You are on page 1of 7

HUKUK FELSEFESİ VE SOSYOLOJİSİ SUNUŞU

ANTROPOLOJİ -

Antropoloji ya da insanbilim, 19.yüzyılın ortalarında bir tarih felsfesi olarak başlamış ve sonrasında, bir
tür tarih bilgisi olarak gelişmiştir. Dünyanın her yerinde geçmişten günümüze yaşayan insanları konu
edinen antropoloji, genellikle insanlar ve insan grupları arasındaki benzer ve farklı yanları saptamaya
çalışır. Bu bağlamda antropolojinin sorduğu sorular sırasıyla, "insanlar ve toplumlar neden birbirilerine
benzerler?", insanlar ve toplumlar neden birbirlerine benzemezler?", "insanlar ve toplumlar neden ve
nasıl değişirler?" şeklinde özetlenebilir.

Antropoloji günümüzde farklı dallara ayrılmaktadır. Fiziksel antropoloji, insanın evrimini, biyolojik
yapısını, gelişimini, geçmişten günümüze geçirdiği farklılaşma evrelerini anlamaya çalışır.

ABD’de “kültürel antropoloji”, İNG’ de “sosyal antropoloji”, Kara avrupasında da “etnoloji” olarak
adlandırılan ve bir antropolog olan yazar Tolunay Kolankaya’nında “sosyal antropoloji” deyimini
kullandığı diğer temel antropoloji dalı ise toplum içindeki insanların kültürlerini araştırma konusu
yapmaktadır. Sosyal antropoloji toplumların yaşam biçimlerinin aynı olmadığını ve bu yaşam
biçimlerinin zaman içinde yavaş veya hızlı bir biçimde değiştiğini gözlem ve araştırmalar yoluyla bize
göstermeyi amaçlar.

Bu noktada sosyal antropolojinin temel kavramının “kültür” olduğu açıktır. Sosyal antropoloji insanı
kültür aracılığıyla anlamaya çalışır.

Antropolojinin diğer bir dalı ise Dilbilimdir.

Şimdilerde tüm bilim dallarında olduğu gibi antropolojinin de temel dalları pek çok alt dala
ayrılmaktadır: Linguistik antropoloji, Hukuk antropoloji, Adli antropoloji, sağlık antropolojisi gibi.

Antropolojinin 19. Yy. Da başladığı ileri sürülmekle birlikte, daha önceki dönemlerde de antropolojik
öğelere dikkat çeken pek çok yazardan söz edilebilir. Örneğin, edindiğimiz bilgilere göre ünlü tarihçi
herodotos, ( İ.Ö 5. Yüzyıl) tam bir antropologdu. Şöyle ki Herodotos, akdeniz çevresinde yaşayan
insanların tarih açısından neden farklı olduklarını anlatırken bu toplumların giyim-kuşam, davranış,
gelenekler, teknoloji ve politika düzeylerindeki farklılıkları da büyük bir ustalıkla vurgulamış, bir
anlamda bunu kültür kavramıyla açıklamıştır.

Antropoloji başlangıçta sömürgeciliğin yarattığı bir bilim olarak da anılmıştır. Örneğin; Mısır’a askeri
sefer düzenleyen Napolyon, antropolojiyi, sömürge amaçlarını ve yeni kaynak arayışlarını bilimin
verileriyle desteklemek ve işgal ettiği coğrafyadaki insanları kültürlerine ve toplumlarına
yabancılaştırmak için kullanmıştır.

Antropoloji başlangıçta uzak ve geleneksel yaşam biçimini sürdüren toplumları konu edindiği için,
“ilkellerin bilimi” olarak da tanınmıştır. Özellikle de Batı toplumlarında masa başında çalışan
antropologlar, kendi toplumlarını gelişmişlik açısından basamağın en üstünde görüp, Batı dışındaki
toplumları ilkel olarak değerlendirmişlerdir. Günümüzün antropolojisi bu türden önyargıları aşmıştır.

Günümüzde antropoloji, insanları anlamak açısından son derece önemli bir bilim dalıdır. Çünkü
küresel bir köy haline gelmekte olan dünyamızda çok tartışmalı olmakla birlikte, çok kültürlülüğü
anlamak, kültürlerin, dillerin, tarihlerin korunmasına hizmet etmek, bir şemsiye altında ama çok
renkliliği kaybetmeden yaşamak başta antropoloji olmak üzere birçok bilgi dalının konusu haline
gelmiştir. Örneğin çok uluslu şirketler, ortak amaca hizmet eden sivil toplum kuruluşları, ekonomik ve
siyasi oluşumlar, içlerinde barındırdıkları farklı kültürden insanları anlama ve anlaşmazlıkları en aza
indirme konusunda sosyal antropolojiden yararlanabilirler. Çünkü sürekli olarak değişen dünyayı ve
yine sürekli olarak değişen insan davranışlarını büyük ölçüde toplumların kültürlerini gözlemleyerek ve
değerlendirerek anlayabiliriz. Örneğin Batıda beyaz renk temizlik, masumiyet, ferahlık anlamlarına
gelirken Doğu toplumlarında matem anlamına gelmektedir dolayısıyla ilişkide bulunacağımız
toplumları iyice tanımamız gerekmektedir.

ANTROPOLOJİMİN HUKUKA KATKILARI


Antropolojinin Hukuk bilimine potansiyel pratik katkıları nelerdir?

içinde antropolojik araştırmanın^yararlı olduğunu sezinlediğim üç genel saha var. Birincisi, yeni
bağımsızlığa kavuşmuş ulusların hukukuna ilişkindir;ikincisi, hukukun kendi toplumumuzdaki
görünümleridir; ve üçüncüsü uluslararası hukuktaki sorunlardır. Bağımsızlığa Yeni Kavuşmuş
Uluslarda Hukuk Yakın tarihli bir rapor (Salacuse, 1968), Afrika uluslarının, bağımsızlık ilânı
sonrasında sömürge hukukunun çoğunu "ulusallaştırma" Çabalarına rağmen,"yaklaşık Çeyrekmilyon
sayfa tutan yasayı" yürürlüğe koymuş oldukları tahmininde bulundu. Açıkça, birbirinden farklı yazısız
geleneksel hukuk sistemlerine (buna ilave olarak Doğu ve Batı Afrika uluslarının İslâm hukukuna ait
değişik şekillerine) geçerlik kazandırma sorunu, Fransız ve İngiliz hukuk fakültelerinde eğitilmiş
hukukçuların harekete geçirilebilmesinden ziyade, bu değişik sistemler üzerine çalışmaların daha fazla
bilgisini gerektirdi. Bazen, "Birbiçimli bir hukuk, adaletin etkili yürütülmesi için gerekliydi" (Salacuse:
40) tarzındaki bir faraziye eo ipso**) birbiçimli yararlı yasama etkinliğini engelledi. Diğer yanda, belirli
etnik gruplar için herhangi özel koşullar, kolayca, ayrımcı şeklinde yorumlanabildi. Yasalara ihtiyaca
ilişkin diğer önemli sorunlar, sosyal hizmetlerin ve modern bir ekonominin gelişmesini sürdürebilmek
ve gayretlendirebilmekdi*8). Etiyopya hukuksal deneyiminin bu amaca hizmet edip etmediği
tartışılabilir. Sömürge hukuku mirası bulunmayan bir ülke olan Etiyopya'da imparator bir Fransız'ı
medeni kanunu, bir İngiliz'i ceza usul kanununu, ve bir İsviçre hukukçusunu da ceza kanununu kaleme
almak için görevlendirdi. Etiyopya Medeni Kanunu'nun Fransız tasarımcısının kendi araştırmasıyla
ilerlettiği öncülleri, projenin bütünü için hatanın alâmeti oldu. Yazarı şöyle ifade etti bu değişik sistemler
üzerine çalışmaların daha fazla bilgisini gerektirdi. Bazen, "Birbiçimli bir hukuk, adaletin etkili
yürütülmesi için gerekliydi" (Salacuse: 40) tarzındaki bir faraziye eo ipso**) birbiçimli yararlı yasama
etkinliğini engelledi. Diğer yanda, belirli etnik gruplar için herhangi özel koşullar, kolayca, ayrımcı
şeklinde yorumlanabildi. Yasalara ihtiyaca ilişkin diğer önemli sorunlar, sosyal hizmetlerin ve modern
bir ekonominin gelişmesini sürdürebilmek ve gayretlendirebilmekdi*8). Etiyopya hukuksal deneyiminin
bu amaca hizmet edip etmediği tartışılabilir. Sömürge hukuku mirası bulunmayan bir ülke olan
Etiyopya'da imparator bir Fransız'ı medeni kanunu, bir İngiliz'i ceza usul kanununu, ve bir İsviçre
hukukçusunu da ceza kanununu kaleme almak için görevlendirdi. Etiyopya Medeni Kanunu'nun
Fransız tasarımcısının kendi araştırmasıyla ilerlettiği öncülleri, projenin bütünü için hatanın alâmeti
oldu. Yazarı şöyle ifade etti "Vouloir établir un Code sur la base des coutumes m'a paru—illusoire. Les
coutumes éthiopiennes n'existent, en effet, qu'au sein de communautés de village ou de tribu,
sociétés fermées, dans lesquelles la notion de droit n'a pas sa place ellesn'ont pas le caractère de
coutumes juridiques. L'essentiel n'estpas dans le procès de donner'à chacun son dû [suum cuique tri-
buere] comme veut le droit; l'essentiel est de maintenir lesbons rapports, la cohésion et l'harmonie
dans la commuauté."(David, 1962:6-7; vurgulamalar sonradan katılmıştır)^Antopolojik araştırmalar,
birden çok hukuksal sisteme ihtiyaçları ve bunların üstünlüklerini tayinde, arzu edilen veya edilmeyen
etkilerini değerlendirmede, halefiyet, miras, evlilik ve boşanma da dahil olmak üzere, özellikle toprak
sahipliği ve hısımlık ilişkileriyle bağıntılı konuların düşünülmesiyle ulusal hukuk kodlarının "köy
düzleminde" yürütülmesinde kesinlikle yararlıdır*10*. Bildiğim kadarıyla, birkaç antropologun
danışman olarak hizmet vermesi talebinde bulunuldu; ancak Schapera (1938) çok geriş ye Antopolojik
araştırmalar, birden çok hukuksal sisteme ihtiyaçları ve bunların üstünlüklerini tayinde, arzu edilen
veya edilmeyen etkilerini değerlendirmede, halefiyet, miras, evlilik ve boşanma da dahil olmak üzere,
özellikle toprak sahipliği ve hısımlık ilişkileriyle bağıntılı konuların düşünülmesiyle ulusal hukuk
kodlarının "köy düzleminde" yürütülmesinde kesinlikle yararlıdır*10*. Bildiğim kadarıyla, birkaç
antropologun danışman olarak hizmet vermesi talebinde bulunuldu; ancak Schapera (1938) çok geriş
yetenekleriyle harika bir iş yaptı*11). Kolonideki yasama faaliyetinde legalist doktrin egemen olursa
gerçekleşebilecek olanlar, Güney Pasifîk'deki Gilbert.ve Ellis Adaları İngiliz kolonisi'nda yürürlüğe
konulan düzenlemelerce betimlenir. 27, 2 no'lu düzenleme şöyle ifade eder : "Umumi tuvalet mahalline
gitmekte olan kişiler, ihtiyaçları için kendilerine ait olmayan hindistan cevizi ağaçlarından yaprak
koparmayacaklardır. 2 s. para cezası." 27, 5 no'lu düzenleme şöyle şart koşar :

"Köylerin arasındaki herhangi bir kumsalda suyun yükseldiği çizginin yukarısında dışkılamak veya
idrar yapmak yasaktır. Doğanın zorlamasıyla çalılıkta dışkılamaya mecbur kalan kişi, dışkısını sekiz
inçten az yükseklikte olmamak üzere toprakla kapatmak zorundadır. 1 s.'den 2 s. ye kadar para
cezası."tenekleriyle harika bir iş yaptı*11). Herhangi bir hukuk antropologunun ilginç ve ayrıntılı bir
çalışmaya değer bulacağı, Fiji'den alınma diğer bir konu: Suva'da Yüksek Mahkeme'nin yüksek
statüden bir Hintli olan kâtibi Hintlileri bağlayan özel hukuk davalarının tamamının yarısından çoğunu
hiç kâğıt üzerine geçirilmeden önce çözümlüyor, bu kişi, işini mahkeme binasının koridorlarında, kendi
bürosunda ve eğer davet edilirse tarafların evlerinde yapıyor. Tahmin, Yüksek Mahkeme'de bir yargıç
tarafından yapıldı; o, kâtibin etkinliğini uygun bulduğunu ve hayranlığını da ifade etti. Bu kâtip
tarafından kullanılan gayrıresmi teknikler üzerine bir inceleme örneğin, Hintli toplulukların üyeleri
arasındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesine yönelik usullerin gereklerine büyük ölçüde uyarlanabilir
bazı özelliklerin tanınması içinde sonuca ulaşabilir Çağdaş Toplumda Hukuk ifade ettiğim gibi, bir
miktar antropolog Amerikan hukukunun görünümlerini araştırdı; gerçi, bu çoğu kez bir çalışmayı
sosyolojik veya antropolojik olması şeklinde sınıflandıran yararsız bir tanım sorunudur. Skolnick'inson
kitabı Justice VVithout Trial (1967), özellikle münhasıran görüşmelerden, anketlerden, nüfus sayımı
grafiklerinden ve kayıtlardan derlemekten ziyade "katılımcının gözlemi" tarafından toplanan büyük bir
veri kitlesini ihtiva ettiğinden, hukuku destekleyen kuruluşlara ve onların görevlilerinin davranışına ait
etnografik araştırmayı iyi tasarlanmış ve doğru uygulanmış olarak niteler. Amerikanhukukundaki
konulara yönelik antropolojik bir yöneliş Berkeley Law SchooPdan Profesör Herma Kay'ın
çalışmasında da görülür. Kay (1965), Amerikan toplumundaki hısımlık sistemleri üzerine
yoğunlaşarak, gayrımeşru doğmuş çocukların meşru hale getirilmesi üstüne mahkeme kararlarını
inceledi ve Kaliforniya mahkemelerinin empirik gerçeklikten çıkarılmış, "biyolojik olarak hısım olmayan
kişiler arasında konulmuş baba, anne ve çocuk ortak yerleşim örüntüsüne dayanan" hukuksal bir aile
kavramını geliştirmiş olduğunu bulguladı. Nitekim, bu kavram, hiç bir anlamda ortak şekilde sürdürülen
ve kültürel olarak tasvip gören ideolojiyle uyum içinde olmayan, hukuken yaptırımlandırılmış evsel
düzenlemelere yönelik tedrici bir uyumu öngören bir aile tanımına delalet eder.

Antropolog Bohanan, boşunma hükmünün sosyo-kültürel sonuçlarını değerlendirdi (1967). Amerikan


toplumunda boşanmanın biçim ve yönteminin "sona ermiş aile" (ex-family) durumu için doyurucu
olmayan hazırlık yaptığını ve bir evliliğe hukuken son vermenin evliliğe ait uyuşmazlıkların
uzlaştırılması için şekli anlamları temin eden hukuk sistemimizin ciddi hatasına sıklıkla işaret ettiğini
kaydetti. Bir çok toplumda bu anlamlar meşru evlenme ve kankocalığa ait evsel birliğin şekillenmesi
tarafından yaratılmış genel hukuksal ilişkinin bütünsel bir parçasıdır.

Ceza hukuku konusunda

Swettm makalesi (bu konuda), polis davranışı ve ceza mahkemelerindeki yargılama içinde yansıtıldığı
üzere, Amerikan hukuk sistemi içindeki kültürel eğilimleri analiz eder. Bu ve benzeri sorunlar
konusunda antropologlar, empirik durumların bir çözümlemesinden çıkarılmış yararlı verilerle
hukukçuluk mesleğine yardımda bulunabilir. Dahası, bilirkişi tanıklığın teknisyen ve psikologa ilave
olarak sosyolog ve antropologu içine aldığı gün gelebilir. Önceden mevcut bulunan : Antopologlar, ara
sıra kızılderililerle ilgili davalarda bilirkişi tanık olarak hizmet verdiler. Geniş bir ölçekte, hızlı sosyo-
kültürel değişme tarafından getirilen yeni sorunları çözmede halihazır hazırlıkların yetersiz olduğu
alanlarda antropoloji yasama ve yönetim politikaları için yön verici ilkeleri (guidelines) telkin etmede
bazı pratik uygulamalar temin edebilir. Mamafih, bir miktar antropolog "karmaşık toplumlar"ı ehil olarak
incelemek için oldukça eğitilmiş veya maharetlerini "kentsel antopoloji" alanında uygulamış
durumdadır.*13*

Uluslararası Hukuk Nihai olarak ve kısaca, uluslararası hukukun Problematik bir doğası var. Hukuk
araştırmacıları ve siyasal bilimcilerin Avrupa geleneğinden ulusal hukuk ideolojilerinden üstün şekilde
tasarlanmış uluslararası bağlayıcı kuralların formüllendirilmesi ve etkili uygulanışı ile ilgili oldukları
görünüyor. Bununla birlikte, kıyaslamalı her hangi bir kurgulama bu modern devletler gibi bütünsel ve
yönetimsel sistemleri gerektirebilir. Bir çok bakımdan bütünsel bir hukuk sisteminin problemleri, hukuk
sistemlerinin farklılığını sentetik bir bütünde toplamaya çalışan bağımsızlığa yeni kavuşmuş uluslarca
yüzyüze gelinen problemlere benzer- sadece boyutları çok büyük ve daha karmaşık olarak (Luard,
1968:ch.l0). Yine de, antropologların karşılaştırmalı perspektifi, bu problemlerin daha kusursuz bir
kavramsallaştırılmasına ulaşmada yardımcı olabilir. Kullanılabilir sistemlere nüfuz eden belli
kavrayışlar, gerçekten, farklı öncüller altında işleyen, değişik amaçları gerçekleştiren ve farklı usulleri
kulanan çoklu(plural) hukuk sistemlerinin daha anlayışsal bir bilgisinden elde edilebilir. Bütün boyut
sahibi zıtlıklarının halihazırdaki kabulüyle, birleştirici bir siyasal üstyapısı bulunmaksızın uluslararası
sahnenin bir mikrokozmosunu temsilleyen kabile toplumları böyle değiller midir?*14* Eğer antropoloji
cevapları ortaya çıkaramıyorsa, en azından içinde uygun soruların aranacağı doğrultuları telkin
edebilir.
ETNOLOJİ (BUDUNBİLİM) –

Yaşamakta olan veya sona ermiş bulunan toplumların uygarlık ve kültür düzeylerini inceleyen ve insan
ırklarının oluşumu ve fizik karakteriyle uğraşan bilim dalı. Etnoloji, insanı biyolojik bir varlık olarak ele
almaz; onu, bir kültür yaratıcısı olarak konu edinir ve inceler.

On dokuzuncu yüzyılın ortasında, Batılı ülkeler, insanlığı tanıma çabasına yöneldiklerinde kimi bilim
insanları, uygarlık araştırmalarının paleolitik döneme kadar uzatılabileceğini ileri sürerek bilim olarak
etnolojinin oluşturulabileceğini düşündüler sürdüler. Özellikle ilk hukuk etnologları, eski geleneklere
ve emredici kurallara yönelerek, eskil toplulukları bu araçlar aracılığıyla tanıma çabasına girdiler.

Anderson (2009:1) etnolojinin, 1960’larda California üniversitesinde doğan bir Amerikan sosyoloji
akımı olduğunu ve kurucusunun Harold Garfinkel olduğunu belirtmiştir. Terimin “etno” kısmı bir
grubun üyeleri, insanlar, halk anlamına gelmektedir.

 Antropolojinin, insanların hayatlarını nasıl yaşadıklarını anlamaya çalışan bir dalıdır

 Bir topluluk ya da bu topluluğa mensup bireyin hayat görüşünü anlatmanın ve tanımlamanın bir
şeklidir. (Akarçay, 2013: 85).

 Borg ve Gall'e göre etnoloji kültürel bir yapının bütünsel olarak, derin bir analizinin yapılması
şeklinde tanımlanabilir (Yazıcı vd., 2012: 652).

Etnoloji, antropoloji disiplinin içinde bir araştırma stratejisi olarak ortaya çıkmıştır (Bhattacharjee,
2012: 108; Akarçay, 2013: 86). Etnoloji doğrudan gözleme dayalı bir yöntemdir. Etnoloji, diğer
metodoloji gibi veri toplanan basit bir araç değildir. Toplumun tarihinde özellikle şu anda olan belirli
kültürel özellikleri temsil eder (Gobo, 2011: 16). Etnolojik araştırmalar yakın zamana kadar daha çok
toplumların alt kültürlerinde ya da azınlıklarda yürütülmüştür (Wilson, 1982: 266).

etnoloji, her ne kadar ilk olarak İngiltere'de çıkmışsa da, en mühim nazariyeleri Almanya'da ortaya
atılmıştır. Bugün ise, esas cereyanlarının en mühim mümessilleri ya Amerika yahut da Batı
Avrupa'dadır.

Ratzel'in esas fikrine göre, insanın yaratıcı kuvveti azdır; insan yeni bir şey yaratmaktansa, bir yerde
gördüğü bir şeyi taklit etmeği tercih ediyor. Bunun için etnolog, dünyanın iki ayrı yerinde, aynı şeyi
(meselâ bir sapanı) görürse, diyebilir ki, eskiden bu iki yer arasında bir münasebet olmuştur ve tesbit
edilen "kültür unsuru,, (meselâ bir sapan veya bir yay) A yerinden B yerine gelmiştir veya B'den A'ya.
Etnologun en mühim vazifesi, bu kültür unsurunun nereden geldiğini tesbit etmektir. Bunda tarihî
tetkiklere lüzum yoktur, çünkü umumiyetle bu kültür unsurlarının yayılmaları, tarihten * önceki
zamanlarda, veya tarihsiz yaşıyan iptidaî kavimler arasında cereyan etmiştir. Bu suretle Ratze l ve
taraftarları, bütün dünyayı kaplıyan bir "münasebetler ağı,, kurmuşlardır. Hayvan şeklinde yapılan bir
testiyi hem Kıbrıs ve Truva'da, hem de Doğu Asya'nın Jehol bölgesinde bulursak, bu, tabii dikkatimizi
çeken bir hadisedir. R a t z e l'e göre, bu üç yer arasında hemen eski bir münasebetin mevcudiyetini
kabul etmemiz gerekirdi. Hattâ, bir adım daha ileri giderek, Ratze l A yerinden gelen bir kültür
unsurunun B yerinde, oranın şartlara uygun olarak, biraz değişebileceğini de kabul etmiştir. Böylece,
bir "varyasyon,, imkânını kabul etmekle, tamamen mihaniki bir "kültür unsuru göçü,, sisteminde,
insana da biraz yer vermektedir, çünkü B yerinde A'dan gelen eşyanın şeklini değiştiren B'de oturan
insandır. Fakat diğer taraftan, büsbütün hudutsuz mukayeselere yol açılmıştır: B'de bulunan bir kültür
unsuru, şekil bakımından az çok benzerlik gösteren A'daki eşya ile bir tutuluyordu. Halbuki birçok
hallerde bu benzerlik ancak zahiridir.
GÜNÜMÜZDE HUKUK ETNOLOJİSİ VE YAŞAYAN HUKUK –

Hukuk etnolojisini, hukuk sosyolojisinden ayıran belirleyici özelliğin, şu ya da burada rastlanan


hukuksal olayların doğasından değil, gözlemin yapıldığı alanın doğasından yapıldığı görüşü ağırlık
kazanmaktadır.

Günümüzde ilkel hukuk ile modern hukuku birbirlerinin karşısına koymanın, hukukun gerçek
niteliğinin kavranabilmesi için yeterince yol gösterici olamayacağı anlaşılmaya başlanmıştır. Zaten bu
nedenle modern hukuk sistemlerinin de etnolojisinden söz edilebilmektedir.

Toplum bilim tarihle uğraşmayı kendine yasaklamadığına göre hem ilkel toplum hem de çağdaş
toplum ve bunların bireyleri toplumbilimsel bağlamı içerisindeki yeni bir hukuk etnolojisinin
konusunu birlikte oluşturabilecektir. Şu halde etnolojinin niteliği konusundaki yeni ölçü artık,
kronolojik değil, toplum bilimsel ve kültüreldir denilebilir.

Hukuk etnolojisi, zaman kavramından yola çıkarak, ilkel ya da eski hukuk sistemlerini araştırmakla işe
başlamıştır. Ancak hukuksal herhangi bir kural, ya da kurumun ilkel olduğunun söylenmesi bugünkü
toplumumumuzun (daha doğrusu Batı toplumlarının), kronolojik olarak çok daha önceki dönemlerde
yaşayıp geçerek ulaştığı bugünkü konumuna oranla yapılan bir nitelendirmedir.

Ne var ki hukukun artık çok gerilerde kalmış günlerini dile getirmek amacıyla kullanılan eski ya da ilkel
nitelendirmesine uygun düşen bir hukuksal düzenleme, çağdaşımız toplumlardan bir bölümünde
varlığını bugün de sürdürüyorsa diğer bir deyişle eski ya da yeni olduğu ileri sürülen bir hukuk
anlayışı, “yaşayan hukuk olma özelliğini de elinde bulunduruyorsa etnoloji biliminin adını mı
değiştirmek gerekecektir?

Öte yandan, etnolojinin özelliğini vurgulama yöntemlerinden biri olarak, kimi zamanda yazısız
toplumlardan söz edilir. Bu yaklaşım artık çok eski dönemlerde yaşamış tarihsel toplumları
çağrıştırmanın aracı olarak düşünülür. Bu tür bir belirlemenin hukuk alanında geçerliliğini yitireceği
açıktır. Bilindiği üzere günümüz modern toplumlarından bazıları yazılı olmayan bir gelenek hukuku ile
yetinmektedirler.

Ayrıca yazılı bir hukuk düzenine sahip olmakla modern bir hukuk düzenine sahip olmak aynı şey
değildir. Hammurabi Yasaları ve 12 Levha Kanunları yazılıdırlar, ama bunların mıdern bir hukuku
yansıttıkları kuşkusuz düşünülemez. Tüm bu örneklerden sonra, asıl konumuz olan hukuk sosyolojisi
ile bu bilim dalının kavranmasını kolaylaştıracağı varsayılabilecek hukuk etnolojisi arasındaki
ilişkilerin, yukarıda da değinildiği gibi gözlemlenen olguların doğasından çok, bu olguların alanına
ilişkin olduğu gerçeği açıklık kazanmış olmaktadır.

Burada, hemen değinilmesi gereken bir diğer önemli konuda şudur: ilkel hukuk denilince, genellikle
akla çok basit ya da çok sert bir hukuk anlayışı gelmektedir. Bu yaklaşımda, ilkel ya da yabanıl insanın
düşünce sisteminin, modern insanınkinden tümüyle farklı olması gerektiği önyargısı bir kez daha
yürürlüğe konmuş olmaktadır.

Oysa Claude Levi- strauss ve Malinowski’nin araştırmaları, asıl farklılığın, kültür farklılığından ya da
bilen-bilinen ilişkilerinden filizlendiğini ortaya koymuş bulunmaktadır.

CLAUDE LEVİ-STRAUSS’A GÖRE İNSAN BİLİMLERİNDE GERÇEĞE ULAŞMANIN YOLU

Yazarımıza göre, insan bilimleriyle ve özellikle etnoloji ile uğraşan gerçek bilim insanı için, incelediği
nesne ancak evrenin süresiyle ölçülebilir ve bir insan olarak budunbilimci, insanı, şu veya bu toplum
veya uygarlık çerçevesine özgü niteliklerden soyutlamasına olanak verecek bir uzaklıktan ve
yükseklikten bakarak tanımaya ve yargılamaya çalışmalıdır. Felsefe alanının ussal-usdışı, akılcı-
duygusal, mantıksal-mantık öncesi gibi karşıtlıkları, aslında tümüyle durağan karşıtlıklardır; çünkü
ussalın ötesinde, daha önemli ve daha geçerli başka kategori bulunmaktadır, bu da ussalın en üstün
varoluş biçimi olan “gösteren(signifiant) kategorisidir.

Kısaca Straussa göre, geleneksel toplumbilimin yanlışlığı, ögeler arasındaki bağlantılar üzerinde değil;
yalnız ögeler üzerinde durmak, başka bir deyişle olayları ilk ve son araştırma nesnesi olarak görmeyi
dayatmak olmuştur. Strauss yapısalcılığın de saussure aracılığıyla “dilbilim”de yadsınmaz bir başarı
kazanmasının nedenini de aynı gerekçeye bağlamakta, de saussure, dili bir bağlantılar dizgisi yani bir
yapı olarak gördüğü, varlığını ögelerinde değil, ögeleri arasında kurulan bağlantılarda aradığı için
dilbilimi, sağlam ve tutarlı bir temele oturtmayı başarmıştır demektedir.

Etnoloji ve Antropoloji Arasındaki Fark Nedir?


Etnoloji ve Antropolojinin Tanımları:

Antropoloji: Antropoloji, insan kökenleri, toplumları ve kültürleri üzerinde


yapılan çalışmalardır.

Etnoloji: Etnoloji, farklı insanların özelliklerinin incelenmesidir.

Etnoloji ve Antropolojinin Özellikleri:

Çalışma Alanı:

Antropoloji: Antropoloji, kapsamlı bir disiplindir.

Etnoloji: Etnoloji, Kültürel Antropolojinin bir alt alanıdır.

Odaklanma:

Antropoloji: Antropolojide, odak noktası hem insana ilişkin hem doğal hem de


sosyo-kültürel unsurlar üzerine kuruludur.

Etnoloji: Etnoloji'de öncelikle kültüre odaklanır.

ETNOGRAFYA (BUDUNBETİM) –

Milletlerin gelişmesini, özelliklerini, kültürlerini inceleyen bilim dalıdır.

Etnografya, 20. yüzyılın başlarında antropoloji altında birincil araştırma yaklaşımı olarak gelişmiştir.
Malinowski'nin 1920'lerde Trobiyand Adaları'ndaki geniş saha çalışması, sosyal antropolojide bir
metodoloji olarak etnolojinin gelişmesinde son derece etkili olmuştur. Kuzey Amerika'da,
Malinowski'nin öğrencisi Boas'ın etkisinde, Amerikan Yerlilerinin cemaatleri, yaşam biçimleri ve dilleri
üzerinde yerli etnografyalar gerçekleştirilmiştir (Harman and Harklau, 2016: 1; Brewer, 2000: 11).
Etnografya araştırmaları, en genel anlamda tarih biliminin alanı dışında kalan ve kültürel ürünleri yazılı
belgelerle saptanmamış bulunan ilkel toplumların yaşam biçimlerinin betimlenmesini konu
edinmektedir. Bu toplumların doğa karşısındaki konumları, varlıklarını sürdürebilmek için kullandıkları
araçlar, sanat yapıtları, sosyal yaşamlarını yönlendiren inançlar, gelenekleri vb. “ etnografya
(budunbetim) araştırmalarının konularını oluşturmaktadır. Oysa en genel tanımıyla etnoloji: etnografya
çalışmaları aracılığıyla elde edilen bilgilerin ışığında, ilkel toplumlarda genel olarak göze çarpan
benzerlikleri anlamlandırılmasını konu edinir ve tüm bu bilgilerden, genel yasalara olmasa bile, bazı
düzenliliklere ulaşılıp ulaşılamayacağını bulmaya çalışır. Etnografya araştırmalarının kendiliği, içindeki
toplumların tek tek incelenip, bunların bilimsel açıdan betimlenebilmesi çabasına yönelmesine karşılık,
etnolojinin türlü toplum tiplerine ilişkin olarak elde edilmiş bu verilerden ve belgelerden yararlanarak,
sistematik ve sentetik açıklamaları yeğlediği ve bu yoldan bir senteze ulaşmayı amaçladığı
söylenebilir. Özetle, etnoloji, etnografya verilerinden bir bileşim oluşturma çabasını seçmiş
görünmektedir.

KAYNAKÇALAR :

ULUSLARARASI BEŞERİ VE SOSYAL BİLİMLERİ İNCELEME DERGİSİ , Volume: 2 Issue: 2 Year: 2018

NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ: ETNOLOJİ - Nurşen AYDIN

BUGÜNKÜ AVRUPA'DA ETNOLOJİ'NİN ESAS CEREYANLARI. - Dr. W. EBERHARD Sinoloji Profesörü

FELSEFE SÖYLEŞİLERİ 7-8

ANTROPOLOJİNİN KONUSU VE ALANI* Ralph Leon Beals - Harry Hoijer Çev. Yrd. Doç. Dr. Gürbüz
ERGİNER

HUKUK VE ANTROPOLOJİ:

Disiplinlerarası Araştırma Üstüne Notlar (*)

Klaus-Friedrich Koch i**)

Çeviren : M. Tevfik Özcan (***)

PROF. DR. EJDER YILMAZ – (ÖĞRENCİLER İÇİN) HUKUK SÖZLÜĞÜ

CAHİT CAN, SUNUŞ EYLEM ÜMİT ATILGAN

HUKUK SOSYOLOJİSİNİN ANTROPOLOJİK TEMELLERİ

You might also like