You are on page 1of 148

Hayat

■j /-A O*
| 's §
zUj |C9

TARİH MECMUASI
O
uı E~
Bu sayıda neler var

Ali Münif Bey’in Hâtıraları . . . . ................... 4


Osmanlı Tarihçilerinden Seçmeler: Âşıkpaşa-zâde . 12
XVI. Yüzyılda İ s t a n b u l .................................... 18
İstanbul’da Millî M ü c a d e le ................................ 23
Titanik F a c i a s ı ............................................... 28
Feza Çağı B a ş l a d ı ........................................... 35
Yusuf Bey’in D ü n y a s ı .................................... 41
Eski Spor Kulüplerimizin Tarihi: Fenerbahçe . . . . 48
Tarihe Akan Bir Ay . , ................................ 57
Türkiye K a l e l e r i ........................................... 58
Sivas Kongresine K a t ıla n la r ............................. 60
60 Yıl Önceki T ü r k i y e .................. ... . . . . 62
Arkeoloji M ü z e s i ........................................... 64
Büyük Hun İmparatoru A t t i l a ......................... ... 67
Saltanat K a y ık la r ı........................................... 72
Dünyada ve Türkiye’de Nüfus S a y ı m ı .................. 77
Adriyatik F a c i a s ı ........................................... 80
Karadeniz C i n a y e t i ....................................... 84
«Türkiye’de Gençlik Hareketleri» Mansiyon Kazandı . 86
Üç Mezar Taşı, Üç H i k â y e ................................ 87
Ülkeler ve İ n s a n l a r ........................................ 90
K a rik a tü r...................................................... 94
Kitaplar A r a s ı n d a ........................................... 96
Tarih Postası ............................................... 97

İMTİYAZ SAHİBİ: BASILDIĞI YER:


» T A R İH Şevket RA0 0 Tifdruk Matbaacılık Sanayii
M E C M U A SI A. Ş. Basımevi - Divanyolu
NEŞRİYAT MÜDÜRÜ: Türbedar Sok. No: 22, İstanbul
Aylık Kültür Yılmaz ÖZTUNA TEL: 27 95 10 (5 hat)
Mecmuası MESUL ABONE:
1 Eylül 1969 Yıl: 5 Cilt: 2 YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: Bateş Bayilik Teşkilâtı. Ca-
Orhan Ş. YÜKSEL ğaloğlu-İstanbul TEL: 27 61 10
Sayı: 8 Sıra: 56
Yazan: Taha Toros

Hâtıralarını okuyacağınız Ali Münif, eski Zaman zaman kendisi başından geçenleri
bir ittihatçı ve Nafıa Nâzındır. Yıllarca me­ bana anlatacaktı. Ben bunları dinleyip ka­
bus olarak Adana’yı bihakkın temsil eden leme alacaktım. Nitekim, işe böyle başla­
bu zat, kendisini tanıyanlarca teslim edilen dık. Ben daha çok dikte ettirmesine ehem­
müstesna bir karaktere sahipti. miyet veriyordum. O ise, beni dinledikten
Ali Münif, İstibdad idaresine isyan eyle­ sonra yazdıklarımı okutmakla iktifa ederdi.
yen bir babanın çocuğu olarak Mülkiye Kendisi yaşça ihtiyar, fakat kafaca eşi görül­
mektebinde okurken, ilk defa kurulan giz­ memiş bir dinçliğe sahipti. 1940 yılında baş­
li cemiyetin başına geçmiş, Paris’tekilerle ladığımız bu hatıratın sonunu, 1950 yılı so­
münasebete girişmiş, Zabtiye Nezareti'nde, nunda alabildik.
Bâbıseraskerî’de günlerce hapsolunmuş, bu
zindan hayatının verdiği tstırap ve korkudan
yılmıyarak İttihat ve Terakki’nin resmen te­
şekkülüne kadar, kellesi koltuğunda mesaisi­ Hâtıralarını anlatmaya istekli bulunmadı­
ne feragat ve mahrumiyet içerisinde devam ğı günler çok oldu. O gün susardı. Daim«
eylemiş bir komiteci idi. kendisinin anlatmaya arzulu bulunduğu to­
Meşrutiyet’in ilânı arifesinde, Rumeli’de rnanı seçerdim. İlk defa 1940 yılında Cey­
baş kaldıran hürriyet kahramanlarına — Köp­ han kazasına yakın bulunan çiftliğinde bu
rülü Kaymakamı iken — iştirak ederek hal­ hâtıraların tesbitine başladık.
kı bu dâva uğrunda irşad etmiş ve Meşru­ Son sene içerisinde hâtıralarını uzun uzun
tiyet’in iadesi bahsinde saraya ilk telgrafı
ve hattâ birçok yerlerini tekrarlıyarak an­
keşide eyleyen mülkiye âmiri olmuştur.
latması — ne yalan söyliyeyim — içime, /<”
na akıbetinin yaklaştığı hissini veriyordu-
Nitekim, hâtıratmın son kısmını anlatıp, ne­
dense Malta esareti kısmına tekrar avdet
Meşrutiyet’te mebus, vali, müsteşar, Cebe- eyliyerek bir, iki noktayı ilâve eylemesinden
lilübnan mutasarrıfı, Nâzır, Nâzır Veki­
sonra İstanbul’a gitti. 3 ocak 1951 tarihinde
li ve nihayet Malta sürgünü olan Ali Mü-
kanser ameliyatını müteakip Teşvikiye Sağ­
nif'in geniş hâtıralarını yazmayı, ilk olarak lık Yurdu’nda bu fâni dünyaya, tecrübe göt­
1940 senesinde düşünmüştüm. Beni evlâdı
müş gözlerini kapadı.
gibi severek teveccüh gösteren bu büyüğümüz,
düşüncemi şöylece kabul etti: Taha Toro*

4
n J EGENAĞA lâkabıyle tanınan ailemiz aslen harrirliği gibi vazifelerde bulunmuş ve bilhassa
Anamur'ludur. Eski Anamur Beylerinden biri­ halk tarafınan Bâbıâlî'ye aksettirilecek şikâyetleri
nin yerine kaim olacak çocuğu bulunmadığından, kaleme almakla meşhur olmuştur.
yeğenini halef olarak büyütmesi ve ölümünden son­ Edebiyatın bilhassa hiciv sahasında behresi olan
ra bu çocuğun, yerine bey seçilmesi halk arasın­ babamın başına ne gelmişse, kalemi yüzünden
da (Yegenağa) olarak isimlendirilmiştir. Ceddi­ gelmiştir. Kozan Aşar Müdürlüğü ile Adana Mec­
miz bu Yegenağa'dır. lisi Umumî Başkâtipliğinden azillerinde, o devre
Derebeylik mücadelelerinin cilvelerinden olarak uymayan serazad kaleminin suçu bulunmakla be­
bir buçuk asır evvel Adana'ya yerleşen (Yegen­ raber, Meşrutiyet'e mütekaddim yıllarda bir mu­
ağa). memleketin bilhassa nükteleriyle tanınan tasarrıflığa tayini derdest iken, Dahiliye Nazırı
bir ailesinin üremesine vesile vermiştir. Memduh Paşa’nın durdurması da hep kaleminin
Babam Yegenağa zade Hakkı Bey, eski edebi- ve kelâmının yüzündendir.
yat kitaplarında (Adanalı Hakkı) namiyle şöhreti Ne tuhaftır ki, vatan ve hürriyet mevzuunda
olan bir şairdi. 1853 tarihinde Adana'da doğmuş, Adana'da yeni fikirli bir adam olarak maruf bu;
muhitinde hususî surette tahsil gördükten sonra, lunan Hakkı Bey, 23 yaşında iken ilk darbeyi, yine
devrin icabatına •uyarak memuriyet hayatını ihti­ Vatan ve Hürriyet mücahidi olan Vali Şair Zıyâ
yar eylemiştir. Maişet kaygusıyle bu mesleğe gi­ Paşa'dan yemiştir! Talihin bu garip cilvesi baba­
ren babam, şiirle uğraşmaktan da hâli kalma- mın kalemini susturamamış, hatta onun mücade­
len hayatında bir kuvvet olmuştur.
™ Kozan'da Aşar Müdürlüğü, Adana'da Meclisi İda­ Şair Zıyâ Paşa 1878 yılında Adana’ya vali ola­
re Başkâtipliği. Vilâyet Gazetesi Müdür ve Mu­ rak geldiği zaman babam pek genç bulunuyordu.

5
O yıllarda Adana'da babam gibi edebiyatla İşti­ lup Hakkı Beyin vazifesine nihayet vermek isti­
gal eden üç dört genç vardı. Şair bir Valinin, yordu. Fakat bir bahane bulmak lâzım. Nihayet
bahusus Zıyâ Paşa gibi Şark ve Garp edebiyatına vesileler, fırsatlar Valiyi fazla intizarda bırakmadı.
vakıf, hürriyet mücadelesinde çalışan bir kalem O yıl Çukurova'da büyük bir kuraklık olmuştu.
sahibinin Adana'ya gelişi babamla birlikte bütün 1303 kurağı diye anılan bu uğursuz senede. Çu­
gençleri sevindirmişti. Şair Valiyi İki günlük me­ kurova ziraat hayatında görülmemiş bir kıtlık zu­
safeden karşılamak İçin yapılan hazırlıklarda bil­ hur etti! Her taraftan ianeler toplanıyordu. Hal­
hassa vazife alan babam, kafileye karışarak Po­ kın hamiyetini tahrik sadedinde vilâyetin resmî
zantı'ya kadar atla gidip istikbalinde bulunmuştur. gazetesi olan (Seyhan) da bu mevzuda makaleler
Vali Zıyâ Paşa, kendisinin Vilâyet hududunda yazılması tensip edilmişti. Babam, bu mevzuda
karşılanmasına pek memnun olmakla beraber, yol — Valinin arzusu üzerine — bir makale yazmıştı.
yorgunluğunun tesiriyle olacak, tavrında bir asa­ Bu makalede ahali ianeye davet olunmakta İdi.
biyet sezilmlştir. Karşılamada Adana'nın genç şa­ Böyle bir makalenin başında Padişaha dua yazıl­
irleri Zıyâ Paşa için hazırladıkları kudumlyeleri ması unutulduğu bahanesiyle Vali, babamın vazi­
birer birer övmüşlerdir. Sıra Hakkı Bey'e geldi­ fesine son verdi. Bu hâdise karşısında kafasına
ğinde, Zıyâ Paşa gereği gibi iltifat göstermedi­ ve kalemi sayesinde gıyaben edindiği dostlarına
ğinden — esasen hassa ve serlüinfial olan — güvenen babam İstanbul'a gitti.
babam, bir fırsatım bulup kafileyi terk ederek O zaman Adana'dan İstanbul'a Mersin’den de­
Adana’nın yolunu tutmuştur. niz yoluyle gidilirdi. Bilâhare babamdan dinledi­
Valinin şehre girişinden evvel yetişen Hakkı ğime göre, vapurun, Namık Kemal'in mutasarrıf
Bey, yolda kudumiyeslnl hicviyeye tahvil ederek bulunduğu Rodos'a uğramasından istifade ederek,
taraftarlarıyla birlikte gece yarısı, şehrin göze büyük vatan şairini de ziyaret eylemesi her iki
çarpan büyük binalarının duvarlarına kömürlerle taraf için meserreti mucip olmuştur. Oğlu Ali Ek­
meşhur hicviyesini yazmıştır. Bu hicviyenin son rem ile zaten tanışır ve sevişirlerdl. Bu tanışık­
satırı, aynı zamanda Zıyâ Paşa'nın Adana'ya gel­ lık 1884 yılında Namık Kemal'in damadı hemşeh­
diği tarihleri ebcedle ifade eylemesi bakımından, rimiz Rifat Beyin (eski Ayan Reisi Menemenli
dillere destan olmuştur: Zade Rifat) Adana'da Defterdar bulunduğu sırada.
Ali Ekrem Beyin hemşiresini ziyaret için buraya
Ziyası kalmadı mülkün, gelince Paşâsıl
gelmesiyle başlamıştı. Ali Ekrem bu vesile ile
Bir gün sonra sabahleyin şehre araba ile giren Adana'da uzun müddet kalmış ve edebiyat mu-
Zıyâ Paşa, duvarlardaki iri harflerle yazılmış ga­ hlbleriyle dost olmuştu.
rip hicviyeyi okumuş, dehşetli surette sinirlenerek Vapurun Rodos Adasında durmasından faydala­
faillerinin aranmasını emreylemiştir. Diğer taraf­ nan babam, hükümet konağına giderek Namık Ke­
tan, bu hicviyenin son satırının ebcedle sanatkâ- mal’i görmüş. Büyük şair ismini söyleyince — oğ­
rane bir surette tertiplenmesi karşısında sükûtu lunun arkadaşı olduğunu anlayarak — derhal ha­
muhafaza ederek, yalnız mürettiplerini öğrenmek tırlamış ve hüsn-i kabul göstermiş. Sohbet esna­
istemiştir. sında Namık Kemal, babama azil sebebini sual
Şair Hakkı Beyin adı, o günden itibaren, Zıyâ edip, yazdığı makalede padişaha dua faslını unut­
Paşa'nın sinirine dokunduğundan, bir fırsatını bu­ tuğu cevabını alınca, hemen odacıyı çağırıp ke­
lup Sultan Hamid'e düşmanlığından bahisle, ken­ şide edilmek üzere bu sabah yazılan telgrafın pos­
disini Âşar Müdürlüğünden azletmlştir. taneye tevdi edilip edilmediğini sormuşl O devir­
Hattâ babam bu yüzden kısa bir müddet mev­ de bahanelerin ne badireler doğuracağını belirten
kuf dahi kalmıştır. bu hatırayı babam, zaman zaman hikâye ederdi.
Babam, Zıyâ Paşayı iki cephede mütalâa eder­
ADANA İDADİSİNİN İLK TALEBESİ
di. Bilhaşsa şairliğini baha biçilmez olarak tav­
VE AYRILIŞ
sif eylerdi. Nitekim, mağduriyetine sebep olma­
sına rağmen, ona büyük bir şair olarak inanırdı. Adana Valisi Abidin Paşa'nın himmeti, halkın
Hattâ öldüğü gün. Zıyâ Paşa'ya büyük bir cenaze İane ve gayretiyle Seyhan kenarına Askerî idadi
merasimi hazırlayanlar arasına o da katılmıştı. olarak yapılan büyük taş bina 1888 senesinde Ada­
Dinî merasim sırasında, İmam ahaliye dönerek: na İdadisi ittihaz edildi. Memlektin ilk idadisinin
— Ey cemaat! Bu adamı nasıl bilirsiniz? Suali­ İlk talebelerinden biriydim.
ne karşı babamın: 1889 yılında, mektebin İkinci sınıfında iken, ba­
— İyi bir şair biliriz! diye yüksek sesle cevabı bamın Gelibolu Mutasarrıflığı Tahrirat Müdürlü­
meşhurdur. ğüne tayini dolayısıyla ev değiştirdik. Bu nakil­
Babam hakkında reva görülen ikinci azil mua­ den faydalanarak, İstanbul'da Mühendishanel Şa­
melesi de Adana Valisi Haşan Tahsin Beye mü­ hanede okumak yegâne gayemdl. idadide riya­
yesser olmuştur! 1887 senesinde Haşan Tahsin ziyem kuvvetli idi. Mühendis olmayı bu bakım­
Beyin Valiliği sırasında babarfı yine Meclisi İdare dan İstiyordum. Riyaziye hocamız ve hemşerlmi*
Başkâtibi idi. Vali her tayin olunduğu vilâyete Nabi Beyin (1) bu mektepte okumuş olması ve
Başkâtip olarak adamlarından ve sırdaşlarından
birinin de beraber getirdiğinden, bir fırsatını bu­ (1) Nabi Menemencioğlu (1856 - 1938)

6
ah Münif Bey, II. Meşruüyet yıllarındaki bir törende.

bu mesleğin istikbali hakkındaki cazip hasbıhal­ ziyaret ettik. Babam, Adana idadisi 2’nci sınıfın­
leri beni mühendisliğin cazibesine kaptırmış da okuduğumu, Mülkiye idadisine vermek istedi­
ğini söyleyince Şeref Bey, kekeme lisaniyle beni
gibiydi! ,' , imtihana tabi tuttu. Umumî mahiyette birçok su­
Gelibolu’ya babamın yanına gidince vaziyet de­
ğişti Mutasarrıf Haşmet Bey (Sadrâzam Kâmil aller sorduktan sonra, elime bir tarih kitabı tu­
Paşa’nın oğlu. Hikmet Bayur'un babası) ile tuşturdu. Bir sayfa kadar okudum. Diğer sayfayı
babamın muarefeleri derinleşmişti. Benim tahsil çevirirken durmamı işaret etti. Okuduğum son
vaziyetim hakkında hasbıhal ederlerken Mutasar- cümledeki (Ahvali umumiye) terkibinin neden (ah­
r,f Bey Mülklye-I Şâhaneyl tavsiye eylemiş. Mu­ vali umumî) olmayıp tenisi) şekilde (ahvali umu­
maileyh esasen Mülkiyeli olduğundan, bu tavsiye­ miye) tarzında yazılıp okunduğunu sordu. Bilme­
siyle intisap eylediği mesleğin o zamanki kıyme­ diğim için cevap veremedim. Sualini tavzih et­
mek istedi. (Hal) müzekkerdlr, (umumiye) müen-
tini belirtmek istiyordu.
nestir, niçin? diye sordu. Sonra kendisi sualin
MÜLKİYEYE GİRİŞ cevabını verdi:
Gelibolu'daki evimize indiğimiz gece babam, Müzekker kelimeler, terkiplerinde sıfat alırken
Mutasarrıf Beyin tavsiyesini cazip bir şekilde an­ cemi yapılmışlarsa müennes olurlar...
lattı Bir gün sonra elimden tutarak, beni Haş­ — Hakkı Bey, mahdum efendiyi idadi birinci sı­
met Beyin huzuruna çıkardı. Mutasarrıf hayli il­ nıfa alacağız, dedi. Ben mutlaka 2 ncl sınıfa gir­
tifattan sonra Mülkiye Mektebini sena eyledi mek istiyordum. Fakat (Ahvali umumiye) birinci
Bir müddet sonra Mülkiyeye girmek üzere ba­ sınıftan başlamamı icap ettirdi!
bamla İstanbul’a geldik. O zaman Mu klye Mekte- MÜLKİYE-! ŞAHANEYE GEÇİŞ
hlnIn üc Sımfı idadi, iki sınıfı âlî kısmı vardı.
Mülkiyenin 4 senelik tâli kısmını arızasız ik­
Asıl Mülklye-I Şahane âli kısım idi. Mektebe gir­
mal ettikten sonra, âlî kısma yani Mülkiye-i Şâ-
diğim sene İdadi dört, âli kısım üç yıla Çıkartıldı.
hâneye girecektik. İmparatorluğun her idadisin­
Mülkiyeye ilk gittiğimiz günü hiç unutman^ Doğ­
den Mülkiyeye girmek üzere birçok talebeler gel­
ruca İdadi kısmı Müdürü Abdurrahman Şeref Bey.

7
di. Mektebe yalnız 40 kişi alınacaktı. Taliplerin bulunan arkadaşlara kendilerini tanıtmasını teklif
fazlalığı karşısında mektep idaresi, İdadi mezun­ eyledi, ilk evvel kendisini tanıttı: Ben Cavit (Se-
ları arasında İmtihan açmaya karar verdi. Mülki- lânik), hepimiz karşılıklı tanışmalardan sonra
yenin tâli kısmından mezun olan bizler, bu kara­ tahsil hayatımızın samimiyet ve uhuvvet içersin­
ra itiraz eyledik. Zira, biz esasen Mülkiyenin de geçmesine dua ettik.
idadisinden mezun olduğumuzdan, âli kısma bilâ Mülkiyeyi ikmalden sonra da bu çatı altında
imtihan girmemiz lâzımgelirdi. Arkadaşlarla gizli birlikte feyz alanların memleket hizmetinde yar­
bir toplantı yaparak bu İmtihana girmemeye ka­ dımlaşmaları lüzumu — devrin icabatına göre si­
rar verdik! Boykotumuzu, imtihan günü Sultanah­ yasî bir mânaya gelmemek üzere — belirtildi.
met Camimin civarındaki parkta toplanmak sure­ Mülkiye-i Şâhâne’de geçen üç yıllık tahsil ha­
tiyle izhar eyledik, içimizden bir grup seçerek yatımızda birçok bâdlrelere maruz kaldık. Takip
mektep müdürüne gönderdik. Ben bunların içer­ ve tevkif olunduk. Parasız kaldık. Fakat, imanı­
sinde bulunuyordum. mız, vicdanımız bizi tuttuğumuz yoldan ayırmadı.
Müdür Abdurrahman Şeref Bey'in odasına gir­ Bunları sırası geldikçe anlatacağım.
dik. Mülkiye Tâli (idadî) kısmı müdürü olan Şe­ İlk senelerden beri ben Fârisî ve Arabîyi iler­
ref Bey, o yıl terfian Âlî kısım müdürü olmuştu. letmeye çalıştım. Günün birinde Avrupa’ya firar
Müdürün yanında imtihan heyeti toplanmıştı. He­ zorunda kalırsam, lisandan müşkülâta uğramamak
pimiz mülkiye tâlî kısım mezunlarının imtihana için Fransızca’ya da ehemmiyet veriyordum.
tabî tutulmasının yersizliğini ve tâlî kısmın esa­
sen mülkiyenin kendi malı bulunduğunu, ve bu EDEBİYAT VE FELSEFE MERAKI
idadinin hikmeti vücudunun. Mülkiye Âlî kısmına Fransızca'yı ilerlettikçe, büyük edebiyatçıların
talebe yetiştirmek olduğunu ısrarla İddia eyle­ eserlerini okumak hastalığına tutuldum. Birçok­
dik. Ricamız kabul olunmadı. larını tercüme etmek hevesi, mukavemeti güç
istibdad rejiminin en şiddetli bir devrinde mek­ bir arzu halinde beliriyordu. Türkçe dîvân ve tarih
tep idaresine karşı protestolarda bulunarak he­ merakım da had safhaya gelmişti. Edebiyatla da
pimiz Sultanahmet parkına döndük. O gün imti­ iştigale başladım. Babam Şâir Hakkı Bey, bu me­
han yapılamadı. Boykotumuzun müessir olduğu rak ve meylime fevkalâde hiddet gösteriyordu.
ümidine düşerek seviniyorduk. Bir aralık mektep Edebiyata karşı olan şevkimi kırmak istiyordu.
idarecileri talebe mümessillerini davet ederek, Yazdığı mektuplarda şöyle diyordu: .Edebiyatla
hareketimizin isyan mahiyetinde telâkki edilece­ sakın uğraşma! Kendini devrin terakki icabatı ile
ğini, Dersaadette böyle bir vaka zuhurunun fena alâkalı mevzulara ver... Bugünkü günde fen işle­
akıbetlere müncer olabileceğini telkin etmek is­ rini bırakıp edebiyatla iştigal etmek, modern si­
tediler! Hakikat şudur ki, o senelere kadar İm­ lâhlar dururken, çakmaklı silâh kullanmaya ben­
paratorluğun hiçbir şehrinde, böyle bir talebe nü­ zer...»
mayişi vukubulmamıştı. Babam, edebiyatla meşgul bir adamdı. Onu,
Mektep idaresi ile iki gün münakaşadan son­ kendi iştigal sahasından gayri memnun görmek,
ra, bazı arkadaşlarımızın mütavaatı yüzünden, beni de bu mevzulardan kaçındırmaya sevk eyle­
mukavemetimiz kırıldı. Naçar, elebaşı olan biz­ di. Fakat ne de olsa felsefe merakım, İlmî me­
ler de heder-i istikbal endişesiyle imtihanlara ka­ totlarla sistemlere olan hevesim İçimi yakıyordu.
tılmaya mecbur olduk. Bu ateşledir ki, mektepte iken Spencer'in (Edu-
imtihan mefhumu, insanı heyecana ve bazen cation) adlı eserini tercüme ederek (Terbiye-i
ümitsizliğe düşüren düşünceler içersinde bırakır. ilmiye) adiyle neşreyledim. Bu kitap hayatımda
Hayatımda bu imtihan kadar hâtırasını, heyeca­ neşreylediğlm ilk ve son kitabimdir. Daha sonra­
nını unutamadığım bir eşini bilmiyorum. Muvaf­ ları birçok eserler kaleme aldımsa da ya ikmali­
fak olanlardan 40 kişi mektebe alınacaktı. (Ya­ ne muvaffak olamadım veya neşrine lüzum görme­
rabbi!) diyordum. Bari bu İmtihanda 40’ inci ola- dim. Terbiye kitabını öyle bir heyecanla neşret-
bilsem! miştlm ki, o çocukluk günlerimin tatlı raşelerlni
İmtihan sükûnetle geçti. Neticesi tahtaya asıl­ düşündükçe şu darbımeseli tekrarlarım: «Zaman
dı. Birincilikle kazandığımı görünce gözlerim ya­ olur ki, hayali cihan değer!...»
şardı. ikinci ya Hasan Tahsin (1) veya Cavit (2)
idi; İyice hatırlayamıyorum. MÜLKİYEDE İLK GİZLİ TEŞEKKÜL
O gün yurdun muhtelif köşelerinden gelip im­ Mütkiyede İrfanımız arttıkça, Avrupa'ya kaçan­
tihan kazanan arkadaşlar, Mülkiye-i Şâhâne'ye ların çıkardığı risaleleri okumak, istibdad idare­
yerleştirildi. Birçoğumuz tanışmıyorduk, imtihanı sine karşı yakınlarımız arasında münakaşalar
kazananlar hep bir arada yemek yediler. Fasul­ yapmak bir sevk-ı tabiî haline gelmişti. Bunu e-
ye ile pilâvdan ibaret olan bu yemeği birbirimi­ mekleme halinde bir siyasî hareket olarak vasıf­
zin yüzüne bakmadan, birbirimizle konuşmadan landırmak da caizdir.
yedik. Yemek sonunda zayıf nahif bir talebe aya­ Fakat, hafiye bolluğu karşısında en yakın dos-
ğa kalktı. Hepimizin yeni bir hayatın basamakla­
rında olduğumuzu, yıllarca bir arada tahsil ede­ (1) Profesör Haşan Tahsin Ayni,
ceğimizi, şimdiden tanışmak için, herkesin hazır (2) Maliye Hâzırı Cavit.

8
tunuzla dahî, dertleşmenin imkânı olmadığı bir Hakikaten var mıydı? Yoksa hafiyeler böyle bir
devirde yaşıyorduk. Her insan ancak vicdaniyle cemiyetin mevcudiyetini işaa ederek mülâyim
konuşabiliyordu. Mektepler ve toplu yaşayanlar karşılayanları mı tespit etmek istiyorlardı? Zih­
bir tedhiş havası içersinde bulunuyordu. Hafiye nim bu gibi karışık suallerle dolu iken gece ya­
teşkilâtı sistemli surette çalışıyor, iki kişi ara­ rısı odama döndüm. Münif ben gelince uyandı.
sındaki gizli konuşmaların mahiyetini öğrenecek Biraz yokladım. O, bir takım felsefe kırıntılarını
kadar dessas ve hiylekâr davranıyordu. tekrarlayarak işi Allaha döktü! Hattâ Allahı İn­
Kimse kimsenin samimiyetine güvenemiyordu. kâra sapacak kadar garip görüşler izhar eyledi.
Herkes yekdiğerini şüpheli gözlerle görüyordu. Görüşmemiz kapalı kaldı. Uyku girmeyen gözle­
Dert var, dertli var, dertleşme yoktu! rim şafak sökmesini bekledi. Gece yarısından
İstihbarat zayıf, tecessüs yasaktı. Herkes za­ sonra Münif’in kalkarak lâmbayı yakıp yatağının
hiren bir disiplin altındaymış gibi hareket edi­ içinde bir şeyler okuduğunu gördüm. Bir müddet
yordu İdareye karşı içten İçe kaynayan fikirler, sonra zikre başladı. Biraz evvel Allahı inkâra ka­
bir sel olmaktan uzaktı. Biz bu fikirlerin damla­ dar varan dostumun gece «Allah Allah» diye zik-
lar halinde damlamasına bile razı idik. Herkes reylemesini garip buldum. Birgün sonra bu du­
aynı dertle malûldü, fakat kimse kimseye bunu rum tekrarlandı. Artık, gündüz halkın aleyhine,
açamıyordu. gece lehine yapılmakta olan bu tezahür benim
Bir gün hemşerim, sınıf arkadaşım ve adaşım büsbütün tecessüsümü artırdı. Okuduğu kitapla­
Tarsuslu Münif'i bu mevzuda yoklamak istedim. ra baktım. Siyasî eser vehmine kapılarak sevin­
Onunla Sirkeci'de bir han odasında yatıyorduk. diğim bu eserler, meğerse bir tarikata ait İmiş!
Ara sıra benden dahi gizli baz. kitaplar okuduğu­ Mamafih Münif sonraları, tarikat ışığı altında,
nu hissediyordum. Acaba Münlf bazı kimselerle istibdad mücadelesine katılanlardan oldu. Bizim
temasa mı gelmişti? mülkiyede kurduğumuz gizli cemiyetin hararetli
Muhitimizde hafiye tecessüsü fazlalaşmıştı. elemanlarından idi. Yapılan daimî takip ve tazip-
Bir arkadaşım, artan bu tecessüsün gizli cemi­ lere dayanamayarak yurdu terke mecbur kaldı.
yetlerle ilgili olduğu ihtimalinden bahsetti. Bu Mülkiyeyi ikmal etmeden İsviçre'ye kaçarak, ora­
gizli cemiyet ne idi; nerede idi? Kimler dahildi. da yıllarca hürriyet akidesi uğrunda çalıştı.

9
Tarsusî - zâde Münif Bey, aynı zamanda şairdi. bunların Jön Türkler'ln temadisi olduğundan Ra­
Vatan, Şeref, Hale, Valdem adlı şiir kitapları var­ uf’a bahsedilmişti. Hatırımda kaldığına göre Şahin
dır. 1931 yılında Tarsus’da vefat etti. Vasiyeti Tâki Bey kendisiyle temas etmiş.
üzerine mezar taşına şu satır yazıldı: Bu gizli hareketten emniyet edilir Mülkiyeli­
(Burada Ailahın en bed kullarından Tarsus? lerin de haberdar edilmesi ve benimle de görü­
Zâde Münif yatıyor). şülmesi isteniyormuş. Bu haberin sevinci İle ge­
ce yarılarına kadar uyuyamadık. Gözümüzün önün­
• de yeni bir ufuk, içimizde canlanan başka bir
Sınıf arkadaşlarımdan Leskovlkli Rauf'la sevlşir- âlem vardı.
dik. Dostluğumuz pek samimane idi. Bu saikle- İlk iş olarak, Tıbbiyelilerle temasa geçmek
dlr ki Sirkeci’de bir oda tuttuk; derslerimizi bir­ ve Mülkiyedekl yakın arkadaşlarımıza vaziyeti
likte hazırlıyorduk. Bilâhare İkametgâhımızı Bâ- İzah etmek kararını aldık. Mülkiyede samimiyeti­
btâlî civarına nakleyledlk. Odamızda, ara sıra Jön ne güvendiğimiz fikir arkadaşlarımızdan Murat Fu­
Türkler'den ve siyasî durumdan da, gizli bahisler at'la Rahml'ye o gün bahsettik. Diğer taraftan Tıb-
açılırdı. blyede bu gizli fikir cereyanlarının başında bulu­
Bir akşam üzeri Rauf, teheyyüç ifade eyllyen nan İbrahim Temo İle temasa geçtik. Bu arada,
bir çehre ile odaya girdi. Yarı sevinçli, yarı kor­ DiyarbakIrlI İshak Sükûti ile de görüştük. Bu İs­
kulu bir tavrı vardı. İçeriye girince sağa, sola tişareler ve temaslardan başka ayrıca, Rauf, Tıb-
bakındı. Kimse olmadığını görünce: Umduğumuz biyede Yüzbaşı olan Doktor Asaf Derviş (bilâha­
oluyor Ali Münifl dedi. re Paşa) İle gizli görüşmeler de yaptı.
Böyle bir habere her an İntizar ediyordum. 1892 senesinin başlarında vukubulan bu hadi­
Bu havadise şaşırmadım. Karşı karşıya heyecan­ seler sırasında, her an hafiyelerln ağına düşebi­
la oturduk. Tıbblyede bazı gizli hareketlerden ve leceğimizi düşünerek azami İhtiyatla çalışıyorduk.

AU Münif Bey’in
(~rKÇe /föruzeJ. Fransa
Başbakanı
Georges
Leygues’ye
gönderdiği bir
y b y U te /a jifttS a (Z e eZ Ü mektubun
fotokopisi.

-4 n 4 4 -¿X ' 4 a ie ttV e / a e d f c t/a tn /e te - O t u Îk


cz4*e4 / ’e n f/in /tir t'.td » ^ ■' .4 S - - —

s ^ iy 4 a - /S u Î x r v ' a A < n *e **4 6 r m *e /a tt\f *


^ *-*"* -■
A4C4 •* c ı 1•>« ■'» • ( * ’ '«**» " / • " ol y ■Ufr» « ıaw * 'u Cİvt WtÂuı
i u tI*aj
J
*** J^i*******^ 444MJ tte i

*u ı.t <l< + w + rte+ ıf~ c /* / t t - fy iı* & ^ 4 £ J y ^xn -Ç ^U e> 4e


° z (e u te u 4 0 r n 0 n ^ 4 ıu - / i 'a & ru 6 r* ft& > ¿ ¿ Jİiy4 e4 İ-& p -u 0 S
cdtf e a & n t/fy tttc ea irı^ ¿ü^ue-dis ¿4*+,

% S$ d r n * ¿ ’Z- c c $ 4 * U !t t f £ 'trrıs* 0 cU / *$ıe*0404

& & l'iy t u d ip v * yfcvB fH vu


Mülkiyetteki diğer arkadaşlarımıza bu gizli teşki­ Maarif Nazırı Ayıntaplı Münif Paşa’nın himayesiy­
lâtın mahiyetini ve mektepte birieşerek yürüme­ le Mektebi Mülklyede okuduğu için, adı Ayıntaplı
miz lüzumunu aşılamağa başladık. Bir taraftan Ra­ kalmıştı. Hatta mektepteki lâkabı (Tüm Hilmi) dlr.
uf, bir taraftan ben günlerce meşgul olduk. Ben Cenup şivesi iktizasınca (bütün) veya (tamam)
durumu, bizden bir sınıf büyük olan Selânikli Os- kelimesini (tüm) tarzında telâffuz etmesi kendi­
mlan ile, bir sınıf küçük olan Şevket'e açtım. sine arkadaşlar arasında bu lâkabın verilmesine
Tarsuslu Münif, Beyrutlu Emin Arslan, Selânikli mucip olmuştu.
Hüsnü, Mithat Şükrü hâr taraftar olarak aramıza Maarif Nazırı Ayıntaplı Münif Paşa dahi, bi­
katıldılar. Hülâsa birçok arkadaşlar bu İşe taraf­ zim Tüm Hilmi'nin gayretiyle cemiyete taraftar
tar oldular. Bu gaye uğrunda, siyasî hayatlarının oldu. Diğer taraftan, Hilmi’nin asıl muvaffakiyeti­
her safhasında, gözlerini budaktan sakınmadılar. ni, Şeyh Zafir’le yeğeni ve biraderi Şeyh Kasım’ın
oğlu Zâdegândan Hamit Beyi elde etmesi ve Mu­
rat Beyin Paris'e firarını hazırlamasıdır.
İstanbul’da gizli cemiyetin taraftarları çoğalı­ Paris’tekllerin teşkilâtlı olarak çalışmaları, İs­
yordu. Münevverlerde cemiyete karşı o kadar or­ tanbul’dan firarları artırıyordu. Cemiyetimiz men­
tak bir iştiyak vardı ki, bu mevzudaki her haber supları bunları kolaylaştırmak için feragatle ve her
hürriyete susamış insanların manevî gıdası ol­ türlü tehlikeleri göze alarak çalışıyorlardı. Aydın
muştu. Samimî kimseler birbirlerine soruyorlar­ Maarif Müdürü Emrullah (Maarif Nazırı merhum
dı: Cemiyette kimler var? Halkça bilinen malû­ Emrullah Efendi), Tıbbiyede cemiyete büyük hiz­
mat ve rivayetler cemiyetin lehine inkişaf ediyor­ metler eden ve (Derviş Yema) adiyle anılan Dok­
du. Esasen cemiyete dahil olanlar bile cemiyet­ tor İbrahim Naci ile Doktor Nazım’ın Avrupa'ya
te kimlerin bulunduğunu bilmiyordu. kaçmalarında cemiyet mensuplarının büyük yarar­
Bir kısım kimseler, meşhur simaların cemi­ lıkları görüldü.
yete dahil olduklarını işiterek taraftar oluyorlar­
GİZLİ CEMİYETİN HARBİYE’YE İNTİKALİ
dı. Bilhassa ahrardan İsmail Kemal ve Mizancı Mu­
rat Ali Şefkati beylerin, hattâ Maarif Nazırı Münif Tıbbiyede İbrahim Temo, Ishak Sükûtl, Asaf
Paşa’nın cemiyete dahil olduklar, her tarafa Işaa Derviş, Cevdet, Nazım, İbrahim Naci vesalrenin
ediliyordu. teşkil ettikleri gizli cemiyet ruhunu Mülklyede de
Iran Sefarethanesinin karşısındaki odamızda blzler genişletmiştik. Şimdi bu cemiyet fikrinin,
her gün bunlar konuşuluyordu. İstanbul'da cemi­ ordunun mihrakı olan Harbiye’ye sirayeti lâzımdı.
yete dahil olanların tam listesini kimse bilmiyor­ Bunu da hemşerim Mehmet Hilmi üzerine aldı.
du. Bu arada Avrupa’ya kaçanların da hüviyetle­ Harbiye’de bulunan Şeyh Zafir'in yeğeni Zadegân-
rini öğrenmek güç oluyordu. Gün geçtikçe Avru­ dan Hamit Beyi imale eyledi. Leskovikli Rauf da
pa’ya firar ederek hürriyet mücadelesine hariçte görüşerek cemiyetin gayesini açıkladı. Hamit Be­
kaplanların miktarı çoğalıyordu. Hariçteki teşki­ yin himmet ve gayretiyle gizli cemiyetin ruhu fii­
lât kuvvetlendikçe seviniyorduk. Sultan Hamid, s- len Harblye’ye girdi.
tanbul’dakileri hafiyelerle takip ettirmekle bera­ Hamit Beyin cemiyete girmiş olması, cemi­
ber harlçtekllerden endişe duyuyordu. Nihayet yet mensuplarını pek sevindirdi. Hbrkese neş’e
Avrupa’daki kıymetli hürriyet mücahitlerini nasi­ ve kuvvet verdi. Mumaileyh hakikaten bir hami­
hatte cazip memuriyet teklifleriyle, para ile fi­ yet timsali oldu. Az zamanda Harbiye'de gizli ce­
kirlerinden vaz geçirmek gibi tedbirlere baş vur­ miyet ve hürriyet fikrinin üremesini temin etti.
du. Emeline vusul için, ser-hafiye Ahmed Cela- Kendisine namuslu ve temiz arkadaşlar buldu.
leddin Paşa'yı Paris’e gönderdi. Bu zatın sıfatında Mektepte bu mevzuda hareketler baş gösterdi.
hafiyelik damgası bulunmakla beraber, kalben hur-
GİZLİ CEMİYETİN
riyetperverlerle beraberdi. Aldığı vazifenin Paris
NİZAMNAMESİ
teki tatbikatı, mücahitlerin lehine cereyan etti.
O, Paris’teki gençlere hayli yardımda bulundu. Mülkiye'de gizli cemiyete intisap edenler gün
Gizli cemiyetin söndürülmeslne değil, üremesine geçtikçe artıyordu. Bir aralık miktarı 30 - 35’e
hizmet eyledi. baliğ oldu. Tıbbiye ve Harbiye'de de artan gizli
Fransa’ya kaçanlar Sultan Hamid’in Iğfaiatına talebe teşekküllerinin bir nizamname ite ve pro­
kapılıp dönmediler. Ancak Murat Bey gibi Paris' gramlı bir surette çalışmaları fikri ortaya atıldı.
te uzun kalamıyarak nadimane dönenler istisna Yapılacak bu nizamnamenin yalnız mektepler için
değil, bütün memlekete şamil bir hüviyet taşıma­
teşkil eyledi.
O günlerde dahildeki teşkilâtın gayretleri şu ik. sı düşünülüyordu. Bunun lüzumu üzerinde arkadaş­
hedefte toplanıyordu: 1) Tanınmış fikir adamları­ larla fikir teatisinde bulunduk. Tıbbiye'deki arka­
nı sinesine almak; 2) Bazılarının harice firarını daşlar nizamname yapılması fikrine taraftar olma­
saâlamak Bu sahadaki mesaiden memnuniyet- dılar. Mülkiye'liler Israr eylediler. Hattâ hatırım­
bahş semereler elde edildi. Bu işte mektep arka­ da kaldığına göre Beyrut’lu Emin Arslan, Mülkiye’
daşlarımızdan Ayıntaplı Mehmed’ln buyuk himmeti tilerin ayrı bir cemiyet kurarak faaliyetlerine de­
vam edebileceklerini İleri sürdü.
9 Mehmet Hilmi aslen Adanalı olmakla beraber, (Devamı var)

11
I
Y üzy ılda

Yazan : Metin And

\ \ l YÜZYILDA İstanbul Türkler eliyle lüman, 592 Rum, 332 Frenk ve 62 Ermeni
geliştirilmiş, her şeyiyle önemli bir ailesi yaşıyordu. Böylece nüfus yetmiş ile
tecim ve kültür merkezi olmuştu. İstan­ seksen bini buluyordu. Ev hesabıyla İs­
bul'un XVI. yüzyıl sonlarına doğru nü­ tanbul ve Galata’da 9486 Müslüman ve
fusu da çok gelişmişti. 1593’te Ingiliz gez­ 6338 Müslüman olmayan ev vardı, böyle­
gini John Sanderson, İstanbul’un nüfusu­ ce İstanbul’da bu tarihte yüzde 58,1 Müs­
nun bir milyon iki yüz otuz bir bin iki lüman ve 41,9 Müslüman olmayan halk
yüz yedi (1231207) ye ulaştığını söylüyor yaşıyordu. İşte XVI. yüzyılda bu sayım­
ve bunun dökümünü veriyor: Vezirler (6), lara göre nüfus birden yükselmiş, ondan
Kadılar (4), Müftü (1), Defterdar, îmra- sonraki yüzyılda ise duraklama olmuştur.
hur başı, Yeniçeri Ağası, Çavuşbaşı, Ka­ Kanunî Sultan Süleyman çağında ise İs­
pıcı Başı, Sipahiler Ağası, Bostancı Başı, tanbul’da 46.635 Müslüman, 25.252 Hıristi­
Kaptan Paşa, Kapu Ağası, Peykler (300), yan, 8570 Yahudi ailesi yaşıyordu ki, bu
Solaklar (300), Doğancılar, cüceler, dilsiz­ yaklaşık olarak dört yüz bin kişi ediyor;
ler (300), her çeşit fahişeler (1000), Ça­ bunun yüzde 51'i Müslüman, yüzde 42'si
vuşlar (1600), günde yetmişerden nöbet Hıristiyan ve Yahudiydi. 1550 yıllarında
tutan çavuşlar (700), Sipahiler (30.000), Sinan Paşa'nın hekimi Laguna’nm tahmi­
Yeniçeriler (24.000), Topçular (3.000), Ace­ nine göre İstanbul’da 104.000 ev vardı, bu­
mi Oğlanlar (20.000), Kadınlar ve çocuk­ nun 60.000'i Müslüman, 40.000’i Hıristiyan,
lar dışında İstanbul’da yaşayan Türkler 4.000’i ise Yahudidir, ki böylece Müslü­
(200.000), Hıristiyanlar (200.000), İstanbul man ve Müslüman halkın oranı değişme­
içinde ve dolaylanndaki Yahudiîer (150. den nüfus yanm milyonu geçmektedir.
000), Türk, Hıristiyan, Yahudi ve başka­ Bu bakımdan yukarıda verdiğimiz Sander-
ca kadın ve çocuklar (600.000), toplam ola­ son’un kırk yıl sonra bulduğu nüfus yük­
rak yukarıdaki sayıyı bulmaktadır. İstan­ sek gözükmektedir.
bul ve Galata’daki aile sayısını gösteren İstanbul’un yol ve binalarına gelince
1478 tarihli bir belgeye göre bu nüfus sa­ XVI. yüzyılda bütün Avrupa’da gazete
yımı bunun çok altındaydı. İstanbul’da yerine geçen Fugger’in haber - mektupla'
8951 Müslüman, 3151 Rum, 1647 Yahudi, nndan bir bilgi ediniyoruz. Fugger'e gö­
267 Kırımlı, 372 Ermeni, 384 Karamanlı, re 1589 yılında İstanbul’da 4492 cadde var­
3i Çingene ailesi, Galata’da ise 535 Müs­ dı, bunların her birinde bir cami, mes-

18
cid, namazgah bulunuyordu. 2185 sokak­ mahallesi, 68.900 vezir ve devlet ileri ge­
ta ise böyle tapınma yerleri yoktu. Bunun lenlerinin konaklan, 14.536 bunların ha­
yanı sıra, şehirde, 442 kilise, 100 hasta- mamları, 4.000 vezir ve ulema çeşmeleri,
hane, 895 hamam, 941 çeşme, 275 fırın, 9.990 özel ve genel çeşmeler, 90 tane kale
585 değirmen, 50 kervansaray, 418 han, 115 içinde genel ve özel hamam, 65 kale dı­
medrese, 165 okul vardı. İstanbul un 24 şında hamam, 7.989 su musluğu, 200 se­
kapısı bulunduğunu, surlar ve kulelerle bil, 100 tatlı ve tuzlu ayazma, 600.000 su
çevrildiğini, İstanbul’un çevresinin 3^ Al­ kuyusu, 55 su sarnıcı, 3.000 depo, 3 bostan,
man mili olduğunu da gene Fugger den 37 değirmen, 25 kahve dövülüp satılan yer,
öğreniyoruz. 35 vergi alman tartı yeri,' 600 fınn, 300
Daha sonra XVII. yüzyılda Evliya Çele­ at değirmeni, 162 Yeniçeri ve Sekban Ye­
bi 74 selâtıyn camii, 1985 vezir camii, 6990 niçeri odalan, 70 devlet ve şişe boya ya­
mahalle mescidi, 6685 devlet ileri gelen­ pılan yer ve aynca her birinin adı ayn
lerinin cami ve mescidiyle bu türden ayn sayılan ve çoğu devletin iş ve yapım
15.000 bina olduğunu söylüyor. IV. Murad yerleri.
çağında İstanbul’da yapılan Evsaf-ı Kos- Bu sayılann kimi, gerçeğe uygun gözük­
tantmiye adlı bina sayımı da Evliya Çe- memektedir. Paris’te BibIioetheque Nati-
lebî’nin dinî binalar üzerine verdiği sa­ onale’de bulunan bir Türkçe yazmaya gö­
yımı tutmaktadır: 74 selâtıyn camii, 1985 re İstanbul’da 485 cami ve 4.492 mahalle
vezir camii, 6990 mahalle mescidi, 6665 mescidi bulunmaktadır.
seçkinlerin, devlet büyüklerinin yaptırdığı Saraylara gelince, daha önce iki yazıda
cami ve mescidler, 670 şeriye mahkemesi, XVI. yüzyıldaki durumu üzerine bilgi ver­
19 imaret, 9 hastahane, 55 Kur’an okuma diğimiz (1) ve Eski Saray denilen Top-
öğretilen okul, 1993 sıbyan okulu, 135 ha­ kapı Sarayının yanı sıra Eski Saray’ı sa­
dîs öğretilen okul, 557 tarikat merkezi, yabiliriz. Buraya aldığımız resim Eski Sa-
6000 tekke, 91 konukevi, 979 kervansaray,
556 iş hanı, 686 bekâr hanı, 9990 İslam (1) Metin And «XVI. Yüzyılda Topkapı Sa­
mahallesi, 304 Rum mahallesi, 957 Yahudi rayı», Tarih Mecmuası, 10 (Mayıs 1969), 11
mahallesi, 17 Frenk mahallesi, 27 Ermem (Haziran 1969).

XVI. yüzyılda
Eski Saray’dan
bîr görünüş.
XVI. yüzyılda
ray’dan bir köşeyi göstermektedir; bu sa­ alınan XVI. yüzyıl resmi Süleymaniye ca­ Galata (yukarıda)
ray üzerine pek resim olmadığı için res­ mimin çevresinin bu çağdaki durumu üze­ ve aynı asırda
min değeri de buradan anlaşılabilir. rine bir fikir vermektedir. Çemberlitaş
Bu saraydan bugün hiç iz kalmamış, ki­ Gene bu yüzyılda bedesten, büyük çarşı, karşısındaki bir
mi kesimleri üzerinde Süleymaniye ca­ arasta, han ve kervansarayların mimarîsi kervansaray
mii yapılmıştır. Bu iki sarayın dışında de gelişmişti. Fâtih'in yaptırdığı Iç Be­ (sağda).
irili ufaklı çeşitli saraylar bulunmaktadır. desten, değerli kumaşların satıldığı San­
Bunlar arasında Üsküdar’da Kavak Sara­ dal Bedesteni, Çarşu-i Kebîr veya Kapalı
yı, İbrahim Paşa Sarayı, 300 odalı Siya- Çarşı, Hüsrev Paşa çarşısı. Esir Pazan,
vuş Paşa kasrı, 700 odalı Mihrimah Sul­ Tiryaki Çarşısı, Dökmeciler Çarşısı ve baş­
tan kasrı ve başkaları XVI. yüzyıl yapı­ kaları. Han ve kervansaraylara gelince bun­
larıdır. lar da sayıca çoktu. Kimi yazarların yan­
Camilere gelince yalnız Fâtih çağında lış olarak şehir içinde kervansaray olmaz,
yapılan cami ve mescidlerin sayısı 200’den yalnız kervan yolları üzerinde bulunur gö­
fazla idi. 15’nci yüzyıldan kalan Mahmud rüşünü savunmalarına rağmen yukarıdaki
Paşa Camü, Fatih, Davud Paşa, Atik Ali bina sayımlarından da anlaşılacağı gibi İs­
Paşa (veya Sedefçiler) gibi önemli selâ- tanbul’da pek çok han ve kervansaray
tıyn ve vezir camilerinin yanı sıra 16’ncı vardı. Beyazıt’taki Âli Paşa sarayı I. Se­
yüzyılda yapılan önemli camiler şunlardır: lim çağında kervansaraya çevrilmişti. Yal­
Bayezid camii (1506), Piri Paşa camii nız Mimar Sinan, İstanbul’un içinde çe­
(1520), Sultan Selim camii (1523), Haseki şitli kervansaraylar yapmıştı. Bunlardan
camii (1523), Üsküdar’da Mihrimah camii şimdi Türk-İslâm Müzesi olarak kullanı­
(1548), Şehzade camii (1552), Edimeka- lan tabhâne, bitişiğindeki kervansaray,
pısı’nda Mihrimah camii (1555), Sinan Rüstem Paşanın sonra Kurşunluhan diye
Paşa camii (1555), Süleymaniye camii bilinen kervansarayı, Kapalı Çarşı’daki
(1557), Rüstem Paşa camii (1561), Sokollu Cebeciler kervansarayı, Bitpazan’ndaki
Mehmed Paşa camii '(1561), Piyâle Paşa Ali Paşa kervansarayı, Vefa’da Pertev Pa­
camii (1573), Azapkapı camii (1578), Şem­ şa kervansarayı. Buraya resmini aldığı­
si Paşa camii (1580), Kılıç Ali Paşa ca­ mız kervansarayı XVI. yüzyılda çizilmiş
mii (1581), Üsküdar’da Eski Vâlide camii olup elimizde aynı kervansarayının iki res­
(1584), Nişancı camii (1589), Ahmed Paşa mi daha bulunmaktadır.
camii (1590), Cerrahpaşa camii (1594). Çemberlitaş’ta olduğu resimden anlaşı­
Yalnız bu çağın değil bütün çağların en lan bu kervansarayı uzmanlara sorduğum­
önemli selâtıyn camii ve külliyesi hiç şüp­ da hangisi olduğunda kesin bilgi vereme­
hesiz Süleymaniye camiidir. Bunun çev­ diler. Bunun Çemberlitaş’m yanında Va­
resindeki çeşitli binalar ve türbeler son­ lide hamamına bitişik olan Vezirhanı ol­
radan yıkıldığı ve değiştiği için buraya duğunu ileri sürenler oldu. Ancak Vezir-
■ya
ham XVII. yüzyılda yaptırılmıştır. Bu ba­ Tatar bozası satılan yerler de çoktu. Bu
kımdan bunun Vezirhanı olduğunu san­ çağda Galata'da da Türk eserleri yapıl­
mıyorum. Resimde Atik Ali Paşa camii mıştır. Bunlar arasında Mimar Sinan’ın
solda, Çemberlitaş sağda olduğuna göre yaptığı Azapkapısı camii, çeşitli mescid-
bu han ve kervansarayın günümüzde Da- ler, tekkeler, medreseler, han ve kervan­
rüşşafaka iş hanının olduğu yerde bulun­ saraylar, sebiller, çeşmeler hamamlar ve
ması gerekmektedir. Divanyolu’nda bu sı­ başkaca binalar sayılabilir. Matrakçı Na-
rasında Elçi Ham bulunuyordu. Beyoğlu suh’un Beyân-ı menâzil-i sefer-i Irâkayn.
yakasında henüz elçilikler kurulmadığı deki İstanbul’u aynntılanyle gösteren
yıllarda burada elçiler kalıyordu. Daha minyatürle buraya alman 16’ncı yüzyıl
sonra adı Tatar ham olmuş, XIX. yüz­ sonlanna doğru Galata’yı gösteren resim­
yılda yandıktan sonra yıktırılıp yerine le karşılaştınlırsa, buranın ne kadar geliş­
Matbaa-i Osmânî’ye yapılmıştır. miş ve büyümüş olduğu anlaşılır.
Galata yakasına gelince burası da re­ Yukarıda sayılan eserlerden başka XVI.
simde görüldüğü gibi surlarla çevriliydi, yüzyılda İstanbul, kuleler, dikili taşlar,
ancak surlar onaltmcı yüzyılın başında fenerler, gezinti yerleri, türbeleri, mezar­
onarılmakla birlikte gitgide bakımsızlık lıkları, maşatlıkları, medreseleri, çeşitli
ve yeni binaların yapılmasıyla yok olmuş­ okulları, kışla, baruthane - tophaneleri, ter­
tur. Bu surların da kapılan bulunuyordu: saneleri, yalıları, evleri, hamamlarıyla her
Kürkçü kapısı, Yağ Kapanı kapısı, Balık- bakımdan zengin ve gösterişli bir mer­
pazarı kapısı, Karaköy kapısı ve başkala­ kezdi. Bunlarla ilgili ve ayrıca XVI. yüz­
rı. Çeşitli etnik gruplann yaşadığı ve de­ yılda İstanbul yaşayışı, giyim kuşam, gö­
nizcilerin bulunduğu Galata her bakımdan renekler, eğlencelerle ilgili resimleri de
çok kanşıktı. Meyhaneler, kahvehaneler, ilerideki yazılarımıza bırakacağız.

XVI. yüzyılda, Süleymaniye Camii ve külliyesinin bir görünüşü.


i--------------------------------
İstiklâl Savaşı nda bir Türk Subayının Hâtıraları

İstanbul’da M illî
Mücadele
Yazan ; İhsan Aksoley
Em. Gnl. Y. Mühendis

kaçmak üzere iken, İtalya hükümeti İs­


B AŞKUMANDAN vekili Enver Paşa’nm
makamına çağırttığı Alman Yüzbaşım tanbul'a dönmeme müsaade etti ve Biren-
dizi’den bir Italyan vapuru ile İstanbul’a
Lange Bey’in beni tavsiye etmesi ve yine
Enver Paşa’nın şahsen verdiği emir üzeri­ hareket ettim.
ne, 1917 yılının sonbaharında Teşkilat-ı Vapurda; I. Dünya Harbi’nde, Türk mil­
Mahsusa’ya (Gizli Teşkilât) atandım. Bir leti sıkıntı içinde ve vatan düşman kuv­
müddet sonra Afrika Gruplan Kumandan­ vetlerinin tazyiki altında iken, İsviçre'de
lığı telsiz subayı olarak ve Afrika da rı- yaşayan bir Türk de vardı.
zan’da bir telsiz istasyonu kurmak üzere, 1921 yılında Sakarya muharebeleri sıra­
Avusturya Bahriye Nezareti'nin deniz üs­ sında PolatlI’da karşılaştığım bu Türk'ü
sü olan Pola şehrinde U 73 işaretli Alman açıklıyayım: Birçok yabancı ülkelerde
tahteîbahri ile (denizaltı gemisi), henüz devlet reisini ve bir müddet de parlamen­
18 yaşında iken Trablusgarb’a gittim. 30 toda Türk milletini temsil eden bu Türk,
ekim 1918 de I. Dünya Savaşı’nı sona er­ Yakup Kadri Karaosmanoğlu idi.
diren Mondros mütarekesinden sonra, 5 İSTANBUL’DA İLK GÜNÜM
ay daha îtalyanlar'la mücadeleye devam
ettim. Anavatan topraklanndan ayn bulu­ İstanbul'dan iki yıl ayn kaldıktan ve
nan OsmanlI ordusuna mensup kuvvetle­ uykusuz geçen bir geceden sonra Çamlı-
rin sonuncusu olarak ve Istanbulhuku ca’dan doğan güneşin Marmara’yı pembe­
metinin devamlı tazyila, muteaddU ve leştirdiği bir sonbahar günü İstanbul li­
muhtelif mahiyetteki tehdıdlerı karşısın­ manına girdik. Vapur, bir zırhlı sürüsü­
da: önce Tunus'ta ve sonra da ileri sür­ nün arkasında demirledi.
düğümüz şartların îtalyanlar tarafından Padişahından çöpçüsüne kadar İstan­
aynen kabul edilmesi üzerine, îtalyanlar bul uykuda. Biraz sonra zırhlılardan bo­
tarafından özel bir merasimle karşılana­ ru sesleri yükseldi ve arkasından da di­
rak 3 ay Tobruk adındaki bir yatta ve 3 reklerine mavili, beyazlı, kırmızılı ve ye­
ay da Napoli civarında Işkıya adasında şilli bayraklar çekildi. Boğaz’dan hafif bir
enterne oldum. sabah rüzgân esiyordu. Çanakkale’de
1919 yılının sonbaharında İtalya dan Türk’e mağlup olan, fakat bugün kendi-

23
lerini muzaffer sayan şımarık milletlerin da olmadığına üzüldüm.
teknelerindeki bayraklar dalgalanmaya Ben, şartlı olarak enterne edildiğim için
başladı. Bana utanç veren bu manzaraya Italyanlar tabancamı, kılıcımı, dürbünü­
dayanamadım. Vapurun salonuna girip bir mü ve fotoğraf makinemi almamıştı.
koltuğa oturdum, gözlerimi kapadım. Bu — Kartınızı veriniz.
sırada annemin uyandığım ve sabah na­ — Kartım yok.
mazını görür ve benim için dua ettiğini — Sol cebinizde kartınız olacaktır.
işitir gibi oluyordum. \ Vapurdan çıkarken, üzerlerine sınıfım,
Büyük bir heyecan içindeydim. Vatan ve rütbem, ismim ve sicil numaram yazıla­
anne hasreti içimi yakıyor. Bir an' önce rak bana verilen ve işgal kuvvetleri ku-
vapurdan çıkmak, vatan toprağına bas­ mandanlığınca mühürlenen kartlan hatır­
mak ve İstanbul’a döneceğimi haber ve­ ladım. Çok sinirli idim. Ellerim titriyor­
remediğim anneme kavuşmak istiyordum. du. Sol cebimden çıkardığım kart elimden
Sabırsızlığımı gören ve annemin fedakâr­ yere düştü. Tercüman kartı yerden alır
lığını ve otoritesini benden çok defa din­ ken ben, hiddet ve nefretle bu grubun ya
leyen arkadaşım kurmay yüzbaşı Rifat nından aynldım. Ermenice ve Rumca ko­
Bey: nuşan şımank çocuklann arasından geç­
— Ihsan! Bavullarını bana bırak. Sen tim. Bu sırada ineceğim merdiveni kay­
hemen vapurdan çık. Ben yarın bavulları­ bettim. Uzun uzun yürüdüm.
nı getiririm ve annenin de elini öperim, Bir ara omuzuma bir el dokundu. Der­
dedi. hal arkama döndüm ve omuzuma elini
Sevincimden Rifat Bey’in boynuna sa­ dokunduranın boğazına sanlmak üzere el­
rıldım ve teşekkür ettim. Saat dokuzda, lerimi yukan kaldırdım. Karşımda, I.
içinde Ingiliz subayları da bulunan ve ar­ Dünya Harbi’nde gençlik demekleri mü­
kasına Ingiliz bayrağı çekilen bir istimbot fettişi olan Albay Alâeddin Bey’i görünce
vapura yaklaştı. Ingilizler’in kontrolü iki şaşırdım, ellerim yanıma sarktı. Harbiye
saat sürdü. Bu iki saat bana, İstanbul’dan Nezareti’nin (İstanbul Üniversitesi) bah­
ayn kaldığım 2 yıl kadar uzun geldi. In­ çesindeki Beyazıt kulesinin dibine yan-
giliz kontrolü beni yüreğimden yaralamış­ yana oturduk.
tı. Ingilizler saat on bire doğru gemiden —Ihsan Efendi, dedi. Köprüde ben si­
çıkmamıza izin verdiler. Galata rıhtımına zin arkanızdan geliyordum. Sizin başınız­
yanaşmaya çalışan vapurun. Galata rıhtı­ dan geçen hâdiseyi görünce, ben köprü­
mına indireceği merdiven başını tuttum. nün Haliç tarafına geçtim. Hâdiseden son­
Galata rıhtımına ilk ben indim. Fakat eve ra sizi buraya kadar takip ettim.
ancak akşama doğru gidebildim. — Teşekkür ederim efendim.
Galata rıhtımını acele yürüdüm. Köp­ Alâeddin Bey beni teselli etti. Kendime
rüye döndüm. Köprüden bana doğru bir geldikten sonra Alâeddin Bey’den ayrıl­
kalabalığın geldiğini gördüm. Bu toplulu­ dım.
ğu, denizde muhtemel bir kazayı seyret­ Meğer ben köprüdeki hâdiseden sonra,
miş bir kalabalık olarak düşündüm ve il­ irademin haricinde, Beyazıt kulesine ka­
gilenmedim. Üsküdar’a gidecek vapurla­ dar yürümüşüm. Neden? Sebebini hâlâ
rın yanaştığı iskeleye inen merdiveni bilmiyorum.
anyarak hızla yürüdüğüm bir sırada Er­ iki sene önce kılıcımı şakırdatarak gu­
meni şivesiyle biri: rurla koşa koşa indiğim sokak kapısı mer­
— Zabit efendi. Galip ordu subaylarını divenini, sessizce ve yavaşça çıktım. Kapı­
neden selâmlamıyorsunuz? dedi. nın zilini hafifçe çevirdim.
Başımı kaldırdığım zaman karşımda bir Ansızın beni karşısında görünce hayret­
İngiliz, bir Fransız ve bir Italyan binba­ ler içinde kalen annemle, iki yıl önce göz
şısını; arkalarında da aynı milletlerden 3 yazlan içinde öpüşerek ayrıldığım yerde,
süngülü eri ve bana seslenen tercümanı iki yıl sonra yine annemin göz yaşlan
gördüm. içinde öpüşerek kucaklaştık.
Ortadaki Fransız binbaşısına: Köprüde geçen hâdise bütün neşemi ka­
— Ben Fransızca bilirim. Benimle siz çırmıştı. Bu yüzden annemle kavuşmamız,
konuşunuz, dedim. senelerce hayalimde yaşattığım gibi zevk­
— Galip ordu subaylarını neden selâm­ li olmadı.
lamıyorsunuz? dedi. Beni çok durgun ve dalgın gören an­
Sabahtan beri duyduğum üzüntü, utanç nem:
ve heyecanın tesiri altında: — Ihsan, hasta mısın? diye sordu.
— içimde sizi selâmlamak arzusunu —Hayır anne. Henüz kavuşma heyeca­
duymuyorum, dedim. nının tesiri altındayım. Dalgınlığım ondan
Bir an arandım ve tabancamın yanım­ dedim.

24
Hâtıraları yazan
Em. General
Y. Mühendis
İhsan Aksoley

Bir ara annem kalktı. Kur'ân'm içinden şımarıklığı, erlerin taşkınlığı arasında, İs­
çıkardığı bir küçük kâğıdı, benden istedi­ tanbul’un kapkara havası içinde özellikle
ği ve benim iki seneden beri sakladığım güzel Boğaz'ı kaplayan zırhlı sürüsü kar­
kâğıtla birleştirdi. Annem her ayrılışta ba­ şısında çok endişeli ve çok üzüntülü gün­
na bir kâğıdın üstüne (lâilahe illallah - ler yaşadım.
Muhammedin resûlullah) yazısını yazdırır Günler, haftalar ve aylar geçiyor. Ne
ve birinci kısmını bana verirken, bunu yapacağıma karar veremiyordum. Bir gün
katiyyen kaybetme, derdi. İkinci kısmını gazetelerde Enver Paşa’nın Azerbaycan’da
da kendisi Kur’ân’ın arasında saklardı. bir yeşil ordu kurduğunu ve bu ordu ile
Tekrar buluşunca, ikiye ayrılan bu keli- Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmayı
me-i şehâdeti birleştirirdi. tasarladığını okudum. Bu haberin ışığı
— Anne, 15 günlük tahtelbahir seyaha­ altında düşünmeye başladım ve Enver Pa-
tinden, Otrant boğazından geçerken 23 şa’nm yanına gitmeye karar verdim. Bu,
parça İngiliz ve İtalyan zırhlısının hücu­ benim İstanbul’a döndükten sonra verdi­
mundan, birçok zamanlar Türksever Trab- ğim ilk kararımdır.
lusgarblılar’ın arasında tek başıma bir İstanbul'dan Trablusgarb’a hareket ede­
Türk olarak senelerce beraber yaşadıktan, ceğim son gece Enver Paşa otomobilini
deve üzerinde yaptığım binlerce kilomet­ gönderip beni evine çağırttı. Enver Pa­
re yolculuktan ve özellikle Trablusgarb ın şa karşısında 18 yaşında bir çocuk gö­
Hums (eski harflerle HM S) cephesinde rünce hayret ve takdir duygusu ile:
kalpağımı delip geçen kurşundan sonra — Fizan'a gidecek Ihsan Efendi siz mi­
bugün sana kavuşmamda, senin ettiğin siniz? diye sormuştu.
duaların tesiri var, dedim ve elbise askı­ — Evet efendim.
lığından kalpağımı getirerek, kalpağımda­ Beraber çay içtik ve konuştuk. Ayrılır­
ki kurşun deliklerini anneme gösterdim. ken bana; Trablusgarp’taki kardeşi Nuri
Bu, benim İstanbul’a döndükten sonra, Paşa'ya yazdığı mektubu ve mülâzımı ev-
İstanbul'da geçirdiğim ilk günümdür. vellik (üsteğmenlik) yıldızınızı takınız
İşgal kuvvetlerine mensup subayların emrini verdi. Ertesi gün Başkumandan

25
vekili Enver Paşa, bir gece önce verdiği şi­ — Ihsan. Dayın Bağdad’ta Nasınyye
fahî emri unutmuş olmalı ki, arkamdan muharebesinde şehit oldu. Dört seneden
yazılı emir gelmedi ve ben o tarihte, ya­ beri ağabeyim (Em. Tümgeneral Asım
ni 1917 yılının sonbaharında, üsteğmen­ Aksoley) görmüyorum. Sana henüz ka­
liğe terfi etmedim. Bu benim kaybettiğim vuştum. Senden nasıl ayrılabilirim. Beni
ilk terfiim, ilk yıl dizimdir. tekrar nasıl yalnız bırakabileceksin? dedi.
Enver Paşa’ya hitaben bir mektup yaz­ Annem ısrarıma dayanamadı ve kara­
dım. Kendimi hatırlattım. Yanma gelmek rımdan vazgeçiremedi. Bir perşembe gü­
istediğimi belirttim. Fakat bu mektubu nü bir Italyan vapuru ile Batum'a hare­
göndermek imkânını bulamadım. ket edecektim. Annem, Paşabahçe’deki
Bir gün gazetelerde Azerbaycan hükü­ bir akrabamı ziyarete gitmemi ısrarla is­
metinin, İstanbul'a Yusuf Vezirof Bey a- tedi. Annemin bu arzusunu yapmak için,
dında bir mümessil gönderdiğini ve bir hareketime takaddüm eden pazartesi gü­
gazetecinin Perapalas’ta kendisiyle görüş­ nü Paşabahçe’ye gittim.
tüğünü okudum.
Perapalas’ta Yusuf Vezirof Bey’le gö­ KURMAY YÜZBAŞI NEŞ’ET BEY’LE
rüştüm ve Enver Paşa’ya hitaben yazdı­ KARŞILAŞMA
ğım mektubumu, Enver Paşa’ya gönderil­ Paşabahçe’den dönüşümde Beylerbeyi
mek üzere kendisine verdim. Üzün bir vapur iskelesinde, Trablusgarp’tan arka­
müddet sonra cevap geldi. Bana bir Azer­ daşım Kurmay Yüzbaşı Neş’et Bey’in va­
baycan pasaportu ve Batum’a kadar da pura bindiğini gördüm. Üzerinde maiyye-
yol parası olarak 50 lira gönderildi. ti seniyeye (padişahm muhafız kıt’asma)
Anneme İstanbul’a ilk geldiğim gün mensup olanların giydiği üniforma vardı.
köprüde geçirdiğim hâdiseyi ve aylardan Sırmalar, yaldızlar ve yıldızlar içinde
beri devam eden durgunluğumun sebep­ yaver kordonlarım sallayarak ve mahmuz-
lerini anlattım. Bu şartlar içinde huzurla larıyle kılıcını şakırdatarak Neş’et Bey
İstanbul’da kalamıyacağımı, kendisini tek­ geldi ve yanıma oturdu. Ben kendisini
rar yalnız bırakacağım için çok üzüldüğü- görmemiş olmak için başımı Ortaköy ca­
ğümü söyledim. Annem beni yaşlı gözle­ miine çevirdim. Neş’et Bey elini dizime
riyle dinledi ve: vurdu ve:

26

— İhsan. Beni dinle. Pasaportunu he­ terih olunuz. Yolunuz açık, yardımcınız
men geri ver. Sonu olmayan bu sergüzeş­ Allah olsun.
te atılma. Senin gibi bir telsiz subayına — Teşekkür ederim efendim!
Mustafa Kemal Paşa’mn daha çok ihtiya­ Sonu olmayan Azerbaycan sergüzeşti
cı var. Mustafa Kemal Paşa teşkilâtlanı­ böylece kapandı. Akşam eve geldim. So­
yor. Seni derhal Mustafa Kemal Paşa’nm kak kapısının merdivenlerini üçer, üçer
yanına göndereyim. çıktım ve kapının zilini devamlı çevirdim.
Neş'et Bey beni ikna etmek için Üskü­ Annem normal halimi ifade eden bu du­
dar’a kadar uğraştı. Üsküdar’a çıkmama rumdan sevinerek kapıyı açtı.
engel oldu. Köprünün Galata tarafındaki — Anne. Azerbaycan’a gitmekten vaz
başında birbirimize veda ederken: geçtim. Pasaportumu geri verdim. Paşa-
— Ihsan. Hemen şimdi gidip Azerbay­ bahçe’ye gitmem için yaptığın ısrar neka-
can pasaportunu geri vereceğine ve Azer­ dar isabetli olmuş. Sana çok teşekkür ede­
baycan’a gitmekten vaz geçeceğine dair rim. Dönerken vapurda Neş’et Bey’i gör­
bana şeref sözü ver, dedi. düm, dedim. Neş’et ■Bey benim Azerbay­
Hiç düşünmeden: can’a değil, Anadolu’ya gitmemi uygun
— Peki efendim. Söz veriyorum, dedim. gördü- Yakın zamanda ağabeyimin yanma
— Benden alacağın telgraf üzerine ve gideceğim.
telgrafta bildireceğim gün ve saatte E- Annem ferahlamıştı biraz. Evdeki ma­
minönü’nde Balıkpazan’na dönen köşede­ tem havasının yerine bir bayram havası
ki Hüseyin Hüsnü Eczanesi’ne (Eczaha- girdi. Fakat yine de annem, kendisinden
ne-i Hüseyin Hüsnü) gel. Eczayı semmiyei ayrılacağım için, tamamen huzura kavuş­
şedide (Şiddetli zehirli ecza) dolabını aç. mamıştı.
Göreceğin merdivenden tavan arasına çık. — Anne, istersen sen de sonra gelirsin,
Seninle orada buluşup görüşelim. Hemen dedim.
Anadolu’ya hareket etmeye ve uzun bir — Çok iyi olur Ihsan. Ben de 4 seneden
kara yolculuğunu yaya olarak yapmaya beri göremediğim ağabeyini, senelerden
kendini hazırla. beri hasretini çektiğim memleketim Si­
— Peki efendim. vas’ı ve akrabalarımı görürüm.
Neş’et Bey’den ayrıldıktan sonra ben iki gün sonra aldığım telgraf üzerine
doğru Perapalas’a gittim. Bir müddet perşembe günü saat onda Hüseyin Hüsnü
sonra Yusuf Vezirof Bey geldi. Yusuf Ve- Eczanesi’ne gittim. Şiddetli zehirli ecza
zirof Bey’e: dolabını açtım. Merdivenden yukarı çık­
— Anadolu’da Millî Mücadele teşkilâtı­ tım. Neş’et Bey, tavanarasmda ve tava­
nın inkişaf ettiğini bugün öğrendim. Be­ nı aydınlatan pencerenin önünde ecza san­
nim Anadolu’ya, Azerbaycan’dan yeşil or­ dıklarından birini iskemle, diğerini de ma­
du ile gelerek değil, doğrudan doğruya A- sa yapmış çalışıyordu. Ben de bir ecza
nadolu’nun içinde çalışarak daha faydalı sandığı alarak karşısına oturdum.
olacağıma inandım. En kısa bir zamanda GRUBUN TEŞKİLİ
Mustafa Kemal Paşa’mn yanma gitmeye
karar verdim. Size verdiğim sözden dön­ Neş’et Bey o gün gelen ve açmak üze­
düğüm için beni mazur görünüz. Azerbay­ re olduğu bir zarftan çıkan yazıyı okuduk­
can pasaportumu ve içinde aynen muhafa­ tan sonra, okumak üzere, bana uzattı. Bu
za ettiğim 50 lirayı size geri veriyorum. emrin hatırımda kalan metni şöyle idi:
Enver Paşa’ya, neden dolayı yanma gel­ Erkânı Harp Yüzbaşı Neş’el Bey’e
mekten vaz geçtiğimi lütfen yazınız^ En­ Riyasetiniz altında Anadolu’ya eşhas ve
ver Paşa’nm hatırımda kalan iyi hâtıra­ malzeme göndermek ve istihbarat yapmak
sını daima muhafaza edeceğim. Enver Pa­ üzere İstanbul’da mahrem bir teşkilâtın ku­
şa’ya büyük bağlılığım var. Hakkımda yan­ rulması lüzumlu görülmüştür. Muktezasının
lış düşünmesini istemem. ifasını rica ederim.
Yusuf Vezirof Bey, Azerbaycan şivesiy­ Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi
Miralay
le: İsmet
— Ihsan Bey. Ben önce Türküm, ondan
sonra AzerbaycanlIyım. Verdiğiniz bu ka­ Neş’et Bey:
rar, en doğru karardır. Allah sizi korusun — Ihsan. Bu emir üzerine seni Musta­
ve muvaffak etsin. Memleketinize çok ha­ fa Kemal Paşa’nm yanma göndermekten
yırlı hizmetler görünüz. Sizi bu kararınız­ vaz geçiyorum. Bu gizli teşkilâtı kurmak
dan dolayı tebrik ederim. Enver Paşa’ya üzere bana yardımcı olmanı ve benimle
haklı kararınızı ve sizin gibi bir subayı beraber çalışmanı rica ediyorum, dedi.
Azerbaycan’ın kaybetmiş olmasından mü­ — Peki efendim, diye cevap verdim.
tevellit şahsî üzüntümü yazacağım. Müs­ (Devamı var)

27
Yalıköşkü
Kayıkhanesi ve

asır ortalarında Topkapı Sarayı ve Sarayburnu kıyıları.

ÂTÎH Sultan Mehmed zamanından iti­ zlntiye çıktığı kadırgaların evi İbaresi XVIII. asır sonlarında Fransa’nın İstan­ olarak III. Selim’in tuğrası bulunan ayrı
baren hükümdarlar saltanat kayıkla- bulunmaktadır). bul Büyükelçisi Choiseul Gouffier’nin bir mermer parça; altım ise üzerine ka­
rıyle Boğaziçi, Marmara ve Haliç'te yap­ Sultan İbrahim devrinde; 1053 H. 1782’de yayınladığı «Voyage Pittoresque bartma bir hünkâr kayığı işlenmiş diğer
mış oldukları gezintilere Saraybumu’ndan (1643 - 44 M.) yılında bu kıyılarda Yalı de la Grèce» isimli eserinin ikinci cildin­ bir mermer taş süslüyordu.
çıkar; Kanunî Süleyman, kudretli donan­ deki bir gravürde, Yalıköşkü kayıkhane­ Devir devir birçok padişahların deniz
Köşkü’ne yakın bir burç üzçrindeki Sepet gezintilerine çıktıkları tarihî kadırga ve
masının sefere çıkış ve dönüşünde yapı­ Köşkü denilen küçük bir kasır, genişleti­ si dört gözlü, birbirine bitişik iki munta­
lan büyük bahri törenleri, saray ileri ge­ lip otağ-ı hümâyûn tarzında yeniden inşa zam bina olarak görülmekte ve bu bina­ saltanat kayıklarının muhafaza edildiği
lenlerine burada yaptırmış olduğu Yalı olunmuştu. O tarihlerde bu köşkün Sa- lardan her birinin ikişer kapısı bulunmak­ Yalıköşkü Kayıkhanesinde son defa, II.
Köşkü’nden seyrettirirdi. tadır. Mahmud, Abdülmecid ve Sultan Aziz’e
raybumu cihetinde ve hemen yanında al­
Kanunî devrinde; bu köşk civarında tı gözlü yeni bir kayıkhane binası da gö­ XVIII. asır sonlarında pek harap du­ mahsus köşklü saltanat kayıkları ile, Ab-
(Yalıköşkü Kayıkhanesi) adiyle anılan bir rülmektedir ki, bunun, Sepetçiler Köşkü rumda bulunan bu kayıkhane, III. Selim dülmecid’in annesi Bezm-i Âlem Sultan’ın
kayıkhane bulunuyordu. İnşa tarihi tam ile birlikte yapılmış olması pek muhte­ devrinde, Mihrişah Vâlide - Sultan tara­ kafesli saltanat kayığı bulunuyordu.
olarak bilinmeyen bu bina; Topkapı Sa- meldir. fından bir hamam ilâvesi suretiyle ve Sultan Aziz devri sonlarına kadar Ka­
rayı’nın orta kapısı (Bab-üs selâm) hiza­ Bu kayıkhane yanyana dört ayrı bina­ matbahı ile birlikte esaslı bir tamir gör­ yıkhane Ocağı bakımlı ve saltanat kayık­
sındaki sahil kısmında ve Yalı Köşkü­ dan ibaret olup, iki baştaki binaların de­ müştü. Bu münasebetle, denize açılan pek ları sık sık kullanılıyordu. Bundan sonra,
ne yakın bir yerde bulunmaktaydı. nize açılan ikişer kapısı vardı. süslü kapısı da yenileştirilmiş ve üstüne ocak ihmale uğrayarak unutulmuş ve sa­
Kanunî Süleyman devrinde iki defa İs­ XVII. asrın 2. yarısı ortalarında İstan­ Hattat Şâkir Efendi’nin hattını taşıyan ray halkı dahi buraya giremez olmuştu.
tanbul’u ziyaret eden DanimarkalI ressam bul'u ziyaret eden Fransız seyyahı Guil­ mermer bir kitâbe konulmuştu, iki yanı Kayıkhanede; eski bir Venedik kadırgası­
Melchior Lorich’in 1559 yılındaki son ziya­ laume-Joseph Grelot, 1680 yılında yayın­ çinili, çerçeveleri mermerdan olan bu pek nın bulunduğu rivayet olunuyor ve bu
reti sırasmda, şehrin Sarayburnu’ndan Ha­ lamış olduğu eserinde Sepetçiler Köşkü’ nefis kapınm üstündeki yirmi becitli ve hal, şehirde büyük bir merak yaratıyor­
liç nihayetine kadar yapmış olduğu pano­ nü anlattıktan sonra: 1210 H. (1795 M.) tarihli kitâbede, tamir du.
ramasının Sarayburnu kıyılarını gösteren işi şu mısralarla belirtilmiştir: Devrin Müze-i Hümâyûnlar Müdîr-i U-
(Bu köşkün yanında saltanat kayık­ mumîsi Halil Edhem Bey de meraka ka­
•kısmında, Yalı Köşkü yakınında bir ka­ larının muhafazasına mahsus beş - altı
yıkhane görülmektedir. DanimarkalI res­ Gûş idüp bildi Kayıkhane Ocağı halini pılarak bir gün yakından tanıdığı Saray-ı
kayıkhane vardır. Burada padişah ve Dil harap olmuş bugüne küşe-i gamda hazin Hümâyûn Hamlacıbaşılarından Hasköylü
samın bu panoramasıyle, diğer bazı re­ maiyetinin Boğaziçi gezintileri için her
simlerini toplayan bir eserde şöyle denil­ Yaptı bir hammam-ı vâlâ kubbe-i gerdûn-veş Osman Ağa ile bu kadırga hakkında gö­
zaman emre hazır küçük kadırgalar, Germ-ü serd-i rüzgârdan zâtı ola hem emin rüşmüş ve teknenin Avcı Sultan Meh-
mektedir: büyük kayıklar, vesair hafif tekneler
(... Topkapı Sarayı orta kapısının Hak bu kim matbah dahi muhtaç idi tâmire hem med’e ait olduğunu, üstünde her gece te-
barmırdı. Bu kayıkların hepsi, pek faz­ Olmuş idi dud-u âh-ı künbet-i gerdûn mekin berrüken kandil yandığını, bazı ruhanî
alt tarafmda küçük bir mescit vardır. la miktarda yaldızlı ve boyalı, oyma ve
Bunun altında uzun, samanlığa ben­ nakışlarla zenginleştirilmiş, kürekleri­ Kitâbede de görüleceği üzere, Yalıköş- hassalar taşıdığını, ağacının sıtmaya iyi
zer, ahşap ve surun dışındaki sahil kıs­ ne kadar her tarafları boyalı ve yaldız­ kü Kayıkhanesi (Kayıkhane Ocağı) adiy­ geldiğini öğrenmişti.
mında, kapısı denize açılan bir bina­ le de anılırdı. II. Meşrutiyetten sonra Kayıkhane O-
lı nefis motiflerle süslemişti) demek­
nın damının üzerinde imparatorun ge- tedir. Kitâbenin üstünü; üzerinde kabartma cağı resmen dağılmış ve hamlacıların bir
73
kısmı emekliye ayrılıp, bir kısmı da baş­ zesi kayıtlarından (Tarihî Saltanat Ka­
ka vazifelere verilmişti. Burada sadece bir dırgası) ismiyle yer almış olmasına rağ­
bekçi bırakılmış, bina ve kayıkların ba­ men; büyüklük, kürek adedi, yelken ve
kımı tamamen ihmal edilmişti. Kayık ör­ ambar durumu itibariyle tam bir kadır­
tüleri, döşemeleri parçalanmış, iki kayığa ga evsafında bulunmamaktadır. Ancak dış
ait som gümüşten pek sanatkârâne bir görünüşüyle bir kadırga biçiminde olup,
tarzda yapılmış olan iki büyük kuş, vesair dünya müzelerinde bü isimle yer alan en
kıymetli eşya ile birlikte açık arttırmaya eski bir teknedir.
konularak satılmıştı. Büyük kısmı meşeden yapılmış olan
Kayıkhane gözlerinin damlan yağışlar­ tekne, 140 ton ağırlığında ve 39,70 metre
da akmaya başladığından, kayıklar büyük boyundadır. Eni güvertede 5.70 ve omur­
zarar görmüş, kadırga köşkünün sedefle­ ga seviyesinde 4.50 metredir. Tam derin­
ri ve taş kakmalan dökülmeye başlamış­ liği 2.40 metre olup, omurgadan oturak­
tı. Bu arada köşkün iç kısmında bulunan lara kadar 1.20 metredir. Omurgadan kü­
yazılı on gümüş levhadan dokuzu çalın­ peşteye kadar baş yüksekliği 2.28 ve omur­
mıştı. gadan köşk üstüne kadar kıç yüksekliği
Kayıkhane ve kayıkların bu perişan du­ 5.80 metredir. Teknenin gaga şeklindeki
rumu dolayısıyle birçok teşebbüslerde bu­ baş bodoslaması 7 metre uzunluğundadır.
lunulmuşsa da, bina yıkılmaktan kurtan- Tekne trim bakımından da bugünkü ge­
lamamıştı. Ancak tekmil kayıklar bahri- mi inşaiyeciliğine tamamen uygun bir ka­
yeye devredilmiş ve tersanede bulunan rakter taşımakta ve inşa tarzı itibariyle
iki gözlü bir binaya taşınmıştı. Tarihî sal­ de günümüzün teknik şartlanyle kıyasla­
tanat kadırgası da 27 mart 1913’te bu bi­ nabilecek bir durumdadır.
naya naklolunmuştu. Tarihî kadırganın devir devir kullanıl­
Bugün Deniz Müzesi’nde bulunan ve dığı ve son defa XIX. asır başlarında va­
XVII. asırdan kaldığı tahmin olunan ta­ zife gördüğü zannedilmektedir. Bu suret­
rihî saltanat kadırgasının, müze kayıtla­ le üzerindeki boya ve nakışlar da zaman
rına göre IV. Mehmed’e ait olduğu bilin­ zaman değiştirilmiş, inşa tarzına ve köş­
mektedir. küne uymayan çirkin ve bozuk bir karak­
Yapılış tarzı bakımından XV. asır Ak­ tere bürünmüştür.
deniz teknelerine çok benzer. Deniz Mü­ Teknenin orijinal boyalan lâl kırmızısı

XVIII . asırda tarihî Sepetçiler köşkü ve Yalıköşkii kayıkhanesinden bir görünüş.


ve firuze mavisi rengindeydi. Bunların üs­ lerindendir. Bütün saltanat kayıklarının
tüne altın varak yaldızla Türk motifleri kürekleri yaldız ve çeşitli boyaların mey­
yapılmıştı. Sonradan bu orijinal boya ve dana getirdiği motiflerle süslüdür.
nakışlar çeşitli boyalarla kapatılmıştı. Bu kayıklann isimleri ve özet olarak
Bu eski teknenin kıç tarafında taht va­ vasıflan şunlardır:
zifesi gören pek süslü ve kemer şeklinde 13 çifte olan bu kayık Sultan Abdül-
bir köşk bulunuyordu. Bu köşkün etrafı mecid devrinde İstanbul tersanesinde inşa
müşebbek korkuluklarla çevrili dörder­ olunmuştur. Yapılış tarihi bilinmemekte­
den sekiz ayağa dayanıyordu ve dış kısmı dir. Tarihî saltanat kadırgasından sonra,
geometrik tezyinat ve gümüş yuvalar içi­ en büyük kayıklardan biri olan bu tek­
ne oturtulmuş büyük renkli taşlarla süs­ ne, nârinliği ve süslerinin zarafeti bakı­
lüydü. Müşebbek korkulukların etrafını mından pek nefistir. Pek güzel bir oyma
altın yaldızlı birer korkuluk çevirmekte işçiliği ile yapılmış olan köşkü, altın va­
ve arada kalan kısımlara bahçelik denil­ rak yaldızlıdır. Teknenin yaldız ve boyalı
mektedir. Köşkün ziynet ve zarafeti eşsiz motiflerle süslenmiş kürekleri vardır.
bir güzelliktedir. Kayık, 32 metre boyunda, 2.40 metre
Köşkün iç kısmı sedefle işlenmiş karan­ eninde ve 3.50 metre derinliğindedir. Tek­
fil ve lâle motifleriyle süslüdür. Tavanın ne Abdülmecid ve Sultan Aziz devirlerin­
kubbeli kısmı ortasında geometrik şekil­ de kullanılmıştır.
ler ve etrafında sedef karanfil motifleri
bulunmaktadır. Köşküm iç kısmındaki se­ b e z m -İ Al e m s u l t a n 'a
deflere gümüşten çiçekler ve yıldızlar otur­ MAHSUS KÖŞKLÜ VE KAFESLİ
tulmuştur. SALTANAT KAYIĞI
Bu saltanat kayığı da Abdülmecid’in
SALTANAT KAYIKLARI kayığı evsafmdadır. İstanbul Tersanesin­
Bu süsleme tarzı, Topkapı Sarayı'nda de yapılmış olup, inşa tarihi bilinmemek­
bulunan I. Ahmed’e ait tahtın süsleme­ tedir. Üzerindeki oyma ve nakışlar diğer
sine pek benzer. Süslemenin klasik bir kayıklardakinden farklıdır. Köşkü pancur-
karakterde olması ve I. Ahmed’in tahtına ludur. 13 çifte olan bu kayığın da yaldız
benzemesi, köşkün XVI. asır sonlarında ve boyalı motiflerle süslü kürekleri, ye­
yapıldığı kanaatini kuvvetlendirmekte ve dekleri ile birlikte mevcuttur.
teknenin IV. Mehmed yerine III. Meh- Kayık, Abdülmecid’e mahsus olan tek­
med’e ait olabileceği düşüncesini doğur­ nenin ölçüsündedir.
maktadır.
5 ÇİFTE KÖŞKSÜZ
XVIII. asırdan itibaren padişahlar on SALTANAT KAYIĞI
üç çifte saltanat kayıklanyle veya tebdil
zevrakçeleriyle deniz gezintilerine çıkma­ 12 m. boyunda, 2.25 m. eninde ve 1.5
ya başlamış ve XIX. asır hükümdarları m. derinliğindedir. Yaldızlı ve boyalı mo­
da altın yaldızlı kayıklarına binmişlerdi. tiflerle süslü kürekleri mevcuttur.
Halen Deniz Müzesi’ne ait binada mu­ Iran hükümdarı Muzafferüddin Şâh’ın
hafaza edilen saltanat kayıklarından bir İstanbul’u ziyaretinde 17 eylül 1900’de bin­
kısmı; XIX. asır ortalarıyle, ikinci yan­ diği kayıktır.
sında ve bazılan da asnmız başlannda ya­ SULTAN ABDÜLMECİD’E MAHSUS
pılıp kullanılmıştı. Bunlar; beşi köşklü ve KÖŞKSÜZ SALTANAT KAYIKLARI
sekizi köşksüz olmak üzere on üç salta­
nat kayığı ile bir saltanat kayığının baş 7 çifte olan bu iki eş kayık, Abdülmecid
ve kıç parçalandır. devrinde İstanbul Tersanesinde yapılmış­
Bu saltanat kayıkları; endazeleri, oyma tır. Yapılış tarihleri kesin olarak bilinme­
işçiliği, boya ve nakışlan bakımından çok mektedir. Baş taraflannda birer som gü­
güzeldir. Bunların ve bilhassa köşklü olan- müşten kuş bulunan bü tekneler, Abdül­
lannın baş, kıç dış taraflanyle, küpeşte mecid ve Sultan Aziz devirlerinde kulla­
‘altına rastlayan dış kısımları boydan bo­ nılmıştır.
ya kabartma oyma üzerine altın varak Bu iki kayığın boyalan ayn renklerde
yaldızlıdır. Yine küpeşte altına rastlayan olup, bordalannın küpeşte altına isabet
dış taraflannda (bordalannda), altın va­ eden kısımlannda boydan boya ve yekdi-
rak yaldız ve çeşitli renk boyalarla yapıl­ ğerinden değişik olarak yapılmış altın va­
mış pek nefis motifler ve bazılarında re­ rak yaldızlı ve boyalı motif ve resimler
simler bulunmaktadır. Birkaçının iç kı- pek nefistir.
sımlannda bazı yerleri sedefle markoteri Tekneler; Deniz Müzesine ait bulunan
oymalıdır. Köşklü kayıklann köşkleri ise, Dolmabahçe Sarayı garaj ve kayıkhanesi­
Türk oymacılık sanatının şaheser örnek­ nin (halen mevcut değildir) garaj kısmın-

75
M**®JW*

XIX. asrın ikinci yarısında bir saltanat kayığı.

da 1952 yılında açılan Kayaklar Salonun­ V. SULTAN MEHMED REŞAD’A AÎT


da teşhire konulmuştu. Bunlardan biri, SALTANAT KAYIKLARI
devrinin Hamlacıbaşı ve Hamlacı kıyafet­ Bu kayıklar, biri köşklü olmak üzere
leriyle giydirilmiş mankenlerle kürek çe­ beş tanedir. Boya ve yaldızlı motiflerle
ker durumda donatılmıştı. süslü kürekleri tam olarak mevcuttur.
Kayıklardan biri 24.50 m. boyunda, 1.70 10 çifte köşklü saltanat kayığı; 16.30 m.
m. eninde ve 0.88 m. derinliğinde; diğeri boyunda, 2.40 m. eninde ve 3.60 m. derin­
ise 24 m. boyunda, 1.75 m. eninde ve 0.90 liğindedir.
m. derinliğindedir. Her ikisinin de yal­ 10 çifte köşksüz saltana kayığı; 18.34 m.
dızlı ve boyalı motiflerle süslü kürekleri boyunda, 2.45 m. eninde ve 2.75 m. de­
yedekleriyle birlikte mevcuttur. rinliğindedir. Sultan Reşad, Kılıç Alayı’n-
SULTAN AZİZ E MAHSUS da bu kayığa binmişti.
KÖŞKLÜ SALTANAT KAYIKLARI 7 çifte üç kayıktan baş tarafında ağaç­
13 çifte ve birbirinin eşi olan bu iki ka­ tan altın varak yaldızlı kuş olanı 15.12
yık, Sultan Aziz devrinde İstanbul Tersa­ m. boyunda, 1.65 m. eninde ve 1.50 m. de­
nesinde inşa olunmuştur. Yapılış tarihi rinliğindedir. İkincisi 15.70 m. boyunda,
bilinmemektedir. 2.40 m. eninde ve 1.50 m. derinliğinde
30.70 m. boyunda, 2.37 m. eninde ve olup; üçüncü kayık 14 m. boyunda, 2.20
3.50 m. derinliğindedir. Yukarıda arredilen m. eninde ve 1.50 m. derinliğindedir.
tekneler gibi, nârin endazeli ve süsleri
pek nefisir. 7 ÇİFTE KÖŞKSÜZ
Köşkleri Türk oyma işçiliği bakımından SALTANAT KAYIĞI
büyük bir nefaset taşımaktadır. Köşkleri­ 23.5 m. boyunda, 1.60 m. eninde ve 1.50
nin tavan saçaklarının dış taraflarında, o m. derinliğindedir. Yaldızlı ve boyalı mo­
devrin Osmanh armaları bulunmaktadır. tiflerle süslü kürekleri mevcuttur.
Tekne, Sultan Aziz devrinde kullanıl­ İstanbul’u ziyaret eden Almanya impa­
mış olup, yaldız ve boyalı motiflerle süs­ ratoru II. Wilhelm ve imparatoriçenin 21
lü kürekleri, yedekleri ile birlikte mev­ kasım 1889’da gemiden saraya gelişlerinde
cuttur. bindikleri kayıktır.

76
İstanbul’daki M illî Mücadele: 2

"Moltke,, Grubunun
Faaliyeti
Yazan: İhsan Aksoley
Em. Gnl. Dr. Müh.

Hâtırat m muharriri Millî Mücadele sıra­ subaylarından faydalanılması (Bu işlerle


sında, malzeme ve şahısların İstanbul’dan ben meşgul olmadım).
Anadolu’ya kaçırılmasını düzenlemek için O gün doğan grubun adını Neş’et Bey
bir teşkilât kurmaya memur edilir ve Kur­ koydu: « M o l t k e » .
may Yüzbaşı Neş’et Bey’le çalışmaya başlar. Çalışma yeri, şimdilik kaydıyle, Hüseyin
Hüsnü Eczanesi’nin tavan arası. Çalışma
j LK gün bir çalışma ön planı hazırladık. zamanlan, yine şimdilik kaydıyle, hergün
1 Hatırımda kaldığına göre bu plan şöy­ öğleden önce saat 9 -12.
le idi: O gün fazla bir iş yapamadık. Ancak
1 — Gruba gizli ad verilmesi ve bir mü­ grubun mührünü kazdırmak, diğer çalış­
hür kazdırılması. ma konulan üzerinde hazırlık yapmak ve
2 — Emin bir çalışma yerinin ve çalış­ pazartesi günü buluşmak üzere, aldığımız
ma zamanlarının tespiti. yeni vazifenin sevinci ve heyecanı içinde,
3 — Gerek Ankara'dan istenecek ve ge­ ayrıldık.
rek ikimizden birinin seçeceği personeli Moltke adı çok sürmedi. Neş’et Bey’in
emniyetle Anadolu’ya gönderme imkânla­ grup reisi olduğu zaman zarfında grubun
rının temini. adı sırasıyle: Hamza, Mücahit ve Muharip
4 — İstanbul’daki askerî depolardan oldu. Grubun Felâh adını ne zaman aldı­
malzeme kaçırılması ve bu malzemeyi A- ğım bilmiyorum.
nadolu’ya emniyetle göndermek için vası­ Ben hemen Beyazıt’a gittim Molteke
ta temini. mührünü kazdırdım. Neş’et Bey’in ilk ola­
5 — Anadolu harekâtına ait haberlerin rak Molteke adını alması, herhalde Mol-
İstanbul’a yayılması. tke’ye hayranlığından ileri gelmiş olsa
6 _ Anadolu’daki personelin İstanbul’ gerek.
daki aileleriyle muhaberelerinin temini. GRUBUN FAAL ÜYELERİ
7 — Ankara’dan doğrudan doğruya emir
almak üzere bir telsiz irtibatının temini. Diğer mühürleri de zaman zaman ve
8 — tngiliz, Fransız ve Italyan askerî başka başka mühürcülerde ben kazdır­
karargâhlariyle irtibat sağlanması ve bu dım.
maksatla bu karargâhlardaki Türk irtibat Ben İstanbul’dan ayrılıncaya kadar,

24
benden sonra sırasıyle Topçu Yüzbaşı Ra- aramızda bir iş taksimi yapmadık. Ben,
sim (Gözlüklü Rasim - Ekrem Baydar’m Rasim ve Kerim beyler ayrı ayn işlerle
İstanbul Polis Müdürlüğü zamanında, İs­ meşgul olduk. Ben münhasıran telsiz ve
tanbul Polis Müdürlüğü'nde çalışmıştır) telli malzeme ve cihazlarım temin ettim.
ile Topçu Yüzbaşı Kerim (yüksek levazım Rasim ve Kerim beyler de hafif ve ağır
tahsili yapmış ve sonradan levazım sınıfı­ silâh ve mühimmatını temin ederdi. Ben
na geçmiştir) beyler gruba iltihak ettiler. ayrıca 3 reisle müştereken yapılan toplan­
Bu iki arkadaşımdan sonra Neş’et Bey’ tılara katılırdım ve mühim yazılan şifre­
in ansızın İstanbul’dan ayrılma mecburi­ lerdim.
yeti karşısında kendisinin yerine geçmek
üzere önce o tarihlerde İstanbul Erkânı ŞİFREMİZ
Harbiyei Umumîye istihbarat Şubesi’nde Şifreyi, Seyfi Bey'in gruba iltihakına ka­
çalışan Kurmay Yüzbaşı Seyfi Bey (Ana­ dar Neş’et Bey, Seyfi Bey’in gruba iltiha­
dolu’ya geçtikten sonra Garp Cephesi, kından sonra da Seyfi Bey resmî dairesin­
zannederim, Zat işleri Şubesi Müdürü, deki kasasında saklardı.
Rusya ataşemiliteri olan General Seyfi Ak- 3 reisten Neş’et Bey saraydan, Seyfi ve
koç) birinci yedek reis ve bir müddet son­ Ekrem Beyler de vazifelerinden istifade
ra da yine İstanbul Erkânı Harbiyei Umu­ ederek Ankara’ya faydalı olacak bilgileri
mîye Harekât Şubesi’nde çalışan Yüzba­ temin ederlerdi.
şı Ekrem Bey (Korgeneral Ekrem Bay- İstanbul’un 16 mart 1920’de, kelimenin
dar) ikinci yedek reis olarak gruba iltihak tam mânasıyle işgalinde; Harbiye Neza-
ettiler. reti'nin (Millî Savunma Bakanlığı) Beya­
zıt'taki binasının üst katındaki Erkân-ı
ÇALIŞMA ŞEKLİ Harbiye-i Umumîye Riyaseti, uzun müd­
Yukarıda adlarım açıkladığım arkadaş­ det, Ingilizler tarafından kapatıldı. Bu ka­
larımın gruba iltihaklarından sonra da ta çıkılan merdivenlerin başlarında ikişer

Millî Mücadele’nln temelini teşkil eden kongrelerden biri Sivas’ta yapılmıştı. Resim,
Mustafa Kemal’i, Sivas’ta H eyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte gösteriyor.
süngülü Ingiliz eri nöbet tutardı ve her rum. Bu işi müsaade ederseniz, ben itfai­
saat başı özel merasimle nöbet değiştirir­ ye neferi kıyafetine gireyim, bizzat yapa­
lerdi. yım, dedim.
Bir gün Seyfi Bey evime erkenden gel­ — Muvafık.
di. îngilizler’in Erkân-ı Harbiye-i Umumî­ Böylece itfaiye neferi kıyafetine gir­
ye Riyasetine girip çıkmayı yine yasakla­ dim. Kışla subayından Seyfi Bey’in oda­
dıklarını, şifrenin kasada kaldığını, bu ya­ sının anahtarı alındı. Ben, itfaiye suba­
sak uzun sürerse çok acele ve önemli ha­ yının emri altında önce, Beyazıt kulesi­
berlerimizi zamanında Ankara’ya gönde- nin bulunduğu taraftaki orta kat merdi­
remiyeceğimizi söyledi ve kasanın anahta­ veninin civarındaki yangın kovalarının su­
rını bana uzatarak: yunu tamamladım. Bu arada iki süngü­
— Ihsan Bey. Şifremizi bir an önce ka­ lü Hintli Ingiliz nöbetçisiyle karşılıklı gü­
sadan almanın çaresini arayalım, dedi. lüştük. Artık üst kata çıkmaya karar ver­
— Peki efendim. dim. Ingiliz nöbetçi erlerinin önünde dur­
Seyfi Bey gittikten sonra biraz düşün­ madan ve tereddüt etmeden merdivenler­
düm. Harbiye Nezareti’nin üçüncü katın­ den üçüncü kata çıktım, itfaiye subayı
daki odaya, bir gece yarısı pencereden beni Ingiliz nöbetçilerinin yanında bekle­
girmek. di. Ben ilk seferde Ingiliz nöbetçilerinin
O tarihlerde İstanbul itfaiyesi askerler görebileceği yerlerdeki su kovalarının su­
tarafından idare edilirdi. Sınıf arkadaşım yunu tamamlayarak çabuk indim, ikinci
Hüsnü Bey (Tulumbacı Hüsnü - Hüsnü seferim biraz daha uzun sürdü, üçüncü ve
Akbıyık) Beyazıt itfaiye bölüğünde idi. son seferde yavaşça Seyfi Bey’in odası­
Sınıf arkadaşları birbirlerini iyi tanır­ na girilen aralığın kapısını açtım. Her za­
lar. Karakterlerini de bilirler. Ben sınıfın man bu aralığın köşesinde oturan ihtiyar
en küçüğü olduğum için sınıf arkadaşla­ odacının hayalini görür gibi oldum. Sey­
rımı ağabey (el'an da öyledir) telakki fi Bey’in odasına girdim. Kasayı açtım.
ederdim, onlar da beni küçük kardeşleri Şifre zarfını pantolonumun cebine yerleş­
gibi severlerdi. Hüsnü Bey’e gittim ve tirdim. Kasayı ve koridor kapısını yavaş­
maksadımı anlattım. Geceleyin bir itfaiye ça kilitledim.
merdiveninden istifade ederek pencere­ Heyecandan nefes nefese idim. Bunu yo­
den Seyfi Bey’in odasına girmemi temin rulduğum şeklinde karşılayan itfaiye su­
etmesini rica ettim. bayının arkamdan kakıştırması takip et­
— Ihsan. Sen itfaiye merdiveninde mu­ ti ve su ikmal işini bitirdi.
vazeneni temin edemezsin. Düşer ölürsün. ÇALIŞMA YERLERİ
Hem seni kaybederiz, hem de başımıza Ben İstanbul’dan ayrılıncaya kadar bu­
büyük dert açarız, dedi. luşma ve çalışma yerlerimiz aşağıda gös­
— Peki ne yapabiliriz? terilmiştir:
Şifreyi alamamak gruptaki çalışmala­ 1 — Grubun ilk kurulduğu günlerde;
rım sırasında üçüncü başarısızlığım ola­ gündüzleri Hüseyin Hüsnü eczanesinin ta­
caktı. Birincisi; bir Fransız subayının yar­ van arası, geceleri de bazen benim Selimi­
dımı ile Maçka silâhhanesinden silâh ka­ ye’deki evim, bazen de Neş’et Bey’in Bey­
çırma işi, İkincisi Ankara ile telsiz irtiba­ lerbeyindeki Hâşim Paşa yalısı.
tı işi. Hüsnü Bey üzüntüme dayanamadı 2 — Seyfi ve Ekrem beylerin gruba il­
ve kendisine has yayvan konuşmasıyle: tihaklarından sonra; gündüzleri buluşma
—Haydi Ihsan seninle Harbiye Neza- yerimiz Seyfi Bey’in Harbiye Nezaretin­
reti’ne gidelim. Harbiye Nezareti’nin yan­ deki çalışması odası veya Karaköy'deki
gın işlerine bakan subay benim güvendi­ Cenyo birahanesi, geceleri de — Seyfi ve
ğim bir arkadaşımdır. Her halde o, yan­ Ekrem Beyler’in iştirakiyle— Neş’et Bey’
gın söndürmede kullanılan su kovaları­ in Beylerbeyinde oturduğu Haşim Paşa
nı kontrol için Erkân-ı Harbiye-i Umumî­ yalısı.
ye Riyaseti’nin bulunduğu kata çıkar ve O akşam evimin sokak kapısının merdi­
bu işi yapar. venini koşarak çıktım ve kapının zilini
Harbiye Nezareti’nin yangın işleriyle devamlı çevirdim. Normal halimi ifade
meşgul olan subay bize çok kolaylık gös­ eden bu duruma sevinçli bir yüzle annem
terdi. Zaman zaman bir itfaiye neferinin kapıyı açtı.
yangın kovalarının suyunu tamamlamak — Anne, Anadolu’ya gitmekten vazgeç­
için her tarafı dolaştığını ve bu vazifeyi tim. Saray erkân-ı harbiyesinde vazifeli
bu nefere yaptırabileceğini söyledi. olan Neş’e Bey’le beraber çalışacağım.
— Arkadaşlarım. Nefer kasayı açması­ Anneme yeni vazifem hakkında bir bilgi
nı ve şifreyi bulmasını beceremez. Ben vermedim. Annem tamamen huzura ka­
şifrenin bulunduğu yeri ve zarfı biliyo­ vuştu.

26
Hâtırat yazaruun
Anadolu’ya
kaçırdığı
meşhurlardan:
Ruşen Eşref.

— Ağabeyini görmekten mahrum kal­ — Seni de bu subaylarla müşterek suç­


dım, dedi. lu olarak ittiham etmek mecburiyetinde
— Onu izinli olarak getirtmeye çalışı­ kalacağım, dedi.
rım. — Şimdi karşınızda şahit olarak bulunu­
— Çok iyi olur. yorum. Beni maznun olarak mahkemenize
celb etmeye muvaffak olursanız, kendimi
İDAMDAN DÖNENLER o zaman müdafaa ederim, dedim. Mahke­
Anadolu'ya; ya Ankara’dan ismen iste­ menin bu kararma karşı yaptığım ısrarlı
nen, ya da benim güvendiğim personeli müdafaa sonunda, mahkeme heyeti tek­
veyahut Ankara’ya gönderdiğim personelin rar karar odasına geçti.
veyahut da İstanbul’da güvendiğim tanı­ Alman son karar, bu subayların Şark
dıklarımın tavsiye ettikleri personeli gön­ cephesinde istihdamı şeklinde idi.
derirdim. Benim vasıtamla ve grubun ve­
sikası ile Anadolu'ya giden subaylardan Anadolu’ya personel göndermek için;
ikisi idama mahkûm edildi. ilk günlerde Çubuklu’daki Mısır hıdivine
İdam kararının tebliğ edileceği gün, An­ ait ormandan ve koruculardan faydalan­
kara'ya geldiğimi duyan bu iki subay be­ dım. Bu maksatla Neş’et Bey beni Mısır
ni şahit olarak gösterdi, istiklâl Mahke­ hıdivinin özel doktoru Rasim Ferit Bey'
mesinde yaptığım müdafaa üzerine mah­ le tanıştırdı (Dr. Rasim Ferit Talay, son­
keme heyeti karar odasına geçti, idam ka­ ra Anadolu’ya iltihak etti ve milletvekili
rarını, bu subayların İstanbul’a iade edil­ oldu). Kendisini Çubuklu’daki Mısır hı­
mesi şeklinde değiştirdi. Tekrar bu iki su­ divine ait köşkün alt katında, denize ve
bayı müdafaaya başladığım sırada mah­ Çubuklu iskelesine bakan, köşedeki odada
keme reisi Ihsan Bey: buldum. Korucubaşı’yı çağırdı ve:

27
— Bundan böyle İhsan Bey’in emrin- kün önünden geçerken, el’an aynı heyeca­
desin. İhsan Bey’in getireceği arkadaşları­ nı duyarım ve Millî Mücadele’ye katılan
nı, en itimat ettiğin korucular vasıtasıyle, arkadaşlarımdan şehit olanların ruhlarına
Mustafa Kemal Paşa’mn emrinde olan bir fâtiha okurum.
topraklara geçirecek ve neticeyi İhsan Karadeniz’e gidecek vapurlardan istifa­
Bey’e haber vereceksin, dedi. de edebilmek için; mahalleden ilmühaber
— Baş üstüne efendim. almak ve polis dördüncü şubeden de se­
Bu yol gençler için eğlenceli idi. Fakat yahat varakası çıkarmak lâzımdı. Bazı ar­
yaşlılar için güçtü. Hususiyle yanlarına kadaşların nüfus kâğıtları yoktu. Bazıla­
eşya alamamak gibi mahzur da vardı. rının da nüfus kâğıtlarında subay olduk­
Anadolu’ya gidecekler birer birer akşa­ ları yazılıydı. Özellikle mahalleden ilmü­
ma doğru Çubuklu’daki köşke gelirdi. Ka­ haber almak mahzurlu idi. Anadolu’ya gi­
ranlık basarken bu arkadaşlarımı korucu- decekler derhal mahallece belli olurdu.
başına teslim eder ve kendilerine hayırlı Bir gün Kadıköy vapurunda I. Dünya
yolculuklar dileyerek veda ederdim. O ge­ Harbi’nden arkadaşım ve kendisine çok
ceyi heyecan içinde köşkte geçirirdim. Er­ güvendiğim yedeksubay Fahreddin Bey’i
tesi gün korucubaşı bana arkadaşlarımın gördüm (Fahreddin Bey, sonra Anadolu'
salimen Mustafa Kemal Paşa’nın toprak­ ya geçti, hâriciyeye intisab etti ve Azer­
larına geçtikleri haberini getirirdi. baycan'da konsolosluğa tayin edildi). İs­
Bundan sonra köşkten ayrılarak arka­ tanbul polis müdürlüğü birinci şube mü­
daşlarımın bıraktıkları mektupları posta­ dürü olduğunu söyledi.
ya verirdim. O tarihlerde birinci şube Divanyolu’nda,
Çubuklu’daki Mısır hıdivine ait bu köş­ Çarşıkapı civarında ve Samatya tarafla-

Mlllî Mücadele yıllarında Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Orbay, Ruşen Eşref, Cevat
Abbas Beyler.
rina inen yollardan birindeki bir konağa vaffakıyet temenni etti.
yerleşmişti. Fahreddin Bey’e gittim. Gizli Anadolu’ya kaçmaya karar verenler, bu
vazifemi anlattım. Anadolu’ya personel fikirlerini ve hareketlerini, ailelerinden ve
göndermek için bana yardımcı olmasını en yakın arkadaşlarından da gizlerlerdi.
ve — şayet tanıyorsa ve itimat ediyorsa — Bana bıraktıkları mektupları, vapurun ha­
dördüncü şube müdürü ile beni tanıştır­ reketinden sonra postaya verirdim.
masını rica ettim. Anadolu'dan istendiklerini kendisine teb­
Cağaloğlu’nda, şimdiki Sağlık Müdürlü­ liğ ettiğim her şahıs, bir istisnasıyle, ka­
ğü karşısından Sirkeci’ye inen yollardan yıtsız ve şartsız daveti kabul eder; derhal
birisinde harap bir binaya yerleşmiş olan harekete hazır olduğunu söylerdi, istisna
polis dördüncü şubeye Fahreddin Bey'le teşkil eden bu şahsı, mühtedîlere bir ör­
beraber gittik. Beni dördüncü şube mü­ nek olarak ve hâfızamda derin iz bırakan
dürü Şükrü Bey’e takdim ettim. Ziyaret bir - iki vak’ayı da aşağıda anlatacağım:
maksadımızı anlattı. Şükrü Bey, orta boy­ — Ankara'dan gelen bir emirde, İstan­
lu, esmer, pala bıyıklı ve babacan, çok hoş bul Erkân-ı Harbiye-i Umumiye istihba­
bir zattı. rat Şubesi Müdürünün Ankara’ya gönde­
— Bu ulvî maksat için sizinle gönülden rilmesi isteniyordu. Bu şahsa bu tebliği
beraberim. Emrinizdeyim Ihsan Bey, de­ yapmaya memur edildim. Ankara’nın da­
di. vetini tebliğ ettiğim şahısla aramızda şöy­
— Seyahat varakası çıkarmak için ba­ le bir konuşma geçti:
na kolaylık gösterilmesini, mahalle ilmü­ — Bu tebligatı sizin büyüğünüz bana
haberi istenmemesini ve nüfus kâğıtla­ yapsın.
rında subay yazılı olanların seyahat vara­ —Efendim, benim büyüğüm benden
kalarına subay yazılmamasını rica ederim, bir rütbe büyüktür.
diye ricalarımı saydım. — Sizin aklınız ermez. Onun da büyü­
— Ben size istediğiniz kadar nüfus kâ­ ğü vardır.
ğıdı temin ederim. Anadolu’ya gidecek Fazla ısrarda bir fayda görmedim. Bu
arkadaşların iki adet resmini siz şahsen şekil karşılanma, benim tebligat yaptı­
bana getiriniz. Ertesi gün de benim hazır­ ğım eşhas arasında ilk defa vaki oldu.
layacağım nüfus kâğıtları ile beraber se­ Herkes beni güler yüzle karşılar, hüsn-i
yahat varakalarını siz şahsen betiden alı­ muamele eder ve daveti büyük bir mem­
nunlukla kabul ettiklerini ifade eder­
nız. Yalnız bu arkadaşlarınızın Anadolu’
ya iltihaklarından sonra size vereceğim nü­ lerdi.
fus kâğıtlarını ve seyahat varakalarını ba­ Durumu Neş’et Bey’e anlattım. Bir gün
na tekrar geri getiriniz. sonra bu şube müdürüne aynı tebligatı
yaptı. Neş’et Bey de aynı şekilde cevap
Şükrü Bey bana fındık, yağ ve tütün alınca; altında Miralay ismet imzası bu­
tüccarı kayıtlı birçok nüfus kâğıdı temin lunan ve grubun kendi riyaseti altında teş­
etti. Bu işim artık çok kolaylaşmıştı. An­ kil edilmesi hakkında alman emri kendi­
kara’ya gidecek arkadaşlara nüfus kâğıt­ sine okutmuş. Bunun üzerine bu şube mü­
larını ve seyahat varakalarını verirken; dürü Ankara’ya gitmek için bazı şartlar
mümkün mertebe tüccar kılığına girmele­ ileri sürmüş. Bu şartları aşağıda açıklaya­
rini ve kendilerine ait olmayan nüfus tez­
kereleri ile seyahat varakalarını, inebolu’ cağım.
daki irtibat subayımız Yüzbaşı Şevki O gece Beylerbeyi’nde toplanmaya ka­
Bey’e (Partal Şevki) vermelerini rica e- rar verdik. Akşam karanlığından sonra bi­
derdim. Yüzbaşı Şevki Bey, bu nüfus tes­ rer birer yalıya geldik. Yalının üst katın­
kerelerini ve seyahat varakalarını bana da bir tarafı denize, bir tarafı arka bah­
iade ederdi. Şükrü Bey’den ayrıldıktan çeye bakan büyük sofada yanan ufak bir
sonra sevinçle en kısa yoldan Sirkeci ye sobanın yakınma çektiğimiz masanın ya­
inerken, Meriç otelinin kahve kısmında nma oturduk. Ertesi gün hareket edecek
cam önünde I. Dünya Harbi’nde Trablus- vapura yetiştirilecek yazıları hazırladık.
garp’ta kurmay başkanım olan Yarbay Arkadaşlarımın yatmasından sonra ben,
Abdurrahman Nafiz Bey’i gördüm (Orge­ bir müddet daha çalıştım. Şifreleri tamam­
neral Abdurrahman Nafiz Gürman). Be­ ladım. Bu saatte artık soba sönerdi, işi­
ni yanına çağırdı. Edirne’deki kolordunun mi tamamlayamadığım geceler, üşümeye
kurmay başkanlığına tayin edildiğini ve başlayınca, Çengelköy tarafındaki bir o-
hareket etmek üzere olduğunu söyledi ve dada hazırlanan yer yatağıma girer, bat­
beni yanma aldırmayı düşündüğünü ilâve taniyeyi arkama alır ve küçük idare lâm­
etti. Ben, kendisine meşgul olduğum gizli basının ışığı altında çalışmaya devam
işi anlattım. Memnun oldu ve bu vazife­ ederdim, işim bitince evrakı ve şifreyi yas­
nin daha mühim olduğunu söyleyerek mu- tığımın altına koyar, yatağımı kapının ar-
Millî Mücadele’de Türk kadım da erkek gibi çalışmıştı. İşte mermi yapan Türk
kadınlan.

kasma çeker ve uyurdum. Bu gecelerin böbreklerinden hastalanarak tedavi olmak


sabahlarında geç kalkardım. Diğer arka­ üzere Ankara'ya giderken bir gece benim
daşlar erkenden vazifelerine giderler, bir çadırımda misafir kalmıştı. O gece bu mü­
mecburiyet olmadıkça, beni uyandırmaz­ dür de Neş’et Bey’le görüşmek üzere be­
lardı. O gece şifrelediğim ve istihbarat nim çadırıma geldi. Ben çadırdan çıktım
müdürünün şartlarım ihtiva eden yazı, ha­ ve iki misafiri başbaşa bıraktım. Neş’et
tırımda kaldığına göre şöyledir: Bey bir ara Garp Cephesi Kumandanlığı
1 — Hanedân-ı saltanat azâsmdan bir karargâhına gitti ve döndü. Müdür, Neş’et
şehzâde ile beraber gelmek, Bey’le görüştükten sonra çadırımdan ay­
2 — Bu şehzâdeyi Anadolu’da bir cep­ rıldı. Neş’et Bey, yalnız kalınca, bana aşa­
he kumandam yapmak, ğıdaki durumu anlattı. Garp Cephesi Ku­
3 — Kendisi de bu şehzâdenin erkân-ı mandanlığı Kurmay Başkanlığı'na tayini
harb reisi olmak. için Garp Cephesi Kumandanı İsmet Pa­
Tabiî bu şifreye menfî cevap geldi ve şa nezdinde tavassutta bulunmasını rica
kendisine Neş’et Bey tarafından tebliğ eden İstanbul İstihbarat Şubesi Müdürü
edildi. bir müddet önce, İstanbul’da teklif ettiği
1921 yılının sonbaharında Sakarya mu­ şartlara uyarak, Şehzâde Ömer Faruk ile
harebeleri sırasında başkumandanlık ka­ beraber İnebolu’ya gelmiş, her ikisi de İs­
rargâhı ile beraber PolatlI’ya gelmiş ve tanbul'a iade edilmiş, kendisine Anadolu’
Polatlı tren istasyonunun yanındaki sa­ ya gelmek istiyorsa, yalnız gelmesi tebliğ
hada, kumandanı olduğum telsiz istasyo­ edilmiş.
nunu kurmuştum. Dördüncü Grup Ku­ Büyük elçilerimizden ve tanınmış ya­
mandam Kemaleddin Sâmi Paşa’nm kur­ zarlarımızdan Ruşen Eşref Bey’in (Ru­
may başkanı olan Binbaşı Neş’et Bey, şen Eşref Ünaydın) Ankara’ya gönderilme­

30
si emri gelmiş ve bu emir topçu yüzbaşı­ tabancanızı alırsınız.
sı Rasim Bey tarafından yerine getirilmiş­ — Teşekkür ederim. Mükemmel. Çok
ti. Bir müddet sonra da eşi Saliha Hanım- güzel, iyi bir fikir ve buluş.
efendi’nin (Saliha Unaydın) Ankara’ya Saliha Hanım’a veda ederek bir kayıkla
gönderilmesi emri geldi. Bu emrin yerine Sirkeci’ye çıktım. Bâbıâlî'de ileri Gaze-
getirilmesi işi bana verildi. tesi’nin matbaasına gittim. Başyazar Fe­
Nişantaşı’nda oturan Salih Hanım’ın rit Cavit Bey beni görünce:
dairesinin zilini çaldım. Kapıyı genç bir — Ihsan Bey. Çok mühim ve çok acele
hanım açtı. Saliha Hanımefendi ile görüş­ bir haberim var. Derhal Neş'et Bey’i gör­
mek istediğimi söyledim. mek istiyorum, dedi.
— Benim. Lütfen içeri giriniz, dedi. — Bu saatte Neş'et Bey’i bulamam. Ha­
Odada bir zat daha vardı, önce Ruşen berinizi bana söyleyiniz. Kalkmak üzere
Eşref Bey’den gelen mektubu kendileri­ olan kuryemize yetiştireyim.
ne verdim. — Size veremem. Bu haberin derhal
Saliha Hanım: Mustafa Kemal Paşa'ya ulaşması lâzım.
— Beyefendi yabancı değildir, konuşabi­ Gecikmesinden ilerde siz mes'ul olursu­
liriz, dedi. nuz ve mânevi ıstırap çekersiniz.
— Haşim Beyefendi’yi tanırım. Bir za­ — Bu haberi hemen bana vermemekle,
manlar Azerbaycan mümessili Yusuf Ve- ilerde siz de benim durumuma düşersiniz.
zirof Bey’in yanında çalışıyorlardı gali­ Bunun üzerine Ferit Cavit Bey oda kapı­
ba? sını kilitledi. Kasadan çıkardığı zarfı ba­
— Evet. İhsan Bey’in Enver Paşa’ya hi­ na uzatarak:
taben yazdığı mektubun, Enver Paşa’ya — Bu zarf, Hind Müslümanları’nm mü­
gönderilmesi işiyle meşgul olmuştum. messili Mustafa Sagir’e gönderilmek üze­
Kendilerini oradan tanırım. reyken elime geçti, içinde gizli yazı var­
Saliha Hanımefendi’ye Anadolu’dan ge­ dır. Mustafa Sagir’in casusluğunu ispat
len tebligatı okudum ve ne zaman hare­ edecek yegâne vesikadır. Bu zarfın en
ket edebileceğini sordum. emin bir vasıta ile ve süratle Mustafa Sa­
— Hemen... Hazırım. Derhal harekete gir’e değil, Mustafa Kemal Paşa’nın eli­
hazırım, dedi. ne verilmesi ve durumun anlatılması lâ­
— Bana vesikalık iki resminizi veriniz. zımdır. Aksi halde Mustafa Kemal Paşa’
Muameleniz iki gün sonra hazırdır. yı kaybederiz.
— Bana tek kişilik bir kamara bileti te- Mustafa Sagir, Hind Müslümanları adı­
meni edebilir misiniz? na Anadolu’ya çok miktarda para getire­
— Ne günü için? ceğini ifade eden ve fakat hakikatte In­
— Yarından sonra hangi gün olsa hare­ giliz casusu olan bir adamdı. Yanında
ket edebilirim. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu (ismini unut­
Hep beraber apartımandan çıktık. Ka­ tum) bir deniz subayı ile birlikte inebo­
pıyı kilitlerken, Saliha Hamm’ın çantasın­ lu’ya gitti. Bu adam İstanbul’da birçok
da ufak bir tabanca olduğu gözümden işler çevirmiş, kendisinin Hind Müslü-
kaçmadı. manlan’nın hakikî mümessili olduğuna
O günlerde ilk hareket edecek olan li­ İstanbul ve Anadolu halkını inandırmaya
mit vapuruna Saliha Hanım’ı bindirdim. çalışmış, Ingilizler tarafından takip edili­
Kurye zarfını kendisine verdim ve bir yormuş hissini verdirmek için çocukca ha­
tehlike ile karşılaşırsa, zarfı denize atma­ reketler yaparak kendisini Ingilizler'den
sını tenbih ettim. Ayrılacağım sırada: gizlemeye çalışır gibi göstermiş —gûya
—Zannederim sizin bir tabancanız ola­ çok tecrübeli— bir casustur. Anadolu’da
cak, dedim. halk kendisini büyük tezahüratla karşıla­
— Evet. Yanımda. Ama onu bırakamam. mış, araba ile geçtiği yollara halılar ser­
O, Mustafa Kemal Paşa'nın eşime hedi­ miş ve hüsn-i kabul görmüştür.
yesi. Ayrıca eşimin, Anadolu’ya giderken, Ben Anadolu’ya geçtikten sonra Genel
bana bıraktığı bir hâtıra. Bir tehlike kar­ Kurmay Başkanlığı telsiz telgraf istasyon
şısında kalırsan kullanırsın, demişti. kumandanlığına tayin olunmuştum. Bir
— Peki ama, Boğaz’dan çıkıncaya kadar taraftan Hariciye Vekili Yusuf Kemal
üzerinizde bulunmasın. Belki bir arama Bey’in, diğer taraftan da Rus sefaretinin
olur. Bir yere saklayalım. telgraflarını ilgili yerlere çeker ve gelen
— Nereye -saklayabiliriz? cevaplan da kendilerine verirdim. Bir gün
Kamaranın dışından geçen ve dümeni İstanbul işgal Kumandanı (zannederim Ge­
Çeviren zincirlerin geçtiği kutunun kapa­ neral Harrington) karargâh telsizi beni
ğını açtım. Tabancayı bir gazete kâğıdına aradı ve çok acele ve mühim bir telgrafı
sararak içeri doğru koydum. olduğunu bildirdi.
—Boğaz’ı geçtikten sonra aynı yerden (Devamı var)

31
Ölümünün 31. Yıldönümünde

Atatürk'ün Bir
Mektubu
v ^ ^ ^ ^ v y v w v /M Yazan: İhsan Ilgar

fJ U USTAFA Kemal, ilk savaşı, 27 kasım keden sonra, İstanbul’a gelen Mustafa Ke­
'*'* 1911’de İtalyanlar’a karşı Trablusgarp’ mal Paşa, İstanbul’da çıkan «Zaman», «Va­
ta vermişti. Koşa koşa gitmek istediği Lib­ kit», «Minber» gibi gazetelere bazı beya­
ya Savaşı’na giderken, sınıf arkadaşı Asım nat vermişti. 1918’de yayınlanan Minber’in
Gündüz’ü İstanbul’da görmüş: «Korkarım ki 18. sayısında, gizli bir sima mânâsına gelen
Asım, döndüğümde bizim Rumeli de Osman- (Nühüfte Bir Sima) başlıklı bir yazıya rast­
lı İmparatorluğu sınırları içinden çıkmış ola­ ladım. Yazı şöyle başlıyordu:
cak!» (1) demişti. Sonra da Ruslar’m teş­ «İtiraf edelim, vatanın emsalini yetiş­
vikiyle Balkan devletleri, Osmanlı İmpara­ tirmekte semahat göstermediği birkaç ze-
torluğuna saldırınca, Avrupa yoluyla, Ro­ kây-ı müstesnadan biri ve hattâ birincisi
manya üzerinden İstanbul’a vatan hizmeti­ Mimber, Zaman, Vakit gazetelerinde beya­
ne koşmuştu. natı neşredilen Mustafa Kemal Paşa dır.
Mustafa Kemal, Balkan savaşı sonunda Milletin en ziyade hayırkâr evlâdından ol­
Sofya’ya ataşemiliter olarak 27 ekim 1913’te duğu halde, en az mazhar-ı takdri olan
gönderilmişti. O sırada Fethi Okyar da Sof­ yine müşarünileyhtir.
ya’da sefir olarak bulunmaktaydı. Fakat kime isnad-ı kabahat edelim?
1914’te I. Dünya Savaşı Bosna • Hersek Kendisi o kadar şöhretgiriz, o derece mah-
teki patlayan silâhla başlayınca, Avrupa yı
viyetkârdır ki, Anafartalar’m yegâne mü­
bir kan ve barut dalgası kaplamıştı. Musta­ dafii ve İstanbul’un halâskân yalnız ken­
fa Kemal, ilk iş olarak bu savaşa girilme- disi olmasına rağmen bu hakikati pek çok
mesini istemiş, hem de kendisine orduda
zaman ifşa etmedi ve bu suretle bütün bu
bir vazife verilmesini arzulamıştı. 19. tümen
muvaffakiyetlerin şan ve şerefleri, çapul­
kumandanı olarak yaptığı hizmet, İstanbul’u
cuların hisse-i inhisânna kaydedildi».
kurtarmış, İngiliz kara taarruzlarını durdur­
Gazete daha sonra, devlet adamlarının,
muş, Balkan savaşında lekelenen Türk or­
devlet parasıyle, kendi mevhum faziletle­
dusunun şerefini kurtarmıştı.
rini, halka terennüm ettirerek milleti al­
I. Dünya Savaşı sonunda yapılan mütare-
dattıklarını yazdıktan sonra, 1914’te yaz­
dığı bir mektubu yayınlamaktadır.
Mektubun baş tarafları hususî mahiyet­
Mustafa Kemal, te olduğu için asıl siyasî ve askerî kısmı
ilk savaşını verdiği
Trablusgarp'te, (1) Orgeneral Asım Gündüz’ün hâtıraları.
Ali Çetinkaya He beraber.
5
kapsayan şu şâyân-ı dikkat satırları bura­ — arkası İsviçre olmak üzere— sıkıştır­
ya alalım: dı. Herkes, bunun Almanların yegâne
«Sofya’dan İstanbul’a gidip {......) gö­ maksadı olduğu ve ona da muvaffakiyet
ren ve benim arkadaşımdan bir zata elverdiği fikrinde birleşmişti. Ve bütün
(......) odası kapısında biîmünasebe is­ kâinat, artık son ve k a ti meydan mu­
mim zikrolunması üzerine (......) aynen: harebesine ve onun neticesine intizar edi­
— Onun yüzünü şeytan görsün, (2) yordu. Halbuki bu neticeye mukabil. Al­
diyor. İstanbul'a gelip bu gibi insanların man ordularının Fransız ordusu karşısın­
yüzlerini görmek beni müteezzi edecektir. da yüzlerce kilometre geri çekildiği görül­
Bundan başka bir takım insanlar var­ dü.
dır ki, benimle gayet samimî arkadaş gi­ Şarkta, Ruslar ve Almanlar ve Avustur­
bi göründükleri halde, bilmem mazinin yalIlar arasında cereyan eden vakayide.
bazı suitefehhümlerinden mi, yoksa ba­ Şarkî Prusya’da Ruslar bozuldu. Fakat
zı meslek ve meşrep ihtilâfından mı ne­ cenupta Ruslar’m pek faik kuvvetleri kar­
dir, hakkımdaki fikirleri daima menfîdir. şısında Avusturya ordusu çekiliyor, garp­
Mesela, (......)ın beni biraz methetmesi ta Fransız ordusu müheyyây-ı taarruz. Bi­
üzerine, bu medh-ü senânın ne suretle a- naenaleyh, Alman ordusu serbest değil,
leyhimde tefsir edildiğini sen pekâlâ bi­ şarkta Rus ordusu faik ve Avusturya or­
lirsin, ve ben zannediyorum ki bazı kim­ dusu çekilmeye mecbur.
seler, hal ve atide bigünâ ihtilâf zemi­ Vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: Alman­
ni kalmamak ve bu suretle vatan ve mil­ lar, Fransız ordusunu k a ti meydan mu­
lete hizmet (!) eylemiş olmak itibariyle, harebesiyle henüz mağlup edemiyecekle-
benim her ne suretle olursa olsun izale-i rini ve Avusturya ordusunun da faik Ruslar
vücudumu dahi caiz görebiliyor. Bu su­ karşısında daha ziyade mukavemet ede-
retle düşünmekte ne kadar haksız olduk­ miyeceğini görerek garpte bütün orduyla
larını izaha lüzum görmem. Çünkü siz geri çekilerek binnisbe şarka yaklaşmak
benim efkâr ve hissiyatıma değil, kalp ve ve sonra Fransız ordusu karşısına bir mü­
vicdanıma nâfizsiniz. dafaa ordusu terkederek mütebaki ordu-
Pekâlâ bilirsiniz ki, benim bütün haya­ lanyle şarka teveccüh edip, Avusturya or­
tımda bu ana kadar takip ettiğim gaye dusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak
hiç bir vakit şahsî olmamıştır. Her ne dü­ istiyorlar.
şünmüş ve her ne teşebbüs etmişsem dai­ Pek güzel! Fakat bu defa Rus ordusu
ma memleketin, milletin ve ordunun nam geriye, şarka çekilmeye başlarsa ve bu or­
ve menfaatine olmuştur. Hiç bir zaman duyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa
şahsımın teferrüt ve temeyyüzünü nazarı ve diğer taraftan Fransız ordusu muka­
dikkate almamışımdır. vemet için muavenet talebine mecbur o-
Eğer o fıtratta olsaydım, maateessüf lursa, bu defa da gene şarkta Ruslar’a
sergüzeştçiliğe, pek müsait olup, muhit karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp, garbe
ve vaziyetlerde fırsatlar eksik değildi. Bu­ mi teveccüh edilecek!? Ve böyle mekik
gün dahi, mesleğim mazide olduğumun gibi, bir şarka, bir garbe gide gele Alman
aynıdır. Gayesi vatan ve milletin tahlisi ordusunun hali ne olur ?
ve ordunun ıslahı noktasına matuf olan Aziz kardeşim, ilân-ı hürriyet günlerin­
ve bu gayeyi, nezih ve her türlü hissiyat-ı de bilmem nerede nutuk iradına kıyam
şahsiyeden ârî olarak takip edenlerle be­ edip de iki şaklak üzerine kürsi-i hitabet­
raber çalışmak bence pek şerefli bir hâ­ ten inen ve niye indin sualine karşı:
dise olur. — Ne... şaklak ettiler ya! demek iş bit­
Bu şartın adem-i mevcudiyeti halinde ti!, diyen ağanın hali olmaz mı (3).
memlekete muzır olmaktan Allah beni vi­ işte bugünkü halimizi bir lisan-ı mi­
kaye etsin. Kat’iyyen şahsî iğbirarını bir­ zah ile ifade etmek istersek acaba ay­
takım menfî teşebbüslerle tatmine kat­ nı cümleyi tekrar edemez miyiz?
mak âdiliğine tenezzül etmem. Azamî ya­ 4 eylül 1330
pacağım şey, istifa edip, mütevekkilâne
temin-i maişet esbabına tevessülden iba­ Mustafa Kemal
ret olur.
Hangi tarafın galip geleceğine dair olan (2) Mustafa Kemal’in yüzünü görmek isteme­
kanaat-ı fikriyemi söylemekten hazer ede­ yen zat, harbiye nazırı olan Enver Pafa’dır. Da­
rim. Nazik ve mühim bir devre içinde bu­ ha hürriyetten evvel, bu iki zekânın aralan hür­
lunduğumuza şüphe yoktur. Almanlar bü­ riyet ve hürriyetten sonra takip edilecek sistem
yük ve şayân-ı hayret bir savletle müte­ hakkında fikir ayrılıklarıyle açılmıştı.
addit Fransız kalelerini çiğneyerek sağ ce­ (3) Bu hikâyeyi sen söylüyordun, taklak mit
nahı ile Paris’i geçip, Fransız ordusunu tapşın mı, sen bilirsin!
Hayat müessese-

OIE fURCHE sinin yayınladığı


Subhatu’l - Ahbâr
hakkında bir ma­
kale neşreden Die
Furche mecmuası­
nın başlığı.

Bin Yılların Teşbihi


Yazan: Erich Thanner

O STER 1683’de Viyana kapılarında, ister yılda Osmanlı rönesansı zamanında Hind’
1717’de Belgrad önlerinde geçmiş ol­ in ve Garb’ın da tesiri altında Boğaz’da
sun Türkler, çadırlı ordugâhlarını bozup minyatür ressamlığının zenginleştiği ve
çekilirken pek çok ganimet bırakmışlar­ bir kere daha, —uzun bir süre için son
dı. Kırmızıya çalan kahverengi üzerine defa olarak — zirveye ulaştığı bir devir­
yaldız kabartmalı deri bir cilt içinde, sa­ de, saraylı bir Türk yazarı ve yine sa­
rımsı bir kâğıda, siyah, kırmızı ve yaldız raylı bir Türk ressamı tarafından hazır­
yazılar; açık kırmızı, mavi ve yeşil yal­ lanmış dünya tarihinden bir safha ile kar­
dız çerçeveler içinde ve İslâmiyet'te bu­ şılaşılır. O devirlerde OsmanlIlar politik
gün bile tabiî görülen «fotoğraf düşman­ yönden de eski kuvvet ve şereflerini ta­
lığı» ile tezat teşkil eden, 102 seçme min­ zelemek için Venedik cumhuriyetine ve
yatürü ihtiva eden bir el yazması eser de Viyana Kayzerine karşı son ve şiddetli
sayısız başka kıymetlerle beraber galip akınlar yapmışlardır. Böyle vesilelerle ta­
Mareşal Prens Eugen von Savoyen’in eli­ rihî kahramanlara destan yazılması âdetti.
ne geçmiş ve koleksiyonu arasına katıl­ El yazması, sözü edilen eserin minyatür
mıştı. serisi, giyinmiş olarak cennet bahçelerin­
Daha sonra Eugen’in terekesindeki pek de oturan Âdem ile Havva’dan başlıyor.
Çok kıymetli eşya arasında bu el yazma­ Başlarında peygamberlere has altın yal-
sı da onun sarayına geçmiş ve bugün A- dışlı hâleler parıldıyor. Teşbihin daha kü­
vusturya’da Millî Kütüphane’de elyazma­ çük incilerinde Hâbil ve Kaabil ile mi­
sı koleksiyonu arasında yer almıştır. tolojide kahraman îranlılar’ın ecdadı sa­
Türk yazar, editörü ve gazetecisi Şev­ yılan Keyûmers de bulunuyor. Başındaki
ket Rado, 1966’da orada enteresan bir şey, sarıkda yine hâle bulunan Nuh peygam­
bilhassa OsmanlI devrine ait el yazısı a- ber tasvir ediliyor. Nuh, Kur’ân okuyor.
Yanındaki oğlu Yâfes ise Moğol ve Türk-
rarken bu eseri buldu. Her nekadar 1937 ler’in ecdadı sayılmaktadır. İkinci yaldız
de o zaman Viyana’da genç bir Şarkiyat­ madalyon içinde İbrahim, Hazret-i Lût ve
çı olan Dr. Kurt Holter «Bulletin de la So­
ciété Français pour la Reproduction de îlyas ve ondan sonra gelen sahifelerdekı
Manuscrits à peintures» isimli bültende inciler arasına Musa ve Hârun, Hazret-i
Davud ve Iranlı Cyrus görülüyor. Davud’
bu el yazısı eseri tanıtmışsa da, şimdiye un altına oğlu Süleyman, kuşdili bildiği
kadar tam metnin tercümesi yapılmamış­ için bir bülbül ile konuşmaktadır. Sakal­
tır. Yalnız cazip minyatürler serisinin lı olarak resmedilen îsâ’nın Önünde de
kimliklerini çözmek bu Garplı tetkıkçı Zekeriyyâ ve Büyük İskender, Hazret-ı
için güç olmamıştır. Yahyâ durmakta ve hepsinin başında hâ­
«Subhatu’l - Ahbâr», dünya tarihinden leler bulunmaktadır. Ressam, müteakip
bir parça ve «binlerce sene evveline ait sahifede bulunanların ecdadını sıralamış-
bir tespih» dir.
Bu el yazması eserin alt kapağını açıp tirBu işe Hazret-i Muhammed’in büyük ba-
sahifeleri öne doğru çevirince: XVII. yüz­
17
Ein „Rosenkranz der Jahrtausende“

Kostbare Beute
Von Erich Thanner

Mac «fl 16*1 rar Wien, mag « 1711 vor Belgrad gewesen »ein — es war
an einem für die kaiserlichen Heere glorreiche« Tag. Dl« Türken auf der
flucht, die Zeltlager verlassen, die Beute gewaltig. Klne Handschrift ln
rotbraune*, g«*MgeprI*Wis Leder gebunden, die schwarsen. roten und gol­
denen Sehrlftaeichen auf gdblkhem Papier, 102 erlesene Miniaturen mit
«arte« roten, blauen und grün-goldenen Rahmen, 1« völligem Widerspruch
wir „BllderfeindlkhkeU“ de« Islam«, die das Abendland heut« noch als
selbstverständlich annimmt — diese Handschrift also fiel mit t ahHosen
andere« KosthsrkHten in die Hände der Sieger. Der Feldherr, Prina Rügen
von Savoyen, reiht« sie «einer Sammlung rin.

Mit vielen anderen Kostbarkeiten aus mwrth. rin mythischer Ahnherr Ira-
•J«m Nachlaß Eugen* gcftaoRte dann nridvsr HeroengeschÄvcht«r. F*ut und
auch diese Hondschrift 1® d m Beritt Arth« kennzeichnen Noah, aus dea­
le« kaiserlichen Hofes und ruht auch sen scbMcbiem Turban wieder di®
reute noch in der Harxlsch ritten- goidetwsn, Propbetenflommen wiln-
uvnmlung der österreldiischen Na- fob». Noah liest im Koran. Japhet, IMe leiste Bildseite des ..Rosenkraases“: ReforroersolUn Murad rv„ unter
•jonaibibUothok. Dort entdeckt« sie sein Sohn, gilt a b Ahnherr der Mon- Ihm Ibrahim I, and, sla letaler der Reihe, Mohammed IV. (1642—16S7)-
1968 Sevket Rado, türkischer Schrift- golen und der Türken. Nicht verges­ Neben dem Thron — wahrscheinlich — -Hassan, der Maler*
sener. V«wta#*teiter und JounWLiat sen seien Abraham, Lot und der hier
„ ,l u iu , <*<i/*»* «twfln »-HKIVh w W awflvf « * W « «»*>

Die Furche’nin Subhatu’l - Ahbâr’dan bahseden sayfası.

bası Abdülmuttalib ile başlamıştır. Haz- da geçen tarihî vak’alarla «Bin yıllann
ret-i Peygamber ise büyük bir altın ma­ teşbihi» tamamlanmaktadır.
dalyon içinde onu takip etmekte ve kır­ Birkaç ay evvel İstanbul’da büyük bir
mızı bir halı üzerinde oturmaktadır. Yü­ yayınevi olan Doğan Kardeş Matbaası, va­
zü örtülü, elleri de elbisesi içinde saklı tanî bir hizmet yapmış ve sözü edilen el­
durmaktadır. Sangı üzerindeki hâle, so­ yazması teşbihin aynı stilde bir tıpkı-
nuncudur. Çünkü ondan sonra peygam­ baskısuu basmıştır. Eserin cildinde, aslı­
ber gelmemiştir. na sadık kalındığı gibi, içinin kâğıtları
İnciler serisinde Cengiz Hân, parlak ta­ da XVII. yüzyılın ikinci yansında kulla­
cı ile ve sonra Kayaalp-oğlu Süleyman ile nılan, elle yapılmış kâğıtlara benzetilerek
başlayan ve iyi karakterize edilmiş Os­ hazırlanmıştır. Zarif Arab harflerinin gö­
manlI padişahlan sıralanmaktadır. rünüşü de çok güzel bir sanat eseri oldu­
Bizans Fâtihi II. Mehmed, I. Selim, II. ğunda şüphe vermemektedir. Bu eser hak­
Selim, genç ve sakalsız II Osman... kında Dr. Kurt Holter tarafından yazılan
Önceleri ortaçağ stilinde sade olan sa- ve Şevket Rado'nun önsözünden sonra.
nklar, sonraları mübalâğalı şekilde büyü­ Dr. Hans Suesserott ve Julia A. Babeluk
yor ve üzerlerinden tuğlar sivriliyor. İs­ tarafından İngilizce ve Fransızca’ya çev­
tanbul’un fethinden sonra hükümdarlar rilen bir açıklayıcı metin de eseri tetkik
artık halılar üzerinde oturmayıp, renkli edenler için yardımcı olarak ayrı baskı
yastıklarla bezenmiş süslü divanlarda otu­ halinde hazırlanmıştır.
ruyorlar. Sıranın en sonundaki IV. Meh­ Böylece bir Türk müessesesi, ilk defa
med, altın tahta kurulmuştur. Yan taraf­ olarak böyle bir eseri başlı başına yeni­
ta görülen yeniçeri kılığındaki şahsın, den meydana getirme cesaretini göster­
Büyük vezir Köprülü mü?, kitabın yazan miştir. Baskıdan evvel tıpkı - baskılar 4
veya madalyonlan çizen ressam mı olduğu defa Viyana’daki orijinali Ûe karşılaştınl-
belli değil. Tahtın sağ tarafında «Ressamı mıştır. ilk defa 2.000 tirajlı basılmış ve
Haşan İstanbul!» yazısı okunuyor ki, bu, 1969 başında hemen hemen tükenmiştir.
yukandaki soruyu aydınlatmıyor. Kitabın İlmî enstitüler ve şahsî ilgililer şimdi bu
yazan da belirli. Bu kimse XVI. yüzyıl­ eserin peşindedirler. Değerli orijinalinin
da Muhteşem Süleyman zamanında yaşa­ bulunduğu Viyana'da da bu baskının dost
mış Salih Ramazan’m oğlu Derviş Meh- kazanacağı tabiîdir.
med’dir. Kaybolan ilk orijinalin yerine
III. Mehmed zamanında ve daha sonra Viyana'da çıkan Dle Furche mecmuası­
yenileri yazılmıştır. nın 19 haziran 1969 tarihli 29. sayısında
Sözü edilen el yazmasındaki 1674 yılın­ yayınlanmıştır.

18
Eski İstanbul'un
mutena semtlerinden

P AMLICA bütün güzellisi, eşsiz mehta- ra kadar muhafaza edilen bu köşkün bah­ zamanında Tâhir Baba isimli bir bekta-
çesinde bugün bir okul binası vardır. lerle bir kasır haline getirilerek III. Se­
r bı, şiiri, özlemi ve bütün hayatı ile lim’in annesi Mihrişah Vâlide’nin ikameti­ şî tarafından kurulmuş, Yeniçeri OcağP
Tanzimat edebiyatına mal olmuştur. Bu­ Mustafa Fâzıl Paşa’nın köşkünden son­ nın kaldırıldığı tarihte, bütün Bektaşî
ra Ramiz Paşa çıkmazına kadar, bugün ne tahsis edildi. II. Mahmud tahta çıktık­
gün bir kenarda unutulmuş, âdeta terke­ tan sonra, köşkü, ablası meşhur Esma tekkeleriyle beraber kapatılmış, fakat
dilmiş bir halde, artık mevcut olmayan yeni yapıların yer aldığı arazide, II. Mah- sonra yine bu tarikat mensuplannın uğrağı
mud’un vezirlerinden Gümrükçü Osman Sultan’a vermişti. Yazlan Çamlıca’ya gel­
köşklerin taş yığınlarında en çok o dev­ diği zaman, bu köşkte kalırdı. Çeşitli fe­ olmuştu. O etekte hâlâ bazı Bektaşî can­
rin hâtıraları yaşar. Paşa’nın köşkü bulunuyordu. Osman Pa­ larının mezarlan göze çarpar.
şa, Telemak mütercimi olarak tanınan A- lâketlerle geçen saltanatının son yılların­
Büyük Çamlıca, Üsküdar'dan sonra, bi­ da vereme tutulmuş ve son günlerinde he­ Sankaya’dan sonra, birkaç yıl öncesi­
raz Bağlarbaşı, biraz da Beylerbeyi ile rapkirli Yusuf Kâmil Paşa'nın amcasıy- ne kadar Üsküdar tramvayının son dura­
dı. Ramiz Paşa Çıkmazı'nın üzerindeki kimlerin tavsiyesiyle bu köşke getirilmiş­
başlar. Şirket-i Hayriye kurulduktan son­ ti- Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın notla­ ğı olan ve iki tepe arasında sıkışmış bu­
ra Büyük Çamlıca ve civarında oturanla­ ağaçlıklı arazide Abdülaziz’in oğullarından lunduğundan «Kısıklı» adı verilen mey­
Şevket Efendi'nin köşkü vardı. Sonradan rına göre, Büyük Çamlıca suyunda çelik
rın çoğu yürüyerek Beylerbeyi iskelesine bulunduğundan hastaya faydalı olacağı dancığa varılır. Kısıkh’nın yıllardan beri
inerdi. Bağlarbaşı ve Yenimahalle’de yer­ Şerif Ali Haydar Paşa (Şerif Muhiddin’in devamlı olarak akan ve yaz günleri yüz­
babası) tarafından satın alınmış ve Şe­ Umulmuştu. Saray töresine göre, padişah­
leşmiş bulunan Ermeni vatandaşlarımız ların hastalığı imkân nisbetinde gizli tu­ lerce ziyaretçiyi soğuk ve tatlı suya kan­
da Çamlıca ve Alemdağı bölgesine ve bu riflerin Köşkü olarak isimlendirilmişti. dıran çeşmesi meşhurdur. Çeşmenin ar­
Millet bahçesinin arka tarafında, II. Ab- tulurdu. II. Mahmud da son günlerine ka­
semtin güzel sularına devamlı ilgi göster­ dar sıhhatli görünmeye çalışarak cuma dında III. Murad’ın Bostancıbaşılarmdan
mişlerdir. Bağlarbaşı’ndan sonra, Topha- dülhamid'in sadrâzamlarından, halkın Abdullah Ağa tarafından yaptırılan ve
«Tunusluların Köşkü» adını verdiği Tu­ selâmlığına çıkmış, bir defasında çok za­
nelioğlu’ndan Kısıklı’ya giden cadde et­ yıf düştüğünden, caminin hünkâr mahfi­ muhtelif tarihlerde onarılan Kısıklı Ca­
rafında, Tanzimat devri ricalinin köşkle­ nuslu Hayreddin Paşa’nın, yine parkın mii vardır. Caminin kapısının önünden ge­
üst kapısının karşısında Haşan Fehmi line çıkarken Dâmad Halil Paşa’nın kolu­
ri yer almıştı. Burasının hâlâ muhafaza ma girmek zorunda kalmıştı. Son cuma çen yokuş, İstanbul’un ünlü evliyâsından
edilen bir hâtırası, «Millet Bahçesi» adı Paşa’nın köşkleri bulunuyordu. Millet Selâmi Ali Efendi’nin açık türbesine ve
bahçesinden sonra Kısıklı’ya doğru yük­ namazında camiye gidemediğinden, köş­
verilen parktır. 1867 yılında tanzim edilen kün avlusuna minber konmuş, fakat na­ Büyük Çamlıca suyuna ulaşır. Bu yokuş
bu park, uzun süre açık hava tiyatrosu, selen ve Sankaya adı verilen mevkiin sağ eskiden tepeye çıkan tek yoldu. Fakat bir
yakasında bulunan bir köşkte II. Mah- mazı kılamıyarak bayılmıştır.
ince sazı ile karşı yakanın önemli bir ge­ >II. Mahmud’un bu köşkte ölmesi üze­ süre önce, Ümraniye'ye giden Alemdağı
zinti yeri olmuştur. Parkın karşısında mud son günlerini yaşamıştı. Çamlıca’nın caddesinden yapılan asfalt yol, motörlü
en sert rüzgârlarını alan bu mevkide, ev­ rine, yerine geçen oğlu Abdülmecıd, köş­
Tanzimat devrinin şöhretli siması ve ilk kü uğursuz sayarak yıktırdı. Sankaya nın taşıtların güzel bir dekor içinde tepeye
hürriyetçilerin lideri Prens Mustafa Fâzıl velce III. Selim’in imamı Derviş Efendi' çıkmasını sağlamış, böylece ziyaretçilerin
nin bağı ve köşkü vardı. Tamir ve ilâve­ karşısında ve Çamlıca eteğinde bu semtin
Paşa’nın köşkü bulunuyordu. Yakın yılla­ meşhur Bektaşî tekkesi vardı. III. Selim sayısı da artmıştır. Caminin yanındaki es-

26 27
vardır. Kitabesinde «Reis-ül - ulemâ He­ Büyük ve Küçük Çamlıca sularını, IV.
kimbaşı Abdülhak Efendi-zâde sahib-i Sultan Mehmed'e borçluyuz. Her iki çeş­
tarih Hayrullah Efendi merhumun vâlide- menin üzerindeki kitâbelere göre Avcı
si Fatma Münteha Hanım 1315» yazılı. Padişah, bu tepelerde dolaşırken, bu ta­
Mezarlığı geçtikten sonra Sultan Aziz’in biat nimetlerini çeşme haline getirerek
°ğlu Veliahd Yusuf îzzeddin Efendi’nin halka sunmuştur. Büyük Çamlıca suyunun
malikânesi diyebileceğimiz köşkü ve tepe­ cephesinde çeşmeyi ve su yolunu sonra­
nin bu eteğini kaplayan geniş topraklan dan onaran II. Mahmud’un, sağ yanında
•le karşılaşınz. II. Dünya Savaşı sırasında da çeşmenin bânisi IV. Mehmed’in kitâ-
bu arazideki yapılara yerleştirilmiş olan besi var. 1660 tarihli ve 9 beyitlidir.
bir askerî birlik, geceleri ışıldaklanyle Zamanla su yolu bozulmuş, çeşme ha-
Çamlıca semasını aydınlatırdı. Evvelce rab olmuş ve II. Sultan Mahmud’un emri
Sultan Mahmud'un kadmlanndan Tir- ile 1835 tarihinde onarılmıştır. Bu onar­
yal Hanım bu malikânenin sahibi bulunu­ maya ait kitâbe 11 beyittir.
yormuş, padişahtan çocuğu olmadığından Yazı, Yesârî-zâde Mustafa izzet Efen-
Şehzâde Abdülaziz Efendi’ye ve onun an­ di’nindir.
nesine yakınlık göstermiş; Abdülaziz'in ÇAMLICA’NIN PARLAK YILLARI
saltanatında da ikinci vâlide - sultan gibi
itibar görmüş, ölümünden sonra emlâki Yukarıda belirttiğimiz gibi, Tanzimat’
Abdülaziz’in oğlu Yusuf îzzeddin Efendi­ tan önce Çamlıca’nın güzelliği kabul edil­
ye kalmış. Köşkün kapısındaki şimdi ka- miş olmakla beraber, şehre uzaklığı yü­
Palı bulunan içme suyu, yıllarca «Tiryal zünden, bağlık, bahçelik bir bölge olarak
Hanım Suyu» diye satılırdı. kalmış, IV. Sultan Murad ve IV. Sultan
Büyük duvarlarla çevrili bahçenin için­ Mehmed tarafından ahşap köşkler yaptı­
deki köşk, İstanbul’un sayısı son derece rılmıştır. II. Sultan Mahmud devrinden
azalan ihtişamlı köşk örneklerinden biri­ sonra Çamlıca sevgisi gittikçe artmış,
dir. Sağ tarafa dönersek, İstanbul’un ta­ Abdülaziz zamanında en ileri seviyeye
rihe geçmiş emsalsiz içme sularından bi­ ulaşarak, II. Sultan Abdülhamid’in son
ri ve belki birincisi olarak tanılan Büyük yıllarına kadar sürmüştür.
Çamlıca suyunun çeşmesi ile karşılaşınz. Mütareke devrinde, Peyam-ı Sabah ga­
On beş yıl kadar önce bir İstanbul gaze­ zetesinde XIX. yüzyıldaki İstanbul haya­
tesi, turist yazarların kaleminden dünya- tı hakkında önemli bir yazı serisi yayınla­
mn en ünlü şehirlerinin en üstün özellik­ yan Ali Rıza Bey, Tanzimat yıllarındaki
lerini tesbit eden bir yazı serisi yayınla­ Çamlıca hakkında şu bilgiyi veriyor:
mıştı. Bu serinin İstanbul yazısını bir In- «Büyük Çamlıca eskiden beri gezinti ye­
Sjliz yazmış ve İstanbul’un en büyük, zen­ ri olarak kabul olunmuştur. Özellikle pa­
ginliğinin sulan olduğunu ve içme suyu- zar günleri seyirciler arabalarla önce Çam-
nun değerini bu şehirde anladığını belirt­ lıca’ya gider, sonra Bağlarbaşı ve Meşat-
mişti. Osmanlı padişahlarının mutfağı ve lık’ta piyasa ederlerdi. 1284’de o civarda
sofrası, dünyanın en güzel nimetleri ile bir belediye bahçesi açılmıştı. Herkes bah­
donatılır ve bu nimetlerin başında İstan­ çede eğlenir, harem arabaları da bahçenin
bul'un Anadolu yakasının menba sulan etrafında dolaşırdı. Geceleri bahçenin sa­
Selirdi. Büyük ve Küçük Çamlıca, Kayış- yısız fenerleri etrafa nur saçar, sıra ile
dağı, Taşdelen, Karakulak, Tomruk sula- alaturka ve alafranga çalgılar çalardı. Ka­
r* yüzyıllar boyunca şöhretini korumuş, labalık tarif olunmaz derecede artardı.
Zengini, yoksulu bu çeşmelerden kana ka­ Yarı geceye doğru ince ve beyaz yeldir­
tta içmişlerdir. XIX. yüzyıl başında yaşa­ melere bürünmüş bazı şuh meşrep hanım­
man Hafid Efendi, İstanbul suları hakkın­ ların arabalarından inip, bahçenin par­
da bir risâle yazmış, bu eserinde Büyük maklıkları dışında kimseye görünmeme­
Çamlıca suyunu, içme sularının padişahı ye çalışarak, süslü beylerle konuştukları
Jdarak vasıflandırmıştı. Namık Kemal da­ olurdu. Burada kadın ve erkeklerin ara­
ha ileri giderek diyor ki: «Feyyâz-ı Kudret, sında adî tuvaletliler nadiren görülürdü.
alemde âb-ı hayat icadını irade etmiş ol­ Mısırlı Mustafa Fâzıl Paşa'nın köşkleri
daydı, o haysiyeti Çamlıca suyuna verir­ orada olduğundan, bu bahçenin tanzimi­
di*- Bu gün bu eşsiz sular da tarihimizin ne çok yardım etmişti. Şinasi Efendi öm­
birçok değerleri gibi masal olmuş, zaman rünün son günlerinde bahçeye sık sık ge­
0ltlara ihanet etmiştir. Hemen hepsinin lirdi. Namık Kemal Bey'in de oraya özel
y°lları bozulmuş; hazneleri kirlenmiş, ba­ bir sevgisi vardı».
lları çalınmış, onarılan su kaynaklarına Tanzimat edebiyatçıları her iki Çamlı-
da başka sular katılarak değerleri düşürül­ ca'yı yaşamış, sevmiş ve fırsat düştükçe
müştür. şiir, hikâye ve mektuplarında Çamlıca

29
sevgisini dile getirmişlerdi. Bu duyuş ve le haykıran ruhu idi? Bilirsin ya bazı ge­
anlatıştan bazı örnekler sunuyoruz. İşte celerde yıldızların çokluğundan gözyüzü-
Namık Kemal’in kaleminden bir Çamlıca nün rengi görünmezdi. Marmara, yıldız­
tasviri: lardan gelen ışıkların aksi ile papatyalar
«İstanbul denilen güzellikler mecmua­ açmış koyu bir çimenliğe benzerdi».
sının havi olduğu her türlü eşsizliği bir II. Sultan Abdülhamid devrinden son­
bakışta gösterecek bir nokta ise Çamlıca' ra Çamlıca gittikçe söner. Mütarekenin
dır. Boğaziçi’nde büyük bir orman veya karanlık günlerinde Çamlıca’ya teselli ara­
küçük bir körfez yoktur ki Çamlıca’nm maya koşan Hâmid, oranın ölmez mehta­
bakışları altına serilmiş olmasın. Payitah­ bında bile yurt acılarının izlerini görür:
tımızın Beyoğlu, Galata, Bâbıâlî civarı,
Beyazıt gibi herhangi bir mamur tarafı Ey Çamlıca mehtabı, ne olmuş sana öyle?
Çamlıca'mn bakışlarından kendini saklı- Küskün duruyorsun,
yamaz». Bir şey kuruyorsun,
Namık Kemal’in «Âli Bey’in Sergüzeş­ Seyrinle ayan et, bana ilham ile söyle
ti» isimli hikâyesi de bir Çamlıca gezin­ Aksetmede alâm-ı vatandan mı bu halet,
tisi ile başlar: «Âli Bey ve arkadaşları bir Anlat, bu tahavvül neye etmekte delâlet?
süre çeşmenin başında otururlar. Âli Bey
tabiatın nice yüz bin renk güzelliklerini, II. Abdülhamid devrinde, Süitim Aziz’
beriki beyler renkli ferace ve boyalı yüz­ in hayatta bulunan dört oğlu ile iki kızı,
leri ile mesireyi baştan aşağı çiçeklerle yaz mevsimini bu semtin en güzel yerle­
donanmış bir bahçeye benzeten hanımla­ rindeki köşklerinde geçirirlerdi, istibdat
rın işvesini seyrederek saat sekize kadar düzeni, Çırağan mahpusu Sultan Murad’
eğlenirler. O vakit ise Çamlıca’nm en civ­ la, tahta en yakın şehzâdelerden Reşad ve
civli zamanın olduğundan, yollar akıp ge­ Kemaleddin Efendiler’i öncelikle göz hap­
len köpükler içinde kalmış bir coşkun se­ sine aldığından. Sultan Aziz şehzâdeleri-
li andırmaya başlar». nin Çamhca’da oldukça hür yaşadıkları
Sâmipaza-zâde Sezai Bey «Çamlıca» göze çarpardı. Onlar da avunacak bir
başlıklı yazısına şu cümleyle başlıyor: şey bulmuş, kendi âlemlerinde yaşamaya
«Çamlıca şu süfli âlemin gökyüzüne en çalışırlardı. Çamlıca halkının en çok de­
yakın bir yeri ve gökyüzünün arza en ya­ ğer verdiği şehzâde, kısaca «Efendi. Haz­
kın bir burcudur». retleri» diye anılan Yusuf Izzeddin’di-
Tanzimat edebiyatçıları gittikleri uzak Halka ilgi göstermesi, araba gezintilerin­
ülkelerde bile burayı anarlar. Hâmid, de büyük, küçük herkesi selâmlaması ile
Hindistan’dan, Londra’daki Sezai Bey’e tutulmuş ve sevilmişti. Küçük Çamlıca’
şunları yazıyor: mn etrafında bugün kaybolmuş tur yo­
«Mektubundaki sözlerinle Çamlıca’ya lunda araba ile gezintiye çıktığı zaman,
olan sevdamı uyandırdın. Orada bülbül semtin çocukları yol boyuna dizilir, ikin­
yavrusu dinlediğimizi nasıl unuturum. E- ci arabadaki bir harem ağasının serptiği
minim ki biz Çamlıca safasını ne yeni paralan kapışırlardı.
dünyada sürebiliriz ne eski âlemde, ne Öteki şehzâdelerden Şevket Efendi, Mil­
Amerika ormanlarında buluruz, ne İtal­ let bahçesinin karşısındaki, Abdülmecid
ya müzelerinde. Çünkü o mübarek yer va­ Efendi de (son Halife) îcadiye tepesinde­
tanimizdir. O küçücük kudret şarkıcısın­ ki köşklerinde otururlardı. Bu şehzâdele-
dan aldığımız yüce duygulan ne Nilson rin en küçüğü Seyfeddin Efendi'nin bes-
telkin edebilir, ne Albani, ne Paris’in Bü­ tekârlık seviyesine ulaşan musiki mera­
yük Operası, ne Viyana’nın askerî mızı­ kından başka, zamanı bakımından tatmi­
kası verebilir. Çünkü o âciz mahlûk bi­ ni çok güç bir merakı daha vardı: Kap­
zim vatandaşımızdır. Çamlıca yalnız va­ tanlık. İstanbul sokaklarında istediği gi­
tanımız değil, efkâr-ı şâirânemizin anası­ bi dolaşamıyan bir şehzâdenin bu mera­
dır». kını gidermek için denize açılması söz
Sezai Bey, 13 ağustos 1298 tarihli mek­
tubu ile Londra’dan şu cevabı veriyor: konusu olamazdı. Fakat merak öylesine
artmıştı ki sonunda denizi ve gemiyi, Mil­
«Çamlıca’da bülbül yavrusu dinlediğimi­ let bahçesinin karşı tarafındaki köşkünün
zi unutmamışsın. Ben de o kadar unutma­ bahçesine kadar getirmişti. Bu köşkün
dım ki, şimdi dinleyecek olsam kalbimde bahçesinde, harabesi 30 - 35 yıl öncesine
belki aksi sedasını işitirim. Londra ve Pa­ kadar duran bir sun’î göl yaptırmış, içine
ris’in operalanndaki musikilerin o kuş- de bir çatana oturtmuştu. Artık bütün
cağızı bize unutturmayacağına şüphe yok. yaz boyunca gemisine biniyor, düdüğünü
O bülbül yavrusu dediğimiz semavî mah­ çalarak saraylıları havuzun bir yakasın­
lûk, kimbilir kimin Tann’ya karşı özlem­ dan öbür yakasına taşıyordu. Bu köşkün
30
İstanbul’un en güzel manzaralı yeri Çamlıca, uçaktan çekilmiş bu fotoğrafta görülen
tepeciktir (okla işaretli).

komşusu olan bir hanımefendi o günleri Korunun kapısının yanından başlayan


anlatırken, düdük sesinden rahat bir öğ­ ve Acıbadem üzerinden Kadıköy’e inen
le uykusu uyuyamadıklannı söylerdi. Hür- yoldan, gündüz ve gece İstanbul’un en ih­
riyet ilân edilince, Seyfeddin Efendi bu tişamlı panoraması seyredilebilir. Bu yo­
havuz seferlerinin boşa gitmediğini ve lun Kısıklı’ya yakın başlangıcında Abdül-
kaptanlık ehliyetini kazandığını meydana hak Hâmid’in büyük kardeşi Nasuhî Bey’
vUrdu. Bazı tören günlerinde şehzâdeler in köşkü bulunuyordu. Az meyilli yokuşu
heniz yoluyle Haydarpaşa’ya veya başka çıktıktan sonra, tepenin batı ve güneye
hir iskeleye giderken, Seyfeddin Efendi bakan eteklerinde Abdülaziz’in kızlan Nâ­
kaptan köşküne çıkar ve kaptanlık göre- zıma ve Saliha Sultanlar’m köşkleri var­
Vlni kolaylıkla başarırdı. dı ki, biri hâlâ mevcuttur. Küçük Çamlı-
ca’nın Marmara’ya bakan eteğinde yine
Kü ç ü k çam lica IV. Sultan Mehmed tarafından yaptmlmış
Küçük Çamlıca’nın tepesinden Bulgur- 1064 = 1653 tarihli çeşme hâlâ o tarafta­
caddesine kadar inen ve kuzeye bakan ki semtlerin içme suyu ihtiyacını karşı­
yönü «Subhi Paşa Korusu» adı ile anılan, lar. Bu çeşmenin suyu, Büyük Çamlıca
°ugün belediyenin malı olmuş koru ile suyu gibi soğuk akmaz. Eski su meraklı­
kaplıdır. Korunun bilinen tek sahibi, Kı- ları, bekletilerek içildiğini ve bir yıl ka­
n m Savaşı’nda Türk ordularına kumanda dar bozulmadığını söylerlerdi.
eden Serdâr-ı ekrem Ömer Paşa idi. Daha Küçük Çamlıca’nın Bulgurlu üzerine dü­
s°nra Sâmi Paşa’nm oğlu ve Hamdullah şen ve sert rüzgârlara karşı olan sol kö­
Subhi’nin babası Subhi Paşa’ya, ondan da şesinde, Üsküdarlı Aziz Mahmud Efendi’
Ü. Abdülhamid’in seraskeri Rıza Paşa'ya nin çilehanesi bulunduğundan semte bu
Seçmiş ve Rıza Paşa’nın vârisi tarafından isim verilmiştir. Küçük mescidi son yıl­
. stanbul belediyesine satılmıştır. Korunun larda onanlan çilehanenin yakınında, Ab-
'Çindeki köşkler zamanla yıkılmıştır. dülhak Hâmid ailesinin köşkü vardı.

31
Yazan: Ertan Onal

ÎMDÎ hayal olan eski İstanbul’un ken­ sır ve bahçeler, Kâğıthane’ye büyük önem
disine has köşelerinden biri de mesire­ kazandırdı. Lâle Devri’ne, Kâğıthane’nin
leriydi. Mevsim geldi mi, hafta tatilinin altın çağı gözüyle bakılabilir. Çünkü bu
yapıldığı cuma günleri şehir halkı büyük­ devirde bu mesire, en güzel günlerini ya­
lü, küçüklü, kadınlı, erkekli mesirelere şamış, birbirinden güzel kasırlarla süslen­
akın ederdi. Erkekler bütün bir haftanın miş, halkın büyük rağbetini görmüş, an­
yorgunluğunu buralarda ulu ağaçlar al­ cak bu devrin sonunu ilân eden Patrona
tında sazlı sözlü âlemlerle çıkarırken, ka­ Halil isyanı, İstanbul'da pek çok yerin ol­
dınlar da kendi aralarında hoşça vakit ge­ duğu gibi buranın da yerle bir olmasına
çirirlerdi. yol açmıştı.
Bundan 50 yıl öncesine kadar halkın en
çok rağbet ettiği mesireler arasında Kâ­ YAZIN HALKIN
ğıthane, Emirgân, Sarıyer, Büyükdere, AKIN ETTİĞİ MESİRE
Göksu, Fenerbahçe, Beykoz ve Çamlıca
başta gelmekteydi. Bugün çoğu tarih say­ Kâğıthane mesiresi, Kâğıthane deresi­
faları içinde ve gravürlerde kalan bu eski nin iki yanında, çınar ve kavak ağaçları­
mesireler, şarkılara, şiirlere konu olmuş, nın gölgelediği oldukça geniş bir alanı
edebiyat ve folklorumuza girmiştir. kaplıyordu. Hıdrellez’den sonra, baharın
güzel günlerinin başlamasıyle birlikte,
İstanbul’un en eski ve en büyük mesire­ halk kayık ve arabalarla, bazan da yaya
si olan Kâğıthane’ye, burada kâğıt imalât­ olarak buraya akın eder, gelirken yiyecek­
haneleri bulunduğu için bu adın verildiği­ lerini de beraber getirirdi. Ancak hemen
ni tarihler zikreder. Fetihten önce burası herkes Kâğıthane’ye giderken artık gele­
Cydaris adiyle bilinirdi. İstanbul'un fet­ nek haline gelmiş bir âdete riayet eder,
hinden sonra kalite bakımından dışardan Eyüp’e uğrayıp, Eyyûb Sultan’ı ziyaret
getirtilen kâğıtlarla rekabet edemediğin­ eder, erkekler cuma namazını kılarken,
den bir süre sonra burayı baruthane ha­ kadınlar da türbe bahçesinde bekleşirdi-
line koymuşlardı. Namazdan sonra çok geçmez, Kâğıthane
Fetihten sonra şehrin Türkleşmeye baş- bir araba ve kayık meşheri halini alırdı-
lamasıyle birlikte Kâğıthane de canlandı Kayıkla gelenler derenin iki kenarında,
ve İstanbul’un en güzel mesiresi oldu. arabayla gelenler ise ağaçlar altında top­
Muhtelif padişahlar zamanında, fakat bil­ lanırlardı. Birbirinden gösterişli atların
hassa Lâle devrinde burada yaptırılan ka­ çektiği saltanat arabaları, öküzler tarafın­

64
dan çekilen, üzerinde Türk motifleri bu­ şay-ı cemâl-i yâra dalan âşıkına «Temkini
lunan zarif koçular, burada bırakılır, ka­ unutma, mevkiim müsait değildir» diyor­
dınlar ağaç altlarına birer ikişer yerleşme­ du.
ye başlarlardı. Derken ihramlar serilir, sa­ «... Yaldızlı mavi koçusunun içinde sa­
lıncaklar kurulur, yemek çıkınlan açılır, kin sakin oturan güzel hanım, elindeki sa­
yemekten sonra da dört köşeden çeşitli rı fulyaları koparıp çemenler üzerine atı­
sazların sesi, nağmeleri perde perde yük­ yor ve âşıkına, 'Senin için sararıp soldum,
selip etrafa yayılmaya başlardı. Neyler, harap oldum, demek istiyor. Ağaca daya­
rebablar, defler, zurnalarla, devrin güzel nıp, mahzun düşünen âşık bu itirafa mu­
şarkı ve besteleri birbiri ardısıra söyle­ kabil siyah tahrirli, al lâleyi bir vaz’ı sa-
nirdi. dakatkârane ile kokluyor ve âteş-i aşkın­
dan yanıyorum» diyordu.
HER RENGİN Yine Musâhib-zâde Celâl'den, yırtılmış
BİR MANÂSI VAR ve ortası yakılmış san bir mendilin «der­
Bir tarafta şarkılar söylenirken, bir ta­ dinden harap oldum, yandım, soldum»
rafta da 3 çifte, 4 çifte kayıklarla derede mânâsını taşıdğını, siyah bir bağ taşıyan
piyasa yapılır, feraceler, yaşmaklar ardın­ bir mor menekşe demetinin, gönderenin
dan, çapkın bakışlar, baygın baygın iç çek­ hicranını anlattığını, al rengin aşkı, sarı
meler, nâme alıp vermeler, laf atmalar, rengin aşk derdini, pembenin aşk rabıtası
bıyık burmalarla yeni aşklar çiçeklenirdi. için kullanıldığını öğreniyoruz. Daha son­
Kâğıthane’de her hareketin aşk lisanında raları bu sessiz, sadece bakış ve hareket­
bir mânâsı vardı. Musâhib-zâde Celâl «Es­ lere dayanan gönüldaşlıkta Lâle Devri’nde
ki İstanbul Yaşayışı» adlı eserinde bu ne­ yetiştirilen ve herbiri birbirinden güzel
vi hareketlerden bazılarını bir hikâye ha­ lâlelerin de kullanıldığı görülecektir.
vası içinde şöyle anlatıyor: Mesirenin sakinleri hiç şüphesiz ki sa­
«... Çeşmenin yanındaki bir kadın, elin­ dece eğlenmeye gelenler değildi. Bunların
deki İncili çevresinin bir ucunu düğüm­ yanısıra muhallebici, dondurmacı, şerbet­
leyip avucunda saklıyor, bu hareketiyle çi, sakız helvacı gibi türlü sanat erbabı da
çeşmede atını sulamak bahanesiyle tema- halkla beraber, Kâğıthane’ye giderdi. Da-

Küçüksu çayırında bir hafta sonu.


ha sonraki yüzyıllarda bunlara çeşitli hok­ güzel mesireye karşı duydukları hayranlı­
kabazlarla, cambazlar ve hayvan oynatıcı­ ğı çeşitli vesilelerle ortaya koymuşlardır.
ları da eklenmiştir. XIX. asrın ortalarına doğru İstanbul'a ge­
Akşamla beraber, Kâğıthane — mehtap­ len Miss Julie Pardoe «Yabancı Gözüyle
lı geceler hariç — büyük bir sessizliğe gö­ İstanbul» adlı eserinde Kâğıthane’den şu
mülürdü. Güzel, eğlenceli geçirilen bir gü­ satırlarla bahseder:
nün tadı damakta, tatlı hâtıraları hafıza­ «İstanbul’a yakın en güzel yerin Kâğıt­
larda, salıncak çözülür, yiyecek sepetleri hane olduğu şüphe götürmez bir gerçek­
toplanır, dere, kayıktan görünmez bir hal tir. Frenkler buraya «Tatlı Sular Vadisi»
alır. Kayıklar yan yana, arka arkaya ağır derler. Bu ad şairane olduğu gibi buraya
ağır yol alırlardı. Arabalar ise çoktan yo­ yakışıyor da.
lu tutmuş olurdu. Uzun bir araba konvo­ Pırıl pırıl akan Kâğıthane deresi, vadi­
yu, başlarında sürücüleri, içlerinde güzel nin yeşilliği bol bir yerinden çıkar ve ye­
geçirilen bir günün yorgunluğunu taşıyan şil çimenlerin arasında, bir gümüş tel gi­
hanımlar olduğu halde, Eyüp'e kadar bir­ bi uzanır. Bir nehir kadar geniş değildir.
likte yol alınır, sonra oradan şehrin muh­ Fakat büyüklüğü ne olursa olsun, başken­
telif semtlerine dağılırdı. tin geniş bir sahasında tek akarsu oldu­
BİR İNGİLİZ YAZARI ğu için büyük bir zevk ve hayranlık ko­
KAĞITHANE’Yİ ANLATIYOR
nusudur.
Vadi, her taraftan yüksek ve kurak te­
Kâğıthane yalnız İstanbulluların değil, pelerle çevrilidir. Derenin bunların ara­
muhtelif vesilelerle İstanbul’a gelmiş o- sında yemyeşil ve pırıl pırıl güneş için­
lan yabancıların da dikkatini çekmiş, bu deki bir köşeye öyle yan gelip sığınmış

66
bir hali var ki, insan görür görmez bura­ açmaktır. Halk, onu görünce hemen iki
nın bir mesire olarak yaratıldığı kanaati­ yana sıralanıp beklemeye başlardı. Kıla­
ne varır. vuz çavuşun hemen arkasından ise Der-
Burada padişahın bir yazlık sarayı ile gâh-ı Âlî çavuşları, silâhdar ağalan, sipahi
bir köşkü olduğunu söylememe lüzum var ağalar ve rikâb-ı hümâyûn mensuplan
mı bilmem? İstanbul yakınında padişahın gösterişli kıyafetlerle geçerler. Bunlardan
yazlık bir sarayı veya köşkü olmayan yer sonra padişahın gümüş takımlı, sırma iş­
yoktur. Fakat Kâğıthane Kasrı dinlene­ lemeli, yağız Küheylânmın üstünde ilerle­
cek en güzel bir köşedir. Padişah, devlet diği görülür. Etraftan «Padişahım çok ya­
işlerinden kurtulmak çaresini bulup da şa» sesleri yükselmekte, alkışlar birbirini
kendisine biraz boş bir zaman ayınnca, takip etmekte, dallarından kopanlmış ta­
gürültü ve gaileden kaçarak sık sık bura­ ze bahar çiçekleri atının ayaklan altına
da başını dinler. Beyoğlu’ndan buraya at­ atılmaktadır. Padişah bütün bu tezahüra­
la gelmek pek hoştur. Tepelerin havası ta, sevgi gösterisine, tebessümle cevap
o kadar tatlıdır ki, insan sanki damarla­ verdikten sonra, devlet erkânının kendi­
rında yavaş yavaş yeni bir kaynaşma du­ sini beklediği Mirâhûr köşküne doğru yo­
yar. Vadiye iniş de pek zevklidir. Ayağı­ luna devam eder, arkasından gelen ve sa­
nızın dibindeki o güzel çayıra bir an ön­ yılan beş yüzü geçen Dal - Fes ve meh­
ce inmek için âdeta sabırsızlanırsınız.» ter takımı bu muhteşem alayın son halka­
Evliyâ Çelebi, Kâğıthane hakkında ken­ sını teşkil ederdi.
disine has üslûbuyla şunları anlatır: Padişahın Sâdâbâd’a saltanat kayığıyle
«Topçular sarayında sakin olurken her gelmesi, Kâğıthane’deki halkın ilgiyle ta­
şeb, Kâğıthane’de nice yüzbin fişeng-i kip ettiği bir diğer büyük olay olurdu. De­
pürrengîn âsumana uruç ettiğini temaşa rede başlarında büyük saltanat kayığı ol­
edip, nice bin top ve tüfek sadasını du- duğu halde aheste yol alan, irili ufaklı ka­
yardu. Sonunda, safa ehlinin birinden bu yık konvoyundakilerin makamı, rütbesi,
şâdmanlığm sebebini sual ettiğimde ol bindikleri kayığın kürek sayısına göre he­
yâr-ı vefâdar dedi ki: «Ey dert ve eleme men anlaşılır, deredeki öbür vasıtalar ke­
dûçar olan biçare, aklını fikrini bitirmiş nara çekilerek bu muhteşem korteje yol
avare. Niçün gam çölünde mecnun gibi verirlerdi.
mahzun olup Kâğıthane’nin havasını ta­
nımazsın? Bu devlet-i Al-i Osman zuhur LALE DEVRİ’NDE
edeli hiç bir teferrücgâh’da bu Kâğıthane KAĞITHANE
şâdmanlığı gibi bir şâdmanlık olmamıştır. Lâle Devri’nde Kâğıthane’nin baştan ba­
Bu bayram yerini görmeyen âdem, rûy-i şa imar edildiğini ve derenin iki kenarına
arzda bir şey görmüş değildir.» çeşitli isimler taşıyan 50’ye yakın kasnn
inşa edildiğini görüyoruz. Devrin padişa­
PADİŞAHIN ALAYLA hı III. Ahmed, sanatkâr ruhlu bir insan­
KAĞITHANE’YE GELİŞİ dı. Pasarofça anlaşmasından sonra, ülke­
Kâğıthane’ye yalnız halk değil, bazan nin dış gaileleri kısmen de olsa ortadan
devrin sultanı da maiyet erkânı ile bir­ kalktığından padişah kendisini tamamen
likte eğlenmeye gelirdi. Ancak onların ge­ sanata ve eğlenceye vermişti. İstanbul’un
liş ve gidişleri, hususî bir törene tâbi idi. dört tarafı her biri başlı başına birer şa­
Bilhassa Lâle Devri’nde Sâdâbâd’da sık heser olan ve yapıldıkları devrin Türk sa­
sık ileri gelen devlet erkânının katıldığı natının usta izlerini taşıyan çeşmeler, se­
ziyafetler verilmekte, toplantılar düzen­ biller, kasırlarla süsleniyor, şehirdeki de­
lenmekteydi. Bu ziyafet ve toplantılara ğerli ve tarihî yapılar arasına durmadan
katılacaklar için önceden davetiye hazır- yenileri ekleniyordu. Kâğıthane de bu
lanırdı. Yalnız devlet yöneticileri daveti- imar faaliyetinden nasibini aldı. Devrin
yesiz gelme hakkına sahiptiler. Şeyhülis­ sadrâzamı Nevşehirli Dâmad İbrahim Pa­
lâm, reîsülküttâb ve yeniçeri ağası hariç şa, Kâğıthane mesiresinin en güzel yerin­
diğerleri kethudâ bey tarafından ziyafe­ de Humbarahane’den 800 arşın uzaklıkta
te davet edilirlerdi. Bugünkü resmî ziya­ Paris'teki Versailles sarayının köşklerini
fet ve toplantılarda olduğu gibi, o zaman andıran bir kasır inşa ettirdi. Bazı tarih­
da bir kıyafet mecburiyeti konulmuştu: lerde, sadrâzamın bu kasrı yaptırmak için
Samur kürk ve ferace giyilmesi mecbu­ Kâğıthane deresinin mecrasını değiştirdi­
riyeti her ziyafette yürürlükteydi. ği zikredilirse de, bu iddianın doğruluk
III. Ahmed'in saltanatı sırasında padi­ derecesini tesbit etmek mümkün olama­
şah Kâğıthane'ye şu şekilde gelirdi: Önde mıştır. inşası 60 günde biten ve önünde
bir kılavuz: Kılavuzun görevi adından da gayet büyük bir havuzu, çağlayanları bu­
anlaşılacağı gibi padişah ve maiyetine yol lunan kasır, padişaha hediye edildiği za­

67
man III. Ahmed son derece memnun ol­ râzamı, elçilere, devlet büyüklerine Sâdâ-
du ve kasrın tarihini kendisi söyledi: bâd’da, muhteşem ziyafetler veriyorlardı.
«Mübarek ola Sultân Ahmed'e devletlu Binbir türlü eğlencenin düzenlendiği bu
Sâdâbâd». âlemler, geceleri de tekrarlanıyor, Kâğıt­
Nevşehirli Dâmad İbrahim Paşa, daha hane’de mehtabın solgun ışığının aydın­
sonra lâle bahçelerinin imarına hız ver­ lattığı lâle bahçelerinde dilber-i ranâlann,
di. Osmanlı împaratorluğu’nda bir devre ateşin cariyelerin göğe yükselen kahkaha­
adını veren lâle yetiştirme merakı, koca ları arasında sırtlarına mumlar yapıştı­
İstanbul'da almış yürümüş, şehrin birçok rılmış kaplumbağalar dolaştırılarak çıra-
yerlerinde geniş lâle bahçeleri yapılmış­ ğanlar düzenleniyordu. Devrin en ünlü
tı. Buralarda ve Kâğıthane’de yetiştirilen şairi Nedim, en güzel şiirlerini buradan
lâlelerin cinsleri çok arttı. Bu artışa pa­ aldığı ilhamla, birbiri ardından yazıyor­
ralel olarak, fiyatları da korkunç bir yük­ du:
seliş kaydetmişti. Şehbânû, Dürr-i beyzâ, 0 ufl-ı nâzı gördüm rûyine hurşui eser etmiş
Câm-ı Safa, Ibrahimî, Çerâğ-ı aşk, Füsûni Haberdâr olmamıştım sonra bildim neylemiş
Bahâr, Mihr-i Safâ, Necm-i Safâ, Câm-ı nitmiş
Cem, Ateş - pâre, Fem-i Handân, Dil-bende, Meğer zâlim kaçıp tenhâca Sâdâbâd’a dek
Mihribân v.s. adlarını taşıyan ve 839 çeşi­ gitmiş. ■■
di bulunan lâleler, bin altına alınıp satı­ Ancak bu zev-u safa devri fazla sür­
lıyordu. Sonunda Nevşehirli Dâmad İbra­ medi. Bu bitmek tükenmek bilmeyen eğ­
him Paşa lâle karaborsasını önlemek için lenceler, bir ihtilâlle sona erdi.
yetiştirici elinde bulunan lâle sayısını tes- 1730 yılında patlak veren Patrona Halil
bit etti ve narh koydurdu. isyanı bu güzel devrin sonu oldu. Başla­
ŞAİR NEDİM’İN rında Beyazıt hamamı tellâklarından Pat­
DİLE GETİRDİĞİ GÜZELLİK rona Halil ve Muslu adında iki sergerde­
nin bulunduğu sayıları hızla artan isyan­
Kâğıthane en güzel günlerini yaşıyor­ cı grubu, padişahtan önce Nevşehirli İb­
du. Bir tarafta halk tatil günlerini bura­ rahim Paşa’nın kellesini istediler. Her şe­
da geçirirken, bir taraftan padişah ve sad­ ye rağmen can ve taht korkusu sevgiye

Bugünkü
Göksu’dan
bir manzara-
galip geldi. Yanında sadrâzamı olmadan ziran ayından eylül sonuna kadar Göksu,
mehtap safası yapmayan ve onsuz bir tatil günleri buraya gelenlerle dolup ta­
eğlencenin hoşuna gitmediğini ona yazdı­ şardı.
ğı mektuplarla anlatan III. Ahmed, ilk Göksu mesiresi, Göksu ve Küçüksu de­
İŞ olarak dâmadmı, Kapdan Mustafa Pa- relerinin aktığı sahaya verilen addır. Bu
Şa ve Mehmed Kethudâ’yı boğdurtarak, ce­ iki nehir arasında kalan Küçüksu çayırı
setlerini âsîlere teslim etti. Patrona Halil mesirenin en işlek yeridir.
ve hempaları bu sanatkâr ruhlu adamın Evliyâ Çelebi, Göksu hakkında şunları
nâşını bir katır kuyruğuna bağlıyarak çığ­ söylüyor:
lıklar, haykırışlar arasında sokak sokak «Göksu mesiresi, âb-ı hayat misali bir
dolaştırdılar, sürüklüye sürüklüye parça nehirdir ki, Alemdağlan’ndan cereyan e-
Parça ettiler. Ancak çok geçmedi, III. Ah­ dip gelir. Bu nehir üzerinde bir tahta
med de tahtından, tacından oldu. Onu köprü vardır. Cümle erbâb-ı safa bu ne­
tahttan eden kişiler, yerine geçen I. Mah- hirden kayıkları ile ileri ferahfeza köyle­
mud’dan herbiri başlı başına birer şahe­ re varıp, ağaçlar altında zevk ve sohbet
ser olan kasır, saray ve yalıların yakılma­ ederler. Bu mahalden bir gûna toprak çı­
sını istediler. I. Mahmud, çok güç durum­ kar ki, ondan üstadları çeşit çeşit çanak,
da kalmıştı. Gönlü bu güzel sanat eserle­ çömlek ve testi yaparlar.»
rinin mahvına razı değildi. Ancak yapabi­ Göksu’da, Kâğıthane eğlencelerinin ay­
lecek hiç bir şey yoktu. Bu yüzden üzün­ nı, yalnız biraz daha küçük olarak tekrar­
tü içinde : lanırdı. Buraya gelenler, derede kayıklar­
— Rızam yoktur yanmasın, ancak yı­ la gezinti yapmaktan kendilerini alamaz­
kılsın dedi. lardı. Derenin Dört Kardeşler mevkii ka­
yıkla gidilebilen en son yerdi. Yaklaşık
KAĞITHANE’DEKİ olarak bir kilometreyi bulan bu mesafe
KASIRLARIN SONU derenin sandallar, piyadeler, iki, üç çif­
Bu söz, kasırların, lâle bahçelerinin, ya­ telerle dolu olması yüzünden 3 - 4 saatte
lıların sonu oldu. Kâğıthane’de bir ölüm ancak alınırdı. İstanbul’da bulunan ya­
riizgân esmiş gibiydi. 3 gün içinde yal­ bancı elçilerin hanımları ve yakınları da
nız burada bulunan Sâdâbâd değil, Fe- çoğunlukla gezinti için Göksu’yu tercih
fahâbâd, Şerefâbâd, Mihrâbâd, Hüsrevâ- etmekteydiler.
bâd kasırları yerle bir olup, içlerinde ne Göksu ve Küçüksu dereleri arasındaki
Var, ne yok yağma edildi. Lâle bahçele­ bu münbit mesirenin diğer bir özelliği de
ri, bu amansız güruh tarafından çiğnen­ mısırdı. Yaz aylarında çayırın Hisar yö­
di. Asîler, sağlam tek bir kasır bırakmadı­ nündeki sahilinde büyük kazanlar içinde
lar, taş üstünde taş komadılar. pişirilen mısırlar, hem derede kayık sa-
3 gün sonra Kâğıthane bir enkaz yığı­ fasında, hem de çayırda ağaç diplerinde
nı halindeydi. Def, saz ve rebab sesleri oturanların eğlenceleri sırasında dumanı
İşitilmez olmuş, kalabalığın neşeli gürül­ üstündeyken yenirdi.
tüsünün yerini, derin bir sessizlik almış­
tı. Bu sessizlik, III. Selim devrine kadar GÖKSU KASRI
sürdü. Ancak III. Selim ve II. Mahmud Göksu mesiresini süsleyen bir sanat e-
zamanında buralarda inşa edilen yeni ka­ seri olan Göksu (yahut Küçüksu) kasn,
şırlar, yeni tanzim edilen bahçelerle Kâ­ 1856 yılında Sultan Abdülmecid tarafın­
ğıthane tekrar mesire halini aldı. Ancak dan yaptırılmıştır. Daha önceleri burada
Lâle Devri’ndeki eski şâşaasmdan çok u- ahşap bir köşk bulunuyordu. Bu köşk,
zaktı artık. 1752 yılında Sadrâzam Divitdâr Emin
Asrımızın başına kadar İstanbul’un en Mehmed Paşa tarafından yaptırılmış ve
Sözde mesiresi sıfatım koruyan Kâğıtha­ devrin sultanı I. Mahmud’a hediye edil­
ne bugün artık şair Nedim’in mısraların­ mişti. I. Mahmud pek beğendiği bu kasır­
da kalan eski bir efsane olmuştur. da saltanatı boyunca Arabî ayların birin­
de gelip kalır, kaldığı süre içinde de sık
g ö k su m e s i r e s i sık civarda gezintiler yapardı. III. Selim
Gidelim Göksu’ya bir âlem-i âb eyleyelim ve II. Mahmud zamanında onarılmasına
Ol kadehkâr güzeli yâr olarak peyleyelim rağmen yıkılmaya yüz tutan bu köşk so­
Bize bû tâliimiz olmadı yar neyleyelim nunda Abdülmecid tarafından yıktırılıp
Ol kadehkâr güzeli yâr olarak peyleyelim. yerine bugünkü saray inşa edildi.
İstanbul’un Kâğıthane’den sonra en gü­ Küçüksu’da bulunan ve Padişah ağacı
zel mesiresi Göksu’ydu. Boğaz’m Anado­ adı verilen, ulu dallan göğe doğru uzan­
lu yakasında bulunan bu mesire, bilhas- mış bir ağacın altında, halktan herhangi
sa kadınların rağbet ettiği bir yerdi. Ha­ birisinin oturmaması gelenek haline gel-

69
Eski günlerin en beğenilen mesiresi Kâğıthane’de bir kasır.

mişti. I. Mahmud ve ondan sonra gelen tarih boyunca tek bir olayın çıkmadığını,
padişahlar Küçüksu’ya geldikleri zaman buradan bahseden eserler kaydetmekte­
bu ağacın altına bir halı serilir, padişah dir.
burada dinlenirdi. Göksu’yu seven Osman­ Sonbaharın müjdecisi olan eylül ayında
lI padişahları arasında IV. Sultan Murad Göksu mesiresinde başka bir canlılık gö­
ve III. Sultan Selim de bulunmaktaydı. rülür. Buna sebep, burada bulunan ve
Bu iki padişah yalnız mesirede dinlen­ «Panaiya» adını taşıyan Ayazma idi. Her
mekle kalmaz, ayrıca civar tepelerde ava yıl eylülün sekizinci günü İstanbul’da bu­
da çıkarlardı. lunan Ortodoks Rumlar, bu ayazmayı zi­
Kasrın yanında bulunan diğer bir yapı yaret için Göksu’ya gelirler, ziyaretten son­
da Küçüksu çeşmesiydi. 1806 yılında III. ra da Küçüksu cavınnda dinlenmeden e-
Selim’in annesi Mihrişah Vâlide - Sul­ demezlerdi.
tan tarafından yaptırılan bu çeşmeden me­ Kâğıthane’nin mesirelikten çıkmış ol­
sireye gelenler faydalanırlardı. Nitekim, masına karşılık Göksu, bugün önemini
Küçüksu çeşmesinin geçmişteki halini eski günlerdeki kadar olmasa bile yine
gösteren gravürlerde bu durum açıkça gö­ korumakta, yaz günleri halk burada pik­
rülür. Çeşmenin etrafı sıcak yaz günlerin­ nik yapmaktadır. Asırlardan beri devam-
de bir insan meşheri halindedir. Bir ta­ edegelen mesirenin bir özelliği de mısır­
rafta yaldızlı arabalar içinde kadınlar, ö- dır. Artık an’ane haline gelen haşlama mı-
bür tarafta fesleri yana eğilmiş, kaytan
bıyıklı, çapkın bakışlı gençler... Arada bir s,n. zamanımızda Küçüksu'ya gidenler
eğilip çeşmeden su içenler. Ancak bütün büyük bir istekle arar, yaz aylarında sıra
bu kalabalığa rağmen, Göksu mesiresinde sıra kazanlarla mısır kaynatılır.
(Devamı var)
70
İZ Selânik yolunda iken, Görice Mutasar-
' * ^ rıflığına terfian tayinim çıkmış! Hürriyetin
Alı Münif
1 ilânı üzerinden bir hafta geçmemişti. Köprülü hal­
kının teveccühleri içerisinde unutulmaz hâtıralar­
la Görice'ye hareket ettim.
Görice Mutasarrıflığım pek az sürdü (üç -
dört ay kadar). Zira Meşrutiyet'in ilânından son­
Bey'in
ra yapılan intihapta memleketim olan Adana'dan
mebus seçilerek Meclis-i Meb’usan'a katıldım.

ADANA MEBUSLUĞUNA
Hâtıraları
İNTİHABIM
Meşrutiyet İlân edilince mebus intihabatı hazır­
lıklarına geçilmişti. Memleketim bulunan Adana’
dan mebus seçilmem hakkında teklifler aldım. Bu
müracaatlar, hemşehrilerimden yapılmış olmakla
beraber, Ittihad ve Terakki Cemiyeti de namzetli­
ğimi koymuştu.
intihapta, ben Adana'dan, halazadem ve aynı za­
manda eniştem Ârif Hikmet Mersin’den mebus
seçilmiştik.
Ârif Hikmet ile aramızda iki yaş fark vardı. O
benden küçüktü. Hikmet, müddeiumumi muavin­
liğinden mebusluğa intihap olunmuştu. Yakınlığı­
mız hasebiyle her ikimizin Adana’dan intihabı
mümkün olamadığından onu, Ittihad ve Terakki,
Mersin'den seçtirmlşti.
İkinci Osmanlı Mecllsl'nln açılışı fevkalâde en­

Mana
teresan oldu. Yurdun her tarafından kıyafetleri,
dilleri, dinleri başka mebuslar gelmişti. Hele padi­
şah Abdülhamid'ln meclise gelişini hiç unutmam.
Ürkek bir hali vardı.
Bu mecliste, dahiliye encümenine seçildim. Di­
ğer taraftan, Tal’at Bey’in tensibiyle fırka İşleriy­
le de uğraşıyordum. O zamana kadar Ittihad ve
Terakki Cemlyetl'nln reisi yok gibiydi. Herkes el
altında bu cemiyeti idare eder, kendisini ortaya
atmazdı. Herkes cemiyette bir makam ve mansıp
kapmak değil, bir mefküre için çalışırdı. Tal’at
İse bu mefkûrecilerin en başında gelirdi.

AHMED RIZA BEY'LE


İLK TANIŞMA
Ittihad ve Terakki nin Avrupa’daki kuruluşunda
büyük hizmeti olan Ahmed Rıza Bey, Meşrutiyet
inkılâbını müteakip dahilde de bir müddet fırka­
nın reisliğini yaptı. Meclis-i Mebusan açılınca, fır­
ka işleriyle bilfiil meşgul olan Tal’at Bey, Ahmed
Rıza Bey'in Meclis-I Meb'usan riyasetine seçilme­
si hakkında İstişarelerde bulundu ve bu suretle
İntihap icra kılındı.
Riyasete seçilen Ahmed Rıza Bey'I gıyaben Mül-
klye'de talebeliğimden beri tanırdım. Paris'te çı­
kardığı gazeteleri İstanbul’da tevzi edenlerden biri
de bendim.
Hariçteki İttihatçıların aralarında izalesi güç bir
İhtilâf zuhur etmişti. Prens Sabahaddin, Ahmed
Rıza, Doktor Nâzı fır, Bahaddin Şâkir vesair hürri-
yetperverlerin Paris’teki hizmet ve gayretlerini ta­
kip ederken sevinirdik. Fakat evvelce Paris’e ka­
çanlara sonradan cemiyet merkezinden teşkilât Yazan: Taha Toros
için gönderilenler arasındaki geçimsizliğe ve Sa- lunca tavsiyeler ve iltimasları düşünerek hiç kim­
bahaddin'ln adem-i merkeziyet prensiplerine pek se ile bu bapta konuşmamaya karar verdik. Na­
müteessir olmuştuk.
musumuza, vicdanımıza havale edilen bu ciddi
Prens Sabahaddin temiz bir insandı. Hürriyet mevzuda vardığımız neticeyi hükümete bildirdik.
uğrunda padişahla küçük yaştanberi uğraşmıştı. An­ Istibdad devrinin, hafiye teşkilâtının iç yüzü­
cak, adem-i merkeziyet sistemi, memleketteki ekal­ ne tensikat vesilesiyle muttali olduk. Jurnal, mek­
liyetlere hoş göründüğünden, vatandaşlar arasın­ tup, vesair vesikalardan neler, neler öğrenmiş­
da nifaka vesile vermesinden endişe ediliyordu, tik. Mâsum memurların ne şekilde vasıta edildi­
ittihatçılar bu bakımdan böyle bir sisteme mua­ ği ve mafevklerce ne türlü tezvir ve jurnal işlerin­
rızdılar.
de kullanıldığı akıllara hayret verecek mahiyette
Ahmed Rızanın ise, hepimizin kalbinde bir yeri idi. Bunların hikâyesi uzundur. Şurasını kısaca
vardı. Meclis-i Meb'usan riyaseti için en uygun söyleyebilirim ki o devir, jurnalciliği ilim şekline
şahsiyet de o idi. sokmuştu!
Ancak, mumaileyh gayet vakur olmakla bera­
ber, mütekebbir tavırlı idi. Bilâhare birçok esbap­ ■
tan nâşi İttihatçılarla ihtilâfa düştü. Meclis-i Me- Tensikat raporu üzerine, tatbikatına hükümetçe
busan reisliğine intihabı vesilesiyle birkaç me­ azimli bir şekilde başlandı. Bu arada — vaziyet
busla birlikte ziyaretine gitmiştim. Tesadüfen icabı — valilerden Cezâylr-i Bahr-i Sefid Valisi Na­
Tal’at da yanında idi. Biz, tebrikle birlikte aynı mık Kemal-zâde Ali Ekrem ve Ahmed Reşid Bey­
zamanda fırka gazeteleri arasındaki münakaşalara ler in açığa çıkarılmasına karar verildi.
son verilmesini temenni eyliyen bir heyet hüviye­ Ahmed Reşid Bey'le (H. Nâzım) mülkiyede mek­
tini taşıyorduk. Fırkanın Meşveret ve Müşavere tep arkadaşı idi. Mumaileyh bizden bir sınıf bü­
adlı gazetesi yurt içinde gizli kurulan cemiyeti yüktü. 1910 yılında Ankara Valiliği’ne tâyinimde
tutmakta, Avrupa’ya firar eden İttihatçılara hücum benden evvel bu vilâyette bulunmuş, hattâ KarpiÇ
eylemekte idi. Avrupa'da teşkilât kurmuş olanlar lokantasının arkasındaki parkı (Millet Parkı) adiy­
da memleket dahilindeki Ittihatçılar'ı zedeleyecek le o yaptırmıştı.
neşriyatta bulunuyordu. Biz, Ahmed Rıza’dan, ef- Bir gün Dahiliye Nâzırı Talat Bey'in (Paşa)
kâr-ı umumîyeyi rencide eyleyen münakaşalara son yanında iken her ikisi birlikte nâzırın ziyaretine
verilmesini, bir çatı altında fikir ve kuvvetlerimizi geldiler. Benim orada bulunuşum bir tesadüf ese­
birleştirme çarelerini temenni ettik. riydi. Tal'at Paşa, bunları nezaketle kabul etti.
Ahmed Rıza, fikirlerimizi uygun bulmakla bera­ Her ikisi tensikatta açıkta kaldıklarını ve sebep­
ber, her iki grubun bu tarz münakaşalarının tabiî lerini öğrenmek istediklerini bildirdiler. Tal'at Pa­
olduğunu söyledi (1). şa da soğukkanlılıkla ve pervasızca :
— Sen şusun, sen de busun demez mi?
TENSİKATA MEMUR EDİLİŞİM
Ben, böyle bir celsede bulunmaktan mahcup o-
Ittihad ve Terakki merkezi umumisi, memur si­
larak koltuğa gömüldüm. Bu ziyaretçilerden biri­
cilleri üzerinde durulmasını, memurlardan eski
ne paşayı, diğerine elimdeki gazeteyi siper itti­
idareye hafiyelik ve jurnalcilik yapanların bilinme­
haz ettim.
sini, şaibeli olanların ayıklanmasını, hülâsa dâhili­
Ali Ekrem ile senelerce sonra, bacanağım Şair
yemizin ıslahını hükümetten ve meclisten musir-
Mldhat Cemal'in noterlik dairesinde rastlaşmış-
rane talep ediyordu.
tık. Afakî mevzulardan konuşuldu. Ben kalktıktan
Hükümet, âyândan Niğde Mebusu Galib Bey'le,
sonra Midhat Cemal’e demiş ki:
meb'usandan beni tensikata memur eyledi. Ga­
— Ali Münlf'in babası (2) ile geniş hukukumuz
lib Bey'le birlikte günlerce çalıştık. Bir memle­
kette, bahusus azim bir inkılâp geçiren bir ida­
(1) Ali Münif’in Maarif Nazır Vekili bulun­
rede tensikat kadar güç, yıpratıcı, vebal alıcı va­
duğu sırada mecliste, Ahmed Rıza Bey’le arala­
zife olamaz. Vicdanlarımızı heran düstur yaparak
rında uzun münakaşalar cereyan etmiştir.
bu müşkül hizmeti ifa eyledik. Mesaimizin müs­
Bu bahse, merhumun nazırlığı devrine ait kı­
mir ve zecrî olabilmesi için, hükümete şu iki tek­
lifi yaptık:
sımlarda temas edilecektir. Diğer taraftan, rah­
metlinin evrakı arasında zuhur eden, bir Fransız
I -— Açığa çıkarılması lüzumlu görülen kimse­
kumpanyasının, Ahmed Rıza Bey delâletiyle,
leri, her ne sebeple olursa olsun tekrar vazifeye
Bulgardağı’ndaki gümüş madeninin işletilmesi
almamak;
hakkındaki teklifi de bu vesile ile bahis konu­
II — Tensike tâbi tutulanlar hakkındaki sebep­
su olacaktır.
leri asla ifşa eylememek ve kimseye sızdırma­
(2) Ali Ekrem 1884 tarihinde Adana’da dört,
mak.
beş ay kalmıştır. O zaman eniştesi Menemenli
Tensikat bahsinde hükümet, Galib Bey'le bana
Rıfat Bey, Adana Defterdarı idi. Ali Ekrem hem­
salâhiyeti tamme vermişti. O zaman Talat, dahi­
şiresini ziyarete gelmiş, Adana’da birçok şairler­
liye nâzırlığını yapmaktaydı. Mumaileyh ile tensi­
le tanışmıştı. Bu arada Ali Münif’in babası şair
kat mesaimiz sırasında dostluğumuz derinleşmiş­
Hakkı Beş-’le müşaereleri dahi vardır. Tefrikamı­
ti. Rahmetli, şurada burada beni doğruların doğ­
zın baş taraflarında bundan bahsedilmiş ve bun­
rusu diye vasfetmiş. Tensikat yapılacağı şayi o­
lara ait bir şiir de konulmuştur. T. T.

72
Prens
Sabahaddin.

Vardı. Buna rağmen tensikatta açıkta kalmama se­ edilen nefis kokuları, küçük şişeler içerisinde mu­
bep olmuştur. İsteseydi önllyeblllrdl. kaddes birer hediye olarak memleketlerine götü­
31 Mart isyanında fırkayı tutan gazeteler kapa­ rürlerdi.
tıldı. idarehanelerine hücum edildi. Cavid, Cahld Çok eskiden burada yerleşen «Sis Beyliği», hat­
le bir Rus vapurıyle Odesa'ya kaçtı. Oradan Selâ- tâ «Sis Prensliği» adiyle nam iddiasına kalkan
nik'e geçmişler. Bu buhran on beş gün kadar de­ eski bir aile yıkılmış, bakiyeleri Kozan, Kadirli,
vam etti, sonra gidenler döndü. Nihayet Hareket Haçın ve Feke'ye serpilmişlerdi. Bütün bu aha­
Ordusu İstanbul'a hâkim olunca, Ayastefanos ta linin, hattâ bütün Çukurova bölgesinin Ermeniler't
toplanan meclls-l millî kararıyle, Sultan Hamld Sis'teki kiliseye bağlıydılar.
bal'olundu. Hüseyin Hilmi Paşa, hükümet teşkili­ Bu kilise, dinî bir hüviyet taşımakla beraber, za­
ne memur edildi. man zaman devletin zayıf bulunduğu sıralarda ko-
mitecilik faaliyetlerine melce olmuştu.
ERMENİLER BAŞ KALDIRIYOR Uzun zaman Çukurova'da sakin bulunan Erme-
İstanbul’daki irtica vakası 31 martta başladı. inler'le, Müslümanlar arasındaki samimî münase­
Bir gün sonra Adana'da bir ihtilâf başgösterdl. A- betleri sektedâr eden ihtilâlci gayeler, Zeytun
dana Iğtişası adiyle anılan bu müessif vakanın isyanıyle başlamıştı. O zamana kadar, hattâ on­
derin bir mazisi vardır. dan sonra bile Ermeniler’in mektebinde Türkçe de
Çukurova'nın Adana, Tarsus, Dörtyol, Osmaniye okutulurdu. Hapsi gayet iyi Türkçe konuşurdu. Hat­
ve Kozan gibi münbit yerlerinde oturan Ermenller, tâ Türkçe’yi Ermenice harflerle yazarlardı. Bu tarz­
öteden beri Kozan’daki (Sis Katagoglsliğl) ni ru­ da kitap ve gazete dahi neşretmişlerdi.
banı reis tanırlardı. Dinî mertebe itibarîyle Ko­ Diğer taraftan İslâm ve Ermeni tâcirler arasın­
tan kilisesi Türkiye'de sayılı mâbetlerden biriy­ da derin bir dostluk ve alış verişte sonsuz bir
di. Hattâ Amerika’dan bile burayı ziyarete gelen itimat mevcuttu.
Ermeniler vardı. Bu ziyaretçiler Kozan'da istihsâl 1863 ve 1877 senelerinde vukua gelen her İki

73
Kozanoğlu isyanında, hükümetin, birçok asker za­ karşı, bunu müdafaa zımnında göğsünü bile gerdi.
yiatını göze alarak dağ başlarında azimli bir te­ Papaz Muşiğ, bu yakınlıktan faydalanarak, Killk-
dip hareketine geçmesi üzerine, bazı Ermeniler'in ya Ermenileri’nln ihtilâlci hareketlerini programlaş-
Kozanoğlu tahakkümünün nihayete ermesini göre­ tırıyordu (3).
rek, ihtilâlci gayeler beslediği hissedilmekteydi. Bahri Paşa ve Meşrutiyet ilânı sırasında ikinci
Nitekim, Zeytun isyanından sonra, Çukurova Er- maruf Ermeni, imparatorluğun birçok mahkemele­
menileriyle Türkler arasındaki dostluğu bozacak rinde hâkimlik yapmış olan Avukat Karabet Gök-
bir takım hadiseler zuhur eyledi. derellyan idi.
Zeytun isyanındaki Ermeniler’in teşkilâtçılığını Üçüncü Ermeni büyüğü de yine avukat olup, «A-
gören mahallî halk, artık bu zümreye eskisi gibi dana ihtilâli* ne ait bir eser kaleme alan Karabet
güvenemiyordu. Bilhassa bir kısım Ermeni komita­ Çalyan'dır ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Ada­
cılarının, Osmanlı imparatorluğumun fakir bölge­ na teşkilâtında çalışmıştı (4).
lerindeki Ermeniler'i bir teşkilât ve program dahi­ Hürriyetin ilânı üzerine Bahri Paşa, halkı haka­
linde münbit Çukurova'nın muhtelif yerlerine yer­ retleri arasında Adana'dan kovuldu. Yerine gelen
leştirmek suretiyle istikbale ait istifadelere kal­ Vali Cevad Bey, memlekette ikiye ayrılan Türk-
kışmaları, hükümetin dahi gözünden kaçmamıştı. lerl İdare edemedi. Bu idaresizlikten Ermenller de
Bu arada Mikael Nalbantyan adındaki Katolik bir faydalanmak istediler. Kâh valinin aleyhinde, kâh
Ermeni papazının, Adana’da hususî bir ziraat mek­ lehinde hareket ettiler.
tebi açması da bu maksada matuf idi. Diğer taraftan, Ermeniler'in ileri gelenleri, İtti­
Diğer taraftan, bir kısım Ermenller Haçın (şim­ hat ve Terakki Cemiyeti'ne girmişlerdi. Bunlar,
diki Saimbeyli) kazasında ve kalesinde bazı silâh Türklerle dostane münasebet tesisine çalıştılar.
vesaire imalâtında bulunuyorlardı. Kaleye Kıbrıs'
tan gizlice getirtilen cephaneler depo edilmektey­

di. Adana ihtilâli nasıl başladı? Buna takaddüm ey­
leyen vakalara göz atmak lâzımdır. Haçın'da
Gayelerine vusul veya kendileri üzerinde hükü­
Türklerle Ermenller arasında zuhur eden bir hadi­
metin takibatını önlemek maksadıyle, hariçteki
senin tetkiki için Adana'da Selim Bey’le, İttihat
devletlere de başvurmuşlardı. Hattâ, Mersin'deki
ve Terakki idare heyeti azâsından Avukat Kara­
Ermeniler'in kıtale uğrayacaklarından bahisle, bir
iki Fransız zırhlısının Mersin ve İskenderun lima­ bet Çalyan gönderilmişti. Heyet-i tahkiklye rapo­
nına gelmeleri, devletin hükümranlık haklarına runu vilâyet makamına verdiği halde, Vali Cevad
bile tecavüz sayılmıyordu! Hariçteki devletlere Bey hareketsiz kaldı. Bu atalet. Müslüman ve Er­
başvurarak Ermeniler'in bu tarz-ı hareketleri dip­ meni zümreleri arasında bir gerginlik yarattı.
lomasi yolıyle halledilmiş ve fakat müsebbipleri Tam bu sırada, Türkler arasında sandalya kav­
cezalandırılmamıştı! gası yüzünden ikilik husule geldi. Sanayi Mektebi
1905 senesinde Paris’te toplanan Ortodoks Er- Müdürü Gergerli Ali ile gazeteci Ihsan Fikri, ha­
menlleri'nln kongresinde, Kllikya'nın müstakil bir lef ve seleflik yüzünden ihtilâfa düşmüşler ve
eyalet haline getirilmesi bile karar altına alın­ yekdiğerine ağır hücumlara geçmişlerdi. Ihsan
mıştı. Fikri, Sanayi Mektebi müdürü iken, hakkında ya­
Yukarıda izah edilen Tanzimat, Kozanoğlu isyan­ pılan şikâyet üzerine papaz Muşiğ'in de dahil bu­
ları. Zeytun isyanı ve yabancı devletlerin Ermeni lunduğu bir komisyon tarafından azledilerek yeri­
hâmîsi gibi vaziyet almaları, bazı ihtilâlci neşri­ ne Gergerli Ali tayin olunmuştu. Vali Cevad Bey
yata başvurulması gibi muhtelif hareketlerden son­ aleyhine kıyam eden Ihsan Fikri ve arkadaşı Muh­
ra, Meşrutiyet ilânı, bu zümrenin komitecileri için tar Fikri miting teşebbüsüne geçti. Ermenller ise
bir fırsat telâkki olundu, hürriyetin kendileri için Türkler arasındaki bu ihtilâftan her suretle istifa­
ilân olunduğunu etrafa yayan bazı Ermeniler'in ha­ deyi düşünüyorlardı. Bununla beraber Adana iğ"
reket tarzı, 1 nisan 1909 Adana ihtilâlini doğurdu. tişaşı, asla bu iki grubun tertibi değildir. Bu ha­
dise, vilâyet makamının hadiseler karşısında ac­
Sultan Hamid idaresi sırasında, Adana'da 11 se­
zi ile birlikte Müslüman - Hıristiyan çekişmeleri­
ne valilik eden Kürt Bahri Paşa namıyle maruf bir
nin dinî galeyanlarından istifadeye kalkanların e-
vali vardı. Bahri Paşa, cahil, fakat zeki bir adam­
seridir.
dı. Daima mabeynin nabzını yoklayarak Adana'yı
idare eder, Ermenilerle daima dostane münase­ ADANA İHTİLÂLİ
betlerde bulunurdu. Bundan cesaret alan Ermeni
Her ne kadar İstanbul’daki 31 Mart vak'ayı faci­
komitecileri, Çukurova'nın muhtelif semtlerinde
ası, telgraf memurlarınca Adana telgraf memurla­
Ermeni iskânına muvaffak oldular.
rına bildirilmiş ve 1 nisan akşamı şehre yayıl­
KOVULAN VALİ mışsa da, Adana'da kıtal hareketi İstanbul’daki

O sırada Adana'da nüfuz sahibi üç Ermeni var­


(3) Papaz Muşiğ bütün hâdiseleri neşrettiğ1
dı. Bunlardan biri, komitecilikle meşhur olan Pa­
Les Vepres Ciliciennes adlı Fransızca kitabinde
paz Muşiğ idi. Bahri Paşa bu papazla pek çok izah etmektedir.
dostluk etti. Vali bu papazın tesiriyle tam bir
(4) (Adana Vakası ve Mesulleri) adlı kita~
Ermeni dostu oldu. Hattâ hükümetin muahezesine bin sahibidir.

74
İdam kararlarının
infazından sonra
istifa eden
Sadrâzam
Hüseyin Hilmi
Paşa.

İsyanın şüyuundan biraz evvel başlamıştır. SADRÂZAMA MÜRACAATIM


Ancak İstanbul’daki vak'anın Adana'da duyul­ Hemen sadrâzamla görüştüm. Hükümet, din far­
ması, esasen başlamış olan Adana ihtilâlinin bel­ kı gözetmeksizin durumu fırkaya intikal ettirmek
ki körüklenmesine vesile olmuştur. istiyordu. Bir taraftan ecneb matbuat yekdiğerini
■ tutmayan heyecanlı haberler neşrediyor, diğer ta­
Adana iğtişaşı, 31 Mart vak'asından bir gün son­ raftan, İstanbul’daki Ermeni kilisesi reisleri, hü­
ra, Ermeniler’in taşkınlıklarıyla başlamıştı. Ada­ kümete müracaatta bulunarak Adana Ermenileri'
na ve havalisinde de Ermenilerle Müslümanlar a- nin korunmasını istiyorlardı.
rasında geniş mikyasta kanlı bir mücadele baş- Türkler, Ermeniler’den, Ermeniler Türkler’den şi­
aösterdl. Herkes sokağa çıkamaz oldu. Hükümeti kâyetçiydiler. Adana Ermenileri'n! daha çok komi­
dinleyen yoktu! Halkın karşılıklı ve silâhlı çar­ teci papaz M uşiğ’in tahrik eylediği gelen haber­
pışması hükümet otoritesini ortadan kaldırmıştı. lerden anlaşılıyordu (5).
Adana sokakları bir harp sahası haline gelmişti!
Vaka mahalline Mersin'deki İngiliz konsolosu ge­
lerek tetkikler yapmış, Türk ve Ermeni cesetle­ (5) y ukarıda da kısaca bahsedildiği üzere, Pa­
rini bizzat görmüştü. Ölenler arasında, bu alevin
paz Muşig Efendi, Adana’nm nafiz Ermeniler’in-
söndürülmesi için arabuluculuk yapmak İsteyen bir­
den biri olup, tam komiteci idi. Meşrutiyet se­
nelerinde vukua gelen Adana iğtişaşmdan son­
çok kimseler de bulunuyordu.
Adana’da başlayan bu vuruşma, Osmaniye, Dört­
ra Mısır’a gitmişti. Mütarekeden sonra Adana’
yol ve Ceyhan kasabalarına da sirayet etti.
nm Fransızlar tarafından işgalini müteakip, tek­
Bâbıâlî’ye yıldırım telgrafı yağdırılıyordu. Bir­
rar Adana’ya gelerek rol oynamak istemişse de,
kaç gün sonra Adana'dan ve mülhakatından ölü
Fransız işgal makamları bilâhare kendisini Ki-
adetlerine dair tafsilât gelmeye başladı. Bu ka­ likya dışına çıkarmışlardır.
rışıklık, kabineyi müşkül duruma sokmuştu.
Muşig Efendi’nin Adana’da Ermeni meselesi­
Adana'nm mebusu olduğu için hemşehrilerim, ne dair Fransızca yazdığı (Les Vepres Cilicien-
vakaları İstanbul'da bana bildiriyorlardı. nes) adlı kitap da Mısır’da basılmıştır.

75
Nihayet hükümet şu kararı verdi:
si de hassasiyetle incelemişti.
1) Mahalline fevkalâde salâhiyetti bir tahkik he­
Fakat, tam bu sırada Adana dîvân-ı harbinin ver­
yeti göndermek;
diği birkaç idam kararının (sadrâzam tarafından
2) Valiyi azletmek;
tasdik edilmeyeceği vaadine rağmen) infaz olun­
3) Dîvân-ı harp kurmak ve suçluları bu dîvân-ı
ması mumaileyhi istifaya kadar sevkeyledlğinden,
harbe tevdi eylemek.
bu rapor hükümetçe tatbik mevkiine konulamadı.
Her üç kararın tatbikine geçildi. Tahkik heyeti­
ne Meclis-I Meb'usan’dan Yusuf Kemal (Tengir- SADRÂZAM HÜSEYİN HİLMİ PAŞA'YI
şenk) ile. Tekirdağ mebusu Babikyan Efendi me­ NASIL İSTİFAYA MECBUR ETTİM?
mur edildi.
Vali Cevad Bey azlolunarak yerine, Baban-zâde Adana ihtilâlinin kanlı bllânçosu karşısında Er­
Mustafa Zihni Paşa getirildi. Dîvân-ı harp faali­ meniler le Türkler'den birçok vatandaşlar dîvân-ı
yete geçti. harbe sevkedilmiştl. Ermenilerle Türkler arasın­
da 1 nisan 1325 sabahı başlıyan karışıklık, mem­
YUSUF KEMAL VE lekette huzur ve sükûnu ihlâl etmişti. Her iki
BABİKYANTN RAPORLARI tarafın sinirlerini bozan ihtilâfın yatıştın İması uğ­
runda mesai sarfedllirken, dîvân-ı harp de tüy­
Yusuf Kemal Bey'le, Babikyan Efendi, Adana ve
ler ürpertici kararlar vermekten çekinmiyordu
havalisinde tetkikat yaparak intihalarını ve kana­ ( 6 ).
atlerini rapor halinde hazırladılar. Yusuf Kemal
Dîvân-ı harbin birçok vatandaşlarımızın ve bu
Bey'in raporu hükümete tevdi olundu. Babikyan
arada Dörtyol Müftüsü'nün İdamına karar ver­
kati raporunu vermeden öldüğünden, nokta-i na­
zarı anlaşılamadı. mesi, memlekette huzursuzluk yaratmıştı. 3 Er­
meni ye karşı 36 Müslüman’ın idamına karar ve­
Adana meselesini, gönderdiği tahkik heyetinin
ren dîvân-ı harbin faaliyeti, Adana’nın ittihat ve
raporuna İstinaden halledeceğini beyan eden hü­
Terakki Cemiyeti tarafından İstanbul'a telle bil­
kümet, müşkül durumda kaldı. Tahkik heyetinin ra­ dirildi.
poru üzerinde çalışmak üzere, Meclis-i Meb’usan'
Hemşehrilerimin galeyanı gün geçtikçe artıyor­
dan bir komisyon intihap olundu. Bu komisyona
du. idam edileceklerin içinde bir müftünün bulu­
Hayri Bey (Şeyhülislâm), Hallacyan, Zöhrap, Var-
nuşu herkesi çileden çıkarmıştı. Telgraf telgraf
tekes ve şimdi ismini hatırlayamadığım üç arka­
üstüne geliyordu. Aynı telgraflar sadârete de gön-*
daş daha dahil bulunuyorduk. Hayri Bey’i komis­
yon riyasetine seçerek çalışmalara başladık.
(6) Tal’at Paşa <rErmeni meselesi» ne dair ha­
Evvelâ Yusuf Kemal Bey'in raporu okundu. A s ­ tıratında diyor ki :
len Ermeni olan mebuslar buna itiraz eylediler.
«... Adana hâdiselerini müteakip Dahiliye Na­
Neticeye varılamadı. Diğer bir toplantıda, müte­
zırı oldum. Bütün arzu ve hedefim muhtelif mil­
veffa Babikyan Efendinin Adana vak'asına dair
letleri, bilhassa Ermeni ve Türkler’i bir dostluk
kaleme aldığı notların bir araya getirilerek, bun­
bağı ile birleştirmek idi. Adana hâdiseleri hak-
lardan bir netice istihsâline çalışıldı. Bu işle Zöh­
rap vazifelendlrilmlşti. Bir hafta sonra Zöhrap,
kındaki tahkikat evrakını dikkatle tetkik ettim.
Hâdiselerin Ermeniler tarafından tahrik edilmiş
vakadan tamamiyle Türkleri mesul gösteren, itham
eden bir hulâsa ile geldi. Yusuf Kemal Bey’in ra-
olduğu tahkikat komisyonu âzası olan Ermeni­
porıyle tezat teşkil eden bu rapor kabul edilme­
ler in şahadeti ile de teeyyüt ediyordu. Komis­
yerek komisyonda âdeta bir Ermeni - Türk mese­
yon âzasından biri olan Agop Babikyan Efendi
lesi ortaya çıktı. Bir türlü netice alınamaması yü­
bunu bizzat bana da itiraf etti. Tahrik edilmiş
zünden her iki rapor hakkında mütalâa serdine
olan halkın zalimane cinayetlerde bulunduğu da
tahakkuk ediyordu.
lüzum görülmeden, hükümete tevdiine karar ve­
rildi. *Adana hâdiseleri 31 martta ve irtica günle­
rinde vukubulmuştu. Takip edilen maksadın
Toplantı sonunda, meselenin yüzüstü kalmaması
halk kitlelerinin taassubunu tahrik ederek, kat­
için komisyona bir teklifte bulundum. Her iki ra­
liâma sebebiyet vermek suretiyle Avrupa’nın dik­
poru tetkik ederek telife çalışacak bir muhtıranın
kat nazarlarını üstlerine çekmek ve Kilikya’da
hazırlanması için dosyaların bana verilmesini ve
muhtar bir Ermeni birliği vücude getirmek ol­
bir müddet tayinini İstedim. Müttefikan uygun gör­
düler. duğunda şüphe yoktu. Ben bu işte bitaraf bir
devlet adamı sıfatıyle siyasî maksadımı unutmak,
Yüzlerce Müslüman ve Ermeni kanı dökülen böy­
ve Müslüman olsun, Ermeni olsun, katliâm fail­
le korkunç bir iğtişaş havasının tekerrürüne mani
lerini müstahak oldukları cezaya çarptırmak is­
olabilecek, yatıştırıcı formüller bularak yeni bir
rapor hazırladım. tiyordum. Bu hâdiseler sırasında Müslüman hal­
kı katliâma teşvik etmiş olan müftü ve diğer
Kanaatimce hadiseye evvelâ Ermeniler sebebi­
Müslümanlar’m da cezalandırılmalarında ısrar
yet vermiş, Türkler de bunu haddinden fazla mü­
ettim. Bunun üzerine mahkeme müftüyü ve şe­
balâğa etmişti. Bu sırada dahiliye nazırı istifa et­
riklerini idama mahkûm etti ve bu idam kara­
miş, Tal'at 25 temmuz 1325'de bu vazifeye getl-
rının nâzırlar heyetince tasdikini temin eden yi­
rilmişt. Hazırladığımız rapor ve formülleri kendi­ ne ben oldum».

76
derilmişti. Mebusları bulunduğum için, AdanalI­ ayrıldım. Doğru telgrafhaneye koşarak, bu temi­
lar yüksek makamla temasa gelinerek hlsslyat-ı natı, kan, kıtal ve tedhiş havası içinde inleyen
islâm lye’yi galeyana getiren bu kararın kaldırıl­ hemşehrilerime müjdeledim.
masını istiyorlardı. Az sonra Meclis-i Meb’usan tatil devresine gir­
Hemen Sadrâzam Hüseyin Hilmi Paşa'ya gittim. diğinden, sıla yapmak, aynı zamanda, müessif
Adana mevzuunda, daha evvel iki defa görüştü­ vak’adan yaralı bulunan hemşerilerimle görüşmek
ğüm sadrâzam ile hukukumuz vardı. Mumaileyh üzere Adana'ya gittim, intihap dairemi dolaştım.
benim Mülkiye’den mezun olduğum sene Adana Kan dökülen köyleri gezdim. Ermeni vakasından
Valisi bulunduğundan, memlekete karşı sempati­ dolayı memlekette vukuagelen sinir gerginliğinin
si vardı. Ayrıca Rumeli’deki kaymakamlıklarım izalesine çalıştım.
ve mutasarrıflığım sırasında eyalet müfettişi mai­ Bu sırada bir gece Adaba ittihat ve Terakki ku­
yetindeki memuriyetim hasebiyle beni severdi. lübüne gitmiştim. Hasbıhalimiz sırasında bir zat
Sadrâzama, 3 Ermeni’ye karşı 36 Müslüman’ın ida­ gelerek, dîvân-ı harpçe 36 vatandaşımız hakkında
mına karar veren dîvân-ı harbin durumundan bah­ vaktiyle verilen idam kararının irade-i saniyeye ik-
sederek, Adana ahalisinin teessürlerini arzettlm. tirn etmek üzere sadaretten mâbeyne sevkedil-
Bu kararın irade-i senlyeye iktiran etmeden ref ı- diği haberini verdi.
ni ısrarla rica eyledim. Dîvân-ı harp kararının Halbuki bu mesele hakkında İstanbul'da sadrâ­
tüyler ürperten heyecanı içerislndeydim. Hemşeh­ zamdan teminat almıştım. Bu kara haberden, bü­
rilerimin ve kendimin hissiyatını çok acıklı bir tün Adana halkı müteessir oldu, irade-i seniye-
suretle anlatmış olacağım kİ, Hüseyin. Hilmi Pa­ ye mâni olunmak gerekti. Kararın infazına mâ­
şanın gözleri yaşardı. Elini omuzuma koyarak: ni olmak veya ref'ini sağlamak üzere, hemen o
- Müsterih olunuz oğlum dedi! 3 Ermeni ye gece bir araba teminiyle Mersin’e hareket ettim.
karşı 36 Türk'ün idamına ait karar asla tatbik o-
İDAM KARARLARI
lunmayacaktır. İNFAZ EDİLİYOR
Hattâ dîvân-ı harbin Islâmlar’dan kimseyi as-
mıyacağı teminatını da verdi. Sadrâzamın bu va­ Sadrâzama vaadini hatırlatmak, mâsum hemşeh­
adi karşısında şükranlarımı arzederek odasından rilerimin asılması kararını önlemek için, mümkün

77
olan en süratli vasıta ile İstanbul’a ulaşmak is­ suretle hülâsa edilebilirdi:
tiyordum. Mersin'e, sabahleyin gelecek Hıdiv va­ Vilâyetlerimizdeki valilerin çoğu zayıftır. Şllhas-
puru vardı. Müthiş bir yağmur altında gece yarı­ sa arzu edilen yeni İdare sistemine uyulmamış­
sı yola çıkmıştım. 67 kilometrelik Adana - Mer­ lardır. Meşrutiyet rejiminin kökleşmesi için mec­
sin yolunu çamurlar içinde, şiddetli yağmur al­ listeki elemanlardan istifade edilmesi zarurîdir.
tında son süratle katedip Mersin'e geldiğimde, Bu karar üzerine beş - altı arkadaşın valiliğe
fırtınadan vapurun yanaşamadığını gördüm. Tees­ dönmesi rica olundu. Bilhassa Tal at Paşa, benim
sürüm ve heyecanım gittikçe artıyordu. Vapur, için çok ısrar eyledi. Dahiliye Nâzırı Hacı Âdil
karşıdan görünüyor, fakat fırtınadan bir türlü de­ Bey’le, Halil Bey de aynı görüşlerini ısrarla tek­
miri ¡yemiyordu. Çaresiz işaret vererek limana uğ­ rarladılar.
ramadan yoluna devam edip gitti! Derhal şu ka­ Fırkanın görüşüne uyarak Ankara valiliğini ka­
rarı verdim. Vakit kaybetmeden kara yolıyle Kon­ bul ettim. Mebusluktan ayrılarak Ankara valiliğini
ya Ereğlisi’ne gitmek... O zaman Toroslar'dan ge­ kabul edişim, bazı yakınlarım tarafından mucibi
çen Anadolu - Bağdad tren hattı mevcut değildi. muaheze oldu. Ezcümle eniştem ve halazadem olan
Bin müşkülât içerisinde gece - gündüz deme­ Mersin Mebusu Arif Hikmet, Adana'dan bu tayin
den Ereğli'ye varabildim. Oradan trene binerek haberini işitince, uzun bir mektupla tenkidlerde
İstanbul’a hareket ettim. Adana - İstanbul yolcu­ bulundu ve valiliği mebusluğa tercihimi garip kar­
luğum 5 gün sürmüştü. şıladı! Ona verdiğim cevapta, memleket ve fırka
İstanbul'a ayak basar basmaz Şahinpaşa Ote- menfaatlerinin bunu icabettirdiğlnl, valiliğin me­
li'nde ilk duyduğum menhus havadis, idam karar­ busluktan hiç bir zaman aşağı bir vazife olmayıp,
larının irade-i seniyeye iktiran ettiği ve hemşehri­ bilakis ehemmiyetli bir hizmet mevkii addedilme­
lerim hakkındaki hükmün bir gün evvel infaz olun­ si lâzımgeldiğlni bildirmiştim.
duğu idi! Bu müthiş haber karşısında pek müte­ 1910 senesine rastlayan valiliğim sırasında An­
essirdim. 36 vatandaşımızın yok yere idamı, bil­ kara’da müthiş bir kış oldu. Bir buçuk metre kar
hassa Hüseyin Hilmi Paşa gibi koca bir sadrâza­ yağdı ve aylarca kaldı! İhtiyarlar böyle bir kış
mın teminatına rağmen, bunun hakkında irade is­ görmediklerini söylediler. Daireler tatil edildi! 45
tihsâli beni pek üzmüştü. Vakit geceydi. Otelde gün hayat felce uğradı. Fakir-fıkara perişan ol­
gözlerime uyku girmedi. Ağlamaktan gözlerim şiş­ du. Derhal bir komisyon kurduk. Bol miktarda kö­
mişti. Bir türlü sabah olmuyordu. Erkenden itti­ mür getirtip, ahaliye dağıttık.
hat ve Terakki merkezine uğradım. Artık sadrâ­
zamla karşılaşmak istemiyordum. Bu menhus hâ­ ÂRİF HİKMET'İN ÖLÜMÜ
diseden sonra gözlerim dünyayı görmüyordu. Ne Hem halazâdem, hem eniştem olan Arif Hik­
olacaksa olsun diyordum. Fırka merkezindeki ar­ metle Meşrutiyet'in ilk yılında mebus seçilmiş­
kadaşlara vaziyeti teessürle hikâye ettim. Bu me­ tik. Hikmet, nezaketi, hassasiyetiyle kısa bir za­
sele hakkında hükümetten istizah talebinde bu­ manda Meclis-i Meb’usan’da kendisini sevdirmiş­
lunmak üzere fırka grubuna müracaatta bulundum. ti. Cenub’a ait memleket işlerini birlikte düşü­
O günlerde esasen meclis de tekrar mesaisine nür ve nâzırlarla temasımızı müştereken yapar­
başlayacaktı (7). dık.
Fırka grubuna müracaatımın mevzuu birçok me­ O senelerde Hikmet ve ben büyük bir aile fa­
busları bana çeviriyordu. ciasına uğradık. Onun refikası benim hemşirem-
Bilhassa asılanlar içerisinde bir müftünün bu­ dl. Onu genç yaşta bir mecnun kurşuniyle kaybet­
lunuşu, grupta haklı bir galeyan yarattı. Grup top­ miştik. Hikmet'ln hassas kalbi bu ölüme karşı
lantısında sadrâzam bulunmadı! Veya verdiği sö­ koyamadı. Esasen hastalıklı olan sıhhati gün geç­
zü tutmamasından uğrayacağı ağır hücum ve mu­ tikçe arızalanıyordu.
ahezeyi teemmül ederek gelmek istemedi. Meclis-i Meb'usan'ın tatil devresinde Adana'da
Vaziyeti bütün çıplaklığıyla ve acılığıyle gruba üremlden hastalandı.
arzettim. Netice üzerinde durarak verdiği sözün Bir gün Eczacı Mustafa Rıfat Bey'den bir tel­
kıymet ve mânasının kalmadığı anlaşıldığından, graf aldım. Benden İstanbul’daki mütehassısların
hükümetin İstifasını teklif eyledim. Arkadaşları­ telgrafla konsültasyonda bulunmasının mümkün
mın hepsinin idam kararından gözleri yaşardı ve olup olamıyacağını soruyordu.
sadrâzamı muahezemi haklı buldular. Hüseyin Hil­ Derhal İstanbul’da Talat’ı (Paşa) makine başın­
mi Paşa bu yüzden, bir gün sonra sadrazamlık­ da aradım. Vaziyeti anlattım. Rahmetli Tal’at, he­
tan istifaya mecbur oldu. Kabineyi kurmaya Hak­ men Âkil Muhtar'ı ve diğer iki doktoru temin ede­
kı Paşa memur edildi. rek telgraf makinesi başında Adana'yla görüştür­
dü. Fakat tedavisi o gün için mümkün olmadığın­
MEBUSLUKTAN VALİLİĞE
dan Hikmet’i üremiden 33 yaşında kaybettik. Tam
DÖNÜŞÜM
o sırada Manastır valiliğini teklif ettiler.
İki yıl mebusluk yaptıktan sonra, fırka merkezi­ (Devamı var)
nin kararına uyarak mülkiye âmirliği vazifesine av­
det ettim. (7 ) Meclis yaz tatili yaptıktan sonra ikinci
ittihat ve Terakki merkezinin aldığı karar şu devresine 2 kasım. 1909 tarihinde başlamıştır.

78
Em. Gn. Dr. Müh.

V USUF Kemal Bey’le telefonla görüştük- Akşam geç vakit Selimiye’deki evime
* ten sonra telgrafı almam kararlaştı. geldim. Vazifesini yapmış olan insanların
Telgraf Fransızca’ydı. Alınırken cümle duyacağı huzur içindeydim. Ertesi sabah,
cümle hariciye vekiline okudum. Bu tel­ annem erkenden sabah gazetelerini getir­
graf, Mustafa Sagir’in idam edilmemesi di. ilk sayfalarda Ümit vapurunun resmi
hakkında hükümete verilen çok şiddetli vardı. Ambarlarında, Anadolu’ya kaçtırıl­
bir nota idi. Yusuf Kemal Bey, telgrafın mak üzere, silâh ve cephane olduğu ihbar
alındığını teyid etmeyiniz, dedi. edilen Ümit vapurunun; Yunanlılar tara­
Telgrafı muhabere usullerine uygun ola­ fından kontrol altına alındığı haberini bü­
rak, şiddetli atmosferik tesirat yüzünden yük bir üzüntü içinde okudum.
alamadığımı bildirdim. Ingilizler telgrafı Arkadaşlarımın vapurun ambarlarına
3 defa tekrar etti. Ben, her defasında, at­ yerleştirdiği silâhla, mühimmata ve Sali-
mosferik izaç dolayısıyle,, telgrafı alama­ ha Hanım’daki büyük kurye zarfına de­
dığımı bildirdim ve muhabereye son ver­ ğil, koynundaki küçük zarfa önem veri­
dim. yorum.
O günlerde de Mustafa Sagir idam edil­ Hemen yatağımdan fırladım. Harem is­
di. kelesinden vapurla İstanbul’a geçtim. Bir
Ferit Cavit Bey'in verdiği zarfı aldım. kayıkla limanda demirli olan Ümit vapu­
Kayıkla tekrar Ümit vapuruna giderek Sa- runun etrafında dolaşmaya başladım. Va­
liha Hanım'a teslim ettim. pura çıkmak yasaktı. Yunan askerleri va­
Zarfın ehemmiyetini, Mustafa Kemal purun güvertesinde nöbet tutuyorlardı.
Paşa’nın hayatı ile ilgili ve Mustafa Sa- Bir ara güvertede Saliha Hanım’ı gör­
gir’in casusuluğunu ispat eden yegâne ve­ düm. Zarfı kaptana vermesini, bizden olan
sika olduğunu, Ankara'ya gider gitmez, kaptana da derhal zarfı bana getirmesi­
Mustafa Kemal Paşa’nın eline teslim et­ ni rica etmesini ve üzülmemesini —Yu­
mesini ve ölmedikçe başka bir şahsa tes­ nan nöbetçilerine göstermeden işaretle —
lim etmemesini tenbih ederek koynunda anlattım. Rıhtıma çıkıp, kaptanı bekleme­
saklamasını rica ettim ve kendisine tek­ ye başladım. Uzun bir müddet sonra kap­
rar veda edip ayrıldım. tan geldi. Acentelere mahsus özel çantay­

79
la büyük zarfı getirdi. Bu zarftaki evrakın küçük zarfın elimizden gitmesine sebep
ehemmiyeti yoktu. Müsveddelerinden bi­ olmamak için, küçük zarfı yine Saliha Ha-
rer suret daha çıkarmak mümkündü. E- nım’la göndermeyi tercih etmek ve Saliha
sas, Saliha Hanım'm koynundaki küçük Hanım’la teması azaltmak.
zarfı tekrar elime almaktı. Hem kaptan­ Saliha Hanım’m bulunduğu Ümit vapu­
la haber gönderdim, hem de kayıkla U- ru, iki gün limanda kontrol altında tutul­
mit vapurunun etrafında dolaşarak, Sali­ duktan ve sıkı bir kontroldan geçtikten
ha Hanım’a koynundaki zarfı kaptana sonra, yolcuları limandaki Reşid Paşa va­
vermesini işaretle anlattım. puruna geçirildi. Ben yine küçük zarfı Sa­
Nihayet akşama doğru kaptan ikinci de­ liha Hanım’a ve küçük zarfın mahiyetini
fa çıkışında küçük zarfı getirdi. Geniş bir iyice açıklayıcı ve Mustafa Sagir’in, Mus­
nefes aldım. O gün geçirdiğim heyecanı tafa Kemal Paşa’ya suikast için Ingilizler
anlatmak çok zor. tarafından gönderilmiş bir casus olduğu­
îşte bu heyecanlar arasında gece olmuş­ nu izah edici bir şifreyi de içine koyduk­
tu. Eve geldim. 0 gün akşama kadar bir tan sonra, kurye zarfını başka bir arkada­
şey yediğimi sanmıyorum. Yatak odamın şa teslim ettim. Reşid Paşa vapuru hare­
kapısını kilitledim ve yatağımı kapının ar­ ket etti.
kasına çektim. Küçük zarfı yastık kılıfı­ Seneler sonra bir gün eşimi (İstanbul
nın arasına koydum. Hem küçük taban­ Senatörü Mebrure Aksoley) ziyarete ge­
camı, hem de şıtayer tabancamı derhal len arkadaşları arasında Saliha Hanım
ateşe hazır bir vaziyete getirdim. Gece Fe­ da vardı. Saliha Hamm’la bir köşede otur­
rit Cavit’i düşündüm. Bu adamın eline bu duk, eski günleri andık. Bu arada bah­
zarf nasıl geçebilir? Bu adam her halde çemde sonbaharda açan son ve tek güzel
iki taraflı çalışan bir casus. Belki bize bir gülü kestim ve Saliha Hanım'a ver­
karşı gösterdiği alâka, Ingilizler’e yapmak dim. Bu hareketim diğer misafirlerin dik­
mecburiyetinde olduğu hizmetin bir ica­ kat nazarım çekti. Ben:
bıdır. Belki bizden aldığı bilgileri de, ga­ — Hanımefendiler, hepinizden, hattâ is­
zetesinde neşretmeden önce Ingilizler’e tiklâl Harbi’nde tanışıp evlendiğim eşim­
vermektedir ve icab ederse bizi de, Ingi- den önce, Saliha Hamm’la tanıştım. Sali­
lizler’e ihbar edebilir! Bu mektup mesele­ ha Hanım benim Millî Mücadele arkada­
sinden sonra, Ferit Cavit Bey’le temasla­ şımdır, dedim ve yukarıdaki hâtıramı an­
rımda çok dikkatli oldum ve ziyaretlerimi lattım.
seyrekleştirdim.
Bunun üzerine Saliha Hanım:
Bu karışık düşünceler arasında başlıca — Ihsan Paşa. Benimle, Mustafa Kemal
endişem, küçük zarfın tekrar elimden çık­ Paşa Hazretlerine gönderdiğiniz küçük
ması idi. Bu vaziyette ve bu ruh haleti zarfın içindeki gizli yazının ne olduğunu
içinde uyudum mu, uyumadım mı hiç bil­ biliyor musunuz? diye sordu.
miyorum. Sabahı dört gözle bekledim. Uy­ — Hayır efendim. Ben, vazifesini yap­
kusuz ve sıkıntılı geçen bir gecenin vü­ mış olanların huzuru içinde bu küçük zar­
cudumdaki ağrılarını hissediyordum. fı unuttum. Bu güne kadar da hiç aklı­
Sabah olunca ilk işim Yıldız Sarayı’na ma gelmedi.
gitmek ve Neş'et Bey’i görmek oldu. Kü­ — Ben, inebolu’ya iner inmez derhal
çük zarfı beraber almak istemedim. O’nu Ankara’ya hareket ettim. Ankara’ya ge­
yakalanırsam, elimden çıkarmaktan çok lince de Mustafa Kemal Paşa Hazretle-
endişe ettim. Mustafa Kemal Paşa'nın ha­ ri’ne gittim. On günden beri koynumda
yatı ile ilgili büyük bir sorumluluğun al­ sakladığım küçük zarfı kendilerine teslim
tındayım. Küçük zarfı, sarnıç odasındaki ettim. Bir müddet sonra Mustafa Kemal
sarnıcın (içinde yağmur suyu biriktirilen Paşa Hazretleri beni çağırttı. Benimle
su deposu) kapağını kaldırıp sarnıcın için­
de sakladım. Sarnıçta su yoktu. Sızdığı gönderdiğiniz küçük zarfın içindeki giz;
ve temele su gittiği için yağmur suyu top­ li yazı hakkında bana aşağıdaki bilgiyi
verdi:
lamıyorduk. Sarnıcın bulunduğu oda yek­
pare bir keçe ile kaplı idi. Bir köşesin­ çük — Saliha Hanımefendi. Getirdiğiniz kü­
den keçe çekilmedikçe sarnıç kapağı gö­ zarfın içindeki gizli yazıyı size oku-
rünmezdi.
Neş’et Bey’e küçük zarf meselesini an­ rak«1 evindenMustafa Kemal Paşa mutad ola­
hangi saatlerde çıkar, hangi
lattım ve aşağıdaki kararı verdik: saatlerde döner?
1 — ilk vasıta ile inebolu’ya gitmem ve «2 — Mustafa Kemal Paşa, mutad ola­
küçük zarfı Yüzbaşı Şevki Bey’e teslim
etmem. rak otomobilin neresinde oturur?
2 — Saliha Hanım hareket edebildiği doktoru «3 — Mustafa Kemal Paşa’nın hususî
kimdir?
takdirde, şüpheyi üzerime çekmemek ve
«4 — Mustafa Kemal Paşa’nın hususî
80
ıMlıılın
Millî Mücadele’yi
azimle
devam ettiren
Mustafa Kemal,
bütün Türkiye
tarafından
destekleniyordu.

kes ya oyunla meşguldü, yahut bırbırle-


dişçisi kimdir? _ riyel konuşuyordu. Yalnız bir masadan 3
«5 — Mustafa Kemal Paşanın ilaçları başın, açılan kapıya dikkatle baktığım
hangi eczanelerde yapılır?» gördüm. Yanlarındaki boş masaya otur­
Evet Hindli casus Mustafa Sağır bu dum. Bu üç kişiyi yan gözle bir müddet
vasıtalardan biriyle, bizi aziz Atatürk u- inceledim. Kapının her açılışında bu 3
müzden mahrum etmek vazifesiyle Ingı- baş kapıya dönüyordu. Yavaş bir sesle:
lizler tarafından Ankara’ya gönderilmiş­ — Miralay Asım Bey siz misiniz?
tir. Fakat Mustafa Sagir, Milli Mücadele­ 21 yaşındaki bir gençle, sonradan ken-
cilerin takibinden kurtulamamıştır. Onu di tâbiriyle bir çocukla, karşılaşmadan
İngiliz hükümeti dahi idam sehpasından mütevellit hayret ve taaccüp hisleriyle ka­
kurtaramamıştır. rışık bir bakışla ve kaşlarını kaldırarak:
MESERRET TE BİR — Evet. Siz de İhsan Bey misiniz?
BULUŞMA
— Evet efendim.
Üçüncü genç, Asım Bey’in hemşireza­
Bir müddet sonra Mümtaz Topçu desi Dr. Yüzbaşı Hikmet (Ankara Numu­
bayı Mustafa Asım (lmalât-ı_ Harbiye ne Hastanesi Kimyageri Dr. Hikmet Baş-
mum Müdürü General Asım Şerkmen) kut) Bey'di. Nüfus tezkerelerim ve seya­
Topçu Albayı Emin (San Emin) Beyler hat varakalarını verdim.
Ankara’ya gönderilmesi emri geldi. E — İhsan Bey. Yeğenim de benimle be­
Nps’et Bev kendilerine tebliğ etti ve ıkı raber gitmek istiyor, dedi ve iki resmim
şer^ resmini bana verdi. Hazırlattığım nü­
fus kâğıtları ile seyahat varakalann^ k V6—*Siz tezkiye ettikten sonra peki efen-
dilerine vermek üzere N eşe;
diği randevu gün ve saatuıde. Sırkecı de dl— İhsan Bey. Bana tek kişilik bir ka­
ki Meserret kıraathanesine gittim. Beni mara bileti alabilir misiniz?
tanıyabilmeleri için, Neş’et Bey kend li ­ — Peki efendim.
rine, sarı saçlı bir genç olarak Hareket günü Galata’da Selanik bıra-
miş. Kapıdan girer girmez kahvedek.le- hanesi’nde buluşmak üzere ayrıldım. Mu­
rin hepsini bir anda gözden geçir
di
ayyen günde Selânik birahanesi’nde bu­ rın kâtibi kılığına girmişti. Millî Müca-
luştuk. Dr. Hikmet Bey’in de nüfus tez­ dele’de ağabeyim, Asım Bey’in, ben de
keresini, seyahat varakasını ve harcırahı­ Asım Bey’in kayınbiraderinin kızı ile ev­
nı verdim. Anadolu’ya gidecek olanlara, lendim.
durumlarına göre, İnebolu’ya kadar 30 -
50 ve beraberindeki ailelerine de adam ba­ HAMAMDA HEYECAN
şına 25 lira harcırah verirdim. Asım Bey: Bir gün Selimiye hamamına gitmek üze­
— Beni, vapura sizin bindirmenizi rica re evden çıkarken Sadakat kalfa:
ederim, dedi. — Küçük Bey nereye gidiyorsunuz? Öğ­
— Peki efendim. le yemeğine size sütlaç yapıyorum, dedi.
Asım Bey birahaneden çıkarken bana — Hamama gidiyorum, diye cevap ver­
gayet güzel ambalajlı bir şeker kutusu ver­ dim. Yemek vaktine kadar dönerim.
di. Benim teşekkür etmeme zaman kal­ Hamamda bir bölmede yalnız yıkanır­
madan: ken yanıma bir tellâk geldi ve:
— içinde parabellum tabancam var, di­ — Mülâzım İhsan Efendi siz misiniz?
ye ilâve etti. — Evet.
— Müsterih olunuz ve sinirlenmeyiniz. — Sizi dışarda iki zâbit bekliyor.
Asım Bey’i kamarasına yerleştirdim. Va­ Yapacak hiç bir iş yoktu. Kadere bo­
purun hareketine kadar yanında kaldım. yun eğmek zamanı gelmişti. Evde deği­
Asım Bey’e, ambarda eşyalarının üzerin­ lim ki sarnıca gireyim. Ya da bahçeden
de oturan Emin Bey'le, ailesine ve dokto­ bahçeye geçip evden uzaklaşayım. İşi u-
ra veda ederek vapurdan çıktım. Vapur zatmakta mânâ da yoktu. Eninde sonun­
rıhtımdan uzaklaşıncaya kadar, Asım Bey’ da mukadder akıbetle karşı karşıya ge­
in sinirlenmemesi için, rıhtımdan ayrılma­ lecektim. Beni bekleyen iki zalim inzibat
dım. subayını görür gibi idim. Her halde beni
Bu üç yolcu da ricamı yerine getirmiş­ peştemalla götürecek değillerdi. Giyine­
lerdi. Yani her iki albay, bilhassa Emin cektim. Bu iki subaya yalvarmaya, teslim
Bey, tüccar kılığına, doktor da bu tücca­ olmaya Nemrut Mustafa Paşa dîvân-ı har-

Yıldız sarayı
câmiasından
Malta köşkü.
binde, Bekirağa bölüğünde (Merkez Ku- bir süre önce çıkan bir yazıda, bu kızın
mandanlığı'ndaki askeri meşhur hapisha­ annesinin resminin çıktığını ve isminin de
ne) veyahut Arabyan hanında Ingilizler’in yazılı olduğunu sanıyorum.
elinde işkence çekmeye ve sonunda asıl­ Millî Mücadele sırasında Anadolu’ya
maya niyetli değildim. Hamama girmeden gönderdiğim personelden her biri büyük
önce soyunurken fotinimin burnuna doğ­ memuriyetlere ve önemli vazifelere tayin
ru ittiğim ve çoraplarımı iyice arkasına olunmuşlar veya yükselmişlerdir. Arala­
yerleştirdiğim küçük tabancamı kullana­ rında general, meb'us, umum müdür ve
cak kadar zaman bulacağımı düşündüm. vali olanlar pek çoktur. Bu kadir bilir in­
Hamamdan çıktım. Abus yüzlü iki inzibat sanların beni görünce; sevgi ile, hayran­
subayı yerine; güler yüzlü, mahcup ve toy lıkla, minnetle, hattâ bazen takdir ve say­
iki subayla karşılaştım. Kendilerine: gı ile içten bakışları ve gönülden selâm­
— Beni niçin arıyorsunuz? dedim. lamaları beni en çok bahtiyar eden hâtı-
Kulağıma söyler şekilde: ramdır. Hele iki harita subayının son
— Efendim. Biz İki arkadaş Anadolu’ günlere kadar bana karşı gösterdikleri
ya gitmek istiyoruz, dediler. alâkayı ve Selimiye hamamındaki azizlik­
— Hay Allah iyiliğinizi versin. Benim lerini hatırımdan hiç çıkaramıyorum.
hamamda olduğumu nereden öğrendiniz? Anadolu’ya gönderdiğim kahraman ve
— Evinize gittik. Bacı söyledi. fedakâr arkadaşlarımın hepsinin adlarını
— Sadakat kalfa! Şu anda karşımda ol­ hatırlamama imkân yok. Hâtıralarımda
saydın, pişirdiğin sütlacı yüzüne sürerdim. isimleri geçenlerden ayrı olarak, resim al­
Bana üzüntülü dakikalar geçirttin. Hoş bümünden çıkardığım, birkaç ismi aşağı­
ona hamama gittiğimi söylemekte ne mâ­ ya yazmakla yetineceğim: Tümgeneral
na vardı. Kabahat bende. Hayri Aytepe, Tümgeneral Asım Aksoley,
— Affedersiniz efendim. Tuğgeneral Emin öze, Topçu Albay Ihsan
— Peki, adresimi nereden öğrendiniz? Ali Alpar.
— Topçu zabiti Fehmi (Tuğgeneral Feh­
mi Tuncalı) Bey sizin vasıtanızla Anka­ ANADOLU’YA MALZEME
ra’ya gitmiş. Kendisini san saçlı bir zâ- TEMİNİ VE GÖNDERİLMESİ
bitin gönderdiğini duyduk. Uzun zaman Neş’et Bey’le beraber grubun ana çalış­
sizi aradık. Nihayet adresinizi tesbit et­ ma hatlarını tespit ettiğimiz gibi, ben
tik. — Bu iki arkadaş, Harita Dairesi’ne in­ münhasıran muhabere malzemesi temini
tisap etmiş ve albay olmuşlardır. işiyle meşgul oldum. Selimiye kışlasında­
ki telsiz deposunu, Bursalı Osman onba­
BİR AZİZLİK şının (Ankara Erkân-ı Harbiye-i Umumî­
Neş’et Bey’in bana yaptığı bir azizliği ye telsiz telgraf istasyonu motorcu ça­
de anlatayım: vuşu Osman) yardımı ile ben yalnız başı­
Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaş­ ma boşaltıp Ankara'ya gönderdim. Yıldız'
larından bir zatın kızını Ankara’ya gön­ daki telli malzemesini ise, sonradan An­
dermek vazifesini Neş'et Bey bana ver­ kara ile telsiz irtibat işinde bana yardım
di. Tozkoparan’daki evinde kızı buldum. etmesini rica ettiğim telsiz mülâzım-ı ev­
Yalnız Fransızca bilen bir Musevî anne­ veli Osman Nuri Bey’in (General Dr. Mü­
nin kızı idi. hendis Osman Nuri inceler) yardımı ile
Hem Ankara'ya gitmek istiyor, hem de ve kademe, kademe gönderdik.
Pek fazla korkuyordu. Ankara’daki baba­ Temin ettiğim muhabere malzemesinin
sının adının tanınması dolayısiyle, endi­ Anadolu’ya şevki için Neş’et Bey beni iki
şeli ve çok çekingendi. Kalın peçeli ve şahısla tanıştırdı. Bunlardan biri Alaylı
lâcivert bir çarşaf giydi. Kendisini bir at Topçu Üsteğmen Ahmed Efendi, diğeri de
arabası ile Sirkeci’ye getirdim ve vapura zannederim İstanbul’un işgali sırasında
bindirdim. Yolda bir polis, bir inzibat eri Beykoz’a yapılan bir baskını idare eden
Veya asker gördükçe, tir tir titriyor ve Murad Reis’tir.
bana sokularak, «Müsü Ihsan korkudan Üsteğmen Ahmed Efendi, Mustafa Ke­
ölüyorum,» diyordu. Kızın korkudan öl­ mal Paşa’nın karargâhlarında hizmet et­
mediğine hâlâ hayret ederim. miş ve kendisini sevdirmiş mütevazı ve
Bu kızın annesi Musevî, babası da Mus­ sakin bir subaydır. Bu tarihlerde İstanbul
tafa Kemal Paşa’nın yakın bir arkadaşı sevkiyatında vazifeli idi. Sultanahmet
imiş. Aklımda kaldığına göre; Millî Mü­ meydanı civarındaki yangın yerinde, bu­
cadele sırasında aziz Atatürk’ün yanın­ günkü tabirle gecekondu şeklinde, yanmış
da bulunan ve sonra Çankaya köşkü bah­ konaklardan birinin enkazı arasında bir
çesinde bir at arabası içinde intihar eden yerde otururdu. Biricik odasından, yanan
Fikriye Hanım’a ait Hayat mecmuasında konağın hamamına girilirdi. Biz bu hama-

83
mı gizli depo olarak kullanırdık. bir taraftan balık tutan kayıkçıları seyre­
Ben temin ettiğim malzemeyi bu eve ge­ diyor, bir taraftan da konuşuyorduk. Kı­
tirir Ahmed Efendi’nin hanımına teslim sa bir müddet Kuvay-ı Inzibâtiye’de çalış-
ederdim. Benim için bir piyade fişeğinin mı? obalarından dolayı endişe etmeme­
ve bir pilin dahi kıymeti vardı. Ahmed E- lerini, Ankara hükümeti tarafından mua­
fendi malzeme toplandıkça ambalajını ya­ heze edilmemelerini sağlayacağımı söyle
par, inebolu’ya sevk ederdi. Ben, malze­ mem üzerine, her iki subay birden par­
menin sevk işiyle ilgilenmez, Ahmed E- ladı ve «idam sehpasından kurtulmak için
fendi’nin nasıl gönderdiğini de bilmezdim. dahi olsa, senin tavassutunu istemeyiz»
Ahmed Efendi, Millî Mücadele’den son­ diyerek yanımdan ayrıldılar ve benimle te­
ra fevkalâdeden yüzbaşılığa terfi etti. Bu­ ması kestiler. Burada bir atasözünü ya­
rada teşebbüs ettiğim halde, tahakkuk et­ zacağım:
tiremediğim bir işten bahsedeceğim. Bir «Büyük lokma yut, fakat büyük söz
gün tanıdıklarımdan Avni Bey (Komisyon­ söyleme».
cu Avni Başargan) bana aşağıdaki tekli­
fi yaptı: İNGİLİZ TELSİZLERİ
Beyoğlu'nda bir eğlenti sırasında bir NASIL KAÇIRILDI?
Fransız yüzbaşısı ile tanıştığını, bu yüz­ Eninde sonunda bu iki subayın idam
başının Maçka silahhanesinin muhafızı sehpasından kurtulmalarım sağladığımdan
olduğunu, Maçka silâhhanesinden istedi­ dolayı büyük bir mânevi huzur içindeyim-
ğimiz kadar mavzer, süngü ve fişek kaçı­ İstanbul’dan alelacele Ankara'ya gitmeye
rarak bir Fransız torpidosu ile inebolu’ karar vermem, bana bu imkânı sağlamıştı.
ya götürüp teslim edeceğini ve beher mav­ Selimiye kışlasındaki telsiz malzeme ve
zer için 35 lira istediğini söyledi. Bu Fran­ cihazlarını kaçırmak için planımı hazırla­
sız subayı ile Beyoğlu’nda Tokatlı pasta­ dım. Telsiz deposunu içinden feth etme­
nesinde buluştuk. Konuşma sırasında İs­ ye karar verdim. I. Dünya Harbi'nden ta­
tanbul Polis Müdürü Tahsin, iki polisle nıdığım ve o tarihte telsiz deposunda ça­
beraber Tokatlı’nm önünde dolaşmaya lıştığını öğrendiğim Bursalı Osman On­
başladı. Ben, Tokatlı’nm pasaja açılan başı ile görüştüm. O günlerde Bursa’nın
kısma bakan kapısından çıkarak, toplantı­ drumu yüzünden çok üzgün olan Osman
dan ayrıldım ve bu işle alâkamı kestim. Onbaşı ile anlaşmamız kolay oldu. Bu sı­
Başladığım bu işi grup arkadaşım Yüzba­ rada telsiz depo kumandam ve muavini
şı Kerim Bey’e devrettim.
ile aynı yerde tekrar buluştuk- Sonradan
Gönderdiğim mahdut miktardaki telsiz Fahreddin Bey’den, bu iki subayın tekrar
cihaz ve malzemesi Ankara'yı tatmin et­ Fahreddin Bey’le görüştüklerini ve kendi­
miyor, bizden çok sayıda alıcı - verici tel­ lerine, onun bu işi ancak benim tahakkuk
siz cihazı, çok sayıda yedek parça isti­ ettirebileceğimi, benim bu işte tam sala­
yordu. hiyetli olduğumu ve muhakkak benimle
Bu sırada Selimiye kışlasının Haydar­ temas etmelerini ısrarla tavsiye ettiğini
paşa’ya bakan cephesinin alt katındaki öğrendim. Bu sebepledir ki bu iki subay
koğuşlara ve koridora telsiz cihaz ve mal­ ikinci defa olarak benim yolumun üstüne
zemesi doldurulmuş ve koğuşların kapıla­ çıktılar.
rı ile cihaz arabalarının kapakları Ingiîiz- Telsiz depo müdürü Yüzbaşı Hikmet ve
ler tarafından mühürlenmişti. Telsiz depo muavini Üsteğmen Hakkı (Muhabere Bin­
kumandanı ile görüşmeye karar verdim. başısı Hakkı Petek) Beyîer’e emirlerinde
Bu görüşme benim için tehlikeli de olabi­ olduğumu söyledim. Bu sefer aramızda
lirdi. Bir gün köprünün Harem'e kalkan tam bir anlaşma oldu. Müşterek çalışma
vapur iskelesinde, I. Dünya Harbi'nden işimi çok kolaylaştırdı.
tanıdığım telsiz depo kumandanı ile mua­ Bu tarihlerde Selimiye kışlasının Hay­
vinini gördüm. Benimle konuşmak ister darpaşa’ya bakan yan kısmında Türk bir­
ve beni bekler gibi bir halleri vardı. Son­ likleri, Harem iskelesine bakan yan kıs­
radan İstanbul Polis Birinci Şube Müdü­ mında da Rusya'dan kaçan General Veran-
rü Fahreddin Bey'den öğrendiğime göre; gel ordusuna mensup Beyaz Ruslar yerleş­
bu iki subay Anadolu'ya geçmeyi ve bera­ mişti. Kışla kumandam olan Ingiliz su­
berlerinde telsiz cihaz ve malzemesi de bayı da, nizamiye kapısının üstünde Sul­
götürmeyi düşünmüşler, Fahreddin Bey’ tan Selim’e ait hususî odada oturuyordu.
in tavsiyesi üzerine, benimle temas etme­ Telsiz depolannın üzerindeki kata sıh­
ye karar vermişlerdir. hiye taburu yerleşmişti. Haydarpaşa as­
Ben o tarihlerde 21 yaşında genç bir su­ kerî hastanesindeki Dr. Binbaşı Zıyâ Bey
baydım. Konuşmayı iyi idare edemedim. vasıtasıyle, sıhhiye tabur kamandan! ile
Deniz kenarındaki demirlere dayandık, tanıştım, Maksadımı; yani telsiz deposun-
84
Millî Mücadele
günlerinden
bir hâtıra:
Ruşen Eşrefin
hanımı
Sal İha Hanım
(sağdan ikinci)
Salih Bozok ve
iki hanım
arkadaşıyle.

daki telsiz malzeme ve cihazlarını Anado­ selahiyyet vermiş, ismini unuttuğum bu


lu’ya kaçırmak istediğimi, bu maksatla ba­ değerli doktora teşekkür ettim ve derhal
na yardımcı olmasını ve — telsiz deposu Osman Onbaşı ile temasa geçtim. Osman
erleri arasında sari hastalık olduğunu ile­ Onbaşı’yı, işimizin kolaylaşmış olmasın­
ri sürerek — temizlik yapmak ve ilâçla- dan doğan bir sevinç içinde buldum.
mak için telsiz depolarının açılmasını sağ­ Osman Onbaşı arkadaşlarından ancak
layacak bir tedbir almasını rica ettim. beş kişi ile anlaştığını ve diğerlerinin de­
Üç gün sonra sıhhiye tabur kumandanı­ podan uzaklaştırılmasını istedi. Bir man­
nın yanına gittiğim zaman; Selimiye kış­ gadan ibaret olan depo erlerinin geri ka­
lasındaki Beyaz Ruslar’m ve Ingilizler m lan kısmını birer birer hastaneye göndert-
kışlayı tahliyeye başladıklarını, telsiz mal­ tim ve Dr. Zıyâ Bey vasıtasıyle, tebdil-i ha­
zeme ve cihazlarının deniz tarafındaki ta­ va raporu verdirerek depodan uzaklaştır­
limhanenin Haydarpaşa tarafındaki top­ dım.
rak çöküntüsünden mütevellit çukur ile Osman Onbaşı can ve gönülden benim­
yıkılmaya başlayan talimhanenin istinat le iş birliği yapıyordu. Sanki telsiz depo­
duvarı arasındaki kısma taşınmakta oldu­ sunun kumandanı bendim. Kararım bütün
ğunu gördüm. Hâdise şöyle olmuş: telsiz deposunu boşaltmaktı. Dağ telsizle­
ri hayvan üstünde taşınacak vaziyette ve
ÎNGÎLÎZLER’Î KORKUTAN sandıklarda idi. Bunlar için yapacak bir
BÎR OYUN: VEBA iş yoktu.
Benden sonra sıhhiye tabur kumandanı Sahra telsizleri arabalar üzerinde ve ka­
telsiz deposundan bir eri veba teşhisi ile paklan Ingilizler tarafından mühürlü idi.
Haydarpaşa hastanesine Dr. Zıyâ Bey e Kapakları menteşelerinden açılmak sure­
göndermiş ve durumu da yazı ile kışla tiyle arabalann içi, mühürler bozulmadan,
kumandanı Ingiliz subayına bildirmiş. Bu tamamen boşaldı ve numaralanarak amba­
yazı üzerine Ingilizler ve Beyaz Ruslar, laj sandıklanna yerleşti. Diğer yedek mal­
kışlayı terk etmeye başlamış ve Ingiliz zeme de sandıklara kondu.
kışla kumandanı sıhhiye tabur kumanda­ Bu işlerin, günde iki defa Haydarpaşa
nına, fare itlafı ve mücadelesi için emir ve Nümune hastanesinin arkasındaki tepede

85
yerleşmiş olan İngiliz garnizonundan çıka­ ya ve eziyet çekmeye meydan vermeden,
rılan devriyelerin yaptıkları kontroller a- intihara kararlıyım.
rasmda yapıldığını ve böyle bir hazırlığın Batmak üzere olan güneş, İstanbul ta­
hissettirilmemesine itina edildiğini kay­ rafım bir kızıllık altına almış. Durgun
detmek isterim. Marmara’nın suları eflâtunlaşmıştı.
Osman Onbaşı zaman zaman Selimiye’ Yaptığım etütlere göre, Ingiliz devriye-
deki evime geldi. Durum hakkında bana lerinin kafalarını çektiği ve kontrolün a-
bilgi verdi. Bu işi büyük bir tevazu ve ra verdiği bir sırada, yani akşam karan­
sükûnet içinde tamamladı. Nihayet telsiz lığında, Osman Onbaşı ve 5 erle birlikte
deposunun bütün malzemesi takriben 75 sandıklan araba ile kavak iskelesine ta­
küçük sandıkla, 20 büyük sandığa yerleş­ şıtacağım. Arabacı ben. Arabanın yükünü
ti. Küçük sandıklar 2, büyük sandıklar kavak iskelesindeki 3 erle birlikte indiri­
4 - 5 er tarafından taşınacak ağırlıktaydı. yorum. Bu 3 er sandıklan istif ediyor.
Osman Onbaşı bir akşam; Medine’de ku­
rulmak üzere Almanya’dan gelen ve I. İLK AKSİLİKLER
Dünya Harbi’nin sona ermesiyle Medine’
ye gönderilmeyerek büyük bir kısmı tel­ Taşıma sırasında arabanın oku kınldı.
siz deposuna ambalaj halinde konan tel­ Osman Onbaşı imdada yetişti ve telle oku
siz cihazının, arabalı sahra telsizlerinden sardı. Kırık oklu araba ve hakikaten hum­
sökülen telsiz cihazları ile depoda bulu­ malı bir çalışma ile bütün sandıklan ka­
nan yedek malzeme ve cihazların amba­ vak iskelesine taşıdım. Bir kelime ile he­
lajlarının tamam olduğunu bildirdi. pimiz fevkalâde bir çalışma yaptık bu gün.
îş, bu sandıkların Selimiye kışlasının Telsiz deposu tamamen boşaldı. Kavak
deniz tarafındaki, Kavak iskelesi denen iskelesine taşındı. Üstleri bir branda ile
askerî iskeleye taşınmasına ve bu malze­ örtüldü. Telsiz deposunda kapaklan İngi­
meyi Anadolu'ya götürecek vasıtayı temi­ lizlerce mühürlü, fakat içleri tamamen
ne kaldı. Sandıkların Kavak iskelesine boş telsiz arabalan ile içleri taşla doldu­
nakli için bir sıhhiye arabası aldım. rulmuş bir sürü sandık kaldı.
Murad Reis’le temasa geçtim. Murad Re- Bir eri telsiz depo kumandanının evine
is’in elinde toplu bir şekilde göndereceği­ gönderdim. Kotra ile Anadolu’ya gidecek­
miz malzeme için kotra biçiminde bir va­ lerin, benim evime gelmelerini, derhal ha­
sıtası vardı. Kaptanı Beyaz Rus, tayfası rekete hazır olmalannı ve yanlanndaki
Türk'tü. Bir perşembe günü gece saat on­ Teğmen Raşit Bey'in (Muhabere Albayı
da Kavak iskelesine gelecek olan kotraya Raşit Petek) benim evimle irtibatı sağla­
yüklemeyi kararlaştırdım. mak üzere, yanıma gelmesini rica ettim.
Erle beraber Raşit Bey yanıma geldi.
Telsiz depo kumandanı ve muavini, Zey­
nep Kâmü Hastanesi civarındaki bir ev­ İKİNCİ AKSİLİK
de emre âmâde bekledi. Telsiz cihazlan
ile birlikte Anadolu’ya kaçacaktı. Güneşin Bir gümrük memuru yanıma geldi. Ak­
erken battığı ve ayın erken saatlerde çık­ şam gruptan sonra, İstanbul’un iki yaka­
tığı bir kış günü. Ay gece yansına doğru sından birinden diğerine eşya nakloluna-
İstanbul'un Rumeli tarafına geçecek ve mıyacağma ve gündüzün nakledilecek eş­
Rumeli sahili karanlık olacaktır. Bu su­ yaların da ilgili memurlar tarafından kon-
retle kotramız bu karanlıktan faydalana­ trola tâbi tutulacağına dair hükümetin
rak çok hafif süratle ve tamamen sessiz emri olduğunu söyledi.
ilerleyecek, gece yarısından sonra uykuya Ben de kendisine önceden hazırladığım
dalan Ingilizler'in kontrolundan sıyrıla­ resmî mühürlü ve yazılı emri gösterdim-
rak Büyükdere’yi geçecek ve süratle Kara­ İstanbul Erkân-ı Harbiye-i Umumîye ri­
deniz’e açılacaktır. yaseti istihbarat şubesine ait resmî bir kâ­
Benim başımda kahve rengi askerî bir ğıda, benim yazdığım sahte bir emir. Al­
kalpak, üstümde gümüşî renkte bir as­ tı mühürlü ve imzalı. Aklımda kalan met­
kerî palto, içimde sivil, fakat hâki renk­ ni şöyle idi:
te bir elbise. Paltoyu atınca sivil duruma «İzmit’te Kuvay-ı inzibatiye Kumandan­
girebilirim. Sol ayağımdaki yan tarafı lığına ait malzemenin Selimiye kışlasın­
lastikli çekme fotinin iç tarafında gizli dan İzmit’e nakline memur edilen hami­
Man marka küçük tabancam. Tabanca li emir subaya azamî teshilât gösterilme­
fişeklerinin nikel kısmının baş tarafı ha­ si rica olunur.»
fifçe ve çok ince bir kıl testeresiyle ke­ Bu emre rağmen gümrük memuru, mal­
silmiş. Bu şekilde hazırlanmış olan mer­ zemenin sabah olmadan nakledilemiyece-
milerin öldürücü tesirinin arttığını duy­ ğinde ısrar ediyor ve zorluk gösteriyordu.
muştum. Mecbur kalırsam, konuşturulma- (Devamı var)
»6
Kâtib Çelebî’den Sadeleştirme:

•e

Kahve Üzerine
Kâtib Çelebî’nin asıl adı Mustafa’dır. 1609’da İstanbul’da
doğmuş, 1657’de gene bu şehirde ölmüştür. Osmanlı devri
Türk bilginlerinin en tanınmışlanndandır. Birçok mevzuda
çok değerli eserler bırakmıştır. Eserlerinin çoğu, daha dev­
rinden başlıyarak Batı dillerine çevrilmiştir. Bunlardan bi­
ri de, son yıllarda Oxford üniversitesi öğretim üyelerinden
Dr. Geoffrey Lewis tarafından İngilizce'ye çevrilen Mîzâ-
nü’l - Hak (Hak Terazisi) adlı küçük kitabıdır. Bu eserinde
Kâtib Çelebi, çeşitli mevzulardaki fikirlerini, makaleler hâ­
linde toplamıştır. Mîzânü’l - Hakk’dan kahve hakk.nH .n
makaleyi aşağıda bulacaksınız. Hususî bir yazma nüshadan
sadeleştirilmiştir.

Sadeleştiren: ŞEVKET RADO

li A H V E ü z e rin e de g e ç m iş t e n ic e kav-
E b ü ssu u d E fe n d i m e rh u m d a n n a k le d e r ­
“ g a la r o lm u ş t u r . A s l ı Y e m e n d iy a rın d a n
le r k i, g e t ir e n g e m ile r i d e ld ir ü b kahve
ç ık u b tü tü n g ib i â le m e y a y ıld ı. Yem en
y ü k le r in i d e n iz e d ö k t ü r d ü . L â k in bu se rt­
d a ğ la r ın d a o tu ra n bazı ş e y h le r , b ir nevi
lik le r fa yd a e t m e d i. V e r ile n fe tv a la r ve
a ğ a ç y e m iş i o la n K a lb v a b u n d e d ik le r i ta ­
sö y le n e n s ö z le r h a lk ın k u la ğ ın a g ir m e d i.
n e le r i dögüp a d a m la r ıy la b e ra b e r y e r le r ­
Yer yer k a h v e h a n e le r a ç ıl d ı. Büyük b ir
d i. K i m i d a h i k a y n a t u b s u y u n u i ç e r d i . K a h ­
ş e v k v e i s t e k l e b i r y e r e g e l ü b iç t ile r . H e ­
ve d e r v iş liğ e uygun, şe h ve ti k e s ic i, so­
le k e y if e rb a b ı k e y ifle r in i a r t t ır ır , cana
ğ u k v e k u r u b ir g ıd a o lm a k la Y e m e n h a lk ı
can k a ta r b u ld u k la r ı k a h v e n in b ir f i n c a n ı
b ir b ir in d e n g ö r ü b ş e y h le r , s u f île r v e b a ş ­
u ğru n a n e re d e is e can v e rm e ği göze a l­
k a la rı k u lla n d ıla r . H ic r î 950 y ılla r ın d a d ıla r .
(1 5 4 3 ) g e m i l e r i le A n a d o l u ’y a g e l d i ğ i z a ­
Bundan so n ra g e le n m ü ft ü le r iç ilm e s i­
m an büyük ö lç ü d e k a rşı ç ık ılu b a le y h in ­
ne iz in v e r d ile r . B o sta n zâ d e E fe n d i b ir
d e f e t v a la r v e r ild i. Y a n ı k o lu ş u [*] b ir t a ­
m u fa ssa l ve m anzum fe t v a v e r d i. K a h v e ­
ra fa « t o p lu h a ld e e ld e n e le d e v r e d ile r e k
h a n e le r gâh y a s a k la n d ı, gâh a ç ıld ı. Böy-
iç ilm e s i a h lâ k s ız lığ a g ö t ü r ü r » d e d ile r [ * * ] .
le c e b ir k a ç sene sü rü n d ü . H ic r î 1000
(1 5 9 1 - 1 5 9 2 ) t a r ih le r in d e n son ra yasak­
[*] Kavrulmuş. [*" ] Kahve ilk zamanlarda böyle la n m a s ın d a n v a z g e ç ilip h e r y e r d e s e r b e s t ­
içilirdi. Arap ülkelerinde hâlâ böyle içilen yerler çe iç i ld i, h e r s o k a k b a ş ın d a b ir k a h v e h a ­
vardır. ne a ç ıld ı. H ik â y e a n la t a n la r , ç e n g ile r ile

4
İ s ta n b u l’d a e s k i b ir k a h v e h a n e .

h a lk iş in d e n gücünden k a ld ı. İş ve ka­ cak, k u ru d iy o r s a da d o ğru d e ğ ild ir . N i­

z a n ç d u rd u . A r t ık p a d iş a h t a n d ile n c iy e v a ­ hayet su ile kaynayub şe rb e ti a lın d ık t a


r ın c a h a lk , b i r b i r i n i k e s ip b iç m e k le e ğ le ­ so ğ u k lu k k a y b o lm a z ; b e lk i daha z iy a d e
o lu r . Onun iç i n s u s u z lu ğ u g id e rir v e b ir
n ir d i.
M e rh u m S u lta n M u rad Han h ic r i 1042 u z v a d ö k ü ls e y a k m a z , z ir a onun s ıc a k lığ ı
(1 6 3 3 ) s o n la r ın a d o ğru bu h a lin fa rk ın a g a rib b ir s ıc a k lık t ır, t e s ir e y le m e z ; lâ k in
v a rıp h a lk a şe fk a t ve n a s ih a t o lm a k üze­ k u r u lu ğ u b ir m i k t a r a z a l ır . M e s e lâ kendi
re b ü tü n m e m le k e t t e « k a h v e h a n e le r bo- üçüncü de re ce d e k u ru ik e n ik in c i d e re ­
z u lu b bundan b ö y le kahve iç ilm e y e !» d i­ cede yaş s o ğ u k la k a r ış d ık t a k u r u lu ğ u n u n
ye fe rm a n e t t i le r . O zam andan b e ri Dâ- b ir d e r e c e s i g id e r, ik in c i d e re ce d e k u ru
r ü s s a lt a n a (İs t a n b u l) k a h v e le ri c a h ille r in k a lır v e bu k u r u lu k la uykuyu k a ç ır ır . M i­
k a lp le r i g ib i v ir a n d ır . Y e n id e n a ç ılır ü m i­ z a c a g ö r e m u tla k a id r a r ı v a r d ı r . K u r u m i­
d iy le b ir z a m a n s a h ip le r i b o z m a y ıp kapa­ z a ç lı k im s e le r e , h e le se vd avî (m e lâ n k o ­
m ı ş l a r id i. S o n r a ç o ğ u b o z u l u b b a ş k a d ü k ­ lik ) m iz a c a ç o k lu k m ü n a s ip d e ğ ild ir , b e l­
kân y a p ıl d ı . L â k in İ s t a n b u l ’d a n b a şk a şe ­ k i m u h a l if t ir . F a z la k u lla n ılm a s ı u yku su z­
h ir ve k a s a b a la r d a e s k id e n o ld u ğ u g ib i lu ğ a ve se vd avî k u r u n t u la r a se b e p o lu r .
a ç ılu b iç i li r . Ö nce de s ö y le n d iğ i ü z e re , İ ç i l d i ğ i t a k d i r d e ş e k e r ile iç ile . L â k i n m i­
bu t ü rlü iş le r ebedî yasak kabul e tm e z. zacı y a ş o la n a , h e l e k a d ın la r a gayet m u­

Ş im d i k a h v e n in v a s f ın a g e l d i m : K a h v e ­ v a fık t ır . O n la r a ğ ır k a h v e le ri çok iç m e k
g e re k . S e v d a v î o lm a m a k ş a r t iy le ç o k lu ğ u
n in k e n d i s i n i n soğuk k u ru ¡d ü ğü n d e şü p ­
he y o k tu r. D â v u d A n t â k î t e z k e r e s in d e s ı ­ o n la r a z a r a r e tm e z .

5
Sadde^tOıen : OJdm&tı ö& tuna

Mahlası olan «Naîmâ» adiyle tanınan hükümdara hürmetle bağdaşamıyacak çok


Mustafa Efendi, Osmanlı tarihçilerinin en söz söyledi:
seçkinlerinden biridir. 1655’te doğmuş, 1716
— Hayır, padişah değilsin, dedi; şer’î
yılı ortalarında 61 yaşında ölmüştür. 6 cilt
ve dinî işlere mukayyed olmayıp cihâm
olarak basılan tarikinde, 1000 Hicrî yılın­
dan, yani 1 kasım 1591'den 1070’e yani
harâba verdin. Ve vakitlerinizi gafletle ge­
çirip, rüşveti açığa çıkardınız. Zalimleri
5 eylül 1660'a kadar 70 yıllık Osmanlı ta­
rihini ele alır. Çok mufassaldır. Olayları bü­
âleme musallat ettiniz. Hâzineyi israf ve
yok ettiniz.
yük bir gerçekçilik ve tarafsızlıkla nakleder
ve başarılı bir şekilde biribirine bağlar. IV. ŞEYHÜLİSLÂM BAHÂYÎ EFENDİ
ciltten aldığımız parçada, Sultan İbrahim’in ANLATIYOR
(1640 • 1648) hali (tahttan indirilmesi) ve
katli anlatılmaktadır. Abdülaziz Efendi’nin bir padişahın yü­
züne karşı söylemiye cesaret ettiği bu söz­
lerden, herkes donup kaldı. Bu mecliste
PADİŞAH VE TAHTTAN bulunan ve sonradan şeyhülislâm olan Ba-
İNDİRİLDİĞİNİ TEBLİĞE hâyî Efendi, manzarayı sonraları şöyle an­
GELEN HEYET
latmıştır:
Devlet büyükleri bilittifak, Sultan İbra­ — Ben, Sultan İbrahim Han Hazretleri’
him'in olduğu mahalle teveccüh ettiler. Si- nin ihsânmı görmüş olmakla, hicâbımdan
lâhdâr, Çukadar Ağa, Bostancıbaşı cüm­ cümle kazaskerlerin arkasına gizlenip gâ-
lesinin önüne düşüp teeddüb ile varıp: hîce görünmekten hayâ ederdim ki, şayet
— Pâdişâhım, ulemâ ve âyân reyleri padişahın gözü rast gelip eski nimetleri­
üzre içeriye buyurun, dediler. ni tâdâd eyliye. Hele Allah’a hamd olsun
Sultan İbrahim Han, yüksek sesle fer- kalabalık arasında beni seçmeyip asla hi-
yâda başlayıp dâvasını şöyle müdafaa tâb etmedi. Sultan İbrahim ne zaman
etti: kendini müdafaaya başlasa. Şeyhülislâm
— Bre hainler, bre pezevengler, bu ne ve Abdülaziz Efendi ve Muslihuddin Ağa
asıl iştir? Ben her birinize ihsanlar etme­ ve Bektaş Ağa cevap verirlerdi. Birisinin
dim mi? Şimdi havâmza tâbi olmadığım cevabını dinler, diğerine dönüp konuşma­
için beni kaldırmak tedarikin ettiniz. Ben ya devam ederdi. Ve ekseri sözü: «Ben
padişah değil miyim? Bu ne demektir? padişah değil miyim, bu ne demektir?»
Kazasker Karaçelebî-zâde Abdülaziz E- şeklindeydi.
fendi, mecliste büyük cür’et gösterdi ve Bunun üzerine Enderûn Ağalan:
— Evet, pâdişahsız ve size kemlik ol­ ABDÜLAZİZ EFENDİ İLE
maz, Varıp birkaç eyyâm huzur ve istira­ SULTAN İBRAHİM ARASINDAKİ
hat eylen. Yine devleti sıyânet tedbiri o- MÜNAKAŞA ŞİDDETLENİYOR
larak ulemâ ve sair kullarınız şefkaten bu Sultan İbrahim, bu sür'etli sözlerden de
tedariki görmüşlerdir, dediler. Sultan İb­ yılmadı. Şöyle âgaaz eyledi:
rahim mütehevvirâne gazaba gelip: — Siz yalan söylersiz. Beni tahttan kal­
_ Ben niçin tahtımdan kalkarım? de­ dırıp — eliyle yere işaret ederek— şu ka­
di. Abdülaziz Efendi tekrar cevaba baş­ dar oğlancığı padişah mı edersiz? Oğlum
ladı: yedi yaşındadır. Ol kadar oğlancığın sal­
— Bu tahta çıkan şanlı atalarının yo­ tanatı nice câiz olur? imdi malûm oldu
luna sülük etmediğin için tahta lâyık de­ ki kendiniz saltanat sürmek istersiz. Bu
ğilsin. Kâfirler Bosna'yı istilâ etti. Seksen oğlancık benim oğlum değil midir?
pâre Venedik kalyonu hâlâ Çanakkale Bo­ Abdülaziz Efendi yine şu sözlerle ileri
ğazı’m kapatmıştır. Senin haberin yok. atıldı:
Gaflete boğulup elzem olmıyan hususla­ — Sen hâzineyi itlâf ettin. Çeşitli israf­
ra hazine sarfedersin. larla eksik akıllıların sözüne uyup, rüş­
Sultan İbrahim şöyle cevap verdi: veti fâş eyledin, ihtilâle sebep oldun. Dev­
_Yalan söylersin. Kâfirler Bosna’yı al­ let adamlarını katledip, mallarını müsa­
madı. Ve kullarım Zadra’yı fethetti. Ve dere etmekle halka muzırsm. Ve tâlim ve
Venedik gemileri Boğaz’dan çoktan gitti­ ıslaha kaabil olmamakla tahta lâyık de-
ler. Ancak siz garazınızdan yalan işler zik­ ğilsin. 1
redersiniz. Ve bu minvâl üzere nice söz söyledi ki,
Abdülaziz Efendi: buraya yazılmayıp teeddüben terk olun­
— işte, dedi; vezîr-i âzam ve şeyhülis­ muştur. Şöyle devam etti:
lâm ve kazaskerlerin buradadır. Onları — Bu sebeplerden sen padişah olamaz­
yalanlıyorsun. Seni aldatan katli vacıb sın. Ve hilâfetin şer’î değildir. Amma şeh-
kimselerin sözüne itimad ettiğin için alem zâde tâlim kabûl eder. Vezîr-i âzam işle­
bu şekle girdi. Hemen kalkmak gereksin. ri görür ve kanunlar icrâ olunur.
Sultan İbrahim'in her sözüne cevap ve­ derler. Bu kulunun tarafdarlığından ne
rilip susturuldu. Bu sefer dönüp nimetle­ faide vardır?
rini sayıp karşımdakileri utandırmaya
teşebbüs etti. Yeniçeri Ağası’na bakıp ŞEYHÜLİSLÂM ABDÜRRAHİM
şöyle dedi: EFENDİ DE SÖZE KARIŞIYOR
— Baka bre, ben seni yeniçeri ağası Bunun üzerine Sultan İbrahim, Şeyhül­
etmedim mi? Böyle vakitte sen de bana islâm Abdürrahim Efendi'ye döndü:
hiyanet mi edersin? Ağa cevap verip: — Bre Abdürrahim, dedi; ben seni müf-
— Padişahım, dedi; senin kulunum ve tî etmedim mi? Şimdi sen bana kasdeder-
çırağınım. Amma benim elimde ne var­ sin?
dır? Cümle halk bu hususta ittifak etti­ Şeyhülislâm cevap verip :
ler. Ben cümleye muhalefete kaadir deği­ —Hayır, dedi; beni sen müftî etmedin,
lim. Muhalefet etsem belki beni izâle e­ Allah eyledi!

Topkapı sarayının, Sultan İbrahim’in içinde boğdurulduğu harem dairesinin bir kısmı.

10
Sultan İbrahim bu cevaptan ziyade mu- Yani «şimden sonra gelecek sultanların
teellim oldu. İki ellerin gökyüzüne tutup: atası benim» mânâsım imâ etti. Zira oğul­
— İlâhî, ben bunları sana saldım. Sen larından başka şehzâde yoktu.
bu zalim ve gaddarların hakkından gel. SULTAN İBRAHİM
Cümlesi ittifak ile üzerime hurûc ettiler, HAPİSHANEDE
deyü kemâl-i hüzn-ü inkisâr ile^ bedduâ
eyledi. Hâsılı söz çok uzadı. Silâhdâr ve İki cariye ve malzeme, her ne ise o
Çukadar kollarına girip: oda içine konup hazırlanmıştı. Hemen
— Hele padişahım, def’-i nizâ için şim­ devlet sahibini içeri tıkıp, demir kapısı­
dilik buyurun, deyip yerinden iki adım nı çektiler. Büyük bir demir asma kilit
sürüklediler. Üçüncü adımda Sultan İb­ astılar. Kilide kurşun döktüler. Tellâller
rahim durdu. Yine uzun bir münakaşa şehre yayıldı. Şehir kapılarının, dükkânla­
oldu. Yine bir, iki adım gitti. Yine konuş­ rın ve çarşıların açılması tenbih olundu.
tu. Sonunda inkisar gösterdi, iki elini yü­ Şeyhülislâm Bahâyî Efendi sonradan şun­
züne sürüp: . . ları anlatmıştır:
— Hoş imdi, başımda yazılan bu imiş, — Bu suretle Sultan İbrahim, hemen
emir Allah’ın, deyip gitti. hemen canlı olarak defnolundu. Zira ka­
Tâ ki mahbes kapısına vardılar. Bir patıldığı yer biribirine geçmeli iki oda idi.
kâgir odamn demir penceresinden yemek Bir ocağı vardı. Bir küçük bacası gökyü­
sahanı- girecek kadar kesip, sair pencere­ züne bakar ve bir penceresi, iki yemek sa­
lerini ve camlarını duvarla örmüşlerdi. hanı sığacak kadar yeri kesilip önünde
Sultan İbrahim, mahbes kapısının önun- dehliz divanı ancak görünürdü. Başka bir
de: şey görünmezdi. Merhum padişahın lutuf
— Elhamdülillah, dedi; bir cemaatın ba­ ve ihsanını gördüğümüz için, hapishaneye
şı oldum! girince bana bir mertebe büyük hüzün

11
çöktü ki, elimde olmıyarak ağlayıp, göz- 4
— Benim nân-ü nimetim yiyenlerden
yaşımı mendilimle saklardım. bana acıyacak kimse yok mudur? deyü
Ertesi günü: «Hal’ edilen padişah bo­ ıztırâb ile feryâd ve âgaaza başladı. Beni
şanmış, kaçmış» deyü bir rivayet çıktı. göz göre bu zalimler katlediyorlar. Âmân,
Cümle dükkânlar kapandı. Halka gulgule âmân!
düştü. Meğer Vâlide Kösem Mâhpeyker
Sultan haber gönderip: CELLÂD KARA ALİ AĞLIYOR
— Mahpesi bir hoşça kapatıp kapısına Saray halkı bu feryatları duyup hıçkı-
duvar örsünler, buyurmuş.
ra hıçkıra ağlamaya başladılar. Vezîr-i â-
Vezîr-i âzam. Şeyhülislâm Efendi ve zam, Cellâd Kara Ali’yi dahi getirmişti.
sair vezirler ve ulemâ, dehşetle Saray’a O dahi imtinâ edip bir tarafa kaçtı. Ar­
vardılar. Mimar getirtip mahbesin kapı­ tık bu hâlet fitneye sebep olacak merte­
sını ve yemek verecek delikten başka pen­ beye geldi. Vezîr-i âzam, bizzât elinde asâ
cerelerini kireç ve horasanla muhkem ya­ taşraya çıkıp Kara Ali’yi aramıya başladı:
pıp istihkâm verip dağıldılar.
—Bre hani şol mel'ûn? deyü çağırırdı.
ENDERÛNLULAR VE SİPAHİLER Kara Ali dahi ağlıyarak Sofu Mehmed Pa-
SULTAN İBRAHİM LEHİNDE şa’nm ayağına düştü:
AYAKLANIYOR —Devletlü, dedi; beni katleyle; korku­
Cihan Padişâhı’nın hapishaneye konma­ dan elim ayağım tutmaz. Bu işten halâs
ve afveyle!
sı, üzerine duvar örülmesi, Sultan İbra­
him’in gece ve gündüz feıyat ve inlemesi aKara Ali ağlayıp yalvardıkça, ihtiyar Ve­
haykırış ve^ küfürleri, Enderûn halkını’ zîr-i âzam, asâsı ile başına, gözüne şiddet­
mateme boğdu. Tahammül edemediler li darbeler indirip: «Bre mel'ûn, gel!» de­
Aralarında toplanıp dedikoduya başladı­ yü küfürler ederdi. Çaresiz Kara Ali, ya­
lar: mağı Hammâl Ali ile içeri girdi. Şeyhül­
— Bu ne demektir? Bir şanlı padişahı islâm Bahâyî Efendi, sonradan bizzat şa­
göz göre tahtından indirip diri mezara hit tır:
olduğu bu sahneyi de şöyle anlatmış­
koydular. Bir masumu tahta geçirdiler
Sultan İbrahim’in nimetine boğulup şim­ — Vezîr-i âzam ile Şeyhülislâm, yalnız
di feryat ve figanını işitmektense, bize öl­ ikisi cellâtları önlerine katmış, diğer dev­
mek yeğdir. Hemen ittifak edip taşra çı­ let adamları bir tarafa sinmişlerdi. Sul­
karıp tahta cülûs ettirmek tedarikin gö­ tan İbrahim’in odasına girdikleri zaman
relim! biz dahi dehlizden bakıyorduk. Padişah
gül renginde bir atlas entari giymişti. A-
Sipahiler dahi ayaklandılar. Sultan İb­ yağında kırmızı çakşır vardı. Başında ba­
rahim’in hal’ edilmesine itiraz ettiler. Dev­ sit bir başlık bulunuyordu. Sol eline
letin vekilleri, bunları duydu ve işitti. Kur’ân-ı Kerîm’i almıştı. Şeyhulislâm’a
Kalblerine korku düştü: hitâb edip:
— Madem ki, dediler; hal’edilen padi­ — Baka Abdürrahim, dedi; Yusuf Pa­
şah hayattadır. Nizâm-ı âlem müyesser şa bana senin için «fitneci bir dinsizdir,
olmayıp bizim de can korkusundan kur­ tepeleyin!» demişti. Seni öldürmedim. Me­
tulmamız ihtimali yoktur. ğer sen beni öldürecek imişsin, işte Al­
Bir araya geldiler. Padişahı, Ağalar va- lah’ın kitabı! Beni hangi hükme dayana­
sıtasıyle izaleye karar verdiler. «İlmî ve rak öldüreceksiniz?
askerî makamları ehline vermeyip, rüş­ Bu feryatlar içinde Vezîr-i âzam’la Şey­
vetle, ehil olmıyanlara tevcih etmekle ni- hülislâmın ardından cellâtlar, Sultan İb­
zâm-ı âleme halel veren padişahın tahttan rahim’e yaklaştılar. Boğaz sıkan kemend-
indirilip katli câiz olur mu?» diye istiftâ le, padişahın kârını tamama erdirdiler.
edip: «El-cevâb: olur» şeklinde fetvâ im­
za ettiler. Şeyhülislâm Abdürrahim Efen­ Şehit padişahın cenazesi Hâsoda avlu­
di ve Sadrâzam Sofu Mehmed Paşa ve suna çıkarıldı. Muallim-i Pâdşâhî ve I-
Kazaskerler ve Yeniçeri Ağası ve Murad mâm-ı Sultânî Şamlı Hüseyin Efendi, ce­
Ağa ve Kara Çavuş, kalkıp kalabalıkla Sa­ nazeyi yıkadı. Sonra, Saray halkı tarafın­
dan namazı kılındı. Ayasofya Camii kapı­
ray’a vardılar. Ağustosun sekizinci günü­ sı yanında amcası Sultan Mustafa merhû-
ne rastlıyan Receb ayının yirmi sekizin­
ci günü, önlerinden Saray'ın iç halkı ka­ mun türbesine, onun yanına defnolundu.
çışıp kimse mukavemet etmedi. Sadrâ­ Enderun’un Küçük ve Büyük Odalar ha­
zamla, Şeyhulislâm'ın hizmetkârları ha­ lîfeleri padişahın kabrine gittiler. Buhur­
danlarda anber ve öd yakıp, Kur’ân-ı azî-
pishanenin kapısını yıktılar. Saray halkın­ mü’ş-şân tilâvet ettiler.
dan kimse yaklaşmadı. Sultan İbrahim va­
zıyeti görüp : Sultan İbrahim 33 yaşındaydı ve salta­
natı sekiz buçuk yıl sürmüştü.
12
Tabiat güzelliği dillere destan olmuş, yalı boylarında, sırtların­
da, tepelerinde yüzlerce yüzlerce minaresi, Türk - Müslüman Istan-
bul da ezan sesi, bilhassa gürültülü motorlu vasıtaların ve düdük-
İÜ vapurların bulunmadığı devirlerde beş namaz vaktinde gök­
yüzüne yükselen ilahı bir terennüm olmuştu.
Güzel sesli erkek çocuklar ve delikanlılar için semtinin mesci­
di veya camisinin minaresinden ezan okumak, pek yakın zaman­
lara kadar aşk ile ve şevk ile fırsat olarak gözlenirdi bu lutfa
nail olmak ıçm de müezzinlere yalvardırdı.
Hele sabah ezanları, güzel büyük beldeyi, istisnâsız hepsi güzel
sesli müezzinlerin avazı ile şairane uyandırırdı. Ezandan önce de
sala verilir ve bir dini kaside okunur, ezanın musikisine ayn bir
revnak verirlerdi.
Rumelihisarı'mn İstanbul’da Türk gücünü temsil eden azametli
yapısı yanındaki «Aşıyan» mda sabah ezanları dinleyen Tevfik
Fikret’in şu meşhur şiiri, ne mânâlıdır.
SABAH EZANINDA
Allahü Ekber... Allahü Ekber
Bir samt-ı ulvî: Gûyâ tabiat
Hâmûş hâmûş eyler ibâdet
Allahü Ekber... Allahü Ekber
Bir samt-ı nâlan: Gûyâ avâlim
Pinhân ü peydâ, nevvâr ü muzlim
Etmekde zikr i Hallâk’ı dâim

Allahü Ekber... Allahü Ekber


Bir samt-ı ulvî: Kalb-i tabiat

18
Bir sanıt-ı nâlân: Ruh-i avâlim
Etmekte zikri Hailâk-ı dâim
Etmekte ra’şan ra’şan ibâdet
Yukandaki terennüm ile tam tezad halindeki şu beyit de aynı
şairindir:
Ben de âşıktım ezan nağmesine
Bir koşardım ki o Allah sesine..

Bir sabah ezam kasdedilerek yazılmış şu beyit ise, geçen asrın


büyük kalender şairi Enderunlu Fâzıl Bey’indir:
Naray-ı Hayrünminennevm’i uzatma ey hatib
Bister ü bâlîni âguşumda ol canan yatar
Aşağıdaki manzume de yine sabah ezanı hatırlanarak genç ve
güzel bir müezzin şânında yazılmıştır:
Bülbül olur şakır vakt-i seherde «Zaman olmuş
Bir nigâhı Vallah devâ bin derde Sultanahmet’in
16 şerefesinde,
16 müezzin
ezan okumuştur.»
Hele bir gör abdest alurken ol mâh
Ab-ı revan zikrider Allah Allah
Bûs-i pâye nâil olan ol âbe
Sor ki tâ beseher varmış mı hâbe

Hayrünminennevmln zâhir hikmeti


Bûs-i pâye koş Muhammed ümmeti
Seher vakti açulur Bâbı Hâcet
Koş ki dâvet ider ol nûri behcet
Uyan âşık uyan hâb-ı gafletden
Nasibin al aşkdan hem ibâdetden

Zaman olmuştur ki İstanbul’un iki, dört, altı minâreli büyük


camilerinin ikişer üçer şerefeli minârelerinin her şerefesinden ezan
olunmuştur. Bir namaz vaktinde, meselâ Sultanahmet camimde
16 müezzin Süleyman,ye camiinde 10 müezzinin ezan okuduk
°!mui tur- F,akat ° seçme güzel sesler öylesine talimli öylesine
ahenkli ıdı kı minarelerin şerefelerinden yükselen ve mü’minleri
namaza davet avazlan bir ezan korosu halinde duyuluyordu

™ S İ klbleye açıhr’ müezzin de ezana yü Ezan


zu kıbieye müteveccih olarak başlar, sonra şerefede daima sa&
h6r yÖne seslenerek ezana devam eder. ® Makamları
blr anane olarak: Sabah ezam: Sabâ, Dilkeş Hâve
HicazÖ R a s tZaY a t Î aba’ ezam: HİCaz; A k şa m E za n ı
SnTda okİnurdu HlCaZ’ Bayatî’ Nevâ veya Rast maka™
c e İ e S S S S o at yahUt klrk be? dakika kadar ön
sonraca0bfr dinî^asMp^'Maveran makamından verilir. Salâdar
f . , ö1^ dlni kasıde okunur. Zamanımızın en seçkin ve bilgi
" FShrİ TUkd Kan,n ok“ " “5“ »iz,
«Ezanda dikkat edilecek hususiyet, tavır ve üslûhdnr P7an
melerinin baz, kısımlarında keşide ve bazı k ı s m a n d a k S i k S
vardır. Ezanda müessir olan cihet kararlardaki kahştır Hangi
makamda ve hangi perde ile ezana başlanmış ise aynı makam v
perdede tamamlanması şarttır. Zamanımızda buna r ia y e tte n d i
müezzinler vardır. Ezan okuyanların makamlann p e d e r i n e hak
nSmeLaÎ
nağmeler İyapacak
a° p Skudrette
S S olması
S ™ lazımdır. Beş SnamazvTsürekli
vaktinde
okunan ezanların mutlaka yukarda kaydedilmiş madamlarda ol
ması ıcab etmez; musıkı bilir bir müezzin, dilediği makamdan
ezan okumada tereddüt etmez...» B uuan

Ezan mevzuunda tamamen şahsî olan bir kanaatimi de söv


meden geçem.yeceğım: Zamanımızda minarelere hoparlörler i Oparlör mü,
nulmaya başlanmıştır, insan sesi, tabiî kudretinin S e çik
ğı zaman mekanik bir vahşet halini alır; son haddine kadar « Tabii ses mi?
mış bır radyo, ancak bir işkence âletidir. Müezzinin sesini ko
bir mahallenin üstüne yayan hoparlör de böyledir hele sab
ezanlarında alem derin sessizlik içinde iken salâda’ ezanda bi
bul gibi şakıyan tertemiz insan sesinin yerine h o p a r S yay
ğı ses, ancak demagoji ,1e müdafaa edilebilir. Kaldı ki ibâdet b

20
İki Kıtayı Birleştirecek Boğaz Köprüsü Vesilesiyle

Tarihî
Asma
Köprüler

İSMA köprüler çok eski devirlerden beri, dereleri, derin çukurla­ Yazan; A. Samih
rı geçmek için iptidaî usullerle inşa edilmek suretiyle kullanılmış-
■ tır. Bu gibi köprülerin başlangıç tarihleri hakkında kesinlikle bir Tepecikliojjlu
şey söylemek imkânı olmamakla beraber, Milât’tan sonra 400 se­
nelerinde inşa edildiği tahmin edilen Swat yakınında İndus neh­
ri üzerindeki asma köprü, yeryüzündeki ilk asma köprülerden bi­
ri olarak kabul edilebilir.

İlkel madde olarak bu tip asma köprülerde çoğunlukla örme Çin’deki


halatlar, hattâ tropikal iklimlerin asma dalları ve sarmaşıkları
kullanılmıştır. Bu gibi bitkiden yapma halatlar yerine metal kul­ Köprüler
lanılması misalini ilk defa Çin’de görüyoruz. Burada demir zin­
cir baklaları ile gergi halatları yaparak, asma köprülerin inşaatı­
na tesadüf edilmiştir. Bu köprülerden bugün dahi ayakta duran
bir tanesi, San ırmak üzerindedir. Zincir vasıtasıyle yapılan bu
köprünün açıklığı 60 metredir. Bu köprü 1632 senesinde Ming
sülâlesi tarafından, kervan trafiği için yapılmıştır. Avrupa da bu
tip zincirli asma köprülere ehemmiyet vermiş olmasına rağmen
sonradan terk etmiştir. 1741 yılında Ingiltere’de Tees nehri üze-
Makette görülen
dev asma köprü
tarihte ilk defa
olarak, iki kıtayı
(Avrupa ile Asya)
birleştirecektir.

t l d î B ıfkdîriinv!?ma kÖp7İ bu tipin en eskisi olarak bilinmek- durmadan gelişmiş, bu devre içinde asma kopru sahasmda bir­
tedır. Bu kopm yalnız yayalar için geçide elverişliydi ve 1802 yı- çok denemeler yapılmıştır. 1826’da yapılan kopm Thomas Tel-
lında yıkılmıştır. Bu köprüler daha ziyade piyade geçitleri ve ford’un eseri olan Menai boğazı köprüsüdür O tanhten 57 yıl
nadiren hayvanların geçmesi için halatları iki yakaya gerip üz^ sonra 1883’te J. A. Roeblig’in esen olan Brooklyn koprusu yapıl­
rıne bir insan geçecek genişlikte ağaçlar dizmek surefiyle mey- mış ve bu köprü 1903'e kadar 20 yıl dünyanın en buyuk asma
dana getirilirdi. Buğun bile bu sistemden istifade edilmekte olup,
köylerde ve dağ ık yerlerde küçük açıklıklarla karşıdan karşıya köprüsü unvanını muhafaza etmiştir. . . . . ..
geçmek için kullanılmaktadır. i ya Daha sonra 1937’de San Fransisco'daki Golden Gate koprusu
(açıklığı 1260 m.) dünyanın en buyuk koprusu unvanını kazanmış
misımxiX°P^ !rİH Î d f Ükendisini
k kİ!.-tek" İğe- girerek büyük 1964’te New York’ta yapılan Verrazano - B arro w sk o p ru su l^S
ması XIX. asır içinde göstermiştir. Her bir
ne yer kazan­
kadar bu
asırdan evvel de bazı denemeler yapılmış ise de bunlar o günün metrelik açıklığı ile dünyanın en buyulc asma koPru^ u Yu™ n. “
kazanmıştır. Dünyanın üçüncü buyuk koprusu New YoA tak.
icapları, teknik ve malzeme imkânsızlıkları dolayısıyle nek müs George Washington köprüsüdür. Bunun ayak açıklığı 1100 m^den
bet neticeler vermemiş ve uzun bir süre bu çalışmalara ara ve fazladır. Dünyanın dördüncü buyuk asma koprusu olan Boğaziçi
almıştı. Mühendislik ufuklannın genişlediği ve malzeme imkân­ köprüsünün ayak açıklığı da 1074 m. olacaktır.
larının ilen tekniğe yardımcı olmaya başladığı XIX asırdan iü
baren asma kopru yapımı hızlandınlmış, bilhassa XX yüzyılda
bu çalışmalar bugünkü tekniğin icaplanna göre en modem ha Asma könrülerin adedi ve yapımı dolayısıyle bugün Amerika En Büyük
le gelmiş, mırnan bakımdan da görünüşleri çok güzel o î ^ k ö î Birleşik Devletleri başta gelmektedir. Bu cihetten dünyanın en
ruler inşa edilmiştir. ® 311 KO*v Köprüler
b Ş aç S . r v , U n lu k ta k i asma köprüleri Amerika Bir-
Asma köprüler modem mânâsıyîe ilk defa var,,ım, „ . , . , .
lan 1826 yılından itibaren 50 yıldan fazla süren bir d e v r e m d e ■ ' t m ^ k ö p ^ f k i ayak amamdaki aç,ki,k,a, birkaç göal» ol-
24
Resimde görülen
Verrazano -
Narrows köprüsü
(New York,
A.B.D.) duğu vakit, uzunluk yönünden de değerlendirilmektedirler. 1964
en büyük yılına kadar dünyanın en uzun ve en büyük açıklığa sahip olan,
açıklığa sahip 1937 yılında inşaatı ikmâl edilmiş olan Sanfransisko körfezini
asma bağlayan Golden Gate köprüsü, tek açıklık 1260 metreydi. Bunu
köprüdür bugün New York körfezini bağlayan (Verrazano - Narrows) köp­
(solda). rüsü açıklık itibariyle dünyanın en büyük köprüsü olarak 1964
Fransızlar’ın yılında inşa edilmiş iki katlı ve 1278 metre iki ayak arası açıklı­
1900'de ğı olup, deniz seviyesinden 65 metre yüksekliktedir.
Saraybumu - 1 Bugün bütün dünyada arazi durumlarının müsait olduğu yer­
Harem arasında lerde büyük açıklıkta asma köprüler yapımı, diğer sistemlere na­
yapılmak üzere zaran tercih edilmiş ve süratle inşaatlarına başlanılmıştır.
teklif ettiği Her ülke, kendi arazi ve imkânlarına göre projeler çizmekte
asma köprü ve tatbik etmektedirler. Bu meyanda İstanbul Boğazı üzerinde
projesi inşa edilecek asma köprüye, açıklığı bakımından büyük olması do-
(yukarıda). lavısıyle temas etmek isterim. İstanbul Boğazı üzerinde kopru
yapmak fikri, OsmanlIlar devrinde zaman zaman düşünülmüş,
fakat fiiliyata geçirilmesi o günkü imkânlara göre bir hayal mah­
sulü olduğu görülüp, konu ciddî olarak ele alınamamıştır. XX.
asır başlangıcından sonra, gerek Haliç ve gerekse Boğaz üzerine
köprü yapmak için birçok firmalar müracaat etmiş ve bazıları
projelerini dahi hazırlamış olmalarına rağmen, o gunku şartlar
ve teknik imkânsızlıklar, bunların da yapılmasını sağlayamamış-
tır
Boğaziçi’nde yapılacak olan köprü, tarihte ilk defa olarak iki kı­
tayı birbirine bağlıyacak olan Boğaz köprüsü, dünyadaki köprüler
arasında, açıklığı bakımından dördüncü yeri işgal etmektedir.
Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak olan Boğaz köprüsünün
maliyeti, ithal edilecek olan malzeme bedelleri dahil olmak üze­
re dört yüz milyon Türk lirasına baliğ olacağı ve inşaatının 1973
y ı l ı sonunda ikmâl edileceği tahmin edilmektedir.

27
Bîr Mevlevi semai.

I, EÇMÎŞ günlerde musiki ile ilmi bir lümlerin büyük bir kısmı, ahşap olduğun­
arada kaynaştırarak kültür hayatımız­ seyredenler için parmaklıkla ayrılmış yer­ Mevlevîhânelerin bir başka bölümü olan
dan orijinal olarak günümüze kadar ula­
da derin izler bırakmış olan mevlevîhâ- ler, galeride kadınların kafesle bölünmüş selâmlık, bir nevi şeyh dairesidir. Bura­
şamamıştır. Bu yüzden Türk mimarîsi
neler, tarikatların yasaklanmasından son­ mahalleri vardı. Ayrıca padişahlara mah­ da şeyhin özel bir istirahat odası bulun­
makta, bayramlarda, kandillerde tebrik­ içerisinde bir mevievîhânenin gelişimini
ra harap olmaktan, kısmen de, yıkılmak­ sus hünkâr mahfillerine de mevlevîhâne- takip etmek oldukça güçtür. Günümüze
tan kurtulamadılar. Pek çok kimseyi çev­ au- rasi'anılmahtadır. Umumiyetle, se- leri, misafirleri kabul etmektedir. Bundan
mâhâneler, kareye yakın bir plan şekli başka burada dervişlerin yattığı hücreler gelebilmiş olanların büyük bir kısmı ise
resinde toplayarak onlara ilim, musiki tamirlerle, türlü değişikliklere uğramış ya­
sanat öğreten bu müesseselerin sulh ve gösterir, iç kısımlarında kıble yönünde vardır. İçlerinde yatakların bulunmadığı
bu derviş hücrelerinde dervişler kendi el­ pılardır. Mimarî ve süsleme bakımından
savaş zamanlarında da büyük rolü ol­ mihrabı, âyin sahasını sınırlayan ve ay­ umumiyetle üzerinde XIX. yüzyılın barok,
muştur. nı zamanda üst galeriyi taşıyan sütunları biseleri ile üzerlerine hırkalarını çekmek
vardır. Üzerleri bazen ahşap kubbe, ba­ suretiyle yatarlardı. Selâmlığın bir başka rokoko, ampir üslûpları görülmektedir.
Konya’da bulunan Mevlâna makamı zen de düz bir tavanla örtülüdür. dikkati çeken yeri ise, meydan odası ve­
bütün mevlevîhânelerin başı sayılmakta­ MEVLEVÎ ÂYİNLERİ VE
dır. Mevlâna evlâdından olup, bu dergâ­ Bundan başka mevlevıhâne teşkilâtı ya diğer bir deyişle meydân-ı şerif deni­ İSTANBUL MEVLEVÎHÂNELERİNİN
hın başında bulunan ve «Makam Çelebi­ içerisinde türbe ile türbedar odaları da bu­ len yerdir. Bu odada başta şeyh efendi ol­ ÂYİN GÜNLERİ
si» denilen kişi de bütün mevlevîhânele­ lunmaktadır. Türbesinde mevlevî tarika­ mak üzere, bütün dervişler (1) sabah na­
tının ileri gelenlerinden ve herkesçe mâ­ mazından sonra murakabe yaparlar, ay­ Mevlevîlikte semâ, sadece bir vecd ve
rin şeyhi kabul edilmektedir. hurûşun tezahürü olduğundan, ilk devir­
nevi kudretinin büyüklüğüne inanılmış rıca yenilere de semâ öğretirlerdi. Bun­
BÎR MEVLEVÎHÂNENİN bir kişi gömülü bulunan, aynı zamanda da dan başka selâmlığın uygun bir yerinde lerde âyin için bir zaman, mekân meselesi
KISIMLARI çilekeş derviş yetiştiren mevlevîhâneyi â- de mutfak, kiler, somathâne bulunurdu. yoktu. Başta Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî
Yemeklerin pişirildiği mutfakta, mukad­ olmak üzere dervişler, herhangi bir soh­
Mevlevîhâneler, semâhâne, türbe, harem sıtane ismi verilmektedir. Bu, bir bakıma des sayılan büyük bir de ocak vardı, içe­ bet sırasında coşunca semâ’a başlarlardı.
ve içerisinde şeyh odası, hücreler’ ile so- tam teçhizatlı dergâh demektir; örnek risindeki kocaman kazanda ise yalnızca Kendine has bir felsefesi olan mukabe­
mathânenin (yemek yenen yer) bulundu olarak Yenikapı, Bahariye, Bursa, Afyon,
bayram ve ihyâ günlerinde özel bir mera­ lenin yapılacağı gün öğle üzeri meydancı
ğu selâmlıktan meydana gelmiştir. Mev- Gehbolu, Manisa, Kütahya ve Halep mev- simle, mevlevî dergâhlarına has lokma pi­ dede diye isimlendirilen kişi, resmî kıya­
levîhânenin en önemli kısmı olan semâhâ­ levîhânelerini kolaylıkla gösterebiliriz. lâvı pişirilirdi. Mutfakta pişen yemekler fetiyle, şeyhin odasına girerek baş ke­
ne mukabelenin yapıldığı yerdir ve ilk de­ Harem dairesinde şeyh, aile efradı ile
birlikte ikamet etmektedir. Harem daire­ somathâneye götürülür ve dervişler ora­
fa Sultan Veled zamanında tesis edilmiş fili Evlenerek mevlevîhâneden çıkmış olan
tir. Semâhânenin çevresinde mukabeleyi sinden semâhâneye açılan bir kafeste ha­ da yemeklerini yerlerdi. , ..
Mevlevîhâneleri meydana getiren u o- dervişlerin dışında kalanlar.
rem sakinleri mukabeleyi seyrederler.
28 29
ser (2) ve semâ için izin isterdi. Şeyh e- mik bir şekilde dönerler ve bu yürüyüş,
fendi «eyvallah» diyerek izin verince, mey­ şeyhin postuna erişip oturmasıyle son bu­
dancı, omuzuna şeyhin oturacağı postu lurdu. Okunan âyin-i şeriften sonra, se-
atar ve bütün derviş hücrelerini dolaşarak mâzenler postun önüne gelip şeyhin eli­
âyinin yapılacağını haber verirdi. Bundan ni öperler, o da onların sikkelerini öpe­
sonra meydancı dede ezan okunmasına rek karşılık verirdi. Dervişler, sağ kenar­
izin verir ve şeyhin postunu da semâhâ- dan kollarını açarak, sağ elin avucu göğe
neye yayardı. Ezan sesini duyan derviş­ doğru açık, sol elinki ise yere doğru dö­
ler abdestlerini alırlar, üzerlerine geniş nük, yavaş yavaş dönmeye başlarlar, ten-
eteklikli beyaz tennûrelerini, başlarına da nûreleri de bir şemsiye gibi açılırdı...
sikke denilen deve tüyü renkli uzun kü- Herkes semâa girdikten sonra şeyh e-
lâhlanm giyerek semâhâneye gelirlerdi. fendi bir adım postunun önüne çıkar, kol­
Şeyh efendi en arka olarak, sırtında der­ larını açmadan o da diğerlerine katılırdı.
viş hırkası, başında yeşil destarh sikke­ Yavaş yavaş dönerek yürür, semâhânenin
si olmak üzere aşağı iner, semâhânede tam ortasındaki kutup noktasında semâa
bulunanları baş keserek selâmladıktan devam ederdi...
sonra, postuna otururdu. Bunu takiben Eski İstanbul hayatında oldukça hare­
herkes saf haline geçer, birlikte namaz ketli günler geçiren ve sesini çevresine du­
kılınırdı. Namaz bitince, eğer o gün ders yuran mevlevîhâneler, âyin için haftanm
günü ise, şeyh efendi, Mesnevî’yi seri ha­ günlerini paylaşmışlardı. Haftanın günle­
linde açıklamasına devam eder, dervişler­ rinin bu şekilde bölünmesi ise şöyle ol­
den biri de aşir ile Kur’ân’dan kısa bir muştur: Mevlânâ âşıkı bir padişah olan
parça okurdu. Okunan naat-ı şerifi ve ney III. Sultan Selim, zaman zaman İstan­
taksimini takiben kudüm ilk vuruşunu bul’daki mevlevîhânelere giderek onlardan
vurur vurmaz, başta şeyh efendi olmak mukabele yapmalarını ister ve seyreder­
üzere dervişler hep birlikte ellerini yere miş. Fakat isteyen bir padişah dahi ol­
çarparak ayağa kalkarlardı. Bundan son­ sa, İlâhî vecdin emirle yapılması M e v le -
ra önde şeyh efendi, arkasında dervişler
sağa sola doğru semâhâneyi üç defa rit­ (2) Baş kesmek, bir nevi derviş selâmıdır.
vî ileri gelenlerini üzer ve bu durumu na­ ra beylerbeyi olan İskender Paşa H. 897
sıl önliyeceklerini düşünür, fakat III. Sul­ (M. 1492) yılında inşa ettirmiştir.
tan Selim gibi mevlevî muhibbi bir padi­ Evliyâ Çelebî, seyahatnâmesiude, Kule-
şahı da kırmaya gönülleri bir türlü razı kapısı dışında bir kûh-ı bâlânın zirvesin­
olmazmış. Nihayet İstanbul’daki beş mev- de mevlevîhâne bulunduğunu, İskender
levîhâne, haftanın günlerini paylaşarak Paşa’nm yüz adet derviş hücresi ile ci-
bu duruma bir çare bulmuşlar. İstanbul hannümaya ulu âsitane yaptırdığını kay­
mevlevîhânelerinde âyin günleri de şu şe­ detmektedir. İskender Paşa’mn inşa et­
kilde sıralanmıştı: Pazartesi, perşembe Ye- tirdiği ilk Galata mevlevîhânesi, bugünkü
nikapı; sah, cuma Kulekapısı; çarşamba yerinden biraz farklı olup, şimdiki semâ-
Bahariye, cumartesi, Üsküdar Mevlevîhâ- hâne ile yan sokaktaki Beyoğlu Evlendir­
neleri. me Dairesi arasında kalan sahada bulu­
nuyordu. Mevlevîhânenin ilk yapısına ait
İSTANBUL'UN EN ESKÎ bazı istinat duvarları meydana çıkarılmış
MEVLEVÎHÂNESÎ ise de, bu kalıntılar günümüze kadar ge­
İ s t a n b u l ’u n e n e s k i m e v l e v î h â n e s i n i n lememiştir.
b u g ü n k ü D a r ü ş ş a f a k a L i s e s i ’n in c iv a r ı n ­ Kuruluşundan bir müddet sonra kesin
d a o l d u ğ u s a n ı l m a k t a d ı r . D a r ü ş ş a f a k a L i­ olarak öğrenemediğimiz sebeplerden bo­
s e s i ’n in b a h ç e d u v a r ı n ı n b a ş l a n g ıc ı n d a , şalan ve bir süre Halveti zaviyesi olan Ga­
s a ğ t a r a f t a d a r a c ık m e y i l l i b i r y o l v a r ­ lata mevlevîhânesi, Kasımpaşa mevlevî­
d ır . i ş t e , « İ s t a n b u l M e v le v îh â n e s i » d e n i l e n hânesinin kurucusu Sırrı Abdi Dede’nin
İ s t a n b u l ’u n e n e s k i m e v l e v î h â n e s i o r a d a gayretiyle, yeniden eski şekline dönmüş­
i n ş a e d i l m i ş t i . M e v le v îh â n e n in il k b â n îl e r i tür. Kulekapısı mevlevîhânesi III. Sultan
 d il v e  m ir Ç e l e b î l e r ’d i. Mustafa zamanında H. 1179 (M. 1766) yı­
Bu mevlevîhânenin ismine II. Sultan lında yanmışsa da sonra yeniden inşa e-
Mahmud devrinden önce basılmış olması dilmiştir. II. Sultan Mahmud, III. Sultan
kuvvetle muhtemel taş basması, tarihsiz Selim ve Sultan Abdülmecid tarafından da
bir eserde rastlanmaktadır. Burada İs­ tamir edilmiştir. Bu arada III. Sultan Se-
tanbul’daki mevlevîhânelerin âyin günlen lim'in yaptırdığı tamir birçok yönden di­
gösterilmiş olup, içlerinde de İstanbul ğerlerinden ayrılmaktadır.
Mevlevîhânesi'nin ismi bulunmaktadır. O yıllarda Galata mevlevîhânesi postun­
İstanbul Mevlevîhânesi, daha sonraki da Türk şiirine yenilik getiren, XIX. yüz­
yıllarda Sâdi tekkesi haline gelmişti. II- yılın ünlü şâiri Şeyh Gâlib bulunuyordu.
Sultan Mahmud, yeniçeriliği ortadan kal- Şeyh Gâlib, o yıllarda harab olmaya baş­
dmnca, mevlevîhânelere geniş vakıflar layan, hattâ suyu dahi bulunmayan mev­
yapmıştır. İstanbul mevlevîhânelenne ait levîhânenin tamirini devrin sadrâzamına
/akıf listesinde ise, bu mevlevîhânenin is­ yazdığı ve buna eklediği bir kaside ile is­
mine rastlanmamış oluşu, bunun o tarih­ temiştir. Sadrâzamın durumu padişaha
ten daha önce Sâdi dergâhı olduğuna işa­ bildirmesi ve bunun yanı sıra kasideyi
ret etmektedir. , okuması, III. Sultan Selim’i son derece
Günümüzde bu dergâhtan arta kalanlar memnun etmiş, neticede mevlevîhânenin
yalnızca birkaç mezar taşından ibarettir. tamiri için irade çıkmış ve bunu takip
eden günlerde de gereken onanm süratle
GALATA (KULEKAPISI) yapılmıştır.
MEVLEVÎHÂNESİ Kulekapısı mevlevîhânesinin tamiri, o
T ü n e l’d e n Y ü k s e k a l d ı n m ’a in e n y o k u ­ devrin İstanbul’u için önemli bir hâdise
ş u n b a ş ı n d a y e r a la n K u l e k a p ıs ı M e v le v ı- olmuştur. Şeyh Gâlib, bu tamir için ayn
h â n e s i ( G a l a t a M e v l e v î h â n e s i ) , B e y o ğ lu ayrı tarihler düşürmüş, padişaha karşı
k a z a s ı n d a k i y e g â n e mevlevıhanedır. B ir duyduğu şükran borcunu böylece belirt­
y a n ın d a s e b i l v e H a l e t E f e n d i n ın k ü t ü p ­ miştir. III. Sultan Selim, mevlevîhânenin
h a n e s i , d i ğ e r y a n ı n d a i s e h a t v e iŞÇ _ açılış töreninde bizzat bulunmuştur. Bu
b a k ım ın d a n b ir e r s a n a t e s e n o la n ç e ş i t l i olayda iki gün sonra Kapdân - paşa, do­
m e z a r t a ş l a r ı n ı n b u lu n d u ğ u y u v a r la k k e ­ nanması ile Akdeniz’den dönmüş, berabe­
m e r l i k a p ıs ın d a n i ç e r iy e g i r i ld i ğ i z a m a n , rinde korsan gemileriyle, birçok ganimet
d ış â l e m d e n a p a y r ı b i r m e k a n l a k a r ş ı k a r ­ getirmişti. Esir alman gemilerin sayısı on
ş ı y a g e l i n m e k t e d i r . K u l e k a p ıs ı m e v l e v ıh a - sekizdi. Bu sayı, mevlevîlerin on sekiz
n e s i z a m a n z a m a n t a m ir le r e , e ğ JŞ‘ nezri ile karşılaştırılınca, Galata mevle­
le r e u ğ r a m ış o lm a s ın a r a ğ m e n g e n e d e vîhânesinin itibarı bir kat daha artmıştı.
g ü n ü m ü z e iy i b ir d u r u m d a g e lm iş t ir .
İ s t a n b u l ’u n e n e s k i m e v l e v îh â n e l e r in d e
Mevlevîhânenin esas yapı ve semâhâne-
o la n G a la t a m e v l e v î h â n e s ı n , I L S u ta n
si, avlunun sonunda yer almaktadır. Ara­
B â y e z id d e v r in i n ö n c e b o s t a n c ı b a ş ı s ı , s o n
zi durumundan cepheden iki, arkadan ise

31
Galata Mevlevîhânesi’nin cepheden görünüşü.

üç katlı bir görünüşü vardır. Dışarıya doğ­ tir. Nitekim dönüşte, 1597 yılında Yeni-
ru hafif bir çıkıntı meydana getiren sema­ kapı mevlevîhânesini kurarak açılışını
hanenin cümle kapısı üzerinde Sultan Ab- yapmıştır.
dülmecid’in tuğrası ile H. 1276 (M. 1859) Kuruluşundan, tekkelerin kapatılmasına
tarihli tamir kitâbesi yer almaktadır. kadar geçen üç yüzyıldan daha fazla bir
Galata mevlevîhânesinde kuruluşundan süre içerisinde Yenikapı mevlevîhânesin­
kapanışına kadar yirmi dört mevlevî bü­ de yirmi Mevlevî büyüğü şeyhlik yapmış­
yüğü vazife görmüştür. Bunlar arasında tır. Bunların arasında Kemal Ahmed De­
Semâi Mehmed Dede (ilk şeyhlerden), de, Doğanî Ahmed Dede, Mesnevîhan Meh­
Şeyh Galib, İsmail Dede, Şeyh Hüseyin med Dede, Seyfullah Mûsâ Dede, Küçük
Dede, Arzı Mehmed Dede, Mesnevîhan Mehmed Dede, Seyyid Ebûbekir Dede, Os­
Mahmud Dede, Âdem Dede, Bakkal-zâde man Salâhaddin Dede ile son şeyh Ab-
Ali, Gavsî Ahmed Dede ve Kudretullah De- dülbâkî Dede’nin isimleri sayılabilmekte-
de’nin (son şeyh) isimleri sayılabilmekte- dir. Ayrıca bu dergâha devam edenler a-
dir. rasında, Sadrâzam Fuad Paşa, Sadrâzam
YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ Âlî Paşa, Mısırlı Kâmil Paşa, Prens Mus­
Merkezefendi’de Türbe sokağında bulu­ tafa Paşa, Âdile Sultan’ın kocası M. Ali Pa­
nan bu mevlevîhânenin bânîsi yeniçeri kâ­ şa, Midhat Paşa ve Şeyhülislâm Saded-
tiplerinden Mehmed Efendi’dir. Soyu Mal­ din Efendi’nin isimleri bilinmektedir.
koç hanedanından gelen Mehmed Efendi, Maalesef bu mevlevîhâne de günümüze
yeniçeri kâtibi vazifesinde bulunduğundan tam olarak ulaşamamış, 1961 yılında ba­
kâtip, koca yazıcı, yeniçeri efendisi gibi zı kısımları yanmıştır. Bugünkü yapı top­
lâkapları ile tanınmıştı. Onun bu mevle- luluğu, mevlevîhânenin yangından sonra
vîhâneyi kurmasını, atlatmış olduğu bir kurtanlabilen kısımlarıdır.
ölüm tehlikesine bağlayanlar olmuştur. BAHARİYE MEVLEVÎHÂNESİ
Anlatılanlara göre Hâfız Paşa ile birlik­ Bahariye mevlevîhânesinin en ilgi çeki­
te Bağdad seferine gitmiş, dönüşte yeni­ ci taraflarından birisi, dört defa yer de­
çerilerle aralarında bir ihtilâf çıkmış ve ğiştirmiş oluşudur, ilk defa Beşiktaş’ta
öldürülmek istenmiştir. Mehmed Efendi, bugünkü Çırağan Sarayı’nın bulunduğu
Konya'da Mevlânâ’nın makamında, «Sağ yerde inşa edilen mevlevîhâne, sonradan
salim İstanbul’a dönecek olursam, orada Maçka sırtlarına nakledilmiş ise de, ora­
bir Mevlevî zaviyesi bina edeceğim demiş­ da da pek uzun bir süre kalamamıştır.
32
Bahariye mevlevîhânesi, XVI. yüzyılda derece gücenir. Bunun üzerine Kasımpa­
kurulmuştur, bânîsi, aynı zamanda Geli­ şa’da babadan kalma bostanları içerisi­
bolu mevlevîhânesi şeyhlerinden Azâde ne, kendisini sevenlerin ve mihrişah Vâli-
Mehmed Dede idi. Azâde Mehmed Dede’ de - Sultan'ın da maddî yardımları ile bu
nin âyin günleri her iki mevlevîhâneyi de mevlevîhâneyi yaptırır.
idare ettiği rivayet edilmektedir. Kasımpaşa mevlevîhânesi harem ve se­
XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Sultan lâmlık olmak üzere birbirini tamamlayan
Abdülaziz, Çırağan Sarayı’nı yaptırmaya iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Ke­
karar verince, mevlevîhânenin bulunduğu restesi özel olarak Romanya’dan getiril­
yeri istimlâk etmiştir. O sıralarda Haşan miş, yapımına da yaklaşık olarak 380.000
Nazif Dede’nin yerine geçmiş olan oğlu lira sarfedilmiştir.
Hüseyin Fahreddin Dede, başta babasının Yukarıda bir mevlevî muhibbi olduğun­
kemikleri olmak üzere mevlevîhâneyi dan söz ettiğimiz III. Sultan Selim, Gala­
Maçka sırtlarına taşımıştır. Fakat Maçka’ ta mevlevîhânesine gösterdiği yakınlığı
da yeniden kurulan bu mevlevîhânede â- Kasımpaşa mevlevîhânesinden de esirge­
yin icra edilmemiş, müntehabat mecmua­ memiş, sık sık burasım ziyaret etmiş ve
sındaki Hüseyin Fahreddin Efendi’ye ait yardım elini uzatmıştır. Aynca II. Sul­
kayıtlardan öğrenildiğine göre, buradan tan Mahmud da bu mevlevîhâne ile yakın­
Ortaköy’e, Karacehennem Mustafa Efen- dan ilgilenmiş, gerektikçe onarımını sağ­
lamıştır. Mevlevîhânenin avlu kapısı üze­
di’nin yalısına taşınılmıştır. rindeki II. Sultan Mahmud’un tuğrası ile,
Bir süre sonra da bu mevlevîhânenin devrin ünlü hattatı Yesârîzâde Mustafa iz­
Haliç kıyısındaki Bahariye denilen mev­ zet Efendi'nin tâlik yazılı kitâbesi bu il­
kide, Hatab emîni Mustafa ve Hüseyin E- ginin bir nişanesi olarak gösterilmekte­
fendiler’in yalılarına gitmesi uygun görül­ dir. İstanbul’daki Galata, Yenikapı, Ba­
müştür. Bu defa Hüseyin Fahreddin E- hariye ve Üsküdar mevlevîhâneleri arasın­
fendi mevlevîhâneyi Eyüp kıyılarına ta­ da Kasımpaşa mevlevîhânesi ehemmiyet
şımış ve o yıl içerisinde söz konusu olan derecesine göre üçüncü sırayı işgal edi­
yalının bahçesinde büyük bir semâhâne yordu.
inşa edilmiştir. Nitekim II. Sultan Mahmud, kızı Sali-
Bahariye mevlevîhânesi H. 1294 (M. ha Sultan’ın Tophane Müşîri Halil Rifat
1877) yılında okunan bir mevlidi takiben, Paşa ile evlendirilmesi ruznâmesinde
mevlevî âyini yapılarak açılmıştır. II- Sul­ mevlevîhâneler başta kaydedilmiş, sırada
tan Abdülhamid, mevlevîhâneye^ yirmi se­ Kulekapısı ve Üsküdar'dan sonra Kasım­
kiz odalı bir harem dairesi ilâve etmiş, paşa Mevlevîhânesi gelmiştir. Diğer taraf­
Sultan Reşad ise, yapıyı bütüniyle tamir tan XIX. yüzyılın ikinci yarısında kaleme
ettirerek avlu kapısı üzerine H. *328 (M. alınmış olanAşçıdede Halil İbrahim’in hâ­
1910) tarihini taşıyan bir tamir kitabesi tıralarında da Kasımpaşa Mevlevîhânesi-
koydurmuştur. nin uzun uzun sözü edilmekte, şeyhlerin­
Geçmişi pek eski olmamakla, beraber den, âyinlerinden bahsedilmektedir.
gene de bu mevlevîhâne XIX. yüzyı son- Devrin meşhur neyzenlerinden Hakkı
lanyle XX. yüzyıl başlarında İstanbul un Dede’nin neyzenbaşılık yaptığı bu mevle­
önemli toplantı yerlerinden hırı idi. er­ vîhâne kapandığı zaman postnişin maka­
kelerin kapatılmasından sonra günden gü­ mında Seyfeddin Dede bulunuyordu. Şey­
ne harap olmuş, 1935'te semahanesi yı - hin postu ile beş yüzlük teşbihini ise ya­
tırılmış, 1938 - 1939'da da harem dairesi kın tarihlere kadar görmek mümkündü.
yanmış, daha sonraki yıllarda ise mesci­
din minaresi yıkılmıştır. Bunların yanı- ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ
sıra içerisinde Şeyh Nazif Edendi, Şey İstanbul’da da en son açılmış mevlevî­
Küçük Nazif Efendi ve bu ailenin dama­ hâne Üsküdar mevlevîhânesidir. XIX. yüz­
dı olan dîvân şâirlerinden Yenişehirli Av- yılın başlarında kurulan bu mevlevîhâne,
ni Bey’in gömülü bulundukları türbe de Doğancılar semtinde ana caddeden alçak
çökmüştür. bir duvarla ayrılmış olup, geniş bahçesi­
nin çevresine yarım ay şeklinde harem da­
KASIMPAŞA MEVLEVÎHÂNESİ iresi, selâmlık, türbe ve derviş hücreleri
Kasımpaşa ortaokulunun hemen arka- sıralanmıştır. Bunlardan harem dairesi
sında yer alan Kasımpaşa mevlevîhanesı- günümüze gelememişse de tek katlı bir
nin bânîsi Sırrı Abdi Dede’d ır Daha ön­ yapı olduğunu ve ayrıca misafirhaneyi de
ihtiva ettiğini biliyoruz.
celeri Galata mevlevîhânesi derv‘şl®™_ Mevlevîhânenin bânîsi ise, dört yıl Ku-
den olan Sırrı Abdi Dede b’r i>un lekapısı’nda şeyhlik yapmış olan Sultan-
Ievîhâneye şeyh olacağını e er ,
makamın İsmail Dede'ye verilmesine son zâde Numan Dede idi.

33
Yazan: Ord. Prof. Dr. Franz Babinger
Çeviren: M. Şevki Yazman

T ÂTÎH’ÎN otuz sene süren saltanat za- vezirlerinin yaptırdıkları ve İstanbul’a bir
1 manı denebilir ki, tamamen harplerle Müslüman şehir çehresi verme bakımın­
geçmiştir. Harbi kazanmak için sarfı ge­ dan ehemmiyetli olan camiler bir hayli
reken insan gücü bakımından Osmanlı- vardır: Eyüpsultan Camii (1458), Sadrâ­
lar’m bu devirde eski Romalılar’dan da­ zam Mahmud Paşa Camii (1463), Üskü­
hi üstün başarı gösterdiği münakaşa edil­ dar’daki Rum Mehmed Paşa Camii, Has
mez bir gerçektir. Bu sebeple Fâtih'in in­ Murad Paşa Camii bunlar arasındadır.
şaat, sanat gibi sahalardaki faaliyetini an­ Fâtih, Edirne’de yalnız hanımı Sitti Ha­
cak memleket içinde sükûnun geldiği son tun için bir cami yaptırmıştır. Buna kar­
senelerinde görebiliriz. Bundan dolayı şılık çok genişleyen memleket sathının
Fâtih’in, meselâ inşaat sahasında yaptık­ birleştirilmesi için yol inşaatına ve ker­
larını, babası Murad, oğlu II. Bâyezid, vansaraylar inşasına büyük ehemmiyet
hele ikinci torunu Kanunî Süleyman ile vermiştir. Yaz ve kış, bu geniş imparator­
kıyaslayanlayız. luğun her tarafına asker yetiştirmesi mec­
Babası II. Murad, Edirne’de üç cami ve buriyeti, Karadeniz boğazını dikine kesen
bunların arasında dünyaca meşhur Uç Şe- ve bir taraftan İstanbul’dan Edirne'ye,
refeli camiden başka, ecdadının yattığı oradan tekmil Balkanlar'ı aşarak Tuna sa­
Bursa’da şahâne bir cami, medrese ve hillerine ve öte taraftan Bizanslılar'ın
imaretler bina ettirmiştir. «Via Egnatia» adını verdikleri Selânik üze­
Oğlu II. Bâyezid, Ayasofya Camii’ni nü- rinde Draç’a kadar uzanan yolu, iyi bir
mune alarak yaptırdığı «Bâyezid» camiin­ vaziyette tutmak icabettiği gibi, ötede bü­
den başka, Edirne’de 1484 - 1488 seneleri tün Anadolu’ya ulaşan yollan yapmak ve
arasında kendi adındaki camiden başka iyi şekilde muhafaza etmek de gereki­
birçok imaret ve medreseler yaptırmış­ yordu.
tır. Fâtih’i daima metheden Kritobulos der
Fâtih’in en büyük eseri olarak kendi ki: «Fâtih, İstanbul’u ele geçirir geçirmez
adına İstanbul’da yaptırdığı camii gös­ ilk işi, artık işe yaramaz hale gelmiş bu­
terebiliriz. Buna karşılık, zamanındaki lunan Büyük ve Küçük Çekmece de Ro-

34
.¿as

Fâtih’in yaptırdığı Çinili Köşk.

lenler, bu imar hareketini cidden takdir


ma - Bizans zamanında yap’ m’ş P ve methederlerdi.
ri yenilemek oldu. Maamafıh u P Fâtih’in bütün hareketlerinde olduğu
Kanunî Sultan Süleyman ve og u • gibi, inşa işinde de hep memleketini ge­
lim zamanında da ele alındı. Buğun ayak­
ta duranlar onların zamanında yapılmış nişletmek, yeni yeni fetihler yapmak ga­
olanlardır. Sonra, buradaki yollara taş yesi açıkça görünür. Meselâ, Edirne’de
döşetti. Yollara kervansaraylar inşa et­ Tunca adasında, sonra İstanbul’da yap­
tırdığı saraylar, zamanın hükümdarların­
ca âdet olan büyüklük ve gözalıcılıktan
îş bununla da kalma*- Edirne ye ka­ ziyade alelâde binalardı. Hattâ bunlardan
dar yol tamamen düzeldi en > İstanbul’da yaptırdığı Yeni Saray ahşap­
saba ve köylere camı, ®ektep’ ^,„Şrl P[n_ tı; bir kısmı 1714'te çıkan bir yangın es­
zar, güzel binalar yaptır ı, s y nasında kül oldu. Fâtih’in yaptırdığı yeni
şa enirdi. Bu iki şehir arasında gidip ge
35
saraydan şimdi bir şey görmek kabil de­ ğil, bir hadîsle menedilmiş bulunduğuna
ğildir. göre, Şiî mezhebine bağlı îranlılar’ın
Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed’in Türkler’den daha ileri resim sanatıyle
Garp'ten, Bellini gibi ressamlar ve hey- meşgul olmaları tabiîdir. Bu sebeple yal­
keltraşlar istediği ve getirttiğini gördüğü­ nız Kur’ân yazmalarında değil, fakat dün­
müz halde, mimarlar ve inşaatçılar ça­ ya işleriyle alâkalı el yazılarında da Iran’
ğırdığına şahit olmadık. ın tesirini görmek kabildir. Bunlardaki
resim, tezhib, filigranların XVI. yüzyıldan
ÇİNİLİ KÖŞK VE itibaren Osmanlı devleti sahasına da ya­
TÜRK ÇİNİLERİ yılan Heratlı sanatkârlar tarafından yapıl­
Mimar olarak Fâtih zamanında bir Si­ dığı anlaşılmaktadır. Fakat resim sanatı­
nan Ağa, İlyas Ağa işitmekteyiz ki, bun­ na karşı büyük ilgi gösteren Fâtih’in, bir
ların dönme ve Anadolulu olmaları çok taraftan Venedik’ten ressamlar getirirken
muhtemeldir. öte yandan bu iranlı hattat ve sanatkârla­
XV. yüzyılda Osmanlı sanatkârları hak­ rı kendi başkentinde toplayıp çoğalttığı
kında bilgimiz pek azdır. Fâtih devrine ve bunlarla bir nevi mektep açtığı dahi
ait olup bütün nazarları üzerine çeken söylenir. Ciltçilikte de îranlılar’ın büyük
Çinili köşk, İran veya Selçuklu tarzında üstadlar olduğu söz götürmez. Yaldız ve
ve Kemâleddin adında bir İranlı veya Ka­ cild filigranında Heratlı üstadlar yalnız
ramanlı tarafından yapılmıştır. Bu ese­ Osmanlı memleketine gelmekle kalmamış,
rin, Fâtih devrinin eşsiz eseri olduğunda gördükleri itibar ve yardım sayesinde ge­
herkes müttefiktir. Adından da anlaşıla­ lişmiş ve çoğalmışlardır. Islâm dininde
cağı üzre, asıl güzelliği veren çinilerin, sanatın sahası serbest olmadığı için, bütün
aslının Çin'den geldiği anlaşılıyor. Ama sanatlar, bilhassa Kur’ân’m yazı, tezhib
bu seramikler, Osmanlı ülkesinde, çok ve citlenmesinde toplanıyor ve daha ziya­
hıkişaf etmiş ve çok kullanılmıştır. Bu çe­ de bu istikamette gelişiyordu. Fâtih’in re­
şit inşaatı Bizans veya Yunanistan'da 'bul­ sim sanatına düşkünlüğü malûm olduğun­
mak mümkün değildir. Araplar’m bu sa­ dan ve Şîî îranlılar da yazı ve tezhib sa­
natı Hindliler’den öğrenerek getirmiş ol­ natlarını mümkün olduğu kadar bu yöne
maları, bu yoldan İran’a, Anadolu’ya sok­ çevirebildiklerinden. Garplı ressamların
muş bulunmaları, hattâ Kuzey Afrika üze­ yanında iranlı ve onların yanında yetişen
rinden Ispanya’ya gelmiş olması büyük Osmanlı sanatçılarından İstanbul ve hat­
bir ihtimal olarak kabul edilebilir. Şunu tâ Bursa’da birer mektep açıldığı söylene­
da kabul etmek lâzımdır ki, zaten daha bilir. Ne var ki, Fâtih’ten sonra ve ona
Bâbil zamanında Doğulu milletlerde Fırat nazaran çok muteassıp olan ve bu sebep­
nehri kenarında bu topraktan yapılan ten oğlu Bâyezid, babası zamanında sa­
levhalar almış yürümüştü. Fâtih’e gelin­ raylarda ve hattâ camilerde bulunan bu
ceye kadar bu sanat çok inkişaf etmişti. çeşit sanat eserlerini ortadan kaldırdı ve
Fakat bilhassa Fâtih zamanında Edime, hattâ Bellini'nin yaptığı tezyinatı dahi sil­
Bursa, İstanbul’da yapılan cami ve sa­ dirdi veya kapattı.
raylarda en şahâne numunelerini görü­
yoruz. Fakat, şimdi sönmüş ve bir daha DOKUMACILIK
eski halini alamamış bu sanatın 1466 ta­ XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
rihinde nasıl en ileri bir hale getirildiği­ devletindeki hah ve kumaş dokumacılığı
ni, Sadrâzam Mahmud Paşa’nın faaliye­ hakkında bilgimiz çok azdır. Sonradan
tinden anlıyoruz. Bu tarihte Fâtih, Mah­ Osmanlılar’da duvara asılan ve resmin
mud Paşa’ya, Konya ve Karaman’da bulu­ yerini tutan ve zaman zaman en güzel
nan çini sanatkâr ve ustalarını olduğu gi­ tablolar kadar mükemmel nümuneler ve­
bi toplayarak İstanbul’a getirmesini em­ ren bu halılar o vakit de var mıydı? Fâ­
retmiş ve bunu yaptırmıştı. Bu emirle tih’in bu büyük sanat eserine karşı düşün­
Çinili Köşk’ün inşasına başlanma zama­ ce ve hareketi neydi? Bu hususta tam bil­
nının aynı tarihlere rastlaması tesadüfi gimiz yok. Muhtemelen halı sanatının do­
olamaz.
ğuş yeri de Konya olmuştur. Daha Fâtih
YAZI VE RESİM zamanında İtalya’ya Şark’tan getirilmiş
SANATI bu şâheser sanatın nümuneleri vardır. Fa­
kat o devirdeki Osmanlı halı sanatı hak­
Yazı ve kitap sanatı bakımından Fâtih kında bilgimiz yok. Yalnız dokuma sana­
zamanında Iranlılar’ın büyük tesirleri ol­ tı hakkında Bursa şehrinde oldukça kıy­
duğunu görüyoruz. Fâtih'in resim sana­ metli ipek kumaşlar dokunduğu ve Fâ­
tına olan düşkünlüğü malûmdur. Islâm tih’in de bunları teşvik ve himaye etti­
dininde de resim, bir Kur’ân sûresiyle de­ ği malûmdur.
36
üogazıçı nın ditçoic koşcsi,
yüzyıllardan beri İstanbul’un
mesiresidir.

İSTANBUL'UN
MISİRILIRİ: 2
Yazan: Ertan Ünal

47
TÛ ÎCRÎ 1327 yılında Göksu mesiresinin İstanbul. Ötelerde dağlar, korular. Et­
bir sel baskım yüzünden bir süre ses­ rafın kuş bakışı manzarasına doyabi-
siz kaldığını görüyoruz. Sürekli yağmurlar lirsen doy» (1).
yüzünden taşan Göksu bendinin sulan Yûşa tepesine çıkan ziyaretçiler, önce
çevreyle beraber bütün çayın istilâ etti­ Yûşa Hazretleri’nin kabrini ziyaret edip
ğinden buralan göl haline gelmiş, ancak adakta bulunduktan sonra, civarda bulu­
bu suyun çekilmesinden sonra tekrar nan ağaçlar altında oturur, burada çıkın­
rağbet bulmuştur.
lar çözülür.
YÛŞA TEPESİ 180 metre yüksekliğindeki tepeye neden
Yûşa adı verildiği bazı tarihçiler arasında
İstanbul'un şehirden bir hayli uzakta anlaşmazlık konusu olmuştur. Bu. konuda
olmasına rağmen, rağbet gören mesirele­ iki iddia ileri sürülmektedir. Bu iddialar­
rinden biri de Yûşa tepesiydi. Bu rağbe­ dan ilkine göre, buraya Yûşa Hazretleri’
tin sebebini, burada bulunan Hz. Yûşa’ nin kabri bulunduğu için bu ad takılmış­
ya ait kabirde aramak gerekir. Beykoz tır. Diğer iddiaya göre de tepenin topra­
çayınnda yapılan lonca törenlerinden son­ ğının killi oluşu yüzünden buraya killi
ra buraya çıkılır. Hz. Yûşa’nm kabri zi­ anlamına gelen Yuğşa sözü ad olarak ve­
yaret edilirdi. Yaz aylarında da İstan­ rilmiş, ancak bu söz zamanla söylene söy­
bul'un dört tarafından gelen halk adak­ lene Yûşa şekline bürünmüştür. Bugün as­
ta bulunduktan sonra, ağaçlar altında Bo- kerî bir bölgenin içinde kaldığı için ancak
ğaz’ın ve Karadeniz’in nefis manzarasını izin alınarak gidilen Yûşa tepesine, Kanu­
seyrederek dinlenirler, burada bulunan nî Sultan Süleyman bir yol yaptırmış ve
âb-ı hayat’tan içerek susuzluklarım gide­ sık sık ziyaretlerde bulunmuştu. Tepede
rirlerdi. Ancak Beykoz'a yaklaşık olarak aynca Sadrâzam Said Paşa’nm eseri olan
4 kilometre uzaklıkta bulunan bu tepeye bir mescit bulunmaktadır.
çıkmak, eski devirlede bir usul ve erkâna
tâbi idi. O zamanlar Yûşa’ya tek tek gidil­ BEYKOZ ÇAYIRI
mez, birkaç gün öncesinden civar köyle­
re gelinip buralarda kalınırdı. Yûşa Haz- Yûşa mesiresinin yanısıra Beykoz çayı­
retleri'ni ziyaret günü bu köylerde mahal­ rı da güzel bir mesire idi. Burada II.
leleri dolaşan bekçiler tarafından bekle­ Mahmud devrinde her yıl askerî ve diğer
yenlere duyurulurdu. Sütlüce'den sonra okul öğrencilerinin kır gezintilerine çık-
yaya veya öküz arabaları ile yolculuk baş­ tığını, kendilerine kuzu ziyafetleri veril­
lar. diğini görmekteyiz.
Bundan sonrasını Sermet Muhtar Alus’ Beykoz'un bir diğer kayda değer yeri
tan dinliydim: de Tokat Bahçesi’ydi. Ünü bütün Anado­
lu’yu tutan bu bahçenin yapılışı hakkın-
«En keyiflisi öküz arabaları ile gidiş­ daki hikâye hemen hemen İstanbul'dan
ti. Yanyana ayaklar ileriye uzanık İçi­ bahseden bütün eserlerde yer almakta­
ne yan gelinir, beraberdeki nevaleler dır. Rivayete göre Fâtih Sultan Mehmed
arkasına bağlanırdı. Üzerinde tente ge­ 1458 yılında Beykoz içlerinde avlanırken
rili, güneş beyinlerde kaynamaz. Hep kendisine, Mahmud Paşa’mn Tokat kale­
bir ağızdan şarkılar, türküler, medet­ sini aldığı haberi getirilmiş, padişah bu
lerle gacur gucur yola revan olunur. haberden son derece memnun kalmıştı.
Yalı köyünün meşhur çayırının kena­ Padişah bu memnuniyetin verdiği duy­
rından geçilip sola sapılır. Bir müddet guyla, «Tez şurada bir hadîka-i iren-nü-
gittikten sonra yine sağa çarh edip iki
ma bina edin ve ismine Tokat Bahçesi
taraflı çınarlarla sıralanmış yol aşıl­ deyin, etrafına da avlanan hayvanların
dı mı, Tokat deresi denilen mahalle muhafazası için Tokat suruna benzer bir
erişilir, ilk mola burada verilirdi. îs- Çit çekin,» demişti. Padişahın bu emri kı­
hâkağa çeşmelerinden ayrılalı yarım sa zamanda yerine getirildi. Ve Tokat
saat geçmiş.
Bahçesi, Boğaziçi’nde padişahların sevdi­
«Yine sağa düşen güzergâhtan, kes­ ği bir mesire oldu. Fâtih’ten sonraki pa­
tanelik bir ormana vardır. İkinci mo­ dişahlar da zaman zaman buraya gelerek
lada bir daha saatler yoklanır. Oraya hem dinlendiler, hem de avlandılar.
kadar 45 dakika sürmüş.
«Altmışıncı dakikada deniz yüzünden Beykoz’un halk tarafından ziyaret edi­
180 metre yükseklikteki tepeye vâsd
len bir diğer yeri de Karakulak suyu idi.
olunurdu. Dünya tabak gibi ayak al­ Akbaba köyü yakınında olan bu kaynak­
tında. Bir tarafta ucu bucağı görün­ tan, bilinmeyen bir tarihte su içen Ka­
meyen Karadeniz, bir tarafta boylu bo­ rakulak Ahmed adındaki şahıs, çektiği
yunca Boğaz, beride Marmara, adalar,
(1) Yûşa Tepesi, Akşam 4.10.1950.

48
Adalar,
İstanbul’un
sevilen mesireleri
arasındadır.

h a s t a l ı k t a n i y i l e ş m i ş , b u y ü z d e n s u y u n ş i­
den kurulu bu topluluk birkaç gün süren
f a l ı o l d u ğ u in a n c ı y a y g ı n l a ş m ı ş t ı , ö u a-
bu toplantıdan sonra, 29 eylül günü Se-
n ın a d ı n a i t h a f e n K a r a k u l a k s u y u a d ı y e ­
ned-i ittifak adiyle tarihe geçen anlaşma­
r i l e n k a y n a k t a n s u i ç e r e k ş i f a b u lm a k ıs-
yı imzaladı. Bu anlaşma ile devlet otori­
t i y e n h a s t a l a r , s ı k s ı k b u r a y a g e li r le r d i .
tesinin valilerin keyfî tutum ve davramş-
larıyle sarsılması önleniyor, valiler İstan­
MESİRELERDE GEÇEN bul’dan gelecek emirleri dinleyip yerine
OLAYLAR getireceklerine dair söz veriyorlardı.
Yine Kabakçı Mustafa isyanı ile ilgili
İstanbul mesireleri muhtelif yıllarda çe
önemli bir olay, İstanbul’un Boğaziçi'nde
şitli tarihî olaylara sahne ölmüş ur. , bulunan mesirelerinden birinde, Büyükde-
lar arasında özellikle Lâle ve H- ®' re çayırında geçmiştir. Baharın güzel gün­
devirlerinde İstanbul’un en buyu ı lerinde ve yaz aylarında kadınlı, erkekli
siresinden biri olan Kâğıthane aş 2 kalabalığın iri çınarlar altında dinlendi­
liyordu. Veliahtlann sünnet düğünleri, ği bu çayır 25 mayıs 1807 günü Kabakçı
çeşitli ülkelerin elçilerine verilen buyuk
isyanının patlak verdiği yer sıfatını ka­
ziyafetler ve esnaf loncalarının yı zanmıştı. O gün, aylardan beri orduda
nevî törenleri bir yana bmakıhrsa ğ devam eden yenileşme hareketine, munta­
hane 1808 yılında Sened-ı ittifak ın bura zam ve disiplinli bir ordu olan Nizâm-ı
da imzalanmasıyle ayn bir önem kazan­
mıştır. II. Sultan Mahmudun tahta geç Cedîd ordusuna karşı duyulan ilk hoşnut­
suzluk duygulan açığa vurulmuş, Kara­
meşinden sonra Kabakçı Mus J deniz Boğazı’ndaki kalelerin muhafızlan
dolayısıyle, devletin sarsılan o çayırda toplanmışlardı. Muhafızlar, kendi­
yeniden sağlamak, devletin ıç u lerine giydirilmek istenen Nizâm-ı Cedîd
düzeltmek için Alemdar Mustafa Paşa ta askerlerine ait üniformayı giymeyecekle­
rafından çağrılan âyan ye hanedan m rini, bunun için gerekirse ölümü dahi gö­
suplan, Kâğıthane’de toplanmışlarda Bun
ze aldıklannı söylediler ve kendilerine baş
l a r a r a s ı n d a v e r il e n e m r i 1h , u n a r a k olarak Kabakçı Mustafa'yı seçtiler. Daha
t a b ’a s ı n a h a k s ı z d a v r a n ış la r d a b a n a r a k
sonra yine aynı yerde Kur'ân üzerine ya­
d e v le t ' o t o r i t e s i n i s a r s a n v a b le * . b . pılan yeminle Kabakçı Mustafa ve ava-
n u y o r d u . A le m d a r M u s t a f a P a ş a n ı n ° a ş
nesi şehre doğru yürüyüşe başladılar. III.
k a n lı ğ ın d a d e v le t in ile n ge en Ş

49
Küçüksu mesiresinin XIX. yüzyılda
yapılmış bir gravürü.
Selim’in tahttan indirilmesi ile sonuçla­
nan Kabakçı isyanı böylelikle Büyükde- arada çıraklıktan kalfalığa, veya kalfalık­
re çayırında başlamış oluyordu. tan ustalığa geçen kişilere yeni unvanla-
Büyük dere çayırı, Edime Anlaşması’yle n yapılan törenlerle burada verilirdi. Ev-
sonuçlanan 1828 - 1829 Rus Savaşı sıra­ liyâ Çelebi, Kanunî Sultan Süleyman dev­
sında, askerî birliklerimiz için bir sevk rinde yapılan böyle bir toplantıda bu gü­
ve toplantı yeri olmuştur. Devrin hüküm­ zel mesireye altı binden fazla çadır kuml­
darı II. Mahmud, o yıl Kurban Bayramı uğunu, burasının bir insan denizinden
kabullerini, bu çayırda kurdurduğu bir farksız olduğunu zikretmektedir. Bu top­
çadırda yapmış, yine aynı yıl, yeni gelen lantılardan sonra, devrin padişahına nâ-
Ingiliz Büyükelçisiyle ilk defa burada gö­ dide mücevherler sunmak da, kuyumcular
rüşmüştü. 6 arasında yerleşmiş bir an’aneydi.
Mesirelerde tarihî olaylardan sonra hal­ Daha önce de belirttiğimiz gibi, her yıl
kın en çok dikkatini çeken şeylerden bi­ şehrin bir mesiresinde, esnaf loncalarının
risi de esnaf loncalarının yıllık, an’anevî peştemal kuşanma törenleri yapılırdı. Ço­
toplantılarıydı. Her loncanın bu toplantı­ ğunlukla Çırpıcı, Veliefendi, Kâğıthane,
lar için seçtiği ayrı bir mesire vardı. Me­ Fenerbahçe, Çamlıca, Göksu, Sarıyer ve
selâ Kanunî Sultan Süleyman devrinde Beykoz’da yapılan bu törenlerde, esnaf
kuyumcular Kâğıthane’de, terlikçiler ise lonca heyeti, bütün mensuplanyle hazır
Beykoz çayırında toplanırlardı. Bu müna­ bulunurdu. Çıraklıktan ustalığa yüksele­
sebetle günlerce önceden hazırlıklar yapı­ cek kişinin yaptığı eserler, heyet huzuru­
lır, çadırlar kurulur, bu arada o esnafın na getirilir, yiğitbaşı bu eserleri orada bu­
mallan da sergilenirdi. lunanlara göstererek gülbang çekerdi. Da­
Kuyumculann Kâğıthane’de yapılan top­ ha sonra çırak, ustaları tarafından kâh­
lantısında paha biçilemiyecek kadar de­ yanın önüne götürülür, kâhya çırağa mes­
ğerli, çeşitli mücevherler teşhir edilip bu leğiyle ilgili öğütlerde bulunduktan sonra
beline, ustalığım belirten peştemalı bağ-

K üçük» çayın , e ç.vraal, Is , ^


lardı. Derken, davullar, zurnalar çalınma­ zı mesirelere gitmeleri yasaklandı. Bu
ya başlar, ortada gezdirilen bir tepsiye fermanda adlan sayılan mesirelere kadın
herkes gönlünce bir miktar para atardı. yolcu götüren arabacılara ağır cezalar ve­
Böylece yeni ustanın sermayesi de hemen rileceği belirtilmekteydi. Daha önce de
oracıkta toplanmış olurdu. Tabiatıyle bu «İstanbul Tarihinde Taşıt» adlı inceleme
özel töreni yalnız o mesleğin mensuplan yazımızda da kısaca zikrettiğimiz bu fer­
değil, aynı zamanda semt sakinleri de il­ manda şu satırlar yer almaktaydı:
gi ve heyecanla takip etmekteydiler, ilgi «Nisvan taifesinden bazılannın tenez-
ve heyecanla diyoruz, çünkü törenin biti­ züh ve teferrüç bahanesiyle Üsküdar’dan
minden hemen sonra çayırda türlü eğlen­ Kısıklı, Bulgurlu, Çamlıca ve Merdiven-
celer düzenlenirdi. Pehlivan güreşleri, da­ köyü’ne, bazıları dahi Boğaz’dan Tokat,
vul - zuma refakatinde yapılan gösteriler, Akbaba, Dereseki ve Yûşa’ya arabalarla
çeşitli cambaz kumpanyalan buranın an’ gidip ve edeb ve hayâyı atıp, envai şenaa­
anevî eğlenceleriydi. Semiha Ayverdi, bu ti irtikâb ettikleri ihbar olundu. Bundan
an’anevî peştemal kuşanma törenlerinin böyle nisvan taifesinin arabalarla bu me­
en sonuncusunun 1908’de yapıldığını, on­ sirelere gitmeleri yasak kılınmıştır. Gi­
dan sonra bu güzel âdetin kaybolduğunu denlerle, onlan yasağa rağmen arabalan-
«Boğaziçi’nde Tarih» adlı eserinde belirt­ na alıp götürecek arabacılar, yakalandık-
mektedir. lan gibi İstanbul’dan taşraya sürülecek­
Halkın toplu olarak eğlendiği mesirele­ lerdir.»
rin ortak bir yanı da Hıdrellez günü bu­
ralarda yapılan eğlencelerdi. Baharın müj­ İSTANBUL’UN DİĞER
decisi olarak kabul edilen Hıdrellez gü­ MESİRELERİ
nü mesirelerde özellikle kısmeti çıkma­ İstanbul’da bulunan diğer belli başlı me­
mış genç kızlar için özel törenler yapılır, sireleri şöyle sıralamak kaabildir:
başlarında kilit açılır, daha sonra mani­ Sarıyer Mesiresi: Burada kabri bulunan
ler söylenirdi. Bu mânilerden çağımızın Sarıbaba adındaki bir evliyânın adını a-
başına kadar gelebilen bir, ikisi şöyledır. lan bu mesire özellikle şifalı sulanyle ün
«Yemenimin yeşili salmıştır. Burada bulunan Çınar, Kesta­
Sil gözünün yaşım ne ve Kızılcık sularının şifalı ve her der­
Bana müjdeler olsun de deva olduğu inancı, Sarıyer’e her de­
Şimdi buldum eşimi» virde rağbet gösterilmesine yol açmıştır.
Fetihten önce Boğaz fenerinin bulundu­
«Yemenim turalıdır ğu ve ahalisinin balıkçılıkla hayatını ka­
Kenan oyalıdır zandığı bu semt, fetihten sonra hızla geliş­
Dostlara haber verin miş, gerek halkın, gerek padişahların il­
Sevdiğim buralıdır» gisini çeken bir yer haline gelmiştir. Bil­
hassa kiraz mevsiminde padişahlar bura­
Hıdrellez günü mesireleri do11dur^ 1^ 1„^ ya uğramadan edemezlerdi. Padişahlar a-
içinde gümüş kuruşlar, çeyrekler b rasmda başta I. Selim olmak üzere, Av­
keseleri ağaç dallanna asarak, ı cı Mehmed, IV. Sultan Murad, Sarıyer'e
yas'm kendilerine bereket getirmesi - sık sık gelip gitmekteydiler. Bunlardan
leğinde bulunurlardı. Büyük bahçeleri o- IV. Sultan Mehmed, saltanatı sırasında
lanlar, bu an’anevî törelden kemdı bah­ burada bir de av köşkü yaptırmıştı.
çelerinde, olmayanlar da, mesireler y p- İstanbul halkı, Kâğıthane ve Göksu ka­
maktaydılar. dar olmasa bile, Sarıyer mesiresine de ge­
KADINLARA lirdi. Hastalan olanlar, onlan şifalı sula­
ra getirmeden edemezler ve beraberlerin­
MESİRE YASAĞI
de getirdikleri kaplara da bu sulardan
Bazı hafifmeşreb kadınlar yüzünden doldurup götürürlerdi. Sanyer, bahçele­
1751 yılında İstanbullu kadınlar için me­ riyle de meşhur bir yerdi. Bilhassa Çele­
sire yasağı konuldu. İstanbul un o bi Solak bahçesinin ünü bütün İstanbul’u
de şehirden uzak sayılabilecek bazı me­ tutmuştu. Evliyâ Çelebî’nin anlattığına gö­
sirelerinde ahlâkan sukut etmiş kadınlar, re, Sanyer’den ayağını eksik etmeyen IV.
âşıklanyle buluşup, türlü eğienceler dü­ Mehmed, buraya yaptığı gezintilerden bi­
zenliyorlardı. Bilhassa Çamlıca, Akbaba, rinde bu bahçeyi görür ve çok beğenir.
Bendler, sık sık bu nevi rezaletlere sah- Bahçe sahibini yanma çağınp şöyle der:
ne olmaktaydı. Bu şekilde cerey «Ben Hadim-ül Haremeyn olduğum hal­
bir, iki olayın açığa çıkarılması, ş kâye - de böyle bir cennet bahçesine sahip de­
lerin alabildiğine çoğalmasın* yol açtı. ğilim». Sultan'm bu iltifatına çok sevinen
Bunun üzerini Hicrî 1164 tarihi, bir fer­ Solak Çelebi bahçeyi kendisine hediye pt-
manla (I. Mahmud devri) kadınlann b
Y e r li, y a b a n c ı h e r k e s in d in le n m e k iç in te r c ih e tt iğ i yer: B o ğ a z iç i.

mek isterse de IV. Mehmed bu teklifi yununu ilgiyle takip ederdi. Av meraklı­
reddeder. sı padişahlar için Büyükdere, bir cennet­
BÜYÜKDERE MESİRESİ ti. Buraya giden herkes yalnız Büyükde-
re’de eğlenmekle kalmaz, kasabaya yakın
«Bu kasaba dahi II. Sultan Selimin olan Belgrad köyü ve bentlere de uzanır­
teferrücgâhı idi. Bir dağlık dere için­ dı. Belgrad ormanı ve bentler, bugün de
de bina olunmuştur. Burada çınar, ka­ İstanbul’un sevilen mesirelerindendir.
vak, servi, salkım ve söğüt ağaçlan
vardır ki, her biri gökyüzüne ulaşmış EMİRGÂN MESİRESİ
ulu ağaçlardır. Zeminine güneş tesir Boğaz'ın Rumeli yakasında bulunan bu
etmez bir cilvegâhdır. Gûnagûn çemen- mesirede, ileri gelen devlet adamlarının
zâr sofralan, namazgahlar ve nice a- köşk ve yalıları bulunuyordu. Hammer,
karsularla müzeyyen bir meslre-i dl- Osmanlı Tarihi’nde, XV. asırda burada bu­
lârâdır. İşte böyle emsali bulunmaz lunan ve sahibinin adına izafeten «Feridun
mesire olduğu cihetle, yanında Büyük- Bahçesi» denilen bahçede, büyük eğlence­
dere kasabası kurulup, mâmur olmuş­ ler düzenlediği ve bu eğlencelerde, saray
tur». kadınlan ile birlikte devrin ileri gelenle­
Evliyâ Çelebî’nin yukanya aldığımız rinden İbrahim Paşa’nm da hazır bulun­
sözlerle övdüğü Büyükdere, çoğunlukla duğunu zikretmektedir.
İstanbul'da bulunan yabancılann mesire­ IV. Murad devrinde Emirgân’da Yusuf
si olmuştur. XVII. asırda, burada bulu­ Paşa’ya ait köşkün geniş bahçesinde dü­
nan köy, hızlı bir gelişme kaydetmiş, ara­ zenlenen eğlencelere padişah da katılırdı.
nan bir mesire haline gelmiştir. 1835 yı­ IV. Murad bu tür eğlencelere gelirken kı­
lında burada Rus, Holanda sefaretlerinin yafet değiştirir, tanınmamaya bilhassa dik­
yazlık binaları ile, Rusya baştercümamnın kat ederdi. Bu eğlenceler sazlı, sözlü olur,
iki büyük yalısı bulunduğunu Halûk Şeh- devrin musikişinaslan, en yeni besteleri­
suvaroğlu, «Asırlar Boyunca İstanbul» ni burada, padişah huzurunda okurlardı.
adlı eserinde belirtmektedir. Yine Şehsu- III. Selim devrinde burada devlet erkâ­
varoğlu’nun belirttiğine göre, Büyükdere’ nından bazılan köşk ve yalılar yaptırdılar.
de bulunan çeşitli sular da hayır sahiple­ İstanbul mesireleri sadece bu anlattık-
ri tarafından çeşmeler yaptırılarak halkın lanmızdan ibaret değildir. Adalar, îstin-
istifadesine sunulmuştur. Bunlar arasın­ ye, Çamlıca, Fenerbahçe, Kuşdili ve Ve-
da tadı en iyi olanı Kocataş suyu idi. liefendi çayırları, Yakacık ve Kayışdağı
Büyükdere çayırında halk topluca eğ­ da, her devirde İstanbul'un sevilen mesi­
lenir, bu arada yeniçerilerin Tokmak o­ releri arasında yer almıştır.

54
A li M ü n if Bey’in H âtıraları: 4

İttihadcıların
Bâbıâlî
Baskını
Yazan: Taha Toros

^NKARA Valiliğinde bir buçuk yıl bu­


lunduktan sonra, dahiliye nezâretinden cemiyetle veya hükümetle ihtilâfa düşen­
aldığım mahrem bir yazıda, Manastır vi­ lerin muhalefetleriyle ufak tefek tahrik­
lâyetinde müddeiumuminin katledildiği ler göze çarpıyordu. Nitekim, Manastır’da
ni, katillerin ortaya çıkanlamaması yü­ bir, iki zabit (ki bunların içinde Bâbıâlî
zünden, halkın huzursuzluk içerisinde ya­ baskınında şehit edilen Nâzım Paşa'nın
şadığım, katillerin meydana çıkarılması yaveri Nâfiz de vardı) hükümetin icraa­
için fırkaca oraya tâyinimin arzu olundu tını tenkit mahiyetinde nümayişe benzer
¿unu, bu sebeple Vali Reşid Paşa ile be­ bir hareketle dağda toplandılarsa da, kan
cayişe razı olup olmıyacağım soruluyordu dökülecek bir hâdise vukubulmadı (1).
Muvafık cevap vermem üzerine Vali Re Bir taraftan matbuattaki münakaşalar,
şid Paşa Ankara’ya geldi, ben de Manas- diğer taraftan îtalyanlar’ın Trablusgarp
tır’a gittim. ve Bingazi’yi işgal etmek üzere hazırlığa
Manastır Valiliğinde ilk işim, maktul geçmesi, ahali üzerinde huzursuzluk ya­
müddeiumuminin katillerini aratmak ol­ ratıyordu.
du. Katilleri buldurdum. Meğerse müd
deiumumî «îttihad ve Terakki Cemiyeti­
^ ) Ahmed. Bedevi Kuran (İnkılâp Tarihimiz
ne muhaliftir» diye, polisler tarafından vu­
ve Jön Türkler) adlı eserinin birinci cildinde
rulmuş... Esasen bu mıntıkalarda îtti,
hadcılık ruhu kökleşmişti. u hid^eye temas ederek şunları yazmaktadır:
Selânik, Manastır ve Serez mıntıkası (Zabitlerin çadırlı karargâha çıktıkları sıra-
Meşrutiyet’in ilânından çok evvel gizli faa­ da Manastır"da vali Münif Bey’di. Vali yaver-
liyetlerin sahası idi. Ahalinin büyük kıs­ iğinde Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey isminde bir
mı fırkaya girmişti. Memurlar da ruhen nat vardı. Yaver İsmail Hakkı Bey. dağa çeki-
cemiyete bağlıydılar. en zabitlerin taleplerinde muvaffak olabilme-
Ancak, îttihad ve Terakki Cemiyeti’ne eri için çok çalışmış, âdeta onların müdafaala-
mensup olup ilân-ı meşrutiyetten sonra rını deruhte etmişti. Esasen, hemen hemen bü­
tün Manastır halkı bu zabitlere taraftardı).
62
HÜKÜMET DEĞİŞİKLİKLERİ ve Hüseyin Hilmi Paşa gibi çoğu eski
sadrâzamlardan mürekkep bulunması ha­
Muhalefet gazetelerinde şiddetli yazıla- sebiyle «Büyük Kabine» adı verilen hü­
nyle meşhur olan Ahmed Samim, genç kümetin ilk faaliyeti, bazı valileri işten
yaşta köprü üstünde vuruldu. uzaklaştırmak oldu. Kabinede Dahiliye
İstanbul’da yapılan mebus intihabında Nâzırlığı Ferid Paşa’ya verilmişken, kabul
îttihad ve Terakki, 196’ya karşı 195 reyle etmemesi üzerine Dâmad Şerif Paşa geti­
mağlup oldu. Şiddetli münakaşalar ve rildi.
partizanlık yüzünden meclisin feshi, dahi­ Kabine kurulduktan birkaç gün sonra
lî huzursuzluğa bir yenisini ilâve etti. dahiliye nezâretinden aldığım bir telgraf­
Evvelâ Trablusgarp meselesinden dola­ la merkeze çağrıldım. İstanbul’a gelince
yı «adi ü ihsan» politikası taraftarı Hak­ vaziyet bütün çıplaklığıyle anlaşıldı, itti­
kı Paşa sadrazamlıktan düştü. Said Pa­ hat ve Terakki Cemiyeti’ne sıkı merbuti-
şa kabineye memur edildi. Bir maddenin yetim ileri sürülerek 37 yaşında valilikten
müzakeresinde meclisteki rey miktarı kar­ uzaklaştırılmış bulunuyordum. Manastır
şısında Said Paşa çekildi ise de, tekrar valiliğinden bu suretle ayrıldım. Kendimi
ve sonuncu defa sadrâzam oldu. memlekete hizmet yoluna verdiğimden,
yine de diğer sahalarda çalıştım. îttihad
BABAM ŞÂİR HAKKI ve Terakki Cemiyeti’nin umumî merkez
BEY İN VEFATI azâlığına seçildim ve hükümet, Ittihadçı-
istibdadın gadrine uğrayanlardan biri lar’ın eline geçinceye kadar fırkadaki me­
olan babam, İstanbul’da oturuyordu. Es­ saime devam eyledim. Muhalefette fırka
ki devrin dahiliye nâzın Memdph Paşa’ merkezinde faal olarak çalışmanın da baş­
nın kahrına uğrayarak — Ahrar’dan İsmail ka bir heyecanı ve zevki vardı.
Kemal ile münasebeti vehmedildiğinden — îttihad ve Terakki, yurdun çöküntüsü­
mektupçuluktan azlolunmuştu. Mükerrer nü önlemek, düşmanlarımızın memleketi­
müracaatlarına rağmen Memduh Paşa miz dahilindeki nifaklan istismar eyleme­
kendisine bir vazife vermemişti. Buna se­ sine mani olmak maksadıyle programlı ve
bep de, merhum babamın, zâhiren Kanu­ sistemli olarak hizmet görüyordu.
nî Memduh'a ithaf edip, hakikatte Dahi­ Yeni kuvvetlerle, fırkanın takviyesine
liye Nâzın Memduh Paşa’yı kasdeyleyen ve maddî durumunun düzeltilmesine ça­
bir gazelinin bestelenmesi idi. «Çal Mem­ lışılıyordu (2).
duh Çal», redifli bu gazel, o devirde Ba-
lıkpazan meyhanelerinin dillerden düş­ BALKAN HARBİ MİTİNGİ
meyen yegâne şarkisiydi. Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi iş
Meşrutiyet’in ilânı üzerine babamızın başındayken, memleketin iç ve dışında
mağduriyetini gidermek için eniştem (kı
aynı zamanda halazâdem idi) Mersin Me­ türlü hâdiseler oldu.
Dahilde türeyen ve sağa sola «Halaskar
busu Arif Hikmet ile dahiliye nezâretine Zabitan Grubu» adiyle beyannameler ve
gitmiştik. Babamı memleketimiz Adana tehditler gönderen bir komitecilik faali­
ya yakınlığı dolayısıyle Niğde mutasarnf- yeti başladı. Meclisin feshi için Sultan
lığına tâyin ettiler. Kendisine bu haberi Reşad üzerinde tesir edildi.
götürdüğümüz zaman babam, her ikimi­ Hariçte, Balkanlar karışmıştı. Bu sıra­
zi de azarladı. da îttihad ve Terakki merkezinde memle-
— Gûya adam oldunuz da, bana iş ve­ ket çapında iki mühim hareket oldu.
rilmesi için tavassuta kalktınız ha, diye­ Bunlann tertip ve ihzarına karar veren­
rek vazifeyi reddetti. Annemin, hemşire­ lerle çalıştım. Bunlardan biri Balkan Har­
min ölümü ve arkasından Arif Hikmet in bi mitingi, diğeri Bâbıâlî baskınıdır.
ölümü onu çok sarsmıştı. Teessür içersin­ Nihayet Balkan Harbi başlayıverdi. Ga­
de İstanbul’da oturmayı tercih etti ve zi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi böyle
12 eylül 1912 tarihinde Iran Hastanesin­ buhranlı günlere mahsus enerjiyi göste­
de vefat etti. remiyordu. Hudutlarımızdaki cinayetler,
BÜYÜK KABİNE VE milletimizin kalbine indirilmiş bir hançer
VALİLİKTEN AZLİM gibiydi. Millet, ne pahasına olursa olsun
Meclis fesholunduktan sonra, «Büyük (2) Ali Münif’in bu sözünden fırka varida­
Kabine» namiyle, Gazi Ahmed Muhtar tının arttırıldığı ve teberrular yapıldığı mânâ­
Paşa riyasetindeki hükümet kuruldu. Ye­ sı çıkmaktadır. Kendisi asla söylemedi. Lâkin,
ni hükümetin yegâne gayesi, memleketin başkalarında mevcut bir mektuba göre bu sıra­
içinde vahdet yaratmak ye alıp yürüyen da Ali Münif’in de İttihad ve TerakkVye 300
partizânlık zihniyetiyle mücadele etmekti. altın verdiği anlaşılmaktadır.
Tarafsız gibi görünüyordu. Kâmil Paşa
63
Ali Münif Bey’in
sınıf ve vazife
arkadaşı
Maliye Nazın
Cavid Bey.

mıyle İttihadçı arkadaşlardan mürekkep-


ti. Dâhiliyeye Hacı Adil Bey getirildi Fır (Paşa) bir mektup aldım. Suriye istiklâl
ka, hükümetin ilk kararlanndan oimak hareketlerini belirterek Beyrut’taki son
üzere benim tekrar bir valiliğe tâyinimi hâdise üzerine Beyrut valiliğine gönderil­
arzu ediyordu. memin kararlaştığını bildiriyordu.
1912 senesi sonlarına doğru, Vefik Beyrut’ta incelemeler yaptım. Merkezi
Bey’in ölümü üzerine boşalan Halep Va- umumînin ve hükümetin mahrem sualle­
liliğı'ne tâyin edildim. Halep Valiliğim rini birer birer cevapladım ve alınacak
3 - 4 ay kadar sürmüş ve şâyânı kayıt ol­ tedbirleri de bildirdim. Teklif veçhile Bey­
mamıştır. rut meselesi halledildi.
Beyrutlular’m istekleri şunlardı:
HALEP VALİLİĞİ NDEN 1 — Sultanîlerdeki esas tedrisat Arap­
BEYRUT VALİLİĞİ’NE ça olsun, Türkçe yardımcı lisan olarak de­
Halep Valiliğim sırasında, Ebubekir Hâ- vam etsin.
zım Bey (eski dahiliye nâzın) Beyrut va­ 2 — Mahkemede ifadeler Arapça alın­
lisi idi. sın. Mahkeme ilâmları Arapça yazılsın.
Suriye'de fikri bir ayaklanma başgös- Talepler gayet basit idi. Bunların tanın­
termiştı. Bazı isteklerde bulunmak ve ması, Osmanlı împaratorluğu’nun hüküm­
istiklâli hedef tutmak üzere Paris’e bir ranlık haklarına halel verecek bir mahi­
heyet gitmişti. Beyrut’ta hararetli bir yette değildi. Esasen Türkçe bilmeyenle­
münakaşa başlamıştı. İstiklâl hevesi sai- rin mahkemede tercümanların ifadeleri­
kasıyle, bazı müfritlerin Hâzım Bey'e ha­ nin alınması mümkündü.
karet etmeleri işi ciddî bir safhaya döktü. Az sonra isteklerini yabancı devlet va-
O sırada fırka merkezinden Tal’at'tan sıtasıyle takip ettirmekten vazgeçen Bey­
rutlular Paris’e giden heyeti geri çağırdı­
66
lar. Onları zengin bir programla karşıla­ mesinin sebebini şu sözlerle hikâye etti.
tarak, istiklâl heveslerinden vazgeçirdik. — Hayatımda ilk defa bu sabah tay­
Ahali memnun kaldı. yareye bindim. Çok garip şey doğrusu...
Tayyare yere inerken, insan salıncaktan
TAL AT PAŞA VE BEN düşer gibi oluyor. Körolası şeytan azdırır
Beyrut valiliğim siyasî bir dâvanın hal­ gibi oldu. Üstümü kirletmişim... Onun için
liyle alâkalı idi. Bu vazifem 2 ay sürdü. geç kaldım...
Bu sırada Sadrâzam Mahmud Şevket Pa- Tekrar kahkahaları salıverdi...
şa’nın katliyle sadâret, Said Halim Paşa’ CEBEL İ LÜBNAN
ya verildi. Dahiliye nâzırlığma getirilen MUTASARRIFLIĞIM
Tal’at (Paşa)'in nezârette ilk attığı im­ Dahiliye müsteşarlığım iki buçuk sene
za, benim müsteşarlığa tâyinime aittir. sürdü. 1915 yılı ortalarında Cihan Harbi
Tal’at Paşa ile esasen dost idik, ilk bütün şiddetini gösteriyordu. Hükümet,
Meşrutiyet meclisinde tensikat gibi mü­ Filistin cephesinde tutunmak istiyordu.
him bir mevzuda müşterek çalışmaları­ Bunun için de Suriye'de bir karışıklığa
mız olmuştu. Daha sonra da mesaimiz meydan vermemek ve onları imparator­
geceli gündüzlü devam etmişti. Birbirini luk camiası içerisinden ayırmamak için
bu kadar yakından tanıyan iki iş arkada­ her türlü tedbiri almak lâzımdı.
şı kanaatimce pek az bulunur. Fırka idea­ Garp vilâyetleriyle hükümet arasında­
limiz, mefkûremiz, meşreplerimiz birbiri­ ki bağlar, harbin genişlemesiyle gerginleş­
ne pek uygundu. Gerek fırkada, gerekse mişti. Bunu düzenlemek ve bu mıntıkada­
hükümette herkes onu bir baba, iyiliğin, ki dahilî asâyişi temin ederek, ahalinin,
dürüstlüğün bir timsali olarak görürdü. devleti Osmânîye’ye sadakatlerini tarsin
Yakın dostluğu ve itimadını kazanmış ol­ eylemek başlıca gaye idi.
duğum için kabinede tekrar dahiliye nâ- Bu tedbirlerden olmak üzere, hükümet­
zırlığı vazifesini alınca, müsteşarlığına be­ çe bir Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı ih­
ni çağırdı, sadrazamlığa geçince de kabi­ das olunmuştu. Bu makam, valilerin fev­
nesinde bana sandalya ayırdı. kinde bir merciydi. Adı mutasarrıflıktı
1913 - 1915 senesine kadar süren müste­ ama, kendisine bağlı bulunan valiliklerin
şarlığım sırasındaki münasebetlerimiz, bütün işine bakar, hükümet adına re’sen
derin bir samimiyet ve kardeşlik duygu­ emirler verirdi. Bir nevi vali-i umumîlik
ları arasında geçti. Hattâ o zamanki hâ­ veya eski tâbiriyle eyâlet müfettişliğiydi.
diseleri bilen yakın dostlarımın belirttiği Neticede ilk Türk mutasarrıfı olarak
gibi, müsteşarlığım bir nâzır salâhiyetiyle hükümetçe tavzif edildim. Muhitte çok
geçti. O kadar senli benli sevişirdik ki, nazik bir durum seziliyordu. Evvelâ, Ce­
bir gün olsun fikir ayrılığına düşmedik. bel-i Lübnan, imtiyazların kaldırılmasın­
Birbirimizi incitecek tek meseleyle kar­ dan endişe duymuştu. Saniyen, benden
şılaşmadık. evvelki mutasarrıfların hepsi vezir mer­
Nâzırla müsteşarın, iki yakın arkadaş tebesine sahip olup, Katolik mezhebine
olarak bu kadar yakın çalıştığı nadirdir. mensup bulunuyordu. Nitekim selefim O-
Bunun, benim iyi idaremden değil, Tal’at’ hanes Paşa idi.
ın olgunluğundan ileri geldiğini ve onun Evvelce Halep ve Beyrut valiliklerinde
eseri olduğunu söylemek isterim. bulunmuş olduğumdan, Suriye ve Cebel-i
Tal’at, hususî hayatında pek şakacı idi. Lübnan ahvaline vakıf idim. Eşrafını ve
Babayani tavırları, soğukkanlı muamele­ an’anelerini yakinen biliyordum, intiha­
leriyle etrafındakilere kendisini pek erken bımda hükümetçe bu cihetlerin de göz-
sevdirdi. Ancak, lâtifeciliği ölçülü idi. O- önünde bulundurulduğuna kaniim.
lur olmaz yerde bildiklerini söylemezdi. Cebel-i Lübnan'da merasimle karşılan­
Hikâyeyi yerinde anlatır, şakayı zamanın­ dım. Cemal Paşa, hem Bahriye Nâzın,
da yapardı. Lâtifeleri de pek çoktur. Bun­ hem Ordu Kumandanı olarak Suriye’de
lardan bir tanesini şu anda pencereden bulunuyordu.
gördüğüm bir tayyare hatırlattı: Muhitin nazik efkânnı yakmen bildi­
Bir gün mutadı haricinde daireye gel­ ğim için, usulen fermanım okunduktan
medi ve bana haber de göndermedi. Ace­ sonra, irad edeceğim nutku önceden hazır­
le bir işimiz olduğu için aratmak mecbu­ ladım. Arkadaşım mebus Şekip Arslan bu
riyetinde kaldım. Evinde yoktu. Uğrama­ nutku Arapça’ya çevirdi. Beldenin eşrafı
sı muhtemel diğer yerleri de arattım. Me­ huzurunda tâyinim hakkında padişahın
rak etmeye başladım. Öğle yemeğine çı­ fermanı okundu. Arkasından nutuk okun­
kacağım sırada nezârete geldi; doğruca du. Arapça'ya çeviren Şekip Arslan -—ev­
velce kararlaştırdığımız gibi— ezcümle
benim odama girdi. Gülüyordu.
— Hayrola dedim... Gülmesi ve gecik­ dedi ki:

67
Cebel-i Lübnan imtiyazı lağvedilmiştir! kâğıdı, tuz resmi, köprü ve şoseler gibi
Fakat bu lağvdan ziyade tâdildir. Şimdi­ suiistimalleridir. Ohannes Paşa keyfiye­
lik mutasarrıfların Hıristiyanlardan inti­ ti, yeniden intihap edilen konseyin top­
habı hakkındaki hüküm kaldırılmış ve A- lantısında bunu bizzat teyid etmiştir.
li Münif Bey’in tâyini, irâde-i senîyeye ik­ «O zaman heyet âzası olduğumdan, biz­
tiran etmiştir. Bâdema, devletlerin muva­ zat müşahede ettiğim hakikî hâdiseleri
fakatiyle, intihap ve tâyin edilen muta­ birkaç kelime ile izah etmeme müsaade
sarrıfların yerinde, Devlet-i Osmânîye’nin ediniz.
tâyin eylediği bir mutasarrıfı göreceksi­
niz. Şimdilik imtiyazın kalkan hükmü «Aslen Türk olan mutasarrıf Adanalı
bundan ibarettir. Diğer malî ve askerî Ali Münif, memlekete geldiği andan iti­
imtiyazlarınız devam eyliyecektir! baren, askerî makamların, hükümetin da­
Bundan sonra benim şu sözlerimin de hilî işlerine bilfiil karışmalarım menet-
Arapça’ya tercümesi yapıldı: miştir. Aynı zamanda Ohannes Paşa’mn
eseri olan ve halka ağır gelen bazı vergi­
Vergilerin maktuiyeti, askere alınma leri de kaldırmıştır. Cemâl Paşa, Hıristi-
hususu ve vakıfların hukuku devam ede­ yanlar'a ait arazinin müsadere edilmesi­
cektir. Ben bunun bekâsma çalışacağım. ni talep ettiği zaman, Ali Münif, benim
Lübnan’da kaldığım müddetçe muhitle
iyi münasebetler tesisine ve mahallî ar­ mütalâamı aldıktan ve işin kuvveden fii­
zuları, devlet görüşüne göre tatmine ça­ le çıkmasının da gayri mümkün olduğu­
lıştım. Lübnan ve Suriye’nin irfan haya­ nu gördükten ve âzalann hepsini elde et­
tında terakkisi maksadıyle, yeni mektep­ tikten sonra, bu gayri kanunî talebe, can­
ler açtık. Arap kadınlığının teâlisi için la başla karşı koydu.
İstanbul’dan muallimeler getirttik. «Bundan başka, askere yazılmış (maa­
Lübnan’daki vazifem sırasında yegâne lesef hiç biri geri dönmemiştir) ve Kato­
zorluğu Cemal Paşa’dan gördüm. O, kin­ lik, yansı Protestan olan Cezîn vilâye­
ci otoritesiyle muhiti, hükümetten ’ nasıl tindeki Melkit Hıristiyanlan'ndan in­
soğutuyorsa, ben bunun ıslah ve iadesine tikam almak maksadıyle bu vilâyetin ge­
uğraşıyordum. Esasen, Lübnan'a umumî ri kalan kısmını ilhak etmek isteyen Dok­
vali salâhiyetiyle gönderilmemin bir se­ tor Rord (Amerikalı) m bu talebini, Ali
bebi bu idi. Münif, Rüstem Paşa zamanında alınmış
Maamafih, Cemal Paşa ile çok dostane olan Müyessere ve Barbar vilâyetlerini al­
hâtıralarımız cereyan eyledi, ihtilâfımız, mak şartıyle (esasen geri alınmıştı) ka­
muhitin an’anelerini, hukukunu rencide bul ederek, keyfiyeti İstanbul’a yazdı.
eden askerî işgallerin normal şekilde ya­ Lübnanlılar’m askere alınmasını durdu­
pılması mevzuuna inhisar eyliyordu. Lüb­ ran ve buna muhalefet eden Ali Münif’
nan’daki nâçiz mesaim, bilâhare Suriye- tir. Mumaileyh, vilâyetlerde alman bu as­
Fransa siyasî hâdiselerinde vesikalara in­ kerleri bizzat kışlalara giderek çıkarmış­
tikal eylemiştir. Ezcümle Lübnan’daki ru­ tır. Kâğıt parayla 7 kuruş gibi ucuz bir
hanî reis Es’ad Sahud tarafından 17 tem­ fiyatla 10 milyon kilo buğday temin eden,
muz 1920 tarihinde Lübnan’daki Fransız nafia ve tedrisat için büyük masrafları
makamlarına verilen notada, hakkımda si- muktazi bir idareyi hiçten kuran da Ali
tayişkâr cümleler kullanılmıştır. Halbuki Münif’tir. Bir Ziraat Bankası kurulması
ben, Lübnan’da hükümetimizin mümessi­ için yarım milyonluk bir meblâğ bırak­
li olarak sadece uhdeme düşen hizmeti mıştır, Cemal Paşa’nın kötü niyetlerini
yaptım. anlayan Ali Münif, bizzat Haleb’e gide­
Fransız işgal makamlarına verilen bu rek, Amerikan Kosolosu Mr. Jackson ile
muhtırada, Suriye ve Lübnan’ın iç mese­ görüşmüş ve Cebel’in iaşesini ona tevdi
lelerine temas edilerek deniliyor ki: etmiştir. Zira, üçüncü bir devletin haya­
«Vekil oldukları iddia edilen bu efen­ tî ehemmiyeti haiz bu işle alâkalanması
dilerin, Lübnan’a ihanette bulunmaları zarurî idi. O vakit, Ali Münif, nüfus tah­
ilk defa vaki olmamıştır. Î914’te, istifa ririne lüzumlu olan masraf için mezkûr
edecekleri yerde, Türk kıtalarının mem­ idarede kalan meblâğla aynca üç bin li­
lekete girmelerine müsaade eden ve Beyt- rayı da Amerikan kızılhaçına tevdi et­
üddîn’deki mühimmatı onlara teslim e- miştir. Fakat bu şirket, son hâdiseler es­
denler de yine aynı şahıslardır. nasında, Fransız politikasına mâni teşkil
etmiştir. Ali Münif, Cemal Paşa’nın mut­
«Eski meş’um ve fena hâtıraları tekrar lak hâkimiyeti ve tazyikini hiçe sayarak
hatırlatmak istemem. Fakat bunların sü­ ve birçok defalar ölümü istihkar ederek
rülmesindeki hakikî sebep, Fransa'ya ci­ entrikalardan uzak kalmış ve ancak vic­
lan sevgilerinden ileri gelmiş olmayıp, danının ve şerefinin sesiyle hareket etnjiş-
hırsızlık ve dolandırıcılıklarıdır. Nüfus tır. Bu adamın harekâtını bitaraf bir şe-
68
kilde iyice tetkik edecek bir kimse, onun «Ali Münif'e karşı nankörlük eden mil­
hürmete lâyık olduğunu görecektir. letin taşkın ve cahillerine acınm! Kendi­
«Müslümanlar ve Dürzîler’in, Hıristiyan- lerinin şef olduğunu söyleyen bu şahıslar
lar’ı katletmeleri hakkında Türk makam­ halen, Türk tâbiriyle, sizin ellerinizdedir
ları tarafından aşılanmış olan fikri sön­ ve hakikî hâdiselerin meydana çıkacağın­
düren de Ali Münif’tir. Lübnan, mumai­ dan korkarak, bazı kimselerin uzaklaştı­
leyhe borçludur. rılmalarını istediklerini anladım. Bu şa­
«îttihad ve Terakki'nin teşvikiyle, Ce- hıslar, uzaklaştırmak istedikleri kimsele­
bel’i iki kısma ayırarak cenup kısmını ri, Türk taraftan olmakla itham ederler.
Beyrut, şimâl kısmını da Trablusşam’a Ben ise, Türkler’in arasında bulunan (bü­
bağlamayı ve Suriye’yi altı vilâyete tak­ tün milletin içinde olduğu gibi) şerefli ye
sim etmek isteyen Beyrut Valisi Azmi hürmete lâyık insanlara hayranlığımı iz­
Bey’in entrikaları karşısında memleketin har etmekten kendimi menedemiyorum.
millî vahdetini muhafaza eden yine Ali Hükümetin resmî kayıtlanna istinat ede­
Münif'tir. O zaman Ali Münifin yaptığı rek zikrettiğim, memlekete yaptıklan iyi­
müdafaa ve elde ettiği muvaffakiyetin, liği dikkat nazanna alarak, kendilerine
eğer bütün millet, hattâ silâhla elde edil­ hürmet ettiğim birçok kimseleri, bu ara­
mek istenilse idi, muvaffak olunamıyaca- da Ali Münif’i tanıdım. Harp esnasında
ğı muhakkaktır. Lübnan’daki vakalara ayırdığım «Lübnan
«Âmme menfaati için hastane, tımarha­ Sahne» de adlı tarihî eserimde; Türkiye
ne inşasına başlıyan yine odur. ile ittifak etmenin Fransa'nın olduğu ka­
«Ali Münif’in ayrılmasından sonra, hat­ dar, kendi menfaati icabı olduğunu mem­
tâ İstanbul’a gittiğinde, âşar namıyle alı­ leketime nasihat ettim. Mrg. Picot’nun ar­
nan verginin Cebel’de tatbiki mümkün ol­ zularına uyarak muaheze edilebileceğim
madığına, makamâtı ikna eden de odur. için, burada zikretmek istemediğim feda­
«Bundan başka, o zamanın idare mec­ kârlıklarda bulunarak bu eserimi bastırıp
lisi âzalan, Cemal’in istibdadı ve Türki­ oynatmadım. Prensip sahibi olmakla ifti­
ye’nin arzulan karşısında boyun eğme- har ediyorum. Harp esnasında idam seh­
mişlerdir. Birçok defalar bu heyetin da­ pası ve resmî makam karşısında; Türk-
ğıtılması Ali Münif’den istenmişse de, mu­ ğiler'in Fransız dostlarına karşı takip etti­
maileyh buna mümanaat etmemiştir. Fa­ siyasete, Lübnan’ın Fransızlar’ı sevme­
kat durumun nezaketi karşısında, dâvet si ve Türkler’den ziyade Fransa için ka­
nını dökmesi icabettiğini söyleyerek kar­
edildiği gayeyi, teşriî bir hükümetin şere­ şı geldim ve bunu bağırarak söylemekten
fi ve memleketin izzet-i nefsini dikkat na-
zanna alan Ali Münif, yeni bir iş arda çekinmedim.» (Devamı var)
toplanmak üzere, heyete izin vermiştir.
69
f
İ s t a n b u l ’ d a k i Mi l l î M ü c a d e l e : 4

Te lsiz
Faaliyetleri
Yazan: İhsan Aksoley
Em. Gn. Dr. Müh.

SİLAHI ve her türlü harp malzemesinin yıp, seni de bu malzeme ile Anadolu'ya
Anadolu’ya kaçırılması, Kuvay-ı Millîye göndereceğim.
için çok önemliydi. Gümrükte çıkan ak­ —• Ben, çoluk çocuk sahibiyim. Bana
silikler bir hayli canımı sıkmıştı.
mes’uliyet gelmesinden korkuyorum. Ço­
Kafamı işlettim. Gümrüğün telefonu­ luk çocuğumu burada yüz üstü bırakıp
nu konuşurken elimden şiddetle düşürüp Anadolu'ya gidemem. Fakat emrinizdeyim
mikrofonunu kırmaya karar verdim. Güm­ ve sizinle beraberim.
rük memuruna:
— Size bu yüzden bir mes’uliyet gelir­
— Kumandanıma durumu bildirmek se, sizi, ailenizle beraber emniyetle ve mü-
üzere telefonunuzdan istifade etmek is­ reffehen Eskişehir'e göndermeyi vaadedi-
tiyorum, dedim. yorum.
— Telefonumuz yok.
— Teşekkür ederim efendim.
Kararımı verdim. Osman OnbaşTmn ya­ Bu sırada piposunu tüttürerek ve sağa
nına gittim ve: sola yalpa vurarak bir Ingiliz eri geldi.
— Bu adamı gık dedirtmeden ve fakat Sandıklardan birinin üzerine oturdu. Aya
öldürmeden ağzını bağlayıp kotraya ata­ ve denize karşı piposunu içiyor ve bir
cak ve beraberce Anadolu’ya götürecek­ şarkı mırıldanıyordu. Osman' Onbaşı'ya:
siniz. — Halil Efendi bize yardım ediyor, de­
— Baş üstüne efendim. dim. Kotra gelince, gık demeden ve fakat
Gümrük memurunun yanma gittim, is­ öldürmeden, ağzım, ellerini ve kollarım
minin Halil ve Eskişehirli olduğunu öğ­ bağlayıp ilk önce bu Ingiliz erini kotraya
rendim. atacaksınız.
— Halil Efendi, bu malzeme Kuvay-ı — Peki efendim.
Inzibatiye’ye gitmeyecektir. Yunanlılar ta­
rafından tehdit altında bulunan Eskişe­ Osman Onbaşı. Kotra saat onda ge­
hir'i korumak için, Kuvay-ı Millîye’ye gi­ lecek. Ben, Harem iskelesine kadar gidip
decektir. Şayet ısrarında devam edersen kotranın derhal gelmesi için telefon ede­
ceğim. Ben dönünceye kadar sen bana
ve benim yanımdan ayrılmaya kalkarsan
derhal ağzım, ellerini ve ayaklarını bağla­ vekâlet edeceksin. Halil Efendi’yi yanın­
da, Ingiliz erini de göz altında bulundur.
72
Bir hareket yapmaya teşebbüs ederlerse, sahile gelen dalgası kotrayı kayadan kur­
altı kişisiniz. Önce ağızlarım, sonra da el­ tardı. Kotra rıhtıma yanaştı.
lerini ve ayaklarım bağlayıp biranda al­ Hemen büyük sandıklara omuz vererek,
tına yerleştirin. yıldırım süratiyle, insan üstü bir gayret­
— Peki efendim. le sandıklan kotraya verdik. Bu sırada
Ben, koşar adımla sahilden ve askerî iki subay ve yeni nikâhlı genç hanım yol­
mezbahanın arkasından geçerek Harem cu geldi. Kısa bir veda konuşmasından
iskelesine gittim. Telefonla Murad Reis’i sonra hayırlı yolculuk dileyerek yolcular­
buldum. Derhal gelmesini rica ettim. la öpüştük. Metin, cesur ve yeni nikâhlı
— Hazınm. 15 dakika sonra oradayım. Fahriye (Petek) Hanım bana mukabele
Tekrar koşa koşa işbaşına geldim. etti.
Bu arada İngiliz eri kalktı ve daha faz­ — İhsan Bey. Bu yardımlannızı ve bu
la yalpalayarak Selimiye kışlasına doğru gecenin hâtırasını ölünceye kadar unut­
yürümeye başladı. Osman Onbaşı gözü­ mayacağım. Size; kendim, eşim ve diğer
mün içine bakıyor, emir bekliyor. yolcu arkadaşlanm adına teşekkür ede­
— Bırak Osman Onbaşı gitsin. Fitil gi­ rim.
bi sarhoş. Bizi bile görecek hali yok. — Bir şey değil. Güle güle gidiniz. Yo­
— Raşid Bey kardeşim. Bizim eve ka­ lunuz açık olsun.
dar gidiniz ve yolcuları getiriniz. Aynlmaya başlayan kotradaki Murad
— Peki efendim. Reis’e:
Kotra geldi. Kaptan, suları bilmediği — Murad Reis, dedim, küçük hanım
için kotrayı 7 - 8 metre ilerimizde kaya­ bugün nikâhlandı. Henüz düğünleri ol­
ya oturttu. Bütün çalışmalar fayda vermi­ madı. Birbirlerine yabancı dururlarsa
yor. şüphelenme.
— Osman Onbaşı, rıhtımdaki iskleyi de­ — İhsan Bey. Kamaramı onlara vere­
nize indirin. Ben iskeleye atlayacağım ve ceğim ve düğünü kamaramda yapacağım.
kotraya yanaşmaya çalışacağım. Kotradan Osman Onbaşı'ya seslenerek:
bir halat alayım. Halil Efendi ile beraber — Sana ve arkadaşlarına çok teşekkür
çekelim ve kayadan kurtaralım. ederim.
— Peki efendim. — Sağ olun.
Bu sırada uzaktan' geçen bir vapurun Kotra yol almaya başladı. Benim va-

73
zifem bitti. Hem de tam bir muvaffaki­ Bey'den rica ettim. Ben yalnız olarak Ka-
yetle. Geniş bir nefes aldım. racaahmet mezarlığını, mezarlar arasın­
Bundan sonrasından Murad Reis sorum­ dan, düşe kalka geçtim. Bu gün bile de­
lu idi. Onun da işi zordu. Allah’tan Murad ğil yalnız başıma, bir arkadaşla beraber
Reis’e yardım etmesini ve kotranın sali­ dahi olsa, geceleyin mezarlıktan geçmeye
men Anadolu’ya gitmesini diledim. Şa- çekinirim. Ama o gece ben mezarlıktan
hâne bir mehtapta kotra ilerlerken, Ha­ geçtiğimin farkına varamıyacak durumda
lil Efendi’ye de veda ve teşekkür ettim. idim. Saat on ikiyi geçiyordu, sokakta
Raşid Bey’le beraber Selimiye kışlasına gezme yasağı çoktan başlamıştı. Evimin
doğru yürüdük. sokak kapısının merdivenlerini koşarak
SONUNCU AKSİLİK çıktım. Kapı açıktı, annem beni sabırsız­
lıkla ve büyük bir merak içinde bekliyor­
Kışlaya yaklaştığımız sırada 3 kişilik du.
İngiliz devriyesi göründü. Talimhane du­ — Anne. Çok şükür bu işi de alnımın
varlarının dibi gölgeli. Yükselen ay, yal­ akı ile ve hiç bir tehlike geçirmeden ta­
nız yolu aydınlatıyor. Raşid Bey’le bera­ mamladım, dedim.
ber, yıkılan istinat duvarının taşlan ara­ Hem heyecandan, hem de yorgunluktan
sına yattık. Ingilizler bizi görmeden geç­ bitkin bir halde, fakat vazifesini başar­
ti. Kalktık. Karacaahnıet mezarlığından mış insanların huzuru içindeyim. Uyuya­
geçtik. Telsiz deposu kumandanının evi­ mıyordum bir türlü. Annemle karşı kar­
ne geldik. Yolcuların salimen hareket ha­ şıya oturduk, konuştuk.
berini verdim. Çok perişan bir durumda Sabahleyin, gazetelere göz gezdirdim.
olan bu ailenin yanında kalmasını Raşid Üzüntülü bir haber yoktu. Bir vapurla

Durmadan takviye alan Anadolu'daki


tün millet yekvücut olmuştu. Resim, düşman kuvvetlerini denize dökmek için bü-
cepheye yiyecek ve cephane taşıyan deve ker-
vanlarından birini gösteriyor.
-s:.. ' ~ :r.:. * . «t«,' .... .. •;

V* ->**<!>

m
Kavaklar’a kadar gittim ve döndüm. Her mandanlar arasında anlaşmazlık başgös-
iki sahili tetkik ettim. Kotrayı göreme­ terdiğini yazardı. İstanbul halkı bu haber­
dim. Kotra, İngiliz kontrolünü atlatarak, lerin tesiri altındaydı. Nitekim ben de
salimen Karadeniz’e açılmıştı. bu haberlerin tesiri altında, az kalsın A-
zerbaycan sergüzeştine atılacak ve mu­
SAHTE KAHRAMANLAR hakkak ki Enver Paşa’mn akıbetine uğra­
Bir sabah Harem iskelesinden İstan­ yacaktım.
bul'a geçecektim. Benim bineceğim va­ Anadolu’dan bize çok sayıda Hâkimiy-
purdan muhabere müfettişliğinden Bin­ yet-i Millîye, Yûnus Nâdi Bey’in çıkardı­
başı Haydar Rıza, Telsiz Yüzbaşı Cevad ğı Yeni Gün gazetesi gelirdi. Ben, bu ga­
ve Telsiz Teğmen Osman Nuri Beyler’in zeteleri güvendiğim tanıdıklarıma ve ile­
çıktığını gördüm. Osman Nuri Bey beni ri gazetesinin başyazarı Ferid Cavid Bey’e
görünce yaklaştı. Selimiye'deki telsiz de­ verirdim. O, bu haberlerin bir kısmını ga­
posunun soyulduğunu ve bu meseleyi tet­ zetesinde neşrederdi.
kik için geldiklerini söyledi. Ben de me­ Ayrıca, vapurlarla, trenlerde yer değiş­
rak saikasıyle Osman Nuri Bey’in kolu­ tirmek suretiyle bir kaç tane; tramvayda
na girdim. Harem yokuşunu çıktık. Ara­ ve tünelde birer tane gazete bırakarak çı­
da bir Yüzbaşı Cevad Bey bize dönüp, kardım. Bu şekilde, bu gazetelerin İstan­
«sanki bu işi kendisi yapmış gibi bir ta­ bul’a dağılmasını sağlardım.
vır takınarak, bir kahraman gibi bana ba­ ileri gazetesi başyazarı Ferid Cavid
kıyor,» dedi. Ben içimden gülüyorum. Bey’in, Hind casusu Mustafa Sagir’e ait
Osman Nuri Bey bir taraftan kolumu gizli yazılı mektubu bana vermesinden
kasitli bir şekilde sıkıyor, bir taraftan da sonra, Anadolu’ya ait haberleri Heri ga­
başını eğip ufak gözleriyle, «Ihsan, bu ışı zetesinde serbestçe yazabilmesindeki sır­
sen yaptın değil mi?» der gibi gözlerimin rı çözebilmiştim. Ferid Cavid Bey herhal­
içine bakıyor ve benden cevap almaya ça­ de iki taraflı çalışıyordu.
lışıyordu. Kışlaya ait çeşmeleri geçtik ve ANADOLU’DAKİ PERSONELİN,
telsiz deposunun olduğu çukur yere gel­ İSTANBUL’DAKİ AİLELERİYLE
dik. Kışla kumandanının erleri, muhafız- MUHABERELERİNİN TEMİNİ
sız kalan sandıkları bekliyor. Bu erlere
sandıklar birer birer açtırılıyor. Sandık­ Anadolu'daki personelin İstanbul’daki
ların içinden taşlar çıkıyor. Telsiz araba­ aileleri ile irtibatlarının temini konusunu
larının mühürleri bozularak açılıyor, iç­ da ben teklif ettim.
leri bomboş. Ben daha fazla kalmadım, Ben, Trablusgarp'ta iken, anavatanla
ayrıldım. Binbaşı Haydar Rıza ve Yüzba­ muhaberemizi ve irtibatımızı, bir veya bir
şı Cevad Beyler, bir müddet sonra, Ana­ buçuk ayda bir defa gelen denizaltı ile
dolu’ya hareket ettiler. Ellerinde, grup­ sağlardık. Mondros mütarekesinden son­
lardan biri tarafından verilmiş vesika ol­ ra bu imkân da ortadan kalktı. Trablus’
madığı için inebolu’ya çıkamadılar. Her­ tâki personel ile, anavatandaki aileleri a-
halde, telsiz deposunun boşalmasından rasında 6 - 7 aydan fazla muhabere sağ­
sonra, böyle bir vesika almayı lüzumsuz lanamadı. Bunun tesirini ben pek iyi bi­
görmüşlerdi. Nihayet Trabzon’da sahile lirdim. Buna bir de İstanbul’daki geçim
çıkmış ve şarkta bir vazifeye tâyin edil­ sıkıntısı, İstanbul'da yaşanan kara günle­
mişlerdir. rin ve gazetelerde Anadolu hakkında oku­
nan kötü haberlerin tesirini eklersek, bu
İSTANBUL’A GELEN mevzu daha çok önem kazanır.
HABERLER Zaman zaman Ingilizler tarafından An­
Anadolu’ya ait haberlerin İstanbul a ya­ kara ile telgraf muhaberesi kesilirdi. Ba­
yılmasını ben teklif ettim. Buna ben çok zen de para ve mektup gönderme işleri
ihtiyaç gördüm, iyi niyetli İstanbul ga­ ve resmî muhaberat güçleşir ve kesilirdi.
zeteleri, işgal kuvvetlerinin sansürü dola- ANKARA İLE TELSİZ
yısıyle, Anadolu’ya ait güzel haberleri ya- İRTİBATI
zamıyordu.
Ankara ile muhaberemizi, inebolu’daki
İzmit’te halk tarafından linç edilen Ali
Kemal gibi fena niyetli satılmışların ga­ irtibat subayı Yüzbaşı Şevki Bey’le (Par­
tal Şevki) yapardık. Ankara’dan verilecek
zetelerinde de, Anadolu’ya ait çok fena emirleri
haberler çıkıyordu. Bu gazeteler, Yunan- çirmedendoğrudan alabilmek
doğruya ve zaman ge­
için gizli bir alıcı
lılar’m muzafferâne ilerlediğini, güneyde
Fransızlar’ın muvaffak olduğunu, Düzce telsiz istasyonu kurmaya karar verdim.
ve Anzavur isyanları gibi, Anadolu nun Verici istasyonu kuramazdım. O zamanın
birçok yerlerinde isyanlar çıktığını ve ku­ verici istasyonları, şimdiki gibi küçük de-
75
ğildi ve bir verici istasyon yerinin, Ingi- sizlerinin sesi de yükseldi. Âdeta zuma
lizler’in Rami kışlası civan ile Bakırköy sesi gibi oldu. Bu dummu bir gece ben­
civarında kurduğu telsiz kestirme âleti de kalan Neş'et Bey’e de gösterdim. Ve
ile, yüzde bir ihtimalle dahi olsa, tesbit daha müsait bir yer arayacağımı söyle­
edilmesi mümkündü. dim.
Selimiye kışlasındaki telsiz taburunun Bu günlerden aklımda kalan bir hâdi­
bulunduğu koridorun sonunda bir telsiz seyi anlatmak isterim:
dershanesi vardı. Bu dershane, gündüzle­ Bir gece yansı, hamamdan çıkınca, ka­
ri açıktı. îçinde çok sayıda telsiz malze­ pı önünde uyuklayan küçük Iffet’i gör­
mesi vardı. Arzu eden telsiz subaylan bu düm (İffet Barkören). Hayretle sordum:
dershanede, telsiz muhabereciliği çalış- — iffet niye burada uyukluyorsun?
malan yapabilirdi. Bu dershaneden en — Ihsan ağabey, birkaç gecedir tavan
müsait bir telsiz alıcısını seçtim. Bu alı­ arasından di-di-di diye bir sesler duyuyo­
cıyı çalacak, evime getirecektim. Bu be­ rum. Bu sesler benim çok hoşuma gidi­
nim ilk hırsızlığım olacaktı. Her ilk suç yor. Buradan daha iyi duyduğum için bu
gibi, bu hırsızlık çok heyecanlı geçti. Ko­ sesleri buradan dinliyorum.
ridordan kışlanın iç bahçesine çıkan ka­
pıda telsiz taburunun nöbetçileri vardı. — Hadi, yatağına git, yat.
Oradan geçemezdim. — Peki Ihsan ağabey. Ama yann ak­
şam dinlememe müsaade edeceksin de­
Karanlık koridorun nihayetinde ve iç ğil mi?
bahçe seviyesindeki pencereden iç bah­ — Bu sesler her zaman duyulmaz.
çeye ve oradan da Selimiye kışlasının de­
niz tarafındaki tek nöbetçili kapısından Küçük Iffet’in duyduğu bu di-di-di’ler,
faydalanarak, oradan çıkmayı tasarladım. kuvvetli telsizlerin işaretleriydi. Gerçi an­
O zamanlar, şimdi doktorların hastane­ nem benim gizli işlerde çalıştığımı öğren­
lerde giydileri pelerinler gibi, kolsuz pe­ mişti ve geceleri tavan arasmda uğraştı­
lerinlerimiz vardı. Onu giydim. Telsiz alı­ ğımı da biliyordu. Ama annemin ağzı çok
sıkıydı. Ağzından bir kelime çıkmıyaca-
cısını koltuğumun altına aldım. Pencere­ ğına emindim. Ama küçük Iffet’in tavan
den kışlanın iç bahçesine çıktım. Kışla­ arasındaki çalışmalarımı görmesinden hu-
nın arka kapısından talimhaneye çıkmak zursuzlandım. Sonraları onun ağzının da
pek kolay oldu. Yukarıda söylediğim gi­ annem kadar sıkı olduğunu anladım. Kü­
bi bu, benim ilk hırsızlığımdı. Telsiz alı­ çük Iffet’in gösterdiği olgunluğa, bana
cısını evime getirdim. Yukarıda bahsetti­ karşı bir arkadaş gibi davranmasına ve
ğim sarnıca sakladım. Ankara telsiz is­ büyük bir insan gibi anlayış gösterme­
tasyonunun bize telgraf yazma saatlerini sine hâlâ hayranım.
ve dalga uzunluğunu tespit ettikten son­ Eve geç geldiğim bir akşam bana ka­
ra, akşamlan evimin üst katında bulunan pıyı Osman Nuri Bey açtı. Annem, Os­
hamamdaki kapaktan tavan arasına çı­ man Nuri Bey’i, I. Dünya Harbi’nde ta­
kıyor ve Ankara telsizini anyordum. Ge­ nımıştı. Benim Fizan’da telsiz telgraf is­
ce yansından sonra tekrar telsiz alıcısını tasyonu kurmak üzere denizaltı ile Trab-
sarnıca saklıyordum. Bu çalışmalanmdan lusgarb’a gideceğimi duyunca üzülmüş ve
sonuç alamadım. Çünkü; antenim zayıf beni görmeye gelmişti. Gece evine döne­
mevkiim yüksek değildi. Boğazdaki düş­ cek olan Osman Nuri Bey’le birlikte Üs­
man zırhlılannm kuvvetli ve yakın telsiz­ küdar iskelesine indik. Komiser Bey’e bir
leri de devamlı olarak beni rahatsız edi­ kayık temin etmesini rica ettim. Osman
yordu. Her ne kadar Ankara telsizi yavaş Nuri Bey, bu imkânsız gördüğü işi, Teş-
süratle ve her grubu iki defa tekrarlıya- kîlât-ı Mahsûsa'nm parolasını vermek su­
rak yazıyorsa da, telsiz muhabereciliğimin retiyle sağladığımı sanmış ve bir müddet
zayıf olması yüzünden, bir kaç grup ala­ bana «Teşkilâtçı» diye hitab etmişti.
biliyordum. Muayyen bir sıra ile devamlı Osman Nuri Bey bana kırgın gibiydi.
olarak çalışan ve alıcımın bütün dalga
uzunluğu sahasını kaplayan düşman zırh­ Ankara’dan Harbiye dairesindeki bir
lılarının kuvvetli telsiz işaretleri arasın­ arkadaşından aldığı mektubu bana ver­
dan, Ankara telsizinin zayıf sesini bir tür­ di, okudum. Bu mektuptan, Ankara'ya
lü ayıramadım. gitmek istediğini ve Ankara'daki arkada­
şının da bu iş için beni tavsiye ettiğini
Ankara telsizinin sesini yükseltmek öğrendim.
maksadıyle yine telsiz dershanesinden bir — Aşkolsun Ihsan. Seninle bu kadar ar­
amplifikatör çaldım. Artık sabıkalı oldu­ kadaşız. Bu mesaini neden benden gizle­
ğum için bu hırsızlığım heyecansız oldu. din. Selimiye’deki telsiz deposunun senin
Bundan da bir netice alamadım. Ankara tarafından boşaltıldığım ben anlamıştım.
telsizinin sesiyle birlikte, zırhlıların tel­ Neden o gün gözlerinin içine senden bir
76
Yunanlılar azimli Türk hücumlarına karşı koyabilmek İçin her vasıtadan faydalanı­
yordu. İşte bir kağnı kolu.

cevap almak ihtiyacı ile baktığım halde, fimdi (Muhabere Binbaşısı Hilmi Bey). Bu
gözlerinle olsun, bana evet demedin. Kır­ subayın Felâh grubuna müzahir olanlara
gınım İhsan sana. ait listede isminin mevcut olduğunu sa­
— Osman, bu güne kadar sen bu konu­ nıyorum. Kendisiyle temas edeyim. Sana
da bana hiç — ama hiç — açılmadın. Ben cevap getiririm.
de bu sebeple sana bahsetmedim. Bu gi­ Bir müddet sonra Osman Nuri Bey
bi gizli işlerde muvaffakıyyetin esası, giz­ müsbet cevapla geldi. Yıldız'daki telli de­
liliktir. Çalışmalarımı kendimden bile giz­ posundaki malzeme ve cihazları da, va­
ledim. Yaptıklarımı hemen unutuverdim. sıta temin ettikçe, kısım kısım Ankara’ya
Beni mazur gör. gönderdik. Bu işte Osman Nuri Bey çok
— Peki. Ben Ankara’ya gitmek istiyo­ yardımcı oldu. Bu iş kolay ve heyecan­
rum. Ne yapmak lâzımsa yap. sız olduğu için, Anadolu'ya malzeme gön­
Bir müdddet düşündüm. Neş’et Bey'in derme kısmında bahsetmedim. Osman
bana yaptığı teklifi ben de Osman Nuri Nuri Bey bir ara tekrar Ankara’ya gitmek­
Bey’e yaptım. ten bahsetmeye başladı. Bu seferki ricam
— Ankara, bizden telsiz malzeme ve daha kesindi.
cihazı istedi. Bildiğin gibi İstanbul’da bu­ Osman Nuri Bey’e telsiz dinleme işin­
lunanları Ankara’ya gönderdim. Şimdi tel­ den bahsettim. Ankara ile telsiz irtibatı
li muhabere malzeme ve cihazları isteni­ için, dinlemeye daha müsait bir yer te­
yor. Ben, Yıldız deposu ile henüz temas mininde ve bu çalışmalarımda bana yar­
kuramadım. Bana yardımcı ol. Bu işi de dımcı olmasını rica ettim. Bu ricamı
yapmamı sağla. Ondan sonra Ankara’ya memnunlukla kabul etti. Zırhlı sürüsün­
gönderirim seni. den biraz daha uzak, bizim evden daha
— Yıldız’daki telli deposunun müdürü yüksek ve bahçe içinde —Çamlıca gibi —
Yıldırım Orduları Grubu'nda benim şe- bir yerde, bir ev kiralamayı düşündük.

77
İKİNCİ TELSİZ YERİ saklamaktan başka iş kalmamıştı.
Bir müddet sonra Osman Nuri Bey ba­ Ankara’ya gönderdiğim telsiz üsteğ­
na geldi. Küçük Çamlıca'da muallim Zı- meni Hakkı Bey’in (muhabere Binbaşısı
yâ Bey’e ait köşkün emrimizde olduğu­ H. Petek), kardeşi telli teğmen Raşid Bey
nu söyledi ve arkadaşına ait olan evin (Muhabere Albayı Raşid Petek), Anado-
anahtarını verdi. Maalesef ben, muallim luhisan’ndaki Nişantaşı'ndaki evini isti­
Zıyâ Bey’le tanışamadım. fademize açtı. Derhal telsiz cihazını bu
Hemen o gün Küçük Çamlıca'ya gittik. eve getirdim ve çalışmalara başladım.
Kısıklı’dan Küçük Çamlıca'ya giden yol Hep aynı teknik zorluklarla karşılaşıyo­
üstünde ve sol tarafta bahçe içinde bir rum. Bir gün Anadoluhisan'na giderken,
köşk. Bahçede, yüksek bir ceviz ağacı köprüde, I. Dünya Harbi'nden tanıdığım
da var. Evin damından bu ağaca iyi bir ve Medine telsiz istasyonunda çalışmış
anten çekmek mümkün. Benim evimde­ bir arkadaşıma rastgeldim (Rauf Türker).
ki cihazları hemen bu eve taşıdık. Ta­ Benim başaramadığım bu işi, yani Anka­
van arasında ve baca arkasında bir yere ra telsizinin işaretleriyle, zırhlıların tel­
sakladık. Normal bir anten yaptık. Ak­ sizlerinin işaretlerini birbirinden ayırma
şam karanlığında ben damdan anteni a- işini, bu uçarı telsiz muhaberecisinin ba­
şağı atardım. Osman Nuri Bey de ceviz şarabileceğini düşündüm. Koluna girdim.
ağacına çıkıp anteni ağaca bağlardı. Bu Hiç bir şey bahsetmeden kendisini Ana-
evdeki çalışmalarımız uzun sürmedi. Bü­ doluhisarı’na götürdüm. Bir başka gün
yük Çamlıca’daki Ingiliz - Hindli nöbet­ de Osman Nuri Bey tanıdığı bahriyeli bir
çileri tarafından görüldüğümüz için, evi telsiz muhaberecisini getirdi. Bütün bu
terk etmek zonında kaldık. Hâlâ hatırım­ çalışmalarımızdan da verimli bir netice
dan silemediğim hâdise şöyle cereyan et­ alamadım.
ti: Bir gün Dikilitaş civarında yolumu ke­
ilkbahar geldi. Günler uzadı. Ankara' sen munis bir ihtiyar:
ı nın dinleme için bize verdiği saat, grup­ — Eylât, dedi. Her akşam mahallelinin
tan biraz sonraki zamana rastlamaya baş­ tanımadığı üç kişinin bu eve gelişi, ma­
ladı. Bir akşam Osman Nuri Bey: hallelinin dikkatini çekiyor. Tedbirli olu­
— Büyük dürbünlerle etrafı tetkik eden nuz. Aramızdan bir sütü bozuk çıkabilir.
Büyük Çamlıca’daki Ingiliz nöbetçileri Biliyorsunuz Anadoluhisan mıntıkası,
beni gördü, iki Ingiliz askeri aşağıya doğ­ Yunanlılar’m kontrolü altındadır. Kahve­
ru iniyor. Yakalandık Ihsan, dedi ve ken­ de sîzlerden konuşuluyor. Başınıza bir
disini damdan, doğruca üst kata attı. Es­ dert getirmelerinden endişe ediyorum.
mer insanın sararması çok fena oluyor. — Teşekkür ederim efendim.
Osman Nuri Bey'in hali, bir kelime ile
fena idi. Ben, bir taraftan onun ilk defa ANNEMİ GÖRMEYE
tesadüf ettiğim bu haline gülüyor, bir ta­ GİDİYORUM
raftan anten telini topluyor, dama çıkan Verimli İpir netice alamadığım bu işi­
kapağı kapatıyor ve cihazları tavan ara­ me son vermeyi ve ertesi günü telsiz ci­
sındaki yerine koyuyorum. hazlarını Ahmed Efendi’ye teslim etme­
Daha sonra tavana çıkılan kapağı ka­ yi kararlaştırdım. 3 arkadaşımı tehlike­
pattım. Tavana çıkmak için üst üste koy­ ye sokmaya hakkım yoktu. O akşam ev­
duğumuz iki masayı yerlerine götürdüm. deki bir çocuğa, evin anahtarını teslim et­
Bu sırada ben, sinirden olacak, devamlı tim ve artık gelmiyeceğimizi söyledim.
olarak güldüm. Bu gülme galiba işimize Tavan arasındaki telsiz cihazını topla­
pek yaradı. Osman Nuri Bey’in sanki di­ dık ve aşağı indirdik. Bu sırada bu çocuk
li tutulmuştu, sessiz. Koluna girdim ve yanımıza geldi: «Annem sizi görmek is­
köşkün kapısından çıktık. Biz Kısıklı’ya tiyor,» dedi. Ben evde kadın bulunması­
doğru gülerek ilerlerken, bize karşı gel­ na hayret ettim. Tavan arasında yaptığı­
mekte olan îngilizler’in yanından geçtik. mız gürültülerden kim bilir ne kadar ra­
Hızlı adımlarla, bazı yerlerde âdeta ko­ hatsız olmuş ve sabahlara kadar uyuya­
şarak, Selimiye’deki evime geldik. mamıştır düşüncesi içinde annesinin oda­
Ertesi gün, Osman Nuri Bey yalnız ba­ sına girdim.
şına Çamlıca’daki telsiz cihazlarını, köşk­ Yatakta, karnı çok şiş bir hastayı gö­
te bulduğu bir bavula yerleştirerek, bana rünce şaşkına döndüm.
getirdi. Kısıklı’dan geçerken kontrol me­ — Teyzeciğim! Evde bir hastanın bulun­
murlarının müdahalesine maruz kalan duğunu bize söylemediler. Sizi çok üzdü­
Osman Nuri: «Bavul kilitli. Anahtarı an­ ğümüzden dolayı bizi affetmenizi istir­
nemde» demiş ve zorlukla ellerinden kur­ ham ederim.
tulmuş. Telsiz cihazlarını tekrar sarnıca Bahriyeli arkadaşın sesi güzeldi. Dinle-
78
Kurtuluş Savaşı'm İstanbul’da yaşayanlar çok acı günler geçirdi. Elinde imkân olan­
lar Anadolu’ya kaçtı, yahut faydalı malzemelerin kaçırılmasına yardımcı oldu. Resim
İstanbul’un işgal edildiği kara günü gösteriyor.

me fasılalarında hem içer, hem de şarkı — Size söyledim oğlum. Benim dokto­
söylerdi. rum da, ilâcım da, oğlum da sîzdiniz.
— Evlâdım. Son günlerimi yaşıyorum. Artık Allah’tan iki rahmetten birini isti­
Benim için iki rahmetin biri mukadder. yorum.
Günlerden beri akşamı iple çekiyorum. Osman Nuri ve Âsim Beyler’i de çağır­
Sabahlara kadar neşeli sesinizi duymak, dım. Gözyaşlanmızı içimize akıtarak has­
benim için bir gıda, bir ilâç, bir tedavi tanın elini öptük ve veda ettik.
ve bir ümit kaynağı idi. Hüsameddin’den Sabahleyin erkenden bu bedbaht yuva­
yarın buradan ayrılacağınızı öğrendim. dan yaşlı gözlerle ayrıldım. Bu evdeki son
Yarın akşamdan itibaren sevgili gece mi­ sahneyi hiç unutmuyorum.
safirlerimden ve bana verdikleri yaşama
kuvvetinden ve arzusundan mahrum ve Telsiz cihazını, Sultanahmet’teki Ahmed
öksüz kalacağım, ölmeden önce bu kah­ Efendi’nin evine teslim ettim. Boğaz’daki
ramanları, bu fedaileri ve bu neşeli genç­ işgal donanmasına ait telsizlerin çok kuv­
leri tanımak istedim. Yarın akşamdan iti­ vetli ve bize çok yakın olması, bizi de­
baren ben yine yalnızlığımla başbaşayım. vamlı olarak ve Ankara telsiz vericisi­
Allah sizi vatana bağışlasın ve muvaffak nin bütün dalga uzunluğu sahasında izaç
etmesi, buna mukabil Ankara telsiz istas­
etsin. yonunun uzak, takatinin küçük ve sesi­
— Vâlide hanım. Yakında muhakkak iyi nin zayıf oluşu ve bilhassa kullandığım
olacaksınız. Allah’tan ümit kesilmez. Va­ telsiz alıcısının ayırma kabiliyetinin ki­
kit buldukça ben yine sizi görmeye geli­ fayetsizliği gibi teknik sebepler ve imkânr
rim. Her emrinizi yapmaya hazırım. An­ sızlıklar yüzünden emniyetli ve müsbet
kara’ya gönderdiğim oğlunuz İsmail Hak­ bir netice alamadığım bu teşebbüsüme ve
kı Bey’in vazifesini, müsaade ederseniz, çalışmama —üzülerek —son verdim.
ben yapayım. Doktor ve ilâç getireyim
(Devamı var)
size.
79
Tarihimizde
İl - ~ |4 ' İ ' . S l f e i ii '^ •*“*

Selâmlama
Yazan: Bahri S. Noyan
ili. s ellrn, saltanat kayığıyle gezintiye çıktığı sırads
Kızkulesl nden topla selâmlanıyor.

j İMPARATORLUĞUN eski devirlerind


itibaren İstanbul’da bayramlar, büyı Saraybumu’nu hizaladığında, şehri topla topla selâmlamada, makam ve rütbelere paşa selâmlanırdı (Kapudâne-i hümâyûn
zaferler ve donanmanın sefere çıkışla selâmlamaya başlayarak limana girerdi. göre atış miktarı muayyendi. paşa, Osmanlı donanması amirallerinden
top atılmak suretiyle kutlanırdı. Cülûsl; Akdeniz’e hâkim olduğumuz devirlerde, Sultan Abdülmecid devrinde; 1849 yı­ birinin unvanı idi. Rütbesi, birinci ferik­
da, vıladet-ı hümâyûnlarda (padişah c Türk savaş gemilerine rastlayan yabancı lında çıkarılan bir fermanla, padişahtan liğe, yani bugünkü oramiralliğe eşitti.
cuklarmın doğumu), sene-i devriyeler teknelerin yelken indirmek suretiyle se­ itibaren bütün rütbe ve makam sahiple­ Bindiği gemiye kapudâne-i hümâyûn de­
(padişahların yaş günü), padişahların c lâm vermesi ve pîşkeş takdim etmesi (he­ rinin ne miktar top atışıyle selâmlanaca- nirdi).
mz gezintilerine çıkışlarında, ramazanh diye vermesi) usuldendi. İmparatorluk ğı tesbit olunmuştu. Buna göre topla se­ 15 pare top atışıyle, İstanbul kazası pâ-
da, cuma selâmlıklarında ve bazı elçi bahriyesinde hizmete girdikten sonra Yu­ lâmlama aşağıdagi şekilde yapılmakta idi: yesi, rütbe-i refîa-i mîrmîrânî (beylerbeyi
rin İstanbul’u ziyaretlerinde de top at nanistan’ın batı kıyısındaki Karlı-eli San- 21 pare top atışıyle, padişah ve kaleler. rütbesi), rütbe-i ûlâ sınıf-ı sânîsi (mülkî
ması eski geleneklerimiz arasındadır. cakbeyliğine tâyin edilen Turgut Reis, 19 pare top atışıyle, müşir ve vezir rüt­ rütbelerden birinin adı olup, mütemayiz­
bir gün Akdeniz’de bir Venedik savaş ge­ besinde olanlar. den büyük, ûlâ evvelinden küçüktü. Asker­
Her sene Hızır’ın birinci günü dona likte livalara eşitti. Bunlara paşa denil-
mamız. Yalı Köşkü önünde yapılan t misine rastlamış ve yelken indirip kendi­ 17 pare top atışıyle, (Rumeli ve Anado­
sini selâmlamayan, pîşkeş takdim etme­ lu kazaskerleriyle, Bâlâ rütbesinde olan­ meyip, evvelki durumlarına göre bey ve­
rende, padişah ve devlet büyüklerini t< ya efendi denirdi). Liman reisi paşa ve
atışlanyle selâmlıyarak bir geçit resmi v yen bu tekneyi, hiç tereddüt etmeden to­ lar) (1), Rütbe-i Ülâ Sınıf-ı evveli (mülkî
par, Akdeniz'e çıkardı. * pa tutarak yakmıştı. Osmanlı imparator­ rütbelerden birinin adı olup, 1832’de ih­ patrona-i hümâyûn paşa selâmlanırdı.
luğu ile Venedik cumhuriyeti barış halin­ das edilmişti. Askerlikte ferikliğe, yani (Patrona-i hümâyûn paşa, bahriye feriki
Donanmamızın zaferle İstanbul’a dönüş­ bugünkü korgeneral, koramiralliğe eşitti). rütbesinde olup, bugünkü koramirale eşit­
lerinde, gemiler Saraybumu’nu hizalarken de bulunduğundan, İstanbul’daki Venedik
balyozu, durumu Sadrâzam Rüstem Paşa' Feriklik rütbe-i refiası (Yeniçeri Ocağı’nın ti. Bindiği gemiye patrona-i hümâyûn de­
selâm toplan atmıya başlar ve şehrin ba­ ya şikâyet etmişti. nirdi).
zı semtlerinde bulunan bataryalar bu se­ kaldırıldığı 1826 yılında kurulan Asâkir-i
Padişahların saltanat kayıklanyle Bo­ Mansûre-i Muhammediyye isimli ordunun 13 pare top ateşiyle; Haremeyn-i Şerife’
lâma karşılık verirdi. Gemiler; topla se- nin payesi, mirlivalık rütbesi (sancakbey-
lâmlamaya devam ederek padişah ve dev­ ğaziçi'nde gezintilerine çıkışları pek ihti­ genişlemesi üzerine 1830’da miralaylıkla
şamlı olur, hükümdarın binmiş olduğu birlikte ihdas olunmuştu. Osmanlı ordu lerinin diğer adı, yani miralaylıktan sonra
let büyüklerinin bulunduğu Yalı Köşkü gelen tümgeneral veya tümamirallik rüt-
önünde yapılan geçit resminden sonra kayık ve buna katılan teknelerden mey­ teşkilâtında bir kolorduyu teşkil eden ye­
Haliç tersanesine girerdi. dana gelen kalabalık kafile, Kızkulesi ve di birlikten birinin adı idi. Livalığın üs­
hisarlardan atılan toplarla selâmlanırdı. tünde bir rütbe olup, bugünkü korgene­ (1) Bâlâ rütbesi; 1846 yılında ûlâ sınıf-ı ev­
Dışandan İstanbul’a gelen gemiler de. velinin üstünde ihdas edilmiştir.
Bugün olduğu gibi, eski devirlerde de ralliğe eşitti) ve kapudâne-i hümâyûn
80
81
XVIII. asır sonlarında Üsküdar açıklarındaki donanmay-ı hümâyûn, padişahı top
atışıyle selâmlıyor.

besi), rütbe-i saniye sımf-ı evvel mütema­ yük zabit «subay» hakkında kullanılır
yizi (mülkiye rütbelerinden birinin adı bir tâbirdi) ve kâffe-i süvariyân-ı süfun-ı
olup, mütemayiz suretinde de kullanılır­ şahane (padişah gemilerinin süvarileri,
dı. Sâlise sınıf-ı sânisinden büyük, ûlâ sâ- yani başkaptanları) selâmlanmakta idi.
nisinden küçüktü. Askerlikte, miralaylığa 7 pare top atışıyle; kibar-ı müderrisin
yani bugünkü albaylığa eşitti) ve riyâle-i (İstanbul'da mûsıla-i Süleymaniye ve da­
hümâyûn bey (patrona’dan sonra gelirdi. ha yukarıda olan en yüksek dereceli mü­
Liva-amiral, yani bugünkü tümamiral idi. derrislere verilen isim), kaymakamlık
Bindiği gemiye riyâle-i hümâyûn denir­ rütbesi (yarbay) ve rütbe-i rabia (mülkî
di) selâmlanmakta idi.
11 pare top atışıyle, bilâd-ı erbaa pa­ rütbelerden birinin adı olup, raiba sure­
yesi (veya bilâd-ı hamse payesi olup, E- tinde de kullanılırdı. Bu tâbir dördüncü
dime, Bursa, Şam, Mısır ve Filibe kadı­ mânasına gelirdi. Askerlikte yarbaya eşit­
lıkları), rütbe-i sâniye sınıf-ı sânisi (mül­ ti) selâmlanırdı.
kî rütbelerden birinin adı olup, sadece 5 pare top atışıyle; mûsıla-i Süleymani­
sâni suretinde de kullanılırdı), mîrü’l - ye madununda bulunan müderrisin (ki-
umerâlık ve Istanbl-ı âmire payesi (bey­ bar-ı müderrisin ile hâmise-i Süleymani­
lerbeyi, yani mîrmîrân ve saray hayvan­ ye arasındaki müderrislere verilen unvan),
larına, bunların takımlarına, bakım ve binbaşılık rütbesi, hâcelik dîvân-ı hümâ­
yetiştirilmelerine ait işleri gören teşkilâ­ yun (devlet dairelerindeki yazı işlerinin
tın yani Has Ahır’ın müdürü) ve komo­ başında ve bir takım önemli memuriyet-
dor yani başbuğ (bir filotillâ’yı sevk ve lerde bulunanlar haklohda kullanılır bir
idare eden komutan) selâmlanırdı. abır olup, sadece hâcegân da denirdi) ve
baş
9 pare top ateşiyle; mahreç mevleviye- makta - şehbender (baş konsolos) selâmlan­
idi.
ti (ikinci sınıf kadılar), miralaylık rüt­
besi, rütbe-i sâlise ve kapıcıbaşılık (mülkî , Pare top atışıyle; asâkir-i beriyye
rütbelerden birinin adı olup, sâniyeden Kolağalığı rütbesi (yüzbaşılıkla, binbaşı-
küçük ve rabia'dan büyüktü. Askerî rüt­ arasındaki rütbe) ve şehbender veki-
belerden binbaşı karşılığı idi. Kapıcıbaşı- 1 f i ?tısol°s vekili) selâmlanırdı.
lık ise, saray kapıcılarının âmiri ve bü­ Elçiler rütbelerine göre, top atılmak
suretiyle selâmlanmakta idi.
82
Dost yabancı savaş gemilerinden biri sus olan 21 pare top atışıyle selâmlama­
veya bir filo İstanbul’u ziyaretinde, lima­ da bulunduktan sonra, yelken göstere­
na girerken sancak gemisi 21 selâm topu rek 19 pare top atarsa, bu selâm, kap-
atar ve limanda bulunan savaş gemileri­ dânpaşa’ya verilmiş olduğundan, limanda
mizden sancak gemisi ve bir tek gemi bu­ bulunan gemimiz veya filomuz sancak ge­
lunduğu halde, bu tekne, aynı miktar top misinden atılan 19 topla karşılık görür­
atışıyle selâma karşılık verirdi. dü.
Yine bu dostluk ziyaretlerinde; yaban­ Limanda, donanmay-ı hümâyûndan hiç
cı savaş gemileri, Sarayburnu önlerine bir gemi bulunmadığı takdirde; misafir
gelip, kıdemli komutanın bulunduğu ge­ gemi veya filonun 21 top atışiyle selâmı,
mi sancak çekmek suretiyle 21 pare top Tophane bataryasından atılan aynı mik­
atarak selâmlamada bulunduğu takdirde; tar topla karşılanırdı.
civarda bulunan bataryalardan aynı mik­ Dost bir hükümdarın günü (2) olup da,
tar top atışıyle selâmlanırdı. Şayet dost o hükümdarın İstanbul limanında misa­
devlet gemi veya filosu yelken üzerinde fir bulunan savaş gemisi veya filosu ko­
Saraybumu’ndan dolaşıp sancak çekmek mutanı tarafından top atışı hususu, do-
suretiyle 21 top atışıyle selâmlamada bu­ nanmay-ı hümâyûna veyahut karakol ge­
lunursa, limanda bulunan bir gemimiz ve­ mimize resmen haber verilirse, haberi a-
ya filomuzdan sancak gemisi, aynı mik­ lan gemimizin süvarisi tarafından da
tar top atışıyle selâma karşılık verirdi. kapdan - paşalık makamına ve bulunma­
Eğer ziyarette bulunan dost yabancı ge­ dığı zaman daha üst kademeye arzedile-
mi veya filo; Topkapı sarayı veya Top­ rek izin istenmesi gerekirdi. Limanda hiç
hane önlerine demirledikten sonra san­ bir gemimiz bulunmadığı hallerde ise, o
cak çekmek suretiyle 21 pare top atarsa, devletin elçisi tarafından Bâbıâlî’ye du-
Sarayburnu civarındaki bataryadan veya­
hut Tophane’den aynı miktar top atışıy- (2) Hükümdarların cülûsu, yaş günü, çocuk­
le cevap verilirdi. larının doğum günleri gibi vesair günlere de­
Misafir gemi veya filo, padişaha mah­ nilmektedir.

Sefere çıkan donanmanın, Yalıköşkü önünden geçerken, padişahı top atışıyle se­
lâmlaması.

83
'tJr Topla
<3*- selâmlama
nizâmnâmesinin
>**>>•#) baş kısmı.
»1 .
«.'jîJj.'-'J1’?* ^
ı_xv «AUieıAlAı ■ $&»’ * - »•'* >...— ı-'-'-t,>'■• 4 '*

j-'.'-.<J".A--.-.-

tf-vit* vAH-Ç aV»V> j^u.;

^ ‘*w> «»••rJjlAÎSj K '* ■<>

tf-rUjVöJst i*->*-Oj, -oA «fi**-4-r <'4


•j~*~*jr* *ö*v^ ^ ' *)■
**< JyjU.j/aii—>••
-¿A***.M*«*V«*■Ji-u«
^--,>j— «*;
j j K ^ ı f c i İ J ■.,'

• .‘ **•'?•" ■‘'T^jsfctfCİJ-i..-‘.-.-.¿u.-.; —- j -
1«Wİ. >»>,V«İ *>r > s*JÜ»^ - .,- ,j.

rum arz olunup, top atışı için izin alınır lışlarında 19 pare top atışıyle selâmlanır-
ve şehrin uygun görülen bir yerindeki ba­ dı. Orta elçilerin gemiye geliş ve ayrılış­
taryamız bu atışa katılırdı. larında ise, 17’şer pare selâm topu atılır­
Dost bir hükümdarın gününde, şayet o dı. Elçi vekili, konsolos vesair yabancı
hükümdarın İstanbul limanında savaş ge­ devlet memurları, donanmamızdan bir ge­
misi bulunmuyorsa, tören için donanmay-ı miyi ziyaret ettikleri; geliş ve ayrılışların­
hümâyûn gemilerinden biri tarafından da, tâbi oldukları devlet tarafından ken­
top atılması, kapdan - paşanın emrine bı­ dileri için atılmakta olan top miktarı ka­
rakılmıştı. dar top atışıyle selâmlanırdı.
Bir hükümdarın günü olup da, İstan­ Bir hükümdarın adı gününden başka
bul limanında savaş gemisi bulunmazsa, günlerde, o hükümdar için veya bir mil­
donanmamız gemilerinden biri tarafın­ letin yortusu maksadıyle bir nezaket ku­
dan top atılması için o devlet elçisinin ralı olarak donanmay-ı hümâyûn gemile­
Bâbıâlî’ye başvurarak izin alması gere­ rinden biri tarafından veyahut bir kara
kirdi. O hükümdarın diğer limanlarımız­ bataryasından top atılması, nizamname
da gemisi bulunmadığına göre; bu liman­ gereğinden idi.
lardaki gemilerimizden biri tarafından Bir hükümdarın günü olup da, kendi­
top atışı yapılması isteniyorsa, şehrin kon­ sinin İstanbul limanında gemisi olmadığı
solosu, gemi komutanından izin isteğin­ ve diğer devletlerin dahi gemileri bulun­
de bulunur ve komutan da keyfiyeti ora­ madığı takdirde; o hükümdarın elçisi ta­
nın en üst askerî makamına arzederdi. rafından bir gemimizden top atılması
Şayet bu askerî makam top atışına izin için Bâbıâlî'ye başvurulursa, bu vazifeyi
vermezse, bahriye kaidelerine göre yapıl­ alan tekne, alay sancaklanyle donatılır,
ması gereken top atışı, gemi komutanı­ grandi veyahut pruva direğine de o dev­
nın rütbe veya makamına uygun olarak letin bandırası çekilerek bir nöbet (bir
yapılırdı. defa) 21 pare top atılır ve sancak arya­
sı (3) vaktine kadar bu sancak dururdu.
Dost devlet büyükelçilerinden biri do-
nanmay-ı hümâyûn gemilerinden birini zi­ (3) Limanda bulunan gemilerde, güneşin ba­
yaret ettiği zaman; gemiye geliş ve ayrı­ tış zamanında sancağın indirilmesi.

84
Fâtih Sultan Mehmed’in
Edebiyatla İlgisi
Yazan: Ord. Prof. Dr. Franz Babinger
Çeviren: M. Şevki Yazman

jf ATlH’lN, resme ve bilhassa İtalyan res­


samlarına karşı takdir ve sevgisi ma­ yazanlardan, methedenlerden pek hoşlan-
lûm. Kendi sarayının içini hep bunlar va- mazdı. Sarayda yalnız bir tarih yazarı bu­
sıtasıyle süslemişti. Fakat Fâtih, aynı za­ lundurduğu ve bilhassa şahsına ait şiir
manda BizanslIların evvelce yapmış ol­ ve medhiyelerden hoşlanmadığı söylenir.
dukları eserlere karşı da sevgi ve alâka Meselâ, zamanın kudretli şâirlerinden,
göstermiştir. Meselâ, Hipodrum adiyle At- şâir Ahmed Paşa'nın arkadaşlarından «Kâ­
meydanı’ndaki meşhur üç başlı yılanın bu­ şifi» mahlâsını taşıyan şâirin yazdığı «Ga-
lunduğu sütunun fetihden sonra mutaas­ zânâme-i Rûm» adlı eser, şiir bakımından
sıplar tarafından tahrip edilmesi endişe­ da Fâtih’in hoşuna gitmiş, Kâşifî’yi, İstan­
si, genç padişaha derd olmuştur. Bunun bul’a çağırıp, mükâfatlandırmış, fakat, e-
haliyle muhafazasına çalışmasını, bazıları senn geniş sahalara yayılmasını önlemiş
açıkça dinsizlik olarak adlandırıyordu ve istememişti. Tarih yazarları bakımından
Justinianus’un bir sütun üstündeki hey­ da böyle idi. Kendi saltanatı ve kahra­
kelini ise, sırf tahrip edilmesin diye in­ manlık devirlerini şişirip yazanlardan pek
dirtti ve muhafaza altına aldırdı. Ayasof- hoşlanmaz ve yüz vermezdi. Meselâ, ken­
ya’da Hz. Meryem’in meşhur resminin ü- disiyle birlikte bu harplerde bulunan ve
zerini boyatmadı, yalnız bezlerle kapattır­ o devreleri en iyi anlatan «Dursun Bey»
dı. Bütün bozmalar, onun ölümünden son­ admdaki divân kâtibi, şâir ve tarihçinin
ra yaptırılmıştır. «Sultan Mehmed’in Fetihnâmesi» adlı
esen, Fâtih'in ölümünden hayli zaman
FÂTtH VE EDEBİYAT sonra ve II. Bâyezid zamanında yazılmış
Edebiyat bahsine gelince: Fâtih’in ede­ ve. ancak ondan sonra büyük itibar gör­
biyattan da çok hoşlandığı ve şiirler yaz­ müştür. Zaten Osmanlı tarihinin bu ilk
dığı, edebiyatçıları himaye ettiği, bilinen Kısımlanm yazanlar, umumiyetle edebiyat
bir gerçektir. Diğer taraftan, zamanının ve tasvirden ziyade, günlük vak’alan ol­
bilhassa Batı saraylarında âdet olduğu uğu gibi anlatan vak’anüvislerdir. 1413’te
üzre, hükümdarları, saraylarım ve etra- medî nin yazdığı «Iskendemâme» müs-
fmdakileri göklere çıkaran şâirlere itibar esna olmak üzere, hepsi bu cinstendir.
etmediği ve sarayında bunlardan bulun­ RahathkJa denebilir ki, Fâtih Sultan
madığı da bir gerçektir. Mehmed’ın devri, edebiyat bakımından,
Büyük fetihler yapmış, muvaffakiyetler ¿?5anan hâdiseler derecesinde parlak de­
kazanmış genç padişah, kendisi için şiir ğildir. Işm garip tarafı, kendi devrine bu
Kadar az ilgi gösteren Fâtih, edebiyatta
32
isim yapmış meşhur şâirleri ta «Herât» rafa yayarlardı.
şehrine kadar adamlar gönderip buldur­ Bunun en fena misalini şâir Lâlî’de
makta, onlara ilgi göstermekte, çok bü­ görüyoruz. Aslen Tokatlı ve Türk olan
yük hediyelerle taltif etmekteydi. şâir, sonradan İran’a giderek şâir Câmî
Meselâ, Şah Behmen’in veziri ve «Hâce-i ile dost olur. Daha sonra îranlı olduğu­
Cihan» adım almış «Ebülfadl Mahmud» nu söyleyerek İstanbul’a gelir. Padişah,
adlı zatı, «Dekkan» şehrine kadar adam­ Câmî ile alâkasını duyunca ona, Yedi-
lar yollayarak, senede bin altın hediye kule’de, eski Rum manastırlarından biri­
gönderirdi. Keza, meşhur şâir Câmî’ye sini tekke olarak bağışlar, Lâlî buraya
de aynı derecede hediyeler göndererek, yerleşir. Sonra gammazlar ortaya çıkar
sarayına davet ettiği bilinmektedir. ve bunun Tokatlı olduğunu ve îranlılık-
Molla Câmî’nin, Horasan’dan Mekke’ye la alâkası bulunmadığını padişaha duyu­
kadar Hac’ca gidip gelmesi için 5.000 du­ rurlar. Fâtih kızar ve tekkeden atar. Ye-
ka altını gönderdiği de bilinir. Keza bu nicevardar kasabasına sürgün edilir. Bu­
zatla birlikte Hoca Atâullah-ı Kirmânî' rada ilk yazdığı şiiri, Hammer şöyle ter­
yi, sarayına davet ettiği malûmdur. Fakat cüme etmiştir:
bunların İstanbul’a gelmesine ekseriya
Akkoyunlular’m padişahı ve Fâtih’in düş­ İstanbul sarayında iltifat görmek istersen
manı Uzun Haşan mâni olmuş, onları kan­ Ya Acem yahud Kürd olacaksın
Cevherin satranç tahtasında bir kıymeti yoktur.
dırmıştır. İnci, gece karanlığında bir hiçtir.
Bu davetler ve hediyeler, Fâtih’in, Fars
şiir ve edebiyatına karşı duyduğu hayran­ Şamdanın altında ışık bulunmaz
lıktan geliyordu. Iran edebiyatı, çok ta­ İnsanda anlayış ara ................
raflı ve genişti. Arap edebiyatı bunun ya­
nında çok dar ve zavallı vaziyette kalı­ Acemliğe özenenler, Fâtih zamanında
yordu. Bunu gören yerli şâirler, îranlılar’ı kendisinden evvelki ve sonraki devre na­
kıskanır, hele gözden düşenler veya iltifa­ zaran hayli fazladır. îranlı olmayanlar,
ta uğramayanlar, «Fâtih’in lûtfuna maz- onlara benzer bir ad takmıyor, şiirlerinde
har olmak için îranlı, Kürd, yahut Yahu­ Farsça’ya benzer şekil ve ifadeler kulla­
di ve Frenk olmak lâzımdır» lâfını, her ta­ nıyordu. Meselâ, o zamana mahsus «beş-

FâtUı Sultan
Mehmed’In
bir tablosu.
li» (Hamse şekli). Nizâmî’nin bu beşli­ dar, hicivleri de tanınmış, vezirliğe yük­
lerden tertiplenmiş büyük bir eseri meş­ selmiştir. Ancak malûm kıskançlıklar, kö­
hurdur. tülemeler yüzünden saraydan uzaklaşmış,
Kabul etmek lâzımdır ki, Fâtih zama­ yine Bursa’ya dönmüştür. Şurası da mu­
nında bütün gayrete rağmen, Türk ede­ hakkaktır ki, Ahmed Paşa, zamanının en
biyatçılarının, meşhur İran edebiyatçıla­ iyi Türk şâiri olmakla beraber, şiirleri e-
rı seviyesine yükseldiği söylenemez, fa­ saslı bir tetkike tâbi tutulduğu zaman,
kat bir müddet sonra ve meselâ 1503’te Iranlı Hâfız ve Câmî’den çok örnekler al­
Herât’ta yetişen şâir Ali Şîr Nevâî’nin dığı ve hele son zamanlarda Türk şâiri
Çağatayca yazdığı şiirler, îranlılar’ın de­ Mîr Ali Şîr Nevâî’den çok faydalandığı
recesinden aşağı olmadığı gibi, zamanın­ muhakkaktır.
da OsmanlI ülkesinde birçok kalpleri tes­ Ahmed Paşa'mn muhitinde yetişen ve
hir etmiştir. isim yapan bir de şâir Necâtî vardır ki,
Bunlara karşı en kötü tesiri, Moğol is­ şiirlerinin hayli rağbet toplamasına rağ­
tilâsı yapmış, Acemce gerilemiş, İran e- men, aslının Hıristiyan olduğu ve genç­
debiyatı susturulmuş, yerini edebiyatla liğinde köle olarak çalıştığı anlaşılınca,
pek alâkası olmayan bir Arapça almıştır. gözden düşmüştür.
Şaşılacak şey, Fâtih’in (Avnî) mahla- Fâtih’in sadrâzamlarından Mahmud Pa­
sıyle yazdığı ve takriben 80 şiirden yapıl­ şa’mn da iyi bir şâir olduğu ve «Adnî»
mış «Dîvân» mı Türkçe yazmış olmasıdır. mahlasıyle bazı şiirler yazdığı malûm ise
îki itimada şâyân insanın, Latiyfî ve de, zamanından geriye pek bir şey kalma­
Kınalı - zâde’nin esaslı kaynaklara da­ mıştır. Yalnız yaptırdığı caminin yanın­
yanarak verdikleri bilgilere göre, Fâtih, daki medreseye imkân buldukça gider ve
otuz Osmanlı şâirine ayda bin akça para talebeleri toplayarak, onlarla şiir üzeri­
bağlamış imiş. Bu, doğrusu, şiire ve ede­ ne görüşürdü. En büyük zevki bu idi.
biyata karşı büyük bir sevginin tezahürü­ Fâtih zamanında yetişmiş ve şiir yaz­
dür. Çünkü Fâtih zamanında meşhur ol­ mış iki de kadın vardır. Bunlardan biri­
muş ve isim yapmış tek şâir olarak, Bur- si 1474 - 75 senesinde ölen Zeyneb Ha-
sa’daki Ahmed Paşa'yı tanıyoruz ki, o da, tun’dur. Dîvânını, Fâtih Sultan Mehmed’e
Fâtih’in babasının sevgisine mazhar ol­ takdim ettiği söylenir. Ötekisi Mihrî Ha­
mamıştır. Sonradan, Fâtih’in teveccühü­ tun olup, 1506 - 7 senelerinde memleketi
nü kazanmış, kazasker olmuş, şiirleri ka­ Amasya’da ölmüştür.

Fâtih’in türbesi.
Topkapı Sarayı hazine dairesindeki
çok değerli askılardan biri.

Yazan: Dr. Sedat Kumbaracılar

35
hürlettirdi. Yavuz Sultan Selim: «Benim
altınla doldurduğum hâzineyi, benden
sonra gelen her kim mangırla doldurursa
hazine anın mühriyle mühürlensin ve il­
lâ benim mührümle mühürlenmekte de­
vam olunsun» diye vasiyette bulunmuştu.
Oyma yazılı yuvarlak mühür şimdi, hâzi­
nede teşhir edilmektedir.
Hazine daha evvelleri harem-i hümâ­
yûnda bulunuyordu. Bir rivayete göre, Ye-
dikuie’de de bir hazine vardı. Hâzinenin
idaresine ük zamanlar haznedâr unvanıy-
le, Sultanahmet’te cami ve mektep yap­
tıran Firuz Ağa getirilmiştir. Daha sonra­
ları bu unvan, hazine kethudâlığma çev­
rilmiş, buna rağmen hazine kethüdaları­
na, haznedâr da denmeye devam edilmiş-
tir.
Hâzineye ait bir eser yazılmıştır. Bu
eserde, teşhir edilen eşyalara dair izahat
bulunmaktadır. Hazine ilk defa Abdülme-
cid zamanında tanzim edilmiştir. Kırım
Savaşı dolayısıyle müttefiklerimiz olan
Fransız, Italyan, Ingilizler, çok sayıda İs­
tanbul’u ziyaret etmişler ve bu vesile ile
hazine-i hümâyûn ük defa ziyaretçilere
açılmıştır.
Hazine dairesi, padişahlar zamanında
irade-i seniyye, yani padişahın arzusu^ a-
lınarak ziyaret edilirdi. Ancak cumhu
yet devrinde halka açılmıştır.

terleri*

sa^m ı ^i^CT^to^m iüeha^ı^geriritaiştır.


Alman mütehassıs dört gün
şarak, önüne getirilen
kik etmiş ve raporunu maliye bakanngı
na vermiştir. Aynı zamanda ^ r a y a
da giderek orada bulunan ve tantıı a g
ri °'m ayS . , T ^ t t * £ £ £

Hazine-i Hümâyûn’un açılması sırasında yap, lan merasim.

rr OPKAPI sarayındaki hazine-i hümâyû-


F ^ r • hümâyûnun bulunduğu şimdi eşyaların teşhir edildiği dört salon
1 nu kurmayı ilk düşünen padişah Ya­
vuz Sultan Selim’dir. Savaşlarda ele ge­ devrinde yaptırılmıştır. Fâtih’i vardır. ğersiz olduğunu söyledi.
“ T A ™ ~
Tamamen yontma taştan ve kısmen de
çirilen ganimetlerin en kıymetlileri, hü­ Söylend^ « S Bİ mermerden yapılmıştır. Giriş tarafında
1950 senesinde Demokrat Parti ıküda-
kümdarlardan gelen hediyeler, gözden dü­ d iav,n rtk dlğl da söylenmektedir. I
şen ve vazifesinden uzaklaştınlanlann mü a,an- end' r t " ' » « " * :
hiç bir penceresi yoktur. S Ü S « *
sadere edilen kıymetli mücevherat nev’in- YAVUZ’UN VASİYET!
den malları hâzineye konur ve bunlar pa­
dişaha mal edilirdi. vkatta
5 ? k„
^ J tyardır.
r ba5Bunların
T d,r d"üç Evvelce hazine dışarıdan geçme bir ki­
atta bulunmaktadır, üst kısımda litle kilitlenir ve Yavuz’un mühüriyle mü­
3« 37
sene geçmiştir. Mütehassısların raporları
hakkında hiç bir yayın yapılmamıştır yan-ı dikkat satırlara rastlanmaktadır:
Hazine-i hümâyûn, padişahın hazinesiy- «retıhten_ sonra bazı nadir kitaplarla,
dı. istediği şekilde hareket serbestisini ^Şyay-ı garibe ve nefise, hazine-i hümâ­
haizdi. Buna rağmen kendileri için pek yunda hıfz olunduğuna dair çok söz edil-
kullanmaya yanaşmazlardı. Her culûs-ı mıştır. Ancak papaların eski nadir kitap-
hümâyûn vukuunda, hazine-i hümâyûn rı elde etmek için gönderdikleri adam-
muayene edilirdi. Bu meyanda ilk olarak TJ' baz‘ . Olunmaz Yunanca kitapların
mukaddes emanetler gözden geçirilirdi hümâyûnda bulunduğunu temin
Hâzinenin ilk ziyaret günü sarayın bütün l-ın l? f \ ; Ve taraftan Toskana düka-
şahsiyetleri hazine kapısının önünde ha­ lahiiVeıVene<?llc balyozları bu kitapları ça-
zır bulunur, kapının mühürünü bizzat Pn ,ere u>ce akçalar vaat, Fransız el-
kendisi kaldırırdı. Bir, iki en yakınlarıy- ^ ! e nufuzlarmı kullanmışsa da, bir
le hâzineye girerek müfredat defterini tet­ Ş ey bulamamışlar.»
kik ederlerdi. Daha sonra eşyaları tetkik Her ne kadar Rum patriği, kitaplar ça-
ederler ve sair bendegânın içeri girip gez­ ınmadı diye yazıyorsa da, halen kitap­
melerine müsaade ederlerdi. Bu münase­ lar mevcut olmadığına göre, îlyas Efen-
betle tatlı, şerbet ve kahve ikram edi- uı nın de işaret ettiği gibi satılmış ve ya­
lirdi. bancı ellere geçmiştir.
Hazine kethudâlan değiştiği zaman, tes­ Mevacip, yani aylıkların temini için ha-
lim ve tesellüm dolayısıyle ekseriya hâ­ para bulunmadığı zamanlar, hazi-
zinede fazla görülen eşya, zülüflü balta­ . ulunan altın ve gümüş şamdan,
cılarının tellâllığıyle. Çinili Köşk meyda­ ?.a g*b! eŞya çıkarılmış ve darphane­
nında müzayede ile satılırdı. ye gönderilmiştir.
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin ,„SnU‘tan„ReŞad'ln iradesiyle çok ince do-
kardeşi, Letaif-i Enderûn adlı eserinde, su l u? lymetli seccadeler de saray men-
hâzinede bulunup da satılan kitaplar hak­ zerierin,? Vl nlm lştir- TeŞhir edilen ben-
kında bir yazı bulunmaktadır. Rum pat­ müzesinrf11 NeW York Metropolitan
riği Kostandiyos’un İstanbul’a dair yaz­ m??esınde bulunmaktadır.
dığı eserde, satılan kitaplara dair şu şâ- lum n/nrH laC,1, da hazine-i hümâyûnda bu­
lunuyordu. Vezir Murad Paşa’nın, impa­
38
rator murahhası Dr. Pezen’e yazdığı mek­ sair hazine mensuplan ve hazine hoğuşu
tupta buna dair yazı bulunmaktadır: «Sul­ enderûn efendileri, kapısının iki tarafı­
tan Süleyman, 'Mohaç sahrasında kral na sağlı ve sollu dizilirlerdi. Bütün ha
Layoş’a lâzım gelen cevabı verdikten son­ zırolanların redingot giymeleri usulden­
ra, Erdel kral-ı sadık ve mutii Yanoş’u di. Hazine kâhyası mühürü kaldırır, baş
krallıkta bırakarak, hazine-i hümâyûnda yazıcı kapıyı açardı. Hep birlikte içeri gi­
saklı murassa Macar tacını ona ihsan rerlerdi. Eşyanın bulunduğu çekmece, do­
edüp, Budin’i muhafaza etmek üzere sek- lap, raf, hücresi önüne gidilir, hazır bu­
banbaşım kalede bırakmıştır.» lunanların gözleri önünde çıkarılacak eş­
ya defterde bulunur ve yanma işaret edi­
Hâzinedeki eşyadan on binlertcesi de lirdi. İçeri girenler ellerini ceplerine so­
Sultan Abdülhamid tarafından Yıldız sa­ kamazlardı. Eşyayı taşırken son derece
rayına aldırılmıştır. Bu husus İzzet Kum- dikkat ederlerdi. Şayet çıkarılacak eşya
baracılar’ın bir yazısında belirtilmekte­ çok kıymetli ise, hatt-ı hümâyûn ile yazıl­
dir: «Abdülhamid’in, Topkapı sarayı hâ­ mış bir pusula da deftere iliştirilirdi.
zinesinden almış olduğu on bin parçayı
mütecaviz tarihî ve kıymeidâr eşya ve Bugün millete mal edilmiş bulunan hâ­
bu meyanda birçok mücevheratı noksan­ zinenin muhafazası kolay bir şey değildir.
sız, zorluklara ve itirazlara rağmen istir­ Bugün de, eskiden olduğu gibi hareket
dat etmiş ve yağmadan kurtarmışım.» edildiğinde şüphe yoktur. Envanterlerin
Hazine iki defa Anadolu’ya nakledilmiş­ çok muntazam yapılmış olması bir zaru­
tir. Birinci Dünya Savaşı'nda Konya ya, rettir. Hattâ, mevcut eşyanın envanteri­
daha sonra da Ankara’ya gönderilmiştir. nin bir suretinin Millî Eğitim Bakanlığı n-
Bu esaslar nelerden ibaret bulunuyordu: da bulunması lâzımdır. Müze müdürü de­
Yavuz Sultan Selim’in mühürü, hazine ket- ğiştikçe, envanterler gözden geçirilmeli ve
hudâlannda, iki kat kapısının anahtarı değişiklikler varsa bunlar üzerinde de an­
da hazine-i hümâyûn başkâtiplerinde bu­ laşmaya varılmalıdır. Hazine, ecdat yadi­
lunuyordu. Hazine-i hümâyûndan bazı eş­ gârıdır. Bugüne kadar çok esaslı ve na­
yanın çıkarılması icap ettiğine dair pa­ muslu ellerde kaldığı içindir ki, zayiat
dişahın iradesi çıktığı zaman kâtipler ve az olmuştur.

Topkapı
Sarayı’ndaki
değerli
eşyalardan
bir sorguç.
1
il i itiiılif IIe v i n H â t ır a la r ı: 5

Ermeni Tehciri
Meselesi
Yazan: Taha Toros

R AHMETLİ Sadrâzam Tal’at Paşa’mn,


hâtırâtı yoktur. Hâtırat diye kaleme
başlayan bu harekette, Adana’ya en son
sıra gelecekti. Ancak Çukurova'da her an
aldığı hususlar, yalnız Ermeni meselesi­ kan dökülecek vahim durum olduğu için,
ne aittir. Zira Ermeni göçü meselesi, It- Adana’nın da bir an evvel tehcir mıntı­
tihad ve Terakki Cemiyeti aleyhine fazla kasına alınmasını, alınmadığı takdirde,
istismar edilen bir mevzu olmuştur. Cebel-i Lübnan’a adım atmayacağımı Da­
Şahsen benim başımdan da bununla hiliye Nâzın Tal’at’a (Paşa) telgrafla ar-
alâkalı birçok vak’a geçmiştir. Hattâ mü­ zettım. Bir de liste yolladım. Tal’at, der­
tarekede dîvân-ı harbe verilmekliğim ve hal bu ricamı yerine getirdi.
sonunda Malta’ya sürülmekliğim için bu­ Tal’at Paşa’ya çektiğim bu telgrafla,
lunan sebepler arasında, Ermeni mesele­ gönderdiğim listenin müsveddeleri, müta­
si başta gelmektedir. Bu mevzuda başım­ rekeden sonra, İstanbul’daki evimin aran­
dan geçen hâdiseleri şu suretle hülâsa ması sırasında ele geçti ve başıma iş aç-
edebilirim: tı. Tevkif edilerek, Nâzım Paşa dîvân-ı
1 nisan 1909 tarihindeki Adana ayaklan­ harbine verilmiştim. Bana günlerce bun-
masında, memleketim olan Çukurova’da lann hesabı soruldu.
birçok Islâm ve Ermeni kanı akıtılmıştı. Nihayet Tal’at Paşa beni, hem de hiç
Adana ihtilâlinin üzerinden altı sene sormadan kabinesine aldı. Cebel-i Lüb­
geçtikten sonra, imtiyazlı Lübnan muta­ nan da bir buçuk yıl süren vazifemden
sarrıflığına giderken, memleketimde bir­ ayrılarak İstanbul’a geldim. Tal’at Paşa
kaç gün kalmak istedim. Bu misafiretim kabinesi hakikaten güç şartlar içerisinde
sırasında, Adana'da yeni bir Ermeni me­ mevkie gelmişti. Hemen işe başladım,
selesinin doğmak üzere olduğunu hisset­ ı al at Paşa istifa edinceye kadar bu va­
tim. zifeye devam ettim.
Hükümet, karışıklık çıkarması muhte­
mel olan Ermeniler’in göç ettirilmesine f^PİŞAH, BEKAR NAZIR
karar vermişti. Ancak bu işe bir plan da­ İSTEMİYOR!
hilinde başlanıyordu. Evvelâ Erzurum’dan Nâzır olduğum zaman 43 yaşındaydım.
Bu yaşa kadar evlenmemiştim. Talebeli­ Tal’at Paşa'nın mahcup ve rica yollu
ğim ve ilk memuriyetimden beri hayatım sözleri karşısında güldüm. O zamana ka­
politika gürültüleri içerisinde geçtiğinden dar evlenmemiş kimselerin nâzırlığa tâ­
selâmeti bekârlıkta buluyordum. Kırkın­ yin edilmediklerini bilmiyordum. Sadrâ­
dan sonra evlenmeyi düşünmemiştim. zama:
Bir gün Tal’at Paşa'nm benim için bir — Kimi buldun? dedim.
hayat arkadaşı aradığını haber aldım. Al­ — Ahmed Ratib Paşa'nm torununu!
lah rahmet eylesin; Paşa, bana bir şeyler — Aman Paşa; bu adam Abdülhamid’in
söylemiyordu. Tabiatını bildiğim için, em- başhafiyesi ve adamıydı. Bizler bu gibi
rivakie maruz kalacağıma hükmettim. insanlarla mücadele için uğraştık. Hürri­
Sadrâzam, bir gün Nafıa Nezâretine yetin ilânından sonra bunların rütbelerini
geldi. Bir suç işlemiş gibi rengi kızarmış­ dahi kaldırdık. Tal’at Paşa masaya elini
tı. Ellerini oğuşturarak: vurarak:
— Ben, senin için hayırlı bir işe teşeb­
büs ediyorum veya bir suç işliyorum, de­ — 0 iş başka, bu iş başka!... Torunun­
di. dan dedesine ne? deyip fazla konuşturma­
— Hayrola Paşa? dedim. Gülerek ilâ­ dı.
ve etti: Sadrâzamın teklifini mülâyim karşıla­
— Padişah hem müteassıp, hem derviş- madığımdan, akşam Cavid'i (eski Maliye
meşreb bir zattır. Sana büyük teveccühü Nâzın) göndermiş. Birlikte Kulübe git­
var. Var ama, Ali Münif'i evlendirin. Ben, tik. O da aynı mevzuda ısrar eyledi. Me­
bekâr nâzır istemem! diye tutturdu. Ben ğer, Tal’at Paşa üzerime onu memur et­
de evlendireceğime söz verdim. miş. Neticede Paşa’nm dediği oldu.

Tal’at Bey (Paşa)


dahiliye nâzın
iken
meb’usluktan
ayrılarak
dahiliye
müsteşan olan
Ali Münİf.

65
Ali Münif,
1896 yılında
Mülkiye’den
şehadetnâme
aldığı gün.

AHMED RIZA BEYLE


İHTİLÂF müzakeresi sırasında söz alarak büyük
münakaşalara sebebiyet verdi. Eski hiz­
İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, gerek metlerini ortaya döktü. Abdülhamid’in
yurt içinde, gerekse yurt dışında inkişafı­ kendisine saraylar ve köşkler, arabalar
na büyük hizmet ve himmet eden vatan­
perver Ahmed Riza ile İttihadçılar'ın git­ (1) Eski Meclis-i Meb’usan Reisi Halil Bey
tikçe arası açılıyordu. (Menteşe) merhum, Cumhuriyet gazetesinde
Meşrutiyet'in ilk senesinde meclis re­ neşreylediği hatıratında, Ahmed Riza Bey'den
isliğine seçilerek, milletin kendisine şük­ bahsederken diyor ki:
ranım ödemeye çalıştığı bu mefkûreci a- Ahmed Riza Bey’e bir defa Sirkeci'de Ali E-
dam, sonradan belki kendisini azametli fendi lokantasında rastladım. Karşısına otur­
görüşünden, belki fikir ayrılıkları yüzün­ dum. O zaman Meclis-i Meb’usan dağıtılmıştı.
den, fırkaya yüz çevirmişti!
Ayan arkadaşlarımın ahvalini, bilhassa Sami Pa­
îstibdad idaresine boyun bükmeyen hür­ şa • zade Halim Bey’i sordum. «Halil Bey on­
riyet kahramanının, cemiyetle ihtilâfa lar iplerini boyadılar» dedi. aNe gibi beyefen­
düşmesi hepimizi müteellim etmişti. Bil­ di?» deyince de, «Doksanar lira tekaüt maaşı
hassa hayatının son senelerindeki ıstırabı, alıyorlar» dedi. «Aman beyefendi, Halim Bey
bizleri pek üzmüştü (1).
gibi bir zat için doksan liranın ne ehemmiyeti
Ahmed Riza Bey bir teşrifat adamıydı.
vardır?» demekliğim üzerine: «Bende o da yok»
İri boyu, gösterişli etvarıyle, nazarlara demiş ve gözleri yaşarmıştı.
heybet verirdi.
0 mücahit-i hürriyet, büyük bir vatanperver,
Nâzırlığımızm son senelerinde Ahmed
Riza Bey, âyan âzâsı idi. Mecliste darül- mücessem bir feragat idi. Hayatının son gün-
erini büyük yoksulluk ve ıstırap içinde bitir-
eytamlara (yetim yurtlan) dair kanunun
i. Bu, millî tarihimiz için bir facia olmuştur.

66
hediye etmeyi teklifinden ve bunları red­ rı, fırka içerisinde fiskosları arttırıyordu.
dettiğinden bahsetti. Bu meyanda, Kan­ Bir gün Tal’at Paşa’yı pek müteessir
dilli binasım nasıl alıp, bir mektep hali­ gördüm. Vicdanen muazzepti, durum fe­
ne koyduğunu anlattı. Maçka'daki evine na gidiyordu. Onunla, senli benli konuşur­
mektebe ait eşya götrüdüğü yolundaki ken, samimî olarak fırka hizmetine dön­
maarif nazırının, Meclis-i Meb’usan’daki mesini, sadrazamlıktan ayrılmasını teklif
beyanatının yersizliğine dokundu. ettim! Omuzuma, iki elini koyarak, üz­
gün bir surette gözlerime baktı:
HALEB MEB'USLUĞUM — Ben de ne zamandan beri bu fikir­
Nafıa nâzın olduğum zaman, meb’us de­ deyim Ali Münif! dedi ve ilâve etti: İsti­
ğildim. Kabineden şahsen istifam veya fayı düşünmüyor değilim. Ama, çekilir­
kabinenin günün birinde istifası, yahut sem sadârete, haris Enver gelecek diye,
da tekrar kurulacak bir kabineye girip istifa etmiyorum...
girmeyeceğim hususlannın meçhul bulun­ Hükümeti tevdi edecek adam bulsam
ması yüzünden, ihtiyatî bir tedbir olmak derhal çekileceğim. Bu milletin mukadde­
üzere, münhal bir meb'usluğa intihabım ratı, sadrâzam olarak Enver’in eline geç­
fırkaca tensip kılınmıştı. mesin diye kararımı tatbik edemiyorum.
Tal’at Paşa bu mevzuu bana birkaç de­ Bir gün kabinede, cephelerdeki durum
fa açtı. Ben de meb’usluk için memleke­ hakkında, başkumandan vekilinin gelip
tim olan Adana’yı veya Mersin’i tercih e- izahat vermesini istedik. Nâzırlar, günü
deceğimi söyledim. Fakat oralarda mün­ gününe cephe vaziyetinden malûmattar
hal yoktu. Adana’ya yakın olan Haleb'de değildi. Ortalıkta birçok fiskoslar vardı.
yer açılınca, meb'usluğa namzet gösteril­ Enver Paşa — cephe vaziyeti dolayısıy-
dim. Bu seçimi, îtilâfçılar’ın muhalefetine le — heyet-i vükelâya derhal gelemedi.
rağmen kazandık. Yalnız, bir hafta sonra gelerek, izahatta
bulunacağını bildirdi.
TAL’AT PAŞA'YA Bir hafta sonra Enver Paşa, elinde bir
İSTİFA TEKLİFİM takım haritalarla geldi. Haritaları masa­
Tal’at Paşa, sadrazamlıkta yorulmuş ve nın üzerine serdi. Evvlâ Filistin^ cephesi­
ezilmişti. Sultan Reşad ölünce, Vahided- ni işaretledi. O günkü sahne hâlâ gözü­
din mecburen aynı kabineyi muhafaza et­ mün önündedir. Haritadaki işaretleri gös­
ti. Eski padişahın Tal’at Paşa’ya, îttihad- tererek, Filistin cephesinde 4’üncü, 7’nci
çılar'a sevgisi vardı. Yenisinin veliahtlı­ ve bilmem daha kaçıncı orduların ve bir
ğından beri Itilâfçılar'la işbirliği yaptığı de müstakil fırkanın bulunduğunu söy­
malûmdu! ledi. Bu orduların kolordulardan da iba­
Tal’at Paşa, bir aralık İttihad ve Terak- ret olduğunu ilâve etti.
ki’nin iktidardan çekilmesini, taze kudret Bu beyanat bize, orduları kolordulara,
yaratılması zımnında geride çalışılması­ kolorduları fırkalara ve her fırkada bu­
nı düşünmüştü. İlerigelen îttihadcılar, ik­ lunması lâzımgelen asker miktarını zih­
tidardan çekilmeyi asla doğru bulmadı­ nimizde hesaplamak fırsatını verdi. Aşa­
lar. ğı yukarı yarım milyon askerin cenup
cephesinde bulunduğuna inandık!
Enver Paşa, kabinedeki izahatını sevinç
Sultan Vahideddin tahta geçince, Tal’at verici bir haberle bitirdi. Hattâ, «Ingılız-
Paşa’yı hemen değiştiremezdi. Buna hem ler, Filistin cephesinden bir kısım asker­
kuvveti kâfi değildi, hem de harpteydik. lerini dahi Garp cephesine çekmişler­
Bu değişiklik, bir fırka kavgasına fırsat
verebilir, tehlikeli olabilirdi. dir,» dedi. ..... .
Heyet dağılmadan ben, son verdiği ha­
Son aylar zarfında Enver Paşa, artık berin neye istinat ettiğini sordum. Paşa,
Tal’at Paşa’yı dinlemiyor, kabineye, harp Almanlar’m esir aldıkları Ingiliz askerle­
safahatı hakkında dilediği malûmatı ve­ rinin ifadelerinden bahseyledı. ilaveten,
riyordu. Hattâ sık sık izahattan çekini­ Ingilizler Gaip cephesine buradan kuvvet
yordu. ayırmasalar dahi, Filistin cephemizin as­
Tal’at, cephelerdeki durumumuzdan, la yıkılamıyacağım ve bilâkis düşmanın
memleketin iç halinden müteessirdi. Bir bu cepheden korktuğunu söyledi!
taraftan sulh çareleri aranıyordu. Ancak Aradan üç gün geçti. Nazır arkadaşla­
hükümet etrafa karşı zâhiren harp saha­
sındaki kararında azimli görünüyordu. rın çehrelerinde hissedilir bir kırıklık var­
Enver Paşa’nın hırsı, bir kısım ricâli de dı Yüzlerindeki izlerin mânâsı az sonra
üzüyordu. Kahramandı, cesurdu; fakat, anlaşıldı: Filistin cephemiz sukut etmiş­
Umumî Harb’e girmekteki acelesinden ti! Hattâ Enver Paşa’nın ordu diye bah­
sonra, başkumandanlıktaki bazı hatala­ settiği iki birlikten haber yoktu. Yalnız

67
Mustafa Kemal Paşa’dan, geri çekilir­ bindir. Onun komitacılığı kadar, vicdanı
ken gelen bir telgrafla, vaziyetin vahame­ da temizdi. Vatan ve milleti uğrunda, ken­
ti öğreniliyordu.
disini harap edercesine sarfettiği mesai­
İçim içime sığmıyordu. Enver Paşa’ya den zevk alan, sevk ve idaresi üstün, iha­
bütün hiddetimle hücum ettim. Nâzır ar­ tası geniş bir devlet adamı idi.
kadaşlara dönerek: «Daha üç gün evvel
başkumandan vekili bize bu odada, Fi­ ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin âbi-
listin cephesinin sağlamlığından bahset­ delenndendi! Berrak bir karaktere sahip­
ti. Asla haris değildi. Mevki hırsı olan­
mişti. Bu cephede korkulacak bir şey ol­ ların temayüllerini ıslaha çalışır, fakat
madığı teminatım vermişti. Halbuki bu­ bunu, karşısındakini kırmadan, ustaca
gün, bahsettiği cepheden eser yok» de­ yapardı. Soğukkanlı, ketum bir insandı.
dim ve ilâve ettim: «Ya kendileri bize
yanlış malûmat verdiler. Ya kendileri yan­ Yalnız, kötü insaniann seyyiatını yüzüne
lış malûmat almışlardır. Bunun her ikisi vurmaktan çekinmez ve açık konuşurdu!
de affedilmez bir suçtur. Vebâli de ken­ TAL’AT PAŞA
disine aittir!»
HAKKINDA GÖRÜŞÜM
Enver Paşa kıpkırmızı oldu. Dalgın dal­
gın haritaya bakarak sesini çıkarmadı Dürüstlüğün ve faziletin timsali dense
Kabine İçtimamda söylediğim bu sözleri' caizdir. Bu meziyetleriyledir ki Ittihadçı-
mütarekede, harp mücrimlerinin muhake­ lar, onu taparcasına severlerdi.
mesi için kurulan dîvân-ı harb’e verildi­ Eğer onun birleştirici, teşkilâtçı mesa­
ğim zaman da tekrarladım. Zabıtlarda isi ve ikna kudreti olmasaydı, fırka içe­
mevcuttur. risindeki feveranlar önlenemezdi! Fırka­
Daha sonra Bulgar cephesi de bozul­ nın kuruluş ve taazzuvuna ne kadar hiz­
du! Enver Paşa müşkül durumdaydı Ic met etmişse, içerdeki didişmeleri ve men­
bünyedeki bezginlik, harbin yıkıcı tesiri faatleri yatıştırmakla da harice karşı iti­
had bir dereceye gelmişti. Bu vaziyet kar­ barını arttırmıştı.
şısında, Veliahd Mecid Efendi’nin, Enver Tal’at Paşa gayet zeki idi ve kuvvetli
Paşa’ya istifa teklifinde bulunduğu şâvi bir hâfızaya malikti. Hangi zamanda ne­
oldu. 3 ler konuşulmuşsa, aradan seneler geçtik­
O akşam hariciye nezâretine gittim Nâ- ten sonra dahi aynen cümleleri tekrarlı-
zır Ahmed Nesimi ile görüştüm. 6 da yabilirdi. Cahil değildi. Bazılan onun cahil
istifa etmek istedi. Posta Telgraf Nâzın bir telgrafçı olduğunu söyler. Halbuki o,
Haşim Bey de bize katıldı. Fakat, bu ikin­ Selânik hukukunda üç sene okumuş ve
ci istifa talebimiz de hoş karşılanmadı­ jurnalcılann takibi yüzünden, mektebi bi-
ğından, ister istemez hizmete devam olun tırememişti. Olgun bir hayat mektebinden
du. mezundu. Okumayı sever ve her okudu­
ğundan hisse kapardı.
TAL’AT PAŞA Ruhen komitacıydı. Teşkilât yapmayı
KABİNESİNİN İSTİFASI sever, ihtilâfh işleri hâl ve faslda meta-
Umumî Harb’i kaybetmiştik. Toprak ser­ net ve sabır gösterirdi. Onun bulduğu for­
vet, insan gibi çeşitli büyük zayiata uğra­ mülleri düşünmeden, incelemeden bulmak
dığımız bu muharebe, bir bakımdan Os­ pek güçtü. Paşa’mn garip tabiatları da
manlI împaratorluğu’nun mukaddemiyle vardı. Komitacıların evli olmasını iste­
ilgiliydi. Tarih, bu harpteki hata ve se- mezdi. Zira, evli olmanın ve eve bağlılı-
vapian yazacaktır. gm mefkûre vazifesini ifaya mâni olabi-
eceğmı söylerdi. Komitacı insan, geride
Kimseyi düşünmemelidir. Düşünürse, adı­
Mukadder akıbet sezilince, Tal’at Pa­ mını tereddütle atar derdi.
şa, harbe karar veren iktidar fırkasıyle Kendisi de pek geç evlenmişti. Her ar-
birlikte sahneden çekildi. Bu belki de adaşına zengin kız bulurken, kendisi
geciken bir karardı. para ve pula nefreti yüzünden— fakir
bir kız almıştı.
Son günü Tal’at Paşa, nâzırlara vaziye­
ti çıplaklığıyle izah ederek, istifa ânmın Çocuğu olmamakla beraber, olanları kıs-
geldiğini belirtti, istifa karan müttefikan anır gibiydi! Çocuk sevmez görünürdü,
verildi. ıfer taraftan çocuğu olmamasını merak
Vahideddin, Tal’at Paşa’mn istifasını t ..erf k’ gizlice tahliller yaptırmıştı! Bü-
kabul ederek, İzzet Paşa’yı yeni kabine ° * tahmier' kendisinin çocuğu olma-
kurmaya memur etti. y cağı neticesini vermekle beraber, hiç
Tal’at Paşa, bu milletin, başı dara gel­ te^ su r alâmeti göstermemiştir.
diği zaman yetiştirdiği, nâdir insanlardan . a, ir,d l- “ attâ bu yüzden kendisine ge-
edıyeleri sattığı da malûmumıızdur.
68
Zıyâ Gökalp şerefine Adana Lisesi’nde verilen çay ziyafetinde hazır bulunanlar; sol­
dan itibaren ön sırada; Zıyâ Gökalp, o zamanki Adana Valisi Refet Bey (Refet Ca-
nıtez) ve cumhuriyetin İlânından sonra, Adana belediye reisi olan Ali Münlf Bey.

İstifasından sonra Almanya’ya firar ha­ umumî kâtip Midhat Şükrü, Kara Kemal
zırlıkları yaparken, nesi varsa sattı. ve Vâsıf ve diğer arkadaşlar memleket
Sultan Reşad kendisine ne hediye et­ hizmetinin güçleştiğini anlıyarak, adını
mişse almamıştı. Zorla hediye ettiği oto­ değiştirmek suretiyle siyasî hüviyetinin
mobili, fırkada arkadaşların da ısrarı ü- idâmesine karar verdiler. Bu suretle It-
zerine kabule mecbur oldu. Padişah ölüp, tihad ve Terakki Fırkası, «Teceddüt Fır­
yerine Vahideddin geçince ve Tal’at Pa­ kası» na inkılâp etti.
şa da bir müddet sonra istifa edince, o- Tal'at Paşa, firarından evvel kararını as­
tomobili saraya iade etti. Saraydan hedi­ la ifşa etmedi. Hayatından emin olmadı­
ye edilen otomobilin, sadrâzamlıktan isti­ ğı için yurt dışını tercih etti. Almanya'ya
fa edince iadesi gerektiğine kaniydi. kaçarken hiç parası yoktu. Evvelâ Sul­
Vahideddin, otomobili geri gönderdi ve tan Reşad’m hediye ettiği otomobili sat­
Tal’at Paşa’ya şu haberi yolladı: tı. Maaşından biriktirdiği, bir miktar tah­
— Biraderim, bunu Paşa’ya hediye ola­ vili vardı. Bunlar da arkadaşların delâ­
rak vermiştir. Hediyelerin geri alınmıya- letiyle Karaso Efendi'ye devredildi. Gerek
cağı tabii olmakla beraber, böyle bir iade­ otomobilden, gerekse tahvil satışlarından
nin kabulü de abes olur. hatırımda kaldığına göre 5500 lira kadar
Tal’at Paşa istifasından sonra, fırkada para elde edildi. Paşa bu paranın yansı­
çalışacakların yenilenmesi ve hattâ fırka­ nı evine bırakarak, diğer yansıyle Alman­
nın adının bile değişmesi fikrindeydi. Ne- ya’ya gitti.
tekim o kaçtıktan sonra, fırkada çalışan Almanya’daki akıbeti malûm. Bütün mil-
letimizin kalbini sızlatan bir kurşunla öl­ larla gizli bir toplantı yaparak, memleke­
dürüldü! Orada iken de parasızdı. Hat­ timizin halâsı uğrunda mesaide bulunmak
tâ harbin son ayında Romanya'ya buğday üzere, bir cemiyet teşkiline karar verdik.
satın alınması için gönderilen üç yüz bin Bu cemiyet sayesinde, İstanbul hükü­
lirayı, Almanya’ya geçerek kendisine tes­ metiyle, icabederse Düveli Müttefika ma-
lim eden İttihadçı arkadaştan bu parayı kamlanyle temasa geçerek, hukukumuzun
almadı. Mustafa Kemal’le muhabere ede­ sıyanetine çalışacaktık. Cemiyetin merke­
rek, bunun tamamım Millî Mücadele hiz­ zi için Sultanahmet’ten Divanyolu’na gi­
metinde sarfolunmak üzere Anadolu’ya den cadde üzerinde bir ev kiraladık.
gönderdi.
Bu cemiyetin kurucuları arasında eski
Millî Mücadele’ye ölünceye kadar hiz­ Ayan Reisi Menemenli - zâde Rif’at Bey,
met etti. Cavid Bey’le Enver, Cemal ve eski sefirlerden Tarsuslu Mısrî - zâde Sey-
Mustafa Kemal Paşalarla muhabere e- feddin Bey, İsmail Safa (merhum eski
derek, son nefesine kadar çalıştı. Cemal Millî Eğitim Bakanlarından Safa özler),
ve Enver Paşaların mücadele yıllarında Yusuf Zıyâ (Ziraat Bankası idare Mec­
Anadolu'ya girip pişmiş aşa su katmala­
rını da Berlin’den önledi. lisi Reisi Yusuf Zıyâ Erzin), kardeşi Ba-
ha, Doktor Operatör Yusuf Zıyâ (Yusuf
Tal’at Paşa’mn bir Ermeni kurşuniyle Zıyâ Ozbakan), Subhi Paşa-zâde Abidin,
öldürülmesi bütün dünya efkârını meşgul İstanbul’da Savni Beyler bulunuyordu.
etti.
Uzun muhakeme safahatım kara günler­ Reisliğe Ayan Reisi Rif’at Bey’i seçtik.
de gözyaşlanmızla okuduk. Yurdun halâ­ Ben, Ittihadcılar’m son kabinesinde vazi­
sından sonra, kemiklerinin yurda getiril­ fe almış olduğumdan, İsmail Safa da A-
mesine çalıştık. Fakat zamanında yapılan dana’dan firar edip takip edilmekte bu­
teşebbüsler semere vermedi. I. Cihan Har- lunduğundan, cemiyette faal vazife alma­
dık.
bi’nin meşhur şahsiyeti ancak, II. Cihan
Harbi içerisinde Hitler’in müsaadesiyle Cemiyet bir müddet iyi çalıştı. İstanbul
yurda getirildi. Hürriyet-i Ebedîye tepe­ işgal makamlarına Kiliya’nm coğrafî, ta-
sine konulan ölülerin azizlerinden biri de rihî durumu ve Türk’lüğü hakkında ista-
rahmetli oldu. tistikli ve vesikalı bir muhtıra verdik. Ce­
miyette faal olarak vazife alan eski Brük­
ENVER VE CEMAL PAŞALAR sel Sefiri Seyfeddin Bey (rahmetli Seyfed-
HAKKINDA GÖRÜŞLERİM din Derman), Fransız işgal makamlarının,
Tarsus’daki hemşerilerine iyi muamele
Bunların ayrı ayn meziyetleriyle kusur­ yapacakları vaadini alması üzerine içti­
ları vardı. Evvelâ bu iki paşanın arası Dek malara iştirak etmedi. Faaliyetimiz bu
iyi gitmezdi!
yüzden sekteye uğradı.
Enver, Cemal’e nazaran gençti. Daha a-
teşli idi. Cemal ise, biraz mütekebbir ve
m ü t a r e k e d e t e v k if im
şatafatlı bir askerdi. Ona, Suriye’deki Or
du Kumandanlığı’nda Suriye Fâtihi der Tal'at Paşa kabinesi istifa ettikten son­
lerdi! Zaman zaman Enver’i kıskanırdı. ra, izzet Paşa kabineyi kurdu. Itilâfçı
Enver Paşa, umumî harpte, Kafkas cen- komiteciler harekete geçtiler. Bilhassa
hesmde tifüsten ölen Hâfız İsmail Hakkı Damad Ferid Paşa’nın sadaretinde büs­
Paşa ile birlikte, saraya mensup sultan­ bütün işi ileri götürdüler.
larla evlendiler. Bu izdivacı da el altından itilâfçılar’ın teşvikiyle bir taraftan harp
Koca Tal’at hazırladı. aan suçluları, diğer taraftan kalburüstü itti­
Sultan Reşad’a, saray neslinin itfa­ hatçılar tevkif ve muhakeme ediliyordu.
sından ve halka kız alıp verme gibi içti­ Her ihtimale karşı, Şişli’deki evinmde bu­
mai münasebetlerin faydalı olacağından lunan mühim evrakla muhaberatı, emin
mükerreren bahsetmişti. bir yere naklettim.
Padişah razı olmuş ve Tal’at’a, dâmad Evimin aranacağı haberini verdiler. Mü­
olacakları seçmesini söylemişti. Enver him bir şey bırakmadığımı zannederken,
kanı temiz, cesur, ateşli ve mahçup bir evimiz baskına uğradı ve buldukları ba-
kumandandı. Hakkı Paşa da hatip ve f1 nıuhabere evrakı yüzünden tevkif edi­
natuk, gayet nazik bir zat idi. Hakikaten lerek Bekir Ağa bölüğüne ve Nâzım Paşa
hususî meziyetleri olan bu iki zat, sara­ riyasetindeki dîvân-ı harbe sevkedildim.
ya tavsiye edildi, izdivaçları bu suretle Suç olarak hakkımda isnad edilen mev-
vukubuldu. zu, Ermeni muhaceretiyle ilgili olarak,
Mütareke akabinde Çukurova evvelâ în- bu işi tahrik edişim gösteriliyordu. Evim­
gilizler, sonra Fransızlar tarafından işgal den emin bir yere nakleylediğim bilcümle
edildi. İstanbul’da bulunan Çukurovalı- sıyası ve gizli evrak ele geçmemişti. Yal­
nız bir bavulun cep kısmında, dahiliye
70
müsteşarlığından Cebeli Lübnan muta­ olduğum sırada (yıl 1910) karşıma çıktı.
sarrıflığına giderken, Adana’dan dahiliye Çeçeyan adında bir Ermeni'yle evlenmiş,
nâzırına keşide eylediğim telgraf müsved­ kocası Ankara Reji Müdürlüğü’ne tâyin
deleri ele geçmişti. İmhasını unuttuğum edilmişti. Eski bir aile dostu sıfatıyle,
bu vesika, aleyhimde suç delili olarak kul­ vali ikametgâhına gelir giderledi.
lanılıyordu. Madam Çeçeyan’m o zaman bir oğluy-
Bu telgrafımda Tal’at Paşa’ya, karışık­ le bir kızı vardı. Kocasıyle oğlu. Ermeni
lık çıkarmaya müheyya olan Adana Er­ tehcirinde kaybolmuştu. Kendisi kolejde
menilerinden bir kısmının da tehcire tâ­ okuyan kızıyle İstanbul’a yerleşmişti.
bi tutulmasını teklif etmiştim. Nafıa nâzırlığım esnasında, İstanbul’da
Bu telgrafın ele geçirilmek için evime karşıma çıkan Madam Çeçeyan, evimize
nasıl casus sokulduğunu kısaca anlata­ sığınmak ve yeni doğan çocuğuma, (ki 3
yım: aylıkken üremiden vefat etti) bizzat da­
Gençliğimde Gelibolu’da maiyet memu­ dılık etmek istiyordu.
ru bulunduğum sırada (1896 senesi), Kara­ Gün görmüş, münevver bir kadının da­
bet adında Ermeni bir komşumuz vardı. dılık gibi bir vazife istemesi beni hayli
Bunun genç ve çok güzel olan hemşiresi düşündürdü. Evvelâ cevabı red verdim.
evimize gelir giderdi. Çok münevver bir Fakat ısrarı, yalvarması üzerine evimize
kızdı. Komşuluk münasebetiyle aile dos­ aldık. Kadın, çocuğuma süt anne de bul­
tu olmuştuk. du.
Senelerce sonra bu kız, Ankara Valisi (Devamı var)

71
Kahve ve
Kahvehaneler

Yazan: Cemil Yener

U AHVE kelimesi, dilimize Arapça’dan uşakların kahve içmeye çok düşkün ol­
** geçmiştir. Eski Arapça’da bu kelimenin duklarını söylüyor.
anlamı «şarap» tır. Keyif verici bir içki Dîvân şairlerinin gösterdikleri bu ilgi­
olduğu için, Araplar’ın bu adı verdikleri sizliğe karşılık halk, kahveye büyük değer
düşünülebilir. verir. Kahve, Türk atasözlerine, deyimle­
İnsanlık, şarabı ve birçok alkollü içki­ rine girmiştir: «Bir fincan kahvenin kırk
leri binlerce yıldan beri tanır. Doğu’nun yıl hatırı vardır», «Köylünün kahve cez­
ve Batı'nm en eski metinlerinde ve kut­ vesi kanaca ama sürece», «Kahve - tütün,
sal kitaplarda (Tevrat’ta, Incil’de, Kur’ân’ keyfler bütün» gibi. Türkülerine girmiştir:
da), Iran ve Grek destanlarında şarabın «Kahve Yemen'den gelir
adı geçer ama kahvenin ve çaym adına Bülbül çimenden gelir».
rastlanmaz. Islâm dünyası ve Batı, bun­
ları çok daha geç tanımış ve içmeye baş­ «Kadifeden kesesi
lamıştır. Kahveden gelir sesi» gibi.
Bugün yeryüzünde en büyük üreticisi Bir kimseyi evimize çağırmak için «Bir
Brezilya olan kahve, eskiden memleketi­ acı kahvemizi içmesini teklif ederiz. Sa­
mize Yemen’den gelirdi. Eğer Yemenliler, bah yemeğinin adı: «Kahvaltı», bir rengin
eski çağlardan beri kahve içmesini bilse­ adı da «kahverengi» dir.
lerdi, kahvenin oradan Araplar’a, Israil- Büyük Türk şâiri Karacaoğlan, bir se­
oğulları’na ve Mısır’a geçmesi gerekirdi; maisinde esmerliğini küçümseyen güzele:
böylece de bütün dünyaya yayılırdı. Anla­ «Ağalar, beyler içerler
şıldığına göre, Yemenliler de kahve içme­ Kahve de kara değil mi?»
yi geç öğrenmişlerdir. Eski Arapça’da kah­ Diye sitem eder. Bu sözler, Karacaoğ-
venin adı bulunmaması da bunu gösterir. lan’m yaşadığı çağlarda, kahvenin ancak
Şarabı çeşitli benzetme ve süslerle öven zenkin konaklarında içilebilen, ele geç­
dîvân şiiri, kahvenin adım bile anmaz. mez bir şey olduğunu düşündürür. Yakın
Dîvân edebiyatı dışında kalan eski eserle­ zamanlara kadar, Karacaoğlan m Türk
rin bazılarında, kahveden: «Esmer Yemen halk şâirlerinin altın çağı olan XVII. a-
dilberi» diye söz edilir. Ama İstanbul’da sırda yaşadığı sanılıyordu ama, yeni araş­
XVI. asırdan beri bol bol kahve içilir. Bu tırmalar onun XVI. asırda bile büyük bir
yüzyılın büyük tarihçisi Gelibolulu Alî şöhret sahibi olduğunu ortaya koymuştur.
Bey, bir eserinde, saraylarda ve konaklar­ Tarih kaynaklan kahvenin İstanbul’a
da bulunan cariyelerin, içoğlanlannın ve XVI. asırda geldiğini bildiriyor. Tarihçi
Alî Bey, İstanbul’da kahvehanelerin 1553’ lup taştı; oturup duracak yer bulunmaz
te açıldığını ileri sürer ama, XVII. asrın ° ^ u; Bu yerler o kadar şöhret kazandı ki,
büyük tarihçisi Peçevî İbrahim Efendi, büyük mevki sahipleri dışında, bütün yü­
bu konuda daha geniş bilgi verir ve ilk ze gelen kimseler, ellerinde olmadan, ora­
kahvehanelerin 1516’da açıldığını yazar. ya devam etmeye başladılar».
Peçevî, şöyle anlatmaktadır: Yine Peçevî’nin anlattığına göre, imam­
«922 (1516) tarihine gelinceye kadar İs­ lar, müezzinler ve kaba sofular: «Halk
tanbul’da ve bütün Rumeli’de kahveha­ kahvehanelere alıştı, mescide kimse gel­
ne yoğidi. Bu yılın sonunda Halep’ten mez oldu», «Kötülük yeridir; meyhaneye
Hakem, Şam’dan Şems adında iki kişi gitmek, kahvehaneye gitmekten daha iyi­
gelip, Tahtel - kal’a’da (Kale altı demek­ dir,» demeye ve yasaklanması için vaız-
tir. Bugünkü Tahtakale) birer büyük dük­ lar vermeye başladılar. «Bir şey, kömür
kân açıp kahve satmaya başladılar. Key­ haline gelirse haramdır» diye fetva çıkart­
fe düşkün bazı kimseler, hele okur - ya­ tılar. Bununla birlikte, çağın büyük din
zar takımından birçok seçkinler, orada adamı Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi’nin:
toplanmaya başladılar. Kimi kitap ve gü­ «Kahvehanelere devam edenlere ne yap­
zel şeyler okur, kimi tavla ve satranç oy­ mak gerekir?» sorusuna karşı verdiği A-
namakla vakit geçirir, kimi de yeni söy­ rapça kısa bir fetva çok yumuşaktır ve
lenmiş gazeller getirip sanat ve bilgi üze­ aşağı yukarı: «Ettiklerini bulsunlar,» mâ-
rine sohbetler yapardı. Dostlan bir ara­ nâsmdadır.
ya toplamak için birçok para harcayıp, Kahve ve kahvehaneler, yasaklamak için
ziyafetler veren kimseler, bir, iki akça harcanan bütün gayretlere rağmen, yur­
kahve parası vererek daha tatlı toplantı dun her köşesine hızla yayıldı. XVI. as­
safası eder oldular. Iş o kadar ilerledi ki, rın ikinci yarısında İstanbul'da ve impa­
buraya devam eden azledilmiş devlet ratorluğun birçok yerlerinde kahvehanele­
adamlan, kadılar, müderrisler ve bir kö­ rin sayısı günden güne arttı. Yavaş yavaş
şeye çekilmiş işsiz güçsüz kimseler: «Böy­ sınıflara ayrılarak her sınıf halkın kendi
le bir eğlenecek ve gönül dinlendirilecek aralarında toplanabileceği kahvehaneler
yer bulunmaz» dediler. Kahvehaneler do­ ortaya çıktı. Buralarda oynanan oyunlar

Pıene Lotı kahvesinin manzarasını teshil eden eski bir gravür.


İstanbul'un
tarihî
kahvehanelerinden
Pierre LoïVnin
girişi.

ki Türk konaklarında ve evlerinde yapı­


arasına kumar da girdi. lan toplantılarda, misafirlere çeşitli şer­
XVI. asrın sonlarına doğru, III. Murad
zamanında bir ara bütün kahvehaneler betler ikram edilirdi. Bu an'ane, Anado­
kapatıldı ama bu tedbir de kâr etmedi. lu’nun birçok yerlerinde bugüne kadar ya­
«Koltuk kahvesi» adı ile mahalle araları­ şamaktadır. Hattâ bazı bölgelerde, nişan­
na ve dükkân arkalarına kayan kahveha­ lanan bir kız için «nişanlandı» diyecekle­
nelerin sayısı zaman geçtikçe daha da ço­ ri yerde, «şerbeti içildi» derler.
ğaldı. .. Türk halkının kahveye gösterdiği itibar,
İstanbul’da kahveye karşı gösterilen ilk biraz da, keyif verici olduğu halde, dinin
tepkilerden sonra hava yumuşamış ve o- onu yasaklamamış olmasından ileri gelir.
nu: «Şehveti ve uykuyu kestiği için, evlı- Sonra, kahve içmek ve misafire ikram et­
yâlara yakışır bir içkidir» diye övenler, mek, zengin olmayı da gerektirmez.
bu düşüncelerini de din ululan ve şeyhle­ Kahvehanelerin gördüğü rağbetin sebe­
rin ağzından, kahvenin faziletleri hakkın­ bini de, insanların bir araya gelme, konu­
da söylenmiş sözlerle desteklemeye çalı­ şup anlaşma ve dertleşme, bir arada eğ­
şanlar bile olmuştur. lenme ihtiyacında arayabiliriz.
BOZAHANELER Kötülüğün giremiyeceği bir yer, sızmak
XVI. yüzyılda, İstanbul’da bozahaneler için yarıklar bulamıyacağı bir engel dü­
de vardı. Bunlar, iki türlüydü. Bir kısmın­ şünülemez. En asil duygularımıza kadar
da ekşi boza içilirdi. Ekşi boza sarhoş e- sinebilen kötülük, kahvehanelere de gir­
decek kadar alkollü olduğu için, haram miş ve onları yer yer birer kumar, mis­
olduğuna dair fetva vardı. Bu bozahane- kinlik ve ihmal yatağı haline getirmiştir.
lere gitmek, meyhaneye gitmekle bir tu­ Bunların yanında, bilgi, sanat ve kültür
tulurdu. Tatlı boza haram değildi. Bun- yuvası olan kahvehaneler de var. Büyük
lann içildiği bozahanelere gitmek, kahve­ romancımız R. Nuri Güntekin de, «Ana­
hanelere gitmek gibiydi. dolu Notlan» nda, kahvehaneleri bu ci­
Tarih kaynaklarından ve fetva kitapla­ hetten ele alır ve onları, yeryüzünün en
rından çıkardığımız yukarıdaki bilgilerin demokrat milleti olan Türkler in, çeşitli
çoğu İstanbul’la ilgilidir. memleket, dünya ve hayat meselelerini
İstanbul’da olsun, Anadolu’da olsun, es­ görüştükleri bir yer göziyle görür.

87
J
Asırlık Hastanelerimiz: 1

1 /İ P - II
R ö p o rta j: ö z Dokum an
Fotoğraflar: Turan Gene

AGMURUN inceden yağdığı puslu yık bir gayret ve fedakârlıkla çalışan Dr.
bir gündü. Zeynep - Kâmil Hastane­ Fahri Atabey, Zeynep - Kâmil Hastanesi’ni
siyle, Sağlık Koleji'ni gezip dolaştım. kelimenin tam anlamıyla ihya ederek bu­
Neler görmedim ki orada... günkü hale getirmiş. Şimdi hastane man-
Erken doğmuş çocuklar gördüm, kuvöz­ zûmesinde çeşitli seksiyonlardan başka
lere konmuşlardı, karanfil fidanı kadar bir de sağlık koleji var.
ince kol ve bacaklarını oynatıp duruyor­ Zeynep - Kâmil Hastanesi'nin yeni baş­
lardı, doktorlar yaşatmaya çalışıyorlardı hekimi Dr. Burhaneddin Üstünel. Genç ve
onları. Doğuştan felçliler gördüm; sonra­ enerjik bir doktor. Yerinde duramıyor
dan çocuk felcinin kahredici pençesine âdeta, her hastayla ayn ayn meşgul olu­
yakalanmışlar gördüm. Daha iyi yaşamak, yor, bir an derman verse onlara, gözleri
daha hür hareket etmek için ümit dolu mutlu mutlu ışıldıyor.
gözlerle, doktorlara, öğretmenlerine bakı­ — Garip bir kuruluşu, garip bir kaderi
yorlardı. Sağlık Koleji’nde gepegenç hem­ var bu hastanenin değil mi? diyorum. Bü­
şire adayları gördüm... yük bir aşkla, hattâ tarihe geçecek bir
Ve neler öğrenmedim ki... aşkla başlamış her şey.
Hastanenin girişinde bir türbe var... Dr. Burhaneddin Ustünel, içten bir gü­
Benzerine belki de başka yerde rastlan­ lümsemeyle bir an bana bakıyor, sonra
mayacak bir şey bu: Hastane bahçesinde hızlı hızlı:
bir türbe. Burası Zeyneb Hanım ve Kâ­ — Zeyneb Hanım’ın ne derece iyilikse­
mil Paşa’nm ebedî istirahat yeri. Hayat­ ver bir insan olduğu hemen herkesin ma­
larını büyük bir aşkla geçiren, adları iyi­ lûmudur, diye sözü alıyor. Kaç yerde çeş­
lik âleminde efsâneleşen bu çift, ebedî uy­ me yapmış, kaç muhtaca yardım elini u-
kularına bu en büyük hayır eserlerinin zatmıştır. Hele burası. Düşünün bir kere,
bahçesindeki tü rir devam ediyorlar. 1860 yılında o zamanın hemen en modem
Her an rahmetle ve minnetle anılarak... bir hastanesi inşa ettiriliyor. îki yılda ta­
Zeynep Kâmil manzûmesi muhtelif blok­ mamlanan bina, Zeyneb Hanımla, Yusuf
lardan meydana gelmiş muazzam bir Kâmil Paşa'nın şahsî servetleriyle yapıl­
sağlık sitesi. Genel olarak doğumevi diye mıştır,
bilinir. Gerçi hastanenin kuruluş gayesi
de bu... Ancak yıllar yılı Dr. Fahri Atabey AŞKIN YÜCE KUDRETİ
gibi bir başhekimin idaresinde bulunma­ Burhaneddin Üstünel'in odası oldukça
sı, bu kuruluşa, eşsiz bir hüviyet ka­ büyük; çağla yeşili bir halı zemini oldu­
zandırmış. Zeyneb Hanım ve Kâmil Paşa’ ğu gibi kaplıyor, kapıdan girince tam kar­
nın fedakârlık ve iyilikseverliklerine lâ­ şınıza gelen duvara, koca koca, Atatürk’ün

33
Zeynep - Kâmil
Hastanesi’nin
dışarıdan
görünüşü.

bir sözü yazılmış: «Türk, övün, çalış, gü­ şa istiyor ki, bu hatırşinas, fıkarasever kı­
ven». zı evlenip mesut olsun. Hususî kâtibi Kâ­
Dr. Üstünel mesleğinin ve Zeynep - Kâ- mil Efendi’yle kızını evlendirmeye karar
mil’in âşıklarından biri. Bunu sözlerinden veriyor. Bu, sonradan sadrâzam olan Yu­
hemen anlıyorsunuz. suf Kâmil Paşa'dır. Durun, azıcık da o-
— înanır mısınız, daha tıp talebesiyken nun hayatını anlatayım. Yusuf Kâmil Pa­
bu hastaneye devama başladım. Yani 1942 şa Arapkir’de doğmuştur. Gökbeyi hane­
yılında. Bu semtte oturuyorduk. Hem ü- danından İsmail Bey-zâde Mehmed Bey’
niversiteye gidiyor, hem de hastanede ça­ in oğludur. Amcası Gümrükçü Osman Pa-
lışıyordum. 1948 yılında üniversiteyi biti­ şa’nın yanında okumuş, Arapça, Farsça ve
rip, buraya asistan oldum. Ondan sonra­ Fransızca öğrenmiştir. Gençliğinde Dî-
sı malûm işte, ihtisas yaptım, burada ça­ vân-ı hümâyûn kalemine devam etmiş a-
lıştım. Haa, bir ara Burdur Devlet Hasta­ ma bu görevi kısa sürüyor, sonra Mısır’a
nesinde de bulundum.
gitmiş. Kısa zamanda kendisini sevdirip
— O halde hastanenin her devresini iyi Mehmed Ali Paşa’nm itimadını kazanarak
bilirsiniz?
— Eh, oldukça. onun maiyet kâtibi oluyor. Neticede iki
genç evleniyorlar, ama Mehmed Ali Paşa’
— Peki kuruluşunu? mn ailesi bu evliliğe karşı çıkıyor.
Burhaneddin Üstünel, gözlerini dışarı Burhaneddin Üstünel tam sözünü bitir­
çevirip, puslu havada donuk görünen ko­ mişti ki, kapı açıldı, uzun boylu, şakakla­
ca binaya baktı bir; sonra anlattı: rı hafiften k ır la ş m ış bir doktor girdi oda­
— Her şey bir aşkla başladı. Evet yüce ya. Başhekim:
b i r a ş k la h e m d e. P re n s e s Z e y n e b H a n ım ­
— Arkadaşımız Doç. Dr. Zıyâeddin Ak-
efendi, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali bay, diye ta n ış tırd ı.
P a ş a ’n ın ü ç ü n c ü k ız ıd ır. Zeki b i r k ızd ı, iyi
bir öğrenim gördü. Babası Mehmed Ali Zıyâeddin Akbay, hem hastanede görev-
n d o k to r la r d a n , p r e m a tü r e se rv isi şefi,
Paşa’nın en sevdiği kızlarından. M. Ali Pa­ hem de Zeyneb - Kâmil Anne ve Çocuk
54
Zeynep ■ Kâmil
Hastanesl’nl
bugünkü modem
durumuna
getiren
Belediye
Baş kanımız
Doç. Dr.
Fahri Atabey
(yukarıda).
Hastane
doktorlarından
Doç. Dr.
Kut Sarpyener,
bir hastanın
ayağına
tıbbî
müdahalede
bulunuyor
(sağda).
Sağlığını Koruma Demeği Başkam. — Demek Zeyneb Hanım’la evlenmele­
— Zeyneb Hanımla Yusuf Kâmil Pa- rine bir rüya sebep olmuş diye gülümse­
şa'nın evlenişini dinliyorduk, dedim. dim.
Bir müddet onunla konuştuktan sonra
başhekime dönüp: ZEYNEB HANIM
— Anlatın, anlatın, dedim. Zeynep Ha­ îbnülemin Mahmud Kemal’in kardeşi,
nım la Yusuf Kâmil Paşa’mn evlenişini an­ Ahmed Tevfik Bey’in de. Prenses Zeyneb
latın. Hanımefendi hakkında 50 yıl evvel yazdı­
Burhaneddin Üstünel, büyük yeşil renk­ ğı makale neşrolunmak üzere iken, san­
li demir masadan kalın kalın iki dosya çı­ sür, buna mâni olmuştu. Zeyneb Hanım’m
kardı; kâğıtları ve resimleri önüme serdi. hususiyetlerini çok iyi anlatan bu yazının
Burhaneddin Üstünel’in masanın üstü­ bir kısmını sadeleştirerek alıyorum:
ne sermiş olduğu resimleri, dosya kâğıt­ «Zeynep Hanım, eski Mısır Valisi Meh­
larını, şurada burada yayınlanmış hâtı­ med Ali Paşa'nm üçüncü kızıdır. 29 sa-
raları karıştırıyorum. Birden gözüm İb- fer 1241 senesinde Kahire’de doğdu. Pek
niilemin Mahmud Kemal Inal’ın yazdığı zeki olduğundan okuyup yazmayı az za­
«Son Sadrâzamlar» adlı esere ilişiyor. manda öğrendi. Yaşı ve bilgisi ile kıyas
Zıyâeddin Akbay: olunamıyacak derecede zekî olduğundan
— îbnülemin Mahmud Kemal, bize bü­ babası, seçilecek zevcin kendisiyle hem
yük ilgi göstermiştir, diyor. Bu ilgisini ayar olmasını istiyordu. O sırada Meh­
hastanemizi ziyareti sırasında izhar etti. med Ali Paşa’nın hususî kâtipliğinde bu­
Yusuf Kâmil Bey'in, Dîvân-ı hümâyûn'da lunan Yusuf Kâmil Bey (eski sadrâzam
kâtipten, Mısır’a neden gittiğini şöyle an­ Yusuf Kâmil Paşa merhum) Paşa’nm ö-
latır: Buna, Yusuf Kâmil Bey’in gördüğü teden beri takdir ve teveccühünü kazan
bir rüya sebep olmuş. Rüya da şu: Meh- mıştı. Kızım onunla evlendirmeye karar
med Ali Paşa bir çimenlikte otururken verdi. Hicrî 1261’de Kahire’de izdivaç me­
Kâmil Bey geliyor ve Paşa ile tanışıyor. rasimi icra edildi.
Bir zaman sonra Mehmed Ali Paşa kal­ O asır şâirlerinden Kâzım Efendi:
kıp gidiyor. Fakat giderken enfiye kutu­ Eder tahsin Kâzım iimm-1 dünya böyle
sunu unutuyor. Kâmil Bey kutuyu alıp tarihi
derhal Paşa’ya takdim ediyor. Mehmed Azîz-î Mısra Yûsuf oldu İzzetle
Ali Paşa, bu dürüst hareketten çok mem­ güzel dâmad
nun kalarak, Kâmil Bey'e ihsanlarda bu­ tarihini söylemiştir.
lunuyor. Bu rüyadan sonra Kâmil Bey ar­ «Zevç ve zevce birbirine meftûn olmuş­
tık İstanbul’da kalamıyor, Mısır’a gidip lar idi ki, muvakkaten de olsa birbirin­
Mehmed Ali Paşa’mn hizmetine giriyor. den aynlmak zorunda kaldılar. Kâmil Pa-

Zeynep - Kâmil Hastanesl'nln bir zamanki durumu. Resimde görülen harap yapı ni­
saiye koğuşuydu.
Eski Zeynep - Kâmll’in koğuşlarından biri.

şa, Mısır’da Asvan’a sürüldü. Bu izdiva­ Çok defa kendisini tanımayacak surette
ca kalben muvafakat gösteremeyen er- arkasına bir yeldirme takar, yakınların­
kân-ı aile, o vakit, Mehmed Ali’nin ten­ dan bir kadını yanına alıp gezinmeye çı­
sibine muhalefet edememişti. Ancak Meh­ kardı. Ekseriya Yakacık mezarlığında bir
med Ali'nin ölümünden ve onun yerine, set üzerine oturur; gelip geçen köylü ka­
Kâmil Paşa hakkında garazkârâne fikir­ dınlarla konuşurdu. Köylerinde ne gibi
ler besleyen Abbas Paşa’nın tayininden şeylerde müşkülât çektiklerini; çeşme ve­
sonra. Kâmil Paşa'nın uzaklaştırılmasına saire gibi hayır eserlerine ihtiyaçları olup
karar verildi. Paşa, 3 ay ve mükerreren olmadığını, gelinlik kızlan bulunup bulun­
ölümle tehdit edildikten sonra, vaki olan madığını sorardı.
giy» müracaat ve Sadrâzam Reşid Paşa’ «Bir gün Yakacık'ta bir tarlanın kena-
nın keyfiyeti Sultan Abdülmecid’e arzet- nndan geçerken, bir kadının birkaç kök
mesi üzerine, Kâmil Paşa’nm muazzezen helvacı kabağını çapalamakta olduğunu
İstanbul'a gönderilmesi hakkında ferman görür. Kabağın, mevsimi geldiğinde ken­
sâdır oldu. Paşa, İstanbul'a getirildi. Ha­ dine verilmesi üzere güzelce sulanıp ba­
nımefendi bir müddet daha zevcinden ay­ kılmasını ihtar eder. Vakti gelir kadın ka­
rı kaldı. Sonra o da geldi. Abbas Paşa’nın bağı getirir. 15 altın kadar bir atiyyeye
zulmen nikâha karıştırdığı fesadın iza­ nâil olduktan başka, her sene kendisi için
lesi için sarayda, Reşid Paşa, Kâmil Pa- böyle güzel kabak yetiştirmesini tenbih
şa’nın ve Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey eder. Biçare kadın sevincinden gûya taze
de Zeynep Hanımefendi'nin vekilleri ol­ can bulur.
mak üzere, saray erkânı hazır oldukları «Zeynep Kâmil Hastanesi haricinde, Pa-
halde, nikâh yenilendi. Yeni evliler, Reşid şa'nm ve Zeynep Hanım'm diğer eserleri­
Paşa’nın yalısında bir hafta misafir kal­ ni sayalım:
dılar. «Kartal halkı, içme suyu olmadığından
«Bu iki âşıkm ikinci defa buluşmaları; sıtmanın pençesine düşerek perişan ol­
birbirlerine muhabbet ve hürmetlerinin makta idiler. Hanımefendi bu halden ha­
bir kat daha artmasına sebep oldu. Ha­ berdar olunca, — kendilerini daima hay­
yatlarının nihayetine kadar saadetten saa­ ra sevkeden, Paşa’nın akrabasından —
dete nail oldular. Evvelâ Hocapaşa’da sa­ mühürdarı Mehmed Emin Paşa’yı (peder-1
tın aldıkları konakta, bilâhare Vezneciler’ fakir) bu işe memur etti. Mühendisler
de inşa ettirdikleri konakta her tür­ celbedildi. Bağlarda menba suları aran­
lü huzur ve rahat içinde yaşadılar ve pek dı. Yakacık civarında ve Kartal'a iki sa­
çok kimseyi yaşattılar. at mesafede gayet nefis bir su keşfolun-
«Hanımefendi daima sadeliği tercih e- du. Ayrıca etraftan icra kılman hafriyat­
der, debdebe ve ihtişamdan uzaklaşırdı. la başka sular da bulundu. Muntazam yol-

57
Hastanede
bugün
en modern
metodlarla
hasta
bakılmakta,
bebeklere
ve analara
büyük
ihtimam
gösterilmektedir.

lar yapılarak su, Kartal’a indirildi. Çarşı­ «Hanımefendi, her sene birkaç defa
nın ortasında 4 musluklu büyük ve süs­ türbeye gelir, zevcini ve kendi müstakbel
lü bir ve mahalle arasında ufak diğer bir karargâhını ziyaret eder, hastaneyi gezer,
çeşme yaptırıldı. ihsanlarda bulunurdu.
«Hicrî 1282’de vükelâ ve ekâbir aileleri «Evet, bir çocuğu yoktu. Lâkin binler­
davet olunarak mükemmel ve mutantan ce âciz ve yetimin annesiydi. Evlâddan da­
bir ziyafet verildi. Büyük bir kalabalık ha hayırlı âsar bıraktı. Konağında ve ya­
huzurunda resm-i küşad icra olundu. Çeş­ lısında her gün nimetinden ve ihsanından
menin haznesine şerbet doldurulup mus­ faydalanan nice muhtaç, bahusus rama­
luklardan akıtıldı. zanlarda konağın ve yalının içini, dışını
«Hanımefendi; bundan başka, çeşmeler, dolduran her sınıf halk yedirilir, ihsanla­
tekkeler, zaviyeler, fukarahaneler tamir ve ra nail olurdu.
inşa ettirmiştir. «Allahp-ruhunu şâd etsin»
«En büyük hayırlarından biri de, vakfi­
yesidir. Mısır’daki çiftliklerinin hasılâtın- HALKA HİZMET AŞKI
dan mühim bir meblâğı Mekke ve Medi­ Hastanenin tarihçesini inceleyenlerin
ne ile başka yerlerdeki bazı mübarek ma­ başında bilhassa Dr. Mehmet Akün geli­
hallere ve hasılâtın bir kısmını vefatından yor. Dr. Akün'le, başhekimin odasında
sonra cariyeîerine ve hizmetinde bulunan tanıştık.
adamlara tahsis etmiştir. Yüzlerce aile Dr. Mehmed Akün, güleç yüzlü, hoş­
bundan faydalanmaktadır. sohbet bir insan. Ben, hemen konuya gir­
«1293 Rus muharebesindeki hizmet ve dim. Dr. Akün:
ianeleri de hamiyetinin büyük şahididir. — Konu hem ilgi çekici hem de çok
«İdrak ettiği padişahlar tarafından dai­ yüklüdür, dedi. Çok çalıştık üzerinde.
ma riayete mazhar olarak Sultan Abdül- — Sizce, Abbas Hilmi Paşa’mn, Yusuf
mecid tarafından nişan makamında mu­ Kâmil Bey’i Asvan’a sürmesi sadece bu
rassa tasvir-i hümâyûn verildiği gibi, Sul­ yüce aşkı kıskandığı için midir? diye sor­
tan Abdülhamid Hân tarafından ihdas o- dum.
lunan «Muavenet» nişanının murassa bir — Efendim, çeşitli kaynaklar türlü se­
kıt’ası verilerek mâbeyn ve hassa ordusu bepler ileri sürüyor. Bir sebep de şu: Kıb-
müşiri Gazi Osman Paşa vasıtasıyle Be­ nslı Kâmil Paşa, «Tarih-i Siyasî» adlı e-
bek’teki yalısına gönderilmiştir. serinde: Abbas Hilmi Paşa, büyük baba­
58
sı Mehmed Ali Paşa’nın, Fransız tarafta­ Demirkapı’daki Taya Hatun camiinin
rı olduğunu ve Fransızlar'a aldanarak bü­ yanması üzerine Yusuf Kâmil Paşa, cami­
yük felâketlere uğradığını, bu fena neti­ yi yeniden yaptırıyor ve üzerine:
celeri bildiği için, Mısır’daki Fransız po­ Daye Hatun burada yapmıştı bir mâbed
litikasına taraftar olanları memleketten İşte ezcümle bu âciz kulun şükrederim;
uzaklaştırdığını, bunlar arasında Yusuf Etti bu camii ihyaya muvaffak Mevlâ.
Kâmil Paşa, Sami Paşa, Subhi ve Kâmil Cami yanmış; kendisi yeniden yaptır­
Bey'lerin bulunduğunu kaydeder. Bu tari­ mış; yine de ilk yapanın ismini başa alıp
hî bilgi bize şunu göstermektedir: Kâmil kendisinden âciz diye bahsediyor, ve bu­
Paşa sadece Zeynep Hanım’m eşi olduğu nu yapabildiğinden dolayı da Tann’ya
için değil, Fransız taraftarı olduğu için şükrediyor. Ne alçak gönüllülük, değil mi?
Mısır sarayından sürgün edilmiş, gözden — Hastanenin kuruluşu nasıl olmuş
düşünce de, Zeynep Hanım’dan zorla bo- acaba?
şatılmıştır. öyle ya, Zeynep Hanım, Mı­ — Efendim, Kâmil Bey ve Zeynep Ha­
sır hanedanına mensup bir prensestir. nım İstanbul’a gelince, ikinci defa evle­
Burhaneddin Üstünel atıldı: niyorlar. Yusuf Kâmil Paşa, «Refika-i âci-
— Yalnız bir gerçek var. Zeynep Ha- zâneleri ile beraber bir eser vücuduna mu-
nım’la Yusuf Kâmil Paşa birbirlerini se­ vafakiyet niyetiyle Üsküdar’da Nuhkuyu-
viyorlar. Bu ayrılış ikisini de çok üzüyor. su semtinde bi’l - iştirâ 15.000 arşın mik­
Sonra Zeynep Hanım büyük bir servet sa­ tarı bostanın sahası vasatında 100 adet
hibi ama, Yusuf Kâmil Paşa da asil bir karyolayı istiâb edecek derecede maa
aileden, kültürlü, edîb... müştemilât bir guraba hastanesi...» yapıl­
Birden hatırladım; öyle ya, Yusuf Kâ­ masına izin verilmesi için padişaha mü­
mil Paşa’nın şiirleri vardır. Fénélon’un racaat ederek gerekli izni alıyor.
ünlü eseri «Télémaque» ı tercüme etmiş, Bu, büyük hastanenin kurulması için
bu olay, devrinde bir hâdise yaratmıştır. atılan ilk adım... Daha sonraki geliş­
Söyliyorum bunu. Mehmed Akün: melerin de başlıbaşına bir hikâyesi var.
— Efendim, sadece edîblik yanı mı?
diyor Ya, halka hizmet aşkı? O da, eşi Gelecek sayımızda:
Zeynep Hanım da, halka hizmet için ya­ İKİ BAŞHEKİM —
rışırlardı âdeta. Bakın küçük bir misal: İKİ BELEDİYE REİSİ

Zeynep Hanım ile


eşi Sadrâzam
Yusuf Kâmil
Paşa’nın
hastane
bahçesindeki
türbesi.
[ TTÎHADÇILAR ve harp suçlularının şa bize harp harekâtı hakkında askerî bil­
muhakemesi bitmişti. îşgal makamları, gi verirlerdi.
birçok vatandaşın Malta’ya sürülmesine Bu esaret hayatında Fethi (Fethi Ok­
karar verdi. Bizim grup 1 mayıs akşamı yar) ile İngilizce ders aldık. Hocamız, bi­
İstanbul’dan vapura bindirildik. Veda için zimle tevkif edilerek Malta’ya gelen bir
evime dahi bırakmadılar. Refika —günü Alman'dı. Birçok arkadaşlar İngilizce’leri­
yaklaşmış vaziyette— hâmile idi. O va­ ni ilerlettiler. Cahid (Hüseyin Cahid Yal­
ziyette vapura geldi. Sandalda veda ettik. çın) hepimizden daha evvel söktü, fakat
Malta esaretimiz 23 ay sürdü. Biz, bi­ konuşamazdı.
rinci kafilede tevkif edilerek sevk olun­ Eski Sadrâzam Prens Said Halim Pa­
muştuk. Bizden sonra ikinci kafile geldi. şa, mânen hepimizden farklı tarzda yetiş­
Malta’da îngilizler bize bir nefer tayı­ tirildiği halde, esaret hayatının mahru­
nı ile az bir para verirlerdi. Herkesin miyetine hepimizden fazla tahammül gös­
memleketinden gelen bir miktar parası terdi.
vardı. Bu para, kamp kumandanlığında Sürgüne götüren vapurdaki sefalet kar­
dururdu. şısında hiç bir şikâyette bulunmadığı gi­
Kendi yemeklerimizi kendimiz yapardık. bi, Malta’daki esaretimizin en tahammül­
Bazen üç, beş arkadaş müştereken bir ten­ süz devrelerinde de —bir taşı yastık ya­
cere kaynatırdı. Koğuşta üçer kişi yatar­ pıp, hasır üstünde yattığı zaman bile —
dık. Ben uzun müddet Fethi (eski baş­ asla teessürünü belli etmedi.
bakan rahmetli Fethi Okyar) ve Cevdet’
le (eski valilerden Cevdet Belbez) bir o- FRANSIZ BAŞVEKİLİNE
dada kaldım. GÖNDERDİĞİM MUHTIRA
Günlerimiz kitap okumakla, ecnebi ve Memleketim olan Çukurova, Fransızlar’
bilhassa İtalyan gazetelerinden, Millî Mü- ın işgali altındaydı. Malta’da ele geçire­
cadele’ye ait haberleri takip etmekle ge­ bildiğimiz ecnebi gazetelerden, Adana’ya
çerdi. Eski Harbiye Nâzın Cemal Paşa ait vukuatı ve haberleri takip ederdim.
(rahmetli Cemal Mersinli) ile Cevad Pa­ Nihayet Fransızlar’m Çukurova'da tutuna-

67
mıyacaklan, meclislerine sirayet eden mü­ fa arkadaşlanmız kaçma teşebbüslerine
nakaşalarından da anlaşılıyordu. giriştiler. Kara Kemal’in bu hususta aldı­
Meclislerinde, işgal masraflarının arttı­ ğı tedbirlerden faydalanılmaya çalışıldı.
ğından, Türkler’le çarpışmanın sona erdi­ Nihayet esaret zinciri kınldı. Millî Mü-
rilmesi yolunda bir cereyan vardı. cadele’nin her gün lehde inkişaf eyleyen
Tam bu sırada tarihî ve siyasî bakım­ zaferleri, Atatürk’ün ısrarlı takibi, Mal-
lardan, Kilikya hakkında müttefiklerin ta’dakileri hürriyete kavuşturdu. Bunun
vereceği karara yardımı olur mülâhaza- hikâyesi uzundur.
sıyle Malta’da esir bulunan son Osmanlı Gözyaşlanmızla yurdumuza kavuştuk.
nazırlan ve mebuslanyle Çukurova’yla il­ Bir kısmımız İstanbul’da kaldı. Biz, Mal-
gisi bulunan arkadaşları bir araya topla­ ta’daki kararımıza uyarak birkaç arkadaş­
dım. Fransa başvekili ve hariciye nâzı- la birlikte Samsun’a çıktık. Samsun’da bir­
rma gönderilmek üzere Fransızca bir çok Malta sürgünü toplanmıştı. Bunlann
muhtıra hazırladık. Nedense, imzası sı­ hepsi de Millî Mücadele hareketlerine ka­
rasında birkaç arkadaş istinkâf eyledi­ tılmak için buraya gelmişti.
ler. Ben imzalıyarak, 1.1.1921 tarihinde Samsun’da bir, iki gün dinlendikten
muhtırayı yolladım. sonra, Fethi (rahmetli Fethi Okyar), A-
ESARETTEN KURTULUŞ ğaoğîu Ahmed ve ben, eski valilerden
Tevfik Hadi’yi alarak Ankara'ya hareket
Malta kampında haftada bir, bazen iki ettik. Ankara’ya varışımızda, en heyecan­
defa şehre serbestçe inerdik. Şehirde bir­ lı günlerimizden birini yaşadık. Mustafa
çok mağaza sahibiyle irtibat tesis ettik. Kemal’i topluca ziyaret ederek kendisine
Bunlann delâletiyle, memlekete mektup­ teşekkür ettik.
lar yazıyor ve cevap alıyorduk.
Malta’da enterne edildiğimiz sırada Ca- MUSTAFA KEMAL’İN
vid İtalya’da, Tal'at Paşa Almanya’da, A- KABİL SEFİRLİĞİNİ TEKLİFİ
tatürk de Ankara’da bizi kurtarmak için Mustafa Kemal, Malta’dan dönenleri
çalışıyordu. muhabbetle karşılıyordu. Yurda kavuşan­
Tal'at Paşa ve Cavid’le, bazı aracılann lar, Millî Mücadele'de hizmet yolunda o-
yardımıyla mektuplaştık da... Birkaç de­ nun işaretini istiyorlardı. Birçok arkadaş-
\
AU Münif,
Ankara
v a liliğ in d e
bulunduğu
şuada.

lar vazifelendirildi. Ben kendisini Şam’ dan üzerinde durmazdı.


dan tanırdım. Lübnan mutasarrıflığım sı­ O, Malta’dan avdeti müteakip, Millî Mü­
rasında Mustafa Kemal, oradan geçerken, cadele’nin son yıllarından ölümüne kadar
bana da uğramıştı. geçen hayatını yine mebus olarak siyase­
Malta dönüşümdeki ziyaretim sırasında, te, fakat daha çok çocuklarının tahsiline
o günleri yâdetti. Bir, iki gün sonra Mus­ ve çiftlik işlerine hasretmişti.
tafa Kemal — Farsça bildiğim için mi bil­ Bu devreye ait hayatı malûm olmakla
mem nedense— Kâbil Sefirliğini teklif beraber, zaman zaman anlatmış, fakat,
etti. Halbuki ben, Malta esaretinin yor­ zaten bunlar bilinen şeyler diye kıymet
gunluğundan, hariçte vazife görecek du­ vermemişti. Bununla beraber, hâtıraları­
rumda değildim. Ailevî durumum da bu­ nın tamamlanması bakımından, bu dev­
na uygun düşmüyordu. Bu bakımdan ö- reye ait başından geçen birkaç mühim
zür diledim. Millî Mücadele hizmetinde hâdiseyi kısaca hikâye etmek uygun olur.
memleketim civarında çalışmak istiyor­ Ali Münif, Adana’nın kurtuluşundan
dum. Muvafık buldu. Vatanım olan Çu­ sonra, siyasî hayatının ve Malta esareti­
kurova’da Millî Mücadele’nin zaferleri be­ nin yorgunluğunu gidermek maksadıyle
liriyordu. Ben de vakit geçirmeden mem­ inzivaya çekilmek istedi.
leketime döndüm. Ceyhan’daki çiftliği bu istirahati sağ­
layacak en güzel bir köşeydi. Fakat, kader
CUMHURİYET İLANINDAN onu Adana belediye reisliğini kabule mec­
SONRA bur etti. Bu suretle işgal gören yurdunun
Ali Münif, Malta’dan dönünceye kadar imârına çalışmak fırsatını buldu.
hayatını ve hâtıralarını anlattı. Cumhuri­
yet ilânından sonraki hayatında şâyân-ı İZMİR SUİKASDİ
ehemmiyet bir hâdise bulunmadığından HARKINDAKİ GÖRÜŞÜ
bahseder ve yakın bir devre ait olduğun­ Belediye reisliğinden istifa ederek ay-

69
nldıktan sonra, Mersin mebusluğuna se­ den bariz tarzda Ali Münif’in aleyhine ha­
çildi. Onu bugünlerde en çok heyecanlan­ rekete geçilememekle beraber, valinin jur­
dıran hâdise, İzmir suikasdi münasebe­ nallerine kıymet verilmiyor değildi.
tiyle devam eden muhakemelerin safaha­ Ali Münif'e, hür sesinin cezası, 4’üncü
tı olmuştur. devredeki mebus intihabında Halk Par-
Cavid asıldığı zaman, matemini kimse­ tisi’nce açıkta bırakılmakla verilmiş ola­
ye sezdirmeden günlerce sessiz sessiz do­ caktır. Fakat Çukurova’nın hür ruhlu ço­
laştı. Mülkiye’deki smıf arkadaşlığından, cukları, memleketinin büyüğünü, kıymet­
gizli cemiyetlerden, nihayet ilk Meşruti­ lerini tanıyan Çukurovalı, onu müstaki-
yet mebusluğundan, Tal'at Paşa kabine­ len mebus seçmekle ne muazzam bir kud­
sindeki yakın arkadaşlığından kalan hâtı­ ret olduğunu o günkü zihniyete ve bilhas­
raları, Cavid’le aralarındaki eski ve de­ sa valiye göstermiş oldu.
rin dostlukların nişânesiydi. Şükrü Bey’e
de acıdı. ALİ MÜNİF
O, bunu şöyle anlatırdı: «Suikasd’ın iç GÖZDEN DÜŞÜYOR!
yüzünü anhyamadı. Zira benim yakın ta­ Serbest fırka sırasındaki bitaraflığı ve
nıdığım Cavid, kan ve tabancadan korkan vali ile münakaşaları Ankara'da iyi tesir
bir yaradılışta idi. Tıyneti, böyle kanlı bırakmıyan Ali Münif, 4’üncü devrede ni­
tertiplere dahil olacak mahiyette değildi çin Halk Partisi listesi haricinde bırakıl­
Ama, İsmail Canbolat için — Cavid’de ol­ dı?
duğu kadar— sağlam teminat veremem Bunun sebebi, siyasî olduğu kadar İkti­
Fakat Cavid şu işe, eski hâdiselerden do­ sadî mevzularla da ilgilidir:
layı bulaştırılmış olsa gerektir. Zannede­ 1930’dan sonra Adana çiftçiliği buhran
rim, Cavıd’in Avrupa’ya firarından sonra geçirmektedir. Kuraklık ve mahsullerin
orada Millî Mücadele işleriyle çalışması değer fiyatına satılamaması, memleketi
sırasında sarfeylediği bir takım kelime­ kasıp kavurmaktadır. Bir, iki yıl süren
ler ve yazdığı mektupların bu işte rolü bu devrede, çiftçilerin Ziraat Bankası’na
vardır.
borçlan çoğalmış, maliye de şiddetli ha­
ADANA VALİSİNİN rekete geçerek haciz yollanna başvur­
JURNALİ muştu. Bunlann şikâyetleri ayyuka çıkın­
ca Ali Münif, Ankara’da bizzat Gazi’yi zi­
Ali Münif'in gerek belediye reisliği ge­ yaret ederek durumu anlatmış ve Gazi’
rekse mebusluğu sırasında Adana’da’bir­ den yakında yerinde incelemeler yapmak
çok kimseler valilik etti. Bunlardan bir üzere Adana'ya geleceği vaadini almıştır.
çoğu, vaktiyle Ali Münif'in maiyetinde bu­
lunmuş kimselerdi. Bir arife günü Gazi, Adana’ya gelmiş,
Ali Münif mebus iken daha sonraki A- dertleri dinlemiş, mebuslarla ayn ayn te­
dana valilerinden biri tarafından Ankara’ mas etmiştir. Bir kötü tesadüf olarak o
ya jurnal edilmişti. gün Ali Münif, Adana’da bulunmuyordu.
Jurnal mevzuuna kısaca temas edelim: Diğer taraftan, birkaç kişi Serbest Fır­
Serbest fırka kurulmuştur. Bu fırkanın ka sıralanndaki hâdiseleri de karıştıra­
lideri Fethi Bey, Ali Münif’in yakın arka­ rak, Atatürk’e yanlış malûmat vermişti.
daşıdır. Münif’Ie temasta bulunmuştur. A- Atatürk, arife günü herkesin çarşıda ol­
li Münif partisinden ayrılmamış, fakat A- duğunu ve alış - verişle meşgul bulundu­
dana’da serbest seçimlerin yapılmasına ğunu görünce, buhranın büyütüldüğüne
idarenin tarafsızlığını temine çalışacağı­ dair uzun beyanatta bulunmuştur.
nı vaadetmiştir. HALK PARTİSİ, ALİ MÜNİF’İ
Belediye seçimleri sırasında vali, ser- NAMZET GÖSTERMİYOR
bestçiler üzerinde müthiş baskılar yapmış
tevkiflerin önü alınamamıştır. Halk, he­ Eski jurnallerin de tesiriyle seçim ye­
yecan ve galeyan içerisindedir. Sükûnetin nilendiği zaman, 4. seçim devresinde Ali
iadesi bir vatandaş, bir hemşehri, mem­ Münif, Halk Partisi’nce aday listesine a-
leketinin, Çukurovalılar’m amca diye sev­ hnmamıştır.
diği Ali Münif’e düşmüştür. Bu eski po­ O zaman bazı vilâyetlerde açık yerler
litikacı, valiyi ziyaretle, tutulan yolun ha­ bırakılmış, bunun bir tanesi de Adana’
talı olduğundan, hürriyet havasının bozu­ ya ayrılmıştır. Ali Münif’i mebus adayla­
lacağından, tedhiş havasının yaratıldığın­ rı arasında göremiyen halk, yirmi dört
dan bahsetmiştir. saat zarfında kaynaşmış ve aldıkları giz­
Sen misin bunları söyleyen? Derhal An­ li kararla, Ali Münif’i bağımsız olarak seç­
kara’ya jurnal... Bereket Ankara, Ali Mü- meye karar vermiştir. Adana’nın mert ve
nif’i, bu eski Ittihadçı’yı tanırdı. Bu yüz­ cesur çocuklarının bu kararını işiten za­
manın valisi, buna mâni olmağa çalışmış
70
M ««

^ - ‘uf TOTnH
' « m-y- rr* J$S$wi r ğSiWSSSfki ** '

Atatürk, Adana seyahati sırasında, Adana Ulucamll’nde.

fakat, resmî ve hususî alman bütün ted­ partisinin nokta-i nazarını sormuştur.
birlere ve baskılara rağmen, Ali Münif Partide kürsü verilmek suretiyle seçimi­
kahir bir ekseriyetle bağımsız Adana me­ nin kabulü ciheti uygun görülmediği tak­
busluğuna seçilmiştir. dirde, Halk Partisi’ne kayıtlı bir kimse­
Bu seçimde o kadar baskı olmuştur ki, nin bağımsız mebusluk yapmasının mânâ­
sandık başında matbu namzet listesini ve sız bulunacağını ve seçildiği mebusluktan
tavsiye edilen isimleri yazmaya mecbur istifa edeceğini bildirmiştir.
olan ikinci seçmenlerden bazıları, kime Recep Peker, Atatürk’le vaziyeti müna­
rey verdiğini, valiye ve sandık başmdaki- kaşa etmiş, her ikisi Ali Münife cevap
lere göstermek suretiyle reylerini açıkla­ olarak yolladıkları telgraflarla onu, si-
mışlardır. tayişkâr cümlelerle tebrik ve partide kür­
Rahmetli Ali Münif, bunlan anlatırken sü verileceğini bildirmişlerdir.
güler ve aralarında kendisine rey verme­ Ali Münif mebusluğu sırasında, Çukur­
yen, akraba derecesinde yakm bir dostu­ ova’da başlayan sulama hareketinin ilk
nun, kalleş bir arkadaşının bulunduğunu müteşebbisi olmuştur.
söylerdi. Adım yazmıyacağım bu zatı ve Yanımızda mevcut olan bu uzun lâyi­
baskılı meşhur seçimi, Çukurova’nın ka­ hanın esbabı mucibesi o kadar ilmi bir
dirşinas evlâtları yakinen bilmektedirler. olgunluktadır ki, şimdiye kadar, Çukur­
ova’nın ziraî kıymetini belirten bu kadar
ATATÜRK’E TELGRAF ehemmiyetli bir rapora rastlanmamıştır.
Bağımsız Adana mebusluğunu kazanan Ali Münif particiliği, her münevver gi­
Ali Münif, derhal partinin genel başka­ bi, bir fikir ve kanaat meselesi olarak te­
nı Atatürk’e ve genel sekreteri Recep lâkki etmiş, daima memleket menfaatleri­
Bey’e, bir telgraf göndermiştir. ni üstün tutarak konuşmuştur. Ali Münif,
Bu uzun telgrafta, kendisinin Halk Par- bu aziz toprağın 77 yıllık bir takvimi idi.
tisi'nce namzet gösterilmediğini, fakat Eski takvimler, daima yenileri için örnek
hemşehrilerinin bağımsız olarak mebus­ olmuşlardır. Ben, Ali Münif’in hâtıratım
luğa seçtiklerini belirtmiş, partili olduğu bu gayeye hizmet için yazdım.
cihetle kendisinin bu seçimi karşısında SO N

71
Yazan; Dr. Sedat Kumbaracılar

D ÂTÎH’ÎN Müslümanlık âlemine açtığı sıllannı küçük ebadda yazmış, Ayasofya’


1 Ayasofya’nın ahengine uydurularak ya­ nın kayyumhanesinde, bu yazılar, talebe­
pılan ilâvelerin en parlak nümunesini Ab- sinden Şefik Bey ve Ali Efendilerin yar-
dülmecid devrinin dâhi hattatı Kazasker dlmıyle ve satranç (kareleme) usulüyle
Mustafa izzet Efendi vermiştir. küçüğünden büyütülmüştür. Hazırlanan
Camilerde Allah, Muhammed ve ilk dört kalıplar, caminin içinde monte edilen dai­
halife isimlerinin levha halinde yazılma­ revî zeminlerine altınla yapılmış ve yer­
sına Araplar başlamış, Türkler'de de bu lerine takılmıştır. Çerçeveleri bahriye ma­
hal an’ane haline gelmiştir. rangozhanesinde yaptırılmış. Yekpare de­
Ayasofya’daki ilk levhalar Tekneci-zâde ğil, parça halindedir.
İbrahim Efendi tarafından 1644 yılında
yazılarak yerine konmuştur. Bu husus Al­ LEVHALARIN HAZIRLANMASI
lah isminin yazılı bulunduğu levhada be­ Levhalar Amerikalı müsteşrik Witi-
lirtilmişti. Celi hattı, zamanına göre, iyi mor’un Ayasofya’da mozayık araştırmala­
yazalardan olan İbrahim Efendi’nin Yeni- rı sırasında yerlerinden indirilmiş ve a-
cami kapılan üzerinde ve duvarlannı süs­ zametleri o zaman anlaşılmış, hiç bir ka­
leyen İznik yapısı çinilerinde yazılan var­ pıdan geçmediği görülmüştür. Levhalar
dır. Ayasofya’nın müze haline getirilmesine
1849 yılında Ayasofya'nın Fossati tara­ karar verildikten sonra indirilmiş. Esa­
fından onanlması sırasında Tekneci -zâ- sen Ayasofya’nın müze haline getirilmesi
de'nin levhalan alınarak yerine Kazasker VVitimor’a mozayık araştırması için veri­
Mustafa izzet Efendi tarafından yazılan­ len müsaade ile başlar. Witimor araştır­
lar konmuştur. Sarayda, Enderun mekte­ maya başlamış ve bir takım mozayık pa­
binde yetişen izzet Efendi, hattat Yesâ- nolarını meydana çıkarmıştır. Daha son-
rî - zâde izzet ve Mustafa Vâsıf Efendi­
lerden ders alarak yetişmiş, zamanın en
ünlü hattatı olmuştur.
Ayasofya’nın içinden
Mustafa izzet Efendi, bu levhalann a- bir görünüş.
74
ra Ayasofya'mn her tarafında Kazasker'in ve bu ameliyenin binada bırakacağı izle­
levhalarının altında da araştırma yapma­ ri bilmek ve beklemek lâzımdır.
yı tasarlamış ve bu hususta teşebbüsleri b) Şimdilik binamn dışında bozuk olan
olmuştur. batı cephesini sıva ve badana bakımın­
dan onarmak ve taraflardaki kapı ve pen­
AYASOFYA MÜZE OLUYOR cereleri sağlam hale getirmek, nihayet
Ayasofya’mn müze olması fikrini ilk de­ dış narteksini eşya teşhirine müsait bir
fa Maarif Vekili Abidin özmen benimse­ hale koymak bahis konusudur.
miş, fikrini Atatürk’e açmıştır. Bunun ü- c) Bundan başka çevresinde ve ona bi­
zerine 1933 yılında bu hususu incelemek tişik olan kimsesizler yurdu gibi kahve
ve karar vermek üzere bir komisyonun ve dükkân gibi harabeleri ortadan kaldır­
kurulmasına karar verilmiştir. 1934’te ku­ mak şarttır.
rulan komisyon şu şahıslardan müteşek­ (Burada bahis konusu edilen kimsesiz­
kildi: ler yurdu, Fâtih tarafından tesis edilen
İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz ve İL Bâyezid tarafından bir kat ilâve­
Oğan (levhaların yerlerine konulmasına siyle büyütülen, ilk olarak Akşemseddüı’
itiraz etmiştir), Tahsin öz, Ali Koşay, Os­ in müderrislik yaptığı medresedir. Bu ka­
man Ferid, Niyazi Kemal, Aga Zıya, Ef- rar üzerine yıktırılmıştır. Bugün fotoğra­
dalüddin, Nihad, E. Ongar. fına dahi rastlamak mümkün olmamakta­
Komisyon 27.8.1934’te şu esasları uygu­ dır).
lamıştır: ç) Avluyu temizlemek ve burayı bir
a) Ayasofya'mn kendisi zaten bir mü­ açık müze haline getirmek gereklidir.
zedir. Ona İlmî şeklini almış bir müze d) Mâbedin içini müze haline koyacak
mahiyetini vermek her şeyden önce te­ mühim unsur oraya naklolacak ve orada
mizliğe ve tamire bağlıdır. Bunun için ise teşhir edilecek eserlerdir. Bunlar Bizans
Witimor tarafından yeniden çıkarılmaya devrine ve Osmanlı devrine ait olacaktır.
başlanan mozayıklerin alacağı son şekil Bizans eserleri Arkeoloji Müzesi’nde mev-

Ayasofya’nm cami İken çekilen bir fotoğrafı.

76
m # # Jr ‘ i ra r
•-vs»? ı
umam §gsi t i ımil
l Ijrv j *
. İl“" «•§!1j
*£•

tB?’
m ü. *•

» ■|
■K 'ÜBİ11f i rfa
v BHk
s
i ilpj
ffjP
i'

i l
’ ■ t;J

Ayasofya’daki levhalardan biri.

cut lahitler ve teşhire lâyık diğer kabart­ yapıp, ilim âlemine hediye ediyoruz,» di­
malarla mimarî parçalar, Nuruosmaniye ye beyanatta bulunmuştur. Bir defaki zi­
camii avlusundaki kırmızı lahitler, Zey­ yaretlerinde III. Murad tarafından konu­
rek camii önündeki lahit ve nihayet İs­ lan mermer küplerle de ilgilenmiştir.
tanbul’a mütemadiyen çıkacak sütun baş­ Müzeler Genel Müdürü Remzi Oğuz'un
lık vesairedir. başkanlığında toplanan bu komisyonda
Osmanlı eserleri ise, Türk ve Islâm e- «en güzel ve eşsiz birer Osmanlı eseri o-
serleri müzesinden alınacak münhasıran lan ve bugün yerlerinden indirilmiş ve son
Osmanlı devrine ait halılar, yazılar, kitap galerinin bir yerinde terk edilmiş bulu­
kaplan, rahleler, şamdanlar, gülabdanlar, nan sekiz büyük yazı levhası» üzerinde du­
çekmeceler vesairedir. rulmuştur. Çaplan 7,50 m.’yi geçen bu a-
Ayasofya'daki yerlerinden indirilen bü­ zametli ve nefis eserlerin uzaktan yük­
yük yazı levhalan çok kıymetli Türk eser­ sekte görülmek üzere yapıldığı, sanat kıy­
leridir. Bunlann, evkafın dediği gibi Sul­ metlerini bozmadan büyüklükleriyle mü­
tanahmet camiine nakli doğru olamaz. tenasip başka bir yerde teşhirleri imkânı
Çünkü eserler caminin mimarîsiyle müte­ bulunmadığı tesbit edildikten sonra, onla-
nasip değildir. Bunlan hünkâr mahfelinin n en iyi teşhir yerinin eski yerleri oldu­
civannda tabakalann altına yerleştirmek ğuna ve hepsinin de eski yerlerine asıl­
gerekir. masına karar verilmiştir (28.5.1939).
Komisyonda, Ayasofya'mn müze olma­ Bu karara rağmen, tahsisat yokluğun­
sına Prof. E. Ongar itirazda bulunmuş: dan, yerde dayalı olarak duran levhalar
«Cami olsun, kilise olsun, bunlar esasen yükseğe aşılamamış, nihayet bazı hayır­
birer müzedirler,» demiştir. sever zevatın maddî yardımıyle önce ta­
Prof E. Ongar’dan başka komisyon üye­ mir olunmuş ve 28 ocak 1949'da feski yer­
lerinden hiç biri muhalefette bulunma­ lerine asılmıştır.
mıştır. Top kandilden başka diğer avizelerin de
Atatürk, Ayasofya'yı ziyaretle bu konu kaldırılmasına dair ilk komisyonun ka­
ile yakından ilgilenmiş, «Ayasofya’yı müze rarı da tatbik mevkiine konmamıştır.

77
Ankara’ya
Dönüyorum
Yazan: İhsan Aksolay
Em. Gn. Dr. Müh.

Neş’et Bey’in Ankara’ya hareketinden — Ben henüz karar vermedim.


sonra, Seyfi Bey fiilen grup reisliği vazi­ — Benden sonra anneme fena muame­
fesine başladı, Ekrem Bey de ikinci reis le yapmalarından endişe ediyorum, ikişer
oldu. resmimizi veriyorum. Seyahat varakaları­
izzet Paşa heyeti Ankara’da uzunca bir mızı hemen hazırla.
müddet kaldı. Bu sırada «ileri» gazetesi — Pek güzel.
ikinci sayfasında benim askerî elbiseli bir .. ®an seni burada bırakarak Ankara’
resmimi bastı, izzet Paşa heyetinin Anka­ ya gönül rahatlığıyle gidemeyeceğim. Ak­
ra hükümeti tarafından kabulünü sağla­ lım sende kalacak. Birkaç gün önce Arap­
yan mevzuunda bir yazı yazarak adımı a- yan hanından canını zor kurtaran Latif
çıkladı. Ferid Cavid Bey’in bende bile ol­ Bey’i (*) gördüm. Arapyan hanında çek­
mayan askerî elbiseli bu resmimi nereden tiklerini anlattı. Tüylerim ürperdi. El bi­
bulduğunu, bu gün dahi çözmüş değilim. leklerinden tavana ve ayak bileklerinden
Heri gazetesindeki bu resim ve yazıdan de döşemeye bağlayarak aylarca kıyasıya
sonra benim de gizliliğim kalmadı. Os­ dövmüşler. Arapyan hanından çıktıktan
man Nuri Bey bir gece bana yatıya gel­ sonra evde bir ay hasta yatmış.
di. Resmimi basan ileri gazetesini de be­ Osman Nuri Bey devam etti:
raber getirdi. Ve:
— Ihsan, ben artık kat’î kararımı ver­ (*) Osman Nuri Bey’in bahsettiği Latif Bey
dim. Bu maksatla sana geldim Resminin ablamın oğludur. Haydarpaşa Askerî Hastanesi
ileri gazetesinde basılmasından sonra se­ önünde taşkınlık yapan bir İngiliz subayını aya­
nin de burada kalmanı doğru bulmuyo­ ğından vurmak zorunda kalmış ve İngilizler ta­
rum. Beraberce Ankara’ya gidelim, dedi. rafından tevkif edilmişti.

78
— Ingilizler, gizli telsiz kuranlar hak­ — Ankara’ya gitmenizin doğru olacağı­
kında casus muamelesi yapacaklarım bir­ nı düşünüyorum. Hattâ ben de Neş’et Bey
çok defa gazetelerde ilân etti. Sen Arap- gibi rica ediyorum. Sizden ayrılmanın ve
yan hanında çarmıha gerilerek döğülmek- sizin mesainizden ve arkadaşlığınızdan
le yahut Malta'ya sürülmekle de başım mahrum kalmanın, şimdiden, üzüntüsü
kurtaramazsın. Sorguya çekmeye lüzum içindeyim. Fakat her şeyden önce sizi ve
görmeden seni asarlar. Hele Nemrud Mus­ sizin hayatınızı düşünmek, grubun reisi
tafa’nın eline geçersen, Bekirağa bölüğün­ olmak sıfatıyle benim vazifem.
de çekeceğin işkenceleri ve sonunu düşün — Teveccühünüze ve alâkanıza teşek­
bir kere. kür ederim. Çalışmalarımdan memnun ol­
— Ben bu vazifeye gönlümü verdim, bu duğunuzu işitmekten huzur duyuyorum.
vazifeden zevk duyuyorum. Her şeye ra­ Benim hayatımın bir kıymeti yok. Gönül
zıyım ve zevksiz yaşamak çok zor. Anka­ verdiğim ve heyecan duyduğum bu vazi­
ra'ya gidince, her telsiz subayının yapa­ feden ayrılmak çok zor.
bileceği çok basit bir iş yapacağım. Tel­ — Sizin tanmmış olmanız, bir gün bi­
siz telgraf istasyon kumandanlığı. Beni zim de tanınmamıza sebep olur. Dolayı-
en iyi senin tanıman lâzım. Gönüllü ola­ sıyle çalışmalarımıza mani olur.
ra k ‘'-aldığım bir vazifeye, kendiliğimden — Evet efendim. Sîzleri ve çalışmaları­
son vermek olur mu? Sen bunu nasıl dü­ nızı tehlikeye sokmaya ve aksatmaya hiç
şünebiliyorsun? hakkım yok. Vazifeme son vermem husu­
Mesele öylece kapandı, daha sonra Sey- sundaki arzularınızı yerine getireceğim.
fi Bey’e gittiğim bir gün Seyfi Bey: Karar verdim, ilk vapurla inebolu’ya ha­
— Ihsan Bey. Ferid Cavid Bey’den, Fe- reket edeceğim. Ekrem, Rasim ve Kerim
rid Cavid Bey’in ileri gazetesinde hakkı- Beyler’e muhabbetlerimi ve muvaffakiyet
nızdaki neşriyattan, hükümetten ve îngi- temennilerimi lütfen söylemenizi rica e-
lizler’den ben de endişe duyuyorum. derim.
— Benim de Ankara’ya gitmemi mi e- Seyfi Bey’Ie vedalaştık, öpüşürken göz
mir buyuruyorsunuz? yaşlarımız yanaklarımızı ıslattı.

79
Birkaç gün sonra ikinci mevkide iki den dolayı hakkımda verecekleri fena hü­
kişilik bir kamara bileti alarak eve dön­ kümler beni üzüyor.
düm. Her zaman en önde çıktığım Ha­ — Selimiydiler senin hakkında fena bir
rem yokuşunu bugün arkada ve sokak şey düşünmez. Senin İstanbul’daki Millî
kapısının merdivenlerini tutunarak çık­ Mücadele teşkilâtında çalıştığını ileri ga­
tım. Zili yavaşça çevirdim. Annem: zetesinde okuyan dostlarımızın hepsi, he­
— Sende bir hal var bugün, hasta mı­ men bütün Selimiye, seninle iftihar edi­
sın Ihsan? Diye sordu. yor. Kaç gündür evimiz, bir düğün evi gi­
— Hayır anne. bi, misafirlerle dolup boşalıyor.
— Bir tehlike mi var? — ileri gazetesindeki neşriyat ve benim
— Katiyyen. bu neşriyattan sonra Ankara’ya gidişim
— Ya bu halin ne? hiç iyi olmadı. Hem benim bu müstesna
— Ankara’ya gitmeye karar verdim. vazifeden ayrılmama sebep oldu, hem de
Bu müstesna vazifemden ayrıldığım için Selimiyeliler’in; bu neşriyattan sonra be­
üzgünüm. nim İstanbul’da kalmaktan çekindiğim
iki senedir annemin yüzünde yerleşen için Ankara'ya gittiğimi tahmin etmeleri
endişe birden silindi. Hem memnun, hem ne yol açtı. Selimiydiler benim Ankara'
de mahzun. ya gidişimi hoş karşılamayacak.
Her an karşı karşıya bulunduğum teh­ — Hiç de öyle değil. Bütün dostlarımız
likelerden kurtulacağım için memnundu. Heri gazetesindeki neşriyattan sonra, se­
Güzel elâ gözlerinin içine dikkatle bakın­ nin başına gelebilecek bir tehlikeden do­
ca; oğlunun çalışmalarından, ileri gaze­ layı endişe içinde. Muhtemel bir tehlike­
tesindeki neşriyattan sonra da, açığa vur­ den kurtulduğun için sevinecekler bile.
mak imkânını bulduğu iftihar ve gurur­ Ihsan, bu gün çok üzgün görünüyorsun,
dan mahrum kalacağı için mahzundu an­ iki seneden beri içinde yaşadığın İstan­
nem. bul’un kara günleri, uzun zamandan be­
— Anne. Ağabeyimi ve uzun senelerden ri devam eden heyecan ve geceli gündüz­
beri ayrı kaldığın memleketin Sivas’ı gö­ lü çalışmalardan mütevellit yorgunluk bir­
receğin geldiğini düşünerek sana da bilet den bire tesirini gösterdi bugün.
aldım. — Anne, hayatımın sonuna kadar bu
— Çok iyi etmişsin. kadar heyecanlı, bu kadar zevkli — bu ke­
Seyfi Bey’le aramda geçen konuşmayı limeyi ilk defa kullanacağım— bu kadar
da anlattım anneme. tehlikeli ve tehlikeli olduğu kadar da müs­
— Neş’et Bey’in hakkı var. Gizli işler­ tesna bir vazife alacağımı sanmıyorum ar­
de tanınmak yalnız tehlikeli olmaz, aynı tık. Üzüntüm de, yorgunluğum da bun­
zamanda çalışmaya da mani olur. dan.
— Seyfi Bey de aynı fikirde. Yalnız Se- Son 3 günümü evde geçirdim. Gündüz­
limiyeliler’in benim Anadolu’ya geçişim­ ler de, geceler de ne kadar uzunmuş me-

Mİ1U
MUcadele’nin
zaferle
neticelenmesinden
sonra
Mudanya'dan
kaçan
düşman birlikleri.
Hâtıralarda bahsedilen yıllarda Harbiye Nezareti (şimdiki İstanbul Üniversitesi).

ğer. Geceleri bir türlü sabah olmuyor, gün­ ve İstanbul’dan uzaklaşırken, İstanbul’u
düzleri de bir türlü akşam olmuyor. seyrediyorum. Birçok hâtıraların içinde­
yim yine:
İSTANBUL’DA SON GÜNÜM — Hindli casus Mustafa Sagir’e ait giz­
öğleden önce odamın kapısı açıldı. li yazılı mektubu, Yunanlılar’m işgal et­
Mahcup, mütereddit ve telâşlı bir güzel tikleri Ümit vapurundan tekrar elime ge­
odama girdi. Elindeki zarfı bana verdi. çirmek için Sirkeci rıhtımında geçirdiğim
Odadan derhal çıktı, iki tarafı yazılı 3 heyecanlı bir günü hatırladım.
yaprak. Bu, benim Selimiye’nin güzel bir Ahırkapı’dan telli muhabere malzeme ve
kızından aldığım ilk mektuptu. cihazlarım motora bindirdiğim geceyi ha­
öğleden sonra Harem iskelesinden ka­ tırladım.
yıkla İstanbul’a geçtik, vapura bindik. Selimiye kışlasından yaptığım ilk hırsız­
Vapurun güvertesinden geçerken, güver­ lığı hatırladım.
teye serili bir yatak üzerinde oturan Os­ Selimiye kışlasının önündeki Kavak is­
man Nuri Bey’in annesi Seniye Hanım'ı kelesinden telsiz malzeme ve cihazlarım
gördüm. Osman Nuri Bey de bu vapurla kotraya yüklediğim geceyi hatırladım.
Anadolu’ya gidiyormuş. Ne güzel bir tesa­ Gizli telsiz alıcısını kurduğum Selimi­
düf. Osman Nuri Bey’in arzusu olmuştu. ye’deki evimde ve Çamlıca’daki muallim
Annemi, Seniye Hanım’Ia tanıştırdım. Zıyâ Bey’in evinde geçirdiğim geceleri ha­
Güverteden geçerken Osman Nuri Bey’i tırladım.
arkasından gördüm. Toparlak çehreli, şiş­ İtalya’dan İstanbul’a ilk geldiğim gün
manca, orta boylu, küçük yuvarlak göz­ arkalarından denize kadar büyük bayrak­
lü ve Tatar güzeli bir kızın karşısında. larını sarkıtan Averof ve Kılkış zırhlıları­
Kızın gözlerinden yaşlar akıyor. nın da bulunduğu düşman zırhlı tarlası­
Osman Nuri Bey neşelendiği zaman, Ta­ nın arkasında demirlediğimiz günün ıstı­
tar şivesiyle yaptığı taklitleri bu güzel raplarını ve Anadolu tarafını kızıllık al­
ilham etmiş olsa gerek. Bu şâirâne aşk tında bırakan ve Marmara’yı morlaştıran
sahnesinin arasına girmedim. Yolumu de­ güneşin doğuşunu hatırladım.
ğiştirdim. Kamaraya yerleştikten sonra, Telli muhabere malzeme ve cihazlarım
vapurun arka direğine çekili şanlı Türk sağladığımız Yıldız’daki depoda geçen
bayrağının altındayım. günlerimi hatırladım.
Bugün bana ilgisini açıklayan güzeli ha­ Zevkli, heyecanlı ve tehlikeli çalışmala­
tırladım. Benim için şu anda göz yaşı rımı bana bahşeden İstanbul’dan; İstan­
döken, bir çift güzel gözün olduğunu dü­ bul’u kızıllık altında bırakan ve güzel Bo-
şündüm. ğaz'm sularını morlaştıran güneşin Fatih
Vapur rıhtıma bağlı halatlarını ve de­ camii minarelerinin arasından battığı bir
mirini aldı. akşam ayrıldım.
Ağır ağır rıhtımdan, Saraybumu'ndan SO N

81

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi


Taha Toros Arşivi

You might also like