You are on page 1of 85

TÜRK EDEBİYATI

AYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİ


TEMMUZ 2020 - YIL: 48 - sayı: 561 - FİYATI: 17 TL


Kurucusu ABONE ŞARTLARI
AHMET KABAKLI
Yurtiçi-Yıllık: 180 TL
Türk Edebiyatı Vakfı İktisadi İşletmesi Adına Sahibi
Öğretmen-Öğrenci: 150 TL
SERHAT KABAKLI
Yurtdışı-Yıllık: 50 EURO
Genel Yayın Yönetmeni Yıllık/Kurum: 260 TL
BAHTİYAR ASLAN
bahtiyar.aslan@hotmail.com 6 aylık abone bedeli yıllık ücretin yarısıdır.

Türk Edebiyatı Vakfı Posta Çeki: 124540


Yayın Kurulu
İSA KOCAKAPLAN, MUHARREM DAYANÇ, Vakıflar Bankası Beyazıt Şubesi - İstanbul:
IBAN TR 63 0001 5001 5800 7268 2473 17
MUHAMMED HÜKÜM, İMDAT AVŞAR,
İBRAHİM ÖZTÜRKÇÜ, BEYHAN KANTER
T.C. Ziraat Bankası Cağaloğlu Şubesi - İstanbul:
IBAN TR 98 0001 0008 8929 0335 5350 01
Yazı İşleri Müdürü
ERHAN GENÇ Yurtdışındaki okuyucularımız abone bedellerini
erhangncc@gmail.com T.C. Ziraat Bankası İstanbul Cağaloğlu Şubesi,
Türk Edebiyatı Vakfı İktisadî İşletmesi,
Şube Kodu: 889
Grafik ve Düzenleme
IBAN TR 44 0001 0008 8929 0335 5350 03
ATİLLA CEYLAN
numaralı Avro hesabına yatırabilirler.
atillaceylan34@yandex.com
Dergiye yazılar elektronik posta yoluyla gönderillir.
Abone ve Satış Sorumlusu Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
HALİT BAYKAL Yayın Kurulu dergiye girecek yazılarda gerekli gördüğü
düzeltme ve değişiklikleri yapabilir.
Yönetim Yeri
© Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanan yazı,
TÜRK EDEBİYATI VAKFI şiir ve fotoğraflar izin alınmadan iktibas edilemez.
Divanyolu Cad. No: 14 34122 Derginin bütün sayılarında yer alan yazı ve şiirlerin dijital
Sultanahmet-İstanbul ortamda yayımlanma hakkı Türk Edebiyatı’na aittir.
Tel: 0.212 527 50 32 – 526 16 15
Faks: 0.212 513 77 49 Baskı ve Cilt
www.turkedebiyati.com.tr ŞENYILDIZ MATBAACILIK
San. ve Tic. Ltd. Şti
tedev30@gmail.com
Gümüşsuyu Caddesi Işık Sanayi Sitesi
tedev@turkedebiyati.com.tr No: 19/C 102 Topkapı-İstanbul
Yazışma Adresi PK 2, Tel: 0.212 483 47 91 (Pbx)
Sirkeci / İstanbul Sertifika No: 45097

Yayın Türü: Yerel Süreli - Yayın Kodu: ISSN 1302-1893


4
ST. PETERSBURG RUBAİLERİ
İÇİNDEKİLER TACETTİN ŞİMŞEK

 GÜN NEREDEYSE
KÂMİL UĞURLU

6
İLK ANA YURDUMUZ
MUSTAFA RUHİ ŞİRİN
ÖZET
SELİM TUNÇBİLEK

7
ŞU BİZİM YAŞADIĞIMIZ
YALÇIN ÜLKER
ÜÇTEN SEÇMELİ
MEHMET AYCI

8
ÖPÜYORUM GÖK GÖZLERİNDEN
MEHMET BAŞ

9
SU
TARIK ÖZCAN
AKILLI FERAGATLER
RIDVAN YILDIZ

18
VİCTORİA ROWE HOLBROOK:
WALTER, HER ŞEYDEN ÖNCE
ÇOK İYİ BİRİYDİ
KONUŞAN: MÜCAHİT KAÇAR
10 31 60
ROMALI MUALLÂ - I EVRENSELLİĞİN İFLASINDA MİT’TEN TARİH’E
ALİ TAVŞANCIOĞLU ZWEİG’IN KONSTANTİNOPOLİS’İNİ VEYA
11 YAHYA KEMAL’İN TÜRKMEN TARİH
BESTESİ BEN SÖZÜ SEN TÜRK İSTANBUL’UYLA OKUMAK ROMANCISI
NİGAR ARİF ADEM POLAT NURMEMMEDOĞLU
AKTARAN: İMDAT AVŞAR
37 SADIK K. TURAL
BU AKŞAM
TERANE ARİFKIZI
MARŞ MİRA: İTİRAZIN FELSEFESİ 66
AKTARAN: İMDAT AVŞAR
ZEKERİYA ŞİMŞEK TÜRK DÜNYASININ
BÜYÜK YAZARI:
12 CAFER CABBARLI - II
TURNA ADAM SELAHADDİN HALİLOV
TERANE VAHİT
(ÇEV. SAADET ÖRMECİ) 72
15 BİN KUBBELİ ŞEHİR
AYŞE GÖKTÜRK TUNCEROĞLU
ZİNCİRLEME MUTLULUK
DENEMESİ 46
TUNCAY GÜNAYDIN
FREUD İLE TANPINAR,
20 YAS VE MELANKOLİ
WALTER G. ANDREWS KİTABI FATİH BAHA AYDIN 77
MÜCAHİT KAÇAR
51 KİTAPLIK
❯ İÇİNDEN ŞİİR GEÇEN BİR KARANLIK
KAÇIŞ ❯ ALINTILAR IŞIĞINDA ESTETİK ENDİŞE
NUH ÖZTÜRK ❯ KUŞLU SÜVETER
❯ ÇAĞDAŞ TÜRK ŞİİRİNDE
54 MODERNİZMİN İMGELERİ
❯ MUTLU TESADÜFLER
DOĞUM YIL DÖNÜMÜNDE
TARIK DURSUN K.’NIN
SARI DEFTERİ’NDEN
23 TAŞAN İKİ HİKÂYESİ - II
TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ’NİN ÖZLEM FEDAİ 82
NEŞREDİLMEMİŞ 55 AJANDA
❯ SİNEMA: BİZİM İÇİN ŞAMPİYON
BAZI ŞAHSİ HATIRALARI TOPRAĞA DAİR ❯ TİYATRO: ON KÜÇÜK ZENCİ
İBRAHİM ÖZTÜKÇÜ TARIK DURSUN K. ❯ SERGİ: ETKİLEŞİMLİ SANAT
561 ŞİİR

ST. PETERSBURG Dost/o

Dördüncü günümdü dün sabah

RUBAİLERİ
Nastenka
Kaçmak da
unutmak da günah Nastenka
Bilmem ki

TACETTİN ŞİMŞEK alıp ruhumu gitsem şimdi


Kalbimde kanar mı aşkın
ah Nastenka
Dişi Şehir
‘Beyaz Geceler’de
Gezgin gibidir ruh
eşi bir şehre düşer Sevdazedenin bahtını
Beş gölgesi olsun açmışsa kader
beşi bir şehre düşer ‘Suç’tan ve ‘ceza’dan kaçınır
Erkeksi şehirler bırakıp aşka gider
ardında “Bir saniyelik mutluluk olsun
Bir gün yolu Tanrı’m
hepten dişi bir şehre düşer “Ancak bir ömür sürmesi
mümkünse eğer”
Mağrur Şehir
Dizeler ve Cümleler
Hülya otağın varsa
getir kur şehri Farz et ki
Kar şehri yanında bu çıktığın da bir düş seferi
bir de yağmur şehri Her sahnesi
Besbelli bir başka rüyanın eseri
güzelliklerinin farkında Bir perdede
Çılgın kuzeyin Puşkin’in şiir martıları
kurumlu mağrur şehri Bir perdede
Dostoyevski’nin incileleri

4 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ŞİİR 561
Puşkin’le

Yaprak dökümüydü
GÜN NEREDEYSE
puslu bir mevsimdi
Mısralara yıldız tozu serpen
kimdi
KÂMİL UĞURLU
Yüz yıl kadar önce
Bir adam bir şarkıya dursa
şehrimizdeydin sen
Suzinâk uzansa sokaklar
Şehrinde misafiriz
Beni yağmurda unutmasan, sözün gelişi
ödeştik şimdi
Delirmesem, ha
Üç Silahşor
Nenni kör talihim nenni
Osman Gündüz ve Müzahir Kılıç’la
Artık uyanmalısın
Yüz rengin içinde
sanki çılgın sarıyız
Akasya dallarına ıslak çamaşır gibi
Aşkın kölesiysek
Dumanlarını asıp gidenler
şiirin serdarıyız
Kendini beğenmiş, geçip gidenler
Eksik değiliz
Bilmezler, hangi esir kampında
yoksa da d’Artagnan’ımız
Bu savaşın galibi,
Bizler de
Ben bildirmesem, ha
bu filmin Üç Silahşorlar’ıyız
Nenni yorgun gözlerim nenni
Veda
Artık uyumalısın.
Sonsuzluğa özlemin
çözülsün sihri
Bir şehre tutulmanın
ödensin mihri
N’olur iyi bak kendine
benden sonra
Özgür yaşa
hoşça kal Petersburg şehri

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


5
561 ŞİİR

İLK ANA YURDUMUZ ÖZET


MUSTAFA RUHİ ŞİRİN SELİM TUNÇBİLEK
Türkçemiz Derken
İlk evimiz Sınırları arşınlayan bir mülteci gibi
İlk ana yurdumuz Çektim kendimi içime
Solgun yaprak nasıl titrerse rüzgârda
Annemizdir o Karda
Her odası ninni sesinden Ve darda kalmış duyguların miyavlaması
Yurtlarda Ülkelerde
Pencereleri Duyuldu uzaklarda
Adlarımızın güneşe açılan Anadolu’da
İlk harflerinden Bir ses duydum yalnızca

Gökyüzü Anadolu’da
Gündüz mavi Büyümüş her çocuk gözlerinde
Geceleyin Masmavi gökyüzü ile
Mavi hayal defteri İnci düşler dizer zamana
Ve sana
Türkçemiz Söyler türküyü
İlk evimiz Boşunadır her kaygı
İlk ana yurdumuz Ölüm öncesi sessizlik
Sanma
Aldanma
Ve kanma
Nanca derine düşersen düş
Umutsuzluk bırakma ardında

Sonra
Sonra budur işte insan da
Yaşamakta

6 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ŞİİR 561

ŞU BİZİM ÜÇTEN SEÇMELİ


YAŞADIĞIMIZ MEHMET AYCI
YALÇIN ÜLKER Dört serçe parmağın var
Uçmuşlar, uçmuşlar, uçmuşlar
Üç ayrı renk bulmuşlar, üç ayrı anlam
Hüzünlüydük ama mutsuz değildik Kanatlarından süzmüşler cümle kuşların
Ne kahkaha sağanakları ne zafer takları Gün ışığından süzmüşler, şiirlerden
Kıyas kabul etmez Renk, incelikler, anlam
Çiçek yağmurları vardı durgunluğumuzda Çırpınarak tedainin kıyılarından
Galip değildik ama mutmaindik Gelip sana konmuşlar
gözden düşmüş bir takım şeylere
Sadakatimiz yüzünden Ben de konabilirim nereye istersen
Çocuklar gibi seyrettik içimizdeki yangınları Nerene istersen konar/göçerim
Endişeye yer yoktu İçimde sızı kalır hatırlayınca
Hayrete mahal vardı sadece Anlama konan bir şair ürpertir seni
Ağacın yeşilinde değildik Rüzgârda salınır gibi, rüzgâr da konargöçer:
Gözümüzü almıştı bir kere güz renkleri Gül, karanfil, gonca…
Pasteli sevdik biz
Ve perspektif eriten yüreklerimiz İnsan kâfir oluyor sana bakınca
Mahşer yeriydi uzak ya da yakın insanın acısına İnsan mümin oluyor, Allah’ım şükür
Yalnızdık ama tenha değildik -Hangisi güzel?-Hepsi, sen olduğundan
Hadi ova ol şimdi süreyim atlarımı
Hadi yayla ol şimdi –Sıcak basıyor:
Dağlarını aşayım, vadilerini
Bir uçtan uca…

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


7
561 ŞİİR

ÖPÜYORUM
GÖK GÖZLERİNDEN
MEHMET BAŞ
Kaşgar’ın kapkara saçlarınını okşuyorum
Manjurya’dan Çin Seddi’ne sürüyorum atlarımı
Güzel Türkistan’ın gök gözlerinden öperek
Kutluyorum Turan ellerinin bayramını

Muştular deriyorum bahar güllerinin dallarından


Akmescit yoluna Kazan’a Demirkapı’ya
Kafkas dağlarında uçan kartallara
Kazak bozkırlarına Semerkant’a Buhara’ya
Çegan Tepesine, Seyhun ve Ceyhun’a, Hazar’a
Erişelim diye bir kutlu bayrama
Mekke’nin Medine’nin Kudüs’ün yazgısı alnımda
Bağdat çiçekler misali kokuyor burnumda

Kutluyorum bayramını şehr-i İstanbul’un


Bülbüller ötüyor Konya’da Erzurum’da Bursa’da
Gül kokuyor Şiraz’ın İsfahan’ın Tebriz’in bahçeleri
Aşk ile köpürüyor Fırat’ın Dicle’nin suları
Kabil’den Kandehar’dan Karaçi’den bir ses yükseliyor
Bir ses yükseliyor tarihin duvarlarından
Bir kitap gibi okuyorum Tunus’u Cezayir’i Endülüs’ü
Selam ediyorum Kahire’ye Filistin’e Beyrut’a

Öpüyorum Kıbrıs’ ın mavi gözlerinden


Yemen çöllerinde can veren şehitlerin ellerinden
Selam ediyorum Çanakkale’ye Sarıkamış’a Sakarya’ya
Selam ediyorum Alparslan’a Süleyman Şah’a Alaattin Keykubat’a
Yesevi nefesli dervişler gelip geçiyor hayal aynamdan
Öpüyorum Sarı Saltuğun Yunus Emre’nin Hacı Bektaş’ın ellerinden

Açıyorum ellerimi tüm zamanların sahibine


Bir bir kanatlanıyor dilimde dua kuşları
Rüyalar denizinde çalkalanıyor gemilerim
Yeniden açılıyor tarihin ihtişamlı sayfaları
Yeniden başlıyor hilalin hükmü
Diniyor Asya’nın Afrika’nın kanayan yaraları

8 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ŞİİR 561

SU AKILLI FERAGATLER
TARIK ÖZCAN RIDVAN YILDIZ
Bir büyük kentin sarnıcında, Gölün yüzü donmuş içi ısınıyor balığın
Kendini dinlemekle meşgul. İnsan köhneleşmiş salonlarda yerleşik
Ağzında Asur’dan kalma Ninova. Sular sıkışmış
Derinliğinde uyuyan Kartaca. Kemikler toprağa döşeli zincir

Karanlık aynasında koyu gölgesi, Kapıları açan kapılar da var


En dipte küllenmiş tutkular. Dar insanlar için seyirlik
Çağcıl bir zaman dileğiyle yangın,
Başlıyor ruhunun ışığıyla dansa. Maskesiz insan yok akıllı feragatler yüzlerde
Her yenilgi onarıyor insanı biraz
Sen, elimi, yüzümü yıkadığım su. Bıçak hissizleşiyor şimdi kızıllığında güneşin
Dudağıma değdirdiğim beyaz gül.
Kabında rahat, yatağında asabi. Uçurtmaların ağzından kan istedi toprak
Aşkın sihrindeki gizemli ayna. Korkak şehirlerde reddedilen ciddiyet
Ve sesim yaşımdan uzaklaşıyor
Kendini gümüşleyen düş iklimiyle, Gidemez miyim ben de
Beyaz bir martının kanadında. Hiç uğranılmadık yerlere
Mavi gölgesinde ışık perisi,
Ey su, kendini verme zamana. Kirli siyaset temiz çocuklar ölü taklidi yapan halk
Üçgenin çevresinden toplanmıyor isyan
Ağır bir akşamüstü resmi kötü sözlerde
Ölümden çok isim yok dünyada

Köşemizde hacimsiz rüyaların reçetesi


Gerçekleri defediyor seslerden
Karikatürde İngilizce kehanetler
Silahlar el değiştiriyor
Kurşunlar ayıklanmış yalnız

Can verdiğimiz verimsiz deltalar


Ölü topraklarda dinazor çağı daralmış bir hayat;
Mutluluğu çıkardı yüz haritamızdan
Boylamlar kenarda bekliyor dert içeri

İnsanlar kendine çekilmiş


Birimiz başkasının gürültüsü
İçimiz F tipi kapalı kurtuluşa
Yağmurlara inanıyorum
Bir de sesimi borç aldı kuyular

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


9
561 ŞİİR

ROMALI MUALLÂ - I
ALİ TAVŞANCIOĞLU
Ayıp ettin Muallâ
Brütüs de ayıp etmişti hatırlarsan Ayıp ettin Muallâ
Sen o zaman çilli bir köleydin Brütüs de ayıp etmişti hatırlarsan
Ben su taşırdım Roma’nın Şekerpınarı’ndan Gerçi Cesar da az alkolik değildi
Ah Muallâ, kalbimi o zaman böleydin Arena kıpkırmızı inliyorken bir akşam
Hani serçelere kıran girmişti de O gitti, Merlin’in önünde eğildi
Cesar süt banyosu yapamamıştı Ama sen Muallâsın Muallâ
Sarı bir dünyaydı dünya o zaman Tırnak makasın bile vardı, cımbızdan başka
Ah Muallâ, ne çetin bir kıştı İmparator değilken beyaz giyerdin
Ah Muallâ, saçların lepiska
Ayıp ettin Muallâ
Bir mermer tonozun gölgesi Ayıp ettin Muallâ
İkimize de yetmez miydi ne dersin Ben seni vurdum evet
Spartacus’u sormuştun bana Ama sen de çok çabuk öldün
Demiştim ki elleme gebersin Hadi öldün, onu anladım da
Sonra Kollezyum’da bir ceset buldum Bıyığıma niye güldün
Yarısı ejder yarısı Muallâ Biliyorsun ben çokça Romalıyım
Buz kesti bütün Roma Az biraz Yozgatlı
Cehennem bitti, oh ne ala Krematoryuma bakarak yazdım bu şiiri
Ah Muallâ, cesedin ne kadar tatlı
Ayıp ettin Muallâ
Su fıçıları devrildi sayende
Roma kırçıl bir Venedik’i boğdu
Biraz pespaye biraz köpüklü
Yusuf peygamber o gün doğdu
Sen Züleyha olamazsın Muallâ
Elma soyduğun bıçak sahteydi
Ama elma çatlayacak kadar gerçek
Ah Muallâ, aptallığın beni öldürecek

10 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ŞİİR 561

BESTESİ BEN BU AKŞAM


SÖZÜ SEN TERANE ARİFKIZI
AKTARAN: İMDAT AVŞAR
NİGAR ARİF Ne nağme okudum ne şiir yazdım,
AKTARAN: İMDAT AVŞAR Ne garip gönlümü aldım bu akşam.
Kirpiğimde hasret geçmişe sızdım,
Bir denize dönmüşüm, Bulutça göklere doldum bu akşam.
Dalgası satır satır.
Dalgaların altında, Yağdım yağmur gibi, sis gibi geçtim,
Balıklar halaydadır. Saçımın karasını den gibi biçtim,
Lal yürüyüşünle sen gelip geçtin,
Bir denize dönmüşüm, İzinin tozunda kaldım bu akşam.
Şiirimin sahilinde.
Gevremiş sert kayalar, Gidişin vakitsiz yağan kar gibi
Güneş tutar elinden. Bülbül nağmesini boğan zar gibi
Çiçeği gözünden vuran çor gibi...
Bir denize dönmüşüm, Yüreği kemanca çaldım bu akşam.
Göğe yükselir, kaçar.
Gemi gemi arzular, Taşı, taş yerinden oynattı hasret,
Sinemde yelken açar. Kaşı, kaş yerinden oynattı hasret,
Göze uyku kadar taş attı hasret,
Bir denize dönmüşüm, Ruhunu yollardan aldım, bu akşam.
Senin göz bebeğinde.
Çakılırım taşlara,
İncecik bileğinde.

Bir denize dönmüşüm,


Saçları yosun yosun.
Zaman dudaklarında,
Dinlenir uzun uzun.

Bir denize dönmüşüm,


Bu denizin özü sen.
Okuduğu nağmenin,
Bestesi ben, sözü sen.

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


11
TURNA ADAM
TERANE VAHİT
(ÇEV. SAADET ÖRMECİ)


RÜZGÂRLAR HAFIZASININ KIVRIMLARINDAN ESTİKÇE, GEÇMİŞ HAYALİNDE CANLANIYOR,
KEMİKLERİ ÇOKTAN TOPRAK OLMUŞ ANNESİNİN HAZİN NİNNİLERİNİ DUYUYORDU,
GEÇMİŞLE BUGÜN ARASINDAYDI VE NE YAPACAĞINI BİLMİYORDU

lif Kişi1 sonbaharda kireçlenmiş eklemlerini gibi gerildi, sertleşti uzun boyunlu, uzun ayak-

E kütürdeterek evden avluya çıkar, eski kü-


tüklerden birinin üstüne oturup güyâ yö-
nünü güneşe dönerdi. Böyle zamanlarda nereye
lı, uzun gagalı akbaşlı turnaya dönüştü. Bir tek
hafızası kalmıştı bedeninde ve hafızasına turna
hafızası da karışmıştı. Kütüğe dayalı olan bas-
gittiği belli olmayan bir turna sürüsü cağıldaya tonu yere düşünce avluda yem yiyen tavuk ve
cağıldaya köyün üstünden, sonbaharı arkasın- civcivler yanlarına düşen bu yabancı kuştan ür-
da bırakarak geçip giderdi. Elif Kişi başını kal- kerek gıdaklamaya başladılar.
dırıp çapaklı  gözleriyle gökteki turna katarını Elif Kişi’nin gelini Firengiz, tavukların sesini du-
arar, perde inmiş gözleri, karartıdan başka hiç- yunca telaşla avluya koştu. Kütüğün üstündeki tur-
bir şey seçemezdi. Dişsiz ağzını şapırdatıp  “Al- nayı gördüğünde elini ağzına götürüp çığlık çığlığa:
lah’ın altında dönüp turna olaydım. Katılaydım –Aman, bu turna nereden çıkıp geldi, diye
bu kervana, gideydim dünyanın bir ucuna.  Ah, bağırdı.
ah...”   deyip uzun uzun ah çekerdi. Firengiz’in sesi evde uyuklayan kocasını ür-
Sonbahar bu defa da kapıyı kesip alacalı ka- pertti.  Necef, karısına sert şekilde söylenerek
nadını köyün üstüne sermişti. Elif Kişi, kütüğün dışarıya çıktı.
üstünde oturup canıgönülden yüreğinin en de- –Az dur, ne oldu, ay Çoban Gülahmet’in kızı,
rinliğinde insanlıktan yüz çevirip turna olmak kıyamet mi kopuyor?
istiyordu. Çok istiyordu, pek çok istiyordu ahh... –Aa, ne olacak, turnaya bak, turnaya! Gaga-
Duaları duyuldu. Önce ruhu ürperdi, yer gök sının uzunluğuna bak, ayaklarına bak, babanın
birleşti, yaşlı, hâlsiz  bedeni  güneş görmüş deri evi yıkıla, turna sahibi!

12 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


HİKÂYE 561
Necef’in gözleri av görmüş şahin gibi parla- Firengiz gözlerini kırptı, söylemeye söz bu-
dı. Fısıltıyla: lamadı.
-Ay kız sus, ses verip ürkütme, deyip içeri girdi. Hikmet avluya çıkmıştı, dönünce Elif Kişi’nin
Yan odanın penceresini açıp dışarı çıktı. Odun- bastonuyla birlikte geriye dönünce onun başına
luğa gidip odunların arasından eline geçeni alarak bir felaket geldiği gün anlaşıldı.
adeta bir kedi gibi turnaya yaklaşıyordu ki oğlu Elif Kişi iğne olup samanlığa düşmemişti ama
Hikmet, nereden çıktıysa kuşun önüne siper oldu. kuş olup göğe uçmuştu. Göklerin genişliği, rahat-
–Nasıl da dedeme benziyor, demesiyle Ne- lığı, özgürlüğü aklını başından almıştı. Yaşlılıktan
cef’in odun parçasını fırlatması bir oldu.  Odun kurtulmuş, her nasılsa fersiz gözlerine fer gelmiş,
parçası turnanın başının üstünden vızıltıyla ge- daha rahat nefes almaya başlamış, kolları, ayakla-
çip gül dikenine ilişti. rı kuş gibi hafiflemişti. Uzun kanatlarını çırptıkça
Turna, göz açıp kapatıncaya kadar havalandı. “İlahi, keremine şükürler olsun, kaderimde turna
Necef, turnanın peşinden avazı çıkana kadar olmak da varmış.” deyip Allah’a şükretti. Göklerde
bağırdı, okkalı bir küfür savurdu.  Hikmet gözle- süzüldükçe küçücük köyde doğup, yaşayıp, ölme-
rini kısıp seyrek dişlerinin arasından: nin ne kadar kötü olduğunu düşünüyordu. Pamuk
–Gitti, dedi. yığını gibi yumuşak bulutların arasından geçtikçe
Firengiz ellerini birbirine vurup: gıdıklanıyor, tertemiz havayı ciğerlerine çektikçe
-Yettiniz, diye ünledi. yaşamak, yaşamak istiyordu.
Necef homurdana homurdana eve geç- Yukarıdan baktığında yeryüzü avuç içi gibi
ti.  Hikmet  gördüklerinin  üstüne beş de fazla küçücük görünüyordu. Göller aynaya, nehirler
koyup olayı anlatmak için mahalledeki diğer ço- mavi renkli kurdeleye, dağlar toprağı koruyan
cukların yanına kaçtı. koruculara benziyordu.
Sonbahar güneşi, dağın arkasına geçip kay- İçinde bir his, hafızasında bir ses ona sesle-
boldu, karanlık çöktü. Ev ahalisi malı davarı ahı- niyordu.
ra, tavuğu cücüğü kümese koyduktan sonra eve Elif Kişi, ne kadar uçtuğunu, ne kadar kanat
toplandı. çırptığını hatırlamıyordu. Ay ışığında tuhaf ses-
Elif Kişi’nin yokluğu da o zaman gün yüzüne ler işitip yere indi. Nehir kenarındaki bir grup
çıktı. İhtiyarın koltuğun üstündeki bomboş yeri, turna sürüsüne yaklaştı.
yaslandığı ipek yüzlü yastık, kehribar tesbihi, yaz Onun gelişi turna sürüsünde kargaşaya sebep
kış üstünden düşmeyen kareli ceketi, eski püskü oldu. Turnalar yabani bakışlarla onu süzdü. Turna
şalı nasıl olduysa elektrik ışığında göründü. sürüsünün başı olan Şahturna doğrudan doğruya
Birdenbire hepsinin huzuru kaçtı. Firengiz’in üstüne yürüyüp davetsiz misafiri gagalayarak kov-
rengi soldu. Kendini suçlayarak: maya çalıştı. Elif Kişi tek ayak üstünde sürüsünden
–Nereye gitmiş olabilir ki bu ihtiyar, de- ayrı düşmüş garip turna gibi boynunu bükmüştü.
yip omuzlarını düşürdü. Turna sürüsü dalgalandı, turnalar hareket-
Necef, gözünü oğlu ve karısının üzerinde lendi; neşelerini bozmak istememelerinden ola-
gezdirip üzgün üzgün: cak ki akbaşlı turnayı sürünün başına koydular.
–Bakın, doğruyu söyleyin ha, olur ya birden Elif Kişi nehre inip gözyaşı gibi dupduru, berrak
birisi kalbini kırar adamın, Allah’a and olsun evi suda yıkanıp silkindi. Nehir kenarındaki taze ot-
başınıza yıkarım, diyerek sesini yükseltti. ları, kum tanelerinin kursağına doldurdu, sonra
Evdekilerin sessizce ve âdeta ağızlarına su kayanın üstüne tünedi. Meğer turnalar da rüya
alıp durmaları onun sinirini bozdu: görürmüş.  Elif Kişi, turna uykusunda ermiş bir
–O koca adam iğne olup samanlıkta kaybol- turnanın kanadının ucuyla toprağın üstüne çizgi
madı ya? çekip turnalara soru sorduğunu gördü:

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


13
561 HİKÂYE

–Çizginin öbür tarafında ne olduğunu kim geçmişini unutmak ona ağır geliyodu. Sürü sı-
söyleyecek? nırdan geçtikçe hafızasını yitiriyordu.
–Çizginin öbür tarafında toprak var. Elif Kişi, arzularının sınırını geçse de vatanı-
Bu cevap ermiş turnayı tatmin etmedi. nın sınırını geçemedi. Hafızaları silinen turnala-
Başka bir turna: rın arkasından uzun uzadıya, kanatları yorulana
–Çizginin öbür tarafında yabancılık var. Orası kadar bakıp geri döndü.
sınırın diğer yüzüdür, orası bana elder, dedi. Uçtuğu yollar, geçtiği sular, dokunduğu bu-
Ermiş turna onaylarcasına başını salladı. lutlar, serpildiği, havasını soluduğu topraklar ona
Sonra hemcinslerine son tavsiyesini verdi: nağme okuyordu. Rüzgârlar Elif Kişi’nin hafıza-
–Aklınıza kazıyın, turna üç iklim, üç sınır ge- sının kıvrımlarından estikçe, çok çok uzaklarda
çebilir. Dördüncü sınırı geçen geri dönmeyecek! kemikleri çoktan toprak olmuş annesinin hazin
Sonra turnalar yok oldu. Ermiş turna, Elif Ki- ninnilerini duyuyor; gözünü açtığı köy, gezdiği
şi’ye, geçmişini hafızasından silip atması ve artık toprak, yaşadığı yerler onun yolunu gözlüyordu.
turna olduğunu unutmamasını sıkı sıkı tembihledi. Günlerce uçup yağmurlu çamurlu bir günde
Elif Kişi’nin uykusunu turnaların sesi böldü. ana vatanına döndü.
Şahturna Elif Kişi’nin başına konup onu ga- Elif Kişi’nin ortadan kaybolmasının üstün-
galadı, gözlerinin içine baktı. Sürüsünden ayrı den yedi gün geçmişti. Yağmurun altında köyün
düşmüş turnayı nedense sevmedi. Akbaşlı tur- evleri hüzünlü ve kederli görünüyordu. Elif Kişi,
naya inanmadı. Bunu Elif Kişi de hissetti ama ne uzun yolculuktan sonra yüreği çarpa çarpa eski
yapabilirdi? Dünyayı dolaşmak, ülkeleri gezmek kütüğün üstüne kondu. Mucize baş göstermedi,
için nelerden vazgeçmemişti? Şahturna en so- Elif Kişi insana dönüşmedi. Sabaha kadar eski
nunda Akbaşlı turnaya sürüsünün sonunda yer kütüğün üstünde tek ayağının üstünde uyukladı.
verdi. Elif Kişi, sevincinden semaha durdu, zarif Ertesi sabah ev sakinleri sürüsünden ayrı dü-
bir tuna semahıydı bu. şen turnayı kütüğün üstünde görünce şaşırıp kal-
Ay battıktan sonra sürü havalandı… dılar. Saçı sakalı birbirine karışmış Necef, turnaya
Uçuş  sırasında  Elif  Kişi’nin insan hafızasıyla onu sanki tanıyormuş gibi baktı. Firengiz garip
turna hafızası birbirine karıştı.  İnsan hafızası turnayı görünce ağlamaklı oldu. Hikmet, dedesi-
onu geçmişe, turna hafızası geleceğe çağırıyor, ne benzettiği turnanın boynuna sarılmak istedi.
geçmişle bugün arasında ne yapacağını bilmi- Elif Kişi, sevdiklerinin yüreğinden geçenleri
yordu. Öğle vakti Şahturna’nın haberini işitti: anladı, kütüğün üstünden yere inip yem yiyen
–Hazırlanın, birazdan sınırı geçeceğiz. Sınırı tavuk ve civcivlerin arasına karıştı.
geçince hafızamız silinecek, geçmiş bütün sevinci Necef:
ve kederiyle hiç yaşanmamış gibi unutulacak. Yeni –Ona dokunmayın, madem bu kapıya sığındı
bir yol başlayacak, yeni hikâyeler yazılacak.  bırakın istediği kadar burada yaşasın, dedi.
  Elif  Kişi  işittikleri karşısında hayrete düştü. Turna Adam, bir zamanlar sahibi olduğu bu
O, geçmişi unutmak istemiyordu, geçmiş onun bahçede turna gibi yaşamak zor olsa da her şeye
içinde kuş gibi çırpınıyordu.  Şimdi güneşli hava, razıydı. Yeter ki hatıralarının hazinliği, yaşanmış-
tatlı otlar ve meyve taneleri için hafızasından mı lıkların kokusu, hafızasının sınırları bozulmasın.
geçecekti? Kendine, evine, ona ait olan ne varsa Vakit geçiyordu, Elif Kişi her sonbahar kü-
hepsinin üzerine çizgi mi çekilecekti? İnsan ha- tüğün üstüne çıkıp göç eden turnalara bakıyor,
fızası turna hafızasına mı dönüşecekti? insana dönüşeceği günü bekliyordu.
Elif Kişi, kırmızı çizgiye -sınıra- gelip çattı.
Vücudu titriyordu, tüyleri diken diken olmuş- 1
Kişi: Azerbaycan Türkçesinde yaşlı insanların isimlerinin
tu, geçmişinden kaçmak, geçmişinden kopmak, sonuna getirilen saygı unvanı. ❮

14 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ZİNCİRLEME MUTLULUK DENEMESİ
TUNCAY GÜNAYDIN


HERKES KONUŞURKEN O HEP SUSMUŞTU. SUSKUNLUĞA BAĞLANMIŞTI. SONRA OKUL ÖNLÜĞÜNE, POLİS KOLEJİ
SINAVLARINA, YAVAŞ YAVAŞ TÜKENEN TUHAF HAYALLERİNE, DEVLET DENİLEN GARİP KAVRAMA, KARŞIDAKİ
KOLTUKTA OTURAN HANIMINA VE NİHAYET HALININ ÜSTÜNDE YUVARLANAN KIZINA...

A
rif evleneli dört sene oluyor. Kesin tarih bu yüzden seviyor şimdilik. Maaşının üçte birini
vermek imkânsız. Çünkü Arif evlendiği mutlu olmaya çalıştığı bu eve kira olarak veriyor.
tarihi unutmak üzere. Şu anki çizgisinde İşte bu tür sebepler yüzünden Arif, kapının
devam etme olanağı bulursa iki seneye varmaz zilini çalarken mutlu olmaya çalışanların başka
evlendiği tarihi unutur. Gelsin tartışmalar. Klasik iş yapmaması gerektiğini düşünüyordu. Mutlu
yok oluş serüveni. olmaya çalışanlar kirada oturmamalılardı, öde-
Arif’in bir kızı var. Annesine göre konuşmak- necek borçları olmamalıydı, hanımları ya da ko-
ta geç kaldı. Arif, konuşmaya geç kalan kızının caları yüzlerinde billur bir avize gibi taşımalılar-
en çok konuşmaya geç kalmasını seviyor. Gü- dı mutluluğu.
lümseten sır. Arif aslında mutlu olmaktan vazgeçmek üze-
Arif’e devlet otuz yedi yaşındasın diyor. Bu re. Bunun öyle belirli bir nedeni yok. Fakat bu
yanın derdinden kurtulmuş ninesi “Sen ihtilalin vazgeçişi huzurlu olmak yolunda bir ilerleyiş
kışında doğdun.” diyordu evvel zaman içinde. olarak değerlendirmek istiyor. Bir önceki otobü-
Arif devletten yana tavır koyup yaşını soranlara sü kaçırmanın sonraki otobüsü yakalamak için
otuz yedi diyor. imkân olduğunu anlamış ve bunun huzurunu
Evi insanı yormayan bir yokuşun ortasında, hissetmişti epey zaman önce. Yine de kapıda
sekiz katlı bir apartmanın beşinci katında. Doğu sessizce kucağına atılacak olan kızı konuşmaya
cephesinden öğlenleri güneş görüyor. Kuzey geç kalmıştı dünya üzerinde. Konuşmak eşittir
cephesinden özellikle kışları duvarların içine bile yarış yapmaktı Arif’e göre. İnsan bir şeylere geç
nüfuz eden rüzgârlara göğüs geriyor. Arif evini kalınca huzurlu olur. Tersinden inşa.

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


15
561 HİKÂYE

Arif çok sevdiği kıymalı patatese hiç dokun- bir cevap verebilme olasılığı olduğu için ürperdi.
madı. Sabahtır midem ekşidi, dedi; tabağına Geceleri dinlenen bir canavarla bakışıyoruz diye
bakıp duran hanımına. Midesi ekşimeyen Arif, düşündü sigarasını yakarken. Geceleri vinçler ve
tabağındaki patatesleri ikiye üçe bölüp eliyle insanlar dinleniyor. İkincisinin dinlendiğinden
kızına yedirmeye çalışıyordu. Kızının küçücük şüphe etti edebildiği kadar. Sizin için geceyi bir
dişleriyle parmaklarını ısırması hoşuna gidiyor- örtü yaptım, buyuran bir ayet vardı. Nasıl aklına
du. Alıştırma çocuğu, diye azarladı hanımı. Arif geldi şimdi bu. İnsanlar geceyi vinçlerin dinlen-
hanımına bakmadan güldü. Arif güldü diye kızı mesi için bahane yapmışlardı. Arif “Bunları niye
güldü. Kızı güldüğü için hanımı güldü. Zincirle- düşünüyorum?” diye sordu kendine. “Yenilmez
me mutluluk. Vinç” yazıyordu vincin üzerinde.
Hanımıyla ilk tanıştıkları gün kumpir ye- Sigarasının külü yere düşünce ayağıyla da-
mişlerdi. Kumpiri hiç sevmezdi oysa. Arif olanı ğıttı. Külü bir daha düşürmemek için kül tab-
severdi, zorla olanı değil. Kumpir zorla olandı lasını arandı. Kül tablası her zamanki yerinde
gözünde. Kıymalı patates, olan. Aslında Arif içi- yoktu. Arif ömrü boyunca aradığı eşyaları bula-
ne patates giren her yemeği severdi. Hanımıyla mamasıyla kendini ispatlamış olsa dahi bu sefer
ilk defa kumpir yediğinde az önce güldüğü gibi masum sayılırdı. Hanımı kül tablasını yıkamak
gülmüştü. Bizim oraların patatesi sapsarı olur, o için almıştı. Arif bunun böyle olduğunu bilme-
aklıma geldi, demişti gülüşünün sebebi için. Ge- sine rağmen külü kasımpatı saksısının içine attı.
çersiz bahaneler sunduğunun farkında değildi. Kasımpatı saksısının içine atılan kül ve az sonra
Artık gülüşünün sebebi sorulmuyordu. Eskime toprağına gömülecek olan izmarit gün gelince
etkisi. başına iş açacaktı. Çünkü çiçekler külü sevmez-
Patatesin sarılığını azaltan neyse Arif’i de- di. Hanımı kasımpatı saksıları içindeki izmaritle-
ğiştiren de oydu. Arif, olan olmak istiyordu, ri sevmezdi. Dünyada yaşayan bütün canlıların
zorla olan değil. Zorla olan şu karşı binalardı, sevmediği bir şeyler vardı. Arif bunların ve çok
beşinci katında oturduğu apartmandı, balkona fazlasının tecrübesini edinmişti. Buna rağmen
çıktığında gördüğü, yüz elli metre ötede heyu- kapıdan uzanıp kül tablasını istemedi. Hanımı
la gibi duran, geceleri ışıkları yanan vinçti. Arif şimdiye kadar kül tablasını uzatmış olması ge-
zorla memur olmuştu. Patates tarlaları verimsiz- rekirdi normal şartlar altında. Sekteye uğrayan
leşmişti. Arif üniversiteyi dışardan bitirmiş, bir tüm alışkanlıkları sevmek Arif’in en esrarengiz
tanıdık vasıtasıyla kapalı spor salonunun idare yanlarından biriydi. Sıradanlığa gidiş yolculuğu.
işine atanmıştı. Zorla bağlanmıştı bir yerlere. Neyi geciktiriyordu Arif? Ayazın göbeğinde
Eline sağlık, dedi hanımına sofradan kalkar- neyin gelmesini bekliyordu? Arif epey zaman
ken. İstersen yarın akşam kumpir yemeğe gide- önce anlamıştı hayatının küçük ayrıntılar içeren
lim, diye ekledi. Hanımı Arif’e cevap vermedi, basit bir sergüzeşt olacağını. En azından kendi
onun yerine kızına eğilip “Baban bizi kumpir kurduğu hayat böyleydi. Bundan dolayı kızının
yemeğe götürecekmiş.” dedi gülerek. Hanımı kapıyı tıkırdatmasını bekliyordu. Nitekim ikinci
güldü diye kızı güldü. Kızı güldü diye Arif kesin sigarayı yaktığı sırada kızı balkon kapısının ca-
gülerdi ama o sıra balkona çıkmış bulunuyordu mında göründü. Kızının dudakları kelime söy-
sigara içmek için. Arif ne zaman tamamlanmaz lemek için kıpırdamazdı ama Arif onun sessiz
olmuştu? Böyle anları kaçırdığı için büyük ihti- dilinden büyük zamanın varlığına inanırdı. Si-
malle. garayı kasımpatının toprağına gömdü. Camın
Balkona çıkar çıkmaz vinci gördü. Üzerinde bu tarafına diz çöküp burnunu ve alnını cama
ışıklar yanıp sönüyordu insanları uyarmak için. dayadı. Kızı, Arif’in yüzünde oluşan değişimden
Evinin manzarası var mı diye sorsalar, “vinç” diye dolayı gülmeye başladı. Çocuk, Arif’in camda

16 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


HİKÂYE 561
yayılan yüzüne dokunmak istedikçe daha çok
heyecanlandı. Kıkır kıkır zıpladı olduğu yerde. O
sevindi diye annesi sevindi. Annesi sevindi diye
Arif sevindi.
İçeri girip kızına sıkıca sarıldı Arif. Kızı,
Arif’in ayaz yemiş yanaklarından öptü. Arif, kı-
zını havaya kaldırıp mutfakla salon arasında iki
üç defa dolaştırdı. Bak annesi kızın uçak oldu,
dedi kahve yapmakta olan hanımına. Bütün ba-
baların bütün annelere söylediği benzer sözler
benzer mutluluklardı bunlar.
Mutfak kapısından son geçişlerinde kızı du-

Fotoğraf: Selami Özkan


vardaki izi gördü. Elini kaldırıp izi gösterdi. Az
önceki sevincinin yerini korku almıştı. Arif, kızını
izin yanına kadar götürdü. İzle yüz yüze gelmiş-
lerdi. Bu böcek değil kızım, kapanmamış bir çivi
izi, dedi gayet ciddi bir şekilde. Kızının elinden
tutup ize dokundurdu. Kızının bu izden oldum
olası korktuğunu fark etmişti. Kızı izi okşamaya Hanımı boş fincanı alırken “Çocuğu artık
başladı. Arif kızının izi okşayan elini öptü. doktora götürelim Arif, bak onun yaşındakiler
Hanımının getirdiği kahveyi içerken olup bi- her şeyi konuşurken bizimki tek kelime etmedi
teni düşünüyordu. Ne acayipti şu hayat. Fırsat daha. Herkes sorup duruyor niye konuşmuyor
verirsen bağlanacağın bir şey muhakkak su- diye.” dedi “Tamam” dedi Arif, “Haftaya izin ala-
nuyordu sana. Arif nelere bağlanmadı ki. Ço- yım, götürelim.”
cukluğunda mesela. Herkes konuşurken o hep Mutfağa giden hanımının kaybolduğu kapı-
susmuştu. Suskunluğa bağlanmıştı. Sonra okul ya baktı uzun uzun. Söylese miydi acaba “Ben
önlüğüne, tahta kılıçlar yapan dedesine, polis beş yaşıma kadar tek kelime etmemişim.” diye.
koleji sınavlarına, yavaş yavaş tükenen tuhaf ha- Bunu hanımına şimdiye kadar niye söylemediği-
yallerine, o kara gözlü kıza, patates hasatlarına, ni bilmiyordu. Arif’in babası da altı yaşına kadar
devlet denilen garip kavrama, iki bin kişilik spor konuşmamıştı. Arif’in söylediği ilk söz, anasının
salonuna, karşıdaki koltukta oturan hanımına ve şalvarından asılıp “Bana ekmek ver.” olmuştu.
nihayet halının üstünde yuvarlanan kızına. Arka Anası şükürler olsun Rabbime diye fakir fuka-
arkaya oluşan bağlardı bunlar. Farkına varma- raya torba torba patates dağıtmıştı. Arif hepsini
dan bağlandığın varlıklar veya yokluklar. Üstelik hatırlıyor bunların. Zamanı hatırlamaya başla-
boşluksuz. Yoksa ne olurdu, diye sordu; Arif kızı- dığı yaşlarda konuşmaya başlayınca insan, Arif
na bakarken? Yoksa ne olurdu Arif? gibi oluyor.
Orta kahvesini keyifle yudumlayan Arif mut- Halının üstünde uyuyup kalan Arif’in kızı,
luydu şu an. Yaşamın sıradanlığında yer bulmuş babası gibi geç konuşacaktı anlaşılan. Arif kızını
her insan kadar mutluydu. Fincanın tabağına kucaklayıp yatağa yatırdıktan sonra kızının ku-
kahve döküp kızına içirince mutluluğu arttı. Kızı lağına eğilip “Ne zaman konuşacaksın bilmiyo-
çenesinden sızan kahve damlasıyla dünyayı dol- rum kızım ama konuşunca ilk sözün baba olsun.”
duracak kadar gülüverdi. Kızı gülüverince ha- dedi. Yanaklarından öpüp üstünü şefkatle örttü.
nımı Arif’e yetecek kadar güldü. Arif de güldü, Sonra çıkıp vincin karşısında keyifle sigara
onun gülüşü kendine yetse olurdu. içti. ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


17
WALTER, HER ŞEYDEN ÖNCE ÇOK İYİ BİRİYDİ
KONUŞAN: MÜCAHİT KAÇAR


VİCTORİA ROWE HOLBROOK İLE DİVAN EDEBİYATI ÇALIŞMALARIYLA TANINAN
VE YAKIN ZAMANDA VEFAT EDEN WALTER G. ANDREWS’Ü,
TÜRK EDEBİYATINI VE AKADEMİSİNİ KONUŞTUK

ıymetli hocam, Türk Edebiyatı dergisinin İran şiiri üzerine çalışacaktım ancak İran’a git-

K bu sayısında, Divan edebiyatı alanında


yaptığı çalışmalarla tanınan ve 31 Mayıs
2020’de ebediyete göçen Walter G. Andrews
tiğimde devrim oldu ve ben de geri döndüm.
Princeton’daki hocalarım; “İstanbul’a git, ora-
da çok kütüphane var, bir konu bulursun, bel-
hakkında, onu yakından tanımış biri olarak si- ki İran’daki durum da düzelir.” deyince ben de
zinle kısa bir sohbet etme tek- Türkiye’ye gelerek çalışmaya
lifimi kabul ettiğiniz için teşek- başladım. Ancak öncesinde Türk
kür ederim. Walter G. Andrews edebiyatı okumamıştım. Geof-
ile tanışıklığınızın ne zamana frey Lewis’in Turkish Grammar
dayandığını sormakla sohbeti- kitabından yavaş yavaş Türkçe
mize başlamak istiyorum. öğrenmeye başladım. Demek
Walter benden 13-14 yaş istediğim, normal bir Türk ede-
büyük. Hiç ara vermeden oku- biyatı eğitimi alarak bu yola
yup erken yaşta hoca olmuş. girmedim. Dolayısıyla Walter
Hâlbuki ben çok başka bir se- Hoca’dan haberim yoktu. Aslın-
rüven yaşadım. Dolayısıyla da kimseyi tanımıyordum. Kü-
Türk edebiyatıyla ilgilendiğim tüphanede araştırma yaparken
dönemde Walter Hoca’dan ha- bir Amerikalının yani Walter
berim yoktu. Yani ben doktora G. Andrews’in kitabını gördüm.
çalışmalarıma ilk başladığımda Sanırım Boğaziçi Üniversitesi’n-

18 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


RÖPORTAJ 561
de Divan Edebiyatıyla ilgili tek kitaptı, divanlar
filan yoktu. Yapısalcılığa dayanan bir yöntem
kullandığını gördüm ve ben daha çok anlamı
asıl alan bir zevkle çalıştığım için çok fazla önem
vermedim. Doktora tezimi bitirdikten sonra Co-
lumbia Üniversitesi’nde doktora-sonrası çalış-
malarım sırasında Şerif Mardin, Walter G. And-
rews’in Poetry Voice, Society’s Song (Şiirin Sesi,
Toplumun Şarkısı) kitabını hediye etti. Sanırım
kitabın henüz piyasaya çıkmayan, Şerif Hoca’ya
review için gönderilen bir nüshasıydı. Böylece
10 yıldan sonra tekrar yolumuz kendisiyle kesiş-
ti. Edebiyatın daha çok sosyal boyutlarına odak-
lanan çok güzel bir çalışmaydı. Ona bir mektup
yazdım ve kendisini şimdiye kadar tanımadığım
için utandığımı, kitabını ne kadar beğendiğimi
ifade ettim. Bir aradan sonra özgünlük hakkında
ilk makalemi yayınlayacaktım ancak hakemlik Victoria Rowe Holbrook
yapan Walter’ın hocası James Stewart Robinson
ve Walter Feldman isminde bir asistan makale- zordu. Eugene’in üzerine bir doktora semineri
nin yayımlamasına karşı çıktılar. Walter aklıma vardı ve ben dersim çakıştığı için seminere gi-
geldi. Makaleyi anlar diye ve ona mektup yaza- demiyordum. Ancak okumalarını takip ediyor-
rak ne yapmam gerektiğini sordum. Walter, o sı- dum ve Walter’a okutulan bütün kitapları ve bir
ralarda New York’ta olacağı için oraya gittiğinde öğrencimin aldığı notları verdim. Sonra Walter,
doğrudan dergi editörüne giderek bu makalenin Deleuze üzerinde çok güzel bir makale yazdı.1
yayınlanması gerektiğini söylemiş. Bu hiç kimse- Walter, böyle bir fırsatı değerlendirip derinlik-
nin yapmayacağı bir iyilikti. Walter hep öyle idi, lerine iner güzel bir çalışma meydana getirirdi.
yardım sever, iyilikle dolu bir insan. Eşi Melinda çok şeker bir insandı. İkisinin çok
✓ Walter Hoca’nın karakteri ve kişiliği hakkın- güzel ve tatlı bir evlilikleri vardı. Bu kadar mutlu,
daki izlenimleriniz nelerdir? Sizce nasıl bir in- birbirini seven ve beraber olmaktan mutlu olan,
sandı kendisi? aynı masada oturmayı seven insanlar görmedim.
Bu çok önemli bir özellik. Bir gün onlarla bir ak-
Walter, her şeyden önce çok iyi biriydi. Ay- şam yemeği yedim ve bana ilginç bir hatıralarını
rıca çok zeki ve çalışkan; hep ilerleyen, sürekli anlattılar. İlk evlendiklerinde karı koca olarak
kendisini geliştiren biriydi. Ohio State Üniversi- kahve içiyorlarmış sürekli ve bir gün Melinda;
tesi’nde çalışırken onu davet ettim ve gelip bir “Walter, ben aslında kahve içmeyi sevmiyorum.”
konuşma yaptı. Osmanlı şiirine dair çalışmaların deyinde Walter da “Ben de sevmiyorum.” demiş.
yapılmamasından şikâyet etti. Dinleyiciler biraz Meğer ikisi de evlenmiş çiftler kahve içer diye
tuhaf bulmuşlar onun bu derdini. Çünkü unu- içiyormuş.
tulmuş ve kenara atılmış bir şeyle uğraşıyordu.
O zaman Ohio State hocaları olarak bir kuram ✓ Walter Hoca ile bir projede çalışma, ortak bir
iş yapma imkânınız oldu mu?
grubumuz vardı, üyelerinden biri de Deleuze
üzerine çalışan Eugene Holland idi. Anti-Oedi- Biz mekân olarak çok uzak yerlerde yaşayan
pus gibi kitaplarının anlaşılması gerçekten çok insanlardık. Bir de ben ve Walter farklı ilgilere sa-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


19
561 RÖPORTAJ

hip insanlardık. Uzun bir süre, pırıl pırıl gençleri yabilmesini sağlayan zeki ve dikkatli bir şekilde
sadece transkripsiyon yaparak tez üretmelerinden hazırlanmış Ottoman Lyric Poetry yayınladı. Yine
kurtarmak için divan şiiri metinlerini dijitalleştir- Mehmet Kalpaklı ile beraber yayınladıkları Age of
meyle uğraştı. Doktorası olan ama hiç düşünme- Beloveds: Love and the Beloved in Early Modern
lerine fırsat verilmeyen gençleri ve sahayı kurtar- Ottoman and European Culture kitabı bambaşka
maya çalıştı. Ben de bu sıralarda doçent olabilmek bir ufuk ve bambaşka bir seviyededir. Hiç kimsenin
için kitap yazıyordum, Walter, profesördü, zaman- yanaşmadığı Doğu Akdeniz’de aşk meselesini ele
lama uygun değildi. Sonra öğrencilerimden biri aldı. Sevginin bütün türleriyle ele alındığı bu kitap
olan Özgen Felek’i Walter ile tanıştırdım ve ikisi çok cesurcadır. Ben de şaşırmıştım açıkçası kitabı
beraber bir Hüsn ü Aşk’ın tiyatroda sahnelenmesi okurken, çünkü görünüşte Walter çekingen olan
işini yaptılar. Tuhaf değil mi? Beraber çalışmadık ve bu konulardan konuşan biri değildi. Ama kitap
ama ortak bir öğrencimiz ilgisiyle benim çalıştı- çok güzel oldu. Venedik, Genoa ve Osmanlı arasın-
ğım eser hakkında bir projeyi meydana getirdi. daki kültür paylaşımını çok güzel ele almıştır. Çok
Özgen benim için bir armağan kitap hazırla- önemli bir kitaptır ve keşke özellikle de Avrupa ta-
mak istemiş. O kitap çıkana kadar benim habe- rihi çalışanlar tarafından daha fazla okunsa.
rim hiç olmadı. Walter Hoca da büyük bir teva-
✓ Son sorumuz da bazılarına göre “yabancı”
zuyla bu işi üstlendi.
olan sizlerin Türk edebiyatını bize tanıtırken ve
✓ Walter Hoca’nın çalışmaları içinde özellikle bunun için de tezler, kitaplar ve makaleler ya-
hangisini diğerlerine göre ön plana çıkarırsınız? zarken yaşadığınız bazı sıkıntılar da olmuştur.
Sizin veya Walter Hoca’nın yaşadığı sıkıntılar
Hepsi çok değerli çalışmalar. Bütün çalışmaları,
neler oldu acaba?
her makalesi çok değerlidir. Hoca çok iyi bir araş-
tırmacıydı. Mehmet Kalpaklı ile Nejat Black ile be- Tabi Amerikalı olup bu işlerle ilgilenmek tu-
raber Batı’da herkesin divan şiiri çevirilerini oku- haftır. Bir tesadüf sonucu olabilir ancak; çün-

WALTER G. ANDREWS KİTABI


MÜCAHİT KAÇAR

O
smanlı edebiyatının Batı’da tanınmasında Atiye Gülfer Gündoğdu ile Servet Gündoğ-
ve bilimsel kıstaslarla incelenmesinde çok du’nun editörlüğünde hazırlanan ve Aralık
büyük katkılar sunan Walter G. Andrews, 2019’da İnsan Yayınları tarafından yayınlanan
31 Mayıs 2020 günü vefat ettiğinde geride bı- bu armağan kitapta, mutad olduğunun aksine
raktığı birçok değerli çalışması yanında, ölü- bilimsel çalışmalar bulunmuyor. Dört bölümden
münden kısa bir süre önce yayınlanan armağan oluşan kitabın ilk iki bölümü, kendisiyle yapı-
kitabında kendisiyle ilgili paylaştıklarıyla da ör- lan İngilizce nehir söyleşinin editörler tarafın-
nek olmaya devam ediyor. dan Türkçeye çevirisinden oluşmaktadır. Birinci

20 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


RÖPORTAJ 561
kü Türkler kendi eski edebiyatlarını kötülediler.
Gibb’in de bu söylemi ele alıp altı cilt hâlinde yaz-
masıyla kimse divan edebiyatını okuyacak değildi
elbette. 20 yıldır Türk edebiyatı dersi vermedim.
Çünkü aşırı milliyetçi ve koruyucu bakış açısı beni
çok sıkıyor. Amerikalı olarak bu prensip ile bü-
yüdüm: Her kültür değerlidir, üzerinde durmak,
okumak, anlamak değerlidir. Neden? Çünkü
ondan bir şeyler öğrenebiliriz. Herkes bu prensi-
be göre davranır mı? Hayır. Ama böyle bir temel
vardır Amerikan üniversite sisteminde. Bir de bu-
nunla yakından alakalı prensip de var: Kültürün,
sanatın siyasileştirilmesi, siyaset için araç olarak
kullanılması kötüdür çünkü öyle olunca özgür Walter G. Andrews
olamıyor sanat. Özgür olamayınca da eleştirel iş-
levi -ki sanatın başlıca işlevlerindendir- kaybolur; bu edebiyatı kötülerken ben neden çalışmaya
üstelik yaratıcı yenilikler de olamıyor. Walter ile devam ettim? Belki kadın olduğumdan haksız-
ben böyle bir kafa ile geldik, tesadüfler yüzünden lığa karşı hassasiyetim var, burada bir haksızlık
eski şiir ile tanıştık. Türkiye’deki sanatın siyasileş- hissettiğim için merak ettim ve üzerine gittim.
tirilmesini anlamadık, çok sonradan anlamadı- Walter ile bu konuları konuşmadığımız için ne-
ğımız işin içine karıştığımızı anladık ama yine o leri yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum.
söylediğim temel prensiplerle ilerledik. 1
Singing the Alienated ‘I’: Guattari, Deleuze and Lyrical
Ben buraya ilk geldiğimde divan şiiri çalışa- Decodings of the Subject in Ottoman Poetry, The Yale
cağımı duyanlar; “Allah akıl versin.” derken ve Journal of Criticism, 6:2, 1993, s. 191-219. ❮

bölümde Walter G. Andrews’in geleceği hakkındaki düşüncele-


kendi geçmişine ve özel hayatına rini okuyoruz.
dair her konuda sorulan sorulara Kitabın üçüncü bölümü ise
büyük bir samimiyetle cevaplar yolu Walter G. Andrews ile ke-
vererek onu daha yakından tanı- sişmiş kişilerin onun hakkındaki
mamıza izin veriyor. Bu bölümde kişisel görüşleri ve hatıralarını
isminin hikâyesi, çocukluk yılla- içermektedir. Bu bölümde anla-
rı, akrabalık ilişkileri, okuduğu tılanlar, Walter G. Andrews’ün
okullar, Türkçeyle ilk tanışması neden bir Osmanlı beyefendi-
ve sevgili eşi Melinda ile tanışıp si olarak anıldığının sebeplerini
evlenmeleri hakkında bilgi sahi- ortaya koyduğu kadar çalışkan-
bi oluyoruz. Kitabın ikinci bölü- lığının ve insani yönünün de bir
münde ise Osmanlı şiiri üzerine vesikası durumundadır. İlgili bö-
çalışmaya başlaması, karşılaştığı lümde Andrews’la tanışıklıklarını
zorluklar, alanın problemleri ve ve onun akademik düşünme tarzı

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


21
561 RÖPORTAJ

hakkında görüşlerini anlatanlardan ikisinin söz-


lerini aşağıya alıyorum:
“Andrews’un külliyatının önemi öylesine bü-
yük ve müstesna ki özümsenmesi birkaç kuşak
alacak.” Victoria R. Holbrook
“Walter Andrews’un ‘garip’liği yalnızca Wis-
consin’de yetişmiş biri olmasına karşın Osmanlı
şiiri konusundaki derin bilgisinden değil, kişili-
ğinden kaynaklanır. Walter, olağanüstü çalışkan
ve üretken bir insandır. Ancak çalışma disiplini
asla insanlığına ket vurmaz.” Selim S. Kuru
Dördüncü bölümde de Walter G. Andrews
bizimle konuşmaya devam ediyor. Osmanlı şii-
riyle ilgili araştırmalarda her zaman yol göster-
meye devam edecek olan temel eserlerini niçin
yazdığını açıkladığı bu bölüm “Sebeb-i Te’lîfler:
Niçin Yazdım?” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm,
Walter G. Andrews’ün özgeçmişi ile yayınlarının
bulunduğu bir listeyle bitmektedir.
Eskiden beri, sevdiğim ve hayran olduğum
insanların hikâyelerine ve şahsi hayatlarına ait
fotoğraflara bakmaktan hoşlanmışımdır. Bir
hatıranın ve bir fotoğrafın bana çoğu zaman
kitaplardan daha çok şey kattığını müşahede
etmişimdir. Bu sebeple kitabın şahsımı en çok
etkileyen yönlerinden biri de sona konulan ki-
şisel fotoğraf albümü ve kitabın sayfa aralarına
serpiştirilmiş fotoğrafları içermesidir. Bazıları
kitaba katkıda bulunanların kişisel arşivlerinden
alınan bu fotoğraflarda Walter G. Andrews’e
Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilen liyakat
nişanından çocukluk ve gençlik yıllarına ait fo-
toğraflara ve gündelik hayatta eşi ve öğrencile-
riyle beraberken çekilmiş karelere kadar birçok
ayrıntı mevcut. Böylece Walter G. Andrews ile
kişisel bir bağ kurma imkânı da elde etmiş olu-
yoruz.
Walter G. Andrews gibi Türk edebiyatı açı-
sından değerli çalışmalar ortaya koymuş birinin
hatıralarının ve fikirlerinin yaşamasını sağlayan
ve 80. yaşına hediye olarak hazırlanan bu kitabı
ortaya koyan editörlere ve katkıda bulunanlara
teşekkür ediyorum. ❮

22 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ’NİN NEŞREDİLMEMİŞ
BAZI ŞAHSİ HATIRALARI
İBRAHİM ÖZTÜRKÇÜ


TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ’NİN SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ, FETHİ SEZAİ TÜRKMEN
ARŞİVİNDE 202 NUMARAYA KAYITLI ŞAHSİ FIKRALARI KENDİSİNİ YENİDEN
HATIRLAMAMIZA BİR İMKÂN SAĞLIYOR

ehçet Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek” baş- lar silsilesidir. Bir ömrün bereketi sayılabilecek

B lıklı şiirini bilmeyen yoktur sanırım. “Ki-


taplarda bir çizgilik yerde hapse mahkûm”
edilen herkes adına, şairane bir reaksiyon ihtiva
her güzellik artık birkaç satırın insafına kalmış-
tır. Bu açından hatırat, bir bakıma unutulmuş-
luğa karşı insanın açtığı ferdî bir savaştır ve var
eden bu şiir şöyle başlar: olmanın mücadelesini ölüm sonrası tarih huzu-
runda vermeye çalışmaktadır. Ne yazık ki tarihin
Adı, soyadı karanlık sokaklarında nisyana mahkûm ettiğimiz
Açılır parantez şahısların sayısı, hatırlayabildiklerimizden daima
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti daha fazladır.
Kapanır, parantez. Yakın tarihimizde “bir çizgilik yere” hapsedi-
len şair ve yazarlardan biri de Tâhirü’l-Mevlevî
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı (1877-1951)’dir. Meşrutiyet, İttihat ve Terakki,
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları… Cumhuriyet devrinin önemli tanıklarından olan
Tâhirü’l-Mevlevî’nin Süleymaniye Kütüphanesi,
Bu dizeler, bir bakıma nisyana, ihmalkârlığa Fethi Sezai Türkmen arşivinde 202 numaraya
ve zamana yenik düşen her insanın kaderine kayıtlı “Şahsî Fıkraları”, kendisini yeniden ha-
dair müthiş bir ironi de barındırmaktadır. İki çiz- tırlamamıza bir imkân sağladı. Fethi Sezai Türk-
gi arasına sığdırdığımız çoğu biyografiler, aslın- men, şairin Darüşşafaka’dan talebesi olup ve
da yaşanılmış anların sıcaklığından uzaklaştırıp, mezuniyeti sonrası da irtibatları devam etmiş,
üzerine nisyan soğukluğunu çektiğimiz kurban- vefatı sonrasında hususi arşivi kendisine inti-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


23
561 ARAŞTIRMA

kal etmişti. Fethi Sezai Türkmen tarafından da Bu sâri marazdan hayru’l-Hâfizîn


Süleymaniye Kütüphanesine bağışlanan arşivde Memlekete ihsân etsin masûnluk
müsvedde hâlindeki on yedi kâğıda, muallimlik ***
yıllarına ve şahsi hayatına ait fıkraları kaydeden Adamdır denilen hakîki insan
Tâhirü’l-Mevlevî, bizi yakın tarihte meraklı bir Bütün mahlûkatın en ekmelidir
yolculuğa çıkarıyor. Şair Eşref, Müderris Ferid İnsan suretinde birçok kalıplar
Kam, Mevlevî Şeyhler, Mehmed Âkif ve yakın İnsanlığın ancak bir heykelidir.
dostları, Doktor Nuri Paşa, Eski Diyanet Reisi ***
Şerâfeddin Yaltkaya’nın babası Şeyh Hâfız Ârif Riyâdan kurtulmak ihlâsı bulmak
Efendi bu fıkraların kahramanlarından bazıları... İstersen dikkat et yahu şu söze:
Kendisine izafe edilen ve Nef’î’nin “Tahir Efen- Seyyiâtı nasıl gizli tutarsan
di” namında biri için yazdığı dizelerin intikamını Hasenâtın öyle batmasın göze!
aldığı hadisenin aslı da bu fıkralarda gün yüzü- ***
ne çıkıyor. Ayrıca bu “Olgun” yazarın, fıkralar- Tramvayda, yolda herkese karşı
da geçen, Türkçeyi düzgün konuşma ve yazma Okurken hareket yapma lebinde
hassasiyeti, günümüzde herkesin kulaklarına Yaptığın amelde riyâdan sakın
küpe olacak cinsten. Bu hatıralar içerisinde en Gösterme tesbihi, sakla cebinde.
önemlisi Harb-i Umûmi sonrası Mütarekesi yıl-
larında yanan Dârülfünûn’da bir “Lügat, İmlâ ve İnsan “Eşref-i Hayvan”dır!
Edebiyyât” komisyonu teşkil edilmesi ve burada İstanbul’daki Yenikapı Mevlevîhânesi çi-
Âkif’in aralarında bulunduğu dostlarıyla ilgili lekeşlerinden olup memleketi bulunan Yoz-
Tâhirü’l-Mevlevî’nin tuttuğu notlardır. Komisyo- gat’taki Mevlevî tekyesi şeyhliğine tayin
nun mahiyetine dair kısa da olsa kayda giren bu edilmiş ve orada ölmüş bulunan Neyzen Hacı
latif bilgiler, dikkatleri bir kez daha bu Dil Encü- Salih Dede; gayet zarîf ve sözünü esirgemez
meni’nin bir müddet de olsa meşgul oldukları ve bir adamdı. İstanbul’dan bulunduğu sırada bir
“Elif” maddesini bitirdikleri hâlde hazırlanması gün Müşir ve şair Bursalı Eşref Paşa’nın ko-
akîm kalan sözlüğe çevirecektir. nağına gitmişti. Paşa Bektaşî idi. Fakat Mev-
Kâğıt müsveddelerindeki kısa yazıların başı- levîliğe de muhibbi geçinirdi. Onun için Mev-
na “Şahsî Fıkralar, Fıkra, Mekteb Hâtıralarından” levîlerle ihtilât ve onlara iltifat ederdi. Dede
ibarelerini koyan Tâhirü’l-Mevlevî’nin muallim- ile konuşurken birdenbire dışarı çıktı ve biraz
lik dönemlerine ve hususi hayatına dair başın- sonra gelişinde,
dan geçen fıkraları derlemek istediği anlaşılıyor.1 -Dede, ayağın uğurlu imiş. Feyz-i kudûmünle
Neşredilen bir kısım hatıralarının dışında, zekât bir “amel-i sâlih” oldu, rahatlaştım, dedi.
kabilinden bize ulaşan bu ufak tefek fıkralar Pek de zarif denilemeyecek olan bu nükteye
bile, onun ilmî, edebî ve ahlakî faziletlerinin karşı Salih Dede:
yanında nüktedanlık vadisindeki kabiliyetini -Olabilir. İnsan “eşref-i hayvan”dır, cevabıy-
gözler önüne sermeye yetmektedir. Meraklıları- la mukâbelede bulundu ve Paşa’yı cevap yerine
nı, Tâhirü’l-Mevlevî’yi bir kez daha okumaya ve gülmeye mecbur etti.
araştırmaya teşvik edeceğini umarak, başlıkları
tarafımızdan konulan, bu fıkraları neşrediyoruz. Yarım saat daha Müslüman kalmak için!
Meşhur şâir Eşref, İzmir’de birkaç arkada-
Tâhirü’l-Mevlevî’den Kıtalar şıyla oradaki Bektaşî Babası Ruhi Bey’e intisâb
Tekyeler kapalı, dervişlik yasak etmeyi kararlaştırmışlar ve Baba’nın Kara-
Serbestçe yapılır lâkin Masonluk taş’taki evine gitmişler. Nasip almak için birer

24 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ARAŞTIRMA 561
birer babanın yanına girecekleri sırada en yaş-
lıları bulunan Eşref’e:
-Bey baba buyurun! demişler.
Eşref:
-Evvela siz girin, ben en sonra girerim, demiş.
Sebebini sormuşlar:
-Yarım saat daha Müslüman kalmak için! Ce-
vabını vermiş.

Bir eşek peyda olsa…


Mevlana Câmi bir gün pür-neşe bir halde:

Bes ki der cân-ı nizar ü çeşm-i bindârem tûyi


Ger kesî peydâ şeved ez dûr pindârem tûyi

Yani “Zayıf ruhumda ve uyanık gözümde o


kadar yer etmişsin ki uzaktan biri peyda olsa
seni sanıyorum.” matla’ını tekrar tekrar okuyor-
muş. Herzevekil’in biri:
-Mevlana; eğer “Hârî peydâ şeved?” yani
“Eğer bir eşek peyda olsa ne yaparsın?” diye sor-
muş. Hazret de:
-Pindârem tûyi! Yani “seni sanırım!” cevabını
vermiş.

Belediye çavuşunun zenci karısı…


Müderris Ferid Bey [Kam] ki kendi kendine
yetişmiş, emsâli bulunmaz bir fâzıldı. Bir gün
–evinin bulunduğu- Beylerbeyi’nin deniz kena-
rındaki kahvede oturuyor, ağzında kara “helîle” Tahirü’l-Mevlevi’nin kendi el yazısıyla Şerafeddin
çiğniyormuş. Biri, ne çiğnediğini sormuş. O da: Yaltkaya’nın babası Şeyh Hafız Arif Efendi’ye dair
-Helîle kara demiş. Sâil [soruyu soran] tekrar: kaydettiği 15 numaralı fıkra
-Kara halîlenin ne hâssası var? deyince Ferid
Bey: Enfiye izini takip et!
-Onu belediyye Çavuşu Osman Efendi’ye sor, Bir aralık Harbiye Nezareti’nin Sıhhiye Dai-
cevabını vermiş. resi reisliğinde bulunmuş olan Doktor Nuri Paşa,
“Helîle” zeytin çekirdeği gibi siyah bir nebat- pek ziyade enfiye tiryakisi imiş. Ardı, arası kesil-
tır. Tabiatın telyineyni için kullanılırdı. Halk ona meksizin enfiye kutusunu cebinden çıkarmak ve
“kara helîle” derdi. Halîle ise insanın helâli, yani açmak, zahmetli olduğu için masanın üstünde
zevcesi demektir. içinde enfiye koyduğu bir tabak kor ve oradan
İrâd edilen suâlin söylenişinden “siyah zev- alıp çekermiş.
cenin ne hassâsı vardır.” meâli çıktığından Ferid Maiyeti kâtiblerinden biri, bir bayram günü
Bey, cevabı zenci karısı bulunan belediyye çavu- tebrik için Paşa’nın Çengelköyü’ndeki köşküne
şuna havale etmiş. gidecekmiş. İskele memuruna:

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


25
561 ARAŞTIRMA

-Nuri Paşa’nın köşkü ne taraftadır? diye sor- Mızıkalı Deli Tahsin ve Kör Hakkı
muş. Memur da: İstanbul’un Yenibahçe semti civarındaki Ke-
-Enfiye izini takip et. Nerede biterse o kapıyı çeciler Mahallesi’nin hem çolak, hem topal bir
çal! diye tarif etmiş. imamı vardı. Elinin, ayağının za’fına rağmen dili
Enfiye çok çekilince buruna gidemediği için pek kuvvetli idi. Dua edişi de meşhur olduğun-
tabii olarak dökülür. Fetva eminliğinden şeyhü- dan cemiyetlere çağrılır, saatlerce sürmek üzere
lislam olan Nuri Efendi merhumun oturduğu dua ederdi.
yere yaygı yayılır, oraya dökülen enfiyeler, sonra Bir gün Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nde bir
toplanılır, Şeyhülislam efendiye verilirmiş. Nuri “Ketebe Cemiyeti”ne duâ-gû Efendi davet edil-
Paşa’nın da tedavi için devam ettiği evde dök- miş ve duaya başlamış. Yakût-ı Musta’sım’dan
tüğü enfiyeler toplatılmış, kendisine hediye edi- başlayıp Reîsü’l-Hattâtîn Muhsinzâde Abdullah
lerek memnun kılınmış olduğu söylenilirdi. Bir Bey merhuma kadar hattatların silsilesini saymış
müddet sıhhiye müdürlüğü etmiş olan Doktor ve her birinin ruhuna Fatihalar göndermiş.
Arifî Paşa da enfiye tiryakisi idi: Cemaat arasında Mızıkalı Deli Tahsin denilen
-Enfiyenin yarısı çekilir, yarısı ekilir, diyerek boşboğaz biri bulunuyormuş. Uzun bir müddet
dökülmesini anlatırdı. geçtikten sonra Fatiha denilince yerinden fırlamış:
-Hay Allah müstahakkını versin, hasır üs-
Enfiyeye tam zevki ile rağbet edenler, tünde oturmaktan pantolonum hurma tatlısına
Az çekmeli, az çekmeli, az çekmeli derler döndü!
demiş.
diye bir beyit vardır ki kutudan seyrek ve az al- ***
malı ve hafifçe koklamalı demekmiş. Nef’î vâdisinde bir Divan’ı ve “Kör Hakkı” diye
meşhur olan Paşazâde Hakkı Bey’in bir gözü
Girit’i aldığımız fiyata satarız! amâ, diğeri çipil olduğu gibi yüzü de bakılmaya-
Sultan Abdülaziz Fransa’yı ziyaret ettiği vakit cak derecede çirkinmiş.
Sadrazam Fuâd Paşa da beraber gitmişti. O vakit Kendisiyle teklifsiz konuşan şâir Kazım Paşa
Fransa İmparatoru Üçüncü Napolyon, Fuâd Paşa bir gün:
ile konuşurken “Şu Girit başınıza bir dert oldu. -Hakkı Bey, seni gördükçe evdekine acıyo-
Bir müşteri bulup satsanız da kurtulsanız!” der. rum, demiş. Hakkı Bey de:
Fuâd Paşa da “Güzel bir fikir haşmetmeab!” diye -Paşa onu görsen bana acırsın. Hatta ben
bir cevap verir. Üçüncü Napolyon, “Peki kaça sa- onun için bir medhiye (!) söylemiştim, diyerek:
tarsınız?” diye sorunca Fuâd Paşa da “Aldığımız
fiata haşmetmeab!” der. Malumdur ki Girit, 22 Çirkiniz birbirimizden b…uz amma a kenef
seneden fazla bir muhasaradan sonra alınmıştı. Sana nisbetle hele Yusuf-ı sâni gibiyim.
Not: 1055 tarihinde Sultan İbrahim zama-
nında Osmanlı donanması Girit’e yanaşıp Han- beytini okumuş.
ya’yı 57 günlük muhasaradan sonra feth, Kan-
diye’yi de 1058’den 1080 tarih-i Hicrîsine kadar Tâhir olduğu ihtilaflı, fakat sâdık olduğu
22 senelik muhasaradan sonra zapt etmişti. Ve- kesin…
nedikliler Soda, Spinalonga ve Graboza iskele- Az vakit içinde pek muvaffakiyet göste-
lerini bir müddet daha muhafaza edip nihayet ren “Dârül-hilâfe Medreseleri” kapatılıp “İmam
bunları da birer birer teslime mecbur olmağla Hatib Mektebleri” açıldığı sırada ben de İstan-
bütün cezire memalik-i Osmaniye dairesine dâ- bul İmam Hatib Mektebi’ne Edebiyat, İnşâd ve
hil olmuş.”tu (Kâmûsu’l-Alâm). Hitâbet Muallimi tayin edilmiştim.

26 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ARAŞTIRMA 561
Talebe arasında Sadık isminde sâfîce bir ço-
cuk vardı. Sonra mektebi terk ederek bilmem
hangi liseye devama başlamıştı.
Bir gün bu Molla Sâdık bizim eve geldi.
Nef’î’nin “Tahir Efendi” nâmında biri için yazmış
olduğu:
Bize Tâhir Efendi kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâliki mezhebim benim zira,
İtikâdımca kelb, tâhirdir.
Kıt’asını edebiyat dersinde öğrenmiş. Bundan
bahsederek:
-Kelb, tâhir midir? diye sordu. Ben de:
-Tâhir olduğu ihtilaflıdır. Fakat sâdık oldu-
ğunda ittifâk vardır.
cevabını verdim.
(Mekteb Hâtıralarından)

Kabûlün kabûlün kabûlün kabûl…


Maltepe Askerî Lisesi’nin onuncu sınıfında Tahirü’l-Mevlevi’nin kendi el yazısıyla Neyzen Salih
edebiyat okutuyordum. Talebeden Kemal isimli Dede’ye ait hatırasını kaydettiği 4 numaralı fıkra
gayet zeki bir çocuk vardı.
Bir gün derste, Sinan Paşa’dan bahsetmiş; Güldüm ve:
“Paşa, hem şair, hem nâsirdir. Fakat nesri naz- -Evet, “Amerik” kelimesi de “ham erik”ten
mından çok kuvvetlidir” diyerek bir beytini oku- bozmadır, dedim. Bu sefer çocuk da güldü.
muş ve bunun vezni nedir? diye sormuştum. Vaktiyle Türkçe kelimeleri Arapça ve Acem-
Çocuklar, arûz bilmedikleri için pek tabiî ola- ce’den alınmış diye göstermek merakı vardı. Me-
rak veznini bilemediler. Hem tavzih, hem takbih sela “pırasa”nın “pür hâssa”dan, “maydanoz”un
olmak üzere: “mide nevâz”dan bozma olduğunu iddiâ edenler
Sezâdır denilse sizinçin cehûl görülür ve işitilirdi.
Feûlün feûlün feûlün feûl Derler ki:
Adanalı meşhur Hoca Hayret Efendi, bir gün
dedim. Ön sırada ve muallim kürsüsünün tam Maârif Nâzırı Münif Paşa’nın Süleymaniye’deki
karşısında oturan Kemal derhal: konağına gitmiş. Cidden malûmâtı olan Paşa’da
Kabûlün kabûlün kabûlün kabul da bu merak varmış. Konuşurlarken,
mısrarını okudu. -Hoca Efendi; “martaval”ın aslını buldum,
(Mekteb Hâtıralarından) “mâr-ı tavîl”den alınmış ve bozulmuş! deyine
Hayret Efendi dayanamamış:
Amerika, “ham erik”ten türemiştir! -Paşa Hazretleri, bu da bir martaval! Ceva-
Bir lise talebesinden biri: bını vermiş.
-Amerika’daki “Kanada” Türkçe imiş, “Kan Türkçe uydurmacılık modası çıktıktan sonra
ada” demekmiş! Öyle mi diye sordu ve bunu ta- bu merak aksine tebeddül etti. Kimi saflığın-
rih hocasının söylediğini haber verdi. dan, kimi kurnazlıktan Arabca ve Farsça keli-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


27
561 ARAŞTIRMA

melerden çoğunun Türkçeden alınmış olduğu- paşa Tekyesi’nin şeyh vekili ve Cerrahpaşa Câ-
nu iddiaya ve isbâta kalkıştı. Hatta bir hoca mii’nin hatîbi idi. Sesi güzel, okuyuşu da latîfdi.
efendi Kur’ân’da Türkçe lafızlar bulunduğunu Bir hafta nezle olduğu için minbere bir vekil
söyledi. İsbât olunamıyorsa da iddiâ hala de- çıkarmış. Namazdan sonra cemaatten biri:
vam ediyor. -Efendi, meşhur Cerrahpaşa hatibi bu mu? Ta
(Şahsî fıkralardan) Boğaziçi’nden onu dinlemek için geldim. Fakat
zahmete değmedi, demiş. Ârif Efendi de:
Muhaliflik varsa bende değil sizdedir! Hatîb rahatsız olduğu için yerine vekil çıkar-
Kullanılmakta olan bazı tabir ve ıstılâhların dı, cevabını verince:
değiştirilmesi moda olduğu sırada Kuleli Askerî -Hay anasını…! Öyle ise bir daha gelmek la-
Lisesine “mekteb”, “müdîr=müdür”, “zâbit”, “nö- zım, mukâbelesinde bulunmuş.
bet”, kelimelerinin Türkçeleri bulunmasına dair Bu galiz tabiri avâmdan bazıları taaccüb ve
bir emir gelmişti. Mektebce bir komisyon teşkil teessüf makamında kullanırlar. Hatta birinin
edildi. Sonradan Diyarbakır Mebusu olan tarih ölümü üzerine yine:
hocası ve kaymakamlıktan emekli Tevfik Bey’in -Hay anasını… O da mı gitti? Diyenler vardır.
riyâsetinde toplandık. Reis: Ne kötü bir itibâr!
-Bu kelimelerin Türkçeleri nedir? diye sordu. Ertesi hafta o adam yine gelmiş ve asıl hatî-
Her kafadan bir ses, her ağızdan bir söz çıktı. bi dinleyerek beğenmiş. Namazdan sonra Ârif
Ben: Efendi, onun yanına gitmiş.
-Bunların hepsi Türkçedir, beyhude karşılık -Hatîb nasıl? Diye sormuş ve “mükemmel!”
aramayın, dedim ve umumi bir itiraza uğradım. cevabın alınca:
Sözümü ispat için dedim ki: -Öyle ise ben de senin! Diyerek herifin bir
-“Mekteb” lafzen Arapça olmakla beraber ma- hafta evvelki söğüşüne karşılık vermiş.
nen Türkçedir. Çünkü bu lafız, Arapçada “yazıha-
ne ve kütübhane” manasında kullanılır. Araplar, Bu sefer Kâmus Mütercimi’ni dinleyelim!
bizim mekteb dediğimize “medrese” derler. “Mü- Harb-i Umûmi Mütarekesi içinde idi ki ya-
dür”ün de Arapçası “müdîr”dir. Onun telaffuzu nan Dârülfünûn’da bir “Lügat, İmlâ ve Edebiy-
değişmiş ve Türkçeleşmiştir. “Zâbit”in Arapçası yât” komisyonu teşkil edilmişti. Bu komisyonun
“kâid”, “nöbet”in Arabîsi “nevbe”dir. Binâenaleyh birinci reisliğinde Namık Kemalzâde Ali Ekrem,
bunlara Türkçe karşılık aramaya lüzum yok, hep- ikinci reisliğinde Cenab Şahabeddin, azâlığın-
si Türkçedir diye karar verelim, dedim. İzâhım ve da da Babanzâde Ahmed Naîm, Müderris Ferid,
teklifim üzerine muallimlerden biri: Şâir Mehmed Âkif, eski Türkçülerden Necib Âsım
-Aman hocam, böyle söyleme. Bundan Beyler bulunuyor, raportörlüğünü ise muharrir
muhâlefet anlaşılır! Demesin mi? Ahmed Rasim Bey ifâ ediyordu. Eski Matbaa-i
-Bunun muhâlefet neresinde? Sizin Arap- Âmire Müdîri Zarif Bey’in biraderi Hayri Bey de
ça dediğiniz o kelimelere ben Türkçe diyorum, kitâbet vazifesini görüyordu.
muvâfakatin pek ilerisine gidiyorum. Bu işte Komisyonu teşkil eden bu zevâtın hepsi de
muhaliflik varsa bende değil, sizde cevabını bugün bu dünyada değildir. İsimlerinin rahmetle
verdim. yâd olunması için orada geçen bir nükteyi an-
(Mekteb Hâtıralarından) latmak istiyorum:
Komisyon rapörtörü Ahmed Rasim Bey’in
Hatîb nasıl? istifâsı üzerine o vazifeye ben inhâ ve tayin
Eski Diyânet Reisi Şerâfeddin Yaltkaya’nın ba- edilmişim. Bir içtima günü gittim. “A” harfiyle
bası Şeyh Hâfız Ârif Efendi Hasköy’deki Bayram- başlayan ve Türkçede kullanılan kelimelere dair

28 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ARAŞTIRMA 561
müzâkere olunuyordu. Dilimizi çok iyi bilen ve
kelimeler arasındaki pek ince farkları ayırt ede-
bilen azânın mütâlaaları çok çok derin ve pek
istifâdeli idi ki ben de onları zapt ediyordum. O
esnâda şimdi hatırlayamadığım bir kelime hak-
kında Necib Âsım Bey itirâz etti ve o kelimeye
bütün azânın re’yi hilâfına bir mana verdi. Mi-
saller getirilerek Necib Âsım Bey iknâa çalışıldıy-
sa da o, bir türlü fikrinden dönmüyordu. Nihayet
Ahmed Naîm Bey:
-Kâmus Mütercimi Âsım Efendi de böyle
söylüyor, diyerek Kâmus Tercümesi’nin ibâresini
okudu. Necib Âsım Bey, yanlış olduğunu anla-
dıysa da sözünce ısrar ederek:
-Canım, ben âdem de Âsım. Kâmus Tercüme-
sini dinliyorsunuz da beni niçin dinlemiyorsu-
nuz? Dedi. Bahsin bu kadar uzamasına sıkılmış
olan Ferid Bey daha fazla dayanamadı:
-Necib Âsım Bey müsâade et. Bu sefer Kâmus
Mütercimi’ni dinleyelim de bir dahasında senin
sözünle amel ederiz, dedi. Kahkaha ile karşıla-
nan bu söz üzerine kelimenin manası ekseriyetin
anlayışına göre yazıldı.
Cenâb-ı Hak cümlesine rahmet etsin.
Tahir Olgun

Hâsılı kâr bize kaldı yığınlarla tezek


Hacı Râtib Bey2
Yenişehirli Hacı Şerif Ağa isminde bir zatın
oğludur. Tahminen H. 1242-M. 1826’da İstan-
bul’da doğmuş. H. 1260-M. 1844’te peder-
le Hicaz’a gidip geldiği için “Hacı Râtib Bey”
diye şöhret almıştı. Bir müddet Kalem’de bu-
lundu. Sultan Abdülhamid devrinde “Muzika-i
Hümâyun”a girdi, on sene hizmet ettikten ve
flüt çalmakta mahâret peydâ eyledikten son-
ra onbaşı olabildi. Padişah huzuruna çağrılıp
flüt çaldırılarak dinlendiği halde takdir ve dua
ile gönderildi. Sonra da “147” kuruş maaş-
la tekâüd edildi. Tekâüdden sonra birkaç inek
alıp üç sene sütçülük etti. Bu hali “Manzûme-i
Garrâ-yı İnek” isimli matbu kasidesinde anlatı-
lır. Seksen bin kuruş zararla o işten çekildiğini
haber verip kasidesini,

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


29
561 ARAŞTIRMA

Hâsılı kâr bize kaldı yığınlarla tezek Cemalüddin Efendi bir gün ziyaretine gelmiş, o
levhayı görünce:
mısraıyla bitirir. -Hacı Bey keşke:
Râtib Bey, Beşiktaş Mevlevîhânesi Şeyhi
Nazif Efendi’ye müntesib olduğundan üç sene Râtib, etsek(g) nola Kıtmîr ile bahs-i rüchân
onun hizmetinde bulundu ve tekyenin bir hüc- Kemterîn kemt-i der-i Hazret-i Mevlânâ’yız
resinde oturdu. Sonra eniştesi Dahiliye Nezare-
ti Evrâk Kalemi Müdîr muâvini Mehmed Bey’in demiş olsaydınız, beyte “seg”3 kelimesiyle hem
evinde sâkindi. Âdile Sultan merhume, kendisine bir köpek daha ilâve edilmiş olurdu, hem de he-
600 kuruş maaş bağlamıştı. H. 1317-M. 1899’da pimiz toplanmış bulunurduk, demiş. Râtib Bey
vefat etti. Boğaziçi’ndeki Beylerbeyi’nin Nakkaş de derhal:
Mezarlığı’na gömüldü. Ölümüne tarih olmak -O vakit hırlaşırdık! Cevabını vermiş.
üzere ben şu tarihi yazmıştım: ***
Hazret’in üstünde oturduğu tüylüce bir ayı
Cenâb-ı Râtib ehl-i suhen sâhib-zarâfet kim postu vardı. Bir gün ziyaretine gelenlerden biri:
Tarîk-i Mevlevî’de muhlisâne sikke-pûş olmuş -Hacı Bey; postuna imrendim! diye güya bir
Nigâhından alıp “Şeyh Nazif”in feyz-i irşâdı nükte-perdâzlık yapmak istemiş ve postu Râtib
O sâkî bekâ humhânesinden cur’a-nûş olmuş Bey’e izâfe etmiş. Nüktedan olduğu kadar nük-
Sinîn-i vâfire hizmet edip dergâh-ı mürşidde te-şinâs bulunan Râtib Bey de derakab:
Edâ-yı hizmet-i merdân için zenbil-i be-dûş olmuş -Po… posta hırslanma, vermem, diyerek ayı-
Lisân-ı Hak idi bahs-i hakâyıkda, maârifde lık etme manasını anlatmış. Çünkü “hırs” Acem-
Huzûr-ı mürşidinde çünkü candan gûş-ı hûş ce’de “ayı” demek olduğundan hırslanma, “ayılık
olmuş etme” meâlini ifade eder.
Hakikat şeyh-i deryâ-dil, mükemmel merd-i ***
kâmildi Râtib Bey, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde kaldı-
Eğerçi zatına terk-i reşâdet rûy-ı pûş olmuş ğı bir gece verdini okumak için oturduğu sırada
Diriğâ giti ol zât-ı fezâil-mâye ukbâya yataklarına girmiş olan misafirlerden biri:
Ki mevc-i eşk-i hasrette anınçün bir hurûş -Hacı Bey; vakit geçti, artık yat! İhtarında
olmuş bulunmuş, o da:
Meh-i Şaban içinde duydu gûş-ı rikkatim Tâhir -Hacı yatmaz, diye mukâbelede bulunmuş.
Gelirdi şeş cihetten bang-i mâtem ki
“hamûş olmuş” (1317)
***
1
Tâhirü’l-Mevlevî bu amaçla gerek başından geçen
gerekse şahit olduğu bazı fıkraları zaman zaman bazı
Hacı Râtib Bey, müstağni, mütevâzı, der- mecmualarda neşretmiştir. “Kâili Bilinen Fıkralar”
viş-meşreb, ehl-i dil, nükte-perdâz bir zât idi. başlıklı iki serilik böyle bir yazısında Mehmet
Evindeki odası bir derviş hücresini andırırdı. Zi- Zeki Pakalın’ın vücuda getirdiği fıkra külliyatında
yaretçilerine kendi kahve pişirir. Onlardan nük- (Târihe Mal Olmuş Fıkralar, İstanbul 1946) geçen
ve müphemiyeti ifade eden “herifin biri” yahut “bir
tedân olanlarla latîfeleşirdi. Kendi sözü olan, Bektaşî” gibi ifadelerini nazara veren Tâhirü’l-Mevlevî,
bu anlayışın aksine kahramanları belli olan bir fıkralar
Râtib, istemem nola Kıtmir ile bahs-i rüchân külliyatı yazmayı arzu etmiştir.
Kemterîn kemt-i der-i Hazret-i Mevlânâ’yım
2
Muhterem üstad Bay İbnülemin Mahmud Kemal’in
“Son Asır Türk Şairleri” nâmındaki mühim eserinden
hulâsa edilmiştir (Tâhirü’l-Mevlevî’nin dipnotu).
beyti levha hâlinde olarak başucunda asılı du- 3
Seg, Farisî’de “köpek” demektir (Tâhirü’l-Mevlevî’nin
rurdu. Yenikapı Mevlevihânesi Neyzenbaşısı dipnotu). ❮

30 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


EVRENSELLİĞİN İFLASINDA ZWEİG’IN
KONSTANTİNOPOLİS’İNİ YAHYA KEMAL’İN
TÜRK İSTANBUL’UYLA OKUMAK
ADEM POLAT


YAHYA KEMAL, DAHA İFADELERİN BAŞINDA “BEŞERİYET” KAVRAMINI KULLANARAK,
İSTANBUL’UN İNSANLIK İÇİN NASIL BİR ZARAFET İÇERDİĞİNİ BELİRTMEYE ÇALIŞIR

İ
stanbul bir rüya mıdır yoksa tarihin şiddet sah- da rasyonelleştirme yeteneğini kendinde gören
nelerinde Fatih Sultan Mehmet Han’la suçla- Avrupamerkezci böyle bir saplantı, kendi tarihi
nacak, damgalanacak bir şehir midir? Üzerine dışındaki entelektüel düşünceye ihanet ede-
kapanmış tarihi estetiğin sadece Batı ile var ol- rek yok edecektir. Bahse İstanbul ve fetih konu
duğu zannedilmesine karşın Şark için kıymetinin edindiğinde Stefan Zweig’ın Konstantinopolis’i
daha da arttığı bir Türk İslam yurdu olarak gör- ve Yahya Kemal’in İstanbul’u bir aidiyet duygu-
menin bahtiyarlığı mıdır? O şehir, Yahya Kemal’in sunu dahi aşabilen tarihî değer alanına nasıl ba-
“Erenköy’ünde Bahar”ını hak edecek bir mede- kılabileceğinin trajik örneğini temsil eder.
niyet düzeyine şairin dillendirdiği yüksek estetik Bütün dünya siyasi tarihin dönüm noktaları,
birleşenlerle erişmeyi hak etmemiş midir yoksa? entelektüelin kanaat belirtmekte en zorlandığı
Elbette İstanbul, medeniyeti nadide nakış- anlara denk gelir. Edward Said’in entelektüeli
larla Şark’a mahsus örmenin başka bir yoludur. tanımlarken belirttiği temsil meselesi; bize göre
O, herkese benzemekle beraber kültürünü asır- temsil değil, bir kriz sorunudur. Batı entelek-
lardır kendisiyle kader birliği yapmış bir mille- tüelinin amacı doğruyu söylemek olan, bilinen
tin hafızasından alır. İşte burada İstanbul’un ve mevcut olguları yine bilinen ve mevcut bir
fethini uygarlık bağlamında mesele edindiği- normla karşılaştırarak1 ifade edilmesi noktasın-
mizde, Batı’dan Doğu’ya bakan Avrupamerkezci daki zorunlu vazifesi, ahlaki ve bilimsel ilkenin
düşüncenin her koşulda evrensel kabul gören sıklıkla ihlal edildiği, Doğu düşüncesine yöne-
algı perspektifinin bir takım metinler üzerinden lik değerlendirmelerde artık korkutucu çocuk
çatırdadığını görmek mümkündür. Bu bağlam- hikâyelerinden farksızdır. Çünkü bu Batı için

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


31
561 MAKALE

doğanın en iyi oyuncu olduğu, hazineler, tuhaf “Genç Mehmet, yönetimi devralınca, ne ka-
yaratıklar ve mucizelerin anlatıldığı Doğu ro- dar acımasız ve ne kadar kararlı bir lider olduğu-
mantizmidir.2 Hâlbuki dünyayı algılayış biçimi nu ispatlayacak ilk eylemini gerçekleştirir. Hane-
biraz tabiat olaylarından sosyal bilimlere gelince dan içinde iktidarına karşı olanları ortadan kal-
Doğu, Batıcıl dünya tarihinin pasif bir nesnesi dırmaya niyetli olduğunu, henüz reşit olmayan
ve taşralı takipçisi olma talihsizliğini yaşamış, şehzadelerini hamamda boğdurarak gösterir.”4
Batı ise zihinsel ve duygusal anlamda rasyonel Dikkat edilecek olursa, Hammer’in iktidar ve
olma ayrıcalığını kendinde görmüş; böylelikle şiddet öğesini bir milletin tarihinde daha baş-
Doğu, olgunlaşmamış ve rasyoneldışılıkla temsil langıçta kullanması ve mal etmesi, Zweig’ın da
tanımlamalarına maruz kalmıştır.3 meşru iktidar vurgusuyla birleşerek Doğu top-
Evrenselliğin göreceli imkânsızlığı, kendini baş- lumlarına yönelik bir medeniyet algısının olum-
ka türlü bir yalnızlığa iten Batı’nın Avrupamerkez- suz ve gayri meşru tanımına imkân sunar. Orta-
ci düşünce tutuculuğunun bir sonucu olarak göz- çağ monarşilerinde henüz çoğulcu bir demok-
lenebilir. Rasyonelleştirmeyi sanat ve düşüncede rasinin var olmadığı düşünüldüğünde Zweig’ın
sadece kendi ölçtüğü içinde ısrarla deneyen Batı, siyasi tarihe bakışının Patristik dönem karanlık
tarihî bir olayı da entelektüel olduğunu iddia ettiği Orta Çağ’ı ve dahi Batı Yeni Çağ’ını ıskaladığı
vasıtalarla anlatmayı tercih etmiştir. Türk okuyu- gerçektir. Zweig’ın yaşadığı dönemdeki varlık
cusunun popüler listelerinden hiç düşmeyen Ste- krizinin ve entelektüel hapsedilmişliğinin temel
fan Zweig, Bizans’ın Düşüşü’nde1453 İstanbul’un kaynağı Alman nasyonalizmi, onu anlatı dilin-
fethini anlatışı, söz konusu edilen problem duru- de diğer eserlerinde rahatlıkla görülebilecek bir
munun konuşulması gereken önemli bir örneğidir. umutsuzluk fikrine sürüklese de bunları yetkin
Öyle zannedilebilir ki Shakespeare, Goethe veya şekilde ifade eden anlatıcı, Batı siyasi tarihine
Balzac gibi önemli anlatıcıları içselleştirmenin karşı aynı objektifliği gösterememiştir. İstan-
yanı sıra bir Valery veya Nietzsche üzerine ciddi bul’un IV. Haçlı seferinde profan barbarlar tara-
okumalar yapan Zweig’ın Bizans’ın Düşüşü’nde, fından yağma edildiğini, cinayet ve tecavüzlerle
dünya siyasi tarihi bakımından tüm insanlığı il- değerli sanatının zarar gördüğünü galiba bilim-
gilendiren çıkarımlar yapabilmiş olmalıydı. Fakat sel olarak unutmuştur. Bizans’ın Düşüşü’nde
entelektüel vasıtaları kullanma biçimi tartışmasız bu tarihi olayı anlatmaya dili varmamış olmalı
görünen Zweig’ın kıta Avrupa düşüncesine kök- ki İstanbul’un fethinden önce sanki söz konusu
tenci bir bağlılıkla yazdığı Bizans’ın Düşüşü, en- şehrin kaderini Katolik ve Ortodoks kiliselerinin
telektüel düşüncenin yetenekli neferini bir anda barışmasının belirleyeceği sihirli ve uhrevi bir
romantik bir Hristiyan Batı tarihçisine dönüştürür. cennetin krallığı olarak şöyle tarif etmiştir:
Savaş ve yıkımların evrensel şiddet alanı olan ta- “O Aralık günü, muhteşem görünümüyle ade-
rih, bu anlatıda artık sadece Batı Latin uygarlığı- ta bir tiyatro sahnesi gibiydi. Kiliselerin barışması,
nın mağdur olduğu bir olgudur. Zweig, Avrupa mermerlerin, mozaik süslemelerin ve bugünün
restorasyon ve sömürgeci devrine damga vuran camisinde artık göremediğimiz ışıltılı süslemele-
Nazizmin bilinçaltı kalıntılarını ve büyük acılarını, rin arasında, görkemli ve büyük bir ayinle kutla-
şaşkınlık veren tarzda asırlar öncesine götürerek nır. (…) Sayısız kandilin aydınlattığı bu olağanüstü
İstanbul’un fethinde arar. büyüklükteki kilise, insanlarla dolup taşmaktadır.
Zweig, İstanbul’un fethini anlatırken daha (…) İlk kez o gün bu simgesel binada Papa’nın adı
başlangıçta benzer şekilde Hammer’ın Osmanlı yankılanır. Bu dev kubbeler, ilk kez hem Latince
tarihine girerken Osman Bey’in bir idam sahne- hem de Rumca ilahilerle çınlar.”5
siyle iktidara geldiğini vurgulayan ifadelerini, Zweig’ın bir bakıma Avrupa kapsamlı bir
benzer bir ağızla Fatih için söyler: birleşme denmesi olarak sevinçle karşıladığı ve

32 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561

Stefan Zweig

Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethetmesiyle Zweig’ı Fatih Sultan Mehmet Han hakkında şu
hayal kırıklığına uğradığı bu durumun fetihten suçlamalara yöneltir: “Dindar ve acımasız oldu-
önce hatırlanacak bir mazisi de vardır. IV. Haçlı ğu kadar hırslı ve sinsi”. Denilebilir ki Bizans’ın
seferinde Bizans’a giren Latinler, değerli eşya- Düşüşü’nde İstanbul’un fethinin siyasi tarih ba-
ları, Grek ve Roma yazmalarını çalmış, İstanbul kımından ele alınışının medeniyet dairesi kendi
kütüphanesini tahrip etmiş, Ayasofya’ya talan değerleriyle şekillenmiş bir entelektüel için bazı
ettiklerini taşımak için katır ve eşeklerle girmiş- taraftarlıklar içerişi gayet doğaldır. Ne var ki
tiler. Mabede, Nikitas’ın ifadeleriyle bir Papaz ve Zweig’ın II. Dünya Savaşı sırasında kıta Avrupa-
fahişeyle giren şövalyeler, fetih için önce ayin sı içinde yaşanan vahşet ve barbarlığı yakından
sonra da âlem yapıp, Ortodoks Patriğinin tahtına tecrübe eden bir sanatkâr olarak tarihi bir si-
oturttukları fahişeye vaaz verdirmişlerdi.6 Fakat yasi mücadeleyi, açık bir Türk İslâm düşmanlı-
Zweig, bu çirkin tarihi anekdotları hatırlamak ğına dönüştürmesi, onun çağından ve çağının
istemeyerek II. Mehmet ve Konstantin arasında- ortaya çıkardığı canavardan ders almadığının
ki saldırmazlık anlaşmasının Sultan tarafından bir göstergesidir. Hobson’ın Avrupamerkezci
bozuluşunu, diplomasi dilinde neye denk geldiği ataerkil taksonomisinde Batı için yenilikçi, be-
bilinmeyen bir kınamayla Tanrı’ya, meleklerine cerikli, akılcı, özgür, demokrat ve medeni; Doğu
peygamberine ve Kur’ana yeminle verilmiş bir için ise taklitçi, cahil, batıl, akıl dışı, tembel,
sözden cayma olarak görür.7 Tabii bu durum mantıksız, bağımlı, işlevsiz, despot, ahlaksız ve

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


33
561 MAKALE

barbar8 ayırımında vurgulamayı denediği Şark’a sürecini Braudel’in Annales ekolüyle ilginç şekil-
yönelik bakış açısındaki çürüme, Zweig’ın yazdı- de erken olarak benzeşen şu ifadelerle anlatır:
ğı romanlardan farklı bizatihi üzerinde orijinal “İklimden anlayan gerçek ve hassas bir sa-
düşünceler çoğalttığı biyografilerden apayrı bir natkâr, İstanbul’un eski semtlerinden herhangi
Doğu algısıyla karşılaşmamıza neden olmuştur. birini mesela: Kocamustâpaşa semtini, yahut
Şüphesiz zarif olan şeyler de vardır. İstanbul Eyüb’ü, yahut Üsküdar’ı, yahut da Boğaziçi’nin
bu zarafetini, sadece umumi çehresindeki güzel- henüz millî hüviyetini muhafaza eden herhangi
liklerle toplamakla beraber bir şaire şiir ve nesir bir köyünü seyredince kat’î bir hüküm vererek,
dilinde ilham veren sihirli bir varlığı hatırlatır. der ki: ‘Bu halk bu iklimde ezelden beri sâkindir
Zweig, yitirilmişlik duygusuyla Türk-İslam şehri ve bu iklime bu mimarîden ve bu halktan başka
İstanbul’a kin kussa da Doğu ona Yahya Kemal unsurlar yaraşmaz. (…) Fetihten sonra İstanbul’a
ile bir mana verir. Şehir, yaşayan ikinci bir kişi yerleşmiş olan halkın iklimle bu imtizacını kay-
gibidir. Uçtan uca Yahya Kemal ile bir hatıra dettikten sonra, yeni baştan kurmuş olduğu bu
ormanına dönüşen İstanbul’un fethinin şiirle- şehirde yaratmış olduğu güzelliklerin en yüksek
rin dışında da bir anlatım retoriği vardır. Yahya bir kıratta olduğunu söylemek lâzımdır. (…) Bu-
Kemal’in 1942’de verdiği bir konferansın ko- nun muzâaf bir kıymeti vardır. Eski Bizans ha-
nuşma metni olan “Türk İstanbul”, fethin tarihi, rabesi üstüne kurulan Türk İstanbul, selefinden
toplumsal ve sanatsal arka planını anlatması ve bambaşka bir hüviyetteydi ve yalnız kendini ku-
Zweig’la çağdaş olması bakımından manidardır. ran milletin, milliyetin bir ifadesi gibiydi.”10
Şu söylenebilir ki bu çağdaşlık İstanbul’un sa- Yahya Kemal’in İstanbul’a bakışı, kendi dev-
natkârane anlatımı noktasında Zweig’ı saplantılı rini oluşturan şartları görmezden gelmeyen bir
bir şovenizme sürüklerken, üslubunda o bilindik adamın medeniyet adına toparlanması yüzyıllar
Zweig metinlerinin aksine saldırganlık dikkat- alan serüveni için önemlidir. Başka bir deyiş-
ten kaçmaz. Oysa sanatında İstanbul’u görkemli le o, muhayyilesi toprakla tam bir uyum gös-
bir mana dünyasında kurgulamış Yahya Kemal, termiş toplumunun İstanbul adına inşa ettiği
daha ifadelerin başında “beşeriyet” kavramı- kıymetlerin içinden bakar. Şiirinde çoğu sıklıkla
nı kullanarak, İstanbul’un insanlık için nasıl bir bahsedilen semt, sokak ve mabetler dahi zerre
zarafet içerdiğini belirtmeye çalışır. Bu, sadece miktarınca veya muazzam bir bütünün parçala-
Türk-İslam coğrafyasına mahsus bir siyasi hadise rı olarak umumi çehresiyle Türk-İslam kültürü-
gibi görünse de Yahya Kemal fethi insanlık adı- nün, mimarisinin, şiirinin ve musikisinin büyülü
na selamlamaktan geri durmaz: atmosferi bağlamında yapı taşı niteliğindedir.
“Beşeriyetin muhayyilesine bir büyü tesiriy- Braudel’in metodolojik olarak vurgulamaya ça-
le aksetmiş olan fetih, hâlâ tarihin başlıca bir lıştığı; “ortaklaşa hayatın tüm geniş biçimlerini,
vak’ası sayılır. O zamandan beri, devirler boyun- ekonomileri, kurumları, toplumsal mimarîleri,
ca, kurulan Türk İstanbul ise gözleri en ziyade nihayet uygarlıkları, özellikle uygarlıkları anlıyo-
kamaştırmış ve gönüllere en ziyade yerleşmiş bir rum; yani dünya tarihçilerinin hiç kuşkusuz ca-
şehirdir. Türkiye Türklerinin yeryüzünde başka hili olmadıkları, ama bazı şaşırtıcı öncüler hariç,
bir eseri olmasaydı; tek başına, yalnız bu eser çoğu zaman tarihçinin çevresinde suç ortaklığı
şeref namına yeterdi.”9 yaptığı içinde vakit geçirdiği istisnai bireylerin
Yukardaki ifadeler bir sanatkârın milletine eylemlerini açıklamak için veya sanki açıklamak
veya uygarlığına duyduğu sevginin fethi selam- için konulmuş gibi olan bir dip örtüsü olarak
layışından fazlası değildir. Hatta Yahya Kemal, gördükleri tüm gerçekleri anlıyorum.”11 ifadeleri
İstanbul’un fethedilişinden sonraki süreci yani dikkate alındığında, Yahya Kemal’in İstanbul’u-
Müslüman halkın şehirle tabii kılınacak uyum nun bir kültür menşei ekseninde doğduğu ve

34 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
geliştiği hemen fark edilecektir. Hâlbuki Zweig,
Avrupamerkezci bir medeniyet tasavvurunun
güdümünden kurtulamaz. Biraz fazla heyecan-
lanarak fundamental bir köktenci ruhla konuşan
Zweig, Bizans ahalisinin fetih sırasındaki siyasi
mağlubiyete sürüklenişini şöyle anlatır:
“Surların neresinde bir gediğe rastlasalar,
aziz tasvirlerinden birini oraya asarak bu azizin
kendilerini dinsizlerin saldırısından ve dünye-
vi silahlarından koruması için dua ederler. (…)
Son ve büyük taarruza karşı koyabilirlerse hem
bütün Hristiyanlığa hem de Avrupa medeniye-
tine kazandıracakları onurun ne kadar yüce ol-
duğunu söyler ve eğer yenilirlerse de onları ne-
yin beklediği konusunda malumu ilam eder. (…)
En nihayetinde beklenen sahne başlar. Avrupa
tarihinin belki de en dokunaklı, bir çöküşün en
dehşetli anları gelmiştir artık. (…) Burada Bizans
ruhu tanrıya yakarıyor; Patriğin güçlü ve insan-
ları kendisine katılmaya davet eden sesi yükse-
liyor. (…) Batı dünyasının ölümsüz sesi olan bu
Yahya Kemal
müziğin bu kubbe altında son bir kez daha yan-
kılanmasını sağlıyordu.”12 sahillerinin, Balkan yarımadasında bir hayli yer-
Elbette Zweig’ın mensup olduğu medeniye- lerin halkı Lâtinlikten uzaktı; Eski Yunancanın
tin kutsal ve millî bir değerini yüceltmesi söz ko- artığı bir dille konuşuyordu. (…) Bütün bu amil-
nusu uygarlığa duyulan mensubiyetin doğallığı-
ler, gitgide, devleti Lâtinlikten uzaklaştırıyor,
nı içerir. Ama diğer yandan karşı taraftaki siyasi,
ekseriyeti şarklı, Hıristiyan ve Eski Yunancadan
politik ve ekonomik olarak belirli bir medeniyet
bozma bir dille konuşan halka mal ediyordu. (…)
düzeyine gelmiş toplum için bu denli fütursuz
Bizans tarihinin mütehassısları, imparatorluğun,
ve şovenist bir dil kullanması, meseleyi yine uy-
kaç asır sonra artık Bizanslaştığını tamamıyla
garlık bağlamlı bir köktenci saplantıyla ele al-
kestiremezler.”13
dığını göstermektedir. Bununla birlikte Zweig’ın
birleşememesi bakımından üzüntü duyduğu Annales ekolüne ilişkin bir yorumda Halil
Batı için Yahya Kemal’in, Annales ekolünü ve İnalcık, söz konusu ekolün dışında umumiyet-
tahlil yöntemini anımsatan Bizans’a dair şu kül- le Batı tarihçiliğinin mesela Osmanlı tarihini
türel değerlendirmeleri ilginçtir: ele alırken Euro-centrism veya kolonyalizm ile
“Zaten hatırlatıcı eserler, sütunlar ve heykel- çarpıtılmış bir tasvir anlayışına giriştiğinden
ler, Akdeniz medeniyeti ile parlamış şehirlerden bahseder.14 Yahya Kemal’in yukarıdaki ifadele-
koparılıp buraya dikilmişlerdi. Şehirde kıyafet, rine bakılacak olursa kültürel kaynağın nereye
an’ane hulâsa her şey Lâtin tarzındaydı. Devlet dayandığına yönelik değerlendirmeler, filoloji,
dili Lâtinceydi. (...) Yeni Roma’da Lâtin şekli ve dil ve sosyolojik temelli pek çok malumata kapı
an’anesi, Konstantin ve hanedanı ve onlardan aralar. İşte Annales tarih okulunun bilimsel me-
sonra silâh kuvvetiyle başa geçen birkaç impa- todolojisine olan bu tevafuk erken benzerlik,
rator devrince sürdü. Şehrin, o zamanki Anadolu Zweig’ın üslubunda başaramadığı entelektüel

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


35
561 MAKALE

kapasiteyi, bizatihi Yahya Kemal’de görmemize laşan E. M. Cioran’ın genel yazınsal tarzında var
dayanak durumundadır. Tarihe ait siyasi hadi- olan insana dair vurguladığı evrensel kin, nef-
seleri, kör bir aşırılıkla yorumlamak yerine her ret, sevgi veya siyaset-din-bilim kavramlarına
medeniyet adına münhasır renkleri algılamak, yönelik fikirlerin orijinal insan problemini ele
ancak üstün vasıflı sanatkârların görebileceği alış şekli ve entelektüel tavrına rağmen; bilakis
ayrıcalıklardan sayılabilir. Dahası bilimsel olması söz konusu İstanbul’un fethi olunca insan fel-
bakımından Annales ile Yahya Kemal arasındaki sefesine ait düşüncelerin birden bire başka bir
tarihe yaklaşım tarzındaki kesişme, küçük bir ör- şeye dönüşmesinin ortaya çıkarttığı çelişkiler-
nek silsilesi olsa bile özgünlüğün takdir bekleyen de de görülür. İstanbul, Zweig gibi Cioran’ı da
yanlarından görülebilir. spekülatif insan düşüncesini derhal terk etmeye
Zweig’a geri dönersek İstanbul’un fethinden zorlar. Dolayısıyla söz konusu entelektüel zihin,
sonra her din, dil ve milliyet için tesis edilen kendi medeniyeti adına Napoléonlar, Charle-
müreffeh hayat tarzı, tarihî bir gerçek olarak mangeler veya Şarlkenlerden bahsedilen sitayi-
ortadayken; Zweig, Bizans’ın saraylarını, evle- şi, İstanbul’un fethinde bir kine dönüştürmeye
rini, kiliselerini, manastırlarını Türklerin yağma- ayarlanmış saat gibidir. Neyse ki İstanbul, yine
ladığını; kadın, erkek ve çocukların gözü dön- de büyük bir şairin erişilmez sevgilisidir; mazide
müş askerler tarafından esir alındığını, kiliselere de, âtide de Doğu’nun kendi üzerine kapanan
sığınmış insanların kırbaçlandığını, kendilerine efkârına “aylarca hayal içinde kalan” bir Yah-
yük olacağı düşünülen yaşlıların oracıkta öl- ya Kemal’i âşık etmiştir. Belki bu yüzden sarih
dürüldüğünü anlatır.15 Batı’nın birlik oluştura- olarak şehre bakan Yahya Kemal, yaşadığı çağ
mamasının doğurduğu bir felaket olarak Kons- ve öncesinin gerçekliğini kaçırmadan hayalden
tantinopolis’in düştüğünü anlatan Zweig, en hayale dalmıştır.
sonunda İstanbul’un fethinin askeri hazırlıklar,
krokiler, planlar veya Kasımpaşa sırtlarında tak-
1
Neil Lazarus, “Entelektüelin Temsilleri’nde Entelektüel
Temsilleri”, (Çev. Salih Akkanat) Oryantalizm Tartışma
tiksel olarak yürütülen gemiler şeklinde vuku Metinleri, (Ed. Aytaç Yıldız) Doğu Batı Yayınları, Ank.,
bulmuş stratejik bir başarı olarak görmezden 2007, s. 165.
gelerek tesadüfen Kerkoporta kapısının Bizanslı 2
Robert Irwin, Oryantalistler ve Düşmanları, (Çev. Bahar
askerlerce açık unutulmasının Konstantinopo- Tırnakçı), YKY., İst., 2008, s. 55.
3
John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri,
lis’in düşmesindeki temel neden olduğunu iddia
(Çev. Esra Ermert) YKY., 6. Bs., İst., 2019, s. 21, 230.
edecek bir romantizme kapılır. Dolayısıyla Ste- 4
Stefan Zweig, Bizans’ın Düşüşü, (Çev. İlker Balkan) Ka-
fan Zweig’ın entelektüel kimliği ile anlatı sana- non Kitap, İstanbul, 2020, s.15.
tındaki eşsiz eserleri, hitap etmek istediği okuru 5
Zweig, age, s. 21.
bağlamında Bizans’ın Düşüşü’nde kolay kolay
6
Işın Demirkent, “Haçlılar”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.
14. Türkiye Diyanet Vakfı. s. 525-546. Ayrıca bkz. Niki-
yazarın nerede temellendirilmesi gerektiği so- tas Honiatis, The Sack of Constantinople 1204.
rusunu yanıtsız bırakmaktadır. Avrupamerkezci 7
Zweig, age, s. 25.
düşünce bakımından güdümlü entelektüellerin 8
John M. Hobson, age, s. 23.
genel yönelim biçimine saplanan Zweig, evren-
9
Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti,
18. Bs., İst., 2018, s. 20.
selliğini söz konusu anlatıda kaybederek yazın- 10
age, s. 3-4.
sal serüveninin çok dışında kalmıştır. 11
Fernand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, (Çev. Mehmet
Sonuç olarak Batı entelektüelinin kendi uy- Ali Kılıçbay), Doğu Batı Yay., 2. Bs., Ank., s. 33.
garlığıyla tesis ettiği münasebetin siyasi tarihle
12
Zweig, age, ss.64, 65.
13
Aziz İstanbul, ss.21,22.
sık sık giriştiği hesaplaşma veya imtihan, çoğun- 14
Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleleri II, Doğu Batı Yayın-
lukla talihsiz bir imkânsız evrenselliğe dönüşür. ları, 3. Bs., Ank, 2016, s.293.
Yine bu durum, tıpkı Zweig’la aynı yüzyılı pay- 15
Zweig, age, ss. 75, 76. ❮

36 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MARŞ MİRA: İTİRAZIN FELSEFESİ
ZEKERİYA ŞİMŞEK


MARŞ MİRA’DA YÜRÜMEK, BİR YARDIM YA DA SIĞINMA TALEBİ DEĞİLDİR. TAM TERSİNE
BİR BEYANDIR, KİM OLDUĞUNUN DÜNYA KAMUOYUNA BEYANI. YÜRÜMEK ÖYLE BİR
EĞİTİMDİR Kİ MÜFREDATI TEFEKKÜR, TEDRİSATI SABIRDIR

yol ıslanmasın diye mesi, ortaya birçok yeni devlet çıkarırken çö-
şemsiye açanlara... zülme sürecinde yaşanan iç savaşların en kanlısı
Akgün Akova 1992-1995 arası 3,5 yıl süren Bosna Savaşı’dır.
Boşnaklar için J.B.Tito’nun ölümü sonrası, ön-
1. Marş Mira Buluşmasının cesinden daha zor geçer. 1990’lı yıllarla birlikte
Tarihsel Arka Planı Yugoslavya’yı oluşturan halkların birliği bozulur.
Sonuç 7 yeni devlettir: Slovenya, Hırvatistan,
er şey ama her şey bir film şeridi hızıyla Makedonya, Sırbistan, Bosna Hersek, Karadağ ve

H yol alır Balkanlar’da. Coğrafyanın kaygan-


lığı mıdır, kaypaklığı mıdır; söylenti çoktur
da bileni yoktur. 1995 Temmuz’unda, Balkanla-
Kosova. “Yug” ve “Slav” sözcüklerinden oluşan
Güney Slavların Ülkesi anlamındaki Yugoslavya,
1918’de çıktığı tarih sahnesine 2008’de veda
rın orta yeri Bosna Hersek’in doğusundaki Sreb- eder. Eski Yugoslavya’da Sırplar, Makedonlar ve
renitsa’da Sırplar tarafından Birleşmiş Milletler Karadağlılar Ortodoks; Hırvatlar, Slovenler ve
(BM)’in “izniyle” dünya televizyonlarında ilk kez Macarlar Katolik kilisesine bağlıdır. Boşnaklar,
“canlı yayın”da bir soykırım gerçekleştirilir. Arnavutlar, Türkler, Pomaklar ve Romlar (Çinge-
Yakın tarihten bugüne özet bir güncelleme ile neler) Müslüman’dır. Ocak 1992’de Bosnalı Sırp-
Hırvat baba ile Sloven annenin yedinci çocuğu lar, Saraybosna’nın 15 kilometre doğusundaki
olan Yugoslavya’nın kurucu lideri “özyönetim- Pale şehrinde Yugoslavya’nın mirasçısı olarak
ci sosyalist” Mareşal J.B.Tito (1892-1980)’nun Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska)’ni kurduk-
ölümüyle Yugoslavya’nın dağılma sürecine gir- larını, Mart 1992’de de Bosna-Hersek Cumhuri-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


37
561 MAKALE

yeti bağımsızlığını ilan edecektir. Sonrası, Avru- 11.7.1995: Savaşın sonlarına doğru, Boşnak-
pa’nın katkılarıyla bir film gibidir… Oyuncular: lar’ın zafer ilan edeceğine yakın BM tarafından
Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar. Yazan ve yöneten gündeme getirilen Dayton görüşmeleri sırasında
ABD’dir ve film kapalı gişe oynayacaktır. Dublaj BM’nin kendilerine sığınan Boşnakları Sırplara
yoktur ve her şey şeffaftır. Vahşet, ne de olsa teslim ettiği gündür.
rutin bir olaydır dünya medyası için. Yugoslavya Kasapbaşları “Türklerin işini bitirdik!”3 der-
ordusunu elinde bulunduran ve kendisini Yu- ken yılların ezikliğiyle birilerinin sözcüsü müdür
goslavya’nın devamı olarak gören “Sırp Kasabı” yoksa bu bir yardım talebi midir?
Slobodan Miloseviç (1941-2006) liderliğindeki Başrollerdeki R. Karaciç, R.Mladiç, S.Milose-
Sırbistan, ülkedeki ayrılıkçı unsurlara karşı “et- viç ve diğerleri, uzun ve şaibeli uluslararası yar-
nik temizlik” başlatır. Etnik temizlik politikasının gılamalar sonucu müebbet hapse mahkûm edil-
hedefindeki Boşnaklar, yenidünya düzeninin ilk mişlerse de ne fark eder? 2 milyon insan evini
avları olacaklardır.1 Balkanlar da, Ortadoğu gibi terk etmek zorunda kalmış, toplamda 350 bin
paylaşılamayan topraklardandır, hedefe ulaşmak kişi katledilmiş ve hâlâ o günlerden bugünlere
için her yol mubahtır. Sonuç, insanlık için hezi- kayıp/meçhul cesetler vardır. Kesin bilançoyu bir
mettir. tek Allah bilmektedir.
11.7.1995 akşamı, 1993 Mart’ında “güvenli 8372, Srebrenitsa Soykırımı’nın sembolize
bölge” ilan edilen ve o güne kadar aldığı göç şehit sayısıdır.
ile 60 bini aşkın nüfusunun dörtte üçü Müslü- 1995, Dayton Antlaşması. Bosna-Hersek
man Boşnaklar’dan oluşan Srebrenitsa, BM Barış (Federal Demokratik Cumhuriyet), iki entite
Gücü’nün gözetiminde, Bosnalı Sırpların lideri (Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuri-
Radovan Kradziç (1945-)’in emriyle teslim alı- yeti) ile bir küçük özerk bölgenin (Brçko) top-
nır. Srebrenitsa’ya giren Sırplar, şehirden ayrıl(a) lamıdır artık. Bu parçalı yapılanma, güvensiz-
mayan Boşnakları; kadınlar ve çocukları, 15-70 likten kaynaklanan ve karşılıklı işbirliğini zor-
yaş arası erkekler ve çoğu tecavüze uğrayan laştıran sorunlarla yaşamı dramatikleştirmek-
genç kızlar/çocuksuz kadınlar diye üçe ayırırlar tedir. Çözüm, çözümsüzlük olmuştur. Örneğin;
ve bunları “hayvan muamelesi” ile Potoçari’de- Saraybosna’da şehir merkezinden sadece 2-3
ki Akü Fabrikası’na yönlendirirler. Aralarından kilometre güney batıya, havalimanına doğru
13-15 bin kişi son bir umutla dağlara kaçar, geri yol aldığınızda Sırp Cumhuriyeti’nin sınırla-
kalanlar insan aklının alamayacağı işkencelerle rı başlamakta, bir yabancıya sıradan görünen
öldürülür. Kaçanların hedefi, Tuzla’nın Nezuk mahallelerin yarısı Bosna-Hersek Federasyo-
köyüne ulaşmaktır. Marş Smrti/Ölüm Yürüyü- nu’nun yarısı Sırp Cumhuriyeti’nin yetki ve
şü’nden sadece 3 bine yakın Boşnak Nezuk’a idaresi altında yaşamaktadır. Bugün Saray-
ulaşabilir. Dağlık orman yolu oldukça tehlikeli bosna’da hükümet işleri tam bir “çorba”dır. Ve
ve zorlu olmasının yanı sıra mayınlarla ve uçu- Boşnak-Bosnalı ayrımı dünden daha önemli-
rumlarla doludur. Sırplar, Boşnakları güle-oyna- dir: Her Bosnalı Boşnak değildir ve Boşnaklar
ya katledip gelişigüzel toplu mezarlara gömer- Müslüman’dır.
ler. Yedi gün süren ölüm yolculuğunun sonunda Lev N.Tolstoy (1828-1910), Şeyh Şamil döne-
Nezuk’a ulaşabilenler kurtulabildiklerine bugün minin Avar kökenli Kafkasyalı lideri Hacı Murad
de inanamazlar. (1795-1852)’ı ve Ruslar tarafından öldürülüşü-
11.7.1995: Sırp Ordusu Başkomutanı Rat- nü anlattığı 1896 tarihli biyografik romanında
ko Mladiç (1943)’in “Herkesi öldürmelisiniz... kuvvetine şaştığı Hacı Murad’ı tarif ederken;
Yakalayabileceğiniz herkesi öldürün!”2, dediği “Güz çimeni gibi, saman arabası üzerinden ge-
gündür. çip gider, ama yine tekerleğin altından dimdik

38 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561

çıkar.”4 der. İşte bu canlı yayından Boşnaklar güz vinjci - Burnice - Kameno Ravni Buljim - Jaglici
çimeni gibi dimdik çıkarlar ve vazgeçmezler. - Susnjari - Budak ve Potocari.
İsmail Gümüş (1938-2015)’ün Boşnak Tür-
2. Marş Mira Bir Yürüyüşten Fazlası küsü6’nde hikâyelerine tanıklık ettiğimiz insan-
lar için, o insanlarla birlikte dayanışma ruhu ve
Tüm dünya soykırımı gördü. Maktul, hayalini platformu oluşturmak için, sessizce yürümek!
gerçekleştirdi. Olan biten karşısında bizler yer- Sessizce yürüyerek itiraz etmek; düne, bugüne,
de yatan cesetlere bakıp bakıp çok şaşırmış gibi yarına dair... Marş Mira’yı geleneksel bir yürüyü-
yaptık. Birkaç gün üzüldükten sonra da neden şün ötesine taşıyan, itirazın felsefi arka planıdır.
üzüldüğümüzü bile unuttuk! Ama “Boşnak ina- Dün, kolektif hafıza/toplumsal bellektir; bugün
dı” unutmadı. Srebrenitsa Soykırımı’ndan kurtu- misyon, yarın ise vizyondur.
lan o gün 14 yaşındaki Kemal Haydareviç’in ha- Neden yürüyoruz? İsmet Özel bir daha haklı
ritası, rota olarak alınarak güzergâh tersten bir çıkmasın: “Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatı-
yürüyüş ile 2004 yılından başlayarak geleneksel mız/ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla/
hâle geldi: Marş Smrti/Ölüm Yürüyüşü, Marş düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz…” Yusuf
Mira/Barış Yürüyüşü’ne evrildi.5 Patocari’den Atılgan’ın Aylak Adam’ı da: “…dünyada hepimiz
Nezuk’a ölüm yürüyüşü değil Nezuk’tan Potoca- sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibi-
ri’ye barış yürüyüşüdür artık rotamız: Nezuk - yiz…”
Baljkovica - Parlog - Crni Vrh - Snagovo - Liplje Yürümek, her türlü hak arama mücadelesin-
- Josanica - Donja Kamenica - Bakraci - Glodi de ilk akla gelen eylemdir: Eski Roma’da Trak-
- Udrc - Cerska - Kaldrmica - Djugum - Mra- yalı gladyatör Spartaküs (M.Ö.111-71)’ün kendisi

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


39
561 MAKALE

gibi köle altmış kadar arkadaşı ile birlikte baş- lanma hakkı için; 1963’de Afrikalı Amerikalılar
lattığı yürüyüş, bir özgürlüğe kaçış öyküsüdür. ırkçılığa karşı M. Luther King (1929-1968)’in I
Hz. Musa (M.Ö.?-1273), maruz kaldığı baskılar have a dream/Bir hayalim var tarihi konuşması
sonucu, kavmiyle birlikte Mısır’dan çıkarak Nil ile Washington’da yürüyeceklerdir. Kızılderililer,
Nehri’ne doğru yürür; Firavun’un ordusunun geçmişte kendilerine ait olan Alkatras Adası’nı
takibi ile Nil kenarında sıkışan Musa ve kav- işgallerinin sert bir şekilde bastırılması üzerine
mi, ilahi bir emirle ortadan ikiye ayrılan Nil’i San Francisco’dan Washington’a uzun bir yürü-
yürüyerek geçer ve kurtulurlar. İslam Peygam- yüş (5 bin km) başlatırlar.
beri (571-632), Müslümanlığı kabul edenlerin Bir itirazın felsefesini üretmek adına yürü-
karşılaştığı büyük baskılar sonucu Mekke’den mek… “Özgürlüğe değil insan kalmaya yürü-
Medine’ye yürür, hicrettir bunun adı. Mahatma mek”tir Marş Mira. Bosna Davası, Aliya (1925-
Gandi (1869-1948), “Tuz Yürüyüşü” ile Hindis- 2003) ve arkadaşları için “üzerinde çokça düşü-
tan’ı bağımsızlığa götüren süreci çıplak ayakla nülmüş ve planlanmış uzun bir yürüyüş”tür. Bu
başlatır, 400 kilometrelik yürüyüşü 24 günde bağlamda da, Marş Mira bir yürüyüşten daha
tamamlayarak Hint Okyanusu’na ulaşır. Mao Ze- fazlasıdır katılanlar için. Ben ve yürüyüşe ka-
dong (1893-1976)’un Uzun Yürüyüş’ü, 100 bini tılan benim gibi binler, aksine Aliya kadar dü-
aşkın taraftarla 370 günde çok engebeli bir ara- şünmedik bu yürüyüşü. Hatta çoğumuz birden
zide 10 bin kilometreden fazla yolun kat edilme- bire koşmaya başlayıp yanımızdakileri geçmeye
siyle sonuçlanırken aslında yeni bir başlangıçtır. çalıştık. Hâlbuki başlangıcı ve bitişi olmayan
1913’te Suffrage Parade eylemini düzenleyen bir yoldur bu yürüyüş. Sonunda ödül falan da
kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitliği ve oy kul- yoktur. Koşan arkadaşlarını yadırgayan bizler,

40 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
onlardaki heyecanı ve coşkuyu kim bilir hangi oraya buraya (yoksa yeryüzüne mi demeliyim?)
tüketim yarışında kaybetmiştik? Uzun uğraşlar savrulması. (Gömülmesi demek doğru olabilir mi
sonunda topladığımız cesaretimiz, kimimiz için sizce?) Hâlâ her gün yeni mezarlar bulunması
bir hüzün anıtı, kimimiz için ise yıllardır bekle- gerçeği… Kimi sahipsiz kimi ise yakınlarını de-
diği bir umut kapısıydı. Günceldik ama yüzyıllık li-divaneye çeviren cenazeler…
hikâyelerin figüranları gibiydik. Vadedebileceği- Her yılki yürüyüş, o yıl yeniden doğuştur. İn-
miz bir şeyimiz yok, kafa karışıklığımız bundan. san, kurtarıcılara değil olgunlaşmış düşüncelere
Bu yürüyüş sonunda hayatımız değişmeyecek muhtaçtır. Günü gelmiş düşünce kadar güçlü
ama bugüne kadar düşünmediğimiz bir şeyler başka bir kurtarıcı yoktur. Erdem, aşkı besler
umurumuzda olacaktır: Yürekli olmak yani baş- ve ıslah eder. Neleri yitirdiğimizi öğrenmekten
kaldırı için yolda olmak gerektiğini öğrenmek. geçmektedir güzel başlangıçlar. Çadırda başımı
Dört gecenin çadırda geçirildiği üç gün bo- yastığa koyduğum her gece, o kadar yorgunlu-
yunca her gün 8-9 saat yürüyüş ile dağ-orman ğa rağmen bu coğrafyada ne kadar çok acı ya-
güzergâhlı toplamda yaklaşık yüz kilometreye şandığı gerçeği uykumu alıp gidiyor. Yağmurun
yakın zor bir parkurun kat edildiği, beslenme ve kokusunu bilmeyen, nilüfere boş gözlerle bakar-
barınma olanaklarının sınırlı olduğu kimi zaman mış. Bunun içindir ki, Saraybosna’yı, Srebrenit-
soğuk ve yağmur altında tamamlanan bir “er- sa’yı, Aliya’yı anlamak için bu yürüyüşü yaşamak
dem sınavı” olarak Marş Mira’nın yazılı kuralları gerek. BM ve İşbirlikçileri, pişmanlık ya da piş-
yoktur. Sadece ilk günün sabahı organizasyon kinlik hangi tarafta bulunurlarsa bulunsunlar,
komitesine kayıt yaptırılır. Çevreyi kirletmemek, canlar gitmiştir ve gelmeyecektir. Bu insanların
tanışmak ve paylaşmak, saygı ve sevgi üretmek Osmanlı bakiyesi ve Müslüman olmak dışında
yürüyüşün en önemli kilometre taşlarıdır. Her yıl hiçbir suçu olmadığını cümle âlem bilmekteyken
7 Temmuz akşamı Nezuk’ta buluşan farklı ülke- geçmiş hiçbir zaman geçmeyecektir.
lerden, farklı dillerden, farklı dinlerden gönüllü- Tarihçesi ilk insanla başlayan yürümek eylemi,
ler, bir yandan çadırlarını bir yandan da dostluk hayatı silkeleyen felsefi bir arka plana sahiptir.
köprüleri kurmaktadır. Yürüyüşe, her yıl Türki- Her yürüyüşün bir felsefesi vardır; radikal ya da
ye’den de yüzlerce gönüllü katılmaktadır.7 ütopik. Siyasal yürüyüşler toplumsal mutabakat
8 Temmuz sabahı, yürüyüşün anlam ve öne- gerektirirken sessiz yürüyüşler bireysel arınma
mine dair kısa bir konuşma ile yürüyüş start alır. ritüelidir. Birincisi toplumsal refleks hareketiy-
1. gün Liplje’de, 2. gün ise Mravinjci’de tamam- ken ikincisi bireyin aidiyet tercihidir. Yürümek, iki
lanır. Her günün akşamı varılan yerde çadır ku- kapılı bir handa gece gündüz gitmekten öte ne
rup konaklayarak 3. günün akşamı yerel halkın hâlde olduğunu bilmek eylemidir. İçten dışa dön-
alkışları ve gözyaşları arasında Potoçari Şehitli- mek kadar dıştan içe dönmektir yürümenin gizil
ği’ne ulaşılır. Ertesi gün yani 11 Temmuz anma felsefesi. Durgunluğun ve durağanlığın bittiğine
törenleri ile, her yıl çıkarılan cenazeler hüzün işarettir. Bir selamlaşmak silsilesini getirir: Ağaca,
ve isyan bir arada binlerce kişinin elleri arasında kurda kuşa, rüzgâra, karşıdan gelene, yanımızdan
toprağa verilerek soykırım mağdurları defnedilir. geçene, akan suya, çeşmeye, dağa, adımlarımızın
Bir yıl daha, bir kez daha… çıkardığı sese, bilcümle hayvanat ve nebatata se-
11 Temmuz vuslat günüdür. Toplu katledilen lam vermek yarışıdır. Selam verdiğimize kötülük
binlerce masum sivilin toprağa verildiği Şehit- yapamayız, bizim de ondaki karşılığınız budur.
lik’in karşısında bugün müzeye çevrili akü fab- Bir refakatçilik, tefekkür/düşünme yalınlığı, şa-
rikasının hangarlarında toplanmış ve ölüm sı- hitlik, adını siz koyun! Sahiplik dışında her şey…
rasını bekleyen canları bir düşünün! Cesetlerin Düşünerek yürümek, yürüyerek düşünmek! Marş
kimlikleri teşhis edilmesin diye parçalar hâlinde Mira’da yürümek, bu kadar incelikli bir eylem-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


41
561 MAKALE

dir. H. D. Thoreau gibi bir kış günü yürümek ya tedrisatı sabırdır. “Ne olur bize bir mucize göste-
da ay ışında gece yürümek, …8 F. Nietzsche’nin rin” diyerek çevresinde dolanan öğrencilerinden
Kara Orman’da yürüdüğü gibi yürümek... Frederic bunalan İmâm-ı Rabbânî, bir gün dayanamaz ve
Gros gibi yaşamak için yürümek…9 Marş Mira’da öğrencilerinin önünde ayağa kalkar, birkaç adım
yürümek hayata yeniden anlam yükleyerek yü- atar ve kollarını iki yana açarak “Bakın yürüyo-
rümektir, biri değil hepsi… Bir postacı gibi yavaş rum.” der. Yürümek işte böyle büyük bir mucize,
yavaş, bir maratoncu gibi koşar adım ama hede- böyle büyük bir eylemdir. Marş Mira’da yürümek
fe yürümek… Toprağa bastığı müddetçe kendini bir hatırlama eylemidir de. İnsan, yürürken neyi
güvende hissetmek, ağzıyla değil burnuyla nefes hatırlar? En başta bir garip yolcu olduğunu. Her
alıp vermek… Yol almak değil yol açmak… hatırlama bir idraktir. Sonsuzu ve sonu... Gez-
Marş Mira, geleneksel bir dayanışma motifi ginleri yollara düşüren de bu susuzluk hâli değil
oluşturan içeriğiyle her yıl aynı tarihte tekrar- midir? Yürümek için yol gerekmez; önemli olan
lanan tek yürüyüştür. Srebrenitsa Soykırımı’na T. S. Eliot‘ın dediği gibi “yolda olmak”tır. Aceleye,
karşı bir dayanışma refleksi olarak başlamış ve hıza, koşturmacaya, telaşa gerek yoktur. Marş
çığ gibi büyümüş/büyümektedir. Jane’nin yü- Mira’da yürümek, ayaklarımızla konuşmaktır.
rüyüş festivali (jane’s walk festival) ile eşleşmez Bir göze, bir kulağa, bir yüreğe dönüşmektir. Üç
Marş Mira. Her uzun yürüyüş finish’e yaklaştık- maymunu öldürmektir. Yürümenin ağır yüküdür
ça itirazî kişiliğini ortaya koyar. Sessiz yürüyüş- bu; dik durmak, ayakta olmak! İnsan yattığı yer-
ler içsel fırtınalara yol açar hesaplaşma fırsatı den yürüyemez. İki ayak ve bir adım ile başlar
sunar: Sessizlik, sessiz, ses… Amaçsız yürümek dehşetli macera. Bakmanın ve görmenin dışında
(avarelik) bile amaçsızlık amacına yürümektir bir üçüncü yolu gösterir insana: Şahit olmak!
ki disiplin ister. Yürümek, asla ve asla boş za- Yürümek, kendini terbiye etmektir bir kaçış,
manlarını değerlendirme uğraşı (hobi) ya da bir köşeye çekilme eyleminden öte. Bütünleşik
gezinti değildir. Bir avangart (öncü, deneyimsel) bir protesto biçimi sayılabilir bu bağlamda, oto-
eylemdir. Tazelenmek (yenilenmek) olduğu ka- matikleşmeye ve anonimleşmeye karşı. Marş Mi-
dar bir “iyi gelme hâli”dir. Vücuda masaj, zihne ra’da yürümek, bir arınma çağrısıdır; önümüzü
mesajdır. Her yürüyüş, bir yolculuktan öte; bir daha iyi görebilmek için ardımızda bıraktıkları-
itirazın karşılık bulmasıdır: Emperyalizme karşı mızdan kurtulmak... Hem kendimizi hem dünya-
yürümek, haklar ya da halklar için dayanışarak yı berraklaştırabilmek… Zaaflarımızla vedalaşıp
yürümek, obeziteye karşı yürümek, spor aşkıy- saf gerçekle yüzleşmek… Yürümek, iyi gelir; in-
la yürümek, sevgiliyle el ele tutkuyla yürümek, san yürürken kendine döner, yalın hâline. Hâl-i
bebeğiyle/çocuğuyla öğretmek amaçlı yürümek, pür melâlin özetidir yürümek. Öteki yoktur; “Bir
Kâbe’de yürümek… Yürümek, muhalif bir eylem- ben vardır ben de, benden içeru.” Ne bir nef-
dir. Podyumu/Rotası ne olursa olsun ilk adımla ret ne de bir övgü, hepsi yürüyüşün başlangıç
başlar yürümek. Ya sonrası? Yürümek, insanın noktasına gömülmüş; “O kadar hızlı gittik ki,
bireysel iç dinamiklerini kışkırtan bir eylem ol- ruhlarımız geride kaldı.” diyen Afrikalı bilgenin
masına karşın, aynı zamanda da toplumsal di- hakkını teslim edilmiştir.
namiklerin fitilini ateşler. Bu nedenle değil midir Emekleyen bebeklerin yürüme mücadelesi-
devletlerin, kalabalıkların yürümesini düzenle- ne bakar mısınız? A ve B noktaları arasında bir
yen yasalar çıkarmaları. güzergâh oluşturmak ve yürümek… Yürümek ya-
Marş Mira’da yürümek, bir yardım ya da sı- ratıcılık, ulaşabilmek katılımcı planlama aracıdır.
ğınma talebi değildir. Tam tersine bir beyandır, Bir bedensel engelliyi, bir küçük çocuklu anneyi,
kim olduğunun dünya kamuoyuna beyanı. Yü- bir yaşlıyı düşünerek yürümek… Sağlıklı yaşam
rümek öyle bir eğitimdir ki müfredatı tefekkür, yürüyüşündeymiş gibi empati kurarak yürümek…

42 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561

Yürümek, spordan öte bir sanat eylemidir de. 14 hayatım; ayakta kalabilmek için para kazan-
yıl (1975-1989) büyük aşk yaşayan performans mak, çalışmak zorundayım. Diğer hayatım ise
sanatçıları Yugoslavya doğumlu Sırp Marina Ab- gördüklerim, yaşadıklarım ve unutamadıklarım.
ramoviç ile Alman Ulay/Frank Uwe Laysiepen’ın Kampa sığınan mültecilerin Çetnikler (Sırp ge-
en büyük hayali Çin Seddi’nde bir performans rillalar)’e teslim edilirken bana olan bakışlarını,
yapabilmektir. Nihayet izinler alınır ama ufak bir çığlıklarını unutamıyorum. Annemi, babamı,
sorun çıkar; Marina, Ulay’ın kendisini aldattığını kardeşimi ölüme yolcu ettiğim anı unutamı-
öğrenir ve ilişkisini bitirme kararı alır. Fakat önce yorum. Katillerin serbest gezmesini ise kabul
Çin Seddi’ne doğru yola çıkılır, hayal gerçekleşti- edemiyorum.”
rilecektir. Marina, Sarı Irmak yönünden Ulay ise “Şehitler ve Zambaklar Ülkesi”nin insanları
Gobi Çölü yönünden başlayarak 90 günde üç bi- Murathan Mungan’ın deyişiyle “tarihlerini yüz-
ner kilometre yürürler; iki sevgili seddin ortasın- lerinde taşıyorlar” umutla umutsuzluk arası bir
da buluşur ve birbirlerine “Hoşçakal” diyerek ay- yerde. Yalnız ve mütevekkil. Bu öyle bir vahşet ki
rılırlar. Yürümenin provakatif gücü. Büyük aşka savaşta kurşunla öldürülenlerin şanslı olduğunu
büyük yürüyüş ile veda: “The Lovers: The Great düşünmek gibi delice fikirlere kapılıyorsunuz.
Wall Walk.” Marş Mira’da yürümek ise ayrılığın “Sen benim en iyi arkadaşımsın ama seni hiçbir
değil bir olmanın, birlik olmanın estetiğidir. Bir şey için öldüreceğim.” cümlesini yıllarca birlikte
hayalin peşinden gitmek ortak paydadır. Yürü- yiyip-içtiğiniz komşunuzdan işitmek... Bu nasıl
mek, hissetmektir; aldatılmışlığı da. bir akıl tutulmasıdır?
Yürüyüş sırasında bir Boşnak anlatıyor: “İç Potoçari’den Saraybosna’ya dönüş yolunda,
içe geçmiş iki hayat birden yaşıyorum. Birinci “Büyük Sırbistan” hayaliyle cehenneme çevril-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


43
561 MAKALE

miş “hayalet şehir” Srebrenitsa’dan her geçişim- dağılması ile bu bürokratlar ve şefler ellerin-
de; komşusu Boşnak’ın evi viran ve talan iken deki iktidarı kaçırmayı hazmedemediler. Bu
bitişikteki Sırp ailesinin evinde nasıl oturabildi- bakış açısı ile emirlerindeki medyayı da kul-
ği bende cevap şıkkı olmayan bir sorudur hep. lanarak din ve etnik düşmanlıkları körükledi-
Bugün Srebrenitsa, Sırp Cumhuriyeti içinde ve ler. Bu medya bombardımanı kardeş gibi geçi-
belediye başkanı Müslüman olan tek şehir. Adı, nen halkları birbirine düşman etmeye yetti ve
gümüş anlamına gelen “Srebren” sözcüğünden olanlar oldu. Sonuç: Temmuz 1995’de Srebre-
doğan Srebrenitsa’nın cehennemle birlikte anıl- nitsa’da tüm dünyanın gözleri önünde bir soy-
ması… kırım yaşandı.”11
Marş Mira’da yürümek, “asla unutmayaca- Srebrenitsa’da katledilen bir halk değil bir
ğız” demektir. Srebrenitsa Soykırımı’nı zihinlere tarih, bir bilinç, bir kimliktir aslında. İşte bu yü-
kazımak, kıyımlara/yıkımlara karşı uyanık olmak/ rüyüş bu katledilişlere her yıl tazelenerek veri-
kalmak eylemidir; rahmetle! Marş Mira, dünya- len bir cevap, yeniden diriliştir. Yeniden… Fran-
nın dört bir yanından gelen gönüllülerin katılı- sız sosyalbilimci Jean Baudrillard 7.01.1993’de
mıyla “bir hüzünlü sessiz direniş yürüyüşü”dür Liberation’daki köşesinde gelişmeleri yorum-
her yıl güncellenen. larken Srebrenitsa Soykırımı öncesi Batı dün-
yası adına bir itirafa mı yoksa insanlığa dair bir
3. Sonuç ifşaya mı imza atıyordu, karar sizin: “Felaketin,
çaresizliğin, tümüyle düş kırıklığına uğramanın
Srebrenitsa çevresindeki ilk toplu mezarları vermiş olduğu mutlak üstünlük… Bosnalıların,
ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan Ame- Avrupalılar’a küçümsemeyle ya da en azından
rikalı gazeteci D. Rohde, 11.7.1995’de Srebre- alaycı bağımsız bir edayla bakmalarını sağlı-
nitsa’da neler olduğunu tarafsız ve özeleştirel yor… Merhamet duygusuna ihtiyacı olan onlar
bir tavırla şöyle özetlemektedir: “Uluslararası değil, aksine bizim sefil yazgımıza karşı onlar
camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsız- merhamet duygusu içindeler. Asıl güçlü olan
landırmış ve sonra da onları en azgın düşman- biz değil onlardır, çünkü bizler, oralara giderek
larına teslim etmiştir. Srebrenitsa, uluslarara- güçsüzlüğümüzü ve yitirdiğimiz gerçeklerimi-
sı camianın felaketi davet ettiği bir sonuçtur. zi arıyoruz… İşte, bu nedenle, onlar canlı, biz
Çünkü uluslararası camianın eylemleri katilleri ölüyüz.” 12
cesaretlendirmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. Gezginler gibi şairler de uzun yolların yol-
Srebrenitsa’nın düşmesi gerçekte olması gere- cusu olarak öncü yürüyüşçülerdir. Aliya’nın
ken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu hapishane arkadaşı ve Bosna Savaşı boyunca
Bosna’da oraya buraya saçılmasına; binlerce millî marş olarak söylenen Ja Sin Sam Tvoj’un
Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından da şairi ve felsefe profesörü Cemalettin La-
boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcala- tiç, yaşadıklarını dizelere döker Srebrenitsa
rının ve kardeşlerinin hikâyesi ile büyümesine Cehennemi’nde.13 Latiç, dinî ve tarihî pek çok
hiç gerek yoktu.” 10   unsurdan beslenen bu ırmak şiirinde Sırpların
Yine Amerikalı gelecekbilimci A. Toffler, yaptığı insanlık dışı tecavüzleri tel’in etmek-
Bosna Savaşı’nın ortasında gittiği Belgrad’ta tedir:
tanıştığı gazeteci Milos Vasiç’in gözlemlerini
şöyle aktarmaktadır: “Yugoslavya döneminde- Kara toprak dahi görmüş değildir böyle bir şeyi!
ki üst düzey bürokratlar ve şefler, uzun süre Ah, bu dünyaya hiç gelmemiş olsaydık keşke
iktidarda kaldıklarından hep yönetmeye alış- -o ne alçakça davranıştı gördüğümüz
tılar; başka meslekleri yoktu. Yugoslavya’nın ölümden beter çaresizlik içinde!

44 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
Bosna Dramı’nın Afrika’da bulduğu karşılık, Bana hep soruyorlar: Boşnak mısın?
ortak yaraya işaret etmektedir. Bakın Nijeryalı -Yörük17 yanım suskun.- Hayır, insanım!
akademisyen şair Maik Nwosu, Arabulucunun S. Behrengi’nin Küçük Balık’ını dağıtmayı
Baladı’nda ne diyor14: düşünüyordum bu yıl, yürüyüş boyu karşılaşa-
cağım Boşnak çoçuklara. Hay aksi coronavirüs!
bungun, yeni bir çağdır bu Soylu hüzün nedir bilir misin P. Handke?
sınır tanımayan askerler için
büzülmüş, kaplumbağa kabuğuna Kaynaklar
dönmüştür küremiz
kurtuluş artık tek başına olamaz… 1. İfade Tanıl Bora’ya aittir. Bora, Tanıl (1994), Yeni Dün-
ya Düzeni’nin Av Sahası Bosna Hersek, İstanbul: Biri-
kim Yayını.
saraybosna çığlıklarının 2. Alp, İlker (2017), Srebrenitsa Soykırımı (Temmuz 1995),
dünyayı ele geçirdiği, Ankara: Avrasya Etüdleri Dergisi, S.52/2017-2, s.170.
mogadişu’daki saldırıların 3. Şu bir gerçektir ki; dünyanın her yerinde Türk olmak,
küremizin omurgasını titrettiği bir çağ Müslüman olmak ile eşdeğer “muamele” görmektedir,
Saraybosna dâhil. Kemal Karpat, Türk sözcüğünün Hı-
bağırsaklarında politika var o çağın ristiyanlar için tüm Müslümanları kapsadığına, Müs-
evet, politika vardır lümanlar içinse belirgin bir etnik anlam taşıdığına
ama tutku da vardır dikkat çekmektedir: Karpat. Kemal, (2017), Etnik Yapı-
ve o tutku daha büyüktür lanma ve Göçler, İstanbul: Timaş Yayını, s.31-58.
4. Aktaran: Mehmedinoviç, S. (2009), Saraybosna Blues,
çağdaş, gözü pek dünyanın ruhundan.
(Çev: Başman, A.-Baydur, S.) İstanbul: Pupa Yayını, s.52. .
5. Kurbanları anmanın yanı sıra Srebrenitsa soykırımının
2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan yıldönümü münasebetiyle düzenlenen ana faaliyetler-
en büyük insanlık trajedisi olarak tarihçilerin den biri olan Marş Mira, 2020 yılı yürüyüşü coronavi-
rüs nedeniyle iptal edilmiştir.
hemfikir oldukları Srebrenitsa Soykırımı, üze-
6. Gümüş, İsmail (2010), Boşnak Türküsü, İstanbul: Cum-
rinden geçen çeyrek yüzyıla rağmen Boşnakla- huriyet Kitap.
rın kapanmayan yarası olarak kanamaya devam 7. Marş Mira’ya Türkiye’den katılmak için; önceki yıllar-
ederken 2019 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi da katılımcılar tarafından oluşturulmuş bir gönüllüler
Avusturyalı Peter Handke (1942-), soykırım ye- grubu olan www.marsmiraturkiye.org web sitesinden
ayrıntılı bilgi alınabilir.
rine kardeş cinayeti nitelemesini tercih ettiğini, 8. Thoreau, Henry David (2019),Yürümek, (Çev. Işık, Sel-
Müslüman Boşnakların kendi kendilerini öldür- çuk), İstanbul: Can Yayını.
düklerini ve suçu Sırplara attıklarını savunabil- 9. Gros, Frederic (2017), Yürümenin Felsefesi, (Çev. Ulu-
mektedir.15 taşlı, Albina), İstanbul: Kolektif Kitap.
10. Günal, A. (Editör), (2013), Bir Daha Asla!, İstanbul: Açık
“Veeee insanlar alçaklık yaparlarken alçaklık
Toplum Vakfı-Anadolu Kültür Ortak Projesi, s.122.
yapıyorum diye yapmıyorlar; alçaklıklarına bir 11. Günal, A. (Editör), (2013), a.g.e, s.123.
gerekçe uydurup önce kendilerini kandırıyorlar, 12. Günal, A. (Editör), (2013), a.g.e., s.124.
sonra vicdanlarını susturup istedikleri alçaklık- 13. Latiç, Cemalettin (2007), Srebrenitsa Cehennemi, (Çev.
ları yapıyorlar.”16 Engüllü, Suat), Sakarya: Valilik Yayını, s.138.
14. Tunç, İlyas (Çeviren ve Derleyen), (2018) Çağdaş Nijer-
Srebrenitsa’lı çocuklar, “yeniden savaş çıkar ya Şiiri Antolojisi, İstanbul: Kaos Çocuk Parkı Yayını,
mı” korkusu içindeyken dünya çocukları gelece- s.302-303.
ğe dair umutlarını ne kadar büyütebilir ki? Bir- 15. Bkz. 11.12.2019 tarihli Hürriyet, Habertürk ve Sözcü
likte ve bir arada yaşamak kültürünün zeminini gazeteleri.
16. Aziz Nesin-Ali Nesin Mektuplaşmaları (2016), İstan-
güçlendirmek adına hepimiz Srebrenitsa’yız! bul: Nesin Vakfı Yayını, s.365.
Çocuklarımız için; asla unutmayacağız “insan 17. Yörük sözcüğünün aslı yürük olup yürümek fiilinden,
kalmayı”! yürüyen anlamına gelmektedir. ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


45
FREUD İLE TANPINAR, YAS VE MELANKOLİ
FATİH BAHA AYDIN


İLK BAKIŞTA DAHİ PSİKANALİZİN DERİN ETKİSİNİ ONDA RAHATLIKLA GÖRÜRÜZ. METİNLERİNDE NEVROZ,
BİLİNÇDIŞI, NARSİZM GİBİ KELİMELER, PEK ÇOK DURUMU AÇIKLAMAK İÇİN KARŞIMIZA ÇIKAR.
BAZEN PSİKANALİZE DAİR GÖRÜŞLER, ELBETTE TANPINAR’IN SANATÇI SÜZGECİNDEN
GEÇMİŞ HÂLLERİYLE, YARATTIĞI KARAKTERLERİN AĞZINDAN DÖKÜLÜR

reud’un 1900 yılında yayımladığı Rüyaların mek istemesiyle anlayabiliriz. Dalí o sırada otuz

F Yorumu, psikanaliz alanında açtığı çığırın dı-


şında birçok sanatçı için de gözlerinin önün-
deki perdeyi kaldıran bir eser olmuştur. Rüya, gü-
dört yaşında olmasına rağmen sanat camiasında
haklı bir şöhretin sahibidir. Freud’a ve bilhassa
onun rüya hakkındaki çalışmalarına hayranlık
zel sanatların her alanı için çok zengin bir tema duyan Dalí, 1938’de Stefan Zweig’in aracı olma-
olması hasebiyle Freud öncesi sanatçılar için za- sı ile Freud ile Londra’daki evinde buluşur. Ona
ten çok verimli bir konuydu. Fakat rüya belki de yeni yaptığı Narcissus’un Metamorfozu tablo-
onlar için masallar alemine yolculuktu, metafizi- sunu gösterir, fikirlerini sorar...
ğin bir cüzüydü, insanın kendi dışındaki dünyaya Salvador Dalí’nin bile onayını almak için
gizemli bir seferdi. İnsan uyurken bedenini terk gözlerine baktığı Freud, rüyaya dair fikirleri ile
ediyor olmalıydı, ve rüya denen vakıa da bu ufak Tanpınar’ın eserlerinde de sıkça arz-ı endam
ölümün kucağında açmış bir bahçe gibiydi. eder. Öyle ki, Antalyalı Genç Kıza Mektup adıyla
Rüyaların Yorumu, bu gizemli dünyayı yıkan basılan mektubunda Tanpınar, kendi sanat an-
ve yerine kendi düzenini getiren bir eser olarak layışını “En uyanık gayret ile dilde rüya hâlini
meydana çıktığında, sanatçıların da rüyaya ba- yakalamak.” olarak tanımlayarak, rüyayı sanatı-
kışları değişmeye başlar. Rüyalar artık hayallerin nın tam merkezine koyar. “Şiir ve Rüya” başlığı
at koşturduğu basit bir düzlemden ziyade; insa- taşıyan iki makalesinde bu mevzu üzerine daha
na dair hakikatleri gizleyen, çözülmesi gereken derinlemesine eğilir. Günlüklerinde, mektupla-
bir bulmacadır... Freud’un sanatçılar üzerindeki rında, hatta öğrencilerinin ders notlarında bile
etkisinin kuvvetini Salvador Dalí’nin onla görüş- bu mevzu zaman zaman geçer.

46 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561

Sigmund Freud Ahmet Hamdi Tanpınar

Fakat Tanpınar’daki Freud etkisini sadece bu toplumu anlamaya yarayan kıymetli bir araçtı.
“rüya” kelimesi ile sınırlamak mümkün değil. İlk Hayri İrdal’ın babasını beğenmemesini de, genç
bakışta dahi psikanalizin derin etkisini onda ra- Cumhuriyet’in imparatorluğa bakışını da bu
hatlıkla görürüz. Metinlerinde nevroz, bilinçdışı, bağlamda Freudyen bir nazarla okuyabiliriz.
narsizm gibi kelimeler, pek çok durumu açıkla- “Adem’le Havva” öyküsünde Adem, yaşadığı
mak için karşımıza çıkar. Bazen psikanalize dair yalnızlık duygusu ve korkunun etkisiyle Havva’ya
görüşler, elbette Tanpınar’ın sanatçı süzgecin- sığınmak ister. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle bu,
den geçmiş halleriyle, yarattığı karakterlerin ağ- “anne karnına dönüşü” simgeler. “Sakla beni...
zından dökülür. Mahur Beste’de “Şark yok, şark Sakla beni, diyordu. Ve istiyordu ki başı ve bütün
öldü. Bizler yetimiz. Unutmaktan başka çaremiz vücudu Havva’nın gecesine her an daha fazla gö-
yok. Yetimlikten kurtulmak için unutmalıyız.” mülsün...” Mahur Beste’de Behçet Bey, “Freud ile
diyen Sabri Hoca’yı da; Saatleri Ayarlama Ens- Bergson’un beraberce paylaştıkları bir dünyanın
titüsü’nde “Psikanaliz çıktığından beri hemen çocuğuyuz. Onlar bize sırrı insan kafasında, insan
herkes az çok hastadır.” diyerek arkadaşını pay- hayatında aramayı öğrettiler.” sözleri ile özetler
layan Doktor Ramiz’i de örnek olarak verebiliriz. kendi görüşünü. Behçet Bey ne ölçüde Tanpınar’ı
Fakat Tanpınar’daki Freud etkisini sadece yüzey- temsil eder, bu bilinmez. Fakat Anatalya’lı Genç
de aramamak gerek. Sanatçının özellikle roman- Kıza Mektup’ta şöyle der Tanpınar:
larında psikanaliz, basit bir motiften çok daha “Şiir ve sanat anlayışımda Bergson’un zaman
fazlasıdır. Onun için bu yeni çalışma sahası, bel- telakkisinin mühim bir yeri vardır. Pek az oku-
ki Batı’daki çağdaşlarında olduğu gibi, bireyi ve makla beraber o da borçlu olduğum insanlar-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


47
561 MAKALE

dandır. Fakat 1912 yıllarında Schopenhauer ve değil; kişinin kendi benliğidir. Ve melankolide
Nietchze’yi çok okuduğumu hatırlatayım. Rüya insan, yastan farklı olarak, kaybettiği objenin
meseleleri beni Freud’a ve psikanalistlere de gö- neyi temsil ettiğini tam olarak bilemez. Kaybo-
türdü.” lup giden insan veya idealin kendisinden bir şey
Freud’un velut bir araştırmacı olduğunu bili- götürdüğünü sezer fakat onda artık olmayan bu
yoruz. Metotlarının bilimselliği ve etiğe uygun- şeyin ne olduğunu tam olarak bilemez...
luğu tartışılsa da çok büyük bir külliyat bıraktığı Hayri İrdal, eşi Emine’nin vefatı ile birlikte
aşikar. Peki Tanpınar bu külliyata ne ölçüde ha- büyük bir keder duyar. İçinde olduğu durumu
kimdi? Bunu anlamak güç. Kütüphanesi üzeri- anlatışı, ilginç bir şekilde Freud’un melankolik
ne yapılan çalışmaların bize pek doğru cevaplar obje kaybı tarifine benzemektedir.
vermeyeceğini varsayabiliriz. Zira eserlerinde “Emine’nin ölümüyle son tutunduğum dal
işlediği konuların zenginliği, sosyo-kültürel me- da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kay-
selelere vukûfiyeti göz önüne aldığımızda, Tan- bettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk
pınar’ın bize kalan kütüphanesinden çok daha önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de
fazlasını okuduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz... hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde
1917 yılında yayımlanan “Mourning and simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum.”
Melancholia” makalesi ile Saatleri Ayarlama Freud’a göre melankolinin diğer bir ayırt edi-
Enstitüsü’nü karşılıklı okuduğumuzda, etki- ci özelliği, özsaygıda meydana gelen tahribattır.
leşimin gücü hakkında bir fikir sahibi olmak Kişi, hiç utanıp sıkılmadan kendini açıkça suçlar.
mümkün. Freud’un tanımladığı şekliyle “yas Freud bunu son derece çarpıcı bulur çünkü nor-
ve melankoli” ile Hayri İrdal’ın sözleri arasında mal şartlarda insan kendi kusurlarını gizlemek
şaşırtıcı bir benzerlik var. Freud’a göre yas ve ister. Hâlbuki melankolide tam tersine, ısrarlı bir
melankoli, birbirine benzeyen fakat aralarında konuşma ve benliği teşhir etmekten duyulan
önemli farklar bulunun iki ruh hâli. Yas, sevilen haz vardır. Hayri İrdal’ın öz saygınlığında gelen
birinin yahut soyut bir idealin ölümü karşısında tahribatı, kusurların teşhir etmek arzusunu şu
verilen bir tepkidir. Yas duyan insan, kaybettiği pasajda görmek mümkün:
“şey”in, diğer bir ifade ile yokluğunu hissetti- “İçimde o zamana kadar duymadığım bir
ği objenin ne olduğunu bilir ve buna kuvvetli eziklik vardı. Bu korku değildi, acı değildi. Ancak
bir özlem duyar. Bu kederli ruh hâli neticesinde kendisine ihanet eden insanların duyacağı bir
dünya ona çorak ve manasız gelir. Fakat bu yas azaptı. Bir ucu iğrenmede biten garip bir duy-
süresi zarfında kendine olan bakışı değişmez. gu. Böyle günlerden birinde idi. Bir ara gözüm
Sorumlu dış dünyadır. Belki hayat belki kader karşıdaki aynada kendi hayalime erişti. İki ya-
suçlanır. Kendisinden koparılan şeyin ne oldu- nıma asılmış paltoların arasında kendi yüzümü
ğunu bilir ve sadece bunun getirdiği tabii bir o kadar memnun ve biçare, o kadar zelil ve her
hüzünle yaşar... Yas duyan insana müdahale tarafa sürüklenebilir, her şeye mukavemetsiz ve
gereksizdir çünkü zaman onu telafi edecektir. her şeyden istifa etmiş gördüm ki bir an billû-
Fakat Freud’a göre melankoli çok daha farklı- run beni kusacağını, kendi suratımı ayaklarımın
dır, yıkıcıdır, patolojiktir, tedavisi lazım gelen ucuna fırlatacağını sandım. Fakat hayır, hiç de
bir durumdur. böyle olmadı. İkinci, üçüncü bakışta bu hayale
Melankoli de kayba verilen bir tepkidir. Fa- de alıştım. Her şey müsavi idi.”
kat buradaki keder iyice kök salmıştır ve insana Özsaygıdaki tahribata bir diğer örnek olarak,
ıstırap verir. Melankolide dış dünyaya ilgi aza- Hayri İrdal’ın her akşam eve gelip çocuklarını
lır, sevme kapasitesi düşer, özsaygı tahrip olur. görünce hissettiği duyguları zikretmek müm-
Yasta olduğu gibi kurak gözüken yer dış dünya kün:

48 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
“Onları görür görmez içim merhametten
parça parça oluyor, kendi iradesizliğime, talihi-
me kızıyor, başımı saatlerce duvarlara çarpmak
istiyordum.”
Freud’a göre melankolide kişi kendini değer-
siz, bencil, ikiyüzlü, bağımsız olmayı becereme-
yen, biricik amacı kendi doğasından kaynakla-
nan zayıflıklarını saklamak olan biri olarak tarif
eder. O hâlde Hayri İrdal’ın şu cümleleri bize şa-
şırtıcı gelmemelidir:
“Ben biçare bir gölge idim. Yanımdan biraz
sürtünerek geçen her adamın peşine takılan,
ondan ayrılır ayrılmaz, iki kedi yavrusu gibi
birbirine sokulan, birbirinin kucağında gülen,
ağlayan, bilhassa ağlayan iki çocukla çapaçul,
biçare bir gölge... Gül! dedikleri yerde gülen,
ağla veya konuş dedikleri yerde konuşan, ağ-
layan, enteresan buldukları zaman enteresan
olan, yüzüne bakmadıkları gün mevcut olma-
yan biçarenin biri.”
Hayri İrdal’ın benliğine karşı açtığı bu savaş
kısa sürmez. Emine’nin ölümünden üstünden
yıllar geçtikten sonra bile özsaygısı düzelmiş
değildir. İnsanın aklına ister istemez “Kaybettiği
obje Emine değil miydi acaba?” sorusu gelebilir.
Acaba Emine’nin ölümü vatan, hürriyet, prestij
gibi ideallerin kaybını mı temsil ediyordu? Bunu
tam olarak bilmek mümkün değil.
“İnci gibi kızını Topal İsmail budalasına ver-
meyi bir saniye bile düşünen insan için kıyafet,
haysiyet, şeref gibi meseleler artık mevzubahis
bile olamazdı.”
Hayri İrdal bu cümleyi Emine öldükten uzun
yıllar sonra sarf eder. İkinci bir evlilik yap-
mıştır, çocuk yaşta öksüz kalan kızı evlenecek
yaşa gelmiştir... Şurası aşikar ki, Hayri İrdal yas
tutmamaktır. Zira Freud’a göre bu kadar uzun
süreli ve patolojik hâle gelmiş bir keder, me-
lankolidir... Romanda Hayri İrdal bu cümleyi
“velinimetim” olarak addettiği Halit Ayarcı ile
tanıştığı akşam sarf eder. Ve yine aynı akşam,
Halit Ayarcı, Doktor Ramiz ve Hayri İrdal, Erme-
ni bir saatçiye giderler. Bu usta, Halit Ayarcı’ya
ait yadigâr bir kol saatini, vakti zamanında hoy-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


49
561 MAKALE

ratça tamir etmiştir. Hayri İrdal, Ermeni ustanın topluma, içinde yaşadığı çağa yöneltmek iste-
işi yapışından oldukça rahatsız olmuştur. Dük- miştir...
kana girdikleri andan itibaren, tamirat boyun- Emine’nin ölümü Hayri İrdal için sadece bir
ca her an Ermeni ustanın yanı başında durur. kayıptan çok daha fazlasıdır. Gün geçtikçe içi-
Onu titizlikle takip eder, yeri gelir haşlar. O ana ne daha çok gömüldüğü; sanrılarla, işe yaramaz
kadar görmediğimiz bir özsaygı Hayri İrdal’da enstitülerle dolu dünyaya Emine’nin vefatıyla
peyda olmuş gibidir... Saat ustası eğilip bükü- düşer. Bu travma ve temsil ettiği her şey, Hay-
lür, kan ter içinde kalır. Bir buçuk saat süren ri İrdal’daki melankolinin belki de asıl sebebidir.
bu tamir işleminin sonunca Ermeni usta Hay- Freud göre travma, kişinin tahammül edeme-
ri İrdal’in bilgisinden o derece etkilenmiştir ki diği ve anlamlandıramadığı bir yara ise; Hayri
“Beyefendi, zatınız İsviçrelisinizdir? Yoksa orada İrdal’ın, eşi Emine’nin ölümüne mana vereme-
tahsil ettiniz?” diye sormadan kendini alamaz. mesine şaşırmamalıyız. Hatta “Olabilecek şeyle-
Ne var ki Hayri İrdal’ın benliğine gösterdiği say- rin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.” demesini
gı kalıcı değildir. O kadar eleştirdiği, azarladığı, dahi hor görmemeliyiz. Gerçekten de travmalar
açığını yakaladığı Ermeni ustanın dükkanından kolayca aşılamayan hendekler gibi bizi meşgul
çıkarken “Keşke bu adama bu kadar haşin dav- eder. Ve belki bütün kişiliğimiz, kapatmak iste-
ranmasaydım, belki beni çıraklığa kabul ederdi.” diğimiz o yaranın etrafında şekillenir. İyi ve kötü
diye içinden geçirir. Bu cümle, sahiden düşkün hasletlerimizle... Emine Hanım’ın yahut onun
durumda olanların haykıracağı samimi bir fer- temsil ettiği değerlerin ölümü ile Hayri İrdal,
yat mıdır yoksa melankolik bir insanın kendi benliğinde açılan ve melankolisinin asıl kayna-
benliğine vurduğu son darbe midir? ğı olan bu yarayı roman boyunca taşır. Fakat
Freud’a göre hastanın çok sayıdaki öz suçla- bilmeden taşır. Ne var ki yıllar sonra, uykusuz
malarının önemli bir kısmı kendi ile alakalı de- bir gecenin karanlığında fark eder ki; Emine’nin
ğildir. Bunlar daha ziyade, hastanın sevdiği, sev- ölümü onun için acı bir kayıptan fazlası, hayatı-
miş olduğu, yahut sevmesi gereken birine daha na yön vermiş bir travmadır:
uygundur. Freud buna şöyle bir örnek verir: Çocuklarımın bana karşı hâlâ saygı ve sev-
“Kendisi gibi yetersiz bir kadınla evli olduğu için gi göstermelerine şaşıyordum. Ahmet bile beni
kocasına merhametini yüksek sesle dile getiren açıktan açığa üzmek istemiyordu. Bu şüphe-
kadın, gerçekte, kocasını yetersiz olmakla suçla- siz Emine’den gelen bir taraflarıydı. Birdenbi-
maktadır.” Acaba Hayri İrdal da çevresindekileri re içimde korkunç bir yara sızladı. O yaşasaydı
suçlayamadığı için mi kendini hor görmektedir? bunların hiçbiri olmazdı.
Freud’a göre melankolik insanların kendilerini Romanı da tıpkı şiir yazar gibi kelime keli-
hiç utanmadan teşhir etmesinin sebebi, kendi- me vücuda getiren Tanpınar’ın “yara” kelime-
leri hakkında söyledikleri onur kırıcı her şeyin sini rastgele seçtiğine inanmak güç geliyor.
aslında diplerde bir yerlerde, başka biri hakkında Melankolide insanın, kaybolan objeyle birlikte
söylenmiş olmasıdır. Belki de Hayri İrdal’ın ken- kendisinden kopup giden şeyden bihaber ol-
dini okuyucunun önüne bu denli rahat atması- duğundan bahsetmiştik. Hayri İrdal, yukarıdaki
nın sebebi budur. Ana karakter, henüz romanın pasajdan anladığımız kadarıyla kendiyle alaka-
başında anlatmak istediği meselinin bir enstitü- lı birtakım hakikatleri anlayacak gibi olmuştur.
nün kuruluş hikâyesi olduğunu söyler ama buna “Bunların hiçbiri olmazdı.” derken, acaba kastı
rağmen asıl anlatmak istediği mevzuya bir türlü ne? Bu cümledeki “bunlar” neyi temsil ediyor?
gelemez. Öz eleştirisi bazen belirgin, bazen üstü Emine Hanım’ın ve onun temsil ettiği ideallerin
kapalı, sayfalar boyunca sürer. Belki de Hayri ölümüyle; Hayri İrdal’dan ve pek tabii bizden ne
İrdal bu acımasız eleştirileri kendine değil de, eksildi sahi? ❮

50 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


KAÇIŞ
NUH ÖZTÜRK


DİŞİYLE TIRNAĞIYLA KURDUĞU YUVASINI, GÖZLE BİLE GÖREMEDİĞİ BİR DÜŞMANA BOZDURMAYA NİYETİ
YOKTU BUGÜNE BUGÜN. O ZAMAN EN YAKININDAKİLERİ KENDİSİNDEN UZAKLAŞTIRMAKLA
BAŞLAYABİLİRDİ İŞE. ÖYLE YA, MUM BAZEN DİBİNE DE IŞIK VERMELİYDİ

D
almıştı, duymuyordu. “Abi tamam!” diye duygularıyla yeniden direksiyona geçti. Son-
daha üst perdeden seslendi arabanın de- ra arka koltukta oturan ve uzun yola çıkmak-
posunu dolduran ağzı maskeli, gözleri tan hoşnut görünmeyen oğluna baktı aynayı
kuşkulu genç. Ses ilk başta rüzgârın sürüklediği hafif eğerek. Annesi onlara katılamadığı için
uğultu gibi gelmişti, sonradan algıladı yükselen yüzü hepten düşmüş, daha yolun başında
tonu. Daldığı gölgeli âlemden sıyrıldı böylece. yengeç kokusu almış midye gibi içine kapan-
Gencin bıyık altından gülmesiyle toparlanmasa mıştı. Hâlbuki zorunlu tatilin ilk günleri ne
bu ısrara çıkışacaktı neredeyse. Elini cebine attı zevkliydi! Kendisi gibi eve hapsolan öğretmen
ama hemen sonra vazgeçti: “Ben kartla öde- babasıyla gün boyu çizgi film izliyor, tablette
yeyim en iyisi!” Ne kadar az temas o kadar az oyundan oyuna atlıyorlardı ama annesi niye
risk, diye tembihlemişti pimpirikli hemşire eşi. çalışıyordu? Biraz da babası işe gitse, annesi
Sayesinde birkaç haftadır tus tecrübesini atla- evde kalsa ne olurdu sanki? Oğlunun oyalan-
tacak kadar teorik bilgiyle yığılmıştı havsalası ması ümidiyle, arka koltuğun diğer tarafına
ve henüz paranoyak davranışlar sergilemese de yığdığı abur cuburlar ancak bir süre işe yara-
anksiyeteye ramak kala harekete geçmişti ister dı. “E, napalım bu günler de öyle ya da böy-
istemez. Uzun istişareler bir kenara bırakılmış, le aşılacak. Bir de şu uzun mesafeyi aşabilsek
eşinin emrivakisiyle memleket yolculuğu kara- sağ salim...” diye söylenmeye başladı içinde
rına varılmıştı. iyimser biri. Daha ihtiyatlı olanı kesti sözü-
Ödemeyi yaptıktan sonra temassız kartı ve nü: “Dinlenme tesislerinden falan uzak durun.
fotoselli kapıyı icat edenlere hissettiği şükran Mecbur kalırsanız lavabolara dikkat! Çocuğun

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


51
561 HİKÂYE

elleri hiçbir yere değmemeli. Zaten maskesiz, yanındaki çantada bir şeyler var, açıp alabilir-
eldivensiz arabadan dışarı adım bile atılma- sin.” Haberlerde şahit oldukları şimdi cadde-
yacak.” Birden eşine dönüşüverdi bu konuşan lerde, sokaklarda canlı yayınlanıyordu; ne var
kişi: “Oğlumun sevdiği poğaçalardan yaptım, ki insanların birbirlerinin boğazına sarılması-
suyu, ıslak mendili falan hepsi sırt çantasında, nı gerektiren bir kıtlık falan da yoktu henüz.
unutma. Aman, yavaş gidin!” Evden çıkarken Böyle olmayacak, en iyisi müziğe sığınmaktı.
zor teskin etmişti eşini. Tamam, sakin olmalıy- Etrafını saran, sonsuz bozkırların çığlığı boz-
dı artık; her şeyi ezberlemişti, her kurala har- laklardan Ege yöresine geçti, olmadı Doğu’nun
fiyen uyulacaktı, tamam. Poliklinikte yüzler- kar ile boranlı dağlarına yaslandı. Ezgiler hare-
ce hastayla ilgilenip koşturmak mı yoksa her ketlendikçe daha çok basıyordu gaz pedalına,
mesai sonunda yaşadığı ikilem mi daha fazla neşelendikçe parmaklarıyla direksiyonda ritim
bitkin düşürmüştü acaba eşini? Hemen hemen tutmaya başladı istemsiz. Sonra dönüp dolaşıp
her akşam hastane ile evi arasında yüzlerce aynı içli türkülere takılı kaldığını fark etti. Doğ-
kez gidip geliyordu, eve gelmekle gelmemek ru muydu acaba, en çok hüzün mü yakışıyordu
arasında. Oğluna sarılıp öpücüklere boğsa ayrı bize, helak zehri dermanın kendisinde miydi
bir dert boğmasa… Çoğu zaman kendisi bo- gerçekten? Bu cevapsız kısırdöngüden sıyrılıp
ğulacak gibi oluyordu. Onca dikkatine rağmen radyoda haberlere geçti. Aynı uyarılar, benzer
ya bulaşırsa bu illet? Düşünmek bile istemedi şikâyetler ve artan vaka sayısı… Kısmi sokağa
ve bir dişi atmaca gibi kanatlarını açarak göl- çıkma yasağı, üstüne bir de haftalardır eve
gelediği yuvasını sağlama almaya girişti önce. hapsoluş insanların sağlığını bir dereceye ka-
Dişiyle tırnağıyla kurduğu yuvasını, gözle bile dar korusa da ruh sağlığına ters etki yapıyordu
göremediği bir düşmana bozdurmaya niyeti nicedir. Kendileri de az sıkıntı yaşamamıştı. Bu
yoktu bugüne bugün. O zaman en yakınında- yolculuk iznini almak için ne diller dökmüşlerdi
kileri kendisinden uzaklaştırmakla başlayabi- ilgili kurula! Memleketteki evlerine gidecekler-
lirdi işe. Öyle ya, mum bazen dibine de ışık di işte! Hem orası küçük bir kasabaydı ve daha
vermeliydi. güvenliydi çocukları için. Ancak testler nega-
Birkaç saatin sonunda hatırı sayılır bir me- tif çıktığında koparabilmişlerdi izni. Ertesi gün
safeyi geride bırakmışlardı. Bir de şu şehir mer- de anneyi geride bırakarak yarım yamalak yola
kezi yakınlarında ışıklara takılmasalardı oğlu- düşmüştü baba oğul.
nun tavşan uykusu bölünmezdi işte. Yine bir Uzayan seyahat bir yana, arka koltukta sı-
kırmızı ışıkta, mahmurluğun belendiği “Baba kışıp kıvranmak daha da sıkıcıydı. Bir süredir
şu adamlar n’apıyo?” sesi geldi birden arka- uzatmaları oynayıp oyalamaya çalıştığı oğluna
dan. Yan tarafa döndü, biraz daha geriye oğ- “Tamaam, geldik.” müjdesini verdiğinde niha-
lunun işaret ettiği tarafa doğru baktı. İki kişi yet görünen bir akaryakıt istasyonuna direksi-
bir marketin önünde orta boy bir çuvalı çekiş- yonu kırmak üzereydi. Bu mola, tüm risklerine
tirip duruyordu. Etrafındakiler de bir diğeri- rağmen oğlu için nefes almak, dünyevi yaşa-
ne bağırıp duruyordu elini kolunu sallayarak. ma az biraz teğet geçmek anlamına gelebi-
Gerilimin virüsten daha hızlı yayıldığı gün gibi lirdi hem. “Dur, bekle! Şu eldivenleri takalım,
ortadaydı. Hayatta kalma içgüdüsü mü yoksa maskeyi de… Bak hiçbir yere değmek yok! Her
bunun tetiklediği egoizm mi daha ağır basmıştı yer fotoselli zaten! Kapılar, sular, sabun, şu so-
bilinmez, insanlık hasım bellediği nefis yerine luduğumuz hava...” Bir iş kazası geçirmeden
hısımlarının gırtlağına yapışma noktasındaydı dışarı çıktıklarında baba eldivenlerini değiştir-
artık. “Bir şey yok oğlum, boş ver, tartışıyor- meye koyuldu, çocuk ne zamandır içine çek-
lar işte.” diye geçiştirmeye çalıştı. “Acıktıysan meyi özlediği gökyüzünün bu kadar mavi olu-

52 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


HİKÂYE 561
şuna hayret mi etse hayranlık mı duysa karar den kafalarını çıkarıp soluklanma fırsatı bul-
veremedi. Baba anı yaşarken tedirgindi, ilerisi dukları kısa araları vardı. Bir seferinde tükenen
için ihtiyatlı… Depoyu yeniden doldursa hiç çoğu iş arkadaşı gibi eşi de bir kahve alıp üç
fena olmayacaktı. Çocuk bu arada kıpır kıpır- beş dakikalığına acilin dış kapısına zor atmıştı
dı. Uyuşan bacaklarını biraz daha açmak, temiz kendisini. Farklı bir servisin aynı telaşı paylaşan
havanın yavaş yavaş karışmaya başladığı kanın bir doktoru da ciğerlerine bayram ettiriyordu,
kılcal damarlarına kadar ulaşmasını istercesine içeride nefes alamayanlara inat. Kulakları tır-
bir hamle yaptı. Ben hemen geliyorum, diye- malayan siren sesi ile bir ambulans daha ge-
rek istasyonun yan tarafındaki boş alana doğru liyordu işte. Doktor eliyle işaret etti. “Bence
son sürat koşmaya başladı. Babasının dur ne kapıları kapatıp kilitlemeliyiz artık!” Bu da ne
yapıyorsun, demesine fırsat vermeden kollarını demek oluyordu şimdi? “Artık kale düştü, sa-
açarak, ferah serinlik teninde, rüzgârın uğul- vunamıyoruz kendimizi! Mutasyona uğruyor
tusu kulaklarında, özgürlüğün tadı damağın- işte, her saat her dakika karakter değiştiriyor
da koştu, koştu. Depoyu dolduran görevli bu bu illet. Ne malum şu ambulanstan zombi virü-
konuda belli ki daha tecrübeliydi. “Abi, inan sü taşıyanların çıkmayacağı!” Eşi şok olmuştu,
birçok çocuk aynısını yapıyor burada. Çoğu bir doktor ciddi olabilir miydi? Bilinçaltının çokça
boşluk bulur bulmaz fırlayıp koşuyor bökelek şahit olduğu o Hollywood saçmalıklarını kus-
tutmuş gibi. Kimi atlıyor zıplıyor, kimisi yürü- masının zamanı mıydı şimdi? İzmariti arala-
meyi yeni öğrenmiş gibi acemi acemi ayaklarını rındaki ayaklı küllükte söndürürken kahkahayı
sürüyor, bir görsen. Bazen büyükleri de katılı- bastı doktor. “Ya bizim de delirmeye hakkımız
yor bu gemi azıya almış çocuklara. Haklılar abi, yok mu? Kaç haftadır geriliyoruz ve ruhumuz
inan ne yapsalar haklılar artık!” bu basınca daha ne kadar dayanabilir sence?”
Tekrar yola koyulduklarında ne oğlu bir O anda ambulanstan çıkarılan ağır hasta sed-
açıklama yaptı, ne de babası bir şey sordu. Esa- yeyle içeri taşınıyordu. Alışıldık koşuşturmanın
sen riskli bir durum yaşanmamıştı. Ayrıca eşine ardından içeri girmekte olan doktor durup ek-
bundan bahsetmenin ve durup dururken lü- ledi: “Bazen vanaları açmak gerek. Bırak biraz
zumsuz bir telaş yaratmanın hiç gereği yoktu. da bilinçaltımız taşsın.” O günden sonra eşi
Hastanedeki işi yeterince yoğundu zaten. As- de açıyordu zaman zaman vanaları. Karı koca
lında mesele iş yoğunluğu da değildi. Koridor- gülüp geçmeye başladılar tüm bu çılgınlıklara.
lara bile sığmayan hastaların trajik durumuydu Öyle ya bütün bu yaşananlar olsa olsa hayatın
asıl mesele! Bütün hastane yoğun bakım üni- kara mizahı olabilirdi ancak.
tesi gibiydi. Doktorların şans verdikleri hasta- Yolun sonu görünmüştü nihayet. Önce,
ları önceleyip riskli olanları ötelemesi artık etik çoktan derin uykuya geçmiş olan oğlunu ta-
sorun olarak görülmüyordu. Bu durum, hayatın şıdı kucağında, sonra bagajdaki eşya ve erzak-
içinde balon gibi genleşen hastalığın kendine la dolu çantaları. Bomboş evleri gibi etrafta
biraz daha yer açmak için kıyıda olanları in- da ölü sessizliği vardı. Daha çok yazlıkçıların
safsızca boşluğa bırakmasından başka ne ola- muhiti olduğu için in cin top oynuyordu her
bilirdi? Kritik süreçte dakikalar hatta saniyeler yerde. Uzaktan görünen denize tüm kızıllığıyla
bile sayılıydı. Çalışanların diğerleri gibi evde gömülüyordu işte güneş. Ertesi gün, söz verdiği
sıkılma lüksleri yoktu. Tüm bu yaşananların gibi sahilde yürüyüş yapacaktı oğluyla birlikte.
Tanrı’nın uyarısından başka bir şey olamayaca- O kavurucu sıcaklara daha birkaç hafta vardı,
ğı veya doğanın sinsi, dengeleyici planlarından o yüzden şimdilik sadece yürüyeceklerdi. Hem
biri olduğu gibi uzun boylu muhabbetlere de de yorulana kadar, doyana kadar; şu bahar gü-
giremiyorlardı. Sadece dünyanın penceresin- neşi yarın tekrar bir doğsun hayırlısıyla… ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


53
DOĞUM YIL DÖNÜMÜNDE TARIK DURSUN K.’NIN
SARI DEFTERİ’NDEN TAŞAN İKİ HİKÂYESİ - II
ÖZLEM FEDAİ


DEREYE SIRT ÇEVİRİNCE ÜÇ YOL AĞZINA ÇIKTILAR. MEMEDALİ HAYVANIN BAŞINI SAĞA DÖNDÜRDÜ.
UZAKLARDAN KÖYÜ İNSANIN AVUCUNUN İÇİ KADARCIK GÖZÜKÜYOR

N
âzım Hikmet, 1936 tarihli Simavna Ka- müren/sömürülen, güçlü/zayıf denklemleri için-
dısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı’nın bir de anlatmıştır.
yerinde; Yolcu yollarda topraksız insanın 1951 yılında tuttuğu ve doktora tez çalışma-
/ ve insansız toprağın feryadını duyar idi der. mız sırasında şahsımıza hediye ettiği “Sarı Def-
1930’lu yıllardan itibaren Türk hikâyecileri için ter”ine el yazısıyla yazdığı hikâyeleri Anadolu
de önemli konulardan biridir köylünün toprak- gerçeğine yaklaşımını gözler önüne sermektedir.
sızlığı yahut garibanlığı. Zira yeni bir inşa sü- Bugüne kadar sadece içinden bazı bölümleri ke-
recinde olan Anadolu’da “milletin efendisi” olsa serek, bazılarını değiştirerek başka öyküleri için-
da gariban ve sahipsizdir köylü. Güçlüler, güç- de yayınladığı “Arkadaşım Fahri” öyküsünü, Türk
süzleri ezmekte, babadan kalma topraklarına Edebiyatı dergisinin geçen sayısında okurlarıyla
ve mallarına bile göz koymaktadır. 1940’lar ve paylaşmıştık1. Tarık Dursun, toprağı için yaşayan,
1950’lerin “toplumcu” yazarları, âdeta bir “ta- emeği ile onun için savaşan, daha çok ürünün
nık” durumundadır. Köy, kasaba ve kent ger- hayalini kuran, annesi öldükten sonra kandırıla-
çekliğine samimi olarak yönelirler. Aslında 1940 rak elinden toprağı alınmaya çalışılan, yediği da-
toplumcu gerçekçilik, 1950 eleştirel gerçekçilik yak ve ezilmişliği ile intihar eden gariban köylü
akımlarının öykümüzde hâkim olduğu yıllardır. Memedali’nin toprak tutkusunu, üzerine sırt üstü
1950’lerin başında Anadolu gerçeğine kendi yatıp hayaller kurduğu toprağında, yüzükoyun
“tez”leriyle yaklaşan Orhan Kemal, Yaşar Kemal, serilmiş bedeniyle “güçlü”ler tarafından ölüme
Kemal Tahir, Kemal Bilbaşar gibi henüz genç bir sürüklenişini anlatan “Toprağa Dair” öyküsünü
öykücü olan Tarık Dursun K. da Anadolu’yu sö- de bu sayıda okuyucularıyla buluşturuyoruz.

54 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ARAŞTIRMA 561
Tarık Dursun’a göre hikâye, insanın dış ve şına gelmiş olan bu durumu tüm gerçekliğiyle
iç gerçeğinin ortaya çıkmasına hizmet ettiği ve “gösterme” yöntemini kullanarak aktarmış-
ölçüde bir kıymet ifade eder. Bu hikâyede de tır. Köylülerin hayata tutunma sebepleri olan
bir Anadolu köyünde yoksul bir ana-oğulun “toprak”ları iken, canlarından olma sebepleri de
yaşamları, alın teriyle sarıldıkları toprağa bağ- yine toprak olurken geç Tarık Dursun, başka ya-
lılıkları anlatılırken, “güçlü”lerin oyunuyla elle- zarlardan da okuduğu ya da bildiği bu gerçeği,
rinden alınmaya çalışılan toprağı için (ve onun köylünün sınıfsal kökenine ve natüralist ve top-
üzerinde) canından olan bir köy delikanlısının lumcu bakış açısına uygun düşecek bir günlük
ölümü gözler önüne serilmiştir. Toprağındaki bir dil içinde olayları yansıtmıştır. Bu sebeple Tarık
ağaca asılmış bedeni üzerinden köylünün çare- Dursun, “toprak için, toprak uğruna” mesajıyla
sizliğine vurgu yapılırken, öykü kişisinin yoksul yazdığı bu öyküyle güçlülerin güçsüzleri ezdiği
köy evinin yalın tasviri, kasaba doktorunun dahi bir dünyanın gerçekliğini başka eserlerinde de
annesinin ölümüne kayıtsız kalışı üzerinden de yansıyacağının ipuçlarını görmek mümkündür.
fukara köylünün toplum nazarındaki duru- Nitekim yazarın Yabanın Adamları, 36 Kısım
mu aktarılmıştır. Sahte belgelerle “güçlü”lerin Tekmili Birden hikâye kitapları ve Denizin Kanı,
Memedali’nin elinden zorla almak istedikleri İnsan Kurdu, Kurşun Ata Ata Biter gibi roman-
“toprak”, aslında birçok toplumcu yazarın eser- ları benzer güç çatışmaları ve mesajlar açısın-
lerinde dile getirilmiş ve birçok köylünün ba- dan dikkat çekici eserlerdir.

Uzaklardan top top ağaçlı bir dereden gelen

TOPRAĞA DAİR kurbağa seslerini dinledi garipliğini düşündü “Ver-


giyi de ödeyemedik anasını” diye geçirdi. Körler’in
tarlayı geçivermez. Ta yukarılardan kesilmeyi unu-
TARIK DURSUN K. tulmuş arık önüne çıktı...
Boz eşek suyu görünce durdu ve başını eğdi
“O şimdi yattığı TOPRAK’ta
Sağlığında da yatardı.” Memedali:
Necmi Eren -“Susadın mı len danguz?” dedi. “Dayan garim
içebildiğin kadar.”

D
aha gün ışımamıştı. Yolun her iki yanında Eşeğin su içişine baktı. Hafif meyilden alaşa-
sıralıklı ağaçlar boylum boylum bir karartı ğı inen su, boz eşeğin yüzüne çarpıyor duraklıyor.
içindeydiler... Ortalığı öylesine serin, öylesi- Sonra içindeki taşlar sayılabilecek kadar temiz
ne bir boşluk kaplamış ki... akıp gidiyordu.
Memedali boz eşeği bırakıvermiş kendi hâline... Memedali’nin tarlasının yanına şöyle bir arık-
Boz eşek, başını önüne eğmiş, kulakları salmış cık oluverse. O zaman Memedali her yılki gibi mısır
gidiyor. ekmeyecek. Kabak eker mesela, mini, mini ufacık
Memedali ilkin ıslık çalıyordu. Boz eşek ne za- çiçeği burnunda Girit kabakları... Yahut fasulye...
man “Kırbaba”nın kapısının önüne geldi sustu. Ayşekadın mı olur çalı mı olur?..
Sonra yeniden kendisinin de bilmediği yekne- Yemyeşil bir tarla, topraktan fışkırmış fasulyeler...
sak bir hava tutturdu. Tekrardan ıslığı kesti. Bir Boz eşek sudan başını kaldırmış, sarı çapar
müddet eşeğin üstünde öylece sessiz suspus gitti. gözlerini dikmiş Memedali’ye.
Sonra bir ara köyüne günden evvel mi yoksa - “Doydun mu len” diye sordu. Hayvanı sudan
doğduktan sonra mı varacağını hesaplamak istedi. geçirdi. Meyilli sudan Memedali önde, boz eşek
İstedi ama canı sıkıldı bıraktı. arkada yavaş indiler.

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


55
561 ARAŞTIRMA

Karşı tepelerden bıçak çizgisi gibi keskin bir Tek katlı taş mektebin avlusundaki cevizin altı-
ışık çizgisi.... na gençten biri oturmuş kitap okuyor.
Sonra pembe lacivert, sarımsı ve nihayet kır- Memedali seslendi:
mızı renk… - “Nas’sın Ma’lim Bey, nas’sın?”
Memedali düzde hayvana bindi... Söylendi: Öbürü:
- “Geçe kaldık yine... Yürü oğlum, sağrısını - “İyiyim, iyiyim Memedali” diye karşıladı.
elindeki çomakla dürtü dürtüverdi. Boz eşek ne - “Attın mı mektubu?”
ağır ne de tırıs bir yürüyüşte tozlu yola çıktı. - “Attım ya... Attım attım.”
Memedali’nin köyüne daha yıl var... Dereye Sarı bir köpek kahvelerin önünden ürüyerek
vardı mıydı, kolay... Ondan sonra şoseden ayrıla- Memedali’ye sardı.
cak soldaki “Gevenler” köyününki, ortası şose za- - “Hoşt hoşt” dedi Memedali.
ten, sağdaki yol dosdoğru Memedali’nin köyüne - “Vay gâvurun eniği... Bize de mi ürüyon?”
götürür adamı... Köpek, kuyruğunu kıstı, dilini çıkardı, soludu. Gü-
Eğildi, elini heybeye attı yatsıdan yarım ek- neş tepeye çıkmaya başlamış, sıcak bayağı “benim”
mekle çökelek kalmış... Kuru soğanı avucunun diyor. Memedali, boz eşekten indi. Ardına aldı, çeke
içinde kütür kütür ezdi. çeke eve geldiler. Tahta kapının mandalı düşmüş, ip
Karnını doyurunca neşelendi birden. Düşündü. de kopuk. Memedali’yi bir merak aldı. Anası nere-
- “Bir cigara olsa şimdi yemek üstüne, yak- lere gitti kim bilir?... Aklını fikrini Memedali’yi baş
sam...” Heybedeki muhtarın emaneti tütün paket- göz etmek almış. Kapı kapı kız arar durur. Memedali
leri aklına geldi vazgeçti, çekindi. anasını yine kız görmeye gitti sandı. Kapıya yüklen-
Sık salkım söğütlü derenin çağıltısı geliyordu. di, kapı esnedi. Kapı önünde insan olduğunu anla-
Gün iyicesine doğmuş ortalıkta öylesine güzel mış sanki alaca inek böğürdü. Üçüncü yüklenişinde
bir toprak kokusu var ki... kapının iki kanadı da ardına kadar açıldı. Ahırdan
Memedali derin derin içini çekti. taze tezek kokusu geliyor. Alaca inek ipini germiş
-“Eh len” dedi “Bir benim bağlardan da su ge- kapı önünde durmuş. Memedali eşeği bıraktı, ineğin
çiverseydi”... Geçeydi iyi olurdu elbet. yanına gitti. İneği sağmayı anası nasıl da unutmuş.
Memedali o zaman fasulye ekecek. Ufacık Girit Memeleri kaskatı, uçları kızarı kızarıvermiş.
kabakları sonra... Tarlayı yemyeşil edecekti. - “Vay anasını... Anam nerelere gitmiş böyle?”
Tahta köprüden ağır ağır geçtiler. Birkaç gün Seslendi... “Ana... Ana... Hey ana”… Sesi boş
öncesi dağlara yağmur yağmış. Aşağıda su sarı, evde duvarlara vurdu kaldı. Eve girdi, evin içi ka-
boz bulanık akıyor. ranlık. Gözü alışınca duvar dibindeki yatağı gör-
Dereye sırt çevirince üç yol ağzına çıktılar. dü... Yatakta bir karartı... Anası uyuyor mu ne? Bir
Memedali hayvanın başını sağa döndürdü. Uzak- daha ünledi:
lardan köyü insanın avucunun içi kadarcık gözü- - “Ana... Ana gız...” Ses yok. Eğildi karartı-
küyor. Evlerin hepsinin üstünde Hacı Durmuş’un yı tartakladı fakat vücut taş gibi olmuş kaskatı...
yeni yaptırdığı caminin minaresinin şerefesi... Ayakucundaki idare lambası kısık... Eline aldı fiti-
İçini sebepsiz bir sevinç doldurdu. lini çıkardı. Yataktaki anasını sırtüstü döndürdü,
Eşeği tekmeledi: idareyi eğdi. Sarı ışık daha sarı limon gibi bir yüzü
- “De gari goca oğlan de!..” aydınlattı. Gözleri ufak... Avuçları göçmüş. Yüzün-
Yarı yolda “Arabacılar”ın oğlanlarıyla Dur- de bir korku dalgası, dişsiz ağzı apaçık... Memedali
muşgil, ellerinde sapanlar, kuş vurmaya Söğütlüğe inanmıyor bir türlü. Zar zor:
gidiyorlarmış. - “Öldün mü ana?” diye sordu. İdareyi üfle-
- “Hoşgeldin be Memedali” dediler. yerek söndürdü. Dışarı çıktı gitti. Köy kenarında-
- “Hoşgördük hoşgördük” ki sazlıktaki jandarma karakolunu haberdar etti.

56 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


ARAŞTIRMA 561
Bir candarma ilen Halil onbaşı kopup Memedali şehvetini duyuyor sanki. Anası... Toprağının yanı
ile geldiler. Kara haber ne de tez köyü dolanmış. başında üç metre Amelikan’a sarınmış yatıyordu.
Köylüler kapıya birikmişler, her kafadan bir ses... Halil, kasabaya telefon çekmiş. Demiş “Müdde’u-
Halil onbaşı: mum gelsin, bir kadın öldü.” “Yok ki burda demişler
- “Dağılın be...” dedi. “ İşiniz mi yok... Dağılın, İstanbul’a gitti.” Halil’e. “Doktor da mı yok” demiş.
varın dağılın... Hadi!..” “Doktoru bulun da gelin”. “Eh...” demişler. Halil bekler
İki üç delişmen onbaşı girsin içeri diye halkı de bekler. Ne gelen var ne giden. Bir daha telefon
kakışlayıp yol açtılar. Memedali öne düştü, onları açmış “Yahu amma adammışsınız.... Hani doktor” de-
küçük; anasının yattığı sandık odasına götürdü… miş. “Anaaaa gelmedi mi” demişler. “Gelmedi gelme-
Oda ekşi ekşi kokuyordu. Halil; bir Memeda- di...” Bulup buluşturup doktoru telefona getirmişler.
li’ye baktı bir yataktaki anasının ölüsüne baktı. Sormuş doktor; “Ne var ne oldu?” Halil, “Böyle böy-
Yere çömeldi... Doğruldu... Gözleri karanlıkımsı le” demiş. Doktor dinlemiş dinlemiş sonra:
odanın içinde parıl parıl yanıyor. Memedali’nin ta -“Ha”, demiş “demek vaziyet öyle... O dediğin
gözlerinin içine bakarak sordu: kadın kalpten gitmiş oğlum, evet evet mutlaka
- “Ne zaman ölmüş ki Memedali?” Memedali, kalpten gitmiştir... Gömüverin gitsin.”
Halil’in bakışları altında sıkıldığını, ezildiğini his- Sonracığıma şakkadak telefonu kapatmış...
setti. “Bilmem”, dedi. “Ne bileyim... Kasabaya in- Hoca İbadullah Efendi soğuktan sesi titrek titrek
dimdi demince vardım geldim ölmüş...” bir dua okuyor o kadar çabuk ve acele okuyor ki
Halil duvara baktı. Kirli beyaz badanalı duvar- Memedali bir kelimesini bile anlayamıyor.
da yan yan tahtakurusu ezikleri… Yeşil bir musaf... Çukura ölüyü, taze toprağa indirdiler. Meme-
Sonra herhangi bir gazeteden kesilmiş herhangi dali yukardaki taşlı tarlanın artık kendi öz malı
bir temsili resim. Almanla İngiliz savaşmışlar. İn- olduğunu düşünüyor. Taşlı çorak morak amma ne
giliz, kazma gibi dişleri ve ağzında piposuyla gü- de olsa toprak yine.
lüyor. Koku şimdi kendini daha fazla hissettirmeye Memedali bir su getirmenin kolayını bulsa...
başlamış... Halil burun çekti, gözlerini devirip Me- Köye İbadullah Efendi ile bir girdiler. Kahve-
medali’ye: lerin önünden geçerlerken Deli Hüsmen’in oğlu
-“Eh” dedi. “Öyleyse ben bir yol karakola va- ünledi…
rayım, kasabaya telefon çekeyim, haber vereyim. - “Memedali... Memedali... Seni Halil onbaşı
Gelsinler de baksınlar ne derler...” Odadan çıktı. çağırır var git.”
Avlu insandan geçilmiyor. Gürültülü gürültülü Hocadan ayrıldı. İçini bir sıkıntı basmış Meme-
herkes bir şey anlatıyor. Halil’i görünce sustular dali’nin. Tam iki gözünün ortasında bir sızı otur-
ve yol verdiler. Halil eşikten atladı, onu gören taze muş kalmış...
başlar pencereden çekili çekiliveriyor. Halil güldü. Karakola gidince içeriyi kalabalık buldu. Ana-
Bıyık burdu, güldü geçti gitti... sının kardeşinin oğlanları karakola üşüşmüşler
*** hepsi...
Sabahına Memedali anasının nasıl öldüğünü Halil:
bile bilmeden sessiz sedasız gömdü. Hava serindi, - “Gel len bakalım” dedi “hele gel böyle baka-
rüzgâr geceden kalma. Memedali, nemli toprağa lım.” Memedali geldi.
beli vurdukça toprak kabarıyor, ergen bir kadın - “Gömdün mü ananı?”
göğsü gibi kapkabarık... - “He, gömdüm.”
Memedali terliyor. Ter alnından yanaklarına - “İyi...” dedi Halil, sustu…
sonra boynuna yol yol sızıyordu. Memedali top- - “Şimdi sana ne miras var?”
rağa beli her daldırışında avuçlarından, alnından Memedali azıcık şaşırdı mirastan Halil’e ne?..
sızan terde, eğilip bükülen vücudunda toprağın Ne soruyor?

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


57
561 ARAŞTIRMA

- “Bilmem” dedi kesti attı. - “Anamın bu kadar borcu yoktu ki.”


Halil; sinirlenmiş… Parmakları masada trampet Halil:
çalıyor -“Hay senin geçmişini...” diye küfür etti. “Len
- “Nasıl bilmessin len, yukarda taşlı tarla var… kör mün görsene şu kapı kadar senedi?”
Ev var… Koca inek… - “Görüyom görüyom emme, anamın bunlara
- “Ovadaki tarlaylan bağ, anamın bubasının...” bu kadar borcu olmaz...”
Kenardan İsmail; “Hastir ordan be” dedi… O Halil kaptığı gibi mürekkep hokkasını fırlattı attı.
tarla da o bağ da Halil’in.” Memedali eli yüzü mürekkebe battı kaldı al-
Bakışı İsmail’in lafını ağzından kaldırdı sustu. nında yumruk kadar şiş.
-“Şimdi” dedi Halil, Memedali’ye “Aşşadaki tar- Kenardakiler sindiler. Memedali bakmış kalmış.
lada, bağda bunların da hakkı var...” Halil bas bas bağırdı:
Memedali’nin kafasında ufacık bir ışık… - “Sana ananın borcu var diyom, elimde se-
Halil: net var sepet var.. Mahkemeye de gitsen bir halt
Sonra bu ışık büyüdü büyüdü... Bunlar anamın yiyemessin... Başımı belaya komadan var git de-
öz kardeşinin çocukları değil ki... Hepsi üvey, ana fol... Sana ananın bunlara borcu var diyom beş
bir baba ayrı.” yüz tane kayme... Anan almış bunlardan borç diye
Halil: kim bilir ne etti. Borcuna karşılık rehin tarlaları
- “Olsun dedi... Bunlar da kardeş.. Sen tohuma evi bağı göstermiş... Ödemeyince borcunu malları
ne bakıyon, tarlaya bak sen..” alacaklılarına kalmış anladın mı?”
Durdu Memedali’ye baktı. Sesi ağır ve soğuktu. Memedali bişey anlamamıştı. Alnındaki şiş
- “Anan bıldır bunlardan evi onarcam diye beş zonkluyor kalp gibi atıp duruyordu.
yüz lira almış. Senede sepete parmak basmış. Şim- Memedali bir tuhaf... Beyni karıncalanıyor,
di ovadaki bağlar, tarla ev borcuna karşılık ananın, gözleri kararıyor, sessiz sessiz arkasını dönüp bir
bunların oluyor...” şey söylemeden karakoldan çıkıyor... Yürüyor ama
Memedali kireç gibi olmuş dudakları titrer du- nasıl yürüdüğünün farkında değil...
rur... Köyün içinden vurdu. Köylüler durmuş tuhaf
-“ Essah mı söylüyon Halil?” dedi “Ha... Essah mı?” tuhaf bakıyorlardı. Köy dışında bir çöplükte bir iki
Halil: sıska köpek çöpleri eşeliyor bişey arıyorlar zahir.
- “Vallahi” diye yemin etti. “Nah bak ellerinde-
Kırmızılı horoz önüne kattığı iki tavuğun ardından
ki borçlu senedine...”
koşup durur. Memedali ansızın güldü, güle güle
Memedali beşirden çıkma kağıdı heceledi..
köy dışına doğru yürüdü.
- “Babamın ovadaki tarla bağ ve köydeki evi-
Akşamüstü sürüyü suya götüren çoban, ırmak
me karşılık onarmak için kız kardeşim Ayşe kızı
kenarında Memedali’nin ölüsünü buldu.
Düriye’den ipotek karşılığı beş yüz lira...”
Memedali kendini bel kemeriyle taze bir söğüt
Anası ne zaman para almış, ne zaman evi onar-
dalına asıvermiş… Ama çırpınırken hemen oradan
mak istemiş Memedali bilemiyordu.
kopmuş ve Memedali’nin ölüsü yüz üstü toprağa
Sonra evi onarmak için beş yüz kâğıt...
düşmüş… Kollarını boyunca toprağa açmış yüzü-
Evi satsa bu gün iki yüz lira veren bile bulu-
nü toprağın yüzüne vermiş öyle yatıp dururmuş.
namazdı.
29.8.1949 Pazartesi
Halil, elinden senedi çekti aldı.
saat: 12:30 Ev
-“Sen bu beş yüz gaymeyi ödeyebilir misin
ödeyemez misin?...” 1
Bkz. Özlem Fedai, “Doğum Yıl Dönümünde Tarık Dursun’un
- “Hangi beş yüzü?” “Sarı Defter”inden Taşan İki Hikâyesi”-I “Arkadaşım Fahri”,
- “İşte bunu len… Ananın borcunu...” Türk Edebiyatı, S. 560, Haziran 2020, s. 30-37. ❮

58 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MİT’TEN TARİH’E VEYA TÜRKMEN TARİH
ROMANCISI NURMEMMEDOĞLU *

SADIK K. TURAL


SELÇUK BEY DÖNEMİ DE TARİHTEN VE HATTÂ DESTANDAN ÇOK, EFSANENİN DÜNYASINDANDIR;
NURMEMMEDOĞLU BU EFSANEYİ, HEM ZAMANIMIZA, HEM TARİH BİLGİNLERİNİN HUZURUNA TAŞIYOR

İ
nsanların iki türlü algılama, tanıma ve adlan- görevlendirilmiş bu özel insanlarla diğerlerinin
dırma yeteneği vardır: Birincisi, somuttur ve arasındaki bilgi alış verişine “din” denilir. Din,
beş duyu aracılığıyla olur. İkincisi, soyuttur ve insanın yaratıcısına, tabiata ve diğer insanlara
Yaratan’ın bahşettiği özel bir yetenektir. Bu kav- göre, kendi varlığını, en doğru, en güzel biçimde
rayış, aklın işleyişi durulduğunda kazanılan, çok işleyişe getirtici, inanış, kabulleniş ve davranış-
özel bir seziş, çok farklı bir bilgileniştir. Bu bil- lar bütününü oluşturan kurallar toplamıdır. Bu
gileniş, kavrayış türüne sahip olan insanlar, çok kurallar, kişi ve toplum ölçeğindeki insanlaşmayı
özeldir; bu insanlarla “yüce güç” arasındaki ilişki sağlayıcı değer ve davranışları belirlemektedir.
ve iletişimi sağlayan varlıklar da çok bilinmezlik İnsanoğlunun en uzak geçmişine ait bilinmez
ölçüsünde özel… “Yaratan, esirgeyen, bağışlayan zamanlardaki gerek yaşayıp gerçekleştirdikleri,
ve gönendiren Tanrı” anlayışı yanında, onun iş- gerekse Tanrı ve hizmetkârlarıyla kurduğu ilişki-
lerini gördürdüğü büyük hizmetçiler, küçük hiz- ler, üstü örtülü ifadelerle nakledilirken, mecazın
metçiler düşüncesi, tarihin her devrinde insan- süslediği imkânlarla, mit adını verdiğimiz ayrı
ların zihnini düzenli düzensiz işleyişe geçirmiş- bir dünya oluşturmuştur. Mit, insanın ve tabia-
tir. Bu işleyişin sonucunda, hem önceki ataların tın yaratılış sırları, kişi ile yaratan ve onun önde
ruhlarıyla, hem de insan için bilinmez olan fizik gelen hizmetkârlarıyla ilişkileri konusundaki
ötesine ait varlıklarla ilişkisini sağlamakla görev- kabullenimlerdir. Bu kabullenimleri oluşturan
li, yetkili, özel kişiler ortaya çıktı. Bu özel insan- bilginin ulu orta söylenmesi yerine, üstü örtü-
lara resul, peygamber, nebi, yalvaç, elçi, prophet lü biçimde söylenmesinden tabiî ne olabilirdi?
denildi. Mutlak Güç, mutlak Yaratan tarafından Diğer taraftan, uzak geçmişin olayları mite dö-

60 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
nüşürken, inanmama veya politeist eğilimlerinin Tanrı’nın, “yaratılış sebebi”ne uygun olan yolu,
mit’i zorladığı ve zaman zaman tahrif ettiği gö- öğütleyen yayıcılarıdırlar.4 Bunlar, bazı kurallar
rülür. Mit, kendini korumak istediğinde, üç ayrı ve uygulamalar istiyor, bekliyor, toplu olarak
yol oluştu: Masal, efsane, destan. icrâ ediyorlarmış. Bunlardan bir kısmının öğüt-
Mitin “tanrı tanımaz”lığa imkân vermeye- leri, yayma ve yerleştirmede manzum ifadeyi be-
cek ölçüler içinde kalmasını bir ilke olarak kabul nimsediğini, bu yüzden halkın, bu türden şâirleri
eden ve olağanüstülükleri o açıdan anlatıp yo- ayırt etmek için Hak âşıkı deyimini kullandığını
rumlayan, neredeyse o konulardan uzak duran belirtmeliyim. Hak’ka âşık kişiler, manzum veya
masala mukabil, efsane, mitle masal arasında mensur, özgün ve mecazlı ifadelerle Tanrı’nın yo-
sıkışıp her ikisine ait özellikleri de bünyesinde lunu hatırlatan, öğütleyen insanlardır. Türk soylu
taşır. halkların inançlarını oluşturan, bezeyen önemli
Mit, bilinmezin yorumu veya insan tarafın- bir özellik, olağanüstülüklerle beslenen tahkiye-
dan bilinir kılınma çabasının sonucu olan me- den yararlanmadır. “Kutsal metin”lerdeki bildirim
tinlerdir. Mit, insan ile insan ötesi (Tanrı, şeytan, (vahiy)lerin, nebi, resul, veli kavramına, kam, şe-
melek, cin, ruh, vb.) dünyaya ait bilgilerin dilden şen, baksı (bahşı), ulubig, darmançı/darçı, otar/
dile nakledilmesi ile oluşur. Bu bilgilerin bir kıs- otçu v.b. ad veya unvanını taşıyan toplumun özel
mı, ruhlar âlemi dönemine ait karmaşık hatırla- bir saygı, sevgi –hattâ korku- gösterdiği insan-
malar, bir kısmı o dünya ile ilişki kuranların an- lara ait anlatmaların iki özelliği var: ‘Tahkiye’ye
lattıkları, bir kısmı ise, bazı insanların hayalinin dayanması, ya tamamının nazım olması, ya da
yarattığı tasarlanmış bilgi ve yorumların tahki- manzum olanla bezenmiş bulunması.
yelendirilmesidir. Açıklayacağım ama ilk hükmü vereyim: Tarihî
Mit özelliği taşıyan metinlerin ilk anlatıcıları, romancılar, ataların ruhunu, toprağın ruhunu
Tanrı ile ilişki kurduğuna inanılan (peygamber, duyabilen ve aldıkları mesajları bildiren, öğütle-
nebi, resûl, yalvaç, elçi v.b.) seçilmiş kişiler ile yen insanlar olarak, birer millî veli sayılmalıdır.5
bunların yanı başında yer almış, bu özel kişilerin Şarlatan ve büyücüler ise, çaresiz insanları
öğrencisi, dostu, takipçisi olan insanlardır. Müs- sömüren, yalancı, göz boyayıcılardırlar. Bizi ilgi-
lümanların pir, veli, ermiş, pirhan, baksı/bahşı, lendiren, bu öğütleme ve uygulamaları anlatan,
şeşen, şeyh, dede, hakeren, mevlana; Hristiyan- olağanüstülük taşıyan, vak’aya dayalı metinle-
ların saint, marther, prista; Budistlerin yogi; eski rin bulunmasıdır. Fizik ötesi varlıklara ve insan
gök tanrı dinine inananların ise, kam adını ver- ötesi tasarım, kabullenim ve yazılı metinlere da-
diği özel, seçkin kişiler, fizik ötesi ile ilişki kurma yalı belgelerin içindeki kutsal kavramının insan
nitelikleri ile karşımıza çıkıyorlar.1 Bu ilk iki özel zihnindeki yansımaları da, üstün güç ile karşıt
tabakadan sonra, bir kısmı bu özel kişilerin ruh- güç, mutlak doğru, güzel, ulvi ile mutlak yan-
larıyla, bir kısmı ise, melek, cin ve şeytanla ilişki lış, çirkin, bayağı arasındaki uzlaşmaz savaşa ait
kurduğunu söyleyen, kabul ettiren insanların kabullenimler de mit nitelikli metinlerdir. Me-
“anlatmalar”ı geliyor. caz, bir kültürün dil aracılığı ile ulaşılabilen, en
Özel bilgi, seziş, güç taşıdığına inanılan kim- derinlerdeki anlam yükünü taşıyan ifadelendi-
selerin bir kısmı hekim2, bir kısmı hakim3, bir rişlerdir. Mecaz ögesi yüksek olan bu metinlerin
kısmı ise şarlatan veya aldatıcı falcılar, büyü- şifrelerinin çözülmesi kolay değildir.
cülerdir. Hekim olanlar, hem otlardan yaptıkla- Mit, örtülenmiş, ulaşılmaz hayallerle süs-
rı ilaçlar, hem de sığamak, ovmak ve dağlamak lenmiş en uzak geçmişin yorumu olan tahkiyeli
yoluyla şifa (şifacı, darcı, otacı/otarçı) veriyorlar- ifadelerdir. Mitler, olağanüstülüğün temellen-
dı. Bilge, filozof, veli, evliya, pir, ata, baba, dede, dirdiği, inanca bağlı beklenti ve uygulamaların
ermiş, mürşit, aziz unvanı verilen ‘hakim’ler ise, süslediği, özel güçleri olduğuna inanılan asıl

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


61
561 MAKALE

anlatıcıların, kaynak kişilerin ağzından çıkmış özel yorumlarla, okuyucunun/dinleyicisinin ilgi-


vak’aya dayalı anlatmalardır. Masallar, efsane- sini sağlıyor. Tahrif ve tahrip etmeyi kabul etme-
ler ise, bu anlatmaların inanca bağlı beklenti yen bir serbestlik…
ve uygulamalardan arındırılarak oluşturulan İnsanın, sevgiye, güzelliğe, ulvîliğe, doğrulu-
ikinci basamaktır. Her üç metin türünde de yer ğa, cömertliğe, maddi refaha, yiğitliğe ve Tan-
(mekân), zaman, şahıslar kadrosu ile olaylara ait rı’ya yaklaşımını, tabiatla ilişkilerini anlatan mit,
kelime ve cümleler, belgelenebilir, tarihlendirile- masal, efsane, destan ve daha sonra ise tarih
bilir bilgi olmaya imkân vermiyor. Bundan son- bilgisi adına sunulanların, edebiyat eseri olarak
raki basamakta ortaya çıkan destan (epik metin) yeniden yaratılmasından söz ediyoruz.
ise, zaman, mekân, kişiler ve olaylar bakımından, Tarih, geçmişe ait bilgiyi yeniden yapılandı-
tarihlendirilebilir geçmişin, belgelendirilebilir rırken, ayrıntıya ve özel alanlara yer vermemekle
yaşanmışlığın temel bilgilerini taşıyor. beraber, topladıklarıyla farklı merakları cevap-
Asıl yaratılması şiirli bir dile dayalı olan des- landırıyor. Tarih bilgisi, düşünceyi muhatap edi-
tanlardan sonraki basamakta ise, bu tahkiyeli nip heyecan uyandırmayı bir asli hedef saymaz
metinlerin bir kısmı, olağanüstülük özelliklerini iken, mit, masal, efsane, destan, menkıbe, halk
en aza indirerek halk hikâyelerine dönüşürken, hikâyesi ile “modern tahkiye”, duygunun ve ha-
bir kısmı varlıklarını korurlar. Son basamakta ise, yalin işleyişe geçerek heyecanlı bir ilginin uyan-
ayrışma iki kolda gelişmiş görünüyor: Tarih bil- dırılmasını amaç ediniyor.
gisi ile bir yazar veya anlatıcıya da dayalı tarihî Son iki yüz yıllık zaman içinde, anonim ni-
tahkiyeli eserler. telikli nakledicilerin (musannifler ve meddah-
Tarih bilgisi, sunulan bilgilerin ayrıntıdan lar) yerine, belirgin bir yazar-anlatıcı geçerken,
arındırılmış, estetik heyecan uyandırmak yerine, okuyan yahut dinleyen kişiyi muhatap edinerek,
geçmişi, doğruya en yakın biçimde yapılandırı- yakın ve uzak geçmiş bilgisini gerçeğimsileşti-
larak sunulma çabasıdır. Zaman, mekân, kişiler ren anlatımlar doğdu: Tarihî roman, hikâye, pi-
ve olaylar konusunda, yazarından tarafsızlık yes, kısaca tarih konulu tahkiyeli eserler. Gerek
ve güvenilirlik beklenen tarih bilgisi, son yüz kısa hikâye, gerekse uzun hikâyede tarihe ilişkin
yıl içerisinde, kendisine özgü kavram, terim ve atmosferin yaratılması güç olduğundan, Ömer
yöntem kazanmış görünüyor. Geçerli kaynak ve Seyfettin gibi çok başarılı nadir örnekleri bir ke-
desteklere ihtiyaç duyulan tarih bilgisi ve bilimi, nara bırakılırsa, tarih konulu kısa hikâye türüne
bu konuda inceleme yapanlara geçmişin talihi ait ihtiyacın karşılanamadığını söyleyebiliriz.
ile oynamak hakkı vermiyor. Tarih bilgisi adına Tarih konulu tahkiyeli eser yazarı, geçmişte
sunulanlar, şahidi olmayan bir zamana ait kişile- kalan kişiler ve olaylar aracılığıyla yaşanan za-
rin ve olayların, geçerli belge ve kanıtlarla des- manın insanlarına, üstü örtülü tenkit ve teklif
teklenecek biçimde anlatılmasıdır. yöneltmektedir. O eski gelenekli anlatımın sisli
Edebî eser, -ister anonim, isterse müellifi bi- yapısını benimsemiyor veya yetinmiyor olmalı ki,
linsin- onu meydana getireni, özgür ve bağım- mitin, masalın, efsanenin, destanın lüzumundan
sız sayması ile tarihçiden ayrılıyor. Tarih konulu fazla örtülendirilmiş olmasına karşı çıkmaktadır.
edebiyat eseri, gözlenemeyen zamanların ger- Bunun sonucunda, yazar, tarihî gerçekleri sahip-
çeklerine yaklaşımda, bağımsız bir anlayışla yak- lenme, aidiyet, mensupluk duyulacak ölçüde ger-
laşılıp gerçeğimsiye dönüştürme, özgür bir yo- çeğimsileştirerek ortaya koyuyor; diğer taraftan
rumlama hakkı veriyor. Mensupluk heyecanının tarih bilgisinin kuruluğunu ve tarafsızlığını gider-
ön plâna çıktığı tarih konulu eserlerde, yaratıcı/ meye çalışıyor. Tarihî hikâye, roman ve piyesler ve
anlatıcı/ yazar olan, geçmişi yeniden kurgular- perdeye yansıtmalardaki tarihe ilişkin bilginin,
ken eklemeler, çıkarmalar, belirginleştirmeler ve heyecan uyandıracağı, -tarihî atmosferi yarat-

62 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
madaki başarı ölçüsünde- mensupluk ve aidiyet
düşüncesi doğuracağı açıktır. XIX. ve XX. yüzyıl-
larda, gerek Avrupa’da, gerek Asya’da ve Türki-
ye’de, millî benlik ve millî kimlik uyarımları için
tarih konulu eserler güçlü birer aracı olmuşlardır.
1826 yılına kadar, Germen ırkının siteleri
hükmündeki devletçiklerin Alman Birliği adıyla
derlenişi, siyasetçilerden çok Schiller’in eserle-
rinin sonucudur. Schiller, tarihî eserleriyle, bir-
birleriyle sürtüşmeli konumda bulunan bu site
devletçiklerini ve ayrışmış toplulukları, öncelikle
Almancanın, sonra Almanlığın şemsiyesi altında
topladı. Kullandığı çok güçlü araç ise, tarih idi.
1855’ten itibaren toprak kayıpları resmîle-
şen, psikolojik direnme gücünün yaralanmışlığı
alenîleşen Osmanlı toplumunda, Cezmi, Yeniçe-
riler, Ahmed Metin ve Şirzad romanlarının açtığı
yoldan, 1911’den itibaren Ömer Seyfettin ve Gö-
kalp’in benimsediği çizgiden günümüze ulaşan
Anadolu Türklüğü tarihî romanı da aynı amaca
yönelik tir: Tarihin içinde nice başarılara imza
atmış halktaki, yücelik, yiğitlik ve özgüven duy-
gusunun, bütünleşerek engellere karşı koyma
düşüncesinin uyandırılması.6 Türk Dünyasında
ise gerçekten güçlü bir tarih romancılığı var.7
Bugün dünyadaki bağımsız yedi Türk devle-
tinden birisi Türkmenistan’dır. 1100 yıldan faz-
la bir zamandır kaynaklarda, Horasan ve “Tur-
koman/Türkmen” kelimesi geçiyor. Kelimelerin
etimolojisini ve tarihçesini ilgililerine bırakıp,
birkaç cümleyle yetineceğiz:
Türklüğün önde gelen açık hava müzelerin-
den biri olan Selçuklu Devletinin ilk başkenti-
nin, Andelib’in, Gedayî’nin, Mahdumgulu’nun
yurdunda, yüz yıldır nüfusun artmıyor görün-
mesi bizi düşündürmelidir. Çarlık ve Sovyetler,
her savaşta ve özellikle II. Dünya savaşında,
Türkmen gençleri cepheye sürmüştü. Sovyet
rejimindeyken, öz değerlerini, despotizme rağ-
men, Aşkabat dışında yaşatma başarısı göste-
ren Türkmenler, on yıldır bağımsız ve özgür bir
devletin vatandaşıdırlar. Türkmen halkının tari-
he dönerek bütünleşme, bilinçlenme çalışmala-
rı, Başkan Saparmurat Türkmenbaşı’nın Ruhna-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


63
561 MAKALE

me’sinin yanında, romancıların, hikâyecilerin, nı’nda “arı”ların dünyasını kavrayışına hayranlık


tiyatro eseri yazarlarının ve şairlerin eserleriyle duymuş bir okuyucu olarak ifade edebilirim ki,
genişletiliyor. Annaguli Bey, Türkmen halkının, toprağının, ta-
Bu romancılarından birisi, Annaguli Nurmem- rihinin, atalarının ruhlarına ait sesleri duyabilen
medoğlu’dur.8 Annaguli Nurmemmedoğlu, Oğuz bir romancıdır. Oğuz Yurdu romanının sonsözü
kollarının ruh derinliklerindeki tefekkür dünya- olarak yazdığım yazıda belirttiğim üzere, onda-
sının kapısını aralayarak, öz enerjisini gösterip ki roman yazma ihtiyacı bir bilincin dürtüsüdür.
yeniden millî özgüven duygusuna çevirmenin İnsan Nurmemmedoğlu’nun gerçekleri ile ro-
yolunu arıyor. Onun hedefi, mit, masal, efsane ve mancı Annaguli Bey’in gerçeğimsisi arasındaki
destanın imkânlarını da kullanarak, Türkmen’in farklılıkları bilinçli uzlaştırma arayışına dönüş-
özel tarihini yazmak ve okutmayı başarmaktır. türmesinin sırrını, bu konunun uzmanlarına
Hangi malzemeye dayanırsa dayansın, ileti- emanet ediyorum.
şim, iletilen ile ileten arasındaki bilgi alış verişi- Onun yazdığı Nuh Tufanı adlı eser, Oğuz
dir. İletmek üzere ortaya çıkıp söyleyen/yazanın Yurdu romanına giden yolun habercisidir. Mit,
dil aracılığı ile ulaştıracağı bir iletisi, söyleyecek masal, efsane ve destan türlerinin desteğini
sözü, anlatmak ihtiyacını duyduğu “kele”si var- alan Nurmemmedoğlu, Oğuz Yurdu adlı eserin-
dır. “Kele” kelime ve kavramı, tahkiye kurucu bir de, ortak destan ve ortak tarihi okuyucusuna
anahtardır. sunacaktır. Nurmemmedoğlu’nun Korkut Ata
Roman nedir? Kişi, zaman, mekân ve olay- veya Mahdumgulu yahut Salur Baba seslerine
lar kadrosu bakımından geniş planlı, tahkiyeli kulak verdiğini anlayabilmek için, tarih konulu
edebiyat eseri… Romanın amacı, bilinenlerin romanda, geçmişteki iklimi yaratmanın incelik-
arkasındaki gerçeklerin ve hakikatlerin farklı lerini de bilmek gerekir.10
yanlarını ve yorumlarını, heyecan ve ilgi uyan- Beş ciltlik, tarih konulu bu nehir roman, Oğuz
dıracak biçimde anlatabilme… Tarih konulu Yurdu, Büyük Göç, Önde Deniz Var, Sönmeyen
edebiyat eserleri ise, hem bilinmeyenleri, hem Kıvılcım ve Altun Yay adlarını taşıyor.
az bilinenleri, hem de bilindiği sanılanları, yeni- Oğuz Han efsanesi, Türk Ata’dan gelen bu-
den gerçeğimsi9 bir dünyaya dönüştürerek, ben- günkü Sibir halklarında da az çok değişmiş, ku-
lik ve kimliğin uyarılmasını amaç ediniyor. Tarih zeybatı ve güneybatı anlatmalarından bir kısmı,
konulu edebiyat eseri yaratıcılarını, hoş’u, gü- yüz yıla yakın bir zaman önce yazıya geçmiştir.11
zel’i, doğru’yu, iyi’yi, faydalı’yı, ulvî’yi öğütleyen Selçuk Bey dönemi de, tarihten ve hattâ
kam’lara, şeşenlere, velî’lere, pîr’lere, bilge’lere destandan çok, efsanenin dünyasındandır; Nur-
benzetebilirler. memmedoğlu bu efsaneyi, hem zamanımıza,
Ataların dünyasındaki, benlik ve kimliği hem tarih bilginlerinin huzuruna taşıyor. Olayla-
hazırlayan değerlere ait bazı bilgileri sezdiren rı, kişileri ve dili, efsaneden destana, destandan
romancı Nurmemmedoğlu, mitin, masalın, ef- tarih bilgisine taşıma başarısı, Oğuz Yurdu’nda
sanenin, destanın imkânlarından yararlanarak hayran bırakıcı ölçüdedir.
günümüz tahkiyeli anlayışının örneğini veriyor. Mangışlak, Daşoğuz, Marı/Merv üçgenindeki
Nurmemmedoğlu, Türk kültüründe, hem estetik, geniş coğrafyayı görmüş olanlar, Oğuz Yurdu ro-
hem yaygı, hem de sembolik haberleşme işlevi manındaki sacayak, üçayak, tagan denilen ocak
taşıyan “halı”nın sırlarını da romana taşıyabilen âletinin sembolik değerini anlarlar.12 Yol göste-
sanatçıdır. ren boz böri ile çaresize yardım eden boz atlı
Romancının babasının ve annesi ile kardeşle- ruhu ile mite dönen romancı, bu başarılarına
rinin hâlen yaşadığı köyü ziyaret ettim; Türkmen başka bir başarı ekleyip efsanelerin bile yetersiz
Olmak Kolay mı? At Bir İnsandır ve Nuh Tufa- kaldığı, belgelerin sustuğu bir noktada, zamana

64 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
duyarlılığıyla, ata ruhlarından gelen sesleri din- destan, masal ve efsanelere ait sembol ve tiplerden
leyerek Selçuk Bey’i aydınlığa çıkarır. ustaca yaralanmıştır.Ana Geyik(Alangoya/alageyik) ile
tarihin derinliklerindeki im ve izlerin peşine düşer. Bir
Her romanda vak’a dediğimiz olay örgüsü, sık veteriner olduğundan insan tabiat ilişkilerini yeterince
ve dikkatli örülmüş bir kilime, kumaşa benzer. gözlemlemiş bulunan Aytmatov, Beyaz Gemi’de , hem
Bu tahkiyenin tekniğidir; dünyaya Türk soylu ekolojiye, hem Türklüğe ait tespitlerde bulunur. O, bi-
halkların hediye ettiği, günümüzde ise Türk- linçlendirici mit, efsane ve destan ögeleriyle bezenmiş
eserlerinde, olup hem Sovyet despotizmini,-- Gülsarı’da
menlerin gelenekli bir dünya olarak yaşattıkları olduğu gibi-- hem de halkın bencilleşmesini eleştirir. Ay-
halı, ilmiklerin sıklığı ve sıkılığı esasına dayalı tmatov 1991den sonra roman, piyes yazan Kazak, Kırgız,
estetik ifadeli bir sanat ürünüdür.13 Romanda da Türkmen, Tatar yazarlarına da, Azerbaycanlı, Türkiyeli
her unsur, bağı ve sıkılığı bakımından organik ediplere de ufuk açmış ,örneklik etmiştir.
6
S. Tural, “Tarihten Edebiyat Eserine Yansıma”, Recep Bilgg -
bütünlüğün bir aslî parçası olarak yer almak zo- iner, Sevgi ve Barış, AKM Yay., Ankara, 2001, s. V-XI.
rundadır. Annaguli Nurmemmedoğlu’nun roma- 7
Atatürk Kültür Merkezi ile Kazakistan Büyükelçiliği arr-
nında vakanın örgüsü, yer yer gevşektir, hattâ ip asındaki protokol gereğince, tarih konulu eserlerden
kopuklarına rastlanır. Yer yer teknik kusurların seçilen on tanesinin Türkiye Türkçesine aktarılarak yayı-
mı sağlanacaktı. Bunun ilk örneği olmak üzere, Abiş Ke-
belirginleşmesi ise, didaktizmin romancıyı teslim
kilbayulı’nın Ülker romanı iki cilt hâlinde yayımlanmıştır.
almasından doğuyor. 8
Annaguli Nurmemmedoğlu, Türkmenistan’ın Türkiye’deki
Mitten, masaldan, efsaneden ve tarihten Büyükelçilik Müsteşarı ve Büyükelçi Vekili olarak görev
beslenen Annaguli Nurmemmedoğlu’nun beş yapmış olan bir diplomattır. 1959 yılında Levab ili, Kerki
ilçesi, Kızılayak köyünde doğmuştur. Kızılayak, Afganis-
eserlik nehir romanı ise, bir kitap ölçeğinde in-
tan sınırlarındadır. 1982 yılında Petersburg’da Gazetecilik
celenmeyi ve ayrı bir metodu gerektirir. Okulu’ndan mezun olur. Ülkesine dönünce Türkmenistan
Eksik söylemekle beraber son sözümüze gel- Yazarlar Birliğinin Edebiyat ve Sungat gazetesinde çalış-
dik: Annaguli Nurmemmetoğlu yazdığı eserlerle, maya başlayıp, 1991 yılına kadar bu görevde kalır. 1991
bilincimizin ve estetik dünyamızın ihtiyaçlarına, yılında Dışişleri Bakanlığı’na geçer; 1992’de Türkiye’ye
gelir. Yazarın bir romancı olarak kazandığı şöhret, yaşı
alkışa değer eserlerle, karşılık vermiştir. düşünülünce dikkate değer bir başarıdır.
9
S. Tural, “Tarihî Roman ve Atsız’ın Tarihî Romanları Üzerr-
* Metin 2000 yılındaki bir toplantıda sunulmuştur. Göz- ine Düşünceler”, Zamanın Elinden Tutmak, 2. bs., Ankara,
den geçirilmiş, hitaplar çıkarılmış, dipnotlar eklenmiştir. 1991 (İlk kez 1976 da ATSIZ ARMAĞANI’nda yer almış-
1
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yay., tır); S. K. Tural, “Roman Teorisi”, Türk Yurdu, cilt 20, Sayı
Ankara, 1954; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi 1, 2, MEB 153-154, Mayıs-Haziran 2000.
Yayınları, Ankara, 1971; Nadya Yuguşeva, “Altaylarda 10
S. Tural, “Gerçek, Hakikat ve Edebiyat Eserinde Gerçek
Kamlık (Şamanizm) İnancı ve Anadolu’daki Yansımaları”, Kavramları Üzerine Bir Deneme”, Edebiyat Bilimine Kat-
Türk Dili, Sayı: 590 (2001), s. 201-210.; Sadık K. Tural, kılar, Ecdad Yay., Ankara, 1993, s.47-68.
Nevruz, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1995. 11
Bkz. Türk Dünyası Edebiyat Metinleri Antolojisi, cilt 1,
2
S. Tural, “Sunuş”, Sabuncuoğlu, Mücerrebname,(hzl. İlter AKM Yay., Ankara, 2001; Türk Dünyası Edebiyat Tarihi,
Uzel), AKM Yay., Ankara, 2000. cilt 1, AKM Yay., Ankara, 2001.
3
S. K. Tural, “Sunuş”, Kazak Türklüğünü Aydınlatanlara 12
İnsanlar arasındaki haberleşme, ortak bir duyuş,
Nısanbayev’in Bakışı, AKM Yay., Ankara, 2000. düşünüş, hayâl ediş ile ortak davranışlar yaratma, birer
4
S. Tural, “Dede Korkut Kelimeleri Üzerine”, 8-12 Kasım değere tekabül eden sembollerle oluşuyor. Semboller, bir
1999 tarihinde İstanbul Askeri Müze’de toplanan VII. kültürün hem derinliğini, hem genişliğini gösteren, kök-
Milletlerarası Türkoloji Kongresinde sunulan bildiridir leri tarihte kalıp mecaz işlevi kazanan unsurlardır. “Boz
ve Türk Dili, Sayı: 577 (2000), s. 3-8.Ayrıca bk.Gorkut börü” yahut İslamiyet’le “Hızır” adı kazanan “boz atlı”
Ata:Türkmen Halk Destanı, y.hzl. Sadık Tural, Annaguli uzak geçmişe bağlanabilen semboldür. Turna ise, Hz. Ali
Nurmemmet,Ankara 1999. ile ve sevdiğimiz kimselerle haberleşmeye yardımı olan
5
S. K. Tural, “Yüzyılımızın Velisi Cengiz Bey”, Türk Edebi- kutsal bir kuştur.
yatı Dergisi, Sayı: 309 (Temmuz 1999), s. 6-8. (Sonra, 13
Serap Leloğlu-Ünal, Türkmenistan Günlerinden, (Bilge
“Filozof, Şair, Romancı, Yüzyılımızın Yeni Velisi Cengiz dergisinin eki olarak yayımlanmıştır) Ankara, 1998; Abi-
Bey”, başlığıyla Tarihten Destana Akan Duyarlılık, için- de Doğan, “Bir Türkmen Romanı ve Halı Sanatı”, Bilge,
de). Aytmatov, 1991’den önceki zor zamanlarda mit, Sayı 17, AKM Yay., Ankara, 1998. ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


65
TÜRK DÜNYASININ BÜYÜK YAZARI:
CAFER CABBARLI - II
SELAHADDİN HALİLOV


ÇAĞDAŞ İNSAN İSTEĞİNİ, GÜDÜLERİNİ, NEFSİNİ ZİNCİRLEYEREK; DİNİN, AHLaKIN, ÂDET VE GELENEKLERİN VE
SONUNDA ZEKÂNIN VE HUKUKUN GEREKLERİYLE UYUŞARAK VAHŞİLERDEN AYRILIR

ütün büyük sanatkârlar, eserlerinde olay- yük ve karmaşık bir döneminin (İslam’ın Azerbay-

B ların anlatımının gerisinde mahiyetlerin


anlatımını ele aldığı için aynı zamanda
filozoftur. Edebî eserlerde olaylar gelişine göre
can’da yayılması, Babek hareketi) ortaya çıkarıl-
masına, o döneme ait adet ve geleneklerimizin,
millî medeniyetimizin ve etnografyamızın mü-
cereyan etmez, bilakis fikirlerin gelişmesi ka- kemmel manzarasının çizilmesine şahitlik ederiz.
nununa uygunluğuna, mahiyetler arasındaki Aynı zamanda, o dönemde doğmuş ve yayılmış
iç ilişkilere dayanır. Cafer Cabbarlı’nın bütün millî-felsefi akımlar sembollerin dili ile karşılıklı
eserlerinde, hatta genç yaşlarda yazdığı piyes- konuşma ve monologlarda çok başarılı bir şekilde
lerde bile belirli bir fikrin gelişmesi ve idealar yorumlanır. Üstelik bütün bunlar büyük bir sanat
arasında mücadele vardır. Cabbarlı’da fikrin or- gücüyle edebî eserin tahkiyesine katılır.
taya çıkmasına hizmet eden olaylar, keyfi olarak Araştırmacılar bazen felsefi düşünce tari-
seçilmez. Onlar doğrudan gerçekliğe ve tarihe himizin öğrenilmesinin tanınmış filozofumuz
dayanır. Bu bakımdan Cabbarlı hem bir filozof Haydar Hüseynov’un eserleri ile başladığını dü-
hem de olgun bir tarihçi ve sosyal tablolar çizen şünürler. Aslında bu işe hem de büyük bir iti-
bir ressamdır. nayla, felsefi öğretilerin şerh ederek, onları kı-
20. asrın başları, henüz tarihimizin yeteri ka- yaslayarak ve farklı bakış açılarını canlı hayat
dar öğrenilmediği, millî medeniyet ve millî felse- sahnelerinde tecessüm ettirerek Cafer Cabbarlı
femizin kaynaklarının profesyonel bilim için he- başlamıştır.
nüz karanlık olduğu bir dönemdir. Bu dönemde Millî tarihimizin önemli dönemlerini teşkil
tek bir eserde (Ateş Gelini) millî tarihimizin bü- eden fikirler ve sosyal-siyasi hareketler Cabbar-

66 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
lı’nın eserlerinde bazen doğrudan, hatta tarihî sı olmaktan daha fazlan bir öneme sahiptir.
adları bile koruyarak, bazen de dolaylı olarak Burada biz farklı dönemlerdeki farklı düşünce
edebî içeriğe katılarak sunulur. Mesela, Azerbay- tabakalarının, farklı hayat ve düşünce tarz-
can felsefi düşünce tarihinde ve millî özgürlük larının ve hatta farklı felsefi öğretilerin sen-
hareketinde Cemaleddin Efgani’nin yeri ve rolü tezini görürüz. Bizim bugünkü düşüncemizin
çoğumuzun nazarında Prof. Şamil Kurbanov’un kökeninde hangi farklı görüşlerin yer aldığını,
konuyu ele almasından sonra açıklığa kavuştu. çağdaş düşünce tarzımızın nelerden yoğrulup
Biz, yitirilmiş tarihi şahsiyetimizi ve filozofumu- oluştuğunu, çağdaş Azerbaycanlının iç dünya-
zu yeniden bulduk. Ancak onun hakkında Cab- sında geçmişten miras kalmış ne gibi çelişkiler
barlı, daha 17 yaşında iken yeterli bilgi vermiş, olduğunu Ateş Gelini başarı ile ortaya koyar.
onun düşüncelerini yorumlamıştır. Aynı zaman- Eser aynı zamanda inanç ve şüphenin, his ve
da bu misyon herhangi bir tarih kitabında veya algının milli nispet örneğini göstermek bakı-
felsefi risalede değil, Nasreddin Şah (1918) pi- mından özel öneme sahiptir.
yesinde gerçekleştirilmiştir. Cemaleddin Efgani Ama Ateş Gelini sosyalizm döneminde ya-
esere bir devrimci sembolü olarak katılmıştır. zıldığından onun edebi eleştiri kaderi sınırlı
Onun fikirleri ve meşrutiyetçilik hareketinin özü ideolojik çerçeveye yerleştirilmiş, dine kar-
de olayların gidişine uygun olarak bir sonuç gibi şı mücadele mutlaklaştırılmış ve eserdeki bir
takdim edilmiştir. kısım önemli idealar aydınlatılamamıştır. El-
Diğer bir eseri Ateş Gelini’nde Cabbarlı 8. han’ın “din adına yapılan katliamlara” karşı çı-
ve 9. asırlarda Azerbaycan’da yayılmış Hürre- kışları dine karşı çıkış olarak sunulmuştur. Di-
milik öğretisinin içeriğini ortaya koyar yorum- ğer taraftan, eserdeki Hurufîlik notları dikkat-
lar. Aslında Cabbarlı’nın özgürlük hakkındaki ten uzak kalmış, Hurufîlik fikirleri de ateizm
düşünceleri Hürremilik öğretisinin de sınırlarını olarak değerlendirilmiştir. Hâlbuki Elhan bazı
aşarak bütün dönemler için aktüel olan ciddi sözlerinde Nesimi’den farklı değildir: “Benden
meseleler ortaya koyar. başka, benim dışımda başka bir Allah yoktur.
Ateş Gelini millî-felsefi düşünce tarihimizin Yeryüzündeki hayat ve mutluluğun yaratıcısı
ansiklopedisidir. Burada özellikle Azerbaycan benim. Göklerin manevi varlığında güç ve ik-
için karakteristik olan Zerdüştilik, Ateşperestlik, tidarın anlam ve özelliği benim. Allah benim,
Hürremilik, Hurufilik gibi önemli felsefi akım- Allah bendedir.”
ların çok özlü ancak açık ve anlaşılır yorumu Elhan’ın mücadelesi İslam dinine karşı değil,
yapılır. Aynı zamanda bunları ayrı ayrı, birbi- din perdesi arkasındaki güce, zor kullanmaya
rinden farklı, birbirini inkâr eden öğretiler ola- karşıdır. Dikkatle bakıldığında Akşin’in Elhan’ı
rak değil, tek, bütün felsefi bakış sisteminin iç değil, Elhan’ın Akşin’i gerçek dine, adalete, doğ-
unsurları, kısımları olarak vermeye gayret edilir. ruluğa, gerçeğe davet ettiği görülür. Elhan’a
Karşıtlıklar birliğe ulaştırılır. Kutupların zirvede göre din gerçek görevini ezenlerin değil, ezi-
birleşmesinden iç bütünlüğe sahip mükemmel lenlerin tarafında olursa yerine getirebilir. Ak-
bir dünya görüşü doğar. Felsefi düşüncemizin şin aldanmıştır. Elhan ise dini hükümleri kötüye
büyük tarihi eski uzun ve kompleks yolu zaman kullanan, dini ideallerle manipülasyon yapan ve
olarak sıkıştırılır, farklı dönemlerdeki yaklaşımlar gaspçılık niyetlerini dinle örtmeye çalışan güç-
aynı zaman ortamına getirilir ve bütün iç çeliş- lerin içyüzünü Akşin’den daha iyi görür: “Ben
kileri ile birlikte mükemmel bir sanat-edebiyat yüzüme bir din kalkanı çekip cihangirlerin cel-
sistemi doğar. latlığını kabul edemem.”
Bu bakımdan Ateş Gelini, Azerbaycan’ın Solmaz rolünün taşıdığı düşünce yükü de
felsefi düşünce ansiklopedisinin bir parça- yeteri kadar aydınlatılmamıştır. Solmaza çoğu

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


67
561 MAKALE

zaman sadece Elhan’ın sevgi prizmasından bakı- onu elinde bayrak yapanlar son tahlilde iktidar,
lır. Ancak yazar Solmaz’ı başka bir ölçüde, başka varlık ve eğlence seviyesine inerler. Din adına
coğrafi ve dinî mekânda yine sevgi prizmasın- konuşanlar bilerek veya bilmeyerek onu yere
dan takdim eder. “Söyle mukaddes ateşler geli- indirir, ideal olanı maddi güçle kabul ettirmeye
ni! Yüce Hürmüz’ün temizlik ve masumluğunu çalışırlar. İnsan adına insanlara el kaldırılır.
temsil eden güzel solmaz!” Bu bakış Solmaz’ı Hürremilik anlayışı, hiç değilse yalandan
mukaddes görmek isteğinden ve Solmaz’a olan kurtulmaya, dünyayı maddi fakat gerçek istek-
sevginin mukaddeslik duygusu ile ulvi hislerle ler uğrunda tanımlamaya çağırır. Öte yandan
birleşmesinden doğar! Sevginin yüksek seviyesi, bu gerçek istekler üzerine kurulan mutluluk-
vahdeti vücut makamı! Cismani içerikten daha lar ülkesi de “düşüncesi geniş ufuklar açan” İl-
yüksek manevi ihtiva! Mecnun sevgisi, platonik han’ın kutsal özgürlük idealiyle uyuşmamakta
sevgi, bütün maddi yüklerden ve duygulardan ve en iyi ihtimalle onun sıradan bir gölgesine
azad olmuş, ağırlıksızlık ortamında, en yüksek dönüşmektedir. Cabbarlı, Hürrem’e bırakın bir
makamda yüceliğe kavuşan parlak bir ruh! Ru- ideal olarak bakmayı, aksine her tür yüksek
hani sevgi! hislerden, idealden mahrum edilmiş, yine de
Burada Cabbarlı, Zerdüştilik’ten, ateşperest- olaylar girdabına düşmüş, maddi başlangıca
likten geçerek, daha önce anlattığı Hürremiliğin tabi kılınmış bir hayat olarak bakar. Böyle ru-
zıt kutbuna geçer ve Elhan’ın dili ile kesin şekilde tin bir hayat Elhan için değildir. Büyük idealler
reddettiği İslam’ın yüksek felsefi tezahürlerin- arayışında olan Elhan, böyle iptidâi özgürlük
den biri olan Tasavvufu telkin eder: “…Bütün al- ortamında mutlu olamaz. Yazarın “mutlular
çak cismani duyguları atıp, ruhani bir yüksekliğe diyarı”na gerçek yaklaşımını bilmek için biraz
vardığını, Yüce Hürmüzün ulviyetine doğru yük- dikkatli olmak gerekir: “Herkes karışık çalıp
selip onunla manevi bir bütün olarak uyuduğu- oynar. Bütün sahnede baş döndürücü bir ha-
nu hisseder misin?”. Allah’a kavuşmak, O’nunla reket halkası içinde kaynar. Sadece Elhan de-
vahdette olmak, tasavvufun vahdeti vücut dü- rin ve masum bakışlarla kaynaşmakta olan bu
şüncesinin özüdür. Ancak Cabbarlı’da bu düşün- insan akınına bakıp, uzak yerleri düşünürmüş
ce Hürmüz ile birleştirilir ve ateşgâhta meydana gibi dalgın oturur.” Hürrem diyarı büyük ölçü-
gelen bir olay İslam’ın büyük isteği bağlamına de Nizami’nin “mutlular ülkesi”ni hatırlatsa da
yerleştirilir. Asırlar boyunca karşı karşıya gelen ondan ciddi şekilde farklıdır. Öyle ki bu “mutlu-
ateşperestlik ve İslam notaları yüksek perdede luğun” içerisinde ona karşı bir isyan var. Elhan
birbirini tamamlar, aynı mahiyetin farklı teza- kendi yarattığı dünyanın eksikliğini hisseder,
hürleri olarak ortaya çıkar. bu çevre onu sıkar ve yeni arayışlara sevk eder.
Elbette, öyle yüksek felsefi makama çıkmış ***
bir şahıs için aşağı basamağa, maddi hayat se- Asırlar boyu felsefenin en önemli problem-
viyesine inerek törenselleşmiş, olaylaşmış, hu- leri arasında olan para ve maneviyatın, akıl ve
rafeleşmiş din artık din değildir. Cabbarlı’nın hissin, güç ve tedbirin, yalan ve gerçeğin, inanç
nasıl bir dinin aleyhine olduğu da burada orta- ve şüphenin mücadelesi gibi problemler yeri
ya çıkar. Cabbarlı olaylar seviyesine inmiş, siya- geldikçe felsefi zeminde aydınlatılır ve yazarın
sileşmiş, sosyalleşmiş, törenselleşmiş ve aslında bu meselelere oldukça orijinal ve yaratıcı yakla-
mukaddesliğini, yüceliğini yitirmiş bütün din- şımı ortaya çıkar. Genç Cabbarlı’da “sevgi özgür-
lerin karşısındadır. Ateşgâha da “karnı kafasın- lüğü”, “duygu özgürlüğü” fikirleri, saadet yolu
dan çok çalışan” insanlar hizmet eder, yüksek üzerinde yüceltilmiş sosyal ve ekonomik duvar-
amaçların sonu tavuğa civcive çıkar. İslam’da lara; miladı geçmiş, taşlaşmış, katılaşmış gelenek
da dinin büyük, yüce amacı gölgede kalır ve ve göreneklere karşı gelir. Yazar bu meseleleri ön

68 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
plana çıkarmak için hiç bir fırsatı kaçırmaz. Sol-
gun Çiçekler’de de Nasreddin Şah’ta da Aydın’da
da kaba güç saf sevgiye karşı çıkar ve gençleri
gerçek mutluluktan mahrum eder. Lakin Solgun
Çiçekler’de aile ölçeğinde ortaya çıkan kaba güç,
Nasreddin Şah’ta bir ülkenin liderinin karakte-
ri ve bu ülkedeki siyasi rejimle, Aydın’da, Oktay
Eloğlu’nda ve Ateş Gelini’nde ise sosyal düzen-
le ilişkilendirilir. Ateş Gelini’nde sosyal adalet-
sizliğe işgal ve esaret düşüncesi de ilave edilir.
Ayrıca burada hem gerçek dine, hem de dinden
sosyal güç aracı olarak yararlanılmasına dair gö-
rüşler ifade edilir.
Nasreddin Şah eserinde mevcut siyasi rejimin
zulmü, rezaleti olaylarla ve sembollerle ortaya
koyulur. Birçok cinayet, birçok yurt ve yuvanın
dağıtılması... Piyeste mevcut sosyal gerçeklik,
zulüm ve sosyal adaletsizlik olaylar seviyesinde
tasvir edilir. Burada artık Talihsiz Genç, Fahret-
tinin Belası ve Laçin Yuvası gibi eserlerde içerik
ve üslup yakınlığı vardır.
Böyle eserlerde şahsi gaddarlık olarak anla-
şılabilecek olaylar, insanların öldürülmesi, kız-
ların zorla kaçırılması, kaba fiziki gücün somut
tezahürleri tasvir edilir. Burada fikrin, konumun,
iradenin kabul ettirilmesinde daha çok kaba güç
kullanılması söz konusudur. Hatta şah burada
devlet başkanı olmadan önce bizzat, kendi ira-
desiyle olaylara katılır. İntikam da son durumda
kısas, fiziki güç ve olay ile gerçekleştirilir. Burada
hâlâ kötü insanlar ve iyi insanlar ayrımı vardır.
Olaylar insanın içinde değil, insanlar arasında
meydana gelir. Aydın’da ise süreçler daha çok
insanların kalbinde ve düşüncesindedir. Bu fikir-
ler sosyal hayatın çelişkilerine doğrudan bağlı-
dır. Burada ölüm, cinayet değil intihar yolu ile
gerçekleşir. İnsanlar doğrudan fiziki saldırı sonu-
cunda, zalimlerin hançerinden veya kurşunun-
dan değil, manevi dünyaya saldırının sonucunda
yok olurlar. Özgürlük ideali de insanların sadece
kendi evi, kendi mülkü, kendi ölçeğinde -mad-
di sosyal zeminde- değil; kendi istekleri, kendi
arzuları, kendi düşünceleri ölçeğinde, daha çok
manevi-sosyal zeminde sunulur.

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


69
561 MAKALE

“Din ve özgürlük”, “adet-gelenek ve özgür- olan, Cabbarlı’nın bu düşünceleri Freud’la ilgi-


lük”, “sosyal çevre ve özgürlük” problemleri si olmadan ileri sürmesidir. Burada söz konusu
Cabbarlı’nın farklı eserlerinde farklı bağlamlar- olan nefisle sağlam düşünce arasındaki, nefisle
da ortaya çıkar. Aydın’da şunları okuruz: “Dehâ- sosyal idrak arasındaki çelişkinin ortadan kaldı-
lar düşmanı, zekâlar, iradeler katili adet!”; “Ken- rılmasıdır.
di varlığını göstermek isteyenler hiçbir âdete, İnsanın hisleri de, nefsi de, arzusu da çocuk-
kurala boyun eğmemelidirler”. “Beni ancak ar- luktan, ilk yetişme döneminden itibaren doğru
zularım idare eder...” “İnsan, arzu yolunda hiçbir eğitmelidir. İnsan, her hangi iki farklı sosyal ih-
şey karşısında durmamalıdır. Bu benim prensi- tiyaç ya da durum arasında kaldığında, neden
bimdir.” birini diğerine tercih etsin ve kendinden ödün
F. Nietzsche’nin baş eserini niçin Zerdüşt’ün versin? Acaba en yüksek amaç insanın mutlulu-
adı ile yazdığını anlamak için çok uzağa gitme- ğu değil midir? Ve mutluluk isteklerin gerçekleş-
ye gerek yoktur. Bu ilişkinin kökleri Aydın’da mesinden başka nasıl anlaşılabilir?
ve Ateş Gelini’nde çok güzel ortaya çıkar. Mut- Cabbarlı, sosyal normları, öteden beri sü-
lak özgürlüğe can atan insan bütün prangaları regelen sosyal çevre anlayışını ve söz konusu
kırmak, bütün yasakları kaldırmak, emelleri- çevrenin manevi prensiplerini savunma taraf-
ni şahsi isteklerine uygun oluşturmak çabası tarı değildir. Onun için esas olan insanın yüce-
gösterir. Ancak bu mümkün değildir. Bu, vahşi liğidir ve insan ona göre nihai amaçtır. Bu ba-
özgürlüktür. Çağdaş insan ise isteğini, güdüle- kımdan toplumun bireyin önüne koyduğu bü-
rini, nefsini zincirleyerek; dinin, ahlakın, âdet ve tün engelleri tenkit eder ve bu engellere yani
geleneklerin ve sonunda zekânın ve hukukun toplumsal kaidelere çağın anlayışıyla yaklaşır.
gerekleriyle uyuşarak vahşilerden ayrılır. İnsan Çoğu zaman yazar belirli semboller üze-
buna mecbur olur mu? Yoksa insan kendi sınır- rinden şahsi görüşünü, kimi olaylara duyduğu
larını isteyerek mi çizer? sempatiyi ortaya koyar. Kimi sembollerle ise an-
Elbette mutlak özgürlüğün imkânsız oldu- tipatisini, onaylamadığı ve eleştirdiği durumları
ğunu, hayatı nefse uydurmanın yücelik alameti sergiler.
olmadığını Cabbarlı çok iyi biliyordu. Peki, bu Dünya iyilerin ve kötülerin dünyasına bölü-
paradoks nasıl izah edilmelidir? Nasıl olur da nür. Ve okuyucu yazarın şahsi görüşünü, yazar
bütün eserlerinde hırsa, dar görüşlülüğe, maddi kişiliğini, elbette ki iyilerin dünyasında arar.
hayata, şehvete karşı şiddetle karşı çıkan ve in- Büyük sanatkârlarda ise roller bütün iç renk-
sanlığın yüksek anlamını, yüce hisleri terennüm liliği ile ve değişimleriyle, iyi ve kötü, üstün
eden Cabbarlı adet ve geleneklere, dine meydan ve eksik yönleri ile birlikte sunulur. Gerçekte
okur?! mutlak iyi ve mutlak kötü insanlar söz konu-
Başkahramanı; “İnsan, arzusu uğrunda hiçbir su değildir. Gerçek insanlar çoğu zaman sentez
şey karşısında durmamalıdır” diyen yazar, arzu- karakterlere sahiptir. Dolayısıyla gerçek hayat
yu sadece istek, nefis anlamında mı anlıyordu? manzaraları ve canlı semboller yaratan gerçek-
Burada Cabbarlı geleneksel Doğu felsefesinin çi edebiyat, her zaman idealleştirmeden kaçın-
sınırlarından dışarı çıkar. İster istemez şöyle bir maya çalışır. Cabbarlı’nın eserleri de son derece
soru doğar: Cafer Cabbarlı, arzuların zincirlen- hayati ve gerçektir. Ancak burada Cabbarlı için
mesini esas alan Doğu terbiyesine isyan eder- spesifik olan ve dünya edebiyatında çok ender
ken aşırı Batı öğretisi olan Freudizmin etkisine durumlarda rastlanan bir metot da dikkati çe-
girmez mi? Ancak Cabbarlı’nın çağdaşı olan ker. Olumlu bir yönün idealleştirilmesi, mutlak-
Freud’un ve onun öğretisinin o zaman Azerbay- laştırılması ve bu konuda bazen aşırılığa gidil-
can’da biliniyor olması ihtimali çok azdır. Gerçek mesi, başlangıçta olumlu olarak görünen bir

70 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


MAKALE 561
olayın eksik ya da yetersiz görünen yönlerinin lerinin daha derinde araştırılması gerektiğini
ortaya çıkmasına sebep olur. Burada herhangi Cabbarlı anlamıştır.
bir olay ya da durumda olumlu yönle birlikte Hatta Sevil’in son sahnesinde, “Eteğim kısa to-
olumsuz yönün de yazılması değil, olumlu yö- puğum diktir” diyen Sevil’in yüzünde ilerlemeyi
nün olumsuzluklarının açıklanması söz konu- çarşafın atılmasına bağlayanların pişmanlığını
sudur. Olumlu ve olumsuzun, iyi ve kötünün görürüz. Sevil, muzaffer bakışlar ile Edilya’dan da
tek bir sistemin, toplumun farklı unsurları ola- uzağa gitmek gücünde olduğuna işaret ederken
rak birlikte varlığında sıra dışı hiçbir şey yoktur. Cabbarlı, eğri (dairesel) yolun yeniden başlangıca
Bu, hayatın kendi diyalektiğidir. Bu, her bir bü- getirebileceğini hatırlatır. Zavallı Balaş, Sevil’in
tünün aslında kendi karmaşık içyapısına özgün ayakları altına düşer; kendi yanlışlarını anlayıp
olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçek sanat önceki temiz, saf, samimi Sevil’e dönmek hasreti
ve edebiyat da doğal olarak hayatın diyalek- ile mi yoksa Moskova’da kurs görenin Fransa’da
tiğini içermektedir. Cabbarlı’nın sanatı için bu kurs görene göre “üstünlüğünü” anladığı için mi?
sıradan bir durumdur. Ancak bizim vurguladı- Maalesef Sevil’in değişmesine karşılık Balaş
ğımız yön, Cabbarlı’yı bir sanatkâr olarak faklı değişmez, bir zavallı olarak kalır. Eserde geri pla-
kılan ve yücelten şey, diyalektiğin yüksek bir nı gören okur, finalde Balaş’ın da ötekileştiğini
sanat gücüyle tecessümüdür. ve belki de “Git, sen artık Sevil değilsin.” diye
Ateş Gelini’nde Elhan, din aleyhine, adet ve söylemesini bekler. Ancak maalesef Balaş, Se-
gelenekler aleyhine o kadar mantıklı, o kadar vil’i fark etmesine karşılık içerik olarak yine de
keskin ve coşkun konuşur ki okuyucu neredey- değişemez.
se onun tarafına geçer gibi olur. Ancak dikkat- Olayların değil, düşüncelerin gelişme yolu-
le bakıldığında dinsizlik, geleneksizlik ve aşırı nu izleyen okuyucu, kadınların talihindeki bu
özgürlüğün de içyüzü görünmüş olur. Sermaye devrim (özellikle devrim) ve arka planında er-
dünyasına meydan okuyan Aydın da, sahne de- keklerin ve erkekliğin kaderi hakkında cevapsız
korları arasında hayat gerçeklerini arayan Oktay sorularla baş başa kalır. Bize göre eserin en bü-
Eloğlu da, geriliğin, cehaletin sebebini çarşafta yük üstünlüğü de ön plandaki cevaplarla birlikte
arayan Gülüş ve Sevil de, marş sesleri arasında arka plandaki sorulardır.
eski dünyaya karşı harekete geçen Almaz da Cafer Cabbarlı, yaşadığı dönemde meydana
aşırılığa vardığında kendi karşıtına dönüşür ve gelen sosyal süreçleri sadece tasvir etmez, onla-
dikkatli okuyucu hayatın eksikliklerini sadece rın özünü, felsefi niteliğini öne çıkarır. Öne sü-
karşı tarafta değil, aynı zamanda isyancı tarafta rülen felsefi sorunlar yapısal tanımlarla “örtünse
görebilir. de” felsefi amaç göz önündedir. Genellikle Sov-
Sevil, Cabbarlı’nın edebî eleştiri konusun- yet döneminde Marksizm kalıplarına sığmayan
da tartışılmayan eserlerinden biri olarak kabul yaratıcı felsefi düşüncenin tek ifade yolu ede-
edilir. Kadın özgürlüğü düşüncesi her zaman biyattan ve sanattan geçerdi. Özellikle bunun
ilerici düşünce olarak kabul edilmiştir ve bu- için Sovyet döneminde millî felsefi düşünce ta-
gün için de böyledir. Ancak Cabbarlı’nın ne- rihimizin öğrenilmesi, edebiyatın felsefi açıdan
dense gölgede kalmış küçük bir eserini, Hürri- incelemesinden geçer. Bu dönemin filozoflarının
yet-i Nisvan şiirini okurken, Sevil’e de yeniden, usta felsefeciler değil de büyük yazar ve müte-
iç diyalektik incelikler prizmasından bakmak fekkirler olması tesadüf değildir. İlk önce Cavit
gereği ortaya çıkar. Bununla biz Cabbarlı’nın ve Cabbarlı söz konusudur. Onların mukayeseli
arka planda çarşaf nostaljisini işlediğini söy- tahlili aslında bütünüyle o dönemin esas fikir
lemek istemiyoruz. Ancak bir şey açıktır; iler- istikametlerini göstermek ve sosyal mefkûrenin
lemeye engel olan çarşaf değildir, onun kök- tüm manzarasını yaratmak gayretidir. ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


71
BİN KUBBELİ ŞEHİR
AYŞE GÖKTÜRK TUNCEROĞLU


İKİ BİN KÜSUR YILLIK BİR TARİH… DEFALARCA ALINAN, VERİLEN, YANAN, YIKILAN, YAĞMALANAN, YAPILAN, İPEK
YOLU’NUN MÜHİM DURAKLARINDAN BUHARA. DÜMDÜZ BİR ŞEHİR. İNİŞİ, YOKUŞU YOK. GÖKDELEN HİÇ YOK!

Z
iyaret ettiğiniz şehirlerin sadece turistik “Olur olur. Oturun.”
mekânlarıyla yetinmeyeceksiniz. Sonra ilave etti: “Mihman atandan uludur.”
Buhara’nın Tâk-i Telpak Furûşan’ının, Bu üçüncü! Üçüncü duyuşumuz!
yani dört büyük kapalı çarşısından birinin önün- En öndeki koltuklara oturduk. Otobüs “Yen-
den 52 numaralı halk otobüsüne bindik. gi Şeher”de yol almaya başladı. Hem etrafı sey-
Otobüsün ön camında “Eski Shahar” yazıyor- rettik, hem ara sıra şoförle konuşarak bir şeyler
du, kalkış yeri olarak. Altında da bazı durak ad- öğrendik.
ları. Şoföre “Tekrar bu noktaya gelecek misiniz?” İki bin küsur yıllık bir tarih… Defalarca alı-
dedik, evet deyince atladık otobüse. nan, verilen, yanan, yıkılan, yağmalanan, yapı-
“Biz şehri dolaşıp yine buraya geleceğiz. Yani lan, İpek Yolu’nun mühim duraklarından Buha-
gidiş dönüş. Kaç lira?” ra. Dümdüz bir şehir. İnişi, yokuşu yok. Gökdelen
“Min som kidiş, min som keliş…” hiç yok! En fazla yedi sekiz katlı apartmanlar
Baktık para kutusu filan yok, şöföre uzattık. gördüm. Ana caddeler geniş ve düzgün. İki ta-
Para inerken dedi. Sonra baktı bize. Türkçemiz rafta çok gür olmayan ağaçlar…. Yaprakların
ayan beyan… üzerine yapışıp kalmış kum tozları ağaçları sa-
“Türkiye’den misiniz?” rımtrak gösteriyor. Yağmur yok bu diyarda!
“Evet. Şehrin farklı yerlerini görmek istiyo- Öğrenciler, ev kadınları, çalışan kadınlar, be-
ruz.” bekli anneler çoğunlukta olmak üzere türlü çeşit
“Para istemez.” Buharalı bindi, indi. Siyah-beyaz forma giymiş
“Ne demek? Olur mu öyle?” ilk ve orta öğretim öğrencilerinin dikkat çekecek

72 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


GEZİ 561

Su kulesinden Ark Kalesi’ne ve şehre bakış

kadar terbiyeli tavırlarına şaştık. Biz bu yaştaki Bir saatlik otobüs yolculuğunun sonunda ha-
çocukların deli dolu hâllerine, itişip kakışmala- limizden memnun, bindiğimiz yere geldik. indik.
rına alışmışız. Bir ara iki tane bembeyaz başör- Baktık ki bizim şöför orada bekleyen bir kadına
tülü hanım bindi. Özbekistan’da bizim -yanlış yöneldi, bizi tanıştırdı. Meğer karısıymış. “Sizi,
olarak- türban dediğimiz tarzda başörtüsü pek Yahudi mahallesine götürecek.” dedi. Telefonun
görünmüyor. Bu iki hanımın hem bembeyaz hikmeti anlaşıldı! Karısıyla konuşup bize reh-
hem büyük boy eşarpları dikkat çekiciydi. Onlar berlik etmesi için çağırmış. Bu durumda “ne iyi
indikten sonra şoförden öğrendik ki kocası veya adam” sözü yetmez! Zahmet olur size filan de-
babası ölen hanımlar bir müddet beyaz başörtü- meye kalmadan kadıncağız düştü önümüze. Adı
sü takarmış, yas tutmanın nişanesi. Samira. Leb-i Havuz’dan geçip daracık sokaklara
Yeni şehrin ara sokakları da düzgün açıl- girdik.
mış. Ara sokaklarda sırt sırta vermiş tek katlı Sabahleyin otelden çıkıp Leb-i Havuz’a gelir-
mütevazi evler, mahalle bakkalları, bakkalla- ken de böyle daracık, labirent gibi sokaklardan
rın önünde kavun kasaları, kısa boylu ve tozlu geçmiştik. Görüyoruz ki eski Buhara, ihtişamlı
ağaçlar… Otobüs şehrin dış mahallelerine ka- medreselerin, camilerin, kervansarayların, mey-
dar gitti. danların, havuzlu parkların, kubbeli büyük ka-
Son durağa gelip dönüşe geçtiğimizi fark palı çarşıların dışında çok dar, eğri büğrü sokak-
ettiğimizde şöföre “Buhara’da Yahudi mahallesi ların iki yanında birbirine yaslanmış tek katlı, az
varmış, ne tarafta acaba? Gidelim görelim diyo- pencereli evlerden meydana gelmiş. Eski dünya-
ruz.” diye sorduk. “Leb-i Havuz’a, bindiğiniz yere nın ortaçağlarının mahalle biçimi demek ki bu.
yakın.” dedi. Çok iyi. Az sonra telefonla birini Çıkmaz sokaklar gibi görünen ama çıkan labi-
aradı. Her şeyi tam anlayamıyoruz ama bizden rentvari sokaklar…. Eski hâllerini bilemem ama
bahsettiğini anladık, arada bir Yahudi kelimesi şu anda bu sokaklar hayli bakımsız. Yer taşları
de geçti. Herhâlde mahallenin yol tarifini soru- kırık, duvarların sıvaları dökük, elektrik direkleri
yor birine. Ne iyi adam?! yamulmuş, doğal gaz boruları o yandan bu yana

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


73
561 GEZİ

İsmail Sâmâni türbesi

rastgele, özensiz geçirilmiş… Onbeş dakika kadar bedelini kabul etmez, direnir. Buhara imamına
yürüdük. Buralar artık Yahudi Mahallesi. Samira danışırlar, imam “Kanunen yapacak bir şey yok-
Hanım bir ara sordu: tur, zorla alamayız.” der. Nâdir Divan Beği ça-
“Ne yapacaksınız Yahudi mahallesinde? Ya- resiz kadının evinin etrafında düşündüğünden
hudi misiniz siz?” daha küçük olarak havuzu yaptırır. Bir zaman
“Yok.” dedik, “Değiliz de… Merak ettik. Bir si- sonra ev rutubetlenmeye başlayınca kadın Di-
nagogları varmış, orayı görelim istedik.” van Beği’nin kapısını çalar. Aman der… Kendisi-
Sarrofon Koc’hası 20 numara. Bembeyaz bo- ne yine para teklif edilir. “Hayır.” der kadın. “Para
yalı bir tahta kapı. Üzerinde Hebrew alfabesi ile istemiyorum. Sinagog yapmak için yer verilmesi
yazılı, sembollerle süslü büyük bir levha. Kapının şartıyla evimi veriririm.” Nâdir Divan Beği kabul
bir yanındaki pirinç tabelada İngilizce isim, öte eder, kendisine ait bir mülkü Buhara Yahudile-
yanındaki tabelada Özbek Türkçesi: “Sinagoga rine tahsis eder. Bugün Buhara’da Yahudi Ma-
Masjidi” hallesi denen yer işte bu mülktür. Ve sinagog
İçeri giriyoruz. Beyaz boyalı yüksek duvarlarla da yapılır. O vakte kadar Buhara’daki Yahudiler
çevrili avlu. Mavi renkli Musevi amblemleri, me- Megâki Attari Camisi’nde ibadet ediyorlardı. Bu
norahlar, Davud yıldızları… Avlunun çevresinde da ilginçtir.
ibadet salonu, birkaç oda. Duvarlar hep beyaz. Sinagog’un bekçisinin söylediğine göre bu-
Çiçekli örtüler örtülmüş masalarda Tevrat’lar. gün Buhara’da 500 Yahudi varmış.
Yerler halı kaplı. Sinagog on altıncı yüzyılda ya- Buhara eski şeherinde görülmesi gereken bir
pılmış. Rivayete göre, Nâdir Divan Beği’nin Leb-i başka mekân Ark. Hanların sarayı. Yirmi met-
Havuz’u yaptırmaya karar verdiği yerde dul bir re boyunda tuğla duvarların çevrelediği, şehir
Yahudi kadının evi vardır. Kadın verilen istimlak içinde küçük bir şehir. Duvarlar alıştığımız kale

74 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


GEZİ 561
duvarları gibi dik değil, içeri doğru eğimli. Bu sinde yazmayan bir kule. Ne olduğunu anlamak
eğim bana manzarayı daha heybetli yapmış gibi için gittik yanına. Bilet gişesi. Kapı. asansör…
geldi. Hafif bir yokuş ile meydandan kale kapısı- Hadi bakalım, yukarıya! Burası da Sovyetler’in
na varıyoruz. Kapısındaki levhada milâttan önce yaptığı kule. Adına “Su Kulesi” diyorlar. Aslında,
dördüncü asırda başlatılıyor tarihi. Yıkıla yapıla şehrin su ihtiyacını karşılamak, şehre tazyikli su
yıkıla yapıla bugünkü şekil on altıncı yüzyıldan pompalamak için yapılan bir su deposu. 1929’da
kalma denebilir. Denebilir dedim çünkü yirminci hizmete açılmış, o yıllarda Sovyet idaresi şehir-
asırda son tahribatı Kızıl Ordu yapmış. Buhara deki havuzların çoğunu toprakla doldurup iptal
emirlerinin ikametgâh olarak kullandıkları saray etmiş, zira bu havuzlar salgın hastalıklara da-
bölümü, cami, bazı devlet daireleri, darphâne, vetiye çıkarır olmuş. Su deposu 1979’da çıkan
cephânelik, zindan… Ark içerisinde zamanın- yangında tahrip olunca, depo kaldırılıp lokantalı
da üç bin kadar kişi yaşadığı söyleniyor. Bugün bir seyir kulesine dönüştürülmüş. 33 metrede
müze. Tarih, hatta arkeoloji müzesi. Bu havali- seyir terası var. Seyir terasında dünyadaki bazı
de bulunan ilk medeniyet kalıntılarından, antik şehirlere olan uzaklığı gösteren tabelâlar kon-
çağdan başlayarak son devre kadar pek çok şey, muş. Ankara: 2571 kilometre.
hanların kıyafetleri, silahları, gündelik eşyalar, Seyir terasındaki gözetleme dürbününün
hayatımda gördüğüm en büyük semâver, tab- üzerindeki yazıya çok şaştık: “1 lira ile çalışır. 1
lolar, fotoğraflar, el yazması Kur’an-ı Kerim’ler TL’nin dışındaki para ile çalışmaz.” Türkiye Türk-
sergileniyor. Fakat sergilenen eşyalar kadar sey-
redilmeyi hak eden odaların kendisi. İşlenmiş
ahşap sütunlar, duvar ve özellikle rengârenk ta-
van işlemeleri göz kamaştırıcı.
Ark bugün müze ve çarşı. Avluda, hücrelerde
hediyelik eşyalar, pamuklar, ipekler, porselenler
satışa sunulmuş.
Hanların taht salonu… Salon dedim ama
üstü açık, sütunları işlemeli ahşaptan, revaklı,
geniş dikdörtgen bir avlu. Karşı duvarda, yük-
sekçe yerde sahte bir taht. Zamanında belli ki
orada gerçeği vardı. (Gerçeğini az önce içerde-
ki müze bölümünde gördük). Bir turist kafilesi
geldi biz ordayken. İçlerinden yaşlıca bir adam
tahta çıktı, görevli Özbek delikanlı üzerine kaf-
tanını giydirdi, eline asasını verdi, başına tacını
taktı, adam tahta oturdu, gülümsedi. Cep tele-
fonlarının düğmelerine basıldı peş peşe. Buhara
hatırası. Bedeli ödenerek…
Ark’ın önünde uzanan Registan Meydanı ol-
dukça tenha. Güneş yakıcı. Bazı turist grupları
kümelenmiş. Yirminci asrın ilk yıllarında şehrin en
canlı meydanının burası olduğunu fotoğraflardan
anlıyoruz. Şenliklerin ve infazların meydanı.
Meydanın karşısında silindirik şekilli demir
bir kule var.. Buhara’daki gezilecek eserler liste- Çar Minar ve leylekler

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


75
561 GEZİ

çesi ile! Özbekistan’da gördüğümüz ilk Türkiye Yol levhalarından birinde “Char Minor” adını
Türkçesi ibare. Herhâlde aleti Türkiye’den ithal okuduk. Ne taraftan gideceğiz derken, bir ha-
ettiler. nım… Soralım dedik. “Gelin benimle.” dedi. Bu
Tabiî cebimizde 1 TL yoktu, kullanamadık! sefer düştük onun peşine. Mahrifet Hanım. Bu-
Su Kulesi’nin seyir terasından, ufkunu her- ralarda herkes gelin götüreyim diyor, götürüyor!
hangi bir yükseltinin kapatmadığı dümdüz Yarım saat Buhara’nın daracık, bana yine hayli
Buhara’yı seyrettik. Ark Kalesi kuş bakışı. Eski ihmal edilmiş gelen ara yollarında yürüdükten
Şehir’in kubbeleri, taç kapıları, Kalon Minaresi, sonra… Karşımızda firûze kubbeli dört minare-
yeşillikler arasında Hz. Eyüp Çeşmesi… Gözümü- siyle: Char Minor. Veya Çar Minar. “Dört Minare”
ze hemen aşağıda ince sütunlarla kendini belli demek. Bugün artık hepsi bu, dört minare. Zaten
eden bir bina çarptı. kapının üstünde “Char Minor Darvazası” yazıyor.
Kuleden inip oraya koşuyoruz. Bala Havuz Darvaza “kapı”. Zamanında medrese imiş. Şimdi
Camisi. Bu “Bala” Farsça’nın Bâlâ’sı. Önünde bir hediyelik eşya dükkânı olan dört minareli küçük
havuz. Ağaçlar. Bahçede kısa boylu ama zarif bir bir yapı ama o dört minare o kadar göz alıcı ki!
minare. Her biri 12 metre boyunda yirmi sütun- Minareden daha çok küçücük dört kubbe. Bu
lu eyvan ile girilen cami. Sütunlar dantel gibi çeşit minarelere “güldeste” deniyor.
işlenmiş ahşap. Ayakkabılarımızı çıkarıp da gi- Dört firûze kubbeli minareden birinin üzeri-
riyoruz, öyle yazmışlar, içerisi halı kaplı. Demek ne yuva yapmış, birbirine sırt vermiş iki leylek…
ki hâlihazırda cami olarak kullanılıyor. Burası da Yıllardır leylek görmemiştim.
cuma mescidi. Tahtta oturan han cuma namaz- Fakat Buhara’da, üzerinde tek bir firûze çini
larını burada kılarmış, Ark Kalesi hemen karşıda, parçası dahi olmayan, hiç bir noktasına mavi
oradan çıkıp törenle ve maiyetiyle buraya gelir- veya başka bir renk vurulmamış muhteşem bir
lermiş. Aradaki yola halılar döşenirmiş. eser var. İsmail Sâmânî türbesi. Buhara’nın en
eski eseri. Tamamı, tepeden tır-
nağa tuğladan örülmüş, tuğlanın
türlü şekillerde pişirilip kullanıl-
masıyla akıl almaz desenlerden
oluşmuş kum rengi, kare şeklinde
küçük bir abide. Uzaktan bakınca
hasır örgüsü sanıyor insan. Tuğ-
la denen şey bu kadar nasıl gü-
zel olur Yarabbim! Bu nasıl bir
sanat?! İçinde iki kabir ve içeride
de tuğladan başka tek bir süsle-
me yok! Onuncu asırdan bu yana
hiç değişmeden kalan tek eser bu.
Çölün kum fırtınaları onu topra-
ğa gömmüş ve bütün istilalardan
korunmuş… Ta ki 1927 yılında
gün yüzüne çıkarılana kadar.
Özbekistan bana, en basit inşa-
at malzemeleri saydığımız kerpiç
ve tuğlaya başka bir gözle bakma-
Bala Havuz Camisi
yı öğretti. ❮

76 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


KİTAPLIK
İÇİNDEN ŞİİR GEÇEN ra kıvrılıp derin uykuya dalıyor sanki.
BİR KARANLIK Tamamen yok olmak için, herkesi bir
arada toplamayı beceren annenin
Fatih Baha Aydın’ın ikinci ro- ölümünü bekliyor. Evin babası Rüş-
manı Karanlıkta, aslında yazarla ilk ❯ İÇİNDEN ŞİİR GEÇEN BİR KARANLIK tü Bey’in cinayeti ailedeki kırılmaları
karşılaşmam oldu. Biraz araştırma daha da onarılmaz bir hale getiriyor.
yapıp, karşıma tambur çalan bir üs- ❯ ALINTILAR IŞIĞINDA ESTETİK ENDİŞE Romanın başından sonuna yapı-
tad çıkınca elbette bu kitap üzerine ❯ KUŞLU SÜVETER lan ince betimlemelerle cinayet roma-
yazmak istedim. Fatih Baha Aydın’ın nı değil de içinde bolca sanat olan bir
tamburundan ustalıkla çıkan sesler ❯ ÇAĞDAŞ TÜRK ŞİİRİNDE kitabı okuyoruz sanki. Bir şiir güzelli-
edebiyatına da yansıyor bence. İyi ki
MODERNİZMİN İMGELERİ ğine erişiyoruz. Belli bölümlerde bah-
de yansıyor. Bu sayede edebiyat, şiir sedilen Schubert’ in 8. Senfonisi, ki-
ve zarif sesler birleşip ortaya incelikli ❯ MUTLU TESADÜFLER tabı gözden geçirirken dinlenildiğinde


bir eser çıkıyor. daha büyülü bir halin içine bırakıyor
Roman kahramanı Deniz’in ken- okuru. Deniz’in yaşadıkları daha anla-
di içindeki karanlıkla başlıyor kitap. şılır hale geliyor. Kişisel tercihlerinden
Geçmişi yaralı ve belki sırf bu yüzden ötürü yaşadığı karanlığı uzaktan da
geleceği de yaralı biri Deniz. Babası- olsa görebiliyorsunuz. Emine’nin yıl-
na ne kadar uzaksa annesine o kadar larca elinde tutabildiği aydınlığa ulaş-
yakın. Bütün geçmişini, yaralarını mayı isteyen tek kişi Deniz belki de.
gömdüğü yerle annesi hastalanınca Küçücük bir ışıkla karanlıktan, öte-
yeniden yüzleşmek zorunda kalıyor. lenmişlikten kurtulmak istiyor. Kendi
Geride bıraktığını sandığı şeyler ye- deyimiyle “mutlu olmak” istiyor. So-
niden canını yakmaya başlasa da nunda yaşanılan her şeyin faturasını
annesinin zarif sesiyle vedalaşmak mektuplarında dönüp duran şu cüm-
istiyor. Onu bekleyen sancılı süreçte leyle yine kendine kesiyor. “Elif ‘ i üzen
doktorunun tavsiyesiyle başladığı yaşamamalı şu dünyada. “
günlük en büyük yardımcısı oluyor. Ahmet Haşim’e, günlüklere, Schu-
Hayatla ve kendisiyle sorgusu bit- bert’e, şiire değen bir karanlık Deniz’in
miyor. Bütün bunlar olurken koca Kitapta iç konuşmalar ve bilinç karanlığı. En sonunda kendi içindeki
bir şehirde yapayalnız. Yalnızlığının akışıyla kahramanın iç dünyasını bir küçücük ışığı öldürse de okunmaya
içinde ve büyük bir şehirde ayakta nebze de olsa görebiliyoruz. Böyle değer bir teselli romanı Deniz’in. Bel-
durabilen biriyken, bir zamanlar ya- zamanlarda kahramanımız Deniz, ki de onun aydınlık yanı günlüğü ve
şadığı yeri hatırladığında bir o kadar kendiyle baş başa kalabiliyor. Bel- içinden şiir geçen cümleleri.
güçsüzleşiyor. Belki de yalnızlık De- ki o da kendini daha iyi görebiliyor. Fatih Baha Aydın, Karanlıkta, Everest
niz’ in bulduğu bir çözüm. “En iyisi Roman ilerlerken Deniz’in günlükleri Yayınları, 2019, 342 s.
yalnız kalmak. Sesini duyuracak kim- hem düğümlerin çözümünde hem de Aysun Bahar Asar
seyi bulamamak, yanlış anlaşılmak- üzeri örtülü bekletilen duyguların
tan evladır.” ortaya çıkmasında fayda sağlıyor.
Deniz’in hayatındaki karmaşık “Mum yanıyor zaman yanıyordu... Bir
yolculuk onu yorduğu kadar okura tarafındakiler gülüyor, bir tarafında-
da aynı hissi veriyor. Onun yakının- kiler ağlıyordu.” Aynı anda yaşanan
dakiler de okur da aynı bilinmez ve aydınlık ve karanlık böyle kaleme
sırlarla dolu karanlığa hapsoluyor. alınmış kahramanın günlüğünde.
Sayılar üzerinden ilerleyen günler Deniz’in annesinin hastalığıyla
aydınlığa mı çıkacak karanlığa mı kırılmalar başlıyor. Her şeyin üzerini
belli olmuyor. Kitabın başında ustaca örten, aileyi toparlayan Emine’nin
anlatılan cinayetin ardındaki çözül- ölüme yaklaşması bütün faciaları
meyle ışığa yaklaşılıyor. Bu çözülme hızlandırıyor. Evin büyük oğlu baskı
Deniz’in ve diğer kahramanların gö- ve şiddet içinde zamanla olmadığı
züyle zenginleşiyor. Deniz, Ferhat, birine dönüşüyor. Bütün bu ağırlık-
Rüştü, Korkut, Emine, Zeynep ve ların altında en çok ezilen ise Deniz
Servet... Her biri düğümlerin içinde oluyor. Evin huzurlu ve mutlu anları
sıkışıp kalmış kahramanlar. Emine’nin hasta yatağında bir kena-

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


77
561 KİTAPLIK

ALINTILAR IŞIĞINDA dern öykü tutkusuyla manayı ihmal Niçin eleştirmeyeyim dostumu,
ESTETİK ENDİŞE edenlere göndermede bulunur. Bilinç diyerek eleştiriye “tahammülüolma-
akışı, iç konuşma, monolog, çerçe- yangillere” göndermede bulunur.
Alaattin Karaca, uzun süredir ya- ve öykü tekniği, sarmal olay örgüsü Eleştirmenin ve editörün görevlerini
zılarını takip ettiğim, yazıları aracılı- derken biçime asılı kalıp biçimin göl- hatırlatır.
ğıyla birçok eser adını not alıp oku- gesinde ezilen manayı arar. Kalbe do- İkinci bölümde ise insanın kurdu-
duğum üreten profesörlerimizden. kunan, muhatabında heyecan uyan- ğu medeniyetin aynası olan şehirleri,
Estetik Endişe kitabı mart ayında dıran metinlerde mananın önemini insan-mekân, insan-şehir, insan-coğ-
Kopernik Kitap’tan çıktı. vurgular. Bu sebepten “hangi suyun rafya ilişkisini masaya yatırır. Coğraf-
Karaca, “Yazının yükü ağırdır ve sakası” olduğumuzu bilelim, der. Ya- ya, vatan anlayışı ve ideoloji arasın-
taşıması zordur! Yazarından büyük zarın düşünceleriyle örtüşen bir tab- daki bağları sorgular. İbni Haldun’un
bir sorumluluk, fedakârlık ve ahlaki lo çizdiğini söyleyebilirim. “Coğrafya kaderdir.” sözünün açılımı-
tavır ister.” düsturuyla kitabı metin- Eğer sanat, salt akıl ve zekâ ile nı yapar örneklemelerle. Şehir şuuru-
lerde yazmanın ahlakı, doğası ve ikli- kotarılan bir iş ise sonradan öğre- nu yitirmeyi, coğrafyasından kopan
mi; edebiyatın şehir, vatan ve coğraf- nilebilecek bir meslektir; dolayısıyla edebiyatı, ilahi sitelerden inkâr kent-
ya ilişkisi; kültür dünyamızın önemli “Sanat atölyelerinde öğretilebilir lerine dönüşümü, şiirimizdeki modern
yazar ve düşünürlerine dair portreler mi?” sorusuyla sanatın hususi bir kent sancısını, İslamcı şairlerin şehre
olmak üzere üç başlıkta toplamıştır. mizaç gerektirdiğine değinir yaratıcı bakışını, Refik Halit’in Suriye’sini, Âşık
Yazılarındaki “anlama çabası” ve yazarlık kurslarının da faydalı yanla- Garip’in Halep’ini anlatır. İki sayfalık
anladığını kısacık metinlerle anlat- rını yadsımadan. Şehir Şuuru yazısında bile şehir şuu-
ma gayesi göze çarpar. İlk bölümde Bu çağın insanının tefekkürde ve runun yıkıcı bir ilerlemesi olan inşaat
yazarın, şairin, entelektüelin ve dahi tahayyülde dikey ilerlemeye taham- tutkusunu anlatırken okuru Tanıl Bo-
okurun bilincini, sorumluluğunu an- mülü olmadığı için yatay düzlemde ra’nın İnşaat Ya Resulullah kitabına,
latıp yazmanın bedelleri üzerinde öykü ve romanda karar kılınıp şiirin Ahmet Haşim’in Müstakbel Mimari
dururken estetik endişe nedir, estetik geri plana düşüşüne dikkat çeker. başlıklı yazısına, Baudelaire’in Kuğu
endişe kimlerde olur, sanat bir boş- Bugünkü sorunlarımızın çoğunu adlı şiirindeki Parisle ilgili dizelere,
luğu doldurmak için midir, bir yazar eleştirel tavrın, dolayısıyla gerçek Tanpınar’ın Yaklaşan Büyük Yıldönü-
kadar yalnız olmak nedir, yarası olan anlamda entelektüel bir zümrenin mü başlıklı yazısına, Doğan Kurban’ın
sanatçı mı inler, sanatçıda kibrin bulunmayışına bağlar. Bizde neden Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul
alametleri nelerdir, sözün uzunu mu eleştiri olmadığını irdeler. Saatle- Yazıları’ndaki tespitlere, Tahsin Yü-
kısası mı makbuldür, sanatta basa- ri Ayarlama Enstitüsü romanından cel’in Gökdelen romanına, Turgut
maklar nasıl çıkılır, ilk basamaktaki- hareketle buna açıklık getirir. Mah- Uyar’ın dizelerine götürür. Sanatçıla-
lere yaklaşım nasıl olmalıdır, sanat rumiyet, insanı -tıpkı Hayri İrdal rın bir şehrin hafızası olması gerek-
hangi sağaltımların aracı olur, ilhamı gibi- bir yalana, güce tabi mi kılıyor, liliğine hatta her şairin bir kentinin
besleyen çalışma disiplini midir, şiirin dersiniz yazarla birlikte. olmasına vurgu yapar. Şu bölümle de
rahmi ontolojik boşluk mudur, sanat- bunu vurgular: ”Süleymaniye, Yah-
çılardaki ontolojik gerginlik sebepleri ya Kemal ile birlikte hendeseden bir
nelerdir gibi birçok soruya alıntı zen- abide olmaktan çıkmış, yaşayan bir
ginliği eşliğinde cevaplar bulabilece- varlığa ve mirasa dönüşmüş, böylece
ğinizi söyleyebilirim. milletle şehir, insanla mekân arasında
Alımlama estetiği bağlamımda kuvvetli bir aidiyet bağı kurulmuştur.
her okurun bir metinle aynı oranda Aynı şeyi James Joyce da Dublin için
kalbî bir bağ kurup kuramayacağı- yapmıştır. Onun bir mektubundaki
nı sorgular. Kalbî bağ kurabilmek “Bir gün Dublin ortadan kalkarsa, bir
için okurun da yazar gibi metinde rehber kitap gibi benim kitabıma ba-
anlatılan haller ile hemhal olması kılarak kurulsun.” sözü veya İstanbul
gerekliliğini, metni anlayacak biri- Kitabı, Galata, Pera gibi eserlerin ya-
kime, seziş ve idrak gücüne sahip zarı İlhan Berk’in “Pera günün birinde
olması gerektiğini, aksi halde met- yıkılırsa benim kitabıma göre yeniden
nin okura kalbini kapayabileceğini kurulabilsin.” cümlesi sanatın şehirle-
dile getirir. ri kayda geçirme işlevine işaret eder.
Batı’dan alınan “modern biçim Hasılı şehirleri mimarlar yapar ama
tutkusu”nun muhafazakâr yazar- muhafaza eden ve onlara ruh veren
lara da sirayet edişini eleştirir. Mo- sanatkarlardır.” S.87

78 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


KİTAPLIK 561
Son bölümde ise bizi portreler de başka bir şehrin kendisine iyi ge-
karşılar. Hiç şüphesiz en farklı port- leceğini belki de bir kısır döngünün
re II. Mahmut’un başdanışmanı da başlamak üzere olduğunu anlatma-
olup zalimliğiyle nam salan Halet ya çalışıyor.
Efendidir diyebilirim. Rıza Nur’un Kocasından şiddet gören bir ka-
Namık Kemal’ini, bir kültür muhafızı dının hikayesi kızlarının gözünden
olan Refik Halit Karay’ı, bir Mevlevi ele alınıyor “Ters Dönen Terlikler”
âlim Tahir Olgun’u; cins, sıkı ve sivil adlı öyküde. Ruhsal bunalımları, kor-
bir aydın dediği Cemil Meriç’i, en- kuları göze sokulurcasına dile geti-
telektüel olarak Nurettin Topçu’yu, riliyor. Annesinin kaderini yaşayan
eşikteki Tanpınar’ı, aşkın ve dostlu- ya da psikolojik etkisinden dolayı
ğun nişanesi Fethi Gemuhluoğlunu, kendisi de yaşıyormuş gibi hisseden
gönlü diline yansıyan Orhan Okay kızı anlatıyor. Başından sonuna bir-
hocayı, Torosların deli rüzgârı Os- çok duyguyu yaşatıyor ancak bu tip
man Yüksel Serdengeçti’yi, kehribar olaylarda son sırada kal(may)an sev-
yüzlü şair Behçet Necatigil’i, dün- giyi değil maalesef.
yadan daha çok kam almayı iste- “Tezgâhta Yaralı Dil” adlı öykü,
yen Cahit Sıtkı’yı, dünyaya yazmak muhabirliğin magazin kısmına eleş-
için bakan şair İlhan Berk’i, kirli ve tirel bir bakış açısı sunuyor. Bu işi
modern dünyada arınma temini ön Bazı mekânlar tat duyumuzda yer yapan gencin başına gelenleri ve
plana çıkaran Turgut Uyar’ı, denize etmiştir onları andığımızda tatlarıyla söylediği yalanlardan ötürü duyduğu
attığı cıgara hala yanan Cemal Sü- birlikte hatırlarız. Bazıları kokularıy- vicdan azabını ve bundan kurtulma-
reya’yı, sıkı şair olan Ece Ayhan’ı, la yer etmiştir oraları andığımızda ya çalışmasını ele alıyor. Hikâyenin
fizikötesi yaşantılı bir kazazede de- da kokularıyla burnumuza gelir gibi adındaki gibi suçun yüklenicisi olan
diği Sezai Karakoç’u, anlamak için olur, bazıları da derin duygular yaşa- “dil” ve belirli olgunluktan sonra te-
“kandaş” olmak gerekir dediği İsmet tır bize ve andığımızda o duyguları mizlenişi anlatılmaya çalışılıyor.
Özel’i, Erdem Beyazıt’ı, Akif İnan’ı, tekrardan hissederiz. Bu kitaptaki Çekilen adlı öyküde 15 Temmuz’u
şiirin Zarif/oğlunu kısa ama nokta öykülerin birçoğunda da yazar bun- darbeciler tarafından emirlerle kendi
atışlarla anlatır. ları yakalayarak geçmişe dair öz- emellerine alet edilmek istenen bir
Bu kitabı okurken “estetik endi- lemleri, eksik kalanları, pişmanlıkları askerin gözünden ele alıyor. Gelen
şe” bir yana, bu kitapta geçen kitap- konu ediniyor. emirleri sorgulaması ve çocukluğun-
lardan hangisini okumaya başlaya- “Naylon Ayakkabı” adlı öykü daki temiz yıllarının büyük yanlışlar
yım diye de endişeye kapılabilirsiniz. ölüm anındaki bir kişinin yaşadıkla- yapmasının önüne geçtiğini anlatı-
rının gözlerinin önünden geçişi gibi yor.
Alaattin Karaca, Estetik Endişe, Ko- çocukluğundaki anılarını anlatıyor. “İğdeçiçeği Kokusu” hikayesi,
pernik Kitap, 2019, 176 s. Belki de buradan çocukluğumuzun depremde kimsesiz kalmış, esnafların
Süheyla Karaca Hanönü hayatımızın cennet yılları olduğunu kol kanat gerdiği gencin tuhaf, hü-
büyüdüğümüzde bu zamanların sona zünlü hikayesini ele alıyor.
KUŞLU SÜVETER erdiğini anlatmaya çalışıyordur. “Öyküsü Olmayan Hikaye” isimli
Kitabın adını veren öykü olan öykü ise yazarın sıraya koyduğu bir
Özlem GÖKTAŞ’ın ilk kitabı olan “Kuşlu Süveter”de kalan ömrünü hu- konunun öyküye dönüşmesindeki
Kuşlu Süveter, Haziran 2019’da Pru- zurevinde geçiren bir öğretmendir isteğini dile getiriyor. Yazmaya her
va Yayınlarından çıkarak okuruyla kahraman. Görev yaptığı yıllara dair oturuşundaki heyecanını ancak sıra-
buluştu. Yazarın kısa kısa yazdığı on anıları gözünün önüne gelmektedir nın yine ona gelmediğini gördüğün-
yedi öyküden oluşan bir kitaptır. ve bir öğrencisinin ruhuna dokun- de hüzünlenişini konu ediniyor.
Hafızamız derya olsa da her anı- mak isteyişini işlemektedir. Birkaç öyküsünden bahsettiğim
mızı uzun süreli kaydedemeyiz. Bazı “Yolculuk” adlı öykü büyük şe- bu kitapta yazar, diğer melankolik
yaşananları kısa süreli bazılarını biraz hirlerde doğup büyümüş hatta üni- öykülerde de kendimize dair, çevre-
daha uzun süreli bazılarını da ömür versiteyi bile aynı şehirde okuyan ki- mizdeki kişilere dair yaşanmışlıklar
boyu hatırlayacağımız şekilde kayde- şileri anlatan öyküdür. Kahramanın yer alıyor.
deriz. Bunun sebebi de ezberin kalı- şehir dışına çıkmak için duyduğu
cılığı için bazı kodlamalar yapma- isteği ve bu isteğini evlenerek ger- Özlem GÖKTAŞ, Kuşlu Süveter, Pruva
mızdır. Bu kodlamalar duygularımıza çekleştirebilmesini ele alıyor. Tabi Yayınları, Haziran 2019, 92 s.
ve duyularımıza hitap ederek olur. aradığını bulamadığını da. Bu sefer Erdem Genç

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


79
561 KİTAPLIK

ÇAĞDAŞ TÜRK ŞİİRİNDE İlhan Berk’in 1954 yılında kale-


MODERNİZMİN İMGELERİ me aldığı “Saint- Antoine’ın Güver-
cinleri” şiiriyle incelemesine başlayan
Şiir her dönemin sanatı, her dö- Kurt, Berk’in “çok anlamlı ve çok bo-
nemin ifade aracı olmuştur. Antik yutlu” şiirinde satır satır Türk Şiirinin
Yunan döneminden Orta Asya’ya, modernizme evirilmesine şahit olma-
Avrupa’nın soğuk Orta Çağ’ından mızı sağlamıştır.
Orta Doğu’nun geçmişine uzanan Sezai Karakoç ile incelemeleri-
uzun bir yoldur. Gelecekteki okurla ne devam eden Mustafa Kurt, Ka-
geçmişteki şairler arasındaki köp- rakoç’un “Av Edebiyatı” adlı şiirini
rüdür. Bu sebepledir ki her milletin ele almıştır. Karakoç’un İkinci Yeni
edebiyatında en gözde noktada ye- akımında bağımsızlığını ilan ettiği
rini almıştır. şiirinde avcının, avın ve avlanma ey-
Şiir kavramı “poetika” kelimesi leminin kurgusal olarak yeni bir ger-
ile birlikte ortaya çıkmıştır. Antik Yu- çekliğe geçiş yaptığını karşılaştırmalı
nan döneminde Aristo’nun Poetika olarak anlatmaktadır.
adlı eseri ile günümüze kadar gelen Soyutu somutlaştıran Edip Can-
bir terimdir. “Poiein” kelimesinden odaklanmış bir neslin elinde şekilden sever’in karanfilini incelediği “Yer-
türetilen poetika; yapmak, üret- şekle giren, kaptan kaba aktarılan çekimli Karanfil” adlı şiirinde, İkinci
mek ve yaratmak anlamlarındadır. İkinci Yeni şiiri aslında tüm bunlar- Yeni’nin her bir şairinin bireysel
Günümüzde ise poetika şiir sanatı dan fersah fersah uzaklıktadır. sözlüklerini dile kazandırdıklarından
anlamında kullanılmaktadır. Şiirin Dikkatli bir okur ve aynı zaman- bahsetmektedir. Kurt şiirdeki bu de-
poetikası ise Türk Edebiyat tarihinde da nitelikli bir yazar olarak tanımla- ğişimi kendi ifadeleri ile “modern
“İkinci Yeni”yle birlikte daha anlamlı yabileceğimiz Mustafa Kurt da Çağ- şiirin karakteristiğini belirleyen özel-
hâle gelmiştir. daş Türk Şiirinde Modernizmin İmge- likler” olarak nitelendirmektedir.
Türk Edebiyatı için oldukça leri adlı inceleme kitabında, bahsini Edebî metinlerin arka planla-
önemli bir yere sahip olan şiir, tüm ettiğimiz serzenişlere oldukça detaylı rında yer alan hikâyelerin bilinmek
edebî türler gibi farklı evrelerden açıklamalarla yer vermiştir. 1950’ler istenmesinden dem vurarak Cemal
geçmiş ve her defasında şekillene- ve sonrasında gelişen çağdaş şiirin Süreya’nın “Kehanet 1985” adlı şiirini
rek dilimizi de şekillendirmiştir. Ge- ideolojiler yüzünden isimlere bö- irdelemiş, Süreya’nın hayatı ve tüm
nel hatları ile ifade edecek olursak; lündüğünü ve sonrasında bu isimler metinlerini göz önünde bulundura-
sözlü geleneğin etkisinde uzun yıllar üzerinden edebiyat yapılmaya baş- rak poetikasını anlatmıştır.
devam eden şiirsel anlatımlar, İslâmi- landığını ifade etmiştir. Kurt kitabın- Mustafa Kurt’un inceleme ve
yet sonrası Dîvan Edebiyatıyla saray da İlhan Berk’ten başlayarak Turgut gözlem konusundaki başarısını yan-
edebiyatına dönüşmüştür. 19. yy. Uyar, Cemal Süreya, Cahit Zarifoğlu, sıttığı ve Turgut Uyar’ın “Geyikli
Batılılaşma etkisi ile sanat ve halk Sezai Karakoç gibi Türk Edebiyatı için Gece” adlı şiirini incelediği “Meksika
ayrımı yapılmaya başlanmış ve pito- önem arz eden isimlerin şiirlerini Açmazı: Üç Güvercin Görsek…” adlı
resk şiir anlayışı yaygınlaşmıştır. 20. incelemiş ve hatta imgeler üzerinde bölümde okuyucunun takdirini ka-
yy Cumhuriyet Döneminin de etkisi psikanalizler yapmıştır. zanmaktadır. Güvercin metaforunun
ile şiir yeni bir döneme adım atmış- “Ulaşılan belki tek genel yargı, şiirde ve hatta sanatta ne denli bir
tır. 1940’ları etkisi altına alan Garip dünya görüşleri ne kadar farklı olursa yere sahip olduğunu çeşitli karşılaş-
akımının bunalım dönemleri ile pa- olsun Türk şiirinde modernist söyle- tırmalarla tanımlayan Kurt, bilimsel
ralel bir şekilde tükenmesi sonucu min özellikle ‘dile getirme biçimi’nde açıklamalarla da şiirde soyutun so-
1950’ler yani Türk Şiirinin “İkinci benzer özellikler gösterdiğidir.” Ken- muta evrimini anlatmaktadır. Tüm
Yeni” dönemi başlamıştır. di ifadesiyle farklı görüşlerde dahi bu incelemelerin ışığında diyebiliriz
İkinci Yeni dönemi öyle bir etki olsa şiirde sanatın ön planda olması ki, Uyar’ın şiirlerinde zaman kavra-
bırakmıştır ki, günümüze kadar şiirde gerekliliğini incelediği şiirlerle de mı Turgut Uyar’ın bakış açısından
bu denli büyük bir değişim gözlem- sağlamlaştırarak okuruna sunmuş- var olurken, modern kentlere geçiş
lenememiştir. 21.yy. için hâlâ otorite tur. Şairin şiirinde şairden parçaları yapmış insanın sancıları ifade edili-
sayılan şairlerin etkisiyle devam eden doğru bir metin okuması ile mümkün yor. Uyar şiirlerinde ustalıkla soyutu
akım, belli başlı isimler üzerinde po- kılınabileceğini ifade eden Kurt, her somuta, somutu ise umuda çevir-
pülist düzenin de parçası gibi göste- bölüm içerisinde şiirlerden yola çıka- mektedir.
rilmeye çalışılmış/ çalışılmaktadır. Bir rak sorduğu sorularla okurla sohbet Turgut Uyar’ın gerçekçiliğinden
şiiri anlamaktan ziyade şiir olmaya eder bir edada konuyu anlatmıştır. Cahit Zarifoğlu’nun masumiyet ül-

80 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


KİTAPLIK 561
kesine geçiş yapan yazar, modern MUTLU TESADÜFLER bu gölgeler âleminde fazla beklentiye
şiirin algı kapılarını zorlayan ifade- girmeden, olayları fazla abartmadan
lere yer vererek zaman zaman me- Büyüyenay Yayınları’ndan çıkan yaşaması gerektiğini hatırlatıyor.
tin okumalarının zorlaşabildiğini Mutlu Tesadüfler Meral Afacan Bay- Hikâyelerde ele alınan insanlar,
anlatmaktadır. Türkçe’nin dil olarak rak’ın üçüncü hikâye kitabı. Günlük hayatın ve gündelik olayların içinde
“yeni gerçeklik”lere geçiş yaptığı bir yaşamda insanların ağzından olayla- öylesine dağılmışlar ki sanki eriyerek
dönem olarak değerlendirdiği İkinci rın anlatılması, onların hayatı anla- kaybolmuşlar ve baskın olmayan, bir
Yeni akımını, Zarifoğlu’nun psikolojik ma ve algılama biçimleri olduğu gibi rüya gibi görünüp kaybolan bir iliş-
tabloları ile ele almaktadır. Zarifoğ- verilerek olaylara müdahale edilme- kiler ağını sürdürüyorlar. Olaylar ve
lu’nun -aslında Van’da bir bölgeye mesi kitabı doğal kılan etmenlerden ilişkiler öylesine yaşanırken düz yolda
tekabül eden- Nurdüz adlı yer ile bazıları. Hikâyelerin geneline bakıl- yürürken ayağımıza beklenmedik bir
Aydın’ın Köşk ilçesinde bulunan bir dığında yaşadığı yerden, kişilerden anda bir taşın değmesi gibi hüzünler,
köyü karşılaştırdığı “Büyük Su” şiirini ve sıradanlıktan sıkılan insanların acılar ve biriken sorunlar birer birer
incelemiştir. Zarifoğlu’nun materya- huzuru araması ve mutlaka bir git- çıkmaya başlıyor. Bu iki keskin fark-
list bir dünya algısından kurtularak me eylemine sığınmaları, bu kişile- lılığın ve iniş çıkışın böylesine doğal
her şeyin saf bir şekilde var olduğunu rin zorluklar karşısında yılmadığını bir akışla verilmesi daha vurucu bir
düşündüğü yeri “değerler çatışması” gösteren bir hayal ve hedef uğruna etki oluşturarak okuru epey şaşırtsa
eşliğinde incelemektedir. Yazar bir bunları yapmaları onları korkak ol- da hayatın gerçeklerine bakıldığında
bakıma modernizmin karşıt buldu- maktan ve çıkışsızlıktan kurtarıyor. da aynı sürecin işlediğini hissettiriyor.
ğu bir etkiyi, şiirde fikir ayrılıklarının “Ru nerelerde şimdi? Krallığını Tıpkı bir aracın bir anda bozularak sizi
temellerinin atıldığı bir âna şahit ol- darmadağın edip giden bir bozgun- yolda bırakması gibi insan da hayatın
mamızı istemiştir. cuya benzediğini söyleyecek miydi akışı içinde hiç beklemediği anlarda
Sezai Karakoç’un henüz bir şair ona döndüğünde? Belki.” istemediği sonlarla karşılaşıyor. Yazar
olmadan şairliğin prensiplerini anlat- “Yürüyor karanlığa aldırmadan kitabın genelinde bu kötü sonucu
tığı “Pergünt Üçgeni”ni, Cemal Süre- kıvrılan önü sıra yol, korkuyu koyu- oluşturan sebep ve ilişkileri gizleyerek
ya’nın “kent bireyi” sorunlarını birey- yor cebine. Bir amacı bir hevesi var. okurun onunla gerçek hayatta olduğu
sel ifadeleri ile yapılandırdığı “Sevda Aşacak engelleri. Onun gibi düşü- gibi aniden karşılaşmasını istiyor.
Sözleri” şiirlerini, Tevfik Fikret’in nenlere eyvallah demiş çoktan.” Kitapta ayrıca diğer insanların
dönemi için sansasyonel sayılan ve Okuru şaşırtan olgu ise her hikâ- acılarına da ortak olunmasını örnek-
ağır eleştirilere maruz kalan eseri yede mutlu bir tesadüf ararken hikâ- leyen hikâyeler de var. Yazar bu tür
“Tarih-i Kadim”i, “kolektif bilinçaltı” yelerin çoğunun üzücü bir sonla ya hikâyelerle modern hayattan sıkılan
olarak ifade ettiği Yahya Kemal üs- da ayrılıkla bitmesi. Belki de yazar, mutsuz kişilere dünyanın her tarafın-
lubuyla “millî görüş”ün temellerinin hikâye kahramanlarını ve okuru ha- da acı ve yokluk çeken sayısız insanın
atıldığını, şiir severler ve şiir üzerine yatın yalın gerçekleri karşısında onun sorunlarını hatırlatarak onlara kapalı
düşünmeyi severler için gerek anek- doğal akışını takip ederek sonunda ve sıradanlaşan yaşamlarını daha an-
dotlar gerekse de kendi birikimleri ile mutlaka iyi bir sona kavuşacakları- lamlı hale getirmeleri konusunda bir
ustalıkla ifade etmiştir. na inandırmak istiyor. Zaman zaman çıkış yolu gösteriyor.
Modernizmin İmgeleri, günü- okura Aragon’un o meşhur şiiri “Mut- Kitabın tüm içeriği göz önüne ge-
müzde sayısı oldukça fazla olan ve lu Aşk Yoktur” da olduğu gibi insanın tirildiğinde yazarın, mutlu tesadüfleri
gün be gün artan “şair” lerin özellikle hayatın içinde saklı duran ve ancak
başucu kitabı yapması gereken, kay- diğer insanların yaşamlarına dokunul-
nak kitap niteliğinde ele alınmış bir duğunda kendini ortaya çıkaran bir
eser. Her şairi ele almasa da titizlikle olgu olarak ele aldığı düşünülebilir. Bu
seçilen isimlerin yine aynı titizlikle ise günümüzde gittikçe bencilleşen,
seçilen eserlerini inceleyen ve şiire yalnızlaşan ve bu yorgun yuvarlağı
bakış açısını değiştirmeyi başarabi- her geçen gün daha çok kirleten ve
lecek bir inceleme şu soruyu akıllara mutsuz eden insanın çıkışsızlığından
getiriyor; Bir şairi yaratmak bir şiiri kurtulması için daha iyi ve huzurlu bir
anlamaktan mı geçer? yol olabilir. “İnsan için en gerekli şey
yine insandır” demişti Spinoza.
Mustafa Kurt, Çağdaş Türk Şiirinde
Modernizmin İmgeleri, Çolpan Kitap, Meral Afacan Bayrak, Mutlu Tesadüf-
2018, 96 s. ler, Büyüyen Ay Yayınları, 2018, 88 s.
Hatice Köse Mesut Doğan ❮

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


81
ajanda
SİNEMA rataş’ın gerçek röportajlarını izlerken
Bizim İçin Şampiyon Halis ve Begüm arasındaki aşkın bü-
yüklüğü gözlerimi doldurdu. Filmin
Doksanlı yılların efsane yarış atı tek kusuru bu aşkı böyle naif, böyle
Bold Pilot ve jokeyi Halis Karataş’ın
❯ SİNEMA: BİZİM İÇİN ŞAMPİYON tutkulu hissettirememiş olması. Ger-
gerçek hikâyesinden esinlenerek çe- ❯ TİYATRO: ON KÜÇÜK ZENCİ çekte Halis Karataş ve Begüm Atman
kilen Bizim İçin Şampiyon gösterime arasındaki destansı aşk filmde biraz
gireli neredeyse iki yıl oldu. Vizyonda ❯ SERGİ: ETKİLEŞİMLİ SANAT yavan anlatılmış. Yönetmen Bold Pi-


izleyemeyenlerden biri de bendim. lot’un efsaneleşen hikayesine rakip bir
Nihayet online izleme fırsatım oldu hikaye anlatmak istememiş de olabilir.
ve evet bu filmi yazmalıyım dedim. Biz yine iyi niyetli düşünelim.
Ama neyi yazmalıydım, filmin ko- Gelelim filmin başarılı sahneleri-
nusunu mu, başarılı sahnelerini mi ne. Bu konuda yönetmen çok şanslı.
yoksa filmin bende uyandırdığı duy- Çekeceğiniz filmin başrolünde bir
guları mı? Bir filmin konusundan at varsa görselliğin zirvelerinde do-
bahsetmek her zaman filme dair laşmamak imkansız gibi bir şey. At
ipuçları barındıracağı için aslında sa- yarışı sahnelerinde hem estetik hem
kıncalıdır, ipucu verilmeden anlatıl- de senkronik açıdan çok başarılı çe-
dığında da kuru bir tanıtımdan öteye kimler görüyoruz. Doksanlı yılların
geçmez. Arjantinli yönetmen Lucre- atmosferi, mekân ve renklerin seçimi
cia Martel’in şu sözü de kulağımıza de seyirciyi Bold Pilot’un efsaneleşti-
küpe olsun: “Bir filmi konusu ile tarif dan sonra klasik anlatıların kıymetini ği dönemin ruhuna taşımayı başarı-
etmek, okyanusu üzerindeki köpük daha fazla anlar oldum. Hikâyesi ve yor. Halis Karataş’ı canlandıran Ekin
ile anlatmaya çalışmak gibi..” diyordu mesajı belirsiz, garip sonlu postmo- Koç, Begüm Atman rolündeki Zeynep
Martel. Bu söz aklımdan hiç çıkmaz. dern anlatılara karşı içimde ufak bir Farah Abdullah ve Özdemir Atman’ı
Film eleştirisi yaparken tüm yazıyı tepki oluştu artık. Son yıllarda ses oynayan Fikret Kuşkan oyunculuk
filmin konusunu anlatarak bitirmek- getiren filmlere baktığımızda biçim- açısından seyirciyi oldukça tatmin
ten hep imtina ederim ama bazen bu sel açıdan çok ileri düzey kurgu ve ediyor. Bu konuda tek olumsuz dü-
kolaycılığa kaçmıyor değiliz. anlatıma sahip birçok film görüyo- şüncem Halis Karataş’ın başarı öykü-
Bizim İçin Şampiyon’u konusuyla ruz. Fakat içeriğe baktığımızda du- sünde yaşadığı zorlukların çok fazla
tarif etmeye kalksam çok klişe bir hi- rumlar hiç iç açıcı değil, iyi çekilmiş gösterilmemesi oldu. Yağmurlu ha-
kayeden bahsettiğimi düşünürsünüz. filmlerde genelde kötülüğün ve şid- valarda ıslak zeminde huysuzlanan,
Yer yer filmin klişeleri kullandığı da detin pornografisine rastlıyoruz. Ar- her yarışta padok’a zorla sokulan,
aşikar fakat izleyiciyi rahatsız edecek tık bizi yeniden aşka, sevgiye, insanın dizindeki yaraya Begüm dışında kim-
içindeki iyiliğe inandıracak filmlere senin merhem sürmesine izin verme-
düzeyde değil. Zaten otuzlu yaşlar-
ihtiyacımız var. Bizim İçin Şampiyon yecek kadar nazlı bir atla başarıdan
da aşkı, mücadeleyi, inancı içinde ba- başarıya koşan bir jokeyin zorlandığı
rındıran naif bir hikaye. günler daha fazla gösterilmeliydi.
Henüz çok genç yaşlarında ba- Geldik en zor kısma. Bir filmin
şarılı bir jokey olan Halis Karataş, izleyicide uyandırdığı duyguları ka-
Özdemir Atman (at çiftliğinin sahibi) leme almaya. Duyguları yazmak bir
tarafından keşfediliyor ve yarışlar için filmin konusunu veya başarılı sah-
düşünülen iki atı deneyip birini seç- nelerini yazmak kadar kolay değil.
mesi isteniyor. Halis o sırada henüz Ama bu filmde yüreğimde derinden
iki yaşında bir tay olan Bold Pilot da hissettiğim şey sevginin ve inancın
farklı bir ışık görerek (diğer at daha gücüydü. At yarışıyla hiç ilgisi ol-
favori gösterilirken) onu çalıştırmayı mayanların bile yüreklerini sızlata-
seçiyor ve herkesi şaşkına çevirip ya- cak denli güçlü bir bağ vardı Bold
rışlarda şampiyonluktan şampiyonlu- Pilot ve sevenleri arasında. Padok’a
ğa koşuyor. (Bakın ipucu vermeden girerken huysuzlanıyor diye tüm hi-
olmuyor)Fakat genç jokeyimiz bu podromun sessizliğe bürünmesi, tüm
şampiyonlukları Özdemir Atman’ın ülkenin bir at sevgisinde birlik olma-
kızı Begüm’e duyduğu aşk sayesinde sı tüylerimizi diken diken etti. Bu
kazanıyor. Filmin sonunda Halis Ka- sevgiyi milyonlara ulaştıran ise Halis

82 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020


AJANDA 561
Karataş’ın kalbindeki aşkın büyüklü- iyi ayarlamış. İlgiyi arttırmak mak-
ğüydü. Onun Begüm’e olan aşkı Bold sadıyla oyunun temposunu aniden
Pilot’ın ruhunda yaşatılıyor gibiydi. yükseltme sakilliğine veya sürünce-
“Şampiyon olmak demek, bir gün meye bırakmak gibi bir hataya düş-
kaybedeceğini bildiğin halde koş- memiş. Her şeyi ayarında bırakmış,
maya devam etmektir.” Mücadele aşırı hıza da girmemiş uzatmalara
ruhunu bundan daha iyi anlatan bir da gitmemiş. Bu da oyunun belli bir
cümle olamaz herhalde. Bizim İçin ritimde ve dinamizmde yükselmesini
Şampiyon, insanın bu dünyadaki gö- ve nihayete ermesini sağlamış. Tek
revini ne güzel anlatmış. Gayrete aşık olumsuz yorumum; ayının bulundu-
kader, bizi mücadelemizle tanırmış. ğu sahne, oyunun gerçekçi yanını
Bu dünyada esas başarının gittiğimiz sarsmış ve açıkçası komik olmuş.
yolun sonu değil, yoldaki mücadele- Behlüldane Tor, Devlet Tiyatrola-
miz olduğunu bir kez daha hatırlat- rında yaptığı ve artık kendisinin çizgisi
tın Şampiyon. Teşekkürler.. kes odasına yerleşince evi inceleme hâline gelen standardından farklı bir
Duygu Aksoy isteği duyarak etrafa göz gezdirirler; dekor yapmış ki bence bu oyun için
duyguyoska@gmail.com çünkü kimse tam olarak neden orada gösterdiği esneklik iyi olmuş. Zira Dev-
olduğunu, bu davetin hangi maksat- let Tiyatrolarında ağırlıklı olarak tercih
TİYATRO la tertip edildiğini net bir biçimde ettiği metal aksamları ve renk bakı-
On Küçük Zenci bilmemektedir. Ve herkesin dikkatini mından da gri ve tonlarını bu oyuna
evin en görünen yerlerinden birinde da uygulamış olsaydı polisiye-cinayet
Tiyatro Ak’la Kara, bu sezon asılı duran duvardaki şiir çeker: öyküsü için çok basit kaçardı. Onun
Agatha Christie’nin en popüler ve “On küçük zenci yemeğe gitti…” tarzını bilmeyenlerde “akla ilk gele-
sürükleyici romanlarından biri olan diye başlayıp, her birinin akıbeti ile ni uygulamış” izlenimini uyandırırdı.
On Küçük Zenci’yi tiyatronun kurucu ilgili dizeler içeren bir şiirdir bu. Ve Gerçekçi bir bakış açısıyla lüks bir evi
ortaklarından olan Savaş Özdural’ın davetliler de tam on kişidir. yansıtması ve döneme uygun tercih-
çevirisi ve başarılı uyarlaması ile bu Duvardaki şiirde on küçük zen- lerde bulunması yerindelik arz etmiş.
sezon sahneye taşıdı. Roman, ya- ciyle, belki de on büyük adamla ilgili Aynı şekilde Akın Tezer Tunalı da bir
zarın en çok satan kitaplardan biri. gizemli ipuçları vardır. Oradakiler, ilk yandan dönemi ve bölgeyi bir yandan
Bilinirliği bağlamında da en popüler etapta bunun farkında varmadan bu- da oyundaki karakterlerin fiziklerini ve
eserlerinden. Lise yıllarımda kita- lundukları ortamın tadını çıkarmaya kişiliklerini göz önünde bulundurarak
bı okuduğumda, suça karışmış ama çalışır. Genel konulardan konuşurlar. başarılı kostümler tasarlamış.
adaletin pençesinden bir şekilde kur- Herkes birbirini ve neden burada ol- Ediz Hun, Oya İnci, Ali İl, Pelin Tu-
tulmuş insanların iç hesaplaşmaları, duklarını merak eder. Bir anda gra- rancı, Fatih Gülnar, Hakan Akın, Öz-
buna rağmen vicdan azaplarını ha- mofondan bir ses işitilir. Gramofon- demir Çiftçioğlu, Cengiz Eşiyok, Ilgın
fifletmek maksadıyla bu suçlara bile daki ses, odada bulunan on kişiyle il- Angın, Ozan Altuntaş isimleri oyunun
kendilerince uydurdukları mazeretler gili çarpıcı iddialarda bulunur. Herkes başarılı oyuncuları. Her biri rollerinin
beni derinden etkilemişti. Ana hikâ- şaşkınca birbirine bakar. Odada soğuk hakkını vererek ciddi bir renk oluyor-
yenin içinde küçük hikâyelerin varlığı rüzgârlar eser, sessizlik ve tedirginlik lar. Renk kavramını bilerek kullandım
da ayrıca cezbetmişti. başlar. Bazıları kendisine isnat edi- zira oyundaki her karakter birbirinden
Bay Una Nancy Owen, 1938 yı- len suçları nasıl işlediklerini, olayla- çok farklı. Her birinin mesleği de ya-
lında bir ada (Zenci adası) satın alır. rın nasıl vuku bulduğunu anlatmaya şantısı da kişiliği de çok başka özellik-
Adanın sahibi, birbirini tanımayan on koyulur ve fakat kimse kendini suçlu ler taşıyor. Oyuncular canlandırdıkları
kişiyi sanki arkadaşları, akrabaları ve olarak görmez. Türlü bahane ve açık- rollere ilişkin buldukları nüanslarla
bir tanıdıkları davet ediyormuşçasına lamaya sığınırlar. Bir müddet sonra karakterlerini sahneye koyuyorlar.
adaya mektupla davet eder. On kişiden neden orada olduğunu anlamış gibi- Her sene tam bir repertuvar tiyat-
bazıları yolda birbiriyle tanışma fırsatı dirler. Geriye dönmek ve adadan kur- rosu gibi birbirinden farklı oyunları
bulur. Bay ve Bayan Rogers, davetli- tulmak isterler ancak artık çok geçtir. hem kendi sahnelerinde hem de Tür-
lerden iki gün önce adaya giderek eve Hesaplaşma vakti gelip çatmıştır. kiye’nin farklı yerlerinde seyircilerle
çeki düzen verirler. Davetliler araçtan Yönetmen Burak Karaman, derli buluşturuyor. On Küçük Zenci de bu
indikleri yerden tekneyle alınarak toplu bir mizansenle birlikte, heye- oyunlardan biri olarak, yılın izlenebi-
adaya geçirilir ve adada ada sahibinin canı tıpkı yazarın ivmesine uygun lecek oyunları arasında yerini alıyor.
hizmetlisi olarak gelen Bay ve Bayan bir biçimde adım adım tırmandırmış. Mehmet Konuk
Rogers tarafından karşılanırlar. Her- Gerginliğin ve merakın dozunu çok bilgi@mehmetkonuk.net

TEMMUZ 2020 TÜRK EDEBİYATI


83
561 AJANDA

SERGİ Aileler kısmında ise yaş aralık-


Etkileşimli Sanat larına göre hazırlanmış kurslar yer
alıyor. Tabi bu kurslara önceden kayıt
Bu ayki yazım yaratıcı etkileşimli olunması gerekiyor. Çocuklar ailele-
sitelerden ve uygulamalardan ba- riyle birlikte bu kurslara gidebiliyor-
zılarını tanıtacağım. Bu sitelerin bir lar. Resim ve heykel gibi, çocukların
kısmı yetişkinlere yönelik olduğu gibi hayal ve yaratma gücünü ortaya çı-
bazıları da çocukların sanatsal yönü- karabilecek etkinlikler yapabiliyorlar.
nü geliştirmeye yönelik.
2) Pintura: Pintu- rakteristik resimleri gibi uzay, renk ve
1) National ra, sanat tarihi ve görsel ritim ile deney yapmanıza ola-
Gallery of Art: kompozisyon hak- nak tanıyor. Tıpkı Mondrian gibi si-
National Gal- kında çevrimiçi yah, beyaz, sarı, kırmızı, mavi ana
lery’nin sitesinde oynanan bir oyun. renklerini kullanarak Mondrianvari
hem koleksiyon 1940’larda geçen resimlere evrilen bir dünyada dik-
açısından hem de oyunda bir dedektif rolündesiniz. Bir dörtgenleri başka dikdörtgenlere bö-
eğitim açısından gayet kapsamlı ve kadın, sizden büyükbabasının çatı ka- lüp boyayarak kendinizi onun gibi
kullanıcı dostu içerikler mevcut. Si- tında bulduğu bir resmi kimin yaptığı- hissedebilirsiniz.
tenin eğitim bölümüne girdiğinizde nı bulmanızı istiyor. Bunun için Van 5) Google Arts & Culture: Daha
yetişkinler, öğretmenler, çocuklar ve Gogh’tan Raphael’e kadar birçok ünlü önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz
aileler gibi birden fazla seçenek ol- sanatçının resimlerini incelemeniz ge- bu sitenin uygulamasına henüz gelen
duğunu görüyorsunuz. rekiyor. Her kompozisyon, stil veya güncellemeyle “Deneyimler” başlığında
Öğretmenlere yönelik içerikte konu, bir sanat kavramını bize yeni- aşağıdaki eğlenceli ve sanat dolu oyun-
çeşitli ressamların resimlerine ait bil- den anlatıyor. Resmi kimin yaptığını lar kullanıcıların deneyimine sunuldu:
giler ve resimlerini indirme linkleri bulmaya çalışırken farkında olmadan • Puzzle Parti: Zorluk derecele-
bulunuyor. Resimlerin, gerektiğinde ünlü ressamları stil, kompozisyon ve rine sahip dilediğiniz bir resme
baskı alınabilmesi için büyük boyutlu konu açısından karşılaştırmış oluyo- ait yapbozlardan birini seçiyor ve
halleri de mevcut. Ayrıca PDF for- ruz. Hikaye, kadının gerçek kimliği ile yapıyorsunuz. İstersen bu keyfi
matında indirilmeye hazır boyama son buluyor. arkadaşlarınızla da paylaşıp bir-
ve kesme-yapıştırma materyalleri de likte yapma imkanı sunan çoklu
yer alıyor. 3) Weavesilk: Yuri oyuncu seçeneği de var.
Okul öncesi öğretmenleri için yö- Vishnevsky tara- • Görsel Bulmaca: Bu oyunda res-
nerge olarak kullanılabilecek ve oda- fından yapılan si- samları, resimleri, akımları sizden
ğında bir ressamın resmini bulundu- tede karşınıza si- istendiği şekilde karşılaştırmak
ran yazılar sayesinde, ressam hakkın- yah bir panel çıkı- ve doğru imgeleri boşluklara
da kısa ve öz bir bilgi edinmenin yanı yor. İmleci ekran koymalısınız.
sıra çocuklara bazı sorular yönelterek üzerinde gezdirdiğinizde noktacıklar • Boyama Kitabı: Bu oyun ünlü
onların ilgili resim üzerinde düşünme- görünüyor. Tıkladığınızda ve sürükle- resimlerin renksiz hallerini kar-
leri ve hayal kurması sağlanıyor. Son- diğinizde sizi hayrete düşüren yıldız şınıza çıkarıyor ve bunları size
rasında bu resim ya da ressama ait; patlamalarına şahit oluyorsunuz. Bu sunduğu paletteki renklerle bo-
kağıt, kalem, karton, elişi kağıdı gibi patlamalara sizin sebep olmanız sizi yamanızı istiyor.
malzemelerden somut bir şey üret- daha da heyecanlandırıyor. Bu yazıyı • Önce Ne Gelmiş?: Bu oyunda size
mesi istenebiliyor. Aynı yazı içeriğinde anlamakla uğraşmayın ve yandaki kare gösterilen iki sanat eserinin hangi-
çocukların okuyabileceği sanat kitap- barkodu okutun. Bu deneyimi daha sinin daha önce yapılmış olduğu-
ları da bulunuyor. Böylece çocukların geniş ekranlarda denemenizi tavsiye nu tahmin etmeye çalışıyorsunuz.
renk ve şekil dünyaları ünlü resssam- ederim. AppStore’da bu siteye ait bir Süreyle yarıştığınız bu oyunda üç
lar ışığında yoğrulmuş oluyor. uygulama da mevcut. yanlış yapma hakkınız var.
Çocuklar kısmında NGAKids • Kültürel Bulmaca: Bir kare bul-
adında, çocuklara özel hazırlanmış 4) Monrdimat: maca olan bu oyunda sanat ve sa-
eğlenceli ve etkileşimli bir iPad uygu- Stephen Linhart natçılar hakkındaki soruları cevap-
laması var. Bu uygulama ile çocuklar tarafından yaratı- larını yukarıdan aşağıya ve soldan
kendi fotoğraflarını kolaj haline ge- lan site, Hollan- sağa doldurmanız gerekiyor.
tirebiliyor ve resimler üzerinde oyna- dalı ressam Piet
Ömer Talha Gülmezer
ma yapabiliyorlar. Mondrian’nın ka-
talhagulmezer@gmail.com ❮

84 TÜRK EDEBİYATI TEMMUZ 2020

You might also like