You are on page 1of 158

T.C.

EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DÜNYASI SOSYAL, EKONOMİK VE SİYASAL İLİŞKİLER

ANABİLİM DALI

STALİN İKTİDARINDA SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN


KAFKASYA POLİTİKASI (1924-1953)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN

Tayfun BECEREN

DANIŞMAN

Prof. Dr. Abdullah TEMİZKAN

İZMİR - 2020
i

ÖNSÖZ

Uzun bir süre Çarlık ve Sovyet rejimlerinin tahakkümü altında kalan Kafkasya,
Lenin’in ölümü üzerine Komünist Parti liderliğini ele geçiren Josef Stalin ile yeni bir
sürece girmiştir. Stalin’in Kafkasya’da takip etmiş olduğu siyaset, bölgenin etnik,
siyasal ve sosyokültürel gerçekliklerini temelden sarsmıştır. Kafkasya’da bugün hala
geçerliliğini sürdüren mevcut çatışma durumunun başat nedeni konumunda bulunan bu
tahribat, bu açıdan değerlendirildiği takdirde konjonktürel bir mesele olmanın ötesine
geçerek günümüz Kafkasya’sının temel dinamiklerini meydana getiren amiller arasında
yer almıştır. Dolayısıyla Stalin’in bölge özelinde izlemiş olduğu politikadan bağımsız
bir Kafkasya çözümlemesi mümkün değildir.

Bu tezin ana içeriğini, Sovyetler Birliği’nin Stalin iktidarı süresince (1924-1953)


Kafkasya’da tatbik etmiş olduğu siyaset teşkil edecektir. Bununla birlikte, birbirlerinden
ayrı değerlendirilmesi mümkün olmayan süreçler olmaları hasebiyle, Çarlık Rusyası ve
erken dönem Bolşevik idaresinin de bölgede hayata geçirmiş oldukları uygulamalara
değinilerek, Stalin yönetimine devretmiş oldukları Kafkasya mirası üzerine çıkarımda
bulunulmaya çalışılacaktır. Böylesine bir çalışmaya, Kafkasya’nın makus tarihinin tüm
hatlarıyla gün yüzüne çıkarılması, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerine mensup
araştırmacılarca tarihçi gözüyle yapılan bir çalışmaya ihtiyaç duyulması ve oryantalist
bakış açısıyla yapılan Batı ve Rus orijinli çalışmalara objektif bir alternatif gerekliliği
nedenleriyle ihtiyaç duyulmaktadır. Bu münasebetle, kendi bağlam ve tarihi şartlarına
sadık kalarak ele aldığımız bu araştırmada, hermenötik yaklaşım çerçevesinde mevcut
eksikliği gidermeye çalışacağız.

Bu çalışmayı yaparken maddi ve manevi desteklerini benden bir an olsun


esirgemeyen anne ve babama, yol göstericiliği ile tez süresince bana ışık tutmuş olan
danışmanım Prof. Dr. Abdullah Temizkan’a ve gerçekleştirdiğimiz sohbetler
aracılığıyla akademik açıdan zihnimde yeni ufuklar açan kıymetli hocam Prof. Dr.
Yahya Kemal Taştan’a sonsuz minnet ve teşekkürlerimi iletirim.

Tayfun Beceren

İzmir - 2020
ii

ÖZET

STALİN İKTİDARINDA SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KAFKASYA POLİTİKASI


(1924-1953)
Beceren, Tayfun
Yüksek Lisans, Türk Dünyası Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Anabilim Dalı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Abdullah Temizkan
Haziran, 2020

Kafkasya’nın kaderini tayin eden büyük medeniyetler arasında Rusları yakın


mercek altına almak gerekmektedir. Tarihsel serüvenlerine yurtsuz bir orman kavmi
olarak başlayan Ruslar, zaman içinde tarih basamaklarını hızla tırmanarak Kafkasya’ya
komşu olacak şekilde büyük bir imparatorluk ve medeniyet inşa etmişler ve bölgede
hâkim güç konumuna gelerek, imparatorluk olmanın gerekliliklerinden biri olduğu
üzere yayılmacı bir siyaset izlemeye başlamışlardır. Kafkasya’nın ve yerel halklarının
bu emperyalist politikadan olumsuz anlamda derinden etkilendiği aşikardır.

1917 yılına gelindiğinde ise Kafkasya halkları mühim bir gelişme ile derinden
sarsılmıştır; zira insanlık tarihinin en önemli hadiselerinden biri olarak kabul
edebileceğimiz Rus Devrimi gerçekleşmiş ve Kafkasya halkları için iktidar figürü şekil
değiştirmiştir. Sovyetler Birliği’nin Kafkasya’daki iktidarı, hemen yer periyodunda
bölge halkları üzerinde yoğun tahribata neden olmuş olmakla birlikte Stalin döneminin
ayrı bir parantez içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle tezin ana
içeriğini, Stalin’in Kafkasya’da takip etmiş olduğu politika ve söz konusu bu politikanın
Kafkas halkları üzerindeki yansımaları teşkil edecektir.

Anahtar Kelimeler: Sovyetler Birliği, Stalin, Kafkasya, Kolektivizasyon, Sovyet


İnsanı Yaratma Projesi, İkinci Dünya Savaşı, Etnik Temizlik, Tehcir.
iii

ABSTRACT

THE CAUCASUS POLICY OF THE SOVIET UNION DURING THE STALIN ERA
(1924-1953)

Beceren, Tayfun
M.A., Department of Social, Economic and Political Relations in Turkish World
Supervisor: Prof. Dr. Abdullah Temizkan
June, 2020

Among the great civilizations that determined the fate of the Caucasus, it is
necessary to put the Russians under close scrutiny. Even though the Russians started
their historical adventure as a stateless forest tribe, they've managed to establish one of
the greatest empires and civilizations that ever existed to be adjacent to the Caucasus
and then started to follow an expansionist policy as being an empire requires so. It is
evident that the Caucasus and its local people are deeply affected by this imperialist
policy.

By 1917, the peoples of the Caucasus were deeply shaken by an important


event. This trauma caused by the Russian Revolution, which we can regard as one of the
most important experiences in the history of humanity, has enabled the power figure to
change its shape for the peoples of the Caucasus. Although the Soviet Union's practices
in the Caucasus caused intense destruction on the peoples of the region in almost every
period of itself, the Stalin era particularly should be analyzed in depth. Therefore, the
main content of the thesis will be the policy Stalin has implemented in the Caucasus and
the reflections of this policy on the Caucasian people.

Key Words: Soviet Union, Stalin, Caucasus, Collectivization, Homo Sovieticus, World
War II, Ethnic Cleansing, Deportation
iv

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ………………………………………………………………………………….i

ÖZET…………………………………………………………………………………...ii

ABSTRACT……………………………………………………………………………iii

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………...iv

KISALTMALAR……………………………………………………………………....vi

GİRİŞ

KAFKASYA’NIN ETNİK VE COĞRAFİ YAPISININ GENEL


DEĞERLENDİRMESİ VE JEOPOLİTİK KONUMUNUN TAHLİLİ

I. KAFKASYA’NIN COĞRAFİ YAPISI VE BU YAPININ BÖLGE İÇİN İFADE


ETTİĞİ ANLAM……………………………………………………………………......1

II. KAFKASYA ETNİK MOZAİĞİNE GENEL BİR BAKIŞ……………………….....8

III. KAFKAS HALKLARININ ETNİK KÖKENLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞ VE


DEĞERLENDİRMELER…………………………………………………………........11

IV.JEOPOLİTİK ÖNEMİ AÇISINDAN KAFKASYA………………………..............19

BİRİNCİ BÖLÜM

STALİN İKTİDARINA DEĞİN KAFKASYA

1. ÇARLIK RUSYASI’NIN KAFKASYA’YI İŞGAL SÜRECİ……………………...22

2. 1917 RUS İHTİLALİ VE BOLŞEVİKLERİN ERKEN DÖNEM KAFKASYA


SİYASETİ……………………………………………………………………………...39
v

İKİNCİ BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINA KADAR KAFKASYA

1. ETNİK PARÇALAMA……………………………………………………………...47

2. SOVYET İNSANI YARATMA PROJESİ VE MİLLİYETLER SİSTEMİ.…….….53

3. SOVYET KOLEKTİVİZASYON PROGRAMI…………………………………….64

4. PROMETE BİRLİĞİ VE KAFKAS DİASPORASI………………………………...77

5. 1936 SOVYET ANAYASASI’NIN KABULÜ……………………………………..82

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA KAFKASYA

1. HARBİN KAFKASYA’DA YANSIMALARI……………………………………...86

2. HARP SONRASI SÜRGÜN VE KATLİAM……………………………………...102

SONUÇ………………………………………………………………………...……..115

KAYNAKÇA…………………………………………………………………...…….119

EKLER……………………………………………………………………………….137

ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………….150
vi

KISALTMALAR

çev. Çeviren

ed. Editör

der. Derleyen

haz. Hazırlayan

bkz. Bakınız

s. Sayfa numarası

ss. Sayfa numara aralığı

yy. Yüzyıl

TDVİA Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği


GİRİŞ

KAFKASYA’NIN ETNİK VE COĞRAFİ YAPISININ GENEL


DEĞERLENDİRMESİ VE JEOPOLİTİK KONUMUNUN TAHLİLİ

Kafkasya’nın Coğrafî Yapısı ve Bu Yapının Bölge İçin İfade Ettiği Anlam

Kafkasya, doğal sınırları batıda Karadeniz, doğuda ise Hazar Denizi’ne ulaşan,
Alp dağ silsilesinin bir uzantısı olan ve ortalama uzunluğu 1200 kilometre, genişliği ise
160 kilometreyi bulan Kafkas sıradağları tarafından kuzeybatı ve güneydoğu yönünde
ortadan ikiye ayrılmış bölgeye verilen isimdir. 1 Kuzeyde aşağı Don ve İdil, güneyde
Aras Irmağı, batıda Karadeniz ve doğuda Hazar Denizi doğal sınırları içerisinde yer
almakta olup, kuzey–güney istikametindeki sınır noktaları arasındaki mesafe kuş uçuşu
600 kilometre kadardır. 2

Bölge, 45-40 kuzey enlemleri ve 36-49 boylamları arasında yer almakta olup 3
aynı zamanda, konumu itibari ile Asya ve Avrupa arasında konumlanmakta ve coğrafî
sınıflandırma açısından bu iki kıtayı birbirinden ayıran bölge olma özelliğini
göstermektedir. 4 Teknik olarak incelendiğinde hem Asya’da hem de Avrupa’da toprağı
bulunan Kafkasya, coğrafî yapısı itibariyle dağlar, dağ etekleri, akarsular, göller, ovalar,
platolar ve vadilerden meydana gelen kompleks bir yapıya sahiptir. Söz konusu bu
coğrafî oluşumların bölge içerisindeki dağılımı, hiç şüphesiz buradaki demografik
yapıyı da doğrudan şekillendiren amiller arasında yer almaktadır.

Kafkasya’nın coğrafî taksimi noktasında muhtelif görüşler ve tartışmalar


olmakla birlikte bölge, uluslararası coğrafî literatürde Kuzey ve Güney Kafkasya olmak

1
Д. С. Асоян, М. Н. Петрушина ve В. Е. Хаин, ‘‘Большо́й Кавка́з’’, Большая Российская
Энциклопедия, Том: 4, Москва, 2006, c.5.
2
James Forsyth, Kafkasya, çev. Timuçin Binder, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2019, s.32.
3
Abdullah Temizkan, Araftaki Kafkasya, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2018, (araf), s.72.
4
Selda Kılıç, ‘‘Kafkasya’ya Dair (1916-1917) Osmanlı İstihbaratının Yayımladığı Bir Rapor’’, Tarih
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 34, Sayı: 58, 2015, s.689.
1
üzere iki bölümde ele alınmaktadır. 5 Bu sınıflandırma, bölgenin sosyolojik realitesinden
bağımsız olarak sadece coğrafya disiplini içerisinde değerlendirildiği takdirde yanlış
değildir; zira bölgeyi paralel uzantısıyla adeta ikiye bölen Kafkas dağ silsilesi, Kuzey ve
Güney Kafkasya’nın sadece etnik ve sosyolojik yapısının birbirinden farklı olmasına
yol açmamış, aynı zamanda iklim, akarsular, yükselti, bitki örtüsü vb. coğrafî özellikler
bakımından da iki bölgeyi birbirinden ayırmıştır ki bir anlamda etnik ve sosyolojik
başkalaşıma neden olan ana unsurun coğrafî yapı arasındaki nüanslar olduğu da
söylenebilir.

Bununla birlikte bölgenin, çevresindeki komşu siyasî teşekküllerce ve Batı


medeniyetlerince farklı isimler ile ifade edildiği de unutulmamadır; zira Ruslar
tarafından Kuzey bölümü Kavkaz, güney bölümü ise Zakavkaz olacak şekilde
tanımlanırken Türkler tarafından kuzeyi Şimali Kafkasya, güneyi de Maverâ-yı Kafkas
olarak tarif edilmiştir. Batı literatüründe ise bölgenin kuzeyi için isimlendirme
değişmezken, güneyine Transkafkasya adı verilmiştir. 6 Görüldüğü üzere yapılan tüm
tanımlamalarda Güney Kafkasya yerine kullanılan tabir, kelime anlamı olarak Kafkas
Ötesi anlamına karşılık gelmektedir.

Bölge, coğrafya disiplininin kapsama alanının dışına çıkılarak etnoloji, sosyoloji


ve siyaset gibi farklı disiplinlerin bilimsel kaygıları göz önüne alındığında farklı
şekillerde de tasnif edilmiştir. Bununla birlikte söz konusu bu sınıflandırmalar, genel
geçerliliği olmayan ve spesifik kullanıma hitap eden niteliktedir. Kafkasya’nın tasnifi
noktasında en sık başvurulan yöntem ise, salt coğrafya disiplini ile etnik kaygıları
harmanlayan yaklaşım olmuştur. Buna göre, Kafkasya olarak değerlendirebileceğimiz

5
Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği adlı eserinde Kuzey ve Güney Kafkasya isimlendirmelerinin bölgenin
sosyokültürel ve etnolojik realitesinden uzak olduklarını ve masa başında oluşturulduklarını belirtmiştir.
Tavkul, Kafkasya olarak adlandırılan bölgenin sadece Kuzey Kafkasya’dan ibaret olduğunu ve bu
bölgenin güneyinde kalan kısmın Güney Kafkasya olarak adlandırılamayacağı noktasında eleştiride
bulunmuş ve bunun yerine Kafkas Ötesi isimlendirmesinin kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak
Kafkas Ötesi’nde yer alan Abhazya’nın ve Osetya’nın bazı bölümlerinin sosyokültürel ve etnik anlamda
Kafkasya mozaiğine dahil olduğuna da dikkat çekmiştir.
6
Enis Şahin, ‘‘Ana Hatlarıyla Türklerin Kafkasya Politikaları Başlangıçtan Günümüze Bir
Değerlendirme’’, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 71, 2015, s.468.
2
saha, kendi içerisinde Abhazya, Dağıstan, Osetya, Adigey-Kabardey, Çeçen-İnguş ve
Karaçay-Malkar bölgeleri olmak üzere altı mıntıkaya ayrılmaktadır. 7

Kafkasya arazi yapısı açısından ele alındığında ise Dağlık Kafkasya, Orta
Kafkasya ve Ova Kafkasya’sı olmak üzere üç bölümde incelenmiştir. Bu taksime göre
Dağlık Kafkasya, Kafkasya’yı ortadan ikiye ayıran sıradağların kapladığı bölüme
verilen isimdir. Çok çetin şartların geçerli olduğu bu kısımda yükselti oldukça fazladır.
Bununla birlikte dağların 2.500 metre rakımına kadar olan bölümleri ormanlara ev
sahipliği yapmaktadır. 8

Orta Kafkasya şeklinde isimlendirilen bölüm, Kafkas sıradağlarının ovalara


doğru uzanan kısımları tarafından meydana gelmiştir. Orta Kafkasya’nın Çeçenya
bölgesine denk gelen kısmı heyelan sonucu oluşmuş olup akarsular aracılığıyla asıl
silsileden ayrılmıştır. Bu bölgenin Dağıstan parçası ise kuzeye doğru uzanan volkanik
bir araziden oluşmuştur. 9

Ova Kafkasya’sı olarak ele alınan kısmın oluşumunda Terek, Kuban ve Sulaksu
gibi ırmakların ve de kollarının etkisi büyük olmuştur. Bu akarsuların tarihsel süreç
içerisinde meydana getirmiş olduğu deltalar, bölge arazisini verimlilik açısından diğer
kısımlardan avantajlı konuma getirmiştir. Ancak mevzubahis akarsuların kuzeyinden
Don ve İdil’e kadar uzanan kısım, Kuma ırmağı mıntıkası haricinde step arazi yapısına
sahiptir. 10

Karadeniz ile Hazar denizi arasında paralel bir şekilde uzanan sıradağların
meydana getirdiği Kafkasya, dünya üzerinde jeomorfolojik yapısı en kompleks ve en
engebeli bölgelerden biri olma özelliği göstermektedir. Bu çerçevede
değerlendirildiğinde, Kafkas Dağlarının bir anlamda bölgede meydana gelen beşerî her
türlü gelişmenin odak noktasında olduğu fikri savunulabilir.

7
Ufuk Tavkul, ‘‘Linguistik ve Genetik Yapı Etrafında Şekillenen Kafkasya’da Etnik Topluluklar ve
Kafkasyalılar Kimliği’’, Yeni Türkiye Dergisi, Kafkaslar Özel Sayısı, Sayı: 71, 2015, (lin) ss.45-46.
8
İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1958, s.6.
9
Berkok, ss.6-7.
10
Berkok, s.7.
3
Kafkas halklarının buradaki dağ silsilesi ile olan münasebeti göz önüne
alındığında, karakteristik niteliklerini ve belki de tüm varlıklarını bu dağlara borçlu
oldukları görülmektedir. 11 Bölgedeki engebeli yapıyı meydana getiren ana unsur olarak
kabul edebileceğimiz Kafkas Sıradağları, bölge içi ulaşımı, haberleşmeyi ve kültür
alışverişini minimize etmiştir. Bununla beraber, Kafkasya orijinli dağlı halklara ev
sahipliği yapması dolayısıyla homojen yapının göreceli olarak korunmasına ve mevcut
etnik ve sosyokültürel yapının sürdürülebilirliğine yardımcı bir unsur olmuştur.

Kafkas Sıradağları, teknik olarak incelemeye tabi tutulduğunda, genç Alp


kıvrımlarının bir uzantısı olduğu ve volkanik açıdan aktif olduğu görülmektedir. 12 Tepe
noktaları yükseltiden ötürü neredeyse tamamen buzul ile kaplı bu dağlar, yeryüzünde
1424 kilometrekare gibi muazzam bir alan işgal etmektedir. 13 Aynı zamanda Hazar-
Karadeniz berzahının iskeletini de meydana getirmiş olan 14 söz konusu bu sıradağların
oluşumunda, buzul çağında meydana gelen aşındırmaların etkisi büyük olmuştur. 15

Kuzey Kafkaslar ve Güney Kafkaslar şeklinde iki bölümde ele alınan Kafkas
Sıradağları, aynı zamanda Büyük ve Küçük Kafkaslar şeklinde de adlandırılmaktadır.
Kuzeyde kalan ve Büyük Kafkaslar şeklinde isimlendirilen dağ silsilesi, Karadeniz ve
Hazar Denizi arasında 1.200 km kilometre kadar uzunluğa ve ortalama 160 kilometre
genişliğe sahip olup, kuzeybatı ve güneydoğu yönünde; Taman ve Apşeron
Yarımadaları güzergahında konumlanmaktadır. 16 Büyük Kafkaslar, aynı zamanda
Kafkasya’yı fiziki olarak ortadan ikiye böldüğü kabul edilen dağ silsilesi olarak da
bilinmektedir. Bu sıradağların 1.000 kilometrelik bölümünde ortalama yükselti 2.000

11
John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, çev. Sedat Özden, Kayıhan Yayınları,
İstanbul, 1996, s.19.
12
Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, İstanbul, 2015, (ger) s.25.
13
Hakan Altın, XIX. Yüzyıl Batı Anadolu Bölgesine Kafkas Göçleri, Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Tarihi Programı, Yüksek Lisans Tezi, Denizli, 2019,
s.5.
14
Forsyth, s.30.
15
Tavkul, (ger), s.26.
16
Elvin Valiyev ve Doğan Yörük, ‘‘Güney Kafkasya’da Osmanlı Hakimiyeti (1723-1735)’’, Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 40, 2016, s.17.
4
metreden aşağıda değil iken, orta bölümlerde ise 5.000 metreye ulaştığı
gözlemlenmektedir. 17

Kafkas sıradağlarını meydana getiren dağ silsilesinin ikinci ayağı olan Küçük
Kafkaslar, Transkafkasya yani Kafkas Ötesi olarak tarif edilen bölgede konumlanmıştır.
Volkanik alanlar, ovalar, yükseltinin 4.000 metreyi geçmediği dik yamaçlı dağlar ve söz
konusu bu dağların arasında bulunan çöküntülerden meydana gelen bu dağ silsilesi18,
yekpare bir yapıdan ziyade küçük parçaların bir araya gelmesiyle oluşan bir sıradağ
görünümü ile karşımıza çıkmaktadır.

Kafkasya, akarsu ve göl şebekesi bakımından da oldukça özel bir yapıya


sahiptir; zira tıpkı Kafkas Dağlarında olduğu gibi, bölgenin demografik ve kültürel
şekillenmesinde doğrudan etkisi olan doğal coğrafî oluşumlar arasında yer
almaktadırlar. 19 Akarsuların bu noktada oynadığı mühim rolü, iletişimin ve ulaşımın
hayli zor olduğu böylesine bir bölgede ulaşıma verdiği destek ve tabii yapısı gereği
meydana getirdiği vadilerin etkileşime olan pozitif yansıması şeklinde açıklamak
mümkündür. Dağlarda bulunan buzul ve karlardan beslenen akarsu ve kolları,
birbirlerine eklemlenerek devasa nehirleri meydana getirmiştir. Öyle ki Kuban, Terek,
Kuma gibi pek çok nehrin kesişme noktasında bulunan Nalçik, Adigeler tarafından su
ambarı manasına gelen psıgöen şeklinde adlandırmışlardır. 20

Başta tektonik yapıdakiler olmak üzere doğal göller açısından da hayli zengin bir
bölge olan Kafkasya 21, çeşitli ebatlarda pek çok göle ev sahipliği yapmaktadır. Bu
göllerin oluşumunda Kafkas Sıradağlarının volkanik yapısı hayli etkili olmuş olmakla
birlikte, varlıklarını devam ettirebilmeleri bölgedeki yoğun akarsu şebekesi ile
açıklanmalıdır; zira mevzubahis göller, akarsular aracılığı ile Karadeniz, Azak Denizi ya
da Hazar Denizi gibi daha büyük su şebekelerine eklemlenmekte ve dolayısıyla bunlar
tarafından beslenmektedir.

17
Tavkul, (ger), s.25
18
Davut Dursun, ‘‘Kafkasya’’, TDVİA, Cilt: 24, İstanbul, 2001, s.157.
19
Temizkan, (araf), s.76.
20
Temizkan, (araf), s.76.
21
М. Н. Петрушина, ‘‘Кавказ’’, Большая Российская Энциклопедия, Том: 12, Москва, 2008,
c.356.
5
Bölgede yer alan geçitler de Kafkasya’nın etnik, sosyolojik, ekonomik ve siyasî
yapısını doğrudan etkileyen coğrafî oluşumlar arasında yer almaktadır. Bölgeler arası
veya lokal ticaretin sorunsuz işlemesi, kavimler arası kültürel etkileşimin sağlanması,
merkezi yönetimin çeperler üzerindeki kontrolü ve makro ölçüde gerçekleştirilen askerî
harekatların potansiyel başarısı için, geçitlerin varlıklarının ve denetimlerinin sahip
olduğu hayatî önem göz önüne alındığında, özellikle Kafkasya gibi arazi yapısının hayli
çetin olduğu coğrafyalarda bu oluşumların oynadığı rol daha büyük olmuştur.

Kafkasya özelinde, söz konusu mıntıkaya hâkim olma ülküsü dahilinde ele
geçirilmesi ve kontrol edilmesi zaruri yapılar olmalarının yanı sıra, bir anlamda
insanoğlunun doğaya karşı vermiş olduğu mücadeleye yardımcı olma özelliği de
gösteren bu geçitler, jeostratejik açıdan mühim bir noktada yer almaları ve bölgedeki
toplu geçişlere olanak tanıyan yapıları hasebiyle, dünya siyasî tarihinin şekillenmesi
noktasında göz ardı edilemeyecek bir etkiye sahip olmuşlardır. Özellikle Avrasya
kökenli bozkır kavimlerinin, bu belenler vasıtasıyla geçiş yaptıkları bölgelerde
gerçekleştirmiş oldukları faaliyetler göz önüne alındığında, Kafkasya geçitlerinin ne
denli önem arz ettiği karşımıza çıkmaktadır. 22

Kafkasya, arazi yapısı itibariyle pek çok doğal geçide sahiptir. Öyle ki, bölgede
çeşitli genişlik ve uzunluklarda, kullanım amaçları değişiklik gösteren 70 kadar geçit
olduğu bilinmektedir. 23 Bunlar arasında tarihi, coğrafî ve stratejik anlamda en çok önem
arz edenler, Argun Vadisi’nde yer alan ve Terek Irmağı rotasını takip eden Daryal
Geçidi ile Hazar Denizi kıyısında konumlanan tarihi Derbent Geçidi olmuştur. 24 Söz
konusu bu iki doğal geçit, tarih boyunca Kafkasya’da ve çevre bölgelerde meydana
gelen siyasî ve beşeri pek çok gelişmede rol sahibi olmuştur. 25

22
Taşkın Deniz, Siyasî Coğrafya Penceresinden Güney Kafkasya’nın Zorunlu Dönüşümü, Pegem
Akademi Yayınları, Ankara, 2015, s.9.
23
William Edward David Allen ve Paul Muradoff, Türk- Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1966, s.6, Aktaran: Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-
1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s.15.
24
Temizkan, (araf), ss. 74-76.
25
Oktay Özgül ve Nezahat Ceylan, ‘‘Eskiçağda Kafkasya Geçitleri (Daryal ve Derbent)’’, Akademik
Tarih ve Düşünce Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 13, 2017, s.33.
6
Tarihsel süreç içerisinde Araplar tarafından karakol manası taşıyan Bab’ül
Ebvâb, Farslarca Derbend-i Hazeran ve son olarak Türkler tarafından ise demir kapı
anlamına gelen Temir Kapıg şeklinde isimlendirilmiş olan Derbent Geçidi’nin, Kabas-
Rabrazan arasında konumlanmış boğazdan Hazar Denizi’ne uzanan kısmında ulaştığı en
derin genişlik 30 kilometre olup, buradan güney istikametinde devam etmekte ve
ortalama 4 kilometre genişliğinde seyrederek Kafkas Ötesi’ne doğru uzanmaktadır. 26

Kafkasya’nın bir diğer önemli geçidi olan ve Gürcü Askerî Yolu adıyla da
bilinen Daryal Geçidi, Kafkas sıradağlarını kuzey-güney istikametinde ikiye bölerek
Kafkasya ve Kafkas Ötesi arasındaki ulaşım problemine alternatif bir çözüm niteliği
göstermiştir. Uzunluğu 228 kilometre olan Daryal Geçidi’nin genişliği en fazla 5
kilometre kadar olup, muhtelif bölgelerde 20 metreye kadar düşmektedir. Bununla
birlikte dağ silsilesi arasında yer alması nedeniyle yükseltisi de hayli fazladır. 27

Kafkasya’yı bölgenin coğrafî yapısını göz önüne almadan değerlendirmeye


çalışmak eksik ve yanlış çıkarımlarda bulunmaya yol açacaktır; zira tarih boyunca
bölgede vuku bulan siyasi ve sosyal hiçbir gelişme coğrafyadan bağımsız olarak
meydana gelmemiştir. Bu anlamda Kafkasya’nın coğrafî yapısı bir anlamda bölgenin
kaderi de olmuştur. 28

Bölgedeki coğrafî yapı, burada yaşayan halkların kendi aralarında etkileşimi


noktasında noksanlığa yol açtığı için çok kültürlü ve çok dilli bir yapı ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Çevre bölgelerden gelmesi muhtemel kültür ve insan akışı da coğrafî
engellere takılmış ve buradaki halkların etnik ve kültürel yapılarını bozulmadan
koruyabilmelerine imkân tanımıştır. Bu durum kültürel zenginlik açısından pozitif bir
durum olmakla birlikte, bölge halklarının bir araya gelerek üst kimlik yaratma şanlarını
ortadan kaldırmış ve ortak bir medeniyet oluşturma ihtimallerine engel teşkil etmiştir.

Kafkasya’nın dağınık yapısı, emperyal saldırılar karşısında burada yaşan irili


ufaklı halkların ellerini zayıflatmış ve onları mağlup edilmesi daha kolay hedefler haline

26
Özgül ve Ceylan, s.38.
27
Özgül ve Ceylan, s.34.
28
Temizkan, (araf), s.72.
7
getirmiştir. 29 Bölge üzerine saldırgan bir politika izleyen siyasî teşekküller, karşılarında
bütünleşik bir siyasî ve askerî yapı olmamasının vermiş olduğu özgüven ile bölge
halkları arasındaki karmaşık sosyokültürel ve etnik yapıyı onlara karşı kullanmak
suretiyle söz konusu noksanlıktan yararlanmaya çalışmışlardır.

Coğrafî yapının Kafkasya için avantaj sağladığı bahislerden bir diğeri ise, hiç
şüphesiz bölge için temin etmiş olduğu doğal tahkimat olmuştur. Kafkasyalılar tarih
boyunca, bu sayede pek çok dış tehdide göğüs gererek işgal durumunu önlemişler veya
en azından süreci yavaşlatmayı başarabilmişlerdir. Bölgenin coğrafî yapısı, büyük
orduların ve askerî kuşatma teçhizatlarının Kafkasya’daki hareket ve manevra
kabiliyetlerini çok büyük oranda kısıtlamış ve lokal güçlerin gerilla savunma savaşı
vermesine müsaade etmiştir. Bu açıdan Kafkasya, tarih boyunca örnekleri pek çok kez
görüldüğü üzere, saldırgan tarafın askerî gücünden bağımsız olarak zaptı hayli güç bir
bölge olagelmiştir.

Kafkasya Etnik Mozaiğine Genel Bir Bakış

Kafkasya, gerek sahip olduğu zenginlikler açısından çevre bölgelerde yaşayan


halklar üzerindeki çekim etkisi, gerekse de Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa için bir
geçiş noktası ve bu rota üzerinde bir durak olması nedenleriyle, tarih boyunca etnik
çeşitlilik açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biri olagelmiştir. Eskiçağlardan
itibaren pek çok etnik grup ve medeniyete kalıcı veya geçici bir süre ev sahipliği yapmış
olan Kafkasya, sahip olduğu nitelikler ile yalnızca bu grupları şekillendirmekle
kalmamış, aynı zamanda bir anlamda onlar tarafından da anlamlandırılarak bir kimlik
kazanımı gerçekleştirmiştir.

Bölge coğrafyası, Kafkasya’nın etnik yapısının çeşitliliğinde büyük rol


oynamıştır; zira burada yaşayan halkların birbiriyle etkileşime geçme olanaklarını
sınırlandırmış ve geçirgenliği zayıflatarak halkların mevcut etnik yapılarını koruyarak

29
Baddeley, ss.19-20.
8
kısmen homojen kalmasına yardımcı olmuştur. 30 Ancak bu durum, söz konusu halkların
birbirleriyle hiçbir şekilde etkileşime geçmediği şeklinde algılanmamalıdır. Etimolojik
ve sosyolojik açıdan birbirlerinden çok farklı olan bu halklar, çıkar ilişkisi çerçevesinde
iletişime geçmişler ve uzun vadede Kafkas halkı şeklinde tanımlayabileceğimiz yapının
ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bu anlamda Kafkas halklarının, medeniyet olarak
isimlendirilemese de çok dilli ve çok kültürlü, fakat ortak bir yapı inşa ettikleri
söylenebilir. Aynı zamanda tarihin doğal akışı içerisinde buradaki boy, kavim ve halklar
akrabalık ilişkileri de tesis etmişlerdir.

Kafkas halklarının birbirleriyle etkileşime girmelerinin altında yatan en büyük


neden, hiç şüphesiz tüm canlıların en baskın içgüdüsü olan hayatta kalma motivasyonu
çerçevesinde gerçekleştirilen, değiş tokuş esaslı alışveriş olmuştur. Sarp dağların yüksek
rakımlarında yaşayan dağlı halkların, üretmiş oldukları post ya da diğer hayvansal
gıdaları, dağ eteklerinde yaşayan komşu halklarla tuz ya da demir karşılığında takas
etmeleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir. 31

Kafkasya’nın etnik yapısı, her ne kadar tarihsel süreç içerisinde göç, savaş ve
bilinçli iskân politikaları ile değişerek kompleks bir yapı vücuda getirmişse de bölgenin
otokton (yerli) halkı meselesi üzerine birtakım görüşler bulunmaktadır. Söz konusu bu
görüşlerin kanıtlanabilirliği ise büyük soru işaretleri taşımaktadır.

İsmail Berkok, Kafkasya’nın otokton halkının, Sami ve Ariler ile uzun süren
mücadeleleri sonucunda siyasî gücünü kaybetmiş ve sonrasında anavatanları olan
Kafkasya’ya sığınarak varlıklarını devam ettirmeyi başarabilmiş olan Kas halkları
olduğu görüşünü ileri sürmüştür. 32 Bununla birlikte, Kafkasya’da mevcut olan halkların
da Kasların bakiyeleri olduğunu ve kendi içlerinde bölündüklerini belirtmiştir. Ufuk
Tavkul ise İsmail Berkok’un teorisini bilimsellikten uzak bularak reddetmiştir.33

30
Alaeddin Yalçınkaya, Kafkasya’da Siyasî Gelişmeler: Etnik Düğümden Küresel Kördüğüme,
Lalezar Kitabevi, Ankara, 2006, ss.9-10.
31
Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez, çev. Doğan Yurdakul,
Yeni Binyıl Yayınları, İstanbul, 1999, s.15.
32
Berkok, s.119-120.
33
Ufuk Tavkul, ‘‘Kafkasya’nın Otokton (Yerli) Halkları Meselesi ve Kafkasya Halklarında Etnik Köken
Arayışları’’, Kırım Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 24, 1998, ss.36-39, Aktaran: Mertcan Akan, Rusya’nın
9
Tavkul’a göre Kafkasya’nın otokton halkı, güncel ırk sınıflandırması gereği Avrupa
ırkının Güney Akdeniz kolu içerisinde yer almaktadır. 34

Kafkasya’nın otokton halkları üzerine yapılan tartışmaları bir kenarı bırakacak


olursak, muhtelif sebeplerle bölgeye sonradan gelmiş olmalarına rağmen, yerli halklar
kurmuş oldukları münasebet hasebiyle Kafkasya ruhunun üzerlerine sirayet etmesi
üzerine Kafkaslaşmış olan birtakım halklar bulunmaktadır. Bu nedenle bölgenin yerli
halkı olmasalar da Kafkas Kültür Alanı’nın bir parçası olarak nitelendirilmeleri
gerekmektedir. 35

Kafkasya mozaiğini oluşturan halkları, Kafkas sıradağlarının güney-batısında ve


Karadeniz kıyılarında yaşayan Abhazlar, Abhazlar’a nazaran daha iç kesimlerdeki dağ
eteklerinde yaşayan Çerkesler, Kafkasya’nın orta bölümünde, Kuban’ın yukarısındaki
arazide ve Elbruz Dağı civarında yaşayan Karaçaylılar, Elbruz’un doğusu ile Çerek
Nehri arasında kalan dağlık bölgede bulunan Malkarlılar, Orta Kafkasya’da bulunan
Daryal geçidi dolaylarında ve buradaki dağların eteklerinde yaşayan Osetler, varlıklarını
yoğun olarak Doğu Kafkasya’da sürdüren Çeçen-İnguşlar, Kafkas sıradağlarının
güneyinde bulunan Batsılar, Hazar Denizi sahillerine yakın bölgelerde yaşayan
Dağıstanlılar ve Kuban’ın aşağı kısmında ikamet eden Abazalar olarak belirtmek
mümkündür. 36

Yukarıda adını zikretmiş olduğumuz halklara, Rusya’nın Kafkasya’ya yönelik


emperyalist bir politika takip etmiş olduğu süreçte zor kullanmak suretiyle bölgede
iskân ettirmiş olduğu Polonyalı, Kozak ve diğer muhtelif Hristiyan halkları da eklemek,
Kafkasya’nın etnik yapısını doğru çözümlemek açısından yerinde olacaktır. Bununla

Kafkasya’yı İşgalinde Oryantalizm Etkisi: Bilinmeyenden Ötekiye, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul,
2019, s.151.
34
Tavkul, (lin), s.49.
35
Tavkul, Kafkasya’dan etnik, tarihi ve sosyokültürel kaygılar doğrultusunda ayrı olarak ele alınması
gerektiğini savunduğu, Kafkas Ötesi’nde yaşayan Gürcüler ve Azerbaycan Türkleri’nin, bölgeyi ikiye
ayıran sınır noktalarında yaşayan Kafkas orjinli halklarla girmiş oldukları akrabalık ilişkileri ve kültürel
etkileşimler sonucu Kafkaslaştığını ve bu etno-kültür dairesi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini
savunmuştur.
36
Ufuk Tavkul, Kafkasya’da Kültürel Etkileşim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2018, (etki)
ss.17-18.
10
birlikte bölgenin etnik unsurları içerisinde değerlendirebileceğimiz İran ve Türk kökenli
gruplar da mevcuttur. 37

Son olarak, her ne kadar Kafkasya’ya çok eski tarihlerde ve küçük gruplar
halinde gelmeleri sebebiyle yerel halklar tarafından asimile edilerek Kafkas halkları
potasında eritilmiş olsalar da 9. yüzyılda kolonyalist hedefler doğrultusunda Batı
Dünyası’ndan buraya gelen Yunanlılar ile tarihin pek çok periyodunda örneği
görüldüğü üzere sığınacak bir yurt arayışı ile 7. yüzyılda Kafkasya’ya gelen Yahudileri
de Kafkasya etnik mozaiği içinde değerlendirmek mümkündür. 38

Kafkasya Halklarının Etnik Kökenleri Üzerine Görüş ve Değerlendirmeler

Daha önce de belirttiğimiz üzere, Kafkas Ötesi’nde yer almasına rağmen etnik
ve sosyo-kültürel bağlamda Kafkas halkları içerisinde değerlendirilmesi gereken
birtakım halklar bulunmaktadır. Bu tanıma uyan Abhazlar, Adige-Abhaz topluluğun bir
parçası olup 39 kendilerini Apsua olarak tanımlamaktadırlar. Varlıklarını yoğun olarak
Kafkasya’nın Karadeniz’e uzanan kıyılarında sürdürmeleri dolayısıyla, söz konusu bu
bölgenin kendi isimlerinden türemiş olan Abhazya adıyla anılmasına neden olan
Abhazlar, burada yaşayan en eski halklardan biri olma özelliğine sahiptir. 40 Bölgenin
otokton halklarından kabul edebileceğimiz Abhazlar, Karadeniz kıyıları dışında, İngur
Irmağı’ndan kuzeye doğru uzanan geniş bölgede ve Kafkas Dağlarının burada bulunan
kısmının zirvelerinde yaşamaktadırlar. 41

Abhazlar, Kafkasya’daki uzun süren varlıkları gereği bölgenin yerel


halklarından kabul edilmekle birlikte bölgeye binlerce yıl önce gelmişlerdir, fakat
buraya gelmeden önceki varlıkları ve tarihleri aydınlatılabilmiş değildir. Abhazların
kökenleri üzerine antropologlarca yapılan çalışmalar da kesin bir sonuca

37
Mertcan Akan, Rusya’nın Kafkasya’yı İşgalinde Oryantalizm Etkisi: Bilinmeyenden Ötekiye,
İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2019, s.151.
38
Osman Tekir, ‘‘Kuzey Kafkasya’da Mevcut ve Potansiyel Etnik Çatışma Alanları’’, Kafkasya
Çalışmaları – Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, 2016, s.25.
39
Станисла́в Лако́ба, Абхазия После Двух Империй XIX—XXI вв., Материк, Саппоро, 2004, c.9.
40
Grigoriantz, s.138.
11
vardırılamamıştır. Bununla birlikte var olan teoriler içerisinde en çok kabul gören,
Abhazların Adigeler ile münasebetleri öncesinde antik çağlardan beri Gürcü sosyo-
politik dairesi içerisinde yer aldıklarını savunan görüş olmuştur. 42 Gürcü Devleti’nin
resmi tarih tezinin de ana esaslarından birini teşkil eden bu görüşe göre Abhazlar, Gürcü
siyasî yapısında gerçekleşen çözülme sonrasında değişime uğramış ve giderek bu
dairenin dışına çıkarak bağımsız bir kimlik edinimi sürecine girmişlerdir. Buna göre
tarihin doğal akışı içerisinde Abhaz tabiri de bölgede yaşayan halkı temsil etmekten
çıkıp etnik bir unsuru ifade eden bir hal almıştır. 43 Temsilciliğini Dimitri Bakradze,
Marika Lordkiparidze, Pavle Ingorokva, Teimuraz Mikeladze ve Irakli Tsereteli gibi
Gürcü kökenli devlet adamı ve alimlerin yapmış olduğu bu tez, Abhazya toprakları
üzerindeki kadimlik tartışması üzerinden yürütülmüş olmakla birlikte Abhaz
tarihyazımınca şiddetle eleştirilmiştir. Abhaz halkının kökenlerini antik çağ boyları ile
ilişkilendiren bu tarihyazımı, Abhazların Apsil, Abazg ve Sinig gibi boyların bakiyeleri
olmalarının yanı sıra aynı zamanda Önasya topluluğu şeklinde ifade edebileceğimiz
Kolhisler ile de kökensel bağlantı içerisinde olduğunu savunmuştur. 44 Bununla birlikte,
somut dayanaklardan yoksun olmakla birlikte Abhazlar’ın Mısır soyundan geldiklerini
savunan bir başka görüş de mevcuttur. 45

Kökenleri her ne olursa olsun, tarihin doğal akışı içerisinde bağımsız siyasî
teşekküller meydana getiren 46 ve Mısır, Roma, Osmanlı, Rus ve diğer pek çok büyük
kavim ve devletçe istilaya maruz kalan Abhazya halkının, bu süreçte etnik ve
antropolojik yapılarının değişime uğradığı ve çıkış noktalarından bağımsız olarak
Kafkasya’nın bir parçası olan Abhazların vücut bulduğu bir gerçektir. 47

41
Gürcan Şevket Avcıoğlu, ‘‘Türkiye’de Yaşayan Kafkas Topluluklarının Sosyo-Kültürel Özellikleri
Üzerine Bir Değerlendirme’’, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 30, 2013, s.57.
42
Tavkul, (ger), s.121.
43
Nodar Shoshitashvili, Soso Chanturishvili, Nino Mindadze, Ketevan Khutsishvili, Rozeta Gujejiani ve
Giorgi Cheishvili, ‘‘Ethnographical Life of Abkhazia, Causes of War Prospects for Peace, Ed.
Archimandrite Akhaladze, Konrad-Adenauer-Stiftung, Tiflis, 2009, s.40
44
Merve İrem Yapıcı ve Utku Yapıcı, ‘‘Gürcü ve Abhaz Tarihyazımlarında Abhazya Hakkında ‘Tarihsel
Topraklık’ İddiaları’’, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 43, 2016, ss. 989-992.
45
Grigoriantz, s.138.
46
Tamaz Beradze, Konstantine Topuira ve Bezhan Kharova, ‘‘A Historical-Geographic Review of
Modern Abkhazia’’, Causes of War Prospects for Peace, Ed. Archimandrite Akhaladze, Konrad-
Adenauer-Stiftung, Tiflis, 2009, ss.10-11.
47
Tavkul, (etki), s.19.
12
Karaçay-Malkarlılar ise tüm Avrupa’nın en yüksek bölgesi olan Orta
Kafkasya’daki dağlık bölgede ikamet eden bir başka Kafkas halkıdır. Söz konusu bu
bölge, Mingi Tav olarak da bilinen Elbrus ve Dıh Tav gibi Kafkasya’nın en yüksek
rakımlı dağlarına ev sahipliği yapan hayli çetin bir bölgedir. 48 Çerek Irmağı’nın
doğduğu bölgeden Laba Irmağı’nın kaynağına kadar uzanan bölgede yer alan bu
topluluğu meydana getiren halklardan Karaçaylılar Mingi Tav’ın batı eteklerinde,
Malkarlılar ise doğu eteklerinde yaşamaktadırlar. 49

Karaçay-Malkarlılar her ne kadar tarihin doğal akışı içerisinde, Kafkasya’da


geçirdikleri uzun zaman ve buradaki etkileşimleri hasebiyle Kafkaslaşmış ve bölgenin
kadim halklarından biri haline gelmişseler de aslen Kafkasya orijinli değillerdir. Etnik
kökenleri üzerine çeşitli araştırmalar yapılmış olup, muhtelif görüşler ortaya konmuşsa
da kesin bir sonuca varılamamıştır. Bununla birlikte mevzubahis görüşler arasında,
bilimsel kaygılar göz önüne alındığında ön plana çıkan ve bugün genel kabul görmekte
olan kanaat, bu halkın Türk etnik dairesine mensup olduğu yönünde olmuştur.

Karaçay-Malkarlıların etnik kökenleri üzerine dile getirilen görüşler, bu halkın


Hun, Hazar, Alan, Kıpçak veya Bulgar kökenli olduğu üzerine yoğunlaşmaktadır. 50 Öne
sürülen bu tezler, Karaçay-Malkarlıların Türk veya Proto-Türk olarak ifade
edebileceğimiz halkların Kafkasya’daki bakiyeleri olduğu ortak sonucuna ulaşmaktadır.
Söz konusu bu görüş, Kafkasya’nın tarih boyunca muhtelif Türk kavimlerince istilaya
uğradığı veya daha verimli topraklara geçiş için kullanıldığı gerçeği göz önüne
alındığında bilimsel açıdan temellendirilebilmektedir. 51 Bölgede gözlem yapma imkânı
bulmuş seyyahların çıkarımları da söz konusu bu tezi destekler nitelikte olmuştur. 52

Bununla birlikte, Karaçay-Malkarlıların etnik orijinini tek bir kavme indirgeyen


ve homojen bir yapıdaymışçasına değerlendiren anlayış, bilimsel disiplinler
çerçevesinde sığ bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, Karaçay-

48
Temizkan, (araf), s.88.
49
Ufuk Tavkul, ‘‘Karaçay-Malkarlıların Etnik ve Sosyal Yapısı’’, Karaçay-Balkarlar: Tarih, Toplum
ve Kültür, Der. Yaşar Kalafat ve Ufuk Tavkul, Karam Yayınları, Ankara, 2003, ss.46-47.
50
Seyit Tuğul, Kafkasya Halkları, Nas Ajans Yayınları, İstanbul, 2011, ss.118-20 ve 185-188.
51
Temizkan, (araf), s.88.
52
Mertcan Akan, ‘‘XVIII. ve XIX. Yüzyıl Batılı Seyyahlara Göre Karaçay-Malkar Etnogenezi’’, Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1, 2016, s.29.
13
Malkarlıların etnik açıdan kompleks bir yapıya sahip olup, bahsi geçen Proto-Türk
halkların yanı sıra, İskit ve Kimmer 53 gibi eskiçağlarda bölgeye hâkim olmuş olan pek
çok halkın uzun süreli etkileşimi ile meydana gelmiş bir Kafkasya halkı olduğu
yönünde bir kanaat ortaya konmuştur. 54 Ek olarak, Kafkasya’da bulundukları süre
boyunca buradaki otokton halklar ile girmiş oldukları akrabalık münasebetleri ile
değişime uğrayan etnik yapıları da unutulmaması gereken bir husustur. 55

Tarih boyunca pek çok halka geçici veya kalıcı manada ev sahipliği yapan
Dağıstan, Kafkasya mozaiğini tamamlayan en önemli parçalardan biri olagelmiştir.
Kafkasya’nın dünya üzerinde eşi zor görülür zengin etnik ve kültürel yapısı, Dağıstan
özelinde daha da yoğun seyretmiştir. Öyle ki Dağıstan, Kafkasya bölgeleri içerisinde en
çok etnik grubun bir arada yaşadığı ve üzerinde en çok farklı dilin konuşulduğu bölge
olma özelliğini yüzyıllarca muhafaza etmiştir. 56 Özellikle bölgenin dağlık alanlarında
konuşulan etnik dil sayısı inanılmaz boyutlara ulaşmış, sadece o dili konuşan çok ufak
grupların anlayabileceği çok sayıda dil ve diyalekt meydana gelmiştir. Söz konusu bu
durum, bölgenin Araplar tarafından Cebelü’l-Elsine (Diller Dağı) olarak
tanımlanmasına yol açmıştır. 57

Dağıstan’ın zengin etnik yapısı içerisinde yer alan halklar arasından tarihi,
etnolojik ve sosyokültürel anlamda en çok önem arz edenleri, Avarlar, Dargiler,
Kumuklar, Laklar (Gazi Kumuklar) ve Lezgiler olarak ifade etmek mümkündür. Bu
halklar arasından Dağıstan’ın otokton halkları şeklinde ifade edebilecekler ise Avarlar,

53
Karaçay-Malkarlıların, kadim Avrasya halkları olan İskit ve Sarmatların bakiyeleri şeklinde ifade
edebileceğimiz Alanlar ile Kafkasya’nın otokton halklarının etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir halk
olduğunu savunan görüşün yanı sıra, Karaçay-Malkarlıları doğrudan Alanlar ile ilişkilendiren bir
yaklaşım da mevcuttur. Bkz: М. Д. Каракетов и Х.-М. А. Сабанчиев (отв.ред.), Карачаевцы
Балкарцы, Наука, Москва, 2014, c.24.
54
Tavkul, (ger), s.146.
55
Etnik kökenleri üzerine ortaya konan görüşlerden bağımsız olarak, pek çok Kafkasya halkında örneği
görüldüğü üzere Karaçay-Malkarlılar arasında da kökenlerini Alanlara dayandırma eğilimi ağır
basmaktadır.
56
Mehmet Uyar, ‘‘Dağıstan Tarihinin Türk Tarihi ile İlişkisi ve Dağıstan’ın Türkiye İçin Önemi’’, Türk
Dünyası Araştırmaları, Cilt: 119, Sayı: 234, 2018, s.218.
57
Gökçe Y. Abdurrazak Peler, ‘‘XX. Yüzyılın Başında Gönüllü Türkleşme Örneği Olarak Dağıstan’’,
Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 45, 2015, s.152.
14
Laklar ve Lezgiler olup, burada yaşayan diğer halkların bölgedeki Turan kavimlerinin
bakiyeleri veya Ari ve Sami ırklarının mensupları oldukları düşünülmektedir. 58

Dağıstan halklarının kökenleri henüz aydınlatılamamış olmakla birlikte, bu


halklar arasından Lezgilerin, Kafkasya’ya güneyden gelen bir topluluk olduğu görüşü
üzerinde durularak kökenleri Kaslar ile ilişkilendirilmiştir.59 Bunun dışında Kartveller
ile birlikte Likos ve Kartlos adlarındaki kardeşlerden türediklerini belirten tarihi bir
Gürcü hikayesi de mevcuttur. 60 Bir diğer Dağıstan halkı olan Avarların, doğudan
gelerek Avrupa’ya kadar ilerlemiş olan ve aynı ismi taşıyan bozkır kavmiyle bir
soydaşlık ilişkisi bulunmamaktadır; 61 zira yapılan araştırmalar Avar olarak bilinen bu
halkın asıl adının Andelal olduğunu ortaya koymuştur. 62 Avarların, Kafkasya’daki
Kimmer hakimiyetinin sona ermesi sonucu burada kalan Kimmer bakiyeleri olduğu
düşünülmektedir. 63 Dağıstan’ın otokton halklarından olan Lakların da Gürcü ve Ermeni
kaynaklarında belirtildiği üzere tıpkı Avarlarda olduğu gibi Kimmer kalıntısı olduğu
düşünülmektedir ki bu iki halk arasındaki benzerlikler de bu tezi desteklemektedir. 64

Bölge mozaiğini meydana getiren bir diğer önemli Kafkas halkı ise, doğusunda
Çeçen-İnguş, batısında Kabardey, güneyinde ise Gürcü toprakları ile çevirili dağ
silsilesine yakın mıntıkada yaşayan Osetlerdir. 65 Kendi kavimlerini genel manada İron
adıyla tanımlayan bu halk 66, aynı şekilde ülkelerine de İron ismini vermişlerdir.
İsimlerinin türemesi noktasında esas alınan temel kaynak Gürcü vekayinameleri
olduğundan, Gürcülerin Alan kabilelerini ifade etmek için kullanmış oldukları Ovs ve
Osi ifadeleri Aslar ile karıştırılmalarına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte As ve Oset
halklarını ilişkilendirebilecek bilimsel bir veri mevcut değildir. 67

58
Berkok, ss.231-232.
59
Berkok, s.145-146.
60
Şerafeddin Erel, Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1961, s. 17, Aktaran: Davut
Dursun, ‘‘Lezgiler’’, TDVİA, Cilt: 27, Ankara, 2003, s.169.
61
Baddeley, s.27.
62
Berkok, s.144.
63
Baddeley, s.27.
64
Berkok, s.146.
65
Umut Üren, Avrasya’nın Bozkır Halkları, Akçay Yayınları, Ankara, 2018, s.173.
66
Adolf Berje, Kafkasya Dağlı Halkların Göçü ve Kısa Tarihi, çev. Murat Papşu, Chiviyazıları
Yayınevi, İstanbul, 2010, s.82.
67
Üren, s.173.
15
Oset halkının etnik kökeni üzerine temel iki hipotez bulunmaktadır. Bunlardan
ilkine göre Osetler, uzun süre bölgede hâkim güç konumunda bulunan İskit ve Sarmat
kavimlerinin bakiyelerinden olan Alanların soyundan gelmektedirler. 68 İkinci hipotez
ise, Osetlerin Kafkasya’nın otokton halklarından olduğunu ve bölgeye sonradan göçen
bozkır halklarıyla etnik bir ilişkisi olmadığı görüşünü savunmaktadır. Bu görüş,
ilerleyen dönemlerde Alan ve bir takım İran kavimlerinin etkisi altına girmeleri
dolayısıyla, Oset halkının dil yapısında ve fizyonomik özelliklerinde birtakım
değişiklikler meydana geldiğini, ancak bu tarihsel sürecin, Oset ve Alan kavimleri
arasında köken ilişkisi olduğu şeklinde yorumlanmaması gerektiğini vurgulamaktadır. 69

Hakkında malumat vermiş olduğumuz iki temel hipotez arasında, Osetler ile
Alanlar ve dolayısıyla İskit-Kimmerler arasında etnik köken ilişkisi kuran görüşün,
bilimsel açıdan daha sağlam dayanaklara sahip olduğunu belirtmek mümkündür. Konu
üzerinde yoğun çalışmalar yapan Rus antropolog ve tarihçiler, Osetlerin Alan soyundan
geldikleri tezi üzerinde büyük oranda uzlaşma sağlamışlardır. 70 Bunun yanı sıra Yunan
tarihçiler de bu halkın kökenini İskit-Sarmatlar ile ilişkilendirmiştir ki gezgin
Klaproth’un da görüşü bu yönde olmuştur. 71 Son tahlilde yapılan çalışmalar ise Oset
halkı ile Alanlar arasında kurulmak istenen etnik köken ilişkisine mesafe ile yaklaşmış
ve Osetlerin Kuban kültür dairesi içerisinde değerlendirilmeleri gerektiği yönünde fikir
bildirmiştir.72

Aralarında yakın akrabalık ilişkisi bulunan ve aynı etnik daire içerisinde


değerlendirebileceğimiz Çeçen-İnguşlar 73 Kafkasya’nın kuzeydoğu bölgesinin yerel
halkları arasındadırlar. 74 Kendilerine biz, bizim insanımız, bizim halkımız vb.

68
Роланд Топчишвили, Грузино-Осетинские Этноисторические Очерки, Предисловие,
Тбилиси, 2006, c.5.
69
I. Nasidze, D. Quinque, I. Dupanloup, S. Rychkov, O. Naumova, O. Zhukova ve M. Stoneking,
‘‘Genetic Evidence Concerning the Origins of South and North Ossetians’’, Annals of Human Genetics,
Sayı: 68, 2004, s.588.
70
Kadircan Kaflı, Kuzey Kafkasya, haz. Erol Cihangir, Turan Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004,
s.52.
71
Berje, ss.81-83.
72
Üren, s.173.
73
В. А. Кузнецов, Народы Нахо-Дагестанской Группы. Вайнахи, Введение в Кавказоведение,
Владикавказ, 2004, Çeviren ve Aktaran: Murat Papşu, Vaynahlar: Çeçenler ve İnguşlar, s.1.
https://www.academia.edu/9807823 (Erişim Tarihi: 16.01.2020)
74
Г. З. Анчабадзе, Вайнахи (Чеченцы И Ингуши), Кавказский Дом, Тбилиси, 2001, s.16.
16
anlamlarını taşıyan Vaynah adını veren 75 bu halk içinde, Çeçenler Nohçı, İnguşlar ise
Galga isimleriyle kendi halklarını spesifik olarak tanımlamışlardır. 76 Çok yaygın bir
tabir olmamakla birlikte bazı İnguş topluluklarının kendilerine, dağlarda yaşayan anlamı
taşıyan Lamur ismini verdikleri de bilinmektedir. 77

Çeçen-İnguş halkının etnik kökenleri üzerine yapılan araştırmalar kesin bir


sonuç vermemiştir, ancak bu konu hakkında öne sürülmüş birtakım görüşler
bulunmaktadır. Bunlardan ilkine göre, Çeçen-İnguşlar Vaynahlar adlı eski kavmin
Çeçen, İnguş ve Tuş isimli üç boyundan ikisini teşkil etmektedirler. 78 Hakkında sahip
olduğumuz bilgilerin M.Ö. 1.000 yılına kadar uzandığı Vaynahlar, Kafkasya’nın orta
bölümündeki dağlık mıntıkanın otokton halkları arasında kabul edilen 79 kadim bir
topluluktur. 80 Bu doğrultuda Çeçen-İnguşların da Vaynah kavminin bölgedeki
kalıntıları olduğunu savunulmaktadır.

Konu özelinde savunulan diğer görüş ise, Çeçen-İnguşların Ön Asya bölgesinde


siyasî bir teşekkül meydana getiren Urartuların soyundan geldiklerini öne sürmektedir.
Söz konusu bu ilişkilendirmenin temelinde, Urartu ve Çeçen-İnguş dilleri arasındaki
kelime benzerlikleri bulunmaktadır. 81 Bununla birlikte yapılan araştırmaların derinliğini
arttırarak, bölgenin eski halklarından olan Hurriler ile Çeçen-İnguşlar arasında bağlantı
kuran araştırmacılar da mevcuttur. 82

Kafkasya’yı meydana getiren etnik unsurlar içinde önemli bir yer teşkil eden
Çerkesler, Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’yı işgal etmeye başlamasından önceki süreçte
Karadeniz, Sunja Irmağı ve Azak Denizi üçgeninde, güney sınırlarını Kafkas

75
О.С. Павлова, ‘‘Об Этнической, Религиозной и Государственно-Гражданской Идентичности
Чеченцев и Ингушей’’, Социальная Психология и Общество, №: 2, 2013, c.122.
76
Анчабадзе, c.16.
77
Grigoriantz, s.177.
78
Tarık Cemal Kutlu, Çeçen Direniş Tarihi, Anka Yayınları, İstanbul, 2005, s.33.
79
Vanyahların Kafkasya’daki varlıklarından önceki süreç kesin olarak aydınlatılabilmiş değildir. Bununla
birlikte Vanyahlar ile Urartu ve Hurri toplulukları arasında etnik ilişkilendirme kuran araştırmacılar
mevcuttur. Söz konusu ilişkilendirmenin çıkış noktası ise mevzubahis halkların konuşmuş oldukları diller
arasındaki yapısal benzerlikler olmuştur. Bkz: Анчабадзе, s.21.
80
Ali Arslan, ‘‘İnguşlar’’, TDVİA, Cilt: 22, İstanbul, 2000, s.312.
81
Tavkul, (etki), s.23.
82
Kutlu, s.31.
17
sıradağlarının teşkil ettiği bölgede yaşamışlardır. 83 Çerkes halkının yurdu olarak ifade
edebileceğimiz bu mıntıka, genişlik bakımından Kafkasya topraklarının neredeyse
çeyreğine denk gelen bir alanı teşkil etmektedir. Daha çok Çerkes şeklinde ifade
ettiğimiz bu halk, aslen kendilerini Adige ismiyle tanımlamakta olup, Kafkasya’nın
yerel halkları arasında yer almaktadırlar. 84 Hayli kalabalık bir halk olan Adigeler, kendi
içlerinde Kabardey, Natuhay, Abzeh, Besleney, Şapsığ, Mahoş, Bjeduğ, Mamheğ,
Çemguy ve Hatukay olmak üzere 10 boydan meydana gelmişlerdir. 85

Adigeler pek çok Kafkas halkı gibi, etnik kökenlerinin izlerini sürmeye yönelik
yapılan çalışmaların kesin bir sonuca ulaştırılamadığı topluluklar arasında yer
almaktadır. Bununla birlikte konu üzerine yapılan çalışmalar ve ortaya konulan muhtelif
görüşler olmakla birlikte, yürütülen teorilerde adı geçen coğrafyalar ve halklar arasında
hiçbir bağlantının bulunamaması, konu hakkında çıkarımda bulunurken daha ihtiyatlı
davranmayı gerektirmektedir.

Tarih sahnesine çıkışlarının M.Ö 6. yüzyıla tesadüf ettiği düşünülen Adigelerin,


atalarının tespiti özelinde yapılan çalışmalar arasında en çok kabul gören, Küçük
Asya’nın kadim halklarından olan Hattilerin soyundan geldikleri üzerine yoğunlaşan
çalışma olmuştur. 86 Bu teorinin temel dayanakları arasında belki de en önemlisi, Adige
adının yapısı bozulmamış formu olan ve güneşle bir olanlar anlamı taşıyan Aet-He
kelimesinin Hatti-He sözcüğü ile olan kök yapı benzerliğidir. 87

Bu teori dışında Adigelerin, eski dönemlerde Kafkasya’da koloni kurmuş olan


Mısırlı müstemlekecilerin bakiyeleri olduğu, eski bir bozkır kavmi olan Sarmatların
soyundan geldikleri ya da erken dönemde İskandinavya’dan güneye doğru inen Got
kavminin bölgedeki devamı oldukları yönünde görüşler dile getirilmiştir. 88 Bununla
birlikte, Grek kaynakları delil olarak gösterilerek Meot halkının Sindler kabilesinin

83
Sadık Müfit Bilge, ‘‘Çerkezler’’, TDVİA, Cilt: EK-1, İstanbul, 2016, s.289.
84
Seteney Shami, ‘‘Circassian Encounters: The Self as Other and the Production of the Homeland in the
North Caucasus’’, Development and Change, Sayı: 29, 1998, s.623.
85
Murat Papşu, Çerkes-Adığe Yazısının Tarihçesi, s.1, https://www.academia.edu/2762087, (Erişim
Tarihi: 17.01.2020)
86
İrfan Kalaycı, ‘‘Tarih, Kültür ve İktisat Açısından Çerkesya (Çerkesler)’’, Avrasya Etüdleri, Sayı: 47,
2015, ss.75-76.
87
Kaflı, s.56.
18
Adigelerin ataları olduğu tezi de ileri sürülmüştür. 89 Sonuç olarak, Adige halkının bahsi
geçen kavimlerden tek bir tanesinin bakiyesi olduğu kanaatine nazaran, tüm bunların
etnik açıdan sentezi olduğu doğrultusunda bildirilen görüş, bilimsel açıdan daha sağlam
temellere oturtulmuştur.

Jeopolitik Önemi Açısından Kafkasya

Yeryüzünün hemen her bölgesi kendi bağlamında coğrafî konumu açısından


önem arz etmektedir. Bununla birlikte, Kafkasya özelinde de görüleceği üzere birtakım
bölgeler gerek tarihsel arka planları gerekse de salt konumları gereği diğerlerinden daha
önemli olagelmiştir. Bu açıdan Kafkasya’yı diğer bölgelerden ayırarak, insanlık
tarihinin olağan akışında daha ayrıcalıklı bir konuma yerleştiren bir dizi unsur olduğunu
belirtmek yerinde olacaktır.

Daha önce coğrafî konumunu ayrıntılı bir şekilde belirtmiş olduğumuz Kafkasya
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının arasında yer alan ve tıpkı Küçük Asya gibi bu üç
kıtanın kesişim noktasında konumlanmıştır. Akdeniz, Karadeniz, Ege, Marmara ve
Azak gibi birbirleriyle bağlantılı iç denizler tarafından meydana gelen bir su
koridorunun sınırında bulunan Kafkasya, Hazar Denizi aracılığıyla da doğuya
eklemlenmiştir. Söz konusu bu koridor, aynı zamanda İdil, Don, Dinyeper, Tuna gibi
ırmaklar vasıtasıyla Avrupa’ya ve güneydeki Nil Nehri aracılığı ile de Afrika’ya
ulaşmaktadır. 90

Kıtaların bugün bildiğimiz pozisyonlarını aldıkları tarihten itibaren, kıtalar arası


geçiş açısından yoğun bir şekilde kullanılan Kafkasya, erken dönem insan göçleri
sırasında önemli bir role sahip olup, insanoğlunun Afrika’dan Avrasya’ya geçişi
sürecindeki güzergahı üzerinde yer alarak bu transite olanak sağlamıştır. Söz konusu bu
geçiş sırasında insanoğlunun henüz etnik anlamda sınıflara ayrılmamış olduğu bilgisi de
göz önüne alındığında, Kafkasya’nın etnik unsurların oluşumundaki rolü

88
Grigoriantz, s.108.
89
Kalaycı, s.75.
90
Berkok, s.2.
19
belirginleşmektedir. Prehistorik dönemde dahi konumu dolayısıyla önem arz eden
Kafkasya, tarihin sonraki dönemlerinde de pek çok kavim için Küçük Asya,
Mezopotamya, Asya, Avrupa ve Afrika arasında geçiş noktası ve durak olmaya devam
etmiştir.

Kafkasya üzerinden ulaşmış oldukları coğrafyalarda insanlık tarihini değiştiren


ve şekillendiren faaliyetlerde bulunan bu kavimlere, Küçük Asya’ya geçerek burada
bulunan siyasî teşekkülleri ortadan kaldıran ve yeni siyasî yapılar oluşturan Avrasya
kökenli İskit ve Sarmatları, Kavimler Göçü sırasında Kafkasya güzergahını takip eden
Hun boylarını ve bu göçlerin sonrasında da Kafkasya’nın jeopolitik konumundan
istifade etmeye devam eden muhtelif Türk boylarını örnek göstermek mümkündür. 91

En basit haliyle coğrafyanın siyasî açıdan yorumlanması şeklinde ifade


edebileceğimiz jeopolitik, her ne kadar H. John Mackinder, Rudolf Kjellen ve Frederich
Ratzel gibi siyasî coğrafyacılar tarafından 18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyılın
başlarında ortaya konmuş bir kuram olsa da 92, yukarıda da bir kısmının adını zikretmiş
olduğumuz kavimler tarafından, henüz bu kavramın tanımının yapılmadığı dönemlerden
beri aktif olarak kullanılmıştır. İlerleyen dönemlerde de Osmanlı, Rusya ve İran gibi
Kafkasya coğrafyasını siyasî açıdan yorumlayan pek çok siyasî yapı olmuştur. Bununla
birlikte, bölgeyi jeopolitik kuram çerçevesinde en kapsamlı Rusların ele aldığını
söylemek yerinde olacaktır.

Ruslar, siyasî birliklerini tamamlayıp imparatorluk mahiyetleri taşımaya


başladıkları dönemden itibaren, Orta Asya’yı kontrol ederek buradaki halkları
imparatorluğun bir parçası yapma ve doğu pazarına açılma, kuzeydeki limanlarının
sürekli donması dolayısıyla bir kara imparatorluğu hüviyetinden kurtulmadıkları için
Akdeniz’e inerek dünya ticaretine dahil olma, bölgesel rakipleri olan Osmanlı ve İran’a
karşı stratejik üstünlük kurma ve İngiltere’nin kontrolündeki Hindistan ticaret yolunu
kesme arzuları çerçevesinde kilit nokta olarak gördükleri Kafkasya’yı siyasî açıdan
yorumlamakla kalmamış, aynı zamanda bunu bilimsel bir disiplin çerçevesinde

91
Özül ve Ceylan, s.42.
92
Çağrı Kürşat Yüce, Kafkasya ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerinde Mücadele, Ötüken
Yayınları, İstanbul, 2006, ss.28-29.
20
gerçekleştirmişlerdir. Kafkasya’yı işgal sürecinde buraya göndermiş oldukları onlarca
bilim insanı ve bunların sunmuş oldukları raporların yanı sıra spesifik olarak, bölgedeki
doğal tahkim yapıya alternatif bir çözüm niteliği de taşıyan Daryal Geçidinin
genişletilmesi hadisesi, coğrafyanın siyasî ve askerî kullanımına güzel bir örnek teşkil
etmiştir. 93

93
William Edward David Allen ve Paul Muradoff, Türk- Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1966, s.4, Aktaran: Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-
21
I.BÖLÜM

STALİN İKTİDARINA DEĞİN KAFKASYA

1. ÇARLIK RUSYASI’NIN KAFKASYA’YI İŞGAL SÜRECİ

Kafkasya, tarih boyunca konumu dolayısıyla pek çok kavim, devlet ve


imparatorluk tarafından istila edilmeye ve kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Bu
bölge üzerindeki güç savaşlarının kronolojik geçmişini ilk çağlara kadar götürmek
mümkündür. Ortaçağın erken dönemlerinde de durum değişmemiş ve bölgesel süper
güçler olarak ifade edebileceğimiz Sâsânî, Hazar ve Bizans İmparatorlukları, Kafkasya
için kıyasıya bir mücadeleye girişmiş; fakat dönemsel başarılar kazanmalarına rağmen
hiçbiri buraya tam anlamıyla hakim olmayı başaramamıştır. Öyle ki siyasal bir güç
olarak ortaya çıktığı andan itibaren, tarihte eşi zor görülür bir hızla genişleyen İslâm
Devleti dahi buradaki birtakım halklara İslâm’ı götürebilmiş olmakla birlikte
Kafkasya’da mutlak bir askerî başarı kazanamamıştır. 94

Adını zikretmiş olduğumuz imparatorluklardan sonra Selçuklular, Moğollar,


Ruslar, Osmanlılar ve İran merkezli siyasî oluşumlar da kendileri için kilit bölge
addettikleri Kafkasya’ya hâkim olmak adına uzun süre çaba harcamışlar ve bu yönde
politikalar geliştirmişlerdir. Burada Ruslara ayrı bir parantez açmak yerinde olacaktır,
zira bu güçler arasında sadece onlar Kafkasya’ya tam anlamıyla hâkim olabilmeye
muvaffak olmuşlardır. Bu süreçte izlemiş oldukları yöntemlerin doğruluğu veya
yanlışlığından bağımsız olarak, tarihte örneğine çok az rastladığımız Kafkasya’nın tek
bir siyasî gücün hakimiyetine girmesi hadisesi, objektif bir bakış açısıyla doğru etüt
edilmelidir.

Tarih sahnesine yurtsuz bir orman kavmi olarak çıkan Rusların, basamakları
hızla tırmanarak büyük bir imparatorluk ve medeniyet inşa etmeleri, tıpkı Halil
İnalcık’ın Osmanlılar özelinde belirtmiş olduğu gibi ‘‘dünya tarihinin en büyük

1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s.15.


94
Abdullah Saydam, ‘‘Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali’’, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 1990, s.240.
22
sorunlarından biri’’ 95 olarak kabul edilmelidir. Kadim zamanlardan beri İskitler,
Kimmerler, Hunlar, Gotlar, İskandinavlar ve diğer Türk kavimleri gibi devlet geleneği
olan toplulukların himayesinde yaşayan Ruslar 96, söz konusu bu halkların devlet
tecrübelerinden de yararlanarak ilk siyasî teşekküllerini 862 yılında meydana
getirmişledir. 97 Bu tarihten sonra muhtelif sebeplerden ötürü duraklama evreleri
geçirmiş olsalar da yukarıya doğru bir ivme yakalayarak sürekli büyüme ve gelişme
emareleri gösteren Ruslar, ufak bir knezlik ile başladıkları serüvenlerinde tarihin
gördüğü en büyük imparatorluklardan birini meydana getirmişlerdir.

Rusların bir devlet olma hüviyeti kazandıktan sonraki süreçte Kafkasya ile
gerçekleştirmiş oldukları ilk temas 1022 yılına tesadüf etmektedir. Buna göre, Rus
halkının Hristiyanlığı kabulünde öncü olan Knez Vladimir 98, ölmeden önce ülkeyi
oğulları arasında paylaştırırken oğlu Mistislav’a Taman Yarımadası dolaylarını vermiş,
o da kendi payına düşen bu mıntıkayı ele geçirmek için 1022 yılında Kafkasya üzerine
sefere çıkmıştır. 99 Söz konusu bu hadiseyi Rusya’nın Kafkasya politikasının başlangıcı
olarak kabul etmek yerine münferit bir gelişme şeklinde ele almak daha doğru olacaktır;
zira bu hadise sonrasında IV. İvan dönemine kadar Rusya ve Kafkasya özelinde başka
bir gelişme kaynaklara yansımamıştır.

Korkunç İvan 100 olarak da bilinen IV. İvan’ın hakimiyet yılları, Rusların
yalnızca imparatorluğa evrilme emareleri gösterdiği bir dönem olmakla kalmayıp, aynı
zamanda Kafkasya’yı zapt etme politikalarının da başlangıcı olmuştur. Tahta geçtiği
dönemde siyasî birliğini henüz yeni tamamlamış, fakat bölgesel bir güç olmanın ötesine
geçememiş olan Ruslar, İvan’ın iktidarıyla birlikte imparatorluk olma yolunda

95
Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara, 2008, s.1.
96
George Vernadsky, Rusya Tarihi, çev. Doğukan Mızrak ve Egemen Ç. Mızrak, Selenge Yayınları,
İstanbul, 2015, ss.37-47.
97
Е. В. Пчелов, Рюрик и Начало Руси, Старая Басманная, Москва, 2012, c.3.
98
Kiev Knezliği’nin Rus putperest panteonundan Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine geçişi 988 yılında
Knez Vladimir önderliğinde gerçekleşmiştir. Bkz: И. В. Дергачева, ‘‘Крещение Руси и
Эсхатологические Концепции Православия: От Равноапостольного Князя Владимира До Наших
Дней’’, Язык и Текст langpsy.ru, Том: 2, №: 4, 2015, c.14.
99
Berkok, s.339-340.
100
Buradaki ‘‘Korkunç’’ ibaresi Rusça ‘‘Grozny’’ sıfatı için kullanılmış olup ‘‘dehşet verici, korkutucu,
kudretli, yavuz, müthiş’’ anlamları taşır ve IV. İvan’ı olumlar.
23
topraklarını genişletmeye ve bu yönde politika geliştirmeye başlamışlardır. Bu noktada
Kazan’ın Ruslar tarafından istilasına ayrı bir parantez açmak yerinde olacaktır.

Güneye inerek Kafkasya üzerinden Ortadoğu toplumlarıyla ticarî ilişkiler


kurmak ve nüfuz alanını genişletmek isteyen IV. İvan, bu amaç doğrultusunda Hazar
Denizi dolaylarını kontrol altına almaları gerektiğini düşünmüştür. 101 IV. İvan’ın bu
ülküsü ile arasındaki ilk engel, Altın Orda Devleti bakiyelerinden Kazan Hanlığı
olmuştur. Uzun bir süre bölgedeki diğer hanlıklar ile birlikte Rus yayılmasını geciktiren
bu hanlık, Rusların Kafkasya istikametinde ilerlemelerinde önemli bir engel teşkil
etmiştir. 102 Bu durumun farkında olan IV. İvan 1552 yılında Kazan Hanlığını ele
geçirmiştir. 103 Kazan Hanlığının zaptını ise 1556 yılında güneyde; Hazar Denizi’ne
daha yakın bir konumda bulunan Astarhan Hanlığının işgali izlemiştir. 104 Bu iki
hanlığın ele geçirilmesi, Rusların Kafkasya üzerindeki yayılışlarına imkân tanıyarak
kısa sürede Terek Irmağı dolaylarına kadar inmelerini mümkün kılmıştır. 105

Kazan ve Astarhan Hanlıklarının ele geçirilmesi, Rus nüfuzunun Kafkasya’nın


kuzey bölümünde ve Hazar Denizi dolaylarında da artmasını sağlamıştır. Öyle ki, bu
mıntıkada bulunan bir takım devlet ve halkların, menfaat ilişkisi çerçevesinde Ruslar ile
iş birliği yoluna gittikleri gözlemlenmiştir. Bölgedeki nüfuzlarını arttıran Rusların
Çerkes, Çeçen, Dağıstanlı, Türk ve Gürcü kavimleri üzerindeki etkileri kısa süre
içerisinde kendini göstermeye başlamıştır. Bölgedeki Müslüman olmayan halk arasında
Osmanlı ve Kırım akınlarına karşı kurtarıcı olarak görülen Ruslar, çok sayıda yerel
beyin himaye talebiyle karşılaşmışlardır. Bunun dışında, iç mücadelelerinde IV. İvan’ı
kendi saflarına çekmek amacıyla Rusya’ya tabi olmak isteyen beyler de olmuştur. Bu

101
Geoffrey Hosking, Rusya ve Ruslar & Erken Dönemden 21. Yüzyıla, çev. Kezban Acar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011, s.170.
102
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 2014, (rus) ss.168-169.
103
В. А. Волков и Р. М. Введенский, ‘‘Русско-Казанская Война 1547–1552 Годов. Осада и Взятие
Казани’’, Преподаватель ХХI век,, №: 2, 2015, c.268-269.
104
В. В. Пенской, ‘‘Центурионы Ивана Грозного, Часть I: Стрелецкий Голова Григорий Иванов
Сын Кафтырев’’, История Военного Дела: Исследования и Источники, Том: 2, 2012, c.61-62.
105
Kurat, (rus), s.169.
24
tarz ricalar, Rusların Kafkasya içlerine kadar yayılarak burada askerî mevziler tahkim
etmesine meşru bir zemin hazırlamıştır. 106

IV. İvan’ın ölümünden I. Petro’nun tahta çıktığı döneme kadar geçen süreçte
Rusya, Kafkasya üzerine saldırgan ve genişlemeci politikasını devam ettirmiş olmakla
birlikte topyekûn bir işgal hareketine girişmemiş, fakat bu amaç doğrultusunda
hazırlıklarını sürdürmeye devam etmiştir. Söz konusu bu süreçte, Rusya ile Rus
yayılmacılığından rahatsız olan yerel halk arasında bir takım sürtüşmeler baş
göstermeye başlamıştır. 107 1595 yılında Dağıstan ve Kabartay toplulukları ile Ruslar
arasında meydana gelen Tarki Savaşı ve 1604 yılında Tarki Savaşı’nın intikamını almak
isteyen Rusların taarruza geçmesiyle gerçekleşen Şetkale ve Terek Savaşları bu
sürtüşmelere örnek olarak gösterilebilir. 108 Söz konusu bu muharebeler, Rusya’nın
Kafkas halklarının kolayca teslim olmayan mücadeleci yönüyle karşılaşması ve bu
halkların Rus yayılmacılığını potansiyel bir tehdit olarak algılamaya başlaması
açısından önem teşkil etmiştir.

Rusya’nın Kafkasya politikasının ilerleyen süreçte farklı bir boyut kazandığını


söylemek doğru olacaktır. Ruslar, I. Petro dönemine kadar her ne kadar Kafkasya
üzerinde hakimiyet emelleri barındırıyor olsalar da bölgesel süper güçler olan Osmanlı
ve Safevî İmparatorlukları ile baş edebilecek güce sahip olmadıklarından doğru zamanı
kollamak üzere hazırlıklarını tamamlamaya çalışmışlardır. Gerçekleştirilen radikal
reformlar aracılığıyla güçlenerek geniş çaplı bir yayılma politikası benimseyen Rusya, I.
Petro’nun iktidara gelişi ile birlikte, söz konusu bu saldırgan tutumu Kafkasya’ya da
yansıtmaya başlamıştır.

Bu noktada Safevî İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu buhrandan bahsetmek


yerinde olacaktır; zira siyasî varlıklarının son demlerinde bulunan Safevîler, uzun yıllar
boyunca Rusya’nın Kafkasya üzerinde yayılma gayesinin önünde bir engel olarak yer
almıştır. I. Petro’nun iktidar aralığında iyiden iyiye güçten düşen Safevîler, Rusya
üzerindeki eski caydırıcılığını kaybetmiştir. Zeki bir devlet adamı ve asker olan I. Petro,

106
Kurat, (rus), ss.170-171.
107
Saydam, ss.242-243.
108
Berkok, s.343-346.
25
bölgesel rakibi olan Safevîlerin içinde bulunduğu bu zor durumdan yararlanma yoluna
gitmiş; bu politika doğrultusunda Rusya, Safevîlerin siyasî varlıklarının bitmesi
durumunda onların kontrol etmiş olduğu Kafkas Ötesi ve Hazar kıyılarının hakimiyetine
ve ortaya çıkacak olan otorite boşluğunu doldurmaya aday bir siyasî teşekkül konumuna
gelmiştir. 109 Yaklaşık iki yüzyıl boyunca Kafkasya üzerinde Osmanlı ve Safevî
İmparatorluklarının çekişmesini yakından takip eden Rusya, bu gelişmeler
doğrultusunda bölgesel hakimiyet mücadelesinde Safevîlerin yerini alarak siyasî
itibarını arttırmış ve Osmanlıların bölgedeki yegane rakibi haline gelmiştir.

Selefi olan diğer Rus Çarlarından hayli farklı bir vizyona sahip olan I. Petro,
Kafkasya’nın ve Hazar kıyılarının hakimiyetine çok fazla önem addetmiştir. Rusya’nın
imparatorluk hüviyeti kazanması yönünde çaba sarf eden Petro, bu çerçevede Doğu-Batı
doğrultusunda uzanan ticaret yollarına hâkim olunması, kara devleti olmanın ötesine
geçilerek açık denizlere ulaşılması ve Orta Asya, Hindistan gibi hammadde açısından
zengin bölgelerin kontrolünün ele geçirilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Kafkasya ve
Hazar Denizi kıyılarının kontrolünün, bu amaçlar doğrultusunda stratejik açıdan hayli
yüksek öneme sahip olduğunu düşünen Petro; Rusya’nın, Kafkasya’ya hâkim olması
durumunda Hindistan’a ve zenginliklerine kısa yoldan ulaşabileceğini, açık denizlere
kıyısı olan limanları kontrol ederek dünya ticaretine eklemlenebileceğini ve Doğu ve
Batı arasındaki ticarette transit devlet konumuna gelebileceğini düşünmüştür. 110

Hazar Denizi kıyılarının kontrolü de Orta Asya üzerindeki sömürgeci idealleri


doğrultusunda Petro için oldukça önemli olmuştur. Hazar Denizi’nin her anlamda bir
Rus denizine çevrilmesi, kağıt üstünde Rusya’nın Orta Asya’daki siyasî yapılarla olan
ticaret hacmini genişletme hedefine hizmet ediyor gibi görünse de buradaki asıl amaç,
siyasî birliğini oluşturamamış Doğu halklarını ve zenginliklerini sömürgeleştirmek
olmuştur. 111 Petro, Hazar Denizi’ne hakim olması durumunda, burada tersaneler inşa
ettirerek Orta Asya’ya kısa yoldan büyük askerî güçler transfer edebilme ve Doğu

109
Orhan Alizade, ‘‘18. Yüzyılın İlk Yarısında Rusya’nın Kafkasya’da İşgalcilik Politikası’’, Akademik
Bakış, Cilt: 4, Sayı: 7, 2010, s.105.
110
Alizade, s.106.
111
Saydam, s.243.
26
halklarından elde ettiği ticarî metaları deniz yolu ile Rusya’ya taşıyabilme amacı
gütmüştür.

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz idealleri dolayısıyla Kafkasya üzerine harekete


geçmek için doğru zamanı bekleyen Petro, bir yandan da Osmanlıların Safevî
İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu müşkül durumundan istifade ederek bölgeye
kendisinden önce ulaşmasından ve hakimiyeti ele geçirmesinden endişe duymuştur.112
Bu nedenle olabilecek en kısa sürede harekete geçme kararı almış ve söz konusu bu
askerî hareketin meşruiyetini temellendirebilmek adına gerekçe kollamaya başlamıştır.
Söz konusu dönemde Rusya ve Safevîler barış halinde olduklarından meşru gerekçeyi
bulmak her ne kadar zaman alsa da beklenen fırsat 1722 yılında İran’ın önemli ticaret
noktalarından biri olan Şamahı’da ortaya çıkmıştır. Burada ticaret yapmakta olan bir
Rus tacirlerinin yaklaşık bir milyon ruble değerindeki malının Dağıstanlılarca
yağmalanması hadisesi, Petro’ya bölge üzerine sefere çıkmak için meşru gerekçeyi
sağlamıştır. 113

Gerekli bahaneyi elde eden Petro, 1722 yılında Kafkasya üzerinden İran seferine
çıkmıştır. 114 Ruslar, ilk defa bu sefer dolayısıyla Kafkas halkları ile kendi yaşam
alanlarında karşı karşıya gelmişlerdir. Rus düzenli orduları, ormanlık bölgede gerilla
savaşı veren Çeçenler ve Dağıstanlı dağ kabileleri karşısında büyük kayıplar
vermişlerdir. Rusya’nın bölge halklarının dirayetini idrak etmesi açısından çarpıcı etkisi
olan bu askerî harekât, sonraki yüz yıllık süreçte pek çok kere tekrar edecek olan kanlı
çatışmaların da başlangıç noktası olmuştur. Petro, bu gelişmeler üzerine kendisi de bir
ordu toplayarak bölgeye intikal etmiş ve Tarku’yu ele geçirmiştir. Daha sonra Derbend
istikametine yönelen Petro, bu sırada Şamahı, Bakü ve Derbend’e bildiriler göndererek,
asıl amaçlarının ‘‘Şah ve bölge halkını Afgan tahakkümünden kurtarmak ve Afganları

112
Serdar Oğuzhan Çaycıoğlu, ‘‘18. Yüzyıl Başlarında Rusya’nın Kafkaya Siyaseti: I. Petro’nun İran
Seferi’’, Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 2, Kafkasya Özel Sayısı, 2017.
s.119.
113
А. Абдурахманов, Азербайджан во Взаимоотношениях России, Турции и Ирана в Первой
Половине XVIII в., Нагыл Еви, Баку, 2011, c.27-29. (Hayatta kalan tek tacir olan Evreinov’un ise
170.000 Ruble değerinde malı yağmalanmıştır.)
114
Абдурахманов, c.35.
27
Rus tacirlerinin akıbetinden ötürü cezalandırmak’’ olduğunu bildirmiştir. 115 Bu bildiri,
Rusya’nın bölge üzerindeki emperyalist emellerini gizlemek ve bu emelleri meşru kılma
çabasından fazlası olmamıştır.

Bölge halklarının Rus düzenli ordusuna karşı kazandıkları ufak çaplı geçici
zaferler, Petro ve ordusunu durdurmaya yetmemiştir. Vermiş oldukları zayiata rağmen
emin adımlarla güneye ilerlemeye devam eden Rus ordusu, Derbend’i ele geçirmiş ve
Bakü’yü kuşatmaya almıştır. 116 Bu gelişmeler üzerine 1724 yılında Osmanlı ve Rusya
arasında İstanbul Anlaşması imzalanmış; Safevî toprakları ve dolayısıyla Kafkasya, bu
iki imparatorluk arasında bölüşülmüştür. 117 Safevîler tarafından da teyit edilen bu
anlaşmadan karlı çıkan taraf hiç şüphesiz Rusya olmuştur; zira Osmanlı Devleti,
İstanbul Anlaşması ile Derbend ve Bakü’yü de kapsayacak şekilde Hazar Denizi’nin
batı kıyılarını Rusya’ya bırakılmasını kabul etmiştir. 118 Bölgede geçici bir zafer
kazanmış gibi görünen Ruslar, kısa süre içinde bölge hâkimi Nadir Şah ile baş
edemeyeceklerini fark ederek 1735 yılında Kafkas Ötesi’nden Terek Irmağı dolaylarına
kadar geri çekilmişledir. 119

Görüldüğü üzere Petro, iktidarı süresince Kafkasya ve Hazar kıyılarını ele


geçirme noktasında çeşitli hamleler yapmış ve geçici başarılar kazanmıştır. Bununla
birlikte, Çar I. Petro Rusya’nın Kafkasya’daki mutlak hakimiyetini göremeden vefat
etmiş; fakat bölgenin işgal edilmesi gerekliliği fikrini kendinden sonra tahta çıkacak
olan Rus çar ve çariçelerine miras olarak bırakmıştır. Rus dış politikasının Kafkasya
siyasetinin şekillenmesinde çok önemli bir yere sahip olan Petro, yaklaşık 130 yıl daha
devam edecek olan Rus-Kafkas mücadelesinin de bir anlamda temellerini atmıştır.

115
С. М. Соловьев, История России с Древнейших Времен, кн. IV, т.XVI–XX, 1868, c.679-680,
Aktaran: Абдурахманов, c.36.
116
Анатолий Куликов и Валентин Рунов, Все Кавказские Войны России: Самая Полная
Энциклопедия, Эксмо, Москва, 2013, c.26-27.
117
Ensar Köse, Osmanlı Devleti ve Rusya Arasında Kafkasların Taksimi, Büyüyenay Yayınları,
İstanbul, 2017, s.313.
118
Д. С. Кидирниязов, ‘‘Стамбульский Договор 1724 г. и Его Значение Для Кавказской Политики
России’’, Вестник Адыгейского Государственного Университета. Серия 1: Регионоведение:
Философия, История, Социология, Юриспруденция, Политология, Культурология, №: 2,
2012, c.104.
119
Saydam, s.243.
28
Petro’nun Kafkasya’daki başarı ve başarısızlıklarından ders alan Ruslar, ilerleyen
dönemlerde günün konjonktürü dahilinde daha ihtiyatlı hamleler yapacaklardır.

Rusya, Petro’nun ölümünün ardından Nadir Şah’ın baskısı sonucu çekilmek


zorunda kaldığı Terek Irmağı dolaylarında savunma pozisyonuna geçmiştir. Agresif
hamleler yapmaktan kaçınan Ruslar, sahip oldukları hattın müdafaasını sağlayarak,
ileride yapacakları ileri harekatın hazırlıklarını yapmaya başlamışlardır. Söz konusu bu
süreçte, Kafkasya halklarının kendisine karşı bir araya gelme ihtimalinden çekinen
Rusya, daha önce bölgenin yerel halklarını sindirmeleri üzerine Kafkasya’ya
yerleştirmiş olduğu Kozakları desteklemeye başlamıştır. Rusya’nın Kafkasya’daki
savunma pozisyonu 1762 yılında tahta çıkan II. Katerina dönemine kadar devam
etmiştir. 120

Tıpkı Petro gibi ileri görüşlü ve sıra dışı bir vizyona sahip olan II. Katerina, Rus
emperyalizminin en sistematik uygulayıcılarından biri olmuştur. Bu durumun Kafkasya
yansımaları da yine Petro dönemi ile benzerlik göstermiştir. Kafkasya’nın imparatorluk
çıkarları için ifade ettiği stratejik değeri doğru analiz eden Katerina, bu bölgeyi tekrar
Rus dış politikasının gündemine taşımıştır. Bu bağlamda, işe Kafkasya’daki Kozak
hattını güçlendirerek başlamış ve daha sonra bölge halkının Ortodokslaştırılması için
misyonerlik faaliyetleri yürütülmesi emrini vermiştir. Söz konusu misyonerlik
faaliyetleri, ilerleyen dönemlerde bölgenin işgali sırasında Rusya’ya önemli avantajlar
sağlamıştır. Katerina ayrıca Mozdok şehrinde bir kale yapılması emrini vermiştir. Buna
karşılık Kabardey halkı, Mozdok’un kendilerine ait olduğunu belirterek duruma tepki
göstermiş ve barışçıl çözüm girişimlerinden sonuç alamayınca Ruslara savaş ilan
etmiştir. Kabardeyler ile başlayan mücadele sırasında diğer Kafkasya halklarının ve
Osmanlı Devleti’nin de potansiyel saldırı tehdidi altında bulunan Rusya, söz konusu bu
süreçte Kozaklardan yoğun şekilde faydalanmış ve onlar aracılığıyla Kafkasya’da

120
Baddeley, s.59.
29
tutunmayı başarabilmiştir. 121 Kozak topluluklarının meydana getirmiş olduğu güvenli
hat, daha sonra gerçekleştirilecek olan Rus ileri harekatının da çıkış noktası olacaktır. 122

1768 yılında II. Katerina iktidarında patlak veren Osmanlı-Rus savaşı, sonuçları
gereği Kafkasya’nın geleceğinin tayini noktasında önemli bir yere sahip olmuştur. Söz
konusu bu savaş sırasında, iki devlet de kendi dinî dairelerine dahil olan Kafkas
halklarını destekleyerek mücadeleye davet etmiştir. Bununla birlikte savaş sonrası
imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması, Kafkasya açısından çok daha fazla önem arz
etmektedir; zira bu anlaşma ile Rusya’nın Kafkasya üzerindeki emellerinin önünde
coğrafî ve politik açıdan en önemli engeller arasında bulunan Kırım, Rusya tarafından
ilhak edilmiş ve Osmanlıların Kafkasya’daki nüfuzu zayıflama sürecine girmiştir.123
Kırım tehlikesinin ortadan kalkmasıyla birlikte özellikle batı Kafkasya sahilleri her
anlamda Rus istilasına karşı savunmasız hale gelmiştir ki kısa süre sonra Çariçe II.
Katerina Taman Yarımadası’nı da işgal etmiştir. 124

Kırım’ı ele geçirerek Kafkasya’yı kuzeyden tehdit etmeye başlayan Katerina,


1783 yılında Rusya’dan himaye isteyen Tiflis Kralı İrakli Han’ın bu isteğini geri
çevirmeyerek bölgenin işgali için güneyde de yeni bir cephe ve müttefik kazanmıştır.125
İrakli Han sayesinde Kafkasya’nın orta ve güney bölümlerinde nüfuzunu arttıran Rusya,
Daryal Geçidi’nin kontrolünü de ele geçirerek önemli bir kazanım elde etmiştir. Bu
durumdan hayli rahatsız olan yerel Kafkas yönetimleri, Gürcistan’a olan tepkilerini
göstermek adına buraya seferler düzenlemişler 126 fakat Gürcülerin Rusya ile olan
himaye ilişkisini sonra erdirebilecek kesin bir sonuç elde edememişlerdir. 127

121
Baddeley, ss.59-60.
122
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya XIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk
Rus İlişkileri (1798-1919), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, (tür) s.34.
123
Д. Ю. Арапов, ‘‘Кючу́к-Кайнарджи́йский Мир 1774’’, Большая Российская Энциклопедия,
Том: 16, Москва, 2010, c.533.
124
Saydam, s.245.
125
24 Temmuz 1783 tarihinde imzalanan Georgiyevsk Anlaşması ile Kartli Krallığı Rusya’nın himayesi
altına girmiştir. Bkz: Дегоев Владимир, ‘‘Без России Грузии Могло Бы и не Существовать. О
Георгиевском Трактате 1783 года’’, Свободная Мысль, №: 3, 2014, c.64.
126
М. А. Волхонский, ‘‘Завоевание Или Добровольное Присоединение? Политический Процесс
Инкорпорации Картли-Кахетинского Царства в Состав Российской Империи 1796-1801 гг.’’,
Международная Аналитика, №: 4, 2017, c.73.
127
Saydam, s.245.
30
Görüldüğü üzere Çariçe II. Katerina’nın yapmış olduğu hamleler, Rusya’nın
Kafkasya’ya yerleşme sürecini hızlandırarak bölgenin yerel halkını endişeye sevk
etmiştir. Tarih boyunca özgürlüğe sıkı sıkıya bağlı yapıları ile bilinen Kafkas halkları,
Rus tahakkümüne karşı yardım bekledikleri Osmanlı Devleti’nin de çaresiz kalması
üzerine kendi öz güçleri dahilinde bir karşı mücadele hareketi başlatmışlardır.
Anavatanlarının müdafaası için başlatmış oldukları bu hareket, emperyalist Rus
yayılmacılığına karşı doğal bir reaksiyon niteliği göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin bu
direnişe vermiş olduğu destek ve direnişçilere yönelik teşviki, yadsınamaz bir gerçek
olmakla birlikte hareketin organik yapısını değiştirmemiştir. Kafkas halklarının
ellerindeki çok kısıtlı imkanlar dahilinde ortaya koymuş oldukları bu mücadele, düzenli
bir orduya sahip ve günün konjonktüründe süper güç olarak değerlendirilebilecek
Rusya’nın Kafkasya’yı işgal sürecini yüz yıl kadar daha geciktirecek ve bu süreçte
Rusya’yı prestij, maddiyat ve psikolojik açıdan ağır tahribata uğratacaktır.

Kafkasya’da ortaya çıkan direniş hareketi, büyük ölçüde manevi duygular


etrafında şekillenmiştir. Muhtelif nedenlerden ötürü kendi içlerinde siyasî bir birlik
teşkil edememiş olan Kafkas halkları, bağımsızlıklarına ket vurarak yurtlarını
sömürgeleştirmeye gelmiş olan Ruslara karşı, dinî değerler etrafında birleşerek
mukavemet göstermişlerdir. Direnişin fitilini ateşleyen grubun, Ebû Yakûb Yûsuf el-
Hemedânî tarafından Orta Asya’da kurulan Hâcegân tarikatınca manevi yönü tayin
edilerek en mühim Sûfî tarikat ve taifelerinden biri konumuna gelen Nakşibendiyye
olması da bunu doğrular nitelikte olmuştur.128 Orta Asya orijinli olmasına karşın bu
noktadan hareket ile tüm İslam Dünyası’na yayılım gösteren Nakşibendiyye’nin
Kafkasya’daki lideri konumunda bulunan İmam Mansur ise direnişi örgütleyen isim
olacaktır. 129 Mücadeleyi başlatan Müslüman halk tarafından Gazavât 130 şeklinde ifade
edilen bu hareket, Rus literatüründe ise Müridizm adı altında değerlendirilmiştir.131

128
Moshe Gammer, ‘‘The Beginnings of the Naqshbandiyya in Daghestan and the Russian Conquest of
the Caucasus’’, Die Welt des Islams, Cilt: 34, Sayı: 2, 1994, ss.204-205.
129
Gammer, ss.206-207.
130
Kafkasya’da bulunan Müslüman topraklarını fethetme arzusundaki Ruslara karşı başlatılan ‘‘kutsal
savaş’’. Rus literatüründe ‘‘Cihâd’’ olarak da nitelendirilmiştir. bkz: Владимир Дегоев, Непостижимая
Чечня: Шейх-Мансур и Его Время (XVIII век), Модест Колеров, Москва, 2013, c.37.
131
Алекса́ндр Коже́в, ‘‘Кавказская Война: Закономерности Промежуточных Результатов,
Перспективы Осмысления’’, Кавказская Война: Актуальные Проблемы Исторического
31
Şeyh ve müritleri tarafından ateşlenmesi dolayısıyla Müridizm 132 adını alan bu hareket,
başlangıç noktası itibariyle Çeçenistan’da ortaya çıkmış, ancak çok kısa bir süre
içerisinde tüm Kafkasya’ya sirayet etmiştir. 133 Başlangıçta Rusya’dan Kafkasya için
özerklik talep eden bir yapıya sahip olan Müridizm Hareketi, kısa süre içerisinde
Kafkasya’nın tam bağımsızlığını önceleyen bir nitelik kazanmıştır. 134

Kafkasya halkları arasında Gazavat fikrini yayarak bir anlamda onların ulusal
önderi konumuna gelen İmam Mansur, 135 vatanseverliği ve sağlam ahlakı dolayısıyla
halk nezdinde büyük destek görmüştür. Hareketin önderi olarak yapmış olduğu
faaliyetler dolayısıyla namı Kafkasya dışına taşarak Osmanlı sarayına kadar ulaşmış ve
takdir toplamıştır. İmam Mansur’un padişah ve halifeye olan bağlılığı kuvvetle
muhtemel olmakla birlikte, faaliyetlerinden ötürü cesaretlenen Osmanlı himayesindeki
bir takım Kafkas halklarının Rusya’ya yönelik saldırgan tutumları ve Mansur’un
kitleleri peşinden sürükleyen karizmatik yapısı dolayısıyla alternatif bir otorite figürü
teşkil etmesi, kendisine kısa bir süre için Osmanlı aleyhtarı gözüyle bakılmasına neden
olmuştur. 136

Üzerindeki şüpheyi, 1787 yılında Rusya ve Osmanlı arasında patlak veren


savaşta göstermiş olduğu mücadele ile tam anlamıyla kaldırmış olan Mansur, elindeki
kısıtlı imkanlarla Kafkas halklarını örgütleyerek çarlık güçleri ile savaşmış ve ufak çaplı
zaferler kazanmıştır. 137 Ancak Osmanlı Devleti’nin bölgeye gerekli desteği verememesi,
Rusya’nın barış vaadiyle bazı Kafkas halklarının aklını çelerek savaştan çekilmelerini

Дискурса, ред. К. Ф. Дзамихов, Б. Х. Бгажноков, З. М. Кешева, З. А. Кожев и Д. Н. Прасолов,


Кбиги Ран, Нальчик, 2014, c.17.
132
Çarlık Rusyası ve onu takip eden Sovyet kaynaklarınca Sûfîzmden tamamen bağımsız olarak
değerlendirilen Müridizm, konuya vakıf olmayan radikal Rus müelliflerce ‘‘İslam’dan bağımsız yeni bir
din’’ olarak dahi nitelendirilmiştir. Bkz: Gammer, s.208.
133
Naz Penah ve Elchin Shakirov, ‘‘Kafkasya’da Özgürlük Mücadeleleri ve Müridizm’’, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 66, 2019, ss. 415-416.
134
Süleyman Uludağ, ‘‘Müridizm’’, TDVİA, Cilt: 32, İstanbul, 2006, s.50.
135
Cafer Barlas, Dünü ve Bugünü ile Kafkasya Özgürlük Mücadelesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2014,
s.57.
136
Mustafa Aydın, ‘‘Şeyh Mansur’’, TDVİA, Cilt: 39, İstanbul, 2010, s.61, Ahmet Yüksel, ‘‘Osmanlı
İstihbarat Ağı ve İmam Mansur’’, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Cilt: 32,
Sayı: 32, 2012, s.182.
137
Kazanmış olduğu ufak çaplı zaferlere karşılık Çeçenistan sınırları dışında almış olduğu yenilgiler,
Mansur’un sıkça vurgulamış olduğu ‘‘ilahı yardım’’ iddialarını zayıflatarak kendisine olan desteğin
32
sağlamasına yol açmıştır. 138 Tüm olumsuzluklara rağmen mücadelesine devam eden
Mansur, Anapa Kalesi’nde müdafaa pozisyonunda bulunduğu 1791 yılında, general
Gudoviç komutasındaki Rus kuvvetleri tarafından kuşatmaya alınmış, ancak kale
kumandanı Battal Paşa ile birlikte teslim olmayı reddederek sayıca çok üstün olan
Ruslara karşı mağlup olarak esir düşmüştür. Bu gelişmeyi büyük bir memnuniyetle
karşılayan Çariçe II. Katerina, İmam Mansur’un Şisselburg Kalesi’nde hapsedilmesi
emrini vermiştir. Kaleye getirildiğinde zaten hasta olduğu belirtilen Mansur, 1794
yılında burada şehit olmuştur. 139 Mücadelesi süresince sergilemiş olduğu dirayetli,
tavizsiz ve cesur yapısı ile Rusya cephesinde büyük bir endişe ve çekinceye sebebiyet
veren Mansur, Kafkas halklarının ihtiyaç duyduğu güveni onlara aşılamış ve üstlendiği
hayatî sorumluluğu layıkıyla yerine getirerek bayrağı kendisinden sonra gelecek
olanlara devretmiştir.

İmam Mansur’un ölümü ile Kafkasya’daki direniş hareketi de bir süre için
sekteye uğramıştır. Ancak söz konusu bu noksanlıkta, 1787 yılında başlayan Rus-
Osmanlı savaşının kaybeden tarafı olan Osmanlıların, Kafkasya’ya gereken desteği
verememeleri de oldukça etkili olmuştur. Özellikle savaş sonrası imzalanan Yaş
Anlaşması, Kafkasya’nın geleceği açısından çok önemli maddeler içermektedir. Bu
anlaşma ile Rusya’nın Kafkasya’daki varlığı ve Gürcistan üzerindeki hamiliği Osmanlı
tarafından bir kez daha tasdik edilmiş, aynı zamanda Müslüman Kafkasya halklarının
Rusya’ya karşı olası saldırgan tutumları karşısında Osmanlının kefaleti onaylanmıştır.
Bununla birlikte bu anlaşmayı taraf olmadıkları gerekçesiyle tanımayan Kafkasyalılar,
Rus güçlerine karşı akınlarına devam etmişler ve Osmanlı Devleti’ni tazminat ödemek
durumunda bırakmışlardır. 140

Yaş Anlaşması sonrasında elini güçlendiren Rusya, özellikle Kuban ve Terek


dolaylarında Kozakların iskân faaliyetlerini yoğunlaştırmış ve bölge kolonizasyonu için

azalmasına neden olmuştur. Bkz: Anna Zelkina, In Quest for God and Freedom: The Sufi Response to
the Russian Advance in the North Caucasus, Hurst & Company, Londra, 2000, s.65.
138
Saydam, s.246.
139
Julietta Meskhidze, ‘‘Şeyh Mansur: Âşina Bir Suret İçin Birkaç Dörtlük’’, çev. Abdullah Temizkan,
Sufi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 8, 2013, ss.88-92.
140
Temizkan, (araf), s.333.
33
yeni köylerin yapım çalışmalarına başlamıştır. 141 Bir taraftan da bir sonraki saldırıları
için hazırlıklarına devam eden Ruslar, bu amaç doğrultusunda Daryal Geçidi’ni
genişletmişlerdir. Bu süreçte, saldırıya geçmek için bahane kollayan Rusya, Kaçar
Hanedanı’nın hükümdarı Ağa Muhammed Han’ın Gürcistan’ı yağmalamasını fırsat
bilerek 1796 yılında İran üzerine sefer kararı almıştır. Çariçe II. Katerina’nın emri
üzerine Rus orduları komutanı sıfatıyla İran üzerine yürüyen Zubov, kısa sürede önemli
başarılar kazanarak Derbend ve dolaylarını ele geçirmiştir. Ancak bu sırada Çariçe II.
Katerina’nın vefat etmesi üzerine sefer durdurulmuş; tahta geçen oğlu Paul, alınan
toprakları Kaçar hükümdarına geri iade etmiştir. 142 Bu sefer sonucunda bir toprak
kazanımı elde edemeyen Ruslar, buna rağmen kendilerine olan güvenlerinin tazelenmesi
ve Kafkasya’nın dirayetinin kırılması açısından önemli bir başarı elde etmişlerdir.

I.Petro dönemi ile başlayan Kafkasya meselesini Rus dış politikasının ana
odaklarından biri haline getirme durumu, II. Katerina iktidarında da devam etmiştir.
Çariçe, iktidarda kaldığı süre boyunca Rusya’nın Kafkasya’da kalıcı bir yer edinmesi
için pek çok hamle yapmış ve bunların birçoğunda başarılı olarak kendisinden sonra
Rusya tahtına çıkacak olan yöneticilerin işini hayli kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti ve
İran gibi bölgesel iki süper gücün Kafkasya üzerindeki nüfuzlarının hayli azaltıldığı ve
art arda alınan zaferlerle Kafkasyalıların dirayetinin kırıldığı bu dönem, bölgenin
topyekûn ilhakı açısından büyük önem arz etmektedir. II. Katerina ile birlikte sistematik
bir hal alan ve dünya kamuoyu nezdinde sömürgeci jargonun yoğun kullanımıyla ahlakî
temellere oturtulmuş gibi gözüken bu emperyalist işgal süreci, çariçe sonrası dönemde
de başarı ile devam ettirilecek ve nihayete erdirilmeye çalışılacaktır.

II. Katerina’dan sonra tahta çıkan oğlu Pavel, tıpkı annesi gibi Gürcistan iç
meselelerine müdahalede bulunarak burada hami rolüne soyunmuş ve Kafkasya’yı
güney yönünden tehdit etmeye başlamıştır. Ancak Gürcistan özelindeki asıl önemli
gelişme, I. Pavel’den sonra tahta çıkan oğlu I. Aleksandr döneminde gerçekleşmiştir.
Buna göre Çar Aleksandr, Rusya’nın Gürcistan üzerinde uzun yıllardır devam eden
hamiliğini sona erdirerek burayı yeni bir Rus vilayeti ilan etmiştir. Almış olduğu bu

141
Ahmet Hazer Hızal, Kuzey Kafkasya, Orkun Yayınları, Ankara, 1961, s.37.
142
Baddeley, s.80.
34
karar sonrasında Gürcistan’daki tüm siyasî yapılara hâkim olması uzun sürmeyen I.
Aleksandr, saldırgan politikasını devam ettirerek Dağıstan ve Azerbaycan bölgelerinin
ilhakını yeni hedefi olarak belirlemiştir. 143 Bu hedef doğrultusunda harekete geçen Rus
ordusu, kısa süre içerisinde Gence, Bakü ve Kuba gibi Azerbaycan bölgesinin stratejik
noktalarını ve Derbend’i ele geçirmiştir. 144

Çar Aleksandr’ın takip etmiş olduğu Kafkasya siyaseti, bir noktada seleflerinden
ayrılmıştır. Çar tarafından takip edilen yeni politika, Rusya’nın daha önce başarı elde
edememiş olduğu dağlı halklara ve liderlerine hediyeler göndererek onları kendi
saflarına çekme çabası 145 yerine korku bazlı orantısız güç kullanımını öngörmüştür.146
Söz konusu bu yeni politikanın mimarı ise, daha önce de Rusya adına Kafkasya’da
görev almış olan, fakat Çar Aleksandr’ın iktidara gelişi ile bölgeye genel vali olarak
atanmış General Tsitsianov’dan başkası olmamıştır. Bölge halkını ağır vergiler,
asimilasyon, yoğun bürokrasi ve toplumsal yapıyı parçalama yoluyla sindirme üzerine
temellendirilen bu politika 147, daha sonra Kafkasya’daki Rus ordularının başına getirilen
General Yermolov ile birlikte bir adım daha ileriye taşınarak vahşet boyutuna
ulaşmıştır. Söz konusu tavizsiz ve acımasız politika, Rusya’nın bundan sonraki süreçte
işgal siyasetinin temelini teşkil edecektir.

İran ve Osmanlı Devleti ile girmiş olduğu mücadelelerden galip ayrılan Rusya,
yapılan anlaşmalar sonucunda bu iki devletin Kafkasya’daki varlığını büyük ölçüde
sonra erdirmiştir. Özellikle 1829 tarihinde Rusya ve Osmanlı Devleti arasında
imzalanan Edirne Anlaşması, Kafkasya’daki Müslüman halkın Ruslara karşı tamamen
savunmasız kalması açısından önem teşkil etmektedir. 148 Ancak mevzubahis bu
anlaşmaların küresel ölçekte yansımaları daha büyük olmuştur. Rusya’nın Kafkasya

143
Saydam, s.247.
144
В. М. Муханов, ‘‘Ру́сско-Перси́дские Во́йны’’, Большая Российская Энциклопедия, Том: 29,
Москва, 2015, c.85-86.
145
Kafkas Ötesi’ne nazaran Kuzey Kafkasya’da yeterli sayıda devlet kurumu bulunmamasının, Çarlığın
mahalli liderlerin desteğini alarak mevcut konumunu kuvvetlendirmesini engelleyen en önemli etken
olduğu düşünülmektedir. Bkz: С. А. Семедов, Современная Геополитическая Ситуация На
Кавказе, Экон-Информ, Москва, 2008, c.42.
146
Temizkan, (araf), s.441.
147
Tekin Aycan Taşçı, ‘‘Kafkasya’da Rus İdari Yapıları (1785-1845)’’, Karadeniz İncelemeleri Dergisi,
Sayı: 27, 2019, ss.86-91.
148
Kurat, (tür), s.57.
35
üzerinden yayılmayı planladığı sahanın bölgesel çıkarlarını tehdit edeceğini fark eden
Britanya İmparatorluğu, Kafkasya hakimiyeti için Rusya ile adeta soğuk savaşa
tutuşmuştur. 149

İran ve Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki hukukî varlıklarının sona ermesi


üzerine bölgenin kâğıt üzerinde sahibi konumuna gelen Rusya, bunun verdiği özgüvenle
halk üzerindeki baskıyı arttırmıştır. İşgalin bundan sonraki sürecinin sorunsuz
ilerleyeceğini düşünen Rusların, Kafkasyalıların dirayetli ve mücadeleci yönüyle bir kez
daha karşılaşmaları ise uzun sürmemiştir. Söz konusu anlaşmaları taraf olmadıkları
gerekçesiyle tanımayan Kafkasyalılar, tıpkı daha önce İmam Mansur örneğinde olduğu
gibi bir başka Nakşibendi Tarikatı mensubu olan İmam Gazi Muhammed önderliğinde
bir araya gelerek yeni bir kurtuluş mücadelesi başlatmışlardır. 150 Kısa sürede askerî
açıdan önemli başarılar elde eden Gazi Muhammed, Rusya’nın durum karşısında
endişeye kapılarak önlem almasına sebebiyet vermiştir. 151 İmam Gazi Muhammed
üzerine büyük bir Rus kuvveti tahsis eden Rusya, 1832 yılında imamı şehit etmiştir. 152

İmam Gazi Muhammed’in şehadetinin ardından mücadelenin liderliğine İmam


Hamzat getirilmiştir. Yaklaşık iki yıl süren liderliği süresince istiklâl davası uğruna
olumlu işler yapma gayreti gösteren Hamzat, 1834 yılında Cuma namazı için gitmiş
olduğu cami girişinde şehit edilmiştir. Mücadelenin liderliğine sonrasında gelen isim ise
gerek İmam Gazi Muhammed gerekse İmam Hamzat döneminde davaya olan bağlılığı
dolayısıyla göstermiş olduğu özveri ile bilinen İmam Şamil olmuştur. 153

149
Daha fazla bilgi için bkz: Gregory L. Bondarevsky – The Great Game A Russian Perspective,
Christie Books, Hastings, 2002.
150
İmam Mansur Nakşibendiliğin ‘‘Müceddidiye’’ ekolüne mensup iken İmam Gazi Muhammed ve
sonrasında direnişe liderlik yapmış olan diğer imamlar ise ‘‘Halidiye’’ ekolüne mensuptur. Bkz: Abdullah
Temizkan, ‘‘Kuzey Kafkasya Müridizmi, Müridizmin Yayılma Stratejisi ve Feodal Beylerle İlişkileri’’,
Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 2, 2009.
151
Saydam, ss.250-251.
152
1832’nin ekim ayında General G. A. von Rosen liderliğindeki Rus müfrezesi tarafından Gimri
dolaylarında kıskaca alınan İmam Gazi Muhammed müritleriyle birlikte burada şehit edilmiş, söz konusu
bu saldırıdan direnişin yönetici kadrosunda bulunanlar arasında yalnızca İmam Şamil yaralı olarak
kurtulabilmiştir. Bkz: В. М. Муханов, ‘‘Гази́-Магоме́д’’, Большая Российская Энциклопедия,
Том: 6, 2006, Москва, c.254.
153
M. Murat Yeşil, ‘‘19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya’nın Bağımsızlık ve Özgürlük Mücadelesi ve
Kabileler Arasında İletişimsizlik Sorunu’’, Turkish Studies, Cilt: 12, Sayı: 19, 2017, ss.215-216.
36
Her bakımdan liderlik özellikleri gösteren ve nev’i şahsına münhasır bir
karaktere sahip olan Şamil, istiklâl mücadelesine liderlik etmek için gereken tüm
vasıflara sahip bir önder adayı olmuştur. Bu yüzdendir ki, idareyi ele alması ile birlikte
hareketin çehresi değişmiş ve Kafkas halklarının makus kaderi olumlu yönde değişim
içerisine girmiştir. Kısa süre içerisinde Rus ordusuna çok büyük zayiat verdiren İmam,
art arda almış olduğu zaferlere rağmen hareketin başlangıç noktası olan Dağıstan’a tam
anlamıyla hâkim olamamış, bu nedenle mücadelenin merkezini Çeçenistan’a taşımıştır.
Burada göstermiş olduğu kararlı mücadele ile Çeçenistan’ın mutlak hâkimi durumuna
gelen Şamil, söz konusu başarısını ilerleyen süreçte Dağıstan özelinde yineleyerek bu
bölgenin de kontrolünü ele geçirmiştir. Şamil’in vermiş olduğu destansı mücadele,
nüfuzunun Kafkasya sınırlarını aşarak Osmanlı Devleti, Avrupa ve tüm İslâm Dünyası
nezdinde artmasını sağlamıştır. Ruslar ise alınan mağlubiyetlerin neden olduğu prestij
kaybını telafi amacıyla başarısız askerî harekatlar düzenlemeye devam etmişlerdir.

Mevzubahis direniş sırasında patlak veren Kırım Savaşı, Rusya’yı birden fazla
cephede savaşmak durumunda bıraktığından, Kafkasya’nın istiklâli için yeni bir umut
doğmuştur. Ancak Osmanlı idaresi ve Şamil arasında yapılan görüşmeler, Rusya’ya
karşı ortak mücadele amacı doğrultusunda nihayete erdirilememiş ve görüş ayrılıkları
sebebiyle havada kalmıştır. Bu tarihi fırsatı kaçıran Kafkasyalılar, Kırım Savaşı sonrası
Çar I. Nikola’nın ardından tahta çıkan II. Aleksandr döneminde gerçekleşen hadiseler
sebebiyle bunun pişmanlığını yoğun şekilde hissetmişlerdir. 154

Kırım Savaşı sırasında, imparatorluk sınırları içerisindeki bir düşmanın


potansiyel tehdidini yakinen gözlemlemiş olan II. Aleksandr, bu nedenle tahta geçtikten
sonra tüm dikkatini Şamil ve Kafkasya’ya yöneltmiştir. Her ne pahasına olursa olsun
Şamil’in bölgedeki varlığını sona erdirerek Kafkasya’ya tam anlamıyla hâkim olmak
isteyen II. Aleksandr, bu amaç doğrultusunda bölgedeki Rus ordularının başına Prens
Baryatinskiy’i getirmiştir. Kabilelerin Şamil’e vermiş olduğu desteğin azaldığı
gelişmesinin de farkında olan Rusya, Kafkasya’yı adeta abluka altına alarak dışarıdan
gelebilecek her türlü yardımın önüne geçmiştir. Takip edilen bu uygulama, kısa sürede
meyvelerini vermiş ve Kafkasya’daki mevziler teker teker düşmeye başlamıştır. 1859

37
yılına gelindiğinde Çeçenistan ve Dağıstan’ın büyük bölümünü ele geçirmiş olan
Ruslar 155, 25 Ağustos tarihinde Gunib Kalesi’nde müdafaa halinde bulunan Şamil’i de
esir olarak ele geçirmişlerdir. 156

İmam Şamil’in Ruslara esir düşmesi Kafkasya’daki istiklâl mücadelesini tam


anlamıyla sonra erdirmemiştir. Mücadele süresince Şamil’in naibliğini yapmış olan bazı
liderler Rusya’nın bölgeyi ilhakına karşı koyma çabalarını devam ettirmişlerdir. Ancak
bu çaba sonuç vermemiş ve sayıca az kalan direnişçiler Rusya tarafından yenilgiye
uğratılmıştır. Bağımsız Kafkasya için yürütülen mücadele bu şekilde sona ermiş ve
Rusya, her ne kadar çok uzun bir sürece yayılmış olsa da tarihte örneği çok az görülen
bir başarı göstererek Kafkasya’nın tamamına hâkim olmayı başarmıştır.

Kafkasya’daki direnişi sona erdiren Ruslar, yüzyıldır arzu ettikleri üzere bölge
kontrolünü bütünüyle ele geçirmiştir. Söz konusu bu gelişme, Kafkasya’nın makus
tarihi açısından yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Bu çerçevede, çarlık
politikası gereği bölgede yoğun Ruslaştırma propagandaları tatbik edilmiş, yerel dillerin
kullanımı kati surette engellenmiş, bağımsızlık yönünde atılan mikro ve makro
ölçekteki her türlü adım mümkün olan kanlı yöntemle bastırılmış, yerel halk arasındaki
mevcut çatışma hali alevlendirilmek suretiyle böl ve yönet stratejisi uygulamaya
konmuş ve Rusya çıkarları açısından tehdit teşkil ettiği düşünülen Kafkas halkları
sürgüne zorlanmıştır. Kafkasyalılar, yüzyıldan daha fazla bir süre devam ettirmiş
oldukları mücadelelerinin diyetini, söz konusu dönemde kaybettikleri yüzbinlerce can
ile ödemişlerdir. Muhtelif kaynaklarda farklı rakamlar ile ifade ediliyor olmakla birlikte,
bir ila iki milyon arasında Kafkasyalının sürgün sonucunda anavatanından koparıldığı
düşünülmektedir. 157 Kafkas halkları için her açıdan bedbaht bir süreç olan çarlık
tahakkümü, monarşinin lağvedileceği tarih olan 1917’e kadar tüm yıkıcılığıyla devam
etmiştir.

154
Saydam, ss.253-254.
155
Baddeley, ss.429-450.
156
П. И. Тахнаева, ‘‘Наиб Байсунгур из Беноя: Современные Мифологемы и Исторические
Реалии’’, Minbar. Islamic Studies, Cilt: 12, Sayı: 2, 2019, s.375.
157
Hakan Altın, ‘‘XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’ne Yapılan Çerkes Göçleri (Çerkes Sürgünü)’’, Belgi
Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 14, 2017, s.589.
38
2. 1917 RUS İHTİLALİ VE BOLŞEVİKLERİN ERKEN DÖNEM
KAFKASYA SİYASETİ

Ekonomik ve sosyal bir buhran içerisinde yer alan Rusya, takvimler 1917’yi
gösterdiği sırada infilak etmesine adeta ramak kalmış bir volkanı andırmaktaydı. Taraf
olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlıkları için 15 milyon vatandaşını silah altına
almasına rağmen bu yoğunlukta bir gücün mühimmat ihtiyacını gidererek mobilize
edecek bir ekonomik güce sahip olmayan çarlık, savaş öncesinde de parlak yaşam
şartlarına sahip olmayan imparatorluk halklarına yüklemiş olduğu ordu harcamaları ile
pek çok şehri gıda sıkıntısı çekecek raddeye getirmişti.158

Sanayi Devrimi öncesinde Avrupa’nın demografik anlamda en büyük kırsal


nüfusuna sahip olan Rusya’da, devrim sonrası köylü ekonomisinin çöküşü ve yerine
tesis edilen sanayi bazlı ekonominin de insanlık onurunu zedeleyen şartlarda çalışan
karamsar proletaryanın omuzlarında yükselişi, Rusya tabanında huzursuzluğa sebep
olmuştur. 159 Söz konusu bu durum, Çarlık tarihinin geçmiş dönemlerinden itibaren
sosyal yapısında mevcut olan sınıf ayrımı gerçeğini pekiştirerek tabakalar arasındaki
uçurumu derinleştirmiştir. Bununla birlikte, sanayi ekonomisini tesis etme çabaları,
sermaye sınıfının gelişmesine olanak sağlayarak Batı menşeli liberal düşüncelerin
Rusya’ya giriş sürecinin hızlandırmış olması ve sayıları her geçen gün artan fabrika
işçileri arasında sınıf mücadelesi fikrinin yeşerme emareleri göstermesine neden olması
hasebiyle, gerçekleşecek olan devrimin düşünsel ayağının olgunlaşması açısından
önemli bir gelişme olmuştur. 160 Bunlara ek olarak, Çarlık yönetiminin otoriter ve
acımasız tutumu da halk nezdinde tepki toplayarak yönetime karşı homurdanmaları
şiddetlendirmiştir. 161

Halkın yönetime karşı ayaklanması için gerekli tüm şartların oluşmuş olmasına
rağmen, gerçekleşecek devrimin lider kadrosunda bulunan Lenin de dahil olmak üzere

158
Vernadsky, s.347.
159
Nicholas V. Riasanovsky ve Mark D. Steinberg, Rusya Tarihi: Başlangıçtan Günümüze, çev. Figen
Dereli, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2016, ss.445-446.
160
Edward Hallet Carr, Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929, çev. Levent Cinemre, Yordam
Kitap, İstanbul, 2015, (len) s.48.
161
Catherine Evtuhov ve Richard Stites, 1800’den İtibaren Rusya Tarihi Halklar, Efsaneler, Olaylar
Güçler, çev. Cevdet Aşkın, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2018, s.307.
39
hiçbir Menşevik ya da Bolşevik mensubu, yakın gelecekte bir ayaklanma
öngörmemiştir. 162 Kimsenin beklemediği bir anda kıvılcım alacak olan 1917 Devrimi,
halk tabanında ortaya çıkmış olması ve mevcut yönetimi yıkma gayesi barındırması
niteliklerinden ötürü, 1825 yılında proleter bilinçten uzak aristokrat sınıfı tarafından
gerçekleştirilen ve liberal düşünceler ışığında anayasal monarşi talep eden Dekabrist
Ayaklanması’ndan 163
ve yine liberallerin kontrolünde otokratik yönetime tepki olarak
başlatılmış fakat süreç içerisinde kitlesel bir mahiyet kazanmış olan 1905 Devrimi’nden
164
farklı ve daha kapsayıcı bir yapıya sahip olmuştur.

Ekim ve Şubat Devrimleri olmak üzere iki aşamalı olarak gerçekleşecek olan
devrim, kısa sürede ülke çapına yayılacak olan grevler, kadın hareketleri ve sivil toplum
örgütlerinin faaliyetleri ile kıvılcım almıştır. II. Nikolay’ın protesto halindeki halkı
yatıştırması ve eyleme son vermesi için göndermiş olduğu askerî gücün de devrime
katılmasıyla birlikte süreç farklı bir hal almış ve ülke genelinde kaos durumu ortaya
çıkmıştır. 165 Ordunun halka ateş açmayı reddetmesi üzerine tahtını bırakmak
durumunda kalan II. Nikolay ile birlikte Romanov Hanedanı son bulmuş ve Rusya’da
yeni bir siyasî yapı tesis edilmiştir.

Şubat Devrimi ile birlikte yönetimi ele geçiren devrimciler geçici bir hükümet
kurmuş; bununla birlikte söz konusu hükümet, sosyal demokrat kanada daha yakın olan
ve burjuva bir devrimi benimseyen siyasî fraksiyondan meydana gelmiştir. Halkın
kendilerinden en büyük beklentisi olan savaşa son verme kararına kayıtsız kalan Geçici
Hükümet, arkasındaki halk desteğini her geçen gün kaybetmiş; iktidara alternatif
konumunda olan Sovyetler ise halk nezdinde yükselişe geçmiştir. 166 Aristokratları,
sermaye sahiplerini ve burjuvaziyi temsil eden, ayrıca içinde hala Çarlık yanlısı
subaylar barındıran Geçici Hükümeti ortadan kaldırarak, doğrudan halkın temsil

162
Neil Faulkner, Halkların Rus Devrimi Tarihi, çev. Tuncel Öncel, Yordam Kitap, İstanbul, 2017,
s.119.
163
Boris Kagarlitsky, Çevrenin İmparatorluğu Rusya ve Dünya Sistemi, çev. Esin Soğancılar, Phoenix
Yayınevi, Ankara, 2007, s.284.
164
Eytuhov ve Stites, s.236.
165
Marcel Liebman, Rus Devrimi: Bolşevik Zaferinin Kökenleri, Aşamaları ve Anlamı, çev. Samih
Tiryakioğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017, s.111.
166
Edward Hallet Carr, Sovyet Rusya Tarihi: Bolşevik Devrimi 1, çev. Orhan Suda, Metis Yayınları,
İstanbul, 2016, ss.75-76.
40
edildiği bir hükümet kurmadan devrimin tam anlamıyla gerçekleşmeyeceği fikrinde
olan Bolşevikler, Rus takvimine göre 25 Ekim 1917’ye tesadüf eden tarihte, Lenin
önderliğinde hükümeti ele geçirmişlerdir. 167 Söz konusu bu gelişme, daha sonra
Sovyetler Birliği’nin kurulmasına kadar devam edecek olan olaylar silsilesinin
başlangıcı olmuştur.

Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’yı ele geçirmesiyle birlikte tehcir, asimilasyon,


siyasal ve sosyal baskı gibi olumsuz yaptırımlara maruz kalan ve tahakküm altında
yaşamak zorunda kalan Kafkasya halkları, Rusya Müslümanlarının genelinde görüldüğü
üzere 1917 Devrimi’ni öngörememiş ve bu gelişmeye hazırlıksız yakalanmıştır. Ancak
Rusya’nın içine düşmüş olduğu müşkül pozisyon, Çarlık baskısı altında yaşayan Gayrı
Rus pek çok unsur gibi Kafkasyalıların da istiklâl umutlarının tekrar yeşermesine neden
olmuştur. Çarlığa olan bağlılıklarını, uzun soluklu mücadelelerinde güçlerini tekrar
toplamak için verilmiş bir mola şeklinde değerlendiren Kafkasyalılar, devrimin yaratmış
olduğu siyasî otorite boşluğundan yararlanarak bağımsızlıklarını geri kazanmak için
harekete geçmişlerdir. 168 Öncelikli hedefleri ise Kafkasya’nın geleceği üzerine istişare
için mümkün olan en kısa zamanda bir araya gelmek ve ortak kararlar alarak mevcut
durumdan faydalanmaya çalışmak olmuştur.

Bu noktada, söz konusu serbestlik ortamının sağlanmasında kayda değer etkisi


bulunan 20 Mart 1917 tarihli kararnameye değinmek yerinde olacaktır. Çarlığın,
azınlıkların bireysel ve toplumsal haklarını kısıtlayan uygulamaları nedeniyle direnişin
düşünsel ayağını yürütmekte zorlanan Kafkasyalılar, azınlıklar üzerindeki tüm
kısıtlamaları kaldıran bu kararname ile serbestçe yazma, konuşma ve istişare için bir
araya gelme haklarını elde etmişlerdir. İktidara alternatif konumunda bulunan

167
25 Ekim 1917 tarihinde gerçekleşen hadiseler büyük ölçüde formaliteden ibaret olmuştur; zira iktidar,
halihazırda 9 Ekim 1917 tarihinde Bolşeviklerin kontrolüne geçmiş durumdadır. Bkz: Тарасов
Константин Андреевич, Военная Организация Большевиков и Борьба за Власть в
Петроградском Гарнизоне в 1917 г., Европейский Университет в Санкт-Петербурге, Институт
Истории, Кандидатская Диссертация, Санкт-Петербург, 2014, c.276.
168
Alev Erkilet, Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya: Şeyh Şamil’den Şamil Basayev’e
Çeçenistan – Dağıstan Direniş Hareketleri, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2019, s. 61.
41
Bolşevikler ise, Geçici Hükümet’in tanımış olduğu bu haklara karşılık, halklara
doğrudan bağımsızlık vaat etmiştir. 169

Kafkasyalıların harekete geçmesinde etkili olan bir diğer gelişme ise Nisan 1917
tarihli Dünya Bolşevikleri Konferansı’nda alınan kararlar olmuştur. Her ne kadar
benimsemiş olduğu ideoloji gereği ulusal sınırların varlığına ve gerekliliğine inanmıyor
olsa da ezilen halkların devrimci potansiyelini iyi analiz eden Lenin’in, ‘‘halkların kendi
kaderlerini tayin hakkı’’ maddesinin kabulünü sağlamış olduğu bu konferans, Kafkasya
halkları için mutlak suretle değerlendirilmesi gereken bir fırsat ortamı yaratmıştır.170
Alınan bu karar ile kendi içerisinde çelişkiye düşmek ile itham edilen Lenin,
emperyalist güçlerin baskısı karşısında bir öz savunma hamlesi olarak kendi devletlerini
kurmaya mecbur bırakılan halkların, haklı mücadelelerini devrimci bir atılım olarak
değerlendirmiş ve emperyalizme savaşta kullanılması gereken bir araç olduğunu
belirtmiştir. Ulusların bağımsızlık mücadelesine verilen desteğin, söz konusu
mücadelenin ilerleyen süreçte sınıf bilinci ile harmanlanması yoluyla milliyetçi
burjuvaziden ayıklanmasıyla sonuçlanacağını düşünen Lenin, 171 bu doğrultuda önemli
adımlar atmıştır.

Bu gelişmeler ışığında, Terekkale’de Kafkasya halklarının temsilcilerinin


katılacağı bir kongre düzenlenmesi kararı alınmıştır. Kafkasya Merkez Komitesi’nin
olağanüstü oturum çağrısıyla gerçekleştirilen bu kongrede alınan kararlar, daha sonra
Andi’de ikincisi düzenlenecek olan kongre öncesinde ulusal bir ordu oluşturulması
dahilinde çalışmalar yapılması ve bu amaç doğrultusunda askerî bir komisyon meydana
getirilmesi, Kafkasyalıların savaş dolayısıyla cepheye göndermek mecburiyetinde
olduğu her çeşit gıda ve eşya yardımının durdurulması ve Bolşevik tehlikesi ile
mücadele için karşı propaganda faaliyetlerinin başlatılması yönünde olmuştur. Söz

169
Kutlu, s.365.
170
Kutlu, ss.365-366.
171
Daha fazlası için bkz: Vladimir İlyiç Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev. Muzaffer İlhan
Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1998.
42
konusu kongre, Andi’de daha fazla temsilcinin katılacağı yeni bir oturum yapılması
kararıyla sona ermiştir. 172

14 Eylül 1918 tarihinde Andi’de gerçekleştirilmesi planlanan Kafkasya Halkları


Kongresi’nin ikinci ayağı, Bolşevik sempatizanları, Şeriat yanlısı muhafazakarlar, tam
bağımsızlığı savunan milliyetçiler, Çarlık sempatizanı monarşistler gibi farklı siyasal
fraksiyonlara mensup temsilcilerin katılımı nedeniyle, ilkine kıyasla fikir birliğinin
kesin anlamda sağlanamadığı bir kongre olmuştur. 173 Kongreye davetli delegelerin yanı
sıra, Andi yakınlarında toplanan ve sayıları yirmi bini bulan bağımsızlık taraftarı halkın
yarattığı ufak çaplı kaos ortamı üzerine 20 Ekim 1917 tarihinde Vedeno’da
gerçekleştirilen kongrede, Çarlığın Kafkasya’da zorbaca işgal etmiş olduğu tüm
Kafkasya topraklarının gerçek sahiplerine iade edilmesi, bölgede yer alan yer altı ve yer
üstü tüm zenginliklerin Kafkas halklarının ulusal serveti kabul edilmesi ve bu amaç
doğrultusunda arazi ve kontrol komisyonu meydana getirilmesi kararları alınmıştır.
İkinci Kafkasya Halkları Kongresi, geçici anayasanın kabulünün de sahne olması
açısından büyük önem arz etmektedir; zira bu anayasa ile birlikte, ileride kurulması
planlanan bağımsız siyasî yapının ilk adımı atılmıştır. 174

Merkez Komitesi’nin İkinci Kafkasya Halkları Kongresi’nde bağımsız bir


devletin kurulacağı emarelerini gösteren kararlar almış olması, Kafkasya’daki Kozak
halklarını endişeye sevk etmiştir. Bölgedeki Rus işgali sırasında haksız toprak
kazanımları elde eden Kozaklar, söz konusu bu toprakları kaybedecekleri endişesi ile bir
araya gelerek 20 Ekim 1917 yılında Güneydoğu Birleşik Hükümetini kurmuşlardır. 12
Kazak ve 4 Kafkasyalı delegeden meydana gelen bu Hükümet Ataman Kaledin
liderliğinde şekillenmiştir. Yükselen Bolşevik tehlikesini de en az Kafkasya halkları
kadar büyük bir tehdit olarak kabul eden Güneydoğu Birleşik Hükümeti, kısa süre
içerisinde Rusya’dan tamamen ayrılma eğilimleri göstermeye başlamıştır. Bununla

172
Cem Kumuk, Neredesin Prometheus? Kafkasya Aydınlık Günlerini Arıyor, Alfa Yayınları,
İstanbul, 2004, s.81.
173
Kutlu, ss.373-374.
174
Kumuk, s.86.
43
birlikte Ataman Kaledin’in erken ölümü büyük bir çözülmeye yol açmış ve 8 Aralık
1917’de hükümet son bulmuştur. 175

Bu sırada devrimin ikinci dalgası gerçekleşmiş ve Bolşevikler iktidarı ele


almıştır. Ancak bu gelişme, imparatorluk sınırları içerisinde hâkim olan mevcut kaos ve
anarşi ortamını daha da ateşlemiş ve Kafkasya’yı da tehdit eder konuma gelmesine
neden olmuştur. Söz konusu bu ortam, Kafkasya Merkez Komitesi’ni harekete geçmeye
sevk ederek Kumuk Prensi Reşidhan Kaplanov liderliğinde 176 5 Aralık 1917’de Terek –
Dağıstan Hükümeti’nin kurulmasına sebebiyet vermiştir. Terek bölgesi Kozaklarının da
temsil edildiği bu hükümet, Lenin’in ‘‘halkların kendi kaderlerini tayin hakkı’’
yaklaşımı üzerine inşa edilmiştir. Ancak mevzubahis hükümet, tıpkı Güneydoğu
Birleşik Hükümeti örneğinde olduğu gibi uzun ömürlü olmamış ve Kozakların Bolşevik
saflarına geçmesiyle son bulmuştur. 177

Lenin’in yapmış olduğu deklarasyon sonrasında kurulan hükümetlerden bir


diğeri ise, Kafkasya Merkez Komitesi’nin girişimleri ile kurulan Birleşik Kuzey
Kafkasya Dağlıları Özerk Hükümeti olmuştur. Terek – Dağıstan Hükümeti örneğinde de
gördüğümüz üzere ‘‘halkların kendi kaderlerini tayin hakkı’’ ilkesi etrafında şekillenen
bu hükümet, gerçekleştirmiş olduğu görüşmeler sonucunda federatif cumhuriyet
modelini izleyeceğini ilan etmiştir. İlerleyen dönemde, Rusya’da genel kabul görmüş
merkezi bir hükümetin tesis edilmesi halinde Rus Federal Cumhuriyeti’nin bir parçası
olacaklarını bildiren Birleşik Kuzey Kafkasya Dağlıları Özerk Hükümeti, söz konusu
gelişme vuku buluna kadar tüm yetkilerin kendilerinde olduğu bağımsız bir siyasî organ
görevi göreceklerini duyurmuşlardır. 178

Bu sırada Kafkasya’yı da doğrudan etkileyen bir gelişme yaşanmış; Ekim


Devrimini gerçekleştiren Bolşevikler savaştan çekilmek üzere girişimlerde bulunmaya

175
Kutlu, s.377.
176
Алиева Севиндж Исрафил гызы, ‘‘Азербайджанская Демократическая Республика и Горская
Республика: Проектыобразования Единого Государства’’, Caucasus Survey, Cilt: 3, Sayı: 1, 2015,
s.59.
177
Kumuk, s.97.
178
Vassan Giray Cabağı, ‘‘Kuzey Kafkasya’da Devrim ve İç Savaş, XIX. Yüzyıl Sonu’’, çev. Gökhan
Menteş, Yeni Kafkasya Gazetesi, İstanbul, 1993, s. 9-10, Aktaran: Tarık Cemal Kutlu, Çeçen Direniş
Tarihi, Anka Yayınları, İstanbul, 2005, s.378.
44
başlamışlardır. İktidarı ele aldıktan sonra İtilaf Devletleri’nin tüm baskılarına rağmen
Almanya, Avusturya – Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan’la barış
görüşmelerine başlayan Bolşevikler, savaşı durdurarak hiçbir toprak kazanımı veya
savaş tazminatı olmaksızın ateşkes imzalamak niyetinde olduklarını dile getirmişlerdir.
Kafkasya’nın geleceğini de doğrudan ilgilendiren barış anlaşması görüşmelerine 26
Kasım 1917 tarihinde başlanmıştır. Osmanlı’nın daha önce bölgede kaybetmiş olduğu
Kars, Artvin ve Ardahan gibi toprakların iadesini de içeren görüşmeler, bölgesel
hükümetlerin Kafkasya’nın Rus tahakkümünden kurtarılması için harekete geçmesine
neden olmuştur. 179 Osmanlı hükümeti ile Kafkasya delegeleri arasında gerçekleşen
görüşmeler, daha sonra Kafkasya’da kurulacak olan Transkafkasya Federal Cumhuriyeti
ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin fikri altyapısının sağlanması ve fikir birliğinin
tesis edilmesi açısından önemli olmuştur.

Altında Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tapa Çermoy ve Dışişleri Bakanı Haydar


Bammat’ın imzası bulunan bir bildirge ile bağımsızlığı ilan edilen Kuzey Kafkasya
Cumhuriyeti (Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti) 11 Mayıs 1918 yılında kurulmuştur.180
Bünyesinde Kuzey Kafkasya’nın bütün halklarını barındıran bu devlet, federatif bir
yapıya sahip olup tarih boyunca örneğini çok az görüldüğü üzere Kafkas halkları
arasında birlik tahsis etmeyi başarmıştır. Siyasî anlamda Rusya ile olan bütün ilişiğini
kesen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, ilk olarak Osmanlı Devleti ve Almanya tarafından
tanınmıştır. 181

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilanı Lenin ve Bolşevik Hükümeti’nin


tepkisini çekmiştir.182 Daha önce Dünya Bolşevikleri Konferansı’nda ‘‘halkların kendi
kaderlerini tayin hakkı’’ ilkesini savunan Lenin, bu gelişme karşısında almış olduğu
tavır ile mesele üzerine samimiyetini belli etmiştir. Kafkasyalı halklara kıyasla daha
uygar, daha medeni ve dolayısıyla kendi kaderleri hakkında yargıda bulunabilecek

179
Vasif Qafarov, ‘‘Brest-Litovsk Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin Kafkasya Politikası’’, Yeni
Türkiye, Sayı: 73, 2015, ss.215-216.
180
А. М. Топчибаши, Парижский Архив 1919–1940, Художественная литература, Москва, 2016,
c.14.
181
Ираде Сафаратдиновна Гусейнова, ‘‘Проблема Международного Признания Горской
Республики’’, Историческая и Социально-Образовательная Мысль, Том: 7, №: 5, 2015, c.122.
182
Гусейнова, c.122.
45
farkındalığa sahip olduklarını düşündüğü Polonya ve Finlandiya’nın, Rusya’dan
ayrılarak bağımsız siyasî yapılar teşkil etme sürecini olgunlukla karşılayan Lenin,
Kafkasya halklarının hür iradeleri ile almış olduğu Rusya’dan ayrılma bildirisine sert
tepki göstermiştir. Bu tepki dahilinde, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni resmi yollardan
tanıyan Osmanlı Devleti ve Almanya’ya nota gönderilmiştir. 183

Rusya, Kafkasya halklarının mevcut otorite boşluğundan yararlanmak suretiyle


bağımsızlıklarını kazanma çabası gösterdiği bu dönemlerde başka bir başka gelişme ile
sarsılmıştır. Bolşeviklerin iktidarından rahatsızlık duyan çarlık yanlısı subaylar,
sermaye-toprak sahipleri ve din adamları, yönetimi ele geçirmek üzere muhalif bir
hareket başlatmışlardır. 184 Kısa süre içerisinde iç savaş boyutuna ulaşacak olan
Bolşevikler ve muhalifler arasındaki bu çekişme, hiç şüphesiz Kafkasya’yı da doğrudan
etkilemiş ve bağımsızlık yolunda henüz ilk adımlarını atan ve mevcut kaos ortamında
hayatta kalmaya çalışan Kafkas halkları için yeni trajedilere sebep olmuştur.

Muhalifleri temsil eden Beyaz Ordu ile Rusya’daki yeni rejimin askerî kanadı
olan Kızıl Ordu arasında kalan Kafkasyalılar, iç savaş boyunca iki tarafın da saldırgan
müdahalelerine maruz kalmıştır. Bununla birlikte Lenin, iç savaş sırasında zaman
kazanmak ve Beyaz Ordu karşısında elini güçlendirmek için Kuzey Kafkasya
Cumhuriyeti’nin varlığını tanımak durumunda kalmıştır. Ancak bu gelişmenin Lenin’in
siyasî manevralarından biri olduğunun ortaya çıkması uzun sürmemiştir; zira Beyaz
Ordu’nun mağlup edilmesinin hemen ardından Kafkasya’daki bağımsız devletler hedef
alınarak Kızıl Ordu’nun rotası buraya çevrilmiştir. İç savaş sonrası süreçte, ülke
genelinde iktidara tam anlamıyla hâkim olacak olan Bolşevikler, daha önce samimiyet
içermeyen ifadelerle müsamaha gösterdikleri Kafkasya hükümetlerine savaş açmışlar ve
kurulan bağımsız siyasî yapıları işgale soyunmuşlardır. 185 Bu gelişme karşısında,
Kafkasya’da devletler ve şahıslar bazında yeni bir direniş başlatılmışsa da Kızıl Ordu
karşısında varlık gösterememiş; işgal edilen topraklar Sovyetler Birliği’ne dahil
edilmiştir.

183
Hızal, s.73.
184
David R. Stone, ‘‘The Russian Civil War 1917-1921’’, The Military History of the Soviet Union, ed.
Robin Higbam ve Frederick W. Kagan, Palgrave, Basingstoke, 2002, ss.13-14.
185
Erkilet, s.63.
46
II. BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA KADAR KAFKASYA

1. ETNİK PARÇALAMA

Kafkas halkları, 1917 Devrimi sırasında tıpkı Rus tahakkümü altında yaşayan
diğer halklar gibi geçici bir süre için de olsa bağımsızlıklarını ele geçirmişlerdir.
Aslında bu gelişme, bizzat devrimin entelektüel altyapısını meydana getiren Bolşevik
kadrosunca da desteklenmiştir. Devrim sürecinde çarlık sınırları içerisinde yaşayan Rus
ve Gayrı Rus tüm halkların mutlak desteğini alma hedefiyle hareket eden Bolşevikler,
inandıkları değerlerden taviz vererek milliyetçi hareketleri desteklemişlerdir. Bununla
birlikte, mevcut kaos ortamı son bulup devrim nihayete erdirildiği takdirde, daha önce
bağımsızlıklarını kazanmaları adına politik destek vermiş oldukları halkları proleter
enternasyonalizme dahil edebilecekleri inancını her daim muhafaza etmişlerdir. 186

Bolşevikler tarafından erken dönem siyasetinde takip edilen ‘‘halkların kendi


kaderlerini tayin hakkı’’ politikası, 1917 Devrimi’ni müteakiben vuku bulan Rus İç
Savaşı’na kadar devam etmiştir. Ancak mevzubahis iç savaştan galip ayrılan
Bolşevikler, askeri ve politik tüm rakiplerini saf dışı bıraktıktan sonra, muzaffer
olmanın verdiği güç sarhoşluğu ile daha önce vermiş oldukları sözleri çiğneyerek,
geçmiş dönem söylemleri ile her bakımdan çelişen yayılmacı bir politika izlemeye
başlamışlardır. Söz konusu bu politika, temel motivasyonu itibariyle, daha önce alenen
savaş açmış oldukları ‘‘emperyalist saldırganlık’’ ile büyük benzerlikler göstermiştir.
Daha önce çarlık rejimine karşı desteklemiş oldukları halkları hedef haline getiren
Bolşevikler, bu doğrultuda harekete geçmek adına zaman kaybetmemişlerdir.

Kafkas halklarının geçici bir süre için de olsa 1917 Devrimi sırasında
bağımsızlıklarını ele geçirdiklerini daha önce belirtmiştik. Bu çerçevede ortaya çıkan ilk
siyasi yapı, 11 Mayıs 1918 tarihinde kurulan ‘‘Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’’ (Birleşik

186
С. В. Печенкин, ‘‘Право Наций на Самоопределение в Теории Социалистической Революции В.
И. Ленина’’, Вестник Вгу. Серия: История. Политология. Социология, №: 4, 2017, c.71.
47
Kafkasya Cumhuriyeti) olmuştur. 187 Kuzey Kafkasya halklarının müşterek bir ideal
etrafında birleşmek suretiyle tesis ettikleri bu cumhuriyet, Bolşevikler tarafından
doğrudan hedef alınan ilk Kafkas siyasi oluşumu olması açısından önemlidir.
Bolşeviklerin, erken dönem siyasetlerinde yer alan ‘‘makro ve mikro milliyetçi
hareketlere müsamaha gösterme’’ politikalarına rağmen hiçbir şekilde tasvip
etmedikleri bu cumhuriyet 188, kısa süre içerisinde Kızıl Ordu tarafından ortadan
kaldırılmıştır. Bu gelişme doğrultusunda Kuzey Kafkasya’nın kontrolü doğrudan
Bolşeviklere geçmiş ve bölgede uzun süre devam edecek olan etnik parçalama süreci
başlamıştır. Söz konusu süreç, yüzyıllardır birlikte yaşayan Kafkasyalıları, böl ve yönet
politikası dahilinde mikro milliyetçiliği özendirmek ve aralarındaki sosyokültürel tüm
bağları yok etmek ilkeleri üzerinden ilerlemiştir. Buna göre, diyalekt açıdan birbirlerine
yakın diller konuşan Müslüman halkların bir arada yaşamalarına kati suretle engel
olunmuş ve birlik tesis etmelerinin önüne geçilmiştir. 189 Uygulanan politika neticesinde,
etnoloji, linguistik, sosyoloji ve tarih disiplinleri çerçevesinde herhangi bir gerçekliği
bulunmayan sunî devletler tesis edilmiş ve aslen akraba olan pek çok kavimin arasına
nifak tohumu serpilmiştir. Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’daki hakimiyet mücadelesi
çerçevesinde maruz kalmış olduğu tüm olumsuzlukları doğru analiz etmiş gibi gözüken
Sovyet liderleri, karşılaşabilecekleri potansiyel engelleri minimize etmek maksadıyla
etnik parçalama silahını yoğun şekilde kullanmışlardır.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, bölge her


türlü Sovyet yaptırımına açık hale gelmiştir. Bu noktada Bolşeviklerce hayata geçirilen
ilk icraat, Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti ve Dağıstan Özerk Cumhuriyeti’nin tesisi
olmuştur. 190 Ocak 1921 tarihinde altında bizzat Stalin’in imzası bulunan bir kararname
ile ilan edilen bu cumhuriyetlerden ilki, Kabardey-Adige, Çeçen-İnguş, Karaçay-Malkar

187
Enis Şahin, ‘‘Trabzon ve Batum Konferanslarında Kuzey Kafkasya’nın Bağımsızlığı ile İlgili
Gelişmeler’’, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4, 1996, (trab),
s.84.
188
Stalin Pravda’da kaleme almış olduğu yazılarında bu cumhuriyet ile alakalı gelişmeleri şiddetle
eleştirmiştir. Bkz: Şahin, (trab), s.86.
189
Ergin Ayan, ‘‘Kafkasya ve Türkistan’da Ulus-Devletler Sistematiğinin Oluşma Süreci’’, ODÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Cilt. 2, Sayı: 3, 2011, s.11.
190
Abdullah Temizkan ve Elchin Shakirov, ‘‘Rusya’nın Kafkasya Siyaseti Üzerindeki Stalin Gölgesi’’,
Cihannüma Tarih ve Coğrafya Araştırmaları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, 2017, s.140.
48
ve Oset, bölgeleri, ikincisi ise yalnızca Dağıstan sınırlarından meydana gelmiştir.191
Ancak Sovyet etnik parçalaması bununla sınırlı kalmamış, mevzubahis özerk
cumhuriyetler kısa süre sonra daha küçük ölçekli siyasi yapılara bölünmeye
başlanmıştır. Bu kararın alınmasına neden olan ana motivasyon, hiç şüphesiz bölgeyi
daha homojen bir yapıya kavuşturmak suretiyle halklar arasındaki kültürel bağı
bütünüyle yok etme hedefi olmuştur. Teşekkül eden siyasi yapının ölçeği küçüldükçe,
ihtiva etmiş olduğu etnik ve kültürel çeşitliliğin darbe alarak etki alanının küçüldüğünün
bilincinde olan Sovyet liderleri, Kafkasya özelinde mümkün olan her fırsatta bu kozu
değerlendirme yoluna gitmişlerdir.

Kurulan cumhuriyetlerin tekrar etnik parçalanmaya maruz bırakılması, yalnızca


etnik bağları bütünüyle koparma çabası dahilinde açıklanabilecek bir gelişme
olmamıştır. Bu noktada Sovyet liderleri tarafından değerlendirilen iki önemli potansiyel
tehdide değinmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, kurulan Dağlı Sovyet Özerk
Cumhuriyeti’nin, yeni dünyanın yükselen değerlerinden biri olan petrol rezervleri
açısından zengin yapısı olmuştur. Petrol rezervlerini kontrol eden siyasi yapının,
merkezi hükümet karşısındaki hiyerarşik konumunun daha aşağıda tutulması
durumunda söz konusu rezervlerin Sovyet çıkarları doğrultusunda kullanımının
kolaylaşacağı düşüncesi, Bolşevikleri etnik parçalama politikasını yoğunlaştırma
noktasında teşvik eden motivasyonlardan biri olmuştur. Hükümet tarafından
değerlendiren ikinci önemli tehdit ise bölge halkının, dinamikleri dolayısıyla teşkil ettiği
büyük direniş potansiyeli olmuştur. Kafkas halklarının birlik olmaları halinde ne denli
büyük tehlike arz ettiğini iyi etüt eden Sovyet liderleri, bu ihtimali en aza indirgemek
amacıyla önlemler almışlardır. 192

Kurulan özerk cumhuriyetlerin, hâkim ideolojiyi temsil eden liderlerin


önderliğinde, temel dinamikleri etnik kaygılar üzerine inşa edilmiş ulusal otonomilere
dönüştürülmesi süreci, ilk olarak Karaçay-Malkar ve Kabardey-Adige bölgelerinin
Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti’nden ayırılması hadisesiyle başlamıştır. 1922 yılında
vuku bulan bu gelişme sonrasında Çeçen-İnguş ve Kuzey Oset halkları, cumhuriyeti

191
Ufuk Tavkul, ‘‘Stalin’in Kafkasya’daki Mirası: Etnik Düşmanlık ve Çatışma’’, Tarık Cemal Kutlu
Armağanı, ed. Erol Yıldır, Yeni Dünya Yayıncılık, İstanbul, 2009, (sta), ss.114-123.
49
meydana getiren yegâne halklar konumuna gelmişlerdir. Ancak sonraki süreçte Çeçen
halkı da söz konusu cumhuriyetten ayırılarak özerk bir statüye kavuşturulmuştur.
Kendilerine özerk bölge tesis edilen Çeçenlerden sonra, İnguş ve Kuzey Oset halkları da
1924 yıllarında birbirlerinden ayrılmışlardır. Buna göre iki halkın ortak başkent olarak
kullanmış oldukları Vladikavkaz, parçalama sonrasında Osetlere bırakılmış ve İnguş
halkı etiğim ve sanayi olanaklarından yararlanabildikleri yegâne şehir merkezinden
mahrum kalmışlardır. 193 Son gelişme ile birlikte, kuruluşu sırasında sahip olduğu formu
tamamen değişime uğrayan cumhuriyet, demografik yapısını meydana getiren halkların
Sovyet yöneticiler tarafından ardı sıra tasfiyesi ile politik değerini tamamen yitirmiştir.

Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti’nin parçalanmasının ardından Stalin’in


talimatıyla küçük ölçekli yeni özerk bölgeler kurulmuştur. Buna göre, Ocak 1922
tarihinde Kabardey-Malkar, Karaçay-Çerkes ve Adige Özerk bölgeleri, hemen ardından
20 Kasım 1922 tarihinde ise Çeçen Özerk Bölgesi ihdas edilmiştir. Aynı yılın Haziran
ayında ise Adige Bölgesi, Adige-Çerkes Özerk Bölgesi adıyla yeniden
düzenlenmiştir. 194 İlerleyen süreçte Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti bütünüyle
lağvedilmiş ve 7 Haziran 1924 tarihinde Oset halkı için Kuzey Osetya Özerk Bölgesi ve
İnguş halkı için İnguş Özerk Bölgesi olmak üzere iki yeni özerk bölge kurulmuştur.195
Tarih Kasım 1926’yı gösterdiğinde 12 Ocak 1922 tarihinde kurulan Karaçay-Çerkes
Özerk Bölgesi lağvedilmiş ve bölgeyi meydana getiren Karaçay ve Çerkes halkları için
Karaçay Özerk Bölgesi ve Çerkes Milli Bölgesi adında iki yeni bölge meydana
getirilmiştir.196 1928 yılının Ağustos ayına gelindiğinde ise Haziran 1922 tarihinde
kurulan Adige-Çerkes Özerk Bölgesi dağıtılmış ve yerine Adige Özerk Bölgesi ve
Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi isimleri ile iki yeni özerk bölge tesis edilmiştir. Tarih
Ocak 1934’ü gösterdiğinde ise daha önce 1922 yılında birbirlerinden ayrılmış olan

192
Kumuk, s.180.
193
Tavkul, (sta), ss.114-123.
194
Temizkan ve Shakirov, s.140.
195
Ramazan Karça, ‘‘Şimali Kafkasya’da Tehcir ve Katliam’’, Dergi, Sayı: 5, 1956, s. 38, Aktaran:
Temizkan ve Shakirov, s.140.
196
Н. В. Кратова, ‘‘Карачаево-Черкесская Республика — Вехи Истории’’, Современное
Состояние и Перспективы Социально-Экономического Развития Карачаево-Черкесской
Республики, Аналитический Вестник, №: 35, Москва, 2015, c.77.
50
Çeçen ve İnguş Özerk Bölgeleri tekrar bir araya getirilmiş ve Çeçen-İnguş Özerk
Bölgesi kurulmuştur. 197

Başta Stalin olmak üzere Sovyet lider kadrosunca Kafkasya’da takip edilen etnik
parçalama siyaseti bu uygulamalar ile sınırlı kalmamıştır. Kafkas halkları arasındaki
karmaşık etnik ilişkinin hükümet eliyle manipülasyona uğratılması esasına dayanan
değişiklikler, bölgede yer alan pek çok özerk bölge ve cumhuriyetin siyasi sınırlarının
sürekli olarak değişimini gerekli kılmıştır. Söz konusu sınır değişiklikleri, yüzlerce
yıldır birbirlerinin doğal sınırlarına riayet etmek suretiyle, bölgesel barışı belli bir
noktaya kadar tesis edebilmiş olan Kafkasya halkları arasına nifak tohumlarının
yeşermesine neden olmuştur. Üst akıl vasfıyla kitleleri sükunete davet etmesi ve herkesi
memnun edecek çözümler üretmesi gereken hükümet ise, ateşe körükle giderek Kafkas
halkları arasındaki münakaşayı daha da alevlendirmiştir. Bu açıdan
değerlendirildiğinde, Stalin’in bizatihi talimatı dahilinde sağ kolu Lavrenti Beria
tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin, Bolşeviklerin Kafkasya tasavvurları ile
doğrudan örtüştüğünü ve kasten alınan kararlar olduğunu söylemek doğru olacaktır. 198

1936 yılında kabul edilen Sovyet Anayasası ile birlikte Kafkasya’yı meydana
getiren bölgelerde statü değişiklikleri gözlemlenmiştir. Söz konusu anayasanın getirmiş
olduğu düzenlemeler, Kafkasya’nın dört özerk cumhuriyet ve üç özerk bölgeye
bölünmesini öngörmüştür. Bu çerçevede, Adige Özerk Bölgesi Krasnodar, Karaçay ve
Çerkes Özerk bölgeleri Stavropol eyaletine dahil edilmiş, Çeçen-İnguş, Kuzey Osetya
ve Kabardey-Balkar ise birliğe bağlı özerk cumhuriyetler ilan edilmiştir. Kurulan
Kabardey-Malkar, Çeçen-İnguş ve Kuzey Osetya özerk cumhuriyetlerinin yanı sıra
Dağıstan’da da birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre bölge, statüsü
yükseltilerek özerk cumhuriyet haline getirilmiştir. 199

Sovyetler rejiminin Kafkasya özelinde takip etmiş olduğu etnik parçalama


politikası, uygulamaları itibariyle yalnızca Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmamış, Kafkas
Ötesi’ne de sirayet etmiştir. Buna göre, cumhuriyeti meydana getiren Azerbaycanlı,

197
Tavkul, (sta), ss.114-123
198
Temizkan ve Shakirov, s.140.
199
Kumuk, s.198.
51
Gürcü ve Ermeni halkların rızası olmamasına karşın 200, Sovyet yetkililerince 12 Mart
1922 tarihinde Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.201
Süreç içerisinde bölge üzerinde pek çok statü düzenlemesi yapılmış olmakla birlikte söz
konusu cumhuriyet, 5 Aralık 1936 tarihinde kabul edilen anayasa ile birlikte
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve
Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olmak üzere üçe bölünmüştür. 202 Stalin’in etnik
parçalama politikası dahilinde Kafkas Ötesi’nde gerçekleştirmiş olduğu uygulamalar,
içerik ve yapıları itibariyle Kafkasya ile büyük benzerlikler göstermiştir. Yapılan
düzenleme ve değişiklikler, yerel halkın sinir uçlarına dokunacak şekilde
gerçekleştirilmiş, daha önce olağanüstü haller durumunda birlikte hareket etme iradesini
gösterebilmiş Azerbaycanlı, Gürcü ve Ermeni halkları, hükümet eliyle birbirlerine karşı
tahrik edilmiştir. Kafkas Ötesi’nin tarihsel ve sosyolojik gerçekliklerinden bağımsız
şekilde gerçekleştirilen uygulamalar, bölge halkları arasında uzun süre devam edecek
olan çatışma durumunun başat sebeplerinden olmuştur.

Bu noktada Gürcülere ayrı bir parantez açmak gerekmektedir; zira Stalin, bölge
özelinde vermiş olduğu kararlarda etnik kimliğini kenara koyarak objektif bir tavır
takınamamış ve Gürcü halkına ziyadesiyle iltimas göstermiştir. Söz konusu duruma
örnek olarak Gürcü-Abhaz meselesini göstermek yerinde olacaktır. Buna göre, 1922
yılında kurulan Transkafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti sınırları
içerisinde, birlik cumhuriyeti statüsüne sahip olan Abhazya, 19 Şubat 1931 tarihi
itibariyle statü kaybına uğrayarak Gürcistan sınırları içerisinde bulunan özerk bir
cumhuriyete indirgenmiştir. 203 Bir başka örnek ise Güney Osetya Bölgesi’nin özerk
bölge statüsü ile 1922 yılında Gürcistan sınırlarına dahil edilmesi olmuştur. 204 Bunun
dışında pek çok Kafkas Ötesi halkı Gürcüleştirme uygulamalarına maruz kalmış,

200
Forsyth, s.526.
201
Сегвард Вагаршакович Хармандарян, Сплочение Народов в Строительстве Социализма:
Опыт ЗСФСР, Наука, 1982, c.12.
202
Paul B. Henze, The Transcaucasus in Transition, RAND, Santa Monica, 1991, s.5.
203
О. Х. Бгажба и С. З. Лакоба, История Абхазии с Древнейших Времен до Наших Дней,
Министерство Образования и Науки РА, Сухум, 2015, c.356.
204
Elizabeth Fuller, ‘‘Transkafkasya’da Etnik Milliyetçilik, Yeni Forum, Cilt: 17, Sayı: 321, 1996, s.37-
39, Aktaran: Tavkul, (sta), ss.114-123.
52
hükümet politikası ile çelişmesine rağmen Gürcü şovenizmi ve milliyetçiliğine
müsamaha gösterilmiştir.

Gerek Kafkasya gerekse Kafkas Ötesi’nde uygulanan etnik parçalama politikası,


II. Dünya Savaşı ile birlikte yeni bir sürece girmiştir. Bu tarihe kadar Kafkas halklarının
mevcut statü ve yaşam alanlarında gerçekleştirilen düzenlemeler ile yetinen Stalin, II.
Dünya Savaşı’nın son yılları ile ölümü arasında yer alan süreçte, Kafkasya mozaiğini
topyekûn değişime uğratacak uygulamalarda bulunmuştur. Birçok Kafkas halkı, birliğin
Kafkasya’dan oldukça uzak muhtelif bölgelerine cebren sürgün edilmiş, onlardan
boşalan topraklara ise farklı etnik gruplar yerleştirilmiştir. Stalin’in emriyle
Kafkasya’dan sürgün edilen halklar arasında Karaçaylılar, Malkarlılar, Çeçenler ve
İnguşlar gibi kadim Kafkas toplulukları da yer almıştır. Stalin’in almış olduğu bu karar,
hiçbir rasyonel veya vicdani zemine oturtulamayacak kadar acımasız ve diktatöryal
nitelikte olmuştur. Öyle ki mevzubahis kararlar, bizatihi Sovyet lider kadrosunca da
tasvip edilmemiş, ancak tek adam rejimi nedeniyle dile getirilememiştir. Stalin’in
ölümünün hemen ardından, kendisi tarafından zorunlu göçe tabi tutulan halklara iade-i
itibar yapılarak yurtlarına dönmelerine izin verilmesi ise bu durumu kanıtlar niteliktedir.
Ancak söz konusu uygulamalar, yürütülen iade-i itibar kampanyasına rağmen bölge
mozaiğinde geri döndürülemez bir tahribata neden olmuştur. Bu nedenle birçok Kafkas
halkı, Stalin tarafından maruz kaldıkları etnik parçalama nedeniyle günümüze kadar
devam edecek olan bir etnik çatışma ortamı içerisine sürüklenmek durumunda kalmıştır.

2. SOVYET İNSANI YARATMA PROJESİ VE MİLLİYETLER SİSTEMİ

Çok uluslu veya federatif mahiyet gösteren siyasi teşekküller, tarih boyunca
kendi iç dinamikleri dahilinde muhtelif milliyet sistemleri inşa etmişlerdir. Kozmopolit
yapının bekası ve sürdürülebilirliği açısından elzem olan bu husus, hemen her siyasi
yapıda farklı şekilde tezahür etmiş ya da içerisinde nüans farklılıkları barındırmıştır.
Topluluğu meydana getiren halkları bir arada tutan bu sistemler, din mefhumu etrafında
şekillenebildikleri gibi, cihan hakimiyeti mefkûresi veya İngiliz Milletler Topluluğu
(Commonwealth of Nations) örneğinde görüldüğü üzere salt iktisadi kaygılar

53
çerçevesinde de inşa edilmişlerdir. Ulus devlet anlayışının yükselen değer olarak kabul
edildiği bir dönemde ortaya çıkan Sovyetler Birliği de bu bağlamda ‘‘millet’’ kavramını
kendi perspektifinden yorumlayan çok uluslu yapılar arasında yerini almıştır. Bununla
birlikte, mevzubahis perspektifin oluşumunda Çarlık Rusyası politikalarının önemli bir
yer teşkil ettiğini belirtmek gerekmektedir; zira 19. Yüzyıl Rusya’sında çarlık
yönetimince tatbik edilen ‘‘milliyetler sistemi’’, ilerleyen süreçte iktidarı ele geçirecek
olan Bolşevik yönetim kadrosu içerisinde önemli fikir ayrılıklarına neden olmuştur.

Çarlık Rusyası tarafından uygulanan milliyetler sisteminin Kafkasya’ya


yansımaları, bölge halklarının istikballeri açısından hayli olumsuz gelişmelere neden
olmuştur. Çok uluslu kozmopolit bir siyasi yapı olmasına karşın, baskın etnik unsur
olan Rus halkı dışındaki azınlıkların milli kimliklerine saygı duymayan Çarlık, söz
konusu azınlıkların bir bölümünü ihtiva eden Kafkasya halklarını Ruslaştırmak adına
büyük çaba sarf etmiştir. Çarlık yönetimince takip edilen bu politika, Kafkasya dışında
imparatorluğun bekasını tehdit etme potansiyeli olan farklı noktalarda da uygulamaya
konmuştur. Milli kimliği bütünüyle elimine ederek, imparatorluğu meydana getiren
azınlıkları Rus etnisite çatısı altında birleştirmeyi önceleyen bu politika, aynı potada
eritilen azınlık unsurlarının ayrılıkçı hareketlerini sona erdirmeyi hedeflemiştir.

19. Yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte Çarlık tarafından Kafkasya’da tatbik edilen
milliyetler sistemi büyük ölçüde değişime uğramıştır. Söz konusu bu değişimde, mevcut
Ruslaştırma politikasının Kafkasya gibi çetin noktalarda kitlesel geri dönüşü olmaması
gerçeğinin yanı sıra, sistematik bir başkaldırıyı tetikleme potansiyeli de önemli bir
kıstas olmuştur. Bu bağlamda, Kazan Üniversitesi’nde yapmış olduğu çalışmalar ile
tanınan Nikolay İlminskiy’nin başkanlığında tesis edilen akademik bir heyet aracılığı ile
yeni bir milliyetler sistemi inşa edilmiştir. Buna göre, bölge halkları için özgün tarih ve
diyalektler meydana getirilerek Kafkas toplumlarının birlikteliğinin önüne geçilmeye
çalışılmıştır.205 Yaratılan sunî halklar aracılığıyla bölgede böl ve yönet stratejisinin
tatbik edilebileceğini öngören bu yeni sistem, Kafkas halklarının aralarına serpilen nifak
tohumunun filizlenmesi durumunda, Çarlık Rusyası’nın ‘‘ağabey’’ sıfatıyla mevcut

205
Hasan Aksakal, ‘‘Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası’’, Karadeniz
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 21, 2009, ss.23-24.
54
probleme el atarak nüfuzunu kuvvetlendirmesi üzerine inşa edilmiştir. Çarlık
yönetiminde takip edilen bu iki aşamalı milletler sistemi, sonraki süreçte iktidarı ele
geçirecek olan Bolşevikler için yakın geçmişten önemli bir referans teşkil etmiştir.

İnsanlığın gelecekteki organizasyonunun prototipi olması planlanan Sovyetler


Birliği, komünist doktrin dahilinde proleter dünya düzenine geçişte ilk basamak olarak
değerlendirilmiştir. 206 Üzerine inşa edilmiş olduğu değerler itibariyle millet kimliğini
ortadan kaldırarak enternasyonalizmi tesis etmeyi öncelemesi beklenen birlik, düşünsel
altyapısını tesis eden Bolşevik liderlerin konu özelinde fikri ayrılıklarına sahne
olmuştur. Söz konusu fikir ayrılıkları, büyük ölçüde ‘‘millet’’ kavramının tanımlanması
noktasında ön plana çıkmıştır. Bu noktada özellikle Lenin, Galiyev ve Stalin’in konu
özelindeki görüşlerine değinmek gerekmektedir; zira erken dönem Sovyet idaresi
sırasında milliyetler sistemi noktasında benzer fikirlere sahip olan bu üç isim, ilerleyen
süreçte ulaşılmak istenen hedef ve bu doğrultuda kullanılacak yöntemler noktasında
birbirlerinden ayrılmışlardır.

Yeni iktidar figürünün ilk temsilcisi olması dolayısıyla Lenin’in konu özelindeki
görüşleri hayli önem teşkil etmektedir. Birliği içerisinde bulunduğu müşkül durumun da
etkisiyle uluların kendi gelecekleri noktasında inisiyatif sahibi olması gerektiğini
savunmak durumunda kalan Lenin, birliği meydana getiren azınlıklara hiçbir şekilde
baskı yapılmayacağını belirtmiş olduğu gibi, mevcut bağlılığın yalnızca gönüllülük
esası çerçevesinde devam edeceğini de dile getirmiştir. Söylemleri itibariyle azınlık
unsurların milli kimliklerine saygı duyduğunu ifade edebileceğimiz Lenin, son söz
hakkı kendilerine verilmeleri halinde yeni oluşumda gönüllü bir şekilde bulunmaları
ihtimal dahilinde gözükmeyen halkların, vermiş oldukları kurtuluş mücadelelerinin
devrimci potansiyelinden istifade etmeyi düşünmüştür. 207 İdari yönetim dahilinde
bölgesel özerklikten ziyade etnik federalizm (korporatif federalizm) modelini takip

206
Roman Szporluk, ‘‘Nationalities and the Russian Problem in the U.S.S.R.: an Historical Outline’’,
Journal of International Affairs, Cilt: 27, Sayı: 1, 1973, s.22.
207
İbrahim Hasanoğlu, ‘‘Homo Sovieticus: SSCB’de Sovyet Halkı İnşası Çabaları’’, Turkish Studies,
Cilt: 10, Sayı 1, 2015, s.316.
55
eden Lenin, milliyetler sistemi noktasında da paralel adımlar atmıştır. 208 Buna göre,
kendisinden sonra iktidara gelecek olan Stalin’in aksine ‘‘Sovyet Ulusu’’nun inşası
yönünde adımlar atmayan Lenin, nihai hedefini enternasyonalizm olarak belirleyerek bu
noktada çalışmalarda bulunmuştur.

Bolşevik yönetim kadrosunun en mühim isimlerinden biri olan Mirsaid Sultan


Galiyev’in ise konuya yaklaşımı, Lenin’in perspektifinden büyük farklılıklar arz
etmiştir. Milli ve dini her olgunun burjuva ve feodal değer olduğunu savunan ve söz
konusu bu olgulara amansız bir savaş açan devrimcilerin aksine yeni bir doktrin ortaya
koyan Galiyev, Şark toplumlarının emperyalizme karşı vermiş oldukları savaş
noktasında milli ve dini değerlerin aktif şekilde kullanılabileceğini savunmuştur.
Bununla birlikte devrimci kimliği itibariyle Galiyev’in milli ve dini değerler özelindeki
görüşleri, pragmatik ve gerçekçi bir yaklaşım şeklinde değerlendirilmelidir; zira
mevzubahis değerlere kalbî bir bağlılık hissetmiyor olmasına rağmen ezilen toplumların
kullanması gereken enstrümanlar olduklarını ifade etmiştir. Çarlık Rusyası tarafından
tatbik edilen Ruslaştırma politikalarını da şiddetle eleştiren Galiyev, azınlıkların milli
kimliklerinin muhafaza edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini açıkça belirttiği gibi,
aynı zamanda ezilen halkların milli kimlikleri çatısı altında kendi sosyalizmlerini inşa
etmeleri gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. 209

Sovyetler Birliği’nin milliyetler politikasındaki en büyük kırılma ise hiç


şüphesiz Stalin iktidarında gerçekleşmiştir. Ulus kavramını öznel ve nesnel bir fenomen
olarak ele alan yaklaşımlar içerisinde nesnelci gruba dahil edebileceğimiz Stalin, ulus
mefhumunu ‘‘kader birlikteliği’’ ifadesiyle tanımlayan Otto Bauer’i eleştirerek, ulusu
meydana getiren kıstasları dil, yaşam alanı, ekonomi ve milli karakter olarak ifade
etmiştir. Bunlardan herhangi birisinin ulusu tanımlamak için yeterli olmadığını belirten
Stalin, bir tanesinin eksik olması durumunda ise ulusun inşa edilemeyeceğinin altını
çizmiştir. 210 İktidara gelmeden önceki süreçte söylemleri ve kaleme aldığı eserler

208
Jeremy Smith, ‘‘Was There a Soviet Nationality Policy?’’, Europe-Asia Studies, Cilt: 71, Sayı: 6,
2019, s.976.
209
Daha fazla bilgi için bkz: Lamercier Chantal Quelquejay ve Alexandre Benningsen, Sultan Galiyev ve
Sovyet Müslümanları, çev. Nezih Uzel, Elips Kitap, Ankara, 2005.
210
Erich Hula, ‘‘The Nationalities Policy of the Soviet Union: Theory and Practice’’, Social Research,
Cilt: 11, Sayı: 2, 1944, s.175.
56
itibariyle Rusya azınlıklarının milli kimliklerini saygı duyan bir görüntü çizen Stalin,
ilerleyen süreçte şiddetle eleştirmiş olduğu Ruslaştırma politikasının bizatihi
uygulayıcısı olacaktır. Rus dili ve kültürü etrafında şekillenen bir ‘‘Sovyet Ulusu’’
yaratma esasına dayanan bu yeni sistem, hiç şüphesiz Stalin’in daha önce yapmış
olduğu ulus tanımının da içini boşaltmıştır. Takip etmiş olduğu milliyetler sisteminin
ikinci ayağında milli kimliklere bütünüyle savaş açan Stalin, ulus kavramını ise
ideolojik ve iktisadi birlikteliğe indirgemiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sürecinde
uygulanan yoğun propaganda faaliyetleri çerçevesinde hız kazanan Sovyet ulusu
yaratma çalışmaları, büyük ölçüde başarıya ulaşmış olmakla birlikte, içerikleri itibariyle
Stalin’i bu yeni ulusun ‘‘babası’’ konumuna getirerek kendisinden bir kişi kültü
yaratılmasına neden olmuştur. 211

Devrim sonrası süreçte iktidarı ele geçiren Bolşevikler, tüm dünya halklarını
proleter bilinç çerçevesinde örgütleyebileceklerine ve bu sayede var olan tüm siyasi,
etnik ve kültürel sınırların anlamlarını yitireceğine inanmışlardır. Ancak Ekim Devrimi,
her ne kadar tabandan filizlenen bir hareket olsa da üzerine inşa edilmiş olduğu
Marksist – Komünist kuramın, devrimde aktif rol almış olan ve çarlık bakiyeleri
şeklinde ifade edebileceğimiz farklı etnik gruplar tarafından benimsendiği bir devrim
yapısı göstermemiştir. Bu grupların devrime destek vermelerinin temelinde yatan asıl
gerekçe, emperyalist bir çizgide seyreden Rus tahakkümünden kurtulma motivasyonu
olmuştur. Öyle ki, devrimi gerçekleştiren lider kadronun da bu gerçeği fark ederek
inandıkları değerler ile çelişen bir dizi kararlar almaları uzun sürmemiştir. Söz konusu
kararlar arasında belki de en önemlisi, çarlık sınırları içerisinde yer alan her millete,
kendi kaderlerini tayin hakkı (self determinasyon) çerçevesinde otonom bir yapıya sahip
olmak üzere topraklarının iade edilmesi politikası olmuştur. 212

Daha önce de belirttiğimiz üzere, ulusların bağımsızlık mücadelesini


desteklemek suretiyle, ilerleyen süreçte söz konusu mücadeleyi sınıf bilinci ile
harmanlayarak milliyetçi burjuvaziden ayıklamayı ön gören bu politika, Bolşeviklerin
daha sonra genel yapısında değişikliklere gidecekleri devlet inşası sürecinde, denenen

211
Anita Pisch, The Personality Cult of Stalin in Soviet Posters 1929-1953: Archetypes, Inventions,
& Fabrications, Australian Natioanal University Press, Acton, 2016, s.24.
57
ilk yöntem olma özelliği taşımaktadır. Bu noktada, Bolşeviklerin en az siyasal
bağımsızlık kadar önem atfettikleri eğitim ve dil politikalarına da değinmek
gerekmektedir; zira lider kadro, ihtilal ile birlikte bağımsızlıklarını kazanacak olan
milletlere sınıf bilincinin aşılanması suretiyle birliğe gönüllü katılımlarının
sağlanmasının, ancak bu iki başat faktöre atfedilen değer ile mümkün olabileceğini
düşünmüştür. Bu nedenledir ki, daha sonra uygulanacak olan propaganda faaliyetlerinin
halk nezdinde karşılık bulabilmesini mümkün kılmak adına, her millet için bir yazı dili
meydana getirilmesine veya mevcut ise dil ailesi içerisindeki diyalektiklerden birinin
yazı dili olarak belirlenmesine karar verilmiş ve yerel diller ön plana çıkarılmaya
çalışılmıştır. Okuma yazma bilmeyen halkı, politize edilmiş bir eğitim sistemine dahil
etme amacı güden bu sistem, aynı zamanda linguistik ve kültürel gerçeklik esaslarından
bağımsız olarak tayin edilen alfabe değişiklikleri aracılığıyla, birliğe bağlı halkların
geçmişleriyle olan kültürel bağlarını ortadan kaldırma hedefine de hizmet etmiştir. 213

Devrimin nihayete erdirilmesi ve iç savaş nedeniyle ülkede hâkim olan kaos


ortamının stabilize edilmesiyle birlikte, Bolşeviklerin ‘‘ulusların kendi kaderlerini tayin
hakkı’’ politikaları noktasında birtakım değişiklikler meydana gelmiş; ancak bu durum,
Sovyetler Birliği içerisinde yer alan ulusların birliğe entegrasyonu için uygulanan erken
dönem toplum mühendisliğinin genel hatlarını korumasına engel olmamıştır. Söz
konusu toplum mühendisliği, Bolşevik yönetici kadrosunca korenizatsiya yani
‘‘Yerlileştirme Politikası’’ şeklinde ifade edilmiştir. Birlik sınırları içerisinde yer alan
tüm dil ve kültür gruplarını, çarlık rejiminde egemen konumda bulunan Rus dili ve
kültürü karşısında destekleyerek, pozitif ayrımcılık dahilinde mevcut eşitsizlik
uçurumunu daraltmayı hedefleyen korenizatsiya 214, aynı zamanda Rus olmayan
unsurların parti, hükümet ve sendikalarda lider pozisyona getirilerek mevcut
konumlarının arttırılmasını da öngörmüştür. Rus olmayan ulusların siyasal ve kültürel
bağımsızlıklarını tesis ederek, geçmiş dönemde yaşamış oldukları olumsuzlukların
üstesinden gelinmesi amacıyla yürürlüğe konulan korenizatsiya, aynı zamanda devrimin

212
Hasanoğlu, s.315.
213
Hasanoğlu, s.315.
214
А. Н. Щербак, Я. Я. Герина, Д. А. Бердюженко, А. Б. Мендыгалиева и А. В. Зайцева, ‘‘Влияние
Внешней Политики на Национальную Политику СССР’’, Полития, №: 86, 2017, c.102.
58
genişlemeci ve saldırgan yönünün meşruiyeti noktasında da kullanılan bir müdafaa aracı
olmuştur. 215

Korenizatsiya politikası kağıt üzerinde, Çarlık Rusyası’nın imparatorluğun Rus


olmayan bölgelerinde uygulamış olduğu, Rus kimlik ve kültürünü benimsetme
politikasını tersine çevirme ideali üzerine temellendirilmiş bir program izlenimi
yaratmış olmakla birlikte, asıl hedefi birlik sınırları dahilinde yaşayan ulusların
içerisinde komünist kadrolar yetiştirmek olan bir politika olmuştur. 216 Bu hedef
doğrultusunda, Rus olmayan unsurların birliğin çeşitli bürokratik kademelerinde
görevlendirilmesi sağlanmış ve yerel hükümetlerin her düzeydeki yönetiminde, etnik
kökeni itibari ile lokal fakat ideolojik görüşü gereği Komünist Parti ideallerine daha
yakın kadroların tesis edilmesi mümkün kılınmıştır. 217

Sovyet insanı yaratma projesinin dahilinde izlenen ilk yöntem olma özelliği
taşıyan korenizatsiya, birliğin muhtelif bölgelerinde olduğu kadar Kafkasya’da da
önemli izler bırakmıştır. Söz konusu politika dahilinde Kafkas halklarına self
determinasyon hakkı vaat edilmiş, ancak otonom bir yapıya sahip olacak medeniyet
seviyesine sahip olmadıkları gerekçesiyle bundan vazgeçilmiştir. Bununla birlikte
Kafkasyalılar, takip edilen yerlileştirme programı gereği, ana dilde eğitim ve basın-
yayın faaliyetleri, sosyal statülerinin bölgedeki Rus unsurlar ile eşitlenmesi ve tesis
edilen Sovyet hükümetlerinde doğrudan temsil edilme gibi çeşitli haklar elde
etmişlerdir. Bolşevikler, Kafkasya’daki milliyetçi hareketleri uzun vadede proleter
birliğine kanalize edebilecekleri inancı ile desteklemişlerdir. Ancak Kafkasya ve diğer
bölgelerde yükselen milliyetçi hareketler, birliğin parçalanma tehlikesinin ortaya
çıkmasına neden olmuş ve bu sebeple Bolşeviklerin desteğini kaybetmişlerdir.
Prensipte, çarlık yönetimince uygulanan Ruslaştırma politikalarını ve Rus
milliyetçiliğini ortadan kaldırması gereken korenizatsiya, hükümet tarafından eldeki

215
George Liber, ‘‘Korenizatsiia: Restructuring Soviet Nationality Policy in the 1920s’’, Ethnic and
Racial Studies, Cilt 10, Sayı: 1, 1991, s.16.
216
Timo Juhani Vihavainen, ‘‘Nationalism and Internationalism: How did the Bolsheviks Cope with
National Sentiments?’’, The Fall of an Empire, the Birth of a Nation: National Identities in Russia,
ed. Chris J. Chulos ve Timo Piirainen, Routledge, Londra, 2007, s.80.
217
Hasanoğlu, ss.315-316.
59
mevcut şartlar dahilinde Sovyet milliyetler sistemine uyarlanmış ve geçmiş politikaların
üzerini örten bir maske olmuştur. 218

1920’li yıllarda Kafkasya’da takip edilen Sovyet insanı yaratma projesi


çerçevesinde, Kafkas halkları arasında gerek hükümetin çeşitli kanallar aracılığı ile
dayatması gerekse gönüllülük esasına bağlı olmak suretiyle, Marksist – Leninist
ideolojinin temsilcileri gözlemlenmeye başlamıştır. Ancak, ideolojik manada topyekûn
bir değişim gözlemlenmediğini ve halk tabanında karşılık bulmadığını belirtmek
gerekmektedir. Bununla birlikte Kafkas halklarının, her ne kadar komünist ideoloji
öğretilerini içselleştirmemiş olsalar da maruz kaldıkları Bolşevik propaganda ve
yaptırımlarının yoğunluğu gereği, sosyolojik gerçekliklerinde birtakım farklılar
gözlemlenmeye başlanmıştır. Mevzubahis değişiklikler, hâkim ideolojinin
propagandasını yapan partizan eğitim müesseselerin faaliyetleri, dinî kurumların
tasfiyesi ve ateist öğretinin teşviki, kolektif üretim merkezlerinde gerçekleştirilen
manipülatif yönlendirmeler ve korku ortamı tesis etmeye hizmet eden cezalandırma
yöntemleri aracılığı ile mümkün kılınmıştır. Bununla birlikte her ne kadar Sovyet insanı
yaratma gayesi çerçevesinde takip edilen bir program olsa da halk üzerinde ön gördüğü
değişiklik ideoloji ve sınıf bilinci ile sınırlı kalan korenizatsiya, halkların etnik, kültürel
ve tarihi kökenlerini doğrudan hedef alan bir yapı göstermemiştir. Bu sebeple
korenizatsiyanın rafa kaldırıldığı tarih olan 1930’lara kadar, Kafkas halklarını
olmadıkları bir şeye dönüştürme girişimleri sınırlı kalmıştır.

Sovyetler Birliği’nin erken dönemde takip etmiş olduğu korenizatsiya programı,


bizzat parti genel sekreteri Stalin tarafından olumlanmış ve birliğin bekası için
uygulanması gereken bir politika olarak görülmüştür. Öyle ki Stalin, 1923 yılında
gerçekleşen Komünist Parti’nin 12. Kongresi’nde, korenizatsiya programından ve
Sovyet insanı yetiştirme projesinden övgüyle söz etmiş, ayrıca bu politikaların
geleceğine yönelik tehdit olarak kabul ettiği ‘‘Rus Şovenizmi’’ ve birlik değerlerine
gölge düşüren lokal milliyetçilik tehlikelerine değinmiştir. Stalin, yapmış olduğu
konuşmada daha çok ‘Büyük Güç Şovenizmi’ şeklinde ifade ettiği tehdit üzerinde

218
Merve Suna Özel, ‘‘Stalin Dönemi Rus Milliyetçiliği ve Politikaları’’, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, 2014, ss.105-106.
60
durmuş ve Rus kökenli Sovyet yetkililerinin, birliğe bağlı cumhuriyetlerin ihtiyaç ve
gereksinimlerine karşı takındığı küçümser nitelikli küstah tavrı eleştirmiştir. Çok uluslu
yapıya sahip Sovyetler Birliği’nin, ancak mevzubahis şovenizmin ortadan kaldırılması
ile sürdürülebilir olacağı fikrini taşıyan Stalin, daha yüce bir amaç olan, sosyalizmi
geniş kitlelere yayma hedefi doğrultusunda Rus milliyetçiliğinin baskılanması
gerektiğini belirtmiştir. 219

Stalin’in korenizatsiya ve Sovyet insanı yaratma projesi hakkındaki görüşleri


1930’lu yıllar ile birlikte radikal biçimde değişmiştir. Bu tarihe kadar Rus milliyetçiliği
ve şovenizmi hakkında belirtmiş olduğu görüşlerin aksi yönünde kararlar almaya
başlamıştır. 220 Temelleri Lenin döneminde atılmış olan mevzubahis politikaların,
meyvelerinin toplanmaya başlandığı bir dönemde gerçekleşen bu keskin dönüş,
Stalin’in Rus Şovenizmi üzerine dile getirmiş olduğu fikirlerindeki samimiyet ve
entelektüel derinliğine şüphe ile yaklaşılmasına yol açmıştır. Ancak korenizatsiya ve
Sovyet insanı yaratma programlarında gerçekleşen politik sapmaları, yalnızca Stalin’in
kişiliği özeline indirgeyerek açıklamaya çalışmak doğru olmayacaktır. Rus dili ve
kültürüne dönüş kararının alınmasındaki temel gerekçe, pozitif ayrımcılık içeren
politikalar aracılığıyla proleter enternasyonalizme yönlendirilmeleri hedeflenen
halkların, umulanın aksine burjuva milliyetçiliğine dahil olmaları olmuştur. 221 Bununla
birlikte, desteklenen milliyetçi hareketlerin etnik gruplar arasında şiddeti teşvik etmek
suretiyle birlik bekasını için tehdit oluşturduğuna ve söz konusu politikayı kendilerine
yönelik bir tersine ayrımcılık hareketi olarak değerlendiren Rus unsurların mevcut
durumundan hoşnut olmadıklarına yönelik emarelerin mevcudiyeti de Ruslaştırma
politikasına geri dönüşte pay sahibi etkenler olmuştur.

1930’ların ortalarından itibaren, imparatorluk genelinde Rus tarihini, dilini ve


kültürünü ön plana çıkaran bir siyaset takip edilmeye başlanmıştır. Bu yeni politika ile
birlikte, devrim sonrası süreçte itibar kaybına uğrayan Rus milliyetçiliğini rehabilite

219
Vihavainen, s.79.
220
Yahya Kemal Taştan, ‘‘Ulusal Ülküden Emperyal Vizyona: Rusya’da Kimlik Arayışları’’, Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 1, 2012, s.77.
221
Hasanoğlu, s.323.
61
ederek, birliği bir arada tutan bağlayıcı unsura dönüştürme çalışmaları başlamıştır.222
Üzerine inşa edildiği değerler gereği, hiçbir ulusun bir diğerinden daha üstün veya daha
aşağıda olmaması gereken Sovyetler Birliği, Rus unsurların diğer ulusların ‘‘ağabeyi’’
konumuna getirilmek istendiği bir yapıya doğru evrilme sürecine girmiştir. Ruslaştırma
politikası dahilinde gerçekleştirilen uygulamalar, içerikleri ve kapsama alanları
bakımından çarlık tarafından takip edilen Rusifikatsiya 223 programını geride bırakacak
konuma gelmiştir. Öyle ki, çarlık yönetimi altında en azından mikro ölçekte
desteklenmesine izin verilen milliyetçi hareketler, bu yeni süreç ile birlikte proleter
enternasyonalizmin en büyük düşmanı ilan edilmiştir. Buna karşılık, birlik değerleri ile
bağdaşmayan milliyetçi ideolojinin bir başka formu olan Ruslaştırmaya verilen destek,
Stalin ve diğer Bolşevik liderlerin içerisinde bulundukları çelişkiyi göstermesi açısından
önem teşkil etmiştir.

Takip edilen yeni politika, birliğin diğer bölgelerinde olduğu gibi Kafkasya’da
da önemli ölçekte yansımalara neden olmuştur. Bu çerçevede okullarda zorunlu Rusça
dersi verilmeye başlanmış, halihazırda erken dönem Sovyet yönetimince Latin alfabesi
ile değiştirilmiş olan yerel alfabeler bir kez daha Kiril alfabesine dönüştürülmüş, yerel
dil kullanılarak yazılan eserler imha edilmiş, mevcut imla terim ve kaideleri Rus dili
etrafında tekrar düzenlenmiş ve bazı bölgelerde Rusçanın resmi dil olması için gerekli
çalışmalara başlanmıştır. Kafkas halkları için hazırlanan Kiril alfabelerinin, yapısal
açıdan farklılıklar göstermesi dahi hükümetin, bölge halkının birbirleriyle olan
iletişimini zayıflatarak kültür erozyonu yaratma gayesini kanıtlar nitelikte olmuştur. Söz
konusu uygulamaların içeriği bakımından, daha önce şiddetle eleştirdiği Rus
Şovenizminin en yoğun uygulayıcısı konumuna gelen Stalin, çarlık döneminde
Kafkasya’da savaşan Rus komutanlarını dahi yüceltmek suretiyle içerisinde bulunduğu
çelişkiyi kuvvetlendirmiştir. 224

222
Щербак, Герина, Бердюженко, Мендыгалиева и Зайцева, c.102-103.
223
Mustafa Tanrıverdi, ‘‘Kafkasya’da Ruslaştırma Siyaseti (XIX. Yüzyıl ve XX. Yüzyıl Başları)’’,
Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 2, Kafkasya Özel Sayısı, s.538.
224
Abdullah Temizkan, Sovyetler Birliği Döneminde Karaçay ve Balkarlar, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1997, (tez), ss.22-28.
62
Kafkasya’da takip edilen tavizsiz asimilasyon politikasının, çağdaş dönem
Avrupa’sında hayli revaçta olan ırkçı ideolojilerin Rusya tezahürü olan Panslavizm
çerçevesinde gerçekleştiğini belirtmek yerinde olacaktır; zira Stalin ve diğer Bolşevik
liderlerin, ‘‘Ruslaştırma’’ tabirini kullanmaktan imtina ederek ısrarla ‘‘Sovyetleştirme’’
kavramı üzerine vurgu yapmaları, mevzubahis politikanın düşünsel altyapısını meydana
getiren başat unsur Panslavizmi maskeleme çabasının önüne geçememiştir. Stalin
iktidarı süresince Kafkasya özelinde alınan kararlar da Sovyetleştirme uygulamalarını
Avrupa’da yükselen sapkın ideolojiler ile özdeşleştiren savı destekler nitelikte olmuştur.
Bununla birlikte, birlik için bağlayıcı unsur niteliği taşıması öngörülen Rus dili ve
kültürünün, empoze ediliş sürecindeki dayatıcı niteliğe rağmen Kafkas halkları arasında
genel kabul gördüğünü söylemek mümkün değildir. Kafkasyalıların mücadeleci,
militarist ve ataerkil nitelikler barındıran özgün yapıları, Sovyet Rusya tarafından
uygulanan asimilasyon politikasının şiddetini azaltan önemli bir etken olmuştur. Ek
olarak, her ne kadar Sovyet yönetimince muhtelif yöntemler aracılığı ile unutturulmak
istense de bölge halkının, ahfadı oldukları kadim milletlerin mirasını yaşatma arzuları,
topyekûn Ruslaşma veya Bolşevikler tarafından ifade edildiği üzere Sovyetleşmenin
önüne geçen bir faktör olmuştur. 225

Kafkas halklarının Sovyetleşmeye kitleler halinde teslim olmamaları, söz konusu


politikanın Kafkasya’da başarıya ulaşmadığı şeklinde değerlendirilmemelidir; zira
Sovyet yönetimi, birliğin diğer bölgelerinde de gözlemlenebildiği üzere Kafkasya’da
‘‘Sovyet İnsanı’’ şeklinde ifade edebileceğimiz bir zümre yaratmayı başarmıştır. Rusça
konuşabilen, hayata bakış açıları ideolojik söylemler üzerinden şekillenen, aynı
düzlemde düşünen, benzer tepkiler veren, itaatkâr, sanata ve spora yatkın ve hatta
birbirine yakın fizyonomik özellikler barındıran bu grup, bugün hala Kafkasya
mozaiğini meydana getiren unsurlar arasında yer almaktadır ki bu durum mevzubahis
projenin başarılı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Ancak tatbiki sürecinde sosyalist
gerçeklikten yoğun şekilde yararlanılan Sovyetleştirme, gerek kullanılan yöntemler
gerekse ulaşılması hedeflenen netice açısından, çağdaşı olan sapkın ideoloji ‘‘Nazi Irk
Teorisi’’ ile büyük benzerlikler gösteren ırkçı nitelikli bir toplum mühendisli olmuştur.

225
Temizkan, (tez), ss.22-28.
63
3. SOVYET KOLEKTİVİZASYON PROGRAMI

İç savaş sonrasında her açıdan tarumar olmuş bir görüntüye sahip olan Rusya,
belki de en büyük yıkımı ekonomi sahasında yaşamıştır. Beyazlar ile Kızıllar arasındaki
mücadelenin halka sıçraması ve hükümetin ordunun ihtiyaçlarını gidermek adına
yiyeceklere el koyması ise bunun başat sebebi olmuştur. Köylünün üretmiş olduğu
mahsulün büyük bir bölümünün sahada çarpışan orduya aktarılması, ülke genelinde gıda
problemleri yaşanmasına yol açmış ve sistem çökme noktasına gelmiştir. Zirai alanda
yaşanan bu çöküşün, endüstri ve ulaştırma gibi diğer alanlara sirayet etmesi ise ülke
genelindeki ekonomik tablonun çok daha vahim bir hal almasına sebep olmuştur. 226

Savaş Komünizmi’nin iktisadi yaptırımlarının Rusya’nın menfaatlerine hizmet


etmediği açıkça ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, I. Dünya Savaşı sırasında Çarlığın
seferberlik çerçevesinde yapmış olduğu uygulamalar, Bolşevikler tarafından şiddetle
eleştirilmiştir. Gelinen noktada ise hükümet, halk nezdinde büyük bir destek
toplamasına imkân tanıyan değerler ile çelişen bir konumda bulunuyordu ki
memnuniyetsizliklerin dışavurumları da baş göstermeye başlamıştı. 227 Söz konusu
durum karşısında harekete geçme ve mevcut sistemde değişikliklere gitme gerekliliğinin
bilincinde olan Lenin, Mart 1921’de gerçekleşen parti kongresinde Yeni Ekonomi
Politikası’nı (NEP) 228 onaya sunmuştur. 229 Savaş Komünizmi ekonomi modelinin
yaratmış olduğu tahribatı gidererek onun yerini alması planlanan NEP, küçük ölçekli
üretimlerin desteklenmesi, köylüye kendi mahsulünü pazara sürme imkanının
tanınması, özel sermayeye belli oranda müsamaha gösterilmesi ve rublenin çöküşünün
önüne geçilmesi gibi radikal komünizmden uzak, daha popülist yaklaşımlar etrafında
şekillenmiştir. 230

226
Vernadsky, s.347.
227
Detaylı bilgi için bkz: Paul Avrich, Kronstadt 1921, Princeton University Press, Princeton, 1991.
228
NEP = Novaya Ekonomiçeskaya Politika
229
Г. А. Черемисинов, Государственное Предпринимательство в Отечественной Экономике:
“Узоры” Новой Экономической Политики (20-е Годы – Начало 30-х Годов ХХ века), Изд-Во
Саратов, Сара́тов, 2002, c.5.
230
Carr, (len), s.84.
64
Yoksul köylünün, sadece kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını giderecek kadar
üretim yapması, kulak adı verilen zengin köylünün 231 ise yeniden tarımsal ekonomi
lokomotifinin en önemli çarkı konumuna getirilmesi esasına dayanan NEP, parti
içindeki radikallerin muhalefetine rağmen kısa süre içerisinde büyük bir başarı
göstermiş ve ekonomik açıdan toparlanma ibarelerine doğrudan katkıda bulunmuştur.232
Ancak Lenin’in ölümü ile birlikte, parti içinde NEP’e karşı muhalefet daha da
şiddetlenmiştir. Kısa bir süre sonra ise, iktisadi gözlemlenen iyileşme emarelerine
rağmen NEP’e son verilmiş ve komünist iktisat ilkelerine dayalı yeni bir ekonomi
sisteminin inşa edilmesi çalışmalarına başlanmıştır. Bununla birlikte, söz konusu
değişim ancak 1928 yılında mümkün olabilmiştir. Bu tarihe kadar parti içerisindeki
muhalefet nedeniyle NEP’e son vermekte zorlanan Stalin, 1928 yılı itibariyle ağır
sanayi ve tarımda kolektifleşme ilkelerine dayalı yeni bir ekonomi modeline geçiş
yapmıştır. 233

Stalin’in Büyük Atılım olarak değerlendirdiği bu ekonomik dönüşüm, ilk


aşamada 5 yıllık bir plan ile hayata geçirilmiştir. Endüstri ve tarım devrimlerinin
birbirlerini destekleyecek şekilde gerçekleştirilmesi esasına dayanan Birinci Beş Yıllık
Plan, ekonominin her sahasının devlet kontrolü altına girmesini öngörmüştür. Bu
çerçevede, Sovyet tarım ekonomisin temel dayanağı olan milyonlarca bağımsız tarım
alanı, kolhoz adı verilen devasa tarım ünitelerine çevrilmiştir. Toprağın kontrolünü
köylüden ve köy komünlerinden alarak doğrudan hükümete bağlayan bu sistem, birliğin
ihtiyaç duyduğu üretimin bireysel çabalarla karşılanamayacağı esası üzerine inşa
edilmiştir. ‘‘Kulakları tasfiye edin’’ parolasıyla başlatılan 234 dönüşümden en çok
etkilenen sınıf ise, hiç şüphesiz zengin köylüler olmuştur. Devrimin erken aşamasında
devrim yanlısı bir görüntü çizen bu sınıf, kulaksızlaştırma hareketi ile birlikte sahip
oldukları her şeyi kaybetmişlerdir. 235

231
Н. М. Бурик, ‘‘Свои и Чужие: Советская Пресса 1920-х гг. о Сибирском Крестьянстве’’,
Известия Алтайского Государственного Университета, №: 80, 2013, c.22.
232
Carr, (len), s.89.
233
Eytuhov ve Stites, s.393.
234
Menaf Turan, ‘‘SSCB’de Toprak Mülkiyeti’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 66, No: 3,
2011, s.315.
235
Vernadsky, s.424-425.
65
Birinci Beş Yıllık Ekonomi Planı’nın sac ayaklarından biri olan tarım
devriminin öngördüğü kolektivizasyon hamlesi 1929 yılında başlatılmıştır. Bu tarihten
önce de uygulamadaki örnekleri birliğin muhtelif bölgelerinde görülmüş olmakla
birlikte, 1929 yılı ile itibariyle kolektifleştirme topyekûn bir nitelik kazanmıştır. Söz
konusu program, Stalin’in 7 Kasım 1929 tarihinde kaleme almış olduğu Büyük Atılım
isimli makalesi ile duyurulmuştur. Bununla birlikte, kolektifleştirme hareketinin
düşünsel altyapısında bulunan çelişkiler, hedeflere ilişkin belirsizlikler, hazırlık
notasındaki eksiklikler ve gerçekleşmesi muhtemel direnişlere karşı alınan önlemlerde
bulunan noksanlıklar, söz konusu sürecin birlik genelinde olduğu gibi Kafkasya’da da
hayli sıkıntılı ilerlemesine yol açmıştır. 236 Böylesine büyük bir atılımın sorunsuz bir
şekilde yürütülmesi için gerekli altyapının sağlanması, günün konjonktüründe
bürokrasisi ve devlet geleneği tam anlamıyla oturmuş siyasi yapılarda dahi çok güç
iken, yıkılmakta olan bir imparatorluğun küllerinden doğan ve henüz geleceğe dair beka
sorunlarını çözememiş bir birlik tarafından sağlanmaya çalışılması, mevcut kaos
ortamını daha da ateşlendirmiştir.

Stalin tarafından ilan edilen kolektivizasyon hareketinden en çok etkilenen


bölgelerden biri de hiç şüphesiz Kafkasya olmuştur. Rus işgaline kadar bölgenin
otokton halkları sıfatıyla yaşadıkları topraklar üzerinde söz hakları bulunan
Kafkasyalılar, Stalin önderliğindeki Bolşevik iktidarıyla birlikte Çarlık Rusyası’nda
dahi düşmedikleri bir pozisyona düşerek toprakları üzerindeki inisiyatiflerini tamamıyla
yitirmişlerdir. Geleneksel tarımsal ekonomi modeline açılan bir savaş niteliği taşıyan bu
atılım, Stalin’in birliğin diğer bölgelerinde olduğu gibi Kafkasya’da da binlerce yıldır
devam An’ânelere açtığı savaşın başlangıcı olmuştur. 237

Geleneksel köy yapısını ve üretimi ortadan kaldırarak, yukarıdan tabana yayılan


bir devrim aracılığıyla köylü nüfusu proleter yapma hedeflerini barındıran
kolektivizasyon, aynı zamanda köylü sınıfının büyük bir bölümünün, kurulması
planlanan devasa üretim çiftliklerinde çalıştırılmasını öngörmüştür. Bu gelişme,
Bolşevikler tarafından toprakları gasp edilen halkın, aynı zamanda bu topraklar üzerinde

236
Eytuhov ve Stites, s.399.
66
‘‘gönüllü’’ etiketi alında cebren çalıştırılması anlamına geliyordu. Söz konusu bu
durum, hürriyetlerine olan bağlılıklarıyla bilinen Kafkasyalılarca hazmedilmesi
mümkün olmayan bir gelişme olmuştur. Ancak kolektivizasyon atılımının Kafkasya’ya
yansımaları bunlarla da sınırlı kalmamıştır.238 Köyün ileri gelen yaşlılarından oluşan
köy meclislerinin kapatılarak Bolşevik hükümetinin Kafkasya üzerindeki merkezi
gücünün arttırılması ve bu vesileyle yerel kültür ve din gibi birlik yapısını tehdit eden
unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamalar da söz konusu sürecin bir parçası
olmuştur. 239

Kolektifleştirme atılımı dahilinde Kafkasya’da devlet eliyle işlenen suçlar,


kulaksızlaştırma hareketi ile de doğrudan ilişkili olmuştur. Atılımın erken aşamasında,
mevzubahis sürecin ikna ve kulaklardan alınan vergilerin arttırılması yoluyla ilerlemesi
gerektiği gibi daha hümanist yaklaşımlar ortaya konmuşsa da alınan nihai kararın tüm
kulakların ortadan kaldırılması yönünde olması, 240 Bolşeviklerin bölgede hayata
geçirmeyi planladıkları tarım devrimi için yapmış oldukları faaliyetlere meşruiyet
sağlayarak işlerini kolaylaştırmıştır. Kulaksızlaştırma hareketi çerçevesinde, yoksul
köylülerin emeğini sömürmek ve dolayısıyla halk düşmanı olmakla itham edilen
binlerce kulak tutuklanmış, sürgüne yollanmış ve öldürülmüştür. Bununla birlikte
Stalin’in kapitalist çiftçiler şeklinde ifade ettiği kulakların, hükümet çıkarları
doğrultusunda sürekli yeniden tanımlanan ve asıl anlamının bükülerek, tehdit olarak
algılanan kimselerin ortadan kaldırması için kullanılan bir yafta halini alması da tarihe
geçen bir gerçek olmuştur. 241

Kulak sıfatının, devlet tarafından rejime tehdit olarak algılanan kimselerin


ortadan kaldırılması sürecinde kullanılan bir meşruiyet aracı halini alması, köylü halk
nezdinde büyük bir paniğe yol açmıştır. ‘‘Kulaklara saldırın’’ parolasıyla ilerleyen
süreç, hayat standartları kulak şeklinde ifade edilen sınıfa dahil olmasına müsaade

237
Jeronim Perovic, ‘‘Highland Rebels: The North Caucasus During The Stalinist Collectivization
Campaign’’, Journal of Contemporary History, Cilt: 51, Sayı: 2, 2016, ss.234-235.
238
Perovic, ss.234-235.
239
Eytuhov ve Stites, s.399.
240
Vernadsky, s.425.
67
etmeyen orta halli köylüleri dahi, mal sahibi kimselere verilen cezalar nedeniyle
endişeye sevk etmiş ve var olan mallarının büyük bölümünü ellerinden çıkarmalarına
yol açmıştır. Kulak şeklinde fişlenerek yaptırıma maruz kalmamak adına bu tarz
yöntemlere başvuran köylüler, kısa süre içerisinde hayatlarını idame ettiremeyecek
konuma gelmişler, ancak ellerinde kalan kısıtlı mülkün de kamulaştırılmasıyla birlikte
kolektif çiftliklerde ve birliğin muhtelif bölgelerinde kurulan toplama kamplarında
cebren çalıştırılmaya başlamışlardır. 242

Kolektifleştirme çalışmaları başladıktan aylar sonra, Kafkasya da dahil olmak


üzere köylü nüfusun yaklaşık yüzde 50’si acımasız yöntemler aracılığıyla sisteme dahil
edilmiştir. Bununla birlikte asıl amaç, mevcut oranı yüzde 100’e çıkarmak ve
kolektivizasyon atılımının halk tarafından tam anlamıyla benimsenmesini mümkün
kılmak olmuştur. Ancak sürecin sorunsuz ilerlemesi için kolektif çiftliklerde
görevlendirilen memur ve partizanların vermiş oldukları raporlar, halihazırda var olan
tepkinin daha da büyüyerek kitlesel bir nitelik kazanabileceğini ortaya koymuştur.
Böylesine bir toplumsal infial hali, henüz tam anlamıyla oturtulamamış olan kolektif
üretim modelini henüz başlamadan bitirebilme riskini barındırdığından, hükümet geri
adım atmak ve süreci yavaşlatmak durumunda kalmıştır. 243

Hükümet tarafından alınan geri adım kararı, Stalin’in 2 Mart 1930 tarihinde
Pravda’da yayımlanan Başarı Sarhoşu başlıklı makalesi ile ilan edilmiştir.244
Makalesinde, kolektifleştirme sürecinde kullanılan yöntemlerin aşırılığından,
kolektivistleri ve Komsomol adıyla bilinen Genç Komünistler Birliği üyelerini sorumlu
tutan Stalin, atılımın bundan sonraki kısmının gönüllük esasına uygun şekilde devam
edeceğini duyurmuştur. Aynı zamanda gönüllülük esasını tesis etmek adına, köylülere
ufak çaplı arazi edinme ve sınırlı sayıda hayvan barındırma hakları gibi birtakım

241
Burcu Özdemir, ‘‘Rusya’nın Kırsal Kesiminde Komünist Gençler Birliği’nin (Komsomol) Kuruluşu
ve Sovyet İktidarının Güçlenmesindeki Rolü: 1918-39’’, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 1, 2016, s.26.
242
Vernadsky, s.427.
243
Eytuhov ve Stites, s.399.
244
С. И. Сулейманов, ‘‘Репрессии Советской Власти Против Крестьянства Дагестана в 20–30-е
Годы XIX в.’’, История, Археология и Этнография Кавказа, Том: 8, №: 3, 2012, c.28-29.
68
teşvikler de sunulmuştur. 245 Bu teşviklerin yanı sıra, isteyen köylülerin kolektif
üretimden ayrılarak bireysel üretime devam edebileceğinin ilanı, kısa süre içerisinde
kolhozların üye sayısında ciddi düşüşe neden olmuş ve hükümet cephesini endişeye
sevk etmiştir. Ancak sistem dışında kalan bireysel üreticiye uygulanan fahiş
vergilendirmeler ve mülkiyet hakkındaki katı kısıtlamalar, köylü nüfusun terk etmiş
oldukları kolektif çiftliklere geri dönmesine neden olmuştur. 246

Ocak 1931 itibariyle Kuzey Kafkasya, Komünist Parti tarafından topyekûn


kolektifleştirmenin tamamlandığı ilk bölge ilan edilmiştir. 1931 yılı baharında bölge
halkının %74’üne denk gelen 98.600 hane, kurulan 5.300 kolektif çiftliğe bağlı şekilde
yaşamaktaydı. Söz konusu kolhozlar, ortalama 188 hane veya diğer bir ifadeyle 841
üyeden meydana gelmekteydi. Birliğin diğer bölgelerinde oluşturulan kolektif çiftliklere
nazaran daha büyük çaplı üretim merkezleri olan Kafkasya kolhoz ve sovhozları,
ilerleyen dönemlerde hükümet tarafından bölünerek çiftlik başına düşen hane sayısı
azaltılmıştır. 247

Geleneksel tarım modeli ile girmiş olduğu savaştan galip ayrılmış gibi gözüken
hükümet, milyonlarca insanın hayatına mal olsa da köylü nüfusu kolektif üretim
sistemine entegre etmeyi başarmıştır. Buna rağmen kolhoz ve sovhozlar aracılığıyla
elde edilen mahsul ve hayvan üretimi, hedeflenen değerlerin çok altında kalmıştır.
Üretim modelinde gerçekleştirilmeye çalışılan bu radikal değişim, üretimde verimliliği
azaltmış ve 1932 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği tarihinin en karanlık
dönemlerinden birinin yaşanmasına yol açmıştır. 248 Kamulaştırılan tarım, yüksek
üretim kotaları ve beklenen hasadın alınamaması gibi nedenler, başta Ukrayna, Kuzey
Kafkasya ve Rusya’nın orta bölümlerini etkilemiş olmakla birlikte birlik genelinde
büyük bir kıtlığa neden olmuştur. 249

245
Riasanovsky ve Steinberg, ss.541-542.
246
Vernadsky, s.427.
247
Nabuo Shimotomai, ‘‘A Note on The Kuban Affair (1932-1933) The Crisis of Kolkhoz Agriculture in
the North Caucasus’’, Acta Slavica Iaponica, Sayı: 1, 1983, s.40.
248
Riasanovsky ve Steinberg, s.541.
249
1932-1933 kıtlığı doğrudan Sovyet hükümetinin izlemiş olduğu iktisat politikasının sonucu olup 1891
ve 1921 yıllarında gözlemlenen kıtlıklarda olduğu gibi doğal felaketler nedeniyle gerçekleşmemiştir. Bkz:
А. И. Ажигулова, ‘‘Голод 1932-1933 гг. на Южном Урале Как Один из Факторов Изменения
69
Yaklaşık 7 milyon insanın açlıktan ölmesine yol açan bu felaket 250 pek çok
tarihçi tarafından, Stalin’in rejime karşı tehdit unsurlar olarak nitelendirdiği Rusya’nın
Yahudileri; Ukrayna ve Kafkasya halklarına karşı sistematik bir soykırım girişimi
şeklinde ifade edilmiştir. Kıtlığın hakim olduğu bu bölgelerden kaçmaya çalışan
insanların hükümet tarafından engellenmesi ve bölgeye ulaştırılması gereken insani
yardım noktasındaki eksiklikler, söz konusu soykırım iddialarını güçlendiren veriler
olmuştur. 251 Kıtlık sırasında sayıları yüzbinlerle ifade edilen Kafkasyalının can vermesi,
kolektivizasyon atılımının bölgede yaratmış olduğu yıkımı doğru idrak edebilmek
açısından önemlidir. 252 Ancak böylesine bir felaket dahi, kolektivizasyon atılımının
uzun vadede başarılı olmasının önüne geçememiş ve kolektif üretimin meyveleri
alınmaya başlayarak II. Dünya Savaşı başlangıcına kadar ekonomide yukarıya doğru bir
ivme gözlemlenmiştir.

Kolektifleştirme hareketi hükümet standartlarınca başarılı bir atılım olmuştur.


Ancak söz konusu başarının, Bolşeviklerin iktidara geliş sürecinde haklarını
savunacağını temin ettiği köylü sınıfının omuzlarında yükseldiğini belirtmek
gerekmektedir. Birliğin muhtelif bölgelerinde kırsal nüfus üzerinde acımasız
uygulamalara neden olan kolektifleştirme hareketi, milyonlarca insanın doğrudan veya
dolaylı olarak ölümüne neden olmuş, bir o kadar insanın da kolektif çiftlikler ve
toplama kamplarında insanlık onurunu ayaklar altına alan şartlarda çalışmasına yol
açmıştır. Bu sebeple çiftliklerin kurulduğu bölgeler başta olmak üzere, birliğin dört bir
yanında nefs’i müdafaa dahilinde değerlendirilmesi gereken direniş hareketleri
gözlemlenmiştir. Mallarının kamulaştırılmasını ve cebren çalıştırılmayı reddeden kırsal
nüfus, gerek bireysel çabasıyla gerekse nüfuzu yüksek kulaklara destek vermek
suretiyle bölgelerine atanan memurlara mukavemet göstermeye başlamışlardır. Söz
konusu direniş hareketi, birliğin bazı bölgelerinde cılız kalmış olmakla birlikte

Численности Населения’’, Современные Исследования Социальных Проблем, Том: 9, №: 4,


2017, c.380-381.
250
Ажигулова, c.383.
251
Michael Ellman, ‘‘Stalin and the Soviet Famine of 1932-33 Revisited’’, Europe-Asia Studies, Cilt:
59, Sayı: 4, 2007, s.690.
252
Andrea Graziosi, ‘‘The Soviet 1931-1933 Famines and the Ukrainian Holomodor: Is a New
Interpretation Possible, and What Would Its Consequences Be?’’, Harvard Ukrainian Studies, Cilt: 27,
Sayı: 1, 2004, s.101.
70
Kafkasya gibi Sovyet tahakkümünü hala sindirememiş olan bölgelerde daha ateşli
cereyan etmiştir.

Kafkasya’da kolektifleştirmeye karşı başlatılan direniş hareketinin, daha fazla


destekçi bularak yoğun seyretmesinin muhtelif sebepleri olmuştur. Bu sebepleri,
Kafkasya halkının adeta kendileri ile özdeşleşmiş olan hürriyet tutkuları, her zaman
mücadeleye hazır savaşçı duruşları ve Kafkasya özelinde hükümet tarafından alınan
ekstra önlem ve yaptırımlar şeklinde ifade etmek mümkündür. Bunların yanı sıra,
kolektifleştirme hareketi sırasında Kafkasya’da mertliğin sembollerinden biri olarak
kabul edilen atlara el koyulması, bardağı taşıran son gelişme olmuş ve mevcut durum
toplumsal bir infiale dönüşmüştür. Çeçenistan, Kabardiya, Osetya, İnguşya, Karaçay,
Malkarya ve Dağıstan’da silahlı isyanların başlamasıyla birlikte ise bölge halkı ile
hükümet tarafından görevlendirilen Sovyet askerleri arasında sıcak çatışmalar baş
göstermiştir. 253 Mevzubahis direnişçilerin bir kısmı, öfkelerini doğrudan
kolektivizasyon atılımına yöneltirken, önemli bir bölüm ise bu mücadeleyi, yaklaşık iki
yüz yıldır devam eden Rus işgaline karşı direnişin devamı olarak değerlendirmiştir.

Kolektivizasyon atılımına karşı en yoğun direnişi gösteren Kafkas halkları,


akraba topluluklar olan Çeçen ve İnguşlar olmuştur. Klan ilişkileri etrafında şekillenen
geleneksek sosyal yapılarını sürdürmekte ısrarcı olan bu halklar, kolektifleştirmeyi
reddederek Sovyet rejimine karşı silahlı mücadeleye soyunmuşlardır. Söz konusu
mücadele ilk olarak 1929 yılında Çeçenistan’da başlamıştır. Yönetici grubunu Molla
Ahmet, Molla Kuriyev ve Şita İstamulov’un oluşturduğu ayaklanma, kısa süre
içerisinde çok sayıda taraftar toplayarak Çeçenistan’ın birçok farklı noktasına
sıçramıştır. Öncelikli olarak kamu binalarını ve resmi arşivleri hedef alan isyancılar,
kısa süre içerisinde bölgedeki Komünist Parti yöneticilerini ve kolektifleştirme
memurlarını etkisiz hale getirmeyi başarmışlardır. Ancak söz konusu bu gelişmelerin,
istediklerini almaya yetecek kadar koz teşkil etmediğinin farkında olan isyancılar, daha

253
Hosking, s.622.
71
büyük bir eyleme soyunarak Benoy’da bulunan petrol rafinerilerini ele geçirmişler ve
merkezi hükümete ültimatom göndermişlerdir. Buna göre: 254

1) Hukuka aykırı uygulamalar olan kamulaştırma ve kolektifleştirme


hareketlerine derhal son verilmelidir.

2) Kulaksızlaştırma hareketi çerçevesinde gerçekleştirilen keyfi tutuklamalar


durdurulmalıdır.

3) Merkezi hükümet tarafından atanan Komünist Parti memurları yerine,


halkın iradesiyle seçilecek Çeçen yöneticiler bölgesel sorumlu olmalıdır.

4) Hukuksal dayanağı olmayan keyfi kararlar alan ve objektif yapısını


koruyamayan Sovyet mahkemeleri lağvedilmeli, bunların yerine 1921
yılında Sovyet Dağlı Cumhuriyeti Anayasa Kongresi tarafından ilan edilmiş
olan şeriat mahkemeleri tesis edilmelidir.

5) Merkezi hükümet ve bölgesel uzantıları Çeçen-İnguş Cumhuriyetinin iç


işlerine karışmamalı ve otonom bir yapıda yönetilmesine saygı duymalıdır.

İsyancılar, şartlarının kabul edilmesi durumunda silahlı eylemlerine son


vereceklerini ve Sovyet otoritesini tanıyacaklarını belirterek, uzlaşıya sıcak baktıklarını
göstermişlerdir. Aynı şekilde ayaklanmanın kitlesel bir boyuta ulaşmasından endişe
duyan ve iki taraf için de kan dökülmeden çözüme ulaştırılması temennisini paylaşan
hükümet, isyanı sona erdirme gayesiyle bir barış komitesi oluşturmuştur. İki taraf
arasında gerçekleştirilen görüşmeler sırasında hükümet temsilcileri, Komünist Parti
memurlarının merkezden gelen talimatları çarpıttıkları ve keyfi uygulamalarda
bulundukları gerekçesiyle cezalandırılacaklarını belirterek, bundan sonraki süreçte
bölgenin iç işlerine karışılmayacağı taahhüt etmişlerdir. Hükümet temsilcilerinin ılımlı
yaklaşımı işe yaramış ve ayaklanmaya çözülmeye başlamıştır. Ancak silahların
bırakılmasından kısa bir süre sonra, direnişin lider kadrosunda bulunan Şita
İstamulov’un evinin Sovyet birlikleri tarafından kuşatılması, tansiyonu yeniden
yükseltmiştir. Gelen yardım güçleri sayesinde kuşatmadan kurtulan İstamulov, Çeçen
halkını cihada çağırarak topyekûn bir isyan başlatmaya çalışmıştır. 255

Ayaklanmanın yeniden başlaması Sovyet yönetimini daha sert tedbirler almaya


sevk etmiştir. Aralık 1929 itibariyle Çeçenistan bölgesine asker yığmaya başlayan

254
Kumuk, s.186
72
hükümet, sahip olduğu nüfus ve askeri teknoloji avantajına rağmen ancak Ocak 1930
tarihinde ayaklanmanın merkezi ayağını bastırmayı başarabilmişlerdir ki bu süreç
içerisinde kendileri de önemli kayıplar vermişlerdir. Yerleşim bölgelerindeki
ayaklanmaların bastırılması üzerine dağlara sığınan isyancılar, gerilla savaşı vermeye
devam etmişlerdir. İsyancıların sığınmış olduğu dağlık noktalara operasyon
düzenlemeye başlayan Kızıl Ordu, teslim olunması halinde kimseye zarar
verilmeyeceğini taahhüt etmiştir; ancak isyancıların Kızıl Ordu bölgeden çekilmeden
silah bırakmayacaklarını belirtmesi, mevcut durumu iyice çıkmaza sokmuştur. Bununla
birlikte söz konusu tarihte, daha önce de belirttiğimiz üzere hükümetin kolektivizasyon
atılımı politikasında yumuşama ve geri adım gözlemlenmiştir. Bu yumuşama dahilinde
affedilen isyancılar ve yönetici kadrosu, silahlarını bırakarak köylerine geri dönmüşler
ve ayaklanma sona erdirilmiştir.256

Kolektivizasyon atılımına karşı direnişin gözlemlendiği bir başka yer ise


Kabardey-Malkar bölgesinde yer alan Baksan şehri olmuştur. Haziran 1928 tarihinde
patlak veren ayaklanma, hükümetin bölgedeki tahıl tahsilatı hacmini orantısız şekilde
arttırması ile doğrudan ilişkilidir. Ayaklanma başlamadan önce, halihazırda Komünist
Parti memurlarının kolektifleştirme uygulamaları adı altında yapmış oldukları
zorbalıklara maruz kalan bölge halkı, tahıllarının devlet eliyle gasp edilmesi ihtimaline
kayıtsız kalamamıştır. Ayaklanmanın çıkış noktası Baksan’a birkaç kilometre uzaklıkta
bulunan Kızburun II yerleşkesi iken 257, ayaklanmanın kıvılcımını yakan kişi ise Sovyet
istihbarat servisi OGPU 258 tarafından seredniak 259 olarak tasvir edilen Urusov isimli bir
köylü olmuştur. 260

Cuma namazı çıkışında köy ahalisine, hükümetin ay sonunda tahılların büyük


bölümüne el koyacağı bilgisini ileten Urusov, halkı galeyana getirmeyi başarmıştır.

255
Kumuk, s.186.
256
Kumuk, ss.186-189.
257
Г. К. Дзуев, Кровавое Лето 1928-го: Очерки, Эльбрус, Нальчик, 1997, c.9-10.
258
OGPU = Obyedinyonnoye Gosudarstvennoye Politicheskoye Upravleniye (Sovyetler Birliği’nde 1923
yılından 1934 yılına kadar faaliyet gösteren gizli polis servisi)
259
Sovyet ekonomi terminolojisinde köylü sınıfı üç kategoride incelenmiştir. Buna göre fakir köylüler
‘‘bednyak’’, orta gelirli köylüler serednyak’’ ve zengin köylüler ‘‘kulak’’ sıfatlarıyla ele alınmıştır. Daha
fazla bilgi için bkz: Robert Conquest, The Harvest of Sorrow Soviet Collectivization and the Terror
Famine, Oxford University Press, New York, 1986.
73
Yaşanan huzursuzluğun ayaklanmaya dönüşme emareleri göstermesi üzerine hükümet,
Baksan’da bulunan Yürütme Kurulu üyelerini, durumu yatıştırmak üzere milis güçlerle
destekleyerek bölgeye sevk etmiştir. Öfkeli kalabalık karşısında tavizsiz bir tutum
sergileyen hükümet temsilcileri, çiftçilerin devletin belirlediği oranda tahılı teslim
etmekle yükümlü olduklarını bir kez daha yinelemişlerdir. Bununla birlikte halkı
galeyana sevk etmek gerekçesiyle, içlerinde Urusov’un da bulunduğu birkaç kişiyi
tutuklayarak Baksan’a geri dönmüşlerdir. Ancak köylüye göz dağı verme girişimi etkili
olmamış; köylü halk, tutuklamaların hemen ertesi günü Baksan’a yürüyerek
mahkumları serbest bırakmışlardır. Sovyet milis güçleri bu gelişme karşısında tekrar
Kızburun II yerleşkesine gelmişler ve serbest bırakılan mahkumlar dışında,
ayaklanmanın yönetim kadrosunda bulunan beş kişiyi daha tutuklayarak Baksan’a
götürmüşlerdir. OGPU tarafından hükümete sunulan rapora göre ayaklanmanın asıl
sorumlusu konumunda bulunan Urusov ise, kaçmayı başararak tutuklananlar arasında
yer almamıştır. 261

Söz konusu bu gelişme, hükümet politikalarına karşı bir hoşnutsuzluk olarak


başlayan hadisenin gerçek bir ayaklanmaya dönüşmesine yol açmıştır. 10 Haziran 1928
tarihinde tırmık ve çapalarla donanan Urusov önderliğindeki 1500 kadar köylü,
mahkumlarını hapisten kurtarmak amacıyla Baksan’a doğru harekete geçmişlerdir.
Şehre varan kalabalık, mahkumların serbest bırakılması için hükümet binası önünde
toplanmıştır. Ancak hükümet yetkilileri ve ayaklanma liderleri arasında yapılan
görüşmelerden sonuç alınamamıştır. Ayaklanmaya katılan köylülere yapılan ‘‘dağılın’’
ihtarının da işe yaramaması üzerine, silahlı güçler kalabalığa ateş açmaya başlamıştır.
Buna karşılık ellerinde sadece tırmık ve çapa bulunan köylüler, milis güçleri etkisiz hale
getirerek silahlarını ele geçirmeyi başarmışlardır. Hapishaneyi basarak mahkumları
serbest bırakan öfkeli kalabalık, bu sırada üst düzey birkaç hükümet yetkilisini de ağır
yaralamıştır. İstediklerini elde eden ayaklanmacıların büyük çoğunluğu dağılmış, geri
kalanlar ise Nalçik’den gönderilen ilave kuvvet karşısında direniş gösterememiştir. 262

260
Perovic, s.238.
261
Perovic, s.238.
262
Perovic, s.239, Дзуев, s.10.
74
Baksan’da durumun kontrol altına alınmasının ardından, 11 Haziran 1928
akşamı Kızburun II’ye gelen bölgesel hükümet başkanı Betal E. Kalmukov ve OGPU
memurları, köylülerden ayaklanmanın liderlerini teslim etmelerini talep etmişlerdir.
Ancak hükümet temsilcileri tarafından köylerine yapılacak ziyareti öngören isyancılar,
çevre köylere destek amaçlı haber göndererek, Kalmukov bölgeye ulaşmadan önce
OGPU raporlarınca kulak ve şeriat yanlısı olarak tasvir edilen 3000 kişiyi toplantı için
Kızburun II’de toplamayı başarmışlardır. Kalabalığın verdiği özgüveni arkalarına alan
isyancılar, hükümet yetkililerinden ‘‘tahıl politikasının durdurulması’’ çağrısının
ötesinde taleplerde bulunmaya başlamışlardır. Söz konusu bu talepler, içeriği itibariyle
‘‘kapalı medreselerin yeniden açılması, şeriatın tesis edilmesi, dinî yaşama özgürlüğü ve
kolektif çiftliklerin kapatılması’’ maddelerini kapsamıştır. Mevzubahis talepleri kabul
etmesi mümkün olmayan Kalmukov ve OGPU memurları, bu gelişme üzerine köyden
ayrılmışlardır.

Kızburun II sakinleri, çevre köylerin de katılımı ile gerçekleştirilen bu


toplantıda, Baksan üzerine toplu bir şekilde harekete geçme kararı almışlardır. Buna
göre isyancılar, çevre köy sakinleri ile birlikte Baksan’a yürüyecek ve buradaki silahları
zapt ettikten sonra Nalçik’e yönelerek bölgedeki diğer isyancılar ile birlikte burayı ele
geçireceklerdi. 12 Haziran 1928 tarihinde aralarında ateşli silahlar da bulunduran 3000
kişi, Baksan’a doğru harekete geçmiştir. Milis güçlerden silahlarını teslim etmesini
isteyen kalabalık, üzerlerine ateş açılan yaylım ateşinde 20 kişinin ölmesi üzerine ise
paniğe kapılarak dağılmıştır. İsyanın bastırılmasının arından karşı saldırıya geçen
partizan güçler, takip eden günlerde Kızburun II ve çevre köylerde büyük çaplı
tutuklama ve tasfiye faaliyetleri yürütmüşlerdir. Tutuklananların bir kısmı uzun hapis
cezalarına çarptırılmış, bir kısmı çalışma kamplarına gönderilmiş ve ayaklanmanın
yönetici kadrosunun da yer aldığı bir diğer grup ise ölüm cezasına çarptırılmıştır.263
Ayaklanmaya katılan isyancılara verilen ağır cezalar, aynı zamanda kolektifleştirme
atılımı çerçevesinde gerçekleştirilecek olan uygulamalara mukavemet gösterilmemesi
adına, Kabardey-Malkar bölge halkına verilen bir mesaj niteliği de barındırmıştır.

263
Perovic, ss.240-241.
75
Hakkında malumat vermiş olduğumuz kolektifleştirme karşıtı ayaklanmalar,
Kafkasya’da ortaya çıkan direniş hareketlerinin sadece bir bölümünü meydana
getirmiştir. Bunlar dışında, bölgenin muhtelif noktalarında örgütlü veya örgütsüz, aynı
zamanda büyük ya da küçük çaplı pek çok ayaklanma gözlemlenmiştir. Özellikle
1920’lerin sonu ile 1930’ların başı arasındaki süreçte, kolektifleştirmenin dayatılma
biçimi nedeniyle, sisteme karşı muhalefet ve direniş önemli ölçüde artmıştır. 264 Söz
konusu süreç içerisinde gerçekleşen, köylünün çok zor şartlarda kazanmış olduğu
mallarının kamulaştırılması, tüm varlıklarına el konulan köylünün kurulan kolektif
üretim çiftliklerinde cebren çalıştırılması ve sistem karşısında direnen muhaliflerin
tutuklanarak çalışma kamplarına gönderilmeleri veya toplumun geri kalanına ibret
olması amacıyla öldürülmeleri hadiseleri, Kafkas halklarının sinir uçlarına dokunmuş ve
neredeyse kitlesel bir direniş ortamını tetiklemiştir.

Stalin’in, sanayileşmenin ön koşulu olarak değerlendirdiği kolektifleştirme


çerçevesinde ‘‘kıra’’ açmış olduğu savaş, Kafkasya da dahil olmak üzere birliğin tüm
bölgelerinde korkunç trajedilere neden olmuş, hedef uğrunda milyonlarca insan can
vermiştir. Uygulanan politikaların, kır sosyolojisi hakkında bilgi sahibi ve iktisadi
altyapısı sağlam devlet görevlilerince değil de entelektüel derinliği noktasında büyük
soru işaretleri olan partizanlarca hayata geçirilmesi, kent ve kır yaşantısı arasına
yıkılması çok güç kültürel ve toplumsal bir duvar örmüştür. Kolektifleştirme, toplum
sosyolojisinde yaratmış olduğu tahribatın yanı sıra, iktisadi açıdan da çok uzun süre
amacına ulaşan ve meyve veren bir sistem olmamıştır. Üretim noktasında ilkel olarak
tabir edilen geleneksel tarım standartlarının yakalanması dahi uzun zaman almıştır.
Bununla birlikte kolektifleştirme, devletin kır üzerindeki merkezi kontrolü tesis etme
sürecine lojistik katkıda bulunmuştur. 265

264
Alex Marshall, The Caucasus Under Soviet Rule, Routledge, New York, 2010, s.215.
265
Eytuhov ve Stites, s.401.
76
4. PROMETE BİRLİĞİ VE KAFKAS DİASPORASI

Sovyet hükümetinin Kafkasya’da komünist ideolojiyi tesis ederek bölgenin


sosyolojik gerçekliklerini değiştirme çabası, Kafkasya sınırları içerisinde gerek
yönlendirme esasına dayalı gerekse kendi doğal ortamında gelişen pek çok silahlı ve
silahsız direniş ile karşılaşmıştır. Ancak Kafkasya özelinde Sovyet rejimine karşı
gösterilen direniş, yalnızca Kafkasya sınırları ile sınırlı kalmamış, özellikle iç savaşın
yoğun seyrettiği bir dönem olan 1920-1921 yıllarında Kafkasya’yı terk etmek
durumunda kalan siyasi ve aydınlar tarafından hariçte sürdürülmeye devam edilmiştir.
Verilen mücadelenin fikri ayağına meydana getiren Kafkas diasporası, Paris, Prag,
Varşova, Bürüksel ve İstanbul gibi Avrupa’nın muhtelif noktalarında kısa süre
içerisinde lobileşerek Kafkasya’nın menfaatlerini müdafaa çalışmalarına başlamışlardır.
Söz konusu mücadele, Kafkasya’dan ayrılışları travmatik ve gönülsüz şekilde vuku
bulan siyasi mültecilerin, anavatanları ile olan mental bağlarını koparmadıklarını
göstermesi açısından önemli bir gelişme olmuştur.

İç savaşın sonra ermesi ile birlikte Avrupa’da azımsanamayacak bir Kafkas


diaspora topluluğu meydana gelmiştir. İçerisinde Kafkasya mozaiğini meydana getiren
her etnisiteden temsilciler bulunan bu topluluk, çalışmalarına ilk olarak Sovyet rejimi
mağdurları için muhaceretin merkez noktası olan Paris’te başlamıştır. Daha önce,
anavatanları olan Kafkasya’da ortak adımlar atarak fikri birliktelik tesis etme iradesini
gösterememiş pek çok aydın ve siyasi, mevzubahis birliktelik ortamını ironik şekilde
Paris’te oluşturmuşlardır. Buna göre, aralarında Kuzey Kafkasya, Ermenistan, Gürcistan
ve Azerbaycan temsilcilerinin bulunduğu siyasi mülteciler, 10 Haziran 1921 tarihinde
Paris merkezli bir birlik kurmuşlardır. Tüm Kafkasya halklarının, mevcut tehlike
karşısında birlik olarak ortak hareket etme gerekliliği esasına dayanan bu birlik, Kuzey
Kafkasya adına Tapa Çermoyev, Ermenistan adına Avetis Aharonyan, Gürcistan adına
Akaki Chkhenkeli ve Azerbaycan adına Ali Merdan Topçubaşı’nın imzalamış oldukları
mutabakat anlaşması ile kurulmuştur. Anlaşmaya imza atan temsilcilerin üzerinde
mutabık kaldıkları en temel problem, Kafkas halklarının Sovyet rejimi karşısında vakit

77
kaybetmeksizin ‘‘kardeşlik birliği’’ tesis etme zarureti olmuştur. 266 Aksi takdirde
Sovyet tahribatı nedeniyle geriye dönebilecekleri bir vatan mefhumunun
kalmayacağının bilincinde olan birlik üyeleri, bu farkındalık doğrultusunda
faaliyetlerine hız vermişlerdir.

1921 yılında Paris’te imzalanmış olan mutabakat anlaşması, Kafkas etnisitelerini


temsil eden diaspora aydınlarının, birlikte hareket etme özverisini göstermeleri
açısından önemli bir mihenk taşıdır. Ancak söz konusu birlik, resmi bir siyasi oluşum
olmayıp gönüllülük esasına dayanan bir temenni birlikteliği olarak değerlendirilmelidir.
Kafkasya’yı Kızıl Terör tehdidinden kurtarma gayesiyle tesis edilen ilk resmi siyasi
mülteci örgütü ise 1923 yılında Çekoslovakya’nın başkenti Prag’da kurulan ‘‘Kafkasya
Dağlıları Birliği’’ (Soyuz Gortsev Kavkaza) olmuştur. 267 Halihazırda Avrupa’nın çeşitli
noktalarında devam eden lobi ve farkındalık oluşturma faaliyetlerine ek olarak, resmi
bir siyasi oluşumun meydana getirilmesindeki asıl amaç, dağınık yapıdaki mevcut
hareketleri tek bir çatı altında toplayarak Kafkasya dışında kalan bölgelerin Sovyet
mağduru siyasi mültecileri ile işbirliği yapma gayesi olmuştur. Başkanlığını Ahmet
Tsalıkkatı’nın yürüttüğü bu birlik, Aytek Kunduh, Ahmet Nabi Magoma, Elmurza
Bekoviç Çerkaski, Barasbi Baytugan ve Murat Hatagogu gibi önemli isimleri de
bünyesinde barındırmıştır. Bir süre için içerisinde Kozak temsilcilerin de bulunduğu
oluşum, davalarına olan farkındalığı arttırmak amacıyla Kafkas Dağlıları isimli
periyodik yayını çıkarmıştır. 268

Kafkasya Dağlıları Birliği kurucu üyelerinin bir kısmı, kısa bir süre sonra
faaliyet merkezlerini İstanbul’a taşımaları gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle birlik
tesis edildikten bir yıl kadar sonra, İstanbul’a gelerek burada ‘‘Kafkas İstiklal
Komitesi’ni’’ kurmuşlar ve Azerbaycanlı ve Gürcü siyasi muhacirleri ile ortak
faaliyetlere başlamışlardır. Ancak mevzubahis komite uzun soluklu olmamış, Sovyetler
Birliği’nin Türkiye’ye uygulamış olduğu ‘‘Sovyet karşıtı faaliyetlere ev sahipliği yapma
ve rejim muhaliflerini barındırma’’ içerikli politik baskı nedeniyle 1925 yılında

266
Marshall, s.217.
267
Zeynel Abidin Besleney, The Circassian Diaspora in Turkey: A Political History, Routledge, New
York, 2014, s.87.
268
Kumuk, s.183.
78
kapatılarak tüm üyeleri sınır dışı edilmiştir. Türkiye sınırları içerisinde bulunan önemli
derecede büyük Kafkas diasporasına rağmen alınan bu karar, Sovyetler Birliği
tarafından uygulanan politik baskının, ülkenin çok çalkantılı bir süreç geçirmesine
sebebiyet veren Şeyh Sait İsyanı ile aynı döneme tesadüf etmesi ile değerlendirilmelidir;
zira söz konusu isyan çerçevesinde tedbirlerini sıkılaştırarak daha tavizsiz bir yapıya
bürünen rejim, Kafkas aydın zümresinin direniş göstermesine müsaade etmemiştir.269
Bununla birlikte, Türkiye’nin Sovyet rejimi karşısında sergilemiş olduğu çekingen tavır,
Kafkas siyasi muhacirlerinin başlatmış olduğu hareketi sonlandırmamış, yalnızca
Avrupa’da devam etmesine neden olmuştur.

Hariçte sürdürülen Kafkasya müdafaasının bir sonraki merkezi ise Varşova


olmuştur. Bu bağlamda, kuruculuğunu Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’in üstlendiği
‘‘Kafkasya Dağlıları Halk Partisi’ne’’ (Narodnaya Partiya Gortsev Kavkaza) ev
sahipliği yapan Varşova, harekatın sonraki süreçte ana faaliyet noktalarından biri haline
gelmiştir. Prag’da kurulan Kafkasya Dağlıları Birliği ve İstanbul’da kurulan Kafkas
İstiklal Komitesi üyeleri de 1926 yılında kurulan bu yeni oluşuma destek vererek
saflarında yer almışlardır. 270 Yeni partinin kurulmasıyla birlikte Kafkasya Dağlıları
Birliği dağılma emareleri göstermeye başlamıştır. Üyelerinin büyük kısmı Kafkasya
Dağlıları Halk Partisi’ne geçiş yapan eski oluşum, bir süre daha Murat Hatagogu
önderliğinde mevcudiyetlerini devam ettirmeyi başarmıştır. Kurulan yeni partinin en
büyük misyonu, Bolşevizm tehlikesini ortadan kaldırmak suretiyle Kafkasya’nın mutlak
bağımsızlığını tesis etmek olmuştur. Bu amaç doğrultusunda farkındalık yaratmak için,
tıpkı kendilerinden önceki diaspora hareketleri gibi bir takım periyodik yayınlar
çıkarmışlardır. Bu yayınlara örnek olarak Hür Dağlılar (Parti Volnıye Gortsı), Vatanın
Sesi (Golos Rodinı), Kafkasya Dağlıları (Gortsı Kavkaza) ve Kuzey Kafkasya (Severnıy
Kavkaz) isimli yayınları göstermek mümkündür. 271

Varşova’da kurulan Kafkasya Dağlıları Halk Partisi kısa süre içerisinde, merkezi
Varşova olmakla birlikte Avrupa’nın birçok noktasında ofisleri bulunan Promete’nin
çatısı altında faaliyet göstermeye başlamıştır. Söz konusu hareket, politik duruşları

269
Besleney, s.87.
270
Marshall, s.217.
79
nedeniyle muhacir olmak durumunda kalmış politik aktivistleri koordine ederek örgütlü
bir yapıya kavuşturma hedefi güden bir nitelik göstermiştir. Makro ölçekte ise Sovyet
rejiminin, birlik sınırları içerisinde ve çevresinde yaşayan halklar üzerinde yaratmış
olduğu komünist tahribatı minimize etme misyonunu üstlenmiştir. Bu anlamda Sovyet
mağduru tüm uluslar için koruyucu bir şemsiye görünümünü andırmıştır. 272 İçerisinde
pek çok ulusun temsil edildiği Promete, faaliyetlerine Polonya hükümetinden aldığı
destek doğrultusunda 1926 yılı itibariyle başlayan bir oluşum olmakla birlikte, temelleri
esasen 1917 Devrimi sırasında ortaya çıkan kaos ortamında atılan bir hareket olmuştur.
Buna göre, devrim sırasında bağımsızlıklarını elde eden fakat sonraki süreçte mevcut
statülerini koruyamayan devletlerin, söz konusu başarısızlık nedeniyle mülteci sıfatıyla
Avrupa’ya göç etmek durumunda kalan siyasi ve aydın zümrelerinin burada başlatmış
oldukları bir hareket şeklinde tanımlanmalıdır. 273

İçerisinde hemen her Kafkasya ulusunun temsil edildiği Promete Birliği,


Azerbaycanlı Musavatçılar, Kırım Tatarları ve Türkistanlı temsilcilerin yoğun
faaliyetleri nedeniyle Turani bir çizgide seyretmiştir. Bu niteliği özelinde Gürcü ve
Ermeni unsurlar tarafından çekinceyle takip edilen bir oluşum olmuştur. Süreç
içerisinde Gürcü sosyalistler birliğe dahil olmuşsalar da Ermeniler dışarıda kalmayı
tercih etmişlerdir. Bununla birlikte, birlik içerisinde önemli bir ağırlığı olan Turani
varlık, Promete Hareketi’nin Sovyet mağduru tüm ulusları kapsayıcı yapısını
değiştirmemiş, çok uluslu yapı muhafaza edilmiştir. Hayli güçlü bir yayın ağına sahip
olan Promete, aynı zamanda birlik üyesi temsilcilerin şahsi olarak istihbarat
faaliyetlerinde bulunduğu bir oluşum görünümü çizmiş; bu özelliği hasebiyle, başta
Polonya olmak üzere Sovyet mağduru ülkeler tarafından maddi açıdan
desteklenmiştir. 274

Promete üyelerinin, değerlendirdikleri Kafkasya tasavvurları arasında hiç


şüphesiz Kafkasya Federasyonu fikri de yer almıştır. Bu bağlamda, 1934 yılında

271
Kumuk, ss.183-184.
272
Besleney, s.88
273
Etienne Copeaux, ‘‘Prometeci Hareket’’, Unutkan Tarih: Sovyet Sonrası Türkdilli Alan, e Semih
Vaner, çev, Ercan Eyüboğlu, Metis Yayınları, İstanbul, 1997, s.17.
274
Kumuk, s.184.
80
Belçika’nın başkenti Brüksel’de bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Azerbaycan, Gürcistan
ve Kuzey Kafkasya temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşen bu toplantıya, Azerbaycan
adına Mehmet Emin Resulzade ve Ali Merdan Topçubaşı, Gürcistan adına Noe
Jordaniya ve A. Çenkeli, Kuzey Kafkasya adına ise Mehmet Girey Sunç, Tansultan
Şahman ve İbrahim Çulik katılım göstermişlerdir. Her temsilcinin öngördükleri
Kafkasya Federasyonu hakkında yaklaşık bir çerçeve çizerek nabız yokladığı bu
toplantı, mutlak bağımsızlığa ulaşma gayesi dahilinde müşterek bir yapı inşa etmenin
zarureti tespitiyle başlamış ve yalnızca milli menfaatler etrafında şekillenmesi planlanan
Kafkasya Cumhuriyetleri Federasyonu’nun dayanacağı esasların ilanı ile devam
etmiştir. Kafkasya halklarının bağımsızlık mücadelelerinde önemli bir mihenk taşı olan
bu toplantı, Ermeni temsilcilerinin katılımı olmadan gerçekleşmiş olmakla birlikte,
alınan kararları teyit ve ilan etme amacıyla imzalanan anlaşmada Kafkasya
Cumhuriyetleri Federasyonu içerisinde yer alacak olan Ermeni devletine de değinerek
Kafkasya bütünlüğüne yapmış olduğu vurguyu pekiştirmiştir.275

Kafkasya Federasyonu fikrinin tartışıldığı sırada Avrupa’da güç dengeleri


üzerine müthiş bir mücadele başlamıştır. Hemen her fraksiyonun çatışma halinde
bulunduğu bu dönem, birlik içerisinde de bir takım görüş ayrılıklarına neden olmaya
başlamıştır. Öyle ki, Haydar Bammat önderliğindeki muhalif bir kanat, Kafkasya
Federasyonu’nun Almanya garantörlüğünde kurulması fikrini dile getirmiştir. İçlerinde
Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’in de bulunduğu Alman yanlısı bu grup, tam bağımsız
Kafkasya Konfederasyonu fikrini savunan genel ağırlık tarafından şiddetle
eleştirilmiştir. Söz konusu muhalif grup, gösterilen tepki karşısında birlikten
uzaklaşmak durumunda kalmıştır. Aslen Nazi ideolojisi ile paylaştıkları hiçbir ortak
değer bulunmayan bu grup, Kafkasya’nın menfaatleri için doğru olduğunu düşündükleri
şeyi yaparak Almanya’dan yardım talep etme yolunu tercih etmişlerdir. 276 Promete
Hareketi ile olan bağlarını tamamen kopartan Haydar Bammat önderliğindeki kanat,
Kavkaz grubu adı altında Paris’te çalışmalarına devam ederek muhalif duruşunu
sürdürmüştür. Promete ise Almanya’nın Polonya’yı işgali ile sona ermiş, kalan umutlar

275
Ali Haydar Soysüren, ‘‘1930’lu Yıllarda Azerbaycan Bağımsızlık Mücadelesinde Bir Kesit: Kafkasya
Federasyon Şurası’’, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, Sayı: 41, 2019, s.16.
276
Besleney, s.87.
81
da savaştan muzaffer ayrılan Stalin’in, savaş sonrası süreçte Kafkasya’nın bağımsızlığı
adına yürütülen tüm faaliyetlere son vermesiyle birlikte yok olmuştur.

5. 1936 SOVYET ANAYASASI’NIN KABULÜ

1936 yılında kabul edilen ve içeriği gereği ‘‘Stalin Anayasası’’ olarak da bilinen
Sovyet Anayasası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çatısı altında bulunan birey
ve uluslar için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Süreç içerisinde üzerinde çeşitli
değişiklikler yapılan 1924 Anayasası’ndan sonra kabul edilen ilk anayasa olma özelliği
gösteren 1936 Anayasası, Komünist Parti üyelerince büyük bir coşkuyla karşılanmıştır.
Söz konusu iki anayasa, teoride olmasa da pratikte büyük benzerlikler göstermiştir; zira
kabul edilen yeni anayasa, maddeleri arasında alenen ‘‘Proleterya Diktatörlüğü’’ ibaresi
bulunan 277 1924 Anayasası’nı uygulamada devam ettirme eğiliminde olmuştur.278 Bu
nedenle yeni anayasa sonrası süreçte, dikta rejimi devam ettirilmiş, insan hakları ve
demokrasi kavramları açısından pratiğe yansıyan bir iyileşme gözlemlenmemiştir.
Bununla birlikte söz konusu kanunda, geçmiş anayasaya kıyasla kâğıt üzerinde pek çok
radikal değişikliğin yapıldığını belirtmek gerekmektedir.

1936 yılında kabul edilen Sovyet Anayasası, parti içerisinde Kirov suikastından
beri süregelen politik kriz ortamının hukukî tezahürü şeklinde değerlendirilmelidir.
Kirov’un suikaste kurban gitmeden önce parti içerisinde ön gördüğü reformlar rafa
kaldırılmamış, hatta bir anlamda yeni anayasanın ana taslağını meydana getirmiştir. Bu
doğrultuda, 30 Aralık 1922 tarihinde imzalanan 279 Sovyetler Birliği Kuruluş
Anlaşması’ndan 1936 yılına kadar geçen süreçte birliğin en üst yönetim mercii
konumunda bulunan ‘‘Tüm Sovyetler Birliği Kongresinin’’ etki alanının
sınırlandırılması gündeme gelmiştir. İlan edilen anayasa ile birlikte ise, öncelikli görevi
bürokratik hiyerarşi gereği demokratik ülkelerdeki parlamentoya denk gelen ‘‘Yüksek
İcra Komitesi’’ üyelerini belirlemek olan kongre bütünüyle feshedilmiştir. Yerine tesis

277
Vernadsky, s.445.
278
Riasanovsky ve Steinberg, s.551.
279
Mehmet Gürbüz ve Murat Karabulut, ‘‘SSCB’nin Dağılmasıyla Bağımsızlığına Kavuşan Ülkelerde
Sosyo-Ekonomik Benzerlik Analizi’’, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 50, 2009, s.32.
82
edilen ve parlamento fonksiyonu görmesi planlanan ‘‘Yüksek Sovyet’in’’ ise doğrudan
Sovyetler Birliği vatandaşları tarafından seçilmesine karar verilmiştir. 280

Doğrudan vatandaşların oyuyla belirlenen Yüksek Sovyet, tıpkı kendinden


önceki kurum gibi, ‘‘Sovyetler Birliği’’ ve ‘‘Milliyetler Sovyeti’’ olmak üzere iki
kısımdan meydana gelmiştir. Yüksek Sovyet’i meydana getiren iki siyasi organdan ilki
olan Sovyetler Birliği, seçim bölgelerine göre değişiklik göstermekle birlikte 300 bin
vatandaşa bir temsilci denk gelecek şekilde halk tarafından belirlenmiştir. Milletler
Sovyeti ise birliğe bağlı cumhuriyetlerden 25, özerk cumhuriyetlerden 11, özerk
bölgelerden 5 ve ulusal bölgelerden 1 temsilci olmak üzere yine halk tarafından
seçilmiştir. Söz konusu iki meclis, paralel işlevler gösteren, ortaklaşa veya bağımsız
çalışmalar yürüten ve hiyerarşik açıdan birbirlerine denk konumda bulunan yapılar
olmuştur. Kâğıt üzerinde tüm vatandaşlara oy hakkı verilmiş, seçimler gizlilik esasına
uygun ve eşit duruma gelmiş, demokrasi pekiştirilmiş ve birlik tüm sömürücülerinden
arındırılmıştır. 281 Ancak anayasada yer alan bütün bu olumlu değişikliler, komünist
ideoloji üzerine inşa edilmiş proleter diktatörlüğün aşılması mümkün olmayan
görünmez duvarlarına çarparak pratiğe yansımamıştır.

1936 Anayasası, başta Stalin olmak üzere tüm Komünist Parti taraftarlarınca
‘‘dünyanın en demokratik anayasası’’ olarak nitelendirilmiş ve büyük beğeni
toplamıştır. Ancak birlik sınırları dışından gelen eleştiriler, mevcut dikta rejimine son
verilmediği sürece gerçek bir anayasal sisteme geçişin mümkün olmadığı yönünde
olmuştur. Bu noktada Bolşeviklerce öne sürülen en büyük argüman olan gizli oy
sistemine geçişe de değinen eleştirmenler, söz konusu sistemin demokratik ülkelerde
gerçekleştirilen seçimler ile bir tutulamayacağını; zira Sovyetler Birliği seçimleri
sırasında vatandaşa yalnızca hükümet tarafından desteklenen adaylara ait seçim
pusulasının verildiğini ve bu simaların oyların neredeyse tamamını alarak tüm seçimleri
kazandıklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte yeni anayasada, erken dönem Sovyet
anayasalarında rastlanmayan Komünist Parti atıfına yer verilmesine de dikkat çekilmiş

280
Vernadsky, s.445.
281
Riasanovsky ve Steinberg, s.551.
83
ve Komünist Parti’nin anayasal düzene entegre edilmek suretiyle daimî ve ulusal bir
organ haline getirilme çabası eleştiriye uğramıştır. 282

Yeni anayasa, içeriği itibariyle birlik yapısında büyük değişikliklere neden


olmamış, federal yapı korunmuştur. Bununla birlikte, birliğe bağlı ve özerk
cumhuriyetler ile özerk ve ulusal bölgelerin mevcut yapılarında birtakım değişikliklere
gidilmiş ve sayıları arttırılmıştır.283 Bu noktada, söz konusu anayasanın öngörmüş
olduğu statü ve idari değişikliklerden en çok etkilenen bölgeler arasında Kafkasya ve
Kafkas Ötesi’nin yer aldığını söylemek doğru olacaktır. Yeni anayasa ile birlikte,
Kabardey-Malkar, Abhazya, Dağıstan, Çeçen-İnguş ve Kuzey Osetya özerk
cumhuriyetleri ile Karaçay-Çerkes, Adigey ve Güney Osetya özerk bölgeleri üzerinde
yapısal değişikliklere gidilmiş, bu çerçevede Adigey Özerk Bölgesi Krasnodar,
Karaçay-Çerkes Özerk bölgesi ise Stavropol eyaletine dahil edilmiş, Çeçen-İnguş,
Kuzey Osetya ve Kabardey-Malkar ise birliğe bağlı özerk cumhuriyetler ilan
edilmiştir. 284 Kafkas Ötesi’ndeki süreç de Kafkasya bölgelerinden çok farklı
seyretmemiş ve bir takım idari değişiklikler meydana gelmiştir. Buna göre, cumhuriyeti
meydana getiren Azerbaycanlı, Gürcü ve Ermeni halkların rızası olmamasına karşın,
Bolşevik lider kadrosu tarafından siyasi, iktisadi, merkeziyetçi ve uluslar arası stratejik
kaygılar çerçevesinde 285 12 Mart 1922 tarihinde kurulan Transkafkasya Sovyet
Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, 5 Aralık 1936 tarihinde kabul edilen anayasa ile
birlikte Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Ermenistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olmak üzere üçe bölünmüş ve
birliği meydana getiren cumhuriyetlere dahil edilmiştir. 286

1936 Anayasası, meydana getirmiş olduğu idari ve statü değişikliklerinin yanı


sıra, hukuk sahasına getirmiş olduğu düzenlemeler ile de Kafkasya bölgesini doğrudan

282
Vernadsky, ss.446-447.
283
Gülşen Paşayeva, Irada Bağirova, Kamal Makili-Aliyev ve Ferhad Mehdiyev, ‘‘SSCB’de Yarı-
Özerkliğin Hukuki Durumu: Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Örneği’’, Uluslararası Suçlar ve Tarih,
Sayı: 14, 2013, s.83.
284
Kumuk, s.198.
285
Forsyth, s.526
286
И. А. Иванников, Ликвидация Советского Государственного и Общественного Строя
(Перестройка в СССР 1985–1991 гг.), Издательство Южного Федерального Университета,
Ростов-на-Дону, 2016, c.23.
84
etkilemiştir. Sovyet hukukunun çeşitli reformlar aracılığıyla yeniden yapılandırılmasını
ön gören bu anayasa, siyasi ve sivil davaların takibi noktasında NKVD’ye geniş yetkiler
tanımıştır. Üzerine inşa edildiği dinamikler ve partizan yapısı gereği yargı sürecini
hükümet lehine manipüle etmesi kaçınılmaz olan bu kurum, Kafkasya’da sözde nizamı
sağlamak bahanesi ile gerçekleştirilen birçok tutuklamanın meşruiyeti noktasında aktif
rol almıştır. Alenen rejim aleyhtarlığı yapan hemen her Kafkasyalı, potansiyel tehdit
olarak fişlenmiş ve mevzubahis anayasanın mümkün kıldığı hukukî yaptırımlar ile
tutuklanarak çalışma ve ölüm kamplarına gönderilmiş, bu nedenle aktif dava ve
mahkûm sayısı her geçen gün artış göstermiştir. 287

287
Vernadsky, ss.446-447. 85
III. BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA KAFKASYA

1. HARBİN KAFKASYA’DA YANSIMALARI

Savaşa dahil olan tüm tarafların muazzam büyüklükte bir yıkım ile karşılaştığı
Birinci Dünya Savaşı, savaştan muzaffer ayrılan itilaf kanadı için dahi ağır bilançoların
ortaya konmasına neden olan bir harp olmuştur. Bu nedenle savaşı kazananmış gibi
görünen taraf dahi aslında sadece bir ‘‘Pirus zaferi’’ elde etmiştir. Bununla birlikte,
küresel ölçekte bir savaş olması nedeniyle, taraf olsun olmasın herkesin kaybetmesine
neden olan bu savaş, başta Almanya olmak üzere ittifak kanadı için çok daha büyük bir
yıkıma sebebiyet vermiştir. Öyle ki, savaşın patlak vermesindeki aktif rolü nedeniyle
çok daha ağır yaptırımlara maruz bırakılmak istenen Almanya, 28 Haziran 1919
tarihinde bu çerçevede hazırlanan Versay Barış Anlaşması’nı imzalamak durumunda
kalmıştır. 288 Almanya’nın askeri, ekonomik ve siyasi açıdan her anlamda önünün
kesildiği bu anlaşma, kâğıt üzerinde barış anlaşması şeklinde lanse edilmişse de içeriği
itibariyle barışı sonra erdiren bir ‘‘barış’’ olmuştur. Elleri ve kolları bağlanan Almanya,
itilaf kanadınca çaresiz bırakılmıştır. Ancak söz konusu müşkül durum, Alman halkı
nezdinde karşılık bulmuş ve çözüm arayışı içerisine girilmiştir. Bu noktada söylemleri
itibariyle Alman halkının beklentilerini karşılamaya aday bir oluşum izlemimi yaratan
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ön plana çıkmıştır. 289

Parti başkanlığını Adolf Hitler’in yaptığı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi,
halkı Versay Barış Anlaşması’nın ağır yükümlülüklerinden kurtarma, Almanların yaşam
sahasını genişletme (Lebensraum) ve her açıdan bîtap düşmüş olan ülkeyi kalkındırma
vaatlerinin yanı sıra, söz konusu idealleri gerçekleştirme yolunda tehdit olarak
gördükleri Yahudileri, Bolşevikleri ve Batı Dünyası’nı yenilgiye uğratma hedeflerine
yönelik söylemleri ile de dikkatleri üzerlerine çekmişlerdir. 1920’li yılların

288
Alan Sharp, ‘‘The Enforcement of the Treaty of Versailles 1919-1923’’, Diplomacy and Statecraft,
Cilt: 16, Sayı: 3, 2005, s.423.
86
Avrupası’nda yükselen ırkçı ve faşist ideolojinin Almanya tezahürü olan Nasyonal
Sosyalistler, 1933 yılında demokratik bir şekilde iktidara gelmişlerdir. 290 İktidara
geldikten hemen sonra, önceki söylemleri doğrultusunda yayılmacı bir dış politika takip
etmeye başlayan Nasyonal Sosyalistler, I. Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılan Alman
hükümetinin imzalamış olduğu her türlü paktı ihlal ederek çevre ülkeleri ilhaka
soyunmuşlardır. Batı Dünyası’nın söz konusu durum karşısında olan sessizliği,
Almanya’yı her geçen gün biraz daha cesaretlendirerek daha fazlası için motive etmiştir.
Öyle ki Batı Dünyası’nın mevzubahis tepkisizliği, günümüz perspektifinden
değerlendirildiği takdirde yükselen Bolşevik tehlikesi ile Nasyonal Sosyalistleri karşı
karşıya getirmek amacıyla bilinçli olarak takip edilmiş olan bir siyaset izlenimini
vermektedir.

Genişleme politikasına son sürat devam Nasyonal Sosyalistlerin bir sonraki


hedefi Polonya olmuştur. Söz konusu gelişme, bu tarihe kadar tarafsızlık durumunu
muhafaza eden demokratik kanat için alarm zillerinin çalmasına neden olmuştur. Buna
göre Britanya, 1 Nisan 1939 tarihinde Neville Chamberlain kabinesinin Alman
saldırganlığına yönelik politikasını değiştirdiğini ve Polonya’ya gelebilecek her türlü
saldırı karşısında savunma desteği vereceğini ilan etmiştir. Ancak Britanya’nın
garantörlüğü Alman politikasında herhangi bir değişikliğe neden olmamış, Alman
ordusu 1 Eylül 1939 tarihinde Polonya’yı işgale başlamıştır. Müttefik devletlerce
yapılan geri çekil ihtarlarının sonuç vermemesi üzerine 3 Eylül 1939 tarihinde Britanya
ve Fransa savaşa dahil olmuşlardır. 291 Henüz bir öncekinin üzerinden çok zaman
geçmemiş olmasına rağmen yeni bir topyekûn harbin başlangıcı için gerekli olan
kıvılcımı yakan bu hadise, kısa süre içerisinde insanlık tarihinin gördüğü en yıkıcı
savaşa dönüşmüştür.

Birinci Dünya Savaşı sırasında doğrudan taraf olan Rusya, bu tercihin bedelini
çok ağır ödemiş ve savaşın yıkıcılığını birinci elden tecrübe ederek gerek askeri gerekse

289
Rüdiger Graf, ‘‘National Socialism’’, The Encyclopedia of Political Thought, ed. Michael T.
Gibbons, John Wiley & Sons, Hoboken, 2015, s.1.
290
Murad Karasoy, ‘‘An Overview of Education in National Socialist Period in Germany’’, Journal of
Human Sciences, Cilt:15, Sayı: 1, 2018. s.209.
291
Basil Liddell Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, çev. Kerim Bağrıaçık, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2018, s.3.
87
sivil kayıp açısından savaşın en büyük kaybedenlerinden olmuştur. Buna ek olarak,
yüzyıllardır devam eden monarşi sona ermiş ve Cihan Harbi’nin yaratmış olduğu
tahribattan daha fazlasına neden olacak kanlı bir devrim süreci başlamıştır. Söz konusu
devrim sürecini hayli sancılı geçiren çarlık, süreç sonrasında tarihin tozlu sayfalarına
karışmış ve sınırları içerisinde Marksist-Komünist kuram temelinde şekillenen yeni bir
birlik inşa edilmiştir. Ancak Birinci Dünya Savaşı ve devrim süreçlerinin yaratmış
olduğu tahribatın büyüklüğü, yeni kurulan birliğin kısa süre içerisinde toparlanmasına
olanak vermemiş, İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde dahi ağırlıklı olarak
iktisadi sahada olmak üzere etkilerini sürdürmüştür. Söz konusu tablo, Sovyet
hükümetini patlak veren yeni Dünya Savaşı karşısında daha ihtiyatlı bir tavır takınmaya
sevk etmiştir.

Uzun süre boyunca tarafgirliğini yaptığı Büyük Güç Şovenizmine rağmen


birliğin içerisinde bulunduğu durumu doğru analiz eden Stalin, mevzubahis tarih
itibariyle Kızıl Ordu’dan neredeyse tüm askeri kriterlerde daha üstün durumda olan
Alman ordusu ve Hitler ile karşı karşıya gelmemek adına pek çok politik manevra
sergilemiştir. Stalin’in çekingen duruşunun arkasında, Kızıl Ordu’nun Wehrmacht
(Alman ordusu) karşısında verilecek bir savaşa hazır olmadığı düşüncesinin yanı sıra,
Batı Dünyası’nın Alman yayılmacılığı karşısındaki tepkisizliği de etkili olmuştur.
Almanya’nın Batı ile gizli bir anlaşma imzalamış olabileceği ihtimali üzerinde duran
Stalin, iki büyük güç karşısında yalnız kalma paranoyası içerisine girerek Batı ile olan
ilişkilerine mesafe koymuştur. Stalin’in bir sonraki hamlesi ise, Batı’nın tepkisiz
duruşunun tetiklediği reaktif bir adım olmuştur. Bu bağlamda 23 Ağustos 1939
tarihinde Almanya ve Sovyetler Birliği arasında saldırmazlık anlaşması imzalanmıştır.
Sovyetler Birliği adına Vyaçeslav Molotov, Almanya adına ise Joachim von
Ribbentrop’un altına imza attığı anlaşma, literatüre Molotov-Ribbentrop Paktı adıyla
geçmiştir. 292

Savundukları değerler açısından birbirlerine her açıdan düşman iki ideolojiyi


temsil eden Almanya ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan bu anlaşma, kısa bir süre

292
Daniel Kowalsky, ‘‘Soviet Foreign Policy from the Spanish Civil War to the Molotov-Ribbentrop Pact
1936-1939’’, Dictatorships & Democracies Journal of History and Culture, Sayı: 7, 2019, s.75.
88
için de olsa tarafları rahatlatmıştır. Buna göre Almanya, Batı Avrupa ile olan savaşı
sırasında Sovyet tehlikesine kaynak ayırmak zorunda kalmayacak, Sovyetler Birliği ise
Almanya ile gerçekleşmesi kaçınılmaz savaşı bir süre daha öteleyerek hazırlıklarını
tamamlayabilecekti. Öyle ki Hitler önderliğindeki Almanlar, ancak bu anlaşmanın
vermiş olduğu güven sonrasında Polonya’yı işgale başlayabilmişlerdir. 293 Kısa süre
içerisinde düşen Polonya, Molotov-Ribbentrop Paktı gereği, Almanya ve Sovyetler
Birliği arasında iki etki bölgesine ayrılarak paylaşılmıştır. Almanya ile yürütülen iş
birliği çerçevesinde Doğu Avrupa ve Baltık bölgelerindeki nüfuzunu arttırmaya yönelik
adımlar atmaya başlayan Sovyetler Birliği, Almanya ile Batı Avrupa arasında devam
eden savaşın yaratmış olduğu politik boşluktan yararlanmaya çalışmıştır. 294

Anlaşmanın imzalanmış olduğu 23 Ağustos 1939’dan 1941 yılına kadar devam


eden süreçte paktın tüm şartlarına riayet eden Stalin, Almanya ile olan ilişkilerini
güçlendirmek adına gerekli tüm adımları atmıştır. Bu çerçevede birlik genelinde Nazi
karşıtı propaganda faaliyetlerine son verilmiş, tutuklu halde bulunan Gestapo üyelerinin
iadeleri sağlanmış, Alman işgali sonrasında sürgüne tabi tutulan Nazi karşıtı hükümetler
ile diplomatik ilişkilere son verilmiş ve Batı’ya karşı yürütmüş olduğu savaş dolayısıyla
Almanya’ya hububat ve savaş teçhizatı yardımında bulunulmuştur. Ancak hayata
geçirilmesi noktasında talimat verdiği bütün bu kararlara rağmen, Almanya ile
gerçekleşmesi kaçınılmaz savaş için gerekli hazırlık çalışmalarına hız kesmeden devam
eden Stalin, bu doğrultuda ordunun yeniden örgütlenmesi, savunma sanayinin
güçlendirilmesi, mekanize birliklerin arttırılması ve ‘‘Büyük Temizlik’’ hareketi
dahilinde görevden alınan bazı üst düzey generallere iade-i itibar yapılması gibi çeşitli
önlemler almıştır. 295 Almış olduğu önlemlerin gerekliliği noktasında yanılmayan Stalin,
Batı’ya karşı yürütmüş oldukları harpte beklenmedik derecede kesin ve çabuk zaferler
kazanan Almanya’nın, 22 Haziran 1941 tarihinde herhangi bir savaş ilanı olmaksızın
gerçekleştirmiş olduğu taarruz 296 ile endişelerinde haklı çıkmıştır. Tarihin tanıklık ettiği

293
Riasanovsky ve Steinberg, s.560.
294
Arvydas Anusauskas, Lessons of History: The Silent Occupation of 1940, Litvanya Cumhuriyeti
Meclis Kürsüsü, Vilnius, 2014, s.3-5.
295
Eytuhov ve Stites, s.440.
296
David Welch, The Third Reich Politics and Propaganda, Routledge, Londra, 2002, s.129.
89
en büyük askerî harekât olan bu taarruz, savaşın başlangıcından itibaren tarafsızlığını
korumaya çalışan Sovyetler Birliği’ni de harbe dahil olmak zorunda bırakmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan olumsuz anlamda en fazla etkilenen tarafların başında


hiç şüphesiz Sovyetler Birliği yer almaktadır. Savaşa dahil olduğu sırada, daha önce
almış olduğu önlemlerin yetersizliği nedeniyle her bakımdan hazırlıksız durumda
bulunan Sovyetler Birliği gerek askeri gerekse sivil kayıp açısından kelimenin tam
anlamıyla felakete sürüklenmiştir. Hemen her bölgesi savaşın yıkıcı etkisinden üzerine
düşen payı alan birliğin bazı bölgeleri ise, stratejik konumları ve sosyopolitik yapıları
gereği daha büyük tahribata maruz kalmıştır. Bu doğrultuda savaşın yıkıcı yönünden en
fazla etkilenen bölgelerden biri olarak Kafkasya’yı belirtmek yerinde olacaktır; zira
Barborossa Harekâtı dahilinde Rusya’yı merkezden yararak Moskova’ya ulaşmak ve
yönetimi ele geçirerek kolay bir zafer kazanmak niyetinde olan Almanlar, bir süre sonra
örgütlenmeyi başaran Sovyetlerin direnişi ile karşılaşmışlar ve hedef değiştirerek
ordunun büyük ihtiyaç duyduğu petrol sıkıntısını çözmek üzere Kafkasya’ya
yönelmişlerdir. Nazi yönetim kadrosu, Wehrmacht’ın kuzey kanadının yavaşlaması
üzerine almış oldukları bu karar ile, Fall Blau (Mavi Durum Operasyonu) adı verilen bir
taarruz hareketi gerçekleştirerek güneye inmeyi öngörmüştür. Operasyonun başarılı
olması durumunda Bakü, Grozni ve Maykop’da bulunan enerji kaynaklarını kontrol
edebileceklerini düşünen Almanlar, Kızıl Ordu için de önemli bir ikmal noktası olan
bölgeyi ele geçirerek Sovyetler Birliği’nin atardamarlarından birini kesmeyi
ummuşlardır. 297 Alman yönetimi tarafından alınan bu karar ile savaş Kafkasya
topraklarına sıçramış ve bölge, harbin seyri açısından en hayatî cephelerden biri haline
gelmiştir.

Aslına bakılırsa Almanya’nın Kafkasya’ya olan ilgisi savaşın patlak


vermesinden uzun süre önce başlamıştır. Buna göre, Bolşeviklerin Kafkasya’da takip
etmiş olduğu politika gereği sürgüne tabi tutulan veya kaçmak zorunda kalan siyasi
mülteci konumundaki Kafkasyalı aydınlar ile iletişime geçen Almanlar, yükselen
Bolşevik tehlikesi karşısında Kafkas halklarının bağımsızlık mücadelelerine politik

90
destek vermişlerdir. Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte daha da yoğunlaştırılan politik
destek, faaliyetlerini Almanya’da sürdüren Kafkasyalı siyasi mültecilerin sayısında artış
gözlemlenmesine yol açmıştır. 298 Bununla birlikte Kafkasya’nın bağımsızlığı
noktasında Almanların siyasi desteğini alma düşüncesi, Kafkas diasporasında genel
kabul görmediği gibi ağırlık olarak mesafe ile yaklaşılan bir seçenek olmuştur. Birçok
Kafkas aydın ve devlet adamı, Almanya ile yapılacak iş birliğini Sovyet ve Nazi
tahakkümlerinin yer değiştirmesi şekline yorumlamış ve tam bağımsız Kafkasya
ideallerinden taviz vermemiştir. Almanya’nın politik desteğini talep eden grup ise,
Alman sempatizanı olmaları nedeniyle hariçte devam ettirilen Kafkasya bağımsızlık
mücadelesinden uzaklaştırılan Haydar Bammat ve Said Şamil önderliğindeki muhalif
kanat olmuştur. Haydar Bammat’ın önce Paris daha sonra ise Berlin’de çıkarmış olduğu
Kavkaz dergisi etrafında şekillenmeleri dolayısıyla ‘‘Kavkaz Hareketi’’ ismiyle ifade
edilen bu grup, Bolşevik tehlikesine karşı Almanya ile politik birliktelik tesis edilmesini
savunan Kafkasyalı aydın ve devlet adamlarından meydana gelmiştir. 299

Savaşın başlaması ile birlikte Almanya’nın Kafkasya’ya olan ilgisi artmıştır.


Bölgeye düzenlenecek taarruz hareketi öncesinde yerel halkın desteğini almak isteyen
Alman ordusu, 1941 yılı itibariyle Kafkasya ile olan münasebetlerini arttırmıştır. Bu
çerçevede, muharebe sırasında ele geçirilen Kızıl Ordu mensubu Kafkas kökenli
askerler, sabotaj ve casusluk eğitimi verilerek cephe gerisi görev için hazırlanmaya
başlanmıştır. Bu sırada Almanya’nın Kızıl Ordu karşısında peşi sıra almış olduğu
zaferler, başta Karaçay-Malkarlar olmak üzere Kafkas halkları arasında Alman
sempatisi yeşermesine neden olmuştur. Uzun bir süre Rus ve Sovyet tahakkümü altında
yaşayan Kafkasyalılar, bağımsızlıklarını geri kazanma ülküsü noktasında Almanya’nın
kendilerine yardım edeceği inancına kapılmışlardır. Bu durum Kızıl Ordu içerisinde
cebren silah altına alınan Kafkas kökenli askerler için tehlike arz etmiştir; zira Kafkasya
halkları arasındaki Alman yanlısı tabloyu dikkate alan Sovyet istihbarat servisi,

297
Shawn P. Keller, Turning Point: A History of German Petroleum in World War II and its
Lessons for the Role of Oil in Modern Air Warfare, Air University, Air Command and Staff College,
Montgomery, 2011, s.14.
298
Ufuk Tavkul, ‘‘İkinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya’’, İkinci Dünya Savaşı ve Türk Dünyası, ed.
Nesrin Sarıahmetoğlu ve İlyas Kemaloğlu, Türk Dünyası Belediyeler Birliği Yayınları, İstanbul, 2016,
(dün), s.77.
91
Karaçay-Malkar kökenli Kızıl Ordu askerlerini güvenilmez ve potansiyel tehdit unsuru
olarak nitelendirmiş ve cepheden alınarak kömür ocaklarında çalışmak üzere Ural
bölgesine sürgün edilmeleri yönünde rapor vermiştir. 300 Söz konusu bu durum,
Almanya’nın henüz bölgeyi işgal etmemesine karşın Kafkasyalı dost bir halk
kazanmasına yol açmıştır. 301

Almanya’nın Kafkasya halklarına göstermiş olduğu ilgi, Sovyet hükümetini


hayli rahatsız etmiştir. Buna ek olarak, cephelerden Alman ordusu karşısında alınan
hezimet haberlerinin gelmesi ile birlikte Bolşeviklerin Kafkasya politikalarında birtakım
değişiklikler meydana gelmiştir. Oldukça müşkül bir durumda bulunan Stalin, Kafkas
halklarını yanına çekebilmek için birtakım tavizler verme yoluna gitmiştir. Bu
çerçevede, savaş öncesi süreçte alenen savaş açılan dinî hayatın belli bir oranda
serbestisi sağlanmış, Kafkasyalılar tarafından hiçbir zaman içselleştirilmemiş olan
komünist öğreti geçici olarak rafa kaldırılmış ve birliği müdafaa noktasında özveri
gösteren Kafkas vatandaşları nişan ve unvanlar aracılığıyla ödüllendirilmiştir. 302 Ancak
söz konusu politik manevralar, Kafkasyalılar nezdinde karşılık bulmamış ve Alman
yanlısı duruş devam ettirilmiştir. Birliğin Rus unsurları üzerinde hayli etkili olan Nazi
karşıtı propaganda, Kafkasyalıların da dahil olduğu azınlıklar üzerinde tesir etmemiştir.
Bu gelişme karşısında öfkeye kapılan Stalin, ‘‘vatanı müdafaa’’ çağrısına yanıt
vermeyen azınlıklar üzerindeki baskıyı arttırmıştır. Alman ordusu ile iş birliği içerisinde
bulunduğu şüphesi uyandıran halkların toplu imha süreci başlatılarak cephe gerisi
güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır.

Alman taarruzunun ilk altı ayında, daha önce hiçbir devletin tecrübe etmediği
derecede büyük askeri ve ekonomik zayiat veren Sovyetler Birliği, söz konusu tablo
karşısında milyonlarca piyade ve askeri teçhizat kaybına uğradığı gibi, endüstriyel
üretimin kapasitesinin büyük çoğunluğunu da Alman ordusuna kaptırmıştır. 303 Tarım

299
Besleney, s.87.
300
Tavkul, (dün), s.77
301
Mahmut Aslanbek, Karaçay ve Malkar Türkleri’nin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara, 1952,
s.55.
302
Aslanbek, s.55.
303
Ioannis-Dionysios Salavrakos, ‘‘Russian Versus Soviet Military Mobilization in World Wars I and II:
A Reassessment’’, Saudi Journal of Humanities and Social Sciences, Cilt: 2, Sayı: 2, 2017, s.160.
92
alanları ve üretim tesislerinin kaybı sonucunda gıda sıkıntıları baş göstermiş, birlik
genelinde kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya kalınmıştır. Gıda eksikliğinden en çok
etkilenen bölgelerden biri ise Ukraynalılar ile birlikte Sovyetler Birliği’nin Yahudileri
olan Kafkasya halkları olmuştur. Wehrmacht’ın ilerleyişine hiçbir çözüm üretemeyen
Stalin, birlik genelinde seferberlik ilan ederek 304 Kızıl Ordu’nun mobilizasyon külfetini
halkın sırtına yüklemiştir. Savaş öncesi süreçte takip edilen kolektifleştirme politikası
dahilinde sahip oldukları her şeyi kaybeden halk, seferberliğin ilanı ile birlikte ellerinde
kalanı da ordu ile paylaşmak durumunda kalmış 305 ve iş saatleri arttırılmak suretiyle
yeni tesis edilen üretim merkezlerinde çalıştırılmaya başlamıştır. Bununla birlikte
Kafkasya da dahil olmak üzere, birliğin muhtelif noktalarında gerek gönüllülük esasına
dayalı gerekse cebri yöntemlerle asker alımları gerçekleştirilmiş, öyle ki bazı zaruri
durumlarda yaşı geçkin veya müşkül durumda bulunan kimseler de orduya dahil
edilmiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Sovyet seferberlik uygulamalarının Kafkasya
üzerinde ne denli büyük tahribata neden olduğu anlaşılmaktadır.

Almanya 1941 yılının Ekim ayında, daha önce ele geçirmiş olduğu Kafkasya
kökenli Kızıl Ordu askerlerini sahada kullanmaya karar vermiştir. Bu çerçevede 150
kadar Kafkas erkeğinden oluşan Şamil isimli bir komando birliği tesis eden Alman
ordusu, bu birliği cephe gerisi faaliyetleri noktasında hazırlamak amacıyla on aylık bir
eğitim sürecine tabi tutmuştur. Almış oldukları sabotaj ve casusluk eğitimi ile cephe
gerisinde yeraltı ve yerüstü çalışmalar yürütmesi planlanan birlik, kendi içerisinde üç
gruba ayrılmıştır. Buna göre bunlardan ilki, 1942 yılının Temmuz ayında silah ve
patlayıcılarla donatılmış bir vaziyette paraşütle Maykop şehrine indirilmişlerdir.
Kendilerine bölgede bulunan köprü ve demiryollarını sabote etme görevi verilen bu
grup, aynı zamanda Alman ilerleyişi karşısında bölgeden çekilme hazırlığı içerisinde
bulunan Kızıl Ordu güçlerinin, Maykop’da bulunan petrol rafinerilerine zarar
vermelerini de engellemeye çalışmıştır. Bu görev dahilinde bölgeye gönderilen
askerlerden 29 tanesi Alman ordusunun Kafkasya’ya girmesiyle birlikte geri

304
Mehmet Ozan Gülada ve Caner Çakı, ‘‘İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet Partizanlara Yönelik
Hazırlanan Propaganda Posterleri Üzerine İnceleme’’, Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 1, 2019, s.124.
305
Aslanbek, s.58.
93
dönebilmiştir. Şamil Birliği’nin 30 kişiden oluşan ikinci grubu ise 1942 yılının ağustos
ayında yine paraşütle olmak üzere Grozni yakınlarına indirilmiştir. Bu gruba verilen
görev de birinci gruba verilen görev ile hemen hemen aynı olmuş, fakat kendilerinden
aynı zamanda bölgedeki yerel direnişçilerle iletişime geçmeleri ve onları örgütlemeleri
istenmiştir. Bu harekata gönderilen askerlerin birçoğu görevlerini yerine getiremeden
ifşa olmuş ve Sovyet güçlerince infaz edilmişlerdir. Şamil Birliği’nin 40 Dağıstanlıdan
meydana gelen ve son kolu olan üçüncü grup ise Wehrmacht’ın geri çekilmeye
başlaması üzerine göreve başlama imkânı bulamamıştır. 306

Gerekli hazırlıkları tamamlayan Alman Ordusu Güney doğrultusunda harekete


geçmeden önce, Kafkasya’da uygulanacak politikaların içeriği üzerine bir takım görüş
farklılıkları ortaya çıkmıştır. Ancak savaş sonrası Kafkas halklarının diplomatik
statülerindeki belirsizlik özelinde gerçekleştirilen tartışma, kısa süre içerisinde karara
bağlanarak uygulanacak politikanın ilkeleri ilan edilmiştir. Buna göre; 307

1) Kafkas halkları Almanya’nın daimî dost ve müttefikidir.

2) Alman ordusu Kafkas halklarını koruyacak ve onları Bolşevik eziyetinden


kurtaracaktır.

3) Kafkas halklarının Alman yardımı olmadan yıllardır devam eden


emperyalist baskıdan kurtulması mümkün değildir.

4) Kafkasya’nın ekonomik, kültürel ve ulusal gelişimi için tüm imkanlar


sağlanacak ve bu durum Alman ordusu güvencesinde gerçekleşecektir. Tüm
geleneklere sayı gösterilecek, halklar kendi anadillerinde konuşabilecek ve
eğitim görebilecektir. Dinî yaşam noktasında kimseye baskı yapılmayacak,
ibadet noktaları kullanıma açılacaktır.

5) Kafkasya halklarına Almanya garantörlüğünde kendilerini idare etme hakkı


verilecektir.

6) Tüm kolektif üretim tesisleri kapatılacaktır.

7) Ticarete getirilen tüm sınırlamalar kaldırılacaktır.

İlan etmiş olduğu bu ilkeler ile Kafkas halkının mutlak desteğini elde etmeyi planlayan
Almanya, aynı zamanda bölgeye ulaştığında halk tarafından gösterilmesi muhtemel

306
Patrik von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında: İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet Doğu
Halkları’nın Milliyetçiliği, çev. Eşref Bengi Özbilen, Mavi Yayınlar, Ankara, 1984, ss. 175-176.
307
Kumuk, ss.211-212.
94
mukavemeti önlemeyi de hedeflemiştir. Bununla birlikte Kafkas halklarını yanlarına
çekmeleri durumunda, alacakları yerel destek ile bölgenin işgal sürecinin kısalacağının
farkında olan Almanlar, her fırsatta Kafkasyalıların gönlünü okşayan yapmacık
söylemlerde bulunmaya devam etmişlerdir.

Büyük Güney taarruzu öncesinde meydana gelen bir diğer önemli gelişme ise
Almanya’nın Sovyet karşıtı siyasi mülteci liderleri ile gerçekleştirmiş olduğu Doğu
Lejyonları temalı görüşmeler olmuştur. Buna göre, Mayıs 1942 tarihinde Almanya’da
faaliyet gösteren Sovyet karşıtı mülteci liderleri, Kızıl Ordu saflarında savaşırken esir
düşmüş Doğu halklarına mensup askerlerden kurulması planlanan Doğu lejyonlarını
görüşmek üzere Berlin’de bulunan Adlon Oteli’ne çağırılmışlardır. Toplantının
gerçekleştirildiği yer dolayısıyla Naziler tarafından Adloniade adı verilen operasyon,
söz konusu savaş esirlerinin, içlerindeki milliyetçi duygular uyandırılmak suretiyle Kızıl
Ordu’ya karşı kullanılması esasına dayanmıştır. Gerçekleştirilen görüşme sonucunda
toplantıya katılım gösteren temsilcilerin, esir kamplarını dolaşarak kendi halkına
mensup askerleri tespit etmelerine ve daha sonra tespit edilen askerler arasından
kurulacak lejyonlar için gönüllü kaydetmelerine karar verilmiştir. Kafkasya adına söz
konusu toplantıya katılan isimler arasında Said Şamil ve Ali Han Kantemir de yer
almıştır. Said Şamil bu konu özelinde Almanya ile birliktelik yapmaya yanaşmamış ve
Türkiye’ye dönmüş, Ali Han Kantemir ve grubu ise görüşmeleri sürdürmüştür.
Gerçekleştirilen istişareler sonucunda Ost-ministerium (Alman Doğu Bakanlığı) ve Ali
Han Kantemir iş birliği çerçevesinde Kafkas Ulusal Komitesi tesis edilmiştir.
Başkanlığını Ahmet Nebi Magoma, sözcülüğünü ise Ali Han Kantemir’in üstlendiği
komite, bütün Kafkas halklarının nüfusları ile orantılı şekilde temsil edilebilmesi
esasına riayet etmiştir. Komitenin gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler, kısa süre içerisinde
Kafkasya’nın çok uluslu mozaiğini andıran lejyonların tesis edilmesini mümkün kılmış,
Kızıl Ordu’ya karşı SS saflarında savaşacak taze bir güç meydana getirilmiştir. 308

Beklenen büyük Güney taarruzu 28 Haziran 1942 tarihinde başlamıştır. 309 Fall
Blau adı verilen operasyon, 30 Haziran’da isim değişikliğine gidilerek Braunschweig

308
Kumuk, s.210.
309
Hart, s.341.
95
Operasyonu adını almıştır. Bizzat Hitler’den gelen talimatlar doğrultusunda hareket
eden Güney Ordusu, kendi içerisinde Ordu Grubu A ve Ordu Grubu B olmak üzere
ikiye ayrılmıştır. Ordu Grubu A’ya verilen görev Kafkas dağlarını aşarak Bakü petrol
rezervlerini kontrol altına almak iken, Ordu Grubu B’ye verilen görev ise İdil Nehri
dolaylarında güvenliği sağlayarak Stalingrad şehrini ele geçirmek olmuştur. Verilen
görevler arasından Stalingrad’ı ele geçirme vazifesini yerine getiremeyen Güney
Ordusu burada büyük bir hezimet yaşamış, ancak Kafkasya’ya ulaşmaya muvaffak
olmuştur. Tarih 25 Temmuz 1942’yi gösterdiğinde Rostov’u ele geçiren Alman ordusu,
Don Nehri’ni geçerek Kafkas Dağları’nın eteklerinde Kızıl Ordu ile savaşa tutuşmuştur.
Almanlar tarafından imha edilmekten son anda kurtulan Sovyet birlikleri, savaş alanını
terk ederek Kafkas Dağları’na sığınmış, ancak bu sefer de silah kuşanmış Karaçaylı
çeteler ile karşı karşıya kalmışlardır. Alman birlikleri tarafından hayli yıpratılmış olan
bu ordu, Karaçaylılar tarafından büyük oranda imha edilmiştir. 310

Kafkasya’nın içerisinde bulunduğu çalkantılı durum ve Kızıl Ordu’nun bölgeye


yönelik planlarında meydana gelen muhtelif aksaklıklar, Alman ordusunun Kafkasya
topraklarında hiçbir engel olmaksızın ilerleyişine olanak sağlamıştır. Karaçay ve Alman
birliklerinin Kafkas Ötesi’ne geçişi sağlayan Morh ve Kluhor geçitlerini ele geçirmek
üzere olduğu sırada, Kızıl Ordu’ya bağlı 46. Ordu, taarruzu durdurmak üzere bölgeye
gönderilmiştir. Söz konusu geçitleri savunmak üzere topçu ve teknik müfrezeler ile
tahkim edilen bölge, kısa süre sonra Karaçay ve Alman güçlerinin saldırısı ile karşı
karşıya kalmıştır. Taarruz karşısında çaresiz kalan 46. Ordu, bölgenin yerel halkı olan
Gürcülerin desteğine rağmen geçitlerin güvenliğini sağlayamayarak imha edilmiştir.311
Almanların ardı arkası gelmeyen saldırıları karşısında çaresiz kalan Kızıl Ordu
birlikleri, 3 Ağustos 1942 tarihinde Kuban’ın gerisine çekilmek durumunda kalmıştır.
Bu gelişme üzerine Stavropol, Maykop, Beloroçensk, Mozdok ve Pyatigorsk şehirleri
kısa süre içerisinde Alman Ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Kızıl Ordu’nun kademeli
geri çekilişi ile eş zamanlı ilerleyişini sürdüren Wehrmacht, 11 Ağustos 1942 tarihinde
Krasnodar, 25 Ağustos’ta Mozdok, 31 Ağustos’ta Anapa ve 10 Eylül’de Novorossiysk’i

310
Tavkul, (dün), s.80.
311
Tavkul, (dün), s.80
96
ele geçirmiştir. Hiçbir direniş göstermeden geri çekilen Kızıl Ordu, Almanların hızlı
ilerleyişini seyretmek durumunda kalmıştır. Öyle ki 12 Ağustos 1942 tarihine
gelindiğinde Alman ordusu tarafından Elbrus’un zirve noktasına Gamalı Haç bayrağı
dikilmiştir. 312

1942 yılının sonbahar aylarında Batı Kafkasya’yı ele geçiren Alman ordusu,
bölgeye giriş yaptıktan kısa bir süre sonra, Sovyet güçlerinin geri çekilişi üzerine
iktidarı ele geçiren Karaçay-Malkar kökenli mahalli çeteler ile iletişime geçmiştir.
Bölgeye geldikleri andan itibaren kendilerine karşı büyük bir muhabbet besleyen
Karaçay-Malkar halkının yerel desteğini kazanma arzusu içerisinde bulunan Almanlar,
bu amaç doğrultusunda onlara birtakım imtiyazlar vermişlerdir. Buna göre;

1) Tam bağımsız milli irade yeniden tesis edilecek ve dinî yaşama noktasında
kesin bir serbestlik olacak.

2) Kolektif üretim çiftlikleri kapatılacak ve mülkiyet edinme hakkı geri


getirilecek.

3) Bolşevik idaresi tarafından zor kullanılarak ayrılmış olan Karaçaylılar ve


Malkarlılar yeniden birleşecek.

Alman ordusu tarafından verilen bu imtiyazlar, Karaçay-Malkar nezdinde karşılık


bulmuş, yerel halkın Alman ulusuna karşı beslediği güven duygusunda büyük artış
gözlemlenmiştir. Ancak Almanya’nın Kafkasya’da vermiş olduğu imtiyazlar bunlarla
sınırlı kalmamıştır. Gerçekleştirmiş olduğu yıldırım harekatları (blitzkrieg) dahilinde
çok kısa bir süre içerisinde muazzam ölçekte toprak kazanımı gerçekleştiren Alman
ordusu, işgal ettiği diğer bölgelerde takip etmiş olduğu politikanın aksine Kafkasya’ya
özel bir siyaset geliştirme yoluna gitmişlerdir. Öyle ki, işgal altında tutmuş oldukları
hiçbir bölgede yerel yönetimlerin kurulmasına müsaade etmeyen Almanlar, Wehrmacht
bölgeye girmeden önce kendini Karaçay Özerk Bölgesi’nin valisi ilan eden Macir
Koçkarov’un yöneticiliğini resmen tanımışlar ve Kadı Bayramukov başkanlığında313
tesis edilecek olan Karaçay Ulusal Komitesi’ni duyurmuşlardır. 314

312
Kumuk, ss.214-215.
313
Forsyth, s.559.
314
Tavkul, (dün), s.80
97
Almanya’nın yerel yönetim noktasında Kafkasya’da vermiş olduğu imtiyazlar,
Karaçay Özerk Bölgesi ile sınırlı kalmamış, Kızıl Ordu birliklerinin geri çekilişi ile
oluşan iktidar boşluğundan yararlanmak suretiyle Kabardey-Balkar Bölgesi’nde
valiliğini ilan etmiş bulunan Selim Zedov yönetimi de Alman kuvvetlerince resmen
tanınmıştır. 315 Ek olarak, Almanya güdümünde mahalli bir idari komite tesis edilerek
yerel halkın desteği alınmaya çalışılmıştır. Daha önce başlatılan kulaksızlaştırma
Hareketi dahilinde fişlenerek ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan Prens Z. Kelemet’in
yanı sıra, Prizenko, Mahdev, Hoşçişev ve Prens D. Tavkaşev gibi isimlerin aktif rol
aldığı bu komite, işgal süresince Alman kuvvetleri ile yakın temas içerisinde
olmuştur. 316 Bununla birlikte Kabardeyler tarafından teşkil eden komite Karaçaylıların
kurmuş olduğu komiteden çok daha az ses getirmiştir. Ancak bu duruma neden olan
sebepler arasında Kabardey halkının yapmış olduğu hatalar önemli bir rol oynamıştır. 317

Alman ordusunun Kafkasya’nın yerel halkları ile olan ilişkisini kuvvetlendirmek


amacıyla mevcut politikalarını iyileştirme çalışmalarına başladığı sırada, Sovyetler
Birliği de Kafkas halklarına yönelik takip etmiş olduğu politikayı gözden geçirmekle
meşgul olmuştur. Bu çerçevede alınan ani bir karar ile Çeçen ve İnguşların gönüllük
esası dahilinde Kızıl Ordu saflarına dahil edilmesine karar verilmiştir. Savaş
başlamadan önce zorunlu olarak askere alınanlara ek olarak gerçekleştirilen gönüllü
toplama faaliyetleri, toplam Çeçen-İnguş nüfusunun %40’ına denk gelecek bir bölümün
Kızıl Ordu mensubu olmak üzere silah altına alınmasına yol açmıştır. 318 Bunun yanı
sıra, Alman işgali öncesinde sınıf çatışmalarının teşviki, kolektifleştirmenin zorunlu
tatbiki ve yaşam tarzları olan göçebeliğin yasaklaması yoluyla rejime olan bağlılıkları
yerle bir edilen Kalmuk halkının silah altına alınmaması kararından vazgeçilmiş, her ne

315
Forsyth, s.560.
316
Kumuk, s.216.
317
Alexander Dallin, Deutsche Herrschaft in Russland 1941-1945, Eine Studie über Besatzungspolitik,
Düsseldorf, 1958, s.259, Aktaran: Patrik von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında: İkinci
Dünya Savaşı’nda Sovyet Doğu Halkları’nın Milliyetçiliği, çev. Eşref Bengi Özbilen, Mavi Yayınlar,
Ankara, 1984, s.193.
318
Kumuk, s.218.
98
kadar NKVD gözetimi altında da olsa Kızıl Ordu’da görev almalarına müsaade
edilmiştir. 319

Yerel halkın desteğini alan Alman ordusu, Kafkasya topraklarındaki ilerleyişine


devam etmiştir. Bu noktada yerel halk ve Alman ordusu arasındaki ilişkinin daha fazla
önem arz etmeye başladığını belirtmek doğru olacaktır. Alman Doğu Bakanlığı’na
mensup bir görgü şahidinin aktardıklarına göre, Kuzey Kafkasya bölgesinin Rus,
Ukrain ve Kozak kökenli Slav sakinlerinin işgal güçlerine olan yaklaşımı hayli mesafeli
olmuştur. Söz konusu halkların Sovyet vatanseveri yönlerine dikkat çeken aktarıcı,
Slavlara mukabil Kafkas halklarının içten tavırları hakkında malumat vermiştir.
Kafkasyalıların işgal güçlerine karşı korku ve endişe duyguları yerine dostluk ve destek
barındıran bir muhabbet beslediğini belirten rapor, aynı zamanda bazı Kafkas
halklarının gerçekleştirilen siyasi faaliyetlerin şiddeti ile doğrudan alakalı olmak üzere
Slavlarda gözlemlenen çekingenliği paylaştığı gözlemi üzerinde durmuştur. Buna göre
Çerkes asıllı akraba halklar olan Adige ve Kabardeylerin Almanlara karşı daha mesafeli
yaklaştığı, Türk asıllı Malkar ve Karaçay toplulukların ise Alman güçlerini sevgi
gösterileri ile karşıladığı belirtilmiştir. Bunun dışında söz konusu raporda Kuzey
Osetlerin Alman işgal güçleri karşısında takındıkları tavır noktasında herhangi bir
malumat yer almamaktadır. Ancak savaşın son süreçlerinde mağlup olmaları üzerine
hızla geriye çekilen Alman güçleri arasında yer alan Oset unsurları, işgal sırasında
gerçekleşen Alman-Oset iş birliği açısından önemli bir delil teşkil etmektedir. 320

Milis güçlerden aldığı paramiliter destek ve yerel halkın kılavuz nitelikli yol
göstericiliği sayesinde Kafkasya’daki konumunu sağlamlaştıran Almanlar, her ne kadar
bölge kontrolünü mahalli hükümetlere devretmiş olsalar da Kafkasya’daki sivil hayat ve
kamu düzeni noktasında birtakım değişiklikler yapmışlardır. Buna göre eğitim ve kültür
kurumları mahalli idarelere devredilmiş, halk için büyük önem arz eden dinî ibadet
serbestisi sağlanmış ve zirai reformlar gerçekleştirilmiştir. Bölgedeki Alman sorumlular
özellikle zirai reformların başarıya ulaşması noktasında titizlikle çalışmışlardır. Sadece
bir yıl içerisinde kolektif üretim çiftliklerinin %40’ı zirai kooperatiflere dönüştürülmüş,

319
Forsyth, s.556.
320
Mühlen, ss.192-193.
99
geriye kalan kolhoz ve sovhozlar ise kapatılmıştır. Dağıtılan kolektif çiftlikleri sonrası
boşa çıkan tarım aleti ve hayvanlar da yerel halk arasında paylaştırılmıştır. 321 Hayata
geçirilen düzenlemeler, Kafkasya halkları ve Alman ordusu arasındaki bağları
kuvvetlendirmiş, taraflar sivil hayatın doğal akışı içerisinde de ortak değerler
geliştirmeye başlamıştır. Alman ordu mensupları özellikle bölgede gerçekleşen İslâmi
nitelikli bayram kutlamalarından hayli etkilenmişlerdir. Öyle ki, 11 Ekim 1942 tarihinde
Karaçay’ın Narsana şehrinde gerçekleşen Ramazan Bayramı kutlamaları ve 18 Aralık
1942 tarihinde Kabardey-Balkar Bölgesi’nin başkenti Nalçik’de gerçekleşen Kurban
Bayramı ritüeli sırasında Alman-Kafkas iş birliği üzerine pek çok konuşma yapılmış ve
Adolf Hitler’e içlerinde Kabardeyler tarafından gönderilen bir at da bulunan muhtelif
hediyeler sunulmuştur. 322

Bununla birlikte Alman ordusu ve Kafkas halkları arasında tesis edilen dostane
ilişki savaş boyunca aynı seyirde devam etmemiştir. Kafkasya’da kaldıkları süre
boyunca yerel halkın desteğini almak adına radikal kararlar vermekten kaçınan
Almanlar, Sovyet taraftarlığı yapan Kafkasyalılara ise müsamaha göstermemiştir.
Özellikle Sicherheitsdienst (Alman İstihbarat Servisi) tarafından dağlı halklara yönelik
işlenen cinayetler, taraflar arasındaki ilişkileri hayli germiştir. 323 Alman ordusu ve yerel
halk arasında meydana gelen talihsiz gelişmelerin en önemli nedenlerinden biri de hiç
şüphesiz Nazi Irk Teorisi olmuştur. Dönem itibariyle ırkçı bir ideolojinin temsilcisi olan
Alman ordusu, Gürcüler dışında kalan Kafkasya halklarını aşağı ırk mensupları olarak
nitelendirmiş ve işgal etmiş oldukları diğer bölgeler kadar yoğun olmasa da bu durumu
yerel halka hissettirmişlerdir. Ayrıca sünnetli olmaları nedeniyle ‘‘Yahudi’’ olmakla
suçlanarak kurşuna dizilen Müslüman Kafkasyalılar da kayıtlara geçmiştir. Tüm bu
olumsuzluklara rağmen Almanya ile olan işbirliğini sürdürme özverisini gösteren
Kafkasyalılar için en büyük hayal kırıklığı ise Alman hükümetine yapmış oldukları
Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ni yeniden tesis etme başvurularına gelen ret cevabı

321
Tavkul, (dün), s.80.
322
Mühlen, s.193.
323
Alexander Dallin, Deutsche Herrschaft in Russland 1941-1945, Eine Studie über Besatzungspolitik,
Düsseldorf, 1958, s.259, Aktaran: Mühlen, s.194.
100
olmuştur. 324 Gerek savaş başlamadan önce gerekse harbin ilk dönemlerinde Almanlar
tarafından dile getirilen tam bağımsızlık söylemlerinin hakikati yansıtmadığını fark
eden Kafkasyalılar, geç de olsa Almanya nezdinde sömürge unsurundan ibaret oldukları
gerçeğiyle yüzleşmişlerdir. 325

Savaşın erken aşamasında muhalif kanattan yükselen Alman işgaline mesafeli


yaklaşılması gerektiği uyarılarını dikkate almayan Kafkas halkları, Alman ordusunun
gerçek yüzüyle tanışmıştır. Ancak birinci elden gerçekleşen bu acı tecrübeye rağmen
Kafkasyalıların Almanlar tarafından daha fazla hayal kırıklığına uğratılmaları için
yeterli zaman olmamıştır. 1942’nin son aylarına gelindiğinde Alman ilerleyişini
bütünüyle durduran Kızıl Ordu karşı taarruza geçmiştir. İşgal etmiş olduğu hemen her
noktadan ağır darbeler almaya başlayan Wehrmacht, kademeli olarak Sovyet
topraklarından geri çekilmeye başlamıştır. Alman ordusunun geri çekilişi bir anlamda
Mihver Devletleri’nin de yenilgisini de tescillemiştir. Söz konusu bu gelişme, harp
boyunca Alman ordusuna askeri ve lojistik destek veren Kafkas halklarını da yakından
ilgilendirmiştir; zira Almanya’nın savaştan muzaffer ayrılacağı kanaatinde olan halk,
Almanlara destek vermek suretiyle Sovyet tahakkümünden kurtularak kendi devletlerini
tesis edebileceklerine inanmışlardır. Ancak beklenen olmamış ve Kafkasyalılar,
Almanya ile yapmış oldukları iş birlikteliğini ‘‘ihanet’’ olarak değerlendiren Stalin’in
gazabı ile karşı karşıya kalmışlardır. Mevcut tablo karşısında Kafkas halklarının önünde
sadece iki seçenek kalmıştı; buna göre, yurtlarını terk etmeyerek Stalin tarafından
verilecek hükme razı olacak veya Alman ordusuna katılarak bir bilinmeze doğru yola
çıkacaklardı. Savaş sırasında aktif rol oynayan Adige, Oset, Kabardey, Dağıstanlı,
Karaçay-Malkar ve Çeçen-İnguş halklarından meydana gelen 15.000 kişilik bir kafile,
Alman ordusuna katılarak yurtlarını terk etmeyi seçmişlerdir. 326 Bununla birlikte
mevzubahis geri çekilme kararına rağmen cepheyi terk etmeyerek Kızıl Ordu’ya karşı
mücadeleyi sürdüren milis gruplar da mevcuttur.

Wehrmacht’ın Sovyetler Birliği topraklarını terk etmesiyle birlikte Alman


işgalinin ortadan kalkmış olduğu Kafkasya, kısa süre içerisinde Kızıl Ordu güçlerinin

324
Aslanbek, ss.68-69.
325
Mühlen, s.194.
101
bölgeye intikaline sahne olmuştur. Öncelikli hedefleri hayli çalkantılı bir durumda
bulunan Kafkasya’da asayişi yeniden tesis etmek olan Sovyet birlikleri, kısa süre
içerisinde Alman ordusunun geri çekilme kararına rağmen silahlarını bırakmayan milis
güçleri yenilgiye uğratarak bölge kontrolünü büyük ölçüde tekrar ele geçirmişlerdir.
Bununla birlikte Kafkasya’daki Alman sempatizanı gruplar tam anlamıyla imha
edilemediği gibi Sovyet aleyhtarı hareket de durdurulamamıştır. Bu doğrultuda harekete
geçen Kızıl Ordu güçleri, Kafkas halklarına yönelik acımasız bir savaş başlatmıştır. Söz
konusu harekatın başlaması noktasında bizzat inisiyatif kullanan Stalin, harp süresince
Alman ordusuna herhangi bir şekilde yardım ve yataklık yapmış bulunan tüm Kafkas
halklarından intikam almak istemiştir. Stalin’in intikam ve öfke duyguları içerisinde
almış olduğu bu karar, Kafkas halkları için insanlık onurunu ayaklar altına alan
uygulamalara sahne olacak yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur.

2. HARP SONRASI SÜRGÜN VE KATLİAM

Alman ordusunun geri çekilişinin hemen ardından Kafkasya’ya giren Kızıl


Ordu, 15 Ocak 1943 tarihinde harp sırasında Alman yanlısı faaliyetlerin en yoğun
gerçekleştiği bölgeler arasında başı çeken Karaçay’a yönelik bir taarruz hareketi
başlatmıştır. 327 Ellerinde yeterli piyade teçhizatı dahi bulunmayan Karaçaylı milis
güçlere karşı gerçekleştirilen bu harekât, tank, uçak ve top gibi askeri teknoloji unsurları
ile desteklenmiştir. Ancak Kızıl Ordu bölgeye girmiş olduğu sırada Almanlar ile
doğrudan ilişkisi bulunan hemen herkes ya onlarla birlikte bölgeyi terk etmiş ya da
Stalin’in gazabından kurtulmak üzere dağlara sığınmış durumdaydı. Buna rağmen Kızıl
Ordu güçlerince geride kalan masum ve savunmasız halk üzerinde büyük bir baskı
kurularak, Alman yanlısı akraba ve yakınları olan kimseler için haksız soruşturmalar
başlatılmıştır. Bununla birlikte, Alman ordusuyla herhangi bir bağlantısı bulunmayan
pek çok insan da bu soruşturmalara maruz kalmış ve objektif bir yargılama süreci
olmaksızın hain ilan edilerek kurşuna dizilmiştir. Savaş süresince eline silah dahi

326
Tavkul, (dün), s.80.
327
Janos Sipos ve Ufuk Tavkul, Karaçay-Malkar Halk Şarkıları Macar Halk Müziğinin İzinde
Kafkasya’ya Bir Seyahat, Bengü Yayınları, Ankara, 2018, s.70.
102
almamış pek çok sivil, Kızıl Ordu ve NKVD mensupları tarafından bu şekilde infaz
edilmiştir. 328

Karaçaylı milis güçler, Alman yardımı olmaksızın Kızıl Ordu karşısındaki


kararlı duruşlarını devam ettirmişlerdir. Kızıl Ordu birimlerine kıyasla Kafkas dağlarını
yakinen tanıyan bu direnişçiler, gerçekleştirmiş oldukları gerilla savaşıyla Sovyet
askerlerine büyük zayiat verdirmeyi başarmışlardır. Öyle ki Kuban Vadisi yakınlarında
bulunan dağlık alanda, pusuya düşürmüş oldukları bir Kızıl Ordu birliğini bütünüyle
imha ettikleri kaynaklarca sabittir. Bölgedeki Sovyet ilerleyişinin durma noktasına
gelmesiyle birlikte yeni arayışlar içerisine giren Kızıl Ordu, milis güçlere olan
yardımlarını engellemek amacıyla doğrudan sivil halkı hedef alan bir yol
benimsemişlerdir. Bu amaç doğrultusunda ikmal noktaları yok edilmiş, kasaba ve
köyler bombalanmış ve çok sayıda sivil kayba neden olan askeri operasyonlar
düzenlenmiştir. Kısa bir süre içinde Karaçay’ı en ücra noktasına kadar kontrol altına
alan Sovyet güçleri, denemiş oldukları tüm yöntemlere rağmen milis güçlerin direnişini
kıramamışlardır. 329 Söz konusu tablo, Sovyet hükümetini daha radikal kararlar almaya
itmiş, bu bağlamda hain ve güvenilmez olarak nitelendirilen halkların başında gelen
Karaçay halkının, yurtlarından çıkarılarak birliğin başka bir bölgesine nakledilmesine
karar verilmiştir. 12 Ekim 1943 tarihinde Yüksek Sovyet Konseyi’nin tarafından alınan
135-136 sayılı bu karar, aynı zamanda Karaçay Özerk Bölgesi’nin tasfiyesini de
kapsamıştır. 330 Buna göre tasfiye edilen bölgenin büyük çoğunluğu Stavropol eyaletine
dahil edilirken, geri kalan kısmı ise Krasnodar eyaleti ve Gürcistan arasında
paylaştırılmıştır. 331 Alman ordusuna yardım ve yataklık yapmanın yanı sıra, Sovyet
rejimine karşı işlenen muhtelif farklı suçların bahanesi yoluyla ilan edilen bu karar
sonucunda gerekli hazırlıkları 24 saat içerisinde tamamlayan NKVD, Karaçay halkının

328 Hayati Bice, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1991,
s.99.
329 Bice, s.99.
330 J. Otto Pohl, ‘‘Stalin’s Genocide Against the Repressed Peoples’’, Journal of Genocide Research,
Cilt: 2, Sayı: 2, 2000, (rep), s.273.
331
С. И. Бегалиев, ‘‘Депортация Карачаевцев в Киргизскую ССР’’, Вестник КРСУ, Том: 11, №: 6,
2011, c.10.
103
Kazakistan ve Kırgızistan’da bulunan toplama kamplarına tehcirini uygulamaya
koymuştur. 332

Karaçay halkının sürgünü, askeri anlamda Sovyetler Almanlarının sınır dışı


edilmesine benzer bir yaklaşımla gerçekleştirilmiştir. Buna göre Karaçay hanelerini tek
tek dolaşan NKVD silahlı birlikleri, ev sakinlerine gerçekleştirmiş oldukları ihanet
sebebiyle sürgün edildiklerini bildirmiş ve yanlarında azami 100 kilogram yük olmak
üzere bir saat içerisinde toplama noktalarında bulunmalarını emretmiştir. Emre
uymamaları durumunda toplu halde imha edilecekleri bildirilen Karaçaylılar, erkek,
kadın, yaşlı ve çocuk fark etmeksizin NKVD memurları nezaretinde sürgün edilmek
üzere tren istasyonlarına götürülmüşlerdir. 333 Aslına bakılırsa sürgün kararı verildiği
sırada savaşın yıkıcılığı dahilinde Sovyet ve Nazi idareleri için ayrı ayrı kayıplar veren
Karaçay’da kadın, yaşlı ve çocuklar dışında kimse kalmamıştır. 334 Sağlıklı erkeklerin
büyük bir kısmı Sovyet ordusunda aktif görev halinde iken, bir kısmı ise geri çekilen
Almanlar ile birlikte Kafkasya’yı terk etmişlerdir. Ancak bu durum bizzat Stalin’in emri
doğrultusunda hareket eden NKVD memurlarını durdurmamış, bölgede bulunanların
tamamı sürgün edilmek üzere 2 Kasım 1943 tarihinde 335 trenlerin yük ve hayvan
taşımak için kullanılan vagonlarına bindirilmiştir. İnsanlık onurunu çiğneyecek şekilde
vagonlara istif edilen Karaçaylıların önemli bir bölümü, tehcir sırasında alınan
önlemlerin yetersizliği nedeniyle hastalık ve soğuktan telef olmuş 336, geriye kalanlar ise
hükümet tarafından belirlenen toplama kamplarına nakledilmiştir.

Karaçay halkının tehciri dahilinde sürgün edilen insan sayısı, 68.938’i Karaçay
Özerk Bölgesi, 329’u ise Stavropol eyaletinden olmak üzere toplam 69.267 kişi
olmuştur ki bu rakam toplam Karaçay nüfusunun %30’una tekabül etmekteydi.337
Sürgün edilen Karaçaylıların 35.491’i Kazakistan’a, 26.432’i Kırgızistan’a, geriye

332 J. Otto Pohl, Ethnic Cleansing in the USSR 1937-1949, Greenwood Press, Londra, 1999, (eth),
ss.76-77.
333 Pohl, (eth), s.77.
334 Aslanbek, ss.72-73.
335
Дж. Я. Рaxaeb, ‘‘Вторая Мировая Война и Депортация в Культурной Памяти Карачаевцев и
Балкарцев (Часть 1)’’, Caucasus Survey, Cilt: 1, Sayı: 2, 2014, s.49.
336
Бегалиев, c.11
337
Alf Grannes, ‘‘The Soviet Deportation in 1943 of the Karachays: A Turkic Muslim People of North
Caucasus’’, Journal Institute of Muslim Minority Affairs, Cilt: 12, Sayı: 1, 1991, s.62.
104
kalanlar ise Tacikistan ve Sibirya’nın muhtelif bölgelerine nakledilmiştir. 338 Ancak
Karaçay halkının başına gelen felaketler silsilesi burada da sona ermemiş,
ulaştırıldıkları bölgelerde kendileri için herhangi bir ön hazırlık yapılmaması dolayısıyla
trajedi devam etmiştir. Tehcir kanunu dolayısıyla neredeyse tamamı sürgün edilen
Karaçay halkının sadece çok ufak bir bölümü kurtulmayı başarmıştır. Sürgün
edilmemek adına dağlara sığınan bu bir avuç Karaçaylı, kalan ömürlerini kanun kaçağı
olarak devam ettirmek durumunda kalmıştır. Ancak böylesine ufak bir fireye dahi
tahammülü olmayan Sovyet yönetimi, söz konusu kanun kaçaklarının yakalanması
adına her bir Karaçaylı için 10.000 ruble ödül vadetmiştir. 339 Hala Kızıl Ordu saflarında
silah altında bulunan Karaçay erkekleri ise kısa bir süre sonra terhis edilerek bir bölümü
doğrudan kurşuna dizilmiş, geriye kalan ise sivil halk ile aynı kaderi paylaşarak sürgüne
gönderilmiştir. Tehcir kararının arkasında bulunan temel motivasyon ve sürgün
sırasında kullanılan yöntemler nedeniyle soykırım olarak ifade edilebilecek bu hadise,
neredeyse yarısı çocuk olmak üzere 40.000 civarında insanın hayatına mal olarak 340,
Karaçay halkı üzerinde rehabilitasyonu mümkün olmayan bir tahribat bırakmıştır.

2 Kasım 1943 tarihinde gerçekleşen Karaçaylı sürgünü sonrasında sıra Çeçen-


İnguşlara gelmiştir. Karaçay halkını Alman ordusu ile iş birliği yapmak gerekçesiyle
vatana ihanetle suçlayarak sürgüne gönderen Stalin, savaş süresince Wehrmacht ile
hiçbir iş birlikteliği içerisinde bulunmamış Çeçen-İnguş halkını da aynı kadere mahkûm
etmiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Kafkas halklarının birliğin muhtelif
noktalarına sürgün edilmesine neden olan mevzubahis kararın, söz konusu halkların
Alman ordusuna yardım ve yataklık yapıp yapmadıkları gerçeğinden bağımsız şekilde
alındığı göze çarpmaktadır. Harp boyunca Çeçen-İnguş topraklarında tek bir Alman
askeri dahi bulunmamasına rağmen, yerel halkın ‘‘düşmanla ispat edilemeyen iş birliği
içerisinde olma’’ suçlamasıyla itham edilerek sürgüne tabi tutulması da bu iddiayı
kanıtlar nitelikte olmuştur. 341 Aslına bakılırsa Alman işgali sırasında tarafsızlıklarını
büyük ölçüde korumuş olan Çeçen-İnguşların önemli bir bölümü, vatanı müdafaa için

338
Бегалиев, c.10.
339
Pohl, (eth), s.77.
340
Abdullah Temizkan, ‘‘Karaçay-Malkar Türklerinin Sürgünü’’, Karaçay-Balkarlar: Tarih, Toplum
ve Kültür, ed. Yaşar Kalafat ve Ufuk Tavkul, Karam Yayınları, Ankara, 2003, (kar), ss.168-169.
105
Kızıl Ordu saflarında savaşmıştır. Bu nedenle, alınan tehcir kararının, Stalin tarafından
Kafkasya’da tatbik edilmek istenen ‘‘etnik temizlik’’ kavramı çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekmektedir.

21 Şubat 1944 tarihinde Yüksek Sovyet Konseyi tarafından resmiyete dökülen


Çeçen- İnguş halkının sürgün kararı, bizzat Stalin ve Beria fikir ortaklığı dahilinde
hayata geçirilmiştir. 342 459.486 kişinin nakilinin öngörüldüğü sürgün, yalnızca Çeçen-
İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni meydana getiren nüfusu değil, aynı
zamanda Dağıstan ve Vladikavkaz bölgelerinde yaşayan Çeçen-İnguş halkını da
kapsamıştır. Yaklaşık sekiz gün sürmesi planlanan operasyonun ilk üç gününde, ovalık
bölgelerde yaşayan 300.000 kadar Çeçen-İnguşun sürgün edilmesi planlanmıştır. Takip
eden dört günde ise dağlık alanlarda yaşayan 150.000 Çeçen-İnguş daha nakledilmek
üzere toplanması kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte Çeçen-İnguş halkının savaşçı
fıtratının farkında olan Sovyet hükümeti, tehcirin sorunsuz şekilde gerçekleşeceğinden
emin olmak adına üst düzey NKVD komiseri Lavrenti Beria’yı, birinci derecede
sorumlu sıfatıyla bölgeye göndermiştir. 20 Şubat 1944 tarihinde yardımcıları Bogdan
Kobulov, Ivan Serov ve Stepan Mamulov ile Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin başkenti Grozni’ye gelen Beria, bölge halkının Kazakistan ve
Kırgızistan’a gerçekleşecek sürgünü için gerekli güvenlik önlemlerini almıştır. 343

23 Şubat 1944 tarihinde, yerel halkın hazırlıksız yakalanmasına neden olacak ani
verilmiş bir emir ile başlayan sürgün operasyonu 344, 19.000 kadarı NKVD memuru
olmak üzere 100.000 kişilik bir askeri güç nezaretinde gerçekleştirilmiştir. 345 Çeçen-
İnguş halkına ait yerleşim birimlerini kuşatan görevliler, bölge sakinlerine Alman
ordusu ile bir olarak Sovyetler Birliği’ne ihanet ettikleri gerekçesiyle sürgün
edileceklerini bildirmişlerdir. Etraflarının tamamen sarıldığının farkında olan Çeçen-

341
Kumuk, s.234.
342
Nikolai Fedorovich Bugai, ‘‘The Truth About the Deportation of the Chechen and Ingush Peoples’’,
Soviet Studies in History, Cilt: 30, Sayı: 2, 1991, s.74.
343
Pohl, (eth), ss.83-84.
344
Victor A. Shnirelman, ‘‘A Revolt of Social Memory: The Chechens and Ingush Agaisnt the Soviet
Historians’’, Slavic Eurasian Studies, Sayı: 10, 2006, s.280.
345
Исакиева Зулай Сулимовна, ‘‘К 75-Летию Депортации Чеченцев и Ингушей в Среднюю Азию и
Казахстан: о Жизни Спецпоселенцев’’, Общество: Философия, История, Культура, №: 60, 2019,
c.69.
106
İnguşlar çok fazla direniş göstermeden görevliler nezaretinde toplama noktalarına
götürülmüşlerdir. Silah zoruyla tren istasyonlarına götürülen yerel halk, tıpkı Karaçay
halkının tecrübe etmek zorunda bırakıldığı gibi trenlerin yük ve hayvanlar için
kullanılan vagonlarına istif edilmişlerdir. Operasyonun gidişatı noktasında Stalin ile
sürekli iletişim halinde olan Lavrenti Beria, 23-29 Şubat 1944 tarihleri arasında
387.229’si Çeçen, 91.250’si ise İnguş olmak üzere toplamda 478.479 kişinin sürgününü
gerçekleştirmiştir. Sürgün öncesi hazırlık sırasında 2.016 Sovyet karşıtı unsur
tutuklanırken 4.868’i tüfek, 479’u ise makineli tüfek olmak üzere toplamda 20.072 silah
geçirilmiş, sürgün sırasında ise sadece 842 Çeçen-İnguş tutuklanmıştır. 346

Sadece altı gün içerisinde yaklaşık yarım milyon Çeçen-İnguşu anavatanından


zorla çıkarmış olan Stalin rejimi, vagonlara yüklenen halkı Kazakistan ve Kırgızistan’da
bulunan toplama kamplarına nakletmiştir. 347 Bununla birlikte, sürgün edilen insan
sayısına ilişkin rakamlar hükümet tarafından açıklanan resmi veriler olup, gerçekte
sürgün edilen Çeçen-İnguş sayısı muhtelif kaynaklarda çok daha fazla
zikredilmektedir. 348 Çeçen-İnguş halkına yönelik tehcir kararı, tıpkı Karaçay bölgesinde
olduğu gibi bir takım idari değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Buna göre, Çeçen-
İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tasfiye edilmiş, toprakları ise Dağıstan
Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kuzey Osetya Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti ve Gürcistan arasında paylaştırılmıştır. 349 Geriye kalan sınırlı bölge ise
Stavropol eyaletine bağlanarak Grozni Oblastı olarak yeniden adlandırılmıştır. 350

Kuzey Kafkasya halklarının Kafkasya’dan tasfiyesi politikası dahilinde hedef


alınan bir sonraki topluluk ise Malkarlılar olmuştur. Buna göre, 20 Şubat 1944 tarihinde
Çeçen-İnguş tehcirini organize etmek üzere Grozni’ye gelen Lavrenti Beria ve ekibi,
burada bulundukları süre içerisinde Kabardey-Malkar Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’ni meydana getiren etnik unsurlardan Malkarlılar üzerine de detaylı

346
Pohl, (eth), ss.84-85.
347
Shnirelman, s.280.
348
Şamil Mansur, Çeçenler, Sam Yayınları, Ankara, 1995, s.95.
349
William Flemming, ‘‘The Deportation of the Chechen and Ingush Peoples: A Critical Examination’’,
Russia and Chechnia: The Permanent Crisis Essays on Russo-Chechen Relations, ed. Ben Fowkes,
Palgrave Macmillan, Londra, 1998, s.65.
350
Pohl, (eth), s.86.
107
çalışmalar yapmışlar ve Moskova ile gerçekleştirdikleri istişare sonucunda bu halkın da
tıpkı Karaçaylılar ve Çeçen-İnguşlar gibi sürgüne tabi tutulmaları gerekliliğini dile
getirmişlerdir. Başlangıçta sürgünleri plan dahilinde olmayan Malkarlıların, Beria’nın
Stalin’e sunmuş olduğu 26 Şubat 1944 tarihli rapor sonrasında sürgün edilecek halklar
arasına dahil edilmeleri, Beria’nın Kafkas halklarının geleceği noktasında alınan
kararlardaki söz hakkı üzerine önemli ipuçları vermektedir. Stalin’e göndermiş olduğu
raporda Malkar halkı için ‘‘Sovyet aleyhtarı ve güvenilmez’’ ifadelerini kullanan Beria,
aynı zamanda bu halkın ‘‘Kızıl Ordu saflarını terk ederek Alman işgal güçlerine yardım
eden vatan hainlerini de barındırdığına’’ değinerek sürgün için gerekli onayı almayı
başarmıştır. 351

Malkarlıların Kafkasya’dan sürgün edilmeleri sırasında herhangi bir sorun


yaşanmasını istemeyen Beria, gerekli hazırlıkların tamamlanması için General
Piyashev’i görevlendirmiştir. Halihazırda Grozni şehrinde müstahkem edilen Sovyet
karargahında bulunan Beria, sürgünleri sırasında daha fazla problem çıkması muhtemel
Çeçen-İnguş halkı ile alakadar olduğu için, Malkarlıların sürgün sürecini
görevlendirmiş olduğu Sovyet kurmayları aracılığıyla takip edebilmiştir. Bununla
birlikte tedbiri elden bırakmayarak operasyonun sorunsuz ilerleyebilmesi adına 17.000
NKVD ve 4.000 NKGB (Sovyet İstihbarat ve Karşı İstihbarat Departmanı) memuru
görevlendirmiştir. Malkarlıların mukavemet göstermek üzere örgütlenmelerini
istemeyen Beria, süreci hızlandırmak adına bazı üst düzey NKVD yöneticilerini de
bölgeye yönlendirmiştir. Tarih 29 Şubat 1944’ü gösterdiğinde Stalin ile bir kez daha
iletişime geçen Beria, başlangıçta 15 Mart 1944 tarihini öngörmüş olmasına rağmen 10
Mart 1944 tarihine kadar operasyonu gerçekleştirebilecekleri üzerine malumat
vermiştir. Yürütülen titiz çalışma ile sonucunda sürgün tarihi bir hafta kadar geriye
alınmış ve 8-9 Mart 1944 tarihinde Malkar halkının tehcir süreci başlatılmıştır. 352

Kısa bir süre önce Karaçay ve Çeçen-İnguş halklarını sürgün etmiş olan Sovyet
görevlileri, Malkar topraklarında devam eden süreç için de benzer prosedürler
izlemişlerdir. Tıpkı daha önce olduğu gibi yerleşim birimleri askeri güçler tarafından

351
Pohl, (eth), s.89.
352
Pohl, (eth), ss.89-90.
108
kuşatılmış, mukavemet gösterenler ise tutuklama ve hatta doğrudan ölüm ile tehdit
edilmiştir. Alınan önlemler dolayısıyla ciddi bir direniş bir örgütleyemeyen Malkarlılar,
silahlı güçlerin nezaretinde Kazakistan ve Kırgızistan’da bulunan toplama kamplarına
nakledilmek üzere 353 trenlere yüklenmiştir. 8 ve 9 Mart boyunca devam eden sürgün
faaliyetleri çerçevesinde 14.000’i çocuk, 16.000’i kadın ve 6.000’yi yaşlı olmak üzere
37.713 Malkarlı anavatanlarından kopartılırken 354, operasyona mukavemet gösteren 478
kişi tutuklamış ve 228 silaha el konulmuştur. Daha önce örnekleri pek çok kez
görüldüğü üzere, sürgün sırasında insan sağlığı özelinde alınan önlemlerin yetersizliği
nedeniyle 3.500 kadar Malkarlı henüz nakil aşamasında can vermiş 355, toplama
kamplarına ulaşabilenler için ise hayli trajik yeni bir dönem başlamıştır. Yüksek Sovyet
Konseyi’nin de onaylamış olduğu sürgün kararı, aynı zamanda Malkar toprakları için de
bir dizi değişiklik öngörmüştür. Buna göre, daha önce Kabardey-Balkar Özerk Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti adıyla bilinen siyasi yapı, Kabardey Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti adıyla yeniden düzenlemiş 356 ve Malkar bölgesinin güneybatısında
bulunan dağlık alan Gürcistan’a dahil edilmiştir. 357

Hakkında malumat vermiş olduğumuz Kafkasya halklarını, Alman ordusu ile iş


birliği yapmak ve Sovyet rejimi aleyhtarı olmak bahaneleriyle anavatanlarından koparan
Stalin, aynı inisiyatifi Kalmuklar, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri ve daha birçok etnik
grup için de kullanmıştır. Bu noktada, alınan sürgün kararlarının Stalin tarafından tatbik
edilmek istenen toplum mühendisliği ile doğrudan ilişkili olduğunu belirtmek doğru
olacaktır. Buna göre, birliğin bekasını için tehlike arz etme potansiyeli olan halklar
anavatanlarından ayırılmış ve kendilerinden doğan boşluğa Stalin idaresinin uygun
gördüğü başka bir etnik grup yerleştirilmiştir. Yaşam alanlarından koparılan halkların
kendi kültür ve tarihlerine de yabancılaşacakları inancında olan Stalin, söz konusu
sürgün uygulamalarını Sovyet İnsanı Yaratma Projesi dahilinde aktif şekilde
kullanmıştır. Ancak Kafkasya halklarına yönelik gerçekleştirilen tehcir uygulamaları,
yöntem ve temel motivasyon açısından birtakım farklılıklar göstermektedir.

353
İsmail Türkoğlu, ‘‘Karaçay-Balkarlar’’, TDVİA, Cilt: 24, İstanbul, 2001, s.381.
354
Temizkan, (kar), s.174.
355
Pohl, (rep), s.284.
356
Human Rights Watch, Punished Peoples of the Soviet Union, New York, 1991, s.73.
109
Komünist ideolojiyi hiçbir zaman içselleştirmeyerek muhalif duruşları gereği
Sovyet yönetimince fişlenen Kafkasyalılar, rövanşist bir yaklaşımın kurbanı olarak
etnik temizliğe maruz kalmışlardır. Öyle ki, Stalin’in henüz İkinci Dünya Savaşı
başlamadan önce Kafkasya’da etnik bir temizlik yapma niyetinde olduğu, ancak harbin
patlak vermesi üzerine bu projeyi bir süre için daha ertelediği yönünde görüşler dile
getirilmiştir. Savaştan muzaffer ayrılan Stalin’in harp sonrası öncelikleri göze önüne
alındığında ise söz konusu iddia hayli kuvvetlenmektedir. Topyekûn nitelikte
gerçekleştirilen Kafkasya sürgünleri, Sovyet hükümetinin Kafkas halklarına yönelik
beslemiş olduğu intikam duygusunun bir anlamda tezahürü olmuştur. Bu noktada dile
getirilmesi gereken en önemli etkenlerden biri ise, Kafkas halklarının akıbetleri
noktasında en belirleyici isimler olan Stalin ve Beria’nın, almış oldukları kararlar
esnasında etnik kimliklerinin etkisi altında kalmaları olmuştur. Lenin, Troçki ve Kirov
gibi Komünist Parti liderlerinin entelektüel derinliğine sahip olmayan Stalin, Kafkasya
özelinde almış olduğu kararlarda Gürcü kimliğini ikinci plana koyamamıştır. Stalin ile
aynı etnik kökeni paylaşan Lavrenti Beria da Kafkasya’ya yönelik inisiyatiflerini
mümkün olan her fırsatta Gürcü halkı lehine kullanmıştır. Kafkas halklarından boşalan
topraklara Gürcülerin yerleştirilmesi ve bu toprakların büyük bölümünün Gürcistan’a
dahil edilmesi gibi uygulamalar da söz konusu iltimas durumunu kanıtlar niteliktedir.

Stalin’in Kafkas halklarına yönelik acımasız uygulamaları, tarifi mümkün


olmayan bir felaketler zincirine dönüşen tehcir uygulamaları ile sınırlı kalmamıştır.
Birçok Kafkas halkını anavatanından koparmak suretiyle açlık, sefalet ve ölüme
mahkûm eden Stalin, mevzubahis halkların geride bırakmış oldukları izleri silmek adına
da birtakım faaliyetlerde bulunmuştur. Buna göre, sürgüne tabi tutulan halkların kültürel
izlerini taşıyan mezarlık ve ulusal anıt gibi toplumsal hafıza mekanları tahrip edilmiş,
etnik temizliğe maruz kalan halklara mensup olan önemli şahsiyetlerin isimleri cadde,
sokak, meydan vb. kamu alanlarından silinmiş ve telif edilen ansiklopedi ve müfredat
kitaplarında söz konusu halklar ile alakalı hiçbir malumata yer verilmemiştir. 358 Buna
göre, mevzubahis tehcir kararı ve sonrasında vuku bulan hadiseler, Kafkas etnik

357
Pohl, (eth), ss.90-92.
358
Kumuk, ss.236-237.
110
gruplarını ve içerisinde bulundukları kültür dairesini doğrudan hedef alan bir nitelik
göstermeleri nedeniyle soykırım kavramı etrafında değerlendirilmeleri gereken
gelişmeler olmuştur. Soykırım iddialarını güçlendiren önemli dayanaklardan bir diğeri
ise savaş sonrası dönemde Kafkas halkına yönelik gerçekleştirilen toplu imha
faaliyetleri olmuştur. Kafkas halklarının toplu katliama maruz kalmaları durumu, birlik
sınırları içerisinde kendini pek çok defa tekrar eden bir hadise olmakla birlikte, İkinci
Dünya Savaşı bitiminde Drau Irmağı’nın, Avusturya sınırları içerisinde kalan
bölümünde meydana gelen hadise ayrı bir öneme sahiptir.

Kızıl Ordu’nun karşı taarruzu karşısında Sovyetler Birliği topraklarından geri


çekilen Alman ordusu, yapmış olduğu bu manevra ile bir anlamda İkinci Dünya
Savaşı’nın sonra erdiğini tasdik etmiştir. Söz konusu bu durum, savaş süresince
Almanya işe iş birliği yapmış veya Sovyet rejimince bu şekilde lanse edilmiş bazı
Kafkas halklarını da doğrudan ilgilendirmiştir; zira Alman ordusunun yenilgisi ile
birlikte kendilerini koruyacak hiçbir güç kalmadığının farkında olan bu halklar,
Stalin’in gazabıyla yüzleşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Mevcut tablo
karşısında ellerindeki en iyi ihtimali değerlendiren Kafkasyalılar, 15.000 kişiden oluşan
büyük bir kafile şeklinde geri çekilmekte olan Alman ordusuna katılmışlardır. Yaklaşık
%60’ını savaşla hiçbir ilgili olmayan kadın, çocuk ve yaşlıların teşkil ettiği bu kafile,
büyük çoğunluğu toplumun alt tabakasını oluşturan işçi, kolhoz mensubu veya düşük
statülü memurların meydana getirdiği, ancak içerisinde Kafkasyalı aydınları ve Kızıl
Ordu kaçağı subayları da barındıran bir yapı görünümü çizmiştir. Etnik çeşitlilik
açısından hayli zengin olan kafilede, ağırlıklı olarak Dağıstanlı, Adige, Karaçay-
Malkarlı ve Çeçen İnguş mülteciler yer almıştır. Söz konusu bu mülteciler arasından
Karaçay-Malkarlılar ve Adigeler’in büyük çoğunluğu kafileye ailece dahil olurken,
Çeçen-İnguş ve Dağıstanlılar ise Kızıl Ordu kaçağı asker ve subaylardan
müteşekkildir. 359

Büyük çoğunluğu yayalardan meydana gelen Kafkas kafilesi, yol boyunca


kendilerini takip eden Kızıl Ordu güçleri ile çarpışarak teslimiyeti reddetmiştir.
Yanlarında bulunan kadın, çocuk ve yaşlı nüfusun fazlalığı nedeniyle hızlı yol alamayan

111
ve gerek kış şartları gerekse Sovyet kuvvetlerinin saldırıları nedeniyle önemli kayıplar
veren kafile, tüm olumsuzluklara rağmen yaklaşık iki yıl süren bir yolculuğun ardından
Avrupa’ya ulaşmayı başarmıştır. Burada Alman ordusu ile iletişime geçen mülteciler,
savaşın bitmesini beklemek üzere Kuzey İtalya’ya sevk edilmişlerdir. Ancak İtalya’da
olan bekleyişleri sırasında müttefik güçler savaşın kontrolünü büyük ölçüde ellerine
alarak Almanya’yı köşeye sıkıştırmışlardır. Almanya’nın da birer birer düşen mihver
devletlerini katılmasının an meselesi olduğunun farkında olan kafile, savaşın kaybeden
tarafında yer almamak adına Amerikan güçlerine ulaşmak üzere Avusturya’ya doğru
harekete geçmiştir. Bununla birlikte 5 Mayıs 1945 tarihinde Avusturya’nın Irschen köyü
yakınlarındaki Drau Irmağı dolaylarında önleri kesilmiştir. Kafileyi durduran İngiliz
güçleri, yola daha fazla devam edemeyecekleri yönünde mülteci liderlerini
bilgilendirmiş, yanlarında bulunan yüksek rütbeli bir NKVD mensubu da bu durumu
teyit etmiştir. 360

Mülteci kafilesi Avusturya’da bulunan Amerikan güçlerine ulaşmak üzere yola


çıktığı sırada, Kızıl Ordu güçlerince gerçekleştirilen Berlin Stratejik Taarruz Harekâtı
da nihayete erdirilmek üzereydi. Hitler’in intiharına rağmen sürdürülen direniş kısa süre
içerisinde kırılmış ve 2 Mayıs 1945 tarihinde Berlin düşmüştür. Mevcut tablo karşısında
yenilgiyi kesin anlamda kabul eden Almanlar 9 Mayıs 1945 tarihinde koşulsuz şartsız
teslim anlaşması imzalamışlardır. 361 Söz konusu bu gelişme, Drau yakınlarındaki
Kafkas kafilesini de yakinen ilgilendirmekteydi; zira teslim anlaşmasıyla birlikte
mülteci grubunun muhtemel akıbetleri üzerine karar verme inisiyatifi doğrudan İngiliz
silahlı birliklerine geçmiştir. Azınlık idaresi noktasında belki de dünyanın en tecrübeli
halkları arasında bulunan İngilizler, kaderlerinin onlara neler göstereceği üzerine
meraklı bir bekleyiş içerisinde bulunan mültecileri içi boş vaatler ile
umutlandırmışlardır. Gelecekleri üzerine malumat almak isteyen General Sultan Kılıç
Girey liderliğindeki mülteci heyeti, bölge sorumlusu İngiliz komutanı tarafından erzak
yardımı yapılarak Ortadoğu’ya gönderilecekleri vaadiyle yatıştırılmak istenmiştir. Kısa

359
Tavkul, (dün), s.90.
360
Tavkul, (dün), ss.90-91.
361
Vefa Kurban, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2020,
s.216.
112
bir süre sonra ise İngilizlerin gerçek niyeti ortaya çıkarak silahlı güçler tarafından
mülteci kafilesinin etrafı sarılmış; İngiliz ordusu nezaretinde toplama kamplarına alınan
mültecilerin silahları alınarak kamplara çıkış yasağı getirilmiştir. 362

Silah zoruyla kamplara hapsedilen Kafkasyalılar, bölgeye gelen Kızıl Ordu


subayının dağıtmış olduğu propagandadan ibaret el ilanları bir kez daha yıkılmışlardır.
Söz konusu el ilanlarında ‘‘harbin sona erdiği ve Stalin’in kazanılan zaferin şerefine
Alman ordusuyla iş birliği yapanlar da dahil olmak üzere herkesi affettiği’’ ibareleri yer
almıştır. Ancak geçmişte yaşamış oldukları acı tecrübeler sebebiyle bu sözlere itimat
etmeyen mülteciler, hiçbir şekilde geri dönmek istemediklerini İngilizlere
bildirmişlerdir. Öyle ki geriye dönmek isteyenlerin genel toplama oranı %20’yi dahi
bulmamıştır. Savaştan muzaffer ayrılan Stalin’in kendilerini asla affetmeyeceğinin
bilincinde olan mülteciler, teslim edilmektense adeta ölmeyi göze almış bir görüntü
çizmişlerdir. 363

Endişe dolu bir bekleyiş içerisinde bulunan kafile, 28 Mayıs 1945 tarihinde
kampa gelen İngiliz subayının bildirdiği haber ile bir kez daha umutlanmıştır; zira ünlü
İngiliz komutan Harold Alexander, kafile liderlerini tanışmak üzere toplantıya davet
etmiştir. Batı demokrasisinin kendilerini Stalin’e teslim etmeyeceğine inanmak isteyen
mülteciler, General Sultan Kılıç Girey liderliğinde 350 kişilik bir heyet oluşturarak
İngiliz komutan ile görüşmek üzere iyi dilekler ile uğurlamışlardır. Kamyonlara
bindirilen temsilciler kamptan ayrıldıktan kısa bir süre sonra mültecilerin etrafı silahlı
birliklerce kuşatılmıştır. Göndermiş oldukları heyetin Stalin’e teslim edildiği ve kısa
süre içerisinde kendilerinin de Sovyet güçlerine iade edileceklerini öğrenen mülteciler,
mukavemet göstermeleri veya kaçmaya çalışmaları halinde derhal vurulacakları
konusunda da uyarılmışlardır. Teslim edilmeleri halinde başlarına geleceklerin farkında
olan mülteciler, söz konusu durumu protesto etmek amacıyla kampa siyah bayraklar
asarak açlık grevine başlamışlardır. Ancak bu durum İngilizler nezdinde herhangi bir

362
Kumuk, ss.220-221.
363
Ali Asker ve Hümeyra Sümeyye Kahraman, ‘‘Dağıstan’dan Türkiye’ye Macera Dolu Bir Yaşam:
Musa Ramazan’ın Anılarında İkinci Dünya Savaşı Harp Esirleri ve Göçmenlik’’, 3. Türkistan Kurultayı
- Kafkasya ve Türkistan’da 1938 Sovyet Katliamı ve Etkileri: Göç, Sürgün ve Kimlik, ed. Fırat
Yaldız, Kastamonu Üniversitesi Yayınları, Kastamonu, 2018, s.16.
113
karşılık bulmamış ve mülteciler Sovyetler Birliği’ne teslim edilmek üzere kamyonlara
bindirilmeye başlanmıştır. Daha önce belirttikleri üzere geri gönderilmektense ölmeyi
tercih eden mültecilerin büyük bölümü gerek İngiliz güçleri ile çarpışarak gerekse
kendilerini Drau Irmağı’na atarak can vermiştir. 364 Öyle ki, Stalin’e teslim edilmemek
adına karısını ve çocuğunu kendi elleriyle öldürdükten sonra intihar eden kimselerin
dahi mevcut olduğu bu can pazarında, sadece çok ufak bir azınlık teslim edilmekten
kurtularak civar dağlara sığınmayı başarabilmiştir. Ancak kaçmış oldukları dağlarda
açlık ve susuzluğu tecrübe etmek zorunda kalan mültecilerin önemli bir bölümü kısa
süre içerisinde tekrar teslim olmuştur.365

28 Haziran 1945 tarihinde başlayıp 1 Haziran 1945’e kadar devam eden Drau
Faciası, 7.000 kadar Kafkasyalı mültecinin hayatına neden olmuştur. Kamptan kaçmayı
başaramayan ve sağ kalanlar ise İngiliz silahlı güçleri tarafından Sovyetler Birliği’ne
teslim edilmiştir. Teslim edilen Kafkasyalı mülteci grubunun büyük bölümü Stalin’in
emri ile infaz edilirken sınırlı sayıda mülteci yargılanarak çalışma kamplarına
gönderilmiştir. Bir ayağı mevcut savaş ortamı içerisinde kendilerini demokrasi
kavramının savunucuları ilan eden Avrupa’nın merkezinde, diğer ayağı ise azınlık
halklara karşı tavizsiz tutumu ile bilinen Sovyetler Birliği sınırları içerisinde
gerçekleşen bu vahim hadise, Avrupa-Sovyet iş birliğinin sorumlu olduğu acı bir
tecrübe olarak insanlık tarihindeki yerini almıştır. 366

364
Tavkul, (dün), s.92.
365
Ramazan Musa, Bir Kafkas Göçmeninin Anıları, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul,
1997, Aktaran: Asker ve Kahraman, s.16.
366
Tavkul, (dün), s.92.
114
SONUÇ

Grek yazar Eshilos’un günümüze ulaşan yedi eserinden birisi olan ve antik
dünyanın en etkileyici tiyatro metinlerinden kabul edilen ‘‘Prometheus desmotes’’
(Zincire Vurulmuş Prometheus) isimli tragedyanın ana kahramanı Prometheus,
tanrılardan ateşi çalarak insanlara armağan eden bir titan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Buna göre ‘‘uygarlığı’’ temsil eden ateşi çalarak insanlara veren Prometheus, Zeus
tarafından Kafkas Dağı’na zincirlenmiştir. Karaciğeri, tanrıların göndermiş olduğu bir
kartal tarafından parçalanarak yenmiş, ancak yenildikçe çoğalmış, eksildikçe tekrar
artmıştır. İçerisinde bulunduğu acı sonsuz bir döngüye giren Prometheus, bir süre sonra
Zeus’un yarı tanrı olan oğlu Herakles tarafından kurtarılmıştır. Tanrı Zeus’un gerçek
anlamda despot bir lider, Prometheus’un ise bilinç ve özgürlük kavramları adına acı
çekmeyi göze alan bir kahraman olarak tasvir edildiği bu tragedya, alegorik olarak
değerlendirildiği takdirde mitolojik bir hikâye olmanın ötesine geçerek Kafkasya’nın
bildiğimiz gerçeklikleri ile de örtüşen bir mahiyet kazanmaktadır. Buna göre,
Prometheus özgürlüğüne düşkün ve mücadeleci Kafkas halklarını, Tanrı Zeus ise Çarlık
Rusyası ve mirasçısı Sovyet rejimini simgelemektedir. ‘‘Zeus tahtından inmediği
müddetçe ıstırabının bitmeyeceğini’’ belirten Prometheus, Kafkas halklarının yüz yıldan
fazla süren esaretini bir anlamda tek cümlede özetlemiştir.

Yaşam sahalarının stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca çevrelerinde


bulunan emperyal güçlerin tehdidine maruz kalan Kafkas halkları, belki de en büyük
mücadelelerini söz konusu süper güçlere karşı değil, bizzat tabiat şartlarına karşı
vermişlerdir. Coğrafi açıdan yeryüzünün en çetin noktalarından biri olan Kafkasya,
bölge halkının dahili ve harici her türlü meselesinde belirleyici unsur olmuştur. Bu
bağlamda Kafkasyalıların sosyolojik gerçekliklerini meydana getiren başat faktörün
tabiat olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, Kafkas halklarının
vermiş oldukları mücadele sadece tabiata karşı olmamış, daha acımasız yöntemleri olan
Çarlık ve Sovyet rejimleri ile de yüzleşmek durumunda kalınmıştır. Söz konusu bu
yüzleşme, içerisinde insanlık tarihinin tanıklık ettiği en görkemli direniş
mücadelelerinden birini barındırıyor olmasının yanı sıra, aynı zamanda sömürgecilik
tarihi açısından mihenk taşı niteliği taşıyan uygulamalara sahne olmuştur.
115
Çarlık Rusyası’na karşı vermiş oldukları destansı mücadeleyi kaybeden Kafkas
halkları, uzun bir müddet Rus tahakkümü altında yaşamışlardır. Mevzubahis bu süreç
içerisinde, Ruslaştırılmaları yönünde Çarlık yönetimi tarafından yoğun bir asimilasyon
politikasına maruz kalan Kafkasyalılar, aynı zamanda açlık, sefalet, sürgün ve ölüm gibi
acı fakat bir o kadar da gerçek yıkımları tecrübe etmek zorunda kalmışlardır. Yıl
1917’yi gösterdiğinde Kafkas halkları için yeni bir umut doğmuş, günün
konjonktüründe çok farklı slogan ve değer yargılarıyla şekillenen ve kuvvetle muhtemel
insanlık tarihinin en önemli tecrübelerinden biri olan Bolşevik İhtilali gerçekleşmiş ve
Rus Çarlığı tarihin tozlu sayfalarına karışmıştır. Ancak tarihin bir cilvesidir ki, iktidara
geliş süreçlerinde halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan, emperyal mirasını
tümüyle reddettikleri çarlığın yayılmacı politikasını eleştiren ve insanlık onurunu
kutsayan Bolşevikler, çalkantılı dönemlerini atlattıktan hemen sonra Çarlık Rusyası’nın
Kafkasya politikasını olduğu gibi devralmışlardır. Öyle ki, Kafkasya’da Bolşeviklerce
gerçekleştirilen birtakım uygulamalar, Çarlık yönetimi pratiklerini mumla aratan türden
olmuştur. Buna göre Sovyetler Birliği’nin Kafkasya politikasını, Çarlık Rusyası’nın
bölgede takip etmiş olduğu yöntemlerden bağımsız olarak ele almak mümkün değildir.
Kısacası Bolşeviklerin idareyi ele geçirmesiyle birlikte Kafkasya ve halkları için sadece
iktidar figürü şekil değiştirmiş ancak tahakküm baki kalmıştır.

Lenin’in liderlik yapmış olduğu erken dönem Bolşevik yönetimi, gerek tarihin
tanıklık ettiği en yıkıcı savaştan bedbaht bir şekilde çıkmış olan bir ülke devralmaları,
gerekse ideallerindeki proleter bilinci halk nezdinde henüz tesis edememiş olmaları
nedeniyle Kafkas halklarının da içinde bulunduğu azınlıklara yönelik daha ılımlı bir
siyaset takip etmişlerdir. Bu minvalde, Çarlık yönetimi tarafından yoğun bir şekilde
işlenen Ruslaştırma propagandalarını durdurulmuş, Rus şovenizmine son verilmiş,
zorbalığa maruz kalan halklar için rehabilitasyon süreci başlatılmış, anadilde eğitim ve
basın serbestisi sağlanmış, Gayrı Rus unsurların yönetime aktif katılımları sağlanmış,
korenizatsiya politikası dahilinde yerel kültür unsurları yüceltilmiş, anadilde eğitim ve
basın serbestisi getirilmiş ve hatta ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde
azınlıkların bağımsızlık yönündeki çabalarına destek verilmiştir. Bununla birlikte söz
konusu vaat ve uygulamalar, kısa bir süre sonra ülke içerisindeki mevcut kaos ortamına

116
son vererek iktidarlarını sağlamlaştıran Bolşevik yönetimince tekrar gözden
geçirilmiştir. Buna göre, ‘‘kendi geleceklerini tayin edebilecek kadar medeni’’ bazı
azınlıklara özgürlükleri verilirken Kafkas halkları gibi ‘‘sınıf bilinci geliştirmekten
uzak, uygar olmayan toplumların’’ esareti devam etmiştir. Erken dönem Bolşevik
yönetiminin emeği ve insanlık onurunu kutsayan sunî yüzüne aldanan Kafkasyalılar,
kısa bir süre içerisinde gerçek Bolşevik pratikleri karşı karşıya kalmışlardır.

Sovyetler Birliği’nin Kafkasya siyaseti, Lenin’in ölümü üzerine Komünist Parti


liderliğini devralan Stalin ile birlikte yeni bir sürece girmiştir. Söz konusu bu gelişme,
Kafkas halkları için Çarlık Rusyası tahakkümünde yaşadıkları aralık da dahil olmak
üzere, daha önce hiçbir zaman tecrübe etmek zorunda kalmadıkları felaketler ile dolu
yeni bir dönem başlamasına neden olmuştur. Kendinden önceki Bolşevik liderlerin
entelektüel derinliğine sahip olmayan Stalin, iktidara geldikten kısa bir süre sonra erken
dönem Bolşevik uygulamalarını büyük ölçüde terk etmiştir. Buna göre, Komünist iktisat
anlayışını serbest piyasa ekonomisi ile harmanlayan NEP programına son verilerek
Büyük Atılım dahilinde endüstri ve tarım reformları yapılmış, daha önce de yalnızca
belli bir noktaya kadar müsaade edilen mülkiyet hakkı tamamen ortadan kaldırılmış,
birlik genelinde kolektif üretim tesisleri kurulmuş ve yerel halk bu tesislerde çalışmaya
zorlanmış, Sovyet İnsanı Yaratma Projesi dahilinde Çarlık yönetimince tatbik edilen
asimilasyon uygulamaları geri getirilmiş, Lenin’in kati suretle ortadan kaldırmak
istediği Rus şovenizmi birliğin takip etmiş olduğu dahili ve harici siyasetin merkezine
yerleştirilmiş, azınlık uluslar toplum mühendisliği çerçevesinde etnik parçalama ve
temizliğe maruz bırakılmış, 1934 yılında kurulan Sovyet Gestaposu NKVD ve 1936
yılında ilan edilen anayasa ile tek adam rejimine geçilmiş ve mevzubahis rejimin bekası
için tavizsiz bir politika takip edilmiştir.

Kafkas halkları için iktidarda kaldığı süre boyunca felaket kavramının sözlük
karşılığı olan Stalin, Kafkasya özelinde yaratmış olduğu en büyük tahribatı etnik
parçalama ve temizlik politikası dahilinde almış olduğu sürgün kararları ile yaratmıştır.
Söz konusu sürgün uygulamaları, her ne kadar muhtelif zorbalıklara maruz kalsalar da
bir şekilde akraba halklar ile birlikte anavatanlarında yaşamayı devam ettiren birçok
Kafkas halkını yaşam alanlarından koparmıştır. Bu durum, kozmopolit açıdan dünyanın

117
en zengin bölgelerinden biri olan Kafkasya’yı derinden etkilemiş ve mevcut etnik
mozaiğin geri döndürülemez tahribatına yol açmıştır. Kafkas halklarının sürgünleri
meselesinde bizzat inisiyatif kullanan Stalin, gerek Sovyet rejimine karşı muhalif
duruşları, gerekse İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bağımsızlık arayışları nedeniyle
rövanşist ve kindar duygular içerisinde yaklaştığı Kafkasyalıları, yöntemleri hasebiyle
soykırım olarak dahi nitelendirilebilecek keyfi alınmış tehcir uygulamaları ile karşı
karşıya bırakmıştır. Ek olarak, Kafkasya’nın geleceği özelinde almış olduğu hiçbir
kararda etnik kimliğinin getirmiş olduğu duygusallığı bir kenara bırakamamış ve bölge
halkları arasında adaletsiz bir yönetim sergilemiştir.

Bununla birlikte, hakkında malumat vermiş olduğumuz bütün bu Kafkasya


açısından olumsuz gelişmeler, Stalin’in kafasındaki Kafkasya tasavvuruna yönelik
atılmış başarılı adımlar olarak nitelendirilmelidir. Birlik bekası ve rejim açısından tehdit
olarak algıladığı Kafkas halklarını, bedeli ne olursa olsun pasifize etme gayesinde olan
Stalin, bu uygulamalar çerçevesinde amacını büyük ölçüde gerçekleştirmiştir, zira;
tabiatı itibariyle esnemesi ve bükülmesi mümkün gözükmeyen Kafkasyalılar arasında
Sovyet İnsanı şeklinde ifade edebileceğimiz bir grup yaratarak Kafkas mozaiğine
eklemlemeyi başarmış, Sovyet İnsanına evrilmeyeceklerine kanaat getirdiği halkları
etnik parçalamaya tabi tutarak merkezi açıdan kontrolü kolay sunî siyasi yapılar teşkil
etmiş ve Kafkas halklarının kendi iç münakaşalarını bilinçli olarak ateşlendirmek
suretiyle canlı tutarak böl ve yönet stratejini başarıyla uygulamıştır. Günümüz
perspektifinden değerlendirildiği takdirde, Kafkasya özelinde atmış olduğu adımların
pek çoğunda Rus çıkarları açısından olumlu geri dönüşler almış gibi görünen Stalin,
bölge halkının istikballeri noktasında belirleyici isim olmuştur.

118
KAYNAKÇA

A. Kitaplar

1. Akan, Mertcan. Rusya’nın Kafkasya’yı İşgalinde Oryantalizm Etkisi:


Bilinmeyenden Ötekiye, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2019

2. Allen, William Edward David ve Paul Muradoff. Türk- Kafkas Sınırındaki


Harplerin Tarihi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1966, Aktaran: Abdullah
Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1997.

3. Aslanbek, Mahmut. Karaçay ve Malkar Türkleri’nin Faciası, Çankaya


Matbaası, Ankara, 1952.

4. Avrich, Paul. Kronstadt 1921, Princeton University Press, Princeton, 1991.

5. Baddeley, John F. Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, çev. Sedat


Özden, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1996.

6. Barlas, Cafer. Dünü ve Bugünü ile Kafkasya Özgürlük Mücadelesi, İnsan


Yayınları, İstanbul, 2014.

7. Beradze, Tamaz, Konstantine Topuira ve Bezhan Kharova, ‘‘A Historical-


Geographic Review of Modern Abkhazia’’, Causes of War Prospects for
Peace, Ed. Archimandrite Akhaladze, Konrad-Adenauer-Stiftung, Tiflis, 2009,
ss.10-13.

8. Berje, Adolf. Kafkasya Dağlı Halkların Göçü ve Kısa Tarihi, çev. Murat
Papşu, Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2010.

9. Berkok, İsmail. Tarihte Kafkasya, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1958.

10. Besleney, Zeynel Abidin. The Circassian Diaspora in Turkey: A Political


History, Routledge, New York, 2014.

119
11. Bice, Hayati. Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 1991.

12. Bondarevsky, Gregory L. The Great Game A Russian Perspective, Christie


Books, Hastings, 2002.

13. Carr, Edward Hallet. Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929, çev. Levent
Cinemre, Yordam Kitap, İstanbul, 2015.

14. Carr, Edward Hallet. Sovyet Rusya Tarihi: Bolşevik Devrimi 1, çev. Orhan
Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 2016.

15. Conquest, Robert. The Harvest of Sorrow Soviet Collectivization and the
Terror Famine, Oxford University Press, New York, 1986.

16. Copeaux, Etienne. ‘‘Prometeci Hareket’’, Unutkan Tarih: Sovyet Sonrası


Türkdilli Alan, haz. Semih Vaner, çev, Ercan Eyüboğlu, Metis Yayınları,
İstanbul, 1997, ss.17-53.

17. Dallin, Alexander. Deutsche Herrschaft in Russland 1941-1945, Eine Studie


über Besatzungspolitik, Düsseldorf, 1958, Aktaran: Patrik von zur Mühlen,
Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında: İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet Doğu
Halkları’nın Milliyetçiliği, çev. Eşref Bengi Özbilen, Mavi Yayınlar, Ankara,
1984.

18. Deniz, Taşkın. Siyasî Coğrafya Penceresinden Güney Kafkasya’nın Zorunlu


Dönüşümü, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2015.

19. Erkilet, Alev. Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya: Şeyh Şamil’den
Şamil Basayev’e Çeçenistan – Dağıstan Direniş Hareketleri, Büyüyenay
Yayınları, İstanbul, 2019.

20. Evtuhov, Catherine ve Richard Stites. 1800’den İtibaren Rusya Tarihi Halklar,
Efsaneler, Olaylar Güçler, çev. Cevdet Aşkın, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2018.

120
21. Faulkner, Neil. Halkların Rus Devrimi Tarihi, çev. Tuncel Öncel, Yordam
Kitap, İstanbul, 2017.

22. Flemming, William. ‘‘The Deportation of the Chechen and Ingush Peoples: A
Critical Examination’’, Russia and Chechnia: The Permanent Crisis Essays
on Russo-Chechen Relations, ed. Ben Fowkes, Palgrave Macmillan, Londra,
1998, ss.65-87.

23. Forsyth, James. Kafkasya, çev. Timuçin Binder, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
2019.

24. Grigoriantz, Alexandre. Kafkasya Halkları Tarihi ve Etnografik Bir Sentez,


çev. Doğan Yurdakul, Yeni Binyıl Yayınları, İstanbul, 1999.

25. Hart, Basil Liddell. İkinci Dünya Savaşı Tarihi, çev. Kerim Bağrıaçık, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.

26. Henze, Paul B. The Transcaucasus in Transition, RAND, Santa Monica, 1991.

27. Hızal, Ahmet Hazer. Kuzey Kafkasya, Orkun Yayınları, Ankara, 1961.

28. Hosking, Geoffrey. Rusya ve Ruslar & Erken Dönemden 21. Yüzyıla, çev.
Kezban Acar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011.

29. İnalcık, Halil. Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-


I, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2008.

30. Kaflı, Kadircan. Kuzey Kafkasya, haz. Erol Cihangir, Turan Kültür Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2004.

31. Kagarlitsky, Boris. Çevrenin İmparatorluğu Rusya ve Dünya Sistemi, çev.


Esin Soğancılar, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2007.

32. Köse, Ensar. Osmanlı Devleti ve Rusya Arasında Kafkasların Taksimi,


Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2017.

33. Kumuk, Cem. Neredesin Prometheus? Kafkasya Aydınlık Günlerini Arıyor,


Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
121
34. Kurat, Akdes Nimet. Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 2014.

35. Kurat, Akdes Nimet. Türkiye ve Rusya XIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş
Savaşına Kadar Türk Rus İlişkileri (1798-1919), Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 2011.

36. Kurban, Vefa. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Tarihi, Yeditepe


Yayınları, İstanbul, 2020.

37. Kutlu, Tarık Cemal. Çeçen Direniş Tarihi, Anka Yayınları, İstanbul, 2005.

38. Lenin, Vladimir İlyiç. Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev. Muzaffer İlhan
Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1998.

39. Liebman, Marcel. Rus Devrimi: Bolşevik Zaferinin Kökenleri, Aşamaları ve


Anlamı, çev. Samih Tiryakioğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017.

40. Mansur, Şamil. Çeçenler, Sam Yayınları, Ankara, 1995.

41. Marshall, Alex. The Caucasus Under Soviet Rule, Routledge, New York, 2010.

42. Musa, Ramazan. Bir Kafkas Göçmeninin Anıları, Şamil Eğitim ve Kültür
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1997, Aktaran: Ali Asker ve Hümeyra Sümeyye
Kahraman, ‘‘Dağıstan’dan Türkiye’ye Macera Dolu Bir Yaşam: Musa
Ramazan’ın Anılarında İkinci Dünya Savaşı Harp Esirleri ve Göçmenlik’’, 3.
Türkistan Kurultayı - Kafkasya ve Türkistan’da 1938 Sovyet Katliamı ve
Etkileri: Göç, Sürgün ve Kimlik, ed. Fırat Yaldız, Kastamonu Üniversitesi
Yayınları, Kastamonu, 2018.

43. Mühlen, Patrik von zur. Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında: İkinci Dünya
Savaşı’nda Sovyet Doğu Halkları’nın Milliyetçiliği, çev. Eşref Bengi Özbilen,
Mavi Yayınlar, Ankara, 1984.

44. Pisch, Anita. The Personality Cult of Stalin in Soviet Posters 1929-1953:
Archetypes, Inventions, & Fabrications, Australian Natioanal University Press,
Acton, 2016.
122
45. Pohl, J. Otto. Ethnic Cleansing in the USSR 1937-1949, Greenwood Press,
Londra, 1999.

46. Quelquejay, Lamercier Chantal ve Alexandre Benningsen. Sultan Galiyev ve


Sovyet Müslümanları, çev. Nezih Uzel, Elips Kitap, Ankara, 2005.

47. Riasanovsky, Nicholas V. ve Mark D. Steinberg. Rusya Tarihi: Başlangıçtan


Günümüze, çev. Figen Dereli, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2016.

48. Shoshitashvili, Nodar, Soso Chanturishvili, Nino Mindadze, Ketevan


Khutsishvili, Rozeta Gujejiani ve Giorgi Cheishvili, ‘‘Ethnographical Life of
Abkhazia, Causes of War Prospects for Peace, Ed. Archimandrite Akhaladze,
Konrad-Adenauer-Stiftung, Tiflis, 2009, ss.40-50.

49. Sipos, Janos ve Ufuk Tavkul. Karaçay-Malkar Halk Şarkıları Macar Halk
Müziğinin İzinde Kafkasya’ya Bir Seyahat, Bengü Yayınları, Ankara, 2018.

50. Stone, David R. ‘‘The Russian Civil War 1917-1921’’, The Military History of
the Soviet Union, ed. Robin Higbam ve Frederick W. Kagan, Palgrave,
Basingstoke, 2002, ss.13-35.

51. Tavkul, Ufuk. ‘‘İkinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya’’, İkinci Dünya Savaşı ve
Türk Dünyası, ed. Nesrin Sarıahmetoğlu ve İlyas Kemaloğlu, Türk Dünyası
Belediyeler Birliği Yayınları, İstanbul, 2016, ss.77-95.

52. Tavkul, Ufuk. ‘‘Karaçay-Malkarlıların Etnik ve Sosyal Yapısı’’, Karaçay-


Balkarlar Tarih Toplum ve Kültür, Der. Yaşar Kalafat ve Ufuk Tavkul, Karam
Yayınları, Ankara, 2003, ss.46-76.

53. Tavkul, Ufuk. ‘‘Stalin’in Kafkasya’daki Mirası: Etnik Düşmanlık ve Çatışma’’,


Tarık Cemal Kutlu Armağanı, ed. Erol Yıldır, Yeni Dünya Yayıncılık,
İstanbul, 2009, ss.114-123.

54. Tavkul, Ufuk. Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, İstanbul, 2015.

55. Tavkul, Ufuk. Kafkasya’da Kültürel Etkileşim, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara, 2018.
123
56. Temizkan, Abdullah. ‘‘Karaçay-Malkar Türklerinin Sürgünü’’, Karaçay-
Balkarlar: Tarih, Toplum ve Kültür, ed. Yaşar Kalafat ve Ufuk Tavkul, Karam
Yayınları, Ankara, 2003, ss.163-182.

57. Temizkan, Abdullah. Araftaki Kafkasya, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul,


2018.

58. Tuğul, Seyit. Kafkasya Halkları, Nas Ajans Yayınları, İstanbul, 2011.

59. Üren, Umut. Avrasya’nın Bozkır Halkları, Akçay Yayınları, Ankara, 2018.

60. Vernadsky, George. Rusya Tarihi, çev. Doğukan Mızrak ve Egemen Ç. Mızrak,
Selenge Yayınları, İstanbul, 2015.

61. Vihavainen, Timo Juhani. ‘‘Nationalism and Internationalism: How did the
Bolsheviks Cope with National Sentiments?’’, The Fall of an Empire, the Birth
of a Nation: National Identities in Russia, ed. Chris J. Chulos ve Timo
Piirainen, Routledge, Londra, 2007, ss.75-97.

62. Welch, David. The Third Reich Politics and Propaganda, Routledge, Londra,
2002.

63. Yalçınkaya, Aleaddin. Kafkasya’da Siyasî Gelişmeler: Etnik Düğümden


Küresel Kördüğüme, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2006.

64. Yüce, Çağrı Kürşat. Kafkasya ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerinde
Mücadele, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006.

65. Zelkina, Anna. In Quest for God and Freedom: The Sufi Response to the
Russian Advance in the North Caucasus, Hurst & Company, Londra, 2000.

66. Абдурахманов, А. Азербайджан во Взаимоотношениях России, Турции и


Ирана в Первой Половине XVIII в., Нагыл Еви, Баку, 2011.

67. Анчабадзе, Г. З. Вайнахи (Чеченцы и Ингуши), Кавказский Дом, Тбилиси,


2001.

124
68. Бгажба, О. Х. и С. З. Лакоба, История Абхазии с Древнейших Времен до
Наших Дней, Министерство Образования и Науки РА, Сухум, 2015.

69. Дегоев, Владимир. Непостижимая Чечня: Шейх-Мансур и Его Время


(XVIII век), Модест Колеров, Москва, 2013.

70. Дзуев, Г. К. Кровавое Лето 1928-го: Очерки, Эльбрус, Нальчик, 1997.

71. Иванников, И. А. Ликвидация Советского Государственного и


Общественного Строя (Перестройка в СССР 1985–1991 гг.),
Издательство Южного Федерального Университета, Ростов-на-Дону, 2016.

72. Каракетов, М. Д. и Х.-М.А. Сабанчиев. (отв.ред.) Карачаевцы Балкарцы,


Наука, Москва, 2014.

73. Коже́в, Алекса́ндр. ‘‘Кавказская Война: Закономерности Промежуточных


Результатов, Перспективы Осмысления’’, Кавказская Война:
Актуальные Проблемы Исторического Дискурса, ред. К. Ф. Дзамихов, Б.
Х. Бгажноков, З. М. Кешева, З. А. Кожев и Д. Н. Прасолов, Кбиги Ран,
Нальчик, 2014.

74. Куликов, Анатолий и Валентин Рунов. Все Кавказские Войны России:


Самая Полная Энциклопедия, Эксмо, Москва, 2013.

75. Лако́ба, Станисла́в. Абхазия После Двух Империй XIX—XXI вв.,


Материк, Саппоро, 2004.

76. Пчелов, Е. В. Рюрик и Начало Руси, Старая Басманная, Москва, 2012.

77. Семедов, С. А. Современная Геополитическая Ситуация на Кавказе,


Экон-Информ, Москва, 2008.

78. Соловьев, С. М. История России с Древнейших Времен, кн. IV, т.XVI–


XX, Общественная польза, Санкт-Петербург, 1868. Aktaran: Абдурахманов,
А. Азербайджан во Взаимоотношениях России, Турции и Ирана в
Первой Половине XVIII В., Нагыл Еви, Баку, 2011.

125
79. Топчибаши, А. М. Парижский Архив 1919–1940, Художественная
литература, Москва, 2016.

80. Топчишвили, Роланд. Грузино-Осетинские Этноисторические Очерки,


Предисловие, Тбилиси, 2006.

81. Хармандарян, Сегвард Вагаршакович. Сплочение Народов в


Строительстве Социализма: Опыт ЗСФСР, Наука, 1982.

82. Черемисинов, Г. А. Государственное Предпринимательство в


Отечественной Экономике: “Узоры” Новой Экономической Политики
(20-е Годы – Начало 30-х Годов ХХ века), Изд-Во Саратов, Сара́тов, 2002.

B. Makaleler

1. Akan, Mertcan. ‘‘XVIII. ve XIX. Yüzyıl Batılı Seyyahlara Göre Karaçay-


Malkar Etnogenezi’’, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 1,
2016, ss.21-30.

2. Aksakal, Hasan. ‘‘Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler


Politikası’’, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 21, 2009, ss.23-30.

3. Alizade, Orhan. ‘‘18. Yüzyılın İlk Yarısında Rusya’nın Kafkasya’da İşgalcilik


Politikası’’, Akademik Bakış, Cilt: 4, Sayı: 7, 2010, ss.105-114.

4. Altın, Hakan. ‘‘XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’ne Yapılan Çerkes Göçleri


(Çerkes Sürgünü)’’, Belgi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 14, 2017, ss.580-591.

5. Ayan, Ergin. ‘‘Kafkasya ve Türkistan’da Ulus-Devletler Sistematiğinin Oluşma


Süreci’’, ODÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi,
Cilt. 2, Sayı: 3, 2011, ss.7-33.

6. Bugai, Nikolai Fedorovich. ‘‘The Truth About the Deportation of the Chechen
and Ingush Peoples’’, Soviet Studies in History, Cilt: 30, Sayı: 2, 1991, ss.66-
82.

126
7. Çaycıoğlu, Serdar Oğuzhan. ‘‘18. Yüzyıl Başlarında Rusya’nın Kafkaya
Siyaseti: I. Petro’nun İran Seferi’’, Vakanüvis Uluslararası Tarih
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 2, Kafkasya Özel Sayısı, 2017, ss.115-132.

8. Ellman, Michael. ‘‘Stalin and the Soviet Famine of 1932-33 Revisited’’,


Europe-Asia Studies, Cilt: 59, Sayı: 4, 2007, ss.663-693.

9. Fuller, Elizabeth. ‘‘Transkafkasya’da Etnik Milliyetçilik, Yeni Forum, Cilt: 17,


Sayı: 321, 1996, ss.37-39, Aktaran: Ufuk Tavkul, ‘‘Stalin’in Kafkasya’daki
Mirası: Etnik Düşmanlık ve Çatışma’’, Tarık Cemal Kutlu Armağanı, ed. Erol
Yıldır, Yeni Dünya Yayıncılık, İstanbul, 2009.

10. Gammer, Moshe. ‘‘The Beginnings of the Naqshbandiyya in Daghestan and the
Russian Conquest of the Caucasus’’, Die Welt des Islams, Cilt: 34, Sayı: 2,
1994, ss.204-217.

11. Grannes, Alf. ‘‘The Soviet Deportation in 1943 of the Karachays: A Turkic
Muslim People of North Caucasus’’, Journal Institute of Muslim Minority
Affairs, Cilt: 12, Sayı: 1, 1991, ss.55-68.

12. Graziosi, Andrea. ‘‘The Soviet 1931-1933 Famines and the Ukrainian
Holomodor: Is a New Interpretation Possible, and What Would Its
Consequences Be?’’, Harvard Ukrainian Studies, Cilt: 27, Sayı: 1, 2004,
ss.97-115.

13. Gülada, Mehmet Ozan ve Caner Çakı. ‘‘İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet
Partizanlara Yönelik Hazırlanan Propaganda Posterleri Üzerine İnceleme’’,
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi, Cilt: 9, Sayı:
1, 2019, ss.123-143.

14. Hasanoğlu, İbrahim. ‘‘Homo Sovieticus: SSCB’de Sovyet Halkı İnşası


Çabaları’’, Turkish Studies, Cilt: 10, Sayı 1, 2015, ss.311-340.

15. Hula, Erich. ‘‘The Nationalities Policy of the Soviet Union: Theory and
Practice’’, Social Research, Cilt: 11, Sayı: 2, 1944, ss.168-201.

127
16. Kalaycı, İrfan. ‘‘Tarih, Kültür ve İktisat Açısından Çerkesya (Çerkesler)’’,
Avrasya Etüdleri, Sayı: 47, 2015, ss.71-111.

17. Karasoy, Murad. ‘‘An Overview of Education in National Socialist Period in


Germany’’, Journal of Human Sciences, Cilt:15, Sayı: 1, 2018, ss.209-224.

18. Karça, Ramazan. ‘‘Şimali Kafkasya’da Tehcir ve Katliam’’, Dergi, Sayı: 5,


1956, ss.35-50, Aktaran: Abdullah Temizkan ve Elchin Shakirov, ‘‘Rusya’nın
Kafkasya Siyaseti Üzerindeki Stalin Gölgesi’’, Cihannüma Tarih ve Coğrafya
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, 2017, ss.139-162.

19. Kılıç, Seda. ‘‘Kafkasya’ya Dair (1916-1917) Osmanlı İstihbaratının Yayımladığı


Bir Rapor’’, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 34, Sayı: 58, 2015, ss.687-714.

20. Kowalsky, Daniel. ‘‘Soviet Foreign Policy from the Spanish Civil War to the
Molotov-Ribbentrop Pact 1936-1939’’, Dictatorships & Democracies Journal
of History and Culture, Sayı: 7, 2019, ss.69-96.

21. Liber, George. ‘‘Korenizatsiia: Restructuring Soviet Nationality Policy in the


1920s’’, Ethnic and Racial Studies, Cilt 10, Sayı: 1, 1991, ss.15-23.

22. Meskhidze, Julietta. ‘‘Şeyh Mansur: Âşina Bir Suret İçin Birkaç Dörtlük’’, çev.
Abdullah Temizkan, Sufi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 8, 2013,
ss.65,94.

23. Nasidze I, D. Quinque, I. Dupanloup, S. Rychkov, O. Naumova, O. Zhukova ve


M. Stoneking, ‘‘Genetic Evidence Concerning the Origins of South and North
Ossetians’’, Annals of Human Genetics, Sayı: 68, 2004, ss. 588-599.

24. Özdemir, Burcu. ‘‘Rusya’nın Kırsal Kesiminde Komünist Gençler Birliği’nin


(Komsomol) Kuruluşu ve Sovyet İktidarının Güçlenmesindeki Rolü: 1918-39’’,
Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, 2016, ss.19-30.

25. Özel, Merve Suna. ‘‘Stalin Dönemi Rus Milliyetçiliği ve Politikaları’’,


Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, 2014, ss.99-
122.

128
26. Özgül, Oktay ve Nezahat Ceylan. ‘‘Eskiçağda Kafkasya Geçitleri (Daryal ve
Derbent)’’, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 13, 2017,
ss.24-62.

27. Paşayeva, Gülşen, Irada Bağirova, Kamal Makili-Aliyev ve Ferhad Mehdiyev,


‘‘SSCB’de Yarı-Özerkliğin Hukuki Durumu: Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi
Örneği’’, Uluslararası Suçlar ve Tarih, Sayı: 14, 2013, ss.69-104.

28. Peler, Gökçe Y. Abdurrazak. ‘‘XX. Yüzyılın Başında Gönüllü Türkleşme


Örneği Olarak Dağıstan’’, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 45, 2015, ss.151-
166.

29. Perovic, Jeronim. ‘‘Highland Rebels: The North Caucasus During The Stalinist
Collectivization Campaign’’, Journal of Contemporary History, Cilt: 51,
Sayı: 2, 2016, ss.234-260.

30. Pohl, J.Otto. ‘‘Stalin’s Genocide Against the Repressed Peoples’’, Journal of
Genocide Research, Cilt: 2, Sayı: 2, 2000, ss.267-293.

31. Qafarov, Vasif. ‘‘Brest-Litovsk Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin


Kafkasya Politikası’’, Yeni Türkiye, Sayı: 73, 2015, ss.215-227.

32. Roman Szporluk, ‘’Nationalities and the Russian Problem in the U.S.S.R.: an
Historical Outline’’, Journal of International Affairs, Cilt: 27, Sayı: 1, 1973,
ss.22-40.

33. Salavrakos, Ioannis-Dionysios. ‘‘Russian Versus Soviet Military Mobilization in


World Wars I and II: A Reassessment’’, Saudi Journal of Humanities and
Social Sciences, Cilt: 2, Sayı: 2, 2017, ss.155-168.

34. Saydam, Abdullah. ‘‘Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali’’, Ondokuz Mayıs


Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 1990, ss.239-257.

35. Shami, Seteney. ‘‘Circassian Encounters: The Self as Other and the Production
of the Homeland in the North Caucasus’’, Development and Change, Sayı: 29,
1998, ss.617-646.

129
36. Sharp, Alan. ‘‘The Enforcement of the Treaty of Versailles 1919-1923’’,
Diplomacy and Statecraft, Cilt: 16, Sayı: 3, 2005, ss.423-438.

37. Shimotomai, Nabuo. ‘‘A Note on The Kuban Affair (1932-1933) The Crisis of
Kolkhoz Agriculture in the North Caucasus’’, Acta Slavica Iaponica, Sayı: 1,
1983, ss.39-56.

38. Shnirelman, Victor A. ‘‘A Revolt of Social Memory: The Chechens and Ingush
Agaisnt the Soviet Historians’’, Slavic Eurasian Studies, Sayı: 10, 2006,
ss.273-307.

39. Smith, Jeremy. ‘‘Was There a Soviet Nationality Policy?’’, Europe-Asia


Studies, Cilt: 71, Sayı: 6, 2019, ss.972-993.

40. Soysüren, Ali Haydar. ‘‘1930’lu Yıllarda Azerbaycan Bağımsızlık


Mücadelesinde Bir Kesit: Kafkasya Federasyon Şurası’’, Karadeniz
Uluslararası Bilimsel Dergi, Sayı: 41, 2019, ss.9-28.

41. Şahin, Enis. ‘‘Ana Hatlarıyla Türklerin Kafkasya Politikaları Başlangıçtan


Günümüze Bir Değerlendirme’’, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 71, 2015, ss.468-
476.

42. Şahin, Enis. ‘‘Trabzon ve Batum Konferanslarında Kuzey Kafkasya’nın


Bağımsızlığı ile İlgili Gelişmeler’’, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4, 1996, ss.71-89.

43. Tanrıverdi, Mustafa. ‘‘Kafkasya’da Ruslaştırma Siyaseti (XIX. Yüzyıl ve XX.


Yüzyıl Başları)’’, Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:
2, Kafkasya Özel Sayısı, 2017, ss.538-557.

44. Taşçı, Tekin Aycan. ‘‘Kafkasya’da Rus İdari Yapıları (1785-1845)’’,


Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Sayı: 27, 2019, ss.73-110.

45. Taştan, Yahya Kemal. ‘‘Ulusal Ülküden Emperyal Vizyona: Rusya’da Kimlik
Arayışları’’, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 1, 2012, ss.69-
134.

130
46. Tavkul, Ufuk. ‘‘Kafkasya’nın Otokton (Yerli) Halkları Meselesi ve Kafkasya
Halklarında Etnik Köken Arayışları’’, Kırım Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 24, 1998, ss.
36-39, Aktaran: Mertcan Akan, Rusya’nın Kafkasya’yı İşgalinde
Oryantalizm Etkisi: Bilinmeyenden Ötekiye, İdeal Kültür Yayıncılık,
İstanbul, 2019.

47. Tavkul, Ufuk. ‘‘Linguistik ve Genetik Yapı Etrafında Şekillenen Kafkasya’da


Etnik Topluluklar ve Kafkasyalılar Kimliği’’, Yeni Türkiye Dergisi, Kafkaslar
Özel Sayısı, Sayı: 71, 2015, ss.43-55.

48. Tekir, Osman. ‘‘Kuzey Kafkasya’da Mevcut ve Potansiyel Etnik Çatışma


Alanları’’, Kafkasya Çalışmaları – Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3,
2016, ss.23-46.

49. Temizkan, Abdullah ve Elchin Shakirov. ‘‘Rusya’nın Kafkasya Siyaseti


Üzerindeki Stalin Gölgesi’’, Cihannüma Tarih ve Coğrafya Araştırmaları
Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, 2017, ss.139-162.

50. Temizkan, Abdullah. ‘‘Kuzey Kafkasya Müridizmi, Müridizmin Yayılma


Stratejisi ve Feodal Beylerle İlişkileri’’, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi,
Cilt: 9, Sayı: 2, 2009, ss.165-190.

51. Turan, Menaf. ‘‘SSCB’de Toprak Mülkiyeti’’, Ankara Üniversitesi SBF


Dergisi, Cilt: 66, No: 3, 2011, ss.307-332.

52. Uyar, Mehmet. ‘‘Dağıstan Tarihinin Türk Tarihi ile İlişkisi ve Dağıstan’ın
Türkiye İçin Önemi’’, Türk Dünyası Araştırmaları, Cilt: 119, Sayı: 234, 2018,
ss.217-234.

53. Valiyev, Elvin ve Doğan Yörük. ‘‘Güney Kafkasya’da Osmanlı Hakimiyeti


(1723-1735)’’, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 40,
2016, ss.15-28.

54. Yapıcı, Merve İrem ve Utku Yapıcı. ‘‘Gürcü ve Abhaz Tarihyazımlarında


Abhazya Hakkında ‘Tarihsel Topraklık’ İddiaları’’, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 43, 2016, ss.987-994.
131
55. Yeşil, M. Murat. ‘‘19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya’nın Bağımsızlık ve Özgürlük
Mücadelesi ve Kabileler Arasında İletişimsizlik Sorunu’’, Turkish Studies,
Cilt: 12, Sayı: 19, 2017, ss.203-232.

56. Yüksel, Ahmet. ‘‘Osmanlı İstihbarat Ağı ve İmam Mansur’’, Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Cilt: 32, Sayı: 32, 2012, ss.171-200.

57. Ажигулова, А. И. ‘‘Голод 1932-1933 гг. на Южном Урале Как Один из


Факторов Изменения Численности Населения’’, Современные
Исследования Социальных Проблем, Том: 9, №: 4, 2017, с.377-393.

58. Алиева, Севиндж Исрафил гызы. ‘‘Азербайджанская Демократическая


Республика и Горская Республика: Проектыобразования Единого
Государства’’, Caucasus Survey, Cilt: 3, Sayı: 1, 2015, ss.58-75.

59. Бегалиев, С. И. ‘‘Депортация Карачаевцев в Киргизскую ССР’’, Вестник


КРСУ, Том: 11, №: 6, 2011, с.9-13.

60. Бурик, Н. М. ‘‘Свои и Чужие: Советская Пресса 1920-х гг. о Сибирском


Крестьянстве’’, Известия Алтайского Государственного Университета,
№: 80, 2013, c.22-25.

61. Волков, В. А. и Р. М. Введенский. ‘‘Русско-Казанская Война 1547–1552


Годов. Осада и Взятие Казани’’, Преподаватель ХХI век, №: 2, 2015,
c.261-270.

62. Волхонский, М. А. ‘‘Завоевание Или Добровольное Присоединение?


Политический Процесс Инкорпорации Картли-Кахетинского Царства в
Состав Российской Империи 1796-1801 гг.’’, Международная Аналитика,
№: 4, 2017, c.72-84.
63. Гусейнова, Ираде Сафаратдиновна. ‘‘Проблема Международного
Признания Горской Республики’’, Историческая и Социально-
Образовательная Мысль, Том: 7, №: 5, 2015, c.121-125.

64. Дегоев, Владимир. ‘‘Без России Грузии Могло Бы и не Существовать. О


Георгиевском Трактате 1783 Года’’, Свободная Мысль, №: 3, 2014, c.59-
70.

132
65. Дергачева, И. В. ‘‘Крещение Руси и Эсхатологические Концепции
Православия: От Равноапостольного Князя Владимира до Наших Дней’’,
Язык и Текст langpsy.ru, Том: 2, №: 4, 2015, c.14-21.

66. Кидирниязов, Д. С. ‘‘Стамбульский Договор 1724 г. и Его Значение Для


Кавказской Политики России’’, Вестник Адыгейского Государственного
Университета. Серия 1: Регионоведение: Философия, История,
Социология, Юриспруденция, Политология, Культурология, №: 2,
2012, c.102-108.
67. Павлова, О. С. ‘‘Об Этнической, Религиозной и Государственно-
Гражданской Идентичности Чеченцев и Ингушей’’, Социальная
Психология и Общество, №: 2, 2013, c.119-136.

68. Пенской, В. В. ‘‘Центурионы Ивана Грозного, Часть I: Стрелецкий Голова


Григорий Иванов Сын Кафтырев’’, История Военного Дела:
Исследования и Источники, Том: 2, 2012, c.42-83.

69. Печенкин, С. В. ‘‘Право Наций на Самоопределение в Теории


Социалистической Революции В. И. Ленина’’, Вестник
Вгу. Серия: История. Политология. Социология, №: 4, 2017, c.68-72.

70. Рaxaeb, Дж. Я. ‘‘Вторая Мировая Война и Депортация в Культурной


Памяти Карачаевцев и Балкарцев (Часть 1)’’, Caucasus Survey, Cilt: 1,
Sayı: 2, 2014, ss.49-61.

71. Сулейманов, С. И. ‘‘Репрессии Советской Власти Против Крестьянства


Дагестана в 20–30-е Годы XIX в.’’, История, Археология и Этнография
Кавказа, Том: 8, №: 3, 2012, c.23-38.

72. Сулимовна, Исакиева Зулай. ‘‘К 75-Летию Депортации Чеченцев и


Ингушей в Среднюю Азию и Казахстан: о Жизни Спецпоселенцев’’,
Общество: Философия, История, Культура, №: 60, 2019, c.68-71.

73. Тахнаева, П. И. ‘‘Наиб Байсунгур из Беноя: Современные Мифологемы и


Исторические Реалии’’, Minbar. Islamic Studies, Том: 12, №: 2, 2019,
c.373-387.

133
74. Щербак, А. Н., Я. Я. Герина, Д. А. Бердюженко, А. Б. Мендыгалиева и А.
В. Зайцева, ‘‘Влияние Внешней Политики На Национальную Политику
СССР’’, Полития, №: 86, 2017, c.99-116.

C. Ansiklopedi Maddeleri

1. Arslan, Ali. ‘‘İnguşlar’’, TDVİA, Cilt: 22, İstanbul, 2000, ss.311-314.

2. Aydın, Mustafa. ‘‘Şeyh Mansur’’, TDVİA, Cilt: 39, İstanbul, 2010, ss.60-62.

3. Bilge, Sadık Müfit. ‘‘Çerkezler’’, TDVİA, Cilt: EK-1, İstanbul, 2016, ss.289-
292.

4. Dursun, Davut. ‘‘Kafkasya’’, TDVİA, Cilt: 24, İstanbul, 2001, ss.157-158.

5. Dursun, Davut. ‘‘Lezgiler’’, TDVİA, Cilt: 27, Ankara, 2003, ss.169-170.

6. Graf, Rüdiger. ‘‘National Socialism’’, The Encyclopedia of Political Thought,


ed. Michael T. Gibbons, John Wiley & Sons, Hoboken, 2015, ss.1-5.

7. Türkoğlu, İsmail. ‘‘Karaçay-Balkarlar’’, TDVİA, Cilt: 24, İstanbul, 2001,


ss.380-381.

8. Uludağ, Süleyman. ‘‘Müridizm’’, TDVİA, Cilt: 32, İstanbul, 2006, ss.50-52.

9. Арапов, Д. Ю. ‘‘Кючу́к-Кайнарджи́йский Мир 1774’’, Большая


Российская Энциклопедия, Том: 16, Москва, 2010, c.553.

10. Асоян, Д. С., М. Н. Петрушина ve В. Е. Хаин, ‘‘Большо́й Кавка́з’’,


Большая Российская Энциклопедия, Том: 4, Москва, 2006, c.5.

11. Муханов, В. М. ‘‘Гази́-Магоме́д’’, Большая Российская Энциклопедия,


Том: 6, Москва, 2006, c.254.

12. Муханов, В. М. ‘‘Ру́сско-Перси́дские Во́йны’’, Большая Российская


Энциклопедия, Том: 29, Москва, 2015, c.85-86.

134
13. Петрушина, М. Н. ‘‘Кавказ’’, Большая Российская Энциклопедия, Том:
12, Москва, 2008, c.356.

D. Tez ve Bildiriler

1. Altın, Hakan. XIX. Yüzyıl Batı Anadolu Bölgesine Kafkas Göçleri,


Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı,
Yakınçağ Tarihi Programı, Yüksek Lisans Tezi, Denizli, 2019.

2. Asker, Ali ve Hümeyra Sümeyye Kahraman. ‘‘Dağıstan’dan Türkiye’ye Macera


Dolu Bir Yaşam: Musa Ramazan’ın Anılarında İkinci Dünya Savaşı Harp
Esirleri ve Göçmenlik’’, 3. Türkistan Kurultayı - Kafkasya ve Türkistan’da
1938 Sovyet Katliamı ve Etkileri: Göç, Sürgün ve Kimlik, ed. Fırat Yaldız,
Kastamonu Üniversitesi Yayınları, Kastamonu, 2018.

3. Temizkan, Abdullah. Sovyetler Birliği Döneminde Karaçay ve Balkarlar,


Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1997.

4. Андреевич, Тарасов Константин. Военная Организация Большевиков и


Борьба за Власть в Петроградском Гарнизоне в 1917 г., Европейский
Университет в Санкт-Петербурге, Институт Истории, Кандидатская
Диссертация, Санкт-Петербург, 2014.

5. Кратова, Н. В. ‘‘Карачаево-Черкесская Республика — Вехи Истории’’,


Современное Состояние и Перспективы Социально-Экономического
Развития Карачаево-Черкесской Республики, Аналитический Вестник,
№: 35, Москва, 2015.

135
E. İnternet ve Diğer Kaynaklar

1. Anusauskas, Arvydas. Lessons of History: The Silent Occupation of 1940,


Litvanya Cumhuriyeti Meclis Kürsüsü, Vilnius, 2014.

2. Cabağı, Vassan Giray. ‘‘Kuzey Kafkasya’da Devrim ve İç Savaş, XIX. Yüzyıl


Sonu’’, çev. Gökhan Menteş, Yeni Kafkasya Gazetesi, İstanbul, 1993, Aktaran:
Tarık Cemal Kutlu, Çeçen Direniş Tarihi, Anka Yayınları, İstanbul, 2005.

3. Human Rights Watch. Punished Peoples of the Soviet Union, New York, 1991,
s.73.

4. Kuznetsov, V. A. Народы Нахо-Дагестанской Группы. Вайнахи,


Введение в Кавказоведение, Владикавказ, 2004, Çeviren ve Aktaran: Murat
Papşu, Vaynahlar: Çeçenler ve İnguşlar, https://www.academia.edu/9807823
(Erişim Tarihi: 16.01.2020).

5. Papşu, Murat. Çerkes-Adığe Yazısının Tarihçesi,


https://www.academia.edu/2762087, (Erişim Tarihi: 17.01.2020).

136
EKLER

EK-1 1774-1780 yılları arasında Kuzey Kafkasya’nın linguistik haritası.

Kaynak: http://abkhazworld.com/aw/images/img/north-west-caucasus-language.jpg
(23.05.2020)

137
EK-2 Kafkasya’nın etno-linguistik yapısı üzerine 1887 yılında hazırlanmış Batı orijinli
bir harita.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Peoples_of_the_Caucasus#/media/File:Komaroff._Carte_e
thnologique_du_Caucase,_dress%C3%A9e._1887.jpg (23.05.2020)

138
EK-3 Kafkasya’da yaşayan etnik grupların temsili resimleri.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Peoples_of_the_Caucasus#/media/File:Geschichte_des_K
ost%C3%BCms_(1905)_(14744198946).jpg (23.05.2020)

139
EK-4 1800-1864 yılları arasında Kafkasya’daki Rus yayılmacılığının seyri.

Kaynak: https://www.edmaps.com/html/caucasus.html (23.05.2020)

140
EK-5 Rus ressam Franz Roubaud tarafından çizilen temsili bir Rus-Kafkas savaşı
sahnesi.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Caucasian_War#/media/File:Roubaud._Scene_from_Cauc
asian_war.jpg (23.05.2020)

141
EK-6 Rus İç Savaşı sırasında Beyaz Ordu tarafından gerçekleştirilen Kuzey Kafkasya
Operasyonu’nun haritası.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Northern_Caucasus_Operation_(1918%E2%80%931919)
#/media/File:Russian_civil_war_in_the_west.svg (23.05.2020)

142
EK-7 Kafkas halklarına yönelik hazırlanmış bir Sovyet propaganda posteri.

Kaynak:
https://www.rbth.com/multimedia/pictures/2013/09/12/soviet_propaganda_posters_dire
cted_at_the_oriental_prolet_29757 (23.05.2020)

143
EK-8 Kulaksızlaştırma politikası dahilinde hazırlanan bir Sovyet propaganda posteri.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Dekulakization#/media/File:Away_With_Private_Peasant
s!_(3273571261).jpg (23.05.2020)

144
EK-9 1932-1933 yıllarında Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen kıtlık üzerine yapılmış
Batı orijinli bir gazete haberi.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Collectivization_in_the_Soviet_Union#/media/File:Chica
go_American_25.02.1935.jpg (23.05.2020)

145
EK-10 Kafkas halklarına yönelik hazırlanmış bir Nazi propaganda posteri.

Kaynak: https://www.rudnikov.com/koenigsberg/chechenskij-sled-v-kjonigsberge-kak-
prof/ (23.05.2020)
146
EK-11 İkinci Dünya Savaşı sırasında vatanı müdafaa çağrısı çerçevesinde hazırlanan bir
Sovyet propaganda posteri.

Kaynak: https://en.opisanie-kartin.com/description-of-the-soviet-poster-motherland-is-
calling/ (23.05.2020)
147
EK-12 Stalin iktidarında birlik sınırları içerisinde gerçekleşen sürgünlerin haritası.

Kaynak: https://www.languagesoftheworld.info/russia-ukraine-and-the-caucasus/stalins-
ethnic-deportations-gerrymandered-ethnic-map.html (23.05.2020)

148
EK-13 Malkarlıların sürgünü sırasında çekilen bir fotoğraf.

Kaynak: https://bessmertnybarak.ru/article/deportatsiya_balkarskogo_naroda/
(23.05.2020)

149
ÖZGEÇMİŞ

KİŞİSEL BİLGİLER
Soyadı: Beceren
Adı: Tayfun
Uyruğu: T.C.
Doğum Tarihi: 04/08/1993
Doğum Yeri: Konak, İzmir
Telefon: 0531 376 8967
E-posta: tayfunbeceren@outlook.com

EĞİTİM
İlkokul: Reşat Nuri Güntekin İlköğretim Okulu (2000-2005)
Ortaokul: Reşat Nuri Güntekin Ortaokulu (2005-2008)
Lise: Behçet Uz Anadolu Lisesi (2008-2012)
Lisans: Ege Üniversitesi / Edebiyat Fakültesi / Tarih Bölümü (2013-2018)
Yüksek Lisans: Ege Üniversitesi / Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü / Türk
Dünyası Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Anabilim Dalı (2018-2020)

YABANCI DİLLER
İngilizce: Akıcı düzeyde okuma, yazma ve konuşma.
Rusça: Orta düzeyde okuma ve yazma ve konuşma.

BİLİMSEL İLGİ VE ÇALIŞMA ALANLARI


Rusya Tarihi ve Kültürü, Deşt-i Kıpçak Sahasında Kurulan Türk Devletleri, Sovyetoloji
ve Askeri Tarih.

150

You might also like