You are on page 1of 169

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

İSHAK B. RÂHÛYE VE
FIKIH DÜŞÜNCESİ
Yüksek Lisans Tezi

MEHMET EKİM

İstanbul, 2013
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

İSHAK B. RÂHÛYE VE
FIKIH DÜŞÜNCESİ
Yüksek Lisans Tezi

MEHMET EKİM

DANIŞMAN
PROF. DR. BİLAL AYBAKAN

İstanbul, 2013
GENEL BİLGİLER

İsim ve Soyadı : Mehmet Ekim

Ana Bilim Dalı : Temel İslam Bilimleri

Programı : İslam Hukuk

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Bilal Aybakan

Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans-Temmuz 2013

Anahtar Kelimler : İshak, Fıkıh, Düşünce, Müctehid, Mezhep, Horasan.

ÖZET

İSHAK B. RÂHÛYE VE FIKIH DÜŞÜNCESİ

İslam hukuk tarihinde fıkıh ilmine katkısı olan birçok şahsiyet vardır. Bunlardan biri
de İshak b. Râhûye’dir. Horasan’da dünyaya gelip Irak, Şam, Hicaz ve Yemen bölgelerinde
birçok şehire ilim yolculuğu yapmıştır. İlim merkezlerinde ve meclislerinde genç yaşına
rağmen itibarlı biri olmayı başarmıştır. Tefsir ve Kelam konularında söz sahibi olmakla
birlikte asıl yetkinliği Hadis ve Fıkıh ilmindedir. Başta kütüb-i sitte müellifleri olmak üzere
çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Bazı kaynaklarda Hanefî, Şâfiî veya Hanbelî mezhebine
mensup biri olarak tanıtılsa da herhangi bir mezhebe bağlılığı olmayan mutlak müctehittir. Bu
özelliği sayesinde vefatından sonra kaleme alınan fıkıhla ilgili eserlerde görüşüne müracaat
edilen isimler arasında günümüze kadar gelmiştir. Biz de bu özelliğini hem tarihî hem de ilmî
açıdan tespit etmeye çalıştık.
GENERAL INFORMATION

Name- Surname : Mehmet Ekim

Branch : Divinity School

Programme : Islamic Law

Thesis Advisor : Prof. Dr. Bilal Aybakan

Thesis Type and Date : M.A. thessis- July 2013

Keywords : Islam, Fiqh, Thought, Mujtahid, Madhab, Khorasan

ABSTRACT

ISHAQ B. RAHUYE AND HIS JURISTIC THOUGHT

Ishâq b. Râhwayh is one of the important figures in the history of Islamic law. Born in
Khorasan, educated in various cities in Iraq, Syria, Hijaz and Yemen, and received
recognition in his early scholarly career. In addition to his expertize in hadith and fiqh he had
also noticable knowledge on tafseer and kalâm Among his students there were scholars who
collected Kutub al-Sittah. Event hough different sources mention about him as a follower of
Hanafî, Shafiî and Hanbalî schools, he was not a follower a madhab but he himself was a
mujtahid-i mutlaq (absolute mujtahid). Therefore, he was referred as one of the authorities in
the Islamic law books that were written after his death. This thesis explores the originality of
the juristic thought of Ishâq b. Rahwayh.
ÖNSÖZ

Farklı zamanlarda ve farklı bölgelerde yürürlükte olan hukukla ilgili kuralları


ve kurumları araştırma konusu edinen hukuk tarihi ile hukukçuların birbirlerinden farklı
görüşlerini inceleyen eski tabiriyle ilm-i hilaf günümüzdeki isimlendirmesiyle
mukâyeseli hukuk’un hukuk ilmine kazandırdıkları inkâr edilemeyecek derecede
büyüktür. Tefsir ve Hadis ilmine katkısının yanında hukukçuların farklı görüşlerini
ihtiva eden İhtilâfu’l-fukahâ türü eserlerde kendisine çokça atıfta bulunulan İshak b.
Râhûye’yi konu edinmemizin nedeni, bugüne kadar gelmesine ve hemen hemen her
konuda görüşüne müracaat edilen birisi olmasına vesile olan özelliğinin ne olduğunu
tespit etme niyetimizdir.

Bu çalışma, Hz. Peygamber’in vefatından sonra fetihlerle genişleyen İslam


coğrafyasının bir parçası olan Horasan bölgesinde dünyaya gelip ilim tahsili için pekçok
merkezi dolaşan ve âlimler arasında önemli bir yer edinen İshak b. Râhûye özelinde
yaşadığı çağa ışık tutma hedefi taşımaktadır.

Çalışma süresince birçok kişiden yardım aldım. Şüphesiz bu kişilerin başında


danışman hocam Prof. Dr. Bilal Aybakan’ı anmalıyım. Tez konusu belirleme sürecinde
ve sonrasında her kapısını çaldığımda cömertçe zaman ayırarak ilgi ve alakasını eksik
etmedi. Anlayışlı olmasının yanı sıra görüş ve önerileriyle hayati öneme sahip
katkılarını esirgemedi. Kendisine çok müteşekkirim. Tezi okuyarak önemli telkinlerde
bulunan ve teklifler sunan Abdullah Sacit Öksüz, Murat Sarıtaş, Mehmet Yazıcı,
Muhammed Fatih Çalışır, Abdullah Koçdoğan ve Abdussamed Söyler’e, ayrıca büyük
bir özveri ile tezi okuyup ciddi katkılar sağlayan Halil Efe’ye teşekkür ederim.
Çalışmanın hadisle ilgili kısımlarında desteklerini esirgemeyen Yrd. Doç. Dr.
Muhammed Beyler’e de şükranlarımı arz ederim. Son olarak dualarıyla daima menevi
destekçim olan annem ile babama ve çalışmam süresince sabır ve metânetle bana destek
veren eşime gönülden teşekkür ediyorum.

Mehmet Ekim
Kastamonu, 2013

II
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ............................................................................................................. II

KISALTMALAR ............................................................................................ XI

GİRİŞ ................................................................................................................. 1

I. TEZİN KONUSU VE SINIRLANDIRILMASI ....................................... 1


II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ ....................................... 1
III.TEZDE İZLENEN YÖNTEM ............................................................... 4

BİRİNCİ BÖLÜM

İSHAK B. RAHUYE: YETİŞTİĞİ ÇEVRE, HAYATI VE İLMİ


KİŞİLİĞİ

I. YAŞADIĞI DÖNEME GENEL BAKIŞ................................................ 5


A. SİYASİ ÇEVRE ............................................................................... 5
B. İLMİ ÇEVRE .................................................................................... 7
II. HAYATI .................................................................................................. 9
A. DOĞUMU VE KİMLİĞİ ................................................................. 9
B. YETİŞMESİ VE SEYAHATLARI ................................................ 10
1. Irak .................................................................................................. 11
2. Şam (Dımaşk) ................................................................................. 14
3. Hicaz ............................................................................................... 14
4. Yemen ............................................................................................. 15
5. Horasan ........................................................................................... 15
C. EVLENMESİ .................................................................................. 15
D. VEFATI .......................................................................................... 16
III. HOCALARI, ÇAĞDAŞLARI VE ÖĞRENCİLERİ ......................... 17
A. HOCALARI .................................................................................... 17
1. İbn Mübârek (181/797) ................................................................... 18
2. Fudayl b. İyâz (187/803)................................................................. 18
3. Mu‘temir b. Süleyman (187/803) ................................................... 19
4. Fadl b. Musa es-Sinânî (192/807) ................................................... 19

III
5. Velid b. Müslim ed-Dımaşkî (194-95/810-11) ............................... 19
6. Bakıyye b. Velîd eş-Şâmî el-Kelâî el-Hımsî (197/812).................. 20
7. Vekî‘ b. el-Cerrâh (197/812) .......................................................... 20
8. Süfyan b. Uyeyne (198/814) ........................................................... 20
9. Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (204/820) ........................................... 21
10. Nadr b. Şümeyl el-Mâzinî (204/820) ............................................ 22
11. Ravh b. Ubâde (205/821) .............................................................. 23
12. Vehb İbn Cerîr b. Hâzin (206/822) ............................................... 23
13. Ya‘lâ b. Ubeyd et-Tanâfisî (209/825) ........................................... 23
14. Abdurrezzak b. Hemmâm es-San‘ânî (211/827) ........................... 23
15. Süleyman b. Nafi‘ el-Abdî ............................................................ 24
B. ÇAĞDAŞLARI ............................................................................... 29
1. Sıklıkla Görüştükleri ....................................................................... 30
a. Yahya b. Maîn (233/847) ............................................................ 30
b. Ahmed b. Hanbel(241/855) ........................................................ 30
c. İshak b. Mansur el-Kevsec (251/865) ......................................... 32
2. Dönemindeki Hükümdarlarla İlişkisi ............................................. 32
Horasan Emiri Abdullah b. Tahir (230/844) .................................... 33
3. Hakkında Değerlendirme Yapanlar ................................................ 34
a. Vehb b. Cerîr (206/822) .............................................................. 34
b. Humeydî, (219/834).................................................................... 34
c. Yahya b. Yahya el-Minkârî en-Nîsâbûrî (226/841) .................... 35
d. Nuaym b. Hammad (228/843) .................................................... 35
e. Muhammed b. Eslem et-Tûsî (245/859) ..................................... 35
f. Ahmed b. Seleme(286/899)......................................................... 36
g. Ebu Abdurrahman en-Nesâî (303/915) ....................................... 36
h. İbn Huzeyme (311/924) .............................................................. 36
i. İbn Hibbân (354/965) .................................................................. 37
j. Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014).................................................... 37
C. ÖĞRENCİLERİ .............................................................................. 37
1. Muhammed b. Râfi‘ (245/859) ....................................................... 38
2. Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870) ..................................... 38

IV
3. Müslim b. Haccâc (261/875) .......................................................... 39
4. Ebû Dâvûd es-Sicistânî (275/889) .................................................. 39
5. Ebû İsa et-Tirmizî (279/892) .......................................................... 40
IV. ESERLERİ ............................................................................................ 44
V. İLMİ KİŞİLİĞİ ..................................................................................... 47
A. HADİS İLMİNDEKİ YERİ ............................................................ 47
B. TEFSİR İLMİNDEKİ YERİ ........................................................... 48
C. KELAM İLMİNDEKİ YERİ .......................................................... 49
D. FIKIH İLMİNDEKİ YERİ ............................................................. 50
1. İshak b. Râhûye ve Ehl-İ Re’y ........................................................ 50
2. İshak b. Râhûye ve Ehl-i Hadis ...................................................... 52
E. İLMÎ MÜNÂZARALARI .............................................................. 55
1. Şâfiî ile Münâzaraları ..................................................................... 55
a. Mekke Evlerinin Satımı .............................................................. 55
b. Meytenin Tabaklanması ............................................................. 58
2. İbrahim b. Salih ile Münâzarası ...................................................... 60
3. Münâzaraların Değerlendirmesi ..................................................... 60
F. MEZHEP İMAMLIĞI .................................................................... 61
G. MEZHEBİNİN YAYILDIĞI YER ................................................. 63

İKİNCİ BÖLÜM............................................................................................. 64

İSHAK B. RÂHÛYE’NİN USÛL DÜŞÜNCESİ .......................................... 64

I. DELİLLERE YAKLAŞIMI ................................................................. 64


A. KİTAP ............................................................................................. 64
1. Kur’an’ın Şaz Rivayetlerinin Hükmî Değeri .................................. 65
2. Kitap İle İstidlal Örnekleri .............................................................. 65
a. Abdestte Niyet Etmenin Hükmü ................................................. 65
b. İki Kız Kardeşin Bir Nikâh Altında Cem Edilmesi .................... 66
c. İrtidatın Amellere Etkisi ............................................................. 66
d. Gayri Müslimler’in Ellerindeki Toprakların Vergisi.................. 67
e. Hataen Adam Öldürme ............................................................... 67
B. SÜNNET ......................................................................................... 68

V
1. Teklifî Hüküm Olarak Sünnet ........................................................ 69
2. Senetteki İttisal ve İhtilâfu’l-hadis.................................................. 70
3. Sünnet İle İstidlal Örnekleri............................................................ 71
a. Vekâleten Hac ............................................................................. 71
b. Ölü Arazinin Mülkiyeti .............................................................. 71
c. Zinâ İkrarından Dönme ............................................................... 72
d. Livata Suçunun Cezası ............................................................... 72
e. Mahrem Olan Kadını Öpme ....................................................... 73
C. İCMÂ .............................................................................................. 73
1. İcmâ Ettiği İfade Edilen Ehl-i İlim ................................................. 74
2. İcmâ Edeceklerde Aradığı Kriter .................................................... 75
3. İcmâ ile İstidlal Örnekleri ............................................................... 76
a. Şüf‘a Hakkının Ortaklara Teslimi............................................... 76
b. Talaka Benzeyen Şeylerle Talak ................................................ 76
c. Merhûnda Azalma Meydana Gelmesi ........................................ 77
d. Ramazanda Hatâen Fecir Vaktinde Yemek Yeme ..................... 77
D. SAHÂBE KAVLİ ........................................................................... 78
1. Birden Fazla Sahâbî Kavli Karşındaki Tutumu .............................. 80
2. Sahâbî Kavlinin Sıhhatini Anlama Yöntemi .................................. 80
3. Sahâbî Kavli İle İstidlal .................................................................. 80
a. Maraz-ı Mevtte Boşanan Kadının Miras Hakkı .......................... 80
b. Namazda Mushaftan Okuma ...................................................... 81
c. Mürtedin Tevbesinin Kabul Sayısı ............................................. 81
d. Mürtedin Kestiğinin Hükmü ....................................................... 81
E. KIYAS ............................................................................................ 83
Kıyas İle İstidlal Örnekleri ................................................................... 83
a. Güneş Batmadan Orucunu Bozanın Durumu ............................. 83
b. Arkadan İlişkinin Cezası ............................................................ 84
c. Hadlerin Tespiti .......................................................................... 84
d. Neşşeal, Tarrâr ve Nebbâşın Cezası ........................................... 85
F. ŞER‘U MEN KABLENÂ ............................................................... 85
Şer’u Men Kablenâ İle İstidlal.............................................................. 85

VI
G. İSTİHSAN ...................................................................................... 86
İstihsan ile İstidlal ................................................................................. 87
a. Orucun Unutularak Bozulması ................................................... 87
b. Talakın Yemin Tealluku ............................................................. 88
c. Mikattan İhramsız Geçme ........................................................... 88
d. Ma‘dûmun Satışı......................................................................... 88
H. SEDD-İ ZERÂİ‘ ............................................................................. 89
Sedd-i Zerâi‘ İle İstidlal ........................................................................ 89
İ. ÖRF ..................................................................................................... 89
J. MASÂLİH-İ MÜRSELE .................................................................... 90
Masâlih-i Mürsele İle İstidlal ............................................................... 91
K. İSTİSHÂB ...................................................................................... 92
İstishâb ile İstidlal ................................................................................. 93
II. HÜKÜM ÇIKARMA YOLLARI ........................................................ 94
A. MUTLAK-MUKAYYED ............................................................... 94
B. EMİR-NEHİY ................................................................................. 95
C. MEFHÛMÜ’L-MUHÂLEFE ......................................................... 95
D. ÂM-HÂS ......................................................................................... 96
E. ARAPÇA DİL KAİDESİ................................................................ 96

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

FURU‘ FIKIH DÜŞÜNCESİ

I. İBÂDETLER ........................................................................................... 98
A. TAHÂRET ...................................................................................... 98
1. Abdestin Farzları .......................................................................... 100
2. Abdesti Bozan Şeyler ................................................................... 102
3. Mest .............................................................................................. 103
4. Gusül ............................................................................................. 103
B. NAMAZ ........................................................................................ 104
1. Namazın Farzları .......................................................................... 104
2. Namazı Bozan Şeyler ................................................................... 108
3. Namazı Bozmayan Şeyler............................................................. 109

VII
4. Namazların Cem‘i Meselesi ......................................................... 109
5. Seferîlik ve Yolcu Namazı............................................................ 110
6. Vitir Namazı ................................................................................. 110
7. İmamlık ......................................................................................... 112
8. Cenaze Namazı ............................................................................. 112
C. ORUÇ ........................................................................................... 113
D. ZEKÂT ......................................................................................... 114
E. HAC .............................................................................................. 115
F. KURBAN...................................................................................... 116
II. AHVALİ ŞAHSİYE ............................................................................. 117
A. NİKÂH.......................................................................................... 117
1. Evlenme Ehliyeti .......................................................................... 117
2. Nikâhta Şâhitlik ............................................................................ 118
3. Mehir............................................................................................. 118
B. TALAK ......................................................................................... 118
1. Üç Talak Meselesi ........................................................................ 118
2. Sarih Olmayan Lafızlarla Talak.................................................... 119
3. Mükrehin Talakı ........................................................................... 119
C. HUL‘ ............................................................................................. 120
D. NESEB VE HİDÂNE ................................................................... 120
E. NAFAKA ...................................................................................... 121
F. HACİR VE İZİN ........................................................................... 121
III. MUÂMELÂT ..................................................................................... 122
A. BEY‘ ............................................................................................. 122
1. Selem akdi .................................................................................... 123
2. Riba ............................................................................................... 123
a. Riba’nın İlleti ............................................................................ 123
b. Daru’l-Harb’te Ribanın Hükmü................................................ 124
B. HİBE ............................................................................................. 124
C. ŞÜF‘A ........................................................................................... 124
D. İCÂRE .......................................................................................... 125
E. EMÂNETLER (VEDÎA VE ÂRİYET) ........................................ 125

VIII
F. KEFÂLET ..................................................................................... 125
G. REHİN .......................................................................................... 126
H. VEKÂLET .................................................................................... 126
İ. ŞİRKET ............................................................................................ 127
IV. UKÛBÂT ............................................................................................. 128
A. BİRDEN FAZLA HAD CEZASININ BİRLEŞMESİ.................. 128
B. AYNI SUÇUN TEKRARI............................................................ 128
V. SİYER .................................................................................................. 128
VI. MUHÂKEME USÛLÜ HUKUKU .................................................... 129
A. DELİL VE ŞÂHİTLİK ................................................................. 129
1. Şâhitliği Kabul Eetme Kriterleri ................................................... 130
2. Kadının Şâhitliği ........................................................................... 130
3. Şâhitlik Edilen Hususlar ............................................................... 130
B. ZAMAN AŞIMI ........................................................................... 131
C. İKRAR .......................................................................................... 131
D. DAVA, KAZA VE HÜKÜM ....................................................... 132
1. Beyyinesi Olmayandan İstihlaf..................................................... 132
2. Hatalı Davalar ............................................................................... 132
VII. YİYECEKLER VE İÇECEKLER .................................................. 132
A. HARAMDAN KAZANAN KİŞİNİN DAVETİNE İCABET ...... 132
B. İÇKİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER ................................................... 133
1. İçilmesinin Hükmü ....................................................................... 133
2. Zaruret Halinde İçki İçmek ........................................................... 133
3. İçki İçenin Arkasında Namaz Kılmanın Hükmü .......................... 133
4. İçkiyle Tedâvî ............................................................................... 134
5. İçkinin Ticareti.............................................................................. 134
VIII. TEK KALDIĞI FIKHÎ GÖRÜŞLERİ........................................... 134
A. SAÇ, BIYIK VE TIRNAK KESMENİN ABDESTİ BOZMASI. 134
B. NAMAZDA İMAMIN ABDESTİNİN BOZULMASI ................ 135
C. SECDE VE RÜKÛ VEYA KIYAMI UZATMANIN FAZİLETİ 136
D. CUMANIN SAHİH OLMASI İÇİN GEREKLİ OLAN SAYI .... 136
E. SEFERî OLMAK İÇİN GEREKLİ SÜRE ................................... 137

IX
F. NAMAZDA SEFERÎ OLANIN MUKÎME UYMASI ................. 137
G. YAĞMUR DUASI ....................................................................... 138
H. ALACAKLININ BORÇLUYA ZEKÂT VERMESİ ................... 138
İ. GEBE VEYA EMZİKLİ KADININ RAMAZANDA ORUCUNU
BOZMASI...................................................................................... 139
J. LAKÎT’İN (BULUNTU ÇOCUK) NAFAKASI ........................... 140
K. KUR‘A İLE NESEBİN SABİT OLMASI .................................... 140
L. “BANA AİT OLANLARDA FAKİRLERE SADAKA VARDIR”
SÖZÜNÜN YORUMU ................................................................. 141
M. YEMİNDE İSTİSNA .................................................................... 141
N. SAVAŞTA MAKTÜLÜN ÜZERİNDEN ÇIKANDAN BEŞTE BİR
ALMA MESELESİ ....................................................................... 142
O. İRTİDATTA TEKERRÜRÜN HÜKMÜ ..................................... 143

SONUÇ .......................................................................................................... 144

KAYNAKÇA ................................................................................................. 146

X
KISALTMALAR

b. : İbn

bkz. : Bakınız

c. : Cilt

çev. : Çeviren

d. : Doğumu

DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi

h. : Hicrî

Hz. : Hazreti

nşr. : Neşreden

t.y. : Baskı tarihi yok

thk. : Tahkik eden

tsh. : Tashih eden

trc. : Tercüme eden

v. : Vefâtı

v.b. : Ve benzeri

vol. : Volume

XI
GİRİŞ

I. TEZİN KONUSU VE SINIRLANDIRILMASI

Bu tezin konusu İshak b. Râhûye’nin hayatının, ilmi serüveninin ve fıkıh


düşüncesinin şekillendiği sürecin incelenmesidir. Çocukluğundan itibaren katıldığı ilim
meclislerinde istifadeye başladığı şahıslar ile ilmi seyahatleri esnasında karşılaştığı ve
ilim aldığı kişilerle irtibatları ortaya konmuştur. Bu karşılaşmalarda etkilendiği ve
etkilediği isimler zikredilmiş ve ilişki düzeyleri tesbit edilmeye çalışılmıştır. Fıkıh
düşüncesinin şekillenmesinde bu isimlerle birlikte yaşadığı dönemdeki ilmî ve siyasi
çevrenin etkisine de yer verilmiştir.

Fıkıh düşüncesini yansıtacağından delillere yaklaşımı üzerinde durulmuştur.


Ayrıca bazı usûl kaidelerine bakışını ortaya koyacak furu‘ örnekleri üzerinden bunun
tesbiti yapılmaya çalışılmıştır. Furu‘ görüşlerinin bir kısmına klasik fıkıh babları
düzenine göre değinilmiştir. Bununla birlikte tespit edebildiğimiz kadarıyla hiçbir
mezhep imamı veya müctehid tarafından söylenmemiş olup sadece İshak b. Râhûye
tarafından dile getirilen furu‘ görüşleri de sıralanmıştır.

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Başta hadis olmak üzere fıkıh, fetvâ, tefsir, kelam ve diğer İslamî ilimlere dair
eserlerde kendisine çokça atıf yapılan İshak b. Râhûye ile ilgili Arap dünyasında, batıda
ve ülkemizde çalışmalar yapılmıştır. Tefsirciliğini ele alan bir eser ile akaidle ilgili
görüşlerini ihtiva eden bir diğer eser istisna tutulacak olursa bu çalışmaları, hadisçiliği
ve fıkıhçılığı şeklinde iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Hadisçiliğini ele alan
eserler konumuzla dolaylı yoldan alakalı olduğu için onlarla ilgili yeterince bilgi
verildikten sonra tezimizin esasını teşkil eden fıkıhçılığını konu edinen eserlerin
tanıtımı yapılacaktır.

Yasin b. Hâfız Kârillâh Emin Kumay tarafından İshak b. Râhûye’nin tefsirini


konu edinen Merviyyâtü’l-İmam İbn Râhûye fi’t-tefsir adıyla bir master çalışması
yapılmıştır (Medine, 1417/1996). Bu eser iki kısımdan oluşur. Birinci kısımda hayatı ele
alınmıştır. İkinci kısmında ise İshak b. Râhûye’ye ait tefsir rivayetleri, öncelikle rivayet
tefsirleri olmak üzere muhtelif tefsirler ile hadis metinlerinden derlenmiştir. Eserde
İshak b. Râhûye’nin tefsir alanındaki yetkinliği ortaya konmaya çalışılmıştır. Hadis ve
fıkhın dışında İshak b. Râhûye’nin kelam ilmindeki yerini elen çalışmadır. Bu çalışma
Tahir Vayt tarafından Cühûdü’l-imam İshak b. Râhûye fî takrîri akîdeti’s-selef (Medine,
1430) adıyla yapılmıştır.
İshak b. Râhûye ile ilgili 1982 yılında Özdemir Yücel tarafından İshak b.
Râhûye Hayatı ve Şahsiyeti ismiyle hazırlanan ve yayınlanmamış bitirme tezi dışında
İshak b. Râhûye’yi konu edinen, Cambridge Üniversitesinde A Ciritical Edition with
Introduction of Tradition Recounted by A‘ishah Extracted from the Musnad of Ishaq b.
Râhawayh adıyla 1984 yılında Cemile Şevket tarafından Müsned hakkında yapılan
doktora tezi en eski çalışmadır.
Abdulgafûr Abdulhak Hüseyin el-Belûşî, Müsnedü Âişe min Müsnedi İshak b.
Râhûye adıyla 1405/1984 yılında doktora çalışması olarak Müsned’de yer alan Hz.
Âişe’nin rivayetlerinin tahriç ve tahkikini yapmıştır. Bundan başka bir de İmam İshak b.
Râhaveyh ve Kitâbühü’l-Müsned (Medine 1990) isimli bir araştırma daha yapmıştır.
Muhammed Muhtâr Dırar el-Müftî de Müsnedü İshak b. Râheveyh (Beyrut,
2002) ismiyle bir çalışma yapmıştır. Müellif eserinin giriş kısmında İshak b. Râhûye ile
ilgili bilgi verdikten sonra söz konusu Müsned’in Dâru’l-kütübi’l-Mısriyye’de bulunan
el yazma nüshasının tahkik ve tahricini yapmıştır. Eserde dokuz yüz seksen sened
bulunmaktadır ve İshak b. Râhûye’nin Müsned’inin mevcut dördüncü cildinin birinci
kısmını teşkil etmektedir. İlim aldığı hocalarını tespit ederken müsned’de rivayette
bulunduğu isimlerden faydalandık.

Adem Dölek tarafından Meşhur Hadis İmamaları’nın Hocası İshak b. Râhûye


ve Hadis İlmindeki Yeri (İstanbul, 2005) isimli bir çalışma daha yapılmıştır. Bu eser,
İshak b. Râhûye’nin hayatı, hadis ilmindeki yeri ve Müsned’i ile ilgili bilgileri ihtiva
etmektedir.

Susan A. Spectorsky tarafından Chapters on Marriage and Divorce Responses


of Ibn Hanbel and Ishak Râhawayh isimli bir çalışma yapılmış ve 1993 yılında Texas
Üniversitesi Yayınları tarafından basılmıştır. Bundan başka bir de Hadith in the

2
Responses of Ishak b. Râhawayh başlığıyla bir de makalesi vardır. Makalede İshak b.
Râhûye’nin fıkhî görüşlerinde merfu ve mevkuf hadislerin delil olarak kullanılması
üzerinde durulmuştur. Söz konusu makale Islamic Law and Society, Leiden’de 2001
yılında yayınlanmıştır.
Tallal Mahmud Sultan da 1405/1984 yılında Mekke Ümmü’l-kura
Üniversitesi’nde Mesâil min Fıkhi’l-imam İshak b. Râhûye ismiyle doktora çalışması
yapmıştır. Bu çalışmada bey‘, lükata, vasıyyet, nikâh, talak, îlâ’, zıhar ve lian
konularına dair İshak b. Râhûye’nin görüşlerini bir araya getirmiştir.
Cemal Muhammed Fakî Rasûl Bâclân, İshak b. Râheveyh ve Eseruhû fi’l-
fıkhi’l-islâmî isimli bir çalışma yapmıştır. Bu çalışma 2001 yılında Ürdün’de Dâru
Ammâr tarafından basılmıştır. Eser, İshak b. Râhûye’nin hayatı ve usûl anlayışının
yanında furu‘a dair görüşlerini de içermektedir.
Muhammed Ravvâs Kal‘acî de Mevsû‘atü Fıkhı İshak b. Râhveyh (Beyrut,
2009) isimli bir eser yazmıştır. Eserinde fıkıh konuları alfabetik sıraya göre ele almıştır.
İshak b. Râhûye’nin fıkhî görüşlerini düzenli bir şekilde bir araya getiren en hacimli
eserdir. Eserin kaynakları arasında Kevsec’in Mesâil’i ile birlikte birçok ihtilâfu’l-
fukahâ türü eserler vardır.
İshak b. Râhûye’nin talebesi İshak b. Mansur el-Kevsec tarafından rivayet
edilen İshak b. Râhûye ile Ahmed b. Hanbel’in fıkhî meselelere verdikleri cevapları
ihtiva eden eserin muâmelât kısmının, Salih b. Muhammed el-Fahd el-Mezîd tarafından
tahkiki yapılmış ve Mesâilu’l-İmam Ahmed ve İshak b. Râheveyh adıyla iki cilt olarak
2001 yılında Suudî Arabistan’da Mektebetü’l-ulûm ve’l-hikem tarafından
yayınlanmıştır. Eser, bu iki âlime ait ticaret, sayd ve zebâih konularına dair görüşlerini
içerir. Bu eserin bir de Medine’de İslam Üniversitesi bünyesindeki bir ilmî kurul
tarafından dokuz ciltlik tahkikli baskısı vardır. Bu şekliyle İshak b. Râhûye’nin
doğrudan fıkhî görüşlerini içeren elimizdeki en hacimli eserdir. Eserde Kevsec’in
sunumundan anlaşıldığı kadarıyla Mesâil’ini soru cevap şeklinde telif etmiştir.
Sorularının bir kısmını Ahmed b. Hanbel ile İshak b. Râhûye’ye doğrudan yöneltmiştir.
Bir kısmını da konuşmaların geçtiği meclistekilerden birilerinin sorduğu
anlaşılmaktadır. Kevsec, sorularının çoğunu çeşitli âlimlerin görüşlerini mukaddime
yaparak sormuştur. Bu alimler Evzâî (157/774), Nehaî (96/714), Kadı Şureyh (80/699),
İbn Şübrüme (144/761), İbn Ebû Leylâ (148/765), Ata b. Ebû Rebâh (114/732), İmam

3
Mâlik (179/795), Hasan el-Basrî (110/728),Katâde b. Diâme (117/735), İyâs b. Muâviye
(122/740) ve İbn Şihab ez-Zührî (124/742)’dir. Bunların içinde en çok zikrettiği isim
Süfyan es-Sevrî (161/778)’dir. Eser, üç bin altı yüz dokuz mesele içerir. Tirmizî
Sünen’inde İshak b. Râhûye’den naklettiği görüşlerini bu kitaba dayandırmıştır. Aynı
şekilde ihtilâfu’l-fukahâ türü eserler ile İshak b. Râhûye’nin vefatından hemen sonra
yazılan ve görüşlerine yer verilen eserlerde zikredilen bilgilerin kaynağı da yine
Kevsec’in Mesâil’idir. Bu özelliği taşıyan ihtilâfu’l-fukahâ türü eserlerden bazıları
Mervezî’nin ihtilâfu’l-fukahâ’sı, İbn Münzir’in el-Evsat ve el-İşrâf’ı ve İbn
Abdilberr’in el-İstizkâr ve et-Temhîd’’idir. Eserde yer yer kelamî konulara da temas
edilmektedir. Bu eseri baştan sona okumak suretiyle İshak b. Râhuye’nin fıkıh
düşüncesini tespit edebilmemize yarayacak hususları tespit etmeye çalıştık.

III. TEZDE İZLENEN YÖNTEM

Tezin konusu İshak b. Râhûye ve fıkıh düşüncesi olduğu için öncelikle


hayatıyla ilgili bilgilerin bulunduğu temel tabakat eserleri taranmıştır. Hayatıyla ilgili
bilgiler derlenirken İshak b. Râhûye’den hemen sonra kaleme alınan eserlerden
başlamak üzere günümüze kadar geçen sürede telif edilmiş tabakat türü eserler
kronolojik olarak incelenmiştir. Özellikle öğrencisi olması hasebiyle de Buhârî’nin et-
Târîhu’l-Kebîr, Hatib el-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdâd, Zehebî’nin Siyer’i, ile Mizzî’nin
Tezhîbu’l-kemâl isimli eserlerinden oldukça yararlanılmıştır.

Tezin ikinci bölümünü oluşturan usûl düşüncesi ile üçüncü bölümünü teşkil
eden füru‘ fıkıh düşüncesi hakkında veri sağlayacağını düşündüğümüz eserlere
müracaat ettik. Bunların başında İshak b. Mansur el-Kevsec’e ait Mesâililü’l-imam
Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye isimli eser gelmektedir. Bu eseri farklı kılan
fıkıhla ilgili İshak b. Râhûye’den birinci ağızdan nakledilen ve günümüze kadar gelen
tek eser olmasıdır. Bu eserin yanı sıra ihtilâfu’l-fukahâ türü eserlerde İshak b.
Râhûye’ye nisbet edilen konumuzla alakalı olan yerler de incelemeye dâhil edilmiştir.
Bunlardan başka bir de İshak b. Râhûye’nin fıkhî yönünü konu edinen çağdaş
araştırmalar incelenmiş ve müelliflerinin değerlendirmelerine de tezin ilgili
bölümlerinde yer verilmiştir.

4
BİRİNCİ BÖLÜM

İSHAK B. RAHUYE: YETİŞTİĞİ ÇEVRE, HAYATI VE İLMİ KİŞİLİĞİ

I. YAŞADIĞI DÖNEME GENEL BAKIŞ

Bir âlimin şahsiyetine, ilmi birikimine yaşadığı dönemin etkisi kaçınılmazdır.


İshak b. Râhûye’nin yaşadığı dönem, siyasi, ilmi ve toplumsal açıdan Abbâsiler’in en
parlak dönemi denebilecek bir zaman dilimine rastlar. Sekiz Abbâsi halifesi ile muasır
olmuştur. Bunlar: Muhammed el-Mehdî (158-169/775-785), Musa el-Hâdî (169-
170/785-786), Hârûnürreşîd (170-193/786-809), el-Emin (193-198-809/813), el-
Me’mun (198-218/813-833), el-Mu’tasım Billâh (218-227/833-842), el-Vâsık Billâh
(227-232/842-847) ve Mütevekkil Alellâh (232-247/847-861)’dır.1

A. SİYASİ ÇEVRE

İshak b. Râhûye’nin ilim hayatının başlangıcı yaşadığı bölge olan Horasan’dır.


Horasan, göç ve istila yolları üzerindeki bir kavşak noktasında bulunduğundan değişik
ırklardan meydana gelen bir nüfusa sahiptir. Hint-Avrupa Arî ırkı, çeşitli Türk boyları,
Araplar ve Moğollar bunlardandır. Bölgeye gelen ilk Müslümanlar Irak ve Basra’dan
fetih için yola çıkan Arap askerleridir. Uzun süre burada kalmışlar daha sonra
Muaviye’nin iskân politikası izlenmesiyle Araplar da bölgenin kalıcı unsuru haline
gelmişlerdir. Kısacası Horasan, İshak b. Râhûye’nin (161-238) yaşadığı dönemde farklı
etnik kökene sahip milletlerden oluşmuştur.2 Bu bölgenin İslamlaştırılması için ilk
adımlar, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında atılmıştır. Emeviler ve Abbâsiler
döneminde bölgeye hâkimiyeti devam etmiştir.3 Emevî ve Abbâsi halifeleri- neredeyse
tamamının uyguladığı teâmül gereği- bu bölgenin yönetimini Bağdâd valilerine
bırakmışlardır. Bu uygulama Tâhirîler (205/821-259/873) dönemine kadar devam
etmiştir.

1
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 15.
2
Çetin, Osman, “Horasan”, DİA, XVIII, 235.
3
Uslu, Recep, Horasan Tarihi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi SBE, 1997), s. 48; Çetin,
Osman, “Horasan”, DİA, XVIII, 235.

5
Abbâsi Devleti’nin sınırları doğuda Çin’in ortalarına, batıda Atlas Okyanusu
kıyılarına, kuzeyde Orta Asya’ya ile Bizans topraklarına ve güneyde Hint Okyanusu ile
Kızıldeniz’e kadar uzandığından devletin merkezi otoritesinin zayıflaması kaçınılmaz
olmuştur. Merkezi otoritenin zayıflamasının da etkisiyle bu devirde sık sık siyasî,
iktisâdî ve dini sebeplere dayanan isyanlar çıkmıştır.4 Halife Me’mun tarafından 204’te
önce Bağdâd sâhibü’ş-şurtalığına, 205/821 tarihinde de Horasan valiliğine atanan Tahir
b. Hüseyin, bu ortamı değerlendirmiş ve Horasan’da Tâhirîler dönemini başlatmıştır.
Tahir b. Hüseyin, iki yıl süren bu görevinde bağımsız bir hükümdar gibi hareket etmiş,
bastırılan paralardan Me’mun’un ismini kaldırmış ve hutbelerde de ismine yer
vermemiştir. Me’mun, Tahir b. Hüseyin’in 207/823 yılında ölümünden sonra yerine
önce oğlu Talha b. Tahir’i tayin etmiş, Horasan’da Abbâsi hâkimiyetini güçlendirmeye
çalışan Talha 213/828 yılında ölünce kardeşi Abdullah b. Tahir’i 214 yılında vali olarak
atamıştır. Abdullah b. Tahir hem Zeydiler’in hem de Hâricilerin isyanını bastırmıştır.
Dirayetli bir yönetim sergilemiş ve idare merkezini Merv’den Nîşâbur’a taşımıştır.
Abdullah b. Tahir, dört yıl Me’mun, dokuz yıl Mu’tasım ve üç yıl da Vâsık’ın
halifelikleri dönemine rastlamak suretiyle 230/844 yılına kadar bölgeyi yönetmiştir.
Daha sonra aynı yıl yerine oğlu II. Abdullah b. Tahir geçmiştir. İsyanlarla uğraşmak
zorunda kalan oğul II. Abdullah b. Tahir 248/862 yılında vefat etmiştir. Yerine zevk ve
eğlence düşkünü oğlu Muhammed b. Tahir’i bırakmıştır. Bu dönemde Tâhirîler,
Horasan’da sahip oldukları toprakları kaybetmişlerdir. Yanlış yönetim sonucunda halkın
desteğini de kaybettiklerinden bölgedeki varlıklarına Saffâri Hanedânı’nın kurucusu
Yakub b. Leys 259/873 yılında son vermiştir. 5

İshak b. Râhûye siyasi meselelerin içinde yer almamıştır. Bu tutumu, inzivaya


çekilip idâri yetkililerle iletişim kurmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü yukarıda da
değinildiği gibi 214/830-230/844 yılları arasında Horasan’da emirlik yapan Abdullah b.
Tahir’in sevgi ve takdirini kazanmıştır. İshak b. Râhûye’nin Mihne olayları karşısındaki
tutumu, Ahmed b. Hanbel’i teyit eder durumdadır. Fakat kaynaklarda bundan dolayı
Ahmed b. Hanbel gibi hapse atıldığı veya kötü muâmeleye tâbî tutulduğuna dair bilgi

4
Yıldız, Hakkı Dursun, “Abbâsiler”, DİA, I, 35.
5
Kurt, Hasan, “Tâhirîler”, DİA, XXXIX, 403.

6
yoktur. Bunda Abdullah b. Tâhir’in Ahmed b. Hanbel’e karşı sempatisi de etkili olmuş
olabilir. Zirâ İshak b. Râhûye’nin elinde Ahmed b. Hanbel’e ait kitabı gördüğünde alıp
okumuş ve hem eserinden hem de Ahmed b. Hanbel’den övgüyle bahsetmiştir.6 Mihne
olaylarında Ahmed b. Hanbel’in başına gelen sıkıntıların benzerini İshak b. Râhûye’nin
yaşamamasının bir diğer izahı, Abdullah b. Tâhir’in hilafet merkezinden bağımsız
hareket etmesi olabilir.

B. İLMİ ÇEVRE

Abbâsi devleti 132-656 (750-1258) yılları arasında geniş bir coğrafyada hüküm
sürmüştür. Ancak burada bu uzun tarihi dönem değil, İshak b. Rahûye’nin yaşadığı 161-
238 (778-853) yılarına tesadüf eden dönemdeki ilmî faaliyetleri zikretmek doğru
olacaktır. Abbâsiler devri, İslam hukukunun olgunluk devridir. Çünkü halifeler
kendilerini görünüşte de olsa din ve dünya işlerinde Allah ve Rasûlü’nün halifesi
sayıldıklarından din bilginleriyle yakından ilgilenmiş ve siyasetlerine ters duruş
sergilemeyenlere ihsanlarda bulunmuşlardır. Onların bu tutumu İslam hukukunun
gelişmesine katkı sağlamıştır. Ebû Yusuf (182/798)’un, sulama düzeni, vergiler, mali ve
idari konuları içeren Kitâbu’l-Harâc isimli eseri bu tutumun mahsülüdür.7

Bu dönemde fıkhın kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’e sahâbenin ictihad ve


uygulamaları ile tâbiînin ictihadları da eklenmiştir. Öte yandan nazarî ve farazî fıkıh
çalışmaları hızlanmıştır. Sınırların genişlemesiyle farklı kültür, örf ve adetlere sahip
çeşitli kavimlerle bir arada yaşama tecrübesi de fıkhın gelişimine ivme kazandırmıştır.
Ayrıca dönemin bilginleri hac, cihad ve ilim gibi farklı nedenlerle seyahatler yaparak
birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunmuşlardır.8

Bu devirde fıkıh ilminin çok canlı olmasına vesile olan bir diğer unsur, tam bir
ictihad hürriyetinin olmasıdır. İçtihad yapabilenlere bu hürriyet olduğu gibi ictihad

6
İbn Ebû Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî (328/938), Kitâbü’l-cerh ve't-
ta‘dîl, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1952, I, 298.
7
Koca, Ferhat, İslam Hukuk Tarihinde Selefî Söylem ve Hanbeli Mezhebî, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002,
22.
8
Karaman, Hayrettin, İslam Hukuk Tarihi, 157.

7
yapamayanlara da istediği müctehidden faydalanma ve ona tabî olma hürriyeti vardır.
Abbâsiler devrine kadar her bölgedeki müctehidler arz edilen soruları kendi
ictihadlarına göre cevaplandırmışlardır. Henüz teşekkül eden bir mezhep yoktur. Bu
devirde, daha önceleri belli meselelerde ictihad edilirken fıkhın bütün meselelerinde
ictihad edilmesi, tedvin edilmeleri sebebiyle bu ictihadlara kolayca ulaşılması, yazılı ve
sözlü münâkaşa ve münâzara eden fıkıh mekteplerinin oluşması, bu münâzara ve
münâkaşaları yapan müctehidlerin kendilerine ait usûl ve kâidelerin yani usû’l-i fıkıh
anlayışlarının olması mezheplerin doğuşunu sağlamıştır.

Ümmetin genel kabulüne mazhar olan mezheplerin sayısı günümüzdeki gibi


dört değildir. Farklı ictihad sistemi ve usûlleri olan, bunlarla vardıkları re’yleri ve çeşitli
bölgelere yayılmış tâbi ve öğrencileri olan birçok müctehid vardır. Bunlardan bazıları,
Hasan-ı Basrî, Ebû Hanîfe, Evzaî, Süfyan es-Sevrî, Leys b. Sa’d, Mâlik b. Enes, Süfyan
b. Uyeyne ve Şâfiî’dir. Tarih olarak daha sonra gelen mezhep sahibi müctehidler içinde
Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye’yi de saymak mümkündür.9

Emevî ve Abbâsi halifelerinin ilme ve ilim sahibine destek olmaları ilmi


çalışmaların canlanmasını sağlamıştır. Fetihler yoluyla İslam coğrafyasının genişlemesi
neticesinde farklı kültürlere sahip unsurlarla karşılaşılması ve tercüme hareketleri ile
felsefe, tıp, mantık vb. alanlara ait eserlerin İslam dünyasına kazandırılması toplumsal
gelişmenin yanı sıra ilmî gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Ayrıca Harun Reşid
(193/809)’in kâğıt üretimini gerçekleştirmesi tercüme, nakil ve telif faaliyetlerinin
hızlanmasına vesile olmuş ve ilmi birikimin artmasına ciddi katkı sağlamıştır.

İshak b. Râhûye, böylesine zengin bir ilim havzasında olmanın avantajını iyi
değerlendirmiştir. Bulunduğu coğrafyada ve yaşadığı zaman diliminde sahâbîlerden ve
tâbiînden gelen ilmi elde etme imkânının yanı sıra tercüme yoluyla başka dillerden
nakledilen felsefe, tıp, mantık vb. ilimleri tanıma imkânı bulmuştur. Dönemin önemli
ilmî cereyanlarından olan ehl-i hadisi ve ehl-i re’yi tanımasının yanında diğer bir ilmî
akım olan Mu‘tezile’den de haberdar olmuştur. İmam Şâfiî (204/820)’nin usûl-ü fıkıh
alanında ilk eseri telif etmesi, dînî ilimler, Arapça, tıp ve felsefe ile ilgili meşhur

9
Karaman, Hayrettin, İslam Hukuk Tarihi, 159, 160.

8
eserlerin bu dönemde vücut bulması ve İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Buhârî,
Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd gibi şahsiyetlerin bu dönemde yaşamış olması ilmî
hayata katkı sağlayan faktörler arasındadır.

II. HAYATI

A. DOĞUMU VE KİMLİĞİ

İshak b. Râhûye veya kısaca İbn Râhûye’nin tam adı Ebû Ya’kub İshak b.
İbrahim b. Mahled el-Hanzalî et-Temîmî el-Mervezî’dir. Daha uzun şeceresi ise şu
şekilde verilmiştir: Ebû Ya‘kub İshak b. Ebu’l-Hasan İbrahim b. Mahled b. İbrahim b.
Abdullah b. Matar b. Ubeydullah b. Galib b. Abdulvâris b. Ubeydullah b. Atıyye b.
Mürra b. Ka‘b b. Hemmâm b. Esed b. Mürra b. Amr b. Hanzala b. Mâlik b. Zeyd b.
Menât b. Temîm b. Mürra el-Hanzalî el-Mervezî.10 Bazı kaynaklarda şeceresindeki
Matar b. Ubeydullah yerine Bekir b. Abdullah, Esed yerine ise Esmer geçmektedir.11
Oğlu Muhammed’in bildirdiğine göre İshak b. Râhûye, 163/78012, diğer rivayetlere göre
ise 161/77813 veya 166/78314 yılında Merv’de dünyaya gelmiştir.15 Doğum yılı olarak
166/783 yılının zikredilmesinde nakledilen bir rivayet etkili olmuştur. Şöyle ki
kendisine sorulan “Sen mi yoksa Ahmed b. Hanbel mi daha büyük?” şeklindeki soruya
Ahmed b. Hanbel’in hem yaşça hem de ilimce daha büyük olduğu cevabını vermiştir.
Buna binaen madem ki Ahmed b. Hanbel 164/781’te doğmuştur, o halde İshak b.
Râhûye daha sonra doğmuş olmalıdır. Doğumu için 166/783 yılı mezkûr rivayette yer

10 Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346, 347; İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 123; İbn Hallikân,
Vefeyât, I, 199; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 81; Zehebî, Siyer, XI, 358.
11
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 119.
12
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 124; Zehebî, XVII, 87; Düllâbî, el-Künâ ve’l-esmâ, III, 1164; İbn
Hallikân, Vefeyât, I, 199; El-Hafız Ebû Ali Hüseyin b. Muhammed el-Gassânî el-Ceyyânî, Takyîdü’l-mühmel ve
Temyîzü’l-müşkil, III, 1103.
13
Buhârî, et-Târîhü'l-Kebîr, II, 379; Buhârî, et-Târîhü's-sağîr, II, 368; Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib
el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 373; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, XI, 259; İbn
Hallikân, Vefeyât, I, 200; Sâlihî, Tabakatu ulemai'l-hadîs, II, 86; Zehebî, Târîhü'l-İslâm, XVII, 81; Safedî,
Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 83; Dâvûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, I, 102; Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ, 108.
14
İbn Ebû Ya‘la’, Tabakâtü’l-Hanâbile, 289; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 199; Sübkî, Tabakatü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II,
83; İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 126; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Suyûtî, Tabakatü'l-huffaz,
191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirin, I, 102; Şîrâzî, Tabakâtü’l-fukahâ, 108; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
15
İbn Abdülber, el-İntikâ’, 167-168; İbnü’l- Esîr, el-Lübâb fî tehzibi'l-ensâb, II, 12.

9
alan bilgiden ötürü zikredilmiştir.16 Zehebî, bu tarihin yeterince tahkik edilmeden
verildiği fikrindedir.17 161/778 yılı kaynaklardaki ağırlıklı görüşü oluşturmaktadır.
Kulağı delik olarak doğduğu kaydedilmiştir. Bunun hikmetini soran dedesine Fadl b.
Musa es-Sinânî (192/808), torununun hayır veya şerde başı çekeceği cevabını
vermiştir.18 Dönemin Horasan emiri Abdullah b. Tahir (230/844), “Râheveyh” adını
nereden aldığını, anlamını ve hoşlanıp hoşlanmadığını sorduğunda İshak b. Râhûye,
babası Ebu’l-Hasen İbrâhim’in Mekke yolunda doğduğu için Mervliler’in ona Farsça’da
“yol” anlamına gelen “‫ ”راه‬ve “bulundu veya doğdu” anlamındaki “‫ ”ويه‬kelimlerinin
terkibinden oluşan, “yolda doğdu” manasındaki “Râheveyh” lakabını verdiklerini
söylemiştir. Memnuniyet hususuna gelince babasının bu lakaptan pek hoşlanmadığını,
ama kendisini rahatsız etmediğini belirtmiştir.19 Yine de yakın dostu Ahmed b. Hanbel,
ona “Râheveyh” yerine İshak b. İbrahim el-Hanzalî demeyi tercih etmiştir.20 Bu arada
söz konusu lakabın Râheveyh ve Râhûye şeklinde iki farklı okuyuşu mevcuttur.21
Muhaddisler “Râheveyh”, diğerleri ise “Râhûye” şeklini tercih etmişlerdir.22

B. YETİŞMESİ VE SEYAHATLARI

Eğitim öncesi dönemine dair kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Babasının ilme
düşkün oluşu elbette onun yetişmesinde etkili olmuştur. Merv’in hadis ve fıkıhta önde
gelen âlimlerinden Abdullah b. Mübarek (181/797)’in ilim halkasına 170’li yıllarda

16
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 126; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84; Zehebî, Siyer, XI, 364.
17
Zehebî, Siyer, XI, 364.
18
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 124; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 378; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Sübkî, Tabakatü’ş-
şâfiiyyeti’l-kübrâ, II, 84.
19
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 348; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 124; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII,
387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Hayreddin Ziriklî, el-A'lâm, I, 292; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk,
VIII, 124; Zehebî, Siyer, XI, 366; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 85; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I,
102.
20
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 348; Cürcânî, el-Kâmil fî du‘afâi’r-ricâl, I, 221; İbn Asâkir, Târîhu
medîneti Dımaşk, VIII, 128.
21
İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200.
22
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 386.

10
katılması ilme ilgisinin oldukça erken başladığını gösterir.23 Gerçi o sıralarda katıldığı
derslerde öğrendiklerini yaş küçüklüğü sebebiyle iyice kavrayamamış olabileceği
düşüncesiyle rivayette bulunmamıştır.24 Dönemin önemli ilim tahsil yöntemlerinden biri
olan “rıhle”den İshak b. Râhûye de yararlanmıştır. Fakat dış merkezlere gitmeden önce
kendi çevresindeki İbn Mübarek (181/797), Fazl b. Musa es-Sinânî (192/807-8), Ebu
Tümeyle Yahya b. Vâzıh (190 sonrası), Ömer b. Hârun (194/810) ve Nazr b. Şümeyl
(204/820) gibi ulemadan dersler almıştır.25

İlim yolculuğuna ne zaman ve nerelere gittiği kesin bilinmemekle birlikte,


184/801’teki Irak seyahatinin bu yöndeki ilk tecrübesi olduğu söylenebilir. O
seyahatlerinde pek çok ileri gelen âlimle tanışma ve onlardan ilim alma fırsatı
yakalamıştır. Hatta etbâ-ı tâbiînden olan kimi âlimlerden de rivayet imkânı bulmuştur.26

Onun ilmî seyahat haritası çerçevesinde Irak, Hicaz, Yemen, Şam ve Horasan
bölgelerindeki şehirlere atıfta bulunulabilir.27 Bu bölgelerdeki temasları onun sahip
olduğu ilim ağını göstermesi açısından kayda değerdir.

1. Irak

Irak bölgesi fethedildikten sonra burada Basra ve Kûfe şehirleri kurulmuş ve


buralara yerleştirilen sahâbîler bölgenin hem islamlaşmasını sağlamışlar hem de ilim
hayatının gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. O dönemde Kur’an ve Sünnet’e dayalı
dinî bilgi, hicrî II. yüzyılda rey ve ictihadla yeni bir boyut kazanmış ve özellikle Ebû
Hanîfe’nin katkısıyla sistemleştirilerek bir ekol halini almıştır. Abbâsilerin iktidara
gelmesiyle de Bağdâd şehri kurulmuştur. Çok kısa bir süre içinde âlimlerin akın ettiği
bir merkez olmayı başaran Bağdâd, birçok kitapçı ve kâğıtçının bulunduğu, ilim ve
münâzara meclislerinin kurulduğu ayrıca tercüme faaliyetlerinin yürütüldüğü bir yer

23
Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 86; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 81; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; İbn
Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 83.
24
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 359; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 83; İbnü'l-İmâd,
Şezerâtü’z-zeheb, II, 89.
25
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 83.
26
Zehebî, Siyer, XI, 359.
27
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259;
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200.

11
haline gelmiştir.28 Irak bölgesi Basra, Kûfe ve Bağdâd şehirleriyle ilim açısından
dönemin gözdesi olmuş ve medrese, mescid, hankah, zâviye, bîmâristan ve evlerde
sürdürülen eğitim öğretim faaliyetlerinde zirve yapmıştır. Binâenaleyh tespit
edebildiğimiz kadarıyla İshak b. Râhûye’nin de 184/801 yılında henüz yirmi üç
yaşındayken seyahatini ilk olarak bu bölgeye yapması tesadüfi değildir.29 Bütün bu
gelişmeler ilgisini çekmiş bunun sonucu olarak da sayısı bilinmemekle birlikte bölgeye
defalarca gitmiştir. Irak’a birçok kez gittiğinden bahsedilmesi buranın muhtemelen
diğer seyahat ettiği yerler olan Hicaz ve Şam bölgelerine gidiş gelişlerinde yol üstü
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu gidiş gelişleri, ilmi birikimine ciddi katkı
sağlamıştır. Zira İshak b. Râhûye’nin, Mesâil sahibi Kevsec’in yönelttiği soruları
cevaplarken Iraklı âlimlerin görüşlerine yer yer atıfta bulunması bu katkının
tezahürüdür.30

Bölgede seyahat ettiği üç şehirden birincisi Hanefî ve Hanbelî mezhebinin


gelişip güçlendiği Bağdât’tır. Şehir, Abbâsi devletine kadı yetiştirme görevini
üstlendiğinden fıkıh faaliyetleri son derece canlıdır. Bunun yanısıra tasavvuf, kelam ve
özellikle hadiste otorite olan isimlere de ev sahipliği yapmıştır. İshak b. Râhûye
buradaki ileri gelen şahsiyetlerin meclislerinde bulunmuş ve onlarla müzâkereler
yapmıştır.31 Hatta bu meclislere başkanlık bile etmiştir. Zira Muhammed b. Yahyâ ez-
Zühelî (258/871)’nin, 199/815 yılında içlerinde Ahmed b. Hanbel (241/855), Yahyâ b.
Maîn (233/847) ve diğer ehl-i hadisin önde gelenlerinin olduğu meclise İshak b.
Râhûye’nin başkanlık ettiğini aktarması bunu destekler niteliktedir.32 Henüz otuz sekiz
yaşındayken akranlarının bulunduğu bu tür meclislere başkanlık etmesi ilmine itibar
edilen biri olduğunu göstermesi açısından kayda değerdir. İshak b. Râhûye buradaki
ziyaretlerinden sonra Horasan’a geri dönmüştür.

28
Dakûkî, İbrahim, “Irak”, DİA, XIX, 103.
29
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 125; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 378; Zehebî, Siyer, XI, 370; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
30
Kevsec, Mesâil, III, 1156.
31
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
32
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 351; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 380; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.

12
Bölgede ziyaret ettiği diğer şehir ise farklı alanlarda ekolleşecek kadar ilmi
zenginliği olan Kûfe’dir. Bu zenginliğindeki en büyük pay Abdullah b. Mesûd’a aittir.
Zira tefsir ve fıkıh’ta ekol oluşturan simalar ile hadis ilminin ileri gelen şahsiyetleri
onun öğrencileri ve hemen sonraki kuşaklardır. Kûfe’nin bu verimli ilmî ortamı birçok
âlim gibi İshak b. Râhûye’yi de cezbetmiştir. Buraya yaptığı seyahat onun fıkıh
melekesinin gelişimine etkisi olmuştur. Bu etkiyi, kendisine yöneltilen sorulara verdiği
cevaplarda görüşüne başvurduğu ve nakiller yaptığı âlimlerin ait oldukları ilmî çevre
ortaya koymaktadır.33 Burada ilim aldığı çok sayıdaki kişiden bazıları şunlardır: Hafs b.
Gıyâs en-Nehâî (194/809), Abdullah b. İdris el-Evdî (192/808), Muhammed b. Fudayl
b. Gazvân (195/810), Abde b. Süleyman el-Kilâbî (187/802), Vekî’ b. el-Cerrâh
(197/812), Ebû Muâviye Muhammed b. Hazin ed-Darîr (196/811), Ebû Usâme
Hammad b. Usâme (201/816), Ebû Halid Süleyman b. Hayyan el-Ahmer (190/805) ve
Yahyâ b. Âdem (203/818).34

İshak b Râhûye’nin, kaynaklarda bölgede ziyaret ettiğine dair bilgi olan bir
diğer şehir ise Basra’dır. Bağdâd’ın kurulmasından sonra eski konumunu kaybetse de
Abbâsiler döneminde medeniyet alanında en parlak dönemini yaşamıştır.35 Birçok
âlimin ziyaret ettiği yer olan Basra’ya İshak b. Râhûye’nin ne zaman gittiğine dair bir
tarih yoktur. Fakat burada hadis rivayetinde bulunduğu isimlerle başka yerde
karşılaşmadıkları düşünüldüğünde 186/802 yılında vefat eden Halid b. Hâris el-
Huceymî’den hadis rivayet edebilmesi, ya bu tarihte ya da daha önceki bir tarihte
Basra’ya gelmiş olmasını gerektirir. Ayrıca Basra ulemasıyla olan temasını yansıtacak
düzeyde onlara hem hadis rivayetlerinde hem de fıkhî fetvalarında atıflarda
bulunmaktadır.36 Basra’ya yaptığı seyahat esnasında kendilerinden rivayette bulunduğu
isimler şunlardır: Mu‘temir b. Süleyman (187/803), Bişr b. Mufaddal (187/803),
Abdulvehhab b. Abdulmecid es-Sekafî (194/809), Abdu’l-a’lâ b. Abdu’l-a’lâ es-Sâmî
(189/804), İsmail b. Uleyye (193/809), Yahyâ b. Sa‘îd el-Kattân (198/813),
Abdurrahman b. Mehdî (197/813), Halid b. Hâris el-Huceymî (186/802), Mu‘az b.

33
Kevsec, Mesâil, VI, 2748.
34
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
35
Bakır, Abdulhalik “Basra”, DİA, IV, 110.
36
Kevsec, Mesâil, VI, 3081.

13
Hişâm ed-Düstüvâî (200/815), Muhammed b. Ebû Adiy (294/906) ve Merhûm b.
Abdulaziz el-A’ttâr (188/804).37

2. Şam (Dımaşk)

Dımaşk, Hz. Ömer devrinde fethedilmiştir. Bu fetihle başlayan İslamlaşma


süreci bölgeye giden sahâbîlerle devam etmiştir. Şam vâlisi Muâviye’nin burada Emevî
Devlet’ini kurmasıyla uğrak bir merkez halini almasından ötürü ilim hayatı da
canlanmıştır. Abbâsiler döneminde de bölgenin ilim hayatına yön veren önemli
şahsiyetler yaşamıştır. İshak b. Râhûye hem buradaki ulemadan istifade etmiş hem de
bölgenin bir diğer şehri olan Haleb’i de ziyaret etmiştir. Kaynaklarda zikredildiğine
göre burada hadis rivayet ettiği isimlerden en erken vefat edenin vefat tarihi
194/809’dür. O halde buraya bu tarihte veya bu tarihten önce gelmiş olmalıdır. Şam
bölgesine seyahati esnasında rivayette bulunduğu isimlerin bir kısmı şöyledir:
Muhammed b. Şuayb b. Şâbûr (200/815), Ömer b. Abdulvahid (200/815), Velid b.
Müslim (206/821), Şua’yb b. İshak ed-Dımaşkî (289/901), Süveyd b. Abdulaziz ed-
Dımaşkî (194/809), Atâ b. Müslim el-Haffâf el-Halebî (190/805), Mübeşşir b. İsmail el-
Halebî (200/815), Bakıyye İbnu’l-Velîd eş-Şâmî (197/812), Şuayb b. İshak (289/901),
Muhammed b. Harb Havlânî el-Hımsî (294/906), Ebû Hayveh Şurayh b. Yezid el-Hımsî
(203/818) ve Muhammed b. Hımyer es-Selîhî el-Hımsî (200/815).38

3. Hicaz

Hicaz denilince akla ilk gelen Mekke ve Medine’dir. Çok sayıda sahâbenin
yaşadığı, onlardan ilim almak için İslam coğrafyasının muhtelif yerlerinden insanların
akın ettiği yer olan Hicaz bölgesi Abbâsiler döneminde de bu özelliğini sürdürmektedir.
Birçok âlim gibi İshak b. Râhûye de bölgeye seyahat etmiştir. Mekke ve Medine’deki
birçok âlimden ilim almıştır. Bunların bir kısmı şunlardır: Süfyan b. Uyeyne (198/814),
Yahyâ b. Süleym et-Tâifî (193/809), Müemmel b. İsmail (206/821) ve Abdullah b.

37
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
38
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.

14
Yezid el-Mukri’ (213/829).39 İmam Şâfiî (204/820) ile olan münazaralarını da
muhtemelen bu yolculuğu esnasında gerçekleştirmiştir.

4. Yemen

İlmî seyahatleri esnasında ziyaret ettiği bir diğer bölge de Yemen’dir. Burada
rivayette bulunduğu isimler şöyledir: Ebû Gurra Musâ b. Târık ez-Zebîdî, Abdurrezzak
b. Hemmâm es-San‘ânî (211/827), İbrahim b. Hakem b. Eban el-Adnânî ve Hişam
Yusuf es-San‘ânî (297/909).40

5. Horasan

Horasan, İshak b. Râhûye’nin yaşadığı dönemde içinde Nîşâbur, Merv, Belh ve


Herat merkezleri bulunan büyük bir bölgenin adı olarak anılmıştır.41 Horasan bölgesi
hem ilk tahsilini yaptığı hem de ilmi görüşlerinin yaygınlık kazandığı yerdir.42 Burada
rivayette bulunduğu kişiler arasında: Abdullah b. Mübârek (181/797), Fadl b. Musâ es-
Sinânî (192/808), Ebû Tümeyle Yahyâ b. Vâdıh, Ali b. Hüseyn b. Vâkıd (250), Nadr b.
Şümeyl el-Mâzinî (204/820), Ahmed b. Eyyüb ed-Dabbî ve Ömer b. Hârun el-Belhî
(194/810) vardır.43 Bu bölgede Rey şehrine de gitmiştir. Burada Cerir b. Abdulhamid
er-Râzî (188/779)’den rivayette bulunmuştur.44

C. EVLENMESİ

İshak b. Râhûye’nin evliliği ile ilgili, Merv’de ölen kocasından kalma elinde
İmam Şâfiî (204/820)’nin kitapları olan bir kadınla bu kitaplara sahip olabilmek için
yaptığı evlilikten başka bir kayıt kaynaklarda yer almamaktadır.45 Bu kadının Ebû
Muhammed Süleyman b. Abdullah’ın kızı olduğu bilgisi de mevcuttur. Ebû Muhammed
Merv’in köylerinden biri olan Zeğandân’lıdır. İmam Şâfiî (204/820)’den ders almak için

39
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
40
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
41
Çetin, Osman, “Horasan”, DİA, XVIII, 234.
42
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346.
43
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
44
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
45
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 335.

15
yolculuğa çıkmış ve ona ait kitapları elde etmeyi başarmış birisidir. Vefatının ardından
bu kitaplar kızına kalmıştır.46 Ölen kocasından kaldığı bilgisi yerine babasından kalma
ihtimali daha kuvvetli gözükmektedir. Veya İshak b. Râhûye ikinci eşi de olabilir.

Bu evliliğinden mi yoksa daha önce yaptığı evlilikten mi olduğu net


olmamakla birlikte İshak b. Râhûye’nin iki oğlu vardır. Birinin adı Muhammed b. İshak
b. Râhûye (294/906)47 diğerinin adı ise Ali b. İshak b. Râhûye dir.48 Oğlu Muhammed
Merv’de doğmuştur. Babasının yanında Nîşâbur’da yetişmiş ve orada idari görev
almıştır. Babasının izniyle Horasan, Irak, Mısır, Şam ve Hicaza’ı kapsayan ilmî
seyahatler yapmıştır. Hac dönüşü yolda Kârâmital tarafından öldürüldüğü bilgisinin
yanısıra normal bir ölümle vefat ettiği rivâyeti de vardır. Bir de oğlu Muhammed’den
Ebu Tayyib Muhammed b. Muhammed b. İshak isminde torunu vardır. Ebû Tayyib,
Mâliki mezhebini iyi bilen birisidir. Ramle’de 339/950 yılında vefat etmiştir. Yine oğlu
Muhammed’den Ebû Bekir isminde başka bir torunu daha vardır.49

D. VEFATI

İshak b. Râhûye, her ne kadar Merv’de doğmuşsa da Nîşâbur’a yerleşmiş ve


ölünceye kadar orada kalmıştır.50 Şa’ban ayının on dördünde Cumartesi gecesi yetmiş
yedi51, başka bir rivayete göre de yetmiş beş52 yaşında 238/853 yılında 53
Nîşâbur’da

46
Sem‘ânî, el-Ensâb, VI, 306.
47
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 124; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 87; Hüseynî, Kitâbü’t-tezkire, I,
88.
48
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâfiîyyeti'l-kübrâ, II, 84.
49
Sem‘ânî, el-Ensâb, VI, 56-58.
50
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 372; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; İbn
Hallikân, Vefeyât, I, 200; Zehebî, Siyer, XI, 369.
51
Buhârî, et-Tarihü'l-kebir, II, 379; Buhârî, Abdullah Muhammed b. İsmail, et-Tarihü's-sağir, Kahire: Mektebe
dâru’t-türâs, 1976, II, 368; İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 216; İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 124; İbnü'l-
Esir, el-Kamil fi't-tarih, VII, 71; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89.
52
Buhârî, et-Tarihü's-sağir, II, 368.
53
Buhârî, et-Tarihü'l-kebir, II, 379; Buhârî, et-Tarihü's-sağir, II, 368; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 373; Hatib el-
Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 354; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve,
IV, 117; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 380; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 25; XVII, 87; Zehebî, Siyer, XI, 377;
Zehebî, Mîzânü’l-i‘tidâl, I, 1 83; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 141; Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâfiîyyeti'l-kübrâ, II, 89;
Şîrâzî, Tabakâtü’l-fukahâ, 108; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89; Zehebî, el-İber fî haberi men gaber, I, 334.

16
vefat etmiştir.54 Abdullah b. Ebu Dâvûd es-Sicistânî aynı yılda İshak b. Râhûye’nin
cenazesini gördüğünden bahsetmiştir.55 Ölüm yılıyla ilgili 243 rivayeti de vardır.56
Kabri, Nîşâbur’da Şâziyah Mezarlığı içerisinde bilinen ve ziyaret edilen
kabirlerdendir.57 Sem‘ânî kabrini birçok kez ziyaret ettiğini ifade etmiştir.58 Ayrıca
Hatib el-Bağdâdî, vefat tarihi 238/853 olan İshak’ın öldüğündeki yaşını, Buhari’nin
yetmiş yedi olarak vermesinden yola çıkarak doğum tarihiyle ilgili ihtilafı ortadan
kaldırıp doğum tarihinin161/778 olduğu sonucuna varmıştır.59

III. HOCALARI, ÇAĞDAŞLARI VE ÖĞRENCİLERİ

Hoca öğrenci ilişkisi rivâyet esasına da dayandığından ve hadis rivâyetinde


bulunulan kişi aynı zamanda İshak b. Râhûye’den hadis de rivayet ettiğinden dolayı
hocalar başlığı altında zikredilen isimler öğrenciler başlığı altında da zikredilmiştir. İlim
hayatının şekillenmesinde kendisinden istifade ettiği bazı hocaları hakkında bilgi
verildikten sonra rivayette bulunduğu kişilerin isimleri liste halinde verilecektir.
Çağdaşları başlığı altında sıklıkla görüştüğü isimler ile dönemindeki devlet adamlarına
da değinilmiştir. Hakkında değerlendirme yapanların büyük bir kısmı çağdaşları
olduğundan onlar da bu başlık altında zikredilmiştir. Son olarak kendisinden rivayette
bulunan kişilere yer verilmiştir.

A. HOCALARI

Bu başlık altında ele alınacak isimler, İshak b. Râhûye’nin hocalarından sadece


bir kısmıdır. Yaşadığı ve ilmî seyahatleri esnasında karşılaştığı ve kendilerinden ilim
aldığı isimlerle birlikte en sonunda hadis rivayet ettiği şahısların da bir listesi
verilecektir. Bu liste alfabetik sıralama ile ayrıca tanıttığımız bazı hocaları ise vefat
tarihlerine göre kronolojik olarak zikredilecektir. Aşağıda zikredilecek olan isimler,

54
İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 216; İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâr men zeheb, II, 89.
55
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XXIII, 513.
56
İbn Ebû Ya‘la’, Tabakâtü’l-Hanâbile, 289; İbn Müflih, el-Maksadü’l-erşed, 242; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed,
II, 182; I, 195.
57
İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 216; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 141; İbnü’l-Bey‘, Telhîs-u Târîh-i Nîşâbur, I, 29.
58
Sem‘ânî, el-Ensâb, VI, 57.
59
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 355; Zehebî, Siyer, XI, 377.

17
tabakat kitaplarında özellikle değinildiği ve Müsned’indeki rivayetlerde öne çıkanlar
arasından seçilmiştir. Bunun yanısıra bu isimler İshak b. Râhûye ile ilgili yapılan
çalışmalarda da zikredilmeye değer bulunmuştur.

1. İbn Mübârek (181/797)

İsmi, Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mübârek b. Vâzıh el-Hanzalî el-


Mervezî’dir. Tebeü’t-tâbiînin ileri gelenlerindendir. 118/736 tarihinde devrin kültür
merkezlerinden olan Merv’de doğmuştur. Çocukluk ve gençlik yılları Merv’de
geçmiştir. Yirmi üç yaşındayken ilim tahsili için seyahatlere başlamıştır. Zamanın ilim
merkezlerinden olan Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak’a yolculuklar yapmıştır.
Ma‘mer b. Râşid, Evzaî, A‘meş, Süfyan es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Süfyan b. Uyeyne
gibi meşhur muhaddislerden hadis okumuştur. Kendisinden de başta hocaları Ma‘mer b.
Râşid ve Süfyan es-Sevrî olmak üzere, Abdurrahman b. Mehdî, Abdurrezzak b.
Hemmâm, Yahya b. Maîn gibi hadis ilminin önde gelen imamları hadis rivayet etmiştir.
Horasan bölgesinde özellikle Merv’de hadisleri ilk tedvin eden kişidir. Hadis râvilerini
ve fıkhu’l-hadisi çok iyi bildiğinden ondan nakledilen hadislerin delil olarak
kullanılmasında âlimler ittifak etmişlerdir.60

Ebû Hanîfe’nin talebesi ve dostu olan İbnü’l-Mübârek fıkıhta ilk olarak Ebû
Hanîfe’nin metodunu benimsemiştir. O’nun vefatından sonra Mâlik b. Enes’in ders
halkasına katılmıştır. Daha sonra fıkıhta Hanefî ve Mâlikî mezheplerini birleştiren bir
usûl ortaya koymuştur. 181 yılı Ramazan ayında altmış üç yaşında iken Fırat nehri
kenarında bulunan Hif’te vefat etmiş ve oraya gömülmüştür. Kitâbu’z-zühd ve’r-rakâik,
Kitâbu’l-cihad, el-Müsned, Kitâbu’l-birri ve’s-sıla, es-Sünen fi’l-fıkh, Kitâbu’t-tefsir ve
Kitâbu’t-târîh adlı eserleri vardır.61

2. Fudayl b. İyâz (187/803)

Adı Ebû Ali Fudayl b. İyâz b. Mes‘ud et-Temîm el-Yerbû‘’dur. 110 yılında
doğmuştur. Temîm kabilesinin Yerbû‘ boyundandır. Gençliği Merv’de geçmiştir. Daha

60
Küçük, Raşit, “Abdullah b. Mubârek”, DİA, I, 123.
61
Küçük, Raşit, “Abdullah b. Mubârek”, DİA, I, 123.

18
sonra Kufe’ye gitmiştir. Burada Ebû Hanîfe, Süfyan es-Sevrî ve A‘meş gibi âlimlerin
meclisine devam etmiştir. 187 yılının Muharrem ayında (Ocak 803) Mekke’de vefat
etmiştir. Fudayl b. İyâz sika bir hadis râvisidir. Mansur b. Mu‘temir, A’meş ve Bişr b.
Mansur gibi hadisçilerden rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Süfyan b. Uyeyne,
Yahya b. Saîd el-Kettân, Abdurrahman b. Mehdî ve İmam Şâfiî (204/820) gibi âlimler
hadis almışlardır. Kaynaklarda, Şiîliğin merkezi olan Kûfe’de uzun süre ikamet eden
Fudayl b. İyâz’da az da olsa Şiîlik temâyülü olduğundan bahsedilmektedir.62

3. Mu‘temir b. Süleyman (187/803)

Mu‘temir b. Süleyman, 106 yılında doğmuştur. Künyesi Ebû Muhammed’dir.


Lakabı ise Tufeyl’dir.63 Sika bir âlimdir.64 Kendisinden Kütüb-i Sitte müelliflerinin yanı
sıra birçok kişi rivâyette bulunmuştur. Yemen’den Basra’ya gelmiş ve burada 187
yılında vefat etmiştir. Meğâzî ile ilgili bir kitabı vardır.65

4. Fadl b. Musa es-Sinânî (192/807)

Fadl b. Musa es-Sinânî, Merv’de 115 yılında doğmuştur. Es-Sinânî nisbesi,


Merv’in Sînân köyünden gelmektedir. Hişam b. Urve, Ma’mer b. Râşid gibi isimler ile
İmam Mâlik ve Süfyan es-Sevrî gibi âlimlerden rivayette bulunan Muhammed b. Amr
b. Alkame (144 veya 145)’den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de birçok kişi
rivayette bulunmuştur. Sika bir râvidir. Hadis ilmine emek verenlerin çektiği sıkıntıları
anlatmak için “Hadis ilminin taliplisi, iflas edenlerin mesleğini seçmiştir” ifadesini
kullanmıştır. Fadl b. Musa es-Sinânî, 10 Rabîulevvel 192 yılında da vefat etmiştir.66

5. Velid b. Müslim ed-Dımaşkî (194-95/810-11)

Velid b. Müslim 119 yılında dünyaya gelmiştir. Evzaî, Süfyan es-Sevrî, İmam
Malik (179/795) ve daha birçok kişiden hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ahmed

62
Türer, Osman, “Fudayl b. İyâz”, DİA, XIII, 208.
63
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, XXXV, 49.
64
İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-kübrâ, VII, 213.
65
Zehebî, Siyer, VIII, 478: Ziriklî, el-A'lâm, VII, 265.
66
Zehebî, Siyer, IX, 103-105.

19
b. Hanbel, Tanâfisî ve birçok kişi rivâyette bulunmuştur. Hadis rivayet ederken
‘haddesenâ’ lafzını kullandığında bu rivâyeti huccet kabul edilmiştir. Buhârî ve Müslim
bu tür rivayetlerini tenkit süzgecinden geçirmek suretiyle kabul etmişlerdir. Çünkü sika
kabul edilmesinin yanında tedlise çokca başvuran muhaddislerdendir. 194 yılında gittiği
hac yolculuğundan dönerken yolda vefat etmiştir.67

6. Bakıyye b. Velîd eş-Şâmî el-Kelâî el-Hımsî (197/812)

Bakıyye b. Velid 110 yılında dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebû Yahmed’dir.68


Çok tedlis yapmakla tanınır.69 Bundan dolayı sika olanlardan yaptığı rivâyetlere itibar
edilmekle birlikte hali meçhul olanlardan yaptığı rivâyetler kabul edilmemiştir. Hıms’ta
197/812 yılında vefat etmiştir.70

7. Vekî‘ b. el-Cerrâh (197/812)

İsbahan’da 129 yılında dünyaya gelmiştir. Babası, Kûfe’de hazinede görevi


olan itibarlı birisidir. Vekî‘, hâfız ve sika bir muhaddistir. Kendisinden Kütüb-i Sitte
müellifleri ve birçok kişi rivayette bulunmuştur. Vekî‘ b. el-Cerrâh, kendisine “Gel
bakalım oğlum bu gün hadis adına ne duydun?” diye soran ve küçüklüğünden beri
yanında bulunduğu Süfyan es-Sevrî vefat ettiğinde onun yerine geçmiştir. Süfyan es-
Sevrî, Vekî‘’in hafızasının kuvveti ve zekiliğinden dolayı iyi bir ilmî mevki edinmeden
ölmeyeceğini ifade etmiştir. Vekî‘, kendisine kadılık teklif edilmesine rağmen bunu
istememiş ve hükümdarlarla samim olmaktan uzak durmuştur. Süfyan b. Uyeyne,
Vekî‘’in Irak’ın fakîhi olduğunu söylemiştir.71

8. Süfyan b. Uyeyne (198/814)

Süfyan b. Uyeyne, 107 yılında Kûfe’de dünyaya gelmiştir. Tedlis yapmakla


meşhurdur. Fakat bunu sadece sika râvilerden yapmıştır. Bundan dolayı mu‘an‘an

67
Zehebî, Siyer, XI, 211-214; İbn Hacer, Ta‘rîfu ehli’t-takdîs bi merâtibi’l-mevsûfîne bi’t-tedlîs, I, 51.
68
İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 326.
69
İbn Hacer, Ta‘rîfu ehli’t-takdîs, I, 49.
70
Muğletây b. Galîc b. Abdullah el-Bekcerî el-Mısrî (762/1361), İkmâlü Tehzîbi’l-kemâl fî esmâi’r-ricâl, el-
Fârûku’l-hadîsiyye, 1422/2001, III, 6.
71
Zehebî, Siyer, XI, 141-160.

20
olarak rivâyet ettiği hadisler muhaddisler tarafından ittifakla kabul edilmiştir.72 Yaşadığı
dönemde Hicaz’ın fakihi olarak tanınmıştır.73 Dahhâk b. Müzâhim’in kardeşidir
Kendisinden birçok kişi rivâyette bulunmuştur. Kendisinden en çok rivâyette
bulunanların içinde İmam Şâfiî, Humeydî ve Ahmed b. Hanbel de vardır. İmam Şâfiî,
onu Hicaz bölgesinde ilmi ayakta tutan birkaç kişiden biri olarak görmüştür.74 198/814
yılında Mekke’de vefat etmiştir.75

9. Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (204/820)

İshak b. Râhûye ile İmam Şâfiî’nin ilk karşılaşması Mekke’de Mescid-i


Hayf’ta gerçekleşmiştir. İkisini tanıştıran ise Ahmed b. Hanbel’dir. Bu tanışmadan
sonra İshak b. Râhûye ile İmam Şâfiî dost olmuşlardır.76 İshak b. Râhûye, Mekke’de bir
araya geldikten sonraki bir tarihte Bağdât’ta İmam Şâfiî’den ilim almıştır.77 Bu da
Şâfiî’den Mısır öncesi dönmde istifade ettiğini göstermektedir. İmam Şâfiî ile olan
münazaraları meşhurdur. Mekke’deki yerleşim yerleri hakkında yaptıkları münazarada
İshak b. Râhûye’nin galip geldiğinden bahsedilmektedir.78

Ebû Ali Muhammed b. İbrahim Guhustinânî, İshak b. Râhûye’nin bir konuyu


imla ettirirken bu esnada İmam Şâfiî’nin sözünü kendi sözü gibi aktardığını
anlatmaktadır. Guhustinânî bunu anlayıp çoğunlukla öksürdüğünde İshak b. Râhûye
mecliste kimse kalmayınca ona dönüp öksürmesi ile îmâ ettiği hususu tasdik ederek
İmam Şâfiî ile aralarında geçen münâzaraları aktardığından bahsedilmektedir.
Guhustinânî, daha sonra İshak b. Râhûye’nin kitaplarına baktıklarında orada ümmetin
birçok âliminin görüşlerine rastladıklarını ifade etmiştir.79 Aslında bu söz İshak b.
Râhûye’nin beslendiği kaynak çeşitliliğini de ortaya koymaktadır.

72
İbn Irakî, el-Müdellesîn, Dâru’l-vefâ, 1415/1995, I, 53.
73
İbn Hacer, Ta‘rîfu ehli’t-takdîs, I, 32.
74
Zehebî, Siyer, VIII, 454-457.
75
Zehebî, Siyer, VIII, 470.
76
Ebû Nuaym el-İsfhânî, Hilyetü'l-evliyâ, IX, 234.
77
İbn Abdülber, el-İntikâ’, 168.
78
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 130; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387.
79
Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, I, 265; İbn Hacer, Tevâli't-te'sis, 91.

21
İshak b. Râhûye, Câmiu’l-kebir’ini İmam Şâfiî’nin kitabına göre, Câmiu’s-
sağîr’ini de Süfyan es-Sevrî’nin el-Câmi adlı eserine göre düzenlemiştir.80 Bu da
karşılaşmakla kalmayıp fıkıh sistematiği açısından ciddi bir etkileşimin olduğunu
gösterir. İshak b. Râhûye’nin, İmam Şâfiî’nin kitaplarını istinsah etmesi81 de bunu
destekler mahiyettedir. Şâfiî ile arasındaki bağlantı Ahmed b. Hanbel’dir. Bunu İshak b.
Râhûye’yi Şâfiî ile tanıştırmakla kalmayıp ona İmam Şâfiî’ye ait kitapları göndermesi
de ortaya koymaktadır.82 Ayrıca İmam Şâfiî ile olan ilişkisindeki boyutu anlatması
açısından ölen kocasından veya babasından kalma İmam Şâfiî’ye ait kitapları olan bir
kadınla evlenmesi önemli bir ipucudur. Kaynaklar, bu evliliğin nedenini sadece o
kitaplara sahip olmak olarak zikretmiştir.

Ebu İsmail et-Tirmizî, yanında Şâfiî’nin kitaplarıyla birlikte Nîşâbûr’a


geldiğinde İshak b. Râhûye’nin “Ben burada olduğum müddetçe Şâfiî’nin kitaplarından
burada bahsetme” dediğini ve kendisinin de buna dikkat edip Şâfiî’nin kitaplarından
bahsetmediğini anlatmıştır.83 Şâfiî mezhebine ait tabakat kitaplarında İshak b.
Râhûye’nin İmam Şâfiî’nin ilmine olan hayranlığını ifade ettiği cümleler yer alsa da
zaman zaman aralarında münâzaralar cereyan etmiştir. Bu münazaralara ilgili başlık
altında değinilecektir.

10. Nadr b. Şümeyl el-Mâzinî (204/820)

Nadr b. Şümeyl, 122 yılında dünyaya gelmiştir.84 Arap dilinde ve hadiste


bulunduğu bölgenin önde gelenlerindendir. Kütüb-i Sitte müellifleri kendisinden
rivâyette bulunmuştur. Horasan bölgesinde ve Merv’de sünnetle ilgili ilk çalışmaları
yapanlardandır. Birçok kitap tahriç etmiştir. Merv’de idâri görev üstlenmiştir. Altı ay
süren bir hastalıktan sonra 204 yılının başlarında Merv’de vefat etmiştir.85

80
Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, I, 266.
81
İbnü'l-Mülakkîn, el-‘Akdü'l-müzheb fî tabakâti hamaleti'l-mezheb, 19.
82
İbn Kesir, Menâkıbu’l-imam eş-Şâfiî,119.
83
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 336.
84
Zehebî, Siyer, IX, 328.
85
Zehebî, Siyer, IX, 330, 331.

22
11. Ravh b. Ubâde (205/821)

Muhaddislerin önde gelenlerindendir. Basra’lıdır. Bağdât’ta uzun süre kalmış


ve hadis rivayetinde bulunmuştur. Daha sonra Basra’ya dönmüş ve 205 yılında vefat
etmiştir. İbn Cüreyc, Hammad b. Seleme ve İmam Mâlik gibi isimlerden hadis rivayet
etmiştir. Kendisinden ise aralarında Ahmed b. Hanbel’in de bulunduğu birçok kişi
rivâyette bulunmuştur. Sika bir muhaddis olmasının yanında sünen ve ahkâmla ilgili
kitap telif etmiştir. Ayrıca tefsirle ilgili rivayetlerini de bir araya getirmiştir.86

12. Vehb İbn Cerîr b. Hâzin (206/822)

Künyesi Ebu’l-Abbâs’tır.87 Zehebî’ye göre 130 yılından sonraki bir tarihte


dünyaya gelmiştir. Sika bir muhaddistir. Hac dönüşü Basra yolunda Menceşâniyye
denilen yerde 206 yılında vefat etmiştir. Cenâzesi Basra’ya getirilip defnedilmiştir.88

13. Ya‘lâ b. Ubeyd et-Tanâfisî (209/825)

Tanâfesî, 117 yılında dünyaya gelmiştir. Sika bir muhaddistir. Sadece Süfyan
es-Sevrî’den yaptığı rivâyetler mutkın olarak kabul edilmiştir. 209 yılı Şevvâl ayında
Kûfe’de vefat etmiştir.89

14. Abdurrezzak b. Hemmâm es-San‘ânî (211/827)

Abdurrezzak b. Hemmâm, 126 yılında dünyaya gelmiştir. İshak b. Râhûye ve


Ahmed. b. Hanbel ile yakın ilişki içinde olmuştur.90 Yanında Muâviye’nin ismi
anıldığında ‘Bırakın Ebû Süfyan’ın oğlunu’ dediğinden dolayı Şiî olmakla itham
edilmişse de bunun aslı yoktur.91

86
Zehebî, Siyer, IX, 402-407.
87
İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 218.
88
Zehebî, Siyer, XI, 443.
89
Zehebî, Siyer, XI, 476, 477.
90
Zehebî, Siyer, IX, 565,566.
91
Zehebî, Siyer, IX, 570.

23
15. Süleyman b. Nafi‘ el-Abdî

İshak b. Râhûye kendisiyle Halep’te karşılaşmış ve hadis rivayetinde


bulunmuştur. Süleyman b. Nafi‘’in yüz yirmi yaşında vefat eden babası Hz.
Peygamber’i görmüştür. Dolayısıyla babası sahâbedendir. Süleyman b. Nafi‘ de bu
durumda tâbiînden sayılmalıdır. Ondan rivayette bulunan İshak b. Râhûye de etbâu’t-
t’âbiînden kabul edilebilir.92

İshak b. Râhûye’nin hadis rivâyetinde bulunduğu isimler içinde vefat tarihi üç


yüz civarında olanlardan hadis rivayetinde bulunmuş olmasını onların muammerûndan
olmasıyla izah etmek gerekir. Hadis rivâyet ettiği isimler şunlardır: Attâb b. Beşîr el-
Cezerî93, Abde b. Humeyd94, Abde b. Süleyman el-Kilâbî (187/802)95, Abdu’l-a’lâ b.
Abdu’l-a’lâ el-Basrî (189/804)96, Abdulaziz b. Muhammed ed-Dâreverdî (186 veya
187/802)97, Abdullab b. Racâ el-Mekkî (190/806)98, Abdullah b. Mübârek (181/797)99,
Abdullah b. Hâris el-Mahzûmî, Abdullah b. İdris el-Evdî (192/808)100, Abdullah b.
Vehb el-Kureşî (197/813)101, Abdullah b. Yezid el-Mukri’ (213/829), Abdullah Nemir
el-Hemadânî (199/815), Abdulmelik b. Sabbâh el-Misme‘î (200/815)102, Abdulvehhab

92
Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, II, 227.
93
Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
94
Zehebî, Siyer, XI, 359.
95
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374.
96
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359.
97
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm,
XII, 279; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Hüseynî, Kitâbü’t-tezkire, I, 88; Dâvûdî,
Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89.
98
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
99
İbn Ebû Hâtim, Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, I, 209; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 86; ; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Dâvûdî,
Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
100
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359.
101
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374; Zehebî, Siyer, XI, 359.
102
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.

24
b. Abdulmecid es-Sekafî (194/809)103, Abdurrahman b. Mehdî, (197/909)104,
Abdurrahman Muhammed el-Mahâribî, (195/810), Abdurrezzak b. Hemmâm es-Sanâ’nî
(211/827)105, Abdussamed b. Abdu’l-vâris b. Sa‘îd (207/822)106, Abdusselam b. Harb
el-Melâî (187/802-3), Affân b. Müslim, Ebû Osman es-Saffâr (220/835)107, Ahmed b.
Eyyüb ez-Dabbî, Âişe bint Yunus b. İmran (Leys b. Ebu Süleym’in eşi), Âiz b. Habîb,
Ali b. Hüseyn b. Vâkıd (250/864), Ali b. Sâbit el-Cezerî, Amr b. Muhammed el-Ankazî,
Atâ b. Müslim el-Halebî el-Haffâf (190/805), Attâb b. Beşir el-Cezerî (190/805)108,
Bakıyye b. Velîd eş-Şâmî (197/812)109, Bişr b. Mufaddal (186/802)110, Bişr b. Ömer ez-
Zehrânî (207/822), Ca’fer b. Avn el-Mahzûmî el-Kûfî (206/821), Cerir b. Abdulhamid
er-Râzî (188/779)111, Abdulaziz b. Abdussamed el-Ammî (287/900)112, Ebû Alkame
Abdullah b. Muhammed el-Fervî (190/805)113, Ebû Âmir Abdulmelik b. Amr el-Akadî
(204/820), Ebû Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (212/828), Ebû Bedr Şucâ’ b. Velid
es-Sekûnî (203/818)114, Ebû Bekir Abdu’l-kebîr b. Abdulmecid el-Hanefî (204/820)115,

103
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
104
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
105
Kelâbâzî, Ricâlü Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I,
373; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-Müntazam, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn
Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
106
Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 373; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
107
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 303.
108
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82.
109
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn
Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89.
110
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
111
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer,
Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Hüseynî, Kitâbü’t-tezkire, I, 88; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; Uleymî, el-
Menhecü'l-Ahmed, I, 195.
112
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî,
Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn,
I, 102.
113
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, 493.
114
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 194.
115
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.

25
Ebû Bekir b. ‘Ayyaş es-Sülemî (193/808)116, Ebû Dâvûd, Ömer b. Sa’d el-Haferî
(203/818)117, Ebû Gurra Musâ b. Târık ez-Zebîdî118, Ebû Halid Süleyman b. Hayyan el-
Ahmer (190/805)119, Ebû Hayveh Şurayh b. Yezid el-Hımsî (203/818)120, Ebû Hişâm,
Muğîre b. Seleme el-Mahzûmî (200/815)121, Ebû Muâviye Muhammed b. Hazin ed-
Darîr (195/810)122, Ebu Nadr Hâşim b. el-Kasım (207/822)123, Ebû Nuaym Fazl b.
Dükeyn (218/833)124, Ebû Tümeyle Yahyâ b. Vâdıh125, Ebû Usâme Hammad b. Usâme
(201/816)126, Ebu’l-velîd, Hişâm b. Abdulmelik et-Tayâlisî (227/842)127, Esbat b.
Muhammed el-Kureşî el-Kûfî (200/815)128, Ezher b. Kâsım er-Râsibî, Ezher b. Saîd es-
Semman el-Basrî (203/818)129, Fadl b. Musâ es-Sinânî (192/808)130, Fudayl b. Iyaz
(187/802)131, Gülsüm b. Muhammed b. Ebû Sidre el-Halebî132, Hafs b. Gıyâs en-Nehaî
(194/809)133, Halid b. Hâris el-Huceymî (186/802), Hammad b. Mis‘ad (202/817),

116
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387;
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
117
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
118
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
119
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, 174; Zehebî,
Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
120
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl II, 374.
121
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
122
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm,
XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
123
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
124
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
125
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359.
126
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 373.
127
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
128
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359.
129
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373.
130
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIII, 338; XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
131
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî,
Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
132
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
133
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.

26
Hanzala İbn Amr Hanzala b. Kays ez-Zurakî134, Harir135, Hâtim b. İsmail el-Medenî
(187/802-3)136, Hatim b. Verdân el-Basrî (184/800)137, Hişam Yusuf es-Sanâ’nî
(297/909)138, Huseyn b. Ali el-Cu’fî (203/818), İbrahim b. Hakem b. Eban el-Adnânî139,
İsâ b. Yûnus b. Ebu İshak es-Sebî‘î (187/802-3)140, İsmail b. Uleyye (193/809)141, Kesir
b. Hişâm el-Kilâbî (207/822), Mahled b. Yezîd el-Harrânî (293/905), Merhûm b.
Abdulaziz el-‘Attâr (188/803-4)142, Mervan b. Muâviye el-Fezârî (193/808)143,
Mu’temir b. Süleyman (187/803)144, Mu‘az b. Hişâm ed-Düstüvâî (200/815)145,
Muâviye b. Hişâm el-Kassâr (204/820)146, Muhammed b. Bekr el-Bürsânî (204/820)147,
Muhammed b. Bişr el-Abdî (203/818)148, Muhammed b. Ca’fer Gunder (193/809)149,
Muhammed b. Ebû Adîy (294/906)150, Muhammed b. Fudayl b. Gazvân (295/907)151,

134
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373.
135
İbn Ebû Hâtim, Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, I, 209.
136
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, 108; Zehebî,
Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
137
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373.
138
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
139
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373.
140
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; Zehebî,
Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
141
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm,
XVII, 82; Zehebî, Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191;
Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
142
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Zehebî, Siyer, XI, 359.
143
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
144
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; Zehebî,
Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Hüseynî, Kitâbü’t-tezkire, I, 88.
145
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375.
146
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
147
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375.
148
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
149
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
150
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
151
Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 372; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî,
Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.

27
Muhammed b. Harb Havlânî el-Hımsî (194/809), Muhammed b. Hımyer es-Selîhî el-
Hımsî (200/815)152, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (204/820)153, Muhammed b. Seleme el-
Harrânî (192/807)154, Muhammed b. Sevâ’ (187/802), Muhammed b. Şuayb b. Şâbûr
(200/815), Muhammed b. Ubeyd et-Tanâfisî (204/820), Muhammed b. Yezîd el-Vâsıtî
(188/803), Musâ b. İsâ el-Gâriî (183/799), Musa‘b b. Mikdem (203/819), Mübeşşir b.
İsmail el-Halebî (200/815), Müemmel b. İsmail (206/821), Müshir b. Abdulmelik b.
Sel’ el-Hemdânî, Nadr b. Muhammed el-Mervezî (183/799)155, Nadr b. Şümeyl el-
Mâzinî (204/820)156, Osman b. Amr b. Fâris el-Abdî (209/824), Ömer b. Abdu’l-vâhid
ed-Dımaşkî (200/815), Ömer b. Hârun el-Belhî (194/809-10)157, Ömer b. Muhammed b.
el-Angazî (299/911), Ömer b. Ubeyd et-Tanâfisî (185/801)158, Ravh b. Ubâde
(205/821)159, Safvan b. İsâ ez-Zührî, Saîd b. Âmir ed-Dabî’ (208/823)160, Sâlih İbn
Kudâme el-Cumahî el-Medenî161, Süfyan b. Uyeyne (198/814)162, Süleyman b. Harb el-
Ezdî (224/838)163, Süleyman b. Nâfi‘ el-Abdî164, Süveyd b. Abdulaziz ed-Dımaşkî
(194/809)165, Şebâbe b. Sevvâr el-Medâinî (204/820), Şua’yb b. İshak ed-Dımaşkî

152
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
153
İbn Hallikân, Vefeyât, I, 199; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 306; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
154
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375.
155
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
156
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
157
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359.
158
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
159
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
160
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl II, 373.
161
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
162
Buhârî, et-Tarihü'l-kebir, II, 379; İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 216; Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib
el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrih, I, 372; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII,
139; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, IV, 117; İbnü’l-Cevzî, el-Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259;
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-
İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191;
Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
163
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
164
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
165
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 374.

28
(189/804)166, Ubeyd b. Saîd el-Umevî (200/815)167, Vehb İbn Cerîr b. Hâzin
(206/821)168, Vekî’ b. el-Cerrâh (197/812)169, Velid b. Müslim ed-Dımaşkî (206/821)170,
Velid b. Ukbe b. Muğîra eş-Şeybânî, Ya’kub b. İbrâhim b. Saî’d ez-Zührî (208/823),
Ya’lâ b. Ubeyd et-Tanâfesî (209/824), Yahyâ b. Abdulmelik b. Ebû Ğaniyye
(186/802)171, Yahyâ b. Âdem (203/819)172, Yahyâ b. Ebu’l-Haccâc el-Ehtemî, Yahyâ b.
Hammad eş-Şeybânî (215/830)173, Yahyâ b. Saîd el-Kattân (198/813), Yahyâ b. Süleym
et-Tâifî (194/809), Yahyâ b. Yahyâ b. Bekir b. Abdullah et-Temîmî (226/840), Yahyâ b.
Yemân el-Aclî (189/803-4), Yezid b. Ebû Hakîm el-Adenî (220/835), Yezid b. Hârun
el-Vâsıtî (206/821-2)174, Zekeriyya b. Adiy es-Salt et-Temîmî (211/826)175. Bunların
dışında Horasan, Irak, Hicaz, Yemen ve Şam’da birçok imamdan rivayette
bulunmuştur.176

B. ÇAĞDAŞLARI

Kaynaklarda İshak b. Râhûye’nin akranları olarak Ahmed b. Hanbel, İshak b.


Mansur el-Kevsec, Muhammed b. Râfi’ ve Yahya b. Maîn en çok zikredilen
isimlerdir.177

166
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer,
XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
167
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 374.
168
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375.
169
Buhârî, et-Târihü'l-kebir, II, 379; Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI,
345; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 372; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Zehebî, Siyer, XI, 359; Uleymî,
el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
170
Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrih, I,
372; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140 Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII,
387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359.
171
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
172
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 345; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 375; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 433; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.
173
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 375; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 443.
174
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Siyer, XI, 359.
175
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 373; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XV, 158; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
176
Zehebî, Siyer, XI, 359.
177
İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-tehzîb, Haydarâbât: Dâiratü’l-maârif en-nizâmiyye, 1325, I, 217; Zehebî, Siyer,
XI, 372.

29
1. Sıklıkla Görüştükleri

Hem aynı coğrafyada yer almaları hem de tabakat kitaplarında sık sık İshak b.
Râhûye ile olan ilişkisine temas edilen şahsiyetleri burada zikretmeyi uygun gördük. Bir
de her ne kadar aralarında hoca öğrenci ilişkisi olsa da akran olmalarından dolayı bu
başlık altında ele aldık.

a. Yahya b. Maîn (233/847)

Yahya b. Maîn 158 yılında dünyaya gelmiştir. Sika ve me’mun bir muhaddistir.
Bağdât’ta yetişmiştir. Yirmi yaşında eser vermeye başlamıştır. Ahmed b. Hanbel’in
ifadesine göre hadislerdeki hataları bulmada çok mahirdir. Ayrıca ricâl ve künye
bilgileri ile cerh ve ta‘dil konusunda önde gelen muhaddislerdendir. Abdullah b.
Mubârek, Mu‘temir b. Süleyman, Süfyan b. Uyeyne’den ve Irak, Hicaz, Şam ve
Mısır’da daha birçok kişiden rivâyette bulunmuştur. Kendisinden Ahmed b. Hanbel,
İshak b. Mansur el-Kevsec, Kütüb-i Sitte müellifleri ve daha birçok isim hadis rivâyet
etmiştir. İlme çok değer vermiştir. Babasından kalan yüklü mirası kendisine bir şey
kalmayıncaya kadar ilim yolundakilere harcamıştır. 233/847 yılında Medîne’de vefat
etmiştir.178

b. Ahmed b. Hanbel(241/855)

İshak b. Râhûye, Ahmed b. Hanbel ile hem çağdaş hem de yakın


arkadaştırlar.179 Aynı ilim meclisinde bulunmuşlardır. Kendisinden birçok rivayeti
vardır. Yukarıda geçtiği üzere İshak b. Râhûye’yi İmam Şâfiî ile tanıştıran kişidir.

Ahmed b. Hanbel’in oğlu Salih, bir gün babasına İshak b. Râhûye ile ilgili soru
soranlara: “İshak gibi birini mi soruyorsunuz? İshak bize göre ümmetin imamlarından
biridir,” diye cevap verdiğini aktarmaktadır.180 Yine Ahmed b. Hanbel, İshak b.
Râhûye’nin oğluna: “Keşke babanla daha fazla vakit geçirseydin senin için çok faydalı

178
Zehebî, Siyer, XI, 71-91.
179
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü'l-evliya ve tabakatü'l-asfiya, IX, 234.
180
İbn Ebû Hâtim, Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, I, 210; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 350; Zehebî, Siyer, XI,
372; Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 192; Şîrâzî, Tabakâtü’l-fukahâ, 108;

30
olurdu çünkü onun bir benzerine rastlaman mümkün değildir” diyerek İshak’ın ilmî
yetkinliğine dikkat çekmiştir.181

Ahmed b. Hanbel’in “Irak’ta İshak’ın bir benzerini daha tanımıyorum”


demesinden, onun Horasan’da olduğu gibi Irak’ta da ilmî bir saygınlığının olduğu
anlaşılabilir. Bir defasında kendisinden Horasan’lı âlimlerle ilgili bir değerlendirme
yapması istendiğinde İshak b. Râhûye’nin dengi olmadığının altını çizmiştir.182
“Horasan’a giden köprüden İshak gibi birisi geçmemiştir.” sözü de aynı gayeye
matuftur.183 Bir başka sözünde de “Birini görürsün, ona yönelir fıkıh öğrenmek istersin.
İşte İshak b. Ebu Ya’kub buna uygun kişidir. O çok ince anlayışlı ve zeki biridir. Şâfîî
nasıl imam ise, Humeydî nasıl imam ise İshak b. Râhûye de aynı şekilde imamdır”
demiştir.184 Ahmed b. Hanbel, bazı noktalarda aralarında ihtilaf olsa da bunun İshak b.
Râhûye’nin değerinden bir şey kaybettirmeyeceğini ifade etmiştir. Çünkü insanların
devamlı birbirlerine muhalefet ede geldikleri ifadesini kullanmıştır.185 Ahmed b.
Hanbel’in “ihtilaf”ı kendisinin bizzat zikretmesinden aralarında kayda değer görüş
farklılıkları olduğunu anlamak mümkündür. Ahmed b. Hanbel’in hem Şâfiî için hem de
İshak b. Râhûye için “imam” tabirini kullanması, İshak b. Râhûye’nin müstakil
görüşlerinin olduğuna ve herhangi bir mezhebe bağlılığının olmadığına bir işaret olarak
değerlendirilebilir.

181
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 131; Zehebî, Siyer, XI, 374.
182
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 349; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-safve, IV, 117; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 87; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140;
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 86; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I,
102; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89; Zehebî, el-İber fî haberi men gaber, I, 334; Uleymî, el-Menhecü’l-
Ahmed, I, 195.
183
İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84; Zehebî, Siyer, XI, 370; İbn Hacer, Tehzîbü’t-
tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 85; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, II, 182; Şîrâzî,
Tabakâtü’l-fukahâ, 108.
184
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 350; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 129; Uleymî, el-
Menhecü’l-Ahmed, II, 165.
185
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 128; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 380; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII,
84.

31
c. İshak b. Mansur el-Kevsec (251/865)

İshak b. Mansur el-Kevsec, 170 yılından sonraki bir tarihte Merv’de


doğmuştur. Nîşâbur’da yetişmiştir. Süfyan b. Uyeyne, Vekî‘ b. el-Cerrâh, Abdurrezzak
gibi birçok kişiden hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden Ebû Dâvûd hariç diğer Kütüb-i
Sitte müellifleri, Ebû Züra‘ ve birçok kişi hadis rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve
İshak b. Râhûye’ye sorduğu sorulara aldığı cevapları bir araya getirmek suretiyle
derlediği Mesâil isimli eseri, Ahmed b. Hanbel’in bu eserde zikredilen bazı
görüşlerinden döndüğü gerekçesiyle eleştirilmiştir. Bunun üzerine yazdığı varakları bir
bavula doldurup bavul sırtında yürüyerek Bağdâd’a gelmiş ve Mesâil’deki soruları
ikinci defa Ahmed b. Hanbel’e yöneltmiş ve aynı cevapları alınca bu durumdan hoşnut
kalmıştır. Kendisinden yüz hadis rivâyet eden Müslim’in ifadesine göre sika ve me’mun
bir muhaddistir. Kevsec’den doksan tane hadis rivâyet eden Buhârî, ‘haddesenâ İshâk’
dendiğinde İshak b. Râhûye ile karışma ihtimali olsa da ikisini birbirinden ayıran bazı
özelliklerin olduğunu ifade ederek her ikisinin de rivâyet ettiklerinin huccet olduğunu
söylemiştir. İshak b. Mansur el-Kevsec 251 yılında Nîşâbur’da vefat etmiştir.186

2. Dönemindeki Hükümdarlarla İlişkisi

İshak b. Râhûye’nin yaşadığı dönemde Horasan bölge tarihine damga vuran


Tâhiriler hüküm sürmüştür. 56/676 yılında Horasan’a gelen Ebû Muhammed Talhâ b.
Abdullah el-Huzâî ile başlayan bu süreç Mus‘ab Buşenc ve oğlu Hüseyin ile valilik
düzeyinde devam etmiştir. Halife Memun, kardeşi Emin’e karşı yürüttüğü iktidar
mücadelesinde gayretleriyle göz dolduran ve Bağdâd Sahib-i Şurtalığından sonra terfi
ederek farklı bölgelerde valilik de yapan Hüseyin b. Tâhir’i 205/821 yılında Horasan
valiliğine atamıştır. Böylelikle Horasan’da adına para bastırıp hutbe okutacak düzeyde
hilâfet merkezinden bağımsız hareket edecek olan bir hanedanlığın hâkimiyeti
başlamıştır. 207/822’de muhtemelen zehirlenerek öldürülen Hüseyin b. Tâhir’in yerine
oğlu Talha b. Tahir’i tayin eden Halife Memûn, bu tercihiyle Bâbek’in, Hâricîlerin ve
Zeydiler’in isyanına Tâhiriler’in isyanının da eklenmesinin önüne geçmiştir. Babasının
aksine Abbâsi hâkimiyetini güçlendirmek için çalışan Talhâ b. Tâhir’in 213/328’de

186
Zehebî, Siyer, XII, 258-260.

32
ölümünden sonra yerine 214/830 yılında kardeşi Abdullah b. Tâhir geçmiştir. İdâre
merkezini Merv’den Nîşâbûr’a taşıyan Abdullah b. Tâhir’in 230/844 yılında vefatından
sonra emirliği oğlu II. Abdullah b. Tâhir almıştır. Onun hükümdarlığı da 248/862 yılına
kadar sürmüştür. Daha sonra onun yerine oğlu Muhammed b. Tâhir geçmiş ve 259/873
yılına kadar tahtta kalmıştır.187 Kaynaklarda İshak b. Râhûye ile teması olan ve
aralarındaki ilişki düzeyini anlatan birçok verinin bize ulaştığı hükümdar Abdullah b.
Tâhir (230/844)’dir. Muhammed b. Tâhir’in de İshak b. Râhûye’den rivayette
bulunduğuna dair bilgi olsa da onun tahtta olduğu dönemde İshak b. Râhûye hayatta
değildir. Burada netleştirilmesi gereken bir diğer husus da İshak b. Râhûye ile teması
olan Abdullah b. Tâhir’in baba olan mı yoksa oğul Abdullah b. Tâhir mi olduğunun
tesbitidir. Diyaloglar incelendiğinde baba Abdullah b. Tâhir olduğu anlaşılmaktadır.
Zira İshak b. Râhûye ile aralarında geçen bir konuşmada Abdullah b. Tâhir, İbn
Mubârek’in vefat tarihini sorduğunda 181 cevabını alınca mezkûr tarihin kendisinin
doğum yılı olduğunu ifade etmiştir. Bundan anlaşılan 181 yılında dünyaya gelen, baba
Abdullah b. Tâhir’dir.188 Tesbit edebildiğimiz kadarıyla İshak b. Râhûye’nin yaşadığı
dönemde Horasan’da valilik yapan iki kişi vardır. Abdullah b. Tâhir ile Harun Reşid
tarafından 181 yılında görevlendirilen Hirsime b. A‘yan’dır. Kaynaklarda Hirsime b.
A‘yan ile İshak b. Râhûye’nin karşılaşmasına rastlanmamıştır. Bu iki isimden diğeri
olan Abdullah b. Tahir ile İshak b. Râhûye arasında birçok olay yaşanmıştır.

Horasan Emiri Abdullah b. Tahir (230/844)

Edebiyat, şiir ve fıkıha ilgi duyan Abdullah b. Tâhir, Mısır’da ve Mağrib’de


valilik yaptıktan sonra Me’mun tarafından Horasan valiliğine getirilen biridir.189 İshak
b. Râhûye ile Abdullah b. Tahir’in arasındaki ilişkinin karşılıklı saygıya dayandığını ve
birbirlerine değer verdiklerini gösteren birçok işaret vardır. İshak b. Râhûye’ye iltifat
etmiş ve sözüne itibar ederek meclisinde yer vermiştir. Önemli olaylarda görüşlerine
müracaat etmiştir. Bir keresinde bir zat Emir tarafından cezalandırılacakken araya İshak
b. Râhûye’nin girmesiyle Emir bundan vazgeçmiştir. Bu da aralarındaki ilişkinin

187
Kurt, Hasan, Tâhirîler, “DİA” , XXXIX, 403.
188
İbn Manzûr (711/1311), Muhtasaru târîh-i Dımaşk li-İbn Asâkir, XII, 272.
189
İbn Hallikân, Vefeyât, III, 83-89.

33
yakınlığını ve İshak b. Râhûye’nin emir üzerindeki etkisini göstermesi açısından
önemlidir.190

3. Hakkında Değerlendirme Yapanlar

İlmî bir şahsiyeti tanımada eserlerinin yanında başkalarının o kişi hakkında


yaptığı değerlendirmeler ve bunları yapanlar da önemlidir. İshak b. Râhûye de hakkında
birçok kişinin görüş bildirdiği bir şahsiyetir. Bu şahsiyetlerin bir kısmı çağdaşı iken bir
kısmı da kendisinden sonra gelenlerdir. Bu başlık altında değerlendirme yapan isimlerin
bazılarından bahsedilecektir.

a. Vehb b. Cerîr (206/822)

İslam adına yaptıklarından dolayı İshak b. Râhûye için hayır duada


bulunduktan sonra hakkında “Doğuda sünneti yaşattı” ifadesini kullanmıştır.191 “Doğu”
gibi geniş bir coğrafyayı etkilediği sonucuna ulaşmanın mümkün olduğu bu ifadenin bir
başka açıdan anlattığı husus, “sünnet” gibi simgesel bir yanı olan ve o dönemde belli
hassasiyetleri ifade eden tabirin İshak b. Râhûye’nin eliyle güçlendirilmiş olmasıdır.

b. Humeydî, (219/834)

Humeydî, Süfyan b. Uyeyne’nin ilim halkasında on dokuz yıl bulunmuş en


önde gelen öğrencisidir.192 Bununla birlikte Mısır’da İmam Şâfiî (204/820)’den ders
almıştır. İmam Şâfiî (204/820) vefat ettiğinde Mekke’ye dönmüş ve ömrünün sonuna
kadar burada kalmıştır.193 Humeydî ile yolu hem Süfyan b. Uyeyne hem de İmam Şâfiî
kanalıyla kesişen İshak b. Râhûye, O’nu yaşadığı dönemin imamları arasında
zikretmiştir. Humeydî de kendisinin Hicaz’da, Ahmed b. Hanbel’in Irak’ta ve İshak b.
Râhûye’nin de Horasan’da olduğu müddetçe kendilerine kimsenin galip gelemeyeceğini

190
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVI, 286.
191
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 348; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 380; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84;
Zehebî, Siyer, XI, 364; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191.
192
Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 407.
193
Suyûtî, Husnü’l-muhâdara fî târih-i Mısra ve’l-Kâhira, I, 347.

34
ifade etmiştir.194 Humeydî’nin bu ifadesinden Ahmed b. Hanbel ile İshak b. Râhûye’nin
aynı çizgide hareket eden âlimler olduğunu anlamak mümkündür.

c. Yahya b. Yahya el-Minkârî en-Nîsâbûrî (226/841)

Yahya b. Yahya, “Horasan’da iki hazine vardır. Biri, Muhammed b. Selam el-
Beykendî’nin diğeri de İshak b. Râhûye’nin yanındadır” demiştir.195 Bir keresinde
Abdullah b. Muhammed el-Ferâ’, Yahya b. Yahya’nın yanına girer ve ondan İshak b.
Râhûye hakkında bilgi almak ister. Bu talebine karşılık Yahya b. Yahya şöyle der:
“İshak ile geçirdiğim bir gün ömrüme bedeldir.”196 Yahya b. Yahya’ya bir gün eşi
“Nasıl olur da İshak b. Râhûye’yi önüne geçirirsin” dediğinde, “her ne kadar ben ondan
yaşça büyüksem de onun ilmi benden daha fazladır” diyerek cevap vermiştir.197 Bu
ifadeler İshak b. Râhûye’nin itibar gören bir âlim olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca
yaşça kendisinden büyük kişileri etkilemiş olması da ilmî düzeyini göstermektedir.

d. Nuaym b. Hammad (228/843)

Nuaym b. Hammad, “Bir Iraklıyı Ahmed b. Hanbel, bir Horasanlıyı İshak b.


Râhûye ve bir Basralıyı Vehb. b. Cerir hakkında ileri geri konuşurken görürsen o kişinin
dindarlığı hakkında şüphe duyabilirsin” demiştir.198 Buradan Irak’ta Ahmed b.
Hanbel’in, Basra’da Vehb b. Cerîr’in ilmi mevkisi ne ise Horasan’da da İshak b.
Râhûye’nin ilmi konumunun aynı olduğu anlaşılabilir.

e. Muhammed b. Eslem et-Tûsî (245/859)

Muhammed b. Eslem, kendisine İshak’ın ölüm haberi gelince “Allah’tan


hakkıyla korkan İshak’tan başkasını bilmiyorum” diyerek, “Allah’tan ancak âlim kulları
korkar” mealindeki ayeti okumuştur. Muhammed b. Eslem, Süfyan es-Sevrî’nin;

194
Zehebî, Siyer, X, 619.
195
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVI, 360.
196
Zehebî, Siyer, XI, 368.
197
Zehebî, Siyer, XI, 374.
198
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 348; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 131; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 380; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84; Zehebî, Siyer, XI, 370; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140;
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 85; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195.

35
Ahmed b. Saîd er-Ribâtî’nin, İbn Uyeyne’nin; Muhammed b. Yahyâ es-Saffâr da Hasan
el-Basrî’nin İshak b. Râhûye’nin yaşaması halinde onun bilgisine ihtiyaç duyacağını
belirtmişlerdir.199

f. Ahmed b. Seleme(286/899)

Ahmed b. Seleme, İshak b. Râhûye’nin ilminin genişliğine değindikten sonra


özellikle âlimlerin ihtilaf ettikleri noktaları çok iyi bildiğinden bahsetmiştir.200 Ebu Ebu
Zur‘a da, “Onun kadar sağlam hafızası olan kimse görülmedi” demiştir.201 Ahmed b.
Seleme’nin bu ifadesi İshak b. Râhûye’nin ihtilâfu’l-fukahâ eserlerinde adının sıkça
anıldığını ve bu türden eser verenlerin vazgeçemediği isimlerden olduğunu gösterir.

g. Ebu Abdurrahman en-Nesâî (303/915)

Ebu Abdurrahman en-Nesâî (303/915)’ye “Sana göre İshak b. Râhûye mi


yoksa Kuteybe mi daha üstün” diye sorulduğunda, “İshak imamlardan biridir ve bana
göre o Ahmed b. Hanbel’den de önce gelir” cevabını vermiştir.202 Büyük ihtimalle bu
ifade her yönüyle olmasa da bazı yönlerden İshak b. Râhûye’nin akranlarına göre
temâyüz ettiğinin göstergesidir.

h. İbn Huzeyme (311/924)

İbn Huzeyme (311/942), “İshak b. Râhûye, tâbiîn zamanında yaşamış olsaydı


onun hıfzı, ilmi ve fıkhı takdir görürdü”203 ifadesini kullanmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla
İshak b. Râhûye, Hz. Peygamber devrine zaman itibarıyla sonraki ilk ve ikinci kuşak
kadar yakın olmasa da ilim açısından tâbiîn ile kıyas edilebilecek kadar sonraki
otoritelerin dikkatini çekmiştir.

199
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 349; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 133; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü's-
safve, IV, 117; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 85; Zehebî, Siyer, XI, 371;
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 86; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-
zeheb, II, 89; Zehebî, el-İber fî haberi men gaber, I, 335.
200
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 132.
201
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 85.
202
Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I, 373; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 86.
203
Zehebî, Siyer, XI, 372.

36
i. İbn Hibbân (354/965)

Kitabu’s-sikât sahibi İbn Hibbân (354), İshak b. Râhûye’nin fıkıh, ilim, hıfz ve
nazar bakımından zamanının önde gelenlerinden olduğunu söyler. Ayrıca kitaplar tasnif
edip sünen hazırladığından bahsetmiştir.204 İshak b. Râhûye’den yaklaşık yüz on beş yıl
kadar sonra vefat eden birinin bu ifadeleri İshak b. Râhûye’nin görüşlerinin değer ve
önemini göstergesidir.

j. Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014)

Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014), İshak b. Rahûye’nin yaşadığı dönemin hıfz ve


fetvada önde gelenlerinden olduğunu söylemiştir.205 Hafıza ve fetva vurgusunun güncel
anlamı şöyledir. Hafıza, hadis ve tefsir ilmine ait rivayetleriyle yakından alakalıdır.
Fetvâ ise fıkıh ile alakalıdır.

C. ÖĞRENCİLERİ

İshak b. Râhûye’nin bazı öğrencilerinin kendisinden bir medrese bünyesinde


istifade ettiğine dair gelen bilgiler206 onun düzenli bir şekilde devam ettirdiği bir ders
halkasının olduğu izlenimini vermektedir. Hâkim en-Nîsâbûrî, bu ders halkasında çoğu
Horasan’lı olan öğrencilerinin üç tabakadan oluştuğunu ifade etmiştir. Fakat bunu hangi
kıstasa göre ayırdığı belli değildir. Bu tabakaların birincisinde Muhammed b. Yahya,
İbrahim b. Abdullah es-Sa‘dî (267/880), Muhammed b. Abdulvahhab el-Abdî
(272/885), Ahmed b. Yusuf es-Sülemî (264/877), İshak b. İbrahim el-Afsî, Ali b. Hasan
ed-Derâbecerdî, Hamid b. Ebu Hamid el-Mukrî (266/879), Huşnâm b. Sadık, Abdullah
b. Muhammed b. Muhammed el-Ferrâ ve Yahya b. Zühelî (258/871)’yi saymıştır. İkinci
tabakada ise Müslim b. Haccac (261/874) ve bir takım şahsiyetlerin yer aldığını ifade
etmiştir. Üçüncü tabakada ise Ebu Abbas es-Sirâc’ı zikretmiştir.207 Öne çıkan bazı
öğrencileri ise Muhammed b. Râfi‘, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed b.
Yesâr el-Mervezî, Tirmizî, Osman ed-Dârimî, Abdûs en-Nîsâbûrî, Muhammed es-Sindî,

204
İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 16.
205
Zehebî, Siyer, XI, 369.
206
İbnü’l-Kayserâni, el-Ensâbü’l-müttefika, 199.
207
Zehebî, Siyer, XI, 370.

37
Muhammed b. Râhûye, İbn Nasr el-Mervezî, Nesâî ve Ebu’l-Abbâs es-Sirâc’dır. Bu
önde gelen öğrencilerinden bir kısmına değinildikten sonra kendisinden hadis
rivayetinde bulunanların isimleri alfabetik sıraya göre verilecektir.

1. Muhammed b. Râfi‘ (245/859)

Muhammed b. Râfi‘’in doğduğu yıl kesin olarak bilinmemekle birlikte


kaynaklarda yüz yetmiş’li yıllarda dünyaya geldiği zikredilmiştir. Yüz doksan’lı
yıllarda da ilim yolculuğuna çıkmıştır. Sika ve me’mun bir muhaddistir. Hicaz
bölgesinde Süfyan b. Uyeyne, İbn Ebû Fudeyk gibi isimlerden, Kûfe’de Abdullah b.
İdris, Vekî‘ gibi isimlerden ve Basra’da Abdurrezzak, Vehb b. Cerîr gibi isimlerden
rivâyette bulunmuştur. Bunların dışında Medâyin’de, Bağdât’ta ve Horasan’da rivayette
bulunduğu kişiler vardır. Kendisinden de İbn Mâce hariç diğer Kütüb-i Sitte müellifleri
ve birçok kişi rivâyette bulunmuştur. Etrafında kendisinden hadis almak için oluşan
ciddi bir ilim halkasına sahip olan Muhammed b. Râfi‘’e dönemin Horasan Emîri
Abdullah b. Tâhir ilmî mesâisinde kendisine yardımcı olması için hizmetçiler
görevlendirmiştir. Emirle olan ilişkisini bunun ötesine götürmeyen Muhammed b. Râfi’,
çok ihtiyacı olmasına rağmen emir tarafından teklif edilen para yardımını ve ihsanları
kabul etmemiştir.208 245 yılında vefat etmiştir.209

2. Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870)

Buhârî (256/870), İshak b. Râhûye’den hadis rivayetinde bulunanların


içindedir. Rivayette bulunurken İshak b. Râhûye’den İshak, İshak b. Râhûye, İshak b.
İbrahim ve İshak b. İbrahim el-Hanzalî şeklinde bahsetmiştir. Öte yandan İshak b.
Râhûye’nin etkisinde kalan en meşhur öğrencilerinden birisidir. Buhârî, onun hadisler
konusundaki engin nazarından, senet ve metin bakımından hadislerin tenkidi ile
hadislerdeki yanlışlıkların tashihi hususlarındaki yetkinliğinden etkilenmiştir. İkisi de
hadisleri müdafaâda, sened ve metin tenkidiyle hadisleri uydurmalardan temizlemede,
re’yden ziyade hadislerden hükümler istinbat etmede birbirlerine benzemektedirler.210

208
Zehebî, Siyer, XII, 214-218.
209
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, XXV, 125.
210
Dölek, Adem, Meşhur Hadis İmamlarının Hocası İshak b. Râhûye ve Hadis İlmindeki Yeri, 91, 92.

38
İshak b. Râhûye, Buhârî’nin “Sahih”ini telif etme fikrinin ilham kaynağıdır. İshak
b.Râhûye’nin, sadece sahih hadislerin yer aldığı bir câmi’ hazırlanmasının çok iyi
olacağı fikrini paylaştığı bir ilim meclisinde bulunan Buhârî, bu olaydan sonra içine bir
câmi’ oluşturma fikrinin düştüğünü anlatmıştır.211

3. Müslim b. Haccâc (261/875)

Müslim b. Haccâc, 201/816-17 ve 204/817-18 tarihleri rivayet edilse de


206/821-22 yılında Nîşâbur’da dünyaya gelmiştir. Buraya nisbetle Nîsâbûrî diye de
anılmıştır. On iki yaşında hadis öğrenmeye başlayan Müslim b. Haccâc, Nîşâbur’da
yaşayan ve el-Muvatta’ın ravilerinden olan Yahya b. Yahya el-Minkâri ile İshak b.
Râhûye’den istifade etmiştir. Hadis tahsili için seyahatlere çıkmıştır. Rey’de başta
Muhammed b. Mehrân olmak üzere birçok kişiden; Bağdât’ta içlerinde Ahmed b.
Hanbel’in de olduğu birçok isimden; Basra’da Ka‘nebî’den; Kûfe’de Ömer b. Hafs b.
Ğıyas’dan; Medîne’de İsmail b. Ebû Evs’den; Mekke’de Saîd b. Mansûr’dan; Mısır’da
ise Harmele b. Yahya’dan rivayette bulunmuştur. Birçok hocası ve öğrencisi olan
Müslim b. Haccâc 261 yılında Nîşâbur’da vefat etmiştir.212 Halku’l-Kur’an meselesinde
hocası Buhârî’nin yanında yer almıştır. Selef akidesine sahip olan Müslim b. Haccâc,
İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in görüşlerine meyli olmakla birlikte bir
mezhebe mensup değildir.213 İshak b. Râhûye’den rivayette bulunma noktasında
müksirûndan sayılan Müslim, Sahih’inde İshak b. Râhûye’den birçok rivayette
bulunmuştur. Bu rivâyetlerinde mutlak olarak İshak ve altmış sekiz yerde İshak b.
İbrahim el-Hanzalî ifadesinin kullanmıştır.

4. Ebû Dâvûd es-Sicistânî (275/889)

Ebû Dâvûd, 202/817-18 yılında Sicistan’da doğmuştur. Varklı bir aileye


mesuptur. İlk tahsiline Sicistan’da başlamıştır. Henüz on sekiz yaşındayken ilk ilim
yolculuğunu Bağdâd’a yapmıştır. Daha sonra başta Basra olmak üzere Mekke, Kûfe,
Harran, Humus, Şam ve Belh’e gitmiştir. Buralarda ilim aldığı hocalarının sayısı üç

211
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I,7; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 221.
212
Zehebî, Siyer, XII, 558-562.
213
Kandemir, M. Yaşar, “Müslim b. Haccâc”, DİA, , XXXII, 39.

39
yüzü bulmuştur.214 İshak b. Râhûye’den ise Nîşâbur’da bir medrese bünyesinde istifade
emiştir.215 Ebû Dâvûd 275/889 yılında Basra’da vefat etmiştir.

5. Ebû İsa et-Tirmizî (279/892)

Ebû İsa et-Tirmizî, 210 yılında doğmuştur. Horasan, Irak, Mekke ve


Medîne’deki âlimlerden hadis rivâyet etmiştir.216 İshak b. Râhûye’nin
öğrencilerindendir. Baclân, Tirmizî’nin Sünen’inde hocası İshak b. Râhûye’den üç
yüzden fazla fıkhî görüş nakletmesine rağmen hadis rivayetinde bulunmadığını ifade
etmiştir.217 Ancak Tirmizî’nin zaman zaman istişhad olarak İshak b. Râhûye’nin
rivayetlerine başvurduğu görülmektedir. Tirmizî dört yüz elliden fazla yerde İshak b.
Râhûye’nin adını zikretmekte ve sık sık onun fıkhî görüşlerini nakletmektedir. Yer yer
bir konudaki rivayetlerden sahih olanını belirtmede kendi kanaatini İshak b. Râhûye’nin
görüşüyle desteklediği görülmektedir.218 Tirmizî, İshak b. Râhûye’nin fıkhî görüşlerini
İshak b. Mansur el-Kevsec’den almıştır. Ancak hac, diyet ve hadler konusundaki
görüşlerini Muhammed b. Musa el-Esamm’dan aldığını ifade etmiştir. Bu iki kanalın
dışında İshak b. Râhûye’nin bazı görüşlerini de Muhammed b. Eflah kanalıyla aldığını
zikretmiştir.219 İshak b. Râhûye’den nakilde bulunurken sadece “İshak” ifadesini
kullanır. Bir yerde bunu açıklama ihtiyacı hissetmiştir.220

Tirmizî, yanında Buveytî kanalıyla elde ettiği İmam Şâfiî’ye ait kitaplarla
Mısır’dan Nîşâbur’a gelince İshak b. Râhûye ona “Senden ricam; ben Nîşâbur’da
bulunduğum müddetçe Şâfiî’nin kitaplarından bahsetmeyebilir misin?” demiştir. O da
buna uymuş ve o Nîşâbur’dan gidene kadar hiç bahsetmemiştir. Bu olay üzerine
Beyhakî şu değerlendirmeyi yapar: “İshak -ilimdeki yerinin yüksek olmasına rağmen-
fıkıhla ilgili -Şâfiî’ye nisbet etmeden- ortaya koyduğu şeylerde kendi isminin
yükselmesini istedi. Oysa ki Allah da “İnsanların benim kitaplarımı alıp ona bakmaları

214
Kandemir, M. Yaşar, “Ebû Dâvûd es-Sicistânî”, DİA, X, 120.
215
İbnü’l-Kayserâni, el-Ensâbü’l-müttefika, 199.
216
Zehebî, Siyer, XIII, 71.
217
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 101.
218
Dölek, Adem, Meşhur Hadis İmamları’nın Hocası İshak b. Râhûye ve Hadis İlmindeki Yeri, 92, 93.
219
Tirmizî, el-İlel es-Sağir, I, 737.
220
Tirmizi, Buyû‘, 19.

40
ve fıkıh bilgisi edinip de bana nispet etmemeleri hiç umrumda değil” diyenin kitaplarını
yükseltmek istedi.”221 Her ne kadar bu olayda İshak b. Râhûye, İmam Şâfiî’nin
eserlerine önceden sahip olmuş gibi anlatılsa da Sahâvî, İshak b. Râhûye’nin söz konusu
kitapları Tirmzî’den istinsah ettiğini söylemiştir.222 Sahâvî’nin bu ifadesi bizi İshak b.
Râhûye ve Şâfiî arasındaki ilişkinin Büveytî ve Tirmizî yoluyla tesis edildiği sonucuna
ulaştırır. Fakat bunu Şâfiî’nin Mısır sonrasına ait eserleri Tirmizî kanalıyla elde ettği
kaydını düşmek gerekir. Çünkü daha önceki tarihlerde İmam Şâfiî Mısır öncesinde
İshak b. Râhûye ile Mekke ve Bağdât’ta bir araya gelmiştir.

Önde gelen öğrencileriyle ilgili yukardaki izahattan sonra İshak b. Râhûye’den


hadis rivâyet eden isimler şunlardır: Abdullah b. Amr el-Ferrâ’, Abdullah b. Ebul-Ass
el-Havârizmî, Abdullah b. Muhammed b. Şîraveyh en-Nîsâbûrî223, Abdurrahman ed-
Dârimî (255/869)224, Abdurrezaak b. Hemmâm (211/826), Abde b. et-Tayyib, Ahmed b.
Hafs Mahmadâbâzî,Ahmed b. İbrâhim b. Abdullah en-Nîsâbûrî (305/917), Ahmed b.
Muhammed b. el-Ezher, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel: Akranlarındandır
(241/855)225, Ahmed b. Nasr b. İbrâhim Ebû Amr el-Haffâf (299/911), Ahmed b. Saî’d
ed-Dârimî (253/867)226, Ahmed b. Sehl b. Bahr en-Nîsâbûrî (282/895)227, Ahmed b.
Sehl b. Mâlik el-İsferâyînî228, Ahmed b. Seleme en-Nîsâbûrî (286/899)229, Ahmed
Yusuf es-Sülemî (264/877), Ali b. Hasan Derâbecurdî (267/880), Bakıyye İbnü’l-Velîd

221
Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, I, 267.
222
Sehâvî, el-İ‘lânü bi’t-tebîh l, 178.
223
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII,
83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Hüseynî, Kitâbü’t-tezkire, I, 88; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
224
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
225
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 376; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm,
XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84;
Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
226
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
227
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XXI, 61.
228
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
229
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II,
84.

41
(197/812). Aynı zamanda hadis rivayet ettiği şeyhlerindendir.230, Muhammed b. İsmail
el-Buhârî (256/870)231, Ca’fer b. Ahmed b. Nasr el-Hufâz (303/915), Cafer b.
Muhammed b. Ali el-Hımyerî en-Nesefî232, Cafer b. Muhammed b. Hasan el-Firyâbî el-
Kâdî233, Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî, Dâvûd b. Hasan b. Akîl el-Beyhakî (293/905), Ebû
Abbas Hasan b. Süfyan234, Ebû Abbâs Muhammed b. İshak es-Sekafî es-Serrâc
(313/925). Kendisinden en son hadis rivayet eden öğrencisidir.235, Ebû Bekir
Muhammed b. El-Hasen b. el-Hasen el-Berde‘î’236, Ebû Bekir Muhammed b. İsmail b.
Mehran el-İsmailî (279/892)237, Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş‘as (Sünen sahibi)
(275/889)238, Ebû İshak İbrahim b. İsmail el-Anberî et-Tûsî (280/893), Ebû Ya’kub
İshak b. Ebû İmranİsferâyânî eş-Şâfiî, Ebû Ya’kub İshak b. İbrahim b. Nasr en-Nîsâbûrî
el-Büştî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Sehl b. Bahr, Hâmid b. Ebu Hamid el-Makraî, Hârun
b. Abdussamed b. Abdus er-Ruhhî, Hasan b. Hâris b. Mihricân, Hasan b. Süfyan Ebu’l-
Abbas eş-Şeybânî (303/915)239, Humeyd b. Zenceveyh (248/862), Hussâm b. Sâdık,
Hüseyin b. Muhammed b. Ziyad el-Abdî (289/901-2). (Nîşâbur’ludur. Gabânî ismiyle
meşhurdur.)240, İbrâhim b. Abdullah es-Se’dî, İbrahim b. Ebû Tâlib (295/907)241,

230
İbn Ebû Hâtim, Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, I, 209; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu
medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb,
I, 140.
231
Kelâbâzî, Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî, I, 72; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Bâcî, et-Ta‘dil ve’t-tecrîh, I,
372; İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; İbnü’l-
Cevzî, el-Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî,
VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 359; Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84;
Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195; İbnü'l-Gazzî, Divânü'l-İslâm, I, 32.
232
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
233
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII,
83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
234
Zehebî, Siyer, XI, 360.
235
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Zehebî, Siyer, XI, 360; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî,
Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
236
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121.
237
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121 Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377.
238
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 360; Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; İbnü'l-Gazzî,
Dîvânü'l-İslâm, I, 32.
239
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
240
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XXI, 166; Zehebî, Siyer, XI, 360.

42
İbrâhim b. İshak b. Yusuf el-Enmâtî (303/915), İbrahim b. Süfyan ez-Ziyad (249/863),
İbrâhim Muhammed es-Saydelânî, İshak b. Ebû I’mrân el-İsferâyînî (284/897)242, İshak
b. İbrâhim b. en-Nîsâbûrî el-Buştî(307/919)243, İshak b. İbrahim el-Gafesî, İshak b.
Mansur el-Kevsec (251/865). Aynı zamanda akranıdır.244, Muhammed b. Abdullah b.
Şeyraveyh en-Nîsâbûrî, Muhammed b. Abdusselam b. Yesâr, Muhammed b. Eflah en-
Nişabûrî245, Muhammed b. Fadl b. Hâtem eş-Şa‘rânî, Muhammed b. Humeyd er-Râzî.
Akranlarındandır.246, Muhammed b. Hüseyin el-Berzeî’247, Muhammed b. İshak b.
Râhûye (293-4/906). İshak b. Rahûye’nin oğludur.248, Muhammed b. İshak Sekafî es-
Sirac Ebu’l-Abbas (313/925)249, Muhammed b. Nadr el-Cârûdî250, Muhammed b. Naim
b. Abdullah , Muhammed b. Nasr el-Mervezî (294/906)251, Muhammed b. Râfi’ en-
Nîsâbûrî (245/859). (Akranıdır)252, Muhammed b. Şezzâz Ebu Saîd, Muhammed b.
Yahya ez-Zühlî (258/871)253, Muhammed b. Yusuf Ebu Abdullah (320/932), Musa b.
Harun el-Hammâl (294/906)254, Müslim b. Haccâc en-Nîsâbûrî (Sahih Sahibi)

241
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
242
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
243
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Evliya Çelebi, Keşfu’z-zunûn, 164; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
244
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387;
Zehebî Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
245
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
246
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140.
247
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377.
248
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Hüseynî, Kitâbü’t-
tezkire, I, 88; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
249
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83.
250
Zehebî, Siyer, XI, 360.
251
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-
kemâl, II, 377; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II,
84.
252
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII,
83; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140.
253
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387;
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Zehebî, Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-
Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.
254
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII,
83; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84.

43
(261/875)255, Nesâî, Ahmed b. Şuayb (Sünen Sahibi) (303/915)256, Saîd b. Eşkeyb Ebu
Dâvûd, Sehl b. Bişr b. el-Kâsım, Tirmizi, Muhammed b. İsa es-Sülemî (Sünen Sahibi)
(279/892)257, Ya’kub b. Yusuf b. Ma’kal el-Verrâk (277/890). Ebu’l-Abbas el-
Asamm’ın babasıdır.258, Ya’kub b. Yusuf b. Ya’kub el-Ahram259 , Ya’kub b. Yusuf eş-
Şeybânî260, Yahyâ b. Adem (203/819)261, Yahyâ b. Maîn (233/847)262, Yahyâ b.
Muhammed b. Yahyâ (267/880), Yahyâ b. Saî’d el-Kattân (198/813)263, Zekeriyya b.
Dâvûd el-Haffâf Ebu Yahyâ (286/899), Zekeriyya b. Yahyâ es-Siczî, Hayyâtü’s-sünne,
(195/810-289/901-2).264

IV. ESERLERİ

Kaynaklarda İshak b. Râhûye’ye nisbet edilen eserler vardır. Fakat onun


kitaplarını göndüğünden bahsedilmektedir.265 Zehebî bu konuyu şöyle izah eder:
“Birçok imam kitaplarını yakmıştır. Bu yakma işlemi, onların vicâde yöntemi ile

255
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; İbnü’l-Cevzî, el-
Müntazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, XI, 259; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387;
Zehebî, Siyer, XI, 359; Zehebî, Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Suyûtî,
Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195; İbnü'l-
Gazzî, Dîvânü'l-İslâm, I, 32.
256
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 360; Zehebî,
Mîzânü'l-i‘tidâl, I, 183; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî,
Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; İbnü'l-Gazzî, Dîvânü'l-İslâm, I, 32.
257
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 140; İbn Hallikân, Vefeyât,
I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Siyer, XI, 360; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84;
Suyûtî, Tabakâtü’l-huffâz, 191; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; Uleymî, el-Menhecü’l-Ahmed, I, 195;
İbnü'l-Gazzî, Dîvânü'l-İslâm, I, 32.
258
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII 121; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XX, 496.
259
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 121.
260
Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377.
261
Buhârî, et-Tarihü'l-kebir, II, 379; İbn Ebû Hâtim, Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, I, 209; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu
Bağdâd, VI, 346; İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Sâlihî,
Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 433; Zehebî, Siyer,
XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Dâvûdî, Tabakâtü’l-
müfessirîn, I, 102.
262
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 377; Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis,
II, 85; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 82; Siyer, XI, 359; İbn Hacer, Tehzîbü’t-
tehzîb, I, 140; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 84; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102.
263
İbn Asâkir, Tarihu medîneti Dımaşk, VIII, 120.
264
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XXI, 180; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 140; Mizzî, Tehzîbu’l-kemâl, II, 376.
265
Zehebî, Siyer, XI, 377; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 90.

44
rivayeti doğru bulmamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü yazıda bazen hata
yapılabiliyor ve yazıya bir harf eklenmesi neticesinde bu da mananın değişmesine neden
oluyor.”266 Zehebî’nin ifadelerinden vicâde yönteminin ortaya çıkardığı mahzurlardan
sakınmak için bazı âlimlerin, vicâde kaynaklı rivayet kayıtlarını yakma yolunu tercih
ettikleri anlaşılmaktadır.

İbn Nedim (385/995)’in el-Fihrist’inde267 ve bazı kaynaklarda İshak b.


Râhûye’nin eserleri şöyle sıralanır:

1. Kitabu’s-sünen fi’l-fıkh268: İshak b. Râhûye’ye nisbet edilen bu eserin


yazma veya matbû haliyle bulunduğuna dair bir bilgiye rastlanmamıştır.
2. Müsned269: Öğrencilerine ezberden yazdırdığı bir eserdir. Yazdırdığı için
defnedilen eserleri arasında olmaktan kurtulmuştur. Altı cilt olduğu kaydedilen eserin
2648 hadis ihtiva eden IV. cildi günümüze ulaşmıştır. İlk hadis kitaplarından olduğu
için önem taşıyan Müsned’in Kütüb-i Sitte’de bulunmayan rivayetleri büyük ölçüde
Bûsîrî’nin İthâfu’l-hiyere bi-zevâidi’l-mesânîdi’l-‘aşere, İbn Hacer el-Askalânî’nin el-
Metâlibü’l-‘âliye lizevâidi’l- mesânîdi’s-semâniye gibi kitapları yoluyla bugüne kadar
gelmiştir. İshak b. Râhûye, Müsned’i sahâbî râvilerin mensup olduğu şehirleri esas
alarak düzenlemiş, öncelikle sahih hadisleri aldığı eserinde râvilerin güvenilirliği ve
hadislerin sıhhati konusunda bilgi vermiş, garîb kelimeleri açıklamış ve bazı hadislerin
yorumunu yapmıştır. Eserde 1273 hadis ihtiva eden Hz. Âişe’nin müsnedini Abdulgafûr
Abdulhak Hüseyin el-Belûşî yayınlamış (Medine 1410), Cemile Şevket bu Müsned
hakkında Cambridge Üniversitesi’nde (1984) A Critical Edition with Introduction of
Tradition Recounted by ‘ishah, Extracted from the Musnad of Ishaq b. Râhawayh
adıyla bir doktora çalışması yapmıştır.270 Bu müsnedin tamamının Doğu Almanya’da
bulunduğu, hatta Zehebî’nin bu eser üzerine ta‘lik yazdığından bahsedilmektedir.271

266
Zehebî, Siyer, XI, 377.
267
İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, Tahran, 1971, 286.
268
Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirin, I, 102.
269
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirin, I, 102.
270
Aydınlı, Abdullah, “İbn Râhûye”, DİA, XX, 241.
271
Kevsec, Mesâil, I, 164.

45
3. el-Musannef: İbn Hacer Fethu’l-bârî’sinde herhangi bir yorum
yapmaksızın bu esere işaret etmektedir.272
4. Kitâbü'l-Mesâ'il: Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye’nin fıkha dair
sorulara verdikleri cevapların İshak b. Mansûr el-Kevsec tarafından bir araya
getirilmesiyle oluşan eserdir.273
5. Kitabu’t-tefsir274: Birçok tabakat kitabında İshak b. Râhûye’ye nispet
edilen bu eserin yeriyle ilgili bir bilgi geçmemektedir. İshak b. Râhûye’ye yazı
malzemesi temin eden ve geçimini tefsir istinsah ederek sağlayan Muhammed b.
Abdusselam b. Beşşâr bu eseri kendisinden yazmıştır.275 Bunun yanısıra Zâhirî
276
mezhebinin kurucusu kabul edilen Ebû Dâvûd ez-Zâhîrî (270/884) ve Ebû Yezid
Muhammed b. Yahya (313/925) da İshak b. Râhûye’den Tefsir’ini rivayet ettiği bilgisi
mevcuttur.277 Ayrıca Kâtip Çelebi de İshak b. Râhûye’yi Sahâbe ve Tâbiîn görüşlerini
bir araya getiren tefsir müellifleri arasında zikretmiştir.278 Tefsirinin tamamı senede
dayanmaktadır.279
6. Kitâbü’l-ilm: İbn Hacer, el-Mu‘cemü’l-müfehres isimli eserinde söz
konusu kitabın İshak b. Râhûye’ye ait olduğunu ifade etmiştir.280
7. el-Câmiu’s-sağîr: İshak b. Râhûye, bu eserini Sevrî’nin el-Câmiu’s-
sağîr’inin sistemetiğine göre tasnif etmiştir.281
8. el-Câmiu’l-kebir: Bu eserini Şâfiî (204/820)’nin el-Camiu’l-kebîr’inin
sistematiğine göre tasnif etmiştir.282 Ebû Ahmed b. Adiy el-Cürcânî (365/975), el-Kâmil

272
İbn Hacer, Ferhu’l-bârî, XI, 547.
273
Aydınlı, Abdullah,“İbn Râhûye”, DİA, XX, 241.
274
Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirîn, I, 102; İbnü'l-Gazzî, Dîvânü'l-İslâm, I, 32.
275
İbnü’l-bey‘,Telhîs-u târîh-i Nîşâbur, I, 56; Zehebî, Siyer, XIII, 460.
276
Sem‘ânî, el-Ensâb, IX, 129.
277
Sem‘ânî, el-Ensâb, XII, 523.
278
Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, I, 427.
279
Küçük, Raşit, “İsnad”, DİA, XXIII, 157.
280
İbn Hacer, el-Mu‘cemü’l-Müfehres, I, 58.
281
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 335.
282
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 335.

46
fî du‘afâi’r-ricâl isimli eserinde bu esere değinmekte ve eserin başında ilk zikrettiği
hadisi aktarmaktadır.283

V. İLMİ KİŞİLİĞİ

Bu başlık altında İshak b. Râhûye’nin ilmi kişiliğine yer verilecektir. Bu konu


ele alınırken başta hadisçiliği olmak üzere tefsirciliğine, kelamcılığına ve fıkıhçılığına
değinilecektir. Fıkıhçılığı dışındakiler konumuzla doğrudan ilişkili olmadığından temas
etmekle yetineceğiz.

A. HADİS İLMİNDEKİ YERİ

İshak b. Râhûye hadis ilminde otorite olan biridir. Kendisine ait Müsned’inin
olması,284 hadis hafızı olarak anılması, Hadis ilmi ile meşgul olan şahsiyetlerden ilim
alması ve onların methine mazhar olması ve meşhur hadis müelliflerinin hocalığını
yapmış olması hadis alanındaki otoritelerden olduğunu göstermektedir. Hadis
alanındaki yetkinliği ile ilgili birçok âlim değerlendirme yapmıştır. Onlardan bazıları
şöylece zikredilebilir:

İbn Kuteybe, Horasan’daki hadis hafızlarını sayarken ilk sırada İshak b.


Râhûye’yi zikretmiştir.285 O’nun, yetmiş bin hadisi ezbere bildiğini, yüz bin hadis
müzareke ettiğini anlatmış ve hıfzının kuvvetini gösteren şu ifadeyi nakletmiştir: “Ben
duyduğum şeyi ezberlerim, ezberlediğimi de asla unutmam”. Ebu Zür‘a da İshak b.
Râhûye’ninki gibi hıfz kabiliyetine sahip kimsenin görülmediğini ifade etmiştir.286
Nesâî ise İshak b. Râhûye’nin imamlardan biri olduğunun yanı sıra sika ve
me’munduğu’287 yönünde değerlendirmesini yapmıştır. Ebu Dâvûd “Ölümünden beş ay
önce senedleri karıştırmaya başlayınca ben de O’ndan o günlerde işittiğim hadisleri terk

283
İbn Adiy, el-Kâmil fî du‘afâi’r-ricâl, II, 471; İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, I, 423.
284
İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 84.
285
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VII, 124; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 87; Zehebî, Siyer, XI, 374.
286
Sâlihî, Tabakâtu ulemâi’l-hadis, II, 85.
287
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387.

47
ettim” ifadesini kullanmıştır.288 Zehebî, bu rivayeti pek tutarlı bulmamıştır. Gerekçe
olarak ise ölümden önce herkesin zihninde bir değişiklik olabileceği ve bunu herkesin
yaşamasının mümkün olduğunu zikretmiştir. Hem de hıfzında ve sağlamlığında dağ gibi
sağlam birinin bu ithamla anılmasının insaflıca olmadığı kanaatini taşıdığını ifade
etmiştir. Bir de “İshak b. Râhûye’nin rivayet ettiği yetmiş bin hadisin içinde sadece iki
tanesinde vehm vardır. İki yerine otuz hadiste bile vehm olsaydı bu onun hadis
ilmindeki değerini düşürmezdi. Kaldı ki iki hadisteki hatası onun zamanının en iyi
hafızlarından olduğunun göstergesidir” değerlendirmesini yapmıştır.289 Ebû Davud el-
Hâffâf ise İshak b. Râhûye’nin ‘Ben kitaplarımda yüz bin hadise bakıyorum onlardan
otuz binini serdediyorum’ dediğini nakletmiştir.290

B. TEFSİR İLMİNDEKİ YERİ

İlmi birikimini daha çok tâbiînden alan kişilerin İslamî ilimlerin her alanında
söz sahibi oldukları gözden kaçmamaktadır. Bunda İslamî ilimlerin tam manasıyla
branşlara ayrılmış olmamasının yanısıra beslendikleri kaynakların her alanda otorite
olması da etkilidir. Özellikle sonraki dönemlerde tefsirlerin belirgin özellikleri göz
önünde bulundurularak yapılan tasniflerde rivâyet tefsiri olduğu ifade edilen eserlerde
İshak b. Râhûye’ye ait birçok nakil vardır. Bu da İshak b. Râhûye’nin tefsir alanında da
itibarlı biri olduğunu göstermektedir.291 Bu nakiller içinde hadiste olduğundan daha
uzun ve zabtı zor sened zincirleri vardır. Zira Ebû Hâtim de İshak b. Râhûye’nin
ezberinden senetleriyle birlikte tefsir yazdırdığı haberini alınca bunun çok mükemmel
bir şey olduğunu çünkü zabtı açısından tefsir senedlerinin hadis senedlerine göre daha
zor olduğunu ifade etmiştir.292 Eserleri başlığı altında da belirtildiği gibi tefsir ilmindeki
yerini ele alan müstakil bir eser hazırlanmıştır.

288
Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387; Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 87; Zehebî, Siyer, XI, 377; Zehebî, Mîzânü'l-
i‘tidâl, I, 183.
289
Zehebî, Siyer, XI, 378, 379.
290
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 85; Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 86.
291
Zehebî, Siyer, XI, 375.
292
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 85.

48
C. KELAM İLMİNDEKİ YERİ

İshak b. Râhûye’nin yaşadığı zaman dilimi kelâmî tartışmaların revaçta olduğu


bir dönemdir. O’nun yer aldığı çevrede sıkı ilişkide olduğu isimler de bu tartışmaların
içinde yer almıştır. Dolayısıyla o da kelâmî konularla ilgili görüş bildirmiştir. Bu
görüşlerinin ve kelam ilmindeki yeri Tahir Vayt tarafından Cühûdü’l-imam İshak b.
Râhûye fî takrîri akîdeti’s-selef (Medine, 1430) isimli bir mastır çalışmasına konu
yapılmıştır. Kelam konularının önemli bir bölümünü oluşturan ve onun nasslara
yaklaşımına dair ipuçları veren birkaç meseleyle ilgili görüşlerini zikretmekte fayda
vardır.

Rahman sûresinde geçen ve Allah’a nispet edilen “istivâ” fiili ile ilgili
yaklaşımını ifade eden şu cümlesi önemlidir: “Allah (c.c.)’ın arşa istiva ettiğine dair
ehl-i ilm icmâ etmiştir.”293 Burada herhangi bir yoruma girmeden nassta nasıl geçiyorsa
o şekliyle bu fiilin gerçekleştiği görüşündedir. Bir diğer kelâmî mesele ise Kur’an’ın
mahlûk olup olmaması meselesidir. İshak b. Râhûye, Kur’an’ın mahlûk olmayıp Allah
kelamı olduğunda ilim ehli arasında bir ihtilaf olmadığı görüşündedir. Kur’an’ın mahlûk
olduğunu iddia edenlere de “Nasıl olur da Allah’ın kelâmı mahlûk olabilir” dersiniz
diye serzenişte bulunmuştur. Bu konuyla ilgili tavrını çok net ortaya koyması
bakımından “Kur’an ne mahlûktur ne de mahlûk değildir” görüşünü benimseyenleri
bile Cehmî olmakla itham etmesi yeterlidir.294 Dâvûd el-İsbahânî’nin “Bizim
bulunduğumuz beldede Kur’an mahlûktur diyorlar” sözünü işittiğinde bunun asla kabul
edilemeyeceğini ifade etmesi295 de bu meselede olumsuz bir kanaate sahip olduğu
görüşünü pekiştirmektedir. İshak b. Râhûye’ye göre iman sadece sözden ibaret değildir,
amel de imandan bir cüzdür. İman artar ve azalır.296

293
Zehebî, Siyer, XI, 370.
294
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XVII, 87; Zehebî, Siyer, XI, 376.
295
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XX, 93.
296
İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-fetâvâ, VII, 308.

49
D. FIKIH İLMİNDEKİ YERİ

Hâkim’in, İshak b. Râhûye’nin yaşadığı dönemin fetva konusunda ileri


gelenlerinden biri olduğunu zikretmesi onun fıkıh bilgisine güvenilen ve verdiği fetvaya
itibar edilen biri olduğunu gösteren bir ifadedir.297 Başka kaynaklarda İshak b.
Râhûye’nin fıkhı ve hadisi, hıfz ve sıdkı ve takva ile zühdü bir araya getiren önde gelen
imamlardan biri olduğu ifade edilmektedir.298 Fakihleri yaşadıkları şehirlere göre ele
aldığı eserinde Nesâi, İshak b. Râhûye’yi Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mübârek gibi
Horasan’lı fakihler içinde saymıştır.299

İhtilafu’l-fukahâ eserlerinde görüşlerine atıf yapılan ismler arasında İshak b.


Râhûye de sayılmıştır. Bu tür eserlerde sahâbeden başlayıp, tâbiin, tebe-i tâbiin ve
mezhep imamları ile devam eden sıralamada kendisine yer verilmiş olması, belirli bir
görüşü paylaşan âlimlerle birlikte anılması ve meseleyle ilgili farklı görüşü varsa bunun
kaydedilmeye değer bulunması görüşlerine verilen ehemmiyetin birer işaretidir.

İshak b. Râhûye’nin fıkhî yönü ile ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek
için yaşadığı dönemin hakim fıkıh anlayışlarıyla ve onların temsilcileriyle olan irtibatını
ortaya koymak ve bu bağlamda yapılan değerlendirmeleri zikretmek yerinde olacaktır.

1. İshak b. Râhûye ve Ehl-İ Re’y

Ehl-i hadis içinde fakihliği ile bilinen bir âlim olması yanında yaptığı
tahlillerden ve verdiği cevaplardan ehl-i re’ye ait görüşlere de vakıf olduğu
anlaşılmaktadır. Önceleri ehl-i re’y mensubu olduğunun söylenmesi de muhtemelen ilk
ilim yolculuğuna çıktığı ve birçok kez uğradığı Irak bölgesinde o dönemde ehl-i re’yin
kuvvetli olması etkili olmuş olabilir. Daha sonraları İshak b. Râhûye, ehl-i re’ye,
özellikle de Ebû Hanîfe’den sonra gelen Hanefîlere hadisleri aklın kabul edemeyeceği
bir şekilde te’vil ettiklerinden dolayı zaman zaman karşı çıkmıştır.300 Zaten kendisi de

297
Zehebî, Siyer, XI, 369.
298
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 139; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 199.
299
Nesâî, Tesmiyetü fukahâi’l-emsâr, I, 130.
300
Dölek, Adem, Meşhur Hadis İmamları’nın Hocası İshak b. Râhûye ve Hadis İlmindeki Yeri, 95.

50
Hanefî kaynaklarında ehl-i hadis mensubu olarak görülür.301 İbn Kuteybe’nin ifadesine
göre İshak b. Râhûye, ehl-i re’yin kusurlarını ortaya çıkarmış ve insanları bu görüşlere
karşı uyarmıştır. Çünkü İshak b. Râhûye, ehl-i re’yin kitabı ve sünneti bırakıp kıyasa
sarıldıkları fikrindedir. Bu dediklerini destekleyecek birçok mesele saymıştır. Örneğin
Hanefîler’in oturarak uyuyan kişinin uykusu ağırlaşmış olsa da abdestinin
bozulmayacağı buna mukabil bayılan kişinin abdestinin bozulacağı yönündeki görüşü,
İshak b. Râhûye’nin ehl-i re’ye yönelttiği eleştirilerdendir. Zîra bayılan kişi ile ilgili nas
olmamasına rağmen abdestinin bozulduğu yönünde icmâ varken, oturarak uyuyan
kişinin abdestinin bozulacağına dair hadis302 olduğu halde bununla amel etmedikleri
fikrindedir.303 Bundan başka ehl-i re’yin yan üstü yatıp uyku bastırınca yeniden abdest
almayı gerekli görmelerine karşın rükû veya secde halindeyken abdestin bozulmayacağı
görüşünde olmaları, İshak b. Râhûye’nin eleştiri yönelttiği diğer bir örnektir. Çünkü
secde veya rükû halindeyken abdestin bozulma ihtimali yan yatmakta iken bozulma
ihtimalinden daha fazladır.304

İshak b. Râhûye’nin yaptığı itirazları dayanaksız değildir. Çünkü İshak b.


Râhûye, ehl-i hadisin fıkhına olduğu kadar ehl-i re’yin fıkhına da hakimdir. Bunu
gösteren önceki paragrafta zikredilen örneklerden başka tarihi olaylar da vardır. Bir
keresinde Horasan Emiri Abdullah b. Tahir, İbrâhim b. Ebû Salih’in de hazır olduğu bir
mecliste İshak b. Râhûye’ye bir soru sormuştur. O da cevaplarken sünnette şöyle, ehl-i
sünnet yolunu tutanların da şöyle şöyle dediği, fakat Ebû Hanîfe ve ashabının ise karşıt
bir görüşte olduğu ifadesini kullanmıştır. İbrâhim b. Ebû Salih buna itiraz etmiş ve Ebû
Hanîfe’nin karşıt bir görüş taşımadığını ifade etmiştir. İshak b. Râhûye ise meselenin
böyle olduğunu İbrahim’in dedesine ait bir kitaptan öğrendiğini, dilerlerse Emir’in o
kitabı getirtmesinin mümkün olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine kitap getirtilip Emire
verilmiştir. Emir kitabı çevirirken İshak “On bir sayfa çevir ve dokuzuncu satıra bak”
demiş ve Emir söyleneni yaptığında meselenin İshak’ın anlattığı gibi olduğunu
görmüştür. Emir, İshak’ın ezber kabiliyeti karşısında hayranlığını dile getirdiğinde O da

301
Serahsî, Mebsût, XXX, 274.
302
Ebû Dâvûd, Tahâret, 79.
303
İbn Kuteybe, Te’vîlu muhtelifi’l-hadîs, I, 105.
304
İbn Kuteybe, Te’vîlu muhtelifi’l-hadîs, I, 106.

51
Allah’ın bu zekâyı kendisine bu günler için verdiğini ifade etmiştir.305 Bu anlatılandan
İshak b. Râhûye’nin yukarıda olduğu gibi kendisine sorulan sorulara doğrudan sünnet
ile cevap vermesinden ve ehl-i hadisin de aynı görüşte olduğunu cevabına eklemesinden
ehli hadis mensubu biri olduğu anlaşılabilir. Bunun yanında sadece ehl-i hadisin değil
aynı zamanda ehl-i re’y’in cevabını da bilmesi yukarıdaki tespitimizi doğrulamaktadır.

2. İshak b. Râhûye ve Ehl-i Hadis

Ehl-i hadisin önde gelen temsilcilerinden biri İmam Mâlik’tir. İshak b.


Râhûye’nin İmam Mâlik ile görüşmesi tarihi verilere göre imkânsız gözükmektedir.
İmam Malik (179/795) vefat ettiğinde İshak b. Râhûye on sekiz yaşındadır. İmam
Mâlik’in Medîne dışına çıkmadığı, İshak b. Râhûye’nin de en erken 184 yılında Irak’a
gittiği düşünülürse bu iki âlimin görüşmedikleri anlaşılır. Fakat İshak b. Râhûye’nin
Mâlikî mezhebine mensup veya İmam Mâlik’ten rivayette bulunan âlimlerle karşılaştığı
ve onlardan ilim aldığı tarihen sabittir. Bu isimlerin içinde Velid b. Müslim (194-5),
Yahya b. Yahya b. Bekir (226) ve Musa b. Gurra b. Târık gibi şahıslar vardır.

Bu karşılaşmaların ve etkileşimin bir göstergesi olarak İbn Asâkir, Ahmed b.


Hanbel ile İshak b. Râhûye’nin fıkıh anlayışlarıyla ilgili önemli bir nakilde bulunur.
Muhammed b. Cüneyd’e Ahmed b. Hanbel’in mi yoksa İshak b. Râhûye’nin mi daha
fakih olduğu sorulduğunda İshak b. Râhûye’nin Medine ehlinin ameline özel değer
veren İmam Malik (179/795)’in fıkıh anlayışına daha meyilli olduğu, Ahmed b.
Hanbel’in ise daha çok esere tabi olduğu yönünde cevap verdiğini aktarır.306 Bu bilgi de
İshak b. Râhûye’nin İmam Mâlik’in görüşlerine itibar ettiği ve verdiği fetvalarında onun
görüşlerine rastlamanın mümkün olduğunu göstermektedir ki bunun azımsanmayacak
sayıda örnekleri vardır.

İshak b. Râhûye ile ilgili araştırma yapanlardan biri olan Susan Spectorsky,
İmam Mâlik’e ait görüşlerin zikredilmesindeki maksadı farklı değerlendirmiştir. O’na
göre İshak b. Râhûye, fıkhî görüşlerinde Hz. Peygamber’in otoritesine atıfta

305
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 353; İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 138.
306
İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, VIII, 135.

52
bulunmaktadır. Buna ek olarak bazen de İbn Ebû Leyla veya İmam Mâlik’in otoritesine
atıf yapmaktadır. Biri Kûfe’li diğeri Medîne’li olan bu âlimlere atıfta bulunması her ne
kadar ilk bakışta onların görüşlerini açıklama amacıyla dile getirilmiş gibi gözükse de
aslında onun bu fakihlerin onaylarını, Hz. Peygamber’in otoritesini kuvvetlendiren bir
unsur olarak değerlendirdiği fikrindedir.307

Ehl-i hadis çevrelerinde fıkıh ve hadis hususunda mü’minlerin emiri olarak


bilinen İshak b. Râhûye, diğer muhaddisler gibi ehl-i hadisin önde gelen bir diğer ismi
olan Şâfiî’den etkilenmiştir. Bu etki, onun kitaplarına olan düşkünlüğü ve verdiği
fetvalarda aynı görüşleri paylaşmalarında görülmektedir. Zehebî, İshak b. Râhûye’nin
fıkıh alanında kendisine itibar edilen ve önde gelen âlimlerden 308 olduğunu
vurgulamıştır. İshak b. Râhûye, rey ile amel edenlerin içinde Evzaî, Sevrî, Ebu Hanîfe,
Mâlik ve Şâfiî’yi saydıktan sonra bunlardan en az hata eden ve tâbi olmaya en layık
olanın İmam Şâfiî olduğunu söylemiştir.309 İmam Şâfiî’yi takdir etse de giriştikleri
münâzaralarda fıkhî meselelere dair fetva verirken kullandıkları sistem açısından
birbirlerinden farklı oldukları göze çarpmaktadır. İmam Şâfiî, tâbiîn ve tebe-i tâbiînden
gelen rivayetleri kendi geliştirdiği yöntemle süzgeçten geçirmek suretiyle meseleye
kitap ve sünnetten doğrudan cevap ararken, İshak b. Râhûye tâbiîn ve tebe-i tâbiîn’in
otoritesine yaslanmayı tercih etmiştir. Bu noktada İmam Şâfiî’nin itirazıyla da
karşılaşan İshak b. Râhûye hem Hz. Peygamber’den nakledilen hem de tâbiînden
nakledilen rivayetler konusunda İmam Şâfiî ile aynı kaygıları taşımamaktadır. Şâfiî’nin,
hadisler içerisinde furu‘a yansıyan tarafı çok olan haber-i vahidler için koyduğu kabul
şartlarına İshak b. Râhûye’nin pek riayet ettiği söylenemez. Susan Spectorsky de
Hallaq’ın makalesine310 atıfta bulunarak Şâfiî’den hemen sonra gelen nesillerin onun
metodlarını fıkıhta kullanmadıkları fikrine dayanmak suretiyle İshak b. Râhûye’yi de
söz konusu neslin içinde saymıştır. Zîra onun önceki fakihlerin yaklaşımını devam

307
Spectorsky, Susan, “Hadith in the Responses of Ishâq b. Râhwayh”, Islamic Law and Society, 8:3 (2001), 429.
308
Zehebî, Târîhu’l-İslam, XVII, 81.
309
Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIV, 315.
310
Mezkûr makale için bkz: Hallaq, "Was Shafi'i the Master Architect of Islamic Juris-prudence?", International
Journal of Middle East Studies, 25 (1993), 587-605.

53
ettirmesinin Hallaq’ın tezini desteklediği fikrindedir.311 Çünkü Spectorsky’ye göre
İshak b. Râhûye Hz. Peygamber, sahâbe, selef ve sonraki alimler içerisinde son iki
gurubu diğerlerine tercih etmektedir. Bu açıdan bakıldığında kadim hukuk ekollerinden
olan Irak ve Medîne ekolünün temsilcisi gibi davranmaktadır.

Susan Spectorsky’ye göre İshak b. Râhûye’nin kozmopolit bir yaklaşımı


vardır. Ototritesine atıf yaptığı âlimler bir bölge ile sınırlı değildir. İmam Mâlik’e
yaklaşımına bakıldığında bazen kendi görüşünü Mâlik ve takipçilerinin görüşleriyle
desteklerken bazen de onların yanlış düşüncede olduğu fikrini savunur. Bunun benzeri
bir yaklaşımı Evzaî ve İbn Ebî Leyla için de sergilemektedir. Çünkü İshak b. Râhûye,
nerede yaşadığına bakmadan kendi görüşünü destekleyen ulemanın görüşlerini
kullanmaktadır. Spectorsky bu durumu, belli bölgelerde ulema grupları olsa da erken
dönemde coğrafî ekollerin olmadığı fikriyle izah etmektedir.312

Sonuç olarak Susan Spectosky İshak b. Râhûye’nin, gelenekçi olarak ün


yapmasına, bazen kendi görüşlerini desteklemek için hadisleri kullanmasına rağmen
zaman zaman bildiği hadisleri terk edip önemli âlimlerin görüşlerini tercih ettiği
fikrindedir. Bu da onun hadisleri fıkhına tutarlı ve gerekçeleri bakımından tahmin
edilebilir bir tarzda dâhil etmediğini göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında İshak b.
Râhûye’yi ne ashab-ı re’y’e ne de ashab-ı hadise müntesip biri olarak görür. Onu III.
yüzyılda her iki grubun da metodlarını kullanan fakat bu iki gruptan hiçbirine müntesib
olmayan fakihlerin tipik bir örneği olarak değerlendirmektedir. Buna göre İshak b.
Râhûye, herhangi bir metodolojik tutarlılık endişesi taşımadan her iki grubun metodunu
da kullanmaktadır. Bu da söz konusu asırda artık iki yaklaşımın birbirinin muhalifi
olarak görülmediğini göstermektedir.313

İshak b. Râhûye’nin hem ehl-i hadis hem de ehl-i rey ile örtüşen görüşlerinin
olması fıkıh sistematiği açısından onun mezkûr iki grubun da dışında
değerlendirilmesini zorunlu kılan bir tesbit olmayabilir. Zira hem mezheplerin hem de

311
Spectorsky, Susan, “Hadith in the Responses of Ishâq b. Râhwayh”, Islamic Law and Society, 8:3 (2001), 429.
312
Spectorsky, “Hadith in the Responses of Ishâq b. Râhwayh”, Islamic Law and Society, 8:3 (2001), 430.
313
Spectorsky, “Hadith in the Responses of Ishâq b. Râhwayh”, Islamic Law and Society, 8:3 (2001), 302.

54
mezhep içinde ictihad etme mertebesinde olan müctehidlerin, birbirlerinden farklı ve
birbirleriyle aynı görüşte olmaları fıkhın doğal yapısı içinde rastlanması mümkün olan
ve sıkça da karşılaşılan bir durumdur. Diğer yandan İshak b. Râhûye’nin hem ehl-i
hadisin hem de ehl-i reyin merkezi olan yerlerde bulunmuş olması ve oralarda
beslendiği ilmî kaynakların farklı olması, görüşlerinde tutarsızlıklık gibi gözüken
çeşitliliği kaçınılmaz hale getirmiş de olabilir. Ayrıca görüşlerinin örtüşmesi açısından
bakıldığında ehl-i hadis ile olan muvafakatı, ehl-i rey ile olankinden daha fazladır. Kaldı
ki ehl-i hadis ile de her konuda aynı fikirde olmadığı da kesindir.

Görüşlerinin tamamı değerlendirildiğinde ehl-i hadis veya ehl-i rey içinde


sayılan mezhepler ile aynı görüşte olmamasının yanı sıra kendine özgü fıkhî
görüşlerinin de olması, kendi ictihadları ve tercihleri olan müstakil müctehid gibi
davrandığını göstermektedir. Fakat mutlak müctehid sayılsa da hadisçiliği ile ün
yapmasına ek olarak kadim fıkıh ekollerden ehl-i hadis içinde sayılabilir. Nitekim
Makdisi’nin yaşadığı dönemdeki mezhepleri tasnifinde İshak b. Râhûye’ye nisbet edilen
“Râheviyye” mezhebini ehl-i hadis mezhepleri içerisinde saymıştır.314

E. İLMÎ MÜNÂZARALARI

İshak b. Râhûye’nin ve İmam Şâfiî’nin problemleri çözmede kendilerine has


metodları olduğunu göstermesi açısından aralarında gerçekleşen münâzaralar önemlidir.
Mekke’deki evlerin (dâr) satımı ile meytenin derisinden faydalanma meselesi etrafında
gerçekleşen münâzaraları önem arz etmektedir.

1. Şâfiî ile Münâzaraları

a. Mekke Evlerinin Satımı

İshak b. Râhûye ile Şâfiî’nin arasında geçen bu ünâzarayı iki imamın


meseleleri çözüme kavuşturmadaki yöntemlerini göstermesi bunun yanısıra muhtemelen
tanışmalarına vesiles olması açısından önemlidir. Bu olay öncesinde Ahmed b. Hanbel,
İshak b. Râhûye’ye Şâfiî’yi tanıtmış ve onun Şâfiî’nin ders halkasına katılmasına vesile

314
Makdisî, Ahsenü’t-tekâsîm, 37.

55
olmuştur. Aralarında geçen münâzara Mekke’de Mescid-i Hayf’ta ve Ahmed b.
Hanbel’in de hazır olduğu bir mecliste gerçekleşmiştir.315 Ne zaman vukû bulduğunun
tesbiti zor olmakla birlikte yaklaşık bir tarih belirlemek mümkündür. Bunun için
öncelikle Ahmed b. Hanbel ile Şâfiî’nin tanışma tarihini tesbit etmek gerekir. Ahmed b.
Hanbel ile Şâfiî’nin yollarının kesişme ihtimalinin yüksek olduğu iki şehir, Mekke ve
Bağdât’tır. Her ikisinin bu iki şehirde bulunma yılları üzeriden bu belirlenebilir.

İmam Şâfiî’nin, Yemen’deki resmi görevi istisna edilecek olursa ağırlıklı


olarak Mekke’de kalmış, Bağdât’ta da toplam üç kere gitmiştir. Birincisi, 184 yılında
siyasi entrika yüzünden zorunlu ikamete mahkûm edildiği ama ne kadar süre kaldığı
bilinmeyen seyahatidir. İkinci gelişi 195 yılına rastlar ve iki yıl kalmıştır. Son olarak ise
198 yılında gelmiş ve üç ay kalmıştır. Bu tarihler dışında genel olarak Mekke’dedir.316
Ahmed b. Hanbel ise 187, 191, 196, 197 yıllarında Mekke’de bulunmuştur. Laoust’a
göre Ahmed b. Hanbel ile Şâfiî’nin bir araya gelmeleri 195 yılında bir defa
gerçekleşmiştir.317 İbn Kesir’e göre bu karşılaşma Ahmed b. Hanbel’in de Mekke’de
bulunduğu bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Ahmed b. Hanbel’in Mekke’de
bulunma tarihlerini dikkate aldığımızda 196 ve 197 tarihleri Bağdâd ziyareti sebebiyle
Ahmed ile Şâfiî’nin buluşması için muhtemel görünmemektedir. Geriye 187 ve 191
tarihleri kalmaktadır. İshak b. Râhûye ile İmam Şâfiî’nin hem tanışma hem de münâzara
tarihi muhtemelen 187 veya 191 yılıdır.

İshak b. Râhûye bu münâzarayı bizzat kendisi şöyle anlatır: “Biz


Mekke’deydik. Şâfiî de oradaydı. Ahmed b. Hanbel de Şâfiî’nin derslerine katılıyordu.
Ben ise onun derslerine katılmıyordum. Ahmed b. Hanbel bana “Ey Ebû Ya’kub sen
niçin bu adamın derslerine katılmıyorsun” dedi. Ben de “Ben onunla ne yapayım, o
bizim yaşıtımız, Süfyan b. Uyeyne ve diğer meşâyihi ondan dolayı nasıl bırakayım?”
dedim. Ahmed b. Hanbel “Yazıklar olsun sana, onları her zaman bulursun ama bu
adamı bir daha bulamazsın” dedi. İshak b. Râhûye şöyle devam eder:

315
İbn Kesir, , Tefsîru’l-Kurâni’l-‘Azîm, V, 360.
316
Aybakan, Bilal, “Şâfiî”, DİA, XXXVIII, 223,224.
317
H. Laoust, “Ahmed İbn Hanbel”, İsmet Kayaoğlu (çev.), Diyanet Dergisi, 1997, cilt: XVI, sayı: 1, s.19.

56
“Şâfiî’nin yanına gittim. Onunla Mekkelilerin dârlarının318 kiralanması
meselesinde tartışmaya başladık. O, münazarada tesahül gösterirken ben ise takririmde
iyice mübalağa ettim. Sözümü bitirince yanımda Mervli bir adam vardı. O’na baktım ve
Şâfiî ile ilgili ‘Bu adamın (kemali) ilmî derinliği yok’ anlamında Farsça bir şeyler
söyledim. Şâfiî kendisiyle ilgili iyi şeyler söylemediğimi anlayınca bana münazara için
mi geldiğimi sordu. Ben de münazara için burada olduğumu söyledim. 319 Sonra Şâfiî,
Mekkelilerin evlerini kiraya verebileceklerine dair delilleri sıraladı: (Allah’ın verdiği bu
ganimet malları) diyarlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lutuf
ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir.
İşte doğru olanlar bunlardır. 320 ayetindeki “diyar” kelimesi o diyarın sahibi olanlara mı
yoksa sahibi olmayanlara mı nisbet edilmiştir? diye sordu. Bir de “Mekke’nin
fethedildiği gün Hz. Peygamber ‘Kim kapısını kitlerse güvendedir, kim Ebû Süfyan’ın
evine sığınırsa güvendedir’ buyurdular. Burada da ‘diyar (evler)’ o evlerin sahiblerine
mi yoksa sahibi olmayanlara mı nisbet edilmiştir? Ayrıca Hz. Ömer hapishane yapmak
için bir yer (dâr) satın almıştı. Bunu o arsaya sahip olandan mı yoksa sahip olmayandan
mı aldı? Şu da var ki Hz. Peygamber “Akîl bize bir yer (dâr) mi bıraktı?” demişti. Bütün
bunlar Mekke sınırları içerisinde bulunmasına rağmen bu yerlere sahip olunabileceğinin
delilleridir.’321

Şâfiî bu delilleri saydıktan sonra ben “Tâbiînden bazılarının da aynı benim


görüşümde olması benim sözlerimin doğruluğunu gösterir” dedim. Bunun üzerine Şâfiî
yanındakilere ‘Bu adam kim?’ dedi. ‘İshak b. Râhûye el-Hanzalî’ diye cevap verilince
Şâfiî ‘Horasanlıların bizim fakihimiz diye idda ettikleri kişi sen misin?’ diye sordu. Ben
de ‘evet öyle diyorlar’ şeklinde cevap verdim. Şâfiî sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Keşke
senin yerinde başkası olsaydı da kulaklarını çekmelerini emretseydim. Çünkü ben
diyorum Hz.Peygamber buyurdu, sen diyorsun Atâ (114/732) dedi, Tâvus (106/724)
dedi, Hasan Basrî (110/728) dedi, İbrahim Nehâî (96/714) dedi. Peki, soruyorum sana
Rasulullah’ın sözü varken onlardan birinin sözü delil olabilir mi?’

318
İshak b. Râhûye’ye göre “dâr” avlusu olan ve etrafında boşluklar olan meskendir. Bkz. “Kevsec, Mesâil, V, 2314.
319
Sübkî, Tabakâtü'ş-Şâfiîyyeti'l-kübrâ, II, 89.
320
Haşr 59/8.
321
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 89.

57
Bunu üzerine ben: İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün
insanlara eşit (kıble veya mâbed) kıldığımız Mescid-i Harâm'dan (insanları)
alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak
isterse ona acı azaptan tattırırız. ayetindeki “yerli- taşralı” ifadesinin herkesi
kapsamakta olduğunu, bunu nasıl açıklayacağını sordum. Şâfiî ise bunun sadece
Mescid-i Haram’a has bir durum olduğunu ifade etti.”

Ebu Dâvûd el-İsbahânî konuyla ilgili şöyle bir değerlendirme yapmıştır:


“İshak, Şâfiî’nin delillerini tam kavrayamadı. Şâfiî’nin maksadı şuydu: Mekke
toprakları bütün insanlar için mübahtır demek doğru değildir. Çünkü böyle bir şey
olsaydı Hz. Peygamber “Nerede kimin evini, arsasını elinize geçirirseniz o bize
mubahtır” derdi. Fakat o böyle dememiştir. Bilakis şöyle demiştir: Akîl bize bir mesken
mi bıraktı? İşte bu sözü de Mekke topraklarından kim bir şeye sahipse o onundur
manasına gelir. Mekkeli olan birini bu haktan engelleyen olsun veya olmasın durum
değişmez.” Daha sonraları İshak b. Râhûye İmam Şâfiî’yi, özellikle de o Farsça
söylediği sözleri hatırladıkça, eliyle sakalını tutar “Muhammed b. İdris’e neler dedim
yazıklar olsun bana” derdi. Başka bir rivayette de bu tartışmadan sonra İshak: “Anladım
ki delillerle susturuldum ben de kalktım gittim” demiştir.322 Bu değerlendirme Ebû
Dâvûd’un Şâfiî’yi savunmaya yönelik olduğu ve objektifliğini koruyamadığı bir
değerlendirmedir.

b. Meytenin Tabaklanması

İshak b. Râhûye ve İmam Şâfiî (204/820) arasında geçen bir diğer münâzara
ise Ahmed b. Hanbel’in de bulunduğu bir ortamda meytenin derisinin tabaklandığında
temiz olup olmayacağı konusunda cerayan etmiştir. İmam Şâfiî derinin tabaklanmasının
onun temizlendiği anlamına geldiğini savunmuştur. Hz. Peygamber’in bir koyun
ölüsüne rastladığında Derisinden faydalansanız ya! mealindeki sözünü bu görüşüne
delil getirmiştir. İshak b. Râhuye ise Hz. Peygamberin ölümünden bir ay önce Meyteden
ne tabaklama ne de kurutma yoluyla faydalanın diye yazdırdığını ifade eden İbn Ukeym
hadisini ileri sürerek bunun Şâfiî’nin delil olarak getirdiği hadisi neshetmiş

322
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 90.

58
olabileceğini ifade etmiştir. Şâfiî ise İshak b. Râhûyenin naklettiği hadisin kitâbet (yazı)
ile sabit olduğunu, kendisinin dile getirdiği hadisin ise sema‘ (işitme) ile sabit olduğunu
söyleyerek kendi söylediğinin daha kuvvetli olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine
İshak b. Râhûye, Hz. Peygamberin Kisra ve Kayser’e mektup gönderip onları İslâm’a
davet ettiğini bunun da Allah katında onların aleyhine bir delil olacağını zikrederek
“Hz. Peygamber de yazı ile onları İslâm’a davet etmiştir. Bu da yazı yoluyla sabit olan
bir bilginin delil olmasında bir sıkıntı olmadığını göstermektedir” demiştir. Bu
karşılıktan sonra Şâfiî susmuştur. Bu durumu Ahmed b. Hanbel işitince İshak b.
Râhûye’nin dile getirdiği İbn Ukeym’in rivayet ettiği hadisi benimsemiş ve onunla fetva
vermiştir. Sübkî, daha sonra İshak b. Râhûye’nin benimsediği görüşten dönüp Şâfiî’nin
görüşünü kabul ettiğini ve onunla fetva verdiğini ifade eder.323

Bu münazarayı naklettikten sonra Sübkî, ilk bakışta Şâfiî’nin İshak b. Râhûye


karşısında cevapsız kaldığı anlaşılsa da işin hakikatinin böyle olmadığı, şayet böyle
anlaşılacak olsaydı İshak’ın daha sonradan Şâfiî’nin görüşüne dönmeyeceği
değerlendirmesinde bulunmuştur. Değerlendirmesine şöyle devam etmiştir “İshak’ın
itirazının haklı bir itiraz olmadığını dolayısıyla Şâfiî’nin susmaktan başka bir cevabı
olmayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte her ne kadar işitme ile sabit olan hadis,
yazı ile sabit olan hadisle karşı karşıya gelmiş olsa da kitâbetin sema‘dan kuvvetli
olduğu kesin değildir. Ortada sadece yazı ile sabit olan hadisin geç tarihli olmasından
kaynaklanan bir zan vardır. Sadece bundan yola çıkarak hadisler arasında neshin
varlığından bahsedilemez. Hz. Peygamberin Kisra ve Kaysere gönderdiği mektuplar
başka karine ve mütevatir haberlerle desteklenmiştir. Bu gönderilen mektupların kitâbet
ile olması sema‘ın konumunu zedelemez. Bütün bunlardan anlaşılan Şâfiî’nin susması,
bunu kabul ediyorum anlamına gelmez, tersine İshak’ın itirazının cevap verme
zemininin dışına çıktığını gösterir. Tartışmalarda böyle durumlarda susmaktan başka
cevap verilmez.” 324

323
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 92.
324
Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyyeti’l-kübrâ, II, 92.

59
2. İbrahim b. Salih ile Münâzarası

İlme ve ilim sahiplerine değer veren emir Abdullah b. Tâhir’in meclislerinde


bulunan isimlerden biri de İbrahim b. Salih’di. Bu meclislerde gerçekleşen
münazaralardan biri de İshak b. Râhûye ile İbrahim b. Salih’in arasındaki münazaradır.
Emir, İbrahim b. Salih’e elbisenin yıkanması meselesindeki görüşünü sormuştur. O da
“Elbiseni temiz tut”325 ayetini okuyup farz olduğunu söylemiştir. Fakat İshak b. Râhûye,
bu cevaba itiraz ederek İbn Abbas’tan gelen rivayete göre ayetten maksadın kalbin
temiz tutulması olduğunu söylemiştir. Daha sonra İbn Abbas’ın “ Kim Kur’ân’ı kendi
görüşüne göre yorumlarsa ateşteki yerine hazırlansın” sözünü dile getirmiştir. Bunların
üzerine Emir, İbrahim b. Salih’a dönerek “Kur’an hakkında bilgisiz konuşmaktan
sakın” demiştir.326 Bu münâzara bize birkaç noktada İshak b. Râhûye ile ilgili bilgi
vermektedir. Öncelikle İshak b. Râhûye’nin sadece hadis, fıkıh bahisleri ile ilgili değil
aynı zamanda tefsirle ilgili rivayetleri de vardır.

3. Münâzaraların Değerlendirmesi

Bu münâzaralarda dikkat çeken husus kimin üstün gelmesinden öte iki âlimin
de görüşlerinin doğruluğunu isbat için kullanmış oldukları yöntemleridir. İlk
münâzarada İmam Şâfiî Arap dilinin de özelliklerinden yararlanarak kitaptan delil
getirmiştir. İzâfetten aidiyyet manası çıkararak bunu mülk sahibi olmaya yorumlamıştır.
Akabinde aynı manaya gelebilecek hadis ve sahâbî tatbikatını da zikrederek meselenin
hükmünü tesbit etmiştir. İshak b. Râhûye ise meselenin hükmünü tesbit açısından farklı
bir metod izlemiştir. Önce konuyla ilgili tâbiînden gelen görüşleri zikretmiştir. Daha
sonra görüşüne delil olacağını düşündüğü âyete yer vermiştir. Bu da meseleleri çözüme
kavuşturmada tâbiînin otoritesini öncelediğini akla getirmektedir.

Birinci münâzara İshak b. Râhûye ile Şâfiî’nin ilk yüzyüze gelmeleri tarihini de
bize vermektedir. Şâfiî’nin “Horasan’lıların fakihimiz dediği kişi sen misin?” şeklindeki
sorusundan İshak b. Râhûye’yi daha önceden gıyaben tanıdığı sonucu da çıkarılabilir.

325
Müddessir 74/4
326
Zehebî, Siyer, XI, 367.

60
Ayrıca bu tartışmanın muhtemelen 191 yılında gerçekleştiği düşünülürse İshak b.
Râhûye’nin otuzlu yaşlarında farklı ilim merkezlerinde şöhret bulduğunu
göstermektedir.

Tartışmada öne sürülen deliller ve ulaşılan sonuçlar furu‘ fıkıh kitaplarının


ilgili bölümlerinde incelenip burada serdedilen görüşlerle bir paralellik arz edip
etmediği tesbit edilmeye çalışıldığında dile getirilen görüşlerin tam manasıyla tabakat
kitaplarında nakledilen şekliyle yer aldığını söylemek oldukça zordur. Birinci
münâzarada İshak b. Râhûye’nin görüşü, Mekke’nin dârlarının alımı-satımı ve
kiralanmasının mekruh olduğu yönündedir. Fakat birinin kiralamak istemesinin ise
sakıncalı olma açısından daha hafif bir durum olduğunu ifade eder. 327 İkinci
münazarada ise derinin tabaklanması durumunda temiz hükmünü alacağı görüşündedir.
Bundan istisna ettiği sadece eti yenmeyen hayvanların derisi olmuştur. O, tabaklansa da
bunların temiz olamayacakları görüşündedir.328

F. MEZHEP İMAMLIĞI

İshak b. Râhuye’nin bir mezhebe mensub veya mezhep sahibi biri olup
olmadığı ile ilgili farklı değerlendirmeler vardır. Muasırları ve tabakat müelliflerinin
değerlendirmeleri tasnif edilecek olursa, Hanbelî mezhebine mensup biri olarak
sayanların yanında Şâfîi mezhebine mensup biri olarak zikredenler de vardır. Bu iki
yaklaşımın dışında müstakil mezhep sahibi olarak kabul edenler de mevcuttur. Beyhakî
(458/1066)329, İbn Ehdel330 ve İbnü’l-Gazzî (1167/1753) Şâfiî mezhebine mensup biri
olarak zikrederler.331 Hanbelî mezhebinin bir geleneği halini alan mesâil türü eserlerden
birinin İshak b. Râhûye’ye izâfesi ve isminin genellikle Hanbelî mezhebine ait tabakat
eserlerinde geçmesi de onun Hanbelî mezhebine mensubiyetini akla getirmektedir.

327
Kevsec, Mesâil, V, 2306.
328
Kevsec, Mesâil, II, 831.
329
İbn Hallikân, Vefeyât, I, 200; Safedî, Kitâbü’l-vâfî, VIII, 387.
330
İbnü'l-İmâd, Şezerâtü’z-zeheb, II, 89.
331
İbnü'l-Gazzî, Dîvânü'l-İslâm, I, 31.

61
Mezhep sahibi mutlak müctehid olduğunu gösteren değerlendirmeler de vardır:
Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014) İshak b. Râhûye’nin döneminin fetva konusunda
imamı332, Zehebî (748/1348) tefsirde otorite, fıkıhta ise ictihat eden imamlardan biri
olduğu333 ve Dâvûdî (946/1540) de büyük müctehit olduğu fikrindedir.334 Ahmed b.
Hanbel (241/855) ise İshak b. Râhûye’nin İmam Şâfiî (204/820) gibi, Humeydî gibi bir
imam olduğunu, bir takım meselelerde aralarında ihtilaf olsa da onun kendilerinin
nezdinde müslümanların imamlarından biri olduğunu ifade etmiştir.335 Diğer yandan İbn
Abdilberr, Ebu Sevr gibi kendine ait ictihadları olduğunu fakat Ahmed b. Hanbel gibi
hadise ve selefe tabi olmaya daha meyilli olduğunu ifade etmiştir.336 İbn Teymiyye,
Ahmed b. Hanbel’in usûl anlayışından bahsederken onun usûlünün en çok İshak b.
Râhûye ve İmam Şâfiî’nin usûlüne benzediği tesbitini yapmıştır. Ayrıca Ahmed b.
Hanbel’in bu iki âlimi yaşadıkları dönemde muhaddis fakihlerden kabul ettiğini
nakletmiştir.337 Bu açıklamalara bakıldığında İshak b. Râhûye’nin fıkhî konularda
otorite olmakla beraber mutlak müctehid gibi kendisine ait usûlünün olduğu sonucu
çıkmaktadır.

Kevsec’in Mesâil’i incelendiğinde de İshak b. Râhûye’nin Ahmed b. Hanbel ile


birçok meselede aynı veya benzer hükme varmış olmaları, İshak b. Râhûye’yi Hanbelî
mezhebi içinde saymayı gerektirmez. Zira Ahmed b. Hanbel zikri geçtiği üzere İshak b.
Râhûye ile arasında kayda değer ihtilâfların olduğunu bizzat kendisi dile getirmiştir. Bir
başka açıdan her iki âlim de bir müctehidin başka bir müctedi taklid edebileceği
görüşündedir.338 Bununla birlikte İshak b. Râhûye, kendisine sorulan sorulara cevap
verirken bazen “nehtâru (tercih ederiz)” ifadesini kullanmıştır.339 Bundan bir mezhebin
içinde olduğu anlaşılmasa da kendisini içinde hissettiği bir çevrenin varlığının ipucu

332
Zehebî, Siyer, XI, 369.
333
Zehebî, Siyer, XI, 375.
334
Dâvûdî, Tabakâtü’l-müfessirin, I, 103.
335
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 350.
336
İbn Abdülber, el-İntikâ’, 168.
337
İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-fetâvâ, XXXIV, 113.
338
Gazzâlî, el-Mustasfâ, 369.
339
Kevsec, Mesâil, II, 514.

62
olabilir. Fakat aynı kökten gelen “ehtâru (tercih ederim)” tabirini de kullanır.340 Bunun
da her nekadar bir çevrede yer alsa da kendi ictihatları olduğuna işaret olması
mümkündür. Ayrıca Hayrettin Karaman ile İshak b. Râhûye’nin fıkıhçılığı üzerine özel
araştırması bulunan Baclân ve Kal‘acî gibi araştırmacılar da onu mezhep sahibi
müstakil müctehidler içinde saymışlardır.341

G. MEZHEBİNİN YAYILDIĞI YER

İshak b. Râhûye birçok merkeze yaptığı ilim yolculuğundan sonra Horasan’a


dönmüş ve Nîşâbûr’a yerleşmiştir. Vefat edinceye kadar burada kalmıştır. Burada ilmini
ve görüşlerini paylaşma fırsatı bulmuştur. İlmi Horasan bölgesinde yayılmıştır.342
Çünkü kendisinden müsned’ini ve tefsir’ini nakleden öğrencilerinin tamamı
Nîşâbûr’ludur.343

340
Kevsec, Mesâil, II, 278, 838; IV, 1581, 1606.
341
Karaman, Hayrettin, İslam Hukuk Tarihi, 159,160; Baclân, İshak b. Râhûye ve eseruhû fi’l-fıkhi’l-islâmî, 130;
Kal‘acî, Mevsûatü fıkhı İshak b. Râhûye, 22.
342
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 346.
343
Baclân, İshak b. Râhûye ve eseruhû fi’l-fıkhi’l-islâmî, 133.

63
İKİNCİ BÖLÜM

İSHAK B. RÂHÛYE’NİN USÛL DÜŞÜNCESİ

Bu bölümde İshak b. Râhûye’nin fıkıh düşüncesini kısmen de olsa tesbit


etmemize yardımcı olacak hususlar konu edilecektir. Önce delillere yaklaşımı ele
alınacaktır. Furu‘ örneklerinden hareketle delillerlere bakışının teorik çerçevesi
çizilmeye çalışılacaktır.

I. DELİLLERE YAKLAŞIMI

A. KİTAP

Kur'an kaynaklar hiyerarşisinin başında yer alır ve "kitap" denildiğinde kural


olarak şer'î hükmün kaynağı olması yönüyle Kur'an kastedilir.344 Fıkıh usûlü
literatüründe “Cebrâil vasıtasıyla Hz. Muhammed’in kalbine indirilen, lafızları Arapça
ve manası hakikat olan, kendisine uyanları hidayete erdiren, iki Mushaf arasında yazılı,
Fatiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, bu zamana kadar hiçbir değişikliğe
uğramadan mütevâtir olarak nakledilen Allah kelâmıdır”345 şeklinde tanımlanır. Fıkıh
usûlü eserlerinde tanımı yapıldıktan sonra özellikleri, lafızının delaleti, getirdiği
hükümler ve nesih bahislerine yer verilir. İshak b. Râhûye, meselelerin hükmünü
açıkladığını kastederek “Kur’an konuşuyor” ifadesini kullanır.346 Biz bu başlık altında
onun kitap delilini nasıl işlettiği üzerinde duracağız. Örneklerimizi İshak b. Mansur el-
Kevsec’in Mesâil’i ile ihtilâfu’l-fukahâ eserlerinden seçeceğiz. Zirâ Mesâil, İshak b.
Râhûye’nin fıkhî görüşlerini birinci ağızdan nakleden ve günümüze kadar gelebilen
tesbit edebildiğimiz tek kaynaktır.

344
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukûk-i İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, I, 44; Bardakoğlu, Ali, “Kitap”, DİA,
XXVI, 122.
345
Hallâf, Abdulvehab, İlm-i Usûli’l-fıkıh ve hulâsatü târihi’t-teşrî‘, 26.
346
Kevsec, Mesâil, VII, 3418.
Mesâil incelendiğinde doğrudan ayetlerden hareketle hükme bağladığı
meselelerin sayısı altmış küsür meseledir. Ayetlerden hüküm çıkarırken hadisler
ışığında yorumlamak ve dil kaidelerini işletmek yöntemlerini kullanmıştır. Ayette
hükme medâr olan kelimenin mutlak veya mukayyet olarak gelmesi, varılan sonucu
etkilemektedir. Bazen kelimenin manasının kapsadığı çerçeveye göre de hükme ulaşır.
Bir de ayetlerin yorumuna dair sahâbeden gelen rivayetleri öncelemektedir.

1. Kur’an’ın Şaz Rivayetlerinin Hükmî Değeri

Kur’an’ın meşhur ve mütevâtir rivayetlerinden başka sahâbîlerden gelen şaz


kıraatlerle amel edilip edilmeyeceği konusunda fakihler ihtilaf etmişlerdir. Hakkında
şaz kıraat bulunan meselerden biri yemin keffâretidir. İshak b. Râhûye, yemin
keffâretinde tutulması gereken oruçların, İbn Mesûd ve Übey b. Ka’b’in şaz olarak
rivayet ettikleri ‘peşpeşe’ kaydına itibar edilerek peşpeşe tutulması gerektiğini ifade
etmiştir.347 O’nunla aynı fikirde olan diğer âlimler İbrahim en-Neha’î (96/714), Süfyan
Sevrî, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr (240/854) ile ashab-ı re’y’dir. Ahmed b. Hanbel’den
gelen iki rivayetten birine, Mâlik ve Şâfiî (204/820)’nin iki kavlinden birine göre ise
ayet “…Bunları bulamayan üçgün oruç tutmalıdır…”348 şeklinde mutlak olarak
geldiğinden orucun peşpeşe tutulması şartı yoktur.349

2. Kitap İle İstidlal Örnekleri

a. Abdestte Niyet Etmenin Hükmü

İshak b. Râhûye’ye göre abdest almaya niyet etmenin hükmü vaciptir.350 Fakat
bunu belirtirken “sünnet” ifadesini kullanır. Bunun izahına sünnet başlığı altında
değinilecektir. İshak b. Râhûye’nin abdestte niyetin vâcib olduğu hükmüne ulaşırken
başvurduğu delillerden biri de kitaptır. Çünkü one göre Kur’an-ı Kerim’de Namaza
kalktığınız zaman yüzlerinizi… yıkayınız ayeti ile “Cünüpseniz temizlenin…”351 ayeti bir

347
Kevsec, Mesâil, V, 2453.
348
Mâide 5/89
349
İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut, 274.
350
İbn Münzir, el-Evsat, I, 369.
351
Mâide 5/6

65
yönelme ve kasıt manası içermektedir. Kur’an’dan delil olarak zikrettiği bu ayetlere
“Ameller niyetlere göredir…”352 hadisini de eklemektedir. Bir işe başlarken kişinin
niyet etmesi gerektiğinin en büyük delili bu hadistir. Ayrıca farz olan haccı eda ederken,
zekâtı verirken ve orucu tutarken niyetin gerekliliği bunu desteklemektedir.353

b. İki Kız Kardeşin Bir Nikâh Altında Cem Edilmesi

İslam hukukuna göre iki kız kardeşin bir nikâh altında cem‘ edilmesi haramdır.
Fakat söz konusu kız kardeşlerin köle olması durumunda hükmün ne olacağı noktasında
İshak b. Râhûye, kız kardeşlerin köle olmalarının hükmü değiştirmeyeceğini ifade
etmiştir. Çünkü ayette “… iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı…”354
buyrulmak suretiyle iki kız kardeşin bir nikah altında cemedilmesinin haram kılındığı
sarahaten ifade edilmiştir.355 Burada ayetteki “iki kız kardeş” ifadesinin mutlak olarak
zikredilmesi sadece hür olan kardeşleri değil köle olanları da kapsamıştır. Muhtemelen
buradan hareketle bu hükme varmıştır.

c. İrtidatın Amellere Etkisi

İslam’ı kabul ettikten sonra İslam’dan çıkma işine irtidat, bu fiili işleyen kişiye
de mürted denir. İslam hukukunda irtidat, kurulu düzene karşı gelme ve İslamı din ve
düzen olarak reddetme anlamında suç sayılmıştır.356 İshak b. Râhûye’ye göre bir
Müslümanın irtidat ettikten sonra tekrar Müslüman olması durumunda daha önce yerine
getirdiği farzları tekrar eda etmesi gerekir. Örneğin hac farizasını eda etmiş biri irtidat
etse daha sonra tekar İslam’a dönse o kişi hac sorumluluğundan kurtulmuş sayılmaz. Bu
görüş, “And olsun Allah’a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda
kalanlardan olursun!”357 mealindeki ayete dayanmaktadır. Başka bir inanç sistemini
kabul etmek şirktir. Dolayısıyla irtidat edenin bütün amellerinin yok olur. Neticede
önceden üzerine farz olup da eda ettiği ibadetlerin sorumluluğu gerekli şartları taşıması

352
Buhârî, Bedü’l-vahy, 1.
353
Kevsec, Mesâil, II, 423.
354
Nisa 4/23
355
Kevsec, Mesâilü, IV, 1551.
356
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 203.
357
Zümer, 39/65

66
durumunda tekrar kişinin zimmetine borç olarak yerleşir.358 İshak b. Râhûye, bu görüşte
olmakla birlikte bir başka yerde mürdet olan kişinin irtidad halindeyken mükellef
olduğu halde yapmadığı dinî sorumlulukların zimmetinden düşmeyeceğini ve bunları
kaza etmesi gerektiğini ifade ettikten sonra aslında bu konuda ehl-i ilim arasında ihtilaf
olduğunu, fakat ihtilaftan kurtulmak için ihtiyaten kaza etmenin doğru olacağı
görüşündedir.359

d. Gayri Müslimler’in Ellerindeki Toprakların Vergisi

Haraç, haracî araziden veya ihya edilen bir kısım arazi-i mevattan muayyen
yüz ölçümlerine göre beytülmâl adına alınan vergidir. Haraç arazisi, gayri müslim
tebanın elinde bulunan ve rakabesi devlete ait olan, işletenlerden haraç vergisi alınan
topraklardır.360 İshak b. Râhûye, ihya edilen toprakları işleten Müslümanlardan haraç
kaldırıldığı zaman ödemeleri gereken haracın öşre dönüşeceği görüşündedir. Gayri
müslimler ise hem haracî arazilerde hem de ihya ettikleri arazilerde haraç ödemek
zorundadırlar. Çünkü öşür ve zekâtı aynı dini sorumluluk çerçevesindedir. Nitekim
ayette “Onların mallarından sadaka al: bununla onları (günahlardan) temizlersin,
onları arıtıp yüceltirsin”361 buyurulmuştur. Bu da müslümanların zekâtlarını ödemek
suretiyle temizleneceklerinin göstergesidir. Söz konusu temizlik, gayri müslimler için
düşünülemeyeceğinden onların ellerindeki topraklar asla öşür ve zekât verilen toprak
sınıfına giremez.362

e. Hataen Adam Öldürme

İshak b. Râhûye Kurâ’n’ı, meselelerle ilgili konuşan bir kitap olarak tavsif
etmiştir. Yani Kur’an’ın meselelerin hükmünü açıkladığını söylemiştir. Hata ile birisini

358
Kevsec, Mesâil, V, 2298, 2385; VII, 3678.
359
Kevsec, Mesâil, VII, 3738.
360
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 140.
361
Tevbe 9/103
362
Kevsec, Mesâil, VI, 3117.

67
öldüren kişinin, bu katl işleminin kefareti olarak bir köle azat etmesi gerektiği veya iki
ay peş peşe oruç tutması gerektiği hükmüne de Kur’an’dan ulaşmıştır.363

B. SÜNNET

Hz. Peygamber’in söz, fiil ve onaylarının ortak adı olan sünnet deliller
hiyararşisinde Kur’an’dan sonra gelen ikinci delildir.364 Hadislerin tedvinine kadarki
dönemde sünnet, Hz. Peygamber’in hadislerinden başka sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn
söz ve uygulamalarını da içermekteydi. Bu durum insanların örf ve adetlerinin sünnet
sayılma tehlikesini taşıdığından Ebû Hanîfe, Mâlik, Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan
ve Şâfiî gibi âlimler hadisleri örf ve adetten ayıklama çabası içine girmişlerdir. Bu
çabaların neticesinde sünnet kelimesi, sadece Hz. Peygambere atfen kullanılan terimsel
bir mahiyet kazanmıştır.365 Biz, İshak b. Râhûye’nin sünnet anlayışını incelerken yer
yer de hadis usûlu ile ilgili değerlendirmelerini ve itirazlarını aktarmaya çalışacağız.

İshak b. Râhûye, sünneti, hükme ulaşmada aklî faaliyetin ve kıyasın önünde


bir mevkiye yerleştirir.366 Öte yandan bir meseleyle ilgili sünnetten delil olduğunu ifade
eden birçok formu kullanır. Bunların başlıcaları şunlardır: “sünnetün mesnûnetün”367,
“sünnetün kâimetün”,368 “es-sünnetü en yekûne…”369, “sahhati’s-sünnetü”370, “kemâ
senne”371, “medati’s-sünnetü”372, es-sünnetü fî zâlik”373 gibi ifadelerdir. Bunlardan
başka bir de kullandığı “es-sünnetü el-mucme‘u ‘aleyhâ” ifadesi vardır. “Üzerinde icmâ
edilen sünnet” şeklinde tercüme edebileceğimiz bu tabirle tam olarak neyi kast ettiği net
değildir. Muhtemelen İshak b. Râhûye, sünnet ifadesiyle sadece Hz. Peygamber’den
rivayet edilen sözleri, O’nun fiillerini ve takrirlerini değil aynı zamanda sahâbe’den

363
Nisâ 4/92; Kevsec, Mesâil, VII, 3418.
364
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukûk-i İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, I, 133.
365
Bedir, Murtaza, “Sünnet”, DİA, XXXVIII, 150-152.
366
Kevsec, Mesâil, II, 845.
367
Kevsec, Mesâil, II, 370.
368
Kevsec, Mesâil, II, 402.
369
Kevsec, Mesâil, II, 833.
370
Kevsec, Mesâil, II, 409.
371
Kevsec, Mesâil, II, 454.
372
Kevsec, Mesâil, IV, 1767.
373
Kevsec, Mesâil, IV, 1910.

68
hatta tabiînden gelen uygulamaları da kast etmektedir.374 Hadislere getirdiği yorumları
sahâbî sözü ve tatbikatı zikrederek kuvvetlendirme yoluna gittiği söylenebilir.375

1. Teklifî Hüküm Olarak Sünnet

İshak b. Râhûye, sünnetle sabit olan bir hükmü bağlayıcılık açısından Kurân’la
sabit olan bir hükme göre derece olarak daha altta görmüştür.376 Bazen “sünnet”
kavramını, kesinlik ifade edecek tarzda “olması gereken” manasında377 bazen de
“sahâbîlerin uygulaması” anlamında kullanmıştır.378 Sünnetten dayandığı delilin sağlam
olduğunu ifade etmek için “sahhati’s-sünne” tabirini kullanır.379 Sünnetin
bağlayıcılığını kesin olarak kabul etmekle birlikte sünnetle sabit olan hükme bütüncül
bir yaklaşım sergiler. Sünnetle sabit olan hükmü parçalara ayırıp hepsiyle ilgili o bütün
içinde yeni hükümler konulmasına ve bu şekilde değerlendirilmesine karşı çıkar. Bir
şer‘î amelin sünnetle nasıl yerine getirileceği tespit edilmişse o şer‘î ameli, parçalara
ayırıp her parçayla ilgili hükümler hiyerarşisi oluşturulmasını doğru bulmaz. Örneğin
namazı ele aldığımızda namazın başından sonuna kadar yerine getirilen fiillerin
tamamını vacip kabul eder. Bu fiillerin farz, vacip ve sünnet olarak taksim edilmesini
mütekellimlerin hatası olarak görür. Namazı cüzlere ayırıp her cüz için bağlayıcılık
açısından farklı kuvvetlerde olduğunu gösteren bir taksimat yapılmasını bidat olarak
değerlendirir. Namazın, Hz. Peygamberden nasıl geldiyse o şekilde ikâme edilmesi
gerektiğini söyler.380 Bu kanaatte olmasında Hz. Peygamber’in fillerinin, aksine delil
olmadıkça vucûb ifade ettiği görüşü etkili olmuş olabilir.381 Fakat yerine göre kendisi
“bu namazın sünnetidir” şeklinde bir ifade kullansa da bunu, yerine getirilmesi gereken
bir rükün olarak anlamak lazım gelir.382

374
Kevsec, Mesâil, III, 1347.
375
Kevsec, Mesâil, VI, 3078.
376
Kevsec, Mesâil, II, 417.
377
Kevsec, Mesâil, II, 403, 421, 863.
378
Kevsec, Mesâil, IV,1597.
379
Kevsec, Mesâil, II, 409.
380
Kevsec, Mesâil, II, 523.
381
Mâverdî, el-Hâvi'l-kebir, I, 120.
382
Kevsec, Mesâil, II, 825.

69
2. Senetteki İttisal ve İhtilâfu’l-hadis

İshak b. Râhûye’nin hadislerle amel ederken hadisin senet kısmının muttasıl


olmasına ve senetteki ravilerin cerh ve ta’dilini yapmaya ehemmiyet vermiştir. Senedi
muttasıl ve sika râvilerce rivayet edilmiş olan bir hadis varken aynı güçte olmayan
başka hadisle amel edilmesini doğru kabul etmemiştir. Örneğin başlangıçta Hz.
Peygamber’in ateşin dokunduğu şeylerden yiyenlerin abdest alması gerektiğini
söylediği fakat daha sonra buna ruhsat verdiği bilgisi nakledilmiştir.383 İshak b. Râhûye
bu verilen ruhsattan deve etinin istisna edildiği görüşündedir. Bunu da sika iki ravinin,
Berâ b. Âzib ile Cabir b. Semura’nın rivayet ettiği hadise dayandırmıştır. İshak b.
Râhûye deve etinden dolayı abdest alınması hükmünü inkâr edenleri anlayamadığını
dile getirdikten sonra bir de şu savunmada bulunmuştur: “Siz namazda gülmekten
dolayı abdest alınması gerektiği görüşündesiniz.384 Halbuki sizin namazda gülenin
abdestinin bozulacağı hükmüne delil kabul ettiğiniz hadis, munkatı‘ ve mürseldir. Deve
etinden yiyen kişinin abdestinin bozulacağına delil olan hadis ise muttasıldır ve sika
ravilerce rivayet edilmiştir.” Bu teknik itirazın yanında bir de ‘Bir kimse namazın
dışında gülse abdestinin bozulmayacağı, aynı kişi namazda gülünce abdestinin
bozulacağı görüşündesiniz. Bu görüşünüzün sonucu olarak bu kişi namazda birine iftira
atsa veya sövse sadece namazının bozulacağını fakat abdestinin bozulmayacağını
söylüyorsunuz. O zaman gülmek iftira atmaktan ve sövmekten daha fena bir şey mi ki
bundan dolayı abdest alınması gerektiğini savunuyorsunuz? Gülmekten dolayı munkatı’
ve mürsel bir hadise dayanarak abdestin bozulacağı hükmüne varırken namazda iftira
atanın ve sövenin abdestinin bozulmayacağı görüşüne varmak birbirine mütenâkızdır.’
şeklinde aklî itirazda bulunmuştur.385 Bunun yanında tearuz etmiş gibi gözüken iki
hadisi ele alıp cem ettiği yerler de mevcuttur.386 Sünnete verdiği ehemmiyeti göstermesi
açısından senedi muttasıl olmasa bile eğer bir hadis varsa, başka şeyle amel etmektense

383
Kevsec, Mesâil, II, 410.
384
Süfyan Sevrî bu görüştedir. Bkz. Mervezî, İhtilâfü'l-fukahâ, 100; Hanefiler de bu görüştedir. bkz. Serahsî,
Mebsût, I, 171.
385
Kevsec, Mesâil, II, 409-416.
386
Kevsec, Mesâil, IV, 1625.

70
senedi muttasıl olmayan hadis ile amel etmeyi yeğlemesi önemlidir.387 Öte yandan eğer
bir konuda o meselenin hükmünü bildiren birden fazla hadis varsa bu takdirde
bunlardan birini seçmiştir.388

3. Sünnet İle İstidlal Örnekleri

a. Vekâleten Hac

Bir kimsenin başka biri adına hac yapmasının hükmü İshak b. Râhûye’ye
sorulduğunda, bunun caiz olduğu cevabını vermiştir. Bu hükme ulaşırken kullandığı
delil Hz. Peygamber’in hadisidir. Bir kadın Hz. Peygamber’e gelerek babasının binek
üzerinde durmaya takati olmadığından onun yerine hac yapıp yapamayacağını
sormuştur. Hz. Peygamber de yapabileceğini yönünde cevap vermiştir.389 İshak b.
Râhûye de bu hadisten yola çıkarak bunun cevazına hükmetmiştir.390

b. Ölü Arazinin Mülkiyeti

İshak b. Râhûye, bir araziyi ihya eden o arazinin rakabesine yani aynına mâlik
olacağı görüşündedir.391 Bu görüşünü sünnetten “Sahipsiz kalan topraklar Allah’a,
Râsûlüne ve size aittir. Kim ölü araziden bir yer ihya ederse o kişi, oranın rakabesine
(aynına) sahip olur.”392 anlamındaki hadise dayandırmıştır. Yer yer sünnetten delilini
zikrettikten sonra konuyla ilgili sahabe kavli veya tatbikatı varsa onu da zikretmiştir.
Nitekim yukarıdaki konuyla ilgili olarak halîfelerin de böyle amel ettiğini hatta yaşadığı
dönemdeki şehirlerde bulunan âlimlerin de bu yönde icmâ ettiklerini haber vermiştir.
Fakat bu meseleyle ilgili ihtilafın “ölü arazi” teriminin tarifinde yaşandığına dikkat
çekmiştir.393

387
Kevsec, Mesâil, VII, 3509.
388
Kevsec, Mesâil, 2, 766.
389
Buhârî, İsti’zân, 1.
390
Kevsec, Mesâil, V, 2087.
391
Kevsec, Mesâil, VI, 3097.
392
Buhârî, Hars, 15.
393
Kevsec, Mesâil, VI, 3099.

71
c. Zinâ İkrarından Dönme

İshak b. Râhûye’nin Sünneti delil olarak kullandığı bir başka mesele de zina
ettiğini ikrar eden birisinin bu ikrârından döndüğünde söz konusu kişiye zina cezasının
tatbik edilip edilmeyeceği meselesidir. Ona göre mezkûr kişinin serbest bırakılması
gerekir. Bu hükme varırken kullandığı delil yine sünnettir. Zinâ ettiğini ikrar eden Mâiz
b. Mâlik’e recm cezası uygulanırken canı acıdığından kaçmak istediği haberi Hz.
Peygamber’e ulaşınca Hz. Peygamber, ‘Keşke bıraksaydınız tevbe ederdi, Allah da
tevbesini kabul ederdi.’ ifadesini kullanmıştır.394 İshak b. Râhûye Hz. Peygamber’in bu
ifadesinden yola çıkarak zina ikrarından dönen kişinin serbest bırakılacağı hükmüne
varmıştır.395

d. Livata Suçunun Cezası

Sünnet deliline dayanılarak hükmü verilen bir diğer mesele ise livata
meselesidir. İslam, erkeğin erkekle ilişkisini onaylamaz. Bu fiili irtikâp edenlerin cezası
cumhura göre ölüm, Ebû Hanife’ye göre ise ta‘zirdir, had gerekmez. Ebû Hanîfe bu
görüşünü, bu fiilin mahallinin tam bir vatı’ mahalli olmaması ile gerekçelendirir.396
İshak b. Râhûye, livata suçuna ölüm yerine ta‘zir cezası verenleri, Allah’ın şiddetle
üzerinde durduğu şeyi hafifletmekle suçlamıştır. Hatta ona göre bu görüşte olanların
ehl-i ilim olarak sayılması büyük musibetlerdendir. Çünkü bu kimseler Hz.
Peygamber’e muhâlefet etmiştir.397 Erkek erkeğe ilişkiye girenlerin cezası recmdir.
Çünkü muhsan olsun veya olmasın Hz. Peygamber, “Lut kavminin yaptığını kim
yaparsa onu öldürün.”398 buyurmuştur. Ayrıca bu kimselerin öldürüldükten sonra Hz.
Ali’nin yoldan çıkmış kavme yaptığı gibi cesetlerinin yakılması gerekir. Ehl-i ilm de bu
görüştedir. İshak b. Râhûye meselenin köküne inerek aslında verilen bu hükmün
Allah’ın bu işi yapanlara verdiği hükme399 binâen olduğunu ifade etmiştir.400 Livata

394
Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVI, 215; Ebû Dâvûd, Hudûd, 24.
395
Kevsec, Mesâil, VII, 3522.
396
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 155.
397
Kevsec, Mesâil, VII, 3756.
398
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 300; Ebû Dâvûd, Hudûd, 29.
399
Hûd 11/82; Kamer 54/33, 34.
400
Kevsec, Mesâil, VII, 3755.

72
iftirasında bulunulduğunda da durum değişmez, zinâda olduğu gibi şahitlerle
ispatlanmadığı takdirde müfteriye (kâzif) had uygulanır.401

e. Mahrem Olan Kadını Öpme

İshak b. Mansur’un, bir kişinin kendi mahremini öpmesiyle ilgili sorusuna


İshak b. Râhûye, “Hz. Peygamber’in savaştan geldiğinde kızı Hz. Fatıma’yı
öptüğünü”402 bildiren hadisle cevap vermiştir. Buna ilavede bulunarak asla ağzından
öpmediğini de ifade etmiştir.403

Netice itibariyla İshak b. Râhûye, sünnet malzemesini hükme ulaşmada delil


olarak kullanmıştır. Bunu yaparken bazen doğrudan hadisten, fiili uygulamadan veya
takriri sünnetten faydalanmış, bazen de mevcut hadisi sahabenin veya tabiinin
yorumladığı gibi yorumlamış ve konuyla ilgili bir hükme varmıştır. Yeri geldiğinde de
bir konuda birden fazla hadis varsa içlerinden birini seçerek tercihte bulunmuştur.

C. İCMÂ

İcmâ lügatta azmetmek ve ittifak etmek anlamlarına gelir.404 Istılahta ise


Muhammed ümmetinin müctehidlerinin onun vefatından sonraki herhangi bir zamanda
dinî bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmelerine icmâ denir.405 Geç dönem
usûl literatüründe bu şekilde tanımlanan icmânın hicri ikinci ve üçüncü asırda yaşayan
İshak b. Râhûye tarafından nasıl kullanıldığını incelemek suretiyle “‫ ”أجمع‬kelimesi ve
türevleriyle tam olarak neleri kasdettiğini tesbit etmeye çalışacağız.

İshak b. Râhûye şerî amelî hükümlerin tespitinde icmâı delil olarak kabul eder.
Bu terimi ifade edecek tarzda “ehl-i ilim icmâ etmiştir”406, “ehl-i ilmin geneli icmâ

401
Kevsec, Mesâil, VII, 3757.
402
Ebû Dâvûd, Edeb, 156; Tirmizî, Menâkıb, 61.
403
Kevsec, Mesâil, IX, 4660.
404
Cürcânî, Ebü'l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (816/1413), et- Ta‘rifât, Beyrut: Dâru’l-ma’rife,
2007, 16.
405
Zerkeşî, Bahrü'l-muhit, IV, 436; Şevkani, İrşâdü'l-fuhûl, I, 193; Dönmez, İbrahim Kâfi, “İcmâ”, DİA, XXI, 417.
406
Kevsec, Mesâil, II, 825; Kevsec, Mesâil, IV, 1920.

73
etmiştir”407, “alimlerin bir çoğu icmâ etmiştir”408 veya “ bunun üzerine icmâ
edilmiştir”409 tabirlerini kullanır. Bundan başka “ümmetin icmâsı vardır410” ve “üzerine
411
icmâ edilen sünnet” ifadelerini de kullanmıştır. Fakat icmâ ile kastettiği şeyin ne
olduğu çok net değildir. Çünkü bazen ehl-i ilim, bazen ehl-i ilmin geneli bazen de ehl-i
ilmin çoğu tabirlerini kullanması, yer yer icmâyı terim manasıyla anlaşılan değil de
âlimlerin bir kısmı tarafından üzerinde ittifak edilen görüş olarak değerlendirdiğini
gösterebilir. Bir başka açıdan ise İshak b. Râhûye, “icmâ ettiler” derken hangi âlimlerin
icmâsını kastettiği ayrı bir araştırma konusudur. Çünkü bu ifadesiyle konuyla ilgili
görüş bildiren bütün müctehitleri mi, yaşadığı yer olan Horasan bölgesindeki âlimleri
mi, ilim yolculuğuna çıktığı şehirlerdeki âlimleri mi yoksa ehl-i hadis âlimlerini mi
kasdettiği belli değildir.

1. İcmâ Ettiği İfade Edilen Ehl-i İlim

Ehl-i ilim ile kimleri kastettiğine dair kendi saydığı isimlerden ve görüşünü
kuvvetlendirmek için atıf yaptığı şahıslardan yola çıkarak birkaç tespitte bulunmak
mümkün gözükmektedir. Şu mesele bu noktayı aydınlatıcı bilgi içermektedir. İshak b.
Râhûye, bir adamın eşine “emrini eline verdim” şeklinde kinâî lafızlardan biriyle evli
kalmak veya boşanmak üzere bir muhayyerlik hakkı verdiğinde bu hakkın meclisin
değişmesine kadar devam edeceği görüşündedir. Bu görüşünü “tâbiînden ehl-i ilmin
genelinin icmâsına” dayandırır.412 Tâbiînden, Atâ b. Ebî Rebâh (114/732), Câbir b.
Zeyd (93/711-712), Mücâhid, Amir b. Şerahil eş-Şa‘bî (103/721), İbrâhim en-Nehaî
(96/714), Zührî (124/742), Katâde (117/735) ve Evzaî(157/774)’nin de bu konuda aynı
görüşü paylaşmaları İshak b. Râhûye’nin ehl-i ilim olarak kastettiği isimlerin bunlar
olduğunu gösterebilir.413 Ayrıca Kâdı Şurayh (80 veya 78/699 veya 697), Hasan Basrî
(110/728), Ömer b. Abdulaziz (101/720), Yezid b. Habib (128/745), İbn Ebî Leylâ

407
Kevsec, Mesâil, VI, 2747.
408
Kevsec, Mesâil, VI, 3103.
409
Kevsec, Mesâil, IX, 4840.
410
Kevsec, Mesâil, II, 530.
411
Kevsec, Mesâil, VI, 3084.
412
Kevsec, Mesâil, IV, 1606.
413
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 295.

74
(148/765), İbn Şübrüme (144/761), Leys b. Sa’d (175/791), Osman el-Bettî (143/760),
Anberî ve Nemir b. Evs gibi bazı âlimlere görüşlerinde çok yer vermesi bunlar da ehl-i
ilim olarak gördüğünü ortaya koyabilir.414 Yine icmâ ettiğini iddia ettiği şahısların
tespiti ile ilgili bize yardımcı olacak bir diğer ifade “şehirlerin âlimleri” ifadesidir. Bu
şehirlerin tespitinde yararlanabileceğimiz nokta ilim yolculuğuna çıktığı şehirler
olabilir. İcmâya konu ettiği bu bilgiye yaşadığı yerdekilerden nakil yoluyla ulaşma
imkânı olduğu gibi ilim yolculuğu esnasında katıldığı ilim meclislerinden elde etme
ihtimali de vardır. Buna yer yer bazı bölgelerin isimlerini kendisine sorulan sorulara
verdiği cevaplarda zikretmesini de eklersek bu bölgelerin tespitini daha müşahhas hale
getirmiş oluruz. Çünkü ilim yolculuğunda uğradığı şehirler ile fetvalarında âlimlerine
görüş nispet ettiği şehirler örtüşmektedir. İlim yolculuğuna çıktığı şehirler Bağdâd,
Kûfe, Basra, Şam, Rey, Mekke ve Yemen’dir. Bunlara Horasan bölgesinde babasının
doğduğu şehir olan Merv ile yaşadığı Nîşâbur şehirlerini de eklemek mümkündür.415

İcmâda kullandığı bir diğer ifade olan “âlimlerin çoğu” terkibiyle kastettiği
kişilere dair kendisi bir takım açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamalarına göre “âlimlerin
çoğu” ifadesiyle Muğira b. ez-Zabbî, Evzaî (157/774), Süfyan es-Sevrî (161/778) ve
bunların yolundan gidenleri kastetmiştir.416

2. İcmâ Edeceklerde Aradığı Kriter

İshak b. Râhûye’nin icmâda hangi nitelikteki kişilerin icmâını kastettiğini ve


bunların kimler olabileceği ile ilgili fikrinin ortaya çıkmasına yardımcı olacak
değerlendirmeyi Şâtıbî (790/1388) yapmaktadır. İshak b. Râhûye, Allah (c.c.) ümmet-i
Muhammedi dalâlet üzere birleştirecek (icmâ ettirecek) değildir. Eğer bir ihtilaf
görürseniz sevâd-ı azam’a sarılın.417 mealindeki hadisi naklettiğinde orada
bulunanlardan biri sevâd-ı azam’ın kimler olduğunu sormuştur. İshak b. Râhûye de bu
kişilerin Muhammed b. Eslem, ashabı ve onun yolunu izleyenler olduğunu söylemiştir.
İshak b. Râhûye’nin icmâsına itibar edeceği kişilerin Hz. Peygamber’in eserine

414
Kevsec, Mesâil, VIII, 4095; İbn Hazm, Muhallâ, IX, 439; Veki', Ahbârü'l-kudât, II, 365.
415
Bu şehirlerde ilim aldığı kişiler, ilgili başlıklarda ele alındığından burada zikredilmemiştir.
416
Kevsec, Mesâil, VI, 3104.
417
İbn Mâce, Fiten, 8.

75
(sünnetine) en çok ittibâ edenler olduğunu ifade etmiştir. İshak b. Râhûye’nin “Elli
yıldan beri Hz. Peygamber’in sünnetine ve onun yoluna Muhammed b. Eslem’den daha
çok bağlı olanı görmedim” cümlesi, Muhammed b. Eslem’i icmâda aranılan kişi olarak
zikretmesinin nedenini ortaya koymaktadır.418

3. İcmâ ile İstidlal Örnekleri

a. Şüf‘a Hakkının Ortaklara Teslimi

İshak b. Râhûye şüf‘a hakkının bizzat Hz. Peygamber tarafından vaz‘ edildiğini
dolayısıyla kıyas yoluyla kavranamayacağını ve taabbudî olduğunu söyler. Nasıl ki
şüf‘a hakkının ortaklara teslim edilmesinde “ümmet icmâ etmişse” aynı şekilde bu
hakkın, ancak “üzerine icmâ edilen bir sünnet” ile iptal edilebileceğini ifade eder.419
Burada icmâ ile kastettiği terim manasıdır. Söz konusu icmâyı ancak “üzerinde icmâ
edilen sünnet”in iptal edebileceği ifadesinden en azından, senedi sünnet olan icmâyı,
senedi ictihat olan icmâdan bağlayıcılık açısından daha kuvvetli gördüğü sonucu
çıkarılabilir.

b. Talaka Benzeyen Şeylerle Talak

Bir kişi karısını üç talakla, daha az veya daha çok talakla boşamak istediğinde
bu isteğini içinden yapsa ve sözlü olarak da “filan adamın kızı filan” dese bunu
söylerken de “boş olsun” ifadesini kullanmasa bu durumda eğer niyetinde “filan adamın
kızı filan”ı boşamak varsa her ne kadar tam manasıyla talaka benzeyen bir lafız olmasa
da bu ifadesiyle onu boşamış olur ve talak gerçekleşir. Bu boşamanın tasviri şu
şekildedir: Bir kişi içinden talaka niyet eder fakat lafızla “Zeynep üç” der. Burada bu
ifade talaka tam manasıyla benzeyen bir lafız değildir. Fakat bu ifade ile içinden
geçirdiği talak sayısı kaçsa o adette talak gerçekleşmiş olur. Çünkü bunun tam
manasıyla bir talak olmasa da talaka benzer bir tarafı vardır. İshak b. Râhûye bu
görüşlerini ortaya koyduktan sonra ehl-i ilim arasında talaka benzeyen şeylerle talakın

418
Şâtıbî, el-İ’tisam, I, 482.
419
Kevsec, Mesâil, VI, 3084.

76
gerçekleşmesi hususunda icmâ olduğunu, çünkü önce ismini sonra da sayıyı
zikretmesinin kişinin niyetini ortaya koyduğunu söyler.420

c. Merhûnda Azalma Meydana Gelmesi

İshak b. Râhûye merhunda azalma meydana geldiğinde râhin eğer üzerindeki


sorumluluğu yerine getirdiyse o azalan miktar kadarının râhine ödenmesi hususunda
ehl-i ilmin genelinin icmâ ettiğini söyler.421 Burada “ehl-i ilmin geneli” ifadesinden
anlaşıldığı kadarıyla muhtemelen İshak b. Râhûye “icmâ” terimine tarif edildiği gibi bir
asırda yaşayan bütün müctehitlerin şerî amelî hüküm üzerinde görüş birliğinde
olmalarından farklı olarak “âlimlerin çoğunluğunun paylaştığı görüş” manası
yüklemektedir.

d. Ramazanda Hatâen Fecir Vaktinde Yemek Yeme

Evinde gece yani ikinci fecrin henüz doğmadığını hesap ederek sahur yapan
kişi o sahur yaptığı vaktin sabah namazı vakti olduğunu anladığında o günün orucu için
kaza yapmalı mıdır sorusuna İshak b. Râhûye kaza yapmaz cevabını verir. One göre bu
kişinin durumu, gündüzün unutarak yemek yiyen kişinin durumuyla aynıdır. Çünkü bu
kişi, kendisine yemek yemenin helal olduğunu zannettiği bir vakitte yemek yemiştir.
İşte sahur yapan kişi de yemek yemenin mübah olduğu bir vakitte bulunduğunu var
sayarak yemek yemiştir. Yani bu kişinin durumu gündüzün oruç tutmadığını zannedip
unutarak orucunu yiyen kişinin durumu gibidir. İshak b. Râhûye bunları zikrettikten
sonra dilerse ihtiyâten bir gün o günün yerine kaza tutabileceğini söyler. Unutarak yiyen
kişinin orucunun bozulmadığına icmâ eden ehl-i ilmin neden bu hususta yani hatâen
yiyenin de orucunun bozulmadığına icmâ etmediğini sorgulamıştır.422

İshak b. Râhûye’nin yaşadığı dönemin furu’ eserlerindeki icmâ ile ne


kastedildiğine dair İbn Hazm’ın yaptığı şu tasnif önemlidir. İcmâ ile bir kısım âlimler,
çoğunluğun görüşünü kasteder. Bazıları ise ihtilaf edilmediği kesin olmasa bile

420
Kevsec, Mesâil, IV, 1920.
421
Kevsec, Mesâil, VI, 2747.
422
Kevsec, Mesâil, IX, 4831.

77
hakkında ihtilaf edildiği bilinmeyen görüşü icmâ olarak kabul ederler. Bunun yanında
icmâ ile tâbiînden ihtilaf eden olsa bile sahabe tarafından ihtilaf edildiği bilinmeyen
meşhur sahabî kavlini kastedenler de vardır. Meşhur olmasa bile eğer sahâbeden tersi
görüşte olan biri tespit edilmediyse böyle bir sahabî kavlini de aynı şekilde icmâ kabul
edenler mevcuttur. Diğer yandan Medine ehlinin görüşlerini ve Kûfe ehlinin görüşlerini
icmâ kabul edenler de olmuştur.423

Yukarıdaki örnekler ve değerlendirmeler İshak b. Râhûye’nin icmâyı bir delil


olarak kabul ettiğini göstermektedir. Fakat icmâ ile neyi kastettiği ise çok net
olmamakla birlikte çoğu zaman üzerine ittifak edilen görüşü bazen de gerçekten terim
manasındaki icmâyı kastettiği görülür.

D. SAHÂBE KAVLİ

Fıkıh usûlünde genel kabul gören tanıma göre sahâbî, iman etmiş olarak örfen
arkadaş denebilecek ölçüde Hz. Peygamber’le birlikte bulunmuş kimseyi ifade eder.
Sözünün huccet olup olmadığı tartışılanlar daha çok fıkhî yönleriyle meşhur olmuş olan
sahâbîlerdir. Sahâbî kavilini ifade etmek için literatürde “kavlü’s-sahâbî, mezhbü’s-
sahâbî, fetva’s-sahâbî ve hükmü’s-sahâbî gibi tabirler kullanılır. Sahâbîlerin sözleri
ittifak ettikleri -bu icmâ olur-, ihtilaf ettikleri –Ebû Hanîfe’ye göre içlerinden biri
alınmalıdır-, diğer sahabiler arasında yaygınlık kazanıp muhalefet edilmeyen ve diğer
sahâbîlerce muhalefet ya da muvâfakatla karşılaşmaksızın daha sonraki dönemlerde
nakledilip yaygınlık kazanan olmak üzere dört şıkta ele alınır. Asıl tartışmalar son şık
hakkındadır. 424

Sahabî sözünün delil olup olmamasının tartışılmasındaki temel neden


sahâbînin, aktardığı Kur’an ve sünnet malzemesinin yanı sıra bir takım görüş
açıklamalarında da bulunmuş olmasıdır. Tâbiûn kuşağı bu tür beyanların bir kısmının
gerçek mahiyetini sahâbîlere sorup öğrenmişlerdir. Sünnete dâhil olduğunu tespit
edemediklerinin niteliği ise belirsiz kalmıştır. Bu belirsiz kalan kısım sahâbîlerce

423
İbn Hazm, Meratibü'l-icmâ, 14.
424
Apaydın, Yunus, “Sahâbî Kavli”, DİA, XXXV, 501.

78
yapılan ya nasların yorumu ya da re’y ictihadı olarak görülmüştür. Sahâbî kavlinin
bulunduğu mesele eğer ictihat ve re’y ile kavranamayacak bir mesele ise usûlcüler buna
sünnet olma ihtimalinden dolayı kaynak değeri atfetmişlerdir.425

Sahâbî sözü kabul görme durumuna göre gruplandırıldığında, huccet kabul


edenler, huccet kabul etmeyenler ve re’y ve ictihad yoluyla bilinemeyecek konularda
huccet kabul edenler olmak üzere üç yaklaşım mevcuttur. İshak b. Râhûye, İmam
Mâlik, kadim görüşünde İmam Şâfiî, bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel ve Hanefî
usûlcülerin çoğunluğu gibi sahâbî sözünü huccet kabul edenlerin içinde yer alır.

İshak b. Râhûye kaynak değeri atfetme açısından sahâbe sözleriyle tâbiînden


gelen sözleri aynı çerçevede değerlendirir. Sahâbe ve Tâbiîn kanalıyla gelen bir rivayete
muhalif olacak şekilde fetva veren âlimin bu fetvasından, sünnetle ilgili bilginin
kendisine gizli kaldığını gerekçe göstererek uzak durulması gerektiğini ifade eder. O’na
göre Söz konusu âlimin bu şekilde fetva vermesi, Hz. Peygamber’in uzak durulmasını
işaret ettiği “âlimin zellesi”’olduğundan sözüne itibar edilmez. 426 Sahâbeden gelen
şeylere muhalif fetva verilmesini sünnetle ilgili bilgi yetersizliğine bağladığından sahâbî
kavline sünnet olma ihtimali şeklinde bir mana yüklediği sonucu çıkarılabilir. Sahâbe
sözlerine muhâlif fetva verenin sözüne itibar edilmemesi gerektiğinden de bir mesele ile
ilgili sahâbî kavli olduğunda başka bir görüşe uymanın doğru olmadığı anlaşılabilir.
İshak b. Râhûye’nin sahâbî sözünün bazen sünnet olma ihtimaline bazen de doğrudan
sünnet olduğu şeklinde anlaşılabilecek ifadeleri vardır.427 Sünnetle sabit olan hükmün
aynısını sahâbilerden de paylaşan varsa bunu “mezheb-i kavî” olarak nitelendirir.428
Fakat bazen sahâbî uygulamasıyla zahiren çelişen bir görüşü tercih etmesi halinde bunu
izah etme ihtiyacı hisseder.429

425
Aybakan, Bilal, Fıkıh İlminin Oluşum Sürecinde İcmâ, 70.
426
Kevsec, Mesâil, IX, 4843.
427
Kevsec, Mesâil, II, 290.
428
Kevsec, Mesâil, VI, 1603.
429
Kevsec, Mesâil, VI, 2621.

79
1. Birden Fazla Sahâbî Kavli Karşındaki Tutumu

Bir meseleyle ilgili birden fazla sahâbî kavli olduğunda izlediği yöntemle ilgili
şunlar söylenebilir: İshak b. Râhûye, sahâbeden aynı konuyla ilgili farklı görüşler
geldiğinde öncelikle hepsini inceledikten sonra içlerinden seçtiği görüşü gerekçesiyle
birlikte zikreder. Seçiminde kullandığı gerekçe öncelikli olarak görüşünü aldığı
sahâbînin vardığı hükme uygun hadistir. İkinci olarak ise tercih sebebini Hulefâ-i
Râşidîn’den birinin görüşü olmasına bağlar.430 Burada sahâbîlerin içinde görüşlerine
ehemmiyet verme noktasında Hulefâ-i Râşidîn’e ayrı bir mevki tahsis ettiği görülür.

2. Sahâbî Kavlinin Sıhhatini Anlama Yöntemi

Sahâbî sözüyle neyin kastedildiğinin tespitini yaparken göze çarpan


uygulamalarından biri, görüşü nakledilen sahâbînin öğrencilerinin aynı konuyla ilgili
vardıkları hükme bakarak sahâbînin ne denmek istediğini ta’yin etme cihetine
gitmesidir. Örneğin İbn Abbâs’ın bir meseleyle ilgili belirttiği görüşün anlaşılabilmesi
için onun öğrencileri olan Atâ b. Ebî Rebâh (114/732), Tâvus b. Keysân (106/724),
Mücâhid b. Cebr (103/721) ve Saîd b. Cübeyr (95/714) gibi kişilerin aynı konuyla ilgili
verdikleri hükme bakarak bunun tesbitini yapmıştır.431 Çünkü bu isimler hem görüş
olarak hem de tuttukları yol bakımından İbn Abbas’ın izindedirler.432

3. Sahâbî Kavli İle İstidlal

a. Maraz-ı Mevtte Boşanan Kadının Miras Hakkı

Maraz-ı mevtte bir kimse eşini boşadığında kadının mirasçı olup olmayacağı ve
ne zamana kadar mirasçı olabileceği meselesinde farklı görüşler vardır. İshak b.
Râhûye, kadın ister medhûlün bihâ olsun isterse olmasın her iki halde de maraz-ı mevtte
kendisini boşayan kocasına mirasçı olacağı görüşündedir. Hatta kadın, bir başkasıyla
evlenmediği müddetçe mirasçı olma hakkı devam eder. Bu hükme ulaşırken kullanılan
delil sahâbî kavli/tatbikatıdır. Zirâ Hz. Ömer marz-ı mevtte karsını boşayan kişiye,

430
Kevsec, Mesâil, IV, 1918.
431
Kevsec, Mesâil, II, 320.
432
İbn Medînî, el-İlel, 73.

80
Allah’ın o kadına verdiği hakkı ondan men etme yetkisi olmadığını ifade ederek
boşadığı karısına mirastan hakkını vermesini emretmiştir. Bununla birlikte Hz.
Osman’ın, iddeti bittiği halde eşini Abdurrahman b. Afv’a mirasçı yaptığı bir diğer
sahâbî tatbikatı vardır. Yine Hz. Osman’ın iddeti bitse de başkasıyla evlenmedikçe
mirasçı olabileceğini bildirdiği sözü vardır.433

b. Namazda Mushaftan Okuma

Kişi tek başına namaz kılarken hatim yapma maksadıyla mushaftan bakarak
namaz kılabilir. Mushaftan okurken sayfaları kendisi çevirebileceği gibi bir başkası da
çevirebilir. Yine imam olduğunda eğer ezbere okuma kabiliyeti yoksa mushaftan
okuyabilir. Bu durumda ise bir başkasının sayfaları çevirmesi daha faziletlidir. Eğer
sayfalarını çevirecek biri yoksa kıraat sorumluluğunu yerine getirirken bizzat kendisi
sayfaları çevirir. İshak b. Râhûye bu sayılan görüşleri zikrettikten sonra bunlara delil
olarak Hz. Âişe’nin uygulamasını zikreder onun da böyle yaptığını söyler. Hatta
tâbiînden de Hz. Âişe’nin tatbikatına uyanların olduğu bilgisini verir.434

c. Mürtedin Tevbesinin Kabul Sayısı

Müslüman biri üç kere irtidat ettikten sonra tekrar dördüncüye tevbe etmek
istediği takdirde İshak b. Râhûye’ye göre bu kişinin dördüncü tevbesi kabul edilmez.
Bunun delili, Hz. Osman ve İbn Ömer’in “İman edip sona inkâr edenleri, sonra yine
iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak,
ne de onları doğru yola iletecektir”435 ayetiyle ilgili yaptığı te’vildir. Ayetin
anlaşılmasında ve hükme ulaşmada sahâbî kavline dayanmıştır.436

d. Mürtedin Kestiğinin Hükmü

İshak b. Râhûye, mürted olan birinin kestiğinin yenebileceğini söyler. Fakat


irtidat ettiği yeni dinin ehl-i kitap kapsamındaki dinlerden biri olmalıdır. Bunun delili,

433
Kevsec, Mesâil, IV, 1598.
434
Kevsec, Mesâil, IX, 4841.
435
Nisâ 4/137.
436
Kevsec, Mesâil, VII, 3702.

81
Hz. Ali’nin “Kim bir kavmin hakimiyeti altına girerse o kavimden olur.” sözüdür.437
Hz. Ömer ve oğlu İbn Ömer’den gelen sahih rivayete dayanarak başı bir defada sonuna
kadar kesilmiş hayvanın etinin yenmesinin mekruh,438 Ebû Hureyre ile İbn Abbas’ın
vermiş oldukları ruhsata binâen sahibi geldiğinde debelenen daha sonra sahibi
tarafından kesilen hayvanın etinin yenmesinin mübah olması439 ve Zeyd b. Sabit’in
kimsesi olmayanın âkilesi devlet olacağından bu kimse vefat ettiğinde de malının
devlete kalacağına hükmetmesi440 yine sahâbi kavline istinaden verilen hükümlerdendir.

Yukarıdakilerden başka önekler de vardır. İbn Ömer’in uygulamasına


dayanarak mestin hem üstünün hem altının mesh edileceğini441, Hz. Ömer’in tatbikatına
dayanarak emaneti muhafaza noktasında eksiklik gösterilmesi durumunda bedelinin
emîne ödettirilmesi sahâbî kavline dayanarak verdiği hükümler arasında yer alır.442
İshak b. Râhûye’nin bunlardan başka sahâbilerin fetva vermesinden hareketle ve köle
azat etmeyi bey‘e benzettiğinden bir cariye satıldığında karnındakinin istisna
edilebileceği,443 emanet gibi telef edilmesi durumunda ödeme yükümlülüğü olan
şeylerde ödememeyi şart koşmanın geçerli olduğuna444, evinde şarap bulunduran kişinin
bunu ticari amaçlı yaptığında evinin yakılacağına445, hamile kadının karnını sıvazlama
neticesinde çocuğun düşmesine sebep olana gurre gerektiğine446 ve çocuğu veya eşi
Müslüman olan Yahudi veya Hıristiyan kadına zina iftirasında bulunulduğunda bu
iftirayı atana had uygulanacağına447 hükmetmesinde sahâbî kavline dayandığı görülür.

437
Kevsec, Mesâil, VIII, 3962.
438
Kevsec, Mesail, VIII, 3966.
439
Kevsec, Mesail, VIII, 4009.
440
Kevsec, Mesail, VIII, 4452.
441
Kevsec, Mesâil, II, 285.
442
Kevsec, Mesâil, VI, 2699.
443
Kevsec, Mesâil, VI, 2967.
444
Kevsec, Mesâil, VI, 3012.
445
Kevsec, Mesâil, VII, 3377.
446
Kevsec, Mesâil, VII, 3604; Gurre: Düşürülen bir cenînden dolayı verilmesi gereken (bir köle ya da cariye veya
tam bir diyetin yirmide biri olan 500 dirhem gümüş) malî tazminat. Bkz.(Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk
Terimleri Sözlüğü, 160).
447
Kevsec, Mesâil, VII, 3569.

82
E. KIYAS

Fıkıh usûlünde kıyas “hakkında açık hüküm bulunmayan bir meselenin


hükmünü, aralarındaki ortak özelliğe veya benzerliğe dayanarak hükmü açıkca
belirtilen meseleye göre belirlemek” şeklinde tarif edilir. Ayrıca gerekçesi akıl ile
kavranabilen şer‘î hükümler ve genel ilke anlamlarına da gelmektedir.448

İshak b. Râhûye kendisi tam bir kıyas tarifi yapmasa da furu‘ meselelerde
kıyası, şerî amelî hükme ulaşmada bir metod olarak kullandığı görülmektedir. Kıyasın
rükünlerinden biri olan “illet” kavramına yönelik, kıyas çerçevesinde olmasa da hükmü
bir nedene bağlama noktasında doğrudan temas ettiği yerler vardır.449 Hükme ulaşmada
kıyası ve aklî faaliyetleri sünnetten sonraya bırakır. Kıyası “genel ilke” manasında
kullandığına işaret olabilecek ifadeleri vardır.450 Kıyas metodunu kullanarak vardığı
hükümlerin içinde had ve keffâretlerin tespiti de yer alır.

Kıyas İle İstidlal Örnekleri

a. Güneş Batmadan Orucunu Bozanın Durumu

Güneş batmadığı halde battığını zannederek orucunu açan kişinin bundan


dolayı kaza etmesi gerekmez. O haliyle orucunu tamamlar. Bu hükme ulaşırken mezkûr
kişinin durumunu “unutarak orucunu yiyen” kişinin durumuna kıyas eder. Orucunu
unutarak yiyen kişinin nasıl orucu bozulmuyorsa, güneş batmadığı halde hatâen güneşin
battığını zannederek orucunu yiyen kişinin de orucu bozulmaz.451 Çünkü unutarak
yemenin ve içmenin orucu bozmayacağı hususunda mezhepler hem fikirdir. Bu
meselede “Ümmetimden üç şeyde kalem kaldırıldı (sorumluluk kaldırıldı) : Hata,
unutmak ve ikrah” mealindeki hadiste nisyanla ilgili hükmün hata için de geçerli olması
gerekir.

448
Apaydın, Yunus, “Kıyas”, DİA, XXV, 529.
449
Kevsec, Mesâil, II, 690; Kevsec, Mesâil, Kevsec, Mesâil VII, 3668.
450
Kevsec, Mesâil, II, 402; Kevsec, Mesâil, II, 827, Kevsec, Mesâil, VI, 2748.
451
Kevsec, Mesâil, III, 1237.

83
b. Arkadan İlişkinin Cezası

Ebû Hanîfe (150/767) ve İmam Malik (179/795)’e göre hayızlı iken eşiyle
cinsel münâsebette bulunan kimseye keffâret gerekmez.452 İshak b. Râhûye’ye göre ise
bu işlemi yapana keffâret gerekir. Bu keffâret de hayızın son günlerinde mi yoksa daha
başlangıcında mı olduğunu gösteren hayız kanının renklerine göre değişir. Bunun delili,
hayızlı iken cinsel münâsebette bulunmayı yasaklayan, bu işlemi yapanların Allah’ın
kıyamet gününde taraflarına bakmayacağı453 ve bunu yapan kadının ve erkeğin
lanetlenmiş olduğunu bildiren hadislerdir.454 Bir başka delil ise hayızlı kadınla ilişkiye
girenin, kâhine gidip onun söylediğini tasdik edenin ve eşine arkadan yaklaşan kişinin
Hz. Peygember’e indirelini inkâr etmiş olacağını ifade eden hadistir.455 İshak b.
Râhûye’ye göre “hayızlı kadınla ilişkide bulunan” kişi hakkında verilen hükme kıyasla
“eşine arkadan yaklaşan” kişinin de keffâret ödemesi gerekir. “Keffâretler günahların
miktarına göre olur” prensibi işletilmelidir. Dolayısıyla eşine arkadan yaklaşan kişi daha
büyük günah işlediğinden en az hayızlı kadınla ilişkiye girenin ödediği keffâreti
ödemesi gerekir.456

c. Hadlerin Tespiti

İshak b. Râhûye, kıyas yoluyla hadlerin de tespit edilebileceği görüşündedir.


Bu noktada İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel de aynı görüştedir. Hanefîler ise farklı
düşünürler. İshak b. Râhûye içki içen kişi için uygulanacak had cezasının miktarının
seksen sopa olduğunu söyler. İslam âlimleri arasında bu konuda icmâ vardır. Fakat
icmâya bir senet gerekir. İşte burada kullanılan senet kıyastır. Âmidî bunu şöyle izah
eder: Sahabe içki içen kişiye uygulanacak had cezasını istişâre ettiklerinde Hz. Ali: Bu
kişi içki içince sarhoş olur, sarhoş olunca hezeyanda bulunur, hezeyan halinde iken
iftira atar. O zaman bu kişiye tatbik edilecek had cezası iftira atan kişiye uygulanan had

452
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 384.
453
İbn Mâce, Nikâh, 29.
454
Ebû Dâvûd, Nikâh, 46.
455
İbn Mâce, Tahâret, 122.
456
Kevsec, Mesâil, IX, 4832.

84
cezası kadar olmalıdır, diyerek içki içeni iftira atana kıyas etmiştir. Neticede sahabeden
buna dair hiçbir itiraz gelmeyince üzerine icmâ edilmiş bir durum halini almıştır.457

d. Neşşeal, Tarrâr ve Nebbâşın Cezası

Kıyas yoluyla ulaştığı hükme bir diğer örnek ise neşşâl (yankesici), tarrâr,
nebbâş (kefen soyucusu, hırsızı) gibi kişilerin normal hırsızlık yapana kıyas edilerek
ellerinin kesilmesidir.458 Bu örnekler İshak b. Râhûye’nin kıyası bir metod olarak
kullandığını ortaya koymasının yanında nasla sabit olan bir hüküm varken eğer
hakkında nas olmayan bir meselede kıyas yapma imkânı varsa bunun gerekliliğini de
ortaya koymuştur.

F. ŞER‘U MEN KABLENÂ

Sözlükte “bizden öncekilerin şeriatı / şeriatları” anlamına gelen şer‘u men


kablenâ tabiri fıkıh usûlünde, Hz. Muhammed’den önceki peygamberler vasıtasıyla
bildirilen dini hükümlerin Müslümanlar bakımından geçerli ve bağlayıcı sayılıp
sayılamayacağını ele alan bölümün adı olup bu kapsamdaki hükümlerin bir kısmı bazı
usûl âlimleri tarafından belirli şartlar altında edillel-i şer’iyyeden kabul edilir.459

Şer’u Men Kablenâ İle İstidlal

İshak b. Râhûye’ye göre, babanın, evlendirdiği kızının mehrinden kendisi için


bir miktarı şart koşması caizdir. Örneğin bir baba, bin lira kızı için bin lira da kendisi
için şart koşabilir.460 İshak b. Râhûye’yi bu görüşü benimsemeye götüren etken
Kur’an’da da geçen önceki ümmetlerden Hz. Şuayb’ın Hz. Musa’ya “Bana sekiz yıl
çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum”461 ifadesidir.
Nitekim İshak b. Râhûye, Hz. Şuayb’ın kendisine hizmet karşılığında kızını
nikâhlayabileceğini söylemesi, babanın kızını nikâhlarken kendi lehine şart koşma

457
Âmidî, el-İhkâm fî usûli'l-ahkâm, IV, 64.
458
Kevsec, Mesâil, VII, 3495; İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 276.
459
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Şer’u Men Kablenâ”, DİA, XXXIX, 15.
460
Kevsec, Mesâil, IV, 1527.
461
Kasas 28 / 27

85
hakkının olduğunu göstereceğini ifade etmiştir. Diğer yandan İshak b. Râhûye’in
babanın böyle bir şartı koşmasını kabul etmesi, bir bedele karşılık olabilen menfaatin de
mehir olabileceğini kabul etmesi anlamına gelmektedir. Zira İshak b. Râhûye Kur’an
öğretmek gibi bedeli olmayan menfaatin bile mehir olabileceğini söyler.462

İshak b. Râhûye’nin şeru‘ men kablenâ’ya dayanarak verdiği furu‘ görüşleri


arasında tespit edebildiğimiz diğer örnek ise cinâye mâ dûne’n-nefs’te kısasın gerektiği
meselesidir. Bundan dolayı o, bir kişinin kafasını taş ile yaralayana da aynı cezanın
uygulanacağı görüşündedir.463 Bu konuda önceki ümmetlerden olan Yahudiler hakkında
inen“…yaralamalarda kısas vardır” ayetine dayanır.464 Bu hükme ulaşırken dayandığı
bir diğer delil hadistir. Nitekim cariyesinin başını vurarak yaralayan Yahudi’ye aynı
ceza tatbik edilmiştir.465

G. İSTİHSAN

Sözlükte “güzellik, rağbet edilen ve sevilen şey” anlamına gelen hüsn


kökünden türeyen istihsan, “bir şeyi güzel bulmak” anlamına gelir.466 Fıkıh usûlünde ise
müctehidin bir meselede icmâ, zaruret, örf, maslahat, gizli kıyas gibi özel ve daha
kuvvetli görünen bir delile dayanarak o meselenin benzerlerinde izlenen genel kuraldan
ve ilk anda hatıra gelen çözümden vazgeçmesi ve hukukun amacına daha uygun
bulduğu başka bir hüküm vermesi işlemine denir. İstihsan şer’î bir hükme ulaşmada
izlenen yöntemler veya kaynaklardan hüküm çıkarma metodları arasında yer alır.467

İstihsan delilini en çok kullanan Hanefilere göre istihsanın iki şekli vardır.
Birincisi kıyasla çatışan istihsan diğeri ise kıyasın illeti ile şer‘an muteber olan başka bir
delil arasındaki çatışmadan dolayı başvurulan istihsandır.468 Malikîler göre istihsan,
küllî delil karşılığında cüzî maslahatı almak şeklinde tarif ettikleri gibi istisnâ ve ruhsatı

462
Kevsec, Mesâil, IV, 1507.
463
Kevsec, Mesâil, VII, 3276.
464
Mâide, 5/45
465
Buhârî, Diyet, 3.
466
Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, 423.
467
Bardakoğlu, Ali, “İstihsan”, DİA, XXIII, 239.
468
Şener, Abdulkadir, Kıyas İstihsan İstıslah, 122.

86
almak üzere delîlin icabını terk etmeyi tercih etmektir. Ahmed b. Hanbel ise Ebû
Hanîfe’ye yakın bir görüşe sahiptir.469 İstihsan konusunda İmam Şâfiî’in yaklaşımı ise
olumsuzdur. O istihsanı ihdas edilmiş yeni bir şey (bid’at) ve nefsî arzulara uymak
(telezzüz) olarak değerlendirir.470

İshak b. Râhûye’nin, senedi sünnet olan istihsanı kabul etmek yerine sünnetle
amel etmiş olmayı daha doğru bulan Ahmed b. Hanbel’le aynı görüşte olup olmadığı
çok net değildir. Fakat incelediğimiz bazı meseleler, senedini sünnet, örf veya
maslahatın oluşturduğu istihsanı bir yöntem olarak kullandığını göstermektedir.

İstihsan ile İstidlal

a. Orucun Unutularak Bozulması

İshak b. Râhûye unutarak bir şeyler yiyen ve içen kişinin orucunun


bozulmayacağı görüşündedir. Kıyasa göre ilk akla gelen, yemenin ve içmenin orucu
bozmasıdır. Fakat “kim unutarak yer içerse orucunu tamamlasın Allah onu yedirdi ve
içirdi” anlamındaki hadise471 dayanarak bu kıyastan istisna etmek suretiyle, unutarak
yeme ve içmenin orucu bozmayacağı sonucuna varmıştır. Bir diğer örnek ise gece
olduğunu yani sahur vaktinin henüz çıkmadığını zannederek yemek yiyen kişinin
durumudur. Bu kişi kendisine yemek yemenin helal olduğunu zannettiği bir zaman
diliminde yediği için unutarak yiyende olduğu gibi orucu bozulmaz. Fakat ihtiyaten
kaza edebilir. Bu misalde genel ilke olarak sahur vaktinin dışında yemek yeme orucu
bozması gerekirken İshak b. Râhûye istisnâî olarak bozmayacağı hükmüne varmıştır.
Hatta bir adım daha ileri götürerek unutarak yiyen kişinin orucunun bozulmayacağında
icmâ edilmesine rağmen hata sonucu yeme ve içmeden dolayı orucun bozulmayacağına
neden icmâ edilmediğini sorgulamaktadır.472

469
Şener, Abdulkadir, Kıyas İstihsan İstıslah, 124-126.
470
Şafii, er-Risâle, 507.
471
Buhârî, Eymân ve’n-Nuzûr, 14; Nesâî, Savm, 39; İbn Mâce, Savm, 15; Ebû Dâvûd, Savm, 39.
472
Kevsec, Mesâil, IX, 4831.

87
b. Talakın Yemin Tealluku

Bir başka örnek ise bir kimse bir şeyi yapması halinde eşinin boş olacağına dair
yemin ettikten sonra o şeyi yapması durumunda eşinden boşanmış olur. Bu yeminin
köle azat etme üzerine yapılması da aynıdır. Fakat bu kişi eğer yapmayacağım diye
yemin ettiği şeyi unutarak yaparsa talak gerçekleşmez. Burada genel ilke olarak talakın
gerçekleşmesi gerekirken başka bir delilden dolayı gerçekleşmez. Muhtemelen bu delil
“ümmetimden şu üç halde bulunanlardan sorumlulukları kaldırılmıştır: hata,
unutkanlık ve ikrah” mealindeki hadistir.473

c. Mikattan İhramsız Geçme

Haccetmek niyetiyle yola çıkan kişinin mikat yerlerini ihramlı geçmesi farzdır.
İhramsız olarak harem bölgesi sınırları içine girilmez. İhramsız olarak mikat
bölgesinden geçmeğe zorlanan kişi (mükreh) de bu genel kurala göre geçemez. Fakat
herhangi bir özürden veya unutkanlıktan dolayı olursa bunda bir sakınca yoktur. İshak
b. Râhûye burada bir önceki misalde zikrettiğimiz hadiste geçen ikrah durumunu göz
önünde bulundurarak genel kuraldan istisnâ ederek bir hükme varmıştır.474

d. Ma‘dûmun Satışı

İslam hukukunda bir şeyi yapmak üzere sanat ehli ile sözleşme yapma işlemine
istısna‘ denir.475 Bir elbisenin dokumak, bir derinin tabaklanmak üzere bu işi yapanlara
teslim edilmesi işlemi buna örnek verilebilir. İshak b. Râhûye bu işlemi bir helali
haram, bir haramı da helal sayma şartı olmadıkça caiz görür. Ma‘dumun satışı caiz
olmadığından kıyasa göre bu alış veriş şeklinin geçerli olmaması gerekirken İshak b.
Râhûye, örfe ve insanların bu konudaki ihtiyacına dayanarak bu akid şekline istihsânen
cevaz vermiştir.476 Öte yandan “emanet tazmin edilmez” ilkesi gereği emanet bırakılan
kişi teaddi ve kasrı olmadıkça tazminle yükümlü tutulmaz. Fakat İshak b. Râhûye, bu

473
Nesâî, Talak, 16.
474
Kevsec, Mesâil, V, 2104.
475
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 261.
476
Kevsec, Mesâil, VI, 3068.

88
genel ilkeden istisna yaparak sanatkârların yanına bırakılan malların helak olması
durumunda sanatkârlar tarafından ödenmesi gerektiği hükmüne ulaşmıştır.477

H. SEDD-İ ZERÂİ‘

Sözlükte “kapatmak, engellemek” anlamındaki sedd ile “vesile, sebep, vasıta”


anlamındaki zerî‘anın çoğulu zerâi’den oluşan ve “yolların kapatılması, vasıtaların
engellenmesi” manasına gelen sedd-i zerâi‘ veya sedd-i zerîa fıkıh usûlü terimi olarak,
kendi başına mübah bir fiilin şer‘an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması
veya bunun kuvvetle muhtemel bulunması sebebiyle yasaklanmasını ifade eder.478

Sedd-i Zerâi‘ İle İstidlal

Bir üreticinin ürettiği üzümü dilediği kimseye satmasında bir sakınca yoktur.
Fakat İshak b. Râhûye üzüm üreticisinin, içki üretimi yaptığını bildiği birine üzüm
satışını caiz görmez. Üzüm üreticisinin bu bilgiye ulaştığı andan itibaren içki imal eden
kimseye üzüm satışı yapmaması gerekir.479 Bu meselede olduğu gibi içki üretmek için
üzüm bağı bulunan bir gayri müslimin bu üzüm bağında bir müslümanın ücret
mukabilinde bekçilik yapması dasedd-i zerâi‘ prensibince caiz değildir. Bir müslümanın
mecbur kalmadıkça gayri müslim birinin emri altında çalışması da doğru değildir.
Bundan dolayı söz konusu bağda bekçilik yapmak mekruhtur.480

İ. ÖRF

Sözlükte “iyi olan, yadırganmayan, bilinen, tanınan; peşpeşe gelen”


anlamındaki urf kelimesinin Türkçe’deki söylenişi olan örf, birçok fıkhî sonucun
belirlenmesinde kendisine atıfta bulunulan belli nitelikteki sosyal davranış biçimlerini
ve dildeki yerleşik kullanımları ifade eder.481 Tâbiîn dönemindeki bir hukukî ihtilafta
örfü belirtmek üzere “sünnet” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir.482

477
Kevsec, Mesâil, VI, 3069.
478
Dönmez, İbrahim Kâfi “Sedd-i Zerâi‘”, DİA, XXXVI, 277,278.
479
Kevsec, Mesâil, VI, 2625.
480
Kevsec, Mesâil, IX, 4671.
481
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Örf”, DİA, XXXIV, 87.

89
İshak b. Râhûye, örf manasında “insanların ameli”483, insanların muâmelesi”484
vb. ifadeleri kullanmıştır. İstihsan başlığı altında zikrettiğimiz misallerde, insanların
ameli bu yöndedir gerekçesiyle kıyastan istisna ettiği örnekler bu başlık için de
geçerlidir. Ayrıca yiyecek ve giyecek karşılığında icâre akdi yapanların bu yiyecek ve
giyeceği tesbit ederken insanlar arasında geçerli olan kaliteyi ve miktarı ölçü
almalıdırlar. Bunun yanısıra belli bir süreliğine yapılan icâre akidlerinde yeme, içme ve
ihtiyaç giderme ile çalışmaya başlama ve bitirme saatleri gibi hususlar da yine insanlar
arasında örf halini almış ölçülere göre belirlenir.485 Alış veriş akdinde konuşulan
paranın cinsi belirlenirken bir beldede tedâvülde olan dirhem veya dinar tercih
edilebilir. Burada da söz konusu beldede yerleşmiş örfe itibar edilmiştir.486

J. MASÂLİH-İ MÜRSELE

Maslahatı şer‘î ölçülere vurulduğunda üç kategoride ele alan Gazâlî


(505/1111), birincisini şeriatın itibar ettiği maslahat olarak tanımlar. Buna örnek olarak
gerçekleşmesi kıyas yoluyla sağlanan maslahatı zikreder. Şaraba kıyasla sarhoşluk
veren her yiyeceğin ve içeceğin aklın korunması amacıyla haram kılınmasını bu tür
maslahat çerçevesinde değerlendirir. İkinci olarak ise şerîatın itibar edilemeyeceğine
dair açık ifadesine rağmen maslahat düşüncesiyle verilen hükümleri zikreder.
Ramazanda cinsel ilişkiye girerek orucunu bozan bir hükümdarın öncelikle zikredilen
ceza olan köle azat etme yerine onu bu işten vazgeçirmek için ceza olarak ikinci sırada
zikredilen keffâret fetvasının verilmesini bu çerçevede değerlendirir ve bu fetvayı batıl
olarak tavsif eder. Üçüncü kısımda ele aldığı maslahat ise şerîatın ne itibar edilmesine
ne de geçersiz sayılmasına dair açık bir ifadesinin bulunmadığı maslahattır. Bu
maslahatları kuvvet derecelerine göre zarûriyyât, hâciyyât ve tahsiniyyât (tezyîniyyât)
olarak taksim eder. Bu girizgâhtan sonra maslahatı, menfeati celbetmek ve mefsedeti de
def etmek olarak tarif eder. Bu tarife izah getiren Gazâlî bu ifadesiyle insanların
maksatlarını gerçekleştirme noktasında onların salahına olan şeyleri kastetmediğini

482
Buhârî, “Buyû‘”, 95.
483
Kevsec, Mesâil, VI, 2960.
484
Kevsec, Mesâil, VI, 2720.
485
Kevsec, Mesâil, VI, 3092-3097.
486
Kevsec, Mesâil, VI, 3006.

90
ifade eder. Asıl kastettiği şeyin dinin, canın, aklın, neslin ve malın muhafazası olduğunu
ifade ettikten sonra bunların korunmasını garanti altına alan her şeyi maslahat, bunların
ortadan kalkmasına sebep olan her şeyi de mefsedet olarak görür.487

Masâlih-i Mürsele İle İstidlal

İshak b. Râhûye’ye göre yıkılmak üzere olan bir duvarın insanlar için tehlike
arz ettiği için yıkılması gerekir.488 Bir kişinin üzerine yıkılması halide maslahatla
amaçlanan unsurlardan biri olan canın korunması prensibinin ihlâli söz konusu
olacağından insanların maslahatı düşüncesiyle sahibi yıkmaya yanaşmasa bile duvarı
yıkmaya zorlanır. Hatta bu durumdaki bir duvarın insanlardan birinin veya kıymeti olan
herhangi bir nesnenin üzerine yıkılması durumunda duvar sahibinin oluşan zararı
tazmin etmesi vaciptir. Burada önceden duvar sahibi uyarıldıysa ve buna rağmen
yıkmadıysa o zaman oluşan zararı tazmin etmesi gerekir aksi halde gerekmez diyenler
olsa da uyarılsın ya da uyarılmasın iki durumda da oluşan zararı duvar sahibi tazmin
etmesi gerekir ve bu ayrım doğru değildir.489 Başka bir örnek ise mescide bir yaygı
yayan veya kandil bağlanmasından dolayı zarara uğrayanların zararlarını bunları
yapanlardan tazmin etmesi meselesidir. Bir önceki misalde olduğu gibi yaygı yayan ve
kandil bağlayanların o bölgenin insanı olup olmaması ayrımını da kabul etmez. Zira
mescide gelenlerin hepsinin niyeti ibadettir.490 İshak b. Râhûye’nin yıkılmak üzere olan
duvar sahibinin duvarı yıkmak için zorlanması gerektiği, duvar yıkıldığında da oluşan
zararı tazminle yükümlü olduğu hükmüne varmasında etkili olan delilin maslahat
olduğunu söylemek mümkündür.

İshak b. Râhûye’nin maslahat deliline dayanarak hüküm verdiği bir diğer


mesele ise bir kişinin bir topluluk tarafından öldürülmesi meselesidir. O’na göre bir
topluluk şayet bir kişiyi öldürseler, bunların hepsine kısas hükmünün uygulanır.
Topluluğun bir kısmı tutup diğer kısmı da yakalanan kişinin gözünü çıkarsa yine kısas

487
Gazzali, el-Müstasfa, 174.
488
Kevsec, Mesâil, VII, 3443.
489
Kevsec, Mesâil, VII, 3444.
490
Kevsec, Mesâil, VII, 3446.

91
yoluyla tamamının gözünün çıkarılması gerekir.491 Bu hükme varılmasında Hz. Ömer’in
San‘alıların bir kişiyi öldürmesi durumunda o öldürenlerin tamamına kısas uygulayıp
onları öldürmesi şeklindeki uygulaması etkili olmuştur. Bu olayla ilgili Hz. Ömer’in,
“Bütün San‘a o bir kişiyi öldürseydi bütün San‘a’yı öldürürdüm ifadesi” vardır. Bu
uygulamaya sahâbeden hiç kimsenin itiraz etmemesi onların bu hüküm üzerine icmâ
ettiğini gösterir. Hz. Ömer’in mezkûr ifadesi ve uygulaması, insanların canlarını koruma
maslahatına yöneliktir. Çünkü ortaklaşa işlenen cinayetlere bu ceza verilmediği, kısas
hükmü uygulanmadığı takdirde öldürme hadiselerinin artacağı ortadadır.492
Muhtemeldir ki İshak b. Râhûye de aynı gerekçe ile yani insanların canlarının
korunması maslahatı ile bu hükmü vermiştir.

Bir diğer örnek de dikiş, dokuma ve tabaklama gibi işlerle meşgul olan
sanatkârlara bu mesleklerini icra için müşteriler tarafından bırakılanların helakı
durumunda sanatkârların bedelini tazmin etmeleri yönünde verilen hükümdür. İshak b.
Râhûye de mezkûr görüştedir. Burada her ne kadar “emanet tazmin edilmez” genel
ilkesinden istisnâ edilerek bir hükme varılmış olsa da söz konusu olan şey insanların
menfaatidir. Çünkü bu önlem alınmadığı takdirde istina‘ işini yapan kimse kalmayabilir
veya sanatkârlara bırakılan şeyler helak olduğu halde hiçbir ödeme olmaz ki, bu
durumda insanlara yalan ve hile yolları açılmış olur. Bu mefsedetlerin ortadan kalkması
ve maslahatın tesisi için bu tarz meslek erbabına ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.493

K. İSTİSHÂB

Sözlükte "kısa süreli olmayan beraberlik, bir arada bulunma" anlamındaki


sohbet kökünden türeyen ve "beraberliği istemek, birlikte olmayı devam ettirmek
mânasına gelen istishâb, fıkıh usûlünde şer'î hükmü belirlemenin yanında bu hü-
kümlerin uygulanmasına ilişkin rolleri olan belli başlı şer‘î delillerden biridir. İstishâbın

491
Kevsec, Mesâil, VII, 3335; İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 371.
492
İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 367.
493
Kevsec, Mesâil, VI, 3068.

92
terim anlamı, "bir zamanda sabit olan bir durumun aksini gösteren bir delil
bulunmadıkça sonrasında da mevcut olduğuna hükmetmek" şeklinde ifade edilebilir.494

Hanbelîler, Mâlikîler, Şâfiîler’in çoğuna ve Zâhirîlere göre hükmü nefyetmede


495
ve isbat etmede istishab delildir. Hanefilere göre ise sadece def‘ içindir.496 İshak b.
Râhûye de Ahmed b. Hanbel ve İmam Şâfiî gibi istishâbı bir ilke olarak kullanmıştır.497
Kesvsec’in Mesâil’i incelendiğinde doğrudan terimsel olarak istishâba değinmemiştir.
Fakat bazı örnekler göz önünde bulundurulduğunda ictihâd faaliyeti içinde istishâbı
dikkate almıştır.

İstishâb ile İstidlal

İshak b. Râhûye, eşinin gittiği yer belli olmayan kölenin, hanımıyla


aralarındaki evliliklerinin devam ettiğine hükmetmiştir. Kölenin ölüm veya irtidat ettiği
haberi yani aradaki nikâhı ortadan kaldıracak bir durumun bilgisi eşine ulaşmadıkça
aralarındaki nikâh akdi varlığını korur.498

Bir diğer mesele ise evinin damındaki suyu dışarıya tahliye etmek amacıyla
oluk yaptıran kişinin komşusunun bu oluktan suyun akmasını engelleyecek şekilde yeni
bir bina yapmak istemesidir. İshak b. Râhûye, eğer suyun döküldüğü yerin mülkiyeti
oluk sahibine ait ise bu durumda yeni bina yapmak isteyen kişiyi bundan engelleme
hakkının olduğunu ifade eder.499 Muhtemelen, suyun döküleceği yerin mülkiyetinin
önceden oluk sahibine ait olduğunun bilinmesi, aksine bir delil olmadıkça oluk
sahibinin söz konusu yere mülkiyet hakkının hala devam ettiğini göstermektedir.
Burada İshak b. Râhûye istishâbu’l-hal prensibini kullanarak mülkiyeti ortadan kaldıran
bir şey olmadıkça mülkiyetin devamına dolayısıyla oluğu engelleyen binanın yapımını
durdurma hakkının oluk sahibinde olduğu hükmüne varmıştır.

494
Bardakoğlu, Ali “İstishâb”, DİA, XXIII, 376.
495
Şevkani, İrşâdü'l-fuhûl, II, 174.
496
Abdülazîz el-Buhârî,, Keşfü'l-esrâr, III, 436.
497
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 172.
498
İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 131.
499
Kevsec, Mesâil, IX, 4837.

93
II. HÜKÜM ÇIKARMA YOLLARI

A. MUTLAK-MUKAYYED

Mutlak, gayri muayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve herhangi bir sıfatla
kayıtlanmamış olan, mukayyed ise gayri muayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve
herhangi bir sıfatla kayıtlanmış olan lafızdır.500 İshak b. Râhûye, Evzaî, İmam Mâlik,
İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi mutlakın mukayyede, mukayyedin de mutlaka
hamlini savunan âlimler grubu içinde yer alır. Alış verişte şahit tutulması ile ilgili
mutlak olarak gelen “‫” َوأَ ْش ِهدُوا إِ َذا تَبَايَعْ تُ ْم‬501 mutlak şehadeti, talakta iki adil şahit tutulması
ile kayıtlı gelen “‫” َوأَ ْش ِهدُوا َذ َويْ َع ْد ٍل ِم ْن ُك ْم‬502 mukayyed şehâdete hamleden cumhur ulamânın
içinde İshak b. Râhûye de yer almaktadır. Buradaki iki ayette hem hüküm birliği hem de
sebep birliği vardır. Hüküm, her iki durumda da şahit tutulması yönündedir. Sebep ise
yapılan işlemi güvenceye almak ve oluşabilecek anlaşmazlığın önüne geçmektir.503

504 505
Bir diğer örnek ise yemin keffâretinde ve zıhar keffâretinde köle azat
edilmesi meselesidir. Kölenin vasfına dair bir kayıt yoktur yani köle azat edilmesini
emreden nass mutlak olarak zikredilmiştir. Hatâen adam öldüren kişinin keffâreti
mü’min bir köle azat etmesidir. 506 Hatâen adam öldürmede, görüldüğü gibi köle azad
etmeyi emreden nass, mümin olma vasfıyla mukayyed olarak gelmiştir. Bu noktada
İmam Şâfiî’nin de yaptığı gibi İshak b. Râhûye, yemin ve zıhar keffâretindeki mutlak
olarak gelen ifadeyi hatâen adam öldürmedeki mukayyed ifadeye hamletmiştir.507 Bu
örnekte keffâretin vacip olması hükmü her ne kadar bir olsa da yemin, zıhar, katl gibi
sebebler farklıdır. Fakat bu sebebleri birleştiren ortak payda ise bu fiillerin mutlak
haram olmasıdır.508 Ebû Hanîfe ise sebepleri farklı hükümleri, mutlak ve mukayyet

500
Koca, Ferhat, “Mutlak”, DİA, XXXI, 402.
501
Bakara 2/282
502
Talak 65/2
503
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XI, 599.
504
Mâide 5/89
505
Mücâdele 58/3
506
Nisâ 4/92
507
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XI, 599; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 585.
508
Attâr, Haşiyet-ü Attar, II, 86.

94
olarak zikredilen meselelerde her biriyle ayrı amel eder. Yani mutlakı mukayyede
hamletmeden nass mutlak ise mutlak olarak, mukayyet ise mukayyet olarak amel
eder.509

B. EMİR-NEHİY

İshak b. Râhûye’ye göre emir vucûb ifade eder. Ancak bir karine olması
durumunda vucûbdan başka şeye delalet eder. Emrin vucûb ifade ettiğini gösteren
birçok örnek vardır. Hz. Peygamber’in “Lut kavminin yaptığını kim yaparsa onu
öldürürün.”510 hadisinde emir sığasında gelen “öldürün” lafzından yola çıkarak livata
işini işleyenlerin öldürülmesinin vucûbuna hükmetmiştir. İshak b. Râhûye’nin, karine
olması durumunda emrin istihbab ifade edeceği yönündeki görüşünü destekleyen
örnekler de mevcuttur. Örneğin Hz. Peygamber’in öğle namazını, sıcağın şiddetini
azaltıp yerini ferahlığa bıraktığı anda eda edilmesine dair hadisinde geçen “ebridû”
(ferahlığı gözetin) lafzının her ne kadar emir sığasında gelse de karineden dolayı vucûb
ifade etmez. İshak b. Râhûye’ye göre söz konusu karine ise aynı hadis metninde geçen
“sıcağın şiddetinin azalması” ifadesidir.511

İshak b. Râhûye’ye göre nehiy sığası tahrim ifade eder. Nehiy sığasının
kullanımındaki gerçek maksat budur. Bunun dışında kerahet, dua, irşad, tey’is gibi
anlamlarda kullanılmayacağını ifade etmiştir. Bu manalarda kullanılması ancak mecaz
yoluyla olabilir. İshak b. Râhûye, karine olduğunda ise nehiyden maksadın tahrim değil
de bu sayılanlardan birisi olabileceği fikrindedir.512

C. MEFHÛMÜ’L-MUHÂLEFE

İshak b. Râhûye’nin mefhûmü’l-muhâlefe diye isimlendirmese de hükme


ulaşırken bu metodu kullanmaktadır. Efendiye mükâtebe akdini bozma yetkisini bu
metoda göre vermiştir. Çünkü “Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve
cariyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve

509
Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, I, 271.
510
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 300; Ebû Dâvûd, Hudûd, 29.
511
Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîh-i Müslim, V, 117.
512
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 193.

95
513
güvenilirlik) görüyorsanız hemen mükâtebe yapın.” mealindeki bu ayete ‘hayır’
ifadesini mal ve meslek olarak anlamıştır. Akdin gerçekleşmesi için ‘hayır’ın
bulunmasını bir gereklilik olarak görmüştür. Bundan yola çıkarak bu özelliği olan
kölelerle mükâtebe akdi yapılabileceği aks, takdirde akit yapılmış olsa bile bu özellik
ortadan kalkınca efendinizi akdi bozma yetkisi olduğunu belirtmiştir.514

D. ÂM-HÂS

İshak b. Râhûye’nin âm bir lafzın âm olma özelliğinden yola çıkarak hükme


ulaştığını söylemek mümkündür. Örneğin Eşlerden kocanın Müslüman, kadının ise
Hıristiyan, Yahudi veya köle olması durumunda liânı gerektirecek şartlar oluştuğunda
tıpkı Müslüman karı-koca arasında olduğu gibi bu sayılanlar arasında da liân/mülâane
yapılmasının caiz olup olmadığı hususunda hiçbir farkın olmadığını, kadının ister
Hıristiyan, ister Yahudi, ister köle olsun liân yapabileceğini ifade etmiştir. Bu
görüşünün gerekçesi, bahsi geçen kadının eş olma vasfının liân için yeterli olmasıdır.
Zirâ ayette “Eşlerine zinâ isnadında bulunup da…”515 şeklinde zikredilmektedir. O
zaman “eşler” ifadesi bütün bu sayılan kadınların tamamını kapsadığından kadının
Hıristiyan, Yahudi veya köle olması durumunda da liânı gerektirecek bir durum söz
konusu olduğunda eşlerin lanetleşebileceği sonucuna varmıştır.516

E. ARAPÇA DİL KAİDESİ

İshak b. Râhûye, kitaptan delil getirirken kullandığı yöntemlerden biri ayeti


zikretmekle kalmayıp ayrıca Arapça dil kurallarını da işleterek ayette belirtilen hükmün
bağlayıcılık açısından kuvvetini de tesbit etmeye çalışmasıdır. Örneğin umre yapmayı
vacip olarak kabul etmektedir. Bu görüşünü “Haccı ve umreyi Allah için tam
yapın…”517 anlamındaki ayete dayandırmıştır. Bunu vacib olarak görmeyenlere itiraz
ederken Kur’an ayetindeki ifadenin Arapça kurallar ile düşünüldüğünde “tamamlayınız”

513
Nur 24/33
514
Kevsec, Mesâil, VIII, 4407
515
Nur 24/6
516
Kevsec, Mesâil, IV, 1986.
517
Bakara 2/196

96
manasındaki “etimmû” emrinin vucûb için olduğunu dile getirmiştir. Bu emir haccı
kapsadığı gibi “hacc” kelimesinin üzerine atıf yoluyla bağlanan “umre” kelimesini de
kapsayacağından umre de hac ile aynı hükmü alır. Eğer "umre” kelimesi “hacc”
kelimesi üzerine atfedilmezse bu durumda “umre” kelimesinden itibaren yeni bir
cümlenin başlaması gerekir ki, bu da mana açısından uygun düşmemektedir.518

518
Kevsec, Mesâil, V, 2076.

97
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

FURU‘ FIKIH DÜŞÜNCESİ

İshak b. Râhûye’nin fıkıh bablarının tamamıyla ilgili görüşleri vardır. Bu


görüşleri içinde diğer müctehitlere muvafık olmakla beraber onların tamamından farklı
bir sonuca ulaştığı meseleler de vardır. Bu, onun mutlak müctehid olduğunun bir
sağlaması olarak da düşünülebilir. Bu düşüncenin bir başka destekçisi de vefatından
hemen sonraki eserlerde mutlak müctehid olarak bilinen isimlerle birlikte anılmasıdır.
Yukarıdaki düşüncenin göstergesi olarak bu başlık altında furu‘ görüşlerine yer
verilecektir. Bunların tamamını zikretmek tezin hacmi açısından mümkün olmadığından
miras hukuku hariç diğer fıkıh bablarıyla ilgili görüşlerinin bir kısmını ele alacağız. Bir
de diğer müctehitlerden farklı düşündüğü meselelere yer vereceğiz. Konular ele
alınırken yer yer diğer müctehidlerin görüşleri de zikredilecektir. Böylelikle İshak b.
Râhûye ile aynı fikirde olanlar ile ihtilaf halinde olanlara dair bilgi verilmiş olacaktır.

İshak b. Râhûye’ye ait görüşler incelenirken meselenin hükmünü ifade için


kullandığı tabirler ile tam olarak neyi kastettiğinin tesbitini yapmak bazı güçlükleri
barındırmaktadır. Buna mukabil bazı tabirleri de gayet açıktır. Örneğin “Bu haramdır”
ifadesinden haram, “ekrahühû (onu kerih görüyorum)” ifadesinden kerahet hükmü
anlaşılır. Bunların dışında “ehâfü (korkarım)”, “ehabbe ileyye (bana sevimli gelen)”,
“e‘cebe ileyye (bana acyip geldi)”, “hasenün (güzel)” gibi tabirleri de kullanmıştır.
Bunlar ile tam olarak neyi kasdettiğini kestirmek kolay olmadığından net bir sonuca
varmak zordur. Bunu zorlaştıran bir başka unsur ise İshak b. Râhûye’nin verdiği
cevapların aktarımıdır. Yani bu cevap niteliğindeki ifadelerin birebir ona mı ait olduğu
yoksa Kevsec’in sunumu mu olduğunu ayırt etmek güçtür.

I. İBÂDETLER

A. TAHÂRET

Temizlik bahsinde İshak b. Râhûye’nin, sular, namaz abdesti, mest ve gusül


abdestiyle ilgili görüşlerinin bir kısmına değinilecektir.
İshak b. Râhûye’ye göre deniz suyu hem temiz hem de temizleyicidir.519
Necaset düştüğünde necis olmayan çok suyun miktarı kulleteyn (iki kulle)dir.520 Bu
vasıflardaki bir su birikintisine necaset düştüğünde eğer o su birikintisi iki kulleden
fazla ise su necis olmaz aksi takdirde necis olur.521 Cünüp ve hayız olanın elinin temas
ettiği su da temizdir.522 Su bulunmadığında teyemmüm etmekle birlikte nebizle abdest
alınabilir.523 Necaset şüphesi olan sular temiz ve temizleyici olmakla birlikte kullanımı
mekruhtur. Eşeğin ve katırın artığı,524 kişinin bevlinin karışma ihtimali olduğundan
gusül alınan su525 ve hayvanların tersleri ile necasetle tutuşturulan ateşin dumanının
düşme ihtimali olduğundan hamam suyu böyledir.526 Rengi, kokusu veya tadı
değiştiğinde suyun hükmünde de değişme olur.527

Suyun abdest uzuvlarına ulaşmasını engelleyen şeylerin giderilmesi gerekir.


Örneğin abdest aldıktan sonra eli boya olan kadın o hali ile namazını kılabilir. Fakat
yeniden abdest alması gerektiğinde elindeki boyayı iyice çıkarması gerekir.528 Hatta
abdest alırken tırnakların yerinin yıkanmaması halinde abdestin iadesi gerekir.529
Abdest için niyet etmek vaciptir. Niyet olmadan abdest geçersizdir. Bundan dolayı
birisine öğretme maksatlı abdest alan kişi abdestsiz sayılır.530 İshak b. Râhûye’nin bu
görüşte olmasında etkili olan Ameller niyetlere göredir531hadisidir.532

519
Kevsec, Mesâil, II, 328.
520
Bir kulle 108 kiloluk su küpüdür. Kulleteyn ise 208 kiloluk su küpüdür. Bkz. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk
Terimleri Sözlüğü, 318.
521
Kevsec, Mesâil, II, 306.
522
Kevsec, Mesâil, II, 324.
523
Kevsec, Mesâil, II, 316; İbn Münzir, el-Evsat, I, 255.
524
Kevsec, Mesâil, II, 307; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 70.
525
Kevsec, Mesâil, II, 332.
526
Kal‘acî, Mevsûatü fıkhı İshak b. Râhûye, 704.
527
İbn Münzir, el-Evsat, I, 284.
528
Kevsec, Mesâil, IX, 4708.
529
Kevsec, Mesâil, II, 265.
530
Kevsec, Mesâil, II, 273.
531
Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
532
İbn Münzir, el-Evsat, II, 36.

99
1. Abdestin Farzları

Niyet etmek, bütün hadeslerden temizlenmek için şarttır. İshak b. Râhûye’ye


göre de abdest almak için niyet etmek gerekir. Abdestin yanı sıra gusül ve teyemmüm
için de niyet gereklidir. İmam Malik ve İmam Şâfii de bu görüştedir.533 Abdeste
başlarken besmele çekmek de farzdır. Kasten terk eden kişinin abdesti iade etmesi
gerekir. Unutarak terk ederse veya unuttuktan sonra geri dönüp tamamlarsa abdesti
geçerli hale gelir.534 Yüzü yıkamanın farz oluşu Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda
yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip topuk kemiklerine kadar
ayaklarınızı yıkayın.535 ayetiyle sabittir. Abdeste yıkanması gereken yüzün içine gözün,
burnun ve ağzın içi ile kirpik, sakal ve bıyığın kökü dâhil değildir. Ağız ve burun yüze
dâhildir. Sakalları hilallemek vaciptir, kasten terk eden kişinin abdesti iade etmesi
gerekir. Sehven terk eden veya terk ettikten sonra hatırlayarak dönüp hilalleyen kişinin
abdesti ise geçerlidir.536 Mazamaza ve istinşak da farzdır.537 Kasten terk eden kişinin
abdestini iade etmesi gerekir. Ağız ve burun yüzden sayıldığından yıkanması farzdır.538
Kolları yıkanırken buna dirsekler de dâhildir. Çünkü “‫ق‬ ِ ِ‫”وأَ ْي ِديَ ُك ْم إِلَى ْال َم َراف‬
َ ayetinde geçen
“‫ ”إِلَى‬harfinin iki manası vardır. Birincisi gaye manası, diğeri ise “ ‫َو ََل تَأْ ُكلُوا أَ ْم َوالَهُ ْم إِلَى‬
‫ ”أَ ْم َوالِ ُك ْم‬ayetinde olduğu gibi “‫ ”مع‬yani birliktelik manasıdır. Kolların yıkanmasının
farziyetini bildiren ayette de “‫ ”إلى‬harfinin “‫ ”مع‬manasında olduğunu söylemiştir. Teknik
ifadesiyle gâye’yi mügayyâ’ya dâhil etmiştir.539 Başı meshetmek de farzdır. Bunun
delili …Başlarınızı meshediniz540 ayetidir. Başın meshedilme şekli kadın ve erkek
açısından az da olsa farklılık gösterir. Erkek başını önden arkaya ve arkadan öne olmak
suretiyle mesheder. Kadın ise başının ön kısmını ve arka kısmını mesheder. Eğer saçı
örgülü ise örgülü olan kısmını mesheder. Kadın sadece başının ön kısmını meshederse

533
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 82.
534
Kevsec, Mesâil, II, 264;
535
Mâide 5/6
536
Kevsec, Mesâil, II, 269.
537
Kevsec, Mesâil, II, 402.
538
Kevsec, Mesâil, II, 276.
539
İbn Münzir, el-Evsat, I, 90.
540
Mâide 5/6

100
bu da yeterlidir.541 Hz. Peygamber, sarık ve perçem veya sadece sarık üzerine mesh
ettiğinden sarık üzerine mesh edilebilir. Fakat ayaklara giyilen mestte olduğu gibi
sarığın baştan çıkma durumunda abdest bozulur.542 Kulaklar yüze dahildir.543 Fakat
abdest alırken meshedilmesi açısından müstakil bir uzuv değildir. Bundan dolayı
kulakların ön kısımları yüz yıkanırken yıkanmalı, arka kısımları da baş meshedilirken
meshedilmelidir. Bir başka görüşüne göre mesih, kulakların ön ve arka kısımlarına
yapılır.544 Fakat başın meshedilmesi esnasında eğer kulaklar kasıtlı olarak
meshedilmezse bu durumda abdest olmaz.545Abdestte ayakları yıkamak da farzdır.546
Abdest uzuvları yıkanırken Kur’an da zikredilen sırayı gözetmek yani tertip farzdır.
Bilerek veya unutarak tertibi bozarak abdest alanın abdesti geçerli değildir.547 İmam
Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr de bu görüştedir. 548 İmam Şâfiî bu
görüşünü “Şüphesizi Safa ve Merve Allah’ın nişanelerindendir”549 ayetiyle açıklar.
Nasıl ki Allah (c.c.) Safa ile başlamış ise sa‘ye başlanırken de zikredilen sıraya riayet
edilerek Safa ile başlanır. Aynı durum abdest uzuvlarının yıkanma sırasını bildiren ayet
için de geçerlidir.550 Bir uzvu sırasına göre daha önce yıkarsa sırasına göre yıkamadığı
uzuvlarını tekrar yıkaması gerekir. Başını meshettiğini unutan kişi bunu namazda
hatırlarsa derhal namazını bozup başını mesheder ve sonra da ayaklarını yıkar. Çok
miktarda bir suya düşen kişinin abdesti geçerli değildir. Çünkü tertip gözetilmemiş
olur.551 Abdestte ve sa‘yde müvalât konusunda Ahmed b. Hanbel ile aynı fikirdedir.
Abdest uzuvlarının yıkanırken biri kurumadan diğerinin yıkanması gerekir. Aksi
takdirde abdestin iade edilmesi gerekir.552

541
Kevsec, Mesâil, II, 280.
542
Kevsec, Mesâil, II, 291.
543
Begavî, Şerhu’s-sünne, I, 441.
544
Kevsec, Mesâil, II, 278.
545
İbn Münzir, el-Evsat, I, 405.
546
Mâide 5/6
547
Kevsec, Mesâil, II, 265.
548
Nevevî, el-Mecmû‘ şerhu’l-mühezzeb, I, 443.
549
Bakara 2/158
550
İbn Münzir, el-Evsat, I, 422.
551
Kevsec, Mesâil, II, 273.
552
Kevsec, Mesâil, V, 2259.

101
2. Abdesti Bozan Şeyler

İdrar ve dışkı yollarından idrar, dışkı, meni, mezi ve vedinin çıkması, sesli veya
sessiz yellenmek abdesti bozar.553 Burun kanaması ve hacamat gibi durumlarda
bedenden çıkan kan da abdesti bozar. Fakat ağızdan çıkan az kanın akıcı olmaması
sebebiyle abdest bozulmaz.554 Boğaz yoluyla mideden gelen şeyler hades hükmünde
olduğundan az veya çok olsun abdesti bozar.555 Başka bir rivayete göre kanın dışında
kusmuk vb. şeylerin bedenden çıkması halinde abdest bozulmaz. Bu tür şeyler ter
gibidir.556 Delirme, bayılma ve uyuma da abdesti bozar.557 Kadın veya erkek tarafından
olsun ön veya arka tenasül uzvuna ister bilerek ister hata ile dokunulması da abdesti
bozar.558 Ayrıca ölü yıkamak559, pişmiş deve eti yemek560 ve kesilmeksizin idrar
gelmesi gibi abdesti bozan bir şeyin devam etmesi de abdesti bozar. Öpmek ve şehvetle
kadına dokunmak da İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel’e göre abdesti bozar.
Hanefilere göre kadına dokunmak ister şehvetli olsun ister şehvetsiz olsun abdesti
bozmaz. Şâfiîlere göre ise mutlak olarak kadına dokunmak abdesti bozar. Bu farkın
nedeni “‫”أو َلمستم النساء‬561 ayetindeki lems’e yüklenen anlamdır. Şâfiîler mutlak dokunma
anlamında alırlarken Hanefîler zikredilen fiilin yapısı (binası) müşâreket (işteşlilik)
bildirdiği için söz konusu fiili iki kişinin yapması gerekeceğinden cinsel ilişki
anlamında almışlardır. Hanefîler ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerine dokunduktan sonra
abdest almadan mescide namaz kıldırmaya çıkmasını da görüşlerine delil olarak
zikretmişlerdir.562

553
Kevsec, Mesâil, II, 386.
554
Kevsec, Mesâil, II, 360.
555
Kevsec, Mesâil, II, 361.
556
Kevsec, Mesâil, II, 365.
557
Kevsec, Mesâil, IX, 4902.
558
Kevsec, Mesâil, II, 300.
559
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 217.
560
Kevsec, Mesâil, II, 409: İmam Şâfiî’nin iki görüşnden biri de bu yöndedir. Bkz: İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 211.
561
Maide 5/6
562
Serahsî, Mebsût, I, 67; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 219.

102
3. Mest

Mest üzerine mesh etmek sünnete ittiba olacağından ayakları yıkamaktan


faziletlidir.563 Meshetmekten uzaklaşmak için mest giymeyi terk eden kişi sünnete
muhaliftir.564 Bir mestin topukları örtmesi, abdest alındıktan sonra giyilmesi, zaruri bir
durum olmadıkça elin ayası ile meshedilmesi, mesh ederken niyet edilmesi ve meshin
yerine gelebilmesi için mestin üstünün mesh edilmesi gerekir.565 İshak b. Râhûye,
Hasan Basrî, İbrahim en-Nehaî, İmam Mâlik, Müzenî, Ebû Sevr ve Ehl-i Re’y gibi
çorap üzerine meshedilmesine cevaz verir. İmam Şâfiî ise “Allah yıkamayı emretti”
demiştir. Çorap üzerine mesh edildiği takdirde emredilen şey yerine
getirilmeyeceğinden buna cevaz vermemiştir.566

Meshin müddeti, abdest alınıp giyildikten sonra abdestin bozulmasıyla


başlar.567 Bu süre mukim için bir gün bir gece, yolcu için ise üçgündür.568 Ehl-i Re’y,
Süfyan es-Sevrî, Atâ b. Ebî Rebâh ve Şâfiî mezhebinin kabul edilen görüşüne göre de
böyledir.569Mesh müddetinin bitmesi veya mestin ayaktan çıkmasıyla mesh ile alınan
abdest bozulur.570

4. Gusül

Gusül abdesti su ile alınmalıdır. Su ismini kaybetmiş şeylerle caiz değildir.


Gusül alınan yerin necasetten arındırılmış olması müstehaptır. Su akıcı olsa bile gusül
alınan yerde küçük abdest bozmak mekruhtur.571

Gusül almayı gerektiren haller şunlardır: Hayız, nifas, istihâze ve cünüplük.


Cuma günü için fecrin doğuşundan başlamak suretiyle gusül almak vaciptir. Bayram

563
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 316.
564
Kevsec, Mesâil, II, 293.
565
Kevsec, Mesâil, II, 285.
566
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 312.
567
Kevsec, Mesâil, II, 287.
568
Kevsec, Mesâil, II, 283.
569
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 322.
570
Kevsec, Mesâil, II, 287.
571
İbn Münzir, el-Evsat, I, 332.

103
namazına gitmeden gusül almak ise müstehaptır.572 Bir de kişi müslüman olduğu zaman
ona gusül abdesti alması emredilir.573 İshak. Râhûye, Hz. Peygamber bayılıp kendisine
geldiğinde gusül almasından yola çıkarak delirdikten sonra aklı başına gelen ile
bayıldıktan sonra kendisine gelenin gusül olması gerektiğini söyler.574

B. NAMAZ

İshak b. Râhûye, namazı Müslüman olmanın alemetlerinden biri olarak görür.


Kâfir olduğu bilinen birinin namaz kıldığı görüldüğünde o kişinin Müslüman olduğuna
hükmedilir. Fakat imanlı olduğu bilinen kimsenin namazlarını kıldığına hükmedilmez.
Ona göre Yüce Allah’ın devam edilmesine bizzat dikkat çektiği için beş vakit namazın
içinde en faziletli namaz ikindi namazıdır. Namazı kasten özürsüz olarak terk eden kâfir
olur.575

1. Namazın Farzları

Namaz kılınacak mahallin ve namaz kılanın üzerindeki elbisenin temiz olması


gerekir. İdrar ve dışkı necaset olduğundan namaz kılınan mahaldeki “kazurât” babından
kabul edilen diğer pislikler namazın iadesini gerektirmese de bir dirhem miktarından
fazla576 bulunduğunda o şekliyle kılınan namaz mekruhtur.577 Eğer bu kabilden pislik
olmazsa ayakkabı ile namaz kılmak sünnettir.578 Hadesten tahâret, abdest ve gusul
almakla yerine getirilir. Devamlı surette idrarı gelen kişi eğer idrarını tutmaya gücü
yeterse tutabildiği zaman diliminde namazını kılar. Eğer tutamazsa o zaman elbisesine
gelen idrara aldırmadan müstehâze gibi namazını kılar.579 Namaz kılacağı zaman
kadının üzerinde bütün bedeni örten gömlek ve başını örten örtü olmak üzere en az iki
elbisenin olması zaruri, üç parça ile örtünmesi ise müstehabtır.580 Bunu bildiği halde

572
İbn Münzir, el-Evsat, IV, 256.
573
Kevsec, Mesâil, IX,4705.
574
Kevsec, Mesâil, IX,4902.
575
Azîmâbâdî, Avnü'l-ma‘bud, II, 115.
576
Begavî, Şerhu’s-sünne, II, 159.
577
Kevsec, Mesâil, II, 644.
578
Kevsec, Mesâil, II, 836.
579
Behûtî, Keşşâfu’l-kınâ’ ‘an metni’l-iknâ’, I, 217.
580
Kevsec, Mesâil, II, 464.

104
başı açık namaz kılarsa namazını iade etmesi gerekir. Eğer bilmiyorsa gerekmez.581
Çıplak olanlar namaz kılacakları zaman ayakta rükû ve secde yapmadan elleriyle avret
mahallerine dokunmadan mezkûr mahalli kapatarak namazlarını imâ ile kılarlar.582

Kâbe’yi gören kişinin kıbleye tam dönmesi gerekir. Eğer Kâbe’yi görmüyorsa
onun bulunduğu tarafa dönmesi yeterlidir. Kıbleyi araştırdıktan sonra durduğu namazın
ortasında kıblenin yanlış olduğunu anlarsa doğru tarafa döner ve namaza devam eder.
Eğer namazı bitirdikten sonra anlarsa iade etmesi gerekmez, çünkü başlangıçta kıbleyi
araştırmıştır.583 İshak b. Râhûye, kıbleyi tayin etme imkânı olanla olmayanı ayırt eder.
Şehirde yaşayan kişinin kıbleyi bulma imkânı olduğundan kıbleden başka bir tarafa
döndüğünde bunu fark etmesi durumunda namazını iade eder. Aynı durum kıbleyi
bulma imkânı olmayan yolcu veya zulme maruz kalma durumunda olan birisi için söz
konusu olduğunda iade etmesi gerekmez.584 İmam namaz kıldırırken arkasındaki safın
iki ucunun imamın hizasına gelmesi veya imamı da geçip öne doğru kıvrılması namazı
bozmaz. Fakat kıvrılan safta bulunanların yönlerinin kıbleden dönmesi durumunda
namaz bozulur.585 Gemide kıbleye yönelerek namaza durulur. Daha sonra geminin
başka taraflara dönmesi namaza zarar vermez.586 Nafile namaz dışında Kabe’de namaz
kılmak caiz değildir.587 Çünkü Kâbe’nin dışında kılınması durumunda Kâbe’nin
tamamına yönelmek söz konusudur.

Misvak kullanmak namazın şartlarındandır. Eğer misvak kullanılmazsa bu


durumda namazın iadesi gerekir. Ebû Davud da aynı görüştedir. Bu görüşte olmalarının
nedeni “Ümmetime meşakkatli olacağını bilmeseydim onlara her namazada misvak
kullanmayı emrederdim” hadisidir.588 “Emrederdim” ifadesinin vucûb ifade ettiği
kanaatindedir. Bunun bir başka göstergesinin de meşakkatin zikredilmesi olduğunu

581
İbn Münzir, el-Evsat, V, 71.
582
Kevsec, Mesâil, II, 465.
583
Kevsec, Mesâil, II, 640.
584
Kevsec, Mesâil, II, 847.
585
Kevsec, Mesâil, II, 848.
586
Kevsec, Mesâil, II, 746.
587
Kevsec, Mesâil, V, 2263.
588
Buhârî, Cuma, 7.

105
söyler. Zîra meşakkat nedb ile değil vucûb ile bir arada bulunacağını ifade eder.589
Namaz kılınacak yerin, elbisenin ve abdest alınacak suyun helal olması gerekir. Ancak
bunları temin etmede zor durumda kalınmış ise ve Cuma namazının da kılınması
gerekiyorsa bu durumda sadece farz kılınır, nafile namaz kılınmaz.590

Niyet etmek namazın sıhhat şartlarındandır. Niyeti iftitah tekbiri ile birlikte
almak ise sünnettir. İshak b. Râhûye niyetin farz olmasıyla ilgili iki delil getirir.
…Namaza kalktığınız zaman591 burada Allah (c.c.) insanlara anlayabilecekleri şeyle
hitap etmiştir. Ayrıca bu hitapta yönelme, kasttetme manası vardır. Her işte olduğu gibi
namaza başlarken de niyet edilmesi gerektiğini gösteren diğer delil ise Ameller niyetlere
göredir hadisidir.592

Namaz, vaktin girmesiyle eda edilir. İshak b. Râhûye’ye göre namaz vakitleri
şöyledir: Sabah namazının gales vaktinde kılınması müstehabtır. Gales’ten maksat
imsak vaktinin girmesinden az bir süre geçtikten sonraki vakittir. İsfirarla ilgili gelen
hadislerden maksadın namazı tehir etmek değil, fecrin doğuşunu belirginleştirip sabah
namazı vaktinin girip girmediği noktasındaki şüpheyi gidermektir.593 Öğle namazının
vakti zeval vaktinden, yani güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru eğilmesinden
itibaren başlar ve güneş tam tepedeyken eşyanın yere düşen gölge uzunluğu (fey-i
zeval) hariç, her şeyin gölgesi kendisinin bir misline ulaştığı zamana kadar devam eder.
Daha sonra fey-i zeval hariç her şeyin gölgesi kendisinin iki misli olduğunda ikindi
vakti girer. Bu aradaki kalan zaman dilimi hem öğle hem de ikindi namazına aittir. Her
şeyin gölgesi fey-i zeval hariç kendisinin iki misline ulaştığında artık vakit tamamen
ikindi vaktine ait olur.594 Öğle namazının vakti aynı zamanda Cuma namazının vaktidir.
Fakat zevalden önce gündüzün tam ortası namaz için mekruh vakit kabul edilmesine
rağmen Cuma namazı kılınmasına ruhsat vermiş, bu vakti mekruh vakit olarak

589
Nevevî, el-Mecmu, I, 271; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 108.
590
Kevsec, Mesâil, II, 646.
591
Mâide 5/6
592
Kevsec, Mesâil, II, 421.
593
Kevsec, Mesâil, IX, 4829; Kevsec, Mesâil, II, 434.
594
Kevsec, Mesâil, II, 434; Kevsec, Mesâil, II, 437; Kevsec, Mesâil, II, 438.

106
görmemiştir.595 İkindi namazının vakti, fey-i zeval hariç her şeyin gölgesi kendisininin
bir misli olunca başlar. Güneşin parlaklığı değişmeden net güzkütüğü sürece kılınır. Bu
da vakit girdikten sonra seri yürüyüşle beş mil kadar yürüme mesafesine tekabül eder.
Güneşin batmasından önce namaz kılan kişinin dört rekât kılacak kadar vakit bulmasına
kadar devam eder.596 Akşam namazının vakti güneşin batmasından başlayıp şafağın
kaybolduğu vakte kadar devam eder. Bu kızıllığın kaybolmasından itibaren yatsı namazı
597
vakti girer. Şafağın kaybolmasından başlayıp gece yarısına kadar devam eder. Yaz
ve kış aylarında yatsı namazının tehir edilmesi uygundur.598 Fakat gece yarısından sonra
bırakılmaması gerekir.599

İshak b. Râhûye’nin namazın rükünleri olarak gördüğü hususlar şunlardır:


Birincisi iftitah tekbiridir. Yanlışlıkla veya bilerek terk edildiğinde namazın iadesi
gerekir.600 Namazdaki kıyam rüknü ayakta yerine getirilir. Ayakta durmaya gücü
yetmeyen kişi bu durumda namazını oturarak kılar. Gemide de olsa eğer ayakta
durmaya gücü yetiyorsa namazını ayakta kılar.601 Kıraat namazın rükünlerindendir.
İshak b. Râhûye’ye göre namazın rakâtlarının çoğunda Fâtiha’yı okumak vaciptir.602
Fâtiha’nın okunmadığı namazı geçerli değildir. Berâe sûresi hariç surelerin başındaki
her besmele bir ayettir.603 İmama uyan kişi imamın açıktan okuduğu yerlerde okumaz.
Fakat imamın durduğu yerlerde Fatiha’yı okuyabilir. İmamın gizli okuduğu yerlerde ise
muktedi kendisi de okuyabilir.604 Fâtiha’nın sonunda imamın ve cemaatin “âmin”’i sesli
söylemesi sünnettir. Hatta imamın sesini biraz daha yükselterek arka saflara duyurması
güzeldir.605 Sabah namazında tıvâl-i mufassal, akşamda ise kısâr-ı mufassal sureler
okunur. Kırk ayet miktarınca okumak müstehaptır. Üç ayetten daha az okumak ise

595
Kevsec, Mesâil, II, 434.
596
İbn Münzir, el-Evsat, II, 332.
597
Kevsec, Mesâil, II, 431.
598
Kevsec, Mesâil, II, 436.
599
İbn Münzir, el-Evsat, II, 344.
600
İbn Münzir, el-Evsat, III, 78.
601
Kevsec, Mesâil, II, 745.
602
Begavî, Şerhu’s-sünne, III, 46.
603
Kevsec, Mesâil, II, 536.
604
Kevsec, Mesâil, II, 546.
605
Kevsec, Mesâil, II, 550.

107
mekruhtur.606 İshak b. Râhûye tekbiri iki kısımda değerlendirir. Birincisi: Namaza
başlama tekbiridir, ikincisi ise secde ve rükû tekbirleridir. Bu ikinci tür tekbirlerin
kasden terk edilmesi durumunda namazın iadesi gerekir.607 Rükû ve secde halinde
yapılan tesbihler namazın rükünlerindendir. Kasden terk edilmesi durumunda namaz
batıl olur.608 Rükûdan doğrulurken belinin düz oluncaya kadar doğrulması yani
tuma’nîne hali de namazın rüknüdür.609 Rükûdan doğrulduktan sonra söylenen rabbenâ
lek’l-hamd sözü ile iki secde arasında söylenen rabiğfirlî sözü de namazın
rükünlerindendir. Bunların terkedilmesi durumunda namazın iadesi gerekir.610

Birinci ve son oturuş esnasında tahiyyatı okumak da namazın rükünlerindendir.


Hiçbir halde terk edilmemelidir.611 Tahiyyattan sonra Hz. Peygamber’e salât ü selam
okumak ise vaciptir. Kasden terk edilmesi durumunda namaz batıl olur. Yanlışlıkla terk
edilmesi durumunda ise namazının geçerli olabileceğini umduğunu söyler. Namazın
sonunda selam vermek ise vacip değildir.612 Başka bir rivayette ise namazdan çıkmak
için selam vermek farzdır.613 Birinci oturuşta tahiyyâtın dışında salat-ü selam ve başka
bir şeyin okunması mekruhtur.614

2. Namazı Bozan Şeyler

İshak b. Râhûye’ye göre bu sayılan şartlardan veya rükünlerden birinin terk


edilmesi halinde namaz bozulur. Bunun yanı sıra cemaatle kılınan namazda tek başına
arkada kılanın namazı da bozulur.615 Namaz kılanın önünden siyah köpek geçmesi
halinde de yine namaz bozulur.616 Bunlardan başka konuşmak, yemek, içmek ve gülmek

606
Kevsec, Mesâil, II, 752.
607
Kevsec, Mesâil, II, 520, 521.
608
Kurtubî, , el-Câmi’u li ahkâmi’l-Kur’an,I, 172.
609
Kevsec, Mesâil, II, 508.
610
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 186.
611
Nevevî, el-Mecmu‘, III, 462.
612
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, II, 321; Şevkânî, Neylü'l-evtâr şerhu münteka'l-ahbâr, II, 352.
613
İbn Hazm, Muhallâ, III, 276.
614
İbn Münzir, el-Evsat, III, 209.
615
Kevsec, Mesâil, II, 615; İbn Hazm, Muhallâ, IV, 60.
616
Kevsec, Mesâil, II, 641.

108
gibi şeyler de namazı bozar.617 İshak b. Râhûye, erkekle aynı hizada namaz kılan
kadının namazının bozulacağını fakat erkeğin namazının geçerli olduğunu ifade eder.618

3. Namazı Bozmayan Şeyler

İshak b. Râhûye’ye göre yılan ve akreb gibi zararlı hayvanların namazda iken
öldürülmesi namazı bozmaz.619 Kelam değil de ses olduğundan dolayı namazda
üflemek,620 yemek manası taşımadığından ağzın içinde kalmış küçük bir şeyi yutmak,621
verilen selamı almak gibi aşırıya kaçmadan yapılan işaret,622 sesi yükseltmek suretiyle
namazda iken başkasını uyarmak,623 kısa bir müddet avret mahallinin açılması,624
kasıtsız olarak rahmet ayeti yerine azap ayeti veya tam tersi kıraatte bulunmak625 ve
selamdan önce teşehhütten sonra namazı bozacak bir hususun meydana gelmesi namazı
bozmaz.626

4. Namazların Cem‘i Meselesi

Hacılar öğle namazı ile ikindi namazını Arafat’ta, akşam namazı ile yatsı
namazını da Müzdelife’de cem ederler. Yolculuk esnasında da öğle ile ikindiyi ve
akşam ile yatsıyı cem etmek caizdir. Bunların dışında yağmurlu gecelerde de buna
cevaz vermiştir.627 Hasta ve namazları vakitlerinde kıldığında meşakkate düşecek kişi
için de cem caizdir.628

617
Kevsec, Mesâil, II, 388.
618
İbn Münzir, el-Evsat, V, 109.
619
Kevsec, Mesâil, II, 466.
620
Irakî, Tarhu't-tesrîb, II, 385.
621
Kevsec, Mesâil, II, 408.
622
Kevsec, Mesâil, II, 624.
623
Kevsec, Mesâil, II, 631.
624
Kevsec, Mesâil, II, 718.
625
Kevsec, Mesâil, II, 534.
626
Kevsec, Mesâil, II, 717.
627
Kevsec, Mesâil, II, 439.
628
Kal‘acî, Mevsû‘atü fıkh-ı İshak b.Râhûye, 539.

109
5. Seferîlik ve Yolcu Namazı

İshak b. Râhûye’ye göre, seferilik mesafesi yavaş yürüyenin yürüyüşüyle üç


gün, hızlı yürüyenin yürüşüyle bir günlük mesafedir. Bu da kırk sekiz mile tekabül eder.
Bir kadın bu mesafeyi yanında ancak mahremi varken gidebilir.629 Fakat işlediği bir
suçtan dolayı sürgün edilmesi gerekirse bu durumda sürgün edildiği yer sefer
mesafesinde veya bundan daha fazla olsa da mahremsiz gönderilir. Bunu, Hz.
Peygamber, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın uygulamasına dayandırır.630

İshak b. Râhûye, yolculuk esnasında öğle ile ikindi namazının, akşam ile yatsı
namazının cem-i takdim veya cem-i tehir yoluyla eda edilmesine cevaz verir.631 Ona
göre yolcu, dört rekâtlı farz namazlarını ister tek başına ister imamla kılsın isterse
kendisi imam olsun her durumda da kısaltarak kılar. Çünkü Hz. Peygamber namazlarını
Mekke’de iken iki rekât kılıyordu. Medine’ye hicret edince Medine’de dört rekar
kılmaya başlamıştır. İki rekât namaz kılmayı ise yolculara ait kılmıştır. Seferî olan kişi
eğer mukim olanların kıldığı namaza dört rekât niyetiyle dâhil olursa namazı dörde
tamamlaması gerekir. Fakat onlara kendi namazını kılma niyetiyle dâhil olursa bu
durumda iki rekât kıldıktan sonra dilerse selam verip namazdan çıkar, dilerse nafile
niyetiyle iki rekât daha cemaatle birlikte kılar. Mukim olan imama namazın sonunda
yetişmiş ise bu durumda kısaltarak namazını kılar.632 Mukim iken namazı kazaya kalan
kişi yolculuk esnasında onu kılmak istediğinde ve yolcu iken kazaya kalan namazını
mukim olduğunda kılmak istediğinde dört rekât olarak kılar.633 Farzlarla birlikte kılınan
revâtib sünnetleri kılması müstehabtır. Fakat bir meşekkat varsa kılmayabilir.634

6. Vitir Namazı

İshak b. Râhûye’ye göre vitir namazı on bir, dokuz, yedi, beş, üç veya bir rekât
kılınabilir. Aralarında dilerse selam verir. Dilerse sonunda selam verir. Ancak on bir

629
Kevsec, Mesâil, V, 2094.
630
Kevsec, Mesâil, VII, 3730.
631
Kevsec, Mesâil, II, 443.
632
Kevsec, Mesâil, II, 480.
633
İbn Münzir, el-Evsat, IV, 369.
634
Kevsec, Mesâil, II, 729.

110
rekât kılan ise ikişer rekâtta selam verir. Ve en sonunda kalan bir rekâtı tekli olarak
kılar.635 Eğer üç rekât olarak kılacak olursa faziletli olan iki ve üçüncü rekâtları selam
vermek veya konuşmak suretiyle ayırmasıdır.636 Bir rekât olarak kılması caizdir. Fakat
başka bir rivayette tek rekâtlı olarak kılınması ancak bir özür, yolculuk veya bir
hastalıktan dolayı caizdir.637 Birinci rekâtta A’lâ sûresini, ikinci rekâtta Kâfirûn ve
üçüncü rekâtta İhlâs sûresini okumak müstehabtır.638

Vitir namazının vakti yatsı namazından sonra başlar. Sona erme zamanıyla
ilgili kendisinden farklı rivayetler nakledilir. Birincisi fecr doğduğu zaman yani yatsı
namazı vakti çıktığı zamandır.639 İkinci görüş ise sabah namazını kılıp sonrasında vitir
namazını kılmadığı vakittir.640 Bir diğer rivayet ise sabah namazı vaktinin çıkmasıyla
vitir namazı vakti de sona erer.641

Kunut duaları İshak b. Râhûye’den yapılan bir rivayete göre rukûdan önce642,
diğer bir rivayete göre ise Ramazan ayının yarısında vitir namazının son rekâtında
rukûdan sonra okunur.643 Kunut dualarını imam okur, cemaat de âmin der.644 Ona göre
kunut duaları senenin bütün günlerinde okunur. Eğer Müslümanların başına savaş veya
doğal afet gibi bir felaket gelmiş ise bu durumda sabah namazında da okunabilir.645
Hatta savaş hali mevcutsa akşam namazında imam da okuyabilir.646

635
İbn Münzir, el-Evsat, V, 184.
636
İbn Münzir, el-Evsat, V, 186.
637
Kevsec, Mesâil, II, 651.
638
İbn Münzir, el-Evsat, V, 204.
639
İbn Münzir, el-Evsat, V, 190.
640
Kevsec, Mesâil, II, 653.
641
İbn Münzir, el-Evsat, V, 194.
642
Kevsec, Mesâil, IX, 4851.
643
Kevsec, Mesâil, II, 799.
644
Kevsec, Mesâil, II, 760.
645
Kevsec, Mesâil, II, 544; Kevsec, Mesâil, II, 648.
646
Kevsec, Mesâil, II, 543.

111
7. İmamlık

İshak b. Râhûye’ye göre bir kişinin kendisini istemeyen cemaate imamlık


yapması mekruhtur. Fakat birkaç kişi istemiyorsa bunda bir sakınca yoktur.647 Bir
topluluğa içlerinden kıraati en düzgün olan imamlık yapmalıdır.648 Sabiyy-i
mümeyyiz’in imameti de caizdir.649 Hz. Peygamber’in âmâ olan Ümmü Mektum’u
yerine imam olarak geçirmesinden dolayı âmânın imamlığı da caizdir. Bundan başka
anne babasının yaptığı günahta hiçbir sorumluluğu olmadığından veled-i zinanın,
hunsânın ve sünnet olmamış birinin imâmeti de caizdir.650 Seferî olanın mukîme,
teyemmümle abdest almış birinin su ile abdest almış olana651 ve meshederek abdest
almış birinin de yıkayarak abdest almış olana imamlık yapması da caizdir.

8. Cenaze Namazı

İshak b. Râhûye, kaçırılmasından korkulan bir namaz gibi değerlendirdiğinden


cenâze hazır olduğunda bir sebepten dolayı edasının imkânsızlaşması652 veya cenâze
namazını kıldıran kişinin kıldırma anında abdestinin bozulması durumlarında
teyemmüm alınıp cenaze namazının eda edilebileceği görüşündedir.653 Güneş doğarken,
istivâ halindeyken ve batarken cenâze namazı kılmak mekruhtur. 654 Cenâze namazının
kabristanda kılınması mekruhtur.655 Cenâze namazı kılınırken orada olup da kılmayan
kişi cenâzenin defninden üç gün, orada olamadığı için kılamayan kişi ise bir ay
sonrasına kadar cenâze namazını kılabilir.656

İshak b. Râhûye’ye göre ister ses çıkarsın ister çıkarmasın, uzuvlarını ister
hareket ettirsin ister ettirmesin cenine ruh üflenip dört ay on günlük süre dolduğunda

647
Kevsec, Mesâil, II, 610; Begavî, Şerhu’s-sünne, III, 404.
648
Kevsec, Mesâil, II, 469.
649
Kevsec, Mesâil, II, 604.
650
Kevsec, Mesâil, II, 836.
651
Kevsec, Mesâil, II, 383.
652
İbn Münzir, el-Evsat, II, 71.
653
Kevsec, Mesâil, II, 395.
654
İbn Münzir, el-Evsat, V, 395.
655
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 753.
656
İbn Hazm, Muhallâ, V, 140.

112
düşük durumunda söz konusu ceninin cenâze namazı kılınır.657 Öldürülen kişinin ise
naşı varsa onun üzerine, eğer başı, ayağı gibi bir uzvu varsa onlar üzerine cenâze
namazı kılınır.658

Cenazeyi yıkama esnâsında ölünün göbeği ile diz kapağı arasına bir bez örtmek
müstehabtır.659 İçindeki necâsetin çıkması için karnı sıvazlanır.660 Daha sonra abdest
aldırılır ve üzerine su dökülür. Sıvazlama esnasında bir şey çıkarsa tekrar yıkanır. Bu
yedi defaya kadar tekrarlanır. İshak b. Râhûye’ye göre kadının ölen kocasını yıkaması
caiz olduğu gibi erkeğin de ölen hanımını yıkaması caizdir.661

C. ORUÇ

İshak b. Râhûye, oruç cemaatle tutulduğundan Ramazan ayının isbatı için


hilalin görülmesi noktasında bir kişinin şehdadetini yeterli görmez. Ona göre en az iki
kişinin şehadeti gereklidir.662 Ru’yet-i hilal meselesinde ihtilaf-ı metâli‘a itibar eder.
Her kavmin hilali görmesinin kendisini bağladığı görüşündedir.663 Oruç, temettu‘ ve
kıran haccı yapanların kesmeleri gereken hedy kurbanlarını kesememeleri durumunda
bunun yerine tuttukları oruç,664, keffâret orucu,665 adak orucu,666 i‘tikafta tutulan
oruç,667 haram olan oruç, mekruh olan oruç668 ve sünnet olan oruç şeklinde kısımlara
ayrılır. Nafile olan orucun en faziletlisi bir gün tutulup bir gün ara verilerek tutulan
oruçtur.669

657
İbn Münzir, el-Evsat, V, 405.
658
Kal‘acî, Mevsû‘atü fıkh-ı İshak b.Râhûye, 568.
659
İbn Münzir, el-Evsat, V, 323.
660
İbn Münzir, el-Evsat, V, 329.
661
Kevsec, Mesâil, III, 1377.
662
Kevsec, Mesâil, III, 1218.
663
Begavî, Şerhu’s-sünne, VI, 245.
664
Kevsec, Mesâil, V, 2211.
665
Kevsec, Mesâil, II, 2455.
666
İbn Hazm, Muhallâ, V, 197.
667
Kevsec, Mesâil, III, 1257.
668
Kevsec, Mesâil, III, 1230.
669
Kevsec, Mesâil, III, 1225.

113
Orucu açmada acele etmek sünnettir.670 Oruçlu iken tadını alması mümkün
olduğundan dolayı sürme çekmek,671 çiğneme esnasında suyunu yutma ihtimali
olduğundan sakız çiğnemek,672 yaş misvak kullanmak,673 ara vermeden peş peşe oruç
tutmak,674 sadece Cuma günü oruç tutmak675 ve ramazan orucunun kazasını geciktirmek
mekruhtur. Mazeretsiz olarak geciktirilip araya tekrar Ramazan ayı girecek olursa o
zaman hem kaza edilmesi hem de fidye verilmesi gerekir.676

Yolculuğu, oruç tutmamayı mubah kılan hususlar arasında sayar. O’na göre
seferde iken oruç tutulmaması daha uygundur.677 Yeme içme ve cinsel ilişkide
bulunmayı oruca etkisi bakımından eşit kabul ettiğinden yolculuk esnasında Ramazan
da olsa cinsel ilişkide bulunmayı caiz görür.678 O’na göre cinsel ilişkide bulunmak,
yeme, içme veya zerk edilme yoluyla karna herhangi bir şeyin ulaşması,679 bilerek
kusmak,680 hacamat yaptırmak681 ve uyanık haldeyken meninin gelmesi orucu bozar.
Menin gelmesi eğer şehveti giderme amaçlı olursa bu durumda kaza ile birlikte keffâret
de gerekir.682

D. ZEKÂT

Zekât, şartları taşıması halinde büyük, küçük, akıllı, deli, hür veya köle olsun
herkese farzdır. Küçük çocuk ve delinin zekâtını bunların izni olmasa bile onların adına
velileri verirler.683 Burada İshak b. Râhûye’nin zekâta malî yönü galib gelen bir ibadet
olarak baktığını söylemek mümkün gözükmektedir. Zekât vermesi vacip olan birinin

670
Kevsec, Mesâil, III, 1224.
671
Kevsec, Mesâil, III, 1340.
672
Kevsec, Mesâil, III, 1223.
673
Begavî, Şerhu’s-sünne, VI, 299.
674
Kevsec, Mesâil, III, 1211.
675
Kevsec, Mesâil, III, 1238.
676
Begavî, Şerhu’s-sünne, VI, 320.
677
Kevsec, Mesâil, IX, 4848.
678
Kevsec, Mesâil, III, 1265.
679
Kevsec, Mesâil, III, 1212.
680
Kevsec, Mesâil, III, 1242.
681
Kevsec, Mesâil, III, 1267.
682
Kevsec, Mesâil, III, 1268.
683
Kevsec, Mesâil, III, 1005.

114
ölmesi, ödenmesi yönünde vasiyeti olsun veya olmasın bu mükellefiyeti üzerinden
kaldırmaz.684 Bir kişi irtidat etse bile üzerindeki borç düşmediği gibi geçmiş zekâtları da
düşmez ve ödemesi gerekir.685 Zekât, ayette zikredilen sınıflardan sadece birine
verilebileceği gibi farklı sınıfların tamamına da verilebilir. Zekâtın verildiği sınıflardan
müellefe-i kulûb ile zekât memurlarına artık zekât verilmeyeceğini ifade eder. Müellefe-
i kulûba zekât verilmemesine, Hz. Ömer’in onlara ihtiyaç kalmadığından zekât
vermekten vazgeçmesini, zekât memurlarına zekât verilmemesine ise onlara hazineden
düzenli gelir bağlanmasını gerekçe gösterir.686 O’na göre zekât, ancak Müslüman
olanlara verilir.687

E. HAC

Hac, Allah’ın kullarına farz kıldığı ibadetlerden biridir. Hacca niyetlenen


kişinin akıllı, buluğa ermiş, Müslüman ve hür olması gerekir.688 Diğer yandan hac için
gerekli olan azığa ve ve yolculuk yapacağı bineğe gücünün yetmesi de gereklidir.689
Bunların yanında hacca niyetlenen kadının yolculuk esnasında yanında kocası ya da bir
mahremi olmalıdır.690 Farz olan hac, vacip ve nafile olan hacdan daha önceliklidir. Farz
olan haccı eda etmesine kocasının engel olması durumunda kadın kocasının izni
olmadan da yanında mahremiyle hac görevini yerine getirebilir. Fakat eda edeceği hac
nafile olursa bu durumda kocasının izni gerekir.691 İshak b. Râhûye, nafile hac yapmak
yerine o haccın bedelini muhtaç olan birine vermeyi daha yerinde bir davranış olarak
değerlendirir.692

İshak b. Râhûye’ye göre bir kimsenin hac görevini eda etmeden ölmesi halinde
malı ister çok isterse az olsun malının tamamından geçerli olmak üzere onun yerine bir

684
Kevsec, Mesâil, III, 1132.
685
Kevsec, Mesâil, III, 1105.
686
Kevsec, Mesâil, III, 1445
687
Kevsec, Mesâil, III, 1145.
688
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 164.
689
Kevsec, Mesâil, V, 2077.
690
Kevsec, Mesâil, V, 2080.
691
Kevsec, Mesâil, V, 2283; Kevsec, Mesâil, V, 2410.
692
Kevsec, Mesâil, V, 2412.

115
başkası hac görevini yerine getirebilir. Bu görüşünü, Hz. Peygambere gelip, babasının
yerine hac ettiği takdirde geçerli olup olmayacağını soran kadına Hz. Peygamberin
verdiği cevaba dayandırır. Çünkü Hz. Peygamber kadına, babasının borcunu ödemesi
durumunda babasını borçtan kurtarmış olacağı gibi onun yerine hac da yapabileceğini
ifade etmiştir.693

Hem bedeni hem de mali ibadet olan haccı, yükümlünün kendisi eda etmekten
aciz kalması durumunda vekâletle yaptırması caizdir.694 Kadının erkek yerine vekâleten
haccetmesi caiz olduğu gibi bunu aksi de mümkündür. Vekâleten hac yapacak kişinin
daha önce kendi adına hac yapmış olması gerekir. Haccetmeyen kimse vekâleten
haccetmesi durumunda bu hac kendi haccı yerine geçer.695 Vekâlet verdiğinde hac
yükümlülüğünü edâdan aciz olan kişinin, vekil hac ibadetini yerine getirdikten sonra
söz konusu acziyetinin ortadan kalkması durumunda hac görevini iade etmesi
gerekmez.696 Hac üzerine vacip olduktan sonra hac görevini edâ etmeden ölen kişinin
eğer malı varsa, malının tamamından vârislerinin hac için gerekli meblağı tespit edip
onun adına hac yükümlülüğünü yerine getirmeleri gerekir.697 Ölü adına hac görevini
yerine getirmek için birinin kiralanması caiz değildir. Vekilin ölü adına haccettikten
sonra kendisine verilen meblağdan artanı mirasçılara vermesi gerekir.698 Büyük olsun
küçük olsun şeytan taşlamadan aciz olan hasta veya yaşlıların yerine vekâleten bir
başkası bu yükümlülüğü yerine getirebilir.699

F. KURBAN

İmam Şâfiî, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Ebû Yusuf ve İshak b. Râhûye’ye
göre kurban sünnet-i müekkededir, vacip değildir.700 Kurbanını kişinin kendisinin

693
Kevsec, Mesâil, V, 2089.
694
İbn Hazm, Muhallâ, VII, 62.
695
Irakî, Tarhü't-tesrîb, II, 17.
696
Kevsec, Mesâil, V, 2159.
697
Kevsec, Mesâil, V, 2091.
698
Kevsec, Mesâil, V, 2373.
699
Kevsec, Mesâil, V, 2164.
700
Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 385.

116
kesmesi daha doğrudur. Fakat vekâleten de kestirebilir.701 Kurban en‘am ortak adıyla
anılan deve, sığır ve davardan olmalıdır. Bir koyun kesildiğinde bu, hem kesen kişi hem
de hane halkı adına kesilmiş olur. Deveye on kişi, ineğe ise yedi kişi kurban hissesine
girebilir.702 Camış da inek gibidir, yedi kişi adına kesilebilir.703 Yaban ineği ve yaban
eşeği ehilleştirilse de onlardan kurban olmaz.704 Boynuzları kırılmış, kesim yerine
gelebilecek durumda olup da topal olan,705 sağlam satın alınıp daha sonra hastalanan,
gözü kör olan veya boynuzu kırılan hayavanın kurban olmasında bir sakınca yoktur.706

Şehirde yaşayanların, imam bayram namazını kıldırmadan kurbanlarını


kesmeleri caiz değildir.707 Kurban, Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinde
gündüz ve gece kesilebilir.708

II. AHVALİ ŞAHSİYE

A. NİKÂH

1. Evlenme Ehliyeti

İshak b. Râhûye’göre kadının, velisinin izni olmadan yaptığı nikâhı batıldır.709


İmam Şâfii, İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.710 Ebû Hanîfe’ye göre
ise büyük (buluğa ermiş) kızın velisinin iznine ihtiyaç duymadan evlenme ehliyeti
vardır.711 İshak b. Râhûye’ye göre henüz buluğa ermemiş olan kızı babasından başkası
evlendiremez. Asabeleri ancak buluğdan sonra onu evlendirmeye yetkili veli olabilirler.
Asabelerinin içinde evlendirmeye en yetkili olan veli, oğludur. Daha sonra sırasıyla

701
Kevsec, Mesâil, VII,3952.
702
Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 4016; Mübârekfûrî, Tühfetu’l-ehvezî, III, 554; İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 437.
703
Kevsec, Mesâil, VIII,4028.
704
Kevsec, Mesâil, VIII,4045.
705
Kevsec, Mesâil, VIII,4021.
706
Kevsec, Mesâil, VIII,4022.
707
Kevsec, Mesâil, VIII,4014; Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 389.
708
İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 113.
709
Kevsec, Mesâil, IV, 1503.
710
İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 337.
711
Serahsî, Mebsût, V, 10.

117
kadının babası, öz kardeşi, baba bir kardeşi, öz amcasının oğlu, baba bir amcasının oğlu
ve yakınlık sırasına göre en yakını kadının velisi olur.712

2. Nikâhta Şâhitlik

Nikâh akdinin sahih bir şekilde kurulabilmesi, yürürlülük ve bağlayıcılık


kazanabilmesi için bir takım şartları taşıması gerekir. İshak b. Râhûye, şehâdetin nikâh
akdinin kurulabilmesi için gerekli olduğu görüşündedir.713 Şâhitliği iki erkek
yapabileceği gibi bir erkek iki kadın da yapabilir. Nikâhı işhar etme yani duyurma
işlemi gerçekleşmişse bun şehâdet yerine geçer. Şâhit olmadan yapılan nikâh batıldır.714

3. Mehir

İshak b. Râhûye’ye göre mehir nikâh akdinin rukûnlerindendir. Akid esnasında


zikredilmese bile mehr-i misil yoluyla yine mehir gerekir.715 Alışverişte semen olmaya
elverişli her şeyin nikâhta mehir olması caizdir.716 Mehrin menfaat olması da caizdir.
Nitekim mehir olarak, bildiği kadarıyla Kur’an-ı Kerim öğretmek, Hz. Peygamberin de
bir uygulamasıdır.717 Sahih veya fasid bir nikâhtan sonra ilişkiye girildiği takdirde koca
mehrin tamamını ödemelidir.718

B. TALAK

1. Üç Talak Meselesi

İshak b. Râhûye, sahih bir nikâhla evlendikten sonra eşi tarafından bir defada
üç talakla boşanan kadının durumunu iki şekilde değerlendirmektedir. Kadın, medhûlun
bihâ ise verilen üç talakın üçü de gerçekleşmiştir. Kadın medhûlün bihâ değil ise bu
durum da sadece bir talak gerçeklelşmiştir. İshak b. Râhûye, İbn Abbâs’ın öğrencileri

712
Kevsec, Mesâil, IV, 1484.
713
Kevsec, Mesâil, IV, 1533.
714
Kevsec, Mesâil, IV, 1925.
715
Kevsec, Mesâil, IV, 1963.
716
Begavî, Şerhu’s-sünne, IX, 119.
717
Kevsec, Mesâil, IV, 1507; Tirmizî, Nikâh, 15.
718
Kevsec, Mesâil, IV, 1755.

118
tarafından da rivâyet edilen “Hz. Peygamber döneminde üç talak bir talak sayılıyordu”
anlamındaki hadise dayanarak bu hükme varmıştır. Ahmed b. Hanbel, mezkûr hadisi
rivâyet eden Tâvus’un rivâyetinde tek kaldığını ve İbn Abbâs’ın diğer öğrencilerine bu
konuda muhâlefet ettiğini ifade etmiştir. Zirâ Hz. Peygamber döneminde kaç talak
verilmişse o sayıda talakın gerçekleştiği görşünü ileri sürmüştür. Diğer yandan İshak b.
Râhûye, söz konusu durumda Tâvus’un muhalefet ettiği şeklinde ortaya çıkan tablodaki
ihtilafın, talak verilen kadının medhûlün bihâ olup olmaması ayrımıyla ortadan
kalkacağını ifade etmiştir.719

2. Sarih Olmayan Lafızlarla Talak

İshak b. Râhûye’ye göre kinâî lafızlarla verilen talakta niyet önemli yer teşkil
eder. Talak yetkisini kullanan koca, bir talaka niyet etmişse bir, iki talaka niyet etmişse
iki talak vâki olur.720

3. Mükrehin Talakı

Bir kişi, ikrah altında karısını boşaması durumunda İshak b. Râhûye’ye göre bu
talak geçerli değildir. İmam Şâfiî, Evzaî, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel de bu
görüştedir. 721 Ebû Kilâbe, Şa‘bî, Nehaî, Zührî, Süfyan Sevrî ve Ebû Hanîfe’ye göre ise
talak, mükellef tarafından ve sahip olduğu mahalde gerçekleştiğinden geçerlidir.722

Had ve keffâreti gerektirecek bir suçun ikrah yoluyla işlenmesi durumunda


mükrehe bir şey gerekmez. Mükrih ise cezalandırılır. Akabe cemresinden önce eşini
ilişkiye girmeye zorlayan kocaya keffâret olarak bedene gerekir. Kadına ise mükrehe
olduğundan bir şey lazım gelmez.723 İkrah sebebiyle mükreh herhangi bir zarara uğrarsa

719
Kevsec, Mesâil, IV, 1772.
720
Kevsec, Mesâil, IV, 1816.
721
Begavî, Şerhu’s-sünne, IX, 222.
722
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 260.
723
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 516.

119
bu zarar mükrihe ödetilir. Bundan dolayı zinaya zorlanan ve neticede buna maruz kalan
kadının mehr-i misil alma hakkı vardır.724

C. HUL‘

Hul‘, İshak b. Râhûye’ye, İmam Şâfiî’den gelen iki görüşten birine ve Ahmed
b. Hanbel’e göre fesihdir. İmam Mâlik ve Ehl-i re’ye göre ise bâin talaktır.725 Hul‘
yaptıktan sonra kocanın artık ric‘at yani geri dönme hakkı yoktur. Ancak yeni bir
nikâhla geri dönebilir.726 Bu ayrılık neticesinde talak sayısında azalma olmaz. Daha
öncesinde talak verilmediyse tekrar yeni nikâhla evlendiklerinde koca üç talaka sahip
olur. Hul‘, hakemler vasıtasıyla gerçekleştiğinden eğer hul‘u hakemler talak olarak
nitelendirirlerse bu fesih değil talak olur.727 Hul‘ yapılmış bir kadını iddet beklerken
kocasının boşama hakkı yoktur. İkisinden birisinin ölmesi durumunda birbirlerine
mirasçı da olamazlar. Hatta kocası kadına zinâ iftirasında bulunsa bile lianlaşmazlar.728
Koca, hul‘ bedeli olarak, kadına verdiği mehirden daha fazlasını alamaz.729

D. NESEB VE HİDÂNE

Doğum yoluyla oluşan yakınlık anlamına gelen neseb, kural olarak babaya
aittir. Bununla birlikte kadının nesebi ikrar etmesi de caizdir.730 İshak b. Râhûye’ye göre
nesebin sabit olmasının bir takım şartları vardır. Öncelikle kadın ile kocası arasında
sahih bir nikâh olmalıdır. Çünkü batıl olan nikâh ile neseb sabit olmaz.731 Bir diğer şart
ise firâştır. Bu tabir bir kadının ancak sahibi olan kişiye nisbetle çocuk doğuracağı
anlamına gelir. Bu sahip, koca olabileceği gibi cariyeye nisbetle efendi de olabilir.732
İshak b. Râhûye’ye göre nesebin sabit olma şartları arasında kişinin, zina sonucu
doğan çocuğun kendisinden olduğunu kesin bir kanaatle bilmesi de vardır. Bu yaklaşım

724
Kurtubî, el-Câmi’u li ahkâmi’l-Kur’an, X, 186.
725
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 181.
726
Kevsec, Mesâil, IV, 1976.
727
Kevsec, Mesâil, IV, 1974-1980.
728
Kevsec, Mesâil, IV, 1695.
729
Kevsec, Mesâil, IV, 1971.
730
Kevsec, Mesâil, VI, 2880.
731
Kevsec, Mesâil, IV, 1778.
732
Kevsec, Mesâil, IV, 1823.

120
bir önceki şartla da ilgilidir. Nesebin sabit olmasının bir diğer şartı ise evlilikten sonra
çocuğun altı aydan sonra dünyaya gelmesidir.733 Hamilelik süresi en fazla iki yıldır.
Karı-koca boşanmış olsalar bile kadının iki yıl içinde doğuracağı çocuğun nesebi
boşandığı kocasındandır.734 Eşler arasında ilişkiye girmenin mümkün olması, nesebin
sübut şartlarındandır. Bundan dolayı kadının küçük olması veya bilinmeyen bir yerde
bulunması gibi durumlarda iddia edilen neseb sabit olmaz.735

Kendi işlerini göremeyecek yaştaki çocuğa bakma anlamına gelen hıdâne


görevine öncelikli olarak anne yetkilidir. Anne babadan biri müslüman ise bu durumda
hıdâne hakkı onundur. Kadın, kocasına karşı haksız durumda olsa bile sonuç değişmez
ve çocuk yedi yaşına gelene kadar annesinin yanında kalır. Yedi yaşından sonra ise
anne veya babasını seçmede muhayyerdir.736

E. NAFAKA

Koca, eşinin nafakasını ödemekle mükelleftir. Bundan aciz olması durumunda


kocaya ileriki bir tarihte ödeme hakkı verilmeden kadının kocasından ayrılma hakkı
vardır.737 Ric‘î talak ile boşanmış bir kadının iddeti bitinceye kadar nafakasını ödeme
yükümlülüğü kocaya aittir. Talak ric‘î olduğundan kadın hala hanımı hükmündedir.
Fakat kadın mebtûte yani üç talakla veya bâin talakla boşanmış ise bu durumda kadının
gebe olup olmadığına bakılır. Gebe ise çocuk doğuncaya kadar nafakasını ödemekle
yükümlüdür. Gebe değilse nafakasını karşılamakla mükellef tutulmaz.738

F. HACİR VE İZİN

İshak b. Râhûye, hacir sayesinde insanların mallarının koruma altına alındığı


739
fikrindedir. Akıl noksanlığından dolayı deliye ve sabiyy-i gayri mümeyyize hacir

733
Kevsec, Mesâil, VIII, 4470.
734
Kevsec, Mesâil, IV, 1561.
735
Kevsec, Mesâil, IV, 1958.
736
Kevsec, Mesâil, IV, 1553.
737
Kevsec, Mesâil, IV, 1710.
738
Kevsec, Mesâil, IV, 1591.
739
Kevsec, Mesâil, VI, 2681.

121
uygulanır. Küçük meblağlı şeyler müstesna çocuğun tasarrufları caiz değildir.740 Onun
adına velisi tasarrufta bulunur. Maslahatına olmayan tasarruflarda bulunamaz. Hacri
gerektiren hususlar içinde kölelik, esir ve maraz-ı mevt ile hamileliğin ağırlaşması gibi
tehlikeli durumlar, malın zayi olma korkusu, kötü kullanım ve başkasının hakkını
koruma gibi sebepler yer alır. 741

III. MUÂMELÂT

A. BEY‘

İshak b. Râhûye, bir akid içinde iki akdi caiz görmez. Bundan dolayı O’na göre
bey‘ ve selem akdinin bir arada kurulması caiz değildir.742 Şehir dışından malını satmak
için gelenlerin yoluna çıkarak, onlar henüz pazardaki fiyatları görmeden ellerindekini
almak anlamına gelen telakkı’l-buyû‘ veya telakkı’l-celeb743, ihtikâr anlamına
geleceğinden malı hapsetmek suretiyle tüketicinin istifadesini engellemek744, mescitler
namaz, zikir ve ilim tedrisatı için bina edildiğinden oralarda yapılan satış mekruhtur.745
Bunun yanı sıra müezzin Cuma namazı için ezan okunmaya başlanmasından itibaren
yapılan alış veriş ise haramdır.746 Bir de akdin tarafları, âkil, bâliğ, mümeyyiz veya
velisi tarafından alışveriş yapmasına izin verilmiş kimse olmalıdır.747 Buna ek olarak
ikrah altında olmamalıdırlar yani muhtar olmalıdırlar. Ayrıca tasarrufları kısıtlı mahcûr
olmamalıdır. Diğer yandan mebîin de âkideynden müşteri konumunda olan için mal
hükmünde ve satışı da caiz olmalıdır.748

İshak b. Râhûye, satım akdinin bir diğer unsuru olan mebînin ayn olması
gerektiği fikrindedir. Bundan dolayı şüf‘a gibi hak olan hususların satışa, hibeye ve

740
Kevsec, Mesâil, VI, 2856.
741
Kevsec, Mesâil, IV, 1502; Kevsec, Mesâil, VIII, 4322; İbn Hazm, Muhallâ, VIII, 298; Begavî, Şerhu’s-sünne,
VIII, 47.
742
Mübârekfûrî, Tühfet’l-ehvezî, IV, 361.
743
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 450.
744
Kevsec, Mesâil, VI, 3057.
745
Begavî, Şerhu’s-sünne, II, 373.
746
İbn Münzir, el-Evsat, II, 352.
747
Kevsec, Mesâil, VI, 2856.
748
İbn Münzir, el-Evsat, II, 287.

122
mirasa konu olamayacağı görüşündedir.749 Bunun yanı sıra mebîden faydalanılması
mümkün olmalıdır. Bunun içindir ki haşarâtın, bir avuç toprağın ve necis şeylerin
satşına cevaz vermemiştir.750 Bir de mebîden faydalanılması meşru751 ve mebî malum
olmalıdır. Bu da mücâzefe yoluyla olabileceği gibi selem akdinde olduğu gibi
vasıflarını zikretmekle de olabilir.752

1. Selem akdi

Para peşin, mal veresiye şeklinde kurulan selem akdi, İshak b. Râhûye’ye göre
caizdir. O’na göre selem akdinde dikkat edilmesi gerek husus paranın peşin
olmasıdır.753

2. Riba

a. Riba’nın İlleti

İslam hukukçuları ribanın illetini tesbit konusunda “Altına mükabil altını,


gümüşe mükabil gümüşü, arpa ile arpayı, hurma ile hurmayı, tuza mükabil tuzu
satmayınız. Ancak eşit miktarda ve prşin olursa o müstesna. Her kim artırır veya fazla
alırsa faiz alıp vermiş olur. Bunda alan ile veren arasında fark yoktur. Cinsler değişirse
peşin olmak şartıyla nasıl satarsanız satınız. Peşin olmak kaydıyla altını gümüşle,
gümüşü altınla, buğdayı hurmayla, arpayı hurmayla satabilirsiniz.”754 manasındaki
hadisi incelemişlerdir. Neticede farklı sonuçlara ulaşmışlardır. İshak b. Râhûye’nin
benzer meselelerde verdiği cevaplardan anlaşıldığı kadarıyla ona göre faizin cereyan
ettiği mallarda ribanın illeti, cins birliği ile tartılabilir (veznî) ve ölçülebilir (keylî)
olmaktır.755

749
Kevsec, Mesâil, VI, 3021.
750
Kevsec, Mesâil, VIII, 3992.
751
Kevsec, Mesâil, VI, 2903.
752
Kevsec, Mesâil, VI, 2109.
753
Kevsec, Mesâil, VI, 2558.
754
Müslim, Müsâkât, 79-85; Tirmizi, Buyu‘, 23.
755
Kevsec, Mesâil, VI, 2645-2647, 2693, 2890, 2951-2954; Mervezî, İhtilâfu’l-fukahâ, 245.

123
b. Daru’l-Harb’te Ribanın Hükmü

İshak b. Râhûye, emân alarak daru’l-harbe giden bir müslümanın faizli bir
işlem yapmasının asla caiz olmayacağı görüşündedir. Buna gerekçe olarak da Allah’ın
Müslümanlara ribayı mutlak olarak haram kılmasını göstermiştir.756 Bunun yanında Hz.
Peygamber’in câhiliyye devrinde oluşmuş olan faizli işlemleri kaldırması, hatta ilk
kaldırdığı faizin amcası Abbâs’ın faizi olduğu şeklindeki uygulamalarını da bu
görüşüne delil getirmiştir. Diğer yandan Evzaî’nin de aynı gerekçelerle aynı görüşü
paylaştığını aktarmışır.757

B. HİBE

İshak b. Râhûye’ye göre hibe ancak kabzedilmesi mümkün olan şeylerde


758
olur. Kabzedilen şeyin hisseli olup olmaması arasında fark yoktur. 759 Bu kabız
işlemini kendisine hibe edilen kişi adına elçisi de yapabilir.760 Vâhib sevap kazanma
niyetiyle hibe etmişse daha sonra dilerse hibesinden dönebilir.761

C. ŞÜF‘A

Şüf‘a hakkını doğuran şey satıştır. Sadaka ve arsaların karşılıklı mübadelesi

gibi hususlar bu hakkı doğurmaz.762 Şüf‘a hakkı ölümle düşer ve miras olarak

bırakılmaz.763 Şefî‘ şüf‘a hakkını doğuran işlemden haberdar olduktan sonra mutlaka bu

hakkı talep etmelidir. Aksi halde bunu kullanmak için dava açma yetkisine sahip

olamaz.764

756
Bakara 2/275
757
Kevsec, Mesâil, VIII, 3902.
758
Mervezî, İhtilâfu’l-fukahâ, 275.
759
Kevsec, Mesâil, VIII, 4360.
760
Kevsec, Mesâil, VIII, 4278.
761
Kevsec, Mesâil, VIII, 4282.
762
Kevsec, Mesâil, VI, 3082.
763
Kevsec, Mesâil, VI, 2726, 3021.
764
Kevsec, Mesâil, VI, 2958.

124
D. İCÂRE

Gayri müslim birinin Müslümanın üzerinde tasarruf hakkına sahip olacağından


yani yerine göre emredeceği veya engelleyeceğinden Müslümanın kendisini gayri
müslim birine kiralaması mekruhtur.765 Bir kişinin başka birisini hac yapmak üzere
kiralaması da mekruhtur. Fakat ölen birinin yerine hac yapması için kiralaması ise
caizdir.766 İcâre akdine konu olan şeyin, kiralayanın bir müdahalesi veya onu
gözetmemesi sonucu helak olması durumunda tazmin edilmesi gerekir. Fakat söz
konusu helak, âfât gibi olaylar neticesinde gerçekleşmesi halinde ise tazmin edilmez.767

E. EMÂNETLER (VEDÎA VE ÂRİYET)

Vedîanın varlığı beyyine ve ikrarla sabit olur.768 Emânetlerde damân yoktur.769


Fakat bu kural teaddî ve kusur olmadıkça geçerlidir. Âriye de hüküm bakımından vedîa
ile aynıdır.770

F. KEFÂLET

İshak b. Râhûye, kefâlet için “kabîl” tabirini de kullanmıştır. Hem selem hem
de rehin akdinde kefâlet olur.771 Kefâlet akdinde kefil olan kişinin hür olması gerekir.772
Bundan dolayı kefil olacak köle, efendisinden izin almalıdır.773 İshak b. Râhûye, ücret
karşılığında kefil olmayı “hasen” olarak vasfetmiştir.774 Bedenine had uygulanacak
kişiye kefil olmak caiz değildir.775 Bir kişinin başka biri adına onun bilgisi olmadan
ödeme yapması durumunda ödeme yapan kişi daha sonra ödediği parayı isteyebilir.
Hatta bu kişi, ödemeyi düşman elinde olan bir Müslümanı kurtarmak amacıyla

765
Kevsec, Mesâil, VI, 2821.
766
Kevsec, Mesâil, V, 2409.
767
Kevsec, Mesâil, VI, 2912.
768
Kevsec, Mesâil, VI, 2774.
769
Kevsec, Mesâil, VI, 3013.
770
Kevsec, Mesâil, VI, 2593, 3012.
771
Kevsec, Mesâil, VI, 2562.
772
Kevsec, Mesâil, VI, 3054.
773
Kevsec, Mesâil, VIII, 4482.
774
Kevsec, Mesâil, VI, 3055.
775
Kevsec, Mesâil, VII, 3474.

125
yapmışsa ve ödediği parayı geri ondan almak niyeti varsa o zaman esir istese de
istemese de parayı öder.776

G. REHİN

Râhin ve mürtehin rehin bırakacakları şey üzerine anlaşmaları işlemi bir haktır.
Rehin mürtehinin kabzıyla gerçekleşebileceği gibi777 adil üçüncü bir kişiye teslim etme
yoluyla da gerçekleşir.778 Merhûn ancak yargı kararıyla satılabilir.779 Helak olması
halinde râhinin hesabından gider. Mürtehin merhûnu doğrudan malına katamaz. Bunun
yerine satılarak mürtehine ödeme yapılır. Miktar kâfi gelmezse râhin eksik kalan kısmı
tamamlar.780 Râhin ve mürtehin rehin bırakılan şeyin miktarında ihtilafa düştüklerinde
beyyine iddia edene aittir.781 Merhûn satılacağı zaman değeri, rehin bırakıldığı günden
hesaplanır.782 Merhûndan nafakası ödenmek koşuluyla faydalanılabilir.783 Fakat merhûn
şayet borç ise bu durumda “Menfaat sağlayan her borç ribadır” kaidesince bu caiz
değildir.784

H. VEKÂLET

Vekil emin kişidir. Dolayısıyla elinde helak olan şeyden ötürü ödeme
785
yapmaz. Vekâlet sözle olduğu gibi yazı (kitâbet) ile de olabilir.786 Vekil ancak
müvekkilin izin verdiği ölçülerde tasarrufta bulunabilir.787 Vekilin bir başkasını vekil
tayin etmesi caiz değildir. Fakat müvekkil buna izin vermişse caizdir.788 Şirket akdi,

776
Kevsec, Mesâil, VI, 2980.
777
Kevsec, Mesâil, VI, 3038; 2748.
778
Kevsec, Mesâil, VI, 3060.
779
Kevsec, Mesâil, VI, 2742.
780
Kevsec, Mesâil, VI, 2739.
781
Kevsec, Mesâil, VI, 2736.
782
Kevsec, Mesâil, VI, 3035.
783
Kevsec, Mesâil, VI, 2745, 3002.
784
Kevsec, Mesâil, VI, 2642.
785
Kevsec, Mesâil, VI, 2923.
786
Kevsec, Mesâil, VI, 3139.
787
Kevsec, Mesâil, VI, 2922.
788
Kevsec, Mesâil, VI, 2801; VIII, 4301.

126
alış-veriş, talak, köle azad etme gibi hukukî işlemler789 ile hukukî sonucu olan ikrarda
vekâlet akdi geçerlidir.790 Buna ek olarak hadlerin uygulanmasında maktûlün velisi de
vekil tayin edebilir.791

İ. ŞİRKET

İshak b. Râhûye, şirket akdini bey‘ olarak görür. 792 O’na göre henüz ele
geçmemiş yani kabzedilmemiş şeyde ortaklık kurulmaz.793 Müslümanın kâfir birisiyle
ortaklık kurması mekruhtur. Eğer malda tasarruf işlerini Müslüman üstlenmişse bu
durumda caizdir.794 Bedelsiz olarak insanların faydalanması veya belli bir yerleşim
yerine ait olan ve oranın sakinleri tarafından kullanılan alanlardan herkes, istifade
konusunda ortaktır. Buna şirket-i ibâha denir. Birden fazla kişi, ‘aynda veya deynde
ortak olabilirler. Bu ortaklık, miras yoluyla veya hisseli olan ‘ayn veya deynin bir
kısmına sahip olmakla kurulabilr. Bu tür ortaklığa da şirket-i emlâk denir. Birden fazla
kişinin ellerine geçen herşeyde ortak olmaları anlamına gelen şirket-i müfâvaza batıldır.
Fakat hibe, miras veya kâr yoluyla elde edilen şeylerde ancak belirledikleri kar oranında
ortaklık kurabilirler.795 Sermayesiz olarak birden fazla kişinin itibarlarını kullanarak
veresiye mal alıp satmak suretiyle aralarında kârlarını paylaşmaları anlamına gelen
şerket-i vücûh caizdir.796 Kârda ortak olmak üzere mudârebe akdi kurulabilir.797 Bu
ortaklık urûz ile de olur.798 Elde edilen kâr sermaye oranına göre taksim edilir.799

789
Kevsec, Mesâil, VI, 2743; VIII, 4437.
790
Kevsec, Mesâil, VIII, 4351.
791
Kevsec, Mesâil, VIII, 4372.
792
Kevsec, Mesâil, VI, 2615.
793
Kevsec, Mesâil, VI, 2616.
794
Kevsec, Mesâil, VI, 2713.
795
Kevsec, Mesâil, VI, 2743.
796
Kevsec, Mesâil, VI, 2993.
797
Kevsec, Mesâil, VI, 2578.
798
Kevsec, Mesâil, VI, 2595.
799
Kevsec, Mesâil, VI, 2990.

127
IV. UKÛBÂT

A. BİRDEN FAZLA HAD CEZASININ BİRLEŞMESİ

Bir kişi haddi gerektirecek birden fazla suç işlediğinde İshak b. Râhûye’ye göre
önce kul hakkını ilgilendiren hadler uygulanır daha sonra kamu hakkını (Allah hakkını)
ilgilendiren haddin tatbikine geçilir. Örneğin bir kişi önce hırsızlık yapsa sonra içki içse
daha sonra da bir kişiyi öldürse bu kişiye önce hırsızlık sonra içki haddi tatbik edilir. En
sonunda da kısas tatbik edilir.800

B. AYNI SUÇUN TEKRARI

Haddi gerektiren suçun birden fazla işlenmesi durumunda cezanı miktarında


artışa gidilmeden bir kere işleyenin cezasının miktarı ve şekli ne ise o tatbik edilir. Bu
bağlamda İshak b. Râhûye, bir kişi her ne zaman içki içerse kendisine haddü’ş-şürb
tatbik edileceğini ifade eder. Aynı suçun tekrarlanmasından dolayı cezada artırıma
gidilmez.801

V. SİYER

İshak b. Râhûye, esir mübadelesi yapılması gerektiğini hatta bir kişinin


kurtulmasına karşılık birkaç kişinin dahi bırakılabileceğini söyler. Eğer bu mümkün
olmazsa beytü’l-mal’dan (hazineden) ödenerek altın veya gümüş yani maddi meblağlar
karşılığında bu işlemin gerçekleştirilmelidir. Hz. Ömer, bedeli hazineden ödenmek
üzere müşriklerin elinde hiçbir müslüman kalmayıncaya kadar kurtarılmasını vasiyet
etmiştir. Buna benzer uygulamalar Ömer b. Abdülaziz (101/720) tarafından da
gerçekleştirilmiştir. İshak b. Râhûye bu görüşünü, Hz. Peygamber’in uygulamasıının
yanı sıra Hz. Ömer’in “Müşriklerin elinden bir müslümanı kurtarmam, Arap yarım
adasına (haraç ve gelirlerine) sahip olmamdan daha hayırlıdır” sözüne dayandırır.802

800
Kevsec, Mesâil, VII, 3337.
801
Kevsec, Mesâil, VII, 3570.
802
Kevsec, Mesâil, VIII, 3938.

128
VI. MUHÂKEME USÛLÜ HUKUKU

A. DELİL VE ŞÂHİTLİK

Şâhidin akıl baliğ olması gerekir. Zira çocuğun şahitliği kabul edilmez. Çünkü
kendi adına ikrarı geçerli olmayanın başkası adına şâhitlik etmesi de geçerli değildir.
Hâkim bizatihi gördüğü hususta şahitlik edebilir. Fakat bu şâhitliği hadlerin dışındaki
bir meselede olmalıdır. Zira hadler şüphe ile düşer. Din farklılığı şâhitliğe engeldir.803
Şâhit adil olmalıdır. Adil olmaktan maksat şüpheden uzak olmaktır.804 Âmânın şâhitliği
caizdir. Fakat şâhitlik edeceği husus, anlayıp kavrayabileceği bir mesele olmalıdır. Adil
olmaları şartıyla baba, evlat gibi aralarında akrabalık ilişkisi olanların birbirlerine
şâhitlik etmesi caizdir.805 Daha önce kendisine had uygulanan kişinin tevbe ettikten
sonra şâhitliği kabul edilir.806 Şâhitliğin edası sözle olduğu gibi imâ ve yazı ile de
olur.807

Şâhitlik ve yemin ancak malî haklarda geçerlidir.808 Beyyine ile yemin ikisi bir
arada olmaz. Fakat hâkim şüphelenirse olabilir.809 Aralarındaki anlaşmazlıkla ilgili
davalı ve davacı her ikisi de beyyine getirirse bu durumda töhmetten uzak olanın
beyyinesi geçerli olur.810 Hâkim, davayı henüz karara bağlamadan adalet vasfını taşıyan
şâhit, şâhitlikten dönebilir. Önceden aralarında husumet yaşamış kişiler birbirlerine
şâhitlik edemezler. Kişinin kendisiyle beraber bir başkası adına şahitlik etmesi
geçersizdir.811 Şâhit, şehâdetinden dönebilir. Fakat bu şehâdetinden dolayı zarara
uğrayan kişinin zararını tazmin eder. Bilerek yalancı şâhitlik neticesinde recmedilerek

803
Kevsec, Mesâil, VIII, 4088-4091.
804
Kevsec, Mesâil, VIII, 4103.
805
Kevsec, Mesâil, VIII, 4082-84.
806
Kevsec, Mesâil, VIII, 4115.
807
Kevsec, Mesâil, VIII, 4139.
808
Kevsec, Mesâil, VIII, 4099.
809
Kevsec, Mesâil, VIII, 4107.
810
Kevsec, Mesâil, VIII, 4087.
811
Kevsec, Mesâil, VIII, 4122-4124.

129
bir kadının ölümüne sebep olan şâhitler de öldürülürler. Bunda bir kasıt olduğundan
katil hükmündedirler.812

1. Şâhitliği Kabul Eetme Kriterleri

Akıllı, Müslüman, hür ve adil kişiler şâhitlik yapabilirler. Fakat Cehmiyye,


kaderiyye mezhebine mensup olanlar ile Râfizîlerin şehâdeti caiz değildir. Bidat ehli
olanların ise bidatı açıkça yapmadıkları veya ona çağırmadıkları sürece caizdir.813
Hıristiyan iken kazif haddi uygulanan kişi Müslüman olduğunda şâhitliği kabul edilir.
Çünkü islam daha önceki hatalarını örtmüştür.814 Adil olması şartıyla içki içenin
şâhitliği caizdir.815

2. Kadının Şâhitliği

İshak b. Râhûye’ye göre bir erkeğin şâhitliği iki kadının şâhitliğine denktir.
Erkeklerin bilmesinin mümkün olmayacağı doğum ve süt gibi hususlarda bir kadının
şâhitliği de kabul edilir.816

3. Şâhitlik Edilen Hususlar

İshak b. Râhûye’ye göre Ramazan ayında oruca başlama gününün tayininde ve


Ramazan bayramı ile Kurban bayramının tesbitinde hilali görenlerin iki adil şâhit
olması gerekir.817 Nikâh akdinde de şâhit gereklidir.818 Ric‘î talakta eğer koca, iddet
bitmeden eşiyle cinsel ilişkide bulunursa bu dönüş sayılır. Fakat bunun dışında dönüş
manasına gelen her hangi bir fiil yapsa da bu ric‘at yerine geçmez. Ric‘at olabilmesi
için şâhit gereklidir.819 Talak konusunda başkasının şâhit olduğu şeyi ondan naklederek
şâhitlik etme (eş-Şehâde ale’ş-şehâde) usûlü caizdir.820 Hayız, iddet ve düşük gibi ancak

812
Kevsec, Mesâil, VII, 3679.
813
Kevsec, Mesâil, VIII, 4117.
814
Kevsec, Mesâil, VIII, 4118.
815
Kevsec, Mesâil, VIII, 4137.
816
Kevsec, Mesâil, VIII, 4078.
817
Kevsec, Mesâil, III, 1218.
818
Kevsec, Mesâil, IV, 1533.
819
Kevsec, Mesâil, IV, 1732.
820
Kevsec, Mesâil, IV, 1832.

130
kadınların bilebilecekleri meselelerde de şâhitlik yapılır. Böyle durumlarda iki kadın
şâhit gereklidir.821 Alış veriş akdinde şâhit olup olmaması müsavidir.822

B. ZAMAN AŞIMI

İshak b. Râhûye, had cezasını gerektirecek bir suçu işleyen kişinin bu suçtan
dolayı yirmi yıl sonra dahi olsa kendisine had cezasının uygulanacağı görüşündedir.
Örneğin bir kişi zina etse, hırsızlık yapsa veya içki içse bu kişiye yirmi yıl sonra da olsa
had cezası tatbik edilir.823 İshak b.Râhûye bu meselede Hz. Osman’ın, anne bir kardeşi
de olan Velid b. Ukbe ile ilgili tatbikatını esas almıştır. Velid b. Ukbe sarhoş olarak iki
rekât sabah namazı kıldırdıktan sonra “Fazla mı kıldırdım?” diye sormuştur. Bu soru
namaz esnasında sarhoş olduğunu göstermektedir. Bunun yanında Velid b. Ukbe’yi
Hamran isimli biri içki içerken, başka bir şahıs da içtiği içkiyi kusarken görmüştür. Hz.
Osman bunun üzerine “içmeseydi kusmazdı” diyerek içki içtiğini tesbit ettikten sonra
Hz. Ali’den Velid b. Ukbe’ye had cezasını tatbik etmesini istemiştir. O da Hz.
Hasan’dan istemiştir. Hz. Hasan da “sefasını süren cefasını çeksin” cevabını verince
bunun üzerine Abdullah b. Ca’fer celde başlamıştır. Kırka ulaştığında Hz. Ali “Tamam
daha vurma” demiştir. İçki içene, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir kırk, Hz.
Ömer ise seksen celde vurdurmuştur. 824

C. İKRAR

İshak b. Râhûye’ye göre, kişi ikrar ettikten sonra ikrarından dönmesi


durumunda ikrarına dayalı verilen hüküm terk edilir. Örneğin, içki içtiğini ikrar edip
daha sonra bu ikrarından dönen kimseye haddü’ş-şürb tatbik edilmez.825 Atâ b. Ebî
Rebâh, Yahya b. Ya‘mer, Zührî, Hammad, İmam Mâlik, Süfyan es-Sevrî, Şâfiî, Ebû
Hanîfe ve Ebû Yûsuf da bu görüştedirler. Hasan Basrî, Saîd b. Cübeyr ve İbn Ebî Leylâ

821
Kevsec, Mesâil, VIII, 4120.
822
Kevsec, Mesâil, VI, 2587.
823
Kevsec, Mesâil, VII, 3672.
824
Müslim, Hudûd, 1707.
825
Kevsec, Mesâil, VII, 3538.

131
ise ikrarından dönüşüne itibar edilmeyeceği ve ikrarı neyi gerektiriyorsa onun tatbik
edilmesi gerektiği görüşündedirler.826

D. DAVA, KAZA VE HÜKÜM

1. Beyyinesi Olmayandan İstihlaf

Bir kişiye zina iftirası atandan beyyine getiremediği takdirde kendisinden


yemin etmesi istenir. Eğer bundan nükûl ederse had uygulanır. Fakat sonucu ölüm olan
had uygulanmaz.827 Aynı bağlamda davacı iddiasını ispat etmek için beyyine
getirmelidir. Eğer beyyine getiremez ise davalı yemin eder. Eğer davalı yemin etmekten
nükûl ederse bu durumda davacının yemin etmesi gerekir.828

2. Hatalı Davalar

Devlet başkanı hatalı olarak bir ölüm veya yaralama cezası vermişse bu
durumda bunun diyetinin beytü’l-mal’den ödenmesi gerekir. Bu görüşün dayanağı, Hz.
Ali’nin içki haddiyle ilgili rivayetidir.829

VII. YİYECEKLER VE İÇECEKLER

A. HARAMDAN KAZANAN KİŞİNİN DAVETİNE İCABET

Haram yoldan kazanç sağlayan kişinin davetine icâbet edilip edilmemesi


meselesinde İshak b. Râhûye, kazancının çoğunun nereden geldiğine bakar. Eğer çoğu
haramdan ise bu durumda davetine icâbet edilmez. Aksi takdirde icâbet edilir.830

826
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 167.
827
Kevsec, Mesâil, VII, 3665.
828
Kevsec, Mesâil, VII, 3746.
829
Kevsec, Mesâil, VII, 3420.
830
Kevsec, Mesâil, VI, 2621.

132
B. İÇKİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

1. İçilmesinin Hükmü

İçki içmeyi nikâhtaki denkliği ortadan kaldıran ve neticesinde eşlerin tefrikini


gerektirecek derecede etkili bir eksiklik olarak gören831 İshak b. Râhûye, Ebû Hanîfe
gibi şarap içme ile diğer sarhoş edici şeyleri içme arasında hüküm açısından bir ayrım
olduğu fikrindedir. Az veya çok şarap içen kimseye sarhoş olsun veya olmasın had
tatbik edilmesi gerektiğini ifade ederken diğer sarhoşluk veren şeyleri içmesi
durumunda sarhoş olursa had uygulanacağı, sarhoş olmaması durumunda had tatbik
edilmeyeceğini söyler. Fakat ister içki ister diğer sarhoş edici şeyleri içmenin Hz.
Peygamber’in “Çoğu sarhoşluk verenin azı da haramdır”832 hadisine dayanarak haram
olduğunu ifade eder. Sarhoşluk veren şeylerin hayvanlara içirilmesi de mekruhtur.
Bunun yanında içki içirildikten sonra kesilen hayvanın eti ancak iyi bir şekilde
yıkandıktan sonra yenebilir.833

2. Zaruret Halinde İçki İçmek

Susuzluktan hayatını kaybetmekle karşı karşıya kalınması halinde İshak b.


Râhûye, içki içmenin bu suszluğu gidermeyeceğinden caiz olmadığı görüşündedir.
Ancak eğer su bulunan yere ulaşıncaya kadar bir yardımı olacaksa bu durumda
caizdir.834

3. İçki İçenin Arkasında Namaz Kılmanın Hükmü

Ahmed b. Hanbel içki içen birinin arkasında namaz kılmanın caiz olmadığını
ifade eder. İshak b. Râhûye ise eğer içki içtiğini ilan eden ve insanları da buna çağıran
birisiyse bu durumda arkasında namaz kılmanın caiz olmadığını söyler.835

831
Kevsec, Mesâil, IV, 1487.
832
Nesâî, Eşribe, 25.
833
Kevsec, Mesâil, VIII, 4038.
834
Kevsec, Mesâil, VIII, 3997.
835
Kevsec, Mesâil, II, 775.

133
4. İçkiyle Tedâvî

İster içmek suretiyle olsun ister merhem gibi kullanma yoluyla olsun haramla
tedaviye cevaz vermeyen İshak b. Râhûye içkinin hayvanlara içirilmesini ve içkiyle
insanların tedavi edilmelerini mekruh olarak görür. 836

5. İçkinin Ticareti

İshak b. Râhûye, Müslüman birinin evinde içki bulunması durumunda içkilerin


derhal dökülmesi ve o kişinin te’dip edilmesi gerektiği görüşündedir. Eğer içkinin
ticaretini yapıyorsa bu takdirde Hz. Ömer’in Ruveyşid’e yaptığı gibi evinin yakılması
gerekir.837 Gayri müslimlerden zimmîler hakkında içki maldır. İçkiye sahip olan bir
zimmînin bundaki mülkiyeti geçerlidir. Telef edilmesi durumunda tazmini gerekir. Aynı
şekilde bir müslümanın bir zimmînin içkisini çalması halinde eli kesilmez. Fakat
zimmîye göre içkinin bir değeri olduğundan bunu tazmin etmesi gerekir. İshak b.
Râhûye, Kadı Şurayh’ın da bu yönde karar verdiğini söyler. Atâ b. Ebî Rebâh’ın
görüşünün, müslümanın içkiyi çaldığı kişi eğer müslümansa elinin kesilmeyeceği fakat
zimmî ise bu durumda elinin kesileceği yönünde olduğunu da aktardıktan sonra Kadı
Şurayh’ın tatbikatını tercih eder.838

VIII. TEK KALDIĞI FIKHÎ GÖRÜŞLERİ

Bu başlık altında diğer müctehidlerin hiçbirinin paylaşmadığı sadece İshak b.


Râhûye’ye ait olan görüşlere yer verilecektir. Bu farklılığın belli olması için diğer
müctehidlerin meseleyle ilgili görüşleri ihtiyaca göre kısaca zikredilecektir.

A. SAÇ, BIYIK VE TIRNAK KESMENİN ABDESTİ BOZMASI

İshak b. Râhûye, saç, bıyık ve tırnak kesmekten dolayı abdestin bozulup


bozulmaması konusundaki yaklaşımı diğer müctehidlerden farklıdır. O, bu meseleyi
mesh konusuna kıyas etmiştir. Nasıl ki mest ayaktan çıkarıldığında abdest bozuluyorsa

836
Kevsec, Mesâil, VIII, 4067.
837
Kevsec, Mesâil, VII, 3378.
838
Kevsec, Mesâil, VII, 3488.

134
aynı şekilde saç, bıyık ve tırnak kesmekten dolayı da abdestin bozulacağı ve iade
edilmesi gerektiği görüşündedir. Süfyan b. Uyeyne abdestin iadesi gerekmezse de suyun
o mahallin üzerinde gezdirilmesini güzel bulmuştur. Ahmed b. Hanbel, İmam Malik,
Şâfiî ve Ebû Hanîfe’ye göre ise mezkûr fiilleri yapmaktan dolayı abdest bozulmaz.839

B. NAMAZDA İMAMIN ABDESTİNİN BOZULMASI

Namaz kıldırırken abdesti bozulan imamın yerine birini geçirmesi, namazının


batıl olması veya yeniden abdest alıp kaldığı yerden namazını kıldırmaya devam etmesi
konusunda fukahâ ihtilaf etmişlerdir. İshak b. Râhûye diğer müctehidlerden farklı bir
görüşe sahiptir. Ona göre namaz kıldırırken abdesti bozulduğunda imam, cemaate
ayakta durmaları yönünde işaret eder ve abdest alıp dönmek suretiyle namazını kaldığı
yerden cemaatle birlikte tamamlar.840 Bu görüşünü bir hadise dayandırır. Söz konusu
hadiste Hz. Peygamber, iftitah tekbirini alıp namaza başlamasının ardından bir müddet
geçtikten sonra namazdayken cünüp olduğunu hatırlamıştır. Ve o anda cemaate
oldukları yerde kalmalarını işaret etmiş, ardından hücre-i saâdetine girip gusül almış ve
saçlarından yaş damlar vaziyette çıkmış ve o haliyle cemaate namazı kıldırmıştır.
Namaz bitince “Cünüp olduğumu unuttum zira ben de bir beşerim” demek suretiyle bu
durumun olağan bir hal olduğuna işaret etmiştir.841 İshak b. Râhûye namazdayken
imamın abdestinin bozulmasını, hadiste Hz. Peygamber’in başına gelen duruma kıyas
etmiştir. Cemaati bekletip namazı tamamlamak cünüp olan imam için nasıl caiz ise
cünüplüğe göre daha hafif olan abdestin bozulması halinde evleviyetle caizdir.842 Bu
meselede İmam Şâfiî’nin görüşüne göre ise cemaatin veya imamın, me’mûm olanlardan
birini imâmete geçirmek suretiyle namazın kılınması, muktedîlerden namaz
sorumluluğunu düşürür.843 İmam Mâlik’in konuyla ilgili görüşü de bu yöndedir.844

839
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 208.
840
Mervezî, İhtilâfu’l-fukahâ, 180.
841
Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXIV, 63.
842
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 209.
843
Şâfiî, el-Ümm, I, 203.
844
Bâcî, el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, I, 290.

135
Hanefi mezhebine göre ise imam, yerine birini geçirir. Fakat o kişinin müdrik olmasına
dikkat etmelidir.845

C. SECDE VE RÜKÛ VEYA KIYAMI UZATMANIN FAZİLETİ

Fukahâ namazda secde ve rükûyu uzatmak mı yoksa kıyamı mı uzun tutmanın


daha faziletli oluşu konusunda farklı görüşlere sahiptirler. İshak b. Râhûye, gece
ibadetlerinde kıyamın uzun tutulmasının, gündüz yapılan ibadetlerde ise rükû ve
secdenin uzun yapılmasının daha faziletli olduğu kanaatindedir. Fakat kişinin geceleri
Kur’nan-ı Kerim’den okuduğu günlük belirli bir bölümün olması halinde rukû ve
secdeyi uzun tutmasının daha faziletli olacağı görüşündedir.846 Kıyamın uzun tutulması
kaydının gece namazlarına ait olmasından dolayı Şevkânî de aynı görüşü tercih
etmiştir.847 Hanefî ve Şâfiî mezhebine göre ise kıyamın uzun tutulması, rukû ve
secdenin uzun tutulmasından daha faziletlidir.848 Mâlikîlere göre ise rukû ve secdeyi
uzun tutmak, kıyamı uzun yapmaktan daha faziletlidir.849

D. CUMANIN SAHİH OLMASI İÇİN GEREKLİ OLAN SAYI

İbn Hacer, cuma namazının kılınabilmesi için gerekli olan cemaat sayısıyla
ilgili görüşlerin toplam sayısının on beş olduğunu ifade etmiştir. Cumanın sahih olması
için gereken cemaat sayısı İbn Hazm’a göre bir, Nehaî ve Hasan b. Hayy’ye göre iki,
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre imam hariç üç, Ebû Hanîfe’ye göre imamla
birlikte üç, İkrime’ye göre yedi, Rabîa’dan gelen bir rivayete göre dokuz, diğer rivayete
göre on iki, İshak b. Râhûye’ye göre imam hariç on iki, İbn Hubeyb’in İmam Mâlik’ten
rivâyet ettiğine göre yirmi veya kırk, Şâfiî’ye göre imamla birlikte kırk, Ömer b.
Abdulaziz’e göre imam hariç kırk, Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete göre elli ve
Mârizî’ye göre seksendir. Bir kısım âlimlere göre ise çok kişinin katılması yeterlidir.850
Her ne kadar İbn Hacer, İshak b. Râhûye’nin imam hariç on bir kişiyi Cuma için yeterli

845
Serahsî, Mebsût, I, 172.
846
Kevsec, Mesâil, II, 661.
847
Şevkânî, Neylü’l-evtâr, III, 91.
848
Nevevî, el-Mecmû‘, III, 267; Dâmad, Mecme‘u’l-enhur, I, 132.
849
Desûkî, Hâşiyetü’t-Desûkî alâ Şerhi’l-kebîr, I, 319.
850
İbn Hacer, Fethu’l-bârî, II, 423.

136
sayı kabul ettiğini nakletse de aslında İshak b. Râhûye’nin aradığı sayı kırktır. Fakat
imam hariç on bir kişi olması halinde yine Cuma namazı kılınabilir. İshak b. Râhûye bu
görüşünü, Cuma sûresinin ilgili ayetlerinin nüzül sebebi olan hadiseye dayandırır. Cuma
sûresinin on birinci ayetinde de değinildiği üzere Hz. Peygamber hutbe okurken kervan
geldiğini gören cemaat hutbeyi dinlemeyi bırakarak dışarı çıkmışlardır. Sadece on iki
kişi kalmıştır. Bundan yola çıkarak İshak b. Râhûye, sayının onbir olması gerektiğini
söylerek herkesten farklı bir görüşe sahip olmuştur.851

E. SEFERÎ OLMAK İÇİN GEREKLİ SÜRE

Seferîliğin ruhsatlarından yararlanmak için bir yerde ikâme etme süresiyle ilgili
fıkıh âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Bu süre İmam Mâlik852, Şâfiî853 ve Ahmed b.
Hanbel’e854 göre dört gün, Ebû Hanîfe’ye göre ise on beş gündür.855 İshak b. Râhûye’ye
göre ise söz konusu süre on dokuz gündür. Bu süreden daha az kalmaya niyet eden kişi
namazını kısaltarak kılar.856 Bu görüşte olmasının nedeni, İbn Abbas’tan gelen, Hz.
Peygamber’in Mekke’de on dokuz gün kaldığını ve bu esnada namazlarını iki rekât
olarak kıldığını bildiren rivayettir. 857

F. NAMAZDA SEFERÎ OLANIN MUKÎME UYMASI

İshak b. Râhûye, dört rekâtlı bir namazda mukim imama uyan seferî olanın
namazını dörde tamamlama zorunluluğu olmadığı görüşündedir. Ona göre bu kişi kendi
namazına kasr yaparak kılacağına niyet eder ve başlar. İki rekât kıldıktan sonra dilerse
selam verip namazdan çıkar dilerse son iki rekâtı tatavvu‘ olmak üzere cemaatle birlikte
dörde tamamlar.858 Çünkü bu namaz iki rekât kılması caiz olan bir namazdır. Öte
yandan İshak b. Râhûye bu namazı sabah namazına kıyas eder. Dört rekâtlı namaz
kıldıran birine sabah namazını kaza etmek üzere uyan kişi de söz konusu namazını

851
Nevevî, el-Minhâc, VI, 151.
852
Bâcî, el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, I, 262.
853
Şâfiî, el-Ümm, I, 215.
854
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 212.
855
Serahsi, Mebsût, I, 236.
856
Kevsec, Mesâil, II, 682; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, II, 562.
857
Buhârî, Meğâzî, 53.
858
Kevsec, Mesâil, II, 482.

137
dilerse iki rekât kılar, dilerse dörde tamamlar. İmam Mâlik, eğer herhangi bir rekâta
yetişmişse tam kılacağı aksi takdirde kısaltabileceğini ifade etmiştir. Ahmed b. Hanbel
ise imama uyan seferînin namazını tam kılacağı görüşündedir.859 İmam Şâfiî860 ve Ebû
Hanîfe de aynı görüştedir.861

G. YAĞMUR DUASI

Kıtlık ve susuzluk durumlarında yağmur duasına çıkmak sünnettir. Bunda


fukahâ arasında bir ihtilaf söz konusu değildir. Fakat yağmur yağmaması halinde tekrar
tekrar bu işlemin yapılıp yapılmayacağı ihtilaflıdır. İshak b. Râhûye, yağmur duasına
ancak bir kere çıkılacağı görüşündedir. Çünkü Hz. Peygamber bir kere çıkmıştır. Hz.
Peygamber ve ashâbı, yağmurun yağmadığı diğer günlerde mescitte topluca dua edip
âmin demek suretiyle münâcâtta bulunmuşlardır. Hanbelî mezhebine göre ise bu birden
fazla gerçekleştirilebilir. Zîrâ Allah, duada ısrar edenleri seveceğinden birden fazla
yağmur duasına çıkılması, Allah’a yakarmanın en etkili şekilde ortaya konması
862
anlamına gelir. İmam Şâfiî de bir kere ile yetinilmeyip yağmur yağana kadar duaya
devam edilebileceği görüşündedir.863 İmam Mâlik de aynı görüştedir.864

H. ALACAKLININ BORÇLUYA ZEKÂT VERMESİ

Alacaklının kendisine borcu olan şahsa zekât vermesi ile ilgili İshak b. Râhûye
diğer fıkıh bilginlerinden farklı bir görüşe sahiptir. Ona göre bu şekilde ödenen zekât
batıldır. Çünkü alacaklının niyeti, borçlusuna parayı verdikten sonra ondan borcunu
tahsil etmek suretiyle meblağı geri almaktır. Aklî delil de getiren İshak b. Râhûye, bu
işleme cevaz verilmesi halinde zenginlerin zekâtlarını sadece borçlularına vereceklerini
ifade eder. Neticede kendilerine zekât verilmesi emredilen diğer sınıflar bundan
mahrum olurlar. Bu da zekâtla gerçekleştirilmek istenen maksadı ortadan

859
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 129.
860
Nevevî, el-Mecmû‘, IV, 355.
861
Serahsî, Mebsût, II, 105.
862
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 294.
863
Şâfiî, el-Ümm, I, 282.
864
Sîdî Halil, Muhtasaru’l-allâme Halîl, 48.

138
kaldırmaktadır.865 Ahmed b. Hanbel’e göre ise geri alma maksadı olmaması şartıyla
alacaklının borçluya zekât vermesi caizdir.866

İ. GEBE VEYA EMZİKLİ KADININ RAMAZANDA ORUCUNU


BOZMASI

Gebe veya emzikli kadının ramazanda orucunu bozması halinde kendisine ne


gerekeceği konusunda İshak b. Râhûye diğer fukahâdan farklı bir görüşe sahiptir. Ona
göre gebe veya emzikli kadının orucunu bozması halinde muhayyerdir. Dilerse bir gün
bir fakiri doyurur -ki bu durumda tutamadığı orucu kaza etmez- dilerse de kaza eder
fakat fakiri doyurmaz.867 Konuyla ilgili diğer görüşleri şöyle sıralamak mümkündür.
Hanefîler bu durumdaki kadını hasta veya yolcuya benzetmişlerdir. Dolayısıyla
kendisinin veya çocuğunun canının tehlikeye düşmesi durumunda bozar, bunun yerine
kaza tutar.868 Bu görüşlerinin delili “Şüphesiz ki Allah, yolcudan namazın yarısını, gebe
869
ve emzikli kadından da orucu kaldırmıştır.” anlamındaki hadistir. Mâlikiler’e göre
ise, söz konusu kadın şayet gebe ise sadece tutamadığı orucu kaza eder, ayrıca fakiri
doyurması gerekmez. Eğer kadın emzikli ise ve orucunu bozmuşsa kaza etmesinin
yanında ayrıca tutamadığı her gün için bir fakiri doyurması gerekeceği görüşündedirler.
Çünkü emzikli kadının, varsa çocuğun kendi malından yoksa babasının malından
ödemek koşuluyla sütanne kiralaması mümkündür.870 Şâfiîler de Mâlikîlerle aynı
görüşü paylaşırlar.871 Ahmed b. Hanbel ise hem gebe kadının hem de emzikli kadının
tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerektiği ve tutamadıkları gün sayısı kadar fakiri
doyurmaları gerektiği görüşündedir.872

865
Kevsec, Mesâil, VIII, 4367.
866
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 515.
867
Kevsec, Mesâil, III,1247; Kevsec, Mesâil, III, 1346.
868
Serahsî, Mebsût, III, 99.
869
Nesâî, Savm, 52.
870
Haraşî, Şerh-u muhtasar-ı Halîl, II, 261.
871
Nevevî, el-Mecmû‘, VI, 267.
872
Kevsec, Mesâil, III, 1346.

139
J. LAKÎT’İN (BULUNTU ÇOCUK) NAFAKASI

Lakît’in yanında mal varsa onu bulan kişi masraflarını o maldan karşılar. Eğer
yoksa bu durumda bakımıyla ilgili yükümlülük hazineye aittir. Çünkü Hz. Ömer, lakîtin
hür, velâyetinin mültekite, nafaka sorumluluğunun ise devlete ait olduğunu ifade
etmiştir.873 Bu noktada ihtilaf yoktur. Asıl ihtilaf konusu, mültekitin hâkim kararı
olmadan lakît için ödediği meblağın tahsilidir. İshak b. Râhûye, meselenin çözümünü
niyete bağlamıştır. Eğer mültekit hazineden alma niyetiyle söz konusu harcamayı
yapmışsa harcanan meblağ hazineden karşılanır. Eğer bu niyeti yoksa karşılanmaz.874
İmam Mâlik, Şâfiî ve Ebû Hanîfe’ye göre ise hâkim kararı olmadan mültekitin yaptığı
harcamalar teberru‘ hükmündedir.875

K. KUR‘A İLE NESEBİN SABİT OLMASI

Bir çocuğun nesebinin kendisine ait olduğunu iddia eden birden fazla kişi
olması durumunda İshak b. Râhûye, bunun kur‘a ile belirlenebileceği görüşündedir.876
Üç kişi bir kadınla ilişkiye girdikten sonra doğan çocuğun nesebinin hangisinden
olduğunu tespit etmek için Hz. Ali’ye geldiklerinde, Hz. Ali nesebin tesbitini, aralarında
kur‘a çekme yoluyla belirlemiştir. Bu olay Hz. Peygamber’e anlatıldığında söz konusu
yöntemi onaylamıştır.877 İmam Şâfiî de kavl-i kadiminde aynı görüştedir.878 Hanefî
mezhebinde ise nesebin kendisine ait olduğunu iddia edenlerin sayısı kaç ise neseb o
kadar kişiden sabit olur.879 Şâfiî mezhebinde kur‘a ile neseb sabit olmaz. Neseb
konusundaki anlaşmazlık kıyafet ilmini iyi bilen kâiflerin tesbitiyle giderilir.880 İmam
Mâlik’ten gelen meşhur görüşe göre de nesebin tesbiti kur‘a ile yapılmaz.881 Ahmed b.
Hanbel de nesebin kur‘a ile sübûtunu kabul etmez.

873
Bâcî, el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, VI, 3; Kevsec, Mesâil, VIII, 4490.
874
Kevsec, Mesâil, VIII, 4393.
875
Bâcî, el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, VI, 4; Şâfiî, el-Ümm, VI, 268; Dâmad, Mecme‘u’l-enhur, I, 702.
876
Azîmâbâdî, Avnü'l-ma‘bûd, VI, 257.
877
Ebû Dâvûd, Talak, 32.
878
Hattâbî, Me‘âlimü’s-sünen, III, 277.
879
Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, VI, 252.
880
Nevevî, el-Mecmû‘, XX, 333.
881
Bâcî, el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, VI,6.

140
L. “BANA AİT OLANLARDA FAKİRLERE SADAKA VARDIR”
SÖZÜNÜN YORUMU

Böyle bir sözü teleffuz eden bir kişi için terettüb edecek olan hükümlerle ilgili
İslam hukukçuları farklı görüşlere sahiptirler. İshak b. Râhûye’ye göre böyle
durumudaki bir kişiye gereken zıhar kefaretidir: Bir mümin köleyi azad etmek bunu
bulamazsa iki ay peşpeşe oruç tutmak buna da gücü yetmezse atmış fakiri doyurmak.
Zıhar keffâretini yerine getirememesi durumunda on fakiri doyurması yeterli olur.882
İshak b. Râhûye, bu sözü mal ile tasadduk etmeyi ifade eden en kapsamlı söz olarak
değerlendirdiğinden yerine getirmesi gereken sorumluluğu, keffâret çeşitlerinin içinde
en ağır keffâret olan zıhar kefaretine konan bedelle eşitlemiştir. Buna gücü yetmemesi
durumunda da yerine getirmesi gereken sorumluluğu en hafif keffâret olan yemin
keffâretine kadar indirmiştir.883

Hanefîlere göre yukardaki sözü söyleyen kişinin zekâta tabi olan veya olmayan
mallarından bir miktar tasaddukta bulunması gerekir.884 Muhtemelen sadaka ifadesi
mutlak olarak kullanıldığından az miktarda bir sadaka ile sorumluluğun düşeceğini
ifade etmişlerdir. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel, mezkûr sözü söyleyenin maksadının
sadaka verip Allah’a yaklaşma olmayıp bu sözüyle yemin kasdı taşıdığını düşünerek
yemin keffâreti vermesi gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. İmam Mâlik ise malının
üçte biri kadarını tasadduk etmesi gerekeceğini ifade etmiştir.885

M. YEMİNDE İSTİSNA

İshak b. Râhûye, yemin ederken istisna yapmayı unutan kişinin daha sonra
hatırladığı bir zamanda istisna yapabileceğini ifade etmiştir. Bunu İbn Abbas’ın bir yıl
sonra da olsa yeminden istisna yapılabileceğine dair rivayet ettiği hadise dayandırır.
Ayrıca İbn Abbas’ın “Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey

882
Mervezî, İhtilâfü'l-fukahâ, 491.
883
Baclan, İshak b. Rahûye ve eseruhû fi’l-fikhı’l-islâmî, 231.
884
Dâmad, Mecme‘u’l-enhur fî şerhi Mülteka’l-ebhur, I, 548; Mervezî, İhtilâfü'l-fukahâ, I, 490.
885
Mervrezî, İhtilâfü'l-fukahâ, I, 490.

141
için ‘Bunu yarın yapacağım deme’. Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an…”886
mealindeki ayeti okuduğunu da zikreder.887 Ebû Ubeyd, söz konusu hadisin pratik
sonucunun hânis olunması durumunda günahı düşürmeye yönelik olduğunu, keffâretin
ise düşmeyeceğini ifade etmiştir.888

Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve Mâlik ise yeminde istisna yapılması durumunda bu
istisnanın yemine bitişik olması gerektiği fikrindedirler. İmam Şâfiî ek olarak yeminle
istisna arasına ses kesilmesi, zorluk gibi tabiî nedenlerin dışında bir aralık girerse bunun
yemine bitişik kabul edilemeyecği görüşündedir. Ahmed b. Hanbel, başka bir işe
girişmedikçe aynı mecliste bulundukları süre zarfında yeminden sonra istisna
yapılabileceği görüşündedir. 889

N. SAVAŞTA MAKTÜLÜN ÜZERİNDEN ÇIKANDAN BEŞTE BİR


ALMA MESELESİ

Savaşta öldürülen kişinin üzerinden çıkan şeylerin alınıp alınmaması ile eğer
alındıysa bunların ganimet hesabına dâhil edilerek beşte birlik oranında eksiltme
yaptıktan sonra öldüren kişiye verilmesi meselesinde İslam âlimleri farklı görüşlere
sahiptirler. “Kim (savaşta) birini öldürür ve buna da delil getirirse maktülün
üzerindekileri alma hakkı vardır”890 anlamındaki bu hadisten yola çıkarak İmam Şâfiî,
Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye bunun bütün savaşlarda geçerli olacağı
görüşündedirler. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel seleb uygulandıktan sonra tekrar beşte
891
birinin alınarak ganimete dâhil edilemeyeceğini bu görüşlerine eklemişlerdir. Ebû
Hanîfe ise buna devlet başkanı veya ordu komutanı izin vermesi halinde bu selebin caiz
olacağını ifade etmiştir.892 Savaşta öldürülen kişinin seleb edilmesi ( elbisesi, silahı
bineği gibi sahip olduğu şeylerin öldürene ait olması) durumunda bu ele geçirilenlerin

886
Kehf 18/23-24
887
Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (458/1066), es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Muhammed Abdulkadir Ata, Beyrut:
Dârul-kütübi’l-ilmiyye, 1424/2003, X, 82.
888
Mervrezî, İhtilâfü'l-fukahâ, I, 482.
889
Mervrezî, İhtilâfü'l-fukahâ, I, 481.
890
Müslim, Cihad ve Siyer, 2.
891
Nevevî, el-Minhâc, XII, 58,59.
892
Serahsî, Mebsût, X, 49.

142
beşte birinin ganimete dâhil edilip edilmemesi noktasında İshak b. Râhûye, bunu devlet
başkanının, komutanın tutumunun belirleyeceği görüşündedir. Eğer seleb işlemini çokça
yapan biriyse bu durumda ele geçirilen şeylerin beşte biri ganimete dâhil edilir, kalanı
ise seleb eden kişiye ait olur. Görüşünü, Hz. Ömer’in bu yöndeki uygulamasına
dayandırır.893

O. İRTİDATTA TEKERRÜRÜN HÜKMÜ

İshak b. Râhûye’nin diğer İslam âlimlerinden farklı düşündüğü noktalardan biri


de mürtedin mükerrer irtidadı halinde kaçıncı irtidattan sonra artık İslam’a dönüşünün
kabul edilmeyeceği meselesidir. Ona göre bir kişi dördüncü defa irtidat ederse artık
kendisine mürtede ait hükümler uygulanır. Bu görüşünü Hz. Osman ve İbn Ömer’in,
“İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da
inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.”894
ayetiyle ilgili tefsirine dayandırır.

İmam Şâfiî bu işlemin belirli bir sayı ile son bulmasının mümükün olmayacağı
görüşündedirler.895 Hanefilere göre tekrar tekrar irtidat eden kişinin tövbe ettiği zaman
tevbesi kaçıncı defa olursa olsun ilk tövbe etmesi gibi kabul edilir. Fakat irtidadından
sonra dördüncü defa tevbe ettiğinde devlet başkanı mezkûr şahsı hapse attırır. Tövbenin
alametleri zâhiren görülene kadar hapiste kalır.896

893
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 419.
894
Nisâ, 4/137
895
Şâfiî, el-Ümm, VI, 171.
896
Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, VII, 135,

143
SONUÇ

İshak b. Râhûye’nin hayatı ve fıkıh düşüncesinin ele alındığı bu çalışmada


incelenen kaynaklar ağırlıklı olarak biyografi ve İslam hukukuna dair yazılmış
eserlerdir. Şahsın ağır basan yönü hadisçilik olması hasebiyle bu alandaki kaynaklardan
da istifade edilmiştir. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla ilim tahsilini geniş bir coğrafyayı
dolaşarak yapan İshak b. Râhûye, ilim merkezlerindeki hâkim fıkıh anlayışlarını birebir
olmasa da küçük değişikliklerle fıkıh düşüncesine yansıtmıştır.

Şüphesiz İshak b. Râhûye’nin ilmi birikiminde ve fıkıh anlayışının


şekillenmesinde kendisini etkileyen birçok isim olmuştur. Bunların içinde dolaylı
yoldan ilmini elde ettikleriyle birlikte doğrudan faydalandığı isimler de vardır.
Doğrudan ilişki içinde olduğu en önemli iki tarihi şahsiyetten biri aynı zamanda yakın
arkadaşı da olan Ahmed b. Hanbel diğeri ise İmam Şâfiî’dir.

Hayatı boyunca birçok önemli şahsiyetin dikkatini çeken ve ilim meclislerinde


başkanlık etmesini sağlayan ilmî birikimi sayesinde çoğu müellif tarafından mezhep
sahibi müctehidler içinde kabul edilmiştir. Hem bu özelliği hem de âlimlerin ihtilaflarını
çok iyi bilmesi, vefatını müteakip dönemlerde kaleme alınan eserlerde adının
zikredilmesini sağlamıştır. Özellikle furu‘ fıkıh kaynaklarında mutlak olarak “İshak”
ismi zikredildiğinde İshak b. Râhûye kastedilmektedir. Diğer kaynaklarda ise “İshak,
İshak b. İbrahim el-Hanzelî, İbn Râhûye” isimleriyle anılmaktadır.

Kendisine ait bir usûlü olmasının yanı sıra mezhep sahibi bir müctehid
olduğununun göstergesi de fıkıh bablarının tamamıyla ilgili görüşlerinin varlığıdır.
Buna ek olarak diğer müctehitlerden tamamen farklı olan görüşlerini de dile getirmek
gerekir. Görüşleri, vefatından sonra öğrencileri tarafından nakledilmişse de günümüze
kadar varlığını sürdürebilen bir mezhep haline gelememiştir. En son vefat eden
öğrencisi dikkate alınırsa IV. yüzyılın ilk çeğreğine kadar mezhep olarak devam
etmiştir.

İlim tahsili için defalarca gittiği Irak’ın hâkim fıkıh anlayışı ehl-i re’y
olduğundan kendisi ilk zamanlar bu ekole mensub olduğu izlenimi vermiştir. Fakat
Kevsec’e ait, üç binden fazla fıkhî meseleyi içeren Mesâil isimli eser incelendiğinde

144
görüşlerinin büyük oranda Ahmed b. Hanbel ile örtüştüğü görülmektedir. Bunun yanı
sıra diğer mezhep imamları ve başka birçok seçkin isimle muvâfakat ettiği görüşleri de
vardır. Fakat ihtilaf ettiği hususlar da az değildir. Bu ihtilafları ve temel sebeblerini
belirlemede başarılı izahları vardır.

Görüşlerini yer yer farklı bölge âlimlerinin ictihatlarıyla destekleme ihtiyacı


hissetmiştir. Bazı isimlerin görüşlerini tercihe şayan bulmuştur. Bunların içinde Evzaî,
Süfyan es-Sevrî, Mâlik, İbn Ebû Leylâ gibi isimler vardır. Problemlerin çözümünde
hadise ve esere öncelik veren İshak b. Râhûye temel fıkhî yaklaşım olarak Mâlik’e ve
İmam Şâfiî’ye yakınlığı zikredilse de bu iki isimle ayrıldığı noktalar da vardır.
Görüşlerini bu iki âliminkilerle mukâyese edilerek aralarındaki ihtilafın boyutu tespit
edilebilir. Ayrıca bu tespite İmam Şâfiî’nin kavl-i kadim ve kavl-i cedîd denilen
görüşlerinden hangisine daha yakın olduğu ayrımı da eklenebilir. Çünkü İmam Şâfii ile
Mısır öncesinde bizatihi görüştüğü, Mısır sonrasında ise Tirmizî yoluyla görüşlerine
vakıf olduğu anlaşılmaktadır.

Meselerle ilgili hükmü belirtirken kullandığı kavramların bağlayıcılık


açısından henüz hiyerarşik bir yapıya kavuşmadığı görülmektedir. İctihadlarında
kolaylık ilkesine yer vermiştir. Ayrıca günümüzde kapsamına göre kâide veya zâbıta
olarak isimlendirilen bazı kuralları da fıkhına yansıtmıştır. Buna müstakil bir başlık
ayırmadıysak da yer yer bu hususlara temas ettik. Ayrıca kelam ilmine dair bazı
görüşlerini fıkhî meselelerin hükümlerini belirlemede kıstas olarak kullanmıştır.

145
KAYNAKÇA

Kur’an-ı Kerim
Abdulhalik Bakır, “Basra”, DİA, IV, 110.
Abdulkadir Şener, Kıyas İstihsan İstıslah, Ankara: Elif Matbaacılık, 1974.
Abdullah b. Muhammed b. Ahmed Tariki, Mu’cemu musannefati’l-Hanabile min
vefayyatu 241-1420, Riyad, 2001/1422.
Abdullah Muhammed b. İsmail Buhari, (256/870), et-Tarihü'l-kebir, Kahire: Mektebe
Dâru’t-Türâs, 1976.
-et-Tarihü's-sağir, Kahire: Mektebe Dâru’t-Türâs, 1976.
Abdurrahman b. Abdullah Derviş, es-Sahabi ve mevkıfü'l-ulema mine'l-ihticac bi-
kavlihi, Riyad: Mektebetü'r-Rüşd, 1992.
Abdülaziz b. Abdullah b. Abdurrahman İbn Baz, Abdullah b. Fevzan el-Fevzan, en-
Nüket ala takrîbi't-tehzîb, Riyad: Darü’l-Minhac, 2005/1426.
Abdülazîz el-Buhârî, Alâüddin Abdülazîz b. Ahmed b. Muhammed (730/1330), Keşfü'l-
esrar an Usûli Fahrülislam el-Pezdevi, thk. Abdullah Mahmur Muhammed Ömer,
Beyrut: Dâru’l-Kübü’l-İlmiyye, 1997.
Abdülgaffar Süleyman Bündari, Seyyid Kisrevi Hasan, Mevsuatu ricali'l-kütübi't-tis'a,
Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1993.
Adil Nüveyhiz, Mu‘cemü'l-müfessirin min sadri'l-İslâm hatta'l-asri'l-hazır, Beyrut:
Müessesetu Nuveyhizi's-Sekafiyye, 1983.
Ahmed b. Hanbel (241), Müsned, thk. Şuayb Arnavut, Müessesetü’r-Risâle, 1421/2001.
Ahmed b. Muhammed Ednevi, Tabakatü'l-müfessirin, thk. Süleyman b. Salâh Kazzi,
Medine: Mektebetü'l-Ulum ve'l-Hikem, 1997.
Ahmed Nehravi Abdüsselam, el-İmam eş-Şafii fî mezhebeyi’l-kadîm ve'l-cedîd, Kahire,
1988.
Ali b. Medînî, Ebü'l-Hasan Ali b. Abdullah b. Ca'fer Sa'di (234/848), el-İlel, thk.
Hassam Muhammed Ebû Kureys, Kuveyt: Garas, 2002/1423.
Âmidî, Ebü'l-Hasan Seyfeddin Ali b. Muhammed b. Salim (631/1233), el-İhkâm fî
usûli'l-ahkâm, Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1404.
Apaydın, Yunus, “Kıyas”, DİA, XXV, 529.
Apaydın, Yunus, “Sahâbî Kavli”, DİA, XXXV, 501.

146
Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, İstabul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,
2008.
Attâr, Hasan, Haşiyet-ü Attar alâ cem‘i’l-cevâmi‘, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
1999.
Aybakan, Bilal, “Şâfiî”, DİA, XXXVIII, 223,224.
Aybakan, Bilal, Fıkıh İlminin Oluşum Sürecinde İcmâ, İstanbul: İz Yayıncılık, 2003.
Aydın, Mehmet Akif, “Liân”, DİA, XXVII, 173.
Aydınlı, Abdullah, “İbn Râhûye”, DİA, XX, 241.
Azîmâbâdî, Ebü't-Tayyib Şemsülhak Muhammed b. Emir Ali, (1329/1911), Avnü'l-
ma‘bud şerhu Sünen-i Ebî Dâvûd, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1415.
Bâcî, Ebu’l-velid Süleyman b. Halef (474), el-Müntekâ şerhu’l-Muvattâ, Mısır:
Matbaatü’s-Seâde, 1332.
-et-Ta’dil ve’t-tecrih, Riyad: Dâru’l-Livâ’, 1986.
Bardakoğlu, Ali, “İstihsan”, DİA, XXIII, 239.
Bardakoğlu, Ali, “İstishab”, DİA, XXIII, 376.
Bardakoğlu, Ali, “Kitap”, DİA, XXVI, 122.
Bedir, Murtaza, “Sünnet”, DİA, XXXVIII, 150-152.
Begavî, Ebû Muhammed Muhyissüne el-Huseyin b. Mes‘ûd b. Muhammed el-Ferrâ’
(516/1122), Şerhu’s-sünne, thk. Şuayp Arnavut, Muhammed Zühyr eş-Şâvîş,
Beyrut: el-Mektebü’l-islâmî, 1403.
Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Huseyin (458/1066), Menâkıbu’ş-Şâfiî, Kahire: Dâru’t-
Türâs, 1971.
-es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Muhammed Abdulkadir Ata, Beyrut: Dârul-Kütübi’l-
İlmiyye, 1424/2003.
Bilmen, Ömer Nasuhi (1971), Hukûk-i İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu,
İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1998.
Cafer Sübhani, Mevsuatu tabakati’l-fukahâ: el-mukaddime, Kum: Müessesetü’l-İmam
es-Sadık, 1998/1418.
Cürcânî, Ebü'l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (816/1413), et- Ta‘rifât,
Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 2007.
Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Usûlü, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2009.
Çetin, Osman, “Horasan”, DİA, XVIII, 235.

147
Dakûkî, İbrahim, “Irak”, DİA, XIX, 103.
Dâmad, Abdurrahman b. Muhammed b. Süleyman Şeyhzâde (1078), Mecme‘u’l-enhur
fî şerhi Mülteka’l-ebhur, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabî, t.y.
Dâvûdî, Şemseddin Muhammed b. Ali b. Ahmed (946/1540), Tabakâtü'l-müfessirîn,
Beyrut: Mektebetü vehbe, 1972.
Desûkî, Muhammed b. Ahmed b. Arafe (1230/1815), Hâşiyetü’t-Desûkî alâ Şerhi’l-
kebîr, Dâru’l-fikr, t.y.
Dönmez, İbrahim Kâfi, “İcmâ”, DİA, XXI, 417.
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Örf”, DİA, XXXIV, 88.
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Sed-i Zerâi’”, DİA, XXXIX, 277,278.
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Şer’u Men Kablenâ”, DİA, XXXIX, 15.
Ebû Ahmed b. Adîy el-Cürcânî (365/975), el-Kâmil fî du‘afâi’r-ricâl, Beyrut: Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, 1418/1997.
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ahmed b. Abdillah b. İshak (430/1038), Hilyetü'l-evliyâ’ ve
tabakâtü'l-asfiyâ’, Matbaatü’s-Se‘âde, 1979.
Gazzâlî, Huccetü’l-İslam Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b.
Ahmed et-Tûsî (505/1111), el-Mustasfâ, thk. Muhammed Andusselam Abduşşâfi,
Beyrut: Dâru’l-kütübü’l-ılmıyye, 1413.
Hallâf, Abdulvehab (1375), İlm-i Usûli’l-fıkıh ve hulâsatü târihi’t-teşrî‘, Mısır:
Matbaatü’l-Medenî, t.y.
Haraşî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdullah el-Mâlikî (1101/ 1690), Şerh-u
Muhtasar-ı Halîl, Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Hatib el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali (463/1070), Târîh-u Bağdâd ev Medînetü’s-
selam, Beyrut: Dâru’l-fikr.
Hattâbî, Ebû Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim el-Büstî, (388/998),
Me‘âlimü’s-sünen, Haleb: Matbaatü’l-İlmiyye, 1351/1932.
Hüseynî, Ebü'l-Mehâsin Şemsüddin Muhammed b. Ali b. el-Hasan el-
Dımaşkî (765/1364), Kitâbü’t-tezkire bi-ma‘rifeti ricali kütübi'l-‘aşere, thk. Rıfat
Fevzi Abdülmuttalib, Kahire: Mektebetü’l-Hanci, 1997/1418.
Irakî, Ebü'l-Fazl Zeynüddin Abdürrahim b. Hüseyin (806/1404), Tarhu't-tesrîb fî
şerhi't-Takrib, Beyrut: Dâru ihyâi't-türâsi'l-arabi, t.y.
İbn Abdülber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdulberr b. Asım en-
Nemerî (463/1071), el-İntikâ’ fî fezâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâi: Malik b.

148
Enes el-Asbahi el-Medeni, Muhammed b. İdris eş-Şafii el-Muttalibi, Ebû Hanîfe
Numan b. Sabit el-Kufî, Dârü'l-beşairi'l-islâmiyye, 1997.
İbn Asâkir, Ebü'l-Kâsım Sikatüddin Ali b. Hasan b. Hibetullah(571/1176), Tarihu
medîneti Dımaşk, thk. Amr b. Garâme el-‘Amravî, Beyrut: Dârü'l-Fikr, 1995.
İbn Ebû Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî
(328/938), Kitâbü’l-cerh ve't-ta‘dîl, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1952.
İbn Ebû Ya‘la’, Ebü'l-Hüseyin İbnü'l-Ferra Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin el-
Bağdâdî (526/1131), Tabakâtü’l-Hanâbile, thk. Abdurrahman b. Süleyman el-
Useymin, Riyad, 1419/1999.
İbn Hacer el-Askalânî, Ebü'l-Fazl Şihâbuddin Ahmed b. Ali b. Muhmmed (852/1449),
Tevâli't-te'sis li-meali Muhammed b. İdris, thk. Ebü'l-Fida Abdullah Kâdî, Beyrut:
Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye, 1986.
-Fethu’l-bârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut: Dâru’l-ma’rife, 1379.
-Ta‘rîfu ehli’t-takdîs bi merâtibi’l-mevsûfîne bi’t-tedlîs, Umman: Mektebetü’l-
Menâr, 1403/1983.
-Tehzîbü't-tehzîb, Beyrut: Dâru’l-ihyâi’t-türâsi’l-arabî, 1991.
-Lisânü’l-mîzân, Beyrut: Dâru’l-ihyâi’t-türâsi’l-arabî, 1996.
-Mu‘cemü’l-müfehres, thk. Şekûr Meyâdînî, Beyrut: Müessesetü’r-risâle,
1418/1998.
İbn Hallikân, Ebü'l-Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed (681/1282), Vefeyâtü'l-
a‘yân ve enbâu ebnâi'z-zaman, Beyrut: Dâr-u Sadr, 1978.
İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zahiri (456/1064), Muhallâ,
Dâru’l-fikr, 1352.
-Meratibü'l-icmâ fi'l-ibâdât ve'l-muâmelât ve'l-mu‘tekadât, Beyrut: Dârü'l-âfâki'l-
cedide, 1982.
İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hıbbân b. Ahmed et-Temîmî el-Büstî (354/965),
es-Sikât, Haydarâbâd: Dâiratü’l-Maârif el-Osmâniyye, 1982.
İbn Irakî, Ebû Zür‘a Veliyyüddin Ahmed b. Abdurrahim b. Hasan el-Kürdî (826), el-
Müdellesîn, Dâru’l-vefâ, 1415/1995.
İbn Kesir, ‘Imâdüddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer ed-Dımaşkî eş-Şâfiî (774/1373),
Tefsîru’l-Kurâni’l-‘Azîm, thk. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut: Dârul-
kütübi’l-ilmiyye, 1419.
-Menâkıbu’l-imam eş-Şâfiî, Riyad: Mektebetü’l-İmam eş-Şâfiî, 1992.

149
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), Te’vîlu muhtelifi’l-hadîs,
Mısır: Mektebtü’l-İslâmî, 1419/1999.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî (273/887), es-Sünen, thk.
Salih b. Abdulaziz b. Muhammed b. İbrâhim, Riyâd: Dâru’s-selâm, 1420/1999.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükrim el-Ensârî (711/1311), Muhtasar-u târîh-
i Dımaşk Li-İbn Asâkir, thk. Rûhiyye Nehhâs, Abdulhamid Murâd, Muhammed
Mutî’, Sûriye: Dâru’l-fikr, 1402/1984.
İbn Müflih, Ebû İshak Burhanüddin İbrâhim b. Muhammed b. Abdillah er-Râminî ed-
Dımaşkî (884/1479), el-Maksadü'l-erşed fî zikri ashabi'l-İmam Ahmed, thk.
Abdurrahman b. Süleyman el-Useymin, Riyad: Mektebetü'r-Rüşd, 1990.
İbn Münzir, Ebu Bekir Muhammed b. İbrahim en-Nîsâbûrî (309/922), el-Evsat fi’s-
sünen ve’l-icmâ ve’l-ihtilaf, thk. Ebû Hammad Sağîr Ahmed b. Muhammed b.
Hanîf, Riyad: Dâru’t-tayyib, 1985.
İbn Sa‘d, Ebû Abdullah Muhammed b. Sa‘d Münî‘ el-Hâşimî (230/844), Tabakâtü’l-
kübrâ, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1410/1990.
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Abdulhalim (728/1328),
Mecmû‘u’l-fetâvâ, Suûdî Arabistan: Mecmeu Melik Fahd, 1416/1995.
İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddin Abdullah b. Ahmed (620/1223) el-
Muğni, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1405.
İbnü’l-Bey‘, Ebû Abdullah el-Hakim Muhammed b. Abdullah b. Muhammed
Hamdeveyh b. Nuaym b. el-Hakem (405/1015), Telhîs-u Târîh-i Nîşâbur, Tahran:
Kütabhane-i İbn Sînâ, t.y.
İbnü’l-Kayserâni, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Tahir b. Ali b. Ahmed el-Makdisî
(507/1113), el-Ensâbü’l-müttefika, Leiden: E.J. Brill, 1282/1865.
İbnü'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali (597/1201), el-
Müntazam fî tarihi'l-mülûk ve'l-ümem, thk. Muhammed Abdülkadir Ata, Mustafa
Abdülkadir Ata, Nuaym Zerzevir, Beyrut: Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye, 1992.
-Menâkıbü'l-İmam Ahmed b. Hanbel, tsh. Abdullah b. Abdülmuhsin Türki, Ali
Muhammed Ömer, Kahire: Mektebetü'l-hancî, 1979.
-Keşfü'n-nikâb ani'l-esmâ ve'l-elkâb, thk. Abdülazîz b. Raci Saidi, Riyad:
Mektebetu dârü’s-Selam, 1992.
-Sıfatü's-safve, thk. Mahmûd Fahuri, Muhammed Revvas Kal‘acî, Beyrut: Dârü'l-
ma‘ârif, 1979.

150
İbnü'l-Esir, Ebü'l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim (630/1233), el-
Kâmil fi't-târîh, thk. Halil Me’mun Şiha, Beyrut: Dârü'l-Ma‘rife, 2002/1422.
İbnü'l-Gazzî, Ebü'l-Me‘âli Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman (1167/1753),
Dîvânü'l-İslâm, thk. Seyyid Kisrevi Hasan, Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1990.
İbnü'l-İmâd, Ebü'l-Felah Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed, (1089/1679), Şezerâtü'z-
zeheb fî ahbâri men zeheb, Beyrut: Dâru’l-ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî.
İbnü'l-Mülakkîn, Ebû Hafs Siraceddin Ömer b. Ali b. Ahmed (804/1401), el-‘Akdü'l-
müzheb fî tabakâti hamaleti'l-mezheb, Beyrut: Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye, 1997/1417.
İbnü'n-Nedim, Ebü'l-Ferec Muhammed b. İshak (385/995 ), el-Fihrist, Tahran, 1971,
286.
Kal‘acî, Muhammed Ravvâs, Mevsû‘atü fıkhı İshak b. Râhûye, Dâru’n-nefâis, Beyurut,
2009.
Karaman, Hayrettin, İslam Hukuk Tarihi, İstanbul: İz Yayıncılık, 1999.
Kâsânî, Alâuddin Ebûbekir b. Mesûd b. Ahmed (587/1191), Bedâiu’s-sanâi‘ fî tertîbi’ş-
şerâi‘, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1406/1986.
Kâtip Çelebi (1067), Keşfu’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-funûn, Bağdâd: Mektebetü’l-
müsennâ, 1941.
Kelâbâzî, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin el-Buhârî (398/1008),
Ricâlu Sahîhi'l-Buhârî: el-Hidâye ve’l-İrşâd, thk. Abdullah Leysi, Beyrut: Dârü'l-
ma‘rife, 1987.
Kevsec, İshak b. Mansur (251/865), Mesâilü’l- imam Ahmed b. Hanbel ve İshak b.
Râheveyh, Suûdî Arabistan: ‘Imâdetü’l-bahs el-‘ilmî, 2002.
Koca, Ferhat, “Mutlak”, DİA, XXXI, 402.
Koca, Ferhat, İslam Hukuk Tarihinde Selefî Söylem ve Hanbeli Mezhebî, Ankara:
Ankara Okulu Yayınları, 2002.
Kurt, Hasan, “Tâhirîler”, DİA, XXXIX, 403.
Kurtubî, Şemsuddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebû Bekir Ferhu’l-ensâri
el-Hazrecî (671/1273), el-Câmi’u li ahkâmi’l-Kur’an, thk. Ahmet Berdûşî ve
İbrahim Atfîş, Kâhire: Daru’l-kütübi’l-Mısriyye, 1964.
Küçük, Raşit, “Abdullah b. Mubârek”, DİA, I, 123.
Laoust, “Ahmed İbn Hanbel”, İsmet Kayaoğlu (çev.), Diyanet Dergisi, 1997, cilt: XVI,
sayı: 1, s.19.

151
Mahmut ’Isam el-Meydânî, el-Atlasu’t-târihî li’l-âlemi’l-islâmî, Suriye: Dâru Dımaşk,
2004.
Makdisî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (744/1343), Ahsenü’t-tekâsîm, Beyrut:
Dâru Sadır, 1991.
Mansur b. Yunus b. Selâhuddin İbn Hasen b. İdris el-Bahûtî el-Hanbelî (1051/1641),
Keşşâfu’l-kınâ’ ‘an metni’l-iknâ’, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y.
Mâverdî, Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib (450/1058), el-Hâvi'l-kebir, thk. Ali
Muhammed Muavviz, Adil Ahmed Abdülmevcud, Beyrut: Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye,
1994/1414.
Mervezî, Ebû Abdullah Muhammed b. Nasr b. Yahyâ (294/906), İhtilâfü'l-fukahâ, thk.
Muhammed Tâhir Hakîm, Muhammed b. Suûd, Riyad: Edvâü’s-selef, 1420/2000.
Mizzî, Ebu’l-Haccâc Cemâlüddin Yusuf b. Abdirrahman b. Yusuf (742/1341),
Tehzîbu’l-kemâl fî esmâi’r-ricâl, Bueyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1987.
Muğletây b. Galîc b. Abdullah el-Bekcerî el-Mısrî (762/1361), İkmâlü Tehzîbi’l-kemâl fî
esmâi’r-ricâl, el-Fârûku’l-Hadîsiyye, 1422/2001.
Muhammed Taki Tüsterî, Kamusü'r-rical, Müessesetü'n-neşri'l-İslâmî, 1990.
Murtazâ ez-Zebîdî, Ebu’l-Feyz Muhammed b. Muhammed (1205/1791), Tâcu’l-arûs,
Dâru’l-hidâye, t.y.
Mübârekfûrî, Ebu’l-ala Muhammed Abdurrahman b. Abdurrahim (1353/1934),
Tühfetu’l-ehvezî bi şerh-i câm’i’t-tirmizî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-‘ılmiyye.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali el-Horasânî (303/915), Tesmiyetü
fukahâi’l-emsâr, Halep: Dâru’l-va‘y, 1369.
Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhiddin Yahyâ b. Şeref (676/1277), el-Mecmû‘ şerhu’l-
mühezzeb, Dâru’l-fikr, t.y.
-el-Minhâc şerhu Sahîh-i Müslim, Beyrut: Dâr-u İhyâi’t-türâsi’l-arabî, 1392.
Ömer Rıza Kehhâle, Mu‘cemü’l-müellifîn, Dâru’l-ihyâi’t-türâsi’l-arabî, Beyrut: 1957,
II, 228.
Sa’d Fehmi Ahmed Bilal, es-Sirâcü’l-münîr fî elkâbi’l-muhaddisîn, Riyad: Mektebetü’t-
tevbe; Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1996/1417.
Safedî, Salahuddin Halil b. Aybek (764/1363), Kitabu’l-vâfî bi’l-vefeyât, Franz Steiner
Verlag, Wiesbaden, 1982.
Sâlihî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülhadi Dımaşki (744), Tabakâtu ulemâi’l-
hadis, thk. Ekrem el-Buşi, Beyrut: Müessesetü'r-risâle, 1989.

152
Sehâvî, Muhammed b. Abdurrahman b. Muhammed Şemseddin (906/1497), el-İ‘lânü
bi’t-tevbîh limen zemme ehle’t-târîh, thk. Franz Rosenthal, Beyrut: Müessesetü’r-
risâle, 1407/1986.
Sem‘ânî, Abdulkerim b. Muhammed b. Mansur et-Temîmî el-Mervezî (562/1167), el-
Ensâb, Haydarâbât: Meclisü dâiratü’l-me‘ârif el-Osmâniyye, 1382/1962.
Serahsî, Ebû Bekr Şemsüleimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl (483/1090), Mebsût,
Beyrut: Dâru’l-ma‘rife, 1414/1993.
-Usûlü’s-Serahsî, thk. Ebu’l-vefâ Afgânî, Beyrut: Dâru’l-ma’rife: 1973.
Sîdî Halil, Ebu’l-Mevedde Ziyâüddin b. İshak b. Musa el-Cündî (776/1374)
Muhtasaru’l-allâme Halîl, thk. Ahmed Câd, Kâhire: Dâru’l-hadis, 1426/2005.
Suyûtî, Abdurrahman b. Ebû Bekir Celalettin (911/1505), Husnü’l-muhâdara fî târih-i
Mısra ve’l-Kâhira, Mısır: Dâru ihyâi’l-kütübi’l-arabî, t.y.
Suyûtî, Ebü'l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (911/1505), Tabakâtü'l-huffâz,
Beyrut: Dârü'l-Buhusi'l-İlmiyye, 1983/1403.
Sübkî, Ebû Nasr Taceddin İbnü's-Sübki Abdülvehhab b. Ali b. Abdilkafi (771/1370),
Tabakatü'ş-Şâfiiyyeti'l-kübra, Matbaatu Îsa el-Bâbî el-Halebî, 1964.
Şaban Muhammed İsmail, Kavlü's-sahâbî ve eseruhû fi'l-fıkhi'l-İslâmî, Medine: Dârü's-
selam, 1988.
Şâfiî, Muhammed b. İdris, (204/820), er-Risâle, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, t.y.
-el-Ümm, Beyrut: Dâru’l-ma‘rife, 1410/1990.
Şâtıbî, Ebu İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed el-Gırnatî (790/1388), el- İ’tisam, thk.
Ebu Ubeyd Meşhur b. Hasan Âl Süleyman, Mektebetü’t-tevhid, t.y.
Şevkânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani (1250/1834),
Neylü'l-evtâr şerhi münteka'l-ahbâr, thk. İsamuddin es-Sabâbetî, Mısır: Dâru’l-
hadis, 1993.
-İrşâdü'l-fuhûl ila tahkîki'l-hak min ilmi'l-usûl, Dımaşk: Dârü'l-kitâbi’l-arabî, 1999.
Şîrâzî, Ebû İshak Cemaleddin İbrâhim b. Ali b. Yusuf (476/1083), Tabakatü'l-fukahâ,
Beyrut: Dâru’l-kalem, 1981.
Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Sevre b. Musa b. Dahhak (279/892), el-İlel es-Sağir,
Beyrut: Dâr-u İhyâi’t-türâsi’l-arabî, t.y.
-Sünen, Mısır: Mektebetü Mustafa Bâbî el-Halebî, 1395/1975.
Türer, Osman, “Fudayl b. Iyaz”, DİA, XIII, 208.

153
Uleymi, Ebü'l-Yümn Mücirüddin Abdurrahman Ebü'l-Yümn (928/1522), el-Menhecü’l-
Ahmed fî terâcimi ashâbi’l-İmam Ahmed, thk. Abdülkadir Arnavut, Beyrut: Dâru
Sadır, 1997.
Uslu, Recep, “Horasan Tarihi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Uludağ Üniversitesi
SBE, 1997.
Veki‘, Ebû Bekr Muhammed b. Halef b. Hayyan ed-Dabbi (306/918), Ahbârü'l-kudât,
Mektebeü Varrâk, 1947.
Velid b. Ahmed Hüseyin Zübeyri, İyad b. Abdüllatif Kaysi, Mustafa b. Kahtan Habib,
İmad b. Muhammed Bağdâdî, el-Mevsuatü’l-müyessere fî teracimi eimmeti’t-tefsir
ve’l-ikra ve’n-nahv ve’l-luga, Medine: Mecelletü’l-hikme, 2003.
Yıldız, Hakkı Dursun, “Abbâsiler”, DİA, I, 35.
Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), el-İber
fî haberi men gaber, thk. Ebû Hacer Muhammed Zaglul, Beyrut: Dârü'l-kütübi'l-
ilmiyye, 1985.
-Mîzânü'l-i‘tidâl fî nakdi'r-ricâl, Beyrut: Dârü'l-ma‘rife, 1963.
-el-İ‘lâm bi vefayâti'l-a‘lâm, thk. Riyad Abdülhamid Murad, Abdülcebbar Zekkar,
Beyrut: Dâru’l-fikr, 1991/1412.
-Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1982.
-Tarihü'l-İslâm ve vefeyatü'l-meşahir ve'l-a'lâm: h. 201-210, thk. Ömer
Abdüsselam Tedmuri, Beyrut: Dârü'l-Kitâbi'l-Arabî, 1987.
Zekiyyüddin Şa’ban, Usûlü’l-fıkh el-islâmî, İstanbul: el-Mektebetü’l-Hanefiyye, ty.
Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddin Muhammed b. Bahadır b. Abdullah (794/1392),
Bahrü'l-muhit fî usûli'l-fıkh, thk. Ömer Süleyman Eşkar, Abdülkadir Abdullah Ani,
Kuveyt: Vizaretü'l-evkaf ve'ş-şuuni’l-İslamiyye, 1992.
Ziriklî, Hayreddin (1396/1976), el-A'lâm, Beyrut, 1970.

154

You might also like