You are on page 1of 5

UYGURLAR DÖNEMİ TARİHİ

Bugünkü Moğolistan’da Selenga nehrinin doğu kıyısında Göktürkler’e bağlı olarak


yaşamlarını sürdüren Uygurlar (Aslanapa, 1989, s. 11), 745 de Ötüken’de
Göktürklerin siyasi hakimiyetlerine son vererek güçlü bir devlet kurmuş ve 8. yüzyılda
da Turfan bölgesini fethetmişlerdir. Fakat 840 yılında Kırgızlar tarafından yenilgiye
uğratıldıklarında devletin ağırlık noktası değişmiş, Asya’nın farklı bölgelerine göç
etmek durumunda kaldılar. Bu durumdan sonra Uygurların bir kısmı 847’de Kansu’ya
yerleşti. Diğer kısmı ise 856 yılında Turfan bölgesine gelerek burada bir devlet kurdu
(Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa Tarihi, 2021, s. 52).

Kurucusu Alp Kutlug Bilge Kağan olan Uygur Devleti’nin merkezleri Ötügen
yaylasında ki Karabalgasun şehridir. Ondan sonra gelen Moyunçur adına bugünkü
Moğolistan’ın kuzeyinde olan Şine-Usu köyü kıyısında bir kitabe dikilmiş ve bu uzun
kitabede Uygur devletinin kuruluşu, genişlemesi, kendisi ve babası Kutlug Bilge’nin
zaferleri yazılmıştır (Aslanapa, 1989, s. 11).

UYGURLAR’IN YERLEŞİM YERLERİ

Bu dönem büyük oranda şehirleşmenin olduğu tam yerleşik hayat tarzının egemen
olduğu ve Türk sanat tarihine Budist ve Manihaist eserlerinde yoğun bir şekilde
oluşturulduğu dönemdir (Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa Tarihi, 2021, s. 52).

Uygurlar kale şehirler dışında, uzunlamasına gelişen, daha farklı çeşitlerde plan ve
dokuya sahip şehirler de kurdular. Bazı eski kentleri de kendi dönemlerinin
ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden tasarlamak amacıyla kullanmaya devam ettiler.
Ayrıca eski Uygur başkent olan Karabalgasun’un harabeleri Orhun Irmağına dahil
edilen Girmantay Irmağı kenarında yer almaktadır. Bir kale şeklinde olan bu kentte
kuzey kısma yakın bir yerde saray yer alıyordu (Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa
Tarihi, 2021, s. 52).

UYGYURLAR’DA DİN
Dinlerine baktığımız zaman, Budizm Uygurlar’ın en çok sevdiği din idi. Göktürk
alfabesi ile Uygurca, aynı zamanda Soğdca ve Çince olarak yazılmış olan 832 tarihli
kitabesinde, imparatorluk zamanında Uygurların Mani dinine girdiği ve eski dinlerine
ait olan tasvirleri yaktıkları, 762 yılında da Bögü Kağan’ın bunu devletin dini haline
getirdiği belirtilir (Aslanapa, 1989, s. 11).

Ayrıca 840 yılında başkentleri Karabalgasun, Kırgızların eline geçtiğinden Uygurların


büyük bir çoğunluğu tarım bölgesine geçip Hoço’da yeniden devlet kurmaları ile
Uygurların yeniden Budizm’e döndüğü anlaşılır (Aslanapa, 1989, s. 11).

UYGURLARDA YAZI

Göktürkler yazı olarak ilk başta Göktürk, sonra ise Uygur yazısı kullanılmış olup
Budist metinler, bu yazı ile yazılmıştır. Uygur yazısı iyice geliştirilmiş ve tüm Türk
boyları tarafından kullanılmıştır. Moğollar ile İlhanlılar zamanında da aynı yazı
kullanılmıştır. Timur’un tüzüğü ve Altın ordu yarlıkları Uygur yazısı ile yazılmıştır.
XV. yüzyıl sonuna kadar resmi ve devletlerarası yazışmalarda, paralar üzerindeki
yazılarda bu yazı devam etmiştir. Ayrıca Uygurların kitapları kağıt üzerine yazılıp
basılıyor idi. Bu Çin kağıtlarından farklı olup kendi imalatları olduğu bir gerçektir.
Yazı aleti ise kamış kalemdi. Budist metinler ihtiyaç fazlası olduğundan baskı
kullanılırdı. Uygurlar IX. ve X. yüzyıllarda Çinliler’in blok baskı ile çoğaltma
yöntemlerinden farklı bir baskı sanatı ortaya koymuşlardır. Sert ağaçtan tek tek
hareketli Uygur harfleri ile kitap basmayı ilk olarak onlar gerçekleştirmişlerdir
(Aslanapa, 1989)

UYGURLARDA MİMARİ

Uygurlar’da mimari olarak surla çevrili olarak şehir veya kale “balık”, içinde
hükümdar kalesi “ordu”nun bulunduğu surla çevrili Ordu-balık yahut Ordu-örgin
vardı. “Uluş” köy,”Burkan-orun” Budist mabed, “ediz ev” kule tapınak, “kalık”
yüksek köşk gibi tesisler vardı. Akarsular ve göller çevresinde bulunan bahçeler de
Uygur şehirlerinin bir özelliğini oluşturuyordu (Aslanapa, 1989, s. 12).
Manihaist ve Budist olan Uygurlar, şehirlerini dini yapılarla ve tapınaklarla
donatmışlardır. Manastırlar genelde merkezi bir avlu etrafına yerleştirilmiş rahip
hücreleri ve diğer ilave yapılardan oluşuyordu. Bu mimari düzenlemeler, çoğu kez
dikdörtgen planlı, yüksek bir platform üzerinde idi. Yine Uygur tapınakları da merkezi
avlu ile düzenlenmişti. Avlunun ortasında tapınağın adandığı ilahın heykeli ve onunla
alakalı resimlerin toplandığı bir bölüm vardı. Tapınakların bir bölümünde yahut ayrı
olarak inşa edilmiş, Türkçe “ediz ev” (yükselen tapınak) diye adlandırılan çok katlı
kuleler, pagodalar mevcuttu (Can & Gün, 2021, s. 66-67).Maniheist mabetler, kubbe
ve köşe trompları ile İran ateşgahları şeklinde yapılıyordu. Hoço’da bir saray
harabesinde tonozlu ve kubbeli kısımlar vardır. Duvarlar, yontulmamış taşlardan
harçla yapılmıştır (Aslanapa, 1989, s. 12).

Ayrıca Yurt denilen Türk çadır formuna benzerlik gösteren mezar yapıları stupalar da
mezar anıtları olarak Uygur mimarisinin önemli bir unsurunu oluşturur (Can & Gün,
2021, s. 68). Stupalar bir dini şahsın kemiklerinin veya eşyalarının korunduğu kubbeli
yapılardan oluşurdu. Buralarda eski Türklerin ata mezarlarında olduğu gibi ataları
anma amacıyla törenler veya kişisel sunu ve dua seramonileri de uygulanabilmekteydi
(Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa Tarihi, 2021, s. 157) . Yani Uygurlar bu kubbeli
mezar yapıları ile ilk türbeleri meydana getirmiş oluyorlar diyebiliriz (Aslanapa, 1989,
s. 12). Hoça şehrinin surları dışındaki Koş-Gumbaz adında ki stupalar bu mimarinin
örneklerini teşkil eder (Can & Gün, 2021, s. 68).

Uygur döneminin dikkat çekici eserlerinden biri de mağara tapınaklarıdır. Yapı tekniği
açısından değişik dönemlerde varolduğunu gösteren bir yapı ayrıntısı, bindirme ahşap
tavan tekniğidir. Bezeklik’te ve Kızıl’da kaya tapınaklarında, kayaya oyulmuş ya da
tavana boyanmış şekilde örnekleri mevcuttur (Kuban, 2019, s. 85). Ayrıca kayalara
oyularak yapılmış bu tapınaklardan dehlizlerle birbirine bağlanan birçok sayıda
odalarda bulunmaktadır (Can & Gün, 2021, s. 68).

Uygur mimarisinin diğer önemli öğeleri saraylar ve evler idi. Sarayların çoğu bir iç
kale görünümündeydi. Bu düzenleme anlayışı Türkler’de daha önce gördüğümüz kale,
ordu-kent geleneğinin şehir dokusu içine taşınması ve yansıması olarak düşünülebilir
(Can & Gün, 2021, s. 68).vEski Uygur evleri ise Yarköl ve Niya’daki kalıntılardan
anlaşıldığı üzere dikdörtgen şeklinde katkılı dövülmüş kil veya kerpiç duvarlı evlerdi.
(Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa Tarihi, 2021, s. 96). Uygurlar umumiyetle iki kanatlı
kapı ile açılan ve küçük bir evcik şeklinde giriş yeri olan çevresi yarı yükseklikte
duvarlarla çevrili evlerde oturuyorlardı. Asıl evleri çok kez tek katlı, duvarları masif
örgülü, pencereler ilk zamanlarda yuvarlak kemerli, sonraları dört köşeli idi. Çevre
duvarları ile ev arasında ağaçlarla bahçe, binek ve yük hayvanları için yer vardı.
Odalarda renkli halı veya döşemeler vardı (Aslanapa, 1989, s. 12). Eski Uygurların
konak veya köşk şeklinde evler inşa ettikleri de Uygurlara ait duvar resimlerinden
anlaşılmaktadır. (Çoruhlu, Türk Mimarisinin Kısa Tarihi, 2021, s. 96).

UYGURLARDA RESİM VE HEYKEL

Eski Uygur şehirleri harabelerinde ortaya çıkan VIII. ve IX. yüzyıllardan kalma Budist
ve Maniheist duvar resimleri ile minyatürler Türk resminin bugüne kadar en eski
örnekleridir. Bunlarda rahipler, vakıf yapanlar, müzisyenler tasvir edilir (Aslanapa,
1989, s. 15).

Uygarlar’da resim ve heykel sanatı oldukça gelişmiştir. Uygur duvar resimleri


çoğunlukla tapınaklarda bulunmaktadır. Tapınakların duvarları, çatıları, koridorları
resimlerle süslenmiştir. Eski Türk geleneklerini barındıran bu resimler, Maniheizm ve
Budizm ikonogrifisini yansıtmaktadır. Uygur resimleri tapınakların dışında yaygın
olarak kumaş, kağıt ve ahşap malzeme üzerinde yapılmıştır. Resimler çoğunlukla dini
konuları işlemektedir. Bunun yanında günlük hayat, destan ve efsaneler ile din
adamları, çeşitli hayvan ve süvariler, prensesler ve prensler de resimlere konu
edilmiştir. Uygurlar ayrıca kitap resmi diye isimlendirilen minyatür tarzı resimle de
ilgilenmişlerdir. Uygur minyatürleri ve Uygur resimleri ileri zamanlarda Türk İslam
sanatında görülen minyatür sanatına önemli ölçüde kaynaklık etmiş olmalıdır (Can &
Gün, 2021, s. 68-69).

Turfan, Bezeklik, Dunhuang ve Karahoço’daki resimlerde giysilere bakarsak, Uygur


dünyasından batıya geçmiş olan en önemli verilerin dokuma ve giyime ilişkin olduğu
görülebilir. Uygur resimlerinde insan portresinin klişeden uzaklaşıp kişisel bir nitelik
kazanması daha önceleri Orta Asya resminde görülen renk ve biçim düzenlerinin
sadeleşmesi gibi eğilimler vardır. Ancak bu özellikler Uygur resmini daha önceki
resim geleneğinin dışında görmek için yeterli değildir (Kuban, 2019, s. 88).

Uygur döneminde heykeller ahşap, mermer, taş, alçı, toprak ve bronz gibi maddelerden
yapılmış olup, belirli bir düzen içinde daha çok mabet ve tapınaklardadır. Uygur
heykel ve kabartmaları da Uygur resimlerinde gördüğümüz benzer konuları tasvir
eder. Heykel sanatında resim anlayışında olduğu gibi portre eğilimi vardır (Can &
Gün, 2021, s. 69)

Uygurlar, keramik sanatında da gelişmişlerdir. Sırla tuğla ve döşeme tuğlası kullanımı


dikkat çeker. Kıvrık dallı tezyini motif ise Uygur süsleme sanatının yaygın bir
unsurudur (Can & Gün, 2021, s. 69).

You might also like