You are on page 1of 10

ANKARA ÜNİVESİTESİ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ 2022-2023 BAHAR DÖNEMİ


HADİS IV FİNAL ÖDEVİ

Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL

Öğrenci Adı-Soyadı: Akhmed ASLANOV


Numarası: 18072054

İçindekiler
1.Ahmed b. Hanbel .................................................................................................................. 1

2.Ahmed b. Hanbel “el-Müsned” ........................................................................................... 3

3.Bünyamin ERUL, “Hz. Aişe’nin sahabeye yönelttiği eleştiriler”......................................... 5

4. Mehmed Said HATİPOĞLU “Hz. Aişe’nin Hadis Tenkitçiliği” ....................................... 7

1. AHMED b. HANBEL: Muhaddis, fakih ve büyük İslam âlimi olan Ahmed b.


Hanbel, Hanbeli mezhebinin kurucusu olarak bilinmektedir. 780 yılı Bağdat’ta doğmuştur,
fakat Merv’de doğduğunu söyleyenler de vardır.

Ahmed b. Hanbel, babasını hatırlamıyordu diyebiliriz, çünkü o henüz bilinçli bir yaşa
gelmeden önce babası vefat etmişti. Babası ona ve annesine bir ev ve yaşamaya zar zor yeten
mütevazı bir miras bırakmıştı. Dolayısıyla İmam Ahmed b. Hanbel'i annesi kendisi büyüttü ve
yetiştirdi.Ahmed b. Hanbel, çocukluğundan beri zamanını Allah'ın kutsal kitabı Kuran'ı
okuyarak geçiriyordu. Aynı zamanda Hz. Muhammed hakkında hadisler ve sahabelerinin
hayatı ve çalışmaları hakkında anlatılan hadislerle ilgileniyordu. Bu çalışmalar sayesinde
Ahmed b. Hanbel, Arap dilinin gramerini tüm incelikleriyle erken yaşlarından itibaren
öğrenmişti. Ahmed b. Hanbel, fıkıh ve hadis meselelerini incelemeye odaklandı ve hatta Hz.
Peygamber hakkında hadis toplamak için seyahatler ediyordu. Seyahatleri sırasında ilim
merkezi sayılan şehirleri de ziyaret etmiştir. İmam Şafii ve Ebu Yusuf olmak üzere o dönemin

1
önde gelen ulemasının çoğuyla görüşmüştür.

İmam Ahmed, Hicaz, Irakta önde gelen yetkili kişilerle tanışlıklar kurdu. Dindar bir yaşam
tarzı sürmesi ve kapsamlı bilgiye sahip olması nedeniyle yavaş yavaş geniş bir popülerlik
kazanmaya başladı. Ahmed b. Hanbel kırk yaşında hadis ravisi oldu, fetvalar vermeye de
başladı. Çağdaşları tarafından fıkıh ve hadis öğretmeni olarak biliniyordu. İmam Ahmed b.
Hanbel, Arapça'dan Türkçeye çevrildiğinde "Allah Resulü'nün sünnetinin koruyucusu" diye
adlandırılan bir alim olarak İslam tarihine girdi. İmam Ahmed'e verilen bu lakap Müslümanlar
tarafından tesadüfen verilmemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel'in yaşadığı dönemde, Mutezile
öğretisinin geliştiği dönemlerdi. Halife el Mamun onları himaye ederek ve yüksek mevkiler
dağıtarak Mutezilelerin etkisi daha da çoğaltmıştı.

Abbâsî Halifesi Me’mûn Mu’tasım ve Vasik Billah dönemi Mu‘tezile mezhebi ileri
gelenlerinin tesiriyle, devrin tanınmış âlimlerini Kur’an’ın mahlûk olduğu
görüşünü kabul etmeye çağırıncaya kadar Ahmed b. Hanbel, hadis okutmaya devam etti. Daha
sonraki süreçte Kur’an’nın mahluk olduğu görüşünü ısrarla kabul edilmeye çağırılmasının
üzerine zulme maruz kaldı. Halife Vasik-Billah döneminde hapis hayatı biten Ahmed b.
Hanbel, hadis okutmaya devam etti. Ancak “halku’l kuran” meselesi mekteplerde ders olarak
okutulmaya başlanmıştı. bu hareket karşısında galeyana gelip isyan etmeyi düşünen halk
Ahmed b. Hanbel’e başvurdu. Bunun doğru olmadığını ve sabretmek gerektiğini söylemesine
rağmen halkla görüşmesi ve hatta halifenin bulunduğu yerde ikamet etmesi yasaklandı.
Vâsiḳ’ın ölümüne kadar evinde göz hapsinde tutuldu. Mütevekkil devrinde halku’l-Kur’ân
meselesi sona ermiştir.

Orta boylu, koyu esmer tenli ve güzel yüzlü olan Ahmed b. Hanbel’in altmış üç yaşından sonra
sakalına kına yakmaya başladığı, ağırbaşlı hali ile çevresindekiler üzerinde derin bir saygı
uyandırdığı ve son derece mütevazi olduğu, nüktedan bir kimse olan hocası Yezîd b. Hârûn’un
bu çok sevdiği öğrencisi ile birlikte bulunurken yanında nükte ve şaka yapmamaya dikkat ettiği
kaynaklarda zikredilmiş; bir imtihan saydığı şöhretten çok rahatsız olduğu, Mekke’nin bir
mahallesinde tanınmadan yaşamayı arzu ettiği rivayet edilmiştir. Bir gün muhaddis Ali b.
Abdüssamed onun feyzinden faydalanmak düşüncesiyle elini elbisesine sürmüştü. Ahmed b.
Hanbel bu harekete kızdı ve eliyle elbisesini silkelerken, “Kimden aldınız bu âdeti?” diye
çıkıştı. Zühd ve takvâsıyla bilinen İslâm büyüklerinin faziletlerini anar, “Onlar nerede, biz
nerede!” diye hayıflanırdı. Babasından kalan dokuma tezgâhının kirasından aldığı para

2
geçimine yetmediği için bazen ücretle kitap istinsah eder, bazen uçkur (kemer) dokur, bazen
da karısının eğirip dokuduğu kumaşı satardı. Ekinler biçildikten sonra tarlada kalan döküntüleri
-diğer ihtiyaç sahipleriyle birlikte- topladığı olurdu. Yakınlarının söylediğine göre, evinde yiyip
içecek bir şey bulunmadığı zaman üzülecek yerde sevinir, ekmek kırıntılarını ıslatarak üzerine
tuz döküp yerdi. Pahalı yiyeceklere iltifat etmez, bunlar kendisine ikram edilse bile ya biraz
tadar veya hiç yemezdi. Tahsil hayatı boyunca da aynı sıkıntılara katlanmış, bununla beraber
kimseden yardım istememişti. Kendisinden hadis okumak üzere Yemen’e kadar kervancıların
yanında deve bakıcılığı yaparak gittiği hocası Abdürrezzâk b. Hemmâm ona bir miktar yardım
teklif edince, “Eğer birinden yardım almayı kabul etseydim senden alırdım” diyerek kabul
etmemişti.

Ahmed b. Hanbel 12 Rebîülevvel 241 Cuma günü (31 Temmuz 855) Bağdat’ta vefat etti.
Halifenin muhtelif kimselere yaptırdığı tahminlere göre, cenazesinde altmış bini kadın olmak
üzere 800 bin (veya bir milyon) kişi bulundu. Hayatında iki evlilik yaptı. İlk evliliğinden oğlu
Sâlih doğdu. İsfahan kadısı olan Sâlih’in annesi vefat ettikten sonra ikinci defa evlendi. Bu
hanımından da el-Müsned’i rivayet edecek olan oğlu Abdullah dünyaya geldi. İkinci karısının
ölümünden sonra bir câriye aldı. Ondan da üç oğlu ile bir kızı oldu.

2. AHMED B. HANBEL “EL-MÜSNED”

Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i isminden de anlaşıldığı üzere hadis kitaplarının müsned


türünün temsilcisidir, ve müsnedlerin mevcut en geniş örneğidir. Ahmed b. Hanbel bu eserini
hicri 200-228 yıllarında, 700.000 hadis arasından 904 kadar sahabînin rivayetlerini
içermektedir. Eser, günümüze İbn Hanbel’in oğlu Abdullah b. Ahmed ve onun talebesi Ebû
Bekir Ahmed b. Ca‘fer el-Katîî’nin rivayetiyle gelmiştir. Keccî ve İbrâhim el- Harbî gibi
âlimlerden ilim tahsil eden Katîî, Dârekutnî ve Hâkim en-Nîsâbûrî gibi muhaddislere hocalık
yapan ve “Müsnidü’l-Irâk” diye tanınan bir hadis âlimi olup Ahmed b. Hanbel’in Kitâbü’z-
Zühd ve Kitâbü Feżâʾili’ṣ-ṣaḥâbe adlı eserlerinin de râvisidir. Kitapta İslâm’a giriş tarihleri
esas alınarak önce aşere-i mübeşşerenin, ardından Ehl-i beyt, Hâşimoğulları, Mekkeli,
Medineli, Kûfeli, Basralı, Suriyeli sahâbîlerin, eserin sonunda da ümmehâtü’l-mü’minîn ile
diğer kadın sahâbîlerin rivayetleri ayrı bölümler halinde sıralanmıştır. el-Müsned’deki
hadislerin çoğu, Kütüb-i Sitte ve bazı tanınmış muhaddislerin hadis kitaplarındaki rivayetleri
derleyen el-Müsnedü’l-câmiʿ gibi eserlerde yer almaktadır.

3
İbn Hanbel, el-Müsned’e öncelikle adâlet ve zabt sahibi râvilerin rivayetleriyle, bu tür
rivayetlere ters düşmemekle beraber zabtı nisbeten zayıf râvilerin rivayetlerini almıştır.
Eserinde pek çok sahih hadis bulunduğuna dikkat çekmek için onu Resûlullah’ın sünnetinde
ihtilâf edildiği zaman başvurulmak üzere kaleme aldığını ileri sürmüştür. Kendi eserinde
bulunmayan rivayetlerin delil olmayacağını dile getirmiştir. Ancak Ṣaḥîḥayn ile bazı
Sünen’lerde olup el-Müsned’de yer almayan, el-Müsned’de olup da diğerlerinde bulunmayan
sahih rivayetler de mevcuttur. İbn Hanbel, doğru sözlülüğü ve dindarlığı herkesçe kabul edilen
güvenilir râvilerden hadis almayı prensip edindiği için eserinde mevzû hadislerin yer almaması
tabiidir. Ancak uzun hapis hayatı ve bu hayatın getirdiği çeşitli rahatsızlıklar yüzünden müellif
kitabını düzenleyip temize çekmeye fırsat bulamamış, eserdeki mükerrerleri de
önleyememiştir. Müsned’de bulunan zayıf rivayetlerin,oğlu Abdullah ile Katîî’nin
ilâvelerinden kaynaklandığı belirtilmiş olup bazı muhaddislerin mevzû dediği az sayıdaki çok
zayıf rivayetin bu müdahaleden kaynaklandığı açıklanmıştır. Abdullah’ın, babasının yarım
bıraktığı işi tamamlamak için sayfalar halinde derlenen el-Müsned’i sıraya koyarken ve babası
dışındaki hocalarından duyduğu bazı hadislerle babasından duymadığı halde ona okuduğu bazı
rivayetleri esere ilâve ederken bazı hatalar yapmış olması mümkündür.

İbn Hanbel’in Müsned’i çeşitli dönemde muhaddisler tarafından şerhler yazılan bir eser
olmuştur. Örneğin; Müttakī el-Hindî’nin Münteḫabü Kenzi’l-ʿummâl’iyle birlikte Kahire’de
altı cilt olarak yapılan neşri, Ahmed Muhammed Şâkir’in üçte birini yayınladığı şerh, Abdullah
Muhammed ed-Dervîş de merfû hadisleri harekelemiş olduğu on ciltlik eseri, Şuayb el-Arnaût,
çeşitli araştırmacılarla beraber eseri beş cildi hadis ve râvi fihristi olmak üzere elli cilt halinde
neşri, İbnü’l-Cezerî el-Mesnedü’l-aḥmed fîmâ yeteʿallaḳu bi-Müsnedi Aḥmed adıyla şerhi,
Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl de el-Müsned’in Kahire (1313/1895) baskısını esas alarak
hazırladığı fihristi, adlı fihristleri önemli çalışmalar arasında zikredilmektedir.

3.Bünyamin ERUL, “Hz. Aişe’nin sahabeye yönelttiği eleştiriler”

Hz. Peygamberimizin sünneti ve hadisi Sahabeler için aynı önem arz edilmiş olsada
onların farklı hazır bulunuşlukları, aynı metni farklı anlaşılmasına sebep olmuştur. Böyle bir
durumda Hazreti Peygamber’in söz ve davranışlarının doğru anlaşılması son derece önemliydi.
Sahabeler arasında doğruyu tesbit ve hakikate ulaşabilmek için gayret gösterenler Hz.
Peygambere kavrayamadıkları konularda başvurular ona sorular sorarlar ve bazen de idrak

4
edemedikleri meselelerde eleştiriler ve itirazlar yöneltmiştirler. Bu durum olumsuz olarak
gözükse de aslında Hz. Peygamberin yanlış anlaşılmamasına neden olmuştur. Çünkü Sahabeler
yaptıkları ilmi tenkitlerle birbirinin eksiğini tamamlamaya ve yanlışını düzeltme gayretleriyle
sünnetin doğru anlaşılıması hususunda ilmi tenkit zihniyetini ortaya koydular. Şüphesiz bu
konuda katkı sağlamış olan sahabelerden biri de en büyük İslam alim kadını Hz. Aişedir. Hz.
Ayşe’nin sahip olduğu din bilgisi birikimi ona sahabelerin hadisleri aktarmalarında gördüğü
hatalara eleştirmeye ve yanlışları düzeltmeye imkan sağlamıştır. Hz. Ayşe’nin peygamberin
sözleri doğru anlaşılsın diye çok sayıda eleştirdiği veya itiraz ettiği veya tashih ettiği rivayetler
ve fetvalar vardır.

Bünyamin Erul hocamız Hz. Aişenin bu eleştirilerini ele alırken onları Kurana, Sünnete,
Hadislere, Tarihe-Vakaya, Akla, Mantığa ve Dile arzedilişine göre sıralamış ve örneklerini
vermiştir. Bu örneklere geçmeden önce Hocamızın makalede Hz. Aişenin hadis eleştirilerine
zamanın veya daha sonraki alimlerin görüşlerini de eklediğini belirtmek isterim. Hz. Aişenin
rivayet veya fetvayı eleştirdiği örnekten sonra Hz. Aişenin bu eleştirisinde haksız oluğunu
söyleyen alimlerin kelamının çalışmada yer alması buna misaldir. Ben Hz. Aişenin hadis
tenkidine yönelik eleştirileri makaleden hareketle 3 kısma böldüm. Birincisi Hz. Aişenin
Kurana göre Hadisleri eleştirerek varmış olduğu sonuçlar onun ayetleri te'vil etmesiyle ilgili
olan itirazdır. İkinci itiraz onun kendi kanaatine göre hadisleri izah etmesi yönündedir ki bu da
Hz. Aişenin bir hadis hakkında birden fazla izahı olmasıyla açıklanmaktadır. Hz. Aişenin hadis
eleştirilerine karşı gelen bir diğerlerinin gerekçesi ise hadislerde ne söylenildiğine değil kimin
söylediğine önem verenler tarafından olmuştur . Bu alimlere göre rivayetin güvenilir bir cemaat
tarafından rivayet edilmesi daha önemlidir.

Hz. Aişe öncelikle rivayet ve fetvaları Kurana göre eleştirmiştir. Kur’an ayetleri ile
hadisleri karşılaştırarak böylelikle bir çok yanlışlığı tespit etmi. Buna misal olan birçok
hadislerden biri de : Tabi'inden talebesi Mesrük'un Hz. Peygamber'in Allahı görüp görmediğine
dair sorduğu bir soru üzerine Hz. Aişe, "Senin, şu üç şeyi her kim rivayet ederse, yalan haber
vermiş olur. sözünden haberin yok mu?" demiş ve Kur'an'daki "Gözler O'nu görmez, O gözleri
görür". Ayete dayanarak "Sana her kim "Muhammed Rabbini gördü." Derse muhakkak yalan
söylediğini diyerek açıklamayı yapmıştır. Hz. Aişe rivayerleri eleştirirken Hz.
Peygamberimizin uygulamalarınıda esasa almıştır. Mesela bir keresinde Hz. Aişe'nin yanında
namazı bozan şeyler arasında köpek, eşek ve kadın zikredilince Hz. Aişe şöyle der: "Bizi
eşeklere ve köpeklere mi benzettiniz? Allah'a yemin ederim ki, ben Resulullah'ın önünde,

5
sedirin üzerinde yattığım halde onun hala namaz kıldığını gördüm. Bazen ihtiyacım oluyor ,
Resulullah'ı rahatsız etmemek için ayakları arasından çıkıyordum. Başka bir rivayet-te ise, o
şöyle demiştir: "Resulullah namaz kılar, benim ayaklarım da onun önüne veya onun hizasına
gelirdi, O ayaklarımı itekler, ben de çekerdim. Dolayısıyla Hz. Aişe nakledilen bu hadisin, açık
bir şekilde sarih Sünnet'e ters düştüğünü belirtmektedir. Nitekim Hz. Aişenin dediğine göre
Hz. Peygamberimiz bu konuda herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Hz. Aişe Rivayet ve
fetvalara Hadislere dayalı eleştiriler yürüttğünü gösteren misallere geçmeden önce Makalede
bazı Alimlere göre Hz. Aişe'nin rivayetlere bu şekilde yorum yaparak te'vil cihetine gittiğini
söyledikleri de belirtilmiştir. Ev, kadın ve atta uğursuzluk olduğunu bildiren hadisi Hz.
Aişenin Hadislere Dayanarak getirdiği düzeltmelerden biridir. Aynı düzenlemeyi Hz. Aişe bir
kişinin ölümünden sonra ailesinin ağlaması ona azap vereceğinden bahseden hadise karşı
uygulamıştır. Bunun başka bir örneği ise Hz. Aişenin veled-i zinanın üç kişinin en şerlisi
olduğunu ifade eden rivayete eleştirisidir. Hz. Aişenin rivayet ve fetvalara karşı tarihe-vakaya
dayalı eleştirilerin merkezinde bazı hadislerin tarihi gerçeklere muhalif olması vardır. Hz.
Aişenin bu tarihi olaylara dayanarak hadis düzenlemeleri bazı sahabilerin kullanmış oldukları
rivayetleri tarihi malumata ve vakalara arzetmediğini belirtmiştir. Buna örnek olarak mescitte
cenaze namazı kılmanın sakıncalı olması hadisine karşı Mescid-i Nebevi'de kılınan cenaze
namazını hatırlatarak aksini söyleyen rivayeti eleştirmiştir.

Hz. Aişe'nin istidraklerinde başvurduğu diğer bir yöntem de, işittiği haberleri veya fetvaları
akıl ölçüsüne vurmasıdır. Buna misal olarak Makaleden bir örnek Hz. Aişe'nin, Ebu
Hureyre'nin cenazeyi yıkayanın gusletmesi gerektiği rivayetine itirazınıdır. Nitekim Hz. Aişe
"Yoksa Müslümanın ölüleri necis mi? Bir ağaç (tabut) dığından dolayı bir kimseye ne diye
abdest gereksin ki diyerek bu rivayeti eleştirmiş ve rivayetin sonucu fetvayıda eleştirmiştir.
Makalede en son Hz. Aişenin Hadis tenkidinde baş vurduğu yöntem ise Mantık ve Dile Dayalı
Eleştirilerdir. Hz. Aişe'nin rivayetleri tashil ederken onları dil ve mantık kuralları
doğrultusunda değerlendirmesi onun ince kavrayışını bizlere göstermekte. Mesela, Hz.
Peygamber'den, kendisine ilk önce "kolu en uzun olan" hanımının kavuşacağını işiten diğer
eşler, bunu tamamen zahiri bir şekilde anlayıp kollarını ölçerken, Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in
bununla hasenat yapma, sadaka vermeyi kastettiğini anlamıştı. Makalede bu konuya verilen bir
başka örnek ise "Ölü, üzerindeki elbise ile diriltilir." rivayetine Hz. Aişenin mantık ve dil
bilimini kullanarak aslında demek istenen kişinin hangi amel üzere olduğunu belirtmiştir.

6
4. Mehmed Said HATİPOĞLU “Hz. Aişe’nin Hadis Tenkitçiliği”
Birisi eğer Hz. Peygamberi iyi anlamak istiyorsa şüphesiz bu ancak Hz. Peygamberin
doğru takdim edilmesiyle mümkündür. Hz. Peygamberi anlayarak insan İslam’ı da anlamış
olacaktır. Mehmed Said Hatşpoğlu hocamız bu makalesinde Hz. Peygamberin doğru
anlaşılmasının önemini vurgulayarak bunu en bilen ve bunun için gayren gösteren uygulamaya
Asrı-saadeti örnek göstermiştir. Gerçekten de onlar her çeşit haberde doğruyu araştırmak ve
onu kabul etmek Kur’an-ı Kerim’in emri olduğunu bildiklerinden dolayı Hz. Peygamberin
yanlış anlaşılmaması için bir islami tenkid faaliyetini sürdürülmüştürler. Bu emirde şahısların
içtimai durumlarının dahili olmamıştır. Hangi asırda olursak olalım tüm bunların tek hedefi
vardır. Bu ana hedefin hizmetkarları olan ilk tabaka Sahabey-i Kiram’dır. Onların bu yolda
yapmış olduğu ilmi tenkitler, İslam kültür tarihinin en parlak örneklerini teşkil eder. Islamı
öğretme çalışmaları sırasında Sahabe’nin birbirlerinin eksiklerini tamamladığı, yanlışını
düzelttiği, hatta tekzibe dahi gittikleri bilinmektedir. Onların yapmış olduğu bu çabasının amacı
ise Hz. Peygamber'i ve dolayısıyla İslamiyet'i, mümkün olduğu derecede hatasız ve eksiksiz
takdim edebilmektir.

Sahabe, Hz. Peygamber’in yanında sabah akşam bulunmuş, her sözüne her fiiline şahid olmuş
değildir. Çünkü günlük meşgaleler buna engel oluyordu. Bir de yaratılış ve imkanlar
bakımından hepsi aynı fikri ve zihni yapıda değildi. Bu yüzden onlarda, özellikle dini malumat
sahasında, bazı farklı anlayışların bulunması doğaldır. Nitekim herbiri, diğerinde gördüğü
eksikliği ve yanlışlığı giderme luzümunun dini hassasiyetine sahiptir. İslami ilim zihniyetinin
en büyük İslam alim kadını olan Hz. Aişe bulunmaktadır. Onun geniş kültürünün, tenkidlerden
bazısını kaydetmek suretiyle İslam tenkid anlayışı üzerinde durulacaktır.

Hz. Aişe hicretten 8 sene evvel, Nübüvvetin 4. senesinde Mekke’de doğmuşlarıdr. Hicretten
iki veya üç sene önce, Hz. Hatice’nin vefatının ardından, Hz. Peygamber ile nikahlanmıştır.
Hz. Peygamber'den sonra 47 sene daha yaşayarak, 65 yaşında iken Medine’de Hz. Muaviye’nin
hilafeti devrinde 17 Ramazan 58/13 678 Salı gecesi vefat etmiştir. Hz. Aişe yalnızca hadis
nakilci değil, aynı zamanda müfessirdir. Fakih ve hatibdir. Devrinin Arap tarihini, ensab, şiir
ve tıp alanlarında derin bilgi sahibidir. Rivayet ettiği hadislerin şuuruna ermiş bulunduğu gibi,
kendisine ulaşan rivayetleri de yüksek islami kültürüne göre değerlendirmiş ravileri kim olursa
olsun bunlardan eksik veya yanlış bulduklarını düzeltme vazifesi hakkiyle yerine getirmiştir.
Hz. Aişe’nin tenkidlerine alimler eserler yazmışlardır. Bunlardan; ilki Hatib el-Bağdadi’nin
muhaddis arkadaşlarından Ebu Mnasur Abdu’l-Muhsin ibn Muhammed eş-şihi’nin el-Kifaye

7
isimli eseri, bu eserde isnadlaryla birlikte 25 hadis kaydettiğinden bahsedilir. Ikinci ve en geniş
eser, Mısırlı Şafii alim Bedru-d Din ez-Zerkeşi’ye aittir. Aslen türk olan bu büyük alimin
kitabıdır. Bu kitap istidrakler ve ilgili şahıslar sıralanmıştır. Diğer bir eser ise Suyuti’nin
eseridir. Suyuti, istidrakleri fıkıh bablarına göre sıralamıştır.

Başta Muvatta, Buhari ve Müslim olmak üzere belli başlı bütün hadis kitaplarında farklarla
kaydedilen bir hadis vardır. “Ölü, yakınlarının kendisine ağlaması yüzünden azaba uğrar.” Hz.
Peygamber'in bu sözü nerede, ne zaman hangi manada söyledikleri ve ölünün azap çekmesinin
nedenleri her bir hadise dayanan pek çok görüş ve te’viller ileri sürülmüştür. Hadisin zahiri
manasını kabul edenler arasında hazreti Ömer ve Abdullah b. Ömer bulunmaktadır. Hz. Aişe,
bunu duyduğunda siz yalan söylemez yalanla itham da edilmemiş iki zattan hadis rivayet
ediyorsunuz. Fakat kulak hata yapabilir. Hz. peygamber bir Yahudi'nin mezarı yakınından geçti
geçmiş yakınları baş tarafına oturmuş ağlıyorlardı. Bunun üzerine: “Bunlar ağlayıp duruyor
halbuki o kabrinde azap çekmekte buyurmuşlardır. Size bu hususta Kuran'ın rehberliği yeter,
kimse kimsenin günahını çekmez.” Bu Yahudi'nin azap çekmesinin sebepleri arasında
hayattayken işlediği günahları veya arkasından matem tutulması gibi münker bir şey vasiyet
etmiş olması gösterilmektedir. Hazreti ayşe'nin rivayeti kitap ve sünnetin delaletiyle sahih
görünmüştür kitaptaki deliller şu ayetlerdir: “Kimse kimsenin günahını çekmez.” (En-am 164),
“Kişiye ancak yaptığı şey verilecektir.” (Necm 39), “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür.
Kim zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.” (Zil-zal 7-8). Sünnetten delil de ise hazreti
peygamber bir adama: “şu yanındaki senin oğlun mu? diye sordu. O zat evet deyince: “bak
dedi ne o senin işleyeceğini cinayetten mes’uldür, ne de sen onunkinden.” Böylece hazreti
peygamber tıp ki cenabı hak gibi bildiriyor ki nasıl bir kimse kendi yaptığını başkasının lehine
veya aleyhine yazdıramazsa, öyle de herkeste işlediği cinayetten bizzat mes’uldür. Hz. Aişe'yi
destekleyen rivayetler arasında Zerkeşi; Hz. Muhammed (sa)’in ağlamış olduğunu ve
ağlayanlara da engel olmadığını bildiren rivayetler göstermektedir.

Hadis ve Fıkıh usulü kitaplarında sahabeden nakledilen fetvalara ayrı bir önem verilmiştir.
Çünkü sahabe, Hz. Peygamber’den edindikleri bilgiden hareketle, mezkûr fetvalar merfu
hadisler derecesine çıkarıldığı olmuştur. Bu anlayış, hadisçiler çevresinde hicri II. Asrın
başlarında yerleşmeye başladığı kabul edilir. Nitekim Medineli alim muhaddis Salih ibn
Keysan ile meşhur ibni şihab zuhri birlikte hadis derlemeye başladıkları zaman, Salih, Zühri'nin
aksine sahabe kavimlerini yazmamıştır zira daha sonra pişman olacağı üzere başlangıçta onları
sünnetten saymıyordu. Sahabenin kavilleri, şayet intişar eder de kendi devirlerinde inkâr

8
edilmezlerse ulemanın ekserisi ine göre bunlar hüccettir. Eğer ihtilaf etmişlerse ihtilaf
noktalarında Allah ve Rasulüne başvurulur. Onların ihtilaflı oldukları kavmin hücceti olmadığı
üzerinde ulemanın ittifakı vardır. Bir sahabi bir kavil de söylemiş başkaları bunun hilafına
bildirmemiş fakat bu kavil intişar da bulmamış ise mesele ihtilaflıdır. Ekseri alimler onu hüccet
sayar Ebu Hanife ve Malik gibi. Sahabe görüşlerinin çok fazla önem gördüğü rivayetler
arasında Ebu Hureyre’nin fetvası örnek gösterilebilir: Yedi meşhur fakihten Tabii Ebu Bekir
ibn Abdirrahman bir va’azında Ebu Hureyre’nin: Kim cünüp halde sabah ederse, o gün oruç
tutmasın dediğini duymuştur. Bu hükmü babası yine Tabiilerden, Abdurrahman İbnu’l Haris’e
naklediyor. Abdurrahman’ın buna gönlü yatmamıştır. Birlikte kalkıp Hz. Aişe ile Hz. Ummu
Seleme’ye giderler. Her iki Ummu’l- Muminin, Peygamberlerin fiiliyatını delil göstererek, Ebu
Hureyre’nin görüşünü nakzetmişlerdir. Bu sonucu alan bab-oğul, kalkıp Mervan’ın yanına
giderler. Mervan bu sırada Medine valisidir. Ve Abdurrahman’an, Peygamber’in hanımlarından
aldıkları cevabı gidip Ebu Hureyre’nin yüzüne çarpmasını söyler. Fakat Abdurrahman bu
muameleyi hoş karşılamaz. Bir zaman sonra bir vesileyle, Ebu Hureyre’ye durumu anlatma
fırsatı bulur. Karşılık olarak Ebu Hureyre, va’zında bahsettiği hükmü, Peygamber’den bizzat
duymuş olmadığını, kendisine Fadl ibn Abbas’'ın rivayet ettiğini söyler ve Peygamber
hanımlarının bu meselede kendisinden daha salahiyetli olduklarını kabul ederek fetvasından
geri döner. Bu hadisin, tatbikinde Tahavi, Ebu Hureyre’nin hadisini kabul eden kimselerin, ona
göre kabul ettiklerini, diğerlerinin de ona uymadıklarını söylemekte ve Ebu Yusuf ve
Muhammed’in bu ikincilerden olduğuna işaret etmektedir. Nitekim yukarıda geçen Tabii
alimlerin kendi İslami anlayışlarına ters düşen bir hükmün aslını tahkik himmetleri olmasaydı,
belki de bütün Müslümanlar, mezkûr durumlarda oruçlarını, Ebu Hureyre’nin va’zına kurban
etmiş olacaklardı.

İslam ilimlerinin her dalında Hz. Aişe, önemli bir yere sahiptir. Örneğin bunlardan bir tane
ilim sahası da tefsirdir. Hz. Aişe'nin yaptığı tavzihler karar mercii olmuştur. Örneğin; siyasi
çıkarların avukatlığını yaptırmak gayesiyle, devirler boyunca, sayısız denecek derecede hadis
uydurmuş olmasının yanı sıra Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden de az ölçüde istifadeye kalkışmış
olduğu kaydedilir. Bu gibi bir kalkışmasın Hz. Aişe'nin önderliğinde nasıl bertaraf edildiği
rivayetlerde kaydedilmektedir. Mekke’de vefat etmiş tabiilerden Yusuf ibn Mahek anlatıyor:
“Mervan Hicaz valisi idi. Muaviye tayin etmişti. Hutbeye çıktı. Yezid’e babası Muaviye’den
sonra biat edilmesinden bahsediyordu. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman bir şeyler söyleyince
Mervan onun yakalanması emrini verdi. O da kaçıp kız kardeşi Hz. Aişe’ni evine girdi. Onu
yakalayamadılar. Bunun üzerine Mervan: bu adam o kimsedir ki Allah onun hakkında “-Ana

9
babasına: öf be......” ayetini indirmiştir. Dedi. Bunu perdenin ardında duyan Aişe şöyle cevap
verdi: “Cenab-ı Hak, benim masumiyetimi bildiren ayet dışında bizim hakkımızda Kur’an
olarak hiçbir şey inzal etmemiştir.” Olayın kahramanı olan Abdurrahman, kaynakların verdiği
bilgilere göre Bedir ve Uhud savaşlarında müşrikler tarafından iştirak etmiş, Kureyşlilerin en
kuvvetli okçularındandır. Mübareze için ortaya çıktığında karşısına babası Hz. Ebu Bekir’in
dikilmek istediği, fakat Hz. Peygamber’in buna mâni olduğu zikredilmektedir. Hz. Aişe islam
ilminin asırlar boyunca arz ettiği manzaranın tespiti, İslam’ın geleceği için son derece
ehemmiyet arz etmektedir. İslam Kitabiyatının bütünü ile ortaya çıkarılması ilk şartını yerine
getirmedikçe, o istikbali kurmaya imkân yoktur. Bu nedenle islam kültürünü Hz. Aişe’nin
zihniyetiyle ortaya koyacaklara ise, devrimizin her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

Hocamızın bu makalesinde Hz. Aişenin sahabeler arasında ki konumunu belirtmiş ve


her daim kendisine danışılan biri olarak tanıtmıştır. Onun parlak zekası ve Hz.
Peygamberimizin söz ve davranışlarının doğru bir şekilde anlaşılması için gayreti bu ve benzeri
eserlerin konusu olmuştur. Makalede Hz. Aişenin diğer sahabeleri beşer olmalarının tabii
sonucu ortaya çıkan bazı kusurlarını dile getirirken, kendisinin de bir beşer olduğu
unutulmamıştır. Dolayısıyla Makalede Hz. Aişenin hadis eleştirilerine sübjektif yaklaşılmıştır.
Bazı örnekten sonra Hz. Aişenin bu hadis eleştirisinde haksız oluğunu söyleyen alimlerin
kelamının çalışmada yer alması buna misaldir. Alimlerimizin Hz. Aişenin bazı eleştirmelerini
kabul etmemeleri çoğu sefer Hz. Aişenin kendi kanaatine göre konuşmasıyla bağlanılmaktadır.
Hz. Aişenin hadis eleştirilerine karşı gelen bir diğerlerinin gerekçesi ise rivayetin güvenilir bir
cemaat tarafından rivayet edilmesi olmuştur. Bazı alimlerin Hz. Aişenin bazı tenkitlerinde
yanıldığını belirtseler de, Hz. Aişenin Sünnet'i doğru anlaşılınası hususunda ilmi tenkit
zihniyetini ortaya koyduğu aşikardır. Hz. Aişenin bu tenkitlerinin zeminini oluşturan Hz.
Peygamber'den aldığı bilgi ve birikimi olduğunu ve hatırladığımızda önemi daha da
artmaktadır. Nitekim bildiğimiz gibi Hz. Aişenin Hz. Peygamber ile evleri Mescid ile birleşik
olduğu için, Hz. Aişe onun öğretilerinden gece gündüz ders dinleyerek ilim öğrendi. Hz.
Peygamberimzin her daim yanında olduğundan dolayı Hz. Aişe'nin herhangi bir hatasını
gördüğü zaman onu uyarmıştır. Dolayısıyla böyle bir ortamda yetişen Hz. Aişe evini danışma
yeri yapmış ve Medineyi ilim merkezi halinde koruyanlardan olmuştur. Böyle dini bilgisine
sahip olan Hz. Aişenin diğer sahabilerde gördüğü bazı zabt kusurlarnı derhal eleştirmesi ve
yanlışları düzeltme cihetine gitmeside gayet anlaşılmaktadır.

10

You might also like