You are on page 1of 113

MAKALELER

ŞERİAT

AHMET ŞAHİN UÇAR


İÇİNDEKİLER
Giriş ...................................................................................................................................... 2
Araç, Amaç ........................................................................................................................... 2
Arkadaş ve Dostun Önemi ................................................................................................ 3
Cihat ..................................................................................................................................... 5
Dünya Hayatı ve Ölüm ................................................................................................... 13
Efendimiz (S.A.V.) Cömertlik Hakkında Güzel Sözleri ............................................ 20
Eğitim ve Eğitim Kurumlarının Önemi ........................................................................ 21
Evlilik Müessesesi ........................................................................................................... 26
Gaflet ................................................................................................................................. 28
Gün Birlik Olma Günüdür ............................................................................................. 36
Hastalık ve Sıkıntıların Kefaret Olması ....................................................................... 44
Her Bilgi Hatırlamadır .................................................................................................... 45
Hüküm Veren Kendini Mahkum Eder ......................................................................... 46
İletişim .............................................................................................................................. 47
İlmin Önemi ..................................................................................................................... 55
Kâbe Neden Dört Köşeli ................................................................................................. 61
Kalbin Sesi ....................................................................................................................... 61
Kur'an Okuyarak Kendine Lanet Eden Kişi ................................................................. 62
Melekler İnsanların Kan Akıtacaklarını Nereden Biliyorlardı ................................. 63
Mertebeler ........................................................................................................................ 63
Müslüman ve Mü'min Ayırımı ...................................................................................... 67
Namaz ............................................................................................................................... 73
Niyet .................................................................................................................................. 83
Rabbine Yakın Olan Bebekler ....................................................................................... 85
Rızık .................................................................................................................................. 85
Ruyada Efendimizi (S.A.V.) Görmek ............................................................................ 86
Selamlaşma ....................................................................................................................... 87
Sigara Hakkında .............................................................................................................. 92
Soru Sormak ve Muhalefet Etmek ................................................................................ 97
Sünnet-i Seniye ve Ehl-i Beyt ........................................................................................ 98
Şeriatın Önemi ............................................................................................................... 101
Tedbir, Teşhis ve Tedavi Kavramları Üzerine ........................................................... 106
Tefekkür Üzerine ........................................................................................................... 107
Yemek Hakkında ........................................................................................................... 109
1
GİRİŞ;

Asr suresinin elbet bir zahiri manasının ve bu cihetten tefsirinin yanında bir
de batıni mana ve tefsiri vardır, işari yorumu vardır, keşfi bir zevk edilişi vardır.
Bunlar kişinin mertebe ve haline göre farklılık arzedebilir.
Tüm bu izahatlarla birlikte şu hususta görüş birliği vardır ki:
Asr suresi; kurtuluşun imana, güzel ameller işlemeye, hakkı ve sabrı tavsiye
etmeye ve dahi yaşamaya bağlı olduğunu ifade eder bize.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve
sabrı tavsiye edenlerden olur.
Ebû Huzeyfe buyurdu ki:
Resûlullahın Eshâbından iki kimse karşılaştıklarında, biri diğerine Asr
sûresini okumadan ayrılmazlardı. Sonra biri diğerine selâm vererek ayrılırlardı.
İmâm-ı Şâfiî buyurdu ki:
Kur'ân-ı kerîmde başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr
sûresi bile, insanların dünya ve âhiret saadetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı
kerîmin bütün ilimlerini içine alır.
Bu hikmet ve faziletlerinden dolayı biz de sohbetlerimize Asr suresi
okuyarak ve Allah'tan bu surenin feyz ve bereketini umarak başlamaktayız.

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Allah'a hamd veya Allah'ı zikirle başlamayan her iş noksandır."


Hz. Muhammed (S.A.V.)

Hz. Peygamber, insanlara hutbe okumak üzere ayağa kalkınca, önce Allah'a hamd
ve sena ederdi. Hz. Peygamber "Allah'a hamd veya Allah'ı zikirle başlamayan her iş
noksandır" buyurdu. Başka bir ifadeyle Allah'tan uzaktır. Bir iş Allah'tan uzak ise, Allah
dilerse onu kabul eder, dilerse kabul etmez. Bir işe Allah'ı zikretme ile başladığında ise, iş
O'na bağlanmış ve kesilmemiş, yani kopmamıştır. Allah'ın zikri, makbul olduğuna göre ona
ulaşan her şey de hiç kuşkusuz makbuldür.
Fütuhat c7, s414-Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

ARAÇ, AMAÇ;

Allah'ı bilmek, tanımak, idrak etmek ve kulluğunu kâmilen yerine


getirebilmektir.
Bu ‘AMAÇ’ a ulaşmanı sağlayan her türlü alet, binek, sebep ‘ARAÇ’tır.
Gaye, amaca ulaşabilmektir!
Amaca ulaşabilmek için araçları en etkin ve en doğru şekilde kullanmayı
bilmek görmek ve yapmak/yaşamak gerektir!
İnsanların genelinin hataya düştüğü yer ‘AMAÇ’ ile ‘ARAC’ı
karıştırmalarıdır.

2
Araç, amaca ulaşmak için kullanılan alet, binek, sebeptir.
Amaç, varılması hedeflenen nihayettir.
Bazen araçlar bu yolculukta belirli menzile kadar binitin olur.
Edindiğin araç seni hedefine ulaştıramayacak ise bunu görmen ve aracını
değiştirmen gerekir.
Araçları amaç edinenler asla hedefe varamayanlardır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Para kazanmak, malını artırmak isteği ‘araç’ olmaktan çıkıp ‘amaç’


olduğunda yapılan hiçbir iş ‘hakkıyla’ yapılmamış olur!
Çünkü menfaat, para hırsı böyle bir kimse için her şeyin önüne geçmiştir!

Allah en doğrusunu bilir.

ARKADAŞ VE DOSTUN ÖNEMİ;

"Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına
dikkat etsin.”
Hz. Muhammed (S.A.V.) (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45)

Rasulullah (S.A.V.) efendimizin bu hadis-i şerifinde beyan olunduğu üzere


Müslüman kimse kiminle dostluk kurmuş olduğuna, kiminle yakınlık kurmuş
olduğuna, kimin meclisine devam ettiğine, kimin rehberliğini kabul ettiğine, kimin
yanında yer aldığına dikkat etmelidir.
Kişi yakınlık kurduğu, sempati duyduğu, sohbetinde bulunduğu kişinin
zamanla tüm görüşünden, fikrinden, inancından, itikadından etkilenir hale gelir ve
onun gibi olur. Onun savunduğunu savunur hale gelir.
Bu bir hakikattir, insaf ile meseleye bakılır ise bunun doğruluğu aşikârdır.
Dini hususunda doğru ve yetkin bir bilgiye sahip olmayan kimseler bu
etkileşime tamamen açık olup, bu tehlikelere düşmeye en müsait kimselerdir.
İtikadındaki hastalığın farkında olamayan nice kimseler dini hususunda
kendilerini sağlam bir itikat üzere gördükleri halde, böyle bozuk itikatlı kimseler ile
yürüttükleri dostluklar neticesinde zamanla onların düşüncelerini benimser,
fikirlerini savunur ve bozuk itikatları ile itikat eder hale gelmişlerdir.
Günümüzde bu konu son derece ehemmiyet arz eden, Müslüman’ın iman
ve itikadının zayıflamasına, bozulmasına ve hatta kaybolmasına dahi sebep olabilen
bir mevzudur.

Allah en doğrusunu bilir.

***

3
Düşmanı dost edinmek, muhalife şirin görünmek kastı ile söylenen söz,
yapılan fiil neticesinde yanındaki dostunun güvenini yitirmek, dostunu kaybetmek
tehlikesi var ise bu iş, söz, duruş üzerinde ısrarcı olmak akıl kârı değildir.
Töhmet mahallinde bulunan kimse kendisini bundan dolayı kınayanın
kınamasına müstahak olur.
Kınayan zanni bir davranışta bulunmuş olsa dahi su-i zanna sebep olmaktan
dolayı bu (kınanan) kimse yine hata üzere bulunmuş olur.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kiminle hem hâl olmaktasın?


Dostların, arkadaşların kimler?

Allah en doğrusunu bilir.

***

(Antlaşma yaptığın) Bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı


bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez. -Enfal 58

Hain kelime anlamı; ihanet eden, kötü niyet üzere olan, zarar vermekten
çekinmeyen kimse demektir.
Bir topluluk içersinde hainler olduğu sürece o topluluk kendisini top yekün
dış düşmanların saldırısından, zararından, oyunlarından, tuzaklarından koruması
mümkün olmaz.
Haini bilmek, tanımak, haine karşı yapılacak muamele her mü'minin bilmesi
gereken mühim bir konudur. Bu ise dinini ve hükümlerini doğru bir şekilde bilmek
ile mümkün olabilir.
Allah'a, Resulüne, Allah'ın bize din olarak belirlediği İslama düşman olan
bir kimseyi, bir topluluğu, bir kavmi, bir milleti dost edinmememizi Allah bize
Kur'an'da apaçık beyan etmektedir.
Ölçü ortada.
Terazi elinde.
Öyleyse mü'mine dosdoğru ölçmek ve dosdoğru olmak yaraşır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Korkma!
Allah yolunda olmaktan korkma!
Allah yolunda ölmekten korkma!
Allah'ın emrini yaşamaktan korkma!
Allah'ın emrini dile getirmekten korkma!
Allah dostlarını sevmekten korkma!
4
Ya işimi, eşimi, aşımı, malımı, makamımı yitirirsem diye korkma!
Ya dünyam alt üst olursa diye korkma!
Bil ki;
Allah ile beraber isen ölçüsüz zenginliğin sahibisin!
Allah'ı yitirmiş isen hakikatte ölçüsüz fakirliğe sahipsin!

Allah en doğrusunu bilir.

CİHAT;

Cihad ile İlgili Bazı Ayetler;

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,


kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler
size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın
emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”
Tevbe 24

Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar,
Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Bakara 218

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile


arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Maide 35

Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına


sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta
(savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir
kavrayıp-anlasalardı.
Tevbe 81

Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler,
sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte
onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.
Hucurat 15

Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah


yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.
Saff 11

Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza
gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah
bilir de siz bilmezsiniz.
Bakara 216

Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta
bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi"
5
diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı.
Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Al-i İmran 156

Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın


ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O
gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla
söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
Al-i İmran 167

Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar;
kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz.
Nisa 74

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden
çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla"
diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
Nisa 75

Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli
araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine
istekli çıkarak: "Sen mü'min değilsin" demeyin. Asıl çok ganimet, Allah katındadır, bundan
önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
Nisa 94

Ey iman edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka


çevirmeyin (savaştan kaçmayın).
Enfal 15

Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman,
yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama
ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.
Tevbe 38

Eğer savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azabla azablandıracak ve


yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz.
Allah, her şeye güç yetirendir.
Tevbe 39

Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri


diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye
kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle
aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. Hucurat 9

Cihad ile İlgili Bazı Hadisler;


Yalnız alışverişle (veya yalnız çiftçilikle) uğraşıp, cihadı terk ederseniz, Allahü
Teâlâ üzerinize sizi ezecek kimseleri musallat kılar ve bu hal dininizin emirlerine dönünceye
kadar devam eder. (Râmûz, 148/1)

6
Ebû Hureyre R.A.den varid olmuştur:

-“Amellerin hangisi daha faziletlidir”, diye Resûlullah S.A.V.’e soruldu:


-“Allah ve Resûlüne îmân etmektir” buyurdu.
-“Sonra hangisidir?”, dendi.
-“Allah olunda cihad etmektir”
“Sonra hangisidir?”,
-“Makbul olan hacdır” buyurdu.
(Muhtarü-l Ehâdîs, s.195)

Allah yolunda bir mücahidin misali, gündüz oruç tutup, gece namaz kılan kimseye
benzer. Tâ ki dönünceye kadar...
(Râmûz 391/10)

Mü’minler ne zaman dünyaya meyledip din gayretinden uzaklaşırsa, düşmanları


galip, kendileri mağlup olurlar.
Hadis-i şerif

Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:

-Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum,


-“Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdular.
Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca bk. İbni Mâce, Itk 4

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere
ölür. “
Müslim, İmâre 158. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 18; Nesâî, Cihâd 2

Ebû Mûsâ radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’ in yanına bir bedevî geldi ve:
-Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin
diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor.
Bir rivayete göre: Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için
savaşıyor.
Bir başka rivayete göre: Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır?
diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
-“Kim Allah’ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır”
buyurdu.

Buhârî, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149-151. Ayrıca bk. Buhârî, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28;
Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbni Mâce, Cihâd 13

Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:

7
“Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan
gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden
önce büyük bir belâya uğratır. ”
Ebû Dâvûd, Cihâd 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 5

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. “
Ebû Dâvûd, Cihâd 18. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 2, 48

Ebû Hüreyre ve Câbir radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Harp hileden ibarettir. ”

Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihâd 17, 18. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,
Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbni Mâce, Cihâd 28

***

Tüm dünyadaki islam ülkeleri arasında din-i islama en yetkin hizmet


edebilecek, müslüman camianın ve mazlum insanların hakkını arayabilecek,
koruyup gözetebilecek, müdafaa edebilecek güç, azim, karar ve imkânda bulunan
yegâne ülke Türkiye'mizdir. Bu hakikat böyle bilinmelidir.
Müslüman kitlelerin dışında bulunan ülkelerin hiç birinden bize bu
davamızda dostluk üzere olması, dostane davranması, haklı olduğumuz konularda
bizim yanımızda yer alması beklenemez, olmaycaktır da.

İmanlı Türk milletimizin bu gün birlik olma vaktidir. Tek vücud, tek
yumruk, tek ağız olma vaktidir. Milletimizden olduğunu beyan eden, Müslüman
olduğunu beyan eden, bu vatanın topraklarında hayatını sürdüren bir kimse, bu
kimse hangi konumda bulunursa bulunsun, ister siyasetçi, ister akademisyen, ister
gazeteci, ister yönetici, ister hoca, şeyh diye bilinmiş olsun bu mücadelede
devletimizin aldığı karara karşı çıkıyor ise vatana ihanet üzeredir. Düşmanlarımızın
işbirlikçileridir. Bunlara da haine yapılacak muamele yapılmalıdır.
Beklenen büyük cihad günü elbet gelecektir ve bu zaman gittikçe
yaklaşmaktadır. Cihadı arzu etmememizi, Allah için cihad etme vakti geldiğinde ise
cihaddan kaçmamamızı, malımızla, canımızla bu uğurda savaşmamız gerektiğini
Allah bizlere Kur'an'ı Kerim'inde açıkça bildirmekte ve emretmektedir.
Bu idrak ve şuuru kâmilen taşıyan ve Allah'ın rızası cihetinde amel işleyen
kullarından olmamızı Allah'tan niyaz ederiz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Cihad, Müslüman’a Allah'ın emridir.


Allah için, Allah'ın indinde tek din olarak bildirdiği din-i İslamı yaymak,
emirlerini yaşamak, emirlerini uygulamak maksadı ile mal ve can ile yapılır. En
makbulü ise can ile yapılan cihaddır.
8
Malesef bu imanlı millete Allah'ın bu emri unutturuldu.
Cihad; mümini diri tutar, İmanını kavî kılar, dünyanın geçici heva
heveslerinden uzak tutar, dünyalık sevgisini kalpten söker atar, hakikati idrak
etmesine vesile olur.
Allah için Cihad eden mümin bilir ki bu uğurda ölürse şehid olur, kalırsa
gazi. Ölse de kârdadır, kalsa da.
Allah'ın emri olan cihadı, ehemmiyetini hakkıyla idrak etmeyi, idrakinin
gereğini yerine getirmeyi Allah bizlere nasip etsin.
Biz sefer etmekle emrolunduk. O halde sefer bizimdir, zafer ise Allah'ın.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Altın ateşle sınanır ve altın olduğu anlaşılır. Mümin kimse de elbet zorluklar
ile sınanır, sınanacağız.
Cenabı Allah, Kur’an’ı Kerim’de bize şöyle seslenmekte:
“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin
benzeri sizinde başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”
Bakara. 214
Yine,
“İnsan yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını
mı sandılar? And olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah
(imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.”
Ankebut 2-3
Cihad bize Allah'ın emridir ve ancak Allah için, Allah'ın emrini yerine
getirmek için yapılır. Vatanımızı düşmana karşı korumayı Allah bize emrediyor,
zulme uğrayan müminlere yardım etmek için cihadı Allah bize emrediyor.
Devletimizin başındaki karar mercilerinin kararı ile bu cihad ilan
edildiğinde mümine düşen düğüne gider gibi gitmektir. Şehadet makamından gayrı
ulaşılabilecek büyük bir makam mı vardır? Hakikati idrak eden kimse sehitlerin
Rableri katındaki değerlerini bildikleri için onlar adına bu kutlu makama erişmiş
olmalarından dolayı sevinir, gıpta ile bakar ve kendisi adına da bu makama ulaşmayı
Allah’tan samimiyet ile niyaz eder.
İşte böyle zor günlerde içimizdeki hain, münafık güruh kendini belli eder.
Fitne çıkarmaya, halkı kışkırtmaya, cihaddan uzak durulması adına bahaneler
aramaya gayret sarf eder. Bunlar hakkında Kur'an'ı Kerim'de; “Onlara ‘Yeryüzünde
düzeni bozmayınız’ denildiğinde, ‘Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz’ derler. Biline
ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar.”
buyurulmaktadır.
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bir günde bu ayrılıkçı, hain,
münafık güruhun en şiddetli bir şekilde cezalandırılmasına yönelik tedbiri almak ve
uygulamak da devletimizin başındakilerin, yöneticilerimizin görevidir. Bize düşen
devletimizin yanında olmaktır.
Allah; milletimize, idarecilerimize feraset ve basiret ihsan etsin, emr-i ilahiyi
gözetir bir tutum içersinde olmayı nasip etsin, sırat-ı müstakim üzere bizleri daim ve

9
kaim kılsın, ordumuzu, milletimizi, tüm ümmet-i Muhammed'i muhafaza buyursun,
ordumuzu muzaffer eylesin. Âmin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Allah için yaşamak.


Allah için sevmek.
Allah için buğzetmek.
Allah için cihad etmek.
Allah için öldürmek.
Allah için ölmek...

Bu kavramların ihtiva ettiği anlamları iyi bilmek; ne şartlarda, ne hallerde,


ne zaman, neden, nasıl?
Davranmak gerektiğini doğru bilmek doğru bilgi sahibi olmayı, mertebeleri
bilmeyi, mertebenin gereğince hareket etmeyi ve istikamet üzere olmayı gerektirir.
Hep dile getirdiğimiz gibi etrafımızda cereyan eden her iş, oluş, söz ve
hadiseyi mertebesince değerlendirerek sonra gerekli olan mertebeden karşılık
vermek, bilginin gereğini yerli yerince kullanmak ve insaf ile muamelede bulunmak
demektir.
İnsaf ile muamele demek, hak edene hak ettiği şekilde muamelede
bulunmak demektir!
Allah'a yaklaşmak için vesileler arayan, Allah'ın emirlerini gözetir bir yaşam
tarzına yönelen toplulukların Allah'tan uzak olan topluluklar ile çatışması,
aralarındaki mesafelerin açılması gayet tabiidir ve bir hakikatin gereğidir.
Bu mânâda Allah’a yakın olmak gayreti ve samimiyeti içersinde olan
milletimizin karşısında yer alan, gerek ülkemizin dışındaki mihraklar gerekse
ülkemizin içinde olan hainler, sinsi düşmanlar, münafıklar saflarını ve niyetlerini
aşikâr etmeye başlamışlardır.
Allah’a hamdolsun ki bunu şüphesiz görmeyi bizlere nasip etmekte...
Ülkemizin bekası için devletimizin başlattığı bu harekâtı canı gönülden
desteklemek, dualarımızla devlet yöneticilerimize, idarecilerimize, asker ve
polisimize Allah'ın emri ve rızası yolunda muvaffakiyet, güç, kudret, muzafferiyet,
ihsan ve lütuflarına mazhar kılmasını niyaz etmek boynumuzun borcudur.
İndi ilahide takdir edilmiş olanın vakti geldiğinde bu alemde vuku
bulacağına iman etmişiz, elhamdülillah. Kadere imanımızı, Allah'tan bizler adına
tam ve kamil yazmış olmasını niyaz ederiz.
Başlatılan bu harekatın devamında zaman içersinde şer odaklarının
birleşerek, düşmanların birlik olarak içerden ve dışarıdan bu imanlı milletimize, bu
güzel vatanımıza türlü şekillerde veya aleni olarak saldırması, savaş açması ihtimali
de vardır ve kuvvetlidir!
Böyle bir durumda biz müminler olarak fert fert, Allah'ın emri olan cihada
hazır olmalı, bu mübarek gaza'da sefer ederek sonucunda gazilik ya da ölümlerin en
şereflisi ve mükâfatı en yüce olan şehadeti salihane talep ve niyaz etmeliyiz.
“Hayatım ve ölümüm Allah için” diyebilenlerden olmayı Allah bizlere nasip
ve müyesser eylesin.
10
Allah en doğrusunu bilir.

***

Allah yolunda, Allah için ve Allah'ın emrince bir hayat yaşayabilmek, tesis
edebilmek gayesi üzere yapılacak cihad en kutlu cihad ve bu uğurda canını vermek
en kutlu şehadettir.
Ancak bu bilinç üzerine cihad ruhunu diri tutarak din-i islama hizmet, vatan
ve milletin bekasına gayret, imanlarımıza kuvvet hâsıl olabilir.
Allah için ve Allah yolunda cihad ederek şehadet şerbetini içen tüm
şehidlerimizi rahmetle anıyoruz.

***

Cihad vakti gelmezden önce de


Cihad bilincini taşımak,
Cihad ruhunu diri tutmak,
Cihad emrini anlamak ve
Cihada hazır olmak gerektir ki
Cihad zamanı
gaflete,
ye'se,
zafiyete düşülmeye!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Cihad; Allah'ın mü'minlere farz kıldığı bir emridir.


Cihadın türleri vardır. Nefse karşı yapılan cihad, şeytana karşı yapılan
cihad, müşrik, münafık ve kâfirlere karşı yapılan cihad.
Cihad mal ile yapılır, söz ile yapılır ve can ile yapılır.
Allah için canını ortaya koyarak yapılan cihad en zorlu ve derecesi en
yüksek cihad’dır.
Mü'min gerektiğinde canını Allah için vermekten çekinmez.
Mü'min, mü'min kardeşinin yardımcısı, emanetçisidir.
Allah, bizleri gerçek mü'minlerden eylesin, mü'min olma şuurunu ve bu
şuurun gereğini yaşamayı nasip eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Yeni Zelanda'da Cuma namazı için toplanan Müslüman kardeşlerimize


küffar silahlı saldırıda bulunarak 49 Müslümanı şehid etmiş.
Allah Müslüman kardeşlerimizin şehadetini kabul buyursun.
Allah Müslümanlara tez zamanda uyanmayı, birlik ve beraberliğimizi tesis
etmeyi, ümmet-i Muhammed ruhunu yeniden canlandırmayı, Allah'ın müslümana
11
emri olan cihadı doğru bir şekilde anlamayı, her alanda aslında cihad meydanında
olduğumuz bilincine varmayı, her alanda cihad edebilmek için bu ruhu taşımayı ve
diri tutmayı biz müslümanlara nasip eylesin, Hak davada muhakkak müminlere
yardım edeceğini vad eden Allah'ın vad ettiği yardıma ulaşan gerçek imanlı
müminlerden eylesin bizleri.
Âmin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bu günlerde (23.02.2018) sosyal medya ağı, görsel ve yazılı basından takip


ettiğiniz üzere bir süre önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ordumuz sınır ötesi
bir harekât başlatmıştır.
Bu harekâtın amacı; Suriye topraklarının kuzeyinde sınırımıza yerleşmiş
olan PKK, PYD terör örgütü elemanlarını bu bölgeden temizleyerek o bölgenin
gerçek halkını bu örgütlerin zulmünden kurtarmak, sinsice bu bölgede güya Kürt
halkından oluştuğu izlenimi verilmeye çalışılıp gerçekte terör örgütü elemanlarının
konrolünde bir alan oluşturarak İsrail ve Amerika'nın çıkarlarına hizmet etmesi
planlanan bir özerk bölge ve ötesinde bir uydu devlet kurmak niyetinde olan dış
güçlerin bu niyeteri üzerine olan planlarını bozmaktır.
Din-i İslam'a bağlı, vatan ve milletini seven, bu değerlerin neyi ifade ettiğini
çok iyi bilen ve bu değerleri korumak uğruna canından dahi gözünü
kırpmadan vazgeçebilecek vatan evlatlarından bir fert olarak Cumhurbaşkanımızın
başkomutanlığında başlatılan bu harekâtı can-ı gönülden desteklediğimizi, gerek
bu harekâta katılarak düşmana karşı mücadele veren, gerekse yurt içinde teröristlere
karşı mücadele veren asker ve polislerimize (şimdilik) dualarımız ile
destek verdiğimizi, manevi olarak yanlarında olduğumuzu, gerektiğinde ise fiilen
onların yanında bu cihadda omuz omuza savaşmaktan gurur duyacağımızı,
bu uğurda gerek gazi olmanın gerekse şehit olmanın bizim için en büyük şerefli
mertebe olacağını tüm kalbi duygularımla ifade ederim. Bu duygularımıza
ortak olan ve gerektiğinde bu duyguları seve seve fiiliyata taşımaya hazır olan
milyonlarca kardeşimiz olduğundan da hiç şüphem yoktur.
Kardeşlerim, cihad Allah'ın biz mü'minlere bir emridir. Cihad, cehd
etmektir, mücadele etmek demektir.
Cihad Allah için yapılır, din-i islamı yüceltmek için yapılır, vatan ve
milletimizi düşmanların saldırı ve zararlarından muhafaza etmek için yapılır,
zalimin zulmünden masumu kurtarmak için yapılır. Cihad kişinin nefsi ile olduğu
gibi, nefsinden ayrı dış varlığı olan bir düşmana karşı da yapılır. Bu düşman şeytan
olur, müşrik olur, münafık olur, kâfir olur. Cihad mal ile yapılır, söz ile yapılır, can
ile yapılır.
Allah için canını ortaya koyarak yapılan cihad en zorlu ve derecesi en
yüksek cihaddır.
Devletimizin bekası için, vatan ve milletimizin muhafazası için, dinimizin
yaşanması için yapılmakta olan bu meşru harekâtı gayrı meşru göstermeye çalışan,
itibarsızlaştırmaya çalışan, milletimiz içersinde fitne çıkarmaya çalışan birçok
yabancı ülkeler olduğu gibi o düşmanların içimizde faaliyet gösteren ajanları,
işbirlikçileri, devletin bazı kurumlarına sızmış hain ortakçıları, iş adamları, yazarları,
12
sanatçıları, siyasetçileri, profesörleri ve dahi din adamları, cemaat liderleri, tarikat
şeyhleri de toplumumuzda maalesef mevcuttur ve milletimizi bu manada
zehirlemeye yönelik faaliyetlerine devam etmektedirler. Bunların bir kısmının gerçek
yüzü halkımızın çoğunluğu tarafından anlaşılmış, görülmüş olsa da halen kendisini
bir şekilde kamufle etmiş münafık, hain zümrenin de varlığının unutulmamasını, bu
zümrenin akıl almaz oyunlarla milletimize yönelik fitnelerine ve bu fitnelerin
doğurabileceği zaafiyete, zarara karşı uyanık olunması gerektiğini önemle beyan
ederim.
Devletimize ve milletimize karşı yapılan bütün bu oyunlar yüz senedir
uyuyan / uyutulan milletimizin artık uyanıyor olması, kontrol altında
tutulan yöneticilerimizin kontrollerinden artık çıkıyor olması, gizli esaret
zincirlerinin görülerek artık kırılıyor olması, hazırcılktan kurtularak üretime
geçiliyor olması, inanç ve değerlerine sahip çıkma şuurunu elde ediyor olması
sebebiyle cereyan etmektedir.
Bu uyanış ve bilinçlenmenin önüne geçmek adına, Ümmet-i Muhammed
şuurunun canlanmasını önlemek adına, aziz milletimizin ecdadımızda olduğu
gibi islamın sancaktarlığını yeniden almasını ve dikmesini önleyebilmek adına bütün
bu düşmanımız olan güruh tüm oyun, fitne, tuzak çabalarına rağmen bu milleti
engelleyemeyeceklerini anladıklarında alenen ve tüm güçleriyle bize savaş
açacaklardır. Allahualem görünen o ki bu ihtimal gittikçe kuvvetlenmekte
ve yaklaşmaktadır. Böyle bir durumla karşılaşmazdan evvel bu duruma karşı maddi
ve manevi cihetten tedbir alınması ve hazırlıklı olunması hususunu da beyan ederim.
Bu meyanda ihtiyacımız olan bilgi din-i islamda, ihtiyacımız olan kudret de
mü'min olmak şartı ile imanımızdadır!
Başta Başkomutanımız olmak üzere tüm yöneticilerimizin, idarecilerimizin,
asker ve polislerimizin, milletimizin feraset ve basiret üzere olmasını, adalet üzere
olmasını, muvaffak ve muzaffer olmasını, Allah'ın emir ve rızasını gözetir bir
düşünce ve fiiliyat içersinde olmasını, Allah'ın yardımının, hidayetinin, korumasının
bizimle birlikte olmasını, bu uğurda yaralanan gazilerimize şifa, şahadet mertebesine
eren kardeşlerimizin şehadetini kabul buyurmasını, ailelerine sabr-ı cemil ihsan
etmesini Cenabı Allah'tan niyaz ederiz.

Allah en doğrusunu bilir.

DÜNYA HAYATI VE ÖLÜM;

Ömür dediğin ne ki?


Dünyada aldığın bir nefes,
Hani, nerede o ışıldayan gözler?
Nerede o cıvıldayan ses?
Beden dediğin ruha geçirilmiş bir kafes!

***

"Akıllı kişi hiç gelip geçilen köprü üzerine ev inşa eder mi? "
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)
***
13
Bu dünya imtihan yurdudur!
İmtihan edilmeden bu diyardan geçeceğini sanıyorsan yanılıyorsun!
Bu dünya, ahirete uzanan bir köprü mesabesindedir ve herkes mutlaka bu
köprüden geçmek zorundadır!
Köprü üzerinde de türlü sıkıntı ve meşakkatler vardır. Kimin payına ne
düştü ise her insan bu payını yaşayacaktır!
Derdin, sıkıntının olmaması imkânsızdır!
Mesele bunca dert ve sıkıntının içinde vechini (yüzünü), kalbini Rabbine
çevirip mutmain olmayı becerebilmektir.
İşte o zaman kul, Rabbinden razı olma makamına erdiği gibi umulur ki
Rabbi de kulundan razı olur!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bir Nükte;

Büyük alim İbrahim Ethem Hazretleri’nin bir hatırası vardır. Kendisi bir ara
Bağdat’tan sonra Basra’ya uğrar. Etrafını saran halk sorar;

-Ey İbrahim..!
-Musibetlerden bir türlü kurtulamıyoruz
-Bu konuda dua ediyoruz ama kabul olmuyor.
- Acaba neden duamız kabul olmuyor?
-Büyük Veli bunlara hemen cevap vermez;
-İzin verirseniz bir müddet içinizde kalayım, durumunuzu tetkik edeyim sonra
cevabını vereyim, der.
Gereken araştırmadan sonra onları topladığı mescitte şöyle hitap eder;
-Ey Basra halkı, halinizi inceledim. Kalbinizin günahlarla ölmüş olduğunu anladım.
Ölmüş kalplerin duası kabul olmaz, der.
Halk sorar;
-Ne türlü günahlarla kalbimiz ölmüş?
Büyük Veli 10 tane günah sayar. Bunları da şöyle sıralar;
1-Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz, ama emirlerini tanımıyorsunuz.
2-Kur’an-ı Kerim-i okuyorsunuz, ama muhtevasıyla amel etmiyorsunuz.
3-Hz. Peygamberi sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama sünnetini sevdiğinizi göstermiyorsunuz.
4-Şeytanın düşmanınız olduğunu söylüyorsunuz, ama onunla dostluktan asla geri
kalmıyorsunuz.
5-Cenneti sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama ona layık bir amel işlemiyorsunuz.
6-Cehennemden korktuğunuzu iddia ediyorsunuz, ama ona götürecek fiillerden geri
kalmıyorsunuz.
7-Ölüm haktır diyorsunuz, lakin hak olan ölüme hiç hazırlık yapmıyorsunuz.
8-Din kardeşinizin ayıbı ile uğraşıyor, kendi ayıbınızı hiç görmüyorsunuz.
9-Allah’ın lütfettiği nimetleri bolca tüketiyor, ama hiç şükretmiyorsunuz.
10-Ölülerinizi gömüyorsunuz, bir gün sizinde gömüleceğinizi düşünmüyorsunuz.

İbrahim Ethem Hazretleri bunları saydıktan sonra sözünü şöyle bağlıyor;


14
-Ey Basra halkı!
-Kalbinizi öldüren bu 10 tane günahı terk etmedikten sonra dualarınızın kabul
olacağını sanmayınız. Kalbinizin dirilmesini istiyorsanız bu günahlardan kaçınmaya gayret
edin. Gidişatınızı düzeltin. Göreceksiniz ki dualarınız kabul olacak, başınızdan da bela ve
musibetler uzaklaşıp gidecek.

İnsanoğlu dünya malını topluyor. Allah yolunda harcamıyor, Zekâtını bile


vermiyor. Sonra mirasçılara bırakıyor gidiyor. Başkaları sefasını sürerken, ölen o
malların hesabını veriyor.

O günde de ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN.

***

Bu dünyada ne kadar yaşarsan yaşa varacağın yer kabir'dir.


Kabir, bir berzah durağıdır.
Kişinin berzahtaki evi'dir.
Bu dünya hayatında yaşarken evini manzaralı yerden seçen kimse!..
Evinin eşyasını, mobilyasını, döşemesini, fayansını, koltuğunu, halısını en
iyisinden seçen, beğenen alan kimse!..
Üzerine giyeceği kıyafetlerini seçen, beğenen, alan kimse!..
Türlü türlü yiyeceğini seçen, beğenen, alıp mutfağına koyan kimse!..
Pekiyi;
Berzah da (kabir) kalacağın evini hiç düşündün mü?
Onu da seçip, beğendin mi?
Manzarası nasıldır? Camları nereye bakmakta?
Kapısı nereye açılmakta?
Kabrinin içindeki eşyalarını seçip beğendin mi?
Bu eşyaları belirlemek bu dünya hayatında yaşarken yaptığın amellerin
niteliği cihetinden olacağını biliyor musun?
Güzel amellerinin güzel, huzur verici eşyaya dönüşeceğini, kötü amellerinin
çirkin, elem verici eşyaya dönüşeceğini biliyor musun?
Kabirde kalacağın sürece ihtiyacın olan azığını, yiyecek ve içeceğini
hazırladın mı?
Kötü amellerinin, kötü ahlak üzere yetiştirmiş olduğun evlatlarının
kötülüklerinin sana kötü, acı, elem verici bir surette azığın olacağını, yine güzel
amellerinin ve geride bıraktığın salih, saliha evlatlarının hasenatlarının sana güzel,
faydalı azıklar olarak sunulacağını biliyor musun?
Tüm bu hakikatleri düşünüp, tefekkür ediyor musun?
Bunun için hazırlık yapıyor musun?
Yoksa hala bu yalan dünyanın oyun ve eğlencesinin peşinde koşup ömrünü
heba mı etmektesin?
Heyhat!
Bu nasıl gaflettir!
Bu gafletten tez uyanmak gerektir.
Vakit geç olmadan!
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın bu hakikatle karşılaşmamız.
15
Ölümü sıkça hatırlayalım!
Kabirleri sıkça ziyaret edelim!
Kabirlerin başında bu hakikati derin tefekkür edelim!
Biz, kabirleri içersinde yatanları derin uykuda sanmaktayız. Ama hakikat
öyle değil. Onlar uykularından uyandılar, asıl bizler onlara göre derin uykudayız!
Bu dünya hayatında yaşarken bu hakikatlerin idrakine varıp 'ölmeden önce
ölenlerden' olalım, uykudan uyananlardan olalım.
İnşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Babam Şahin Uçar'ın berzah âlemine irtihalinin sene-i devriyesi bu gün.


Dünya hayatından ve aramızdan ayrılalı 3 yıl oldu.
Allah kendisinden razı olsun. Benim iman ve itikat temellerimi ilk atan,
manevi dünyamın şekillenmesine vesile olan babamdır. Henüz ben çocuk denecek
yaşlarda iken 7 - 8 yaşlarımda iken beni karşısına oturtur, bana büyük, yetişkin bir
adama anlatır gibi dinimizin esaslarını anlatır idi. Belki o an anlattıkları içersinde tam
anlayamadığım meseleler olsa bile büyük bir dikkat ile kendisini dinlerdim.
İnsan doğar, büyür, yaşar ve ölür.
Bu dünya hayatı gerçekten çok kısa bir hayat. Dünya telaşesi içerisinde ömrümüzün
nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Zaman su gibi akıp gidiyor.
Dünya gelip geçilesi bir köprü, tabir edilesi bir rüyadır der Muhyiddin İbn
Arabî hazretleri, Sonra der ki; insan köprü üzerine ev inşa eder mi?
Gerçekten böyle! Bu hakikati görmeyi ve emrince yaşamayı Allah
cümlemize nasip etsin.
Bu vesile ile babamı, ahirete irtihal etmiş tüm mümin kardeşlerimizi, tüm
akrabalarımızı rahmet ile anıyor, Allah'tan onlar hakkında rahmet ile muamelede
bulunmasını, onları mağfiret etmesini, kabirlerini pür nur eylemesini, cehennem
azabından muhafaza eylemesini, mekânlarını cennet eylemesini niyaz ediyorum.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Şu dünya hayatında sahip olduğun (!) her şey sende emaneten bulunmakta!
'Emanet !'
Adı üstünde.
Emanet, bir süreliğine bırakılan, verilen şeydir. Vakti gelince asıl sahibi
emaneti emanet ettiğinin elinden alır!
Ana, baba, emanet.
Eş, emanet.
Çocuk, emanet.
Mal, emanet.
Mevki, makam, emanet...
İlim, emanet.
Akıl, emanet.
16
Sağlık, emanet.
Gençlik, emanet.
Güç, kudret, emanet...
Beden, emanet.
Can, emanet.
Peki
Neyin var sana ait olan?
Hiç!
Tüm emanetin emanet olduğunun bilincine vardığında, emaneti yerine
teslim edersin.
Böylelikle eline gelene sevinmediğin gibi, elinden çıkana da üzülmezsin.
Veren O, alan O.
Hay'dan gelir, Hu'ya gider!
Sana düşen, emanet sende bulunduğu sürece emanete ihanet etmemek.
Emanetin sahibinin senden istediği şartlara riayet etmektir.
En büyük şartlanmışlıktır emanetin emanet olduğunu kabul etmeyip 'benim'
demek.
Gönül rızası ile bu hakikati anlamayıp, bu gerçeği hazmedemeyenin
elindekini, sahip olduğunu zannettiklerini aldığında bu hakikat çok ağır gelir emanet
edilene.

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri kurtuluşa erip gerisi helak olacaklar"


hadisi şerif-i bugün net anlaşılıyor.
Herkes kendinin o kurtuluşa eren fırkadan olduğunu iddia
ediyor/zannediyor.
Bu dünyada gözü göremeyenler/görmeyenler ölüm anında perdelerin
açılması ile hakikati görecekler.
O zaman gelmeden bu dünyada yaşarken Hakk'kı ve hakikatleri gören,
bilenlerden olalım, Hakkı savunan batıldan yüz çevirenlerden olalım, feraset ve
basiret sahibi kıl Allah'ım bizleri.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dünya insanın mürebbisidir. (terbiye edici)

Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)


***

Bu dünyada kişinin elde ettikleri değil, elde ederken izlediği yolun meşru
veya gayri meşru oluşu ile niyeti akibetini ve ahirette ona olacak muameleyi
belirlemekte!

17
Allah en doğrusunu bilir.

***

"Dünyalık isteme konusunda yavaş ve mutedil olunuz.


Çünkü her şey ne için yaratılmışsa ona kolaylaştırılır. "
Hz. Muhammed (S.A.V.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin bu hadislerinde beyan


olunur ki:
Dünya, ahireti kazanma hususunda mü'minin bineği, yine ahiretin tarlası
hükmünde olduğu gibi bununla birlikte mü'min için bir rüyadan ibarettir, geçilmesi
gereken bir köprüdür, oyun ve eğlence yeridir.

Bu sebeple mü'min kişi bu hakikati unutmamalı, dünyaya ve dünyalık


(gelip geçici) kazançlara meyletmemeli, dünyalık için hırslanmamalı, helal yoldan
rızkının temini ile meşgul olmakla birlikte ebedi yurdu olan ahirette saadete
ulaşmasına vesile olacak hakikat ilimleri ve bu ilimlerin gereği olan ameller ile
meşgul olmalıdır.
Dünya ve metaı için yaratılmış olana dünyalık peşinde koşmak kolay
kılınmıştır!
Ahiret için yaratılana cenneti kazanmayı sağlayacak işler kolay kılınmıştır!
Allah'ı bilmek, tanımak, sevmek, hakikate ve marifete ermek için yaratılmış
olana da bu işler kolay kılınmıştır!
Çünkü her şey ne için yaratılmışsa ona o işler kolaylaştırılır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Ahirette üzerinden geçeceğin, mahşer alanından cennetin kapısına doğru


uzanacak olan köprüyü (sırat) bu dünya hayatında iken amellerin ile kendin inşa
ettiğini unutma!
Bu köprünün genişliği ya da darlığı, kolaylığı ya da zorluğu, karanlığı ya da
aydınlığı senin amellerin nispetinde şekil alacak!

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Bütün hataları kaynağı dünya sevgisidir."


"Bütün fitnelerin sebebi zekât ve öşrü vermemektir."
Hz. Muhammed (S.A.V.)

***

Resulullah (S.A.V.) efendimiz buyurdular:


18
"Kulun kalbine bir nur gelince kalp açılır ve genişler "
Sordular:
- Ya Resulullah bunun bilinmesini sağlayacak bir alameti var mı?
Efendimiz buyurdular:
"Aldanma yurdu olan dünyadan uzaklaşıp, ebediyet yurdu olan ahirete yönelmek ve
ölüm gelmeden hazırlıklı olmak bunun işaretidir."
İbn Mübarek, Kitabü'z-zühd, s.78

***

"Kitabını oku!
Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." - İsra 14

O gün (kıyamet günü) hesap sorucu olarak nasıl ki nefsin sana yetmekte ise,
bugün de (dünya hayatında) öylece hesap sorucu kıl ki nefsini (samimi ol ki) işin
hakikatini gör, anla ve gereğince hareket et.

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Celâlim hakkı için sizi imtihana tâbi tutacağız, tâ ki, sizden mücâhit olanlar ile
sabredici olanları bilelim ve sizin haberlerinizi de deneyeceğizdir."

Muhammed Suresi 31. Ayet

Dünya hayatı imtihan yurdudur, ahiret hayatı ise nimet yurdudur.


Sabreden, şükreden ve salih ameller işleyenler mükâfata nail olanlardır.
Bu hakikati unutmayalım ve müjdeye nail olanlardan olmak için gereken
gayreti gösterelim inşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Ecelül insan yahmihi minel mevt”


“İnsanı ölümden eceli korur”
Her canlı için ecel takdir edilmiştir ve bu takdir edilen ecel vakti ne bir nefes
öne alınır ne de bir nefes sonraya bırakılır.
Allah, her birimiz için takdir ettiği ecelimizin vuku bulmasına bir sebep halk
eder.
Mü'min kadere iman eder ve Allah'a tam bir teslimiyet içerisindedir. Bilir ki
vakti geldiğinde her birimiz bu emaneti sahibine teslim edeceğiz. Bu imandır bizi
tevekkül üzere kılan.
Takdir edilen ömür son bulmadıkça ölüm kula hiçbir surette gelmez.

Allah en doğrusunu bilir.

19
***

Halkın hoşlanmadığı üç şey vardır, Bunlar:


- FAKİRLİK
- HASTALIK
- ve ÖLÜM'dür.
Hâlbuki ben bu üç şeyi çok severim.
-Rabbime kavuşmayı istediğim için ÖLÜMÜ
-Beni mütevazi ettiği için FAKİRLİĞİ
-Günahlarıma kefaret olduğu için de HASTALIĞI Seviyorum.
Ebû'd Derdâ (r.a.)

***

İhtiyacın ötesinde olana ve nefsi arzulara yönelik lüks düşkünlüğü, kişinin


modern köleliği kabul etmesinin/etmek zorunda kalmasının gerekçesidir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Aklın kısıtlamasından kurtulup hakikatleri idrak ve hazmetmek zordur.


Meseleye beşeri idrak ile değil, Hakkın gözü ile bakıp seyreyleyen ancak “Rahmetim
her şeyi kuşatmıştır” ilahi hitabını ve Zümer suresi 53. ayeti idrak edebilir.
Sen, sendeki donanıma göre ve sen olarak hüküm vermektesin.
Hüküm veren çok dikkatli olmalıdır, zira hükmü veren hakikatte hükmü ile
kendini mahkûm eder. Hüküm veren kendisi hakkında birçok kapıyı ve rahmeti
kapattığını bir bilse, bir görseydi asla böyle bir şeye meyletmezdi. Lakin şu da bir
gerçek ki herkes ilmi nispetinde bir görüş ve bakışa sahiptir. Bu durumda duamız
“Rabbim ilmimi arttır” olsun inşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dünya hayatı;
Ahsen-i takvîm (en güzel şekilde) olarak yaratılan insanın esfel-i safilin'e
(aşağıların aşağısına) inerek beşeriyetini görmesi, sonra beşerliğinden insanlığa
tekrar terakki etmesi yolculuğudur!

Allah en doğrusunu bilir.

EFENDİMİZ (S.A.V.) CÖMERTLİK HAKKINDA GÜZEL SÖZLERİ;

“Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlakı sever, kötü ahlakı sevmez.”


(Haraiti)

20
“Cömertlik cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmıştır. Her
kim onun dalına yapışırsa o dal onu çeker cennete götürür.” (İbn Hıbban, “Zu’afa”)

“Allahu Teâlâ bütün velileri cömert ve güzel ahlaklı kılmıştır.” (Darekutni)

“İki haslet vardır ki Allahu Teâlâ onları sever ve iki haslete de buğzeder.
Sevdiği hasletler; cömertlik ve güzel ahlaktır. Sevmediği iki huy ise, cimrilik ve kötü
huydur.” (Deylemi)

“Bol yedirmek, herkese selam vermek ve güzel konuşmak mağfireti


gerektiren sebeplerdendir. Allahu Teâla’nın birtakım kulları vardır, onlara kamu
yararına harcanmak üzere servet verilmiştir. Bunlardan cimrilik eden olursa
onlardan alır ve başkasına verir.” (Taberani)

“Cömert, Allah’a yakın, insanlara yakın, cennete yakın ve cehennemden


uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzak, insanlardan uzak, cennetten uzak fakat cehenneme
yakındır.” (Tirmizi)

EĞİTİM VE EĞİTİM KURUMLARININ ÖNEMİ;

Bir toplumun eğitilmesi annelerin eğitilmesiyle mümkündür.


Bir toplumun ahlakı, annelerin ahlakıyla şekillenir.
Bir toplumun iffeti, annelerin iffeti ile sağlanabilir.
Bir toplumun imanlarının kuvvet bulması, annelerin imanlarının kuvvetiyle
alâkalıdır.
Bir toplumun manevi değerleri, annelerin sahip olduğu manevi değerler
ölçüsüncedir.
Bunun içindir ki yarının annelerini bu değerlere sahip olarak yetiştirmek çok
ama çok önemlidir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Eğitim önce ailede başlar. Ana-babanın evladı üzerindeki eğitim görevini


hakkıyla yerine getirmemesi sebebiyle bu günkü nesiller hayırsız, şükürsüz, sabırsız,
nemelâzımcı, sapkın düşüncelere meyilli, dini, manevi değerlerden yoksun, vatan-
millet kavramlarına duyarsız, ahlâki bir çöküntü içersinde bulunmaktadır.
Bu ciddi bir hastalıktır. Toplumun bireyleri ve özellikle genç nesil arasında
bu hastalık hızla yayılmaktadır.
Bu hastalıkla mücadelede tedavisi mümkün olanları kazanmak adına hızla
yoğun tedavi programına geçilmeli, kangrene dönüşmüş uzuvların kesilmesi
hükmünü yetkili doktorlar vermeli ve cerrahlar vakit kaybetmeden uygulamalıdır.
Asıl önemli olan bunca tehlikeli hastalıkların kaynaklarını tespit edip derhal
o kaynakları kurutmaya yönelik eyleme geçilmelidir.
21
Toplum olarak bize öyle bir narkoz verilmiş ki birçoğumuz üzerimizde
yapılan operasyonu sadece seyrediyoruz.
Bu operasyonun sonunda hayati damarlarımızın kesileceğini bile bile!
Allah hakkı için bu gafletten bir an önce çıkalım ve soralım kendimize;
“Bu gidiş nereye!”

Allah en doğrusunu bilir.

***

Öze dönüş,
Manevi değerlerin yeniden açığa çıkarılıp hayat bulması adına,
Kur'an ve sünnete dayalı bir eğitim ve bu eğitime toplumun her
kademesinden başlamak ile birlikte özellikle kadınlarımızın eğitim ve öğreniminde
hassasiyet göstermek gereklidir.
Kadınların eğitilmesi ve onların bu değerlere sahip çıkmanın bilincinde olup
gereğince yaşaması, toplumun tüm kesimlerinde bu mücadelenin daha kolay ve
yerinde olmasını sağlayacağı gibi amaçlanan sonuca ulaşmayı da kolaylaştıracaktır.
Bozulma, kadınlarımızın manevi değerlerden uzaklaştırılması ile nasıl ki
tüm toplumu saran bir hastalığa sebep olmuştur, bu hastalığın tedavisi de
kadınlarımızın bu hususta eğitilmesi ile manevi değerlerine sahip çıkıp yaşaması
mesabesinde kuvvet bulacaktır.
Allah'ın yaratma sıfatı olan 'tekvin', varlıkta en kâmil olarak kadından açığa
çıkmaktadır. İslamın kadına verdiği önemin ve hassasiyetin gayelerinden birisi de
budur.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Eğitim ve hukuk sistemimizde ciddi, köklü, sağlam ve manevi değerlerimize


bağlı düzenleme yapılması şart!
Bu alanlarda yapılacak düzenleme, atılacak doğru ve etkili adım ile diğer
problemlerin çözülebilmesi daha kolay olacaktır.
Toplum olarak gittikçe yitirmekte olduğumuz inanç, itikat ve ahlâki
değerler neticesi yozlaşmakta, cahilleşmekte, canileşmekte, insan olmanın vasıflarını
kaybetmekte, beşeriliğin karanlığına doğru sürüklenmekteyiz.
Eğitim ve hukuk alanında yapılmasını şart gördüğümüz ve insaf sahibi
yöneticilerden adım atmalarını umduğumuz bu düzenlemenin başarıya ulaşabilmesi
için ise önce eğitimi veren eğitimci kadoların, adaleti sağlayacak olan hukuk
kadrolarının kafalarında bu düzenleme yapılabilmelidir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bir topluma verilen dini eğitim o toplumun ruhuna işlemez, ruhunda


tesirini açığa çıkarmaz ise amaçlanan fayda elde edilemeyecektir.
22
Bu durumda ezbercilik, şuursuz bir taklitçilik, kuru bir davadan gayrı bir
sonuç elde edilemeyecektir.
Bu da ruhsuz bir ceset mesabesindedir.
Malesef bugün Müslüman kitlenin çoğunluğu bu durumdadır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Tabibler (Hasta tedavi eden kimse, Hekim, Doktor):


Allah'ın;
Eş- Şafi (şifa veren)
En-Nafi (fayda veren)
Er-Rahim (rahmet eden, esirgeyen)
El-Latif (lütufda bulunan)
El-Muhyi (hayat veren)
İsimlerinin tecelli ettiği ve kullara Allah' ın bu isimlerinin tecelli etmesine
vesile kıldığı mazharlardır!
Bu yüzden mesleği doktorluk olanlar bu hakikati iyice idrak etmeli, neye
vesile olduğunu iyi bilmeli ve bu görevlerini bu bilincin gereğini açığa çıkaracak
şekilde ifa etmeliler.
Hastalara güler yüzlü davranmaları, onların (hastaların) mutlu olmalarına
vesile olacaktır.

Hasta kul, Rabbine yakınlığı en fazla olan kullardandır. Bu cihetle hastanın


duası makbul dualardandır. Hasta ziyareti bu sebeple mühimdir.
Dolayısıyla doktorun hastasına tebessüm etmesi hastaya moral kazandırdığı
gibi doktora gönülden hayır duada bulunmasına vesile olacaktır.
Bilhassa tedavisi mümkün olmayan (günümüz tıp bilimi açısından)
hastalığa yakalanmış kimselerin, riskli ameliyata gireceklerin tedavi, ameliyat gibi
branşlarda görev almış doktorların bu tür hastalara bir tebessümü çok görmemeleri,
güler yüzle muamelede bulunmaları hastalar için bir mutluluk iken, doktor için de
büyük bir manevi kazanç, ahireti için bir sermayedir.
Mevcut doktorlarımızın bu hakikati müşahede etmelerini, doktor olmak
isteyenlerin ise bu hakikatlerin bilincinde olmasını temin edecek bir eğitimden
geçirilmelerini temenni ederim.
Bu hakikatin farkında olarak mesleğini icra edenlere ve insanlara bu
hakikatin bilincinde muamelede bulunanlara Selam olsun.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dini bilgilerden ve bu bilgilerin gereği olan uygulamalardan uzak bir


yaşantı günümüzde en yaygın bir hastalık olan psikolojik rahatsızlıkları
doğurmuştur.
Tasavvuf, bu psikolojik hastalıkları nefs ve akıl hastalıkları diye ifade eder.

23
Üzülerek müşahede etmekteyiz ki ufak yaşlardaki çocuklarda, ergenlerde,
yetişkinlerde ve yaşlılarda olmak üzere toplumun her kesiminde bu hastalığa
müptela insanlar vardır.
Bu hastalığın hızla yayılmasına en uygun zemin hazırlayan faktörlerden
birisi de akıllı telefonlar vasıtasıyla erişime açık televizyon, sosyal medya ağları,
internet üzerinden olmaktadır.
Ebeveynler bu konuda önce kendileri bilinçlenip gerekli tedbirleri almaz ve
çocukları belli disiplin içerisinde yetiştirmez, dini, ahlâki değerlerin ihyasına
ivedilikle gayret sarf etmezlerse yakın gelecekte çok büyük sorunlar ile
karşılaşmamız muhakkak gözükmektedir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Psikologların ve psikiyatristlerin büyük bir kısmının dini bilgiler ve manevi


değerler konusunda gerekli, yetkin, doğru bilgi sahibi olmayışı hastalarını tedavi
etmek hususunda yetersiz kalmalarına sebep olmaktadır.
Toplumun bireylerinin psikolojik rahatsızlıklara müptela olmasının en
önemli ve ana sebebi de dinini bilmeyişi, doğru kaynaktan bilgi edinmemiş olması ve
gereğince yaşamayışıdır!
Manevi hastalıkların açığa çıkışına sebep olan faktörlerden birinin de cinler
olduğunun, bunların insanlar üzerindeki tesirini bilmeyen ve kabul etmeyen bir
anlayış üzerine kurulmuş tedavi yönteminin başarıya ulaşmasını beklemek abes
olacaktır.
Psikolojik rahatsızlıklarda bahsettiğimiz alan ile ilgili rahatsızlığı gidermek
hususunda psikiyatristin hastaya verdiği ilaçlar beyni uyuşturucu nitelikte
olduğundan, tedavi amaçlı değil hastalığın bulgularını ortadan kaldırıcı etki etmekte,
ilacın kesilmesi ile hastalığın tekrar nüksettiği görülmektedir. Bu ilaçların kişiye
verdiği zararlar ayrıca tartışma konusu edilebilir.
Herhangi bir organda meydana gelen fiziksel, kimyasal nitelikli
rahatsızlığın ortadan kaldırılması amacıyla tıbbi müdahale, ilaç tedavisi ayrı bir
konudur. Bunun gerekliliğini inkâr etmeyiz ve kabul ederiz.
Bizim eleştirdiğimiz nokta manevi bilgilerden yoksun olması hasebiyle
manevi hastalıkları tedavi etmek hususunda yetersiz kalan veya yanlış uygulamalar
ile hastalıkların farklı boyutlara taşınmasına sebep olan, işinin gerçek manâda ehli
olmayan camiadır.
Birçok alanda olduğu gibi bu alanda da yenilenmeye, ehil kimseler
yetiştirmeye, ehil kimselere emaneti teslim etmeye ihtiyacımız olduğunu ifade etmek
isterim.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Öģretmen olan kimse sırf alacağı maaşını düşünerek öğretmen oluyorsa,


mesaisini tamamlamak derdinden başka bir düşüncesi yoksa yaptığı işin
kutsallığından bi-haber ise;
24
İmam olan kimse sırf maaşı için imamlığı tercih etmiş ise, sadece cemaata
namaz kıldırmayı kendisine görev addetmiş ise, imamlığı ekstra gelir kapıları olan
bir meslek olarak görerek bunu tercih etmiş ise, 'imam' kelimesinin gerçek
anlamından gafil ve böylesi bir imamlığın kemalatından çok uzak ise;
Ne bu öğretmenden ne de bu imamdan topluma beklenen fayda
ulaşmayacaktır.
Eğitmen, rehber konumunda olması gereken öğretmen ve imamlarımızın
önce hakkıyla seçilmesi, hakkıyla eğitilmesi ve sonra hakkıyla görevini yerine
getirebilmesi sağlanmalıdır.
Çürük elmalar ise sepetten ayıklanmalıdır.
Kişi her ne meslek ile uğraşırsa uğraşsın, ne iş yaparsa yapsın, yaptığı işi
Allah rızasını gözeterek yapmadığı sürece hüsrandadır, gaflettedir, zarardadır.
Allah rızasını gözetme bilinci ise ancak mü'minin özelliklerindendir.
Mü'min olabilmek ise Müslümanlığın bir üst mertebesidir.
Davamız hakiki mü'min olabilmek olmalıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Muhyiddin İbn Arabi hazretleri; 'hakikat tekdir, değişmez ve başkalaşmaz,


hükümler ise başkalaşır' buyurmaktadır.
Hükümlerin başkalaşması ise; zamana, merteye, hale, şartlara, kişiye göre
değişiklik arzedebilir.
Bu manada hüküm koymak elbette bu hükmü koymaya yetkili hakimin,
ilimde yetkinliğe sahip ehil kimsenin, müçtehidin işidir.
İçtihat kapısı mutlak manâda açıktır ve muhakkak ki kıyamete kadar da açık
olacaktır.
Geçmiş zamanlarda yaşamış müçtehidler olduğu gibi zamanımızda ve
gelecekte de gerçek müçtehidlerin çıkması, olması muhtemeldir ve olmalıdır da.
Bunu yasaklayan bir ayet ve hadis yoktur.
Dinin değişmez hükümleri vardır ve bu konular ayet ve sahih hadisler ile
sabittir. Bunlar üzerinde, bunları değiştirmek amacı güdülerek içtihat da bulunmak
zaten mümkün değildir ve ilim sahibi her Müslüman böyle bir girişimi kabul etmez,
sessiz kalmaz, imkân vermez.
Dinin sabit hükümlerinin dışında yenilenmeye, hale, şarta, zamana göre
farklı görüş, anlayış ve uygulama getirmeye açık alanları vardır ki bu alanlarda ehil
kimselerin içtihat yapması ihtiyaçtır, gereklidir, doğrudur.
İçtihat yapmanın gerekliliğini savunmamız ve kabul ediyor olmamız bu
konuda ehil olmadığı halde isminin önünde etiketi olan bir akademisyenin, bir
ilahiyatçının, bir cemaat liderinin veya bir tarikat şeyhinin, mürşidinin içtihatlarını
kabul edeceğimiz anlamına da gelmemelidir.
Yani bu konuda görev işin ehline düşmektedir.
Gerek idarecilerimiz, gerek yöneticilerimiz, gerek akademisyenlerimiz,
gerek ilahiyatçılarımız, gerek siyasetçilerimiz, gerek cemaat ve tarikat önderlerimiz
bu hakikati gözardı etmeden, insaf ile adilane, feraset ve basiret üzere bu konuyu
değerlendirmeli ve en doğru olanı, en kâmil olanı talep edecek ve zuhura çıkaracak
şekilde hareket etmeyi salihane amaç edinmelidir.
25
Allah en doğrusunu bilir.

***

"Allah size, mutlaka emanetleri (işleri) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder."
(Nisa 58)

"İş ehli olmayana (layık olmayana) tevdi edildiği (verildiği) zaman, kıyameti bekle."
Hadis-i Şerif

"Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. "Ya Resulallah, emanetin


zayi edilmesi nasıl olur?" denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti
bekleyin) buyurdu "
Hadis-i Şerif

İnsanların aklındaki rahatsızlığı ve düzeyini ölçmek için (!) görevlendirilmiş


bir psikiyatri uzmanı doktor maneviyat ile ilgili bilgilere haiz değil ise, birtakım
şartlanmışlıkların tesiri altında ise bu değerlendirmeyi yaparak karar kılacak olan
kendi aklının ne derece sağlıklı olduğu söylenebilir?
Bu psikiytri uzmanının vermiş olduğu raporlarda kişiler hakkındaki hükmü
ne derece 'doğru' kabul edilebilir?
Bu yetersizlik içersinde olan ve kendisine yetki verilmiş olan bir psikiyatri
uzmanının karşısındaki değerlendirdiği kişi hakkında normal olmadığını beyan
etmesi durumu anormal olmaz mı?
Bu durumda insanlar kim normal, kim anormal, kime göre normal veya
anormal diye düşünmezler mi?
Devletin kurumlarında psikiyatri uzmanı olarak görevlendirilen bu
kimselere bu görevi vermeye yetkili kılınan kişi ya da kurumlar ne derece hassas bir
konuda karar kıldıklarının farkında mıdırlar?
Psikiyatri uzmanlarının manevi değerler, dini bilgiler konusunda yetersiz
olması günümüzde sorunun tespiti ve tedavisi konusunda başarısızlıklarının
oranının ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir.
Dile getirdiğimiz mesele genel manadaki emaneti ehline teslim edilmeyişi
sorununun sadece bir vechidir.
Nice sorunlar vardır bu mahiyette.
"Emaneti ehline vermek" mevzuu ne kadar önemli ve ciddi bir mevzudur!
Tefekkürlerinize arz olunur.

Allah en doğrusunu bilir.

EVLİLİK MÜESSESESİ;

Efendimizin (S.A.V.) Evlenenlere Vasiyeti;

26
1 – Hazreti Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor: Resûlüllah (aleyhissalâtü
vesselam) buyurdular ki:
EVLENMENİN FAZİLETİ
-“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden
değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar
edeceğim. Kimin maddi imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddi imkân bulamazsa,
oruç tutsun.1EN EFDAL KADIN

2- Resûlüllah (aleyhissalâtü vesselam) ın azadlısı Sevban radıyallâhü anh


anlatıyor:
“Gümüş ve altın biriktirme ile ilgili ayeti celile olan (Tevbe, 34) nazil olduğu
zaman halk:
-“Öyleyse hangi malı biriktirmeliyiz?” diye birbirlerine sordular. Hazreti
Ömer:
-“Bunu ben sorup size haber vereyim!” dedi ve hemen devesine atlayıp gitti.
Ben de peşinden gittim. Hazreti Ömer: (Buhâri)
-“Ey Allah’ın Resulü, hangi maldan edinelim?” diye sordu. Resûlüllah
(aleyhissalâtü vesselam) da:
-“Her biriniz, şükreden bir kalb, zikreden bir dil, âhiret işinize yardımcı
olacak mü’mine bir kadın edinsin” buyurdular.” (Müslim)

SALIHA HANIM
3 – Ebû Ümâme radıyallâhü anh’ın rivayetine göre: “Resûlüllah
(aleyhissalâtü vesselam) şöyle buyurmuşlardır:
-“Mü’min, Allah’a takvadan sonra en çok saliha bir eşden hayır görür.
Böylesi bir kadına emretse, o itaat eder. Ona baksa neşelenir, bir şeyi yapıp
yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden
kurtarır, kadınından ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi namusu ve hem de
adamın malı hususunda hayırhah ve dürüst oluri.” (Müslim)

DİNDARLA EVLENMELI
4 – Abdullah İbnu Amr radıyallâhü anhüma anlatıyor: “Resûlüllah
(aleyhissalâtü vesselam) buyurdular ki:
-“Güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü güzellik lerinin
onları (kibir ve gurur sebebiyle) azaltacağından korkulur. Onlarla mal ve mülkleri
sebebiyle de evlenmeyin. Zira mal ve mülkün onları azdıracağından korkulur. Fakat
onlarla diyaneti esas alarak evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, kulağı delik siyah
dindar bir köle (dindar olmayan hür kadınlardan) efdaldir.” (Tırmizi)

***

Evlenecek bir erkegin saliha bir kadın ile,


Evlenecek bir kadının salih bir erkek ile
yuva kurması dünya ve ahiret saadetine kavuşmasını sağlayan en büyük
hayırdır!
Dünya ve ahiret saadetine talip olan akıllı bir Mmüslüman bu hususun
ehemmiyetini çok iyi bilmeli ve bunu gözetmelidir.
Kendisine eş ararken de Allah'a niyazında:
27
"Bana dünya ve ahiret saadetini ver. Bana dünya ve ahiret saadetini
getirmeye vesile kılacağın karı / koca nasip et. Sağlık, afiyet, huzur, bereket ver.
İhsan, lütuf ve her türlü hayrına mazhar kıl. Bana hayırlı olanı nasip et, bana nasip
ettiğine gönlümü hoşnut ve razı et. Beni, Sen’in rızana erenlerden kıl" diye dua
etmelidir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Müslüman bir kimse yaptığı her işte Allah'ın rızasını gözetmelidir.


Evlenirken de bu niyet üzerine olunmalıdır.
Evlilikte maalesef taraflardan erkek olsun, kadın olsun bu meselenin
hakikatinin ve öneminin farkında değiller.
Gerek din konusunda yeteri kadar bilgili olmayışları, gerek yaşları gereği
yeterli olgunluğa erişememiş olmaları, gerek bu hususta cahil oluşları, gerekse bu
dönemlerde aklı ile hareket etmekten perdeli kalıp duyguları ile hareket etmeleri,
duygularını akıllarının önüne geçirmeleri, bazı örf-adetleri dinin emirlerinin önüne
geçirmiş olmaları gibi sebepler nedeniyle doğru ve kâmil karar kılamamakta, doğru
ve kamil yolu izleyememekteler.
Bu durumda birçok hayır kapısından da uzak düşebilmekteler.
Ciddi bir konuda hata yapmaktan uzak kalmak adına kişi önce niyetinde
Allah'ın rızasını gözetmeli, ölçüyü Allah'ın kelamı Kur'an'da ve Resulullah (S.A.V.)
efendimizin sünnetinde aramalı, sonra Allah için kendisine nasihat eden tecrübeli,
dürüst, hak ve adaleti gözeten büyüklerinin sözlerine bakmalı, kâmil kişiler ile
istişare etmeli, duygularının tesirinden kurtularak selim aklı ile meseleyi tefekkür
etmelidir.
Bütün bunları yerine getirdikten sonra hayırlı olan cihetten karar kılmalı,
Allah'tan hayırlı olanı istemeli ve hayır niyeti üzerine harekete geçmeli ve işinde
Allah'ı vekil kılarak O'na tevekkül etmelidir.

Allah en doğrusunu bilir.

GAFLET;

Gaflet İçinde Miyiz?

Gaflet: dikkatsizlik, ihmal, boş bulunma, bir şeyi unutmak veya hatırda iken
unutmak, korunma ve dikkat azlığından ötürü insana gelen unutkanlık, gafillik, olup
bitenden habersiz olmak, umursamamak anlamlarına gelmektedir.
Bu kelimenin anlamlarının üzerimizde ne kadar net bir şekilde
görüldüğünü, tesirinin ne kadar açık bir şekilde ortaya çıktığını, yaşantımızın belki
de çok az bir anı müstesna birçok anımızda bu kelimenin anlamı ile hemhal
(hallendiğimizi) olduğumuzu görebiliyor muyuz?
Bunu fark edebiliyor muyuz?

28
Zaman zaman da olsa bu perdeyi kaldırabildiğimiz anlarda etrafımızdaki
insanların hemen hemen hepsinin bu perdenin altında olduğunu anlayabiliyor
muyuz?
Tüm bunları bilmiş, görmüş ve anlamış olduğumuz zaman dahi niçin bu
gafletten uyanıklık haline geçemiyoruz?
Niçin tekrar bile bile o perdenin altına geri dönüyoruz?
İmanımızın zaafiyeti mi?
Samimiyetsizliğimiz mi?
Amellerimizdeki gevşeklik mi?
İhlassızlık mı?
İlimsizlik mi?
Sebatsızlık mı?
Şükürsüzlük mü?
Yoksa tüm bunların hepsinin eksikliği mi?
Peki, diyelim ki hastalığı teşhis ettik, ilacını da biliyoruz. İlacını
kullanmazsak hastalığın iyileşmeyeceğini bilakis müzminleşerek tehlikeli boyutlara
ulaşacağını da biliyoruz.
Bu ilacı kullanmaktan bizi alıkoyan ne?!
Gaflet mi?
"Sakın gafillerden olma!"A'raf - 205

Allah en doğrusunu bilir.

***

"İdrak kulağından gaflet pamuğunu çıkarmayana nasihat kar etmez!"


Aziz Mahmud Hüdai (K.S. )

***

İnsanları 'uyandırmak' için hizmet etmek maksadı ile faaliyet gösteren ve


iddia eden, lâkin insanları 'uyutmak' amacını icra eden bir cemaat, bir tarikat, bir
kuruluş düşünün!
Ve bu oluşumun müntesibi birçok insan!
İlim nurunun olmadığı bir mahalli cehalet karanlığının ihata etmesi
muhakkaktır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

"İnsanlar uykudadır öldükleri zaman uyanırlar."


"Ölmeden önce ölünüz " - Hadis-i Şerif

İnsanlara bu hakikatleri göstermek, anlatmak için, dinin özünü, tasavvufu,


takvayı anlatmak için Hak yol üzere bulunan, bu yoldan ismini alan 'tarikatlar' bu
amaca hizmet için kurulmuş, Kur'an ve sünnete ittiba etmiş müesseselerdir.

29
İnsanların istidat, kabiliyet ve fıtratlarındaki farklılık nedeniyle işin doğası
gereği farklı meşreb (usul, kaide, metod) üzere faaliyet göstermişlerdir.
Tercihte bulunduğu yer ile fıtratı örtüşen kimse isabet üzere olup sağlıklı bir
seyr-u süluk yapabilmiş, arzu edilen kemalâta nasibi oranınca yaklaşabilmiş ya da
elde edebilmiştir.
İslam düşmanı ülkeler, zihniyetler, şeytaniyetin hizmetçileri müslümanları
dinlerinden döndürmek için birçok açık, gizli metodlar tatbik etmiş ve bazı yerlerde
başarı elde etmişlerdir. Direkt islam karşıtlığının işe yaramayacağı bölge ve ülkelerde
ise islama hizmet davasında olan cemaat, tarikat gibi oluşumların içine sızarak bu
oluşumları asliyeti üzerindeki Hak yoldan çıkarmış, bid'atler ve hurafeler ile içini
doldurmuş ve böylece tevhid inancını saptırmış, itikatleri bozmuş, müntesiplerini
hikâyelerle avutmuş, uyutmuş, sorgulamadan mutlak teslimiyet içersinde olmayı
aşılayan bir zihniyeti kabul ettirmiş ve böylece yine dinini ellerinden almaya
muvaffak olmuşlardır.
Bunun en büyük sebebi ise bu islam halkının ilim konusunda zayıf, isteksiz,
hazırcı, nemelâzımcı bir zihniyet içersine girmiş olmasıdır.
Hâl böyle olunca insanları uyandırmak amacı üzerine kurulmuş
müesseseler, cemaatler, tarikatler bu amaca hizmet etmek şöyle dursun, aksine
insanları derin bir uykuya sokup hiç uyanmaması adına hizmet ve faaliyet gösteren
yerler haline gelmiştir.
Bu durum ülkemizdeki birçok tarikat ve cemaat oluşumunda maalesef bu
durumdadır.
Hakkıyla, Hak için hizmet eden sahih olan azınlıktaki grupları tenzih
ederim.
Bu oyun sadece ülkemizde oynanmakla kalmamış islam coğrafyasındaki
birçok islam ülkesinde uygulamaya konulmuş ve bir hayli başarıya ulaşılmış
görülmekte.
Şimdi mesele şu;
Bu derin uykuya yatırılan Müslüman kitleler bu uykudan nasıl uyandırılır?
Uyutulduğu hakikatini görmesine nasıl ikna edilir?
Bu uğurda nasıl ümmet-i Muhammed'e hizmet edilebilir?

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Akli delille idrak edilen tevhide itibar edilmez!”


Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

“İman nurundan kaynaklanmayan ferasete itibar edilmez!”


Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Hadis-i Şerif'lerden de anlaşıldığı üzere kişi vefat etmesi neticesi kabre


konulduğunda (berzah âleminde) amelinden sorulacak ilk soru namaz'ıdır!
Yine mahşer alanında diriltildiğinde hesaba çekileceği 55 duraktan (55 soru)
ilki namaz'dır! Bu durakların her birinde sorulan sorudaki ameli, kul, Allah'ın emri
cihetinden yerine getirmemiş ise her bir durak için mahşer alanında aç, susuz, çıplak,

30
kımıldamadan bin yıl (ahiret senesi ile) bekletilecek, (böylece azap görecek) sonra
Allah'ın dilemesi ile kul bir sonraki duraktan hesaba çekilmek üzere diğer menzile
götürülecektir. Bu husus hadislerle beyan edilmiştir. Bu mahşer alanındaki azaptır.
Burada günahlarından arınamamış mümin sonunda cehenneme girecek ve
günahlarından arınacağı nispette cehennemde kalacaktır.
Namaz, müminin nişanıdır. Mümin ile kâfiri ayırt etmeye yarayan en
önemli işarettir.
Bir söz vardır: “Namaz kılmayan Müslüman kâfir denilmez ama kâfir de
namaz kılmaz” diye.
Bir Müslüman kişi namazını kılmıyor ise onun imanı çok zayıf demektir.
Her an kaybedebilecek kadar zafiyete düşmüş demektir.
İslam olmanın ilk şartı kelime-i şahadet getirmek ve tasdik etmek iken
hemen sonrasında ikinci sırada gelen şart farz namazını kılmaktır.
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin üzerinde İslam’ın nişanı olan
namazın görülmeyişi ne kadar vahim bir durumdur!
Mümin bir kimse nasıl namazını kılmaz!
Bu konuda ileri sürülebilecek hiç bir bahane kabul edilemez!
Bazı kimselerin şu söylemleri de asla kâle alınamaz : “Ben inançlı bir
Müslüman’ım, namaz kılamıyor olsam da kalbim temiz, nice namaz kıldığı halde
kötü ahlâk üzere olanlar gibi değilim en azından.” Bu söz ile kişi kendini avutmakta,
nefsi emmaresinin buyruğuna hizmet etmekte, şeytanın tuzaklarına kolayca
düşmektedir. Bir de kalkıp kendisini iyi kul zannetmekte, kalp temizliğinden dem
vurmakta, nefsini temize çıkarmaktadır. Ne yazık ki büyük bir aldanış içersindedir.
Namazını kılmakta gevşek davranan kardeşim!
Uyan!
Nefsinin ve şeytanın tuzaklarını gör!
İçinde bulunduğun gaflet perdesini yırt!
Samimiyet ile Allah'tan yardım iste, Allah'a yönel!
Mümin kulluğun en önemli nişanı olan namazı kıl!
Ömrünü heba etme!
Bu hakikatin mutlak idrakine varacağın, mecburen uyanacağın o ölüm
anındaki uyanışı bekleme!
O zaman uyanışın sana faydası olmayacak!
İş işten geçmeden önce uyan!
Uyan ve kurtuluşuna sebep olacak namaza sıkıca sarıl!
Bu nasihatimi kulağındaki gaflet pamuğunu çıkardıktan sonra dinle!
Aksi halde beni işitemezsin!
Allah cümlemizi, Hakk'ı hakkyla işitenlerden ve gereğini rızası
istikametinde yerine getirenlerden kılsın.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İnsanların birçoğu nefislerine hitap eden, nefislerini doyuran, nefislerin


ihtiyacı olan şeylere itibar eder, peşinde koşar, elde etmeye gayret gösterirken, ne
yazık ki, aynı gayreti ruhlarının ihtiyacı olan şeylere karşı göstermemekte, gevşeklik,
savrukluk, önemsemezlik, gaflet içersinde bulunmaktadırlar.
31
Bu gafletten uyanmayı, uyanmayı sağlayacak vesilelere meyletmeyi, bu
meyilde sabır, sebat ve sadakat üzere olmayı/kalmayı Cenabı Allah'tan niyaz
edelim.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kendini dünya işlerine kaptıran kimse öyle bir hale gelir ki;
yaradılış gayesini unutur,
davasını unutur,
hizmetini unutur,
hedefini unutur,
dostlarını unutur,
bir araya gelmenin ehemmiyetini unutur,
imanının diri ve taze kalabilmesinin şartının Hakk sohbetinin, zikrinin
yapıldığı meclislere devamlılık olduğu hakikatini unutur, gaflet perdesinin safetinde
bocalar durur, boğulur!
Samimiyetin varsa gayretin olur!
Nişanın olur?
Nedir senin nişanın?

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dünya meşgalesi o kadar sarmış ki Müslümanları;


Derdi, davası mal edinmek, mülk edinmek, malını mülkünü arttırmak, hep
kendi menfaatini düşünmek, kariyerini düşünmek, şanını şerefini düşünmek,
mevkisini makamını düşünmek, daha iyisini yemek, daha iyisini giyinmek, daha iyi
yaşamak, daha iyisine binmek, maddiyat adına hep daha iyisini elde etmek olmuş.
Bunun için de gece gündüz dünyalık peşinde koşar olmuş.
İnsan olmanın gayesi unutulmuş,
İnsana yardım unutulmuş,
Allah'a kulluk unutulmuş,
Allah'ın emri unutulmuş,
Yaradılış gayesi unutulmuş,
Müslüman kimliği unutulmuş,
mü'min olmanın şartlarından haberi bile yok!
Allah aşkına, artık uyanalım !
Ferd ferd uyanalım, ailemizde uyanalım, şehrimizde uyanalım, millet olarak
uyanalım, ümmet olarak uyanalım!
Ama önce NEFSİMİZDE UYANALIM!
Kur'an'a ve sünnete dönelim!
Allah ve Rasulünün sözlerine,
emir ve yasaklarına bakalım,
okuyalım,
32
doğru anlayalım,
yaşayalım,
anlatalım.
Teferruatla uğraşmayı bırakalım. Yol, meşrep, mezhep ayırımcılığı ile
parçalanmayalım.
"La ilahe illallah" sözünün hakikatini anlayalım, yaşayalım, yaşatalım,
BİR olalım,
BİRLİK olalım,
KARDEŞ olalım,
MUHACİRE ENSAR olalım,
MÜ'MİN olalım,
ÜMMET-İ MUHAMMED olalım!
Yeter artık bunca gaflet uykusu,
UYANALIM!
Allahım!
Nur'un ile aydınlat bizi ve yolumuzu!
Sana hakiki kul,
Rasulullah efendimize layık ümmet olalım!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Hakk'a ve hakikate dair bir söz işittiğinde, bir yazı okuduğunda bu nasihat,
nasihata konu olan ve yapılması gereken şeyi yapması hususunda kişiyi harekete
geçirmiyorsa, amaçlanan gaye hâsıl olmuyorsa, o kişinin kulaklarında gaflet pamuğu
tıkalı demektir!
Kulağında gaflet pamuğu tıkalı olanın kalbine nasihat ilişmez ve fayda
vermez!

Allah en doğrusunu bilir.

***

O gün Çanakkale'de ecdadımızın Allah için dini ve vatanı uğruna verdiği


cihadın, cesaretin, azmin, inancın, mü'min kardeşine muhabbetinin, küffâra
sergilediği (Allah için) gururunun, heybetinin, farkında olduğu ve sahip olduğu
mü'min ruhunun bu gün de bizler tarafından idrak edilerek fiiliyata geçirilmesi,
ecdadımızdaki "ÇANAKKALE RUHU'nun" tekrar hayat bulması, içinde
bulunduğumuz gaflet uykusundan, miskinlikten, dağılmışıktan, bölünmüşlükten
kurtulup, birlik olup ümmet-i Muhammed olma şuurunu canlandırmamız
temennisi ile tüm şehidlerimize Allah'tan rahmet diliyor, şefaatlerine layık ve nail
olmamızı niyaz ediyorum.

***

Rasulullah ( S.A.V.) efendimiz; “Din nasihattir” buyurmakta.

33
Nasihat eden kimse; uygun bir dil ile uygun bir zamanda, uygun bir tavır
üzere muhatabına nasihat etmek neticesi “söz ile” görevini (emri bil maruf nehyi
anil münker) yerine getirmiş olur.
Bundan sonra nasihat edilen kimsenin nasihate kulak verip doğruya
yönelmesi veya hatasından dönmesi için;
1 - Kulağından gaflet pamuğunu çıkartarak nasihati dinlemiş olması,
2 - Nasihate konu olan meselenin hakikatini idrak edebilecek açılımın vuku
bulması (ayn-ı sabitesinde bu potansiyelin mevcut olup ve mevcut potansiyelin
kuvveden fiile çıkma şartlarının - kaza ve kader - tam olarak vuku bulması)
gereklidir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kur'an'a ve sünnete dayanan islam anlayışını bozmak, başkalaştırmak


isteyen islam düşmanı güruh bu amacına ulaşmak için gerek ülkemizde gerekse
diğer müslüman ülkeler üzerinde sinsice, zekice her alanda faaliyet gösterdi ve
göstermektedir.
Bu konunun konuşulması gereken bab'ları hayli fazladır. Kanaatim odur ki
bu konuların Müslüman toplumumuza açık, anlaşılır ve sürekli ifade edilmesi,
mevcut tehlikenin fark edilmesi ve gereken tedbirlerin alınması için elzemdir.
Televizyon kanallarında gösterilen diziler, programlar, reklamlar, sosyal
medya ağları aracılığı ile ulaşılan bilgi ve görsellerin büyük bir çoğunluğu manevi
değerlerimizi ortadan kaldırmaya, Müslüman aile yapısını bozmaya, aile fertlerinin
sorumsuz, nefsanî arzularına dönük hayat yaşamalarına teşvike, Kur'an ve sünnetin
nurundan kopmaya, ehl-i sünnet itikadının bozulmasına, İslam düşmanlarının kendi
amaçlarına hizmet edecek hastalıklı bir itikat anlayışı oluşturmaya yönelik
faaliyetlerdir.
Davası Hakk ve hakka hizmet olan her fert bu konuda hassasiyet göstermeli,
gücü oranında bu hususta mücadele vermelidir.
Bu sinsi güruh, islamın özünü anlamak ve yaşamak olan tasavvuf anlayışına
da sızmış, Kur'an ve sünnet nurundan uzak proje adamların din ve tasavvuf
söylemleri ile şeriat zemini olmayan insanları kendi saflarına kolayca çekmiş, heva,
heveslerine hizmet eden anlayışa İslam etiketi oturtmaya kakmakta ve kendilerini
tasavvuf ehli addedmekteler.
Alah'ın cihad emri tamamen unutturulmaya, ortadan kaldırılmaya, aslından
saptırılıp farklı bir forma büründürülmeye, hümanizim adı altında getirilen bakış ile
şeriatın hükümleri hiçe sayılmaya kalkılmaktadır.
Bu sinsi düşman güruh sahip olduğu ve kontrol ettiği her türlü argüman ile
Müslüman topluma bu algıyı her daim şırınga etmekte, Müslüman’ı uyuşturmakta,
pasifleştirmekte, nemelâzımcı moda sokmakta, tepkisiz, ruhsuz bir ceset haline
getirmektedir.
Ey müslüman kardeşim!
Allah rızası için bu plânları, oyunları, tuzakları artık
Görelim!
Uyanalım!
Kendimize gelelim!
34
Bu ateşten kendimizi, ailemizi, dostlarımızı, vatanımızı, milletimizi, ümmet-
i Muhammed’i kurtarmak, korumak için üzerimize düşeni yapalım!..

Allah en doğrusunu bilir.

***

İnna illâhi ve innâ ileyhi raciûn.


Allah rahmet eylesin.

Öldürseniz şehadet, sürgün etseniz hicret, hapse gönderseniz halvettir.

Kur'an bizim anayasamızdır. Resul bizim liderimizdir. Cihad bizim yolumuzdur.


Allah yolunda Şehid olmak en büyük arzumuzdur. Yaptığımız her amelin gayesi Allah
içindir.
Muhammed Mursi

Müslüman kardeşim!

"Kur'an bizim yasamızdır, Rasul bizim liderimizdir, cihad bizim


yolumuzdur" ifadesini haykıran Mısır'ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed
Mursi, Mısırda'ki darbenin ardından tutuklanarak ceza evinde nice zulümlere maruz
kaldı ve yine sözde mahkeme salonunda duruşması görülürken Hakk'a yürüdüğünü
öğrendik. Allah rahmeti ile muamelede bulunsun. Hakk yolundaki davasında,
mücadelesinde, bu uğurda vefat etmesi itibariyle inşaAllah şehadet mertebesine
erenlerdendir.
Mısır'da hainler, din düşmanları, iç ve dış işbirlikçileri ile bu darbeye
muvaffak oldular ve nice mü'min kardeşlerimizi şehid ettiler, nicesini zindanlara
hapsedip zulmettiler. Duamız odur ki Mısır'lı Müslüman kardeşlerimiz bu hainlerin
zulmüne topluca başkaldırır ve mevcut hain yönetimini yıkarlar, din-i islamın
emirlerinin gözetildiği bir yönetim, idare kurmaya muvaffak olurlar.
Her zaman sohbetlerimizde dile getirdiğimiz, makalelerimizde ifade
ettiğimiz gibi bizler önce hakkıyla Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmeli
sonra hakkıyla mü'min olabilme gayretini samimiyet ile ortaya koymalı, icra
etmeliyiz. Allah'a hamdolsun 15 Temmuz ve öncesinde, aynı oyunlar bizim ülkemiz
üzerinde de oynandığı halde Allah onlara fırsat vermedi, kirli emellerine
ulaşamadılar. Lâkin onların bizim üzerimizdeki emelleri son bulmadığı gibi tehlike
de ortadan kalkmış değil.

“Ey Rabbim!
Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mi
edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de
doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en
hayırlısısın” - Araf Suresi -155

Üzülerek müşahede etmekteyim ki ülkemizin içinde bulunduğu bu


tehlikenin farkında olmayan, ciddiye almayan, oyunları göremeyen, oyunlar ile
hedeflenen gayenin ne olduğunu idrak edemeyen, tefekkür etmekten yoksun, olay

35
ve kişileri din-i islamın şaşmaz terazisinde tartıp değerlendirme yetisini kaybetmiş
ya da kullanmayan, adeta robotlaşmış nice Müslüman kardeşimiz var!
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki artık birçok vatan haini, din düşmanı, dış
güçlerin hizmetçileri kendilerini her durum, tutum, konuşma ve halleriyle aşikâr
etmekteler. Bu kadar aşikâr olmasına rağmen, cepheler net olarak görülmesine
rağmen hâlâ gaflet uykusunda uyumakta olan vurdumduymaz tavırlar içersinde
olan Müslüman kardeşlerimizin hallerini üzüntü ile seyretmekte, robotlaşmış
hallerini hayretle müşahede etmekteyim.
Yüzyıllarca İslam’ın sancaktarlığını yapmış, Kur'an ve sünnetin hadimi
olmuş şerefli ecdadımız Osmanlı'nın devamı olan bu milletimizin bu gün düştüğü
hâl nedir?
Tüm İslam camiasındaki mü'minler bizden yardım beklerken, bu sancağı
yeniden dalgalandırmamızı umarken, bunun için dua ederlerken biz ne hallerdeyiz?
Her şey aşikâr iken Müslüman kardeşlerimiz nasıl din düşmanlarının, vatan
hainlerinin, darbeci zihniyetlerin, dış düşmanlarımızın içerdeki uşaklarının yalan,
yanlış sözlerine itibar edebilir, onların safında yer alabilir, onları destekleye bilir?
Bu nasıl mümkün olabilir?
Bu nasıl bir gaflettir?
Bu gidiş nereye?
Bu imanlı millet ne ara bu kadar sağır, kör ve dilsiz oldu?
Bütün bunların hesabı var!
Allah'a hesabı var!
Rasulullah'a hesabı var!
Ecdada hesabı var!
Müslümanlara hesabı var!
Ailene, çoluk çocuğuna hesabı var!
Kendi vicdanına hesabı var!
Dünyada hesabı var, ahirette hesabı var!
Her Müslüman bu hesaplaşmalar gelmeden kendini hesaba çekmelidir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Alınganlık bir zafiyettir.


Zafiyet olan her bir durum hakikati görmeye ve gereğince yaşamaya engel
teşkil eder.

Allah en doğrusunu bilir.

GÜN BİRLİK OLMA GÜNÜDÜR;

"Cennetin yolunu arayan cemaata sarılsın. Şeytan tek kişiyle beraberdir!"


Hz. Ömer (r.a.)

***
36
Zaman;
Uyanma ve uyandırma zamanı!
Hakk için Hakk yolunda 'birlik' olma zamanı!
Hak ile batılı ayırdetme zamanı!
Hakk'ı ve hakikati görene ve Hakk ile olana hakkını teslim etme zamanı!
Hakk'ı ve hakikati görmek isteyene ama göremeyene gösterme zamanı!
Hakk'ı ve hakikati görmek istemeyene hak ettiğini verme zamanı!
Hakk için Hakk yolunda cehd etme zamanı!

Allah en doğrusunu bilir.

***

28.02.2020 Cuma günü İdlib’de Suriye rejim askerlerinin saldırısıyla şehit olan
Mehmetçiklerimiz için...

Şehitlerimizin şehadetini Allah makbul eylesin.


Yaralılarımıza Şafi ismi hürmetine acil şifa ihsan eylesin.
Bu cihadda Allah yâr ve yardımcımız olsun.
Milletimize birlik, beraberlik içersinde olmayı nasip eylesin.
Ordumuzu muzaffer eylesin.

Âmin.

***

Gün; birlik ve beraberlik günüdür.


Gün; vatanımızın bekası için mücahid olma günüdür.
Gün; safları belirleme günüdür.
Gün; devletimizin yanında, emrinde olma günüdür.
Gün; Hz. Ömer (r.a.) gibi Ömer'ler olma günüdür.
Gün; Hz. Ömer (r.a.) gibi kararlılık, azim, cesaret, heybet, dosta umut, haine
ve düşmana korku salma günüdür.
Gün; gaza günüdür.
Allah yâr ve yardımcımız olsun.
Allah, vatanımızı, milletimizi, ordumuzu her türlü tehlikelerden muhafaza
buyursun, bu kutlu davada muzaffer eylesin.

Âmin.

***

Ordusu savaş durumunda olan bir ülkede hâlâ devletinin yanında olmayan,
devletinin aleyhinde konuşan, düşmanın ağzıyla konuşan ve bunu bilerek ve
isteyerek yapan, ülkemizdeki kurum, kuruluş, kişi her ne varsa, etiketi her ne olursa
olsun ihanet içindedir, yaptığına da hainlik denilir.

37
Vatanımızın bekası ile ilgili bu meşru kararı uygularken, fitne çıkarmaya
kalkan, haince düşüncelerini açıkça ifade etme cüreti gösteren bu güruhun sesini
kesmek, haklarında ihanetten dolayı işlem yapmak adına devletimizin gerekli yasal
düzenleme ve yetkili mercilere emrin verilmesini gerekli addediyor ve umut
ediyorum.
Allah yâr ve yardımcımız olsun.
Allah, vatanımızı, milletimizi ve ordumuzu muhafaza ve muzaffer eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Tüm dünya Müslüman’ları Osmanlı'nın dirilişini bekliyor, umut ediyor, dua


ediyor.
Ümmetin birliğini tesis etmek, mazlumun ahını dindirmek üzere bu diriliş
yakındır inşaAllah.
Şehadet için hiçbir tereddüt taşımadan öne atılan bu kahraman milletimiz
oldukça, içinde bu muhkem iman bulundukça, ardında bunca dua ordusu oldukça
bu dirilişe Allah bizi muvaffak ve muzaffer eyleyecektir.
Âmin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Yiğit düştüğü yerden kalkar.


Sancak indiği yerden kalkar.
Önümüzdeki günlerde daha zorlu süreçlerden geçebiliriz. Bu zorluklar bizi
daha sıkı birbirimize bağlayacaktır, imanımızı tazeleyip kavi olmasını sağlayacaktır.
Allah'a kulluğumuzun farkındalığını arttıracak ve Allah'ın emrince yaşamak
gerektiğini idrak etmemize vesile olacaktır.
Dünyanın gelip geçiciliğini, dünya metaının değersizliğini, ahireti
kazanmanın yolunun dünyadan geçtiğini, dünya yaşamında gayenin Allah'ın emir
ve yasaklarını gözetmek olduğunu, kulluğunu bu bilinç ile izhar etmek olduğunu
anlamamızı sağlayacaktır.
Dünya üzerinde zulme uğrayan insanların, zulme uğrayan, yardımımızı
bekleyen mümin kardeşlerimizin yegane ümitlerinin Türkiye, Türk halkı olduğu
gerçeğini bizim de görmemizi sağlayacaktır.
İmanlı ceddimizin bir zamanlar Allah'ın din-i islama hizmet aşkı ve
hükümlerini uygulanır kılmak için cihana nasıl hükmettiğini anlamamızı ve bu ruhu
tekrar diriltmemiz gerektiği hakikatini zuhur ettirme aşkını, şevkini, azmini,
samimiyetini kazandıracaktır. İçimizdeki nicedir derin uyku ile uyutulanların
uyanmasını sağlayacaktır. Yine içimizdeki hainlerin, fitnecilerin, münafıkların aşikâr
olmasını ve ayıklanmasını sağlayacaktır.
Düşen bu yiğit düştüğü yerden elbet kalkacaktır, inen bu sancağı tekrar
dalgalandıracaktır bi-iznillah!

Allah en doğrusunu bilir.


38
***

“ELHAMDÜLİLAH”
“NİMET VEREN VE İHSAN EDEN ALLAH'A HAMD OLSUN.”
“Hz. Peygamber sevinçli bir durumda şöyle derdi:
“Nimet veren ve ihsan eden Allah'a hamd olsun.”
Sıkıntı halinde ise şöyle derdi:
“Her durumda hamd Allah'a’dır.”
Muhyiddin İbn Arabî (k.s.)

Bizim Hamd'imiz bugün:


“NİMET VEREN VE İHSAN EDEN ALLAH'A HAMD OLSUN.”
AYASOFYA TEKRAR CAMİ OLARAK İBADETE AÇILIYOR !..

***

Müslüman bir ülkede İslam'ın değerlerine hakaret etme cüretini gösteren


kâfir ve münafıkların bu eylemleleri alenen yapabilir olmaları Müslüman camianın
islami yaşayıştan ne kadar uzak, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye karşı ne kadar
gevşek, lakayit davranış içerisinde olduğunun göstergesidir.
Manevi değerlerimizin erezyona uğramasının önlenmesi için sadece 'uyanık
olmalıyız, uyanmalıyız' söylemleri yeterli gelmeyecektir, gelmiyor.
Başta yöneticiler olmak üzere, adli merciler, âlim zatlar, diyanet yetkilileri,
sivil toplum kuruluşları ve Müslüman halkımız bu ve benzeri eylemler ile dini
değerlerimize saldırmaya, ahlâk yapımızı bozmaya yönelik hareket içersinde
olanlara gerekli cevabı vermeli, cezai yaptırımlar uygulanmalıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Rasulullah (S.A.V.) efendimizden sonra halifelik yapan ve onun hakiki


varislerinden olan,
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Hz. Ömer ( r.a.)
Hz. Osman (r.a.)
Hz. Ali (r.a.)
Dört büyük halife olarak bilinirler. Hepsini de çok severim. Allah onlardan
razı olsun, başta Rasulullah efendimiz olmak üzere şefaatlerine bizleri nail eylesin.
Ama şu günlerde Hz. Ömer (r.a.) e olan iştiyakım, hayranlığım, muhabbetim
daha bir fazla olmakta.
Şimdilerde bize Ömer lâzım.
Hz. Ömer gibi adaletli,
Hz. Ömer gibi dik duruşlu,
Hz. Ömer gibi canını budaktan esirgemeyen,
Hz. Ömer gibi cesaretli,
39
Hz. Ömer gibi münafığı tanıyan,
Hz. Ömer gibi hükmünde isabetli,
Hz. Ömer gibi Müslüman’ın itikadını bozmaya kalkışana asla müsamaha
göstermeyen
Ömer gerek.
Ömer'ler gerek.
Ömer'i anlamak gerek.

ÖMER OLMAK GEREK!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Her Müslüman’a dinin hükümlerini öğrenmek ve amel etmek farzdır.


Yaradılış gayesini unutan, kulluğun gereklerini yerine getirmeyen nefsinin
ve şeytanın esiri olur ve ESFELE SAFİLİN'e (aşağıların aşağısı) iner. Özündeki
cevherin farkına varan ve bunu açığa çıkarmak için insan olmak gayretini gösteren
kul AHSENİ TAKVİM'e (en güzel surete/yaratılışa) çıkar/ulaşır.
YÖNETİCİLER,
İLGİLİLER,
YETKİLİLER,
İLİM SAHİPLERİ,
Hem şahsi hem de toplumun genelinin düşmesine sebep olan esfele safilin
çukurundan kurtulmaya/kurtarmaya, bu çukura sevk eden sebepleri tespit edip
ortadan kaldırmaya, insan olmanın gereğini anlatmaya, hakiki kulluk mertebesini
dile getirmeye, Müslüman olmanın tanımını ifade etmeye, mü'min olmanın şartını ve
bilincini aşılamaya böylece insanın özündeki ahseni takvimlik hakikatini ortaya
çıkarmaya yönelik hal, söz ve eylemde bulunma bilinç ve iradesini zuhur
ettirmelidirler.
Bu gayret ve çabaya rağmen insanlık dışı eylemde bulunanları Allah'ın
sınırlarını belirlediği adalet ile bu sınırları gözeterek cezalandırılmalarını sağlayacak
yasal düzenlemeleri yapmak ve uygulamak yetkililerin görevi ve sorumluluğu,
milletimizin talebidir.
Aksi halde toplumda bozulma, yozlaşma, kinleşme, ayrışma, çatışma, anarşi
kaçınılmaz olur.
Allah, cümlemize, milletimizi saran bu sinsi, planlı, güdümlü hastalığı
tezden tespit etmeyi, tedaviye yönelik harekete geçmeyi, bu bilinç ve kararlılığı
ortaya koymayı muvaffak ve müyesser eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Onların 145 yıldır neyi hayâl ettikleri ve bu gayelerini gerçekleştirmek için


neler yaptıkları ehline mâlum.

40
Bu süreçte milletimize narkoz verilerek uyutuldu ve akabinde milli, manevi
değerlerimiz parça parça edildi. Bunu yavaş yavaş, alıştırarak yaptılar. Öyle ki her
attıkları neştere karşı tepkisiz hale geldik. Kabullendik. Her yapılan bizim
imanımızdan bir parça götürdü, Kur’an ve sünnetten biraz daha uzaklaştırdı.
Dünya üzerindeki Müslüman ülkelerin hali ortada... Kendilerine hizmet
edecek istedikleri liderleri o ülkelerin başına getirerek gayelerine ulaşmaktalar.
Aynı şeyi Türkiye'de de uygulamak istemekteler 145 yıldır.
Onlar gayelerine ulaşmak için davalarına inanarak planlarını yürütmekteler
ve nihayetinde amaçlarına ulaşmayı umut etmekteler!
Bizler de Müslüman milletimizin bu oyunları görerek uyanmasını, zafiyete
düşen imanında tekrar kuvvet bulmasını, batıldan yana değil Hak'tan yana saf
tutmasını, din-i islama, vatanına, milletine sahip çıkmasını, Kur'an ve sünnete
uymasını, Allah'ın emrince hareket etmesini, Allah'ın hükmünce hükmetmesini ve
yerine getirmesini umut etmekteyiz!
Bunu Allah'tan tüm samimiyetimiz ile niyaz etmekteyiz.
Unutmayalım!
Allah inanana yardım eder!
Kim davasına hakkıyla inanmışsa muvaffakiyete erecek olan odur!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Sudan'dan aldığımız haberlere göre yapılan protestolarda halk katılımı çok


sayıda. Ordu ve halk ikiye bölünmüş durumda. Ohal ilanı ile protesto, gösteri
yürüyüşleri yasaklanmış olmasına rağmen dün geceden itibaren bu yasak büyük
halk kitleleri ile delinmiş durumda. Ordu içersinden bir kısım ve halkın büyük
çoğunluğu Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir'in istifasını istemekte. Ülkede uzun
süredir ekonomik kriz, benzin ve mazot sıkıntısı, ekmek sıkıntısı baş göstermekte idi.
Bunlar ciddi sorunlar olmakla birlikte muhalif kanat bu argümanları kullanarak
Cumhurbaşkanını devirmek istemekte. Görülen o ki muhalif halk ayaklanmasını ve
ordu içindeki muhalif kanadı da İsrail, Amerika, Suudi Arabistan gibi ülkeler
desteklemekte.
Aralık 2017 de yapılan anlaşma ile Sudan, Sevakin adasını 99 yıllığına
Türkiye'ye tahsis etmiş idi. Türkiye orada bir askeri üs kurma çalışmalarını
yürütmekte idi. Bu durumdan başta bölge ülkelerinden İsrail, Suudi Arabistan, Mısır
ve Amerika rahatsızlık duymakta idi.
Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunlar gibi Türkiye ile iyi ilişkiler
içersinde olan ülkelerde de bir takım oyunlar oynanmak istenmekte. Ülkede yaşanan
ekonomik sıkıntılar bu oyunları oynayanların kullandığı en güçlü malzeme olmakta
maalesef.
Allah Sudan'lı kardeşlerimize ve yöneticilerine hakiki iman kuvveti
bulmayı, feraset ve basiret sahibi olmayı, Hakk ve hakikatleri gözeterek hareket
etmeyi nasip etsin. Oyun kuranların oyununu görmeyi ve bozmayı nasip etsin.

Allah en doğrusunu bilir.

***
41
Zehir Müslümana birçok şekilde verilmiş ve vücut zehri almış.
Zehirin tesiri artık zahir olmuş.
Zehrin tesirini ortadan kaldırmak ve vücudu sağlığına kavuşturmak için
panzehirin yine bu vücuda verilmesi gerek.
Lâkin zehrin verildiği metotlarla panzehir verilmesi gerek!
Böyle yapılırsa ancak daha etkin ve daha hızlı başarı elde edilebilir.
Çünkü çoğunluk alışkanlıkları üzerine yaşam tarzına odaklanmış,
yönlendirilmiş, kilitlenmiş durumda.
Demirden imal edilen kılıcın zararından korunmak için yine demirden imal
edilen zırhı, kalkanı kuşanmak gerek.
Uyanmış olmak, farkında olmak yeterli değil, zarardan kurtulmak için
doğru ve etkili hareket ancak sonuç getirecektir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

TÜM DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE MÜSLÜMANLARA OYNANAN


OYUNLARA KARŞI
UYANIK OLMAK,
FARKINDA OLMAK,
BİLMEK,
GÖRMEK,
ANLAMAK,
YETMİYOR MALESEF!
MÜSLÜMAN FERT FERT HAREKETE GEÇMEDİKÇE, HER ALANDA
BİLİNÇLENİP GEREĞİNİ YAŞAMADIKÇA, YAPMADIKÇA,
DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY OLMUYOR, OLMAYACAKTIR!
NİYETLER, TEMENNİLER, SÖZLÜ DUALAR...
AMELLER (FİİL/İŞ/OLUŞ) İLE DESTEKLENMEDİKÇE BİZ DAHA ÇOK
BEKLERİZ ALLAH'IN BİZE YARDIMINI!
HAYIRLISIYLA BU HAKİKATİ DE BİR ANLASAYDIK VE ARTIK
GEREĞİNCE YAŞAYAN MÜ'MİNLER OLABİLSEYDİK!

ALLAH EN DOĞRUSUNU BİLİR.

***

Artık uyanmanın vakti gelmiştir!


Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olanlar hepimizin malumudur.
Allah için, insaf ile bakalım bu adaylara, ilim ile bakalım, dinimizin öģretisi
ile bakalım, işin ehlini gözeterek bakalım, geleceğimizi, vatanımızı, milletimizi
düşünerek bakalım, ümmeti düşünerek bakalım, bilinçli bir Müslüman olarak
bakalım.
Tüm bunları insaf ile değerlendirdiğimizde doğru kişi Recep Tayyip
Erdoğan olarak görülmekte.
Görene, köre ne!
42
Allah en doğrusunu bilir.

***

Bilinçli bir Müslüman; hainlerin,


kâfirlerin,
münafıkların,
iç ve dış düşmanların,
teröristlerin
Safından yana olduğunu alenen söz ve fiilleriyle ortaya koyan bir partiden
yana tercihte bulunup oyunu kullanarak geleceğini ve maneviyatını mutlak tehlikeye
göz göre göre atar mı? Soruyorum!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Fe eyne tezhebun” (Tekvir suresi 26. Ayet)


Meali: “Nereye bu gidiş?”

Toplum olarak büyük bir zafiyet içerisindeyiz.


İmanımızı her geçen gün kırıntı kırıntı kaybediyoruz.
Allah'ın emirlerine karşı duyarsız, umursamaz bir hâl alıyoruz.
Bundan rahatsızlık duymaz bir hale bürünüyoruz.
Müslüman olduğunu söylediği halde sağlıklı insanların çoğu oruç farzını
yerine getirmediği halde alenen, açıktan toplum içerisinde yemekten, içmekten
imtina etmez, utanmaz, sıkılmaz, oruç tutana saygı göstermez bir hale büründü.
Ve bu bozulma, yozlaşma gayet doğal olarak kabullenir hale geldi
toplumumuz tarafından.
Tefekkürlerinize sunuyorum.
"Nereye bu gidiş? "

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Ümmetin birliği"ni tekrar tesis etmenin; hakikatinin, gereğinin, aciliyetinin


idrakine kâmilen erebilmek ve yerine getirebilmek için harekete geçebilmenin şartı
"tevhid"i anlamak, idrak etmek ve (sırrında) yaşamaktır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Yüzde 98 i Müslüman” bir ülkeyiz deniliyor.


Bu yüzde 98 in yüzde kaçı Müslümanlığın gerçek tarifini biliyor?

43
Bunu bilenin yüzde kaçı Müslümanca yaşıyor?

Allah en doğrusunu bilir.

***

Ne garip!
İslam ülkelerinin birçoğunda yaşayan Müslümanların gördüğü hakikati,
ülkemdeki Müslümanlardan göremeyen niceleri var!
Allah hidayet etsin!

Allah en doğrusunu bilir.

HASTALIK VE SIKINTILARIN KEFARET OLMASI;

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“ALLAH Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur:
–”Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin”.
Âdemoğlu:
– Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? der.
ALLAH Teâlâ:
– “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni
onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı
istedim, doyurmadın” buyurur.

Âdemoğlu:
– Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim? der.
ALLAH Teâlâ:
– “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek
verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdem
oğlu! Senden su istedim, vermedin” buyurur.
Âdemoğlu:
– Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim? der.
ALLAH Teâlâ:
– “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin,
verdiğinin sevabını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?” buyurur.

***

Mü'min'in çektiği acı, sıkıntı, hastalıkların günahlarına kefaret olduğunu


belirten hadis-i şerifler:
Mü’mine isabet eden hiçbir hastalık ve ağrı yoktur ki, onun günahlarına
kefaret olmasın! Hattâ ayağına batan diken bile, günahına kefarettir.
[İbni Hibban]
Bir mü’mine yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza isabet etse, hattâ
ayağına diken batsa, günahlarına kefaret olur. [İbni Hibban]
44
Müslümanın uğradığı her musibet, günahlarına kefarettir. [Müslim]
Bir diken batan veya daha küçük bir musibete veya ağrıya maruz kalan
müminin, bir derecesi yükselir ve bir günahı silinir. [Hâkim]
Kabrin mümini sıkması, bütün günahlarına kefarettir. [İ. Rafiî]
Hastalıkla geçen saatler, günah işlenen saatlere kefaret olur. [Beyhekî]
Müminin ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusundan kaynaklanan sıkıntılar
günahlarına kefarettir. [Müslim]
Sıkıntılar gibi, ibadetlerimiz de günahlara kefaret olur. İki hadis-i şerif meali:
Kişinin orucu, namazı, zekâtı ve emr-i marufu günahlarına kefarettir.
[Buharî]
Pişman olmak, günahlara kefarettir. [İ. Ahmed]
Ölmek de günahlarımıza kefaret olur. (Ölüm anında çekilen sıkıntılar) Üç
hadis-i şerif meali şöyledir:
Ölmek, günahlara kefarettir. [Ebu Nuaym]
Ölmek, mümine ganimettir. [Beyhekî]
Ölmek, mümine hediyedir. [Dâre Kutnî]
***

Allah'ın rahmeti ne kadar geniştir!


Kullarını mağfiret (bağışlamak) etmek için ne sebepler yaratmakta ve o
sebeplere ne hikmetler yerleştirmekte!

Tefekkür edelim!
Kul, başına gelen sıkıntı, hastalık, darlık gibi hadiselerin günahlarına kefaret
oldacağının bilgisine sahip olmakla birlikte hem günahları affolunmakta hem de kul
huzur, sükûnet bulmakta, Allah'a tevekkül ederek, teslim (islam) olmakta,
Rabbinden razı olmakta!
Ne güzel bir idrak!
Kul için ne kazançlı bir alış-veriş!

Allah en doğrusunu bilir.

HER BİLGİ HATIRLAMADIR;

“İnsan için meydana gelen her bilgi hatırlamadır ve Allah ehlinden başkaları
bilmenin hatırlama olduğunu fark etmez!”
Fütûhât-ı Mekkiyye C 13, sh. 307 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S. )

Allah CC., Hz. Âdem'i (a.s.) yarattığında ona tüm isimleri öğretti. Bakara
suresi 31. ayette mealen şöyle geçer; “Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti.”
Hz. Âdem (a.s.)’e verilen bu bilgi genetik yolla zürriyetinden her bir insana
intikal etti ve her bir insanda bil kuvve olarak mevcut idi.
Bil kuvve olarak her bir insanda mevcut olan bu bilgi Allah'ın dilemesi ile
bazı şartların oluşması durumunda bu şartların yerini bulduğu kişide bilfiil açığa
çıktı, yani bu durumda açığa çıkan bilgi hakikatte bir hatırlamadan ibarettir.

45
İsmail Hakkı Bursevi hazretleri, Allah Âdem (a.s.) e 700 dil ve 12 alfabe
öğretti demektedir. Yeryüzünde bugün konuşulan tüm diller ve kullanılan tüm
alfabelerin kaynağı ve aslı bu hakikate dayanmaktadır.
Yine bugün yeryüzünde insanlar tarafından yapılan her türlü icat, buluş
hakikatte bil kuvve olarak kendisinde bulunan potansiyelin bilfiil açığa çıkış halidir.
Meydana gelen her bilgi hatırlamadır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Çocuk, babanın sırrıdır!” Buyurmakta Resulullah (S.A.V.) efendimiz.


Genel manada bakıldığında atamız Hz. Âdem (a.s.) e verilen / yüklenen sır,
zürriyeti olan tüm ademoğullarına potansiyel olarak (bil kuvve) yüklenmiştir. Bu sır,
genetik olarak insanlık tarihinde kuşaktan kuşağa tüm fertlere aktarılmaktadır.
Özel manada da aynı şekilde babanın sırrı (karakter özelliği, yetenek, sezgi,
kavrayış, ahlaki özellikler vb. birçok özellikler) evladına sirayet eder (geçer).
Babadan evlada (potansiyel olarak) geçen bu özellikler evlatta gerekli
şartları bulduğunda yani o evladın doğası, tabiatı, mizacı gereği, yetiştirilme şartları,
ilmi düzeyi, eğitimi, astrolojik etkiler vb. gibi şartlar uygun olduğunda zuhura çıkar.
Yani bil kuvveden bil fiile çıkmış olur.
Babada zuhur eden özellikler evlatta da açığa çıktığında “babasına çekmiş”
derler halk arasında.
Babada zuhur etmeyen birtakım özellikler evlatta açığa çıktığında ise “hiç
babasına çekmemiş” denilir halk arasında.
Bu durumda da evlatta açığa çıkan özellikler babanın bil kuvve olarak
(potansiyel) sahip olduğu özelliklerden başkası değildir. Bu özellikler babanın
yukarıda saydığımız şartların uygun olmayışından (özelliğe göre) açığa çıkamayışı,
bil kuvve olarak kendisinde saklı kalışı, âtıl durumda kalışıdır.
Bu saklı kalan (bil kuvve, potansiyel) özelliklerin bir sonraki kuşağa
aktarımı ve onda gerekli şartların oluşması neticesi zuhura gelişidir.
Bu bağlamda çocukta açığa çıkan özellikler, ana-babanın gerek zuhur eden (bil- fiil),
gerekse potansiyel olarak (bil kuvve) bulunan zuhura imkân bulamamış
özelliklerinin imkân dahilinde zuhur etmesi (açığa çıkması)’dir.
Sözün gereği olarak her ne kadar babadan evlada aktarım diye ifade edilmiş
olsa da bu evlada sirayet eden tesirler, babadan olduğu kadar anneden de (her
ikisinden de) geçmektedir. Meseleyi bu cihetten tefekkür etmek daha doğrudur.

Allah en doğrusunu bilir.

HÜKÜM VEREN KENDİNİ MAHKÛM EDER;

Hâkim konumunda olan kimse (hükmetme ve hükmettiği şeyi


uygulamaya/uygulatmaya muktedir kimse); hakikatte, hüküm vermek ile ya adaleti
tesis etmiş ya da kendisini mahkûm etmiştir!

46
Çünkü hükmünde Allah'ın emrini gözeten kimse adalet ile hüküm vermekle
adaleti yeryüzünde tesis etmiş olur.
Adaleti gözetmez ise Allah'ın emrine muhalefet etmiş olduğu cihetiyle bu
durumda hakikatte (Allah nezdinde) verdiği hüküm ile kendisini mahkûm etmiş
olur!
Hükmünün mahkûmiyeti ama bu dünyada, ama ahirette mutlak kendisini
bulacak ve cezasını (karşılığını, bedelini) alacaktır!

Allah en doğrusunu bilir.

İLETİŞİM;

Aynı kelimeye/kelimelere farklı manâlar yüklemek neticesinde taraflar


arasında ihtilaf çıkar.
Kullandığımız kelimelerin bizce anlamını açmak (yüklediğimiz manayı
ifade etmek) ve muhatabımızın kullandığı kelimelerin anlamını açmasını istemek
(yüklediği manayı ifade etmesini istemek) bu cihetten doğması muhtemel ihtilafın
önünū kesmek adına önemli bir adım olacaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Gereksiz konuşmak ve teferruata girmek, konu hakkında bilgi sahibi olan


bir kimsenin yanında ve ona karşı yapıldığında, o kimseyi sıkar, bunaltır!
Lüzum etmedikçe konuşmamak, konuşulduğunda muhatabın idrak
düzeyine göre açık, net, anlaşılır ifadelerde bulunmak, konuyu uzatmadan, asıl
meseleyi ifade ederek teferruattan kaçınmak, talebi olmayana karşı ısrarcı olmamak,
talep edene karşı isteksiz davranmamak dikkat edilmesi gereken davranışlardır.
Anlayış sahibi bir insana bir konu anlatırken lafı uzatan, teferruata giren,
gereksiz örneklemeler yapan kimse bu hareketinden dolayı muhatabı tarafından
kınanır, muhatabının diyaloğa girmekten sakınmasına, o kimse ile karşılaşmamaya
özen göstermesine, karşılaştığında bir bahane uydurarak ortamı terk etme eğiliminde
olmasına, edep ederek terk edemediği ve dinlemek zorunda kaldığı takdirde sıkıntı
duymasına sebep olur.
Bu hususlara dikkat etmek, gereğince ve doğru davranışta bulunmak kişiyi
‘anlayış sahibi’ olarak nitelemeyi ve itidal üzere olmayı sağlar. İtidal üzere olmak,
ifrat ve tefritden sakınmaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Eşler arasında,
47
Akrabalar arasında,
Arkadaşlar arasında,
Muhatap olunan tüm insanlar arasında;
Herhangi bir konuda anlaşmazlık vuku bulduğunda, meselenin doğru
teşhis edilebilmesi ve doğru olanın yapılabilmesi için her daim akılda tutulması
gereken ve hakkıyla uygulanması gereken bir ilke vardır!
Her kim vehmin etkisi altına girmeden, heva ve hevesine uymadan, nefsine
uymadan, zan üzere bulunmadan bu ilkeyi hatırlar ve uygular ise dosdoğru yol
üzere olur!
Bu ilke;
Allah ve Rasulünün sözlerinin hatırlanmasıdır!
Allah ve Rasulü bu hususta ne demiş diyerek kişi Kur'an'dan ve hadisten
hüküm aramalıdır ve o hükme uymalı, o hüküm ile hüküm vermeli, o hükme göre
amel işlemelidir!
İşte bunu gözeten ve yapan kimse Allah'ın ipine sıkıca yapışan kimsedir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bir hususta ehil olmayanın ahkâm kesmesi o kimsenin cehaletinin verdiği


cesarettendir.
Cahil vardır; o hususta bilgisinin olmadığını bilir, kabul eder. Böylesi cahile
laf anlatmak, bilmediği konuda aydınlatmak mümkün olabilir.
Cahil vardır; bilmediğini dahi bilmez, bilmediğini kabul etmez. Böylesi cahil
iki kere cahildir. Bu cahile bir söz anlatmak, meselenin hakikatini anlatmak
imkânsızdır. Tamamen sağır bir kimsenin karşısında sesin çıktığı kadar bağırarak
seslensen nafile! Sağır seni asla işitmez ve işitmeyecektir.
Öyleyse sağır olduğunu anladığın kimseye sesin ulaşmıyor diye kızmanın,
öfkelenmenin anlamı olmadığı gibi, sağır olduğunu anladığın kimseye bir şeyler
söylemekten de vaz geçmelisin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bilmediğini bilmeyen kimse iki cehalet sahibiyken bilmediğini bilen kişi, tek bir
cehalet sahibidir.
Futuhat c7, s129 - Muhyiddin Ibn Arabî (K.S.)

Bilmediğini bilen kişiye biraz gayret sarf ederek o bilmediği şeyi


bilemediğinin sebepleri anlatılınca bu konudaki cehaletini kabul eder ve o bilmediği
şeyi öğrenmekle mutlu olur, öğreticisine de teşekkür eder.
Bilmediğini dahi bilmeyen kişi iki cehalet sahibidir. Böyle bir kişi kendisinin
doğruluğuna inandığı yanlışı kesin doğru olarak görüp kabul ettiğinden bu konuda
kendisine hakikati göstermek isteyenlerin sözlerine karşı adeta beyninde sağlam bir
duvar örmüştür. Bu ördüğü duvarlar neticesinde ne kendisi dışarıdaki hakikati

48
görüp yanlışından döner, ne de ona ulaşmak isteyen, hakikati ve en doğru olanı ona
ulaştırmaya muvaffak olabilir.
Kimilerinin tahsil düzeyi arttıkça aynı oranda cehaletleri de artar!
Dinin hükümlerinden haberi olmayan, Allah'ı bilmeyen, dinin emirlerini
anlamaya çalışmak ve yaşamak gayesi olmadığı gibi bunlara karşı çıkan insanlar
tahsil yaptıkça (teorik ilimlerde tahsil gördükçe) makamları ve unvanları ne olursa
olsun cehaletleri daha da artar. Diploma sahibi olmaları bu gerçeği değiştirmez!

Allah en doğrusunu bilir.

***

İnsanların birbirleri ile yaptıkları söylemde, ifadelerde anlaşamamalarının


ya da farklı şeyler anlamalarının sebeplerinden birisi de;
Cümle içerisinde kullandıkları kelimelere farklı anlamlar yüklemiş
olmalarıdır.
Kelimelerin bir gerçek anlamı vardır, bir de bazı insanların
şartlanmalarından eğitiminden, toplumun, kültürün yapısından kaynaklanan,
şekillenen bir “yüklenen anlam” vardır!
Bu durumda kelimenin gerçek anlamına vakıf olan yüklenen anlamı
bilemeyecek/anlamayacak, yüklenen anlamına vakıf olan kimse de gerçek anlamını
bilemeyecek/anlamayacak, bunun sonucunda aynı kelimeler kullanılmış olmasına
rağmen taraflar farklı şeyler anlamış olacaklar ve bu yüzden anlaşma
sağlanamayacak, ihtilaf kaçınılmaz olacaktır
Böyle bir durumu bertaraf etmenin yolu ise, karşılıklı ifadelerde tarafların
kelimelere ne anlam yüklediklerini ya da kelimelerden ne anladıklarını birbirlerine
açıklıkla sorarak, birbirlerinin anladıkları cihetten meseleye bakarak bunun
sonucunda birbirlerinin anlayabileceği (yükledikleri manalar cihetinden) ifadeleri
kullanmak neticesi anlaşabilir/ anlaşılabilir olabilmektir.
Bu hususa dikkat eden ve muhatabında bunu uygulayabilen kimse insanları
anlayabilmek ve anlaşılabilmek adına önemli bir adım atmış olacaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Ünsiyet (yakınlık); Sahip olunan, temenni edilen, idrak edilen, muhabbet


duyulan, yaşanılan ve benzeri birçok alanlardaki birlikteliğin ünsiyeti (yakınlığı)
oranında vuku bulur (açığa çıkar) ve ziyadeleşir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Mizaçların ve fikirlerin, uyuşmadığı kimseler arasında ünsiyetin (yakınlığın)


vuku bulması (ortaya çıkması) zordur!

49
Böyle kimseler arasında taraflardan birinin diğerine nasihat etmesi, olumsuz
bir davranışını dile getirmesi ve bu davranışını terk etmesi hususunda ifadelerde
bulunması muhatabında olumsuz etkilerin açığa çıkmasına, umursamaz davranışlar
sergilemesine, saygı sınırlarını aşan söz ve eylemde bulunmasına, kırıcı ifadelerle
karşılık vermesine, itiraz etmesine, hatalı davranışların devamının tetiklenmesine
sebebiyet verebilir.
Böyle olumsuzlukları tetiklememek ve bunlara mahal vermeden yanlışı
düzeltmek adına nasihat edicinin, nasihate konu olan kimseye yakın, saygı duyduğu,
sözüne itibar ettiği, sevdiği bir kimse olmasına özen göstermek gerekir.
Bu hassasiyeti göstermek, ileride doğabilecek olumsuzluklara karşı en güzel
tedbiri almak ile birlikte nasihat edilenin iyiliğini gözetmek demektir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Bir şey kendi benzerleri ile ülfet eder ve ona ısınır!..”


Muhyiddin İbn Arabî ( K.S.)

İnsanın doğasından kaynaklanan benzerlik nedeniyle benzer doğaya


(mizaca) sahip insanlara bir ülfeti (yakınlığı) vardır.
Ahlâkından kaynaklanan benzerlik nedeniyle benzer ahlâka sahip insanlara
yakınlık duyar.
Aklının özelliklerinden kaynaklanan benzerlik nedeniyle benzer özellikteki
akıl sahiplerine yakınlık duyar.
Kalbinin ve ruhunun özelliklerinden dolayı benzer kalp ve ruh sahiplerine
yakınlıkduyar. Kendini, halini, yolunu, meylini, kalbinin muhabbetinin istikametini
bilmek istiyorsan;
O zaman bak!
Kime yakınlık duymaktasın?

***

Allah'a yakın olan kişi ile münasebetin senin Allah'a yakınlık kurmana
vesile olurken,
Allah'tan uzak olan kişi ile münasebetin de senin Allah'a uzak kalmana
sebep olur.
Bunu bil!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Muhatabını anlamaya çalışmak ona yakınlık kurmana sebep olacaktır.


Kurulan yakınlık birçok konuda onu tanımanı sağlayacak ve kolaylaştıracaktır.

50
Muhatabına baştan itiraz etmek onunla arandaki tüm köprüleri yıkmak
demek olacaktır. Bu durumda yakınlık kurmak mümkün olamayacağı gibi onu
tanımak ve anlamak da mümkün olmayacaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Isrardan uzak dur!


Israr etmek neticesi muhatabının sana karşı öfkelenmesine, doğru sözlü dahi
olsan sözünün dinlenmemesine, nasihatinin tutulmamasına sebep olursun.
Bu durumda muhatabın için amaçlanan fayda sağlanamadığı gibi zarara
uğramasına da sebep olursun.
Konuşman neticesi pişman olacağın bir sonuç ile karşılaşmak yerine susmak
senin için daha hayırlı olur.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Söylenen söz, açığa çıkan fiil sahibinden dinlenmediği, niyetinin, kastının,


amacının ne olduğu tafsilatı ile sahibinin izahatından öğrenilmediği sürece o söz ya
da fiilin mahiyeti, amacı, kastı hakkında ifadelerde bulunan kimselerin bu
ifadelerinin kendi zanlarınca olduğu ve bu söz ya da fiil için vereceği hükmlerin de
yine kendi zanlarınca olacağı kesindir!
Kişi zannında isabet etmiş olabileceği gibi yanılma ihtimali de hayli
yüksektir.
Birçok insanın düştüğü bu hatadan kişi kendini korumak adına meselenin
hakikatini bahse konu olan kişinin kendi ağzından, kendi ifadesinden tam olarak
öğrenmeli, öfke ile, acele ile, duyguları ile hareket etmemeli, akl-ı selim düşünerek
insaf ile hareket etmeli, kâmilen meseleye vakıf olmadan hüküm vermekten
kaçınmalıdır.
Bu hususlara dikkat edebilen kimse hem kendi adına hem de muhatapları
adına hayrı gözeten kimse olur!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kişi muhatabı ile konuşurken ağzından çıkan sözlere çok dikkat etmeli,
söylemeden önce ölçmeli, biçmeli, öfke ile söylem ve harekette bulunmamalıdır.
Muhatabına lanet okuyan kimse hakikatte muhatabını kendisinden
uzaklaştırmış, muhatabı vesilesi ile kendisine ulaşabilecek hayrın önünü kesmiş olur.
Yine haksız yere muhatabına beddua eden kimse, haksız olarak bu
bedduada bulunması hasebiyle bedduası kendisine döner!
Bunun böyle sonuç doğuracağını ise ancak ilim sahipleri görür ve tasdik
eder.

51
İnsanın eliyle, diliyle, düşüncesiyle yaptığı her bir işin sonucu (iyi ya da
kötü) yine kendisine dönmektedir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Genelde, ifade edilmek istenilen bir mevzuda yazıya dökülen kelimelerin


dilden dökülen kelimelere göre daha kâmil olduğunu söylemek mümkündür.
Dile gelen kelimelerin ifade edilişinde yazıdaki kelimelerin yazıya
dökülmesine göre daha acelecilik vardır, o andaki hislerin anlık tesiri vardır,
teferruatlıca meseleyi tetkik ve ifade etmede kısıtlılık vardır.
Bu durumda bir meselenin sözle ifade edilmesine göre yazı ile ifade
edilmesi daha doğru, daha kâmil olur!
Bunun istisnası, sözlü ifadede kelimelerin kaynağının ilahi varid yolu ile
olmasıdır.
Kaynağı ilahi varid olan kelam ister sözle isterse yazı ile ifade edilsin
kemâlat üzere olduğu muhakkaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Yazıdaki veya sözdeki her bir cümle, kelimelerden oluşmaktadır.


Kelimeleri meydana getiren harfler özel bir diziliş ile bir araya geldiğinde
bir mana yüklenir, mana ifade ederler.
Kelimeleri yazarken/konuşurken/okurken yüklendikleri manayı titizlikle
inceleyip üzerinde derin tefekkür edilirse;
Gerek bunun farkında olan ve bu amacın açığa çıkmasını murad eden
yazanın ya da söyleyenin muradının hâsıl olmasına,
Gerekse okuyucunun veya dinleyicinin bu okuduğundan ya da işittiğinden
zengin manaları anlamış olması, kelimelerin manalarını mertebelerince yerli yerine
yerleştirmiş olmasından dolayı, anlayış ve idrakte kemalata ulaşmasına imkân elde
etmesine vesile olacaktır!

Bu meyanda ne güzel söylemiş Şeyhül Ekber (K.S.) :


"Hikmetleri kelimelerin kalbine indiren Allah'a hamd olsun."

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bize, keşif ve iman ehline göre lafız harfleri, rakam harfleri ve tahayyül harfleri diye
taksim edilen harfler, ümmetlerden bir ümmettir. Onların suretlerinin yönetici ruhları
vardır. Binaenaleyh bize göre harfler, canlı, Allah'ın hamdini tesbih eden, rablerine itaat eden
varlıklardır.
Fütuhat - c15, s252 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***
52
Ebüdderdâ hazretleri; bir şahsın işlemiş olduğu bir kötülükten dolayı
insanlar tarafından sövülüp, kötülendiğine tesadüf etti.
“Bu adam bir kuyuya düşmüş olsaydı, siz onu çıkarmak istemez miydiniz?” dedi.
İnsanlar, evet çıkarmak isterdik, deyince
Ebüdderdâ (radıyallahü anh) :
“Öyle ise, onu kötülemeyiniz, dil uzatmayınız, onun işlemiş olduğu
kötülükten sizi korumuş olan Allahü teâlâya hamd ve şükrediniz!” demiştir.
“Sen ona buğz etmez misin” diye sordular.
“Ben onun kendisine değil yaptığı fenâlığa buğz ederim” buyurdu.

***

“Kelamla lezzet alma hicaptır (perdedir), kelamın sahibi değildir.”


Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

“Hz. Peygamber, baktığı her göz ile gördüğü gibi baktığı herkeste 'görmeyen
körlerin farkına varmadığı' şeyleri görürdü.”
Fütuhat c6, s41 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Resulullah (S.A.V) efendimizin 'baktığı her göz ile görmesi' mevzusu şudur
ki; ortada bir olay cereyan ettiğinde kişilerin o olay karşısındaki algılayışlarını,
idraklerini, mevcut kapasiteleri gereği değerlendirmelerini ayrı ayrı 'görür' anlardı
ve sonrasında onların anlayışlarına (seviyelerine) göre o iş hakkında izahatta
bulurdu.
Bununla birlikte oradakilerin baktığı ancak 'göremedikleri' yani farkına
varamadıkları şeyleri de görür ve hakikatini idrak eder idi.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İnsanın tasavvur gücü zayıf olduğu için, hayali temizlendikten sonra bu temizlik
süratle kaybolur ve yeni bir kuşku kendisine ilişebilir.
Böyle bir insana öğretim yedi kez yinelenir!
Tekrar kuşkuya kapılırsa, artık öğretim yinelenmez.
Çünkü kuşku yerleşik hale geldiği için, öğretimi kabul edebilecek bir halde değildir.
Fütuhat, c4, s232 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Bir topluluğa bir mevzu, bir konunun hakikati anlatılırken o topluluğun


içerisinde farklı anlayış düzeyinde olanların bulunacağı gerçeğinden hareketle
öğretici durumunda olan kimse sahip olduğu kemal niteliğinin tezahuru neticesinde
ifade edeceği konuyu üç kez tekrarlar. Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem
efendimiz sahabeyi kiram'a bir mevzuyu anlatırken üç kez tekrar ederdi.
Tasavvur gücü oldukça zayıf olan, kuşkucu bir kimseye ise öğretinin en
fazla yedi kez tekrarlanacağını buna rağmen bu kimsenin öğretilmek istenen
53
mevzuyu anlamadığı ve kuşkularının devam ettiği görüldüğünde öğretinin
yinelenmeyeceğini, çünkü kuşku halinin o kimsede yerleşik duruma geldiğinden bu
halden çıkıp kurtulmadığı sürece öğreticinin kelamını anlamak için kendisini
vermediği gibi öğretiyi de anlayamayacağı gerçeği açığa çıkmış olur.
“Çünkü yedi ilahi ilimde kemalin simgesidir” buyurmaktadır, Muhyiddin
İbn Arabi (K.S.) hazretleri.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bir seferde (savaş hazırlığı için müminlere ellerinde bulunan binekleri mücahitlerin
savaşta kullanmaları için onların idaresine verilmesi istenmiş ve müminler de bu emre uyarak
develerini getirmişler) Hz. Peygamber (S.A.V.), bir kadının devesine lanet okuduğunu
duymuş, ona emretmiş, deve sürüden uzaklaştırılmış ve şöyle demiş: "Lanetli bir hayvan bize
eşlik etmesin!"
Bunun üzerine deve kervandan kovulmuş. Ravi şöyle der: "Biz devenin bineklere
katılmak istediğini görüyorduk. İnsanlar ise onu kovuyorlardı. Böylece deveyi yalnız başına
bıraktık."
Devenin sahibinin cezası, o devenin hayrının kendisinden uzaklaşmasıydı. Böylece
lanet kendisine dönmüştü. Çünkü lanet, uzaklık demektir !..
Fütuhat-ı Mekkiyye c18, s292 - Muhyiddin İbn Arabi (K.S.)

Bir şeye lanet eden kimse o şeyi kendisinden uzaklaştırmış olur. Çünkü
lanet, uzaklık demektir. Dolayısı ile o lanet eden kişi artık lanet ettiği şeyden
kendisine gelebilecek bütün hayrın önünü de kapatmış olur. Hal böyle olunca lanet
ettiği şey kendisinden uzak düşmüştür ve hakikatte lanet eden kimsenin laneti bu
gelebilecek hayırdan kendisini mahrum bırakması cihetiyle kendisine dönmüş
demektir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Tecrübeyle varsayım arasındaki fark, gök ile yer arasındaki farktan daha büyüktür.
Bir şeyi varsaymak ile onu kendinden tecrübe etmen arasında fark vardır.”
“... 'Falanın yerinde olsaydım, ona şöyle denilmezdi' deme. Ben de böyle dedim.
Hayır! Allah'a yemin olsun ki, ona gelen sana gelseydi, sen de aynı şeyi söylerdin. Çünkü
güçlü hal, zayıf hal üzerinde hüküm sahibidir.”

(Muhyiddin İbn Arabî' nin İsra yolculuğunda Hz. Yusuf Peygamber ile
karşılaşmasında Hz. Yusuf' un Şeyh'e tavsiyelerinden alıntı.)
Fütuhat c13, s118 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Kimileri,
“Ben onun yerinde olsaydım asla böyle bir şey yapmazdım,”
“Ben onun yerinde olsaydım bu işi şu şekilde yapardım,”
“Nasılda böyle bir hataya düşebilir, inanılır gibi değil,”
54
“Bu insanda hiç mi akıl yok, kim böyle bir şeyi yapabilir.”

Gibi ifadeler ile insanları eleştirdiği gibi hatta daha da ileriye gidip hakarete
varan kelimeler sarf edebilir.
Bir konu hakkında deneyimi olmayan o şeyi tecrübe etmemiş bir kişinin o
işe maruz kalmış bir insanı eleştirmesi varsayımdan kaynaklanır. Varsayımda ise
insan çoğu kez hataya düşer.
Eleştirdiği kişinin o fiili işlerken,
O işi icra ederken hangi şartlar altında olduğunu bilmeden,
Hangi bilgiye sahip olduğunu bilmeden,
Olayın gelişmesi hakkında ve doğabilecek sonuçları hakkında bir bilgiye
sahip olmadan,
Olayın öncesinde kişinin hangi hal ile hallendiğini bilmeden,
İlim düzeyini, idrak kapasitesini bilmeden,
O kişiyi yapmış olduğu işten dolayı eleştirmesi, kınaması, hor
görmesi doğru değildir!
Belki eleştiren kişi aynı şartlara maruz kalsa eleştirdiği kişinin yaptığının
benzerini yapacaktır. Bu işin bir de kaza ve kadere dönük yanı vardır ki bu da ayrı
bir hakikattir! Kaza ve kadere dönük yanı ayrıca ele alınması gereken bir konudur.
Burada bu meselenin hakikati ile ilgili farklı bir vechini (yüzü/yönü) ifade etmek
istemekteyiz.
Bu durumu ancak benzer bir hususu tecrübe edinenler anlayabilir. Kişi bir
olay hakkında tecrübe öncesinde her ne kadar ahkam kesse dahi iş başına gelip o şey
ile karşılaştığında içinde bulunduğu hal'in etkisi ile davranış sergiler. Çünkü güçlü
hal, zayıf hal üzerinde hüküm sahibidir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Âlemde yaratılmış olan 'her bir şey' ile her yaratılmış olan 'insan' arasında
bir bağ (irtibat, ilişki, münasebet) vardır!
İnsanların birçoğu bunun farkında dahi olmasalar bile ancak halife insanda
(kâmil insan) bu bağın mahiyeti, kontrolü, tasarrufu kâmil manada zuhura gelir.
Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinden bu hakikati böyle anlamaktayız.

Allah en doğrusunu bilir.

İLMİN ÖNEMİ;

Din'ini bilmeyen kimse cahildir!


Cahil bir kimse Hak ve hakikatlerden habersiz olduğundan hükmünde hata
etmeye mahkûmdur!
Hükmünde hata eden kimse çoğunlukla vehim, heva ve hevesine yenik
düşmüştür!

55
Vehim, heva ve hevesine yönelmesine sebep şeytan ve nefsinin tesiri altında
olmasıdır!
Şeytan ve nefsin tuzaklarından habersiz kalmanın ve bu tuzaklara düşmenin
sebebi dinini bilmemek ve gereğince yaşamamaktır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Cehaletle birlikte ne hayat ne de makam söz konusu olmaz.


Yani, şer-i ilimlerden cahil olan bir şahsın ne hayatının ne de makamının hiçbir
kıymeti harbisi yoktur.
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.) Mevâki'un Nucûm sf: 50

***

“İlahi ilimde kanaate itibar edilmez.”


İtibar Edilmez Şeyler Risalesi- Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

“Allah insana kesin bir dille “Rabbim! Bilgimi artır.” (Taha20/114) diye
(tamahkârlığını bilgiye yönlendirmesini) emretmiştir. Bu emre karşı kanaatkar olan cahil ve
saygısızdır!”
Fütuhat c17,s291 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Günümüzde birçok mürşid olduğu söylenilen veya mürşid olduğunu


söyleyen zatlar vardır ve bir açıdan bu söz doğru olabilir.
Mürşid; öğreten, rehber, yol arkadaşı, daha önce yapmış olduğu deneyimleri
ve vardığı sonucu paylaşan, öğrencisine bu deneyimleri yaşatan kimsedir.
Ancak, mürşid başkadır, mürşidi kamil başkadır.
Bunlar arasındaki fark, yer ile gök arasındaki fark kadar büyüktür.
İnsan kim olursa olsun bu dünya yaşantısında her daim yolcu, öğrenci ve
terakki halindedir. Kimse ben oldum iddiasında bulunamaz. Bulunursa bu onun
cahilliğinin delilidir. İlmin sonu yoktur, dolayısı ile bu yolculuğun bir nihayeti
yoktur. Dinimiz bir şey hariç her şeyde kanaatkâr olmayı bize tavsiye eder. İlim
istemekte ve ilim elde etmekte kanaatkâr olmak yoktur. Allah, Kur'an da “Rabbim
ilmimi arttır de” buyurmakta ve har daim bunu talep etmemizi istemektedir. Talep
ettiğimiz bu ilim bize Allah'ı tanımamızı sağlayacak ilim olmalıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Sofu ol ama ham sofu olma!


Sofu; dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlı ve yaşayan kimseye denilir. Bunu
hakkıyla yapabilmek için ilim sahibi olmak şarttır. İlimsiz sofuluk ise kişiyi
zannındaki itikada hizmet ettirir ki işte buna “ham sofu” denilir.
Ham sofu hakiki ilim sahibi olmadığından dolayı Hakk'a hizmet ettiğini,
Hakk'ın emrini yerine getirdiğini zannettiği halde bazen nefsine, bazen şeytana,
56
bazen şeytanlaşmış ve Müslüman’lar arasında yer edinerek cahil Müslüman’ları
fitneye sürüklemeyi, bölmeyi, parçalamayı gaye edinmiş dindar gözüken din
tahrifçilerine hizmet etmektedir de bunun farkında değildir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Akıl; ruhun tesiri altında kalır, rehberi kalp olursa (kalpten kasıt ilim nuru
ile aydınlanmış, Hakk'ın tecelligâhı olan basiret ve ferasete ulaşmış kalp / gönül) o
akıla “AKL-I SELİM” denilir ve böyle bir akıl, sahibini dünya ve ahiret saadetine
ulaştırır!
Akıl; nefsin (tezkiye edilmemiş nefs) tesiri altında kalır, rehberi vehim, heva
olursa o akıla “ŞEYTANİ AKIL” denilir ve böyle bir akıl, sahibini bedhahtlığa
ulaştırır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Mihrab, imam ister.


İmamsız cemaat, başsız vücud gibidir.
Âlem, batîni imamdan kıyamete kadar ayrı kalmaz.
Zahiri imamın yokluğundandır ümmet-i Muhammed'in bunca çilesi.
Ümmetin duası sadece kâl (sözlü) ile olmakta kaldığı sürece nakıstır.
Bunun yanı sıra hâl (fiili) ile de dua olmalıdır ki duaya icabet olunsun. Hâl
ile dua amel (iş) ile olur. Amel (iş) doğru olmalıdır. Doğru amel ise ilim ile olur.
Bu hakikati bu ümmet ne zaman anlayacak?
Ne zaman görecek?
Ne zaman bilecek?
Ne zaman gereğini yapmak için harekete geçecek?

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Kötü yerde bitmiş güzel cariyeden sakının.”


Hz. Muhammed (S.A.V.)

Hakikati, daha doğruyu ve daha kâmili arıyorsan, o zaman doğru ve kâmil


olana yönelmelisin.
En kâmil Rasulullah efendimizdir. Sonra onun gerçek varisleri olan
ehlullahın seçkinleri ve sonra derecelenerek salih mü'minlere kadar gelir.
Hâl böyle iken hakikati bir gayri-müslimden, yabancı bir felsefeciden,
yabancı bir düşünür, fikir adamı, şair, yazardan öğrenme gayreti niye?
Nedir bu yabancı hayranlığı?

57
Dinimizin hakikatlerinden habersiz olan güruhun, gözünün önündeki
hazineden habersiz olan körlerin, heva ve hevesinin peşinde gittiği halde akıl sahibi
olduğunu iddia eden akılsızların tuttuğu yoldur bu yol.
Bu yol insanı uçuruma götürür, nefsin heva ve hevesine köleliğe götürür,
şeytanın tuzaklarına ve ördüğü ağ'a götürür. Zahirde güzel gördüğün ama batınında
nice tehlikeli ve kötü ahlâk ile bezenmiş, helakine sebep olacak cariyeye götürür.
Rasulullah efendimizin “İlim Çin'de de olsa alınız” ve “ilim mü'minin yitiğidir
nerede bulursa alır” sözlerini doğru anlamadıysan bu hadisler ile hemen bana itiraz
edersin. Bunların muhatabı belli bir düzeyde bilgi sahibi olan, dininin temel
kurallarını bilen ve yaşayan mü'minlerdir, temyiz (ayırma) bilgisine sahip
mü'minlerdir. Onlar iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edecek basirete sahip
olmuşlardır.
Bu mertebeye ulaşmamış olan buradaki ince tuzaklardan habersizdir.
Bir gün İblis, Hz. İsa'nın (a.s.) karşısına çıkıp “Ya İsa! La ilahe illallah de”
demiş.
Hz. İsa (a.s.) “Sen dedin diye demem. Allah emrettiği için derim. La ilahe
illallah” demiş. Bu hadiseyi derin tefekkür ediniz!
Hakikat şeytanın dilinden ve telkininden geldiği için Hz. İsa “Sen dedin
diye demem” buyuruyor.
Şeytanın Hz. İsa (a.s.) gibi hakikatlerden kâmilen haberdar olan bir Rasule
kurduğu tuzak ve bu tuzağın inceliği, amacı ayrıca tefekkür edilmesi gereken bir
konudur.
Dini konuda alt yapısı sağlam olmayan, şeriatın hükümlerini henüz tam
olarak öğrenmemiş ve hayatına geçirmemiş yaşamayan bir kimse nasıl bu
tuzaklardan emin olabilir?
O halde gayri müslimin o güzel boyaya boyanmış sözlerinden sakınınız.
Onların sözlerini güzel bulmanız zaman ile onları güzel bulmanıza, onların
hayatlarını, ideolojilerini, fikirlerini güzel bulmanıza ve nihayetinde inançlarını güzel
bulmanıza sebep olur. Bu durumda bir de bakarsınız ki dininiz onun dini gibi olmuş.
Bu yolda ilerlediği halde ben böyle bir tehlikeye düşmem diyen kimse bataklığa
girdiğini inkâr eden cahil kimsedir.
Birbirimize nasihat ederken, sosyal paylaşım ağlarında güzelliklere dair
paylaşımlar yapar iken lütfen bu tehlikelere kapı açan paylaşımlardan, tutum ve
davranışlardan kaçınalım. Bu konuda bilinçlenerek uyanık olalım ve
çevremizdekileri uyaralım.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Zahiri yaşantılarında üzerinde şeriatın izleri görülmeyen kimselerin din


hakkında konuştuklarına, din diye anlattıklarına itibar edilmez!
Bu gibi kimseler dini heva ve heveslerine göre eğip bükerek adına ' islam
dini ' dedikleri uydurma ve sapkın bir din icad etmişlerdir.
Dini hakkında doğru bilgi edinmemiş, hastalıklı bir itikat üzere olanları
kendilerine çekerek bu sapkın, bozuk itikat ile nefsi emmare ve şeytanın hizmetçisi
durumuna getirmektedirler.
Bu gibi kimselere karşı uyanık olunuz.
58
Uyanık olmak ise hakikate dair doğru ilim elde etmiş olmakla mümkün
olacaktır.
Cehalet karanlık, ilim ise nurdur!
İlim nuruna talip olanlardan, ilim nuru ile nurlananlardan olmak için
samimiyet ile gayret edelim inşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Etrafını, etrafındaki eşyayı görmek, bilmek, tanımak, hakkıyla idrak etmek


ve hakkında en kâmil değerlendirme yapabilmek istiyorsan 'ilme' sarıl!
Çünkü ilim bütün bunları sağlayabilecek tek anahtardır!
İlimden kastımız hakikati bilmeyi getiren ilimdir. Bunun kesbi (kulun
çabası) ve vehbi (Allah vergisi) yönü vardır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

DİNİNİ BİLMEYEN kimse cahildir!

Cahil bir kimse Hak ve hakikatlerden habersiz olduğundan hükmünde hata


etmeye mahkûmdur!
Hükmünde hata eden kimse çoğunlukla vehim, heva ve hevesine yenik
düşmüştür!
Vehim, heva ve hevesine yönelmesine sebep şeytan ve nefsinin tesiri altında
olmasıdır!
Şeytan ve nefsin tuzaklarından habersiz kalmanın ve bu tuzaklara düşmenin
sebebi DİNİNİ BİLMEMEK ve gereğince yaşamamaktır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dininizin elden gitmesi (zehab-ı diniküm) dört şeyle olur:


Birincisi, bildiklerinizle amel etmemeniz;
İkincisi, hakkında bilmediğiniz şeylerle amel etmeniz;
Üçüncüsü, bilmediğiniz şeyleri öğrenmemeniz ve cahil kalmanız;
Dördüncüsü ise, insanların bilmedikleri şeyleri öğrenmelerine mani olmanızdır.
Feth - Abdulkadir el-Geylani (r.a.)

***

“Akıllı insan, teenninin bulunduğu bir işte acele etmemeli ve Hakkın kendisine
yöneldiği bir işte ise yavaş hareket etmemeli, onu elde etmek için koşmalıdır. Akıl sahibine
aklın vereceği fayda budur.”

59
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. - Mearic -19

Dünya ve dünyalık elde etme hırsı kınanan bir hırstır ve bu hırs insanı
felakete sürükler. Bu hırs insanı şükürsüzlüğe sürükler. Bu hırs sahibinin sonu çoğu
zaman dünyada da ahirette de hüsrandır.
İlim hırsı ise övülen, emredilen, tavsiye edilen bir hırstır. Hakk ve
hakikatleri bilmeye yönelik hırs insanı ilim nuru ile nurlandırır. Dünya ve ahiret
saadetine ulaşmasına vesile olur.
Bu sabırsızlık hali ne çok hayırdan mahrum kalmasına sebep olmaktadır.
Oysaki biraz sabretmeyi bilse ve hakikati araştırsa, zanlarının oluşturduğu
fikrini ifade etmekte acele etmese, kendi idrakinin önünü bloke etmese, insaf ile
bakmayı bilebilse, cehaletinin farkına varabîlse ve bunu kabul etse, işte o zaman ne
büyük nimete ulaştığını müşahede edecektir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Tecelli nedeniyle herkes için gerçekleşen bilgideki artış, ilgilendiği ilimde


meydana gelir!" der, Muhyiddin İbn Arabî hazretleri.
Herkesin baktığı şey aynı olsa dahi görülen şey farklı farklıdır.
Hakikat tek'tir ama hükümler zamana, şarta, hale, kişiye göre farklılık
arzedebilir.
Asr suresinin elbet bir zahiri manasının ve bu cihetten tefsirinin yanında bir
de batıni mana ve tefsiri vardır, işari yorumu vardır, keşfi bir zevk edilişi vardır.
Bunlar kişinin mertebe ve haline göre farklılık arzedebilir.
Tüm bu izahatlarla birlikte şu hususta görüş birliği vardır ki:
Asr suresi kurtuluşun imana, güzel ameller işlemeye, hakkı ve sabrı tavsiye
etmeye ve dahi yaşamaya bağlı olduğunu ifade eder bize.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve
sabrı tavsiye edenlerden olur.
Ebû Huzeyfe buyurdu ki:
Resûlullahın Eshâbından iki kimse karşılaştıklarında, biri diğerine Asr
sûresini okumadan ayrılmazlardı. Sonra biri diğerine selâm vererek ayrılırlardı.

İmâm-ı Şâfiî buyurdu ki:


Kur'ân-ı kerîmde başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr
sûresi bile, insanların dünya ve âhiret saadetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı
kerîmin bütün ilimlerini içine alır.
Bu hikmet ve faziletlerinden dolayı biz de sohbetimize Asr suresi okuyarak
başlamakta, bu surenin hakikatinden, faziletinden faydalanmayı Allah'tan ummakta
ve niyaz etmekteyiz.

Allah en doğrusunu bilir.

60
***

İmanın belli bir kemalata ulaşmadığı sürece dışarıdan gelen fikir,


yönlendirme, telkinin etkisinde kalman kaçınılmazdır.
Bunların bir kısmından kendini koruyabilmiş olsan dahi farkında olmadan
etkisinde kaldıkların olacaktır.
Bu durumda Hak ve hakikatleri doğru ve kâmil kimse ve kaynaklardan
almaya ve dahi gereğince amel etmeye azami önem göstermek gereklidir.

Allah en doğrusunu bilir.

KÂBE NEDEN DÖRT KÖŞELİ;

“Allah, ilahi bir sır nedeniyle evine 4 rükun yerlestirmistir. Yani Kâbe’de 4 köşe
vardır. Bu rükunlar Hakk kaynaklı (Hacerul Esved), melek kaynaklı (Ruknu Yemani) ve nefs
kaynaklı düşüncelerdir.

Rüknu İraki köşesi zahirde şeytan kaynaklı düşünceleri temsil eder. (Ne ilginçtir ki,
tarih boyunca Irak bölgesi hep karışıklık içinde bulunmuştur.)
Kâbe’nin tavafı sırasında bu köşeye gelenin şu duayı okuması Peygamberimizce
emredilmiştir: 'Bölücülükten, kötü ahlaktan ve ikiyüzlülükten Allah'a sığınırım.'

Şam ruknu ise zahirde nefsanî düşünceye aittir. Hacer de bulunan altıgen ise nefs
kaynaklı düşünceye aittir. (Burası yay şeklinde olup önceleri Kabe'ye dahil idi, burada namaz
kılan Kâbe içinde namaz kılmış gibi olur)”
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.) - Fütuhat

KALBİN SESİ;

Rivayet olunur ki Hz. Ali'nin huzuruna bir adam gelir ve; “Ya Ali! Ben seni
çok seviyorum” der.
Hz. Ali bir anlık sükutun ardından adama döner ve; “Sen yalan
söylüyorsun” der.
Adam, Hz. Ali'ye birkaç kez aynı şeyi söylemesine rağmen Hz. Ali'nin
kararlı tavrı neticesi itiraf etmek zorunda kalır ve; “Ya Ali, benim yalan söylediğimi
nasıl anladın?” der.
Hz. Ali adama şöyle cevap verir: “Sen yanıma gelip 'Ya Ali, ben seni çok
seviyorum' dediğinde, ben dönüp kalbime baktım. Kalbimde sana karşı bir sevgi
bulamadım. Buradan yalan söylediğini anladım. Eğer sözün doğru olsa idi benim de
kalbimde sana karşı sevgi olduğunu görürdüm” der.

Kalbinin sesini duyabilenler için bu güzel bir ölçü, şaşmaz bir terazidir.
Yalnız dikkat edilmesi gereken bir şey vardır ki, kişi nefsinin ya da şeytanın
seslenişini kalbinin seslenişi sanmasın!
61
Kalbin sesi Rabbinin seslenişi, Allah'ın emri ile meleğin seslenişidir.
Düşünceler dört kısımdır: Rabbani düşünce, meleki düşünce, nefsi düşünce
ve şeytani düşünce.
Kalbe gelen ilk düşünce ilahi-doğru düşüncedir. Fakat bunun hemen
ardından nefsani ya da şeytani düşünce gelir. İşte bu noktada ilk düşünceyi ayırt
edebilmek ve düşüncenin kaynağını doğru bir şekilde tespit edebilmek için bu
hususta kişi sahih bir bilgiye sahip olması gerekir.
Nefsin ve şeytanın çok ince tuzaklarından haberdar olmayan ve bunu ayırt
etme ilmine sahip olmayan kimse “ben kalbimin sesini dinlerim/dinliyorum” der,
fakat o ses şeytan ya da nefsinin sesidir de bundan haberdar değildir. Doğru yolda
olduğunu zanneder fakat eğri yoldadır.
Bu meyanda Resulullah (S.A.V.) efendimizin “Müftüler sana fetva verseler
de sen fetvayı kalbine sor” sözünü iyi anlamak gerekir.
Kalbine fetva soracak kalp sahibi öyle biri olmalıdır ki; kalbinin sesini ayırt
edebilsin ve sahih bir şekilde işitebilsin ve dahi bu ilme sahip olsun. Aksi halde
nefsinin heva ve hevesinden oluşan seslenişi ya da şeytanın seslenişini kalbinin sesi
zannedenler ve bu iddiada bulunanlar bu sese kulak vermekle hüsrana uğrarlar.
Bunu ayırt edebilecek ilme sahip olan büyük bir nimet elde etmiş olur.

Allah en doğrusunu bilir.

KUR'AN OKUYARAK KENDİNE LANET EDEN KİŞİ;

Hz. Peygamber şöyle der:


"Bir adam Kur'an okur ve Kur'an ona lanet eder, o da okurken kendisine lanet
eder."
Kur'an okuyan "Dikkat edin Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir." (Hud-18) diye
ayeti okur.
Hâlbuki bizzat okuyan kişi zalimdir veya "Allah'ın laneti yalancıların üzerinedir."
(Al-i İmran-61) ayetini okurken de yalancı olan kendine lanet eder.
Demek ki Kur'an-ı Kerim onu lanetlerken o da okurken kendisini lanetler.
Fütuhat c18, s282 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

İnsanlara zulmeden, zorbalık yapan, münafıklığını gizleyen bir kimse aynı


zamanda namaz kılan, Kur'an okuyan bir kişi olabilir.
Kur'an'ı okurken şu ayete gelir ve okur, "Dikkat edin Allah'ın laneti
zalimlerin üzerinedir " (Hud-18).
Bu ayeti okumakla kendisi zalim bir kimse olduğundan Kur'an bu insanı
lanetlemiştir, bundan ötesi Allah'ın sözü olan Kur'an'ın bu ayeti ile kişi kendi dili ile
kendisini de lanetlemiş olur.
Aynı şey yalancı için de geçerlidir.
"Allah'ın laneti yalancıların üzerinedir" (Al-i İmran-61) ayetini okurken de
yalancı olan kişi bu ayeti okurken hem Kur'an o kimseye lanet ederken hem de kişi
kendi kendisine kendi dili ile lanet etmiş olur.
Muhyiddin İbn Arabî hazretleri bu izahatı ile yine bir hakikate
dikkatlerimizi çekmektedir.
62
Allah en doğrusunu bilir.

MELEKLER İNSANLARIN KAN AKITACAKLARINI NEREDEN


BİLİYORLARDI;

SORU:
"Allah u Teala, Hz. Âdem (a.s.)’i yaratırken meleklerin "Yeryüzünde fesat
çıkaracak ve kan akıtacak insanlar mı yaratacaksın?" demeleri ile ilgili. Melekler
insanların kan akıtacağını ve fesat çıkaracaklarını nerden biliyorlardı?

CEVAP:
"Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.
Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz
sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben
sizin bilmediğinizi bilirim” demişti. " (Bakara 30)
Yukarıdaki ayette geçen meleklerin, yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıtmaya
meyilli bir varlık yaratmasını nereden bildiğine yönelik izahatlarımızı bir kaç
kalemde toplayabiliriz:
1- Melekler bu sözü Rablerine söylediklerinde Adem a.s. henüz vücudi
olarak yaratılmıştı. Yani cesedi mevcut idi, henüz ruh üfürülmemişti. Melekler Adem
a.s. ın cesedinin unsurlardan halk edildiğini gördü ve unsurlardan yaratılmış bir
varlığın yaratılışlarının gereği olarak fesat çıkarmaya, kan dökmeye istidatlı
olduklarını biliyorlardı. Çünkü yeryüzünde yaratılmış cinler ve hayvanlar da
unsurlardan yaratılmış olduğundan onlarda da kan dökme olayı vuku bulmakta idi.
2- Meleklere Allah levhi mahfuz'da yazılmış bilgilerin bir kısmını bildirmiş
olması hasebiyle ademoğullarının yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıtacaklarını
biliyorlardı.
3- Halife olarak yaratılmış olan Hz. Adem'den önce yeryüzünde insansı
varlıklar vardı, ancak bunlar Hz. Adem gibi kemalat üzere ve halife olarak
yaratılmamıştı. Onlar kemalden noksan idi. Hatta bu meyanda " Babanız Adem'den
önce yeryüzünde yüzbin Âdem yaratılmıştır " şeklinde hadisi şerif vardır ki bunu
Muhyiddin İbn Arabi hz. Fütuhat-ı Mekkiyye adlı eserinde zikretmektedir. İşte bu
ademlerin yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıttıklarını görüyorlardı melekler ve bu
sebeple böyle bir söz söylediler.
Bu saydığımız ihtimallerin dışında da birtakım sebepler sayılabilir elbet.

Allah en doğrusunu bilir.

MERTEBELER;

İtikadi konularda, inandığı ya da tasdik ettiği bir mevzuda, birilerinin bu


inandığının zıddını teşkil eden ifadelerinden kişi etki altında kalıyorsa, bu durumda:
Ya inandım dediği mevzuda inancı yerleşmemiştir, yani inancı tam değildir,
sabit ve muhkem hale gelmemiştir.

63
Ya da sahih olmayan aklının verisine göre hareket edip 'zan' üzere
bulunmakta ve bu zannı kişinin inandığı şey hakkında şüpheye düşmesini
sağlamaktadır.
Her iki halin açığa çıkmasına sebep olan şey ise;
kişinin ilimde yetersiz olması,
taklitten tahkike geçememiş olması,
zan ve şüphelerinden arınmayı sağlayamamış olması,
teslimiyet ve tevekkülde samimiyeti yakalayamamış olması,
kendisine ulaşan ilhamın melekten mi, şeytandan mı olduğunu ayırt
edememiş olması,
meselenin izahatında mertebeleri birlemeyişinden dolayı hikmetleri yerli
yerine koyup seyredememiş olması,
hükümlerin mertebelere göre farklılık arzedebileceği hakikatini
kavrayamamış olmasıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Her göz sahibinde görmek hali eşit olsaydı, âlemde tartışma ve kavga ortaya
çıkmazdı.
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

Her adamın bir yolu, her yolun bir yolcusu vardır. İdrakler farklıdır,
mertebeler farklıdır, meşrepler farklıdır, mizaçlar farklıdır. Kalpler nereye ünsiyet
ederse orada mutmain olur.
Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin dile getirdiği hakikatleri doğru bir
şekilde idrak etmek ve yaşamak herkesin başarabileceği bir şey değildir. Özellikle
şeriatı iyi bir şekilde bilip yaşamayan kimseler İbn Arabî hazretlerinin ifadelerinden
gerçekte anlatmak istediği ifadenin çok zıddında ve yanlış bir mana çıkararak heva
ve heveslerine uyup sonra da tasavvufi bir yaşantı içerisinde olduklarını iddia
edebilirler ve nitekim böylesi yanlış içerisinde birçok zümre vardır.
Bizim bu paylaşımları yaparak ve gerekli gördüğümüz yerlerde kendi
ilmimiz nispetinde altına şerh düşerek konuyu doğru bir şekilde ifade etme
gayretimiz bu hakikatlere talip olanlara bir meşale, bir istikamet olması gayesini
taşımaktadır. Bizim meşrebimiz de budur.
Paylaşımlarımız dikkatlice takip edilir ve hassas bir şekilde tetkik edilirse
İbn Arabî hazretlerinin sözlerinin şeriata muhalif olmadığı, bilakis şeriatın
ehemmiyetini özellikle vurguladığı, Allah'a ulaşma yolunun ancak kulluktan geçtiği
hakikatini üzerine basarak belirttiği ve bizim dahi bu durumu her makalemizde dile
getirdiğimiz net bir şekilde görülecektir.
Bununla birlikte bu hakikatleri her okuyucunun doğru bir şekilde idrak
etmesini de beklemek doğru olmadığı gibi böyle bir beklentimiz de yoktur zaten.
Herkes istidatı oranında ve nasibi kadarıyla faydalanır. Bizim paylaşımlarımızı
okuyan bazı takipçilerimizin paylaşımlarımızdan yanlış mana çıkarma tehlikesinin
varlığı meşrebimiz gereği bizim bunu dile getirmemizden imtina etmemizi

64
gerektirmez. Nitekim İbn Arabî hazretleri de bu hakikatleri bütün bu yanlış anlama
ihtimallerine rağmen dile getirmekten geri durmamış ve bizi ancak bize yakın
olanlar anlayabilir diye de belirtmiştir vesselam.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İnsanların birçoğu birine nasihat ederken, bir tavsiyede bulunurken, bir


duruma karşı dikkat çekerken, kendi bulundukları halin etkisi ile bunu yaparlar.
Bunu bilirsen insanların çoğunun hallerinin tesiri ile sana bir mesele
hakkında yap ya da yapma diye telkinde bulunduğunu anlarsın.
Burada dikkat edilmesi gereken husus; ilim ve tecrübe sahibi olan kimse ile
istişare etmekle birlikte senin mertebe ve haline de vakıf olan kimse ile istişare edip
böylece senin adına 'daha doğru' ve 'daha kâmil' olanı tespit edip uygulayabilmektir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Vuku bulan bir hadise, karşı karşıya kalınan bir olay neticesinde kişinin
münferiden (fert olarak, kendi adına); göstereceği tepki, izleyeceği yol, takınacağı
tavır, işleyeceği fiil ile bunu bir grubun, bir kurum çalışanlarının, bir bölge
insanlarının ya da bir ülke insanlarının sorumluluğunu taşıyor olması durumunda
vereceği tepki, izleyeceği yol, takınacağı tavır, işleyeceği fiil farklılık arzedebilir ve
farklı olması da gereklidir!
Her iki durumda da izlenecek yolun doğru bir şekilde belirlendirilmesi ilmi
bir birikim, feraset gerektirir.
İnsanların birçoğu bu hususta derin bir bilgiye sahip olmadıklarından, ya da
hükümleri münferiden ele aldıklarından, kendi sınırlı bilgi ve bakış açıları ile
değerlendirdiklerinden, zan ve vehimlerinin tesiri altında kaldıklarından, duygusal
etkileşim altında kaldıklarından, mertebelere göre meseleleri ayırt edip gereğini
yapmada doğru olanı tespit edemediklerinden dolayı birçok mevzuda işin ehlini
eleştirmekte, muhalif olmakta, yapılana itiraz etmektedirler.
Meselenin anlaşılması adına basit bir örnek vermemiz gerekirse:
Oruçlu kimsenin iftar vakti sadece orucunu açıp akabinde akşam namazını
kılması ve sonrasında yemek için sofraya oturması davranışı efdal olanı, tavsiye
edilenidir. Ancak bu durum münferiden bulunduğunda ya da kendisi gibi oruç
olanlar da aynı davranışın doğruluğunda mutabık olup, meseleye aynı mertebeden
baktıklarında geçerli ve doğru bir davranıştır.
Lakin oruç olanlar arasında çok acıkan, nefsini bir an önce tatmin etmek
isteyen, zor güçle orucunu tutmuş zayıf ya da çocuk olan, hemen yemeğini yemek
isteyen insanlar olduğunda önce onlarla birlikte yemek yenilmeli ya da onların
yemesine müsaade edilmelidir. Böylece toplumun ihtiyacındaki öncelik ya da
faydası meşru daire çerçevesinde göz önüne alınarak uygulamada değişiklik
yapılmış olur.

65
Bu bağlamda, içinde bulunulan durumda en doğru olanı görüp
uygulayabilmek adına gerek münferiden bizlere, gerekse yöneticilerimize ilim,
feraset ve basiret nasip etmesini Allah'tan niyaz ederiz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Sözü aktaran kimse sözün sahibinin o sözü söylemesindeki haline,


mertebesine, niyetine, gayesine, kastına kâmilen vakıf değil ise sözü harfiyen
aktarmış olsa dahi o söylenen sözün ihtiva ettiği mana hakkında yorum ve izahat
yaparken yine zannı üzere olmaktan kurtulamayacaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Muhatabın ile arandaki iletişimin henüz başlangıçta kopmasını, bloke


olmasını istemiyorsan şayet, muhatabına karşı dile getirdiğin sözler, Hakk ve hakikat
dahi olsa; bunu tatlı bir dil ile usulüne uygun olarak, muhatabının anlayış seviyesine
uygun örneklemeler ile, muhatabının idrakini bu hakikati kabul etmeye
hazırlayarak, sana su-i zan (kötü zan) beslemesine sebep olabilecek hal ve tavırlardan
kaçınarak, bilakis sana hüsn-ü zan (güzel zan) beslemesine vesile olacak hal, tavır,
üslup içersinde bulun ve ifade et ki;
Böylelikle sen vermek istediğini karşı tarafa verebildiğin gibi karşı taraf da
amaçlananı en iyi şekilde alabilmiş olsun!
Böyle bir davranış (mertebeleri bilen ve gereğince muamele eden kimse için)
en kâmil davranıştır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İçinde bulunduğu mertebenin gereği olarak muhatabına hak ettiği gibi


muamelede bulunmak adalet ve bu muamalede bulunan adil diye nitelenirken ve bu
durum gazabı da içerebilirken; gazabın katışmadığı sırf hayır ve nimetin bulunduğu
muamelede bulunmak ise lütuf diye nitelenir.
Hakk, kullarına böyle muamelede bulunur.
Rasulullah (S.A.V.) efendimizin beyanı üzerine "Allah'ın ahlâkı ile
ahlâklanınız " sözünü bu minvalde bir kez daha tefekkür edelim inşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Her adamın bir yolu, her yolun bir yolcusu vardır. İdrakler farklıdır,
mertebeler farklıdır, meşrepler farklıdır, mizaçlar farklıdır. Kalpler nereye ünsiyet
ederse orada mutmain olur.

66
Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin dile getirdiği hakikatleri doğru bir
şekilde idrak etmek ve yaşamak herkesin başarabileceği bir şey değildir. Özellikle
şeriatı iyi bir şekilde bilip yaşamayan kimseler İbn Arabî hazretlerinin ifadelerinden
gerçekte anlatmak istediği ifadenin çok zıddında ve yanlış bir mana çıkararak heva
ve heveslerine uyup sonra da tasavvufi bir yaşantı içerisinde olduklarını iddia
edebilirler ve nitekim böylesi yanlış içerisinde birçok zümre vardır.
Bizim bu paylaşımları yaparak ve gerekli gördüğümüz yerlerde kendi
ilmimiz nispetinde altına şerh düşerek konuyu doğru bir şekilde ifade etme
gayretimiz bu hakikatlere talip olanlara bir meşale, bir istikamet olması gayesini
taşımaktadır. Bizim meşrebimiz de budur.
Paylaşımlarımız dikkatlice takip edilir ve hassas bir şekilde tetkik edilirse
İbn Arabî hazretlerinin sözlerinin şeriata muhalif olmadığı, bilakis şeriatın
ehemmiyetini özellikle vurguladığı, Allah'a ulaşma yolunun ancak kulluktan geçtiği
hakikatini üzerine basarak belirttiği ve bizim dahi bu durumu her makalemizde dile
getirdiğimiz net bir şekilde görülecektir.
Bununla birlikte bu hakikatleri her okuyucunun doğru bir şekilde idrak
etmesini de beklemek doğru olmadığı gibi böyle bir beklentimiz de yoktur zaten.
Herkes istidatı oranında ve nasibi kadarıyla faydalanır. Bizim paylaşımlarımızı
okuyan bazı takipçilerimizin paylaşımlarımızdan yanlış mana çıkarma tehlikesinin
varlığı meşrebimiz gereği bizim bunu dile getirmemizden imtina etmemizi
gerektirmez. Nitekim İbn Arabî hazretleri de bu hakikatleri bütün bu yanlış anlama
ihtimallerine rağmen dile getirmekten geri durmamış ve bizi ancak bize yakın
olanlar anlayabilir diye de belirtmiştir vesselam.

Allah en doğrusunu bilir.

MÜSLÜMAN VE MÜ'MİN AYIRIMI;

"Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır." (Rum Suresi 47)

"Mümin yardım görür, bunda kuşku yoktur. Asla yüz üstü bırakılmaz.
Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o, nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada
imanın olmadığını görecektir."
Muhyiddin İbn Arabî ( K.S. )
***

Önce Müslüman (İslam) Olunur, Sonra Mü'min Olunur!

Her mü'min aynı zamanda Müslüman diye nitelenirken, her Müslüman ise
mü'min diye nitelenemez.
"Müslüman", genel manada 'islam/teslim olmuş' anlamına gelir. Yani
Allah'ın varlığını kabul etmiş kimsedir. Dil ile ikrar eden kimseye 'müslüman'
denilir. Özel manada Allah'ın ' varlığına ' iman etmiş kimse demektir.
"Mü'min", genel manada 'Allah'a ve Peygamberine iman etmiş', emir ve
yasaklarına riayet eden bir kulluk içerisinde olma samimiyet ve gayreti üzerine
bulunan kimsedir. Özel manada ise gerçek tevhid ehli olan 'muvahhid' yani 'Allah'ı

67
birleyen' yani 'Allah'ın mutlak birliğine iman etmiş 'kimsedir. Mü'min bunu dil ile
ikrar etmenin yanında kalp ile de tastik edendir.
Huzur, mutluluk, adalet, kardeşlik, yardımlaşmak, rıza, şükür, şefkat, bir
olmak, güçlü olmak, merhamet gibi değerler Müslümanlıktan öte mü'min
olabilmekle ulaşılabilecek değerlerdir.
Müslüman bir toplum olduğumuzu söylüyoruz, hepimiz mü'min
olduğumuzu dile getiriyoruz. Ancak yaşantımıza bakıldığında bu sözlerimiz askıda
kalıyor.
Malesef toplum olarak bırakın mü'min olmanın gereklerini açığa çıkarmayı,
Müslüman kelimesinin anlamını dahi üzerinde taşımayan nice insanlar mevcut.
Bu uykudan artık uyanmak gerektir. Her birey önce kendini Müslüman
etmeli, islam olmalı ve sonrasında mü'min olabilmenin gayreti içersine girip
samimiyet ile bunu Allah'tan isteyip, bu uğurda çaba sarf etmelidir. Şu zamanda,
dünyanın içinde bulunduğu bu karmaşada bizim bu hakikatleri idrak etmeye,
uyanmaya, bir olmaya daha çok ihtiyacımız vardır. Umarım ki bu uyanış önce kendi
nefsimizde, sonra ülkemizde, sonra dünya üzerindeki tüm islam âleminde hayat
bulur.
"Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır." (Rum-47)
"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin." (Hucurat -10)
Buyurmaktadır Allah CC.
Bu ayetler ışığında "Mümin yardım görür, bunda kuşku yoktur. Asla yüz
üstü bırakılmaz. Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o, nereden yardımsız
bırakıldığına baksın, orada imanın olmadığını görecektir" der Muhyiddin İbn Arabî
hazretleri.
Allah bizlere gerçek manada mü'min olmayı, mü’min yaşamayı ve mü'min
ölmeyi nasip etsin.

Allah en doğrusunu bilir.

Müslüman - Mümin - İhsan Sahibi Mümin

"İnned dîne indâllâhil islâm" ÂLİ İMRÂN-19


Meali:
"Muhakkak ki Allah katında (yegâne) din, İslâm’dır!"

"Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ
yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum
şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun)." HUCURAT- 14
Meali:
"Bedevîler (den bir kısmı): 'Îmân ettik!' dediler. De ki: '(Siz aslında
gerçekten) îmân etmediniz; fakat 'Teslîm olduk!’ deyin; çünki îman henüz
kalblerinize girmemiştir. Eğer Allah’a ve Resûlüne itâat ederseniz, (Allah)
amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan) dır,
Rahîm (çok merhamet eden) dir."

***
68
"La ilahe illallah"
Kelime-i tevhid ilk önce olumsuzlama ile başlar.
"La" 'yok' demektir.
Ne yok?
"ilahe" 'ilahlar' yok!
İlah; mabud yani ibadet edilen demektir.
Yani senin gördüğün şehadet âlemindeki kesret, çokluk nedeniyle zanna
kapıldığın ayrı ayrı ilahlar yok. İsimler ve sıfatların çok olması seni çok ilahlar var
zannına sokmasın. Bütün bu farklı isim ve sıfatların zuhura çıktığı 'bir' ilah var!
"illa - Allah"; Burada olumlama vardır.
Yani 'sadece Allah' var, 'ancak Allah' var demektir!
La ilahe illallah = İlahlar yok ancak Allah var!
Kelime-i tevhidin gerçek manasını idrak eden, sadece aklı ile değil kalbinde
ve sırrında bu idrake eren kimse Allah'ı gerçek manada 'bir'lemiş olup, gerçek
manada mü'min olur!
Bunun içindir ki kelime-i tevhid önce 'La' diye olumsuzlama ile başlar. Yani,
var sandığın başkalar yok. Önce zannını arındır, temizle ki sonrasında gerçek varlık
olan Allah inancı ve birliği hakikatini anlamaya, kavramaya idrak mahallin hazır
hale gelsin. İdrak mahallin de kirler, tortular, şüpheler, zanlar kalırsa bu hakikati
idrak etmen, kavrayabilmen, yakin elde edebilmen ve dahi bu hakikati görmen (
şahit olman ) mümkün olmayacaktır!
Müslüman, Allah'ın varlığına inanmış kimseye denilirken,
Mü'min, Allah'ın birliğine inanmış ve birliğini birlemiş kimseye denilir!
Bu durumda Müslüman için iman etmiş kimse dersek, mü'min için ikan/
yakin elde etmiş kimse deriz. Bunun ileri mertebesine ihsan sahibi mü'min denilir ki,
yakini (görüşü) artmış, sanki görürcesine (!) mertebesine ermiş demektir!
"La mevcude illallah"
(Mevcudat diye görülen, ifade edilen hakikatte yok ancak Allah var.)
"La faile illallah"
(Fail olan, yapan, eden Allah'tan gayrı başka bir fail yok, gerçek fail ancak
Allah var.)
"La maksude illallah"
(Kastedilen, murad olunan başka bir şey yok, ancak Allah var.)
Anlamlarına gelmektedir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

"Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah da sizi değiştirmez" - (Ra'd -11)

Buyurulmaktadır ayet-i kerime de.


Yine “Siz bıkmadıkça Allah bıkmaz” der Resulullah (S.A.V.) efendimiz.
Bu ayet ve hadis-i şerif üzerine derin tefekkür etmemiz gerekir. Özellikle de
bu günlerde.

69
Allah'a yönelmeyen, emirlerine riayet eder bir yaşamları olmayan bu şekilde
bir gayret göstermeyen, Allah'ın ayetlerini anlamak için çaba sarf etmeyen, Allah'ın
Resulünün izinden gitmek için çaba sarf etmeyen, hayatını bu düsturlar üzere ikame
etmeye gayret göstermeyen, üstüne üstlük gerçekten Allah yolunda olan Kur'an'ı ve
Resulullah (S.A.V.) efendimizin sünnetini kendisine şiar edinen Hak âşıklarını,
salihleri, müminleri aşağılayan, hor gören, itibarsızlaştırma gayretinde olan, onların
uyarılarına kulak vermeyen, cahilliği ile her türlü yanlışı yaptığı halde, yaptığını
doğru diye kabul eden ve bu şekilde dayatan, nefsinin ve şeytanın oyuncağı olmuş
kimseler durup bir düşünmeli, akletmeli. !!!
Doğru olduğuna inanıp da savunduğu şeylerin doğruluğunun dayanağına
bir bakmalı!
İsnadı nereye?
Hakk'a mı?
Yoksa batıla mı?
Hakk'a dayanmayan şeyleri nasıl doğru görmekteler ve doğru olduğunu
savunmaktalar!
Hakk'ın yanında olduklarını söyleyip nasılda Hak düşmanlarının safında
bulunup onların tellallığını yapmaktalar!
Yeryüzünde ıslah ediciler olduklarını, barış ve huzuru getireceklerini
söyleyip nasıl da zalimlik ve bozgunculuk yapmaktalar!
Yazık !...
Onlar büyük bir yanılgı içerisindeler. Bu yanılgı onları büyük bir ateşe
götürmektedir ve korkarım ki o ateşe girinceye kadar da büyük bir çoğunluğu bu
yanılgılarının farkına dahi varamayacaklar.
“Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır.” (Rum-47) sözü
gerçeğin ta kendisidir.
“Mü’min yardım görür, bunda kuşku yoktur. Asla yüz üstü bırakılmaz.
Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o, nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada
imanın olmadığını görecektir.” der Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)
Öyleyse ‘mü'minliğimizi’ sorgulayalım. İmanımızı tazeleyelim. Allah'ın
ipine sıkıca sarılalım. İmanımızın kuvveti nispetinde Allah'ın yardımı üzerimize
inecektir.
Allah bizlere rahmet etsin, bizlere mağfiret etsin, bizleri uyananlardan
eylesin. Batıldan yana değil Hakk'tan yana olan zümrenin saflarında yer almayı
nasip etsin, feraset ihsan etsin, bizlere katından yardım etsin, hatalarımızı ve
günahlarımızı affetsin, tüm dünyayı etkisi altına alan bu salgın hastalıktan
cümlemizi muhafaza etsin. inşaAllah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır;


O’nun her işi hayırdır.
Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur.
Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.”
Müslim, Zühd, 64; Dârim, Rikâk, 61.

70
Reaulullah (S.A.V.) efendimizin bu hadis-i şerifini tefekkür edelim
inşaAllah:
Mü'minin her işi hayırdır!
Dikkat ediniz, mü'minin her işi hayırdır, buyrulmakta.
Daha önceki makalelerimizde; müslüman, mü’min ve ihsan sahibi mü'min
olmak üzere üç mertebe saymıştık.
Bu durumda her işimizin hayır olabilmesi için mü'min olmak gerektiğini
anlıyoruz.
Bir genişliğe, bir nimete kavuşan mü’min haline şükreder,
“Nimet veren ve ihsan eden Allah'a hamd olsun” der.
Bir darlığa, musibete, hastalığa, sıkıntıya uğrayan mü’min içinde bulunduğu
hale sabreder, Allah’tan yardım talep eder ve “Her durumda hamd Allah’a dır” der.
Çünkü Resulullah efendimiz böyle yapardı.
Bize düşen ise onu sözlerimizde, fiillerimizde ve dualarımızda, batınımızda
ve zahirimizde taklit etmek, takip etmek ve tahkikine eriştirmesini Allah'tan niyaz
etmektir.
Bu bakış açısı ile meseleyi derinden tefekkür ettiğimizde görürüz ki;
Mü'min, bu dünya hayatında her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın her şeyin
sonucu onun için hayır ile sonuçlanmaktadır.
Her halukarda hakikatte kazanan, kazançlı çıkan mü'mindir.
Mü'min olmak ne büyük bir saadettir!
Allah bizleri bu manada gerçek mü'minlerden eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Suheyb (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmaktadır:

Yeter ki biz Allah'ın bize emrettiği din-i islamı hakkıyla anlayıp yaşayan
mü'minlerden olalım.
İşte o zaman Allah'ın vaad ettiği yardımı bizim üzerimize olacaktır.
Ne mutlu böylesi mü'minlere ki onlar dünya ve ahiret saadetine
ulaşanlardır.
Allah bizleri mü'min kulları zümresine ilhak eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Müslümanın mü'mini,
İman'lının ikan'lısı,
Mücahidin mücahidi
Daha makbul, daha kâmildir!
Cahilin cahili,
Kâfirin kâfiri,
Münafığın münafığı daha şerli, daha tehlikelidir.

71
Allah en doğrusunu bilir.

***

Cuma, Allah'ın bu ümmetine ihsan ettiği en büyük hidayettir. O gün, ümmetin


görüş ayrılığına düşüp, Allah'ın görüş ayrılığına düşülen konuda doğruyu gösterdiği
gündür.
Futuhat c 4, s 36 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Cuma, cem olmaktır.


Ümmetin bir olması, birlik olmasıdır.
Bir olmak için mü'min olmak gerektir.
Ancak mü'minler kardeştir.
Gerçek sevgi kardeşler arasında vuku bulur.
Cennete girmek kardeş olan mü'minlerin birbirini sevgisine bağlanmıştır.
Seven, sevdiği ile hem hal olandır.
Derdine derman olandır.
Uzunca bir süredir aslından bi-haber olan ümmetin artık uyanma vakti
gelmiştir.
Allah C.C. “Mü'mine yardım üzerimizde haktır” buyurmakta.
Allah'ın vaadini ve kime olduğunu iyi anlayalım.
Allah, inananlarla beraberdir.
Allah'ın ipine sıkıca sarılalım.
Allah'ın ipine sarılana destek olalım.
Allah'tan gafil olana değil elbet.
Hak' da aşikâr, batıl da...

Tüm dualarımız, yardımımız, himmetimiz, hizmetimiz Hak yolunda olup,


hakkı yüceltmek, ümmet-i Muhammed’in birliğini tesis etmek, din-i islamın
sancağını dalgalandırmak gayreti, azmi ve inancı içerisinde olan kardeşlerimiz ve
yöneticilerimiz üzerinedir.
Allah onları hidayet üzere kılsın, feraset ve basiret üzere olmayı nasip
eylesin.
İnşaallah.

Cuma'mız mubarek olsun.

***

"Müminin ferasetinden sakının!. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”


(Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elĞCâmiu’sĞSağir, 1, 24)

Rasulullah (S.A.V.)’ın işaret ettiği gibi mü'min olursak işte o zaman


ferasetimiz zuhur eder, Allah'ın nuruyla bakar hale gelebiliriz ve işte o zaman küffar
ve münafık bizden korkar olur.

Allah en doğrusunu bilir.

72
***

Müslüman olarak yaptığımız ibadetlerin dahi içi boş, ruhsuz bir hâl almıştır.
İslam doğru anlaşılır ve tasdik edilirse Müslüman olunur, böyle bir kimseye
Müslüman denilir. Müslümanlıktan öte mü'minlik vardır ki gaye bu olmalıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Muhtaç olduğumuz bilgi Din-i İslâm da,


Muhtaç olduğumuz kudret de mü'min olmak şartı ile imanımızdadır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Allahım;
Mü'min kullarının duasını kabul eyle.
Hak ve hakikatleri görmeyi bizlere nasib eyle.
Bizleri feraset ve basiret sahibi kıl.
Din-i İslamı hakkıyla yaşamayı ve din-i islama hizmet etmeyi bizlere nasib
eyle.
Ümmetin dirilişini, birliğini nasib eyle.
Kur'anda "Mü'minlere yardım üzerimizde haktır" buyurmaktasın. Bizi
mutlak yardımını vaad ettiğin mü'minlerden eyle ve bize yardımını ulaştır.
Sen'den gelecek her türlü hayra muhtacız. Bize hayırlar ihsan eyle.
Muhakkak ki duaları işiten ve icabet edensin.
Dualarımızı kabul eyle.
Âmin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Mü'min için ölüm yeniden doğum gibidir.


Perdelerin kalktığı, görüşün keskinleştiği, dünya hayatının birçok
kesafetinden, sıkıntı ve meşakkatinden kurtulunduğu, şahadet âleminden berzah
âlemine doğuş (çıkış) tur!

Allah en doğrusunu bilir.

NAMAZ;

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu;
“Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.”
(Mecmâü’l-Evsat, 3:154, (2313.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir)

73
Ebu’d-Derda (r.a) şöyle dedi: “Dostum Muhammed (s.a.v.) bana şöyle tavsiyede
bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda Allah’a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek
terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah’ ın koruması ondan
uzaklaşmıştır.”
(Müsned:5/238, El-Bani Sahihi ibn Mace:3529, Beyhaki)

Abdullah bin Kurt radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu


aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çekilecektir.
Namaz düzgün ise diğer ameller de düzgün olacaktır. Eğer namaz bozuk ise diğer ameller de
bozuk olacaktır.”
Taberâni, Terğib

Hz. Nevfel bin Muaviye radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Peygamber


sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Kim, bir namazı kazaya bırakırsa, sanki onun çoluk
çocuğu ve malı mülkü elinden alınmış gibidir.”
İbni Hibban

Sevban radıyallahu anh dan rivayet edilmiştir Resulullah s.a.v. den şöyle
buyurdular: “Müslüman kul ile kâfirlik ve iman arasında sadece namaz vardır, Müslüman
bir kişi namazı terk ettiği zaman kesinlikle Allaha şirk koşmuş olur.” Bu hadisi hibetullah
taberi sahih bir isnatla rivayet etmiştir.

Cabir İbn-i Abdullah (r.a.)’dan nakledilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:


“Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da abdesttir.” (Müsned)

İbni Abbas (r.a.)’dan nakledilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:


“Resulullah (s.a.v) bir gün ashabına: “İlâhî! Aramızdan kimseyi şaki ve mahrum eyleme.”
diye dua ediniz dedi ve sonra: “Şaki ve mahrum kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabeler:
“Kimdir ya Resulallah?” dediler. Efendimiz (s.a.v.): “Namaz kılmayan!” buyurdu. (İbni
Hacer “Ezzevacir” / Ebu’l-Leys Semerkandi “Kurretü’l Uyun”)

Hadis-i Şerif’lerden de anlaşıldığı üzere kişi vefat etmesi neticesi kabre


konulduğunda (berzah âleminde) amelinden sorulacak ilk soru namaz’dır!
Yine mahşer alanında diriltildiğinde hesaba çekileceği 55 duraktan (55 soru)
ilki namaz’dır! Bu durakların her birinde sorulan sorudaki ameli, kul, Allah’ın emri
cihetinden yerine getirmemiş ise her bir durak için mahşer alanında aç, susuz, çıplak,
kımıldamadan bin yıl (ahiret senesi ile) bekletilecek (böylece azap görecek) sonra
Allah'ın dilemesi ile kul bir sonraki duraktan hesaba çekilmek üzere diğer menzile
götürülecektir. Bu husus hadislerle beyan edilmiştir. Bu mahşer alanındaki azaptır.
Burada günahlarından arınamamış mümin sonunda cehenneme girecek ve
günahlarından arınacağı nispette cehennemde kalacaktır.
Namaz, müminin nişanıdır. Mümin ile kâfiri ayırt etmeye yarayan en
önemli işarettir.
Bir söz vardır: ‘Namaz kılmayan Müslüman’a kâfir denilmez ama kâfir de
namaz kılmaz’ diye.
Bir Müslüman kişi namazını kılmıyor ise onun imanı çok zayıf demektir.
Her an kaybedebilecek kadar zafiyete düşmüş demektir.

74
İslam olmanın ilk şartı kelime-i şehadet getirmek ve tasdik etmek iken
hemen sonrasında ikinci sırada gelen şart farz namazını kılmaktır.
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin üzerinde islamın nişanı olan
namazın görülmeyişi ne kadar vahim bir durumdur!
Mümin bir kimse nasıl namazını kılmaz!
Bu konuda ileri sürülebilecek hiç bir bahane kabul edilemez!
Bazı kimselerin şu söylemleri de aslâ kâle alınamaz: ‘Ben inançlı bir
Müslüman’ım, namaz kılamıyor olsam da kalbim temiz, nice namaz kıldığı halde
kötü ahlâk üzere olanlar gibi değilim en azından’. Bu söz ile kişi kendini avutmakta,
nefsi emmaresinin buyruğuna hizmet etmekte, şeytanın tuzaklarına kolayca
düşmektedir. Bir de kalkıp kendisini iyi kul zannetmekte, kalp temizliğinden dem
vurmakta, nefsini temize çıkarmaktadır. Ne yazık ki büyük bir aldanış içersindedir.
Namazını kılmakta gevşek davranan kardeşim!
Uyan!
Nefsinin ve şeytanın tuzaklarını gör!
İçinde bulunduğun gaflet perdesini yırt!
Samimiyet ile Allah'tan yardım iste, Allah'a yönel!
Mümin kulluğun en önemli nişanı olan namazı kıl!
Ömrünü heba etme!
Bu hakikatin mutlak idrakine varacağın, mecburen uyanacağın o ölüm
anındaki uyanışı bekleme!
O zaman uyanışın sana faydası olmayacak!
İş işten geçmeden önce uyan!
Uyan ve kurtuluşuna sebep olacak namaza sıkıca sarıl!
Bu nasihatimi kulağındaki gaflet pamuğunu çıkardıktan sonra dinle!
Aksi halde beni işitemezsin!
Allah cümlemizi, Hakk'ı hakkıyla işitenlerden ve gereğini rızası
istikametinde yerine getirenlerden kılsın.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Bilmelisin ki, Cuma namazının adabı üç şeydir: Güzel koku (sürünmek), misvak
kullanmak ve süslenmek.”
Futuhat c 4, s 44 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Bunlar zâhirî manaları herkesçe malum olduğu gibi batıni manada ise
lisanını temizlemek, hayırlı olan söz söylemek, kalbini boş ve lüzumsuz
düşüncelerden temizlemek, gaflet halinden çıkmak, ilahi ahlak ile ahlaklanmak ve
mahlûkata bu şekilde muamelede bulunmaktır.
Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a.) bir rivayette hutbeyi şöyle nitelemiştir:
"Cuma namazında hutbe iki rekâtın yerini tutar."

Allah en doğrusunu bilir.

***

75
Hz. Aişe (r.a ) validemizden rivayet olunmuştur ki:
“Cuma'nın hutbesi öğle namazının farzının diğer iki rekâtı yerine geçer.”
Bu durumda Cuma namazı farzı iki rekât, hutbe de iki rekât namaz
mesabesinde oluyor.
Bunun içindir ki hutbede cemaat hiçbir suretle konuşmamalı, namazda
tahiyyatta oturduğu gibi edep ile oturmalıdır.
Bu hususun hakikatine binaen bazı kimseler (bizim tarikatımız Ticani
yolunda da böyledir) hutbenin sona ermesi ile namazdan çıkmanın nişanı olan selam
ile sağına ve soluna selam verirler.
Hatta hoca efendi hutbeden inmeden önce yaptığı duaya el açmamalı, sesli
olarak âmin dememelidir.
Bu hususlara dikkat etmek Cuma'nın faziletini yüksek oranda elde etmeye
vesile olurken, belirtilen hususlarda dikkat edilmediği oranda Cuma'nın faziletini
eksiltir.

Allah en doğrusunu bilir.

Tevcih (Yönelme) Duası:

‫دط َنْيا اَ َ ْنيعب َد عِ ا َّمُه لّٰ َلا‬ ‫ْيدي ْا‬،


‫ْ َنْيا َدِاْاا امد‬ ‫ َّْمم ْْ عَْْا َا َّْمم ْْ عَ عا‬. ‫عي ي عنِّيعب َّمُه لّٰ َال‬‫ْيديدطا ْ ْا‬،
‫ْ يليني امد‬ َ َ
‫أ َّمب ْو لا‬ ْ
‫د ْعيا َّ َْن لا‬ ‫ه‬ ْ
‫َّماَي ْا‬. ‫عي َِّْعُيعب َّمُ لّٰ َال‬ ْ ‫دط ْ ْا‬
‫ْيدي ْا‬
‫ َّْمََ ْاْ َا َّْممدْعا َا عَدمبَ ُْ عا‬.
‫ا‬

Allâhumme bâid beyni ve beyne hatâyey,


Kemâ bâadte beynel meşriki vel meğrib.
Allâhumme nakkinî min hatâyey,
Kemâ yunekkas seybul ebyedu mined denes.
Allâhummeğsilnî min hatâyey bis selci vel mâi vel berad.

“Allah’ım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi, benimle günahlarımın


arasını da uzaklaştır.
Allah’ım! Beyaz elbisenin kirden arınması gibi, beni de günahlarımdan
arındır.
Allah’ım! Beni günahlarımdan; karla, suyla ve soğukla yıka.”
Tevcih (Yüzümü sana yönelttim) Duası:
Namaza başlamak üzere tekbir alınıp eller bağlandığında tekbir ile sure
arasında okunan duadır.
Muhyiddin İbn Arabî hz. Fütuhat-ı Mekkiyye adlı eserinde, Rasulullah
(S.A.V.) efendimizin namazın başında bu dua ile başladığını beyan eder.
Fütuhat c 3, s 301 Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)
***

Namazlarda son tahiyyatda selam vermeden önce Rasulullah (S.A.V.) efendimizin


okuduğu ve okumamızı tavsiye ettiği Dua:
“Allahümme innî eûzu bike min azâbi cehennem. Ve eûzu bike min azâbi'l kabri. Ve
eûzu bike min fitneti'd-Deccâli. Ve eûzu bike min fitneti'l mahyâ vel-memât.”

76
(Allahım, ben cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana
sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de sana
sığınırım).
[Ebû Dâvud, Salât 184, (984).]

Teşehhütte emredilen ve dört şeyden Allah’a sığınmayı içeren ifadenin gerekliliği


hakkında da görüş ayrılığına düşülmüştür. Bunlar, namaz kılanın “kabir azabından,
cehennem azabından, Deccal fitnesinden, ölülerin ve dirilerin fitnesinden” Allah’a
sığınmasıdır. Bazı bilginler, bunu farz kabul ederken bazıları farz olabileceğini reddetmiştir.
Ben farz olduğu görüşündeyim. Şeriat onlardan sığınmayı emretmeseydi bile, hiç kuşkusuz,
Allah’ın peygamberine uymak daha doğru olurdu. Çünkü bu durumda sığınmak, “Allah'ın
peygamberinde sizin için güzel örnek vardır” ayetinde geçtiği üzere peygamber onu yaptığı
için gerekli olurdu.
Hz.Peygamber de, “benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılın” buyurdu.
Hele bir de ümmetine yapmayı emrettiği bir iş fiiline eklendiğinde durum nasıl olur?
Fütuhat-ı Mekkiyye cilt.3, sayfa 356 Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Sahih bir rivayette, Hz. Peygamberin fecir namazından sonra (sabah namazı
farzından önce kılınan iki rekât sünnet namaz kastedilmektedir) uzanıp istirahat ettiği
aktarılmıştır.
Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste, fecir namazının iki rekâtını kılan herkese
uzanmak emredilmiştir.
Benim görüşüm, bunu yapmayanın günahkâr olduğudur. Çünkü (hadiste) bunu
yapmak zorunlu olarak emredilmiştir.
Dolayısı ile herhangi bir vakitte kaza edilse bile mutlaka uzanmak gerekir.
Fütuhat-ı Mekkiyye cilt.4, sayfa 134 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Meseleyi tam anlayabilmek için Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin bakmış


olduğu pencereden bakmayı bize kolaylaştırmasını Cenabı Allah'tan niyaz edelim ve
bu hususta bizde oluşan idraki dile getirmeye gayret edelim inşaAllah.
Öncelikle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki İbn Arabî hz. de bir müçtehiddir.
Fütuhat-ı Mekkiye'sinde her görüş sahibi müçtehidin görüşünü dile getirip meseleye
ne cihetten baktığını izah ettikten sonra kendi görüşünü de dile getirmektedir. Kendi
görüşünü dile getirirken de hangi ayet ve hadise dayandığını ve bu ayet ve
hadislerin tefsirini ve tevilini yaparak, meselenin batıni yorumlarında da işari
yorumunu dile getirerek kapsamlı bir şekilde izah etmektedir. Bu bilgiler ışığında
bizim anladığımız şudur ki:
Resulullah (S.A.V) efendimizin devamlı olarak yapmış olduğu ameli
uygulamalar sünnet diye isimlendirilmektedir. Bu yaptığı ve adına sünnet denilen
uygulamaların bir kısmını ümmetinin de yapması husussunda emretmiş, bir
kısmının yapılması hususunda ümmetine tavsiyede bulunmuş (serbest bırakmış) ve
bir kısmı hakkında ise emir ya da tavsiyede bulunmamıştır.
Burada belirtilen mevzu fecir namazından sonra (sabah namazının
sünnetinden sonra) ümmetine “uzanmayı emretmesidir”. Resulullah efendimiz
tarafından bir emir söz konusudur. O'nun emrine ise mü'min bir kulun itaat etmesi
gerektiği aşağıda belirtilen ayetler ile Allah'ın emrine uymuş olmak olduğu sabittir.

***
77
Tahiyyat-ül mescid namazı:
Mescide, camiye girince oturmadan önce o cami veya mescidin sahibine
yani Allahu Teala'ya tazim ve hürmet için kılınan iki rekat namazdır.
Muhyiddin İbn Arabî hazretlerine göre kuvvetli sünnettir.
Resulullah (S.A.V.) efendimiz: “Mescide girince, oturmadan önce iki rekât namaz
kılın!” Buyurmaktadır.
Şafi mezhebine göre kerahat vakti dahi olsa mescid namazı kılınır. Hanefi
mezhebine göre kerahat vakitlerinde bu namazı kılmak mekruhtur.
Kaza namazı borcu olan kimse hem mescid namazına hem de kazaya kalan
namazına (kazaya kalan sabah namazı farzı niyeti ile) niyet ederek böylece iki
namazın sevabına nail olabilir.
Cami ya da mescide giren kimse hiç oturmadan vakit namazının ezanının
okunup tamamlanmasını bekleyerek ezanın hitamı (sonu) ile birlikte vaktin
namazının sünnetini kılmaya niyet ederken aynı zamanda mescit namazına da niyet
ederek böylece her iki namazın sevabına nail olabilir.
Cami ya da mescide giren kimse oturduktan sonra kalkıp da mescid namazı
kılması olmaz. (Şafilere göre olmaz. Hanefi ve Malikilere göre yinede olur, ancak
fazilet oturmadan evvel kılınmasıdır) Oturmazdan önce kılınmalıdır.
Muhyiddin İbn Arabî hazretlerine göre Cuma günü, Cuma namazı için
mescid ya da camiye giden bir kimsenin mescid namazını kılmaya özen göstermesi
daha bir ehemmiyet arz etmektedir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Namazlarda son tahiyyatta selam vermeden önce Rasulullah (S.A.V.)


efendimizin okuduğu ve okumamızı tavsiye ettiği Dua:
“Allahümme innî eûzu bike min azâbi cehennem. Ve eûzu bike min azâbi'l kabri. Ve
eûzu bike min fitneti'd-Deccâli. Ve eûzu bike min fitneti'l mahyâ vel-memât.”
(Allahım, ben cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana
sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de sana
sığınırım.)
[Ebû Dâvud, Salât 184, (984).]

***
Cuma namazının farzını eda eden ve akabinde camiden çıkan (herhangi bir
sebeple veya işine yetişmesi gerektiğinden olabilir) cemaatten bazı kimselerin camide
ön saflarda namaz kılmayı tercih etmesinin doğru olmadığını ifade etmek istiyorum.
Bu insanlar cemaatin namazını tamamlamasından evvel camiden ayrılmayı
amaçlıyorlarsa şayet o zaman arka saflarda namaz kılmayı tercih etmeleri kendileri
için daha hayırlıdır.
Çünkü birçok namaz kılan insanın önünden geçerek camiden
çıkabilmekteler. Bu durumda ise günah işlemiş olmaktalar.
Konu ile ilgili hadis-i şerifte şöyle geçmektedir:
1762. Ebû Cüheym Abdullah İbni Hâris İbni Sımme el-Ensârî radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:

78
“Namaz kılmakta olanın önünden geçen kimse ne kadar günah işlediğini
bilmiş olsaydı, kırk şu kadar zaman yerinde durması onun için daha hayırlı olurdu.”
Hadisin ravisi der ki: Kırk gün mü, kırk ay mı, kırk yıl mı dedi bilmiyorum.
Buhârî, Salât 101; Müslim, Salât 261. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 108;
Tirmizî, Mevâkît 134; Nesâî, Kıble 8; İbni Mâce, İkâme 37
Büyük camilerde namaz kılanın önünden geçmeyi belirleyen ölçü; namaz
kılanın ayakları ile secde edeceği yer arasında kalan kısımdan geçmiş olmaktır.
Geçen kimse günahkâr olur.
Namaz kılan kimse, önünden geçmekte (geçecek) olan kimsenin geçmesini
engellemek adına kolunu uzatarak geçmek isteyene mani olmalıdır der Muhyiddin
İbn Arabî hz. Mani olmak adına bunu yapmaz ise namaz kılanın da vebali olduğunu
beyan eder. Buna rağmen kişi namaz kılanın önünden geçerse bütün vebal ve günah
namaz kılanın önünden geçen kimseye aittir.
Bu husus maalesef toplumumuzda çoğu kimsenin bilmediği ya da
ehemmiyet vermediği bir husustur. Hâlbuki camiye gelip namaz kılan kimse Allah'ın
rızasını gözetmek, emrini yerine getirmek, sevaba nail olmak niyeti içersinde iken
diğer taraftan namaz kılanın önünden geçmek suretiyle günahkâr olmakta!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Namaz dinin direğidir!


İnşa ettiğin ve içini mesken tuttuğun islam çadırının direğini kurdun mu?
Direğin muhkem ve daim değil ise gerisinin kıymet-i harbiyesi nedir? !
Kurtuluşun anahtarı namazdır!
Anahtarsız selam yurduna nasıl girmeyi ummaktasın?

Allah en doğrusunu bilir.

***

Benim, Hz. Peygamberin dile getirip davranışından sabit olan güvendiğim sünnete
göre nafilenin rekâtları şunlardır:
Fecirde iki rekât (sabah namazının farzından önce kılınan sünnet namaz)
Gündüzün başında dört rekât (duha/kuşluk namazı, güneş doğduktan 45 dk. sonra
kılınma vakti girer.)
Öğleden önce dört rekât (öğle namazının farzından önce kılınan sünnet namaz)
Öğleden sonra dört rekât (öğle namazının farzından sonra kılınan sünnet namaz)
İkindiden önce dört rekât (ikindi namazı farzından önce kılınan sünnet namaz)
Akşamdan önce iki rekât (akşam namazı farzından önce kılınan sünnet namaz.
Malesef günümüzde terk edilen sünnetlerdendir.)
Akşamdan sonra altı rekât (akşam namazı farzından sonra kılınan sünnet namaz /
evvabin namazı da denilir.)
İçinde vitirle beraber geceleyin on üç rekât (vitir namazı ve gece namazı)
Cuma namazından sonra dört rekât (Cuma namazı farzından sonra kılınan sünnet
namaz)
Bunlara yapılan ilave, iyilik üstüne iyilik, nur üstüne nurdur.

79
'Namaz en hayırlı iştir' Hz. Muhammed (S.A.V.)
Fütuhat c4, s136 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

"Fatihasız namaz olmaz" Hadis-i Şerif'ini delil göstererek Muhyiddin İbn


Arabî hazretleri namazda Fatiha suresini okumanın vacib olduğunu beyan eder.
Namaz, münacattır. Kul'un Rabbi'ne münacatıdır. Bu münacat Rabbinin
belirlediği şekilde yani O' nun kelamı olan Kur'an ile olmalıdır.
"Namazı kulum ile aramda ikiye böldüm, kulumun istediği verilecektir."
Kudsi Hadis'in de işaret edilen Fatiha suresidir.
Fatiha suresinin bir kısmı Allah'a ait iken bir kısmı kula aittir.
‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn’ (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden
yardım isteriz) Ayeti kul ile Rabbinin ortak olduğu ayettir. Fatiha'nın sırrı bu
ayettedir.
Fatiha suresinin her bir ayetini kul namazda okuduğunda Allah kuluna
karşılık verir. Bu sebeple namazda Fatiha suresi ayet ayet okunmalı, ayet sonunda
bir müddet kul beklemeli ve Allah'ın kendisine olan hitabını tahayyül ve tefekkür
etmelidir. İster kişi müstakilen namazını ikame ediyor olsun, isterse imamlık yapıyor
olsun bu hususta hassasiyet göstermelidir. (Bu konuda imamlarımızın da bu bilinç
ile imametlerini yerine getirmelerini temenni ederim.)
Fatiha suresinin sonunda kulun 'amin' demesi meleklerin 'amin' demesine
denk gelenin duası kabul olunur buyurulmakta.
Denk gelmenin sırrı ise kulun samimiyet ile arifane bir idrak, hal ve amel
içersinde bulunması gerektiğini ifade eder Muhyiddin İbn Arabî hazretleri.

Allah en doğrusunu bilir.

Namazda İki Secde Arası (Oturuşta) Yapılacak Dua:

....Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:


“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) iki secde arasında oturur halde:
‘Allahummeğfirli, Verhamni Ve Afini, Vehdini, Verzukni’ diye dua ediyordu.”
Duanın Manası:
“Ey Allah’ım! Beni bağışla, bana acı, bana afiyet ver, beni hidayete ulaştır ve
rızıklandır.”
Ebu Davud 850, Tirmizi 284, İbni Mace 898, Hakim 1/262

.... Huzeyfe (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:


“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) iki secde arasında oturur halde:
‘Rabbiğfirli, Rabbiğfirli’ diye dua ediyordu.”
Duanın Manası: “Rabbim beni mağfiret et, Rabbim beni mağfiret et.”

İbni Mace 897, Ebu Davud 874, Nesei 1068, Darimi 1/303, Beyhaki 2/121, Hâkim 1/271,
Ahmed 5/400, Albânî İrva 335

***
80
Cuma günü ve Cuma namazı için gusletmek sünnettir ve tavsiye edilmiştir.
"Sizden biriniz Cuma namazına geldiğinde gusletsin."
Hz. Muhammed (S.A.V.)

Muhyiddin İbn Arabî hazretleri Cuma günü gusletmenin her mümine şart
olduğunu ifede eder. Bu ifadesini destekleyen hadis-i şerif te şudur:
"Cuma günü gusletmek büluğ çağına girmiş kimsenin üzerine vaciptir."
Hz. Muhammed (S.A.V.)

***

Bismillahirrahmanirrahiym.

"Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet
edilsin"
A'raf suresi 204. Ayet

Bu ayetin hükmü gereğince Kur'an okunurken bunu işitenlerin başka bir


kelam etmeksizin susup dinlemesi icap etmektedir.
Bu hususta malesef birçoğumuz bilgisiz olup emir gereğince hareket
edilmemektedir.
Bazı ev ve iş yerlerinden yüksek sesli Kur'an tilaveti yayınları yapmak ve
yine cami hoparlöründen cami dışına Kur'an tilaveti yayını yapmak dışarıdaki
insanları bu hususta zora sokmakta vebal altında bırakmaktadır. Bu konuda gereken
hassasiyeti her bir birey göstermelidir. Bilen bilgisini bilmeyen ile paylaşmalıdır.

Din nasihattır!
Yine cami içersine vakit harici (müstakilen) namaz kılmak için giren kimse,
camide Kur'an tilaveti olduğunu işittiğinde hemen namaza durmamalı, oturup
Kur'an tilavetinin hitamını (son bulmasını) beklemeli ve nihayetinde namazını
kılmalıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Namazında 'Fatiha' suresinin anlamını düşünerek, idrak ederek oku ki,


namazını kemalata yaklaştırırken namazından kazanım oranını da artırmış olasın ve
Hakkın sana karşılık vermesine böylece lütuf ve ihsanlarına mazhar olmana kapı
açmış olasın.

Allah en doğrusunu bilir.

***
81
Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:

“Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha’yı kendimle kulum
arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile
kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.
Kul, ‘Elhamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn’ (Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Bana hamdetti’ buyurur.
Kul, ‘Er-Rahmâni’r-Rahîm‘ (O Rahman’dır, Rahîm’dir) dediği zaman, Allah,
‘Kulum Beni methetti’ buyurur.
Kul, ‘Mâliki yevmiddîn’ (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah,
‘Kulum Beni tazim etti, işlerini Bana havale etti’buyurur.
Kul, ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn’ (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız
Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, ‘İşte bu kulumla kendi aramdadır ve
kulumun dilediği de onundur‘ buyurur.
Kul, ‘İhdine’s-sırâta’l-müstekîme sırâtallezîne en’amte aleyhim ğayri’l-
mağdûbi aleyhim veleddâllîn‘ (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin
kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği
zaman, Allah, ‘İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır’ buyurur.”

***

Fatiha suresinin her bir ayetini kul namazda okuduğunda Allah kuluna
karşılık verir. Bu sebeple namazda Fatiha suresi ayet ayet okunmalı, ayet sonunda
bir müddet kul beklemeli ve Allah'ın kendisine olan hitabını tahayyül ve tefekkür
etmelidir. İster kişi müstakilen namazını ikame ediyor olsun, isterse imamlık yapıyor
olsun bu hususta hassasiyet göstermelidir. (Bu konuda imamlarımızın da bu bilinç
ile imametlerini yerine getirmelerini temenni ederim.)
Fatiha suresinin sonunda kulun 'âmin' demesi meleklerin 'âmin' demesine
denk gelenin duası kabul olunur buyrulmakta.
Denk gelmenin sırrı ise kulun samimiyet ile arifane bir idrak, hal ve amel
içersinde bulunması gerektiğini ifade eder, Muhyiddin İbn Arabî hazretleri.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İmamın unutması karşısında cemaatin “subhanallah” demesi veya “parmak


çıtlatması” mevzuu:
Bazı bilginler böyle bir durumda hem erkeğin hem de kadınların “subhanallah”
demesi gerektiğini belirtmiş; bazı bilginler ise erkekler “subhanallah” derken, kadınlar
“parmak çıtlatır” demişlerdir.
Bu konudaki hadis nedeniyle ben de bu görüşteyim.
Bâtıni yorum:
İnsan olmayı dikkate alan kişi, kadınları erkeklere katar. Nitekim Hz. Peygamber
yetkinlikte kadınları erkeklere katmıştır.

82
Erkeklik ve dişiliği dikkate alıp “Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derecesi vardır”
(Bakara 2/228) ayetini göz önünde bulundurarak erkekliği kadınlığa baskın kılan ise, kadın ve
erkeği ayırt ederek “subhanallah” demeyi erkeklere, “el çırpmayı” kadınlara özgü sayar.
Kadının konuşması, doğal olarak şehveti depreştirir. Özellikle kadın narin ve zarif
konuşabilir, erkek de konuşanın kadın olduğunu hayal eder, bir de kalbinde hastalık varsa
şehvet depreşir. Şari kadınlara ince konuşmayı yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Sözü ince
söylemeyin, kalbinde hastalık bulunan kişi tamah eder.” Bu ayette kadınların erkeklerle özel
bir şekilde konuşabileceği belirtilir.
Namaz kılan kişi, Rabbiyle konuşmaktadır. Kadın “subhanallah” derse, erkeğin
doğal bir şekilde hayalinde kadına yöneleceğinden korkulur.
Erkek, kadın el çırparken güvende değilken, konuştuğunda nasıl (güvende) olabilir
ki?
Arif ise, burada (Rabbiyle) konuşurken Hakkın karşısındaki haline göre hareket eder:
Hak ile aklıyla konuşabileceği gibi nefsiyle ya da doğasıyla da konuşabilir. Kul ise gücüne göre
hareket eder. Sağlıklı ve güçlü ise, konuşmanın (hangi güçle) gerçekleşeceğini önemsemez. Bu
durumda erkek ve kadın ona göre birdir.
Nefsinde (beşeri) varlığından hastalık bulunduğunu bilirse, bunlardan kurtulana
kadar aklı ile nefsini ayırır. Allah ehli nefislerine böyle bakar.
Fütuhat c 4, s 109 – Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

NİYET;

Niyetini sahih tut!


Fesada (bozulmaya) uğratma!
Niyetin hayır ise ve bu hali korur isen akıbetinde hayır olur bi-iznillah.
Başlangıçta sahih olan nice niyetlerin akıbetleri fesada uğradıkları için heba
olmuştur!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Her sabah 1 tatlı kaşığı çörekotu yeyiniz.


Rasulullah (S.A.V.) efendimiz çörekotunun ölümden başka her derde deva
olduğunu buyurmuştur.
Dikkat ediniz!
Çörekotunu yerken:
“Rasulullah efendimizin tavsiyesi olduğu için ve ölümden başka her derde
deva olduğunu beyan ettiği için bu şifayı Allah'tan umarak bu sünneti yerine
getirmekteyim.”
-diyerek bu NİYET üzere yeyin ki gerçek şifa ve tesir açığa çıksın.

Allah en doğrusunu bilir.

-Burada bir ince nokta var. Aslında yaptığımız her güzel amelde bu ince
nokta gözetilirse beklenen, umulan tesir açığa çıkar.
83
Sır olan “NİYET”tir!
Niyetteki incelik ise Rasulullah (S.A.V.) efendimiz o işi, ameli yaptığı için
onu takliden yaptığınızı beyan etmeniz, ya da yapılmasını tavsiye ettiği için
yapmanız ve O'nun bu işin sonunda Allah'tan umduğu her hayrı yine Allah'tan talep
etmek, O'nun bu işin sonunda Allah'tan sığındığı her şeyden yine Allah’a
sığındığınızı beyan etmektir.
Böylece niyetin kâmil olması ile sarılınan sebebin tesirinin de kâmilen
zuhura gelmesi vuku bulur bi-iznillah.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Halis bir niyet üzere olmak hayırdır.


Halis bir niyeti korumak, o halis niyet üzere kalmak daha hayırlıdır.
Halis niyet üzere olunan şeyi halis bir şekilde zuhura getirmek bu hayrı
kemalata ulaştırmaktır.
Nicelerinin niyeti halis olmaktan uzaktır.
Niceleri halis niyet ile yola çıksa da yolda niyetleri fesada uğrar ve hayra
ulaşmaktan mahrum kalırlar.
Allah bizlerin niyetlerini halis kılsın, halisliğimizi korusun ve bu halisliği
zuhura getirip hayra ulaşanlardan eylesin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Bir hayra niyet eden kimse o hayrı yerine getirmek üzere derhal harekete
geçmelidir.
“Yarın yaparım, sonra yaparım” gibi sözler ile herhangi bir sebepten
ertelerse, ötelerse bilinsin ki nefs ve seytan o kimseyi niyet ettiği hayırdan vazgeçtirir
ya da niyet ettiğinin daha azını vermeye/yapmaya sevk eder.
Böyle bir tehlikeye düşmekten insanı koruyan en güzel davranış niyetine
girdiği hayrı derhal yapmasıdır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İki insan!
İki farklı ahlâk üzere olan iki insan...
Her ikisi de bu dünyada gayesine ulaşmış, istediklerini elde etmiş.
Biri gayri meşru yol üzere emeline nail olmuş.
Diğeri meşru dairenin sınırlarını gözeterek emeline ulaşmış.
İkisi de istediğini almış.
Birinin elde ettikleri yarın berzahta ve mahşerde onun için azap, pişmanlık
ve bedbahtlık olurken,
Dîğerinin elde ettikleri yarın berzahta ve mahşerde o kimseye nur, nimet,
hayır ve saadet olmakta.
84
Bu durumda elde ettiklerin değil, elde ederken izlediğin yol ve niyetin senin
akibetini belirlemekte!
Öyleyse niyetini ve yolunu (şeriatı) gözet!
Yediğin aş'ın (nimet, rızık, eline geçenler) haram ya da helal diye
nitelenmesi senin onu elde etme şekline ve niyetine göre belirlenmekte!
Bununla birlikte can gırtlağa dayanmadan samimiyet ile gelen pişmanlığın
Rabbi'nin mağfiretine kapı açacağını unutma!
"Şüphesiz O (Allah) tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir."
Bakara - 37

Allah en doğrusunu bilir.

***

Lâfzî kelam ile olan münasebetlerde niyetler gizlenebilir, örtülebilir.


Lâkin kalbi kelam ile olan münasebetlerde niyetleri örtmek, gizlemek çok
zordur.
Allah'ın örttükleri müstesna...

Allah en doğrusunu bilir.

RABBİNE YAKIN OLAN BEBEKLER;

Bir vecihten bebekler istisnasız Rabbi'ne yakın olanlardır. Büyüdükçe bazı


faktörler insanların birçoğunda bu yakınlığın arasını açar ve uzaklaşmayı getirir.
Bebeklerin ve henüz ufak çocukların ebeveynleri üzerinde ve diğer varlıklar
üzerinde bu gücünün tesiri sayesinde ebeveynleri emrine amade ederler.
Rab'bine yakınlıklarından dolayı rahmet onları daha etkin kaplamıştır.
Yağmur taneleri de Rab'bine en yakın olanlardandır. Çünkü henüz Rab'bi
katından yeni ayrılmışlardır. Bu yüzden Rasulullah (S.A.V.) efendimiz yağmur
yağdığında elbisesinin düğmelerini açarak yağmur altına çıkıp yağmur tanelerinin
(rahmet) göğsüne isabet etmesini sağlar imiş.

Allah en doğrusunu bilir.

RIZIK;

“Nimetleri toplasanız ve onlara üşüşseniz bile ancak sizin için takdir edilen miktarı elde
edebilirsiniz.
Topladıkların bazen sana bazen başkasına ait rızık olabilir; fakat hesabını-toplayan
ve kazanan sen olduğun için sen vereceksin.”
Fütûhat-ı Mekkiyye, c15 sh.327- Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

İnsanın rızkı yiyip içtiği yani boğazından geçen ile üzerine giydiğidir.
Kazandığının geri kalan kısmı onun rızkı değil kim bilir kimin rızkıdır. İnsan ömrü
boyunca çalışır çabalar para biriktirir, evler, arabalar alır veya birtakım yatırımlar
85
yapar. Bu kazandığının içinden aldığı ise sadece boğazından geçen şey ile üzerine
giydiği elbisedir. Bunun dışındakiler eşinin, çocuklarının ve dağıttıkları kimselerin
rızkıdır. Bu durumda insan kendi rızkının kazanımının dışında başkaların rızkını da
kazanmak için çalışmış/çalışmak zorunda kalmış ve bu rızıkları asıl sahiplerine
isteyerek ya da istemeden ulaştırmış olur.
Öğrendiği ilim yönünden de rızık meselesi böyle değerlendirilebilir.
İlmiyle amel eden kimse bu rızkın sahibi olur. İlmiyle amel etmeyip sadece
ezberleyen kimse bunun taşıyıcısı/yükleneni konumundadır. Bu durumda kuru, ağır
bir yükten başka bir şey değildir sırtındaki. Bu ilmi yaşamayıp ezberin lak lakını
yapanlardan işitip oradan nasiplenen ve bu ilimle amel edenlere ise sadece rızıkları
(ilmi olarak) bu kuru yük taşıyıcısı tarafından ulaştırılmış olur.
Ne gariptir ki bu rızıklardan faydalanmış ya da faydalanmamış olması o
topladığı rızkın hesabını vermekten kişiyi kurtarmaz.

Allah en doğrusunu bilir.

RUYADA EFENDİMİZİ (S.A.V.) GÖRMEK;

Son günlerde sosyal medya ile paylaşımda olan bazı ses/görüntü kayıtları
bulunmakta.
Bazı şahıslar rüyasında Rasulullah (S.A.V.) efendimizi gördüğünü, bu
günlerde tüm dünyayı saran Koronavirüs adlı salgın hastalığından korunmak için
kendilerine bir takım terkip tavsiyelerinde bulunduğunu ve bu terkipleri
çevresindeki insanlarla paylaşmalarını ifade ettiğini beyan etmekteler.
Rasulullah (S.A.V.) efendimiz "Rüyada beni gören gerçekte beni görmüştür
"buyuruyor, yine biliyoruz ki rüyada şeytan Rasulullah efendimizin suretine
bürünememektedir.
Rüyada Rasulullah efendimizi görmek şu iki başlık altında
değerlendirilmektedir.
Rüyayı gören kimse Rasulullah efendimizi vefat ettiği sureti üzere görmeyip
farklı suretlerde gördü ise kişi yine Rasulullah efendimizi görmüş olup bu görüş
rüya sahibinin ilmi idraki, itikadi durumu, hali, mertebesi ile alâkalı olarak farklılık
arz edebilir ve rüyada Rasulullah efendimiz tarafından verilen mesaj kişinin
kendisini bağlar, umuma şamil değildir.
Rüyayı gören kimse Rasulullah efendimizi vefat ettiği sureti üzere (63
yaşındaki dünya hayatındaki son hali üzere) görmüş ise ve o rüyada Rasulullah
efendimiz o kimseye bir şey işaret ederek bunu ümmetime bildir demiş ise o zaman
rüya sahibi rüyada verilen mesajı etrafındaki insanlarla paylaşabilir. Bu mesaj
umuma şamil olabilir.
Bununla birlikte bu rüyayı işitenlerin mutlak surette rüyada işaret olunanı
yapmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Böyle bir rüyaya inanmamak ile veya işaret
edileni yapmamak ile günahkâr olunmaz.
Rüyada işaret olunan şey şeriatın menettiği/yasakladığı bir şey olmayıp
meşru daire içersinde olan bir şey ise bunu dileyen yapabilir. Bir hikmete binaen
Allah'tan şifa umudu ve niyeti üzere bu şeyi yerine getirebilir. Bunda da bir sıkıntı
yoktur.
86
Bu izahatlarımız rüya sahibinin Rasulullah efendimizi gerçekten görmüş
olması durumunda ve sözünde doğru biri olması durumunda böyledir.
Aksi halde rüyada Rasulullah efendimizi gördüm diyerek yalan söyleyip
insanları etkilemek, yönlendirmek niyeti üzere olan yalancı bir sahtekâr hükmünde
olur.
Bunun doğruluğunu ayırt etmek Allah ehli ilim sahibi kullarının
dışındakiler için mümkün olmaz.

Allah en doğrusunu bilir.

SELAMLAŞMA;

Hangi Hallerde Selam Verilmez;

Selâm verildiği takdirde alamayacak durumda olanlara, selam vermek


doğru değildir.
Namaz kılanlara,
Kur'an-ı Kerîm okuyanlara,
Ezan okuyan ve dinleyene,
Hutbe dinleyenlere,
İlimle meşgul olanlara,
Yemek yiyenlere,
Tuvalet ihtiyacını giderenlere,
Dolayısıyla bu durumda iken verilen selâmı almamanın bir sorumluluğu
yoktur.
Aynı şekilde Müslüman olmayanlara selâm verilmez. Ehl-i Kitaptan birisi
selâm verdiği takdirde ise, yalnızca "Ve aleyküm!" denilir.

Selamlaşma İlgli Ayet-İ Kerimeler;

“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık
verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisâ Sûresi 86)

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı
yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek,
“Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de
öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın.
Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisâ Sûresi 94)

“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin
alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır.
Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nur Sûresi 27)

Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi
evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek
kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya
halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya
87
anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir
sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere
girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm
verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar. (Nur Sûresi 61)

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller


onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan Sûresi 63)

“Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, “Bizim işlerimiz bize, sizin
işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz” derler.”
(Kasas Sûresi 55)

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de


ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb Sûresi 56)

“Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah,


düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni
selâmlamadığı selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de, “Söylediklerimizden dolayı Allah bize
azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir
orası!” (Mücâdele Sûresi 8)

Selamlaşma ile İlgli Hadis-i Şerifler;

Selâmın ve Selâmlaşmayı Yaygınlaştırmanın Fazîleti ile İlgili Hadisler


Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî,
Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63.)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ Âdem sallallahu aleyhi ve sellem’i yaratınca ona:
– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de
güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s-
selâmmeleklere:
– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:
– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı
ilâve ettiler. ” (Buhârî, Enbiyâ 1; İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28)

Ebû Umâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle demiştir:


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize şu yedi şeyi emretti: Hasta ziyaretini,
cenâzeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı
olmayı, selâmı yaygın hale getirmeyi ve yemin edenin yemininin yerine gelmesini temin
etmeyi. (Buhârî, Mezâlim 5; Müslim, Libâs 3)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

88
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda
selâmı yayınız. ” (Müslim, Îmân 93)
Ebû Yûsuf Abdullah İbni Selâm radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara
yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete
girersiniz” buyururken işittim. (Tirmizî, Kıyâmet 42)
İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâşöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
– es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz. Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten
sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla
mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz. Peygamber:
– “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz. Peygamber o kişiye de selâmının
aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:
– “Otuz sevap kazandı” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb 132)
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
– “Şu zât Cibrîl aleyhi’s-selâm’dır; sana selâm ediyor” buyurdu. Ben de:
– Ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtüh, dedim. (Buhârî, Bed’ü’l-halk 6; İsti’zân 16;
Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 90–91)

Bu hadis, Buhârî ve Müslim’in bir kısım rivayetlerinde buradaki şekilde “ve


berekâtüh” ziyadesiyle, bazı rivayetlerde ise “ve berekâtüh” olmaksızın
nakledilmiştir. Kaide olarak, güvenilir râvilerin ziyadesi makbuldür.
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem bir söz söylediği zaman, onunla ne kasdettiğinin iyice anlaşılması için sözünü üç defa
tekrarlardı. Bir topluluğun yanına geldiğinde onlara üç defa selâm verirdi. (Buhârî, İlm 30;
İsti’zân 13)
Mikdâd radıyallahu anh, uzun bir hadisinde şöyle dedi:
Biz, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in süt hissesini ayırıp kaldırırdık. Resûl-i
Ekrem geceleyin gelir, uyuyanı uyandırmayacak, uyanık olanlara işittirecek şekilde selâm
verirdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir gece geldi, yine her zamanki gibi selâm verdi.
(Müslim, Eşribe 174)
Esmâ Binti Yezîd radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün mescide uğradı. Kadınlardan oluşan bir cemaat
orada oturmaktaydı. Hz. Peygamber onlara eliyle işaret ederek selâm verdi. (Tirmizî, İsti’zân
9)

Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu


aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.
” (Ebû Dâvûd, Edeb 133)
Ebû Cürey el-Hüceymî radıyallahu anhşöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve:
– Aleyke’s-selâm yâ Resûlallah! dedim. Peygamber Efendimiz:

89
–“Aleyke’s-selâm deme; çünkü aleyke’s-selâm ölülere verilen selâmdır” buyurdu. (Ebû
Dâvûd, Libâs 24; Tirmizî, İsti’zân 27)
Selâmın Âdâbı ile İlgili Hadisler
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir. ”

Buhârî, İsti’zân 5, 6; Müslim, Selâm 1; Âdâb 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 134; Tirmizî,
İsti’zân 14

Buhârî’nin bir rivayetinde: “Küçük büyüğe selâm verir” ilâvesi vardır. (Buhârî, İsti’zân)

Ebû Ümâme Suday İbni Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanların Allah katında en makbul olanları, selâma ilk başlayanlardır.” Ebû Dâvûd, Edeb
133

Tirmizî’nin Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayetine göre bir adam:

– Yâ Resûlallah! İki kişi birbirleriyle karşılaşınca onlardan hangisi daha önce selâm verir?
diye sordu. Peygamber Efendimiz de:
– “Allah Teâlâ’ya daha yakın olan” buyurdu. (Tirmizî, İsti’zân 6)

Selamı Tekraralamak ile İlgili Hadisler;

Ebû Hüreyre radıyallahu anh, namazını, namazın gerektirdiği edeplere


riâyet etmeyerek kılan kimse hakkındaki hadisinde belirttiğine göre, o kişi mescide
gelip namaz kıldı, sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve ona
selâm verdi; Resûl-i Ekrem onun selâmına mukâbelede bulundu ve:

“Dön ve namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu. Adam dönüp
yeniden namaz kıldı, sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelip tekrar
selâm verdi. Neticede bu durum üç defa tekrarlandı. (Buhârî, Ezân 95, 122; Eymân
15; İsti’zân 18)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin
arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin. ” (Ebû
Dâvûd, Edeb 135)

Evine Giren Kimsenin Selâm Vermesi İle İlgili Hadisler


Enes radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

90
“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve
ev halkına bereket olsun” buyurdu. (Tirmizî, İsti’zân 10)
Çocuklara Selâm Verilmesi İle İlgili Hadisler
Enes radıyallahu anh, çocuklara rastladığı zaman onlara selâm verir ve:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı, derdi. (Buhârî, İsti’zân
15; Müslim, Selâm 15)
Erkeğin Kadına Selâm Vermesi İle İlgili Hadisler
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle demiştir:
Aramızda bir kadın –bir başka rivayette yaşlı bir kadın– vardı. Pazı
köklerini alır, onları güvecin içine koyup pişirir, biraz da arpa öğütürdü. Biz cuma
namazını kılıp döndüğümüz zaman ona selâm verirdik. O da hazırladığı yemeği bize
ikram ederdi. (Buhârî, İsti’zân 16, Cum’a 40; Hars 21; Et’ime 17)
Ümmü Hânî Fâhite Binti Ebû Tâlib radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Mekke’nin fethi günü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiştim. Resûl-i
Ekrem yıkanıyor, Fâtıma da elinde bir örtüyle ona perde tutuyordu. Ben selâmımı
verdim. (Müslim, Hayz 70-71, Salâtü’l-müsâfirîn 81-82)
Esmâ Binti Yezîd radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Kadınlarla birlikte otururken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza
uğradı ve bize selâm verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 137; Tirmizî, İst’zân 9)
Îman Etmeyenlere Selâm Verip Almak İle İlgili Hadisler
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin. Yolda onlardan
biriyle karşılaştığınız zaman, eziyet etmemek şartıyla, onları yolun kenarından
yürümeye zorlayınız. ” (Müslim, Selâm 13)
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kitap ehli olanlar size selâm verdiklerinde, onlara: Ve aleyküm, deyiniz.
” (Buhârî, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6–9)

Üsâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi


ve sellem, müslümanlar, müşrikler –puta tapanlar– ve yahudilerden oluşan bir
topluluğa rastladı ve onlara selâm verdi. (Buhârî, İsti’zân 20; Müslim, Cihâd 116)

Ayrılırken Selam Vermek İle İlgili Hadisler;

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten


kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından
daha üstün değildir. ” (Ebû Dâvûd, Edeb 139; Tirmizî, İsti’zân 15)

***

"Bir insan başkasıyla ancak kendisiyle konuşmuş olduğu sözle boyanarak ve onun
haline girerek konuşabilir.
91
Bu durum -ister cevap vermek tarzında olsun ister kendiliğinden söze başlamak
olsun- her zaman böyledir.
Bütün bunlar, ilahi mertebelerdendir; bilen bilir bilmeyen bilmez.
Dolayısıyla söz konusu insanlar sözlerine 'SELAM' demekten başka bir şey
eklemezler."
Fütuhat - c16, s225 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

İslami bir selam ile (“es-Selâmü aleyküm” şeklinde) ilk selam veren kişi Ebû
Zer el Gıfari (r.a.)’dir, ve bu ilk selamı Rasulullah (S.A.V.) efendimize vermiştir.
“En garip ve en muhtaç olduğun gün, kabre konulduğun gündür”
Ebu Zer el-Gıfari (r.a.)

SİGARA HAKKINDA;

Sigara İçmeye Devam Eden Tasavvuf Ehline!

Aşağıdaki makalemi bir süre önce yazıp sizler ile paylaşmıştım.


Ancak bu konu çok ehemmiyet arz ettiğinden, o zaman bu yazımızı görüp
okuyamamış olan kardeşlerimiz olabileceği düşüncesi ile ya da o zaman okumuş
olsa dahi yazının içerisindeki kelimelerin kuvveti o an için okuyucuya tesir etmemiş
olabileceğinden (o an istidatı, ayn-ı sabiti, kaderi gereği kazanın açığa çıkması
mümkün olmayıp tesirin bu gün vuku bulabileceği ümidi ile) şimdi tesirini umarak
ve Cenabı Allah'tan bu tesiri gönüllerde açığa çıkarmasını niyaz ederek tekrar
paylaşmaya ve bundan sonraki süreçte de zaman zaman bu paylaşımımı yinelemeye
karar kıldım.
Daha önceki paylaşımım akabinde bazı kardeşlerimizin bu yazı vesilesi ile
sigarayı bıraktıklarını bana beyan etmeleri, bu işe vesile kılınmış olmamız hasebiyle
bizim son derece memnun olmamızı temin etti elhamdülillah.
Sebepler dairesinde muradını kaza eden Allah'a hamdolsun.
Tevfik Allah'tandır!

Sözüm tasavvuf ehline (!);


Hakk'ı ve hakikati arayanlara,
Takvayı yaşama gayesinde olanlara,
Allah'a iyi bir kul olma derdinde olup kâmil kulluğu yaşama gayesinde olanlara,
Aşk'a talip olanlara,
Allah'a kurbiyet (yakınlık) kurma gayesinde olanlara,
Samimi olanlara,
Akl-ı selim düşünenlere,
Nefsinin arzusundan gerçekten kurtulmak isteyenlere,
İşin hakikatini bilmek isteyenlere,
Huzur bulmak isteyenlere,
Zikrinin getirisini görmek isteyenlere,
Kendisiyle yüzleşmek isteyenlere!

92
Bütün bu iyi temennilerimize Allah sizi ve bizi ulaştırsın. Bilmelisiniz ki
bütün bu saydıklarımıza sigara içtiğiniz sürece ulaşamazsınız!
Çünkü Sigara içen henüz heva ve heveslerinden kurtulmamıştır. Nefsine söz
geçiremiyor ki takvayı yaşayabilsin. Öğrendikleriyle amel etmiyor ki ilminin
getirisini bulsun.
Takva; bırakın haram işler ile iştigal etmeyi, şüpheli şeylerden dahi uzak
durmayı gerektirir. Sigaranın mekruhluğunda hemen hemen tüm alimlerin ittifakı
(görüş birliği) var iken haramlığı hususunu da dile getiren ve ispat eden alim zevat
da vardır.
Vücudumuz Allah'ın bize emanetidir. Emaneti muhafaza etmeyi emreder
Allah bizlere. Vücud bizim bu dünyada bineğimizdir. Binek amaca ulaşmak için
kullanılır ve hakkını gözetmek bizim üzerimizde bir haktır. Bineğini hor kullanır,
hakkını gözetmez isen hedefine varamazsın. Vücud sağlığını kaybettiğin oranda
ibadetinin gerçek (olması gereken) hazzına varamaz ve huşuyu yakalayamazsın.
Emanete ihanet münafıklığın alametlerindendir.
Ancak bu dünya hayatında kullanabileceğin ve getirisi ahirette ebedi olacak
beyin faaliyeti ile elde edebileceğin, idrakine vArabîleceğin bazı ilmi hakikatlere
vakıf olma aracı olan beyin hücrelerine verdiğin kalıcı, telafisi mümkün olmayan
hasarın farkında mısın?
Sigara içmeye devam etmek ile cinlere davetiye çıkardığının, onların sana
musallat olmasına sebep olduğunun, adeta çok korunaklı dahi olsa içersinde
bulunduğun kalenin kapılarını içeriden açık bırakmak suretiyle onlara davetiye
çıkardığının, kendi kendine büyük hainlik yaptığının farkında mısın?
Cinlerin güdümünde olduğunun, onların oyuncağı olduğunun farkında
mısın?
Cinleri gıdalandırmak uğruna neler kaybettiğinin farkında mısın?
Sigara içenin keşfine ve zevkine itibar edilmez!
Çünkü hem keşfi hem de zevki arî (arınmış) değildir, sahih değildir!
Sigara içen bir “mürşid-i kamil” (dikkat ediniz mürşid olmaz demiyorum,
mürşid-i kâmil olmaz diyorum) yoktur, olamaz!
Olur diyen varsa bil ki kesinlikle yalancıdır! Cahildir! Kuru bir iddia
üzeredir! Hakikatden habersizdir!
Henüz nefsine söz geçirememiş, nefsini teskiye etmemiş, şüpheli şeylerden
uzak durmayı başaramamış bir mürşid-i kâmil (!)? olur mu?
Bu mürşid, kendisine tabi olan müridini nereye götürür?
Melekler dahi hoş olmayan kokulardan rahatsız olup uzak dururken sigara
içen adama yanaşır mı sanıyorsun?
Allah yolunda samimi isen önce nefsine söz geçir!
Sigarayı bırak, Allah'tan yardım iste.
Bil ki sana gelecek olan yardım senin samimiyetin oranında olacaktır!
Samimi olan hiç bir kulunu Allah boş çevirmez. Allah'ın yardımı sana
ulaşmıyor ise ya da bu iddiada isen o zaman dön kendine bak!
İnancındaki gediği (eksiği) gör!
Eğer ki bu hususta inancında tam olsan Allah'ın da sana yardımının
muhakkak ulaştığına şahit olursun.
Öteleme!
Erteleme!
Şarta bağlama!
93
Bahane arama!
Samimi ol, Allah'a yönel, Allah'tan yardım iste, Ramazan ayının yaklaştığı
şu günleri de fırsat bil, vesile kıl ve:
SİGARA İÇMEYİ BIRAK!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Sigara konusunda yazmış olduğum makaleme yapılan itirazlarda belli


oluyor ki makalemdeki ifadelerim dikkatle okunmamış.
İtiraz edenlerin düştüğü hataya maalesef birçok okuyucu düşmekte.
Sözlerimizde sigara içen bir mürşid-i kâmil olmaz diyoruz. Bunu iyi
anlayınız.
Evliyalık mertebesi nefsi mülhime de başlar. Oysaki nefsi mülhime kâmillik
değildir. Her evliya kâmil anlamına gelmez. Mülhime nefs mertebesinde olup
şeyhlik yapan, mürşidlik yapan zatlar vardır. Bir insana şeyh, mürşid ismi koymakla
o insan kâmil olmaz, kâmil kabul edilemez. Nice ehlullah vardır ki meselenin
hakikatlerini tetkik etmekte hataya düşmüşler, yanılmışlar ve o mesele hakkında
hakikatine muhalif ifadelerde bulunmuşlardır. Keşiflerini değerlendirmekte ve ifade
etmekte hata etmişlerdir. Bu konuları ilimde derinleşemeyen bilemez.
Ehlullahın mertebeleri, hataları ve bunun gibi meselelerin derinliğini ilmi
olarak izahatlarını Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin eserlerinde çok net
görebilmekteyiz.
Mürşid-i kâmillik mertebesi ise çok ayrı bir mertebedir. Her evliyayı, her
şeyh ya da mürşidi, mürşid-i kâmil olarak görmeyiniz, değerlendirmeyiniz. Aksi
halde mertebeleri karıştırmış ve hükümde hata etmiş olursunuz.
Umarım bu izahatlarım hakikatin taliplisi olan, akl-ı selim üzere tefekkür
edebilenlere bir ışık olur.

Allah en doğrusunu bilir.

Sigara Hususunda Güzel Bir Kıssa;

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Amerika kıtasının keşfinden sonra


keşfolunup bütün dünyayı saran tütün iptilâsı üzerine şu sözleri söylemiş:

Bir acayip bid’at gelmiş cihana,


Aman ha değmesin ehl-i îmana!
Duhan diye isim vermişler ona,
Tütsü verir çıksın diye îmana!

Bazı imamlar nûş edip içerler,


İçip de mihraba niçin geçerler?
Melekler istikrâh edip kaçarlar,
Şikâyet ederler varıp Rahmân’a
94
Enbiyâdan hiçbir kimse içmedi
İçin diye tembih dahî etmedi
Seleften hiç kimse alıp-satmadı,
Ticareti haramdır bezirgâna...

Kötülüğü, sıhhate zararı henüz yeterince bilinmeyip, hükmü


verilmediğinden sigaraya alışmış hem de çok sigara içen bir zat olan Şeyh
Altıparmak’ın eline bu manzûme ulaşınca, manzûmenin yazılı olduğu kâğıdı
çevirmiş o da şunu yazmış:

Ey tütüne haramdır diyen ahmak,


Niçin haram olsun bir yeşil yaprak?
Tütün yetiştirmedi mi bu mukaddes toprak?
Haram olsaydı içer miydi Şeyh Altıparmak!
ve bunu özel bir postayla göndermiş.

O gece Şeyh Altıparmak bir rüya görmüş: Rüyasında kıyâmet kopmuş,


hesaplar görülmüş, Şeyh Altıparmak da cennete girmeye hak kazananlar arasında
cennete girmiş. Kendisine yerini göstermişler, mükemmel ikramlar, serirler,
koltuklar hazır...

Geçmiş oturmuş.
Tiryakilerin canı iki yerde çok sigara istermiş. Biri; çok sıkıntılı anlarda.
Diğeri; çok huzurlu anlarda.
Altıparmak’ın da cennete varıp oturunca canı sigara istemiş. Hemen
cebinden tabakasını çıkarmış, sigarayı sarmış, ağzına götürmüş, fakat yakmak için
ateş yok.
Etraftakilere sormuş:
“–Bunu yakacağım, ateş yok mu?”
“–Yâ Şeyh! Biliyorsun burası cennet, cennette ateş olmaz. Bunu tutuşturmak
istiyorsan, bir yol cehenneme gidiver!”
O an sigara içme arzusu öyle bastırmış ki, Altıparmak elinde sigarası
cennetten çıkmış ve cehennemde sigarayı yakıp tekrar cennetin kapısına yönelmiş.
Yine o çok özlediği dumanlar içerisinde cennetin kapısına varmış, bakmış ki, kapı
kapanmış. Kapıyı vurmuş.
İçeriden seslenmişler:
“–Kim o?”
“–Ben Şeyh Altıparmak! Ben cennetlikler arasındayım! Açın kapıyı!”
“–Ne istiyorsun?”
“–Yerime geçmek istiyorum.”
“–Yâ Şeyh eğer cennete girmek istiyorsan, at ağzındaki ateşi, çünkü cennet ateş yeri
değil!”
Şeyh Altıparmak bu cevabın sıkıntısı ile kan-ter içerisinde uykusundan
uyanmış hemen abdest almış. Yetmiş defa tövbe secdesine kapanıp,
«Tövbe yâ Rabbi, tövbe yâ Rabbi!..» diye istiğfar etmiş, ondan sonra da;
«Hâlda hâldaşım, sinde sindaşım, tarikatta yoldaşım, dünya ve âhirette
kardaşım Ebussuud Efendi’ye» diye başlayan bir mektup yazmış.
95
Mektubunda; «Size gönderdiğim berbat-nâmeden dolayı sizden özür
diliyor, affınızı istirham ediyorum.» diye bu büyük âlimden bağışlanmasını dilemiş.
Bu hâdiseden sonra Şeyh Altıparmak bir daha sigara içmediği gibi
mürîdanını da sigaradan men‘etmiş.
(Lütfi Arslan)

***

Sigara konusunda yazmış olduğum makaleme yapılan itirazlarda belli


oluyor ki makalemdeki ifadelerim dikkatle okunmamış.
İtiraz edenlerin düştüğü hataya maalesef birçok okuyucu düşmekte.
Sözlerimizde sigara içen bir mürşid-i kâmil olmaz diyoruz. Bunu iyi
anlayınız.
Evliyalık mertebesi nefsi mülhime de başlar. Oysaki nefsi mülhime kâmillik
değildir. Her evliya kâmil anlamına gelmez. Mülhime nefs mertebesinde olup
şeyhlik yapan, mürşidlik yapan zatlar vardır. Bir insana şeyh, mürşid ismi koymakla
o insan kâmil olmaz, kâmil kabul edilemez. Nice ehlullah vardır ki meselenin
hakikatlerini tetkik etmekte hataya düşmüşler, yanılmışlar ve o mesele hakkında
hakikatine muhalif ifadelerde bulunmuşlardır. Keşiflerini değerlendirmekte ve ifade
etmekte hata etmişlerdir. Bu konuları ilimde derinleşemeyen bilemez.
Ehlullahın mertebeleri, hataları ve bunun gibi meselelerin derinliğini ilmi
olarak izahatlarını Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin eserlerinde çok net
görebilmekteyiz.
Mürşid-i kâmillik mertebesi ise çok ayrı bir mertebedir. Her evliyayı, her
şeyh ya da mürşidi, mürşid-i kâmil olarak görmeyiniz, değerlendirmeyiniz. Aksi
halde mertebeleri karıştırmış ve hükümde hata etmiş olursunuz.
Umarım bu izahatlarım hakikatin taliplisi olan, akl-ı selim üzere tefekkür
edebilenlere bir ışık olur.

Allah en doğrusunu bilir.

İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin Sigara Fetvası;

Büyük âlim ve mutasavvıflardan İsmail Hakkı Bursevi (K.S.) Hazretleri


Ruhu-l Beyan Tefsiri'nin 1. Cildinin sonunda kendisini anlatırken Türkçe olarak
şöyle yazıyor;
Şam'da (1700 ün ilk yılları) ikametim sırasında Muhyiddini arabi k.s.
Hz’lerinin birkaç kere adeta bizzat karşımda durdu ve bana tütün hakkında; öyle ki
halk ona yaprak (tütün) der. O bizim yanımızda pis ve haramdır. Buyurdu. (İbni
Arabi 1200, bursevi hz, 1700’lerde yaşadı) Ve şeyhim Abdulbaki hz’lerinden de
duydum ki; "Tütün içen nefsani ve şeytani bir davranış içindedir."
Yine İsmail Hakkı Hazretleri hazırladığı Hadisi Erbaiyn'in 6. Hadisi
Şerifinin Şerhinde şöyle buyuruyor: "Bir şeyin zararı asli fıtrata (yaratılışa)
dokunuyorsa diğer zararlılardan daha çirkindir. Mesela tütün gibi ki bunun zararı
doğrudan fıtrat-ı asliyedir. İbadetlere karşı bir ağırlık ve isteksizlik meydana getirir."
Ruhul Beyan'da Vakıa suresinin 43. ayet-i kerimesinin tefsirinde ise "Diğer
tefsirlerde tarif edildiği gibi bu tütün haramdır." buruluyor.
96
" ‫ "ْييﺣْول وﻈﻞﱡ‬Ayetinin manası: "Ve bir de kapkara dumandan bir gölge
içindedirler." Alacasız, düz siyah yani kapkara dumandan bir gölge var. "yahmum"
dumandır. Kamusta olduğu gibi: "Humme" den müştak yef'ulün vezninde, her
şeyden siyah manasınadır ki bu da kömürdür. Nitekim Arap, siyahlık şiddetli
olduğu zaman; "eşyede yahmumun" der.
Fakir (İsmail Hakkı Bursevi Hz. k.s.) der ki: -Bu ayette, şu asrımızda
yayılmış olan tütün içmekten tahzir (sakındırma) vardır. Çünkü bu içildiğinde,
dumanı yükselir ve içenin üzerinde gölge gibi olur. Bununla beraber içinde çokça
gaileler yani sıkıntı verici şeyler meydana gelir. Biz müptela olana Allah (c.c.)'tan
kurtuluş ve şifa dileriz. (Mevla o kişiyi ondan kurtarsın). Çünkü tütün sağlam bünye
ve sağduyulu aklın pis ve çirkin gördüğü bir şeydir ki diğer tefsirlerde de inceden
inceye anlatıldığı gibi haramdır.

SORU SORMAK VE MUHALEFET ETMEK;

Soru soran vardır, sorduğu konuda bilmediğini öğrenmek için sorar.


Soru soran vardır, sorduğu konuda bildiğini tasdik ettirmek için sorar.
Soru soran vardır, soruyu bahane ederek bildiğini dillendirmek için sorar.
Bu üç zümre içersinde ilk zikredilen zümre sorunun cevabını öğrenmek
niyetinde ve kastinde olduğundan dikkatle cevabı dinler ve heybesine koyarsa en
kazançlı kimse olur.
İkinci zikredilen zümre kendindeki cevaba odaklandığından, sorduğu
kimsenin cevabında ifade ettiği birçok inceliği anlamaktan gafil kalır ve aldığı
cevaptan kazanımı bu oranda azalmış olur.
Üçüncü zikredilen zümre ise sorusuna cevap almak niyeti ile soru
sormamış, kendi bilgisini ifade edebilmek için soru sorma işini bahane kılmış
olduğundan soruyu cevaplayanın ifade ettiği hakikatten hiç bir fayda, kazanım eline
geçmemiş olup, en büyük ziyanda olan kimsedir.
Soru, öğrenmek, bilgi edinmek için sorulur.
O halde bu niyet üzere soru soran ve hali bu olan kimse gerçekten kazanan,
öğrenen kimsedir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

İlmi hakikatler cihetinden bir dayanağı olmayan; mevcut olanın; daha iyi,
daha güzel, daha faydalı olmasını temin edecek bir kazanım getirmeyen; Allah'ın
rızasını gözetir mahiyette bir oluş ve gaye taşımayan bir ihtilafta, muhalefette hayır
olduğu söylenemez!
Bu manada olan bir;
İHTİLAF ve MUHALEFET; NEFSANİYET ve ŞEYTANİYET
üzere inşa edilmiş demektir!

Allah en doğrusunu bilir.

97
SÜNNET-İ SENİYE VE EHL-İ BEYT;

“Farz olmayan konularda Peygambere uymayla ilgili bir hususu terk eden kişi, terk
ettiği şey ölçüsünde Allah'ın sevgisinden yoksun kalır. Ya da o, tam olarak peygambere
uymadığı için Allah'ı sevmek iddiasında kendisini yalanlamış sayılır.
Allah yolunun ehline göre bir insan, bütün işlerinde Peygambere uysa ve farz
olmayan hususlardan birinde bile Peygambere uymamış olsa, gerçekte uymuş sayılmaz.
Kendisine uyup uymamanın serbest bırakıldığı hususlarda bile Peygamberin
sünnetine uymasa yine uymuş sayılmaz. Böyle bir insan Peygambere değil, kendi arzusuna
uymuştur. Bununla birlikte uyma gerçekleşmediği için zorunlu kılan nedenler de ortadan
kalkar. Bu, bizce bir kabuldür.

Allah Teâlâ Hz. Peygambere şöyle buyurur: “Ey Muhammed ümmetine de ki:
Allah’ı seviyorsanız, bana uyun.” (Al-i İmran 31). Burada Allah, uymayı bir kanıt saydı.
Hâlbuki herhangi bir konuda uymayı söylemedi. “Allah da sizi sevsin” (Al-i İmran 31). Allah
şöyle buyurur: “Sizin için Allah'ın peygamberinde en güzel örnek vardır.” (Ahzab 21). Bu
ise uyma demektir. Başka bir ayette ise “Ahdimi yerine getirin” (Bakara 40) – ki kastedilen
Allah'ı sevmek iddiasıdır – “Ben de size olan ahdimi yerine getireyim” (Bakara 40). Bu ise
Hakkı sevme iddianıza karşı O'nun da sizi sevmesidir. Allah onların doğru sözlü olmalarının
delilini, Allah'ın kendilerini sevmesi saymıştır. Allah'ın onları sevmesi ise, uymanın delilidir.
Uymak ne kadar eksikse sevgi de o kadar eksilir. Allah ehline göre peygambere uymak, eksiklik
kabul etmez. Özür ise, onu eksiltemez, çünkü özür halinde insan, herhangi bir konuda
uymadan Allah tarafından engellenmiştir. Dolayısıyla böyle bir durumda Hak onun yerini
alır.
Fütuhat c5, s396 – Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

Allah'ın rızasına ermiş kâmil bir kul olabilmek;


Resulullah (S.A.V.) efendimize zahirde ve batında uymak ile mümkündür.
Yani farzları yerine getirmekle birlikte Resulullah efendimizin sünnetlerini
de yerine getirmek gerekir.
Sünnetlerden eksiğin olduğu oranda kâmil kulluktan uzak düşülür.
Kemalattan eksiklik oranında Allah'tan uzak kalınmış demektir.
Allah'a yakınlık kapısının anahtarı (zikir yolundan)
Kelime-i tevhid
Ve
Salâvat-ı şerif (özellikle Salavat-ı fatih'i okumanızı tavsiye ederim)
okumaktır.
Bunda sayı, sınır yoktur. Ne kadar çok okursanız o kadar yaklaştırılır, lütuf
ve ihsanlara mazhar olursunuz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Allah ve Peygamberi bir işe hüküm verdiği vakit, erkek-kadın hiçbir mü’min için
kendi işlerinde muhayyerlik (seçme hakkı) olamaz. (Yani o işi yapıp yapmamakta serbest
98
değillerdir. Bilakis o işi yapmaları gerekir.) Kim Allah’a ve Peygamberine isyan ederse,
muhakkak açıktan açığa sapıklık etmiş olur.”
Ahzab 36

“Biz her peygamberi ancak Allah’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik.”
Nisa 64

“Peygamber size neyi verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise ondan vazgeçin. (Yani
ne emrederse onu yapın.)”
Haşr 7

“Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden yahut
kendilerine acıklı bir azab isabet etmesinden sakınsınlar.”
Nur 63

“De ki; “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın! Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Al-i İmran 31

“Peygamber heva ve hevesinden konuşmaz.”


Necm 3

Bu idrak açılımı ile konuya bakıldığında Resulullah (S.A.V) efendimizin


emrine uymamak halinde kişinin günahkâr olacağı hükmüne ne şekilde varıldığı
ortaya çıkmaktadır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Edeb'i terk etmeye müptela olan (alışkanlık haline getiren) kişi, sünnetleri terk etme
tehlikesine düşer.
Sünnetleri terk etmekle müptela olan kişi, farzları terk etmeye düşer.
Farzları terk eden kişi, şeratın hükümlerini hakir ve küçük görmeye başlar.
Şeratı hakir ve küçük gören kişi küfre (inkâra) düşer.
İsmail Hakkı Bursevi (K.S.)

***

Bismillahirrahmanirrahiym.
"Bilmiyorsan zikir ehline sor" Nahl - 43
Allah'ın bildirmesi uyarınca zikir Kur'an'dır.
Kur'an'ın doğru ve kâmil bir şekilde anlaşılabilmesi ise Rasulullah (S.A.V.)
efendimizin sünnet-i seniyyesini doğru ve kâmil bir şekilde anlayıp yaşamak ile
mümkün olacaktır.
Bu durumda zikir ehli, Kur’an ve sünneti bilenlerdir.

Allah en doğrusunu bilir.


99
***

Allah'ın peygamberine hıyanet edenlerin hıyanetine gelirsek, bu durum, Allah'ın


peygamber karşısındaki fiillerine dair öğrettiği edeple ilgilidir. Bu davranış emaneti
peygambere ulaştırmanın ta kendisidir. Peygamberin karşısında (sana öğretildiği gibi) saygılı
davranmadığında, emaneti ulaştırmamış, Allah'ın seni emin yaptığı bir işte Peygamberine
hıyanet etmiş olursun. Peygambere hıyanetin bir yönü de ehl-i beyt ve yakınlarını sevmek
hakkındaki talebinde ortaya çıkar. Çünkü kendilerine dönük sevgimizde Hz. Peygamber ile
ehl-i beyt müsavidir. Ehl-i beyt'i sevmeyen, Hz. Peygamberi sevmemiştir, çünkü o da ehl-i
beyt'in bir üyesidir. Bu itibarla ehl-i beyt sevgisi parçalanamaz, çünkü sevgi - onlardan
birisine değil - bütün aileye yöneliktir. Aklını bu konuya verip ehl-i beyt'in değerini iyice
anlamalısın. Ehl-i beyt'e ihanet eden insan, hiç kuşkusuz, Allah'ın peygamberine ihanet etmiş
demektir. Kim Hz. Peygamber'in sünnetine ihanet ederse, sünneti hususunda ona ihanet
etmiş demektir.
Fütuhat - c16, s36 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Ehl-i Beyt; kelime anlamı olarak ev halkı anlamına gelmekle birlikte genel
manada Resulullah (S.A.V.) efendimizin ailesi ve soyundan gelenleri (Hz. Ali ve Hz.
Fatma'dan olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in zürriyeti) ifade etmek için kullanılan
bir kelimedir.
Özel manada ise Resulullah (S.A.V.) efendimizin manevi varisi olan tüm
Allah dostları 'da ehli beyt'tendir.
Mü'min kimseler için ehl-i beyt sevgisi imanın kuvvet bulmasının
gereklerindendir.
Bizler için Resulullah efendimizin damadı Hz. Ali’nin (k.v.) ve onun
soyundan olan seyyid ve şeriflerin (ehl-i beyt) kıymeti, sevgisi ayrı ve özeldir.
Ancak şu da bir gerçektir ki, bu ümmet içinden bir zümre, bu sevgide aşırıya
gitmiş, Hz. Ali (k.v.) ye olan sevgileri başlangıçta sahih bir sevgi iken, şeytan onları
bu sevgi ile saptırmış, Resulullah efendimizin sevgisinin önüne geçirmiş, dinimizin
birçok hükümlerini ehemniyetsizleştirmiş, şeriatın emirlerini yerine getirmez bir hale
sokmuş, dinimizde yeri olmayan bir takım bid'at ve nefse hoş gelecek uygulamalar
icad ettirmiş, mü'minin ibadet için toplandığı cami ve mescitleri itibarsızlaştırmış,
ibadet için (!) cem evleri denilen bir yerde sözüm ona sazlı-sözlü, kadınlı-erkekli
karışık semah denilen, şeriatın hükümlerine uymayan bir şekil (ibadet-!-?) belirlemiş
ve böylece insanlar sapmış ve kendilerine uyanları da saptırmışlardır!
Şeytanın, birçok insanı ağına düşürdüğü türlü tuzaklardan birisi de budur.
Asılda sahih olan bir mevzuda (sevgi) aşırıya götürerek haddi aşırmak ve böylece
sahihlikten çıkararak sapkınlığa düşürmek ve saptırmak!
Ümmetin izleyeceği, takip etmesi gereken sahih, muteber yol bellidir:
Kur'an ve Sünnet!
Allah bizleri bu sahih yolda yürüyenlerden eylesin, ayaklarımızı bu yolda
muhkem kılsın.

Allah en doğrusunu bilir.

100
Şeytanın İnsanı Ehl-İ Beyt Sevgisi ile Saptırması;

“...Bu kişi, (şeytanın kendisine verdiği ilk düşünceyi) onu sahih bir asıl edinmiş, ona
dayanmıştır. Dolayısıyla, aslı elinden kaçırıncaya kadar sürekli o asıl üzerinde kafa yormayı
sürdürür. En sonunda o aslın dışına çıkar. İşte bidat ve arzularına uyanlar, böyle hareket
eder. Çünkü şeytanlar onlara kuşku duymadıkları bir ‘asıl’ verir, sonra onlara –anlamadıkları
için- karıştırmalar bulaşır, böylece sapıtırlar. Bu durum, asalet yönüyle şeytana nispet edilir.
Sapıtan insanlar bu meselelerde şeytanın kendilerinin öğrencisi olduklarını bilselerdi, ondan
uzak dururlardı.
Bu durumun en çok görüldüğü kimseler Şia, özellikle de İmamiyye mezhebidir. Cin
şeytanları, ilk önce onlara Ehl-i Beyt’i sevmek ve bütün sevgiyi onlara onlara tahsis etmek
için gelir (içlerine girer). Onlar, bunu Allah’a en yüce yakınlık sayar. Onlar, Ehl-i beyt
sevgisinden iki yola sapmıştır: Bir grup sahabeye nefret duymuş ve Ehl-i beyti öne
geçirmedikleri için onlara sövme aşırılığına varmış, Ehl-i beytin bu dünyevi görevlere daha
layık olduklarını zannetmişlerdir.
Başka bir grup ise, sahabeye sövgü saygısızlığına Ehl-i beytin mertebelerini ve
insanlara halife olmadaki önceliklerini nassa bağlamadıkları için Allah’ın peygamberine,
Cebrail’e ve Allah’a saygısızlığı da eklemiştir. Nitekim içlerinden biri şöyle iddia etmiştir:
“Emin’i gönderen emin değildi (Hz. Peygamberi gönderen güvenilir değildi ).”
Bütün bu sapmalar, sahih bir ilkeden kaynaklanmıştır ki, o da “Ehl-i Bey’i”
sevmektir. Bu sevgi, onların düşüncelerinde bir bozukluk meydana getirmiş, böylece sapmış
ve saptırmışlardır. Dindeki taşkınlığın onları neye sevk ettiğine bakınız !.. Onları sınırdan
çıkarmış ve işleri zıddına dönmüştür.
Allah şöyle buyurur: “Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlığa gitmeyin, birbirinizin
arzularına uymayın.” (Maide – 77)
Fütuhat c2, s355 – Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Konu ile ilgili sohbet kaydımıza buradan ulaşabilirsiniz.


www.youtube.com/watch?v=8-8zSsFV8Ug

ŞERİATIN ÖNEMİ;

Her kim aklını, nazari düşüncesini ve kendi delilini şeriata hakim kılmaya kalkarsa,
kendine karşı samimi davranmamış demektir. Öyle bir insanın en büyük üzüntüsü ahiret
hayatında ortaya çıkacaktır. Orada perde kalkar ve manaya tevil ettiği rivayetin hakikatini
mahsus olarak görür. Allah da ahirette kendisine dair bilginin hazzından onu mahrum
bırakır, bunun yanı sıra üzüntü ve acısı daha da katmerlenir. Söz konusu insan dünya
hayatında zahiri ifadeyi manaya tevil edip zahirin gösterdiği ve delalet ettiği anlamı
reddederek verdiği hükümdeki cehaletini gözleriyle görür.
Binaenaleyh bilgisizlik hüsranı en büyük hüsrandır!
Fütuhat c17, s175 - Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Şeriatın hükmü açıktır. Bu açık olan hükümlerin zahirini bir tarafa bırakıp
kişinin kendi heva ve hevesi doğrultusunda tevil yapması 'burada kastedilen mana
gerçekte budur' ya da 'burada şu ve şunlara böyle bir hitap vardır, bu emir biz ve
bizim gibileri bağlayıcı değildir' ya da 'bu emirler avamı bağlar, hakikati idrak

101
edenler için değildir bu hitap' gibi hakikatten uzak ve sapmış teviller yapan ve bu
tevilleri yapanlara uyanlar yarın büyük bir hüsranla karşılaşırlar.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dinimizin karışmadığı, sınırlarını belirlemediği, düzenlemediği hiçbir alan


yoktur!
Her problemin çözümü vardır!
Yeter ki kişi çözümü doğru yerde arasın ve çözümü için gerekli azim ve
samimiyet içinde olsun!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Saygısı olmayan Allah ehline itibar edilmez.”


Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

“..Şeyhlerden bir grup daha vardır. Onlarda bir savrukluk vardır ve bu şekilde
(hükümlere karşı) koruyucu değillerdir. Onların halleri kendilerine bırakılır ve kendileriyle
arkadaşlık yapılmaz.
Onlarda harikulade vb. umulabilecek olaylar gözükse bile, şeriat karşısında
saygısızlık var iken, buna itimat edilmez.
Çünkü Allah'a giden yegâne yolumuz, O'nun şeriatıdır.
Allah'ın şeriatından başka Allah'a giden bir yol olduğunu iddia eden insanın sözü
yalandır.
Binaenaleyh hali doğru olsa bile, edebi olmayan şeyhe uyulmaz.”
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

Onlar, şeriatın sevdiği bir işi kerih görürlerse mü'min sayılmazlar; mü'min
değilseler, dikkate alınacak bir tarafları yoktur.
Futuhat c18, s263 - Muhyiddin Ibn Arabî (K.S.)

***

Şeriatın bir hükmüne iman ederken, içinde onun aksini tercih eğilimi bulabiliyorsan
böyle bir imana itibar edilmez!
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Şeriatın kesin bir hükmünü kabul etse dahi içinde o hükmün öyle
olmadığına dair bir kanaat uyanıp, umum âlimlerin görüşünün ve ifadelerinin tam
zıddına şeriatın emrini heva ve hevesince yanlış yorumlamaya, yanlış
yorumlayanların bu bozuk yorumlarını kabul etmeye dair kalbinde eğilim (hastalık)
bulunan kimsenin imanına itibar edilmez.
Şeriatın açık bir hükmünü kabul etmeyen kimsenin ise zaten imanı yoktur.
102
Ey müslüman kardeşim ölçü, terazi ortada!
Bu terazide tartınca kişi imanının itibar edilip edilmeyeceğini net olarak
görecektir.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Doğru yolda olduğunu söyleyen çoktur.


Lakin hakikaten doğru yolda olan o kadar yoktur!
Doğru yolda olanın sözünün doğruluğu gittiği yolun doğruluğunca haktır.
Doğru yol, Fatiha suresinde geçen 'sırat-ı müstakim' üzere olmaktır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Tüm Nebi ve Resuller Allah'ın kendilerine belirlediği şeriata uymuş iken,


bunların gerçek varisleri olan ehlullah hassasiyet ile bu şeriata uymuş iken, bugün
birilerinin kalkıp da "kalbim temiz" söylemleri ile kadın ve erkek için şeriatın
getirdiği ölçüleri hiçe sayan yaşantı içersinde olmaları, bir de Kur'an'ı bu bozuk
yaşantılarının doğruluğuna delil teşkil edecek (kendilerine göre) tevillerde
bulunmaları bu zümrenin apaçık bir delalette olduğunun göstergesidir.
Kendi heva ve heveslerini ilah edinmiş olmalarındandır.
Malesef bozuk itikatlı bazı zümrelerin tasavvufa dair izahlarından, Kur'an-ı
kendi hevalarına göre tevil etmeye kalkan sözüm ona "hocaların, ilahiyatçıların,
mürşitlerin "sözlerine itibar edip, arkasına takılıp giden, şeriatın hükümlerinden
habersiz olan ve bu cehaletlerine rağmen bir de alim (?) kesilen zümreye karşı
dikkatli olunması gerektiğini bildirmeyi kendime bir görev addederim!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Denizin balığı helaldir. Balıklardan birisine 'deniz domuzu' adını verirsen, bu


ismin hükmü nedeniyle onun eti haram haline gelir. İmam Malik'e deniz domuzunun hükmü
sorulmuş, o da 'haramdır' demiştir. 'Fakat' o bir balıktır' denildiğinde şöyle demiştir: 'Siz
ona domuz dediniz'. Ölü eti sen sağlıklı olduğun sürece haramdır. Artık imkân ortadan
kalkıp insan mecbur kalmışsa, helal olur. Hakkın seni hangi isimle isimlendirdiğine
bakmalısın! Sen o isme aitsin. Demek ki sen sana aitsin. Çünkü (o eti) bulan da sensin, zorda
kalmış olan da sensin. Her halükarda kendinin dışına çıkmış değilsin. Sendeki hükmün bizzat
kendindendir; sen olduğunda isimlerin hükmünde bulunman kaçınılmazdır. İlahi isimlerin
hükmünde ol ki şeref sana ait olsun!”
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

***

Şeriat bir konu hakkında men ve kısıtlama getirmediği halde kişi bu konu
hakkında kendisine men ve kısıtlama getiriyor ise ve bunun sebebi, duygusal
103
davranmak, örf ve âdete bağlılık, şartlanmışlıkların tesiri, öfke, kin, kıskançlık vb. ise
bu durumda o kişi etrafına ve idrakine aşılması zor kalın duvarlar örmüş demektir.
Bu duvarları kıramadığı, aşamadığı sürece hakikati idrak edemez, gerçek
huzuru bulamaz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Din-i İslam'ı öğrenmemiş, hükümlerince amil olmamış, şartlanmışlıklardan


arınmamış, nefsaniyetten, şeytaniyetten arınmamış akıl'ın ibresi şaşmaya
mahkûmdur!
Böyle bir akıl terazisi doğru tartmaz!
Böyle bir akıl meşalesi etrafını aydınlatmaz!
Böyle bir akıl pusulası doğru istikameti göstermez!
Böyle bir aklın yolu kurtuluşa çıkmaz!
Böyle bir aklın kazancı ahiretlik olmaz!
Böyle bir aklın gözü hakikati görmez!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“İnned dine indallahil İslam” Al-i İmran 19


Meali: “Muhakkak ki Allah katında (yegane) din, İslam’dır.”

İslam olmak, teslim olmak demektir.


Allah'ın sistemine, düzenine teslim olmak, boyun eğmek, ram olmak
demektir.
Şartlanmalarından, zanlarından, vehminden, endişelerinden, kuşkularından,
vesveselerinden, inadından, takıntılarından, kurtulduğun oranda hakiki teslimiyete
ulaşabilirsin.
Bu teslimiyet sana huzur getirir, güç ve kuvvetin sadece Allah'ta olduğu
gerçeğini idrak etmeni sağlar.
Sen bunu kabul etsen de etmesen de bunun idrakine varsan da varmasan da
hakikat budur!
O zaman isteyerek, iradenle bunu bil, kabul et ve gereğini yaşa ki huzur
bulasın, afiyet bulasın.
Bu idrak birçok manevi hastalığın tedavisini sağlayan kuvvetli bir ilaçtır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Hoşgörü demek, dinin emirlerine karşı pervasızca muhalefet edene sessiz


kalmak demek değildir!
Dini itikadın bilinçli bir şekilde bozulması yönünde faaliyet gösterene sessiz
kalmak değildir.

104
Hoşgörü adı altında İslam toplumunda dinin emirleri işlevsizleştirilmeye
çalışılmakta.
Bu hakikati görmek gerek!
İnsaf etmek gerek!
İnsaf etmek demek adaletli davranmak demektir, hak edene hak ettiği gibi
muamelede bulunmak demektir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dikkat ediniz!

DİN’in

karışmadığı,
düzenlemediği,
sınırlarını belirlemediği
HİÇ BİR ŞEY YOKTUR!..

Bize düşen tüm bunları bilmek ve emrinin gereklerini yerine getirmek için
samimiyet içersinde, sabır göstererek gayret sarf etmektir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“İman nurundan kaynaklanmayan ferasete itibar edilmez!”


Muhyiddin İbn Arabi (K.S.)
***

Kişinin, farz ibadetleri yerine getirmediği halde nafile ibadetlere yönelmesi,


nefs ve şeytanın tuzağına düşmüş olduğunun ispatıdır!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kimilerinin dünyalık zevkleri için harcadıkları ve israf ettikleri miktar,


kimilerinin yaşamak için zaruri ihtiyaç duydukları miktardan çok daha fazladır!
İktisat, ihtiyacın sınırlarını gözetmekle mümkün olur!
İhtiyacı belirlemenin ölçüsü dinimizde mevcuttur!
Dinimizin karışmadığı, sınırlarını belirlemediği, düzenlemediği hiçbir alan
yoktur!
Her problemin çözümü vardır!
Yeter ki kişi çözümü doğru yerde arasın ve çözümü için gerekli azim ve
samimiyet içinde olsun!

105
Allah en doğrusunu bilir.

TEDBİR, TEŞHİS VE TEDAVİ KAVRAMLARI ÜZERİNE;

Tedbir; kelime anlamı olarak idare etme, çekip çevirme, bir işin yürütülmesi
ile ilgili muhtemel zorlukların çaresini önceden düşünme demektir.
Aldığın tedbir seni Allah'a yaklaştırıyorsa bu tedbir övülen tedbir diye
nitelenir.
Yok, eğer Allah'tan uzaklaştırıyor ise o zaman bu tedbir yerilen (kınanan)
bir tedbirdir.
Tedbir, dünya için dünya tedbiri ve ahiret için dünya tedbiri olmak üzere de
ikiye ayrılır. Elbette ki övülen ve gerçek kazancı getiren tedbir, ahret için dünya
tedbiridir.
Tedbir belli bir düzeyde ilmi birikimi gerektirir. Tedbir dinimizce tavsiye
edilmiş ve hatta emredilmiştir. Tedbir takdiri bozmaz (değiştirmez), belki tedbir
takdirin gereğidir. Kâmil kula lâzım olan tedbiri almak, vuku bulan Allah'ın
takdirine (sonuca) de rıza göstermektir. Takdire rıza, takdirin oluş şekline rıza
göstermek demek değildir.
Tedbir, ilerde vuku bulabilecek muhtemel hadiselere karşı önceden
düşünüp önlem almaktır dedik. Bu cihetle tedbir önleyici tedavi mahiyetinde
değerlendirmelidir.
Tedavi; hastalığı iyileştirmek için yapılan bakım, aksaklığı düzeltmek, hasarı
gidermek demektir.
Tedavi için harekete geçmeyi sağlayan şey ise teşhis olmalıdır.
Teşhis; tanıma, fark etme, seçme, ayırma, mahiyetini anlama, durumu
hakkında kesin kanaat sahibi olma demektir.
Tedbir tedaviden önce yapılması gereken şeydir. Tedbir gereğince yerine
getirilmediğinde çoğunlukla açığa çıkan durumu bertaraf etmek için tedavi
aşamasına geçmek zaruret arzeder.
Ancak doğru bir teşhis neticesi harekete geçilerek yapılacak tedaviden
arzulanan sonuç elde edilebilir. Teşhis doğru değil ise tedavi için yapılan
uygulamalar fayda yerine daha çok zarar getirecektir.
Tedbir, teşhis ve tedavi kavramları gerek maddi gerekse manevi anlamda
hayatımızın her alanında tefekkür etmemiz gereken ve gereğince uygulamamız
gereken kavramlardır.

Tedbir almak şart, tedbire rağmen veya tedbirsizlik sonucu vuku bulan şeyi
teşhis etmek mühim, teşhis edilen bozukluğu doğru tedavi etmek elzemdir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

“Olmuş olan, olacak olanların içinde en hayırlısıdır.”


Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

106
Olanda hayır vardır. Olanın oluş şekli mizacımıza yatkın düşmeyebilir ve bu
oluş şeklinden hoşnut olmayabiliriz. Lakin olanın kaderin cereyan edişi olduğunu
bilip olana rıza göstermek gerektir.
Olana rıza göstermek bu oluşun oluş şeklini doğuran sebepleri incelemeyi,
bundan ders almayı, bu gibi durumlara karşı ileride tedbir almayı engellememelidir.
Kemâl bunu gerektirir.
Görelim Mevlam neyler,
Neylerse güzel eyler!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Tedbir almak gerek.


Tedbir almak da takdirdendir, bunu bilmek gerek.
Takdir edilen muhakkak vuku bulacaktır, buna inanmak gerek.
Kadere iman eden huzur bulur, teslim olmak gerek.

Allah en doğrusunu bilir.

TEFEKKÜR ÜZERİNE;

Düşünmek, akletmek anlamlarına gelir.


Aklın gaye edindiği şeye ulaşmayı sağlamak amacı ile dilediği şeyi araması,
incelemesidir.
Sadece dünya ve dünyalık konusu ile sınırlı kalarak yapılan tefekkür kişinin
perdelerini kalınlaştırdığı gibi akıbeti ceza ile muhatap olmaya götürür.
Ahiret için yapılan tefekkür ise dünya ve ahiret hallerini düşünmeyi sağlar.
Bu tefekkürün getirisi ilimdir, kalp için hayattır.
Mü'min kulun gayesi, dileği Allah'a yaklaşmaktır. Allah'a yaklaşmak,
rızasına nail olabilmek, kulluğunun hakikatini ve gereğini idrak edebilmek, kâmilen
yerine getirebilmek, bu yoldaki engelleri bilmek, tanımak, onlardan salimen
korunmak gibi amacına ulaşmak uğrunda yapılacak tefekkürün meyvesi ilimdir. Bu
ilim ile amil olmak (amel etmek) kişiyi mutlulardan kılacaktır.
Günümüzde toplumumuz maalesef burada dile getirdiğimiz gayeye
ulaşmayı sağlayacak manada tefekkürden oldukça uzak kalmıştır.
Lüks ihtiyaçları karşılayabilmek uğruna girilen çalışma hayatının ağır
temposu, akabinde kalan boş vaktin boş işler ile geçirilmesi, televizyon ve bilgisayar
karşısında bir fayda elde edilemeyecek konular ile öldürülen zaman kişiyi
mutluluğun kapısını aralayacak tefekkürden alıkoymaktadır. Bu durumda insan
adeta robotlaşmakta, insan olmanın hakikatini unutmakta ve bu hakikatin gereğini
ortaya çıkarmayı sağlayacak tefekkürden bi-haber (habersiz) bir hayat yaşamaktadır.
Gerçek mü'min olabilmenin şartlarından önemli bir araçtır tefekkür etmek.
Zorunlu olarak dünya meşakkatinden uzak kalıp evlerimizde zaman
geçirmek durumunda olduğumuz şu günlerde tefekkürün anlamını, getirisini,
gereğini ve önemini bir kez daha hakkı ile tefekkür etmeye gayret edelim!
107
Allah en doğrusunu bilir.

***

Kur'an-ı Kerim'de ifade edilen geçmiş ümmetlerin durumlarına ilişkin


hadiseler, Rasulullah efendimizin ve ashabının durumlarına ilişkin hadiseler sadece
o zamanda vuku bulmuş ve o zamana ilişkin hadiseler olarak değerlendirilmemeli ve
konu bu kısıtlılıkta tefekkür edilmemelidir.
Bilakis bu hadiseler ve hadiseler karşısında takınılması gereken durumlar
her zamana hitap eden, her zaman ve durum içersinde feraset ve basiret ile tefekkür
edilmesi gereken, nihayetinde ders çıkarılması, nasihat elde edilmesi, Hakk'ın rızası
istikametinde amel ortaya konulması gereken durumlardır.
Allah bizleri feraset ve basiret üzere kılsın. Âmin.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kişinin tefekkür ufkunun genişliği, hayal dünyasının zenginliği, idrak


yetisinin sağlamlığı ve yetkinliği sahip olduğu kelime haznesinin genişliği ile doğru
orantılıdır.
Bu yüzden hakikatlere hakkıyla vakıf olmayı murad eden kimse kelime
dağarcığını genişletme azmi ve gayretinde olmalıdır.
Bu hakikatleri ifade etmekte kullanılan tasavvuf ıstılahlarına ne kadar çok vakıf
olursanız o kadar çok hakikatlere vasıl olursunuz.
Bunun içindir ki tasavvufi eserleri, makalelerimizi defaatle okuyunuz,
sohbetlerimizi defaatle dinleyiniz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Toplumumuzun dini ve manevi değerlerinden kopmasına, yozlaşmasına,


birçok akli hastalıkların, psikolojik bozuklukların açığa çıkmasına sebep olan en
büyük etkenlerden birisi de televizyon kanallarının çoğunda yer alan programlar,
diziler, filmlerdir.
Bunlar hem çocuklar hem de yetişkinler üzerinde birçok menfi (olumsuz)
etkilere sebep olmaktadır.
Öz kültürümüzden, manevi, dini değerlerimizden yoksun bırakılan,
bununla birlikte tamamen bu değerlerimizin zıddı olan batı kültürü ve yaşam
tarzının dayatılması, özendirilmesi, normal gösterilmesi toplumumuzun her bir
ferdini hızla felakete, şükürsüzlüğe, hastalığa, bayalığa, yozlaşmaya, sapkınlığa
sürüklemektedir.
Burada belirttiğimiz husus bu hastalığın sebeplerinden sadece biridir.
Doğru ve etkin tedavi ancak doğru teşhis sonrası doğru ve etkin yöntemin
uygulanabilmesi ile mümkündür.
108
Her bir fert olarak bu sorumluluğu yerine getirip, alınması gereken
tedbirleri ne kadar alabiliyoruz?
Bu mücadelede ne kadar bilinçliyiz?
Bu hususta ciddi anlamda bir faaliyetlerin yapılabilmesi için yetkilileri
uyarmak adına ne kadar duyarlıyız?
Toplum olarak geldiğimiz yer, durum ortada.
Tefekkür ve tefekkürlerimizin; teşhis, tedbir ve tedaviye dönük bir harekete
geçişine vesile olmak umuduyla...

Allah en doğrusunu bilir.

***

Duyduğu ya da okuduğu bir sözde, kelimelerin manalarını doğru ve yerli


yerince tefekkür etmeyen kimse verilmek istenen mananın dışında bir anlam çıkarır.
Bu durumda çıkarımda bulunduğu anlam sadece kişinin kendi zannıdır!
Maalesef bu anlayış hastalığı toplumumuzun büyük bir çoğunluğunda
bulunmaktadır.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kur'an-ı Kerim'de Allah birçok ayette bizlere “akletmez misiniz?”


buyurmakta. Bu hitabı doğru anlayıp doğru yorumlayabilmek için akledenlerden
olmak gerekir ki böylesi akledenler doğru, sağlıklı bir şekilde akletme yetisine sahip
olanlardır.
Hastalıklı, sakat bir şekilde akletme neticesi hastalıklı bir tefekkür ve
hastalıklı bir hüküm açığa çıkacaktır ki bu “akletme” değil, “vehmetme, zannetme”
olacaktır.
Bu vehim ve zanlar ise insanı doğruya değil yanlışa sürükleyecektir. Allah;
“zannın çoğundan sakının” derken bu tehlikeye dikkat çekmektedir.
“Akletme” ile “Vehmetme-zannetme” aynı şey olmadığı gibi sonuçları da
birbirinden çok farklı şeylerdir.
Bunun idrak edilebilmesine vesile olabilmek temennisi ile...

Allah en doğrusunu bilir.

YEMEK HAKKINDA;

Sehl b. Abdullah'a (K.S.):


- Günde bir öğün yemek yiyene ne dersiniz? denildi.
“Bu sıddik olanların yeme tarzıdır” dedi.
- Peki, iki öğün yiyenlere ne dersiniz? denildi.
“Bu mü'min olanların yeme tarzıdır” dedi.
- O halde günde üç öğün yiyenler hakkında fikriniz nedir? denildi.
“Bari ailene söyle de sana ahırda bir yemlik yapsınlar” diye cevap verdi.
109
Kuşeyri Risalesi - Abdulkerim Kuşeyri (k.s.)

"Mideyi çok şişirme, ahmaklaşırsın!


Yaşamak için ye!
Rabbine kulluk etmek için yaşa!
Yemek için yaşama!
Semirmek için yeme!
İçersine yemek konulan kapların en şerlisi midedir!"
Muhyiddin İbn Arabî (K.S.)

Aç olan insanın diğer tüm mahlukata karşı rahmeti daha belirgin ve yoğun
olarak açığa çıkar. Kendi acizliğini anlar.
Tok insan daha duyarsız olur. Mide dolunca organlar azar. Şehvet artar.
Nefsin hakimiyet alanı genişler. İbadet ve taate karşı gevşeme, üşengeçlik olur.
Dikkat dağınıklığı olur. Gaflet ağır basar. Böylece anlık tecelli eden latif sırları fark
edemez.
En çok yemenin sınırını Resulullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle beyan etmiş:
“Midenin üçte birini yemek, üçte birini su ile doldurup diğer üçte birini boş bırakın (hava ile
doldurun).”
Yine Resulullah (S.A.V.) efendimiz az yemenin önemini beyan ederek şöyle
buyurmuştur: “Farz ibadetini yapmaya belini doğrultacak kadar yemesi kâfidir.”
Hastalıkların birçoğu fazla yemekten kaynaklanır. Az yiyenler daha sağlıklı
ve dinç hayat yaşarlar.
Dinimizde ideal ölçü iki öğün yemektir. Fazlası yük ve fesada sebep olur.
Oruç sağlık için ve maneviyatı yükseltmek için eşsiz bir iksirdir.
Pazartesi, perşembe günü oruç tutmanın muazzam getirisi olur. Her Arabî
ayın başı ortası ve sonunu oruçlu geçirmek hem sünnet hem de bir çok feyz, bereket
ve ihsana kavuşmaya sebep olur.
Hz. Ömer: “Bir günde ikinci öğünü de et yemeği yiyenin aklına şaşarım”
der.
Yine Hz. Ömer: “Kırk gün geçtiği halde et yemeği yemeyenin aklına
şaşarım” der.
Aşırı ve sık et tüketimi nefsi körükler. Şehvet, hırs, saldırganlık gibi
hasletleri arttırır.
Yenilen gıdaların nev'ine göre kişide bir ahlaki yapı oluşur. Helal lokma
yemek yaptığın ibadetten haz duymanı sağlar. Haram karışmış ise kişinin kalbi
kararır. Kulluk görevlerine yönelmek ağır gelir. İbadetten lezzet almaz. Latif
hakikatleri görüp idrak etmesi mümkün olmaz.
Fiziksel bir rahatsızlığın, hastalığın yok ise susamadıkça su içme! Su, gaflet
yapar, uyku yapar, ibadetlere karşı isteksizlik hasıl eder.
Tok mide ile yatmamaya, yatarken su içmemeye dikkat eden kimse
uykusundan dinç kalktığı gibi, gece ibadetine kalkmakta zorlanmaz. Rüyalarını
hatırlar. Manevi rüyalar görür.
Dışarıdan mümkün olduğunca yemek yemekten uzak dur! Evinde yemeye
ya da evinden getirdiğin gıdaları yemeye gayret et.
Evde yemek yaparken yemeğe sevgini, muhabbetini, şifanı, himmetini,
pozitif düşüncelerini kat ki bu yemek şifa olsun, huzur getirsin. Kötü ahlaka sahip

110
bir kimsenin yaptığı yemeği yemek, ya da kişinin yemek yaptığı sırada olumsuz
düşüncelere sahip olması (öfke, hırs, haset vs. gibi) hali ile hazırladığı yemeği yemek
hastalık yapar, yiyenin vücut dengesini bozar, maneviyatını etkiler, tahribat yapar,
yaptığı ibadetlerden zevk alamamasına sebep olur.
Vel hasılı bu konuda edilecek çok kelam var lakin biz bu kadar ile yetinelim.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Dışarıdan aldığın ekmeğin, içtiğin çayın, kahvenin, lokantada yediğin


yemeğin vs. tüm bu gıdaların üretim aşamasından tutun da hazırlanıp önünüze
gelinceye kadar türlü safhalardan geçişte bu aşamalarda dahli olan her bir insanın
halinin, ahlâkının bu önünüze gelen gıdada müspet ya da menfi tesirleri olduğunu,
bu yüklenen tesir cihetiyle de size olumlu ya da olumsuz bir aksi olacağını yani bu
tesirlerin sizin haliniz ve ahlâkınızda bir tesir açığa çıkaracağını hiçbir zaman
unutmayın!
Bunun için tüm ihtiyacınız olan alış-verişleri yaparken, dışarıdan yemek
yerken, çay içerken bu hakikatleri göz önüne alarak seçici ve hassas davranın.
Besmelesiz bir iş yapmayın.
Araştırma, seçenek hakkı bulamadığınız zaruret halinde almak, yemek
durumunda kaldığınız şeyler üzerine besmele çekerek elinizi uzatın ve "Allah'ım bu
şeyi benim hakkımda hayırlı ve bereketli eyle, Sen'in rızan yolunda kullanmamı
nasip eyle, bu şeyden daha hayırlı ve bereketli olanları bana ulaştır." diye duada
bulunun.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Kişinin;
Hikmetleri göremeyişinin,
İbadetlere istekle yönelemeyişinin,
Yaptığı ibadetlerden lezzet alamayışının,
Çoğu zaman doğru ile yanlışı ayırt edemeyişinin,
Günahlardan uzak duramayışının,
Dualarına icabet olunmayışının,
Sebeplerinden biri de yediği, içtiği şeye dikkat etmeyişi yani haram ve
helalliği hususunda dikkatsiz olması ve midesini çok doldurması yani bulduğunu
yemesi, yediği zaman ölçüyü gözetmemesidir!

Allah en doğrusunu bilir.

***

Yediğimiz içtiğimiz şeylerin dini açıdan, sağlık açısından uygunluğunu iyi


denetleyelim.

111
Çünkü mideye giren şey helal değil ise ne ibadetten zevk alınır, huşû
duyulur ne dualarımıza icabet olunur ne sağlıklı düşünebilir, faydalı tefekkür
yapabiliriz, ne de sıhhatli yaşayabiliriz.

Allah en doğrusunu bilir.

***

Sıkıntı, hastalık halinde olan kul, Rabbine daha yakın olduğu gibi, böyle bir
kimsenin ziyaretinde bulunup ihtiyacını gideren kul da bu fiilinden dolayı Allah'ı
razı eder.
Kul'un ve kulluğun hakikati acizlik, horluk, ihtiyaç sahibi olmaktır.
Her kim ki bu hal üzere olur, o kimse Rabbine yakın olur.
Hastalık ve sıkıntıya düşmüş kimse bu aczinin idrakine vardığı ölçüde
Rabbine yakınlık kurar.
Rabbine yakın olanın duası makbul olduğu gibi, Rabbine yakın olanın
duasında yer almak da o duada yer alan adına rahmettir!
Bunun içindir ki hastayı ziyaret, ihtiyaç sahibi düşkünün ihtiyacını
gidermek önemli, Hak Teâlâ’nın rızasına ermeye vesiledir.

Allah en doğrusunu bilir.

112

You might also like