You are on page 1of 198

Batı Klasikleri

İNSAN ZEKAsININ .. .
. .

iLERLEMELERi UZERINDE
ı A ı

TARilll BiR TABLO w

TASLAGI
il
Condorcet
MİLLİ EGİTİM BAKANLIGI YAYINLARI� 22.U
BİLİM VE KÜLTÜR ESERLERİ DİZ!St : 536
Batı Klasikleri : 75

Kitabın adı
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELER! ÜZER:i!WE
TARİHİ BİR TABLO TASLAGI il
Yayın kodu
9034.Y.0002.795
ISBN 975.11.0535.8 (Tk. No.)
ISBN 975.11.0537.4 (2. Cilt)
Baskı yılı
1990
Baskı adedi
20.000
Dizgi, baskı, cilt
M!LLI EC1T1M BASIMEVİ

Yayımlar Dairesi Başkanlığı'nın


13.7.1990 tarih ve 5711 sayılı yazıları ile
üçüneil defa 20.000 adet basılmıştır.
Batı Klasikleri

.JNSAN ZEKASININ
İLERLEMELERİ
ÜZERİNDE TARİHİ BİR
TABLO TASLAGI
II
Condorcet

Çeviren
OGUZ PELTEK

İstanbul, 1990
iNSAN ZEKASININ ILERLEı\ılE.LERİ
DOKUZUNCU DEVİR

Descartes'tan Fransız Cumhuriyetinin


kuruluşuna kadar

Buraya kadar gördük ki, insan aklı, medeni­


yetin tabii ilerlemeleriyle gelişmiş; despotizm..
korkunun, felaket ve sefaletin ağırlığı altında
ruhları alçaltrnış, uyuşturmuştur.
Yalnız bir millet, bu ikı taraflı tesirden kur­
tuluyor. Çocukluğunun bağlarından sıyrılmış olan
msan zekası, hürriyetin deha meşalesini ateş­
lemek üzere olduğu bu mutlu ülkeden, hakikate
doğru, dinç adımlarla ilerliyor. Ama fütuhatçı­
!ık, kendisiyle birlikte can yoldaşı hurafenin pe­
şini bırakmıyan tiranlığı da getirmede gecikme­
miş, böylece bütün insanlık, yeniden ucsuz bu­
caksız görünen koyu karanlıklar içine atılmıştır.
Bununla beraber artık tan yeri yavaş yavaş ağa­
rıyor; uzun zaman karanlıkta kalmaya mahkum
edilen gözler, bu ışığı görür gibi oluyorlar, son­
ra tekrar kapanıyorlar, ama yavaş yavaş ona alı­

şıyorlar, en sonra da bu ışığı devamlı olarak ya­


kalıyorlar, zeka da, taassupla barbarlığın ken­
disini sürgün ettikleri bu yer yuvarlağı üzerinde
yeru baştan meydana çıkmak cesaretini gösteriyor.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
4

Aklın, zincirlerini silktiğini, bunların bir kıs­


mını gevşettiğini, durmadan yeni yeni kuvvet­
ler elde ederek kurtulacağı anı hazırladığım, hız­
landırdığın ı gördük.

Şimdi bir de aklın bu zincirleri taınamiyle


paramparça ettiği, henüz. kıramayıp da sürükle­
mek zorunda olduğu bir takımlarından da yavaş
yavaş kurtulduğu devri gözden geçirmek kalıyor;
bu devirde, artık yolunda serbest kalan aklı,
her yeni ilerlemede başgösrennesinden kaçınmaya
imkan olmıyan engell e rden başka hiçbir kuvvet
durduramıyor, çünkü bu engellerin zorunlu se­
bebi, doğrudan doğruya zekamızın yapısındadır,
yahut hakikatı bulma vasıtalariyle tabiatın çaba­
larımıza karşı koyduğu kuvvet arasında gene
onun eliyle kurulmuş bir münasebettir. Dini hoş­
görmezlik yüzünden Belçika'nın yedi ili, ispan­
ya boyunduruğunu silkip atmak, birleşik bir cum­
huriyet kurmak zorunda kaldı. İşte bu cumhu­
riyet, uzun, kanlı çalkanışlardan yorgun düşen,
sonunda uzun zaman felsefenin hayranlık duy­
duğu bir anayasa içinde rahat yüzü gören, bun­
dan sonra da milli hurafeyle siyasi ikiyüzlülük­
ten başka bir dayanağı olmıyan İngiliz hürriye-
·

tini uyandırmıştı.
1 sveç milleti de, haklarının bir kısmını ye­
niden ele geçirmek cesaretini kilisenin baskıları­
na borçlu oldu.
Bununla beraber, din kavgalarının doğurdu­
ğu bu hareketler ortasında, Fransa, İsviçre, İs­
panya, 1vfacaristan, Bohemya, cılız hürriyetlerinin,
daha doğrusu sözde hürriyetlerii
n n yok olup
gittiğini gördüler.
INS.'.N ZEKASININ İLERLEMELERi
5

Hür denilen ülkelerde, insanın tabii hakla­


nndan hiçbirini çiğnemiyen, ona yalnız mal-mi.ilk
JHkkı vermekle kalmayıp bu hakkı yerine getir­
mesini de sağlıyan bir hürriyet, boşu boşuna ara­
ııılacaktır. Burada, eşit olmıyarak dağıtılan bir
müspet hukuk üzerine kurulmuş hürriyet, otur­
duğu şehre, içinde doğup büyüdüğü sınıfa, ha­
yatta elde ettiği başarıya, işlediği mesleğe göre
bir insann az veya çok imtiyazlar verir, başka
başka milletlerde görülen bu acayip ayrılıkların
karşılaştırmalı tablosu da, bugLine bugün bu hür­
riyetin iyiliklerini, zorunluğunu ileri s ürenlere
verebileceğimiz en iyi karşılık olacaktır.

Ama gene bu ülkelerde, kanunlar, ferdi, me­


deni h ürriyeti sağlıyor. Gerçi burada insan tam
olması gerektiği noktada değilse de, benliğinin
değeri asla d üşürülmemiştir; hiç olmazsa birta­
kım hakları tanınmıştır; artık onun bir köle ol­
duğu değil, sadece gerçekten hür olmayı bilme­
diği söylenebilir.

Gene o sıralarda, hürriyetten az çok zarar


gören milletlerde, halk kitlesinin kavuştuğu si­
yasi haklar, o kadar sıkı kayıtlar içine alınmıştı
.ki, halkın, baskısı altında inlediği hemen hemen
keyfi bir aristokratlığm yıkılışı ile burada zarar­
larııı fazlasiyle karşılandığı anlaşılıyor. Halk, eşit­
sizlik yüzünden hemen hemen hayali kalmış olan
vurttaş unvanını kaybetmişti; ama insan sıfa­
tı, daha çok saygı görüyordu. Kırallığın despo­
tizmi, halkı, derebeyinin pençesinden alını�, zor-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
6

balarının sayısı, varlığı yüzünden duygusu hiç


arasız tazelendikçe daha çok artan bir aşağılan­
ma halinden kurtam1ıştır.

Kanunlar, yarı hür anayasalar içinde mükem­


melleşmiş olsalar gerektir, çünkü burada tam
halkın genel menfaatlerine aykırı düşmemiştir,
müstebit devletlerde de, ister kamu refahının
her zaman müstebitin refahiyle karışık bir halde
bulunduğu için olsun, ister kendi kendine asiller
veya kilise kuvvetinin döküntülerini ortadan kal­
dınna yolunu aramak için olsun, neticede. ka­
nunlarda, amacı kölelik eşitliğini kurmak olan,
ama tesirleri çoğu zaman kurtarıcı olabilen bir
eşitlik ruhu, kendisini gösteriyordu.

Biz ne daha önceki yüzyıllarda, ne de dün­


yanın diğer ülkelerinde bir eşine daha raslanmı­
yan bu türlü bir despotizmi Avrupa'da doğuran
sebepleri uzun uzun anlatacağız: Yalnız halk
oyunun dizginlediği, bilgi ışıklariyle düzenlenmiş,.
menfaatini düşünerek yumuşamış keyfi denebilecek
bir otorite, çoğu zaman zenginlik, endüstrı. öğ­
retim ilerlemelerine, kimi zaman da doğrudan
doğruya medeni hürriyet ilerlemelerine yardım
etmiştir.

Töreler, burada kabalığını kaybetmemiş olan


peşin yargıların zayıf düşmesiyle, zenginliği ka­
çıran zorlamalara, kargaşalıklara düşman oian
ticaret ve endüstri ruhunun tesiriyle, daha ön­
ceki devirdeki barbarlıkların henüz taze olan
tablosunun verdiği korkuyla, eşitlik, insanlık üze-
İNSAN ZEIKASININ İLERLEMELERİ
7

rindeki felsefi fikirlerin çok daha geniş bir ala­


na yayılmasiyle, en sonra bilgi ışıklarındaki ge­
ne] ilerlemelerin ağır, ama kesin tesiriyle yumu­
şamıştır.
Din hoşgörmezliği, yaşamada devam etti,
ama insandaki ihtiyat duygusunun bir uydurma­
sı, halk peşin yargılarına gösterilen saygı, yahut
-0nun ayaklanmasına karşı bir tedbir olarak. Bu
ilıoşgörmezlik, gittikçe hızını kaybetti; binde bir
alevlenen odun yığınlarının yerine her zaman
<laha keyfi, ama daha az barbarca olan bir bas­
kı geçti; bu son zamanlarda insanlar yalnız uzak­
tan uzağa, bir dereceye kadar alışkanlık yüzün­
den, hatta okşıya · okşıya sıkıştırılıyordu. Her
yerde, her ülkede, hükümet işleri, yavaş yavaş,
istemiye istemiye de olsa, halk oyunun, hatta
felsefenin yolundan gidiyordu.
Gerçekten, ahlak ve siyaset bilimlerinde, her
adımda feylesofların bilgi ışıklarını götürdükleri
nokta ile, kafalarım işleten insanların ulaştıkları
ortalama yol arasında büyük bir boşluk vardır;
müşterek doktrin de, halk oyu adı verilen, her­
kesçe de kabul edilen bu türlü bir inanı meydana
getirmektedir; devlet şekilleri, ne biçim olursa
olsun, milletlerin alınyazıları üzerinde doğrudan
doğruya bir tesir bırakan kamu işlerinin idareci­
leri, halk oyu basamağına yükselmekten çok
uzaktırlar; onlar, uzaktan uzağa halk oyunun
izinden giderler, aşmak şöyle dursun, ona ulaşa­
mazlar bile; uzun yıllar onun birçok hakikatlerinin
arkasında kalırlar.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
8

Böylece, buraya kadar çok genel, çok göze


çarpar tesirlerini açığa çı kardığımız felsefe iler­
lemeleriyle bilimlerin yayılması tablosu, nerde
ise bizi bu ilerlemelerin kanaat üzerindeki, ka­
naatin milletlerle şefleri üzerindeki tesi rin i n ya­
vaşlığını, duyulm azlığını kaybederek birtakım mil­
letlerin ana kütlesinde bütün insan soyunu ku­
caklıyacak devrimin teminatı olan bir devrim do­
ğuracağı zamana ulaştıracaktır.

Fikir adamları, bir sürü yanılmalardan son­


ra, yarımyamalak veya boş teoriler içinde yolla­
rını sapıttıktan sonra, insanın gerçek haklarım
tanımaya, bu hakiarı, yalnız insan hüküm verme­
ye, ahlak fikirleri edinmeye kabiliyetli, duygulu
bir varlıkt1r, hakikatinden çıkarmaya başladılar.

Onlar gördüler ki, bu haklan elde etme, in­


sanların siyasi topluluklar halinde birleşmesinin
tek amacıdır, devleti idare sanatı da, bu hakları
tam bir eşitlikle , çok geniş bir alanda tutup ko­
rumayı sağlama sanatı olmalıdır. Her topluluk­
ta ortak kurallara bağlı ol m ası gereken her fer-·
din haklarını sağlama vasıtalarının, bu vasıta­
ları seçme, bu kuralları b elli etme yetkisinin,
yalnız ve yalnız o topluluğun üyeleri çoğun lu­
ğunun elinde olabileceği anlaşıldı; çünkü her
fert, bu seçmede diğer fertierin akıllarını kendi
aklına uydurmadan yalnız kendi yolundan gi­
demezdi, çoğunluğun dileği, hakikatin - eşitliğe
dokunmadan - herkesçe kabul edilebilen biricik
damgasıydı.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
9

Her insan, artık insanlığın dileği halini alan


çoğunluğun dileğine önceden, sımsıkı bağlanabilir;
ama bu dileğe kendinden başkasını bağlıyamaz;
bu çoğunluğa karşı da, ancak çoğunluk, ferdi hak­
larını tanıdığı, bu haklara dokunmadığı zaman,
bir yüküm altına girebilir.

Bunlar, hem çoğunluğun topluluk veya üyeleri


üzerindeki hakları, hem de bu hakların sınırları­
dır. Doğrudan doğruya çoğunluğun üzerine aldığı
şeyleri herkes için bir ödev kılan bu oy birliği­
nin kökü de buradadır: Bu ödev, fertlerin de­
ğişmesiyle, bu oy birliği müeyyidesi ortadan kalk­
tığı zaman kendiliğinden kanunlu olmaktan çı­
kar. Şüphe yok ki, çoğunluğun, üzerinde, belki
her zaman yanılmadan yana, bütün insanların
ortak menfaatlerine aykırı hükümler verdiği
nesneler vardır; ama bundan başka hangi nesneler
üzerinde doğrudan doğruya kendi düşüncelerini
yürütmesi gerektiğine karar vermek de yalnız
ona düşer; hangi insanların akıllarını kendi aklı
yerine koymayı tayin etmek, hakikate daha bü­
yük bir güvenle ulaşma için tutulması gereken
metodu düzenlemek de ona düşer; çoğunluk, ver­
diği kararların genel hakları incitip incitmediği
üzerinde hüküm vermek yetkisinden de vazgeçe­
mez.

Böylece, pek basit ilkeler karşısında bir mil­


letle idarecileri arasındaki anlaşma fikirlerinin
ortadan kalktığı görüldü; bu anlaşma, yalnız
karşı.ıklı bir gönül rızasiyle, yahut taraflardan
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
10

birinin bozmasiyle hükümsüz kalabilirdi. Bir de­


fa kurulmuş olan devlet şekillerine bir milleti
zincirliyen hem aşağılık, hem de saçma olan bu
kanaatin, bu şekilleri değiştinne hakkı, bütün
diğer şekiller için biricik teminat değilmiş gibi,
zorunlu olarak noksan olan ınsan kurumları.
insanlar aydınlandıkça yeni bir mükemmelleşme
ile devam edeceklermiş gibi, ortadan kalktığı
görüldü. Böylece, bütün insanların doğrudan doğ­
ruya kendi tabiatları gereğince eşit haklan ol­
duğunu unutarak, kah onlara bırakılması gereken
hakların alanını toprağın genişliği ile, iklimin
sıcaklık soğukluğiyle, milletin karakteriyle. hal­
kın zenginliğiyle, ticaret ve endüstrideki yüksel·
me derecesiyle ölçmek, kah bu hakları eşit ol­
mıyarak türlü sınıflar arasında paylaştırmak, do­
ğuşa, zenginliğe, mesleğe göre ayarlamak. böy­
lece neticede onlar arasında yalnız bu kurumla­
rın zorunlu kıldığı, aynı zamanda zararlı tesirleri
düzeltmiyen bir denklik kurmak için zıt mentaat­
ler. aykın kuvvetler yaratmak ıstiyen bu sınsıce,
bu vanlış siyasetten yüz çevirmek gerektiği gö­
rüld ü.
Böylece, insanları biri idare etme. öbürü bo­
yun eğme; bin aldatma, öbürü aldanma ıle ödevli
iki s ınıfa ayırmaya artık cesaret edilemedı: Hep­
sının bütün menfaatlerı üzerinde eşit olarak ay­
dınlanma, bütün hakikatleri bilme hakkı olduğu­
nu. doğrudan doğruya kendi üzerlennde kurduk­
ları hükümetlerin. onlardan bu hakikatlerın bir
tanesını bile gizlemeye hakkı oımadığını tanımak
gerekti.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
11

Yiğit Sydney'in kaniyle ödediği, Locke'un


otoritesini bağladığı bu ilkeleri. sonraları Rous­
seau, daha büyük bir belginlikle, genişlikle. kuv­
ıvetle geliştirdi; gerçekten bu ilkeleri artık unu­
tulmasını da, savaşılmasını da istemediği haki­
katler arasına koyma şerefi Rousseau'nundur.
insanın ihtiyaçları, bu ihtiyaçları giderecek
yetkileri vardır; bu yetilerin ayrı ayrı düzenlenen,
dağıtılan mahsulünden, ortak ihtiyaçları karşı­
lamada kullanılan bir sürü zenginlikler ortaya
·çıkmıştır. Ama bu zenginlikler, hangi kanunla­
ıra göre meydana gelmiştir, yahut paylaşılmıştır,

ıelde tutulmuş yahut harcanmıştır, artmıştır yahut


israf edilmiştir? İhtiyaçlarla gelir kaynakları ara­
sında hiç arasız kurulup da ihtiyaçları giderme­
de çok büyük bir kolaylığa, dolayısiyle zengin­
lik, ihtiyaçlar en geniş ölçüde çoğalıncaya ka­
dar arttığı zaman büyük bir refaha, tersine ola­
rnk, zenginlik azaldığı zaman birçok güçlüklere,
yani nüfusun azalmasına, sıkıntılara, tekrar eski
ı!1ale dönünceye kadar birçok acılara yol açan
bu denkleşmenin kanunları hangileridir? Na­
sıl :>luyor da emeklerle mahsullerin, ihtiyaçlar­
Ja gelir kaynaklarının bu şaşkınlık verici çeşit­
liliği ortasında, ayrı bir ferdin geçimini, refa­
hını, toplulukların genel sistemine bağlıyan, onu
bütün tabiat hadiseleri, bütün siyaset olayları
emrine veren, gerek zevkleri tatma, gerek sıkın­
tılara katlanma yetisini hemen bütün yeryüzüne
yayan menfaatlerin bu korkunç karmakarışıklığı,
bu kaos görünürü içinde, nasıl oluyor da ahlak
12 İNSAN ZEKASININ iLERLEMEURİ

dünyasının genel bir kanuniyle her ınsanın kendisi


için l1arcadığı emekler, bütün insa n ları n refahına
yardım ediyor; aykırı menfaatlerin dıştan çarpış­
malarına rağmen. ortak menfam, her insanın öz
menfaatini gözetmeyi bilmesini. ona hiçbir engelle
karşılaşmadan boyun eğebilmcsinı gerektiriyor?
Böylece insan. tam bir hürriyetle yetilerıni
gösterebilecek, zenginliklerini ıstediği gibi kulla ­
nıp iht iyaçl arını giderebilecektir. Her topiuluğun
genci menfaati, bu yolda hürriyetin hareketini
kısmaya çalışmak şöyle dursun, tam tersine ona
asla dokunulmamasını emreder, kamu düzeninin bu
alanında, tabiattan aldığı hakları sağlama gayreti,
her insan için tek işe yarar siyasettir, sosyal kııvve­
tin biricik vazifesidir, genel iradenin fe rtle ı üze­
rinde kanuna dayanarak kullandığı biricik haknr.
Ama bu ilke bir defa kabul edilince, devlet
kuvvetinin yerine getireceği daha birtakım vazi­
feler kalıyor; bu kuvvet, her türlü mübadelerler­
de, mübadele edilen nesnelerin ağırlığını, hac­
mını, uzunluğunu, genişliğini bildiren, kanunca
kabul edilmiş ölçüleri ortaya koymalıdır .

Bu kuvvet, değerleri olduğu gibi göstereçek,


değişmelerinin, münasebetlerinin hesabını kolay­
laştıracak, en sonra kendisinin de başlıbaşına
bir öz değeri olduğuna göre böyle bir değer ka­
zanmaya elverişli bütün nesnelerle mübadele edi­
lebilecek bir ölçüyü yar atmalıdır : böyle bır va­
sıta olmazsa doğrudan doğruya yapılan ınübade­
lelerin dışına çıkamıyan ticaret, ıstenilen canlılılığl
elde edemez.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
13

Her yılın mahsulünden, ihtiyat olarak sakla­


nacak bir pay ayrılır. Gerçekten bu pay, ne bu
mahsulü meydana getiren emeği, ne de gene ayrı
miktarda, yahu[ daha bol bir mahsulü çıkarması
gereken emeği karşılamak ıçin ayrılmamıştır, bu
ihtiyat payın sahibı, onu doj5rudan doğruya ken­
di emeğine borçlu değildir; bu payı, ihtiyaçları­
nı gidermek ıçin kullanabileceği yetilerini kullan­
madan ele geçirmiştir. Sosyaı kuvvet, işte yıllık
zenginliğin bu ıhtiyat payı üzerine, hiçbir hakkı
çignemeden, devletin emniyeti, iç güvenliği, fert­
lerin haklarını gözetme, kanun koyma, konulan
kanunu yürütme için kurulan kurumların işleme­
si, en sonra da halkın refahını koruma uğrunda
yapılan masraflar için gereken ödeneklerin teme­
lini atabiliyor.
Topluluğun kurması, idare etmesi, gözetmesi
gereken faydalı işler, ekonomik ve sosyal kurum­
lar vardır; bunlar, gerek çiftçilik, endüstri, ticaret
ilerlemeleri gibi, gerekse tabiatın kaçınılmaz za­
rarlarını, yahut beklenmedik olayların bunlara
katmakta gecikmediği zararları önleme, azaltma
gibi doğrudan doğruya kendi iradesiyle, özel
menfaatleri arasındaki rekabetlerle yapamıyacak­
ları işlerde insanların eksiklerini tamamlarlar.
Bu devirde, sonra da daha uzun zaman, bü­
tün bu şeyler, tesadüfe, hükümetlerin açgözlü­
lüğüne, şarlatanların açıkgözlüğüne, peşin yar­
gılara, bütün kudretli sınıfların menfaatine bıra­
kılmıştı; ama Descartes'ın bir talebesi, ünlü ve
zavallı Jean de Witt, bunların da bütün bilimler
gibi felsefenin ilkeleriyle hesabın kesinliğine bağ­
lanması gerektiğini sezdi.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

Bu bilim, Utrecht barışının Avrupa'ya sü­


rekli bir rahatlık adadığı zamana kadar pek az
ilerlemiştir. Bu devirde zihinlerin daha önce baş­
lamış olan bu araştırma alanına doğru topluca
yöneldiği görüldü; bu yeni bilimi, Stewart, Smi­
th, hele Fransız iktisatçıları, hiç değilse ilkelerin
belginliği, saflığı bakımından, bu kadar uzun
bir aldırışsızlıktan sonra çabucak ulaşıvereceği
umulmıyan bir dereceye yükselttiler.

Ama siyasette, iktisatta görülen bu ilerleme­


lerin ilk sebebi, en geniş anlamiyle genel felse­
fedeki, metafizikteki ilerlemelerdir.

Descartes, felsefeyi akıl alanına soktu, fel•


sefenin, zihin işlemlerimizi gözlemekle elde etti­
ğimiz bütün apaçık, ilk hakikatleri meydana çı­
karması gerektiğini sezdi. Ne var ki, atak mu­
hayyilesi, çizdiği yoldan onu ayırmakta gecikme­
di, bir zaman felsefenin yeni yeni yanılmalara
saplanarak bağımsızlığını bir türlü ele alamadığı
görüldü.

En sonra Locke, felsefeye, doğru yolu gös­


terecek bir kılavuz buldu; fikirleri sağlam, bel­
gin olarak çözmenin, birbiri ardınca köklerinde
daha araçsız, birleşmelerinde daha basit fikirler
haline getirerek tesadüfün bize dağınık olarak
sunduğu, bizim de düşünmeden aldığımız yarım­
yamalak, bağsız, belirsiz kavramlar kaosu içinde
kaybolup gitmemeyi sağlayacak tek vasıta oldu­
ğunu gösterdi. Yine bu çözme ile bütün fikirle­
rin dışardan aldığımız duyumlar, daha doğrusu
İNSAN ZEiKASININ İLERLEMELERİ
15

belleğimizin bize aynı zamanda sunduğu bu du­


yumların birleşmeleri üzerindeki - algı, bu bileşik
duyumlardan her birinin yalnız bir kısmiyle ye­
tindiği zaman dikkati çekecek şekilde - zihin iş­
lemlerimizin bir sonucu olduğunu ispat etti. Her
fikri çözüp sınırladıktan sonra bir kelimeye bağ­
lamakla, boyuna aynı fikri, yani her zaman daha
basit olan aynı fikirlerden kurulup çatılan, her
zaman aynı sınırlar içine kapatılan aynı fikri
çağırma, dolayısiyle de asla doğru yoldan sapma
tehlikesiyle karşılaşmadan bu fikri kullanabilme
imkanını elde ettiğimizi gösterdi. Tersine olarak
kelimeler, adamakıllı belirlenmiş bir fikre asla
karşılık vermezlerse, bu alanda, aynı ruhta, bir­
biri ardınca başka türlü fikirler uyandırabilirler,
bu da yanılmalarımızın bitmez tiikenmez kaynağı­
dır. En sonra Locke, ilk olarak, insan zekasının
sınırlarını çizmek, daha doğrusu bilebileceği ha­
kikatların, kucakladığı nesnelerin tabiatını belli
etmek cesaretini gösterdi.
Bu metot, bütün feylesofların metodu ol­
mada gecikmedi; onlar bu metodu ahlakta, si­
yasette, iktisatta kullanmakladır ki, bu bilimlerde
hemen hemen tabiat bilimlerindeki kadar güve­
nilir bir yol tutmayı, bu yolda, ispat edilmiş ha­
kikatlerden başka hakikatler kabul etmemeyi, bu
hakikatleri henüz şüpheli, kararsız olan her şey­
den ayırmayı; en sonra, bugün olduğu gibi ile­
ride de bilinmesi imkansız olana yanaşmamayı
bildiler.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
16

Böylece, duygularımızı çözerek tatlıyı, acıyı


tatma yetimizin gelişmesinde, ahlak fikirlerimizin
kökünü, bu fikirlerden başlıyarak doğru ile yanlı­
şın değişmez, zorunlu kanunlarını belirliyen gem;!
hakikatlerin temelini, en sonra, bu yolda gidişı­
mizi uyduracağımız, doğrudan doğruya duyarlı­
ğımızın tabiatmdan. bir dereceye kadar da ahlak
yapımız diyebileceğimiz şeyden çıkan güdüleri
bulmuş oluyoruz.

Yine bu metot, hemen hemen dünya ölçüsün­


de bir alet oldu: Fizik bilimler metodunu mükem­
melleştirme yolunda bu metodun nasıl kullanıla­
cağı öğrenildi; bu metot, olayların ine: elenmesine,
zevk kurallarma kadar götürüldü.

Böylece bu metafizik, insan zekasının bütün


bu konularında tatbik edilerek, her bilgi kolunda
zihnin hareketlerini çözüyor, bu yolda sistemı
meydana getiren hakikatlerin tabiatını oldui;m
gibi ulaşılabilecek doğruluk derecesinin tabiatını
da öğretiyordu; bu da insan soyu ile çocukluğu­
nun eski yanılmaları arasına başlangıçsız dene­
bilecek bir duvar koyan, onun yeni peşin yargı­
larla eski bilgisizliğine bir daha dönmesine mey­
dan vermiyecek olan felsefenin sonuncu adımı
demektir; bu adım, belki henüz hepsini bilmedi­
ğimiz halde içimizde sakladığımız bütün peşin
yargıların, hatta bunların yerine geçebilecek, ama
yalnız zayıf tesirleriyle gelp geçici bir varlığı olan
peşin yargıların ortadan kalkmasını da sağlıyor.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
17

Bu sırada, Almanya'da, engin, geniş dehalı


bir adam. yeni bir doktrinin temelleri ni atıyor­
du. Oadaki ateşli , pervasız hayal gücü, insan
ruhunun sonsuz olarak yaşaması, insanın hürri­
yeti, Tanrının hürriyeti, çok güclü bir zekanın
idare ettiği bir evrende, bilgeliğin, adaletin, iyi­
liğin yer verıniyece ğ i anlaşılan acı ile suçun var­
lı ğı gi bi bırakan iddiasız bir felsefe içinde rahat
edemiyor. O, tabiatları bakımından basit, bozul­
maz. eşit varlıklarla evreni kurdu. Bu varlıklardan
lıer birinin k en di siyle birlikte evren sistemi içine
gıren varlıkların her biriyle olan ilişikleri, bu sis­
temi bütün diğerlerinden ayırdeden özelliklerdir;
ınsan ruhu ile bir taş parçasını sınırlıyan sonuncu
atom, aynı derecede birer monattır. Bunlar yalnız
evren düzeninde aldıkları başka başka yerlerle
birbirinden ayrılırlar.
Sonsuz bir zeka, bu varlıkların mümkün
olan bütün kom binezonl arı arasında bir tanesini,
hepsinin en mükemmeli olanını seçebildi, b aşka
birini seçemedi. Gerçi eldeki bu kombinezon,
felaketli, cinayetli görünüşiyle bize üzüntü veri­
yorsa da, başka her hang i bir kombinezon, daha
acıklı sonuçlar doğurmaktan geri kalmazdı.
Leibniz'in yurttaşlarınca k ab ul edilen, hiç de­
ğilse desteklenen bu sistemin, onlar arasında fel­
sefe ilerlemelerini geciktirdiğini açığa çıkaraca­
ğız. Bütlin İngiliz feylesofları okulunun, bu iyim ­
serlik doktrinini heyecanla kucakladıkları, güzel
sözlerle ifade ettik l e r ı görüldü; ama bu doktrini
en başta, çok güclü bir zekanın, do ğrudan doğruya
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
18

tabiatı gereğince, mümkün olan evrenlerin ancak


en iyisini seçebileceği temeli üzerine oturtan Leibniz
kadar becerikli, derin olmıyan bu feylesoflar, bizim
evrenimizin üstünlüğüne tanıt arıyorlar, soyut bir
genellik içinde kaldıkça bu sistemin, iyi taraflarını
kaybederek ikide bir insanı hem öfkelendiren, hem
güldüren küçük şeyler içinde yollarını sapıtıyorlar.
Bu sırada İskoçya'da başka feylesoflar, an­
cak gerçek yetilerimizdeki gelişmı::yi çözmekle iş­
lerimizdeki ahlaklılığa oldukça temiz, oldukça
sağlam bir temel veren bir ilkeye ulaşılacağını düşü­
nerek, insan ruhuna, duymak veya hükmetmek yeti­
lerinden ayrı, ama onlarla b irleşen bir yeti vem1eyi
tasarlıyorlar, yalnız bu yetiyi hesaba katmamak
elden gelmiyeceğini söylüyorlarsa da onun var­
lığını ispat etmiyorlar. Biz bu fikirlerin tarihini
yazacağız, bunların felsefe yürüyüşüne zarar
vermekle beraber, felsefi fikirlerin çabucak ya­
yılmasına yaradıklarını göstereceğiz.
Buraya kadar, yalnız felsefeyi inceliyen, de­
rinleştiren, olgunlaştıran insanlarda felsefe iler­
lemelerini gösterdik; şimdi de, bu ilerlemelerin
halk ruhunda ne gibi tesirler doğurduğunu, en
sonra da, aklın, hakikati bulma, tanıma metodu­
nun kesin bilgisine ulaştığı zaman, otorite say­
gısiyle hayal gücünün onu ikide bir sürükledik­
leri yanılmalardan sakınmayı nasıl öğrendiğini,
aynı zamanda, fertler kalabalığı içinde, bunca
zamandır insan soyunu rahatsız edegelen, kötü­
leştiren peşin yargıları nasıl yıktığını gösterece­
ğiz. Artık uzun zamandan beri tanınmıyan, bü-
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
19

tün kanaatleri kendi aklımızın mehengine vurmak,


yani hakikatı yakalayıp tanımak için elimizde
bulunan biricik aleti kullanma hakkını açıktan
açığa haykırmak iyi karşılanıyordu. Her ınsan,
bir çeşit gurur duyarak öğrendi ki, tabiat, onu
başkasının sözüne mutlak olarak inanması için
yaratmamıştır ; böylece körükörüne eskiye inanma,
aklın tabiatüstü bir inan çılgınlığı karşısında
alçalması, felsefede olduğu gibi toplulukta da
görülmez oldu.
Çok geçmeden Avrupa'da, hakikati bulup
derinleştirmekten çok yaymaya uğraşan bir sınıf
türedi. Bu insanlar, papazlar sınıfının, okulların,
hükümetlerin, eski loncaların toplayıp elde tut­
tukları peşin yargılara, sığındıkları yerlerde,
canları bahasına saldırarak, zaferlerini, insan
bilgilerinin sınırlarını genişletmekten çok, halk
yanılmalarını ortadan kaldırmaya bağlamışlardı;
bu da insan bilgileri ilerlemelerine doğrudan
doğruya yardım eden hem tehlikeli, hem faydalı
bir hareketti.
İngiltere'de Collins, Bolingbroke, Fransa'da
Bayle, Fontenelle, Voltaire, Montesquieu, bu ünlü
adamların kurdukları okullar, hakikatten yana
savaşa atılıyorlar, bu savaşta sıra ile edebiyatın,
felsefeı;ıin, zekanın, kalem kuvvetinin akla ver­
diği bütün silahları kullanıyorlar, her perdeden
konuşuyorlar, alaylı sözlerden dokunaklı sözlere,
çok bilgince, çok etraflıca yazılmış seçme yazı­
lardan, roman yahut gündelik hicivlere varıncaya
kadar bütün vasıtaları kullanıyorlar; pek zayıf
20 iNSAN ZEKASININ İLERL.EMELER!

gözleri kamaşmaktan kurtaran, onlara meydana


çıkarma zevkini bırakan bir perdeyle hakikati
örtüyorlar; peşin yargıları, kendi !erine daha ke­
sin darbeler indirmek için, ustalıkla okşuyoriar;
hemen hiçbir zaman ne onların bırçoklarına bir­
den, ne de yalnız bir tanesine açıktan açığa mey­
dan okumuyorlar; arada sırada, dinde şöyle böy­
le bir hoşgörürlükten, siyasette şöyle böyle bir
hürriyetten başka bir şey istemez görünerek, akıl
düşmanlarını avutuyorlar; din saçmalıklariyle sa­
vaştıkları zaman despotizmi, zorbalığa karşı
ayaklandıkları zaman da dini oyalıyorlar; yalnız
insanı çileden çıkaran, gülünç kötüye kullanış­
lara saldırmak ister göründükleri zaman bile bu
iki baş belasının ana temellerine saldırıyorlar,
birtakım dağınık dallarını budamakla kalacak
gibi göründükleri halde bu uğursuz ağaçları kök­
lerine kadar baltalıyorlar; kah hürriyet dost­
larına, despotizmin delinmez bir kalkanla örttüğü
hurafeyi, kesmeleri gereken ilk kurban, kırmaları
gereken ilk zincir olarak belletiyorlar; kah ter­
sine olarak hurafeyi despota, kudretinin gerçek
düşmaııı olarak tanıtıyorlar, onları iki yüzlüce gizli
düzenlerinin, kanlı taşkınlıklarının tablosiyle kor­
kutuyorlar; ama aklın bağımsızlığını, yazı hürri­
yetini, insan soyunun bir hakkı, bir kurtuluşu
olarak istemekten &sla usanmıyorlar; taassubun,
zorbalığın bütün cinayetlerine karşı yorulmaz
bir gücle ayaklanıyorlar; dinde, idarede, töre­
lerde, kanunlarda, sıkıştırma, sertlik, barbarlık
damgası taşıyan ne varsa hepsinin peşine düşü-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
21

y or! a r; tabiat adına, kırallar, savaşçılar, haki m­


ler, papazlar adına. insan kanına saygı gösteril­
mesinı emredi y orla r; savaşlarda, işkencelerde, si­
yasetlerı veya aldırışsızlıkları. insan kanını bol
bol harcamaktan geri kalmadığı için, bu adam­
lara adamakıllı çıkışıyorlar; en sonra şu savaş
bayrağını ele alıyorlar: akıl. hoşgörürlük, insanlık,
Böylece, bu yeni felsefe, yalnız peşin yargıla­
ra tutunarak ayakta duran, yalnız yanılmalarla
yaşıyan, yalnız ınsan!arın kolayca kanıvermesiyle
kuvvet kazanan kalabalık s ın ıfların hep birden
düşmanlığına uğradı; hemen her yerde kabul
cdiien, bir yandan da sıkıştırılan bu felsefenin
kırallardan, papazlardan, kodamanlardan, yargıç­
lardan hem talebeleıi, hem de düşmanları vardı.
Bu felsefenin ileri gelenleri. kendilerine karşı
gösterilen d üşmaniığa göğüs gererek öcden kur­
tulma, zaferlerinden hiçbir şey kaybetmemek için
biraz meydana çıkarak b askı karşısında gizlenme
sanatmı biliyorlardı.
İkide bir hükümet, bir eliyle onları ele ve­
renlere para verirken öbür e liyle kendilerini mü­
kafatlandırıyor, cezaya çarptırıyor, kaderin lfüfu
ile onlar k en d i toprağında dünyaya geld ik leri
için övünüyorlar; kanaatleri yüzünden onları ce­
za l a n d ı rıyor , bu kanaatleri paylaşmamak şüphesi
altında kalınca kendisini küçük düşmüş sayıyordu.
Karakterlerinin az veya çok çekingen olma­
sına, mesleklerinin, gu ru rlarının çatışan menfa­
atlerinden vazgeçmelerine göre bazılarınca d oğ­
rulu.ğu kabul edilen, diğerlerince az veya çok göze
İNSAN ZFKASININ iLERLEMELERİ

çarpan bir çeşit ikiyüzlülükle gizli tutulan bu


kanaatler, bütün aydın insanların kanaatleri ol­
mada gecikmedi. Ama daha şimdiden kabul et­
me yolu, oldukça kuvvetliydi, çünkü daha önce­
ki çağlarda görüldüğü gibi, her ne pahasına olur­
sa olsun, gizli tutma yerine, insan, kendisi, ço­
ğu zaman da başkası için akıliıca bir ihtiyatlı1ı'.·:
göstermekle yetiniyordu.
Biz bu felsefenin ilerlemelerini, bükümetler­
le papazlar engizisyonunun, evrensel denebile­
cek. bir dil haline gelen fransızca ile bu felsefe­
nin tez elden yayılmasına engel olamadığı Av­
rupanın birçok ülkelerinde gözden geçireceğiz.
Siyasetle hurafenin bu felsefeye karşı, insan bil­
gisinin insan aklına meydan okumak için ortaya
atabildiği bütün sebepleri, onun sınırlarını, za­
yıflığını gösterecek bütün kanıtları nasıl bir hi­
leyle kullandığını, körükörüne inandırma dava­
sında Pironculuktan bile yardım görüldüğünü
göstereceğiz.
Belirsiz bir hürriyetten faydalanarak, ticaret­
le endüstri yolunda en güvenilir teşviklere yer­
veren, milletleri, büyük bir eşitsizlikle dağıtan,
pek çok masraflarla, çoğu zaman da büyük bir
barbarlıkla toplanan vergilerin . yıkıcı belasından,
ağır boyunduruğundan kurtarıp yerine hakça,
eşit, hemen hemen duyulmaz bir vergi borcunu
salan bu pek basit sistemi; devletlerin gerçek
gücünü, zenginliğini, fertlerin refahına, hakları­
na gösterilen saygıya bağlıyan, bu toplulukların
tabii olarak ayrıldıkları çeşit çeşit sınıfları ortak
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
23

bir bahtiyarlık bağı ile birleştiren bu nazariyeyi ;


ınsan soyu kardeşliğinin, tatlı ahengini hiçbir
milli çıkarın bulandıramayacağı bu ferahlık veri­
ci fikri; iyilikleriyle olduğu kadar sadelikleriyle,
genişlikleriyle de pek çekici olan bu ilkeleri Fran­
sız iktisatçıları, her yana canla başla yaydılar.
Onların başarısı, feylesofların başarısı kadar ça­
buk, etraflı olmadı ; savaşacakları oldukça in­
ce peşın yargılarla daha da ince yanılmalar vardı.

Onların doğru yola çıkarmadan önce aydınlan­


maya, sağduyuyu hakem olarak kullanmadan önce,
işlemeye ihtiyaçları vardı.
Ama şu bir hakikattir ki, onlar, doktrinle­
rinin bütününü kavrıyan pek az taraftar bula­
bilmişlerd i ; gerçi düsturlarının genelliği, ilkele­
rinin eğilip bükülmezliği, insanlara korku ver­
mişse de, karanlık, dogmatik bir dili kullanarak,
ticaret hürriyetinin menfaatleri uğrunda siyasi
hürriyetinin menfaatlerini büsbütün unutur görü­
nerek sistemlerinin yetecek kadar derinleştirme­
<likleri bazı kısımlarını pek mutlak, pek ukalaca
bir şekilde ortaya atarak davalarının iyiliğine,
doğrudan doğruya kendileri zarar vermişlerse de
hiç değilse, bir milletin refahını, komşularının
yoksul düşmesinde, yasakçı bir rejimin dar gö­
rüşlerinde, zora dayanan mali kanunların küçük
kombinezonlarında bulan bu gevşek, hileci, bo­
zuk siyaseti iğrenç, hor görülen bir duruma dü­
�üm1üşlerdir.
Ama insan dehasının felsefeyi, siyaseti, ik­
tisadı zenginleştirdiği, aydın insanların küç ük ve-
İNS AN ZEKASININ İLERLEMELERİ
24

ya büyük ölçüde kabul ettiği yeni hakikatler.


onların kurt arı cı tesirlerini daha uzaklara götür­
müştür.
Kitap basma sanatı, her yana yayılmış, ki­
tapların sayısı alabil diğine çoğaltılmıştı ; kitaplar
bütün bil gi tatbikat, hattü zenginlik derecesıne
,

göre iyice tertiplenmiş, her zevke, her zekaya


göre pek ustaca bükülüp katlanmışlardı. Pek
kolay, çoğu zaman da pek güzel bir öğretim
veren kitaplar, o kadar çok hakikat kapılan
açmıştı ki, bunların hepsini kapatmak, hemen
hemen imkansız bir hale gelmişti. Artık hakika­
ta ulaşmasına engel olunabilecek bir sınıf, bir
meslek kalmamıştı. Her zaman istiyerek veya
zorla bilgisizliğe mahkum olan pek çok sayıda
insan kaldı ise de, artık insan soyunun kaba kıs­
miyle aydın kısmı arasına konulan sınır, hemen
baştan başa silinmiş, iki kutbu, zek a ile anlayış··
sızlığı birbirinden ayıran boşluk, belli belirsiz bir
meyille doldurulmuştu.
Böylece insanın tabii haklarının genel bir
bilgisi, hatta bu hakların bırakılmazlığı, zaman­
la kaybolmazlığı kanaati, düşünme, yazma hür­
riyeti uğrunda, ticaret, endüstri hürriyeti uğrun­
da, halkın yükünü hafifletme, yabancı dinlere
karşı her türlü ceza kanunlarını kaldırma uğrun­
da, barbarca zulümleri, işkenceleri bırakma uğ­
runda, açıktan açığa ortaya atılan bir görüş ; daha
yumuşak ceza kanunlariyle suçsuzluğu tam bir
güven altında bulunduran bir hukuk sistemi,
daha sade, akla, tabiata daha uygun bir medeni
İNS A N ZEKASININ İLERLEMELERİ
25

kanun istem e ; peşin yargılarla siyaset uydurma­


ları arasında ye r alan dinlere karşı gösterilen
aldırışsızlık, ikiyüzlülüğe, tassuba karşı besle­
nen kin, peşin yargılara hor bakma, bilgi ışık­
larını yaymaya çalışma; bu ilkeler, yalnız feyle­
sofların eserleri nde kalmadı, öğretimin din der­
sinden, yazıdan çok ileriye götürüldüğü toplu­
luğun bütün sınıflarına geçerek, ortak bir mes­
iek ne makyavelci, n e de budala olmıyan insan­
ların bayrağı oldu. Birtakım memleketlerde, bu
ilkeler milletin ana kütlesinin, idaresine, emrine
gim1eye hazır göründüğü oldukça geniş bir halk
oyu meydana getiriyordu. İnsanlık duygusu, ya­
ni insan soyunu rahatsız eden bütün kötülüklere
karşı şefkatli, canlı bir acıma duygusu, devlet
kurumlarında, hükümet i şle rind e özel işlerde,
,

tabiatın kaçınılmaz acılarına yeni yeni acılar ka­


tan her şey karşısında duyulan bir korku duy­
gusu, bu ilk elerin tabii bir sonucuydu ; bu duygu,
bütün yazılarda, bütün söylevlerde kendini gös­
teriyor, mutlu tesiri, yavaş yavaş, despotizme bo­
yun eğen milletlerin kanunlarında, devlet ku­
rumlarında bile göze çarpıyordu.
Düşüncelerinde mem leke t ırk mezhep ayır­
. ,

madan bütün insanlığın menfaatlerini gözeten


türlü milletlerin feylesofları, nazari kanaatleri­
nin farklı olmasına bakmıyarak, bütün yanılma­
lara, her türlü zorbalıklara karşı, kuvvetle bir­
leşmiş bir cephe meydana getiriyorlardı. Dünya
ölçüsünde bir insanseverlik duygusiyle harekete
ı;eçen bu adamlar, kendi yurtianndan uzak ol-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
26

duğu, kendilerine dokunmadığı zaman da, ha...�.


sızlıkla savaşmaktan çekinmezler ; bu savaşı doğ­
rudan doğruya kendi yurtları diğer milletlere
karşı suçlu sayıldığı zaman bile açarlardı; on­
lar, açgözlülüğün Amerika, Afrika, Asya kıyı­
larını kirleten cinayetlerine karşı Avrupada ayak­
landılar. İngiliz, Fransız feylesofları, anlayışsız
tiranlarının insan yerine koymayıp hor baktığı
bu zencilerin dostları adını taşımakla, bu yolda
ödevlerini yapmakla şeref duyuyorlardı. Beccaria,
İtalya'da Fransız hukuk sisteminin barbarca hü­
kümlerini çürüttüğü sırada, Fransız yazarları,
Rusya'da, İsveç'te yer bulan hoşgörürlüğü birtakıııi
övgülerle mükafat1andırıyorlardı.
Saygıdeğer Howard'ın Fransızlara, zindan­
larında, yoksul yurtlarında bunca insanın kur­
ban gitmesine sebep olan barbarca ilgisizliği bil­
dirdiği sırada, Fransa'da, İngiltere'yi ticaret yo­
lunda saçma inanışlardan, anayasasının, kanunla­
rının kötülüklerine karşı beslediği hurafeli say­
gıdan uzaklaştırma yolu aranılıyordu. Hükürnet­
lerin şiddetleri, ayartmaları, papazların dar ka­
falılığı ; doğrudan doğruya milli hurafeler, artık
hakikatın sesini susturacak o uğursuz kuvveti
kaybetmişti, hiçbir şeyin akıl düşmanlarını da,
hürriyeti çiğniyenleri de, nerdeyse bütün Avru­
payı kaplıyaracak olan bir hükümden kurtarma­
sına imkan yoktu.
En sonunda, saçma inanışların artık salla­
nan yapısına son tekmeyi indirecek olan yeni
bir doktrinin geliştiği görüldü : Bu da, en ün-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
27

fü ilk havareleri Turgot, Price, Priestley olan,


insan soyunun sonsuz olarak mükemmelleşebile­
ceğini ileri süren doktrindi ; onuncu devre gi­
ren bu doktrini orada gereği gibi inceliyeceğiz.
Yalnız, burada, aklın bu doktrinden pek çok
yardım görerek alt ettiği sahte bir felsefenin kö­
künü, ilerlemelerini meydana çıkaracağız.
Birtakım memleketlerde gururdan, diğerle-
rinde menfaatten doğan bilgisizliği sürdürmek,
yanılmaların egemenliğini uzatmak gibi gizli bir
amaç güden bu felsefeye taraftar olanlardan bir­
çoklarının kah parlak paradokslarla aklı altüst
ettikleri, yahut mutlak Pironculuğa uygun bir
uyuşuklukla şaşırttıkları ; kah bilgilerdeki ilerle­
menin, hürriyeti için olduğu kadar bahtiyarlığı
için de faydasız yahut tehlikeli olacağını söyli­
yerek insan soyunu küçük düşürdükleri ; en so­
nunda da, kah aydınlanma erdemine olduğu gibi
bilgilere dayanma sağduyusuna da ihtiyaç gös­
tenniyen uydurma bir büyüklükle, bilgeliğin sahte
coşkunluğu ile aklı doğru yoldan çıkardıkları;
beri yanda felsefeyi, derin bilimleri, aciz, ihtiyaç­
larla sarılmış, gündelik, ağır işlere boyun eğen
bir varlığın çok üstünde nazariyeler diye ele al­
<lıkları ; öte yanda bunları görgülerin, bir devlet
adamının becerikliliği karşısında ortadan kalkması
gereken kararsız, şişirilmiş spekülasyonların karma­
karışık yığını diye küçümsedikleri görüldü. Onların
hiç durmadan bilgi ışıklarında ilerlemeler yerine
gerilemeler görülmesinden sızlandıklan, insanlar
baklannı hatırlayıp akıllarını kullandıkça insan
INS-� N ZEKASININ İLERLEMELERi
28

soyunun değerinden kaybettiğinı söyliyerek ahü


vah ettikleri, hatta insan aklını, barbariığa, bil­
gisizliğe, esirliğe götürecek olan bu çalkalan­
malardan birinin devri yakın olduğunu - hem de
aklın artık bunlardan korkusu olmadığını ispat
etmek için her şeyin birleştiği bir zamanda - ha­
ber verdikleri işitiliyordu. B u sırada, felsefenin,
temellerini yıkmaya çalıştığı eski hurafeler ya­
pısmı, beceriksiz bir elle desteklemeye çabalıyan­
lardan daha usta olan birtakım şarlatanlar, bu
yıkmtıları, hakları içinde kendini toparlıyan akıl­
dan yalnız şöyle böyle bir itaat i stiyen, bazı an­
laşılmaz şeylere inanmaya yanaşması şartiyle onu
hemen hemen serbest bırakan bir din sistemi
kurmak için kullanmaya yelteniyorlar ; halbuki
diğerleri, gizli birlikler içinde, eski büyücülüğün
sırlarını canlandırmaya çalışıyorlar ; sonra da halka
eski yanılmalarını bırakarak, talebelerini yeni hu­
rafelerle zincirliyerek birtakım çömezlerinin hatırı
için Hindistan'la Mısır kıral-papazlarının eski
zorbalığını yeniden kurmak ümidini besliyorlar.
Ama, bilimlerin hazırladığı sarsılmaz temele da­
yanan felsefe, çok geçmeden onların önüne, kar­
şısında zayıf çabalarmm paramparça olacağı bir
duvar koyuyordu.
Zihinlerin, yukarıda taslağını çizdiğim du­
rumiyle hükümetlerin bu siyasi sistemini karşı­
laştırarak eninde sonunda büyük bir devrim ola­
cağı önceden k olayca kestirebilirdi ; bu devri­
min de ancak iki şekilde olabileceğine hükmet­
mek güç olmazdı : ya felsefenin sevdirdiği bu
İNS A N ZBKASININ İLER LEMELERİ
Z9

akıl ve tabiat ilkelerinı halkın kendi başına kur­


ması, yahut h ük ümetlerin, bu yolda daha erken
davranıp gidişlerini onun kanaatlerine göre dü­
zenlemeye koşmaları gerekirdi. Bu devrimler­
den bir tanesi daha tam, daha çabuk, ama daha
fırtınalı, diğeri de daha ağır, daha eksik, ama
daha sessiz olacaktı ; birinde hürriyetle saadet,
geçici kötül üklerle sağlanacaktı, diğerinde ise bu
kötül üklerden kaçınılacak, ama böylece belki
uzun zaman bu devrimin bu sırada yüzde yüz do­
ğuracağı iyiliklerden elde edilecek bahtiyarlığm
bir kısmı gecikecekti.
Hükümetlerin bozukluğu, bilgisizliği, birinci
yolu seçti, aklın, hürriyetin tezelden kazandığı
zafer de insan soyunun öcünü aldı.
Britanya sömürgelerinde yaşıyanlar, Atlas Ok­
yanusu ötesinde doğan İ ngilizlerin, Greenwich
meridiyeni altında doğan İ ngilizlerle tabiattan
aynı hakları aldıklarını, yetmiş derecelik bir far­
kın bu hakları değiştiremiyeceğini basit bir sağ­
duyu ile öğrendiler. Belki de onlar Avrupalıların
bu ortak hakları, insan soyunun bütün fertlerine
tanıdıklarını çok iyi biliyorlar, bu arada gönül
rızası olmadan hiçbir vergi ödememek hakkının
da bulunduğunu anlıyorlardı. Ama Britanya hükü­
meti, sanki Tanrının Asya'yı olduğu gibi Amerika'
yı da Londra'da yaşıyanların keyfi için yarattığına
inanını'ş görünüyor, gerçekten de denizler ötesinde
yaşıyan, sırası gelince Avrupa İngilteresini ezmek
için kullanacağı uyruk bir milleti eli altında tut­
mak istiyordu. Hük ümet, İngiliz milletini temsil
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

eden uysal i nsanlara Amerika'nın haklarını çiğ­


nemeyi, ondan zorla vergi almayı emretti . Ame­
>rika, bu haksızlığın, aralarındaki bağları kırdı­
_ğını bildirdi, bağımsızlığını ilan etti.
O zaman, tarihte ilk olarak büyük bir mil­
letin bütün zincirlerinden kurtulduğu, kavgasız,
-gürültüsüz, kendi kendine, saadetini sağlamaya
çok elverişli olduklarına inandığı bir anayasa
:ile diğer kanunları koymaya giriştiği görül d ü ;
.-coğrafya durumu, eski siyasi durumu, onu birle­
·şik bir cumhuriyet kurmaya zorladığı için, insa­
nın tabii haklarını açıkça tanımayı ilk temel, bu
hakları korumayı da ilk iş olarak ele alan bu
medıleketin bağrından aynı zamanda on üç cum­
huriyetin anayasasını çıkarmaya hazırlandığı gö­
Tüldü. Biz bu anayasaların tablosunu çizeceği z ;
bunların siyaset bilimleri ilerlemelerinden neler
:aldığını, eğitim peşin yargılarının . bunlar arası­
ına ne gibi eski yanılmaları karıştırdığmı ; neden
:mesela, kuvvetlerin denkleşmesi sistemının bu
yolda basitliğini kaybettiğini, neden bu anayasa­
ıların hak eşitliğinden ziyade menfaat birliğini
·ilke olarak ald ığını göstereceğiz. Yalnız bu men­
faat birliği ilkesinin, siyasi haklara kural sayıl­
-O.ığı zaman, tam olarak yerine getirilmemesıne
:ses çıkarılmayınca bu türlü hakları çiğnemek
·demek olduğunu değil ama bu birliğin, gerçek bir
·eşitsizlik halini aldığı zaman, temelli ortadan
ıkalktığını da ispat edeceğiz. Bu mesele üzerinde
·direneceğiz. çünkü bu yanılma. bugüne bugün
tehlikeli olan biricik yanılmadır, çünkü gerçekten
İNSAN ZEıKASININ İLERLEMELERİ
31.

aydın insanların bile henüz sıyrılamadıkları biri­


cik yanılmadır. Amerika cumhuriyetlerinin, ana­
yasalarını kendi sınırları içinde düzeltmek, bu
kuvveti kanun koyma kuvvetinden ayırmak için,.
o zaman nazariye halinde pek yeni olan düzgün�
rahat bir düzen kurup tertiplemek zorunluğu•
fikrini, kanunda nasıl gerçekleştirdiklerini gös­
tereceğiz.
Biri insanlığın tabii haklarını koruyan, diğer�
ise bu hakları zamanla hükümsüz, siyasi menfa­
atlere, yazılı anlaşmalara bağlı sayan bu iki i leri
millet arasında başgösteren harbde, bu büyük
dfıva, bütün Avrupa'nın gözü önünde , halk mah­
kemesinde kazanıldı ; insanların hakları, Neva kıyı­
larından Vadi-ül - kebir nehri kıyıl arına kadar ser­
bestçe dolaşıp yayılan yazılarda alabildiğine, kayıt­
sız şartsız, açıktan açığa ortaya atılıp işleniyordu.
Bu fikrin savaşları, çok ağır bir boyunduruk al­
tında bulunan ülkelere, en uzak köylere kadar
sokuldu, buralarda oturan insanlar da birtakım
hakları olduklarını öğrenerek şaşıp kaldılar; bu
hakları tanımayı öğrendiler ; diğer, insanların da
kendi haklarını ya yeniden ele almaya, ya elde
tutmaya kalkıştıklarını anladılar.
Böylece Amerika devrimi, Avrupa'da yayıl­
mada gecikmedi ; eğer burada Amerikalıların da­
vasına her milletten çok ilgi gösterip de onların
yazılarını, ilkelerini yaymış, hem en aydın, hem
az hür milletlerden biri olan, feylesofları en ger­
çek bilgi ışıkları taşıyan, hükümetleri ise hiç
görülmemiş koyu bir bilgisizlik içinde yüzen>
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
32

kanunları, hiçbir milll gururla, hiçbir peşin yargı


ile kendisini eski kurumlara bağlamıyacak kadar
az çok halk ruhunun etkisi altında bulunan bir
m illet varsa, insanlık dostlarının bu kadar ümitle,
bu kadar sabırsızlıkla beklediği bu devrime ilk
hareketi vermesi, doğrudan doğruya olayların
gelişiyle, bu milletin alnına yazılmış değil miydi ?
Demek oluyor ki, bu devrimin Fransa ile başla­
ması gerekiyordu.

Hükümetinin idaresizliği, bu devrimi çabuk­


laştırdı ; felsefe, bu devrimin ilkeleri ne çeki dü­
zen verd i ; halk kuvveti, onun hareketlerini dur­
durabilecek engelleri yıktı attı.

Bu devrim, Amerika devriminden daha tam,


dolayısiyle de içerde daha az gürültülü oldu ;
çünkü Amerikalılar, İ ngiltere'den aldıkları me­
deni kanunları, ceza kanunlarını hoşnutsuzlukla
benimsiyerek, kötü zorlamalar sisteminde hiçbir
şeyi değiştirmeden, derebeylik zorbalıklarını da,
soydan gelme payeleri de, zengin, güclü, imtiyazlı
!oncaları da, dini hoşgörınezlik sistemini de yık­
madan yeni kuvvetlerin temelini atmakla, bun­
ları o zamana kadar Britanya milletinin kendi
Üzerlerinde yürüttüğü kuvvetlerin yerine geçir­
melde yetiniyorlar. Bu yenileştinnelerde hiçbir
şey halk kütlesine ulaşmıyordu, hibçbir şey fertler
arasında kurulmuş olan ilişikleri değiştirmiyordu.
Fransa'da, tersine olarak, devrim, topluluğun bü­
tün iktisadi hayatını kucaklıyacak, bütün sosyal ili­
şikleri değiştirecek, siyasi zincirin son halkalarına,
İNSAN ZEıKASININ İLERLEMELERİ
33

mal, mülklerinden, endüstrilerinden yana kaygıları


olmıyan, ne kanaatleriyle, ne uğraşlariyle, ne de
zenginlik, ihtiras veya zafer menfaatleriyle halk
hareketlerini tutmıyan fertlere varıncaya kadar
sokulacaktı.
Yalnız anayurtlarının zorbalık peşin yargı­
ları ile savaşır görünen Amerikalılar, İ ngiltereye
raki'p devletleri müttefik olarak kazandılar ; İ n­
giltere'nirı zenginliklerini, gururunu kıskanan di­
ğer devletler de, gizli anlaşmalarla, hakkın za­
ferini çabuklaştırdılar; böylece bütün Avrupa,
zalimlere karşı birleşmiş göründü. Fransızlar, tam
tersine, henüz bütün Avrupayı kaplıyan kıralların
despotizmine de, yarı hür devletlerdeki siyasi
eşitsizliği de, asillerin gururuna, papazların ege­
men liğine hoşgörmezliğine, zenginliklerine de, de­
,

rebeyliğin kötü kullanışlarına da aynı zamanda


saldırdılar; Avrupa devletleri de zorbalıktan yana
birleşmek zorunda kaldılar. Böylece Fransa kendi,
yanında birtakım bilgelerin sesinden, ezilen mil­
letlerin çekingen dileklerinden başka bir kuvvet
bulamadı, bu yardımları da iftira ile onun elindcnı
kapmaya çalışacaklardır.
Fransa anayasasiyle kanunlarının dayandığı·
ilkelerin, Amerikalılarca ele alınan ilkelerden niçin
daha temiz, daha belgin, daha derin olduğun u ;
neden bunların her türlü peşin yargıların te­
sirinden büsbütün sıyrıldığını, nasıl olup da
burada eşitlik yerine, hiçbir zaman bu eşitliğin
yalnız zayıf, ikiyüzlü bir eklentisi olan menfaat
birliğinin geçmediğini ; uzun zaman hayranlık

İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

beslenilen bu boş denkleşme yerine kuvvetlerin


:Sınırları konduğunu; zorunlu olarak çok sayıda
.ayrı ayrı, küçük küçük meclislere ayrılıp bölünen
büyük bir milletin, tarihte ilk olarak, halka · ege­
menlik hakkını, kanunlardan başka bir şey tanı­
mama hakkını nasıl sağladığını göstereceğiz ; bu
kanunların yapılışı da eğer millet, bu işi, vekilleri
.eline bıraktıysa doğrudan doğruya kendi kabu­
Jiyle yasalı oluyor, bu kanunlar, kendi haklarını,
menfaatlerini çiğnerlerse millet, kendi egemen
iradesinin usule · uygun bir hareketi ile, her za­
man onları düzeltebiliyordu.
Descartes'ın dehası ile insan soyu alınyazı­
farında bir devrimin baş ilkesi olan bu genel ileri
.hareketin damgası kafalara basıldığı zamandan,
ancak uzun esirlik, felaket yüzyılları geçirdikten
:Sonra, insanın tabii bağımsızlığı yerine geçire­
bildiği eksiksiz, saf bir sosyal hürriyetin o mut­
lu devrine kadar, matematik, fizik bilimlerdeki
ilerlemelerin tablosu, bütünü ile kavranmak, ara­
d
ların aki ilişikler gözden geçirilmek istenirse,
türlü parçalarının ayrılması, sıralanması gere­
ken ucsuz bucaksız bir ufku gözlerimizin önüne
:sermektedir.
Cebirin geometriye uygulanması, bu iki bi­
iimdeki buluşların bitmez tükenmez kaynağı ol­
makla kalmıyor; Descartes, bu büyük misalle,
genel olarak büyüklükler hesabı metotlarının, uzam
-ölçüsünü konu olarak alan bütün meselelere
nasıl uygulanabileceğini ispat ederek bunların,
ıi.lişikleri belginlikle tahmin edilmeye elverişli bil-
İNSAN .ZEKASININ İLERLE.MELER!
35

tün nesnelerde, aynı başarıyla kullanılacağını ön­


ceden bildiriyordu. Bu büyük buluş da, bütün
hakikatleri, hesabın kesinliğine bağlamayı, bi­
limlerin bu sonuncu amacını gösterip bu yolda
araçlarını da sezdirerek ona ulaşma ümidini veri­
yordu.

Bu buluşun hemen ardından, değişken bir


niteliğin birbirini kovalıyan çoğalma ve azalmala­
rının ilişiklerini bulmayı, yahut niteliğin kendi­
sini yeniden bulmayı - ister bu çoğalmalara sonlu
bir büyüklük verilsin, ister bunların gözden kay­
boldukları andan başka bir ilişik aranılmasın­
öğreten yeni bir hesap geldi ; değişken büyük­
lüklerin bütün kombinezonlarından, değişimleri-·
nin bütün faraziyelerine kadar uzanan bu metot�
değişmeleri kesin ölçüye elverişli bütün nesnelerde,.
gerek unsurlarının ilişiklerini, gerek bu ilişikle,.
yalnızca bilindiği zaman, kendi aralarındaki ili­
şiklerin bilgisine göre, nesnelerin ilişiklerini ay­
nı derecede belli etme imkanını verdi.

Bu hesapların bulunmasını Newton'la Leib­


niz'e borçluyuz, ama bir nesil önceki geometri­
cilerin çalışmaları bu buluşu hazırlamıştır. Bu
hesapların, yüz yılı aşan bir zamandan beri hiç
arasız sürüp gelen ilerlemeleri, birçok deha sa­
hibi insanların eseri olmuş, bu insanlara şan, şe­
ref kazandırmıştır. Onlar, izlerinden gitmediği
halde kendilerini görebilen feylesofun gözünde,
insan zekası kuvvetlerinin heybetli bir anıtı ola-,.
rak yükselmişlerdir.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
36

Bugün de yaşıyan doğru, gerçekten çozurn­


sel bir cebir dilinin meydana gelişini, ilkelerini
bu bilimdeki teknik yolların tabiatını, bu yolla­
rı insan zihninin tabii işlemleriyle karşılaştır­
mayı gözden geçiren bu metot, k endi kendine
nicelikler bilimin özel bir aletinden başka bir
şey değilse de bütün fikir kombi nezon larına uy­
gulanacak dünya ölçüsünde bir aletin ilkelerini
taşımak tadır.
Rasyonel mekanik, kısa zamanda geniş ve
derin bir bilim oldu. Sonunda Descartes'ça yan­
lış anlaşılan cisimlerin çarpışması kanunları mey­
dana çıkarıldı.
Huygens, daire hareketinin kanunlarını bul­
du ; aynı zamanda bir eğride her unsurun hangi
daireden olduğunu gösterme metodunu da orta­
ya attı. Newton, bu iki nazariyeyi birleştirerek
eğrili hareketin nazariyesinı buldu, bu nazariyey·
Kepler' i , gezegenlerin eliptik yürüngelerini baş­
tan başa dolaştıkları buluşu n a götüren kanunla­
ra uyguladı.
Belli bir zamanda, belli bir hızla. b elli bir
doğrultuda boşluğa atıldığı farzedilen bıı geze­
gen, güneşin etrafında, ona doğru yönelen ve
uzaklıkların kareleriyle tersine orantılı bir kuv­
vete göre bir elips çizerek dolaşır. Aynı kuvvet,
uyduları, asıl gezegen etrafında, yürüngenlerine
çeker. Bu kuvvet, gök cisimlerinin bütün siste­
minde kendini gösterir ; gök cisimleri n · meydana
getiren bütün unsurlar arasında karşılıklı olan
bir kuvvettir.
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELER$
37

Gezegen elipsleriıiin düzgünlüğü, burada bo­


zuluyor : h esap, bu karışıklıkları, en ince fark­
larına varıncaya kadar, açıklar . Bu kuvvet, aynı
nazariyenin yörüngelerini belli etmeyi, dönüşü­
nü önceden kestirmeyi öğrettiği kuyruklu yıldız..
lan hareket ettirir. Yerle ayın dönme eksenle­
rinde görülen hare ketler de, bu evrensel kuvve­
tin varlığını bildirir. En sonra bu kuvvet, yer
cisimlerindeki ağırlığın da sebebidir, biz bu ci­
simleri aralarındaki o ldukça farklı uzaklıklardP
gözliyemediğimi z için, bu kuvvet, bu cisimleı
içinde iş merkezinin bir sabitesi olarak görünü.r.
Böylece en sonra insan, tarihte ilk olarak:
evrenin fizik kanunlarından birini öğrendi. B1>
kanun, bugüne kadar tek kal mı ştı r, onu meydana
,çıkaran insanın zaferi gibi.
Bugün gök olaylarının akla du rgunluk ve­
recek bir düzgün] ilkle bağlı olduğu görülen bu
kanunu, yüz yıllık çalışmalar kuvvetlendirmiştir ;
bu olaylardan bir tanesi bu kanundan ayrılır gibi
göründüğü zaman bile, bu geçi ci kararsızlık. her
defasında yeni bir zaferin konusu olmada gecik­
memiştir.
Felsefe, hemen her zaman, deha sahibi bh
insanın eserlerinde, bu kanunu yöneten gizli
kuvveti bulmaya zorlanmıştır ; ama burada hay··
ranlığın verdiği bir ilgi, Newton'un yü rü yüşünü
adım adım izlemeye imkan veren veciz fıkrala­
rın bulunup saklanmasına sebep olmuştur. Bu
fıkralar. büyük bir bul uşta tesadüfün mutlu kom­
binezonlarıyle insan dehası çalışmalarının nasıı
38
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

el ele verdiğini, pek elverişli olmıyan kombinezon­


ların bu buluşları nasıl geciktirip başka ellere bı­
rakabileceğini göstermeye yarıyacaktır.
Ama Newton, insan zekası ilerlemelerine, belld
de tabiatın bu genel kanununu bulmaktan daha
çok yardım etnıiş olan bir şey yaptı ; insanlara,
fizikte, sebebi yalnız bir olayın varlığından değil,
niceliğinin, uzamının varlığından çıkaran belgin,
hesapla ölçülmüş nazariyelerden başka bir şey
kabul etmemeyi öğretti. Bu yüzden eskilerin•
gizü n iteliklerini yenilemekle suçlandırıldı, çünkü o,.
gökyüzü olaylarının genel nedenini, gözlemin söz·
götürmez gerçekliğini ispat ettiği basit bir olgtı<
içine sokmakla kalmıştı. Bu suçlama da bilim
metotlarının daha ne kadar felsefece aydınlatılmaya>
ihtiyaçları olduğunu ispat eder.
d'Alembert, bir kuvvetle hareket ettirilen, bir-·
birlerine şartlarla bağlı olan herhangi bir sayı­
da noktaların hareketini yalnız başına belirlemeye
yetecek genel bir ilkeyi bulunca, bir sürü sta­
tik, dinamik problemler sıra ile ortaya atılıp çö­
zümlendi. O, aynı ilkeyi, belirli şekli olan sonlu
cisimlere, parçaları arasındaki birtakım ilişkileri.
koruyarak birtakım kanunlara göre şekillerini:
değiştirebilen, esnek, eğilip bükülür cisimlere,.
en spnra da ister. aynı yoğunlukta kalsınlar, ister
genişleme halinde bulunsunlar, doğrudan doğruyaı
akışkan cisimlere uygulamada gecikmedi. Bu libi
soruları çözmek için yeni bir hesaba ihtiyaç vardı;:
bu hesap da, onun dehasından kurtulamamış,
mekanik de artık düpedüz katkısız bir hesap
bilimi olmuştur.
İNSAN ZEIKASININ İLERLEMELER;
39

Bu buluşlar, matematik bilimlerin malıdır ; ama


gerek evrensel çekim kanununun, gerekse bu
mekanik ilkelerinin tabiatı ve bunlardan evrenin
.ilksiz düzeni için çıkarılabilecek neticeler, felse­
fenin sınırları içinde kalıyor. Bütün cisimlerin,
:kendi kendilerine denge elde edip tutmalarına,
Jlareketlerdeki düzgünlüğü meydana getirip koru­
malarına sebep olan zorunlu kanunlara bağlı
·oldukları öğrenildi.
Gök hadiselerini idare eden kanunların bil­
,gisi, bu yolda görünüşleri hesaplamak için pek
<belgin metotlara götüren matematik çözme bu­
Juşları, hem fizik, optik aletlerinin, hem de bö­
fümlerindeki doğruluk, gözlemlerdeki doğrulu­
ğun ölçüsü olan aletlerin ulaştığı, o zamana ka­
rlar ümit halinde olsun, tasarlanmıyan bu mü­
kemmellik ; zamanı ölçmeye yarıyan makine-
lerdeki belginlik, hükümetlerin astronomları,
-0bservatuvarları çoğaltmadaki menfaatleriyle
birleşen çok geniş bir ilim zevki ; bütün bu se­
bepler birleşerek astronomi ilerlemelerini sağla­
<lılar. Gökyüzü, insanlar için, yeni bulunan yıl­
.dızlarla zenginleşti, insan da bunların hem du­
rnşlarını, hem hareketlerini doğru olarak belir­
Jeyip kestirmeyi öğrendi.
Artık skolastik saçmalıklardan olduğu gibi
Descartes'ın içine soktuğu boş açıklamalardan
oda yavaş yavaş sıyrılıp kurtulan fizik, sonunda
<laha genel olguları içlerinden hesapla çıkarmak
içinde - reylerle tabiatı sorguya çekme sanatından
ıbaşka bir şey olmuyor.
tNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
40

Havanın bir ağırlığı olduğu anlaşıldı, bu ağır­


lık ölçüldü ; ışığın bir anda geçip gitmediği mey­
dana çıkarıldı, hızı gösterildi ; bundan gök cisim­
lerinin görünüşteki duruşlan üzerinde çıkarıl­
ması gereken neticeler hesaplandı ; güneş ışını
çeşit çeşit kırılabilen, başka başka renkli çok
basit ışınlara ayrıldı. Gök kuşağı, açıklanmış.
renklerini meydana getirme yahut ortadan kal­
dırma vasıtaları hesaba bağlanmıştır. Yalnız bir­
takım maddelerin, birbiriyle sürtüldükten sonra,
hafif cisimleri çekme özelliği olarak bilinen elektrik,
evrenin genel hadiselerinden biri oluyor. Yıldırımın:
sebebi artık bir sır değildir, Franklin de onu keyif­
lerine göre çevirip yönetme sanatını insanlara bil­
dirmiştir. Atmosfer ağırlığının değişimleriyle hava
nemini, cisimlerin ısı derecelerini ölçmede yeni yeni
, aletler kullanılmıştır. Meteroloji adı altında yeni
bir bilim, arada sırada atmosfer hadiselerini ön­
ceden kestirmeyi bize öğretmektedir, bu bilim,
bir gün bu hadiselerin henüz bilinmiyen kanun­
larını da bulduracaktır.
Bu buluşların tablosunu çizerek, fizikçilere
araştırmalarında yol gösteren metotların nasıl
temizlenip mükemmelleştiklerini, nasıl deneyler
yapma, aletler meydana getirme sanatının gittikçe
daha büyük bir belginlik kazandığını ; o şekilde
ki fiziğin yalnız, her gün yeni yeni hakikatlerle
zenginleşmekle kalmayıp artık ispat edilmiş ha­
kikatlerin de çok büyük kesinlik elde ettiğini ;
bir sürü bilinmiyen olguların yalnız gözlenmekle,
çözülmekle kalmayıp hepsinin de ayrıntılarında
çok kesin ölçülere bağlandığını göstereceğiz.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

Fizik, yalnız skolftstik peşin yargılarla, gö­


ırünüşte pek çekici olan genel faraziyelerin göz­
alıcıliğiyle savaştı. Başka engeller, kimyadaki iler­
lemeleri geciktirdi. Kimyanın altın yapma sırrı
ile ölmemek sırrını vermesi gerektiği düşünül­
müştü.
Büyük menfaatler, insanı saçma inanışlara
sürüklüyor. Bayağı ruhların iki kuvvetli tutkusunu
okşıyan, üstelik şan ve şeref tutkusunu da ateş­
liyen bu gibi vaitlerin eldeki vasıtalarla yerine
getirilemiyeceği düşülmedi ; hayaller içinde yü­
zen kolay inanışın eskiden beri uydurageldiği
acayipliklerin, hepsi, kimyacıların da kafasında
yer etmiş görünüyordu.
Ama bu hayaller, yavaş yavaş, kendi kendi­
ni inkar edip gerçekten deneysel bir kimyaya ye­
rini bırakan Descartes'ın mekanik felsefesine bo­
yun eğiyorlar. Cisimlerin birleşimleri ve ayrıh­
şıınları, birlikte bulunan hadiselerin gözlemi, bu
işlemlerin kanunlarını araştırma, maddeleri git­
tikçe daha basit unsurlara ayırma işi durnıadan
artan bir belginlik, bir kesinlik kazanıyor.
Kimyadaki bu ilerlemelere, bir bilimin bütün
sistemini kucaklayıp üstelik de bütünü kuran lia­
!kikatlerin sayısını artıracak metotları toplıya rak
mutlu bir devrimi müjdeliyen. hazırlıyan birta­
kım mükemmelleşmeleri de katmalıdır. Hunlardan
bin, o zamana kadar gizli kalmış olan genle­
şebilir akışkanları elde etmede. deneylere bağla­
mada yeni vasıtaların bulunmasıdır ; bu buluş da.
araştırmalarımızda görülemiyecek bir hale soku-
İNSAN ZE·KASININ İLERLEMELERİ
42

lan bir sürü yeni varlıklarla artık bilinen var­


lıklar üzerinde harekete geçmeye imkan venniş,
hemen bütün kombinezonlara bir unsur daha ka­
tarak, baştan başa denilebilecek şekilde kimya
sistemini değiştirmiştir. Maddeleri i şaretliyen söz­
leri, ortak bir unsuru olan maddelerin münase­
betlerini veya farklarını, bu maddelerin sınıfını
anlatan bir dilin meydana gelişi de böyle bir bu­
luştur. Bundan başka, bu maddeleri analitik
bir şekilde birleşen işaretlerle gösteren, ilgilerin,
en ortak, en genel işlemlerini ifade edebilen bir
bilim yazısının kullanılmasiyle, fizikte dcneylerirı
neticesini kesin bir belginlikle hesaplamaya ya··
rıyan her türlü vasıtaların, her türlü aletlerin kul­
lanılması, en sonra hesabın billurlaşma hadisele­
rine, kanunlarına - bu kanunlara göre birtakım
cisimlerin unsurları aralarında birleşerek düz­
gün, değişmez şekillere girerih - tatbikı de bu.
buluşlardandır.
Yer yuvarlağının oluşumunu, onu iyice tanı­
maya çalışmadan önce, yalnız saçma inanışın ve
felsefenin hulyalariyle açıklamış olan insanlar, en.
sonra, gerek yüz, gerek i htiyaçların kendilerini sok­
tuğu iç kısmında bulunan maddelerle bu maddelerin
rasgele veya düzgün olarak dağılışını da, bunlan
meydana getiren kütlelerin halini de titiz bir
dikkatle incelemek lüzumunu duydular. Bu yolda
deniz suyunun, toprak sularının, ateşin uzun süren
yavaş tesirlerinin izlerini tanımayı, içinde bulunan
maddelerdeki eşitsizliklerin, duruşun, çoğu
zaman da doğrudan doğruya bu maddelerin, ateşin�
İNSAN ZEKASININ II.ERLEMELERİ
43

ıtoprak sularının, deniz sularının eseri olan yer


yuvarlağının yüz kısmiyle dış kabuğunu, büyük
rbir kısmı heterogen maddelerden meydana gelen
henüz sebeplerini bilmediğimiz çok eski devrim­
lerin işaretlerini taşıyan öbür parçasından ayırdet­
meyi öğrendiler.
Madenler, nebatlar, hayvanlar birçok türlere
-ayrılırlar, bunların fertleri yalnız farkedilmez,
az sabit yahut doğrudan doğruya yer sebeplerin­
Jen ileri gelen hakikatler bakımından birbirin­
den farklıdır ; bu t ürlerin çoğu, birbiri ardınca
gelen, gittikçe daha yaygın bir hal alan bölüın­
Jcri meydana getirmeye yarıyan az veya çok sa­
yıda ortak nitelikleriyle birbirine yaklaştılar.
Tabiatçılar, bu sayısız çeşitli varlıklar çok� uğu
ortasında biricik tanıma vasıtası olan, kavranma­
sı kolay, belirli karakterlere göre fertleri metot­
lu olarak sınıflamayı öğrenmişlerdir. Bu metot­
.Jar, gerçek bir dil gibidir, burada her nesne, en
,basit niteliklerin bir kaçiyle işaretlenmiştir, bu
.dille, bu nitelikleri öğrenerek bir nesnenin itibari
.dildeki adı bulunabilir. Yine bu diller, iyi kurul­
·dukları zaman, tabiat varlıklarının her sınıfında,
.birleşmeleri, geri kalan özell iklerinde az veya
·çok bir benzerliği gerektiren ne gibi gerçekten
önemli nitelikler bulunduğunu öğretirler.
Arada sırada ayrıca bir incelemeden geçiri­
Up de bilgileri güçlükle elde edilen nesneleri in­
sanların gözünde büyüten bu gururun bu metotlara
aşırı bir ön �m verdiği, eşya dilinin ancak bir çeşit
sözlüğü, grameri olan şeyi doğrudan doğruya
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
4<l

uilim olarak aldığı görülmüşse de, çoğu zaman


sahte bir felsefe, karşı bir aşırılıkla aynı metotları,
saçına ve binbir emekle meydana getirilen derle­
melerle olduğu gibi keyfi terimlerle de karıştıra··
rnk, alabildiğine değerden düşürmüştür.
Tabiatın üç büyük bölümünü meydana geti­
ren maddelerin kimyaca çözülmesi, bunların dış
şekillerinin anlatılışı, fizik niteliklerinin, günde­
lik özelliklerinin o rtaya konulması ; organlaşmı�
cisimlerin, hayvanların, nebatlann gelişme ta-
rihi, beslenmeleri, ü retilmeleri, organlaşmaları-
nm ayrıntıları, türlü kısımlarının anatomisi,
bunlardan herbirinin işlemleri, hayvan alışkan­
lıkla rının tar i hi , yiyecek, barınacak yerler, evler
sağlamak, avlarını yakalamak, düşmanlarından
kurtulmak için işledik leri sanatların tarih i ; ara­
larında kurdukları aile veya soy toplulukları ;
varlık iarın ucsuz bucaksız zincirini dolaşarak va­
rılan bir sürü hakikatler ; ham maddeden or­
ganlaşmanın en zayıf derecesine, organlaşmış mad­
deden d uyarlığın, kendiliğinden hareketin ilk işa­
rct!crinı veren varlığa, ondan da insana kadar
bu zincirin birbirinı kovalıyan halkalarının ulaş­
L ı rdığı münasebetle r ; bütün bu varlıkların, gerek
ihtiyaçlariyle ilgili olarak, gerekse onu bu varlıklara
yaklaştıran benzerlikler, yahut onlardan ayıran
fa rklar içinde insanla olan i l i ş ikleri ; işte tabiat
tari hinin bugün bize gösterdiği tablo budur.
Doğrudan doğruya ınsan bedeni de başlı­
başma bir bilim konusudur, bu bilim, genel çer­
çevesi içine fiziyolojiyi de alan anaromi'dir. Ölülere:
iNSAN ZEiKASININ İLERLEMELER!
45

karşı beslenen hurafeli bir saygı yüzünden ge­


lişmesi geciken bu bilim, peşin yargıların top­
yekun zayıf düşmesinden faydalandı, öz can­
larını korumak için bir faydayı karşılarına koy­
duğu için bu yolda güclü insanlardan yardım
görmek talihine erdi. Bu bilimin iyiden iyiye
kuvvetten düştüğü, daha mükemmel aletlerle ye­
ni metotlar beklediği, hemen hemen yalnız hay­
vanların parçalariyle insanların parçaları arasın­
da, çeşitli türlerin ortak organları arasında, ben­
zer işlemler meydana getiren tarzlar arasında
yapılan karşılaştırma içinde, insanı doğrudan
doğruya gözlemenin bugün kabul etmez görün­
düğü hakikatleri aramakla kaldığı, bugüne ka­
darki ilerlemelerinden anlaşılıyor. Mikroskopun
yardımiyle gözleyicinin bulabildiği şeylerin he­
men hepsi açığa çıkarılmıştı. Anatominin diğer
bilimlerdeki ilerlemelere pek çok yaramış olan
deneylerin yardımına ihtiyacı olduğu anlaşılıyor­
d u, ama konusunun tabiatı, mükemmel1eşmesin­
de şimdi lüzumlu olan bu vasıtayı ondan uzak­
laştırmıştı.
Kan dolaşımı uzun zamandan beri biliniyor­
du ; ama fiziyoloji, vücudun kayıplarını kapat­
mak için kana karışacak kilüsü taşıyan damarla­
rın durumunu da ; yiyecekleri, içlerinden canlı
sulularla, organ!aşmış maddeyle özümsenmek üze­
re temiz kısmı ayırmak için gerekli ayrışmaya
hazırlıyan bir mide suyunun varlığını da ; hem
doğum sırasında. hem doğumdan sonra hayatın
başka başka çağlarında türlü kısımların, türlü
'-16 iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

organların geçirdiği değişiklikleri de ; Haller'in


bulduğu, hemen bütün organik varlıklarda ortak
·olan duyarlık veya irkilme özelliğini taşıyan kı­
sımları ayırdetmeyi, bu parlak devirde meydana
·çıkarıp kesin gözlemler üzerinde dayamayı bil­
ımiştir ; birçok önemli hakikatler, zaman zaman
· birbiri ardınca sökün ederek ilerlemelerine zarar
·veren tatbikatları hekimliğe kadar uzandığı zaman
•tehlikeli olan faraziyelerle bilime ağırlık veren
ımekanik, kimya, organik açıklamalariyle akgün
,.görmüşlerdir.
Bilimler tablosiyle, onlara dayanarak sağlam
·bir yola girmiş, o zamana kadar göreneğin ken­
dilerini bağlad1ğı zincirleri kırmış olan sanatla­
,rın tablosunu birleştirmelidir.
Biz mekanik, astronomi, optik, zamanı ölç­
·me sanatı ilerlemelerinin, gemiler yapma, hare­
ket ettirme, kullanma sanatı üzerindeki tesirle­
•rini göstereceğiz. Rasatçı sayısının artışı, deniz­
·cinin en yüksek dereceyi bulan ustalığı, yıldız­
ların astronomik yerlerini göstermede, topoğraf­
ya metotlarında görülen kılı kılına doğruluk,
:sonucu yüzyılın sonuna doğru hemen hiç bilin­
;miyen bu yeryuvarlağını nasıl tanıtmıştır ; asıl
'mekanik sanatlar, mükemmelleşmelerini aletler,
makineler, atelyeler yapma sanatındaki mükemmel­
·Ieşınelerle rasyonel mekanik ve fizikteki ilerle­
melere, aynı sanatlarda artık bilinen motorları
'daha az masrafla işletme, yahut yeni motorlar
bulma bilimine niçin borçludurlar, bunları orta­
:ya koyacağız.
İNSAN ZEIKASININ İLERLEMELER!
47'

Mimarlığın, denkleşme bilimiyle akışkanlar


nazariyesinden, yapıların sağlamlığını bozmaktanı
korkmadan, kubbelere, kemerlere daha uygun,
daha az masraflı biçimler verme vasıtalarını çı­
kardığı ; suların baskısına daha kesin olarak he­
sapla.nan bir direnç koyup cereyanlarını idare:
ettiği, suları daha büyük bir ustalıkla, başarıyla,
kanallarda kullandığı görülecektir.
Kimya sanatlarının yeni yeni çalışma yolla­
riyle zenginleştiği, eski metotları temizleyip ba-·
sitleştirdiği, göreneğin kendisini içine attığı bü­
tün faydasız, yahut zararlı maddelerden, saçma,
yarımyamalak pratiklerden sıyrıldığı görülecek­
tir; aynı zamanda işçilerin karşı karşıya bul un-·
d u ldan, çoğu zaman acıklı neticeler doğuran
tehlikelerden bir kısmını önleme vasıtaları bu-
tundu ; böylece işçilerin kavuştuğu daha büyük
rahatlık, daha büyük zenginlik, artık pek acıkb
kurbanlarla binbir pişmanlığa mal olmuyordu�
Bu sırada kimya, botanik, tabiat tarihi, ev
sanatları üzerine, türlü ihtiyaçlarımızı karşılıyanı
nebatların ekimi üzerine, ev hayvanlarını besleme,
çoğaltma, elde tutma, cinslerini mükemmelleştir­
me, ürünlerini iyileştirme sanatı üzerine. toprak
ürünleriyle hayvanların bize verdiği yiyecekleri
hazırlama. koruma sanatı üzerine bitmez tüken­
mez ışıklar serptiler.
Cerrahlıkla eczacılık, anatomiyle kimyanın
kendisine daha aydın. daha güvenilir kılavuzlar
sağladığı andan sonra hemen hemen yenı sanat­
l::ır halinde ortaya çıktılar.
48 İNSAN ZBKASININ iLERLEMELERİ

Pratik bir sanat sayılması gereken hekimlik,


hiç değilse yalan yanlış nazariyelerinden, ukalaca,
çetrefil dilinden, öldürücü geleneğinden, insan­
ların yetkesine, yetilerin doktrinlerine körükörüne
boyun eğmeden kurtuluyor; artık deneyden başka
hiçbir şeye inanmamayı öğreniyor. Çoğalttığı
vasıtalarını birleştirip kullanmayı çok iyi biliyor;
bazı kısımlarda ilerlemeleri bir çeşit ters yol tu­
tup tehlikeli pratiklerle zararlı peşin yargıları
yıkmaktan ileri geçmemişse de, kimya hekimliğini
inceliyen, gözlemleri birleştiren yeni metotlar, dah3
gerçek, daha yaygın ilerlemeleri müjdelemişler­
dir.
Biz en çok, kah soyut ve derin bir nazari­
yeden bilgince, ince pratiklere ulaşan, sonunda
vasıtalarını basitleştirip ihtiyaçlarına göre ayar­
lıyan, nihayet iyiliklerini daha kaba işlere kadar
uzatan, kah aynı pratiğin ihtiyaçlariyle harekete
geçerek çok yüksek kurgularda orta bilgilerin
kabul etmiyeceği kaynaklar aramaya çıkan bilim
dehasınm yolunu tutmaya çalışacağız.
Pek basit ve kaba sanatlarda bile nazariye­
lerin faydasızlığı üzerinde söylenen tumturaklı
sözlerin, bunları söyliyenlerin bilgisizliğini ispat
etmekten başka bir şeye yaramadığını gösterece­
ğiz. Göstereceğiz ki, birçok zavallı tatbikatların
faydasızlığını, tehlikeli tesirlerini bu nazariyelerin
derinliğinde değil, tam tersine, eksikliğinde ara­
malıdır.
Bu gözlemler, bizi şu genel hakikate ulaştı­
racaktır ki, bütün sanatlarda, nazariye hakikatleri,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
49

pratikte ister istemez değişikliğe uğramışlardır ;


gerçekten kaçınılmaz pekinsizlikler vardır, bun·
ların büsbütün önüne geçmek gibi boş bir ümide
kapılmadan tesirlerini belli belirsiz bir hale ge·
tirme yolunu aramak lazımdır ; nazariyede ister
istemez bir yana bırakılan ihtiyaçlarla, vasıtalaria,
zamanla, masrafla ilgili pek çok veriler, d oğru­
dan doğruya tam bir pratikle ilgili bir problem
içine girmelidir ; en sonra bu verileri, gerçekten
pratiğin dehası olan bir ustalıkla bu problem
içine sokarak, hem nazariyeye düşman peşin yar­
gıların, sanatları içinde tutma korkusunu verdik­
leri dar sınırlar aşılabilir, hem de nazariyenin
beceriksizce kullanılması yüzünden düşebileceği
yanılmalar önlcnilebilir.
Bölünmüş olan bilimler, birbirlerine yaklaş­
madan, aralarında dokunak noktaları meydana
getirmeden yayılamamışlardır.
Her bil imdeki ilerlemeleri ortaya koymak,
hesabın birçok bilimlere tatbikından nasıl bir
fayda elde edildiğini ; hemen bütün bilimlerde
hesabın ne dereceye kadar deneylere, gözlemlere
daha büyük bir belginlik vermede kullanılabil­
diğini ; kendilerine pek mükemmel, pek doğru
aletler vermiş olan mekaniğe bilimlerin neleri
borçlu olduğunu ; mikroskoplarla meteoroloji alet­
lerini bulmanın tabiat tarihindeki mükemmel­
l eşmeye ne kadar yardım ettiğini ; tabiat tarihi,
kimyaya, ayıklanıp toplanacak bunca gereçler,
yapılacak bunca işlemler, tabiatta meydana gelen,
gerçek unsurlarını ayırması, arada sırada da sır-
4
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
'.50

rını bulması, hatta taklit etmesi gereken bunca


kombinezonlar verirken, kendisini sadece ele al­
· dığı nesnelerin daha derin bilgisine götürebile­
·cek, içindeki bileşimi, unsurları göstererek ona
·en gizli köşelerine kadar tabiatı, en temelli farkları
açacak olan kimyaya tabiat tarihinin neler borçlu
·olduğunu ; en sonunda fizikle kin�yanın birbirlerine
ne gibi yardımlarda bulunduğunu, anatominin de
hem tabiat tarihinden, hem de bu bilimlerden
ne gibi yardımlar görmüş olduğunu göstermeye
:yetecektir.
Ama şimdilik bu tatbikattan beklenen fay­
daların elde edilen pek az bir kısmı meydana ko­
•nu lmuştu. Birçok geometriciler, gözlemlere göre
,olayların ampirik kanunlarını bulmak için genel
·metotlar vermişlerdir. Bu metotlar bütün bilim­
lerde kullanılmıştır; çünkü bilimler, aynı derece­
·de, gerek anlar veya duruşlar sırasında aynı ni­
·celiğin birbiri ardınca gelen değerlerinin kanu­
·nunu, gerek belli sayıda nesneler arasında ben­
.zer niceliğin ya türlü özelliklerinin, ya türlü de­
ğerlerinin dağılış kanununu tanımayı sağlayabilir­
ler.
Artık birtakım tatbikat, kombinezonlar bili­
·minin, gözlemleri düzenlemede, münasebetlerini,
:sonuçlarını ve bütününü pek kolay yakalıyacak
şekilde kullanılabileceğini ispat etmiştir.
Olasılık hesabının tatbikatları, bir yerde ola­
:ğanüstü olguların hakikate yakınlığım göstererek
"Ve bunların tutulup atılması mı, yoksa tam tersine
:gerçekleştirilmesi mi gerektiği üzerinde hüküm
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER}
5ll.

vermeyi öğreterek, başka bir yerde çoğu zaman


sanatların pratiğinde kendini gösteren bu olgu-·
ların sabit dönüşlerindeki hakikate yakınlığını he­
saplıyarak, bu hesapların diğer bilimlerdeki iler-­
Jemelcrle nasıl yarış edebildiklerini önceden ha-·
ber verirler; mesela, hekimlikte birtakım ilaçla-­
rın kurtarıcı tesirleriyle birtakım koruyucu vası-·
taların başarısı, bunlardan biridir. Bu tatbika tlar,
anlayışlı bir varlığın niyetinden doğup kendisiy-·
le birlikte bulunan, yahut kendinden önce gelen'
olaylara bağlı bir olaylar bütünündeki olasılık-­
la, tesadüf edilen - bu sözün gerçek anlamını.
yalnız bu hesabın araştırması ortaya koyabi l i r -
zorunlu, bilinmiyen sebebe verilmesi gereken olası-·
lığın ne olduğunu da bize gösterir.
Bundan başka bu tatbikatlar, aklın haklarını,
gidişimizin kurallarını çiğnemeden, ihtiyatı eldenı
bırakmadan yahut adalete saldırmadan, üzerine:
hükümlerimizin temeli olarak kabul edilebilecek:
bir kanaati kurduğumuz bir olasılığa ulaşmak
ümidini besliyebileceğimiz türlü pekinlik derece-­
terini tanımayı da öğretmişlerdir.
Bu hesaplar türlü seçim şekillerinin iyi taraf­
lariyle uygunsuz taraflarını, oyların çokluğu ile·
alınan kararların çeşitli şekillerini, bu işlerde·
ortaya çıkabilen farklı olasılık derecelerini, her·
sorunun tabiatına göre genel menfaatin gerek-·
tirdiği olasılık derecesini, gerek karar lüzumlu
olmadığı, yahut iki partinin de aynı derecede·
uygunsuz tarafları olunca bunlardan olasılık dere­
cesi altında kalanın kanunlu sayılamadığı zamaru
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELER1
52

olasılık derecesini h emen hemen sağlam bir şe­


kilde sağlıyacak, gerek tersine olarak karar
l üzumlu olduğu, en küçük bir hakikate yakınlığı
bile bu karara uymaya yettiği zaman, sık sık aynı
olasılığı önceden elde etmeyi sağlayacak vasıtaları
gösterirler.

Bu tatbikatlar arasına, kararını gözlemleri


üzerine temellendirmiyen bir insan için, olgu­
lardaki olasılığı araştırmayı da koymak müm­
kündür ; olasılık, ya şahitlerin yetkisinden, ya­
hut da bu olguların doğrudan doğruya gözlenen
diğer olgularla olan bağından meydana gelir.
İ nsan ömrünün uzunluğu ile erkek kadın far­

kının, iklim değişikliklerinin, sanatların, hükü­


metlerin, hayat alışkanlıklarının bu uzunluğa tesiri
üzerinde ; türlü hastalıkların sebep olduğu ölüm
nispeti üzerinde, nüfus değişiklikleri üzerinde, bu
d eğişiklikleri doğuran çeşitli sebeplerin tesir alanı
üzerinde, nüfusun her memlekette yaşa, cinse,
mesleğe göre dağılış şekli üzerinde yapılan bütün
bu araştırmaların insanın sağlık bilgisine hekimliğe,
iktisada yararlı olmamasına imkfan var mıdı r ?
İ ktisat, bu hesapları, hayat boyunca alınan
gel irlerin, artı rma ve yardım sandıklarının, her
çeşit sigorta kurumlarının teşkilatında pek çok
kullanmıştır.

Bu hesabın ku11anılması, iktisadın ölçüler,


paralar, bankalar, maliye işleri nazariyelerini, en
sonra da vergiler nazariyesini, bunların kanun­
la gösterilen salınmasiyle çoğu zaman bundan ay-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
53

nlan gerçek toplanışını, sosyal sistemin bütün


kısımlan üzerindeki tesirlerini içine alan kısmı
için de gerekli değil midi r ?

Aynı bilimde, tabiat tarihinden. çiftçilikten,


botanik fiziğinden, mekanik yahut kimya sanat­
larından alınan bilgilerin yardımiyle birçok önemli
sorular adamakıllı çözülmüştür.

Kısacası, bilimlerin genel ilerlemesi böyle ol­


muştur. D en e bili r ki, diğerlerinden yardım gör­
mek zorunda kalmadan ilkeleri, ayrıntıları içinde
kendi kendine yetinilen tek bir bilim yoktur.

Bu tabloyu ve her bilimin kendini zenginleş­


tirdiği, pek özel olarak başka alandaki bilgilerin
malı görünen nazariye veya metotların kullanıl­
masına borçlu olduğu hakikatleri ortaya koya­
rak, her bilimde gözlemin, deneyin, düşünmenin
bizi ulaştırabildiği hakikatların tabiatını, sınırını
araştıracağız ; bundan başka bilimlerin her biri
için deha adı verilen bulma kabiliyetinin, insan
zekasının bu b i rinci yetisinin açıkça ne olduğunu,
izlediği, arada sırada da hiç aramadığı, hatta ön­
ceden kest i re med i ğ i icatlara zekanın ne gibi iş­
lemlerle ulaşabildiğini de araştıracağız. Bizi icatlara
götüren metotların, eğer yeni metotlar dehaya
yeni bir alet yetiştirmezler, yahut onun çok zaman
harcayıp fazla yorgunluğa katlanmadan artık kul­
lanılam ıyacak bir hale gelen aletleri kullanmasını
kolaylaştırmazlarsa, bilimi duraklama zorunda bıra­
kacak kadar zayıf düşebileceğini göstereceğiz.
iNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
54

Gerek fertlerin rahatlığı, gerekse milletlerin


refahı uğrunda, yalnız kullanışl arı, yahut sanat­
lara uygulanışları şeklinde elde edilen iyilikleri
göstermekle kalsaydık, bilimlerin nimetlcrindenı
ancak pek azını elde etmiş olurduk. Belki de
bu iyiliklerin en önemlisi, peşin yargıların yı­
kılması, üzerine her neslin çocukluğuna hurafe­
nin dehşetleriyle, zorbalığın korkusiyle geçen $aç­
ma inanışlar damgasını vuran yanlış yollara zorla
sokulmuş insan zekasının bir nevi ayaklanışı­
dır.

Siyasette, ahlakta görülen bütün yanılma­


ların temeli, fizik yanılmalara bağlı olan felsefe
yanılmalarıdır. Her din sistemi, tabiata aykırı.
her türlü acayiplik, mutlaka tabiat kanunlarım
bilmemekten ileri gelir. Bu saçmaları uyduranlar,
müdafaa edenler, insan zekasının hiç arasız mü­
kemmelleşeceğini önceden kestiremezlerdi. Za­
manlarındaki insanların yalnız kentli bilebildikleri·
şeyleri bileceklerine, her zaman kendilerinin o·

zaman inandıkları şeylere inanacaklarma inan­


mış olan bu insanlar, hayallerini memleketlerinin,
yüzy ıllarının genel kanaatleri üzerine güvenle temel­
lendirdiler.

Fizik bilimindeki ilerlemeler de bu yanılmalar


için o kadar felaketli olmuştur ki, çoğu zaman
bu ileri emeler, müdafaad a inat edenlerin üzeri­
ne bilgisizliğin küçük düşürücü gülünçlüğünü sa­
çarak, saldırmaz göründükleri zaman bile bu
yanılmal arı yıkmışlarclır.
İNSAN ZEıKASININ İLERLEMELERİ
55

Aynı zamanda bilimlerin konuları üzerinde


<loğru hüküm verme alışkanlığı, bilim metotlarının
verdiği belgin fikirler, bir hakikati tanıma, is­
pat etme vasıtaları, tabii olarak, bizi, güveni p
inanmanın bu gerçek sebepleri üzerinde kurul­
muş kanaatleri kabul etmeye zorlıyan duygu ile,
alışkanlık peşin yargılarımıza bağlıyan, yahut yet­
kiyi kabul etmeye zorlıyan duyguyu karşılaştır­
maya götürecekti r : Bu karşılaştırma da, inan­
makla, içten gelen bir istekle yerine getirildiği
övülerek söylenildiği zaman bile, hakikatte bu
kanaatlere inanılmadığını anlatmak için onlara
meydan okumayı öğretmeye yetmiştir. Böylece
bir defa açığa çıkarılan bir sır, onların yıkılışını
.çabuklaştırmış, kesinleştirmiştir.
En sonra tutkularla, menfaatlerle artık bu­
lanınıyan, doğumun, mesleğin, makamın, akıl
almıyan bir şey üzerinde hüküm verme hakkı­
na inanmıyan fizik bilimlerdeki bu yürüyüş, diğer
bilimlerde ancak aydın insanların hiç arasız
.kendisine yaklaşma yolunu aradıkları zaman bu­
labildikleri bu pek sağlam yürüyüş, onlara .ııher
adımda gütmeleri gereken, öz çabaları üzerinde
ona göre hüküm verebilecekleri, sapmaları müm­
kün olan yanlış yolları tanıyabilecekleri, Piron­
culuk'tan olduğu gibi, kolayca kanıvermeden,
körükörüne inanmadan, bilgi ışıklariyle şöhret
yetkisine bile pek bel bağlamadan sakınabilecekleri
bir örneği sunuyordu.
Şüphesiz, metafizik çözme de aynı s onuçlara
götürüyordu ; ama bu çözme, ancak soyut düs-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
56

turlar veriyordu, burada iş alanına konulan ay­


nı soyut ılkeler, misalle aydınlanmış, başarıyla
kuvvetlenmiş oluyordu.
Bu zamana kadar ancak birtakım insanların
baba malı olan bilimler artık herkesin malı olu­
yor, unsurlariyle, i lkeleriyle, pek basit metot­
lariyle gerçekten herkesin malı olacağı gün de
yakındır. i şte o zaman bilimlerin sanatlarda
kullanılması, kafaların doğru yolu tutmasına
tesir etmesi gerçekten evrensel bir fayda doğu­
racaktır.
Avrupa milletlerinde, gerek çocukların, ge­
rek biiyüklerin eğitiminde görülen ilerlemeleri
izliyeceğiz; yalnız her yerde hala skolastik pe­
şin yargıların elinde olan bu eğitimin felsefe sis­
temine bakılırsa, bu ilerlemelerin bugüne kadar
önemsiz olduğu görüliir. Her yaşta insanların
lügatlerde, cep kitaplarında, gazetelerde, az çok
katkılı da olsa, kendilerine lazım olan bilgileri
buldukları bir sırada, gerçek bilgilerin çoğunu
kucaklayıp aşağı yukarı bütün bilimlerin un­
surlarını içine alan öğretim konularının genişliği
ve özü göz önünde tutulursa, bu ilerlemelerin çok
hızlı olduğu anlaşılır.
Bilimleri ağızdan öğrenmeyi, doğrudan doğ­
ruya kitaplardan, araştırma ile öğrenmeye kat­
makla ne gibi bir fayda elde edildiğini inceli­
yeceğiz ; derme çatma eserler üzerinde çalışma­
nın gerçek bir sanat, bir geçim vasıtas� olamsı,
birtakıırı faydalar sağlamışsa da, bu türlü çalış­
ma, aşağıl ık eserlerin sayısını artırmakla beraber
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
57

az okumuş insanlar için, ortak bilgiler edinme


vasıtalarını da çoğaltmaktan geri kalmamıştır.
Daha uzun zaman şarlatanlığa, yalan yanlış bil­
gilere karşı faydalı bir duvar olarak kalan bil­
ginler kurumlarının insan zekası ilerlemeleri üze­
rindeki tesirini açığa çıkaracağız; en sonra hükü­
metlerin insan zekası uğrundaki teşvikleriyle aynı
ülkede, aynı devirde onların karşısına koydukları
engelleri göstereceğiz ; kafaların hakikate doğru
yürüyüşüne karşı hangi peşin yargıların, hangi
makiyavelce ilkelerin yolundan gi ttiklerini, tam
tersine bu ilerlemeleri hızlandırmak, devam ettir­
mek ister göründükleri zaman ne gibi çıkarlı
siyaset, yahut da genel iyilik görüşlerinin kendi­
lerine kılavuzluk ettiğini göstereceğiz.
Güzel sanatlar tablosu da daha az parlak
neticeler sunmuş değildir. Musiki bir çeşit yeni
bir sanat, aynı zamanda kombinezonlarla h esabın
ses veren cisimlerdeki titreşimlere uygulanmasının,
hava dalgalanışları nazariyesini aydınlattığı bir
bilim olmuştur. Artık italya'dan Fclemenk'e, İ s­
panya'ya, Fransa'ya geçmiş olan resim sanatı,
Fransa'da, önceki devirde İ talya'da ulaştığı de­
receye yükselmiş, hatta İ talya'dakinden daha büyük
bir parlaklıkla yaşamıştır. Bizim ressamla rımızın
sanatı, Raphael'Jerin, Carraches'lerin sanatıdır.
Onların kaybolmadan okullardan derlenip sak­
lanmış olan bütün vasıtaları, her bucağa yayıl­
mıştır. Bununla beraber onlarla kıyaslanabilecek
bir deha doğurmadan, bu uzun kısırlığı tesadüfe
verdirmiyecek kadar uzun bir zaman geçmiştir.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
58

Her ne kadar burada büyük başarılar gerçekten


güçleşmişse de bu durum, sanat vasıtalarının tü­
kenmesinden ileri gelmiş değildir. Tabiat, onaltınc)
yüzyıl İ talyalarına verdiği iyi imkanlarını bizden
de esirgememiştir. Sanatlardaki gerileme değil de,
sanat mahsullerindeki bu cılızlık, yalnız ve yalnız:
siyasetteki, törelerdeki değişikliğe verilmelidir.
İtalya'da daha az başarıyla, ama yine de soy­

suzlaşmadan işlenen edebiyat, Fransız dilinde,


bu dile Avru pada bir çeşit uluslararası dil ol­
mak ününü kazandıracak ilerlemeler göstermiştir.
Trajedi sanatı, Corneille'in, Racine'in, Vol­
taire'in elinde sürekli ilerlemelerle, o zamana
k �dar görülmedik bir mükemmelliğe yükselmiş­
tir. Komedi sanatı, henüz hiçbir milletin ulaş­
madığı bir yüksekliği, Moliere'e borçludur.
Dil, bu devrin başlangıcından beri İ ngilte-·
re'de, bize daha yakın bir zamanda da Alman­
ya'da, mükemmellcşmiştir. Şiir sanatiyle nesir
sanatı, Fransa'daki kadar sessiz olmasa da yine
kendilerine yol gösterecek olan aklın, tabiatın
genel kurallarına bağlandı. Bugüne kadar millet­
lerin, dillerin ancak pek önemsiz bir kısmı, Pope'
nin yahut Voltaire'in eserlerine olduğu gibi Sop­
hokles'le Vergilius'un eserlerine de hakim olanı
aynı kuralları öğrenip onların duygusundan baş­
ka bir şey olmıyan, Fransızlara olduğu gibi Yu­
nanlılara, Romalılara aynı güzelliklere bağlan­
mayı, aynı kusurlara karşı ayaklanmayı öğreten bu
doğru, bu sağlam zevka yükselebilmişse de aynı
kurallar gene bütün diller, bütün milletler için
doğru olarak kalmı�tır.
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
59

Her millette bu sanatlardaki ilerlemeleri ko­


daylaştıran, yahut geciktiren şeyi ; türlü ülkeler­
de şiirin nevilerini, nesir eserlerinin ne gibi se­
beplerle birbirinden farklı bir mükemmelliğe ulaş­
tığını ; bu evrensel kuralların, hem de te �elle­
rindeki ilkeleri çiğnemeden, törelerle, bu sanat­
ların mahsullerinden hoşlanacak halk kanaatle­
riyle, bundan başka türlü nevilerinin bağlı ol­
dukları kullanışların özleriyle nasıl değişebildik­
lerini göstereceğiz. Böylece mesela, her zaman
küçük bir salonda az sayıda seyirci karşısında
ezbere söylenen trajedinin, bütün halkın çağırıl­
dığı törenli bayramlarda pek büyük bir tiyatro­
da şarkı ile söylenen trajediyle aynı kuralları
.olamazdı. Biz zevk kurallarının, bir sanatın doğ­
rudan doğruya gündelik hayatta kullanı lması ge­
ırektiği zaman ahlak ve fizik dünyasındaki ka­
·nunlarla aynı genellikte, aynı sabitlikte, ama aynı
çeşit değişikliklere elverişli olduğunu ispat etmeye
.çalışacağız.
Kitap basma sanatının kalabalık önünde oku­
i!1acak yahut ezbere söylenecek eserleri, çoğaltıp
yayarak dinleyiciler sayısiyle kıyaslanamayacak
kadar çok sayıda okuyucuların eline nasıl Yerdi­
ğini ; kalabalık meclislerde, meclis üyelerinin oku­
ma ile elde ettikleri öğrenime göre belirlenerek
nasıl birçok önemli kararlar alındığını, eskiler­
de ve yenilerde kullanılan kandırma sanatı ku­
ralları arasında bu sanatın doğurması gereken
tesirle kullandığı vasıtanın farkını andırır fark­
ların bu kararlarda zorunlu olarak na:;ıl o rta-
İNSAN ZE,K ASININ İLERLEMELERİ
60

ya çıktığını ; en sonra nasıl okuma nevileri ara­


sında, tıpkı eskilerde olduğu gibi. tarih ve fel­
sefe eserlerinin okunmasiyle kanaat edildiğini ;
matbaanın bulunmasiyle sağlanan birçok gelişme­
lerle, ayrıntılarla uğraşma kolaylığının aynı ku­
rallar üzerine yaptığı tesirı de göstereceğiz.
Felsefedeki, bilimlerdeki ilerlemeler, geniş bir
alana yayılmış olan edebiyattaki ilerlemeleri ko­
laylaştırmıştır. Edebiyat da bilimlerin daha kolay
incelenmesine, felsefenin halka yayılmasına yar­
dım etmiştir. Felsefe ve bilimlerle edebiyat, bilgı­
sizli ğin, anlayışsızlığın kendilerini ayırmak. bir­
birine düşürmek uğrundaki çabalarına aldımıa­
yıp birbirlerini desteklemişlerdir. İ nsan yetkesıne
boyun eğmeyle, eski şeylere beslenen saygı yü­
zünden, zararlı peşin yargılar davasını tutması
tabii görülen derin bilgicilik, bilimlerden, fel se­
feden daha güvenilir bir tenkid meşalesi aldığı
için, peşin yargıları ortadan kaldırmaya yardım
etti. O artık yetkeleri tartmayı, karşılaştırmayı
biliyordu ; işi, doğrudan doğruya bu yetkeleri
aklın mahkemesine vermeye kadar vardırdı. Bil­
gicilik, dayandıkları tanıklıklara da saldırmaktan
geri kalmıyarak, acayip şeyleri, saçma hikayeleri,
hakikate aykırı olayları tutup atmıştı ; üstelik,
tanıklıkların kuvvetine bakmaksızın, olağanüstü
olguları, fizik ve ahlak bakımından akla aykırılığı
ortadan kaldıran tanıklıktan başkasına meydan
vermemek üzere, tutup atmayı bilmişti.
Böylece konuları, metotları yahut istedikleri
zeka özellikleriyle birbirinden ne kadar farklı
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

olursa olsun, insanların bütün zeka uğraşları,


insan aklının ilerlemelerine yöneliyor. Gerçekten
burada tıpla metotla ayrılmış parçaları, şimdi
birbirine sımsıkı bağlanması, yalnız bir bütün
meydana getirmesi, tek bir hedefe çevrilmesi
gereken güzel bir eser gibi, insan çalışmalarının
tam bir sistemi görülmektedir.
Şimdi insan soyu üzerine toplu bir bakış ata­
rak göstereceğiz ki, bütün bilimlerde gerçek me-·
todun meydana çıkarılması, bu bilimler için­
deki nazariyelerin genişliği, tabiatın bütün konu­
larına, insanların bütün ihtiyaçlarına uydurulınası�
aralarında kurulmuş olan birleşme çizgileri, bun­
ları işliyenlerin çok kalabalık oluşu, en sonra.
matbaaların çoğalması, bundan böyle hiçbir bili­
min insan soyu tarafından ulaştırıldığı noktadan
geri gitmiyeceği karşılığım bize vermeye yete­
cektir. Göz önüne koyacağız ki, felsefenin ilke­
leri, hürriyetin düsturları, insanın gerçek hakla­
riyle asıl menfaatlerinin bilgisi, bunların sonsuz
olarak unutulup gitmesinden şüphe edilemiyecek
kadar çok sayıda milletler arasına yayılıp bu
milletlerin her birinde birçok aydın insanların
fikirlerine çeki düzen vermiştir.
Çok geniş bir alana yayılmış iki dili, üste­
lik ilkeleri çok iyi bilinen dört başı mamur bir
hürriyete kavuşmuş iki milletin dilini gördük­
ten; bu iki dilde hürriyetin olduğu gibi aklın
haklarına da hiçbir zorbalar birleşmesinin, akla
gelen hiçbir siyaset kombinezonunun engel ola­
mıyacağını gördükten sonra, bu yolda daha ne­
den korkumuz olabi lir ?
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

Ama her şey bize insan soyunun bir daha


·1> eski barbarlık h aline düşmemesi gerektiğini
,bildirse de, her şeyin insan soyunun hakikatle
yanılma, hürriyetle kölelik arasında bitmez tü­
'kenmez dalgalanışlara mahkum eden bu gevşek,
;bu bozuk sisteme karşı bizi inancalaması gerek­
cSe de, bilgi ışıklarını ellerinde tutanların, peşin
_yargılara, bilgisizliğe mahkum olanların kalaba­
,lığı karşısında göze çarpmıyacak kadar az oldu­
: ğunu görüyoruz. Kölelik altında inim inim in­
ıliyen, kimi yerde yalnız ahlak bozukluğu yüzün­
·den yürüyüşü ağırlaşmış bir medeniyetin alçak
·düşürdüğü, başka yerde bugüne bugün ilk devir­
derinin çocukluğu içinde sürünen milletlerin ya­
:şadığı geniş ülkeler görüyoruz. Görüyoruz ki,
i'bu son çağlardaki çalışmaların insan zekası iler­
lemelerine çok, ama insan soyunun mükemmel­
ıleşmesine az iyiliği dokunmuştur; bunlar, insanın
:zaferine, biraz da hürriyetine çok yaramış, ama
:saadetine hemen hemen hiç yaramamıştır. Birta­
kım yerlerde gözlerimiz parlak bir ışıkla kama­
·şıyor; ucsuz bucak­
ama koyu karanlıklar, hala
:sız birufku örtüyor. Feylesofun ruhu, pek az
nesneye bakarak kendini avutuyor ; ama anlayış­
·sızlığın, köleliğin, acayipliğin, barbarlığın görü­
}nüşü, henüz onu sık sık rahatsız ediyor; insan­
·lık dostu da ilerdeki tatlı ümitlerine kendini bı­
ırakıp ancak bunların içinde bir zevk duyabiliyor.
İnsan zekası ilerlemelerinin tarihi tablosuna
-girecek konular bunlardır. Biz bunları ortaya
koyarak bu ilerlemelerin her şeyden önce, siyasi
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

hayatlarının türlü devirlerinde çeşit çeşit millet­


lerde asıl kütlenin kanaatleri, refahı üzerindeki
tesirlerini göstermeye, bu milletlerin hangi ha�­
kikatler tanıdıklarını, hangi yanılmalardan kur­
tulduklarını ; ne gibi erdemlere alıştıklarını, ye­
tilerdeki hangi yeni gelişmenin bu yetilerle ihti­
yaçları arasında çok mutlu bir nispet kurduğu-­
nu, buna aykırı bir görüşle, bu yetilerin hangiı
peşin yargıların esiri olduğunu, araya ne gibi dinı
ve siyaset saçma inanışları sokulduğunu, bil­
gisizliğin veya despotizmin ne gibi kötülüklerle:
onları bozduğunu, zorun yahut kendi kendileri­
ni düşürmenin ne gibi zavallılıklara sürüklediğin�
göstermeye çalışacağız.
Buraya kadar, felsefe tarihi, bilimler tari­
hi gibi, siyaset tarihi de birtakım insanların ta­
rihinden başka bir şey değildi ; asıl insan so­
yunu, hemen hemen yalnız kendi çalışmasiyle
geçinen aileler kalabalığını meydana getiren şey­
unutulmuştu. Bundan başka kendilerini devlet:
işlerine vererek, kendileri için değil de toplu­
luk için harekete geçen, diğer insanları okutma­
yı, idare etmeyi, korumayı, onlara yardım etmey1
iş edinen insanlar sınıfı içinde yalnız şefler, ta-·
rilıçilerin dikkatini çekmişlerdir.
Fertlerin tarihi için olayları toplamak yeter;:
ama bir insanlar kütlesinin tarihi, ancak gözlem­
ler üzerine kurulabilir, bu gözlemleri seçmek, an&.
çizgilerini kavramak için de bilgi ışıklarına, on-·
lan iyice kullanmak için de hemen hemen ayını
derecede felsefeye ihtiyaç vardır,
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

Bundan başka b u gözlemlerin, konu olarak,


bütün gözlere çarpan, her istiyenin kendi başına
tanıyabileceği ortak nesneleri vardır. Sonra bu
,gözlemlerin hemen hepsi gezginlerle yabancılar
tarafından derlenmiştir. Çünkü bulundukları yer­
·lerde o kadar ortamlı sayılan bu şeyler, onlar
için bir merak ve ilgi konusu oluyor. Ne yazık
,ki, bu gezginler, hemen her zaman doğruyu gö­
'remiyen gözlemcilerdir ; onlar nesneleri memle­
ıketlerinin peşin yargıları arasından, sık sık da
;gezip dolaştıkları ülkelerdeki insanların gözleriy­
le, pek acele görürler. Onlar rasgele önlerine çı­
kan insanları sorgu ya çekerler, hemen her za­
man da zümre ruhunun, zümre menfaatinin, mil­
li gururun, yahut da o andaki ruh halinin söylet­
tiği karşılıklar alırlar.
Demek oluyor ki , insan tarihinin en önemli
ıbir kısmını yazdırabilecek belgelerin kıtlığını, yal­
nız tarihçilerin bayağılığına - bu türlü bir haka­
�et monarşilerdeki Larihçiler için yerindedir - ver­
memelidir.
Buradaki eksiklik, ancak kanunların, hükü­
met ve iktisat alanlarındaki pratik ilkelerin bil­
gisiyle, yahut dinle rin, genel peşin yargıların bil­
gisiyle kapatılabilir.
Gerçekten, yazılı kanunla yürürlükte olan ka­
nun, idare edenlerin ilkeleriyle bu ilkelerin iş
haline geçince i dare edilenlerin kafaları nda aldı­
ğı değişik şekil , insanlar tarafından kurulduğu
·gibi �le alınan ku rumla gerçekleştiği
gibi, e le
:ıa.lınan kurum, kitapların dini ile halkın dini,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

bir peşin yargının görünürdeki genelliğiyle onun


elde ettiği gerçek başarı birbirinden o derece·
ayrı ; olabilir ki, neticeler, bu genel ve bilinen se-·
beplere mutlak olarak karşılık vermiyebilirler.
Bu tabloya en çok bağlanması gereken kı­
sım, insan soyu tarihinin bu en karanlık, en çok
yüzüstü bırakılmış, belgeleri en az olan kısım­
dır; burada bir buluşun, önemli bir nazariyenin,.
yeni bir kanunlar sisteminin, siyasi bir devrimin
ele alınabilmesi yolunda, bunlardan her toplulu­
ğun en kalabalık kısmı için ne gibi neticeler çı­
karıldığı belli edilmeye çalışılacaktır ; çünkü ay­
nı sebeplerin bütün ara neticelerine, en sonunda
ancak insan soyunun gerçekten asıl kütlesi olan
bu kısım üzerindeki varlığını duyuracak vasıtala­
rı gibi bakılabileceği için bu kısım, felsefenin ger­

çek bir konusudur.


Zincirin bu sonuncu halkasına ulaşınca, dü­
şünmeyle kazanılan bilgiler gibi, geçmiş, olayla­
rın gözlemi de gerçekten faydalı bir hale geliyor.
İşte bu noktaya erişmektedir ki, insanlal, kendi­
lerini zafere ulaştıran gerçek haklarının değeriniı
bilip akıllarının ilerlemelerinden seve seve fay­
dalanabiliyorlar ; yalnız bu noktada insan soyunun
gerçekten mükemmelleştiğine hükmedilebilir.
Her şeyi bu sonuncu noktasına götürme fik-·
rini, akıl ve mantık emreder; ama bu fikre ha­
yali bir fikir gibi bakanlar olacaktı r ; bu doğru
değildir ; bunu göze çarpan iki misalle burada.
ispat etmek yetişir.
İNSAN ZEIKASININ İLERLEMELERİ

Elleri ile toprağımızı verim1endiren insanın


.ihtiyaçlarını bol bol gidreecek belli başlı yoğal­
tım nesneleri, bilim ışıklarının desteklediği bir
·endüstrinin uzun emekleriyle elde edilmiştir ; o
.zamandan beri bu nesneleri elde etme, tarih yo­
,Ju ile, Salamin savaşının kazanılmasına bağlanır,
bu savaş kazanılmasaydı, şark despotizminin ko­
yu karanlıkları bütün yeryüzünü kaplamak kor­
kusunu verecekti. Yolun d o ğru hesap edilmesiyle
ıbir kazadan kurtulan tayfa, hayatını, bir haki­
:katler zinciriyle Eflatun okulunun buluşlarına
!bağlanan ve yirmi yüzyıl boyunca büsbütün fay­
-Oasız bir halde unutulup kalan bir nazariyeye
dJorçludur.

ONUNCU DEVİR

İnsan soyunun gelecekteki ilerlemelen

İnsan, kanunlarını bildiği olayları hemen


\hemen tam bir güvenle kestirebilirse, gelecek
<Olaylan, kanunlarını bilmese bile, geçmişten alınan
'tecrübeye göre büyük bir olasılıkla önceden gö­
<rebilirse, insan soyunun ilerdeki alın yazılarına,
tarihten alınacak neticelere göre hakikate yakın
bir şekilde çizmeye, neden hayali bir iş diye ba­
kılsın ? Tabiat bilimlerinde biricik inanma temeli,
.evren olaylarını düzenliyen, bilinen, bilinmiyen
genel kanunların zorunlu, sabit olduğu fikridir;
'böyle olunca, tabiatın diğer alanlarında olduğu
,gibi, insanın zeki!, ahlak yetilerinin gelişmesi
yolunda da bu ilke, neden aynı derecede doğru ol-
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

masın ? En sonra, mademki, geçmişten alınan


tecrübeye göre, hep bir çeşit nesneler üzerine·
kurulan kanaatler pek bilge insanlarda biricik
gidiş kuralı oluyor, gözlemlerin sayısından, sa-·
bitliğinden, doğruluğundan daha üstün bir ke-·
sinlik vermedikçe tahminlerini aynı temel üzerine
dayandırmak feylesofa ne diye yasak edilsin ?
İnsan soyunun gelecek hali üzerinde besle-­
diğimiz umutlar şu üç nokta üzerinde toplana­
b ilir : Milletler arasındaki eşitsizliğin orta danı
kaldırılması, aynı millet içinde eşitlik yolunda.
ilerlemeler, en sonra insanın gerçek olgunlaşması ..
Bir gün bütün milletler, Frasnsızlar, İngilizler�
Amerikalılar gibi en aydın, en hür, peşin yargı-·
!ardan en çok sıyrılmış olan milletlerin ulaştık­
ları medeniyet haline yaklaşacak mıdır ? Bu mil­
letleri, kırallara boyun eğen milletlerin köleli-
ğinden, Afrika budunsularının barbarlığından,..
vahşilerin cahilliğinden ayıran ucsuz bucaksız
mesafe, yavaş yavaş kaybolacak mıdır ?
Yeryuvarlağı üzerinde, tabiatın yaşarlarını son­
suz olarak hürriyet yüzü görmemeye, akıllarım
kullanmamaya mahkum ettiği memleketler vaN
mıdır ?
Bütün medeni milletlerde, herbirini meydanaı
getiren çeşit çeşit sınıflar arasında görülen bu bilgi,
vasıta, zenginlik farkı, toplulukta ilk ilerlemelerin.
artırdığı, daha doğrusu doğurduğu bu eşitsizlik,.
doğrudan doğruya medeniyetin içinde yahut dev··
!eti idare sanatının bugünkü eksikleri içinde tu­
tunup kalacak mıdır ? Yoksa bu eşitsizlik, yetilet"
İNSAIN ZEKASININ tl.ERLEMELERt

arasmdaki tabii farkı da azaltarak yerine yalnız


boyun eğmeye de, aşağılanmaya da, yoksul düşmeye
de sürüklenmeden medeniyet ilerlemelerine yar­
dun ettiği için, herkesin i şine yarıyor diye böyle­
bir eşitsizliğe artık meydan vermiyen devleti ida­
re sanatının sonuncu hedefi olan bir eşitliğe ye­
rini bırakmak üzere biteviye kuvvetten düşecek
midir ? Sözün kısası, insanlar, hepsi de hayatın
günlük işlerinde kendi akıllarına göre davranmak
için gerekli bilgileri elde edecekleri, hepsinin de
yetilerin gelişmesiyle ihtiyaçlarını giderecek sağ­
lam vasıtaları sağlayabilecekleri, en sonra anla­
yışsızlıkla sefilliğin yalnız binde bir görüleceği,
topluluğun bir kısmını her zamanki hali olnu­
yacağı du • una
• yaklaşacaklar mıdır?
En sonunda insan soyu, gerek bilimlerde,
sanatlarda, dolayısiyle de özel rahatlığın, ortak
refahın vasıtalarında yeni buluşlarla, gerek gidiş
sonra da aynı derecede ya bu yetilerin şiddetini
artıran, işini yöneten aletlerdeki mükemmelliğin,
yahut da insanın tabii organlaşmasındaki mükem­
melliğin neticesi sayılabilecek zeka, ahlak, beden
yetilerimizdeki gerçek mükemmelleşme ile doğru­
yolu tutacak mıdır ?
Bu üç soruya karşılık verirken geçmişin tec­
rubesi içinde, bugüne kadar bilimlerle mede­
niyetin geçirdiği ilerlemeleri inceliyerek, insan
:zekasiyle yetilerinin gelişmesini çözerek, umutla­
rımızın karşısına tabiatın asla bir sınır koyma­
dığına bizi inandıracak çok kuvvetli sebepler
bulacağız.
/ İNSi.iN ZElKASININ İLERLEMELERİ
69

Eğer dünyanın bugünkü durumuna bir göz


atacak olursak ilk önce göreceğiz ki, Avrupada
Fransız anayasasının ilkeleri, artık bütün aydın
insanların ilkeleri olmuştur. Bu ilkelerin burada,
çok geniş bir alana yayıldığını, açıktan açığa
öğretildiğini göreceğiz; o kadar ki, papazlarla
zorbalar, esirlerinin kulübelerine kadar bunların
sızmasına artık engel olamıyacaklardır. Bu ilke­
ler, \ıurada, büsbütün boğulnııyan bir sağduyu
ile, ezilenlerin ruhunda aşağılanmanın, zulme alış­
kanlığın söndürülemediği sessiz öfkeyi uyandır­
makta gecikıniyecektir.
En . sonra bu çeşit çeşit insanları gözden ge­
çirirken bunların her birinde ne gibi özel engel­
lerin bu devrime karşı geldiğini, yahut ne gibi
hallerin yardım ettiğini göreceğiz; hükümetleri­
nin belki de biraz geç kalan akıllılığı ile bu dev­
rim.in yavaş yavaş yürüteceği hallerle, direnme­
teri yüzünden şiddetini artırarak karşısındaki­
leri korkunç, sert tepkilere sürükliyen halleri
birbirinden ayırdedeceğiz.
Avrupa milletlerinin bilgeliği, fark edilmi­
yecek kadar parçalanmaları, sömürgelerindeki iler­
lemelerin ağır, ama şaşmaz tesirlerine yardım
ederek yeni dünyanın geleceğini tezelden sağla�
mış olamaları şüphe götürmez bir hakikat değil
midir ? O zamandan beri de Avrupa nüfusu bu
ucsuz bucaksız topraklar üzerinde hızla çoğalarak,
istila etmeye bile kalkışmadan, burada henüz
geniş ülkeler kaplıyan vahşi milletleri, medeni­
leştirecek yahut ortadan kaldıracak değil midir ?
!NSAIN ZEKASININ İLERLEMELERİ
10

Bizim Afrika'daki, Asya'daki teşebbüslerimizi�


kurumlarımızı bir gözden geçirin, göreceksiniz
ki, ticaret tekellerimiz, hainliklerimiz, başka
renkten, başka dinden insanlara, kan dökmekten
de çekinmiyerek hor bakmamız, çalıp çırpmada
gösterdiğimiz küstahlık, papazlarımızın acayiP'
din gayretleri, entrikaları, bilgi ışıklarımızdaki·
üstünlüğün, ticaretimizin sağladığı iyiliklerin baş­
tan elde ettiği saygı, iyi karşılanma duygusunu
ortadan kaldırmıştır.
Ama onlara yalnız ahlak bozucular, zorbalaıı
göndermekten vazgeçerek, kendilerinin faydalı yar­
dımcıları, iyi kalbli kurtarıcıları olacağımız gün
artık yaklaşıyor.
Şekerkamışı ekimi, ucsuz bucaksız Afrika ka­
rasında da gelişerek, iki yüzyıldan beri burasını
perişan edip bomboş bırakan yüz kızartıcı esiır
ticaretini ortadan kaldıracaktır.
Artık büyük Britanya'da birtakım insanlık
dostları bu yolda önayak oluyor ; eğer İngilte­
re'nin makıyavelce hükümeti halk oyuna saygı
göstermek lüzumunu duyarak bu harekete karşı
gelmezse, aşağılık, paraya dayanan bir hüküme­
tin değişmesinden sonra, insanca iyi yürekli bir
millete yaraşır bir hükümet olursa bu anlayıştan
neler beklenemez ? Fransa, insanlıkseverliğin, Av­
rupanın gerçek menfaatinin aynı derecede em­
rettiği bu teşebbüsleri taklit etmeye can atmı­
yacak mıdır ? Baharat, Fransız adalarına, Gü­
yan'a, İngiltere'nin ele geçirdiği birtakım ülke­
lere götürülmüştü ; aradan çok geçmeden de
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
'71

Felemenklilerin bunca hainliklerle, işkencelerle,


-cinayetlerle elde tuttukları bu tekelin yıkıldığı
görülecektir. Bu Avrupalı milletler, en sonra
öğreneceklerdir ki, bu tekelci kumpanyalar, hü­
kümetlerine yeni bir zorbalık aleti vermek için
kendilerine salınmış bir vergiden başka bir şey
-değildir.
O zaman, başka milletlerin haklariyle alay
etmiyecek kadar öz haklarını adamakıllı öğren­
miş olan Avrupalılar, serbest bir ticaretle kaına­
:at ederek şimdiye kadar büyük bir pervasızlıkla
saldırdıkları bu bağılmsızlığa saygı gösterecekler­
<lir. Onların iş kurumlan bir roevkie, bir imti­
yaza dayanarak Avrupaya döndükleri zaman,
ünler, unvanlar satın almak için, soygunculukla,
hainlikle hazineler yığmaya koşan hükümetlerin
kayırdığı adamlarla değil, öz yurtlarında bula­
madıkları kolaylığı, bu mutlu ıklimlerde arama­
ya giden çalışkan adamlarla dolacaktır. Hürriyet,
bu adamları oralarda alıkoyacaktır ; onlar tut­
kularına kapılmaktan vazgeçeceklerdir ; bu soy­
gunculuk şirketleri de, Afrika'da, Asya'da hürri­
yetin ilkelerini, örneklerini, Avrupa bilgisini, Av­
rnpa kafasını yayan yurttaşların eline geçecektir.
Kendilerine yalnız yüz kızartıcı saçma inanışlar
götüren, yeni bir egemenliğin korkusiyle onları
çileden çıkaran keşişlerin ardından, saadetlerine
yarıyan hakikatleri yaymayı, haklan üzerinde
.olduğu gibi menfaatleri üzerinde de aydınlatmayı
iş edinen insanların da bu milletler arasına gittiği
görülecektir. Hakikat uğrunda çalışma da bir
1NSAIN ZEKASININ İLERLEMELERİ
'72

tutkudur; artık etrafında savaşacak peşin yargı·


larla, ortadan kaldıracak yüz kızartıcı yanılmalar
kalmadığı zaman, bu tutku da tesirlerini uzak
ülkelere götürecektir.
Bu geniş ülkeler, bu tutkunun karşısına, bir
yerde medenileşmek için bizden yalnız çeşitli
vasıtalar istiyen, dostları, talebeleri olmak için
Avrupalılara kardeş göziyle bakacakları anlaşı­
lan milletleri ; bir yerde kutsal sayılan despotların
veya anlayışsız istilacıların boyunduruğu altında
köle gibi yaşayıp bunca yüzyıllardan beri kurta­
rıcı bekliyen milletleri ; başka bir yerde aynı ık­
lim sertliği, onlara mükemmelleşen medeniyetin
nimetlerini tanıtmak istiyenlerle, zordan başka
kanun, soygunculuktan başka sanat bilmiyen is­
tilacı sürülerini geri iterken, bu ıklim, sertliği
yüzünden bu gibi nimetlerden uzak kalan vaşhi
denecek kadar geri budunsuları çıkaracaktır.
Milletlerin bu son iki sınıfındaki ilerlemeler çok
ağır olacak, birçok fırtınalarla birlikte gelecek­
tir; belki de, bu budunsular medeni milletler
tarafından sürüle sürüle sayıları pek çok azala­
cak, en sonra farkedilmeksizin gözden kaybo­
lacaklar, yahut onların içinde eriyip gidecekler­
dir.
Bu olayların yalnız A vrupadaki ilerlemele­
rin değil, Fransa cumhuriyetiyle Şimal Amerika­
sı cumhuriyetinin Afrika ve Asya ticaretine ve­
recekleri serbestliğin - bu serbestliği vermede hem
gerçek menfaatleri vardır, hem de bunu verebi­
lecek kuvvetleri vardır - şaşmaz bir neticesi ol-
1NSAIN ZEKASININ İLERLE.MELERİ
73

-Ouğunu ; bunları nasıl zorunlu olarak ya Avrupa


milletlerinin yeni anlayışından, ya bezirganca pe­
şin yargılara inatla bağlanmalarından doğacağım
göstereceğiz.
Yalnız tek bir hareketin, Asya'nın Tatarlar­
.al yeniden istila edilmesinin bu devrime engel
·olabileceğini, böyle bir hareketin de bundan
böyle imkansız olduğunu göstereceğiz. Bu sırada
her şey şarkın büyük dinlerinin çabuk çabuk
·çöküşünü hazırlamaktadır, hemen her yerde pa­
pazlarının alçaklığım paylaşan zümrenin malı
.olan, artık birçok memleketlerde güclü insanla­
rın gözünde siyasi aletlerden başka bir değeri
·olmıyan bu dinler, bundan böyle insan aklını
amansız bir kölelik, sonsuz bir çocukluk için.d e
tutma korkusunu venniyeceklerdir.
Bu milletlerin yürüyüşü, bizimkinden daha
'Sağlam olacaktır; çünkü onlar, bizim yeniden
bulmak zorunda olduğumuz şeyi bizden hazır
<Olarak alacaklardır. Bizim ancak uzun yanılma­
lardan sonra ulaştığımız bu basit hakikatleri, bu
kesin metotları tanımak için, gelişmeleriyle ta­
.mtlarını söylevlerimizde, kitaplarımızda bulup
ıkavrayıvermek onlara yetecektir. Eğer Yunanlı­
ların ilerlemeleri diğer milletler için kaybolup
-gittiyse bu işde kabahati, milletler arasındaki
ilişiklerin noksanlığı ile Romalıların zorbaca ege­
ımenliğine yüklemelidir. Ama karşılıklı ihtiyaçlar,
.bütün insanları birbirlerine yaklaştırdığı zaman,
·:en güclü, milletler, fertler arasındaki eşitliği ol­
.duğu gibi, kendi aralarındaki eşitliği de, cahilliğe,
lNSAIN ZEıKASININ İLERLEMELER!
'74

sefilliğe karşı duyulan insanlık duygusuna olduğu


gibi zayıf devletlerin bağımsızlıklarına gösterilen
saygıyı da siyasi ilkeleri arasına katacaklardı r ;
insan yetilerinin gücünü ezmeye çalışan düsturların
ardından onların çalışmasını, enerjisini kolaylaş­
tıran düsturlar geldiği zaman, artık yeryuvarlığı:
üzerinde bilgi ışığına karşı duygusuz ülkeler kala­
cağından, yahut despotizm gururunun hakikatin
karşısına uzun zaman atlanmıyacak setler koya­
bileceğinden şüphe etmek doğru olur mu ?

Böylece artık yeriizünde güneşin, akılların-·


dan başka efendi tanımıyan hür insanları, yalnız:
onları aydınlatacağı gün gelecektir ; o gün zorba­
lar, esirler, papazlarla kalın kafalı, ikiyüzlü yar­
dakçıları yalnız tarihin ve tiyatronun malı ola­
caktır; bu alanda artık yalnız kurbanlarına veya.
aldattıklarına acımak, taşkınca hareketlerinin
korkunçluğunu göstererek faydalı bir uyanıklık
içinde bulunmak, tekrar ortaya çıkmaya yelte­
nilirse, hurafenin, tiranlığın ilk tohumlarını ta­
nıyıp bunlardan korunmayı bilmek için onlar
üzerinde durulacaktır.

Toplulukların tarihini gözden geçirerek çoğuı


zaman kanunun vatandaşlara tanıdığı haklarla
onların gerçekten faydasını gördükleri haklar ara-·
sında, siyasi kurumların yarattığı eşitlikle fert-·
!erin eşitliği arasında büyük bir zaman farkı bu­
lunduğunu göstermek fırsatını bulacağız ; bu far-·
kın eski çağ cumhuriyetlerinde hürriyetin ortadan.
kalkmasının, onları karıştıran fırtınaların, bu cum-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
75

huriyetleri yabancı tiranlar eline düşüren kuvvet­


sizliğin belli başlı sebeplerinden biri olduğunu
işaret edeceğiz.
Bu farkların başlıca üç sebebi var dır : Zengin­
'likte eşitsizlik, kendi kendine sağlanıp bir ferdin
.ailesine geçen geçim vasıtalariyle bu vasıtaların
fert hayatına, hiç değilse bu hayatın çalışmaya
kabiliyetli kısmına bağlı olduğu hal arasındaki
.eşitsizlik, en sonra öğretim eşitsizliği.
Böylece bu üç çeşit gerçek eşitsizliğin, sürekli
.olarak azalacağını, ama gene de yok olmıyacağını
göstermek gerektir, çünkü bu eşitsizliklerin tabii,
zorunlu sebepleri vardır, bunları ortadan kaldır­
.mak istemek saçma, tehlikeli bir şey olurdu ; bu
yolda daha derin eşitsizlik kaynaklan açmadan,
·insanların haklarına doğrudan doğruya daha kötü
zararlar vermeden neticeleri büsbütün silip atmaya
·da kalkışı!amazdı.
Eğer medeni kanunlar, zenginlikleri devam
<ettirecek, birleştirecek sahte vasıtalara meydan
vermezlerse ; ticaret, endüstri hürriyeti, her yasak­
,çı kanunun, her hazine hakkının kazanılan zen­
ginliğe verdiği imtiyazı ortadan kaldırırsa; an­
laşmalar üzerinden alınan resimler, anlaşma hür-
1riyetine konulan sınırlamalarda bunların bıktırıcı
.şekillere bağlı oluşu, en sonra, bu anlaşmalar, yerine
getirilirken görülen kararsızlıkla bunlar için gere­
ken masraflar, yoksul insanın çalışıp çabalama­
.sım durdurmaz, onların zayıf sermayelerini yut­
mazsa; devlet idaresi hiçbir zaman birtakım in­
sanlara, geri kalan yurttaşlara kapalı olan bü-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
'16

yük zenginlik kaynaklarını ardına kadar açmazsa ;


eğer peşin yargılarla ileri yaştakilere vergi olan
pintilik, evlenmelerde başta gelmezse ; en sonra
törelerin sadeliği, kurumların bilgeliği ile zengin­
likler, yine de yanlış anlaşılan bir şiddet kullan­
madan, artık gururu, ihtirası, besleme vasıtası
olmazlar, bunların sahte zevklerde bir vasıta,
vaktiyle yıkılan zenginlikleri korumada bir kuv­
vet olmalarına meydan vermezlerse ; mal mülk­
lerde, tabii olarak eşitliğe ulaşmaya çalışılacak,
onlardaki aşın nispetsizlik ya hiç görülıniyecek,
ya çabucak sona erecektir.
Avrupanın aydın milletlerinde, bugünkü nü­
fuslariyle topraklarının genişliğini karşılaştıralım.
Kültürleriyle endüstrilerinin durumunu, çalışma­
larının, geçim vasıtalarının dağılışlarını gözden ge­
çirelim, göreceğiz ki, eğer çok sayıda fertler, kendi•
ihtiyaçlariyle ailelerinin ihtiyaçlarını hemen hemen
tamamiyle gidermek için yalnız endüstriyle ve,
mahsulü çıkarmada, çoğalmada kullanılan ser­
mayelerden elde ettikleri şeyle kalmış olsalardı,
bu vasıtaları aynı derecede tutmak, bunun tabii
neticesi olarak da aynı nüfus kalabalığını korumak
imkansız olurdu. Çünkü bu gelir kaynaklarının
her ikisini de yaşatmak, her aile başkanının ha­
yatına, hatta sağlığına bağlıdır ; bu, bir çeşit ölün­
ceye kadar süren bir zenginlik, hem de tesadüfe:
çok bağlı bir zenginliktir ; buradan da bu insanlar
sınıfı ile, gelir kaynaklan hiç de aynı tehlikelerle
karşılaşmıyan, yeni bir toprağın geliriyle yahut
endüstrilerinden hemen hemen ayn bir sermayenin:
İNSAN ZEıl<ASININ İLERLEMELERİ

verdiği menfaatle ihtiyaçları karşılanan insanlar


sınıfı arasuıda gerçek bir fark ortaya çıkmaktadır.
Böylece topluluklarımızın en kalabalık, en canlı
sınıfını durmadan kollıyan eşitsizliğin, bağım­
sızlığın, hatta sefilliğin zorunlu bir sebebi ortaya
çıkıyor.
Tesadüfü iyi bir şekilde kullanmakla, ihti­
yarlık çağına ulaşan bir insana kendi artırmala­
rının mahsulü olan, ama aynı fedakarlığı edip
de karşılığını görmeye muhtaç olmadan ölen fert­
lerin biriktirilen, çoğaltılan yardımlarını sağla­
makla, buna benzer bir karşılıkla, kocalarıfü
kaybecfon kadınlara, babaları ölen çocuklara,
gerek erken ölen, gerek başkanlarını daha uzun
zaman kaybetmiyen ailelerinkine denk, yahut aym
değerle kazanılan bir gelir kaynağı vermekle, en ,
sonra kendi başlarına çalışacak ve yeni bir aile
kuracak yaşa erişen çocuklara sanatlarını ilerlet­
mede gerekli olan bir sermayenin faydasını hazır­
lamakla, pek erken bir ölümün bu hadde ulaşmaya
meydan vermediği insanların harcıyacakları para­
ları artırmakla bu sebebin büyük bir kısmının
ortadan kaldırılabileceğini göstereceğiz. Bu vası­
taların fikrini, olasılık hesabının hayata, para
yatırmalara başarı ile tatbikine borçluyuz, ama
bu hesap, çeşitli şekilleriyle yalnız birtakım fertler
için değil de, topluluğun bütün kütlesi için ger­
çekten yararlı olacak, onu ahlak bozukluğu, se­
fillik getiren ve ikide bir tekrarlanan o düşkün
durumdan kurtaracak kadar geniş ve çeşitli ola­
mamıştır.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

Biz, sosyal kudret adına meydana gelen, onun


·en ,büyük nimetlerinden biri olan bu kuruınlarm
oda hiçbir tehlikeye uğramadan ortaya çıkan özel
birliklerin neticesi olabileceğini göstereceğiz, çünkü
·bu kurumların meydana gelebilmek için üzerlerine
·dayanmaları gereken ilkeler, daha geniş bir alana
yayıldıkları zaman, bu birliklerin çoğunu ortadan
,kaldıran yanılmalar, onlara korku vermekten uzak
.kalacaktır.
Devamlı kredinin asıl zenginliğe sıkı sıkıya
•bağlı bir imtiyaz olarak devam etmesine engel
-Olan, bununla beraber ona daha az sağlam ol­
ımıyan bir temel hazırlıyarak, endüstri ilerlemele­
'fiyle ticaret canlılığını büyük sermayecilerin
dinden kurtarıp bu eşitliği sağlıyan diğer vası­
taları ortaya koyacağız ; bu vasıtaları ayrıca he­
sabın tatbikine de borçlu olacağız.
Bir gün elde edileceği umulabilen, ama bu­
,,gün için yeter sayılması gereken öğretim eşitliği,
,zorlaveya istiyerek hiçbir bağımlılığa meydan
venniyen bir eşitliktir. İnsan bilgilerinin bugün­
;kü durumu içinde, çocukluk yıllarından pek azı
;ile hayatlarının geri kalan kısmının ancak sayı­
:lı saatlerini öğrenmeye ayırabilen insanları bile
.bu maksada kolayca ulaştıracak vasıtaları göste­
.receğiz. Hem bilgileri, hem de bu bilgileri öğ­
ıretnıe metotlarını adamakıllı seçerek, ev idaresi
,için, gündelik işlerini çekip çevirmesi için, sa­
;natını, yetilerini serbestçe geliştirmesi için, hak­
larını tanıyıp koruması, yerine getirmesi için,
ıne gibi vazifeleri olduğunu öğrenmesi, bu vazi-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

feleri gereği gibi yapması için, öz bilgilerine göre


hem kendi, işleri hem başkalarının işleri üzerin­
de hüküm vermesi, insan tabiatına şeref veren.
yüce, ince duyguların hiçbirine yabancı kalma­
ması için, işlerinde gösterdiği titizlikle, hakları­
nın yerine getirilmesiyle uzaklaştırmak zorunda ol-·
duğu duygulara körükörüne bağlanıp kalmama­
sı, onları seçecek, gözetecek bir hale gelmesi,
hayatı saçma korkularla, boş ümitlerle insana
zehreden ortamlı yanılmaların elinde artık oyun­
cak olmaması için, peşin yargılara karşı yalnız
kendi kuvvetleriyle kendini koruması için, en son­
ra kendisini zenginleştirmek, tedavi etmek veya
kurtarmak perdesi altında, zenginliğine de, sağ­
lığına da, fikir, vicdan hürriyetine de pusu kuran
şarlatanlığın göz boyamalarından yakasını sıyır­
ması için her insanın bilmesi gereken şeylerle
bir milletin bütün kütlesini aydınlatmanın müm­
kün olacağını göstereceğiz.
Bu zamandan sonra, aynı memleketin yaşar­
ları arasında, artık çok kaba yahut çok ince bir
dil kullanmak gibi bir fark kalmıyor; onlar öz
bilgileriyle aynı derecede kendilerini idare edebi­
liyorlar. Artık bir sanatın yollariyle, bir meslek
göreneğinin basmakalıp bilgisi içinde kapanıp
kalmaktan kurtuluyorlar, en küçük işleri içinı
olduğu gibi en az bir öğrenim edinmek için de
kendilerini gerekli bir nüfuzla idare eden bece­
rikli insanlara bağlanmıyorlar ; burada da gerçek
bir eşitlik ortaya çıkıyor, çünkü, bilgi ve kabi­
liyet farkları, artık duygulan, fikirleri, dilleri
İNSA.N ZEKASININ İLERLEMELERİ

birbirleriyle anlaşmalarına imkan veren insanlar


arasınd a bir uçurum açamıyor; gerçi birtakım
insanlar, diğer birtakım insanların kendilerini
okutmalarını istiyebilirler, ama onların yol gös­
termelerine artık ihtiyaçları yoktur ; çok aydın
insanlara kendilerini idare etme işini bırakmak
arzusunu gösterebilirler, ama bu işi körükörüne
bir güvenle onlara bırakmaya zorlanamazlar.
İşte o zaman bu üstünlük, onu paylaşımyan­
farın bile işine yarıyor ; bu üstünlük, artık onlar
içindir, ama onlara karşı değildir. Kafaları asla
<işlenmemiş insanlar arasında görülen yetilerdeki
tabii fark, vahşilerde bile şarlatanlarla budalalar,
açıkgöz insanlarla kolay kandırılır insanlar mey­
dana çıkarıyor : Şüphesiz aynı fark, öğretimin
gerçekten ortamlı olduğu bir millette de görü­
für, ama bu fark, artık aydın insanlarla yalnız
bilgilerin değerini gözleri kamaşmadan kavrıyan
-sağlam kafalı insanlar arasında, kabiliyet ve deha
ile bunları değerlemeyi, sevmeyi bilen sağduyu
.arasında vardır ; bu fark, yalnız, yetilerin gücü,
yaygınlığı karşılaştırıldığı zaman pek büyükse de,
s:ıdece insanlar arasındaki münasebetlerin neti­
oeeleri, onların başına buyurukluğunu, bahtiyar­
lığını ilgilendiren şeyler içinde karşılaştırıldığı za­
man belli belirsiz bir halde kalır.
Eşitsizliğin bu çeşitli sebepleri ayrı ayrı hare­
kete geçmez; bu sebepler birleşirler, kaynaşırlar,
birbirlerine tutunurlar ; onların birleşmiş tesir­
lerinden de daha kuvvetli, daha sağlam, daha
'sabit bir iş meydana gelir. Eğer öğretim çok yayıl-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

ınış ise bu yüzden endüstride, dolayısiyle de zen­


ginliklerde daha büyük bir eşitlik doğar; milletler
arasındaki eşitlikle onların her birinde kökleşen
eşitlik henüz birbiri üzerine karşılık1ı bir tesir ya­
parken zenginliklerdeki eşitlik de zorunlu olarak
öğretimdeki eşitliğe yardım eder.

En sonra, tıpkı iyi kanunlar geçim vasıta­


larındaki tabii eşitsizliği nasıl kaldırırsa, kurum­
lan bu eşitliğe ulaşan topluluklarda, hürriyet,.
düzgün bir anayasaya bağlı olunca, vahşilik ha­
yatındaki başına buyurukluğu zamanından daha·
yaygın, daha tam bir hale gelirse, iyi yönetilen.
öğretim de yetilerin tabii eşitsizliğini artıracak
yerde düzeltir. O zaman sosyal sanat, tabiatm
kendilerine verdiği ortak hakların faydasını bü­
tün insanlara sağlayıp yayma amacını yerine ge­
tirmiş olur.

Oldukça bfiyük fimitler veren ilerlemelerden


çıkacak gerçek iyiliklerin, doğrudan doğruya in­
san soyunun mükemmelleşmesinden başka bir
sınırı olamaz, çünkü türlü eşitlik çeşitleri, bu
mükemmelleşmeyi, ihtiyaçlarımızı giderecek daha
tam bir hürriyetle birleştirdikçe bu eşitlik daha
gerçek olacak, insanların saadetini doğrudan
doğruya ilgilendiren her şeyi kucaklamaya daha
elverişli bir hale gelecektir.

Ancak bu mükemmelleşmenin yürüyüşünü, ka­


nunlarını gözden geçinnekledir ki, ümitlerimizin
genişliğini, sınırlarını bilebiliriz.
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ

Hiçbir insan, zekanın, tabiat olaylarını, bu


·olayların ölçülmesinde, çözülmesinde görülen
son belginlik vasıtalarını, bunlar arasındaki nes­
nelerin münasebetlerini, akla gelen bütün fikir
kombinezonlarını tüketebileceğini düşünmemiştir.
Yalnız büyüklük münasebetleri, yalnız bu fikrin
•kombinezonları, nicelik, yahut uzam, insan zeka­
:sınca hiçbir zaman baştan başa kavranaınıyacak
kadar ucsuz bucaksız bir sistem meydana getirir,
.bu sistemin nüfuz edilen parçasından her zaman
·daha büyük bir parçası onca her zaman bilinmez
ıhalde kalacaktır. Artık şu fikre iyice inanıldı ki,
insan, yalnız zekasının tabiatı gereğince eşyanın
ulaşılması mümkün olan bir parçasını tanıyabile­
·cektir, en sonunda da tanıdığı nesnelerin sayısı
ve karmaşıklığı bütün kuvvetlerini tüketeceği için
her türlü yeni ilerlemenin imkansız hale geleceği bir
:sınırla karşılaşılacaktır.
Ama insan, sayıları çoğalan olayları sınıfla­
mayı, daha genel olaylar içine sokmayı öğreni­
:yor ; onları gözlemeye, doğru olarak ölçmeye
'Yarıyan aletlerle metotlar, aynı zamanda daha
ince bir kesinlik kazanıyor; pek çok nesneler
arasındaki pek çoğahnış münasebetler bilindikçe,
bunları pek yaygın münasebetler haline sokma­
nın, daha basit deyimler içine almanın, yalnız
.aynı kafa kuvvetini , hiç değişmiyen bir dikkat
-gücünü kullanarak bunları, büyük bir kısmını
.kavramaya imkan veren şekillerle göstermenin yolu
!bulunmuş oluyor; zeka, gittikçe daha karmaşık
�ombinezonlara, onları kısa bir zamanda kolayca
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

elde edilir hale getiren daha basit formüllere


ulaştıkça, meydana çıkarılması birçok uğraşlara
mal olan, ilk önce yalnız derin düşünceli insan-·
larca anlaşılmış hakikatler, aradan çok geçmeden
artık ortak zekayı açmıyan metotlarla geliştiril-·
miş, ispatlanmıştır. Yeni kombinezonlara gö­
türen metotlar tükendiği, bu metotların henüz­
çözülmemiş sorulara uygulanması, bilginlerin za­
manını, kuvvetlerini aşan çalışmaları gerektirdiği;
zaman, daha genel metotlar, daha basit vasıtalar,..
insan dehasına yeni bir ufuk açmada gecikmezler ..
İnsan kafalarının dinçliği, gerçek genişliği ayını
kalacaktır, ama kullanabildikleri aletler, çoğala­
cak, mükemmelleşecektir ; fikirleri saptayıp belir­
liyen dil, daha büyük bir belginlik, daha büyük
bir genellik elde edebilecektir ; mekanikte hızıı
azaltmadan güc artırılamadığı halde, zekayı yeni,
hakikatler bulmaya götüren bu metotlar, hem•
zekanın gücünü, hem de bu işlemlerin hızını ay­
nı derecede artırmışlardır.
En sonra, kendileri de küçük hakikatlerin
bilgisindeki ilerlemenin zorunlu bir sonucu olanı
bu değişmelerle aynı zamanda onları elde ederek
vasıtaları da doğuran yeni gelir kaynaklan ihti­
yacına meydan veren sebepten, gözlem, tecrübe·
veya hesap bilimleri sistemini kuran hakikatlerin
asıl bütününün durmadan çoğalabileceği sonuca
çıkıyor ; böylece aynı sistemin bütün kısımla-·
rı, insan yetilerini aynı kuvvette, aynı canlılıkta.
aynı genişlikte sayıp biteviye mükemmelleşenıiye­
cektir.
tNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

Bu genel düşünceleri türlü bilimlere uygu­


lıyarak, bu bilimlerin her biri için elde edeceği­
miz mükenımelleşmelerin kesinliği üzerinde hiç
şüphe bırakmıyan bu sürekli mükemmelleşmeler­
den örnekler vereceğiz. Peşin yargıların nerede
ise tükenecek göziyle baktığı mükemmelleşmeler
için çok ihtimalle, çok yakın bir ümitle bekle­
nen ilerlemeleri, Üzerlerinde önemle durarak, işa­
·ret edeceğiz. Hesap bilimlerinin bütün insan bil­
gilerine daha etraflı, daha felsefece uygulanma­
'Siyle bu bilgiler sistemine, genişlik, belginlik,
birlik verileceğini açığa çıkaracağız. Her memle­
kette geniş ölçüde bir öğrenimin, pek çok insa­
na, hem bir çeşit öğrenim, hem de bu alanda
ilerleme kolaylığı sağlıyabilen ana bilgileri nasıl
verdiğini, en aydın ülkelerde bile tabiatın cevher­
U yarattığı insanların ancak ellide biri bunları
geliştirecek gerekli öğrenimi elde ettikleri halde
çok yayılmış bir kolaylık, bu uğraşlara kendini
verme yolunu birçok fertlere açınca bu bilgile­
rin ne kadar çoğalacağını, böylece de buluşlariyle
bilimlerin sınırlarını genişletmek ödevini üze­
rine alan insanlar sayısının o zaman aynı ölçüde
.artacağını göstereceğiz.
Bu öğretim eşitliğiyle türlü milletler arasın­
.da kurulacak eşitliğin ilerlemeleri sık sık tekrar­
lanan gözlemlere bağlı pek geniş bir alana yayıl­
mış bilimlerle mineralojinin, botaniğin, zoolojinin,
meteorolojinin bu yolda beklediği ilerlemeleri
nasıl h ızlandırdığı, en sonra bu bilimlerde bize
yine de birçok faydah, önemli hakikatlere götüren
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!

vasıtaların zayıflığı ile insanın o zaman kullanabi­


leceği vasıtaların büyükl ü ğü arasında ne kadar
akla sığmaz bir nispetsizlik bulunduğunu göster�
ceğiz.
Buluşları yalnız düşünme yolu ile elde edilen
bilimlerde bile, çok sayıda insanlarca işlenmiş ol­
mak yararlığının, icatçılar için gerekli kafa gücünü
gerekti rmiyen, doğrudan doğruya basit düşünce­
nin karşısına çıkan bu mükeınmelleştirmelere,
ilerlemelere, ne kadar yardım ettiğini açığa çıka­
racağız.
Nazariyeleri yine bu bilimlere bağlı olan sa­
natlara gelince, bu nazariyedeki ilerlemelerle bu n­
ların ardından gelecek ilerlemelerin başka sınırları
-0lmıyacağını görürüz ; sanatların yolları, tıpkı
bilim metotları gibi aynı mükemmelleşmeye, aynı
kısaltmalara elverişlidir; aletler, makineler, sanatlar,
gittikçe insanların kuvvetine, marifetine bir şeyler
katacak, aynı zamanda alınan mahsullerin mü­
kemmelliğini, kesinliğini bunları elde etmek için
harcanan zamanla emeği azal tarak artıracaktır ;
o zaman hala bu ilerlemelerin kar şı sın a dikilen
engellerle çalışmaların, al ışkanlıkların , ıklimlerin
bo zuklu ğunu önceden kestirip önliyecek olaylar
,ortadan kalkacaktır.
O 7:aman gittikçe daha çok daralan bir top­
rnk parçası, pek faydalı, yahut daha yüksek de­
ğerli bir sürü yiy ecekler verebilecektir; daha
geniş rahatlıklar, daha az bir yoğaltımla elde edi­
lebilecektir; aynı endüstri mahsulü pek az ham
maddenin karşılığı olacak, yahut daha sürekli
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
86

olarak kulllanılır hale gelecektir. Her toprak


için birçok ihtiyaçları karşılıyan mahsuller, aym
çeşit ihtiyacı giderecilecek mahsuller arasından,
daha az emekle, daha az gerçek yoğaltım istiyen
daha büyük bir kalabalığı doyuranları seçilecektir ..
Böylece hiçbir fedakarlığa katlanmadan yoğaltım-·
da elde tutma, hesaplı kullanma vasıtaları, türlü
maddeleri yeniden üretme, hazırlama, mahsulleri­
ni işleme sanatındaki ilerlemelerin yolunu tuta-·
caktır.
Böylece aynı toprak parçası birçok fert1er�
beslemekle kalmıyacak, ama bu fertlerden her
biri daha az emekle toprağı daha verimli bir hale:
getirecek, ihtiyaçlarını iyice giderebilecektir.
İnsan yetileriyle ihtiyaçları arasında daha ya­

rarlı bir nispet meydana getiren bu endüstri ve


iyi yaşama ilerlemelerinde, her nesil gerek bu iler­
lemelerle, gerek daha eski bir endüstrinin mahsul­
lerini elde tutmakla, daha geniş rahatlıklar bu­
lacak, dolayısiyle de insan soyu beden yapısı-·
nın bir sonucu olarak fertlerin sayısı çoğalacaktır ;­
o zaman aynı derecede zorunlu olan b u kanunlarını
birbirine engel olacağı, insanların sayıca çoğal-·
masının vasıtalarındaki çoğalmaları aşacağı, bunun•
zorunlu sonucu olarak refahla nüfusun azalacağı,
gerçekten geri giden bir yürüyüş değilse de, hiç
olmazsa iyilikle kötülük arasında bir çeşit nöbetleşe­
gidip gelmenin ortaya çıkardığı bir sınıra varıl­
mıyacak mıdır ? Topluluklarda böyle bir sınıra·
varan bu gidip gelme, bir çeşit geçici sefaletlerin
her zaman kalıcı sebebi olmıyacak mıdı r ? Bu gidip·
lNSAIN ZEKASININ İLERLEMELERİ 87

gelme, her türlü iyileşmenin imkansız bir hale


geleceği sınırla, insan soyunun yüzyıllar boyunca
hiçbir zaman kendisini aşmadan ulaşacağı mükem­
mellik kabiliyetini işaret etmiyecek midir ?
Bu zamanın bizden ne kadar uzak olduğunu
görmiyen yoktur ; acaba bu zamana bir gün ula­
·şacak mıyız ? Ama insan soyunun bugün güçlükle
•tasarlayabileceğiıniz bilgileri zorunlu olarak ka­
zanacağı bir devirde gerçekleşebilecek bir olayın
:gelecekteki hakikatinden yana yahut ona karşı
bir söz söylemek aynı derecede imkansızdır. Böyle
-olunca, unsurları, bizim işimize yarıyacak mad­
deler haline sokma sanatının bir gün elde edeceği
şeyi bugünden bulmaya kim yeltenebilir ?
Ama tutalım ki, bu sınıra ulaşılmış olsun,
•bunda ne insan soyunun bahtiyarlığı, ne de son­
-suz mükemmelleşebilmesi için korkulacak hiçbir
şey yoktur ; bu zamandan önce akıl ilerlemeleri­
nin bilimlerdeki, sanatlardaki ilerlemelerle omuz
·Omuza yürüdüğü, hurafenin, gülünç peşin yar­
gıların ahlaka - temizleyip yüceltecek yerde -
bozan, değerden düşüren bir kötülük vermek­
ten uzaklaştığı düşünülürse, insanların henüz dün­
yada olmıyan varlıklara karşı birtakım ödevleri
varsa, onlar bu ödevlerin gelecek insanlara hayat
.değil, saadet vermek demek olduğunu anlayacak­
Jardır ; bu ödevlerin konusu, yeryüzünü bir işe
yaramaz, zavallı mahlfıklarla doldurmak gibi ço­
·cukça bir fikir değil, insan soyunun, içinde yaşa­
dıkları topluluğun, bağlı oldukları ailenin genel
cefahıdır. Böylece mümkün olan maddeler topla-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

mının, dolayısiyle de, hayat kazanan bir kısım var­


lıkların tabiatına , sosyal refahına pek aykırı olan:
vaktinden önce bir yıkılışa yol açmadan, mümkün.
olan en büyük bir nüfusun bir sınırı olmalıdır.
Metafizikte, ahlakta, politikada ana ilkele­
rin bulunması, daha doğrusu doğruca çözümlen­
mesi, henüz pek yeni bir şey olduğu, pek çok
ufak tefek hakikatlerin bilgisinden önce geldi­
ği için bu ilkelerin böylece ulaştıkları son sınır,.
kolayca çizilmiş oluyor; artık sökülüp atılacak
kaba yanılmalar, kurulacak ana hakikatler olma­
yınca, bu yolda yapacak başka bir şey kalmadığ�
düşünülmüştür.
Ama, insandaki zek§. ve ahlak yetilerini çö­
zümlemenin henüz ne kadar eksik olduğunu,
benzerlerinin refahı, üyesi olduğu topluluk üze­
rindeki hareketlerinin tesiri bilgisini kabul eden
bu ödevler bilgisinin bu tesirinden daha basit,
daha derin, daha belgin bir gözlemle ne kadar
genişliyebileceğini, insanın öz haklariyle, sosyal
durumun bütün insanlara, herbirini ayn ayn
önünde tutarak, verdiği hakların genişliğini doğ­
ruca tanımak için çözümlenecek ne kadar soru-·
lar, incelenecek ne kadar sosyal ilişikler kaldığım
görmek kolaydır. Buraya kadar, az çok bir açık­
lıkla, gerek harb zamanlarında türlü topluluklar
arasına, gerek kargaşalık ve parçalanma zaman­
larında bu toplulukların üyeleri üzerindeki hak­
ları arasına, hür ve iptidai bir meydana gelme�
yahut kaçınılmaz bir hale gelen bir ayrılma zama­
nında fertlerin haklan, kendiliğinden birleşmelerin
hak1an arasına da sınırlar konacak mıdır 'l
İNSAN ZEIKASININ İLllRLEMllLER!

Şimdi bu ilkelerin uygulanmasını idare ede­


eek, sosyal sanata bir temel olarak kullanıla­
-cak nazariyeye geçilince, bu ilk hakikatlerin mut­
lak genelliği içinde elde edemiyecekleri bir bel­
ginliğe ulaşma zorunluğu görülmez mi ? Kanun­
larııı bütün şekillerinde boş, kararsız, keyfi gö-
1"Üşlerle siyasetin sözde yaradıklarını değil de,
adaleti, yahut da ispat edilmiş, bilinen bir fay­
<layı temel tanıma nokasına ulaştık mı acaba ?
Akla gelen kombinezonların sonsuz denebilecek
·sayısı içinden, eşitlikle tabii hakların genel ilke­
lerine saygı gösteren, bu hakları korumayı daha
.çok sağlıyan ilkelerin onların yürütülmesine,
serbestçe yaşamasına geniş ölçüde imkan verdiği,
üstelik de fertlerin rahatını, iyiliğini, milletlerin
kuvvetini, barışını, refahını hazırlıyan bir kombi­
nezonu güvenle seçmek için söz götürmez kural­
lar saptanmış mıdır ?
Kombinezonlar hesabiyle olasılıklar hesabının
yfrıe bu bilimlere uygulanması, o kadar önemli
"ilerlemeler adıyor ki, bu hal, bilimlerin sonuçla­
rına derhal matematik denebilecek bir belginlik
verecek, bu yolda kesinlik veya doğruya yakınlık
derecesini ölçecek biricik vasıta oluyor. Bu sonuç­
ların dayandığı olgular, arada sırada, hesaba
başvurmadan, yalnız gözleme göre genel hakikat­
lere götürebilir ; böyle bir sebepten doğan neticelerin
.elverişli olup olmıyacağını öğretebili r ; ama bu
olgular, hesaplanıp tartılmazsa, bu neticeler doğru
bir ölçüye bağlanamazsa, o zaman bu sebepten
�ıkan iyilik, kötülük derecesi bilinemez; her ikisi
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERl
90

de şu veya bu türlü bir eşitlikle birleştiği, aradaki


fark pek büyük olmadığı zaman, az çok kesin olarak
terazinin hangi tarafa eğileceğini söyl emeye de
imkan yoktur. Hesabı kullanmadan, gösterdikleri
iyilikler apaçık bir nispetsizlikle asla göze çarp­
madığı zaman, aynı maksadı elde etmek için kuru­
lan iki kombinezon arasından bir tanesini kolay­
ca seçmeye çoğu zaman imkan olmayacaktır. Enı
sonra bu bilimler yine böyle bir yardım görme­
yince bu yolda kaçıcı hakikatı yaklamak içinı
oldukça mükemmel aletlerin bir kısım zenginlik­
lerinin gizli bulunduğu maden ocağının derinli­
ğine inecek oldukça güvenilir makinelerin eksik­
liği yüzünden, her zaman kaba, dar sınırlı kala­
caklardır.
Bununla beraber bu uygulama, birtakım ge­
ometricilerin mutlu çabalarına rağmen, geomet­
rinin, tabir yerinde ise, yalnız ilk unsurları için­
dir, gelecek nesillere bilimin kendisi gibi, bağlıı
olduğu kombinezonların, ilişiklerin, olguların sa­
yısı gibi tükenmez ışık kaynakları sunacaktır.
Bu bilimlerin, bundan daha önemli olmıyanı
bir ilerlemesi de, henüz pek belirsiz, pek karan­
lık olan dildeki mükemmelleşmedir. Zira bu
mükemmelleşme ile bilimler, ilk unsurlarında bile,.
gerçekten halka yayılmak faydasını sağlıyabile­
ceklerdir. İnsan zekası, diğer engeller gibi bilim
dillerindeki pürüzleri de yeniyor, kendisini ör­
tüp gizliyen bu yabancı perdeye rağmen, hakika­
ti ortaya çıkarıyor; ama öğrenmeye pek az za­
man ayırabilen insan, bu en basit kavramları,.
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
91

pürüzlü bir dil yüzünden şekilleri bozulduğu


zaman, nasıl elde edip saklıyabilir ? İnsan, fikir­
Jerden pek azını toplayıp birleştirebilir, bu fikir­
lerin doğru, belgin olmalarına çok ihtiyacı var­
.dır; kendisini yanılmadan alıkoyan bir hakikat­
.Jer sistemini kafasında bulamaz, uzun bir çalış­
ma ile kuvvetlendirip terbiye etmediği zihni de,
karanlık içinden geçerek eksik, kötü bir dilin
ıikilcimlerinden sızan zayıf, sönük ışıkları yakalı­
yamaz.
İ nsanlar, gerek ayrı ayn fertler, gerekse bir top­
'luluğun üyeleri olarak, gündelik ahlakta da doğ­
.rudan doğruya bilim ilerlemelerinden daha az
,gerçek olmıyan ilerlemeler elde etmeden, ahlak
.duygularının tabiatı ve gelişmesi üzerinde,
ahlak ilkeleri üzerinde, hareketlerini bunlara uy­
.duracak tabii sebeplererle menfaatler üzerinde
aydınlananuyacaklardır. Fena anlaşılan bir men­
faat düşüncesi, genel iyiliğe aykırı hareketlerin
:Sık sık raslanan sebebidir. Tutkuların şiddeti,
her zaman yalnız yanlış bir hesapla varılan alış­
kanlıklardan, yahut onların ilk hareketlerine karşı
koyacak, onları yumuşaşatacak, yollarından dön­
·dürecek, hareketlerini idare edecek vasıtaları bil­
memekten ileri gelıniyor mu ?
Öz gidişimiz üzerinde düşünmeye, bu yolda
:aklımızı, şuurumuzu sorguya çekip dinlemeye
alışmamız, bahtiyarlığımızı başkalarının bahti­
yarlığiyle karıştıran tatlı duygulara alışmamız,
·öğretimin, iyi yöneltilen bir ahlakın, sosyal ant­
faşma şartlarında çok büyük bir eşitliğin zorun-
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERi

lu sonucu değil midir ? Hür insanda görülen <YL


değerinin şuuru, ahlak yapımızın derin bilgisi
üzerinde kurulan bir terbiye ; tabiatın tohumunu
bütün kalblere ektiği, bu yolda gelişmek için
bilgi ışıklariyle hürriyetin mutlu tesirinden baş­
ka bir şey beklemiyen keskin, saf bir adaletin
bu ilkelerini, canlı, aydın bir iyiliğin, ince, yük­
sek bir duyarlığın alışılmış hareketlerini hemen
bütün insanların ortak malı haline getirmiyecek
midir ? Yine matematik bilimlerle fizik bilimler,
en basit ihtiyaçlanınızda kullanılan sanatları mü­
kemmelleştirmeye yardım edince, ahlak ve siya­
set bilimlerindeki ilerlemelerin, duygularımızı, ha­
reketlerimizi yöneten sebepler üzerinde aynı te­
siri yapmasını aynı derecede tabiatın zorunlu
düzeni gerektirmez mi ?
Bu bilimlerdeki ilerlemelerin neticesi olan ko­
nulardaki, kamu kurumlarındaki mükemmelleş­
mesinin, her insanın ortak menfaatini, bütün in­
sanların ortak menfaatiyle uzlaştırmak, birleştir­
mek gibi bir neticesi olmıyacak mıdır ? Sosyal
sanatın gayesi, bu gözle görünür karşıtlığı orta­
dan kaldırmak değil midi r ? Anayasayası, kanunları.
tabiatın, aklın görüşiyle açıktan açığa uzlaşan
memleket, erdemin kolayca elde edildiği, onu
bir yana atmak heveslerinin binde bir, pek za­
yıf ölçüde görüldüğü memleket değil midir ?
Doğruluğa aykırı olan görenek, kötü alış­
kanlık hangisidir, bu göreneğin, bu alışkanlığın
görüldüğü, bu suçun işlendiği memleketin kanun­
larında, kurumlarında, peşin yargılarında kökü.
ilk sebebi gösterilmiyen suç hangisidir ?
İNSAN ZEKASl:-.IIN iLERLEMELER!
93

En sonra bir nazariye üzerine dayanarak,


sağlam, faydalı sanatlardakı ilerlemeler, yahut
siyaset bilimlerindeki hakikatler üzerine temelle­
nen doğru bir kanun sisteminin ilerlemeleri, in­
sanları insanlığa, iyiliğe, adalete hazırlamıyor mu ?
Sonunda da bu eserde geliştirmeyi tasarla­
dığımız bu gözlemler, yapısının zorunlu bir ne­
ticesi olan insan ahlakındaki iyiliğin - insanın bü­
tün diğer yetileri gibi - sonsuz bir mükemmelleş­
meye elverişli olduğunu, tabiatın kopmaz bir
zincirle hakikati, saadeti, erdemi birbirine bağ­
ladığını ispat etmiyor mu ?
Kadınla erkek arasında kayırdığı cins ıçın
bile pek zararlı bir hak eşitsizliği kuran peşin
yargıların temelli yıkılıp gitmesi, insan zekası­
nın genel saadet uğrunda, en önemli ilerlemelerin­
den biridir. Erkekle kadının beden yapılarındaki
farklarla, zeka güclerinde, ahlak duygularında
görülmek istenilen farklar, bu eşitsizliği haklı
göstermek için boşu boşuna bahaneler aranıia­
caktır. Bu eşitsizliğin, kuvveti kötüye kullanmadan
baş!rn bir temeli yoktur, daha sonraki zamanlarda
da bu eşitsizliği, sofizmlerle haklı göstermeye ça­
balamaktan bir şey çıkmıyacaktır.
Bu peşin yargının tuttuğu göreneklerle ver­
diği kanunların ortadan kalkması, aile saadeti­
nin artmasına, bütün diğer erdemlerin ana te­
meli olan ev erdemlerinin çoğalmasına nasıl yar­
dım ettiğini, öğretim ilerlemelerini nasıl kolay­
laştırdığını. hele öğretimi gerçekten genel bir
hale getirdiğini göstereceğiz; çünkü bir yandan
iNSAN ZEKAS!NlN l l.ERLEMELERİ

öğretim kadınlara da, erkeklere de tam bir eşitl ikle


veriliyordu, çünkü, aile başkanlarının yardımı ol­
mayınca erkekler için bile genel bir hale gelemezdi.
Doğruluğun, sağduyunun, neden sonra gördüğü
bu itibar, bu pek canlı, tutup atılması pek güç
olan tabii bir eğilimle insanın ödevleri, yahut
topluluğun çıkarlan arasında o kadar tehlikeli
olan bir aykırılığı ortadan kaldırarak adaletsiz­
liklerin, gaddarlıkların, cinayetlerin bitmez tü­
kenmez kaynağını kurutmıyacak mıdır ? En sonra
o zamana kadar hayalden başka bir şey olmıyan
bu durum, büyük ihtiyaçlardan, iki yüzlüce görü­
nüşlerden, rezalet yahut din baskısı korkusundan
değil de, tabiatın ilham ettiği, aklın kabul ettiği
serbestçe edinilen alışkanlıklardan meydana gelme
tatlı, saf milli töreleri doğunnıyacak mı ?
Pek aydın milletler, kanlarını. zenginl iklerini
istedikleri gibi harcama hakkını yeniden elde
ederek, yavaş yavaş harbe pek uğursuz bir fela­
ket, en büyük bir cinayet göziyle bakmayı öğ­
reneceklerdir. İlk önce mi1letlerin egemenli ğini

soydan gelme hak iddiaları uğrunda zorbaca


kullananların işlediklerı cinayetlere son verildiği
görülecektir.
Milletler. hürriyetlerini k aybetmeden cihan­
gir olamıyacaklarını, sürekli birleşmelerin, ba­
ğımsızlıklarını elde tutmak için biricik vasıta ol­
duğunu, kendilerinin erki değil de güvenini ara­
maları gerektiğini öğrenmişlerdir. Yavaş yavaş
alış veriş peşin yargıları kaldırılmıştır. Sahte bir
ticaret menfaati, milletleri zenginleştirmek vesi-
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
95

lesiyle toprağı kana boyayıp onların yıkımına


yol açan iğrenç kudretini kaybedecektir. En
sonra milletler, siyaset ve ahlak ilkelerinde bir­
birlerine yaklaştıkça, her millet öz menfaati uğ­
runda, tabiata, endüstrisine borçlu olduğu ıyı­
likleri daha eşitçe paylaşmak için yabancıları
çağırdıkça, milli kinleri doğurup şiddetle devam
ettiren bütün bu sebepler, yavaş yavaş ortadan
kalkacaktır ; bunlar artık savaşçı bir şiddeti, bir
kin duygusunu besleyip meydana getirmiyecektir.
Bu sürekli barış tasarılarından çok daha iyi
kurulup çatılan, birtakım feylesofların boş zaman­
larını doldurup ruhlarını avutan bu kuruml ar,
milletlerdeki kardeşlik yolundaki ilerlemelere hız
verecektir ; cinayetler gibi milletler arasındaki harb­
ler de, tabiatı alçak düşüren ve gazaba getiren,
memleket üzerine, olayları lekeliyen yüzyıl üzerine
kocaman bir rezalet damgası basan bu aşırı gad­
darlıklar arasında sayılacaktır.
Daha önce Yunanistan'da, İtalya'da, Fransa'da
güzel sanatlar üzrerinde konuşurken, sanat mah­
sullerinde gerçekten sanat ilerlemelerinin malı
olan kısımla yalnız sanatçnının kabiliyetinden
ileri gelen kısmı birbirinden ayırmak gerektiğini
gördük. Henüz sanatların gerek felsefedeki, bi­
limlerdeki ilerlemelerden, gerek aynı sanatların
konusu, neticeleri, vasıtaları üzerinde yapılan daha
çok, daha etraflı gözlemlerden, gerekse bu yolda
bilgi çevresini darlaştıran, sanatları hala bilimlerle
felsefenin kırıp attığı otorite boyunduruğu altında
tutan peşin yargıların kaldırılmasından umduğu
İNS AN ZEıKASININ İLERLEMELERİ
96

ilerlemeleri işaret edeceğiz. Sanıldığı gibi pek yüce.


pek özlü güzellikler kavrandığı, pek mutlu konu­
lar ele alındığı, pek basit, pek göze çarpan
kombinezonlar kullanıldığı, büyük bir kuvvetle
anlatılan pek genel karakterler çizildiği, çok canlı
tutkularla bunların pek tabii, pek gerçek deyimleri,
pek ağır hakikatler, pek parlak hayaller artık orta­
ya konulduğu için, vasıtalarında kabul edilen
bolluğa rağmen, sanatlar ilk örneklerin takli­
dinde gösterilen sonsuz bir yeknesaklığa mahkum
oldukları için bu vasıtaların tükenip tükenmi­
yeceklerini inceliyeceğiz.
Bu kanaatin edebiyatçılarla sanatçıların, eser­
lerden zevk alacak yerde insanlar üzerinde hü­
küm verme alışkanlığından doğma bir peşin
yargıdan başka bir şey olmadığını, bu peşin yar­
gının türlü yüzyılların, türlü memleketlerin eser­
lerini karşılaştırmanın, zekanın çabalarını veya
başarılarını körükliyen hayranlıktan doğan bu
d üşünceli hazzı kaybedip etmemesi gerektiği­
ni, bununla beraber, kendi çerçeveleri içinde
ele alınan bu eserlerin verdikleri zevklerin, bu
zevklere yol açan eser, bu mükemmelliğe yükse­
lecek değerde olmadığı zaman bile yine canlı
olması gerektiğini göstereceğiz. Her nesil, ger­
çekten yaşanılmaya değer eserler çoğalıp mü­
kemmelleştikçe, diğer birçokları farkına varılma­
d an unutulup gittiği halde, kendini beğendiren
eserlere karşı merak, hayranlık duyacaktır; en
başta kavranan bu daha basit, daha göze çarpan
İNS:\ N ZEKASININ [LERLEMH.ERİ

güzelliklerden doğma zevkler, yeni nesiller ıçın


de-bunları yalnız daha modern eserlerde bulduk­
ları zaman-yaşamakta devam edeceklerdir.
B ilimlerdeki ilerlemeler, öğretme sanatındaki
ilerlemeleri sağlar, bunlar da neticede yine bi­
limlerdeki ilerlemelere hız verirler ; hiç arasız
tazelenen bu karşılıklı tesir, insan soyu mükem­
ınelleşmesinin en canlı, en kudretli sebeplerinden
biri sayılmalıdır. Bugün, okullarımızdan çıkan
bir delikanlı, Newton'un derin araştırmalarla öğ­
rendiğinden, yahut dehasiyle bulduğundan daha
fazla şey bilir; hesap aletini o zaman bilinmiyen
bir kolaylıkla kullanmayı bilir. Aynı gözlem,
birtakım farklarla, bütün bilimler için doğrudur.
Bilimlerin her biri genişledikçe, sayıları pek çok
artan hakikatlerin tanıtlarını küçücük bir alana
sıkıştırıp kavramayı kolaylaştıran vasıtalar da o
kadar m ükemmelleşir. Böylece bilimlerin yeni
ilerlemelerine rağmen, eşit dehalı i nsanlar, hayat­
larının aynı devrinde, zamanlarındaki bilimin en
yüksek noktasına erişmekle kalmıyacak, her nes­
lin aynı kafa kuvvetiyle, aynı dikkatle, aynı zaman
içinde öğrenebileceği şeyler, zorunlu o larak ar­
tacak, her bilimin asıl kısmı, yani bütün insan­
ların erişebileceği kısmı gittikçe genişliyerek, gün­
lük hayatta kendisini idare etmek, aklım tam
bir serbestlikle kullanmak için her insana lazım
olan şeyleri daha tam bir şekilde içine alacaktır.
Siyaset bilimlerinde bir sıra hakikatler var­
dır, bunlar hele hür milletlerde (yani birkaç ne­
sil sonra bütün milletlerde) herkesçe bilinip ka-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
98

bul edilmedikçe faydalı olamazlar. Böyle olunca


milletlerin hürriyeti, refahı üzerinde bu bilimle­
rin tesiri, bir dereceye kadar, ilk öğretimin tesi­
riyle bütün kafaların ortak malı olan bu haki­
katlerin sayısiyle öl'çülmelidir ; böylece ilk öğre­
timin boyuna artan, kendiliğinden bu bilimlerin
zorunlu ilerlemelerine bağlı ilerlemeleri, karşıla­
nnda bilim ilerlemelerinin koyduğu sınırdan baş­
ka sınırlar olmadığı için, insan soyu alınyazıla­
rında sonsuz sayılabilecek bir ilerleyip düzelme
aramaktadırlar.
Şimdi, son olarak, öğretme sanatındaki mü­
kemmelleşmeye de, bilimlerdeki mükemmelleş­
meye de aynı zamanda tesir edecek iki genel va­
sıta üzerinde konuşmak kalıyor: Bunlardan bi­
ri teknik metotlar adını verebileceğimiz metotların
daha eksiksiz kullanılması; diğeri de evrensel bir
dilin kuruluşudur.
Teknik metotlar denilince, pek çok nesnele­
ri, aralarındaki ilişikleri bir bakışta görmek, kom­
binezonlarını çarçabuk kavramak, yeni kombi­
nezonları kolayca kurmak imkanını veren sis­
temli bir düzen içinde toplama sanatını anlıyorum.
Henüz çocukluk çağında olan, mükemmelleş­
tikten sonra, çoğu zaman pek büyük bir kitapta
çabucak, gereği gibi anlatılması güç olan şeyle­
ri bir tablonun daracık çerçevesi içine toplama
kolaylığı ile ayn ayn olguları genel neticeler çı­
karmaya en elverişli bir düzen içinde göstermek
gibi, bugüne bugün değerli olan bir vasıtayı vere­
bilen bu sanatın ilkelerini geliştireceğiz, faydası-
iNS A N ZEKASININ İLERLEMELERİ
!l9

nı anlatacağız. G ünlük hayatta işe yarıyan ufak


tefek bilgileri elde edecek en basit bir öğrenim
basamağını aşamıyan insanların, öğrenilmesi ko­
lay olan bu tablolardan bir iki tanesinin yardı­
mı ile ihtiyaç duydukları zaman bu bilgileri na­
sıl hazırca bulabileceklerini, aynı metotları kul­
lanmanın, gerek sistemli bir hakikatler düzeni
üzerine, gerek bir sürü gözlemler, olgular üze­
rine dayanan bütün alanlarında ilk öğretimi nasıl
kolaylaştırdığını anlatacağız.
Evrensel dil, gerçek nesneleri, bütün insanların
kafalarında aynı olan veya aynı şekilde doğabi­
len basit ve genel fikirlerden meydana gelme
tamamiyle belirli serileri, bu fikirler arasındaki
genel ilişikleri, insan zekasının işlemleri ile ayrı
ayrı her bilimin öz malı olan işlemleri, sanatla­
rın yollarını işaretlerle anlatan bir dildir. Böy­
lece, bu işaretleri, bunları birleştirme metodunu,
bu birleşmelerin meydana gelme kanunla11nı öğ­
renen insanlar, bu dilde yazılı şeyleri anlıyacak,
bunları kendi memleketlerinin dilinde aynı ko­
laylıkla anlatacaklardır.
Görülüyor ki, bu dil, ya bir bilimin naza­
riyesini, ya bir sanatın kurallarını açıklama, ye­
ni bir tecrübeyi, gözlemi ele alma, bir çalışma
yolunun ortaya konulmasını, bir hakikatin, bir
metodun bulunmasını anlatmak için kullanılabi­
lecek, cebirde olduğu gibi yeni işaretler kullan­
mak zorunda kalınca, artık bilinen işaretler, bu
yolda yeni işaretlerin değerini anlatacak vasıta­
ları vereceklerdir.
iNSAN ZEKASININ ILERLEMELERt
100

Halk dilinden farklı olan bil im lehçesinde­


ki uygunsuzluk, böyle bir dilde olmıyacaktu .
Bilim lehçesinin, toplul ukları, zorunlu olarak bi­
ribirine eşit olmıyan iki sınıfa ayırdığını daha
önce görmüştük. Bunlardan biri, bilim dilini bil­
dikleri için bütün bilimlerin anahtarlarını e lin­
de tutan insanların sınıfı, diğeri, bu dili öğre­
nemedikleri için bilim ışıklarını elde etmek im­
kanını hemen hemen büsbütün kaybeden insan­
ların sınıfıdır. Burada, tam tersine olarak, ev­
rensel dil, tıpkı cebir dili gibi doğrudan doğru­
ya bilimle birlikte öğrenilir; işaret, gösterdiği
nesne ile, fikirle, işlemle aynı zamanda bilinir.
Bir bilimin ilk unsurlarını öğrenen insan, o bi­
limde daha ileriye gitmek isterse, kitaplarda yal­
nız değerlerini bildiği işaretlerle kavrıyabilcccği
hakikatları bulmakla kalmaz, başka hakikatlere
ulaşmak için gereken yeni işaretlerin açıklama­
sını da bulur.

Göstereceğiz ki, böyle bir dilin meydana gel­


mesi, eğer b u dil, bir bilimin sisteminde, bir sa­
natın tatbikatında görülen önermeler gibi basit,
belgin önermeleri anlatmakla kalırs a , uydurma
bir fikir olmaktan ileri geçemez ; bu dil, birçok
nesnelere de uygulanabilir; bu dilin diğer nes­
nelere uzamasına gerçekten engel olan i tirafı
bizim için biraz y üz kızartıcı da olsa - bizde bel­
gin fikirlere iyi belirlenmiş, zihinler arasında iyi
anlaşılmış kavramalardan ne kadar azının bulun­
duğu hakikatidir :
İNSAN ZEKASININ İIERLEMELER!
1 01

Evrensel dilin. durmadan gelişip her gün


,daha geniş bir alana yayı larak insan zekasının
kavradığı bütün nesnelere, hakikatin bilgisini ko­
layla �tıran, yanılmayı hemen hemen imkansız
'kılan bir kesinlik, bir belginlik verdiğini işaret
.edeceğiz. O zaman her bilimin yürüyüşü, matemati­
ğin yürüyüşü gibi sağlam olacak, bilim sistemini
kuran önermeler. tam bir geometri kesinli ğine,
yani her bilimin konusu ile metodunun imkan
verdiği tam bir kesinliğe kavuşacaktır.
İ nsan soyu m ükemmelleşmenin bütün bu se­
cbepleri, bu mükemmelleşmeyi sağlıyan bütün va­
·sıtalar, tabiatları gereğince her zaman canlı bir
tesir yaratacak, tesir alanını boyuna genişletecektir.
Biz, bu eserde gelişmeleriyle daha büyük bir
k
· uvvet elde edecek olan bir fikrin tanıtlarını mey­
dana çıkardık, buradan da insandaki mükem­
melleşme kabiliyetinin sonsuz olduğu neticesini
çıkarabiliri z ; halbuki buraya kadar insanın aynı
tabii yetilerle, aynı yapı ile kalacağını kabul et­
miştik. Doğrudan doğruya bu tabii yetilerin,
bu organlaşmanın iyileşmeye elverişli olduğuna
inanılabili rse, ümitlerimizin belginliği, alanı ne
olacaktır ? İ şte şimdi bu sonuncu soruyu inceli­
yeceğiz.
Nebat ve hayvan türlerinin organik bakımdan
mükemmel leşmeye de, soysuzlaşmaya da elverişli
olmalarına, tabiatın genel kanunlarından biri gö­
ziyle bakılabilir.
Bu kanun insanlar için de doğrudur. koru­
yucu hekimlikteki ilerlemelerin, sağlığa daha el-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
102

verişli yiyecekler, evler sağlanmanın, kuvvetleri­


mizi aşırı hareketlerle yıpratmayıp idmanla geliş­
tiren bir yaşama tarzının, en sonra çökmenin en
canlı iki sebebi olan sefillikle aşırı zenginliği or­
tadan kaldırmanın ortalama insan hayatını uza­
tacağından, insanlara daha sürekli bir sağlık,
daha sağlam bir vücut vereceğinden kimse şüphe
edemez. Aklın, sosyal düzenin ilerlemeleriyle dalı&
tesirli bir hale gelen koruyucu hekimlik ilerleme­
lerinin, bulaşıcı ve soydan gelme hastalıklarla
iklimin, yiyeceklerin, işlerin tabiatından gelen,
hastalıkları zamanla ortadan kaldıracağı anlaşı­
lıyor. Bu ümidi, günün birinde belki de uzak
sebeplerini bulabileceğimiz, hemen bütün hasta­
lıklar için de beslememiz gerektiğini ispat etmek
güç olmıyacaktır.
Şimdi insan soyunun bu mükemmelleşmesine
sonsuz bir ilerlemeye elverişli göziyle bakılacağını,
ölümün ya olağanüstü kazaların, yahut hayat kuv­
vetlerinin gittikçe ağırlaşan sönüşü neticesi gib�
anlaşıldığı zamanın geleceğini, en sonra doğumla
bu sönüş arasındaki ortalama mesafenin bir sınırı
çizilemiyeceğini kabul etmek saçma mı olacaktır ?'
Şüphesiz insan, hiç ölmiyecek değildir, ama yaşa­
maya başladığı anla hastalığa tutulmadan, kazaya
uğramadan, yaşaması imkansız olan zaman arasın-­
daki mesafe, acaba boyuna uzıyamaz mı ? Burada,
sayı nicelikleriyle yahut çizgilerle kesin ..; olarak
gösterilebilecek bir ilerlemenin sözünü ecııyoruz.
Şimdi sınırsız sözünün alabileceği iki anlamı,
açmanın tam sırasıdır:
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
103

Gerçekten geleceğe doğru yürüdükçe dum1a­


dan artacak olan bu ortalama hayat, sürekli ola­
rak sınırsız bir genişliğe yaklaşacağı nı, ama hiçbir
.zaman sonsuzluğa ulaşamıyacağını bildiren bir
kanuna uygun olarak uzıyabilir, yahut böyle bir
kanuna göre, aynı süre, yüzyılların sonsuzluğu
içinde, yalnız belirli bir niceliğin kendisine gaye
·olarak gösterebileceği her belirli kıymeti aşabilir.
Bu sonuncu halde, önlerinde duracakları bir
·duvar olmadığı için, artmalar, en mutlak anla­
mi.yle gerçekten sınırsızdır.
Birinci anlamda, asla ulaşamadıkları, ama
,gittikçe yaklaşacakları bir sınır çizemezsek, bu
uzamaların henüz bize göre bir sınırı var demek­
tir, hele bunların yalnız durmamaları gerektiğini
.düşünürsek, sınırsız sözünün bu iki anlamdan
hangisinde kullanıldığını bile bilemeyiz. Bugün
insan soyunun mükemmelleşme kabiliyeti üzerin­
·deki bilgilerimiz bu kadardı r ; b u da bizim sınır­
sız diyebileceğimiz anlamda bir kabiliyettir.
Böylece, burada ele aldığımız misalde, orta­
.Jam� insan ömrünün, fizyolojik sarsıntılar engel
·olmayınca, durmadan artacağına inanmamız gere­
kiyor ; ama hayatın asla aşamıyacağı sınırın ne
-0lduğunu bilmiyoruz ; tabiatın genel kanunları-

nın ötesine aşılamıyacak böyle bir sınır gösterip


göstermediğini de bilmiyoruz.
Ama beden kabiliyetleri, duyguların kuvveti,
marifeti ve inceliği, tek bir insandaki mükem­
melleşmenin geçebileceği nitelikler sayısı arasın­
.da değil midi r ?
iNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
104

Türlü ev hayvanları üzerindeki gözlemler biz�


böyle bir geçişe inanmaya götürüyor, insan soyU>
üzerinde yapılan gözlemlerle de bunun doğruluğu­
nu anlıya biliriz.
Bu ümitler, zeka ve ahlak yetilerine kadar
götürülebilir ı:ıi '! Organlaşmalarının iyi ve kötü
taraflarını bize aktaran, kendilerinden hem şekil
bakımından ayırdedici çizgiler, hem de bir takım
fizik duygulanımlara yarıyan kabiliyetler aldığı­
mız ana babalarımız, beden yapılarında zekanın,.
kafa kuvvetinin, ruh canlılığının, yahut ahlak
duyarlığının bağlı olduğu kısmı da bize aktarmış
olamazlar mı ? Eğitimin, bu nitelikleri geliştirerek,
aynı yapı üzerine tesir etmesi, bu yapıyı değiştir-·
mesi, mükemmelleştirmesi akla gelmez mi ? İnsan
yetilerini karşılaştırma, çözümleme, bundan başka·
birtakım olgular, bugüne bugün ümitlerimizin
sınırlarını aşan bu tahminlerin doğruluğunu ispat
edeceğe benziyor.
Bu sonuncu devri bitirirken incelediğimiz so­
rular bunlardır ; bütün zincirlerinden sıyrılmış,
ilerlemelerine düşman olanların boyunduruğun­
dan olduğu gibi tesadüfün boyunduruğundan da
kurtulmuş olan insan soyunun bu tablosu, haki­
kat, erdem, saadet yolunda yürüyerek, yeryüzünü
bugüne bugün kirleten, sık sık da kendisinin
kurbanı olduğu yanılmalardan, cinayetlerden, hak­
sızlıklardan feylesofu kurtarıp yüreğine su ser­
pen bir manzara gösteriyor. Feylesof, bu tab­
loyu temaşa etmekle akıl ilerlemeleri ile hürri­
yeti koruma uğrundaki çabalarının mükafatını
iNSAN ZEKASINrN iLERLEMELERi
105

buluyor, artık bu ilerlemeleri insan almyazısının


sonsuz zincirine bağlamaya cesaret ediyor; bu­
n unla da erdemin gerçek karşılığını, kaderciliğin,
peşin yargıları ve esirliği getirerek uğursuz bir
karşı kuvvetle bir daha yıkamayacağı sürekli bir
�yiliğin hazzını duyuyor. Bu temaşa, onun için,
kendisini kovalıyanların asla akıllarına gelmiyen
bir sığınaktır, orada hem tabiatının değerliliği
içinde, hem hakları içinde yerini almış olan in­
sanla beraber olduğunu düşünerek, açgözlülüğün,
.korkunun, kıskançlığın insanı sarsıp ahlakını boz­
·<luğunu unutuyor ; böylece aklının yaratabildi­
ği, beslediği insanlık sevgisinin en saf sevinçlerle
bezediği bir cennet içinde gerç.ekten soydaşlariyle
birlikte yaşıyor.
D ÖRDÜNCÜ DEVİ R TARİ H İ NDEN
PARÇALAR [*J

Her Yunan şehrinin bir kıralı vardı ; onla­


rın birtakım şehirlerden k ovulduğunu gören Ho­
meros, kendilerine yamyamlar adını vennıştı .
Bize kalan belgelerden anlaşıyor ki, fazl�
boyun eğmiyen yurttaşların bu pek mutlak ol­
mıyan şefleri, gaddar ve ahlaksız insanlar kadar.
tiran değildiler. Onların uyrusu olmaktan çok,
yakını olmak daha hoşa gitmiyen bir şeydi. On­
ların elinden kurtulan milletler, egemenlikle­
rinin sertliğinden o kadar bıkıp usanmış değil­
lerdir, en çok kaba ihtiraslarının aşırılıkları yü­
zünden isyan etmişler, kıral aileleri arasında:
kavgalara yol açan çapulculuk yüzünden harekete
geçmişlerdir. Bu ailelerde bir evlenmenin, adam
öldürmeden, bir ayaklanma, birtakım savaşlar ol­
madan sona erdiği pek az görülmüştü. Bununla
beraber, geleneğe göre Atina, sonuncu kırallan
Kodrus'un millet selameti adına tahttan çekildiği
sırada hürriyetini yeniden ele geçirdi ; bu da da-

( * 1 Buradakibütün tarihler, cumhuriyet devrimıze göre


tertiplenmiştır; bu tablonun tarihi kısmı aynı devirde bitti­
ğme göre, bütün eserde aynı şekilde ve genel olarak befü
bir ticvirle ılgili olan bu türlü tarihler her yerde kullanılsa
iyi olur.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
10'7

!ha aydın, daha serbest olan Atinalıların kıral·


lık yükünü duymak için bir kıraldan tiksinmeye
ihtiyaçları olmadığını ispat eder.
İ lk hareketleri, aşağı yukarı cumhuriyet dev·
rinden üç bin yıl önceye kadar çıkan bu devrim,
.aşağı yukarı altı yüz yıllık bir zamanı içine alır,
'
beşinci yüzyıl sonuna doğru da, ne Yunanistan
<la, ne adalarda, hatta ne de sömürgelerinde ar·
tık soydan gelme kırallar kalmıyacaktır. Lakede·
monia cumhuriyetinin iki şefi adlarını, sanlamu
,kaybetmişlerdi, ama onların artık, sınırları ka·
·nunla gösterilen bir erki ellerinde tutan devlet
.adamlarından farkı yoktu.
İ nsan soyu, bilgi ışıklarını aynı devrime borç­

ludur, hürriyetini de yine aynı devrime borçlu


·olacaktır.
Bu devrim, bugünkü Avrupa milletlerinin ka­
·deri üzerine, atalarımızın aktörleri, memleket­
lerinin de tiyatrosu olduğu bize pek yakın olay·
!ardan daha çok tesir etmiştir. Bu devrim bir
·dereceye kadar tarihimizin ilk sahifesidir.
Bu küçük devletlerin sağlık, hayat şartları
·elverişsiz, ama güzel bir gökyüzü altında bulu·
nan ılık ıklimli bir memlekette dağılışı, bu dev·
.rimin ve sürekli neticelerinin ilk sebebi oldu.
Sonunda bu küçük monarşiler, geniş ovalar·
<la bir tek devlet halinde kaynaşacaklardır ; pek
·elverişli olmıyan bir iklimde, nüfusu toprak üze·
rine daha eşit olarak dağılmış bir memlekette,
<tiranlığı vıkmak için daha az !'ebepler. daha a z
vasıtalar vardı. Ama Yunanistan'da h e ı devlet,
lNSAN ZEKA.SiNiN İ LERLEMELER!
108

bir şehirde küçük bir topraktan meydana gelmiş­


ti, bu toprağın esirlerce işlenen büyük bir kısmı,
şehirde oturanların elinde idi, kimi zaman da·
onların ortak malıydı. Böylece ku\'vet, her an
bi raraya gelecek durumda olduğu için, her za­
man bir genel iradeyle bunu yerine getirme kud­
retini elinde tutan halk çoğunluğunun malı ol-·
maktan hemen hiçbir zaman uzaklaşmıyacaktı.
Zenginliği, birtakım topraklardan, sila.h malze­
melerinden, ev hayvanlarından, erzaklardan iba­
ret olan kıral, küçük bir dalkavuklar grupunu
para ile güçbela elde tutabiliyordu ; komşu bir
kıralın kuvvetine d&yanmıyan her kıra! da, sü-·
rekli olarak · halkı:ı mutlak nüfuzu altında bulu-
nuyordu. Böylece bir tahtı devirmek için, tiran­
lığa karşı duyulan kinin, halk saçma inanışının
Tanrılardan gelme göziyle baktığı soylara gös­
terilen eski bir saygı alışkan lığına karşı duyu-­
lan kinden daha kuvvetli olması yetiyordu.

Bu devletlerin hemen hepsi, aristokrat ku­


rumlarla lekelenmişlerdi ve lekeleneceklerdi.

Kırallar devrildiği zaman bu devletler, en


tehlikeli çeşit çeşit eşitsizliklerle bozulmuş bir
haldeydiler. Daha zengin, menfaatleri daha ya-·
kın, birleşebilmeleri daha kolay olan şehirliler,.
kendilerine karşı koyamıyacak kadar .dar bir toprak
üzerinde oturanlara hükmediyorlardı. Tiranlığın
yıkılışını h azırlamış olan aynı sebep, gerçek bir
hürriyetin kurulmasına engel oluyordu.
tNS '· !'l ZEKAS!NIN İ L ERLEMELER!
105'

Birçok ü lkelerde, ister başka başka kökler­


den gelmiş olsun, ister bir tanesinin zayıflığı top­
rağın dağıtımında fethin yol açtığı devrimler­
den ileri gelsin, iki çeşit hür insan göze çarpı­
yordu.
Bu ayrılışın ortadan kalkmış olduğu başka
yerlerde, kökleri efsanelere dayanan oymaklar,
hurafenin sebestçe kabul ederek devam ettirdiği
bir saygı kazanmışlardı. En sonra, zenginlik, ger­
çek bir kudret sağlıyordu, çünkü zengin adamın
daha iyi silahlan vardı, uzun zaman bunları, he­
men hemen tek başına başarıyı sağlıyan bir us­
talıkla kullanabilirdi. Bundan başka zengin adam
sürekli bir iş görmek zorunda olmadığından, ka­
falara hükmetmek için gereken bilgileri de, us­
talığı da pek kolay elde etmişti, yahut edebili­
yordu ; en sonra askerleri silahlandırıp besliyebi­
lenler, yalnız bu yüzden, bir grupun şefi olur­
lardı, bu grup da harbde, emri altında dövüş­
tükten sonra, barış zamanında ona reyini verirdi.
Böylece aristokrasi, şehirlerin çoğunda, kı­
rallığın yerine geçti ; diğer birtakım şehirlere
yavaş yavaş sokuldu ; çünkü zenginler, zorbalık­
ları yolunda anlaşmayı, fakir halk tabakasının
kendi hürriyetini korumak için yaptığı anlaşma­
dan daha iyi başarıyorlardı. Aşırı faizlerle ödünç
vererek halkı, hükümleri altında tutma, hediye­
lerle kendilerine bağl ama sanatım biliyorlardı.
En sonra birçok şehirlerde aristokrasi, mem le­
kette güvenliği sağlamak, halkın başkasına hava­
le ettiği salahiyetlerle, kendi elinde tuttuğu sa-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELFRİ
110

lahiyetlerin ayırdedildiği, ama bunların hareketi­


ni yönetecek ilk elerin tamamiyle bilinmediği bu
halkçı devlet şekillerinde pek çok raslanan karga­
şalıklardan kaçınmak düşü ncesiyle, doğrudan doğ­
ruya kanunla kurulmuştu.
Bununla beraber, kırallığın yıkılmasına yol
açan aynı sebepler, bu yeni zorbalıkların serbestçe
kurulup kökleşmesine engel olmuştur. Ezilenler,
kinin korkuyu yenemiyeceği kadar ezenlere yakın,
bi rleşmelerine kuvvet kullanarak engel olunamı­
yacak kadar birbirlerinin yanındaydılar.
Böylece aristokrasi her yerde sarsılmış, her
yerde kaygılı, hakları üzerine titriyen bir hal­
de bulunuyordu.
Tiranlığın meydana gelmesinin sebebi budur.
Biz bu kelimeyi bir müddetten beri kanunlu sa­
yılan bir kudretin bile alabildiğine kötüye kul­
lanıldığını göstermek için kullanıyoru z ; ama bu
kudret, Yunanlılarda bir partiye yahut yabancı
bir millete dayanarak bir kişinin yahut da birçok
kişilerin iktidarı zorla almasiyle d oğrudan doğru­
ya yurttaşların anarşi yahut iç harb kargaşalıkl arın­
dan sıyrılmak, çok ezici bir aristokrasiden kurtul­
mak, daha geniş haklar iddia eden fakir halk taba­
kasına bırakmamak için kendilerinin kurdukları,
hürriyete aykırı bir kuvveti yürütmeyi ifade edi­
yordu. Bu sonuncu sebep, zenginler partisinin
elinde bir halk tiranından kaçınacak başka vasıta
bulunmadığı zaman, olağanüstü şartların varlığını
gerektiriyor. Durumunun düzeleceğine emin olma­
dan insanın efendi değiştirmeyi istemesi tabii bir
iNS A N ZEKASININ i LERLEMELERi
111

şeydir ; ama bazı insanların kendilerine daha az eşit


insanlar bulunsun diye bir efendi kabul etmeleri
tabii bir şey değildir. Yaldızlı bir esirliği aşağı
görülen bir eşitlik hürriyetine üstün tutan bu
uşakça gurur, Yunan milletlerinin serbest, vekar­
lı karakterine uymuyordu, bunun için tiranlığı
her zaman amansız olan, esirlerinin boş gururu­
na asla alçaklıklarının mükafatını sağlamıyan
bir memlekette tutunamazdı.
Her zaman beklenmedik bir tehlike, yabancı
düşmanı kovmaya, önlemeye olduğu gibi, bir fit­
neyi ortadan kaldırmaya, gizli bir tasarıyı dağıt­
maya da vesile oluyordu ; daha sonra ücretli asker­
lerden birbirlik, çoğu zaman da yabancı bir bir­
lik, neticede tiranın kudretini devam ettirmek, onu
yurttaşların hançerinden korumak için kullanılı­
yordu. Ama tiranlar bu tehlikeden binde bir
kurtuluyorlar, kimi zaman kardeşlerinden, oğul­
larından biri yerlerine geçiyorsa da, hiçbir za­
man halk, üçüncü nesle kadar sabretmiyordu.
Sicilya gibi bazı Yunan cumhuriyetlerinde,
tiranlığın zaman zaman geriye döndüğü olmuş­
tur; burada halkın katlanılabilir kurumlarla asla
yetinmediği anlaşılıyor. Bununla beraber Atina­
lılar, dışardan gelen bir şiddet hareketinin yar­
dımı olmadan yalnız bir defa köle olmaya kat­
lanmışlardır.
Thebai, Beotialılann pek itibarda olmamala­
rına rağmen -bununla beraber Pindaros, Epami­
nondas, Plutarkbos onlar arasından çıkmıştır.-
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
llZ

hiçbir zaman boyunduruk altına girmedi, Lakede­


monialıların hainliği yüzünden kurulan tiranlı­
ğı pek kısa bir zamanda silkip attı.
Dış harblerle iç harblerin, bu zayıf, parça­
lanmış devletleri az zamanda yıkacağı anlaşı­
lıyor; ama birtakım şartlar bu devletlerin yaşa­
masına yardım etmiştir. Bu çeşitli milletler ay­
nı dili, aynı töreleri, aynı Tanrıları, birbirine çok
benzer kurumları, kanunları, kanaatleri, birbirini
andırır ilkeleri elde tutmakla kalmamışlardır,
bütün Yunanistan'ın yaşarlarmı çeken birçok ta­
pınaklar, onları biraraya toplıyan oyunlar bu
bağlan sıklaştırıyordu, en sonra, kırallar zamanında
bile, hem dini, hem siyasi bir birlik kurulmuştu.
Bu birliği meydana getiren milletlerin vekilleri
bütün millet adına kurbanlar sunmak için biraraya
geliyorlardı ; türlü toprakların sınırları üzerinde çıkan
meseleleri karara bağlıyorlar; tapınaklara bakmak,
kurban kesme işini idare etmek istiyen türlü mil­
letlerin hakları üzerinde hüküm veriyorlardı. En
sonra bu birleşme, bir meclis şehrini yıkmak
istiyen devleti aforoz ediyordu, bu aforoz da gad­
darlıkları, taşkınlıkları sınırlıyarak Yunanistan'
ın varlığını korumasına gerçekten yardım ediyor­
du. Şehirlerin pek çoğu Ege denizi adalarında,
Küçük Asya, Sicilya, Güney İ talyıı kıyıları üze­
rinde bağımsız, ama anayurtlarına dinle, bir
çeşit evlat saygısı ile bağlı sömürgeler kurmuş­
lardı. Aynı kökten gelmenin hatırası, kanunlar­
da, törelerde, dinde görülen büyük bir yakınlık,
anlaşmalardan çok kanaatle kökleşen karşılıklı
İNSAN ZEK.3,.su-:ıN İLERLEMELERİ
ııs

yardımlar, bu devletler arasında çok içli dışlı


bir birlik meydana getiriyordu. Bu sömürgeler,
yabancılarla ettikleri harblerde birbirlerine da­
yanak, partilerin ocaklarından sürdüğü insanlar
için bir sığınak, tiranlara karşı müdafaacı, kimi
zaman da iç anlaşmazlıklarda ara bulucu idiler.
Bir sömürgenin yabancı eline geçmesi, yıkılması,
ana vatan için bir utanç, bir kayıp, ana vatanın
düşmesi de bütün sömürgeleri için müşterek bir
felaketti.
Kuzey İtalya, İspanya, Germania halkları gibi
Yunan halkları da törelerindeki katılığı giderme­
miş olsalardı, bu gibi bağlar onları birleştirmek
için yetmezdi. Ama Yunanlılar, şark mi11etlerinden
birçok şeyler öğrenmişlerdi ; onlardan ruhu zengin­
leştiren sanatları almışlar, mükemmelleştirmişlerdi.
Artık dilleri şekillenmiş, düşünmenin bütün hare­
ketlerine, fikirlerine bütün k ombinezonlarına karı­
şan, çok eski lehçelerin arta kalanlarından rasgele
kurulan dillere vergi pürüzleriden, karmaşık şekil­
lerden uzak, zengin, ahenkli, canlı bir dil ortaya
çıkmıştı ; bu kaba yüzyıllarda meydana gelen böyle
saf, asil, ince bir dil, kendisini yaratan milletin
kurumlarında bir mükemmellik anıtıdır. Artık
musikiye karşı besledikleri hocalarınkinden üstün
bir sevgi, dansa, bayramlara, genel oyunlara gös­
terdikleri ilgi, onları kendi boş tutkularından uzak­
laştırıyordu. İklimleri, ihtiyaçlarını azaltıyor, on­
ları kuzey milletlerinde aileleri birbirinden ayıran
uzun kış yalnızlığına mahküm etmiyordu. Her
türlü zafere susamış, bütün zeka zevklerine karşı
ıı.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
114

duygulu olan bu insanlar, zorunluğun kabul ettir­


diği çetin çalışma tarzını, savaşta kazanılan za­
ferin aşırı taşkınlığını, ince, tatlı duyguları tutup
atan zihin yetilerindeki uyuşukluktan ileri gelen
bir ruh katılığını henüz kaybetmemişlerdi. Bun­
dan başka, sık sık harblerle sarsılan Yunanistan'
da, uzun süren bir zaman içinde tek felil.ketli
hadise olarak yalnız Mesenialıların yıkılışı göze
çarpıyor ; bu yıkılış da, Ispartalıların, yani sosyal
kurumları, töreleri yumuşatabilen, hayatı süsliye­
bilen her şeyi söküp atan bir milletin eseri oldu ;
onların kurumlan, iklimin yumuşatıcı tesirlerine
engel oluyordu, ilk çağların bütün yırtıcı lığını
yaşattıkları için Ispartalılar Yunanlıların genel ka­
rakterine yabancı kalıyorlardı.

Ama, bu devirde [l] Yunanlıların, daha doğ­


rusu insan zekasının -çünkü kendilerinden son­
ra gelen aydın milletlerin onlardan başka hoca­
ları yoktur.- ilerlemelerini açığa çıkarmadan
önce, Yunanlılarda, bilimlerin, sanatların, hal k
kurumlarının, kanaatlerin, törelerin o zamanki
durumunu uzun uzun göstermek gerekir.

Metafizik bilimler, henüz yoktu. Papazların


yahut birtakım gezginlerin, ilk nedenle insan
tabiatı üzerinde, şarkın gizli doktrinlerinden edin­
dikleri şeyler, bilim adına yaraşan eserler değil­
dir.

[l) Bu devir aşağı yukarı Fransa cumhuriyetinden ön­


ce 2700 yılından 2 1 50 yılına kadar uzanır, şöyle böye Lyk­
urgostan Aristoteles'e kadar 550 yılı içine alır.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
115

Bilge adı verilen ihtiyarlar, gelenek yolu ile


ahlak üzerinde, insanın bahtiyarlığa ulaşmak için
iyi hareket etme sanatı üzerinde belli sayıda düs­
turlar, birtakım siyasi kurallar, insan ruhu üze­
rinde birtakım genel gözlemler toplamışlardır.
Nesilden nesle geçen bu bilgi toplamı k
gitti çe
artıyordu. Çok tanınmış bilgeler, kendilerine çok
faydalı bir dersi, öğüdü, çok önemli bir hakikati
içinde taşır görünen bir düsturu ortaya koymakla
ün kazanıyorlar, adlarını, sanlarını da böylece
ebedileştiriyorlar. Çoğu zaman nazımla anlatılan
bu ata sözleri o zamanın bütün ahlakını, bütün
siyasetini meydana getiriyordu.
Ortada kanun olarak eski adetlerden, hal ve
şartlardan, çoğu zaman da o zamanki halk oyun­
dan çıkan birtakım kurallardan başka bir şey yoktu.
İdare, idare edenlerin gelip geçici bilgeliğinden
başka bir temele dayanmıyordu. Endüstri, ticaret,
serbestti. Bu alanlardaki canlılık, birtakım hü­
kümlerle bunlara güçlük çıkarma fikri bala kötü
tesirini gösterebildiği için çok zayıftı. Bu yolda
bilgisizlikten başka bir sebepten doğduğu akla
gelen yanılmalar da vardır.
Her ne kadar Hesiodos'un, Homeros'un des­
tanlarında Yunan dili kemal derecesine yaklaş­
mışsa da gramer, henüz bir sanat değildi. Bu iki
şair, şark milletleri şairlerini çok geride bırak­
mışlardı. Onlardaki ölmez güzellikler, bugüne
bugün, aradan üç bin yıl geçtiği halde, en aydın,
en saf zevkli insanların hayranlığını uyandırıyor.
Homeros'ta, bir hareketi ileri götürme, olayları
İNS A N ZEKASININ İLERLEMELERİ
116

zincirleyip bira raya getırıne, b üyük tabloları der­


leyip düzenleme, asil, ihtiraslı karakterleri çizip
hareket ettirme sanatı, insanı büyük bir hayrete
düşürüyor, birçok pürüzlerine, kusurlarına rağ­
men, ondan sonra ta Aisklıylus'a kadar ( yani
dört yüzyıllık bir zamanda) bir daha bu büyük
kompozisyonları çizen bir başka insan çıkma­
mıştır. Bu destanlar, uzun zaman parça parça
söylenmiştir. Eğer Hoıneros ayrı ayrı parçalar­
dan başka tam bir eser yaratmadı ise, eğer des­
tandaki derlilik, topluluk, Psisistratos devrinde
birtakım bağlar ekliyerek bu parçaları biraraya
getiren adamın eseri ise, bu harikanın bir kısmı
ortadan kalkıyor, şairin ufak tefek şeyler içindeki
dehasından, henüz pek kaba bir yüzyılda raslanan
bir sürü ince, yüce fikirlerden, hayallerden başka
ortada olağanüstü bir şey k almıyor demektir.
Bir musiki aletiyle birlikte söylenen ilahi­
ler, lirik şiirler, pek yetişkin insanların harcıy­
dı; Homeros'un eserlerine göre hüküm verilirse,
sanatın, bir eserdeki uygunluk, bütünlük bakı­
mından pek iptidai, gündelik teferruattan kaçın­
ma kaygısı, kısacası bir eserin komposizyonu ile
ilgili her şey bakımından henüz çocukluk çağın­
da olduğu, ama üslilp, ahenk bakımından artık
hızlı ilerlemelerde bulunduğu görülecektir ; bir­
takım devirleri anıp geçen, yahut kıralların, din
başkanlarının birbiri ardı sıra gelişini tesbit eden
kısa yazılar bir yana bırakılırsa, ortada tarih diye
yahut yıllık diye bir şey yoktu ; yalnız hafızaya
l1itap eden kronikler, nazımla yazılmıştı. Bu uzak
tr'<S ·\ N ZEKAS!NIN (LERLEMELERİ
117

.ıı:amanlardaki Y u nan belagati üzerinde elimizde


hiçbir belge yoktu r ; bu yolda bir fikir edinmek
ıstersek gene Honıeros'u karıştırmamız lazımdır.
Bununla beraber, üsh1bunun güzelliklerine rağmen,
o da kaba, sanatsız görünüyor. Daha sonraki za­

manlarda onun destanlarında kişilerin konuşma­


larını sık sık acayip şe kl e sokan şişirmenin, dağı­
nıklığın, kelimelerde karışıklığın, bitmez tükenmez
tekrarların yerini, diğrer yazarlarda, sade, tabii
güzelliklerle uslu akıllı bir cesaret, binde bir yanılan
bir belagat, hemen her zaman gözetilen bir ahenk
alıyor. Ama, Homeros'ta kahramanların bol bol
ettikleri küfürler, hareketleri ile hatta derin akıl­
lılıklariyle safça övünmeleri, fikirlerini çelmek
istedikleri insanların onurlarını pek az gözetmeleri,
bu Yunan şiirinin babası zamanında, kandırma
sanatının henüz doğmak üzere olduğunu ispat
ediyor; çünkü Homeros'un, yaşadığı yüzyıldaki bela­
gat kuvvetine erişeınediğine inanmak güçtür, o Ho­
meros ki, diğer alanlarda çok da.ha aydın yüz­
yılların sanatım, zevkini aşan adamdır.
Musiki, düpedüz pratik bir sanattan başka
bir şey değildi ; söyleyip çalmak biliniyordu. Ama
sesle alet, aynı aralıklara bağlı olan bir sıra sesler
veriyordu ; armoni sanatı ile, akortları çeşitlen­
dirme sanatı, uzun zaman bilinmez kaldı, bu, belki
de başlangıcının doğrudan doğruya modern ol­
masından ileri gelir. Onların aletleri, flütlerle
lyrlerin türlü çeşitlerinden ibaretti, ama bunların
henüz pek az kirişleri vardı.
İNSAN ZEJKASININ İLERLEMELERİ
118

Resim, heykel sanatları, tıpkı Mısır'da oidı.. ­


ğu gibi, henüz nesnelerin kabaca gösterilmesin­
den ileri gitmiyordu. Resimde, artık birtakım
ilerlemeler görülmüş, az çok düzeltmeler elde
edilmiş, taklit, tabiata yaklaşmıştı, ama sanatın,
dehanın yaratabildiği kısımlar bilinmiyordu. Re­
sim, henüz uzun zaman yalnız duygulara ses­
lenen, gözle elin işliyebildiği bir durumda ka­
lacaktır. Akhileus'ün kalkanının tasviri, insana
resimde kompozisyon sanatının o zaman bilindi­
ği düşüncesini verebilir. Ama Homeros, bir Tan­
rının eserini tasvir ediyor, şair muhayyilesinin
o zaman insan elinin gerçekleştirmeyi bildiği
noktanın oldukça üstüne yükselmiş olması akla
gelir.
Matematik ve fizik bilimlere gelince, bu bi­
limlerde Mısır, Kaide, Hindistan din kurum­
larında öğrenilebilen az pek bilgiler Yunanis­
tan'a henüz girmemişti. Bu bilimler burada,
birtakım tatbikatını kullanan sanatlardan ayrıl­
mamışlardı, bu tatbikat onların sınırlarını gös­
teriyordu. Böylece matematikçiler, burada top­
rak ölçüsü ve gündelik hayat hesaplan için lü­
zumlu birtakım geometri ve hesap ilkeleriyle
yetiniyorlardı. Çok bilgili insanlarda yılı düzen­
lemede kullanılan, ay ile güneş kurslarının bil­
gisi ile onların devirlerini göstermede, deniz yol­
culuklarında işlerine yarıyan belli başlı yıldız
kümelerinin kaba bir bilgisi vardı. Onların iyiden
iyiye alışıp öğrendikleri pek kısa deniz yolculuk­
ları bir yana bırakılırsa, karayı gözden ayırm�ya
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
119

cesaretleri yoktu. Onlar için geri kalanı kürekle­


rin kuvvetine yapılan bir ilaveden başka bir şey
değildi, dövüşmek, yahut karaya yanaşmak ge­
rektiği zaman onlar yalnız küreklerle gemiyi
idare ederlerdi. Onların coğrafyası, memleketle­
rinin dar çevresı ile Yunan milletlerine kapı
komşu olan Akdeniz ülkelerini ve adalarını geç­
miyordu.
Bu zamana doğru alet ve makine dediğimiz
şeyin hiçbir eserini görmüyoruz. Ama mekanik
ve kimya sanatları artık büyük ilerlemeler elde
etmişlerdir.
Yün, keten kumaşların dokunması biliniyor­
du.
Derileri tabaklama, kumaşları boyama, top­
rak vazoları pişirme ve yapma metotlarını bili­
yorlardı. Demirden veya bakırdan silahlar, alet­
�er, kab-kacaklar yapan bütün sanatlar da Yuna­
nistan'da yayılmıştı. Demir, Troia'nın kuşatılması
zamanına doğru yalnız silahlarda kullanılan ba­
kırın yerini tutmuştu.
Atlantik'teki gümüş ocakları işletiliyordu.
G irit adasındaki demir ocakları, daha çok
eskiden işletilmişti. Böylece Yunanlıların artık
hem ocakları işletmede, hem madenleri çıkarmada
gerekli bilgileri vard ı ; ama madenleri birbirinden
ayırmayı bilmiyorlardı.
Argos tiranı Phidon, zamanımızdan 2700 yıl
önce gümüş para bastırdı, ağırlıkları, ölçüleri
kullanmayı memlekete soktu. Buğday ekilmesi,
şarap, zeytinyağı çıkarılması biliniyordu.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
120

Troia harbinden sonra piyade yerine süvari


kullanmaya başlanmıştı. Yaraları sarma, kırık­
ları, çıkıkları düzeltme, hastaları tedavi etme
sanatı, hiçbir dernek kurmadan, işe, hiçbir hura­
fe karıştırmadan, bazıları kazanç lıırsiyle, diğer­
leri yalnız şeref duygusuna kapılarak soydaşla­
rının yardımına can atan insanlarca geliştirilmişti.
Kemikler bilimi üzerindeki oldukça derin bil­
gilerle anatominin diğer kısımları üzerindeki za­
yıf bilgiler, hekimlik konusu üzerinde, hastalık­
ları teşhis etme, tedavi etme üzerinde, birtakım
cerrahi ameliyatlar üzerinde, ilaçları h azırlayıp
kullanma sanatı üzerinde elde edilen bilgiler, ho­
calardan şakirtlerine, hekimlik mesleğinin soy
güttüğü ailelerde ise babalarından çocuklarına
geçiyordu. Bundan başka Asklepius tapınakla­
rında gezginlerin, hastaların serbestçe başvurduk­
ları birtakım gözlem ve tecrübe toplamları meydana
gelmişti.
Yunanlılar, tiranlarca, yenenlerce arada sı­

rada sıkıştırılmış olsalar da, hiçbir zaman köle


haline gelmiş değillerdi ; çünkü onlar, Lakedai­
monyalılarının açgözlülüğü, gaddarlığı yüzünden
sonsu2 bir köleliğe mahkum edilen zavallı mil­
letlerin halklarından sayılmıyorlardı. Doğumdan
gelen farklar, burada ruhları ne gururla, ne aşa­
ğılama ile değerden düşürmüyordu. Bu fark,
bir çeşit soydan gelme büyüklükleri tanınan ye­
nenlerin çocuklarında değil, Tanrıların soyundan
gelenlerde görülen bir farktı. Bu saygı, kendi­
siyle birlikte hiçbir bağımlılık, hiçbir eşitlsizlik
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
121

fikri getinniyordu. Zamanımızda bile pek yeni


olan insan haklarının bu seçik bilgisi · · onlarda
yoktu ; ama onlar kalblerinin derinliğinde tabi­
atın kendilerini başlarında efendileri olsun diye
meydana getirmediği duygusunu buluyorlardı. Yal­
nız bir Yunan milletinin başka bir milletin ege­
menliği altına gim1esi, tiranlara boyun eğmesi
fikri bile onları öfkelendirip harekete getiriyordu.
Ya şaşkınlıktan, ya korkudan böyle bir teröre
kendisini kaptıran bir millet, bu za'fı yüzünden
çok geçmeden pişman oluyor, yahut böyle bir
yanılmaya dü ştüğü için utanç duyuyordu. Burada
aristokrasiye yalnız hürriyet şekilleri içinde olduğu
zaman katlanılıyordu. Aristokrasinin halkı ezme­
-den önce uzun zaman oyalaması gerekiyor, çok
önemli haklarda, pek büyük menfaatlerde hor
görülen eşitlik, önemsiz kurumlarda bütün par­
laklığı ile göze çarpıyordu. Boyunduruğun ağırlaş­
tırılmasından da, teşhir edilmesinden de aynı de­
recede korkuluyordu, siyaset de şeflere insafı, al­
çak gönüllülüğü şiddetle emrediyordu.
Onların taktikleri, askerlik kurumlan, henüz
barbar milletlerdekilerin aynı idi. Yurttaşlar, ça­
pulculukla silah tedarik ederler, kendi hesaplarına
orduya girerierdi. Harb hileleri, kaba hilelerden
başka bir şey değildi. Taktik, yanlarını, gerilerini
korumaya çalışmaktan, düşmanın yanları, gerileri
üzerine manevralarla değil de, şaşırtmalarla, pu­
sularla saldırmaktan ileri geçmiyordu. Şehirlerin
kuşatılması, düşman kuvvetlerini yıpratan uzun
ablukalardan başka bir şey değild i ; bu kuşatma,
İNS A N ZEKASININ İLERLEMELERİ
122

kıtlığa yol açıyordu, düşmanın topraklarını ekip


biçmesine, her gün çarpışmayı göze almadan er­
zaklarını tazeliyebilmesine engel oluyordu. Düşmanı
şaşırtmak, bir kapıyı kırmak, bir yeraltı yolundan
sokulmak için onun gafil zamanı beklenirdi. Zayıf,
yahut müdafaacıları tükenmiş olan bir şehrin
surları aşılırdı. Ama surlara az tehlikeyle yak­
laşma, onları kazıp yıkma, ele geçirme, müda­
faacıların uzaklaştırma vasıtaları henüz bilinmi­
yordu. Bu vasıtalara karşı korunma ve onları
zararsız kılma sanatının vasıtaları ise haydi haydi
bilinemezdi.
Yunanlılar şarklılardan, kamu oyunları zev­
kini, adetini alıp mükemmelleştirdiler. Zaman
zaman oynanan oyunlara birçok ünlü tapınaklar
yanında yer verildi. Bu parlak bayramlarda bir­
araya gelen bütün Yunanistan'ın önünde, yenen­
lere çelenkler, armağanlar dağıtılırdı. Bu zafer­
lerde kazanılan şeref, bu şehirler için bir rakip­
lik konusu oluyordu. Atlet, hem kendi şerefi,
hem de vatanının şerefi için yarışırdı. Bunun
neticesi olarak vücuda daha büyük bir çeviklik,
daha büyük bir kuvvet verme düşüncesiyle akıl­
lıca kullanılan, milletin çok daha sağlam olma­
sına, yorgunluklara dayanıklı, hem çeviklik, hem
sertlik istiyen bütün işlere daha kabiliyetli hale
gelmesine yardım eden b u idmanlara karşı her­
keste bir ihtiras uyanıyordu. Şehirlerde olduğu
gibi-köylerde de-biraz daha basit oyunlar vardı.
O kadar göz alıcı olmıyan bu çelenkleri şerefle
elde etmek, onları yarışla kazanmak ümidi, !m
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
123

fayd al ı idmanlar alışkanlığını herkeste canlandır­


maya yetiyordu. Yine bu bay ramlard a şai rler ,

şiirl e rini okurlar, musikiciler sanatlarını göste­


rirler, ressamlarla heykeltıraş lr tablolarını, hey­
kellerini ortaya korlardı. Bilgeler buraya ya bilgi
aramaya, ya alkış toplamaya gelirlerdi. Kah ra­
manlar, halka kendilerini gösterirlerdi. Bütün
şehirlerin v atanda şl a rı, bütün sanatların hazl a ­

rına k avuşm ak, bu sanat m ah s u l le ri üzerinde


.hüküm vermek için burada to pl anı rl a rd ı, b ütün
Yunanistan'ın h ür h alk o yu t ürl ii t ür l ü şe re f
,

çelenklerini dağıtırdı. Bu kurumların ma ri fe t li ,

d uygu lu insanlar üzerinde ne kadar b üy ü k tesiri


olurdu ! Her türlü kabiliyet alanlarında görülen
-coşkun heyecanın gerçekten halka yayılması,
şöhret sevdasına gündelik ihtiraslar arasında yer
verilmesi, bu sevdan ı nverdiği çabaları beden
kuvvetlerinin son haddine çıkarması için elde
daha güvenilir bir vasıta var mıdır ? [*]
Yunanlıların dini, şa rktan getirilen allegrorili
masallarla milli tarih masallarının bi r karışma­
sıydı. Ama f. alk bu allegorilerin anlamını bilnıi­
yordu, bunları taklit ederek m eydana getirilen
tarihi masallar da ona bu yolda bir şey anlatmı­
yordu. D i ni kanaatler, vücut öldükten sonra da
yaşıyan bir çeşit hayal üzerinde ölümden sonra
erdeme m ükafat , cinayet e ceza veren bu Tanrılara,
ne gibi Tanrılar olursa olsun, inanmaktan ileri
_geçmiyordu. Bu Tanrılar, tıpkı imparat or luğu n u

1*1 Daha öncekı devirlerde d i n ve mezhep doklrınlerı­


'flin kökü lizerınde konuşulmu�ıu.
1NSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
124

idare eder. bir kıra! gibi, çiğnemekten çek i nme­


d i k leri genci kanunlara göre d ü nyayı idare eder­
lerdi .
Kader, yani bir benlik kazanan zorunluk, bu
Ta nr ıl a rı n kudretini sınırl ıyor d u. İ nsanların ihti­

raslar ını taşıyan bu Tanrılar, t ap ı nmala rı, kur­


banları s everler ; bu yold a birtakım törenler ya­
pılmasını isterlerdi. Böyle hareket ed ilirse on­
ların yardımı elde edilirdi. Onlar seçtikleri bir
milleti daha çok korurlardı. Her milletin, daha
devamlı, daha gösterişli bir mezhep içinde saygı
g österip kendi sini gözd e si saydığına inandığı bir
Tanrısı var d ı . Bu Tanrılar herhangi bir ülkeye, bir
tapınağa karşı da diğerlerinden fazla bağlılık gös­
terirlerdi. İ yiliklerini, öfkelerini buralarda açığa
vurmaktan hoşlanırlardı, onların bu yolda bir
dileği yerine getirecekleri hemen hemen yüzde yüz
ümit edilebilirdi. Her tapınağın ayrı törenleri
vardı, aynı Tanrı bir tapınakta orasının tören­
lerin i , b a şka bir tapınakta da o tapınağın tören­
lerini beğenip kabul ederdi. Onlar bilhassa k u rban
yerleri üzerinde, belli şekillere göre adanan adaklara
önem veriyorlardı. Kadın erkek papazlarına, ama
yalnız kutsal sayıklama nöbetleri sırasında yahut
acayip vasıtalarla, geleceği haber verme kabili­
yetını bağışlamışlardı. Durmadan devam eden
bir delilik halinin bir peygamberi kolayca düşür­
düğü, geçmişin tarihi geleceğin tari h i gibi düşünü­
lü rse, buna pek az inanılacağı anlaşılmıştı. İl k
önce imtiya zlı varlıklara verilen bu kabiliyet, daha
sonra birtakım tapınaklara da tanındı. Burada
İNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
123'

kurban kesen adamı değiştirmek ne kadar ko­


laysa bir peygamberi değiştirmek de o kadar
kolayd ı . Tanrılar, Yunanistan'da, insan kılığı al-·
tında, uzun zaman yaşamışlardı.

Her şehir, her ada, her dağ, her ırmak, Tan­


rıhrın doğuşlarına, füt uhlarına, fel aketlerine, zam-·
paralık maceralarına bir anıttı. Bundan başka.
arada sırada meydana çıkarlar, i nsanlarla konuşur-·
!ardı, ama Troia'nın kuşatılmasından biraz önce:
artık çocukları olmaz olmuştu.

Papazların işleri güçleri, mezheplerindeki tö­


renlerin tantanasiyle, tapınağın güzelliğiyle, yal­
dızlarının göz alıcılığı, mucizelerinin parlaklığı ile,
doğru çıkan kerametlerin verdiği ünle kurbanlarm
sayısını, adakların değerini artırmaktı. Ama mil­
letleri aydınlatma işine de, bir ahlak vazetme işine·
de karışmazlardı, hele kendi menfaatlerine uygun
bir ahlak meydana getirme işine hemen hemen
hiç karışmazlardı. Her tapınağın papazları vardı;.
onlar hiçbir gizli birlik kurmazl ard ı ; hiçbir siyasi.
tesirleri yoktu. Barış zamanında kutsa! meslekle-­
rini işliyebilmekle kanaat eden ticaret menfaatleri,
onlar arasında yalnız kolayca kanıvermesinden
faydalanma sanatında bir rekabet uyandırıyordu,
onlar düzenbazlıklarında karşılıklı olarak birçok
sırlarını saklamaktan çekinmezlerdi. Bununla be­
raber, her zaman milletlerin hurafesini uyandır­
maya, zenginliklerine el uzatmaya, yahut bu zen-·
ginlikleri kullanma usullerine itiraz edenleri halkın,
lanetine uğratmaya, kerametlerini, mucizelerini,.
iNSAN ZE·KASININ iLERLEMELERi
126

tiranl ara, gözlerini hırs bürüyen insanlara, ele


geçirmek istedikleri çeşit çeşit düzenbazlara sat­
maktan geri kalmazlardı.
Mısır'ın veya Şarkın eskiden getirilen gizli
doktri nlerindeki birtakım noktaların bilgisi ile
bunları aynı zamanda kefaretlerden, denemeler­
·den sonra ve bozulmaz bir sırrı saklamak şar­
tiyle, yalnız seçme insanlara bildirme adeti, pek
az tapınakta korunulmuş, yahut yeniden o rtaya
konulmuştu. Kud ret, servet, şöhret, Tanrılara
gösterdikleri bağlılık. kulluk bakımından güve­
nilebilir insanlarca saklanan bu sırlar, böylece
papazlar için yeni bir itibar ve zenginlik kaynağı
oluyordu.
Yunanlıların din masalları dört bölüme ayrı­
fab i l i r :
Birincisi : kozmolojik allegoriler bölümiidür :
Burada zihin ve tabiat k uvvetleri, maddi cevher­
ler, hatta evrenin başlangıcını, genel kanunları­
nı açıklamada kullanı lan metafizik fikirler, ma­
ceraları bu kanunların birbiri ardınca gelen ne­
ticeleriyle tabiatta görülen değişmeleri anlatan
insanların adları altında gizlenmişlerdi. Kaos,
·Gece, Kader, Uranus, Kronos, Zeus, Hera ma­
salları bunlardandır. İ kinci bölüm, astronomi alle­
gorilerini içine alır : Bunlar insan adı taşıyan
yıldızlarla, yıldız kümeleridir, bu uydurma varlık­
ların tarihi, gökyüzü olaylarının tarihinden baş­
ka bir şey değildir. En sonra allegoriler geli r :
Güneş kılavuzu Apollon masaliyle Herkules'in
-0n iki macerası bunlardandır; Baştannnın başın-
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
127

dan tamam iyle siliihlı olarak çıkan Akıl Tanrı­


çasının - daha sonra maddiliğini kaybeden bu
Tanrıdan Logos, yani söz çıkarılmıştır - masalı
bunlardandı r ; Memorius'un kızları Musa'lar, Gü­
zellik'le beraber bulunan Tanrıçalar, onların çocu­
ğu olan Aşk ; Herkules'in Gençlik'le evlenerek
Kuvvet Tanrısı oluşu ve saire ve saire masalları
bunlardandır. En sonra gerçekten tarihin malı
olan masa l ları kabul etmekten kendimizi alama­
yız. Bun l a rla allegorik Tanrılar gerçek ki şiler­
le aynılaştı rılmıştır, bu Tanrıların yeni macera­
ları, artık allegori değildir, ama bunlara atfedilen
şaşılacak olaylar, genel tarihte bir temeli olan
olaylardır : Theseus'un arkadaşı Herkules'in, Girit'
li Zeus'un, Sicilyalı Keres'in masalları bunlar·
dandır. Aynı tanrının tarihi, her türlü masalları
içine almakla kalmıyor, ama çoğu zaman bu ma­
sallar, onun maceralarından yalnız bir tanesine
karışıyordu, bu yüzden bu masalların yalnız bir
tanesi n i inatla kabul etmek, birçok zoraki açık·
lamalar doğuruyordu ; her zaman aynı adla anılan
bir Tanrının, her tapınağında ayrı bir tarihi vardı ;
aslında aynı olan başka bir varlık, türlü ülkelerde
çeşit çeşit adlar altında görüldüğü halde, baştan
ayrı olan birçok varlıkların da bir ad altında bir­
leştiği çok olmuştu.
Mister'lerden çoğunun bu allegorilerle açık ­
landığına inanılabilir. Böylece işin aslını bilenler,
halkın · inanmasına kilisenin menfaat bulduğu
masalların bir kısmına inanmaktan kurtulmuş­
lard ı ; bugün kolay inanır aşağı tabaka k arşısında
İNSAN ZBKASININ iLERLEMELER!
].28

teslisçi olmıyan teologlarımız ne ise, bunlar da


vatandaşlar kalabal ığı ka rşı s ı n d a aşağı y ukarı aynı
durumda idi ler. Onlar. kaba saçmalıklar yerine
incelmiş faraziyeler koy m u şlardı.
Şarkta kabul töreni. kişiyi ruhani kurula bağlı­
·yordu, bu birliğin kutsa: çatısı altında kendisine
..açılan sırların sayısı, birbirı ardınca erişil en mer­
tebelerle artıyordu. Y unanistan'da ayııı tören,
·karşılıklı bir güven alamctleti n den baş ka bir
:şey değildi. M ü ritl er , ağızlar ı n ı sıkı tutmak zo­
runda idiler ama, boyun e ğ mek ve iki yüzlü ce
-davranmak zorunda değildiler; onlar birer alet
·değil, birer dayanaktı ; Yunanlılardaki tabii ser­
bestlik duygusu, papazları bu ayırma ile yetin­
meye zorlamıştı; onlar çok istedikleri için nerdeyse
. her şeyi kaybetmek tehlikesiyle karşılaşacaklardı.
Böyle bir dinin, halkı, taassupçu olmaktan
ziyade çok daha saçma inanışlı kıldığı, iki yü z­
lü insanlardan ziyade budala sofular meydana
,getirdiği kolayca görülür ; bu din, hayal kuvve­
tini yoldan çıkardı, ama zincirleyip karartmadı ;
töreler, ruhları küçültebilirdi, ama bozup ka­
tılaştırmazd ı ; bu din, ahlaka, adaleti saydıra­
·-cak sebeplerle Tanrıya karşı yükümler ilave edi­
yor, ama ahlakın ilkelerini soysuzlaştınnıyord u ;
bu dinin papazları, tehlikeli şarlatanlar, arada
sırada felaket geti ren siyaset aletleriydi, ama ver­
yüzün ün hemen her bucağında olduğu gibi, insanı

insanlık.tan çıkaranlar değildi.


İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
129'

Halk kütlesi, din amasallarına ınanırdı ; daha.


büyük bir ıncelik, daha kuvvetli bir akılla do-­
ğan, bu kabiliyetlerini bilgeler yanında işleten,
insanlar, bu dinin saçmalıı�ını, daha az saçma
bir doktrine perde vazifesini gören bir allegori-­
den başka bir şey olma<lıgını bilirlerdi ; onlar
gerek kendi başlarına yaptıkları seyahatlerde, ge-­
rek sistemleri kendi kendilerine çözerek bu yolda
aydınlanmak isterlerdi ; bazıları hakikati öz dü-­
şüncelerinde aramakla kalıyorlar, hepsi de taşı--­
dıkları gizli anlamlara belirsiz bir saygıdan ziyade
siyaset yolu ile bağlanarak bayağı hurafelere-­
hor bakıyorlardı. Ama bu adamlar topluluk içinde·
dağılıp kalmışlardı, bu toplulukta diğerlerinin.
kapıldıkları yanılmalardan faydalanmayı bilen ayn
bir sınır meydana getirmiyorlardı.
Yunanlılarda kadınların, ev hayatına, kapalı-­
bayata ne kadar bağlı kalırlarsa kalsınlar, aileler
içinde bir çeşit otoriteleri vardı. Hürriyet ruhu,.
kanunlar, onları az çok tabii eşitliğe yaklaştır-­
mıştı. Kadınlar, kocalarının hizmetçileri değil,.
ev içi arkadaşlarıydı. Çocuklarının gösterdiği say-·
gıyı, onları yetiştirme şerefini, kccalariyle pay-­
iaşırlardı. Siyasi işlerden, hatta halk meclislerin­
den, halk oyunlarından uzaklaştırılmış olmakla,
beraber, din işlerini erkeklerle paylaşmışlardı.
Hatta kahinlik kabiliyeti, onlarda daha üstündü.
Bir erkeğin tek bir kansı olabilirdi. Başka­
sının karısını baştan çıka rmaya kalkışmak yüz:
kızartıcı bir şeydi ; bir erkeğin hafif bir kadınla.
birleşip hayat sürmesi her i k i cins için de lekeydi.
9'
İNSAN ZEKASININ ltERLEMELERl
130

Bu töreler, erkekler arasında, aristokrasinin hiç


olmazsa görünüşte tanıyıp saymak zorunda kal­
dığı bir eşitliğin meyvası oldu. Esirleri de, harbde
ele geçirilen kadınları da kendi zevkleri uğrunda
kullanma adeti, kanunla tanıınmıştı ; ama bu adet.
yabancı milletlerin kadınlarına kadar uzanmıyordu :
Diğer milletlerde Yunan milletinin üstünlüğüne
saygı gösteriliyor, misillemelerin sonsuz olarak
sürüp gitmesinden, milli kinlerin alevlenmesın­
den korkuluyordu.
Uzak yüzyılların tarihi, sadece bazı kadın­
ların kaçırılması yüzünden açılan birçok harb­
lerle bize ispat etmiştir ki, sevgi tutkusu, Yunan­
lıların üzerine şiddetle tesir ediyor, ama burada
kıskançlık, bir peşin yargının verdiği gururdan,
daha zayıf cins üzerinde hakimiyet düşüncesin­
den ziyade çiğnenmiş bir şeref duygusundan lıerı
geliyordu. Aldatılan bir kadını cezalandırmaktan­
sa, bir rakipten öc almaya bakılırdı. Kıskançlık.
kinleri ateşler, cinayetleri körüklerse de kadın­
ların köleliğine, alçaltılmasına kadar gitmezdi.
Y unanlılar, kızlığı koruma kaygılarını, zoraki
bir iffet elde etmek için gösterilen titizlikleri bil­
mezlerdi. Gerçi burada henüz kahramanlık za­
manlarının sertliği göze çarpıyordu, ama töre­
lerin düşkünlüğü içinde, ruhu bozan, zayıf dü­
şüren, taze, yüksek duygular karşısında aciz bı­
rakan şeyler henüz yoktu.
Görüldüğü gibi kır hayatının budalaca başı­
boşluğu içinde doğmus olan bu yüz k ızartıcı
alışkanlıklardan biri. çok eski zamanlardan ben
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERi
131

Yunanistan'da yayılmıştı. Yargıçlar, feylesoflar


bu alışkanlığa karşı merhametle davranmak zorun­
da kalmışlardır. Göreceğiz ki, sonunda onlar bu
alışkanlığı ortadan kaldırmaya kadar gidememiş­
lerse de, Roma törelerindeki kaba ahlaksızlığın
bize kadar getirdiği ilk çağlar barbarlığının bu
gibi arta kalanını azaltmışlardır.
Her yerde esirler vardı ; ama ev işlerinde, sanat
işlerinde, çiftçilikte kullanılan, hele ailesiyle bir­
likte köye yerleştirilen, şehir yaşarlarından birinin
toprağını işleyip gözeten esirlere karşı az ço k in­
sanca davranılırdı. Aşağı bir soyun fertleri gibi
değil de, bahtsız bir ırkın insanları, yahut harb
talihinin kurbanları göziyle bakılan bu insanlar,
efendilerinin gururundan ziyade menfaatleri yü­
zünden acı çekmişlerdir. Bu menfaat bile genel
olarak, ihtiyaçları pek az, başlıca zenginlik kay­
naklarından biri değiştirilmesi güç esirleri elde
tutup çoğaltmak olan bir milleti, merhametten
uzaklaştıramazdı.
Ama burada maden işlerine ayrılan esirlerle
Lakedaimonluların kendilerine
karşı bütün ha­
şinliklerini, gururlarını gösterdikleri İ lot'ların bir­
çok sınıflarını bunlardan ayırmak lazımdır.
Karşılıklı bir rnisafirseverlik, türlü şehirle­
rin yaşarları arasında kutsal bir bağlılık mey­
dana getiriyordu. Bu misafirseverlik, çocukla­
ra da geçiyor, nesilden nesle sürüp gidiyordu,
hayat menfaatleri yüzünden sık sık yabancı bir
şehre gidip - bu şehir ne kadar yakın olursa ol­
sun - naçar bir duruma düşecek olan insana des-
lNSAN ZEKASININ lLERLEMELERl
�J.32

tek oluyo r ; öz yurdunda sıkıştırılan vatandaşa


>bi r sığınak sağlıyordu. Bu adet . birbirine pek
·yakın devletler arasında çabucak uyanıveren milli
ikinlerı yatıştı rmaya yarıyor, yalnız k endi millet­
.terinde kalmış olan iyil ik d uygusunun genişleti­
yo rd u .
'

Tüyler ürperticı ci nayetler işlemek, işkence­


der etmek, hiç olmazsa hür insanlara karşı bi lin­
.mıyo r . hatta kölelere karşı da pek seyrek k ulla­
:.nılıyordu. Tiranlar, bu cinayetleri terör aleti ya­
'.pıyorhrdı, bu hal ise cum h uriyet kanunlarını pek
.,yüz \;.ızanıcı bir takl itten uzaklaştırmaya yetiyordu.

Kırallar yüzyılı yı rt ıc ı l ı ğ ından kalına birta­


ıkim ku rumlar, hala töreleri lekeliyord u ; ama

ıbunları son izlerine va rıncaya kadar silip sü pür­


mek için gerekli vasıtalar aranıyor, halkın genel
,jile �i de bu anı çabuklaştırıyordu.
i şte tabiatla hürriyetin Yunanlılar için yaptığı
o)eyler bunlardır.
Şimdi Yunanlılarda dehanın, insanla evren
:üzerinde varlığını gösterdiğini, bilimlerdeki iler­
;emelere hız verdiğini, sanatları mükemmelleş­
ıt ı rdiğini, felsefeyi yarattığını, insan soyunu yü­
•Cdtip düzelttiğini göreceğiz.
Bu dördüncü devir iki k ısma ayırılabilir : Bi­
rincisi Yunanistan'da hürriyetin her yerde yerleş­
mesiyle Media harbinden sonra, başa geçmek
ıiçin aralarında çeki şen iki kudretli şehi r arasm­
·daki rakipliğin uzun, kanlı h a rblerle, Yunanlılar
federasyonunu h ürriyetin ortadan kalkmasını ha­
zırlıyan karşılıklı iki cepheye ayırdığı an ara sın­
da geçen zamanı içine alır.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
133

İkincisi, bu 1ç anlaşmazlıkların başladığı an­


dan, yani zamanımızdan önce 2250 yıl ı na doğ­
ru başlar, Makedonya nüfuzunun hürriyet yı kın­
tıları üzerine yükseldiği, b ilimlerde ki genişliğin,
bunları işliyenleri aralarmda paylaşmaya zorladı­
ğı zamana kadar sürer.
Birincı kısımda Yunan cumhuriyetleri sağ­
famlaşmışlar, kanuncularından daha düzgün ana­
yasa l a rl a yazılı kanunlar sistemini almışlardır :
bu devirden önce başlıyan şiir bir yana bı rakı ­
lırsa, edebiyat ve resim sanatları, ilk olarak -h ıç
olmazsa insan soyu tarihinin bize gösterdiği çer­
;;eve içinde- çocukluk çağından çıkmışlardır. Bu­
rad a insanlara saçma inanın kisvesinden sıyrıl­
mış görü n e n bilimler, yalnız hakikatin çeki ci l iği ,

şöhret sevdası gibi kuvvetlerle işlenmeye başl:ln­


mıştı r ; burada bağımsız olan felsefe, gündel i k
hayatın sessizliği içinde tabiatı tanıma, in sanı
i.nccleyip m ükemmelleştirme ile uğraşmıştır.
İ kinci kısım, bilimlerle felsefe sanatlarının
çocu k l u k bağları nd an kurtulduğunu, parl a k
bir gen çliğin gürbüzlüğü ile ortaya çıktığını
gösterir. Burada sosyal bilimin türlü kısıml a rının
i n ce lend iği , Yunan cumhuriyetlerinin küçükl ükl erı
yüzünden birleşip daha
canlı bir hale gelen ih­
.:iraslar ortas ı n da
aydınlandığı g'.'rülür, bir yan­
dan da her şehir menfaatleriyle Yunanistanın A s­
yanın genel menfaatleri arasmda yeni münasebet­
ler, daha canlı, d aha ümit verici bir şekilde geniş­
letilerek aynı ihtirasları daha kuvvetli bir hale
getiriyordu.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
134

Yunan siyasi durumunda İ ranlılara karşı


kazanılan zaferin bir neticesi olan değişikl ik-
!er, Hippokratos veya Meton'un çalışmaları, fel­
sefede şark d oktrinlerinden bilinen tesir sınırını
gösteren, Sokrates'in yaptığı ilk devrim, zaman
bakımından aynı devir tablosunun bu iki bölü­
münü ayırmaya imkan verecek oldukça büyük
bir doğruluk taşırlar.
Tarihleri daha önceki devirde görülen mil­
letlerde ana kanunların dine karıştığını, hurafe­
nin mihrapları üzerinde kutsal denebilecek bir
dokunulmazlık karakteri elde ettiğini, tiranlığın
tanrısal hakkının insan soyu haklarını çiğnedi­
ğini, papazlar zümresinin, böyle siyasi bir iki­
yüzlülükle meydana gelen gerçek kudreti zorla
ele geçirdiğini görmüştük. Bununla beraber, Yu­
nanistan'da dinden ayrılan aynı temel kanunlar,
hemen hemen bütün milletlerde kökleşmiş olan
kendilerine dokunulamıyacağı kanaatini, büyük
ölçüde, gene dine borçludur. H erkes önünde
verilen bir andın, korkunç lanetlerin, bütün
nesilleri tek bir neslin iradesine bağladığı anla­
şılıyor. Yunanlılar, kanunlarını Tanrı gücünden
değil de, insan dehasından aldıklarına inanır:ar­
dı. İ nsanlar, bunları hiç de gökten indirmiş de­

ğillerdi, akıldan ilham alan bilgelerinden almış­


lardı. Bununla beraber, insanı hiç arasız yeni
yeni ilerlemelere çağıran alınyazısından, bet an
yeni yeni �elir kaynakları sunan, aynı zaman­
da bunlara ihtiyaç duyuran topluluk yürüyüş ün­
den hata habersiz olanlar, bugünkü ilerlemeleri-
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
135

ıne uygun olan kanunların her zaman kendileri­


ne yeteceğine, bunların çıktıkları töreler, kana­
atler, ilkeler gibı sonsuz olabileceğine inandılar.
Ne yazık ki o zaman özürlü görülebilen bu
fik i r . ınsanları bu ana kanunlar içine onları dü­
zenkme vasıtalarını koymadan alıkoydu, millet­
ler ya bu kanunlarda kendilerini her zaman ka­
rarsız bir hukuk sisteminin bütün tehlikelerı kar­
şısında bırakan şeyleri tanımamak, yahut da bu
kanun ları yalnız kendilerini bir tiranın gelip ge­
çici boyunduruğunu taşımaya zorlıyan hemen
her zaman kanlı devrimlerle değiştirebilmek şık­
Jarından birini kabule mahkum edilmişlerdi.
Hemen her zaman tam bir kanun sistemini
m�ydana getinne işi, yalnız bir kişiye bırakılır­
dı. Bu adama vatandaşlar üzerinde herhangi bir
otorıte verilmesi değil de, vazifesini bir defada
bitıreceği bir işin havale edilmesi gerektiği düşü­
nülürse, bir halk meydanında birleşen bütün bir
milletin kendisini dinleyip yargılıyabileceğine, en
sonra da bilgilerdeki eşitliğin bu biricik kanun-
cuya gösterilen körükörüne güvenin kötüye
kullanılmasına karşı onlara güven vermesine
bakılırsa, bu vasıtanın belki de kanun sisteminin
birliğini sağlıyarak, ayrıca da onu gizlenmesi
pek güç, kendini göstermede daha az cesaretli
olan tek bir insanın öz ihtiraslarının tesirine karşı
da koruduğu görülecektir. Ama böyle bir va­
sıta, kendi üstünlüğünün hakkını önceden kabul
ediyordu. Bu vasıta, coşkunluğun kıskançlığı yen­
diği bu devre uyuyordu, çünkü kolay bir öğretim,
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
136

yarımyamalak kabiliyetleri çoğaltmamış, aşağılığa


da gurur kazanma imkanını vermemişti. Bura­
da ne konularına, ne de h ü rriyeti elde tutma yo­
lundaki önemlerine göre türlü ana kanunlar ara­
sında bir ayrılık yoktu. Anılarla kuvvet kaza­
nan, bundan başka, siyasi bir mezhebin bir çeşit
konusu haline gelip adı saygiyle anılan bir kanun­
cudan kuvvet alan bütün kanunlara, bir dokun ul-·
mazlık damgası vuruluyordu. '3u kanunlar ancak
ya acayip, yahut kendileri tarafından sezilmemış,
o zamandan beri de daima tehlikeli olan vasıta­
larla değiştirilebiliyorlardı.
Isparta'lı Lykurgos, Atina'lı Drakon'la Solon,
Lokroi'li Za1eukus, Thuriumlu Karondas, kanun­
larının birtakım aynntılariyle adları bize kadar
gelen belli başlı kanunculardır.
Öyle anlaşılıyor ki, Lykurgos, Yunan şenır­
leri topraklarından büyük bir parçası henüz or­

taklaşa elde tutulduğu zamandan pek uzak ol­


mıyan bir devirde ortaya çıkmıştı. Heraklid'le­
rin de yenilen milletleri kendileri ve askerleri.
hesabına b u toprakları işlemeye zorlamış olmalan
akla gelir. Demek oluyor ki, Lykurgos, kanunla­
riyle yerleştirdiği, sistemleştirdiği bu saçma, bu
aşırı köleliğe yaraşır kurumları hazır bulmuşt u .
Birçok malların mülkiyeti, doğrudan doğruya
izleri uzun zaman silinmiyen zorbalıklar üzerine
dayanmış göründüğü için o zaman topraklarla
esirleri aralarında paylaşma fikri, Lykurgos'uıı
vatandaşlarını pek incitmemiş olsa gerekti. A ıı ı : ı
tarihin bize pek az ayrıntılarını naklettiğı b 11
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
1:: 7

paylaşma, her yerde görülen bir payla�ma olamaz.


O zam an ailelerin _ eçimini sağlamak, Lykurgos
k urum tarmın gö r üldüğü zaman içmdc bu eş i tl iği
korumak içi n alınan tedbirlerden b ize i1içbir
şey r nlmamıştır. Onun birçok vatand a şl a ra La­
konia'nın öz malı olan topraklardan yalnız bazı
parç_.ları dağıtmış, bunları bir ailenin darı darına
geçınmesine yeten, bu andan b aşlıyarak da zen­
,gin l ik bakımından mutlak bir eşitlik kurınadan,
,birçok vatandaşlara tam bir serbestlik, dolayı­
ıSİyle de gerçek bir eşitlik sağlıyan bir çeşit kü­
..çük malikaneler haline getirmiş olması daha akla
yakındır.
Hatta Lykurgos bu eşitliği, hayatın zevkle­
.rme, alışkanlıkl arına kadar vardırmak istedi . Her
.insanın aynı miktarda yiyecel( götürdüğü, aza
.kanaatin h ü k üm sürd üğü halk sofraları, ayrı ayrı
:toplanmaların yerını aiıyordu. Bütün yurttaş­
.Jarın her gün bu dev let sofralarında yiyip içtik­
lerini, hatta aileleriyle her yerde görüldüğü gı­
bi yaşamadıklarını düşünm ek d oğru olmaz.
Biz, Lykurgos'ta hayranlarının ona k o n d unn aktan
çekinmedikleri haksızlıkları hesaba ka tmadan da
.epey gerçek haksızlık lar bulacağız. Devletin için­
de geçen biricik para, taşınması güç olan demir
paraydı. Gerçi Lyk urgos zamanında, gümüş pa­
ra kullanmak, Yunanistan'da pek az bilinen
bir şeydi. Ama bu paranın devamlı olarak yasak
.edilmesi, Lykurgos'un siyasi görüşlerinden çok,
vatandaşları uzun zaman onun kanunlarını harfi
,harfine tanımaya sürükliyen saçına inanı şa, aşırı de-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
133

receye vardırılan çapul sevdasının doğrudan doğ­


ruya harb uğrunda yapılan şerefli yağrnacıl ıklarda·
başarıyı azaltması korkusuna veriimclidi r .

Lykurgos kanunları, kadınlara, onları biraz­


olsun tabii eşiı.ığe yaklaştıran birtakım haklar
veriyordu ; kadınların, kocalarına, kardeşlerıne,
oğullarına, vatan sevgisiyle harb erdem!crin ı aşı­
lıyacak . kabiliyette olmalarını istiyordu. Bedeni
kuvvetlendirmeye yarıyan toplu idmanlarla va­
tan türküleri çağırılarak oynanan oyunlar, kadınla
erkeğin belli başlı eğitimini teşkil ediyordu. Deli­
kanlılar, geri kalan öğrenimlerini, beraberce ye­
mek yemeye ayrılmış evlerde, meydanlarda, ge­
zintilerde ihtiyarların kendi aralarındaki konuş­
malarından alıyorlardı. Lykurgos, kadınlan daha
çevik, daha güçlü kuvvetli yetiştirmekle daha
sağlam, daha dinç bir soy meydana getireceğin�
anlamıştı.
Birlikte oynanan oyunlarda, kızlar, ya çıplak,
yahut da henüz pek şiddetli olan arzuları gıcık­
lıyacak şekilde giyinmiş olarak ortaya çıkarlardı.
Alışkanlıkla şehvet duygusunu azaltma düşüncesi.
onun diğer görüşleri yanında, daha az anlaşılır,.
daha az uygun bir şey değildi. Buna düpedüz
aykırı bir görüş, ondan daha çok beklenebilir. O
böyle bir görünüşle Yunanlılarda iyiden iyiye·
kökleşmiş, bundan başka da erkeklerin çırılçıplak
çıktıkları cimnastik talimleriyle gelişmiş olan bu
alışkanlığı önlemek, yenmek istiyordu.
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERi
139

Bundan başka Lakedemonia soyunun hem boy­


fo boslu. hem kuvvetli olmasını istediği için, erkek­
lerin eşlerini seçerken de yalnız vücut güzellik­
lerine bak arak karar vermemelerini istiyecekti.
Lakedemonialılarda aile hayatı, onları uyuş­
ıturup sinı rlendirebilen bir alışkanlık değil, bir
.dinlenme, bir zevkti. Ama onların kad ınlariyle
ancak gizlice görüştükleri söylentisini yüzde yüz
,doğru o larak almamalıdır. Zayıf yapılı erkeklerin
ıkendilerine uzun, fidan boylu, yakışıklı, çok
·sağlam vücutlu babaların çocuklarını vermelerı
için karılarını başkalarına teslim ettikleri ileri
·sürülüyor. En büyük gururunu çocuklarının sa­
vaştaki zaferine bağlıyan bir memlekette, bu
'Zaferin beden özellikleriyle sıkı sıkıya ilgili ol­
.duğu bir devirde böyle örnekler görülmüş ol­
ması mümkündür; ama bunun genel bir adet,
hele bir devlet kurumu, hemen hemen bir kanun
•Olmasından şüphe edilebilir.
Bütün bu kurumların amacı insanların bedence,
kafaca gelişmesi, eşitliği değil, sadece harbdi. Sabır­
larını denemek için çocuklara edilen işkenceler, onla­
rn aşılanan ustaca çalıp çırpma, boyun eğme alış­
kanlığı, bu maksadı açıkça anlatıyor. İ sparta'da
'bi limlerle, fel sefe ile, edebiyatla uğraşılmazdı. Re­
·simle heykeltıraşlığa tabiatın yalnız soydaşla­
rını boğazlamak için yarattığı bir varlığa yakış­
mıyan işler olduğu için hor bakılırdı. Bununla
beraber, şiirle musiki bir dövüşme öfkesini uyan­
<iıracak tesirleri olunca ; hoş görülürdü. Lakede­
monialının el sanatlarından da, ticaretten de
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
140

haberi yoktu. Her türlü işlere, her t ürlü haka­


retlere katlanan köleler, toprakları ekip bi çer­
lerdi : Lakedemonialıya, paylaşmada kendisine
d üşen, ya babadan kalma toprağı ile, bu gibi
gel i r kay na kları olmayınca da, harbde çalıp çırp­
tığı şeylerle geçinirdi. Fazla kölesi olunca on­
ları boğazlardı, barbarlığı yüzünden kölelerin sa­
yısı azaldığı zaman başkalarının kölelerim aşı­
rırdı .

Cılız, biçimsiz doğan çocuklar, hiç acınmadan


öl d ü rülürdü Bu, hayatın kend ileri için artık uzun.
.

bir çileden başka bir şey olmadığına inandıklan


insanların canlarına kıyan birtakım vahşi millet­
l erde görülen gaddarca bir acıma değildi ; bu
hal, Çin'de görüldüğü gibi aşağılanmanın, sefil­
liğin tabiatı boğmasından değil, sadece, çocukları­
nın bir gün diğer insanları boğazlama kabiliyetim
gösteremiyecekleri kaygısından ileri geliyordu.
Bu gibi kurumların , bir nsan topluluğunu�
değil de, diğer insanlara karşı amansızca, şiddetle·
kullanmak üzere adaleti yalnız kendi aralarında.
gözeten h aydut sürüleri meydana getirmek için
kurulduğu anlaşılıyor. Acaba Lykurgos, pek az sonra,
nzaltmak zorunda kalacağı soydan gelme, oldukça
büyük bir gücü, ailesi içinde koruyan, lsparta'da·
yaşıyanlarla devlet toprağında yaşıyanlar arasın­
da alçak düşürücü farklar ortaya atan. bütün.
gücleri az kalabalık bir aristokrasi içine sıkıştıran
bir kanuncudan ziyade bir eş itli k dostu muydu ?
Onun yeti şt i rdiği millet Yunanistan'ın geri ka­
lan kışmında, sürekli olarak, k o ruyucu bir millet
İNSAN ZEKASININ İLliRLEMELERİ
141

olmadı rnı ? insanlığı, tabii adaleti gözeten bü-·


tün erdemler, Ispar t a ' dan sürüldü. Onların ruh
büyüklüğü, büyük bir civanmertlik, vatan uğrun ­

da fedak arl ı k bakımından verimli olan tari h len,


bir ınsanlık dostunun hayatı üzerinde düşünce­
sinı az çok zevkle durdurabileceği tek bir insan
bile göstermez. Memleketinin kanaati, kaderir
bizi içinde dünyaya getirdiği topluluğun ilkeleriı
uğrunda kendisini feda etmeye erdem edinirse,
bu, Isparta'da orta malı idi, hem de kahraman­
lık derecesine vardırılmıştı. Ama onların kurum­
ları, aynı kahramanlığı bozdukları, haksızlığa,
barbarlığa alet ettikleri, aynı ruhlarda insanların
haklarına, bahtiyarlığına, hayatına hor bakmaya
yer vererek kirlettikleri için ayıplanmalıdır.
Lykurgos'un kendisi dönünceye kadar kanunla­
rına boyun eğmeye Isparta'lılara and içirerek-böyle­
ce onları sonsuz bir itaate mecbur etmek için-kendi
isteğiyle yurdundan çıkıp gittiği ileri sürülür.
Ant sözüne bu kadar bağlılık, şüpheli bir ant
yüzünden sarsılmış bile olsa, Yunan törelerine
uygundur, Lykurgos'a atfedilen ve Pascal'daki na­
kilci din bilginlerinin çarelerine benziyen bu va­
sıta bir kanuncudan ziyade, bir papaza yaraşır.
Ben, Lykurgos'u vahşice bir cinayetle tahtı
ele geçirmeyi kabul ettiği için de övecek değilim.
Kıra! olmak için her şeyin hoş görüldüğünü söy­
liyebilmenin zamanı çok şükür artık geçmişti ;
biz hırsızın bu cinayetini tütün alçaklıkları içinde
görmeyi öğrendik. Millet, bir kargaşalıkta ken­
disini ağır yaralıyan bir vatandaşın hayatını onun
İNSAN ZEKASININ İL!'RLEMELERİ
142

eline bıraktı, o da bu vatandaşı bağışladı. Bu ol ay,


Yunan törelerinin artık kahra m a n l ı k zamanla­
rında bilinmiyen bir iyi kal b ! il i ğe yükseldiğini,
yargıcın iyi kalbliliğini önceden görüp sezmeye
milletin kabiliyetli olduğunu i spat eder.
Lykurgos, insana, harbden baş ka bir uğraş, zor­
la elde edilen bahtiyarlıktan başka bir bahtiyarlık
tanım1mak zavallılığında bulundu, onun yetiş­
tirdiği, Yunanlıları insan soyunun velinimetleri
saydıran her şeye karşı yabancı olan millet, eğer
Avrupayı İ ranlıların egemenliğinden. aklı şarktan
gelme saçma inanışların boyunduruğundan k u r­
tarma şerefini Atinalılarla paylaşmış olmasaydı,
yeryüzünde hiçbir iz bırakmadan gelip geçen bir
alay mil let arasında karışıp gidecekti.
Lyk urgos kanunlarının yerleşmesinden yüz yi rmi
dört yıl sonra Theopompus, bu kanunların soydan
gelme kırallara verdiği aşırı yetkiye sınır koymak
gereğine inandı. Ama bu sınırlama, Herkules
adının hemen hemen kutsal bir hale getirdiği bir
soydan gelme hakkını yıkıp atmakla olmadı ;
birtakım haklarını kendi kullanmasını halka ha­
tırlatmakla da olmadı, tam tersine, kıralların kar­
şısına onlar için zorlu, ama vatandaşlar üzerinde
gene tiranca olan bir rakip otoriteyi koymakla
oldu. Yunan kentlerinde senatonun otoritesiyle
ya bütün milletin, ya bazı kısımlarının meclislerinin
otoritesi, birinci devlet şeflerinin otoritesini paylaşı­
yor, onlar üzerinde hüküm sürüyordu. Ama bu, yüz
yıldan beri bir sistem, daha doğrusu bir erk şöhreti
iddia eden politikacıların kuruntusu haline gelen bir
tNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
143

kuvvetler denkliğinin bilinen ilk örneğidi r ; diğer


yerlerde olduğu gibi Lakedemonia'da da, kuvvet­
lerden biri mutlak bir otoriteyle saldırmışsa, bu,
üzerinde kendi k uvvetlerinin birden ağırlığını du­
yurduğu, denkliği sağlamak için bu kuvvetlerin
her birine katılan şeyin ağırlığını iki misli taşıyan
millet h ürriyeti hesabına olmuştur.
Lykurgos, kanunlarının bir kısmını G i rit ka­
nunlarından almıştı ; Girit'te kanunlara Troia
harbinden pek az sonra kovulan kıralların eseri
göziyle bakılıyordu. Gerçekten bu kanunlarda
fertlerin hürriyetine gösterilen saygıdan, onların
menfaatleri, bahtiyarlıkları uğrundaki çalışma­
lardan, hür bir milletin bilip istiyerek kendi ken­
dine verdiği kanunların tabii karakterinden eser
yoktu. Ö yle anlaşılıyor ki, Mısır'a çok yakın,
Fenike ile daha içli dışlı alış verişleri olan Giritli'
ler, birtakım şark milletlerinde din çevrelerinin,
imtiyazlı kastların bağı oldukları hükümler çevresi
içinde onların yasalarını almışlardır. Hatta burada
kendilerine loncanın gururundan, taassubundan
başka bir ihtiras bırakmamak için insanlardaki
tabii duyguları zincirleyip söndürme kastı da
görülüyor. Bu gibi kanunıar, tanrılar soyundan
bir hükümdara mükemmel asker yetiştirme ya­
radığı gibi, kırallığın yıkılışından sonra yerine
geçen aristokrasinin kıskanç koruyucuları da ol­
muşlardır. Bu asker ruhu, uzun zaman Girit'in
bağımzsızlığını koruyup gözetmişti r ; ama ayrılmış
cumhuriyetler halinde görülen bu şehirler arasında
çıkan haberler yüzünden durmadan sarıldığı için
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ

bu memlekette ne gerçek bir hürriyet, ne de barış


bali görülmedi. Girit, aynı zamanda Yunanis­
tan'ın hür milletleriyle Asya kırallarına da as­
kerler satıyordu. Köle milletin gen kalan kıs­
mı yaklaşılmaz kayalıklar içine gizlenerek ba­
ğımsızlıklarını korurken, yaşarlarından diğer kıs­
mı, hakikatte Isparta'daki kadar sert olmıyan
bir kulluğa boyun eğiyordu. içeride çapuiculuk,
dışarda ı nsan kanı ticareti, o kadar göklere çıka­
rılan bu kurumların sonuçları oldu.
Feylesof, şair Drakon, Atinaiıların ilk kanun­
cusudur. Kanunlarını kanla yazmış olduğu söy­
lenir. O, aynı kanunlar dergisinde, adam öl­
.dürme korkusunu aşılamak için, bu suçu hayvan­
larda da cezalandırılıp bu işde sebep olan nes­
nelere de sözde bir ceza verdiği gibi istemiye­
rek adam öldürmeyi de; gaddarca niyetleri bil­
.diren hareketler gibi cezalandım1akla insanlık
duygusunu çiğnemişti. Burada ölüm cezası bol
bol yer alıyordu. Böyle olunca insan, kanunların
esirgemediği soydaş kanına saygı göstermeyi nasıl
öğrenir? Bizi her türlü şiddetli, sert h arek etle rden
uzaklaştıran bu insanlık duygusu, adaletin tabi!
bir dayanağı değil midir ? Terörden boş yere
yardım gören adalet, bu duygudan yardım gör­
mezse menfaat hırsına, yahut öc taşkınlığına karşı
eli kolu bağlı kalacaktır.
Drakon, ceza kanunundaki aşırı sertl ik yi.izlin­
<len tenkide uğradığı zaman şu cevabı vermiştir :
Ben hareketleri değil, bu hareketleri yasak eden
kanuna itaatsizliği cezalandırmak istedim ; bu
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
145

itaatsizlik her z;:ıman aynı derecede ağır suçtur.»


Böylece o zaman kanunun asla bir hareketi sa­
vunma hakkı olmayıp adalete aykırı hareketler
arasında ceza korkusiyle önlenmesi gereken fiil­
len göstermek demek olduğu bilinmiyordu. Ce­
zalandırma hakkını kanun yetkisinin yasalı olu­
şundan değil de, ceza biçmek zorunluğundan ile­
ri geldiği, hatta en büyük cinayetler için bile her
cezanın eğer açıktan açığa cinayetleri önliyecek,
yerini hiçbir şeyin tutaınıyacağı bir vasıta ol­
mazsa haksız olacağı da bilinmiyordu. En son­
ra ceza şiddetinin suçun ahlaki ağırlığı üzerin­
de değil de, ceza korkusiyle suça yol açan se­
bepler arasında kurulması zorunlu olan münase­
bet üzerinde, bilfiil meydana gelen haksızlık­
la cezanın suçluya edeceği kötülük arasında ku­
rulan münasebet üzerinde ölçülmesi gerektiği bi­
linmiyordu. Ama ancak zamanımızda bilinen bu
ilkeler, o zaman halk oyunun malı olmamıştı. Biz
Atina kanuncusunun ilkelerini politikada, feylesof­
ların birçok tarikatlarındak:i ahlakta, hemen bü­
tün milletlerin gündelik işlerinde görülen yumu­
şamalarla birlikte tekrar bulacağız.
Duyarlıkları yüzünden hoşgörürlüğe yöne­
len, taşkın karakterleri yüzünden öfkeye kapıl-
dıkları için uzun uzun pişmanlık getiren Atir:a­
lılar, kuvvetlerin dağılışında zenginler aristokra­
sisine elverişli olan hoşgörürlüklerini sertlikle­
riyle perçinliyen bu kanunlara otuz yıldan faz\a
katianamadılar. Onlar görgünün haklı çıkard ı ğı,
sosyal bilim nazariyesinin sonradan icaJ e tt i ği
l!lı
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
146

şeyi, kanunlardaki şiddetin esirlik gerçeğiyle hür­


riyet görünüşünü devam ettirmekten başka bir
şeye yaramadığını seziyorlardı ; çünkü gerçek hür­
riyetle, yani i yilik lerini bütün bir m il let üzerine
aynı derecede yayan hürriyetle uzlaşabilen kanun­
lar, yalnız yumuşak kan u n l a rdır.
Beş yüz yıldan beri Atina'da artık soydan
gelme kırallar yok tu ; soydan gelmiyen, taç ıaşı­
mıyan, ama henüz bir kırala çok benziyen, ölün­
ceye kadar hüküm süren bir arkhon, 1 60 yıldan be­
ri, on yıl için seçilen bir arkh onla değişti rilmişti ; 90
yıldan beri de, bu arkho nla r bir yıllık bir a rk­
hona yerlerini bırakmı şlard ı ; işte bu sırada va­
tandaşları, kendilerine daha yumuşak, daha eşit
kanunlar vermesi için Solon'u Ati na'ya çağırd ılar.
Onun kanunlar dergisi, bütün yasa sistemi­
ni, hatta devlet kurumlarını içine alıyordu. 145
yıl so nra Dekemvirler, Romalılara sundukları ve
Roma hukukunun kökü olan kanun ilkelerini bu
dergiden almışlardır. Demek oluyor ki, bugün
bizim aramızdaki şekliyle hukuk bilimi, bu bili­
min ilkeleri, şekilleri, hatta peşin yargıları 2800
yıl öncesine, Solon'a kadar çıkıyor.
Yeni kanunlar, bütün Yunan cumhuriyetle­
rinde olduğu gibi, yalnız bütün yurttaşların eşıı
rey hakkı olan büyük millet meclisince ko n ula­
bilirdi. Vatandaş unvanı, soydan gelme bir un­
vandı ; ama yerli olsun, yabancı olsun, bunu an­
cak vatandaşların iradesiyle elde edebilirdi.
iNS A N ZEKASINıN İLERLEMELERİ
147

Bu kaydın değerim anlamak için, bu nokta­


ları göz önünde tutmak lazımdır : Yabancıların ko­
layca memlekete kabulü binde bir tehlikesiz bir
iştir; Yunanistan'da, hemen bütün yabancılar, hem
vatanlarındaki haklarını, hem de atalarının yaşa­
dıkları yerlere yaklaşma tasarlarım elden bırak­
mazlar ; Yunan kentinde doğanların hemen hepsi,
ailelerinin doğup büyüdüğü kent ile ilişiklerini
kesmezlerdi ; her zaman da bu kenti altüst eden
partilerle ilgileri vardı ; en sonra onlar nüfusun
önemsiz bir parçası idi. Şu halde bu sertliği ge­
rektiren, siyasi sağlamlığı da, adaleti de incit­
miyen bir tedbirdi, çünkü mutlak, sayıları da çok
olmıyan yasaklar, genel menfaatin söz götürmez
isterleri üzerine temellendirilmişti. Ama aynı sert­
lik, yabancıların artması yüzünden ya şartları
biri uyruk, öbürü egemen olmak üzere ikiye ayır­
dığı zaman, hem bir adaletsizlik, hem de Atina
yıkılışının sebeplerinden biri oluyor. Kanunlarla,
genel idare işleri, kalabalı k bir senatoda ortaya
atılırdı ; bunları halkın kabulüne sunmak, yalnız
senatonun hakkıydı.
Anakharsis, bu işi, bilgelere konuşma külfeti,
akılsızlara, hükmetme hakkı verme diye anlı­
yord u ; ama o, akılsızların öz menfaatleri üzerin­
de karar verdiğini, bilgelerin ise başkalarının
menfaatlerini münakaşa ettiğini büsbütün unutu­
yordu. Bundan başka, bir kanunun meydana gel­
mesi uğrunda çalışmada, hatta sistemin iyiliği,
ortaya koyduğu haller üzerinde hüküm vermede
ışe yaramıyan bu akılsızlarda, kanunun içinde
lNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
148

kendilerine göre adaleti çiğniyen, hürriyetkrine


saldıran, rahatlarını kaçıran bir şey bul unuµ bu­
lunmadığına karar vermek hakkı gibi bir salahi­
yet de olabilirdi. Acaba Anakharsis im,an soyu­
n un, bilge adını haklı olarak yahut zorla alan
insanlara körükörüne boyun eğmek için yara­
tılmış old uğuna inanmakla gurur mu duyuyord u ?
Ne yazık k i Solon, zenginler partisine d üş­
man olduğu halde, senatoya varlıksız insanlar­
dan meydana gelen sonuncu vatandaşlar sınıfını
ça..;ırmak cesaretini gösteremedi. Tabii h u kuka
pek aykırı olan bu ayırma, milletin dağınık ol­
duğu büyük bir memlekette, halk düzenliği ba­
kımından belki de tehlikeli olmıyabili r ; eğer
millet yalnız bir şehirde yahut küçük bir toprak­
ta topl anmış olursa bu hal, tehlikeli olu r ; ayrı tu­
tulan bu halk tabakasının seçimlerde büyü k bir
rolü olmazsa, bu seçimler sık sık yapılmazsa, bir­
çok efendilerı olmasından usanç geti ren bu taba­
kanın kendisini bir tiranın kucağına atmasın­
dan korku l ur.
So;on da Lykurgos gibi, kanunlarını kabul
ettirdikten sonra yurdundan ayrıldı, yalnız Ispar­
ta kanuncusundan daha akıllıca davranarak, Ati­
n a l ı l a ra kanunlarını ) alnız yüz yıl gözetecekleri­
;1e and içirmekle k ı!.:dı. Ama otuz dört yıi sonrn
Pisistratos adlı bir halk yardakçısı, zengin leri n
ı nsafsızlıklarından kurtulmak için bir m uhafız
kuvveti bulundurmak müsaadesini al dı ; ilk ve
·son d evirleri kasırgalı olan, ama otuz altı yıl ses­
siz bir egemenlik s üren bir tiranlık kurdu. Btı
iNSAN ZE•KAS!NIN İLERLEMELERİ
149

ti r anlık , ilk oğl unun bir kazaya ku rban gitme­


sinden sonra da yaşadı, ancak sonuncu oğlunun
memleketten kovu l rnasi yle sona erdi. Bununla
beraber tiranlar, Solon anayasasının ancak bi r
kı smını o r tadan ka l dırmı ş lar , geri kalan kanun­
lara ise saygı göstennişlerdir.
Borçlu, bu rada alacaklının kovuştunnasından
korun u lmuştu r, bu doğru, bu insanca kanunu y i rmi
üç yüzyıl sonra tekrar göreceğiz.
Kanun, vatan u ğ runda ölenleri törenli bir
övme ile mükafa t l a n d ı rıyordu. Onların karıl arı ­
na, devlet hesabına bakılıyor, çocukları yeti şti ri ­
liyor, silahlandırılıyordu.
Bu gibilerin mallarını saçıp s avuranlara vatan ,

uğru nda silaha sarılmaktan çekinenlere, ana baba­


larına bakmada kusur edenlere. alçaklık damgası
vuru l u rdu. O zaman halk oyunun akıldan başka
bir efendisi olmaması gerektiği, kanunun bir ışi
alçaklık ilan etmesinin, böyle inanılmasını emret­
mesi d em ek oldu ğu bi l i nmiyord u ; kanuncu. halk
oyu ile birlikse bu, bir saçm adı r : halk. bu yol­
dan uzaklaştı rılırsa hem saçmadır, hem tiran­
lı k t ı r.
Bu alçaklıL damgası, iç kargaşalıklara hiç
karışmıya n l a ra bile vurulurdu. Şüphesız Solon.
bu k a r ga şa lıklarda rahatlarını, güvenliklerini va­
tanı n menfaa ti nden üstün tutanları rezil etmek
istemiştı. Kendilerinı aynı derecede saçma. tehli­
keli bulsalaı da, ay��ın. iyiye inanan i nsanlar
onları hor görerek, onlara iy i den ı yıye saldırarak
aynı derecede ehliyetsiz saysal ar da, bu kanunun
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
150

hayranları yine vatandaşları, birbirine karşı olan


iki partiden birini seçmeye zorlamak istiyormuş
gibi onu ele alırlar ; bu anlamda, Montesquieu'nün
görüşlerindeki inceliğine rağmen, böyle bir kanun,
hürriyet için tehlikeli bir siyasi iki yüzlülükten
başka bir şey emretmiyecektir.
Areopagos, sanatlara bakıyor, vatandaşların
geçim vasıtalarını düşünüyor, bir tanesinin bile
işsiz güçsüz kalmasına meydan vermiyordu ; kü­
çüklüğü yüzünden bir devletin biraz göz yum­
duğu, ama bir memlekette yahut aydın bir yüz­
yılda taklit edilmesi en büyük bir budalalık sayı­
labilecek olan bu kanunu, eski zamanların bil­
gisizliğine vererek hoş görüp geçmek lazımdır.
Birtakım insanlara keyfi bir otorite veren,
bir zorbalık kuvvetini sağlamlaştırıp koruyan bu
sözde ahlak kanunlarını her yerde bulacağız ;
burada kanunun yasalı otoritesinin başkasının
hakkını çiğniyen, sosyal antlaşmanın ana şart­
larını bozan sınırı aşmaması gerektiği bilinmi­
yordu ; siyasi ikiyüzlülük de bu bilgi�izlikten fay­
dalanıyordu.
Solon Yunanistan'da süregelen kaba törelerin
bu kalıntılarını yalnız esirlerde cezalandırdığı içın
ayıplanır. Ama suçlar arasına ancak yüz kızar­
tıcı bir kötülük olan şeyi sokmadığı için kendisini
suçlamak doğru olur mu ? Solon, sırf vatandaş­
ların çocuklarını baştan çıkarmakla suçlu köleyi
cezalandırmak eşitliği çiğnediği için, şüphe yok
ki, haksız bir kanun koymuştu ; ama eşitsizliğe
İNSAN ZE KASININ İLERLEMELERİ
151

dayanan, bu y üzden de tabii doğruluğa aykırı


olan kanunlar, doğrudan doğruya köleliğin zo­
runlu bir neti cesidir.

Siyasi tarihten ziyade felsefe tarihi için çok


değerli bir belge olan kanunların ilk örneği, bize
Zaleukos'tan kalmıştır. Onun ortaya attığı anayasa,
genel olarak Pythagoras'çıların eseri ota.. bütün
anayasalar gibi halkın malıydı. İ nsanlara korku
ile değil de, şeref ve namus duygusiyle yol gösteren
bu kanunlardaki bilgelik, yumuşaklık. göklere
çıkarılıyor. Bununla beraber bu kanunlar zına
işliyen kadını, gözlerini çıkararak cezalandırıyor­
du. Bu işde daha geniş bir boşanma hürriyeti ve­
rerek, gerçekten suç olanı önlemek belki daha
insanca, daha haklı olurdu. Sonra bir cinsi ya­
nılmaya ister istemez ortak olan cinsten daha
fazla cezalandırmak saçma bir adaletsizlik olmaz
mı '? Oğlunun suçunu, kendi fedakarlıklığiyle ba­
ğışlatmak için Zaleukos'un bir gözünü çıkardık­
tan sonra halk meydanına geldiği söylenir; ama
onun acıyı duyduktan sonra, kanunun kaldırmasını
isteyip istemediğini bilmiyoruz.

Bu kanunlarda bir değişiklik yapılmasını


tek l i f edenlerin, bu değişiklik kabul edilmeyince,
ölüm cezasıncı çarptı rıldığı ileri sürülüyor ; böyle
bir karar, insan haklarına saygıdan, akıl ilerle­
melerine güvenmeden ziyade bi r gururu gösteriyor.
Ama Yunanlıların bu uzak zamanların tarihini
dolçlurduklan masallardan biri gfü.iyle bakıldığı
zaman, bu olay, o zaman eski kanunları saymayı
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
152

saçma inan derecesine vardırmanın sağladığı men­


faatlerin fikrini de aynı derecede ispat eder.
Aynı okuldan bir feylesof olan Karondas.
Thuriuml u lara kanunlar verd i ; vatandaşların ka­
falarını işletmelerini, felsefe, bilim araştırması­
nın. sanat zevkinin umumiyetle bilgi ışıkları sa-
çarak - hürriyetin bekçisi olmasını istiyordu.
İ lk karılarındarı çocukları varken ikincı defa
evlenenleri, ev erdemlerinin yaşıyabileceğinc, ken­
di çocuklarını sevmeden vatanın sevilebileceğine
inanmıyanları işlerinden çıkarıp atıyordu. Ama,
milletin memurlarını tayin etme hakkının ahlak
düşünceleriyle, kanun yolu ile sınırlanamıyacağı­
nı, güvenini kazanan vekilleri üzerinde h i.i k Um
verme hakkının yalnız millette olduğunu unutu­
yordu. İ ftiracılar, hemen her zaman, ispatı güç
bir cinayet için pek yerinde bir ceza ile, başlarına
bir alçaklık tacı geçirilerek halka teşhir edilirdi ;
halk oyu hükmü doğrulamazsa ceza düşerdi.
Savaştan kaçmış, orduyu bırakmış olanlar, üç gün
kadın kıyafetiyle gezdirilirdi. Ama erkeklere çoğu
zaman her türlü cesaret de rsi vermiş olan, onlar
gibi ölüme hor bakmayı b i len, acıya onlardan daha
iyi katlanan kadına bu hakaret reva mıdı r '!
Kuvvetin verdiği üstünlükten başka b i r üstünlüğe
dayanmıyan bu yanlış fikri, tabiat duygularının
bu yıkıcı, ev erdemlerinin bu kötü fikrini yaşatmak
doğru mudu r ?
Karondas'ın halk toplantısında silahlı olarak
görünmeyi, ölüm cezasiyle yasak ettiği söylenir.
Bır gün bir savaştan dönüşte, halkın gürüitülü
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERi
153

hareketlerle meydanda kaynaştığını ogrenince,


silahlarını bırakmadan, bu kaynaşmayı yatıştırmak
•için oraya koşar. Bu hareketiyle öz kanunlarını
·çiğnedi diye onu yerenler bulunur : Karondas,
bunu işitince, Hayır, ben kanunlarımı kendi üzerim­
de de uygularım, diyerek kılıcını kendine saplar.
Bu olay yahut kıssa, Zaleukos için söylenen
·Olayla, acayip bir adete göre halkın kendine şeref
vermek için üstüne attığı başlıkların, elbiselerin
ağırlığı altında ezilip boğulan Drakon'un ölümü
·olaylariyle karşılaştırılınca, Lykurgos'la Solon gibi
kendi arzusiyle memleketi bırakıp gitmenin, ka­
nuncu unvanına bağlı olan tehlikeli bir otorite
yüzünden gözlerini hırs bürüyenlerin kıskançlığına,
hürriyet dostlarının hayranlığına olduğu gibi ra­
hatsız edicı gözetmelerine de fazlasiyle hedef
-0lan bir insan için biricik sığınak olduğu görü­
kcektir.
Yunan milleti, o zaman, ilk çağların karan­
bğı dışına fırlıyarak doğan bilgi ışıklarına tam
bir saygı ve bağlılık gösteren, gözlerinde bilgi­
lerin birtakım zayıf ışınları parlıyan insana bir
velinimet göziyle bakan bir milletin mutlu du­
rumundaydı. Yunanlılar yeni anlamiyle menfaat
fikrini bil medikleri için görüp denemeye hor ba­
kan vahşinin saf, serbest bilgisizliğiyle pek canlı
bir ışığın kendi hiçliğini, tasarlarım açığa vur­
masından korkan, kendisinı yargılamayı öğre­
necekleri için insanların okuyup yazmasını iste­
miyen , iC:are edilmeye, aldatılmaya ses çıkarma­
.dıklan için onlara bilgisizlik yolunda öğütler
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
154

veren gururun bu iki yüzlülüğü arasında bulunu­


yorlardı. Bu duygu, henüz lsparta'dan başka bir
yerde yoktu : Diğer yerlerde yeni hakikatler, batta
yeni fikirler getiren feylesof hemen hiç kıskançlık
uyandırmadan saygı göreceğine inanıyordu ; ama bu
yüz kızartıcı tutkunun, kıskançlığın Yunanlı ruhun­
dan uzak olduğu sanılmasın : Heisiodos, bu tutkuyu
canlı bir sadelikle anlamıştı. O, «Şair şairi kıskanır,
musikici musikiciyi» diyor. Ama insanda, bilgi
edinme ihtiyacı, bu bilgileri elde etmenin mal
olduğu aşağılanmadan daha kuvvetli idise bu
duygudan kurtulmak için kendine üstün olan her
şeye karşı duyulan belirsiz kine meydan verıni­
yordu. Ama bu ihtiyaç, kendini daha az şiddetle
duyurunca, gururlu bir bayağılık, budalalar bul­
mak ümidini kaybetmeyince, bütün dar ve katı
ruhlarda görülen bu değersiz duyguya, akıl iler­
lemelerinde pek tehlikeli belalardan biri göziyle
bakılabilir.
İl k Yunan feylesofları, Mısır'a, Kalde'ye, Hin­
distan'lara kadar bilgiler aramıya gidiyorlar; çün­
kü bu ülkelerde papazların gizli doktrinine, bütün
insan bilginlerini içinde toplamış göziyle bakılırdı.
Onlar bu ülkelerden yalnız clemanter geometrinin
hakikatlarını, astronomi kavramlarını, birtakım
kozmogoni fikirlerini getirmişlerdir. Böylcece hesap
metotlarımızla tatbikatlarının yardımına rağmen
gerek olayların, kanunların bilgisinde, gerek de­
neyler yapmak sanatında görülen ilerlemelere rağ­
men, bugün saldırmaya cesaret edemediğimiz aynı
meseleler, yeni doğan felsefenin ilk denemeleri
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
155

oluyor. Bu felsefe, hiçbir hadisenin kanununu,


mekanik kanunlardan hiçbı rını tanımadan evren
düzenini idare eden. bu düzenı yaşatan genel
.ilkeyi durmadan arıyord u .
Thales, Anaksimenes, Heraklitos her şeyi, öz­
deksel bir ilkeden, ama tabiatı bakımından etkin,
süreduran bir madde ile birleşerek türlü cisimle­
ri meydana getiren, bütün hareketlerin, bütün
tabiat hadiselerinin ilk nedenı olan özedeksel bir
ilkeden çıkarıyorlardı. Thales bu ilkeyı suda,
Anaksimens havada, Heraklitos ateşte b-_J unuyor­
d u ; ama onlar bu tözleri, pek de bizim gözlerimize
göründükleri gibi değilde, bileşimlerinde hakim
olan ana ilke o!arak anlıyorlardı, bu sözler, on­
lar için bir etki vasıtasından başka bir şey değildi.
Anaksagoras her tözün birbirine benzer un­
-surlardan birleşip meydana geldiğine, onları yak­
laştırmaya, birleştirmeye çalışan bir kuvvetle can­
Jandığına inanıyordu.
Demokritos aynı tabiatta, ama biçimleriyle,
kalınlıklariyle, duruşlariyle, nicelileriyle, var ol­
dukları anda, evrenin ilk anında aldıkları hare­
ketin yöniyle birbirinden farklı olan hadsiz he­
sapsız unsur ar kabul ediyordu. Bu bölünmez
unsurlar, bu niteliği gösteren atom adını taşırlar.
Bundan başka Anaksagoras'ın aynı tözün birbiri­
ne benzer unsurlarını birleştirmeye çalışan kuv­
vete, türlü tözlerin unsurlarını aralarında birleş­
tirmeğe çalışan başka bir kuvveti kattığı kabul
edilmelidir : yoksa bu sistem, cisimlerin birleş­
melerindeki değişiklikleri değil, yalnız bir cins­
ten cisimlerin meydana gelişini açıklamış olurdu.
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
156

Hareket kanunlarını bilmeyen Demokritos,


bir başka, atomun, karşısına çıkıp hareketini dur­
durduğu bir atomun yeni bir birleşme ile bu en­
gelden k u rtul unca bu hareketi yeniden elde etti­
ğini k a b u l ediyordu ; yahut her zaman yenı atom­
ların �om uz akışının bu hareketi durdurduğuna
inanılıyordu.

Pythag oras evrenin meydana gelişini, düze­


nini, sayıların birleşmelerine yani inceden inceye
hesaplanabilen matematik kanunl ara bağlıyordu.
Çünkü o zaman bu fikri başka türlü anlatmak
imkansızdı.

Bu felsefe hayalleri ortasında, birtakım mut­


lu fikirler, insan zekasının-bilimlerin içine atıl­
mış olduğu-kaostan çıkmak ıçın az çok çabala­
dığını, henüz keşfedilmiyen şeyi ortaya çıkardı­
ğını gösterirler.

Anaksagoras'ın Homaemeri'lerinde, bu ana


birleşmelerle bütün cisimlerin baş ilkelerinin he­
nüz bilinmeyen kanunlara göre ya bu unsurların
birleşmesinden doğan düzgün, değişmez şekille­
rin damgalarını bastığı unsurlar arasındaki bu
b i rbirini çekmelerin fikri bulunur. Demokritos' -
un atomlarında, Descartes'ın parlak bir şekilde
geliştirdiği, son yüzyılda bütün kafaları sürükliyen,
hatta o zaman için henüz pek vakitsiz olan ci­
simcikler fiziğin araştırmalarımızın bizi kendi­
sine doğru yönelttiği bu fiziğin izlen görülür,
çünkü bu fizik tabiat bilgisinde ulaşabileceğimiz
son hedeftir.
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
15'7

En sonunda Pythagoras'ın ilkesi yanlız de­


neyle hesap üzerine dayanan, nedenin özünü
kavramağa çalışmadan önce etkisine yol açan ka­
nunları tanımak istiyen, henüz bilınediği şeyi hayal
etmeğe kalkışmaksızın elindeki aletlerin ula­
şabildiği noktada durmayı bilen daha gerçek
bir felsefenin ilk izlerini ortaya atıyor.
Bu felsefe, cisimcikler fiziğine dokunmuyor,
yalnız bu fiziği kullanmanın ne zaman tehlikeli
olacağını ayırdetmeği öğretiyor ; uygulamalarını
idare ediyor ; aynı felsefe, hesap, bu fiziğin çok
hızlı yürüyüşüne uyacak gücde olınadığı zaman,
hayal gücünü durduruyor. Ama Pythagoras'ın bu
düşüncesi, hatta o zaman anlaşılmıyacak kadar
yüzyılından üstündü ; bu genel görüş, sayıların özel­
likleri üzerindeki araştırmalarla, bu araştırmala­
rın musikide ustaca uygulanmasiyle karıştırıldı.
Onun bu özelliklerde, bu sayı birleşmelerinde
gerçek bir erdem bulunduğuna inanıldı ; insan ze­
kasının ulaşabileceği daha büyük, daha gerçek
fikir de, daha saçma hulyaların, daha yüz kızar­
tıcı bir şarlatanlığın kaynağı oluyor.
Thales'in de, Pythagoras'ın da ilk nedenin
tabiatı üzerine sistem kurmadıkları anlaşılıyor ;
onların şakirtleri iki sınıfa ayrılıyo r : Anaksago­
ras, Zaleukos, Timaus gibi olanlar, bir dünya
ruhu, bizim zekamız insa n bedeni için ne ise ev­
ren için öyle olan tek bir zeka tanıyorlardı. Di­
ğerleri, Anaksimenes, Okellus, Lukianos gibi olan­
lar, bütün hadiseleri birbirine bağlı, yahut
zamandaş değişikliklerinden başka bir şey olmı-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
:158

yan biricik, ucsuz bucaksız, sonsuz bir bütün


olarak ele alınan varlıkların genel sistemi ötesin­
-de hiçbir şey görmüyorlardı. İ nsan soyunun bu
ıiçinden çıkılmaz sorularla uğraşmaktan hoşlanan
•bir kısmı, deyimleri bakımından her zaman be­
lirsiz olan, binbir değişikliğe uğrıyan, ama fikir­
lerin derinliği bakımından her zaman aynı kalan
1bu faraziyeler arasında bugüne bugün bocalayıp
.duruyor.

Bu devir feylesoflarından, elimizde biri Okel­


'lus Lukianos'un, öbürü Lokroi'li Timaus'un ol­
-mak üzere yalnız iki eser vardır. Aşağı yukarı1
·yirmi iki yüzyıl, Yunanlılardan Romalılara, Hı­
ristiyanlardan Araplara, Araplardan Batıya ge­
·Çerek Descartes'ın zamanına kadar devam ede­
gelen kelimeler felsefesinin bu eserde bir defa
·daha ortaya çıktığı görülür.

Okellus'un kitabı hemen hemen tek bir usa­


'VUrma ile kalıyor. Bütünden başka hiçbir şeyin
·varlığı yoktur, eğer bütünün içinde bulunmıyan
herhangi bir şey var olsaydı, bütün, yani başka
ıbir deyişle (her var olan şeye Pan adını veriyo­
rum.) tanımının içine sokulan şey, bütün olmaktan
· çıkardı.

Böylece gelişmiş fikirler üzerinde hüküm ve­


·ren bu feylesoflar, işi ister bu hayal mahsullerine
karşılık olan nesnelerin varlığını kabul ederek,
ı ster aynı kelimeyle hem bu serbes fikirlere, hem
i
·tabiatın nesnelerine, olaylarına tatbik edile­
•bilen diğer fikirleri ifade ederek bu fikirlere şu
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
159'

veya bu gerçekliği vermeye kalkıştıkları zaman,


ancak boş, işe yaramaz kombinezonlara yahut
yanılmalara ulaşabilirler.
Aynı devirde usavurma sanatının, yani ze-­
kamızın hakikat tanıtlarını bulup yakalamak
için kullandığı işlemleri, fikirlerin ayrı ayrı iki
kombinezonundaki özdeşlik nevini zekanın kav­
rayıp tanımasına yardım eden yolları bir şekle
düzgün bir yürüyüşe uydurma sanatının doğdu­
ğunu görüyoruz.
Ama bu ilk başarılar kötüye kullanıldı. İlk

ele aldıkları çözümlemenin inceliği, çok geçme­


den boş bir kılı kırk yarma halinde soysuzlaş­
tı. Sanatın yaratmış olduğu alet, faydalı araş­
tırmalarda kullanılacak yerde, bu alet üzerinde
çocukça araştırmalarla vakit geçirildi. Hakikate
mı, yoksa yanılmaya mı yaradığı, amacı önem­
li olup olmadığı düşünülmeden, bu aleti kullan­
manın şerefi yerine hilesi geçti ; bir avuç bilge,
felsefenin mihrabında gizlice düşüncelere dalar­
ken, bir alay şamatacı sofist, artık felsefenin bü­
tün istoalarını çiğneyip kirletiyorlardı.
O zaman geometri ile astronomi, Yunanis­
tan'da ilerlemelerine başlıyor. Bu yolda, Thales,
kendini, eşdeğer üçgenlerde homogen kenarların
aralarında orantılı olduklarını ilk ispat eden adam
diye tanıttı.
Anaksimandres yeryüzünün yuvarlaklığını ka­
bul etti, güneşin ayrı ayn mevsimlerde günlük
gibi görünen hareketindeki farkların, ekvator
eğriliğinin bir yıl içinde geçer göründüğü yö-
İNSAN ZBK.ASININ İLERLEMELER!
160

rüngenin eğriliğine tesirinden ileri geldiğini gös­


terdi. Ay ışığının, bu gezegen üzerinde güneş
ışığının aksi olduğunu öğretti. Bu faraziyenin,
ay safhalarını, gerçek olanı ispat eden bir doğ­
rul ukla açıkladığını gösterdi. Bunlardan başka
Anaksimandres, bir gnomon yaptı : İ lk coğrafya
hartalariyle, içlerinde bu hareketlerin meydana
geldiği düzeyler ara kesitinde görülen tam daire­
lerin toplamını meydana getiren gök cisimlerinin
gözle görünür hareketi fikrini daha kolay edinme
vasıtası, bir de gözümüzün bütün yıldızları, içinde
gördüğü gök kubbesi de onun buluşudur, denir.
Bugüne bugün aynı açıklamalarda kullanılan bu
alet, gök küresi adını taşıyor. Talebesi Ana ksi­
menes'in, Lakedaimonluları bile hayrete düşüren
bir güneş kadranı yaptığı söylenir. Anaksimandres'le
Pythagoras, güneşin, duygularımızı sonsuz olarak
aşan büyüklükte bir ateş kütlesi olduğunu ken­
dilerine öğretmekle Yunanlıları hayrete düşürme
şerefini aralarında paylaşmışlardır. Anaksimandres
bu büyüklüğü, yeryüzünün büyüklüğiyle, Anaksa­
goras da -yüz yıla yakın bir zaman sonra- sa­
de Mora'nın büyüklüğiyle karşılaştırmış olsa­
lar da, her ikisinde de bu unsuru göstermeye
yardım edebilecek metotların fikri bulunmadığı,
gerek güneşin dünyaya uzaklığını ölçme vasıtası­
nı, gerek uzaklaşmaları arttıkça nesnelerin gö­
rünürdeki çaplarının küçükl ü ğünü gösteren
kanunu bilmedikleri muhakkaktır. Ama buna
şaşmamalıdır ; çünkü güneşin uzaklığı, ancak yer­
yüzünün pek uzak noktalan arasında yapılan
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
161

gözlem karşıla ştırmalariyle doğru olarak biline­


bili r ; nesnelerin görünürdeki büyüklüklerindeki
küçülmeler de, bu yolda yalnız gözün basit şa­
hitliği ile kalınırsa, bu organımızın genel ola­
rak gördüğü uzaklıklar içinde, düzgün bir ka­
nuna göre hareket etmezler [ *].
Pythagoras, gök cisimlerinin her t�rlü yürü­
yuşunu, sisteminin merkezinde güneşi hareket
etmez kabul ederek, ilk açıklıyan adamdır ; böy­
lece yeryüzü iki türlü hareketle vasıflanırılmış­
tır : Biri duyular şekilde sabit bir eksen üzerin­
deki günlük hareketi, diğeri de dünyaya kapılan
ayın onunla birlikte yaptığı hareketle güneş yö­
rüngesinin etrafında başka bir yörüngeyi dola­
şırken, etrafında diğer gezegenlerin aynı şekilde
hareket ettikleri güneşi merkez olarak alan bir
yörünge içindeki yıllık hareketi.
Ama bu pek basit sistem, duyguların doğ­
rudan doğruya şahitliğine çok aykırı düşüyordu.
Gözlemin, yer üzerinde, görünürdeki hareket

[*] On ayak uzakta duran bir adam, yirmi ayak uzakta


duran aynı boyda bir adamdan hiç de iki misli büyük gö­
rünmez. Deneye dayanarak bir nesnenin büyüklüğü üzerin­
de verdiğimiz hüküm, duyumun doğrudan doğruya etkisiyle
karışır, hem de uzaklık burada bize, düşünülmüş bir hükme
da:>anmadan bu nesnenin tabiatını fark etme. uzaklaşmasını
bilme ·mkanını ne kadar çok verirse bu karışma o kadar
çok oıur. Çünkü seçik olarak bilmediğimiz hükümler, ancak
duyumlarımıza karışan biricik hükümlerdir, çünkü bu hü­
küm birkaç yıl sonra görme hükümleriyle birleşir. Ben, bu­
gün daha yakın mesafeden aynı boyda gördüğüm büyük
hayvanları ;Jskiden çok küçülınüş gördüğümü iyice hatır­
lıyorum.

11
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
162

nazariyesini gerçek göstermesi boşuna idi ; insan


bir vapur içinde hiç kımıldamadan dururken,
uzaklaşır gibi görünen vapurun geçtiği kıyılan
<la, bu hızlı yürüyüş içinde sürükleyip giden yıl­
,dızların kendilerini de gösterebilmek boşuna idi.
Elde olmıyan bir hükümle aya, içinden geçerek
�şınlarının gözlerimize çarptığı bir bulut hareketi
vermeye boşuna çalışıyordu ; iyi bir havada yüzen
bir gemide, bu gemi hareketsizmiş gibi, bütün
nesnelerin yerli yerinde kaldığını, tayfanın bütün
hareketlerini yaptığını görmek bir işe yaramıyordu.
Bununla dünyanın hareket etmesi, ne yer nesne­
lerinin izafı duruşu, ne de üstünde yaşıyan hay­
vanların hareketleri üzerine daha ziyade tesir
etmiyeceği boşuna ispat edilmiş oluyordu.
Duygularımızın ve ilk kavramlarımızın hük­
münden çok uzaklaşmıştı ; bu yola bizi zorla soka­
cak olan tanıtlar, henüz bu sistemin feylesofları
boyunduruk altına almasına yetecek kadar kuvvetli
değildi. Bir insanın gururu, bir milletin gururu,
önemsiz bir şey gibi alçaltılmış oluyordu, çünkü
burada onların bildikleri yer yuvarlağının küçük
bir kısmı, dünyanın genel sistemi içine sokulmuş
oluyordu, bu yeni evrenin ucsuzluğu bucaksızlığı
ortasında, papazların da tanrılarının yok olup
.gitmelerini görmekten korktukları anlaşılıyor.
Türlü devirlerde bu sistemin yeniden ortaya
çıktığı, sonra gene ortadan kalktığı görüldü ; en
sonunda da, astronomi, genel felsefeden ayrılın­
ca bu sistem, unutuldu gitti. Astronomların
hadiseleri hesaplarken bu sisteme ihtiyaçları yok-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELER!
16:V.

tu. Üstelik onlar bu sistemi kabul etmekle, yıl-·


dızların görünüşteki hareketlerin, hareketsiz say­
dıkları dünyaya göre hesaplamak zorundaydılar.
Bu sistemin bilim ilerlemelerine yarıyacağı za­
man henüz uzaktı. Astronomlar, bilimleri ol­
dukça yaygın bir hale getirmekten başka bir şe­
ye yaramıyan, papazlar zümresinin düşmanlığım
uyandıracak fikirleri bir yana bırakıyorlardı.
Pythagoras, herkesçe bilinen, bir dik üçgen­
de dik açı karşısındaki kenarın karesi d iğer iki
kenar karelerinin toplamına eşit olduğu teoremi­
ni buldu. Söylendiğine göre, bu buluş, onda,.
önemi yüzünden mazur görülebilecek bir coşkun­
luk uyandırmıştır. Bu buluş, geometriye yeni bir
ufuk açıyordu, çünkü kareler arasındaki münase­
betleri ortaya atıyordu, halbuki o zamana kadar
bu münasebetler, yalnız çizgiler arasında düşü­
nülmüştü.
Pythagoras, bundan başka, bu teoremin ne­
ticelerini inceliyerek, üçgenin, iki kenarı arasında
tam sayılarla gösterilen bir münasebet bulun­
duğunu kabul etmekle, üçüncü kenarın diğer ih
kenarla olan münasebetinin bir ifadeye uymadı­
ğını anladı. Bu işaret, gerçek, bilinen irrasyonel
münasebetlerin, yine de tam sayılarla ifade edi­
lemiyeceği fikrine götürecekti. O, bu teoremin
aritmetikteki mükemmelleşmeye yardım edeceğini
bu anlamda söylemişti ; artitmetik sözünden o za­
man , genel olarak , sayıl ar bilimi anlaşılıyo rdu .
En sonunda bu teoremden, dehasiyle tabiatta her
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
164

şeyin hesap edilmiş kanunlara bağlı olduğunu se­


zen feylesofun gözünde pek değerli olan geomet­
ıinin aritmetiğe tatbikı sonucu çıkıyordu.
Bu teoremi Çinliler de, Hintliler de biliyor­
du : Ama bu teorem, Yunanlıların dehasına bir
ufuk açtığı halde, onlarda dehanın durup kal­
dığı bir sınır olmuştur. Pythagoras'ta bundan
başka aritmetiği musikiye uygulamak, yani ses
aralıklarını sayılarla göstermek, onlardaki musiki
münasebetlerini kirişlerle boruların uzunluğu mü­
nasebetiyle karşılaştırmak fikri de vardı. O,bilim­
ler tarihinin, kendisinde dehanın söz götürmez
özelliklerini gösterdiği ilk adamdır.
Bu feylesoflardan hiçbiri Yunanistan'ın öz
bağrında yetişmemiştir. Hepsi de Asya sömür­
gelerinde doğmuşlardır, Samos'ta doğan Pytha­
goras da İtalya sömürgelerinde yerleşip yaşamayı
tercih etti. Eski Yunan şehirleri, politika kavga­
larına çok vakit ayırdıkları, yabancılarla da daha
az ilişikleri olduğu için, buraya eğitimle geçen
fikirler daha kuvvetliydi. Halbuki pek canlı ol­
mıyan öğrenme merakının orada uyanmasına hem
daha az fırsatlar, hem de bunu karşılıyacak daha
az vasıtalar vardı.

Bu devirde geometriyle astronomi, genel bir


üstünlük elde etmiş görünüyorlardı, ama diğer
bilimler de mutlak olarak yüzüstü bırakılmış
değillerdi. Makara ile vida, pratik alanda Arkhi­
tas'tan önce bulunmuştu. Havalar üzerinde duran
bu otomat kuşun hikayesi, gülünç bir masaldan
başka bir şey değildi ; bu gelenekler, mekaniğin
Phytagoras şakirtlerince işlenmiş olduğunu ispat
ediyor.
İNSAN ZEKA.SININ İLERLEMELERİ
165

Bunlardan Alkmeon'un, ilk olarak, o za­


man saçma inanış yüzünden insan kadavrala­
rının teşrihi yasak olduğu için, dört ayaklılarla
kuşların teşrihini yaptığı, böylece canlı varlık­
ların yapısını tanımak istediği, tabiat olayları
üzerinde ilk olarak onun yazı yazdığı söylenir.
Kesesini doldurmaya çalışmayıp tabiatı incelediği
için Abdera budalalarının delilikle suçladıkları
Demokritos'u tedaviye gönderilen Hippokra­
tos'un onu karşılaştırmalı anatomi üzerindeki
araştırmalarla uğraşırken bulduğu anlatılır.
Feylesofların Yunanistan'a dağıttıkları bilgi
ışıkları, dehalarının meyvaları mıdır, yoksa onlar
şarktan aldıkları bilgileri kendi memleketlerine
taşımaktan başka bir şey yapmamışlar mıdır ?
Yunan tarihçileri, bilinmiyen zamanlardan beri,
daha eskiden medenileşmiş milletlerce bilinen şey­
leri kendisine mal ederek milletlerini okşamak
istemekle suçlandırılmıştır : Daha doğrusu, bu
milli gurur, aynı tarihçileri bu eski milletlerde
papazlarının, hazinesini elde bulundurmakla bö­
bürlendikleri eski çağ bilgeliğine karşı saçma
bir saygı beslemekten alıkoymamıştır, yanlış anla­
miyle alınan bu şişirme de, onların yazılarındaki
bir taraflılığın tesiriyle omuz omuza yürümüş
olsa gerektir.
Başka bir yerde, elimizdeki belgelere daya­
narak, bu milli gururu neyin içine sokmak doğ­
ru olacağını söyledim : Ama Yunan feylesofla­
rını bu uzak, meşakkatli dolaşmalarda göster­
termek için onların, şarklıların derin bilimi üze-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
166

rinde, kaba peşin yargılarını onlarla paylaşma­


larına, tüccarların, denizcilerin şaşılacak hika­
yelerine körükörüne kapılmalarına, bu seyahat­
lerin verdiği otoriteyi kazanmaya can atmalarına
lüzum yoktu. Bundan başka onlar bu yola yüzde:
yüz bilim kaygısiyle sürüklenmişlerdi. Doğrudan·
doğruya Yunanistan'da yapılan astronomi göz­
lemleriyle fizik araştırmalarının, gerek gök ha­
reketleri nazariyesine, gerek fizik olaylarının bil­
gisine, uzun zaman, oldukça geniş bir alanda,.
bir temel sayılmadığı gizlenemiyordu.
Onların, yolculuklarından bu eski çağ kurum­
larında kullanılan gökyüzünü gözleme metodiyk
bu yolda toplanan gözlemlerden burada hiitırası·
saklı kalmış olağanüstü olaylardan başka bir şey
getirmeleri ümit edilnıezdi. Bunlar da şüphe yok
ki, coşkunluklarını körükleyip haklı çıkam1aya
yeterdi . Zayıf bir ümit, birkaç neslin, dar bir
ufkun ötesinde gördükleri bir dünya içine atılan,.
dehalarından başka dayanakları olnııyan insan­
lara, büyük gayretler aşılıyordu. Ama onlar, O·
zaman Y unanistan'ı zenginleştirdikleri bilgileri ger­
çekten bu yolculuklara mı borçludurlar ? Bun­
dan, bugüne kadar şüphe edilegelmiştir ; burada
Pythagoras'ın ortaya attığı dünyanın doğru sis­
temi fikri bir yana bırakılırsa, din bilgilerini aşan
hiçbir şey görülmez. Ama Pythagoras'a dik üçgen
özelliği bildirilip de Yunanlllarınkine pek üstün
olan ondalıklı sayma ilkelerinin ondan gizlenmiş
olmasını, dünyanın doğru sisteminin kendisine­
açılıp da ay tutulmasını hesaplamanın ampirik
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
167

metotlarının gizlenmiş olmasını akıl alır mı '! Ya­


nmyamalak hakikatler, halktan asla gizlenmiyen
'bir kısım astronomi bilgileri bir yana bırakılırsa,
feylesofların bu şarlatanlardan hiçbir şey öğren­
nıediklerini, geri kalanım da yeniden bulmak
akıllılığını gösterdiklerini düşünmek daha <loğru
·olmaz mı ?
Biz, Yunan felsefesinin bu ilk zamanJarında
mutlak olarak hür, her türlü saçma inanıştan
kurtulmuş, hükümetlcrin her türlü tesirlerinden
·sıyrı mış, hoca için hakikatler yaymaktan, insan
-yetiş�irmekten başka maksat, talebe için bilgi edi­
nip erdemlere hazırlanmadan başka yol gütmiyen
·bir öğrenimin ilk, hattft biricik misalini görüyoruz.
Feylesof, okuluna yalnız girmeye lıak kazan­
mış olduklarına inandığı insanları alır, alırken
de mutlaka sıkı denemelerden geçirirdi. Talebe­
lerine yalnı� tabiat bilimleri üzerinde kurduğu
·doktrinin sistemini öğretmekle kalmaz, onları dü­
şünme sanatında da yetiştirirdi. Gerek ortaya at­
tığı düsturlarda, gerekse bu yolda tartışmaya alış­
tırarak evrenin kökü, genel kanunları üzerindeki
·düşüncelerini onlara bildiri r ; ama bahtiyar, bilge,
görevlerine candan bağlı olmak için tutacakları
ilkeleri de açıklardı. Feylesof, bu ilkeleri canlı,
dokunaklı vecizeler halinde ortaya koyardı ; bun­
lardan genel olarak adalet, insanlık dersleri de­
ğil de gidiş kuralı olan birçok ilkeler, daha sonraki
zamanlarda da yaşamıştır, bunların da birtakımlan
şiddetli bir ahlftk olmaktan ziyade becerikli bir poli­
<tika haline gelmiştir; feylesoflar, talihin liituflarına,
İNSAN ZEIKASININ İLERLEMELERi
168

felaketlerine karşı kayıtsızca davranmayı, acılan,


ölümü, kimi zaman tabii duygulan bile küçüm­
semeyi insanlara aşılamak isterlerdi. Bütün ahlak
bozucu eğilmeler karşısına vicdan rahatlığını, hele­
insan zaaflarının üstünde görünme gururunu ko­
yarlardı. İnsanın kendi değeri üzerine bir nevi
sertlikle kurulan ruh kuvvetine dayanmak, o za­
man bu pratik felsefenin asıl karakteriydi. Ama,
coşkun duygulardan da yardım gören düsturlar,
öğütler bu eğilip bükü"mezliği zayıf ruhlara ka­
zandırmaya her zaman yetmezdi. Burada hoca,
istiyerek sıkıntılara katlanma alışkanlığı ile, ken­
di kendilerine yaptıkları gittikçe daha çetinleşen
çalışmalarla, kuvvetlerini denemek için kör nefis­
leri üzerinde elde edilen zaferlerle kuvvet ka­
zanmayı talebelerine öğrefrdi. Bu okullarda öğ­
retilen, bilim değil, ahlak sanatıydı, insanın fi­
kirlerinden, bilgilerinden çok, karakteriyle, hare­
ketleriyle bu sanattan faydalanacağı ispat edilirdi.
Okulun hocası, umumiyetle en çok göze çar­
pan şakirtlerinden birini seçerek, yerine geçmek
üzere gösterirdi, yerine geçen de hocasının doktri­
nini devam ettirir, geliştirirdi. Ama diğer şakirt­
lerin başka yerlerde açtıkları okullar da gene ilk
kurucunun adiyle ün alırlardı.
Bu okullar, başlıca iki sınıfa ayrılır. Thales,
lonia okulu denilen okulun ilk kurucusu tanın­
mıştı ; diğeri, kurucusu Pythagoras olan okul, İtalya
okulu adını taşırdı, çünkü bu feylesof. birinci
okulunu Kroton'da açtı, şakirtlerı de en çok
İtalya'ya, Sicilya'ya dağıldılar.
İNSAN ZBK.ASıNıN İLERLEMELERİ
169

Burada tarikat değil, okul diyorum. Tari­


kat sözü, sonunda felsefeyi aralarında paylaşan,
ıkavgalariyle şöhret kazanan, birtakım inanış düs­
turları kabul eden okullara daha uygundur.
İonia okulları ile Pythagoras okulları ara­
sında genel bir karakter ayrılığı vardı. İonia okul­
larında daha büyük bir bağımsızlık, daha az
sertlik, biraz sönük de olsa, daha şahsi bir fel­
sefe, rahatlık aramak, tabiat olaylariyle, bilim
hakikatlariyle uğraşmak için yeryüzünün geçici
menfaatlerinden daha çok uzaklaşma göze çarpar.
Burada devlet işlerinden sakınma öğüdü, yalnız
tutku ve şöhret dolayısiyle değil, vatan ve hür­
riyet sevgisine varıncaya kadar kendini gösterir.
Pythagoras o kullarında her şey, bir katılık dam­
gası taşırdı. Şakirtler her türlü hayvan etine, kuv­
vetli içkilere perhiz zorunda idile r : Üstün merte­
bede hakikatlerin bilgisine erişmek için, bir dene­
me olarak, uzun yıllar süren ciddi bir susma ge­
rekiyordu. O zaman kendi ailelerine bahtiyarlık
verecek, başka ailelere düzen, esenlik getirecek,
şehi rleri hürriyete çağıracak, tiranlığı tepeliyecek,
milletlere bilgeli, adaletli kanunlar verecek in­
sanlar yetiştim1ek isteniyordu Pythago ras, raha­
tı, bağımsızlığı, canlı, iyilikçi felsefeni n erkek­
çe gururunu diğer insanların bahtiyarlığında bu­
luyor, bu uğurda çalışmalardan geri kalmıyordu.
Pythagoras, Hindistan'da, bir din ilkesi ola­
rak kabul edilen hayvan etine perhizi bulmuş,
bu adetin millet töreleri üzerindeki mutlu tesir­
Jerini görmüştü. Kan aktığını görmemeye, ken-
iNSAN ZEKASININ iLERLEMELERİ
170

dini koruma gibi haklı bir sebep olmayınca hay­


van öldürmeyi barbarlık saymaya alışmış olam
Hintliler, öldürmeyi korku duymadan düşünemi­
yorlardı. Öldürmenin verdiği o karşı durulmaz
tiksinme duygusu, denilebilir ki, onların iradele­
ri üstünde, beden yapılarının bir neticesi haline:
gelmişti, bu yüzden pek yüz kızartıcı bir kölelik
altında, kanunları yumuşaktı, töreleri insanca,.
rahat törelerdi.
Feylefos, zaferden, h ürriyetten sarhoş olan
savaşçı bir millette, ölümü küçük görmeye, sade:
erdemlere, tiranlığa karşı amansız düşmanlığa.
alıştırmak i stediği insanlarda, insanlığın yenilmez:
denecek kadar derin bir duygu haline gelmesine,
iradelerinin bile bu duyguya kolay kolay hakim
olamamasına ne kadar ihtiyaçları olduğunu, ken­
disinin öc ve öfkeye karşı koymak için değil,.
doğrudan doğruya, çetin bir iş uğrunda, daha·
açık, daha haklı bir zorunluğa boyun eğmeleri
gerektiği zaman, ruhlarının bütün kuvvetini on­
lara açması gerektiğini anladı. O, insan kanına
beslediği saygı, kanunlarının, törelerinin ilk te­
meli olmayınca, bir milletin güclü kuvvetli olsa
da, felaketli bir ahlaksızlığa, barbarlığa düşece­
ğini, bu ahlak bozukluğunun da tez elden ken­
disini körükörüne kanlı bir köleliğe sürükliyece­
ğini biliyordu.
Pythagoras, bu adeti kendi okuluna getirmek­
le kalmadı, onun Hindistan'da üzerine dayandığı
fikri de getirdi : Öldükten sonra hayvanların
bedenlerine geçen insan ruhlarının sonsuz olarak
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
171

yaşadığı, ama kendi kendilerinin yabancısı oldu­


ğu, her bayatta, fikirlerden, içinde bulunduklan
-0rganik vücutta onların birleşmesinden doğan
-eğilimlerden başka bir şey bulunmadığı inanını
getirdi.

Bu fikir, yalnız bedenin dağıl ı şın dan sonra


ıkalan, duyumlar almaya, istekler beslemeye el­
'verişli monadın (*] tabiatın genel bir ka n ununa
:göre, belli birtakım hal ve şartlarda ayrı münase­
ibetleri olan organik bir vücudun tabiatına göre,
'büyük, yahut küçük ölçüde, yetilerini kullan­
odığmı kabul eder. Bu faraziyelerden bir tanesi­
'llİn bile imkansız olduğunu kimse ispat edemez,
-elimizde bunların hakikate uygun olup olmadı­
;ğını bilecek hiçbir vasıta da yoktur.

Belki Pythagoras da bu fikre ancak bir yarım


�nanış göziyle bakıyordu. Belki de bu doktrin,
henüz tam bir güven kazanmamış olan şakirtleri
içindi, belki insanda da, hayvanlarda da duygu
ve düşünce ilkesinin aynı tabiatta olduğu, insan­
larla hayvanların, ayn ayrı derecelerde, aynı yeti­
.leri olduğu ilkesine dayanan daha basit, daha
doğru bir doktrini içinde gizliyordu. Demek olu­
yor ki, bizim gibi acıyı, hazzı tadabilen varlıklara
şiddet göstermeden, içimizdeki tabii acıma duy­
gulariyle adalet temellerini zayıflatmadan, bar­
barca davranmamıza imkan yoktur.

(*} Burada monat sözünü, tek varlığı göstermek ıçın


'kullanıyorum ; böylece monat, ben bütününe giren herhangi
bir varlık oluyor.
" · İNSAN ZBKASININ 'İLERLEMELER!
17:?

i talya'daki, Sicilya'daki Yunan sömürgeleri,


bir kere daha kauunculanru Phytagoras okul�
içinden seçiyorlar; burada her zaman kanlı bir
şekilde yıkıldıkları halde, hiç arasız yeniden or­
taya çıkmaktan geri kalınıyan bu gelip geçici
tiranlıkları yıkan adamlar meydana atılıyorlar.
Bir tiranın - uzun zaman rahatça büküm sürüp
soydaşlariyle oynamasına meydan vermiyen - bu
insanlara katlanamayıp okullarinı ateşlediği, to­
punu birden öldürttüğü söylenir. Şurası bir ger­
çektir _ki, Pytbagoras'tan pek az sonra, bir zaman­
lar o kadar . parlayıp ün salan büyük Yunanistan'
da izi bile kalmf!mıştır ; bir aydınlar mezhebin�n�
saçma . inanlar yaymak, felsefe metotlariyle a hlak
ilkeleri yerine büyü işleriyle mistik işleri koymak
için Pythagoras'la birtakım şakirtlerinin adlarım
_
kötüye kullandığı zamana kadar, yalnız birtakım
insanların, mesela Sampolu Aristarkhos'la Philo-
1aus'un onun astronomi sistemini, değerlerinin,
mesela Epaminondalan meydana getirme şerefini
kazanan adamın, onun felsefesini candan kabul et­
tikleri görüldü. Pythagoras'ın hocası Pherekides,
aşağı yukarı zamanımızdan 2340 yıl önce, Ho­
meros'tan üç yüz yıldan fazla bir zaman sonra,.
nesir halinde derli toplu eserler veren ilk adam
olarak tanındı. Şiirin artık pek yüksek bir dereceye
ulaştığı, mısra dilinin büyük bir parlaklık, kuvvet,
renk, ahenk el de ettiği bir çağda, Yunan nesrinin
kısa zamanda, içinde gizli olan her türlü mükemmel­
liğe varacağı tabii idi. Bununla beraber s�nk;i nes­
rin çocukluğu, şiirin çocukluğiyle çağdaşmış · gibi
lNSAN ZBKASINJN lLERLEMEi.:ER1
17:!
' ·

nesirdeki ilerlemeler de ağır olmuştur. Ama nesir


diye , kabul edilen .:setler, yalnız şiir sanatının zi­
hinlere pek sıkı
· d i zgi nle r vurduğu eserler değil,
şiirdeki hareketlerin, coşkunluğun fikirlerdeki düz­
gün yürüyüşe, belginliğe aykırı düştüğü eserler­
d i.. Şairlerin üs!Qbuna çok yaklaşan bir nesir;
ne felsefe araştırmalarında, ne tarih, ne hatiplik
tartışmalarında kulianılmazdı.
Ük Yunan nesircileri sert, soğuk sanatçılardır,
en eski , hati plerden biri Androklides'te kendisin­
den sonra Yunan belagat dilini meydana getiren
marifetler, hareketler, şekiller görülmez.
İ nce, ahenkli Herodotos, açık, asil bir dille
anlatır; ama o, ne olayları, ne insanları resmet­
mez; onda milletleri, dev irleri karakterlendiren
bu ana çizgiler; ahlakla siyasetin derinlikleri üze­
rine bol bol ışık saçan bu neticeleri aramak bo­
şunadır. Onun eseri, her şeyden önce, kendileri­
ne pek yakın barbar milletlerin oldukça bilinen
tarihleri üzerinde bile Yu nanlıların ne kadar
az bilgileri olduğunu, coğrafya bilgilerinin ne
kadar dar sınırlar içinde sıkışıp kaldığını ispat
eder. Tarihçi bu kadar kolay inanıverirse, diğer
insanların nasıl inanacağını artık siz düşünün.
Kendine güvenen büyük bir saflıkla anlatılan bu
bir sürü şaşılacak olaylar, o zaman genel akıl
ilerlemelerinin ne kadar zayıf olduğunu, aydın
i nsanlar kalabalığının tabiat olaylariyle, tabiat
kanunları üzerinde henüz nasıl bir bilgisizlik içinde
yüzdüğünü açıklar ; felsefe d üşüncesinin okul sınır­
larını henüz ne kadar aştığı görülür.
iNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ

Yunan şiirinde veznin temeli, hecelerin sa­


yısı değil, süresiydi ; sesler değil, geçen zaman
hesaba katılırdı ; kulağı okşıyan, aynı seslerin
ölçülü tekrariyle kuvvet kazanmak ihtiyacı olmı­
yan bu vezin, bir defada büyük bir çeşitlilikle
.daha geniş tesir imkanları verir. Ama bu veznin
<liğer iyi bir tarafı da dile daha sabit, daha göze
.çarpar bir eda vermek, ister uzun, ister kısa ol­
:sun, yalnız orta değerli hecelerin sayısını azalt­
maktır. Böylece, nesir, yalnız daha içli bir ahenk
.kazanmakla kalmıyor, konuşma, daha ince, dil
.daha gür sesli oluyor ; aynı kuvvette sesler da­
.ha iyi işittirilebiliyor; sese karışan sağır gürül­
tüler daha kolayca ortadan kaldırılıyor ; kulağın
.kelimeleri tanıyacak bir vasıtası daha oluyor.
Hesiodos, masallar anlatmış, birtakım ahlak
düsturları vermişti. Homeros'un iki destanı, yarı­
sı tarih olaylarının, yarısı şaşılacak olayların hi­
kayesinden başka bir f.CY değildi ; hatta onun
Alkinous şairine kondurmak istediği kusura ba­
·kılırsa, her ikisinin de önceki eserleri örnek tut­
tuğu anlaşılır. Şairler, lir çalınırken şiirlerini
'Okurlardı, onların şiirlerini ezberlemiş olan rap­
sotlar, şehir şehir dolaşırlar, karşılığında, şa­
irin ününe, yahut muzıkacının ustalığına göre
bir ücret alarak bu şiirlerden parçalar söylerler­
.di. Aradan çok geçmeden, altılık mısra ölçüsü­
nün de, uzun hikayelerin de mnzıkaya uymadığı
.anlaşıldı ; bu sanata karşı bir tutku ile bağlan­
ma zevki, Yunanlıları eserlerinin şekliyle, geniş­
liğiyle, fikirlerin, duyguların, hayallerin seçilişiy-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
1'75

le, üs1ı1bun haraketleriylc, mısraların çok deği şik


ölçüsiyle, dizilişiyle, musikinin tesirlerine yar­
dım eden bir şiir nevini işlemeye götürdü. Mu­
siki de şiirin deyimlerine, güzelliklerine yeni
bir bayat, yeni değerler katıyordu.
Lirik adını taşıyan bu nevi, ilahilere, savaş
türkülerine, kahramanları, gimnazyum oyunların­
da kazananları övmelere, aşkın hazlarını, acıla­
rını , kaygılarını, kıskançlığın iç sıkıntılarını, şeh­
vetin cazibelerini anlatan şarkılara ayrıldı.
Thyrteus'un, Stesikhorus'un, Alteus'un, Sapho'
nun, Anakreon'un odları, Pindaros'la sona eren
bu devrin malıdır.
Ispartalıların Messenia'lılara karşı kazandık­
ları zaferleri, Atinalılarca ruhani başkan olan
Apollon kahinine alaylı bir itaatle gönderilen
Thyrteus'a borçlu oldukları anlatılır. Şairin şar­
kıları, Lakedemonialıların üst üste bozguna uğ­
rıyan kuvvetlerini ayaklandırıyor. Bu bir masal­
sa, hem Yunanlıların zafere karşı gösterdiği du­
yarlığı , hem de musiki tesirleriyle birleşen şiir
tesirlerinin gücünü anlatan oldukça eski bir ma­
saldır. Bu kahramanlık şiirlerini yazan şairlerin
eserlerinden bize ancak bazı parçalar kalmıştır;
ama eskilerin 3öz1eri, bize bu şiirleri Pindaros'­
unkilere üstün şiirler diye gösterse de, bunlar
arasında bir barbar şairle hemen hemen sanat
mükemmelliğine ulaşmış şair arasındaki farkı asla
belirtmemiştir. Bundan başka Homeros'la Pindaros
arasına konulunca, bu şairlerin her ikisinden de
o kadar uzak kalabilmiş olmaları imkansızdır.
iNSAN ZFıı.ASININ İLERLEMELERİ
1'76

Anakreon'un şehvet terennüm eden türküleri,


bizim için tabiilik, latiflik, vezinlerde, tasvirler­
de tatlılık gibi değerler taşır. ilk olarak burada,
bahtiyarlığı duygu zevklerinin sessiz, ölçülü se­
vinci içinde bulan bir ahlak görülür. Burada aşk,
yalnız bu ahlaka daha çok inceliklerle daha do­
kunaklı güzellikler katmak için kendini gösterir.
Bundan başka Anakreon, kendisinde, bugün nük­
te dediğimiz şey bulunan ilk şairdir ; bu da ye­
rinde bir allegori ile, sevimli bir hayalle, basit
:ıma gerçek, o zamandan beri de pek orta malı
olan düşünceleri söylemek demektir.
Sapho'nun parçaları, insanda tutku uyandırır ;
ondan önce hiçbir şair tutkuyu, bu kadar gerçek,
canlı anlatmamıştı, hatta onun yolundan gidenler­
de bile, bu ateşli,bu derin duyarlığa eşit hiçbir şey
kalmamıştır. O zaman acının anlatılmasına ay­
n bir vezin ayıran yas şiiri de işlenmişti. Satirci
Arkhilokus, iamboslu mısraı bulmuştu ; daha hız­
lı, pek yumuşak, bir dereceye kadar pek şairce
olmıyan, nesre altılıktan çok daha yakın olan bu
mısra, gündelik dile ondan çok yaklaşması gere­
ken şiir nevilerine çok iyi uyuyordu.
Atinalılar, artık dram şiirini biliyorlardı. Ki­
şilerin söylevlerini, hareketlerini taklit eden gül­
dürücü bir macerayı göstermenin basit bir hika­
yeden daha çok eğlendirieceğini düşünmek tabii­
dir. Çünkü, Tanrılara eş Koeneus'un söylevlerini
size anlatacağım v. s. dedikten sonra. kahrama­
nın yerine bu söylevi söyliyen adam ilgiyle dın­
leniyordu. Bir insan yalancıktan kendini kahra-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
1'7'7

manın kendisi olarak gösterirse, sonunda : Koe­


neus bunları söyledi, onu din/iyen ihtiyarlar da
karşılık verdiler v. s. diyecek yerde, onun etra­
t!nda yer alan diğer birtakım insanlar, aynı' kar­
şılığı şarkı ile verirlerse, bu adamın çok daha
candan dinleneceğini tahmin etmek kolaydır. B u
hikayeleri, geçimlerini sağlıyacak her günlük bir
iş edinen marifetli insanların, menfaat duygusiy­
le olduğu gibi şeref duygusiyle de dinleyicileri
çoğaltıp kendilerine bağlıyarak vasıtaları mükem­
melleştirme sevdasiyle çalıştıkları bir memlekette
bu gibi sanatların doğmamasına imkan . oktu.

Ama, gerek sanatlardaki ilerlemeler, gerek


musiki ve taklit sanatlarındaki ilerlemeler, baş­
ka bir zamanda görülmüştür.

Hemen bütün Yunan devletlerinde, artık ana


kanunlar, Roma kudreti karşısında ortadan sili­
necekleri zamana kadar kaybetmiyecekleri şekli
almışlardı. Sicilya'da, İ talya'da, tiranlığa dönüş­
ler, Yunanistan'da, olduğundan daha sık, daha
devamlıydı, burada komşu kentler, tiranlığın yı­
kılışını önlemeye de, sınırlandırmaya da daha
kabiliyetliydilcr, burada bir milletin hürriyeti için
harblerin, yabancı ittifakların aynı derecede teh­
likeli .>lan tesirlerinden korkulmuyordu. Küçük
Asya kıyıları üzerinde, komşu adalarda, Lidya
İ mparatorluğu ile lran İmpratorluğunun tesiri,
tiranlığa yardım ediyor. hürriyet sevgisini azaltı­
yordu. Kah barbariarca kendilerine boyunduruk
ıı
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERi
178
vurulan, kah kendilerine kanunlarını korumak
müsaadesı verilmek şartiyle bağımsızlıklarını ıe­
da etmeye katlanan, bir tirandan kurtulmak için
kıralları yardımlarına çağıran, · ahut bu tiranı
onların ellerinden alan bu devletler, Yunanlıla­
rın karakterini, cesaretim, zekasını ancak ; öyle
böyle elde tutuyorlardı. Milli deha burada kuv­
vetten düştü, töreler soysuzlaştı. Kabiliyetlerin,
felsefenin o zaman daha çok asıl Yunaniscan'da
toplandığı anlaşıyor. Yunanistan'ın yürüyüşü, sö­
mürgelerinden ayrılmış, daha büyük bir kütle
içinde olduğu için, baştan daha ağır olmuştu ;
ama yine aynı sebepten bu yürüyüş, daha basit,
daha sağlam olacaktı. Hemen bütün anayasalar,
hem demokratça, hem teokratça anayaslardı, yani
bütün millet, 6erçekten egemendi, ama Atina
bir yana bırakılırsa, bazı devirlerde, vatandaşların
topunun birden bütün haklarına kavuştuğu bir
kent, uemen hemen görülmez kanunlar koyma
hakkıyle, idare, adalet işlerini yerine getirme hakkı,
hemen her yerde birtakım sınıfların, başkent
yaşarlarının elindeydi.

Bitakım anayasalar, seçimler, pek önemli işle.


için karar vennede halkın büyük bir etkisi var­
dı ; memurluklar, pek kısa bir zaman için ven­
lirdi ; imtiyazlı sınıflar, büyük bir ikba. iüşkün­
lüğüne kadar inerlerdi , diğer anayasalarda, hal­
kın etkisi, denilebilir ki, yalnız bu büyük refor­
maların devrinde, olanüstu hal ve şartları ka-
İNSAN ZEIKA.SININ İLERLEMELERİ
17!>

bul eden kanunlarda kendini gösteriyordu. Daha


önemli memurluklar, daha uzun bir zaman için
veriliı , yahu . pek kalabalık olmıyan bir sınıfa
bırakılırdı.
Her şehirde, zenginler partisi, bu son nok­
taya yaklaşmaya, halkın partisi de bu noktadan
uzaklaşmaya çalışırdı. Bu iki çeşit anayasanın
yürütüldüğü şehirler, diğer şehirlerde aynı ilke­
leri tutan partiye yardım ediyorlardı. Yunanis­
tanda yavaş yavaş, biri her yerde cumhuriyet
eşitliğinin kökleşmesini, diğeri de her yerde aris­
tokrasinin hüküm sürmesinı istiyen iki büyük
cepheye ayrılıyordu. Artık Yunanlıların, genel·
olarak, tek bir şefin, yabancı bir tesirin kendile­
rine verdiği yahut desteklediği şeflerin otoritesine
boyun eğmeyince hür olduklarına inandıklarım
söylemiştim. İ nsanın tabii haklarına aykırı olan
kanunlar, eğer cumhuriyetçi şekilleri bozmaz­
larsa, ,anı tersine bunları elde tutmaya yardım
eder göründükleri zaman zihinleri isyan ettirmek
şöyle dursun, vatanın istediği fedakarlıklar gibi
görünüyorlardı. Böylece kanunun ev hürriyetini,
baba şefkati haklarını çiğnediğinden, önemsiz
hareketleri devlet kuvvetinin ince mürakabesine
bırakıp bu hareketleri ahlak ve politika düşünce­
lerine göre düzenleyip korumasından ; en sonra
aynı ailelelerde zenginlikleri devam ettirip birik­
tirmekten, zevklerden ve lüksten ayrılan şeyi hırs,
serbestçe kullandıkları �aman baştan çıkardığım
görmekten şikayet edilmiyordu. Onların ya�alan
bize her zaman yalnız kanunun meydana getirdiğiı
İNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
180

suçlan, keyfi olarak vurulan zincirleri, en sonra


gidiş veya rejim düsturlarını, ancak fertlerin ser­
best akıllarının tiranlıklarından başka bir tiran­
lığa dayanamıyacakları için kanun otoritesiyle
desteklenen tedbir veya bilge öğütlerini gösterir.
Hüküm süren insanların gerek anayasa ira­
desiyle, gerek halk nüfuziyle gerçek bir despo­
tizm yürütmek için bu durumu ne kadar kötüye
kullanacakları ; daha akıllıca davranan vatandaş­
lar haklarını tanımayı öğrenirler, yalnız kanun­
lara boyun eğmeyi, yalnız kanunlara geniş ölçü­
de saygı gösteren insanlarca idare edilmeyi is­
terler korkusiyle, sözde bir hürriyet uğrunda taş­
kınlığı körüklemede ne kadar çıkarları olduğu
anlaşılır. Aydın olmaktan ziyade gururlu olan
millet, devlet görevlerinde eşitliği bir haktan çok
bir şeref olarak, yahut da paylaşmaya değer bir
yararlık olarak haykırıyordu. Bu, insanın tabii
haklarının korunması değil, ama topluluğun ga­
yesi olan siyasi kurulun refahıydı. Topluluğun
o rtaya attığı şartların haklı, hatta eşit olup olma­
dığı değil, bunların topluluk bağımsızlığını, za­
ferini adayıp adamadıkları araştırıldı.
Burada kanun koyma hakkını, yahut kanun­
ları birçok meclislere bölünen milletin kabulüne
sunma hakkını bir temsilciler meclisine bırakan
birçok şehirlerden meydana gelme tek bir devle­
tin izi bile görülmez.
Hatta bu kurumların fikri bile Yunan ru­
hundan o kadar uzaktı ki Rodos adasının tek
bir cumhuriyet meydana getirmek istiyen üç şeb-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
181

rinde oturanlar, yeni bir şe h i rde bi rl e şm ek ıçın


bu şehi rleri terk etmekten dah:0• basit çare bula­
mamışlardır.

Lykia cumhuriyetinin, ilk anla�maya göre


muhtelif şehirlerin üçer, iki � er , yahut yalnız b ir
tane seçerek göndcrdiklerı milletvr ki l l e rin den ku­
rulan bir halk meclisi va rdı ; ama her şe h rin öz
kanunlarına bo yun .:ğdi ği , bunları ancak Ar­
kadlılann, Etolllilerin, Akhalılann bi rl e ş ik ;um­
lmnyctinin kongresı gibi bir kongreden al dığı
anl aşılıyor.

Zengınliğe göre tayin edilen vergilerl e bir


çeşi ondalık. yabancıların ödedi k l e rı �aksitier,
dışardan gelen mallardan alınan bir nevı güm­
rük, boyun cğdirdiklerı şehirlerden, adal ardan
alınan haraçlar, gene, gi de rl ere ayrılan gelir kay­
naklan idi. B i rtakım şehirlerin mülkleri vardı :
Atina'nın elinde maden ocakları vardı ; ço' yayıl­
mı, biı adete göre, tahmin edilen bir servetin yıllık
vergi n ispeti , çok varlıklı sınıflarda pek büyüktü.

Kuvvetli bir komşunun hırslı başarılarına -

batta kendilerı tehdit edilmeseler de - kar şı koyma­


dan ibaret olan bu politi k a , o zaman Y una nıs­
tan'da kökleşmişti. lsparta ile Mes seni , arasındaki
barbcie, Atina ile Thcbai'nin nfüuzu, M es sen ia
şehrini kurtarmadı ı se de, hiç o lmazsa , Make­
donya tiranlığının bütün Mora'ya 'ayılrnasma
engel oldu. Ati na ile Lakedemonia Thebai'nin
bütün Beotia üzerinde mutl ak bir egemenlik el­
<le etmesinin önün � geçtiler.
iNSAN ZEIKASININ İLERLEMELER?
182

Eğer Lakedemonia'nın Messenialılara karşı gös­


terdiği barbarlıkla ilk kutsal harbde birleşik şe­
hirlerin gösterdikleri barbarlık bir yana bıra­
kılırsa, bir Yunan şehri, başka bir şehre bağlı
olmakla ,idarecilerini tayin etmek, öz kanunla­
riyle idare edilmek hakkını kaybetmezdi ; ama
yenen millet, onu yalnız kendisiyle birlikte barb·
veya barış yapmaya zorlar, kuvvetlerini gelirle­
rini istediği gibi kullanır, kimi zaman da ona
kendi benliğine uygun, kendi egemenliğine elve­
rişli bir anayasa kabul ettirirdi : İ ranlılar, Lake­
demonia'lılar, hatta Romalılar hep böyle ha­
reket etmişlerdir. Rodos, yalnız Augustus'un,
Lykia da yaldız Vespasicnus'un egemenliği altında
bir il haline sokuldu. Hürriyet havasını kokla­
maya alışmış olan bu insanları ya ortadan kal­
dırmak, · a kölelik rejimini onlara göre ayarla­
mayı bi1mek lazımdı. Kahramanlık zamanlan
sertliğini hemen tamamiyle kaybetmi. olan töre­
ler, bu ilerlemeyi kanunlardaki yumuşaklıkla şii­
re, musikiye, tiyatro, gimnazy:ım oyunlarına bes­
lenen çılgınca hevese borçludurlar.
Kanunlarla kurumlar, kanunculann da tıpkı
feylesoflar gibi kan korkusunu aşılamak, insan
hayatına saygı göstermek, her türlü gaddarlığa
kin beslemek, hor bakmak zaruretini duyduklarını
ispat eder. Ku�ların gözlerini oymaktan vahşice
zevk duyan bir çocuğu ölümle cezalandıran yük­
sek cinayet mahkemesinin bu hükmü, eğer masal­
dan başka bir şey değilse, bu kanaatin ne kadar
kökleştiğini, eğer doğru ise, bu kanaatin kimi
lNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
183

zaman aşın bir dereceye vardırıldığını açıkça


gösterir. İstemiyerek adam öldürmeyle, yahut
adaletin cezalandım1aya imkan vennediği öldürme
yüzünden suçlu olan insanların pişmanlık duy­
malarının sebebi buydu, bir kızgınlık anında,
Merhamet Tanrısına ayrılan sığnaklara saldırdık­
ları zaman, milletlerden bu fidyele rin zorla alın­
·dığı görüldü.
Hayatını kaybetmeye mahkum olan Atinalı,
·hapishanede, ailesiyle dostları arasında, kendisi­
ne en kısa bir zamanda, acı çektirmeden bir ölüm
vermek üzere hazırlanan zehri içerdi. Onun ce­
zasına , tabii, istiyerek bir ölüm görünüşü veri­
lirdi. Suçludan, acılarını artıracak aldı rışsız, ya­
hut düşman gözler, vatandaşlardan da kalblerini
katılaştıracak böyle manzaralar uzaklaştırılırdı.
Rodos'ta idamlar şeh rin dışında yapı l ırdı, bunların
halkın bakışlarım incitmesinden korkuluyordu. İ n­
·sanları, bir törene, yahut bir temaşaya çağırır gibi,
ceza törenine çağırma fikri, Yunanlılara duygusuz,
•budala , barbar bir ruhun i ğrenç bir sayıklaması
olarak görünüyordu . Saçma inanışl ar, yumuşak,
kutsal kanunları bozuyordu. Böylece mihraplara
sığınma, cezasızlıkla suçu teşvik ediyor, yahut bar
barca inceliklerle şiddetlendirmiş oluyordu. -Ama
yine bu yanılmalar harb ruhunun, zümre kinlerinin
yırtıcı b ir hale getirdiği töreleri yumu ş atabilen
.�eylerin ön emin i de ispat etmektedir.
Yunanlılarda eşitliğin verdiği bir ruh yük­
menfaat yüzünden başka bir insan
�ekliği, korku,
önünde eğilmeye zorlanmıyan bir insan gururu
iNSAN ZEKS.SININ İLERLEMELER!
184

görülür. Bu gurur, onları, kötüleyici bir iftira


ile kendi seviyelerine indirmeye, şerefinı gölge­
de bırakamadığı zaman da kendisini ortadan
kaldırmak için çalışmaya değil, erdemleri, kabi­
liyetleri, hizmetleri bütün kafalarda yer alan,
adı dillere destan bir insana yükseltiyordu. Tesa­
düfle hürriyetlerine kavuşacak olan gönüllü esir­
lerin bu duyguları, daha anlayışsız insanlarda
binde bir görülür. Aristides'e doğru unvanının
verilmesini dinlemekten bıkıp usanmış olan Ati­
nalı, adım yazmayı bilmiyordu. Hürriyet kıskanç­
lığı, ostrakizmi tasarlamışsa da cumhuriyetçi gu­
ruru, bunu doğrulıyarak şerefli bir hale getirmek,
haksızlığını örtmek istemişti. Bunun yokluğu şüp­
helerı ortadan kaldırmaya yetiyordu ; devletin
ihtiyacı olduğu zaman, sürülen için olduğu gibi
düşmanları için de aynı derecede şerefli olan bir
emniyet duygusu, onun geri çağrılmasını emre­
diyordu. Kendiliğinden adaletsiz olan bu kurum,
sosyal sanatın henüz çocukluk çağında olduğunu
şüphe götürmez bir şekilde ispat eder, çünkü bu
sanatta bir vatandaşın hürriyet için tehlikeli ol­
masına, yahut öyle görünmesine engel olacak
başka vasıta yoktu, buna de tesirli bir çare göziyle
bakılıyordu ; ama bu nokta da, halk ruhunu va­
sıflandıran yükselme ve yumuşaklığın bir işare­
tidir.
Doğuşun verdiği gurur, cumhuriyet törele­
rine karşı koymuştu ; ama bu bir Tanrının, bir
kahramanın soyundan gelmenin verdiği gururdu,
site zümreleri ortasında, ilk kökünü masal için-
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
185

de ünlü bir kişiye çıkaran bir oymaktan olma­


nın gururuydu. Bu gurur, tehlikeli o lmaktan
ziyade gülünçtü ; bu gurur, hiçbir hak vermediği
gibi, hiç k ün senın de unvanları ınkar etmeye
hakkı yoktu ; görülüyor ki bu gurur, ayn ı dere­
·cede. onunla övünecek kadar budala olan bir
insanın gururuydu. Herkules'in yahut Theseus'
un so yu n dan gelmek için buna inanmaya karar
vermek yetiyordu. Zenginlik üzerine temellenen
eşitsız lik . ku dre t gur u riyle karışan başka bir
aile gururu doğurmuştu ; bu da halkın öfkesinı
uyandırıyordu ; en sonunda da halk ruhunun
bozulması sebeplerinden birı olacaktı. Bu devirde
erdemin, akıllıca bir hoşgörıne ile, bilerek gösteri­
.ten bir ıncelikle, birbiriyle kaynaşan duyar lık ve
kuvvetle, saf il kelerle, sessiz bir sebatla, adalete,
akla güvenme ile beraber yür üdüğü , yalnız bilgi
dşıktarı h ürri yetl e birleştiği zaman varlığını göster­
diği görüldü. Aristides bu türl ü bir erdemi bize
hu çizgileriyle ilk bildiren adamdır. Düşünmeyle
kemale eren. vazife ve adaletin belgin fikirle­
riyle ı dare edilen ruhun bütün iyiliği, bütün tabii
.gücü onda görülür.

Bununla beraber. Yunanlılar gene hürriyet


.al ışkanhğiyle bilgi ışıkları sevgisinin �örelerine
verdiği yolu tutacaklar, insan soynunun ahlak
mükemmelleşmesine doğru da ilerliyeceklerse de
aradan çok geçmeden, hatta yine bu devirden
haşl ıyarak. l: en dil erini tez elden soysuzlaşmaya,
4)ümyetlerinı kaybetmeye götüre�k sebeplerin
İNSAN ZEiKASININ İLERLEMELERİ
186

harekete geçmeye başladığını göreceğiz. Biz artık


devleti idare sanatındaki pek az ilerlemelerle
gerçek ilkelerini bilmemek yüzünden sağlam bir
temel kazanmasına imkan olmıyan bu parlak
yapıyı gizliden gizliye aşınd ıran ve medeniyet
ilerlemelerine ister istemez bağlı olan bu kötü­
lükleri birbirinden ayn ele alacağız.

Kadın ların elde ettikleri daha geniş bir eşit­


lik, ev erdemlerini daha yaygın, daha saf bir lla­
le getirmiştir. Erkeklere arkadaş olan kadınl ar,
onların fikir çevresinı genişletip tabii yetilerine
az çok bir gelişme verebilmişlerdi. Pythagoras'ın
karısı Theano felsefeye çalıştı, Sapho, şairler ara­
sında ünlü bir yer alan ölmez eserleri bilinen
ilk kadındır. Şiirleri elimizde bulunmıyan Ko­
rinne, Pindoros'la müsabakaya girnıı ş, birçok
defalar onu alt etmiştir.

Bununla beraber aşka bir zaaf göziyle bakı­


lıyordu. Daha önce de işaret ettiğim gibı yalnız
şairler aşkı tel1eyip pullayıp anlatmışlardır. Ka­
dınlar erkeklerden ayn yaşarlardı ; onlarla geçecek
hayatın zevkleri bilinmiyordu. Şehvetin, aşkın
yerini alması, şehveti tattırmayı, inceliklerini pay­
laşmayı bilen kadınların diğer kadınlardan ay­
rı bir sınıf meydana getirmesi gerekiy ordu ; on­
lar işsiz güçsüz erkeklerin, zekadan, sanatlar­
dan alınan hazların zevkine varanların alıştığı,.
aradığı bir topluluktu. Aşkın aile rahatlığım sars­
masından korkuluyordu ; kadınlar da kayıtsı�Jığm
verdiği can sıkıntısına mahkum edildiler. Kadınlar
iNSAN ZBKASININ iLERLEMELERİ
18'7

meclisine alışmanın ortadan kaldırabileceği yüz


kızartıcı alışkanlıklar Yunan gençliğini kirletmek­
ıte devam ediyor ; bu ayrılık kadınlar arasında başka
türlü bir bozulma doğurdu ; töreler hatta şiddet
kullanılarak temizlenmek istenildi, ama bu, töre­
·leri bozmaktan başka bir netice vermedi. Bu aca­
yip zevkin adeta kaçınılmaz bir sonucu olan ah­
lak düşkünlüğünü önlemek için, erkekler ara­
sında içli dışlı, ama tertemiz, hi� değilse edep
perdesiyle örtülü münasebetleri hoş gören çeşitli
kurumlar meydana geldi. Mesela bir delikanlının
görgüsüzlüğünü aydınlatan, hayat yolunda ilk adım­
farını atmada ona kılavuzluk eden bir dostu vardı.
Diğer tarafta iki genç, çalışmalarını, hayatın teh­
dikelerini, zaferlerini paylaşmak için el ele verir­
lerdi. Bundan başka beraber dövüşmeye, öc al­
maya, birbirlerini korumaya, asla unutmamaya
and içerlerdi, Thebai'de, aralarında genel bir dost­
·lukla, böyle bir antla birleşen altı bin kişilik bir
zümre Kutsal Kalkan adını taşıyordu. Leuktres'te,
Montine'de bu zümre Lakedemonia kuvvetini
yendi, Krone savaşında ise yok olup gitti. Bu
kötü alışkanlık, kökünden sökülüp atılamadı ise
.de, hiç değilse bozucu tesirleri durduruld u ; Yu­
nanlılara saf töreler vermek asla mümkün ol­
masaydı da onlar, kendilerini gevşeklik, aşa­
ğılık, korkaklık içinde bırakan törelerden uzak­
laştırıldı. Genel öğretim, başlıca birtakım cim­
ıııastik hareketleri, musiki, öğretimi, kanunları
. lNSAN ZEiKASININ İLERLEMELERİ
188

okutma içinde kapanıp kalmıştı ; ama sert bir


öğretim bir dereceye kadar, bu öğretimin eksik­
liğini kapatıyordu. Antiphones daha önce Atina'
da retorik dersleri vermişti, ama bu, iyilik ge'
tirmek şöyle dursun bir felaket oldu. Felsefe
okullarından yetişen bir sürü sofist, en işe yarar
kısmını öğretmek bahanesiyle, diyalektiğin binbir
inceliğini gösteriyorlar. Hüküm verme sanatım
öğretmekle övünüyorlar, ama hakikatte kendi
akıllarını sapıtmaktan, başkalarınınkini aldatmak­
tan başka bir şey yaptikları yoktu. İ lk zamanlarda
pek sağlam, pek canlı, pek hileci insanlar yetiştire­
rek, onları halk oyunlarında kendini göstermeye
hazırlıyan idmanlar faydalı olmuştu ; ama aradan
çok geçmeden bu idmanlar, yalnız saçma bir sanatın
çıraklığından ileri geçmedi. Artık bir atlet, kuv­
vetiyle, ustalığiyle üstün bir savaşçı değildi, hai­
kın seyrettiği bir oyunda binbir güçlükle yükse­
len bir insandı ; artık kendisini düşman safları
içine sokan, savaş arabası üzerinde koşu mükafa­
tı almak için yarışa giren bir kahraman değildi,
ama atları seçmede, yetiştirmede, sürmeden gös­
terdiği kabiliyetle efendisine yaranan bir biniciy­
di. Onun oyunlardaki gösterişi, zaferlerindeki
parlaklığı unutuldu gitti, artık bazıları alabildi·
ğine koşarak panayırlarımızda bizi hayrete düşü­
renlere, diğerleri İ stanbul canbazhanesi arabacı­
larına, yahut Newyork koşuları cokeylerine ben­
ziyen insanlardan başka ortada kimse görülmez
iNSAN ZEKASININ İLERLEMELllRt
1 8!)

oldu. Ama bu sırada, Asya'da hemen her yerde


raslanan devrimlerin bir tanesi, Yunanistan'ın
politikasını deği ştirecek, onu meydana getiren
devletlerin münasebetlerini geli ştirecek , menfaat­
lerini giriftleştirecek, ruhlara yeni bir canlılık
verecektir.

O zamana kadar kendi sınıfları içine kapa­


nıp kalmış olan İ.ran milleti, Batı Asya'yı çiğ­
nedi . İran kıral1arından Keyhüsrev. Med y alılarl a
birleşti çok geçmeden de onları egemenliği al­
,

tına aldı ; Asur ilini, Suriye'yi, Lidya'yı, Ermenis­


tanı, Mısır'ı ele geçirdi
Zenginlikle gelişememiş,
.

kölelikle medenileşmiş olan bu milletler, cesa­


retli, silah kullanmayı bilen yorgunlukla pişmiş,
,

ne istilacı, ne istila görmüş olmadığı için henüz


köleliği hiç bilmiyen bir millete boyun eğdiler.
Küçük Asya' daki Yunan sömürgel erinin hemen
he p si , bu ülkelerin komşu adaları, İranlılara bağ­
lanıyorlar, yahut baş eğme alametleriyle haraç­ ,

larla onların üstünlüğünü tanıyorlar. Atinalılar­


dan yardım görerek Dara'ya karşı ayaklanıyor­
lar, generallerini tepeliyor1 ar , Lidya'nın başken­
tine kadar ilerleyip şehri ateşe veriyorlar. Dara
kudretinin ağırlığiyl e bu sömürgel eri ezdi, ama
onlara görünüşte hürriyet vermek. hatta onlarda
kendisine karşı gizli bir birleşmeyi daha çok güç­
leştiren birer halk hükümeti kurmak kurnazlığını
gösterdi. Atinalıların bu harbe katılması, onun
İNSAN ZEKASININ lLERLE:MELERl
ıso

gururunu sarstı, politikası da ona, Avrupadaki


Yunanlılar hür kaldıkça Asya'dakilcrin köle ol­
mıyacaklarını öğretti. Artık Trakya ile Make­
donya, boyunduruk altına alınmıştı ; Dara, Yunan­
lılara da Asya kıyılarındaki ticaret şehirleri gibi
aynı şartlarla teslim olmayı teklif etti, ama bü­
tün Avrupa Yunanistanını ele geçirmek için ha­
zırlıklarmı tamamlamadan önce Atina'dan öc
almak istedi. Attika kıyıları üzerine inen ordusu
Marathon'da yenildi, bu bozgun onun adını Mil­
tiadcs'lc birlikte ölmezleştirdi. Atina, bu zaferi
kendi başına kazandı; korku, kıskançlık yüzün­
den diğer Yunanlılar onun yardımma koşmadı­
lar. Yalnız Plateus on bin Atinalıya bin asker
vermek mertliğini, cesaretini gösterdi.

Bu felaketle bir kat daha kızıp köpüren Da­


ra, teşebbüsüne başlıyamadan öldü, yerine oğlu
geçti.

Babasının becerikliliği ile hazırlıklaxa başlan­


mıştı, ama bunları yerine getirmek oğlunun kabili­
yetsizliğine, uyuşukluğuna kalıyordu. İran Kıral­
larının her zaman ellerinde tuttukları birliklerle
İmparatorluğun bütün ülkelerinden devşirilme gö­
nüllerden toplanaL pek büyük bir ordu, Avrupa
ile Asya'yı ayıran boğazı, gemilerden yapılan
bir köprü üzerinden geçti. K ü çük Asya Yunan
şehirlerinden, Yunanlılara boyun eğen adalardan,
Mısır'dan, Fenikc'den, kısacası alışverişte ileri,
lNSAN ZBKASININ İLERLEMELERİ
191

denizcilikte çok usta milletlerin gemilerinden mey­


dana gelme bir donanma, Yunan kıyıları boyunca
yol alarak, ele geçirmek istediği daracık toprakta
beslenmesine inıkaı; olmıyan bu orduya erzak sağ­
lıyacaktı.

Bereket versin Themistokles'in dehası büyük


orduları birçok köylerde barınma yolunu bulur­
larsa, Yunanistan'ı İranlılara karşı savu nmanın
imkansızlığını önceden kestirmişti. O, uzun za­
mandan beri de Atinalılan kudretli bir d onan­
ma yaratmaya kandırmıştı.

İranlıların istilası sırasında, şehirlerini, tapı­


naklarını, atalarının mezarlarını bırakmak ; ka­
dınlarını, çocuklarını, ihtyarlarını Yunanlıların ina­
nma, insanlığına, emanet etmek, selametlerini do­
nanmaları üzerinde Mora'nın savunmasında ara­
mak gibi mertçe bir kararı Atinalılara kabul et­
tirdi. Tarih olayları, belki de hiçbir zaman, zeka­
nın bilgece kombinezonlarını bu kadar haklı
çıkarmamıştır.

Thermopyles geçidini koruyan zayıf bir ordu,


kolayca çevrilerek geçidi bırakmak zorunda kal­
dı. Leonidas ile üç yüz Ispartalı, gönüllü olarak
orada kalıp yüzde yüz bir ölüme atıldılar. Lykur­
gos kanunlarının onlara bu ödevi verdiği söyle­
nir: Ama bu kanunlar, kaçmayı yasak ediyordu,
çekilırJlyi değil ; Lakedemonia tarihi, bunun de­
lilleriyle doludur. Başka türlü bir açıklama Lykur­
gos'tan asla beklenmiyecek bir saçma hareke­
ti kabul etmek zor olur. Ama neden Leonidas,
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
1!)2

ölümü, yenme ümidine, hayatını daha büyük bir


menfaat karşılığında harcamaya üstün tutmuştur ?
O, burada Yunanlıların kırılan cesaretini uyan­
dırmaktan, bir avuç hür insanı yenmenin, bir
kıralın uyruklarına neye mal olacağını bir mi­
salle göstererek asker sayısının İranlılara verdiği
gururu kırmaktan başka bir maksat gözetmedi.
Yüksek mertliğini, saçma kanunlara karşı saçma
inanla boyun eğmesine vererek, bir kahramanın
şanını küçültmeye kalkışmıyalım.
Thebai, alçakça davranarak İranlıların boyun­
duruğuna girdi ; zayıf garnizonunun koruyama­
dığı A tina, ateşe verildi. Mora, heniiz hürdü.
Sirakusa tiranı Gelon, insan kurban etmenin
önüne geçilmesini Kartacalılardan istiyen adam,
yumuşak, mertçe erdemlerle uzlaşamıyan böyle
bir gurur taşıyordu : Ettiği yardımlara karşılık
birleşmiş Yunanlılara kumanda etmek şerefini,
hürriyeti korkutan, eski Yunanistan'ın ününü
ayak altına alan bir şartı istiyordu. Ama Tlıe­
mistokles'in hazırladığı donanma yenilmedikçe,
İran ordusu, Asya'dan Yunanistan'ın tezelden
yıkılışını sağlıyacak biricik yaşama vasıtası olan
kafileleri alamazdı. Lakedemonia kıskançlığı, Is­
parta'nın zaferini paylaşmadığı bu gelir kayna­
ğını faydasız bir hale getirmeyi boşuna istemişti.
Keyahsar donanmaya saldırdı, yenildi, Avrupa'da
kuvvetlerinin ancak bir kısmım bırakmak zorunda
kaldı. Büyük bir korku ile kendilerine gelen Yu­
nanlılar, onun karşısına hemen bir ordu çıkardılar,
Plate zafori İranlıların Avrupa'dan kovul:ınaşımı
İNSAN ZEKASININ İLERLEMELERİ
193

yetti. Salanıin savaşı, bir günlük fırsatın insan


soyu alınyazısım uzun yıllar belli edeceğini gösteren
eşine binde bir raslanır tarih olaylarından biridir.
Yoksa Yunanlıların o zaman bilimleri zenginleş­
tirdikleri pek az hakikatler, sanatlara doğru iler­
lemeler, bağımsız felsefeleri, bunlan kendilerine
kazandıran hürriyetle birlikte ortadan kaybolup
gidecekti. Akdeniz kıyıları, yenenlerin idaresi al­
tında yalnız zayıf bir bağımsızlığı elde tutacaklar­
dı. Orta Asya'da despotlariyle, Afrikanın vahşi
budunsulan ve batı ile kuzeyin kaba yaşarları ara­
sında bölünen dünyada artık yalnız barbarca
bir bilgisizlik, aşağı düşürücü peşin yargılar,
kölelikle değerini kaybeden, ilk kaba sabalıkları
içinde kapanıp kalan sınıflar ; yabancı yahut ka­
rışıp bozulmuş töreler, en sonra her yerde milletle­
rin çocukluğunda, ihtiyarlığında görülen anla­
yışsızlıkla bir süre kötülüklere raslanacaktı. Bu
zaferler, İranlıların ne daha az cesaretli oluşla­
rına, ne de taktiklerindeki geriliğe verilmeme­
lidir. İlk köklerinin geldiği memleketle komşu
iller, o zaman, sonra da sürekli olarak mükem­
mel askerler çıkarmışlardır. Keyhüsrev'in mey­
dana getirdiği birliklerin Asya'ya boyun eğdiren
değerlerini kaybedecek kadar zaman geçmemişti.
Salamin'le Platea savaşlarının uzun hikayeleri
yanlız iki hasım millet arasındaki bilgisizlik eşit­
liğini ispat eder. Öyleyse bu zaferlerin sebebi
nedir ? Yaman bir cesaret, bağımsızlıklarını
korumak iradesi, sevgisi, Yunanlıların cesaretle­
rine Afistidcs'in erdemleriyle, Theınistl'kles'in

1$
INSAN ZF!KASININ ILERLEMELERİ
194

dehasını, ruh büyüklüğünü katıyordu. Yunanis­


tan'nın kurtuluşunu kendi hırslarından. zafer­
l erinden üstün tutan Atina şeflerinin o gururlu
Isparta kıskançlığım bırakmaları lazım geldi.
İşte Yunanlılar., zaferlerini bağımsızlık sevgisi
veren bu kuvvete, gerçekten hür bir milletin mert
politikasının, aristokrat bir senatonun politi­
kasına üstünlüğüne borçludurlar. Biz de bilgi
ışıklarımızı bunlara borçluyuz.

S O N

You might also like