Professional Documents
Culture Documents
Hukuk Sosyolojisi Ibn Haldun
Hukuk Sosyolojisi Ibn Haldun
İbn Haldun toplum ve devleti, yaşam koşullarını ve bunların birbirleriyle olan ilişki
ve etkileşimlerini gerçekçi açıdan ele almış, sebep sonuç ilişkileri içinde irdelemeyi
bilmiş bir İslam düşünürüdür.
Mukaddime isimli eserinde evrensel insan karakterini ön plana koyar.
İbn Haldun birçok bilim dalının öncülüğünü yapmıştır. Bu nedenle batı
literatüründe Arapların Montesquieu’sü deniyor.
1332- Tunus doğum yeri
Faal bir devlet yaşamı vardır. Siyasi, idari hatta askeri alanlarda bile görev
almıştır. Buradaki deneyimlerini mukaddime de toplamıştır.
1406- vefat
Tarih felsefesinin ve siyaset sosyolojisinin öncüsü olan İbn Haldun’un asıl meziyeti,
içinde yaşadığı sosyal ve siyasi ortamda yer alan tüm özellikleri kavraması, sosyal
olay ve olguları bir sosyolog gibi gözlemlemesidir.
Sübjektif hata;
Tarihçilerin karakter özelliklerinden kaynaklanıyor. İnsan olduğundan, aldanmaya
karşı doğal eğilimli.
Örneğin yükselme hırsına kapılarak devlet adamlarını yersizce övmesi ve
değerlendirmesi, mezhep inanışlarının etkisinde kalması vb. şeyler sübjektif
hataların başlıca kaynaklarıdır.
Objektif hata;
Bu tarihçilerin toplumsal gerçekliğin bilgisinden yoksun bulunmalarıdır.
Toplumsal gerçekliğin tanınması, değişmenin sebep ve sonuçlarının bilinmesi;
objektif bir tarih biliminin ön koşuludur. Ve tarihçiye bu konuda yardımcı olacak
bilim dalı ise ümran bilimidir.
İbn Haldun bu ümran bilimi ile bir taraftan bilimsel tarihçiliğin ilkelerini koyarken,
bir taraftan da sosyolojinin temellerini atmıştır.
Olayların olay olarak ele alınması, bunların sosyal ve siyasal niteliklerinin sistematik
analizi İbn Haldun ile başlamıştır.
• Göçebe toplumlar
Toplumsal yaşamın ilk örneğini oluştururlar.
Yerleşik yaşamdan ve şehirleşmeden önceler.
2’ye ayrılırlar.
1* koyun ve inek besleyerek geçinen türk, türkmen ve berberi çoban
göçebeler
2* deve beslemekle geçinen arap ve berberiler
Bu 2 numara çölde yaşarlar asıl göçebe bunlar çünkü çölde otlak bulmak için
her yerini gezerler.
Asabiyet:
Birçok yorumu var. Kimisi genel anlamda kan akrabalığına dayanan aynı
gruba mensup bulunmaktan doğan toplumsal ilişkiyi ifade ettiğini söylüyor,
kimisi topluluğu bir arada tutan yaratıcı güç veren ve kaderini etkileyen
yaşam güçlerinin toplamıdır diyor.
Asabiyetin dar anlamda aynı gruba yani kabileye bağlılıktan doğan bir
dayanışmayı, özellikle erkek soyuna dayanan kabilelerdeki akrabalık ilişkisini
ifade ettiğidir.
Ancak ibn haldunun belirttiği şudur, asabiyet bağı kabilelerin zamanla
nüfusunun artması, kabileye yeni katılmalar vb. sonucu kan akrabalığı
anlamını aşıyor ve kabile ve kavim bağını ifade eden bir anlama dönüşüyor.
İbn haldun çeşitli sebeplerle kendi soylarını terk edip, diğer bir göçebe
kabileye sığınan kişilerin, “koruyucu,korunun” ya da “efendi-köle” ilişkisinin
doğurduğu yapay bir akrabalık bağı oluştuğunu söyler.
Riyaset:
İbn haldun bununla şereflerin otoritesini Murad ediyor. Böylece İbn haldun,
henüz devlet düzeyine ulaşamamış toplumlarda bile yönetenler- yönetilenler
farklılaşmasını fark etmiş ve kabile içindeki uyuşmazlıklar için başvurulan
şeflerin birer hukuk söyleyici durumunda olduğunu söylemiştir.
İbn haldun hiçbir toplumun yasak düsturları yani hukuk kuralları olmaksızın
yaşamayacaklarını belirtmiştir.
• Yerleşik toplumlar ve özellikleri
İbni Haldun’a göre, Yerleşik toplumlar devletin kuruluşundan hemen sonra ya da
devletle beraber ortaya çıkarlar. Göçebe toplumlar, güçlenip zenginleştikçe
yerleşik bir yaşama geçmeyi isterler. Bunun sonucunda yavaş yavaş kasabalar ve
şehirler kurulur, iş bölümü gelişmeye başlar.
Ibni Haldun, Yerleşik yaşama geçen toplumların her zaman kendi başına bir
devlet kuramadıklarını belirtiyor.
Bir kısmı kurulmuş devletlere bağlanır ve onun himayesinde yaşamayı yeğlerler.
Bir kısmında güçlü bir asabiyete sahip iseler devlet kurmada başarılı olabilirler.
Güvenlik, bol para ve iş bölümünün gelişmesi, kişilerde ihtiyaç ve taleplerin
artmasına sebep olur. Refah ve bolluk artarken, lüks ve israf da artar, insanlar
giderek kötü alışkanlıklar edinmeye başlarlar. Kısacası rahata dalmaları, can ve
mallarını Korumayı yönetenlere bırakmaları, kalelerle çevrili şehirlerde güven
içinde yaşamaları sonucu insanlar göçebelikteki tüm iyi hasletlerini yitirirler.