması, tam da. teorinin öngördüğü gibi, gerçek ücret­
letin üretkenlikten daha yavaş arttığı olgusunu yansıtmakta­
dır. Marksist açıdan y'nin w'ye oranı artı - değer oranının <ya ­
ni üretim işçileri için sömürü oranının> bir göstergesidir. B.u
gösterge otuziki yılda % 25 oranındp. yükselmektedir.

3 ve 4 No.lu ş·�killcrin odak noktası ABD ekonomisinde kar­


lardır. Şekil 3. 11:140'dtın 1980'e kadar ABD'de mali kesim dı­
şındaki sermaye şirketlerinin vergi öncesi ka r oranının geliş­
me eğilimini ortaya koymakta.dır. Üstteki eğri, daha önce tA r­
tıştığımız nedenlerle, potansiyel Cyani kapasite kullanımına

-ı--ı-- - ----ı-- i
ı�- - -- � --·---i---
-
,.
ı---- ,.,:� : J &M ••" ..t.ıı. a;.a·•ı : ••J .,s.: .. 11 ,.,.»..i u••uı -;711•.:•:.u: ı - -

D . : ,,.., ... ....... .


.At

r• ...� .... ......... .... � M · 1 ·••• ........... tr•ıııı •

. ..

_J

1
·• t- ·- t-- - r ·-

;
.. t
1
...__ _ _ _ _

.... · · ..:. •• .. l\·,ı , ,.. ·-� ....

93
göre düzeltilmiş> kar oranının ölçümünü verirken ,alttaki egrı
<kesik çizgilerle gösterilen> fiili oranı sergilemektedir. Savaş
. eonrası dönem boyunca, kar oranı % 69'un üzerlhde bir düşüş
göstermiştir !

Şekil 4, savaş sonrası uzun genişleme döneminfn altın yılla­


rından günümüzün bunalım durumuna geçiş sorununu ele alı­
yor. Hatırlayalım ki, teorik beklentilerimize göre, bunalım yak­
laşık olarak gerçek toplam kar miktarları yerinde saymaya baş­
ladığı zaman patlak verecektir. Kuşkusuz, burada anlamlı olan
gerçek <yani enflasyona göre düzeltilmiş) büyüklüklerdir. Fi­
yatların yükseldiği bir dönemde, büyüklüklerin çoğu�luğunun
mutlak düzey olarak yükseldiğini, ama buna karşılık bazı bü­
yüklüklerin fiyat düzeyinin gerisinde kalabileceğini unutma­
malıyız.

1
66
..
1
>----
'
.. · / :- \ r"'-
1 I 1
1
\ """ ' \
V.'91 dı" grrç.ek
kSrlor
..
I � ,J / \ / �--\ ) ,.
.-"\. /\..... " l/ / F1'. \ v 1\, , ., 1
, , ıaı
.. I �' . , 'r- I I 1 İ\ ' /"'-

ı·"'ı:r. - / r-
p;ı:;o-'
o.il I Enfl
v i \ / "' 7 "" '\ ..
• ııın düıellilıniı 1 i 1 ��
.lJV' -- ır.-./
...... __ ı ,, ..


Ytrl!ı
k
·-
ar
gerçek

�lrlat : llDk-EkA
• 1 1 1 1

�KİL: 4, ABD' don GERÇEK K.lıı L All 1 MİLYAR ODLAR 1 o SERMAYE PİYASASI .

Şekil 4 'de, üstteki eğri ABD'de mali kesim dışındaki ser­


maye şirketlerinin vergi - öncesi gerçek toplam .kAr miktarları­
nın gelişimini ortaya koyarken, en alttaki eğri vergi - sonrası
karları göstermektedir. Her iki dizi de 1 966 dolayındıı doruğa
yükselmekte ve sonra düşmeye başlamaktadır. Bizim bakışaçı­
mıza göre, ABD'de bunalım evresine 60'lı yılların sonlarında
girildiği ortaya çıkar buradan. Vergi - öncesi ve vergi ·- sonrası
karların aynı dönemde doruğa ulaşması, bugünlerde süregiden
bir tür kapitalist propagandanın tersine, karlar üzerindeki do­
laysız vergilerin bunalımın meydana gelişinin açıklanmasında
önemli bir etken olmadığını çıplak biçimde ortaya koymakta-
·

dır.

SermıLye piyasası indeksinin <enflasyona göre düzeltildi­


ğinde) ay� sıralarda· yerinde saymaya başlaması ve daha son­
ra da keskin bir düşüşe geçmesi özellikle çarpıcıdır. <Aslında
bu indeks biraz daha erken duraklamıştır; bu da sermaye piya­
sasının gelecek konusundaki beklentilerin bir göstergesi olma
işlevine uygundur.) 1966'dan 1980'e kadar, sermaye piyasası
indeksi <enflasyona göre düzeltilmiş haliyle) % 5 1 oranında
gerilemiştir. Bu.ndan önceki Büyük Depresyon 'un en kötü dö­
nemindeki gerileme bundan sadece azıcık daha fazlaydı.

2., 3. ve 4. şekiller bize, aynı zamanda, günümüz bunalımı­


na getirilen iki almaşık açıklamayı ele alma olanağını sağlıyor.
Bunlardan birineisi, sorunun bir talep eksikliğinden kaynaklan­
dığını, bunun da aşırı kapasite oluşumuna, büyümenin yavaş­
lamasına ve sonunda bunalıma yol açtığını ileri sürer. Ne var
ki, kapasite kulhınımında:ki . oynamalara göre düzeltme yoluy­
la talep değişmelerinin etkisinden . soyutlandığı halde, yine de
güçlü biçimde düşmekte olan bir k.&r oranının bir bulgu olarak
ortaya çıkışını açıklama. olanağindan yoksundur bu teori C bk.
Şek.il _ 2) . Aslında, bir kez bu gerçelc gözönüne alındığında,
bunalım evresind e talepte görülen düşüş ve eksik kapasite
kullanımı olguları, düşen kAr oranından kayn&kıanan bunalı­
mın nedeni oiarak değil sonucu olarak kavr�nabilir.

Son zamanlarda öne sürülmüş olan öteki açıklama, 1966'dan


sonra üretkenlik artışında çarpıcı bir yavaşhıma .görüldüğü­
nü, bunalima yol açan karlılık düşüşünün de bundan kaynak­
landığını iddia. eder. Üretkenlik artışındaki canalıcı gerileme
ise 1 966-73 döneminde al"Uln işçi direnişi ve yab&ncılaşmasma
atfedilir. Oysa, Şekil 2'ye bir göz· atılacak olursa, üretkenlik
doğru biçimde ölç�üğün�e Cy, hatta Yıl . bu dönemdeki üret-.
kenllk artışının daha önceki dönemlerden özel bir farklılığı
olmadığı ortaya çıkar. Üstelik, Şekil 4'de görebileceğimiz gibi,
toplam kAr miktarının keskin biçimde düşüşü daha 1966'da,
yani işçilerden kaynaklandığı söylenen bu sözde üretkenlik ar­
tışı yavaşlamasının karlılık üzerinde herhangi bir etkisi olma-
sının henüz olanaksız olduğu bir aşama.da başlamıştır. Neden­
sellik olsa oısa ters yöndedir: düşen karlılık üretken yatırım­
ların artışını yavaşlattığından yeni fabrika ve teçhizatın kul­
lanımını sınırlar. Oys� üretkenlik artışı temel olarak yeni fab­
rjka ve teçhizat aracılığıyla sağlanır. Dolayısıyla, üretkenlik
artış oranında yavaşlamaya yol açım düşen kArlılıktır, tersine
değil.

Şekil 5, sistemin 1 966'dan sonra yeni bir evreye girmiş ol­


duğwıu doğrulamaktadır. İşçi başına gerçek ücretlerin artışı
1 965'den sonra birdenbire yavaşlamaktadır CŞekil 3'deki ger­
çek ücretler işçi - saati başına hesaplanmıştı, oysa burada işçi
başına ücret gösterilmiştir) . 1 972'den sonra da gerçek ücretler­
de bir düşüş başgösterir. 1940 - 66 arasında gerçek ücretler yılda
yaklaşık % 2,1 onımnda artmışken, '1967-80 döneminde ortala­
ma yıllık artış oranı % 2,1 oranında artmışken, 1967-80 döne­
minde ortalama yıllık artış oranı % O'dır yani, gerçek ücret­
ler bu dönemde temelde yerinde saymaktadır. Bwıa par_alel
olarak, 1 948-66 arasında işsizlik orunı % 4 dolayında azçok ı;a­
bit kalmışken, 1967-80 döneminde % 4 'den % . ıo'a fırlamıştır
C % 150'lik bir artış> . Uzun dönemli eğilimler açısından bakıldı­
ğında, işsizlik oranının, 1946-66 arasında azçok sabit kaldıği
halde, 1067-eo döneminde yılda % 3,5 arttığı görülür. Hem ger­
çek ücretlerin, hem de işsizlik oranının bu iki zaman aııtlığın­
daki uzun dönemli eğilimleri Şekil 5'deki kesik çizgili eğrilerce
1
gösterilmiştir. Geçerken belirtelim ki, 1966-73 döneminde bir
yandan gerçek ücretlerdeki durgunluk, bir yandan da · işsizlik-

1966
1111
1 1 r 1 --
- --
..
....
Geıçalı llrtellor 1 1967 -· ,,,,,.,...
�· · �... - · •

• '
- - . •
- •
-
�·

, '-
- ,.
. •
r ...

' ,, ' I
..
.... ' \. , , - " - --
I I "' .,.... . " ,

I 1 \ '\ 1 __....
·•

lı..a.ı.ıı cnn
I \ ' ,,.., 1 5'*lalıl aı.;.ı. ' ' '

\ I -... I
\ I .....
Karnaklar: Ilı Ek. A
ıo
'
1

... - 19U it.< 19H iMi 19.. - "" 1116 iKi 1919 1911 IH< 1971 1119 iMi IHI 1 ..

SDİL: � A llO de Gt:llCEK ÜÇRETLEA •• ıssizı.Jıc ORANI . , ,,. ,


teki hızlı artış, ABD emekçilerinin bu dönemde üretkenlik ar­
tışını yavaşlatarak. bir bunalıma yol açacak kadar güçlü oldu­
ğu iddiasına kuşkuyla bakmayı gerektirecek ek etkenlerdir.

Son olarak, Şek.il 6'da ABD dahil altı belli başı kapitalist
ülkede kar oranlarına ilişkin bilgi verilmektedir. Burada da ay­
nı temel kalıbı buluyoruz. Kuşkusuz düzeyler ve zamanl ama
farklılaşıyor. Ama rekabette, bir sermayenin veya sermayeler
grubunun gelişmesi sadece ortalamanın seyrin� değil, bu orta­
lamaya oranla kendi özgül konumuna da bağlıdır. Hatta, bu
çok farklı ülkelerin yine de bu derece benzer kalıplara uyması
durumu daha da çarpıcı kılmaktadır.

'o
H
)O
:ıs

J5


'

llH IHO 1111 1170 ini 1110

$EKİL : r.. BAZI OECD UU<ELERI NDE ı<.lR ORANLAR!

Bu yazıdaki temel usyürütmeyi destekleyecek birçok başka


yardımcı olguya işaret edilebilir. Şu andaki dalgası bir iflas
salgın düzeyindedir ve gittikçe hızlanmak.tadır. Örneğin 1982'
nin ilk çeyreğinde, işgününü.n her saati başına 38 iflas düşü­
yordu. tnas eden şirketlerin
toplam içindeki yüzdesi Büyük
Depresyon'un en kötü yılı olan 1933'ün oranına yaklaşıyor. Bu
durum en fazla işçilere dokunuyor: şirket iflaslarının % BO'inda
bütün işçiler işsiz kalmakta. İflaslar çoğaldıkça sıra bankalara
geliyor. 1982 Mayıs'ında Drysdale Securities'in iflası Chase Man­
hattan Bankası'nı 285 milyon dolar zarara sokmuştu. Aradan

97
ancak iki ay geçmişti ki, büyük bankalardan Penn Square öde­
yemezlik durum.una düştü; ABD'nin altıncı büyük bankası olan
Continental Illinois National Banka ise geri ödenmesi kuşkulu
1 milyar 100 milyon dolarlık plasmanıyla ağır bir tehlike kar­
şısında kalıyordu. Avrupa'da da aynı derecede karanlık bir
tablo ile karşılaşıyoruz . Şirke t iflaslan İkinci Dünya Savaşı'n­
dan bu yana en yüksek düzeye vanyor, ·binlerce şirket ya if­
las etmiş ya da ağır mali darboğazlarla karşılaşmış durumda·
INew York Times, 15 Eylül 1982) . 1980-81 yıllarında, sadece
oniki ay boyunca iflaslar İngiltere'de % 26, Fransa'da % 20,
B. Almanyfi.'da % 27, Hollanda'da % 42 oranında artmış. Chris­
Uan Selence Monitor gazetesinin ifadesiyle ·Batı Avrupa bir
iflas salgını yaşıyor• c ı2 Ağustos 1982) . Hepsinden önemlisi,
uluslararası bankacılık sisteminde, ·düzinelerce borca batmış
ülke, Uluslararası Para Fonu, Federal Rezerv Sistemi* ve yüz­
lerce banka birlikte 1930'lu yıllardan bu yana en derin ve yay­
gın mali bunalımla karşı karşıyalar• INew York Magazine, 25
Ekim 1982) . _.Meksika, Arjantin, Brezilya örneklerinde olduğu
gibi, koskoca ülkeler iflasın eşiğindeler. Bunlardan birinin ve­
ya birkaçının ödemelerini durdurması dünya banka sistemini
bir çöküşe yuvarlayabilir. ABD'nin yalmz en büyük dokuz
bankasının azgelişniiş ülkelerde bağlanmış 78 milyar dolan
var. Bıı ülkelerin birçoğuda aldıklan borçların bırakalım ana­
parasını, faizini bile ödeyemeyecek durumdalar!

DEVLET POLİTİKALARI VE GÜNÜMÜZ BUNALIMI


Geleneksel iktisat teorisi, devletin kapitalist ekonomi üze­
rinde nesnel bir denetim güc.ü olduğunu söyler. Bu denetimin
aracı da Keynesçi maliye v� para politikalannın uygulanma­
sıdır. so'li ve 60'lı yıllarda, savaş sonrası uzun genişleme döne­
minin başarısı, · iktisatçılan ı.ı çoğunluğunca büyük ölçüde dev­
lete ve Keynesçi politikalara atfed.ilmişti. Ama bu genişleme
dönemi, yavaş yavaş, yükselen fiyatlarla elele giden bir dur­
gunluğa, yani uzun bir stagflasyon dönemine dönüşünce, gi­
derek artan sayıda iktisatçı bu sefer de suçu devlete yüklemeye
başlayacaktı . Devlet ilke olarak genişlemeyi sürdürme ve da­
ralmala.rı engelleme kapasitesine sahip değil miydi? Öyleyse,
sistemin depresyona yuvarlanmasının kabahatini devlette bul­
mak tümüyle doğaldı . Böylece, nerede çokluk, orada emniyet,

(*J ABD'de Merkez Bankü6ı işlevini gören sistem <ç.n. >

98
iktisatçılar dünyanın dört bir yanında. çeşitli konferanslarda
giderek büyüyen sürüler halinde bira.raya gelerek, hangi ilcti­
sat politikalarının uygulanması gerektiği üzerinde kafa patlat­
maya başladılar. Onlar uğraşadursun, durum gittikçe kötüle­
şiyordu.
Ne var ki, bu gösterişli uğraşların dayandığı temel tam bir
efsaneydi. Devlet ve Keynesçi iktisat politikaları ve savaş son­
rasında dünya çapında yaşanan uzun genişleme döneminin, ne
de ona eşlik eden yüksek karlılık ve yüksek istihdam düzeyleri­
nin ana nedeniydi. Ne de günümüz bunp.lımının ana nedeniydi
devlet. Aksine, gerek genişlemeye, gerekse bunalıma hükme­
den, karlılığın iniş - çıkışlarıydı. Bu iniş - çıkışların temel örün­
tüsü ise sisteme içkindi. SO'li ve 60'lı yıllarda olduğu gibi, kar­
lılığın henüz yüksek olduğu ve toplam kar milctannın hızla bü­
yüdüğü aşamada, devlet bu dalganın üzerinde yükseliyordu:
yaptığı, temel olarak, dalgalanmaları yumuşatmak ve yoksul­
\uk ile C ABD standartlarına göre > görece düşük olan işsizliğin
yarattığı toplumsal gerilimleri azaltmaktı. Devletin ekonomi
üzerindeki gerçek kontrolünün nesnel sınırlan bu dönemde an­
\amlı bir sınavdan geçemezdi çünkü ekonominin temel dokusu
sağlamdı ve hiçbir gerçek değişim çabasına girişilmemişti. Ama
'JO'lı yılların sonundan itibaren. bunalım büyüdükçe, işsizlik
hızla yükseldikçe, gerçek ücretler ve karlar birlikte gerilemeve
yöneldikçe, devletin iktisadi mücadelesinin gerçek sınırlan
pratik içinde gittikçe daha açık biçimde ortaya çıktı: diinyanın
ııer yöresinde, kapitalist devletler gidişatı tersine çevirmek p.çı­
sından tartışılmaz bir yetersizlik içinde kaldılar. İşleri düzelt­
.ne vaadiyle iktidara gelen hükümetler, bu vaadlerini tutama­
ıınca çekilip gitmek zorunda kalıyorlardı. Ortodoks iktisatçı­
lar her saat başı yeni açıklamalar ve yeni tedavi yöntemleri
icad ediyordu, ama bu yenilikler de aynı hızla çöp sepetini boy­
luyordu. Hiçbiri, kabahatin sistemin kendisinde olduğu gerçe­
ğiyle yüzleşmeye cesaret edemiyordu.
Bir kez Keynesçı politikaların mutlak gücü efsanesinden
vazgeçildiğinde devlet müdahalesinin gertek tarihini yeni bir
ışık altında görmek olanaklı olur. 50'li ve 60'lı yıllarda devlet
genişleme dalgasıyla birlikte yükseliyordu: temel olarak eko­
nomi teknesini dengede tutmaya çalışıyordu. Ama sistemde
çatlaklar belirmeye başlayınca ve artan · işsizlik, gerileyen kar­
lılık sorunları ağırlaşınca, devlet, istihdamı sürdürmek ve kre ·

di sistemini desteklemek ıımacıyla ekonomiye kaynak pompala­


mak yönünde daha fazla müdahaleye zorlanacaktı.

99
Burada şöyle bir sorun doğuyordu: �evlet bu yeni rolü ye­
rine getirmek için genişledikçe, toplumsal artık ürünün < mark
sist terimlerle artı - değerin) gittikçe daha büyük bir bölümü ­
nü yutmaya başlıyordu. Bu da artı - değerin gittikçe daha kü­
çük bir bölümünün yatırımlarda < ve dolayısıyla büyümede)
kullanılabilir olmasına yol açıyordu. Sistem , kaynak pompalan­
ması yoluyla. k uşkusuz bugün için ayakta durabiliyordu,
ama
bunun bedeli büyümeden ve dolayısıyla da gelecekte üretim­
den ve istihdamdan vazgeçmekti.
Bütün bunlann düşen bir kar oranı ve buna bağlı olarak
gerilemekte olan bir büyüme hızı bağlamında olup bittiğini ha­
tırlayalım. Zaten artan devlet . müdahalesini gerekli kılan da
buydu. Olan şuydu: gerileyen bir büyüme hızı devleti sisteme
kaynak pompalamaya itiyor, bu kısa dönemde işe yıınyor, ama
büyüme hızındaki düşüşü daha da kötüleştirdiği için geleceğin
sorularını daha da ağırlaştınyor, böylece daha da çok devlet
müdahalesini gerekli hale getiriyordu. Ve bu böyle sürüp gidi­
yordu. Sistemin potansiyel genişleme <büyüme> hızı düştükçe,
artan kaynak pompalama giderek büyüyen ölçüde enflasyona
ve azalan ölçüde gerçek genişlemeye dönüşüyordu. Gün, stagf­
lasyonun günüydü.

Bu söylenenler hiçbir şek.ilde, devlet müdahalesi olmasaydı


işlerin dalıp. iyi gideceği anlamına alınmamalı . Aksine, krediye
arka çık.arak, iflasları engelleyerek, sosyal güvenlik ve işsiz­
lik ödemelerini arttırarak devlet şu ana kadar sistemin çökü­
şünü geciktirmeyi başarmıştır. Bunalımın ortaya çıkışını engel­
leyememiş olsa bile, hiç olmazsa beliriş biçimini dönüştürmeyi
becermiştir: tam bir .felaket olacak olan 30'lu yıllar türü bir
çöküşten modern stagflasyon türü bir yavaş ölüme. Bütün bu
devlet müdahalesine rağmen, çöküş yine de mümkündür. Ama
eğer muhafazakar ögeler toplumsal ve mali •emniyet ağlan•
nı paramparça etme amaçlarına ulaşırlarsa, bu tür bir sarsıcı
çöküş garan tilenmiş olacaktır. Muhafazakar ideologlar· �·
olarak Keynesçi politikalann stagflasyonla sonuçlanacağını
söylemektedirler. Ama sorunun kaynağının kar güdüsünde
yattığını itiraf edemedikleri için, bir kez devlet müdahalesi bo­
yunun ölçüsünü alırsa sistemin yeniden bir altın çağa sıçrayı­
vereceği türünden bir fantazinin çığırtkanlığını yapar durur­
lar. Önerdikleri ilaç, felakete kısa yoldan varmak için birebir­
dir.

100
ÖZET VE SONUÇ

1873 Büyük Depresyonu Cbu adı alan ilk ·Büyük Depres­


yon> yirmi yıl sürmüştü. Bu dönem . büyük toplumsal çalkantı­
larJı, ve kapitalist sistemin büyük çaplı yeniden - yapılanması­
na sahne oluyordu. Geniş çaplı bir sermaye yoğunlaşması ve
merkezileşmesi sürecinin damgasını taşıyan dönem, yeryüzü­
nün paylaşıldığı emperyalizm çağıyla doruğuna ulaştı.

1929 Büyük Depresyonu on-oniki yıl sürdü. O da köklü


sosyal çalkantılara. ve değişime sahne olacak ve bu kez taş tq
üstünde bırakmayan , kanlı bir dünya savaşıyla sonuçla.nacaktı.

Her iki d urumda. da, kar güdüsü yeryüzünün büyük bölü­


m ünün daha sonraki tarihin i belirleyen egemen güç olarak ka­
lıyordu. Yine aynı kargüdüsüdür ki, savaş sonrası dönemin- di­
namiğinde egemenliğini sürdürerek bugün bizi bir başka kor­
kunç çöküşün eşiğine getirmiştir. Kapitalizmin içinde bulun­
duğumuz evresine damgasını vuran devlet müdahaleleri­
ne, sınıf mücadelelerine, kurumsal düzenlemelere, her tür
somut tarihsel etkene rağmen, düŞen kar oranının do­
ğurduğu güçlü temel moment bu etkenleri kanalize et­
miş ve sınırlamış, sonunda da birikimin içsel dinamiğine ta­
b i kılmıştır. Üstelik bu dinamik günümüz bunalımını ortaya
çıkartan güçlerden de ibaret değildir; bunun yanısıra. sistemin
sonunda yeniden toparlanmasının içkin mekanizmaları rolünü
gören bir dizi yıkıcı gücü de kapsar: iflaslar, çöküşler, harca­
ma kısıntıları, işten çıkarmalar, kitlesel işsizlik. Kısacası, ser­
m ayenin tahribi, emeğin tahribi.

Bu açıdan bakıldığında, devlet m üdahalesinin bilançosu


olumludur çünkü banka ve kredi sistemine destek olarak, is­
tihdamı korumak için ekonomiye kaynak pompalayarak, sosyal
refah harcamalarını bir ölçüde sürdürmeye çabalayarak 1929
türünden bir çöküşü geciktirmeyi bugüne dek başarmıştır.
Bunların sürdürülmesi için mücadeleye devam etmeliyiz. Buna
karşılık, bütün bu çabalara rağmen, her kapitalist ülkenin bu­
nalıma battığını ve durumun her �çen gün kötüleştiğini de
unutmamalıyız . Bu nalım a yol açan devlet olmadığı gibi, aynı
devletin bunalımı birdenbire ortadan kaldırabileceğini de bek­
lememek gerekir. Bir çöküşü önlemek amacıyla müdahalesini
arttırırken devlet, sonuçta, bunalımın zaman içinde yayılmasına,
biçim deği � tirerek 30'lu yılların çöküş ve deflasyonundan dur-

101
gunluk ve enflasyona <stagflasyona> dönüşmesine yol açmış­
tır.

Bunalımın zaman içinde yayılmış olması iyi bir şeydir. Bu­


nalım sadece büyük sıkıntılann yaşandığı bir dönem değildir;
aynı zamanda, yepyeni olanaklar doğurur. Kapitalist sistem
bunalımdan şu veya bu biçimde değişmiş olarak çıkacaktır.
Öyleyse bugünkü tutumumuz sadece kısa döneml i gelişmeleri
değil sistemin uzun dönemli yapısını da etkileyecektir. Ama,
yerel bir çerçevede alınacak bireysel tavırlarla ılımlı başanla­
nn bile elde edilebileceğini, ya da bir uygulatabilsek bizi bu­
nalımdan çıkartabilecek akıllı bir politikalar bileşiminin varol­
duğunu düşünmek türünden tehlikeli yanılsamalardan kaçın­
malıyız. Depresyonlardan çıkış için kestirme yol yoktur.

Günümüzde tekelci sermayenin stratejisinin, bunalımın


yükünü .çalışanlann sırtına yıkmak ve böylelikle sistemi, kar­
lılığı büyük ölçüde arttırmaya yönelik biçimde yeniden - yapı ­
landırmaya çalışmak olduğu açıktır. Bunun için de bizleri, so­
runun ücretlerin çok hızlı yükselmesinden ya da işçilerin ye­
teri kadar çalışmayarak üretkenlik artışını yavaşlatmasmdan
ya da sosyal hizmetler için yapılan harcamaların aşırılığından
kaynaklandığına inandırmaya, çalışacaklardır. Bütün bunlar
bizlere, ödünlerin ve kısıntıların gerekliliğini hatta erdemlili­
ğini kabul ettirmek içindir .Tabii bu arada çahşanlann yaşam
standardına karşı girişilen yoğun saldırılar yükselmeye devam
edecektir. Bunalım derinleştikçe, işçi sınıfını bölme, işsizleri işi
olanlarla, erkekleri kadınlarla, sendikalan çevreci ve anti - nük­
leer güçlerle karşı karşıya getirme çabaları da artacaktır. Ve
geri planda, savaş olasılığı her zaman nefesin i hissettirecektir.

Eğer bu taktiklerin bir bölümü veya tamamı başarıya ula·


şırsa, eğer bunun sonucunda ortaya çıkacak olan yıkım ve im­
ha varlığını sürdürebilen kapitalistlerin karlılığını yeniden yük­
seltecek kadar büyük olursa, o zaman gerçekten dünya çapın·
da bir toparlanma meydana gelebilir. O zaman sermaye, bir
kez daha, dünyayı yağmalamak, emeğin sömürüsünü yeni do­
ruklara çıkarmak ve bütün bir büyüme ve çöküş dinamiğini
ye�iden başlatmıak için ellerini serbes t bulacaktır.

Ama buna boyun eğmemiz gerekmiyor. Bir kez sorunun


kAr güdüsünün doğasindan, bizatihi sermayenin kendisinden
k4ynaklandığını kavrayabilirsek, Keynesci politika reçetelerinin,
bizi bir biçimde bunalımın yıkımından koruyacak olan herşeye

102
kadir bir devlet efsanesine yaslanmanın, bireysel ve yerel olarak
verilecek, savunmaya yönelik mücadele anlayışının ötesine
geçebiliriz. Bu, geçen Büyük Depresyonda çalışanlar arasında
kurulmuş olan geniş ilişkiler ağının yeniden örülebilmesl için
çaba göstermek demektir. İşlerimizi savunmak, kadınlar ve
beyaz - olmayanlar için sivil haklan ka.zanmak, çevreyi koru­
mak ve emperyalizme direnmek amacıyla verilen farklı mü­
cadelelerimizi biraraya getirmeye çalışmak demektir. Herşeyin
ötesinde, kArın gereklerine göre değil, insanların gereksinimle­
rine göre düzenlenmiş bir toplumsal sistemi olanaklı kılmak
için çaba gösterinek demektir. Bu tür bir bunalım nesnel an­
lamda devrimci bir durumdur. Ya sosyalizmi olanaklı kılanz
ya da tekelci sermayenin çözümünü kabullenmek zorunda ka­
lırız. Yaşadığımız onların bunalımıdır, ama çözüm bizim çö­
çümümüz olabilir.*

(*) Yazının burada yer veremedittmlz EK - A bt'llQmOnQ elde etmek lıte­


:venler, yazann adresine batvurablllrler: 945 Wnt End Avenue, Apt. 12 B
New York, NY 10025.

103
Ka pital ist Düzenleme,
Birikim Rejimi ve Kriz ( 1 ) :
Gelişmiş Kapitalizm

TOiay ABIN

ı - Sunut

Kapitalist ekonomiler dönem dönem kı\r hadlerinin düşme­


siyle istikrarlı sermaye birikimi olanaklarını yitirirler. Ortaya
çıkan kriz bir yandan sistemin kendini sürdürmesini, yeniden
üretimin i tehdit eder, öte yandan da sistemde yapısal değişik­
liklere yol açarak sermaye bi rikiminin canlanmasının koşulJa­
nnı yeniden yaratabilir.

Kapitalist üretim tarzı aşamalardan geçerek sürer. Aslında


aşamalar, krizlerin oluşumu ve bu krizlerin bir biçimde çözül­
mesi ya da aşılması şeklinde oluşur. Kapitalist gelişmede iç çe­
lişkiler keski n leştikçe, gelişme sürekli ve düzgün değil, ·kopuş•
ve •niteliksel değişme• şekli nde olu r. Kapitalizmin kendi özsel
çelişkileri <üretimin toplumsallaşması ile ürünün mülk edinil­
mesi arasındaki çelişkiler) belli bir aşamanın getirdiği sistem
olgunlaştıkça derinleşir ve krize dönüşür. Bu kriz içinde toplum­
sal ilişkilerin biçimi, toplumun işleyiş süreçleri ve kurumsal ya­
pılan önemli değişikliğe uğrar. Sermayenin kendini yeniden
üretmesi aynı toplumsal koşullar altında gerçekleşmez. Üretim
güçleri değişirken , toplumsal ilişkiler, • yapılar ve kurumlar da
yeniden biçimlenir. Bu yeniden biçimlenme sermaye birikimi­
nin çelişkilerinin etkisi altında olur ve bu çelişkileri geçici bir
süre için olsa bile hafifletmeye yardım eder. Yeniden biçimlen­
me süreci hiçbir zaman saf iktisat mantığına dayanmaz: ikti­
sadi ilişkiler siyasal ve ideoloj i k ilişkilerle desteklenir ve devle­
tin belirleyici rolünü içerir. Üretim tarzı bu yeniden biçimlen­
me altında kendisini yeniden üretir. Fakat yeniden üretim hiç-

104
bir zaman kendi kendine işleyen otomatik bir süreç değildir..
Varolan çelişkileri geçici olsa da aşmanın zorlu bir biçimi olan
krizler, yeniden üretimin otomatik olmadığının, nitel değişme­
ler içerdiğinin en açık kanıtlarıdır. Bu durumda, ·kopuş. ve
•yeniden yapılanma • kapitalist üretim tarzın ın gelişmesinin
esas biçimi olarak ortaya çıkar.

Kriz ancak kopuş ve köklü ve genel bir yeniden yapılan­


mayla aşılabilir. Yeniden yapılanma üretim tarzının kendini
ayakta tutabilmesini sağlamak, yani sermaye birikiminin ge­
n işleyerek sürmesinin önündeki engelleri aşmaya katkıda bulu­
nacak biçimde toplumsal ilişkilerde, süreçlerde, yaptlarda ve
kurumlarda dönüşüm olarak tanımlanabilir. Yeniden yapılan­
ma, kapitalist ilişki lerdeki çelişkileri hafifleten karşı güçlerin
zayıfladığı krizlerde, bu karşı eğilimleri güçlendirme sonucunu
doğurur.

Her ne kadar krizler bu karşı eğilimlerin göçlenmesinin en


etkili işleyiş biçimi ise de, yeniden yapılanma ve krizi aşma ko­
şullarının yeniden yaratılması uzun ve ıstıraplı bir süreçtir.
Krizde serme.ye birikimi eski yönlerinde ve eski ilişkileri altın­
da süremez , fak at ot.omat.ik vo hızlı biçimde yeniden yapılana­
maz da. Bu da uzun bi r durgu nluk ve belirsizlik döneminin ya­
şanmasına neden ol u r. Dön üşümlerin alacağı biçimi toplumsal
mücadeleler büyük ölçüde belirler. Dönüşümlerin alacağı biçim
sermaye ile emek arasındaki ve farklı sermaye kesimlerinin
kendi aralarındaki ilişkileri kapsar. Toplumsal mücadele top­
lumsal ilişkilerin biçiminin yeniden örgütlenmesine yöneliktir.
Böyle bir mücadele sürecin in uzun ve ıstıraplı, iniŞi i çıkışlı ola­
cağı ve yeni çelişkileri içinde taşıyacağı açıktır.

Kapitalist dünya ekonomis i 1 960'ların ortalarında başlayan,


her seferinde eşzamanh ve aynı yoğunlukta olmasa bile bütün
toplumları saran ve günü müze kadar süren bir kriz yaşıyor. Bu,
yirminci yüzyılda kapitalizmin yaşadığı büyük krizlerden ikin­
cisi. Krizin ilk belirtileri 1960'ların ikinci yansında ortaya çık­
tı. 1 974 - 1 975 duraklaması İkinci Dünya Savaşı öncesi dönem­
den beri dünyanın yaşadığı on derin ve yaygın bunalımdı. Son­
ra dünya 1 980'de daha öncekinden daha ciddi bir daralmaya
girdi, buna 1982'de büyük bir ul uslararası mali kriz eklendi.
Kriz boyunca 1 975 ertesinde ve 1982 sonrasında görülen canlan­
malar zayıf ve eşitsiz oldu. 1 985 ve 1 986 için yapılan tahminler
genellikle büyüme hızlarının yavaşlayacağı yönünde. Görece

105
uzun sayılabilecek bu kriz döneminde kuşkusuz yeniden yapı­
lanma süreçleri işliyor, fakat bunun kı:\rlan yükselterek hızlı
sermaye birikiminin yolunu açmaya yetecek ölçekte olduğunu
söyle'mek mümkün değil.
Krizin uluslararası n iteliğinden dolayı yeniden yapılanma
da dünya çapında sürüyor ve uluslararası işbölümünde köklü
dönüşümleri beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Bugünün
dünya ekonomisi ulusal devletlerin sınırlannı eski dönemlere
göre daha derinlemesine aşacak biçimde bütü nleşmiş durumda.
Ulusal iktisadi rejimler dünya kapitalist ekonomisinin düzenine,
yeni işbölümü biçimlerine göre şekilleniyor. Dünya çapında iş­
bölümünün etkisi sadece dolaşım alanıyla sınırlı kalmıyor, top­
lu msal ilişkilerin her düzeyini, dolayısıyla toplumsal işleyişleri
ve kurumları doğrudan doğruya etkiliyor.

Bu yazıda kapitalist gel işmen i n tarihsel olarak ve. günü­


'
müzde aldığı somut biçimler, kapitalist düzenleme kuramı ve
bu kuramın çerçevesinde yer alan bi rik im rejimi ve düzenleme
l regillasyon) biçimi kavramları aracılığıyla incelenecek. Aslın­
da incelemenin amacı nihai olarak bugünkü toplumsal krizi
özellikle Türkiye bağlamında anlayabilmek, uygulanan iktisa­
di, siyasal, toplumsal pol itikaları yorum layabil mek, krizin geti­
rebileceği yeniden ynpılnn mnnın --- birikim rejimi nde ve düzen­
leme biçimindeki değişmelerin - yönlerini kestirebilmek. Fa­
kat bu nu yapabilmenin önkoşulu dünya ekonom isine ·haki m•
olan birikim reji minin ve düzenleme biçiminin doğasını ve kri
zini anlamak. ·Azgel işmiş kapital izm · gelişmiş kapitalizme ula­
şamayan ama ondan derinden etkilenen farklı toplumsal for­
masyonlardan oluşuyor . Dünya krizi hem gelişmiş, hem de az­
gelişmiş kapitalizmi dönüştürüyor. Ama bu dönüştürmenin
yönleri toplumsal formasyonların uluslararası kapitalist ilişkile·
re eklemlenme biçimlerine ve kendi iç toplumsal ilişkilerine
bağlı. Bu nedenle, yazı iki bölümden oluşuyor. Once, bu ki tapta
yer alan birinci bölümde, kapital ist dünyaya hakim olan geliş­
miş kapitalizmin doğası inceleniyor. Yazının daha sonra yayın ­
lanacak ikinci bölümünde ise azgelişmiş kapitalizm ve Türkiye
ele alınacak. Her iki bölümde de fe,rklı biriki m rejimleri ve dü­
zenleme biçimleri, kapita list istikrar, yeniden üretim, kriz ve
yen iden yapılanma açısından yoru mlanacak. Bu çözümlemeler
ışığında Türkiye'deki kriz ve yeniden yapılanmanın muhtemel
yönleri, çelişkileri ve çıkmazları üı:erintle durulacak.

Bu incelemenin dayandığı kapitalist düzenleme kuramı

106
zengin ve kapsayıcı bir çerçeveye sahip; kuramsal ve tarihsel
çözümlemeleri dünya krizi n i n ve özgül kategorilerinin anlaşıl­
masına açıklık getirici n i telikte. Biz bu yazıda kuramın genel
çerçevesinin için i kendi yorumlarımıza dayanarak doldurmaya
çalışacağız, zaman zaman da kuramın çözümlemelerini değer·
lendireceğiz.

Kapitalist ü re tim tarzının hakim' olduğu, gelişme düzeyleri


farklı toplumsal formasyonlarda kriz ve yeniden üretim sorun­
lannı incelemeye başlamadan önce kapitalist düzenleme kura­
mının genel bazı çizgilerin i belirtmekte yarar olabilir.

2 - Kapitalist Düzenleme Kuramının Genel Çerçevesi

Kapitalist düzenleme kuramı esas olarak kapitalist üretim


tarzının belirleyici yapısının ken d i n i yeniden üretebilmesinin ve
istikrarı n ı n , dönü şümlerin i n tahlilini içerir. Kapitalist krizler
çözürn lemen i n odak noktalarından birini oluşturmakla bera­
ber, kapitalist düzen leme kuramı esas olarak kapital izmin ge­
lişmesini bir bütün olarak ele alır.

Düzenleme kuram ı n ı n çözümlemelerini farklı soyutlama


düzeyleri nde ele almak kuramı kavrayabilmek açısından yarar­
lı olacaktır (yazarlar her zuman pu ayı rı ma riayet etmeseler
bile > .

Düzenleme kuramının çözü mlemeleri üç soyutlama düze­


yinde yer alır ve başka bir çok kuramsal yaklaşımdan farlclı
olarak, bu kuramda bunlar kapsamlı bir çerçeve içinde bütün­
leştirilmeye çalışılır.

Birinci soyutlama d üzeyinde çözümleme kapitalist üretim


tarzı ve kapitalist üreti min genel yasalan açısından yQrQt(UQr.
Kuramın yen iden üreti me bakış açısında iktisadi, siyasal ve ku­
rumsal düzeyler birb i riyle iç içedir, dolayısıyla yeniden üretim
perspektifi bütün t.oplu msal il işkileri kapsar. Bu bütünsel pe!'S­
pektifin yeniden ü reti m i açıklama gücünün tekil ya da kısmi
belirlenmelere dayanan yaklaşım lardan daha üstün olduğu vur­
gulanmalıdır. Yen iden ü retim sadece üretim sürecini değil, bir
üretim tarzın ı sürdürmek için gerekli üretim dışındaki alanları
da kapsar.

Farklı kuramsal yaklaşımlarda toplumsal yeniden üretimin


gerçekleşmesi için üreti m alanı dışındaki alan ve süreçlerin han­
gilerinin önemli - beli rleyici - olduğu konusu her zaman zor-

107
lu tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalarda taraflar altyapı
süreçleriyle üstyapı süreçlerine tanıdıkları öneme göre ayrılır­
lar. Bir gruba göre temel altyapı süreçlerinin yeniden üretimi
esastır.1 İkinci guruba göre iktisadi, siyasi ve ideoloji k düzeyler
ya da . pratikler bir bütün olarak beraberce yeniden üretilirler.
fakat iktisadi düzey son kertede belirleyicidir.2 Üçüncü . grup
ise üretim ilişkilerine ayrıcalıkl ı bir yer tanımayı ve farklı alal\­
lann önemlerine göre kademelendirilmesini redde<! er: dolayı­
sıyla toplu msal yeniden üretimi daha geniş bir alanda kavram­
sallaştınr.1 Düzenlenleme kuramının yaklaşımı ise belki i kinci
gurubunkine yakındır; belirleyicilik bak ımından üretim ilişki ­
lerine öncelik tanırken, toplu'msal yeniden üretimi en geniş kap­
samıyla ele aldığı <en azından bun u amaçladığı) söylenebilir.4
Buna karşılık düzenleme kuramının ayıncı bir özelliği vardır,
bu da yeniden üretimde insanların ve emekgücünün yeniden
üretimine merkezi bir ağırlık ve önem vermesidir. K urama gö­
re üretim ve dolaşım ilişkilerinin birliği çok önemlidir ve bu
birlik ve alanlar arasında bütünleşme emekgücünün yeniden
üretimi aracılığıyla sağlanır. Bu birliği ifade etmek ve vurgula­
mak için de, sermaye - emek ilişkisini anlatmak üzere, alışılmış
sermaye i lişkisi kavramı yerine •ücret ilişkisi_• kavramı kulla­
nılır.
Üretim alan ı ile dolaşım alanı arasındaki ilişki ve bu iki
alanın birliğe, en yüksek soyutlama düzeyi açısından bakıldı­
ğında, kriz kuramının da en kapsa mlı düzeyde ele alınabilmesi­
ni sağlar. Bu ekolün kriz kuramı aşın birikim kavramı üzerine
oturmuştur ve özünde kar haddinin d ilşme eğilimi kuramına
dayanır. Fakat çözümlemeler sadece üretim alanındaki gelirle­
n imlerle sınırlandırıl maz, krizi •yetersiz talep· 11 ve ·kAr sıkış­
ması· ' ile açıklamaya çalışan kuramlar beraberce yorumlana-

( 1 1 örneğin G. A. Cohen, Karı Manc's Theory of History. A Defence, Cla.­


rendon Prees , Odord 1978 ve M. Cornforth, Dtalectical Materiallsm, c. 2:
Hutorical Materialism, gözden geçlrtlmlş 2. baskı, Lawrence And
Wtehart, Londra 1962.
(21 L. Althusser and E. Ballbar, Reading Capital, New Lefl Books, Londra
1970.
131 B. Hindess and P. Q. Hlrst, Mode of Production and Social Formation.
An Autocritique, MacMlllı\.n. Londrn 1977.
1 4 1 M. Aglletta. A Theory of Capitalist Regulation: the US. E:ıcperien--:e,
New Left Books, Londra 1979.
ısı P. Baran and P. Sweezy, Monopoly CapitaUsm, Monthly Revlew Pre<ıs,
New York 11166.
1 6 1 A. Glyn and B. Sutctırfe, British Capitalism, Workerı and the ProfU

108
rak kAr haddinin düşme eğilimi kuramı etrafında bütünleştiril­
meye çalışılır. 1

Kapitalist düzenleme kuramının krizlere bakış açısı ile dev


Jeti yorumlama biçimi iç içe geçmiştir. Devlet fonksiyonel ya da
araçsal bir role sahip olmak yerine bütün toplumsal ilişkilerin
bir parçası olarak görülür. Bu nedenle, devleti, aşın artık değe­
rin emilmesi işlevini yüklenen bir kurum gibi gören •yetersiz
talep• kuramlarından, ya da devletin ücret - kAr arasındaki bö­
lüşüm mücadelelerini düzenleyen bir işleve sahip olduğunu dü­
şünen •kAr sıkışması· kuramlarından, veya devletin tekeller
arasındaki ilişkileri düzenlediğini düşünen bazı •tekelci devlet
kapitalizmi• görüşlerinde olduğundan farklı biçimde yorumlar.
Dolayısıyla, devletin rolü ve bu rolün sının kapitalizmin temel
çelişkilerinden bağımsız olarak düşünülemez.

Kısacası düzenleme kuramı· kriz konusunda da, devletin ro­


l ü konusunda da tek nedenli veya kısmi belirlenimlerden hare­
ket etmekten kaçınır. Kapitalist dönüşümleri tanımlamak üzere
kullanılabilecek kuramsal kategoriler de kriz ve yeniden yapı­
·
lanma kuramların a bağlı olarak geliştirilir. Kuramın en özgün
yanlarından biri bir kriz mekanizması olarak enflasyonla ilgili
çözü mlemolerid lr. nu nokta nşağ ıdn ole alınacaktır.

Düzenleme kuramı daha alt bir soyutlama dilzeylnde kapi­


talist gelişme aşamalan kuramını formüle eder. Bu düzeyde,
kapitalısl üretim tarzının tarihsel olaral' aldığı biçimler ve ge­
lişme yasalarının dünya çapında işleyişi ·birikim reJlmJ• ve ·dO­
.ıenleme biçimi· kavramları aracılığıyla incelenir. Buna göre,
kapitalist üretim tarzının en soyut düzeyde tanımlanan temt:l
kategorilerinin ifade ettiği llişkiler zaman içinde farklı biçimler
alırlar. Yeniden biçimlenmey i bel irleyen değişim kapitalist kri z ­
lerdir.

Kuram QçOncO bir soyutlama dOzeytnde toplull188l formu­


yonlan inceler. Gerek özgül toplumsal formasyonlarda ekono-

Squeeze, Pengu ln Books. Harmondsworth 1972. Düzenleme kuramının


krtz yaklaşımı . rmrAr göi·e nşırı sermaye blrtklmlnJn kir sıkışmasına
yol açtığını snnınnn k u r n m lardnn da farklıdır. Bu son görü• için bak.
A. Glyn and. J. l la rr l!'ion, The British Economtc Diacuter, Ploto Press,
Londra 1980.
( 7 1 Düzenleme ku ram.ı nın kriz açıklaması özelllkle enfiasyona yaklaşımı
bakımından Mattlck'lnklne benzer. Bak. P. Matllck, Marx and Keynes,
Porter Sargent, Boston 1989.

109
milerin gelişmesini, geniş dönemlerini, farklı toplumsal düzey­
lerin birbiriyle eklemlenmesini, gerekse dünya kapitalist siste­
minin parçalannın birbiriyle eklemlenmesini bu düzeyde tahlil
eder.

Aslında kapitalist düzenleme kuramında toplumsal for­


masyonlar ve ul usal boyut, belirlenme açısından birincil öneme
sahiptir. Kapitalist gelişmeyi ve kriz i en soyut düzeyde ele alan
•sermaye mantığı .. kuramlarından, ya da global bir uluslararası
düzen açısından ele alan yaklaşımdan farklı olarak, düzenleme
kuramı tarihsel ve karşılaştırmalı bir yaklaşımı ben imser. Bu
yaklaşıma göre, kapitalist dünya ekonomisi birbiriyle iç içelik
içinde olan ulusal toplumsal formasyonlann meydan a getirdiği
hlyerarşik bir sistem olarak görülmelidir. Bu hiyerarşik sistem
içinde, ulusal toplumsal formasyonlar birbirlerini eşitsiz biçim­
de etkilerler. Bir ulusal formasyon diğerleri üzerinde bir hege­
monya k u rar ve buna tekabül eden para, kredi, sermaye akım­
lan sistemini egemen kılar. Ulusal formasyonlar aslında uzun
dönemde bile kendi farkl ılıklarını korurlar, fakat hegemonik
etkiden farklı derecelerde etkilenirler. İ şte bu neden le hiyerar­
şik dünya kapitalist sistemi sürekl i dengesizlik içindedir. Siste­
min bütünlüğünü ve birl iğ i n i sn�loyaıı, kapi tal izm in ve serma­
ye birikiminin uluslararasılaşması sürecin i düzenleyen güç, bu
hegemonya, hakimiyet kurma il işklsidJr. Kapitalist toplu msal
ilişkiler her ulusal formasyonun kendi iç dinamiğin e göre kuru­
lur ve uluslararası kapitalist il işki lere buna bağlı olarak ek­
lemlenir. Fakat kapitalist dünya sistemini n işleyişi, sistem için­
de bir hegemonya merkezi doğuru r. Çığır açan her kapitalist
dönüşüm, dünya sisteminin işleyişini bir bütün olarak düzenle­
yecek bir ·hakim (dominant> ekonomi· C ·hegemonya merkezi• ,
· hakimiyet merkezi• , ·büyüme kutbu · > ortaya çıkarır. Hakimi­
yet merkezi birikim rej imi ve düzenleme biçimi açısından tanım­
lanır. Hakimiyet merkezinde oluşan birikim reji m ve düzenleme
biçimi dünya sisteminin işleyişine hakim olur ve farkl ı zaman­
larda da olsa diğer ulusal topl u msal formasyonlara eşitsiz ola­
rak yayılır. Bu etkilerin alacağı biçimler ise esas olarak ulusal
düzeydeki il işkiler tarafından belirlenir. Dolayısıyla toplumı;al
formasyonun analiz i metodoloj ik olarak öncelik taşır. Dünya
kapitalist sistemi tarihsel özellikleri bakımından farklılaşmış
birikim rejimleri ve düzenleme biçimlerine sahip topl umsal for­
masyonların hiyerarşik birliğinden meydana gelir ve hakim bi­
rikim rejimi ve düzenleme biçiminin hegemonyası altında geli-

110
şir; sermaye birikimi, sermayenin ul uslararasılaşması, uluslar­
arası yatay ve dikey işbölümü buna göre biçimlenir.

Düzenleme kuramının kapitalist dünya sistemine bakışın­


da, toplumsal formasyonların ve bunlar arasından ortaya çıkan
hegemonya merkezi nin taşıdığı önem, kapitalist gelişme kurac
mının formüle edilmesi açısından belirleyicidir. Bu gelişme ku­
ramına göre, kapitalist evrimi anlayabilmenin en verimli yolu
tarihsel olarak ortaya çıkmış büyü me ve sermaye birikimi sis­
temlerini incelemektir; sadece genel •sermaye mantığı� ya da
global kapitalist gelişme sistemleri yaklaşımı bu evrimi anlamak
için yetersiz kah.r. Kapitalizmin gelişme aşamalann ı n iteleyen
hakim• birikim rej imleri ve buna tekabül eden kapitalist düzen­
leme biçimlerinin özellikleri, kendilerini yeniden üretme koşulla­
n, kendilerini yeniden üretememe krizleri tarihsel özgüllükleri
içinde ele alınır. Azgelişmiş kapitalist formasyonlar da hiyerarşlk
sistemin verili gelişme aşamasında hakim birikim rej i mleri ve dü­
zenleme biçimlerinin etkisi altında şekillenen, kapitalistleşme­
nin ve her düzeyde toplumsallaşmanın ritmine bağlı olarak ha­
kim birikim rej iminin ve düzenleme biçiminin özelliklerini kıs­
men taş�yan, azgelişmişliğin kendine özgü sorunlarına ek ola­
rak hakim birikim ve düzenlemeni n çelişkileriyle yüzyüze olan,
hiyerarşik sistemin birer parçnsı olarak ele al ınır.

Görüldüğü gibi kapitalist düzenleme kuramı toplumsal lliş­


kilert kuramsal olarak en kapsamlı düzeyde, kapitalizmi de bir
sistem olarak bütün kategorileriyle ele almaya çalışan, birbirle­
riyle çelişik gibi görünen farklı kuramsal tartışmalar bütünleş­
tirmeye uğraşan tarihsel ve karşılaştırmalı bütünsel bir çerçeve
çizmeyi amaçlar. Bu iddialı ç�rçeve bütün ögeleriyle aynı geliş­
mişlik düzeylerinde doldurulmuş değil henüz. Özellikle azgellş­
miş kapitalizm i ncelemes i şimdilik çok yetersiz. Ama bu kuram­
sal çerçeve, son derece soyut, hatta şekilci kalabilen yapısalcılık
ile, son derece somut, hatta ampirist tarihsel analiz arasında bo­
calamadan, biçim ve içeriği bütünleştirebilme potansiyeline sa­
hip.

Aşağıdaki tartışmada kuram, kendi yaklaşımına da uygun


olarak ,önce en soyut d üzeyde ele alın makta, daha. sonra hakim
rejimlert ve düzenleme biçimlerinin özellikleri ve krizleri ince­
lenmektedir. Yazının daha sonra yayımlanacak olan ikin­
ci bölümünde ise azgelişmiş kapitalist birikim rejiminde,
düzenleme biçimleri, krizler ve Türkiye ele alınacak.

111
3 - Blrlklm Relfml ve Düzenleme Biçimi Kavramlan8
Kapitalist düzenleme: Kapitalist düzenleme bir toplumun
belirleyici yapısının yeniden üretiminin hangi yollarla gerçek­
leştiği ile ilgili çözümlemeleri kapsar, kapitalist üretim tarzının
hangi koşullarda belli bir süreklilik ve istikrar içinde işleyece­
gini inceler. Kapitalist dilzenlcme kavramı kapitalist sistemin
bir bütün olarak işleme biçimini, veri toplumsal ilişkilere teka­
bül eden iktisadi süreçlerin, yapıların, kurumsal ,biçimlerin bü ­
tününü ifade eder. Kapitalist düzenleme kuramı yeni mekaniz­
malar, yapılar, kurumlar yaratılması yoluyla toplumsal yeni­
den üretimin sağlanmasının koşullarını inceler.

Toplumsal yeniden üretimin koşullan 7aman içinde değişir.


Kapitalist gelişme kopuşlar ve niteliksel değişmelerle sürer. Ka­
pitalist üretim tarzının temel ilişkilerini yeniden üreterek ayak­
ta kalabilmesi, yani toplumsal yeniden üretimi, dönem dönem
krizlerle karşı karşıya kalır. Krizler üretimde gerilemelerin ol
duğu, toplumsal kurumların zayıfladığı, toplumsal çelişkilerin
keskinleştiği ve bir bütün olarak toplumsal koşullarda köklü de­
ğişmelerin gerekli olduğu durumlardır.

Bu bağlamda, toplumsal düzenleme kuramı neoklaslk ikti­


sattaki denge kuramının lam zıddı bir kuramsal çerçeve olarak
geliştirilir. Neoklasik iktisat kuramında yeniden üretim otom11. ­
tik olarak gerçekleşir ve düzenleme genel dengenin bütün özel­
liklerini kapsar. Kapitalist düzenleme kuramı ise otomatik ye­
niden üretim kavramını reddeder. Bu reddetmenin temeli de
toplumsal ilişkileri bireysel tercihlerden bağımsız olarak var­
olan kapitalist toplumsal ilişkiler olarak tanımlamasıdır. Kuram
aynı nedenle Keynesçi kuramların neoklasik lktisatın piyasa

(8) Kapitalist düzenleme kuramının aynntıları için l nglllzcede şu kaynak­


lara bakılabilir: M. Aglletta. ·Phaaes of US Capltallst Expansıon•, New
Left Revtew, No. 1 10. July/ August ı978; M. Aglletta, A Theory of Ca­
pltaUst Regulatlon: the US Experience, New Left Books, Londra 1979;
M. Aglletta, •World Capltallsm in the Elg h tles • , New Left Revtew, No.
138, November/December 1982; A. Llpietz, •Towards Global Fordlam?•
New Left Revtew, N o . 132, March/ A prll 1982; A. Lipletz, •lmpertallsm or
the Beast ol the Apocalypse•, Capital and Class, No. 22, Sprtng 1984; C.
Drtver, ·Aglletta: A Theory of Capltallst Regulation: the US Experlence•,
Capital and Class. No. 15, Autumn 1981; M. De Vroey, ·A RegulaUon
ApproRch to Contemporary Crlsis•. Capitaı and Clası, No. 23, Summer
1984; Türkçe'de bir özet için bak. 1. Gökalp, ·Ekonomide Düzenleme
Kavramı•, Yapıt, No. 4, Nisan - Mayıs 1984.

112
uyarlaması ve otomatik denga görüşün ü reddediş biçimini de
kabul etmez. Çünkü Keynesçi kuram otomatik neoklasik denge­
n i n olmayacağın ı kabul ederken neoklasik kuramın iktisadi iliş­
kileri algılayış biçi mini eleştirmez. Çözümlemeleri kısa döneme
yöneliktir. Uzu n dönemli iktisadi hareketleri inceleyen Keynesçi
büyüme modelleri gene kendini genel dengenin dinamik koşulla­
rın ı aramaya hasreder. Bu yüzden Keynesçi kuramın büyüme
ve dengesizlik, istikrarsızlık çözümlemeleri neoklasik iktisatçı­
lar tarafından hemen kolayca ·dengeli büyüme• modelleri için­
de, gene dengenin dinamik koşulh.nnı formüle etmek üzere kul­
lanılabilirler. Toplumsal ilişkileri farklı tanımladığı halde, veri
teknik koşullar altında gene sistemi dengede tutacak fiyatlan
ve bölüşüm kurallarını arayan yeni - Ricardocu modeller de ge �
nel denge çözümlemelerinin tarihsel gelişmeyi dışlayan mantığı
dışına çıkamazlar. Bu nedenlerle kapitalist düzenleme kuramı
için, toplumsal yenid�n üretim kavramını, toplumsal köklü dö­
n üşum ve kopuş süreçlerini, krizleri içine alacak şekilde tanım­
lamak önemlidir. Üretim tarzı nın temel ilişkileri bazı koşullar­
da sistemin bütünlüğünü ve tutarlılığını sağlayacak şekilde ye­
niden üretilebilir. Fakat sistemin düzenleyici süreçleri bu temel
ilişkileri yeniden üretemez hale gelince, bütün sistem kopuşlar
biçiminde yeni d ü 1.on lome koşu lla rı yaratmay a yönel ir.

Düzenleme kuramının sorduğu temel sorular, toplumsal sis­


temin dönüşmesi , uzunca dönemli iç tutarlılığı, iç tutarlılık ko­
-şullanndaki evrim, üretim ilişkilerinde dönüşüme yol açan ko­
şullar, toplumsal mücadelelerin aldığı biçimler ve mücadele ko­
şullanndaki değişmeler, üretim tarzının dönemsel ve yapısal
krizJ.<ıri, krizlerin getirdiği dönüşüm aşamaları, günümüzdeki
krizin yeni bir tari hsel dönüşüme yol açıp açmayacağı ile ilgi­
lidir.

Birikim reflml: ·Düzenleme· kavramından ·düzenleme biçi­


mi• kavramına geçebilmek ve bu yolla yeniden üretimi daha so­
mut olarak tanımlayabilmek ·için ara bir kategori gerekir. Bu
kategori ·birlklm reflml· kavramıyla tanımlanır. Birikim reflmJ,
görece uzunca bir dönemde, üretim koşullarındaki dönüşüırıler
ile tüketim ve emekgücünün yeniden üreti minin koşullannda­
ki dönüşümler arasında uyuşma sağlayacak bir artık değer
üretimi ve yeniden böIOşilmü tarzını ifade eder. Bu uyuşmanın,
birbirine tekabül etmenin varolması halinde, üretilen ürünün
birikim ile tüketim arasında dağılımında uzunca bir süre istik­
rar gerçekleşebilir. Birikim rej imi belirli bir yeniden üretim şe-

1 13
ması aracılığıyla tan ı m lanır. Bir y eniden üretim şemasının var­
olabilmesi için en azı ndan bir süre kendi içinde tutarlı olması,
istikrarlı olması gerekir. Dolayısıyla ancak bazı biri k i m rejim­
leri mümkün olabilir.
Birikim rej imi C birikim siste m i , biri k i m model i, birikim tarzı
ter:mleri de aynı amaçla k u l l a n ıl ıyor> kapitalist gelişmenin
farklı varolma biçiml·a rini yansıtan kapitalist aşamalar C dönem­
Jer) arasındaki ayrıl ı kları, düzen leme biçi m i farklılıklarını in­
celemek a m acıyla kullanılan kuram sal bir kategoridir.
Düzenleme b!çimi: Her birikim rej i m i bir düzenleme biçi m i
i l e beraber varolur. Düzenlr,ınc b iç i mi , farklı kapitalist gelişme
aşamalarında var olan birikim rejiminin istikrarını \'e yeniden
üretimini sağlayacak koşulları n C üretim i l işkilerinin , toplumsal
yapı!ari n , toplum:;al k u rumların ve normların ) bütününü oluş­
turur. Düzen l e m e biçimi a nalizi aracı l ığıyla i k tisadi ve siyasal
i l işkiler, bunları n s ü r r.ı e s i n e aracıl ı k eden yapılar, kurumlar ta­
rihsel özgül biçimleri i ç i n d e el e a l ı nabil ir. Bu sayede Jrnpitaliz­
min temel genel kategorilerinin tarihsel ol r!.rak aldığı somut bl­
çlmlel' l ncelenebilfr.
Düzen leme k u ramı krizleri i k i d üzeyde ele alır. İ ktisndi dal­
galanmalar C kon joktür krizleri. k ü ç ü k krizler) i k tisadi faaliyet
düzeyin de i n i ş çık ışları ince l e r nu tür k ri zler gen işlcm3 dönem­
lerinde de iniş çıkışlar şelc linc.le o r t aya çı kar. ik tisadi dalgalan­
malar sırasında, varolan d ü zen l e m e biçiminin verilmiş çerçeve­
si içinde bazı u yarlamalar, değişmeler olur. Yapısal k ri zl e r ( bü­
yük krizler, başkalaşım krizl eri > ise doğrudan doğruya d üzen­
leme biçiminin birikim rej i m ine tekabül etmemesi, yeniden üre­
timin istikrarı n ı sağlayamaz hale gelmesi durumudur.
Birikim rej imi ve düzenleme b içim i k u ramlarının çözümle­
meleri meta ve para i lişkisi, ücret i lişkisi , kapitalist rekabet
iJ işkisi temel kategorileri etrafında odaklaşır. Kapitalizmde dal­
galanmalar ve krizler ve devletin rolü bu temel kategorilerdeki
dönüşümler açısından i ncelenir. Topl umsal i lişkilerdeki dönü­
şümleri i ncelemek üzere kapi lalist gelişme aşamaları tan ımla­
nır. Şimdi kapitalist aşamaları dönemleme yaklaşımına bakalım.

4 - Kapltallst Gelişmenin Aşa maları


Kapital izmin temel i l işkileri n i n tarihsel olarak hakim mer­
kezlerde aldığı biçimler kapitalist düzenl e me kuramınd� aşağı­
daki dönemlemeye göre incelen mektedir:0

(g) Bu dönemleme çeşitli tnrt.ı�mnlann bir özetlemesi olarak, önerilmiştir.


Bak. De Vroey ıee4 s. 47.
,

1 14
Cı> Ondokuzuncu yüzyılın ortasına kadar süren dönem:
kapitalist üretim tarzının yerleşmesi ve ilk birikim.

(2) Ondokuzuncu yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Sa­


vaşı'na kadar süren dönem: yaygı n birikim rejimi ve rekabetçi
d üzenl eme biçimi.

(3) İki dünya savaşını kapsayan geçiş dônemlr yaygın bi­


rikim rejimi ve rekabetç i düzenleme biçiminden bir sonrakine
geçişin krizleri ve dönüşümleri.

(4) İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem: ı:'ordizm dönemi:


yoğun birikim rej imi ve tekelci düzenleme biçimi.

- Fordizmin yükselme dönemi

- 1960'lann ikinci yansından günümüze: Fordi;ımln krizi

Kapitalist düzenleme kuramı esas olarak gOnQmOzde yaşa­


nan kapitalist gelişme aşaması ve k rizleri n i inceler ve bu kri­
zin getirdiği dönüşüm ve yeniden yapılanma ögelerini, belirti­
lerini değerlendirmeye çalışır. Daha önce dönemin özellikleriy­
le ilgilenmesi de gene bugünü anla maya yöneliktir.

Yukarıda yapılan dönomlemenin temelinde, kapitalist aşama­


ları ayırdeden en önemli özelliğin en geniş anlamda Oretl min
toplumsallaşma derecesi, ya da. daha geniş anlamda ekonomi­
nin her vechesinde toplumsallaşma derecesindeki yükseliş oldu­
ğu düşüncesinin yattığı söylenebilir. 1 0 Artık değerin üretimi ve
mülk edinilmesi biçimindeki, toplumsal emeğin yeniden üreti­
mini ve toplumsal dağılımını yöneten ve yönlendiren toplumsal
ilişkilerdeki ve yapılardaki değişmeler, kapitalizmde artan top­
lumsallaşma derecesini aşamalara ayıran kıstaslar olmaktadır.
Çünkü özellikle üzerinde durulan yaygın birikim ve yoğun b iri ­
kim dönemlerin i birbirinden ayıran kıstas C kilit süreç> , artık
değer üretimi ve mülk edinilme biçiminde değişme, mutlak ar­
tık değer üretiminden nisb l artık değer Oretimlne geçiştir. Bu
dönüşüm ücretl i emekgücünün varolma koşullarında, sermaye­
da�lararası rekabet ilişkilerinde,. para ve kredi ilişkilerinde, dev­
letin düzenleme rol üne köklü dönüşümler getirir.

Yukarıda belirtil en nedenlerle, düzenleme kuramının ka­


pitalizmi dönemleştinn�si kıstasları, başka dönemleştirme yak-

Uo> Bu kıstas Fine ve Hnrrls tarafından öne rll c ne en yakındır. Bak. B. Fine
end L. Hnrrls, Rereading Capitcıl, MacMillnn, Londra 1079.

1 15
laşımlannın kullandığı kıstaslardan ayrılır. Bilindiği gibi, kapi­
talizmin dönemleştirilmesinde iki ana yaklaşım vardır. Birinci
yaklaşım dönemleri rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizm
olarak ayınr. Bu ayırım bazen hemen tümüyle, sermaye biriki­
mi yasaJarı ve pi yasa. yapısındaki ( rekabet biçimindek i > değiş­
meler temelinde yapılır. 1 1 Halbuki düzenleme kuramı sermaye­
n i n merkezileşmesini yirminci yüzyıl kapitalizminin en belirle­
yici özelliği olduğu görüşünü reddeder. 1 2 Düzenleme kuramında
dönemleme kıstasına göre kapitalizmin temel çelişkilerin i yara­
tan biri k i m yasalarının kendi!eri d eğişmez, fakat üretim güçle ­
ı inin, üretim ilişkilerinin, toplumsa llaşmanın biçimi değ !şir.

Kapitalist geJişme aşamalarını ayırmada kullanılan ikinci


yaklaşım, kapitaJist gelişme aşa malarını rekabetçi kapita ­
lizm - tekelci kapitalizm - tekelci devlet kapitalizmi olarak
üçe ayırır. Bu ayınma göre, 1 870'lere kadar rekabetçi ka­
pitalizm, 1 930'lara ka:lar tekelci kapitalizm, 1 930'lardan
sonra ise tekelci devlet kapitalizmi aşamaları varol muştur. Dü­
zenleme kuramındaki yoğun birikim rej imi ve tekelci düzenle­
me aşaması buradaki tekelci devlet kapitalizm i aşamasına te­
kabül eder; fakat tekelci kapitaJizm olarak isimlendirilen döne­
min bir kısmı geçiş dönemi olarak ele alınır, dolayısıyla esas
olarak iki aşamanın varlığı kabul edilir. Dönemlemede ortaya
çıkan bu fark düzenleme biçimlerindeki dönüşümleri de kapsa­
ma endişesinden kaynaklanmaktadır. Yeni bir birikim rejim i
ancak onu istikrarlı kılacnk ye n i bir d ü7.nnleme b lç l m l yl c bera­
ber varolduğu zama n yeni bir aşamnyn ulaştlacağı kabul edilir.

Üçlü ayınında aşamaların, özel likle üçüncü aşamanın ayırıcı


özelliklerinin ne olduğu yoğun 'tartışmalRra konu olmuştur; bu
nedenle de kuram kendi içinde homejen değildir. Ozellikle dev­
letin sermaye birikim indeki rolü ve kapitalist sınıf ve diğer sı­
nıflarla ilişkisi bakımından konumu bu tartışmaların odak nok­
tasını oluşturmuştur. Bir yoruma göre modem devletin sınıf te­
mali tekelci sermayedir ve devlet sermayenin bu kesim ile ilişki
içindedir. 1 3 Bir başka yoruma göre ise, devleti belli bir sermaye
kesiminin temsilcisi olarak görmek dar, basitleştirici bir bakış

( i l ) Bu nedenle, buradaki dönemleme Baran ve Sweezy0nin rekabetçi kapi­


talizm - tekelci kapitalizm ayırımından farklı kıstaslara dayanır. Bak.
Baran ve Sweezy 1966.
U21 Agltetta 1979, s. 20.
1 131 Örneğin, 8. Jessop, The ,
Capitalist Sta t e Martin Robertson, O:dord 1982.

1 18
açısıdır. Üretim ilişkilerindeki çatışmalann yoğunluğu, üretici
güçlerin ileri dereoc:de toplumsallaşması, iktisadi dalgalanma­
lan yönetme gerekliliği dolayısıyla devlet toplumsal üretimin
aynlnıaz bir parçası haline gelmiŞtir. Düzenleme kuramı ise bu
yorumu daha genel bir çerçeveye oturtur ve devletin rolünü de
sermayenin değersizleşme krizlerini önlemekte görür.u
Farklı açılardan da olsa, düzenleme kuramının aşamalan
yorumlaması Mandel 'in •geç kapitalizm• yorumlanna benzer.1 11
Yoğun birikim dönemi de, geç kapitalizm dönemi de İkinci
Dünya Savaşı sonrasını kapsar. Düzenleme kuramı Mandel'in­
kine benzer şekilde, birikim çelişkilerinin kapitalizmi yeni bir
aşamaya götürdüğünü ve birikimin yeni aşamanın yeni yapı­
sal ilişkileri tarafından teşvik edildiğini savunur, dönüşümlerin
de bir bütün olarak toplumun her alanında ortaya çıktığını ka­
bul eder.

Kısacası, düzenleme kuramının kapitalizmi dönemleme tar­


tışmalarındaki konumu, kapitalis t gelişmenin dönemlenmesini
en geniş kapsamlı genel bir çerçeveye oturtan kuramlar arasın­
dadır.

Ayrıca düzenleme kuramı, Poulantzas'ın görüşüne benzer şe­


kilde, kapitalizmin. ü reti m tarzının kuramsallaştırıldığı en ge­
nel soyutl uk c Hi zeyi n rf o k ıırnmsull nşl.ırılnm nyacağını, ancak da­
ha az genel ve dah a karmaşı k .. toplumsal formasyon• düzeyin ­
de dönemleşt i ri lebil eceği n i . çünk ü ancak b u düzeyde toplumla­
rın karmaşıklığının yakalanabileceğini sM.vunur. 1 0

5 - Yaygın Birikim Relimi v e Rekabetçi Düzenleme Biçlml17

Düzenleme kuramında yaygın birikim rej imi ve rekabetçi


düzenleme biçimi sanayi devrimini izleyen dönemde ve ondo-

U4> Aglletta bu yaklaşımı Boccera"den devrelarel< benlmsedlğ:lnl ifade eder


CP. Boccara, Etudes sur le capitalisme nıonopoliste d'Etat. sa crtse et
son issue, Perls 19741 Bek. Aglletta 1 979, s. 353. Bu yorum ve ayır ım
Fine ve Horrls"inklno de benzer. Bak. Fine ve Herrls 1979.
( 1 5) E. Mende!, Latc Capitalism, New Left Dooks , Londra 1975.
r 16l N. Pouletıtzes. Classes in Contenıporary Capitalism, New Lert Books,
Londra 1975.
( ı1> ikibirikim rejimi ve düzenleme biçiminin temel ôzelllkleri, farkhlık­
lnn, işleyişleri ve işleyiş bozukluktan bakımından slstemetıkleştlrilmi<;
bir kerşılnştırme. için bak. De Vrooy 1 084, özellikle s. 48 51. Türkçe 'de
-

bak. Gökalp 1084.

1 17
kuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkar. Aşamanır
hegemonik merkezi İngiltere'dir. Yaygın birikim rejiminin be­
lilrleytcl özellikleri mutlak artık değer üretiminin önemli rol
oynaması, toplumsal emeğin dağılımının malların satıldığı pi­
·
d
yasalar tarafından düzenlenmesi , uluslararası düzey e serma-
yenin genişlemesinin malların ihracatı ve ithalatı biçiminde ol­
ması, devletin ekonomideki rolünün asgari olmasıdır.

Yaygın birikimde artık değ·zr üretiminin temel biçimi m ut­


lak artık değerin artırllmasıdır. Sermayenin genişlemesi var­
olan üretim tekniklerini kullana ra k sürer. Bu yüzden, teknolo­
jik ilerlemenin getireceği veriml! l i k a rtışı yoluyla artık değeri
arttırmak pek mümkü n olmadığına göre, varolan teknoloj iyle
işgücünün çalışma süresini uzat.mak artık değeri arttırmanın
en önemli yoludur. Bu nedenle de ondokuzuncu yüzyılda çalı ş­
ma gününün uzunluğu sınıf mücadelesinin ana konularından·
biridir.

Ücret İlişkisi : Yaygın birikim rej im inde ücret ilişkisi ancak


kısmen hakim. Bu kısmilik ücret ilişkisini k apsayan iki alanda
de sözkonusu: ücretli işgücü' ilişkisi hen üz bütün toplumda yay­
gın değil, işgücünün büyük kısı:nı henüz ü retim araçları m ü l k i ­
yetinden koparıl mış değil; ek olarak, cmekgücünün yeniden
üretiminde •tüketim biçimi• esas olarak meta olmayan malla­
ra dayanır, yani meta ilişkileri yaygınlaşmış değil. Gerek ücret­
li emekgücünün varol ma koşullan açısından, gerek toplumun
diğer kesimleri açısından tüketim araçları önemli ölçüde ev­
eJlleği aracılığıyla ve/veya kırsal geçimlilik kesimden aktırılan
mallarla sağlanıyor. Emekgücünün toplumsal maliyeti sanayi
mallan dışındaki malların, özellikle tarımsal malların maliyeti
tarafından belirleniyor. Meta biçiminde üretilen sanayi mallan
henüz emekgücünün yeniden üretim sürecinde önemli yer tut­
madığı için üretimin verimliliğini yükseltecek yöntemlerle nis­
bi artık değeri arttırmanın önünde önemli engeller var. Üreti­
me doğrudan doğruya katılamayan işsizler, hastalar, yaşlılar,
çocuklar, aile içinde ya da gönüllü kuruluşlar aracılığıyla sağ­
lanan destek l e yetinmek durumunda. Yani emekgücünün yeni­
den üretimi toplumsallaşmış, devlet düzenlemesi altına alınmış
değil.

Emekgücünün işe alınma ve ücret koşullan bireysel sözleş­


melerle saptanıyor ve esas olarak emekgücü piyasasındaki re­
kabet tarafından düzenlen iyor. Bu rokabetten dolayı ücret a r -

1 18
tışları ile sanayide veri mlilik artışları ve fiyat artışlnn e rasın­
daki ilişki güçlü değil . Fiyatlar ve ücretler, üretim i l a istihdam
arasındaki ilişki esas olarak sanayi işçilerinin satın aldığı tarım­
sal malların fiyatları tarafından düzenleniyor. Sanayideki bü­
yümenin ritmi sanayi işçi lerinin satın aldığı tarımsal r.ıalların
fiyatlarındaki nisbi düşüşlere çok bağlı . Bu fiyatların düzeyini
belirleyen esas etmen tarımda dış rekabete karşı korumacılığın
derecesi. Diğer koşullar veri iken , ücretler iktisadi canlanma
dönemlerinde yükseliyor, duraklama dönemlerinde düşüyor. Bu
iktisadi konjonktür değişmeleri de yedek işgücü rezervlerin i da­
raltıyor veya genişletiyor. Bu rez-c.rvin varlığı cmekgücü piyasa­
sındaki rekabeti düzenleyen en önemli etmen. Dolayısıyla ücret
ilişkileri ve bu nu düzenleyen yapılar ve yasal kurallar işveren
lehine. İşçi hareketleri ö rgü tlenmeye ve örgütlerini kabul et­
tirmeye çalışıyor ama güç dengeleri sermaye lehine, bu nedenle
de toplumsal uzlaşma gereği düşük.

Meta tJişkisi: Yaygın birikim reji m i meta ilişkileri bakımın­


dan esas olarak piyasa rekabeti ve fiyat esnekliği tarafındr. 'l
düzenleniyor. Fiyatlar ve gelirler yatırım ve üretim miktarla­
rındaki değişmelerden önemli ölçiide etkilen iyor. Üretim araçla­

rı üreti m kesim ile tüket.im araçları üret n kesim arasında den­
gesizlik var. Teknoloj ik g·a lişmeler üretim araçları kesiminde
yoğunlaşıyor, tü ketim araçları kesimindek i değişmeler ise çok
yavaş. Yetersiz oian ulusal pazar olanakları dış pazarlarla de3-
t.ekleniyor. Dış ekonomik ilişkiler esas olarak sömü rge rej imine.
yani hammadde al ı m ına, mamul mal satı mına dayanır. Dolayı··
sıyla uluslararası işbölü müne esas olarak dikay işbölümü ha­
kim. Para 'sıstemJnde maden standard ı ve kağıt paranın konver­
tibilitesine dayanan düzenleme hakim. Bankacılık sistem i para
il işkilerini düzen leme bakımından oldukça zayıf ve krizlere
açık. Merkez bankası nın d üzenleyici rolü sınırlı. Para altın stan­
dardına bağlı olduğu için kredi yaratma olanağı maden para­
nın miktarıyl a sınırlı. Maden para yaratılan krediyi destekleyen
rezervleri oluşturduğu için , paranın güvenilirliği ve değerini
koruyabilmesi bu rezervlerle ne ölçüde desteklendiğine bağlı.
Rekabetçi düzenlemede bo,nkaların pek az korun muş olmaları
onları k redi ve mevdu a t krizlerine maruz bırakıyor. Paraya olan
güvenin sarsılması d urumunda halk bankalarda tuttuğu para­
sını kitlesel olarak �-akabiliyor . Bankaların kredi yaratma olana­
ğı da bu tehlike olasılığı tarafından sınırlanıyor.

lktlsa.cİi Dal gal an mal ar: Yaygın birikim rej i minde konjonk7

119
tür dalgalanmaları m utlak dalgalanmalar olarak ortaya çıkıyor,
yani genişleme ve daralma dönemleri birbirini izliyor. Genişle­
me dönemlerinde iki karşı eğiJ im berabarci işl iyor. Bir kez artık
değeri arttırmanın önünde engeller vardır. Bu engeller mutlak
artık değeri arttırmanın önündeki güçlükler ile çalışanların tü­
ketim malları talebinin ve meta i lişkileri n i n kısmen sınırlı ol­
masıdır. ikinci olarak parasal genişleme maden para miktarı
il� sınırlı olduğu için genişleme dönemlerinde likidite sıkıntısı
ortaya çıkar. Yani karları arttırma önündeki engeller ve pazar­
lan genişletememe sıkın tısı dönemsel olarak sermaye birikimi­
nin genişleyerek yeniden üretimin i engeller.
Yaygın birikim rej iminde kriz aşırı birik.im, aşın üretim ve
yetersiz tüketim biçimini alır. Üretilen malların satılamaması
yüzünden firmaların bankalara olan borçl arın ı ödeyememesi,
dolayısıyla firma iflaslarını banka iflasları izler. Krizlerin çözü­
lebilmes i için fiyatların ve sermaye değerleri n i n düşmesi gere ·
kir. Rekabetçi fiyat indirimi ve sermayen i n değersizleşmesi re­
kabetçi kriz düzenlemesi mekan izmasıdır. Fiyatların düşmesi
ve sermayen in zaman zaman değersizleşmesi ile bazı sermayeler
yok olur. Yen i tekniklerle ve daha d ü �iik maliyelle ti reli m yn­
pebilcn sermayeler ayakla kalabi l i r. Yani sermayenin aşın bi ­
rikimini sermayen in ki tlesel olarak değersizleşmes i izler. Ayak­
ta kalan sermayeden elde edilecek kar oranı yükselir. Bu de­
ğersizleşme sermayen in yoğunlaşma ve toplulaşma eğilimleri­
n i güçlendirir, tekelleşme eğil i m i artar. Buna rağmen fiyatla­
rın rekabetçi belirlen imi sürer; fi yatlar kriz döneminde düşer,
genişleme döneminde yükselir.
Devletin Rolüı Devletin rolü ge nel l i kle i k tisadi faal iyetlerin
yasal çerçevesin i düzenlemeye yönelikt i r. Devletin doğrudan
doğruya iktisadi süreçlerin işleyişi ne müda halesi sınırl ıdır . Do­
layısıyla, ücretler ve fiyatlar krizde de genişleme sırasında da
devlet müdahalesi mekanizmasıyla deği l , rekabetçi piyasa me­
kanizmasıyla düzenlenir. Üretim ile dolaşımın birbirine bütü n­
lenmesi ve tutarl ılığı rekabetçi düzenleme süreçleriyle sağlanır.
Aşın birikim krizleri ve sermayen i n kitlesel olarak değersizleş­
mesi, üretim ile dolaşım alanlarının bi rbirine tekabül etmediği
durumda işleyen düzenleme sürecidir ve rekabetçi düzenleme­
nin ayrılmaz bir parçasıdır.

8 - Kriz ve Yeniden Yapılan maya Geçiş Dönemi


Yaygın birik im rejiminin ve rekabetçi düzenleme biçiminin
temelinin mutlak artık değeri arttırmak olduğu belirtilmişti.

120
Özellikle 1870'lerde başlayan ilk büyük kapitalist kriz ondok u­
zuncu yüzyılın son larına kadar yaygın birikim rej imini kökün­
d·an sarstı. Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı çalışma gün ü
uzunluğunu sınırlandırmay a yön elik sınıf mücadeleleri ile geç­
ti ve sonunda devletin garantilediği sosyal normlar yasalarla
kurallaştmldı ve çalışm a gü n ü uzunluğu sımrlandınldı. Serma­
yenin değersizleşme krizleri ve tekelleşme eğilimleri ise serma­
yedarlar arasındaki rekabeti keskinleştirdi. Artık emekgücünü.1
ür-c:ttiği ürünü ve artık değeri arttırmanın yolu ancak nisbi artıl(
değeri arttırmakla m ü m k ü n d ü . Ondokuzuncu yüzyıhn sonların­
dan i tibaren sermaye birikimi giderek daha çok ntsbl artık de­
ğer üretimine dayan m a ya. ha'.lladı. Bu ise üreti m a lamnda emek
süreci nin örgü t lenme biçi m i nde köklü değişmelerle gerçekleşti.
Taylorlzm -emek süreci n i n örgütlen mesinin bu yeni biçimine ve­
rilen ad .

Taylorlzm emek sürecinde bili msel yönetim tekniklerinin


uygulanmasına dayanır. Taylorizm'de çalışanların üretim sıra­
sındaki beden hareketleri ve çalışma h ızları denetlenir, ü reti­
min akışı ve çalışanl a rın hareketleri, etkin liği en üst düzeye çı­
karacak şekilde sistematikleştiri l i r . Maki nalaşma ve kitlesel
üretim bu emek sü reci nin özel l iğidi r. İ şçiler el aletleri kul lan ­
m ak yerine mnl< i naln rn bn �lı pn rça l n r h n l i nr. gc lirlr.r. Ta ylo·
ri7.m'in ortaya çıklığı ve ycrlcşm<'lyc gi ttiği dönemde m u tl ak
art ık değer üreti m i i l e n lsbl artık cl r.ğcr ii rc tlmi b l rb 1ri yl e sıkı
sı kı ya. bağlannrnştır, çal ı ş m a süresi s ı n ırl a nd ı rıldığı zaman ise
çal ışma yoğu n l u ğu n u nrl l.ırma yön tem l e ri daha büyük önem ka­
zanmıştır.

Emek süreci nde ortaya çıkan yen i örgütlen me biçimi saye­


s inde yaygın birikim reii minde veri m l i l ik artı�ı sağlenmaya
başlad1. Üretim araçları sanayil erinde ortaya çıkan teknolojik
yeni l ikler yavaş yavaş tüketim araçları ü reten kesimlere bu
araçların kullanı lması yoluyla yayılmaya başladı. Fakat b i rikim
rejimde başlayan bu değişme rekabetçi düzenleme biçi minin et­
kisi altıncia sürüyordu. Varolan ücret. ve meta ilişkileri nedeniyle
verimlilik artışının sağladığı üretim artışı kendine yeterli pazar
bulamama tehlikesiyle herzaman karşı karşıya kalıyordu. Üre­
tici güçlerin gel i şmesi sonucund a üreti m ve böl üşüm ilişkileri
arası ndaki çelişki veri m l i l i k artışları yaygı nla ştıkça ve üretimin
toplumsallaşma dereoosi yükseldikçe keskin leşiyordu. Varolan
rekabetç i düzenleme artık yeniden ü retimin istikrarım sağlaya­
m ıyordu . 1930'ların büyük bunahmı üretim, bölüşüm, dolaşım

121
ilişkileri arasındaki çelişkileri varolnn çerçevede düzenleme n i ! ·
olanaksızlaştığını en keskin şekilde ortaya koydu. Çünkü b u bt:.­
nalımın gerektirdiği değersizleşmen i n büyüklüğü kapitalist
üretim tarzı n ı n yeniden üretimin i n mümkün olup olmadığı so­
rusunu gündeme getird i . Yen iden üretim i n surmesi düzenleme
biçimleri n i n yeniden yapılan masını gerektiriyordu. Bu yandan
çalışanların m ücadelesiyle , bir yandan da kapitalizmin yapısal
ilişkil erinin dayatmasıyla kapitalist gelişme yeni bir aşama gel­
di. Fakat bu yeni geçiş süresi kapitalizmin şimdiye kadar yaşa­
dığı en büyük bunal ı mı ve en büyük dünya savaşını da içerdi.

7 - Yoğun Birikim Rejimi ve Tekelci Düze.nleme Biçimi:


Fordlzm

İkinci Dü nya Savaşı sonrasında ortaya çıkan haki m kapita­


list gelişme aşamasına verilen isim fordizm. Fordizm kavramı
•yoğun birikim rejimi• kavramını ve buna tekabül ede.n •tekel­
ci d üzenleme biçimi· kavramını beraberce içerir. Fordizm kav­
ramı ilk lcez Gramsci tarafından kuJJanılır. Kavram Gramsci'de,
Anglo - Amerikan yaklaşımında da olduğu gibi, dar bir anla m
ifade eder: ilk kez ABD'de Ford otomobil fabrikalarında uygıı­
Janmaya başlanan, emek s ü reci n d e bili msel yön·atim teknikleri­
n i n kapsamlı uygulaması ve mon taj hattı aracılığıyla seri üre­
tim kasdediJir. Halbuki düzenleme kuramında ford izm, esas so­
ru n u sermaye ile ücretli emekgücü arasmdaki il işkiyi uzu n dö­
nemli istikrara kavuşturamamak olan eski sanayi merkezlerin ­
de ortaya çıkan ka psamlı kapi ta lis t döilüşiimlere verilen isi m .
Fordizm kapitalist gelişmenin bi r aşamasında ABD"n i n dünya
kapitalist ekonomisinde hegemonya lrnrması nı ifade eder. K i t­
lesel üretim teknoloj il eri ABD'nin hegemonyası altında i leri ka­
pitalist ülkelere de yayılır, son unda sanayi üreti m i n i n ul usallaş­
ması ile beraber bu ülkeler arasında yatay işbölümü olarak ad­
landırılabilecek yen i bir uluslararası işbölümü biçimine ye·
açar. Bu yen i i şbölii mü dünya çapı nda dikey i"şbölümüyle bera­
ber gelişir. Bununla berab�r. yen i birikim rej i m i esas olarak
uluslararası düzeyde değil , ulusa l temelde gelişir. Fordizm i l e
k itlesel ü retim v e ki tlesel tü ketim arasındaki eklemlenme, ar­
tık değer üretimi, dolaşım, böl üşüm ve tüketim i lişkileri özgül
biçimler alır. Düzenleme kuramı bu yen i i l işkilerin oluşmasını
ve yeni d üzenleme biçimleri n i n ortaya çıkme..-: m ı ve daha sonra
bozulmasını bu kez yoğun birikim ve tekcL ; düzenleme kav­
ramları aracılığıyla inceler.

122
Yoğun blrildın rej i m i fordizmin özü. Yoğun birikim serma­
ye birikiminde muazza m bir genişleme olarak yaşandı . Bu �­
nişlem :m i n temelini cmekgücünün yeniden üretiminin toplum­
sal mııllyctlnde uzun dönemli düşme ve ücretli cmekgilcü sını
fımn muazzam genişlemesi ol uşturdu. l{apitalist üretim ilişkile­
ri ücretli sınıfın varoluş koşullarını dönü şt.üren iki etmenin kar
şılıklı ilişki�i yc-luyla genelleşti. Bir yandan emek sürecinin top­
I um:m.I örgütlenmesi makinalaşmayı gel iştirdi ve yaygınlaştır­
ch. Diğer ya ndan bir ·kapitalist tüketim tarzı.. biçimlendi ve
standartlaşmış metaların ki tlesel üretimi ve tüketimi yoluyla
yapısallaştı. B u iki süreç e rasındaki ilişkilar, üretim araçları
üreten kesim ile tüke t i m araçları üreten kesi m arasındaki il iş­
kilerin birbirine tekabül etmesini düzenleyen temel güç oldu.

Emek Süreci: Yoğun birikim esas olarak emekgücünün ve­


rlmlillğlnl yükseltmeye ve bu yolla nisbi artık değeri arttırmaya
yö n elik olarak emek süreçlerinde köklü ve sürekli değişmelere
dayanır. Taylorizm ve hızlı montaj hattı bu emek sürecin i n ör­
gütlenme biçimini i fade eder. Emek süreci bilimsel iş örgütlen­
m osi yöntemleriyle tam denetim &ltındadır. Üretimin akışı ve
çalışanların üretim sırasında yaptığı hareketler etkinliği en üst
d ü zeye çıkaracak şekilde sistematikleştirilmiştir. Üretim büyük
fabrikalardR. k i tlesel olarnk ynpı l m alc ta ve hızlı montaj hattıy­
l a düzenlenrrı·zktedir. Nisbi artık değer ç a l ı ş ma yoğunl!Jğunun
.

arlması sayesinde yüksel i r.


. Üretim süreci tasanın, nitelikli işgücünün yaptığı işler ve
n i teliksiz iş gücün ün yaptığı mekanize olmuş, rutin ve tekrarla ­
n a n işler olarak ü ç h i yerarşik kategoriye aynl ır. Bilgi, tasarım
d üzeyinde yoğunlaşır. İşin somut uygulama düzeyinde gerekli
lllan işgücünü n vasıflılık düzeyi asgariye indirilmiştir. Amaç
e mok sürecinin deneti m i n i m ü kemmelleştirmek, etkinliğini ve
çalışma hızını d üşürecek en küçü k bir boşluk bırakmamak. He­
men tümüy�e mak i r�alaşmış uygulama düz.zyinde çalışma disip­
lini ve emek yoğu nluğu en önemli ögeler. Özel teknik beceri sa­
dece az sayıda n i teli kl i i şgücünde aranır . Buna karşın üretimin
t eknik sermaye bileşi m i yüksek, yani ü retim sermaye yoğun ve
sermayenin tek nik bileşimi giderek a rtnn eğilimi gösterir. lşgü­
cünün emek sürecinde hiyerarşik kategorilere aynlması çalışan
sınıfların topl umsal kademek:şmesinde belirleyici rol oynar.
Böylece yoğun biri kimde emek sürecinin teknik ve toplumsa l
örgütlenmesinde kökl ü dönüşüm ler ortaya çıkar. Sermaye emek
süreci içindeki bu değişmelerle, emek gücü üzerinde gerçek Iıa­
'<imiyetini kurmuş ol u r.

1 '23
Diğer yandan, sermayedarlar arasındaki mücadelede reka­
betin esas silahı Qirim üretim maliyetlerini düşürmektir. Emek
sürecindeki üretim i li şkileri dönüştükçe ve verimlilik . arttıkça,
rewabet de birim mal iyetleri daha hızlı düşürmeyi gerektirir.
Daha ileri üretim yöntemleri giderek daha büyük ve daha ser­
maye yoğu n üretim birimleri n i n or taya çıkmasına yol açar.
Emek sürecinde emek gücüne karşı n isbi artık değer üretimi n i
arttırmak üzere verilen mücadele i l e dolaşım sürecinde diğer
sermayelere karşı artık değeri kar biçiminde gerçekleştirmek
üz�re verilen mücadele yoğun biri k i m i n birbirinden ayrılmaz
parçalarıdır. Bu süreç büyük tekellerin ortaya çıkmasına ve te­
kelleşmenin giderek güçlenmesine n eden olur.

Ücret İlişkisi: Kitlesel üret.i mle beraber i.icret ilişkilerinde


de köklü dönüşüm ler ortaya çıkar. Kapitalizm i n bu gelişme aşa­
masın ı n en önemli ve en belirleyici özelliği ücret ilişkisin i n ve
meta ilişkisi n i n haki m olması ve genelleşmesidir. Artık emekgü­
cü varlığı n ı sürdürmasine yardım eden bütün meta dışı ilişkiler­
den kopar. Artan ihtisaslaşma ve emek sürecindeki değişmeler
ü reti min toplu mı:ıallaşma doreccı:ıin i yü kı:ıeltirken , veri m l ilikte
büyük artışl a r geti ri r. Ka.pilaliznı üncesi kesimlerde ya da ta­
rımsal kesimde yer alan yedek işgücü ord usu n u kitlesel olarak
mobilize ederek ücret ilişkisi içine alır, meta üreti m i n i tarihte
görülmemiş ölçekte art tırır. Ücret ve meta ilişkisin i n yaygınlaş­
masıyla beraber tüke t i m stard n rd l aşmış ürün leri n ki tlesel tüke­
t i m i biçimini al ır. Evemaği n i n rolü azalır, kad ınlar işgücüno da­
ha yüksek oranda katılmaya başlar.

Ücret ilişkisinde ortaya çıkan en önemli dönüşü m , ücret ili!?­


kisinin, kitlesel üre t i m ile kitlesel tüketim arasında, üreti m i n
ü retim malları ü retimi ile tüketi m malları üretimi arasında
uzun dönemli istikrar sağlamak bak ımında n kritik bir önem ta­
şımaya başlamasıdır. Yan i ücret i lişkisi, birikim rej i m i n i n is­
tikrarını sürdürmesin e hizmet edecek şek ilde bir düzenleme iş­
levi yüklen i r, buna u ygun olarak kuru msallaşır. Üretim ile do­
laşım alanlan arası ndaki birlik ve istikrarlılık, emek gücünün
yeniden üreti mini n biçimin i n değişmesiyle, emek gücünün tü­
l<etim tarz ı n ın d üzen lenmesiyle sağlan ı r. Genelleşmiş ücret iliş­
kisi n i n varlığı söz kon usu olduğun a göre, tüke tim çok büyük öl­
çüde emek gücü n ü n yeniden ü reti m i n in araçların ı n tüketimi
tarafı ndan belirlenecektir. B u nedenle yoğun birikim rej iminde
meta üretimi ile işgücü n ü n y en iden üret.imi koşullarındaki de­
ğlşmel1;1rin bi rbirine teke bül etmesi gerekir. Ü retim ile tüketim

124
.
arasındaki dengesizliği azaltmak , artan n isbi artık değeri ger­
çekleştirmek için gereklidir.

Fakat sözü edilen uyum sadece gel i r böl üşümünü üretim­


l e ahenkli hale getirerek gerçekleşme sorunlarını önlemenin
ötesinde bir anlam taşır. Bu uyum yeniden üretimin ve biriki­
m i n genişleyerek sürmesini düzenleyen bir süreçtir. Sermaye bi­
rikiminin , üretim mollan kesimi ile tüketim malları kesiminde
eşitsiz gelişmesi, biriki min ritmini e t.ki ler. Her iki kesimde üreti­
len metalar hem üretim sürecine girerek sermayenin farkl ı kı­
sımlann� yeniden ü retir, hem de ücret ve kar gibi gelir kısımla­
rı karşılığında mübadele edilir.

Dolayısıyla, ü retim �alları kesi mi ile tüketim malları kesi­


mi arasında eşitsiz gelişme art. ık değ·z rin gerçekleşmesi kadar
üretimi n i de etkiler. Ücret malları nı n değerinde düşme, tüketim
mallan üretiminde verimliliğin artmasıyla sağlanır. Bu ise ya­
tırım mallan kesi m i ndeki v·z riml i l i k artışı n ı n , tüketim mallar.
kesimine yansıması sayesinde olur. Tüketim mallan kesiminde
maliyetin düşmesi ücret mallan aracılığıyla emek gücünün ye­
n iden üretiminin maliyetin i n düşmesi anlamına gelir. Fakat bu­
nu sağlamanın önkoşulu, d·ağeri düşen mallann emekçilerin tü­
ketimine girmesid i r. Bu sağbtnd ı�ındn değişir sermayenin ma­
liyeti düşor, arlık değer oran ı yü kselir.

Kısacası, bir yandan meta ilişkileri ile emek gücünün yeni­


den üretimi ( ücret il işkileri > , bi r yandan d a üretim ve dolaşım
il işkileri, yoğu n birikim rej i m i n i n kendini yeniden üretebilmesi
için bütünleşmek zoru ndadır. Emek gücünü n yeniden üretimi
ile sermayenin (kığerlen mesi birbiriy le eklemlenmek durumun­
dadır. Bu iki ilişkin i n birbiriyle uyu m l u olması durumunda, tek­
nolojik gelişme son ucunda serma y e n i n teknik ve organik bileşi­
minin yükselmesi eğil imi nisbi artık değerin artışıyl a denge­
lenebilir ve hiç ol mazsa b i r süre için kar hadlerinin düşme e i­ ğ
l i m i ortaya çıkmaz . Aksi halde, artık değerin arttırılmasının en
öneml i yolu olan hızlı teknolojik değişme var olan sermayenin
hızla değersizleşmesi gibi bir çelişkiy i içinde taşır. işte bu çeliş­
k i bir süre için işgücün ü n yen i den üretimini n toplu msal mali­
yetini düşürücü yen i d üzenlemelerle hafifletilebilir.
.

Yukarıda açıklanmaya çalışılan nedenlerle ücretlerin oluş­


masında ortaya çıkan değişmeler tekelci düzenlemenin en
önemli süreçlerini biçimlendirir . Bu d µzenleme ücretlerin ve
çalışma koşullarının belirlenmesine bireysel sözleşmeler ye-

125
rine top:u pazarlık \'D toplu sözleşmenin hakim olması
biçimini alır. Ücret artışları verimlilik artışına ve fiyat ar­
tışına az çok paralel olarak düzen!i şekilde artar. Tcplu pazarlık
ve toplu sözleşme, aslınd� ücret ilişkisi n i n yaygınlaşması, işçi­
l·J rin büyük fabrikale. rda toplulaşması, emek sürecinin çalışan ­
ların mücadele.sin i ve sendikaların gücünü yükseltmesi süreç­
leri n i n bir ü rü nüdür. Fakat yaygı n birikim ve rekabetçi düzen­
leme aşamasındakinden farkl ı olarak , bu aşamada çalışanların
örgütlü mücadelesinin güçlenmesi yasal v . b. düzenbn cler.le
bastırılmak yerine kabul edilmiş ve yas!!.l ku rallarla düzenlen ­
miştir. Böylece çah�ank.rı n mücadeles i iktisadi al::ı.nda kurum­
sallaştırılmış, sendikal mücadele toplu pazarlık biçimini almış­
tır.

Bu kurumsal düzenlem::ı, ücret artışları yoluyla meta tüke­


ti minin alan ı n ı gzn i şlettiği öl�üde ve toplu sözleşme ve grev ku­
ralları ve kurumları n ı n planlan mamış iş durdurmaları ve grev­
ler dolayısıyla üreti m i n sü rekliliğinin kesi lmesin i engellediği
ölçüde, toplu msal yeniden üretimi kolaylaştırmış, sermayenin
toplulaşması ve yoğunlaşma.sın ı n yarattığı iç çelişkileri yumu­
şatma etkisi yapmıştır. Bu döneme hakim olduğu ifade edilen
•toplumsal uzlaşman ı n • gerçekten önemli bir düzenleme biçi­
mi olmasının nedeni budur. Sendikalar işçi sınıfının gelirini ve
tüketimini belli bi r düzeyde koruma uğruna, çalışma yo­
ğunluğun u n artışını, yapısal işsizl iği, emek n i teliksizleşmesini
ve ücret artışlarına getirilen sın ırları kabul etmişlerdir.

Ücret ilişkilerindeki bu yeni düzenleme biçimi, ücretlilerin


tüketim tarzında ve varolma k '.)şu : · .1 rında gerçekten köklü de­
ğişmelere yol açar. Daha önce sade.:e çok der bir toplumsal ke­
sim tarafından kullan ılan tüketim m e l!arı popülerl·a şir, kullanı­
mı standartlaşmış, eşitlenmiş ve zaman içinde sürekli farklıla­
şan kitlesel tüketim malları olarak yaygınlaşır. Ote yandan,
yoğun çalışma ritmi emekçilerde hızlı fiziksel ve ruhsal yıpran­
ma yaratır, bu da bazı metaların tüketimini uyanr. Kısaca, tü­
ketim normları ve tüketim malları giderek dah a büyük ölçüde
üretim alanında.ki değişmeler ve teknolojik yenilikler tarafın­
dan belirlenir, kapitalist tüketim d aha büyük ölçüde kapitaUst
üretime bağlı hale gelir. Bu ilişkilere ve düzenlemelere ek ola­
rak, çalışanlar sosyal güvenlik kuru mları aracılığıyla İşsizlik,
hastalık, sakatlık, emeklilik gibi çalışaınayacaklan durumlarda
gelir sahibi olurlar, tüketim normlarını kısmen de olsa bu saye­
de sürdürürler. ·Sosyal refah devleti • uygulamalan olarak özet-

120
lenebilecek düzenlemeler aracılığıyla işgücünü n yeniden üreti
minin maliyetleri kısmen de olsa toplum�nllaşır. Kısacası, ücrr t
il işkisi , meta ilişkileri ve kollcktif mal ve hizmetler aracılığıyla
düzenlenir. Düzen lemenin istikrarı da, .. garan tilen miş satın al
ma gücü• temelinde bir u zlaşma sağlan ması na bağlıdır. Bun•.m
sınırı ise kar hadlerinin düşme eğilim i n i dengeleyici kar�ı eği­
limlerin varlığıdır.

Fiyat Oluşumu: Artan ücretlerin verimlilik artışını alıp gö­


türmemesini, dolayısıyla karların artışını en gellem emesini ve
yoğun biriki min istikrarını bozma masını sağlayan düzenleme
süreci fiyatlanh oluşması ile ilgilidir. Fiyatların oluşumu ile
ücretlerin oluşum u a rasındaki paral·cı llik bu bakımdan kritik bir
düzenlemedir. Bu düzenleme tekelci fiyat oluşumudur. Üretim­
de tekellerin belirleyici olduğu yoğun birikimde tekelci fiyat
oluşu m u sayesinde fiyatları maliyet artışına, özellikle ücret ar­
tışına paralel olarak yavaş fakat sürekli şekilde yükseltmek
mümkün olur. Bu sayede büyük şirketler ve ma li gruplar artık
değeri sürekli arttırabilmek için giriştikleri rekabette üretim
koşullarının yenilenmesini sağlayabilirler, fiyatların artması
yoluyla da bunun maliyetini topl umun tüm kesimlerine yükler­
ler. Fiyatlar sürekli olarak yönetilir ve aşağıya doğtu esnekli­
ğini yitirir. Fakat ücret sözleşmeleri toplumda yaygın olarak
yapıldığı için ve ücretlerin artışı en başta tüketimi az çok ga­
rantilediği için verimlilik artışı fiyat a rt. ışı zinciri aracıl ığıyla
kArları istikrarlı tutmak mümkün olabilir. Yani yeniden üretim
şeması çerçevesinde düşünüldüğü zaman, başka kuramlardan
farkh olarak yeniden üretimin istikrarı doğrudan doğruya top­
l u msal formasyonun kendi _ içinde kurabildiği mekanizmalar
aracılığıyla < örneğin sistem dışından pazar bulma gereğine ya
da iki üretim kesi minde sürekli fiyat ayarlanması gerektiğine
dayanmadan) sağlanabilir.

Para ilişkisi: Yoğun birikimde meta ilişkileri genelleşmiş


para ilişkilerini d.e içerdiği için, para - kredi sisteminin dQzen­
lenmesl kritik önem taşır. Çünkü ücretlerin ve tekelci fiyatla­
rın oluşum süreçlerinin işlemesinin önkoşulu, bu süreçlerin ga­
tirdiği düzenli ücret ve fiyat artışla nn ı finanse edecek bir dü­
zenlemenln var olmasıdır. Bu düzenleme ise kredi miktarının
sürekli olarak artmasıdır.

Kredi miktarını ul usal çapta düzenleyebilmek üzere, özel


banka sistemi ulusal çapta bütünleşmiştir. Kredi akımlarının

1 27
düzenliliği r Miden üretim bakımı ndan büyük önem taşıdığı
için bankalar, güve n i n 'sarsılması sonucunda k itlesel olarak pa­
ra çekilmesi veya kredil€rin geri öden memes i dolayısıyla liki­
dite krizine düşme tehlikesine karşı korunm uşt.ur. Merkez ban­
kasın ın genel para - kredi d üzenlemelerindeki rolü burada
önemlidir. Para - kredi düzen lemeleri sisteme sürekli kredi sağ­
lama ve durgun luğu önleme amacına yöneliktir. Bu nedenle sis­
temin kredi yaratma kapasitesi faiz haddi değişmelerinden pek
az etki lenir. Bu d üzenlemeler için de ulusal d üzeyde bütünleş­
miş bir mali sistem gerekl idir.

İktisadi Dalgalanmalar: Yoğun birikimde iktisadi faaliyet­


lerdeki dalgalanmalar, üretim hacminde mutlak gerilemeler
yerine büyüme haddinde oynamalar olarak ortaya çıkar. Ser­
maye teknolojik değişmelerle sürekli ola rak değersizleşir. Bu
değer kaybını karşılamak için ayrılan amortisman fon ları ve bu
fonları n oluşumunu rahatlatmaya yönelik vergi indirimi düzen­
lemeleri sayesinde, serma yenin değer kayıpları vergi ödememe
biçiminde kısmen karşılanır ve maliyetleri toplumsallaştınhr.
İktisadi dalgalanma sırasında da fiyat düzeyi iniş - çıkışlar ye­
rine yavaş ama surekli bi r artma eğilim i gösterir. Fordizmin
yükselme · aşa masında dönemsel istikrarsızlıkların n i telik de­
ğiştirdiği gözle n i r. Büyü ıne oldu kçn sü rek l i gider . Bu a şamada
ekonomik daralma olduğu zaman, malları eski fiyatlarından sat­
mak mümkün olmayabilir ve mal stckları birikir. Bu ise para sı­
kıntısı yaratır. Fakat eğer bankacı lık sistemi ek kredi ihtiyacını
karşılayabiliyorsa, malların fiy a t l a rını düşürmek gerekmez , da­
ralm a da önlenir. Devletin talep yöneti m i düzenl-ameleri de bu
uygulamayı destekler. ik isi birlikte devresel dalgala.nmalan yu­
muşatır.

Fakat devresel dalgalan maların azalması, kapitalist rekabe­


tin önemli bir ögesini zayıflatı r. Yani verimliliğ i düşük iktisadi
birimlerin ayıklanması n ı ve sermaye birikiminin dirildiğini ko­
rumasını engeller. Bu kuşkusuz kapitalist rekabetin olmadığı ve
teknoloj i k yeniliklerin sürmediğ i a nlamına gelmez. Tam tersine,
yukarıdaki bölümlerde açıkland ığı gibi, emek süreci ndeki tek­
noloji k yen ililder yoğun bi r i k i m i n en önemli özelliğidir. Feka.t
tekelci fiyat oluşumu ve kredi ve devlet harcamaları düzenle­
mesinin bu oluşumu desteklemesi, kriz mekanizmasının üst­
lendiği ayıklayıcı düzenlemeyi zayıflatır. Dolayısıyla, kriz aşın
biri k i m durumu nda hemen yatırımları n çökmesi ve bazı serma­
yelerin ayıklanması yerine sürekli bir enflasyon biçimin i alır.

128
Para kredi sisteminin düzenlemeleri bir iktisadi dalgalanma
durumunda sermayenin geleneksel biçimde değersizleşmesini
önler. Yani kredi yaratıl ması sayesinde sermaye değerslzleşml­
yor gibi görünür, çünkü kredi sermaye tarafından karşılığı var­
mış gibi kullanılır. Bu sürecin sürmesinin diğer önemli nedeni,
kuşkusuz ücret artışlarının fiyat artışlanna göre endekslenme­
si ve tüketici kredisinin sürekl i genişlemesidir. Parasal gelirde­
k i bu artışlar sayesinde fiyatlar d a yükseltilmeye devam edllir
ve sermayenin değersizleşmesinin yerini fiyat artışlan alır. Ban­
kalar verdikleri krediler geri ödendiği sürece bu değersizleşme
sürecinde kayba uğramaz. Ücretler fiyat artışlarına karşı endeks­
lense bile, bu yolla ücretlerdeki kayıplan önlemek uygulamada
hemen hiç söz konusu olmamıştır. Böylece enflasyonun esas
yükü ücretlilerin üzerine kalır. Enflasyon süreci ücret lllşklsinJn,
para - kredi ilişkisinin ve devletin rolünün aldığı biçimler saye­
sinde toplumsal yeniden üretimin ayrtlmaz bir parçası haline ge­
lir. K ısaca, yoğun birikim rej iminde para arz ı sis temin bir iç <en­
dojen> değişkenidir. Para arzını ve dolayısıyla kredi arzını sis­
temin dışına çıkarmak ve kontrol altına almak üzere uygulanan
para politikası, enflasyonun sadece görünüşteki kaynağını doğ­
ru olarak saptar. Enflasyon u kredi sisteminin desteklediği doğ­
rudur. Fakat enflasyonun bütün sermaye birikimi rejiminin ye­
niden üreti m i n i n k arnınşık b�l i rlcn l m inin bi r parçası olduğu
gerçeği gözard ı edildiği zaman, para arzını kısarak enflasyon­
la mücatleleye yönelik düzenleme yapmak sermaye birikimi re­
j iminin iç dinamiğini çökertir.
Eğer enflasyon süreci bir mali krize dqnüşmeden sürebili­
yorsa, yeniden üretimi düzenlemeye devam edilebilir, bu da çe­
şitli mali düz�nlemelerin enflasyonun kümülatif etkisin i haflf­
letebilmesine bağlıdır. Kredi genişlemesi ve enflasyon bir :rnall
krize dönüşmese bile, kendini başka bir biçimde ifade eder:
dış ödem.;,ler dengesizlikleri, düşen döviz kurlan ve uluslarara-
91 borçlanma ya da enflasyon sürecini daha iyi ve daha az kont­
rol eden ulusal formasyonlar arasında dış ödemeler açıklarının
ve fazlalannın dağılımı, uluslararası borçluluğun dağılımı. Ya­
ni ulusal ekonomiler içindeki enflasyonist düzenleme biçimleri
ul uslararası düzenleme biçimlerinden bağımsız işleyemez. Ulu­
sal ekonomilerde para miktanndaki artış ülke içinde gelir ya­
ratılmasını ve dış rekabet gücünü etkileyerek i hracat ve ithalat
miktarını belirler. Enflasyon hızı yüksek olan u lusal ekonomilerde
ithalat artma, ihracat azalma eğilimi gösterir ve dış ödemeler
açıklan artar. Devletin hem iç hem de dış istikrarı sağlamaya çalı-

129
şırken yaptığı harcamalar arttıkça bütçe açığı da büyür. Yani kı .
saca iktisadi dalgalanmalar yumuşamış olsa bile sermaye birikimi
sorunları, enflasyon, dış ödemeler .sorunları ve bütçe açıkları biçi­
minde kendini i fade eder. Bu göstergelerin büyüklüğü sermaye
birikiminin ulusal koşulları ve bun ların veri mlilik üzerindeki et­
kisi tarafından belirlenir. Gös tergeler bir kriz boyutuna ulaştığı
zaman ise sorun sadece parasal düzenlemelerle çözülemez. Çün­
kü mali kriz bütün birikim rej iminin varolan düzenleme biçimi
ile kendi n i yeniden üretemez hale gelmiş, yani yapısal krize gi r ·
miş olduğunu n göstergesidir.

Devlet, Yoğun birik i m re j iminin düzenlenmesinde devletin


rolü yeniden ü retimin ayrılmaz bir parçasıdır. Fordist devlet sa­
dece sınıf mücadeleleri nin değil, fordist toplumsallaşma biçimle­
rinin yapısal zorunluluklarını n ürünü olarak biçimlenir. Fordist
devlet sadece kendi kendini düzenleyen süreçlere müdahale eden
bir devlet değil, bu süreçlerin bir parçası olarak varolan bi r dev­
lettir. Devlet fordist birikim re j i m i n i n çelişkilerini hafifletmeye
yönelik olarak şu tür roller üstlenir: muazzam ölçüde toplumsal­
laşmış olan üretimin genel ve teknik önkoşullarını yaratmaya
çalışarak bu maliyetleri vergiler an\cılığıyla bütün toplu ma ya­
yar; e mekgücünün yeniden üretiminin maliyetlerini •refah ve gü­
venlik· devleti uygulaınalatı ile toplu ın sal lnşt.ır ı r; üretim ilo ta­
lebi dengelemeye çal ı şnmk sennuyc n i n gerçekleşmesini diizen­
lor; para ve k redi sistemini düzenleyerek para sermayenin dağı­
lımını etkiler; sınıflar arası ve sın ıflar içi karmaşık ilişkileri dü­
zenleyerek toplumsal mücadelenin sonuçlarını normalize etmeye
çalışır. Bu rollerinden dolayı devlet topl umun üyelerinin hem
maddi yaşamın ı, hem de topl uma fonksiyonel uyumunu düzert­
ler ve hem •gözetme· . hem de .. gözetleme• anlamında bir •gü­
venlik devlet.i · dir. 1 11

U&> ·Fordist güvenlik devleti• kavramını l-lirsch geliştirmiştir. Hlrsch b•J


kavramı geliştirirken. Picclotto ve l lo11owoy'in senteze ulaştırdığı ·d•.!v­
letın türetilmesi• kuramının yapıs11lcı kategoı::l l erlni ctü1enleme kura­
mının kaplıallst gelişme kuramı ile birleştirir. Bak. J. Hlrsch, °Fordlst
Securtty S:.ate and New Soclal Movemenls • . Kapitalistate, No 10 t 1 .
. -

ı983. Aslında düzenleme kurnmı çerçevesinde ayrı bir devlet kuramı


geliştiren tek ya z ar Hiı sch'dir. Kurnm sr.dl'ce de\'letln dönüşmesinin
nncak biçimlerdeki dönüşmelerle bernbP,r nnlasılnbileceği görüşünü ta­
şır. Aglletta, devleti O'Conner, C11slclls. Nep;ri \'e Jll rsch·ın geliştirdiği
kuromsııl görüşler çerçevesinde ıılgılndı�ını belirtir. Rnk. Agliettıı Hl79,
s. 28, 9. 235.

130
8 - Fordlzmln Krizi

a. Krizin Oluşumuı 10 Yoğun birikim tekelci düzenlemeyle


birlikte kitlesel satınalma gücünü arttırdı ve kapitalizm bir sü­
re aşın birikim krizine uğramadı. Sermayenin karlılığını koruya­
bilmesi için iki koşulun gerçekleşmesi gerekiyordu: Bir yandan,
üretim araçları verimlilik artışı sermayenin yükselen teknik bi­
leşimini telafi edecek düzeyde olmalıydı, aksi halde sermayenin
organik bileşimi tehlikeli ölçüde yükselirdi. Ote yandan da tü­
ketim malları kesimindeki verimlilik artışı kitlesel satın alma gü­
cündeki yükselmeyi dengelemeliydi, aksi halde ücretlerin gelir
içindeki payı karlar aleyhine yükselir. Bu ik i koşul da fordiz­
min yükselme çağında yukarıda anlatı lan tekelci düzenleme bi­
çimleriyle gerçekleştirilebildi . Verimlilik artışı, ücret artışı, işçi
başına sabit sermaye miktarı artışı birbiriyle dengeli olarak ger­
çekleşti. Yükselme dönem i yaklaşık yirm i yıl kadar sürdü. 1960'
ların ikinci yarısından i tibaren bu denge bozulmaya başladı.

Fordizmin temellerini tehdit ed�n organik krizin kaynağı


emek gücünün yeniden üretiminin maliyetlerinde sağlanan uzun
dönemli düşüşün durması ve geriye dönmeye başlaması oldu. Ya­
n i fordizmin yeniden üretimini sağlayan ana sürecin artık işle­
memesiydi bu. Bunun iki önemli nedeni vardı. Birincisi makina­
laşmanın sürekli ve giderek daha yoğun uygulanmasının, verim­
Ji l iği arttı rıcı potansiyelini giderek Hi k ctmeye başlaması idi. ikin­
cisi ise üretimin ve tüketimin topl umsallaşan maliyetlerinin gi­
derek artması, sermayenin organik bileşiminin aşın yükselmesi,
meta il işkilerinin genelleşmesi sonucunda üretimde ve tüketimde
yeniden üretimin önkoşullarını sağlamanın gerektirdiği kaynak­
ların hızla büyümesi idi.

Verimlilik artışı bu birikim rej iminde sadece büyüme bakı­


mından değil , bütün yapısal ve kurumsal işleyiş bakımından ki-

( 19) Fordlzmln krizleri ile llglll olarak bak. Aglletta 1 982, s. 353 ve devamı;
De Vroey 1984; M. Davls, · Fordism in Crisis. A Revlew of Aglletta's
Rcgulation et Crise: L'exp�rience des Etats - Unis• , The Review, No. 2,
1978; M. Davis, ·The New Right's Road to Power•, New Left Review, No
128, July/ August 198 1 ; M. Dav Is. The Political Economy of Lale - lm­

perial Amerlca•, New Left Review, No. ı43, January/February 1984;


M. Davls, ·Reaganomisc' Maglcal Mystery Tour•, New Left Review, No.
149, January/February 1 985. Aynca bak. S. H. Heap, •World Profitabl­
llty Crlsls in the 1 971rs: Some Emplricol Evldence•, Capital and Clan,
No. 12. Wlnter 198018 1 ; C. Merglrier, ·The Elghtles: A Second Phase of
the Crlsls?•, Capital and Class, No. 21, Wlnter 1983.

131
Ut olma özelliğine sahip ve verimltlik artışı her iki kesimin bir­
den dengeli büyümesine bağlı. Ver! mlilik artışının yavaşlaması
ve yavaşlamanı n genellik kazan maya başlaması ile bütün siste­
min dengesi bozulmaya başladı. Özellikle öncülük sürükleyicilik
rol üne sahip üretim dalları ( örneğin tüketim malları kesimind�
otomotiv, dayanıklı tüketim malları, konut> belli bir teknolojik
gelişme çizgisinin sonuna ulaştılar. Daha ileri tek!lolojik gelişme,
niteliksel olarak farklı köklü dönüşümleri gerektiriyordu. Bu de­
ğişme bir yandan emek süreçlerinde atılımları gerekli kılarken,
aynı zamanda bazı üretim dallarında meta ilişkilerinin yaygın­
laşması ve yerleşmesiyle gerçekleşmeliyd i. Varolan makinalaş­
manın ve sabit sermayedeki artışların maliyeti ile karlılık d üze­
yini korumak, aynı zamanda satın alma gücünü yükseltmek ola­
naksız hale geldi. Bu sıkışıklı k kendini verimlilik artışında ve kar
hadlerinde düşme biçiminde gösterdi. Varolan teknolojilerle ser­
mayenin maliyeti aşırılasmıştı. Bu tıkanıklık üzerine gelen pet ­
rol fiyatlanndaki bir kaç kat artış, enarj i yoğun üretime ve tü­
ketime dayanan sistemdeki maliyetleri daha da yükseltti. Devle­
tin ve sermayedarların artan maliyetleri fiyatlara bindirmesi ile
beraber satınalma gücündeki artışlar da durdu, hatta gerilemeye
başladı.

Görü ldüğü gibi, Forcl lzmde kri?. pazar sıkıntısından ve ye­


tersiz tüketimde doğmadı. Asıl sorun sermayenin değerlenme­
sindeydi· ve yükselen sabit sermaye yatırımlarının yetersiz artık
değel ü retmeye başlamasından kaynaklandı. Yani kriz aşırı bi­
rikim krizi olarak ortaya çıktı . Genel olarak sermaye için C tek
tek sermayeler için olmayabilir) asıl sorun pazar bulmaktan çok
artık değeri, yani sömürü oran ını arttırmaktı. Varolan düzenle­
me biçiminin kurumsal yapıları içinde ücret artışları bunu sağla­
mayı engelliyordu. Varolan verimlilik koşulları altında ücret ar­
tışları fiyatlara yansıtılsa bile, bun u yeni ücret artışlan izliyor­
du. Yan.I aşırı birikim enflasyonist bir süre biçimini alıyordu. De­
mek ki en başta ücret artışların ı getiren kurumsal yapılann,
özellikte sendikalann gücü azalmadıkça yani farklı düzenleme
biçimleri eskilerin yerini almadıkça, artık değeri arttırma olana­
ğı yoktu.

Krizin ilk belirtileri ortaya çıktığında, tüketim normlarının


esnek olmaması üretimin de isiikrarını sağlayan etkenlerden bi­
rini oluşturdu. Ücretlerin h8men düşürülememesi, buna karşı
kollektif bir tepkinin ortaya çıkması dolayısıyla, krizin ilk anla­
nnda ücretlerle karlar arasındaki il işki sermayedarların aleyhi-

132
ne işledi. Ücret fonunda ciddi bir kısıntı yapılmadıkça kar had­
dinin ve kar marj larının düşmesi ilk kriz durumunu derinleştir­
di. Karların verimlilik krizi nedeniyle arttırılamamasından dola­
yı, hızlı teknolojik değişmeleri içeren sermaye birikimi de kolay­
ca yapılamazdı; bu nedenle de varolan sermayenin bir kısmının
değersizleşmesi ve ayıklanması gerektiği halde bu gerçekleşmedi.

İşte aşırı birikimin asıl anlamı budur. Birikimi finanse et­


mek için gerekli mali kaynaklar, dolaşı mı finanse etmek için ge­
rekli mali kaynaklarla çekişmeye başlar. Birikim için gerekil kay­
nakların üretilen ürünleri" satın almak için kullanılan gelir biçi­
minde harcanıp, birbirlerine rakip olması sorunu ortaya çıkar.
Bu ise \iretim malları üreten kesim ile tüketim m&ılan üreten ke­
sim arasındaki dengeyi bozar. Toplumun ürettiği yeni değerleıin
gerçekleşmesi önündeki engeller iki kesim arasındaki mübade­
leler aracılığıyla aşılamamaktadır. Kapitalist üretim ile dolaşı­
mın birliğinde bir kopuş olmuştur.

Üretim ile dolaşım arasındaki bu kopuşu bir süre için olsun


engellemek üzere yeni mali kaynaklar yaratıldı ve bu kaynaklar
yaratılan gelirden fazla oldu. Ücret artışlarının devam etmesi,
devletin talebi canlı tutma çabaları enflasyonun hızlanmasına
yol açtı. Hızl ı on rıasyonun varlığı aşırı talebin varlığı biçiminde
yorumlanıyordu, ama günümüzdeki aşırı talep, üretim, istihdam,
kar artışını ve yatırım artışını da uye,rmıyordu. Keynescl dü"
zenleme •mantığı artık işlem iyordu. Dolayısıyla, talebi pompala­
yarak krizden çıkılamıyordu. İşgücü - sermaye uzlaşmasının te­
mel i yıkılmış, sınıflararası denge kaymıştı. Sendikalara, işsizleri
korumaya karşı_ yaygın bir tepki başladı: işsizlik işgücünü terbi­
ye etmeliydi. Yüksek istihdam, işgücünün ve sendikaların pazar­
l ı k gücünü yükseltmişti.

Krizin bundan sonra aşamasınd a kar hadlerini yükseltmek


amacıyla kitlesel satın alma gücüne yapılan saldırılar bu kez ye­
tersiz tüketim ve aşırı üretim krizlerini de beraberinde getirdi.
Kar hadlerinde düşme eğilimi güçlendi, verimlilik düşüşü hızlan­
dı, işsizlik arttı. Fakat fiyatların tekelci oluşumu sürdü, fiyatlar
artmaya devam etti.

Yoğun biri kim k rize girince verimlilik artışını sağlayacak ve


gerilemeyi telafi ed�k yeni üretim dalları hemen harekete ge­
çemedi. Yüksek işsizlikle beraber dvlet müdahalesinin artması,
devletin mali krize girmesine, aynı zamanda da bütçe açıklan
yoluyla enflasyonu n yükselmef:ine yol açtı. Merkez Bankasının

133
düzenleme rolü zayıfladı. Ozel borç yapısı giderek istikrarsızla!J­
tı. Yatının ve üretim yapma yerine l ikit kaynaklan spekülatif
amaçlarla kullanma eğilimi arttı. Uluslararası l ikitite ise, özel­
likle gelişmekte olan ülkelere kredi verme biçimini alan uluslar­
arası borç ekonomisine yöneld i. Fiyat artışları karşısında sabit
döviz k u ru sistemi kon trol edilemez hale gelince , oynak kur sis­
temine geçildi. Kısaca, yoğun birikim rej i mi n i n dayandığı ücret,
meta, fiyat i l i şkileri, para sistemi ve devlet düzenlemeleri arasın ­
daki i li,şki l er artık birikim rej i m i n i istikrarlı tutmak işlevini gö­
remez oldu . , Yeni düze n leme biçimleri n i n işlerlik kazanmaya baş­
laması kaçınılmaz oluyordu.

Ücret düzeyi, genel fiyat düzeyi, para arzı, faiz düzeyi, dö­
viz kuru ve devletin büyüklüğü kriz döneminin en kritik düze n ­
leme alanlan olarak ortaya çıktı. Varolan düzenleme biçimiyle
ücret artı şları gerilerken , işsizl ik artarken ve enflasyon hızlanır­
ken, krizin büyüklüğüne oranla pek az firmanı n piyasadan ayık­
lanması yeniden yapılanmanın geciktiğinin bir göstergesi idi.
Kredi verilerek, devlet desteği verilerek firmaların kurtarılması
riskleri ve maliyetleri toplumsallaştınyor, fakat yeniden yapılan­
mayı da geciktiriyordu.

Sermayenin değersizleşmesi giderek artan ölçüde fiyat enf­


lasyonuna yansıdıkça, enflasyonun krizi düzenleme mekanizma­
sı olarak işlevini sürdürmesi de olanaksız hale geldi. Çünkü bu
işlevin ciddi bi r sın ırı vardır. Para mübadelelere ara cılık etme
işlevi kadar değer depolama işlevine de sahiptir. Paran ı n değer
deposu olma işlevi enflasyon belirli bi r hıza ulaştıktan sonra hız­
la yiter. Bu bir yandan toplumdaki gelir bölüşümü mücadeleleri n i
yoğunlaştırır, diğer yandan da para serma yen i n akımını etkiler.
Para sermaye ya kredi sistemi içinde kalmaz, al tın, mal, gayri­
menkul gibi alanlarda spekülatif olarak kul lanılmaya başlar; ya
da para sermayenin kredi sistemi içinde kalması ancak faiz had­
lerinin önemli ölçüde yükselmesiyle mü mkün olur. Faiz haddi­
nin yükselmesi ise karları kem irir, firmaların yatırım yapma
güçlerini azaltır. Enflasyon un dayandığı diğer bir sınır da, ulu­
sal para ile uluslararası para sistemi arasındak i i l işkileri zorla­
ması ve dış ödemeler dengesizl ikl eridir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, kriz mekanizması olarak enf­


lasyonun yerine artık kapi t.Alizmin geleneksel ayıklayıcı meka­
n izmasın ı i şletmek kaçı nılmaz oluyord u . < Friedman 'ın para ve
fiyatların ayıklayıcı mekan izmalar yerine geçmesin i eleştiren

134
monetarist kuramının 1 970'lerde yükselişi doğrudan doğruya söz­
konusu çelişkinin keskinleşmesiyle ilgiliydi.) Sermayenin doğru­
dan doğruya değersizleşmesini sağlayacak düzenlemeler zayıf
sermayelerin yok olmasını ve topl u msal dengeni n ücretliler aley­
hine bozulmasını , devletin sağladığı kollektif tüketim aracıları­
nın metalaşmasını, yani kapitalist üretim içine alınmasını, kol­
lektif tüketim alanında devlet harcamalarının kısılmasını, vergi­
lerin düşürülerek birikim kaynaklarının arttırılmasını, genel
olarak para arzı nın ve kredi arzının kısılmasını, faizlerin yüksel­
mesin i , dolayısıyla sadece daha güçlü sermayelerin kredi kulla­
nabilmesi ni, esnek döviz kuru yoluyla uluslararası rekabet gü­
cünün arttırılmasın ı amaçlar. Bütün bu değişmeler tekelci dü­
zenleme biçimleri nin bir k ı smının yeri n i rekabetçi düzenlemele­
rin al ması ve rekabeti keskinleştirici ayıklayıcı mekanizmaları
harekete geçirmes i anlamına gelir. Yen i sağ politikaları bu bağ­
lamda yorumlamak gerekir. Yeni işleyiş mekanizmaları kapita­
list ayıklamayı yapabildiği ölçüde krizi derinleştirir ve biçimini
değiştirir. Bu düzenlemeler krizi yeteri kadar derinleştiremiyor­
sa bunu n iki n edeni vardır: Yeni düzenlemeler muazzam bir
durgunluk hatta depresyon yaratmak zorundadır k i etkili ola­
bilsi nler. Krizin ve yr.n ido n yRpılan mRnın boyutları ve toplum­
sallaşm a derece s i n i n yüksekl iği düşü n üldüğünde , büyük bir
durgun luğun sonuçlarına katlanmak bütün toplum açısından
son derece güçtür. Aynca yeni d ü zenlemeler kendi içinde çeliş­
kiler taşımak tad ı r . Bun lar d u rgunluğu garantiler ama yeniden
yapılanmayı değil.2°

b. Kriz içindeki Fordizmde Yeniden Yapılanm a Çabalan

Azalan verim lilik, yetersiz artık değer, azalan kAr hadleri ile
karşı Ş
kar ıya kalan sermaye, krizin belirtilerinin ortaya
çıktığı ı ooo'lardan iti baren bu soru nları aşabilmek için birkaç
yönden arayış içine girdi. Yukarıda sözü edilen yeni sağ düzenle­
me biçimleri yeniden yapılanmanın yolunu açmak üzere gelen
değişmelerin yalnızca bir yön ü idi. Diğer çabalar ise şu başlık-

(201 Yeniden yapılanmanın yönleri ve muhtemel biçimleri ile llgill tnrtış­


malor için bek. Agliettn lll82; Lipietz 1082; Davls ı984, 1985; aynca
bak. J. Grahl, ·Restnıctur i ng in West Europeen lndustry• , Capitaı and
Class, No. 19, Sprirg 1983. Emek süreci ndeki değişmelerle ilgili olarak
bak. H. Dladley, · From Butties to Robots: Controlling the Lobour Pro­
cess• , Economy and Society, No. 4, Vol. 12, November 1983; F. Munııy,
•The Deccnl ralisntion of Production thc Decllne of the Mass - Collecllve
_

Worker?•, Capital and Class, No. 19, Spring 1983.

135
lar altında toplanabilir: ( 1 ) uluslararası pazarı genişletme, ih­
racatı arttırma, (2) artık değeri yükseltmek üzere ucuz işgücü
bölgeleri bulma, (3) emek sürecinde verimliliği .arttıracak ye­
ni örgütlenme biçimleri ve teknoloj ik değişiklikler, yeni üretim
dallan bulma.

Fordizmin krizini hafifletmek üzere başvurulan yollardan


biri, lhrac:atı arttı rmak oldu. Fordist rej i m esas olarak iç paza­
1

ra dayanan bir rej im olduğu için, gelişmiş kapitalist ülkelerin


herbirinde ihracatın üretime oranı 1960'lann ilk yarısına kadar
sürekli olarak düşmüştü. Fordizmin ilk kriz belirtileri başlayın­
ca, i hracatın payı da artmaya başladı. Fakat dış tice.ret artışı
esas olarak gelişmiş kapitalist ülkelerin farklı bölgeleri arasın­
da gerçekleşti < ABD - Kanada, AET> . Bu gelişme bjr· raslantı de­
ğildi. Fordizm i n yükselme döneminde bu birikim rej imi yaygın­
laştıkça, merkez ülkelerin yapısı birbirine benzeşti , homoj enleş­
ti. K itlesel üretim , ki,tlesel tüketimin olduğu, daha homojen ikti­
sadi mekanlarda daha rahat sürdürülebildiği için, uhısal sınır­
lan aşma gereği olduğunda, dış ticaret gelişmiş ülkeler arasın­
da yoğunlaşıyordu. Mal akımları yanında serme.ye akımları ve
dış yatırımlar da gelişmiş kapitalist toplumlar arasında yoğun­
laşıyordu. Az gelişmiş kapitalist toplumlarda, d ı ş ekonomik ili cs ­
kl ler iki ncil ağırlık tayd ı . Çok ulus l u ş i rke tleri n yüksel mesi, ser­
mayenin uluslararasılaşması n ı n üretim, dolaşım ve mali serma­
yeyi kapsadığının bir göstergesi idi.
Merkez ülkelerinde aşırı birikim ve azalan kar hadleri bi­
çiminde ortaya çıkan kriz , sermayeyi yeni gelişmekte olan ül­
kelerde yeni olanaklar aramaya itti. Dünyada gezen dolar re ·
zarvlerinin bir kısmından oluşan fonlar az gelişmiş ülkelerin sa­
naylleşmelerinde kullanılmak üzere borç verildi, bu sayede ge­
lişmiş ülkeler de yatırım malları kesiminin ürünlerin i ihraç et­
me olanağına kavuştular. Böylece ·uluslararası borç ekonomi­
si• doğdu. Azgelişmiş ülkelere resmi ve uluslararası kuruluşlar
aracılığıyla giden kredilerin önemi azalırken, uluslararası mali
kurumların kredileri en önemli dış kredi kaynağı haline geldi.
Uluslararası borç ekonomisi hakim birikim rejimi ile az geliş­
miş birikim rej imlerinin eklemlenmesinde önemli bir süreç oldu.

Verimlilik krizi ile karşı karşıya kalan kapitalist firmalar


bir yandan da ucuz, örgütlen·memlş lşgilcü havuzlan aramaya
başladılar. Fordizmiri başarılı dönemlerinde yedek işgücü re­
zervleri bazı gelişmiş kapitalist ülkelerde hızla tükendi. Tarım
kesimi, kadınlar ve nihayet Üçüncü Dünyanın göçmen işçileri

136
bu rezervleri oluşturuyordu. Rezervlerin özellikle ilk kategori­
lerde azalması ve yüksek istihdam düzeyi ücretlerin daha hızh
1
artmasına yol açtı.
Fordist emek süreci örgü tlenmesinin tasanın, n i telikli işgii ·
cü v e n i teliksiz işgücü olarak ayrılması, bu ü ç farklı işbölümü
düzeyinin mekansal olarak birbirinden aynlmasını mümkün kı­
lıyordu. Özellikle üçüncü düzeyin ağırlı k taşıdığı bazı üretim
dallarında, ilk iki düzey merkezde kalırken, üçüncü düzey baş­
ka bölgelere taşınabilir, uygulama düzeyinde ucuz işgücü kul­
lanılabilirdi. Bu yer değiştirme ilk olarak 1960'larda merkezin
içinde bazı bölgelere ya da hemen merkeze yakın bölge ve ülke­
lere doğru oldu < örneğin Fransa' nın batısı , ABD'nin güneyi, ln­
giltere'de Galler bölgesi, Meksika, Güney Avrupa, bazı doğu Av­
rupa ülkeleri > . Bu gelişmeler daha sonra üretimin taşındığı bu
ve diğer az gel işmiş kapitalist ülkelerin birikim tarzlarını önem­
Iİ ölçüde etkiledi. Konuya yazının ikinci bölümünde daha ayrın­
tılı değinilecek.
Merkezde. veriml i l iği arttırmaya, maliyeti d üşürmeye, kar­
ları yüksel trr:.eye yönelik .teknoloj ik d eği ş ikli kler ve üretimde ye­
ni örgütlenme blç l mlrrl do ort.Rya çık maya başlamıştı. Bazıları­
n ı n yen i Fordizm ad ı n ı verd iği y e n i bir birik i m larzının bi­
çimlenmek te olduğunu düşündü rten değişmeler son • yıllarda
emek sürecinin teknikleri nde ve örgütle nmesinde önemli dönü­
şümler getirmeye başladı. ilk göze çarpan eğilim, üretimin ade­
mi - merkezileşmesi . Yukarıda sözü edilen cografi yer değiştir­
me bunun sadece bir yönü. l şgücünün mekanda desantralizas­
yonu bir yandan aynı firma içinde fabrikaların bölünmesi, kü­
çültülmesi, ürün çevriminin fabrikalar arasında yayılması bi­
çimini alıyor, standardlaşmış parçalar < modülasyon> daha kü­
çük biiimlerde üretilebiliyor. Bu sayede işgücünü kitlesel olarak
bir araya getiren büyük fabrikaların önemi azalıyor ve işgücü­
nün kon trolü kolaylaşıyor. Diğer yandan firmalar arasında i ş
bölme, desantral izasyon un b i r parçası ve firma dışı küçük fir­
y
malara, atöl elere iŞ yaptırmak biçimini alıyor. Böylece, sabit
maliyetleri düşürmek , küçük işyerlerinde örgütlü olmayan dü­
şük ücretli işç i çal ı ştırma olanağının sağladığı ücret farklılığı
avantajlarından yararlanmak, d ışanya yaptırılan işin miktan­
nı kolayca değiştirerek üretim dalga!anmalar.ına uyum sağla­
mak ve böylece riskleri önemli ölçüde küçük firmalara aktar­
mak mümkün olabiliyor. Bunun sonucunda toplu pazarlığa ve
büyük üretim birimlerinde üretim yapmaya dayanan düzenle­
me biçimleri zayıflıyor.

137
Üretim ve yönetimde, kontrolde merkezileşmey i yükseltmek
ise, bu tür ademi merkezileşmenin ayrıl maz parçası, üretim c;ü­
recinin merkezinde kontrolün kompüterize ol ması , enformas­
yon teknolojisine gör e yeniden düzenlen mesi, hem farkl ı me­
kanl arda yapılan üretimin koord inasyonunu , hem de çalışanla­
rın iş başında sürekl i denetimini olanaklı kıl ıyor; stok, üretim
akışı, kapasite kul lan ımı, kalite kon trol ü bu yolla çok daha et­
kin olarak yapılabil i yor. Kompü terl eşm i ş merkezi kontrol bazı
emek süreçlerinin tüm üyle otomasyon unu da mümkün kıl ıyor.
robot kullan ımı bu otomasyonun bir parçası. Robot ku l lan ımı
işgücü mal iyetlerinde büyük ölçüde tasarruf sağlarken işçi sın ı ­
fının gücünü azaltmada çok önemli rol oynama potansiyel i n i
taşıyor. Y e n i ürii n teknoloj i leri < mod ülasyon > . yeni üreti m tek­
noloj isi (otomasyon, robotlaşma> ve yen i merkezi denetim tek­
nolojileri < kompüter, i letişim, enformasyon teknoloj ileri> yeni
desantralizasyon teknolojilzri ile birleşi nce emek sürecinde , üre­
tim i l i şkilerinde ve d iizen leme biçi mlerinde köklü dönüşüm l ere
yol açabil i r. Kapitali7.İn i n son gel işme aşamasında en gelişmiş
kapitalis t yapılar en az gelişmiş kapitalist yapılar ile yanya n a
muazzam bi r eşitsiz g·a lişme potansiyeli taşıyor. Şimdiden işgü­
cünün bileşim inde, ücret düzeyleri fark l ı l ıklarında, yüksek ni­
t.P. l i k l i iş�ücü v e ci (ışiik licrcl.l i ürgii t.si'ı z işgücünün pnylurındn
belirgin değişiklikler ortaya çıkmış duru mda.

Birinci Bölümün Sonu

Bu yazının birinci bölü m ü kapital ist gelişme sürecini ka­


pitalist düzen leme kuramı çerçevesinde ele aldı ve kapitalist
dünya ekonomisine hekim olan gel işmiş kapitalist birikim re­
j imlerini inceled i . K u ramın özel liklerinden dolayı çözümlemele­
rin odak noktasını yen iden ü retim ve krizler oluşturdu. Dizi n i n
başka bir kitabında yayınlanacak olan ikinci bölümde birikim re­
j im i ve düzenleme biç i m i kavram ları azgelişmiş ülkeler bağla­
m ında ele alı nacak ve Türk iye üzerinde durulacak. İkinci bölü­
m ün odak noktasını özgül bir ulusa l toplu msa l formasyonun hıı­
kim kapitalist biri k i m rej i m i ve d üzenleme biçi minin etkisi al­
tında yaşadığ ı kriz ve bu krizden nasıl b i r yeniden yapılanma
yoluyla çıkabileceği sorusu oluşturacak.

138
Sosyalist - Feminizm O lanakh mı?

Gülnur SAVRAN

Feminizm, Türkiye'de çeşilli sol kesimler tarafından kuş­


kuyla karşılanan bir toplumsal hareket. · Kadın sorunu• diye
özel bir sorunun varlığı kabul edildiğinde bile, kadınların bu
sorun temelinde örgü tlenmiş bağımsız bir hareket oluşturma­
lan •gerekli· görülmüyor, hatta ·bölücülük· olarak ni telen­
diriliyor. Nedense iş feminizme geldiğinde bir ortodoksluk yarı­
şıdır başlıyor. Herşeyi ekonomik sorunlara bağlayan bir indir ­
gemecilikle, feminist h areket i ·faşizan bir çizgide· gelişmekle
suçlamaktan tutun da ( A t. i l l a Özkırıml ıl , ·dayaktan gözü mo­
rarmış, alt dudağı yarılmış� ağlamaklı kocalar için ağıt yak ­
maya kadar < Afşar Timuçi n > uza nıyor yakınmalar. Öte yan ­
dan , kimi solcu •erkekleri mizin durumunu• yansıtan kolaycı
bir tepki biçimi de, neredeyse kadın düşmanlığı n a varan bir
alaycı lık < Yalçın Pekşen > 1 Ba tı"da ise duru m oldukça farklı: Fe­
minizm, bağımsız bir hareket olarak, sol hareket tarafından
hemen hemen tü müyle benimsenmiş durumda. Ancak bu ol­
dukça yeni bir gelişme. Feminizm 1960'ların sonlannda, ABD,
İngiltere, Fransa gibi ülkelerde, ikinci bir dalga halinde' yeni­
den yükselmeye başladığında, oralarda da pek ·hüsnükabul•
görmemiş. Bugünkü durumu sağlayan, kadın hareketinin gücü
ve direnci olmuş.

Aslında, işç i sın ıfı kad ınlarının ötesine u�anan ve sol ha­
reketten bağımsız olarak örgütlenmiş bir kadın hareketine kuş-

Hl A. Özkırımlı. ·Kadın, Erkek ve Cinsellik•, Günümüzde K itaplar, < Haziran


1985 1 ; A. Timuçin, · Kadınlar Gerçekten Ezildiler mi?• . Düşün, ! Kasım
19841 s. 34; Y. Pekşen, · Kadınları n Duruınu•, Cumhuriyet, Temmuz 1985.
(21 Fem inizmin fnrk lı iki dönemi için bkz. Ş. Tekeli, •"Yeni - Femlnlzm'e
Yakıştınlan 'Erkek Düşmanlığı' Ü 1l'ıine• , Somut, 27 Mayıs 1983; G. Sev­
ran, · feminizrrıler•. Yapıt, Şubııl - Mart 1 085.

139
kuyl& yaklaşmak çağdaş sol& özgü bir tavır değil. Geçen yüz­
yılın sonlarında ve bu yüzyılın başlarında, feminizm ilk çıkış­
larını yaptığında, işçi hareketinden çok benzer tepkiler alıyor.
Dönemin sosyalistleri bağımsız kadın hareketini bir burjuva
hareketi olduğu gerekçesiyle dışlıyorlar. Feminizmin bu ilk dal­
gası gerileyinceye k.ada.r, sosyalistlerle feministler arasındaki
ilişkiler oldukça gergin bir biçimde gelişiyor.

Ancak, 1970'lerde feminizmin Batı'da .vardığı noktada or­


taya yeni bir sentez çıkıyor. Bu yeni sentez sosyalist - feminizm.
Bu yazıda benim irdelemeye çalışacağım sorun da bu . sentezle
ilgili: Sosyalist geleneğin bağımsız kadın hareketine yaklaşımı
ışığında sosyalist - feminist olmanın teorik ve pratik açılardan
anlamı ne?

lıkin şu noktayı vurgulamakta yarar goruyorum: Sosya­


list - feminizm, sosyalizm ile feminizm arasında, ikisinden de
eşit uzaklıkta yer alan bi r ortayol olamaz. Sosyalizm ile femi­
nizm birbirinin yerini alabilecek almaşıklar değil. Feminizm,
sosyalizm gibi bütünsel bir toplum projesini ifade etmiyor. Bu­
nunla bağlantılı olarak da, topl u m u bir bütün olarak anlayıp
dönüştürmeye yönelik bir yöntemi olması gerekmiyor. Sosya­
l i s t - fem i n i z m i n siyftsal ve ideolojik konumunu belirl eyen bir
ilk yaklaşım şu olabi lir: Sosyal ist - feminizm, sosyal ist teoride
ve pratikte · kad ınlann ezil m işliği· konusu nda bugüne kadar
varılmış olan en ileri nokta. Başka türlü söylend iğinde, sosya­
list - feminizm bu geleneğin kadın hareketine yaklaşımındaki
soru nları aşarken gelenekten kökten bir biçimde kopmuyor.

Bu geleneğe baktığımızda karşılaştığımız görünüm çok


kaba hatlarıyla şöyle: Engels'ten Bebel'e ve Zetkin'e dek .. kadın·
ların ezilmesi• sorununa şu ya da bu şekilde eğilmiş sosyalist·
lerin hemen hepsi, sorunu sadece farklı sınıflardan kadınlanrı
farklı ezilmişlikleri düzeyinde ele almış. Bu farklılıkların öte·
sinde, biltiln kadınların paylaştığı bir ortak ezilmişlik olup ol·
madığını sorgulıımamış. Aslında Engels, özel mülkiyeti ve ka­
dınların özel m ü l kiyete dayalı ailedeki ekonomik bağımlılığını
< yani ücret karşılığı çalışmamalarını> bu tür genel bir ezilmiş·
lik kaynağı olarak belirliyor. Ancak bu, gerçekte bütün ka·
dınların durumunu kapsayacak bir genelleme olmadığı için
sonuçta . yalnızca ücret karşılığı çalışmayan kadınların burj u ·
v a ailesi içindeki özgül ezilmişliği açıklanmış oluyor. Engeb
buradan hareketle de, ezilmiş sımfltt.r arasında özgür sözleş ·

140
meye dayalı evliliklerin kural olduğunu, çünkü bu birleşmele­
rin ekonomik kaygılara bağlı olmadığını ve dolayısıyla işçi ah
lesinin karşılıklı sevgi temeli üzerinde yükseldiğini savunu­
yor.' Öte yandan, Clara Zetkin, farklı sınıflardan kadınların
farklı biçimlerde ezildiklerini vurgulama uğruna, işçi kadınla­
rın ezilmişliklerinin tek temelini bu , kadınların sermaye için
ucuz emekgücü kaynağı oluşturmasında buluyor. Böyle olun­
ca da, işçi ailesi içindeki cinsiyete dayalı işbölümünü sorgu­
lamak yerine, işçi kadının •analık· ve •eşlik· rollerini yücelt ­
meye varıyor. Zetkin 'e göre, bu kadınlar sömürülme özgürlü­
ğüne zaten sahip; asıl yapılması gereken, onların ·birer eş ve
ana olarak· haklarına kavuşturulması . Bu yaklaşımın çok bek­
lenebilecek sonuçlarını da açıkça ifa�e ediyor Zetkin: ·Sosya­
list kadınların faaliyetlerinin hedefi proleter kadınlan eşlik ve
analık görevlerinden uzaklaştırmak olamaz. Aile içindeki iliş­
kiler iy i olduğu ve evde işler etkin bir biçimde yapıldığı ölçü­
de, aijenin mücadele içindeki etkililiği de artacaktır. • •

Zetkin'in b u yaklaşımının mücadele biçimi açısından uzan­


tısı şu: küçük - burj uva kadınlarının çalışma hayatına girebil­
mek için sürdürdükleri eşitlik mücadelesine destek olmak; ya­
sal ve siyasal hak eşitliği taleplerine bunlar demokratik talep­
ler olduğu için katılmak. A nca k , bu destek ve dayanı şma, işçi
sınıfı olarak bir burjuva demokraLik hareketini desteklemenin
ötesinde bir anlam taşımıyor. İşçi kadınların, bu çerçevenin dı­
şında kalan sorunları, •işçi sınıfın ın sorunları• olarak görülü­
yor. Dolayısıyla, sol açısından, kadın h�reketinin kitlesi de •iş­
çi kadınlar. olarak belirlenmiş oluyor. İşçi kadınların hareke­
tir:ıde asıl amaçlanan , onları sosyalist mücadeleye katmak.'

Kısacası, çok genel olarak bakıldığında, sosyalist gelenekte


·kadın hareketi • , sosyal istlerin işçi sınıfı kadınlarını birer işçi
kadın olarak yaşadıkları sorunlar çevresinde örgütlemesi
olarak anlaşılıyor. Bu bakışın ötesine geçmek ve bağımsız bir
kadın hareketinin anlamlılığını gösterebilmek için, kadın soru­
nunun başlıbaşına bir sorun olduğunu ortaya koymak gerek.

(31 F. Engel'I, A ilentn, ôz:eı Mülkiyetin ve Devletin Kökeni lç'ev. K. Somer l ,


Sol Yayınlan, ı971, s. 1 1 1 ı ıs.
-

141 C. Zetkln, ·Proletarlan Women and Soclellst Revolutlon- . The Soctaliıı


Regiıter, !deri. Mlllband/Saville l , Merlln Press, Londra, 1976, s. ı99-200.
ısı Kadınların ezilmişliğine karşı mücRdelede çok özel bir yeri olRn Kollon­
tey bile kadın hareketinin amacını yer yer bu biçimde bellrliyorl Bkz.
A. Kollontal , Selected Writtngs, Allison end Busby, Londrf'l. ı e77, ,s. 53.

141
Başka bir deyişle, femi n izmi anlamlı ve gerekl i bir toplumsal
hareket yapan maddi temel i açıklamaya çalışmak gerek. Bu
maddi temeli oluşturan ise, bütün kadınların ezilmişl iğinin en
derindeki ortak kaynağı. Şayet böyle bir ortak kaynak varsa;
başka ezilen sınıf, grup ve katmanlar karşısında kadınların
ezilmişliğinin özgül bir ni tel iği var demektir.

Sosyalist � Feminizm ve Kuramsal Tahlil

İşte bu temelin i rdelenmesi, bizi başlangıç�a sorduğum so­


runun ilk bölümüne, sosyal ist - feminizmin ku.ramsal açıdan
taşıdığı anlama getiriyor. Sosyalizmden kopmayan bir feminizm
kuram açısından ne demek?

Ancak bu ortak temeli araştırırken bir başka noktayı da


gözden kaçırmamak gerek. Kadınlar tarih boyunca farklı top­
lumlarda farklı üretim, mülkiyet, siyaset ilişkileri içinde yer
almışlar. Öte yandan, kadın olarak ezilmişl iklerin i paylaşmala­
rına karşın, aralarında sın ıfsal, ulusal, di nsel, etnik ayrılıklar
ver. Dolayısıyla, bu ezilmişliği her sınıftan, her ulustan, her
dinden , her etnik gruptırn kadın yaşıyor; ama çok farklı biçim­
lerde. O zaman, yukarıdaki soruyu şöyle ayrıntılandırmak ola·
naklı: Bir yandnn bü tün kAd ı n la rın o rt nk �zi l m l şliğ i n i açıkla­
yan, öte yandan da bu kadınlar arasındaki sınıfsal, ulusal, vb.
farkhhklan da kuca klayabilecek maddi temel ne?"

Kadınların ezilmişliğini n özgüllü.ğünü ortaya koyacak or­


tak bir maddi temel arama çabası, bu yazıyı çok· genel bir dü­
zeyde kalmaya zorluyor. Bu düzeyde belli bir açıklığa kavuş­
tuktan sonra, kadının topiumsal kon u muna bütünselliğini ka­
zandıracak siyasal, ideoloj ik, yasal, kültürel boyutların tahlile

16J c.. Moufre, ·Cinsiyet Slı;teml \'C Kadınlnnn . Bağımlılığının Söylemsel


Kuruluşu• (A kıntıya Karşı. Nisan 1085) adlı yazısında tam da böyle bir
•temel• arayışını reddediyor. Yazara göre. kadının bağımlılığı toplum­
daki çeşltll pratikler. söylemler ve kurumlar tarafından sürekll olarak
oluşturulan ve kurulan cinsiyet sisteminden kaynaklanır. Bu sistemin,
sözkonusu pratik, söylem ve kurumların dışında - ya de berisinde -
tek ve bütünsel bir temel! yoktur. Mouffe'un bu açıklaması, toplumu
meddi bir temel üzerinde yükselen bir bütün olarak anlamak yerine,
çeşitli süreçlerin oluşturduğu, gelip-geçici, · konjonktüre! birlikler dizisi
olarak anlayan bir yaklaşımı dile getiriyor. Bu yaklaşımla, ·kadınlar
ezlllyor çünkü cinsiyet sistemi var 1 ! l• demeni n ötesine geçmek çok
güç. Bu biçimde olsa olsa cinsiyet sisteminin nasıl yeniden üretildiği
-

açıklanablllr, nasıl üretildiği değil.

142
sokulması kuşkusuz çok gerekli . Burada bu genellikte kalmış
olmam, kadının ezilmişliğini bu ezilmişliğin derinde yatan mad­
di temeline indirgediğim anlamına gelmemeli. Öte yandan, yi­
ne bu genellik düzeyinde, kadınlEmn ezilmişli kleri n i n kapita­
lizmde ve kapitalizm - öncesi ü retim tarzlarındaki özgül bi­
çimlerine girmek, bu farkl ı mekanizmaları açıklamak sözko­
nusu değil. Bu yüzden de yazıda, özgül ü retim tarzlarına, o
arada sermaye yasalarına, i lişkin kateg�rilerdense, tarihsel
maddeciliğin daha genel kategorileri ağırl ı k taşıyacak.
Sözünü ettiğim bu maddi temeli görmek için sınıf ilişkile­
rinin yanısıra cinsiyet i lişkilerine, ü retim i l işkileri n i n yanısıra
yeniden - üretim ilişkilerine bakmak gerek: Toplumları anlama­
ya çalı şırken üretim ilişkilerine bakmadan edemiyoruz; çünkü
toplumun varlığı n ı n sürmesi için üreti m yapılması kaçınılmaz.
Dolayısıyla da, toplumsal bütünün karmaşıklığı içinden çeşitli
belirlenimleri ayıklaya ayıklaya ulaşacağımız en temel ilişkiler,
insanların üretim yaparken birbirleriyle kurdukları il işkiler.
Bu insanların sınıfsal konum lan da üretim il işkilerindeki yer­
lerine, üretim araçları üzerindeki denetimlerine bağl ı . Ama
öte yandan; üreti m i n sürmes i için de, bu ü retim i gerçekleşti ­
ren çalışma kapasitesinin yeniden - ü retil mesi gerek. Benim
burada kullandığım dar anlamıyla yeniden - üretim, hem yen i
< taze> emekgücünün ü remesi ve bu emekgücünün beslenmesi,
yetiştirilmesi, hem d e ü retim sırasında tüketilen emekgücünün
yenilenmesi demek. işte hu iki aland a , yan i ü reti m ve yeni­
den - ü retimde, kad ınlarla erkeklerin konu mlan fark lı: kadın­
lann doğurganlıklan, çalışma kapasitesinin yeniden üretimin­
de onları özel bir yere yerleştiriyor. Kadınların ezilmişliğinin
en genel düzeydeki temeli d e bu yer, Ancak, bu, doğal olarak
bel irlenm iş, biyoloj inin kendi başına saptadığı bir yer deği l :
yeniden - üretim ilişkileri kadının konumunu üretim i l işkileri
ile bir arada belirl iyor. Değişik üretim i lişkileri bağlamlarında
kadınlar değişik yeniden - ü retim ilişkileri içindeler: buna bağlı
olarak da, erkekler karşısındaki ezilmişl i kleri farkl ı biçimlere
bürünüyor: Örneğin, küçük köylül ükte çocuk ölüm oranının yük­
sekliğinden ötürü olsun, ailenin emekgücü gereksiniminden ötürü
olsun, ·kadınlar sık sık doğum yapıyor; buna karşılık çocukların
beslenme/büyütülme süreci kapitalizmde olduğundan hemen da­
ha kısa, hem de daha kendiliğinden; kapitalizmde ise doğum sayı­
sı daha düşük, ama küçük köylülüğe göre çok daha uzun va
özenli bir besleme/büyütme süreci var. Küçük köylülükte ağır
bir emek süreci içinde sık sık doğum yapma yükümlülüğünü

143
taşıyan kadın ne�eyse fiziksel bir ezilmişliğe/baskıya tabi.
Kapitalizmde ise, kadının ezilme biçimi doğurganlığın dolaylı
bir uzantısında bağlı: burada ezilmişlik, yeniden - üretimin bes­
leme/büyütme yönünün kadının omuzlarına yüklenmesinden
kaynaklanıyor.

Köylü toplumlar kapitalizm karşılaştırmasında, yeniden­


üretim/üretim ilişkileri bağlantısının bir yönü daha var. As­
lında bu ikinci boyut birinciyi de açıklıyor. Köylü toplumlarda
yeniden - üretim üretim süreciyle içiçeyken, kapitalizmde bu
iki alan ev ve işyeri olarak ayrılıyor. Tarihsel olarak bu kopuş
şöyle gerçekleşiyor: Kapit.alizmle birlikte fabrika/ev ayırımı ge­
liştikçe , yeniden üretimin sürmesi için toplumsal üretimden ay­
rışmış olan bu alanın sorumluluğunu birilerinin ağırlıklı olarak
üstlenmesi gerekiyor. Bu sorumluluğu üstlenen grubun kadın­
lar olması doğrudan doğruya kapitalizmin mantığına bağlı de­
ğil: kapitalizmde yeniden - üretim alanından kadınların sorum­
lu oluşunun ardında geçmişten devralınan cinsiyete dayalı iş ­
bölümü yatıyor. Kapitalizmin gelişme sürecinde ev/fabrika, ye­
niden - üretim/üretim giderek birbirinden koptukça, ev ve özel
yaşam kadının alem olarak özel bir anlam yükleniyor. Bu da
şöyle bir sonuca yol açıyor: kadın üretim alanı ndan ya dış­
lanıyor, ya da dışlanmadığı durumda, yeniden - üretimdeki yeri
onu çalışma hayatında ikincil bir konuma yerleştiriyor. Özel­
likle kadınlara uygun görülen kadın alanları oluşuyor: örneğin
hemşirelik, öğretmenlik, hizmet sektörü gibi. Bunlar kadının
analık < zaman zaman da, örneği n hosteslikte olduğu gibi, eş­
lik> rolünün uzantıları : aynı zamanda da, toplumdaki statüleri
benzer işlerin kapitalizm - öncesi toplumlardaki statülerinden
<örneğin ebe kadınların toplumsal statülerinden> daha düşük.
Öte yandan, kadınlar- yeniden - üretim yükümlülükleri yüzün­
den kesintili bir biçimde çalıştıkları için yarım - gün, güvence.
siz ve düşük ücretli işlere mahküm oluyorlar.

Kapitalizm örneği, yeniden - üretim ve üretim ilişkilert di­


yalektiğinin kadının hem aile içindeki yerini, hem çalışma ha­
yatındaki konumunu nasıl bir arada belirlediğini gösteriyor:
kapitalizme özgü üretim ilişkilerinin bir özelliğ i olan ev/işyeri
kopukluğu bağlamında, kadının yenid•en - üretim alanındaki,
geçmişten gelen konumu özel bir anlam kazanıyor: bu konu­
mun özelliği yüzünden de kadın üretim alanında ikincil ve
aşağı bi r yere yerleşiyor. Dolayısıyla, farklı topl umlarda kadı­
nın ezilmişliğini anlamak için hem o topluma özgü üretim iliş-

144
kilerine, hem de varolan yeniden - üretim sistemine bakmak
gerek. Yeniden - üretim" bütüİı topluml.ılrda kadınların ezilme­
sinin ortak temeli; ama bu ortak temel, üretim ilişkileri ile bir
·

arada ele alındığında farklı ezilme biçimlerine yol açıyor.

Ayrıca, aynı toplum içinde farklı sınıflardan kadınların


ezilmesi farklı biçimlere bürünüyor. Kapitalizmde, mülk sahibi
sınıfların kadınlarının d uruınun�a. özel mülkiyete bağlı bir
ezilme biçimi sözkonusu: burada. kadının yeniden - üretimdeki
yükümlülüğü onu evin/özel alanın bekçiliğine hapsediyor . Or­
taya çıkan ezilmişlik biçimi ekonomik bağımlılık ve evi"şi/ço­
cuk bakımı köleliği. Evişi ve çocuk bakımı için başka kadın ­
.
lan Ücret karşılığı çalıştıran kadınların, bu biçimde ezilmiş­
likten kurtulduklarını söylemek de olanaksız. B u kadınlar, ko­
calan için birer statü sembolü olmaktan, kişiliklerinin çeşitli
boyutlarını Ccinsellik.leri, her tür duyarlıkları) kendilerine yaban­
cılaşmış bir biçimde yaşamaya dek, farklı biçimlerde eziliyorlar.
Bu yoğun yabancılaşma, kadının bir özne ol maktan çıkıp, kocası
için bir nesne haline gelmesi anlamını taşıyor. Bu kadınların baş­
kalanl\ı <bu durumda ev işçilerini> eziyor olmasından , kendileri ­
nbı ezilmediği sonucunu çıkarmak oianaksız . Yine kapitalizm­
de, ama bu kez çalışan kadınlarda ise, ezilmişlik şu biçime bü­
rünüyor: evde ve işte olmak üzere çifte çalışma düzeni; buna
bağlı olarak çalışma hayatında erkekler karşısında eşitsizlik
ve ezilme. Bu farklı biçimler, hep daha temeldeki yeniden - üre­
tim/üretim ilişkileri birliğine bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli
ezilmişlik boyuttan.

Kapitalizmin Kapital ve benzeri yapıtlardaki tahliline bak­


.
tığımızda cinsiyet açısından nötr olan, cinsel kimlik taşıma­
yan kavramlarla karşılaşıyoruz. Çünkü bu tahlil kapitailzmin
en soyüt işleyiş mantığını veriyor. Bu soyutluk düzeyinde cin­
siyet ayırımına ye r yok; ama çalışanlar-arası bölünmelere yer
var: emekgücü kitlesi içinde t6lilnmenin ve forklıl&şmanın ol­
ması kapitalizmin işleyiş yasalarının bir parçası. Somut kapi­
talist toplumları bütünlükleri içinde anlamak için ise, bu sis­
temin tarihsel olarak nasıl yerleştiğine de bakmak gerek. Ka­
pitalizmin kuruluş sürecinin içerdiği boyutlardan biri de, cin­
siyete dayalı lşbölümünün o aşamada varmış olduğu nokta. iş­
te, kapltallz:ain bir gerekliliğ i olan bölünmüş emekgücü kitlesi
ile geçmişten devralınan cinsiyet ayırımı, kapita lizmin kurulµş
sürecinde içiçe giriyor; kapitıllist toplumlar . erkek egemenliğini
kendine mal ediyor, cinsiyete dayalı işböl ümü üzerinde gelt-

148
şiyor. Dolayısıyla, cinsiyet ayırımının kapitalizmin zorunlu bir
sonucu olmamasına karşın, kurulmuş ve gelişmiş biçimleriyle
kapitalist toplumlar cinsiyet ayırımına dayalı toplum}Jır. Erkek
egemenliğini özümlemiş olan kapitalist sisteme · karşı çıkma­
dan bu ayırıma karşı çıkmak da en hafif deyimiyle çok güç . . .

Sosyalist - Feminizm ve Kadın Hareketi

Böylece, sosyalist - feminizmin pratik açısından , hareketin


niteliği açısından ne anlam taşıdığı sorusuna gelmiş oluyoruz.
Ancak, bu noktada, bugün Batı'da ortaya çıktığı biçimiyle ge­
nel olarak feminist hareketin niteliği üzerinde kısaca durmak­
ta yara r ver. Geçen yüzyılın sonunda ve bu yüzyılın başında
yükselen kadın hareketlerinden önemli bir ölçüde ayrılıyor bu
hareket. Feminizmin ilk dalgası, temelde eşitlikçi bir Çerçeve
içinde yer alıyordu: talepleri, burj uva toplumunun bireysel öz­
gürlük ve hak eşitliği ilkelerine dayanıyordu. Dönemin sosy a­
listlerinin bu hareketin bir ·burjuva hareketi• olduğu yolun­
daki değerlendirmeleri bir ölçüde haklıydı. Oysa bugün, özel­
likle Batı Avrupa'daki feminist harekete damgasını vuran an­
layış, kadın - erkek eşitsizliğinin köklerin i yeniden - üretim ili�­
kilerinde ve ailede arayan, verilmiş sistemin temellerin i şu ya
da bu şekilde sorgulayan bir anlayış. Hareketin •radikal• ka­
nadı, yeniden - üretim ilişkileri ve aile ile kapitalist üretim tar­
zı arasındaki bağları k u rmasa da , hak im kurumsal ve kültürel
biçimlere karşı çıkıyor. Dolayısıyla da, hareket genel olarak
•sistem - dışı• , •Bnti - kapitalist• bir perspektife sahip.'

Sosyalist - feminizmin pratiğine bu bağlamda yaklaştığı­


mızda da ortaya çıkan şu: Sosyalist - feminizm kadınlann kur­
tuluşunu kapitalizmin aşılmasına bağladığı ölçüde kendini baş­
ka toplumsal m uhalefet hareketlerinden soyutlayamaz. Yalnız­
ca feminist bir çerçeveye hapsolmuş bir mücadele anlayışına
hapsedemez kendini . Başka ezilen grup ve sınıfların anti - ka­
pitalis t mücadeleleriyle bütünleşmesi/dayanışması, kendi anti -
kapitalist emellerini gerçekleştirmesi için anlamlı . Bu çok açık.
Ancak sosyalist - feministlerin feminist harek.et içinde daha öz­
gül bi r konumlan var. Bağımsız bir genel feminist hareket an­
ti - kapitalist olmakla, salt bir toplumsal muhalefet hareketi' ol-

17) Bkz. G. Savran, o..g.y., s. 1 2. Yeni - feminizmin nJtellğl konusunda ayn­


ca bkz. J. Mltchell, Kadınlık Durumu, Kadın Çevresi Yayınları, 1985,
8. 3::? - 5·1.

146
ma.kla yetinebilir. Ama sosyalist - feministlerin , sınıf tahlilinin
yerine geçmeyen, onunla çelişmeyen , tersine sınıf/cinsiyet
ürJtim/yeniden - üretim ilişkilerin i n birliğini vurgulamaya çalış­
ları şöyle bir noktaya getiriyor: kadınlı;Lrın kurtuluşunun önko­
şulları yalnızca kapitalizmin aşılmasında değil, daha da somut
olarak sosyalizmde y atar.
Bu yargı kadının yeniden - üretimdeki yerinin doğal bir ko­
num olmadığı anlayışıyla çok yakından bağlantılı. Baştan beri
üretim/yeniden - üretim il işkilerinin birliğini vurgulamaya çalış­
tım . Bu birlikten anladığım, yeniden - üretimin, üretim ilişkile­
rinin belirleyiciliği altında toplumsal dinamiklere bağlı bir sü­
p
reç oluşturduğu. İşte yeniden - üretimin bu to lumsal n iteliği,
kadınlann doğurganlıklarının ·toplumsal olarak düzenlendiği
anlamına geliyor. Kadınlar kendi doğurg�nlıkları üzerinde tam
anlamıyla denetime sahip değiller. Doğurganlık, üretim ilişki­
lerinin belirlediği ama kendi içinde de bir dinamiğe sahip olan
yeniden - üretim düzenine tabi. Daha somut olarak ifade etmek
gerekirse, toplum düzeyinde doğum oranını toplumsal üretimin
emekgücü gereksinimi belirliyor: KRpitalist ya. da bürokratik
devletlerin kürtaj yasaları, ya da evlenmeyi özendirici önlem­
leri bu sürecin e n önemli ciolny ı m lurı. A y rıca, yqniden - ürelim
alanının doğurganlık boyutunun d ışında, yetiştirilme/büyütül­
me boyutu da toplumun emekgücü gereksinimi ile yakından
ilintili: Örneğin, kapitalizmde gerekli olan emekgücü türü, çok
özgül bir biçimde yetiştirilmiş Cçalışma ahlakını içselleştirmişJ
insanlenn belirli özellikler taşıyan C uysal ve dolayısıyla kapi­
ta.J ist ussı"1hğa tabi kılınabilir ola n ) cmskgü::: ü . Ancak yeniden­
üretin).i /doğal değil de toplumsal olarak belirlenmiş bir alan
·
kılan tek etken üretim ilişkileri değil. Fr.rklı üretim tarzların­
d a, üretim ilişkileriyle eklemlenmiş olan erkek egemenliği, ye­
niden - üretimi hem toplum düzeyinde belirliyor, hem de özel
kadın - erkek ilişkileri düzeyinde. Örneğin, yeni k ürtaj yasasın­
daki, kocanın onayını gerek1i kılan madde, kadının cinselliği
ve doğurganlığı üzerindeki denetimin yasayla erkeklere veril­
diğinin açık bir kanıtı. Bu denetim kapitalizmin çok öncelerin ­
den bu yana erkekierin · elinde; kapitalizmde ise, yer yer erkek­
leıin elindeki bu denetimi doğrudan doğruya devlet düzenli­
yor. Öte yandan , kadın - erkek ilişkilerinin özelliği düzeyinde,
kadınların doğurganlıklnrının erkeklerin denetiminde olduğu­
nu yansıtan bir olgu da, neredeyse kurumlaşmış olan aile - içi
şiddet: Gebelikten korunma yolunu kendi başına bulmuş bir
kadının, kocasından gizlice uyguladığı yöntem keşfedildiğinde

147
dayak ,yediğine ilişkin tanıklık ve öyküler dinlemek isteyenler
için bol bol mevcut.

Öte yandan, teknoloji geliştikçe, insanlar giderek doğaya


daha egemen oldukça, üretim ve yeniden - üretim ilişkilerini in­
sanların kendi iradeleriyle, kend i gereksinimlerine göre düzen­
lemeleri olanaklı . hale geliyor. Bir yandan, üretim ilişkileri kıt­
lık koşullarınin dayattığı zorunlu belirlenimlerden giderek
kurtuluyor; diğer yandan, yeniden - üretim giderek artan bir
oranda insan iradesine göre düzenlenmeye elverişli bir n i telik
kazanıyor. Yaygınlaşmış doğum kontrolü olanakları, tüp be­
bek deneyleti., vb., kadınların kendi bedenleri üzerinde denetim
sahibi olmaları yönünde gelişen potansiyelin örnekleri. Bu po­
tansiyelin tümüyle gerçekleşmesi, kadınların, doğal gibi görü­
nen ama aslında toplumsal dinamiklere bağlı olan yeniden -
üretim üzerinde deneti msahibi olmaları demektir. Pöyle bir sü­
recin ilk adımı, kadmın cin.selliği i le doğurgan•lığının birbirin­
den ayrılması; kadın cinselliğinin kendi içinde bir gerçeklik
olarak tanınması. Kadınlar, ancak bu durumda, cinselliklerini
kendi seçtikleri biçimcle, gerek irse doğurganlıklarını hiç kul­
lanmadan yaşayabilirler; doğurganl ıklarını tümüyle kendileri
denetleyebilir, hangi sıklıkta doğum yapacaklarına yalnızca
kendileri kerar verebilirler.

Ne var ki, kadınların kendi bedenler i üzerindeki denetimi


tü ınüylo ellerlndo l u l.maları dn, ye n iden - ü retimin d iğe r boyut­
larını (yetiştirme - besleme - büyütme) i nsanların bilinçli bir bi�
çimde düzenlemeleri de kt\r amacı güden bir toplumde. olanak:
lı değil. İlkin , doğum kontrolü devlet tarafından üretilen bir
hizmet olduğunda bile, sermaye yasalarından tümüyle özerkle­
şemiyor: Devletin kullandığı doğum kontrolü araçları kar ama­
cıyln üretilmiş metalar. DolayısıyJa, bu araçların üretimini be­
lirleyen, taşıdıkları mübadele - değerleri: kadınların somut ge­
reksinimlerine yönelik kullanım değerleri değil. Bu d urumda
da, bu araçların, gebeliğe karşı tam bir önlem oluşturmamak­
tan, yol açtıkları yan etkilere d e k çeşitli sorunları var. Ayrıca,
yeniden - üretimin rliğer boyutlarını insanların bilinçli bir biçim­
de düzenlemeleri de, ancak somut gereksinimlere göre işleyen
bir toplumda olanaklı. Evişi ve çocuk bakımının toplumsallaş­
ması, yani ortak mutfakların, çamaşırhanelerin kurulması,
kreşlerin v13 yuvaların açılması, topl�msal kaynakların nasıl
bir öncelikler dizisine gö_re kullanılacağı na bağlı. Bunun yanı­
sıra, tarihin derinli klerinden g·zlen kadın ezilmişliğinin orta-
/
dan kaldırılması için büyük çabalar gerekiyor. Bu çabaların
anlanır, toplumsal emeğin planlanmasında, örneğin eğitimin
yeniden - düzenlenmesinde, bilinçli oh.rak kadınların_ gereksi­
n imlerin i gözönüne almak. Bu t ü r örgü t,J enmeler ise, olaırnkla­
rını farklı toplumsal grupların somu t gereksinim ve taleplerine
göre d üzenleyen bir toplum biçimini gerektiriyor. Kısacası, ka ­
dınların bütün gereksinimlerinin karşılanmasının koşulu, mü­
badele değerleri üreten bir toplumun , yerini, somu t gereksinim­
lere yönelik kullanım - değerleri üret€n bir topluma b!rakması.
t
Böy e olunca , sosyali�t - frministler, feministler «:>laraJt da genP.l
sosyalizm mücadelesinin içine yerleşiyorlar.

S�yalist - feminist bir açıdan bağımsız bir feminis t hareke­


tin gerekliliği ise en azından iki nedenle çok açık. İlkin, sos­
yalist örgütlerdeki kadınların buralarda feminist bir bakışaçı­
sını savunabilmeleri, sürdürebilmeleri, bu örgütlerin dışındaki
kadın h areketinin gücüne bağlı. Ayrıca, üretimini ve yeniden­
üretimini insanların somut gereksinimlerine göre, bilinçli bir
biçimde örgütleyen bir toplumda, kadınların özgül taleplerini
dile getirebilecekleri kanallar özel bi r önem kazanıyor. Kadın­
ların gereksinimleriyle, örneğin belli bir grup erkek işçinin, ya
da belli bir etnik grubun gereksinimleri, öncelikleri belli an­
larda · çatışabilir. Bu yüzden de, hiçbir toplum, kadınlara bu­
güne dek sahip olmadıklan denetim olRnnklnrm t kend iliğinden
vormez. Dolayısıyla da, kadınların sosyalist bir toplumda ken­
di örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri çok önemli. Bu toplum
kadınlara yalnızca bir olanak sağlıyor. Bu olanağın yolunu
açan da, toplumun genel örgütlenme ilkesinin kar değil, somut
gereksinimler olması. Bu ilkenin uygulanabilmesi için ise farklı
gereksinimlerin dile getirilmesini sağlayacak kanalla r gere"kli.
Bunun için de, kadınların bugüne kadar kendisine karşı ayı­
rım yapılmış bir toplumsal grup oldukları bilincine -yani fe­
minist bi.lince� sahip olmaları çok önemli. Ve bunu n için de,
kar amacı gütmeyen, somut gereksinimlere göre düzenlenmiş
bir toplumu kurma mücadelesinde feminizme alan tanımak
gerekli.

Son olarak, sosyalist - feminist olmanın pratik açısından


taşıdığı anlamın bir başka boyutunu tart�şmak istiyorum. Bu
boyut , son onbeş-yirmi yıl içinde feminizmin, sosyalizm anlayı­
şına. getirdiği katkılarla ilgili. Bu katkılar, feminizmin «kişisel
olan siyasaldır· sloganıyla özetlenebilir. Bu sloga nda dile ge­
tirilen anlayışın bir boy u t,u şu: Çalışma alanı, emek/sermaye

149
çelişkisi dışında, başka birçok salt kişisel gibi görünen ilişki d e
< bu arada kadın - erkek ilişkisi del baskı/ezilme i l e sarılıp sar­
rriale.nmış; bu anlamda, ·bun lar toplumsal bütünü yeniden - üre­
ten egemenlik ili�kilerinin bir böl ü münü oluşturuyor. Dolayı­
sıyla da toplumsal m ücadele bu ilişkileri dönüştürmeyi de prog­
ramına almak zorunda. Cinsiyete dayal ı, bilgiye dayal ı, kuşak
farkı n a d aye.lı egemenlik ve hiyerarşi ilişkileri, sosyalizmin
günqemi n e dahil edilmesi gereken toplumsal ilişkiler. F�mi­
nizm, kişisel ol.anın toplum sal , ve giderek siyasal, doğasın ı b u
biçimde açığa çıkararak, sosyalist olman ı n anlamına yeni bo­
yutlar katıyor. Sosyalistlerin siyaset yapma üsluplarını, ulaşı­
İa.cak hedef dışında, bu hedefe nasıl ulaşılacağını sorunlaştı­
rıyor. Bir a n l E m d a . sosyalistlerin :;osyalist ol mRy ı yaşayış tan­
ı�.rın ı sorguya. çekiyor.

Ancak, bazı fem i nistler buradan kalkarak, bugüne kadar


kadın hareke ti karşısında sosyalistlerin benimsediği tavn, ter­
sine döndürüp, sosyalizm konusunda kendileri benimsiyorlar;
işi sosyalist mücadelenin özgülliiğünü tanımamaya vardırıyor·
lar. Aklımdaki örnek, Wainwright, Rowbotham ve Segal'ın
Sosyallznı, Feminizm ve Eylemde Birlik adlı kitapları, özellikle
do Rowbothnm'm yazısı.M Rowbotha m ' ı n femini7.m/sosyal izm
bağlan tısı kon u s u nd n , bu rncla bizi n.sı l ilgilend i ren lezi şu: Fe­
minizmin sosyal ist harekete katkısı, yal nızca sosyalist olmanın
anlamına ilişkin ideoloj i k boyutlnr, sosyalist mücadelenin kap­
samına. soktuğu yeni alanlar değil; bun u n da ötesinde, asıl
önemli olan, femi nizmin sosyalizme örgütlenme biçimi düzeyin­
de yaptığı katkılar."

Kadın Hareketi kendi özgü l soru n l arından ve hedeflerin­


den kalkarak yeni örgütlenme biçi mleri geliştird i . Blllnç yük­
selt.me grupları'" türü nden t-u biçimler, kadınların ezilmişlik­
lerinin özgül doğasına şu anlamda uygundu: Kadın - erkek iliş·
kileri se\•gi bağlerıy.la örülm ü ş ilişkiler; öte yandan, kadınlar
bu eı:ilmişllğln çoğu yönleri n i yahtılmış bir biçimde, tek baş­
larına yaşıyorlar. Dolayısıyla, kadınların ezilmişliğinin bu yön­
lerini bireyselliğin derinlerinden çekip çıkarmak, küçük ve 6z­
nelliğin ön plana çıkarıldığı gruplarda olanaklı. Bu yüzden de,

( 8 ) S. Rowboth am, •l{a::lın Hnrc!tol l v� Sos y a l i zm için Örgütlenme•. Sos­


yalizm, Feminizm ve Cylcınd11 Birlik, ı ı ı. Wcı i nwright et ol. J , iletişim
' Yayınları, 1 985 içinde.
(9) Aynı y erde, s. 1 ıs ve s. 1Ô5.
( IO) ·Bilinç yükseltme grupları · it;iıı bkz. M i lchel l, a.g.y., s. 90 · 93.

1 50
yapısız, bznelliklerin belirlediği küçük gruplar kadın hareketi
·

içinde çok yaygın.

Ne var ki, buradan kalkarak sosyalizmin örgütlenme so­


runlarını bu model ışığında çözmeyi önermek anlamlı gelmi­
yor bana. Önemli olan, farklı alanlardaki örgütlenme biçimle­
rinde belli bir çoğulculuğu kabul etmek. Küçük gruplan gev·
şek bağlarla bir araya getiren federatif bir yapı, iktidarı hedef­
lemeyen kadın hareke ti için uygun olabilir. Ayrıca böyle bir
yapı, kadın sorununun taşıdığı çok çeşitli boyutları kucaklaya­
bilmesi açısından da anlamlı: kişisel ve toplumsal boyutlarıyla,
far 19 ı sınıflardan kadınlarıyla, bu hareket farklı yapıları ba­
rındırmak zorunda.

Ancak, farklı hedefleri olan hareketlerin farklı örgütlen­


me biçimlerini gerektireceği de açık geliyor bana. Rowbotham
böyle bir işbölümü önermenin bir tür kolaycılık olduğunu sa­
vunuyor· ve bu ayırıma karşı çıkıyor. Ama kendisi de bu fark­
lılığı başk� bir bağlamda kabul ediyor ve böylece en canalıcı
nokta olarak gördüğü noktada çelişkiye düşüyor: •Çatışmalara
yol açan gösteriler, kitlesel grev gözcülükleri , işkence ve ra­
dikal direnişi bastırmak için devlet gücünün uluslararası dü·
zeyde s�lamlaştırılması, oldukça farklı bir pol i ti k aya göre bi­
çimlenmiş feminist örgütsel yapıların ilgisini bu alanlara kay­
dırmıştır.• 1 1 Kaldı ki , feminizmin kendisinin yalnızca bu örgüt­
sel yapılarla nereye gidebileceği sorusu yazarın da belirttiği
gibi tartışmalı bir soru.

Feminizm anlamlı ve gerekli bir toplumsal hareket, çünkü


bütün kadınların yalnızca kadın olmaktan kaynaklanan sorun­
ları var. Gerçekliğin yadsınamaz bir parçası olan bu özgül so­
runları, ·işç i sınıfı sorunları· içinde eritmeye kalkışmak, ya
da. soyut bir • insanlık sorunu• damgası ile bastırmaya çalış­
mak uzun vadede kimseye yarar sağlamaz. Hele baskının ve
ezilmenin her biçimine karşı çıkan sosyalistlerin bu tavırdan
k azanacakları hiçbir şey olamaz. Tersine, bu özgül çelişkilerin
tanınması ve dönüştürülmesi olsa olsa sosyalizmin boyutları­
nın zenginleşmesine yol açar.

( t t> S. Rowbotham, n.g.y., s. oo - 61 (vurgu benim; düzeltilmiş çevlril .

151
Teknolojinin Tara'f l ıhğı ve
Oretim i l işkileri

'

Hacer ANSAL

Kapitalizmi n kriz dönemlerinde, burj uvazinin ekonomik


krizin kaynağı olarak, ü retkenlikten deha fazla artan işçi üc­
retlerini göstermesi gelenek hali n e gelmiştir. Bu görüşe gÖre,
işçi ücretlerinin artması yüzünden sanayide ka r oranı düşmek­
te, yen i yatırımlar yapılamamakta ve ekonomik bunalıma giril­
mektedir. Bunun için d e işgücünün disiplin altma alınması ve
işçileri daha yoğun çalıştırarak üretkenlik artışının sağlan- ·
ması gerekmektedir. Bu yoldaki iddialar, çoğu zaman ekono­
mik krizin , bütün yu rt.t.aşlnrı n hep birl i k to gayret göstorerek,
kemerleri sıkarak alt edebHccekleri bir ulusal kriz olduğu bi­
çimindeki propaganda ile birlikte sii rdürülür. Ücret artışlar.
genel olarak, emekle sermaye arasındaki mücadelede tarafla­
rı n güçlerine göre belirlenmekle · birlikte, kriz dönemlerinde
çok yaygınlaşan işsizlik korkusu bu mücadelede emeğin gücü­
n ü zayıflatıcı bir rol oynar. i şçilerin aynı zaman süresi içinde
daha çok ürün ü retebilir hale getiril meleri ise. üretim sürecin­
de gerçekleştirilen teknolojik değişikliklerle olur. Kriz dönem ­
lerinde •yetkili. ağızlardan sık sık ·ileri· teknoloj inin yarattı­
ğı olanaklardan yararlanarak bunalımdan nasıl çıkacağımızı,
teknoloj ik gelişmelerin, Ü retimin nas ıl en •r&Syonel• , en •Ve­
rimli• şekilde gerçekleştirilmesi n i sağlııdığmı dinlememiz rast­
lantısal değildir.
Burjuva iktisadının teknolojiye yaklaşımında da genellikle
yapılan varsayım, teknoloj in in kendine özgü bir mantık için­
de, doğrusal bir gelişim gösterdiği ve bu gelişimin tamamen
tarafsız olduğu yönündedir. Yan i , ·Bilim Bulur, Sanayi Uygu­
lar, İnsanlar Uyar.. .' Bilim adamları ve mühendisler toplumsal

1 0 1 933 DünyR Fuarı'nın bu slogAnı teknolojinin mısıl mekanik bir biçim­


de kll.vrondığının iyi bir örneğidir.
'

152
sistemden bağıms�z olarak, üretim tekniklerini sürekli yen il e­
mek üzere buluşlar yaparlar, yöneticiler bu buluşları en ve­
rimli biçimde uygulamaya geçirirler ve işçiler de bu değişiklik­
lere uyarlanırlar.
Bu anlayışı, kapitalist gelişmeyi tek n i k ilerleme ve buluş­
larla açı klaya n çeşitli çalışmalarda da bulmak mümkündür.
örneğin, Schumpeter, kapitalist sistemin işleyiş m ekanizması­
nı teknoloj ik değişikliklere bağlamış , rekabet içindeki şirketle­
rin bu yolla kar m a ksimizasyonu amacına ulaşmaya çalıştık­
lannı belirtmiştir. Rekabet ilişkileri içinde açıklanmaya çabşi­
lan teknolhjik gelişme, makro d üzoyde, üretim sistemi için ta­
mamen tarafsız bir girdi n iteliğindedir. Yine bu törüşe göre,
teknoloj inin işçiler üzerinde iyi veya kötü etkileri olmaktay s �
d a bu kaçınılmazdır.
Aynı bakış açısının uzantmnı, teknoloji n i n mikro düzeyde
işçiler üzerinde yaptığı e tkileri inceleyen araşt.ırmalarda, ör­
neğin •yabancılaşma•yı ele alan Bla.uner·ın ça l ı ş masın d a da
görmek mümkilndür. Blauner'e göre teknoloj iyi biçimlendiren
üç etken vardır: 1 ) Teknik bilgi düzeyi, 2> Üretilen ürünün ni­
teliği, 3) Şi rke tleri n ekonomik ve teknik kapasiteleri.• Tekno­
lojiyi biçimlendirebilecek bir etken olarak üretim yerindeki çe­
lişkilerden ya da m ekineların beJirli bazı sosyal amaçlan içle­
rinde ban ndı rabileceğin rlcn hiç sii7. crl ilmcmekt.crllr.
Bunun karşısındrı, 1.ck noloj l k o n u s und n solda d a -bu nra­
da Türkiye'de de- bazı yanlış gfırüşlere rastlanmaktadır. Kimi
kapitellzm - sonra sı ülkelerde üretici güçlerin ulaştığı gel işmiş ­
lik düzeyinden sit.eyişle bahsedilir, gerçekleı:;tirilen yıllık ü retim
m iktarları verjlirken , bti ülkelerrle üret.imi n nasıl yapıldığı,
üretim yerindeki i l işkilerin gerçekten rnsya l istçe mi olduğu hiç
sotgulanmame ktad ır.
Oysa tarihsel maddeciliğin teknolojiye bakış açısı çok fark:..
lıdır. Teknoloj i konusunda doğru bir maddec i görüşe ulaşabil­
mek için, öncelikle Marx'ın emek süreci analizinde teknolojiyi
nasıl ele aldığının kavranması ve son dönemlerde teknoloj inin
üretim ilişkileri karşısında taraflılığı üstüne g el i ş ti ren tartış­
m aların değerlendirilmesi gerekir.

Kapitalist Emek Süreci

Marx özgül bir üretim tarzı C?lnrak kapitalizmin hareket


yasalannı i rdelerken kapitalist üretim sürecinin analizi�! çok

(2) R. Blnuner. A lie11tttio11 crnd Freed,,m . Clı i rn pJ Un h·.P.rslly Press, Chlcn ·


go, 1964.

15'3
merkezi bir konuma yerleştirmiştir. B urada ele alınış biçimi
ile kapitalist üretim süreci, kulla nım değeri-arının üretildiği
emek süreci ile belli bir m i kta r değerin gen işleyerek daha bü­
yük bir değer halini aldığı değerlenme sürecinin bir birliğidir.

Emek süreci tarihi belirlenimlerinden soyutlanarJ!k ele alın­


dığında, her şeyden önce insanla doğa arasındaki bir ilişki sü­
recidir. Gereksinim duyduğu şeyleri üretirken insan, doğayla
olan ilişkisini kendisi düzenler, yönetir ve denetimi altında tu­
tar. Doğa karşısınd a etkin konqmda olan insanın tüm yetenek­
leri n i ortaya koyarak sürecin sonunda yarattığı kullanım de­
ğefi , ona büyük bir doyum verir. Emek sürec i içinde · insan, do­
ğa. ile birlikte kendini, kişiliğini, yeteneklerini , bilincin i de dö­
nüştürür."

insan emeğinin çok önemli bir özelliği de, insanın yapa­


cağı işi henüz yapmadan önce kafasında tasarlamasıdır. Bu
tase.rım gücü üretici insanın emeğini yönlendirir ve her em3k
süreci son u nd a onu n kafasında daha önceden kavramlaştınl­
mış olan ş·ay elde edilir. Süreç içinde birtakım üretim araç v�
gereçleri kul lanıldığından emek süreci üretim güçlerinin gel iş ·
mişlik aşamasına göre de belirlenen bir ilişkidir. Öyle ise emek
sürecinda üç temel öğe vard ı r: ll Bir amaca yönelik insan ey­
lemi, emek, 2) İşin nesnesi, 3) Üretim araç ve gereçleri.

Emek süreci nin ikinci ve üçüncü öğeleri üretimin nesnel


krn;ullarını bel i rler. Birinci öğe ise üret.imin öznel koşulunu
oluşturur. Buna göre teknoloj i sadece üretim araçları ya da
makinaların gelişmişlik düzeyi olarak a lgılanamaz. Emeğin,
üretimi gerçekleştirmek amacıyla, üretim araçtan etrafında
örgütlen iş biçimini, tüm ü retim bilg i ve becerisini de kapsa
malıdır teknoloji tanımı.

Emeğin bu üç k
öğesinin birbiriyle iliş iye geçiş biçiminin
düzenlenmesi üretim tarzlarına göre değişiklikler göstermekle
birlikte, aynı üretim tarzı içinde de zamanla büyük değişiklik­
lere uğramıştır. Emek
..
sürecinin üretici insan için yaratıcılığını
ortaya çıkarabildiği bir alan olma niteliğini giderek yitirmesi
kapitalizmin gelişimi ile birlikte yürümüştür. Çünkü kapitalist
üretimde s-zrmayedar emek sürecin in çeşitli öğelerini satın ahr,
bir a raya getirir ve işçileri öbür öğeler üzerinde çalışmaya zor­
lar. Diğer topl umlardan fa rklı olarak ka.pitalizmde üretimin

13> K. Marx, Capital /, 1967, Pcnguln Pb., Ha rmondsworth, ı976, Ch. 7.

154
amacı kullanım değerleri üretmek değil, mübadele değerle
üretmektir. Yeni üretim doğrudan doğruya sermayenin büyü­
m:ısi, aıtık - değer elde etmesi amacı ile }�apılır.
Üretici emeğin ya da işçinin fizi ki ve zihn i kapasitesinin
sermaye ile olen ilişkisine göre 14elirlendiğini ifade etmek için
Marx, i ş veya emek yerine. emek gücü kev.ramını geliştirmiş­
tir. Çünk ü serma yedar aslında belli bir miktar emeği deği!,
emeğin belli bir süre için k u llanım h a kk ı n ı satın almaktadır.
Yalnız canlı emek artık - değer yaratabildiğine göre, serma­
yedar belli bir süre için kullanım h a kkını satın aldığı emeğin
bu kapasitesinden sohuna kadar yaral'lenınaya çalışacak, emek
sürecini en fazla artık - değer üretimin i gerçekleştirecek biçim­
de dönüştürme yollarını erayecekt.ır. Yaratılan artık - değer
miktan, üretim süreci içinde tarafların göreli güçlerine göre
belirleneceğinden, kapital izmde emek süreci, kaçınılmaz olarak
daha karlı üretim mücadelesinin bir arenası haline gelmiştir.
1

Bu yüzden de sermayedar · sadece üretim için gerekli malze-


meyi , binayı ve üretim araçlarını tem i n etmekle kalmaz, emek
gücü üzerinde tam bir denetim k uracak biçimde emek süreci­
ni kendi kontrolü affı n a almaya çalışır.
Sermeyen in emek sürecini kontrol altına alma mücadele­
si, yaratılan art.ı k dnğcr
- m i k ln r ı n ı nlRl<sin;ı uma çıkarma amacı­
nın yanında, bu miktarı gara n t i a l tı n a almn ve s ü rek l i l iğini
sağlama gib i birbiri ni ekonomik ve politik olarak bütünleyen
amaçlara da yöneliktir. Sermaye, emek sürecinde işçinin işi
yapış yöntemleri, hızı, beceleri n i ve bilgisini kullanma biçimi
üzerinde tam bir denetim elde ederek, hem yaratılan artık - de­
ğe r miktarını maksimuma çıkarmaya, hem de bunları yapılış
ve hız açısından katı kurallara bağlayarak bu maksimum mik­
tarı sürekli bir biçimde elde etmeyi garanti altına almaya ça­
lışır. İşçi çeşitli nedenlerle grev, iş yavaşlatma gibi mücadele
yollannJA, başvurduğunda artık - değer üret.iminin sürekliliği
tehlikeye girdiğinden, f.ermaye emeğe ola n bağımlılığını ola­
naklar ölçüsünde en aza i ndirmeye çalışır. Giderek makinala ­
rın emeğin yerini alacak l?içimde geliştirilmesi rastlantısal de­
ğildir. Tarihi ola ra k, çeşitli teknik buluşların ve makinaların
işçi direnişlerine bağlı olarak nasıl geliı,tirildiğini, belirli dö­
nemlerde grevlerin ya da grev tehl ikesinin icatların başlıca
nedenini oluşturd uğ u n u çeşitli kaynaklarda görmek müm­
kündür.'

(4) Örneğin, N. Ror.f'nberg, Pıırrpecfüıe .� oıı Teclıııolor/'Y, Caml')ridge Unlver­


slty Press, ı 976. Ch. 6.

155
Sanayileşme boyunca emek sürecindeki gelişmeleri Marx,
kullanılan teknoloj inin ve kontrol biçiminin özgüllüğüne bağlı
olarak, üç ayn biçim altında incelemiştir: Kooperasyon, manü­
fRktür ve modem sana yi. Bütün bu sÜ l'<)Ç içinde, sermaye biri ­
ki m i emek üzerinde. tarihi olarak iki farklı boyundumk biçimi
geliştirmiştir: biçimsel ve gerçek boyunduruk.

Biçimsel boyunduruğun temel özelliği, sermayenin emeği


sadece üretim a.raçlarını n mülkiyetinden yoksun etmede ba­
şarılı olmasıdır. Bu aşamada, sermaye, henüz pe işin yöntem­
lerinin değiştirilip yeniden örgütlenmesi, ne de yeni üretim
araçl�rının geliştirilmesi yolu ile emek sürecine bir müdahale­
de bulunmuştur. Emekçi kendi üretim metotları ve hızı ile
emek sürecindeki kontrolünü
'
sürdürebilmiştir. Bu yüzden bu-
rada artık - değer üretimini artırmımın tek yolu, üretim süre-
cin i n mümkün olduğunca uzatılmasıdır. Fakat bunun da hem
biyoloj ik hem de işçi direnişlerinin giicüne bağlı olarak belirli
sınırlan vardır. Bu nedenle, sermaye emek sürecini n tüm kont­
ı-olünu ele geçirip, işin yoğunluğunu, dolayısıyla emeğin üret­
kenliğini artırma yoluna başvurmuştur. Üretkenlik\. artışı, ba­
zen işin örgütleniş biçimine müdahalelerde bulunarak, bazen
de üretim araçlarının da bu yönde geliştirilmesi sağlanarak
elde edilmiştir. Yani sermaye, kendi amaçlan doğrultusun da
üretim teknolojisini dönüştürerek, emeğin sermayenin gerçek
boyunduruğu al tına nhnmnsını snğlamıştır.

Üretim aracına sahip olmayan üreticilerin aynı sermaye­


dann emrinde, aynı ü rünü üretmek üzere elbirliğl ile �a da
kooperasyon içinde çalıştırılmaları kapitalist üretimin başlan­
gıç noktasını oluşturur. Kavramsal olarak .da, tarihsel olaralt
da bu böyle olmuştur. Üreticiler arasında bir iş bölümüne da­
yanan kooperasyon klasik şeklini ise ma.nüfaktürde alır. Ma­
nüfaktür biçiminin özgüllüğü, sermayenin sürece müdahale
etmeye başlamış ve ilk kez ayrıntılı işbölümüne gidilmiş ol­
masından doğar. Üreti m süreci kendi içinde parçalanarak aynı
işyerinde çok sayıda işçiye bölü nmüş, işçi, •parça - işçi• duru­
muna getirilm iştir. Böylece her parça - iı;in tam olarnk gerek­
tirdiği kadar fiziksel güç veya beceriye sahip emek gücü sa ­
t.ın alma olanağı yaratılmıştır. Yüksek ücretle çalışan vasıfh
işçilerin daha önce yaptıkları jşlerden kolay ve beceri isteme­
yen işler arındırılarak Yasıfsız işçilere verilmiş, emeğin mali­
yeti düşürülebilmiştir. Yaptıkları işin niteliklerine, becerilerine
göre sırnlan a n işçilerin arası nda h iyerarşi k bir yapı da oluş-

156
turulmuştur. Yine bu dönemde, işçiye kolaylık sağlamak üze­
re makinalı iş aletleri kullanılmaya başlanmışsa da, işin ritmi,
yoğunluğu konsunda emeğin kont.rolü bir · dereceye kadar de­
vam etmektedir. Makinalı iş aletleri henüz işçinin elinin bir
uza.ntısı niteliğindedir.

Modern sanayi biçimi, emeğin üretkenliğini artırmak ama­


cıyla geliştirilen çok da}la etkin ve karmaşık yeni iş örgütlen·
meleri ve üretim araçları açısından manüfaktürden farklıdır.
Ayrıntılı işbölümü daha da incelmiş, zaman ve· hareket etüt­
leri ile üretim süreci tamamen .. bilimsel• incelemeye tabi tu­
tulmuş, he r parça - işin nasıl ve ne k�dar zamanda yapılacağı
katı kurallarla saptanmıştır. Makinalar ise sermayenin eme­
ğ i n bilgi , beceri ve yargılarına bağıml ılığını en aza indirecek,
hatta yok edecek yönde gel iştirilmiştir. İşin hızını ve yapılış
biçimini artık makinalar belirlemekte, işçiyi kendilerinin bir
uzantısı .haline getirmektedir. Emeğin gerçek boyund uruğu ka­
pitalist emek sürecinin bu aşamasında gerçeklik kazanmıştır.

Teknoloj ide oluşturulan bu dönüşleri Marx belirli biçimler


altında incelemişse de bu kategorileri birer soyutlama olarak
almak gerekir. Pratikte, kcısin tarihi çizgilerle bunları ayırmRk
ın iiınkün doğlldir. Kapitalisl gelişimin i l k zamanlarında , halta
pre - kapit.alist dönemde va r ole n iş örgütlenmesi biçimleri, ba ­
zı d urumlarda ve sektörlerde çok daha ileri dönemlere dek
nırlıkla rını sürdürebilmişlerd i r. Berg'e göre bu biçimler aslın­
da. birbirleriyle eklemlenen, bütünleşen, örtüşen süreçlerd ir.'
F.mek sürecindzlti lıu gelişmeleri genel teknoloj i k e�llhnler ola­
rıı !t değerlendirmek gerekir.

Emek süreci yaklaşımı aslında hiçbir boşluk bırakmayan


bir teorik bütün değil, işin ve teknoloj inin doğasını, ortaya çı­
kan değişiklikleri anlamakta, bunların dinamiğini kavramakta
kullanılan bir kavramsal analiz yöntem.i'dir. Bu yöntem temel
alınarak bilim ve teknoloj inin sosyal karakterinin eleştirisini
yapmak, üretim güçleri ilo üreti m ilişkileri arasındaki etkile­
şimi aydınlığa kavuşturmak mümkün olabilmektedir. Teknolo­
j inin sınıf çıkarları karşısında tarafsız, gelişme yönünün kaçı ·
nılmaz olduğu ya da üretim güçlerinin üretim ilişkilerini tek
yanlı olarak belirlediği yolundaki sol i ç i geleneksel yanılgının
tersine, bu yaklaşım teknoloj inin sosyal yııpısmı sınıf ilişkileri

(51 M : Berg Ced . l . Tcchnology a nd Toil in Nineteımth Century Britain,


CSF. Bookı:. Iondcn. 1 078. s. 4 1 5.
-

157
ve çelişkileri. ıçine yerleştirir. Böylece neyin genel olarak üre­
tim lçin gerekli ve kaçınılmaz, neyin ise tamamen kapitalizme
özgü bir biçim olduğu açıklığa kavuşturulabilir.

Sermayenin emek sürecini n için kon trolü altına almak ça­


bası içinde olduğunu ve bun u zaman içinde nasıl gerçekleştir­
meye çalıştığın ı gördükten sonra, bu çaba sırasında emek sü­
recinde ortaya. çıkan genel eğilimleri kısaca şöyle özetlemek
mümkündür: İşin küçük parçalara ayrılması, işçinin becerile­
rinden koparılarak vasıfsızlaştırılması Cdeskilling) , hiyerarşik
bir iş örgütlenmesi, kafa ve kol emeğinin ayrılması, makinanın
giderek hem emeğin yenni alması hem de onu kendinin bir
uzantısı haline getirmesi.

Sermaye ile emek arasındaki üretim yeri ilişkilerinden


kaynaklanan bu eğilimler, daha geniş toplumsal ilişkilere bağlı
olarak değişiklikler gösterebilir. Farklı ülkelerde sermaye bi­
rikimini engelleyen farklı faktörler, sermayenin uluslararası
hareketi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yeni işbölümleri.
toplumlar arasındaki sosyal ve kültürel farklılıklar dolayısıy­
la, emek sürecinde tarihi ol�rak görece farklı belirlenimler or­
taya çıkabilir. Bu yüzden de kapitalist emek süreci yaklaşı­
m 1 11 1 sadece i şçi - İıjvcrcıı i l iı;k i lori c hizoy i mlo değil, hem ul usal
hem de uluslararası düzeylerde ortaya çıka n yeni koşullara
göre sürekli olarak, yu karda değinilen anal iz yöntemi temelin­
de yenilemek ve gözden geçirmek gerekir.

Sonraki Gelişmeler

Kapitalist emek süreci Marx'ın kapitalizm analizinde mer­


kezi bi r konuma sahip olmakla birlikte, daha" sonra yapılan
Marksi�·; çalışmalar, 1 970'lere gelene dek , artık - değerin yara­
tılma sürecine değil, dağıtım ve dolanım süreçlerindeki sorun ­
hı.ra yönel ik olmuş t u r munun nedenlerine d aha sonra eğilme­
ça çalışacağım > .A nc'lli: Braverman'ın J 971 'tc çıkan Labor and
Moncı>oly Gı>.ı1ltal kitabından sonra bu konudaki tartışmalar
büyük bir canlılığa kavuşmuştur.' Emek sürecinin yeniden gün­
deme gelişinin bir diğer nedeni de, savaş sonrası kapitalist · ge­

lişmenin orta ya çıkardığı tek oloj iler ve yeni iş koşulları!ldan
dolayı, özellikle Batı Avrupa. ülkelerinde, artan iş yeri anlaş­
mazlıkları ve bunların n itel iğidir. Bu anlaşmazlıklarda ücret-

(Ol H. Brnvcrman, Labor aııd Monopoly Capitcl, Monthly Revlew Precıs,


New York, ıe74.

159
lerin ötesinde, birtakım niteliksel taleplerde ( örneğin montaj
hattının hızı, parça. işi, fabrika içi otoriter Hişkileri vb. > ve hat­
ta işin niteliğinin sorgulanmasında belirgin bir yükseliş görül ­
müştür. Bütün bu gelişmeler de Marksist teoriyi emek süre­
cindeki değişiklikleri irdelemeye yöneltmiştir.

Braverman, Marx'ın emek süreci analizinden kalkarak, te­


kelci kapitalizm döneminde ortaya çıkan emek süreci değişik­
liklerini incelenmiş, yeni teknoloj ik gelişmelerin bir değerlen­
dirmesin i yapmıştır. Tekelci kapitalizm ile birlikte hem ideolo­
j ik olarak hem de pratik hayatta yaygınlık kazanan Taylo­
rizm, Braverman'ın çalışmasının odak noktasını oluşturur.
Taylorizm, kafa ve kol emeğini < tasarlama ve uygulamayı) ayı­
rarak sermayenin emeğin bilgi ve becerilerine bağımlıl İ ğını
azaltmayı amaçlayan bir ·bilimsel yöntem .. dir. Teknik düzey­
de çok büyük bir değişiklik getirmemekle birlikte, bir kontrol
yöntemi olarak ideoloj ik boyutları çok önemlidir. Braverman
Taylorizmin ilkelerin i şöyle sıralar: 1) Üretim bilgi ve beceri­
lerinin emek sürecinden koparılması , emek sürecinin işçinin
bilgi ve becerisine bağlı olmadan biçimlendirilebilmesi, 2) Bu
bilginin yönetimin C management> elinde toplanması ve işçinin
yapacağı her türlü zihinsel faaliyetin ortadan kaldırılması, 3)
Emek sürecinin her bir adımının kontrol altına alınması için
üretim bilgisinin yönetimin elinde tekelleştirilmesl.

Sermaye bu ilkeler doğrullusu ncla geliştirdiği Taylorlst


yöntemlerle işin tasarım ını, plunlunınasını, c.lüzeıılenmesi ve
denetimini tamamen üretici işçiden ayırmış, nyrı bir merkezde
toplamıştır. Üretim bilgisinin toplandığı bu merkezlerd·a, bi­
lim adamları. mühendisler ve teknisyenler, sermayenin amacı­
na yönelik olarak yeni iş örgütleme biçimleri ve_ üretim araçla­
rı geliştirirler. Böylece sermaye, bir yandan emeğe -özellikle
vasıflı emeğe- bağımlılığını c zaltırken, bir yandan da işin
yoğunluğunu, dolayısıyla üretkenliği artırarak kapitalist reka­
bette daha güçlü duruma geçmeğe çalışır.

Emek sürecinin mekanizasycnu, yani giderek mekinalar


aracılığıyla kontrol edilmesi; � işin parçalanması, işçinin vasıf­
sızlaştırılması ve üretim bilgisinden yoksunlaştırılması yönün­
dek i gelişmeleri derinleştirmiştir. B u nun en ünlü örneği, Ford­
un geliştirdiği ve işçiyi, mekanik bir hat üstünde hRreket eden
iş nesnesi üzerinde, çalışma süresi boyunca aynı parça - işi be­
lirli bir hız ve biçimde tekrarlamak zorunda bırakan montaj

159
hattıdır. Aslında montaj hattı Taylorist yöntemlerden tama­
men bağımsız -bir teknoloj ik buluş değil, işçilerin becerilerini
yok edip , onları vasıfsızlaştıran bir dizi adımın mekanize ol­
muş birleşimidir ve bir kitle üret.imi sistemi olµş�µrur. Kitle
üretiminin temel öğeleri ayrıntılı işbölümü, sert hareket ve
sürekliliktir. Tüm bu öğeler 20. yüzyıl başı kapitalizmine ya­
bancı olmamakl11 beraber, ABD'de bu yeni sistemin ortaya çı­
k ı şı , kitle üretimiyle elde edilen yüksek ,ürün miktarının tüke­
Lilebileceği büyüklükte pazarların oluşmasına da bağlı olmuş­
tur. Ayrıca o sıralar çekilmekte olan vasıflı emek sıkıntısı,
emek tasarrufu sağJayan üretim tekniklerini son derece çekici
kılmaktadır.

Montaj hattının ilk kez uygulamaya konduğu Ford otomo­


bil fabrikasında, kuruluşundan bu yana emek sürecini n geçir­
djği değişikliklere şöyle bir göz a tmak hem somut olarak kapi­
talist emek sürecinin geçirdiği dönüşümleri görmek, hem de
teknik değişikliğin sermayeye ne tür kazanımlar sağladığını
görmek açısından ilginçtir.' Ford fabrikası 1 903 yılında Henry
Ford tarafından diğer oto fabrikaları gibi çok küçük bir ölçek­
te kurulmuştu ve kendisi dahil sadece B kişi çalışmaktaydı.
Pe.rçalar civardaki mnkina. atölyelerinden alınıyor, fakat düz­
gün ve standart olmadıklarından, ekip halinde çalışan, maki­
na korıusunda eği t i n ı ve bece r i snh i b i 7 k i � i tara fından işlene­
rek birbirine uyduruluyor ve sonra da. bunların montajı yapılı­
yordu. Bu ekip tüm emek sürecini tasarlıyor, uygulamada çı­
kan çeşitli sorunları çözüyor ve tüm otomobili sabi t bir birim
halinde monte ed_iyordu. Çeşitli parçaların -depodan taşınması,
kulle.mlen alet � evatın a tölye içinde getirilip götürülmesi çok
vakit alıcı olmakla birlikte, ilk yıllarda ür.tim arttıkça bu üre­
tim tekniği değişmemiş, sadece ekip sayısı: çoğaltılmıştı. 1906'da
çeşitli parçaların- fabrika içinde üretimine geçilmesiyle, Ford'
un zate-r( kıt bulunan vasıflı işgücüne bağımlılığı daha da art­
tı. Fakat bilg i ve bcc·a rinin, tasarlama ve uygulamanın bö­
lünmediğ i bir emek süreci Ford fabrikasında fazla uzun sür­
medi. İlk işbölümü, parçaları taşıyanlarla. işleyip monte eden­
ler arasınd11 gerçekleştirildi. Taşıma. işleri için o sırada ABD'de
bol ve ucuz olarak bulunan göçmen işçiler alınmış, vasıflı iş­
çilerin fabrika içinde dolaşmaları engellenerek sabit bir nok-
'

(7) D. Ga rlr.uın. · 0.lglm: of lhe Asseınbly Llnc end CapltaUst Control of


\Voi k t:l !"orcl • , A. Zlmbnllst l cd. 1 , Casc Stu.:!les on the Labor Proc�ss.
içlndç, Monthly Revlew Prcss, New York_. 1 979, s. 193 - 205.

1 00
tada çalışmalan sağlanmış, böylece hem denetlenmeleri kolay­
laşmış, hem de yüksek ücretli işçinin vakit kaybı önlenmiştir.
Bir sonraki adım, işbölümünü daha küçük parçalara bölmek
yolunda atılmış, vasıflı işçilerin tüm montaj ı gerçekleştirmele­
ri yerine montajın belirli bir bölümünü yapmalan, böylece de
ç ok daha seri hareket ederek, daha çok üretim yapmalan sağ­
lanmıştır. Fabrika içinde üretilen parçalann giderek standar­
dizasyonunun gerçekleştirilmesi, birbirine uyan parçalann
montajını daha da basitleştirmiş , eski dört başı mamur vasıflı
işçinin işinin giderek vasıfsızlaştırılmasına olanak vermiştir.
Artık, emek süreci daha çok sayıda vasıfsız işçi arasında par­
çalanabilmektedir. Bundan sonra Ford yöneticilerinin üzerinde
durduğu konu üretimin akış hızını artırmak olmuş, bu am.,.ç­
la fabrika içinde çeşitli düzenlemelere gidilmiştir. Belirli bir iş­
lemi yapan tezgahların bir araya toplanması, bölümler arası
taşıma sorunları doğurunca, talep her işlem için ayn bir tez­
gah ayrılmasına yetecek ölçüde arttığı zaman, bunlar üreti­
min gerektirdiği işlem sırasına dizilmiş, bu da akış hızını artır­
makta çok etkili olmuştur. Zincirleme yapılan üretimde işçi­
lerin çalışma hızını artırmak için de en hızlı işçilerin primle
ödüllendirilmesi yoluna gidilmiştir. Fakat Foni yöneticileri için
bu da yeterli olmamış, işçilerin hızlarını gönüllü olarak artır­
malarını beklemek yerine, hızın kendilerince belirlenebileceği
bir sistem geliştirmeye çalışmışlardır. İlk olarak, 1 913'te titiz­
likle yapılan zaman ve hareket etütleri sonucu, yaklaşık 50
metrelik bir üretim hattında üretim süreci 140 montaj işçisi
arasında bölünmüştür. Montajı yapılan şasi, tekerlekler üz'!­
rinde, belli arahklar�a bir halat kul lanılarak çekilmeye başlan­
m ıştır. Bu yeni teknikle daha önce bir şasinin montaj ı için ge­
rekli olan 1 2 saat 28 dakikalık süre, 5 saat 50 dakikaya indirile­
bilmiştir. Bundan sonraki son aşama gerçekleştirildiğinde, ya­
ni 1914 yılında mekanik olarak hareket eden ünlü montaj hattı
üretime sokulduğunda bu süre 1 ,5 saate düşürülmüştür. 1 1 yıllık
bir zaman aralığında Ford fabrikasında gerçekle_ştirilen tüm bu
teknoloji k değişikliklerle artık, emek sürecini düşünen, tasar­
layan ve uygulayan ustalar gitmiş, yerlerini bütün bir çalışma
sürecince sadece bir küçük parça - işi biteviye tekrarlayan
Cörneğin sürekli birkaç vida sıkan> vasıfsız iş�iler almıştır.
Sermaye vasıflı işçiye olan bağımlılığını ortadan kaldırabilmiş,
emek sürecinde kontrolü ele geçirerek üretimin hızını artırabil ­
miş, dolayısıyla büyük bir üretkenlik artışı sağlamakta başa­
nh olmuştur.

ıeı
Taylorist ve Fordist üretim teknolof ileri dünyada büyük
bir yaygınlık kazan m ası na rağmen, sermaye için bu kolay bir
haşan olmamıştır. İşçiler açısından, yapılacak işi n yönteminin
ve süresinin katı b i r biçimde tepeden saptanması olarak yaşa·
nan Taylorizm, işçilerin büyük çapta direnişlerine yol açmış,
sendikacılığın gelişmesin i hızlandırmıştır. Aynı şekilde, Ford'
un montaf hattı da işçileri n büyük tepkileriyle karşılaşmış ve
çeşitli direnişlere yol açmıştır. Örneği n, Ford işletmelerinde
işin bunaltıcı niteliği ve artan yoğunluğu yüzünden, 1914 yı­
lında yıllık işgücü devri C tu rn ove rJ oranı y_üzde 400'e ul�şmış­
tır. • Bunlar dışında. makinalara sabotaj olaylan, kasıtlı olarak
hatalı üretim, fire artışı ve işten kaytarma gibi sorunlar ya­
nında sendikacılığın da güçlenmesi, fabrika yöneticilerini çö­
züm aramaya zorlamıştır. Ford, bu yüzden 2,34 dolar dolayın­
da bulunan işçi günd e l iği n i 5 dolar g ib i o gün için astronomik
bir rakama çıkarmış, işçilerini ancak böyle ·yüksek bi r ücretin
özendiricliği sonucunda yerleşik kılabilmiştir.• Mekanik mon·
taj hattı emek süreci üzerinde sermayenin egemenliğini ger­
çekleştirmek için geliştirilmiş olmakla birlikte, emeğin müca­
delesinde de yeni bir güç kaynağı oluşturmuştur. Çünkü işçi­
ler arasında sistemin zorunlu kıldığı karşılıklı bağunlılık bir
avuç işçiye tüm üretimi durdurabilme olanağını da vermekte­
dir.

Vasıflı işçinin. işin yoğunluğunu ve üretkenliğini belirle­


mesini engellemek için sermaye t«lra fından geliştirilen Taylo­
rist ve Fordlst yöntemlere k a r ş ı ış�i lerin gösterdikleri bu tür
tepkile r , pek çok yerde işletme y ö ne ti ci l eri n i yeni alternatif st­
ratej iler aramaya zorlamıştır. Son dönemlerde benimsenen b u
alternatifler, işçilerin örgü tlülük düzeylerine, verdikleri müca­
delenin gücüne ve biçimine göre çeşitlidir. Bunlardan bazıla­
rı, iş gen işl e t me (job enlargement> , iş �nginleştirme (fob en­
richment> . iş rotasyonu , yarı - özerk çalışma grupları ve yöne­
time katılma d üzen le r id i r . Fata bütün bu stratejiler, son tah-
11lde, serm�yenln yaratılan artık - değerin sürekliliğini güven­
ce altına almak kaygısıyla farklı koşullarda zorunlu olarak

yı l içinde işten aynlanlann sayısı


<&> Yıllık iş gılcü devri oranı = ------ x ıoo
o yıl için ortalama işçi sayısı
· olduğuna göre, bu oranın yüzde 400 olması, kabaca, yQz işçisi olan
bir lşyerlnde lşgücünü n bir yılda dört kez y eni leni yor olması demektir.
(9) Braverman, s. 148 149'da verilen alıntılar.
-

162
geliştirdiği farklı kapitalist denetim biçimleri olmaktan öteye
gitmemiştir. Bu yollarla, işçinin işini benimsemesi ve hoşnutluk
düzeyi bir ölçüde artınlabilse de, emek sürecinin kontrolü yi­
ne sermayenin elindedir; kontrol azalmamış, sadece biçim de­
ğiştirmişti r. Fakat işin örgütlenmesindeki bu yeni düzenleme­
ler Taylorist ve Forclist yöntemlerin kaçınılmaz olmadığı ve
hiçbir nesnel teknik zorunluğa dayanmadığını açığa çıkardığı
gibi, işçinin tepkileri ve mücadele gücüne bağlı olarak tekno­
lojilerin farklı biçimler alabileceğini göstermeye de y�mıştır.

Kapitalizmin i çinde bulunduğu son kriz, elektronik teknoloji­


sinin uzun süren bir gelişme sürecinin sonunda, artık ürünlerini
vermeye hazır hale geldiği bir dönemde ortaya çıkmıştır.
70'lerin başında elektronik teknoloj isinde gerçekleştirilen hızlı
değişiklikler durulmaya başlamış v� bu teknolojinin bazı ürün­
lerinin -çoğunlukla emeğin ucuz olduğu Uzakdoğu ülkele­
rinde- kitle üretimine geçilerek fiyatları onlarca misli düşü­
rülebilmiştir. Binlerce mühendis, teknisyen ve bilim adamının
diğer yaşam merkezlerinden ayn bir yerde yerleştirildikleri
kentlerde diğer adı ile teknopolislerde, sermaye hesabına yap­
tıkları yoğun çalışmalar sonucu, güvenilirliği ve kullanılabilir­
liği giderek artan çeşitli elektronik aygıtlar geliştirilebilmekte­
dir. Sermayenin krizden kurtulmak için gerekli üretkenlik ar­
tışını sağlayacağı umuduyla sarıldığı bu aygıtları hemen hemen
her sanayi ve meslek dalında görmek mümkündür. Üretim sü­
recinin çeşitli noktalarına, işçilerin yanı başına yerleştirilen
bilgisayarlı makineler ve robotlar hem işçileri kendileri ile ya­
rışmak zorunda bırakmakta, hem de sürekli bir i şsizlik teh­
diti oluşturmeJctadır.

Kullanımı giderek yaygınlaşan nümerik kontrollü takım


tezgA.hları Forclizmin de ötesinde bi r diğer •ileri. teknoloji ör­
neğidir. Önceden kaydı yapılmış manyetik bantlar, takım tez ­
gahının tüm hareketlerini yönetebilmekte, böylelikle işçiye nü­
merik kontrollü mekinayı sadece izlemek ve gerektikçe mal­
zeme sağlamak kalmaktadır. İşçi, işin tümü üzerindeki üretim
bilgisinden tamamen koparılmış, işi gereği montaj hattı işçi­
sinden de daha az bilgiye sahip olmak ve daha da vasıfsızlaş­
mak durumuna getirilmiştir.

Tekelci sermaye tarafından sermaye birikiminin gerekle­


rine göre geliştirilen üretim teknoloj ilerini irdeleyen Braver­
man'ın, çalışmasında, işçilerin verdiği mücadeleyi göz ardı et-

163
mesi çeşitl i eleştirilere neden olmuştur... Aslında, üretim güç­
leriyle sosyal ilişkiler arasında karşılıklı etki söz konusudur.
Ara.lanndaki neden - sonuç ilişkisi hiçbir zaman otomatik ol­
mayıp, sonuç tarafların göreli güçlerine bağlı olarak karmaşık
bir süreç sonunda belirlenir. Sermaye tarafından doğrusal şe­
kilde geliştirilen bir teknoloj i varsaymak, ve emeği bunun kar­
şısında edilgin bir kabullenici gibi ele alarak, işçilerin üretim
yerindeki mücadelelerinin kapitalist emek sürecinin belirleni­
mindeki etkilerini görmezden gelmek, soldaki geleneksel tek­
noloj ik determinizmin bir uzantısı olduğu izlenimini vermek­
tedir.

Kapitalist teknoloj i - üretim ilişkileri etkileşiminin somut


olarak nasıl gerçekleştiğin i irdelemeyi biraz sonraya bırakarak,
önce sol içindeki teknoloj ik determinizmin, yani modem sana­
yide var olan örgütleniş biçimlerinin ve makinaların kaçınılmaz
ve değiştirilemez düzenler oluşturduğu , ve bunların ancak
varolan biçimleriyle işçi sınıfı lehine kullanılmasının söz konu­
su olabileceği anlayışının kaynaklarına ve sonuçlarına bak­
maya çalışalım.

Emek SO.reclndekl Politik Boyut

Son on yıl içinde biiyük bir cA.nl ılığa kavuşan emek süre­
ci tartışmaları dolayısıyla teknoloji ve üretim yeri ilişkileri,
Marx'tan sonra ilk kez yeniden sol düşüncenin gündemine gir­
miştir. Aradan geçen bp. uzun süre içinde, üretim güçleri ile
üretim ilişkilerinin etkileşimi, üretimin salt ekonomik bir alan
olmayıp politik ve ideoloj ik boyutlara da sahip olduğu gerçeği,
ve işçilerin üretim mücadelelerinin biçim ve içeriği gibi konular
arasında yeterli bağlar kurulamamış, bu konulara gereken
önem verilmemiştir. Geleneksel sol görüşe göre, nesnel - eko­
nomik terimler içinde belirlenen kendinde sınıf, ancak üstya­
pısal <politik, ideoloj ik > faktörlerden etkilenerek kendisi için
sınır, yani bi r tarihi güç olarak sınıf haline gelir. Mücadele
içinde politika bu •nesnel• sınıfa üretim yerinin dışından ta­
şınır. Oysa, emek süreci analizinde görüldüğü gibi, üretim ye­
rindeki ilişkiler salt ekonomik değildir. Ekonomik alan kendi
politik ve ideoloj ik son uçlarından ve işyerinin belirli politik ve
ideolojik yapılarından ayrılamaz. Burjuva ideoloj isinin politi-

c ıoı M. Burowey, ·Towerds a Marxist Theory of the Lebour Process: Bra­


verman and Beyond•, Po li ttcs and Society, vol. o, no. 3 - 4, 1978.

164
kayı üretim alanının dışında tutması gibi, sol düşüncede de
politik ve ekonomik alanların böylesine ayn tutulması, doğru
bir üretim yeri politikasının oluşturulmasını engellemiş, so­
nuçta da sendikal ve politik etkinlikler arasında bir uçurum
yaratılmıştır. Bu da üretim yeri mücadelelerinin sadece belirli
bir işveren ile onun işçileri arasındaki ücret çekişmesinden iba­
ret olduğu görüşünün yaygınlaşmasına . yol açmıştır. Solun
pratiğinde de tarihi olarak, kapitalist teknoloj iyi ve işbölümü­
nü olduğu gibi kabullenmek eğilimi ağır b�mıştır. Ekonomik
ve politik alanların böyle ayn tutulması yüzünden, A. Fried­
man'ın da belirttiği gibi, sol düşünce, kapitalist üretim güçleri­
nin gelişimi..Qde çok etkili ve yükselen bir güç olarak işçi dire­
nişinin önemini kavrayamamıştır."
Etkili bir üretim yeri politikasının oluşturulamamasında,
resmi sol hareketlerin bu konuya hiçbir zaman fazla. ilgi gös­
termemelerinin yanı sıra mevcut kapitalizm - sonrası deneyim­
· lerin de rolü büyük olmuştur. Devrim sonrası Sovyetler Birli­
ğinde Taylorizm'e ve kapitalist teknolojiye büyük hayranlık
duyulmuş, Taylorizm, doğru çalışma yöntemleri içeren büyük
bir bilimsel başarı ve Sovyetler Birliği'nin modernizasyonu
için vazgeçilemez bir yol gibi görülı;nüştür. Lenin Taylorizmin
sömuruyu artırıcı bir rolü olduğunu kabul etmekle birlikte,
Taylorist yöntemlerle emeğin µretkenliğinin sosyalizm altında
artırılması sonucunda işçinin, toplumun ve devleti n yönetimi­
ne daha fazla katılmak için özgürleşeceğine inanmıştır.u Kapi­
talizm tarafından geliştirilen teknolojinin içinde barındırdığı
hiyerarşik iş örgütlenmesinin Sovyetler Birliğinde üretim yeri
ilişkilerini nasıl belirleyeceği doğru değerlendirilmemiş, buna
bağlı olarak da sanayileşmede kapitalist model taklit edilmiş,
üretim teknolojisinin, çalışma yöntemlerinin, .kafa ve kol eme­
ği ilişkilerinin dönüşümü gerçekleştirilememiştir. Bu tutumun
pratikte kaçınılmaz olarak, fabrika komitelerinin gerilemesi
gibi, işçilerin işyerinde kontrol sahibi olmaları yerine tek - kişi
yöneticiliğinin getirilmesi gibi gelişmelerde büyük r9lü olmuş­
tur. Bu ise son derece sınırlı, kısır bir sosyalizme geçiş anla­
yışıdır."

c ı ı ı A. Fıiedman. ·Responsiblo Autonomy versus Direct Control over the


Labour Process• , Capital and Claas , no. ı, 1977.
C l2 1 V. 1. Lenin, ·The lmmediate Tasks of the Soviet Goverment• C l9181,
Collected Works, v.ol. 27, Moscow, 1965, s. 259.
C 131 C. Goodey, · factory Committees and the Dictatorship or the Proleta­
ritı.t•, C ritique, no. 3, 1974.

165
Sosyalizme geçışın genel olarak böyle sınırlı bir biçimde
kavrandığı Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapi­
talist teknolojinin belirli sosyal ilişkileri içinde banndırdığı
ve yabancılaşmanın, mülkiyet sorunu yanında , işçinin bilgi ve
becerilerinin kendisinden koparılması ile de ilgili olduğu gör­
mezden g�linmiştir. Örneğin, Sovyet teorisyeni Suharevskiy'e
bakılırsa, sosyalist fabrikalarda batı türü makinalar kullanılı­
yor olsa bile işçilerin davranışlan farklıdır, çünkü onlar ken­
dileri için çalışmaktadır. u

Kuşkusuz, çok gelişmiş üretici güçler, sosyalizm için ge­


rekli bir temel oluşturur. Bu yüzden, gelişmiş teknolojileri tüm­
den reddedip geri teknoloj ilere dönmek ve üretim _güçlerinin
gelişmesini önemsiz bulmak söz konusu olamaz. Önemli olan,
üretici güçlerin, teknolojinin ne olduğunu, gelişmesinde hangi
ekonomik, politik, ideolojik faktörlerin rol oynadığını, içinde
birtakım sosyal ilişkileri nasıl barındırdığını anlayabilmekte­
dir. Neyin üretim için gerçekten teknik olarak gerekli, neyin
ise kapitalizme özgü olduğu anlaşılabildiği ölçüde, işçilerin
üzerindeki egemenliği yeniden üreten makinalan ve otoriter
iş ilişkilerini dönüştürmek mümkün olabilecektir."

Teknoloji - Üretim İlişkileri Etkileşimi

Kapitalist emek süreci tartışmalanndan kalkarak, serma­


yenin teknolojiyi sürekli olarak neden ve ne yönde geliştirme
çabası içinde olduğunu açıklığa kavuşturmaya çalıştıktan son­
ra, şimdi de kapitalizmde üretim ilişkilerinin somut olarak tek­
nolojiyi nasıl belirlediğini irdelemeye çalışalım. Bu konuda ça­
lışmalar yapan Noble'a göre, �eknoloj i üretim ilişkileri tara­
fından iki ayn bağlarndı1. belirlenir. İlki, karar verme gücünü
elinde tutan tarafın sosyal kudreti ve ideoloj isine göre belir­
lenmiş, teknoloj ik seçeneklerin tasanmının yapıldığı tasanm
aşamasıdır. İkincisi ise , uygulama aşamı1.5ıdır. Üretim yerin­
deki mücadelenin somut durumuna. göre, uygulamaya. geçildi-

1 14 1 8. Suharevskiy'den alıntı 1 1974 1 , P. Thomson, Nature of Work, içinde


Macmillan Press, London, ı983.
1 151 Doğu Avrupa ülkelerindeki fabrikalarda yapılan b�ı çalışmalar, işçi­
lerin _ bulunduğu iş ortamının hi yerarşik yapı, işbölümü ve ücret sis­
temleri açısından Batıya göre çok az farklı olduğunu göstermektedir.
Örneğin, bkz. M. Haraszti, A Worker in a W'lrker's State, Penguin,
Harmondswort.h, ı977.

166
ğinde makinalar etrafında, işin örgütlenmesi değişik biçimler
alabilir.

Teknolojinin tasarım aşamasınd a , çeşitli alternatifler için­


den sermayenin kendi amaçla nn a en uygun olanı nasıl seçip
.geliştirdiğinin, teknolojinin hiç de öyle sınıf çıkarlarından ba­
ğımsız ve tarafsız bir şekilde gelişmediğinin somu t bir örne­
ğini yine Noble'ın çalışmasında görmek mümkün." Buna gö­
re, genel amaçlı m�alarda otomasyon çalışmaları, makina­
nın işçi tarafından kullanıldığı zamanki esnekli ğinin i�çi ol­
madan otomatik olarak bilgisaya r yardımıyla nasıl gerçekleş­
tirileceği yönündeydi. Bu konudaki başarı ise iki ayn işleme
bağlıydı. Birincisi, makinada y apıl mas ı istenen tüm hareketle­
rin kartlara veya manyetik bantlara kayıtlarının yapılmJ,LSı,
f'
ikihcis bu bilgilerin makinaya ak tarıl ı p hareket etmesinin sağ­
lanmasıydı. İkinci işlem dıilia önce bilinen bir kontrol teknolo­
jisinin uygulaması olduğundan çözümü gereken asıl son.:n bi­
rinci işlemin, yani tüm hareketlerin kayıtlarının nasıl yapıla­
cağıydı. İlk olarak ABD'de General Electric şirke tind e •kayıt­
playback. denilen sistem geliştirildi . Burada, bir i şç i üretimi
istenen parçayı makinada işlerken işçinin t üm hareketleri
manyetik bir banda kaydediliyor, daha sonra da makine, aynı
parçayı bu banda göre otomatik olarak yapabiliyordu. Her ne
kadar bu sistem büyük beceriler ve yat ın ml ar gerektirmeyen
bir çözüm idiyse de, hiçbir zam an kullanımı yaygınlık kazana­
madı. Çünkü yöneticiler ve teknik adamların gözünde •ka Yıt­
playback· sistemi, hAla insan faktörünü, yani ·insan hatası·
payını içeriyor; işçinin beceril eri n i n tekrarını olanaklı kılan
bir çarpan niteliğinden öteye gitmiyordu . tık parçayı üreten
i�çinin bilgi ve becerisi tüm üretime kaynaklık ediyordu. Bu
sistem, bir başka deyişle, kapitalistin emek süreci üstündeki
kontrolünü mutlaklaştıramıyor ve işçinin üret imdeki etkinliği­
ni tümüyle bertaraf edemiyordu.

Zaten, bu sistemin hemen arkasından, 1949'da yine ABD'de


Massachusetts lnstitute of Technology'den bazı mühendisler,
bu sakıncalardan arınmış başka bir sistem geliştiriyordu. Nü­
merik kontrollü CNIC> takım tezgahlarında b andın hazırlan­
ması tümüyle farklı bir felsefeye dayan ıyord u Parçanın spesi­
.

fikasyonları matematiksel olarak jfade ediliyor, daha sonra

U&J D. Nobıe : ·Social Choice in Machine Design: The Case of Automati­


cally Controlled Machine Tools • , A. Zimbalist Ced. J , op. cit., s. ıa· - 50.

167
makinanın yapması istenen tüm hareketlerin mateme,tiksel ta­
nımı yapılıyor, yüzlerce ve hatta binlerce komut nümerik kod­
lara dönüştürülerek programlanıyor ve banda alınıyordu. Böy­
lece N/C bandı, işçinin üretimin zihin kaynağı olma rolünü ta­
mamen Qrtadan kaldırıyordu. Yeni programlama merkezleri
ve programcıları gerektiren N/C teknoloj isinin, kendisi kadar
üretken olan �kayıt - playback· sistemi yerine sermaye tarafın­
dan hararetle benimsenmesi ve yaygınlaşması, üretilen artık­
değer miktannın daha fazla olacağı gibi bir nedenle açıkla­
namaz. Se�yenin bu seçimi, N/C sisteminin •teknik· ya. da
·ekonomik· üstünlüklerine dayanan, salt •rasyonel.. bir seçim
değildi. N/C teknolojisinin seçiminde ağır basan asıl etken, ser­
mayenin, teknoloji tasarımını, emeğe bağımlılığı azaltacak ve
emek sürecinde tüm kontrolü ele geçirmesini sağlayacak bi­
çimde yönlendiren politik ve ideoloj ik talepleriydi. N/C takım
tezgahlan gibi birçok üretim aracı, kapitalist ideolojinin v e
üretim ilişkilerinin damgasını taşır." Kapitalizmde, teknolojiyi
kendi amaçlarına uygun biçimde geliştirme gayretinde olan
sermaye, bilimi emri altına almıştır. Araştırmacılar, mühendis­
ler, teknisyenler, üniversitelerde sermayenin sorunlarını top­
lumun sorunları gibi benimsemeyi öğrenmekte: teknoloj i üre­
tilen büyük araştırma merkezlerinde. laboratuvarlarda ve son
zamanlarda sıkça sözü edilen •teknopolisler- de, sermayenin
emek süreci üstündeki taleplerine çözüm aramaktadır..

Teknolojinin üretim ilişkileri ile etkileşim içine girdiği ikin­


ci bağlam, bir teknolojik gelişimin üretim yerinde uygulamaya
konulması aşamasıdır. Kapitalizmde, teknoloj inin tasarımının
yapılıp maddeleştirildiği aşamada, kendi çıkarları açısından
hiçbir etkinliğe sahip olmayan emek, uygulama aşamasında
uygun ve güçiü talepler geliştirebildiği ölçüde emek sürecinde
bazı kontrol mevzileri ele geçirebilmektedir. örneğin aynı N/C
makinalarının kullanımı, ABD'deki General Electric fabrikası
ve Norveç'teki devlet silah fabrikasında çok farklı olabilmek­
tedir. İşçilerin programa herhangi bir müdahalesinin söz ko-

l l71 Burada tüm teknolojik gelişmelerin itici gücünün ideolojik olduğu ve


üretim ilişkilerinden kaynaklandığı önerilmemektedir. Konumuz tek­
nik değişimleri etkileyen faktörler olmadıgından, üretim sürecindeki
darbogazlar, bazı gird.J lerin <hammadde, enerji vb.I çeşitli nedenlerle
temininin güçleşmesinden dolayı- gerçekleştirilen teknik değişiklikler
gibi gelişmeler yazının kapsamı dışındadır. Vurgulanmak istenen şey
teknolojinin politik boyutunun önemidir.

1 68
nusu olmadığı General Electric fabrikasınd� emek sürecinin
kontrolü, bilgisayar programcıları aracılığıy!a yönetimin elinde
merkezileşnµştir. Buna. karşılık, güçlü bir sendika geleneğinin
bulunduğu Norveç'te bu aygıtların fabrikaya yerleştirilmesi,
sendika,. tarafından eski işçilerin eğitilip kendilerine program­
lama öğretilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu eğitimden geçen
işçiler kendi güvenlik, verimlilik, kalite ve uygunluk ölçütle­
rine göre programlar yapmak, emek süreçlerini belirli ölçüde
kendi denetimlerine aİmak hakkını güçlü bir mücadele vere­
rek elde etmişlerdir.

Oysa General Electric fabrikasında, verimlilikten ve en


fazla. artık - değer yaratacak iş örgütlenmesinden feda karlık
pahasına. da olsa yönetim, işçileri emek sürecinde etkin kılma­
mak i çin her türlü çareye başvurmuştur. Yüksek ücretler alan
programcılar, bu fabrikada sadece birinci vardiyada. çalışmak­
tadır. İkinci ve üçüncü vardiyada çıkan üretim aksaklıklarına
işçiler müdahale edemedikleri için bu vıırdiyalarda üretimin
kalitesi düşebilmekte, fire oranı artabilmekte, hatta üretim tü­
müyle durabilmektedir. Yönetim, denetim i işçilere kaptırma­
mak uğruna kısa dönemde verimlilikten büyük ölçüde vazge­
çebilmektedir.

Nasıl Bir Teknoloji?


Teknoloj ik gelişme, sermayenin kendi ekonomik, politik ve
ideoloj ik çıkarı.arına göre -farklı sektörlerde farklı dereceler­
de- yönlendirilmekte, kapitalist teknoloj i bu çıkarlar� J?öre
biçimlenmektedir. ' " Üretim araçlarının toplumsallaştınlmasın­
dan sonra bile, e�ek sürecinin kendiliğinden ve hemen dö­
n üşmesi beklenemez. Tasarım aşamasında sermayenin taleple­
rinin damgasını yemiş mevcut teknolojilerin, emek tarafından
kapitalizme özgü biçimlerinden arındırılması ve farklı toplum­
sal ilişkileri içeren teknolojilerin yaratılması, bilinçli ve kolek­
tif bir biçimde uzun bir tarihi süreç içinde gerçekleştirilebilir.
Her şeyden önce, kapitalizm tarafından üreti m bilgisinden k.:>­
panlmış ve emek süreci üzerindeki kontrolleri ellerinden alın­
mış işçilerin , bu bilgi ve kontrolü yeniden ve yeni bir biçimd�
kazanmaları gerekir. Kafa ve kol emeğinin giderek bütünleş-

c ısı Örnegin petro - kimya, çimento gibi bazı sektörlerde kimyasal - teknik
belirlenimlerin agırlık kazanması nedeni ile teknolojinin sermaycDin
çıka['.larına göre biçimlendirilmeısi Lir otomotiv ya da mu.kına t.eKtöP
ründekinden daha az olabilir.

1 69
mesi ve sosyalist ilişkileri içinde barındıran yepyeni teknoloji­
ler yaratır hale gelmesi, işçinin üretim faaliyeti içinde ve bir
sosyalist toplum bireyi olar� kazanması gereken niteliklerle
alıuası gereken eğitimin birlikte düşünüldüğü uzun dönemli
bir programa bağlıdır.

Üretici güçlerin gelişmişliği, sosyalizm için çok önemli ol­


makla birlikte, teknolojinin gelişiminde üretkenliğin mümkün
olduğunca artırılıp çalışma süresinin azaltılması, böylece iş­
çilerin zaman açısından özgürleştirilmeleri tek kıstas olarak
alınamaz. İşçinin bu kısa süre İçinde yaptığı işin niteliği de
çok önemlidir. Verim uğruna bu, göz ardı edilemez; sosyalist
verimlilik anlayışı kapitalist verimlilik anlayışından
' çok farklı
olmak zorunde,dır.

Üretim güçlerinin gelişmişliğine karşın işçi hala makina­


lann egemenliği altında ise, üretim bilgisinden ve kontrolün­
den yoksun ise, emek süreci içinde yetenekleri�i ortaya koya­
mıyor ve kendini dönüştürme olanaklarını bulamıyor ise, o top­
lumda gerçek bir demokrasinin varlığından da söz edilemez.
Çünkü teknolojik kontrolü ve üretim bilgisini elinde tutan top­
lumsal katman kol emeğine egemen konumdadır ve aralarında
eşit ilişkiler oluşamaz.

Daha önce de belirtildigi gibi, üretim araçlarının kapitaliz­


me özgü biçimlerinden arındırılması ancak tarihi bir süreç
içinde gerçekleşebileceğinden, mülkiyetin toplumsallaştınlma­
sından sonraki ilk aşamada her şeyden önce, kapitalizm tara­
fından geliştirilmiş olan üretim araçlarının kullanımının ye­
niden gözden geçirilmesi gerekir. Bu araçların etrafındaki iş
örgütlenmeleri veri olarak alınmayıp, hiyerarşik ve otoriter
ilişkilerin ortadan kaldırılması amaçlanmalıdır. Aynı makina­
lardan emeğin emek sürecine egemen olacağı şekilde yararlan­
mak ve eşitlikçi ilişkiler içeren iş örgütlenmlerin gitmek müm­
kündür.

Ancak, emeğin emek sürecinde kontrolü elde etmesi, sosya­


lizmin sadece sonuçlarından biri olarak değil, aynı zamanda
gerçekleştirilmesinin e.raçlanndan biri olarak da görülmeli; bu
sürecin başlatılması, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin
kaldırılmasından sonraya ertelenmemelidir. Yani kapitalist sis­
tem içinde de üretim yeri mücadelelerinde teknolojik değişik­
likler karşısında doğru taleplerin geliştirilmesi, solun önem
verdiği bir alan olmalıdır. Emek, teknolojinin edilgin bir ka-

170
bullenicisi konumunda kalıp, taleplerini sadece ücretler ve sos­
yal haklar konularıyla sınırlamamalı, daha fazla üretim bil­
gisine ve emek sürecinde daha çok kontrole sahip olmayı ken­
disine hedef edinmelidir. Üretim yeri mücadelesinin politik ve
ideoloj ik boyutlarının kavranması ve bu mücadelenin daha
global · politik mücadeleyle bütünleştirilmesi, hem mücadele­
nin başanya ulaşması açısından, hem de geçiş döneminde eme­
ğin emek sürecine egemen olmasını sağlayan teknoloj ik dönü­
şümleri kolaylaştırması açısından büyük önem taşımaktadır.

171
Osmanh' dan Cumhu riyete :
Tü rkiye' de Burjuva Devrimi Soru nu

Sungur SAVRAN

Bir toplumun yaşamındaki her �tüst oluş, bir toplumsal


hareketin her büyük yenilgisi, tarihin de yeniden düşünülme­
sine ve yazılmasına yol açar. Maddi yaşamın ve toplumsal mü­
cadelelerin bilinç üzerindeki belirleyiciliğinin en belirgin tarih­
sel ifadelerinden biridir bu durum. Dönüm noktasındaki ha­
reket, kendisinin v·a toplumun geçmişini didiklemeye başlar. Or­
taya çıkan, bir kendini arama sürecidir. İki yanı keskin bir kı­
lıçtır bu süreç. Bir yandan, geçmişin donmuş kalıpları, cansız
dogmaları yeniden tartışma masasına gelir ve böylece yeni bir
hayatiyetin tohumlan atılır. Ama bir yandan da yenilginin ya­
rattığı pratik dağınıklık ve bunun yanısıra gelişen karamsar­
lık, toptan teslimiyetçiliklerin filizlenmesine yol açar. Birinci­
sinde, geçmişte yüce bir amaç olarak görülen toplumsal pro­
jeleri geliştirmek ve zenginleştirmek için yeni yolların aranma­
sı sözkonusudur. İkincisinde ise bu projelerden vazgeçmenin;
eski zemini terketmenin ideolojisi geliştirilir. Sürecin bu iki­
yanlı niteliği hepimizi çok dikkatli olmaya itmeli. Yerti, sağ­
lıklı yeşillenrneleri, ölü doğmuş otlardan ayırmayı bilmeliyiz.
Herşeyi sabırlıca ve titizce yeniden düşünerek.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'de son dönemde yaygın­


laşan tartışm�lar içinde en önemlilerinden biri de, toplumun
yirminci yüzyıldaki genel tarihsel gelişme çizgisinin değerlen­
dirilmesiyle ilgili . Özellikle- yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ya­
ş&nmış olan toplumsal çalkantılar ve bunların sonucunda ku­
rulan cumhuriyetin doğası, tartışmalann merkezinde. Nasıl ol­
masın ki? Her düşünce sistemi. içinde yaşadığı dönemi tarihin

i 72
belirli bir· yorumuyla birlikte ve içiçe açıklar. Bugünün karam­
sar ortamında kendine belirli bir dinleyici kitlesi bulma mut­
luluğuna erişmiş olan sol liberal (sivil toplumcu) düşünce akı­
mı da böyle yapıyor. Sol liberal yaklı:LŞımda, Türkiye tarihinin
son döneminde ortaya çıkmış olan bütün baskıcı ve otoriter
hareket ve girişimler, Osmanlı'nın merkeziyetçi de�potizmine
ve 'bu despotizm i devraldığı ileri sürülen yirminci yüzyıl başı
siyasal iktidarlarının ( İttihat ve Terakki, tek parti yönetimil
mirasınJı bağlanıyor. Osmanlı'nın •ceberrut• niteliği burada
Hristiyan dogmasındaki ·ille günah· gibi bir rol oynuyor yani,
Türkiye toplumu altıyüz yıldır baskıcı ve tekelci bir devletin
zorbalığı altında inlediğine göre, çağdaş otoriter yönetimler de
bu •&Sil• özelliğin kılık değiştirmiş birer cisimleşmesi gibi gö­
rülüyor. Türkiye halkı, kör bir tarihsel talihle, baskı altında
yaşamaya mahküm olmuş sanki. Bir sol liberal yazarın deyi­
şiyle, •Yüzyıllar boyunca içinde bulunduğu maddi ve manevi
koşullan belki onun güdülmeyi bir ka,der olarak kabullenme­
sine yol açmıştır... '

Günümüz Türkiye toplumunun en belirleyici özelliklerinin


Osmanlı'nın mirasıyla açıklanması çabası karşısında, Osman­
lı/cumhuriyet ilişkisinin değerlendirilmesi özel bir önem kaza­
nıyor. Şu noktanın iyice vurgulanması gerek: günümüzde sa­
yısız alanda süregiden tartışmada doğru bir tavır almanın an­
koşulu Osm&J!lı!Türkiye ilişkilerinin doğru biçimde kavranışı.
Dil sorunundan C •ÖZ Türkçe• üzerine yapılan tartışmalar) dev­
letçilik/piyasa ikiliğine, din/laiklik çarpışmasından 'bürokra­
si'nin ve ordunun toplumsal ve siyasal yaşam içindeki öne�­
ne, ulusçuluk ve ilgili sorunlardan hukuka, eğitime dek birçok
güncel tartışmanın karmaşık dehlizlerinden ancak bu koşulla
geçilebilir. Nedeni açık: bütün bu sorunlar, yüzyılın ilk çeyre­
ğinde, özellikle de 1920'li yıllarda doruğuna ulaşan toplumsal

( 1 1 A. Köymen, ·Sol'un Kamburu•, Yeni Gündem, 22, ıs - 31 Mayıs J.985,


s. 9. Sol liberal tezlerin en safdil ve dolayısıyla yer yer en açık sözcüsü
A. Gevgilili ise şöyle yazıyor : ·Cumhuriyet dönemi gelişmeleri bile kok­
lerini Osmanlı toplumundan devralınan belli sosyal özelliklerden alır­
lar.• Yükselif ve Düşüş, Altın Kitaplar, İstanbul, ıeaı. s. 7. Nihayet,
A. S. Akat, 'fürldye'nJn neredeyse en önemli özgül yönü olarak sundu­
ğu ·iktisat ideolojisinin nispi a.ıgelişmişliği•nin nedenlerini açıklama­
ya giıişirken şöyle diyor: ·Sanının bunları Türkiye Cumhuriyeti'nln
mirasçısı olduğu O•manlı Devleti ve Osmanlı - Tür� toplumunda bula­
bileceğimiz önerisi okuyucuyu şaşırtmaz.• A lternatif Büyüme Stratejisi,
lleUşim Yayınlan, lstMnbul, 1983, s. 12 l vw-gu aslında) .

173
altüst oluş sürecinde belirli bir yorungeye yerleşmiştir. Top­
lumsal birer sorun olıırak kökleri daha eski dönemlere dayan­
sa da, bütün bu alanlarda bugün yürürlükte olan çerçeve cum­
huriyetin kuruluşuyla birlikte çizilmiştir. Bu çerçeve ise, 1908
ve 1919 - 23 çalkantılarının ve yeni bir devletin Ccumhuriyetin)
kuruluşunun damgasını taşımaktadır. Kuşkusuz, sol için, cum­
huriyet devletinin bu sorunlara getirdiği •Çözümler• veri ola­
maz. Aksine, bütün bu •çözümler• . toplumsal mücadelelerin bu­
gün taşıyıcısı olan sınıfın perspektifi açısından .köklü biçimde
eleştirilmeli, geçmişin •Çözümler- inin bugün birer sorun nite­
liği taşıdığı ortaya konulmalıdır. Ama bu yapılırken, tarih ya­
şanmamış gibi davranılamaz. Eleştirilen •Çözüınler•in hangi ta ­
rihsel bağlamda, neden ortaya çıktığı anlaşılmadan yeni ufuk­
lar oluşturulamaz. Tepkisel ve sığ karşı çıkışlar, solu yeni bir
perspektifin aydınlığı yerine, geçmişin karanlığının yüceltilme­
sine bile götürebilir, yer yer de götürmektedir. Yapılması ge­
reken açıktır: sol düşünce ne resmi görüşlerin özürcü söylemi­
ni benimseyebilir, /ne de soyut bir liberal eleştirinin mistifikas­
yonuna kapılabilir. Türkiye toplumunun tarihsel gelişiminin
maddeci bir yöntemle değerlendirilmesi hem resmi ideoloj inin
kısırlaştıncı kalıplarından , hem de tarihsel bakımdan ilericl
soluğunu çoktan yitirmiş bir liberalizmden bagımsızlaşmak
için elzemdir. Geleceğin dev toplumsal sıçraması, ancak dünün
gerçekçi eleştirisinin üzerine yerleşebilir.

ı. KUTUPLAR

Türkiye tarihine, özel olarak da Osmanlı/Türkiye bağıntı­


sının niteliğine ve cumhuriyet devletinin doğasına ilişkin sol
liberal görüşler boşlukta doğmadı kuşkusuz. Bu akımın Türki­
ye tarihine ilişkin görüşleri, cumhuriyetin resmi ideoloj isinin
neredeyse eleştirisiz biçimde benimsenmesine dayanan sol - Ke­
�t baJnşaçısının sol düşüncedeki egemenliğine karşı bir
tepki olarak gelişti. Ne var ki, bu tepki maddeci bir yönteme
yaslanmadığı için sol - Kemalist bakışa.çısını eleştirel biçimde
aşamadı. Diyalektik - olmayan bir eleştiri çizgisine yaslana ­
rak, onun Sık dediğine kara. diyerek, doğrusal biçimde tam kar­
şısında, fakat aynı düzeyde yerini aldı. Yani basit bir olumsuz­
lama olarak çıktı ortaya, aynı alanın karşıt kutbunu oluştur­
du. Son dönemin kısır ve kısırlaştınlmış ortamında, maddeci
eleştirinin. sesinin cılızlaştığı bir b�lamda, tartışma büyük öl-

174
çüde bu iki karşıt ama aynı alanı p�ylaşan kutup arasında sı­
kışıp kaldı.

.Kutuplardan birinde yer alan sol - Kemalist bakışaçısı,


önemli ölçüde 30'lu yılların Kadro ve 60'lı yılların başının Yön
hareketlerinin görüşlerinin mirasçısı. Ama vurgulanması gere­
ken bi r nokta var: sol - Kemalizm'in görüşleri, bu iki hareketle
ve bunların daha sonraki mirasçılarıyla sırurlı değil. Dünya so­
lunun çeşitli ailelerinden kaynalcl�nan sol akıJ1!lar da, sol - Ke­
malist konumun en azından 1919 - 23 dönemine ve cumhuriyete
ilişkin görüşlerini büyük ölçüde paylaşıyor.ıı

Sol - Kemalizm'in tezleri şöyle özetlenebilir. Çürüme halin­


deki Osmanlı İmparatorluğu'nun istibdadına ve Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi paylaşmaya yönelik emperyalist
saldırıya karşı, 1ürkiye halkı, temel toplumsal sınıflardan ba­
ğımsız bir toplumsal gücün önderliğinde anti-emperyalist bir
mücadele vermiştir.• Bu ulusal müca.delenin sonucunda kuru­
lan yeni devlete de damgasını vuran önder toplumsal güç, sol­
Kemalist yazında. çeşitli biçimlerde nitelenir: sivil-asker bürok­
rasi, bürokratik küçük burjuvazi, aydın küçük burjuvazi, kü­
çük burjuva radikalizmi vb. vb. Kurulan yeni devlete küçük
burjuva devleti diyenler bile olmuştur.• Sol - Ke�tlere göre
bu devlet, ortaçağ karanlığına, dinin egemenliğine büyük dar­
beler vurmuş, çağdaş uygarlığın beşiği ohm Batı'ya yönelmiş,
demokrasinin de temellerini atmıştır. Sol - Kemalistleri resmi
ideolojiyle kesin bir özdeşleşme konumundan ayıran, cumhuri­
yetin kuruluşundan sonraki süreçte, siyasal iktidarın, mülk­
sahibi sınıflara Cbüyük toprak.sahipleri, ticaret burj uvp.zisi vb.>
·ödünler• vererek toplumsal dönüşüm sürecini sonuna. götüre­
mediği inancıdır. ÔZledikleri de, bu dönüşümleri •ulusal• güç-

(2) Bunun temelinde, Stallnizm'in ıe25 - 27 Çin devriminden itibaren bur­


juva devrimlerin.e ve bu devrimlerde işçi sınırı partilerinin görevlerine
ilişkin olarak geliştirdiği ideololik çerçeve yatıyor kuşkusuz. Ama bu.
sorunun tartışılmasının yeri burası değil.
13> Toplumsal sınıflardan bağımsızlık görüşünü, sol - Kemalist bakışaçısı­
nın en· popüler temsilcisi D. Avcıotlu şöyle dile getirir: ·Görünüşteki
gücüne rağmen. bu bir avuç ayd.ı.ı:f, bir toplumsal temele dayanmıyor­
du, boşluktaydı.• Türki;ye'nin Düuni, 1 1. basun, Taltin YayıneVi, İstan­
bul, 1977, s. 232.
C4> B. Berberoğlu, Turke)ı in Cmia, Zed Press, Londra. ı982, s. 54. Bu kitap,
sol - Kemalist ideolojinin, maddeci bir yöntem izlediğini iddia eden bir
yazar üzerindeki etkililiğinin mükemmel bir örneğidir.

175
lere · yaslanarak sonuna kadar götürecek, ödünler vermeyecek
•güçlü• bir iktidar.

Bağımsız bir •aydın küçük burj uvazi• ve sınıflarüstü bir


devlet anlayışından yola çıkarak, tek parti rejiminin siyasal
tekelciliğini bile demokrasi adına öven, 'yitirilmiş bir cennet'in
düşleriyle anakronik bir siyasal konuma düşen bu görüşler
uzun yıllar boyunCJ.L solda önemli bir yankı buldu. Kuşkusuz,
sivil toplumculann yarattıkl�rı görünümden farklı olarak. top­
tan bir benimseme değildi bu. Ama yine de solun· farklı kesim­
leri, birçok konudaki görüşlerini, değişik ölçülerde de olsa, sol­
Kemalist tezlerden devraldı.

Sol liberalizm de Türkiye tarihi konusundaki görüşlerini


işte böyle bir bağlamda, Türkiye solunun Kemalizm savunucu­
luğuna karşı bir tepki olarak geliştirdi. Bunu yaparken, kendi­
ne özgü öncüllerden hareket etmesi olağandı: toplumdaki bü­
tün sorunlardan devleti sorumlu tutan, sivil toplumu, içindeki
derin farklılaşmalara aldırmadan , bütünüyle devletin karşısın­
da gören ve yücelten bu anlayış, Türkiye tarihine de aynı göz­
lüklerle bakacaktı.• Türkiye'de devlet, cumhuriyetin başlangı­
cından beri toplumsal yaşamın her alanını ahtapot kollarıyla
denetliyor, sivil toplumu eziyordu. Bunun nedeni ise, ister İt­
tihat ve Terakki, isterse tek parti yönetimi olsun, yirminci yüz­
yılın yönetici hareketlerinin Osmanlı devletinin merkeziyetçi
ve •ceberrut• geleneğini olduğu gibi devralması idi. Sol liberal
bakışın Osmanlı/Türkiye bağıntısına ilişkin stratej ik tezi de
burada ortaya çıkıyor: 1908 - 1923 dönemi ve cumhuriyetin ku­
ruluşu Osmanlı'dan bir kop uş noktası değildir; tersine, Os­
manlı ile cumhuriyet 1ürkiye'si arasında, en azından . devleV
toplum ve cjevlet/ekonomi ilişkileri açısından, kesin . bir sürek­
lilik sözkonusudur. Cumhuriyet, ·devleti kurtarma. telaşında­
ki Osmanlı bürokrasisinin son sığınağıdır. Aşın güçlü iktidarı ve
hantallığıyla cumhuriyet devleti Cen azından tek parti dönemin­
d-cı ) kapitalizm - öncesi toplumdan artakalan bir •kalıntı devlet• ,
yöneticileri ise •son Osmanlı paşaları• ."·

C s > Sivil toplumculuğun Csol liberalizmin) genel ·yönttıminin v e dünyaya


bak.ışının eleştiri&ine bu yazı çerçevesinde girmem olnnaldı değil. Bunu
başka bir yazıda yapabileceğimi umuyorum.
C6l Bu noktQda bir gözlem yapmak zorunclayım. Sol li beral akımın Tılr­
kiye'deki öncüleri güncel siyaset konusundaki görüşlerin! oldukça
kapsamlı bir biçimde cüle getirmekle birlikte, genellikle teorik sorun­
kl.r üzerinde aynnblı ve açık seçik biçimde yazmaktan kaçınıyorlar. Bir

176
Sol liberal akımın bazı temsilcileri, ıe2o'li ve 30'lu yıllarda
devletin ve toplwnsa.l yaşamın geçirdiği köklü dönüşümlerin,
Osmanlı ile cunibuıiyet Türkiye'si arasında mutlak bir sürek­
lilik idd�ı. temelinde açıklana,mayacağull gözönüne alarak,
bir ek tez geliştirmişlerdir. Buna göre, cwnhuriyetin ilk döne­
minde yaşanan dönüşümler yüzeyseldir, toplum ve iktidar iliş­
kilerinin özüne dokunmaz. Sadece hukuk, ideoloji veya siyaset
alanlannda.ki değişiklikler toplumu dönüştürmek için yeterli
değildir. Bu- gibi değişiklikler, esas iktidar ve devlet/sivil top­
lum ilişkilerini. özellik.le de merkezi bürokrasinin mutlak
hakimiyetini ortadan .kalcbrmadığı için •temelde. iki dönem
arasındA süreklilik va,rdır.'

Sol liberal alamın bir tezi de Türkiye'nin tarihsel gelişme­


sinin kendine özgü bir çizgi izlediği. Bu sonuca, büyük ölçüde,
kapitalizme erken geçen Baıtı AvrupA toplumlarıyla, yaptıklan
karşılaştırmadan hareketle vanyorlar. Bu yöntemin, Türkiye'­
nin; kapitalizme daha geç, çoğu yirminci yüzfılda geçen azge­
·

lişmiş ülkelerle COzellikle de sömürgeleştirilmemiş veya sömür-

de gOnlşleriDl bıUüıısel biçimde ortaya koymaktansa UatisD&lar dışın­


da> birçok noktayı örtülü biçimde ifade etmeyi tercih ecUyorlar. Bunun
ntİdeDlerini burada araştıracak değilim_ Ama bu yUzden, sol liberal
akımın eleştirisi, bu akımın birçok kilit kavram ve tezinin bellrtikleş­
Urilmeaiııe day&DJDak zorunda. BeDlm burada yapt.J.tım da bu. Yoksa
met.iııde llade · ecUlen görüşleri her sol liberalde bu biçimiyle bulmak
olanaklıdır demiyorum. Yine de, •sü.rekll lik• teziDJn sol liberal yazuwı
birçok metninde ortaya atıld.ıiı söylenebilir. Bugün erifilebUecek m•
"1Wer a.nuuıda bu tezi en an biçl..ı,nde ifade eden ise, M. Tunçay'ın
Cwnlwriyet D6nemı Türkiye Ami�opedtal için yazdıtı bir maddedir.

Bk. •Siyasal Miras-, c. 7, s. 1964 - 1 . Bu yazı kaleme alınırken yayın­

lanaıı bir makalesinde M. Belge d 1 •politik gelenek , poliUkanuı yapı­
sı• açısından sılrek.liliji açık biçim� savunmuştur. Bk. ·Yahya Kemal
ve Osmanlı'da Siyasi Gelenek•, Toplum ve Bılim, 28, Kış 1985.
(7) M. Belge'ye göre, • . . . yapılan y�. çok zaman aöyleııdiji gibi, ge­
ne kurumsal düzeyde kalmıştır.• ( �Cumhuriyet DOnemtnde .BatıWat­
ma- maddesi, Cumhuri)let D6nensı-r-ürWye A11.1ildopedlal, c. 1, s. 280.)
l Küçılkömer için TılrkJ.ye'de bug'ii.De kadarid çekifme •lıaçı.nWna.z
..

olarak tali ve daha çok ideolojik kurumlar üzerinde sü.regelmifUr.•


( • 'Bat.ıWqmada' BılrokraalDiD Yeri• maddesi, Cumhuriyet D6Mmi Tü.r­
·IUye Aıvildopedial, c. 1, s. 248> . A. S. Akat ise, ·Cumhuriyet dönemi.De
sıradan bir OsnuUılı restorasyonu• olarak bakmadıiım vurgulamakla
birlikte, ·Cumhuriyetin kuruluş ve yerleşme aşamalarında bütün qır­
lıtuı Oemanlı yODeUd sı.a.ı.fının kendi tç heaaplqmalanna. ve bunların
lçerdiji poUUJa mücadeleye• verildi.tiDl belirterek yüzeysellik teziDI.
farklı biçimde dile getiriyor. Bak. Alt.rnatll. , a.g.y., ı. 17 · 18 (VUJ'SU
. .

•"""•> .

177
gelikten erkenden kurtulan ülk-alerle> paylaştığı gelişme özel
liklerini gözardı etme gibi bir bedeli olduğu açık. Ama sol liberal­
lerin Batı Avrupa konusundaki yargılan bile aşin derecede
toptancı ve aceleci. Başka bütün sorunlar bir yana, Batı Av­
rupa'cl& kapitalizm - öncesi toplumdan burj uva toplumuna ge­
Ş
çişte, farklı ülkeler arasında bir türde iik yok. Bunların bazı­
larında, bütün farklar- saklı kalmak üzere, Türkiye'nin özellik­
lerini güçlü biçimde andıran bir tarihsel gelişme çizgisi bulmak
olanaklı. İlk bakışta tuhaf gibi görünebilecek olan bu olgunun
nedenlerine birazdan döneceğim. Ama burada sol liberallerin
Türkiye'ye özgü olarak sundukları bazı özelliklerin bir Batı
Avrupa ülkesinde nasıl ortaya çıktığını, bir İtalyan marksist
tarihçisinin dilinden aktarmak istiyorum: ·Böylece İtalyan dev­
leti güçlü bir bürokratik ve sansürcü damga yemiş olarak doğ­
du. Vatandaşlarının büyük çoğunluğunun gözünde devlet, ver­
gi toplayıcısında ve askeri hizmette cisimleşiyordu. Bu yüzden,
hızla, sevilmeyen bir devlet haline geldj. Yaşanmış olan genel
siyasal çalkantının doğurduğu umutlar bu durumu daha da
keskinleştiriyordu. Devletin bu sevilmeyen niteliği, hükümet
Ue yönetilenler arasındaki bu uçurum, gerçekleştirilen birleş­
me için İtalya'nın ödediği en yüksek bedeldi. ltalya'n ın bugün
bile ödemeye devam ettiği bir bedel. » 8

Sol düşüncenin, Osmanlı/cumhuriyet ilişkisi v e yeni cum­


huriyet rejiminin doğası konusundaki görüşler açısından coğ­
rafyası, sol - Kemalizm ve sol liberalizm ile tükenmiyor kuş­
kusuz. Gerç�kte, her alanda olduğu gibi, burada da, birbirin­
den ton farkıyla p.ynlan sayısız konumun getirdiği bir çeşit­
lilik ve karmaşıklık sözkonusu. Burada benim sol - Kemalizm
ile sol liberalizm üzerinde durmanın tek bir nedeni var: son
dönemde bu konuda yapılan tartışmalarda en çok sesi çıkan
akımlar bunlar. Bir bakıma, bu kutupların karşıt yaklaşımları
tartışmayı �lirleyici bir etki yapıyor. Bu yüzden, Osmanlı'­
dan cumhuriyete geçişin doğru biçimde kavranabilmesi için,
bu yanlış görüşlerin de eleştirilmesi gerekiyor.

Osmanlı/ cumhuriyet ilişkisinin tarih içinde yerli yerine


oturtulabilmesinin bir önkoşulu var: ·burjuva devrimi• tarihsel
kategorisi konusunda açıklığa kavuşmak Kavram Türkiye'de
genellikle ·statik bir biçimde ele alınıyor. Burj uva devrimlerinin

Ce> G. Procnccl, History of the ltalian People, Penguin, Hamıondsworth,


1970, 8. 325.

178
onyedinci yüzyıldan yirminciye, üçyüz yıla yayılan bir tarih di­
limi içinde cereyan ettiği, bu uzun dönem boyunca devrimin
kendsinin büyük değişimlere uğradığı gözardı ediliyor. Tarihsel
bir kategori böylece soyut bir kavrama indirgeniyor. Yapılması
gereken, ·burjuva devrimi• kategorisini yeniden tarlhselleştir­
mek. Ancak bu yöntemledir ki, Türk.iye'nin yüzyılın başında
yaşadığı çaijcantı gerek dünya tarihinde, gerekse Türkiye'nin
tarihsel gelişiminde doğru bir yere oturtulabilir.

Tartışmaya girmeden önce bir noktanın belirtilmesinde ya­


rar var. Maddeci devrim teorisi, temellerinin sağlamlığına rağ­
men, üzerinde çok çalışılmamış, bütün boyutlarıyla geliştiril­
memiş bir e.lan. Bu yüzden, gelecekte atılabilecek teorik adım­
lann bu konuya yeni açıklıklar getirmesi beklenmeli. Türk.iye'-
ye gelince, burjuva devriminin Türkiye'deki yazgısı daha da az
işlenmiş bir konu olduğuna göre, bu konuda son sözün söyleno­
bilmesi için tartışmanın mutlaka derinleştirilmesi gerekiyor. Bu
yazı bu yönde bir çaba olarak okunabilir.

2. TARİHTE BURJUVA DEVRİMLERİ

Devrim kavramı, maddeci tarih anlayışını her türlü evrim­


cilikten ayıran temel bir köşetaşı. İnsanlık tarihinin sürekli bir
devinim olduğunu göstermekle yetinmez maddeci anlayış. Bu
sürekli devinimin tarihin belirli dönemlerinde devrimri sıçra­
malarla noktalandığını, bu sıçramaların toplumların gelişimin­
d-a yepyeni bir çağın hab�rcisi ve hazırlayıcısı olduğunu da ile­
ri sürer. özel olarak da, bir üretim tarzından ötekine geçiş dö­
nemlerinde, toplumları altüst eden, üretim ilişkilerinin, siy11.­
setin, ideolojinin, kültürün, ahlakın verilmiş ç�rçevesini parça­
layan devrimler belirleyici bir nitelik kazanır. İşte burjuva dev­
rimi kategorisini bu tarihsel bütünlük içinde düşü�mek gere­
kir.

Tarihsel özgürlükleri ne dursa olsun, burjuva devrimleri­


nin ortak bir çekirdeği vardır: kapitalizm·.: öncesi toplumsal for­
masyonun0 kapitalizmin gelişmesinin önüne diktiği engelleri

(9) Kavramı burada son yıllarda moda olan anlamında değil, Marx'daki
özgü.o aıılamında kullanıyorum. Yani farklı üreUm ıarzlannın 'eklem·
lenmesl' ile bellrlanen somut bir taıihııel toplum (Türkiye, ABD, Polon­
ya> anlamında değil, belirli bir üretim tarzıyla bütünlük, tutarlıW. gös­
teren bütün belirleyici toplullllj 'l ilişkileri içeren hlstyapı da dahil ol­
mak üzere> bir toplum yapısı.

179
yıkarak, bir burjuva toplum ve devletinin temellerini atar bü­
tün -burjuva devrimleri. Bu temeller kapitalizmin yolunu aça­
rak hızla gelişmesinin tarihsel koşullannı oluşturur. Bu açı­
dan burjuva devrimlerinin bazı temel görevlerinin olduğu söy­
lenebilir. Başlangıçtan beri üç ana görev burjuva devrimlerinin
esas boyutlannı oluşturmuştur: kapitalizm - öncesinin mutlaki­
yetçi, despotik devlet aygıtını parçalayarak burjuva demokra­
sisinin t.emellerini atmak; tanmda kapitalizm - öncesi ilişkileri
kırarak bir yandan kınla burjuva mülkiyetini yerleştirmek, bir
yandan da köylüleri özgürleştirmek, modern proletaryanın te­
mellerini oluşturmak; belirli bir coğrafi alanda yaşayan toplu­
luklan ulusal bir devlet çerçevesinde birleştirmek ve/veya ulu­
sal bağımsızlığı kazanmak. Ne var ki, burjuva devrim.inin bu
görevleri statik bir nitelik taşımaz. B�r yandan, her devrimin
asli görevi farklılaşabilir. bu üç görevden biri ön plana çıkabi­
lir. Ôte· yandan, tarihsel gelişme içinde bu görevlere yenileri ek­
lenebilir. Sonuç olarak, burjuva devrimini tanımlayan öğe, top­
lumda köklü ve yaygın bir altüst oluş aracılığıyla kapitalist ge­
lişmenin ve burjuva toplumsal formasyonunun önünü açması­
dır. Somut tarihsel örneklerin incelenmesi sırasında, tekil gö­
revlerin önemi ancak bu genel çerçeve içinde değerlendirilebi­
lir.

Burjuva Devrimlerinde İki Evre


Bu ortak çekirdek temel alındığında, burjuva devrimleri,
tarihsel ortama, içinde ortaya çıktığı ülkenin özgül tarihine, sı­
nıf w sınıf güçleri bileşimine, uluslararası ilişkilere vb. bağlı
olarak çok çeşitli kılıklara bürünebilir, çok farklı tempo ve bi­
çimlerde gelişebilir. Aslında, tikel örneklerin özgüllüğünün de
ötesinde; burjuva devrimlerinin tarihi lld ayn evreden geçerek
gelişmiştir. Bu iki evre arasındaki ayının noktası Avrupa'daki
1848 devrimci dalgası, özel olarak da başarısız 1848 Alman dev­
rimidir.11 İngiliz devrimi ( 1640) ", ulusal bağımsızlık yönü ağır
basan ABD devrimi C l776) ve Fransız devrimi C l789) 'nin başlı-

UO> Engels bu dönüm noktasını • . .sonra, Almaııya'nın öncülük ettiği yeni


.

dönem tepeden devrimler dönemi . . • diyerek ortaya koyaı:-,


başladı: .

·Soz.icılsı au. RuSBlcınd• başlıklı kitapçığa 1894'de yazdığı sonsOzde. Akta­


ran: H. Draper, Kcırl Man:'ı Theory of R�olutton, Part 1: Sıaıe and
Bureaucracy, Monthly Review Press New York, 1977, s. 575.
UU Bk. C. Hill, Tha EngUıh Bevolution 1640, Lawrence aııd Wisha.rt, Londra.
ı972. Türkçesi: 1640 lngiUz. DfWrimi, ('6V. N. Kalaycıoğlu, Kaynak Ya,..
.
Juılıu1. 1883.

1 80
ca basamak taşlannı oluşturduğu ilk evrenin özelliği, devrimin
geniş halle kitlelerini Cköylüleri, kentlerde zanaatkarlan, doğuş
halindeki proletaryayı> seferber etmesi, güçlü kitle ayaklanma­
lanna yaslanmasıdır. Bu devrimler, klasik . bir tanımla, kitlele­
rin birer •şenliği• olmuştur. Burjuvazi kendi kısmi çıkarlarını
eski düzenin hakim sınıfl�nna karşı savunurken, aynı zamanda
bu hakim sıruflann dışında kalan toplumsal sınıf ve katmanla­
rın mücadelesine de önderlik etmiştir. Klasik burjuva devriml�
rinin bu yapısının önemli bir takım sonuçlan vardır. Bir yan­
dan, bu devrimler kent ve kır çalışanlannın bağımsız seferber­
liği sonucunda burj uva devriminin sınırlannı aşma yönünde bir
eğilimin sahnesi olmuştur. Cİngiltere'de •Diggers• ve ·Level­
lers • , Fransa'da l 793'ün baldın çıplaklan.) l:ı öte yandan, kitle
hareketinin gücü, devrimin yürüyüşü içinde burjuvazinin yal­
palamasına.· yer yer geri adımlar atmasına CTermidor> , sadece
kazanılanın sağlamlaştınlmasıyla yetinmesine yol açmıştır.
Ama sonuçta, kitlelerin seferberliği, klasik burjuva devrimleri­
nin, cereyan ettikleri toplumlar için büyük bir toplumsal siçra­
ma olmasına yol aç�ış, mutlakiyetçillğin yükselttiği engellerin
kırılışı, burjuva toplumsal formasyonunun ve kapitalizmin hız­
la gelişmesinin koşullarını hazırlamışbr.

(1.2) Ama Fnuısa'da 1793 derken &adece ve esas olarak Jakobenizm'! kastetr
mJyorum. Jakobenizm temel mantılı açısından burjuva devriminin en
ileri aşamaaını temsil eder. Fransa·da burjuva devrimlnln sınırlannı
gerçekten aşmaya yOnelen hareketler, Paris'ln ·baldın çıplaklan•nı bir­
araya getiren hareketlerdi. Bunlann Jakobenler tarafından ezilmesidir
ki Danton ve Robespierre'ln ayağlDlD altındaki topratın kaymasına ve
TermJdor'un yerleşmesine yol açmıştır. Bu konuda son derece ilginç bir
çalışma, D. Gullrin'ln LG rffvo!ution française et now aılli kitabıdır. 1F.
Maspero, Paria, 1978>. Aynı yönde bir gllıiiş Gramacl'd& de bulunabilir.
80'lı ve 70'li yıllarda ltaıya'da ve Avrupa'nın bütününde Gram&ci'yl refor­
mist bir siyasetin <Avro - komünizm> ldeologu baline getirme çabalannın
ardından, Türkiye' de de bu devrimciyi kendilerine bayrak &dinen sol libe­
raller; herhalde, Gramscl'nin Jakobenizm'e yOneltUği övgüleri okumaktan
biıyük üzüntü duyarlardı. Üstelik, Gramscl Jakobenizm'! burjuvazinin
tüm halle güçleri üierindeki hegemonisinln aracı olarak görüyordu; bir
·küçük burjuva• veya ·bürokratik• zorbalığın temsllciai olarak değil.
Hareketin burjuva niteliği, Jakobenizm'in Gramscl için oluşturduğu
olumluluğun da sınırlarını çımiekteydi. Bk. A. Gramscl, Pnson Note­
boolu, der. Q. Hoara/G. N. Smith, Lawrence and Wlsbart, Londra. 1971 ,

&. T1 80. Aynca bk. Cİ. Pavooe, 'il Rlsorgimento', Granuci un ereditô
-

conıraaıaıa içinde, Edizioni Ottaviano, Milano, 1979, s. 59 71. İngiliz


-

devriminde •digger&•ln ( •kazıcılar• > yeri için bk. F. Berktay, ·Bir Baş­
ka Demokraal•, S�k. 3, Nisan 1984.

181
Burjuva devrimlerini geç yaşayan toplumlarda ise <Alman­
ya, Avusturya, İtalya, Rusya vb. > durum çok farklıdır. 1848 dev­
rimci dalgası Avrupa'yı sarstığında, henüz bir burj uva devrimi
yaşamamış olan Orta ve Güney Avrupa '!'.ilkelerinde, özellikle
de Almanya'da kapitalist ilişkiler toplumda öneml i bir gelişme
göstermiş durumdaydı. Bu, J<öylülüğün hızlı bir farklılaşma ve
yoksullaşma sürecinden geçmesiyle ve modern bir proletarya­
nın, henüz zayıf da olsa, gelişmesiyle elele gidiyordu. Dolayı­
sıyla bu ülkelerin burjuvazileri çalışan sınıfların devrimi daha
öteye sürüklemesi olasılığının yarattığı korku içinde, eski rej im­
le uzlaşmaya çok daha yatkındır bu aşamada. Bu yüzden, 1848
devrimleri Almanya, Avusturya ve İtalya'da yenilgiyle sonuç­
lanmış, kapitalizm - öncesi hakim sınıfların iktidarın ı alaşa�ı
edememiştir. 1 3
Kapitalizmin feodalizme karşı cepheden saldırısı böylece
bu ülkelerde başarısızlığa uğruyordu ama, yenilmiş devrimler
bile bu toplumların tarihinde yepyeni bir dönemin habercisi
olacaktı. Kapitalizm - öncesi devleti elinde tutan siyasal iktidar­
lar. bir kez toplumdan devlete doğru yükselen sarsıntıyı berta­
raf ettikten sonra, özellik.le İtalyan c ıea ı > ve Alman C 1 870) bir­
liklerini sağlayarak bu toplumlarda devletten · topluma doğru
uianan bir altüst oluş sürecini başlatıyorlardı. Eski devletin
ayakta kalabilmek için kendi temelini altüst etmesiyle birlikteı,
burjuva devrimlerinin tarihinde ikinci evre açılıyordu: •tepeden
burjuva devrimleri• evresi. u Bu evrenin özelliği, kapitalizm - ön­
cesi toplumsal yapı ve ilişkilerin ayıklanmasının, toplumun ve
devletin kapitalist gelişmeye uygun hale getirilmesinin, çalışan
kitlelere .hemen hemen hiçbir bağımsız inisiyatif tanınmadığı
bir siyasal ortamda gerçekleştirilmesidir. Tepeden, devrim, eski
düzenin hakim sınıflanyla yükselen burjuvazi arasında bir uz­
Jqmaya dayanır.

( 13) 1848 Alınan devıiminin bu doğrultudaki tahlilini ilk olarak Man: ve


Engel& yapmıştır. Bk. ·Address of the Cent.ral Committee to the Com­
mwıiat League I March ıBSOl • , K. Marx. The Revolutions of 1848, Politi­
caı Writinga, v. ı içinde, der. D. Fernbach, Penguin, Harmondsworth,
1973.
1 14) •Tepeden devrim• kavramı ilk kez Ul20'lerde 1. Napolyon dönemi için
Almanya'da kullanılmıştır. Terimi bugünkü kullanımına benzer biçim­
de yaygınlaştıranlar Man ve Engels'dir. Bk. Draper, a.g.y., s. 428, dip­
not. Burjuva devriminin tarihinde tepeden devrimlerin yerinin i ve ge­
nel olarak klasik m&Jldecilerin devrim teorisinin> titiz bir sergilemesi
M. Löwy, Combined and Uneven Development, Verso, Londra, uıe ı .
s. ı 29'da bulunabilir.
-

1 82
Burjuva devrimlerjnin bu tarihsel guruplandınl.masından
derhal bir ilk �onuç çıkar mak olanaklı. Türkiye'de yaygın ola­
rak kabul gören bir kanının aksine, •burjuva demokratik dev­
rim• kategorisi evrensel değildir. Yani kapitalizm - Qncesi top­
lumdan kapitalizme geçişteki bütün devrimci dönüşümler de­
mokratik bir nitelik taşımaz. Burjuva devrimleri bir ilk aşama­
da kitleleri seferber edebildiği için demokratik bir boyut taşı­
mıştır ama ondokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren bu de­
mokratik boyut artan bir ölçüde geri plana düşmüş, demokra­
tik - olmayan burjuva devrimleri dizisi tarih. sahnesine çıkmış­
tır. Şöyle de söylenebilir: evrensel kategori burjuva devrimidir;
başlıca aileler ise •burjuva demokratik devrim·· ·ile •tepeden
devrim• . 111 1919 23 döneminin ve sonrasının Türkiye tarihinde
-

temsil ettiği yerin anahtarını bize bu ayırım verecektir.

Neden Tepeden Devrim?

Burjuva devrimlerinin tarihinin ikinci evresi, ilk elde önü­


müze bir sorun çıkarıyor. Erken burjuva devrimleri çalışan kit­
leleri de seferber ettiği ve demokrasiye doğru güçlü adımların
yolunu açtığı halde, 19. yüzyılın yansından sonr&.ki burjuva dev­
rimleri neden kitleleri hareketsizleştirmeye yatkın, yukarıdan
aşağıya uzanan bir çizgi izlemiştir? Bu sorunun cevabı, ağır­
lıkları farklı olmakla birlikte, hepsi önemli olan bir etkenler di­
zisinin bileşiminde yatıyor.

Ötekilerle karşılaştırılamayacak derecede önemli olan et­


kene· biraz önce kısaca değinmiştim. Burjuvazinin, kapitalizmin
bağrında gelişen yeni toplumsal güçten korkusu olarak nitele­
nebilir bu. Kapitalist üretim tarzının yayılmakta olduğu, bur­
juvazinin ikti�adi gücünün geliştigi herhangi bir toplumda, ka­
pitalizm - öncesi ilişkilerin, özellikle de eski rejimin devletinin
devreden çıkması ne kadar gecikirse, bir devrimin burjuvazi
için o kadar riskli olacağı açıktır. Çünkü sermayenin gelişmesi­
nin tersyüzü bir modern proletaryanın gelişmesidir. Kırsal ve
kentsel küçük burjuvaziden C klasik burjuva devrimlerinin kit.le
gücünü sağlayan bu sınıflardan) farklı olarak, proletarya hem
başka tür bir siyasal iktidarın hegemonik gücü olma kapasite­
sine sahiptir, hem de varokış koşulları dolayısıyla burjuvaziyle

( 15) Aynı tür bir ayırıin _ için bk. R. Blackburn, ·Marxism: Theory of Prole­
tarian Revolutlon• , Revolution and Class Struggle lder. R. Blacbuml
içinde, "Fontana, G lıısgow, ıen. s. 38.

183
uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Devrimler, en güçlü aktörlerinin
bile denetleyemeyeceği birer süreçtir: yürüyen bir devrimin ne­
rede sonuçlanacağı hiçbir zaman kestiıilemez. Usandırıcı bir
yeknesaklığın tüm dinamizmi kemirdiği normal zamanlardan
farklı olarak, devrim anlan göreli olarak zayıf bir sınıfın bile.
devrimin yarattığı dinamiğe en tutarlı cevabı getirebildiği için
iktidarı ele geçirmesine yol açabilir. İşte proletaryanın güçlen­
mekte olduğu bir bağlamda, gecikmiş burjuva deVJ"imleri bur­
juvazi için bu yönden büyük riskler taşıyan bir süreç niteliği
kazanmıştır. Başka bir deyişle, modern proletaryanın tarih sah­
nesine bağımsız adımını atmasıyla birlikte, burjuvazi devrimci
karakteriııi bdyQ.k ölçüde yitirmlştir.18 B u saptamanın bir de
uzantısı vardır: bir devrimin önderliğini yapma konumunda ka­
lan bir burj uvazi, çalışan kitlelerin, en. başta da proletaryanın
bağımsız inisiyatifini ezmekten < bu, devrimin geleceğini tehli­
keye atsa bile> bir an için bile kaçınmayacaktır. Yani burjuvazi
devrimci bir güç olabildiği durumlarda bile, denıokr&.tik nite­
liğini yitirmiştir.

Proletar}·adan duyulan korku nasıl burjuvazinin demokra­


tik görevden uzaklaşmasına yol açıyorsa, burjuvazinin büyük
topraksahibi sınıflarla ilişkisi de toprak sorununun çözümü
önünde önemli bir engel olarak yükselir. Burjuva devriminin
geç yaşandığı toplumlarda kapitalizmin gelişme tarzı, kapita­
lizme erken geçen toplumlardan farklılı.k gösterir. Bu farklılık­
ların biri de, uluslararası ticaretin sanayi devrimiyle birlikte
katettiği dev mesafe dolayısıyla, tanının gecikmiş kapitalizmde
göreli olarak daha erken ve daha hızlı biçimde meta üretimine
dönüşü, yani ticarileşmesidir. Bu, yerel koşullara bağlı olarak,
bazan kapitalizm - öncesi ilişkilere yeni bir canlılık kazandırır­
ken, daha yaygın olarak da büyük topraksahiplerinin sınıfsal
niteliğinin tarihsel bir süreç içinde değişmesine ve bu sınıfın en
azından bir kesiminin burjuvalaşmasına yol açar. Böylece, bur­
juvazinin en azından bir diliminin, toplumsal köken ve varlığı

' 18) Bugün, Stalinizm'in yanın yüzyıllık hegemonyası sonucunda, dünya ve


Türkiye solunda unutulmuş olan bu gerçek, Stalin öncesi dönemin bü­
tün öndegelen marksist düşünürleri CMarx, Engel&, 1917'nin en önemli
iki önderi , Lunmburg, Labriola, Gramsci vb.> tarafından altı çizilerek
ortaya konmuştur. O kadar ki, daha sonra çok farklı bir yönlngeye gi­
recek olan Kautsky bile 1905 8 döneminde, 'proletaryanın bağımsız

olarak onaya çıktığı har yerde, burjuvazi devrimci bir sınıf olmaktan
uzaklaşır' demektedir. Akwan: N. Geras, The Le'gacy ol .Roaa Lusem­
burg, New L.eft Books, Londra, 1976, s. 70 - 71.

184
açısından büyük topraksahipliği ile içiçe geçmiş olduğu bir du­
rum doğar. Böyle bir burjuvazinin de toprak sorununun çözü­
münde radikal adımlar atmasını beklemek hayalcilik olacak­
tır. 17 Burj uvazinin nesnel varlığı açısından topraksahipliği ile
içiçe gelişmesinin ötesinde, işçi sınıfı ve çalışan kitlelerden kor­
kusu dolayısıyla eski düzenin hakim sınıflanyla ittifaka girme­
si de toprak sorununun çözümü açısından ciddi bir engel oluş­
rur. Burada iki etkenin karmaşık bileşiminin burjuvaziyi tepe­
den devrime sürükleyişinin ve bu tür devrimin sınırlannın olu­
şumunun canlı bir örneğini bulmak olanaklı.

Burjuvazinin devrimciliğini yitirmesinde karmaşık <ve çÜ! ·


yönlü> etkileri olan bir etken emperyalizmdir Ondokuzuncu
yüzyıl sonundan itibaren emperyalizmin yeryüzüne egemen olu ­
şuyla birlikte, Cçoğu sömürge statüsünde olan> azgelişmiş ülke­
lerde ikili bir dinamik harekete geçer. Bir ya.nda.n, yabancı bir
gücün iktisadi, siyasal, kültürel vb. egemenliği ulusal bağımsız­
lık yolunda bir mücadele eğilimini uyanrken, öte yandan yerel
burjuvazinin Cister komprador bir ticaret burj uvazisi olsun, is­
ter bir sanayi burjuvazisi> emperyalizme bağımlılığı bu müca­
delenin sınırlanmasına, devrimci uçlannın törpülenmesine yol
açar. CBu çelişik eğilimlerin klasik sentezi, Hindistan'ın devrim­
ci olmayan yoldan bağımsızlaşmasını sağlayan Gandhi önderli­
ğinin stratej isidir. > Sonuçta, bu eğilimlerden hangisi galip ge­
lirse gelsin, emperyalizm çağında dünya tarihinin bütünselliği
ve c;tünya burjuvazisinin karşıt sınıf güçlerine karşı oluşturdu­
ğu oephe, ulusal sorunun da sınırlı bir çözümle sonuçlanmasını
getirecektir.

Son olarak, Gramsci'nin 'tarihsel iklim' olarak nitelediği bir


etkenin de sözü edilmeli.18Büyük tarihsel olaylann , özellikle
de yeni bir çağ açan büyük devrimlerin belirlediği uluslararası
'ortam, ülke içindeki toplumsal dinamikten bağımsız olarak da,
bir burjuvazinin devrimden tümüyle uzak durmasına yol aça­
bilir. Gramsci'nin verdiği örnek Alman ve İtalyan burjuvazile­
rine ilişkindir:: 1815 sonrası Avrupası, önce Fransız devriminin
kıtaya yayılmasının getirdiği korkunun bir ürünü olan Kutsa.J

U7l Ancak, eeki toprak sahibi sınıfın meta üretimVdolaşımı ağına bajlan­
mn biçimi, f ııgiliz ve Alman örneklerinin karşıthğının gösterdiği gibi,

farklı sonuçlar doğurabilir. Bu noktaya B. Moore Jr. işaret eder. Bk.


Socia.l Originl of Dictatorahi.p and Democracy, Penguin, Harmonda­
worth, 1973, s. 4ı9 - 20.
c ıs> Gra.mscı , a.g.y., s. 82.

185
İttifak'la, sonra da 1848'den itibaren • Avrupa üzerinde dolaşan
bir hayalet .. niteliği kazanan işçi sınıfı tehlikesiyle, burj uva dev­
rimleri için çok elverişsiz bir ortam oluşturmaktaydı. Yirminci
yüzyılda ise 1917 Ekim devriminin, burjuvazinin iktidarı kay­
betme korkusunu pekiştirerek, burjuva devrimleri açısından ye­
ni bir olumsuz tarihsel iklimin doğmasına yol açtığını hatırlat­
mak bu yazının amaçlan açısından önemli.

Burjuva d·artıokratik devrimlerin �arih sahnesinde gerile­


yerek yerini tepeden devrimlere terketmesinin nedenleri üze­
rinde duran bu bölümde, aynı zaman, tepeden devriminin gö­
revlerini ancak kısmen yerine getirebileceği de ortaya çıkmış
oluyor. Buna da şaşırmamak gerek: geleceği temsil eden top­
lumsal güçlerden ürkenler, geçmişin toplumsal güçlerine, şu ya
da bu ölçüde, yaslanmak ve teslim olmak zorundadır.

Neden Devrim?

Burjuvazinin ondokuzuncu yüzyılın ikinci yansından itiba­


ren devrimci karakterini yitirmesi b.ir başka �oruyu daha davet
ediyor. Bu ülkelerde devrim, iepeden bile olsa, neden olmakta­
dır? Burjuva devrimlerinin sürükleyici gücü burj uvazi devrim­
den .uzaklaştJ$ına göre, devrimler çağı tümüyle sona eremez
miydi? Bu soruya cevap ararken de birden .fazla etkenin göz­
önüne alınması gerekiyor.

Herşeyden önce, burj uvazinin devrimci karakterini yitir­


mesi, sermayenin üretim sürecine giderek artan öİçüde el atma­
ya çalışmasına, giderek toplumsal üretimin daha çok alanına
l\akim olmasına engel değildir. . Ekonomideki bu güçlenmeyle
birlikte, burj uvazi toplumun öteki alanlarının da kendi çıkarla­
rı doğrultusunda yoğurulması yolunda yoğun bir ih:tiyaç hisse­
dar. Çalışan s_ınıflardan ürktüğü için onları eski düzenin hakim
sınıflarına karşı mücadelesinde seferber edemeyen burjuvazi,
kapitalizm - öncesi devlet aygıtını varolduğu biçimiyle kullan­
maya çalışır. Böylece, siyasal iktidarı ve devlet biçimini değiş­
tirmeden toplumsal yaşamın öteki alanlarını denetimi altına al­
ma çabasına girişir sermaye. Ama bu değişim ihtiyacı zamanla
öylesine kökleşir ki, sonuçta ortaya çıkan, eğitimde, hukukta,
ideolojide, hatta devlet aygıtının düzenlenmesinde bir altüst
oluş, bir devrimdir.

Tepeden devrimin aşağıdan devrim ile diyalektik bir ilişki


içinde oluşu, toplumun devrimci biçimde değiştirilmesi sürecini

186
açıklayan bir başka etkendir. Tepeden devrim, bir yönüyle, kit­
lelerin katıldığı ve · burjuva demokratik bir nitelik taşıyp.n •aşa­
ğıdan devrimler• i bastırır, engeller. Ama tam da bu nedenle,
•aşağıdan devrim• korkusu, eski rejimin toplumu kendi yön­
temleriyle değiştirm�ye koyulmasına yol açar. Yani tepeden
devrim, aşağı:lan devrimi engelleme gereği sonucunda bir dev­
rim niteliği kazanır.

Dünya ekonomisiyle güçlü bağlarla bütünleşen birçok ülke­


de, devrimci değişmenin itici güçlerinden biri de uluslararası
ilişkilerdir. Başka ülkelerde kapitalizmin hızla gelişmekte ol­
duğu bir dönemde, burjuva devrimi yaşamamış ülkelerin, kapi­
talizmin yaygınlaştırdığı büyük ölçekli üretimden, emek üret­
kEnliğine ve üretim tekniklerine getirdiği devıimci yenilikler­
den uzak durması neredeyse intihar anlamına gelir. Ama kapi­
talizmin belirlediği bir çağın kapitalist - olmayan toplumlar
üzerindeki tek baskısı iktisadi değildir. Devletler üzerinde bu
baskı en dolayımsız biçimde askeri alanda belirir. Engels'in de­
yişiyle, ·Savaş büyük sanayinin bir dalı haline geldiği andan
itibaren . . . büyük sanayi . . . bir siyasal zorunluluk halini alır. . .
Rusya, Kırım savaşından sonra kendi büyük sanayisine sahip
olmaya gereksinim duyunca, bunu sadece bir biçimde gerçek­
leştirebilirdi: kapitalist biçimde.• Hl Yani, ister iktisadi olsun, is­
ter askeri, uluslararası rekabetin etkisi, eski rej imin devleti
üzerinde kapitalist gelişme ve toplumun burj uvalaşması yönün­
çl-a bir kamçı rolü. görmektedir.

Siyasal Devrim/Sosyal Devrim

Burjuva demokratik devrimlerin yerini tepeden devrimle­


rin alışını incelerken, bu ana kadar, belirli bir sorunu geri plan­
da bıraktım. Gerçekte tepsden devrim kavramı dar bir anlamda
kullanıldığında, kendi bağrında kolayca açıklanamayacak bir
çel�şkiyi içeriyor. Eğer tepeden devrim eski rejimin devletinin,
toplumsal yapıyı kapitalistleşme doğrultusunda altüst etmesi

( 19) Engels'den Danielson'a 22.9. ı892 tarihli mektup, Aktaran: Draper, a.g.y.,
s. 576. Askeri etkene Troçki ve Gramsci de değinir. Birincisi için bk.
Sonuçlar ·ve Olcuulıklar, Sürekli Devrim içinde, Köz Yayınlan, lstanbul,
1976, İkincisi için Prtson Notebooks, a.g.y., s. 84. Bu düşünürlerin göz.­
lemlerini, Osmanlı'da yenileşmenin ordudan buşlamasını ·Osmanlı ka­
fası -na atfederek yüzeysel bulan Türkiyeli sol düşünürlerin tepkileriy­
le ka�ı la�tımıak ilginç olsa gerek. Türkiye'de sol düşüncenin Engt:ls
ve öteki klttsik marksistlerdcn daha •maddeci• oldukları çıkıyor ortaya!

187
anlamını taşıyacaksa Cki t. .. ana kadar ele alınan anlamı budur
terimin) , bu açıkça eski devletin sürekliliğini varsayan bir ta­
nımdır. Yani devlet aygıtını parçalayarak yerine yeni tipten
bir devlet kuran bir kitlesel ayaklanma anlamında bir devrim
kavramını mantıksal olarak dışlamaktadır bu tanım. Öyleyse
nasıl oluyor da bir devrimin yokluğunda sözko�usu toplumun
bir devrim yaşadığı söylenebiliyor?
'
Görünürdeki bu ç elişkinin çözümü, marksizmin klasik Cama
genellikle yanlış değerlendirilen> bir ayınmında yatar: siyasal
devrim/sosyal devrim ayınm.ında. Bu ayınının kavramlaştır­
maya çalıştığı nokta şudur: verili düzene karşı, düzenin olağan
kanallannın dışından kaynaklanan kitlesel bir hareketlenme­
nin eski devletin yerine yeni bir devlet ikame etmesi anlamın­
da devrim, kimi zaman etkilert açısından siyasal alanla sınırlı
kalabilir. Buna karşılık, siyasal alanın ötesine geçerek toplum­
sal ilişkileri yepiden düzenleyen, üretim ilişkileri de dahil ol­
mak üzer� toplumun yeniden - üretim tarzını kökünden sarsa­
rak yeni bir tarzın temellerini atan devrimler � mevcuttur ta­
rihte. Bu iki devrim kategorisini ayırmak, gerek dinamikle�i,
gerekse sonuçlarını doğru değerlendirmek açısından gereklidir.
İşte siyasal alanla sınırlı kalan devrimlere siyasal devrim, top­
lumun baştanaşağı yeniden - düzenlenmesinin yolunu açan dev­
rimlere ise sosyal devrim denmesinin nedeni budur.

Ne var ki, ayının kavramsaldır. Somut tarihte bu iki dev­


rim tipi yer yer içiçe geçer, yer yer de birbirinden bağımsızlaşır.
Herşeyden önce belirtilmesi gereken, sosyal devrimlerin açılışı­
nın genellikle bir siyasal devrim tarafından yapıldığıdır. Yani
tek bir devrim Cörneğin Fransız devrimi veya Ekim devrimi)
hem bir siyasal devrim niteliğini taşıyabilir, hem de bir sosyal
devrim sürecinin ilk adımı olabilir. Ama bu, sosyal devrimler
ile siyasal devrimlerin aynlmaz biçimde birbirine bağlı olduğu
anlamına gelmez. Baz.an bir siyasal devrim <çok önemli toplum­
sal sonuçları olsa dal bir toplumsal formasyonun ilişkilerinin
yerine yeni bir formasyonun ilişkilerini geçirmeyebilir; dolayı­
sıyla da, sosyal devrim niteliğini kazan maz. <Bunun klasik
örnekleri Fransa'daki 1830 ve 1848 devrimleridir.> Bazan da,
tersine, bir sosyal devrim doğnıdan doğru.ya bir siyasal devri­
me dayanmadığı için, uzun bir tarih dilimi boyunca gerçekleşe­
bilir. İşte tepeden devrim bu tip bir sosyal devrim sürecini .kav­
ramlaştırır: kendi siyasal devrimi ol�ayan veya yenilgiye uğra-

188
mış bir siyasal devrimi izleyen bir sosyal devrim. 20 Daha önce
söylediklerimiz gözönünde tutulursa, siyasal devrim. olmasm di­
ye sosyal devrim.

Bu bağlamda Gramsci'nin pasif d evrim kavramına da kısa­


ca göz atmakta yarar var. Gramsci, bu kavram ı, İtalyan devri­
minin özgüllüğünü kavramaya çalışırken geliştirmiştir. Bir ta­
rUısel süreç olarak pasif devrimi tanımlayan, tarihsel kopuşu,
bir siyasal altüst oluşun değil, içten içe (moleküler> değişmele­
rin üstüste yığılmaşının sağlamasıdır.u Gramsci'nin özlü for­
mülü ile pasif devrim bir 'devrimsiz devrim'dir.=2 Yani siyasal
devrimsiz sosyal devrim. Böylece kavramın burada kullanılan
tepedeıf devrim kavramıyla hemen hemen özdeş olduğu ortaya
çıkıyor. Ama aşağıda Türkiye tarih4ıe döndüğümüz zaman , pa­
sif devrim kavramının tarihçesinin bize yeni bir ayırım olanağı
.5'Lğladığını göreceğiz. Aynca, Gramsci'nin tartışması çok önem­
li bir noktanın altını çiziyor. Ona göre, pasif devrim kavramı
ancak diyalektik olarak tanımlanabilir; yani, pasif devrim mut­
i� kendi karşıtını, bir aktif devrimi varsayar.=3 Bu anlamda,
pasif devrim kavramının da, tepeden devrim kavramının da,
evrimci bir tarih görüşüyle herhangi bir akrabalığı yoktur. Her
ilcisi de, kapitalizmin yarattığı dünya tarihinin bileşik niteliği
içinde, bir (veya birkaç> ülkedeki devrimin Cdevrimlerin) baş­
ka ülkelerde yaratacağı devrimci değişmeleri ele almaktadır.

Kısacası, tepeden devrim siyasal devrimi olmayan bir sos­


yal devrimdir ama bu siyasal devrim sadece doğrudan, dolayım­
sız biçimde yoktur. Aslında, her sosyal devrimin öncülü, en azın­
dan başka bir ülkede yaşamış olan bir siyasal devrimde yatar.
Örneğin, Alman ve İtalyan birliklerinin öncülü Fransız devri­
midir. Dahası var. Kendisi, yenilgiye uğramış da olsa, bir siya­
sal devrim yaşamış olan bir ülkede tepeden devrim çok daha hız­
lı ve tutarlı ilerler. Buna karşılık, bir ulusal siyasal devrim dene­
yiminden geçmemiş bir ülkede, sosyal devrim de ürkek, yalpala­
yan, ağır, hantal bir süreç olacaktır. İlkine örnek Almanya ve
İtalya ise U848'in başarısız devrimleri> , ikincisine örnek 1905 ön­
cesi Rus çarlığıdır.

(20) Engehı'e göre, · ı84s Devr1min.ln mezar kazıcılan (tepeden devrimlerde>


devrtmin vasiyetinin uygulayıcıları haline gelmloti.• Aktaran: M. l.Owy,
a.g.y., ı. s. Aynca bk. Draper, &.g.y., s. 577.
.

(21) Pasif devrim tarUşması açın bk. Gnunscl, &.g.y., s. ıoe - 114.
(22) A.g.y., ıs. 59.
(23) A.g.y., ı. lH

189
Devlet Bürokrasisi ve Burj uvazi

Tepeden dev·rim türünden burj uva devrimleri, varolan dev­


let aygıtının toplumun yeniden - düzenlenmesinde aktif ve mü­
dahaleci bir rol oynamasını gerekli kılar. Bu, toplumsal yeni­
den - üretim içinde merkezi devletin bürokrasisine önemli bir
işlevle birlikte büyük bir güç sağlar. Bu aşamada, hem bu ro­
lü, hem de esk(düzenin hakim sınıflarıyla burjuvazi arasındaki
kısır güç dengesi dolayısıyla, bürokrasinin topiumda ve devlet­
te ağırlığı .oransız biçimde büyür. Marx'ın deyişiyle ·bürokrasi
d·a vleti. . . kendi özel mülkiyeti gibi tutar elinde . . �-ı . .

Ama aslında bürokrasi ancak belirli sınıf ilişkileri bağla­


mında. kavuşur bu hareket serbesÜsine. Temeld koruduğu, bir �
bütün olarak sınıflı toplumun geleceğidir. Dplayısıyla da mülk­
sahibi. sınıflardır. Maric, aynı yerde, şunu da ekler: .. . . . bürokrasi,
kendi dışında yatan bir içerik için 'formel bir sis tem'dir.• İçeri­
ğin oluşumunun tamamlanışıyia ölçüsüz önemini yitirecek, ye­
rini sermayenin egemenliğine daha uygun bir biçime terkede­
cektir bu ·formel sistem· .

KiUelerin toplumsal dönüşüm sürecine etken bir unsur ola­


rak katılmadığı tepeden devrimlerde devletin ve devlet bürok­
rasisinin kazandığı oransra. önem, sadece Türkiye'de değil, ben­
z.er süreçleri yaşayan birçok toplum için yapılan tahlillerde de,
herşeyin devletin iradesine tabi ol.duğu, kapitalizmi devletin ya­
rattığı türünden yanılgılara yol açmıştır.�:ı Yukarıda yapılan
tahlilin bütünü bu anlayışın yanlışlığını çeşitli biçimlerde orta-

124 1 K. Marx, ·Critique of Hegçl's Qocirine of the State•, Early · Writinoı


içinde, Penguin, Harmondsworth, ı 975, s. 108 - 109.
1251 Sorunu Rusya'da aldığı biçimle E. Adıgüzel tartışmıştır. Bk. ·Politik
Toplum va Sivil Toplum•, Saçak, 8, Eylül 1984. Burada Adıgüzel'in �ir
çarpıtmuına değinmekte yartır var. Rusya.'daki tartışmayı özetlerken,
Troçki'nin, Plehanov'la birlikte Rus talihine Milyukov ve benzerleri
gibi baktığını ileri sürmekte. Ama hemen ardından, Troçki'nin Milyu­
kov'dan atnldığı noktayı belirtiyor: •devlet istediği zaman sosyal gurup
ve sıruflar imal edemez.• la.g.m., s. eı . Burada konulan kayıt, formü­
lasyon ne derece sınırlı olursa olsun, Troçki'nin Rus tarihi konusunda­
ki konumun� gerek Milyukov'dım, gerekse ·Kamu Hukuku Okulu•n­
dan ayıracak denli . açık. O zaman Adıgüzel'ln biraz ileride ·Plehanov
ve Troçkileıin• Kamu Hukuku Okulu'ndon devraldığı, devletin özel ro­

lünü vurgulayan görüşten söz etmesi la.g.m., s . .131 ne anlama geliyor?


Aslında Troçki Milyukov.'un ·devletin toplumu yarattığı• yolundaki tez­
lerini daha 1906'da belirtilı biçimde reddetmiştir. Meraklısı bunu Sonu ç­
lar 11e Olaaılılılar'da kolaylıkla bulabilir. Bk. a.g.y., s., 213 vd.

190
ya koymaktadır. İster eski rejimin devleti olsun, ister yeni tip­
ten bir devlet, bürokrasinin elindeki aygıt sayısız t1;1.hdit ve bas­
kı altında hareket etmekte ve temelde toplumda derinden deri­
ne ya,şanmakta olan değişime ve başka ülkelerde kapitalizmin
gelişmesinin ülke için yarattığı gerilimlere cevap bulmaya ça­
lışmaktadır. Devletin kendisi de , bürokrasinin siya.sal hattı da
bu unsurların etkisi altında biçimlenmekte, bunların yarattığı
çelişkilerin çözümünün bir dolayımı niteliğini taşımaktadır.

Türkiye'nin yakın tarihi üzerine süregiden tartışmalar açı­


sından şu gerçeğin de vurgulanması yararlı: devletin ve devlet
bürokrasisini_n ağırlığı ve gücü hiç de Türkiye'ye özgü değildir.
Kitleleri dışarıda bırakan bütün tepeden devrimlerinin ortak
özelliğidir. Devlet bura.da. burj uvaziye karşıt bir toplumsal güç
değil, burj uvazinin eski düzenini n hakim sınıflanyla oluşturdu­
ğu uzlaşmanın alanıdır.
Bu bizi Türkiye tartışmalarında büyük önem taşıyan bir
başka önermeye getiriyor: tepeden devrim burj uvaziye rağmen
ve ondan bağımsız biçimde gerçekleştirilen bir süreç değildir.
Hele ona kaı şı, hiç değil. Burj uvazi tepenin karşısında, aşağı­
da, değil, •tepe· nin üzerindedir.

3. TORKIYE'DE; BURJUVA DEVRİMİNİN ôZGüLLOGÜ


Osmanlı'nın ve Türkiye'nin bu yüzyılın ille çeyreğinde ya­
şadığı büyük altüst oluşa Türkiye sol düşüncesinin çeşitli aile­
lerinin bakışını belirleyen bir temel nokta var. Onemli bölümü
eski devlet bürokrasisinin içinden gelen bir kadronun bu toplum­
sal çalkantılarda oynadığı belirleyici rol bir uçtan ötekine kafa­
ları karıştırıyor .Sadece bu değil üstelik sorun: 1923'de kurulan
cumhuriyet devletinin tartışılmaz merkeziyetçiliği, toplumu ak­
tif biçimde yönlendirmesi ve toplu msal denetime büyük ölçüde
kapalı olması, iktidar yapısı içinde bürokrasinin ağırlıklı bir
yer alması da, bu devletin gerek doğası, gerekse sınıf temeli ko­
nusunda her tüı;-lü mistifikasyona gebe bir takım tezler geliş­
tirilmesine katkıda bulunmuş. Sonuçta ortaya bu yazının ba­
şında görüşleri sergilenen kutuplar çıkıyor: bir kutup bu bürok­
rasiyi ve devleti sınıflarüstü ve ilerici bir güç olarak sunarken,
öteki Osmanlı'nın basit bir mirasçısı gibi kavnyor ve tabii geri ­
ci Cya da en azından �utucul bir tarihsel güç olarak niteliyor. �8

(28) Birçok örnek arasında bk. 1. Küçükômer, •'Batılılaşmada' Bürokrasinin


Yeri•, Cumhuriyee Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. ı, s. 248 - 49,

191
İki bakışaçısının pay..aştığı önemli noktalardan biri, bu toplum­
sal gücün temel toplumsal güçlerle ilişkisini ve kurulan yeni
devletin bir devlet tipi olarak niteliğini soruıılaştırmamalan.
Yanı, bürokrasinin gücü sorununun yarattığı göz kamaşması,
yeni devletin doğası ve esk i devletle ilişkisi sorununun tümüyle
gölgede kalmasına yol açıyor. Bu, sol liberalizmde doruğuna
ulaşıyor: madem ki devletin ve bürokrasinin gücü Osmanlı ile
Türkiye'nin ortak yanlan, öyleyse bu iki devlet arasındaki süı.
reklilik tartışmasızdır. Çeşitli devlet tiplerinde varolabilecek bir
özellik, iki devletin özdeşliğini il.An etmek -için yeterli sayılıyor.

Aşağıda Türk.iye'de yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan dev­


rim Cler) in öteki burjuva devrimlerine göre gerçek bir özgüllük
gösterdiğini göreceğiz. Ama burjuva devrimlerinin dünya ça­
pındaki evriminin yukardaki özeti bile, bize şimdiden Osman­
lı/Türk.iye ilişkilerine yeni sorularla yaklaşma olanağını kazan­
dınyor. Burjuva devrimlerinin ikinci evresinde baskıcı bir devle­
tin Cüstelik. de eski tipten, kapitalizm - öncesi bir devletin> ve
merkezi bürokrasinip. oynadığı güçlü rol gözönüne alındığında,
bu özelliklerin, zorunlu olarak, bir burj uva devriminin yoklu­
ğuna işaret etm.ayebileceği ortaya çıkıyor. O zaman ,•güçlü dev­
let ve bürokrasi = kapitalizm - öncesi toplumun sürekliliği• for­
mülü inandırıcılığını yitiriyor. Ortaya birbirinden bağımsız ola­
rak cevaplanması gereken iki ayn soru çıkıyor. Birincisi, Türki­
ye yüzyılın ilk çeyreğinde Cbaşarılı, başarısız veya ta.mamla.n­
mamış> bir burjuva devrimi yaşadı mı ve bu devrim sonucunda
bir burjuva devleti kuruldu mu? İkincisi, Türkiye'de (en azın­
dan tek parti döneminde> devletin ve devlet bürokrasisinin. top­
lumsal yaşam sürecindeki ağırlıklı rolü hangi tarihsel gelişme­
lerin sonucu ve üadesi olarak düşünülmeli? Bu iki sorunun bir·
birinden ayrılmamasının maliyeti, sol düşüncenin Türkiye tari­
hini çarpık bir prizmadan seyretmesi olmuştur bugüne dek.

Burj uva Devrimi Sorunu

Sözü edilen iki sorunun birden, tek bir dergi yazısının sınır­
lan içinde el& alınqıası olanalçsız. Ben bu yazının geri kalan bö­
lümünde, Türkiye tarihinde birÔurjuva devrimi yaşanıp yaşan­
madığını ve eğer yaşandıysa özgül niteliklerinin ne olduğunu
araştırmaya çalışacağım. Bürokrasinin ve devletin güçlü konu­
munun tartışmasını, ancak toplumdaki biltQn sınıfların tartışıl­
dığı bir bağlamda hakkını vererek yapmak mümkün. Bunun

192
başka bir yazının konusu olabileceğini umuyorum. Öte yandan,
iki sorunun birçok düşünce akımı tarafından bira.rada ele alın­
dığını gözönünde tutarak, yazının sonunda bürokrasi sorunu
üzerine de birkaç söz söyleyeceğim.
Türkiye'de bir burj uva devriminin varlığı/yokluğu gibi tar­
tışmalı bir konuda görüşlerin ikircikliliklerden uzak, açık seçile
ifade edilmesinde büyük yarar var. Dolayısıyla, daha başlangıç­
tan, bu yazının temelini oluşturan tezleri kısaca sıralamayı ter­
cih ediyorum.

Cl> Türkiye'de 1920'li ve 30'lu yıllarda yaşanan süreç bir


sosyal devrim �larak nitelenmelidir. Bu çalkantılı süreç içinde
gerek devletin yapısında, gerekse toplumsal ilişkilerde, burjuva
toplumsai - iktisadi formasyonunun ve ku.pitalizmin hızla geliş­
mesinin yolunu açacak önemli değişiklikler gerçekleşmiştir.

<2> Bu köklü değişimi olanaklı kılan, 1919 - 23 yıllan ara­


sında yaşanan ve eski devletin ilgası/parçalanması ile sonuçla­
nan siya.sal devrimdir. 1 919 - 23, Türkiye'de burjuva devriminin
yirminci yü2yıla özgü koşullar ve sııurlar içinde gerçekleşti­
ği dönemdir. Ancak, tek bir burjuva devrimi yaşamamıştır Tür­
kiye: 1908 devrimi, 1923'ün koşullarını hazırlayan bir ilk < ve ba­
şarıya ulaşamayan> burjuva devrimidir.

(3)' N e var ki, 1 9 1 9 - 2 3 doavrimi geniş kitleleri seferber et­


mek bir yana, onların her türlü bağımsız inisiyatiflerini bastır­
maya dayarian, dışlayıcı bir devrim niteliği taşır: bir �tlesiz
devrim. Buna bağlı olarak, devrimin sonucunda . doğan yeni dev­
let, çalışanların <özellikle de işçi sınıfının> bağımsız olarak siya­
set sahİıesinde yer almasıİıi önlemeye. yönelik bir yapıya sahip­
tir. Bu anlamda, Türkiye'de burjuva devrimi, klasik dönemin
'burj uva devrimleriyle büyük bir farklılık gösterir. Bir burjuva
demokratik devrim değildir. Belirli yönlerden önemli farklılık­
lar göstermekle birJikte, burjuva devrimlerinin ikinci evresin.;:
deki tepeden devrimlerle önemli özellikler paylaşır.

C�> En başta bu nedenden Cama başka etkenlerin de kat­


kısıyla> Türkiye'de burjuva devrimi tamamla.nmamış bir nite­
lik taşır. Bu devrim burj uva devrimlerinin asli görevlerinin bir
bölümünü gerçek anlamıyla yerine getirememiş, bazı alanlar­
da ürkek adımlarla yetinmiş, bazı alanlarda ise ciddi hiçbir gi­
rişimde bulunmamıştır. Bu da demokratik görevlerin bile hA.IA
TU.rkiye toplumunun gündeminde önemli bir yer tutması anla­
mına gelir.

193
CS) Bütün bu söylenenlerden dolayı, Türkiye tarihinde Os­
manlı dönemi ile cumhuriyet arasında tarihsel bir süreklilik ol­
dugu iddiası baştanaşağı yanlıştır. Cumhuriyet, Türkiye'nin ta­
rihinde burj uva toplumuna doğru atılan kesin bir adımdır: bu
yüzden de bir tarihsel kopuşu temsil eder. Geçmişin kalıntısı
olan bir devlet değildir. Gene aynı nedenlerle, 20'li ve 30'lu yıl­
larda yaşanan değişim sürecinin, toplumun temelle rine dokun­
mayan yüzeysel değişikliklerle sınırlı kaldığı söylenemez. Sol
liberalizm çağdaş Türkiye'nin temellerin i anlayama mıştır.

(6) Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, sadece ulusal çıkar­


ları emperyalist dünyaya karşı savunan, toplumu •mod.emleşti­
ren• bir devletin kurulduğunu ileri sürmek, bu devletin esas
olarak burj uva toplumunun kuruluşunda aktif rol alan, t:ski re­
jime darbeler vururken çalışan sınıfların bağımsız inisiyatifini
de engelleyen bir devlet olduğunu görmezlikten gelmek demek­
tir. Sol - Kemalist tezler tarihi baş aktörlerinin gözünden Cideo­
loj isinin içinden) görmekten öteye gidemez.

Tezler bunlar. Önemli bir nokta, bu tezlerin birbirlerinden


kopartılmadan bir bütün olarak düşün ülmesi gerek1iliği. Akc;i
taktirde, Türkiye tarihine bakışın bugün yaygın olan çarpık
prizması şu ya da bu yönde yenid�canlanabilir.
.

Geçmiş D.�vrimlerden Korkmamak


Yazının geri kalan bölümünde bu tezleri, karşıt görüşlerle
tartışma içinde açmaya ve teorik temellerini ortaya koymaya
çalışacağım. Ama yola çıkmadan önce bir nokta üzerinde titiz
bir biçimde durmak gerekiyor. Geçmişte sol düşünce resmi
ideolojinin tezlerini yer yer papağanca tekrarladığı için, bugün
bu ideoloj inin kısırlaştıncı cenderesind·a n kurtulmaya çalışan
birçok insan cumhuriyetin kuruluşuna ve ilk dönemine tepkisel
bir duygusallık. içinde bakmakta. Eleştirellik bugün sanki ger­
çeklere gözlerimizi yummamızı, olmuş şeyleri görmezlik.ten gel­
memizi, sonuçlarını yok saymamızı gerektiriyor. Resmi ideolo­
jinin kutsadığı olayları sıfıra indirgememek, etkilerini reddet­
memek dehal resmi ideoloji ile özdeşleşmek gibi yorumlanıyor.

Bu tür bir bakışaçısinın < buna bakışaçısı da denemez, bir


'ruh durumu' demek daha uygun) sayılamayacak kadar çok sa­
kıncası var. Ben sadece bir - ikisine değinmekle yetineceğim.
Sol düşünce pratikten kopuk olmaması gerektiğine göre en
önemlisi şu: böyle bir tepki, tarihsel olaylan egemen ideoloji-

1 94
den bağımsızlaşmış, geleceği temsil eden bir noktadan değer­
lendirmenin olanaklılığı nı ve gerekliliğini gözardı ediyor. Bunu
anlayabilmek için egemen ideoloji ile resmi ideolojiyi ayırdet­
mek gerek. Resmi ideoloji, bir devletin, verilmiş bir tarihsel za­
man diliminde, kendini meşrulaştırmak için tüm topluma çeşitli
yollardan yaydığı görüşler bütünü. Egemen ideoloji ise, bir ta­
i-ihsel çağın sınıfsal egemenlik ilişkileri tarafından belirlenen,
tabi sınıflara. da çeşitli yollardan aktarılan, tüm toplumsal for­
masyonun yenideıı üretimine katkıda bulunan ideoloji. Kuşku­
suz, somut bir anda egemen ideoloji resmi ideolojiyi de tamam­
layıcı bir parçası olarak içeriyor. Resmi ideolojinin savunduğu
'
düşünceleri ve yücelttiği tarihseı olaylan, ıegemen ideolojinin
sınırlan içinden eleştirmek, daha ileri bir tarihsel perspektifin
varlığını unutmak demek. Buna sayısız örnek verilebilir. Tipile
örnek ise bir devleti kurulduğu andan itibaren sivil toplumu
boğduğu , ona yaşam hakkı tanımadığı gerekçesiyle eleştirmek
Cbunun gerçekçilik derecesi ayn bir tartışma konusu> .. ama ay­
nı devletin daha başlangıçtan itibaren işçi hareketini baskı altı­
na aldığını unutmak, gözardı etmek, hiç olmazsa 'söylem'inin
dışında bırakmak. Başka türlü söyleyeyim: baskıcı burjuva dev­
letlerinin sivil topluma yaşam hakkı tanımamaktan başka hiç
mi özelliği yoktur ki bu tek ciddi sorun olarak tartışılmaktadır
b ugun ?.
..

Resmi ideolojiyi egemen ideoloj inin ötesinde bir noktadan


eleştirmenin olanaklılığı, bugünlerde unutulmaya yüz tutan bu
önemli gerçek, bizi ikinci noktaya getiriyor. Bir devrime, sonuç­
ları ve yöntemleri ne kadar eleştirilmeyi gerektirse bile, devrim
adını takmaktan kaçınmak, bir depremden gözlerimizi kapata­
rak, kulaklarımızı tıkayarak kurtulabileceğimizi sanmak kadar
vahimdir. Maddeci tarih anlayışı, geleceği, olmamışın değil ol­
muşun, hayal edilenin değil varolanın üzerine kurmaya daya­
nır. Toplumun bugün vardığı noktada tümüyle aşılmış olsa da,
gelecek için kendisinden beklenebilecek hiçbir şey olmasa da,
hatta içinde yer aldığı tarihsel ortamda daha ileri çözümlerin
yolunu kapatmış olsa da, bir tarihsel olayın devrim olup olma­
dığına duygularımızla değil toplumda yarattığı altüst oluşun
boyutlarına bakarak karar verebiliriz ancak. Maddeci bakış,
devrim kavramından, bu devrim başkalarının devrimi olsa bi­
le, ürkmez, mahçup olmaz. Tersine: rakip toplumsal güçlerin ta­
rihsel gelişmesinin de evrim yoluyla değil, devrimlerle gerçek­
leştiği tezi, maddeci tahlilin temel taşlarından b_iridir. Dolayı­
sıyla, geçmişteki olaylan 'devrim ' olarak adlandırmak bu anla-

195
yışı zedelemez, olsa olsa tarihe bakışına yeni bir doğrulama ge­
tirir. Tarihe sempati ve antipatilerimizle değil, komplekssiz,
farklı bakışaçımıza güvenen, basit kutuplaşmaların ötesine uza­
nan bir gözle bakmamız olaı1aklıdır. ye gereklidir.

Bu k onuyu terketmeden önce son bir noktaya değinmek is­


tiyorum. Devrim genel bir kavram: tarihte çok çeşitl i türleri
mevcut, bugün farklı tipte devrimler yaşanmakta < sadece İran
ve Nikaragua devrimlerinin karşılaştınlması bile yeterli bunu
anmak için ) , gelecekte de y�şanacak. Ancak yaşadığımız çağın
karmaşıklığını anlayamayanlar devrim denince tek bir tür dev­
rimi düşünebilirler. Burada altı çizilerek tekrarlanmasında ya­
rar var: bu yazıda yarım kalmış, t�peden devrimler ailesine İık ­
raba bir burjuva devriminden söz ediliyor. Yepyeni dünyalann
olanaklı olduğunu düşünenler için geçmişin devrimleri, geçmi­
şin devrimleridir. Ne daha az, ne de, daha önemlisi, daha fazla.

Gerçekleşen

Türkiye'nin 20'li ve 30'lu ytllarda yaşadığı dönemin temel


özelliği, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında kapitalizmin yer­
leşmesinin ve gelişmeSinin önünde yükselen birçok eng·zlin or­
tadan ka.ldınlmış olmasıdır. Siyaset, hukuk, eğitim, ideoloj i/kül­
tür alanlan büyük bir Earsıntıyla yeniden - düzenlenmiş ve ka­
pitalizm - öncesi dünyanın toplumsal biçimleri yerini, kapitaliz­
min, içinde çok daha hızlı gelişebileceği bir kabuğa terketmiş­
tir. Bu yazının sınırları içinde bu süreci ayrıntılarıyla inceleme­
ye olanak yok. Ancak, bunların en önemli lerine kısaca değin­
mek bile Türkiye'nin yaşadığı değişimin yönü konusunda ipuç-,
lan vermeye yeterli.

Kemalist dönemde, kapitalizmin gelişme koşullarının hazır­


lanması bakımından en önemli gelişme , hiç kuşkusuz, hukuk
alanındadır. Ticaret, sözleşme, mülkiyet ,miras, aile hukuku ko­
nularında, Türkiye'nin hukuksal düzeni , kısmen şeriata daya­
nan, yoğun olarak kapitalizm - öncesi hukukun ögeleriyle öi-ül­
müş bir hukuk sisteminden koparılarak, kıta Avrupası'nın geliş­
miş kapitalist ülkelerinin hukuk sistemine uyarlanmıştır. Bu
hızlı ve köklü değişimin sonuçları, gerek kırda, gerekse kentte
kapitalizmin gelişmesinin yolunu açmak bakımından büyük
önem taşır. Herşeyden önce, uzun bir tarihsel süreç içinde, Os­
manlı toplumunda yaygınlaşmakta olan modern ( burjuva> özel
mülkiyet biçi mi, bu sıçramayla birlikte ,kesin bi r güvenceye ka-

196
vuşmaktadır.::1 Öte yandan , bu m ülkiyet hakkı miras ve aile hu­
kuldan dolayısıyla pekişmekte, geçmişin komünal ilişkilerinin
yerin i giderek küçük aile tipinin mülkiyetle olan bencil ilişkisi­
nin almasının koşullan yaratılmaktadır. Sözleşme C borçlarl ve
ticaret hukuku alanındaki düzenleme ise, meta üretiminin C ka ­
pitalizmin b u genel çerçevesinin) ayrılmaz zarfı niteliğini taşı­
yan dolaşım alanının hızla serpilmesine , uygun ortamı oluştur­
maktadır. ::ıı

Burjuva toplumunun gelişmesinin koşullarını hazırlayan


bir başka gelişme de ideoloji/kültür alanında gerçekleşmiştir.
Burada çok çeşitli konularda ortaya .çıkan köklü değişiklikler­
den söz etmek olanaklı: eğitimin laikleştirilmesi ve birleştirilme­
si, kapitalizm - öncesi İslam - Doğu toplumlarının kültürel ala-.
nından kapitalist Batı'nın kültür alanına hızlı bir sıçramanın
temellerini atan çeşitli girişimler (ünlü cgardrop devrimciliği· ) .
dinsel ideolojinin kentsel toplumdaki etkisini C hiç Olmazsa bir
süre içinl asgariye indiren önlemler, kadınlara biçimsel Chuku­
kil eşitliğin tanınması vb. toplumun kapitalizm - öncesi ilişki­
lerden sıyrılmasında oldukça öneml i bir rol üstlenmiştir. Genel­
likle Kemalist devrim konusunda yapılan tartışmaların laiklik/
din sorunu etrafında odaklaşması, bu ideoloj ik/kültürel değişi­
min boyutlarını ölçüsüz biçimde · büyüterek olayın bütünselliğini
çarpıtmıştır. Ama yine de bu değişim, herşeyi belirleyici olmak­
tan uzak da olsa, yeni bir toplumun temellerinin atılması bakı­
mından büyüle önem taşır.

Dinin bastırılmasının ve devlet denetimine alınmasının öne­


mi ideolojik/kültürel alanla sınırlı değildir kuşkusuz. Din Os­
manlı toplumunda < özellikle de son dönemlerinde) sadece bir
ideoloj i değil, aynı zamanda siyasal yapıların, hukukun, eğiti-

(271 Kapitalizm - öncesi özel mülkiyetin bölünmüş ve koşullu niteliğine kar­


şıt olarak. burjuva mülkiyetinin mutlak. ve sınırsız dogası böylece Tür­
kiye'de de hukuken gerçekleşmiş olm aktadır. Bu konuda bk. P. Anderson,
Lineages of the Absoluti.3t State, New Lert Books, Londra, 1974, s. 24 28.
-

(28) Hukukun, gerek burjuva ekonomisinin, gerekse sivil toplumun oluşu­


mundaki çok"'önemli yerinin teorik açıklaması için bk. G. Savran, ·Si­
vil Toplumun Eleştirisi• , Yapıt, 5, Haziran - Temmuz ıe84. Sol liberalle­
rin yüzeysellik iddiasının en açık göstergele.rinden biri, M. Tunçuy ' ı n
Türkiye'de hukukun altüst oluşunu, •Çeviri Yasalarla Hukuk Devri mi•
gibi bir başlıkla önemsizleştirmesidir. CBk. Türkiye Cumhuriyeti'nde
Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923 - 1931, Yurt Yayınları, Ankara.
1981, s. ı71.l Hukuk sisteminin geçirdiği dönüşümün biçimi (çeviri ) ne
olursR olsun, bu, dönüşümün içeriğini ortadan kaldırmaz.

197
mln vb. başlıc� kaynak ve koruyucularından biridir. Bu açıdan
bakıldığında, HilAfe t'in ilgasından laikliğin kabulüne birçok atı­
lım, öteki alanlardB.ki köklü değişimin C tarihsel değil ama top­
lumsal) birer önkoşulu olarak düşünülmelidir. Bunun önemi şu­
rada: din konusu, başka konularda da olduğu gibi, Kemalist ön­
derliğin kafasındaki hayali Cve idealist) sorunlan,n bir ifadesi
gibi düşünülmemeli sadece. Kemalist devletin dine karşı verdi­
ği mücadele, burjuva. toplumsal biçimlerinin kuruluşunun önün­
deki başlıca. engellerden birine karşı verilmiş somut bir müca­
deledir.

İki savaş arası dönemin, kapitalizmin gelişmesi açısından


en önemli yönlerinden biri de devlet kapitalizminin Türkiye'de
serme.ye birikimi açısından oynadığı roldür. Daha önoa çok az
örneği görülen bir süreçle (Japonya. bu konuda öncü örnektir) ,
Türkiye'de ticari sermaye birikiminden sınai sermaye birik.imi­
n� geçiş büyük ölçüde devlet kapitalizminin gelişme�i üzerine
yerleşmiştir.::0 Böylece, gelişmiş kapitalist ülkelerde sınai kapi­
talizmin, hatU;ı emperyalizmin bir ürünü olan devlet kapitaliz­
mi, Türk.iye'de C ve kapitalizme geç gelen bazı başka ülkelerde)
sınai kapitalizmin bir ön.koşulu olarak belirmektedir. Kapitaliz­
min yirminci yüzyıldaki bileşik gelişmesinin daha çarpıcı bir
örneği güç bulunur.:ı0

1 29 1 Türkiye'nin sol düşüncesinde JO'lu yıllımn devletçiligi en büyük ideolo­


jik kargaşanın kaynağı olageldi . Kiınilori lsol - Kemalistler ve onlardan
etki lenenler> devletçiliği •anti - em peryalist; kapitalist - olmayan· bir
gelişme yolu (bir •üçüncü yol • > gibi sunarken, kimileri de l sol liberal­
lerl burada J
Osmanlı d vıetçiliginin bir ·kalıntısı-111 gördüler, hatta
Türkiye'de sanayinin en hızlı büyüdüğü dönemlerden biri olan 30· 1u
yılları bir •durgunluk dönemi• olnnık ilim ettiler! Görüldüğü gibi Ke­
malist devrimin doğası konusundalci kısır kutuplaşmanın bir izdüşümü
niteliğini taşıyor ·devletçilik· tartışması. Bu da şaşırtıcı değil çünkü
·devletçilik· (devlet kapitalizm i > Türkiye'de burjuva devriminin, kapi­
talizmin gelişme yolunun açılması açısından, oldukça bütünsel biçim­
de gerçekleştirebildiği görevlerden biri. Devletçilik konusundaki bu
ideolojik kargaşanın dışında kalmayı bilenler oldu elbette geçmişte. Ör­
neğin K. Boratav 1974'de •üçüncü yol• iddiasını kesinlikle reddetmekte
ve devletçiliği ·Cumhuriyet Türkiyesi ndc • kapitalist sermaye birikimi­
nin özel bir yolu• olarak ni telemekteydi. lik. Türki)•e'de Devletçilik,
Gerçek Yayınevi, lstanbul, 1974, s. 10 - 1 1 .
130) Azgelişmiş kapitalizmde devlet kapitalizminin ,-e de\·let müdahalesinin
rolü ve önemi konusuna burada ayrıntısıyla girmem olanaksız. Bu ko­
nuyu genel ve teorik düzeyde başka bir yerde ele almıştım. Bk. S. Sav­
nı.n, •Yeni - Liberalizm, Azgelişmiş Kııpitalimı, Devlet•, Yapıt, 4, Nisan -
Mayıs 1984.

1 98
Toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında ortaya çıkan, özel
olarak da müJkiy·at ve dolaşım alanlarında burjuva toplumsal
biçimlerini sağlamlaştıran toplumsal dönüşüm bir bütUıı ola­
rak ele alındığında bir sosyal devrimin önemli ögelerini içermek ­
tedir. Ama bu ( yanın kalmış> sosyal devrimi olanaklı kılan da
1 9 19 - 23 döneminde yaşanan siyasal devrimdir. Aslında, 20'li ve
30'lu yılların Türkiye'nin kapitalizme geçişinde belirleyici bir
sosyal dönüşümler evresi niteliğini taşıdığı kolay kolay yadsı­
namayacak bir gerçektir. Ama 1919 - 23'ün bir siya! devrjm ni­
teliği taşıyıp taşımadığı çok daha tartışmalı bir konudur. Kendi­
ne verdiği adla anılacak olursa, Milli Mücadele'de bir devrimi
geleneksel olarak tanımlamış olan temel unsur mevcut değildi.
Toplumun geniş kesimleri, kır ve kent çalışanları, eski rejime
karşı siyasal anlamda kitlesel biçimde seferber olmamışlardı.
Çalışan sın ıfların kitlesel seferberliğinin kıvılcımı olabilecek
herhangi bir girişime de burj u va hareketinin önderliğince izin
verilmiyordu. Buna rağmen, 1919 - 23 dönemi başka ölçüler açı­
sından bakıldığında bir · siyasal devrim niteliği taşımakta. Her­
şeyden önce, dönem boyunca verilen siyasal mücadelenin, geli'ş­
meler ne kadar zigzaglı olsa da, altıyüz yıllık bir devletin ilga­
sıyla ve yeni bir devletin kuruluşuyla noktalandığı unutulma­
malı. Devrimci bir değişimi, reformlar yoluyla değişimden ayı­
ran ilk ölçüt, eski devlet aygıtının parçalanması ve yerine yeni
tip bir devletin kurulmasıdır. Bu ölçüt açısından, 1923'ün niteli­
ği tartışmasız olmalıdır. İkincisi, 1919 - 23 dönemi klasik devrim­
lerin çok önemli bir özelliğini bağrında taşımıştır: 1 920'de Bü­
yük Millet Meclisi'nin Ankara'da toplanmasından itibaren, An­
kara hükümetinin ve meclisinin Padişah'a bağlılık ilkesine rağ­
men, Türkiye fiili olarak bir ikili iktidar durumu yaşamıştır. Pa­
dişahlığın ilgası, bu ikili iktidar durumunun mantıksal sonucu­
dur: modern dünyada devlet iktidarı paylaşılamaz. Son olarak,
1919 - 23 dönemi en az yabancı güçlere karşı verilen bir savaş
kadar bir iç savaşa da sahne olmuştur. Yani bu dönem sadece
başka ülkelerin ordularına karşı bir mücadeleyi değil, toplu­
mun içindeki kanlı bir hesaplaşmayı da içerir. İşte, 1919 - 23 çal­
kantısı bütün bu ölçütler açısından bakıldığında bir siyasal dev­
rim olarak nitelenmelidir. Ama özel tipte bir siyasal devrim.
Klasik burj uva devrimlerinden farklı olarak bir kitlesiz devrim.

Bu siyasal devrimle onun ayak izlerinde gelişen sosyal dev­


rim bir bütün olarak ele alındığında, Türkiye'nin 1923 ve erte­
sinde yaşadığı altüst oluşu (yanın kalmış) bir burjuva devrimi

199
olarak nitelemek olanak kazanıyor. Ama buradan başka nokta­
lara geçmeden önce bir noktanın altının çizilmesinde yarar var.
1 9 1 9 - 23, Türkiye'de ilk burj uva devrimi değildir. Perspektifi da�
ha sınırlı ve başarı koşullan daha zayıf da olsa, . ilk burj uva dev­
rimi 1908'dir. İkinci devrim, birincisinin mirası üzerinde yükse­
lir, gerek kadrolan, gerek ideolojisi, gerekse toplumda yarattığı
yenilikler bakımından. 1908 ile 1923'ün gerek nesnel koşullan,
gerek amaçlan ve gerçekleştirdikleri açısından büyük farklılık­
lar da gösterdikleri açık. Burada bunlara girmek olanaklı değil.
Ama iki tarihsel çalkantı arasındaki yoğun ilişkiyi görememek
ve Türkiye'de burj uva devriminin tarihini 1 9 1 9 - 23'e indirge­
mek, sadece tarihin bütününü değil, 1919 - 23'ün kendisini de
anlama olanağın ı yitirmek demektir.3 1

'Osmanh'nın Son Dönemi' . . . mi?

Buraya kadar söylenenlerin ışığında, sol liberalizmin 1 9 1 9 -


23 olayına ve sonrasına bakı�.açısının yanılgılarla dolu olduğu
ortaya çıkıyor. Bir kapitalizm - öncesi devletin yıkıldığı, bir bur­
j uva devletinin kurulduğu , kapitalizmin önündeki engellerin
kısmen de olsa ayiklandığı bir dönemi Osmanlı'nın doğrusal ve
kopuşsuz bir mirasçısı saymak pek savunulabilir bir tez olma­
sa gerek.1:.ı Ama yine de sol liberal t·azlerin uynn tısına ve çeşit­
li versiyonlarına kısaca göz atmakta yarar var.

Sol liberalizmin •Süreklilik· teorisinin temelinde Osmanlı


devletinin merkeziyetçi ve baskıcı niteliklerinin, Kemalist dev­
letin de özellikleri arasında yer alması yatar. Burada yapılan
yöntem yanlışı üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok. So­
run şu: devlete ilişkin bazı özelliklertarihsel gelişmenin bütü­
nünden yalıtılmış biçimde ele alınıyor. Ozel olarak da, karşılaş­
tırılan toplumların tarihsel gelişme evresi ve doğrultusu, sınıf­
lar arasındaki güç ilişkileri, - devletin toplumun bütünü ve tek

(311 özellikle, Kem u l i zm ' in ardındaki sınıf temelini kavrayabilmek için


1908"in miıasının incelenmesi vazgeçilmez bir önem taşır.
(321 · Doğrusal ve kopuşsuz• sıfatlarını dikkatle kullanıyorum. Çünkü her
devlet < ve toplum> tarihte yerini aldığı devletin C ve toplumun> kaçı­
nılmaz biçimde mirasçısıdır. Yeni toplumlar C devlctlerl boşluktıı ku ­
rulmaz, bir tarihsel miras üzerine in:;ia. edil!r. Bu anlamda, Cumhuriye­
tin Osmanlı'nın mirasçısı oldugunu söylemek totolojiktir Ctanım gereği
doğrudur! . Yanlış olan, bu mirasın doğrusal ve kopu�suz biçimde dofv­
ralındığı iddiasıdır. Bu iddia, geçmişle yeni durum arasında evrimsel,
kesintisiz bir geçiş varsayar. Oysa cumhuriyet, . Osmanlı'dan bfr sıç­
rayışla. fıırklıla�ınakta, onu içcrdigi hııldo u!jmaktudır.

200
tek sınıflar karşısındaki konumu, uluslararası kapitalizm karşı
sındaki yoeri vb. pu yöntemde tahl il alanının tümüyle dışında
kalıyor. Sonuçta varılan nokta, kısmi benzerliklerin simya yo­
luyla özdeşliklere dönüştürülmesi. Bu yüzden de, sol liberaliz­
min bu tezinin ciddiye alınacak yön"Q yok. M erkeziyetçi ve bas­
kıcı devletler sadeoa kapitalizm - öncesi de vletler değildir. Ka­
pitalizme geç gelen bütün toplumlarda ( pek az istisnayla) dev­
letin aktif, baskıcı, merkeziyetçi, toplumla arasına büyük mesa­
feler koyan bir toplumsal yapı niteliğini taşıdığını yukarıda te­
peden devrimleri tartışırken görmüştük. Cumhuriy'et devletinin
bu niteliklere sahip olması, hiçbir şekilde Osmanlı'nın devamı
niteliğini taşıdıgını göstermez.

·Süreklilik· teorisinin dayanağı olarak kullanılan bir ikin­


ci tez ·kalıntı devlet• kavramı çevresinde odaklaşır. Buna göre,
cumhuriyet dönemi boyunca devlet toplumu ve ekonomiyi sü­
rekli deneti,,m altında tutmuştur. Öyleyse bu devlet kapitalist bjr
devlet değildir, Osmanlı geleneğinin kapitalistleşmekte olan bir
topluma bıraktığı bir kalıntıdır. Bu tez de bir öncekinden daha
güçlü değildir. Çağdaş dünyada kısa bir ufuk taraması, özellik­
le (ama sadece degil ) azgelişmiş kapital izmde devletin, en azın­
dan son döneme kadar, giderek daha müdahaleci bir nitelik ka­
zanmasının evrensel bir olgu olduğunu gi;)sterecektir. Dolayı­
'"'ıyla cumhuriyet devletinin ekonomiyi sürekli olarak denetle­
meye eğilimli doğası, kapitalizm - öncesi bir kal ıntı olduğunu
göstermez. Hatta tersine, sermaye birikimine verdiği aktif des­
tek, cumhuriyet devletinin burj uva niteliğini tanımlayan öğe­
lerden biri olarak kabul edilebilir.33

Sol liberalizmin Osmanlı/cumhuriyet sürekliliğini göstere­


bilmek için yaslandığı dayanaklardan biri de, bürokrasinin her
iki toplumda da belirleyici bir konumda olması, üstelik cumhuri­
yeti kw·an siyasal kadronun önemli bir bölümünün Osmanlı
merkezi bürokrasisinden kaynaklanmasıdır. Bürokras� sorunu­
nun burj uva devrimi sorunundan ayrılmasının, bu yazının ana
yöntemsel temelini oluşturduğunu okuyucu hatırlayacaktır. Bu
yüzden bürokrasi sorununa anc.ak aşağıda, kısaca da olsa, değ;i­
nebileceğim. Burada söylenmesi gereken şu: bürokrasinin gücü
sorunu, temelde, devletin toplum karşısındaki gücü sorunuyltı.
yakın bir ilişk\ içindedir. Dolayısıyla da, yukarıda devletin •SÜ -

(331 Kal ıntı devlet anlayışının dahil 1:1>·rıntılı bir eleştirisi i�· i n bk. JO suy ı l ı
dipnott1:1 Yerilfn kaynak.

20 1
rekliliği• ile ilgili olarak söylenenler aynen bürokrasi için de ge­
çerlidir. Buna ek olanık, sol liberal çeyrelerin dilinden biç düş­
meyen folklorik bir slogana da değinmek gerekir: ·devleti kur­
ta.rmak • . Sol li berallere göre, cumhuriyeti kuran Kemalist bü­
rokrasi aslında Tanzimat'tan bu yana ·devleti kurtarma- nın ça­
resini arayan Osmanlı bürokrasisinin son temsilcisidir. Oysa,
Osmanlı döneminin •modernleşme• çabalan ile cumhuriyetin
•yenilenme• girişiminin, aradaki ortak yanlarına rağmen, çok
önemli farkları vardır. En önemlisi de, kendisine •devleti kur­
tarma • amacı atfedilen Kemalist bürokrasinin kurtarmayı

amaçladığı söylenen devleti tahrip etmiş ol ması dır Bu çıplak


.

tarihsel gerçeğin etrafından dolaşılamaz.

O zaman ortaya şu çıkıyor: ya Türkiye tarihinde tek bir bü­


rokrasi yoktur, daha Osmanlı döneminden başlayan bir süreçle
bürokrasinin kendi ieinde bir farklılaşma yaşanmıştır; ya da,
Osmanlı bürokrasisi, kendine rağmen, kurtarmak istediği dev­
leti yıkmıştır. Bu ikinci olasılık, eğer doğru olsaydı, bürokra si­
nin iradesinin ne derece sınırlı bir belirleyiciliği olduğunu, ta­
rihin esas hareketinin dünya. çapında temel sınıflann gelişimiy­
le belirlendiğini açıkça gösterirdi. Ama, bana kalırsa, doğru olan
birincisidir. Ve Kemalist bürokrasi Tanzimat geleneğinin doğ­
rudan mirasçısı değildir.

'Üstyapı Reformları' Yüzeyde midir?


Cumhuriyet döneminin çalkantılı değişim süreci karşısın­
da, •süreklilik· teorisinin bir başka teoriyle, ·dönüşümün yü­
zeyselliği• teorisiyle beslendiğine yukarıda değinmiştim. Bu ko­
nuda, sol liberalizm, geçmiş dönemin siyasal düşüncesinde be­
lirli müttefiklere sahip. Bunlardan biri, Ecevit hareketinin ilk
döneminde • tarihsel yanılgı• yı eleştiren, ÖZgür İnsan dergisinde
sesini duyuran bir çevre. Sol liberalizm ile sosyal demokrasiyi
savunduğunu iddia eden bir çevre arasındaki bu paralellik hiç
de şaşırtıcı değil. Ama öteki müttefik, ·kaba• madd·aciliğe sırt
çevirip tarihi Max Weber'in C ve Türkiye'deki temsilcilerinin )
katkılarıyla anlamaya çalışan sol libaraller için biraz tuhaf bir
•yol arkadaşı• . 60'lı ve 70'li yıllarda, sol Kemalist perspektiften
kopma amacıyla cumhuriyetin ilk dönemini sınıfsal, maddeci
vb. bir açıdan eleştirmeye çalışan bir çok çevre, Kemalist hare­
keti yüzeysel reformlarla yetinmekle suçluyordu. Popüler bir
deyimle, Kemalizm •gardrop devrimciliği• idi. Altyapıya dokun­
mam ış, üstyapıyı düzenlemekle yetinmişti.

202
Bu yazıda, siyaset, hukuk, ideoloj i/kültür, eğitim, din gibi
t.:.lanlarda Türkiye toplumunun yaşadığı dönüşümleri n bir sos­
yal devrimin öğel-�ri olarak sun ulması, bu huzursuz ittifakın ga­
zabını çekecek kadar •yüzeysel• bir yaklaşım olmal ı ! Değil mi
ki, bütün bu sayılan alanlar •üstyapı·nın birer ögesidir? Öyley­
se bu alanlardaki değişim maddeci bir açıdan nasıl gerçek bir
toplumsal dönüşümün göstergesi olarak düşünebilir? Hukuktan
şapkaya, laiklikten Latin alfaoosine, Kemalist ·devrimler.. bü­
rokrasinin C küçük burj uva?) idealizminin birer ifadesi değil mi­
dir? Bürokrasi, esas toplumsal değişmenin, esas ·Batılılaşma•
nın ekonomide yattıgını anlayamadığı için Batı'nın •yüzeysel·
yanl�nna öykünmekle yetinmemiş midir?
Bütün bu eleştirilerin ve değerlendirmelerin temelinde tek
bir ortak payda yatar: en basit elkitaplarından devşirilmiş bir
kaba maddecili k ! Toplum.lann tari hsel gelişmesinde üretim tar­
zının Cüretici gü�lerin ve üretim ilişkilerinin bu çelişik birliği­
nin) belirleyici olduğu tezini, toplumsal yaşamın öteki alanları­
nın bu belirlenmeye pasif biçimde tabi olduğu tezi haline geti­
ren bir maddecilik. Kuşkusuz burada altyapı/üstyapı ilişkileri­
nin etraflı bir tartışmasına girmeye olanak yok. Ama şu kada­
rı söylenmeli: toplumların yenidenüretiminde ve tarihsel geliş­
melerinde üretim tarzının değişmesinin yarattığı di namik, dö­
nemsel olarak, öteki toplumsal ilişkilerle çelişki içine düşer. Bu
çelişkilerin yarattığı gerginlik, üstyapını n çeşl tli alanlannda bu­
nalımlar halinde belirir. Bu bunalımların şu ya da bu yönde çö­
zümü, toplumun geleceği açısından yaşamsal bir önem kazanır.
Üstyapı (farklı alanlan farklı biçim ve tempolarda olmak üze­
re> ya kendini yeni üretim tarzına uyarlayacak, onun gelişimi­
nin önünü açacak yeni biçimlere bürünecek, ya da toplumun
daha uzun süre durağanlık içinde kalmasına C hatta gerilemesi­
ne, belki de yok olmasına> yol açacak bit direnç gösterecektir.
Burada hiçbir kaderci çözüm yoktur. Bunalımın ne yönde çözü­
leceği binbir etkene, en başta da sınıf mücadelesinin sonucuna
bağlıdır. Böyle bir dönem toplumun yaşamında üstyapının çe­
şitli alan v·a ilişkilerini ön plana getirir. Üstyapı aktif bir öğe ni­
teliğiyle ortaya çıkar. Toplumun bun-1.ımının kördüğümü siya­
sette odaklaşı r. Siyasetten C ve devletten) de halka halka öteki
üstyapı kurum ve ilişkilerine yayılır. lşte böyle dönemlerde ta­
rih üstyapıdan al tyapıya doğru il€rler. Bütün bu süreç içinde
al tyapı yine belirleyicidir. Bir yandan, . sınıf ilişkilerinin yatağı
olduğu için; a ma sadece bu genel anlamda değil. Aynı zamanda,
üstyapı üzerindeki mücadelelerin getireceği çözümler, ancak

203
al tyapının belirlediği ve sınırladığ ı bir altm i çinde etkisini gös­
terebilecEği için . Üstyapıdaki gel işmeler altyapıyı sonsuza dek
yoğuramayacağı için. Ama, al tyapının bu belirleyeciHğine ra�
men, üstyapının kendini altyapıya aktif biçimd& uyarlama�•
üretim tarzının gelişme temposu ve biçimi açısından büyük Q.ir
.öneme sahiptir.

Burjuva devrimleri de bundan dolayı anlamlıdır. Bütün bur­


j uva devrimleri C ister burjuva demokratik, ister tepeden olsun>-.
kapiLalist üretim tarzının C belirli bir ülkede ve/veya dünyada>
gelişmesinin kapitalizm - öncesi üstyapı kurum ve ilişkilerine
çarptığı noktada gündeme gelmiştir. Devlet, bütün bu ilişkilerin
yenidenüretiminin teminatı olduğu ölçüde de mücadele ergeç
devlet üzerinde yoğunlaşır. Bunun için bütün devrimlerde siya­
set kaçınılmaz biçimde ön plana geçer. Devrimler- herşeyden ön­
ce siyasaldır, devlet sorunları ile ilgilidir. Burjuvazi bir kez es­
ki rejimin devletini yıktığında, eski rejimin öteki ilişkilerinin
tasfiyesinin de yolu açılmış olur.
Aslına bakılırsa, bir devrimden doğrudan doğruya üretim
tarzını değiştirmesini bekleyen bu kaba maddeci yaklaşım, so­
nunda, ekonomiye verdiği sözde önceliğin tam karşıtı bir nokta­
ya varmak :ıorundadır. Yeni siyasal iktidardan üretim tarzını
değiştirmesini beklemektir bu nokta. Yani siyasal iradenin üre­
tim tarzına ·neme) koşullardan ba.ğımsız biçimde, dilediği gibi
tasarruf edebileceğine ilişkin bir inanç: si yasetin ekonomiye,
üstyapının altyap,ıya kesin bir hakimiyeti !
İşte Türkiye'de Kemalist dönemin dönüşümleri konusunda­
ki bütün •yüzeyseUik· iddiaları, bu yöntemsel savrulmanın ürü­
nüdür. Gerçekte Kemalist dönem bir burjuva devriminin yapa­
bileceklerinin ancak bir bôlümünü yapmıştır. Ama yaptıkları­
nın hemen hepsi Türkiye'de kapitalist üretim tarzının gelişme­
sini hazırlayan, önündeki engelleri ayıklayan şeylerdir. Hukuk­
tan Batılılaşma'ya dek bütün •üstyapı reformları• gerçekte ka­
pitalist üretim tarzının önünü açacak adımlardır. Bürokrasinin
idealist mantığının ürünleri değil.:u
Sol düşünce.içinde, sorunlara onyıllardır birikmiş bir Stali­
nist mira�ın i ndirgemeciliğiyle yaklaşanların burada eleştirilen

13-0 Türkiy e'de btlzı maddecilerin bu konuda da klasik maddecileri •solla­


dıkları. kesln. < Buna. benzer başka bir örnek için bk. 19 sayılı dipnot. >
Engols, Rusyıı'da sosyal devrimin dE:v adımlar attığını belirttikten son­
m. bu dev adımlar ıırasında birinci sırada. Rusya'nın günden gü.ı;ıe Ba­
lı lıla�masını sayar. Aktaran: Druper, a.g.y. s. 577.

204
türden bir ·kaba mad:lecilik· doğrul tusunda d üşün meleri şa­
şırtıcı değil. Sosyal demokratların ise marksizmi hep başkaların­
dan ve hep yarım yamalık öğrendikleri düşünülürse, onların bu
konudaki sürçmelerini de anlamak kolay. Ama yıllardır 'ekono­
mizm' adı altında marksizmle uğraşan, her taşın altında bir
'ekonomist' yaklaşım bulan , klasik marksistleri, bile temelde
'ekonomist' bir yaklaşım içinde olmakla eleştiren sol liberalle­
rin bu tuzağa düşmelerine ne demek gerekir? Bunun· cevabını
okuyucuya bırakmak en iyisi galiba.

Te peden Devrim Sorunu

Dünya çapında burjuva devrimlerinin gelişmesindeki iki


ayn -avre açısından bakıldığrnda. Türkiye'ıiin burjuva devrimi
özgül bir nitelik gösteriyor. Kitlelerin gerek devrim sürecinden,
gerekse daha sonraki dönüşümlerden dışlanmış oluşu, yeni dev­
letin demokratik bir nitelikten uzak oluşu, bu devrimin bir bur­
j uva demokratik devrim olarak nitelenmesini olanaksız kılıyor.
Ama 1919 - 23 ve sonrasını, klasik örnekleri Almanya ve İtalya'da
gözlenen t-Epeden devrimlerin tipik bir temsilcisi saymak da ola­
naksız. Bunwı bir tek <ama çok Önemli) nedeni var: klasik teps-
,
den devrimlerde, sosyal devrim kendini içeriden yenileyen gelc-
neksal devletin_ inisiyatifiyle gerçekleşiyor; sosyal devrimin yolu
bir siyasal devrimle ve yeni bir d·a vletin k uruluşu ile açılmıyor­
du. Gerçi Almanya ve. İtalya örneklerinde yenilgiye uğramış bi­
rer siyasal devrim <her ikisi de 1848'de) vardı sürecin başlan­
gıç noktasında. Du devrimlerin de, •aşağıdan d-zvrim· tehlikesi­
ni ortaya koyarak eski devleti ve hakim sınıfları bir değişime
razı etmekte kamçı rolü oynadığı tartışmasızdı. Ama yine de bu
devrimler eski devlet aygıtını parçalamamış, siyasal düzeyde
sürekliliği kıramamı.ştı. Çarlık Rusya'sında fse durum daha da
belirgindi. 186 1 - 1905 döneminde Çarlık, bir siyasal devrimin qe­
ğil , uluslararası sistemin, en belirgin ifadesini Kırım Savaşı ye­
ni lgisinde bulan baskısı < ve kuşkusuz ülke içindeki dönüşumün
etkisi> altında bir modernleşme sürecine giriyordu. Ote yandan,
G ramsci'nin, tepeden devrim kavramına karşılık veren 'pasif
devrim'inin de 'siyasal devri�siz sosyal devrim' anlamında 'dev­
rimsiz devrim' olarak nitelenebileceğini görmüş bulunuyoruz.
Dolayısıyla, 1919 - 23'ü ne tepeden devrimin, ne de pasif devri­
min tipik bir örneği olarak nitelemek olanaklı görünmüyor.

Ama öte yandan, 20'li ve JO'lu yılların sosyal devıimi, kla­


sik tepeden devrim süreçleri ile çarpıcı be�zerlikler gösteriyor.

ws
Neden öteki tepeden devrimlerden farklı olarak bir siyasal dev­
rimin açtığı yolu izlediği halde, Türkiye'deki dönüşüm süreci
öt·akilerdekinden farklı değil? Bu paradoksun sırn Türkiye'nin
yaşadığı siyasal devrimin çalışan sınıfları siyasal yaşamdan dış­
lamaya dayanan bir devrim olmasında yatıyor. Devrim siyasal
da olsa, yine tepede, merkezi bürokrasi, büyük topraksahipliği­
nin çeşitli dilimleri ve yükselen ticaret purj uvazisinin çeşitli et­
nik bileşenleri arasında sıkışmış kalmış bir süreç. Bu yüzden,
kitlesiz bir siyasal devrim tepeden bir sosyal devrimle sonuçla­
n'lyor.:ı :.

Yani, Türkiye'nin yaşadığı burjuva devrimini yine de bir


C yanm kalmış> tepeden . C veya pasif) devrim olarak n itelemek
olanaklı. Ama özgül bir anlamda Tepeden devrimin de, pasif
.

devrimin de daha sonra kullanılageldikleri içerikle değil, özgün


anlamlarıyla. Tepeden devrimin ilk kullanımının Fransız devrı­
minin 1. Napolyon dönemini betimlemeye yönelik olduğunu yu­
karıda belirtmiştim. Pasif devrim kavramını ise Gramsci bir İtal­
yan burj uva dü.jün ürü olan Vincenzo Cuoco'dan devralmış ve
baştanaşağı yeniden yorumlamıştır. Kavramın Cuoco'daki öz­
gün anlamı 'kitlesiz devrim'e karşılık verir. 1919 - 23, işte Cuoco'­
nun anlammda bir pa�if devrim olarak kabul edilebilir. En iyi
lfl.rihsel benzetme ise kanımca ş�: Türkiye'de burj uva devrimi,
kitleleri ve lakobenleri olmadan, 1793'ü yaşamadan, bir 1. Na­
polyon dönemini yaşamış bir devrimdir.su

135) Bu açıdan dü ny a burjuvn devrimleri tarihinde, bilebildiğim kadarıy­


la... Türki y e ' ye tın yo.km örnek llrezi lya'nın ı930 devrimi. Burjuvazinin
desteğinde k i tlesiz bir devrim le iktidarı Ele geçiren ve kurduğu Estado
Novo 1 Yeni Devlet i ile teJ)f.den bir dönüşüm sürecini gerçekleştiren
· Gctulio Vorgas'ın deneyimi en &nlamlı karşılaştırma gibi görünüyor.
Bu konuda blc örneğin R. Mu nck , ·State I ntcn·e ntlcn in Bfazil: Issues
ıınd Debates•, Latin A m eı iccın P�rspectives, 23, c. VI, No. 4, Sonbahar
1 97iJ.
1361 Napolyon Frun!>a'sı ile Kemtılist Türkiye w·a s ında belli ki binbir fark­
lılık Napolyon ör:.cesinde Franso.'da tarihin en büyük toplumsal
var.
çolkantılarında r.İ biri yaşcnmış. Cerçektc, Nopolyon rejimi buna bir
tepki a}·nı zamanda Ayrıca, Napolyon'un uluslararası bir misyonun
taşıyıcısı da olduğu unutulmamalı vb. vb. Burada sOzkonusu benzet­
meyle anlatılmak is tenen, Türk iye'deki devrimin, hem eski · rejime, hem
de kendi so l u nd ak i" güçlere karşı kesen bir kılıcın tarihteki ilk örneği
olmadığı. Dah a da önemlisi, Türkiye'nin bir 1793 yaşamadan doğrudan
Napolyon tipi bir reJ lme geçişi.

206
Gerçekleşmeyen

Türkiye'de burjuva devriminin devleti ve ti:>plumsal yaşa­


mın bazı alanlarını yeniden - düzenleyerek kapitalizmin koşul­
larını hazırladığını gördük. Ama, ö te yandan, kapitalizme geç
gelen birçok toplumda görüldüğü gibi, Türkiye'nin burj uva dev­
rimi de, kendi görevleri açısından bakıldığında, yarım kalmış,
tamamlanmamış bir devrim niteliği taşıyor. Bu nitelik ise daha
sonraki dönemlerin toplumsal ve siyasal mücadelelerini anla­
mada büyük önem taşıyor. Devrimin neden tamamlanmamış bir
nitelik taşıdığını görebilmek için üç alana bakmak yeterli: de­
mokrasi, kent/kır ilişkileri ve toprak sorunu.

( 1 ) Burjuva devriminin anahtar görevlerinden biri olan


demokrasi alanında, bütün tepeden devrimlerde olduğu gibi ,
1919 - 23 de ancak çok kısmi bir atılım gerçekleştirmiş. Devrim
sürecinin içinde, Ana:iolu ve Rumeli'nin bütün egemen sınıfla­
rını Milli Mücadele'nin çevresinde toplayabilmenin aracı ola­
rak Ankara meclisi C ve ondan önce Kongreler> geçmişe göre de­
mokratik bir adım olarak görülebilir. Ama çok kısa sürede, özel­
likle de 1 925 sonrasında, bu meclis içeriği boşaltılmış bir for­
mel sistem haline gelmiş, yeni konumuyla, parlamenter demok­
rasinin bir unsuru olmaktan çıkarak tek partinin iç işleyişinde
kolaylık sağlayan bir parti içi danışma meclisi niteliğini kazan­
mıştır. Üstelik cumhur iyet yönetimi, çalışanların bağımsız ör­
gütlenmesine başlangıçtan itibaren olanak vermeyerek, daha
sonraki olağan dönemlerde bile varolan anti - demokratik kısıt­
lamalann temelini atmıştır.

<2> Devrimin kitleleri dışlayıcı, tepeden niteliğinin bir ikin­


ci sonucu, gerçekleştirilen görevlerin etki alanının da sınırlı kal­
ması olmuştur. Başlangıçtan itibaren köylülüğün, özellikle de
yoksul köylü kitlelerinin devrim süreci dışında bırakılması, bun­
dan da öte, her türlü bağımsız köylü girişiminin baskı altına
alınması, devrimin eşraf ve büyük topraksahipleriyle kurulan
bir ittifak ·içinde yürümesi, köylü kitlelerini devrimden uzak­
laştırmış, yer yer karşı safa itmiştir. Bunun sonucu , 1923 - son­
rası toplumsal dönüşüm sürecinde, devletin baskıcı niteliğinin de
katkısıyla, hukuk, ideoloji, kültür, eğitim, kadın sorunu vb. alan ­
lardaki değişimin kent toplumuyla sınırlanması, kırların büyük
ölçüde <toprak mülkiyetinin sağlamlaşması ve aşann kalkması
türünden önemli istisnalar dışında> bu değişimin dışında kal­
masıdır. Cumhuriyet Türkiye'si kentle kır arasında güçlü bir

207
eşitsi.Z gelişmenin sonuçlarını yaşayacaktır. Bu, burjuvazinin en
modern kesim ve dilimlerinin köylülük üzerinde uzun bir süre
hegemonya kurmasını engelleyecek, köylülüğün tutucu koalis­
yonların dosteği haline gelmesine ortam hazırlayacaktır.

(3) Burjuva devrimleri kentlerin ve kırların çalışan kitle­


lerinden destek almadıklarında, modern kapitalist toplumun ta­
rih öncesinden veya ilk çocukluk döneminden kalma egemen
sınıf ve dilimleriyle uzlaşmak zorunda kalır.a7 Bu. süreç Türki­
y·.:ı 'de de yaşanmış, büyük topraksahipliğinin çeşitli dilimleriyle
uzlaşmak zorunda kalan cumhuriyet yönetimi, Türkiye'nin çe­
şitli bölgelerinde çok farkh ni telikler arzeden tanın sorununu
hiçbir aşamada köklü bir çözüme ulaştıramamıştır. Daha son­
raki siyasal iktidarların da başına bela olacak olan. toprak re­
formu, tarımın vergilendirilmesi, taban fiyatları vb. türünden
sorunlarda kentsel ticar·at ve sanayi burj uvazisinin çıkarları
doğrultusunda bir açılım sağlanamaması, burjuva devrimiİıin
bu niteliğinin ve onun ürünü olan sınıfsal güçler ilişkisinin bir
sonucudur. Burjuva devriminin ana görevi olan tanın sorunu­
nun çözümünün gerçekleşmemesinin maliyeti, Türkiye'de tarı­
mın <ve b u n a bağlı obı.rak kapitalizm in) hızlı gelişmesinin
önünde . önemli engellerin yükselmeye uzun süre boyunca de­
vam etmesi olmuştur.
Bütün bunlardan dolayı, Türkiye'de burj uva devrimi ta­
mamlanmamış bir nitelik taşır. Kemalist devrimin, burj uva dev ­
rimLrıin çeşitli alanlardaki girişimlerinin boyutları bakımından
sen derecede özgül olduğu da bu noktada belirtilmelidir. Belir­
li alanlarda Cdinsel id..:: oloji ve kurumlara karşı verilen savaş,
Batılılaşma , hukuk sistemi, devlet kapitalizmi ) az görülen bir
atılganlık gösteren cumhuriyet, başka alanlarda (toprak soru­
nu, kırsal toplumun burjuvalaşması, demokrasi ) pek az şeye gi­
rişmiş, pek az şey g,erçekleştirmiştir. Kısacası, Türkiye'deki
burjuva devriminin asli özelliklerinden biri, çeşitli alanlardaki
dönüşümler arasında köklü bir eşitsiz gelişmenin görülmesidir.
Şunu da eklemekte yarar var: burjuva devriminin çöz Ce) me­
miş olduğu demokratik görevler, tarihsel çelişme içinde yeni bi-

(371 Dolayısı yla, cumhwiyetin kuruluşundan sonra si yasal iktidarın toprak


sahiplerine, eşrafa vb. ·ödünler• verdiği y o lu ndaki sol - Kemalist tez
yanlıştır. Tarihsel gerçeklern oykın olması bir yana leşr.afla ilişkiler
Milli Mücadele'nin başından beri mevcuttur! , bu tez kitlesiz devrimle­
rin eski rejimin ,egemen sınıfltınyla bir i ttifaka day andığını da. kavra.­
yamamak tadır.

208
çimlere bürünmüş olsalar bile, hala toplumun gündeminin ya­
kıcı sorunlan özelliğini korumaktadırlar. Ama yine bu altmış
yıllık tarihin C ve başka azgelişmiş ülkelerin· deneyiminin) öğ­
retmesi gereken bir ders de, bu görevlerin kesin ve geri dönüşü
almayan çözümünün ancak burj uva toplumunun çok ötesinr
geçen bir toplumsal sıçrama ile gerçekleşebileceğidir.

Tepeden Devrim ini, ·Tepeden İnmecilik· mi?

Sol liberaJ ler kuşkusuz Türkiye'de ikiyüz yıldır hiçbir deği­


şim olmadığını söylemiyorlar. Söyledikleri, bu değişimin özgül
gerçekleşme biçimiyle ilgili. Bu biçim konusundaki görüşleri iki
noktada yoğunlaşıyor. Birincisi, değişimin devrimci bir sıçrama
içermediğini, temel bir süreklilik çerçevesinde evrimsel bir ni­
telik taşıdığını iddia ediyorlar. Osmanlı'dan cumhuriyete geçer­
k�n bir kopuş yaşanmadığı görüşü bununla ilgili. İkincisi, bu
ağır ye evrimsel değişimin sürekli biçimde .yukandan aşağıya• ,
devletten topluma doğru, • tepeden inmeci· yöntemlerle empoze
edildiğini ileri sür üyorlar. Bu ikinci iddia, bu yazıda başvuru­
lan • tepeden devri m• kavramını ·çağnştırabi k:ceği için, bu ko­
nu üzerinde biraz durmak yararlı olacak. Çünkü iki yaklaşım
arasındaki benzerlik sadece terimlerin benzerliğiyle sınırlı. Te­
melde, aralarında büyük bir uçurum yatıyor. Görelim.

Hareket noktamız, •yukarıdan aşağıya- gelişme tezinin dev­


rimci bir sıçramayı -dışlaması olmalı. Ama bu sadece bir hare­
ket noktası , fark bununla bitmiyor. Çok önemli bir sonucu var
bu başlangıç farkının. • Yukandan aşağıya gelişme• tezi, tüm
değişimin devletten topluma doğru ilerlediği görüşüne dayanı­
yor. Oysa •tepeden devrim• tezi, devletin toplumda ortaya çı­
kan gelişmelere bir tepkisini kavramlaştırıyor. Yani tarihsel de­
ğişmenin harekete geçirici gücü devlet değil toplum burada.
Türkiye sözkonusu olduğunda, 1923 ve sonrasının, tüm ondoku­
zuncu yüzyıl boyunca toplumda ve ekonomide ortaya çıkan iç­
ten içe (moleküler> değişimin bir ürünü olarak kavranması söz­
konusu. Başka bir deyişle, değişimin bütünü değil sadece sıçra­
ma an1 yukarıdan bir nitelik taşıyor. Sol liberal tez, sıçrama anı­
nı yok saydığı için bu tür bir farklılaşmaya gitmesi de olanak-
sız.
İkinci fark , somut siyasal uzantıları bakımından daha da
önemli. Sol liberaller soyut bir devlet/toplum Csivil toplum) kar­
şıtlığı içinde düşünüyorlar. Dolayısıyla, •yukarıdan aşağıya ge­
lişme• tezleri devletin kendi tercihlerini sivil toplumun bütü-

209
nüne empoze etmesi anlamını taşıyor. Bu dayatmayı kabul et­
mek zorunda kalanlar arasında burjuvazi de var. Bu sınıf, dev­
letin tümüylA dışında, sivil toplumun tabi, neredeyse boynu bü­
kük C ·kapıku: u . benzetmesini hatırlayın ) bir ögesidir! Bu yüz­
den, Türkiye toplumunda ortaya çıkan birçok gelişme •tepeden
inmecilik· ola rak adlandınlır: devleti elinde tutan bir bürokrat
kadro bütün sınıflardan bağımsız olarak topluma birşeyler da­
yattığı için. < Burada sol liberalizmin tahlil yönteminin sol - Ke­
malizm 'le buluştuğunu çıplak biçimde gözlemek olanak kazanı­
yor. Sol liberalizm işte bu anlamda sol - Kemalizm'in diyalek­
tik - olmayan bir olumsuzlamasını oluşturuyor. >
Bu yazıda savunulan bakışaçısı ise, toplum içindeki derin
ayrışımı ve sınıfların devlet karşısındaki farklı konumunu gör­
mazlikten gelmeyi reddeditor. Tepeden devrim burada burj u­
vazinin, öteki egemen sınıflar ve bürokrasi ile yanyana, çalışan
sınıflara ve eski rejimin kalıntılarına empoze ettiği bir deği im. Ş
Başka bir şekilde ifade edilecek olursa: sol liberallerde burj uva­
zi •aşağıda· . devlet •yukarıda· . Burada burjuvazi yukarının
merkezinde, yukarıdaki sınıf ittifakının asli bir ögesi. Bunun
Türkiye açısından sn çarpıcı kanıtı şu: Kemalist dönüşümlerin
önemli bir bölümü, kentsel burj uvazi tarafından yüzyılın başın­
dan C bazan daha da önceden ) itibaren benimsenmiş yaşam ve
iktisadi faaliyet kalıplarının hukuki bir çerçeveyle tescilinden
başka birşey değildi. Dolayısıyla bu dönüşümler °burjuvaziye te­
peden empoze edilmek bir yana, onun yeni, •asli· yaşam kalıp­
larını toplumun bütünü için bir norm olarak ilan ediyordu. Bu­
na karşılık büyük köylü kitleleri için bu dönüşümler yepyeni
toplumsal biçimlerin dışarıdan dayatılması anlamına geliyordu.
Bu söylenenlerden şu sonucu da çıkarmak gerekli: gerek ev­
rimci bir değişim sürecini kavramlaştırdığı için, gerekse de dev­
leti ana sınıflardan soyutladığı için, sivil toplumcuların kullan­
dığı •yukarıdan aşağıya gelişme• kavramının, klasik maddeci
•tepeden devrim• kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Söz terminolojiden doğan sorunlardan açılmışken, burada
savunulan görüşle benzer terimlerle ifade edilmesine rağmen
içerik bakımından ondan farklılaşan bir başka teoriden de kı­
saca söz etmek yararlı olacaktır. Son }'lllarda bazı yazarlar Tür­
kiye'nin Osmanlı'dan cumhuriyete geçişini bir tepeden devrim
olarak nitelemişlerdir.a� Ne var ki, bu nitelemenin içeriği bu ya-

(381 Ç. Keyder, ·The Political E conomy of Turkish Democracy•, New Left


Review, 1 15, Mayıs - Haziran 1979; E. K. Triınberger, Reıvoluıton from

210
zıda ileri sürülen görüşten çok farklıdır. Sözkonusu yazarlar­
da, tepeden devrim, sınıflardan özerkleşmiş bir bürokratik/as­
keri seçkinler grubunun toplumu tepeden modernleştirmesine ve­
rilen addır. Bu niteliğiyle de klasik maddeci tepeden devrim
kavramı ile akrabalığı tarihsel bir bağıntıdan ve isim benzerli­
ğinden öteye geçmemektedir. Bu yazıda kullanılan ana kavram­
lardan biri olan kliı.sik maddeci tepeden devrim, bürokrasinin
toplum karşısındaki konumuyla değil, herşeyden önce dünya
çapında burjuva devrimlerinin ikinci aşamasında, devrime te­
mel olan sınıf ittifakıyla ilgili bir kavramdır. Bir katman olarak
bürokrasi. burada önemini burj uvazinin çalışan sınıflar karşı­
sındaki konumu dolayısıyla kazan maktadır. Bürokrasi ve dev­
let sınıflardan bağımsız olmadığı gibi, burjuvazi de siyasal ik­
tidarda hatın sayılır bir etkiye kavuşmuştur. Dolayısıyla, top­
lumun •modernleştirilmesi• bürokrasinin değil, esas olarak bur­
juvazinin tercihlerini yansıtır. Kısacası, bir bürokratik gelişme
teorisi olarak tepeden devrim ile eski ve yeni hakim sınıflann
ittifakına yaslanan tepeden devrim kavramları titizlikle birbi­
rinden ayrılmalıdır.

SONUÇ

Bugün sol düşüncede Türkiye'nin çağdaş tarihinin belki de


en önemli dönüm noktası konusunda .süregiden teorik ve ideolo­
jik kargaşanın yarattığı sorunlar başdöndürücü. Yazının başın­
da da değindiğim gibi, devletçilikten eğitime, dilden dine birçok
alanda yapıılan tartışmalarda solun, egemen ideoloj inin karşıt
kutuplanndaki görüşlerin kAh birinin, kaUı ötekinin yanında
yer alışının, ama egemen ideolojinin sınırlannı_ aşamayışının te­
melinde de bu kargaşa yatıyor. Onun için bütün bu sorunlann
çözümü Kemalist dönemin doğru bir maddeci tahlilinden geçi­
yor.

Bu yazıda amacım, gerek sol - Kemalizın'in ve ondan bir


ölçüde etkilenen anlayışlann, gerekse sol liberalizmin cumhu­
riyeıin temelinde yatan toplumsal çalkantı ve dönüşümü doğru
biçimde kavramaktan uzak olduğunu göstermek oldu. Bu çal-
Abcwo: Military Burecwcratı and Development in Jopan, Turkey, Eoypt
and
Peru, Transactlon Books, New Jeney, 1'178. Trimberger'in görüşle­
rinin bir eleştiriai H. Gülalp, Geüıme Strauıjilsn Ye GeU,m41 lcüıolojlleri,
Yurt Yayınları, Ankara, 1983, s. 98 IMl'da buluna.bilir. Aynı görılşlerin
-

bir başka sergilemesi için bk. S. Emrealp, .AZQeU,miıUk Ye Siycuol Ya­


pıkır, Birey ve Toplum Yayınlan, Ankara. 1984, s. 91 iMI.

211
kantı ve dönüşüm, tapınma veya duygusal tepkilerden bağımsız
olarak, yeni bir toplumsal proj enin bakışaçısından ve taşlaşma­
mış bir maddeci temelden hareketle değerlendirilmelidir.

Böyle .bir değerlendirme, Türkiye'nin tarihsel gelişmesinde


1923 ve sonrasının önemli bir sıçrama olduğunu, bu dönemde
yaşanan altüst oluşun burj uva toplumunun ve kapitalizmin ge­
lişmesinin önünü açtığını ortaya koyuyor. Ama bu sıçrama, kla­
sik dönemin burjuva demokratik devrimlerinden, gerek ardın­
daki toplumsal güçler, gerekse aldığı biçim açısından büyük
farklılıklar gösteriyor. Tepeden devrimler ailesine akraba olan,
ama özgül nitelikler taşıyan Türkiye'nin burjuva devrimi, çalı­
şan: sınıfları dışlayan ve bastıran, bütün gerçekleştirdiklerini
baskıcı yöntemlerle sağlayan bir kitlesiz devrim.

Bu teşhisin çok önemli sonuçları olduğu gözden kaçmama­


lı. Başlangıçta da belirttiğim gibi, düşünce akımlarının bugünü
algılayışlarıyla tarihi düşünüşleri arasında çoğu zaman organik
bir bağıntı varclır. Sol liberalizm, gerek tek parti döneminde,
gerekse daha sonra ortaya çıkan baskıcı, anti - demokratik eği­
limleri Osmanlı'nın mirası olan bir bürokrasinin eseri sayarak
günümüz i çin savunduğu görüşlere temel hazırlıyor. Madem
baskının kaynağı bürokrasidir, devletin sivil topluma yaşama
hakkı tanımamasıdır, öyleyse sınıf ayınmlarından arındırılmış
bir sivil toplum kendi alanını genişletmeli, anti - demokratik
eğilimlere karşı bir bütün olarak direnmelidir. Bu yazıda yapı­
lan tahlil ve varılan teşhis, bu perspektifin ayağının altındaki
toprağın kayması anlamına geliyor. Osmanlı ile cumhuriyet
arasındaki tarihsel kopuş, cumhuriyet dönemindeki baskıcı eği­
limleri Osmanlı'nın mirası ile açıklamayı olanaksız kılıyor. Bu
kopuşun gerçekleşme biçimleri <kitlesiz siyasal devrim/tepeden
sosyal dıavrim ) ise, bu eğilimlerin kaynağını ortaya çıkanyor:
bu kaynak , herşeyden önce, Türkiye'de kapitalizmin gelişmesi­
nin özgül tarihsel koşullan. Yani, baskıcı uygulamalann burj u­
vaziden bağımsız, hatta ona karşı olduğu yanlış. Tersine: Türki­
ye'de baskıcı bir devlet burj uvazinin gelişmesinin başlıca koşul­
larından birl olmuş hep. O zaman, sivil toplumu devlet karşısın­
da, 'sınıfsız, kaynaşmış' bir kitle gibi ele almak mümkün değil.
Türk.iye'de demokrasi cephesinin sınırlan n ı başka türlü çizmek
gerekiyor. aıı

C39> Türkiye' deki bu bilim!iciı icieolo j ik ortama son derece ilginç bir para.leli
60'lı yıl lardan bu yanu F. Alman y a' da bulmak olanaklı. Ora.da. da sos-

2ıa
Bu durumda, tarihe ve toplumlann gelişmesine çok daha.
ileri bir toplumsal proje açısından bakanlar için benimsenmesi
gereken tavır açık. Birkaç öğesi var bu tavrın. Birincisi, yapa­
bildikleri ve yapamadıklanyla Türkiye'de burj uva devriminin
soluğunu çoktan tüketmiş olduğunu, yeni ve güçlü toplumsal
atılımların kaynağı olamayacağını saptamak. İkincisi, butjuva
devriminin geçmiş uygulamaları konusunda tavır alırken, bu
devrimden daha geride olan veya olaylara egemen ideolojinin
perspektifinden bakan eleştirilerle aynı yanda saf tutmamak.
Burjuvazinin Türkiye toplumunun önünde duran yakıcı demok­
ratik görevlerle ilgili ciddi bir katkısı olamayacağını bilerek dav­
ranmak. Üçüncüsü , Türkiye'de yaşanan butjuva devriminin tepe­
den devrimlerle ortak bir yanının olduğunu, eski rej imin yanısı­
ra çalışan kitleleri de karşısına almış olduğunu bir an bile unut­
mamak; bu devrimin kazanımları ne olursa olsun, yöntemlerini
ve ideolojisini reddetmek, sonuna dek eleştirmek.
Aslında, sol, tepeden devrimin yarattığı ideolojik sorunlarla
ilk kez Türkiye'de karşılaşmıyor. Başta Alman ve İtalyan dev­
rimleri olmak üzere, tepeden devrimler karşısında klasik dö­
nem düşünürleri de tavır almak zorunda kalmış. Bu tavır her
zaman diyalektik bir nitelik taşımış. Tarihin yer yer sırtını ge­
leceğe dönerek, geriye doğru ağır adımlarla ilerlediğini görebi­
len bir bakışaçısında temellenmiş. Ne tepeden devrimin sağla­
dığı atılımlar kullandığı yöntemlerin sorunlan · dolayısıyla geç­
mişin özlemleriyle reddedilmiş; ne de, kapitalizm - öncesi geçmi­
şi yenilgiye uğrattığı ve burjuva toplumunun kuruluşunun te­
mellerini attığı için tepeden devrim yüceltilmiş, alkışlanmış. Ha..
reket noktası her zaman, temelini çalışan sınıflann uzun dö­
nemli çıkarlarında bulan bağımsız bir perspektif olmuş."0 Bu da
bizi başka bir ilkeye getiriyor: öteki tüm ilkelerin kaynağı olan
ana ilkeye . Sol, tarihsel oluşumlar karşısında tavır alırken, kıs-

yal demokrat eği limli tarihçiler, aynen Türkiye'de sivil toplumcular.n


y aptıgı gıbi. Almanya'da bir burjuva devrimi yaşanmış olduğunu nKl­
dederek ı94s"e dek devam eden bir süreklilik ileri sürüyorlar. Amaç,
İkinci Dünya Savaşı sonrasının ·demokratik kapitalist• toplumunu iki
savaş arasının N azi cinayetlerinden arındırarak yüceltmek. Bu son de­
rece öğretici tartışma için bk. R. J. Evans, •The Myth of Germany's
Missing Revolution•, New Left Review, ı49, Ocak - Şubat 1985.
1401 Klasik maddeciliğin kuruculanrun Napolyon ve Bismarck konusundaki
tavırları bu yaklaşımın canlı örnekleridir. Bu tavnn en belirgin ifadesi
de, bu düşünürlerin, L86salle'den. Bismarck'ı ilericilik adına destek­
lediği için kopmalarıdır. Bk. Draper, a.g. y . , s. 427 , 37.

213
tas, çalışan sınıflann öz faaliyetinin gelişmesi, kitlelerin siyase­
te konan engelleri aşarak tarih sahn�sine girmesi ve kendi kur­
tuluşlan için kendilerinin mücadele verebilmeleridir. Bunun
berisinde kalan herhangi bir· tavır, yeni bir toplumsal projenin
bağımsızlığının kurnaz ittifaklar uğruna ayaklar altına alınma­
sını getirir. Çağımız a� tepeden devrimler çağı değil, yeni tip
bir aşağıdan devrimler çağıdır.

214
DEGİNMELER
Gençl ik Yıhnda işçi Gençl ik

1985 yılının Birleşmiş Mil­ Genç İşçiler ve Sorunlan ı

letler'ce ·Gençlik Yılı· ilan edil­ 1980 Genel Nüfus Sayımı


mesi dolayısıyla tüm dünyada Sonuçlanna göre 12,2 milyon do­
olduğu gibi Türkiye'de de ·genç­ layındaki genç nüfusun 7,1 mil­
lik sorunlan· tartışma platfor­ yonu iktisaden faal genç nüfus
muna getirilmiş, bu amaçla çe­ tanımı için e girmektedir. .Bun­
şitli faaliyetlere yer verilmiştir: ların yaklaşık 4,1 milyonu ta­
Konferanslar, seminerler, panel­ nm, avcılık, ormancılık ve ba­
ler, gençlik şölenleri v.b. , v.b. lıkçılık alanlannda yer almak­
Bu faaliyetlerin •gençlik soru­ ta, dolayısıyla geniş anlamda
n u - n u hakkıyla tartışıp tartış ­ köylü gençliği, iktisaden faal
madığı konusu bi r yana, ilginç genç nüfus içinde geri kalan
olan, •gençlik· denilince agırlık­ yaklaşık 3 milyon ise · işçi genç­
la ·öğrenci gençlik· in anlaşıl­ lik· i oluşturmaktadır.
ması ve •gençlik yılı · nın da ne­ Köylü gençlik bir yana, sa­
redeyse •Öğrenci gençlik yılı· yılan 3 milyona varan genç iş­
olarak algılanıp değerlendiril­ çilerin sorunlanru- Gençlik Yılı'
mesidir. Böyle olunca, köylü nda olsun tartışma konusu yap­
gençlik ve işçi gençlikten olu­ mamayı, Türk.iye'de özellikle son
şan •okuld.ışı gençlik· in varlığı yıllarda işçi sınıfının ekonomik­
ise neredeyse yadsınmıştır. Oy­ demokratik ve politik mücade­
sa Türkiye toplam nüfusu için­ lesine karşı yaşanan inanılmaz
de, gençlik tanımın a giren 12-24 kayıtsızlığın bir yansıması ola­
yaştaki bireylerin oranı yüzde rak değerlendirmek yanlış ol­
27 dolayındadır 02,2 milyon> masa gerektir. Oysa genç işçile­
ve toplam genç nüfusun yakla­ rin zaten büyük olan bir dizi
şık yüzde 20'si öğrenci gençlik­ sorunları her geçen gün daha
ten oluşurken tartışmalarda ih­ ürpertici boyutlara ulaşmakta
mal edilen .okuldışı gençlik·in ve acil önlemler gerektirmekte·
oranı yaklaşık yüzde BO'dir C ı > . dir.

( 1) DİE, 1980 Genel Nüfus Sayımı, Sosyal ve Ekonomik Nitelikler, 1984.

215
Yaşamlanru sürdürebilme rekli sakatlığa mahkum bırakı­
kaygusu ile yeterince hazır ol­ lırken, yine yılda ortalama 215
madan üretime katılan genç iş­ genç, kapitalizm.in amansız diı;­
çiler, krizin daha çok arttığı gü­ lileri arasında yaşamlarını yi­
nümüzde çalışma koşullannın tirmişlerdir <2> .
dayanılmaz ağırlığını tüm emek­ İş Yasasında gençleri koru­
çilerle birlikte yüklenmektedir­ yucu nitelikteki maddelerin uy­
ler. Bununla beraber, genç iş­ gulanmadığı, denetimlerin ol ­
çiler, işsizlik başta olmak üze-· dukça yetersiz kaldığı görül­
re, düşük ücret, sigortasızlık, mektedir. Örneğin İş Yasasının
aşın çalışma ve erken yıpranma 80. maddesi 6 ayda bir 12- 18
gibi sorunları yetişkin işçiler­ yaşlarındaki genç işçilerin - çı-
den daha da yoğun bir biçim - raklann vücutlanrun işe daya­
de yaşamaktadırlar. naklılığının denetlenmesi gerek­
Türkiye'de işsizler ordusu ­ tiğini öngörmektedir. Ne var ki
nun yansına yakınını gençler Çalışma ve Sosyal Güvenlik
oluşturmaktadır. Ağırlaşan eko­ Bakanlığı -müfettişlerince yapı­
nomik krizin doğurduğu işsiz­ lan bir araştırmada, verilen bir
lik en çok genç işçiler üzerinde ankete katılanlann yüzde eo'i­
yıkıcı etkisini göstermektedir. nin işe girişte bile sağlık dene­
İş bulunabllen alanlarda ise timinden geçmeden işe başlatıl­
genç işçiler iş güvencesinden dığı ortaya konulmuştur (3) .
yoksun ve düşük ücretle çalış­ Genç işçiler sefalet ücretle­
may a zorlanmaktadırlar. riyle aşın sömürü altındadırlar.
Hemen hemen mesleki eği ­ Asgari ücretin saptanmasında
tim görmeksizin işe başlatılan, gözetilen 16 yaşından büyük ve
çoğu kez yaptıklan işin ağırlığı küçük ayınını, 16 yaşından kü­
ile bedensel güçleri bağdaşma­ çük işçilerin aleyhine bir du -
yan genç işçiler arasında iş ka­ rum yaratmaktadır. Yetişkinler­
zaları (siz bunu iş cinayetleri le aynı iş i çoğu kez daha uzun
olarak okuyun> ve •meslek has­ süre çalışarak yapan 16 yaşın­
talıklan•na daha sık rastlan­ dan küçük işçiler diğerlerin­
maktadır. 1979, 1983 arasında, den üçte bir oranında daha az
25 yaşın altındaki genç işçiler ücret almaktadırlar.
yılda ortalama 45 bin dolayın­ Aşın çalışma, genç işçilerin
da •iş kazası ve meslek hasta­ diğer önemli sorunlanndan bi­
lığı. na maruz kalmışlar, sonuç­ ridir. ·Umumi Hıfzısıhha Kanu­
ta yılda ortalama 700 genç sü- nu• ile 12 - 16 yaş arasındaki iş-

(2) SSK, İstatistik Yıllığı 1 983, Tablo 14, 25, 29 .


'
( 3 ) DPT, Gençllk ve Spor, özel İhtisas Komisyonu Raporu
1984, s. 80.

216
çilerin günde 8 ";"&atten fazla ve ve zihinsel gelişmelerini tamam­
gece saat 20.00'den sonra çalış ­ layamadan bilgisiz, yetersiz ve
tınlmalan yasaklanmış olması - güçsüz biçimde üretime sokul­
na karşın genç işçilerin günde d uklannı ortaya koymaktadır.
14 - 15 saat çalışunldıklan gö­ Dahası, genç işçiler sağlığa ay­
rülebilmektedir. kın, iş ve can güvenliğinden
Çoğunlukla vergi ve sigorta yoksun biçimde, gelişmelerini
denetimden uzak, küçük ve or­ engelleyen ağır işlerde, dayanma
ta işletmelerde istihdam edilen güçlerinin ötesinde çalıştınl ­
genç işçiler, sendikalaşma, dola­ makta, bu koşullara karşı sa­
yısıyla asgari ye.sal haklanna vunmadan da yoksun bırakıl ­
kavuşma olanağından da yok­ maktadırlar.
sund urlar. Politik yaşamda genç­ Genç işçilerin sorunlannın
liği politikadan uzak tutmak is­ çözümünde yakla.şım , daha sağ­
teyen anlayış, işçinin ekonomik, lıklı ve demokratik bir toplum
demokratik örgütü sendika yö­ yaratmanın temel perspektifi ol­
netiminde de kendisini göster­ malıdır. Bu da zihinsel ve be­
miş, 16 yaşından küçük işçile­ densel olarak gelişmiş insanlar­
rin sendika üyeliği vesayet ko­ dan oluşmuş, çalışanlann artan
şuluna bağlanırken, yeni sendi­ ölçüde karar alma sürecinde et­
kalar yasasına konulan 10 yıl kin oldukl�. doğrudan demok­
bilfiil işçilik yapmayanlann sen - rasiyi hedefleyen bir toplum de­
dike. yönetiminde yer alma.ya­ mektir. Genç işçiler sorunlannın
ca.klan maddesi de genç işç�leri dile getirilmesi ve çözümler bu­
sendika yönetimine katılmaktan lunmasında öncelikle özgüçleri­
uzak tutmuşuuc. ne güvenmeli ve temelde öz ör­
Tüm bu sorunlar , topl umun gü tl ülükleriyle sorunlann çö­
geleceğinin en temel güvencesi züm üne yönelmelidirler.
ve insan kaynağının başlıca da­
yanağı olan gençlerin, bedensel Mustafa Sönmez

Dem( i rel )agoj i

Türkiye'de son dönemde bü­ ınirel artık, eskiden oldugu gibi,


yük bir değişimin yaşanmış ol­ sağın yayın organlannda değil,
duğunu ortaya koyan sayısız yelpazenin göreli olarak daha
gösterge arasında en anlamlı­ solunda yer alan yayın organ­
lanndan biri de şu olmalı: De- larında boy gösteriyor. Demirel

217
ve izleyicilerinden demeç iste­ bırakmı yor. Örneğin, D Y P bü­

yenler genellikle bu ikinci tip­ yük kong11lsi sırasında, eski po­


ten yaygın organları. Ama bun - litikacılann gözyaşlannı ·de­
dan daha önemlisi şu: Ey) ül ba­ mokrasinin gözyaşlan• olarak
şındaki tartıŞma sırasında, sağ� niteleyebilen gazeteci Yalçın Do­
da yer alan gazeteler !Tercü­ ğan'ın bu akımla bir ilişkisi ol­
man dışında> Demirel 'iiı ve hele duğu düşünülebilir mi? Ya şu
DYP'nin çıkışlannı neredeyse si­ C inanılması güç> satırlan kale­
yasal bir sansüıe t.Abi tuttular. me alan Mehmed Kemal' in?
Bu yetmiyormuş gibi, Mehmet ·Bizde demokratik sağ, Batı'da
Barlas'dan Oktay Ekşi'ye, Metin olduğu gibi, kiliseye dayanmaz.
Toker'den Güngör Mengi'ye, bir­ Sosyal adalet anlayışı, holding­
çok köşe yazarı bu olay d'lla­ lerden , ·büyük şirketlerden olu­
yısıyla açıktan açığa Demirel şan sermayecilere dayanmaz.
aleyhinde verip veriştirdi. Kuş­ Demokrasiye bağlı, özel girişim­
kusuz, bu çok önemli bir olguy­ den yana, yaygın halk kitleleri­
du. Nedenleri ise Türkiye'de ni sermayeciye ezdirmeyen bir
burjuvazinin son dönem eğilim­ akımdan kaynaklanır. . ( ·De­
lerinde aranmalıydı. mokratik Sağın Gücü •. Cumhu ­
Buna karşılık, sol adına ya­ riyet, 26 Mart 1985) . Bu tek -
zan ve konuşan birçok kişi ve sesli kQroya, kolay erişilemeyen
yayın organı , Demirel çizgisinin yayın organlannda katkıda bu -
bugü n Türkiye'de demokrasi lunanJar da sayılmakla bitmez.
saflannda asli bir yeri olduğu­ Kısacası, Demirel ve çizgisinin
nu düşünüyor ve len azından demokrasi mücadelesinin asli
örtülü biçimde> ileri sürüyor. bir öğesi olduğu kanısı yavaş
Akla ilk gelen örnek, bu tavn yavaş solda yerleşik bir inanç
en ileri götürm üş olan sivil top­ haline geliyor. Bununla da bit­
,
lumcu akım kuşkusuz. Yenl­ miyor iş: Demirel ve izleyicileri
Gündem dergisi, daha ilk sayı - aynı zamanda Özal'ın 24 Ocakçı
sından başlayan ve günümüzde iktisat siyasetine de bir alterna­
de süregiden bir yayın politikk­ tif gibi görülüyor. Yani, eski
sıyla Cindoruk'dan Avcı' ya, Naz­ günlere bir dönülse, yoksul ­
lı Ilıcak'dan Demirel 'e, sayfala­ luk sona erecek, özgürlük yük­
nnı demokrasi •havarileri- ne selecek! •Yitirilmiş cennet• düş­
açıyor. Bu da. dinci akımdan lerde ne kadar da yaygın olabi­
başlayıp, DP/ AP geleneğinden liyor.
geçerek ·demokrat.ik. bir solda Kuşkusuz, insanlar ve siya­
son bulan bir geniş demokrasi sal hareketler koşullara bağlı
cephesi anlayışıyla son derece olarak değişirler. Dolayısıyla,
tu tarlı. Ama başkalan da sivil Demirel'in ve temsil ettiği siya­
-
toplumculan bu konud a yalnız sal çizginin geçmişte , çalışanla-

218
rın mücadelelerine karşı takın­ durumu ne olacak? Nedir kit­
dığı keskin tavırdan COemirel lelere önerilen?
Anka ajansına verdiği demeçte, Önce demokrasi cephesine
TC tarihinde en çok grev erte­ bakalım. Gerek Demirel'in, ge-
leyen başbakan oluşunun onu­ rekse izleyicilerinin 7 Kasım
runu sahiplenmekten kaçını­ 1982 referandumu ve 6 Kasım
yor: ·Grev ertelemişsek, grevi seçimleriyle oluşmuş qulunan si­
keyfi olarak ertelememişizdir. yasal çerçeveden memnuniyet­
Kanunlar vardır, nizamlar var­ siz olduğu açıktır. Bunu giderek
dır. Kanunlan uygulamışızdır· cesurlaşan bir üslupla dile ge­
diyor lCumhurlyet, 27 Temmuz tiriyor olmaları da, bu ekibin
1985) - böylece 1980 öncesinde demokrasiye ilişkin tavn konu­
hükümetlerin grevleri erteleme­ sunda solda doğan ınistifikas­
lerini emreden kanunlar oldu­ yonu besleyen ana kaynaktır.
ğunu öğreniyoruz U demokrasi­ Ama solun Demirel ve dostlan­
yi kökünden kazımaya azmet­ nın vermekte olduğu mücadele­
miş güçlerle canciğer işbirliğine nin doğasını, her tür bulanık­
kadar birçok alışkanlığından lıktan uzak, açık seçik bir bi­
kurtulduğunu ileri sürmek ilk çimde tanıması ve tanımlaması
bakışta kimilerine makul görü­ yaşamsal .bir önem taşır. 1982-83'
nebilir. Ama iş o kadar da ba­ de kuruluşu tamamlanan siyasal
sit değil. Eğer gerçeği saklamak çerçeve karşısında en genel çiz­
değil de anlamak istiyorsak, so­ gileriyle iki tavır olanaklıdır. Bi­
runlara biraz daha yakından rincisi , bu çerçevenin yerine,
bakmak zorundayız. emekçi kitlelerin ve temsilcileri­
Demirel muhipleri , Demirel' nin toplumsal/siyasal yaşama
in kendisinin ünlü .dün dündür, özgür biçimde katılabileceği yeni
bugünse bugün. özdeyişini be­ bir çerçevenin geçirilmesini sa­
nimseyerek, dünü un utmaya vunmak. İkincisi ise, varolan çer­
yatkın olabilirler. 70'li yıllan ya­ çevenin ozunun korunmasını
şayanlar. 12 Eylül öncesinin ama bazı yönlerinin gözden ge­
tartışılması üzerindeki yasaklar çirilmesini talep etmek. Demirel
kalktığında dünün ne olduğı.ı ­ ve dostlarının tavn, lkirclkslz
nu genç kuşaklara daha iyi an­ biçimde, bu ikinci , •gözden ge.J
latmayı bileceklerdir kuşkusuz. çirmeci· tavırdır. Kuşkusuz, bu
liiz şimdilik bugüne dönelim ve tavır sadece Demirel'in ve öteki
soralım: Demirel ve ekibi, yan­ yasaklılann siyasal haklannın
nın dünden ve bugünden farkını iadesiyle sınırlı değildir. Göz­
nasıl anlıyorlar'? Bu ekip, şu ve­ den geçirilecek yönlerin ne ol­
ya bu kişinin önderliğinde, ya­ duğu mücadelenin somut gelişi­
kın gel.ecekte Türkiye'nin yöne­ mi içinde, varolan iç ve dıŞ güç.
timine gelse, çalışan kitlelerin dengeleri ve ittifaklarla belirle-

219
necektir. Ama, daha bugünden huriyet, 2 Mayıs 1985. Benzer
son derece açık biçimde ortada bir görüşü, . Nokta dergisindeki
olan birşey vardır: Demirel ve görüşmede Çağlayangil de be­
dostlan, emekçi kitlelerin hak ­ lirtmiştir. 6 Ekim 1 985 ) . Görül­
lannı savunma konusunda en düğü gibi Avcı yazı ve sözle
ufak bir isteklilik göstermemek­ ifad e edilmediği takdirde düşün­
tedir. Görmek isteyen gözler ceYi suç saymayarak, demokra­
ıçın, gerek Demirel'in, gerek tik ve ileri bir tavır almış ol­
DYP yöneticilerinin açıklamala­ maktadır! Böylece, birçok insan
nnda kanıtlar ortadadır. Anka' DYP iktidan . altında el kol ha­
ya verdiği demeçte Demirel reketleriyle ve mimiklerle dü­
·dernekleşme hakkı· nı savunur şüncelerini ifade edebilme öz­
görünmekle birlikte hemen ar­ gürlüğüne kavuşacaklannı öğ­
dından eklemektedir: ·Ama der ­ renmiş olmanın mutluluğunu
neğin faaliyeti tüzüğünde yazılı yaşamıştır.
amacıyla ilgil i olacak. lCum­ Bütün bunlan bir kenara
huriyet, 27 Temmuz 1 985 ) . Ya­ koyalım. 12 Mart savcısı Baki
ni, dernekler <tabii ki sendika­ Tuğ'un DYP'nin en önemli gö­
lar da, meslek odaları da) siya­ revlerinden birine getirilişinden,
setle iştigal etmeyecek ! Cindo­ Demirel'le Türkeş'in birkaç ay
ruk siyasal tutuklu ve hüküm­ önce kucaklaşmasına kadar va­
lülerin affına karşı olduğunu de· ran göz kırpmalara sadece de­
falarca açıklamıştır (örnek ola­ ğinmekle yetinelim. Çoğu insa­
rak bk. Cumhuriyet, 4 Eylül nın muhtemelen gözünden kaç­
1985) . DYP yetkilileri idam ce­ mış olan bir noktayı da kaydedip
zasını savunmakta kimseden ge ­ geçelim: köylülerin ideolojik eği­
ri kalmamayı görev bilmekte­ limleri ve siy�al kanılanyla il·
dirler. Bırakalım özgür siyasal gili fişleme girişimi yüzünden
örgütlenmeyi, Çağlayangil'den ortalık çalkalanırken, DYP'nin
Avcı'ya ve Cindoruk'a, DYP'li­ demokrasi aşığı başkanı Cindo­
ler ·düşünce suçu• kavramına ruk olayı protesto etmekten ka­
bile karşı çıkmaya hazır değil­ çınarak ·konuyu araştırdıklan­
dir. Çağlayangil, sosyalist parti ­ nı• söylemekle yetiniyordu.
ler kurulabilmesinin karşısına !Cumhuriyet. ı s Ağustos 1 985. >
•O olursa şeriatçı partiler de Bütün bunları bir yana bıraka­
kurulur· türünden •iğneli fıçı­ lım: ama kendi kendini kandır­
lar• yükseltirken, düşünce su­ mak istemeyenler için Demirel,
çu konusunda en ·liberal· gö­ günü gelince 1982 Anayasasını
rüşü Avcı dile getirmiştir: · Bir da (kuşkusuz ikincil bazı deği ­
düşünce yazı haline, söz haline şikliklerle birlikte> savunacağı­
geldiği zaman da bu bir aksi­ nı Yeni Gündem dergisine açık­
yondur ve suç sayılır . . . • <Cum- ça söylemiştir: ·Bunalımlan ön-

220
!emenin en önemli tarafı, ikide garantilere rağmen, sağın ba­
bir anayasalan kaldınp, yerine sındaki sözcülerinin Demirel çiz­
yen i anayasalar koyma gayret­ gisine rağbet etmemesi de son
lerinden vazgeçmektir . . . Yani derece anlamlıdır.
anayasaların değişmezliğini her­ İktisat siyasetine gelince.
kes kabul etmelidir, dokunul­ Bu alanda Demirel ve dostlan­
mazlığını sağlayacak. bir inanç, nın yaptığı çıkışlar, Özal'ın uy­
bir moral değer, bir şuur, bir gulamalanna· yönelttikleri eleş­
sahiplik tesis edilebilmelidir· tiriler ve önerdikleri •alterna­
lYeni Gündem, 28, 16-31 Ağus­ tif· politikalar, daha da çıplak
tos 1985 ) . IYenl Gündem der­ bir demagoji niteliğini taşımak.­
gisi bu cümlelerden birkaç sa­ tadır. Herşeyden önce, Demi­
tır önce gelen bir başka cüm­ rel'in son dönemde başvurduğu
leyi, ·Anayasalar semavi, gök­ bir eleştiri yönteminin demago.:
ten inen kitaplar değildir· cüm­ jik nieliğine dikkat çekmek ge­
lesini kapağına ana manşet rekir. Çeşitli yayın organlann­
olarak koymayı uygun görmüş- da yer alan demeçlerinde Demi­
,
türl ) rel, Dünya Bankası vb. kuruluş­
Demirel'in sözlerini hala lann verilerine yaslanarak,
çok kapalı bulanlar olabilir. Türkiye'nin, gelir bölüşümü,
Onlar da Çağlayangil'e kulak sağlık hizmetleri vb. toplumsal
vermeli: • 1982 Anayasası < . . . > refah göstergeleri açısından dün­
genel hatlan itibariyle demok­ yanın en kötü durumdaki ül­
ratiktir. Geçici maddeler olma­ keleri arasında yer aldığını be­
sa, 1982 Anayasası ihtiyaca gö­ lirtmektedir. Okuyucu buradan ,
re değişiklikler yapılır, ekseriyet Özal dönemi uygulamalannın
bulununca pekala Türk milleti­ ne kadar kötü sonuçlar doğurdu­
nin malı olur• lNokta, 6 Ekim ğunu anlayacak ve •ah Demi­
1985) . rel'in altın günlen bir geıi gel-,
Bütün bunlar birer rastlan­ se ! . diyecektir. 24 Ocak doğ­
tı mıdır? Ya da bu siyasal kad­ rultusundaki iktisat siyasetleri­
ronun tarihsel olarak geri si­ nin ve onlara eşlik eden sosyal
yasal kimliğinden mi ileri gel­ siyasetlerin, Türkiye'de çalışan
mektedir? Hayır, nedenler da­ sınıflar üzerinde büyük bir yı -
ha derinde yatıyor. Demirel eki­ kım oluşturduğu tartışmasız bi­
bi kendine söz hakkı ararken , çimde ortadadır. Ama emekçi­
temsil ettiği sınıflara da garan­ lerin bunu Demirel'den öğren­
tiler vermek zorundadır. Çünkü meye hiç mi hiç ihtiyacı yok­
Türkiye'nin hakim sınıflan 70' tur. Çünkü eğer Demirel'in söy­
li yıllann sorlarından beri de­ lediği gibi, Türkiye dünyada
mokrasiye karşı tavnnı açıkça •gelir dağılım en kötü 10 ülke
ortaya koymuştur. Yine de, bu arasında ve 8. sırada· yer alı-

221
yorsa lCumhuriyet, 25 Ağustos Özal çizgisinden hiç de farklı de­
1985 ) , bunun sorumluluğu bü­ ğildir. Üstelik bırakalım emek­
yük ölçüde Demirel'in kendisin­ çilerin sorunlannı , Demirel ve
de temsil ettiği toplumsal güç­ dostlan kapitalist birikimin yüz­
lerdedir. Çünkü Dünya Banka­ yüze kalmış olduğu derin so­
sı'nın yaptığı bu sıralamaya te­ runlar karşısında da Özal'dan
mel olarak alınan gelir dağılı­ farklı birşey önerecek durumda
mı çalışması Türkiye'de 1973 yı­ değildirler.
lında gerçekleştirilmiştir. Yani Nedir Demirel çizgisinin
Demirel'in başbakanlık yaptığı önerileri? Cumhuriyet'e yaptığı
ve bugün Türkiye'nin altın çağı en son açıklamada Demirel'in
olarak sunduğu 1965-71 döne­ ' kendisi Türkiye'nin •Plandan,
minin sonucu olarak ortaya çık­ ağır sanayiden ve sosyal ada­
mıştır bu durum ! Demirel'in letten• vazgeçemeyeceğini söy­
aynı görüşmede ·bugün Türki­ lüyor (25 Eylül 1985) . Bu söz­
ye'yi sanayileşmiş falan sayma­ leri •ciddiye almak mümkün
yın. Neyiniz var bugün?· yolun­ değildir· . Türkiye, Demirel' in
daki gözlemi de, yıllar boyu •sa­ plan adını verdiği orta ve uzun
nayileşen Türkiye. sloganını dönemli programlamadan Demi­
kendine silah yapmış bir poli­ rel hükümeti döneminde vaz­
tikacı için acı bir iflas ilanıdır. geçmiş, 24 Ocak 1980'de uygu­
Bugün uygulanmakta olan lamaya konulan yeni iktisat si­
iktisat siyasetine karşı Demirel yaseti programıyla ekonominin
ve izleyicilerinin önerdiği •al­ gelişimine piyasanın kör güçle­
ternatif. in demagojik karakteri rının hakimiyetini pekiŞtirme
ise çarpıcıdır. Gerek Demirel'in, yönünde keskin bir adım at­
gerekse DYP sözcülerinin ikti­ mıştır. Ağır sanayi edebiyatı,
sat siyaseti konusunda verdik­ Demirel'in 1980 öncesindeki
leri demeçlerde şaşmaz biçimde ·Türkiye Ortadoğu'nun manavı
tekrarlanan bir ortak yön mev­ kasabı olabilir· sloganı ve o
cuttur: kaçak görüşmek. Ken­ dönemdeki uygulamaları gözö­
dileriyle görüşen gazetecilerin nüne alındığında hiçbir inandı­
·peki, siz ne öneriyorsunuz?• ncılık taşımamaktadır. Sosyal
tipi sorulanna verdikleri cevap adalete gelince . . . Bu konuda en
hemen hemen istisnasız biÇim­ safdil Demirel muhiplerinin . bi­
de, ·Özal'ın uygulamalan kötü­ le fazla bir beklentileri olama­
dür. doğrultusunda olmaktadır. yacağını ummak, aşın bir ha­
Kendilerinin ne yapacaklanm yalcilik olnıMa gerek.
söylemekten kaçınmaktadırlar, Kimileri, Demirel'in 70'11
çünkü bu ekibin Türkiye'nin ça­ yıllann sonunda ve özellikle de
lışanlannın bugünkü yakıcı so­ 24 Ocak kararlannı uygulama­
runlan karşısındaki tavırlan ya koyduğu aşamada plandan,

222
ağır sanayiden ve sosyal adalet bir yana, bugünkü iktisat siya­
kaygılanndan çok uzak düşmüş setini 24 Ocak'a uygun olma­
olabileceğini kabul etmekle bir­ makla suçlamakta, gelecek için:
likte, bugün koşullann bu çizgi­ de 24 Ocak'ın doğrultusunu sa­
yi farklı bir yere getirmiş ola­ vunmaktadırlar. 24 Ocak konu­
bileceğini söyleyebilirler. O za­ sunda liberal bir düş dünya­
man onlara Demirel ve dostla­ sında yaşamayan herkes bunun
rının 24 Ocak konusunda bugün ne anlama geldiğini kendiliğin­
ne düşündüklerini kendi açıkla­ den değerlendirebilir.
ınalanndan izlemelerini öner­ Peki, bütün bu demagoj i bir
mekten başka birşey yapmaya ya.na, örneğin DYP'nin bugün
gerek yok: ·Ben demek istemi­ Türkiye insanına önerdiği somut
yorum ki 24 Ocak Kararlan Ey­ iktisat siyasetleri nelerdir? Bu
lül 1980'de görevini ifa etmiş ve konuda aydınlanmak isteyen
defteri kapanmıştı . . . ondan son ­ herkese, Yeni Gündem dergi-
ra bu süre içinde de bu karar­ sinde bugüne kadar yayınlan -
lann tatbikatı olacaktı tabii, mış en güçlü mizah yazısı ni­
açıkçasını söyleyeyim ki 1983 teliğini taşıyan bir görüşmeyi
Aralığından bu yana bugün ik­ canıgönülden tavsiye ederim.
tidarda olan hükümetin icra et­ -DYP Genel Başkan Yardımcısı
tiği kararlara 24 Ocak kararla­ ve Ekonomi Komisyonu Başka­
rı demek yanlıştır. CS. Demirel, nı sıfatını taşıyan İsmail Heral.
Cumhuriyet, 28 Temmuz 1985. derginin 16-31 Ağustos 1985 ta­
Bu satırların yer aldığı deme­ rihli 28. sayısında yer alan b ir
cin başlığının ·Demirel: 24 Ocak görüşmede, DYP'nin .alterna­
Kararlannın defteri 1980 Eylü­ tif. ini bütün · kapalılığıyla ser­
lünde kapanmıştır• olarak atıl­ gilemektedir. Yanlış okumadı­
ması .h�m bu dönemde yaygın nız: ·bütün açıklığıyla- değil
olan ruh durumunun iyi bir gös­ ·bütün kapalılığıyla• . Çünkü
tergesidir, hem de gazetecilik Heral, görüşmecinin kendisine
açısından ciddi bir talihsizlik.) somut olarak uygulamak iste­
Veya: ·Bugün 24 Ocak istikrar dikleri siyasetlerle ilgili olarak
kararlanndan bahsetmek müm­ yönelttiği her soruya tam bir
kü� değildir. Bugünkü sonuçlar casus filmi senaryosu mantı­
sayın Özal'ın kendi politikasının ğıyla cevap veriyor. Örneğin
neticeleridir• . C N . Kocayusufpa­ sanayileşmenin hangi kaynak­
şaoğlu, Cumhuriyet, 24 Ocak lardan sağlanacağını mı öğren­
1 985) .Örnekleri çoğaltmaya ge­ mek istiyorsunuz? Heral'ın ce­
r�k yok. Durum gün gibi açık: vabı: •$imdi efendim, bunu açık­
Demirel ve dostlan. Türkiye'nln lamak bizim için imkansız. Teh­
başına 24 Ocak programını ge­ likeli bir iş . . . İnsan yapacağı şe­
tirmekten pişmanlık duymak yi nasıl yapacağını söyler mi?

223
Bu başkalan için koz olur . . .• ral DYP'nin görüşlerinin mü­
Böylece Demirel'in öncelikleri kemmel bir sözcüsü. Çünkü
arasında başyeri alan •ağır sa­ DYP'nin iktisat siyasetleri ko­
nayi•nin gerçekleştirilme yön­ nusunda söyleyebilecekleri bun­
temlerinin bir ·devlet sım .. ol­ dan ibaret. lYenl Gündem de'

duğu ortaya çıkıyor. Heral ver­ Heral'la yapılan görüşmenin bir


gi artışına taraftar ama bunu başka yanına da değinmeden
nasıl yapacağını mı öğrenmek geçemeyeceğim: Yeni Gündem
istiyorsunuz? Elcevap: ·Müsaa­ muhabiri, Heral'a günlük kur
de ederseniz bunu söylemeye­ politikasından faiz politikasına
lim. Yani uygulama gizlidir .. . kadar en teknik aynntılara iliş ­
Bu sefer de DYP'nin, iktidara kin sorular sorduğu halde, üc­
geldiği takdirde, insanlardan retlere ve genel olarak emekçi
•çaktırmadan• Cbelki de casus sınıfların durumuna ilişkin tek
filmi senaryosuna uygun ola­ bir soru sormak aklına gelme­
rak gizli ajan kılığına sokulmuş miş. Sol eğilimli bir dergi için
vergi memurlan marifetiyle> n e yazık l >
vergi toplayacağını öğrenmiş Her komedinin ardında cid­
oluyorsunuz. Bu esrar perdesi­ di birşeyler vardır. Bu ciddi
nin ötesinde, Heral'ın ·beynel­ şeylere değinerek bitirelim biz
milel yetkili ağızlardan aynen de. Birincisi , iktisat siyaseti ala­
cümle nakli. yaparak dünya nında Cindoruk'dan Heral'a
bunalımının 1981 'de bittiğini dek DYP temsilcilerinin ağzın­
ilan etmesinden C l981 dünya bu­ dan düşmeyen Menderes-Demi­
nalımının en derin olduğu yıl­ rel modeli efsanesi tam bir al­
dır! > •Özal'da şu doğru değildir datmacadır. 1950-80 döneminde
dediğimiz zaman, onun tersi bi ­ Türkiye'nin sağ iktidarlannın
zim doğrumuzdur• türünden de­ tutarlı' ve bütünsel tek bir -mo­
rin gözlemlerine dek birçok del. izledikleri iddiasının yan­
açıklamasının tadını okuyucu lışlığı bir yana, o dönem boyun­
keyifle Cve ibretle> çıkarabilir. ca Türkiye kapitalizminin
Bütün bunlardan sonra, sözko­ Cönemli kesintilerle de olsa>
nusu partinin iktisadi konular­ canlı bir sermaye birikimi C ve
da sözcüsü rol ünün bu zata bir dolayısıyla hızlıca bir iktisadi
daha verilmeyeceğini ben şah­ büyüme> yaşamış olmasının te­
sen tahmin etme gafletinde bu­ melinde dünya kapitalizminin
lunmuştum. Yanılmışım: çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrasınd�
bu görüşmeden bir ay sonra uzun bir genişleme dönemi ya­
Cumhu riyet gazetesinin aynı şamış olmasının belirleyici bir
konuda.ki soruşturmasında da etkisi vardır. O günün . iktisat
D Y P soi.c usü Heral'dan başkası siyasetlerinin bugün aynen uy­
değil! Neden böyle? Çünkü He- gulanabileceğini savunmak için

224
dünyanın da, Türkiye'nin de haklannın bütünüyle sağlan­
hiç değişmemiş olduğunun var­ masından hiç de daha önemli
sayılması gerekir. Demirel ve değildir.
dostlarının çıkmazı, iktisat siya­
Bir de- taktik incelikleri
seti konusunda kend i fikirleri­
kendi tekellerinde sananlara
nin, başka bir siyasal kadro ile
bir çift söz: kitlesel bir demok­
birlikte iktidarda olmasıdır.
rasiye giden yolda, kapıların
ANAP ile AP arasındaki fark
sonuna dek güvenilemeyecek
bir •an• sorunudur. Canlı ser­
güçler tarafından aralanması
maye birikimi döneminde, bur­
bazı somut koşullarda mümkün
j uvazinin çıkarları geçmişte
kuşkusuz. Bunun aksini iddia
AP'nin izlediği iktisat siyasetini
etmek egemen güçleri farklılaş­
anlamlı kılıyordu. Bugünkü bu­
mamış, türdeş bir külçe gibi
nalım anı�da ise burjuvazi için
görmek olurdu. Ama bugün ki ­
geçerli olan , 24 Ocak'dır.
milerinin gözlerini kamaştı -
İkincisi, demokrasi alanın -
ran çıkışlara kanarak, demok­
da, Demirel'in (kuşkusuz kendi
rasiyi bu güçlerle birlikte -ara­
sınırlan içinde olumlu sonuçlar
mak da, onlann durduğu yerde
doğurabilecok olan> hak arayışı
durmayı kabullenmek demektir.
kimseyi aldatmamalıdır. Göz
Kendisine kulak verenleri sı­
kamaştırıcı çıkışlar, ·diri diri
gömülmeye. karşı zorunlu­
nırlı, tutarsız ve her an u daş­
maya hazır güçlerle stratejik bir
dur kuşkusuz. CDemirel'in Y.
ittifaka çağıranlan, iki acı so­
Donat ile yaptığı görüşmeden,
nuçtan biri bekler: ya bu güç-
Tercüman, 6 Eylül 1985) . Demi­
1'3r durduğunda/uzlaştığında
rel'in acelesi vardır çünkü Tür­
ilerlemek ve yalmz kalmak; ya
kiye tarihinde başka yasaklıla­
da onlarla birlikte durmak �e
rın kaderini yakından izlemiş,
muhalifçilik oynamak. Demok­
hatta o kaderin ,olumsuzluğun­
rasinin kapı aralığında kalmak
dan yararlanmıştır. Şimdi ken­
istemeyenler, ne şekilde olursa
di dostlannın kendisine aynı
olsun aralanmış kapılan, cesa­
şeyi yapmayacağından emin ol­
retle ve özgüvenle sonu,na dek
ması için hiçbir neden yoktur.
açmaya çalışmalıdır. Çünkü
Taktik mülahazalar şu gerçeği
milyonlar günyüzün e ancak
bir an bile unutturmamalı: sı­
açık kapılardan çıkabilir.
nırlı saYıda insanın siyasal
haklanmn iadesi, Türkiye'nin
milyonlarca insanının siyasal Can Ilgın

225
Wolfgang Abend roth' u n Anısına

Wolfgang Abendroth'u son aday olarak seçimlere katıla­


kez 1983 ilkbaharında Frank­ mayacaktı. Bir insanın, A vru­
furt'ta gördüm. Alman Posta pa'nın bağrında, düşüncelerini
Sendikası ile Eğitim ve Bilim açıklamasından ötürü mahküm
Sendikası, solcu sendikacılar ve edilişiydi bu olay. Kendisine
bilim adamlarıyla birlikte •Yar­ yüklenen suç, •eyalet hüküme­
gı ve Sendikalar• konulu bir tine karşı cebir• idi. Toplantı­
seminer düzenlemişlerdi. O sı­ nın amacı, bu hükmün yalnız
ralarda Frankfurt, yeni bir çevreci yurttaş inisiyatiflerini il­
uçuş pistinin inşası dolayısıyla gilendirmediğini, uzun dönemde
patlak veren şiddetli çatışma­ işçi hareketini hedef aldığını
larla çalkalanıyordu. Askeri ne­ &östermekti. Uzun dönemde
denlerle dayatılan uçuş pisti ya­ grevler de, ·hükümete karşı ce­
pımına karşı koyan Yurttaş İni­ bir· diye yorumlanabilir, ceza
siyatifleri , ·barışçı direniş• çağ­ hukuku kovuşturmasına uğra­
rısı yapmışlardı. yabilirlerdi.
Batı Avrupa burjuva d.e ­ Pr:-ofesör Abendroth'un bil­
mokrasilerinin demokratik hak­ dirisinin konusu · 194S'ten Önce
lar bakımından birer cennet ol­ Yargı ve İşçi Hareketi. idi. Bu

duklarının iddia edildiği Tür­ konuyu onun kadar yetkiyle ir-


kiye açısından da ilgi çekici sa­ deleyecek bir başkası buluna­
yılabilecek bir hüküm, Batı Al­ mazdı: Bu alandaki bilimsel ça­
manya'yı uğraştınyordu. Yu rt­ lışmaları, hukuk dalındaki ön
taş İnisiyatifleri'nin sözcusu eğitimi, en başta da kişisel ge­
Alexander Schubart, bir miting­ lişim tarihinden ötürü bu iş
de uçuş pistine karşı ·direniş· için biçilmiş kaftandı. işçi hare­
çağrısı yaptığı gerekçesiyle iki ketine bir ömür adamıştı; ad­
yıl hapis cezasına çarptırılmıştı . liyesi faşist katilleri serbest bı­
Avukat Schubart'ın aynca yur­ rakırken sosyalistleri acımasız­
taşlık haklan da elinden alın­ ca kovuşturan Weimar Cum,.
mıştı. Bundan böyle avukatlık huriyeti'ni kişisel tecrübesiyle
yapamayacak, seçmen ya da tanıyordu. Meslektaşlan Nazile-

226
rin yanında yargıç ve savcı tehlikeli bir siyasal tavır olarak
olarak sivrilirken yeraltı çalış­ nitelendirmektedir: KPO'ya gö­
masını, Alman faşizminin zin­ re bu çi�gi yükseliş halindeki
danlannı içinden öğrenmişti. faşizm karşısında jşçi örgütleri­
Beyaz saçlan, boğuk ama mü ­ ni parçalamaktadır. Thalhei·
cadeleci sesiyle adaletin, kapi­ mer'in faşizm tahlilleri, Abend­
talizm hüküm sürdük'e burju­ roth'u derinlemesine etkiler. Bu
va sınıfının elinde işçi hareke­ yazılarda burjuva egemenliğinin
tine karşı bir baskı aracı oldu- · -özellikle siyasal demokrasi
ğunu söylerken salonda çıt ile faşist diktatörlük arasında­
çıkmıyordu. Biliyorduk k i yal­ ki- değişik biçimleri tahlil
nızca süslü bir laf değildi bu , edilmekte, aynntılı sınıf tahlil­
onun yaşam deneyiminin, bi­ lerinin gerekliği vurgulanmak­
limsel bilgisinin özüydü. tadır. O sıralarda büyük işçi
Wolfgang Abendroth, sos­ partilerinin faşizm konusunda­
yal demokrat bir öğretmen ai­ ki yaklaşımının bir özelliği, fa­
lesinden geliyordu. Kendisinin şist tehlikenin küçümsenmesidir.
üzerinde derin bir etki bırakan KPO, gerçekçi, ama en sonun­
büyükbabası, <Almanya Sosyal da başarısız kalan bir ·faşizme
Demokrat Partisi> Bismarck dö­ karşı birleşik cephe· tasansıy­
neminde yasal kovuşturmalara la bu hakim anlayışa karşı dur­
uğrayan SDP'nin üyesiydi ve maya çalışır. Faşistlerin 1933'te
Alman işçi hareketinin, 1914 lktidan ele geçirmesinden son­
savaş çılgınlığına katılmayan ra Abendroth, KPO saflannda
azınlık kanadına mensuptu. yeraltı çalışmasına katılır; 1937'
Abendroth 1920'de , henüz 14 ya­ de Gestapo'ca tutuklanır. Dört
şındayken, Rosa Luxemburg'un yıl hapiste yattıktan sonra 999.
kurduğu KPD'ye üye olur. Ne ceza taburunda silah altı na alı­
var ki tepeden indirilen dog­ narak -buna bir ölüm müfreze­
malara hiçbir zaman boyun eğ­ si dense yeridir- Yunanistan'a
mez - ona göre Marksizm ba­ gönderilir. Gene de hayatta ka­
ğı�sız düşünen insanlan ön­ lır; Yunan partizanlanyla ve
gerektiren bir teorid ir. 1928'de EAM <Yuna.n Ulusal Kurtuluş
Brandler ile Thalheimer'in yö­ Cephesi) ile ilişkiler kurar.
netimindeki KPO'ya olan ya­ Savaş bittikten sonra SPD
kınlığı yüzünden partiden çı - üyesi olan Abendroth, Sovyet
karılır. KPO, işçi hareketinin , işgal bölgesinde kamu hukuku
partinin resmi •Sosyıtr'"' faşizm· profesörü olur ve adliye cihazı­
teorisi ve ·Devrimci Sendika nın büyük ölçüde Nazileri des­
Muhale.{.e._ti. propagandası, yani teklemiş olduğu bir ülkede an­
KPD eliyle ayn sendikalar ku­ tifaşist yargıçlar yetiştirilmesi
rulması yüzünden bölünmesini işine vazgeçilmez katkılarda bu·

227
lunur. Doğu Alman�a. bu eleş­ sal sıçramanın taşıyıcısı olabi­
tirici Marksiste tahammül ede­ lecek biricik gücün, işçi sınıfı
mez. Tutuklanmaktan kurtul­ olduğunu ve işçi sınıfının kafa­
mak için 1948'de Batı'ya kaçar. sında teorinin maddi bir güç
1951 'de Marburg'da siyaset haline gelmesinin �un bir sü­
bilimi profesörü olur. Dolaysız reci gerektirdiğini hiç unutmaz.
siyasal hesaplaşma. alanından Bu nedenle Abendroth, hayatı
sakınarak felsefe zeminine çe­ boyunca genç aydınlar ile eleş­
kilen Adorno ile Horkheimer tirici sendikacılan birbirin e yak­
bir yana bırakılacak olursa, Ba­ laştırmaya çalışır. İnsanlık tari­
tı Almanya'da kürsü sahibi tek hinin büyük özgürleşme müca­
Marksist Abendroth'tur. Soğuk delesini sürdürmek için bir alan
savaş ve KPD yasağı döneminin saydığı, Batı Almanya'da siya­
Federal Almanya'sında şiddetli sal demokrasinin savunulmasın­
saldınlara göğüs gerer. SPD da yararlıklar gösterir. Bütün
içind e Marksist görüşler uğru­ bir solcu üniversite doçentleri
na mücadele eden Abendroth, kuşağına hocalık eder. Alman
SDS <Alman Sosyalist Öğrenci işçi hareketinin dogmat.ik çar­
Birliği> için bir yardım dern�ği pıtmaya uğratılmamış eleştirel
kurduğu ve 1959 Godesberg teorisini koruyarak Weimar
programıyla SPD'nin kapitalist Cumhuriyeti'nden günümüze
topluma bütünüyle ayak uydur ­ öğrencilerine aktanr.
masına karşı çıktığı için 196l'de Büyükbabası ona bir za­
SPD'den ihraç edilir. manlar •asla işçi hareketinden
Anayasa hukukçusu Abend­ yolunu bulma, hep onun yolu­
roth, anayasal görüşleriyl e Al­ nu izle· demişti. Hayatı boyun­
man öğrenci hareketinin 1960- ca bu öğüde bağlı kaldı. Nere­
1968'.de olağanüstü hal yasaları­ deyse seksen yaşındayken., 15
na karşı yürüttüğü mücadele­ Eylül 1985 günü öldü *.

nin teorik araçlarını sağlar.


Ne var ki Abendroth , faşiz­ Ömer Erzeren
min ve Adenauer döneminin
yıktığı Marksist düşünce gele­
neğinin yeniden canlanmasına * Wolfgang Abendroth'un Sozlal­
katkıda bulunan öğrenci hare­ gescblcMe der europaelschen
ketinin, kısa dönemde güç iliş­ Arbelterbewerung adlı kitabı
kilerini değiştirebilme umudunu (Avrupa İşçi ..-reketlerl Tarihi,
ve bu ummaktan kaynaklanan çev. BWent özen, İstanbul, Göz­
yanılsamalannı hiçbir zaman lem Yayınlan, 1 974 ) , Ttlrkiye'dc
paylaşmaz. Gerçek bir toplum- yayımlanmıştır.

228
BU ANI

Bu anda şu iğneye bir sözün ipliğini geçirmeye çalışıyorum.


Ama biçimlendiremiyorum bu sözü,
o yüzden bir yama yapmaya koyuluyorum.
Ünlü kara.met sahiplerinin
ilan ettikleri mucizelerin hiçbiri gerçekleşmedi,
·

ve seneler çabucak geçiyor.


Hiçbirşeyden birazcığa, ve rüzgar hep karşıdan;
n·a uzun yol bu , içdaralması ve sessizlik dolu.
Ve işte neredeysek oradayız;
daha iyi bunu bilmek
ve ayaklarımız yerde dile getirmek;
ve kendimizi, gürültülerin sözcükleri boğduğu,
ayna oyunlarının yaşamı yarı çarpıttığı
bir kuşku ve red çağının mirasçıları ilan etmek.
Neye yarar pişmanlık ve şikayet?
Ya o sokağa çıkarken
boyunbağımız ve yeleğimiz gibi üstümüze geçirdiğimiz
kayıtsız melankolik hava?
Neyimiz varsa oyumuz var sadece, hepsi bu:
somut tarihi n bize düşen alanı,
ve bu alanı yaşamak için minicik bir köşe.
Ayağa kalkalım yeniden !
Duysunlar gür ve görkemli sesimizi !
Yüksek sasle ilan edelim kim olduğumuzu
ve bütün dünya dinlesin !

Çünkü daha önümüzde lıerşey,·


ve herşey mümkün.

Salim kafayla düşünelim


hiç bekl·anmedik yankılar yayan bu dinginliği.
Salim kafayla ve esinlenerek düşünelim,

220
dQldursun bu anın somut alanını,
hiçbir sürprize yer tanımayan bu alanı,
herşeyin yaşlı, mahzun ve zorunlu olduğu bu alanı.

Çok oluyor biz sayfayı çevireli ama


bazıları inat ediyor aynı bölümü okumakta!

İşin sım, belki de, hiçbir sır olmadığı;


bu yoldan o kadar çok geçtik ki
kimsenin şaşıracağı birşey kalmamış olmalı.
kırmak g-arek belki de alışkanlıkları

Kimbilir, belki de bilmiyoruz yara rlanmayı


bu anda elimizde olan azıcık şeyden bile !

4
Çok yavaş döner bostan dolabı,
yıllar geçer. . . yüzyıllar geçer. . . doruğa yükselene kadar su
ve, şanlı bir biçimde, ilan edene kadar
birlik içinde duruluğu.
Çok yavaş iner sonra kovalar
yukarıya çıkartmak için yeniden suyu.

Böyledir işte tarihin yazılışı.


Bu nu bilmek kimseyi şaşırtmamalı, düş kırıklığına uğratmamalı.

Çok sık bakıyoruz geriye


ve tek bir davranışla ele veriyoruz bitkinliğimizi, içdaralmamızı.
Biz i yiyip bitiren geçmiş özlemi bulutlandırıyor bakışımızı,
kaskatı donduruyor duygularımızı.
·
Bütün yalnızlıklar arasında işti en karanlığı,
en zalimi, en ısrarlısı, en acısı.

Bunu da bilmek gerek, bilmek gerektigi gibi


ışıklı ve mümkün bir geleceği düşün meyi.

6
Kim yaratabil ir bizden başka - herbirimizden, sırayla -­

bugünün sınırlarından yola koyularak


bütün rüzgarların coştuğu bir aydınlık alanını,
bütün seslıarin çınladığı bir rüzgar alanını?

230
Hep birlikte lekeliyor bizi yaşam;
hep birlikte ve bütün yönleriyle.

Ne olmak istiyorsak onu olacağız.


Boşunadır alevden kaçışımız
eğer alev bizi haklı kılıyorsa.

Ne yer var, ne ad, ne de yeterli alan


ağaçlan yeniden dikmek için
ne de gerisin geriye akacak ve bizi yine ayağa kaldıracak
bir nehir, unutkanlığın ötesinde.
Hepimiz biliyoruz, geri dönülebilecek boş bir alan yok,
ne de tehlike anında bulunabilecek bir iz denizde.

Bütün yollar boyunca taşlar dizelim,


somut taşlar olsun, derinlikli, doyurucu.

Sırlar paylaşacağız, arzular paylaşacağız, soyluca;


gizlice kökleşeceğiz
yaşamamıza izin verilen zaman alanında.
Tasarılar paylaşacağız, tasalar paylaşacağız,
keyifler ve fela.ketler, sınır tanımaz bir onurlulukla,
suyu ve susuzluğu paylaşacağız, sevgiyi ve sevgisizliği.

İşte bütün bunlardır, ve daha birçok şey,


gizli bir inancı, özlediğimiz berraklığı verecek olan bize.

Elimizde zamanın anahtarı ve acıyla, sabırla,


işte böyle kazanmalıyız
onca zamandır gözüpek verdiğimiz savaşı.
Elimizde zamanın anahtarı ve belki de teker teker,
toplayarak herbirimizde hepimizin gücünü
ve fışkırtarak bu gücü dı41arı.

Günlük yaşamın denizinde iz üstüne izle,


şafağı arayan bir iradeyle, adım üstüne adımla.

10

Ne bolluk içinde yüzen bir Doğu var,


ne de görkemli bir Batı.

231
Bilmek daha iyi, varolmadığını büyük sırların
ve de bizi koruyacak dev kana �lı bir ankanın;
ve yine varolmadığını,
sayısız karanlık kahinin
belli belirsiz biı· sesle tekrar tekrar ilan ettiği şeylerin.

Bir elimizi ötekinin yanına. koyalım,


güç katacaktır yıllar her bir davranışımıza,

11

Rüzgardan ve unutkanlıktan koruduk


hep birlikte büyüdüğümüz ve savaştığımız
bazı alanlan. bazı tasanlan.
Ya şimdi, hangi iç karartıcı yadsımadır, hangi uyuşukluktur,
eskiden bize mücadeleyi neredeyse arzulata.-.ı. coşkunun
yenilenmiş ateşini söndüren?

Yıllar ötesinden çağırıyor bizi,


bir umut ve canlılık zamanının taşkın ışığı.

12

Altına dönüştüreceğiz sessizliği


ve ateşe sözcükleri.
Yağmur birikiyor bu dönüşün kabuğunda
ve çabalar siliyor ayrıcalıkları.
Çıkıyoruz yavaş yavaş o derin kuyudan, tutunarak sarmaşıklara,
ama sıyrılmış değiliz belalardan hala.

Sevgiye dönüştüreceğiz o eski ıstırabı,


ve tarihe bırakacağız bu görkemli mirası.

Miquel Marti Pol

232

You might also like