You are on page 1of 37

ANTROPOLOJİ

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 1: Antropoloji Nedir?

Antropolojinin Tanımı, Yaklaşımı ve İlkeleri yaratılan kültürel-yapay çevredir.) etkisi eklenir.


Dolayısıyla belirli bir yaşam biçiminin oluşmasında bu
Antropolojini Tanımı: Antropoloji en kısa tanımıyla insan çevresel etkenlerin baskısı birincil derecede rol oynar.
çeşitliliğinin bilimidir. İnsanı kültürel, toplumsal ve Belirli bir insan topluluğunun devamlılığı ve istikrarı, bu
biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanların çevresel etkenlere uyarlanabilme yeteneğine bağlıdır.
başlangıcından beri çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu Bütünlük varsayımı görece küçük ölçekli topluluklar için
uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli geçerli bir varsayımdır. Toplumun ölçeği büyüdükçe ve
küresel olayların bu uyarlanmaları nasıl dönüştürdüğünü toplum karmaşıklaştıkça çatışmalı ögeler artar, toplumun
görmeye ve göstermeye çalışır. Bu nedenle yerküreyi bir katmanları arasında çıkar ayrılıkları ortaya çıkar, bu
bütün olarak ele alır ve insanlığı bütünlüğü içinde katmanlar toplumu kendi istekleri doğrultusunda
görmeye çalışır. Bu yönüyle antropoloji hem bütüncü hem dönüştürmeye çalışırlar. Dolayısıyla büyük ölçekli
de farklılıkları vurgulayıcı bir doğaya sahiptir. toplumlarda antropolog için o toplumu bütünlüğü içinde
Antropolojinin Yaklaşımı ve İlkeleri: Antropolojinin görmek zorlaşır. Küçük ölçekli topluluklar: Köy, aşiret,
yaklaşımını oluşturan altı temel ilkeyi çıkarabiliriz. kabile ve cemaat gibi düşük nüfusuyla ve işgal ve istismar
ettiği çevrenin göreli küçüklüğüyle dikkat çeken, büyük
Bütüncülük: Antropoloji bütün insanî olguları bütünlüğü ölçüde kapalı bir ekonomi içinde yaşayan, diğer
içinde görmeye çalışır. Diğer insan bilimler ve biyolojik topluluklarla toplumsal, kültürel ve iktisadî ilişkisi
bilimler ise insanın bir yönü üzerine yoğunlaşır. olmayan ya da çok sınırlı olan topluluklardır. Büyük
Antropologlar, inceledikleri toplumun iktisadî ölçekli toplumlar ise karmaşık iktisadî toplumsal ve
kurumlarıyla siyasal örgütlenmeleri, dinleriyle kimlik kültürel ilişkilerin hâkim olduğu, nüfusu görece kalabalık
sorunları, statü sistemleriyle dilleri, teknolojileriyle olan ve işgal ve istismar ettiği çevre bakımından geniş bir
sanatları, çocuk yetiştirme uygulamalarıyla fiziksel alana yayılmıştır. Yatay ve dikey toplumsal hareketliliği
çevreleri, evrimiyle biyolojik farklılıkları arasındaki bütün olan, yerleşim örüntüsü bakımından belirli bir iktisadî ve
varoluş biçimlerini, bir öncelik-sonralık ilişkisi kurmadan toplumsal kademelenmeye sahip, bu kademelenme
bir bütün içinde görmeye çalışır. Bu bütünlük içinde çerçevesinde başka toplumlarla da ilişki kuran
kapsayıcı bir insanlık tarihi kurmaya uğraşır ve bütün bu toplumlardır.
olguların birbiriyle ilişkilerini anlamaya çalışarak bütüncü
bir kültür kuramına yönelmeyi amaçlar. Bütüncü kültür Kültürel Görecilik: Antropolog toplumların kültürel
kuramı: Bir topluluğu bütün biyolojik, toplumsal ve bakımdan farklı olduğunu bilir. Antropoloğun
kültürel yönleriyle bir bütün olarak anlamaya ve buradan inceleyeceği topluluk, yaşam biçimi bakımından
yola çıkarak, kültürlerin farklılıkları kadar bütün kültürleri antropoloğun yaşadığı toplumdan farklı olduğu kadar,
içine alacak evrensel bir kültür bilgisine ulaşmaya çalışan farklı bir değerler dünyasına da sahip olacaktır.
kuramsal yönelimdir. Antropolog, sağlıklı bir araştırma yapabilmek için,
inceleyeceği topluma kendi değer sisteminin içinden
Evrensellik: Antropoloji insanın evrenselliğini savunur. bakmaktan kaçınmak durumundadır. Etnik merkezcilik:
Bu bakış açısına göre bütün toplumlar ve kültürler Kişinin ve toplumun kendi toplumunu ve onun
tümüyle ve eşit biçimde insanîdir. Bütün toplumlar, insan değerlerinin merkeze alarak ve yücelterek dünyayı ve
çeşitliliğinin farklı yönlerini ve görünümlerini sunarlar. Bu başka insan ve toplumları anlamlandırması onlara değer
bakımdan bütün toplumlar insanlık mirasının değerli biçmesidir. Antropoloğun ve antropolojinin araştırmaya ve
örnekleridir ve bu çeşitliliği yansıtan her yaşam incelemeye başlamadan önce yapması gereken ilk iş etnik
biçiminden öğrenecek çok şey vardır. Çok şey öğrenirken, merkezcilikten kurtulmak olmalıdır. Ötekileri gerçek
bir taraftan da insan türünün olanaklarını, yeteneklerini, anlamda anlamak ancak kültürel görecilik yaklaşımıyla
neleri yapıp-yapamayacağını ve sınırlılıklarını da mümkündür. Kültürel görecilik, kısaca, başkalarının inanç
öğreniriz. ve davranışlarını onların kendi gelenek ve deneyimleri
Uyarlanma: İnsan tıpkı diğer hayvanlar gibi içinde içinde değerlendirmek ve yorumlamaktır. Doğal olarak bir
bulundukları çevrenin baskısı altındadır. İklim, yağışı toplum için doğru olan bir başkası için de doğru olmak
miktarı, toprak gibi fiziksel çevre (İnsanı ve diğer canlıları zorunda değildir.
kuşatan, onların yaşamının temeli olan iklimsel, Karşılaştırmacılık: Antropoloji tek bir toplumu ya da
meteorolojik, atmosferik ve yersel çevre koşulları kültürü ele almakla yetinmez, genel bir kültür kuramına
bütünüdür.) etkenleri ile yaşadıkları yere özgü bitki ve yönelir. Bu nedenle belirli olgular bakımından farklı
hayvan varlığı gibi yaşamsal çevre etkenleri onların yaşam toplum ve kültürleri karşılaştırmaya eğilimlidir. Böyle bir
biçimlerini belirler. Yaşamsal çevre; insanın birlikte yöntemsel çabanın bilimsel adı karşılaştırmacılıktır.
yaşadığı, zaman zaman sembiyotik ilişki içine girdiği,
zaman zaman evcilleştirerek ya da yabanî olarak doğrudan Bütün bu ilkeler göz önünde tutulduğunda antropolojinin
yararlandığı ya da yaşamını tehdit altında tutan bitki ve sorduğu temel sorular açık-seçik hale gelmektedir. Bu
hayvan varlığıdır. Bu etkenlere bir de kendi yarattıkları çerçevede antropolojinin üç temel sorusu vardır:
mekânsal çevrenin (İnsan eliyle doğanın sunduğu 1. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden farklıdırlar,
olanaklar değerlendirilerek ya da teknolojik olanaklarla nasıl farklılaşırlar?

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 1: Antropoloji Nedir?

2. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl çalışmaları, antropolojinin geniş yelpazesi içinde
benzeşirler? kendisine önemli bir yer bulmuştur. Dilbilimin daha
3. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl teknik alanları olan ve dil ailelerine mensup dillerin
değişirler? birbirleriyle tarihsel ilişkilerini inceleyen tarihsel dilbilim
ile dilin gramer yapısı ve anlam ve biçim bilgisini içeren
Antropolojinin Dalları betimsel dilbilimin dışında kalan toplumsal dilbilim,
İnsanı bir bütün olarak görmeye ve anlamaya çalışan doğrudan doğruya bir antropoloji alanı olarak
antropoloji, insanın bütün yönlerini kavrayacak genişlikte tanımlanabilir. Toplumsal dilbilim günlük yaşamdaki
bir dallanmaya uğramıştır. Bu dallanmaya bakıldığında iletişim ortamında, farklı toplumsal katmanlarda ve
dört temel alan görürüz: kültürel eşiklerde dilin kullanım biçimlerini inceler. Dil
aynı zamanda bir kültürün dünya görüşünü yansıtır. Dil
Sosyal-Kültürel Antropoloji: İnsanın, biyolojik varlığının antropolojisi bu bağlamda dil kültür ilişkisini ele alır.
dışında yarattığı toplumsal-kültürel alanı, bütün çeşitliliği
ve benzerlikleri içinde kavramaya ve anlamaya yönelmiş Antropolojinin Tarihi
olan antropoloji dalı sosyal-kültürel antropolojidir.
Antropolojik ilginin doğuşu, insan çeşitliliğine, farklı
Toplumsallaşmadan başlayarak kişiliğin oluşmasında rol
yaşam ve geçim biçimlerine dönük merakların ve bu
oynayan kültürel süreçlere, kültürün belirlediği cinsiyet
çeşitliliği sergileyen yazının ortaya çıkmasıyla başlar.
rollerinden türün devamının sağlanmasına ve geçim
Genellikle Akdeniz ve Karadeniz dünyasındaki kültürel
etkinliklerinin yürütülmesine esaslı bir zemin sunan aile-
çeşitliliği tarihinde anlatan Herodotos, bu bakımdan
akrabalık sistemlerine, toplumların iç düzen ve istikrarına
antropolojinin babası sayılmıştır. Bilimsel antropoloji, 19.
yönelik hukuksal ve siyasal mekanizmalardan gelenek-
yüzyılda bugünün modern sosyal bilimleri şekillenirken,
görenek ve alışkanlıklara, farklı geçim etkinliklerinden
Batı dışında kalan toplum ve kültürlerin inceleme alanı
çevreye uyarlanma biçimlerine, inanç sistemlerinden
olarak diğerlerinden ayrışarak ortaya çıkmıştır. Kuzey
beslenme ve sağlık uygulamalarına kadar yayılan geniş bir
Amerika ve Britanya’da yetişen ilk antropologlar,
toplumsal-kültürel olgu bütünlüğü bu alanın ilgisine
özellikle Amerika’nın modern öncesi kabile toplumları ile
girmektedir. Bu alanın temel malzemesi, belirli bir
Afrika’da ve Avustralya-Okyanusya adalarının sanayi
topluluğun bütün kültürel örüntüsünü gözler önüne
toplumuna adım atmamış küçük-ölçekli toplulukları
sermeye yönelen etnografya çalışmalarıdır. Etnografya:
üzerinde çalışarak ilk etnografyaları yaptılar.
Alanda gözleme dayalı olarak bir topluluğun bütün
Antropologlar, küçük-ölçekli topluluklar üzerinde
kültürel yönlerinin kaydedilmesidir.
çalıştıkları için kültürü ve toplumsal örüntüleri bir bütün
Biyolojik Antropoloji: İnsanın biyolojik çeşitliliğini, halinde betimleyebilen ve bu betimlemelerden kuramsal
canlılar dünyası içindeki yerini ve evrimini, eski insan sonuçlar çıkarabilen kapsayıcı araştırmalara imza attılar.
topluluklarının karşılaştıkları sağlık sorunlarını ve onların Bu süreçte antropolojinin yöntemi ve ilkeleri ortaya çıktı.
demografik özelliklerini inceleyen geniş bir alandır. İlk antropoloji, oryantalizmle (Oryantalizm: Batılı gözüyle
Primatoloji, Paleoantropoloji (İnsan Paleontolojisi), doğuya bakmaktır.)birlikte sömürgeciliğin bilimi olarak
Biyoarkeoloji, Fiziksel antropoloji, Adlî Antropoloji ve yaftalanmıştır. Kuzey Amerika’da da bu çalışmalar
Popülasyon Genetiği alt dallarıdır. rezervasyon kamplarına kapatılmış yerli toplulukları
üzerinde yürütülmüştür. Ele aldıkları insan toplulukları
Arkeoloji: Eski insan topluluklarının bıraktıkları ve
bakımından birbirine benzeyen bu iki ülke antropolojisi,
bugüne kadar ulaşan, genellikle toprak altından çıkarılan
kuramsal bakış açılarının farklılaşması yüzünden iki farklı
maddî kültür varlıklarının saptanmasını, bunların
antropoloji geleneği halinde gelişmiştir. Amerikan
incelenmesiyle geçmiş kültürlere, yaşam ve geçim
antropolojisi, özellikle Franz Boas’ın etkisiyle, kültür
biçimlerine ilişkin bilgilerin elde edilmesini amaçlayan
kavramını esas alan bir antropoloji olarak gelişti. İngiliz
geniş bir çalışma alanıdır. Dünyada arkeoloji yaklaşımı iki
antropolojisi ise özellikle Radcliffe-Brown’ın etkisi
ana çizgiyi izler. Bunlardan birincisi antropolojik arkeoloji
altında her topluluğun karşılıklı etkileşim içinde bulunan
olup, maddî buluntular arasında hiçbir ayrım yapmadan farklı toplumsal kurumlardan oluşan bir toplumsal yapıya
insan toplumlarının ve kültürlerinin o maddî kalıntılar sahip olduğunu düşünen ve yapısal-işlevselci adı verilen
üzerinden özgün zamanlarındaki hallerini ve değişimini
bir çizgide gelişti. Yapısal-işlevselcilik: Kıta Avrupası
izlemeyi öngörür. Diğer çizgi daha çok eski toplumların
antropoloji geleneğinin aksine, toplumsal ve kültürel
yarattıkları yüksek kültür ürünlerine odaklanarak bir tür
sistemi yapısal bir bütün halinde, ögelerinin birbiriyle
sanat tarihi gibi çalışır. Yüksek kültür; toplumun yöneten,
ilişkisi bağlamında işleyen bir organizma gibi gören, bu
eğitimli ve varlıklı katmanlarınca üretilen, çoğunlukla
nedenle de alan araştırmasını tek yöntem olarak öne
sanatsal ve tüketilen değer taşıyan ve bu nedenle popüler
çıkaran yaklaşımdır. Kıta Avrupası’nda ise farklı bir
olanın karşıtı olarak algılanan, genellikle yazılı kültürdür.
gelenek, etnoloji geleneği gelişmiştir. Etnoloji geleneği,
Dil Antropolojisi: Canlılar dünyasında sadece insana özgü eski toplumların olduğu kadar çağdaş toplumların da
bir yetenek olan konuşma dili, kültür içinde merkezî bir gündelik hayatını ve kültürünü karşılaştırmalı olarak
role sahiptir. Bu nedenle kültürlere yaklaşmanın en incelemeye yönelik Kıta Avrupası yaklaşımıdır. İngiliz
kestirme ve zorunlu yolu dil incelemelerinden geçer. Dil antropolojisinin sosyolojiye yakınlığını sürdürdüğü ve

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 1: Antropoloji Nedir?

daha çok bugün kültürel çalışmalar adı verilen akıma yöntemi çerçevesinde uyguladığı tekniklerle diğer sosyal
doğru evrildiği; Kıta Avrupası antropolojisinin ise bilimlerden farklılaşmıştır. Ünlü Amerikalı sosyal kuramcı
yapısalcı ve Marksçı modellere daha yakın olduğu Immanuel Wallerstein uzmanlaşan toplumsal bilimlerin
görülmektedir. Bu bakımdan Amerikan ve İngiliz akademik farklılaşması içinde, antropolojinin Batı’nın
antropolojileri bugün postmodernist ve postyapısalcı karşıtını araştırmaya yöneldiğini; diğer sosyal bilimler
etkilere daha açık görülmektedir. Postmodernizm ve içinse temel verileri tarihin sağladığını belirtir. Şu halde,
postyapısalcılık: Büyük anlatılara, özcülüğe, nesnelciliğe, tarih temel olmak kaydıyla, iktisat, siyaset bilimi ve
katı nedenselliğe, evrenselciliğe ve Aydınlanma sosyoloji Batı dünyasında kolektif insan etkinliğinin
dönemiyle birlikte merkeze oturan insanlık ideallerine karşılık geldiği üç ayrı düzlemi ya da alanı, tarihsel veriyi
karşı, yereli, göreli olanı, tikeli ve çoksesliliği savunan, esas alarak, çalışma konusu haline getirmiştir. Birinci alan
küçük anlatıları kabul eder. Başka deyimle herkesin ekonomi alanıdır ve iktisat bilimi piyasanın bir işlevi
kendince doğru olan hikâyesini esas alan ve bu yolla tek olarak bu alanı ele alır. İkinci alan devlet alanıdır ve
bir hakikat yerine hakikatlerin çoğulluğu ilkesini getiren siyaset bilimi bu alanı siyasal süreç ve kurumların bir
yeni -modernizm sonrası- dünya tasarımıdır. Jeologlar, işlevi olarak görme eğilimindedir. Üçüncü alan toplum ya
özellikle Charles Lyell’ın bulguları, dünyanın yaşının da kültür alanıdır ve sosyoloji bu alanı çeşitli alt kurumlar
geleneksel bilginin kabul ettiğinden çok daha gerilere üzerinden ele alır. Antropoloji ise diğer dünyaya yönelmiş
gittiğini, doğa tarihi yöntemiyle göstermiş böylelikle Eski bir disiplin olarak, hem tarihin hem diğer sosyal bilimlerin
Ahit merkezli olan ve oradaki Yaratılış bahsinin sunduğu Batı’yı incelerken parçalara ayırdıkları olguların tümünü
yaşlandırma yöntemiyle dünyanın ve insanlığın yaşını bir arada görmek ve incelemek durumundadır. Zira yine
hesaplayan gelenek büyük bir darbe almıştır. Doğa tarihi aynı paradigmaya göre,
yöntemi: Doğadan elde edilen gözlemlerden yola çıkarak
Batı dışında kalan, tarihsel süreç içinde benzer bir
doğa ve onun tarihi hakkında genellemelere yasalara
karmaşıklığa uğramadığı için, bütün toplumsal ve kültürel
varma yöntemidir. Yaşlandırma; doğa veya insanlık
işleyişlerin bir arada görülebileceği ve incelenebileceği
tarihinde belli bir dönemde yaşamış belli bir nesnenin
basit bütünlükler halindedir.
veya öznenin çeşitli biçimlerde elde edilen kanıtlar veya
bulgular üzerinden bugüne göre yaşının tahmin Antropoloji, insanı bütün olarak ele alma yaklaşımıyla,
edilmesidir. insanın biyolojik yanını ve biyolojik evrimini de göz
önünde tutan bir insan anlayışı geliştirmiştir. İnsanın
Antropolojinin, başlangıçta paleoantropolojik fosil
biyolojik açıdan incelenmesi ve biyolojik evriminin
kayıtlarına, yakın zamanlarda da genetik kanıtlara
araştırılması, anlamacı yöntemin aksine, antropolojinin bu
dayanarak inşa ettikleri insanın biyolojik evrim tarihi,
alanlarda doğa tarihi yöntemiyle çalışmasını zorunlu
insanın önceleri bugünkü haliyle değil, farklı formlarda
kılmıştır.
varolduğunu ve bu formları izleyen bir evrim süreci
yoluyla bugünkü halini aldığını ortaya koydu. Böylelikle Antropoloji bu tarihsel konumlanışına bağlı olarak bir
özellikle büyük dinlerin, insanı merkeze koydukları ve yanıyla sosyolojiye, bir yanıyla biyolojiye ve bir yanıyla
dünyanın insanın mutluluğu ve sınanması için yaratılmış tarihe dayanan; hem bütüncü yaklaşımı gereği sosyal
bir sahne olduğunu vaz eden insan merkezci dünya görüşü bilimlerin tamamıyla alışveriş içinde bulunan hem de
de (homosantrizm) sarsıldı. Homosantrizm; insanı bütün sosyal bilimlerle biyoloji arasında köprü kuran bir bilim
canlılar ve cansızlar dünyası içinde merkezî bir değer olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak antropoloji, bir
olarak alan, insanın bu varsayılan değeri üzerinden diğer yandan pozitif bilimlerin pozitivist yöntemlerini kullanan
canlı ve cansız dünya üzerindeki tahakkümünü ve nomotetik bir bilimsel eğilim içindedir. Öte yandan
denetimini meşrulaştıran görüş; her şey insan için kültüre anlamacı yaklaşımın zorunlu bir sonucu olarak her
ilkesidir. kültürü içeriden, özgül kuruluşu ve kendine özgülüğü
açısından anlamaya yarayacak idyografik bir bilimsel inşa
19. yüzyılda Avrupa’da antropoloji gelişirken, onu
girişimini de bir arada barındırabilen özel bir bilimsel
etkileyen en önemli kavramlardan birisi ırk kavramıydı.
konuma sahiptir. Nomotetik yaklaşım: Genel bir ilkeye ya
Zira başka kıtalarda yaşayan insanlar sadece kültürel
da yasaya yönelik bilgi üretimi ya da verilerin ve
farklılıklarıyla değil Avrupalılardan fiziksel farklarıyla da
bulguların bu amaçla değerlendirildiği yaklaşımdır.
dikkat çekmiş ve 18. yüzyıldan itibaren bu morfolojik
İdyografik yaklaşım ise insanî gerçekliğin çeşitli yönlerini
farklar, ırk kavramı altında sınıflandırılmaya başlanmıştı.
her birinin kendi özel tarihsel gelişimi ve konumu
Irk; morfolojik farklılıklara dayanarak insanların
açısından değerlendirerek, her biri için benzersiz, birbirine
sınıflandırılması sonucunda ortaya çıkan biyolojik gruplar,
kıyas edilemeyecek ve ortak bir ilkeye varılamayacak bir
bu ölçütlere göre insan türünün alt değişkeleridir.
bilgi alanı açma yaklaşımıdır
Antropolojinin Diğer İnsan ve Toplum Bilimleri Antropolojinin Yöntemi ve Araştırma Teknikleri
İçindeki Yeri
Antropoloji alanında iki büyük yöntemsel eğilimin geçerli
Antropoloji, özellikle çalışma alanının dünya ölçeğindeki olduğunu söyleyebiliriz. Biyolojik antropoloji disiplini
genişliği (evrenselliği), bütüncülüğü, karşılaştırmacı temelde doğa tarihi yöntemiyle ya da pozitivist yöntemle
doğası, kültürel göreciliği nedeniyle ve alan çalışması

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 1: Antropoloji Nedir?

çalışmaktadır. Öte yandan sosyal-kültürel antropoloji, iki etnografya ya da hikâyeci etnografya adı verilmektedir.
bilimsel eğilimin etkisi altında kalmıştır. Bunlardan Yeni etnografya ya da hikâyeci etnografya: Araştırmacının
birincisi yapısalcı ve yapısal-işlevselci eğilimdir. Wilhelm alan araştırması yaparken gözlemi kendisine yöneltmesi
Dilthey’ın tin bilimleri ya da kültür bilimleri için önerdiği ve alanda gözlenenlerin bakış açısından kendi hikâyesini
yöntemin, yani yorumlamacılığın izinden giden ve deneyimini yansıtma girişimidir. Antropologlar,
antropologlar böylesi genel-geçer önermeler aramayı derinlemesine görüşmeyi ve topluluğun uzun süreli
bırakarak, her kültürün kendi özel hikâyesini yazmaya gözlemini yeğlerler. Soru kâğıdı yoluyla yapılan
giriştiler. (Yorumlamacılık: Her türden yazılı ve sözlü yoklamalar ancak, esas araştırma tekniklerinin yanında,
metnin, tarihsel olayların, doğadaki süreçlerin ve bütün yan amaçlar için ya da hane halklarının maddî durumunu
yaşam deneyimlerinin en iyi nasıl anlaşılabileceğine dair anlamak için yapılır. Soru kâğıdı: Önceden hazırlanmış ve
anlamacı girişim; olan ve olmuş her şeyin izleyenin genellikle seçenekli cevapları da verilen soru listesidir.
gözünden, onun yorumuyla görülebilmesini amaçlayan Antropologlar ilkesel olarak kültür aşırı (Kültür-aşırı
yöntemsel arayıştır.) Böylelikle alan araştırmasına çalışma; araştırmacının kendi kültürü dışına çıkarak başka
dayanan her etnografya ayrı birer insan gerçekliği olarak, kültürleri çalışmasıdır.) çalışırlar. Antropolojinin tarihsel
insan çeşitliliğinin farklı bir yönünü gözler önüne temelleri, bu disiplinin bu tür araştırmalar üzerine
seriyordu. Antropolojinin alan araştırması, araştırmacının gelişmesine yol açmıştır. O nedenle antropologlar,
bütün duyularıyla araştırdığı topluluğun içinde yaşayarak geleneksel olarak, kendi kültürlerinin dışına çıkarak
ve böylelikle o kültürü doğrudan deneyimleyerek o çalışmak üzere eğitilirler.
toplulukla doğrudan ilişki kurmasının ve bu yolla mümkün
olan en çok bilgiye ulaşmasının en uygun yolu olarak
görülmüştür.
Katılarak gözlem tekniğinde esas, topluluğun içine
girilerek dünyaya onların gözleriyle bakabilme, doğal ve
toplumsal dünyayı onların kültürel penceresinden
anlamlandırmaya çalışma yetisini kazanmaktır.
Topluluğun gözünden dünyayı ve çevreyi anlamlandırma
girişimine emik(Emik yaklaşım; topluluğun öznel
değerleriyle fiziksel ve toplumsal dünyayı, onların
doğaüstü ile girdiği ilişkiyi anlama ve anlamlandırma
becerisidir.)ancak bütün çalışmanın sonucunda bu öznel
konumun dışına çıkarak genel antropoloji bilgisiyle o
topluluğa bakabilme becerisine ise etik yaklaşım diyoruz.
Bir başka deyişle genel antropoloji bilgisinin bize
öğrettikleriyle ve farklı deneyimlerin birikimi olan bir
genel kültür bilgisiyle bir topluluğun değerlerine ve yaşam
tarzına eğilme pratiğidir. Ancak özellikle 20. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren dünyanın küçülmesi ve
araştırılan Batı-dışı toplumların bilinçlenmesi, bu yöntem
ve tekniğin uygulanmasında antropologlara çeşitli
güçlükler çıkarmaya başlamıştır. Bu güçlükler dolayımıyla
antropologlar, araştırılan toplulukların sandıkları kadar
etnografik ve egzotik, el değmemiş hatta bozulmamış bir
araştırma nesnesi olmadıklarını, tarihli birer toplumsallık
olduklarının farkına vardılar ve alan araştırmasının yanına
kültür tarihi yöntemini de kattılar.
Zamanla, postmodern düşüncenin etkisi altında, alan
araştırmasındaki antropoloğun konumu da sorgulanır hale
geldi ve araştırılan topluluğun bir araştırma nesnesi olarak
konumlandırılması sorunlu bir durum olarak görülmeye
başlandı. Araştırılanı objektif olarak görmek aslında
mümkün bir durum değildi. O yüzden araştırmacı,
araştırma deneyimlerini de bütün açıklığıyla yazmalıydı.
Böylelikle antropolojinin yöntemine katılarak gözlem
tekniğinin yanısıra bir de katılanın gözlemi eklendi. Hatta
bu konuda öyle uç noktalara gidildi ki, bütün araştırmayı
sadece araştırmacının kendi deneyimi olarak anlatan
araştırmalar ortaya çıktı. Bu yeni yaklaşıma yeni

4
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 2: Kültür Kavramı

Giriş gelişti. İnsan alet yaparak diğer hayvanlardan ayrışmıştı ve


biz ilk kültürleri bu aletlere bakarak tanımlıyorduk. Zira
Evrim süreci, canlıların hayatta kalmasında temel bugün insana yakın primat türlerinin (örneğin
mekanizmanın biyolojik uyarlanma yeteneği olduğunu şempanzelerin) basit aletler yapabildiğini ve onları
işaret etmektedir. Oysa insanın biyolojik evrim süreci kullandığını biliyoruz. Hatta bazı araştırmacılar buna ön-
boyunca geçirdiği değişim, onun uyarlanmasını tam olarak kültür (pre-culture) adını veriyorlar. O zaman insanı
açıklamak bakımından yetersizdir. Zira insan türü, farklılaştıran, yani ön-kültürle kültür kavramını
çevresel baskılara kendi yarattığı bir araçla, kültürle birbirinden ayrıştıran başka özelliklere bakmamız
uyarlanma yolunu seçerek ayakta kalmış ve türünün gerekecektir. Böyle bir arayışa giriştiğimizde karşımıza iki
devamını sağlamıştır. alan çıkmaktadır: Toplumsallık ve iletişim. İnsanın hayatta
Kültür Nedir? kalma ve doğayı dönüştürme başarısının altında sadece
alet yapma yeteneği bulunmamakta, bunun yanısıra
Kültür insanı diğer canlılardan ayıran en önemli olgudur. yarattığı karmaşık bir toplumsallık ve geliştirdiği yüksek
Kültür, en genel tanımıyla, insanın doğa dışında yarattığı iletişim olanak ve yolları da yatmaktadır. İnsan türü,
ve ona eklediği maddî ve manevî her şeydir. Bunun içine, biyolojik donanımında var olan olanaklarla, doğal haliyle,
üzerine giydiği giysiden beslenme sistemine, barınma prematüre yani olgunlaşmamış bir canlı görüntüsü arz
tarzından dinsel inanışına, toplumsal örgütlenmesinden eder. Doğada onu üstün kılan yegâne yetisi, diğer
hayatı anlamlandırdığı ideolojik çerçevelere kadar pek çok canlılarla kıyaslandığında sahip olduğu üstün zekâ
şey girer. Kısacası, aslında teknoloji ile ayin ya da gücüdür. Bu zekâ onun giderek gelişen aletler yaparak bu
konuşma diliyle yemek pişirme aynı gerçekliğin olgunlaşmamış doğal halinin dezavantajlarını avantaja
parçalarıdır. Bütün canlılar, evrim tarihi içinde çevirmesini sağladığı gibi, gelişmiş bir toplumsallık
farklılaşmıştır. İnsan türü de bunun dışında değildir. İnsan kurmasını da sağlamıştır. Zira insan türü bu toplumsallığı
da, tıpkı diğer hayvanlar gibi doğal seçilim ve uyarlanma sayesinde doğanın zorlu koşullarına direnebilmiş, doğayı
süreçlerinin etkisi altında biyolojik değişime uğramış, istismar ve kontrol etmeyi başararak doğa-dışı bir hayat
ancak evriminde asıl sıçramayı biyolojik donanımının kurabilmiştir. Öte yandan insanlığın başlangıcından beri
yetersiz kaldığı noktalarda, kendisinin ürettiği bir takım insanların takımlar ve giderek daha karmaşık topluluklar
araç-gereçler ve kurumlar yoluyla sorun çözerek, yani halinde yaşadığı bilinmektedir. Çünkü prematüre haliyle
kültürel olarak gerçekleştirmiştir. Dünya üzerinde insanın bir insanın hayatın gerektirdiği bütün etkinlikleri
uyarlanarak yurt haline getirmediği hiçbir coğrafya yoktur. gerçekleştirmesi olanaksızdır. Bu yüzden başka insanlara
En sıcak çöllerden en soğuk kutup bölgelerine, en kurak ihtiyaç duyar. En temelde insan yavrusunun uzun süreli
bozkırlardan en nemli tropikal alanlara kadar bütün bakıma ihtiyaç duyması, onu koruyup kollayacak,
coğrafî ve ekolojik eşikler insan tarafından iskân bakımını yapacak ve hayata hazırlayacak bir kurumu
edilmiştir. Bunu sağlayan yegâne silah toplu olarak kültür zorunlu kılmıştır. O nedenle baba veya annenin mensup
kavramıyla açıklamaya çalıştığımız süreçler ve uyarlanma olduğu bir tür topluluk onun da ihtiyaçlarını karşılayacak
stratejileridir. Ekolojik eşik; canlıların yaşadıkları ortam yükümlülükleri paylaşmak zorundadır. Bu, topluluğun
ve onların bu ortama yaptıkları uyarlanmaların bütünüdür. devamı için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dolayısıyla
Bütün bu gelişmeler, insanın tarih öncesinden başlayıp paylaşma ve topluluğun korunması temelinde bir birlik
bugünlere kadar ulaşan sorun çözme yöntemlerine, inşa edilir. İlk toplumsallık biçimi bu olmalıdır.
bunların birikimine ve değişip yeni koşullara Başlangıçtaki avcı-toplayıcı insan, sadece bu nedenle
uyarlayabilme yeteneğiyle ilişkilidir. Biz bu değişmeyi bir değil, yaşamının temeli olan av etkinliği için de
kültür tarihi olarak, yani insanın araç-gereçlerindeki örgütlenmek zorundadır. Örgütlenmek ve eşgüdüm, belirli
(maddî) değişmeyi izleyebileceğimiz, bunun yanı sıra düzeyde etkileşimi gerektirir. Etkileşim gereği, çeşitli
dünya görüşlerinde ve algılarındaki değişmeyi (zihniyet iletişim biçimlerinin, en başta da konuşma dilinin
değişimini) de görebileceğimiz bir değişme örüntüsü gelişmesini sağlamıştır. Konuşma dilinin üzerine içinde
içinde tespit edebilmekteyiz. İyiyi-kötüyü de, doğru simgelerin ve soyutlamaların yer aldığı büyük bir iletişim
davranışla yanlış davranış arasındaki farkı da dünyası ortaya çıkmıştır. Dil, simgeler ve soyutlamalar, bu
kültürümüzden öğreniriz. Değişme örüntüsü; değişmenin ilksel topluluk içinde topluluğun yeni üyelerine aktarılır ve
belirli bir denge içinde ve değişen öğelerin karşılıklı kültür böylelikle inşa edilir, giderek kararlılık ve süreklilik
ilişkisi bozulmadan yürümesi durumudur. kazanır. İlksel topluluk; insan toplumlarının ve toplumsal
özelliklerin ilk halini temsil eden topluluktur.
İnsan hayatının bütün yönlerini kapsayan ve tarihsel bir
derinliği bulunan kültür kavramını tanımlamak pek kolay Kültür kavramının çoğunlukla başvurulan ve geniş kabul
bir iş değildir. Bu yüzden kavram genellikle çok çeşitli görmüş tanımını 1871 yılında Amerikalı antropolog
yönlerine bakılarak tanımlanmış, antropolojinin tarihi Edward Tylor yapmıştı. Tylor’a göre kültür ya da
içinde, çeşitli dönemlerde pek çok tanımlama denemesi uygarlık; bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun
ortaya çıkmıştır. öğrendiği bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri
yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir
Kültürün tanımlanmasına ilişkin başlangıçtaki eğilimler, bütündür. Bu tanımlama denemesinde üç vurgu öne
kavramla alet yapmak arasında ilişki kurmak biçiminde

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 2: Kültür Kavramı

çıkmaktadır. Birincisi bir toplumun üyesi olarak 4. Kültür bir soyutlamadır: Kültür ortak ve bütünleştirici
tanımlanan insanın toplumsallığına yapılan vurgudur. bir yaklaşımla tanımlandığı için somut olarak
İkincisi öğrenme edimine yapılan vurgudur. Üçüncüsü ise gösterilebilen bir şey değil, bir soyutlamadır. Kültürü
kültürün karmaşık bir bütün olarak nitelendirilmesidir. hayatın içinde somut olarak işaret edemeyiz. Bir kültürden
bahsetmek, aslında belirli bir topluluğun günlük yaşamına
Bu tanım biraz daha ileri götürüldüğünde Yalçın İzbul’un
hükmeden, ona yön veren değerlerden, norm ve
(1983) yaptığı tanıma yaklaşırız: Kültür, belirli bir
kurallardan bahsetmektir. Günlük yaşamın
topluluğun, sosyal etkileşim yoluyla sürdürdüğü ve
gözlemlenmesi, bu yaşama yayılan davranış ve tutumların
bireylere kazandırdığı maddî-manevî yaşam tarzıdır.
arkasında yatan tutarlı bütünlüğe, yani soyut düzleme
Bunula birlikte dünya görüşü bileşimi, onların bir
ulaşmak için bir araçtır.
bütünleşmesi olup, varlık nedeni ve sonucu ise çevreye
uyarlanma, giderek çevreyi kendi kuramsal amaçları 5. Kültür tarihsel ve süreklilik içinde bir olgudur,
doğrultusunda değiştirme dinamiğidir. dinamiktir, değişmeye tâbidir: Kuşaktan kuşağa
aktarılarak süreklilik kazanan, uyarlanma sürecinin ve pek
Bu tanım, Tylor’un tanımının yanına toplumsal etkileşimi,
çok toplumsal etkileşimin etkisi altında değişerek varlığını
yaşam tarzının hem maddî hem de manevî yanlarını,
sürdüren bir bütündür. Ancak kültürün aktarılarak insan
dünya görüşü kavramını ve uyarlanmayı eklemekte,
yaşamının sınırlarını çok aşan bir hayatiyetinin bulunması
kültürü bir dinamik olarak ele alarak kültürel değişmenin
onun değişmesi önünde bir engel değildir. Kültürler
evrenselliğine vurgu yapmaktadır.
zaman zaman yavaş, zaman zaman da hızlı değişirler.
Kültürün Özellikleri Önceki kültürel özellikler kalıntılar halinde devam eder ve
ancak zaman içinde etkisini azaltarak ortadan kalkabilir.
1.Kültür hem evrenseldir hem de özeldir: Kültür Bu nedenle, eğer bir kültürden diğerine hızlı bir biçimde
olgusunun dışında bir insanlık tanımlanamaz. Dünyanın geçmek kast ediliyorsa, kültür devrimi olanaklı bir
bütün coğrafyalarına dağılarak bu farklı yörelerde farklı toplumsal dönüşüm biçimi değildir. Kültür devrimi; bir
uyarlanma süreçleri geçirmiş olan kültürler, göçlerle ya da halkın yaşam tarzını, gelenek görenek ve inanç biçimlerini
kendilerine yakınlaşan ya da yer değiştiren kültürlerle kökten değiştirmeye yönelik siyasal müdahaledir.
temaslar sonucunda yeniden farklılaşıyorlar; onlara gelen
ya da o kültürün içinden doğan yeniliklerle kültürler yeni 6. Kültür öğrenilir: Kültür, insanın doğuştan getirdiği,
biçimler alıyorlar. Dolayısıyla kültürler arasında bir kalıtsal bir olgu değildir. Her birey, başta ailesi olmak
sarmaşma ve ayrışma dinamiğinden ve bu dinamiğin üzere içine doğduğu kültürün mekanizmaları aracılığıyla,
sürekliliğinden söz edebiliriz. Kültürler zaman zaman doğduktan sonra çeşitli bağlamlarda kurduğu toplumsal
yakın oldukları kültürlerden farklılaşıp başkasıyla ilişkiye ilişkiler yoluyla, toplumsal etkileşim içinde bu kültürü
geçebiliyor, yani sarmaşıyor; kimi zaman da alan veya öğrenir. Öğrenme süreklilik arz eder, insan hayatının belli
uyarlanma stratejisi değiştirerek yakın oldukları ya da bir bölümüyle sınırlı değildir ve öğrenilenler öğrenen
daha önce etkilendikleri kültürlerden ayrışıyorlar. Üstelik tarafından başkalarına, özellikle de bir sonraki kuşağa
bu sürekli oluyor. Bu nedenle herhangi bir öz kültür aktarılır.
tanımlamak, yani tarihin derinliklerinden bugüne kadar 7. Kültür ihtiyaçları giderici ve doyum sağlamaya yönelik
fazlaca ya da hiç değişmeden ve ortaya çıkmasına yol açan bir yapıdır: İnsanların, diğer canlıların aksine içinde
dinamiklerle bağını hiç kopartmadan bugüne kadar gelen yaşadıkları çevreye uyarlanmalarında kullandıkları temel
bir kültür bulmak olanaksızdır. Bunun gibi, bu değişme ve araç kültürdür. Çevreye uyarlanmanın birinci koşulu,
uyarlanma baskısı altında, “belirli bir kültürün esas temel biyolojik ihtiyaçlarımızın giderilmesi gereğidir.
özellikleri şunlardır” gibi bir liste vermek de mümkün Temel ihtiyaçlarımızı, yani yeme-içme, soluk alma,
değildir. Vereceğimiz her liste o ana, o zamana ait olacak barınma, giyinme, üreme gereğini kültürün kurumları
ve tanımlamamız dünya görüşümüzle bağlantılı, yani aracılığıyla yerine getiririz. Dolayısıyla bir kültürün
göreli olacaktır. Böyle çabalara biz özcülük diyoruz. Eğer birincil işlevi bu ihtiyaçların doyurulmasıdır.
değişme esas ise, özcülük hem mantık hem de bilim dışı
demektir. Özcülük; varlıkların tarihsel değişmesi ve 8. Kültür bir bütündür ve bütünleştiricidir: Kültür
onların mekânsal farklılaşmalarını dikkate almadan çatışmaya değil, bütünleştirmeye yöneliktir. Toplumsal
onların özünü araştırmaya yönelen bakış açısıdır. hayat çatışma yaratıcıdır. Sınıf, tabaka, cinsiyet, yaş gibi
farklılıklara dayanarak toplumlarda statü ve servet farkları
2. Kültür kapsayıcıdır: İnsan yaratımı olan hiçbir şey oluşmuş ve bu farklar toplum içinde çatışma riskini her
kültürün dışında değildir. Taş çağlarında atalarımızın zaman arttırmıştır. Oysa kültür bu çatışma riskini azaltıcı
yaptığı basit aletlerden uzaya yolladığımız mekiklere bir şekilde farklara ilişkin çatışmacı yorumu görmezden
kadar herşey karmaşıklığı ve teknolojisi ne olursa olsun, gelmemizi sağlayan ve belirli dayanışma modelleriyle bu
birer kültür ürünüdür. farkları önemsizleştiren bir bütünlük duygusu sunar.
3. Kültür toplumsaldır: Bir bireye ait kültürden söz 9. Kültür bir simgeler sistemidir: Kültür bize pek çok
edilemez. Kültür toplumsal olarak kazanılır, yaşanır ve simgeyi ve onların anlamlarını öğretir. Bu simgeleri çözer
aktarılır. ve ona göre davranırız. Doğal olarak bu simgeler

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 2: Kültür Kavramı

kültürden kültüre, zamandan zamana değişir. Simgeler nasıl yaşandığını söyleyemez. O nedenle bazı
aynı zamanda davranış göstergeleridir. Simgeyi çözersek antropologlar ideal kültür-gerçek kültür ayrımı yaparlar ve
arkasından gelecek davranışı da bilebiliriz. Örneğin pazar gerçek kültürü gözlemlemek için alan araştırmasına
günü çalan çan sesi, mümin bir Hıristiyana kiliseye çıkarlar. Kültür ideal başvuru çerçevelerinden oluşsa da,
gitmesi gerektiğini söyler; tıpkı ezan sesinin mümin bir her zaman bu çerçevelere uyulmaz.
Müslümanın biraz sonra namaz kılması gerektiğini
14. Kültür bir uyarlanma tarzıdır: Daha önce de
bildirmesi gibi... Biz o kültüre yabancıysak, yani simgeyi
vurguladığımız gibi kültür, insan türünün biyolojik
ve anlamını bilmiyorsak bu simge ve işaretlerin
olanaklarını değil, kendi zihninin ve el becerisinin ürünü
gerektirdiği davranışları da bilemez ve bunlara uyamayız.
olan yaratıları kullanarak çevreye uyarlanmasıdır.
İnsan sürekli bir simge yaratıcısıdır; bu simgeleri yaratır
Kültürün gelişimi çevre koşullarıyla bir uzlaşma girişimi
ve ona göre davranır.
olduğu kadar, yeniliklerden ve yaratılardan doğan yeni
10. Kültürün hem maddî hem de manevî yönü vardır, bu durumlara uyum sağlama yönünde ya da yeniliklere ve
iki yön arasında bir ikilik yoktur: Kültürün maddî varlıklar yaratılara yol açan kendi iç gerilimleri aşmak için
halinde gördüğümüz ürünleri yanında değerler, tutumlar, başvurulan yeni uyarlanmalar biçiminde akar gider.
davranışlar ve alışkanlıklar biçiminde, görülemeyen ama
15. Kültür hem uyarlayıcı hem de uyum bozucudur: Kültür
uyulan ve izlenebilen öğeleri vardır. Ancak bu iki yön
yoluyla uyarlanma, başlıca bir insan davranışıdır. Ancak
arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. O nedenle Kıta
her uyarlanmanın aynı zamanda geçici bir uyarlanma
Avrupası’nda ortaya çıkan ilk kültür tanımlarında olduğu
olduğunu da kabul etmek gerekir. Kısa insan hayatı
gibi maddî kültür-manevî kültür ayrımı yapay bir
bakımından elverişli ve verimli görünen bir uyarlanma
ayrımdır.
tarzı, uzun vadede tersine çalışabilir ve insan hayatının
11. Kültür doğal ve toplumsal dünya ile aramızdaki sürekliliğine zarar verebilir.
çevirmendir: Kültür doğal ve toplumsal dünyayı
algılamamıza ve anlamlandırmamıza yarayan çerçeveleri Kültürel Süreçler
sunar. Dünyayı bu çerçeveler olmadan algılayamaz ve Kültürün yaşanmasına, süreklilik sağlamasına ve
anlamlandıramayız. Bir deyişle, doğduğumuz andan değişmesine aracılık eden birtakım süreçlerden söz etmek
itibaren gözlerimize kalın bir mercek yerleştirilmiştir, ama mümkündür. Bu süreçler antropologlar tarafından
biz bu mercekle dünyaya bakmayı, dünyaya bakmanın en sınıflandırılmış ve açıklanmıştır.
doğal, en olağan ve en doğru hali sayıyoruz. Antropolog
Ruth Benedict, bu yüzden, “gözümüzdeki merceklerin Kültürleme (Enculturation): Bir kültürün içine doğan
farkına varmaksızın dünyaya bakıyoruz” diyor. Bir Yörük bireyin annesinden başlayarak halkalar halinde genişleyen
çocuğu muhtemelen zehirli mantarla zehirli olmayanı ayırt kurumlar ve öğeler üzerinden içine doğduğu o kültürü
edebilecektir; ama bu bizim için imkânsızdır, zira bizim öğrenmesi süreci, kültürleme süreci olarak adlandırılır. Bu
kültürel kodlarımızda bu doğal durumu anlamlı hale süreç doğumdan ölüme, beşikten mezara kadar devam
çevirecek bir veri, bir bilgi yoktur. Dolayısıyla eder.
gördüklerimizi, duyduklarımızı ve yaşadıklarımızı önce Kültürleşme (Acculturation): Birbirinden farklı iki
kendi kültürümüzün diline çevirir ve onları o yolla kültürün çeşitli şekillerde temas etmesiyle alışveriş içine
anlamaya çalışırız. girmeleri, bu alışveriş sonucunda birbirinden alıp
12. Kültür doğaya el koyar: Kültür yoluyla doğayı verdikleri öğelerin giderek birbirine karışması ve
insanileştiririz, onun üzerinde kurallar koyar, onu kökenlerinin bilinemez hale gelmesiyle ortaya çıkan bir
sınıflandırır ve dönüştürürüz. Örneğin orman süreçtir. Bu sürece giren iki kültürün ikisi birden,
yangınlarının arttığı aylarda insanların ormanlara birbirlerinden etkilenerek değişmektedir. Biz bu
girmesini yasaklayan doğal bir engel yoktur ama hükümet değişimler sonucunda, değişen öğelerin kökenini unuturuz
orman yangınlarını önlemek amacıyla, insanların ve böylelikle o öğe girdiği kültürün özelliği haline gelir.
ormanlara girişini yasaklayabilir. Doğa üzerindeki bu Kültürleşmeye maruz kalmamış kültür çok azdır.
yasak doğanın kendisinden değil, onun üzerinde hüküm Kültürel Yayılma (Diffusion): Belirli bir kültür merkezinde
kuran insanlardan kaynaklanır. Oysa doğada böyle iradî ortaya çıkan maddî ve manevî bazı kültür öğelerinin
bir mekanizma yoktur. Türler doğa karşısında sadece doğa çevreye, başka kültürlere yayılmasıyla yaşanan bir kültürel
yasalarına tâbidir, oysa biz insanlar onların bazısının süreçtir. Bugün bizim benimsediğimiz giyinme tarzı, Batı
korunmasına karar verebilir ve bunun için önlemler toplumlarında gelişerek çevreye, diğer kültürlere, o arada
öngörebiliriz. bize ulaşan bir kültür öğesi olarak tipik bir kültürel
13. Kültür aynı zamanda bir idealler sistemidir: Kültür yayılma örneğidir.
taşıdığı kurallar, normlar ve değerler aracılığıyla bize ne Kültürlenme (Culturation): Farklı kültürel yapılardan
yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini söyler. Ancak gelen kişilerin başka bir kültürel alana gelmeleri
bizler her zaman bu değer, kural ve normlara uygun durumunda ya da geldikleri yerde yeni bir uyarlanma
davranmayız. Dolayısıyla olması gerekenlerin toplamı ihtiyacıyla karşılaştıklarında, ne içine girdikleri kültürde
olan ideal kültür, pek çok zaman bize kültürün gerçekte bulunan ne de ait oldukları kültürde var olan yeni bir öğe

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 2: Kültür Kavramı

yaratmaları, yeni bir birleşime varmaları durumudur. özümleme sürecinde gördüğümüz türden bir gönüllülük ya
Kentleri saran gecekondular bunun tipik örneğidir. da kendiliğindenlik söz konusu değildir.
Kentlerde gördüğümüz gecekondular, ne kırsal
Kültürel Değişme ve Gelenek: Yukarıda anlatılan bütün
bölgelerdeki mesken tipine ne de kentlerin bildik mesken
süreçler kültürün değişmesine yol açar. Kültür dinamik bir
tipine benzemektedir. Dolayısıyla köyden kente gelenler,
olgudur. Bizim gelenek diye adlandırdığımız pek çok şey,
bir kültürlenme biçiminde, buradaki yeni barınma
aslında kültürel değişme sürecinin belli bir anında ortaya
ihtiyaçlarına yönelik yeni bir konut formu meydana
çıkmış daha eski bir referanstan başka bir şey değildir. Bu
getirmişlerdir.
referans kültüre ilk girdiğinde bir yenilikti. Sonradan
Kültür Şoku (Culture Shock): Kendi kültür dünyasından benimsenip yaygınlaşarak gelenek halini alır ve
çıkarak tanımadığı, dilini bilmediği, dilini bilse bile değişmeye-dönüşmeye adaydır.
simgelerini çözemediği, değerlerinden ve kurallarından
haberli olmadığı bir kültürün içine giren bireyin yaşadığı
sıkıntı durumu, bunalım halidir.
Kültürel Gecikme (Cultural Lag): William F. Ogburn
tarafından önerilen bu kavramla, kültürel değişme etkisi
altında kalan kurumların bu değişmeye gösterdikleri
tepkinin hızındaki farklar anlatılır. Genellikle teknolojik
yenilikler bu türden uyum zorlukları ve dengesizlikler
yaratmaktadır. Belirli bir bağlamda ortaya çıkmış
teknolojik gelişmeler, o gelişmelerin toplumsal
kullanımına ilişkin kuralları da yaratır. Bu kurallar, ortaya
çıktıkları toplumda benimsenir ve yerleşikleşir.
Kültürel Özümseme (Assimilation): Bir kültürün bir başka
kültürü, çeşitli nedenlerle etki altına alması ve giderek
kendine benzetmesi, bu sürecin sonucunda da kendi içinde
eritmesi olarak tanımlanabilir. Genellikle belli bir bölgede
hâkim hale gelen bir kültür, gerek o kültürden olmanın
sağlayacağı iktisadî avantajların etkisiyle gerekse bu
kültürün sunduğu imgenin bir yüksek ya da gelişkin bir
kültür imgesi sunması nedeniyle, bölgedeki diğer kültürler
üzerinde baskı yaratır. Bu baskı sonucunda, diğer
kültürlerin mensupları adeta kendi kültürlerinden kaçmaya
başlarlar ve kültür değiştirirler. Kültürel özümseme süreci
böyle başlar. Devamında bu kültürel kaçışın
yoğunlaşması, kaçılan kültürün bir ölü kültür haline
gelmesine neden olur.
Kültürel Bütünleşme (Integration): Belirli bir
coğrafyadaki egemen kültürün diğer kültürleri ya da yerel
çeşitliliği baskı altına almasına karşın, özellikle
günümüzde yaygınlaşan çokkültürcülük politikalarıyla bu
kültürlerle uzlaşma arayışına girmesi sonucunda, diğer
kültürlerin kendilerini korumakla birlikte, büyük kültürle
uyumlu hale gelmeyi ve onun şemsiyesi altında birer alt-
kültür olarak tanımlanmayı benimsemeleri sürecidir. Bu
süreçte egemen kültür, diğer kültürleri koruyucu ve
gelişmelerini sağlayıcı birtakım siyasal, iktisadî ve
toplumsal mekanizmaları hayata geçirir. Çokkültürcülük;
bir ülkede kültürel çeşitliliğin iyi ve arzu edilir olduğu
fikri ve bu çeşitliliğin kültürel ve siyasal temsile
yansımasıdır.
Zorla Kültürleme (Trans-Culturation): Egemen kültürün,
doğuracağı tepkileri dikkate almaksızın, diğer kültürleri
zorla kendine benzetmeye ve bu yolla yok olmalarını
sağlamaya itmesidir. Bu süreçte dönüştürülmek istenen
kültüre ait tarihsel ve manevî izler de tahrip olur. Burada

4
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 3: Kültüre Yaklaşımlar: Temel Antropoloji Kuramları

Giriş koşut biçimde evrilen bir akrabalık ve evlilik sistematiği


önermiştir. Ona göre evlilik, kuralsız cinsel ilişkilerin
Başlangıçta, özellikle 19. yüzyılın sosyal bilimlerinin yaşandığı ilk halinden çağdaş tek evliliğe doğru ilerleyen
etkisiyle evrimci ve işlevci, yani ilerlemeci ve dengeyi 15 aşamalı bir evrim geçirmişti. Evrimci antropologların
öngören kuramların egemenliğinde olan antropoloji, 20. en önemli sorunu veri azlığı idi. Evrimci görüşler ve
yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha çok çatışmacı modeller genellikle başkalarının (gezginlerin, askerlerin,
dediğimiz kuramların etkisi altında gelişmiştir. İlk kâşiflerin, misyonerlerin) anlatılarına dayanmaktaydı.
kuramlar, kültürleri bütünsel sistemler olarak ele almışlar Dolayısıyla gözlemlerinde sistemli ve nesnel olamadıkları
ve incelenen toplulukları düzenli ve makul yaşam tarzları görülür. Veri azlığı ile 19. yüzyılın hâkim görüşü olan
içinde betimlemişlerdi; bu kuramların sömürgeci geçmişle tarihsel ilerleme anlayışı yan yana gelince, sorunlu bir
bir hesaplaşma kaygısı da olmamıştır. II. Dünya Savaşı bakış açısı ortaya çıkmıştı. Bu okul kültür kavramını öne
sonrasında ise sömürgeciliğin çözülmesi ve Üçüncü çıkarması, fiziksel farkları ne olursa olsun bütün insanların
Dünya olarak tanımlanan ülkelerin hızlı bir değişim ruhsal bir birliği bulunduğunu öne sürmesi ve farklı
sürecine girmeleri, çatışmanın toplumların hayatında aslî toplulukların yaşam biçimlerine dikkat çekmesiyle bir
bir unsur olduğuna ilişkin bilimsel bakış açısını çığır açmıştır ama kültürler arasındaki eşitliği ve kültürel
pekiştirmiştir. göreceliği kabul etmenin çok uzağında kalmıştır.
Evrimci ve Tarihselci Kuramlar Difüzyonizm: Difüzyonizm, kültürün gelişim ve
19. yüzyıl Evrimciliği: 19. yüzyılın hâkim bilim anlayışını değişiminde en önemli etkenin başka kültürlerden gelen
yansıtan biyoloji ve jeolojide ortaya çıkan evrimci maddî ve manevî ögelerin o kültüre girmesiyle
yaklaşım, evrenin, yeryüzünün ve canlıların başlangıçtaki gerçekleştiğini öne sürer. Difüzyonizm, özellikle
hallerinden değişerek bugüne geldiklerini ortaya teknolojik yeniliklerin her kültürde kendi başına
koyuyordu. Antropolojik evrimcilik de, tıpkı doğadaki gerçekleşemeyeceğini söyleyerek, kültür içinde özgün
gibi insan kültürlerinin de geniş zaman dilimleri içinde, buluşların ortaya çıkmasının istisnaî ama başka
ilkel olandan ileri aşlamalara doğru değişime uğradığını kültürlerden almanın genel kural olduğunu savunur.
öne sürdü. Bütün evrimci görüşler, insanlığın ve onun Difüzyonizm, müzeciliğin en gelişkin olduğu ülke olması
kültürünün ilkel (ya da vahşi) olandan uygar olana doğru nedeniyle ilk olarak Almanya’da gelişti. Önde gelen
giden tek hatlı bir evrim sürecinden geçtiği konusunda Alman difüzyonistleri, insanlık tarihinde bir kaç çekirdek
hemfikirdiler. Evrimci yaklaşım, kendi çağının ilkellerini bölge olduğunu ve kültürel ögelerin oralardan çevreye
ya da vahşilerini ise yaşayan kültürel fosiller ya da yayıldığını söylüyorlardı. Mısır ve Mezopotamya gibi
evrimin başlangıcındaki insan topluluklarının çağdaş yüksek kültürlerin önce temas yoluyla yayıldığını ve
kalıntıları olarak görmekteydi. Evrimci okulun ilk ve en ardından göç ve fetih gibi süreçler yardımıyla daha geniş
önemli temsilcilerinden birisi Edward Tylor’dur (1832- alanlara dağıldığını savunuyorlardı. Bu yaklaşımı
1917). Bugün bile rahatlıkla başvurduğumuz kültür nedeniyle bu kuram, kültür-çevre kuramı olarak
tanımını yapan Tylor, antropoloji yazınında bu bilimin adlandırılmıştır. Difüzyonizmi Kuzey Amerika’ya taşıyan
konusunun kültür olduğunu söyleyen ilk bilim insanıdır. kişi, Franz Boas (1858-1942) olmuştur. Öncelikle kültürel
Tylor’a göre uygar olanla vahşi olanı birbirinden ayıran en ögelerin coğrafî dağılımı üzerinde duran Boas, kültürel
önemli şey, uygar olanların hurafeleri terk ederek aklı ve değişimin tarihsel ve psikolojik süreçlerini kurgulamak
onun ürünü olan bilimi benimsemiş olmalarıdır. için bu ögelerin dağılımına bakmak gerektiğini öne
Evrimcilerin bir diğer önemli ismi Lewis Henry sürmekteydi.
Morgan’dır (1818-1889). Morgan, yazdığı Eski Toplum
(1871) başlıklı kitapla döneminin düşüncesini büyük Tarihsel Özgücülük (Amerikan Tarih Okulu):
ölçüde etkilemiştir. Bu kitapta Morgan insanın kültürel Başlangıçta difüzyonist fikirleri benimsemiş olsa da,
evrimini teknolojiyi esas alan üç ana evreye ayırmıştır. tarihsel özgücü (historical particularist) yaklaşmı kuran
Çünkü Morgan teknolojik gelişmenin kültürel evrimle kişi Amerikalı antropolog Franz Boas’tır. Boas, alan
koşut gittiğine inanıyordu. Morgan’ın ilk evresi yabanıllık araştırmaları sonucunda kültürel gelişmenin evrensel
evresidir. Alt, orta ve üst aşamaları bulunan bu evrede yasalarını araştırmadan önce tek tek kültürlerin nasıl
insanlık avcı-toplayıcılık etkinliğiyle yaşamaktadır. Bu geliştiğine bakılması gerektiğinin altını çizmiştir. Her
evre çömlekçiliğin keşfine kadar sürmektedir. İkinci evre kültürün kendine özgü ve ayrı bir tarihi olduğu görüşü
barbarlık evresidir. Bu evre de alt, orta ve üst aşamalara tarihsel özgücü yaklaşımın esasıdır. Böylelikle antropoloji
ayrılır. Çömlekçiliğin gelişimi, yerleşik hayata geçiş, içinde nomotetik bilim anlayışı yerine idyografik bilim
hayvan evcilleştirmesi ve demirin ergitilmesi bu evrede anlayışına yaklaşan ilk kişi olmuştur. Boas, kültürel
gerçekleşmiştir. Homeros zamanının Grek kabileleri, gelenekleri ve yaşam tarzlarını açıklamak için üç temel
Roma’nın kurulmasından önceki İtalya kabileleri, Sezar etkeni incelemenin gerekli olduğunu öne sürüyordu.
zamanının Germen kabileleri bu evreyi yaşayan Bunlar çevresel koşullar, psikolojik etkenler ve tarihsel
topluluklardı. Yazının keşfiyle uygarlık evresine geçilir. bağlantılar idi. Boas bunlar içinde en büyük ağırlığı
Bu evre de eski ve modern olmak üzere iki aşamaya tarihsel bağlantılara tanıdı. Boas’a göre toplumlar ve
ayrılır. Morgan teknolojiye dayalı bu aşamalandırmasına kültürler, kendi özgül tarihlerinin ürünüydü. Dolayısıyla

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 3: Kültüre Yaklaşımlar: Temel Antropoloji Kuramları

kültürü anlamak ancak o toplumun tarihinin temel ihtiyaçları üzerinde dururken, Radcliffe Brown
incelenmesiyle mümkündü. Kültürler ayrıca kendi coğrafî toplumsal yapının işler biçimde sürdürülmesine dikkati
bağlamlarından soyutlanarak da anlaşılamazdı. Bu açıdan çeker. Her iki görüş de bütüncü kültür anlayışına büyük
bakıldığında Boas’ın kültürel göreciliğin kurucularından katkı yapmış, alan araştırması tekniklerinin gelişiminde
biri olduğu görülür ve 19. yüzyıl evrimciliğine karşı en büyük bir rol oynamıştır. Bununla birlikte her iki kuramsal
ciddi kuramsal konumu oluşturduğu belirlenebilir. yaklaşım da tarihsel gerçekliği dışarıda bırakmalarıyla
eleştirilmişlerdir. Ayrıca hem kültürel değişme meselesi
İşlevselci ve Yapısalcı Kuramlar hem de fiziksel ve biyolojik çevrenin kültür üzerindeki
İngiliz İşlevselciliği: İşlevcilik, kültürel ögelerin kültür etkileri bu kuramlarda ihmal edilmiştir.
bütünü içinde nasıl işlev gördüğünü ve bu bütünle nasıl Yapısalcılık: Antropolojide yapısalcı düşünce, dilbilimci
uyum sağladığını antropolojik araştırmanın temel Saussaure’den etkilenen Claude Lévi-Strauss tarafından
meselesi sayar. İşlevciler antropoloji içinde uzun süreli geliştirilmiştir. Yapısalcılık, toplumsal olgu ve ögelerin
alan araştırmasını ilk uygulayan grup olarak öncellerinden ancak toplumsal yapı denilen ve sadece bir model
ayrılırlar. İngiliz işlevciliğinin kurucusu ve başta gelen kullanılarak erişilebilecek gizli bir boyutun varlığı
kuramcısı Bronislaw Malinowski’dir. Malinowski’ye göre üzerinden anlaşılabileceğini öne sürer. Bu gizli boyut
bütün insanların, yeme, içme, barınma, giyinme, türün dilde saklıdır. Bu dünya zihnin temel mekanizmaları
devamını sağlamak gibi bazı ortak temel ihtiyaçları vardır. tarafından zihinde inşa edilmekte ve dille dışa
Diğer ihtiyaçlar bu temelin üzerinde yükselir, yani temel vurulmaktadır. İşte yapısalcı antropoloji bu temel
ihtiyaçların karşılanması ikincil ihtiyaçları ortaya çıkarır. mekanizmaların ilkelerini bulmaya çalışır. Yapısalcılığın
işlevcilik, belirli işlevlere sahip ögelerin karşılıklı ve temel kabulüne göre bu ilkeler zaten insan düşüncesini
bağımlı ilişkileri biçiminde görülen bir kültür bütününe yöneten süreçlerinin yapısında mevcuttur. Yapısalcılık,
vurgu yaparak, daha önceki kültür tarihi yaklaşımından sadece tarihi göz ardı etmesiyle değil, değişmeyi
ayrılmıştır. Oysa Boasçı kültür tarihi yaklaşımı için bir açıklamaktaki güçsüzlüğü ve zihinsel süreçlere tanıdığı
geleneği ya da inancı incelemek, onun ya tarih ya da ağırlık nedeniyle kültürdeki çevresel uyarlanma boyutunu
insanların evrensel psikolojik özellikleri içindeki kökenini dikkate almamasıyla eleştirilmektedir.
araştırmak anlamına gelmekteydi. İşlevciliğin başlıca
kuramsal zayıflığı, esas olarak kültürün bireyin Psikoloji ve Biyoloji Kuramlar
ihtiyaçlarını karşılamak bakımından nasıl çalıştığına
Kültür-Kişilik Kuramı: Bu kuram, sosyolojiden çok
ağırlık verirken, bireyi aşan sosyo-kültürel etki ve
psikolojinin etkisi altıda, 1930’ların ortalarından itibaren
oluşumları (örneğin devrimleri, iktisadî bunalımları ya da
antropologlarla psikologlar arasında kurulan yakın
aile gibi bazı toplumsal kurumları) ihmal etmesinden ileri
ilişkilerin bir sonucu olarak Kuzey Amerika’da
gelmektedir.
gelişmiştir. Kuramın öncüsü ve Boas’ın öğrencisi olan
Yapısal İşlevselcilik: Bu yaklaşımın kurucusu ve ilk Ruth F. Benedict (1889-1948), hem kültürlerde ve hem de
kuramcısı olan İngiliz antropolog Alfred R. Radcliffe- bireyin ruh hallerinde karşılık bulan ortak tema ve başa
Brown (1881-1955), toplumu birbirini destekleyen öge ve çıkma yollarının var olduğunu öne sürmüştü. Benedict
kurumların karşılıklı ilişkilerinin toplamı olarak gören ve bireylerin ruhsal yapılarını belirleyen iki tip kültür ayırt
kültürün tek tek bireylerin değil bu toplumsal işleyişin bir etmiştir. Birincisi uzlaşmacı, psikolojik ve duygusal
ürünü olduğunu söyleyen Fransız sosyolog E.
aşırılıklardan kaçınan Apollon tipi kültür, ikincisi ise
Durkheim’dan etkilenmiştir. Durkheim’a göre toplumsal
coşkulu ve romantik, şiddete ve tehlikeye eğilimli
gelenekler ve yapılar, bireysel bilinci en bilinçli bireyin
Dionisyak tip kültürdür. Krizantem ve Khlhç (1946)
bile farkında olamayacağı şekilde biçimlendirir. Farklı
başlıklı kitapla bu Japon ruh durumuyla Japon kültürü
toplumlar farklı düşünce kalıplarına ya da kolektif
arasında bir ilişki kurdu. Böylelikle kültürü temel kişilik
temsillere sahiptir. İşte sosyal bilimin temel inceleme
yapısını biçimlendiren en önemli etken olarak kavrayan
konusu da budur. Radcliffe-Brown da, bu görüşlerden
kültür-kişilik kuramı temel eserlerini vücuda getirmiş
etkilenerek toplumu bir organizmaya benzetmiştir. Buna
oluyordu. Bu kuram psikolojik antropoloji disiplininin
göre bu varlığını kuran ve devamını sağlayıcı biçimde,
gelişmesine yol açtı. Bu disiplin 1960’larda en görkemli
denge halinde çalışan bir bütündür. Öte yandan,
ve en revaçta olduğu yılları yaşamıştır. Benedict ve
Durkheim’ın temel aldığı birey-toplum ilişkisinde olduğu
izleyicileri, insanları ve kültürlerini uyarlanabilen olgular
gibi birey, onu aşan toplumsal yasalara boyun eğen, bu
olarak değil, neredeyse sadece kültürel bir uzay içinde
yasalar gereğince hayatını sürdüren bir unsurdur; bireysel
varolan, onları çevreleyen fiziksel dünyadan, diğer
farklılıklar ancak bu çerçeve içinde ortaya
kültürlerden ve tarihsel olaylardan soyutlanmış ögeler
çıkabilmektedir. Malinowski’nin kültür kuramında birey
olarak görmekle eleştirilmişlerdir.
esastır ve kültürün bireyi nasıl desteklediği öne çıkar.
Yapısal-İşlevselcilikte ise konu, bunun tersine, toplumsal Sosyobiyoloji Kuramı: Toplumsal olgu ve olayların
yapının farklı ögelerinin toplumsal düzen ve dengeyi nasıl biyolojik ve genetik nedenlere dayalı olduğunu savunan
ayakta tutacak biçimde çalıştığı olmuştur. Her iki sosyobiyoloji kuramı, kültürel öge ve kurumlarda bu esası
yaklaşım arasında vurgu farkı açıktır: Malinowski bireyin

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 3: Kültüre Yaklaşımlar: Temel Antropoloji Kuramları

arayan antropolog ve sosyal bilimcilerin dayandığı temel şekillendiğine ve nasıl değişim geçirdiğine vermişlerdir.
yaklaşım olmuştur. Marksçı antropologlar, Morgan’ın evrimci tezlerine
dayanarak Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni adlı
Çatışmacı ve Uyarlanmacı Kuramlar kitabında tek çizgili bir evrim modeli kuran Friedrich
Yeni Evrimcilik: Sanayileşme ve teknolojik gelişmenin Engels’in yaptığı hataya düşmeyerek, yerel koşullara
etkisi altındaki toplumlara eğilen bir antropoloji yaklaşımı uygun olarak farklı yollar izlenebileceğini kabul
gelişmiştir. Bu yaklaşıma yeni evrimcilik diyoruz. Büyük etmişlerdir. Ancak Marksçı antropoloji Marx’ın ve
kültür tarihçisi Gordon Childe ile birlikte çalışmış olan izleyicilerinin iktisadî indirgemeciliğini antropolojiye
Amerikalı antropolog Leslie White (1900-1975) bu taşıyarak, her farklı üretim-dağıtım ilişkisine göre farklı
yaklaşımın ilk temsilcisidir. İlk evrimciler gibi o da belirli üretim tarzları icat etmekle ve kültürün toplumsal sistem
kültürlerin kendi özgül evrimleriyle değil, kültürün genel içindeki göreli özerkliğini göz ardı etmekle
evrimleşme eğilimiyle ilgilenmiştir. Ancak ilk eleştirilmektedir.
evrimcilerin temel kabulü olan kültürel ilerleme görüşünü Kültürel Maddecilik: Antropolojide, kültürel özelliklerin,
veri olarak almak yerine, bunun nedenlerini açıklama kodların, norm ve değerlerin, başta çevresel etkenler
çabasını öne çıkarmıştır. Ona göre kültür, insanların yeni olmak üzere, insan toplumlarının maddî koşullarına bağlı
enerji kaynaklarından yararlanmayı öğrenmeleri süreci olarak biçimlendiğini savunur. Bu haliyle Marksizmin
içinde ilerlemektedir: Kas gücünden başlayıp hayvan tarihsel maddeciliğiyle ve bir ölçüde Marksçı
gücüne oradan rüzgâr, su gücüne ve en sonunda fosil antropolojiyle buluşan kültürel maddeci yaklaşımın
yakıtlara varan bir kaynak kullanımının ilerlettiği bir günümüzdeki en önemli temsilcisi Marvin Harris’tir.
kültürel hayat kurgusudur bu. Bu yaklaşım, bazı
kültürlerin neden diğer bazılarından daha hızlı ilerleme Özgücü Kuramlar
kaydettiği konusundaki yetersizliği, yani tarihsel ve
Etnobilim ya da Bilişsel Antropoloji Yaklaşımı:
ekolojik nedenlere dönük temellendirme boşluklarından
Yapısalcılık Kuzey Amerika’da yeni bir biçim kazanarak
dolayı eleştirilmiştir.
bilişsel antropolojiye dönüşmüştür. Temel yöntemi,
Kültürel Ekoloji Yaklaşımı: Başlıca temsilcisi Julian etnografik verileri dikkatle incelemek suretiyle incelenen
Steward (1902-1972) olan bu okul, belirli bir kültür ya da kültürlerin yapısal ilkelerini ortaya çıkarmaktır.
kültür bölgesinde oluşan değişimler dizisine vurgu
Simgeci/Yorumcu Antropoloji Yaklaşımı: Bilişsel
yaparak çevrenin kültürel evrim ve oluşumlar üzerindeki
antropologlar dikkatlerini kişilerin kendi kültürleri üzerine
etkisini vurgular. Bu bakış açısıyla 19. yüzyıl
söylediklerine verirken, simgeci veya yorumcu
evrimciliğinden farklılaşarak çok hatlı bir evrim modelini
antropologlar ayinler, mitoslar ya da akrabalık gibi kurum
savunur. Bu yaklaşım, sosyo-kültürel sistemler ile
ve yorumlama biçimlerinin toplumsal hayat içinde nasıl
çevreleri arasındaki ilişkiye ağırlık veren ilk yaklaşımdır.
kullanıldıklarına bakılması gerektiğini savunmaktadır.
Kültürün uyarlanma yeteneğine ve esas olarak kültürlerin
Kültürü bütünsel bir oluşum olarak değil, genelde çelişik
ortaya çıkışı ve gelişimlerinde uyarlanmanın temel itici
duygu, inanç ve kurallar topluluğu olarak görür ve aşırı
güç olduğu noktasına vurgu yapmaktadır. Temel meselesi,
göreci bir konuma savrulur.
kültürün belirli çevresel koşullara uyarlanmak bakımından
nasıl işlediğini incelemektir. Feminist Antropoloji: Feminist kuramlara göre kültürel
fark esas olmakla birlikte bu sömürü ve tahakküm ilişkisi,
Yeni İşlevselcilik: Akhmhn temsilcisi Max Gluckman’dır.
neredeyse bütün kültürlerde mevcuttu. Buradan hareketle
Reformist bir yaklaşımı benimseyen Gluckman,
kuram, eşitsizliğin kültürel tezahürlerinin toplumsal
işlevcilikte Malinowski’yi esas almakla birlikte, onu
cinsiyet rollerinin kültürel inşasında araştırılması
toplumsal örgütlenme içinde çatışmanın rolünü göz
biçiminde gelişti ve feminist antropoloji, bütün kültürlerde
ardı etmekle eleştirir. Dayanışma ve toplumsal sistemin mevcut etnik merkezcilik eğilimi gibi yine çok yaygın bir
sürekliliğini sağlayan kurumlar yanında düşmanlıklar, erilmerkezciliğin varlığını keşfetti. Bugün antropolojideki
aileler arası yabancılaşma, otoriteye yönelen tehditler toplumsal cinsiyet çalışmaları, başlangıçtaki gibi sadece
kadın sorununu esas alarak çalışma eğilimini bırakarak
gibi süreçler de toplumsal hayatın olağan yönleridir.
erkek araştırmalarına da girişmiş ve böylelikle feminist
Gluckman’a göre yine de çatışmaya rağmen toplumsal
kuram ve feminist antropoloji giderek bir toplumsal
dayanışma (hatta zaman zaman çatışma dinamiği
cinsiyet antropolojisine dönüşmüştür. Ünlü antropolog
sayesinde)korunabilmektedir. Toplumsal kurumlardan
Margaret Mead bu yönelimin ilk örneği sayılabilir.
birinde ortaya çıkan, hatta süreklilik kazanan bir çatışma,
bir başka kurumun gerektirdiği uzlaşmayla dengelenir.
Hatta çatışma toplumsal sistemi besler ve güçlendirir.
Ancak bu açıklama, toplumsal değişmenin nasıl
gerçekleştiğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Marksçı Antropoloji: Marksçı antropologlar dikkatlerini
kültürün içindeki üretim ve dağıtım araçlarının nasıl

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 4: İnsanın Canlılar Dünyasındaki Yeri ve Biyolojik Çeşitliliği

İnsanın Canlılar Dünyasındaki Yeri Primatların Özellikleri: Primat takımında yer alan türler,
ağaç yaşamına uyarlanmayı yansıtan temel anatomik
İnsanı hem kuşa hem de balinaya benzetirsek canlıları özelliklere sahiptir. Primat takımını bütün üyelerinin el ve
sınıflama girişimlerini ve insanın canlılar dünyasındaki ayaklarında beşer adet parmak bulunmaktadır. Parmaklar
yerinin nerede olduğu sorununu çözümsüzlüğe sürüklemiş belli ölçülerde içe eğimli olup, ağaçların dallarına daha
oluruz. Bu sorunun çözümünü 18. yüzyılda yaşamış olan kolay tutunmaya ve ağaçların ince dallarına kadar
ünlü doğa bilimci Carl von Linné’nin (1707-1778) ulaşmaya uyarlanmıştır. Dik duruş pozisyonu ve iki ayak
canlıları sınıflama denemesinde bulmaktayız. Biyolojik üzerinde (bipedal) hareket sistemine sahip tek primat türü
sınıflama sistemi olarak bilinen taksonomi, bilinen olan insanda ayaklar bir kaide özelliği kazanmış ve
canlıların bir listesini vermekten çok, paylaştıkları başparmağın tutuculuğu büyük oranda güdükleşmiş
özellikleri dikkate alarak onları birbirleriyle ilişkilerini olmakla birlikte, insan olmayan primatlarda bu özellik
belirlemeye dayanmaktadır. Yaşayan organizmalarda korunmuştur. Primat takımında koklama duyusunun
Tanrı’nın tasarımının doğasını anlamaya yönelik olan bu önemi azalmasına karşın görme duyusu önem kazanmıştır.
sınıflama, günümüzde evrimsel yapının tanımlanmasında Primatlarda görme açısından beliren bir diğer önemli
kullanılmaktadır. Canlılar birbirleriyle olan benzerliklerini farklılık ise renkli görme yetisidir. Dişlerin sayısında
farklı nedenlerden ötürü kazanabilmektedirler. Örneğin meydana gelen azalma primat takımının en önemli
özellik ortak atadan aktarılmış olabilir.. Ortak atadan özellikleri arasında yer almaktadır. Birçok primat farklı
kalıtılan, birden fazla tür tarafından paylaşılan ve yapısal besin türlerinden oluşan karma beslenmeye Primatlar
açıdan benzerlik gösteren organlara kökendeş (homolog) yeryüzündeki en iri beyne sahip olan canlılardır. Beynin
organlar denilmektedir. Ancak kökendeş organları aynı iriliği değil karmaşıklığı da primat takımında ileri
işlevleri yerine getirmeleri gerekmez. Canlıların sahip düzeydedir. İri bir beyin, daha karmaşık düşünce sistemine
oldukları özellikler arasındaki benzerlikler, bütünüyle ve öğrenmenin gelişimine işaret etmektedir. Bu nedenle
kalıtımdan köken almamaktadır. Bazı özellikler, primatlar diğer memelilerden daha esnek ve öğrenmeye
birbirlerinden bağımsız olarak, evrim sürecinde benzer dayalı davranışlara sahiptirler .Primatlar bir grup
ortamlara uyum sağlamayla da kazanılmış olabilir. içerisinde yaşamaya eğimlidirler. İnsan, diğer canlıların
Kökenleri farklı olan, dolayısıyla evrimsel açıdan tersine içinde doğduğu toplum ve yarattığı kültür
birbirleriyle ilişkili olmayan, ancak benzer işlevleri olmaksızın yaşamını sürdüremez.
üstlenen organlara ise işlevsel ya da görevdeş (anolog)
organlar denilmektedir. Biyologlar canlıları organlarının Prosimiyenler: Primat takımı geleneksel olarak iki büyük
işlevlerine göre değil, yapı ve kökenlerine göre alt takıma ayrılmaktadır: Prosimiyenler ve antropoidler.
sınıflayarak kuşlar, memeliler şeklinde yapmaktadırlar. Lemurlar, lorisler ve tarsiyerleri içeren prosimiyen alt
Böylece bu grupların birbirleriyle ortak özellikleri, onların takımı, Afrika’nın doğu kıyılarına komşu olan
geldikleri kökene ilişkin bilgileri de yansıtılmış olur. Madagaskar Adası (lemur) ile Hindistan, Sri Lanka,
Özellikler yalnızca yapı ve kökenlerine göre değil, Güneydoğu Asya, Afrika’da (lorisler ve tarsiyerler)
gelişmiş ya da ilkel özelliklerin korunması dikkate yaşamaktadırlar. Bu iki grup son derece iyi tırmanma ve
alınarak da yapılmaktadır. Bununla birlikte, gelişmiş ya da kavrama yetisine sahiptirler. İri gözleri, yüzün önemli bir
ilkel özellikler görecelidir. Genetik özellikler, morfolojik kısmını oluşturmaktadır.
özelliklerin yanı sıra canlıların sınıflamasında kullanılan Antropoidler: Antropoidler insansı maymunlar olarak da
yeni bir yaklaşımdır. Moleküler sistematik olarak da bilinmektedir. Antropoidler genellikle iri boyuta
bilinen bu tür sınıflamalarda DNA dizilimi, DNA sahiptirler. Beyin hacimleri daha fazla olup, koklama
çaprazlanması, proteinlerin immünolojik tepkimelerinin duyuları zayıflamış, görme duyuları ise daha fazla
karşılaştırılması gibi özellikler kullanılarak türler gelişmiştir.
arasındaki genetik uzaklık belirlenmektedir. Aynı
kökenden gelen organlar, primitif ve türemiş organlar ile Yeni Dünya Maymunları: Yeni Dünya maymunları boyut
canlılar arasındaki genetik uzaklık dikkate alındığında açısından 350 gr ağırlığındaki küçük boyutlu
insanın canlılar dünyasındaki yeri şöyle tanımlanabilir: tamarinlerden 9 kg ağırlığındaki howler maymunlarına
Besinlerini sindiren, hareket etmesi, duyu ve sinir sitemine kadar geniş bir dağılım göstermektedirler. Hemen hemen
sahip olmasıyla insan, canlılar dünyasında mantarlar, tek tamamı ağaç yaşamına uyum sağlamıştır. Hatta bazıları
hücreliler, virüsler, bitkiler âlemlerinin değil hayvanlar yere inmezler.
âleminin bir üyesidir. İnsanın da içinde yer aldığı grupta
Eski Dünya Maymunları: Eski Dünya maymunları, Yeni
omurga adını verdiğimiz kemik bir yapıyla merkezi sinir
Dünya maymunlarından daha fazla davranışsal ve
sisteminin çevrelenmesi nedeniyle diğer omurgalılarla
biçimsel çeşitliliğe sahip olan primatlardır. Çoğunlukla
aynı alt şubede yer almaktayız.
ağaç yaşamına uyarlanmış olmakla birlikte babunlar gibi
Primatlar bütünüyle yerde yaşayanları mevcuttur. Sosyal
organizasyonları oldukça karmaşık olan Eski Dünya
Prosimiyenleri, Eski ve Yeni Dünya maymunlarını, maymunları, bir ya da iki erkeğin bulunduğu küçük
kuyruksuz büyük maymunları ve insanı içeren memeli gruplardan, birkaç erkek ve dişi ile onların çocuklarından
takımına primat adı verilmektedir. oluşan büyük gruplara kadar oldukça değişik sosyal

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 4: İnsanın Canlılar Dünyasındaki Yeri ve Biyolojik Çeşitliliği

gruplar oluşturmaktadırlar. Eski Dünya maymunları özelliklerimiz mevcut olmakla birlikte, birçok özelliği de
arasında tek eşlilik yaygın bir durum değildir. başta hominoidler olmak üzere diğer canlılarla
paylaşmaktayız. Sese dayalı iletişim sistemi, davranışların
Hominoidler: Taksonomik sınıflamada insan, kuyruksuz
gelecek kuşaklar tarafından öğrenilmesi, kendini ve
büyük maymunlar ve hilobatlar Hominoidea adındaki üst
akrabaları tanımak, yalan söylemek, avlanmak, kültürün
aile içerisinde yer almaktadır. Şempanze, goril, orangutan
öncülü olarak değerlendirilen alet yapmak başta olmak
ve insanın aynı üst aile içerisinde yer alması beyin
üzere insani olarak tanımladığımız birçok özelliği başta
kapasitelerinden morfolojik özelliklerine, genetik
şempanze, goril ve orangutan olmak üzere diğer
yapılarından toplumsal örgütlenmelerine ve sosyal
hominoidlerle paylaşmamız, hatta genetik olarak da
organizasyonlarına kadar birçok özellik açısından
aramızda çok az fark olması, aramızdaki farklılıklarını
birbirlerine benzemelerinden kaynaklanmaktadır.
niteliksel değil niceliksel olduğunu ortaya koymaktadır.
Kuyruksuz büyük maymunlar ya da ponjidler, orangutan,
goril ve şempanze olmak üzere üç farklı primat türünden İnsanın Biyolojik Çeşitliliği
oluşan bir hominoid grubudur. Kuyruksuz büyük
maymunlar primatlar arasında en büyük ve ağır Irk mı? Biyolojik Çeşitlilik mi?: İnsan, diğer adıyla Homo
olanlarıdır. Orangutanlar 140 kg, goriller ise 200 kg sapiens hominoidea üst ailesi içerisinde yer alan bir türdür.
ağırlığına ulaşabilmektedir. Sosyal gruplar halinde Bir canlı türüyle başka bir canlı türü arasında benzerlikler
yaşayan kuyruksuz büyük maymunlar arasında olsa da türler üreme engeliyle birbirlerinden kesin olarak
şempanzeler dişi gruplar oluşturmaktadır. Kuyruksuz ayrılırlar. Aynı türün üyesi olan bireylerin tümü teorik
büyük maymunlarda davranışlar kalıtsal yapı tarafından olarak çiftleşip üreyebilirler. Ancak insan türü içerisinde
sınırlanmamaktadır. Bu nedenle kuyruksuz büyük yer alan populasyonlar, aileler, hatta aileyi oluşturan
maymunlarda sadece biz insanlara ait olduğunu bireyler arasında da farklılıklar mevcuttur. İnsanoğlu,
düşündüğümüz birçok davranış biçimi vardı. Bunlar doğadaki canlıları kendini merkeze alarak sınıflamış, bu
arasında avlanma, alet yapımı ve kullanımı, iletişim ve arada kendi türünün gösterdiği çeşitliliği de sınıflayarak
öğrenme gibi davranışlar ilk akla gelenlerdir. Tasarlayarak kendini ve kendi dışında kalanları algılamaya çalışmıştır.
alet üretimi insan dışındaki canlılarda da mevcuttur. Bu tür sınıflamaların insanlığın tarihi kadar eski olduğu
Ancak şempanzeler bu konuda insana daha yakındırlar. varsayılsa da, en eski belgeler Mısır’da karşımıza
Yabani şempanzeler düzenli olarak alet yapmaktadır. Ses çıkmaktadır. M.Ö. 1350 yıllarında Mısırlılar insanları
telleri insan gibi konuşmaya uygun olmamakla birlikte, görünür özelliklerini kullanarak, Kırmızılar (Mısırlılar),
farklı sesler çıkarma yoluyla gerçekleştirilen gelişmiş bir Sarılar (Doğulular, Asyalılar), Siyahlar (Afrikalılar) ve
iletişim kurma becerisi insanların kuyruksuz büyük Beyazlar (Kuzeyliler) olmak üzere dört gruba
maymunlarla paylaştığı özelliklerden biridir. ayırmışlardır. 1492’de Amerika’nın keşfini müteakip hız
Şempanzelerde 25 farklı sesten oluşan çığlık sistemi kazanan Avrupalıların keşif ve kolonileştirme çalışmaları,
mevcuttur. Şempanzelerin çıkardığı çığlıklar yalnızca bir kendini uygar olarak tanımlayan Avrupalılardan teknolojik
durum için geçerlidir. İnsanlar gibi ses çıkaramamakla açıdan daha geri, görünüş olarak onlardan farklı Amerika,
birlikte Şempanze, goril ve orangutan gibi kuyruksuz Avustralya ve Afrika’nın yerli halklarıyla tanışmalarına
büyük maymunlar işaret dilini öğrenerek insanla iletişim yol açmıştır. 17. yüzyılın sonlarından itibaren,
kurabilmektedir. Kuyruksuz büyük maymunlar arasında Avrupalılar, yeni tanıdıkları ötekilerin insan olup
yalnızca şempanzelerde avlanma gözlemlenmiştir. olmadıklarını, kendileri gibi Adem ve Havva’nın
Kuyruksuz büyük maymunlar yalnızca morfolojik ve soyundan gelip gelmediklerini sorgulamaya
davranışsal özellikleriyle değil, genetik yapılarıyla da başlamışlardır. Bu yerliler ile Avrupalılar arasındaki
insana büyük benzerlikler göstermektedir. Genetik olarak farklılıkları, insan ile maymun arasındaki farklılıkla eş
en yakın akrabası olan şempanzelerle insan arasındaki değer tutup, yerlilerin insan olarak değerlendirilemeyeceği
genetik farklılık yalnızca %1,2’dir. yargısına ulaşmışlardır. Bazı düşünürler ise daha da ileri
giderek ilkel olarak değerlendirdikleri bu halkları
İnsan: İnsanın beyni diğer hominoidlerden daha iri beyazların temsil ettiği insan türünün dışına itmeye
(ortalama 1400cm3) ve karmaşıktır. Yüzü daha kısadır ve çalışmışlardır. Avrupalılarla Avrupalı olmayan yerli
bütünüyle beyin kutusunun altında yerleşmiştir. İnsan ile halkların aynı kökenden gelip gelmedikleri ve aynı tür
kuyruksuz büyük maymunlar arasında beliren en belirgin içerisinde sınıflandırılıp sınıflandırılamayacakları sorunu
farklılıklar, onların davranışlarında kendisini monogenizm ve poligenizm adıyla anılan iki görüşün
göstermektedir. İnsan çocukluk dönemi en uzun olan tek doğmasına neden olmuştur. Monogenizm renkleri ve
hominoiddir. Bu özellik ona, diğer hominoidlerden daha görünüşleri nasıl olursa olsun tüm insanların aynı türün
uzun süren ebeveynlere bağımlılık ve daha fazla toplumsal üyesi olduklarını ve Adem ve Havva’dan geldiklerini,
öğrenme yetisi kazandırmaktadır. İnsanın davranış büyük ancak sonradan farklı çevrelere uyum sağlayarak
oranda öğrenmeye dayalı alışkanlıklara dayanmaktadır. değişiklik görünümler kazandıklarını savunan görüştür.
Öğrenilen özellikler arasında üretme, yaratma yeteneği ve Poligenizm ise insan ırklarının hepsinin Adem ve
dil merkezi bir konumda yer almaktadır. İnsan yarattığı Havva’dan gelmediğini, dolayısıyla ayrı türler olarak
kültür olmaksızın ve toplumdan soyutlanmış halde değerlendirilmeleri gerektiğini savunan görüştür. İsviçreli
yaşamını sürdüremez. Diğer canlılardan bizleri ayırt eden anatomist Retzius ırk sınıflandırmasında kullanılacak bir

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 4: İnsanın Canlılar Dünyasındaki Yeri ve Biyolojik Çeşitliliği

ölçüt olarak kafatası endisini geliştirerek, kafataslarını


uzun (dolikosefal) orta yuvarlaklıkta (mezosefal) ve
yuvarlak (brakisefal) olarak sınıflamıştır. Buna göre bazı
ırklar uzun, bazıları yuvarlak ve bazıları da orta
yuvarlaklıkta bir kafatası biçimine sahiptir. Kafatası
biçimine dayalı ırk sınıflandırması daha sonraları ırkçılık
tartışmalarının odağına yerleşecektir. Bu tür biçimsel
özelliklerin insanların teknolojik, davranışsal, moral ve
zekâ düzeylerini de belirlediği düşüncesi 20. yüzyılın ilk
çeyreğine kadar büyük ölçüde kabul gören bir düşünce
olmuştur. Bu görüş, 20. yüzyılın başında bazı devlet
yöneticileri tarafından evlilik, çocuk sahibi olma ve aile
büyüklüğünün düzenlenmesiyle ırkların geliştirilmesi,
böylece saf ırkın yaratılması anlamına gelen öjeniye kadar
ulaşmıştır. Francise Galton tarafından önerilen bu görüş
Nazi Almanya’sında en üst düzeye çıkan ırkı kötü
unsurlardan temizleme uygulamalarıyla bir insanlık
dramına dönüşmüştür. Hiç bir bedensel özelliğin tek
başına ırkları sınıflamada başarılı olmadığı anlaşılınca,
başka çözümlerin aranmasına neden olmuştur.
Sınıflamaların doğru yapıldığı varsayılsa bile, bu
sınıflamalarda ortaya çıkan bir diğer sorun ırklar
arasındaki karışımlardır. Göçler ve nüfus hareketlilikleri
nedeniyle birçok insan grubu geçmişte yer değiştirmiştir.
Günümüzde de bu süreç artarak devam etmektedir. Bu tür
hareketlilik, farklı ırklara dahil edilen bireylerin
evlenmeleriyle sonuçlanmaktadır. Ancak, farklı ırklardan
ebeveynlerden doğan çocukların hangi gruba dâhil
edilebileceği belirsizdir. Her ne kadar, ırk sınıflamalarının
biyolojik bir temele dayandığı ve sınıflamalarda kullanılan
biçimsel özelliklerin genetik temelli olduğu kabul edilse
bile, ırk sınıflamalarının biyolojik bir temele
dayanmadığına en önemli kanıt genetik çalışmalardan
gelmiştir.

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 5: İnsanın Evrimi

Giriş ne kadar değişen dünya ve canlılar arasındaki farklılıkları


açıklama çalışmaları 18. Yüzyıla kadar uzansa da, bu
İnsanın biyolojisini, çeşitliliğini, biyolojik uyarlanması döneme kadar inanılan temel görüş, canlıların Tanrı
gibi insanı ilgilendiren birçok sorun evrim bakışı açısıyla tarafından yaratıldıklarını ve değişmez niteliklere sahip
çözümlenebilir. Evrim basitçe, zaman içerisinde bir türün olduklarını savunan yaradılışçılıktır. Canlıların değişmez
genetik yapısında meydan gelen değişimi ifade eder. Eğer niteliklere sahip oldukları görüşünü zedeleyen ilk kuram
bu değişim genetik yapıda bir kuşaktan diğerine olduysa Jean-Baptiste Lamarck(1744-1829) tarafından ileri
mikro evrim olarak adlandırılır. Ancak türü oluşturan sürülmüştür. Lamarck’a göre canlı yaşamı boyunca
grupların üreme engeliyle birbirlerinden ayrılarak yeni çevreye uyum sağlayarak belli özellikler kazanır, daha
türlerin ortaya çıkmasına olanak sağladıysa, değişim sonra bu değişiklikleri kendi çocuklarına aktarır.
makro evrim olarak adlandırılır. Hemen herkes evrim Kazanılan karakterlerin kalıtımını açıklayan Lamakizmde
kuramıyla ilgili bir tartışma duymuş ya da bu konuda bir uzun süre kullanılmayan organlar güdükleşir ve
fikir beyan etmiştir. Bu konudaki tartışmalar çoğu zaman fonksiyonunu yitirir, körelir. Buna karşın ihtiyaçlara bağlı
bilimsel ve dini görüşlerin çarpışmasına dönüşmektedir. olarak kazılan özellikler ise gelecek kuşağa aktarılır.
Oysa bu iki alan birbirinden çok farklıdır. Bilim ve din Jeolojinin kurucusu olarak da bilinen Charles Lyell (1797-
farklı türde sorular sorar ve bu sorulara farklı tarzda 1875), günümüzde gözlenen jeolojik süreçlerin
cevaplar sunarlar. Bilim sorgulamaktır, ama din geçmiştekilere benzer bir şekilde gerçekleştiğini
sorgulanamaz. Bilimsel yöntem soru sormaya, gözlem öngörmüştür. Tekdüzelik (unformitarianism) olarak da
yapmaya, hipotezler geliştirmeye ve bu hipotezleri bilinen bu düşünce, yeryüzünü oluşturan katmanların
sınayarak kuramlar ortaya koymaya dayanır. Bir hipotez, günümüzde gözlemleyebildiğimiz rüzgar, sel, erozyon,
gözleme dayanarak oluşturulan, sınanabilir bir önermedir. bitkiler, volkan patlamaları, depremler ve buzul
Bilimsel bir kuramsa kanıtlarla çok iyi bir şekilde hareketleri gibi tekdüze olarak doğal süreçlerle oluştuğunu
desteklenmiş bir hipotezdir. Bu nedenle canlının kökeni ve ileri sürmektedir. Bu olgular zaman içinde değişebilmekle
gelişimini açıklayan evim, bilimsel bir kuramdır çünkü birlikte, bulguları etkileyen süreç yavaş ve tekdüzedir. Bu
pek çok sağlam kanıtla desteklenmektedir. kuramın sağladığı en büyük katkı, yeryüzünün tarihinin
Evrim Düşüncesinin Gelişimi son derece kısa bir geçmişle sahip olduğu, hatta kutsal
kitaplardan hareketle yapılan hesaplara göre İ.Ö. 404’te
Yaygın inanışın tersine Charles Darwin, evrim fikrini yaratıldığı yönündeki görüşleri zayıflatmasıdır.
ortaya atan ilk düşünür değildir. Evrim düşüncesi ile ilgili Dolayısıyla bu açıklama canlılardaki yavaş ve tedrici
bilgilerin kökeni Antik çağa kadar uzanmaktadır. Antik değişim için gerekli olan uzun zaman dilimi fikrine olanak
düşünürlerin bir kısmı canlının kökeni ve gelişimini sağlamıştır. Lamarck, Lyell ve Cuvier gibi düşünürler
tanımlarken, Herakleitos canlılar arasındaki savaşımdan aslında evrim düşüncesinin temelini atmış ve evrimle ilgili
bahsederek, doğal seçilim fikrinin öncülüğünü yapmıştır. kararlar kısmen de olsa Darwin öncesinde geliştirilmiştir.
Ünlü düşünür Aristoteles, değişimi maddenin varoluş Darwin evrimin doğal seçilim yoluyla nasıl gerçekleştiğini
biçimi olarak görmektedir. Canlıları ilk kez sınıflayan kuram haline dönüştürmüştür. Onun evrim düşüncesine en
Aristoteles’e göre canlılar alemi bir merdiven gibidir. önemli katkısı jeoloji, ekonomi, anatomi gibi farklı birçok
Bitkilerden insana bütün canlılar sürekli ve hiyerarşik bir alandan bilgileri bir araya getirip sentezleyerek yeni bir
skalada yer almaktadırlar. Bu skalada basitten karmaşığa kuram ortaya koymuş olmasıdır. Beagle gemisi ile
doğru gelişerek insana ulaşan bir dönüşüm mevcuttur. yaklaşık 5 vıl süren seyahati boyunca Charles Darwin
Canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğunu (1809-1882), öncelikle incelediği türlerin hemen hepsini
belirterek transformizm adı verilen ilk evrim düşüncesini çeşitlilik (varyasyon) gösterdiğini gözlemlemiştir. Bir
ortaya atan düşünür Aristeles’tir. Doğa tarihçileri olarak türün devamı ve evrimsel başarısı için, türü oluşturan
da adlandırılan ilk doğa bilimcilerden Carl von Linnie bireylerin çeşitliliğinin zorunluluk olduğu sonucuna
(1707-1778), taksonomi olarak da bilinen sınıflamayla, varmıştır. Darwin, çeşitliliğin türlerin yaşadıkları çevreyle
bilinen bütün canlıları anlamlı gruplar halinde organize uyumlu olduğunu, her canlının yaşadığı alana
etmiştir. Linne, aynı zamanda, cins ve tür ayrımını uyarlandığını göstermiştir. Malthus, canlıların yaşayan
yaparak iki isimlendirmeyi bilim dünyasına bireylerden çok fazlasını dünyaya getirdiklerini, birçok
kazandırmıştır. Fransız anatomist Cuvier (1769-1832) bireyin erişkinlik ve üreme aşamasına gelmeden yaşamını
jeolojik katmanlarda yer alan fosilleri inceleyerek, yitirdiğini belirtmektedir. Eğer böyle olmasaydı
bunların önemli bir kısmının geçmişte soyları tükenmiş populasyonlar çevrenin onları beslemeyeceği oranda hızlı
canlılara ait olduğunu göstermiştir. Tabakalarda bulunan artacaklardı. Buna karşın doğadaki nüfus denge içindedir.
fosilleri inceleyen Cuvier, değişik katmanlarda saptanan Nüfusun büyüklüğü, açlık-kıtlık, hastalık ve savaşlarla
fosiller arasındaki farklılıkların sel, deprem, volkanik kontrol edilmektedir. Çiftçiler ve hayvan yetiştiricileri en
patlama gibi tufanlarla açıklanabileceği tufan kuramını fazla et, süt ve yumurta veren hayvanlarla, en iri ve en
geliştirmiştir. Tufan kuramına katastrofizm de fazla tohumu veren bitkileri seçerek yapay seçilim olarak
denmektedir. Bu kuram, yaşlanan tufanların bir çok canlı da bilinen bu yöntemi tarımın keşfinden bu yana
türünü yok ettiğini, daha sonra bu canlıların yerine Tanrı uygulamaktadır. Darwin, canlıların arasında da beslenme,
tarafından yenilerinin yaratıldığını kabul etmektedir. Her üreme gibi nedenlerle bir mücadelenin olduğunu ve bu

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 5: İnsanın Evrimi

mücadelede yaşadığı çevrede en iyi uyarlanan ve Primatların Evrimi


üreyenlerin başarılı oldukları, diğerlerinin ise elenerek yok
oldukları sonucuna ulaşmıştır. Diğer bir deyişle çiftçilerin Primatlar da yeryüzünde Paleosen olarak adlandırılan
çeşitlilik gösteren ürünler arasında yaptığı seçimi, doğa bir Senozoyik çağın ilk evresinde ortaya çıkmışlardır.
amacı olmaksızın yapmaktadır. Kuşaklar boyunca Senozoyik çağ, Paleosen, Eosen, Oligosen, Miyosen ve
çevrelerine uyumlarında daha fazla avantajlı olanların ve Pliyosen adı verilen beş evreden oluşur. (Yaygın şekliyle
daha çok yavru verenlerin seçiliminin, canlılardaki dinozorlar olarak da bilinen iri sürüngenlerin yeryüzünden
değişimin temel düzeni olduğunu vurgulayarak doğal yok olduğu bu dönemde, memeliler ve kuşlar
seçilim yoluyla evrim kuramı geliştirmiştir. Doğal yayılmışlardır. İlimin günümüzdekinden daha soğuk
seçilimde canlıların gösterdiği çeşitlilik oldukça olduğu ve iklimsel dalgalanmalar gösterdiği Paleosen
önemlidir. Gerçekte hiçbir değişiklik (varyant) bir diğerine dönemde, memelilerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. İlk
göre avantajlı değildir. Kısacası evrim canlılardaki primat benzeri memeliler de bu evrede ortaya çıkmışlardır.
değişimden başka bir şey değildir. Her ne kadar doğal Atlar, balinalar, yunuslar gibi birçok memelinin ortaya
seçilim yoluyla evrim kuramı Darwin ile birlikte anılsa da çıktığı Eosen dönemde, primat benzeri memelilerden
aynı sonuçlara Alfred Russell Wallace (1823-1913) ağaca tırmanmaya yarayan kavrayıcı el ve ayakları,
tarafından da ulaşılmıştır. Darwin, canlıların çeşitliliğinin kısalmış burun çıkıntıları ve iri beyinleri olan ilk gerçek
evrim açısından önemini, populasyon içerisindeki primatlar (erken prosimiyenler) evrimleşmişlerdir.
mücadele ve üreyen grupların birbirlerinden izolasyonunu Havanın tekrar soğuduğu, otlakların artmasına karşın
ve coğrafi engellerin yeni bir türün oluşumundaki etkisini ormanlık alanların daraldığı, olasılıkla buna bağlı olarak
açıklamakla birlikte, tür içerisindeki çeşitliliğin etçillerin yayıldığı Oligosen dönemde, gerçek maymunlar
kaynakları, tür içerisinde çeşitliliğin nasıl devam ettiği ve olarak da adlandırılan antropoidler ortaya çıkmıştır. Fosil
evrimin hızı gibi temel evrim sorunlarını kanıtlardan hareketle goril, şempanze ve insanın ortak
çözümleyememiştir. Ancak, bu sorunlara yanıtlar farklı atasının ortaya çıktığı ve hominoidlerin atalarının
doğa bilimcilerden gelmiştir. Sir Francis Galton (1822- yaygınlaştığı ve sonlarında ise iki ayaklı ilk hominidlerin
1911), farklı renkteki tavşanlardan kan alarak, bunu diğer ortaya çıkmaya başladığı dönem Miyosen’dir. Miyosen
tavşanlara transfer etmiş; ardından bireyleri çiftleştirmiş, dönem memelileri, çoğu günümüzde de yaşayan modern
ancak renk özelliğinin kan transferi aracılığıyla geçmediği görünümlü türlerden oluşmaktadır. Bu döneme kadar
sonucunda ulaşmıştır. Özelliklerin gelecek kuşaklara nasıl birbirlerinden ayrık olan Afrika ve Avrasya kıtaları
aktarıldığı sorunu, Çek bilgin Gregory Mendel’in (1822- birbirleriyle birleşmiştir. Miyosen dönem hominoidleri,
1884) bezelyeler üzerinde gerçekleştirdiği çalışmalarla orangutan, goril, şempanze ve insana doğru giden evrimsel
çözümlenmiştir. Mendel 1856’da bir manastırın hatta yer almışlardır.
bahçesinde bezelyelerin 7 farklı özelliğinin kalıtımı İlk Hominidler
üzerine bir dizi deneysel üretim çalışmasına başlamıştır.
Mendel, genetik özelliklerin ayrı birimler halinde eşit İnsanın atasal ilişkisinin bulunduğu şempanze, goril ve
oranlarda karışan modeline karşıt tanecikli kalıtım orangutan gibi kuyruksuz büyük maymunlardan Miyosen
modelini bulmuştur. Mendel’in ortaya koyduğu bir diğer dönemin sonları ile Pliyosen dönemin başlarında ayrıldığı
buluş ise bezelyenin biçimi ve rengi gibi özelliklerin gerek fosil kalıntılar gerekse moleküler araştırmalarla
birbirinden bağımsız halde, gen olarak bildiğimiz ortaya konulmuştur. Hominidler, kuyruksuz büyük
özellikler tarafından aktarıldığıdır. Mendel bir kuşaktan maymunlarınkinden daha iri beyinli, onlardan daha az
diğerine kalıtımın nasıl gerçekleştiğini ortaya koyarken, çıkıntı yapan yüz iskeletine, küçülmüş köpekdişlerine
türün ya da türü oluşturan populasyonların genetik sahip iki ayak üzerinde dik yürüyen primatlardır.
yapısındaki çeşitlilik, rekombinasyon ile açıklanmıştır. Australopiteklerin bütün türleri hiç kuşkuya yer
Rekombinasyon, rastgele üremeyle bir türün gen havuzu bırakmayacak nitelikte dik yürümektedirler. Dik yürüme
içerisindeki genlerin bir araya gelerek, sonsuz bir çeşitlilik insan evrimi açısından son derece önemlidir.
oluşturabilmeleridir. Ancak, bu özellik mevcut genetik İlk İnsanlar
yapı içerisine yeni özelliklerin nasıl girdiğini
açıklayamamaktadır. Bu durumda mutasyon adı verilen bir Evrimsel anlamda insan sayılmak ya da Homo cinsine
diğer evrimsel süreç karşımıza çıkmaktadır. Genetik yapı, dahil edilmek için, başta alet üretimi ve kullanımı olmak
yalnızca mutasyonlar aracılığıyla değil, aynı zamanda bir üzere, dik yürüme, iri bir beyin, konuşabilme yetisi gibi
kuşaktan diğerine bir genin frekansının değişimiyle özelliklerin bütününe sahip olmak gerekmektedir. Bilim
karakterize olan genetik sürüklenmeyle de insanları, insanı insan yapan en temel özelliklerin bunlar
değişebilmektedir. Bütün canlılarda üremenin rasgele olduğunda fikir birliğine varmışlardır. Bu özellikler tam
olması, genetik yapının bir kuşaktan diğerine rastgele olarak ancak bizde, yani Homo sapienslerde bulunmakla
değişimine yol açmaktadır. Ayrıca, bir popülasyondan birlikte, bunları n gelişimi Homo cinsini oluşturan Homo
diğerine göçler de gerçekleşmektedir. Bu genetik göçlere habilis, H. rudolfensis, H. ergaster, H. erectus, H.
gen akışı denmektedir. İşte evrim adını verdiğimiz neanderhlaensis, H. antecesor, H. heidelbergensis ve
kavram, bu süreçlerin ve eklenebilecek başka durumların nihayet H. Sapiens gibi türlerde, 2,5 milyon yıllık bir
karmaşık bir işleyişinin ürünüdür. evrimsel süreçte gerçekleşmiştir.

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 5: İnsanın Evrimi

yapıları üzerinde yürütülen genetik araştırmalar günümüz


modern insanlarının kökeninin ortak bir ata olduğuna
Homo habilis ve Homo rudolfensis: Homo habilis adını,
işaret etmektedir. Afrika, Asya, Avrupa, Kuzey Afrika,
fosillerle birlikte ele geçen taş aletler ve üzerinde kesik
Yakındoğu, Avustralya yerlileri ve Yeni Gine
izleri saptanan hayvan kalıntılarından hareketle, kendisine
topluluklarından alınan mitokondriyal ya da sitoplazmik
atfedilen “becerikli, yetenekli insan” tanımlamalarından
DNA’lar üzerinde yürütülen çalışmalar, günümüzde
almıştır. Homo habilis fosillerinin önemli bir kısmı Doğu
yaşayan insanların tamamının kökeninin Afrika kıtası
Afrika’dan ele geçmiştir.
olduğunu ortaya koymuştur. Yalnızca ortak ata ve bunun
Güney Afrika’dan da gün ışığına çıkarılan fosiller hangi bölgede yer aldığı değil, aynı zamanda bu ayrımın
bulunmakla birlikte, son zamanlarda her iki bölgeden ele ne zaman gerçekleştiği de moleküler saat olarak bilinen
geçen fosiller Homo habilis ve Homo rudolfensis olmak yöntemle belirlenmeye çalışılmaktadır. Mitokondriyal
üzere iki farklı tür altında değerlendirilmektedir. DNA’nın yalnızca kadınlar tarafından aktarılması ve
Bunlardan iri beyinli ve iri dişli olanlar Homorudolfensis genetik kodunun erkeklerinkiyle karışmaması nedeniyle,
olarak adlandırılırken, daha küçük beyine sahip, küçük diş ortak ata Mitokondriyal Havva olarak adlandırılmıştır.
ve yüz yapısı gösteren grup ise Homo habilis olarak Moleküler çalışmaların bulguları ve bunların antropolojik
adlandırılmaya devam edilmektedir. Ürettikleri aletlerle çalışmalardan elde edilenlerle desteklenmesi sonucunda
habilislerin avlandıklarına ilişkin kesin kanıtlar mevcut oluşturulan tek merkezli görüşe karşı, Milford Wolpoff,
değildir. Alan Thorne ve WU Xinzhi gibi araştırmacıların fosillerin
morfolojik özelliklerine dayalı karşılaştırmalı
Homo ergaster ve Homo erectuslar: Afrika’dan ele geçen
çalışmalarına göre, modern insan gruplarının bulundukları
ve 1,8 ilâ 1,6 milyon yıl öncesine tarihlendirilen insan
bölgelerde, birbirlerinden bağımsız olarak evrim
fosilleri esasen Homo erectuslar ile büyük benzerlikler
geçirmişlerdir. Çok merkezli evrim olarak bilinen bu
göstermesine karşın, Homohabilis ve australopitkelere de
hipotezde Homo erectus ve Homo sapiensler arasındaki
benzeyen bazı özellikleri nedeniyle Homo ergaster
morfolojik benzerliğin bu insanların bölgesel evriminin
(Yunanca işçi/çalışan anlamında) adında ayrı bir gruba ürünü olabileceği, birbirini izleyen fosil gruplarının yerel
dahil edilmişlerdir. Homo erectuslar, Australopitekler ve evrimleşmesinin sonucu olduğu kabul edilmektedir.
Homo habilisin tersine, fosil kalıntılarına Afrika dışındaki
Modern Homo sapienslerle birlikte karşımıza çıkan en
kıtalarda da rastladığımız ilk türdür. Homo erectuslar Alt
etkileyici arkeolojik buluntular onların inanç sistemlerini
Paleolitik olarak adlandırılan eski taş çağı kültürünün
ve değerlerini yansıtan heykelcikler ve mağara
üreticileridir. Belki de Homo erectuslarla ilgili en önemli
resimleridir.
kültürel gelişim, ateşin kullanımıdır.
Neandertal İnsanı (Homo neanderthalensis): İlk
örnekleri 1848 yılında İspanya’da Cebelitarık’ta, daha
sonra 1856 yılında Almanya’nın Neander vadisinde
bulunan fosiller, Almanya’daki buluntu yerinden hareketle
Homo neanderthalensis (Neandertal insanı) olarak
isimlendirilmiştir. Neandertaller günümüzden önce 200
bin yıl ilâ yaklaşık 30 bin yılları arasında yaşamışlardır.
Homo neanderthalensis olarak tanımlanan bu türün
yeryüzündeki dağılımı doğuda Özbekistan’dan batıda
Atlantik kıyılarına, kuzeyde Galler bölgesinden güneyde
Cebelitarık ve Doğu Akdeniz’e kadar geniş bir alanı
kapsamaktadır. Avcı ve toplayıcı olan Neandertaller, balık
ve midye gibi denizel ve tatlı su hayvanlarını diyetlerine
dahil eden ilk türdür. eandertaller ölülerini de
gömmüşlerdir. Alet teknolojisi, konuşma yetisi, iletişim,
sanat, karmaşık düşünce sistemi gibi bakımlardan daha
gelişmiş olan Homo sapienslerle giriştikleri biyolojik
savaşı kaybederek yerlerini, bizim doğrudan atamız olan
Homo sapienslere bırakmışlardır.
Homo Sapiens: Modern insanın kökeniyle ilgili
tartışmalar Neandertal fosillerinin gün ışığına çıkarıldığı
19. yüzyıla kadar uzanmakla birlikte, günümüzde
yürütülen tartışmalar temelde iki ana başlık altında
toplanabilir. Bunlardan ilki günümüz insanlarının
DNA’ları üzerinde yürütülen çalışmalara dayanmaktadır.
Son zamanlarda yaşayan insan topluluklarının DNA

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 6: Sanayi Öncesi Uyarlanma ve Yaşam Tarzları: Avcı-Toplayıcılık ve Tarım

Giriş yaşama olanağını da gösterir. Ayrıca antropoloğun dikkat


edeceği bir başka şey, o ekosistemde beslenme açısından
İnsanlık, kültür yaratan ata türlerinden başlayarak zorunlu ama kıt olan kaynak ya da kaynaklardır. Kıtlaşan
günümüzden on bin yıl öncesine kadar, yaklaşık olarak 2- kaynak hangisiyse, biyolojik taşıma kapasitesi bakımından
2,5 milyon yıl boyunca, avcı-toplayıcı bir geçim ve yaşam hayatî önemde olan kaynak odur. Üstelik bu çağlarda
tarzı sürdü. Avcı-toplayıcı yaşam tarzı, herhangi bir üretim ömür beklentisi de çok düşüktü. Paleolitik dönemdeki
etkinliğine değil, doğada verili olarak bulunan bitki ve nüfus artış hızı bin yılda ancak % 2 kadar gerçekleşmişti.
hayvan varlığının istismarına dayanıyor ve buna uygun bir
insan örgütlenmesi gerektiriyordu. Doğal olarak beslenme Avcı-toplayıcılarda teknolojik gelişme yavaş olmuştur.
Ancak buna karşın yaklaşık olarak 2 milyon yıldır çeşitli
rejiminin temeli de etti. Zira uzun süren buzul çağlarına aletler yardımıyla yapılan avcı-toplayıcı etkinlik, ilk
yayılan avcı-toplayıcı etkinlik kıt bir bitkisel ortamda zamanlardan Neolitik döneme uzanan süreçte oldukça
sürüp gitmekteydi. Ancak günümüzden on bin yıl önce bu değişmiş, ama insan türü için bu milyon yıllarla ölçülen
uzun süren buzul çağlarından çıkıldı ve büyük bir küresel süreyle kıyaslandığında hayli kısa sayılabilecek bir zaman
ısınma yaşandı. Küresel ısınma doğayı dönüştürdü, dünya öncesine kadar temel ve evrensel besin edinme stratejisi
ısındı, sulak alanlar arttı, büyük ırmaklar kararlı bir akış olmayı sürdürmüş, zaman içinde teknoloji ve örgütlenme
rejimine kavuştu, bitki ve hayvan varlığı çoğaldı. bakımından giderek yetkinleşmiştir.
Böylelikle üretimciliğe geçildi, yani tarımsal hayat
başladı. Tarımsal hayat Neolitik devirde gerçekleşti. Ekonomi, Örgütlenme ve Siyaset: Avcı-toplayıcıların
Neolitik Devrim’le birlikte avcı-toplayıcı hayat hızla temel örgütlenme biçimine takım adı verilir. Bu takımlar,
tasfiye oldu ve dünyanın çok büyük bölümünde tarım ve yararlandıkları besin ve su kaynaklarının mevsimsel
onunla birlikte gelişen hayvancı geçim ve yaşam tarzı değişmelerine bağlı olarak hareket ederler; bu yüzden
egemen hale geldi. Bu Neolitiğin Tarım Devrimi’nin göçerler. Bu hareketlilik, aynı zamanda avcı-toplayıcıların
ardından insanlığın yaşadığı ikinci büyük devrim, Sanayi komşu topluluklarla karşılıklı ziyaret ve değiş-tokuş
Devrimi’nin bir sonucuydu. Sanayi Devrimi’yle birlikte (mübadele) ilişkileri geliştirmesine neden olmuştur. Bu
geleneksel tarım biçimleri, iki yüz yıla sığacak bir sürede temaslar içinde bugün en iyi bildiklerimiz sessiz ticaret,
hızla ortadan kalktı ve tıpkı dünyanın sınırlarına çekilen ticaret ortaklığı ve bunun ilginç bir örneği olan kula
avcı-toplayıcılık gibi kendi dar alanlarına sıkıştı. döngüsüdür.

Avcı-Toplayıcılık Uyarlanma: Avcı-toplayıcılar çok farklı çevrelere


uyarlanmış, farklı av ve toplama etkinliklerine
Tarih ve Tanımlama: Bitki ve hayvan evcilleştirmesinin özelleşmişlerdir. Bu farklı uyarlanma ve özelleşme
ortaya çıktığı Neolitik döneme, yani günümüzden kabaca süreçleri, doğal olarak farklı yaşam biçimlerini yaratmış,
10,000 y›l öncesine kadar bütün insanlar avcı-toplayıcı farklı kültürel özelliklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
idiler. 10,000 yıl öncesine kadar devam eden iklim ve Doğanın tahakkümünü ve kontrolünü amaçlamayan,
çevre koşulları, böyle bir yaşamı ve geçimi dayatmış, onunla karşılıklı yarar ve saygı yaşayan bu topluluklar,
insanlar da bu koşullara doğayla bugünkü Batı anlayışından çok farklı bir ilişki
uyarlanmış bir hayat sürmeye devam etmişlerdi. 16. biçimi geliştirmişlerdi.
yüzyıldan itibaren, dünyanın Avrupalılar tarafından Beslenme ve Sağlık: Avcı-toplayıcılar genellikle sağlıklı
kolonileştirilmeye başlanmasına kadar, tarıma geçilmesine topluluklardır. Hareketlilikleri, küçük nüfusları ve avcılığa
karşın dünyanın pek çok yerinde avcı-toplayıcı etkinlik bağlı olarak yüksek protein tüketimleri, onları salgın
sürmekteydi. 16. yüzyılda başlayan ve giderek etkisini hastalıklar karşısında dirençli hale getirmiştir. Küçük
artıran kolonileştirme hareketi bu yörelerin pek çoğunda nüfuslar halinde yaşayan avcı-toplayıcılar genellikle diğer
avcı-toplayıcılığı ortadan kaldırdı ve avcı-toplayıcı topluluklardan yalıtık olarak yaşarlar. Dolayısıyla bu
etkinlik besin üreticiliğine uygun olmayan çevrelerde topluluklarda hastalık taşıyan virüslerin, bakterilerin,
sürdürülebilir hale geldi. Ancak bu avcı-toplayıcıların parçacıkların, spor, yumurta ve enfeksiyon taşıyan
varlıkları ve yaşam biçimleri de sınırları içinde yaşadıkları larvaların akışına izin verecek bir temas yoktur ya da çok
ulus-devletlerin modernleştirici etkisi karşısında tehdit azdır. Avcı-toplayıcılarda toplumsal farklılaşma sadece
altındadır ve çok geçmeden bu geçim biçiminin dünya yaş ve cinsiyet gibi biyolojik kategoriler üzerinden
yüzünde hiçbir örneğinin kalmaması şaşırtıcı yürüdüğü için, yani bir toplumsal tabakalaşma
olmayacaktır. bulunmadığından, karmaşık ve tabakalı toplumlara özgü
Ekoloji, Teknoloji ve Nüfus: Avcı-toplayıcılar ekolojik olan, farklı tabaka ve meslek gruplarına özgü hastalık
koşullara üst düzeyde bağımlıdırlar. Burada hayatî kavram farklılaşmasına onlarda rastlanmaz.
biyolojik taşıma kapasitesi kavramıdır. Biyolojik taşıma Tarım ve Hayvancı Uyarlanma
kapasitesi kavramı, belirli bir yaşam alanında (ekolojik
eşikte), o çevrenin ekolojik koşullarının sunduğu Tarih ve Tanımlama: Besin Üreticiliğine Geçiş : Dünya
olanaklarla, herhangi bir güçlük çekmeden yaşayabilecek yaklaşık olarak 10 bin yıl önce Holosen devir adını
en yüksek miktardaki canlı sayısını ifade eder, ayrıca bu verdiğimiz dönemde büyük bir küresel ısınma yaşayarak
yaşam alanının canlılara sağlayabileceği en yüksek Son Buzul Çağı’ndan çıktı. Bu büyük iklimsel dönüşüm

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 6: Sanayi Öncesi Uyarlanma ve Yaşam Tarzları: Avcı-Toplayıcılık ve Tarım

sonucunda dünyanın belirli yerlerinde avcı-toplayıcı bağımlılık ilişkisi içindedir. Bu ilişki tarihsel olarak bitki
yaşam tarzı terk edilerek tarıma, başka bir deyişle besin üreticilerinin ihtiyaç duyduğu hayvansal ürünlerle,
üreticiliğine geçildi. Holosen devrin başında buzulların çobanların ihtiyaç duyduğu zirai ürünlerin mübadelesine
erimesiyle birlikte ortaya çıkan buzul-sonrasının ekolojik (değiş-tokuşuna) dayanır. Bu mübadele ihtiyacı tarihteki
ortamında, daha sonra evcilleştirilerek tarımı yapılan belli ilk büyük pazarları da doğurmuştur. Dolayısıyla göçebe
başlı bitkilerin yabani örnekleri dünyanın farklı yerlerinde döngüsünün bir yerinde, bağımlı oldukları bir pazar
yaygınlık kazandı. İklimbilimciler bu büyük değişmeye merkeziyle kurulan iktisadî ilişki ve bunun doğurabileceği
büyük iklim geçişi demektedir. Son Buzul Çağı’nın siyasî ilişkiler önemli bir rol oynar.
değişken iklimi, ekolojide pek çok değişmenin ortaya
Kaba Tarım Biçimleri: Nüfusu fazla yoğun olmayan
çıkmasını sağladığı gibi, özellikle Ortadoğu’da, yerleşik
bölgelerde, geniş alanlara yayılmış olarak yapılan düşük
hayata ve tarımcılığa geçişle simgelenen Neolitik
verimli tarım biçimlerine toplu olarak kaba tarım
dönemin hazırlayıcısı olan Epipaleolitik dönemin yaşam
denilmektedir. Bu tarım tipi, tarımın en ilkel biçimlerini
koşullarını da ortaya çıkarmıştır. Buzul çağının değişken
bünyesinde barındırır. Buna karşılık kaba tarım yapan
ama soğuk ve kurak iklimi, günümüzden yaklaşık olarak
topluluklar, avcı-toplayıcıların aksine yerleşik
12 bin yıl öncesine kadar devam etmiştir. Küresel
topluluklardır. Yerleşiklik basit köy yerleşimleri
ısınmayla birlikte Avrupa’nın ve Rusya’n›n kuzeyini ve
biçiminde tezahür eder. Buna bağlı olarak bu
İspanya’dan Himalaya’lara kadar bütün Alp dağları
topluluklarda bir toprak bilincinin varlığından söz
sistemini kaplayan buzullar hızla çekilmiş ve buzların
edebiliriz. Kaba tarım biçimleri bahçecilik (horticulture)
çekildiği yerleri ormanlar ve sulak alanlar doldurmaya
ve geçimlik tarla tarımı olmak üzere iki başlık altında
başlamıştı. Bu ısınma ve nemlenmenin sonucunda bugün
sınıflandırılabilir.
tarımını yaptığımız pek çok bitkinin ve evcilleştirdiğimiz
hayvan türünün yabani ataları belirli bölgelerde yayıldı. 1) Bahçecilik (horticulture): Bu biçime çapa tarımı
da denilmektedir. İnsanlar avcı-toplayıcılıktan
Nüfus ve Tarımın Yayılması: Tarıma geçişle birlikte
tarıma geçtiklerinde ilk başvurdukları tarım
nüfusun arttığı bir gerçektir. Nitekim biz Neolitik’le
yöntemi buydu. Kaba tarım biçimleri içinde en az
birlikte daha önce görmediğimiz büyüklükte yerleşmelerle
emek harcanan ve buna karşılık en az enerji elde
karşılaşmaya başlamaktayız. Arkeolog Robert J.
edilen biçim, bahçeciliktir. Bu yüzden artık değer
Braidwood, tarımın ilk ortaya çıktığı bölgenin aşırı nüfus
yaratımı yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla
baskısı yüzünden biyolojik taşıma kapasitesinin üzerinde
bahçecilerde tabakalaşma ve toplumsal
bir nüfus yüküyle karşılaştığını ve bu durumun bir göçü
farklılaşma görülmez. Bahçeciler, küçük
doğurduğunu söylemektedir. Tarım tekniklerinin ve
alanlarda, çapa, değnek gibi basit aletler
kültürünün doğuya, batıya ve güneye doğru yayılması
kullanarak tarım yaparlar. Tarlalar kalıcı bir
Braidwood tarafından bu olguya bağlanmıştır. Biyolojik
mülkiyetin konusu değildir, hatta çoğu zaman
taşıma kapasitesinin doygunluğu ile birlikte çiftçiler, yerli
belirli bir tarla bile yoktur.
toplayıcıları sürmüş ve tarım teknikleri ve tarımcı yaşam
2) Geçimlik Tarla Tarımı: Bahçecilik
tarzı bu harekete bağlı olarak çepere doğru her kuşakta 10-
uygulamalarının olanaklı olduğu coğrafyaların
20 km. yayılmıştır. Neolitik Devrim’i izleyen 9 bin yıl
dışında, bir kaba tarım yöntemi olarak geçimlik
içinde, dünya nüfusu yaklaşık olarak yüz kat arttı ve 17.
tarla tarımı yapıldığı görülmektedir. Geçimlik
yüzyılın ortalarına gelindiğinde ortalama olarak 500
tarla tarımında küçük ve düzensiz tarlalar söz
milyon kişiye ulaştı.
konusudur. Ekilen üründen elde edilen verim,
Temel Tarım ve Toplumsal Örgütlenme Biçimleri: yine o ekim işini yapan bir hanenin ihtiyaçlarını
Tarımın yayılmasıyla birlikte, bir taraftan avcı-toplayıcılık giderecek kadardır. Yani bu tarım biçiminde de
daralıp dünyanın kenarlarına çekilirken bir taraftan da artık değer yaratımı söz konusu değildir, sadece
tarımın yayıldığı bölgelerin ekolojik özelliklerine, burada geçimlik üretim söz konusudur. Dolayısıyla
yaşayan toplulukların demografik durumlarına uygun burada tabakalaşma yoktur ya da çok gevşektir.
farklı tarım biçimleri ortaya çıktı.
Yoğun Tarım Biçimleri: Sadece geçimlik üretim
Göçebe-Hayvancılık (Pastoralistler): Göçebe-hayvancı yapmakla yetinmeyip artık değer de yaratan bir üretim
geçim ve yaşam tarzı (pastoralizm), yukarıda söylendiği etkinliğine geçmiş ve bu etkinlik etrafında örgütlenmiş
gibi, hayvan evcilleştirmesi temelli bir uyarlanmadır. tarım biçimine yoğun tarım denir. Tarım burada artık
Dolayısıyla yaşam biçimi tamamen üretimin temeli olan değer yaratmaktan ya da para kazanmaktan fazlasını
hayvanların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir. Bu geçim anlatır. Burada da hane temel birimdir ve her hane içinde
tarzında insanların temel üretim ve besin kaynağı olan örgütlenmiş olduğu köy yerleşiminin iktisadî, coğrafî ve
hayvan sürüleriyle birlikte her zaman taze olan otlak ve toplumsal sınırları içinde, sermaye temelinde değil, üretim
çayırlara hareketi, yani transhümans, esastır. Bu yüzden araçlarının bakımına ve geçimin sürdürülebilirliğine
göçebe-hayvancılık yerleşikliği değil göçerliği ya da odaklanmıştır. Neolitik dönemden çıkıp Kalkolitik
belirli noktalar arasında hareketi gerektirir. Göçebe- döneme ve Tunç Çağı’na girildiğinde, özellikle
çobanlar genellikle yerleşik bitki üreticileriyle karşılıklı Mezopotamya’da kuru tarım yerine sulamalı tarıma

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 6: Sanayi Öncesi Uyarlanma ve Yaşam Tarzları: Avcı-Toplayıcılık ve Tarım

geçilmesiyle birlikte, tarımdan artı-ürün yaratımı çevrelerini bu ürün türüne uygun biçimde hatırı sayılır
başlamıştı. Bu artı-ürün yaratımı, kısa sürede öyle derecede değişikliğe uğratırlar.
boyutlara vardı ki, Gordon Childe’ın ikinci büyük devrim
Göçebe-hayvancıların temel enerji kaynağı otlak ve
olarak tanımladığı Kentleşme Devrimi ortaya çıktı.
çayırlardır. Otlak ve çayırlardan hayvansal ürünlere
Tarımdan elde edilen artık, bundan böyle tarımda fiilen
dönüşen enerji, bitki tarımcılığına göre çok daha düşük bir
çalışmak zorunda olmayan bir nüfusu da besleyebilecek
verim sağladığı gibi, çok daha fazla emek gerektirir.
hale gelmiş, bununla birlikte toplumsal yaşam içinde
başka uzmanlar, başka faaliyet alanları ve yeni mekânsal Toplumsal Örgütlenme ve Siyaset: Yerleşikleşme ve
ve siyasal örgütlenme biçimleri, kent ve devlet, ortaya nüfus artışıyla birlikte daha karmaşık bir toplumsal
çıkmıştı. Kalkolitik dönemden modern çağa kadar, içinde örgütlenme ortaya çıkmıştır. Tarım zaten yüksek nüfusu
yoğun tarım yapılan çeşitli toplumsal örgütlenme biçimleri ve bu nüfusun işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Ayrıca
meydana gelmiştir. Bunlardan ilki toprağın mülkiyetinin bütün bu örgütlenmeyi sağlayacak, karar verecek merci ve
bir toprak beyinde veya kral gibi bir yöneticide bulunduğu kişilerin belirlenmesi, bu kişi ve mercilerin bu işlevleri
ve çiftçilerin onlar için üretim yaptığı feodal veya haraççı yerine getirmesi, (evlenme ilişkileri, çocuk bakımı gibi)
üretim tarzıdır. Burada çiftçiler, toprağın sahibi olarak ya toplum içi ilişkileri düzenleyecek kuralların koyulması ve
da anılan toprak sahiplerinin tarlalarında ortakçı veya gözetilmesi de bu toplulukların temel ihtiyaçları
yarıcı olarak üretime katılır ve üretilen artık değer bu arasındadır. Bütün bu işlevler siyaset kurumunu doğurur.
egemenlere aktarılır. Bu yoğun tarımdaki en yaygın ve Ortaklaşa çalışan ve eşitlikçi topluluklarda, örneğin avcı-
uzun sürmüş istismar biçimidir. toplayıcılarda, bu tür sorunlar nadiren ortaya çıkar. Çünkü
bu tür topluluklarda sorunlar birleşerek değil bölünerek
Bir ikinci yoğun tarım uygulaması köle emeği kullanılarak
çözülür.
yapılan üretimdir. Burada özgür köylü ya da serf yerine,
üretimde yoğun köle emeği kullanılır. Kölelerin iktisadî ve Bahçeciler gibi toprağın ortak mülkiyetini kabul eden
siyasî hakları yoktur. Özellikle antik dünyada bu tür bir topluluklarda dahi, sonuçta üretim üzerindeki tasarruf
tarımcılığın yaygın biçimde uygulandığı, savaşlardan ya hakkı hanelere aittir. Bir sorun çıktığında bahçecilerin de
da kaçırılma suretiyle elde edilen kölelerin üretim aracına çekip gitme (göç etme) şansı vardır ama bir kez göç
dönüştürüldüğü ve bunun sonucunda büyük edildiğinde düzenlenmiş üretim ilişkilerini yeniden
imparatorlukları ya da ekonomileri besleyen yüksek bir kurmak oldukça zordur; o yüzden bahçeciler de göç yerine
artık-değer yaratıldığı görülür. sorun çözme mekanizmaları oluşturmayı tercih ederler.
Tarımcılar büyük ölçüde evlilik ve akrabalık ilişkileri
Üçüncü biçim küçük köylü işletmeleri yoluyla yapılan
temelinde örgütlenirler. Burada temel birim, yukarıda
üretime dayanır. Burada köylü özgürdür ve temel üretim
değinildiği gibi, kendi kendine yeterli birer üretim ve
kararları özgür köylü hanesinde alınır. Anca küçük aile
yeniden üretim birimi olan hanedir. Hane aile demektir.
işletmeciliği de denilen bu biçimde çiftçi pazarda oluşan
fiyatların, üretimdeki girdi fiyatlarının ve en önemlisi Göçebe-hayvancılarda da hane (ya da çadır) temel iktisadî
demografik etkinin baskısı altındadır. ve toplumsal birimdir. Bağımsız bir sürü sahibi olan her
hane, yaylalar söz konusu olduğunda başka tür bir
Enerji ve Çevre: Tarım biçimlerinin tamamının hedefi,
mülkiyet ilişkisi içine girerler.
tıpkı diğer geçim biçimlerinde olduğu gibi, belirli bir
toprak biriminden insanların yararına kullanılabilecek Siyaset ilişkisi en başta birilerinin karar verme yetkisini
istikrarlı ve güvenilir bir enerji elde etmektir. Bahçeciler tanımakla başlar. Karar verme yetkisi, en ilksel düzeyde
yoğun tarım yapan çiftçilere göre dönüm başına çok daha bir iktidar ilişkisi yaratır. Dolayısıyla tarımcılar, avcı-
az ürün alır ve enerji (kalori) elde ederler. Ancak buna toplayıcılara göre çok daha iyi tanımlanmış ve sınırları
karşılık bu kalori miktarının elde edilmesi için harcadıkları daha açık biçimde çizilmiş otorite ve iktidar ilişkileri
enerji yoğun tarımcılara göre çok daha azdır. Dolayısıyla örerler.
birim başına elde ettikleri verim çok düşüktür. Özellikle
Geçimlik tarım yapan toplulukların klanlar veya kabileler
bahçecilerin besin üretiminde başvurdukları enerji kaynağı
halinde, kimi yerlerde de bu kabilelerin bütünleşmesiyle,
büyük ölçüde kendi kas enerjileridir. Onları ilgilendiren
belirli bir pazarın merkezinde yer aldığı beylikler
yalnızca bir aileyi besleyecek kadar üretim yapmaktır. O
biçiminde örgütlendiğini görmekteyiz. Kabile, tarımcılar
nedenle üretim için ayrılan nüfus da diğer tarımcılarla
karşılaştırıldığında azdır. Bu nedenle bahçecilikle için temel bir örgütlenme tarzıdır. Kabilelerde kandaşlık
uğraştıkları halde, çoğu avcılığı da sürdürür. Çünkü lüks esastır ve tanımlanmış bir toprak parçası üzerinde yaşayan
birbiriyle akraba bir büyük soydan ya da bir kaç soyun
bir besin olan eti elde etmek için ayırabilecekleri zaman
birleşmesinden oluşurlar.
fazlası vardır.
Göçebe-çobanlar çok daha iyi örgütlenmiş siyasal
Kaba tarım yapanlar, üretim ve yaşam için görece daha az
birimlere sahiptir. Bu birimler içinde en dikkat çekici olanı
enerjiye ihtiyaç duyduklarından fiziksel ve doğal
aşirettir. Aşiret örgütlenmesi sadece göçebe-hayvancı
çevrelerini de o ölçüde az değiştirirler. Yoğun tarımcılar
topluluklarda değil, yerleşik tarımcılarda da görülür.
ise aksine tek veya birkaç ürüne bağımlıdırlar ve
Ancak bu topluluklar büyük ölçüde önceden göçebe-

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 6: Sanayi Öncesi Uyarlanma ve Yaşam Tarzları: Avcı-Toplayıcılık ve Tarım

hayvancı olup yerleşik hayata geçen ve temel örgütlenme


biçimini bu yeni koşullarda yeniden üreten gruplardır.
Beslenme ve Sağlık: Bitki tarımcılığı ya da hayvancılık
yapan ya da karma olarak her ikisini de sürdüren
topluluklar, avcı-toplayıcılara göre çok daha güvenli ve
istikrarlı beslenme rejimlerine sahiptir. Beslenme rejimleri
bu toplulukların yaşadıkları ekosisteme ve bu ekosistemin
sunduğu üretim olanaklarına bağlı olarak değişmektedir.
Dolayısıyla bitki ve hayvan üretimciliğiyle birlikte,
tamamen bitkisel diyetlerden tamamen hayvansal ürünlere
yayılan bir diyet yelpazesi görülür. Burada toplulukların
kendi üretmedikleri ama ihtiyaç duydukları besin
maddelerini çeşitli mübadele yollarıyla elde ettikleri
görülür. Ancak tarımla birlikte insanların tek yönlü
beslenme eğilimi de artmıştır.
Üretimciliğe geçişle birlikte insanlık pek çok bulaşıcı ve
salgın hastalığa da maruz kalmıştır. Belli bir yerde sürekli
yerleşme eğilimi, bitkisel üretimin ağırlık kazanmasıyla
birlikte diyetin protein bakımından zayıflaması ve bazı
yeme-içme alışkanlıklarının yol açtığı hastalıklar, tarım
dönemindeki sağlık faturasını yüklü hale getirmiştir.
Özetle bugün bildiğimiz insan hastalıklarının kökeni,
yerleşik hayata geçiş ve bitki ve hayvan evcilleştirmesidir.
İnsanların yerleşik hayata geçişi ve tarım ve hayvancılık
yoluyla üretimci bir yaşam tarzının benimsemesi, bu
açıdan bir dönüm noktası olmuştur. Bu tayin edici
değişiklik, insanların daha önce tanımadıkları birtakım
hastalıklarla karşılaşmalarına yol açmıştır.
Tarıma geçişle birlikte ortaya çıkan belki de en dramatik
hastalık sıtma olmuştur. Neolitik çağın tarımcı
toplulukları, sürekli yerleşimler (köyler) oluştururken
çevresinde genellikle bataklıkların bulunduğu sulak
alanları tercih etmişlerdi.
Böylelikle tarımcı yaşam tarzı ile belirli hastalık türleri
arasında sıkı bir ilişki ortaya çıkmıştır. Avcı-toplayıcı
dönemde sürekli hareket halindeki insan gruplar›, belirli
virüslerin ve bakterilerin o grup içinde yerleşikleşmesine,
kendilerini yeniden üretmelerine imkan tanımayacak
coğrafi hareketlilikleri ve hayvansal proteine dayalı
beslenme biçimleri ile yerleşik yaşama özgü birçok
enfeksiyona karşı başarılı bir savunma mekanizması
geliştirmişlerdi.

4
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 7: Kent, Devlet ve Endüstri

Giriş yazı gelir. Bu kurumlar ve yenilikler karşımıza ilk devleti


çıkarır. İlk devletler, genellikle doğal-coğrafî sınırlarla
Kültür tarihçisi V. Gordon Childe’ın tarihteki ilk büyük belirlenmiş bir toprak parçasına hükmeden bağımsız
devrim olan tarım devriminden sonra ikinci büyük devrim siyasal yapılar olarak doğdular. Hükümranlıklarını
olarak işaret ettiği olay Kent Devrimi’dir. Childe’ın tarım belirleyen doğal sınırlar, denetleyebilecekleri tarımsal
ya da kent devrimi gibi isimlerle andığı devrimci üretim alanıydı. Bu tarımsal üretim alanının merkezinde,
sıçramaları, insanlığın yaşam ve geçim biçiminde köklü bu alanın ihtiyaçlarını karşılayan bir kent doğmuştu ve
değişimlere yol açan ve vuku bulmalarıyla bir önceki kent ilk devletin ön koşuluydu. Kent aynı zamanda
dönemin özelliklerinin kökten değiştiği dönüşümlere merkezî bir ekonominin varlığına işaret ediyordu. Zira
karşılık gelir. Childe’ın kent devrimi belirlemesi, orası aynı zamanda merkezî bir pazar yeriydi, ticaret orada
kendisinden sonraki antropolog ve kültür tarihçilerince yapılıyor, devletin gelirini teşkil eden vergi burada
pek itibar edilmemiş ve tarımcı dönemin önemli bir toplanıyor, tarım dışı mal ve hizmetler orada üretiliyordu.
gelişmesi olarak nitelendirilmiştir. Bu antropolog ve kültür
tarihçilerinin vurguladığı asıl büyük dönüşüm 18. yüzyılın Devletin üç işlevi tanımlanmıştır:
Endüstri Devrimi’dir. Endüstri Devrimi, tar›m döneminin 1. Üretim araçlarının ve üreticilerin korunması ve
koşullarını kökten değiştirmiş, köylülerin ve toprak gelişmesi için gerekli koşulların sağlanması,
üzerindeki art›k ürüne el koyarak zenginleşen yönetici ve 2. Üretim ilişkilerinin korunması ve gelişmesinin
aristokratların yerini geniş kentli sınıflar, işçiler, sağlanması,
burjuvalar ve hizmet çalışanları (beyaz yakalılar) almıştır. 3. Devlet aygıtının güçlü tutulması ve devletin
Kentleşme ve Tarım Dışı Tabakalaşmanın toplumun sürekli bir biçimde üstünde yer
Doğuşu almasının sağlanması.

Tarihte ilk kentler, İ.Ö. 4. binin sonunda (Tunç Çağı’nda) Bu işlevlerden de anlaşılacağı gibi, devlet aygıtı ile üretim
Mezopotamya’da ortaya çıktı. Tarımsal etkinliğin merkezi arasında doğrudan bir ilişki ve gerekirlik söz konusudur.
olan ve tarımda çalışan nüfusun mekânsal örgütlenmesi Bu nedenle tarihte ilk devlet biçimlerinin ortaya çıkması,
olarak tanımlanabilecek köylerden farklı olarak kentler, tarım devrimini izleyen gelişkin bir aşamayı beklemiştir.
tarım dışı nüfusun yaşadığı ve tarımda ortaya çıkan ürün Tarımın başlangıç aşamalarına ait üretim şekilleri, devletin
fazlasının pazarlanıp mübadele edildiği merkezler olarak oluşması için gereken koşulları yaratamamıştır.
doğdular. Onların doğuşunu destekleyen koşullar, sulama Günümüzde çapa tarımı ve avcılıkla geçinen toplumlar
kanalları açılarak yapılan ve doğa koşullarına bağımlı üzerine yapılan araştırmalar, besin üretimine aktif olarak
olmaktan çıkarılmış yoğun tarım yöntemlerinin yarattığı katılan nüfusun yüksek oranı nedeniyle (nüfusun üçte
artık-değerle ilişkiliydi. Bu artık-değer tarım dışı bir ikisinin bilfiil çalışması gerekmektedir) bu toplumların
nüfusu besleyecek noktaya ulaştığında, tarımcı nüfusun geniş ölçekli örgütlenmelere girişemeyeceğini, bir devlet
ihtiyaç duyduğu şeylerin üretiminde uzmanlaşmış ve kuramayacakları gibi bir devlet sisteminin parçası da
birtakım hizmetlerin verildiği yeni mekânlar, yani kentler, olamayacağını göstermiştir.
örgütlendi. Kentler, burada ortaya çıkan tarım dışı iş Şu halde bu işlevleri yerine getirmek için devletin dört
bölümüne dayalı idi. temel kurumdan oluştuğu söylenebilir:
Öte yandan tarımda ortaya çıkan artığa vergi veya haraç 1. Belirli bir toprak üzerinde hükümranlık ve bu
yoluyla el koymaktan kaynaklanan zenginlik ve iktidara toprakta yaşayan insanlar üzerinde varsayımsal
bağlı tabakalaşma kentlerin örgütlenme zemini oldu. ve ideolojik hâkimiyet
Zamanla kentler, kol emeğinin ve tarımsal üretimin 2. Hukuk
merkezi olan kırsal alanın ve köylülüğün karşıtı olarak 3. Güvenlik ve zor aygıtları (ordu, polis, milis vs.)
tanımlanmaya başlandı. Tarımsal üretimin ve üretimde 4. Maliye (üretimden artığı çekme mekanizmaları).
kullanılan kaba emeğin yerine kentler, uzmanlaşmış
emeği, ticaret ilişkilerini, biriken servetle birlikte Bu dört kurum, ilk devlet biçimlerinde askerlerin ve din
çevresiyle girdiği eşitsiz ilişkiyi, yazılı kültürü, dolayısıyla adamlarının da içinde bulunduğu ve yönetici-seçkinlerden
daha incelmiş bir yaşam tarzını, yani yüksek kültürü oluşan, bu haliyle de modern hükümetlerin yerini tutan
temsil eder hale geldiler. Bu yüksek kültür kendi tavrını, saray örgütlenmesi tarafından bütünleştirilmekte; çoğu
gelenek ve alışkanlıklarını geliştirdi. Zaman içinde bu zaman yönetici kendi şahsında askerî ve dinsel ödevleri
tav›r, gelenek ve alışkanlıklar bütün toplumun ulaşması birleştirebilmekte ve yönetici-seçkinlerle teba arasında bir
gereken değerler ve idealler haline geldi. Böylelikle toplumsal hareketlilik bulunmamaktaydı.
medeniyet kavramıyla kent arasında sıkı bir ilişki Devletle birlikte, mekânsal farklılaşmayı ve kırsal ölçekte
kurulmuş oluyordu. göremeyeceğimiz bayındırlık işlerini görmeye başlarız.
Devletin Gelişimi Yöneticilerin yaşadığı konutlarla sıradan kentlilerin
yaşadığı konutlar arasındaki farklılaşmanın yanında,
İlk Devlet: Kentlerle birlikte pek çok kurum ve yenilik özellikle kentlerin merkezlerinde görkemli dinsel yapıların
gelişti. Bunların başında örgütlü din, askerlik kurumu ve ortaya çıkmasıyla, mimarlığın ve mühendisliğin

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 7: Kent, Devlet ve Endüstri

gerektirdiği asgari matematik ve geometri bilgisinin, Endüstri Toplumu ve Yeni Yaşam Biçimi
malzeme bilgisinin ve hepsinden önemlisi malzeme işleme
teknikleriyle yapılara estetik bir değer kazandırma Neolitik Devrim’le başlayan Tarım Çağı, 18. yüzyılda
kaygısının geliştiğini görürüz. ivme kazanan bilimsel devrimin izinde ortaya çıkan
Endüstri Devrimi ile sona erdi ve topluma, yaşam ve
Tarım Döneminde Devletin Evrimi: İlk devlet, bir kent geçim biçimlerine yön veren yeni bir çağ, Endüstri Çağı
devleti olarak ortaya çıkmıştır. Antropolojik açıdan başladı. Bu devrim, 18. yüzyılda başlayan ve inorganik
bakıldığında, ilk devleti izleyen süreçte devletin iki ana enerji kaynakları kullanarak kitlesel üretim yapan
evresinden söz edebiliriz. Bunlar kapitalizm öncesi fabrikalar›n esas üretim birimi haline geldiği, temel üretim
(prekapitalist) devlet biçimleri adı altında toparlanan tarım faaliyetinin bu nedenle tarımdan endüstriye kaydığı
devletleridir. Bu devlet biçimlerinde temel kurumlar dönemi başlatan bilimsel-teknolojik devrim olarak
tarımsal üretimin düzenli ve istikrarlı biçimde tanımlanır. Bu devrimin iktisadî sonuçları, üretim ve
yürütülmesine ve tarımdan artığın çekilmesine ilişkin tüketim biçimini dönüştürdüğü gibi, çalışan sınıfın
kurumlardır. Burada uyrukla devlet arasındaki ilişki bir ağırlığını köylüden işçiye kaydırmış, temel yerleşim ve
kimlik politikası etrafında şekillenmez. Esas olan, üretimin üretim mekânını köy ve tarla olmaktan çıkararak, kent ve
sürmesi ve artığın düzenli biçimde merkeze ya da fabrikaya dönüştürmüş ve geleneksel tarım
tanımlanmış iktidar sahiplerine akmasıdır. Tarım imparatorluklarının yıkılma sürecine girmesiyle, yerine
devletleri, ilk devlet biçiminin özelliklerini sergileyen ulus-devletlerin kurulmasına yol açmıştır. Böylelikle
kent-devletlerinden birinin giderek güçlenmesine bağlı Endüstri Devrimi, Neolitik Çağ’da başlayan Tarım
olarak diğerlerini egemenliği altına almasıyla ve topraksal Devrimi’nden sonra, insanlık tarihinde büyük
(teritorial) devletin doğmasıyla ortaya çıkar. dönüşümlere yol açan ikinci büyük devrim olarak kabul
Topraksal devletle birlikte, toprak üzerindeki büyük edilir.
mülkiyetin de doğduğu görülür. Bu devletlerin yöneticileri Toplumsal Tabakalaşma ve Siyaset: Bu süreçte
yeni ele geçirilen toprakları bu seferlere katılan savaş tabakalaşmanın ve sınıfsallık biçimlerinin de büyük bir
beylerine verirlerdi. Böylelikle bu beylerin daha sonraki dönüşüme uğradığını görmekteyiz. Toprak üzerindeki
savaşlara katılımı ve bunun için asker besleyecek kaynağı mülkiyete ve topraktan üretilen zenginliğe el koymaya
toprak üzerinden elde etmeleri de sağlanmış oluyordu. dayanan aristokrasi, yani toprak soyluluğu, Sanayi
Tarım devletlerinde tabakalaşmanın ve giderek sınıfsal Devrimi’yle birlikte tasfiye olmuştur. Geleneksel tarım
ayrışmanın kaynağı buydu. toplumlarında aristokrasi, toprak sahipliğinin yanında
Yukarıda değindiğimiz gibi bu topraksal devletler, yeni bürokrasi içinde de oluşabilmekteydi.
ham madde kaynaklarını ele geçirmek ve kendilerini Bu dönüşüm, 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan iki büyük
zenginleştirecek yeni tarım alanlarına hükmetmek siyasal devrimle gerçekleşti. Bunlardan ilki 1640 İngiliz
amacıyla, yayılma eğilimi taşırlar. Bu eğilim askerî Devrimi, ikincisi ise 1789 Fransız Devrimi’dir.
kurumları ve kaleler, hisarlar, surlar gibi savunma
yapılarını güçlendirmiş, çatışma ve savaşı devletlerin Modern Devlet Biçimleri ve Ulus-Devlet: Endüstri
temel bir gerçeği haline getirmiştir. Devrimi’yle birlikte oluşan yeni toplum içinde yeni siyasal
ilişkiler gelişmiş ve yeni bir devlet biçimi doğmuştur. Bu
Bu yayılma eğilimi ve yayılmanın doğal bir sonucu olan devlet biçimine modern devlet diyoruz.
büyük servet birikimiyle birlikte imparatorluk kavramıyla
karşılaşmaktayız. imparatorluk kavramı, kendi doğal Modern devlet biçiminin en yaygın hali ulus-devlet’tir.
coğrafî alanları dışındaki topraklara yayılma gücü olan ve Ulus-devletler, kendilerini ortak bir kültürü bulunan ulus
oraları elinde tutabilen siyasal ve askerî gücü tanımlar. Bu öznesiyle tanımlamış ve meşruluğunun temelini bu ulusa
güç, tarım döneminin imparatorlukları için sadece askerî dayandırmıştır.
araçlarla elde edilebilecek bir kudret değildir. Etnisite, Milliyetçilik ve Irkçılık: Belirli burjuva
İmparatorluklar ideolojik ve siyasal araçları kullanarak da hareketlerinin önderliğinde yürütülen devrimler dışında
güçlerini yayarlar ve tutunurlar. ulus-devletleri yaratan genellikle milliyetçilik hareketleri
Tarım dönemi devletlerinin bir başka önemli özelliği, olmuştur. Milliyetçilik, ulus olarak tanımlanan bir
hükmettiği topraklar üzerindeki insanlarla modern toplumsal öznenin kendi devletine kavuşması hareketi
devletler gibi devlet-yurttaş ilişkisi kurmamış olmasıdır. olarak kabul edilebilir. Milliyetçiliğin esas olarak üç
Tarım devletleri, özellikle imparatorluklar, tebalarını amaca yönelmiş bir hareket olduğu görülecektir:
istendik bir yurttaş haline getirmek gibi bir sorun sahibi 1. Ulusal ekonomiyi yaratmak,
değildirler. Bu yüzden buna yönelik eğitim ve kamu 2. Özerk bir ulusal yasama/yürütme organ› (ulus-
kurumları yoktur. Yurttaşın kültürlemesi genellikle devletin siyasal ve idarî örgütünü) oluşturmak ve
cemaatlere ve geleneksel ilişkilere terk edilmiştir. ayırıcı bütün bağ ve ilişkileri (bireysel, yöresel
bağlar› ve cemaat bağlarını) bu organın denetimi
ve bütünleştiriciliği altında toplamak

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 7: Kent, Devlet ve Endüstri

3. Ulusal bir kültür (ortak değer ve beklentiler İktisadi Eşitsizliğin Yayılması, Az Gelişmişlik ve
sistemi) ve buna bağlı bir kimlik tanımlaması Üçüncü Dünya
yaratmak.
Kısaca Batı olarak tanımladığımız Batı Avrupa ve Kuzey
Ulus tipi toplumsal örgütlenmenin görece yeni bir olgu Amerika toplumları Endüstri Devrimi’ni yaparak yeni bir
oluşu, onu etnik birlikten ve bilinçten ayırır. Etniklik çağa atladıkları halde, dünyanın geri kalanı bu dönüşümü
büyük ölçüde ulustan eski bir toplumsal örgütlenme gerçekleştiremeyerek tarım toplumu olarak kaldı. Ancak
biçimidir. Belirli dinsel, dilsel, coğrafî ve/veya kültürel Endüstri Devrimi ile birlikte başlayan endüstriyel ilişkiler
özellikler bakımından hem kendisini diğerlerinden ayrı ve onun kapitalist ekonomisi dünyayı bütünleştirdiği için,
gören hem de diğerleri tarafından başka sayılan, bu durum eşitsiz iktisadî ve siyasal ilişkiler yarattı. Bu
bütünlüklü bir kimliğe ve kendine özgü kültürleme eşitsiz ilişkiler dünyada yeni bir iktisadî ve siyasal
sürecine sahip, içerden evlenmek suretiyle bu grup hiyerarşi meydana getirdi. Bu hiyerarşinin bir tarafında
kimliğini koruyan ve grubun sürekliliğini sağlayan zengin Batı yer alırken, diğer tarafında yoksul Üçüncü
toplumsal/kültürel ve bazen de siyasal oluşuma etnik grup Dünya şekillendi.
diyoruz.
Küreselleşme: Sosyalist Blok’un çöküşünden sonra dünya
Modern endüstri toplumu içinde gelişen bir başka ayrımcı kapitalist ekonomisi, sermayenin dünyanın bütün
eğilim ırkçılık olmuştur. Irkçılık, insanların biyolojik, yani kesimlerine yayılmasını sağlayacak biçimde yeniden
doğuştan getirdikleri özelliklerinin onların kültürel ve örgütlendi. Bu sürece sermayenin küreselleşmesi diyoruz.
toplumsal niteliklerini belirlediğini ileri sürer. Irkçılığın Küreselleşme eskinin güvenceli iş gücünü esnekleştirdi ve
temelinde insanların eşit olmadığı fikri yatar ve bu işsizliği kronik bir durum haline getirdi. Böylelikle
eşitsizliğin temeli biyolojik özelliklere bağlanır.
1. Sermaye hareketlilik kazandı ve daha güvenli ve
Enerji, Teknoloji ve Nüfus: Endüstri toplumunun en getirili alanlara doğru sürekli bir hareket içine
önemli özelliği, onun kitlesel üretim için yüksek kalori girdi.
sağlayan fosil yakıtlara ve elektrik enerjisine 2. Teknoloji hareketlendi ve ortaya çıktığı
dayanmasıdır. Fosil yakıtlar ve elektriğin sağladığı yüksek zamandan kısa bir süre sonra dünyanın her yerine
miktardaki nitelikli enerji, birim zamanda yapılan işi tarım yayılma olanağı kazandı.
toplumlarına göre çok artırmış ve bu da üretimde 3. İnsan hareketliliği de arttı. Dünyadaki ikilik
patlamaya yol açmıştır. Hayvan ve insan gücünün bir zengin batı-yoksul doğu ikiliği olmaktan çıktı ve
enerji kaynağı olarak tamamen tasfiye edildiği bu süreçte, yoksul güney ülkelerinden zengin Kuzey
onların yerini fosil yakıtlar veya elektrik enerjisi kullanan ülkelerine doğru bir insan hareketi (göçü) başladı.
makineler almış ve önce bu makinelere dayanan yeni bir 4. Fikirler, imgeler ve simgeler aynı hızla
teknoloji doğmuştur. yayılmaya başladı.
Yeni Kent ve Kent Yoksulları: Endüstrileşmenin merkezi Üretim Kültüründen Tüketim Kültürüne:
kentler oldu. Buna bağlı olarak daha önceden bildiğimiz, Endüstrileşmenin ilk döneminde üretim çok önemliydi ve
belirli bir tarımsal art alanın merkezi olan, o alanın tarım insanlar kimliklerini üretimci niteliklerinden almaktaydı.
dışı ihtiyaçlarını karşılayan ve pazar hizmeti gören, bir Bu nedenle sınıfsal kimlikler ön plandaydı. Ancak
ölçüde yönetim ve adalet işlerinin yürütüldüğü eski kent, endüstri toplumunun ikinci çağında, yani küreselleşme
büyük bir dönüşüme uğradı. Öncelikle kentlerin nüfus döneminde tüketim önem kazandı. İnsanların ne
yapısı değişti. Endüstrinin ihtiyaç duyduğu insan gücü, tükettikleri ve nerede tükettikleri kimliklerinin önemli bir
kırlardan kentlere aktı. Kırsal alanda endüstriyel tarımın parçası haline geldi.
başlamasıyla toprakların hızla bütünleşmesi ve böylelikle
makinelerin kullanıldığı büyük çiftlik tarımcılığının Popüler Kültür ve Moda: Endüstri toplumunda yerel ve
gelişmesi, kır nüfusunu büyük ölçüde topraksızlaştırdı. değişme eğilimi düşük kültürel örüntüler, yerini çok hızla
Üretken nüfus ihtiyacı duyan kentlerin görece çekiciliği ve değişen ve birbiriyle yüz yüze ilişkisi olmayan kitlelerin
kırsal alanın topraksızlaşmaya bağlı iticiliği, geleneksel tükettiği kültürel örüntülerle yer değiştirmeye başladı. Bu
kentlerin hızla büyümesine, varoşların ve hızlı değişme ortamında bir kültür ihtiyacı ortaya çıktı ve
gecekondulaşmanın ortaya çıkmasına yol açtı. içinde sinemanın, müziğin, sporun, medyanı›n ve çeşitli
tüketim eğilimlerinin üretiminin yer aldığı bir kültür
Yoğun Endüstriyel Tarım: Tarımdaki büyük nüfus kaybı endüstrisi doğdu. Kültür endüstrisinin yarattığı ve
ve makinenin tarlaya girmesi, tarım alanında da büyük bir kitlelerin tüketimine açık kültüre popüler kültür diyoruz.
dönüşüme yol açtı. Tarımda makine teknolojileri ve para Popüler kültürün yarattığı en önemli kurumlardan birisi
ekonomisi benimsendikçe, geleneksel geçim faaliyetlerine modadır. Moda dediğimiz giyim-kuşam tarzı, eskinin
göre besinlerin ve diğer endüstriyel tarım ürünlerinin giyim-kuşam tarzının sürekli ve ihtiyaçlara yönelik doğası
niteliğini büyük ölçüde yükselten yeni üretim yöntemleri yerine, her yıl değişen ve belirli merkezlerce üretilen
ortaya çıktı. Böylelikle besin üretiminde yer alan fazla tarzları yerleştirmiştir. Modanın yanı sıra eğilimler
nüfusun başka alanlara kaymasının iktisadî zemini de (trend’ler) de ortaya çıktı. Bu eğilimler genellikle medya
hazırlanmış oldu. tarafından tanıtılıp yayılıyor ve geniş kitlelere mal olan bu

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 7: Kent, Devlet ve Endüstri

tanıtımlar geçici tüketim eğilimlerinin belirli dönemlerde Medya Antropolojisi: Yazılı ve görsel medyanın gelişmesi
geçerli kılıyor. ve bunların birer kültür yayan ve kültürel etkileşime yol
açan modern aracılar olarak tanınmasıyla, antropoloji
Beslenme ve Sağlık: Bu gelişmeler etrafında beslenmenin
çalışmaları medya alanına doğru genişledi. Daha önce
de doğal biçiminden koptuğu ve sentetik ürünlere
gelişen ve etnografik çalışmaların belgelenmesi amacıyla
dayanmaya başladığı görülür. Özellikle işe ayrılan
geliştirilmiş olan görsel antropolojiye ilişkin kuramsal
zamanın önem kazanmasıyla ve endüstriyel sistemin
tartışmalar, medya antropolojisi alanını besleyen en
bundan asla ödün vermemesi nedeniyle yeme-içme tarzı
önemli kaynak olmuştur. Antropoloji medya çalışmalarına
değişmiş, ayak üstü atıştırma düzenli yemek yemenin
etnografik yöntemi soktuğu gibi, göreci ve bütüncü
yerini almıştır.
yaklaşımıyla medya araştırmaları alanını daha geniş ve
Çokkültürlülük, Çokkültürcülük ve eleştirel bir gözlem imkânına kavuşturmuştur. Veri
Antropolojide Yeni Yönelimler toplama sürecinde araştırmacının fotoğraf ve film gibi
görsel malzeme üretmesi, bu malzemeyi
Çokkültürlülük ve Çokkültürcülük: Endüstri toplumunun çözümlemelerinde kullanması ve araştırma örneklemini
yarattığı yoğun göç ve bu karmaşık nüfusun kentlerde oluşturan aktörlerin ürettiği görselleri de kendi
toplanması, pek çok farklı kültürün ve kültürel eğilimin çözümlemesine katması antropolojik araştırmaya genişlik
yan yana yaşamasına yol açtı. Özellikle ayrımcılık, ırkçılık kazandırmıştır. Ayrıca antropolog, araştırmasının
gibi akımlar yüzünden bu nüfuslar yan yana yaşamalarına sunumunda kendi ürettiği veya araştırma sahasındaki
karşın, bir içe kapanma eğilimine girdiler ve bu süreçte faillerin ürettiği görsel malzemeyi kullanarak daha fazla
kültürel kimlikler güçlendi. Her ne kadar tüketim ulaşılabilirlik, erişilebilirlik ve daha geniş bir anlama
toplumunun kalıpları insanları kültürel ve sınıfsal farkları ortamı temin edebilmiştir. Bu teknik perspektif
ne olursa olsun birbirine benzetiyor olsa da, endüstri genişlemesinin yanında, doğrudan doğruya medya üretim
toplumunun yarattığı sosyal devletin zayıflamasıyla ulusal süreçleri ve medya içerikleri de, birer kültürel yaratı ve
ve sınıfsal dayanışma ve güvenlik mekanizmalarının etkileşim alanı olarak, antropolojinin araştırma evrenine
gerilemesine bağlı olarak, başka dayanışma biçimleri girmiştir.
ortaya çıktı. Bunlar arasında etnik ve dinsel grupların,
cemaatlerin ve hemşehrilik ilişkilerinin öne çıktığı
görülüyor. Özellikle endüstrileşmiş Batı ülkelerinde etnik
azınlık ve göçmen dernekleşmeleri artık, yöresel bağlar,
etnik aidiyet ya da iş temelinde meydana gelmektedir.
Bu gibi dernekler, üyelerine iş ya da dayanışma sağlama
temelinde işlev kazandılar. İşlevleri kimi zaman sendika
ya da siyasal parti gibi daha geniş birliklerin işlevleriyle
örtüşebilmektedir. Bu yeni toplumsal örüntü
çokkültürlülük olarak adlandırılmaktadır.
Kültürel Çalışmalar Okulu: Çokkültürlü yapıların kabul
edilmesi, özellikle endüstrileşmiş Batı ülkelerinde kent
sosyolojisini kentleri oluşturan bu almaşık nüfusun
kültürel niteliklerini ve bu yeni ortamdaki kültürel
değişmesini araştırmaya yöneltti.
Uygulamalı Antropoloji: Artık antropologlar yalnızca
çeşitli kültürleri incelemek, mevcut sorunları saptamak ve
bunların nedenlerini araştırmakla yetinmemekte;
toplumsal ve kültürel sorunların çözümünde yapıcı bir rol
oynamaya da çalışmaktadırlar. Bu çabalar sonucunda
uygulamalı antropoloji doğmuştur. Bugün insanlar ve
toplumlar, dünya ekonomik sisteminden ve
küreselleşmeden kaynaklanan yeni durumlara uyum ve
uyarlanma sorunları yaşamaktadır. Zira artık sağlıklı ve
bütünlüğü koruyarak uyarlanmayı sağlayacak geniş
zamanlar yoktur. Uygulamalı antropoloji bu
uyumsuzluğun giderilmesine yönelik sistemli çabaları
kapsar. Kalkınma projelerinin ve endüstri yatırımlarının
insana ve çevreye verdiği zararı en aza indirmeye olanak
verecek toplum ve kültür araştırmasını yürüten
antropologlar, böylelikle kültürel ve ekolojik zenginliğin
iktisadî gelişmeye feda edilmemesine çalışırlar.

4
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 8: Akrabalık ve Toplumsal Cinsiyet

Evlilik ve Aile olanakları sağlamak ya da borç para bulmak


kolaylaşabilir. Evlilik aynı zamanda bir müdabele
İnsana yakın türler de dahil olmak üzere hayvanların ilişkisinin de kurulmasını sağlar. Evlenen taraflar evlilik
büyük bir bölümünde rastlantısal cinsellik ve üreme yoluyla karşılıklı hak ve ayrıcalıklar yaratan bir kaynak ve
davranışı egemendir. Ancak insan toplumları, kadınla kişi mübadelesine girerler. Çeyiz, drahoma, nişanlılık
erkek arasındaki ilişkileri rastlantısal cinsellik ve besin armağanları, başlık parası bu mübadele ilişkisinin iktisadî
değiminin ötesinde bir kurallar, normlar ve değerler araçlarıdır.
sistemine bağlamıştır. Toplumlarda bu ilişkileri
düzenleyen kuruma evlilik adı verilir. Evlilik, başta soyun İç ve Dışevlilik Biçimleri: İçevlilik (endogami) kişinin
devamını sağlamak ve diğer temel cinsel ve iktisadî kendi grubu içinden, dışevlilik (egzogami) ise dışarı-dan
ihtiyaçları gidermek için erkek ile kadın arasında evlenmesidir. İçevlilik, grup içinden evlilik olduğu için
toplumun onayladığı bir birlik olarak tanımlanabilir. grubu dışarıya kapalı tutar ve mülk, servet, kaynak ve soy
dağılımını önler. Paralel ve çapraz kuzen evlilikleri birer
Evlilik ve Uyarlanma: Evliliğin kurumsallaşmasına içevlilik türüdür. İçevlilik grubun kimliğini korumanın sıkı
dayanak teşkil eden asıl etken, insan yavrusunun uzun bir yoludur. Böylelikle diğer gruplarla kurulan bizlik-
süreli bağımlılığıdır. İnsan yavrusu, doğduğu andan ötekilik ilişkisi de süreklilik ve kararlılık kazanır.
itibaren üç-dört yıl boyunca tam gün bakıma ihtiyaç duyar Dışevlilik ise içevliliğin getirdiği tecrit durumunu ortadan
ve altı yaşına gelene (çocukluktan çıkana) dek annenin kaldıran, grupları evlilik yoluyla birbirine bağlayan, başka
ona göz kulak olması gerekir. Bu durum özellikle küçük- bir deyişle onları akraba yapan evlilik biçimidir.
ölçekli avcı-toplayıcı ve tarımcı topluluklarda yavrunun Toplumlar karmaşıklaştıkça ve genişledikçe akrabalık
bakımını üstlenen kadını geçim etkinliklerinden uzak çevriminin ötesine geçen evlilik eğilimleri artar, ancak öte
tuttuğu için, o da geçim için başkalarına bağımlı yandan dışevlilikler yoluyla kimliklerini yitireceklerini
durumdadır. Çocuğun ve bakıcısının geçimini güvence düşünen etnik ve dinsel gruplar, kimi zaman da cemaatler
altına almanın en yaygın, kültürel olarak tanınmış ve grup içinden evlenmeyi teşvik etmeyi sürdürürler.
güvenli yolu evliliktir. Evliliğin ikinci önemli işlevi cinsel
rekabet sorununu gidermesidir. Diğer türlerin aksine insan Tekli ve Çoklu Evlilik Biçimleri: Kültürler kişilerin
erkeğinin ve dişisinin cinsel faaliyete sürekli açık olması, kimlerle evlenip evlenmeyeceğini belirlediği gibi, kişinin
topluluk içinde yıkıcı ve topluluğu çözücü bir rekabete yol kaç eşle evlenebileceğini de saptarlar. Belirli bir zaman
açabilir. Dolayısıyla evlilik yoluyla, kimin kimle cinsel diliminde tek bir erkeğin ancak tek bir kadınla (ya da tersi)
ilişki kurma izninin olduğu tanınmış olduğundan, bu evlenmesine izin veren sisteme tekeşlilik (monogami) adı
rekabetin önüne geçilir ve sürekli talep edilebilen cinsel verilir. Bu sistemde ikinci bir eşle evlenmek ancak eşin
ilişkilere bir istikrar kazandırılmış olur. Evliliğin üçüncü ölümü veya boşanma halinde mümkündür. Aksine ne
işlevi iktisadîdir. Evlilik yoluyla kurulan birlik, cinsel iş hukuk ne de toplumun normları izin verir. Endüstri çağına
bölümünü ve cinslerin birbirinin emeğinin ürününden girmiş olan Kuzey Amerika ve Batı Avrupa toplumlarında
yararlanmasını düzenler. Böylelikle evlilik yoluyla iktisadî tekeşlilik egemendir. Tek eşlilik sadece belirli bir çağın
bir birim olan hane ortaya çıkmış olur. Sonuçta evlilikte ürünü sayılamaz. Bazı kültürler ve dinler de sadece
vücut bulan bu bağımlılık ilişkisi bir tür uyarlanma tekeşliliğe cevaz vermektedir. Örneğin Hıristiyanlık ve
zorunluluğudur. Toplum karmaşıklaştıkça ve Musevilikte tek eşlilik dışında bir seçenek yoktur. Hatta
modernleştikçe bir uyarlanma stratejisi olarak evliliğin katı bir Hıristiyan mezhebi olan Katoliklik boşanmayı
rolü azalmakta ve evlilik gittikçe kişisel bir tercihin dahi yasaklamıştır. Boşanmanın hukuken ve kültürel
konusu haline gelmektedir. Küçük-ölçekli toplumlarda, eş olarak mümkün olduğu toplumlarda kişinin boşanıp
arayanlar ve eşi ölmüş dullar dışında, o kültürün yetişkin yeniden evlenmesi biçiminde tezahür eden evlilik
saydığı bireylerin tümünün evli olması olağandır. Çünkü biçimine dizi tekeşlilik adı verilmektedir. Kadının veya
bu tür toplumlarda evlilik aynı zamanda bir toplumsal erkeğin aynı zaman dilimi içerisinde birden çok eşle
statü sağlar. Buna karşılık modern kentli toplumlarda evlenmesi durumuna ise çokeşlilik (poligami)
toplumsal rolü kazandıran şey, evlilik kurumu değil denilmektedir. Çokkarılılık (polijini) ve çokkocalılık
kişilerin uzmanlaşma ve tabakalaşma yoluyla toplumda (poliandri) olmak üzere çokeşliliğin iki türü vardır.
işgal ettikleri mevkilerdir. Burada evliliğin küçük ölçekli Çokkarılılık (polijini) aynı anda birden fazla kadınla evli
toplumlarda karşılık geldiği temel işlevlerden bazılarını olma durumudur. Pek çok toplum bu tarz evliliğe izin
yitirdiği görülmektedir. verir. Ancak bu sistemin yarattığı sorunlar vardır.
Sorunların başında kadın kıskançlığı gelir. Aynı evde
Evlilik Yoluyla Oluşan Toplumsal Ağlar ve Mübadele birden çok kadınla eş hayatı yaşamaya çalışan erkek bu
İlişkileri: Kadınla erkeğin evlilik bağı, bu iki bireyin kıskançlık ve çatışma ortamının bakısı altında kalacak,
ötesinde daha geniş bir akrabalık ve arkadaşlık çevresi kadınlar arasında da bir tahakküm ilişkisi başlayacaktır.
yaratır. Bu yeni toplumsal ağlar yoluyla çift, yeni iktisadî İkinci sorun nüfusla ilgilidir. Buna bağlı olarak
olanaklara, yeni dayanışma ilişkilerine ve siyasal çokkarılılığın yaygın olduğu toplumlarda bütün erkeklerin
bağlantılara açılabilir. Tüm toplumlarda evlilik yoluyla çok eşle evlenebilmesi söz konusu değildir. Çünkü hiçbir
oluşturulan bağlar farklı amaçlara yarayabilmektedir. Bu toplumun nüfus yapısı buna uygun değildir. Bu konuda
yolla iş bulmak, yeni statüler edinmek, yeni barınma kısıt olmayan topluluklarda nüfusun dengesinin bozulduğu

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 8: Akrabalık ve Toplumsal Cinsiyet

görülür. Çokkarılılık, giderek yaygınlığını kaybetmekte, vermek suretiyle yerine getirilir. Başlık ve benzeri
modernleşmenin ve küreselleşmenin etkisi altında bir kurumlar, pek çok toplumda kız veren ailenin iş gücü
uyarlanma stratejisi olarak etkisiz kalmaktadır. Aksine bu kaybının telafisine yönelik bir uygulama olarak
süreçler karşısında dezavantajlı durumlar yaratmaktadır. tanımlanmaktadır. Bu sadece bir iş gücü kaybı değil, aynı
Parasal ekonomilerde ve tüketim toplumunda bu türden bir zamanda babayanlısoy sisteminde kızın erkek tarafı lehine
evliliği sürdürmenin iktisadî olanağı yoktur. Dolayısıyla kaybedilmesidir. Bir başka uygulama çeyiz veya drahoma
çokkarılılığı sürdürebilenler giderek daha varlıklı kişiler biçiminde tecelli eder. Çeyiz, kadının aile grubundaki
olmaktadır. Buna karşılık çokkocalılık çok ender miras payını önceden almasıdır. Bizde çeyiz kızın
görülen bir durumdur. Genellikle Hint altkıtasında yer evlendiği eve getirdiği ağırlıktır.
alan Hindistan, Nepal, Tibet ve Sri Lanka gibi ülkelerde
Evlilik Prosedürü ve Tören: Kültürlere göre değişiklik
yaşayan topluluklarda görülür.
göstermekle birlikte evliliğe kültürce tanımlanmış ve
Yerleşme ve Evlilik: Evlilik biçimleri, eşlerin yerleştiği toplumca tanınmış bir törenler dizisi eşlik eder. İlk aşama
yere göre de farklılık gösterir. Modern toplumlarda en evlilik için aile veya grupların birbirine söz alıp söz
yaygın biçimde görülen durum evlenen çiftin yeni bir ev vermesidir. Pek çok toplumda evlenme öncesinde yapılan
açmasıdır. Buna yeniyerli (neolokal) evlenme adı verilir. nişanlılık süreci de bir tür söz alıp-söz verme
Modern toplum evlilik yoluyla yerleşmeyi kişilerin mekanizmasıdır. Düğün esnasında ise pek çok aşamayı
tercihine bırakmış olsa da, pek çok toplumda eşlerin kapsayan büyük bir törensellik egemendir. Kimi
yerleşecek yeri seçmeleri kendi tercihlerine bağlı değildir. toplumlarda düğünler birkaç gün, hatta haftalarca
Erkek-egemen (ataerkil) toplumlarda kadının kocanın sürebilir. Şef, kabile reisi, grubun yaşlıları gibi geleneksel
ailesinin yanına yerleşmesi olağandır. Buna babayerli bir otoritenin yönettiği ve evliliğe onay verdiği düğün
(patrilokal) yerleşme adı verilir. törenleri olduğu gibi, bir din adamının yönettiği ve evliliğe
onay verdiği düğün törenleri de çoğunluktadır. Ancak
Eş Seçme Biçimleri: Eş seçme seçeneklerinin kültür
modernleşmeyle birlikte laik düğün ortaya çıkmıştır.
tarafından belirli mecralarla sınırlandığı evliliklere tercihli
Burada evliliği yöneten ve onay veren otorite artık
evlilik denilir. Aileler, gruplar ve aşiretler içinde ve
doğrudan doğruya devlettir.
arasında bağlayıcı nitelik taşıyan ve evlenecek çiftlere
ilişkin tercihlerin, izinlerin ve yasakların belirli kurallar Aile ve Hane: Ebeveyn (anne-baba) ve çocuklardan
doğrultusunda önceden belirlendiği bu evlilik ilişkisinde oluşan en küçük akraba-temelli toplumsal birime aile
aile reisleri yahut akrabalık sistemi içindeki en saygın kişi denilir. Bu tanımla ortaya çıkan çekirdek aileye benzer
veya aşiret reisi gibi otoriteler, karar verici konumdadırlar. sorumlulukları paylaşan ve aynı hanede oturan ya da
oturmayan akraba olan ve olmayan başkaları da
Bir başka tercihli evlilik türü, evlenecek iki erkeğin
eklenebilmektedir. Bu genişlemenin kast ettiği aile
birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmesi biçiminde işleyen
biçimine ise geniş aile adı verilir. Bu toplumsal birimin en
berdel veya berderdir. Buna dizi kardeşler evliliği de
önemli işlevi üremenin temini ve türün devamıdır. Ancak,
denir.
aile aynı zamanda bir dayanışma ve ekonomi birimidir.
Yeniden Evlenme Örüntüleri: Modern toplumlarda eşin Ayrıca aile, iktisadî ve demografik bir birimdir. Bu haliyle
ölümü ya da boşanma durumda, kişinin yeniden evlenmesi aile hane adını alır. Sanayileşmiş Batı ülkeleri dışındaki
büyük ölçüde kendi tercihlerine bağlıdır. Ancak küçük dünyaya bakıldığında çekirdek ailenin bir istisna olduğu
ölçekli toplumlarda özellikle dullar için bu seçim görülür. Çokeşli evlilikler ya da tek hatlı akraba
kurumsallaşmıştır. Bu kurumlardan biri levirattır. Levirat gruplarında bu tip aile görülmez. Egemen olan geniş aile
uygulamasında erkek eş öldüğünde, karısı kocasının erkek modelidir. Geniş aileler, en azından iki farklı kuşağa
kardeşlerinden biriyle evlenir, böylelikle ilk evlilikten olan mensup iki ya da daha fazla ailenin birarada yaşadığı
çocuklar için baba soyunu sürdürmek mümkün olacaktır. modellerdir. Babayerli geniş aile, bir erkek, karısı, oğulları
Bir başkası sororat uygulamasıdır. Sororatta leviratın ve gelinleriyle torunlardan oluşmaktadır. Dayıyerli geniş
tersi, yani karısı ölen erkeğin, onun kız kardeşlerinden aile ise bir erkek, onun kızkardeşinin oğulları, eşleri ve
biriyle (baldızla) evlenmesi söz konusudur. çocuklarından oluşur. Bir de aynı kuşaktan iki akraba
erkeğin (en yaygın biçimiyle kardeşlerin) eş ve
Evlilikte İktisadi Mübadele Biçimleri: Evlilik aynı
çocuklarıyla aynı haneyi paylaştığı birleşik aile grupları
zamanda iktisadî bir birliktir ve evlenen kişilerin evlenme vardır.
karşılığında kendi grubuna veya içine girdiği gruba
kazandırdığı iktisadî bir değer vardır. Bu değerin Akrabalık ve Soy
mübadele edildiği çeşitli uygulamalar vardır. Bunların
başında başlık uygulaması gelir. Bir erkek bir kadınla Akrabalık, soy ve evlilik yoluyla kültürel olarak kabul
evlenme hakkını elde etmek için kadının ailesine karşı edilmiş toplumsal ilişkiler sistemidir. İnsanın toplumsal
belli sorumluluklar yüklenir. Bu yükümlülük, hizmet bir varlık olarak yaşamaya başlamasından beri akrabalık
karşılığı olabildiği gibi mal veya para ödeme biçiminde de ilişkileri evrensel bir önem taşır. Akrabalık insan
gerçekleşir. Türkiye’de daha çok para ödeme biçiminde toplulukları için iki temel işlevi yerine getirir. Birincisi,
uygulanan başlık, Afrika’daki Nuer toplumunda sığır statü ve mülkiyetin bir kuşaktan diğerine aktarılması, yani
mirasın düzenlenmesidir. Bu düzenlemenin biçimleri

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 8: Akrabalık ve Toplumsal Cinsiyet

toplumdan topluma, kültürden kültüre değişir. Mirasın değişebilen çeşitli kültürel düzenlemeler vardır. Bu
aktarılmasında temel kural, mirasın büyük oranda düzenlemeler içinde sıklıkla rastlanan dayanışma biçimleri
akrabalık sistemi içinde ve akrabalık sistemi tarafından el göze çarpar. Maddî durumu daha iyi olanlar, diğerlerini
değiştirmesidir. Akrabalığın ikinci temel işlevi, toplumsal destekler; yoksul, sakat ya da yaşlılara soy içinde bakılır.
grupları oluşturması, insanlar arasında dayanışmanın
Tek hatlı soy, en kısıtlayıcı olandır. Burada sadece erkeğin
sağlanması ve grubun sürekliliğinin sağlamasıdır. Bu
ya da sadece kadının soy çizgisi izlenir. Erkek soy
süreklilik akrabalık sistemi içinde ortaya çıkan otorite
çizgisine babayanlı, kadın soy çizgisine ise anayanlı soy
mercileri yoluyla sağlanır. Bu otorite, soyun izlenme
adı verilir. Bazı kültürlerde soy her iki yandan da izlenir:
ilkesine göre sistem içindeki en büyük erkeğin ya da en
bunlara çift hatlı soy denmektedir. Bu gibi durumlarda, her
büyük kadının elinde olabilir.
iki soy çizgisi farklı amaçlarla izlenir. Bazı toplumlarda
Ebeveyn, Kardeş ve Yeğenler: Bütün akrabalık ise her iki soy çizgisi de kabul edilmekte, hangisini
sistemlerinde ebeveynlerle çocuklar ve kardeşler seçeceği, kişinin isteğine bırakılmaktadır. Başka
arasındaki ilişki olmak üzere iki temel ilişki vardır. Bunlar bazılarında ise kadınlar anayanlı soyu, erkekler ise
en yakın biyolojik ilişkiler olmakla birlikte, biyoloji bu babayanlı soyu izler; buna da paralel soy çizgisi
ilişkilerin yalnızca temelini oluşturur; tanımlamalar ise denmektedir.
kültüreldir. Modern Batı toplumlarında kardeşlik
genellikle aynı anne-babadan olmak gibi bir kandaşlık Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet
ilişkisine dayanmakla birlikte, boşanma sonucunda yeni Erkek ve kadın cinsiyetleri biyolojik bir oluşumdur.
haneye katılan ya da evlat edinmeyle ortaya çıkan Ancak, biyolojik farkla ve üreme yeteneğiyle belirlenen
kardeşlikler söz konusu olabilir. cinsiyet, ona yüklenen toplumsal ve kültürel anlamlar ve
Yeğenlik (yani kardeş çocukları kategorisi) ve kuzenlik beklentilerle, bu biyolojik temelin çok ötesine taşınır.
de (yani amca, hala, teyze, dayı çocukları kategorisi) 1970’lerden itibaren feminist antropologlar biyolojik
temel akrabalık sistemi unsurlarıdır. cinsiyetle onu aşan toplumsal cinsiyet arasındaki ayrıma
vurgu yapmaya başladılar. Böylelikle bizim cinsiyetlerde
Akrabalık Temelli Gruplar ve Soy: Akrabalık grupları, algıladığımız ve varsaydığımız özelliklerin biyolojiye
yardımlaşma, saldırma ya da savunma, törensel birlikler indirgenemeyeceğini gösterdiler. Bu çerçevede cinsiyetin
oluşturma, siyasal bir grup, lobi grubu ya da idareci bir toplumsal anlamda nasıl kurulduğuna ilişkin geniş bir
klik olma türünden işlevler ve amaçlar yüklenebilir, bu araştırma alanı ortaya çıktı. Buna toplumsal cinsiyet adı
amaç ve işlevler etrafında örgütlenebilir. Bunların yanısıra verildi.
akrabalık temelli bir grubu, ekonomik bir birim olarak da
görebiliriz. Küçük ölçekli toplumlarda akrabalık Cinsellik ve Cinsellik Karşısındaki Kültürel Tutumlar:
toplulukları genellikle ortak mülk sahibi birimlerdir. Bu Cinsellik esas olarak biyolojik bir güdü olmakla birlikte,
ortak mülk toprak, hayvan, törensel araç ve gereçler ya da insanların denetlediği ve koşulladığı bir dürtüdür. Cinsel
kolektif mülkiyetin başka bir konusu olabilir. Toplum ilişkilerde belli ölçülerde kişisel tercihler rol oynamakla
karmaşıklaştıkça ortak mülkiyet ilişkileri de gevşer ve birlikte, toplumsal ve kültürel kaygılar ağırlık taşır.
ortak mülkiyet alanı aile birimine kadar daralır, sonra Özellikle bu güdünün yol açabileceği düzensizlikler,
orada da gevşer ve modern pozitif hukuktaki bireysel rekabet ve çatışmaları önlemek için bütün toplumlar cinsel
mülkiyet biçimine dönüşür. Akrabalık temelli gruplar ilişkileri kurallara bağlarlar. Bazı toplumlarda cinsellik,
büyük ölçüde soy esasına göre örgütlenir. sadece üreme amacına dönük bir etkinlik biçiminde asgarî
düzeye indirgenmiştir. Pek çok toplum ise cinselliği
Soy: Soy kavramı, kişiyi atalarına bağlayan, toplumsal ve evlilik düzeyindeki serbestlikle sınırlamıştır. Burada
kültürel olarak tanınmış bağları ifade eder. Kavram, ortak bekâret kavramı önem kazanır ve bekâretin kanıtlanması
bir erkek ya da kadın ataya dayalı akraba grubu olarak evlilik töreninin bir parçası haline getirilir. Cinsel
tanımlanabilir. Soyun toplumdan topluma, kültürden kısıtlamalara ilişkin pek çok kültürel tutum, kadınların
kültüre tanımlanmasında değişiklikler görülür. karşı cinsle temasını kısıtlamaya yöneliktir.
Antropologlar soyun belirlenmesinde birkaç ilke
saptamışlardır. Bu ilkeler toplumsal yaşamı
biçimlendirmede önemli birer rol oynayan etkenlerdir. Soy
ilişkileri, birçok toplumda kişinin toplum içinde üstlendiği
rolleri, kamusal alandaki etkisini ve katılım biçimini
belirler. Soyun toplumsal ilişkilerde rolü ve belirleyiciliği
bazı kültürlerde çok güçlüdür. Özellikle atalara tapmaya
dayanan dinsel yaşamları olan toplumlar, zenginlik ve
siyasal iktidarın dağılmasında da soy ilişkilerine birincil
bir rol tanırlar. Birçok küçük ölçekli toplumda toprak soy
mensuplarının ortak mülkiyeti altındadır. Soy üyeleri, bu
nedenle iktisadî temelde de ortaktırlar ve iş birliği
yaparlar. Bu iş birliğini düzenleyen ve toplumdan topluma

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 9: Din ve Kutsal

Din: İnancın Kurumsallaşması Din ve Uyarlanma


Dinin Boyutları: Din, doğrudan doğruya doğaüstüne Toplumların yaşadıkları çevreye uyum sağlama biçimleri
işaret eder. Doğaüstü kavramı, gözlemlenebilir dünyanın ve bu biçimlerin yerleştirdiği dünya görüşü, son tahlilde,
ve duyularımızla algıladığımız çevrenin ötesini anlatır. Bu onların inanç sistemlerini de etkilemektedir. Örneğin avcı-
yüzden doğaüstü alan, her ne kadar inananların toplayıcıların inanç sistemleri, onların geçim biçimiyle
varlığından kuşku duymadığı bir alan olsa da yakından ilişkilidir ve avcı-toplayıcı hayatın odağında yer
kestirilemeyen, deneysel olmayan, gözlenemeyen ve alan toprak, bitki ve hayvanlar merkezinde örgütlenir.
bunlara bağlı olarak sıradan kişilerce (fânilerce) Dinin Somutlaşması: İbadet ve Ayinler
açıklanamayan bir alandır. Doğaüstü tarihsiz bir alandır;
burada zaman yoktur, burası mutlak kudretin ve sonsuz Bir inanç sistemi olarak din, sadece bir öğreti ve dünya
mutluluğun alanıdır. Doğal dünya ise zamanlıdır, zaman görüşü olarak var olamaz. Dini yaşanır kılan ve insanların
tarihi yaratır, insan ve diğer canlılar bu tarihin içinde iniş tek tek dünyevi ortamdan kutsal alana geçmesini sağlayan
çıkışlı sorunlu bir kaderi yaşar. İnsanlar, doğaüstü törenlerle din insana ulaşır. Toplu ya da tekil olarak
olarak kurgulanan kutsalın bir parçası olmak için, bu gerçekleştirilen bu törenlere ayin diyoruz. Ayinlerin en
dünyadaki yapıp etmelerini (amellerini) olabildiğince önemli özelliği onların tekrarlanır olmasıdır. Tekrarlanma,
dinin emirlerine uydurmaya çalışırlar ve bu yolla öldükten inancı pekiştirir ve insanların dünyevi kaygılar içinde
sonra kutsalın parçası olmayı hak etmeye çalışırlar. Ancak dinden uzaklaşmasını önler. Dolayısıyla ayinler, belirli
tahayyül edilen kutsalın, dünyevi olan içindeki zaman ve mekânlarda tekrar edilen, büyük ölçüde
erişilmezliği ve dokunulmazlığı bir yana, bir şekilde kalıplaşmış, bir programa göre tekrarlanan davranışlardır.
dünyevi alanda temsil edilmesi gerekir. Bu temsil, Bu düzenlilik hem katılımcıların güven duygusunu
dünyada olup biten doğa olaylarının ya da canlıların pekiştirir hem de evrenin ve toplumun düzeni yeniden
başına gelenlerin doğaüstü güçlere atfen yorumlanması, üretilmesini sağlar. Dünyevi alandan kutsal alana geçiş;
dünyevi alanda var olan bazı şeylere doğaüstünün çoğunlukla abdest almak, temiz giysiler giyinmek, cinsel
buradaki simgeleri olarak anlam yüklenmesi biçiminde ilişkiden kaçınmak, belirli şeyleri yememek ve içki
gerçekleşir. Kimi zaman bu temsil belirli eylemlerle içmemek gibi başka ara davranışları da gerektirir.
gerçekleştirilir. Bu eylemlere biz ayin diyoruz. Din ve
Temel İnanç Sistemleri
inançlar yoluyla insanlar; kontrol edilemeyen, tahmin
edilemeyen ve istenmeyen olaylar karşısında güven ve Animizm, Animatizm ve Animalizm: Animizm insanlarda
dayanma gücü temin ederler. Bu güven ve dayanma gücü, ve diğer canlılarda var olduğu düşünülen ruhların fiziksel
insanların kendi çevrelerine uyarlanmalarında önemli bir çevrede bulunan her türlü nesnede de bulunduğuna
etkendir. Bu bakımdan din ve inanç sistemleri, insanların inanılmasıdır. Animizm kuramını antropolog Tylor
yaşadıkları döneme, geçim ve yaşam biçimlerine ve geliştirmiştir. Tylor, animizmi bütün dinlerin temeli kabul
ekolojilerine uygun geniş bir çeşitlilik gösterir. eder. Ona göre uyku, uyanma, düş, hayal kurma,
Yukarıda değindiğimiz gibi dinin bir boyutu inanç ise sarhoşluk, karabasan, trans, cinnet ve ölüm gibi
diğer boyutu bu inancı ifade etmek, pekiştirmek ve bu yaşantılarını ruhların davranışlarıyla ilişkilendiren ilkel
inanç etrafında bir dayanışma ve kimlik yaratmak insanın, aynı ruh dünyasının kendi çevresinde bulunan
amacıyla düzenlenen ritüel boyutudur. Ritüel boyutu, canlı ve cansız bütün varlıklarda da bulunduğuna
kutsallığı simgeleştiren ayinler ve çeşitli ibadet biçimlerini inanması, dinin başlangıcıdır. Bu inanç biçiminin en
içeren kurumsallaşmış davranış örüntüleri olarak önemli etkisi, canlı ve cansız her şeyde ruhların varlığını
tanımlanabilir. Bu örüntüler bir eylemin yerine getirilmesi gören insanın, onları incitmekten ve onlara zarar
ya da bazı eylemlerden kaçınmak biçiminde gerçekleşir. vermekten çekinmesidir. Animatizm ise bunun bir adım
İslam’daki cuma namazı, Ramazan orucu ya da Hac öncesidir ve insanların bütün doğayı canlı olarak
farizesi; Hristiyanlıktaki büyük perhiz, çeşitli Hac algılaması biçiminde tanımlanabilir. Animalizm,
ziyaretleri, Noel ayini; Museviliğin dinî tatil günü sayılan insanların hayvanlarla kurduğu özel mistik bir ilişkinin
cumartesi günü bütün işlerden kaçınma davranışı; çeşitli adıdır. Özellikle avcı kültürlerde avcıyla avı arasında
inanç biçimlerinde karşımıza çıkan yağmur duası, büyüsel ve mistik bir ilişki kurulur. Animalizm, bu ilişki
Avustralyalı Aborijinlerin bereket ayini bu boyutun çerçevesinde ortaya çıkan bir dizi işlemlerin toplamıdır.
görünür örnekleridir. Bunlar arasında hayvanın insana benzetilmesi, avcının
öldürdüğü hayvandan özür dilemesi, kemikleriyle fala
İnanç Sistemlerinin Çeşitliliği bakılması ve av öncesinde avın iyi geçmesi için
Farklı tarihsel ve ekolojik koşulların etkisiyle ortaya düzenlenen büyü sırasında avlanacak hayvanın taklidinin
çıkmış, bu koşullarla bağlantılı biçimde çeşitlenmiş geniş yapılması gibi işlemler yer alır. Özellikle Kuzey
bir inançlar yelpazesinden söz edebiliriz. Bu inançlar, Amerika’nın Kızılderili kültürlerinin av ritüellerinin
somut şeylerin kutsallaştırılmasından başlayarak soyut ve temeli animalizme dayanır.
mutlak kudret sahibi bir tanrıya veya tanrılara inanç Şamanizm: Şamanizm, animistik temelde ortaya çıkmış
çerçevesinde örgütlenmiş dinlere kadar çeşitlilik gösterir. karmaşık dinsel, büyüsel ve tıbbi uygulamalar bütünüdür.
Şamanizmin merkezinde şaman adı verilen mistik bir kişi

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 9: Din ve Kutsal

yer alır. Şaman hem geleceği bilen hem sağaltıcı(hekim) tanrı ve ibadet fikri reddedilmiştir. Bunun yerine bir
hem de büyücüdür. Doğaüstü ile ilişki kurma yeteneği ve tanrılar birliği (panteon) söz konusudur. Hinduizm, bir tür
yetkisi vardır. Bu yolla gaipten (öte dünyadan) haber boyun eğme (tevekkül) ve kabullenme (darma) vaaz eder.
alabilir, insanların taleplerini oraya iletebilir. Özgün Herkes içine doğduğu toplumsal tabakadan (kasttan)
Sibirya ve İç Asya kültürlerinde görülen, kimi Pasifik kaynaklanan statüyü kabul edip bunun gereklerini yerine
adalarında ve Kuzey Amerika’nın bazı Kızılderili getirmelidir.
topluluklarında da rastlanan şaman ve şamanizm
Doğu Asya’da yaygın olan ve bir dinden çok doğru
uygulaması, her ne kadar Sibirya kökenli olsa da bütün
yaşamaya ilişkin birer dünya görüşü olarak kabul
dünyadaki benzer deneyimler ve uygulamalara
edilebilecek Konfüçyusçuluk ve Taoculuk, Doğu
genellenmektedir. Şamanizmi diğer inanç sistemlerinden
mistisizminin en önemli öğretileri arasında yer alır. Bunlar
ayıran en önemli yön, onun kurumsal ve örgütlü bir
inanç ve ibadetten ziyade ahlak öğretilerine dayanır. Bu
yapısının olmamasıdır. Şamanizm bireysel mistik bir
ahlak öğretileri bir yaşam biçimi öngörür.
etkinliktir. Tamamen kişisel yeteneğe ve büyüsel
Konfüçyusçulukta erdem, yüce gönüllülük ve sevgi gibi
uygulamalara dayanır. Bu yüzden bir din olarak kabul
temel temalar vardır. Bu temalar, bir bütün olarak insanın
edilmez; ancak kişilerin mistik sorunlarını çözen ve bazı
doğasında mümkündür. Dolayısıyla asıl mesele bu doğayı
toplumsal işlevleri yerine getiren bir inanç sistemi olarak
dünyevi hayat içinde açığa çıkaracak terbiye ve işlemlerin
kabul edilmelidir.
bilinmesi ve buna göre yaşanmasıdır. Açığa çıkarma
Teizm: Doğaüstü alana mensup bir ya da birden çok yüce işleminin en önemli evresi içgörüdür. Kişi içine döndüğü,
ve ölümsüz tanrının varlığına dayanan, bütün ölümlü dolayısıyla dünyevi zevk ve hazlardan uzaklaştığı ölçüde
varlıkların onların varlığıyla ilişkili olduğunu ve onların doğasının bu temel özelliklerini bulabilecektir. Taoculukta
hükmü altında bulunduğunu savunan inanç sistemlerine ise mistik ve metafizik yönler daha büyük ağırlık taşır.
teizm adı verilmektedir. İki tür teizm vardır. Birincisi, Burada insanın içgörü yoluyla kendine dönmesinin yerini,
soyut ya da insan veya başka bir varlık görünümünde, kendisini yetiştirmesi alır. Bu yetişme sırasında insan
kadere hükmeden çok sayıda tanrının varlığına inanılan kendisini bilecek, böylelikle evreni de bilebilecek ve
çoktanrıcılık (panteizm) sistemleridir. Afrika’da, Güney onunla bütünleşecektir. Doğanın bilgisi ve birliği ancak
Amerika’daki Maya, Aztek ve İnka kültürlerin de, evrenin küçük bir modeli olduğu düşünülen insanın kendi
güneydoğu Asya ülkelerinde, eski Yunan, Roma ve Arap doğasını denetlemesiyle kavranabilir. Bunun yolu
dünyasında eskiden yaygın biçimde var olan bu inanç meditasyondur.
biçimi bugün oldukça zayıflamıştır. İkincisi, evreni ve
Bağdaştırmacılık (Senkretizm): Dinler ve inançlar
onun içindeki bütün canlı ve cansız varlıkları yaratan,
arasında yaşanan kültürlenmeye bağdaştırmacılık denir.
insanın kaderine hükmeden ve onu gözetim altında tutan,
Dinler ve inançlar arasında ortaya çıkan temaslar
insanlarla zaman zaman kendi elçileri yoluyla ilişki kuran
sonucunda, dinler ve inançlar birbirlerinden kimi inanç ve
tek bir yüce Tanrı’ya imana dayanan tek tanrıcılık
ibadet öğelerini alarak kendi inanç sistemleri içinde
(monoteizm) inancıdır. Ortadoğu’da ortaya çıkmış olan ve
özümserler. Tanrılar, dinsel uygulamalar ve yorumlar
Hz. İbrahim kaynaklı olduğuna inanıldığı için İbrahimî
ödünç alınabilir. Başka inançlara ait simgeler ithal
dinler adı verilen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam tek
edilerek bu simgelere yeni ya da yerli anlamlar
tanrılı dinlerin başlıca örnekleridir. Bu dinlerin bir başka
yüklenebilir.
özelliği Tanrı’nın kendi elçileri aracılığıyla gönderdiği
birtakım kutsal metinlere dayanmasıdır. Tabular, Kültler ve Dinsel Simgeler
Doğu Mistisizmi ve Yeniden Doğuş İnancı: Doğu Tabular
mistisizmi; yaşarken azla yetinme, çile çekme, başka
canlılara zarar vermeme gibi erdemleri gözetmeyi, bu İnanç sistemlerinin yanaşılmasını, dokunulmasını,
erdemlerle yaşanan bütünlüklü bir hayatın ödülünün ise yenilmesini, hatta kimi zaman adlarının anılmasını
yeniden insan olarak hayata gelmek olduğunu öne süren yasakladığı canlı ve cansız varlıklardır. Bazı toplumlarda
çeşitli inanç sistemlerinden oluşur. Bunlar mistik ve tabu sayılan bu nesnelere dokunma hakkı, sadece belirli
ahlakçı sistemlerdir. Tek tanrılı dinlerin, insanın doğa kişilere ait olabilir. İslam ve Yahudi inancında kirlilik
üzerinde mutlak egemenliğini meşru kılan ve insanı tabusu olan şeyler tanımlanmıştır. Örneğin domuz yeme
yaratılmışların en değerlisi olarak gören genel yasağı böyle bir tabudur. Birinci derecede akraba sayılan
tasavvurunun aksine, Doğu mistisizminin temelinde kişilerle cinsel ilişki yasağı, yani ensest tabusu, hemen
insanın da doğanın bir parçası olduğu, insanla diğer hemen bütün kültürlerde vardır. Bazı durumlarda kimi
canlılar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı fikri tapınaklara kadınların girmesi de yasaklanmıştır. Örneğin
yatar. Bu mistik dinlerin başında Budizm yer almaktadır. Yunanistan’ın Athos Dağı’nda bulunan Ortodoks
Esasen kast sisteminin katı tabakalaşmasına bir tepki manastırlarının bulunduğu geniş topraklara hiç bir kadın
olarak doğan ve hayatın temelinin acı olduğunu söyleyen giremez. Bu da bir kirlilik tabusu olarak tanımlanabilir.
Budizm’de hedef, insanın nirvana’ya (acıdan mutlak
kurtuluşa) ulaşmasıdır. Doğu Asya’nın ikinci büyük inanç
sistemi olan Hinduizm’de ise mutlak kudret sahibi tek

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 9: Din ve Kutsal

Kültler türüyle atasal bir soy ilişkisine inanılmasından ileri gelir.


Bu inanışa dayanan evren kavrayışına totemcilik adı
Kültler, kutsal olarak tanımlanmış varlıklar etrafında
verilmiştir. Hayvanlarla kurulan bu ilişki çeşitli amblem
oluşmuş inanç ve tapınma biçimleridir. Bu varlıklara saygı
ve anıtlarla simgesel olarak temsil edilir ve bu totem
duyulur, tapınılır, zaman zaman kurbanlar sunulur ve onlar
çevresinde tanımlanan ayinlerle bir inanç sistemi meydana
için ayinler düzenlenir. Bu ayinler belirli kült araçlarını
getirilir.
kullanma yetkisi olan cemaat veya din önderlerince
yönetilir. Kültler; arınma, bereket ve doğurganlık gibi Sanat Simgeciliği
temaların odağında yer alır. Bu çerçevede örneğin
Dinsel simgecilik sanatta da yansımasını bulur. Dünya algı
Anadolu’da taş, ağaç, su gibi kültlere rastlarız. Zaman
ve kavrayışının büyük ölçüde dine dayandığı toplumlarda,
zaman rastladığımız çaput bağlanmış ağaçlar, ağaç
sanatsal ifade biçimlerinin dinselliği yaygındır. Pek çok
kültünün örnekleridir.
küçük ölçekli toplumda sanatçı; genellikle mitosları,
Dinsel Simgeler kutsal varlıkları ve dinsel ilkeleri yansıtan eserler üretir.
Bu üretim dinsel ayinlerde kullanıldığı ve dinsel mekânları
Dinsel simgeler, soyut dinsel öğelerin somut biçimde
süslediği gibi evlerin dekoru içinde de önemli bir yere
algılanmasına hizmet eden nesne, davranış ve tutumlardan
sahiptir. Bu çerçevede sıradan insanların evlerinde dinsel
oluşur. Bunlar Hristiyanların haçı gibi nesnel olabilir. Haç,
simgeler olarak yer alan eserler olabileceği gibi, servet
İsa Peygamber’in insanlık adına acı çekmesini ve
sahibi kişiler de dinsel bir görev olarak bu tür eserleri
kendisini feda etmesini simgeler. Belli ayinsel davranışlar
sanatçılara ısmarlayıp yaptırabilir. Osmanlı padişahları,
da simgesel anlamlar taşır. Örneğin Şiilerin Hz. Hasan ve
yaptırdıkları büyük camilerle bu türden görkemli dinsel
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinin acısını nasıl
simgeler yaratmışlardır. Bunun gibi Leonardo Da Vinci,
derinden hissettiklerini yansıtan Muharrem ayinindeki
Rafaello ve Michalangelo gibi büyük sanatçılar, kiliseler
davranışlar böyle bir simgesellik taşır. Kimi dinlerde
için yaptıkları heykeller ve büyük resim programları ile bu
belirli sözcükler ya da belirli tutumlarda simgesel anlamlar
gibi iktidar sahiplerinin prestijini yansıtan ve onları bu
taşır. Sözgelimi bir Müslüman’ın ezan okunduğu sırada
dinsel hizmetleri yoluyla yücelten kişiler olmuşlardır.
saygılı bir tutum takınması onun dindarlığına işaret eden
tutumsal bir simgedir. Kuran’ı öpüp başa koymak ya da Mitoloji ve Mitoslar
yere düşen bir ekmeği öperek yerden almak da bu tür
simgelerdendir. Mitos

Kültüre Özgü Simgeler Mitoslar, dinsel nitelikli efsanelerdir. Her mitos kutsal bir
öyküye gönderme yapar. Herhangi bir mitosu paylaşan
Dinsel simgelerin bazıları evrensel nitelikte olabileceği toplumlar bu mitosu kendilerine gönderilmiş bir hakikat
gibi, pek çoğu kültürlere özgüdür. Dolayısıyla bu olarak kabul eder ve onun gerçekliğinden kuşku
simgeleri anlayıp onun gerektirdiği tutumu takınmak, duymadan onu sözlü gelenek içinde aktararak toplumsal
kültür tarafından aktarılan ve o kültürden olmayanların hafızanın malı yaparlar.
bilemeyeceği bir davranış modelidir. Kişiler doğdukları
andan itibaren bu simgeler ve onların gerektirdiği Mitosların İşlevleri: Mitosların çeşitli işlevleri vardır.
davranışlar konusunda koşullandırılırlar. Bunların başında mitosların bir toplumun dayanışmasını
ve birliğini, dolayısıyla kimliğini kuran tarihsel öyküler
Besin Simgeciliği olması gelir. Toplumların göçleri, geçmişteki toplumsal
Din ve inançlar, insanların neyi yiyip neyi yemeyeceğine varoluş biçimleri, yaşadıkları doğal afetler bu mitoslar
ilişkin çerçeveler kurmuşlardır. Bu yüzden insanların aracılığıyla güncel kuşaklara aktarılır, böylelikle birliği ve
yedikleri ya da yemekten kaçındıkları besinler genellikle toplumun kimliğini yeniden kurar. Mitoslar, aynı zamanda
dinsel inançlarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Pek çok inanç geçmişte yaşadığı varsayılan tarihsel ve kutsal kişiliklere
sisteminde belirli hayvan ya da bitkilere simgesel bir ilişkin öyküler olarak, onların hayatları üzerinden doğru
anlam yüklenir; bu anlamlar besinlerin kutsal bağlamlara hayatı anlatan birer ahlak öğretisi oluşturur.
yerleştirilmesine ya da ondan kesinlikle kaçınmayı Mitoloji
gerektiren tabulara işaret ederler. Örneğin İslam’da domuz
tabusu, Hinduizmde inek tabusu vardır. Bu tabular Mitosların oluşturduğu tutarlı bütünlük, pek çok öykünün
nedeniyle söz konusu hayvanların kesilip yenmesi kesin birbirini tamamlayıcı biçimde örgütlenmesi mitolojiyi
biçimde yasaktır. oluşturur. Mitolojiler, her toplumsal varlığın dünyadaki
varoluşunun doğaüstü bir başvuru çerçevesinde
Totemler meşrulaştırılmasıdır. Böylelikle karşımıza Sümer
Pek çok inanç sisteminde hayvanlarla insani hayat mitolojisi, eski Yunan mitolojisi, Roma mitolojisi, Hint
birbiriyle çok yakın biçimde ilintilendirilmiştir. Özellikle mitolojisi gibi pek çok mitoloji çıkar. Dolayısıyla
kabile toplumlarında her kabilenin belirli bir hayvan mitolojiler, aynı zamanda birer dünya görüşüdür. Özellikle
türüyle özdeşleşmesi söz konusudur. Özdeşleşilen bu toplumların yaratılış kurgusunu yansıtır ve bu yaratılış
hayvan, o kabilenin totemi olur. Bu özdeşim, o hayvan süreci içinde o toplumun biricikliğini ya da seçilmişliğini
vurgular. Bazı mitolojiler, kimi toplumların dinlerinin

3
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 9: Din ve Kutsal

temelini oluşturmuştur. Örneğin eski Yunan mitolojisi,


aynı zamanda bir dindir. Eski Yunan toplumunu oluşturan
kentler, bu mitoloji içinde yeri olan tanrı ve yarı-tanrıları
kutsayarak kendi kültleri haline getirmiş ve bu kültlerin
oluşturduğu tanrılar birliği (panteon), eski Yunan
toplumunun birliğini simgeleyen bir din olarak varlığını
sürdürmüştür.

4
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 10: Dil ve İletişim

Giriş olaylar örgüsüne toplum, konuştuğumuz şeye dil,


inandığımız şeylerin bütününe din diyoruz. Bunların
İletişim, karşılıklı olarak ilişkiye girmiş olan tarafların hiçbirisi somut, elle tutulabilir şeyler değildir, ancak
davranışlarını ya da fikirlerini yönlendirmek veya dolaylı olarak ve akıl yürüterek onların varlığını varsayar
onlardan bilgi ya da tepki almak amacı taşıyan bilgi iletme ve kavrarız. O nedenle doğa dışında var ettiğimiz olgulara
sistemidir. Bütün canlılar çeşitli amaçlarla iletişime geçer. verilen isimlere kavram diyoruz. Diller keyfîdir ve ortaya
İletişim seslerle kurulabildiği gibi çeşitli vücut çıkıp ayrı birer varlık olarak gelişmeleri sürecinde dünyayı
davranışları yoluyla da sağlanabilir. Ancak iletişimin
gerçekleşebilmesi için, karşılıklı olarak iletişime giren farklı kavrama ve algılama biçimleri inşa edilmiş olur. Bu
tarafların birbirlerinin seslerini ve vücut davranışlarını durum, o dillerin geliştiği coğrafyayla, ekolojiyle, hangi
anlamlandırabilmesi gerekir. Dil, kültürel iletişimin başka kültürlerle ilişki içinde olduğuyla, yaşam ve geçim
zorunlu koşuludur, çünkü bütün kültürel süreçler ve biçimiyle ve en önemlisi tarihiyle ilişkilidir. Bu karmaşık
kurumlar dil yoluyla aktarılır ve yaşatılır. Kültürleri örüntü içinde çok farklı dil biçimleri ortaya çıkmıştır.
birbirinden farklı kılan en önemli özellik de bu yüzden Dilin Unsurları
dildir. Aralarında dil yoluyla anlaşılabilirlik olmayan
kişiler, birbirleriyle iletişime geçemezler. Bu yüzden Konuşma dilinin yapısı iki ana unsurdan oluşur.
kültür kuramında dil kültürün merkezinde yer alır ve Bunlardan birincisi sesler, ikincisi ise gramerdir. Seslerin
bütün kültürel öğeler arasındaki iletişimi kurar. Ancak yan yana gelmesiyle sözcükler ortaya çıkar. Ancak
insan iletişimi sadece konuşma dilinden ibaret değildir. seslerin yan yana gelmesiyle oluşan sözcükler çoğu zaman
İnsanlar iletişim için konuşma dilinin yanında, çeşitli tek başlarına bir anlam ifade etmez, anlamlı bir bütünlük
işaret ve simgeleri, beden ve yüz hareketlerini (jest ve kurabilmek ve bir bilgiyi iletebilmek için sözcüklerin
mimikleri) ve yazı dilini kullanırlar. belirli bir biçimde dizilmesi ve eklerle desteklenmesi, bu
dizilimlerin eş zamanlılığı ve ard zamanlılığı bildirmesi,
Konuşma Dili sözcüklerin birbirleriyle sistemli ilişkiler içine girmesi
Dil Nedir gerekir. İşte her dilde, sözcüklerin farklı biçimlerde
örgütlenerek anlamlı bir bütün kurmasını sağlayan
Bütün insanlar doğuştan dil öğrenme ve konuşma sistemlere gramer diyoruz. Dilin sesleri sesbilim (fonoloji)
yeteneğine sahiptir. Bir başka deyişle bütün insanlar, eğer adı verilen bir disiplin tarafından incelenir. İnsanlar çok
konuşmalarına ve anlamalarına engel olacak bir sorunları farklı sesleri çıkarma yeteneğine sahiptir. Ancak hiçbir dil
yoksa, dilsel etkileşim için genetik olarak bu seslerin tümünü kullanmaz. Kimi dillerde ötekilere
programlanmışlardır. Doğduğumuz evde konuşulan dili, göre daha çok ses kullanılırken, kimileri daha az sesle iş
başka bir deyişle yetişkin hale gelene kadar en çok zaman görür. Biz bir dildeki standart bir sesi, özgün veya
geçirdiğimiz annemizin dilini ana dili olarak öğreniriz. tanınmış halinden farklı çıkarma eğilimine aksan diyoruz.
Doğuştan dil yeteneğimizin olması biyolojik yapımızın Anlamlı en küçük ses birimine fonem adı verilir. Bir
evrimsel biçimlenişiyle doğrudan ilişkilidir. Hyoid kemiği, fonem tek bir sesten oluşabileceği gibi, birbiriyle ilintili
gırtlak yapısı, dilin biçimi, damak, dudaklar, dişler, ses birkaç sesten de oluşabilir.
telleri, akciğerlerin yapısı gibi pek çok organımızın yapısı
ve işleyişi konuşmamıza izin verecek biyolojik bir Gramerin iki boyutu bulunmaktadır: Biçim ve düzen.
düzeneği sağlar. Bu özellikler yalnızca insanlarda Biçimleri inceleyen biçim bilim (morfoloji) basit seslerin
mevcuttur. İnsan yavrusu beyinsel gelişiminin büyük bir anlamlı birimler oluşturacak biçimde nasıl örgütlendiğine
bölümünü anne karnında kazanır ve dil gibi karmaşık eğilir, düzen boyutuna bakan sözdizimi (sentaks) ise
zihinsel yetenekleri bakımından hazır olarak doğar. sözcüklerin cümle dediğimiz anlamlı bütünleri oluşturmak
Doğum sonrası gelişim, daha çok motor yeteneklerimizin üzere nasıl bir araya getirildiğini inceler. Bütün dillerde,
gelişmesine yardım etmektedir. sözcüklerin aynı dili konuşanlar için anlamlı cümleler
oluşturacak şekilde nasıl dizileceğine ilişkin
Dillerin Göreliliği standartlaştırılmış uzlaşmalar vardır. Bunlara sentaks
Dillerin göreliliğini çeşitli bağlamlarda gözlemleyebiliriz. kuralları denir. Sentaks kuralları genellikle bilinçli bir
Tanıdığımız pek çok dil, dünyayı kavrarken isim, fiil ve şekilde öğrenilmez. Ana dil kullanılırken, kurallarını
zaman kiplerine başvurur. Canlılara ve cansız nesnelere bilinçli olarak sıralayamasak da genelde doğru sentakslar,
isim veririz. Yaptığımız eylemleri fiillerle ifade ederiz ve yani anlamlı cümleler kurarız.
bütün bunları bugün yaşadığımız ana göre belirlenmiş Dillerin Çeşitliliği
geçmiş ve gelecek zamanları temsil eden kipler içinde
anlamlandırırız. İsim ve fiiller bize doğayı ve toplumsal Diller Nasıl Çeşitlendi?
hayatı ikili bir düzende anlama fırsatı tanır. Zaman ise İnsanların konuşma dilini nasıl geliştirdikleri konusunda
üçüncü boyutu algılamamıza yardım eder. Oysa doğada tartışma vardır. Konuşma dilinin ilk olarak hangi insan
böyle bir bölünme yoktur. Ayrıca bizim nesnelere türü tarafından geliştirilmiş olabileceği, bu tartışmaların
verdiğimiz isimler de keyfîdir. Üstelik bizler doğada merkezinde yer almaktadır. Bugün genel olarak kabul
olmayan şeyleri de isimlendiririz. Gece uyurken
edilen görüş, konuşma dilinin Üst Paleolitik’te yaşayan
gördüğümüz olaylara düş, içinde yaşadığımız toplumsal

1
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 10: Dil ve İletişim

insanlar tarafından geliştirildiği üzerinde durmaktadır. Bu iki dilde de yoğun olarak kullanılabilir. Ancak bu
görüşün temeli insanın (Homo sapiens’in) Afrika’dan sözcüklerin o dillerde karşılık geldiği anlamlar
çıkış kuramıyla ilişkilidir. Son yıllarda, Üst Paleolitik farklılaşmış olabilir. Dolayısıyla aynı sözcüklerle kurulan
dönemin buzul çağı koşullarında insan hayatının mümkün iki ayrı anlam dünyası var demektir. Bir dilin varlığını bu
olduğu iki alanda, iki dil öbeğinin atasal ilk örneklerinin şekilde belirleyebilmekteyiz. Ancak dil içinde de
ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Bunlardan birincisi Üst farklılıklar vardır. Bu farklılıklar çoğunlukla sözcüklerin
Paleolitik’in buzul çevresi olarak anılan bölgede gelişen seslendirilmesinde kullanılan fonemlerin ve vurguların
Proto-Ural dili kuramıdır. Bu kök dilin anayurdunun farkından kaynaklanır. Kimi durumlarda da söz varlığı
Baltık Denizi’nden Ural Dağları’na uzanan geniş içinde küçük farklar olabilir. Biz bu tür farkların ortaya
coğrafyada bulunduğu öngörülmektedir. İkinci kök dil çıktığı durumlarda, anılan dil varlığına ayrı bir dil değil,
kuramı, bir Akdeniz Üst Paleolitik bölgesi ama lehçe (dialect) diyoruz. Lehçe, coğrafî ya da
varsaymaktadır. Buna göre Akdeniz bölgesinde Üst toplumsal olarak ayrı bir konuşma topluluğunu gerektiren
Paleolitik çağda yaşayan insan grupları Bask-Kafkas dilsel bir farklılaşmayı ifade eder. Ayrıca dil içi
dillerinin kökeninde yatan bir ata dili konuşuyorlardı. farklılaşmalar etnik gruplarla ya da toplumsal durumla
Akdeniz havzasında bir dizi akraba dilin konuşulduğu ilişkili olarak oluşan farklı dil kullanımlarıyla da ortaya
ortaya çıkmaktadır. Ancak asıl büyük dil yayılması yine çıkmaktadır. Bunlar genellikle ağız olarak adlandırılır.
Neolitik devrimi beklemiştir. Neolitik Devrim’le birlikte
Dil Öbekleri (Büyük Dil Aileleri)
üretimciliğe geçiş ve tarım teknikleri, belirli dalgalar
halinde doğuya ve batıya yayılmış, böylelikle Ortadoğu İnsanların farklı coğrafyalara ve ekolojik ortamlara
tarımı Avrupa’ya ve Hindistan’a doğru genişlemişti. yerleşmeleriyle, yaptıkları göçlerle, girdikleri siyasal ve
kültürel ilişkilerle aşağı yukarı son 15-20 bin yıl içinde
Söz konusu genişleme bu bilginin yayılmasını sağlayacak
şekillenmiş büyük dil öbekleri oluşmuştur. Köke doğru
iletişim araçları ve yoğun temaslar henüz olmadığına göre,
gittikçe tek bir ata dile ulaşılan dil akrabalıkları dil
doğaldır ki insanlar eliyle, daha doğrusu göçle
ailelerini oluşturur. Buna göre belli başlı dil aileleri ve
gerçekleşmişti. Diller insanlarla birlikte yayılır ve
içinde yer alan önemli diller şunlardır:
değişirler. Her dil bir ekolojik ve coğrafî çevrenin ürünü
olduğu kadar, onun değişimi ve gelişimi de göçler ve diğer • Altay Dilleri: Moğolca, Tunguzca ve bütün Türk
kültürlerle temaslar yoluyla gerçekleşir. Bu yolla dünyada dilleri bu gruba girer.
binlerce dil ortaya çıkmıştır. Bugün dünyada konuşulan • Ural Dilleri: Samoyet ve Fin-Ugor dil
dillerin toplam sayısının 3 ilâ 5 bin civarında olduğu gruplarından oluşan bir ailedir.
tahmin edilmektedir. Ancak bu sayı yanıltıcı olabilir. • Çin-Tibet Dilleri:
Çünkü birbirinden bağımsız araştırmalar sonucunda aynı • Güneydoğu Asya Dilleri:
dile farklı isimler verildiği olmuştur, bu dillerden • Malezya-Polinezya Dilleri
bazılarını hiç konuşan kalmamış ve ölü dil durumuna • Avustralya Dilleri
gelmişlerdir, bazıları ise sadece lehçe düzeyinde ayrımlara
• Andaman Dilleri:
sahiptir. Bütün bunlar dikkate alındığında ortaya dünyada
• Papua Dilleri
konuşulan 3-4 bin kadar dilin var olduğu sonucu
çıkmaktadır. Ölü diller, birer kültür kaybı olarak kabul • Dravidi Dilleri:
edilir. • Kafkas Dilleri:
• İber ve Bask Dilleri:
Bu Çeşitlilik Nasıl Sınıflandırmaktadır? • Hint-Avrupa Dilleri:
Binlerce dil ve lehçenin yayıldığı yeryüzünde dillerin nasıl • Hami-Sami Dilleri:
sınıflandırılabileceği, diller arasındaki farklılık ve • Hoin-San Dilleri:
benzerliklerin bu sınıflandırmaya nasıl etki edeceği bütün • İnuit(Eskimo)-Aleut Dilleri:
dilcileri meşgul eden ana bir sorun olmuştur. Hiç kuşku • Amerika Dilleri:
yok ki diller arasındaki sınırlar kesin değildir. Dillerden
Dillerin Yayılması, Teması, Karışması ve
bazıları birbirine az ya da çok benzeyebilir. Bu yüzden iki
Küreselleşmenin Etkisi
dilsel varlığı iki ayrı dil olarak ayırt etmek için karşılıklı
anlaşabilirlik ölçütü kullanılmaktadır. İki ayrı dilsel Dünya tarihine bakıldığında yazı dili olarak gelişen belirli
varlığın aynı dile ait olduğunu söyleyebilmek için bazı dillerin diğer diller üzerinde önemli bir etki yarattığı
aralarında en az % 70 oranında anlaşılabilirlik olması ve yüksek kültürün dili haline gelerek, yerli diller aleyhine
gerektiği, bugün genel kabul görmektedir. Eğer bu geliştiği görülür. Özellikle farklı bir kültür çevresinden ve
sağlanamıyorsa akraba, ama iki ayrı dil söz konusu yaşam biçiminden yeni bir çevreye giren topluluklar, o
demektir. Yüzde yetmiş oranından daha fazla anlaşmanın yeni çevrenin egemen dilinin de etkisi altına girerler.
mümkün olduğu durumlarda ise dilsel varlıklar ayrı dile Örneğin Türkler, İran ve Anadolu’ya geldiklerinde
mensup ayrı lehçe ve ağızlar olarak sınıflandırılırlar. ağırlıklı olarak Farsça’nın etkisi altına girmişlerdir. Yeni
coğrafyanın nitelikleri, yeni bir yaşam ve geçim biçimine
İkinci bir ölçüt, anlam düzeyini esas almaktadır. İki dilin
geçiş, o coğrafyaya ve yeni yaşam ve geçim biçimine ait
söz varlığı birbirine çok yakın olabilir. Aynı sözcükler her

2
SOS203U-ANTROPOLOJİ
Ünite 10: Dil ve İletişim

pek çok sözcüğün anadile girmesine yol açar. Aynı şekilde yakın ve sıkı bir etkileşim olsa da, kültür ile dili tam
yeni coğrafyanın eski toplulukları da bu yeni komşularının anlamıyla bütünleşmiş de sayamayız. Dil de kültür de,
dilinden etkilenirler. Bu süreç bir dil kültürleşmesi birbirleri dışında başkaca unsurların etkisi altındadır. Bu
biçiminde yaşanır. Bu yüzden Türkçe’de pek çok Farsça yüzden dilleri birbirine benzeyen hatta aynı olan, ama
sözcük mevcuttur. Arapçanın da Batı dilleri üzerinde kültürleri çok farklı olabilen toplumlar görebiliriz.
büyük bir etkisi olmuştur. Özellikle Ortaçağ’da bir
Bunun aksi de doğrudur. Yani dilleri farklı olsa da
uygarlık dili haline gelen Arapça, İslâm yayılmasının
neredeyse aynı yaşam ve geçim biçimini paylaşan yine
İspanya’ya ve İtalya’ya ulaşmasıyla birlikte bilime,
pek çok toplum vardır.
teknolojiye ve çeşitli Doğulu mallara ait pek çok terimi
Batı dillerine vermiştir. Haçlı seferleri de benzer etkiyi bu Kültürün Dile Etkisi
kez ters yönden yaratmıştır.
Kültürel etkenlerin bir dilin söz varlığını çok güçlü
Lingua Franca: Diller sadece bir topluluk içinde biçimde etkilediği görülür. Her kültür, içinde bulunduğu
konuşulmaz; çok sayıda farklı dilin konuşulduğu karmaşık temel çevresel ve toplumsal özelliklerinin belirlediği
coğrafyalarda bütün toplulukların anlaşmalarını temin zengin bir söz varlığına sahiptir. Eskimo dünyasında kar
edecek ortak bir dilden yararlandıkları görülür. Buna ve buzun önemine bağlı olarak karın ve buzun çeşitli
lingua franca denilmektedir. Özellikle tüccarlar, hallerini anlatan çok sayıda sözcüğe rastlamak tesadüf
seyyahlar, alimler ve diplomatlar bu dil sayesinde işlerini değildir. Bunun gibi eski Türklerde de atın yürüyüş
görürler ve temaslarını kurarlar. Lingua franca, o biçimlerine ilişkin onlarca farklı sözcük buluruz. Her dilin
coğrafyanın dillerinden biridir. Bu hale gelmesinde dinen, soyutlama ve kavram yaratma özelliği vardır. Ancak bir
iktisaden ya da siyaseten güçlü bir toplumun dili olması ya dil dünya ölçeğinde diğer dillerle ne denli sıkı temasa
da tüccarların dili olması gibi etkenler rol oynar. Ayrıca geçmiş ve ne denli yayılmışsa, kavram yaratma gücü
sömürgecilik dillerin yayılmasında önemli etken olmuştur. artmış ve söz varlığı da o ölçüde zenginleşmektedir. Bu
Bu yolla İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Portekizce yüzden örneğin İngilizce’de bugün 500 bine yakın
dünyanın geniş bir bölümünde konuşulan egemen diller sözcüğün var olduğu bilinmektedir.
haline gelmiştir.
Dilin Kültüre Etkisi
Pidgin Dil: Özellikle sömürgeciliğin etkisiyle belirli bir
Dilin kültürü etkilediği durumlar da vardır. Her dil dünya
dil alanına giren yabancı bir dilin, basitleştirilmiş bir
kavrayışımızın ve dünya görüşümüzün temelini oluşturur.
gramer ve söz varlığıyla o dil alanında kullanılan biçimine
Dünyayı dilimizin olanakları kadar kavrar ve yorumlarız.
pidgin dil denilmektedir.
Bu yüzden bütün diller, kendi olanaklarının yetmediği
Kreol Dil: Bir pidgin dilin yerli bir dil haline gelmiş hallerde başka dillerden girecek yeni kavramlara açıktır.
biçimine kreol dil adı verilir. Bir dilin dünyaya bakışını belirleyen sözcük ve
kavramların başka dillerde karşılığı olmayabilir. Sapir-
İletişim Süreçleri ve İletişim Ortamları Whorf kuramı karşılaştırmalı renk ve rakam
Bir göndericiyle alıcı arasında bilgi alışverişine iletişim araştırmalarının çoğalmasına yol açmış ve kültürel
diyoruz. Konuşma dili özel bir iletişim türü olmakla çoğulculuk konusundaki görüşü beslemiştir. Ancak bu
birlikte, en yaygın ve kullanışlı olanıdır. Ancak onun tartışmalar dillerin birbirine çevrilebilirliği konusundaki
dışında sesle, dansla, şarkıyla, şiirle, simgeyle, görüntüyle şüpheci görüşlerin de güçlenmesine yol açmıştır.
ve kokuyla iletişim kurulduğunu da biliyoruz. Bu iletişim
araçlarının tümüne işaret diyoruz.
Yazı Dili: Konuşma dilinin yazılı işaretlere dökülmüş ve
bu yolla standartlaştırılmış haline yazı dili denilir. Yazı
dili konuşurken kullandığımız fonemlerin tam olarak
karşılığını veren bir dil değildir. Yazı dillerindeki işaret
sistemine alfabe adı verilir.
İşaret Dili: İnsanlar konuşma ve işitme yoluyla iletişim
kuramadıkları durumlar için işaret dilleri geliştirmişlerdir.
Özellikle işitme engellilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere,
işlevsel bir işaret dili yaratılmıştır. Bu, el hareketlerini
esas alan yapay ve özel bir dildir.
Dil ve Kültür
Bir toplumun zihniyet tarzı ve dünya görüşü ile dili
birbiriyle yakın ilişki içindedir. O nedenle bir dili
anlamadan o kültürü, o kültürü anlamadan da dili anlamak
mümkün değildir. Ancak bu iki olgu arasında ne denli

You might also like