You are on page 1of 21

KÜLTÜRE ANTROPOLOJİK

YAKLAŞIMLAR
İÇİNDEKİLER

• Farklı Kültürleri Merak Etmek


• 20. Yüzyılda Antropolojinin KÜLTÜR SOSYOLOJİSİ
Temel Soruları
• Kültürü Anlamada
Antropolojinin Yöntemleri

Prof. Dr.
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Aksu BORA
HEDEFLER

•Antropoloji disiplininin kültüre


nasıl yaklaştığını ifade
edebilecek,
•Bu yaklaşımın disiplinin farklı
evrelerindeki çeşitlenmesini
anlatabilecek,
•Bireysel niteliklerle kültürel
nitelikler arasında ne gibi
bağlantılar olabileceğini
söyleyebilecek,
•Antropolojik yöntemlere ilişkin
fikir sahibi olabileceksiniz.
ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
2
Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Kültürün yeni
anlamları
Farklı kültürleri
merak etmek -
ötekiler
Farkın yeni
Kültüre anlamları
Antropolojik
Yaklaşımlar
Meraktan disipline - Etnografi
temel yaklaşımlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

GİRİŞ
Antropoloji, kelime anlamıyla “insan bilim” demektir. Dolayısıyla, insanı
inceleyen her disiplinle bir etkileşimi vardır. Bu disiplinlerden bazıları, insanın
maddi doğasıyla ilgilenir: Biyoloji ve anatomi gibi. Bunlar, fiziki antropolojinin
konularıdır. Bazıları ise, toplumsal bağlamı içinde insanı kavramaya çalışır.
Sosyoloji, iktisat, siyaset bilimi gibi. Sosyal (ya da kültürel) antropolojinin konuları,
bu disiplinlerle yakından ilişkilidir. İnsanın içinde yaşadığı doğal çevreyle etkileşimi
Antropolojinin kültür
kavramı, insan ve uyumlaşması da antropoloji disiplini içinde ele alınan problemlerden biridir.
topluluklarının doğal Bütün bunlar düşünüldüğünde, antropolojinin bir yandan özgül bir disiplin,
çevreleriyle
diğer yandan da diğer sosyal ve fiziki bilimlerle yakından ilişkili olduğu
uyumlaşmasını da
dikkate alır. görülecektir. Bu nedenle antropoloji, kuruluşundan bu yana hep alt dallarıyla var
olmuştur. Fiziki antropoloji, dil antropolojisi, çevre antropolojisi gibi.
Antropolojinin bize öğrettiği temel perspektif, insanın biyolojik ve kültürel
varlığının birbirine bağlı olduğu, farklı disiplinlerin odaklandığı boyutların bir arada
ele alınmasının mümkün ve gerekli olduğudur. Bir başka deyişle, antropoloji insanı
ve insan topluluklarını bütüncül bir biçimde inceler. Bu bakımdan, insan tekinin
içinde yaşadığı toplulukla ilişkisi, topluluğun fiziksel çevreyle etkileşimi gibi konular
da antropolojinin kapsama alanı içindedir. Çünkü kültür, bütün bu bileşenlerin
ortaya çıkardığı özgül bir konfigürasyondur. Kültürü anlamak, dilden fiziksel
çevreye, beslenme biçimlerinden inançlara kadar pek çok olguyu dikkate almayı,
bir arada düşünmeyi gerektirir.
Dolayısıyla, antropolojinin kültür kavramı, farklı disiplinlerden beslenen, çok
yönlü ve çok boyutlu bir mahiyet taşır.

FARKLI KÜLTÜRLERİ MERAK ETMEK


Kültür kavramının tarihi en fazla 16. yüzyıla kadar gider ama insanların
başka insanların nasıl yaşadıklarına duydukları merak, çok daha eskidir. Bodrumlu
(Halikarnas) Herodot, Karadeniz kıyılarına kadar uzanan yolculuklarında karşılaştığı
insanları ve onların “tuhaf” adetlerini anlatırken, bu meraka sesleniyordu. Yahut
bir İtalyan gezgin olan Marco Polo’nun on yedi yılını geçirdiği Çin’e ilişkin (pek
çoğu abartılı ve uydurma olan!) hikâyeleri, dünyanın başka yerlerindeki insanların
yaşamlarına duyduğumuz merakı besliyordu.
Elbette bu merak yalnızca komşularını merak etmek anlamına gelmiyordu.
Başkalarının nasıl yaşadıklarını bilmek, onlara egemen olmanın anahtarıydı da.
Herodot’un hemşerilerine anlattığı “barbarlar”, Yunan kolonilerinde yaşayan
topluluklardı. Yani, başka kültürleri merak etmek, henüz ortada “kültür” diye bir
kavram yokken bile, saf bir meraktan fazlasını içeriyordu.
Bu merakın “antropoloji” adını alması, yani sistematik bir disiplin hâline
gelmesi için, 19. yüzyılı beklememiz gerekti. Tıpkı diğer sosyal bilimlerde olduğu
gibi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Ötekiler

Farklı kültürleri merak etmek, insanların kendilerini, toplumlarını ve


kültürlerini tanımalarının yollarından biridir. Çünkü insanlar (ve topluluklar)
kendilerini en iyi başkalarının aynasında görerek tanırlar.
Bu nedenle, antropoloji “başka” insanları, “başka” kültürleri araştırırken,
aynı zamanda antropoloğun (ya da gezginin) kendi toplumunu ve kültürünü
tanımasını da kolaylaştırır.(1)
Kültür, antropoloji Avrupalıların Amerika’yı keşfetmesinden sonra yazılan çok sayıdaki “soylu
açısından, esas
vahşi” hikâyesi, bize Amerikan yerlileri hakkında pek az ama Avrupalılar hakkında
olarak “fark”
çok daha fazla şey anlatır. Çünkü bu hikâyeler Amerikan yerlilerini değil, Avrupalı
demektir.
fatihlerin onlar ve kendileri hakkındaki fikirlerini öğrenmemizi sağlar. Bu
hikâyelerde Amerikan yerlileri ya yüceltilirler (soylu vahşi prototipinin kaynağı
burasıdır) ve böylelikle Avrupalı fatihlerin kendi toplumlarının “masumiyetini
yitirmiş” ve “soysuzlaşmış” olduklarını düşündüklerini anlarız- ya da aşağılanırlar
(dinsiz, insanla hayvan arasında bir yerde, vb...) ve böylelikle Avrupalı fatihlerin
kendi toplumlarını medeniyetin kaynağı olarak gördüklerini anlarız. Nitekim
“vahşilerin evcilleştirilmesi”, “medenileştirilmesi”, Hristiyanlaştırılmaları ve itaate
zorlanmaları anlamına gelir.
Yani ötekiler hakkında üretilen bilgi, basitçe onları anlamaya yönelik
olmayabilir, tersine onlara dair belirli bir imgenin üretilmesine hizmet edebilir.
Böylelikle onlar üzerinde kurulacak egemenlik de meşrulaştırılmış olur. Nitekim
daha sonra değineceğimiz gibi, antropolojinin sömürgeciliğin bir aracı olarak
doğduğuna ilişkin eleştiriler, bu noktaya işaret ederler.
Ötekiler hakkındaki hikâyeler, daha önce de söylediğimiz gibi, fatihlerin
kendi toplumlarına ilişkin tartışmaların da dayanağı olabilir. Dolayısıyla, “kültür”,
antropolojik açıdan bir yandan “öteki”ne işaret eder; ama bunu yaparken, kendini
tanımlamaya yardımcı olur.

•Örneğin, sosyal ve siyasal düşüncenin yapı taşlarından biri olan


Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), "soylu vahşi" tipini doğal
Örnek

hukuk doktrinini temellendirmek üzere kullanmıştır. Bu tartışma,


tamamen Avrupa'nın siyasal yapısı ve gündemine ilişkindir;
Amerikan yerlileri, Avrupalıların kendilerini anlamak için
kullandıkları bir aynadan fazlası değildir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Bireysel Etkinlik
• Maya uygarlığı, son derece gelişkin takvim sistemiyle
bilinir. İspanyollar Amerika'yı değil de Aztekler Avrupa'yı
"keşfetseydi", nasıl bir karşılaşma olurdu?
• Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla tartışabilirsiniz.

Meraktan Disipline
Antropoloji, tıpkı diğer sosyal bilim disiplinleri gibi, 19. yüzyıl sonunda
doğdu ve çalışma alanını en geniş anlamıyla “kültür” olarak belirledi. “Öteki”
toplulukların antropoloğun içinde yaşadığı toplumdan farklılıklarını çözmeye
çalıştı. Bu “ötekiler” her zaman antropoloğun içinde yaşadığı toplumdan daha
“ilkel”, daha az uygar görülen topluluklardı.
Antropolog, kendini önceleyen geleneğin mirasını devraldı ve
Toplumların basitten kendininkinden daha “ilkel”, daha “basit”, dolayısıyla bütünsel bir yaklaşımla ele
karmaşığa doğru
alınabilecek toplulukları sistematik biçimde incelemeye başladı. Bu inceleme,
ilerledikleri fikri,
Darwin’in biyolojik başkalarının nasıl yaşadığını anlamayı sağlayacağı gibi, kendi toplumunun
evrim kuramından geçmişine de ışık tutabilecekti.
etkilenmiş ve hem Artık gezginlerin hikâyeleri ya da misyonerlerin hatıraları değil,
sosyoloji hem de
antropologların saha notları ve yorumları başka toplumları anlamakta kaynak
antropoloji üzerinde
uzun dönem etkili olacaktı.
olmuştur. Meraktan disipline doğru geçişin, bazı kurucu isimlerini öğrenerek devam
edelim.

Birkaç Öncü
Charles Darwin (1809-1882), yalnızca biyoloji alanında değil, bütün
bilimlerde son derece önemli bir yere sahiptir. Çünkü onun geliştirdiği evrim fikri,
yalnızca türlerin biyolojik evrimine ilişkin bir hipotez sunmaz, evrim fikrini sosyal
bilimlere ve düşünceye taşıyarak, kendinden sonra gelen bilim insanlarını etkiler.
Toplumların da evrim süreçlerinden geçtiklerine ilişkin bu yaklaşım sosyal
evrimcilik adını taşır ve Herbert Spencer (1820-1903) isimli İngiliz filozofunun
Etnik merkezcilik, düşüncelerinden esin alır. Bu etkinin nasıl sonuçlar doğurduğunu yirminci yüzyıl
kişinin ve toplumun, antropolojisini öğrenirken ele alacağız. Ancak şimdi, sosyal evrimciliğin özellikle
kendi toplumunu ve Alman geleneğinde benimsenmediğini, daha çok Anglosakson bilim dünyasının bu
onun değerlerini
düşünceyi izlediğini belirtmekle yetinelim.
merkeze alarak,
dünyayı bu değerler Amerikalı hukukçu Lewis Henry Morgan (1818-81), kültüre antropolojik
ışığında anlaması ve yaklaşımları incelemek için çok iyi bir başlangıçtır. Çünkü o, meslekten bir
başka toplumlara antropolog olmamasına rağmen, Avrupalıların gelmesiyle dönüşü olmayacak
değer biçmesidir.
şekilde tahrip olan geleneksel kültürü kaydederek korumayı kendine misyon
olarak belirlemişti.
Yerlilerin arazi davalarıyla ilgilenen bir avukat olarak, miras davalarında
izlenecek yolu belirleyebilmek için, yerlilerin akrabalık sistemlerini anlamaya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

çalıştı. Daha sonra antropolojinin temel konularından biri hâline gelecek akrabalık
üzerine ilk kapsamlı çalışmayı o yaptı. Bu çalışma sadece miras ve aile bağlarını
değil, yerli toplulukların kültürel yapılarını da ortaya koyuyordu. Çünkü modern
öncesi topluluklarda sadece kültürel ve sosyal ilişkiler değil, ekonomik ve siyasal
ilişkiler de akrabalık ilişkileri üzerinden kurulur; dolayısıyla bu ilişkileri
çözümlemek, toplumun temel örüntülerini kavramak anlamına gelir.(2)
1871 yılında kültür kavramını ilk kez tanımlayan antropolog Edward Tylor,
kültürel çeşitliliğin ırk türü kavramlarla değil, evrimle ilişkili olduğunu ileri
sürmüştü. Ona göre bütün kültürler tek bir kökenden geliyordu ama her biri evrim
sürecine farklı bir basamaktan başladığı ve farklı hızlarla ilerlediği için, kültürel
farklılaşma ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla, ırka dayalı üstünlüklerden söz edilemese
de, bazı kültürlerin diğerlerinden daha “ileri” olduğu söylenebilirdi. Tylor’un bu
yaklaşımı, kültürlerin “ileri” ve “ilkel” olarak sınıflandırıldığı bir kültürel hiyerarşiye
yol açıyordu ve yirminci yüzyıl antropolojisinde bu yaklaşıma yönelik güçlü
eleştiriler geliştirildi.

Malinowski’nin Şekil 2.1. Franz Boas


ölümünden sonra,
1967 yılında Kültürel evrimciliği ve etnik merkezciliği ilk eleştirenlerden biri, Amerikan
yayınlanan günlüğü, kültürel antropolojisinin kurucusu, Alman kökenli Franz Boas’tı (1858-1942). Boas,
antropoloji
evrimsel süreçlerden çok, insan davranışının yasalarıyla ilgileniyordu. Kültürde
öğrencilerine
katılımcı gözlemin yerleşik gelenek ve adetlerin insanlar tarafından nasıl davranışlar hâline getirildiği,
nasıl güçlükler onun başlıca merak konusuydu. Boas, önceleri kültürün tek bir kaynağı olduğuna
içerebileceğine dair ve çevresel faktörlerin farklılaşması nedeniyle kültürlerin de farklılaştığına
iyi bir fikir verir. inanıyordu. Ancak Kuzey Kutbuna yakın Baffin Adalarına yaptığı araştırma gezisi
(1883-84), bu düşüncesinin değişmesine neden oldu. Çünkü coğrafi ve iklim
koşulları bakımından neredeyse özdeş olan bir bölgede, birbirlerinden çok farklı
kültürlere rastlamıştı. Böylece dikkatini her bir kültürün özgül tarihine ve kendi iç
dinamiklerine vermeye karar verdi. Kültürel tikelcilik okulunun kuruluşu, bu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

dönüşüme dayalıdır. Temel fikir, her bir kültürün kendi özgül tarihi ve koşulları
olduğu, dolayısıyla kültürleri tarif eden genel kuramlar yerine her birinin tikelliğini
gözetecek ampirik çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğidir. Bu bakımdan Boas’ı
kültürel görececilik yaklaşımının ilk sözcüsü olarak kabul edebiliriz. Ona göre
kültürler arasında bir hiyerarşi yoktur, her biri farklı koşulların ürünüdür.
Antropolojide işlevselcilik okulunun kurucusu olan Bronislaw
Malinowski’nin (1884-1942) kültür yaklaşımı ise, kültürün insanın temel ve ikincil
ihtiyaçlarını karşılamak üzere geliştirildiği yolundadır. Ona göre, bütün insanların
ortak temel ihtiyaçları vardır. Bunlar, yemek, barınmak, üremek gibi şeylerdir.
İkincil ihtiyaçlar ise, temel ihtiyaçlar üzerinde yükselir. Bu ihtiyaçları karşılamaya
yönelik kültürler varlıklarını sürdürebilirler. Dolayısıyla, ilk bakışta anlamsız gibi
görünen bazı adetler ya da törenler, işlevleri açısından değerlendirildiğinde anlam
kazanabilirler. 1922 yılında yayınlanan Batı Pasifik Argonotları, antropoloji
tarihinin en önemli ve çığır açıcı kitaplarından biri olma özelliğini korumaktadır.
Simgesel değeri olan nesnelerin Malinezya adaları arasındaki dolaşımını ele alan
analizi, günümüzde de “Kula halkası tartışması” olarak anılır ve kültürel anlamın
maddi sonuçlarına ilişkin kavrayışımızı genişletir. Malinowski’nin bir başka katkısı
da bugün “katılımlı gözlem” dediğimiz etnografik tekniği icat etmiş olmasıdır. İki
yıla yakın bir zaman bulunduğu Trobriand Adalarında yerlilerin hayatına karışarak,
onlardan biri gibi yaşayarak gözlemlerini ve izlenimlerini sistematik biçimde
yazmıştır. Malinowski’nin kültür yaklaşımı, kültürün bireyin ihtiyaçlarını karşılama
işlevine odaklanır ama bunu yaparken sosyal ihtiyaçları, değişimleri, devrimleri
yahut ekonomik kriz türünden olguları ihmal eder.
Malinowski’nin bireysel işlevci yaklaşımını eleştirerek antropolojide yapısal
işlevselci yaklaşımı kuran İngiliz antropolog Alfred R. Radcliffe-Brown (1881-1955),
sosyolojide yapısal işlevselciliğin kurucusu olan Durkheim’dan etkilenmiştir.
Radcliffe-Brown, Malinowski gibi psikoloji ve biyolojiye değil, sosyolojiye ağırlık
verir ve Durkheim sosyolojisinin temel kavramlarından biri olan toplumsal yapı
kavramını kuramının odağına yerleştirir. Hatırlanacağı üzere, Durkheim, toplumsal
yapıları, onları oluşturan parçaların toplamından “fazla” bir şey olarak tanımlar.
Kültür, bireylerin davranışlarıyla sınırlı değildir. Tersine, bizim bireysel davranışlar
olarak gördüğümüz eylemlerin arkasında, onları ortaya çıkaran bir toplumsal yapı
vardır. Yapılar, bireylerden bağımsızdır. Bu anlamda birey, yapının bir ürünüdür.
Yahut şöyle de söyleyebiliriz: Birey, kültürün bir ürünüdür. Antropoloğun yapması
gereken, ampirik olanın ince tabakası altında işleyen gerçek yapıları keşfetmektir.
Bu anlamda Radcliffe-Brown’ın Malinowski’den de Boas’tan da farklı olarak, soyut
teori yönelimli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kültürleri birer yapı olarak
düşünmesi, bütünselci yaklaşımın ağırlık kazanması anlamına gelir. Bu bütünün
kalbi, hem Radcliffe-Brown hem de öğrencilerinin çoğu için, akrabalık ilişkileridir.
Radcliffe-Brown, toplumu bir organizmaya benzetir. Organların tamamının
uyum içinde çalışması gerekir ve organizma, organların toplamından ibaret değil,
bunu aşan, başka bir gerçekliktir. Bu gerçekliğe “toplumsal yapı” denir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

• İnsan mı kültürün ürünüdür yoksa kültür mü insanın?

Bireysel Etkinlik
Kültür belirleyici ise kültürel değişimler nasıl oluyor? İnsan
belirleyici ise nasıl oluyor da aynı kültürü paylaşan
insanların olaylar karşısındaki tepkileri birbirine bu kadar
benziyor?
• Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Yapısal işlevselcilik, kültüre antropolojik yaklaşımlar içinde en uzun süre


etkili olan ve en yaygın yaklaşımdır. Kendinden sonra gelen yaklaşımları en çok
bütünselci tutumuyla etkilemiştir. Bu bütünselcilik, kültürel antropolojinin en
Ferdinand de önemli özelliklerinden biri hâline gelmiştir.
Saussaure (1857- Claude Levi-Strauss (1908-2009), antropolojide bir başka önemli yaklaşımın
1913), dilbiliminin
öncüsüdür: Yapısalcılık. Dilbilimci Saussaure’dan etkilenen Levi-Strauss, toplumsal
kurucusudur.
Toplumsal yapının ve olguların ve ögelerin tıpkı dilde olduğu gibi bir gizli yapı içinde bulunduklarını ve
kültürün tıpkı dil gibi işleyişlerinin de tıpkı dilde olduğu gibi ancak ilişkisel olarak anlaşılabileceğini
ögeler arasındaki söyler. Çünkü ona göre dil, insan zihninin işleyiş mekanizmalarının dışavurumudur
farklılıklar üzerinden ve kültür de bu mekanizmaların ortak evrendeki yansımasıdır. Bu nedenle, nesnel
işlediği, dil ile dünya, ancak zihinsel algı üzerinden kavranabilir, insanın dünyayla tek ilişki kanalı,
konuşma arasındaki dildir.
farkın önemi gibi
vurgularıyla, 20.
yüzyıl felsefesini ve
toplumsal
düşüncesini derinden • Örneğin, yapısalcı bir antropolog olan Louis Dumont (1911-
1998), Hindistan'daki kast sistemini toplumdaki üç yapısal ilkeyle
Örnek

etkilemiştir.
açıklar: Ayrılma, hiyerarşi ve etkileşim. Bu üç ilke, dil sisteminde
de görülür. Dumont'un kast sistemi üzerine yaptığı analiz,
Hindistan'ın kültürel, ekonomik ve siyasal tarihini dikkate
almadığı için eleştirilmiştir.

19. yüzyılın hızla değişen toplumlarını inceleyen sosyolojiden farklı olarak


antropoloji, dikkatini değişimden çok sürekliliklere, çatışmadan çok uyum
mekanizmalarına vermişti. Ancak, 20. yüzyıl ortasından itibaren toplumsal ve
İnsan topluluklarının kültürel değişim antropolojinin de temel problematiklerinden biri hâline geldi.
kültürel ve siyasal Kültürel değişimi açıklamaya çalışan antropolojik yaklaşımların en güçlüsü,
yapılarının geçim maddeci antropoloji ve yeni evrimcilikti. Teknolojik gelişmelerin insan
biçimleri tarafından topluluklarının çevrelerine uyum mekanizmalarını nasıl değiştirdiğini anlamaya
belirlendiği
çalışan yeni evrimcilik, neolitik ve kentsel devrimler gibi insanlık tarihinin büyük
düşüncesinin tarihî
kökleri 14. yüzyılda dönüşümlerinin sonuçlarını analiz eder. Avustralyalı bir arkeolog olan Gordon
yaşamış bir Arap Childe (1897-1952) bu görüşleriyle özellikle yirminci yüzyıl Amerikan antropolojisi
düşünürü olan İbn-i üzerinde güçlü bir etki bırakmıştır. Leslie White (1900-1975) ve Julian Steward
Haldun’a kadar gider. (1902-1972) gibi antropologlar, kültürü insanın çevresiyle başa çıkabilmek ve
varlığını sürdürebilmek için geliştirdiği bir araç olarak görürler ve bu doğrultuda
çok hatlı bir evrim kuramı geliştirirler. Onlara göre farklı doğal çevrelerde ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

koşullarda yaşayan insan toplulukları farklı kültürler geliştirmişlerdir ve bu nedenle


de kültürel evrim, coğrafi bölgelere göre farklılık gösterir.
20. yüzyıl antropolojinin bir başka belirgin eğilimi, 1950’lerden sonra beliren
sembolik ve yorumcu yaklaşımlardır. Clifford Geertz’in (1926-2006) öncülüğünde
ilerleyen bu eğilim, kültürleri asıl olarak anlam sistemleri olarak görür. Geertz’in
ünlü “insan kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kalmış bir hayvandır” sözü,
kültürün bir dil gibi yapılandığını söyleyen yapısal antropolojiden farklı olarak, tikel
sembollere ve anlamlara odaklanmaya, bunları yorumlamaya çalışan bir
antropolojik yaklaşıma işaret eder.
Burada kısaca özetlenmeye çalışılan temel kültür yaklaşımlarının ışığında ve
çevresinde geliştirilmiş başka yaklaşımlar da vardır. Bunlar, kültürü bütünsel olarak
kavramaya çalışmaktan çok, belirli sorunlara odaklanan yaklaşımlardır. Örneğin
feminist antropoloji, toplumsal cinsiyetin kültür örüntülerini nasıl biçimlediğine
odaklanır, kültürel değişim ile cinsiyet ilişkileri arasındaki bağlantıları kurmaya
çalışır. Sömürgecilik sonrası antropoloji, disiplinin kuruluşundaki “ilk günah”ı
hatırlatarak, sömürge topluluklara ilişkin bilginin sömürgeciliğin sürdürülmesindeki
payını sorgular ve “yerli” bir antropolojinin önemini vurgular.

20. YÜZYILDA ANTROPOLOJİNİN TEMEL SORULARI


Kültürün ne olduğu, nasıl üretildiği, nasıl işlediği ve değiştiği gibi sorulara
Yirminci yüzyıl antropolojinin verdiği cevapları anlayabilmek için, bu soruların değişen doğası
sosyolojisinin hakkında fikir sahibi olmak gerekir. Bütün sosyal bilim disiplinleri gibi antropoloji
belirleyici yaklaşımı, de değişen sorularla ilerler. Bu değişim, dünyadaki değişimle paraleldir. 15.
1970’lere kadar
yüzyılda “ilkeller”in kültürünü anlamaya çalışmanın anlamı, yöntemi ve sonuçları
Amerikalı sosyolog
ile 20. yüzyılın büyük savaşlarından sonra örneğin Sudan’da kalkınmanın kültürel
Talcott Parsons’ın
çalışmalarıyla boyutlarını anlamaya çalışmanın anlamı, yöntemi ve sonuçları birbirlerinden çok
çerçevelenmişti. farklıdır. Bu nedenle, dünyanın soruları ile antropolojinin soruları arasındaki
Parsons kültürü sosyal bağlantıları kurmayı deneyelim.(3)
yapıya dışsal bir
gerçeklik, toplumsal Kültürün Yeni Anlamları
eylemin bir girdisi
olarak kavrıyordu. 19. yüzyılın sonunda sosyal bilim disiplinleri kurulurken, aralarında bir tür iş
bölümü ortaya çıkmıştı: Üretim, bölüşüm ve dağıtım konuları ekonominin;
yönetim sistemleri, devlet yapıları, kamuoyu konuları siyaset biliminin; modern
toplumlar ve modern aile, eğitim, tabakalaşma, kentleşme gibi konular
sosyolojinin alanına giriyordu. “Modern öncesi” topluluklar ve kültür ise
antropolojinin uğraştığı konulardı. Dolayısıyla kültür, asıl olarak modern öncesi
dönemler ve modern öncesi toplumlar için bir açıklayıcı kavram olarak
görülüyordu, kültüre modern toplumlarda merkezî bir önem atfedilmiyordu.
Ancak yüzyıl ortasından itibaren, bir kaç gelişmeye bağlı olarak kültür giderek
daha büyük önem kazanan bir alan hâlini aldı. Böylece antropoloji disiplini için,
kültüre ilişkin yeni ve çeşitlenmiş yaklaşımlar geliştirme gereği ortaya çıktı(4).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Sömürgecilikten Kurtuluş
Yirminci yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran tarihî gelişme, sömürgelerin
bağımsızlıklarını kazanmaları ve yeni ulus devletlerin kurulmasıydı. İki dünya
savaşı, yeni bir hâkimiyet düzeninin inşasında iki önemli basamaktı. Eski
sömürgelerin yeni bağımsız uluslara dönüşmesi, “kültürel hak” kavramını
uluslararası gündemin üst sıralarına taşıdı. Dil hakkı başta olmak üzere, grup
hakları (çevre hakkı, kent hakkı vb.) bundan sonra giderek önem kazandı. Azınlık
kültürlerin, etnik grupların korunması, uzun sömürgecilik dönemi boyunca
ikincilleştirilmiş ve tabi kılınmış yerel kültürlerin yeniden “keşfi”, yalnızca
antropolojiye değil, genel olarak kültüre ilgiyi artırdı.

1968 Gençlik Hareketi


Ulusal bağımsızlık hareketlerinin Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki
yükselişini, ABD’deki siyahlar başta olmak üzere grup hakkı taleplerinin yükselmesi
izledi. Yurttaş Hakları Hareketi içinde sadece oy hakkı değil, ırkçılık ve ayrımcılığın
çeşitli yüzleri de gündeme getirildi. Siyahların kültürünün aşağılanması,
müziklerinin “köle müziği” olarak görmezden gelinmesi, toplumsal dışlama,
yalnızca yasal ve siyasal haklarla değil, kültürel varlıkla da ilişkilendirildi ve bu
tartışmalardan, “siyah güzeldir” sloganı üretildi. Bu slogan, sonraki yıllarda gençlik
hareketlerinin de feminizmin de benimseyeceği “farklılıkların tanınması”
politikasının öncüsüdür.
1968 hareketi, kendinden önceki muhalif hareketlerden (örneğin sendikal
hareket) farklı olarak, işte bu mirası da sahiplenerek, gündelik hayatın
dönüşümünü de içeren geniş bir siyasal perspektifi benimsedi. Gündelik hayatın
siyasetin konusu hâline getirilmesi, sadece yeni bir siyaset değil, kültürün siyasal
bir konu olarak görülmeye başlanması anlamına da geliyordu. Feministlerin
“kişisel olan politiktir” sloganı, kişisel hayatın, aile kültürünün, kadın erkek
ilişkilerinin siyasal doğasına dikkat çekmesi bakımından, bu gelişmenin berrak bir
1970’lerin ortasından örneğidir.
itibaren, sosyal
düşüncede ve Tüketim Toplumu
bilimlerde kültürel İkinci Dünya Savaşı sonrası refah toplumlarını anlatmak için kullanılan
dönemeç denilen bir “tüketim toplumu” kavramı, kitlesel üretim ve tüketim, tam istihdam ve yüksek
dönüşüm yaşandı. devlet harcamaları ile ayırt edilir. Piyasaların genişleyip çeşitlenmesiyle birlikte,
Üretim ilişkilerinden
büyük bir kültürel üretim sektörü ortaya çıkmıştır. Hollywood sinemasının dev bir
çok tüketimin,
çalışmadan çok boş sektöre dönüşmesi, reklamcılık sektörünün daha önce görülmemiş bir hızla
zamanın, sınıftan çok büyümesi, televizyonun evlere girmesi ve gündelik hayatın bir parçası olması gibi
kimliğin gelişmeler, kültür kavramının modern toplumları anlamak için de önemli olduğunu
problemleştirildiği bu ortaya koymuştur. Boş zaman ve tüketim üzerine çalışmaların artmaya
dönemde kültür, başlamasıyla, sosyoloji ile antropoloji arasındaki katı sınırlar giderek yumuşamış ve
antropoloji için de
geçirgen hâle gelmiştir.
modern öncesi
topluluklarla ilgili bir Tüketim toplumunun önemli bir özelliği, hızla yaygınlaşma kabiliyetidir.
konu olmaktan çıktı. Sömürgeciliğin sona erdirilip bağımsız devletlerin kurulması her ne kadar merkez
ülkelerin belirleyiciliğini azaltsa da uluslararası kültür endüstrisinin kalbi hâlâ bu
ülkelerdedir ve endüstrinin ürettiği kültürel ürünler, dünyanın her yerine ve büyük
sürdürülmüş olan iş bölümünün devam ettirilmesi giderek güçleşmiştir:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Antropoloji artık “ötekiler”i, uzakta ve egzotik olan toplulukları inceleyip onların


“tuhaf” adetlerini, inançlarını, toplumsal ve siyasal sistemlerini analiz eden disiplin
değildir. Çünkü artık “ötekiler” o kadar uzakta ve “tuhaf” değillerdir.

Edward Said,
meslekten bir
antropolog
olmamasına karşın,
Oryantalizm isimli
eseriyle antropoloji
disiplini üzerinde
büyük etki yapmıştır.
Bu eserinde Said, Orta
Doğu coğrafyasının
Batılı oryantalistler
tarafından
biçimlendirildiğini,
dolayısıyla
oryantalizmin bir
emperyalizm aracı
olduğunu anlatır. Şekil 2.2. “Antropologlar, antropologlar!”

Aynı zamanda, yukarıdaki gelişmelerin de etkisiyle, “ötekiler”, kendi


antropologlarını yetiştirmiş ve kendi adlarına konuşmaya başlamışlardır. Afrikalı,
Asyalı, Latin Amerikalı antropologların içinde yetiştikleri kültürleri araştırmaları,
antropolojinin çehresini değiştirmiştir.(5)
Bir başka önemli değişim, yalnızca “ötekiler”in antropologlarının değil,
merkez ülkelerdeki antropologların da kendilerinin içinde yaşadıkları kültürlere
eğilmeye başlamaları olmuştur ki buna evde antropoloji denir. Günümüzde,
sosyoloji ve antropoloji, evde antropolojiyle uzakta antropoloji arasındaki

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

ayrımların sömürgecilik döneminin bir kalıntısı oldukları ve artık önemsizleştikleri


düşüncesi yaygın kabul görmektedir.

Farkın Yeni Anlamları


Kültürel Örüntüler: Antropoloji açısından kültürün esasen “fark” anlamına geldiğinden söz
Aralarında belirli bir etmiştik. Ancak özellikle “evde antropoloji”nin yaygınlaştığı bir zamanda, fark ne
süreklilik olan kültürel anlama gelir? Hâlâ modern öncesi kültürler içinde çalışan modern antropologların
özelliklere, örüntü ima ettikleri “fark”tan mı bahsediyoruz? Yani “gelişmiş” ve “uygar” kültürlerle
denir. Örüntü “ilkel” ve “geri” kültürler arasındaki farktan?
kavramı, “yapı”nın
durağanlığından ve Günümüzde antropoloji için kültürün hâlâ “fark” demek olduğunu ileri
katılığından farklı sürmek mümkün ama farkın anlamını yeniden tanımlamak kaydıyla. Kültürleri
olarak, harekete ve birer bütünlük olarak analiz etmeyi öneren yapısal işlevselci yaklaşımın güç
geçişliliğe işaret eder.
kaybetmesinin de etkisiyle, “fark” bugün kültürün kendi içindeki fark anlamına
Ruth Benedict’in bir
kitabının adı, Kültürel geliyor. Sınıfsal farklılıklar, cinsiyet farkları, etnisite ve inanç farklılıkları...
Örüntüler’dir Dolayısıyla, bütün bu farklılıklarla birlikte bir kültürü bütün olarak ele almak,
(Patterns of Cultures). artık eskisi kadar mümkün görünmüyor. O kadar ki, Lila Abu-Lughod gibi dünya
çapında bir antropolog, kültürlerin kendi içlerindeki farklılıkların çokluğu ve
büyüklüğü nedeniyle kültür kavramını kullanmaya ancak taktik nedenlerle devam
edebileceğimizi ileri sürüyor. Çünkü ona göre artık coğrafi ve tarihî sınırlarını
belirleyebileceğimiz belli bir kültürden bahsetmek imkânsız. Yani, herhangi bir
kültürü tanımlayabilecek ve onu bütünlüğü içinde kavramamızı sağlayacak ortak
özellikleri bulamayacağız. Bu nedenle, ancak belirli eğilimler ya da ilişki örüntüleri
anlamında kısmi bir anlamda “kültür” üzerine çalışabiliriz ya da hak ihlalleri gibi
durumlara karşı çıkmak üzere belirli “kültür”lerden söz edebiliriz ki bu da kültürün
taktik kullanımı anlamına gelir.


•Örneğin, sınıfın salt ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir
olgu olduğu düşüncesi yeni değildir. Ancak 1980 sonrasında sınıfı
asıl olarak kültürel bir konumlanış olarak tanımlayan yaklaşımlar
Örnek

geliştirilmiştir. Özellikle orta sınıf üzerine yürütülen


tartışmalarda, ekonomik değişkenlerden daha fazla tüketim
alışkanlıkları, benlik algısı türü kültürel/psikolojik değişkenlere
ağırlık verildiği görülür.

Birey-Kültür İlişkisi
Daha önce de değinildiği gibi, yapısal işlevselciliğin egemen olduğu bir
disiplin, bireylerin davranışlarına yapıların yansımaları olarak bakma eğilimindedir.
Sosyolojide Durkheim’ın intihar gibi son derece kişisel bir eylemi açıklamak üzere
toplumsal yapı kavramına başvurması ve “anomi” kavramını geliştirmesi, bu
eğilimin berrak örneklerinden biridir(6). Ona göre intihar davranışı nedenlerine
göre kategorik olarak ayrıştırılabilir ve bir sosyal bilimci açısından ilginç olan
kategori, toplumsal tutunumun düşüklüğünden kaynaklanan “anomi
intiharları”dır. Yani, bireylerin en kişisel görünen davranışlarının izi sürülerek
toplumsal yapıya, yapının iyi işlemeyen organlarına ulaşılabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Ancak, kültürel özelliklerin kişilik özellikleriyle ilişkisi üzerine sorular, 20.


yüzyılda bundan daha fazlasını içermiştir. Özellikle Nazi dönemi Almanya’sında
sıradan Almanların Nazizm’e kitlesel boyun eğişleri, hatta pek çoğunun
diktatörlüğü hararetle desteklemesi, bu ortak ruh hâlinin gerisinde ne türden
kültürel yapılar olabileceği sorusunun sorulmasına yol açmıştır. Alman düşünür
Theodore Adorno (1903-1969) ve arkadaşlarının 1950 yılında yaptıkları Otoriter
Kişilik araştırmasının temel problemi, budur: Alman kültüründe nasıl bir özellik
vardır ki bu kültürde yetişen insanlar Nazi rejimine bu kadar kolaylıkla ve hevesle
uyum sağlamışlardır? Araştırma, otoriteye boyun eğme eğiliminin besleme,
tuvalet eğitimi, kundaklama gibi çocuk yetiştirme usulleriyle bağlantısını kurar ve
belirli kişilik yapılarının bu usullere bağlı olarak geliştiğini öne sürer. Dolayısıyla,
kültür ile kişilik yapıları arasında bir bağlantı vardır.
Benzer bir merak, yine aynı dönemde, Amerika Birleşik Devletlerinde,
Boas’ın öğrencilerinden bazıları (Gregory Bateson, Ruth Benedict, Margaret Mead)
tarafından geliştirilen Kültür Kişilik Okulu’nun temel araştırma konusudur. Bu
öğrencilerden ikisi, Ruth Benedict (1887-1948) ve Margaret Mead’dir (1901-1978).
Hangi kültürel örüntülerin ne türden kişilik yapılarını yarattığını anlamak üzere,
çocuk yetiştirme biçimlerine eğilirler(7). Bu okulun önemli bir niteliği, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında Amerikan hükûmetinin taleplerini yerine getirmek üzere bazı
araştırmalar yürütmesidir. Bunlardan biri, Japonya’da kurulan Amerikan güdümlü
hükûmetin yönetim stratejisini saptamak üzere Japonların davranış biçimlerinin ve
kodlarının analiz edildiği çalışmadır. Benedict’in ünlü eseri Krizantem ve Kılıç, bu
soruya cevap vermek üzere yazılmıştır.(8)
Mead’ın sonraki yıllarda büyük tartışmalara yol açan ünlü eseri Coming of
Age in Samoa’da, üç farklı kültürde cinsiyet rollerinin edinilmesini incelemiş ve
cinsiyetin değişmez biyolojik yapılardan çok kültürel örüntüler tarafından
biçimlendirildiğini iddia etmiştir. Mead de çalışmalarında Benedict gibi, kişilik
özellikleriyle kültür örüntüleri arasındaki bağlantıları kurmaya çalışır.
Her iki antropolog da, hem araştırmalarının yönteminin belirsizliği hem de
bütün kültürlerde var olan belirli kişilik özelliklerinden bazılarını seçerek öne
çıkardıkları ve diğerlerini görmezden geldikleri yolunda eleştirilere maruz
kalmışlardır. Bugün Kültür Kişilik Okulu varlığını sürdürmemektedir ama ortaya
attığı sorular önemini korumaktadır.

• Çocuklara tuvalet eğitiminin erken ve sert biçimde


Bireysel Etkinlik

verilmesinin onların kişiliğini nasıl etkileyeceğini


düşünürsünüz? Böyle bir tuvalet eğitimi adetinin olduğu
bir kültürün belirli kişilik yapıları üretmeye daha yatkın
olduğu söylenebilir mi?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Küreselleşme
Dünya ölçeğinde sermaye akışlarının hızlanması, iletişim teknolojilerinin
olağanüstü bir hızla gelişmesi ve ulus devletlerin yeniden yapılanması gibi
gelişmelerin tamamına küreselleşme diyoruz.
Konumuz açısından küreselleşmenin en önemli etkisi, sadece paranın ve
malların değil, sembollerin, anlamların, imajların da kültürel ürünlerle birlikte hızla
akışkan hâle gelmesidir. Böylece kültürel sınırların çizilmesi, son derece güç bir
hâle gelmektedir. Bir kültürün sınırının nerede başlayıp diğerininkinin nerede
bittiği hiçbir zaman üzerinde kolaylıkla anlaşılan bir konu olmamışsa da,
günümüzde kültürel sınırların belirlenmesi büsbütün güçleşmiştir.(9)

•Örneğin, 1970'lerle birlikte gelişen "füzyon mutfağı", mutfak


Örnek

kültürünün küreselleşmesinin tipik bir örneğidir. Hangi yemeğin


hangi kültüre ait olduğu tartışmasını tamamen anlamsız hâle
getirecek biçimde, bir mutfağın malzemesini ötekinin yöntemiyle
karıştıran bu tarz içinde taco-pizza türü çok bilinen örnekler yer
alır.

1960’ların ortasında
kullanıma giren
“siberkültür”
kavramı, internetin
gelişmesiyle
bağlantılı olarak
gelişen büyük bir
kültür alanına işaret
eder. Bu alan,
yalnızca iletişim
disiplininin değil,
sosyoloji ve
antropolojinin de
çalıştığı bir “saha”
hâline gelmiştir.

Şekil 2.3. Farklı Kültürler Mutfakta Buluşunca...


(Kaynak: Mutfak Rehberi Dergisi, Sayı: 193, Kasım 2011, s. 32)

Kültürün küreselleşmesinin tek sonucu sınırların bulanıklaşması değildir.


Aynı zamanda, ulus aşırı şirketlerin geleneksel kültür ürünlerini yeni bir ticari alan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

olarak görmesini mümkün kılan gelişmeler de yaşanmıştır. Bunun bir yönü,


homojenleşmiş ve bundan dolayı “ilginç”liğini kaybetmiş bir küresel kültürün
karşısına yerel, “otantik” ve ilginç ürünler koyabilmektir. Örneğin turizm başta
Küreselleşmenin olmak üzere hizmet sektörlerinin “yerel konsept” adı altında geleneksel kültürü
getirdiği (ya da geleneksel olduğu iddia edilen kültürü) satışa hazır hâle getirdiklerini
yeniliklerden biri izleyebiliriz. İkinci bir yön ise, geleneksel bilgi ve becerilerin ulusaşırı şirketlerin
de, kültürlerarası
hizmetine sunulmasıdır. Bunun tipik örneklerini ilaç sanayinde görebiliriz. Belirli
karşılaşmaların
bitkilerin sağaltıcı özelliklerine ilişkin yüzlerce yıl boyunca kuşaktan kuşağa
daha önce
aktarılan bilgilerin ilaç firmaları tarafından ticarileştirildiğine şahit olabiliriz.
görülmedik ölçüde
yoğunlaşması ve Antropoloji disiplininin ortaya çıkışının sömürgeciliği destekleyen bir etki
yaygınlaşmasıdır. Bu yaptığı yönündeki eleştiriler 1970 ve 1980’lerin popüler tartışma konusuydu.(10)
durum, Ancak küreselleşme döneminde antropolojinin rolü üzerine bu türden bir tartışma
antropolojinin tek gelişmedi. Çünkü çeşitli kültürler üzerine uzmanlaşmış “merkezden” antropologlar
bir kültürü bütünsel da dâhil olmak üzere, disiplinin eğilimi neredeyse istisnasız bir biçimde, yerel
olarak inceleme kültürlerin korunması, yeni sömürgecilik biçimlerinin afişe edilmesi ve
eğilimini zayıflatan engellenmesi yönünde oldu. Eskimo kabilelerinin ritüellerinden Amazon
bir etki yapmıştır.
ormanlarının faunasının korunmasına kadar pek çok alanda örneklerini
bulabileceğimiz bu eğilim, bazıları tarafından “antropolojinin günah çıkarması”
olarak adlandırılır.
Bireysel Etkinlik

• Yerel bir kültürde Şaman geleneği içinde aktarılan sağaltım


bilgilerinin "içeriden" biri tarafından bir ilaç şirketini
satılığını varsayın. Bu ilacın patent hakkı sizce kime ait
olmalıdır? Neden?
• Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

ANTROPOLOJİNİN KÜLTÜRÜ ANLAMA YÖNTEMLERİ


Bölümün girişinde özetlenen farklı kuramsal yaklaşımlar, antropolojinin
kültürü anlamakta kullandığı yöntem ve tekniklere de yansır. Yani, tıpkı diğer
bilimlerde olduğu gibi, antropolojide de farklı kuramlar farklı teknikleri gerektirir.
Ancak hangi kuramsal yaklaşımı benimserse benimsesin, antropoloğun ayırt
edici niteliklerinden biri, saha çalışmasına verdiği önemdir. Antropolojik çalışma,
asıl olarak “saha”da yapılır. Antropoloğun verisi, laboratuvar ya da kütüphaneden
çok, birincil elden yapılan gözlem ve görüşmelere dayanır.
Antropolojinin kültürü anlamak için kullandığı yöntemler, daha çok niteliksel
yöntemlerdir. Elbette bazı araştırmalarda (özellikle tıp antropolojisi gibi alanlarda)
anket ve istatistik gibi niceliksel araçlar kullanılır ancak disiplinin genel eğilimi,
niteliksel veri toplama araçlarını kullanmaktır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Etnografi
Daha önce değinilen “kültürel dönemeç”ten sonra, yani kabaca 1970’lerin
başından itibaren, etnografi en popüler sosyal bilim yöntemlerinden biri hâline
gelmiştir. Daha önce neredeyse tamamen antropolojiye özgü olan bu yöntem,
niteliksel yaklaşımların en geniş ve yaygın biçimidir(11).
Kelime anlamı, toplulukların ve kültürlerin sistematik olarak çalışılmasıdır
(ethno-graphy). İstatistik gibi büyük ölçekli ve çok çeşitli veriden çok, dar kapsamlı
ve az sayıdaki veriyi toplamak için uygundur.
Çünkü

• Detaylı bir araştırmadır ve bireylerin eylemlere ve nesnelere verdikleri


anlamları da dikkate alır.

• Hipotezleri doğrulamaktan çok, kültürel olguları keşfetmeyi amaçlar.

• Bir kültürün bütününe değil, bir gruba ya da bir alt kültüre odaklanır.

• Genellemeci ya da soyutlayıcı olmaktan çok, tikel durumları anlamaya yarar.


1960’ların ortasında
kullanıma giren • Kuramsal modellere yönelmez, ancak bir etnografik araştırmayı tasarlarken
“siberkültür” sorulacak sorular, her durumda belirli bir kuramsal yaklaşımdan ve onun
kavramı, internetin kavramlarından beslenir. Bu açıdan, etnografinin kuramla sıkı bir bağı
gelişmesiyle vardır.
bağlantılı olarak
gelişen büyük bir Katılarak Gözlem
kültür alanına işaret Katılarak gözlem, etnografik yaklaşımın en sık kullandığı tekniklerden biridir.
eder. Bu alan, Adından da anlaşılacağı gibi, araştırmacının araştırdığı kültürün içinde, onlardan
yalnızca iletişim biriymişçesine yaşamasını gerektirir. Tekniğin “mucidi” sayılabilecek Malinowski,
disiplininin değil, başarılı bir etnografik çalışmanın ancak “yerlilerden biri”ymişçesine, onların
sosyoloji ve gündelik rutinlerinin bir parçası olarak yapılabileceğini söyler. Araştırmacı böylece
antropolojinin de araştırdığı kültürün anlam dünyasının içine girebilir ve herhangi bir görüşmede
çalıştığı bir “saha” söylenmesi beklenmeyecek (çünkü içinde yaşayan kimseler için “doğal” kabul
hâline gelmiştir. edilen) anlam ve ilişkileri kavrayabilir.
Araştırmacının yaşadığı kültürden uzakta, farklı bir kültür üzerine çalışması,
katılımcı gözlem tekniğinin son derece zorlu ve kimi durumlarda hayatta kalmayı
bile riske atabilecek bir hâle bürünmesine neden olabilir. Her şeyden önce,
katılımın sağlanabilmesi için uzun bir zaman ayrılması gerekir. Modern öncesi
kültürler için genellikle bu zaman en az bir yıl olarak önerilir çünkü mevsim
döngüleri ancak bu şekilde izlenebilir.(12)
Araştırmacının araştırdığı kültürün dilini (hatta kimi durumda “dillerini”)
öğrenmesi gerekir ki bu da bazen sahaya gitmeden mümkün olmaz.
Araştırmacının cinsiyeti, sahada kuracağı ilişkileri etkiler. Bunun olumlu ve
olumsuz sonuçları olabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

•Amerikalı bir antropolog olan Carol Delaney, 1980-1982 yılları


arasında Çankırı'nın bir köyünde yaptığı saha çalışmasında, kabul

Örnek
günlerine, mevlit türünden dinî törenlere, doğumlara ve düğünlere
katılarak kadınların anlam dünyasına girebilmiş ve bunu Tohum ve
Toprak isimli kitabında yansıtmıştır. Ancak kahvehane, cami,
muhtarlık gibi daha çok erkek mekânları olarak görülebilecek yerlere
girmesi mümkün olmadığından, köyün erkeklerinin dünyasına ilişkin
çok daha az ve dolaylı veriler elde edebilmiştir.

Emik ve Etik Yaklaşım


Etnografinin, araştırmacının araştırdığı kültürün anlam dünyasına
girebilmesi, o kültürün ürettiği anlamları ve ilişki ağlarını kavrayabilmesi anlamına
geldiğini söylemiştik.
Araştırmacının bu anlam dünyasına ilişkin tutumu, farklılık gösterebilir: Kimi
durumlarda, araştırmacı o kadar “yerli” hâline gelir ki, tıpkı onlar gibi düşünüp
davranmaya, onlarınkine benzer tepkiler vermeye ve duygular geliştirmeye başlar.
Buna antropolojide emik yaklaşım denir. Böylece dünyaya bir “yerlinin” gözünden
bakmak mümkün olacağı için, emik yaklaşımın sağlayacağı kavrayış, derinlikli
olacaktır.
Araştırmacının kendi kültürünün değerlerini ve antropoloji eğitiminin
sağladığı kavramsal bakışı kullanarak araştırdığı kültürü analiz edebilmesi ve
böylelikle mesafe koyması ise, etik yaklaşımdır. Etik yaklaşım, antropoloğun
araştırdığı kültürün dışından bakabilme becerisini yitirmemesi açısından son
derece önemlidir.
Emik ve etik yaklaşımları birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcı olarak
düşünmek doğru olacaktır.

• Yaşadığınız yerde bir alt kültür grubu belirleyerek bir süre


katılımlı gözlem yapınız ve bir rapor hazırlayınız. Bu raporda
Bireysel Etkinlik

şu soruların cevaplarının bulunmasına özen gösteriniz:


• Gözlediğiniz grubun temel özellikleri nelerdir?
• Belirli bir mekânları var mıdır? Bu mekânı tarif ediniz.
• Belirli sembolleri var mıdır?
• Aralarındaki ilişkileri ve içinde yaşadıkları daha genel
grupla ilişkilerini tanımlayınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

•Antropoloji, esas araştırma alanı "kültür" olan bir disiplindir. Kültürü


tanımlamakta ve analiz etmekte farklı yaklaşımlar geliştirmiş olsa da,
disipline özgü bazı temel nitelikler de vardır:
•Siyaset, ekonomi, toplumsal hatta psikoloji alanlarını birbirinden ayrı
gerçeklik düzeyleri gibi almak yerine bunların hepsini birden kavramaya
çalışan bütüncül bir yaklaşımı benimser. Böylelikle, disiplinlerin analitik
olarak ayırdığı bu alanlar arasındaki bağlantıları kurmamızı kolaylaştırır.
Özet
Kültürü bu bağlantıların kurulduğu ortam olarak kavrar- ayrı bir alan olarak
değil.
•Kültür ile insan türünün evrimi, çevre koşullarına uyum sağlama çabası
arasındaki bağlantıları da kurması bakımından, sosyal bilimlerle fen
bilimlerinin yaklaştığı bir disiplindir. Kültürün maddi boyutlarıyla anlam ve
semboller arasındaki ilişkileri analizine dahil etmesi bakımından da
antropolojinin "bütüncü" bir yaklaşımı olduğu söylenebilir.
•Antropolojide güçlü bir eğilim, toplumsal evrimciliktir. Bu, biyolojik evrime
benzer biçimde, toplumların ve kültürlerin de evrimleştiği düşüncesidir.
Böylece kültürler evrim sürecine katılma aşamaları ve gelişme hızlarına göre
hiyerarşik bir düzen içinde görülürler. Toplumsal evrimciliğin izlerine hâlâ
rastlansa da, günümüzde benimsenen bir yaklaşım değildir.
•Kültürel çeşitliliği her bir kültürün kendi tarihselliği içinde ve kendi
dinamikleriyle kavramaya çalışan yaklaşım da disiplinin önemli
eğilimlerinden birini oluşturur. Bu yaklaşıma "kültürel tikelcilik" denir.
•Kültürün insanların bazı temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak
geliştiği fikri, işlevselci antropoloji yaklaşımının temelini oluşturur. Buna
göre, içinde yaşadıkları fiziksel çevrenin de etkisiyle, insan toplulukları
beslenme, barınma, topluluk olarak varlıklarını sürdürme, üreme ve
yaşadıkları dünyayı anlamlandırma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak
biçimde "kültürlenir"ler. İşlevlerin ancak toplumsal/kültürel yapılar içinde
ortaya çıkabileceğini, bu bakımdan insan ihtiyaçlarının da bu yapılar içinde
anlaşılabileceğini ileri süren yaklaşım ise "yapısal işlevselcilik" adını alır.
•İnsanın dünyayı ancak dil ile kavrayabildiği, dolayısıyla da dilin kültürün
temel bileşeni olduğu düşüncesi, yapısal antropolojinin temelinde yatar. Bu
yaklaşım, kültürlerin de tıpkı dil gibi "okunabileceği"ni ileri sürer.
•Küreselleşmeyle birlikte antropolojinin kültür ve kültürel fark kavramlarına
yaklaşımında önemli bir değişim olmuştur. Artık "ötekiler", uzaklarda
yaşayan ve "tuhaf adetleri" olan "ilkeller" değil, her an yüzyüze olabildiğimiz
gruplardır. Böylece, sosyoloji ile antropoloji arasında büyük bir yakınlık
doğmuştur.
•Küreselleşmenin antropolojinin konusu olan kültürel farkı ortadan kaldırdığı,
bu nedenle de günümüzde artık ancak küresel bir kültürden söz edilebileceği
iddia edilse de, bu doğru değildir. 19. yüzyılın kültür ve kültürel fark
kavrayışının yerini yirminci yüzyılın ikinci yarısında farklı bir kültür ve kültürel
fark kavrayışı almış, kültür kavramı önemini yitirmek bir yana, çok daha fazla
gündeme gelmiştir. Sosyal bilimlerde kültür kavramının yeniden
anlamlandırılması ve yeni bir önem kazanmasına “kültürel dönemeç” adı
verilir.
•Antropolojinin kültürü anlamak için kullandığı yöntemler, çok büyük bir
ağırlıkla niteliksel yöntemler ve asıl olarak da etnografidir. Etnografik
tekniklerden biri olan katılımcı gözlem neredeyse disiplinin ayırdedici
niteliklerinden biri sayılacak kadar yaygınlıkla benimsenir. Ancak günümüzde
etnografi yalnızca antropologlar değil, sosyologlar tarafından da
kullanılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi başka kültürleri araştırmak için bir neden değildir?
a) Kendi kültürünü anlamak
b) İç siyasal tartışmalarda malzeme yapabilmek
c) Daha geniş bir pazara hitap edebilmek
d) İnsanla hayvan arasındaki farkı anlayabilmek
e) Kültürel anlamların nasıl çeşitlenebildiğini görebilmek

2. Aşağıdakilerden hangisi antropolojinin öncülerinden biridir?


a) Karl Marx
b) Franz Boas
c) Georg Wilhelm FriedrichHegel
d) Terry Eagleton
e) Richard Sennett

3. Yirminci yüzyılda antropolojinin kültüre yaklaşımını dönüştüren büyük


değişimlerden biri aşağıdakilerden hangisidir?
a) İnternetin bulunması
b) Postmodernizmin sosyal bilimlere egemen olması
c) 1968 öğrenci hareketi
d) İşçi sınıfının orta sınıf hâline gelmesi
e) Disiplinin kurucu babası James Frazer’ın ölümü

4. Tüketim toplumuna geçişin kültür üzerindeki etkilerinden biri aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Kültür endüstrisinin oluşması
b) Yeni nesillerin israfçı olması
c) Büyüklere saygının kalmaması
d) Geleneksel kültürün ikinci plana atılması
e) Ahlaki değerlerin önemini kaybetmesi

5. “Evde antropoloji” kavramı ile ifade edilen aşağıdakilerden hangisidir?


a) Kişilerin aile kültürü üzerine çalışmaları
b) Araştırmacının kendi kültürü üzerine çalışması
c) Sahaya gitmeden, kitaplar ve internetle yapılan araştırma
d) Derinlemesine görüşmelerin araştırmacının evinde yapılması
e) Araştırmacının kendi üniversitesini “saha” olarak kullanması

6. Kültürel örüntü kavramının tanımı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Çok eski adetlerin devam ettirilmesi
b) Bir yerde başlayan âdetin başka yere taşınması
c) Aralarında belirli bir süreklilik olan kültürel özellikler
d) Eski adetlerin değişerek sürmesi
e) Farklı kültürlerin birbirlerinden etkilenmeleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

7. Kültürel farkın eski ve yeni anlamları nelerdir?


a) Kültürler arasındaki fark/kültürün kendi içindeki fark
b) Kültürler arasında hiyerarşi/kültürleri eşit görmek
c) Eski kültüre değer vermek/yeniliği önemsemek
d) Kültürel sınırları vurgulamak/cinsiyeti temel almak
e) Sanayi kültürü/bilgi kültürü

8. Bir insanın kişiliğinin içinde yaşadığı kültürün özellikleriyle ilişkisini araştıran


okulun adı nedir?
a) Yapısal işlevselcilik
b) Tikelci antropoloji
c) Kişisel kültür
d) Kültür kişilik
e) Çatışmacı yaklaşım

9. Aşağıdakilerden hangisi küreselleşmenin kültür üzerindeki etkilerinden biri


sayılamaz?
a) Dünyanın her yerinde aynı markaların bulunabilmesi
b) Haberlerin aynı saat içinde dünyanın her yerinde izlenebilmesi
c) Yerel bilgilerin ticarileşmesi
d) Siyaset kültürünün ilkesizleşmesi
e) Dijital kültürlerin gelişmesi

10. Antropolojinin kültürü araştırmakta kullandığı temel metodoloji nedir?


a) Edebî metinleri analiz etmek
b) Halk kültürünü analiz etmek
c) Niteliksel yaklaşımlar
d) İstatistik
e) Söylem analizi

Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.c, 4.a, 5.b, 6.c, 7.a, 8.d, 9.d, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Eriksen, T.H. (2010). Antropoloji Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.
[2] Özbudun, S. vd. (2012). Antropoloji: Kuramlar ve Kuramcılar. Ankara: Dipnot
Yayıncılık.
[3] Aydın, S. (2007). Antropoloji. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
[4] Bates, D.G. (2009). 21. Yüzyılda Kültürel Antropoloji. İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
[5] Geertz, C. (2010). Kültürlerin Yorumlanması. Ankara: Dost Yayınları.
[6] Durkheim, E. (2013). İntihar. İstanbul: Pozitif Yayıncılık.
[7] Benedict, R. (2015). Kültür Örüntüleri (2. Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
[8] Benedict, R. (2011). Krizantem ve Kılıç. Ankara: İş Bankası Yayınları.
[9] Inda, J.X, R, Rosaldo. (2008). The Anthropology of Globalization. Oxford:
Blackwell.
[10] Said, E. (2016). Şarkiyatçılık (5. Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.
[11] Wolcott, H. (1999). Ethnography: A Way Of Seeing. London: Altamira Press.
[12] Delaney, C. (2002). Tohum ve Toprak. İstanbul: İletişim Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

You might also like