You are on page 1of 448

krmz

krmz
krmz
krmz

Gördüğüne
b Asla
inanma
krmz

YAZAR HAKKINDA
Aslen Toskanalı olan Mario Mazzanti Milano'da dünyaya
geldi. Tıp fakültesini bitirdi. Sinema, edebiyat, opera ve sat
rançla ilgilenen yazar, ailesi ve onun parçası yüz kilodan fazla
ingiliz mastiff cinsi köpeği Homer ile birlikte Bergamo bölge
sinde yaşamaktadır.
krmz

Trevis kendine ve öğrendiklerine inanmak istemiyordu.


Hatta o sabah, ortasında Milano Devlet Üniversitesi Psikoloji
Enstitüsünün yükseldiği Guastalla Bahçelerine doğru giderken
kalbinin bir parçası olanlara inanmayı hâlâ reddediyordu.
Hava çok soğuktu. Nefesi âdeta geceleri şehrin üstüne tüm ağırlı
ğıyla çöken sise karışıyor, bu sert iklimde yoğunlaşıp buharlasıyordu.
Geçirdiği son bir haftayı hayatından silmek için neler vermez
di. Günlerdir peşindeki o derin gerçeküstü hissin, tüm olup biteni
ardından sürükleyerek yok olup gitmesini ne kadar da isterdi.
Çakıl taşlarının üstünde ayakkabılarının çıkardığı gıcırtılar,
etrafindaki yoğun ve hayali sessizliği bölüyordu. Paltosuna sıkıca
sarıldı; bahçelerin arasından hızla geçti.
Titriyordu ama bunun tek sebebi soğuk değildi. Son günlerde
kendini birçok farklı ruh hâli içinde bulmuştu; önce acı, sonra şüphe
ve en sonunda güvensizlik. Şimdiyse sıra en ilkel ve hatta ince kristal
yapısı içinde belki de en saf duygudaydı. Artık sıra korkudaydı.
Binanın eşiğinden geçer geçmez içerideki sıcak ve ağır hava
sardı etrafını.
Onu güvenlik görevlisi karşıladı:
"iyi günler Profesör, herkes geldi bile. "
-5-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis özensizce selam vererek ilerledi. Son yedi günde yaşa


nanlar kim bilir kaçıncı kez gözlerinin önünden geçiyordu.
Enstitünün geniş ve uzun koridoru hiç bitmeyecekmiş gibi du
ruyordu, zoraki bir ironiden cesaret bulmak istercesine aslında bit
memesinin hiç de fena olmayacağını düşündü. Toplantı odasının
yer aldığı en sondaki kapının ardında, öğretim üyelerinden oluşan
üst düzey ve asil kurulun üyeleri bulunuyordu. İçlerinden biri, ken
disinden hiç şüphelenilmeyecek bu kişi bir katildi. Soğuk, zalim ve
acımasız bir katil...
Yüzündeki damarların tekrar hareketlendiğini hissetti, ko
ridorda yankılanan ayak seslerini dinledi. Sonunda korkunun
hâkimiyeti ele geçirdiğini fark etti, birdenbire tüm boyutlar ge
nişler gibi oldu; kapı... O kapı artık inanılmayacak kadar uzak
görünüyordu, başka açılar kazanmış gibi asimetrikti.
Trevis mantığını kullanarak bu ruh haliyle savaşmaya çalıştı.
Dışavurumcu sinemanın ustası Dreyer'in dersini hatırladı: İzleyi
cinin içinde korku yaratmak ve onu dehşete düşürmek için korkunç
sahneler göstermeye gerek yoktur, bunun için sadece bir tane kapı
yeterlidir. Kapalı bir kapı, ardında kötülüğün patlamaya hazır ol
duğu bir habisin varlığını yaşatan kırılgan bir bariyer gibidir. İşte
o zaman yapay fotoğraf karelerine gerek kalmaksızın izleyicinin
içinde kendi hayaletinden doğan, tabii bir korku oluşur.
işte Trevis gördüğü o kapıyla aynı anda başka bir kapı daha
açacaktı; vahşet ve cinayetle yaşayarak bütün masumiyetin kaybol
duğu, soğuk ve karanlık kötülüğün ortasına açılan bir kapı...
Kapının ona buz gibi gelen kolunu tuttuğunda bir an için du-
raksadı. Sadece bir saniye sonra toplantı odasına girmiş olacaktı,
içinde yedi arkadaşının ve kendisini gülümseyerek karşılayacak
katilin bulunduğu toplantı odasına...

-6-
krmz

Bir hafta önce, 1984 Ocak ayının son günleri, Milano

"\7ari karanlığa gömülü odayı pipo kokusu sarmıştı.


Yoğun ve gergin sessizliği bölen sinsi bir saat tıkırtısı vardı.
Kısık bir ses duyuldu:
"Çocukken yaşadığımız evin giriş katında, birçok kapının
açıldığı geniş holdeydim. Dikkatim hemen en uçta, merdive
nin altındaki bodrumun küçük kapısına yöneldi. Sanki diğer
kapıların ardında, tanıdık odalar yoktu; kendimi bitkiler ve
uzun boylu çalılardan oluşan üstü açık bir labirentin içinde
bulacağımı, ışıktan gözlerimin kamaşacağını biliyormuşum
gibi... Bodruma yöneldim... Evet, tek çıkış yolunun orası ol
duğunu biliyordum."
"Çıkış yolu mu?"
Profesör Meriurgo yerine iyice yerleşti, koltuktan belli be
lirsiz bir çıtırtı duyuldu.

-7-
krmz

Mario Mazzanti

"Daha iyi düşününce... Aslında korku ya da endişe içinde


değildim, birinden ya da bir şeyden kaçmıyordum ama ilerle
mek zorundaydım. Durum aynen şöyleydi: Eski evimin giriş
holü sadece bir geçiş yeriydi ve tüm diğer kapıların bir labiren
te açıldığı düşünülürse ilerleme imkânını sunan tek seçenek
bodrumdu."
Profesörün iri cüssesi altındaki koltuk yine inledi.
"Merdivenlerden inmeye başladım. Karanlık ve dar bir yer
deydim, inerken basamaklar gittikçe daha dik, dar ve kıvrımlı
bir hâl almaya başladı ve en sonunda çok sıkışık bir spirale
dönüştü. Kollarım ve kalçalarım yandaki duvarlara sürtüyordu
ve iki büklüm kamburum çıkmış bir şekilde ilerlemek zorun
da kalıyordum. Etrafta çok belirgin bir nem kokusu vardı. O
andan itibaren kendimi derin bir huzursuzluğun pençesinde
bulduğumu söylemeliyim. Ama bu sıkıntı hissi beni yolum
dan döndüreceği yerde, beni doğru yolda olduğuma daha da
çok inandırıyordu. Sonunda sıkışık bir tünel hâline gelen, sür
ten taşlardan dolayı her yanımı kan içinde bırakan bu yolu
tamamlayıp dışarı çıktım."
Ses, devam edecek cesareti toplamak istercesine durakladı.
"Kendimi, üstü sarkıtlarla kaplı dev gibi bir yeraltı mağa
rasında buldum, baş döndürücü korkunç bir uçurumun ke
narındaydım. Sanki ikiye bölünmüş gibiydim ve bir yandan
uçurumun derinliğini inanmaz gözlerle incelerken bir yandan
da uçurumun aşağısından diğer yarıma bakıyordum, tıpkı İla
hi Komedyadaki Dore* illüstrasyonlarına benziyordu. Huzur
suzluk bana, bu karanlık uçurumda ne kadar büyük bir tehlike
İlahi Komedya, italyan ozan Dante Alighieri'nin 14. yüzyılda kaleme aldığı ahirete yolculuk
yapan bir karakterin ve bu yolculuk sırasında yaşadıklarının anlatıldığı eserdir. Eserdeki
olaylar resimlerle desteklenerek tasvir edilmiş, eserin ileriki yıllardaki baskılarında Fransız
illüstratör Gustav Dore'nin (1832-1883) illüstrasyonları oldukça yaygın kullanılmıştır.

- 8-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

içinde olduğumu hissettirmeye başladı. Hiç bitmeyecekmiş


gibi gelen yorucu ve acı verici bir inişti bu. Gücümün sınırla
rına dayanmıştım ki sona vardım, oradan daha aşağıya inmek
imkânsızdı. Ters bir koninin tepesindeymiş gibiydim, bir kay
naktan biraz büyük ama inanılmaz derinliğe sahip bir yeraltı
gölünün kıyısındaydım. Su durağandı ama tamamen hareket
siz değildi, sanki kendi hayatı varmış ve içinde nefes alıp veri
yormuş gibiydi."
Odanın yoğun havası içinde Profesör Meriurgo'nun pipo
sundan ince bir duman yükseliyordu.
"Elimi suyun siyah yüzeyinde dolaştırdım ve altında hiçbir
şey olmadığını fark edince sanki bir şey bulmayı bekliyormuş
gibi şaşırdım. Hayal kırıklığı içinde, tüm bu yolculuk bir hiç
içinmiş, diye düşündüm. Ama sonra birden derinliklerde bir
titreşim, hareket fark ettim. Daha iyi görebilmek için yakla
şarak eğildim ve birkaç saniye içinde iki kırmızı ışığın yanıp
söndüğünü gördüm. Bunlar, yılanın parlak yakuttan yakıcı
gözleriydi. Büyük ve görkemli kıvrımlarıyla bedeninin gücünü
gözler önüne seriyordu. Tükenmiştim ve felç olmuş gibiydim,
kaçmak istiyor ama hareket edemiyordum. Yılan, suları kor
kunç bir ses çıkararak yardı ve muazzam gövdesiyle dimdik
yükseldi. Karşımda öylece hareketsiz durup ateş gibi gözleriyle
hiçbir şey yapmadan bana bakmaya başladı, etrafta midemi ka
san bir gerginlik vardı. Yaşadığına dair tek hayat belirtisi nefes
alırken çıkardığı tıslamaydı. Nefesi buz gibi ve ağırdı. Beklen
medik bir şekilde bu heykelde bir soyluluk fark ettim ve benim
düşmanım olmadığını anladım, içimdeki tüm endişe birden
kayboldu. Artık yeni bir güven duygusu içimi güneş gibi ısıt
maya başlıyordu. Bir elimi yavaşça ona doğru uzattım, yılan
hemen eğilerek başını gergin elimin altına yerleştirdi. Böylece
bana dokunup beni nazikçe sararak dans etmeye başladı. Cesa-

-9-
krmz

Mario Mazzanti

retim artmaya devam ediyordu, büyük bir güç hissettim. Yılan


beni havaya kaldırıp büyük bir hızla, engel tanımadan beni is
tediğim yere götürüyordu. Tamamen benim isteklerimin etkisi
altındaydı. Sonra elimi büyük bir yumuşaklıkla ağzına alıp bı
rakmaya başladı. Her şeye kadir olduğumu hissettim ve sarhoş
bir hâlde bu büyük gücün tadını çıkarmaya başladım, tıpkı yı
lanın yaptığı gibi. Her şey görüntü, ses ve binlerce başka hissin
hızla koşturmasından ibaretti. Tüm bu uyarıcı faktörlerden al
lak bullak olmuştum ve artık bunları birbirinden ayırt edemez
hâle gelmiştim. İşte o an bakışlarımız kesişti ve yılanın alev alev
yanan acımasız gözlerini yeniden gördüm. Kollarımın onun
korkunç ağzında ve tüm bedenimin, deli gibi bir hızla hareket
etmekte olan kıvrımları arasında sıkışmış olduğunu fark ettim.
Tüm o cesaretim ve güneş gibi parlayan gücüm yok oluverdi.
Huzursuzluk geri geldi ve her tarafımı bir umutsuzluk sardı,
yok olmak üzereyim diye düşünmeye başladım. İşte tam bu
esnada sıçrayarak nefes nefese uyandım, kalbim göğsümden
çıkacak gibi atıyordu."
"Müthiş! Fantastik! Tek kelimeyle muhteşem! Daha ne söy
leyebilirim ki?"
Profesör Meriurgo cüssesinden beklenmeyecek bir çevik
likle doğruldu, bu esnada piposundan küçük kor parçaları et
rafa sıçradı. Duman içinde, bir eliyle kayıt cihazını aranırken
ekledi:
"Siz müthiş bir hayalcisiniz! Rüyanızın altındaki anlamlar
en az iki dosya doldurmaya yeter."
Profesör kendini yeniden koltuğun güvenli kollarına bırak
tı. Bir süre düşünceli bir tavırla, gözleri kapalı, aslan yelesine
benzeyen beyaz saçlı kafası hafif yana yatmış hâlde durdu. Son ra
etkileyici bir ses tonuyla tekrar konuşmaya başladı:

-10-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Bu, teknolojik ilerlemeden payını alamamış toplumlarda


çok önemli bir rüya olarak nitelendirilir, üstünde düşünülüp
kehanetlere varılabilecek bir rüya olurdu. Aslında dünyanın her
köşesinde ve her zaman rüyalar önemsenmiştir; Mezopotamya
medeniyetinden Antik Yunana, günümüzdeki bazı Afrika ve
Amazon kabilelerine kadar... Yani eğer siz bu topluluklardan
birinde yaşasaydınız büyük bir kâhin olma imkânınız olabilir
di. Bu çok iyi bir kariyer fırsatı biliyor musunuz?"
Profesör yine kısa bir süre durakladı.
"Şimdi, bu rüyayı doğru yorumlamak istediğimizde ortaya
şöyle bir sorun çıkıyor: Tüm düşsel öğelerden arınma gerekli
liği. On yargılı düşüncelerin ve tanım gereği açıklanmış sem
bollerin kapanına düşmeden, itici güç olan doğru ipi bulmak
gerekiyor. Hiçbirimiz Freudçu değiliz ve hâl böyleyken bunu
yapmak hiç de zor olmasa gerek!"

Trevis kısa bir sürede üçüncü defa saatine baktı. Geç olu
yordu, neredeyse yarım saattir Profesör Meriurgo'yu görmek
için bekliyordu. Oysa kendisine, gülümseyerek bekleme oda
sına kadar eşlik eden sekreter, "Sadece birkaç dakika... Ben de
şimdi geldim ve Profesör danışanını çoktan kabul etmişti, çok
fazla vakit alacağını sanmıyorum" demişti.
Trevis terliyordu. Sıcaklık, dışarıdaki zorlu kış havası göz
önünde bulundurulunca önce güzel gelmişti ama gittikçe
daha da artıyor gibiydi. Sıkıntıyla yerinden kalkıp koridordan
kafasını uzattı ve muayenehanenin kapısına pes etmiş bir ba
kış attı.
"Bir danışan gibi randevu almalıydım" diye düşündü.
Profesör Meriurgo şehirdeki psikanalistlerin dekanıydı.
Çok derin ve ironik düşünceleri vardı, genellikle aşırı derecede

- ıı -
krmz

Mario Mazzanti

oyuncuydu; yetmişli yaşların eşiğinde olmasına rağmen jilet


kadar keskin entelektüel zekâya sahipti. Otoritesi ve prestiji
ülkedeki kültürel ve bilimsel topluluk tarafından oy birliğiyle
tanınmaktaydı. Üniversiteyle yakın ilişki içerisindeydi ama her
zaman için kendisine verilen görev ve övgüleri reddetmiş, asil
bir baba rolü üstlenmeyi yeğlemişti. Böylece tartışmaları yön
lendiren; özel yetenekleri, somut bir şekilde yardımcı olarak,
teşvik eden bir yer almıştı. Tıpkı Trevis'in gelişmekte olan ye
tenekleri karşısında yaptığı gibi.
Profesör Meriurgo'nun ömrü duvarların arasında yaşayıp
çalışarak geçiyordu. Asla evinin dışında özel bir muayenehane
sinin olmasını istememişti. Entelektüel ve profesyonel hayatı
nı, daha farklı ilgi alanlarına yönelen maddesel hayatından net
bir sınırla ayırmak fikri ona çok tuhaf geliyordu. Çareyi, evini
girişleri farklı olan iki bağımsız bölgeye ayırmakta bulmuştu.
Böylece hem kendine düşen alanda özel hayatını rahatça yaşa
bilecek hem de birbirlerinden utanabilecek danışanların kar
şılaşmasını önlemiş olacaktı. İki giriş kapısının birinden içeri
giren bekleme odasına geçiyor, oradan da psikanaliz ritüelinin
gerçekleştiği muayene odasına giriyordu. Randevu sonrasında
muayenehaneyi Profesör Meriurgo'nun eşliğinde başka bir ka
pıdan terk ediyor, özel bir odaya çıkan koridordan geçip diğer
kapıyı kullanarak daireden ayrılıyordu.
İşte, Milano Üniversitesi Psikoloji Anabilim Dalı öğretim
üyesi olan Trevis bu özel odada bekliyordu.

Profesör Meriurgo'nun piposu yine iş başındaydı.


"Analizin ilk seanslarında değilsiniz, kafanızda bu rüyayla
ilgili bir fikir oluşmuş olmalı..."
Uzanmış olan hasta derin bir nefes aldı.

-12-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Ellili yaşlarda, esmer, keskin hatları olan; ince fiziği kalın ve


donuk sesiyle çelişen bir adamdı. Rüyasını anlatırken yaptığı
gibi gözlerini kapalı tutarak ihtiyatlı bir ses tonuyla konuşma
ya devam etti:
"Çok düşündüm; neredeyse sürekli olarak sadece bir yöne
doğru hareket içinde olduğum bir rüya bu... Çocukluğumdaki
evimden başlayan ve yeraltı gölünün sularının derinliklerine
giden bir seyahat..."
Profesör araya girdi:
"Bir seyahat... Burada biraz durup neden 'seyahat' kelimesi
ni kullandığınızı düşünmeye çalışalım."
Profesör kelimelerinin birkaç saniye havada asılı kalması
için bekledi.
"Rüyanıza sokakta bulduğumuz ve hiç tanımadığımız bir
nesne gibi yaklaşmak zorundayız;' onu alıp farklı açılardan
gözlemlemeliyiz; özündeki unsurları toplayabilmek için onu
birçok yönüyle ele almalıyız. Ancak o zaman bir şey anlaya
biliriz."
Profesör Meriurgo sönen piposunu yakmak için konuşma
sına ara verdi.
"Bakın, seyahat kelimesini kullanarak yola çıkış yani hareket
etme ve bir yönde ilerleme eğiliminize bir anlam yüklemiş olu
yorsunuz... Ama aslında seyahat bir yöne doğru yapılan basit
bir hareketten, bir evin içinde ilerlemekten çok daha karmaşık
bir şey, katedilmesi gereken bir yolculuk demek. Ama hepsin
den önemlisi, gerçekleştirilecek bir amaç anlamını taşıyor."
"Benim yolculuğum her ne kadar zor ve tehlikeli olsa da
kendimi buna bir şekilde katlanmaya ve yola devam etmeye
mecbur hissediyorum..." Adamın sesinde bir tereddüt belir
di. "Tüm bunların içinde gözümden kaçan bir hedef var. Bir

-13-
krmz

Mario Mazzanti

hedef mevcut... Evet, bunun bir seyahat olduğundan hiç şüp


hem yok."
"Ve rüyada görülen seyahat kendi içinde bir metafordur;
yorumlanması gereken bir şeyi sembolize eder..." Profesör tek
rar durakladıktan sonra devam etti. "Sizinki tuzaklar ve zor
luklarla dolu bir yolculuk oldu... içinde bulunduğunuz duru
mun İlahi Komedyayı hatırlattığını kendiniz söylediniz, öyle
değil mi? 'Kendimi karanlık bir mağaranın içinde buldum'
demiştiniz."
"Evet, düz yolun yok olduğunu söylemiştim... Yok olmak...
Yok olmak... Elbette ya, bu bir arayış!"
Profesör Meriurgo hastasının gözlerinin bir an için yerin
den fırladığına yemin edebilirdi.
"Benim seyahatim mecazi anlamda bir arayış olarak yorum
lanabilir. Siz de böyle düşünmüyor musunuz Profesör?"
"Bence bu noktada Freud bile bizimle aynı fikirde olurdu!"
Profesör Meriurgo büyük bir memnuniyetle piposundan bir
nefes çekti ve devam etti. "Doğal olarak geriye, aranan şeyin
ne olduğunu ve nerede bulunduğunu öğrenmek kalıyor. İşe
nerede olduğuyla başlayalım, ha gayret, bu hiç de zor değil...
Seyahatimiz başlasın."
Yaptığı bu kelime oyunundan memnun sırıttı.
"Başta çocukluğumdaki evin zemin katındaydım; yolculu
ğum ve aşağıya inişim oradan başladı. Bodrumun merdivenle
rinden inmeye başladım, çocukken oradan çok korktuğumu
hatırlıyorum. Kendimi dar ve kıvrımlı bir geçitte buluyorum
ama buna hiç de şaşırmıyorum..."
"Yine duralım" dedi Profesör bir el hareketi yaparak. "Ço
cukluk evinizin, daha net olmak gerekirse evin zemin katının,
aşağıya ve tamamen yerin altına yönelen bir seyahatin başlan-

-14-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

gıç noktası olması bir rastlantı değil; burada, görünürde olan


dan uzağa ve geriye doğru bir ilerlemeden bahsedilebilir."
"Çocukluğa doğru bir geri dönüşten mi bahsediyorsunuz?"
"Sadece bu değil... Her ne kadar çocukluk evi ve özellikle
evin zemin katı öyle andırıyor olsa da bunu odak noktası ola
rak düşünmemeliyiz. Ben daha çok ilişkiler açısından sosyal
bir gerileme düşünüyorum."
"Günlük hayattaki bir geriye dönüş mü?"
"Ruhumuzun başka insanlar, kurallar ve değerlerden oluşan
bir toplum içinde yaşamasından dolayı maruz kaldığı uzlaşma ve
boyun eğmelerden diyelim... Söylediğiniz gibi sizin seyahatiniz
aşağıya doğru gelişiyor yani bu, tamamen yüzeyin altına doğru
demek. Haydi ama, tüm bunlar size bir şey ifade etmiyor mu?"
"Alta doğru... Yani içe!"
"Elbette ya, içe! Kendi içine yapılan bir yolculuktan başka
ne olabilir ki? Sosyal ilişkilerin gerektirdiği kabullenmeler ve
yapmacıklıklarla kirletilmemiş özgür ruhunun saf derinlikleri
ne yapılan bir yolculuk... İşte bu yüzden çocukluğa kadar geri
ye gitmemiz gerekiyor. Biraz cesaret, tünelin içine ilk inişinizi
ve oradan kanlı çıkışınızı yorumlamamıza yardımcı olabilir. Bu
tıpkı doğumu, yani ilişkiler dünyasına adım atılan anı temsil
ediyor."
Profesör hastasının düşünmesine izin vermek için bir süre
bekledikten sonra sözlerine devam etti:
"Özünde sizin istediğiniz şey zihninizin derinliklerine dal
mak, tıpkı küçüklüğünüzde o bodruma inmekten ödünüzün
patlaması gibi korktuğunuz şeylere ulaşmaktı. İşte bu sebepten
dolayı seyahatinize başlamak için kendinize o kapıyı seçtiniz.
Kısacası siz sadece kendi içinizin çok derinlerinde saklı olan bir
şeyi arama ihtiyacında olduğunuzu çok açık bir şekilde ortaya

-15-
krmz

Mario Mazzanti

koydunuz: Evdeki diğer kapılar dışarıya yani başka insanların


görebileceği şeylere, bununla da kalmayıp içinde kaybolunan
kafa karıştırıcı labirentlere, sonu hiçbir yere çıkmayan yollara
açılıyordu..."
"O zaman ben içimdeki bir şeyi aramaya gidiyordum. Rü
yanın temsil ettiği bu; zihnimin uçurumlarına doğru bir dü
şüş... Ama tüm bunlar neyi bulmak içindi?"
"Dostum, bir rüya başkalarının hoşumuza gitsin diye çekti
ği bir film ya da yazdığı bir roman değildir, içinde kandırmaca
yoktur. Bir rüyada bulunan şey, mutlak surette aranması gere
ken şeydir."
"Ve ben bir yılan buldum..." diye mırıldandı adam.
"Öyle... Hem de en derinde, dipsiz bir gölden çıkıverdi... Ve
bunu sadece sizin için yaptı."
Odadaki sessizlik neredeyse elle tutulacak kadar arttı.
"Dipsiz bir göl... Çok derin... Aşılması mümkün değil...
Bu, ruhumun en gizli kalmış kısımları mı acaba?"
"Evet" diyerek başıyla onayladı Profesör. "Zor ve tatsız yolcu
luğunuz içinde şuursuzluğun en uç noktasına kadar itildiniz."
"Ama neden yılan? Ve neden önce içinden o kadar görkemli
ve küçümseyici daha sonra ise zalim ve acımasız bir canavar
çıktı? Bu ne anlama geliyor?"
"Aslında bu konuda sizi yanıtlayıp rüyanın bu bölümünü
layığıyla yorumlayacak kişi Jung'dur ama siz maalesef benim
gibi mütevazı biriyle yetinmek zorundasınız" diyerek espri
yaptı Profesör. "Ama Profesör Jung'un ücretinin benimkinden
çok daha tuzlu olacağını düşünüp avunabilirsiniz."
Profesör kısa bir süre gücünü toplamak ister gibi kafasını
önüne eğdikten sonra birden patlarcasına konuştu:

-16- *
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Allah aşkına, bu bir ilkörnek! Bir ilkörnek sembolü!"


"İlkörnek mi?"
"Bakın; bazen hatta bizim toplumumuzda bu çok nadirdir,
sadece bireysel olmakla kalmayıp doğrudan rüyayı gören kişiy
le ilgili düşsel öğelere, rüya bölümlerine rastlanabilir. Siz bile,
rüyanızın sahibi olduğunuz çok aşikâr olmasına rağmen yılanı
nızın hangi cehennemden çıktığını bana soruyorsunuz; bilinçli
tarafınız buna babalık etmeyi reddediyor! Bu öğelerin güçlü
sembolik anlamlar taşıdığının farkına varan Freud bunları,
"arkaik -yani eskiden kalan- kalıntılar" diyerek adlandırmıştır.
Bunlar insan zihninin mirası olan ve doğuştan var olan ilkör-
neklerdir ve herhangi bir zaman diliminde dünyanın herhangi
bir yerinde rüyadaki semboller şeklinde ortaya çıkan, bütün
insanlığa ait şeylerdir."
"Bir tür kolektif bellekten mi bahsediyorsunuz?"
"Onun gibi bir şey. Elbette ki bu yoruma katılmayanlar ola
caktır; kimileri insan zihninin yaratıcı yeteneklerinin sınırsız
olmadığını ve bazı psişik içgüdülerin, bunları böyle adlandı
ralım, zaman ve ortamdan bağımsız olarak aynı şekilde ortaya
çıktığını düşünüyor; ilkel içgüdüler fizyolojik etkenlerden ya
da sosyal hayattan etkilenmez. Bu temsiller bireysel ve hatta
duygusal farklılıklara sahip olabilir ama sebep ve temel model
aynıdır ve kendini sembollerle ifade eder. İşte bu tip tasvirler
ilkörnektir. Eski medeniyetler kendi efsanelerini yarattı ve biz
de bunları bazen rüyalarımızda görmekle yetiniyoruz."
"Bu durumda yılan sadece bana ait değil."
"Sizin yılanınızla klasik Antikçağ'da çok sık karşılaşı
rız ve her zaman tehlike anlamına gelmez. Örneğin, Yunan
Mitolojisi'nde tıp ve Sağlık Tanrısı Asklepios'un, yani hekim
lerin babasının simgesi olan yılan, Diocletianus zamanında

-17-
krmz

Mario Mazzanti

kolera salgınını yok etmek üzere Epidaurus'tan Roma'ya geti


rilen yılanın aynısıdır. Yine Apollon Delf'te, bilgelik ve keha
net güçlerini almak istediği piton yılanıyla dövüşmek zorunda
kalmıştır. Birçok efsanede yer almış sayısız ejderhayı düşünün,
bunlar da yılandan başka bir şey değildir aslında, Latince'de
dracus yani ejderha kelimesi yılan anlamına gelir."
"Özünde hep bir çeşit gücü sembolize ediyor..."
"Evet, aynen öyle, genellikle korkunç ve gizemli olan büyük
güçlerin kaynağıdır; onu yöneten ve ona dost olan kişi avucun-
da kendini bile yok edecek kadar büyük bir güç bulunduruyor
demektir. Ama sizin aldığınız ve bir defa uyandırıldıktan sonra
sizi mahvetmesinden korktuğunuz gücün hangisi olduğunu
belirlemek zorundayız."
"Bunu efsaneler yapamaz mı?"
"Hayır ama Tann'ya şükürler olsun ki bunun için psika
naliz diye bir şey var." Profesör Meriurgo saatine göz attıktan
sonra sözlerine devam etti. "Korkarım ki bugünkü vaktimiz
doldu, bu konuyu yarıda kesmemiz gerekiyor ama bunun üs
tünde durmak için daha çok zamanımız olacak..."

Trevis arkasında bağladığı elleriyle odada gezinmeye başla


dı; ölçülü adımlarının altındaki parke belli belirsiz bir çıtırtı
sesi çıkarıyordu. Oda çok genişti, az sayıdaki klasik tarzdaki
mobilya itinalı bir zevkin ürünüydü. Her perşembe akşamı
otuz kadar insan odanın dört bir köşesine saçılıp hatta yere
bile oturup Meriurgo'nun dikkatli yönetimi altındaki Balint
Grubuna* hayat vermek üzere bu odada toplanıyordu. Psika-
* Macar psikanalist Michael Balint (1896-1970) tarafından geliştirilmiş bir yöntem olup, bir
kaç psikoterapistin düzenli olarak bir araya gelip terapideki hastalara en uygun çözümü
getirmek üzere fikir alışverişinde bulunduğu toplantılardır.

- 18-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

naliz ve felsefe; sanat ve estetik gibi hayattaki yüzlerce konuyu


tartışmak üzere bir araya geliyorlardı.
Trevis'in o eve karşı bir bağı vardı. Ne de olsa Profesörün
ve eşi Sara'nın misafiri olarak orada uzun bir süre yaşamıştı.
Ona kucak açmış ve onu oğulları yerine koymuşlardı. Trevis
evin ışıklarında, ses ve kokularında kelimelerle anlatılama
yacak hisler buluyordu ve tüm bunların bir şekilde ona ait
olduğunu, daha doğrusu kendisinin o eve ait olduğunu his
sediyordu.
Duvarın karşısında, odanın odak noktası olan bir nişin
önünde durdu. Spot ışıklarıyla aydınlatılmış iki rafın üstünde
gururla sergilenmekte olan bir Rus ikonasıyla bir Yunan vazosu
vardı. Bunlar Meriurgo evinin en kıymetli mücevherleriydi.
İkona 14. yüzyıldan kalmaydı ve yapımında genç Rublev'in
bizzat bulunduğu da göz ardı edilmemeliydi. Yakıcı bir güzelli
ğe sahip gök ordularının lideri baş melek Mikail, güçlü kanat
ları, kınından çıkarılmış kılıcı ve rüzgârda dalgalanan pelerini
nin canlı kırmızısıyla kendisine sunulan ve uzanmakta olduğu
ilahi iradeyi insana içinde hissettiriyordu.
AmaTrevis bakışlarını yaklaşık olarak M. 0. 4. yüzyıldan kal
ma vazoya çevirdi. Babası Odysseus'un cansız bedenini büyücü
Kirke'nin önüne bırakan sonsuz acı içindeki Telegonos'u tasvir
ediyordu. Efsanede Telegonos'un, İthaca'ya doğru uzun dönüş
yolculuğunda büyücü Kirke'yle birlikte olan Odysseus'un oğlu
olduğu anlatılır. Büyücü tarafından babasını aramaya gönderi
len Telegonos bir baskın sırasında karşılaştığı ve hiç tanımadığı
babasını bir mızrakla öldürür, böylece Odysseus'un oğulların
dan biri tarafından öldürüleceğini söyleyen eski bir kehanet
gerçekleşmiş olur. Trevis ince parmaklarını Telegonos'un yü
zünde gezdirdi.
krmz

Mario Mazzanti

Hep yaptığı bu hareket onun için bir ritüel gibiydi. Bu do


kunuşta derin ve sonsuz bir acının titreşimlerini, hiçbir mer
hametin teselli edemeyeceği bir kaderin cezasını hissediyordu
sanki. Neredeyse ıstırap verici bu deneyimden kaçamıyordu;
sanki çok kısa bir an için bile olsa bu duyguyu içinde yaşama
ya, hissetmeye ihtiyacı varmış gibi...
Profesör Meriurgo'nun koridordan gelen sesi onu gözleri
kapalı, eski ve çaresiz bir acının hisleri içindeyken yakaladı.
"Bu yılan bizi daha uzun bir süre meşgul edecek, ayrıca bizi
yeniden ziyaret etmeyeceğinden de emin olamayız... Bir mi
safirimiz varmış, Profesör Trevis!" Profesör Meriurgo'nun sesi
ve hareketleri birden tiyatral bir hâle bürünmüştü. "Dostum,
geçmişteki maceralarımın ortağı ve seçkin meslektaşım! Gel de
şöyle erkek erkeğe bir kucaklaşalım!"
Trevis bu davete utanarak karşılık verdi.
"Birbirimizi görmeyeli sadece birkaç gün olmuştu aslında..."
"Zamanın kısa ya da uzun olması değil, seni gördüğümde
hissettiğim mutluluk beni bunu yapmaya itiyor."
Trevis atletik bir yapıya sahip olmasına rağmen kendi
sine açılan kolların içinde neredeyse kayboldu, bu durum
Profesör'ün hastasını da biraz şaşırtmıştı.
Hastasının hayrete düştüğünü fark eden Profesör şöyle dedi:
"Kusuruma bakmayın lütfen, her zaman böyle aşırıya kaçı
yorum, bu bir ayıp biliyorum ama olayları biraz abartma eği
limin var. Doğrusu şu ki her alanı kendisiyle, kendi bedeni ve
kendi sesiyle doldurmaya çalışan modern bir FalstafP karakte
rinin esiriyim ben..." Meriurgo hafifçe göz kırparak konuşma
sına devam etti. "Elbette bu, düşüncelerim için de geçerli bir
Giuseppe Verdinin bestelediği opera eserinin başkarakteri.
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

durum. Sizi Profesör Trevis'le tanıştırayım. Psikoloji Anabilim


Dalı öğretim üyelerinden, yakın dostum ve meslektaşım..."
Danışan, kibar bir şekilde gülümseyerek başıyla bir jest yap
tı. Adamda Trevis'i ilk anda etkileyen bir şey vardı. Bu, her
şeyden önce davranışlarıyla ilgiliydi. Dimdikti ama sanki bu
ona büyük bir yorgunluk veriyor ve bundan dolayı eğreti bir
dengede duruyor gibiydi. Üstündeki mükemmel kesim giysi
sinin asli görevinin, ortaya çıkan bu katı kırılganlığı örtmek ve
uyumlu göstermek olduğu söylenebilirdi. Ama Trevis'in esas
ilgisini çeken adamın yüzüydü: Keskin hatlı ve pürüzlüydü, el
macık kemiklerinin ve eğri burnunun altındaki derin gölgeler,
Napoli trajedilerindeki karakterleri andırıyordu. Sabit bakış
larıyla, ifadesiz ve taşlaşmış bir yüzdü bu. Aslında yuvalarının
âdeta içine çökmüş olan gözleri tam olarak hareketsiz değildi
ama daha çok uzaktaki detaylara dikkat kesilmişti, sanki her
bir bakışı önlemek ister gibiydi. Trevis bu yüzün ardında acı
verici, hatta trajik denebilecek bir şeyin hareket hâlinde oldu
ğuna çok emindi.
Trevis bakışlarını adamın üstünden çekmek için kendini
zorlarken Meriurgo tekrar konuşmaya başladı:
"Bu unvanları sayesinde sizi onunla tanıştırmış oldum, tıp
kı seansımızın başında enstitüde öğretim görevlisi olan diğer
meslektaşımla olduğu gibi. İki girişi olan bu ev muayenehane
kendi içinde bir harekete izin veriyor. İki hasta birbiriyle kar
şılaşmazken meslektaşların aniden önünüze çıkıvermesine bir
çare bulamıyorsunuz." Sonra Trevis'e dönerek ekledi. "Beye
fendiyi geçireyim, hemen geliyorum, bu arada sen benim oda
ma geç lütfen."
Trevis bir süre koridorda uzaklaşan iki figürü izledi;
Profesörün dev gibi cüssesinin yanında koridorun olabildiğin
di -
krmz

Mario Mazzanti

ce ortasından ilerlemeye çalışan danışanının ince ve kasılmış


bedeni. Adamın sanki ortamla hiçbir teması olmaması için
böyle duvarlara değmeden yürümeye çalıştığını düşündü, bel
ki hayata karşı da böyleydi.
•••
Trevis, o odaya her yalnız girdiğindeki rahatsızlığı hissederek
koltuğa oturdu. Loş ışık odadaki her şeyi içine dâhil olunması
zor bir gölge altında bırakıyordu; bundan dolayı eşyalar ve ay
rıntılar yoğun bir çaba sarf ederek yavaş yavaş keşfedilebilini-
yordu. Odadaki eşyaların hepsi merkezden uzak, dört bir tarafa
dağılmıştı; sanki asıl amaç, ortada durup bakışlarını etrafında
gezdirerek farklı ilgi odakları keşfedecek bir izleyici kazanmaktı.
Trevis'in odadaki değişikliği fark etmesi birkaç saniye aldı.
Yerdeki büyük bir taşı itmeye çalışan bir erkeğin resmedildiği
çok kıymetli bir minyatürdü bu.
"O, Hazreti Yakup!"
Arkasında gürleyen Profesör Meriurgo'nun sesi Trevis'i ye
rinden hoplattı, düşüncelerine o kadar dalmıştı ki Profesör'ün
içeri girdiğini duymamıştı.
"Eski Ahit'te anlatılan Hazreti Yakup'un Harana seyahatini
tasvir ediyor. Gece olmuştur, Yakup taştan bir döşeğe uzanıp
derin bir uykuya dalar. Rüyasında meleklerin arasından göğe
çıkan bir merdiven ve ucunda ona şöyle diyen Tanrı nın ta ken
disini görür: 'Ben senin, baban İbrahim'in ve oğlun İshak'ın
Yüce Rabbi'yim. Sana ve soyuna üstünde dinlenmekte olduğun
bu toprakları veriyorum.' Ertesi sabah Yakup uyanır ve üstün
de yattığı taşı sütun gibi yere dikip yağla yıkar. O yere Betel*
adını verir. Zaman ve mekân açısından onlardan çok uzaktaki
* Eski Ahit'te geçen ve Kudüs'ün 10 km. kuzeyinde bulunan, kelime olarak 'Tanrı'nın evi'
anlamına gelen şehir.

-22-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

dört millet daha aynı sembolü kullandı: Taş. Acaba bu, tanrıla-
rıyla bir iletişim ya da birliktelik anlamını mı taşıyordu? Dol
menleri, Stonehenge* ve Ayers Rock'u** düşün... Semboller ve
rüyalar, ne muhteşem bir bağ... Bu arada lafı geçmişken sana
bir rüya dinletmem gerek, yeni kayıt ettim, müthiş bir şey!"
Trevis ona tatlılıkla karşı geldi:
"Aslında ben öğrencilerime vermen gereken dersle ilgili ko
nuşmaya gelmiştim..."
"Acelen yoktur herhalde?!"
"Doğrusu..."
Meriurgo, "İyi, iyi, çok güzel" diyerek neredeyse kayıt ciha
zının üstüne abandı. "O zaman yeterince zamanımız var de
mektir. Rahatına bak ve dinle."

Bilgeliği sembolize ettiğine inanılan Antik Çağ yapıları.


Avustralya'da bulunan, kum taşından oluşan oldukça geniş bir kaya kütlesidir.

-23-
krmz

Ertesi Gün

D enişe yavaş yavaş uyanıyordu. Bilincinin, içinde bulun


duğu rüyayı yıkıp yüzeye çıkmaya başladığını fark etti.
Hislerini tekrar geri kazanırken tembelce gerindi; battani
yenin yumuşak sıcaklığını, teninin üstünde kaydırdığı çarşafı
hissediyordu. Elini yatağın diğer tarafına uzattı, bomboştu; bir
an için umutsuzluğa kapıldı, sonra duştan gelen su sesini du
yarak gülümsedi ve gözlerini açtı.
Yataktan çıplak olarak çıktı, kısa bir koridordan sonra ban
yonun kapısına ulaştı ve yumuşakça pervaza dayandı. Duşun
buzlu camından içerideki adamın siluetini izledi. Uzun, hare
ketli kasları olan zayıf ve gergin bir vücudu vardı, sahip olduğu
gücü hissedebiliyordu. Kıyafet insanı elbette ki kral yapmaz ama
kralı pek âlâ gizleyebilirdiye düşündü Denişe, adamın sırık gibi
ince bedenine bakıp kusursuz ve sıkıcı takım elbisesini gözü
nün önüne getirirken.

-24-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Hiçbir şey söylemeden duşa girdi.


Sessiz ve yoğun bir şekilde birbirlerine baktılar. Sonra adam
onun başını ellerinin arasına alıp kendine doğru çekti ve öptü;
elleri Denise'in yüzünden aşağı inip boynunu sardı. Onu kuv
vetlice duş kabininin duvarına doğru i t t i , kadın sırtının dayan
dığı camın soğukluğunu ve adamın gergin bedeninin sıcaklığı
nı hissetti; adamın öpücüklerine isteksizce karşı koydu.
"Şimdi değil... geç oldu, dersin var ve ikimizi enstitüye aynı
anda girerken görmelerini istemiyorum."

Henüz işe gitme vakti yaklaşmamıştı ama rüyasında yı


lan gören adam, yani Hayalci, uzun bir süredir uyanıktı. Ya
takta öylece hareketsiz kalıp tavanı izlemişti. Görünüşte çok
sakindi, böyle yaparak içindeki heyecanı aldatıp kovalamak
istermiş gibi bir hâli vardı; kendini, ruh hâline ters düşen bir
hareketsizliğe zorlamaktan başka bir şey değildi bu. Sonunda
buna daha fazla dayanamayarak kalkmış, uzun ve sıcak bir duş
almıştı. Sonra bıktırıcı bir özenle kıyafetini seçip giyinmişti.
Şimdiyse mutfakta alışkanlık gereği yaptığı hafif kahvaltıdan
kalanların karşısında oturmuş midesindeki düğümün çözül
mesini bekliyordu.
Önceki gün boyunca geceyi korkarak beklemişti. Bu sadece
yılanıyla tekrar karşı karşıya gelme ihtimalinden kaynaklanmı
yordu, onu tedirgin eden şey rüyasının verdiği mesajdı; sahip
olduğu dengeye karşı yeni bir mayındı bu.
Yılan... Önceliği yılanın neyi temsil ettiğini öğrenmek değil
di. Bunu bulma zevkini büyük bir memnuniyetle Meriurgo'ya
bırakıyordu. Onu sıkıştıran şey, rüyanın onda yarattığı düğü
mü çözebilmekti. Böylece istikrarına engel olan kim bilir ka
çıncı engelden kurtulacaktı.

-25-
krmz

Mario Mazzanti

Deneyimlerinden bildiği üzere yılanı bu kadar kısa bir za


man içinde tekrar görmek, uzun ve zorlu bir mücadele anlamı
na geliyordu. İşte bu yüzden o geceden korkmuştu. Endişeye,
yetersizlik hissine ve iyi tanıdığı hayata karşı tedirginlikle sa
vaşmaktan yorgun düşmüştü. Onun için hep böyle olmuştu.
Beyin kimyasında yanlış bir şey vardı, bunu biliyordu; hiçbir
laboratuvar testinin ortaya çıkaramayacağı, onu kendi içinde
tutsak bir adam hâline getiren, hayatı hissetmesini engelleyen
bir şey... Hayatını bu gibi şeyleri araştırmaya ve tedavi etmeye
adamış profesyonellerin bile erişemeyeceği, kendi içinde kar
maşık bir his olduğundan emindi.
Son dönemde kendini iyi hissettiği de yoktu zaten, iyileş
menin hayalini bile geçiremiyordu aklından. Sakin anlarında
onu sürekli takip eden, engelleyen ve kararsızlığa sürükleyen
bir şey oluyordu; huzur verici bir sakinleştiricinin bile görevini
tam olarak yerine getirebildiği söylenemezdi.
Her halükârda son zamanlarda gelişme kaydetmişti. Sakin
leştiricileri azaltmış, diğerlerine benzer görünmek için daha az
zorluk çeker olmuş, işiyle daha rahat başa çıkıp kişisel ilişkile
rinde sıkıntısını en aza indirmişti. Bu kabul edilebilir bir du
rum olmasının ötesinde erişilebilecek en üst noktaydı.
Yeniden gerilemek istemiyordu; karanlık bir dönemle tekrar
başa çıkacak güce sahip olmadığını hissediyordu. Asıl korktu
ğu şey işte buydu, yılanı rüyasında tekrar görmekten duyduğu
endişenin nedeni.
O gece yılan rüyasına girmemişti ama daha kötüsü olmuştu,
tabii daha kötüsü olması mümkünse. Yine bir kâbus görmüştü
ama bu bir öncekinden çok daha kötü ve ürpertici bir şekilde
son bulmuştu. Ama sorun sadece bu değildi. Her zamankinin
aksine kâbus gün ışığıyla ortadan kaybolmamış, içinde ince bir

-26-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

sıkıntı olarak kalmıştı. Rüyasındaki bir şey, gerçeğin de bir par


çasıymış gibi onu tam olarak terk etmemişti.
Öğlene doğru ofisinde bu konuyu defalarca düşündükten
sonra telefon etmeye karar verdi. Profesör Meriurgo onu öğle
den sonra görmeyi kabul etti.

Denişe enstitüye biraz geç vardı. O sabah hava çok soğuktu


ve etraf, ortadan kalkması için daha çok zamana ihtiyaç duyan
bir sisle kaplıydı.
Denişe eskiden sisten nefret ederdi; onun için sadece sıcak
ışığıyla güneş vardı, dünyaya net ve kesin çizgiler katan güneş...
Ama artık öyle değildi; sis birçok şeyi belirsiz yapıp saklayabi
liyordu. Sis koruyordu, ona yakın olmayanları dışarıda bırakıp
diğerlerini sarmalıyordu, ona kucak açanları sınırlı ve mutlu
bir evrenin merkezi hâline getiriyordu...
Öğretim üyelerinin odalarının olduğu koridorda ilerler
ken paltosunun önünü açtı. Gecelerini ve rüyalarını dolduran
erkeğin odasının önünden geçerken küçük de olsa kaçamak
bir bakış atmamak için kendini zor tuttu. Kararlı bir tavırla
ilerledi. Kimse hiçbir şey öğrenmemeliydi hatta hiçbir şeyden
şüphelenmemeliydi. En azından şimdilik... Bu, sıkıntı ve kar
maşa yaratırdı; doğru zaman gelecekti nasılsa, sabırlı olmak
yeterliydi.

Trevis odasındaydı ve isteksizce Profesör Benatti'nin yakın


malarını dinliyordu.
"Dersime yazılmış olan iki yüz öğrencim, yönetmem gere
ken beş tane çalışma grubu, Padova'daki kongre için hazırlan
ması gereken rapor, kış dönemi sınavları ve izin verirsen artık
daha fazla erteleyemeyeceğim özel bir işim var."

-27-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis, meslektaşının problemlerine karşı ilgisizliğini ve sı


kılganlığını kibarca saklamaya çalıştı ama "özel bir iş" konusu
geçtiğinde gülümsemeden edemedi. Profesör Benatti öğretim
üyeliği görevinin dışında serbest olarak psikoterapistlik de yap
maktaydı. Bu, enstitüdeki eğitmenler arasında oldukça yaygın
bir durumdu ve bu tercihi yapan kişi, her işi yetiştirecek vakti
yaratmaya mahkûmdu. Her ne kadar Trevis konuya hoş bak
masa da özel işlerin getirişi oldukça iyiydi ve hâl böyleyken
bunları çok da sekteye uğratmamak gerekiyordu.
Trevis ise kendini sadece üniversitedeki aktivitelerine ada
mıştı; bunu çok sevdiği deyimiyle, "kendini daha saf hissetmek
için" yapıyordu. Ama gerçek sebebin çok daha derin ve bir açı
dan da utandırıcı olduğunu biliyordu; psikoterapi yapma dü
şüncesi onu rahatsız ediyordu. Korktuğu hatta emin olduğu bir
şey vardı; gerekli mesafeyi koruyamamak ve hastaların vakala
rına bir şekilde dâhil olmak, onların kaygılarını paylaşmak ve
bunlara dayanmak zorunda kalmak hatta bu yükü üstlenmek.
Hayır, tüm bunlar ona uygun değildi; acıyı yakından tanımak
için vazo üstüne boyanmış bir yüzde parmaklarını gezdirmek
çok daha iyiydi... Bir an için gözünün önüne, dış dünyayla ola
sı her türlü teması engellemek için garip bir şekilde yürüyerek
koridorda uzaklaşan Meriurgo'nun hastası geldi.
"Güzel, sen gül bakalım" dedi Profesör Benatti ve biraz kı
rılmış bir tavırla sözlerine devam etti. "Sen serbest çalışmadı
ğın için bunun ne kadar mühim bir iş olduğunu anlayamazsın.
Gerçekle teması bu temsil ediyor; kendini ölçebileceğin yer,
bilgilerini hizmete sunabileceğin alan demek bu..."
Trevis faydasız bir tartışmanın içine sürüklenmek istemiyor
du ama kendisine yöneltilen "anlayamazsın" sözleri karşısında
yorgun bir tavırla karşılık verdi:

-28-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"Ne düşündüğümü biliyorsun; ya eğitmenlik yaparsın ya da


psikoterapistlik. Bunlar birbirinden farklı şeyler hem de çok
farklı. Eğitmen olarak psikolojiyi, teorilerini ve birçok ekolünü
öğrencilerin eleştirel zekâsına sunmak zorundasın; Davranış
çılıktan Gestalt'a, transaksiyonel analizden psikanalitik dokt
rinlere ve daha birçok şeye kadar... Psikoterapist olarak ise bir
ekolü ve bunun sahadaki uygulamalarını kucaklıyorsun. Her
iki şeyi birden yapmanın bir risk olduğuna ve karmaşa yarata
cağına inanıyorum."
"Saçmalık! Bir doktor aynı anda hem tıp tarihi dersi verip
hem de iyi bir cerrah olabilir. Hatta ona iyi bir âlim olmayı
sağlayan şey, gerçekliği anlayıp kavramasıdır."
Tam karşı koyma sırası Trevis'e gelmişti ki Denise'in dosta ne
selamı rakipleri birbirinden ayırdı. Odaya girerken yaramaz ve
cilveli bir tavırla sordu:
"Önemli bir tartışmayı bölmüyorum ya?"
"Kıymetli yeni asistanımdan asla rahatsız olmam, oturun lüt
fen Doktor* Di Marco" dedi Trevis ve devam etti. "Ben de aşırı
derecede yoğun olan Profesör Benatti'ye Padova Kongresi'nde
yerini almayı teklif ediyordum, tabii senin değerli katkılarını
da göz önünde bulundurarak."
Benatti sakin ve tepkisiz bir ifade takındı.
"Profesör Trevis tam bir beyefendi, teklifini şükranla ka
bul ediyorum ve karşılığını ödeyeceğim anı sabırsızlıkla bek
liyorum."
Denişe paltosunu çıkarırken gülümsedi.
"İyi geçindiğinizi ve enstitü içinde birbirinize böyle yardım cı
olduğunuzu görmek ne güzel!"
* İtalya'da tüm üniversite mezunları bölüm farkı olmaksızın "Doktor" unvanını almaktadır.

-29-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis rahatlayarak koltuğun arkasına yaslandı ve "Biz bu


rada büyük ve mutlu bir aileyiz" dedi. Bir yandan da Denise'i
izliyordu, bunu daha önce de yaptığını şaşırarak fark etti.
Genç kadın tekrar gülümseyerek konuştu:
"Bir aile... Ben daha birkaç aydır buradayım Profesör, ben
de kendimi bu ailenin bir parçası olarak görebilir miyim?"
"Elbette. Hatta bu güzel ailedeki rolleri açıklığa kavuştura
lım; siz genç asistanlar torunlarsınız, biz eğitmenler çocuklarız
ve büyük "p" harfiyle yazılan Psikoloji de bizim annemiz."
"Babanın kim olduğunu söylemediniz ama... Profesör Tosi-
Ronchi olabilir mi mesela?"
Trevis kafasını salladı. "Hayır, Tosi-Ronchi değil. O, psiko
loji bölüm başkanı yani otorite ve gücü temsil ediyor. Ayrıca
yönetimi de çok iyi; vasi olabilir ama baba değil."
Benatti canlı bir ses tonuyla konuştu:
"Bizim babamız Profesör Meriurgo. Enstitüdeki aktif bü
tün öğretim üyelerini iş başına getiren ve ilk adımlarını atarken
yöneten odur. O bizim dostumuz, akıl hocamız ve tutsağımız;
bizim rehber Kuzey Yıldızımız... Onu olduğu gibi seviyoruz
ama aynı zamanda sefil ödipal yönümüz yüzünden Psikoloji
anamızın ona verdiği aşk ve her sırrını sunmasından dolayı on
dan nefret ediyoruz. Bizim babamız o."
"Mükemmel!" dedi Trevis.
"Gerçekten de güzel bir soyağacı" diyerek yorum yaptı De
nişe ve ekledi. "Kahve ister misiniz? Gidip koridordaki maki
neden..."
Benatti koltuğundan kalkarak araya girdi:
"Ben istemiyorum, teşekkürler. Geç oldu ve makine kahve
lerini hiç sevmem ama size severek eşlik ederim. Dersi bitmiş

-30-
»
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

öğrencilerin ordular hâlinde dolaştıklarını gördüm, yalnız git


meniz tehlikeli olabilir."
İkisi uzaklaşırken Trevis arkalarından baktı; Denise'in ima
lı yürüyüşünü ve koyu renk çorapla örtülü güzel bacaklarını
hayranlıkla izledi. Gözlerini ondan büyük bir zorlukla ayırıp
önündeki kâğıtlara konsantre olmaya çalıştı.

Profesör Meriurgo rüyasında yılan gören hastasını kabul


ettiğinde akşam olmak üzereydi. Sallanarak büyük odanın
penceresine yöneldi, hırkasının içinden piposunu çıkardı ve
yakmadan ağzına götürerek emmeye başladı. Perdeyi aralayıp
aşağıdaki meydanı izledi. Yapay ışıkların böldüğü karanlıkta
insanlar çılgın ve amaçsız bir hareket içindeymiş gibi görü
nüyordu.
Meriurgo uzun bir süre azalmakta olan sisin altındaki bu
olağandışı insan gölünü izledi. Rüyaların da böyle olduğunu
düşündü... Sadece görünüşte mantıksız gibi duruyorlardı o
kadar.
Profesör gülümsedi. Böyle olağandışı randevular verdiği pek
olmazdı çünkü terapi açısından bakıldığında gereksiz bir şeydi
ve hastanın bunu alışkanlık hâline getirme riski vardı. Ama bu
seferki istisnaya değmişti. Hayalci nin yeni kâbusunun yoru
mu şüpheye yer bırakmıyordu ve profesörde dayanılmaz bir
merak uyandırmıştı.
"Hayat ne tuhaf ilişkileri mümkün kılıyor!" dedi yüksek
sesle.
Ertesi gün küçük bir sırrı açıklığa kavuşturmak için iki ar
kadaşını ziyaret etmek üzere enstitüye gidecekti.

-31 -
krmz

Mario Mazzanti

Trevis öğrencisinin bitirme tezinden başını kaldırıp derin


bir nefes aldı. Dışarıda hava uzun süre önce kararmaya başla
mıştı.
Büyük masanın diğer ucunda bir bibliyografyadan not
lar almakta olan Denise'e dönerek, "Dükkânı kapatma vakti
geldi" dedi.
"Evet, saat yedi olmuş bile! Bugün ne çabuk geçti. Profesör,
Padova Kongresi'nin sunumunu hazırlamak için kesinlikle va
kit ayırmak zorundayız."
Denişe bunları söylerken küçük bir el hareketiyle alnındaki
perçemleri itti. Bu, gün içinde sürekli tekrarladığı bir hareketti
ve zamanla onu tanımaya başlayan Trevis, bu hareketin altında
yatan çekiciliğin tadını çıkardı:-
Profesör birkaç saniye düşünceli bir tavırla bekledikten son
ra her kararsızlığa üstün gelen bir acelecilikle şöyle dedi:
"Eğer davetimi kabul etme nezaketini gösterirsen bunu ya
rın akşam yemeğinde konuşalım mı?"
Denişe, Trevis'e geçmek bilmez gibi gelen kısa bir süre bo
yunca gözlerini kısıp teklifi düşünüyor gibi göründü. Sonunda
yumuşak ses tonuyla, "Tamam, yarın akşam..." diye cevapladı.

Hayalci gergin ve huzursuz bir günün ardından yatmaya


karar vermişti ama gözüne bir türlü uyku girmiyordu.
Akşamüstü yaptıkları analiz seansından sonra içindeki en
dişe tamamen geçmese bile azalmıştı. Bu yeni kâbus incelen
miş ve dikkatle araştırılmıştı ama henüz tamamen çözülmüş
değildi.
Meriurgo'nun rüyayı çoktan çözmüş olduğundan hiç şüp
hesi yoktu; takındığı sinsi ve neredeyse eğlenir gibi tavır şüphe-

-32-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

\•(• mahal vermiyordu ama şimdi sıra bu sonuca kendi gücüyle


ulaşmaya gelmişti...
Yılanla hiçbir bağlantısı olmadığı çok açıktı ama bu kâbusta
Ortaya çıkmak için mücadele veren başka bir şey vardı; bir be
den vermek zorunda olduğu bir gölgeydi bu. Bunun önemli
olabileceğini hissediyordu.

Denişe çarşafın üstünde kayarak erkeğine yaklaştı. Yüzü


nü göğsüne yaslayıp onu, hiç acele etmeden yavaş ve sistemli
bir şekilde öpmeye başladı. Sonra üstüne daha çok yaslanarak
boynundan yukarıya kulaklarına kadar çıktı. Adamın sıcak
göğsünün kendi göğüslerini ısıttığını, altındaki bedenin onu
arzuladığını hissetti.
"Yarın akşam görüşemeyeceğiz. Başka biriyle yemekte ola
cağım... Ve eğer bu gece senden memnun kalmazsam bana
onun eşlik etmesini isteyeceğim..." diye fısıldadı.
Adam onu kollarında sıkıca sararak kendine çekti. Denişe o
kasların ve sıcak nefesin içinde esir düştüğünü ve ne kadar da
zayıf hissettiğini fark etti.

-33-
krmz

B üyük anfıdeki ders neredeyse bitmek üzereydi ama öğ


renciler hâlâ dikkatli ve konsantre olmuş vaziyetteydiler.
Trevis saatine baktıktan sonra etrafında döndüğü kürsüye yas
landı.
"Bugünlük çok fazla vaktimiz kalmadı ama yeni bir konuya
girmek için yeterli. Bu, görünüşte basit ama aslında sinsi ve
çok karmaşık bir konu: Algı."
Trevis tekrar konuşmaya başlamadan önce bir süre bekledi.
"Enstitünün önerdiği ders kitaplarından biri algıyı şöyle
tanımlıyor: Fiziksel dünya algısının temelindeki ruhsal süreç.
Şimdi, içinizden bu konu üstüne herhangi bir şey okumuş
olanınız varsa... Kendisinden bunu unutmasını istiyorum. Al
gının hiçbir âlim tarafından incelenmemiş olduğunu, bu ko
nuda hiçbir yazılı kaynağın bulunmadığını ve bizden önce hiç
kimsenin bu konuyu ele almadığını hayal edelim. Kısacası bu

-34-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

konuyla ilgilenecek olan ilk bilim adamları bizleriz ve görevi


miz algının mekanizmasını incelemek. Haydi bakalım, tartış
ma başlamıştır. Kim bir şeyler söylemek ister?"
Yarım daire şeklindeki anfınin arka sıralarından bir ses yük
seldi:
"Algının duyusal aktivitenin bir sonucu olduğu söylenebilir
mır
"Hımm... Temelde duyuların olduğuna şüphe yok..."
Sınıfta gülüşmeler oldu.
Trevis eğlenerek konunun altını çizdi:
"O tür duyuları kastetmiyorum. Ciddi olarak soruyorum,
sizce hepsi bu mu, duyusal kapasite, bundan başka bir şey yok
mu? O zaman bir deney yapalım. Etrafınıza bakın. Hadi ama
gençler, sizden zor bir şey istemiyorum, etrafınızı inceleyin..."
Öğrenciler gürültülü bir şekilde kendilerinden isteneni ya
parken Trevis bir süre bekledi. "Güzel, şimdi size ne algıladığını
zı sorsam bana ne söylersiniz? Buranın bir sürü insan ve eşyayla
dolu bir üniversite anfısi olduğunu söylersiniz. Belki birkaç de tayı
ayrıştırabilirsiniz ama bana asla ışık, gölge, ses, koku... Yani ilkel
duyusal uyaranları algıladığınızı söylemezsiniz."
Ön sıralarda oturan kıvırcık saçlı bir öğrenci araya girdi:
"Duyu organlarının uyarılması algı elde etmek için yalnız
başına yeterli değil mi demek istiyorsunuz?"
"Vurgulamak istediğim, algının histen çok daha karmaşık
bir fenomen olduğu. Ortada akıl seviyesinde, ruhsal ve bize
duyu organları aracılığıyla ulaşan bir uyarım organizasyonu
var. Müzik dinlediğimizde kulak zarı ses titreşimini algılar ama
bizim algıladığımız şey müziğin kendisidir."
Başka bir öğrenci lafa daldı:

-35-
krmz

Mario Mazzanti

"O zaman bir duyu organının uyarılmasına bağlı bulunan


ve tam anlamıyla fiziksel bir olgu olan 'hissi'; uyarımı ruhsal se
viyede ayırt edip birleştiren ve çok daha karmaşık bir olgu olan
algı'dan uzak tutmak zorunda olduğumuzu söyleyebiliriz."
"Doğru, çok iyi, şimdi ilk sonuca ulaşmaya çalış" dedi Trevis.
"Algının, temel mantık uyarımlarının bir organizasyonu ol
duğunu söyleyebilir miyiz?"
"Bunun güzel bir tanım olduğunu söyleyebilirim ama kar
şımıza yeni bir problem çıkarıyor. Şimdi kendimize bu organi
zasyonun nasıl ortaya çıktığını, neye bağlı olduğunu ve hangi
kanunlara yanıt verdiğini sormalıyız."
Trevis elindeki tahta işaret çubuğunu göstererek öğrenci sı
ralarına yaklaştı.
"Bu yeni sorunu bir örnekle çözmeye çalışalım. Size bu tah
ta çubuk gibi basit bir nesne gösterdiğimde bunun bir işaret
çubuğu olduğunu algılamakta güçlük çekmezsiniz ama bunu,
ömrü boyunca Amazon ormanlarında bir kabilede yaşamış
olan bir yerliye gösterirsem bunun bir mızrak ya da ok olduğu
nu algılayacaktır..."
İlk sıradaki bir kız öğrenci söz aldı:
"Bu durumda algının; deneyim ve bilgilerimizle aldığımız
uyaranların karşılaştırılıp birleştirilmesinden oluştuğunu söy
leyebilir miyiz?"
Trevis hemen cevapladı:
"Sadece bununla da kalmıyor... Bu, ihtiyaçlarımız hatta is
teklerimize kadar uzanıyor... Çöldeki serap olgusunu düşünün.
Bunu gören ve susuzluk çekmeyen bir turist, 'Bu bir serap!' di
yecekken günlerdir yolunu kaybetmiş olan biri tüm enerjisiyle
'Su!' diye bağıracaktır."
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Derin bir sessizlikten sonra aynı kız öğrenci kelimelerini


tartarak tekrar konuşmaya başladı:
"O zaman şöyle diyelim: Bir tarafta bireye göre değişen bir
şey var; deneyim, yaş, ait olunan kültür, ihtiyaç, beklentiler...
Diğer tarafta ise değişmez bir şey yani duyusal uyaranlar var.
Tüm bunların toplamı algıdır."
Trevis düşünüyor gibi görünüyordu:
"Toplamı... Evet, doğru, bu bir teori. Bu, şu demek oluyor:
Kendime has bireyselliğim içinde 'soğuk', 'kahverengi' ve 'tatlı'
duygularını fark edip bir araya getirerek çikolatalı dondurmayı
tanıyabilirim..."
Trevis sınıfın ucundaki büyük tahtaya yaklaşıp yazdı:
BÜTÜN, KENDİNE AİT HER BİR PARÇANIN TOPLAMIDIR.
"Söylemek istediğiniz bu muydu? Yani global algının, algı
lanan bireysel duyuların bir toplamı olduğu mu?" Trevis sınıfa
dönerek sordu. "Buna katılıyor musunuz?"
Sınıfın her bir köşesinden sayısız onay işaretleri yapıldı.
"Güzel! Bu durumda elimizde iyi yağlanmış bir mekanizma
var diyebiliriz, şimdi bunun içine başka şeyler de katmayı de
neyelim, küçük bir deneme yapalım... Lütfen ışıkları kapata
lım ve iki projeksiyonu çalıştıralım."
Işıklar kapanır kapanmaz sınıfa bir uğultu yayıldı.
"Arkadaşlar... Arkadaşlar, lütfen bir saniyelik dikkat rica
ediyorum. Şu telekumandayı çalıştırabilirsem ilk projektörde
ki slaytı ekrana aktarabileceğim... İşte geldi."
Ekranda parlak, dikey bir çizgi belirdi.
"Şimdi bununla aynı zamanda ikinci projektördeki slaytı da
yansıtalım.
İlkiyle aynı, ona paralel bir çizgi belirdi.
krmz
krmz
krmz

Mario Mazzanti

yeni bir mekanizma giriyor ve bu bizi eksik figürler tammış


gibi algılamaya itiyor."
Trevis tekrar tahtaya doğru yönelirken sözlerine ara verdi.
"Bakalım bu deneyden sonra tahtamıza ne yazacağız."
İKİ PARALEL ÇİZGİNİN DUYUSU = BİR TEK ÇİZGİNİN
ALGILANMASI.
ARALARINDA BAĞ OLMAYAN SİYAH ŞEKİLLERİN DUYUSU = BİR
KÖPEK ALGISI.
"Göze çarpan nedir?"
"Varsayımımızın güvenilir olmadığı" dedi kıvırcık saçlı öğ
renci.
"Bu açık ama ne şekilde?"
Sınıfın arkalarından bir ses yükseldi:
"Sınırlı şekilde; ortada iki çizgi var ancak hareket hâlinde
olmalarına rağmen biz sadece bir çizgi algılıyoruz."
Trevis tekrar konuşmaya başladı:
"O zaman bu durumda algının duyuların toplamından
daha düşük olduğunu söyleyebiliriz. Peki, köpekle ilgili ne dü
şünürüz?"
Bir kız öğrenci kemirmekte olduğu kalemini bırakıp cevapladı:
"Sonuç artmış gibi. Bağlantılı olmayan ve kendi başlarına an
lamsız olan belli sayıdaki şekilden karmaşık bir şey algılıyoruz."
"Bu durumda algının duyuların toplamından üstün oldu
ğunu savunabilir misiniz?"
"Evet, niteliksel olarak üstün" dedi kız kararlılıkla.
"Şimdi algının basit duyuların toplamı olduğu varsayımı
mıza dönelim. Tekrar soruyorum bu konuda hepimiz hemfikir
miyiz?"
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Sınıfın içinde koro hâlinde bir, "Hayır" sesi yükseldi.


Trevis şakacı bir ses tonuyla konuştu:
"Küçük hanım, öğle yemeğinizi kaleminizle geçiştirmeyi bı
rakıp tahtaya gelirseniz yeni bir varsayım çıkaralım."
Kırmızı saçlarıyla çok güzel olan genç kız gürültülü teza
hüratlar arasında sırasından kalktı ve bir saniye düşündükten
sonra güzel bir el yazısıyla yazmaya başladı:
BAZEN GÖRDÜKLERİNE G Ü V E N M E M E K LAZIM.
Meslektaşlarının kopardığı alkış tufanına memnun bir mey
dan okuma ifadesiyle karşılık verdi.
Alkışlar kesilince Trevis tekrar konuşmaya başladı:
"Sizinle tam olarak hemfikir olduğumu söyleyemeyeceğim
bayan, bayan...?"
"Rollato, Simonetta Rollato." '
"Güzel, Bayan Rollato size katılıyorum ancak bunu bilimsel
açıdan daha elle tutulur bir hâle getirmemiz gerek."
Kız muzip bir gülümseme takınarak yazdı:
BÜTÜN, KENDİSİNİ OLUŞTURAN TEK PARÇALARIN
TOPLAMINDAN FARKLIDIR.
Profesör lider bakışlarıyla sordu:
"Herkes hemfikir mi?"
Heyecanlı korodan, "Evet" sesi yükseldi.
"Güzel, bu varsayımdan yola çıkarak yüzyılımızın ilk yılla
rında Geştalt ekolü ya da diğer adıyla form psikolojisi doğdu.
Buna göre bireysel duyular birleşiyor ve sadece aralarında bağ
olduğundan dolayı değişiyorlar, böylece 'şekil'e bir yer ve özün
kendini oluşturan parçalar tarafından belirlenmediği ama do
ğası gereği bütün olduğu bir yapı vermiş oluyorlar. Daha ba-

-41 -
krmz

Mario Mazzanti

sit kelimelerle ifade edecek olursak algıladığımız şeyler ışıktan


noktalar değil, işaretler ve şekillerdir... Müzik ve sözler duya
rız, ses titreşimleri değil... Bunları oluşturan unsurların farkına
varmadan uyaranların yapılanmış şekline tepki veririz. Düşü
necek olursanız bir yapboz yaptığınızda, parçalar tamamlan
mış tablonun içinde farklı bir renk ve boyut kazanırlar. Form,
kendisini oluşturan parçaların önemsiz toplamından çok daha
fazla bir şeydir; kendi benzersiz kimliğini kazanır çünkü. Algı
ladığımız her şey tam olarak bir 'form'dur."
Trevis, anfınin duvarındaki saate göz atarak şöyle dedi:
"Geştalt hakkında konuşmaya devam edeceğiz, bugünlük
vaktimiz doldu. Bitirirken şunu belirtmek isterim ki iki çizgi
deneyimiz orijinal değildi; bunu ilk olarak 1912'de Profesör
Wertheimer gerçekleştirdi ve hareket algısındaki bu yanılsama
Phi Fenomeni olarak adlandırıldı. Şimdilik bu kadar, hepinize
güzel bir gün diliyorum."
Öğrenciler büyük bir gürültüyle anfıyi boşaltırken Trevis ma
sasını toparlamaya başladı. Bazı öğrenciler yanından geçerken
ona tıpkı hayvanat bahçesinde kafesteki bir hayvanı incelermiş
gibi bakıyordu. Birçoğu ders hakkında konuşurken diğerleri
farklı konulardan bahsediyordu, girişimci olanlar ise güzel ha
nım meslektaşlarıyla hoş bir akşam ayarlamaya çalışıyordu.
İçlerinde kızıl saçlı kızın da olduğu üç öğrenci kapının
önünde durmuş çıkışta onunla konuşmak istediklerini bel
li ederek bekliyorlardı. Kız gerçekten de çok hoştu. Bu sefer
kaçmak ya da işi yokuşa sürmek yoktu, Trevis müsait ve canlı
görünmeye karar verdi.
"Tebrikler Profesör, bu gerçekten de haklı şöhretinize uygun
bir gösteri oldu! Sizi, öne çıkmaktan hoşlanmayan bir öğrenci
gibi arka sırada oturup izledim."

-42-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Trevis, dev cüssesiyle kürsünün önünde âdeta bir tehdit oluş


turan Profesör Meriurgo'yu görünce şaşırdı. Yüce Isa, diye düşün
dü, adam yaklaşırken oluşan hava dalgasını bile hissetmemişti.
"Ah, ne sürpriz ama!" dedi gülümseyerek elini uzatırken.
Meriurgo yarattığı şaşkınlıktan havalara uçuyordu. Kırmızı
kazağı ve kadife pantolonunun üstüne açık renk buruşuk bir
yağmurluk giymişti, sol elinde eski deri bir çanta vardı.
"Öğrencileri zıpkınınla yakalamayı basardın öyle mi? Bu
günden itibaren içlerinden bazısı kendisini daha zeki bazısı da
daha aptal hissedecek. Ama hepsi bir sonraki dersi büyük bir
heyecanla bekleyecek."
Trevis notlarını düzenlemeyi bir kenara bırakıp kâğıtları bir
tomar hâlinde çantasına tıktı.
"Bu sıradan bir ziyaret mi yoksa bütün dersleri izleme niye
tinde misin?" diye sordu.
"Egoma bağlı, ben kendini aptal hissedenlerin arasındayım
ve egom bundan alınacak mı yoksa uyarılacak mı bilemiyo
rum. Ayrıca burada sigara içilemiyor olmasından dolayı üs
tümde büyük bir yük var."
"Gel o zaman" dedi Trevis ve Profesör'ün koluna girdi.
"Benim odama gidelim, orada ciğerlerini mahvedip benim
kileri de tehlikeye sokabilirsin."
Sınıftan çıkarken kızıl saçlı güzel öğrencinin yanından geç
tiler, Trevis onu göz ucuyla süzdü. Kızın hoş parfümünü hisse
dince hafif bir pişmanlık duydu.
Koridora çıktıklarında, "Müdürle miydin?" diye sordu.
"Doğrusu, buraya Tosi-Ronchi'yi görmeye gelmedim, baş
ka sebeplerim var. İki güzel sebep; bunlardan biri resmî, diğeri
ise nasıl derler... Gizli."

-43-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis ona sorgular gözlerle baktı. Meriurgo sözlerine de


vam etti:
"Öncelikle Cenevre Kongresi raporlarının bir kopyasını al
mak üzere güzel kütüphanenizi sömürmek istiyorum çünkü
bendeki kopya, bir parapsikoloji konferansı raporu olmamasına
rağmen masamın üstünden esrarengiz bir şekilde kayboldu..."
Trevis odasının kapısını açarak kenara çekildi. Profesör Me
riurgo masanın önündeki koltuğa yayılıp sistemli hareketlerle
piposunu yaktı.
"Peki ya gizli sebep?"
Profesör sinsi bir havayla lafları ağzında geveleyerek yavaşça
konuştu:
"Adı üstünde, gizli... Ama sana bir şeyler söyleyebilirim. Ne
de olsa bugün tam da bir dedektif gibi giyindim, daha doğrusu
psikodedektif gibi."
Trevis kendini tutup alaycı bir "fark ettim" cümlesi kur
maktan vazgeçti ve sabırla Meriurgo'nun sözlerinin devamını
bekledi.
"Beni buraya getiren başlıca şey sıkı bir soruşturmaydı;
ipuçlarının kontrol edilmesi, ciddi bir araştırma yapılması ve
sonunda suçluyu tahmin ederek karanlık bir sırrın ortaya çı
karılması. Sen iki şüpheliden biriydin... Ama sakin olabilirsin
evladım, masum olduğun ortaya çıktı."
"İki şüpheli mi? Sorumlu görüldüğüm suç neydi?" diye sor
du Trevis gülümseyerek.
Profesör koltuğuna iyice yerleşerek cevapladı:
"Bir kâbus... Hastalarımdan birinin kâbus görmesine sebep
olmak..."
"Hastalarından birinin kâbusu mu? Hastalarından hiçbirini

-44-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

tanımazken böyle bir şey..." Trevis tam bunları söylerken bir


an için durakladı ve tekrar sözlerine devam etti. "İki gün önce
muayenehanende karşılaştığım hastanla mı ilgili?"
Meriurgo, Trevis'in sorusunu duymazlıktan gelerek ko
nuştu:
"Her kâbusun kendine has sebepleri vardır. Rüyalar bir şey
lerin alametidir! Ama artık her şey çözüldü, gerçek suçlunun
maskesi düştü. Bu gerçekten de çok ilginç bir hikâye biliyor
musun? Bu sabah güneş doğmadan önce uyandım, artık uyu
yarak zaman kaybetmeyecek kadar yaşlıyım. Popüler bir dergi
için kısa bir makale yazdım."
Piponun dumanı neredeyse bütün odayı doldurmuştu; Tre
vis, Profesörün o gün daha hafif ve aromatik bir tütün içiyor
olmasına şükretti çünkü ne de olsa Meriurgo çok ağır ve acı
tütünler içebilecek kapasitedeydi. •
Profesöre dönerek, "Bana her şeyi anlatın Bay Sherlock
Holmes, öğrenmek için sabırsızlanıyorum" dedi.
"Lütfen Nero Wolfe deyin, bu ismin bana her yönden çok
daha uygun olduğunu düşünüyorum. Ama daha fazlasını söy
leyemem, burada oyuna daha önce belirttiğim gizlilik giriyor.
Şöyle diyebiliriz: Soruşturmaların gizliliği esastır."
"Nasıl isterseniz Bay Wolfe ama eğer söylerseniz size karşılı
ğında Cenevre Kongresi raporlarının kendime ait bir kopyasını
teklif edebilirim. Böylelikle kütüphaneye kadar gidip, formlar
doldurup, fotokopiler çekmek zorunda kalmazsınız..."
"Bu çok cazip bir teklif ama buna kapılamam. Bu arada şunu
da itiraf edeyim: Buraya gelirken Doktor Di Marco ile karşı
laştım, her zamanki gibi kibar ve hassastı. Bana bu kıymetli
dokümanı yarın sabah kendisi getirmeyi teklif etti. Gerçekten
de çok hoş bir kız. Ah... Şöyle kırk yaş kadar genç olsaydım!"

-45-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis keyifli ve üzgün bir tavırla, "Demek bana hiçbir şey


söylemeyeceksin..." dedi.
"Hadi ama, katılımcıların izni olmadan böyle bir şey yap
mam doğru olmaz, hem sonra tabloyu tamamlamak için hâlen
birkaç parçaya ihtiyacım var; biraz sabredersen her şeyi öğre
neceksin."
Trevis içini derin bir nefesle doldurdu.
O esnada Meriurgo çantasında bir şey aramaya koyularak
lütufkâr bir tavırla şöyle dedi:
"Ama ellerinin boş kalmasını da istemem. İşte öğrencileri
ne vereceğin ders burada." Kâğıtları bir zafer edasıyla masanın
üstüne attı. "Dersin için güzel bir erzak olmaya hazır" dedi.
"Aktarım psikolojisi üzerine."
UT î ••}»

Jung a gore mır


Profesör Meriurgo çoktan ayağa kalkmıştı.
"Elbette öyle. Hoşça kalın Profesör." Kapıya doğru ilerledi.
"Bu arada aklıma gelmişken egom kararını verdi. Sana ölesiye
darılmış ve bir daha asla derslerine gelmeyecekmiş ama seni
haftaya perşembe Balint Grubu için evime bekliyor. Görüş
mek üzere, dostum."
Trevis kendisine veda ederken Profesör Meriurgo, tipik yü
rüyüşüyle hafifçe zıplayarak uzaklaştı.

-46-
krmz

Aksama Doğru..

H ayal için zor bir gün olmuştu. Bir gece önceki uykusuz
luk etkisini göstermişti ve hepsinden öte, işteki günü
normalden çok daha yoğun geçmişti.
Gece, kısa aralıklarla daldığı huzursuz uyuklamalar dışında
gözünü kırpmamıştı. Ve o huzursuz his bütün gün peşini bı
rakmamıştı. Tıpkı içinde büyüyen rahatsız edici bir şey gibiy
di; nefes alıp vermek gibi genişleyip daralarak belirli aralıklarla
ortaya çıkıyor sonra uzaklaşıyordu.
Ortaya çıkmak için savaş veren bu şey neydi?
Bir form kazanmaya değecek kadar önemli bir gölge miydi bu?
Yoksa en basit şekliyle zaten oldukça geniş olan koleksiyo
nuna eklenecek yeni bir belirtiden mi ibaretti? İyi bir uyku
ilacıyla evcilleştirilebilecek bir beyin dalgası olabilir miydi?
Hayalci kendini yorgun hissediyordu; tüm hayatı boyunca
boş bir iyileşme ümidine asılı kalarak yaşamaktan ve bekle-

-47-
krmz

Mario Mazzanti

mekten tükenmişti. Bu belki de iyileşmeye eş değer olan ve


gelmek bilmeyen bir çöküşün sağlayacağı kurtuluştu.
Tüm bunları düşünerek aldığı beklenmedik toplantı daveti
ne güvensizlikle hatta neredeyse şüpheyle yaklaştı. Sanki içinde
aniden bir alarm çalmaya başlamış gibiydi ama bir yandan da
bunun her şeyi aydınlatabileceğini düşünüyordu. Bu durgun
bataklıktan nasıl çıkacağı ve bedelinin ne olacağı önemsizdi.
Böylece daveti kabul etti.

Denişe neredeyse hazır sayılırdı, aynaya dikkatle veTrevis'in


göreceği görüntüden büyük bir tatmin duyarak baktı; siyah
saçlı, belli belirsiz Doğu izleri taşıyan açık renk gözleriyle hari
kulade genç bir kadın duruyordu karşısında.
Birçok defa Trevis'in kaçamak bakışlarını yakalamıştı ve
kendini yaramazca sergilemekten kaçınmamıştı. Ve o akşam
yemeğinin Profesör için sadece iş amaçlı olmadığını çok iyi
biliyordu. Tüm bunlar ona merak uyandıran bir zevk veriyor
du. Arzulanmaya, kendisine kur yapılmasına; erkeklerin kibir
dolu güvenlerinin ve akıllarının onun kötü niyetli seksiliğinin
altında acımasızca ezilmesine bayılıyordu.
Onun için tüm bunlar bir oyundu... Bir türlü vazgeçeme diği
ve her halükârda çok ileri gitmediği, dengesini hep koru
yabildiği bir oyun.
Trevis'in zekâsından gelen bir cazibesi olduğunu biliyordu ve
buna değer veriyordu, belki oyununu onunla oynamamalıydı
ama insanın kendisine karşı koyması o kadar zordu ki... Hem
bu küçük oyun, sırrını saklamasına da yardımcı olacaktı.
Elbette ya, bir sırrı vardı... Gece, erkeğiyle birlikteyken...
Oyun çoktan bittiğinde kendini o sonsuz aşk ve duygu seline
bıraktığında...

-48-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Tekrar makyajını yapmaya koyuldu; birkaç dokunuştan


sonra dayanılmaz olacaktı.

Adam yatakta uzanıyordu.


Barber'in Yaylı Çalgılar için Adagio eserinin notaları karan
lık odaya yayılıyordu.
Uzaktaki belirsiz bir noktayı izliyordu.
Bir türlü unutamadığı o eski duygunun içinde büyümesini
bekliyordu.
Uzun yıllar geçmişti; o hissi düzenli ve biraz da sıradan bir
öğrenci olarak sürdürdüğü sıkıcı hayatıyla birlikte gömdüğü
ne inanıyordu. Akıldan ve mutluluktan yoksun bir hayattı bu.
Ama mevcut durum onu geçmişine çivilemeye başladığından
beri içindeki o eski duyguyu ardında bıraktığı için pişmanlık
hissettiğini ve o hayvani enerjiyi özlediğini fark ediyordu. Onu;
zayıflıklarının, duygularının ve acı korkusunun kölesi hâline
gelmiş olan insanlardan daha üstün kılan o gücü ve soğukkan
lılığı geri istiyordu. O duygunun sanki uzak bir yolculuktan ve
zihnindeki uzak bir çekirdekten geri döndüğünü, içine yayıldı
ğını hissediyordu. Bakışları parlak ve delici bir hâl aldı.

O akşam bir işi vardı ve bunu layığıyla yapması gerekiyordu...

Trevis yalnız bir adamdı.


Aslında "yalnız olmayı tercih eden" demek daha doğru olacak.
Bunun gereklilikten mi yoksa mesleğinden mi kaynaklan
dığını bilemiyordu, elbette ki bu durumu ne aramış ne de de-
neyimlemişti; kendiliğinden basit ve doğal bir şekilde ortaya
çıkmıştı. Öte yandan Trevis bir şeylerden pişmanlık duyduğu
nu hissediyordu.
4«)
krmz

Mario Mazzanti

Elbette sosyal bir hayatı vardı ama bu bile bütünüyle mesle


ğine bağlıydı, tıpkı birçok dostluğunda olduğu gibi. Duygusal
hayatına gelince o zamana kadar tek tük ama oldukça yoğun
ve tutkulu ilişkiler yaşamıştı. Bunlar kendini içinde bir şekilde
korunaklı hissettiği, tek başına olan varlığının dengesini ve rit
mini değiştirecek kadar uzun sürmüştü.
Denise'le tanıştıkları ilk anda ona karşı bir çekim hisset
memişti; onu asistanlığına seçmesindeki tek sebep donanımı
olmuştu. Ama zamanla yoğun bir dalga gibi ince ve aynı za
manda bir o kadar güçlü bir arzu içinde çalkalanmaya başla
mıştı. Bu, pek tanımadığı yeni ve farklı bir şeydi... Bu durum
onu rahatsız etmişti ve başlangıçta bunu görmezden gelmeye
ve derinlere gömmeye çalışmıştı.
Asistanıyla saygılı ve düzgün iş ilişkisinden farklı bir yakla
şım içerisine asla girmemeye çalışmıştı ama bu, her geçen gün
ona daha zor gelmeye başlamıştı. Şimdi onun hareketlerini iz
lediğini ve yumuşak bedenini bakışlarıyla okşadığını fark edi
yor olmak onu şaşırtıyordu...
Akşam yemeği için şehrin en şık lokantalarından birini
seçti, geniş salona hâkim bir masaya oturdular. Trevis çok ki
bar ve zekiydi, her ikisi için de sipariş verme sorumluluğunu
kendisi üstlendi. Tüm yemeklere eşlik etmek üzere Cartizze
şarabı ve başlangıç olarak taze ve hoş kokulu bir karides sala
tası seçtiler.
Ana yemek hiç tereddütsüz mürekkep balıklı risotto oldu,
hem de bir günahkârın kara ruhu gibi yoğun ve siyah sosu
içinde...

Aynı saatlerde Profesör Meriurgo kendi evinde yavaş yavaş


ölüyordu.

-50-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Beklenmedik ve şiddetli darbe onu göğsünün tam ortasından


yakalayarak yere devirdi. Ne olduğunun farkına hemen varama
dı; kafası karıştı ve kendini yanlış bir yerdeymiş gibi hissetti...
Katil tekrar üstüne çöktü ve dersine özenle çalışmış birinin
netliğiyle Profesör'ün yüzünü tokatlamaya başladı.
Profesör yerde yüzükoyun döndü; şaşkınlık içinde hareket
sizce yeni gelecek acıyı bekledi. Celladının arkasında hareketsiz
durduğunu fark etti, nefesini duyuyordu; onun düşünceli ve
belki de ne yapacağı konusunda kararsız olduğunu hissetti.

Trevis'in ikinci yemek olarak seçtiği tuzlu levrek de büyük


bir başarı elde etti ama Denişe iştahını tamamen kapatmamak
için yemeğin hepsini bilerek bitirmedi.

Profesör Meriurgo kendini toparlayıp hızlıca düşünmeye baş


ladı. Her şeyden önce hareketsiz kaldı, kıpırdamaması gereki
yordu... Katili istediği kadar zamanı olduğuna inandırmalıydı.
İşte şimdi tüm bunların sebebini anlamaya başlıyordu. Tan
rım ne kadar da aptalım, diye düşündü.
Ne kaderdi ama!
Elbette onu şimdi öldürecekti. Keşke onu görüp ne yap
tığını bilme imkânı olsaydı. Yüzü parkeye dayalı yerde uza
nırken burnuna toz kokusu geliyordu. Saldırganının hareket
lerini algılamaya çalışırken bedeninin aralıklarla kasıldığını
hissediyordu.
Yaklaştığını ve onu gözlediğini fark etti, hiç şüphesiz işini ne
zaman bitirmesi gerektiğini değerlendiriyordu. Kıpırdama,
hareketsiz kal, karsı koyacak gücün yok... Hiç değilse bu sırada
birigelse... diye düşündü Meriurgo.

-51 -
krmz

Mario Mazzanti

Meyve salatasındaki taze tat Denise'i yumuşakça okşadı.

Sonunda uzaklaşıyor! Yüce Tanrım, orospu çocuğu gidi


yor! Hadi çık odadan dışarı, git de diğer tarafta kahrolası
bir şeyler bulmaya çalış! Dışarıya çıktı, çıktı! Şimdi kalk
mam lazım ama yavaşça ve ses yapmadan. Tanrım ne ka
dar da zor... Göğsüm patlıyor sanki... Ha gayret, kalk ayağa
seni yaşlı su aygırı... Şimdi koltuğa yaslanıp gözlerimi açı
yorum... Her şey ne kadar da karışık.

Trevis ve Denişe lezzetli yemeklerden aldıkları keyifle gülüş


tüler. Denişe mutlu görünüyordu.

Biraz gayret, bunu yapmak zorundayım, ayaktayken


her şey daha kolay olacak, kendimi savunup yardım iste
yebileceğim... Hadi az kaldı... Dizlerimin üstündeyim...
Göğsüm nasıl da ağrıyor, başımsa çatladı çatlayacak. Önce
bir ayağımı öne uzatmak ve bacağıma dayanmak zorunda
yım ama yavaşça ve gürültü yapmadan... İşte böyle, şimdi
bütün gücümle... Kalk... Evet! Sonunda ayaktayım! Tanrı
aşkına daha işim bitmedi, seni gidi orospu çocuğu sadece
biraz daha benden uzakta kal, tek yapmam gereken kendi
mi koruyacak bir şeyler bulmak.

Mükemmel akşam yemeğine son noktayı, o özel geceye ya


kışacak kadar yoğun ve lezzetli bir kahve koydu. Trevis lütfe-
dermişçesine hesabı istedi.

Profesör Meriurgo arkasına döner dönmez katilin kurtların-


kine benzeyen gözlerinde sonunun geldiğini gördü.
Adamın suratını kendininkinden sadece birkaç santimetre

-52-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

uzakta buluvermişti. Her şey ne kadar da büyük bir aldatma


caydı, gereksiz yere ve büyük zorlukla harcadığı güç!
içgüdüsel ve zayıf bir hareketle kaçmayı denedi; böbrekleri
ne inen şömine maşasıyla inleyerek yere devrildi.
Büyük bir güçlükle yan dönebildi ve omuzlarının üstünden
celladına baktı; artık tek istediği buydu. Korkusuzca onun yüzüne
bakmak ve ona kendisinden merhamet dilenmediğini göstermek.
Celladın bedeninin geriye doğru esneyerek maşayı yukarı
kaldırdığını gördü. Bir an için her şey durdu. Öfkeli gözleri
meydan okuyarak kurdun bakışlarına kenetlendi... Sonunda
başına görülmemiş şiddette bir darbe aldı.
Profesör Meriurgo bir gong sesi duyar gibi oldu ve kendini
kaybetmeden önce barajdan taşan sular gibi yüzünü kaplayan
bol ve sıcak kanı hissedecek kadar zamanı oldu. Sonra her şey
bitti. Yerde yatan parçalanmış bir kukla gibi öylece kalakaldı.

Trevis'in ifadesi aniden değişti, Denişe bunun hemen far


kına vardı.
"Kendinizi iyi hissetmiyor musunuz, Profesör?"
"Hayır... Hayır sadece bir an için içimde... içimde bir acı
dalgası oldu..." dedi neredeyse utanarak.

Hayalci'nin o gece bir randevusu vardı, sonrasında evine


geri dönmedi.
O gece rüya da görmedi.
Bunu yapamadı.
Artık asla rüya göremeyecekti.

-53-
krmz

P rofesör Meriurgo'nun ölüm haberi enstitüye sabah saatle


rinde ulaştı.
İrevis öğrencilerine sınav yapıyordu ve her seferinde olduğu
gibi can sıkıntısı hızla artıyordu. Öğrencileri oturduğu yerden sa
atlerce sözlü yapmaktan nefret ediyordu. Bu, zamanla değişmeyen
rutin bir işti, öğrenciler kendilerine sorulan bir konuyu anlatırdı.
Trevis genellikle dinliyormuş gibi numara yapardı. Öğrencinin
ne kadar hazırlanmış olduğunu anlamak için birkaç soru sorar,
sonunda duruma göre değişen son noktayı koyar ve iş biterdi.
Notlar hiçbir zaman düşük olmazdı, Trevis "eli bol" olarak
adlandırılan eğitmenlerdendi. Derslerinin dolup taşmasının
sebebi buydu belki de.
Esnemesini zorlukla bastırdı; o sabah her zamankinden daha
beterdi. Denişe hiçbir açıklama yapmadan onu yalnız bırakmış, bu
yüzden tüm sınavı tek başına yapmak zorunda kalmıştı ve genç ka
dın hâlâ gelmemişti. Programına sadece yazılı sınav dâhil eden eğit
menlere ne kadar da imreniyordu; odasında oturup sınav kâğıtlarını

-54-
krmz
krmz
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

onu hemen algılayanlayız, görebilmek için ciddi anlamda bir


konsantrasyon gerekir. Buna kısaca 'Kamuflaj Kanunu' denir."
Trevis, öğrencinin rahat bir nefes alması için bir süre bekledi.
"Size sorum şu: Gördüklerimizden yola çıkarak şöyle bir
varsayıma ulaşabiliriz: Bir bütünün parçaları vardır ve biz bu
parçaların yarattığını farklı bir şekilde görme eğilimindeyizdir.
Hangi psikolojik ekolün temelleri bu prensibe dayanır?"
Öğrenci ağırbaşlı bir sessizliğe büründü. Trevis sabırla bek
ledikten sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı:
"Geştalt ya da form psikolojisi; bir bütünün, toplamın ya
da şeklin algısı, onu oluşturan parçaların bütününden farklı
dır. Ya da esprili bir meslektaşınızın söylediği gibi: Bazen gör
düklerine güvenmemek lazım."
Trevis bu son söylediğiyle konuyu hain bir tatminle son-
landırmış oldu, öğrenciyse üzgün görünüyordu. Tam o anda
sınıfa enstitü müdürü Tosi-Ronchi'nin sekreteri girdi ve hiç te
reddüt etmeden kürsüye doğru ilerledi. Kırk yaşlarında, esmer
ve minyon bir kadındı. Görüntüsü özensiz olsa da hareketleri
kararlıydı. Enstitüde bir kez bile güldüğü görülmemişti.
Sınavı böldüğü için özür dilemeden lafa girdi:
"Müdür Bey..." Tosi-Ronchi'ye asla ismiyle hitap etmezdi.
"Sizden sınavı kesmenizi ve hemen odasına gitmenizi rica edi
yor. Çok vahim bir şey oldu."
Öğrenci bu beklenmedik bölünmeden dolayı rahatlamıştı.
Trevis bir süre öylece kalakaldı sonra öğrenciye dönerek, "Yir
mi dört sizin için yeterli mi?" diye sordu.
Gencin yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı; işte sorun
lu bir sabah mutlu bir güne böyle çevrilirdi.
Trevis sekreteri izlemek için acele etti.

-57-
krmz

Mario Ma azan t i

Tosi-Ronchi'nin odası geniş ve aydınlıktı; eşyalar tıpkı


Profesörün kendisi gibi ciddi ve zarifti. Psikoloji Anabilim
Dalı'nın on beş yılı aşkın süredir bölüm başkanlığını yürüten
Tosi-Ronchi alanında tam bir otoriteydi; sayısız deneme ve
araştırma makalesinin sahibi, kongre ve seminerlerin yorulmaz
organizatörüydü. Bunların yanında çok izlenen bir televizyon
programına düzenli katılımı sayesinde elde ettiği ve tadını çı
kardığı belli bir ünü de vardı. Hayatın gerçeklerinden bağımsız
ve farklı bu adamın Kuzey Avrupalı yaşlı bir beyefendiye has
görünüş ve davranışları insanda hemen güven uyandırıyordu.
Trevis'in kendine sıkça sorduğu bir soru vardı: Tosi-Ronchi'nin
gerçek karakteri bu görüntüsüne ne kadar uyuyordu? Trevis
onun zeki ve uzlaşmacı bakışlarında birçok defa parlak ve oto
riter bir gücün şimşeklerini yakalamıştı.
Ama o sabah bölüm başkanının yüzünde ağır bir ifade var
dı; Trevis'den oturmasını rica ettikten sonra hâlâ uygun ses to
nunu bulmaya çalışıyormuş gibi yavaşça konuşmaya başladı:
"Maalesef size trajik bir haber vermek zorundayım. Üzgü
nüm ama durumun vahametini ve üzerinizde yaratacağı kor
kuyu hafifletecek kelime bulamıyorum. Profesör Meritırgo
dün gece evinde öldürüldü."
Trevis tek bir kelime edemedi, bakışlarını anlamsızca yerde
ki bir noktaya dikti.
Bölüm başkanı tekrar konuşmaya başladı:
"Acı içindeyim, ben de bir dostumu kaybettim ama sizi bir
birinize bağlayan bağın ne kadar derin olduğunu biliyorum.
Bu yüzden hemen size haber vermek istedim..."
Tosi-Ronchi sözlerini neredeyse fısıldayarak tamamladı.
Sessizlik oldu, Trevis odanın ağır kokusunu içine çekti ve
"Bu nasıl olur?" diyebildi sadece.

-58-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Tosi-Ronchi arkasına yaslanıp hızlıca konuşmaya başladı,


üstüne düşen görevin en zor kısmını atlatmıştı ne de olsa.
"Çok az şey biliyorum. Profesörün bedeni bu sabah kendisi
ni ziyarete giden Doktor Di Marco tarafından bulunmuş. Ken
disi birkaç dakika önce durumu haber vermek üzere beni aradı;
sadece birkaç kelime konuşabildi, kısa ve karmaşık bir konuşma
oldu. Hâlâ şokta olduğu düşünülecek olursa bu çok normal."
Kelimeler odanın içinde kesik gürültüler çıkarıp derin yan
kılarla canlanıyordu âdeta.
Profesör sözlerine devam etti:
"Kendisi hâlâ Meriurgo'nun evinde. Desteğe ihtiyacı ol
duğunu düşünerek Profesör Carraro Hanımefendi'den yanına
gitmesini..."
"Hayır, hayır..."
Trevis ellerini yüzünde gezdirdikten sonra birden ayağa fır
layıp sakinleşmiş bir ses tonuyla konuştu:
"Ben gideceğim, kendisi benim asistanım."
Tosi-Ronchi onaylayıp Trevis'i kapıya kadar geçirdi. Başka
bir şey söylemeden Trevis'in ellerini sıcaklıkla sıktı.

Takside tek kelime etmediler. Denişe gözlerini önündeki


boşluğa dikmiş susuyordu.
Trevis kadının ani ve derin iç çekişlerini duydukça hayretle
ona bakıyordu. Bu soluklar yavaş ve kuvvetli bir ritim gibiydi.
Trevis uyuşmuş düşünceleri içinde yankılanan bu ritmi izleye
rek bilincini yavaşça geri kazanıyordu. Meriurgo gerçekten de
ölmüştü, hem de kendi evinde canı alınarak.
Profesör'ün üniversiteden evine kadar içinde sürüklendiği
boyut kötü bir rüya değildi.

-59-
krmz

Mario Mazzanti

Evin önünde birikmiş meraklı kalabalığın yorumlarını hâlâ


duyar gibiydi:
"Madde bağımlısı yapmış... Kurban profesörmüş... Tedavi
ettiği delilerden biri olsa gerek..."
Polisler daireye çıkmasına izin vermemişlerdi ve o da giriş
te beklemek zorunda kalmıştı. Soğukta ve sessizlik içinde, ba
kışlarını merdivenlere çevirecek cesareti kendinde bulamadan
beklemişti.
Kısa bir süre sonra Denişe, elli yaşlarında aceleci bir adam
tarafından dışarı çıkarılmış veTrevis'i görür görmez tek bir keli
me bile etmeden ağlayarak kendini onun kollarına bırakmıştı.
Genç kadına eşlik eden esmer ve tıknaz adam kendisini
soruşturmadan sorumlu Komiser Giurato olarak tanıtmıştı.
Üstünde paltosu olmamasına rağmen soğuktan etkileniyor-
muş gibi görünmüyordu. Ortadaki durum sanki mesleğinin
sıkıcı bir yönüymüş gibi konuşup davranıyordu. Trevis'e genel
birkaç soru yönelttikten sonra öğleden sonra ofisine gelmesini
istedi. Trevis onu dinlemiyordu, daha sonra yolda karşılaşacak
olsa onu tanımayabilirdi bile. Onunla ilgili hatırladığı tek şey,
koltuğunun altına kâğıt gibi sıkıştırdığı ceketiydi.
Şimdi takside onu o ana kadar korumuş olan gerçeküstü his
dağılarak yerini acıya bırakmaya başlamıştı. Bu, çok derin ve
dayanılmaz bir acıydı. Bunu hissedebilmek için Trevis'in artık
Telegonos'un yüzüne dokunmaya ihtiyacı yoktu.
Mevsim dışı yersiz bir güneşin ışıkları arabanın camından
sızarak onu ısıtıyordu. Güneş günlerdir kendini göstermemiş
ti... Oysa şimdi varlığı onu rahatsız ediyordu, ona mantıksız ve
kaba geliyordu.
Denise'in evine çabuk vardılar. Trevis sessizce kadının ko
lundan tutup kapıyı açması için ona destek oldu. Daha önce

-60-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

orada hiç bulunmamıştı. Küçük ama sıcak bir evdi, tam bir gi
rişi olmayan sokak kapısından hemen salona girilen evlerden
di. Büyük pencereler oldukça yoğun ışık sağlıyordu, içerisinin
havası temizdi, Trevis bunu hemen fark edip derin derin nefes
almaya başladı.
Kanepeye oturdular ve Denişe ancak o zaman konuşmaya
başladı:
"Ben... Ben oraya ona fotokopileri götürmek için gitmiş
tim. Eve hizmetlisiyle aynı anda varmıştım, kadın içeri daha
yeni girmişti... Bir saniye sonra bağırmaya başladı, hiçbir şey
söyleyemiyor, sadece bağırıyordu... Neler olduğunu anlaya-
mıyordum... Sonra kan izlerini gördüm, o kadar çoktu ki her
yerdeydi; yerde, duvarlarda... Ve sonunda Profesör'ün cansız
bedenini gördüm ve ben de bağırmaya başladım. Beyni... Bey
ni kafasından dışarı çıkmıştı." .
Denişe kendini daha fazla engelleyemeyerek ağlama krizine
tutuldu. Trevis onu kolları arasına alarak sakinleştirmeye çalıştı
ama bunu yaparken kendisinin de böyle avutulmaya ihtiyacı
olduğunu biliyordu.
Uzun süre öyle kaldılar.
Trevis oradan ayrılırken Denişe sakinleşmiş gözüküyordu.
"Seni öğleden sonra arayacağım. Bu gece yanında kalacak
biri var mı?" diye sordu asistanına.
Denişe gözlerini kaçırarak cevapladı:
"Evet, elbette. Bir kız arkadaşım gelir..."

O sabah kurt her zamanki gibi enstitüdeki işinin başın


daydı; gece bir an bile gözlerini kırpmamış olmasına rağmen
içinde hâlâ o kadar büyük bir enerji vardı ki esas sıkıntı, bunu

-61 -
krmz

Mario Mazzanti

gizlemeye çalışmaktı. Bedenindeki her bir atom parçasının bü


yük bir gücün işgali altında olduğunu hissediyordu, kaslarının
her biri harekete geçmeye hazırdı; hiçbir şey, onun görme ya
da duyma sınırlarından kaçacak kadar uzak değildi. Olayın
hâkimiyetini kendi ellerinde hissediyordu, istediği ipi çekebi
lecek güçteydi. Burnunda hâlâ kan kokusu vardı, kokuyu üs
tünde hissediyordu. Ellerine baktı.
Bir meslektaşıyla duruma uygun olacak şekilde sessizce ve
sabit bir ifadeyle konuşmaya çalıştı oysa zihni, Meriurgo'nun
aldığı darbenin sesini ve sıcak kanın yüzünden aşağı süzülüşü-
nü hatırlayarak keyifleniyordu. Tekrar kana bulanmasını iste
diği ellerine baktı.
O sırada iş arkadaşı sordu:
"Sen iyi misin? Sürekli ellerine bakıyorsun, bir sorun mu
varr
"Hayır... Hayır ama bu sabah ellerimde düzgün olmayan
bir şey var sanki... Sanki bir şeyleri eksikmiş gibi..."
Adam şakayla karışık karşılık verdi:
"Tanrım, ne korkunç! Umarım bir çaresi vardır!"
"Evet, elbette var... Kısa sürede bu sorunun giderileceğin
den eminim."

-62-
»
krmz

A dalet sarayının birinci katındaki ofis küçük ve çıplaktı;


içindeki az sayıdaki eşya eski ve iç karartıcıydı. Dört bir
tarafa yayılmış kâğıtlarla dolu klasörler vardı. Tüm bunlar in
sana tozu ve eskiliği çağrıştırıyordu.
Doktor Giurato dalgın denilebilecek bir tavırla masasının
ardından elini kaldırarak selam vermekle yetindi.
"Oturun lütfen, Profesör Trevis."
Giurato darmadağınık masasında bir şey arıyormuş gibiydi.
Yüzünde belirsiz ve önüne çıkacak herhangi bir şeyi yiyip yutma
ya hazır bürokratlarınla gibi bir ifade vardı. Dirseklerini masaya
dayayıp hafifçe öne eğildi. Trevis, komiserin o masanın başında
oldukça fazla zaman geçirmek zorunda kaldığını düşündü.
"Geldiğiniz için teşekkür ederim. Sizinle, kurbanın yani
Profesör Meriurgo'nun nasıl biri olduğunu anlamama yar
dımcı olmanız için resmî olmayan bir sohbet yapmak istedim.
Elimizde sizin maktulün iş arkadaşı olmanız dışında en yakın
dostlarından biri olduğunuza dair bilgiler var. Kendisiyle hem

-63-
krmz

Mario Mazzanti

özel olarak hem de iş için sıkça bir araya geliyormuşsunuz, evi


ni iyi tanıyormuşsunuz ve..." Giurato güven vermek için hafif
bir gülümseme takınarak sözlerine devam etti. "Olay anı nere
de olduğunuzu ispat etmişsiniz. Gördüğünüz gibi siz, Profesör
hakkında konuşulacak en uygun kişisiniz."
Trevis muhatabının kendi tatsızlığının farkında olup ol
madığını düşündü, tüm olanlar bu adamın umurunda mıydı
sanki?
"Özel hayatında Profesör Meriurgo'nun düşmanları var
mıydı, biliyor musunuz?"
Trevis istemeyerek de olsa sorguya dâhil oldu.
"Kesinlikle hayır."
"Meslek hayatında da mı yoktu?"
"Meslek hayatında da yoktu."
"Küçük de olsa bir kıskançlık, akademik konularla ilgili bir
anlaşmazlık, ne bileyim ben kırgınlık yaratacak bir durum ya
şandı mı?"
"Hayır. Meriurgo süperdi, birçoğumuz için bu mesleğin ba
basıydı; hem de çok cömert bir baba."
"İşlenen suçla bağlantısı olabilecek bir şey biliyor musunuz?
Son zamanlarda kurbanın endişeli ya da tedirgin olduğunu
gördünüz mü? Yani, son zamanlarda onda ya da etrafında ola
ğandışı bir durum dikkatinizi çekti mi?"
Trevis birkaç saniye düşündü. Bu trajediye mantıklı bir
açıklama getirmek için bu soruyu kendine defalarca sormuştu
zaten.
"Hayır, normalden farklı hiçbir şey olmadı."
Giurato aldığı cevaplardan tatmin olmuş görünüyordu,
çekmecesinden birkaç fotoğraf çıkarıp Trevis'e uzattı.

-64-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Tüm kareleri dikkatle inceleyin; Profesör Meriurgo'nun


evinde çekildiler ve evin her yeri görünüyor. Gündelikçi kadı
na göre sanat eserleri çalınmış, bunu siz de onaylayabilir mi-
sınızr
Trevis fotoğrafları dikkatle inceledi. Birçoğu salonun fark
lı açılarını gösteriyordu. Her bir tarafa yayılmış kan lekelerini
görünce içinde ince bir sızı hissetti. Fotoğraflardan biri duvar
daki nişi gösteriyordu; üstünde Telegonos'un resmedildiği vazo
vardı sadece.
"Rus ikonası eksik, 14. yüzyıldan kalma bir eser... Çok de
ğerli bir parçaydı sanırım."
Hırsızlık mı? Meriurgo o lanet ikona yüzünden mi öldürül
müştü?
"En az dört yüz milyon olduğu söyleniyor... Dikkatinizi çe ken
başka bir şey yok mu?"
"Gördüğüm kadarıyla hayır... Ama sadece bu fotoğraflara
bakarak bir şey söylemek zor, o evde sayısız kıymetli eşya var
dı... Mesela eski kitaplar; içlerinde çok nadir bulunan ve değeri
milyonları bulanlar vardı."
Giurato gözlerini kapatıp düşüncelerini toparlamaya çalışır
gibi bir süre bekledi.
"Öğrendiğime göre Profesör Meriurgo'nun iş yeri evinin
içindeymiş..."
"Evet, öyle."
"Bu durumda evine gelen giden çoktu; arkadaşları, meslek
taşları, öğrencileri ve az önce belirttiğimiz gibi, hastaları."
Trevis başıyla onayladı.
"Bu demek oluyor ki birçok kişi eve özgürce girip çıkabili-
yordu."

-65-
krmz

Mario Mazzanti

"Aslında bu doğru ama hastalar tamamen muayenehane ola


rak kullanılan evin bağımsız bir bölümünde ağırlanıyordu; nasıl
diyelim... İçeri özel alanlardan geçmeden girip çıkıyorlardı."
"Yani salona girmelerine imkân yoktu, öyle mi?"
"Kural olarak hayır, girememeleri gerekiyordu."
Giurato fikir yürüttü:
"Bu durumda içeride ne gibi eşyalar olduğunu görmeleri
ne de imkân yoktu... Profesörün hastalarıyla dostane ilişkilere
girdiği olur muydu? Şunu demek istiyorum: Seans sonrası bir
hastasıyla birlikte salona geçip laflaması mümkün müydü?"
"Bunu olasılık dışı tutuyorum; psikanalitik terapinin en
önemli özelliklerinden biri, rollerin korunmasıdır. Terapist ke
sinlikle terapist olarak kalmalıdır, aksi takdirde işlevini kaybet
me riski doğar."
"Çok güzel. İş arkadaşları, öğrencileri ve arkadaşları nereye
kabul ediliyordu?"
"Onlarla da sıklıkla muayenehanesinde görüşürdü ama aynı
zamanda evin diğer özel bölümüne de sıkça gelirlerdi; duruma
bağlıydı. Mesela, seans saatinde gelirlerse özel tarafa geçerlerdi."
Giurato boğazını temizleyip dudaklarını ıslattı. Masanın
üstündeki bir sigara paketini işaret ederek, "İsterseniz sigara
içebilirsiniz" dedi.
Trevis bir el hareketiyle reddetti, hayatı boyunca tek bir
pipo bile içmemişti.
Giurato tekrar konuşmaya başladı:
"Profesör haftada bir gün, perşembe günleri, evinde birçok insa
nı bir arada ağırlıyordu. Bakalım, neydi bu grubun adı... Grup..."
"Balint Grubu."
"Grup terapisi miydi bu?"

-66-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Hayır, bir tür çalışma grubuydu, teknik olarak gerçek bir


Balint Grubu değildi; bir psikodramaydı. Gerçek bir vakadan
yola çıkılıp psikanalitik bir seans canlandırılırdı: İki katılımcı,
hasta ve terapisti oynarken diğerleri düşüncelerini öne sürerek ve
tartışarak araya girerdi. Profesör Meriurgo hakem yani modera-
lör olurdu. Kısacası analizlerin analiz edildiği toplantılardı."
"Bu toplantılar özel salonda mı yapılıyordu?"
"Evet, geniş bir alana ihtiyaç vardı, katılımcıların sayısı yir
miden aşağı düşmezdi."
"Siz bu Balint Grubuna katılıyor muydunuz?"
"Sıkça ama sürekli değil."
"Katılımcılar kimdi?"
"Çoğunluğu o çevreden insanlardı ama psikanalizle ilgile
nen farklı alanlardan insanlar da olurdu."
"Kimler mesela?"
"Felsefe ve edebiyat profesörleri, profesyoneller, öğrenciler ve
kendilerine ufak da olsa kültürel bir ton kazandırmak isteyen zeki
beyefendiler, onların arkadaşları ve arkadaşlarının arkadaşları."
"Yani dış kapının mandalları öyle mi?"
"Bu aşırıya kaçan bir ifade olur... Yolu düşmüş birkaç turist
diyelim."
"Bunların hepsi tanıdık kişiler miydi?"
"Çoğunlukla evet ama bazıları, ifademi bağışlayın lütfen,
sahipsiz buzağılardı. Bunlar bir ya da iki defa görünür sonra
bir iz veya bir anı bırakmadan ortadan kaybolurlardı."
"Bu gecelere katılmak için davetiye gerekiyor muydu?"
"Yok, hayır... Kim konuyla ilgileniyorsa perşembe akşamları
kapıyı çalıyordu ve kabul ediliyordu. Bu arada toplantılarda

-67-
krmz

Mario Mazzanti

soyadları kullanılmaz, herkes birbirine isimleriyle hitap edip


senli benli konuşurdu. Kesinlikle gayriresmî bir ortam vardı."
Giurato rahatlamış görünüyordu.
"Güzel Profesör, sanırım bu kadar yeterli, bize çok yardımcı
oldunuz. Sizden son bir şey isteyeceğim; o gecelere katılanlar
dan tanıdıklarınızın isimlerini yazmanızı."
Trevis adama şaşkınlıkla baktı.
Giurato keskin bir tonla konuştu:
"Bu isimleri bilmem gerekiyor. Sizden bu kişilerle ilgili sır
lar ya da dedikodular istemiyorum ama belki adli soruşturma
için önemli olabilecek bilgileri olabilir. Özellikle de ortada bir
cinayet davası varsa."
"Elimden geleni yapacağım. Soruşturma herhangi bir odak
noktasına ulaştı mı acaba?"
"Diğer olasılıkları göz ardı etmesek de soygun amaçlı bir ci
nayet olma olasılığının yüksek olduğunu söyleyebilirim. Orta
da zorlama yok. Katile kapıyı kurban açtı ve kendisini tanıyor
olma ihtimali yüksek... Belki sizin adlandırdığınız gibi sahipsiz
buzağılardan biriydi, o akşamlardan birinde ikonayı görmüş ve
çalmaya karar vermişti. Katilin cinayeti planlamadığını düşü
nüyorum. Cinayet silahı, nasıl desem... Tesadüfi; salondaki şö
minenin maşası. Büyük olasılıkla Profesör hırsıza karşı koyma
ya çalıştı ve bu, onun hayatına mal oldu. Bunu söylemek çok
üzücü ama günümüzde insan evinin kapısını herkese açarken
biraz daha ihtiyatlı davranmalı."
"Şüphelendiğiniz birileri var mı?"
"Bilgi topluyoruz ve son zamanlarda Profesörün evine girip
çıkan her tür insanı tespit etmeye çalışıyoruz. Siz de istediğim
listeyi hazırlayarak bize malzeme sağlamış olacaksınız. Çember

-68-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

yakında kapanacak. Ayrıca..." Giurato gizemli bir hava takına


rak sözlerine devam etti. "Profesör Meriurgo'nun ölümü gece
on birde gerçekleşmiş; Profesör'ün karşı apartmanında iş yeri
olan bir kişi hâlen çalışmaktaymış ve binadan birisini çıkarken
görmüş. Üzerinde araştırma yapıyoruz."
"Peki, yüzünü görebilmiş mi? Kim olduğunu teşhis edebi
lecek mi?"
Giurato gülümsemekle yetindi.
Trevis ayağa kalkıp kapıya yönelirken, "Bu bilgileri kendini
ze saklayacaksınız" dedi.
"Buna gerek yok. Gizli kalması gereken bilgiler olsaydı size
aktarmazdım. Hatta aksine, umarım katil bunları duyar ve te
laşlanarak yanlış adımlar atar."
Yanlış adımlar mı? Bu demek oluyor ki ellerinde robot resim
yok, diye düşündü Trevis.
Giurato'nun sesi onu arkasından yakaladı:
"Gitmeden önce listeyi yazmayı unutmayın."

Trevis o gece arabayla amaçsızca dolaşıp durdu. Evde kalıp


uyumaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktu. Kendini narkozdan
uyanır gibi hissediyordu, içindeki acının anbean artan bir öf
keyle birleşip canını yakmaya başladığını hissediyordu.
Meriurgo'yu düşünüyordu; onun ölmüş olduğu düşüncesi
anılarıyla karışıyordu.
Trevis zor bir çocukluk geçirmişti; oldukça yaşlı olan ve şefkat
le hiçbir ilgisi olmayan teyzesi tarafından büyütülmüştü. Henüz
genç bir bilim adamıyken mezun olduğu Padovada bir kongrede
Profesör Meriurgo tarafından fark edilmişti ve Profesör onu kısa
bir sürede Milano'ya gelmeye ikna etmişti. Triveneto'dan kısıtlı
kaynaklarla gelmiş olan Trevis için başta her şey çok zor olmuştu

-69-
krmz

Mario Mazzanti

ama Meriurgo onu üç yıldan fazla bir süre kendi evinde konuk
etmişti; o ve eşi Sara, Trevis'e kendi oğulları gibi davranmış, ona
hiç yaşamadığı bir yuva sıcaklığı sunmuşlardı. Dahası Profesör
ekonomik özgürlük kazanarak akademik kariyerine konsantre
olabilmesi için ona danışmanlık işleri sağlamıştı.
Başta bunların, her ikisinin de Trentolu olmasından kay
naklanan bir köylü dayanışması olduğunu düşünse de son
raları Meriurgo'nun yapısı gereği böyle olduğunu anlamıştı.
Meriurgo nitelikleri olduğuna inandığı herkese hiçbir karşılık
beklemeden yardım ediyordu.
Bu, belki de hayatının en derin ve mutlu dönemi olmuştu.
Yağmur başlamıştı. Araba şehrin gece ışıkları arasında kaya
rak ilerliyordu. Silecekler acının saniyelerini tutuyordu.
Profesör Meriurgo ölmüştü ve hiçbir şey onu geri getire
mezdi. Trevis kendini hayattan kaçışı olmayan, aşınmış bir
kaya gibi ağır hissediyordu. Bir yandan içindeki öfke, denizin
yükselmesi gibi artıyordu. Mantıksızca olsa da gerçeğe isyan
ettiğinin farkındaydı.
Sonunda araba onu enstitünün yakınlarına götürdü. Park
edip bir bara girdi, belki alkol bir şeyleri düzeltmeye yardımcı
olabilirdi.
Saat geç olduğu hâlde gürültülü çok sayıda genç masaları
doldurmuştu. Reggae müzik ve ortamı kaplayan durağan si
gara dumanı sokağa taşıyordu. Trevis, üstüne birçok kişi tara
fından tarihler ve mesajlar kazınmış olan tahta sandalyelerden
birine oturdu. Canlı ve gürültülü ortam kısa sürede acısını bas
tırmaya başladı; içinde, şiddet dolu karanlık bir isyan duygusu
üstünlüğü ele geçirdi.
Profesör D'Avila karşısına oturduğunda üçüncü konyağını
içiyordu. D'Avila enstitünün en kıdemli üyesiydi, emekli ol-

-70-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

m.ık üzereydi. Bilardo topu kadar parlak olan kafasıyla öğren-


I ilerin dikkatini üzerinde toplardı.
"Evde oturup düşünmeye uygun bir akşam değil, öyle değil
ini?" diye sordu.
Trevis konuşmadan başını salladı. Meslektaşına o saatte, o
mekânda ne yaptığını sormadı bile.
D'Avila konuşmaya devam etti:
"Mantıklı bir sebep bulamıyorum bir türlü. Onu daha dün
sabah enstitüde hoplayarak yürürken gördüm. Birisiyle görüş
mek için acele ediyordu ve hızlıca selamlaştık o kadar."
"Dün sabah onu ben de gördüm."
Trevis bardağında kalan içkisini bir nefeste bitirdi. Masalardan
birinde bir gün önce tahtaya kaldırdığı kızıl saçlı kızın oturdu
ğunu görür gibi oldu ama belki de yanılıyordu. "İnsanın bazen
gördüklerine güvenmemesi lazım" dedi yüksek sesle düşünerek.
"Ne dedin?" diye sordu D'Avila.
"Sence Meriurgo daha kaç yıl yaşardı? On beş, yirmi? Bana
ikonanın dört yüz milyon ettiğini söylediler; ne kadar güzel
değil mi, her bir sene yirmi lanet, sefil milyona eşdeğer oluyor.
Ne de olsa hayatının bir bedeli vardı." Trevis'in ifadesi acı dolu
bir hâl aldı. "Katiliyle anlaşabilirdi; hayatı karşılığında on üç ay
boyunca bir buçuk milyon."
Profesör D'Avila bardağını sıkarak Trevis'e baktı ve şöyle dedi:
"Hayat tam bir orospudur. Sana zevk verir ama sonra he
men faturanı keser. Şerefe!"
O bardağındaki içkiyi yuvarlarken Trevis korkunç bir yal
nızlıkla gecenin içine kayıyordu.

-71 -
krmz

T revis ertesi sabah, gece derin bir uykuya dalmanın ver


diği yoğun rahatsızlık duygusuyla uyandı. O gün ensti
tüye gitmeyecekti. Üstündeki halsizlik, kendini iş ve anılarla
henüz yüzleşemeyecek kadar savunmasız hissetmesine sebep
oluyordu.
Biraz toparlanabilmek için yataktan zorla kalkıp banyoya
gitti ama sıcak bir duş canlanmasına yetmedi; akşamki alkol
görevini yerine çok iyi getiriyordu, Trevis'in başında inanılmaz
bir ağrı vardı.
Düşündüğü ilk şeylerden biri Denişe oldu; akşam telefonda
konuşmuşlardı ve ona Giurato'yla görüşmesinden bahsetmişti.
Zorlanmadan uzun bir süre sakince konuşmuşlardı; sonunda
Denişe, Trevis'den ertesi sabah gazeteleri bırakmak üzere ken
disine uğrayacağının sözünü almıştı.
Bir fincan koyu kahveyi mideye indirdikten sonra evden
çıkan Profesör tipik bir ocak günüyle karşılaştı; karanlık ve so
ğuk... Sabah saatleri olmasına rağmen araba ve dükkânların

-72-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Işıklan açıktı. Yine de bu donuk günü bir önceki güneşli güne


\ i i'Jcrdi.

Şehrin düzensiz trafiğinde arabasını yavaşça sürdü, lastikler


lllak yolda mor ve parlak bir çizgi bırakıyordu.
Meriurgo güneşli bir günün sonrasında ölmüştü...
Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hiçbir şey değiş
meyecekti.
Her zamanki gibi trafik ışıklarından birinde rahatsız edici
bir sıkışıklığa rastladı; arabalardan biri histerik bir tavırla kor
naya basmaya başladı, Trevis de küfürler savurarak kornasını
çaldı.
Günlük hayat acının üstüne çökmüş, onu dağıtmaya bask
ın işti bile.

Denişe onu hüzünlü bir gülümsemeyle karşıladı; yüzünde


hâlâ gergin bir ifade taşıyor olmasına rağmen sakin görünü
yordu. Üstünde mavi bir sabahlık vardı, ipek olmalıydı. Trevis
altında hiçbir şey olmadığına iddiaya girebilirdi ama bu dü
şünceyi kafasından hemen uzaklaştırdı.
"Neden birkaç günlüğüne ailenin yanına gitmiyorsun?"
diye sordu.
"Tarlanın ortasında üç evden ibaret; küçük bir kasabada ya
şıyorlar, kışın öyle iç karartıcı oluyor ki! Hem sonra çok iş var,
bu bana yardımcı olur. Dayanmak zorundayım."
Sabahlığının içinde bir süre kendini kasarak öylece durdu.
"Şöyle güzel bir kahve yapayım."
Profesör Meriurgo'nun ölümü gazetelerde geniş yer almıştı.
En popüler yerel gazeteye Tosi-Ronchi'nin de güzel bir katkısı
olmuştu. Bölüm başkanının bazı hareketleri gerçekten de sa-

-73-
krmz

Mario Mazzanti

mimi duygular içinde olduğunu gösteriyordu. Haber çok sayı


da detay içeriyordu; en korkunçları da dâhil olmak üzere oku
run hastalıklı merakını eksik bırakacak hiçbir şey atlanmamış-
tı. Cinayetin sebebine yönelik varsayımlara da yer verilmişti.
Bunlar sayısızdı ve büyük çoğunluğu gazetecilerin geniş hayal
dünyasının ürünüydü.
Tam da medyayı kışkırtmak için işlenmiş bir suç, diye dü
şündü Trevis acı içinde, malzemeler çok uygundu çünkü: Kur
banın tanınan ve önemli bir kişi olması, cinayetin işleniş şek
lindeki korkunçluk, psikanalistlerin biraz karanlık ve gizemli
dünyası...
Giurato bahsettiği stratejisine uygun davranmıştı. Son
haberler başlığı altındaki kısa makalede bu çok net görülü
yordu:

Katili gören oldu mu? Güvenilir kaynaklardan alınan


bilgiye göre bir adamın suç mahallinden etrafını kontrol
ederek uzaklaştığını gören çok önemli bir görgü tanığı var.
Tanığın geç saatlere kadar kendi ofisinde çalıştığının dışın
da alınan bir bilgi bulunmuyor. Yetkililer ellerinde, soruş
turmayı önümüzdeki saatlerde aydınlatmaya yarayacak bir
kart olduğu görüşündeler.

Denişe mutfaktan kahveyle döndü.


"Bir süre önce enstitüde dolaşan bir hikâye duymuştum,
buna göre Profesör Meriurgo geçmişte bir cinayet soruşturma
sına dâhil olmuş."
Trevis kahve fincanını aldı ve oturup bacak bacak üstüne
atan Denise'i izledi.

-74- ,
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Birkaç sene önce yaz aylarında olmuş. Profesör tatil yapar


ken akıl almaz bir cinayete tanık olmuş ve olaydaki bilmeceyi
tıpkı bir Agatha Cristie romanındaki gibi çözmüş."
Trevis kahvesini yudumlamayı bitirerek lafa girdi:
"Oldukça karanlık bir olaya dayanıyor: Hipnoz, satranç ve
tarot karışımı bir şey. Olayda kısmen ben de yer aldım."
"İki olay arasında bir bağ..."
Trevis asistanının sözünü bitirmesine izin vermedi:
"Hayır, hayır... O hikâye uzun bir süre önce tamamen ka
pandı."
"O yaz ne oldu?"
"Meriurgo bir satranç turnuvasına katılabilmek üzere
Floransa'da yapılan hipnoz tedavisine yönelik bir konferan
sı bahane etti. Satranç onun en büyük tutkusuydu. Turnuva
katılımcılarından biri gizemli bir şekilde öldürüldü ve tesadüf
o ki aynı kişi Profesör'ü bir gece önce yemeğe davet etmişti.
Profesör olayı inanılmaz bir şekilde çözdü, böylesini Hercule
Poirot bile beceremezdi sanırım."
"Konuyla tarotun ne ilgisi var?"
"Cinayet bir gece önceki yemekte bakılan tarot falında çıkmıştı."
Denişe gözlerini kapadı.
"Başka bir gün... Daha iyi hissettiğiniz bir anda anlatırsı-
yy

nız.
"İstersen severek anlatırım... Kız arkadaşın bu akşam da
sana eşlik edecek mi?"
"Buna gerek yok, en kötüsü geçti."
Denişe lafı kısa keserek Tosi-Ronchi'nin yazısını okumaya
başladı.

-75-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis ısrarcıydı.
"Çok yıkılmış bir hâldeydin ve..."
Denişe sertçe araya girdi:
"Profesörü tanıyordum ve ona hayrandım. Bedenini o hâle
gelmiş durumda karşımda bulmak çok korkunçtu ama bu ha
tıranın hayatımı yönetmesine izin vermemeliyim."
Trevis asistanının sert ve gururlu bakışlarını hafif bir huzur
suzlukla destekledi. Ancak birkaç dakika sonra Denişe davra
nışının farkına vardı ve sesine tatlı bir ton katmaya çalışarak
şöyle dedi:
"Benim için kaygılanmanız hoşuma gitti ama anlamalısınız
Profesör, bunların üstesinden tek başıma gelmeliyim. Hayatım
boyunca yaptığım gibi."
Trevis onaylayarak başka bir gazetenin sayfalarına sığındı ve
birden ortaya çıkan bu tuhaf ortamdan kaçabilmek için sayfa
ları dikkatsizce çevirmeye başladı.
Aniden gazetede gördüğü bir fotoğraf kanını dondurdu.
Meriurgo nun evinde rastladığı hastaydı bu.
Hayalci'nin fotoğrafıydı.

Kurt gözlemine devam etti. Geç saatlere kadar kendi ofi


sinde çalışmakta olan bu kişiyle ilgili zaten çok şey biliyordu,
ismini öğrenip yaşadığı yerin adresine ulaşmak hiç de zor ol
mamıştı. O gece Meriurgo'nun evinden çıkarken karşı bina
nın giriş katındaki pencereden gelen ışığı ve perdeyi aralayan
adamın gölgesini görmüştü; adam onun gittiği yöne doğru
bakıyor gibiydi. Çok sis vardı, arkasını dönüp hemen oradan
uzaklaşmıştı, bunun dışında kafasında geniş bir şapka vardı ve
yüzünün bir kısmı atkıyla örtülüydü. Adamın kendisini tanı-

-76-
»
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

yamayacağından emindi. Tedirgin değildi ama bununla birlik


te ihtiyatlı davranmak, derhâl harekete geçmek gerekiyordu.
Hava kararmaya başlamıştı ve sokaklar yavaş yavaş sisle
kaplanıyordu. Paltosunun cebindeki bıçağın ağırlığı ona hoş
bir zevk veriyordu; onu sevgiyle okşadı, parlak demirini hayal
edebiliyordu.
Zihninde Barber'in Adagio'sunun notaları deli gibi koştur
maya başladı. Uzun süre beklemesine gerek kalmadı. Nihayet
mali müşavir olan Doktor Brancati evden çıktı. Çok şık kıya
fetiyle Mercedes'ine doğru ilerledi.
Kurt hayal kırıklığını gösteren bir hareket yaptı, büyük zev
ki acı bir çatlakla zedelenmişti. Adamın yanında göz alıcı bir
sarışın vardı, çift birbirine kur yapıp gülüşerek arabaya bindi.
Kurt derin bir nefes alıp öfkesini yatıştırmaya ve enerjisini
dindirmeye çalıştı.
Müzik zihninden silinmeye başlarken, sabır; beklemek daha
keyifli olacak, diye düşündü.
Artık sis şehrin tek hâkimi olmaya başlamıştı.

Denişe kanepede diz çökmüş, erkeğini kucaklarken gece ol


muştu bile.
"Bu gece yalnız kalmak istediğinden emin misin?"
Denişe kararlıydı.
"Bu er ya da geç olmak zorunda öyle değil mi? Ağrıyan dişi
hemen çektirmek daha iyi."
"Sen yeter ki iste... Anlıyorsun işte, böyle kaçak bir hayat
sürmenin hiçbir anlamı yok."
Adamın sesi sakin ve derindi.

-77-
krmz

Mario Mazzanti

"Henüz doğru zamanın gelmediğini düşünüyorum, bi


liyorsun. Enstitüde daha birkaç aydır çalışıyorum ve kariyer
yapma yollarıma yönelik etrafta dolaşan yorumları duymaya
başladım bile."
"Ah Denişe... Denişe..."
Adam onu kendine doğru çekerek sıkıca sardı.
Önceki geceyi Denişe uyuyana kadar ona sarılıp tatlılıkla
konuşarak geçirmişti. Ve gecenin bir yarısı bağırarak uyandı
ğında onu sakinleştirip destek olan yine kendisi olmuştu.
"Vakti gelecek ama şimdi değil" dedi Denişe ve onu öptü.
"Yarın görüşecek miyiz?"
"Bir süre yalnız kalmak istiyorum... Hadi ama yüzünü bu
ruşturma hemen; nasılsa birkaç gün sonra enstitüde görüşece
ğiz Profesör Bey."
Adamı kapıya kadar geçirdi ve asansöre binene kadar izledi.
Doğru zaman gelecekti...

-78-
krmz

P rofesör Meriurgo'nun cenazesi, akşamüstünün ilk saatle


rinde üniversite dahilindeki küçük gotik bir kilisede yapıl
dı. Üç koridor da insanlarla doluydu; içerisi çalınmakta olan
titrek orgun notalarıyla beslenen derin bir hüzünle kaplıydı.
Mihrabın önündeki tabutun hemen ardında bulunan ilk sı
ralar bilimsel otoriteler, profesörler ve İtalya'nın farklı yerlerin
den, Cenevre, Londra ve diğer Avrupa üniversitelerinden sayısız
rektör tarafından doldurulmuştu. On sıranın ortasında hemen
tabutun yanı başında artık pek de genç sayılamayacak bir kadın
oturuyordu. Acı içinde olmasına rağmen yüz hatlarında ve bir
süredir hafif donuklaşmış parlak bakışlarında hâlâ eski bir gü
zelliğin izleri vardı. Tosi-Ronchi kadına doğru eğilerek bir şeyler
fısıldayıp duruyordu. Bu, Profesör Meriurgo'nun eşi Saraydı.
On yıldan fazla süredir ayrıydılar ama bu ayrılığı aralarındaki
ortak yolun sonu olarak asla nitelendirmemiş, boşanmaya dö-
nüştürmemişlerdi. Birbirlerini görmüyorlardı ama düzenli ola
rak uzun uzun mektuplaşıyorlardı; bağlı kalmalarının, göbek
bağlarının gereğiydi bu.

-79-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis kilisenin en arkasında bir köşede yer almayı tercih


ettiğinden Sara'yla henüz görüşmemişti. Profesör Deria ile kar
şılaştı; o da cenazeleri ilk sıradan seyretmeyi sevmeyenlerden
olmalıydı; duruma uygun karşılıklı bir gülümsemeden sonra
tek kelime etmeden yan yana ayakta dikildiler.
Aslında Trevis kendini törene vermekte büyük zorluk çeki
yordu. Ne kadar çabalasa da bir gün öncesinden beri kafasın
da taşıdığı ağaç kurdunu defedemiyordu. Gazete haberindeki
Hayalci nin fotoğrafı gözünün önünden bir türlü gitmiyordu.
Haberin başlığı şöyleydi:

Bir trafik canavarı tarafından gece ezilerek öldürüldü.


Stadera Caddesi nde yaşayan 47yaşındaki Giorgio Oli-
vadotti dün gece Val Bavona Caddesi nde bir yol korsanı
tarafından ezilerek aldığı yaralar sonuncunda hayatını
kaybetti. Kazanın görgü tanığı bulunmuyor. Sürücü hiç
bir ilk yardımda bulunmazken Olivadotti'nin cansız be
deni ancak ertesi sabah bir çöp ekibi tarafından bulundu.
Kaderin cilvesi olarak Olivadotti 'nin yıllardır kaza yapma
korkusuyla araba kullanmadığı öğrenildi. Yalnız yaşayan
Olivadotti, Barclays Bankası şubesinde yönetim kademesin
de çalışmaktaydı.

Kilisenin karşı tarafındaki yatay koridorda bulunan Bran-


cati kalabalığın arasında kendine nazik hareketlerle yol açmaya
çalışıyor tanıdığı birilerini arıyormuş gibi dalgınca etrafına ba
karak yavaşça ilerliyordu.
Bu arada düştüğü duruma içinden lanetler savuruyordu...
İki gece önce önemli müşterilerinden birine bir rapor hazırla
mak için geç saatlere kadar ofisinde kalmıştı; saat on bire doğ-

-80-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

ru bir sigara yakmış, eve dönerken ne kadar sise maruz kala


cağını anlamak için masasından kalkıp pencereye yönelmişti.
Perdeyi aralayıp bir süre sigara içmiş, hiçbir şey düşünmeden
sokağa bakarak beklemişti. Birdenbire karşı binanın kapısın
dan dışarı bir adam süzülüvermişti, koltuk altında sıkıca bir
şey tutuyordu. Adamın çok ihtiyatlı bir hâli vardı, kimse tara
fından görülmemeyi ister gibiydi... Belki de sadece soğuktan
korunmak için iki büklüm olmuş, içine kapanmıştı. Elbette
gördüğü, sisin içinde zorlukla tanıyabileceği bir gölgeden iba
retti. Ama karşı binada işlenen cinayeti duyar duymaz aptallık
ederek polise koşmuş ve her şeyi anlatmıştı.
Ve şimdi ofisinde oturup başından aşkın işlerini yapıyor ol
ması gerektiği hâlde, işte oradaydı ve tıpkı o sevimsiz Komiser
Giurato'nun dediği gibi "kalabalığın içinde bir gölge" aramaya
gelmişti. Sanki pahalı bir Rus ikonasını çalmak için katil olan
bir hırsızın, kurbanının cenazesine gidip bunun keyfîni çıkara
cağı görülmüş şeydi! Ne büyük bir saçmalıktı!

Profesör Deria dirseğiyle Trevis'e dokunarak ona kendileri


ne doğru yaklaşan Denise'i işaret etti. O da orada bulunmak
istemişti. Bu kız gerçekten de cesurdu ve hayaletlerden kork
muyordu. Bakışları kesiştiğinde Trevis onu bir an için sanki
orada yokmuş, üstü bir perdeyle örtülmüş gibi gördü... Ama
sadece bir an için. Denişe ona selam verip yanında yer aldı.
Kolları birbirine dokundu; Trevis öyle bir ortamda bile içinde
bir ürperti hissedebilmesinden utanç duydu.

Kurt oradaydı.
Kiliseyi dolduran kalabalık kadar üzgün ve karmaşık duy
gular içindeydi.

-81 -
krmz

Mario Mazzanti

Aptal ve komik teşhis görevini yerine getirmekle meşgul


olan Brancati'yi hemen görmüştü.
Daha dik ve görünür bir duruş takınıp ona meydan oku
muştu.
Kilisenin en köşesinde duran iki sivil polisi de fark etmişti;
Brancati aralıklarla onlara dönüp olumsuz bir ifadeyle başını
iki yana sallıyordu ama sonunda etrafına bakınmaktan vazge
çip koridorun ortasında durdu.

Tören basit ve içtendi. Profesörün uzun yıllardır arkada


şı olan rahibin bazı bölümleri çok dokunaklı olan duası her
kesi etkilemişti. Meriurgo'nun eşi gözyaşlarına hâkim olmayı
başarmıştı. Tosi-Ronchi uzun süre onun elini tuttu. Denişe
Trevis'e yaklaştı. Kurt kayıtsızlığını gizlemeye çalışarak dikka
tini Brancati'nin üstünde yoğunlaştırdı; şah damarının atışını
görmeye çalışarak gözlerini ensesine dikti.

Trevis, Bayan Meriurgo'nun yanına ancak törenin sonunda


yaklaşabildi.
"Sara..." dedi usulca.
Kadın Trevis'i hafifçe titreyen kollarıyla kucakladı.
"Hiç kimseye bir kötülüğü olmadı... O çok... Çok..."
Birden kendini geri çekti ve zorlukla gülümsemeye çalıştı.
"Affedersin, kendimi bırakmamalıyım. Mutlaka ziyaretime
gelmelisin, evde sana göstereceğim Enzo'yla ilgili o kadar çok
şey var ki. Üçümüzün birlikte olduğu çok güzel bir fotoğraf
bile var."
"En yakın zamanda geleceğim, söz veriyorum ama sen
şimdi..."

-82-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Onu benimle birlikte kendi topraklarına götüreceğim.


Özel bir bağı yoktu, kendini dünya vatandaşı olarak görürdü
ama onun da bunu isteyeceğine eminim."
Trevis diğerlerine de sıra vermek üzere ilerledi ve tabut ce
naze arabasına konulurken kenara çekilerek izledi. Sara san
ki aniden bir şey hatırlamış gibi çantasını karıştırarak Trevis'e
doğru döndü:
"Bana bir iyilik yapar mısın?"
"Elbette Sara."
"Enzo'nun kaldığı evde... Yani hâlen polis kontrolü altında
ama..." Bayan Meriurgo'nun sakin görünmek için çok çaba sarf
ettiği açıktı. "Benim mirasçı olduğum belirtildi, aynen böyle
söylediler: Vasi... Gerekli tespitler yapıldı ve başka incelemeye
ihtiyaç olmasa gerek ama eğer olursa ben... O eve girmek iste
miyorum... Anlıyor musun?"
"Böyle bir şeye tekrar ihtiyaç olursa bununla ben ilgilenirim."
"Teşekkürler... Üstümden bir yük aldın. İşte evin anahtarları."
Trevis anahtarları alıp Meriurgo'nun eşini bir kere daha ku
cakladı. Sara, Tosi-Ronchi'nin arabasına binerken derin ve net,
melankoli dolu bakışlarıyla ona son defa baktı.

İnsanlar dağılmaya başlamıştı.


Brancati çok sıkılmıştı, iki polise ironik bir tavırla soruşturma
ya faydalı olamadığını söyleyip veda etti; hızla Mercedes'ine doğ
ru ilerledi, kaybettiği zamanı telafi etmek için acele ediyordu.
Trevis, Denise'e, "Benimle bir yere kadar gelmek ister mi
sin? Küçük bir kontrol yapmak istiyorum ve senin görüşüne
ihtiyacım var. Sonra seni evine bırakırım" dedi.

-83-
krmz

Mario Mazzanti

Brancati'nin arabası trafikte zarif ve sessizce ilerliyordu. Ar


kasına hemen başka bir araba takıldı, aracın içinde Barber'in
Adagio sunun notaları tekrar çalmaya başladı.

Denişe uysalca Trevis'i takip ederek arabaya bindi. Yorgun


bir ses tonuyla sordu:
"Kafanızda ne var Profesör, nereye gidiyoruz?"
Trevis uzun bir süre bekledikten sonra kaçamak bir cevap
verdi:
"Önce sana bir yeri göstermek sonrasında da birlikte akıl
yürütmek istiyorum. Ama tüm bunları sana sonra açıklamayı
tercih ederim; senden biraz daha sabretmeni rica ediyorum,
olur mu?"
Denişe elini saçlarının arasında gezdirdi, ısrar etmek isterdi
ama çok yorgundu. Gözlerini kapattı ve arabanın onu alıp gö
türmesine izin verdi.
Trevis, Denise'e bir defa bile bakmadan kim bilir hangi dü
şüncelere dalmış vaziyette akşam trafiğinde on beş dakika ka
dar ilerledi. Arabayı Agrippa Meydanı'na park edip yürüyerek
Stadera Caddesi'nin yakınına kadar ilerlediler, fazla iddialı bir
zarafete sahip bir binanın önünde durdular. Denişe sorgulayan
gözlerle Trevis'e baktı.
"Bahsettiğin yer burası mı?"
"Tam tersi Denişe, burası çıkış noktamız olacak."
"Ne bu? Bir tür oyun mu?"
Denişe kendini duruma uygun bir ruh hâlinde hissetmiyor
du ve neden böyle bir gizeme ihtiyaç olduğunu anlamıyordu;
sorusundaki acı tavırdan dolayı hiç de pişman değildi.
Trevis ise bunun farkında bile değil gibi gözüküyordu.

-84-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Evet, bunu bir oyun olarak düşün, gel benimle, taşlar bizi 15
numaralı durağa götürüyor."
Tramvayın gelmesi için birkaç dakika beklemek zorunda
kaldılar, hava karardıkça soğuk giderek artmaya başlıyordu.
Yol Tibaldi Bulvarı'yla kesişene kadar Ripamonti Caddesi bo
yunca ilerlediler. Orada inip sabırla 90 numaralı troleybüsü
beklemeye başladılar. Troleybüsteki yolculuk çok daha uzun ve
rahatsız oldu. Araç tıka basa doluydu ve Denişe nefes almakta
zorlanıyordu. Tibaldi Bulvarı boyunca ilerlediler, oradan Li-
guria Bulvarı'na ve artık iyice çılgına dönen trafikten tercihli
yollar sayesinde kurtulup Cassala Caddesi'ne çıktılar. Kanalın
üstündeki köprüden geçip bir süre trafikte sıkışıp kaldıkla
rı Troya Bulvarı'na vardılar, inecekleri Bolivar Meydanı'nın
yakınındaki durağa gelmeleri oldukça uzun sürdü. Denise'in
sabırsızlandığı görülüyordu, sisle karışık soğuk havayı açgöz
lülükle soludu; Trevis'in zihniyse binlerce kilometre uzakta
gibiydi.
Yine otobüs beklemeye başladılar, bu seferki doğrudan şehir
dışına giden 50 numaralı hattı. Inganni Caddesi'nin köşesinde
indiler, küçük bir sokak olan Sant'Anatalone Sokağı'ndan yü
rüyerek geçtiler ve Val Bavona Caddesi'ne ulaştılar. Şehir nere
deyse bitmişti, ekilmemiş ve çorak tarla parçalarının arasında
yitip gitmek üzereydi.
Sağ taraflarında hiç bina kalmamıştı, sadece karanlığın ve
sisin içinde kaybolup giden çok geniş bir yeşil alan vardı. Sol-
daysa iş yeri olarak kullanılan büyük bir bina yükseliyordu,
biraz ilerisinde haziran ayına kadar atıl kalan açık, kamuya açık
bir havuzu vardı. Tam orada yol net bir şekilde sağa kıvrılıyor
ve spor alanları başlıyordu. İş yerleri bomboştu ve tüm bölge
ıssız gözüküyordu. Yolculukları bir saatten uzun sürdü.

-85-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis bir şeyler arıyor gibiydi, asfaltın her bir santimini dik
katle inceliyordu. Bazen bir çıkış noktası arıyormuş gibi etrafı
na bakmıyordu. Aniden durdu, ayaklarının altında bir önceki
günün yağmurundan arta kalan soluk tebeşir izleri vardı.
"Geldik mi?" diye sordu Denişe.
Trevis dalgındı.
"Sonunda ulaştık, evet. Bak, tam bu noktada iki gece önce
bir adam, arabanın biri tarafından ezilip öldürüldü. Karanlık
ve sisin içinde şehrin tam diğer ucundan buraya kadar ölmek
için gelmiş."
"Stadera Caddesi'nde mi yaşıyormuş?"
Trevis başıyla onayladı.
"Uzun bir yol katetti... Son zamanlarda bundan daha ruha
ni bir yere ulaşmak için rüyalarında da uzun yollar gidiyordu,
ulaştığı yerde kendisini bekleyen bir yılan buluyordu..."
Trevis, Denise'in sorgulayıcı bakışlarını görmezden gelerek
bir süre daha düşünceli bir şekilde soluk tebeşir izlerini ince
ledi.
"Düşünüyordum... Phi Fenomeni'nin etkisini düşünüyor
dum... Sen bunun ne olduğunu biliyorsun değil mi? Bu etki
yüzünden gerçekte olmayan bir hareketi varmış gibi algılarız:
İllüzyon."
"Işıklı bir ilan panosundaki yazılar gibi mi mesela?" diye
sordu Denişe.
Trevis kısa bir süre durakladıktan sonra konuşmaya devam
etti:
"Bir illüzyon... Çoğu zaman gördüğümüze inandığımız şey
bir illüzyondur; böyle oluyor çünkü birleşerek bir bütünü, al
gıladığımız "şekli" oluşturan parçaların karmaşıklığını basite

-86- ,
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

indirgiyoruz. Alışkın olduğumuz ve tanıdığımız deneyimler


den yola çıkarak hep bu basitleştirmeyi yapıyoruz. En rahat
çözüm yolunu, bizi en az yürüten yolu seçiyoruz. Her bir deta
yı büyük bir dikkatle incelediğimiz zaman ortaya çok farklı bir
bütün, bir "form" çıkabilir."
Denişe, Profesörün nereye varmak istediğini anlayamıyordu,
kollarını sıkıca kavuşturdu, soğuk dayanılmaz bir hâl almıştı.
"Dinle beni; adamın biri gece vakti bir trafik canavarı tara
fından kazayla ezilip öldürülüyor. Bu, gazetelerde trajik bir şe
kilde görmeye alışık olduğumuz sıradan haberlerden biri... Bi
raz karanlık ve sis ve insanların içinden seçilen yeni bir kurban,
durmak bilmez hayatlarımızın içinden sıyrılıp kaderin ağlarına
düşüyor. Ama benim kendime sorduğum soru şu: Gerçeğin bu
olduğundan emin miyiz?"
Denişe neredeyse ağzı açık dinliyordu.
"Profesör doğru mu anlıyorum? Siz bu adamcağızın evi bu
radan uzakta diye mi bu durumdan şüpheleniyorsunuz? Yap
mayın lütfen, insan nerede ezileceğini seçemez ki! Belki buraya
yakın bir yerdeydi. Hem sonra... Buraya arabasıyla da gelebi
lirdi ya da bir taksiyle; bizim yaptığımız gibi aktarmalar yapa
rak gelecek diye bir kural yok... Hem öyle yapmış olsa bile bu
hiçbir anlama gelmez."
Trevis sakinliğini koruyarak cevapladı:
"Adı Olivadotti'ydi, araba kullanmıyordu. Taksi konusuna
gelince telefonla hizmet veren taksi şirketlerinden başlıcaları-
nı arayarak küçük çaplı bir araştırma yaptım, o gece Stadera
Caddesi'nden hiçbir arama gelmemiş."
"Evinin dışında başka bir yerden aramış da olabilir... Ya
da kendisine eşlik eden biri tarafından buraya kadar getiril
miştir... Kısacası her şeyi binlerce farklı şekilde açıklayabiliriz.

-87-
krmz

Mario Mazzanti

Bana tüm bunları yok yere sorun ediyormuşsunuz gibi geliyor,


korkarım ki bir hiç uğruna üşümekteyiz Profesör. Hem sonra bu
zavallı Bay Olivadotti'yle ya da ismi her neyse neden bu kadar
ilgileniyoruz?"
Denişe derin bir nefes aldı, tüm bunları soluksuz söylemişti.
Trevis etrafına bakındı, etrafta canlı namına tek bir şey bile
yoktu.
"Yanılıyorsun Denişe; bu açıdan bakıldığında yaşadığı yer
den uzak olması algının ana resmini değiştirmiyor ama diğer
öğeleri de görmek gerek. Her şeyden önce saat faktörü var. Saat
yaklaşık olarak gecenin ikisiydi. Sonra yer; etrafına bir baksana,
çöl gibi ıssız bir yer burası, bir fahişe bile yok! Olivadotti'nin
gecenin o saatinde bu yerde ne işi vardı? Trafik canavarı konu
sunu da göz önünde tut. Elbette ki böyle korkunç bir durumla
karşılaşan bir sürücü paniğe kapılabilir ve olabileceklerden kor
kup kaçabilir ama bu çok az karşılaşılan bir durumdur. Ama
öyle oldu ve adam kaçtı, böylece olayın tek görgü tanığı sahne
dışında kaldı; olanları gören hiç kimse yok."
hvet ama...
Trevis, Denise'in sözlerine devam etmesine izin vermedi.
"Ayrıca eklemek istediğim iki önemli husus var. Olivadot-
ti, Profesör Meriurgo'dan sadece birkaç saat sonra öldü ve her
şey bir tarafa kendisi Profesör'ün hastasıydı. Sadece birkaç gün
önce Olivadotti'yle Profesör'ün muayenehanesinde bizzat kar
şılaşma imkânım oldu."
Denişe birden soğuğu ve yorgunluğunu hissetmemeye baş
lamıştı.
"Bir taksi bulmaya çalışalım" dedi Trevis, gözlerinde şim
şekler çakıyordu.

-88-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Kurdun arabası tedbirli bir şekilde Brancati'nin Mercedes'ini


takip ediyordu, etrafta bu kadar değerli bir görgü tanığını ko
ruyacak hiçbir koruma yoktu. Saat akşam dokuzdu ve az sonra
her şey bitmiş olacaktı.
Brancati cenazeden sonra ofise dönmüştü, kurt ise onun
işini bitirip eve dönmeye karar vermesini arabasında sabırla
beklemişti.
Sis çökeli uzun zaman olmuştu ve vakit ilerledikçe yoğun
luğu artıyordu ama kurt Mercedes'in kırmızı farlarını gözden
kaybetmiyordu.
Hangi yoldan gideceğini ve nerede saldıracağını biliyordu.
Gücün içine akmasına izin verdi.
Brancati şehrin batısındaki banliyöde, San Siro'nun çok ne
zih ve yalıtılmış ilçelerinden birinde yaşıyordu. Trafik yoğun
değildi. Geniş Caprilli Bulvarı'na girip hipodrom parkurunun
duvarı boyunca ilerlemeye başladıklarında aralarına giren baş
ka hiçbir araç yoktu. Vakit gelmişti. Yol geniş bir açıyla sağa
doğru kıvrılırken kurt giderek hızlanmaya başladı...
Karşı şeridi işgal ederek sollamaya başladı ve Mercedes'in
yanına geldiğinde tekrar kendi yoluna girebilmek için sakar bir
manevra numarası yaparak Mercedes'i kaldırıma doğru sıkış
tırdı, iki arabanın yandan çarpışması kaçınılmazdı.
İkisi de kaldırıma yanaşıp birkaç metre arayla arka arkaya
durdu. Brancati kavgacı bir tavırla arabadan indi; öfkeliydi ve
bunu saklamaya gerek duymuyordu. Kurt etrafını hızlı bakış
larla kontrol etti. Yoldaki az sayıdaki araç yanlarından kayıtsız ca
geçip gidiyordu, kazayı gören hiç kimse durmamıştı. Cesa retsiz
görünerek dışarı çıktı.
Brancati bağırmaya başladı:
"Neler oluyor! Beni görmediniz mi! Böyle de araba kullanılmaz ki!"
krmz

Mario Mazzanti

Kurt mütevazı tavırlarla cevapladı:


"Sizden özür diliyorum, bu siste virajın farkına varamadım,
bundan dolayı karşı şeridi ihlal ettim ve sonra da korkuya ka
pıldım... Ve kendi şeridime biraz sert bir dönüş yaptım... So
nuçta siz haklısınız, ben çok kötü bir şoförüm, tüm sorumlu
luğun bende olduğunu kabul ediyorum."
Brancati biraz yatışmış arabadaki hasarı inceliyordu.
"Bütün yan tarafın yapılması gerek... Araba henüz bir ay
lıktı!"
O arada kurt diğer tarafa dolanıp hipodromun duvarıyla iki
arabanın arasında durdu. Hafifçe öne doğru eğilip Mercedes'in
lastiklerinden birini incelemeye koyuldu.
"Kaldırıma da mı çarptınız? Jantınızda kırık var."
Hafif alaşımlı pahallı jantları için telaşlanan Brancati üfleye
rek arabanın diğer tarafına dolaşıp, "Neresi?" diye sordu.
"Şurada alt tarafta, çok karanlık olduğundan zor görülüyor..."
Brancati daha iyi görebilmek için çömeldi.
İşte tam o anda kurt adamın ense köküne darbesini indirdi.
Brancati bir ışık görüp kasıldı, kurt onu saçlarından ya
kalayıp kafasını oldukça sert bir hareketle arabanın kapısına
vurdu.
Brancati kendi üstüne düştü, kaldırımla arabanın arasında
bacakları birbirinden ayrık oturup kalakaldı. Yoldan görünme
sine imkân yoktu. Bilincini tamamen kaybetmemişti, burnun
dan damlayıp ağzına dolan kanı hissediyordu, diliyle dokuna
rak azı dişlerinin kırıldığını anladı.
Karşılık verebilecek durumda değildi, sanki rüyada gibi
kurdun kendisine yaklaştığını gördü; adamın elinde şırıngaya
benzer bir şey vardı.

-90-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Boynuna giren iğneyi hissetti.


"Sakin ol dostum" dedi. Kurdun fisıltılı sesi ince ve kes
kindi, tıpkı kurbanın boynunu hedef alan elindeki bıçak gibi.
"Eğer seni öldürmek isteseydim bunu çoktan yapardım... Se
ninle biraz konuşmamız gerek, tıpkı iyi dostlar gibi ama bunu
burada yapamayız. İğne sadece yol boyunca rahat durman için.
Eğer yaramazlık yapmazsan her şey iyi bitecek. Hadi arabaya
bin. İşte böyle, aferin sana..."
Brancati büyük zorlukla yolcu koltuğuna oturdu. Kalbinin
hızla attığını hissediyordu. Ağzı kurumuştu. Konuşmaya ça
lıştı ama başaramadı. Kurt arkasına oturmuş bıçağı boğazında
tutuyordu.
"Birkaç saniye sabret dostum. Neredeyse hazırız."
Tüm bu sesler Brancati'ye parça parça ulaşıyordu.
Hareket etmeye çalıştı, bir şeyler yapmak zorundaydı ama
artık düşünemiyordu. Zihninde yanan göz alıcı ışıkla çaresizce
mücadele etti. Kurt onun rüyaya dalan gözlerine baktı, bıçağın
ucuyla onu dürttü ama hiçbir tepki almadı. Hemen değerlen
dirmeye başladı. Brancati yetmiş kilo kadardı, bu durumda
enjekte ettiği dört yüz miligram ketamin onu en az yarım saat
böyle baygın tutacaktı. Bu süre onu, yapacağı şeyler için uygun
bir ortama götürmesine yeterdi. Orada da harekete geçebilirdi
ama eski bir ritüeli tekrar yönetmenin ve o eski duyguları tek
rar yaşamanın vakti gelmişti.
Kurdun yüzünde bir gülümseme belirdi. Her şey randevuya
şüphe içinde gelen Olivadotti'yle olduğundan çok daha kolay
olmuştu. Kurtla arabada olduğu süre boyunca etrafını gözet
leyip durmuş ve sonra birden hatırlamıştı. Sinsice bunu fark
ettirmemeye çalışmıştı ama kurdun anlaması için bir bakışı
yeterli olmuştu.

-91 -
krmz

Mario Mazzanti

Olivadotti daha çelimsiz olmasına rağmen aracın içindeki


kapalı ortamdan da faydalanarak tüm gücüyle kendini koru
maya çalışmıştı ama sonunda kurt yakaladığı kravatını onu
neredeyse boğacak kadar sıkmış ve üstünlüğü sağlamıştı. Ke-
tamin dozunda da cömert davranmıştı. Olivadotti neredeyse
arabada ölecekti. Hâl böyle olunca hızlı hareket etmesi gerek
tiğinden orijinal planı ve kaza sahnesini gerçekleştireceği yeri
değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bu geceyse her şey yolunda gidiyordu.
Kurt büyük bir tatminle Mercedes'in sürücü koltuğuna
oturdu.

"İşte mantıklı bir açıklama..."


Trevis sözlerine ara verip koltuğuna daha rahat yerleşti.
Denişe onun karşısındaki kanepeye çökmüş elindeki bir bar
dak sütüyudum luyordu. Bardağın hemen üstünden Profesöre
derin bakışlar atıyordu. Siyah çoraplarla örtülü bacaklarını ha
fifçe kendine çekerek arkasına yaslanmıştı. Trevis kısacık ete
ğiyle kışkırtıcı denebilecek bu poz karşısında bile kayıtsızdı ve
başka düşüncelere dalmıştı.
"Olivadotti Rus ikonasını görmüştü ve hırsızlığa ortaktı
ama ters giden bir şey oldu. Hırsız Profesör Meriurgo'yu öl
dürdü; Olivadotti ikonayı almak için gecenin karanlığında
meraklı gözlerden uzak şehir dışına gittiğinde de olaya kaza
süsü vererek onu da öldürdü."
"Olivadotti'yi neden öldürme gereği duysun ki?"
"Korunmak ve kendini köşeye sıkıştırabilecek tanığı orta
dan kaldırmak için. Sonuçta sadece basit bir hırsızlık öngörül
müştü ama bir cinayet söz konusuydu ve Olivadotti kendini

-92-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

tutamayıp konuşabilirdi. Ya da ne bileyim ben, o gece birçok


şey ters gitti, aralarında bölüşecekleri tutar yüzünden kavga et
tiler. Belki olanları öğrenince Olivadotti paniğe kapıldı..."
"Ama Olivadotti bir bankada yönetici değil miydi? Hırsız
lığa ortak olma rolünü üstlenmeye uygun biri olduğu pek de
söylenemez..."
"Paraya çok ihtiyacı vardı belki; kumar borcu, borsada ka
yıp... Belki bazı hileli işlemler yapmıştı. Bankada onun pozis
yonunda insanlar için bu çok kolay bir şey."
Denişe dalgındı, sütünden birkaç yudum daha aldı.
"Başka bir varsayım geliştirelim. Her şeyi tersten ele almayı
deneyelim. İkonayı çalan kişinin Olivadotti'nin kendisi oldu
ğunu düşünelim. Bu, Profesör Meriurgo'nun katiline büyük bir
güvenle kapıyı nasıl açtığını çok güzel açıklıyor. Olivadotti ci
nayeti işledikten hemen sonra bir alıcıyla görüşmeye gitti ve işte
burada bizim göz ardı ettiğimiz bir şey oldu. Fiyatta anlaşama
dılar, alıcı hepsini kendine almak istedi... Ve böylece Olivadotti
yılanını bulmuş oldu. Bu mümkün, her ne kadar seçkin bir ban
ka müdürünü ihtiyaç yüzünden çalan bir hırsız yerine bir katil
olarak düşünmek daha zor olsa da... Ayrıca eğer işler böyle git
tiyse Profesör'ün cinayetinin önceden planlanmış olması gerekir,
Olivadotti ikonayı onun gözünün önünde çalıp götüremezdi."
Denişe ayakkabılarını giymeden ayağa kalktı ve pencereye
yaklaştı. "Tüm bunları Giurato'ya anlatmayı düşünüyor mu
sunuz?" diye sordu.
"Elbette anlatacağım ama önce Olivadotti'nin ölümüyle i l
gili birkaç ayrıntıya ulaşmak istiyorum. Yarın öğleden sonra
Adli Tıp Enstitüsü müdürü Doktor Mantero ile bir randevum
var; kendisi iyi dostumdur."
Denişe saçlarıyla oynayarak konuştu:

-93-
krmz

Mario Mazzanti

"Sonra buraya gelip bana da anlatacak mısınız?"


Trevis kızın ne kadar güzel olduğunu ancak o zaman fark etti.
"Tabii... Elbette."

Araba çevreyolunda bir köprünün altındaki ıssız açık alanda


duruyordu. Etrafta hiçbir canlı izi yoktu.
Arabanın içinde Brancati büyük zorlukla kendine gelmeye
başlamıştı ama hâlâ gözleri, etrafındakileri tam olarak algıla-
yamıyordu. Hareket edemiyordu, ona engel olan bir şey vardı.
Hafızası yavaşça geri gelmeye başladı; bağlı olduğunu anladı.
Nihayet her şeyi hatırladı; dilini azı dişlerinin kalıntılarında
gezdirince acıyla inledi.
Kurdun sesi arkasından tısladı:
"Aramıza hoş geldin, kim olduğumu biliyorsun değil mi?"
Bıçağın keskin demiri boğazına baskı yaptı, Brancati bun
dan kaçmak için kafasını olabildiğince geri çekti.
"Hatırlamamana imkân yok, sadece birkaç gece önce görüş
tük. Hadi ama, küçük bir gayretle hatırlayacağından eminim.
Kapıdan çıkarken sıkıca sarıldığım bir paltom vardı üstümde...
Şimdi anladın mı kim olduğumu?"
Brancati çaresizce onayladı.
"Seni canlı bırakmamın imkânsız olduğunu anlıyorsun de
ğil mi? Seni sakinleştirmek için yalan söyledim, beni bağışla
ama programdaki bu değişiklikten seni haberdar ediyor olma
mı da takdir edeceğini düşünüyorum."
Brancati gücün kurdun elinde titrediğini hissetti, kurtul
mak için çılgınca çırpındı ama bıçak etini kesmeye başlamıştı
bile... Sıcak sıvının boynundan aşağı süzüldüğünü hissetti...
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Birden bıçağın baskısı azaldı. Yaşıyordu, hâlâ hayattaydı!


Kurdun ellerinin yaranın üstünde gezinip kana bulandığını
hissetti. Arkasındaki boğuk ve tıslayan nefesi duydu. Sonra bı
çağın soğukluğu tekrar tenine değdi.
Bu sefer bıçak açgözlü ve derin bir kesik açtı.
Brancati korku içinde parçalanmış şah damarından deli gibi
akmakta olan kanı ve sıçrayan damlaların cama vurduğunu
hissetti. Bağırmak istedi ama yapamadı, nefesi boşlukta kay
boldu; artık boynu tamamen yarılmıştı.
Kurt arabadan inene kadar uzun bir süre geçti. Brancati'nin
kanıyla boyanmış ellerini kendinden geçerek izledi.
Mercedes'in içine bir bidon benzin döktü.
O uzaklaşırken alevler tüm delilleri ortadan kaldırıyordu.

-95-
krmz

O fis çok düzenli ve temizdi. Doktor Mantero üstü her tür


lü gereksiz eşyayla dolu bir masanın ardında oturuyordu.
Ellili yaşlarda, uzun boylu ve zayıf bir adamdı. Saçları ve aris
tokrat keçi sakalı cömert beyazlarla doluydu.
"Zavallı Meriurgo aramızdan ayrılıp gitti. Otopsiyi kendim
yaptım... Ne üzüntü. Senin için ne yapabilirim, Stefano?"
Trevis etrafına bakındı; bir pataloğun zihniyet icabı düzenli
olmak zorunda olduğunu ve bütün çevresinin bu özelliği yan
sıtacak şekilde olması gerektiğini düşündü.
"Olivadotti diye biriyle ilgili bilgi var mı elinde? Bir trafik
canavarı tarafından ezilip öldürülmüş."
"Tanıdığın biri miydi?"
"Kazadan birkaç gün önce tanışmıştım."
"Hımm... Bakalım..."
Kısa bir arayıştan sonra Mantero metal klasörden bir dosya
çıkardı:

-96-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Olivadotti Giorgio; otopsisi Doktor Bonora tarafından ya


pılmış. Ölüm, sabah saat iki sularında gerçekleşmiş. Bazıları
ölümcül olan bir dizi kırılma mevcut; kalp kaslarının parça
lanması, yumuşak dokuların ezilmesi sonucu ortaya çıkan ka
rın travması, ayrıca kaval kemiği ve baldırda ikili kırık, çoklu
aşınma ve benzeri şeyler..."
"Kafada hiçbir darbe izi yok mu?" diye sordu Trevis.
"Hayır... Boyun omurgası travması dışında bir şey yok.
Omurga araba lastiğinin boyundan geçmesiyle ezilerek parça
lanmış... Bıraktığı iz görülüyor, bak."
Mantero, Trevis'e bir fotoğraf uzattı. Kalan izlerden teker
leklerin boyun ve bedenin üstünden geçtiği çok net anlaşılı
yordu.
"Çok açık değil mi? Buradan lastiğin markası ve modeline
ulaşabildik, bir Amerikan lastiği."
Trevis kötü hissetmemek için kendini zorlayarak
Mantero'nun sözünü kesti:
"Bu kıyımı yapabilmesi için arabanın çok yüksek bir hızla
gidiyor olması gerek."
Patolog sesli düşündü:
"Çok yüksek bir hızda değilmiş ama belli ki oldukça iyi
bir kinetik enerji yüklüymüş. Lezyonlar bedenin araç altında
sıkışmasıyla oluşmuş, eğer araba büyük bir hızla çarpmış ol
saydı bedeni yukarı fırlatırdı ama bu durumda aşağı alıp üs
tünden geçmiş. Aksine, işte... İşte, bu çok ilginç..." Mantero
otopsi raporunu okuyarak anlatmaya devam etti. "Burada
Olivadotti'nin sadece bir değil, iki araba tarafından çiğnendiği
belirtiliyor. İlkinde hayatta kalmayı başarırken ikincisi yolda
yatan bedenin üstünden geçerek onu ölüme götüren son yara
ları almasına sebep olmuş."

-97-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis'in gözleri sonuna kadar açıldı.


"Kadavranın üstündeki izler iki farklı tipteki lastiğe mi
ait?"
"Hayır, öyle değil. Analizler, karaciğerdeki glikojen ve böb
reküstü bezlerindeki adrenalin miktarının çok düşük olduğunu
ortaya koyuyor. Bu da birkaç dakika devam etmiş olan bir can
çekişmenin yaşandığını gösteriyor. Ama mevcut lezyonlardan
bazılarının ani bir ölüme yeterli olacağı göz önünde bulundu
rulursa böyle bir şey mümkün değil."
"Yani aldığı yaralarla hemen ölmesi gerektiğini mi söylüyor
sun? Hiç can çekişmeden?"
"Aynen öyle... Bunun tek bir açıklaması var; Olivadotti'ye
ilk önce bir araba çarptı ve ölümcül olmayan yaralar alması
na sebep oldu, mide travması gibi mesela ve sonrasında yola
uzanmış bir vaziyette kaldı. En az altı yedi dakika sonra ise
ikinci bir araç yüksek bir hızla bedenin üstünden geçip burada
görmekte olduğun yıkım sahnesini tamamladı..."
Mantero, Olivadotti'nin paramparça bedenini gösteren bir
fotoğraf uzattı.
Trevis bir el hareketi yaparak görmeyi reddetti.
Bakışlarını Mantero'dan çekti. Sormak üzere olduğu soru
nun onu şüphelendireceğini biliyordu ama başka yol ve çare
yoktu.
"İki defa ezilmek... Ne büyük bir talihsizlik" dedi.
"Öyle ya... Ama çok da nadir olmuyor böyle şeyler."
Trevis söyleyeceklerinin esprili bir yorum gibi görünmesi
için kendini zorladı.
"Bir cinayet romanında okumuştum. Katil önce kurbanını
bayıltıp sonra kaza süsü vermek için arabayla eziyordu. Belki

-98-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

İni da bir cinayettir" dedi gülümseyerek. "Katil de bu romanı


okumuş olabilir, böylece Olivadotti'yi önce ciddi bir şekilde
yaralamış sonra da işi kaza süsü vererek bitirmiş." Trevis so
rusuna çok fazla anlam yüklememek için tekrar gülümsedi ve
sordu. "Bu mümkün mü?"
Mantero irkildi.
"ikinci kazanın daha önceki yaraları saklaması anlamında
mı soruyorsun?" Sesindeki arkadaşça ton ciddi ve ihtiyatlı bir
hâl aldı. "Bunu akademik açıdan sormuyorsun, değil mi? Kim
di bu Olivadotti, onun hakkında ne biliyorsun?"
"Sorumu cevaplamadın."
Trevis'in sesi de sertleşmişti, artık rol yapmanın gereği yoktu.
Mantero cevap vermeden önce uzun bir süre sakalıyla oy
nadı.
"Evet. Bu mümkün." diye cevapladı sonunda.
Bir süre konuşmadılar.
"Bak, Stefano eğer bildiğin bir şey varsa söylemek zorunda
sın. Aksi takdirde yasaları çiğnemiş olursun."
"Bir şey saklama niyetinde değilim ama düşüncelerimi sağ
lam temellere oturtmak için birkaç güne ihtiyacım var."
Trevis kapıya yönelirken güven veren bir gülümseme takın
maya çalıştı.
"Merak etme, sonrasında bildiğim her şeyi ilgililere anlata
cağım." Kapıda durdu ve "Bilgiler için teşekkürler, dostluğuna
güvenebilir miyim?" diye sordu.
"Sessiz kalacağıma demek istiyorsun? Elbette. Ama sadece
birkaç gün için."
"Teşekkürler... Son bir şey daha var. Lastik izlerinden ara
bayla ilgili bir bilgiye ulaşabilir miyiz?"

-99-
krmz

Mario Mazzanti

Mantero kafasını salladı.


"Birçok arabada yaygın olarak kullanılan bir lastik tipi. En
az yirmi farklı model bu lastik serisinden kullanıyor."
"Anlıyorum... Eh, yine de teşekkürler!"
Mantero, uzaklaşan Trevis'i boyun eğmiş bir tavırla izledi.
Olivadotti'nin bedeni üstünde yeni otopsi incelemeleri yapmak
için doldurmak zorunda kalacağı bir sürü formu düşündü.

Trevis, Doktor Mantero'yla konuştuklarını anlatmayı bitir di.


Denişe hiç araya girmeden sessizce dinlemişti.
"Yorumların nedir?" diye sordu Trevis.
"Siz gittikçe Olivadotti'nin öldürüldüğüne daha çok inanı
yorsunuz..."
Sesinden az da olsa hâlâ şaşkınlık içinde olduğu hissedili
yordu.
"Tedbirsizlik ya da kaderi gereği bir araba tarafından ezil
diğinde hiç trafik olmayan bir sokakta bulunuyordu... Aslında
bir değil iki arabanın ezdiği demek daha doğru olacak hatta en
doğrusu iki trafik canavarı diyelim. Düşün! Bir şoförün kurba
na yardım etmek için durmaması istatistiksel açıdan nadir bir
durum. Peki, iki şoförün de durmamış olmasına ne dersin!"
Trevis sözlerine kısa bir ara verdi.
"Söyle bana Denişe, eğer sen birini öldürmek ve buna kaza
süsü vermek isteseydin ne yapardın?"
Denişe cevaplamadan ona baktı.
"Elbette ki adamı kaputun önüne getirip ona, 'Hey sevgili
bayım, hareket etmeyin ki sizi ezebileyim, sadece bir dakika
nızı alacağım, kıpırdamayın lütfen' diyemezsin. Onu vurabilir
ya da bıçaklayabilirsin ama her halükârda oluşan yaralanmalar

- 100-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

gerçeği ortaya koyacaktır. Senin ihtiyacın olan şey önce onu


!>ıı şekilde etkisiz hâle getirip sonra araba kazası süsüyle mas-
l.rl emek."
"Siz olayı kafanızda canlandırabiliyorsunuz, değil mi Pro
fesör? Kiralık katil ya da çalıntı mal alıcısı Olivadotti'nin ka
lasına vuruyor, belki işi biraz abartıyor ve onu neredeyse öl
dürüyor. Ama bu çok da büyük bir sorun değil. Issız bir yerde
olmalarından yola çıkarak onları kimsenin görmediğinden çok
emin, adamı yolun üstüne yatırıyor ve kafatasındaki lezyonu
haklı gösterecek şekilde lastiği tam üstünden geçirerek adamı
dikkatle eziyor. Emin olmak için belki birkaç defa bu işlemi
tekrarlıyor."
O ana kadar derli toplu bedeni ve yere eğilmiş gözleriyle
düşünür gibi duran Trevis bakışlarını Denise'e çevirip ciddi bir
ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Sanırım bu, kaza nedeniyle olan ölüm için en uygun se
naryo. Açıklık getirmek istediğim bir konu var Denişe. Ben
akla yatkınlık ve olasılık açısından mantık y ü r ü t ü y o r u m , bir
formun genel algısının ona eşlik eden diğer öğelerle uygun
luk içinde olmasına bakıyorum; bir olayın nedenine yöne
lik yorumun, doğrulanmış gerçeğe mantıklı bir şekilde uy
gun olması önemlidir. Phi fenomenini hatırlıyor musunuz
Doktor Hanım? Ne kadar yanıltıcı olduğunu? Gördüğümüz
şeylerin birçoğunu sadece alışık olduğumuz, bize daha rahat
geldiği ya da sırf bizi daha az rahatsız ettiği için görmek is
temiyor muyuz?" Kısa bir aradan sonra daha mütevazı bir
ses tonuyla devam etti. "Hayır... Böyle iki dakikada üç beş
gözlem yaparak gerçeği yakalamış olduğumu sanmıyorum...
Sadece, Olivadotti'nin öldürüldüğüne inanmanın akla daha
uygun olduğunu düşünüyorum."
Denişe derin bir nefes alarak söze girdi:

- ıoı -
krmz

Mario Mazranti

"Eğer bu doğruysa aynı gece Profesör Meriurgo'nun öldü


rülmesiyle arada bir bağ olmadığını düşünmek çok zor. Öyle
değil mi?"
içerideki hava iyice ağırlaşmıştı; dışarıdaki trafik sesi boğuk
bir şekilde duyuluyordu. Farklı noktalardan yapılan hafif ay
dınlatma ortama derin gölgeler yayıyordu. Bunlardan birinin
içinden ani ve tiz bir telefon sesi duyuldu.
"Alo... Ah, selam..."
Denişe içgüdüsel olarak Trevis'e döndü; sırtı dönük olan
Profesör bir bardağa konyak doldurmakla meşguldü.
"iyiyim... Hayır, şu an mümkün değil... Belki daha son
ra... Her şey yolunda, elbette... Şu an patronumla birlikteyim,
kendisi beni ziyarete geldi... Hadi ama yapma!" Denişe usulca
kıkırdayarak, "Saçmalama lütfen!" dedi.
Son sözcükler ağzından neredeyse bir fısıltıyla döküldü:
"Seni daha sonra ararım... Evet, evet, kesinlikle... Görü
şürüz..."
Dönüp Trevis'in karşısına oturdu.
"Kız arkadaşlarımdan biriydi" dedi ayaklarını altına alıp
koltuğa otururken. Bunu söyler söylemez kendisinden isten
meyen açıklamasından pişmanlık duydu ama bu, telefondaki
sesin yüzünde açtırdığı gülümsemeyi yok edemedi.
Trevis uzak ve dalgın görünüyordu. Elinin küçük bir hareke
tiyle salladığı bardağın içinde hafifçe dönen konyağı izliyordu.
Denişe kendinden emin tavırlarla konuşmaya başladı:
"Kabul etmeliyiz ki bu çok garip. Yaşını almış olgun ve
sorumluluk sahibi, büyük olasılıkla düzenli yaşamayı seven,
dengeli, kusursuz bir banka müdürü aniden bir suçluya dönü-
şüveriyor ve dahası bir kiralık katil ya da çalıntı eşya alan bir

- 102 -
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

I ı>ıvc ulaşabileceği tanıdıkları var. Eğer Olivadotti'nin öldü-


ııılmüş olması ve Profesör Meriurgo'nun cinayetiyle bağlantısı
bulunması akla uygunsa tüm bunların sebebi sadece ikonanın
ı,.ılınması mı? Hem sonra neden sadece ikonayı çalsınlar ki? O I
vde daha başka birçok değerli eşya vardı."
Trevis bakışlarını bardaktan kaldırdı.
"Benim de zihnimde aynı tilki dönüp duruyor... Hırsızlı
ğın yerinde bir sebep gibi göründüğü doğru ama bu, sadece
Profesör'ün öldürülmesiyle bağlantılı bir neden. İki olay birbi
rine bağlandığında aynı nedenin korunması için Olivadotti'yle
ilgili de cevaplara ulaşmak gerek. Kendime şunu soruyorum:
Ya ikonanın çalınması da soruşturmayı saptırma girişimiyse?
Sen kendin söyledin, içeride daha başka birçok değerli eşya
vardı, neden sadece ikona çalındı?"
Trevis bir yudumda konyağını, bitirdi.
"Tüm bu olaydaki en kesin ve değişmez nokta ikinci cina
yet yani Olivadotti'nin öldürülmesi; katilin planlarının için
de bunun gizli kalması ve asla bir cinayet olduğunun öğre-
nilmemesi gerekiyor. Buradan yola çıkarak temel endişesinin
Meriurgo'nun ölümüyle bunun arasında bir bağlantı olduğu
nun ortaya çıkmasını önlemek olduğunu söyleyebiliriz. Plan
ladığı şekilde hareket ederek her şeyi çok kolaylaştırdı. Tek bir
cinayet, belki de gerçek olmayan tek bir neden..."
"Ama eğer ikonanın çalınması sadece bir aldatmacaysa o za
man gerçek sebep ne olabilir? Aralarındaki tek bağ psikanaliz
olan bu iki kişi neden öldürüldü?"
Trevis derin bir nefes alarak cevapladı:
"Hiçbir fikrim yok. Ama senin de söylediğin gibi Meriurgo
ve Olivadotti'yi birbirine bağlayan tek şey psikanaliz gibi gö
rünüyor..."

- 103-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis cebinden Profesörün karısının verdiği anahtarları çı


kardı.
"İşte bunu netleştirmek için, bu gece Meriurgo'nun evine
gideceğim..."

Doktor Manteo yeni misafirini odasına alıp Trevis'in kendi


sine yönelttiği soruları kafasından uzaklaştırmaya çalıştı.
"Doktor Chiesa, hemen geldiğiniz için size teşekkür ede
rim. Bay Brancati'nin doktoruydunuz değil mi?"
"On yıldan fazla bir süredir dişçisiydim."
"Röntgen yanınızda mı?"
"Geçen ay Brancati'nin tüm ağzına çektiğim son panora
mik röntgeni getirdim. Ayrıca yanımda dişleri için aldığım alçı bir
kalıp da var."
"Belki buna ihtiyacımız kalmaz" dedi Mantero duvardaki
büyük negatoskopu çalıştırırken. Ekrana yansıyan röntgen gö
rüntüsünü işaret etti. "Bu, hâlen kimliğini tespit etmeye ça
lıştığımız yanmış kadavranın ağız röntgeni... Brancati'ninkini
yaklaştırır mısınız, ikisini karşılaştıralım?"
Doktor Chiesa daha iyi inceleyebilmek için biraz uzaklaştı.
"Aynı kişiye ait oldukları söylenebilir ancak bazı dişlerin uç
kısımları yok olmuş" dedi şaşırarak.
"Altın reçineden yapılmışlardı değil mi?"
"Evet. Her biri üç parçadan oluşan iki köprü."
"Erimişler. Ateşin ısısından dolayı yana doğru erimişler."
Doktor Chiesa ürperdi, Mantero ise iki filmi dikkatle ince
lemeye devam ediyordu.
"Peki, sizce bu iki film aynı kişiye mi ait?"

- 104-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Doktor Chiesa onaylayarak elindeki kalemle her iki rönt


gende bir bölgeyi işaret etti.
"Sağ alttaki ilk azı dişinin köklerini inceleyin. Her iki rönt
gende de kanalın tepeye yakın kısmında kanal tedavisinde kul
lanılan maddenin kırık bir parçası olduğu görülüyor."
"Sinirleri almak için kullandığınız küçük metal parçalar mı?"
"Evet onlar. Kökün içinde kırılmaları çok nadirdir. Çok
farklı bir darbe almış olmalı. Parçanın kökün içinde kalan kıs
mı dişe çok büyük zarar verebilir; bu gerçekleşmesin diye çok
özen gösteririz."
Doktor Chiesa dişi kendisinin tedavi ettiğini söylemekten
çekindi.
Mantero iki röntgeni üst üste koymayı denedi.
"Köklerin büyüklüğü, şekli ve açıları aynı. Eksik dişler de
her ikisinde aynı. Ve kırık parça kalıntısının şekli ve konumu
da aynen birbirini tutuyor. Hiç şüphe yok, bu iki röntgen aynı
kişiye ait."
Doktor Chiesa veda etmek üzere hazırlandı, işe dönmek
için acele ediyordu.
"Son bir şey daha var" dedi Mantero, Brancati'nin kadav
rasından aldıkları röntgeni göstererek. "Gördüğünüz üzere yu
karıdaki azı dişleri kırık; bunun son zamanlarda hatta ölmeden
hemen önce oluştuğunu söylemek m ü m k ü n mü?"
Doktor Chiesa tekrar röntgeni sabırla incelemeye koyuldu,
birkaç saniye sonra kök çevresini daha iyi görebilmek için görün
tünün büyütülmesini istedi. Sonunda kesin bir tavırla, "Kırıklar
kesinlikle yakın zamanda oluşmuş" dedi ve ekledi. "Çok yakın
zamanda ama tam olarak gün ve saat vermenin imkânı yok."

- 105-
krmz

Mario Mazzanti

Giurato çalan telefonu hemen cevapladı:


"Doğrulandı mı?" Bunu söylerken yüzünü buruşturmuştu.
"Evet... evet, bu durumda her şey birbirini tutuyor... Karısı
da kişisel eşyalarını ve arabanın kurbana ait olduğunu teşhis
etti. Şasi numarasını kontrol ettik. Ciddi boka batmış durum
dayız... Bana otopsi raporlarının sonuçlarını en kısa zamanda
iletin Doktor Mantero. Elbette, bir kömür parçasından çok
fazla bir şey bekleyemeyeceğimizi biliyorum ama elinizden gel
diğince çok bilgiye ulaşmaya çalışın."
Giurato telefonu sertçe kapattı ve karşısındaki memura
döndü.
"Bu konuda kesin bir gizlilik istiyorum. Eğer Brancati nin
bizim görgü tanığımız olduğu basına sızarsa, sızdıranı bizzat
kendim parçalara ayıracağım."

Kurt saygınlık maskesini takmış dışarı çıkmaya hazırlanı


yordu, bu onun için bir korunaktı; belki de şehirdeki diğer
insanları ondan korumaya yarıyordu.
Ne de olsa istediği zaman saldırabileceğini biliyordu, o ana
kadar her şey çok kolay olmuştu.
Esas sorun şimdi, işin bittiği yerde başlıyordu. Yıllardır kendi
benliğini bir kafese hapsetmişti, artık nefret ettiği bir hayatı yaşa
mak zorunda kalmıştı, kanın sarhoş edici kokusunu unutmuştu.
Hayır, durmayacaktı. Bunu istemiyordu.
Çember artık kapanmıştı, geçmişi Brancati'nin cesediyle
birlikte tamamen gömülmüştü ama dünya birçok yeni fırsatla
doluydu.

- 106-
krmz

T revis arabasıyla Profesör Meriurgo'nun evinin önüne yak


laştı. Saat gecenin ikisiydi.
Sis, bomboş yola soğuk nefes gibi yayılıyordu. Zarif binanın
hiçbir penceresinde ışık yoktu.
Arabayı giriş kapısından yüz metre uzakta karşı kaldırıma
park ettikten sonra huzursuzca ama ihtiyatlı hareketlerle aşağı
indi. Etrafını dondurucu bir soğuk sardı ama ona kendini hep
güvende hissettiren karanlığın yarattığı yeni ve beklenmedik
huzursuzluğu dağıtamadı.
Evine geç dönen dürüst bir vatandaş gibi görünmeye çalışa
rak ilerledi fakat binanın önüne geldiğinde kaldırımda hareket
edemeden öylece kalakaldı.
Cebindeki anahtarlar ona kurşundan bile daha ağır gibi
geliyordu. Nabzının hızlandığını ve dişlerini sıktığını hisse
diyordu. Oraya gidene kadar cesaretinin büyük bir kısmını
kullanmak zorunda kalmıştı ve henüz bu işin başlangıcı bile
değildi.

- 107-
krmz

Mario Mazzanti

Kendine bir defa daha, önce Giurato'yla konuşmanın ve


ona şüphelerinden bahsetmenin daha doğru bir karar olup ol
mayacağını sordu.
Düşüncelerini yönlendirerek sakinleşmeye çalıştı. Binanın kada
rını, park etmiş arabaları ve siste kaybolan sokak lambalarını saydı.
Hareketlenmesi gerekiyordu, orada öyle kazık gibi dura
mazdı. Etrafta kimsecikler yoktu ama birinin camdan onu izli yor
olması ihtimalini göz ardı edemezdi, tıpkı birkaç gece önce kurdu
izleyen görgü tanığı gibi.
Elini yüzünde gezdirip gözlerini kapadı. Saçma bir şekilde
Padova'da genç bir delikanlıyken sıcak bir haziran gecesi aynı sa
atlerde sınıftaki kız arkadaşlarından birinin evinin önüne gidişini
hatırladı. Bir delilik yapmak niyetinde değildi, buna asla cesaret
edemeyeceğini biliyordu, sadece orada olmak istemişti... Evin
önünde birkaç dakikadan fazla kalmamıştı ama ertesi gün kız
ona, uykusuzluk çeken babasının orada durduğu süre boyunca
camdan onu izlediğini eğlenerek anlatmıştı. Kızın babası genci
takdir edip övse de uykusuzluk çekemeyecek kadar genç yaşta
olan bir gencin yatağında kapalı gözlerle göreceği hayallerin, so
kakta açık gözle görülenlerden daha iyi olacağını düşünmeden
edememişti. Trevis bu ironik olayı hatırlayıp teselli bulmaya ça
lıştı. Aynı kızın şimdi bu binada yaşıyor ve şaşkın babasının da o
zamanki gibi kendisini izliyor olması hiç de fena olmazdı.
Sokaktan yavaş ilerleyen bir araba geçti. Siste buğulu gö
rünen farlar kısa bir an için binanın giriş kapısını aydınlattı.
Trevis, şoförün kendisine şüpheyle baktığı izlenimine kapıldı.
Paltosunun cebindeki anahtarları sıkıp derin bir nefes aldı
ve karşıya geçmeye karar verdi.
Bina kapısının kilidi tok bir ses ve kararlılıkla açıldı.

- 108-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Denişe yatakta uzanmış erkeğinin giyinmesini izliyor, bol


giysilerin içinde kaybolan kaslarını inceliyordu; sevgilisi tekrar
profesör rolüne bürünüyordu.
Çılgınca sevişmişlerdi. Kendini hem allak bullak hem de
(atinin olmuş hissediyordu. Acaba bu adam için beslediği aş
kın öncelikli sebebi, taşıdığı bu bir çeşit çift kişilikten mi kay
naklanıyordu; gündüz taşıdığı sakin, güven verici ve koruyucu
Zekâ, gece taşıdığı sebepsiz güç. Onu cezbeden bu iki kimlik
ten hangisiydi? Denişe, derinlerde bunun cevabını biliyordu.
Ona Trevis'ten ve son gelişmelerden bahsetmek istiyordu
ama son günlerde kendilerine ayıracak o kadar az zamanları
olmuştu ki...
Yataktan çırılçıplak kalkıp adama arkasından tüm gücüyle
sarıldı.
"Söyle bakalım, Trevis'i kıskanmıyorsun değil mi? İtiraf edi
yorum ona biraz kur yaptığım doğru ama çok az da olsa onu
kışkırtmak hoşuma gidiyor..." Bunları söylerken adamın kulak
memelerini ısırmaya başladı, bir yandan da eliyle göğsünü ok
şuyordu. "Sonrasında seni göreceksem ona kur yapmak beni
çok heyecanlandırıyor..."
Adam kendini sıkıca kavrayan kollardan kolayca kurtulup
büyük bir şiddetle genç kadını yatağa itti ve bir saniye içinde
bütün ağırlığıyla ve âdeta nefesini keserek bütün gücüyle, ira
desini devre dışı bırakarak üstüne abandı.

Trevis binanın geniş girişinden yavaşça geçti. Her türlü uya


rı işaretine karşı çok dikkatliydi hatta bu işi onuruyla yarıda
bırakabilmek için böyle bir işaret almaya dua ediyordu.
Floresanların cızırtısı dışında hiçbir ses yoktu.

- 109-
krmz

Mario Mazzanti

Profesör Meriurgonun dairesi ikinci kattaydı. Trevis mer


divenleri yavaşça çıkmaya başladı. Her bir basamakta beklen
medik bir şekilde kendini daha az huzursuz ve daha çok iradeli
hissediyordu. Sanki dönüşü olmayan bir eşikten geçmişti, artık
en sona kadar ilerlemek zorundaydı.
Merdiven sahanlığına vardı. Bu merdivenlerden kim bilir
kaç defa bu şekilde ilerlediğini üzülerek düşündü. Nefesinin
düzelmesi için birkaç saniye hareketsiz bekledi. Profesörün şu
an bomboş olan evinin ve ofisinin iki girişi karşısında duru
yordu. Üstüne çöktüğünü hissettiği tüm anıları kovalamaya
çalışarak uygun anahtarı hızla buldu.
Kapıyı arkasından nazikçe kapattı. Evde tam bir karanlık
hâkimdi.
Dengesini korumak için desteğe ihtiyaç duymuş gibi kapıya
yaslanarak karanlığın içinde bekledi, içinde yeni bir huzursuz
luk başladı.
Hafif bir baş dönmesi hissetti derin nefes aldı. Evin alışıl
dık kokusunu alamıyordu. Havada keskin ve saldırgan bir şey
vardı; bu, kanın belki de korkunun sert kokuşuydu... Kendi
korkusunun...
Trevis o gece birçok defa olduğu gibi kendini harekete geç
mek zorunda hissetti. Küçük bir el feneri yardımıyla elektrik
sayacını çalıştırdı. Bir yerlerden kırmızı bir ışık yanıp sönmeye
başladı.
Evdeki ışıkları yakmadan koridorda ilerledi, sadece çalışma
odasına gitme niyetindeydi. Başka odaları gezip duygusal sı
kıntısını artırmak istemiyordu ve iki cinayet arasındaki bağı
ancak o odada bulabilirdi, tabii öyle bir bağ varsa.
Ama engel olunamaz bir şekilde cinayetin işlendiği salona
çekildiğini hissediyordu.

- 110-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

El fenerinin ışığı etrafı dönüşümlü olarak aydınlatıyor,


Ürkütücü bir dans gibi çevresinde dalgalanıyordu. Yerde
ki büyük leke ve duvarlara sıçramış kan damlaları Profesör
Meriurgo'nun parçalanmış bedeninin maruz kaldığı şiddetin
tanıklarıydı.
Işık, ikonanın çalınmadan önce durduğu rafı aydınlattı. Bu
boş raf da duvarlardaki kan izleriyle aynı çaresizlik ve vahşetle
çığlık atıyor gibiydi.
Antika Yunan vazosundaki Telegonos'un alaycı yüzündeki
acı ifadesi yok olmuş, bunun yerini muzaffer bir sırıtış almıştı
sanki.
Trevis'in boğazına bir şey tıkandı, içini deli gibi bir öfkenin
doldurduğunu hissetti. Katilin onun şu an durduğu yerden
final sahnesini izlediğini düşündü. Onu görür gibiydi. Nefes
nefese, elinde maşayla o sahneyi inceliyor, Meriurgo'nun son
nefeslerini, bedeninin sarsılmasını hafızasına soğukkanlılıkla
kaydediyordu. Mutlak bir kudretin çılgınlığı içinde gülmüş
müydü acaba yoksa bakışlarını mı kaçırmıştı?
Hayır, soğukkanlılıkla durmuştu, bundan emindi. Durumu
mantıklı şekilde değerlendirmişti: Üstü profesörün kanıyla kir
lenmiş miydi? Ortadan kaldırılacak deliller neydi?
Trevis usulca ağlamaya başladı.
Gözlerini kapadı; binlerce duygunun, kokunun ve içindeki
çığlığın onu boğmasına izin verdi.
Salondan çıktı. Artık korkmuyordu, acının ağırlığını hisse
diyordu sadece.
Hayır, Profesör Meriurgo ikonayı çalmak için öldürülme-
mişti, bunu hissediyordu. Bunu biliyordu.

- 111 -
krmz

Mario Mazzanti

Denişe evinde yine yalnızdı. Saatine baktı. Gecenin üçü ol


muştu ama uyuyamıyordu. Trevis'i düşündü, hâlâ Meriurgo'nun
evinde miydi acaba?
Pencereye gitmek için kalktı. Sisle sarılı şehir uykudaydı.
Telefona kararsız bir bakış attı.

Trevis çalışma odasına girdi, büyük oda hâlâ pipo tütünü


kokuyordu.
Odanın diğer ucundaki lambalardan birini açtı ve büyük
çalışma masasına oturdu. Yarı karanlıkta küçük terapi koltuğu
ve profesörün berjeri görülüyordu. Dev kitaplıklar odayı teh
dit eder gibi duruyordu.
Üstüne eşyalar yığılmış masa, arkadaşının temel özelliği
olan dağınıklığını gözler önüne sermekteydi. Eşyaların üze
rindeki ince toz tabakası olmasa Meriurgo'nun o geceye kadar
çalışmaya devam ettiği söylenebilirdi.
Bir uçta içi pipolarla dolu bir kutu vardı. Bunlardan hiç
birinin yanık tütünleri temizlenmemişti. Trevis diğer eşyaları
inceledi: Viktorya tarzında değerli bir masa saati, yazışmaların
olduğu bir dosya, deri bir ajanda, bir köşede tozlanmış duran
özel dergiler, fotokopiler ve notlar; masanın diğer ucunda ağzı
na kadar yanık tütün dolu bir küllük, güzel bir masa lambası,
bunun altında üst üste duran klinik nöroloji üstüne metinler,
cerrahi üstüne eski bir kitap ve bir satranç dergisi... Trevis gü
lümsedi.
Dalgın dalgın not defterlerini karıştırdı; karalamalar ve ge
ometrik desenlerin eşlik ettiği anlaşılması kesinlikle imkânsız
birkaç not vardı. Yazışmalar arasında ilginç hiçbir şey yoktu;
bir tebrik kartı, Londra'da Psikanaliz Derneği'nde düzenlenen
bir konferans daveti, birkaç kongre programını içeren ilanlar.

-112-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Trevis elini yüzünde gezdirdi, boğazının kavrulduğunu his


sediyordu.
Ajandayı aldı. Bunu, Giurato'nun incelemesi için savcılığın
hizmetine vermek üzere alacağından korkmuştu ama demek
ki şimdilik sadece hastaların isimlerini ve randevu hareketle
rini görmek ona yetmişti. Trevis ajandayı rastgele açıp sayfalar
arasında gezinmeye başladı. Asla günde üç randevudan fazla
yoktu ve ilginç bir şekilde saat belirtilmeden sadece hastala
rın isimleri yazılıydı. Sayfaları Olivadotti'yle karşılaştıkları 27
Ocak gününe kadar hızlıca çevirdi. O gün de üç randevu vardı
ve sırayla belirtilmişti: Conti, Olivadotti ve Grazioli. Bunlar
için de saat belirtilmemişti. 28 Ocak'ta üç farklı danışan yazıl
mış ama sayfanın altına, aceleci bir yazıyla daire içine alınmış
bir not düşülmüştü: ACİL DANIŞAN RANDEVU TALEBİ: O.
Trevis bir bardak konyak için.neler vermezdi ama dünyada
ki hiçbir şey onu Meriurgo'nun konyağının bulunduğu cina
yet salonuna geri döndüremezdi.
"Danışan talebi doğrultusunda acil randevu" dedi yüksek
sesle. "Ve şu 'O' harfi, Olivadotti'nin ilk harfi olabilir mi?"
Eğer öyleyse, 27 sinde Profesör normal sıklıkta yapılan ana
liz seanslarında olduğu gibi, iki haftada bir gördüğü hastasıyla
randevusunu yapıyor, 28'sinde danışanının acil isteği üzerine
onu tekrar görüyor, yani ikisinin de öldürüldüğü günden bir
gün önce.
27'sinden 28'ine kadar bu kadar önemli ne olmuş olabilir ki
Olivadotti acil bir görüşme talep etmiş? Daha da garibi böyle
bir istisnayı Profesör nasıl kabul etmiş?
Aradığı bağlantıyı bunda bulabilir miydi?
Yirmi dokuzunda Meriurgo hiçbir randevusu vermemişti.
Sabah enstitüye gelmiş, orada görüşmüşler ve Profesör ona

- 113-
krmz

Mario Mazzanti

hastalarından birinin kâbus görmesine sebep olduğu suçlama


sından aklandığına dair garip bir şeyler söylemişti...
Trevis ne arayacağını biliyordu. Profesör Meriurgo not al
manın dışında daha derin bir araştırma yapabilmek için analiz
seanslarını kayıt ediyordu.
"İlerleme kaydedebilmek için kendime tanıdığım küçük bir
imtiyaz" demişti Profesör ve eklemişti. "Masum bir hile o ka
dar. Kaydı seanstan birkaç saat sonra dinlediğinde ortaya ne
farklar çıktığını tahmin bile edemezsin. Bazen seanstaki körlü
ğümden dolayı kendime kızıyorum!"
Trevis kayıtları aramaya koyuldu ve sistemli bir arayışla, ara
dığını on beş dakika sonra kütüphanede buldu. Güzelce sıraya
dizilmiş en az yüz kayıt kaseti vardı. Hepsinin üstünde danı
şanların adları yazıyordu. Ama Trevis Olivadotti ismini arama
ya başlayınca umutsuzluğa düştü çünkü bütün isimler kodlar
la yazılmıştı. Alışkanlık, tedbir ya da gizlilik... Sebebi her ne
olursa olsun, Profesör Meriurgo hastalarına hayali kahraman
isimleri takmıştı: Marylin, Postacı, Gılgamış, Şövalye ve buna
benzer birçok başka isim.
Önü kesilmişti.
Olivadotti hangisi olabilirdi? Avcı, Neruda ya da neden ol
masın, Morgana?
İnançsızca bir ipucu aradı. Büyük olasılıkla bir yerlerde bu
isimlerin gerçek isimlerle olan karşılıklarının yazıldığı bir liste
vardı ama kim bilir neredeydi? Kayıtların yanında olmayacağı
çok aşikârdı.
Trevis pes ederek kendini koltuğa bıraktı. Tek çare hepsini din
lemekti ama Profesör'ün ona dinlettiği rüyayı bulup Olivadotti'yi
tanıması için saatler gerekebilirdi. Hem sonra bunu basarsa bile
önemli bir şeyler bulabileceğinin hiçbir garantisi yoktu.

-114-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Eline rastgele bir kayıt kaseti aldı. Kasetin şifreli adı


I .ıpablancaydı. "Buna değer" dedi kendi kendine. Başka bir
ı,ı kmecede teybi buldu. Fişe takıp içindeki kaseti çıkardı. Dik-
katsiz bakışları kasetin üstündeki yapışkanlı kâğıda ilişti, zafer
edasıyla şaşkınca gülümsedi. Seans tarihleri kısa ve net bir el
v.ı/ısıyla kasetlerin üstündeki not kâğıtlarına yazılmıştı!
Dakikalar süren hummalı bir arayıştan sonra 28'ine ait hiç
bir kayıt bulamadı ama elinde 27'sine ait üç kaset vardı: Ras-
putin, Hayalci, Perry Como.
Saatine baktı, üç buçuk olmuştu.
Odanın içindeki sessizlik neredeyse canlı gibiydi.
Önceliği Perry Como'ya verdi. Kaseti çalıştırdı, birkaç sani
yelik hışırtıdan sonra kibar bir kadın sesi çocukluğundaki bir
yeri anlatmaya başladı. Trevis kaydı durdurdu: Perry Como'nun
bir kadın olacağı kimin aklına gelirdi. Sıra Rasputin'deydi. 'R'
harflerini söyleyemeyen Rasputin tiz sesiyle anlatırken geçmişi
tekrar yaşıyor gibiydi. Bu, kesinlikle Olivadotti'nin sesi değildi.
Geriye Hayalci kalmıştı.
"Hep sonuncusu olur zaten" diye düşündü Trevis.
Önceden öğrenmiş olduğu rüyanın tümünü dinledi. Oliva-
dotti gerçek hayattaki yılanını bulabilmek için sadece iki gün
harcamıştı.
Hayalci'nin son sözlerini boş bandın hışırtısı izledi. Trevis
gergin bir hâlde bekliyordu, hepsi bu kadar olamazdı. Kayıtta
masa saatinin tıkırtılarını duyuyordu. Hışırtı yükselir gibi oldu
ve soluduğu havaya karışarak kayboldu.
"Danışanın acil talebi üzerine yapılan 28 tarihli analiz seansı."
Profesör Meriurgo'nun sesi ani ve güçlü bir şekilde odanın
içinde yankılandı.

-115-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis bu zafer anının tadını çıkarmak ve dikkatini iyice


toplamak için kaseti durdurdu. Tekrar saatine baktı, dördü
geçmişti. İki saati aşkın süredir bu evde bulunuyordu. Koltuk
ta gözlerini kapatıp rahatladı.
Artık konyak mecburiydi ama salona dönecek cesareti bul
malıydı önce.
Acı verici ve tiz bir zil sesi onu bıçaklanmış gibi yerinden
zıplattı; telefonun çaldığını anlaması birkaç saniyesini aldı.
Güvensizlik içinde telefon ahizesine bakarak üç dört defa çal
masını bekledi. Odanın havası, gücünden bir şey kaybetmeden
sonsuza kadar uzanan o tiz gürültüyle parçalanmıştı. Ani bir
kararlılıkla ahizeyi kaldırıp sessizce dinledi.
Karşı tarafta da hiç ses yoktu.
Tam kapatmak üzereydi ki bir ses duyuldu:
"Profesör, hâlâ orada mısınız?"
"Denişe!"
"Gözüme uyku girmedi, bir şey bulabildiniz mi?"
Trevis heyecanla cevapladı:
"Belki evet. Bir ses kaydı ama daha dinleyemedim."
"Profesör çıkın oradan, uzun süredir içeridesiniz ve bu gü
venli değil."
"Önce kaydı dinlemem gerek."
"Bana gelin, birlikte dinleriz."
Trevis birkaç saniye düşündükten sonra yanıtladı:
"Birkaç dakikaya sende olurum, bu sisi birlikte dağıtmaya
çalışalım."
•••
Trevis tıpkı söylediği gibi birkaç dakika sonra Denise'in evi-

-116-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

m varmıştı. Profesör Meriurgo'nun evine yaptığı ziyaretin iz


-

lerini ortadan kaldırmaya çalışmamıştı çünkü zaten ertesi gün


(iiurato ile konuşmaya giderek ona her şeyi anlatacaktı. Hâlen
muğlak ve belirsiz olan bir fikir kafasında şekillenmeye başla
mıştı. Belki kaydın içinde her şeyin anlaşılmasını sağlayacak
bir ipucu vardı.
Denişe kapıyı üstünde açık renkli bir bornozla açtı.
"Bir türlü uyuyamadım, sıcak bir banyo bile işe yaramadı"
dedi gülümseyerek.
Trevis etrafına bakındı, kendisinin darmadağın göründüğü
nü biliyordu.
"Teybi çoktan hazırladım, kaseti bana verin ve keyfînize
bakın, kendinize içecek bir şeyler alın Profesör, sanırım buna
ihtiyacınız var."
Trevis henüz tek kelime etmemişti; kendini bitkin hâlde
koltuğa bırakmadan önce bir bardağa cömertçe konyak dol
durdu. Denişe de gelip onun yanına oturdu.
Oda hoparlörlerden yükselen Hayalci'nin derin sesiyle doldu:

"Bir tiyatro sahnesindeyim. Çok büyük bir tiyatro bu...


Yüksek bir salonu ve şık balkonları olan önemli bir tiyatro;
koltuklar ve perdeler kırmızı kadifeden, etraf yaldızlı bir
sıvayla zenginleştirilmiş. Ortada büyük kristal bir avize sa
dece köşeleri gölgede bırakarak bütün salonu aydınlatıyor.
Kırmızı ve altın rengi, diğer tüm renklerin önüne geçmiş
durumda.
Ama içeride izleyici yok, tiyatro gibi
bomboş. Söylediğim
ben sahnedeyim, bir oyun masasında oturuyorum, tek bir
kişiye karşı poker maçı yapmakla meşgulüm. Sırtım bomboş

- 117-
krmz

Mario Mazzanti

olan seyirci bölümüne dönük ama arkamda birinin varlığı nı


hissediyor gibiyim.
Arkadaşça bir oyun değil oynadığımız. Ödül para değil
ama çok önemli bir şey olduğunu hissediyorum, sanki orta ya
hayatımı koymuşum gibi...
Gerilim çok yüksek, acı içindeyim ama korkmuyorum,
her türlü uzlaşmacı tutumun yok olup gittiği anlardan bi-
rindeyim... Tıpkı savaşa hazır olduğunda zihninin savaş
alanında yaralanmadan uçması gibi.
Ve karar anı. Rakibim karşımda, gözlerimizin içine ba
kıyoruz, gördüğüm tek şey bu gözler. Çok tuhaf bir şekilde
kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım yüzünü bir bütün
olarak göremiyorum.
Elimizdeki beş oyun yelpaze gibi sımsıkı tutu
kartını
yoruz. Yaptığım kombinasyona tekrar bakıyorum, birden
şaşırarak beş kartın da tersini gördüğümü fark ediyorum
yani bütün kartların arkasında aynı olan desenli kısmı...
Kafam karışıyor ama hâlâ endişeli değilim. Sahip olduğum
kartları hatırlamaya çalışıyorum.
Aniden rakibim kısık ve sinirli bir sesle, heceleyerek ko
nuşuyor:
'Kartlarıma bakıyorsun.'
Ona bunun imkânsız olduğunu, kartlarım tersine dö
nük olduğu için esas onun benim kartlarımı görebildiğini
söylüyorum.
Kendimi sıkıntılı ve savunmasız hissetmeye başlıyorum.
Onun içindeyse öfke yükselmeye başlıyor, gözleri çakmak
çakmak oluyor, o artık bir insan değil, içinde görülmemiş bir
vahşet taşıyan yırtıcı bir hayvan.

- 118-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Canavar üstüme atlayarak beni yere deviriyor. Etimi


paramparça ediyor. Tiyatroya hâkim olan kırmızı rengi gö
rüyorum... Bu benim kanımın kırmızısı... Her şeyin üstü bu
kırmızıyla örtülüyor...
Ölmek üzere olduğumu hissediyorum ama canavar beni
yerken hâlâ hayatta olduğumu fark ediyorum... "

Kasetin bandı sona ulaştı ve ardında titreyen bir sessizlik


bırakan metalik bir ses çıkararak durdu.
"Tanrım, ne rüya... Hâlâ canlıyken yenilmek!" dedi Denişe
birkaç saniye sonra.
Trevis orada yokmuş gibiydi, mırıldanarak konuştu:
"Profesör Meriurgo, Olivadotti'nin bu kâbusuna benim se
bep olabileceğimi söylemişti.".
Denişe bakışlarını ona çevirdi.
"Bana bunu ölümünden saatler önce enstitüde söyledi."
Trevis dersinden sonra Profesör'ün kendisine yaptığı ziyare
ti ve aralarında geçen konuşmanın detaylarını anlattı.
Denişe bornozuna sıkıca sarıldı.
"Siz Olivadaotti'nin böyle bir kâbus görmesine nasıl sebep
olmuş olabilirsiniz?"
"Nitekim ben değilmişim. Rüyayı yorumla Denişe. Her şe
yin anahtarı orada, rüyayı yorumla, olayların gelişim sırasını
dikkate al, gerçeği bulacaksın."
"Siz buldunuz mu Profesör?"
Denise'in sesi ince bir ip gibiydi.
Trevis kelimelerini dikkatle seçerek cevapladı:
"Sanırım evet ve seni uyarmalıyım ki hiç de hoş değil. Ni-

- 119
krmz

Mario Mazzanti

hayet bir kâbusun sonuna geldiğimizi düşünüyordum ama sa


dece başındaymışız meğer..."
Trevis'in gözleri yanıyordu, başında çekiç darbesine benze
yen bir ağrı başlamıştı.
"Hadi Denişe, rüyayı birlikte analiz edelim. İşe mekândan
başlayalım, bize ne söylüyor?"
"Tiyatro... Başrol oyuncusu sahnede, seyirci kısmı bomboş ama
arkasında birinin varlığını hissediyor. Bu çok klasik bir durum,
Olivadotti rüyasında psikanaliz seanslarından birini görmüş."
"Neredeyse doğru. Analiz seansı sadece resmin çerçevesi, rü
yanın yer aldığı mekân ve zamana bir gönderi. Bu çok önemli
bir detay ama rüyanın gerçekte bambaşka bir anlamı var."
Denişe tekrar yavaşça konuşmaya başladı:
"Çok yüksek bir bedel karşılığında oynanan poker... Karşısın
daki oyuncu savaş alanında yenilmesi gereken bir düşman gibi gö
rülüyor. Yüzünü bir türlü net olarak kavrayamadığı bir rakip..."
Trevis devam etti:
"Olivadotti elindeki kartları hatırlayamıyor ve kartlarına bak
tığında hepsini ters tuttuğunu fark ediyor yani rakibi kartlarını
görebiliyor. Oysa rakip Olivadotti'yi kendi eline bakmakla suç
luyor ve kartlarını gördüğünü düşündüğü için de ortalık karışı
yor, adam bir canavara dönüşüyor ve Olivadotti nin üstüne çul
lanıyor. Kartlar Denişe... Kartların neyi temsil ettiğini düşün..."
"Bir poker oyununda tüm kartlar her şeyi..."
"Bundan daha değerli bir şey yok; her şeyi, insanın kendisi
ni temsil ediyorlar."
Denişe gözlerini Trevis'e dikti, yüzünde yavaş yavaş inana-
madığını anlatan bir ifade belirdi.
"Evet Denişe, doğru anladın. Aynen öyle."

- 120 - *
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Trevis kalkıp teybin içindeki kaseti çıkardı.


"Bu rüyasıyla Olivadotti bize bilinçsizce analiz seansların
dan biri sırasında gerçekleşen bir karşılaşmadan bahsediyor.
Zihninin bilinçli kısmıyla henüz tanıyamadığı eski bir düş
manla karşılaşma. Bu çok tehlikeli bir durum, kesinlikle ha
tırlanması gereken bir şey var çünkü oyundaki bahisler çok
yüksek. Eğer ilk önce karşısındaki kişi onun kim olduğunu
hatırlarsa ve elindeki kartları görürse ya da sadece tanındığını
anlarsa bu, son anlamına gelebilir."
Trevis içkisini tazeledi.
"İşte hikâye bu: 27'sinde Olivadotti düzenli olarak yaptığı
seanslardan biri için Profesör Meriurgo'ya gitti; muayenehane
de şans eseri iki kişiye rastladı. Bunlardan biri bendim. Başka
biriyle daha karşılaştığını ve bunun kim olduğunu bize söyleyen
Profesörün ta kendisi. Olivadotti'nin beni görünce rahatsızlık
hissettiğini fark eden Profesör durumdan endişe edip açıklama
gereği duydu ve bir psikanalistin bekleme odasındaki tesadü
fi karşılaşmaların asla hastalar arasında olamayacağını belirtti.
Böyle söyledikten sonra da isim vermeden kısa süre önce üni
versiteden başka bir iş arkadaşıyla olan karşılaşmaya gönderme
yaptı. Bu arada o gün Meriurgo'nun sekreteri birkaç saatliğine
izinliydi ve bu yüzden de bahsedilen bu meslektaşın kim olduğu
bilinmiyor. Her şey böylece son bulabilirdi ama Olivadotti'nin
bilinçaltı diğer adamdaki bir şeyleri tanıdı ve gece tiyatrodaki
poker kâbusunu üretti. Biz diğer adamın Olivadotti'yle bağ
lantısının ne olduğunu bilmiyoruz ama korkunç ve kesinlikle
sır olarak kalması gereken bir durumla ilgili olduğu muhakkak.
Olivadotti'nin kafası uyandığında karmakarışıktı. Bunun sıra
dan kötü bir rüya olmadığının farkındaydı ve büyük olasılıkla
endişelenmişti. İşte böylece Profesör Meriurgo'dan acil randevu
talep etti. Rüyayı yorumlayan Profesör Meriurgo tehlike uyarı-

- 121 -
krmz

Mario Mazzanti

sını çok önemsemedi. Yılan rüyasını hatırlayarak bu çok kanlı


rüyanın hastasının yaratıcılığından kaynaklandığını düşündü
muhtemelen. Böylece ertesi sabah kendi deyimiyle dedektiflik
oynamak üzere enstitüye geldi. Önce bilinmeyen meslektaşıy
la konuştu, onu alarma geçirecek bir tavır içinde olmamasına
rağmen ona Olivadotti'nin kâbusunun sebebi olduğunu açık
ladı. Sonra Meriurgo bana gelerek bu olaydan tümüyle beraat
ettiğimi söyledi. Artık çok geçti. Meslektaş kapana sıkışmıştı ve
gerçekte olduğu vahşi hayvana dönüştü. Hızlı hareket etmesi
gerekiyordu, Olivadotti'nin her şeyi hatırlamasına çok az bir
zaman kalmıştı. Tüm delilleri ortadan kaldırmak zorundaydı.
Aynı gece Profesör Meriurgo'nun kendisini evine almasında
hiç zorluk yaşamadı, onu acımasızca öldürdü ve soruşturmaları
yanlış yöne çekmek için de ikonayı aldı."
Denişe araya girerek, "Bu, neden başka bir şeyin çalınmadı-
ğını açıklıyor" dedi.
"Bunun başka bir ilginç yönü daha var... İkonanın yakının
da, üstünde Odysseus ve Kirke'nin oğlu Telegonos'un temsil
edildiği antika bir Yunan vazosu vardı. Bu da çok değerli bir
parça ama alınan obje bu olmadı..."
"Mitolojiye göre Telegonos, Odysseus'u... Yani kendi baba
sını öldürüyordu."
"Bravo Denişe, dersine iyi çalışmışsın. Ve bilirsin ki enstitü
de hepimiz kendimizi Meriurgo'nun çocukları olarak görürüz.
Vahşi hayvan yaptığı bu şeyi yüzlerimize haykıracak bir şey al
mak istemedi."
Uzun süre ikisi de sustu.
Trevis yavaşça konuşmaya başladı:
"Hayvan herif Meriurgo'yu vahşice öldürdükten hemen son
ra Olivadotti'yi çok kullanılmayan bir yola çekerek onu neredey-

- 122 -
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

se öldürecek şekilde yaraladı, sonra onu yola yatırdı ve arabayla


üstünden geçerek olaya kaza süsü verdi. Çember kapandı; iki
cinayet: Biri hırsızlık amaçlı, diğeri ise trajik bir kader oyunu."
Trevis bardakta kalan konyağı bitirdi; başındaki ağrı kafası
nı ikiye bölüyor gibiydi.
Artık Deniş de darmadağınık görünüyordu.
"Ama bu kim olabilir ve onu Olivadotti'yle bağlayan kor
kunç hikâye ne?"
Trevis kendini yeniden kanepeye bıraktı.
"Bunu bulmak Giurato'nun işi, elinde bir görgü tanığı var
nasılsa? Üniversiteyi ziyaret etmesi yeterli olacak. Bana gelince
katille karşılaşacağım... Üç saat kadar sonra onunla görüşece
ğim. Saat dokuzda öğretim üyeleri kurulu toplanacak."
"Giurato'yla ne zaman konuşacaksınız?"
"Kuruldan hemen sonra ona gideceğim." Trevis zorla gü
lümseyerek devam etti. "Tüm bunları bir rüyaya dayandırarak
anlatıp onu ikna etmek oldukça zor olacak."
Dışarıda gecenin karanlığı dağılmaya başlıyordu. Trevis kim
bilir kaçıncı kez saatine baktı.
"Artık gitme vaktim geldi, geceyi birlikte geçirdiğimizi san
malarını istemezsin değil mi?"
Trevis bu sefer gerçekten de gülümsedi.
"Profesör, bu konuda beni çoktan tehlikeye attınız bile.
Lütfen kalıp hiç değilse biraz dinlenin, size divanı bırakayım,
ben odama giderim."
Trevis, Denise'in hiçbir teklifini geri çeviremezdi.

- 123-
krmz

T revis zaman kavramının olmadığı karanlık bir sarmalın


içine dalıverdi hemen. Rüya görmemişti ama sanki içinde
sadece çaresiz bağırışların ve isimsiz çığlıkların bulunduğu bir
boyuta geçmişti.
Yüreği ağzında sıçrayarak uyandı; odanın içi gün ışığıyla
dolmuştu.
Saat sabahın sekiziydi.
Yavaşça kalktı, sertleşmemiş tek bir kası kalmamıştı.
"Denişe?" diye seslendi.
Kafasını yavaşça yatak odasından içeri uzattı. Denişe yü
züstü uzanmış, tatlı bir uyku içindeydi. Yatak örtüsü bedenini
yumuşakça okşuyordu. Trevis'in varlığı uykusunu hafifletmiş
gibi bacaklarını hareket ettirdi. Üstündeki örtü kayıp açılırken
çıplak bedenini ortada bıraktı.
Trevis bakışlarını çekmekte zorlanarak uzun süre hareketsiz kaldı.
Sonunda mutfağa gidip kahve yapmak için rafları araştır
maya başladı.

- 124-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Radyoyu açtı, belki mü


zik sesi Denise'i uyandırırdı.
Sabah haberlerinde bir son dakika gelişmesi vardı:

"Bir gece önce arabasında yanmış olarak bulunan Luci-


ano Brancati 'nin Meriurgo cinayetindeki tek görgü tanığı
olduğu fisıltısı büyük şaşkınlık yarattı. Profesörün katili
böylelikle kendisini teşhis edebilecek tek kişiyi de ortadan
kaldırmış oldu. Yetkililer konuyla ilgili yorum yapmaktan
kaçınırken maktulün eşi polise karşı çok sert açıklamalarda
bulunarak kocasının olay içindeki rolünü doğrulayıp böy
le bir tanığın nasıl olup da korumasız bırakıldığını sordu.
Polemikler artarken cinayet üstündeki gizem de çoğalmaya
devam ediyor. Katilin görgü tanığının kimliğini nasıl öğ
rendiği merak konusu olurken- Brancati ye yeterli koruma
nın neden sağlanmadığı da soruşturuluyor. Soruşturmadan
sorumlu Komiser Doktor Giurato bugün öğleden sonra bir
basın açıklaması yapacağını duyurdu."

"Profesör..."
Yatak odasından gelen ses, Trevis'i içinde bulunduğu şaşkın
lıktan çıkardı.
Denişe yatakta oturuyordu ve ancak Trevis içeri girdiği anda
örtüyü üstüne çekerek göğsünü kapattı, bunu elinden geldi
ğince geç yapmaya çalışmıştı.
"Giurato'ya hemen gidemeyeceğim" dedi Trevis. "Rüya te
orimi onaylayacak bir tanık yok artık. Giurato bunu dikkate
almaz, çok gerçeküstü duruyor, şu an için çözmesi gereken
daha önemli sorunları var. Ayrıca tehlikeli de olabilir. Savcı
lıktan gizli haberler oldukça kolay dışarıya sızıyor ve katilin

- 125-
krmz

Mario Mazzanti

kulakları delik. Başka şeyler bildiğimi ve elimde ona ulaş


maya yarayacak bir anahtar olduğunu düşünebilir. Sonumun
Brancati gibi olmasını istemiyorum. Giurato'ya gitmeden
önce somut bir şeyler bulmak zorundayım ve bunu yalnız
başıma yapmalıyım."
"Hayır, yalnız değilsiniz Profesör..."
Denise'in gözleri derinlerde bir ışıkla aydınlandı.

Trevis kendine ve öğrendiklerine inanmak istemiyordu hat


ta Psikoloji Enstitüsü'ne doğru ilerlerken kalbinin bir parçası
hâlâ olanlara inanmayı reddediyordu.
Enstitünün geniş ve uzun koridoru hiç bitmeyecekmiş
gibi duruyordu. Toplantı odasının yer aldığı en sondaki ka
pının ardında, öğretim üyelerinden oluşan üst düzey ve asil
kurulun üyeleri bulunuyordu. İçlerinden biri, kendisinden hiç
şüphelenilmeyecek bu kişi bir katildi. Profesör Meriurgo'nun,
Olivadotti'nin, Brancati'nin katili içeride oturuyordu.
Koridorda yankılanan ayak seslerini dinledi, korkunun
hâkimiyeti ele geçirdiğini fark etti. Birdenbire tüm boyutlar
genişler gibi oldu. Kapı... O kapı artık inanılmayacak kadar
uzak görünüyordu, başka açılar kazanmış gibi asimetrikti.
Kapının ona buz gibi gelen kolunu tuttuğunda bir an için
duraksadı.
Sadece bir saniye sonra toplantı odasına girmiş olacaktı,
içinde yedi arkadaşının ve kendisini gülümseyerek karşılayan
bir katilin bulunduğu toplantı odasına...

- 126 -
krmz

12

K urul salonunun tam ortasında tahtadan büyük oval bir


masa vardı. Etrafına en az on beş kişi oturabilirdi. Ens
titünün tarihi boyunca mevcut sekiz öğretim görevlisinden
daha fazlasını görmediği göz önüne alındığında biraz abartılı
kalıyordu. Masanın bir ucunda Tosi-Ronchi oturuyordu, diğer
profesörlerse oval masanın diğer başını her zamanki gibi boş
bırakacak şekilde iki yana dizilmişlerdi.
Toplantı saatini birkaç dakika geçmesine rağmen hâlâ bir
üye eksikti.
Kurt, kırk yaşlarında, güzel ve kibar bir kadın olan Profesör
Carraro'yla Profesör D'Avila'nın arasında oturuyordu; sakin ve
rahattı. Tam bir memnuniyet içindeydi.
Profesör Carraro ona dönerek, "Gelmeyecek göreceksiniz,
hâlâ çok sarsılmış durumda. Profesör Meriurgo'ya o kadar bağ
lıydı ki..." dedi.
Kurt kibar bir gülümsemeyle karşılık verdi.
D'Avila araya girdi:

- 127-
krmz

Mario Mazzanti

"Gelir, gelir... Aksi takdirde haber verirdi. Hem sonra dünya


daki vahşetten habersiz bir kız çocuğundan bahsetmiyoruz ya!
Hayat herkes için devam edeceği gibi Trevis için de edecek."
Profesör Carraro sakin ve kibarca söze karıştı:
"Tam da yaşlı maço erkeklere has bir tavır. Bu, bir duyarlılık
sorunu tatlım, büyük ihtimalle senin yoksun olduğun bir özel
lik bu. Meriurgo, Trevis için neredeyse bir baba gibiydi."
"Bana layık gördüğün tüm bu unvanları gururla kabul edi
yorum yüce gönüllü meslektaşım ancak çok küçük bir düzelt
me yapmak istiyorum; ben yaşlı değil, eskiyim... Hayatın bu
mevsiminde az sayıdaki avantajlardan biri bilgelik kabiliyetidir.
Ve şimdi bu olgunluk meyvesinin hakkını vererek seni etrafına
bakmaya davet ediyorum. Bu odada profesyonel ya da insani
açıdan Meriurgo'ya çok şey borçlu en az beş altı kişi var. Ör
neğin..." D'Avila kurda dönerek devam etti. "Onu sen de bir
babaya duyulan sevgi ve minnetle hatırlıyorsun, değil mi?"
"Elbette. Gidişi benim için büyük bir acı."
Bunu, acılı bir yüz ifadesiyle desteklediği hüzünlü bir ses
tonuyla söyledi ama içinde muzaffer bir sırıtış vardı. Ayağa
kalkmaya çalışan, odanın her bir santiminde kendine destek
olacak bir dayanak arayan Profesör'ü gözünün önüne getirme
den edemiyordu. İşini tamamen bitirmek yerine bu gülünç ça
bayı izlemek için bir süre arkasında beklemişti. Çocukken şef
faf plastikten kutuyu hatırladı. Kutunun bir tarafına, içinden
iğne geçecek büyüklükte delikler açmıştı. Camlardaki sinekleri
yakalayıp bu kutunun içine hapseder, onları bir süre izleyip
vızıltılarını dinlerdi. Onlara neler yapacağını anlatırken keşke
onu anlayabilseydiler... Sonra bir iğne alıp deliklerden sokarak
onları avlamaya başlardı. Kaçacak yer yoktu, sadece zaman ve
büyük bir sabır meselesiydi bu. Sinekler çığlık atmadan, kan

- 128-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

dökmeden ve büyük ihtimalle acı çekmeden ölüyorlardı. Ço


cuklar basittir, d uyguları ndaki saflıkla mükemmeldirler. O,
böceğin narin zırhı üstünde iğnenin çıkardığı sesten ve iğnenin
ucunda hissettiği zayıf karşı koyuştan heyecanlanıyordu.
Profesör Meriurgo ayağa kalkmayı başarıp arkasına döndü
ğünde karşısında onu bulmuş ve gözlerindeki zafer ışığı hemen
sönmüştü. Kaçacak yeri olmadığını anladığı hâlde kurtulma
ya çalışmıştı. Bu yaptığı, gereksiz yere onurunu kaybetmekten
başka bir şey değildi! Tekrar yere düşmesi için hafif bir darbe
yeterli olmuştu. Ve tam da kurt gücünün ve enerjisinin doru-
ğundayken yerdeki Profesör acınacak hâldeki öfkeli bakışlarıy la
ona bakıyordu.
İşte tam o an ona vurmuş ve darbenin titreşimini, suratında
tokat gibi patlayan Meriurgo'nun kanının sıcaklığını hissedin
ce zirveye ulaşan bir zevk duymuştu.
"Evet" dedi derin bir sesle. "Profesör Meriurgo'ya çok şey
borçluyum."
İşte tam o anda Trevis odadakilerin bakışları arasında içeri
girdi. Uzun sakalları, buruşuk giysileri ve kan çanağına dön
müş gözleriyle sefil bir hâldeydi.
Hızla yerine otururken odadakilere dönerek, "Gayet iyiyim,
sadece çok az uyudum" dedi.
Toplantı, profesörler arasındaki tartışmalar ve araya girme
ler yüzünden belirsiz de olsa baskıcı bir havada ilerledi. Bu,
ortamdaki yapmacıklığın en büyük kanıtıydı. Her ne kadar
herkes yaşanan olayın hayaletlerini uzaklaştırmak istese de
bunlar Trevis ile birlikte güçlenerek ortaya çıkmıştı. Görün
tüsü ve şaşırtıcı ifadesi kimsenin yok sayamayacağı bir çığlık
gibiydi. Katılımcılar ona bakmamaya çalışıyor ama hiçbiri ona
kaçamak bakışlar atmaktan kendini alamıyordu; bu, ortaya çı-

- 129-
krmz

Mario Mazzant-i

kan ıstıraba karşı koyamamaktan kaynaklanan engellenemez


bir bakıştı.
Karşı tarafta oturan kurt, akıllı ve makul tutumunu çok gü
zel oynuyordu ama bir süre sonra Trevis'in davranışından o da
etkilendi. Tartışmaları izlemediği çok açıktı ama aklı orada de
ğilmiş ya da kim bilir nerede kaybolmuş gibi bir hâli de yoktu;
konsantre olmuş ve otoriter bir ifadesi vardı.

"Ne düşünüyorsun, Profesör? Neden öyle derin bir şe


kilde D'Avila'ya bakıyorsun? Alnını kırıştırıp gözlerini kı
sıyorsun... işte şimdi de başka bir meslektaşını izliyorsun.
İfaden çok katı, intikam isteyen birinin ifadesi bu. Birini
arıyorsun değil mi? Sen bir şeyler biliyorsun, Profesör... işte
evet, şimdi de bana bakıyorsun... Yüzüm, sakin bakışlarım
sana ne söylüyor? Ellere bak, ellere, onlar yalan söyleyemez.
Senin sefil anlama yetinin çok ötesinde, mükemmel şeyler
yapmaya kadirdir eller. Bir bildiğin var ve aramızda birini
arıyorsun değil mi? Şimdi konsantre olabilmek için duvar
da herhangi bir noktaya diktin gözlerini. Hayır, düşüncele
rini toparlamak için değil bu, uzaktaki bir şeyi görmek ister
gibi gözlerini kıstın. Arkamdaki duvarda sana bu kadar
ilginçgelecek ne var? Ah, elbette ya ders saatleri! Nedir doğ
rulamaya çalıştığın? Ama elbette ya, evet! Her şey o kadar
açık ki! Bana doğruyu söyle. Profesör Meriurgo seninle de
konuştu değil mi? Olivadotti'yle karşılaşan diğer meslektaş
sensin. Meriurgo sana ne söyledi? Ona bu konunun çok ki
şisel ve hassas bir mesele olduğunu söylememe rağmen hem
de... Gerçeği öğrenmek ister misin, Profesör Trevis? Onu an
layabileceğine, derinlerine ve kristal güzelliğine nüfuz ede
bileceğine emin misin? Seviyesine erişebilecek misin zavallı,
küçük Profesör? Araştır... İyi araştır... Sor, etrafındakilere

- 130-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

sor ama her şeyden önce kendi içine bak, gücün kökleri
ni, enerjinin kaynaklarını ara. Kusursuzluğun nedenlerini
ara. Araştır Profesör... Gözüm üstünde olacak... "

Kurul toplantısı saat on ikiye doğru bitti. Rahatlayan profe


sörler yerlerinden kalkıp kapıya yöneldiler. Trevis kapının ya
nındaki D'Avila'ya yaklaştı.
"Akşamları bara gittiğini bilmiyordum."
"Akşamları mı? Gece demek istiyorsun herhalde, seninle
karşılaştığımızda neredeyse gece yarısı olmuştu! Bu bana acı
verse de itiraf etmeliyim ki pek gitmiyorum, evet." Kenara çeki
lerek kendilerine güzel bir gülümsemeyle karşılık veren Bayan
Carraro'ya yol verdi sonra Trevis'e dönerek konuşmasına devam
etti. "Eve dönüyordum ve senin arabanı o mekânın önünde
park etmiş olarak gördüm; kendi kendime belki yalnız olduğu
nu ya da belki... İyi Samiriyeli* sendromu, bilirsin işte."
"Sana teşekkür etmeliyim, o akşam pek kendimde olduğum
söylenemez."
"Hiç önemli değil, aldığın alkol göz önünde bulundurulur
sa bu beni hiç şaşırtmadı." D'Avila sert ve tasvip etmeyen bir
ifade takınarak esprili bir şekilde konuşmaya devam etti. "Hat
ta şu görüntüne bakacak olursak hâlâ ayılamamışsın sen."
"Zor bir gece geçirdim... O kadar kötü mü görünüyorum?
Bu sabah aynaya bile bakmadım."
"Ah, aynalar, aynalar... Ben artık neredeyse hiç bakmıyorum
aynalara çünkü içinde gördüğüm şey hoşuma gitmiyor. İyi bir
aynanın bir şeyi yansıtmadan önce iyice düşünüp tartması ge
rek bence."
* Hristiyanlığın Kutsal Kitabı'nda ihtiyaç içindeki insanlara nasıl davranılması gerektiğini anla
tan bir hikâyedir.
krmz

Mario Mazzanti

Trevis gülümsedi, bu espriyi daha önce de duymuştu.


"Geçen akşamdan konu açılmışken bana Meriurgo'yu ölü
münden birkaç saat önce enstitüde gördüğünü..."
Trevis sesinin sıradan çıkması için kendini zorladı.
"Evet ama sadece koridorda, ayaküstü karşılaştık."
"Sana birini göreceğinden falan bahsetti mi, hatırlıyor musun?"
D'Avila kaşlarını kaldırdı.
"Ah, bir şeyler geveledi ama hatırlayamıyorum... Önemli mi?"
"Kendini biraz zorla lütfen..."
D'Avila, Trevis'in ısrarından tedirgin olmuş gibi gözüktü
ama yorum yapmadı.
"Belirli bir isim söylemedi, belli belirsiz soyut ifadelerinden
birini kullandı... Dinle, neden eve gidip biraz dinlenmiyorsun?
Buna gerçekten ihtiyacın var. Sana bunu hatırlamaya çalışaca
ğıma söz veriyorum ve hatırlar hatırlamaz da hemen sana bilgi
vereceğim."
"Biliyorum D'Avila, geçen akşam için tekrar teşekkürler
ve... Evet, bu konu önemli!"
Trevis salondan çıkıp kendi odasına yönelirken D'Avila'ya
yaklaşmakta olan kurdu görmedi.

Denişe, Trevis'in odasında bekliyordu. Uykusuz geçen gece


onda hiçbir iz bırakmamış gibiydi. Her zamanki gibi taze ve
çok hoştu. Ama yüzünden bir şey anlaşılmamasına rağmen
içinde, aklının sürekli öne çıkardığı bir şüpheyi kovalamaya ça
lışıyordu; kurtla sevgilisinin aynı kişi olma ihtimali var mıydı?
Olamazdı, bunu hissediyordu, biliyordu ya da en basit haliyle
bu varsayımı göz önünde bulundurmayı reddediyordu.

- 132-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Aklına bu durumun tersini ispat edecek kesin bir kanıt


sunmak istiyordu ve bunun nasıl olacağını bulmuştu. Yaptığı
araştırmaların her adımında Trevis'in yanında olacaktı. Trevis
suçlu arayışındayken o, masumiyetin izini sürecekti.
Erkeğini her türlü şüpheden koruyacaktı. Bu amaca ulaş
mak için her yolu deneyebilirdi, yapabileceğini biliyordu. Tre
vis yüzündeki hayal kırıklığıyla içeri girdi ve çantasını yorgun
bir tavırla masaya koydu.
"D'Avila hiçbir şey hatırlamıyor. Profesör Meriurgo ona
bir şeyler söylemiş olabilir ama isim telaffuz etmediği kesin.
Hatırlarsa bana haber vereceğini söyledi. Ama bize yardımcı
olabileceğini sanmıyorum."
"Peki ya bunu yapan o ise?"
"D'Avila mı? Bu imkânsız, çok yaşlı; iki hatta üç insana iş
kence edip öldürmeye yetecek fiziksel güç yok onda. Yeri gel
mişken tanığın ölmesiyle ilgili bir şeyler bulabildin mi?"
Denişe bacak bacak üstüne atarak cevapladı:
"Birkaç radyo haberi dinledim. Adamın adı Brancati, mali
müşavir, katili Meriurgo'nun evinden çıkarken gördüğü söyle
niyor. Geçen akşam adamı arabasında kömürleşmiş olarak bul
muşlar, görülen o ki polis adama koruma vermemiş. Ortada
ciddi bir durum söz konusu ve basın işi kurcalıyor."
"Tahmin ederim. Bizim adamımız Brancati'nin ismini nasıl
öğrendi acaba?"
Trevis masasına oturdu ve birden, "İş yerinde öğrendi!" diye
bağırdı.
Denişe elini tatlılıkla Trevis'in elinin üstüne koydu. Bir an
için Trevis'in gözlerinin önüne Denise'in sabah yatakta uzanan
çıplak bedeni geldi.

- 133-
krmz

Mario Mazzanti

"Profesör, biraz dinlenip bir şeyler yeseniz daha iyi olmaz mı?"
Trevis hemen toparlandı.
"Sonra hepsi için vaktimiz olacak. Şimdi, elimizde sekiz
olası suçlu var, görüntüde hiçbiri şüpheli değil; içlerinden de
yebileceklerimiz var mı?"
Denişe kalemiyle oynamaya başladı.
"Kayıt listelerini kontrol ettim. Profesör Meriurgo'nun ens
titüyü ziyaret ettiği sabah Profesör Carraro dışındaki herkes
buradaymış."
"Çok rafine bir bayan olduğunu düşünürsek zaten kendisi
en az şüphelenilecek kişiydi."
"Bu durumda geriye yedi kişi kalıyor; Tosi-Ronchi ve profe
sörlerden D'Avila, Deria, Benatti, Merisi, Rebotti ve Pisani."
"Hepsi o sabah enstitüdeymiş, Meriurgo içlerinden herhan
gi birini görmüş olabilir."
Trevis ilham almak istercesine tavana baktı.
"DAvilayı biraz önce konuştuğumuz sebeplerden dolayı
eleyebiliriz, geriye altı kişi kalıyor."
Denişe kaküllerini iterek konuştu:
"Tosi-Ronchi de dışarıda bırakılacak. Kayıtları kontrol
ederken sekreteriyle konuştum ve bana o sabah kimseyle gö
rüşmediğini söyledi."
"Beş isim kaldı: Deria, Benatti, Merisi, Rebotti ve Pisani.
Bunlardan hangisi katil? İştahını bastırmak için geceyi bekle
yen kurt kim?"

Giurato korkunç bir sabah geçiriyordu. Ertesi günün gaze


teleri onu mahvedecekti, televizyon ve radyo bunu yapmaya

- 134-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

başlamıştı bile. Birkaç saat içinde bir basın toplantısı yapmak


/orundaydı ve orada sunacağı her gerekçe büyük olasılıkla onu
-l.ıİm da beter bir duruma sokacaktı.
Telefonu susmak bilmiyordu. Sadece başsavcıyla konuşmuş
tu. Hakkında soruşturma açılması artık engellenemezdi.
Oysa tüm bu hikâyede doğru gitmeyen bir şey vardı. Her
pey bir yana, şu lanet Rus ikonasından hiçbir iz yoktu. Meri-
urgo cinayetinde hızlı bir sonuca ulaşmak için bütün teşkilat
seferber olmuştu. Soruşturmadan sorumlu ekip bütün simsar
ları, muhbirleri ve çalıntı eşya alıp satanları mercek altına almış
ama bunlardan hiçbirinin böyle bir objeden haberi olmadığı
ortaya çıkmıştı. Artık bir malın satılabileceğinden emin olma
dan hırsızlık planlanmıyor ve yapılmıyordu. Katil olanlardan
korkmuş, doğru zamanı bekleyerek ortadan kaybolmuş, hatta
ikonayı yok etmiş olsa bile o çevrede bununla ilgili küçük de
olsa bir haber mutlaka duyulurdu.
Aptalca bir hırsızlık olma olasılığı da vardı, sonu kötü biten
tesadüfi ve gündelik bir hırsızlık... Ama bunu yapacak aptal
ardında bir sürü iz bırakarak kaçardı. Araştırıp ismini, adres
ve alışkanlıklarını bulacağı ve sonrasında yok edeceği bir gör
gü tanığı için geri dönmezdi... Nitekim durum değişiyordu
ve işler Giurato'nun mantığının alamayacağı bir şekle bürü-
nüyordu.
Telefon çaldı. Bir ses, arayanın Doktor Mantero olduğunu
söyledi. "Bağlayın" dedi Giurato.
Karşı tarafta, Giurato'nun ruh hâline oldukça ters düşen
Mantero'nun dostane sesi duyuldu.
"Gün içinde detaylı bir yazılı rapor alacaksınız ama öncesin
de size ilginç bir bulguyu haber vermek istedim. Brancati araba
kazasından önce zaten ölüymüş. Boğazı kesilmiş, arkasındaki

-135-
krmz

Mario Mazzanti

koltukta oturan bir kişi tarafından yapıldığı varsayılıyor. Katil


sağ elindeki oldukça keskin bir bıçakla görmüş işi."
"Ustura gibi bir şey mi?"
Giurato'nun sesinde ne şaşkınlık ne de heyecan vardı.
"Hayır, kesinlikle bir bıçak hem de büyük boyutlarda bir
bıçak."
Giurato bir süre sessiz kaldıktan sonra sordu:
"Başka delik ya da kesik lezyonları var mı? Ne bileyim ben,
ellerde falan mesela?"
"Böyle kömürleşmiş bir bedende bundan asla emin olama
yız ama yok diyebilirim. Titizlikle inceledim ve kendini elleriy
le korumadığından kesinlikle eminim, eğer sorunuzun amacı
buysa tabii. Ancak ölümcül darbeden önce kavga yaşandığını
düşündürecek bir şey var."
"Nedir?"
"Azı dişleri bir travma sonucu parçalanmış. Akla en yatkın
açıklama şu: Önce saldırılıp etkisiz hâle getiriliyor sonrasında
da boynu kesiliyor."
"Hımm... Arka koltuktaki biri tarafından demiştiniz, değil
mı?
"Bundan hiç şüphemiz yok. Tabii eğer öldürüldükten sonra
arabaya konulmadıysa ama bana cesedin arabayı yakmadan önce
olması gerektiği gibi koltuğa oturtulması pek olası gelmiyor."
"Ve emniyet kemerinin bağlanması..."
"Aynen öyle. Araba kalıntılarından yapılan incelemenin ra
porunu okudum. Emniyet kemerleri yanmış ancak yolcu kol
tuğunun kemerine ait metal kilit kısım yerine takılıymış."
"Ölümle yangın arasında ne kadar zaman geçtiği saptana
bilir mi?"

-136-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Maalesef hayır" dedi Mantero.


Giurato uzun bir süre bekledi.
"Önce öldürülmüş sonra da arabanın ateşe verileceği yere
< uiirülmek üzere o pozisyonda koltuğa yerleştirilmiş olabilir."
Mantero şüpheciydi.
"Gördüğüm bu dinamiğe sahip tüm olaylarda, ceset bagaj
da ya da arka koltukta uzanmış olur. Siz yan koltukta boynu
kesik ve arabanın her hareketinde fırıldak gibi dönen kafası
olan bir cesetle etrafta dolaşır mıydınız?"
"Öyle ya... Arabayı kullanan bir suç ortağının yardımıyla
işlenmiş bir cinayet gibi duruyor ve bu da büyük resme pek
uymuyor."
"Cinayet sırasında araba durmuş ve park etmiş hâldeymiş,
kurban yangın sırasında küle dönmüş emniyet kemeriyle bağ
lanmış ve etkisiz hâle getirilmiş olabilir. Emniyet kemerinin
takılı olduğunu söylemiştim, hatırlarsanız."
"Eh... Göreceğiz... Başka bir şey var mı, toksikoloji mesela?"
"Çalışmalar hâlâ devam ediyor ancak her halükârda bize çok
bir şey söylemeyecek. Bedenin ulaştığı ısı bir şeyler bulmamızı
engelleyecek kadar yüksek ama ben böyle bir madde olabilece
ğini düşünüyorum açıkçası. Bu arada toksikoloji analizinden
bahsetmişken sizinle bu soruşturmayla ilgisi olmayan başka bir
konu hakkında konuşmak istiyordum."
"Buyurun" dedi Giurato sertçe, sabırsızlığının belli olması
önemli değildi.
"Olivadotti Giorgio ile ilgili. Cevapsız birçok soruyla dolu
kaza ve ihmalden kaynaklanan bir ölüm vakası. Bu konuyla
sizin birim mi ilgilenecek bilmiyorum."
"Hayır... Hem sonra bakın... Şu an bunun için vaktim yok."

-137-
krmz

Mario Mazzanti

Giurato'nun ses tonu konuşmayı sonlandırmak istediğini


fark ettiriyordu fakat Doktor Mantero'nun bunu anladığı söy
lenemezdi.
"Otopsi raporuna bir ekleme yapıldı. Elbette bunu uygun
yolları izleyerek duyuracağız ama sonuç çok ilginç olduğundan
ve sizin de takdir edeceğiniz gibi bürokratik süreçlerin uzunlu
ğundan dolayı acaba..."
Giurato sonunda pes etti.
"Tamam, hızlıca bana anlatın, ben ilgili kişiye aktarırım."
"Güzel; otopsi sonucu bir trafik kazası olduğu yönündeydi; bir
trafik canavarının sebep olduğu, görgü tanığı bulunmayan bir
kaza. Ama sonra başka incelemeler yaptım. Bunların içinde
kurbanın tıka basa ketamin dolu olduğunu gösteren tam bir
toksikoloji analizi de var."
"Ketamin mi?"
"Hastanelerde kullanılan bir ilaç, anestezyenler tarafından
küçük ameliyatlarda kullanılıyor. Dissosiyatif bir anestezik.
Hasta normal şekilde nefes almaya devam ettiğinden normal
anestezide olduğu gibi solunum cihazına bağlanmasına gerek
kalmaz ama hastanın bilinci kapalı kalmaya devam eder. Kısa
cası Olivadotti ezilip öldürüldüğünde narkozla uyuşturulmuş
hâldeymiş."
Giurato cevap vermekte tereddüt etti, konuyla ilgilenme
mek için kendini zorladığını fark etti. Net bir karşılık verdi:
"Demek istediğiniz, yolun ortasında olduğunu fark etmedi ği
için gelmekte olan bir araba tarafından ezildiği mi?"
"Hayır, Doktor Giurato. Vücudunda o kadar yüksek bir doz
varken ne bir şeyin farkında olabilir ne de yürüyebilir. Yolun
ortasına başka biri tarafından konuldu."

- 138-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Telefonun diğer tarafındaki Giurato farkında olmadan ahi ze \


i parmaklarıyla sıktı.
"Bu her şeyi değiştirir, olay kasten adam öldürmeye girer..."
"Her ne kadar bir cinayete araba kazası süsü vermek istatis-
liksel açıdan çok yaygın bir yaklaşım olmasa da ortada böyle
bir durum olduğu açık."
"Teşekkür ederim Doktor, ilgili arkadaşıma hemen konuy
la ilgili bilgi vereceğim. Son bir soru: Toksikoloji böyle du
rumlarda yapılan rutin bir analiz değildir, sizi şüphelendiren
neydi?"
"Arkadaşlarımdan biri Olivadotti'yi tanıyordu ve bana gele
rek kazanın dinamikleriyle ilgili bir sürü soru sordu. İşte böyle
konuşurken kafamda şüpheler belirdi..."
"İsmini öğrenebilir miyim? İlgili kişi kendisiyle mutlaka gö
rüşmek isteyecektir."
"Sakın aklınıza..."
"Aklıma hiçbir şeyin geldiği yok ama her halükârda bu işin
açıklığa kavuşturulması gerek, isim lütfen."
Doktor Mantero anlatmaya başladığı anda işin buraya vara
cağını biliyordu, yapabileceği bir şey yoktu.
"Profesör Trevis, Stefano Trevis."
Giurato bir süre sessiz kaldı.
"Tekrarlar mısınız lütfen?"
"Stefano Trevis, tanıyor musunuz?"
"Bu olay ne zaman oldu?"
"Olivadotti 29'unu 30'una bağlayan gece, sabah iki suların
da ölmüş."
Tekrar sessizlik...

- 139-
krmz

Mario Mazzanti

"Demek 29'unu 30'una bağlayan gece... Teşekkürler Doktor


Mantero, lütfen beni Brancati konusundan haberdar edin."
Giurato, Mantero'nun cevabını beklemeden telefonu kapa dı
ve hemen başka bir numara çevirdi.
"Hemen harekete geçin; 30'unda sürücüsü bilinmeyen bir
araba tarafından ezilerek ölen Olivadotti Giorgio hakkında
tam bir soruşturma istiyorum. Özellikle de üniversitede profe
sör olan Trevis adlı kişiyle ne ilişkisi varmış ve Profesör Meri-
urgo ile bir bağı var mı araştırın."
Giurato bir sigara yaktı, morali düzelmeye başlıyordu.

Trevis masasındaki not defterinden beyaz bir sayfa koparıp,


"Kalemini ver Denişe" dedi.
Hızlı hareketlerle kâğıdı beş eşit sütuna ayırdı ve her birinin
başına bir isim yazdı: Deria, Benatti, Merisi, Rebotti ve Pisani.
"Deria ile başlayalım" dedi. "En az on yıldır bizimle birlik
te, meslektaşları tarafından hayran olunan mükemmel bir öğ
retim üyesi, öğrencilerince seviliyor, benim bildiğim kadarıyla
özel yürüttüğü psikanaliz seansları yok. Kırk beş yaşlarında,
ailesi yok, iş yeri dışında özel hayatındaki ilgi alanları hakkında
hiçbir bilgim yok. Profesör Meriurgo'nun iyi dostuydu. Yayın
lanan makaleleri ve katıldığı kongrelerle yurt dışında tanınma
sını Meriurgo'ya borçluydu."
Trevis, Denise'in dikkatli bakışları altında ikinci bölümü
yazmaya başladı.
"Benatti de uzun süredir bizimle. Saygın bir öğretim üyesi
ama meslektaşları tarafından sevilmiyor, öğrencileri tarafından
da öyle özel bir sevgi gördüğü yok. Okul dışında özel işini yoğun
bir şekilde devam ettiriyor. Kısa bir süre önce elli yaşına girdi,

- 140-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

evli ve çocuklu, farklı ilgi alanlarına ayıracak vakti yok. Psikana


lize ve kendi özel işine başlamasını Meriurgo'ya borçlu."
"Sırada Merisi var."
"Onunla ilgili olarak Deria için söylediklerimizin aynısını
tekrarlayabiliriz. Aynı yaştalar, meslektaşlarından ve öğrenci
lerinden aynı derecede takdir görüyor, Meriurgo sayesinde ya
bancı ülkelerde tanındı, özel bir muayenehanesi ve ailesi yok.
Belki Meriurgo'yla Deria nın olduğundan daha yakındı, Balint
Grubu'na hiç aksatmadan geliyordu."
"Peki ya Rebotti?"
"Rebotti nispeten içimizdeki en genç üye, bu da kırk iki
yaşlarında olduğu anlamına geliyor, ya da en fazla kırk üç. Bi
raz mesafeli olsa da herkesle ilişkisi iyi, soğuk bir yapısı var.
Üniversitedeki işi dışında özel muayenehanesi yok, ailesi yok
ama duyduğuma göre geceleri pek yalnız kaldığı olmuyormuş.
Onu yedi, sekiz yıl önce Tosi-Ronchi'yle tanıştıran ve üniversi
teye alınmasını sağlayan kişi Profesör Meriurgo."
"Son olarak Profesör Pisani."
"Benatti'nin akranı. Hayattaki hedefi, bir gün Tosi-
Ronchi'nin koltuğuna oturmak. Meslektaşlarıyla nazik fakat
soğuk ilişkileri var, genel olarak pek takdir görmüyor. İşleri
hep biraz sıradan. Öğrencileri ondan korkuyor. Sınavları çok
acımasızca notlandırıyor. Özel işe vakti yok; bununla birlikte
politikacı ve yöneticilerle görüşmesi gerekiyor. Karısından ayrı,
yalnız yaşıyor. Meriurgo'ya gerçekten de çok şey borçlu, özel
likle de üniversitedeki kariyerinin başlaması konusunda."
"Oysa Meriurgo'nun önümüzdeki dönem bölüm başkanlığı
için özellikle sizin isminizin yer alması yönünde baskı yaptığı
söyleniyor, Profesör..."
Trevis derin bir nefes aldı.

- 141 -
krmz

Mario Mazzantd

"Bu doğru... Pisani o koltuğa sahip olmak için annesini bile


satabilir ama rakibini desteklediği için bir Profesörü öldürebi
leceğini düşünmek... Saçma bile olsa böyle olduğunu varsaya
lım, Olivadotti'nin ölümünü nasıl açıklayacağız peki? Hayır,
kurt Pisani olsa bile onu bunu yapmaya iten başka bir neden
n
var.
"Her halükârda bu insanların hepsi güvenilir duruyor, tüm
o kanı dökenin onlardan biri olduğuna inanamıyorum."
Trevis yazdıklarını okumakla meşguldü. Bakışlarını kâğıttan
kaldırarak şöyle dedi:
"İzlenecek üç yol var. İlki daha başından çıkmaza girmişe
benziyor. Profesör Meriurgo'nun ölmeden önce enstitüde be
nim dışımda kiminle görüştüğünü bulamıyoruz."
"D'Avila hatırlamazsa öyle."
"Buna bel bağlayamayız, Denişe. Zaten Meriurgo ona isim
söylememiş. D'Avila Profesör'ün ne söylediğini hatırlasa bile
bunun anlaşılmayacak ve şifreli bir şey olduğuna eminim. Tüm
gücümüz ve ümidimizle daha sağlam şeylerin üstüne yoğunlaş
mak zorundayız."
"İki farklı zamanda işlenen üç cinayet..." dedi Denişe kendi
kendine konuşuyor gibi. "Bu iki gece nerede olduğunu kanıt-
layamayacak olanlar kimler?"
"İzleyebileceğimiz ikinci yol bu. Üçüncüsü ise Olivadotti.
Kim olduğu ve özellikle de geçmişi."
Denişe öne doğru eğildi.
"Hadi Profesör, iş bölümü yapalım."

- 142-
krmz

Banka müdürünün odasındaydı; oda çok genişti ve özel


bir zevkle döşenmişti. Korunaklı denebilecek bir yerdi, sanki
paranın verdiği rahat ve kendinden emin olma duygularını
ifade ediyordu. Renkler sıcak ve güven vericiydi, duvarlar
daki kalın kaplama ise dışarıdaki hayatın tiz gürültülerini
boğuyordu. Masanın pahalı tahtası, Trevis'i keyifle kucak
layan yumuşak deri koltuklar, hepsi bir ağızdan aynı şeyi
söylüyordu: Para burada, biz ona saygı duyuyoruz ve onu
nasıl koruyacağımızı, değerlendireceğimizi, israf etmeden
kullanacağımızı biliyoruz.
Karşısında oturan banka yöneticisinin çeliktenmiş izlenimi
yaratan bir duruşu, yapmacık da olsa yüzünde yardıma hazır
olduğunu gösteren nazik bir ifadesi vardı.
"Miras dolayısıyla elinize geçecek yüklü bir meblağdan bah
sediyordunuz, Profesör..."

-143-
krmz

Mario Mazzanti

"Evet, yaşlı teyzem..." diyerek onayladı Trevis, daha yaratıcı


bir hikâye uyduramadığından dolayı kendinden utanıyordu.
"Yaklaşık dört yüz milyon kadar."
Yönetici güven veren bir gülümseme takındı.
"Böyle bir miktarı vadesiz hesapta tutmak hiç de akılcı ol
maz. Çok iyi kazanç sağlayan birçok farklı yatırım türü var."
"Bunun için buradayım." Bu sefer gülümseme sırası
Trevis'teydi. Kafası bulutların üstünde ve pratik konularda ke
sinlikle deneyimsiz Profesör rolünü büyük bir gayretle oynu
yordu.
"Bankamız size çok geniş bir imkân yelpazesi sunabilir,
bunlardan hangisinin sizin gereksiniminize en uygun olduğu nu
bulmak yeterli olacaktır."
"Evet, Doktor Olivadotti bana özel bir yönetim şeklinden
bahsetmişti..."
"Elbette; sunduğumuz kişisel servet yönetimi hizmeti tah
vil, senet, repo ve hazine bonosunun bir karışımıdır." Yönetici
kendini bu yatırım şekillerine adamış gibi saydı. "Bunlar müş
terimizin ihtiyacı doğrultusunda farklı oranlarda bir araya geti
rilir ve hiçbir risk almadan mükemmel bir kazanç sağlarlar."
"Evet, sanırım kendisi de bu sebepten bu hizmetinizi öner
mişti. Ne kader... Doktor Olivadotti'yi çok kısa bir süre önce
tanıdım; hep kibar, çok bilgili ve her zaman yardıma hazırdı."
"Ne söyleyebilirim ki... Doktor Olivadotti, mükemmel bir
insan olmasının yanı sıra gerçekten de çok kıymetli bir fınans
sektörü çalışanıydı."
"Gazetede okuduğum kadarıyla ardında bıraktığı bir ailesi..."
"Çok şükür ki yok, yalnız yaşıyordu. Çok ciddi ve ketum
bir insandı. On beş yılı aşkın süredir bizimle çalışıyordu, bil—

- 144-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

d İği m kadarıyla iş dışındaki hayatı gözlerden uzak ve kendi


halindeydi."
"Kendisiyle konuşmalarımızdan anladığım kadarıyla geç
mişte zor şeyler atlatmış..."
Yönetici duydukları karşısında gerçekten şaşırmışa benziyordu.
"Bu söylediğinizi ben ilk defa duyuyorum. Bütün bu yıllar
boyunca hiç kimseyle sorun yaşadığını duymadım; işe gelme
diğini, ufak da olsa bir hata yaptığını bile görmedim."
"Benimkisi sadece bir his, herhalde yanlış bir izlenime ka
pıldım..."
Trevis konuyu hızla değiştirmeye çalıştı:
"Bu gibi ortamlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğini hiç
bilmiyorum; bana inanmayacaksınız ama bu beklenmedik
para benim için büyük bir sıkıntıya dönüşmeye başladı bile,
Doktor Olivadotti'nin önerileri çok faydalı oldu."
"Göreceksiniz, zavallı Doktor Olivadotti sayesinde banka
mıza karşı kazandığınız güveni layığıyla güçlendireceğiz."
"Kendisinin hiç akrabası yok muydu?"
Yöneticinin kendisine az da olsa şüpheyle baktığını görünce
hemen ekledi:
"Bir taziye mektubu göndermeyi düşünüyordum da..."
Tatmin olmuş gözüken müdür yanıtladı:
"Toskana'da yaşayan bir kız kardeşi var, Follonica'da, eğer
isterseniz size adresini verebilirim, ben de kendisine iki satırlık
bir şey yazdım... Burada bir yerde olacaktı..." Eğilip çekmece
sini karıştırmaya başladı, sonunda Trevis'e bir kâğıt uzatarak,
"İşte alın, burada yaşadığını biliyordum" dedi. "Follonica deniz
kıyısında, Elba Adası nın karşısında çok güzel bir yer. Doktor
Olivadotti'nin doğduğu yer."

- 145-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis teşekkür ederek adresin yazılı olduğu kâğıdı aldı.


"Maremma'da sanırım" dedi.
"Evet, hiç gitmediniz mi? Ben birkaç defa oradan geçtim.
Bizim gibi şehirde yaşamak zorunda olanlar için büyülü bir
yer. Harika bir iklimi var. Hem sonra deniz, çam ormanları ve
restoranlar da oraya seyahat etmek için yeterli sebep olacaktır.
Deniz ürünlerini sever misiniz?"
Trevis bu konuşmanın kendisine nasıl sıkıntı verdiğini giz
lemeye çalışarak onayladı.
Yönetici tatminkâr gülümsedi.
"Peki, belirttiğiniz tutarın elinize ne zaman geçeceğini sorsam?"
Trevis ani gelen soruya hazırlıksız yakalanmıştı.
"Sanırım... Birkaç gün sonra ya da en fazla bir hafta."
Müdür iş bitirici bir yetkili olmanın özgüvenine bürünmüş
tü yeniden.
"Çok güzel, eğer isterseniz parayı transfer edebileceğiniz bir
hesap açalım, bu arada biz de varlık yönetiminiz için size en
uygun karışımın üstünde çalışalım."
"Evet, tabii... İyi fikir..."
"Gelin benimle" dedi müdür masasından kalkarak. "Sizi bu
işlerde en iyi çalışanımızın yanına götüreyim."
Trevis, birkaç dakika sonra elindeki gereksiz vadesiz hesap bel
geleriyle çıkış kapısına doğru ilerlerken içeri yeni girmekte olan kot
pantolonlu ve kapitone ceketli iki adamla karşılaştı. Müşteri ya da
iş adamına benzer bir hâlleri yoktu. Trevis döner kapıdan geçip bi
nayı terk ederken iki adamdan yaşlı olanı kararlı tavırlarla danışma
ya yaklaştı ve polis kimliğini göstererek iki kelime söyledi:
"Müdürü göreceğim."

- 146-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Trevis telefonun ziliyle uyandı. Saat neredeyse akşam dokuz


olmuştu ve öğleden sonranın büyük bir kısmını uyuyarak ge
çirmişti. Karanlıkta ahizeye uzandı.
"Alo?"
Sesi boğuktu, baş ağrısı henüz geçmemişti.
"Trevis? Ben Mantero, sesine ne oldu böyle?"
Trevis ayılmaya çalıştı. "Selam, Mantero..."
"Bütün gün konuşmak için seni arayıp durdum."
Trevis sessizce esnemekten çekinmedi.
"Biraz işim vardı."
Komodinin üstündeki küçük lambayı yaktı; yayılan ışıktan
gözlerini kapatmak zorunda kaldı. Baş ağrısı hemen artmıştı.
Üstünde kıyafetleriyle uyuduğunu fark etti, evin altındaki ütü-
cü için iş çıkmıştı demek ki.
"Şu seni ilgilendiren olay vardı ya, birkaç farklı analiz daha
yaptım... Bir cinayet söz konusu. Kurban arabayla ezilmeden
önce uyuşturulmuş, bir atı uyutacak kadar yüksek dozda keta-
min enjekte edilmiş adama."
Trevis sessizce dinliyordu.
"Doğal olarak konuyu hemen ilgili makamlara bildirmek
durumundaydım ve Stefano, bunu sana hemen söylemeliyim ki
senin ismini vermek zorunda kaldım."
Trevis sessizliğini bozmadı.
"Üzgünüm ama başka çarem yoktu, eğer olsaydı inan bunu
engellerdim... Şimdi Stefano, şayet bir şey biliyorsan, şüphe
lendiğin birisi varsa bunu hemen anlatman gerek, kendini zor
duruma..."
"Kimle konuştun?"

- 147-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis'in ses tonu başka söze hacet bırakmadı.


"Giurato ile, bana seni tanıyormuş gibi geldi..."
"Meriurgo soruşturmasıyla ilgili tanıştık."
"Dinle beni Stefano, eğer..."
"Teşekkür ederim, bana bu bilgiyi vermen büyük incelik
ama şimdi kapatmam lazım."
"Stefano bekle, bilmelisin ki..."
"Hoşçakal, Mantero."
Trevis telefonu kapattı.
Mutfakta işine yarayacak şeyi buldu. İki aspirini son kul
lanım tarihine bile bakmadan bir bardak sütle yuttu. İçinde
bulunduğu günün hangisi olduğunu hatırlamazken böyle bir
tarih hesabını nasıl yapabilirdi ki.
"Ne kadar da güzel bir durum!" diye bağırdı.
Trevis, Giurato'yla konuşacağı zamana kendi karar vermek
istiyordu oysa şimdi çok kısa zamanda Giurato tepesine bi
necekti. Hem sonra Komiser nasıl bir ruh hâlinde olacaktı?
İçinde bulunduğu dönem düşünülecek olursa bunu tahmin
edebiliyordu.
Elbette ki artık Olivadotti'nin de öldürülmüş olduğu ka
nıtlandığına göre Trevis'in onu olanlarla ilgili ikna etme şansı
daha yüksekti ama Giurato'yu tanıdığı kadarıyla bu olasılığa
güvenmemek daha iyi olacaktı. Üniversitede içeriden yürüt
tüğü özel araştırması havaya uçacaktı ve üstüne üstlük aynı
Brancati'ye olduğu gibi Trevis de katille karşı karşıya kalma
riski taşıyacaktı.
Hayır, Giurato ona ulaşmadan önce onun sonuca ulaşması
gerekiyordu. Eğer bu arada Denişe şüphelilerin olay gecele
rinde nerede olduğuyla ilgili kesin bir ipucuna ulaşamadıysa

- 148-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

ertesi sabah Olivadotti'nin geçmişinde bir şeyler bulmak üzere


Follonica'ya gidecekti.

Aynı anlarda Giurato ofisinde aralarında bir türlü bağ ku


ramadığı yeni bilgilerle boğuşuyordu. Masasına gelişigüzel
yayılmış bir dizi not kâğıdına kim bilir kaçıncı defa göz attı.
Kâğıtların her birinin üzerinde farklı sorular yazılıydı:

OUVADOTTI NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?


OUVADOTTI, PROFESÖR MERIURGO'NUN HASTASIYDI. İKİSİ DE
AYNI GECE ÖLDÜRÜLDÜ. BU, SADECE BİR TESADÜF M Ü YOKSA
ARADA BAĞ VAR MI?
PROFESÖR'ÜN EVİNDEN ÇALINAN İKONADAN HİÇ İZ YOK.
NEDEN?
NEDEN TREVIS, MANTERO'NUN İÇİNE ŞÜPHE DÜŞÜRECEK VE
YENİ ANALİZLER YAPMASINI SAĞLAYACAK KADAR
OLİVADOTTİ'NİN ÖLÜMÜYLE İLGİLENİYOR?
TREVIS'İN OLİVADOTTİ'NİN MÜDÜRÜNDEN ELDE ETMEYİ
DÜŞÜNDÜĞÜ BİLGİ NEYDİ?
TREVIS NE BİLİYOR YA DA NE SAKLIYOR?
CİNAYET GECESİ OLDUĞU YERLE İLGİLİ VERDİĞİ BİLGİLER
GÜVENİLİR Mİ?
NASIL ÖĞRENDİ?
KATİL BRANCATI'NİN İSMİNİ
KATİL TÜM BUNLARI TEK BAŞINA MI YAPTI?

Giurato iki defa Trevis'in isminin altını çizdi ve bir sigara


yaktı. Yeni bir not yazdı:

- 149-
krmz

Mario Mazzanti

KETAMİN: KİM BU MADDEYİ DAHA KOLAY BULUP


KULLANABİLİR?
CEVAP: BİR DOKTOR.

Dağınık kâğıt yığınının arasında aldığı bir notu aramaya


koyuldu, doğru hatırladığından emin olmak istiyordu.
"Trevis Stefano, Padova Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi
Bölümü mezunu..."
Giurato masasından kalkıp gürültülü bir şekilde gerindi.
Yerine oturmadan sorulardan birinin cevabını yazdı:

OLIVADOTTİ, PROFESÖR MERIURGO'NUN HASTASIYDI. İKİSİ DE


AYNI GECE ÖLDÜRÜLDÜ. BU, SADECE BİR TESADÜF MÜ YOKSA
ARADA BAĞ VAR MI? CEVAP: BAĞ, TREVİS.

Yazmaya devam etti:

TREVIS'İ MERIURGO VE/VEYAOUVADOTTI'Yİ ÖLDÜRMEYE İTEN


SEBEP NE OLABİLİR?
TREVIS'İN MERIURGO'NUN ÖLDÜRÜLME SAATİNDE NEREDE
OLDUĞUNU DOĞRULA/OLIVADOTTİ CİNAYETİ SAATİNDE
NEREDE O L D U Ğ U NET DEĞİL / BRANCATI CİNAYETİYLE İLGİLİ YER
VE SAAT MAZERETLERİNİ KONTROL ET.

Giurato yerine oturdu. Tavana doğru yükselen sigara duma


nını izledi. Av başlamıştı.

- 150-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Denişe yorgunluğun tüm ağırlığını üstünde hissediyordu.


Bütün gün boyunca onu ayakta tutan gerginlik artık tüken
mişti. Öğleden sonra yaptığı araştırmanın sonuçlarını zihnin
de tekrarladı. İlk olarak sevgilisinin odasına gitti. O korkunç
gecelerde nerede olduğuna dair inanılır bir şeyler söylemesini
ümit ediyordu. Adam enstitüdeki her karşılaşmalarında oldu
ğu gibi biraz rahatsız olmuştu. Odada yalnız olmalarına rağ
men normalden çok alçak bir ses tonuyla konuşuyor ve sık sık
etrafı kontrol ediyordu.
Denişe ona, Profesörün öldürüldüğü gece çıktıkları akşam
yemeğinde Trevis'e kur yaptığından ve bundan dolayı pişman
lık duyduğundan bahsetti.
"En azından geceyi seninle birlikte geçirseydik..."
"O gece dünyevi işleri olan sendin, hatırladın mı?"
Denişe şakalaşarak yüzünü buruşturdu.
"Belki de bunu kendine bahane edip fahişelerle çılgın bir
eğlenceye yelken açtın."
Nihayet adam gülümsedi ve, "Bu hiç de fena olmazdı bak..."
dedi.
Denişe tehdİtkâr tavırlarla yanına yaklaşıp yumruklarını
adamın göğsüne koydu. Gözlerini onunkilere dikip gömleğine
tırnaklarını batırarak yavaşça aşağıya doğru indirmeye başladı.
Adam kapıya tedirgin bakışlar atarak uzun süre hareketsiz kal
dı, en sonunda elinden kurtulmayı başarıp şöyle dedi:
"Ama ne yazık ki yalnız başıma evde kalıp çalıştım ve ken
dime güzel bir müzik şöleni yaptım."
Brancati'nin öldürüldüğü gece için de hiçbir mazereti yok
tu...
Ama bunun ne önemi vardı ki o masumdu. Aksi olamazdı.

- 151 -
krmz

Mario Mazzanti

Diğerleriyle de çok şanslı olduğu söylenemezdi. Direkt so


rular yöneltmeye gerek kalmadan ve hiç şüphe çekmeden gere
ken bilgileri büyük bir hünerle almıştı ama sonuç tam bir hayal
kırıklığıydı. Güvenilir mazereti olan yoktu ve hiçbiri şüpheli
listesinden denemiyordu. Çember daralmamıştı.
Soyunmaya başladı. Bunu erkeği için yapıyor olmayı ister
di... Hem de yavaşça...
Akşamüstü odasındayken onun kollarına atılmamak için
kendini zor tutmuştu. Odadan huzursuz ve tatminsiz ayrılır
ken kapıda bir an için dönüp ona bakmıştı. Masasında oturu
yordu. Ellerini inceliyor gibiydi.
Telefon çaldı.

Kurt yarı karanlık evinde dolaşıyordu. Morumsu ışığıyla


gün kaybolmuş, karanlığın canlandırıcı soğuğu onu tüm ener
jisiyle sarmaya başlamıştı bile.
Müzik etrafta dalgalanıyor; basların titreşiminden ortaya çı
kan saf notalar beynine nüfuz ediyordu.
içindeki mükemmel egosunun heyecanı okşanıyordu. Onu
serbest bırakmayı çok istiyordu ama sabırlı olmalıydı, henüz
zamanı gelmemişti.
D'Avila ile konuşmuş, Olivadotti hakkında bilgi toplamaya
çalışan Trevis'i takip etmişti. Eğer Profesör yeterince bilgiye ula-
şabildiyse bu nerede, ne arayacağını biliyor anlamına geliyordu
ve onun oraya yalnız başına gitmesine izin vermeyecekti.
Trevis çok yakında gerçeği karşısında bulacaktı ama bunu
yalnız başına kavrayıp anlaması imkânsızdı. Bunun için, bu
göz kamaştırıcı güzelliği resmedebilmesi için yardıma ihtiyacı
vardı; güzelliği resmedip kendi kanıyla boyaması için...

- 152-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Denişe telefonu açtı, arayan Trevis'ti. Sırayla bütün gün ne


ler yaptıklarını anlattılar. Denise'in konuşması bitince Trevis
yorum yaptı:
"Demek bir gelişme yok..."
"Yok Profesör, hâlâ başlangıç noktasındayız. Başka bir kont
rol yapmayı deneyebilirim, ancak..."
"Yapmayı düşündüğün nedir?"
"Katilin arabası. Eğer Olivadotti'yi ezmek için kendi araba
sını kullandıysa arabada hâlâ bunun izleri var demektir. Araş
tırmak hiç de zor değil."
"İyi fikir."
Trevis'in sesi yorgun çıksa da inatçı kararlılığı hâlâ hissedi
liyordu.
"Bana gelince... Yarın Toskanaya bir gezi yapacağım.
Olivadotti'nin kız kardeşiyle konuşmak için Follonicaya gi
deceğim. Tüm bunların cevabının Olivadotti'nin geçmişinde
yattığına eminim ve bunu doğduğu yerde bulabilirim belki."
"Peki ya Giurato ne olacak?"
"Bir süre daha ondan uzak durmak istiyorum."
"Ama Doktor Mantero'yla yaptığı görüşmeden sonra sizi
kısa bir süre içinde arayacaktır..."
"Her halükârda yarın ulaşılamaz olacağım. Bu arada yarın
herkese üniversitede bulunamayacağımı söylemen gerekiyor.
Bir mazeret uydur. Ne bileyim ben, yaşlı ve hasta teyzem falan
gibi bir şey işte..."
"Ama teyzeniz size yüklü miktarda bir miras bırakarak yeni
ölmedi mi?"
Trevis kıkırdadı, bunu uzun süredir yapmamıştı.

-153-
krmz

Mario Mazzanti

"Benim bir sürü yaşlı teyzem var. Bu teyzem beş parasız ve


Trentino'nun ismini bile hatırlayamadığın kayıp bir köyünde
yaşıyor."
"Bana haber vereceksiniz değil mi?"
"Seni akşamüstü arar, her şeyi anlatırım. Akşam geç vakitte
dönmüş olurum zaten."
"Profesör..."
"Evet?"
"Dikkatli olun."
Trevis Denise'in sesinin daha önce hiç bu kadar sıcak çıktı
ğını duymamıştı.
"Eğer çok geç olmazsa... Dönüşte... Dönüşte sana uğraya
bilirim."
"Sizi bekleyeceğim, Profesör. Beni aramayı sakın unutma-
»
yın.

- 154-
krmz

14

' I revis'in yolculuğu pek de iyi başlamamıştı.


v

Follonica, Milano'dan yaklaşık dört yüz kilometre uzak


taydı ve yolun sadece bir bölümü otobandı. Doksan kilomet
relik son kısım için Via Aurelia karayolunu kullanmak gereki
yordu. Hızlı gidilebilecek düzgün bir yol değildi. Bütün yolu
tamamlamak için beş saatlik bir süreye ihtiyaç olacaktı. Bun
dan dolayı Trevis yola sabahın ilk saatlerinde çıkmaya karar
verdi. Böylelikle gerekli araştırmalarını yapmak için tam bir
günü olacak ve akşam Milano'ya geri dönebilecekti. Ama o
gün Po Vadisi'ni tümüyle kaplayan sisi hesaba katmamıştı.
Uzun süre, gerçeküstü bir atmosferde adım adım ilerlemek
zorunda kalmıştı. Hep açık olan farları sisi kısmen yansıtıp
etrafını saran beyaz örtüye korkunç bir parlaklık veriyordu.
Sürekli bir gerginlik içindeydi. Trafik işaretlerini ve bir haya
let gibi aniden belirip sonra hemen yeni bir hiçlik tarafından
yutulup kaybolan arabaları fark ediyordu. Kavşaklardaki ışıklı
şeritler olmasa geliş ve gidiş yollarını birbirinden ayıramaya-
caktı.

- 155-
krmz

Mario Mazzanti

Yaklaşık dört saatlik yolculuktan sonra depoyu doldurmak


ve kahve içmek için Apenin Dağları'nın başlangıcındaki bir
benzin istasyonunda durdu. Tüm yolculuk için öngördüğü za
manın büyük bölümü harcanmıştı ama daha yolun yarısı bile
bitmemişti; Follonicaya hâlâ iki yüz elli kilometrelik bir yol
vardı. Sıcak kahveyle cesaretini tekrar geri kazanan Trevis bir
kaç dakika sonra yeniden yola koyuldu. Yol hemen Cisa kara
yoluna doğru tırmanmaya başladı.
O ana kadar arabayı son günlerde olanları düşünmeden
sürmeyi başarmıştı hatta hiçbir şey düşünmemişti. Çok basit
bir şey yapmış, korkunç bir zulüm ve yas dolu, kaçınılması
imkânsız bir hissin ona eşlik etmesine izin vermişti.
Ve işte güneş yüzünü gösteriyordu!
Keskin bir virajdan çıkınca sis aniden kayboldu ve Trevis
birden farklı bir boyuta girdi. Işık göz kamaştırıyordu. Gökyü
zü ve dağ canlı renkleriyle ortaya çıkmıştı. Trevis içinden yeni
bir enerjinin geçtiğini hissetti. Hava bile daha hafif ve solun
ması daha kolay gibiydi. Birkaç yüz metre sonra bir dinlenme
yerinde durup arabadan indi.
Aşağıdaki vadi aşılmaz bir perde gibi duran sisin altında
saklanıyordu. Parlayan güneşe rağmen hava soğuktu, hem de
çok soğuk; yüzünü tokatlayan buz gibi rüzgâr beraberinde kes
kin bir hava getirmişti. Ejderha nefesi gibi ağır o sis tünelinden
çıkmıştı ve artık etrafındaki her şeyi görebiliyordu. Jilet gibi
soğuk ve keskin bir ışıkla her şey acı verici bir şekilde aydın
lanmıştı. Trevis kendine şaşkınlıkla şunu sordu: Acaba aradığı
gerçeği bulduğunda da böyle mi olacaktı?

Denişe enstitüye vaktinde gitti. îlk işi, Tosi-Ronchi nin sek


reterine biraz utanarak hasta teyze yalanını söyleyip Trevis'in o

-156-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

.ılı.ıhgelemeyeceğini haber vermek oldu. Sonra son günlerde


islemeden biriktirdiği işlerini tamamladı. Zaman zaman öğre-
liııı üyelerine ayrılmış park yerini gören pencereye yanaşıyor
du. Park etmiş olan sadece dört araç vardı. Bunlardan biri Tosi-
Ronchi'nin zarif Alman arabasıydı. Bunun hemen yanında
Profesör Carraro'nun küçük arabası duruyordu. Biraz uzaktaki
diğer iki araç ise Profesör Pisani ve Profesör Benatti'ye aitti.
Tanıdığı arabanın hâlen orada olmadığını görünce şaşırdı.
İç hatlardan bir numara çevirdi. Sevgilisinin odasındaki tele
fon uzun süre cevapsız çaldı. Denişe üfledi. Bu saatte enstitüye
gelmiş olması gerekiyordu. Bu sefer ev telefonunu denedi ama
bunda da şansı yaver gitmedi.
Denise'in içinde hafif bir endişe belirdi, tekrar pencereye
döndü. Kendini ne kadar zorlasa da o kadar uzaktan arabaların
gövdesindeki küçük hasarları göremezdi. Başka türlü yapma
sı gerekiyordu. Odadan çıkıp üniversite anfısine doğru giden
büyük koridorda ilerledi. Anfınin içinde, park yerinin karşısın
daki küçük meydana açılan bir acil çıkış kapısı vardı. O saatte
ders yoktu ve Denişe bundan faydalanıp kimsenin dikkatini
çekmeden o kapıdan dışarı çıkabilirdi.
İçine girince kocaman anfı kendini rahatsız hissetmesine se
bep oldu. Ayakkabısının topukları bomboş sınıfta sert bir ses
çıkarıyordu... Denişe binlerce küçük gözün kendini gözetledi
ği hissine kapıldı.
Adımlarını hızlandırdı. Birine rastlarsa söyleyecek bir baha
ne düşünmediği için kendine kızdı.
Acil çıkış kapısını açmadan önce son bir defa daha etrafı
na bakındı. Kapıyı açar açmaz dışarının soğuk havası etrafını
sardı. Otoparkta sadece üç araç kalmıştı. Enstitüden çıkmak
üzere uzaklaşan Benatti'nin arabasını gördü.

- 157-
krmz

Mario Mazzanti

Ne yapması gerektiğini biliyordu. Diğer arabaları yok sa


yıp kararlılıkla Pisani'nin arabasına doğru yöneldi. Onu kim
görse genç ve yoğun bir asistanın enstitünün başka bir tara
fına gitmek için hızla park yerinden geçiyor olduğunu düşü
necekti. Tam arabanın kaputunun önüne geldiğinde çantası
nın askısını kaydırıp içindekilerin yere dökülmesini sağladı.
Denise'in yüzüne zarafetten yoksun sinirli bir ifade yayıldı.
Çömelip yerdeki eşyalarını toplamaya başladı. Bu, hızlıca ol
madı. Arabanın gövdesini titizlikle incelemek için gerekli tüm
zamanı kullandı hatta ön tarafın alt kısmına bile baktı. Tek bir
çizik bile yoktu.
Denişe enstitüye aynı kapıdan girmedi; ana kapıdan giriş
yapabilmek için bina boyunca uzun bir yol katetti. Sonrasında
hemen Trevis'in odasına yöneldi. Onu durduran ya da soru
soran kimse olmadı.
Tekrar telefona sarıldı ama yine cevap alamadı. İçini saran
endişeyi artık kovalayamıyordu.

Trevis Follonica'ya neredeyse öğle vakti, zakkum koku


lu bir caddeden geçerek girdi. Biraz düşündükten sonra
Olivadotti'nin ablasına öğleden sonranın ilk saatlerinde git
meye karar verdi; onu öğle yemeği için masada, ziyaretçi kabul
etmeye pek uygun olmayan bir vaziyette bulmak istemiyordu.
Böylece sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başladı. Diğer birçok
yer gibi ne güzel ne de çirkin bir yerleşim yeriydi. Ama güneş
ve deniz tarafından kutsanmış, büyük şehrin sinir bozan ritmi
olmaksızın renkli hayatın sokaklarda zarafetle aktığı bir yerdi.
Hava inanılmaz derecede yumuşaktı. Trevis camları açıp par
fümlü havanın arabayı doldurmasına izin verdi. Derin nefes
aldı. Milano'yla kıyaslanınca burası bambaşka bir dünyaydı.

- 158
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

BLneşin sıcaklığını hissediyordu. Neredeyse unuttuğu bir duy


uydu bu. İnsanların kafelerde açık havada oturup içkilerinin
dini çıkarmasını hayretle izliyordu.
Sonunda deniz kenarındaki küçük bir restoranda öğle ye
meği yemek için durdu; sakin bir yerdi ve içeride havayı boğan
bir gürültü yoktu. Güneşin âdeta yıkadığı salonda sadece bir
m.ısa doluydu. Duvarlardan birinde, mükemmel bir av sonra
sı gururla gülümseyen bir grup yerel balıkçının olduğu siyah
eyaz dev gibi bir fotoğraf sergileniyordu. Trevis menüdeki ba
lık ürünlerinin günaha davetine kapılmayarak oldukça iradeli
davrandı ve mütevazı bir yemek sipariş etti.
Önündeki büyük camdan manzarayı seyrederek sessizce ye-
eğini yedi. Mavi ve sakin denizin ufkunda Elba Adası'nın
ilüeti yükseliyordu.
Garson yemekten sonra onu dışarıyı seyrederken buldu:
"Eğer dikkatli bakarsanız Montecristo Adası'nı da görebi
lirsiniz. Kolay değil; denizin, körfezin sonundaki Punta Ala ve
Elba Adası arasında kalan kısmına bakın, yaklaşık olarak orta
larında bir yerde..."
Trevis büyük çaba sarf ederek uzaktaki şekle odaklanmayı
başardı. Kendilerinden daha küçük bir tepenin yanında yükse
len iki küçük tepe vardı.
"Dumas'in romanındaki yer, değil mi?"
"Maalesef romanda bahsedilen hazine asla var olmadı... Ada
sadece havanın çok açık olduğu zamanlarda görülebiliyor."
Öyle ya, diye düşündü Trevis, uzağı görmek için havanın açık
olması gerekir. Sisi ardında bırakmıştı, peki ama Follonica'nın
berrak gökyüzünde bir şey bulabilecek miydi?
•••

- 159-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis, Olivadotti'nin ablasının evini kolayca buldu. Ev;


mavi renkli, dört bir tarafa doğru asimetrik çıkıntıları olan, tek
katlı, tuhaf bir yapının yakınındaydı. Garson ona gururlu bir
tavırla bu binanın şehrin sağlık merkezi olduğunu anlatmıştı.
Ama içinde hastane yatağı ve ameliyathane olmadığı için bina
dan hastanecik diyerek bahsetmişti.
Paltosunu arabada bırakıp kapıya doğru ilerledi. Hiç acele
etmiyordu. Her hareketini güneşin ve kokulu ılık havanın ta
dına vararak yapıyordu. Geçen günlerde yaşanan trajik olaylar
ona çok uzak ve gerçeküstü geliyordu.
Kapı zilinin mikrofonu cızırdadı.
"Bayan Olivadotti?"
"Kim o?" v

Duyulan ses pek de nazik bir tonda çıkmamıştı.


"Benim adım Trevis, hanımefendi, ben erkek kardeşinizin
bir tanıdığıyım... Daha doğrusu tanıdığıydım, eğer rahatsız ol
mazsanız sizinle konuşmak istiyorum."
"Ne hakkında?"
Trevis bu kadar güvensizlik beklemiyordu.
"Sadece sizi ziyaret etmek istedim. Bu yüzden uzun bir yol
dan geldim, yalnızca birkaç dakikanızı alacağım..."
Kapı otomatiği basılmadan önce bir süre sessizlik oldu.
"ikinci kat."
Bayan Olivadotti ses tonunun aksine çok daha sıcak biriydi.
Yaşı zor tahmin edilebilen insanlardandı; altmış ya da elli yaş-
larındaydı, belki de daha az. Saçları dağınıktı ve doğal olması
imkânsız bir açık kumral tonuyla boyanmıştı.
Trevis içi birçok mobilya, süs eşyası ve ıvır zıvırla dolu kü
çük bir salona alındı.

160
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Kardeşimi uzun zamandır görmüyordum, hayatlarımız


yıllar önce birbirinden ayrıldı. Sadece özel günlerde telefonla
konuşuyorduk ama bu bile sürekli olan bir şey değildi. Zavallı
< .lorgio..."
"Buraya yazın bile gelmiyor muydu?"
Bayan Olivadotti soruyu duymazlıktan gelerek konuştu:
"Son birkaç aydır sürekli onu düşünüyordum, iki yıl önce
dul kaldım ve şimdi... Hiç kimsem yok."
"Anlıyorum... Bu çok üzücü."
Trevis sabırlı görünmeye çalıştı.
"Kahve arzu eder misiniz? Hemen hazırlarım..."
Trevis odada yalnız kaldı. Duyduğu kokuyu tanıyordu. Ço
cukluğundaki anılara ait bir kokuydu, temiz salon ve kıskanç
lıkla korunan eski eşyaların kokuşuydu bu; beklenmedik misa
firlere hazırlıklı olmak için sürekli kapalı ve düzenli tutulan bir
yerin kokusu... Bayan Olivadotti bu odada oldukça az zaman
geçiriyor olmalıydı.
Fotoğraf arayışıyla etrafına bakındı, sadece bir tane siyah
beyaz fotoğraf gördü. Gururlu ve ciddi bakışları olan, katı gö
rünüşlü bir adamın yarım büst fotoğrafıydı. Bu kocası olmalı,
diye düşündü Trevis.
"Babbo" dedi Bayan Olivadotti, elindeki kahvelerle bir
den içeri girerek fotoğrafı incelemekte olan Trevis'i korkut
muştu.
Trevis'in ne dediğini anlamayacağından korkarak hemen
italyanca tekrarladı:
"Benim babamdı. Kravat yerine taktığı siyah kurdeleyi gö
rüyor musunuz? Anarşistti. Benim adım Libera (Hür). Annem
erkek kardeşimin normal bir ismi olması için o kadar çok uğ-

-161 -
krmz

Mario Mazzanti

raşmış ki! Zavallı babam ona Liberale (Özgürlükçü) adını koy


mak istiyormuş.
Trevis kahve fincanını alıp şekeri karıştırmaya başladı.
"Kardeşiniz tatillerini burada geçirmez miydi?"
"Hiç böyle bir şey yapmadı. Son yıllarda yabancı birine, bir
ingiliz'e delicesine kapılmıştı, fırsat buldukça onu ziyarete gi
diyordu."
"Hiç evlenmedi mi?"
"Giorgio mu? Hayır, evlilik ona göre değildi, yalnız bir in
sandı ve yalnız kalmayı seviyordu, hayatını kimseye karşı so
rumluluk duymadan yaşamak istiyordu."
Trevis o kadar yolu boş yere geldiğini düşünmeye başladı.
"Ben buraya sık sık geldiğini düşünüyordum, bana
Follonica'dan bahsetti, buraları özlemişe benziyordu..."
"Buna şaşırdım, buradan nefret ederdi. İlk fırsatta çekip git
ti ve bir daha da ayağını basmadı."
"Belki arkadaşlarını özlüyordu..."
"Arkadaşlar mı?!" Bayan Olivadotti kıvama gelmeye başla
mıştı. "Tek bir arkadaşı bile yoktu ki! Özlemek mi? O olay
olduktan ve onun hakkında söyledikleri şeylerden sonra mı!"
Trevis irkildi, elindeki kahve fincanını bırakmadan kadına
dönerek sordu:
"Ne oldu?"
"Size anlatmadı değil mi? Bütün hayatını o olayı unutmaya
çalışarak geçirdi. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce oldu. Korkunç
bir hikâye... Birkaç hafta içinde üç kadın boğazları kesilerek
vahşice öldürüldü ve kardeşim de..."
Kadın aniden durdu, yüzünde şüpheci bir ifade belirdi.

-162-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Ama siz kimsiniz? Geçmişi deşip benden ne öğrenmek isti


yorsunuz? Buraya ne için geldiniz?"
Son sözleri tam bir öfke içinde çıkmıştı. Trevis ayağa kalktı.
"Beni affedin hanımefendi, kötü hatıralarınızı canlandır
ın.ık istemedim. Kardeşinizi tanımış biri olarak saygı gereği bu
ziyareti yapmak istedim sadece..."
Olivadotti'nin ablası açıklamadan pek de tatmin olmamış
•özlerle ona bakmaya devam ediyordu.
"Zaten çok vaktinizi aldım, daha fazla rahatsızlık vermeye
yim."
Trevis etrafına bakınarak hızla arabasına bindi, bir gazete
havi bulması gerekiyordu.

Denişe kendine bölüm başkanının ondan ne istiyor olabile


ceğini sorarak çağırılmış olduğu Tosi-Ronchi'nin odasına doğru
ilerliyordu. Üniversitede asistanlığa başladığından beri onunla
çok fazla konuşma imkânı yakalayamamıştı, odasında da hiç bu
lunmamıştı. Tosi-Ronchi asistanlarla pek muhatap olmazdı.
Kısa bir bekleyişten sonra sekreter onu içeri aldı. Denişe içe
ri girince tatsız bir sürprizle karşılaştı; Giurato karşısındaydı.
Profesör Tosi-Ronchi onu karşılama gereği duymadı, kafa
sıyla kibar bir selam vermekle yetindi.
"Oturun lütfen, Doktor Di Marco. Doktor Giurato size
Profesör Meriurgo'nun ölümüyle ilgili birkaç soru daha sor
mak istiyor. Sizi sıkıntıya sokmamak için kendisi buralara ka
dar gelme nezaketini göstermiş."
"Teşekkür ederim, Doktor Giurato. Elbette ki ne isterseniz
sorabilirsiniz."

- 163-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis aradığı gazete bayisini "hastaneciğin" karşısında bul


du. Bayideki genç kızdan kendisine yerel haberlerin olduğu bir
gazete tavsiye etmesini istedi ve "Bunun eski baskılarına nere
den ulaşabilirim?" diye sordu.
"Gazetenin ana merkezinin bulunduğu Floransa'ya gitme
niz gerekiyor. Ya da Grosseto'ya, belki kütüphanede eski baskı
ları saklıyor olabilirler."
"İkisi de çok uzak."
Trevis o kadar hayal kırıklığına uğramış görünüyor olmalıy
dı ki genç kız içten bir üzüntü duydu. Elini kısa siyah saçları
nın arasında gezdirerek konuştu:
"Üzgünüm ama korkarım ki başka alternatif yok." Sesinde
taze bir Toskana aksanı vardı. "Tabii eğer... Siz hangi dönem
deki baskıları arıyorsunuz?"
"Yıllar öncesinin, belki yirmi yıl."
Kız neşeyle güldü.
"O zaman sorun yok! Eskiden Telgraf adlı bir yerel gazete
çıkıyordu. Yıllar önce yayını bıraktı ama sizin aradığınız dö
nemde kesinlikle basılan bir gazeteydi ve şehir kütüphanemiz
de bütün kopyaları mevcut."
"Bu müthiş bir şey!"
Kız gülümsemeye devam ederek, "Orada Bay Tucci'yi bu
lun" dedi.

Denişe masanın karşısına, Giurato'nun yanına oturdu. Te


laş içinde olmasına rağmen sakin görünmeyi başarıyordu.
"Doktor Giurato, bana Profesör Trevis'i de sordu. Kendisi
ne sizden aldığımız bilgiye dayanarak Profesör'ün hafta sonu
burada olmayacağını söyledim" dedi Tosi-Ronchi.

- 164 -
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Evet öyle, Trentino'da yaşayan teyzelerinden biri hasta ve


onun yanında olması gerekti..."
Bu mazeret Denise'e gittikçe daha saçma geliyordu.
"İyi, sizi yalnız bırakayım. Bir şeye ihtiyacınız olursa sekre
terim dışarıda" dedi Tosi-Ronchi.
Bölüm başkanı çıkar çıkmaz Giurato ayağa kalktı ve sağdaki
duvarın tümünü kaplayan büyük kütüphaneye yöneldi. Eline
(^esare Musatti'nin ciltlerinden birini aldı ve kitabı dikkatle
inceliyormuş gibi yaptı.
"Sadece birkaç sorum olacak hanımefendi... Affedersiniz,
Doktor Hanım demem gerekirdi."
"Bunun hiç önemi yok."
"İfadenizde Profesör Meriurgo nun öldürüldüğü gece Pro
fesör Trevis ile akşam yemeği yediğinizi belirtmişsiniz."
Denişe başıyla onayladı, ihtiyatlıydı.
"Ve yemekten hemen sonra Profesör'ün sizi evinize bıraktı
ğını söylemişsiniz."
Denişe yine onayladı.
Giurato'nun ilgisi tekrar elindeki Psikanaliz ve Gündelik
Hayat adlı kitaba yoğunlaşmışa benziyordu.
"Size Profesör Trevis'le ilişkinizin ne kadar özel yani kendi
siyle yakınlığınızın derecesini sorabilir miyim?"
Denişe kızardığını hissetti, sert bir sesle cevapladı:
"Hayır, böyle bir şey soramazsınız."
Giurato sulu bir gülümseme takındı.
"Elbette, affedersiniz. Özel hayatlarınızdaki bir yakınlaşma
nın üniversite ortamında uygunsuz karşılanabileceğinin far
kındayım..."
\
- 165-
krmz

Mario Mazzanti

"Bilginiz olsun diye söylüyorum, ben ve Profesör Trevis bir


birinden tamamen bağımsız özel hayatlara sahibiz, sadece bir
iş yemeğiydi o kadar."
"Demek ki yemekten sonra Profesör evinize gelmedi, öyle
mır
"Elbette hayır!"
Denişe öfkelenmişti.
Giurato'nun vazgeçmeye niyeti yoktu.
"Restorandan akşam saat yirmi üç sularında ayrıldığınızı
söylemişsiniz."
"Evet, öyle."
"Ama salondaki garson yirmi iki kırk beşte ayrıldığınıza ye
min bile edebilir..."
Denişe Giurato'nun nereye varmak istediğini anlamıştı.
"Ve evinizle restoran arası, gündüz trafiği olmadan beş daki
kadan fazla sürmez... Hımm, o zaman... Profesör Trevis'in sizi
evinize bıraktıktan sonra yanınızdan yirmi iki elli beşten daha
geç ayrılmadığını söyleyebiliriz."
Denişe, Trevis'e biraz zaman kazandırmaya çalıştı.
"Evet ama arabada oturup biraz lafladık..."
Giurato yine aynı iğrenç gülümsemesini takındı.
"Uzun sürmediği kesin... Sizin de belirttiğiniz gibi özel ha
yatları ayrı olan iki insan iş yemeğinden sonra duran bir araba
nın içinde uzun süre konuşmazlar. Sizce de öyle değil mi?"
Denişe adamın niyetini hemen anlayamadığı için kendine
öfke duyuyordu.
"Eviniz Profesör Meriurgo'nunkine yakın değil mi?"
"Evet."

- 166-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"(i ece trafiğin az olduğunu da göz önünde bulundurursak


inhayla sizin evinizden onunkine gitmek ne kadar sürer?"
"I liçbir fikrim yok ama eminim ki siz bunu zaten araştır ın
ıssın izdir."
" Evet, üç dört dakikadan daha fazla değil."
"Sizin ima etmeye çalıştığınız şey Profesör'ün..." (
Üurato rahatlatıcı bir sesle araya girdi:
"Lütfen ama Doktor Hanım bunlar rutin kontroller, abart
mayalım... Profesör Trevis'den şüphelenmek mi! Bizimki
si, bizleri sevilmeyen insanlar durumuna düşüren bir görev.
Sormamız gereken sorular, yapmamız gereken kontroller var.
Profesör Meriurgo yirmi üçle yirmi üç otuz saatleri arasında
öldürülmüş. Görevimiz tüm olasılıkları değerlendirmemizi ge-
ıcktiriyor. Sonrasında doğal olarak mantığımız bize rehberlik
ediyor ve mümkün olasılıkları çıkarıyoruz."
Denişe kontrolü tekrar ele geçirmeye çalıştı.
"Affedersiniz, tepkim çok abartılıydı."
"Sorun değil. Aksine... Patronunuzu... Böyle dememde bir
sorun yok değil mi? Evet, patronunuzu böyle ateşli bir şekilde
savunmanız övgüye değer."
"Lütfen böyle söylemeyin, birbirimizi anladığımızı sanıyo
rum."
"Bu arada kendisinin şu an nerede olduğunu bilmiyor mu
sunuz?"
"Size söyledim, Trentino'da. En azından kendisi bana böyle
söyledi."
"Tabii ya... Nasıl da unuturum: Trentino'daki hasta teyze
sinin başucunda... Profesör Trevis'in teyzeleri açısından çok
talihsiz bir dönem olduğu açık. Düşünün ki birkaç gün önce

- 167-
krmz

Mario Mazzanti

başka bir teyzesi ölüyor ve yeğenine oldukça yüklü bir miras


bırakıyor!"

Follonica Kütüphanesi, eskiden yerel demir işletmelerinin


bulunduğu köhne bir binada yer alıyordu. Tucci ona burasının
Avrupa'nın en eski çelik işletmelerinden biri olduğunu, inşa
edilmesinin Toskana Grandüklüğü zamanında Lorena ailesi
tarafından istendiğini anlattı. Bölgede Etrüsk döneminden
bu yana demir üretilmekteydi. Sarayımsı bina bir parkın için
deydi. Yapımı yüzyılın başına uzandığı anlaşılan anıtsal demir
bir kapısı vardı. Vaktinde bu kapı dökümhanelerin girişiymiş.
Tepesinde, üzerinde iki yanında birer yunus ya da semende
rin bulunduğu haç işareti olan erimiş demirden dövülmüş bir
kalkan vardı.
Tucci orta yaşlı, atletik bir erkekti. Üstünde günlük kıyafet
ler vardı; kendini genç gösterecek kot pantolon ve mavi renkli
boğazlı bir kazak giymişti. Trevis'i geniş bir salona getirdikten
sonra kendisi büyük rafların bulunduğu labirentlerin arasında
âdeta yutulmuş gibi gözden kayboldu. Bir süre sonra elinde
deri iplerle bağlanmış çok sayıda gazeteyle geri döndü.
Trevis'in gözlerindeki şaşkınlığı görmüş olacak ki hemen
şöyle dedi:
"Mikrofilm mi bekliyordunuz Profesör? Bunun için hiç
ödeneğimiz yok, size ancak bu orijinal kopyaları verebilirim.
İşte buradalar, tam zamanını tahmin etmem biraz vakit aldı,
birkaç ay sonra tam yirmi yıl olacak. Bu hikâyeyle hâlâ ilgile
nen birilerinin olduğunu hiç tahmin etmezdim."
Trevis bir bahane göstermeye çalışarak, "Tamamen akade
mik bir ilgi" dedi. "Belirttiğim gibi suç antropolojisi üstüne bir
bitirme tezi verdim de."

- 168-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Seri katiller günümüzde çok moda, değil mi?"


Tucci bağlı gazetelerin sararmış, ince sayfalarını hızla karış-
ıırinaya koyuldu; eski kâğıtlara has o koku hemen hissedildi.
"İşte aradığınız burada."
Tucci başlığının büyük harflerle yazıldığı bir sayfada durdu:
"Katledildi. Genç kadın Follonica'da kendi evinde öldürüldü"
sürmanşetli sayfayı açtı.
"Keyfinize bakın Profesör, eğer bir şeye ihtiyacınız olursa
lütfen beni çağırtın, hizmetinizdeyim. Ah, neredeyse unutu
yordum. Fotokopi makinesi bozuk, not almak isterseniz elle
yazmanız gerekecek."
Trevis gazeteyi inceledi. "Katledildi" kelimesi ilk satırın tü
münü kaplayacak şekilde, diğer yazı karakterlerinden çok daha
büyük yazılmıştı. Şöyle yazılsaydı İtalyanca açısından daha doğ
ru olurdu, diye düşündü: "Genç kadın Follonica'da katledildi."
Ama bu şekilde, sayfanın yarısını kaplayan "katledildi" keli
mesi olmadan bu haber insanların dikkatini çekmezdi. Aslında
basın yirmi yıldır hiç değişmemişti.
Okumaya başladı ilerledikçe hafızasında bazı fikirler canla
nıyordu.
Sadece dört hafta içinde üç cinayet işlenmişti. Üç kadın,
katil tarafından işkence edildikten sonra boğazları kesilerek öl
dürülmüş, tecavüz izine rastlanmamıştı. İlk kurban saldırıya
evinde uğramıştı.
Katil eve pencereden girmiş ve kadının ıssız bir yerde tek
başına yaşıyor olmasından faydalanıp rahatça hareket etmiş
ti. Yirmi iki yaşında, parfümeride tezgâhtarlık yapan genç bir
kadındı. O kadar sıradan bir hayatı vardı ki gazeteciler bile
kadınla ilgili karanlık bir şey bulamamışlardı. İkinci kurban
otuz iki yaşındaki Anna Federici'ydi. Fotoğraflarından anlaşıl-

- 169-
krmz

Mario Mazzanti

dığı kadarıyla biraz kaba ve asi bir güzelliği vardı. Kocasının


yakındaki Piombino çelik fabrikasında nöbete kaldığı bir gece
evden dışarı çıkarılmıştı. Katil onu denize yakın büyük çam
ormanlarının olduğu bölgeye götürmüş, burada tek bir dar
beyle boğazını kesip canını almadan önce kadını uzun bir süre
döverek ona işkence etmişti. Nihayet üçüncü ve son kurban
yirmi üç yaşında bir hayat kadınıydı. Castiglione della Pescaia
Caddesi üzerinden alınmış ve yolun karşısındaki küçük koru
da öldürülmüştü. Manyak katil üç cinayette de aynı şekilde
hareket etmiş ve kurbanları boyunlarını keserek öldürmüştü.
İlginç olan şeyse polis ellerinde bir ipucu olabileceğini be
lirtmişti ve ilerleyen günlerde bu durum aydınlanmış, katille
şans eseri karşılaşan bir görgü tanığından bahsedilmeye baş
lanmıştı. Tanık bir röntgenciydi. Gazetelerin kullandığı tabir
bundan çok daha kötüydü:
Çiftleri dikizleme peşindeki röntgenci sapık, otuz üç yaşındaki
Follonicalı G. O. manyak katilin yüzünü gördü.
Öyle küçük bir yerleşim yerinde G.O.'nun kim olduğunu
anlayıp onu fişlemek hiç de zor olmamıştır. Olivadotti'nin ilk
fırsatta Follonicayı terk etmesine şaşmamak gerekirdi.
Gazetenin sonraki baskılarında hiçbir yenilik yoktu. Olaya
ayrılan yer gittikçe azalmış ve iki ay sonra adından bile bahse
dilmez olmuştu.
Trevis ürperdi; hikâye bu muydu?
Olivadotti manyak katili yirmi yıl sonra karşısında üniversi
tede Profesör olmuş saygıdeğer bir kimlik içinde mi bulacaktı?
Cinayet romanlarından çıkmış gibi duran böyle bir olayın
gerçekleşme olasılığı var mıydı?
Ama diğer taraftan Olivadotti'nin hayatında başka ne ol
muş olabilirdi ki içinde birine karşı ölesiye bir korku taşıyor

- 170-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

olsun? Birkaç günde üç kişiyi hiç çekinmeden öldürecek bir


ıns.ın... Tıpkı eskiden olduğu gibi...
"Her şey yolunda mı, Profesör?"
Tucci'nin sakin sesi düşüncelerini böldü.
"Evet... Evet ama daha fazlasını bulmayı ümit ediyordum,
BİZ o dönemde burada mıydınız?"
"Otuz yaşındaydım, uzun süre başka hiçbir şeyden bahse
dilmedi, herkes korku içinde yaşıyordu. Kadınlar yalnız uyu
muyor, paralı aşkta teselli bulmak isteyenler kilometrelerce
uzağa gitmek zorunda kalıyordu."
"Şu tanık... G.O... Kim olduğunu biliyor musunuz?"
Tucci bakışlarını kaçırarak cevapladı:
"Herkes biliyor... Ama kendisiyle konuşabilmeniz imkânsız,
birkaç gün önce bir trafik kazasında öldü, hem de sizin şehri
nizde Profesör. Gördüğünüz gibi isminin artık hiçbir önemi
yok. Ama yine de şehrin duvarlarında ölüm ilanının asılı oldu
ğunu görebilirsiniz."
"Üzgünüm, arkadaşınız mıydı?"
"Akran sayılırdık, birbirimizi tanıyorduk ama arkadaş de
ğildik. Yapısı gereği içine kapalı bir insandı ve bu çirkin olay
dan sonra daha da çok kapandı. Gazetelerde hakkında neler
yazdığını görmüşsünüzdür, onu paramparça ettiler, sanki katil
oymuş gibi... Küçük bir taşra kasabasında yaşamak çok zor ola
biliyor bazen. Birkaç ay sonra çekip gitti ve bildiğim kadarıyla
da bir daha hiç geri dönmedi. Gömülmek üzere naaşım gön
derdiklerinde kesin dönüş yapmış olacak nasıl olsa."
Trevis durumu değerlendirirken Tucci gazetenin sayfalarını
geriye doğru çeviriyordu. Bir süre sonra durup sayfalardan bi
rindeki fotoğrafı Profesöre gösterdi.

- 171 -
krmz

Mario Mazzanti

"Bu seri katille ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız...


Fotoğraftaki kişiyi görüyor musunuz?"
Tucci, çamlık bir alanda zemini incelemekte olan bir jan
darmanın fotoğrafını işaret etti.
"Mareşal* Salvadori, şimdilerde yetmiş yaşını aşmış olsa
gerek ve doğal olarak emekli ama hâlâ hafızası çok iyi ve hep
sinden önemlisi soruşturmada yer aldı. Daha doğrusu bu olay
ulusal bir hâl almadan önce soruşturmanın başlangıcında gö
rev aldı, ona gidin."
"Kendisini nerede bulabileceğimi biliyor musunuz?"
"Adresini bilmiyorum ama onu birkaç saat sonra nehir bo
yunda bulabilirsiniz. Bütün gece levrek avlar."
"Kışın mı?! Hem de yetmiş yaşında?!"
Tucci gülümsedi.
"Size söyledim, aklı yerinde ve sağlıklı olmanın keyfini sü
rüyor. Tek sorun konuşmak isteyip istemeyeceği."
"Geçmişi hatırlamak hoşuna gitmiyor mu?"
"Hayır, genel olarak konuşmayı pek sevmiyor."
Düşüncesi bile Tucci'yi eğlendiriyor gibiydi.
"Onu yumuşatmak için bana verebileceğiniz bir akıl var mı?"
"Siz balık tutar mısınız?"
Trevis kollarını iki yana açtı.
"O zaman öyleymiş gibi numara yapmanız gerekecek. Sizin
laftan ziyade hızlandırılmış bir kursa ihtiyacınız var, gelin be
nimle..."
Trevis onu daha küçük bir odaya doğru takip etti, Tucci
raftan bir kitap alıp ona uzattı.
* İtalya'da yerel jandarma komutanı.

-172-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Hazırlanmak için birkaç saatiniz var. Kitabı yarın sabah


getirseniz de olur, cumartesileri açığız."
"Bu gerçekten gerekli mi?" diye sordu Trevis, elindeki Lev
rek Avcılığı adlı kitabı incelerken.
Tucci'nin yüzüne anlamlı bir gülümseme yayıldı.

Denişe, Giurato'yla yaptığı görüşmeden oldukça sarsılmıştı,


telefonu çaldığında enstitüden çıkmak üzereydi. Telefondaki
sakin ve derin ses içini titretti.
"Seni bu sabah görebileceğimi düşünüyordum, geleceğini
sanmıştım..."
"Gelmek üzereydim ama bir kaza yaptım."
"Kaza mı?!"
"Ciddi bir şey yok. Başka bir arabaya çarpmamak için yol
dan çıktım ve yol kenarına park etmiş bir arabaya çarptım."
"Yaralandın mı?"
"Çizik bile yok ama arabanın yan tarafı ve önü hasar gördü,
tamirciye çektirmek zorunda kaldım. Sabah sana haber vermek
için aradım ama ofiste kimse yoktu."
"Hayır oradaydım... Ama birkaç sefer ayrılmak zorunda
kaldım."
"Peki ya Trevis? Telefonu o cevaplarsa diye çok güzel bir ba
hane bile uydurmuştum."
"Aklında tut, nasılsa kullanacağın başka bir zaman olur. Tre
vis bugün gelmedi."
"Şimdiden hafta sonu iznine çıktı demek ha?"
Denişe içinden geçeni sordu. Kendini çok kırılgan ve sa
vunmasız hissediyordu.

-173-
krmz

Mario Maz7.an.ti

"Bu gece bana gelir misin?"


Adam cevap vermeden önce bekledi.
"Maalesef bu imkânsız. Yarın sabah, isviçre Psikoloji
Derneği'yle yapılacak görüşmeler için Cenevre'de olmam gere
kiyor, arabam servis dışı olduğu için de trenle gitmek zorunda
yım ve bugün öğleden sonra yola çıkacağım."
Sesi gerçekten de üzgün geliyordu.
"Ama o kongre..."
"Evet?
"Hiç, Cenevre'ye önümüzdeki hafta gideceğini sanıyordum
ama tarihleri karıştırmışım sanırım." Denişe kendini üzgün
hissediyordu. "Ne yapalım, sabır... Yaşayacağım, merak etme...
Hangi otelde kalacaksın?"
Adam kinayeli bir ses tonuyla yanıtladı:
"Her zamanki, neresi olduğunu hatırlıyorsunuzdur..."
Bir an için otel odası Denise'in gözlerinde canlandı, birlikte
oldukları o hafta sonu yaşadıklarını tekrar hissetti. Telefonu
kapattığında kendini çok daha yalnız hissediyordu. Telefon
tekrar çaldı.
"Denişe, Denişe, benim Trevis!"
"Profesör, sizi duyuyorum, bağırmanıza gerek yok."
"Denişe sanırım bulduk..."
Trevis gününü ve son gelişmeleri anlattıktan sonra sıra
Denise'e geldi. Anlatmaya park yerindeki incelemesinden baş
ladı.
"Profesör size henüz en kötüsünü söylemedim... Giurato'yla
bir sorunumuz var, hem de çok büyük bir sorun."
Denişe ona Tosi-Ronchi'nin odasındaki görüşmeyi anlattı.

- 174-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Kurdun siz olduğunu düşündüğünden eminim. Yılan ka


dar hain biri. Beni önce sizi koruyamayacağım bir duruma
soktu, bunu onurumu ortaya koyarak yaptı sonra da bana saat
leri teyit ettirdi. Olivadotti'nin çalıştığı bankanın yöneticisiyle
görüştüğünüzden de haberi var. Hasta teyze yalanıyla kendi
bindiğimiz dalı kestik."
Trevis sessizce dinledi, sesindeki mutlu ifade kaybolmuştu.
"Şu an için sadece bir dal kesildi..."
"Bilmiyorum, sanırım aramızda bir ilişki olduğuna inanı
yor. Bunu anlamamı ister gibi konuştu, bana öyle geldi."
"Sanırım Giurato'nun normal tavrı bu. Aslında bir anlamda
haksız da sayılmaz. Ne yazık ki sadece sınırlı bir ilişki..."
"Ne yazık ki mi? Profesör..."
Denişe bunları Trevis'i uyarırcasına söylemişti.
Trevis kendine neden böyle saçmaladığını sordu.
"Tamam, laf ağızdan çıktı bir kere, geri dönüşü yok. Giu-
rato sorunuyla ben geri döndüğümde ilgileneceğiz. Bu arada
geceyi Follonica'da geçireceğim, bir işim var."
"Daha ne yapacaksınız?"
"Çok önemli bir şey değil, balığa çıkmam gerek, seni yarın
ararım."

- 175-
krmz

15

F ollonica Irmağı uzun ve dolambaçlı bir su yoluydu. Kör


feze dökülmesine sadece iki yüz metre kalan son kısmında
düz bir yol takip etmeye başlıyordu. Her iki yanındaki sete,
tekneler demir atıyorlardı. Belli bir mantık kuralı olmadan yan
yana dizilmiş her türden deniz taşıtı vardı. Mesela on iki met
relik bir yelkenliyi üç buçuk metrelik ufak bir kayığın yanında
tembelce sallanırken görmek mümkündü.
Su, dolunayın parlak karanlığında simsiyah duruyordu.
Trevis arabasıyla sağ kıyı boyunca devam eden taşlı yolda
çok yavaş ilerliyordu; ırmağın küçük bir deltaya açılarak denize
döküldüğü yerde yol bitiyordu. Trevis arabasını bıraktı ve del
tanın ucuna doğru yürüyerek ilerlemeye başladı.
Hafif kara meltemi suyun yüzeyinde kırışıklıklar oluşturu
yordu. Gündüz hâkim olan baharımsı sıcaklık yerini sert ve
keskin bir soğuğa bırakmıştı. Trevis koca gecenin, oltaya yapı
şıp şansının yaver gideceğini ümit ederek nasıl geçeceğini dü
şündü titreyerek.

- 176-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Zaman zaman kanaldan boğuk gümbürtüler geliyordu. Bir


kaç dakika sonra bunların kefal sürüleri olduğunu anladı.
Irmağın diğer kıyısındaki bir araba yavaş hareketlerle en
uç noktaya kadar ilerlemeyi başarmış, farlarını söndürüp dur
muştu.
Tuzla şişen hava akciğerlere buz gibi nüfuz ediyordu.
Trevis ilk balıkçı grubuna ulaştı. Tucci ona Mareşal
Salvadori'nin nasıl biri olduğunu tanımlamış ve tam olarak
hangi noktada balık tuttuğunu tarif etmişti. Uç metre kadar
ilerledikten sonra ucu fosforlu oltanın önünde eğilmiş otur-
lan birini gördü; acele etmeden yanına yaklaştı ve birkaç adım
önüne geçti. Irmağın kenarında durdu ve kararsızlık içinde
denizin sakin yüzeyini izlemeye koyuldu. Olta mantarının fos
forlu olduğunu gördükten sonra artık tamamen emindi; aradı
ğı kişi oydu. Adama doğru ilerledi.
"Levrek avı için uygun bir geceye benziyor..."
Adamın üstünde koyu renk bir anorak vardı, başındaki yün
bereyi gözlerine kadar indirmişti. Trevis'e cevap vermedi.
"Yem olarak ne kullanıyorsunuz, canlı kerevit mi?" diyerek
üsteledi Trevis.
Adam cevap vermeden dönüp Trevis'e baktı. Anorakla bere
nin izin verdiği kadarı, kırışıklarla dolu karanlık bir yüz ve iki
soğuk parıltı göründü.
Trevis balıkçı hikâyesinin canı cehenneme diye düşünüp
konuya girdi:
"Siz Mareşal Salvadori'siniz değil mi?"
Bunu o kadar sert bir tonla söylemişti ki adam tekrar dönüp
ona bakmak zorunda kaldı. Cevaplamaya karar vermeden önce
onu dikkatle inceler gibiydi.

- 177-
krmz

Mario Mazzanti

Sonunda, "Yıllar önce öyleydim" dedi.


Sesi kalın ve kabaydı, bu sert tonun pek de teşvik edici ol
duğu söylenemezdi.
"Benim adım Trevis, sizinle yıllar önceki bir konu hakkında
konuşmak istiyorum."
Mareşal Salvadori bu isteği duymazdan gelerek misinayı
makaraya sarmaya başladı. Bu hareketi nispeten yavaş bir şe
kilde, sabit bir hızla ve misinayı germeden yapıyordu; zaman
zaman misinayı serbest bırakıyor, oltanın sapını kararlılıkla
tutup sonra hemen suya doğru tekrar alçaltıyor ve makarayı
sarmaya başlıyordu.
"Manyağın biri tarafından öldürülen üç kadınla ilgili..."
Trevis ısrarcıydı.
Salvadori cevaplamadan oltayı çekmeye devam etti; oltanın
kargısını kendine çekerken birdenbire uç kısım belirgin bir şe
kilde suya doğru çekildi ve titreyen naylon ip keman yayı gibi
gerildi. Mareşal ayağa fırladı ve makaranın sapına asılarak ipi
salmaya başladı, böylece balığın kaçmasına engel oldu. Birkaç
saniye sonra makarayı sarmayı denese de hemen bundan vaz
geçip oltayı tekrar serbest bırakmak zorunda kaldı.
Kendine kendine mırıldanarak, "Çok büyük, dostum..." dedi.
"Mareşal, gerçekten bu konu çok önemli!"
Salvadori artık makarayı balığın kuvvetine göre ayarlamıştı.
Bu şekilde balık kaçmaya çalışarak yüzmeye devam ederken
enerjisi hızla tükenecekti. Hemen makaranın altına yerleştir
diği işaret parmağının yardımıyla naylon ipi serbest bırakıp
sıkıştırıyordu. Bazen de oltanın ucundan takip ettiği balığın
hareketlerine göre aniden gevşetmek üzere misinayı parmağıy
la kilitliyordu.

- 178-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"Şimdiden elli metreden fazla yol aldı!"


Trevis Mareşal'in ses tonundaki hayranlığı fark etti.
"Eğer bu akşam konuşmak istemezseniz yarın sabah da ola
bilir. Kaldığım otel... Neydi adı... Bildiğinize eminim, hemen
şu deniz kenarında kazıkların üstüne dikilmiş gibi duran yapı.
Yarın akşamüstüne kadar orada olacağım."
Aniden oltanın kargısı sanki büyük bir ağırlıktan kurtulmuş
gibi eğikliğini kaybederek doğruldu, olta gerilmeden suya gir
di. Salvadori endişeli görünmüyordu; olta tekrar gerilene kadar
misinayı büyük bir hızla sarmaya başladı. Tam o anda oltanın
kargısını birkaç defa kuvvetle kendine çekti ve misina kendini
tekrar bırakmadan önce birkaç saniye boyunca titredi.
"Çok da kurnaz, daha az zorlanmak için bize doğru yü
züyor."
"İnanın bana lütfen, sizinle bu cinayetler hakkında görüş
mem çok önemli."
Diğer balıkçılar yanlarına yaklaşmıştı. Üç kişiydiler, içlerin
den biri şöyle dedi:
"Mareşal, eğer kanala girip teknelerin altına kaçarsa onu
asla dışarı çekemezsiniz."
"O kadar gidemez, ben onu daha önce yakalarım" dedi Sal
vadori, bir yandan hızlı hareketlerle oltayı yönetiyordu. Artık
kargı kırılacak kadar eğilmişti, misina kopacak gibiydi ama bu
kaçınılmaz gibi göründüğü anda Mareşal biraz gevşetip sonra
tekrar geri sarma işlemine koyuluyordu.
"En az altı kilo var!" dedi balıkçılardan biri.
"Bunu dışarı çekmesi yarım saatten fazla sürer" dedi bir
diğeri.
"İlk yarı bitti!"

- 179-
krmz

Mario Mazzanti

Mareşal Salvadori misina gibi titriyordu sanki; birkaç san


timlik misinayı büyük bir güçlükle çektikten sonra en az bir o
kadarını salması gerekiyordu. Oltanın kargısı o kadar eğilmiş
ti ki her an kırılacakmış gibi duruyordu. Trevis diğer balıkçı
ların duymaması için Mareşal'in yanına yaklaşarak kulağına
fısıldadı:
"Katil Milano'da cinayetleri tekrar işlemeye başladı. Ve ben
onu tanıdığımı düşünüyorum..."
Salvadori yapmakta olduğu şeyi birden yarıda kesip Trevis'e
döndü.
Her şey birkaç saniye içinde oldu. Kargı hiç olmayacak kadar
eğildi, misina hızını kazanmak istercesine bir an için gevşer gibi
göründü, sonra büyük bir şiddetle gerilerek parçalandı. Trevis
misina koparken çıkan sesi duyduğuna yemin edebilirdi.
Mareşal artık düzleşmiş olan kargıya ve ucunda hüzünle sal
lanan oltaya baktı sonra öfke dolu gözlerini Trevis'e çevirdi.
Balıkçılardan biri yorum yapmadan edemedi:
"İnanılır gibi değil... Sezonun en güzel levreği..."
Trevis bir süre bu bakışlara maruz kaldıktan sonra alçak sesle,
"Canın cehenneme!" diye mırıldandı, hızlı adımlarla uzaklaştı,
arabasına vardığında hemen içeri girmedi, kapıya yaslandı ve
ayın yansımasını arayarak bakışlarını siyah denizde gezdirdi.
Karanlıktan çıkan gölge onu şaşırttı.
"Otelinizden çıkınca solda, deniz kenarındaki büyük mey
danda verandalı bir kafe var. Yarın sabah sekizde kahvaltı için
orada olacağım."
Mareşal Salvadori bunları söyledikten sonra döndü ve ka
ranlıkta kayboldu.

-180-
»
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

lı inağın diğer tarafında arabasının içinde bekleyen kurt


I rcvis'in uzaklaşmasını izledi. Onu mesafesini koruyarak oteli
ne kadar takip etti. Bir daha dışarı çıkmadığından emin olmak
için bir saat kadar otelin karşısındaki park yerinde bekledi.
Aynı sabah onu evinden çıkıp otobana girerken gördüğünde
nereye gitmekte olduğunu hemen anlamıştı. Bu, onu rahatsız
etmemişti. Her şey, yıllar önce başladığı yerde bitecekti.
Milano'dan kiraladığı arabayı, kasabanın dışındaki ıssız bir
eve kadar mekanik hareketlerle sürdü. Her şey 1 Mayıs akşamı
orada başlamıştı, insanı neredeyse bayıltacak kadar sert deniz
ve çam ağaçlarının kokusu içine işlerken... Duyularının çok
keskin olduğu bir geceydi, nihayet gücü tüm o parlak görkemi
içinde özgür kalmaya hazırdı artık.
Yapmak zorunda olduğu şeyi tam olarak hangi an anladığı
nı bilemiyordu, belki de bir şeyin değiştiği belirli bir an yoktu.
Ona sanki hep bu anı bekleyerek ve bunun farkında olarak
yaşamış gibi geliyordu. İşte böylece deniz kıyısında dolaşırken
şans eseri parfümeride tezgâhtarlık yapan genç kıza rastladı
ğında... Kız onu tanıyıp bembeyaz dişleriyle ona gülümsedi-
ğinde... İnce beyaz elbisesi içindeki bu kız... Onun mükem
melliğe ulaşmasını sağlayacak kişinin bu kız olacağını hemen
anlamıştı.
Gece, bir bıçak yardımıyla giriş katındaki pencerelerden bi
rini zorlanmadan açıp içeri kayıvermişti.
Uzun bir süre hareketsiz durup evin kokusunu solumuştu.
İçeride hüküm süren ve onun da bir parçası hâlini alan karan
lığa ve sessizliğe imrenmişti. Bedeninin evin içinde sınırsız bir
değişim geçirmesine izin vermişti.
Uyumakta olan kızı izlemiş, etli dudaklarından dökülen ne
fesini dinlemişti; ince ve vücudunu okşayan kısa geceliği gibi

- 181 -
krmz

Mario Mazzanti

tutulması zor bir nefesti bu. Kız uyurken yumuşak bir hareket
le dönüp diğer yanının üstüne yatmıştı. Onun da bu kusursuz
luğun parçası olmayı arzuladığına emindi.
Aralarında birkaç santim kalacak şekilde yanına yaklaşmıştı,
sıcaklığını hissedebiliyordu. Ellerini neredeyse onun bacakları
nı, karnını, yüzünü okşayacak kadar yaklaştırmıştı.
Zihninin göz kamaştırıcı bir köşesinden çıkan bıçak elin
de hayat bulmuştu. Keskin demir kızın gırtlağına girerken kız
çığlık atmıştı. Sıcak kan, özgürce dans ederek havada ve elle
rin üstünde dalgalanmaya başlamıştı; bu mükemmel eller kanı
kutsal bir kaba doldurur gibi toplamıştı.

- 182 -
krmz

D enişe günlerden cumartesi olmasına rağmen evden sa


bah erkenden çıkmıştı. Üniversiteden gelen özel görüş
me isteği onu bir hayli şaşırtmıştı. Daha da garibi muhatabı,
ofis ya da resmî bir ortam yerine onunla merkezdeki bir ka
feteryada buluşmak için oldukça ısrar etmişti. Ayrıca adamın
ihtiyatlı ve biraz endişeli sesi, pek de iyi bir duruma delalet
değildi. Önceden hiçbir şey söylemek istememiş ama en kısa
zamanda görüşmelerinin önemli bir ihtiyaç olduğunu ısrarla
belirtmişti.
Denişe kendine bu aceleciliğin ve gizemin sebebini soru
yordu. Adamın ona ne söyleyebilirdi? Meriurgo'nun ölümüyle
ilgili bir şey mi vardı bildiği? Eğer öyleyse bu bilgiyi nereden
almıştı?
Taksi beklerken bir anlığına içinde kurdun o olduğuna dair
bir şüphe belirdi, belki de onu kendi tuzağına çekiyordu. Bel
ki Olivadotti'ye de böyle yapmıştı. Etrafına bakındı; yağmur
başlamış, sisi dağıttığı hâlde şehri soluk ve zayıf bir ışığa gö
müyordu. Trafik cumartesi sabahlarına has bir şekilde ağır ağır

- 183-
krmz

Mario Mazzanti

akıyordu. Hayır, bugün ölmek için güzel bir gün değildi... Çok
dikkatli olmalıydı.
Denişe taksiye binip şoföre adresi söyledi.

Trevis otelden çıkınca güneşin pırıl pırıl aydınlattığı bir


havayla karşılaştı. Deniz bulunduğu zeminin tam altındaydı.
Otel karadan sadece birkaç metre uzaktaydı ve petrol platfor
mu gibi denizden yükselen kazıklara oturtulmuş iki katlı yu
varlak bir yapıydı.
Trevis kendini bir kartpostalın içindeymiş gibi hissetti. Gök
yüzü, hafif bir kara meltemiyle çalkalanan derin mavilikteki
denizin içinde kayboluyordu. Elba Adası gözler önündeydi.
Trevis ufukta Montecristo Adası'nın siluetini görebilmekten
dolayı memnuniyet duydu.
Oteli denize bakan büyük meydana bağlayan köprüden
geçti; güneşin ısısını hissederek parıltıların gözlerinin görme
yetisini bir süreliğine almasına izin verdi. Tam karşısında duran
ve yirmiden fazla katı olan bir binanın yanında Olivadotti'nin
yöneticisinin bahsettiği restoranı tanıdı. Etrafına bakındı, Ma
reşal Salvadori'yle randevusunun olduğu kafe sol tarafında,
kumsaldaki bir duvarın üstünde yükseliyordu. Denize bakan
büyük teras cam bir malzemeyle kapatılmış ve mekân kapalı
bir veranda hâline getirilmişti.
Trevis canlı adımlarla meydanı geçti. Kendini kararlı ve ye
niden enerji dolu hissediyordu; sanki güneş bütün yorgunlu
ğunu ve önceki günlerdeki zalim hisleri yok edivermişti.
Kafeye girdi; nihayet o acı veren, ağır ve canlı ölüm duygu
sundan kurtulmuştu.
Verandadaki masalardan birine oturmuş Mareşal, Tirreno
okuyordu. Trevis karşısına yerleşti. "Balık için üzgünüm" dedi.

- 184-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Mareşal Salvadori gazetesini özenle katladı. "Sabır, balıkçı-


l.ıı için gerekli bir erdemdir" dedi.
Mareşalin cüssesi yerindeydi ve yaşını hiç göstermiyordu,
hareketleri enerjik olduğu kadar ölçülüydü de. Yetmiş yaşına
rağmen Trevis'in karşısında bulduğu adam, fiziksel ve entelek
tüel olgunlukla doluydu. Beyaz saçları çok kısa kesilmiş, incel
tilmişti. Kırışıklıklarla dolu güneşten yanmış yüzündeki alev
saçan gözleri parlak ve koyu renkti.
Trevis Mareşal'in Yaşlı Adam ve Denizin yeni bir versiyonu
için mükemmel bir seçim olacağını düşündü.
"Gazeteci misiniz?"
"Hayır, Tanrı'ya şükürler olsun ki hayır."
Sadece düşünmesi bile Trevis'i güldürmüştü.
"O zaman belki konuşabiliriz."
Mareşal hafifçe öne doğru eğilerek sordu:
"Dün gece ne söylemeye çalışıyordunuz?"
"Bakın Mareşal, içinde bulunduğum durum hem karışık
hem de aynı zamanda çok hassas. Belki siz bunu çözmemde
bana yardımcı olabilirsiniz, belki de olamazsınız, kim bilir...
İstediğim..."
Salvadori onu bir el hareketiyle susturdu.
"Dün bana bu şekilde söylemediniz ama."
Mareşal acele etmeden, ifadesiz hatta ilgisiz denebilecek bir
sesle konuşmuştu.
Trevis'in onun dikkatini çekmek için yeterli olacağını dü
şündüğünden çok daha fazlasını sunması gerekiyordu, ona
bazı bilgileri vermek zorundaydı. Böyle bir ana hazırlıklıydı
ama koyduğu sınırlardan daha ileri geçmemeye de kararlıydı.

-185-
krmz

Mario Mazzanti

"Birazdan o konuya da geleceğim... Yaşadığım şehirde son


günlerde muhtemelen aynı kişi tarafından üç cinayet işlendi.
İki tanesi aynı gece gerçekleşti ama aralarında görünen bir bağ
yok hatta katil son iki cinayeti trafik kazası gibi göstermeye
çalıştı. Ben tamamen rastlantısal olarak bu iki cinayeti birbiri
ne bağlayan anahtarı ele geçirdim ve o andan itibaren katilin
kimliğiyle ilgili şüphe içimi kemirmeye başladı; elimde hiçbir
kanıt, hiçbir gerçek veri yok. Tek ipucu, işlenen bu cinayetle
rin bir kişinin geçmişiyle ilgiliymiş gibi görünmesi. Giorgio
Olivadotti'yi hatırlıyor musunuz Mareşal?"
Salvadori hiç tepki vermedi.
"Birkaç gün önce bir trafik kazasında öldüğünü duydum o
kadar."
"Kaza olmadığı kanıtlandı."
"Devam edin."
"Söylenecek çok bir şey yok. Ben bu cinayetlerin yıllar önce
burada meydana gelenlerle bağlantılı ve katilin aynı kişi oldu
ğunu düşünüyorum."
Trevis, Salvadori'nin yüzünde tepkisini belli edecek bir
işaret arayarak bir süre bekledi ama Mareşal yine gözünü bile
kırpmadı. Trevis devam etti:
"O dönem soruşturmayı yakından takip etmiş biri olan si
zinle konuşarak şüphelerimi ete kemiğe büründürecek herhan
gi bir detay, bir ipucu yakalayabilirim diye düşündüm."
Mareşal konuşmadan onu izlemeye devam ediyordu; Trevis
terlemişti, yerinden hiç kalkmadan kalın paltosunu omuzla
rından aşağıya kaydırdı.
"Gazeteci değilsiniz, polis olmadığınız da aşikâr, devlet me
muru ya da sigorta görevlisi de değilsiniz ama sorular sormak

- 186-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

ve eğer doğruysa çok vahim ve önemli olacak ifadelerde bulun


mak için buraya geliyorsunuz." Salvadori'nin sesi birden sert
leşti. "Kimsiniz siz BayTrevis?"
"İlk kurban benim çok bağlı olduğum bir dostumdu."
"Bu şüphelerinizden yetkili makamlara bahsetmişsinizdir
doğal olarak."
"Henüz değil, size söylediğim gibi ortada elle tutulur bir
şey yok, her şeyi anlatmadan önce elimde somut veriler olsun
istedim."
Güneş parlak ışıklarıyla verandanın camlarından içeri iş
liyordu artık. Mareşal Salvadori güneşe arkası dönük oturu
yordu, güneş doğrudan Trevis'in yüzüne çarpıyordu. Artık
Mareşal'in yüzünün detaylarını göremiyordu, gözleri iyice ka-
maşmıştı. Bu şekilde pek rahat değildi ve bütün hisleri üstüne
tutulmuş bir reflektör tarafından çırılçıplak ortaya dökülüyor
du. Kendine bunun bir rastlantı mı yoksa Mareşal'in bilerek
hazırladığı bir durum mu olduğunu sordu. Mareşal onu tekrar
sıkıştırmaya başladığındaysa bundan hiç şüphesi kalmadı.
"Arkadaşınızla Olivadotti'nin ölümü arasında bir bağ oldu
ğunu nasıl fark ettiniz? Olivadotti'yi tanıyor muydunuz?"
"Söylediğim gibi rastlantı sonucu."
"Olivadotti'yi tanıyor muydunuz?"
"Onu sadece bir defa gördüm."
"Bu cinayetlerin yıllar önceki bir katil tarafından işlendiğin
den nasıl bu kadar eminsiniz?"
"Eğer izin verirseniz bu detayları kendime saklamak isterim."
"Üçüncü bir cinayetten bahsettiniz."
"Evet ama o durumda kurban olayla direkt ilgili değil, sade
ce şanssızlık o kadar. Kendisi ilk cinayetin tanığıydı."

- 187-
krmz

Mario Maznan ti

Mareşal Salvadori birkaç saniye sessiz kaldı.


"Demek Meriurgo cinayetinden bahsediyoruz. Gazeteler
buraya da ulaşıyor, Bay Trevis."
Güneş Profesörün gözlerini ve yüzünü vahşice tokatlıyordu.
"Şüphelendiğiniz kişi tanıdığınız biri mi?"
"Bu soruya cevap vermemeyi tercih ediyorum."
"Tanıdığınız biri mi?"
"Size daha şimdi..."
Salvadori ısrarla devam etti:
"Sizi bu insandan şüphelenmeye iten nedenler nedir? Ne
den yıllar önce burada işlenen cinayetlerle arada bir bağ oldu
ğunu düşünüyorsunuz?"
Trevis'in acı çektiği görülebiliyordu.
"Bakın Mareşal, elimde net bir şey yok. Benim şüphelerim
saf varsayımlardan yola çıkan bir teze dayanıyor. Yapmaya ça
lıştığım şey ise bu tezin tablonun geneliyle uyumlu olup olma
dığını anlamak ve bunu onaylayacak yeni kanıtlar bulmak. Bil
diğim bu kadar az şeyle etrafta dolanıp zehir saçamam. Daha
fazlasını öğrenene kadar size söylediklerimden başka bir şey
anlatmayacağım."
Trevis yüzüne gelen ışığı elleriyle gölgelemeye çalışarak aya
ğa kalktı; iki elini masaya yaslayıp Mareşal'e doğru eğildi ve
kararlı bakışlarını üstüne dikti.
"Şimdi size soruyorum, bana yardım edecek misiniz?"
Salvadori'nin tek bir kası bile hareket etmiyordu, sadece
sandalyede biraz daha gerilmiş gibi oturuyordu.
"Bakalım doğru anlamış mıyım? Karşımda kendi deyimiyle
bu olaya rastlantı eseri bulaşmış acemi bir dedektif var. Elin-

-188- »
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

dc cinayetle ilgili bir bilgi var. Sadece ilgili makamlara sessiz


kalmakla kalmamış ki bu bir suç, bir yandan da kendi kişisel
soruşturmasını yönetiyor ve bu çılgın saçmalıkta benden ken
disine yardım etmemi istiyor." Mareşal Salvadori de artık ayağa
kalkmıştı. "Hayır Bay Trevis, size önerebileceğim tek yardım
sizi en yakın polis merkezine götürmek, böylece kendi iyiliği
niz için bildiğiniz her şeyi anlatabilirsiniz."
Trevis hiçbir şey söylemeden Mareşal'i izlemeye devam etti.
Salvadori sözlerini sertçe devam ettirdi:
"Eğer siz gitmek istemiyorsanız bunu hemen kendim yapa
cağım. Gizemli ve kendine has Bay Trevis'in benimle irtibata
geçip işlenen üç cinayetin sorumlusunu bildiğini belirttiğini
anlatacağım. Kararınız nedir, bana eşlik edecek misiniz yoksa
ben yalnız mı gideyim?"
Trevis bakışlarını yere çevirdi, köşeye sıkışmış olduğunu bili
yordu. Kısık ve neredeyse itaatkâr bir sesle anlatmaya başladı:
"Üniversitede öğretim görevlisiyim. Milano Devlet
Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi veriyorum. Katilin meslek
taşlarımdan biri olduğuna eminim ama hangisi olduğunu bil
miyorum..."
Salvadori yerine oturdu, filtresiz bir sigara yaktı ve birkaç
dakika boyunca bir şey söylemedi. İlgilendiği tek şey tavana
doğru yükselen mavimsi duman gibi görünüyordu.
"Neden bunu polise anlatmadınız?"
Mareşalin ses tonu yumuşamıştı.
"Soruşturmayı yürüten Komiserle tanıştım. Benim bu tezi
mi dikkate almayacak kadar kendi düşüncelerinin içinde kay
bolmuş durumda. Hem dikkate alsa daha da kötü, kendisi bir
bürokrat ve araştırmaları ağırkanlılıkla yürütecek. Ama katil

- 189
krmz

Mario Mazzanti

bunun tersine çok kurnaz ve akıllı. Tehlikenin kokusunu he


men alıp kolaylıkla kaçıp kurtulacaktır. Bense içeriden ihtiyat
la çalışabilirim, orası benim kendi ortamım, içinde rahatlıkla
hareket edebilirim. Kısacası katilin şüphesini uyandırmadan
araştırma yapabilirim."
"Kendi yeteneklerinizi oldukça üstün görüp diğerlerininki-
leri aşağılamış olmuyor musunuz?"
"Sadece tek bir görgü tanığı vardı. Komiser onu korumayı
beceremedi hatta aksine onu bir yem gibi katilin önüne fırlattı.
Benim de sonum böyle olsun istemiyorum."
Salvadori derin bir nefes alarak Trevis'i yerine oturmaya da
vet etti.
Sakin bir sesle, "Bana her şeyi anlatın Profesör... En başın
dan" dedi.

Denişe şehir merkezindeki şık kafeye girip hemen çay sa


lonuna yöneldi ve salonun girişinde durup görüşeceği kişiyi
aramak için etrafına bakındı.
Köşedeki masalardan birinde Profesör Tosi-Ronchi ayağa
kalkarak gülümsedi.
"Davetimi kabul ettiğiniz için size minnettarım Doktor
Hanım, lütfen oturun... Çay mı tercih edersiniz, kahve mi?"
Denişe ihtiyatla oturdu, bölüm başkanının cana yakınlığı
gerginliğini azaltmıyordu. "Kahve, teşekkürler" dedi.
Tosi-Ronchi kesimi çok güzel bir takım elbise giymişti,
içinde soluk pembe bir gömlek vardı. Kravatı da çok zevkliydi,
ipek ve hiç şüphesiz üstündeki diğer kıyafetler gibi çok paha
lıydı. Masalara servis yapan genç kızın dikkatini çekmek için
bir işaret yaptı.

- 190-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"Eminim ki neden sizinle böyle alışılmadık bir yerde buluş


mak istediğimi soracaksınız..."
Tosi-Ronchi bakımlı ellerini masada birleştirdi.
"Bakın, dün akşam ilgililerin enstitümüz eğitmenlerine,
daha net olmam gerekirse siz ve Profesör Trevis'e karşı göster
meye başladığı bu yeni ilgi sonrasında bölüm başkanı kimli
ğimden faydalanarak Doktor Giurato'dan samimi bir görüşme
talebinde bulundum. Bu görüşmeden rahatlamış olarak çıktı
ğımı söyleyemem. Çünkü bizim bir türlü ulaşılamayan Profe
sör Trevis'imizin, Trentino'da ya da İtalya'nın başka bir yerinde
aslında hasta ya da iyi bir teyzesi yokmuş. Korkarım ki kendini
zor bir duruma düşürdü... Doktor Giurato başka ne biliyor
olabilir bilmiyorum ama size tüm açık yürekliliğimle söylüyo
rum: Profesörün, Meriurgo cinayetinde şüpheli olduğuna dair
çok net bir kanıya vardım."
"Ama bu mümkün değil! Buna inanmam..."
"Ben de Profesör Trevis'in bu olaylarla ilgisi bulunmadığı
na eminim ve Doktor Giurato'yla konuşur konuşmaz üstün
deki her türlü şüpheyi yok edeceğini düşünüyorum." Tosi-
Ronchi'nin sesi daha da ciddileşti. "Bu yüzden size kendisinin
nerede olduğunu soruyorum. Bana dürüstçe cevap verin Deni
şe, Profesörün iyiliği için."
Bölüm başkanı ilk defa ona kendi ismiyle hitap etmişti.
"Gerçekten... Üzgünüm... Ama ben nerede olduğunu hiç
bilmiyorum."
Denişe bölüm başkanının gözlerine daha fazla bakamayarak
bakışlarını kucağındaki çantasına indirdi.
Tosi-Ronchi yine yumuşamıştı.
"Oysa Doktor Giurato sizin Trevis'in nerede olduğunu bil-

-191 -
krmz

Mario Mazzanti

diğinizi düşünüyor ve açıkçası... Ben de ona katılıyorum... Şu


an güzel çantanızla oynamanız olmanız da bunun en büyük
göstergelerinden biri. Size bunu, bölüm başkanınız olarak de
ğil, Doktor Giurato'nun özel isteği üzerine resmî olarak tekrar
soruyorum: Profesör Trevis'in şu an nerede olduğunu biliyor
musunuz?"
"Sizi temin ederim ki ben hiçbir şey bilmiyorum, bu kadar
ciddi bir durum karşısında böyle bir şeyi saklamak için nasıl
bir sebebim olabilir?"
Denişe bakışlarını çantasından kaldırıp bölüm başkanının
gözlerine neredeyse sert denebilecek bir şekilde dikip hızla ko
nuşmuştu.
"Doğru, nasıl bir sebep..." v

Tosi-Ronchi bunu söylerken meleksi bir ifade takınmıştı, tıp


kı katıldığı televizyon programlarında aldığı cevaplardan mem
nuniyet duyduğu zamanlardaki gibi. Konuşmaya devam etti:
"Sebepler... Bazen insanların sebeplerimizi yanlış aksettire
ceğinden korkar ve bu korkunun bizi yönlendirmesine izin ve
ririz; mesela benim durumumu düşünün. Kendime, böyle bir
buluşmaya gelmekle doğru mu yapıyorum diye sordum. Ya siz
benim bu davranış şeklimin sebeplerini yanlış anlamış olsay
dınız, daha doğrusu bu sebeplerin ne kadar önemli olduğunu
fark etmeseydiniz..."
"Hayır, yanlış anlamadım, Profesör Trevis'in iyiliği için böy
le hareket ettiğinizi biliyorum."
"Öyle tabii ama ben sadece kendi kendime düşünüyordum.
Eğer Doktor Hanım tüm bunları Trevis'in nerelerde saklambaç
oynadığını öğrenmek yerine ona durumun vahametini iletmek
için yaptığımı düşünseydi ne büyük bir karışıklık olurdu değil
mi? Trevis'e, en azından bu olayla hiçbir ilgisi olmadığını tam

- 192-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

ıııl.ımıyia gösterene kadar iyice saklanıp Doktor Giurato'dan


u/.ıl< durmasını iletmeye çalıştığımı bir düşünün. O zaman
neler olurdu? Beni yanlış anlayıp tüm bunların aklınızdan geç
mesi durumu gerçekten daha da zorlaştırırdı."
Tosi-Ronchi kahvesinden kibar bir şekilde bir yudum aldık-
ı.ııı sonra devam etti:
"Çünkü bunları düşünmüş olsaydınız hemen devreye hayal
•tycü girerdi. Ne bileyim mesela, eğer Giurato sizi gerçekten de
Trevis'in sırdaşı olarak görüyorsa sizi takip ettirebileceğini ve
daha tedbirli olmanız gerektiğini düşünürdünüz... Hatta belki
telefonunuzun dinleniyor olabileceğine dair saçma bir korkuya
bile kapılabilirdiniz..."
"Saçma mı?"
"Bürokrasinin kendi süreçleri vardır, canım. Bunun için
hâlâ en az yirmi dört saat var."
Denişe kendine engel olamayarak sessizce gülmeye başladı.
"Neyse ki ne demek istediğimi tam olarak anladınız" dedi
Tosi-Ronchi.
Yüzünde dostane bir gülümsemeyle ayağa kalkıp devetü-
yünden şık paltosunu giydi ve Denise'e doğru eğilerek:
"Enstitüye dönmem gerek, umarım öğleden sonraya kadar
gülmeniz kesilir, Doktor Hanım" dedi.
"Profesör... Teşekkürler."
"Bu, çirkin bir durum, Denişe. Her şeyin bir an önce bitme
sini ve katilin cezasını çekmesini diliyorum. Ben, Meriurgo'nun
enstitüde konuştuğu son kişiydim ve hâlâ son sözlerini duyar
gibiyim. Her zamanki kendi tarzında kelimelerin farklı anlam
ları vardı ama bu sefer sanki bir önsezi içeriyorlardı: 'Elveda,
sevgili dostum...'"

- 193-
krmz

Mario Mazzanti

Denişe kaslarının gerildiğini hissetti.


"Profesör'ü gördüğünüzü bilmiyordum."
"Görmedim zaten. Cinayetten birkaç saat önce enstitüden
telefonla konuştum. Rastlantı oldu. Odasına uğradığım bir
eğitmen kendisiyle telefonda konuşuyordu ve ben içeri girdi
ğimde konuşmalarını sonlandırmak üzereydiler. Böylece be
nim de Profesörle iki çift laf etme imkânım oldu."
Denişe normal davranmaya çalıştı.
"Bu durumda Profesör Meriurgo'yla son konuşan kişiler siz
ve Profesör...?"
Denişe o ismi duyacağından acı bir şekilde emindi.

- 194-
krmz

17

T revis anlatmayı bitirdiğinde Mareşalle aralarında derin


bir sessizlik oldu. Salvadori uzun bir süre dikkatini elin
de buruşturmakta olduğu sigara paketine verdi. "Güzel" dedi
sonunda ayağa kalkarak. "Sahilde biraz yürüyelim ve bu güzel
güneşin tadını çıkaralım."
Birkaç dakika hiç konuşmadan kıyı boyunca yürüdüler; gü
neş ısıtıyordu ve Trevis sıcaklığı yüzünde hissediyordu. Ona
iyice ağırlık vermeye başlayan kolundaki paltosunu kafede bı-
raksa daha iyi olurdu diye düşündü.
Mareşal kelimeleri vurgulayarak yavaşça konuşmaya başladı:
"Varsayımınıza ilk bakışta inanmak zor Profesör. Ama ne
kadar inanılmaz bir polisiye roman gibi gözükse de ben yakla
şımınızın doğru olduğunu düşünüyorum."
Trevis ufka doğru bakıyordu, artık Montecristo seçilemiyor-
du; hava yükselen sıcaklıktan dolayı berraklığını kaybetmişti.
"Yirmi yıl sonra tekrar kan dökmeye başlamak! İmkânsız
gibi gözüküyor, oysa... Bu eski seri cinayetlerin garip tarafı bir-

-195-
krmz

Mario Mazzanti

den son bulmuş olmasıydı. O dönem görüştüğümüz uzmanlar


katilin bunu yapmaya devam edeceğini söylemişlerdi; adamın
günlük hayatını normal şekilde devam ettirebilen ve kendini
çok sıradan gösterebilen bir paranoyak olduğunu düşünüyor
lardı. Cinayetlerin bu kadar kısa aralıklarla işlenmiş olması ise
çılgınlığının geri döndürülemeyecek bir kriz sürecine girdiğini
işaret ediyordu. Artık öldürmeden duramazdı. Belki kısa bir
süreyi suskun geçirebilirdi, bu da belki yeni cinayetinin tiyatro
sahnesini oluşturması için gerekli olan zamandı. Oysa böyle ol
madı. Uzun bir süre bu anın geleceğinden korkarak bekledik.
Yıllar boyunca nerede olursa olsun, küçük de olsa benzerlikler
taşıyan cinayetlerin işlendiği yerlere gidip incelemeler yaptık.
Her seferinde bunu yapanın o olmasını ve kendisini yakalama
mıza yardımcı olacak bir iz, bir ipucu bırakmasını ümit ettik...
Ama adamımız bir daha asla ortaya çıkmadı. En azından bir
kaç gün öncesine kadar..."
Trevis araya girdi:
"Yalnız son cinayetler savunma amaçlıydı, lafın gelişi tabii.
Bunları kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek için yaptı."
"Eğer bu adam gerçekten oysa kolay kolay durmayacak, ar
tık durmaz..."
Mareşal sigarasını yakmak için durdu.
"Katilin eşkalini tespit edebildiniz mi?" diye sordu Profesör.
Salvadori sigarasından açgözlüce birkaç nefes çekti. Trevis
Mareşal'in işaret ve orta parmağının nikotinden sararmış ol
duğunu gördü.
"Yirmi yıl önce seri katil diye bir terim yoktu ve eşkâl söz
cüğü pek anlaşılmazdı. Şöyle desek daha doğru; katille ilgili
kafamızda oluşturduğumuz ve bildiğimiz şeyler vardı ama en
iyisi ben size her şeyi sırayla anlatayım. Follonica her zaman çok

- 196-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

lakin bir yer olmuştur; kışın uykuya yatan ve yazın turistlerle


dolan bir kasaba düşünün. Bugün böyle, yirmi yıl önce de böy
leydi. Yaşayanlar sakin insanlardır, pis işler sadece birkaç kişiyle
sınırlıdır. Ama her şey birden değişiverdi. İlk kurban parfümeri
de- çalışan bir tezgâhtardı; yalnız yaşıyordu. Katil pencerelerden
birini zorlayarak içeri girmiş, kızı büyük bir bıçakla ki bu büyük
ihtimalle bir asker bıçağıydı, şah damarını keserek öldürmüş.
Başka hiçbir yara izi yok; sadece sağ elle yapılan net ve keskin
bir bıçak darbesi o kadar. Hiçbir mücadele belirtisi yok. Kı
zın kendini koruyacak zamanı bile olmamış, büyük ihtimalle
hiçbir şeyin farkına varmadan uykudan ölüme geçmiş. İşken
ce yok, tecavüz yok, sperm ya da parmak izi yok. Cinayetten
sonra yerini değiştirmek ya da özel bir pozisyon vermek için
kadının vücuduna dokunmamış, görüldüğü kadarıyla hiçbir
şey çalmamış. Tek iz önü kanlı bir ayakkabı tarafından bıra
kılmıştı; kırk üç ya da kırk dört numara olabilir. Her yer kanla
kaplıydı, hayatımda bu kadar kan görmemiştim. Katilin üstü
bolca kana bulanmış olmalıydı ama evden yıkanıp temizlen
meden ayrılmış. Geçtiği yerleri kan izleriyle lekelemiş. Kimse
onu görmemiş ve bir şey duymamış. Kızın hayatını, geçmişte ve
o gün neler yaptığını araştırdık ama hiçbir şey bulamadık. Bir
sebep arayışı içindeydik; manyak bir katil ya da bugünkü adıyla
bir seri katille karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorduk, daha
doğrusu buna inanmak istemiyorduk ama birkaç gün sonra bu
fikrimizi değiştirmek zorunda kaldık. Sıra otuz yaşını biraz geç
miş, gösterişli ve özel hayatı oldukça hareketli olan bir kadın
daydı. Evliydi ama bu onun arkadaşlık kurmasına engel değildi,
diğer erkeklerle yakın ilişkiye girmesinden bahsediyorum. Ko
cası Piombino'daki çelik fabrikasında çalışıyormuş ve kocasının
nöbette olduğu bir gece kadın evden çıkıp kaderini bulmaya
gitmiş. Gece yarısına doğru en yakın arkadaşı ve çevirdiği iş-

- 197-
krmz

Mario Mazzanti

lerdeki suç ortağı olan bir kadını telefonla aramış ama o geceki
planlarından hiç bahsetmemiş. On dakika kadar konuşmuşlar,
kapattıktan sonra arkadaşı soracağı bir şey olduğunu hatırla
yıp tekrar aramış ama telefon meşgulmüş, birkaç dakika son
ra tekrar denediğinde ise telefon çalıyormuş ama cevap veren
yokmuş. Kadının cesedi ertesi sabah, beni bulmak için ırmak
kenarına gelirken arabayla geçtiğiniz denize bakan büyük çam
ormanında bulunmuş. Yarı çıplak ve ağzı tıkalı, elleri başının
üstünde büyük bir çam ağacına bağlanmış. Yoldan oraya kadar
yaklaşık üç yüz metre sürüklenmiş, bilinci yerinde değilmiş. İz
lerden anlaşıldığı kadarıyla katil yetmiş beş kilo ağırlığında ve
ayakkabı numarası kırk üç. Yine sağ eliyle kullandığı bıçak, bu
neredeyse kesin, ilk cinayettekiyle aynı. Ama bu sefer katil biraz
eğlenmek istemiş ve önce elmacık kemiklerinde ve göğüslerinde
derin kesikler açmış. Kadının yüzü ve göğsü yaralardan akan
kanla kaplanmış. Sonra kollarını bileklerine kadar yararak ana
damarların kesileceği şekilde tendonları ve kasları parçalamış.
Her zamanki boyundan tek kesiğe ancak en son sıra gelmiş. Bu
sefer de tecavüz izi yok ve katil yine hiçbir parmak izi ve ipucu
bırakmamaya çok dikkat etmiş. Kurban karşı koymamış, ense
sinden bir darbeyle bayıltılıp sonrasında da ilaçla uyuşturulmuş.
Büyük ihtimalle son ana kadar kendinde değilmiş. Göreceğiniz
üzere bizimkisi çok ihtiyatlı bir katil. Kurbanlar korku içinde
çığlık atmıyor, tecavüze uğramıyor, kendilerine neler olup bit
tiğinin farkında bile olmuyorlar. Diğer taraftan suç mahalli ve
ortadaki sahne tüyler ürpertici. Her yere saçılmış olan kan âdeta
ben buradayım diye bağırıyor. Eğer o zavallı, mosmor ve içi
boşaltılmış bedenler olmasa ortada bir Grand Guignol* temsili
var gibi gelecek insana. Birçok uzman geldi; psikiyatristler, kri
minologlar, suç antropolojisi uzmanları... Bir araya gelip topla-
1897 yılında Paris'te kurulan ve dehşet verici korku şovlarının sahnelendiği bir tiyatro.

- 198-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

irimiz az sayıdaki ipucuyla bugün kullanılan terimiyle katilin


ıı eşkâlini oluşturdular. Bu profil elbette ki araştırma alanını
ı.ıİtiyordu ama yine de samanlıkta iğne aramaktan farksızdı,
ilamımız yirmi, otuz yaşları arasında, boyu bir yetmiş beş ya
a bir seksen; yetmiş kilo civarında ve solak değil. Orta ya da
ıIM imde bir kültürel yapıya sahip ve yalnız yaşıyor olmalı. Sa
at sal zevkleri var, mesela resim ya da müzik gibi. Follonica'dan ok
uzak olmayan bir merkezde yaşıyor ve büyük ihtimalle
mcklilcrinkine benzer rahat bir hayat sürüyor."
Trevis Mareşal'in uzun konuşmasını böldü:
"Bu çıkarımları nasıl yaptınız?"
"Antropometrik veriler, katilin çam ormanının zemininde
ıraktığı izlerden ve kurbanlardaki yaraların açılarından oluş-
uruldu. Yaşına gelince; uzmanlar bu şekilde hiçbir cinsel sebep
İmadan meydana gelen çılgın cinayet nöbetlerinin otuzlu yaş
ardan sonra görülmesinin imkânsız olduğunu belirttiler hatta
lası yaşın yirmi beş-yirmi altı olduğuna neredeyse emindiler."
"Peki ya orta ya da üst bir kültüre sahip olduğu? Sanatsal
zevkler konusu?"
Salvadori kollarını iki yana açarak, "Psikiyatrist ve krimino
logların kendilerine has yolları var..." dedi.
"Cinsel sebebin tamamen yok sayılması doğru bir yaklaşım
mıydı?"
Mareşal sigarasının izmaritini kuma attı.
"Uzmanlar buna hayret ettiler ve söyleyebilirim ki böyle bir
şeye anlam veremediler ama kurbanların hiçbirinde cinsel şid
det ya da sperm izine kesinlikle rastlamadık. Tabii katile cinsel
haz veren başka bir şey varsa Tanrı bilir. Sadece bu da değil; kur
banlarını korkutmak, bağırdıklarını duymak istemiyor, daha zi
yade canlarını almadan önce gözlerine bakmak istiyordu ama

- 199 -
krmz

Mario Mazzanti

işkence etmekten zevk almıyor hatta daha az tepki vermelerini


sağlayacak şekilde hareket ediyordu. Kurbanlara karşı neredey
se kayıtsız gibiydi hatta nasıl anlatsam, işini mahvetmelerinden
tedirginlik duyar gibi bir hâli vardı. Onu büyüleyen tek bir şey,
her şeyin merkezinde tek bir neden varmış gibiydi: Kan. Ada
mımız kan görmek ve ona dokunmak için öldürüyordu... Uz
manlar arasında katilin kanı içtiğinden şüphelenenler bile vardı.
Bundan dolayı ona aramızda 'vampir' ismini takmıştık."
Trevis neredeyse utangaç bir tavırla, "Ben ona kurt diyo
rum" dedi.
"Kurt mu? İlginç... Siz de psikoloji profesörüsünüz... Söylese-
nize Thomas Harris'in KızılEjder adlı romanını okudunuz mu?"
Trevis hayır anlamında başını iki yana sallarken Mareşal'e
anlamaz gözlerle baktı.
"Okuyun, çok güzel bir cinayet romanıdır ve aradaki ben
zerlikleri görünce şaşıracaksınız..."
Salvadori'nin gözleri bir an için esprili bir bakışla aydınlandı.
"Neyse konumuza dönelim. Soruşturmalar günler ve gece
ler boyu hiç aralıksız devam etti. Olay artık ulusal bir konu
hâline gelmişti; korku filmi ve çizgi romanı tutkunlarını bile
araştırdığımızı hatırlıyorum..."
"Kurbanlar birbirini tanıyor muydu?"
"Doğal olarak yaptığımız ilk şey kadınlar arasında bir bağ var
mı diye araştırmak oldu ama hiçbir şey bulamadık. Tanışıyor
lardı elbette ama burası gibi küçük bir kasabada herkesin birbi
rini biraz tanıması normaldir. Ayrıca vampir seçimini yaparken
belirli bir kriter izliyor olsa da bu, kurbanları birbirine direkt
olarak bağlayan bir şey değildi. Kısacası bizi ileri götürecek bir
adım bile atamadık. Karanlıktaydık ve çaresizliğin verdiği bir
öfke içindeydik. Korku içinde katilin bir sonraki hamlesini ve
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

İ M I sefer bir hata yapmasını beklemek zorundaydık. Vampirin


ilk ve ikinci cinayeti arasından üç hartadan az bir süre geçmişti,
ut, üncüsü için ise sadece iki gün beklememiz yetti. Sıra yirmi
•Kının altında bir fahişedeydi. Castiglione della Pescaiaya gi
den cadde üstünden alınmıştı. Kızın mesleğine rağmen bu ci
nayette de hiçbir cinsel güdü yoktu; katil bu kızı mecburiyetten
seçmişti. Kasabadaki bütün kadınlar korku içindeydi. Yalnız
yaşayanlar kapılarının arkasına barikat kuruyor ve hava karar
dıktan sonra hiçbir kadın yalnız başına dışarı çıkmıyordu; ayrıca
elli kadar kasabalı gece nöbet tutuyordu. Vampir için fahişeler
den başka bir alternatif kalmamıştı. O zavallı kızcağız her gün
otobüsle Amiata Dağı'ndan kasabaya geliyordu. Ailesini bir te
mizlik şirketinde çalıştığına ve geceleri iş yerlerini temizleyerek
geçirdiğine inandırmıştı. Oldukça iyi bir miktar biriktirmeyi
başarmıştı. Torino'ya yerleşip küçük bir butik açmak istiyordu...
Neden Torino'yu seçmişti, Tanrı bilir... Sokakta para kazandığı
son gecelerden biriydi belki de. O da bir şekilde bayıltılıp ilaçla
uyuşturuldu, sonra yakındaki küçük koruluğa sürüklendi. Cina
yet şeklinin ikinci kurbanla arasında pek de büyük farkı yoktu,
sadece boyundaki kesik daha derindi. Vampir belirli bir ritüe-
li takip ediyor gibiydi. Uzmanlar, katilin kendine 'istikrarlı bir
ifade' şekli edindiğine dair hemfikirdi. Aynen böyle söylediler.
İçlerinden biri tıpkı iddiaya girer gibi sonraki kurbanların kafa
sını koparırsa buna hiç şaşırmayacağını açıkladı; ona göre sürekli
daha derin şekilde kesilen boyun bunun kesin bir göstergesiydi.
Anlıyor musunuz Profesör... Sonraki kurbanlar!"
Mareşal Salvadori karmakarışık bir ifade içindeydi. Bu olay
ları hatırlamak ona o günlerdeki acıyı geri getirmişti. Tüm o
yaşanılan korkuyu önlemekte içine düştüğü iktidarsızlığı tek
rar yaşıyordu. Durup ufukta kaybolan gözleriyle denize baktı,
o da Montecristo'yu arıyor gibiydi.

-201 -
krmz

Mario Mazzanti

Trevis bir süredir boğazını yakan soruyu sormak için biraz


bekledi.
"Kurbanlarını nasıl uyuşturuyordu?"
Mareşal yeni bir sigara yaktı, sakinleşen ses tonuyla cevapladı:
"Evet, Profesör, sizin de tahmin ettiğiniz şekilde..." Salva-
dori ufku izlemeye devam etti. "Vampir kurbanlarına ketamin
enjekte ediyordu."
Trevis ürperdiğini hissetti.

"ikinci kurbandan itibaren bunu kullandı. Tıp doktoru ola


bileceğini düşündük ya da sağlık kuruluşunda çalışan biri. Bu
varsayım etrafında araştırmalar yapıyorduk ama üçüncü cina
yetin işlendiği geceyle birlikte elimizde başka bir kartımız daha
oldu ve bu çok önemli bir karttı: Katili gören biri vardı."
"Ve burada sahneye Giorgio Olivadotti giriyor..."
"Aynen. Olivadotti o yıllarda kendine güveni olmayan, çe
kingen ve yalnız bir gençti. Gerçek bir dostu, sevgilisi, insan
larla iletişim içinde olacağı gerçek bir ilgi alanı yoktu. Monte
dei Paschi Bankası'nda çalışıyor, yöneticisinin takdirini alma
nın keyfîni sürüyordu ama iş arkadaşlarıyla arasında asla özel
bir bağ kurmuyordu. Ailesinin evinde ablası ve eniştesiyle bir
likte yaşıyordu. Genellikle akşamları uzun gezintiler yapmaya
çıkıyordu ve bu, onun tek eğlencesiydi."
"Ve o gece, o gezintilerinden birinde katilin yüzünü gördü."
"O gece... O gece..."
Salvadori gözlerini kapadı.

-202-
krmz

Yirmi yıl önce...

M areşal Salvadori saat akşamın dokuz buçuğu olmasına


rağmen yerel jandarma iki katlı karakol binasının üst
katındaki ofisindeydi. Bakışları açık pencerenin ardındaki ge
cenin karanlığına dalmıştı.
Dolunayın ışığıyla aydınlanan, çam ve deniz kokulu yazın
başladığı, karanlıkta çıkan her bir sesin içine girmeyi bekleyen
bir huzursuzlukla dolu, gergin ve hain bir geceydi.
Mareşal masasının üstündeki raporu kim bilir kaçıncı kez
tekrar okudu. Odayı soğuk ışığıyla aydınlatan neon lamba, ses
sizliğin içinde dalgalanan bir vızıltı çıkarıyordu.
Ketamin farklı bir anestezi tekniği için özellikle hastane
lerde kullanılan bir ilaçtır; sıradan bir ilaç gibi eczanelerden
satın alınması mümkün değildir. Bundan dolayı önceki gün
lerde kontrol için elli kilometre mesafe içindeki bütün has
tanelerle irtibata geçilmiş ancak hastanelerin hiçbirinde bu

-203 -
krmz

Mario Mazzanti

ilacın eksik çıktığına dair sonuca ulaşılmamıştı. Bu basit bir


iş değildi. Son altı ayın hasta anestezi dosyaları tek tek in
celenmiş, bu sayısız evrak iç eczane envanteri ve eczanelerin
dolum ve boşaltımından sorumlu sicil dairesi tutanaklarıyla
karşılaştırılmıştı.
O gün öğleden sonra Salvadori nihayet son kalan hastane
nin raporunu da almıştı. Sonuç diğerleriyle aynıydı, ketamin
eksiği yoktu.
Demek ki vampir bu ilacı uzun bir süredir elinde bulundu
ruyordu ya da daha uzaktaki bir hastaneden çalmıştı. Katilin
ilacı çaldığı hastanede çalıştığı düşünülürse ikinci varsayım pek
de m üm kün değildi. Elli kilometrenin dışındaki en yakın has
taneler Siena ve Livorno'daydı ki bu, hiç de düzgün olmayan
doksan kilometrelik bir yol demekti. Katilin kurbanını seçmek
için oralardan kalkıp Follonica'ya gelmesi zordu. Hastanede
çalışan ve suç mahalline yakın oturanlar, Cecinada çalışan bir
hemşire ve San Vincenzo'da çalışan emekliliğine az kalmış yaşlı
bir radyologdu. Her ikisi de katilin profiline uymazken cinayet
günleri için çok sağlam mazeretleri vardı.
Salvadori derin bir nefes aldı; ilk kurban uyurken öldürül
müştü, ikincisi ketaminle uyutulmuştu. Demek ki vampir kur
banlarının ayık olmasını istemiyordu. Elinde daha ilaç bulu
nuyor muydu? Bitince tekrar nasıl buluyordu? İş üstündeyken
kurbanlarının bilinçlerinin yerinde olmaması için başka hangi
yollara başvuruyordu?
Ve yine aynı soru: Eğer bir doktor ya da hastabakıcı değilse
bu ilaç hakkında başka kimler bilgi sahibi olabilirdi?
Gözlerini kapadı. Eczacı, veteriner, fakültenin son yılların
daki bir öğrenci ya da... Ya da bu ilaçla kendisine anestezi ya
pılmış bir hasta da olabilirdi.

-204-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Mareşal hızlıca bir hizmet emri yazarak odasından çıktı ve niş


katındaki telsiz odasına girdi.
Yorgunluk kendini hissettirmeye başlamıştı. Gece hizmeti
u,in kısa bir süre önce işe alınmış olan görevliye yöneldi ve
I âğıdı uzatarak emir verdi:
"Yarın sabahki bölüm başkanına acil olarak iletilecek."
"Emredersiniz Mareşal."
"Her şey yolunda mı?"
"Dört devriye görev başında; ikisi kasaba merkezinde devri
ye geziyor, diğer ikisi de Castiglione della Pescaia ve Aurelia'dan
gelen ana otobanın girişinde nöbetteler. Şu ana kadar rapor
edilecek bir şey olmadı."
"İyi."
Salvadori bileğindeki ucuz saatine baktı. On dört saattir gö
revdeydi. "Kahve var mı? Bir süre daha buradayım" dedi.

Araba dik yokuştan dikkatle iniyordu. Gece; yolun siyah


ve engebeli asfaltı, tepenin yoğun Akdeniz makileri arasında
yutulup yok oluyor gibiydi. Arabanın farları her keskin virajda
geceyi daha da karanlık gösteren arapsaçına dönmüş bitki ör
tüsünü aydınlatıyordu.
Direksiyondaki adamın kafasında hiçbir düşünce yoktu.
Görüntüler, renkler ve sadece kendinin duyabildiği bir müzi
ğin notalarındaki gerilimle titreyen hisler geçit yapıyordu.
Arabanın maki örtüsünü ardında bırakıp vadiye ulaşması
için hâlâ birkaç dakikaya ihtiyaç vardı. Nihayet dolunay geceyi
aydınlatan yüzünü tekrar gösterdi. Deniz ve çamların kokusu
arabanın içine doldu.
Uzun bir yoldan sonra Follonica'nın ilk ışıkları görünmüştü

-205 -
krmz

Mario Mazzanti

bile. Adam, zihnindeki müzik gittikçe daha da güçlenirken gaz


pedalına sonuna kadar bastı. Şehrin ışıkları artık iyice yakın
dı. Şehrin kapısında konuşlanmış jandarma arabasının parlak
mavi ışıklarını da seçebiliyordu. Adam tedirginlik duymuyor
du. Sola dönüp çam ormanları boyunca devam eden geniş bir
yola girdi, şehir merkezinden uzaklaşıyordu.
Deniz kokusu zihnindeki müziğin kıvrımları arasına süzü
lüyordu. Adam aynadan arkaya bakıp jandarma arabasının ye
rinde durduğundan emin oldu. Bu iyiydi.
Arabanın hızı giderek arttı.

Akşam saat onda, Giorgio Olivadotti yani gelecekteki Ha


yalci evinden çıktı, hava ılıktı. Kaldırımda birkaç metre iler
ledi, yeşil renkli Mini Minör marka arabasına bindi. Motoru
çalıştırmadan önce torpidoda tuttuğu el fenerini kontrol edip
düzgün çalıştığından emin oldu.
Önceden belirlediği bir amaç olmadan tembelce kasabanın
sokaklarında ilerlemeye başladı. Kendini kadere ya da içgüdü
lerine bırakmıştı. Bunun ne olduğunu adlandırmakta zorlanı
yordu. Sonunda kasabanın kuzeyindeki turistik bölgeye yönel
di. Yaz dönemi boyunca su şebekesi, plaj ve deniz kapasitesinin
karşılayabileceği en fazla insanı misafir edecek tek ya da iki
odalı sayısız yerin olduğu tam bir konut karmaşasıydı.
Sokaklar arasında zikzaklar çizerek yavaşça ilerledi. Hiçbir
av bulamadığı için pes etmişti. Manyak katil hikâyesi kasabada
öyle bir korku yaratmıştı ki hiçbir çiftin arabada birlikte olacak
cesareti kalmamıştı.
Sahile inip çam ormanını soluna aldı ve daha da kuzeye
yöneldi; hoş bungalovlar isviçreli ve Alman turistlere güneş,
deniz ve soğuk bira vaat ediyordu.

-206-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Yolun bittiği geniş toprak alana doğru ilerledi. Belki orada


11 m birileri bulunabilirdi...

Mareşal Salvadori, fincanında kalan yoğun ve siyah kahve


min son yudumunu da mideye indirdi; art arda içtiği sigara
lardan bir tane daha yakıp tavana yükselen dumanı izleyerek
lakince içine çekti.
Geçen ay sigarayı bırakacağına dair kendine kaç defa söz
vermişti...
Ertesi gün için hazırladığı hizmet emri, ortaya sonuca
laşma garantisi olmayan başka zor işler çıkarıyordu; son
yıllarda ketamin anestezisiyle ameliyat olmuş ve Follonica'ya
otuz kilometre uzaklıkta yaşayan hastaların bir listesini çı
karmak. Araştırma Siena, Floransa, Piza ve Livorno şehirle
rinin çevrelerindeki hastanelere kadar genişletilecekti. Da
hası, bölgede yaşayan doktorların yanı sıra, veterinerler ve
eczacılar da araştırılıp tıp, veterinerlik ve eczacılık bölümleri
son sınıf öğrencilerinin de araştırmaya dâhil edilmesi gere
kiyordu. Tüm bu isimleri, danışman psikiyatristlerin ve kri-
monologların oluşturduğu vampirin profiliyle karşılaştırıp
isimleri azaltarak -en azından böyle ümit ediyordu- kısa bir
liste hâline getirecek ve bunun üstünde ipucu aramaya baş
layacaktı.
Salvadori sigarasını söndürüp izmariti küllükte sinirle ezdi.
Şu katili bir ele geçirebilseydi...
Ertesi sabah, Massa Marittima Hastanesi'nde anestezi uz
manı olan amatör balıkçı arkadaşı Doktor Ceccherini'yi gör
meye gidecekti. Bazı cevaplara ihtiyacı vardı. Vampirin elinde
ketamin kalmadığını ve ilacı yeniden bulmanın tehlikeli ve zor
olduğunu düşünerek aynı etkiyi yaratacak muadil bir ilaç olup

-207-
krmz

Mario Mazzanti

olmadığını soracaktı. Bu durumda katil bu ilacı almak için ne


yapardı? Ve bu girişiminde onu yakalamak için Mareşal ne ya
pabilirdi?
Mareşal Salvadori koltuğunda arkaya eğilerek gerindi; yor
gunluk ve elinde oynayacak az kartı olması cesaretini kırıyordu.
Yeni bir sigara yaktı.

Genç kız, Follonica'yı Castiglione della Pescaia'ya bağ


layan yol üstündeki duraklama cebinin kaldırımında otu
ruyordu. Bir sokak lambasının yakınındaydı. Yaklaşan ara
bayı duyar duymaz frapan ve dekolteli elbisesiyle kendini
göstermek için birkaç adım atması yeterli olacaktı. Sakince
bekliyordu; karanlıktaki sesleri dinlemek ve mayısın o gü
zel gecesindeki parfümlü havayı solumak hoşuna gidiyordu.
Sahil boyunca devam eden yol, denize tepeden bakan bir
uçurumun en üst kısmına ulaşıyor ve kızın bulunduğu cebin
bir köşesi Pıınta Ala'dan Piombino'ya kadar bütün Follonica
Körfezi'nin izlenebileceği bir teras hâlini alıyordu. O geceki
gibi dolunaylı gecelerde düşünceler bu terastan denize tatlı
lıkla süzülebilirdi.
Kız önce bu terasta beklemeye niyetlenmişti ama yola en
yakın yer cebin koruyla birleştiği karşı taraftaki kısımdı. Böy
lece isteksizce olduğu yerde beklemeye devam etti. Manzara
yı seyretmek için müşteri kaybetmeyi göze alamazdı. Manevi
zevkler para kazandırmıyordu.
Yokuşu tırmanmakta olan bir arabanın gürültüsü bu
sükûneti ve kızın düşüncelerini böldü. Kız yavaşça yola yakla
şıp sokak lambasının altında durdu.
Birkaç saniye sonra uzaktan iki far göründü. Kız seksi oldu
ğunu düşündüğü bir duruşa geçti.

-208-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

(îcnç kız, gözleri cebe yaklaştıkça hız kesen arabanın pahalı


bil marka olduğunu fark edip memnun oldu. Araba iyice yavaş
layıp usulca cebe girdi. Yoldan olabildiğince uzağa, bir ağacın
Bölgesine gizlenerek park etti, sonra farlarını yakıp söndürdü.
Kız sert ışığın kendisini ezdiğini hissetti ve bu reflektörlerin
.ıhında yolun kasvetli karanlığından çıkıp aşina olduğu tiyatro
oyununu sergilemeye başladı.
Adam direksiyonun başında kızın yaklaşmasını bekledi, far
ları ve motoru çoktan kapatmıştı. Kız gülümsedi, sevimli ve
çekici bir gülümsemeydi bu. Adamın zihnindeki müzik yeni
den yükselmeye başladı.
Koruluğa doğru ilerlediler. Kız bir el feneriyle önlerindeki
küçük bir kısmı aydınlatabiliyordu ama adamın etrafını gör
mek için yardıma ihtiyacı yoktu. Gözleri gecenin gölgeleri ara
sında parıldıyordu.
Kızın teninden tatlı bir koku yayılıyor, bu koku ormanın
canlı, nemli kokusuna karışıyordu. Hiçbir engel onu durdura
maz, hiçbir güç ona engel olamazdı. Duyuları, içindeki müzi
ğin yaylı sesi gibi keskindi.
Darbe çok aniydi. Tam yerine, boynunun dibine vurmuştu.
Kız hiçbir şey düşünmeden ve acı hissetmeden yere yıkıldı.
Adam cebinden bir şırınga çıkarıp içindekini kızın koluna
yavaşça enjekte etti. Müziğin kendisine hâkim olmasına izin
vererek birkaç saniye bekledi, sonra kızı koltuk altlarından tu
tup ormanın içine doğru sürüklemeye başladı. Kızın bedeni
engebeli arazide zor ilerliyordu. Kısa sürede bacakları yarala
nıp kanamaya başladı. Ayakkabılarından biri çalılara takılıp
orada kaldı.
Adam çektiği zorluktan nefesinin kesildiğini hissetti. So
luğu boğuk ve buz gibi bir titreşim hâlini aldı. Omzuna alıp

- 209 -
krmz

Mario Mazzanti

taşısa daha az zorlanacağı kesindi ama kız bir avdı ve o yırtıcı


bir hayvan gibi avını inine sürükleyerek, toprakta parçalanmış
bedenin kan kokusunu bırakarak götürüyor; vahşi zaferinin
tadını çıkarıyordu.
Açıklık bir alanda durdu. Keskin gözlerini bir an için karan
lıkta gezdirdi. Artık her şey hazırdı...

Mini'nin farları bomboş olan taşlık meydanı aydınlattı ve


Olivadotti arabanın lastiklerini gıcırdatarak vitesi sertçe geri
ye taktı; yolunu tekrar şehir merkezine çevirmişti. Castiglio-
ne della Pescaia Caddesi'ndeki fahişelerden başka bir seçeneği
kalmamıştı. Bu bir çözümdü ama gizlice gözetlemek zorunda
kalacaktı ve bu, el lambasını iki sevgilinin üstüne tuttuğu gibi
güzel olmayacaktı. Çünkü fahişeler bundan korkmaz ve çiftler
gibi korku dolu tepkiler vermezlerdi. Aksine sinirlenebilirler ve
eğer bu durum tesadüfi partnerlerini canlandırıp güçlendirirse
sorun çıkarabilirlerdi. Olivadotti ihtiyatlı biri olduğundan ris
ke girmek istemiyordu.
İktidarsız ya da sapık falan değildi. Sadece kendini sürü
nün ve kurallarının dışında gören bir hayvandı. Kurbanlarının
arasında hünerle gizlenebilen bir avcıydı; işte kendisiyle ilgili
hoşuna giden kimlik buydu.
Ona ait olan bu farklı avlanmanın içinde uyandırdığı he
yecanlara bayılıyordu. Avını sabırla aramak, onu net olarak
görene kadar kimseye fark ettirmeden yakınına yaklaşmak,
homurtularını ve nefeslerini duymak, her şeye kadir olma
hissinin içinde kalbinin deli gibi attığını hissetmek ve birileri
tarafından fark edilme korkusunu yaşamak... Kendi heyecanı
nı hissedip onu elleri arasında tutmaya bayılıyordu ve çiftleri
aydınlattığında bu hissi, doruk noktasına çıkıyordu. Sarmaş

-210-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

dolaş bedenlerin birden ayrıldığını görmek... Korku içinde


ki kızın bağırışları ve çıplaklığını örtmeye çalışması, o esnada
erkeğin beceriksizce motoru çalıştırmaya ve en kısa zamanda
olabildiğince güvenli bir yere gitme çabası... Biraz sonra ce
saretlerini kazanan kurbanlar avcıya dönüştüklerinde, Oliva-
dotti çoktan oradan uzaklaşmış oluyordu. Kasabayı geçince
şehir merkezinin girişinde devriyede olan bir jandarma aracı
olduğunu fark etti. Büyük ihtimalle dönüşte kontrol etmek
için onu durduracaklardı. Bu hiç sorun değildi, bütün evrak
ları tamdı nasıl olsa.
Birkaç dakika sonra istediği yere ulaşmıştı. Arabayı yavaşla
tıp neredeyse adım hızıyla ilerlemeye başladı. O sırada yoldan
geçen başka araba yoktu. Sık bir koruluğa bitişik olan uzun ve
dar bir bekleme cebine gelmişti.
Gözleri yolun kenarında uygun fiyata cennet vaat eden fa
hişeleri aradı. Kimse yoktu. Olivadotti o geceki şanssızlığına
kendi kendine bela okuyarak gaza basmak üzereyken dikiz ay
nasından cebin köşesinde asırlık bir çamın gölgesine gizlenerek
park etmiş bir araba olduğunu fark etti.
Memnuniyetle gülümsedi. Adrenalin yükselmeye başlamış
tı bile.
U dönüşü yapmadan önce birkaç yüz metre daha ilerledi.
Duran arabayı daha iyi görebilmek için cebin önünden tekrar
geçti. Araç yoldan neredeyse hiç görünmüyordu ama içinde
kimsenin olmadığını anlamak için birkaç saniye gözlemesi ye
terli oldu. Demek ki koruluktaydılar.
Tekrar geri vitese taktı ve arabayı farları kapatıp duraklama
cebinin diğer köşesine park etti. Aşağı inip kapıyı sessizce ka
patmadan önce bir dakika kadar bekledi. Dışarıda ılık ve sakin
bir gece vardı.

-211 -
krmz

Mario Mazzanti

Bir süre tereddüt ettikten sonra el fenerini yanına almaya


karar verdi. Temkinli bir şekilde koruluğa girerken elindeki fe
neri sımsıkı tutuyordu.
Çok fazla içerilere ilerlemiş olamazlardı. Büyük olasılıkla
arabaya yakın bir yerdeydiler. Biraz açıktan dolaşıp arkalarına
çıkmaya karar verdi. Ormanın karanlığında hiç ses çıkarmadan
hızlı ve usta hareketlerle ilerledi. Çiftin varlığına işaret edecek
en ufak bir sesi algılamaya hazırdı.
Sık koruluğun içine doğru ilerlerken onları beklenmedik
bir şekilde karşısında buldu. Yoldan ve arabadan beklediğin
den çok daha fazla uzaklaşmışlardı.
Küçük ağaçsız bir alandaydılar. Ay ışığı çiftin gölgeleri
ni görebilmek için yeterliydi. Kadın ellerini başının üstüne
kaldırıp bir ağaca yaslanmış gibiydi, başını sol omzuna eğ
mişti. Adamsa kızın üstüne abanmıştı, göğüslerini okşuyor
ve boynunu öpüyor gibiydi... Ama ortada gerçeküstü bir şey
vardı sanki ve Olivadotti bunu yavaş yavaş kavramaya başlı
yordu. Hava sanki birden buz kesti, ortada doğal olmayan
bir sessizlik vardı. Ve kadın... Ne tek bir inilti çıkarıyor ne de
hareket ediyordu... Sonra başı... Başı eğilmişten çok, doğal
olamayacak bir şekilde omzuna devrilmiş gibiydi. Adam ye
meğini yiyen vahşi hayvanlar gibi kalın ve titrek bir homurtu
çıkarıyordu.
Olivadotti neredeyse farkına bile varmadan el fenerini açıp
kuvvetli ışığı üstlerine tuttu. İşte o zaman gördü.
Genç kızın kendi kanıyla kaplanmış çıplak vücudunu, boy
nunda ölüm çığlıkları atan bıçak yarasını gördü. Katilin alev
alev yanan gözleri ve kızın kanıyla kaplı suratıyla ona doğru
döndüğünü ve kırmızı elleriyle kendini ışıktan korumaya ça
lıştığını gördü; bıçağı hâlâ elindeydi.

-212-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Olivadotti el fenerini yere atıp bağırarak arabaya doğru ça


resizce koşmaya başladı. Arabasına ulaşamayacağından emin
di. Suçüstü yakaladığı kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordu.
Koşarken bir yandan da katilin üstüne atlayıp onu yere sürük
lemesini, buz gibi soğuk bıçağı boynunda hissetmeyi bekliyor
du. Sendeleyip kötü bir şekilde düştü. Hemen ayağa kalkıp
tekrar kaçmaya başladı. Bir yandan da düştüğünde anahtar
larını kaybetmiş olabileceği korkusuyla cebini karıştırıyordu.
Kendine şunu sordu: Ölüm acı veriyor muydu acaba...
Yola vardığında hâlâ hayatta olduğuna şaşıyordu. Hiç dur
madan arabasının kapısını açtı, içine atlayıp beklemeden mo
toru çalıştırdı ve tabanları yağladı. İki dakika sonra kasabanın
girişinde bekleyen jandarma arabasını gördüğünde boğazından
sadece anlaşılmaz sesler çıkıyor olmasına rağmen hâlâ bağırma
ya çalışıyordu.

"Mareşal! Mareşal!"
Telsiz operatörünün sesi normal bir seslenmeden çok çığlığı
andırıyordu. Salvadori beklediği şeyin olmasından endişelene
rek telsiz odasına gitti. Hoparlörden hışırtılar arasında metalik
ve telaşlı bir ses yayılıyordu:
"Dikkat dikkat, tekrarlıyorum, Scarlino bölgesinde devriye
de olan Zebra 4 konuşuyor. Belirgin bir şokta olan ve birkaç da
kika önce Collacchie mevkindeki taraçaya bitişik korulukta iş
lenen bir cinayete tanık olduğunu belirten bir kişiyi durdurduk.
Boynundan ölümcül şekilde yaralanmış bir kadın söz konusu.
Tekrar ediyorum; boynundan ölümcül şekilde yaralanmış. Kişi,
saldırganı şaşırtmak suretiyle kendisini olay yerinde bırakarak
kaçtığını belirtiyor. Olay yeri için acil denetim izni istiyoruz."
Salvadori operatörün elinden mikrofonu kaptı.

-213-
krmz

Mario Mazzanti

"Mareşal Salvadori konuşuyor. Zebra 4, durumu teyit et


mek için derhâl olay yerine gidin. Diğer devriyelere; hızla Zeb
ra 4'e yetişin ve şehir merkezinin girişine barikat kurun. Zebra
4'ün dikkatine; olay yeri yakınlarından uzaklaştığını gördüğü
nüz tüm araçların özelliklerini bildirin."
Salvadori emirleri âdeta bağırarak vermişti. Dikkati duvar
da asılı olan detaylı yol haritasına yöneldi.
"Follonica girişi dışında üç tane daha olası kaçış yolu var"
dedi yüksek sesle. "Castiglione'ye, Punta Ala ya ve Scarlino'ya
doğru... Hayır, düzeltiyorum; dört yol var. Tirli'ye giden yolu
da kullanabilir."
Mareşal nefes nefeseydi. Operatöre dönerek şöyle dedi:
"Grosseto Komutanlığı'na haber ver ve bu dört güzergâha
barikat kurmalarını söyle, en acil prosedür uygulansın. Ben
olay yerine gidiyorum, telsizden irtibat kuralım."
Birkaç saniye sonra Salvadori park yerinden çıkıyordu. He
men sireni çalıştırdı ve Castiglione Caddesi'ne doğru şehrin
sokaklarına atıldı. Yorgunluk ve cesaretsizlik birden uçup git
mişti. Salgılanan adrenalin dalgası kendini canlı hissetmesini
ve hızlı düşünmesini sağlarken kafasından ilk iki cinayetin ka
davra görüntülerini de uzaklaştırınıştı.
Devriyedeki iki ekibin oluşturduğu barikatı geçti. Askerler
makineli tüfeklerini almıştı. Artık önünde gaza sonuna kadar
basabileceği bir düzlük vardı. O hızda giderken yol kenarında ki
çamlık karanlık, şekilsiz bir gölge hâlini aldı.
Telsiz cızırdamaya başladı:
"Zebra 4 olay yerinde, Zebra 4 olay yerinde... Onaylıyoruz,
tekrar ediyorum onaylıyoruz. Bir kadın cesedi bulduk. Saldır
gandan hiçbir iz yok."

-214-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"Zebra 4, Zebra 1 Mareşal Salvadori konuşuyor. Yanınıza


ulaşmak üzereyim, ceset üzerinde görünür yaralar var mı?"
"Tanrım Mareşal... Korkunç durumda... Kafası neredeyse
kopmuş vaziyette."
Askerin dehşeti telsiz dalgalarında titrer gibi oldu âdeta.
"Zebra 2 beni duyuyor musunuz?" Salvadori bu sefer ka
sabanın diğer ucunda devriye gezen ekibe ulaşmaya çalıştı.
"Derhâl Zebra 4'ün yanına gidin."
"Zebra 2 konuşuyor, anlaşıldı. Hemen harekete geçiyo
ruz."
"Zebra 4 başka araçlarla karşılaştınız mı?"
"Hayır, efendim."
"Zaman, bana zamanlama verin Zebra 4."
"Anlayamadım, Mareşal..."
"Kahretsin zaman diyorum! Olay yerine ulaşmak için ne ka
dar zaman harcadınız? Tanık yanınıza kaç dakikada ulaşmış?"
"Bizim buraya gelmemiz üç dakikadan fazla sürmedi, aynı
şekilde tanık da o kadar vakit harcamış olsa gerek. Olayın an
latılması ve denetleme için harcanan yedi sekiz dakika da göz
önünde bulundurulursa vampirin olay yerini on dört, on beş
dakikadan daha önce terk etmesi imkânsız diyebiliriz."
Telsiz yayınında yeni bir ses duyuldu:
"Dikkat dikkat, Grosseto Komutanlığı hareket üssünden
Kaptan Micheli konuşuyor. Barikat kurulması istenen yerler
tutuluyor, operasyonun koordinasyonunu üstleniyoruz. Zebra
4, başlangıç raporu verin lütfen."
"Affedersiniz efendim, Zebra 1 Mareşal Salvadori konuşu
yor, barikatlar ne mesafede kuruldu?"

-215-
krmz

Mario Mazzanti

"ilk grup yirmi beş otuz kilometre arayla kuruldu, ikinci bir
grup kurma olasılığı üstünde çalışıyoruz. Ancak otuz metreden
sonra ana yollardan ayrılan çok sayıda yan yol var ve hepsini
kontrol altında tutmak çok zor. Ama her halükârda eğer arabayla
kaçtıysa çıkışlar tam vaktinde tutuldu, ancak uçarak kaçabilir."
Salvadori kafasından hızlı bir hesap yaptı. On dört daki
kalık avantajı olmasına rağmen yollardan hiçbirinin yüksek
hızda ilerlemeye uygun olmadığı göz önünde bulundurulursa
vampir birkaç dakika içinde bariyer noktalarından birine denk
gelecekti. Ama deniz seviyesinden beş yüz metre yukarıda, çok
dar ve virajlarla dolu bir yolun en tepesindeki Tirli'ye ulaşmak
için biraz daha sabır gerekecekti.
Mareşal Zebra 4'ün mavi sirenlerini görüp yavaşladı.

Kurt, o beklenmedik ışık karşısında bir an için körleşmiş, ka


fası karışmıştı. Tatmakta olduğu mükemmellik sanki bir kristal
gibi parçalara ayrılmış, keskin bir parçası da zihnine saplanmıştı.
Titreyerek Olivadotti'nin peşine düştü. Ağaçların arasın
da çığlıklar atan sesini duyuyordu. Oldukça uzaklaşmıştı ama
elinden kaçamazdı. Yeni bir vahşet, çiğ yemeğinin kanından
etkilenen yırtıcı bir hayvan gibi içini titretiyordu. Koşarken
içinde oluşan öfke boğazından boğuk bir ses çıkmasına neden
oluyordu.
Yola ulaştığında Olivadotti'nin arabasının deli gibi bir hızla
Follonica'ya doğru ilerlediğini gördü.
Bir an için kanlı ellerindeki bıçakla hareketsiz ve soluksuz
durup yolu izledi. Sonra çıkardığı boğuk hırıltı kesildi ve ancak
o zaman mantıklı düşünmeye başlayabildi.
Az zamanı vardı ve boşa geçirmemesi gerekiyordu. Hızla
kadının yanına döndü, bir mendille tırnaklarını ve göz yu-

-216-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

varlarını sildi. Belki polis bunu düşünemezdi ama bunlar bir


bedende parmak izini tespit etmeye en uygun yerlerdi. Kurba
nını uyutmak için kullandığı şırıngayı yerden aldı ve etrafına
bakındı. Temizlenmek ve üstündeki tulumu atmak için vakti
yoktu, oradan olabildiğinde çabuk ayrılmalıydı.
Arabayı tereddüt etmeden Castiglione yönüne sürdü. Tek
rar Follonicaya girmek çok riskli olurdu. Ona sürpriz yapan
adam belki de polisi durumdan haberdar etmeyi çoktan başar
mıştı. Her halükârda kaçması zor olacak bir av başlamıştı.
Hızlı olmalıydı, hem de çok hızlı.
Tirli'ye giden yola girdi. En uzun ve yavaş gidilen yoldu
bu; ama eğer kasabayı geçmeyi başarırsa sonrasında sapabile
ceği birçok tali yol vardı. Polisin tüm bu yolları kontrol ede
bilmesine imkân yoktu, bundan dolayı içerilere girip kolayca
izini kaybettirebilirdi.
Uzun bir düzlükten sonra yol tırmanmaya başladı. Oldukça
engebeliydi, asfalt çok dar ve kötü durumdaydı. Lastiklerin yol tu
tuşu bile azalmıştı, hızını büyük ölçüde düşürmek zorunda kaldı.
Arabanın direksiyon, gösterge panosu ve döşemesi üstünde
ki kandan lekelenmişti. Kanın kokusunu hissediyor, sıcaklığını
hatırlıyordu.
Her virajın ardında bir polis arabasıyla karşılaşmayı bekli
yordu ama farları sadece ıssız yolu ve makilerin karanlık gölge
lerini aydınlatmaya devam ediyordu. Düzlük gittikçe daha da
kısalıyor ve motora daha çok yük biniyordu.
Hızlı olması gerekiyordu, çok hızlı.
Yamaç boyunca tırmanan yol daha da keskin bir çıkışa geç
ti. Virajlar birbiri ardına geliyordu. Birkaç kilometre ve birkaç
viraj daha... Ve sonra başarmış olacaktı.

-217-
krmz

Mario Mazzanti

Mareşal Salvadori zavallı kadının cesedini inceledi. Birkaç


metre uzağındaki genç jandarma âdeta donakalmıştı.
"Hiç şüphe yok, bu o" dedi Salvadori yüksek sesle, mide bu
lantısı boğazını tıkıyordu. "Görgü tanığı nerde?" diye sordu.
"Arabada Mareşal, adı Olivadotti."
"Durumu nasıl?"
"Biraz sakinleşti."
Genç jandarmanın sesinde hafif bir titreme vardı. Salvadori
yanından geçerken omzunu sıvazladı.
"Bazen çok zor oluyor değil mi?"
"Evet, efendim..."
Salvadori acı bir gülümsemeyle onayladı.
"Hiçbir şeye dokunma. Biraz sonra olay yeri inceleme ekibi
gelecek. Ben bu arada şu Bay Olivadotti ile konuşayım."
Koruluktan çıkınca hemen arabaya gitmedi. Ciğerlerini te
miz havayla doldurmaya ihtiyacı vardı. Uçurumun tepesinde
bulunan duraklama cebinin kenarında durdu. Buraya neden
"güzel manzaralı" anlamına gelen "belvedere" dediklerini çok
iyi anlıyordu. Aşağıda ay ışığının altındaki körfez, denize doğru
kayıp gidiyordu. Follonica'nın parıldayan ışıkları Salvadori'ye
çok umutsuz göründü.
Jandarma, şoför koltuğunda oturmuş telsizi dinliyordu.
Kontrol noktaları düzenli aralıklarla rapor veriyordu. Oliva
dotti arka koltukta, ellerini kucağında toplamış ve bir köşeye
sıkışmış oturuyordu. Salvadori görevliye sorgulayan gözlerle
baktı, görevli başını iki yana salladı.
"Henüz bir şey yok, Mareşal... Olay yeri inceleme ekibi
Grosseto'dan şimdi yola çıktı, savcıya da haber verildi."
"Hemen Follonica'daki telsiz birimini ara, tüm ekipler acil

-218-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

göreve çağrılsın, hızlıca geniş bir alana yayılacak devriyeler or


ganize etmemiz gerekiyor. Bu orospu çocuğu kasabaya yürüye
rek girmeyi bile deneyebilir."
Salvadori bir sigara yakıp Olivadotti'ye uzattı.
"Bana neler gördüğünüzü anlatmak ister misiniz, Bay Oli-
vadotti?"
Salvadori'nin derin sesi çok sakindi.
"Oydu değil mi? O manyaktı, öyle değil mi?"
"Evet, oydu."
"Ben... Ben onu gördüm..."
"Yüzünü gördünüz mü? Tarif edebilir misiniz?"
Olivadotti gözlerini kapadı. Sağ elinde hafif bir titreme vardı.
"Bir anlık gördüm, bir saniye kadar... Her yeri kandan kıp
kırmızı olmuştu... Işıktan korunmak için yüzünü elleriyle ört tü...
Bilmiyorum... Bilmiyorum... Sadece gözlerini ve bakışları nı
hatırlıyorum ve sanırım ölene kadar da unutmayacağım..."
"Bir robot resim oluşturmaya çalışalım. Size biz yardımcı
ı "
oluruz.
Aniden telsizden heyecanlı bir ses duyuldu.
"Ceylan 1, Tirli çıkış barikatından konuşuyor. Bir aracın
peşindeyiz. Tekrarlıyorum; bir aracın peşindeyiz. Barikata doğ
ru yüksek hızla yaklaşmakta olan araç bizi görür görmez sert
bir fren yapıp geri döndü ve kaçmaya başladı."
"Merkez konuşuyor. Arabayı tarif edin, Ceylan 1."
"Bir Porsche, henüz plakasını göremedik."
"Merkezden Zebra 1 ve Zebra 2'ye; Tirli giriş yoluna yöne
lin ve yola barikat kurmaya hazırlanın. Dinlemekte olan diğer
birimler, Ceylan 1 ya da Zehra'nın konumuna göre yaklaşın."

-219-
krmz

Mario Mazzanti

Salvadori çoktan dışarı fırlamıştı.


"Zebra 1 konuşuyor, Tirli yolu girişinin üç dakika kadar
uzağındayım."
"Zebra 2 konuşuyor, beş dakika uzaklıktayım."
"Merkezden Ceylan l'e; kaçak görüş açınızda mı?"
"Aralıklı olarak; çok fazla viraj var, aradaki tahmini uzaklık
üç yüz metre... Mesafeyi kapatıyoruz."
"Pozisyonunuz nedir Ceylan 1?"
"Tirli'ye beş, Castiglione yol kavşağına otuz kilometre."
Salvadori gaza sonuna kadar basıyordu. Elleri direksiyonu
ezmek ister gibi sıkıyordu. Kafasında dönen tek bir cümle var
dı: "Kapana kısıldı, kapana kısıldı."
"Hedefe uzaklık nedir Ceylan 1?"
"İki yüz elli metre, ara gittikçe kapanıyor. Aralıklarla görüş
açısı içinde."
Salvadori lastiklerinden kuvvetli bir ses çıkararak Tirli kav
şağına döndü.
"Zebra 1 konuşuyor. Sıfır kilometredeyim."
"Zebra 1, on kilometreye kadar çıkıp barikat kurmak
için Zebra 2'yi bekleyin. Tekrar ediyorum; yola barikat ku
racaksınız."
"Zebra 1 konuşuyor. Anlaşıldı."
"Zebra 2 konuşuyor. Anlaşıldı, yolun onuncu kilometresine
barikat kurulacak."
Salvadori merkezin tercihini onayladı. Şu an ilerlediği yo
lun ilk bölümü hiç şüphesiz en hızlı gidilebilen kısımdı. Onun
aldığı on kilometrelik yol süresince vampir yedi ya da sekiz ki
lometreden fazlasını yapamazdı. Bu durumda aralarında on iki

-220-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

kilometrelik bir mesafe vardı ki bu da en az sekiz dakikalık bir


zamana denk geliyordu. Zebra 2'nin ona yetişmesi ve vampiri
beklemeye hazırlanmak için yeterli bir süreydi.
"Ceylan 1 konuşuyor. Hedef iki yüz metre uzakta. Aralık
larla görüş açısı içinde. Zehra'nın barikatına yaklaşık on sekiz
kilometre uzaklıkta."
Salvadori gaza basıp hafif çıkışa geçen düz yolda ilerlemeye
devam etti. Sadece birkaç dakika kalmıştı... Aynadan uzakta
beliren Zebra 2'nin mavi ışıklarını gördü, ondan çok daha hızlı
ilerliyor olmalıydılar. Siyah asfalt sanki araba onu yutuyormuş
gibi lastiklerin altından kayıp gidiyordu. Gözlerinin önüne
tüm o kan ve savunmasızca ölüme teslim edilen cesetler geldi.
Sadece birkaç dakika kalmıştı...
"Aralıklarla görüş açısı içinde, hedef yüz elli metre uzaklık
ta, belki de daha az. Bariyere on beş kilometre."
"Zebra 1 onuncu kilometrenin sınırında."
"Merkez konuşuyor. Tamam Zebra 1, uygun bölgeyi buldu
ğunuz anda barikatı kurun."
"Görüş açısı daha sık, hedef yüz metre kadar uzakta."
"Merkez konuşuyor. İkisi kuzeye, üçü güneye olmak üze
re beş ekip daha size desteğe geliyor. Zebra 2, pozisyonunuzu
bildirin..."
"Zebra 2 konuşuyor. Zebra l'den bir dakika uzaklıktayız."
"Görüş açısı neredeyse sabidendi; hedef seksen metre, bari
yere on üç kilometre."
"Dikkat, merkez, Zebra 1 konuşuyor. Düz bir yolun başın
da bulunuyorum, yola barikat kurmak için yetki istiyorum."
"Yetki verildi, Zebra 1, barikatı kurun, adamların silahlı ve
güvende olduğunu onaylayın."

-221 -
krmz

Mario Mazzanti

Mareşal Salvadori arabayı yanlamasına yolu kesecek şe


kilde durdurdu ve farlarını düz yolun bittiği kısma gelecek
şekilde ayarladı. Bagajdan makineli tüfeği çıkardı. Zebra 2
yanına ulaştığında tüfeği test ediyordu.
"Görüş mesafesi sabit, hedef elli kilometre uzakta, barika ta
on kilometre."
"Zebra 1 ve Zebra 2 konuşuyor. Barikat hazır, adamlar
silahlı ve güvende. Hazırız."
"Merkez konuşuyor, Zebranın dikkatine; hedefle tahmini
karşılaşma süresi yedi dakika. Üç takviye ekip sizden on da
kika uzaklıkta."
"Hedef otuz, kırk metre uzakta, barikata dokuz kilo
metre."
Salvadori, Zebra 2 ekibindeki iki adamın yüz kaslarının ge
rildiğini fark etti. Gecenin içinde sadece sessizlik duyuluyor,
ağustos böcekleri ay ışığında şarkı söylüyordu.
"Ha gayret, neredeyse gelmek üzere, silahların emniyetle
rini açalım."
"Ne dersiniz Mareşal, silahları deneyelim mi?"
"Eğer sakinleşmene yardımcı olacaksa deneyelim elbette."
Üç makineli tüfek neredeyse ahenkli denecek şekilde kısa
patlamalarla gökyüzünde yankı yarattı.
"Barikata yedi kilometre, hedef uzaklaşıyor, tekrarlıyorum,
uzaklaşıyor. Yetmiş metre uzakta ve ara gittikçe açılıyor. Viraj
lar neredeyse bitti ve bizden çok daha hızlı."
"Ceylan 1, görüş açınızdan çıkmasına izin vermeyin, bari
kata beş dakika kaldı."
Salvadori bir sigara yakmak isterdi. Silahı sıkıca kavradı,
uzun zamandır bu anı bekliyordu.
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"Barikata altı kilometre, hedef yüz metre uzakta, görüş açı


sını koruyoruz."
Salvadori, kasabanın bu cinayet çılgınlığına esir düşmeden
önce ne kadar sakin bir yer olduğunu düşündü. Acaba bir daha
eski hâline dönebilecek miydi?
"Barikata beş kilometre, hedef uzaklaşıyor. Bizi geride bı
raktı, arabası çok kuvvetli."
Koş dostum, koş, diye düşündü Salvadori, demek ki daha er
ken tanışacağız.
"Barikata dört kilometre, aralıklarla görüş açısı içinde, he
deften uzaklık üç yüz metre."
"Burası merkez; Zebra dikkat, karşılaşmaya iki dakika."
"Zebra konuşuyor. Hazırız, adamlar yerlerinde."
Salvadori'nin bir hareketiyle askerlerden biri yol boyunca
yaklaşık yirmi metre kadar ileri çıktı. Mareşal ve diğer jandar
malar, yolu kapatan iki aracın birkaç metre uzağında yolun di
ğer tarafına yerleştiler.
"Barikata iki kilometre, iki kilometre. Neredeyse karşı
nızda."
Salvadori gözünü kırpmadan sekiz yüz metre uzaktaki düz
lüğün bitiş noktasına, karanlığın içindeki bu sabit noktaya
bakıyordu. Kalp atışlarının kuvvetlendiğini hissediyordu. Dua
etmekte olduğunu fark etti. Ufukta iki far belirdi.

Vampir elleri direksiyona kenetlenmiş dikkatli ve hızlı sürü


yordu, sürüş hatalarına izin veremezdi. Kanının çekilerek yüz
derisinin gerildiğini hissetti; yol uzun bir düzlük hâlini almıştı.
Gaza bastı...

-223 -
krmz

Mario Mazzanti

Far ışıkları hızla büyüyor, araba düz yolu âdeta yutuyordu.


Son gücüyle çalışmakta olan motorun sesi gecede artarak yak
laşıyordu.
Salvadori sakince devriye arabasına yaklaşıp camdan uzana
rak son bir anons yapmak için telsizi aldı:
"Barikattan Zebra konuşuyor. Hedef görüldü, karşılaşmaya
otuz saniye, harekete hazırız. Ceylan 1, yolun yukarıdaki kıs
mına barikat kurun."
Sesine hiçbir heyecan duygusu karışmamıştı.
Kafasındaki bütün düşünceleri uzaklaştırıp yol kenarındaki
yerine geri döndü, artık düşünecek vakit yoktu.
Porsche barikata yüz elli metre kala fren yapmaya başladı.
Lastikler asfaltta cırtlak sesler çıkarırken arabanın motoru hızı
nın birden kesilmesinden dolayı titremeye başladı. Yana savru
lup barikata otuz metre kala durdu, insana upuzun gibi gelen
birkaç saniye için her şey mutlak ve gerçeküstü bir sessizlik
içinde kaldı. Ay ışığı altında hiçbir şey hareket etmiyordu. Ara
ba hâlâ titriyor gibiydi, sanki canlıydı ve boğuk, hırıltılı bir
nefesi vardı. Mareşal Salvadori taş kesilmişti, hafızası olmayan
bir adam gibiydi.
Harekete ilk geçen Porsche ile barikat arasındaki jandarma
oldu. Makineli tüfeği doğrultup arabaya doğru koştu ama he
yecanı ona bir hata yaptırdı; aracın kaputunun önünde dur
muştu. Heyecandan titreyen sesiyle bağırdı:
"Eller yukarıda yavaşça aşağı in!"
"Çekil oradan!"
Mareşal Salvadori çok geç kalmıştı. Jandarma, Porsche'nin
öfkeyle ileri atıldığını fark ettiğinde iş işten geçmişti, arabanın
kendisini ezmesine engel olamadı. Arabanın çarptığı anda elin-

-224-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

deki tüfekten havaya doğru bir el ateşlendi. Araba geri dönüp


n ıs iarafa doğru hızla ilerlemeye başladı.
Salvadori arabaya atladı ve kovalamaca tekrar başladı. Ya
nından geçerken göz ucuyla mesai arkadaşının ayağa kalktığını
görüp derin bir nefes aldı. Porsche'nin kırmızı lambaları çok
da uzakta değildi, hâlâ kapana sıkışmış sayılırdı. Kısa bir süre
sonra Ceylan l ' i n kurduğu barikatla karşılaşacaktı.
"Size doğru geliyor, karşılaşmaya hazır olun, dikkat edin,
adamlarımızdan birini ezdi!"
Birden Porsche yoldan çıkar gibi oldu. Salvadori boşu bo
şuna çarpma sesini duymayı beklerken araba kırlarda özgürce
koşuyor gibiydi.
"Lanet olsun, toprak yol varmış! Patikaya girdi! Patikaya!"
diyerek telsize bağırdı.
Salvadori arabanın arkasını savurarak çaresizce patikaya dal
dı. Birçok derin çukurun bulunduğu, dar bir patikadan biraz
daha geniş toprak bir yoldu. Mareşal arabanın altındaki boğuk
gümbürtüleri ve süspansiyonların ıstırabını hissediyordu. Bir
geri tepme neredeyse direksiyonu elinden kaçırmasına sebep
oldu ama ayağını gazdan çekmedi. Porsche sert ve alçak yapısı
nın cezasını çekerek yavaşlamak zorunda kalmıştı.
Patika yükselen bir eğimle, virajlı bir hâl aldı. Yoğun bitki
örtüsü olan bir tepeye doğru tırmanıyor, zemin gittikçe daha
da kötüleşiyordu. Porsche önlerindeki bir viraja girmeden önce
birkaç metre uzaklıktaydı. Salvadori aracın farlarını göğe dikip
bir tepeye tırmandığını, sonrasında kendilerini çevreleyen bit
ki örtüsünün içine kayıverdiğini gördü. Araba sol tarafına doğ
ru devrilip burnuyla yere çarptı; birkaç sefer kendi etrafında
dönerek yuvarlandı. Durduğunda ters dönmüş ve hareketsizdi,
yukarı bakan tekerlekleri hâlâ dönüyordu.

-225 -
krmz

Mario Mazzanti

Arkadan gelen Salvadori arabanın farlarının âdeta çılgına dö


ner gibi gökyüzü ve yeri bıçak gibi ayırdığını, arka lambaların
kırmızı ışığıyla yer değiştirip birbirlerine karıştığını görmüştü.
Tepenin başında arabasını durdurdu. Sessizliğin içinde tek
duyulan Porsche'nin susmak bilmez kornasıydı.
Elindeki fenerin yardımıyla yolunu aydınlatıp engebeli ara
zide zorlukla ilerledi, diğer elinde ruhsatlı Beretta marka ta
bancası vardı. Kornanın sesi değişti, yavaşladı ve en sonunda
artık etrafta tam ve gerçekten derin bir sessizlik vardı.
Son birkaç metreyi nefesi kesilerek ve bitki örtüsüne küfür
ederek yürüdü. Porsche sık çalılardan biraz ileride duruyordu,
ışıkları soluktu, öndeki farlar ilk kademede yanıyordu, egzo
zundan duman çıkıyordu. v

Silahını doğrultarak dikkatle diz çöktü, araba boştu.


Ses yapmadan hareket ederek etrafı kontrol etti. En ufak
bir sesi algılamak üzere gergin ve hazırdı, sürücüden hiçbir iz
yoktu.
Salvadori silahı tuttuğu elinin tersiyle alnını sildi; terlemiş
ve nefes nefeseydi. Biraz enerji toplamak zorundaydı, vampir
uzakta olamazdı.
Ceylan 1 'in yaklaştığını gördü ve elindeki fenerle iki askere
yerini gösterdi.
Yanına geldiklerinde, "Uzakta olamaz ve büyük olasılıkla
yaralı" dedi.
Gelen askerlerin ellerinde makineli tüfek olduğunu görün
ce rahatladı. "Ağaçlık alana saklanmış olmalı..." dedi.
Sert bir ses tonuyla sessizce konuştu:
"ikinizden biri nöbet tutup merkezi durumdan haberdar
etsin, diğeri benimle gelsin, gidip yakalayalım şunu."

- 226 -
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Son kelimeleri öç almanın kararlılığıyla söylemişti.


El fenerleriyle etraflarını aydınlatarak ağaçlık alana doğru
ilerlediler.
Salvadori diğer jandarmaya dönerek şöyle dedi:
"Ses yapmamaya çalış, yakınlardaysa mutlaka bizi görüp
tlııvuyordur ama ne kadar dikkatli olursa olsun ufak da olsa
bir gürültü yapabilir ve bunu duyabilmek için sessizliğe ihtiya-
İ ımız var. Gözlerini ve kulaklarını açık tut."
Jandarma başını sallayarak onayladı.
"Bu bölgeyi tanır mısın?" diye sordu Mareşal fısıldayarak.
"Evet efendim, hem de çok iyi. Birkaç metre önümüzde,
içinde eski bir taş ocağından yapılmış suni göl bulunan bir açık
alan var. Balık avlamaya geldiğim için biliyorum."
"Daha ileride?"
"Tepe var. Makilerle kaplı çok dik bir çıkış, oradan ileri git
mesine imkân yok."
"İyi, birbirimizden yirmi metre kadar uzaklaşıp açıklığa doğ
ru birlikte ilerleyelim. Tekrar uyarıyorum, dikkatli ol, adamımız
senin avladığın balıklardan çok daha akıllı ve tehlikeli."
"Bu vampir mi Mareşal?"
Salvadori soruyu duymazlıktan geldi.
"Silahının emniyetini açtığını kontrol et ve gidelim."
Dikkatli ve yavaş ilerlediler, tüm kasları gerilmişti. Yer aşa
ğı doğru meyillenmeye başladı, toprak bel veriyordu. Ay ışığı
ağaçların arasından süzülüyordu.
Bir süre sonra Salvadori irkilerek durdu ve arkadaşına bir
işaret yaptı. Bir şey duymuştu; birkaç metre önünde hissedile-
meyecek kadar hafif bir hışırtı.

-227-
krmz

Mario Mazzanti

El feneri sadece sık bitki örtüsünü aydınlatıyordu. Geçmek


bilmez saniyeler sonunda biraz ileride bu sefer çok net bir dal
çıtırtısı duyuldu. Sesin geldiği tarafa doğru aniden çevrilen fe
ner bir an için hareket eden gölgeyi aydınlattı.
Salvadori havaya iki el ateş ederek bağırdı:
"Olduğun yerde kal, jandarma!"
Vampirin kolayca pes etmeyeceğini bildiği hâlde kurallara
uygun hareket ediyordu. Böylesi daha iyiydi, artık eline fırsat
geçerse içindeki bütün öfkeyle bedenini kurşun yağmuruna
tutacaktı.
İleri doğru atılırken bağırdı:
"Gölete doğru! Gölete doğru kaçıyor! Seni yakalayacağım
lanet olası! Seni yakalayacağım."
Artık hiçbir şey hissetmiyordu, ne zorluk ne de göğsünden
çıkacakmış gibi atan kalbi, hiçbir şey... Zihninde sadece özgür
bıraktığı öfkesiyle çıkan bağırışı ve kurbanların hâlâ sıcak olan
kanının görüntüsü vardı.
Sendeleyip düştü ve yokuştan aşağı yuvarlandı, deli gibi ba
ğırmaya devam ediyordu. Sarp arazi boyunca aşağı düşerken
kendini kontrol etmeye ve Beretta marka tabancasını elinde
sıkıca tutmaya çalıştı.
Durabildiği zaman ayak bileğinde büyük bir acı hissederek
ayağa kalktı. Açık alanın kenarındaydı; önünde, durgun sula
rında ayın gümüş ışıltılarını yansıtan göl duruyordu. Ne bir
hareket ne de bir ses vardı... Sessizlik baskıcı tavrıyla yine her
yerin üstünü örtmüştü.
"Mareşal, Mareşal! İyi misiniz?"
"Evet, her şey yolunda."
Salvadori etrafındaki karanlığı gözetliyordu.

-228-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Ama... Hangi cehenneme kaybolmuş olabilir ki?" diye sor


du jandarma.
"Sus! Etrafına bakın."
Sazlık gölün ucunda bir gölge hareket etti. Belki sadece ha-
lil bir esintiydi...
Salvadori bir baş hareketiyle makineli tüfeği alıp sazlıkların
ı,evresine ateş etti, sular hareketlendi.
"Bir sonrakini tam ortadan isabet ettireceğim! Ellerin hava
da ortaya çıkmak için sadece beş saniyen var! Bir... İki... Üç...
I >ört..."
"Ateş etmeyin! Çıkıyorum, teslim olacağım!"
Zar zor duyulan ses sazlıkların arasından gelmişti.
Salvadori silahın üstündeki elini sıkıp nişan aldı.
Ortaya çıkan gölge kambur bir hâlde iki jandarmaya doğru
ilerledi. Salvadori tetiğin üstündeki basıncı artırdı. Silahın ateş
alması için biraz daha bastırması yeterli olacaktı...
"Lanet olsun Mareşal, beni gerçekten de gebertmek mi isti
yorsun? Sadece çalınmış bir araba yüzünden öyle mi?"
Salvadori, Moreno Bartolini'yi tanımıştı; uzmanlığı araba
hırsızlığı olan, küçük suçları bulunan ve hareket alanı cinaye-
ı i n işlendiği yer ve çevresi olan aptalın tekiydi.
"Tüm bunlar arkadaşınız yüzündense benim hatam değildi,
(anı gazlamak üzereydim ki arabanın önünde durmuş olduğu
nu gördüm, engel olamadım... Her halükârda yaralanmış ola
maz, sadece tamponla değdim o kadar. Lanet olsun Mareşal!
Bacağım da incindi... Ne taklaydı ama!"
Salvadori diğer jandarmaya döndü.
"Tirli'deki barikatta kaç kişiydiniz?"

-229-
krmz

Mario Mazzanti

"Sadece bizdik Mareşal... Devriyedeki tek ekip bizdik."


"Takip sırasında başka bir araca rastladınız mı?"
"Sadece bir tane Mareşal, bir Alfa Romeo Giulia, henüz
birkaç viraj geçmiştik ki karşımıza çıktı... Neredeyse üstüne
çıkacaktık..."
Salvadori kollarını iki yana sarkıtıp gözlerini kapadı.
"Avucumuzun içindeydi..." dedi sadece. "Onu avucumuzun
içinden kaçırdık..."
Bileğindeki acı dayanılmaz bir hâl almıştı.

Neredeyse ulaşmak üzereydi, kısa bir süre sonra güvende


olacaktı ama içinde bir şey kırılmıştı. Elinde parçalanıp ken
disinden alınan o mükemmelliği sonsuza kadar kaybettiğini
hissediyordu, korkusunun içinde kaybolmuştu. Tirli yolu bo
yunca titremişti. Yakalanma korkusu duymuştu. O polis ara
bası üstüne gelip de birkaç metreyle kurtulduğunda zamanı
geri döndürüp tüm yaptıklarını yapmamış olmayı istedi. Mü
kemmellik böyle bir korkaklığa tahammül edemezdi; hayır, o
kusursuzluğu bir daha asla bulamayacaktı.
Son bir işi kalmıştı, ondan sonra kendi şehrine dönecekti ve
bu kör edici hazdan yoksun, sıradan bir hayat sürecekti.

-230-
krmz

A nlıyor musunuz, Profesör Trevis? Adam avucumuzun


JLJLİçindeydi..." Mareşal Salvadori hikâyesini bitirmişti.
"Kapana kısılmıştı, kaçacak yeri yoktu... Ama sadece yanlış
zamanda yanlış yerde ortaya çıkan bir araba hırsızı her şeyi ha
vaya uçurmaya yetti..."
Trevis ortaya çıkan sessizliği bölmemek için bir süre bekledi.
Kumsalda el ele yürüyen genç bir çifti izledi; yaşları yirmiden
büyük değildi. Tekrar teninde güneşin sıcaklığını hissetmeye
ve deniz kokusunu içine çekmeye başladı.
"Olivadotti'nin tanıklığı doğrultusunda hazırlanan robot
resmi görmem mümkün mü?" diye sordu sonunda.
Salvadori elini sallayarak derin bir nefes aldı.
"Maalesef işe yarar bir resim oluşturamadık. Tanık katilin
yüzünü sadece bir an için görmüştü ve adamın yüzü kanla
kaplıydı. Sadece gözlerini ve bakışlarını hatırlıyordu... Vücut
şekli, davranış ve hareket tarzını çok net görmüştü. Kısacası

-231 -
krmz

Mario Mazzanti

Olivadotti karşılaşırlarsa onu tanıyacağından emindi ama ro


bot resim oluşturmamıza yardımcı olamadı."
"Bu, yıllar sonra karşılaştıklarında neden bilincinin hemen
devreye girmediğini açıklıyor. Hem sonra bu hikâyeyi olabildi
ğince derinlere gömmek için başka nedenleri de vardı; gazete
lerin ona karşı pek de nazik davrandıkları söylenemez."
"Basının ona karşı utanç verici bir tutum sergilediğini söy
leyebilirsiniz, çekinmeyin. İsmini açıklamadan ama rahatlıkla
tanınabileceği şekilde tarif edip röntgenciliğinin üstüne acıma
sızca gittiler. Sonuçta ortaya iki canavar çıktı; biri Olivadotti,
diğeri de vampir ya da sizin deyiminizle kurt... Herkesin ba
kışlarının üstünde olduğu bu kasaba onun için dayanılmaz bir
hâl aldı."
"Böylece Follonica yı terk edip bir daha geri dönmedi."
"Onu gitmeye ve aniden ortadan kaybolmaya iten başka bir
sebep daha vardı. Bu olaylar olduktan birkaç gün sonra gün
batmak üzereyken arabasıyla şu arkamızdaki sahil yolunda iler-
liyormuş, stresini atmak için arabayla küçük bir gezinti yapmak
istemiş. Şu an bizim bulunduğumuz yerden birkaç kilometre
uzaktaymış. Görüyor musunuz, aşağı yukarı şuralarda..."
Salvadori uzaktaki bir noktayı işaret ederek anlatmaya de
vam etti:
"Bir virajı alırken kendisini geçmeye çalışan başka bir araç
buna çarpmış. Birkaç metre ileride durup hasarı tespit etmek
için arabadan inmek üzereymiş ki o saatte etrafın ne kadar ıssız
olduğunu, çevrede tek bir ev, yoldan geçen tek bir araba bile
olmadığını fark etmiş; sadece yol ve çamlık... Dikiz aynasından
baktığında Milano plakalı Alfa Romeo'daki şoförün hâlâ ara
badan inmediğini görmüş; kafasında şapka ve gözünde güneş
gözlükleri varmış... Gün battıktan sonra şapka ve güneş gözlü-

-232-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

Olivadotti gaza basıp rüzgâr gibi hızla bize geldi. Ertesi gün
koruma programı altında başka bir bölgeye taşındı. Sanırım o
j'.ünden sonra bir daha asla araba kullanmadı."
"Vampir miymiş?"
"Olivadotti öyle olduğuna inanıyordu. Biz gerekli araştırma
ları yaptık. Her ne kadar söz konusu araba, biz Bartolini'nin
peşindeyken ekibimizin rastladığı arabayla aynı marka olsa da o
zamanlar böyle bir şey olabileceğine pek de ihtimal verdiğimiz
söylenemez. Kazaya sebep olan kişinin karşı tarafın tazminat ta
lep etmeden çekip gittiğini görmekten mutluluk duyacağı sıra
dan bir trafik kazası olduğuna inanmak daha kolaydı. Kim bilir
belki de hesaplarını Olivadotti'ye emanet edip mağdur olmuş
müşterilerden biriydi; onu bu yönde tehdit eden çok kişi ol
muştu. Ama elbette ki bu son olaylar düşünülecek olursa o dö
nem Olivadotti'nin gerçekten de haklı olma ihtimali varmış."
Mareşal Salvadori uzun süre sessiz kaldı, gözleri ufukta
Montecristo'yu arıyor gibiydi.
"Rüya, ketamin kullanımı, tanıkları öldürme girişimi, Mi
lano plakalı araç... Hiç şüphe yok Profesör; sizin kurdunuzla
benim vampirim aynı kişi!"

Biraz uzakta, yolda duran arabanın içindeki kurt kendini


göstermeden iki adamı izliyordu. Tüm geçen yıllar boyunca
Mareşal Salvadori'nin pek de yaşlandığı söylenemezdi ve kim
bilir Trevis'e neler anlatıyordu... Belki yıllar sonra zafere yak
laşma ümidi düşüncelerini okşuyordu.
Hadi Profesör, artık hikâyeyi biliyorsun ama bu gerçeğin sa
dece görünen yüzü. Birkaç saat daha... Birkaç saat sonra uygun
zaman gelmiş olacak.

-233 -
krmz

Mario Mazzanti

Şüphe, güvenin sıcak ve davetkâr kıvrımları arasına sızan


bir yılandır. Bunu ne zaman yapmaya başlayacağı bilinmez. En
küçük çatlağa baskı yapmaya başlar. Varlığını hissettiğinizde
artık çok geçtir, yılanın boğumları çok derinlere nüfuz etmiş
tir. Sıkıca üstüne binip seni hapseder; amansız, yavaşça artan
ve nefesini kesen bir sıkmadır bu.
Denişe yatakta hareketsiz uzanıyor, düşüncelerinin üstün
deki ağır yükten kurtulmayı başaramıyordu. Sevgilisinin öldü
rülmeden sadece birkaç saat önce Profesör Meriurgo'ya söyle
yecek neyi olabilirdi? Belki de buluşmak için sözleşmişlerdi.
Neden Denise'e bu görüşmeden hiç bahsetmemişti?
Yataktan kalkıp çekmecelerinden birini öfkeyle karıştırmaya
başladı, sonunda aradığı şeyi buldu; Cenevre'deki otelin bro
şürü. Romantik bir dürtüyle bunu hâlâ saklıyordu. O broşürü
eline alıp sıkıca tutmak hoşuna gidiyordu çünkü saklanmadan
geçirdikleri birkaç günde, aşkının güneş ışığında ısındığı bir
kaç saatte yaşadığı heyecanları tekrar hissetmesine yardımcı
oluyordu. Artık tüm bu heyecanlar çok uzaktaydı...
Otelin telefonunu aradı, hattın düşmesi için birkaç saniye
geçti. Denişe, mükemmel Fransızcasıyla sevgilisiyle görüşmek
istediğini söyledi.
"Bir saniye hanımefendi."
Denişe karşısındaki aynada kendini izlerken dudağının ke
narında küçük bir çizginin aşağıya doğru gerildiğini fark etti.
"ismi tekrar edebilir misiniz, lütfen?"
Denişe ismi tekrarladı.
Yine bir sessizlik oldu.
"Üzgünüm hanımefendi ama Profesör Beyefendi bizim ko
nuğumuz değil."

-234-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Ama bana sizin otelinizde konaklayacağını söylemişti..."


"Yardımcı olamadığım için üzgünüm hanımefendi, tüm oda
lınınız dolu ve Profesör Beyefendi önceden rezervasyon yaptır
madığı için başka bir konaklama yeri bulmuş olsa gerek."
"Yine de teşekkürler, sizin söylediğiniz gibi olduğu muhakkak."
Denişe derhâl rehberinden başka bir telefon numarası bul
du. Hattın düşmesi için yine birkaç saniye beklemek zorunda
kaldı.
"Cenevre Psikoloji Derneği, günaydın."
Denişe kendini tanıttı ve Profesör'le görüşmek istediğini
belirtti.
"Doktor Hanım, bir hata olacak. Konferansımızın tarihi
gelecek hafta..."

"Şimdi polise mi gideceksiniz?"


Trevis ve Mareşal Salvadori sahilde yürümeye devam edi
yorlardı, Profesör'ün otelinin önüne gelmişlerdi.
Mareşal soruyu cevaplamadı.
"Kim olduğunu tahmin etmenin mümkün olduğunu düşü
nüyorum" dedi ve devam etti. "Meslektaşlarınızın isimlerini bi
liyoruz; bunları o dönem ketamin araştırması yapmak için oluş
turduğumuz doktor listesiyle karşılaştırmak işe yarayacaktır."
"O dönem henüz mezun olmamış olabilir" diye fikir yürüt
tü Trevis.
"O listeyi ben kendim hazırladım. Doktorların yanında ec
zacılar ve veterinerler; bunların yanı sıra ilgili bölümlerin son
sınıfında olan öğrenciler de vardı."
"Ama bütün İtalyan üniversitelerini kapsamıyor elbette...
Eğer Milano'da okuduysa o listede yer almayacaktır."

-235 -
krmz

Mario Mazzaııti

"Şöyle diyelim: Eğer adamımız o dönemde buranın elli ki


lometrelik çevresinde yaşıyor ve bu bölgenin üç üniversitesin
den yani Siena, Floransa ya da Pisa Üniversitelerinden birinin
tıp fakültesinde okuyor ya da mezunduysa, çok güzel, o zaman
ismi o listede var demektir. Bence başarı şansımız çok yüksek.
Eğer listede yoksa tekrar belediyelerden araştırılıp ikamet ve
geçici konut araştırması yapılır; ayrıca elektrik bağlantısı, gaz
ve içme suyu için yapılması gereken başvurular var... Televiz
yon aboneliği, banka ya da posta hesapları, seçmen listeleri..."
Trevis, Mareşal Salvadori'nin olumlu düşüncelerini paylaş
mıyor gibiydi.
"Elbette öyle... Bunlar güzel ama sadece bu çevrede oturan
lar için geçerli, aksi söz konusuysa izini bulamayız."
Salvadori sigarasından büyük bir nefes çekip Trevis'e sorgu
lar gözlerle baktı.
"Aklınızda ne var Profesör? Hangi konuda şüpheniz var?"
Trevis elini alnında gezdirip neredeyse isteksizce cevapladı:
"Bilmiyorum... Olayların olduğu dönemi düşünüyorum.
Her şey yaz döneminde ve çok kısa bir zaman diliminde ol
muş. Sonrasında kurt işine Milano'da devam etmiş ve eğer
Olivadotti'ye hak verecek olursak, daha o zamanlarda Milano
plakalı bir arabası varmış, bu da bize Milano'da ikamet ettiğini
gösterir... Burada sadece tatil yaptığını ya da neden olmasın bir
muayenehanede uzmanlığını tamamladığını, mezuniyet tezine
malzeme topladığını düşünemez miyiz? Bu çevrede hiç psiki
yatri kliniği var mı, Mareşal?"
Mareşal Salvadori gözlerini kapadı.
"Villa Chiara, buradan yirmi kilometre uzakta, Massa
Marittima'nın dışında. Aslında dışındaydı demek daha doğru
olur. Kliniğin sahibi Doktor Zucchi ölünce dul kalan karısı her

-236-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

peyi sattı, yeni sahibi de orayı tarım turizmi için bir otel hâline
dönüştürdü."
"Büyük bir yer miydi?"
"Tam tersi; gerçek bir psikiyatri kliniği olduğu bile söyle
nemez. Küçük, özel bir klinikti. Zengin ve depresif hastaların
enerjilerini geri kazandıkları bir yerdi. Doktor Zucchi'nin çok
başarılı olduğu söylenirdi... Lanet olsun!" Salvadori'nin ifadesi
birden değişmişti.
"Ne var Mareşal?"
"O dönem en büyük sorunlarımızdan biri, katilin kurban
larını nasıl seçtiği, onlarla iletişim kurabilmek için hangi or
tamları seçtiğiydi. Size ikinci kurban Federici'nin çok yakın
arkadaşı olan bir kadından bahsetmiştim, hatırladınız mı? Hiç
ayrılmazlardı ve benim de çok iyi tanıdığım biriydi... Tam
olarak hangi dönem olduğunu teyit etmem gerekir ama cina
yetlerin olduğu sene bu kadının annesi uzun bir süredir Villa
Chiarada tedavi görüyordu ve kadın da her gün onu görme
ye gidiyordu; kurbanın, arkadaşına eşlik edip oraya gitmesi ve
orada kurdun ikinci kurbanı olarak seçilmesi hiç de zor bir ola
sılık değil." Salvadori bir süre sözlerine ara verdi, düşünceliydi.
"Bu mümkün..." dedi en sonunda.
"Villa Chiara'nın izini sürmenin iyi olacağını düşünüyo
rum, Mareşal" dedi Trevis.
"Çok güzel, o zaman ben sizin meslektaşlarınızın izini bul
maya çalışacağım, hâlâ doğru yolun bu olduğu düşüncesinde
yim, bu sırada siz de Villa Chiara konusunu araştırın, Profesör."
"Nereden bilgi alabilirim?"
"Doktorun karısı hâlâ hayatta, tam adresini ve telefonunu
rehberden bulabilirsiniz, onu ziyaret edin. ikinci kurbanın ar
kadaşının adı Laura Volpi ve tam şurada yaşıyor..." Salvadori

-237-
krmz

Mario Mazzanti

meydanın kenarında yükselen gökdeleni işaret etti. "Onunla


ben ilgilenirim. Bu gece için sözleşelim, dokuz buçuk gibi sizin
otelinizde diyelim mi?"
Trevis başıyla onayladı.
"Anlaştık Mareşal, bu hemen polise gitmeyeceğiniz anlamı
na mı geliyor?"
"Eğer öyle bir şey yapacak olursam bunun için eski meslek
taşlarımı seçerim ama şimdilik çenemi kapalı tutacağım; arşive
girmek ve araştırma yapmak için mantıklı bir sebep uyduraca
ğım."
Trevis gülümsedi.
"Bana teşekkür etmeyin, Profesör." Salvadori'nin sesi kararlı
ve sertti. "Bunu kendim için yapıyorum. Yirmi yıldır geceleri
vicdanımda bir yükle uyuyorum. Bu canavarın kim olduğunu
ben bulmak istiyorum; bu, benim son ve beklemediğim bir
anda çıkagelen şansım."
Mareşal bir süre sessizliği bozmadan bekledi.
"Sonra... Yetkili makamlarla konuşmaya birlikte gideceğiz;
beraberimizde ipuçları ve kanıtlardan ulaştığımız bir isimle
varsayımla... Yetkililere adamımızı bulmak kalacak."
"Şöyle diyebiliriz: Biz yemeği hazırlayıp gümüş tepsi içinde
sunacağız, Doktor Giurato da bunu servis edecek."
"Elindeki araçları düşünürsek bu, onun için hiç de zor ol
mayacak" diye ekledi Mareşal Salvadori, gözleri derin ve siyah
bir ışıkla parıldıyordu.

Trevis arabasını park edip dijital saatinin ekranına göz attı.


Cumartesi sabahı saat on bir, yaşlı bir kadını ziyaret etmek için
uygun bir zamandı.

-238 -
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Dul Zucchi tren istasyonu yakınlarında yüzyılın ilk yılların


dan kalma bir villada yaşıyordu. Neoklasik tarzdaki yapı çok
büyük değildi ve oldukça bakımlıydı; bir zamanlar şehirden
ı.mıamen kopuk olmalıydı şimdiyse o güne ait yeni binalar ve
evlerle çevrilmiş, karşısından geçen yol Follonicanın en işlek
caddelerinden biri hâline gelmişti. Algı üstündeki baskı yüzün
den villa çevresine uyum sağlayamamış gibi duruyordu; san
ki hızlı büyümeye ayak uyduramayan, kafası karışan oymuş
ve kendi sınırları içinde eski mimarisiyle, bir zamanların çok
farklı hatıraları ve yaşam tarzıyla kendini hiç geliştiremeden
kalakalmış gibi görünüyordu.
Ağır bahçe kapısının ardında uzanan çimenler çok bakım
lıydı. Trevis bahçenin ucunda arsızca büyümekte olan iki pal
miye ağacını görünce şaşırdı. Evin girişine giden patikadan
yürüdü, Bayan Zucchi onu kapıda bekliyordu.

Mareşal Salvadori on sekizinci kattaki dairenin zilini çaldı.


Laura Volpi kapıyı üstünde eşofmanlarıyla açtı. Neredeyse elli
yaşındaydı ama kırktan fazla göstermiyordu; koyu kahverengi
uzun saçları dağınık bir topuzla toplanmıştı. Laura Volpi hâlâ
güzel bir kadındı. Salvadori'yi karşısında bulmaktan dolayı
hem şaşkın hem de mutluydu; selamlaşmaları bittikten sonra
oturma odasına geçtiler.
Mareşal Salvadori pencerelerden birine yaklaşıp kepengi-
ni açtı. On sekizinci katın manzarası bütün körfezi kucak
lıyordu, güneşin deniz üstündeki yansımaları göz kamaştırı
yordu.
"Laura, seninle çok eskiden olmuş bir olay hakkında konuş
mak istiyordum..."

-239-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis zevkli döşenmiş bir salona alındı. Hafif aralık Vene


dik usulü panjurların arasından içeri sızan ışık ortama hoş bir
loşluk katıyordu.
Bayan Zucchi düşündüğü kadar yaşlı değildi; en fazla alt
mış beşinde olmalıydı, üstünde ciddi renklerden oluşan bir el
bise vardı. Güzelce yapılmış beyaz saçlarında mavimsi bir gölge
göze çarpıyordu. Bakımlı ellerinden birinde iki evlilik alyan
sı, diğerinde ise etrafı yakutlarla çevrili büyük elmas taşlı bir
yüzük vardı. Trevis'in kendini kabul ettirmesi zor olmamıştı.
Milano Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olduğunu belirtmiş
ve kadıncağız da fazla bir açıklama istememişti. Görütüğü çok
kimsesi olmadığı açıktı ve eski günlerden bahsedecek olmak
tan memnundu.
Sohbetin bir yerinde Trevis şöyle sordu:
"Yani personel birkaç kişiden mi oluşuyordu?"
"Ne bekliyordunuz ki Profesör, az sayıda yatağı olan küçük
bir klinikti; yirmi tane tek kişilik oda, hepsi de geniş ve ban
yoluydu. Zavallı kocam özellikle depresyondaki kişileri tedavi
ederdi, bu konuda iyi bir ünü vardı, Toskana nın dört bir tara
fından hastalar gelirdi."
"Kocanız tedavilerle bizzat kendisi mi ilgilenirdi?"
"Elbette ona yardım eden iki doktor vardı ama terapileri
kendisi yapardı."
"O iki doktorun şimdi nerede çalıştıklarını biliyor musunuz?"
"Doktor Gigli Roma'ya taşındı, Doktor Rugiani ise Massa
Marittima Hastanesi'nde Psikiyatri Servisi Müdürü."
Trevis kadının uzun bir süre kocasının işinden ve bir za-
manlarki hayattan bahsetmesine izin verdi. Kalbi deli gibi atı
yordu ama sorularıyla onu boğmak da istemiyordu.

-240-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Biraz sonra sakince lafa girdi:


"Demek ki klinikte doktor olarak sadece kocanız ve iki asis
tanı buluyordu."
"Aynen öyle... Ya da neredeyse öyle..."
"Neredeyse mi?"
Trevis dikkatini yoğunlaştırdı.
"Kocam gece nöbetinde nitelikli bir asistan bulundurmanın
tedavi gören hastaların ve yakınlarının kendilerini daha rahat
hissetmelerini sağlayacağını düşünüyordu. Ani bir ihtiyaç doğ
ması durumunda, anlıyor musunuz? Ama işe başka bir dok
tor alamazdık; bu, mütevazı bütçemiz için çok külfetli olurdu.
Bundan dolayı üç dört aylık süreler boyunca klinikte ikamet
edecek yeni mezunlar buluyorduk. Yeni mezun pratik yapma
ve üç beş kuruş kazanma imkânı bulurken bizim de gece nöbe ti
sorunumuz çözülüyordu."
"Bu mezunları nasıl buluyordunuz?"
"Başlangıçta kocam üniversitelerin panolarına ilanlar
astı ama kısa süre sonra bu duyuldu ve birçok talep gelmeye
başladı."
"Milano'dan da talep geldiği oluyor muydu?"
"Elbette, Kuzey İtalya'dan da gelmek isteyenler vardı."
Trevis sakin görünmek için bütün gücünü kullanarak sordu:
"Bu öğrencilerin isimlerini hatırlıyor musunuz?"
Bayan Zucchi gülümsedi.
"Nasıl hatırlayabilirim ki? Neredeyse yirmi beş yıl boyunca
senede üç dört defa faklı öğrenciler geldi!"
"İsimlerinin yer aldığı bir kayıt defteri ya da başka bir evrak
var mı? Muhasebe kayıtları olabilir mesela..."

-241 -
krmz

Mario Ma Tizan t i

"Muhasebe olamaz çünkü onlara yapılan ödeme çok cüzi


bir miktardı ve gider olarak gösterilmiyordu, karşılıklı bir iyi
niyet ilişkisi denebilir, zaten klinikte resmî bir görevleri yoktu.
Belki kayıt ya da buna benzer bir evrak vardı ama yıllar önce
ben klinik arşivlerindeki her şeyi yok ettirdim; çok yer işgal
eden gereksiz kâğıt kalabalığından başka bir şey değillerdi ar
tık. Üzgünüm..." diye ekledi Bayan Zucchi kibarca, Trevis'in
gözlerindeki hayal kırıklığını fark etmişti.
"Doktor Gigli ya da Doktor..."
"Rugiani."
"Doktor Rugiani hatırlıyor olabilir mi?"
"Dürüst olmam gerekirse bunun zor olduğunu düşünüyo
rum ama madem sizin için bu kadar önemli bir durum söz
konusu, denemekte fayda var... Aslında bir şeyler hatırlaması
daha olası olan biri var; hasta bakıcı. Kendisi hep bizim yanı
mızda kaldı, kocam ölüp de klinik satılınca emekli oldu. Öğ
rencilerle en sıkı ilişkisi olan kişi oydu."
"İsmini ve onu nerede bulacağımı bana söyleyebilir misiniz?"
"İsmi Brighini, Roberto Brighini. Hâlâ ziyaretime gelir, bize
duyduğu sevgi hiç bitmedi. Vakit geçirmek ve emekli maaşına
katkı sağlamak için yelken kulübünde bekçilik yapıyor."

Laura Volpi'nin yüzü karardı. Uzaktan bile olsa o olayla iliş


kisi olan herkes için o günleri hatırlamak çok sıkıntılıydı.
"Anna öldürüldüğünde annem Villa Chiarada en az bir aydır
tedavi altındaydı. Kliniğe yattığında büyük bir depresyonday
dı ve o olayların olduğu dönemde büyük gelişme kaydetmişti.
Kaygılarından oluşturduğu o çukura tekrar geri düşeceğinden
korkup ona Anna nın ölümünden bahsetmemiştik."

-242-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

"Onu görmeye sıkça gidiyor muydun?"


"Hem de Allah'ın her günü, onun tek çocuğuydum ben." "Bu
ziyaretlerde Anna nın da sana eşlik ettiği oluyor muydu?"
"Birkaç defa evet... Üç belki de dört sefer."
Mareşal Salvadori ellerini kenetleyip doğru kelimeleri bul
maya çalıştı; pencereden sızan ışık huzmesi odanın bir bölü
müne yoğun bir aydınlık veriyordu.
"Bu ziyaretler sırasında hiç Anna'nın birilerinin dikkatini
çektiğini, çalışanlardan biriyle konuştuğunu, bir doktor ya da
hastabakıcıyla mesela, gördün mü?"
Laura Volpi gülümsedi.
"Anna hep dikkatleri üstüne çekmek isterdi, yapısı böyley
di. Etrafta bir erkek varsa kendini ortaya çıkarıp izlenmeyi se
verdi."
"Ben daha baskın bir dikkatten, ondan özellikle etkilenen
birinden bahsediyorum."
"Farklı bir şey olduğunu hatırlamıyorum, az da olsa herkes
le konuşuyordu. Ama daha fazlası olsaydı hiç şüphesiz bunu
bana hemen anlatırdı."
Salvadori sessiz kaldı.
"Bütün bu soruların sebebi ne, yıllar sonra ortaya yeni bir
şey mi çıktı?"
"Belki, Laura, belki..."

-243 -
krmz

T revis arabasını, son birkaç saattir öğrendiklerini düşünerek


yelken kulübüne doğru sürüyordu. Elindekileri tarafsızca
değerlendirmeye çalışıyordu. Tüm bunlara polisiye romanla
rında bile zor rastlanırdı.
Yakalanma tehlikesi atlatan bir seri katil inzivaya çekiliyor
ve akli dengenin şart olduğu bir disiplin üstüne parlak bir aka
demik kariyer yapıyordu. Yirmi yıl sonra büyük bir rastlantı
sonucu, yüzünü gören tek görgü tanığıyla karşılaşıyordu. Bu
karşılaşma suçların işlendiği yerden dört yüz kilometre uzakta
gerçekleşiyor ve kahramanların ikisi de bilinçli olarak birbirini
tanıyamıyordu. Tanık tarafından görülen bir rüya... Bu rüya,
dâhi bir psikanalist tarafından yorumlanıyor ve psikanalist işe
burnunu sokup katile bildiklerini anlatıyor. Böylece kurt, de
rin uykusundan uyanarak yeni cinayet serisini başlatıyordu.
İmkânsız mıydı?
Bunların hepsi bir soytarılıktan, zorlamadan ibaret olabilir
miydi? İlgisiz gibi duran bir dizi olaya, mantıksal bir takım an
lamlar katabilmek için yapılan akademik bir egzersiz miydi?

-244-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Giurato hiç şüphesiz böyle düşünürdü ve elde hiçbir kanıt


olmadığı göz önünde bulundurulursa kimse ona kızamazdı.
Bir psikanalistle hastasının korkunç ölümü ve hastanın belli
belirsiz bir tehdit içeren rüyası... İlk bakışta her şey birbirinden
bağımsızdı. Meriurgo çalınan ikona yüzünden, Olivadotti ise
kim bilir hangi sebepten öldürülmüştü. En basit açıklamalar
genellikle doğru olanlardı.
Yine de öğrencilerine algının nesnel gerçeklikle her zaman
uyum sağlamadığını söyleyen kendisi değil miydi? Bazen görü
nen şey aslında göründüğü gibi değildir, demiyor muydu?
Phi Fenomeni'nde ışıklar hareket hâlindeymiş gibi görü
nürken aslında sadece birbiri ardına yanıp sönen lambalar de ğil
miydi bu görüntüyü ortaya çıkaran?
Hem sonra kurbanlarını uyutmak için ketamin kullanan iki
farklı katil olması ihtimali ne kadardı ki?
Arabasını yavaşça sürmesine rağmen istediği yere gelmişti
bile. Yelken kulübü şehrin kuzey uçundaydı ve o mevsimde
tamamen ıssızdı. Kulübün olduğu yerde sahil yolu da son bu
lup içteki karayoluna doğru kıvrılıyordu. Sarmaşıklarla kaplı
yüksek bir duvarın arkasından çok sayıdaki yelkenli teknenin
dalgalanan bayrakları görülüyordu.
Trevis giriş kapısını itti ve kendini bir tarafı çakıl bir tarafı
seyrek çimle kaplı büyük bir açık alanda buldu. Çok zengin bir
kulübe benzemiyordu. Meydanın ortasında bulunan iki katlı
eski prefabrik bir ev, kulüp binasına dönüştürülmüştü. Evin
önünde, kamıştan çitler içinde, oluklu çatının altında masa ve
sandalyelerin konmuş bulunduğu bir veranda vardı. Meydanın
diğer tarafı denize açılıyordu. Beşiklerinde uyumakta olan dü
zenle yan yana dizilmiş elli kadar yelkenli tekne de geri kalan
alanı kaplıyordu.

-245 -
krmz

Mario Mazzanti

Bir adam fiberglastan keskin hatlı küçük bir tekneyi hazır


lamayı yeni bitirmiş yelkenin tepeye doğru oluşan katlarını
dikkatle inceliyordu. Trevis biraz yaklaşınca adamın kalın, su
geçirmez bir kıyafet giydiğini ve üstünde lazerle yazılmış par
lak yazılar bulunan gösterişli bir can yeleği olduğunu gördü.
Bu adam Villa Chiara'nın eski hastabakıcısı olmak için çok
gençti.
"Bay Brighini'yi arıyorum, kendisini nerede bulabileceğimi
biliyor musunuz?"
Adam bakışlarını yelkenden ayırmadan cevapladı:
"Kilisede olsa gerek."
"Kilise?"
Adam neredeyse isteksizce döndü ve Trevis'in sorgulayan
bakışlarıyla karşılaştı.
"Siz buralarda yenisiniz değil mi? Kilise şurada" diyerek
Trevis'in henüz fark etmemiş olduğu meydanın kenarında
gözlerden uzak ve terk edilmiş gibi duran bir binayı işaret etti.
"Orayı yelkenleri saklamak için kullanırız ama çok eskiden,
kutsallığı kaldırılıp terk edilmeden önce küçük bir kiliseymiş.
Brighini'yi orada bulabilirsiniz."
Trevis bilgilendirme için teşekkür ederken bir yandan da
teknenin halatlar ve bir sürü araç gereçle dolu güvertesini ince
lemeye devam etti. Yer bu kadar küçükken ve bir sürü eşyayla
doluyken içine bir de dümencinin nasıl sığdığını düşündü.
"Siz denize mi açılacaksınız? Bu kadar küçük bir tekneyle
hem de kış günü?"
Adam bu soru karşısında şaşkınlığını gizleyemedi.
"Rüzgâr iyi, güzel bir gün ve su da göründüğü kadar soğuk
değil. Neden olmasın ki?"

-246-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

Böyle diyerek tekneyi tekerlekli bir araç üstünde denize


doğru ilerletti. Trevis merakla izlemeye koyuldu. Denize iner
ken yapılan manevraları ve rüzgârın etkisiyle bir yana yatan
teknenin düzelip göle doğru ilerlemesini seyretti. Sonrasında
yelken deposuna yönelip yapıda eski kilisenin izlerini görmeye
çalıştı. Yanlardaki pencereler bir rozet gibi yuvarlaktı ve ağır
buzlu camla kaplıydılar. Duvarlardaki sıvalar zamanla kat kat
kabarmıştı. Çatınınsa yakın bir zamanda kötü hava koşulları
göz önünde bulundurularak elden geçirildiği belliydi.
Gözlerden uzak dar bir girişten geçti, burası eskiden kilise
nin arka kapısı olmalıydı. Kendini en fazla üç metre uzunlukta
ve yapının bütün genişliği kadar eni olan bir odada buldu. Bu
ranın kilise eşyalarının saklandığı bölüm olduğunu düşündü.
İki yandaki kanatsız kapılardan gerçek deponun olduğu kısma
geçiliyordu. Duvarlardaki el yapımı raflar dümenler, makaralar
ve Trevis'in ismini bilmediği birçok başka eşyayla doluydu.
Depoya girdi; kilisenin orta koridoru ve iki yanında uzanan
daha dar yan koridorlar hemen tanınıyordu. Bakışlarını yukarı
çevirdi. Tavan çapraz kemerlerden oluşuyordu, pürüzsüz sü
tunların tepeleri süssüz ve çok sadeydi. Romanesk tarzda, diye
düşündü Trevis, tam bir Toskana mimarisiydi. Binanın küçül
tülmüş ölçülerine rağmen mimarinin tipik özellikleri hemen
fark ediliyordu; büyük parçalardaki ve yoğunluktaki denge,
güçlü ışık ve gölge oyunları.
Tüm orta koridor ve yan koridorlardan biri, iki metre
yüksekliğinde ve üç ila yedi sekiz metre uzunluğunda, malze
melerin üstüne yaslanabilmesi ve sabit durması için oyukları
bulunan dayanak raflarıyla kaplıydı. Bunlar gemilerin uzun
parçalarının, serenlerin ve büyük rulolara sarılmış yelkenle
rin yaslanması içindi. Raflar yeri verimli şekilde kullanmak ve
ekipmanların depolama işini kolaylaştırmak için farklı şekiller-

-247-
krmz

Mario Mazzanti

de yerleştirilmişti. Orta koridorda balık kılçığı gibi dizilmiş en


uzun raflar yer alırken yan koridordakiler duvara dik ve arka
arkaya dizilmişti. Oldukça çok eşyanın yaslandığı bu destek
rafları farklı boyut ve dizilişlerinden dolayı mekânın içinde sa
yısız dar koridor oluşturuyor ve binanın bir ucundan diğerine
düz bir çizgi üstünde gidebilmeyi imkânsız kılıyordu. Bundan
dolayı bir köşeden yola çıkan ve tam ters köşeye gidecek bir
kişi zikzaklar çizerek bu dar koridorlardan çıkıp inmek sure
tiyle ilerlemek zorunda kalıyordu. Sadece diğer yan koridorun
dışa bakan duvarında düz bir hat vardı ve burada kişisel eşyalar
için oldukça geniş dolaplar sıralanıyordu. Trevis, oltalara kanca
takmakta olan Brighini'yi işte burada buldu.

Kurt büyük dikkatle yelken kulübünün duvarına yaklaştı.


Kendisini yoldan görenlerden çekinmiyordu ama eğer Trevis
aniden çıkarsa saklanması zor olacaktı. Onu izlemeye karar
verdiği anda büyük bir risk aldığını biliyordu ama bunu yap
ması gerekiyordu. Bu küçük adamı mükemmellik yoluna sok
mak için doğru zamanı ancak böyle yakalayabilirdi.
Elindeki ilkel güzelliğin onu anlayacak ve ona doğru çekile
cek yetide bir tanığa sahip olmasının vakti gelmişti artık, bunu
hissediyordu.
Sarmaşıkların arasından içeri baktı. Her tarafı gözetledi,
kimse yoktu. Kurt, içgüdülerinin onu dört bir yandan sardı
ğını hissediyordu.
Trevis orada, çok yakındaydı, kokusunu ve titreşimlerini hisse
diyordu. Keskin gözleri onu görebilmek için meydana odaklandı.
Onun yelken deposundan yanında yaşlı, yılların etkisiyle
kilo almış, saçları seyrelmiş ve sakalları beyazlaşmış ama gö
rüntüsü hâlâ enerjik olan bir adamla çıktığını gördü. İkisi ko-

-248-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

nuşurken kurdun bulunduğu tarafa döndüler; onu görmeleri


imkânsızdı ama kurtTrevis'in yanındaki adamın yüz çizgilerini
onun kim olduğunu anlayacak kadar gördü, adamı bir saniye
içinde tanıdı.
"Aferin Profesör, doğru yolu nasıl da bulabildin böyle? Eğer
yaşlı Brighini ismimi hatırlarsa gerçeğin aldatıcı ve yavan yüzünü
elde etmiş olacaksın."
Kurt sağ elini cebine soktu. Bıçağın soğuk demiri ona ara
dığı hissi verdi.
"Seni, onun özüne yerleştirme vakti geldi. "
Trevis'le Brighini verandadaki masalardan birine oturup
onun görüş açısından çıktı.
Kurt zihnindeki müziği duymaya çalıştı ve giriş kapısını çok
yavaş hareketlerle itti.

Doktor Giurato adalet sarayındaki odasından çıktığında


saat on üçü biraz geçiyordu. Düzensiz adımlarla ve her cumar
tesi olduğu gibi uykulu bir hâlde koridordan geçip arka kapı
dan dışarı çıktı.
Oldukça soğuktu. Hafif ve ısrarcı bir yağmur asfaltın ağır
grisini gökyüzünün kurşun rengine çeviriyordu.
Arabasını bıraktığı park yerine yönelmedi; aksine adliyenin
beyaz mermer duvarı boyunca tam ters tarafa gitti. Yağmurdan
daha iyi korunmak için şemsiyesini hafifçe öne eğik tutuyordu.
Binanın köşesine ulaştığında San Barnaba Caddesi'ne döndü
ve yolu hızlı adımlarla tırmanmaya başladı. Yolda hafta boyu
süren sıkışık trafikten eser yoktu; hızla geçen birkaç araba ve
üç beş yaya vardı, o kadar. Bu daha iyiydi. Giurato insan içine
karışmakta hep problem yaşıyordu.

-249-
krmz

Mario Mazzanti

San Barnaba Caddesi'nde üç yüz metre kadar ilerleyip Gu-


astalla Bahçeleri'ne geldikten sonra Psikoloji Enstitüsünün
giriş kapısı önünde bir an için durakladı; bitkiler ve yağmur
toprak rengi duvarların üstünde nemli bir buğu oluşturuyor
du. Binanın giriş kapısından birkaç metre uzakta durmak için
ağaçlı yollardan birine girdi. Bu duvarların ardında saklanan
sır neydi?
Giurato hareketsiz bekledi. Yandan esen rüzgârla yüzü yağ
murdan ıslanmaya başladı ama bu onun umurunda değilmiş
gibi görünüyordu. Kendisini koruyacak uygun pozisyonu bul
mak yerine şemsiyeyi dümdüz önüne doğru tutmaya devam
etti.
Yükselen denizin kıyıya farklı nesneleri taşıdığı bir sahil dü
şündü; bir kaset, ölü bir balık, bir ayakkabı, eski bir şapka... Bu
nesnelerin bir araya gelmesinde bir sebep var mıydı?
Trevis'in Follonica'da olduğunu tespit etmişlerdi. Oraya ne
yapmaya gitmişti?
Eğer Meriurgo'nun katili gerçekten o ise Olivadotti'yi de
o öldürmüş olabilir miydi? Ama bu durumda Olivadotti'nin
dosyasını trafik kazası olarak onaylayıp arşive kaldıran adli pa
tologa gidip onu şüphelendirmesinin ne anlamı vardı?
Katil, Brancati cinayetinde yalnız mı hareket etmişti yoksa
arabayı kullanan bir suç ortağı var mıydı?
Tüm bu olanların içinde Olivadotti'nin suçu neydi? Geçmi
şiyle ilgili olabilir miydi?
Trevis'i böyle bir şey yapmaya itebilecek bir neden var mıy
dı? Onun dışında kimin bir sebebi olabilirdi?
Bu düğümü çözmek için çok az vakti vardı. Başsavcı çok
açık konuşmuştu. Soruşturma Komitesi Brancati'nin ölümüy
le ilgili kısa sürede toplanacaktı ve ancak soruşturmalara yöne-

-250-
krmz

Gördüğüne Asla İnanma

lik hızlı ve sevindirici bir sonuç karşısında anlayışlı bir tutum


sergileyebilirlerdi.
Giurato yüzünün yağmurdan ıslandığını nihayet fark etti.
Boştaki eliyle yüzünü silip çıkmak üzere bahçe kapısına yöneldi.
Az vakti vardı. Hızlı adımlarla park yerine döndü.

Kurt çakıl taşlarının üstünde büyük bir dikkatle ilerledi. Ses


çıkarmamak için bedeninin ağırlığını doğru şekilde dağıtmaya
çalışıyordu. Çimenlik alana daha hızla ulaşmak için yolun tam
ortasından geçti. Böyle yaparak verandaya giden yolu uzatmış
tı ama artık hiç ses çıkarmadan ilerleyebiliyordu. Şanslıydı, et
rafta onu görebilecek hiç kimse yoktu.
Son bir adım daha atıp verandaya ulaştı. Eğilerek sazların
etrafından dolaşmaya başladı.
Zihninde şimdiden neler olacağını görüyordu. İlk olarak
Brighini'nin icabına bakacaktı. Bunu çok hızlı yapmalıydı,
Trevis'in neler olup bittiğini anlamaya vakti bile olmamalıydı;
Profesörü bir şekilde kiliseye çekip sonra burada...
Gündüz harekete geçmekten nefret ediyordu. Bunu daha
önce hiç yapmamıştı. Gecenin kokuları eksikti; ayın gizemli
ve parçalı ışığı, karanlık ve uzak diyarların heyecanını getiren o
esinti yoktu... Büyük risk alsa da bunu şimdi yapmak zorun
daydı. Yaşlı Brighini ismini hatırlayabilirdi.
Onlara çok yakındı, sadece birkaç santimetre uzaklarınday-
dı. Aralarında sazdan yapılmış kırılgan bir duvardan başka bir
şey yoktu. Ne konuştuklarını çok net duyuyordu. Elindeki bı
çağı iyice sıktı.
"Çok fazla gelen oldu..." Zaman Brighini'nin sesini değiş
tirmemişti. "Belki Bayan Zucchi'nin söylediği gibi yüzlerce

-251 -
krmz

Mario Mazzanti

değil ama yine de gerçekten çok fazlaydı. Ve birçokları kuzey


den; Milano, Torino ve Cenova'dan gelmişti... Bazılarını hâlâ
hatırlıyorum ama onlar bu taraflarda kalıp doktorluk yapmaya
başladılar, isimleri tekrarlar mısınız, Profesör?"
Trevis belirgin şekilde saymaya başladı:
"Rebotti... Deria... Merisi... Pisani... Benatti..."
"Yok, hayır, tanıdık gelmiyorlar... Hem sonra onlara isimleriy
le hitap edilmesi zordu, personel için onlar 'doktorcuklar'dı."
"Henüz mezun olmamışlardı değil mi?"
"Son sınıfta tez hazırlayan öğrencilerdi, yani ne öğrenci ne
uzman. Bu sadece Doktor Zucchi'nin gece nöbete kalacak biri
olduğunu göstererek dışarıya karşı kliniğin reklamını yapması
içindi. Aslında acil durumlar için doktorlardan biri ya da dok
torun kendisi mutlaka orada olurdu."
"Aslında benim size sorduğum oldukça farklı ve unutma
nın çok zor olduğu bir dönem; lütfen zihninizi biraz zorlayın,
önemsiz gözükecek küçük bir detay bile işimize yarayabilir..."
"O günleri çok iyi hatırlıyorum. Düşünün ki o zavallıcıklar
dan biri öldürülmeden iki gün önce annesini ziyarete gelen bir
arkadaşına eşlik ederek kliniğe gelmişti. Neydi adı... Anna...
Anna... Lanet olsun bu yaşlılığa, hatırlayamıyorum! Bu lanet
yaşlılık canıma okudu!"
"Federici, Anna Federici."
"Elbette ya Federici! Çok güzel bir kadındı. Birkaç sefer
gelmişti. Sempatik, neşeli hatta dedikodulardan öğrendiğimize
göre fazla neşeli... Kliniğe geldiği günlerden birinde fotoğrafını
bile çekmiştim. Tabii ya!" Brighini'nin sesi birden heyecanla
doldu. "Fotoğraflar!"
"Fotoğraflar mı?"

-252 -
»
krmz

Gördüğüne Asla inanma

"O dönemlerde bir tutkum vardı; fotoğraf. O zamanların


moda hobisiydi. Her yerde, herkesin fotoğraflarını çekiyor
dum. Fotoğraf makinem gittiğim her yerde yanımdaydı, hatır
lıyorum bir Rolleiflex'ti. Eğer aradığınız 'doktorcuk' o dönem
klinikteyse mutlaka fotoğrafını çekmişimdir."
"Fotoğrafları hâlâ saklıyor musunuz?"
"Çektiğim fotoğrafların hiçbirini atmadım. Tavan arasında
ki kutularda aramam gerek ama mutlaka ortaya çıkar."
"Ne zaman arayabilirsiniz? Benim çok vaktim yok, Milano'ya
dönmem gerekiyor."
Trevis'in sesindeki telaş fark ediliyordu.
"Bakın Profesör, size seve seve yardım edeceğim çünkü sizi
Bayan Zucchi gönderdi, eğer gerekirse bütün öğleden sonra
ararım. Bu gece saat ona doğru denize ağ atmaya gitmek istiyo
rum; yarım saat kadar önce burada buluşalım, size fotoğrafları
getireceğim."
Trevis birkaç dakika sonra Brighini'den izin isteyerek veranda
dan ayrılırken yelken kulübünün meydanında hiç kimse yoktu.
Dışarı çıkarken bir çeşit zafer duygusuyla o farklı yelken
deposuna tekrar baktı ve Neoklasik Romanesk yapı, muhtemelen
on sekizinci yüzyıldan kalma dıs cephede Gotik etkiler mevcut,
diye düşündü.

Denişe telefonun çaldığını duyar duymaz cevapladı.


"Alo" derkenki heyecanını Trevis büyük bir memnuniyet
le kendi üstüne alındı ama Denise'in telefonun diğer ucunda
duymayı ümit ettiği ses onunki değildi.
"Belki de çözüme yaklaştık Denişe, sadece biraz şansa ihti
yacımız var."

- 253 -
krmz

Mario Mazzanti

Trevis, Mareşal Salvadori ile buluşmasından Brighini ile


olan randevusuna kadar öğrendiği her şeyi anlattı.
"Bir şey çıkmak zorunda. Kurt birkaç ay boyunca burada
yaşadıysa hiçbir yerde ismine rastlanmamasına imkân yok.
Hem sonra belki bu gece elimde bir fotoğrafı olacak."
Trevis konuşurken Denise'in aklında, sevgilisinin kısa tatil
lerini planladıkları dönemde Massa Marittima Katedrali'nden
ve oraların ne kadar güzel olduğundan bahsettiği canlandı.
Gençken orada tatil yaptığını söylemişti. Bu kelimeler şimdi
kafasında uğulduyordu. Titremeye başlayan sesini kontrol et
meye çalışarak konuştu:
"Demek kurt Villa Chiara'da staj yapmış olabilir ve şu bulu
nacağı varsayılan fotoğraf bize onun gençlik hâlini gösterecek
öyle mi?"
"Bu sadece bir tahmin, kabul ediyorum ama temelsiz değil.
Bu tür caniler, saf zihinsel bir çılgınlığı eyleme dönüştürmek
için özel durumlara ihtiyaç duyar. Her şeyden önce kendi or
tamlarından uzak olmalıdırlar çünkü bunun, deliliklerinin or
taya çıkmasında önleyici bir etkisi vardır. Daha açık olayım; bu
kişiler kendi evlerinde suçlarını hayal edip tasarlayabilir ama
bunları hayata geçirmek için uzaklaşıp kendilerine daha koru
naklı ve daha az tanınabilecekleri bir yer bulurlar. Bu yüzden
kurbanlarını dikkatle seçerler; onları araştırır, takip eder, hayal
eder ve onlarla ilgili fanteziler kurarlar... Ancak en sonunda
saldırıya geçerler. İlk kurban bir tezgâhtardı, büyük ihtimalle
kurt onunla ilk defa müşteri olarak karşılaştı. Üçüncü kurban
muhtemelen tamamen rastlantısaldı ama önceden karşılaş
madıkları söylenemez. Son olarak ikinci kurban birçok sefer
Villa Chiara'ya gitmiş ve karakteri gereği herkese mavi bon
cuk dağıtmıştı; cinayet gecesi gelen bir telefonla evinden dışarı

-254-
krmz

Gör düğüne Asla İ na nma

çıkarılmıştı. Bir doktor olarak onu aceleyle dışarı çıkartacak


bir sebep bulmak pek de zor olmasa gerek. Kısacası kurt Villa
Chiarada ihtiyacı olan her şeyi bulmuştu. Kendi çevresinden
uzaklık, deliliğinden kuşkulanılmaması, çizginin diğer tara
fında olmasından kaynaklanan belli bir anonimlik... Ve hatta
kurbanlarından birini bile orada bulmuştu."
Denişe susuyordu.
Trevis sözlerine devam etti:
"Bu sadece bir varsayım ama ilk bakışta göründüğü gibi
zorlama değil, sonuna kadar araştırmaya değer... Bir sorun mu
var Denişe? Endişeli olduğunu hissediyorum."
"Profesör, Bölüm Başkanı Tosi-Ronchi ile buluştum. Bana
Giuratoyla yaptığı görüşmeden bahsetti..."
Denişe sabah kafedeki görüşmesini anlattı ama Meriugro'nun
son telefon görüşmelerinden bahsetmedi.
Bu detayı saklıyor olmaktan dolayı vicdanında bir yük ya
da azap duymuyordu. Ortaya çıkması olası fotoğraflardan ra
hatsız olmuştu zaten. İmkânı olsa onları hiç bakmadan yırtıp
atardı.
"Yarın Giurato artık benim için bir sorun olmayacak."
Trevisin sesi sakin ve teslimiyetçiydi. "Her halükârda pazartesi
üniversitede olacağım ve onunla yüzleşmem gerekecek. Bunu o
gün gelmeden düşünmek istemiyorum."
"Bu akşam otele döndüğünüzde beni arayın."
"Çok geç olabilir ama."
"Siz arayın Profesör, nasılsa gözüme uyku girmeyecek."
Denişe bu sefer yalan söylemiyordu.
Trevis telefonu kapadıktan sonra yatağa uzandı, Brighini'yle
görüştükten sonraki heyecanı çoktan yok olmuştu. Saat henüz

- 255 -
krmz

Mario Mazzanti

öğleden sonra üçtü ama kendini şimdiden çökmüş hissediyor


du, her şey çok hızlı gelişiyordu.
Mareşal Salvadori'ye ulaşmaya çalışmış ama şansı yaver git
memişti. Buluşmak için sözleştikleri saatteTrevis'in Brighini'ye
gitmesi gerekiyordu... Mareşale bir not bırakmaktan başka ça
resi yoktu.
Okumak için sadece Tucci'den ödünç aldığı kitap vardı:
Levrek Avcılığı. Trevis üçüncü sayfadan sonra huzursuz bir uy
kuya daldı.

-256-
krmz

T revis kapıyı açık bırakarak içinde belirsiz bir huzursuzluk


la yelken deposuna girdi. Brighini oradan başka bir yerde
olamazdı. Arabasını yelken kulübünün girişine park etmiş ol
duğunu görmüştü ama Brighini dışarıda değildi, balık malze
melerini almak için içeri girmiş olmalıydı.
İçerisi aydınlık değildi ama büyük yuvarlak pencereler
den ayın g ü m ü ş i ışığı sızıyordu. Kemerler, sütunlar, kiriş
ler ve raflar arasında fosforlu tayfları izleyerek ilerliyordu.
Dengeden yoksun bu ışık gölge oyunu yüzünden bütün
boyutlar değişmiş, direk ve yelkenlerle dolu raflar dev gibi
görünüyordu. Karanlıktan çıkan koridorlar uğursuz bir ta
vır sergiliyordu.
Labirente benziyor... Ya da bir süpermarkete, diye düşündü
Trevis, kendini rahatlatmaya çalışıyordu.
"Brighini, burada mısınız?" diye bağırdı.
Kilise, labirent, supermarket...
"Saklambaç oynamak istemiyorsunuzdur herhalde?"

-257-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis sesinin denizin nemli kokusunu taşıyan duvarlarda


yankılandığını hissetti. Çekingen tavırlarla orta koridora çıkan
paralel koridorlardan birinde ilerlemeye başladı. Tekrar seslen
meden önce birkaç metre daha ilerledi.
"Brighini?"
Kilisenin karşı tarafından zayıf bir öksürük sesi duyuldu.
"Hele şükür Brighini, tüm bu tiyatroya gerek var mıydı?!"
"Bu taraftan Profesör, gelin..."
Ses tonu alçak ve söyledikleri belli belirsizdi, neredeyse du
yulmasını istemiyor gibiydi... Trevis'i telaşlandıran bir şey daha
vardı; bu, Brighini'nin sesine benzemiyordu.
"Burası bir labirent" dedi neşeli gibi görünüp vakit kazan
maya çalışarak. "Siz benim yanıma gelin ve bu kedi fare oyu
nunu bitirelim."
Hayır, bu Brighini'nin sesi değildi, bundan emindi,
Brighini'nin tipik Toskana aksanından eser yoktu.
"Yaralıyım... Bana yardım edin... Lütfen..."
Ses yine sanki bir tıslama gibi çok kısık çıkmıştı.
Yaralı!
Trevis sesin nereden geldiğini tespit etmişti, soru sormadan
içgüdüsel olarak ileri atıldı.
"Geliyorum, dayanın hemen geliyorum!"
Yarı karanlığın elverdiği ölçüde hızla hareket edip raf
ların arasında zikzaklar çizerek ileri atıldı. Önüne çıkan
beklenmedik bir engele takılmamak için bakışlarını yerde
tutuyordu.
Yaralı! Nasıl olur? Kim tarafından?
İşte, artık yaklaşmış olmalıydı...

-258-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

O an, ay ışığının aydınlattığı yerde geniş bir alana yayılmış


koyu renkli, parlak bir sıvı birikintisi ve biraz ileride koridorun
Lıı anlığında kaybolan yine siyah, parlak bir şerit olduğunu
gördü. Bir an durup düşündü.
Antik Çağ'da, arzulanan alametin belirmesi için kanın siyah
vc parlak olması gerekirdi, kurbanlar dolunay gecesi verilirdi.
Trevis hareketsiz kaldı. Brighini yaralıydı. Yerde kendisi mi
sürüklenmişti yoksa onu başka biri mi sürüklemişti? Kendisi
sürüklenerek uzaklaştıysa neden kapıya doğru gitmemişti?
"Çabuk Profesör... Yarım edin bana!"
Sesi sıkıntılıydı, kanaması çok yoğun olmalıydı ama zayıf da
olsa bu sesi çıkaracak gücü nereden buluyordu? Hem de bu
kadar otoriter bir sesi!
Trevis ayakkabılarını çıkarıp yavaşça ve hiç ses çıkarmadan
geri gitmeye başladı.
Irevıs...
Ses artık neredeyse bir inleme hâlini almıştı, inandırıcıydı
ama Profesör kararını vermişti. Yavaşça çıkışa doğru ilerli
yordu.
Bir köşeden döndü.
"Lanet olsun!" diyerek kendi kendine beddua etti. Yanlış bir
koridora girmiş olmalıydı, şimdi karşısında yan koridorun dış
duvarı vardı ve ne kadar yüksek olduğunu tahmin bile edemi
yordu.
"Profesör... Profesör neredesiniz?"
Uğursuz ses çok yakından geliyordu.
Daha hızlı hareket etmeye çalıştı. Yön duygusunu kaybet
mişti. Çıkışı bulmak için nerede olduğunu tayin etmesi gere
kiyordu.

-259-
krmz

Mario Mazzanti

Derin bir iç çekiş duydu, yapay ve keskindi; ses tekrar du


yulduğunda artık bir tıslama hâlini almıştı:
"Çok kurnazsın, Profesör... Ama bu, kurtulmana yetmeye
cek. Şimdi senin canını almaya geliyorum. Hazır mısın?"

Denişe o gün defalarca aradığı numarayı tekrar çevirdi. Te


lefon çalarken saate baktı, yirmi iki. Kapatmadan önce uzun
süre çaldırdı.
Pencereye doğru yürüdü ve sokağa baktı. Gün boyunca sü
rekli yaptığı hareketlerden biri de buydu. Bina girişinin karşı
sında park etmiş beklemekte olan beyaz Fiat marka araba hâlâ
duruyordu. Arabayı akşamüstü fark etmişti. Haftalık mutfak
alışverişini yapmak için dışarı çıkmış ve eve dönmüştü sonra
da alışverişten çok kafasını dağıtmak için dükkânları dolaşmak
için çıkmıştı. Her iki sefer de aynı şey olmuştu. Evden çıkarken
bu araba evin önünde park etmiş duruyor, eve dönerken orada
olmuyor ama iki dakika sonra yine ortaya çıkıyordu. Pence
resinden arabanın kaldırıma sinsice yanaştığını ama içinden
kimsenin inmediğini görmüştü. İyi seçemiyordu ama arabanın
şu an da içinde oturan en az bir kişi olduğuna emindi.
Denişe bağırmak ve kilometrelerce uzağa kaçmak istiyordu.
Yine sevgilisinin ev telefonunu aradı. Diğerlerinde olduğu
gibi bu aramadan da cevap alamayacağını biliyordu.

Trevis felç olmuş gibiydi; korkunun kollarına düşmüş tepki


vermekten aciz bir hâldeydi.
Bu ses kimindi?
Kendini ne kadar zorlasa da tanıyamıyordu. Sakinliğini
korumalıydı, kurt nerede olduğunu bilmiyordu ki. En küçük

-260-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

bil ses bile çıkartmamalıydı, belki böylece onu dışarı çıktığına


İnandırabilirdi.
Neredeydi bu lanet kapı? Gözleri artık yarı karanlığa alış
mıştı. Saklanacak bir yer bulmak zorundaydı, ayakta öylece
durup kurdun bulunmayı bekleyemezdi.
"Profesör, ne düşündüğünü biliyorum... Seni bulamaya-
- ağımı sanıyorsun. Zavallı Profesör, seni hissediyorum, bu
nda olduğunu biliyorum, nefesinin ve kalp atışlarının sesini
duyuyorum. Ne heyecan ama, öyle değil mi? Kalbinin nasıl
çırptığını hissediyor musun? Bunu duymayacağımı nasıl dü
şünürsün?"
Bu ses, soğuk ve keskin bir hırıltı, zalim bir nefesti. Trevis
buna benzer başka bir sese rastlamanın ne kadar zor olduğu
nu anladı. Kimliğini gizlemek için çıkarılan yapmacık bir ses
değildi; bu, vampirin kendine has, doğal sesiydi, onun çürük
nefesiydi. Yine de kime ait olduğunu anlamasına yardım ede
cek bir tını, bir ton bulmak zorundaydı.
Ses uzaklaşıyor gibiydi, kurt dikey koridorlardan birine gir
miş olmalıydı. Eğer öyleyse bir sonraki koridoru geçtikten son
ra çok yakınına ulaşmış olacaktı.
"Kokunu da hissediyorum. Terliyorsun, korkudan terliyor
sun... Hava yetmiyor değil mi? Ne kadar derin nefes alırsan al
yetmiyor, Profesör..."
Kimindi bu ses, kime aitti?
Trevis birkaç metre uzağındaki dolap sıralarını gördü, olduk
ça geniştiler, belki içine bir insan sığabilirdi. Oraya ulaşabilmek
için hareketlendi. Kurt haklıydı, kalbi göğsünü parçalayacakmış
gibi atıyordu, soğuk bir ter tabakası alnını kaplamıştı.
"Korkmana gerek yok Profesör, o fotoğrafı çok istiyordun
değil mi? Şimdi biraz yaşlanmış olsa da gerçeğini göreceksin...

-261 -
krmz

Mario Mazzanti

Hem sonra o fotoğrafta hiç de güzel çıkmamışım, Brighini pek


de iyi bir sanatçı sayılmazdı."
Yaklaşıyordu, yaklaşıyordu. İlk dolap kabini büyük bir asma
kilitle kilitlenmişti.
"Sana güzelliği ve mükemmelliği dünyada görülmemiş bir
şey göstereceğim. Sen çok sıradan bir basitlikle akıl yürütüyor
sun, benim deli olduğumu düşünüyorsun..."
İkinci ve üçüncü dolaplar da kilitliydi, ses gittikçe daha da
yaklaşıyordu.
"Yücel biraz Profesör, hayati olayların karmaşıklığını düşün,
bunları destekleyen ve mümkün kılan ruhun kendisidir... Dünyada
ruhtan daha mükemmel ne var ki? Ruh kan içinde gezinir, gizemli
ve manevi sıvıların arasında dolaşır. Güzelliği göz kamaştırıcıdır...
Sen hiç kana dokundun mu Profesör? Sıcaklığını hissettin mi?"
Geriye son bir dolap kalmıştı. Trevis dehşetle bununda da
kilitli olduğunu gördü, kilidi tuttu... Kilit açıktı, anahtarla ki-
litlenmemişti!
"Kan yaralarından sızarken yoğunlaş... Dinle onu... Çok
fazla zamanın olmayacak ama sana yeter..."
Trevis ses yapmadan dolaba girdi ve kapağını kendine çekip
eliyle kapalı tuttu. Çok az yer vardı, kambur durmak zorun
daydı, bacakları dolabın saçtan gövdesine yapıştı, bu pozisyon
da uzun süre kalamazdı.
"Bedeninden bolca ve ışıldayarak çıktığını göreceksin... Üs
tünü kaplayan sıcaklığını hissedeceksin... Ve sonunda... Ve so
nunda onu göreceksin... Bu ana kadar sadece bana görme izni
verilen şeyi göreceksin; ruhu göreceksin!"
Ses artık çok yakından geliyordu, kurt dolapların olduğu
koridora girmişti. Hemen yanıbaşındaydı!

-262- »
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"(iüzellik ve mükemmelliğin gerçekten ne olduğunu göre


sin. Yakında olduğunu hissediyorum, Profesör... Çok ya
kında... Hazır mısın?"
Trevis kurdun birinci dolabın kilidini yoklayıp salladığını
ılııydu, sonra ikinci dolabın kilidi... El yordamıyla kendini ko-
nmıasına yardımcı olacak bir şeyler bulmaya çalıştı.
Belki dışarı fırlayıp kaçmaya çalışmalıydı ama kendinde
lumu yapacak gücü bulamayacağını biliyordu.
Kurt ilerliyordu, iki dolap sonra onu bulmuş olacaktı.
Trevis nefesini tuttu, kapalı tutabilmek için iki eliyle ve tüm
gücüyle kapağa asıldı. En azından kurt dolabı kolayca açama-
yacaktı.
"Profesör... Demek en son dolap. Son ana kadar beklemek
istedin demek..."
Trevis vücudundaki en küçük kasa kadar gerilmişti, tüyleri
nin ürperdiğini hissetti, nefes alamıyordu.
Birden Mareşal Salvadori'nin kuvvetli sesi kilisenin duvarla
rında bir silah gibi patladı:
"Profesör? Profesör Trevis, burada mısınız?"
Trevis o an tüm gücüyle haykırdı; aynı anda hem korkuyu
hem de özgürlüğü barındıran bir çığlıktı bu. Kurt dolabın ya
nına koşup şiddetle sarsarak kapağı açmaya çalıştı ama Trevis
bir yandan bağırıp bir yandan kapağı sıkıca tutmayı başardı. O
esnada kurdun da öfkesini haykırdığına yemin edebilirdi.
"Yardım edin! O burada, burada!"
Havada bir el silah sesi duyuldu.
"Dayanın Profesör, geliyorum!"
Salvadori sesin geldiği tarafa ulaşmaya çalışıyordu, bir el
daha ateş etti.

-263-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis kurdun kapağı bıraktığını ve uzaklaştığını duydu ama


yine de bağırmaya devam etti. Ona hiç bitmeyecekmiş gibi ge
len birkaç saniye sonra Salvadori'nin sesini çok yakında duydu:
"Profesör, buradayım!"

Trevis'in nefesinin düzene girmesi biraz zaman aldı.


"Yanımda silahımın olması tam bir şans..." dedi Salvadori ka
ranlık koridorlardan birinden çıkarken. "Arkada başka bir çıkış
daha var, oradan kaçtı, sadece dışarı süzülen bir gölge görebildim."
"Brighini?"
Trevis düz bir sesle sormuştu.
"Kilisenin arkasında boynu kesilmiş bir ceset var. Çok net
ve derin bir kesik." v
Salvadori'nin sesi heyecansızdı.
"Bu kesikleri yıllar önce görmüştüm zaten, kullanılan el de
aynı."
"Beni takip etmiş, beni buraya kadar takip etmiş..." Trevis
kendi kendine konuşur gibiydi. "Tüm yaptıklarımı izlemiş..."
Birden irkildi, sesi heyecanla doldu.
"Şu zavallıyı araştırmamız lazım, üstünde hâlâ izler olabilir,
hadi, çabuk olalım!"
Salvadori, Trevis'in önüne geçip ellerini omuzlarına koydu. Pe
rişan hâldeki Profesörün karşısında çok güçlü bir duruşu vardı.
"Öncelikle sakinlesin, yapılması gereken her şeyi yapacağız,
sakin olun... Ama önce çıkıp biraz temiz hava alalım, arabada el
fenerim var, bu arada da siz bana neler olduğunu anlatırsınız."

-264-
krmz

B righini nin cesedi kilisenin ucundaki bir köşedeydi. Sırtı


duvara dayanmış, ayaklar hafif açık yarı oturur pozisyon
daydı. Kurt onu oraya kadar sürükleyip, o pozisyonda oturtup
Trevis'i yakalamak için yem olarak kullanmak istemişti.
"İşte tam bu arkada saklanmış olmalı" diyerek bir rafın ar
kasını işaret etti Salvadori. "Siz bakmak için Brighini'nin üs
tüne eğildiğiniz zaman üstünüze atlayacaktı Profesör, elinde
hazır bekleyen ketamin iğnesiyle birlikte belki de..."
El feneri tekrar cesede dönüp sarı ışığıyla kül rengi kıvrım
ların arasında gezinmeye başladı; hayat hiçbir şeye bu bedene
olduğu kadar uzak duramazdı.
Trevis hayatında hiç bu kadar büyük bir kesik görmemişti;
gırtlağı ikiye ayıran kesik, bir kulaktan diğerine kadar uzanı
yordu. Baş kopmuş gibi duruyordu ve nefes borusunun oyuğu
bedene içi boşalmış gibi bir görüntü veriyordu.
Trevis otokontrolünü ancak sağlayabilmişti. Bunu karşısın
daki görüntüye rağmen koruyabildi. Cesedin yanına yaklaşıp

-265 -
krmz

Mario Mazzanti

detaylıca inceledi sonra elini isteksizce adamın boynunda gez


dirdi.
"Önce keskin olmayan bir aletle bayıltılmış olmalı. Kafanın
arkasında kan birikmesinden kaynaklanan bir şişlik var. Başka
bir yara yok gibi... Bir dakika, burayı aydınlatın Mareşal."
Salvadori ışığı Brighini'nin sol eline tuttu.
"Şuraya iyi bakın" dedi Trevis, elin tersindeki kırmızı bir
noktayı işaret ederek. "Eğer bedeninde biraz kan olsaydı, bu
ranın altında bir damar olduğunu görecektik. İz çok yeni, bir
şırıngadan olmuş olmalı."
"Elbette ya. Ketamin..."
"Öldürmeden önce hazırlanıyor olmalı, tıpkı bir ayin gibi.
Zamana ihtiyacı var ve kurbanın en güzel anda uyanmayaca
ğından emin olmak istiyor. Davranışlarında hep aynı yolu iz
leyip kendini ifade ederken bir istikrar yakaladığından daha
önce bahsetmiştik."
"Hadi Profesör." Salvadori lafı kısa kesti, Trevis'in soğuk ve
mantıklı davranışları onu şaşırtmıştı. "Bakalım şu fotoğraf hâlâ
üstünde mi?"
Brighini'nin giysilerini dikkatle aradılar ama kişisel eşyaları
dışında bir şey bulamadılar. Salvadori defalarca baktığı kadav
ranın bulunduğu yerin etrafını bir ipucu bulma ümidiyle tek
rar inceledi. Sonunda vazgeçti.
"Artık gitme vakti Profesör, burada çok vakit harcadık."
Trevis raflarla dolu koridorda ilerliyordu.
"Bir dakika, ayakkabılarımı almalıyım... Kahretsin! Her ye
rime kan bulaştı."
"Gidelim, Profesör."
Salvadori belirgin bir telaş içindeydi.

-266-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Artık burada değiller ama tam olarak burada çıkardığıma


eminim..."
Trevis Salvadori'ye dönerek, "Polise mi gideceğiz, Mareşal?
Her şeyi anlatacak mıyız?" diye sordu.
Salvadori yanıtlamadan önce duraksadı. Ne cevap vermesi
gerektiğini çok iyi biliyordu, tüm olanlardan sonra yapılma
sı gereken en mantıklı şey buydu. Ama bir an için gözlerinin
önüne üç kadının cesedi geldi, o günlerdeki endişesini ve ikti
darsızlığını, gece çıktıları takibi zihninde tekrar yaşadı... Şimdi
vampir geri dönmüştü, yakalanmasında Mareşal'e son bir rol
alma şansı veriliyordu. Yirmi yıldır rüyalarına eşlik eden o çığ
lıkların durması için bir şans...
"Bunu bana siz söyleyeceksiniz, Profesör." Mareşalin sesi
ciddileşmişti. Kelimeleri, alçak sesle söylediği hâlde eski kili
senin sütunları arasında yankılanarak titredi. "Hiçbir ipucu
bulamadık ve Villa Chiara yolu da Brighini'nin ölümüyle tı
kanmış oldu. Eğer konuşup her şeyi anlatırsanız kurdun kim liği
asla ortaya çıkmaz ya da tıpkı yirmi yıl önce yaptığı gibi
ortadan kayboluverin"
"Ya hiçbir şey anlatmadan Milano'ya dönersem?"
"Siz kim olduğunu öğrenmeden sizi öldürmeye çalışacaktır.
Ama bunu yapmak için büyük risk alması gerekecek..."
"Ve bunun sonucunda da kimliğini tespit etmek daha kolay
olacak."
Trevis düşünüyordu, içinde korkudan eser yoktu.
"Aslında bir çeşit... Nasıl diyorsunuz siz balıkçılar... Canlı
yem olacağım."
"Bu ciddi bir mücadele olacak Profesör, ölümcül bir mü
cadele. Adamımız uzun vadede kimliğinin bulunacağını bili—
-267-
krmz

Mario Mazzanti

yor ve daha önce elinde olan avantajı kaybettiğini de. Artık


gözlerin üstünde olduğunu biliyor. Olabildiğince hızlı hareket
etmek isteyecektir."
"Giurato'yla konuşup beni hedef gibi göstermesini isteye
bilirim."
"Sizce Giurato, Meriurgo cinayetinin tanığının başına ge
lenlerden sonra böyle bir riske girer mi?"
"Öyle tabii ama beni şüpheli gibi görüp gözaltına alabilir;
bu şekilde bir açıdan korunmuş olurum... Elbette ona da dik
kat etmeliyim, fazla şüphelendirmeden karanlıkta yalpalamaya
devam etmesini sağlamalıyım."
"Saf olmayın Profesör, bu hikâyede bir casus gibi hareket
ettiniz, kurt ne yapmak istediğinizi hemen anladı ve siz far
kına bile varmadan peşinizden buraya kadar geldi. Giurato
sizin bir süredir Follonicada olduğunuzu mutlaka biliyor
dur. Otel kaydı içinde kimlik kullandınız, hatırladınız mı?
Bu arada patologun kafasında oluşturduğunuz şüphelerden
dolayı Giurato, Olivadotti'nin eski dosyalarını en az on defa
okumuştur ve oldukça da ilginç bulmuştur. Son olarak da en
fazla üç dört gün için zavallı Brighini'nin kanındaki ketamini
tespit edecekler. Giurato daha bu gece, buranın her bir tara
fında bıraktığınız parmak izleri incelenmeden önce adınıza
bir yakalama emri çıkartmış olacak. Kurdun kim olduğunu
bulmak için çok az vaktiniz var, Profesör ve hayatta kalmak
istiyorsanız şu ana kadar yaptığınızdan çok daha doğru adım
lar atmalısınız. Kararınız nedir, size jandarmaya kadar eşlik
edeyim mi?"
Trevis soluklandı.
"Eğer Milano'ya dönersem siz buradaki araştırmalarınıza
devam edecek misiniz?"

-268 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Mareşal Salvadori bir sigara yapıp bir süre sessiz kaldı. Bu,
kendini ve Trevis'i doğru olanı yapmak için zorlayabileceği son
fırsattı.
"Bundan emin olabilirsiniz" dedi sonunda ve ekledi. "Geç
mişte burada yaptığı kısa ikamet sebebiyle mutlaka birkaç iz
bırakmış olmalı; artık Villa Chiara'da çalıştığını da kesin ola
rak biliyoruz. Eğer bir şey varsa bunu bulacağım ama şunu
düşünün; bu, polisin çok daha kısa bir sürede yapabileceği bir
araştırma şüphesiz... Hâlâ vaktimiz var."
"Ama hiçbir şey bulunamazsa ve kurt, Giurato'nun peşine
düştüğünü fark ederse kaçabilir."
Mareşal Salvadori onayladı.
"Eğer bir şey bulursanız..." dedi Trevis.
"Size hemen haber vereceğim, siz de bana verin, lütfen. İr
tibatımızı sıkı tutmalıyız. Son ve en önemli şey..." Mareşalin
gözleri çelik gibi soğuk ve sertti. "Kim olduğunu öğrendiği
mizde onu almaya ben gideceğim."
Trevis birkaç saniye daha düşündükten sonra cevapladı:
"Anlaştık. Şimdi bana ayakkabılarınızı ödünç vermeniz
gerek, Mareşal" dedi çıplak ayaklarını göstererek. "Milano'ya
böyle dönemem."

-269-
krmz

' I ^revis Milano'ya vardığında saat sabahın dördüydü.


Yola çıktığından beri bir türlü unutamadığı bir şey vardı;
eğer o kurdun peşindeyse, kurt da onun peşindeydi.
Bütün gece boyunca gidiştekinin aksine oldukça ıssız bir
yolda ilerlemişti. Onun bu gece Milano'ya döneceğini tahmin
eden kurdun yolda ona pusu kurması çok mümkündü. Bu çe
şit tuzaklar katilin hareket tarzına uygundu.
Bu ruh hâlinde Floransa'ya kadar çok bozuk ve çok az kişi
nin kullandığı bir yoldan gitmişti. Tüm yol boyunca onu izle
yen bir araba olabileceği korkusuyla dikiz aynasından arkasını
kontrol edip durmuştu ama anlaşılan o gece yolda gerçekten
de tek başınaydı.
Yalnızdı ama yola çıktığından beri rahatsız edici bir yol ar
kadaşı vardı; yeni tanıdığı o vahşi hayvanla mücadele etme en
dişesi.
Onunla tekrar karşılaştığında savaşmak için korkusunu yö
netmeyi başarabilecek miydi?

-270-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Aralıklarla küçük ve birbirinin aynı yerleşim yerlerinin ya


nından hızla geçmişti. Gecenin karanlığında ıssız görünen ha
yalet yerlerdi buralar. Trevis, kendi hayatını o köylerden birin
deki herhangi birinin monoton, sakin ve her günü birbiriyle
aynı olan hayatıyla seve seve değiştirebilirdi.
Floransa'da bir ankesörlü telefondan Denise'i aramış, ona
olayları sanki başka bir insandan bahseder gibi sakinliğini ko
ruyarak anlatmaya çalışmıştı. Denişe onu kendi evine gelmeye
ikna etmek için ısrar etmek zorunda kalmıştı.
"Hadi ama Profesör, en azından bu akşam ve yarın bende
kalın. Bana anlattıklarınızdan sonra kendi evinize gidemezsi-
nız!
"Apartman girişinde polis arabası var, onları nasıl atlataca-
gım?
"Hiç zor olmayacak, burunlarının dibinde halledeceğiz, na
sıl yapacağımızı anlatayım..."
Trevis Floransa'dan Parmaya kadar kullanacağı Sole otoba
nına girmiş, otobandan onu Milano'ya götürecek Emilia yolu
na girmek üzere ayrılmıştı. Yolu döven ve yansımalar yaratan
ince yağmur sisi dağıtmıştı.
Düşünceleri, gittikçe hiçbir hedef ve kurgu olmadan sürekli
kendi üstlerine kapanan spirallere benzemeye başlamıştı.
Sabahın dördü olmuştu ve şehrin caddeleri çöl gibi ıssızdı.
Profesör bütün gücünü yok eden büyük bir yorgunluk his
setmeye başladı. O ana kadar içinde tuttuğu adrenalinin son
damlası da tükenmek üzereydi. Denise'in evinin yakınındaki
bir telefon kabininin önünde durdu. Arayıp kapamadan önce
üç defa çaldırdı, sonra üç defa daha...

-271 -
krmz

Mario Mazzanti

Denişe, telefonun ikinci çalışından sonra üstüne bir sa


bahlık giyip apartman sahanlığına çıktı. Birkaç dakika önce
pencereden yola bakmış ve beyaz Fiat'ın apartmanın önün
de beklediğini görmüştü. Asansörü çağırdı. Oturduğu bina,
iki paralel sokak boyunca inşa edilmiş, kare şeklinde dizilmiş
birbirinin aynı dört binadan oluşan bir sitede bulunuyordu.
Binalardan ikisinin girişi bir sokağın üstündeyken diğer iki
sinin girişi diğerine göre daha arkada kalan bir sokaktaydı.
Binalar ortak kullanım alanı olan bir bahçeyle birbirinden
ayrılıyordu. Bahçenin altında her bir apartmandan asansör
le ulaşılabilecek yine ortak kullanım alanı olan kapalı garaj
vardı. Denişe garajı hızla geçti sonra arka sokaktan girilebi-
len apartmanlardan birinin girişine çıktı. Trevisin geldiğini
görünce otomatik kilide basarak kapıyı açtı. Birkaç dakika
sonra evdeydiler.
Denişe hiç ışık açmadı, Profesörü mutfağa geçirdi ve orada ki
ışığı yaktı.
"Evin bu tarafı ön sokağa bakmıyor" diye açıkladı. "Sabahın
dördünde uyanık ne yaptığımı sorgulamalarını istemiyorum.
Arabayı nereye bıraktınız, Profesör?"
Trevis kendini bitkin hâlde sandalyeye bıraktı, sesi boğuk
ve yavaş çıktı:
"Birkaç yüz metre ileride bir sokağa, beni kimse görmüş
olamaz."
Denişe, Trevis'i başından ayaklarına kadar süzerek neredey
se koruyucu denebilecek bir gülümseme takındı.
"Kahve var ama belki de hemen dinlenseniz daha iyi olur,
görüntünüz o kadar... Elbiselerinize ne oldu? Bu ayakkabı
lar da neyin nesi..." Denişe eğlenerek güldü. "Son moda mı
bunlar?"

-272-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Trevis ayaklarına baktı. Ayağında sağlam, oldukça eski


moda, bağcıklı, tarif edilemeyecek gariplikte bir renkte moka
senler vardı, ayaklarına en az iki numara büyüktüler.
Bir an için Trevis'e her şey çok saçma geldi, kıkırdadı. İçin
de sebepsiz bir gülüşün yayıldığını hissetti.
"Bir dostumun... Gözüme çok rahat göründüler, ben de bir
tur atmak için ödünç aldım."
Trevis histerik bir kahkahaya tutuldu ama bu, kısa bir süre
sonra gözyaşı dökülmeyen bir ağlamaya dönüştü. Sonra birden
durup şöyle dedi:
"Oradaydı Denişe, sadece birkaç santimetre uzağımda...
Nefesini, vahşetini hissediyordum. Sesini tanıyamadım, Deni şe...
O kadar... O kadar insanlık dışıydı ki..."
"Tamam, tamam Profesör" Denişe onun koluna girdi.
"Şimdi güzel bir duş alın, giysilerinizi banyoda bırakın, ne ya
pabilirim bir bakayım; bu gece için size benim yatağımı veri
yorum, böylece kimse sizi rahatsız etmeden istediğiniz kadar
uyuyabilirsiniz... Hayır, hayır, itirazları kabul etmiyorum...
Yarın konuşmak için bolca vaktimiz olacak."
Trevis duşa girdiğinde içinde hâlâ o buz gibi tıslama sesini
duyuyordu.

Denişe ertesi gün öğlen saatlerinde yatak odasına kafasını


uzattığında Trevis'in taş gibi kımıldamadan uyuduğunu gördü.
O ise uzun bir süredir ayaktaydı, kendiyle savaşmakla geçirdiği
bir süreydi bu. Ses yapmadan salona dönüp telefonun ahizesini
kaldırdı. İki saattir, içinde vücut bulan hayaletlerden kurtul
mak için o sesi duymayı arzuluyordu ama bir yandan da telefo
na kimse cevap vermezse aynı hayaletlerin zincirlerini kırmak
için daha da kuvvetli çırpınacaklarını biliyordu.

-273 -
krmz

Mario Mazzanti

Ayrıca Trevis bu kadar yakınındayken onu aramanın pek de


güvenli olmadığını biliyordu. Konuşmanın tam ortasında uya
nacak olsa Denişe telefonu aniden kapatmak zorunda kalacak
ve hem sevgilisinin hem de Profesörün şüphelenmeyeceği iki
bacaklı bir yalan uydurması gerekecekti.
Denişe ahizeyi yerine koydu.
Uzun bir süre başka bir şey yapmaktan aciz boş bakışlarla
telefonu izledi. Sonra aniden ahizeyi tekrar kaldırıp numarayı
çevirdi.
Telefon çalarken sürekli dönüp yatak odasına bakıyordu.
Uç defa... Beş defa... On defa çaldı...
Sonunda pes etti. Kendini koltuğa bırakıp tavanı izlemeye
koyuldu.
Onu içinde bulunduğu bulanık boşluktan çıkaran kapı zili
oldu.
Denişe cevaplamak üzere kapıya gitti. Kesinlikle o gelmişti!
"Tanrım" diye düşündü. "Trevis yatak odamda!"
Mikrofona konuşmaya hazırlanırken bir yandan da bir çö
züm üretti. Nasılsa giyinikti, ona aşağıda beklemesini söyleyip
hemen yanına inecekti.
Ama kapı mikrofonundan duyulan ses beklediği kişininki
değildi:
"Doktor Di Marco, ben Doktor Giurato. Pazar günü oldu
ğunun ve alışılmadık bir şey yaptığımın farkındayım ama size
birkaç sorum olacak. Sadece birkaç dakikalığına yukarı gelebi
lir miyim?"

"Gayriresmî bir görüşme olacak... Ama eğer isterseniz sizi


ofisime de çağırtabilirim."

- 274 -
krmz

Gör d ü ğ ü ne Asla İ na nma

Giurato'nun sesi iğrenç bir tatlılık taşıyordu.


"Önemli değil, ben aşağıya inerim."
"Doktor Hanım, bunun alışılmış bir durum olmadığı doğ ru
ama sokakta da konuşamayız, öyle değil mi... Sadece birkaç
dakikanızı alacağım söz veriyorum."
Denişe hızla düşünüyordu.
Sonunda sakin bir sesle, "Dördüncü kat, Doktor Giurato"
dedi.
Denişe mutfağa koşup temizlemeye çalıştığı Trevis'in giysi
lerini topladı ve yatak odasına yöneldi.
"Uyanın, Profesör" dedi Trevis'i hızla sarsarken. "Çabuk
uyanın, çabuk, tehlikedeyiz, misafirimiz var!"
Trevis sıçrayarak yatakta oturdu.
"Giurato yukarı çıkıyor" dedi Trevis'in yüzüne çoraplarını
fırlatırken giysilerin geri kalanını dolaba tıktı. "Saklanmanız
gerek, sadece birkaç saniyemiz var!"
Trevis aptal gibiydi, pantolonunu giydi. Denişe çoktan
banyoya geçmişti bile, Profesör ayılmaya çalışarak peşinden
gitti.
"Giurato mu?!"
"Öyle ya, ne istediğini bilmiyorum." Denişe duşun suyunu
açtı. "Bana birkaç soru sorması gerektiğini söyledi."
"Ama ne olabilir ki..."
Trevis birden durdu. Denişe hızla soyundu, çırılçıplaktı, ak
makta olan suyun altına girdi ve bütün vücudu ıslanana kadar
kendi etrafında dönerek bekledi.
"Bırrr... Buz gibi! Çabuk Profesör bana şu bornozu verin."
"Neler oluyor..."

-275-
krmz

Mario Mazzanti

"Görüşmeyi olabildiğince kısa kesebilmek için Giurato'yu


utanacağı bir duruma sokmaya çalışıyorum. O değil, diğerini
verin" diyerek daha kısa olan bornozu işaret etti.
Denise'in çıplak vücudu, ileriye doğru uzattığı kolu, su
damlalarıyla kaplı beyaz teni ve gururlu bakışları... Trevis onu
bu
hai e bir savaş tanrıçasının plastik güzelliğiyle karşılaştır
madan edemedi.
Kapı zili çaldı.
"Banyo kapısı açık kalsın." Denişe göğüs kısmının açık ol
masına dikkat ederek bornozu giydi. "Siz de Profesör, kapının
arkasına saklanın, böylece her şeyi dinleyebilirsiniz ve Giurato
da kimseyi görmeden etrafı gözetleyebilir."

"Üzgünüm Doktor Hanım, görüyorum ki ziyaretim hiç


olmadık bir zamana denk gelmiş" dedi Giurato koltuklardan
birine otururken.
"Önemli değil, pazar günleri geç vakte kadar uyurum ve
güzel bir duş tamamen ayılmanın en mükemmel yoludur."
"Çok az vaktinizi alacağım. Öncelikle son görüşmemizde
size biraz özel sorular sormak durumunda kaldığımdan dolayı
özür dilerim, duyarlı olduğunuz konulara denk geldi ama lüt
fen inanın bana, bunları size sormam gerekiyordu."
"Hepsini unuttum bile."
Denise'in göğüs dekoltesi çok cömertti ve bornozun boyu
oldukça kısaydı ama tüm bunlar Giurato'yu pek de etkilemişe
benzemiyordu.
"Konumuza gelelim, geçtiğimiz iki gün boyunca Profesör
Trevis'le konuştunuz mu?"
"Hayır."

-276-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Olmayan hasta teyzesini ziyaret etmek için Trentino yerine


Follonicada bulunduğunu biliyor muydunuz?"
"Hayır. Belirttiğiniz yerin nerede olduğunu bile bilmiyorum."
"Toskana'da deniz kenarında. Size Follonicaya bir gezi ya
pacağından hiç bahsetmiş miydi?"
"Hayır."
"Söyler misiniz Doktor Hanım, Profesör Trevis işini üniver
site dışında da özel olarak yapıyor mu?"
"Hayır."
"O zaman hastaları yok?"
"Hayır."
Giurato yapmacık tavırlarla gülümsedi.
"Sizde de 'hayırdan başka cevap yok Doktor Hanım."
"Sorduğunuz sorulara cevap veriyorum o kadar."
"Görüyorum... Demek Profesör Trevis'in hastası yok ama
yine de bir psikanalist, öyle değil mi?"
"Tam olarak öyle değil, kendisi psikologdur. Psikanaliz
doktrinini çok iyi bilir ama psikanalist, psikoterapi yaparken
bu doktrinleri kullanan kişidir."
"Ama bir psikanaliz terapisi yapacak yetidedir muhakkak."
"Ne cevap vereceğimi bilemiyorum, bunu Profesörün ken
disine sormanız gerek."
"Son zamanlarda işleri çok yoğun olan bir meslektaşı kendi
sinden hastalarını takip etmesini istemiş olabilir mi?"
"Hayır, böyle bir şeyin imkânı yok."
"Meslektaşlarının, Profesör'ün görüş ve önerilerini almak
üzere kendisine hasta vakalarını aktardığı olur mu?"
"Evet, bu çok sık olur."

-277-
krmz

Mario Mazzanti

"Peki vaka aktarılırken hasta hakkındaki özel detaylardan


da bahsedilir mi?"
"Doğal olarak evet."
Giurato kısa bir ara verdikten sonra sordu:
"Doktor Di Marco, Giorgio Olivadotti ismini hiç duydu
nuz mu?"
Denişe hemen cevaplayamadı.
"Hayır, hiç duymadım."
Giurato'nun yüzünde aynı gülümseme belirdi.
"Nasıl oldu da bu sefer hemen cevap veremediniz? Sorum
sizi şaşırttı mı?"
"Allah aşkına! Sadece cevap vermeden önce iyice düşünmek
istedim ama bu ismi hiç duymadım. Tanımam gereken biri
mi?"
Giurato cevap vermedi, Denise'i gözlerindeki tarif edilemez
bir bakışla süzmekle yetindi. Denişe, onun güveninde hafif de
olsa bir sarsılma fark etti.
"Siz Profesör Trevis'in şu an nerede olduğunu biliyor mu
sunuz?"
"Hayır ama burada olmadığından eminim." Denişe soğuk
bir kahkaha koyuverdi. "Kontrol etmek ister misiniz?"
"Buna gerek yok..." dedi Giurato, o da gülümsüyordu. "Ama
madem ısrar ediyorsunuz, size saygısızlık yapmak istemem."
Denişe ifadesini korumayı başardı.
Giurato ayağa kalkarak, "Çok sürmez, küçük bir ev" dedi.
Denişe bacaklarının titrediğini hissetti. Giurato'nun bunu
fark etmesinden korkuyordu. Giurato'yu önce mutfağa oradan
da yatak odasına götürdü. Banyoya doğru ilerlerken Trevis'in

- 278 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

kapının arkasında olabildiğince ince durması için dua etti, bir


yandan da banyodaki aynalardan görüntüsünün yansıyabilece
ği olasılığını kafasından atmaya çalışıyordu. Hiç ışık açmama
lıydı, beklenmedik bir gölge her şeyi mahvedebilirdi. Giurato
ile kapının arasında durdu, dikkatle kapıya yaslandı, Trevis'in
karşı koyan bedenini hissetti. Tanrı'ya şükürler olsun ki hiçbir
gölge ya da ayna yansıması yoktu. Küçük bir sürtünme, öksü
rük ya da hapşırık işlerinin bitmesine yeterdi...
"Burada da kimse yok gördüğünüz gibi; başka oda yok, te
ras ya da sahanlık da yok ama eğer isterseniz dolapların içine ve
yatağın altına da bakabilirsiniz."
"O kadarına gerek yok" dedi Giurato, tatmin olmuşa ben
ziyordu. "Sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim... Son bir şey...
Biraz sıkı giyinin, soğuktan titriyorsunuz."

Giurato sokağa çıkar çıkmaz yanına mavi bir araba yaklaştı,


adam şoförün yanına oturdu.
"Hâlâ orada" dedi. "Ben orada olduğum süre boyunca ban
yo kapısının arkasında saklandı."
"Onu gördünüz mü Doktor?"
"Hayır ama kızın kapıya abanmasından belliydi. Ayrıca ora
ya gittiğimde beni banyo yapıyor olduğuna inandırmaya çalıştı
ama duşun camlarında hiçbir buğu izi yoktu. Söylesene, sen
kışın ortasında buz gibi suyla banyo yapar mısın?"
Giurato bir süre düşüncelerinin içinde kayboldu. Sonra bir
den sordu:
"Gece saat kaçta gelmiş?"
"Arka sokaktaki ekip dört otuz beş olduğunu belirtti."
"Güzel, güzel..."

-279-
krmz

Mario Mazzanfci

"Onu almamızı istemiyor musunuz?"


"Şimdilik hayır, eğer yarın enstitüye gitmezse alırsınız. Bu
arada evden ayrılırsa ne yapacağınızı biliyorsunuz."
"Fark ettirmeden takip ederiz."
"Ve elinizden kaçırmadan."
Giurato nihayet bir sigara yaktı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Trevis.


Denişe bir havluyla saçlarını kuruluyordu.
"Sizinle Olivadotti arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyor."
Trevis onayladı.
"Bulması zor çünkü yok. Yarın enstitüde üstüme atladığın da
söylemek için inanılır bir bağ düşünmem lazım."
Denişe aynaya baktı.
"Saçımı daha dün yaptırmıştım..." dedi üzgün bir tavırla
sonra Trevis'e dönerek, "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Din
lenebildiniz mi?" diye sordu.
"iyiyim, hem sonra uyanır uyanmaz biraz adrenalin herkese
önereceğim çok sağlıklı bir şey; insanı hemen kendine getiri
yor." Trevis gülümsemeye çalışarak devam etti. "Dün akşam
benim zavallı bir aptal olduğumu düşünmüşsündür..."
"Neler söylüyorsunuz böyle Profesör, tam tersine ayakta du
rabildiğinizi görmek şaşırtıcıydı. Esas biraz önceki striptiz şovu
için siz beni bağışlayın ama kaybedecek zaman yoktu..."
Trevis zorlansa da önemsemez göründü.
"Hiç sorun değil, güzelliğin sorun olduğu nerede görülmüş
ve sen..." Trevis'in bütün güveni kayboluyordu. "Çok güzel-
sın.

-280-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Teşekkürler, Profesör" dedi Denişe banyoya girip kapıyı


ardından kapadı.
Aynanın karşısında yalnız basınayken gözlerindeki ışığın
söndüğünü gördü.

Trevis omletin tadının ağzına yayıldığını hissetti, önünde


dumanı tüten bir fincan kahve vardı. Kendini iyi ve korunaklı
hissediyordu. Denise'in mutfağı belki çok geniş değildi ama
düzenli ve kullanışlı bir görüntüsü vardı. Meşe mutfak dolap
ları ortama sıcak ve güven verici bir hava katıyordu. Bir gece
önceki yenilgi ve başarıyla geçen Giurato'nun beklenmedik zi
yareti unutulmuştu.
Olanları uzunca anlattı ve Denişe onu soru sormadan ses
sizce dinledi.
"İnanılmaz" dedi Denişe sonunda. "Bu inanılmaz bir
hikâye."
"Evet" dedi Trevis.
"Gerçekten yem olmaya niyetli misiniz? Bu durumda artık
her şeyi Giurato'ya anlatmak daha iyi olmaz mı?"
"Hayır, zaten bir tanığını kaybetti, hiçbir şey yapmama izin
vermez ve her şeyi mahveder. Öyle ya da böyle, bu hikâye son
bulmak zorunda Denişe... İçinde bulunduğumuz bu duruma
gelmeyi ben istedim ve şimdi geri çekilemem, bunu istemi
yorum. Eğer başarısız olursam Giurato her şeyi öğrenecek ve
bildiği gibi hareket etmekte özgür olacak."
Trevis bir süre durakladı sonra sakince anlatmaya devam
etti:
"Hem sonra ben korunmasız bir yem olmayacağım. Eğer
konuşmaya hayvanlar âlemine gönderme yaparak devam ede-

-281 -
krmz

Mario Mazzanti

cek olursak; bu durum gece ormana girmek gibi bir şey. En


basit şekliyle, kurt benim üstüme atlamadan önce benim onu
ortaya çıkarmam gerek."
Denişe midesinde dolaşan huzursuzluğu hissetti.
"Niyetiniz nedir?"
"Artık onun hakkında çok şey biliyoruz. Kırk iki kırk altı
yaş arası, yaklaşık bir seksen boyunda ve ayakkabı numarası
kırk üç. Yirmi yıl önce yetmiş beş kilo kadarmış ama geçen
zaman düşünülecek olursa bu çok güvenilir bir veri değil. Her
halükârda bu bilgiler, şüpheli listemizi daraltmamıza yardımcı
olacaktır."
Denişe düşünceli görünüyordu.
"Kimin olabileceğini düşünüyorsun değil mi? Yaş ve ant-
ropometrik veriler göz önünde bulundurulduğunda elimizde
sadece üç şüpheli kalıyor. Profesörleri alfabetik sırayla sayarsak;
Deria, Merisi ve Rebotti."
"Pisani boyundan dolayı dışarıda kalıyor ve D'Avila çok
yaşlı ama Benatti? Onu neden dışarıda bıraktınız?"
"Benatti yaş sınırında ve büyük ihtimalle boyu bir yetmiş
beş yok ama onu elememiz için çok daha önemli bir sebep
var. ikinci dereceden mantık yürütmeyle ulaşılan bir sebep bu;
ama bunu sana eğer elimizdeki ipuçları kurda ulaşmamıza yet
mezse anlatacağım.
Denişe, Trevis'e sorgular gözlerle baktı.
"Bir fikrim var... Ama bu, oldukça farklı ve karmaşık bir
araştırma yapmamızı gerektirecek bir fikir. Buna gerek kalma
yacağını umuyorum ama ihtiyaç olursa bu yolu da kullanaca
ğız ve işte o zaman sana bundan bahsedeceğim ama şu an için
elimizdekilere odaklanalım. Üç şüpheli ve bunların üstünde

- 282 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

değerlendirmesini yapacağımız ipuçlarımız var. Şimdi bu ipuç


larından bazıları kurdun geçmişiyle ilgili. Öncelikle yirmi yıl
önce üç şüpheliden birinin Milano plakalı Alfa Romeo'su var
mıymış, bunu kontrol edeceğiz. Bu bilgiye araç tescil belgele
rinden ulaşabiliriz. En önemlisi de bu kişinin Villa Chiara'da
bulunmuş olması kariyeri açısından bir sonuç verebilir. O dö
nemde son sınıf öğrencisi olduğunu unutmayalım... Klinik
vaka çalışmalarını bitirme tezinde kullanmış olabilir mesela ya
da daha sonraki yıllarda depresyon üzerine yazdığı makalelerde
de bu bilgi geçiyor olabilir. Ayrıca profesyonel özgeçmişinde o
klinikte görev aldığı mutlaka yazıyor olmalı."
Trevis devam etmeden önce kahvesinden büyük bir yudum
aldı.
"Üçünün de tam bibliyografyalarına ihtiyacımız var; me
tinler, yayınlanan makale ve kitaplar, katılman kongreler... Bu
nunla sen ilgilenebilir misin?"
Denişe başını salladı.
"Çok güzel, ben de bu sırada özgeçmiş ve bitirme tezi ko
nularıyla ilgileneceğim."
Trevis yine durdu, içeride sadece saatin tıkırtıları duyulu
yordu.
"Şimdiki zamanı göz önünde bulunduracak olursak adamı
mızın hafta sonu ve özellikle de dün akşam nerede olduğunu
gösterecek elle tutulur bir kanıtı olamaz. Bunları araştırmak
çok da zor değil; kurt boynundaki kemendin sıkılmaya başla
dığını hissedecek."

Giurato o pazar günü öğleden sonrasını, ofisinde kendine


acil cevaplanması gereken sorular yönelterek geçirdi.

-283 -
krmz

Mario Mazzanti

Dün Follonica'da bir cinayet işlenmişti... Yelken kulübün-


deki bu cinayetle Trevis'in orada olmasının bir ilişkisi var mıy
dı? Brighini ve Olivadotti tanışıyorlar mıydı?
Follonica'daki emniyet birimleri bu soruların en kısa za
manda cevaplanacağını belirtmişti.
Giurato bir sigara yakarken kendine yine aynı şeyi sordu;
Trevis'i hemen sorgulamak daha iyi olmaz mıydı? Bu soruya
daha önceki seferlerde olduğu gibi yine aynı cevabı verdi: Üstün
de yük olduğunu hissettirmeden onu göz altında tutmak daha
iyiydi. Açıklığa kavuşması gereken birçok konu vardı daha.
Giurato nöbetteki ekiple irtibat kurdu, saat akşam sekizi
geçmişti.
"Bildirilecek bir şey yok Doktor, bütün gün evde kaldılar."
"Bundan emin misiniz?"
"Tüm olası çıkışları izliyoruz. Biri girişte diğeri garajda ol
mak üzere binada iki adamımız var. Biz görmeden dışarı çık
mış olmaları imkânsız."
Giurato pakette kalan sigaraları saydı. Eve dönerken açık
bir tütün dükkânı bulması gerekiyordu ve bu, pazar akşamı
için çok zor bir ihtimaldi.
"İyi, gözünüzü açık tutun. Ofisten çıkıyorum. Durumda
herhangi bir değişiklik olursa beni hemen bilgilendirin, telefo
numu biliyorsunuz."

Kurt içinde dönüp duran çığlıkları bastırmak için savaşı


yordu. Barber'in müziği bazen uyumsuz olan keskin sekizlik
notalarla zihnine girmeye çalışıyordu. Kontrolü tekrar ele ge
çirmek zorunda olduğunu biliyordu, rasyonelliği kaybetmeyi
göze alamazdı.

- 284
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Tam mükemmelliğe ulaşmak üzereyken aşağılanmış,


Salvadori'nin önünde kaçmak zorunda kalmıştı; bir defa daha,
tıpkı yirmi yıl önce olduğu gibi kendisi için korkmuştu.
Bu, saf güzelliğin tahammül edemeyeceği bir şeydi.
Kurt, Trevis'in evinin önünde öfkeyle dolanıyordu;
Profesör'den iz yoktu, ev bomboş görünüyordu. Sefil Profesör
bunu ödeyecekti. Katlanmak zorunda kaldığı aşağılanmanın
bedelini en ağır şekilde ödetecekti.
Bir baskı duygusu hissetti. Beton yığını evleriyle şehir, du
yularının genişlemesini engelliyordu.
Sakin ve serinkanlı olmak zorundaydı. Arabayı şehir dışına
sürdü. Sisin boğduğu karanlıkta gözleri sınırsız uzakları göre
bilirdi.
Nihayet patlayan müzik içinde serbest kaldı.

Erkek Wilma önünü açık bırakarak giydiği kürküyle aynaya


baktı. Altında sadece siyah, kısa ve göğüslerini açıkta bırakan bir
korse vardı. Erkek Wilma göğüsleriyle gurur duyuyordu. Ona ne
redeyse küçük bir servete mal olmuştu bu göğüsleri yaptırmak.
Küçük arabasını dikkatle sürerek Melzo kasabasından geçti,
anayol üzerindeki dört yola doğru ilerledi. Yol üstündeki barda
bulunan bir genç onu görünce abartılı cinsel hareketler yapa
rak arkadaşlarıyla şakalaştı:
"Erkek Wilma işe çıkmış..."
Bu isimden nefret ediyordu. Ona bu takma adı yıllar önce
bir kasabada onu hor görmek ve alay etmek için takmışlardı. O
ise gün içinde kendisiyle alay eden bu insanlardan intikamını
gece olunca farklı tecrübe için maaşlarının yarısını ona verdik
lerinde almış oluyordu.

- 285 -
krmz

Mario Mazzanti

Dört yola geldi. Burası tartışmasız onun bölgesiydi.


O gece sis vardı ama bu hiç de sorun değildi, aksine birçok
müşteri meraklı gözlerden büyük ölçüde korunduğunu düşü
nüp daha kolay karar verecekti. Kârlı bir gece olacağı belliydi.
Bir araba yanında yavaşça durdu, yolcu kapısı onu içeri da
vet edercesine açıldı. Erkek Wilma tereddüt etti, bu asla yaptı ğı
bir şey değildi ama sürücünün karanlık bakışlarında rahatsız edici
ve vahşi bir şey yakalamıştı, tıpkı gece ormanın yaydığı nemli ve
saldırgan koku gibi...
Erkek Wilma omuz silkip bütün düşünceleri uzaklaştırdı,
fiyatını söyledi ve arabaya bindi.

-286- *
krmz

T revis pazartesi sabahı enstitüdeki odasına gittiğinde sanki


oradan yüzyıllardır ayrıymış gibi hissetti.
Bu yerin ona her zaman verdiği o eski dingin memnuniyet
hissinin arayışında havayı derin derin içine çekti.
Ama geçen birkaç gün onu değiştirmişti. Trevis artık başka bir
insandı ve bunu biliyordu, işinden ve öğrencileriyle ilişkilerin
den gurur duyan parlak profesörden geriye ne kalmıştı? Haya
ta dokunmadan üstünden uçup giden; şiddet, korku, delilik ve
hatta aşkın yaşanacak deneyimler yerine sadece incelenecek basit
fenomenler olduğunu düşünen adamdan geriye ne kalmıştı.
Etrafına baktı, sadece soğuk bir uzaklık hissetti. Bir zaman
lar ona ait olan bu duygular sonsuza dek uçup gitmişti ve için
de pişmanlık duymak için gereken sıcaklık bile kalmamıştı.
Masaya oturup yapması gereken şeye yoğunlaştı; o gün top
ladığı ipuçları... Kendini soğuk ve kararlı hissediyordu, kade
rinden korkmuyordu; savaşa hazırdı.
Telefonu çaldı.

-287-
krmz

Mario Mazzanti

"Parti başlasın" diye düşündü Trevis.


"Bölüm başkanı sizi görmek istiyor, Profesör." Karşı tarafta
Tosi-Ronchi'nin sekreteri vardı. "Sizi odasında bekliyor."

Denişe tembelce gerindi. Enstitünün kütüphanesinde tek


başınaydı. Bir saattir oradaydı ve en az iki saatlik daha işi vardı.
Deria, Merisi ve Rebotti'nin tam bibliyografyalarını oluştur
mak küçük bir iş değildi. Bu, özel dergilerdeki her yayını, me
tinleri, denemeleri, bildirileri, seminer ve kongreleri ve bu üç
kişinin ismiyle basına verilmiş olan herhangi bir yayını tespit
etmek demekti.
O sabah enstitüye gittiğinde koridorda uzaktan da olsa er
keğini bir asistanla konuşurken görmüş ve kalbinde bir buruk
luk hissetmişti.
Denişe o anın gelmesinden korkmuştu. Onu gördüğünde
ve ona hafifçe dokunduğunda hissedeceklerinden korkmuştu.
Ama şimdi bu adamı böyle karşısında görünce...
O olamazdı... Olamazdı.
Yanından geçerken duyduğu yakınlık ve karşılıklı histen mut
luluk duydu. Teninin bir çeşit elektriklenmeyle titrediğini, kalp
atışlarının arttığını fark etmişti. Aralarında resmî bir selamlaşma
olmuş ve başkalarının anlayamayacağı şifreli işaretlerini yapmış
lardı. Uygulama derslerinin yapıldığı küçük sınıf pazartesi gün
leri boştu, her zamanki gibi saat on birde orada buluşacaklardı.
Denişe yayınların arasında bu adama yönelik bir işaret bu
lursa ne yapacağını düşünerek tekrar araştırmasına döndü.
Saatine sinir içinde bir defa daha baktı. On bire hâlâ bir
saatten fazla vardı.
•••

-288-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Tosi-Ronchi, Trevis'e karşı nazikti. Onun için ne kadar en


dişelendiği anlaşılıyordu. Adli makamlarla işbirliği yapmanın
gereğinden bahsedip enstitünün ismine bir gölge düşürülme-
mesi konusu üstünde uzun süre durdu. Trevis hayalleri yıkıl
mış gibi numara yapıyordu.
"Doktor Giurato'ya söz verdim" dedi sonunda Tosi-Ronchi.
"Buraya döndüğünüzde kendisine haber vereceğime dair söz
verdim ve şimdi bu görevi yerine getirmek durumundayım."
Trevis ona birkaç saat beklemesi için yalvardı. Asla ertelene
meyecek işleri vardı ve diğer taraftan henüz bir şey bilmediği
konularla ilgili Giurato'ya ne söyleyebilirdi ki.
Tosi-Ronchi parmaklarını masanın etrafında gezdirdi ve ar
kasına yaslandı.
"Aramızda kalsın ama umarım dönmekle iyi etmişsinizdir."
Bölüm başkanının açık renkli, canlı gözleri kelimelerden daha
fazlasını söylüyordu. "Geçtiğimiz günlerde size bir mesaj gön
dermeye çalıştım ama yerine ulaştı mı bilmiyorum tabii..."
Trevis cevaplamadan önce bir süre bekledi.
"Size bunun için teşekkür etmem gerek, bunu neden yaptı
ğınızı sorabilir miyim?"
"Beni alaycı ya da aşırı politik sanmanızı istemem ama bu
günlerde önümüzdeki akademik yıl için fon aktarımları yapılı
yor ve enstitümüzün kötü bir reklam yüzünden kesinti alması
na izin veremeyiz. Diğer taraftan sizin Profesör Meriurgo'nun
öldürülmesiyle hiçbir ilginiz olmadığına kesinlikle eminim.
Sizi böyle bir şey yapmayacağınızı bilecek kadar uzun süredir
ve çok iyi tanıyorum."
Trevis susuyordu, bakışlarını etrafta gezdirip büyük pence
renin dışına yöneltti.

- 289 -
krmz

Mario Mazzanti

"Enstitünün diğer üyelerine karşı da bu güveni taşıyor mu


sunuz?"
Tosi-Ronchi bu soru karşısında şaşırmış gözükmüyordu.
"Benim yaşımda, hayatın karşımıza çıkardığı olaylardan
şaşkınlık duymayacak kadar çok şey görüp geçirmiş oluyor
insan. Bugünlerde Doktor Giurato sadece sizinle ilgili değil,
diğer meslektaşlar hakkında da bilgi almak istedi; Meriurgo'yla
olan ilişkilerini, Meriurgo'nun enstitüyle ilişkisini sordu... O,
çözümü bu duvarların arasında arıyor ve bunun için iyi neden
leri olsa gerek."
"Ama bu benim sorumun cevabı değil."
"Şimdi oraya geliyorum... Meriurgo'nun ölüm haberini size
ben verdim, hatırlarsanız. O gün sizin tepkinizi gördüm. İnsan
şaşırmış ya da acı çekiyormuş gibi taklit yapabilir ama o gün si
zin gözlerinizde gördüğüm kaybolmuşluğu yapamaz, Profesör.
Bu cinayeti sizin işlemediğinizi biliyorum. Ama ben sadece sizi
gördüm, diğerlerinin gözlerine bakmadım."
Tosi-Ronchi sessizliğin odaya yayılmasını bekledi.
"Ancak beni düşündüren bir şey var... Profesör Meiurgo
bunu size bildirmiş miydi bilemiyorum ama kendisine Ce
nevre Psikoloji Derneği tarafından, derneğin boşalmış olan
bilimsel yöneticilik pozisyonunu dolduracak kişiyi belirleme
yetkisi verilmişti. Bu pozisyon çok prestijli ve imrenilen bir
görev olmasının yanı sıra seçilen kişiye uluslararası bir yetki
ve itibar kazandırıyor, kariyerin taçlanması diyebiliriz. Güzel...
Alternatifler bu enstitünün iki üyesine indirgendi ve seçim hiç
de kolay olmadı. 'Başarılı olmak isteyen iki oğla sahip bir kral
gibi yapacağım' diyordu Meriurgo espri yaparak. 'Benim ve
krallığım için en tehlikeli olanı uzağa göndereceğim."'
"Kimdi bu iki kişi?"

- 290
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Deria ve Merisi. Sonunda kendi tercihini de belirterek


Cenevre'ye bu iki ismi ilettiğini biliyorum. Ve Cenevre onun
tercihi doğrultusunda seçim yaptı, birkaç gün içinde resmî ola
rak bildirilmesi gerek."
"Bu durumda kimin seçildiği bilinmiyor."
"Henüz değil. Ama ben kendime şunu soruyordum: Yenil
ginin verdiği hayal kırıklığı bu kadar yakıcı olabilir mi, demek
istediğim intikam aldıracak kadar?"

Trevis odasına girmek üzere olan Profesör Rebotti'yle kar


şılaştı.
"Rebo, ne zaman bana vakit ayırabilirsin?" dedi meslektaşı nı
dikkatle izlerken.
Profesör Rebotti bir seksenle bir seksen beş boyları arasında
olmalıydı. Gri takım elbisesi onu olduğundan daha zayıf gös
teriyordu ama seksen kiloyu aştığı kesindi.
Rebotti ona sulanmış, soğuk ve ifadesiz gözlerle baktı. Ka
fasıyla odasını işaret etti.
"Bir saniye ver, hemen geliyorum" dedi Trevis.
Koridorun Rebotti'yle kendi odasını ayıran kısmını hızlıca
geçti. Odasına girince hemen masasının çekmecesinden küçük
bir kayıt cihazı çıkardı ve ceketinin iç cebine yerleştirdi. Mik
rofonu ise yapışkanlı kâğıtla gömleğin kol ağzının içine tuttur
du. Gömleğinin içinden geçirdiği kablosunu da kayıt cihazına
taktı. Mikrofonun çalışmasını ve görünmediğini kontrol etti.
Trevis, Rebotti'nin kapısını çalarken aletin kayıt tuşuna bastı.

Adam kamyonetiyle Adda Nehri'nin yanından devam eden


patika yolda ilerliyordu. Üşüyordu; sabah ve akşam olmak üzere
her gün iki defa bu denetim turunu yapmayı aptalca buluyor-

-291 -
krmz

Mario Mazzanti

du. Tarih öncesi hayvanların gerçek büyüklükteki kopyalarının


olduğu bir çocuk oyun parkının bekçisiydi. İnsanları belirli bir
rota dâhilinde park içinde dolaştıran küçük bir gezi treni vardı.
Gezi sırasında bir rehber ziyaretçilere soyu tükenmiş hayvan
ların alışkanlıklarını ve yaşamlarını anlatıyordu. Çocuklar çok
eğleniyordu ve park özellikle sıcak havalarda dolup taşıyordu.
Ama kışın kapalıydı ve bekçi gereğini anlayamasa da günde iki
defa denetim gezisi yapılıyordu... Bunun için para aldığı doğ
ruydu ama patroncuklardan birileri gelip de bu soğukta kam
yonet üstünde turlamak nasıl oluyormuş görseydi keşke!
Gökyüzü gibi gri renkte olan nehir yolun yanında akıyordu.
Suyun üstünde oluşan akıntı oyunları kendi çıkış noktalarında
birden kayboluyordu. Yoldan geçen arabaların gürültüleri çok
uzaktaydı.
Yol boyunca devam eden çalılıkların arasında koyu bir gölge
bekçinin dikkatini çekti, gözlerini kısarak daha dikkatle bak
tı. Dalların arasına sıkışmış siyah kare bir objeydi. Kamyoneti
durduran bekçi merakla yaklaştı, birkaç metre kala bunun bir
çanta olduğunu fark etti. Çantayı çalılıklardan almak için çö-
meldi. Zarif, siyah deriden ve yeni bir parçaydı. İşli, altın rengi
bir tokası ve yankesicilerin daha metrelerce uzaktan cesaretini
kıracak karmaşık bir kilit mekanizması vardı. Bekçi çantayı
hantal ve bakımsız ellerinde evirip çevirdi; oldukça ağırdı ve
bu, insana içinin dolu olduğunu müjdeliyordu. O sırada kafa
sını kaldırdı ve bitkilerin arasına gizlenmiş şeyi fark etti...
Bu, bir zamanlar Erkek Wilma olan paramparça bir bedendi.

Trevis, saatine bakarak Rebotti'nin odasından çıktı. On bire


çeyrek vardı. Kaydettiği kaseti hemen dinleme niyetindeydi
ama zaman sıkışıktı. Bir üst kata, enstitü sekreterliğine çıktı.

-292-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Bayan Gemma yıllardır o ofiste görevliydi, Trevis'i özel bir


ilgiyle selamladı.
"Sizin için ne yapabilirim, Profesör?"
"Bana şöyle bolca zaman kazandır. Eski yayınlarımdan bi-
lini bulamıyorum ve referans bilgilerini de hatırlayamıyorum.
Kürsü ataması için sunduğum başlıkların arasına kesinlikle ko
nulmuş olacağından eğer dosyamı bulma nezaketini gösterir
seniz bir saniyede aradığımı bulurum."
Bayan Gemma anlayışla gülümsedi.
"Sadece bir dakikamızı alır Profesör."
Kadın, Trevis'in dikkatli bakışları önünde kayar kapaklı
metal bir dolaba yöneldi. Demek özgeçmişleri orada tutu
yorlardı. Bayan Gemma kapaklardan birini hiç zorlanmadan
kaydırdı.
Kilit yoktu, bu çok iyiydi... '
Trevis giriş kapısına göz attı, pleksiglas tabelanın üstünde
kapanış saati olarak 17:00 yazıyordu.
"Buyurun, Profesör." Bayan Gemma kalın bir dosya uzattı.
"Ne kadar da çok şey sunmuşsunuz böyle! Bu kürsüyü ne ka
dar çok istediğiniz anlaşılıyor!"
"Neredeyse iki yüz adet; aralarında yayınlar, konferans ra
porları ve tüm bu yıllar boyunca yazdığım daha birçok başka
şey var... İşte, aradığımı da buldum."
Trevis aradığı şeyi bulmuş gibi numara yaparak bir yayını
dışarı çıkardı.
"Sadece tarihine ve hangi dergide yayınlandığına ihtiyacım
var."
"Hayır lütfen, verin de size bir fotokopisini çekeyim" dedi
Bayan Gemma düşünceli davranarak.

-293-
krmz

Mario Mazzanti

Birkaç dakika sonraTrevis elindeki gereksiz fotokopilerle oda


sına girmek üzereydi ki koridorda birinin kendisine seslendiğini
duydu, Doktor Giurato onu sahte bir nezaketle selamladı.

Denişe kütüphaneden ayrılıp uygulama sınıfına yöneldi.


Sevgilisinin yayınları arasında hiçbir ipucu bulamamak onu
rahatlatmıştı. Önce kendine, eğer bulursa ne yapacağını sor
muştu ama bu cevabı olmayan ve sadece sormuş olmak için
sorulan bir soruydu; öyle bir durumda Denişe ne yapacağını
biliyordu. En azından şimdilik böyle bir deneyim yaşaması
na gerek kalmamıştı. "Öyle ya" diye düşündü acı bir şekilde.
"Şimdilik kalmadı..."
Kimsenin onu görmediğinden emin olmak için son bir kez
etrafını kontrol etti, sınıfa girip kapıyı kilitledi. Erkeği içeride
onu bekliyordu. Denişe ondan kaçmadı, bunu denemedi bile.
Kendini o güçlü kollara ve sevgi dolu okşamalara bıraktı. Ar
tık hiçbir şeyin önemi yoktu, hiçbir şey bu heyecandan daha
önemli olamazdı. Suçlu... Ya da masum... Ne önemi vardı?
Duyguların onu sürüklemesine izin verdi, artık kendinin
hâkimi değildi, ellerinin erkeğinin karnına doğru inmekte ol
duğunu fark etti...

"Odama geçelim" dedi Trevis Doktor Giurato'ya.


Karşılıklı oturdukları anda Giurato gözlerini sessizce Trevis'e
dikti. Profesör gözlerini kaçırmadan kendisine sorgucusunun
bu taktikten ne beklediğini sordu; ayaküstü yapılacak bir itiraf
mı? Adaletin sert ve laik görevlisinin bu bakışı karşısında bir
çöküş mü? Giurato bu oyunda sadece ikincil bir piyon rolü
üstlendiğinin, esas karşılaşmanın kurt ve Trevis arasında oldu
ğunun farkında değil miydi?

-294-
krmz

Gör düğ üne Asla İnanma

Giurato tam bir baş belasıydı: Yolda giderken kaçılması ge-


ken bir çukur, ancak önüne yiyecek bir şey atılınca etkisiz
hile gelen bir bekçi köpeğiydi... Korku yaratabileceğini nasıl
üşünebiliyordu?
"Evet, buyurun?" dedi Trevis, hiç vakti olmayan kişilerin
avrıyla.
"Giorgio Olivadotti?"
"Evet?"
"Haklıydınız Profesör, kendisi öldürülmüş."
Giurato'nun ses tonu iniş çıkışsız ve tek düzeydi.
"Biliyorum, Doktor Mantero'yla konuşma imkânım oldu."
"Güzel, açıklığa kavuşturmak zorunda olduğumuz şeyler
ar Profesör ama sırayla gidelim. Kendisini tanıyor muydu
nuz?"
"Profesör Mcriurgo'nun hastasıydı, kendisiyle birkaç defa
karşılaştım. Bunlar tamamen rastlantı gibi görünen ama
Meriurgo'nun yönetimi altında yapılan görüşmelerdi. Profesör
bana bu oldukça karmaşık vakadan bahsetmişti ve daha kesin
bir görüş beyan edebilmem için hastayı tanımama yönelik bu
zararsız oyunu tasarlamıştı."
"Profesör sizden öneri istedi mi?"
"Meriurgo'nun öneriye ihtiyacı yoktu ama en ilgi çekici va
kalarında yer almak beni onurlandırıyordu."
"Olivadotti'nin ölümünün bir kaza olmadığından şüphe
lenmenizi sağlayan şey neydi?"
"Siz, Doktor Giurato" diye cevapladı Trevis, meleklere özgü
bir ifade takınarak.
"Ben mi?!"

- 295 -
krmz

Mario Mazzanti

Doktor Giurato'nun sesinde ilk defa bir heyecan belirtisi


ortaya çıkmıştı.
"Bana Meriurgo'nun ölümünün ikonanın çalınmasıyla ilgi
li olduğunu düşündüğünüzü siz söylemiştiniz, hatırlıyor mu
sunuz? Ertesi gün gazetede Olivadotti'nin Profesör'le aynı gece
öldüğünü okuduğumda ilk başta bu tesadüften çok etkilendim
ama sonra Olivadotti'nin bir sanat hayranı olduğunu ve bazen
ingiliz kız arkadaşının iyi niyetli aracılığıyla italya'dan aldığı
sanat eserlerini ingiltere'de sattığını hatırladım."
Trevis en ufak bir sıkıntı göstermeden gerçekle hikâyeyi ka
rıştırarak anlatıyordu. Bu hikâyeyi uzun süre önce hazırlamıştı
ve şimdi dersini tekrarlayan başarılı bir öğrenci gibi konuşu
yordu.
"Böylece iki ölümü birbirine bağlayan bir bağ olduğunu ve
bunun da çalınan ikona olduğunu düşündüm. Olivadotti'nin
öldürüldüğü yere gittim. Burasının ıssız ve pusu kurmaya uygun
bir yer olduğunu gördüm. Belki çok fazla cinayet romanı oku
yorum ama Olivadotti'nin Profesör Meriurgo'yu ikonayı çalıp
ingiltere'de satmak için öldürdüğünü düşündüm sonra kendisi
de suç ortağı tarafından öldürüldü sanırım; bu belki de çalıntı
mal satan bir aracıydı ve paranın hepsini kendi almak istedi."
Giurato bir süre suskun kalıp düşündü. Sonra sordu:
"Olivadotti'nin sanat merakını ve böyle bir ticari faaliyet
içinde olduğunu nereden biliyordunuz?"
"Size söyledim, Meriurgo bana bu vakayı uzunca anlatmış
tı. Olivadotti'nin hayatıyla ilgili oldukça fazla bilgim vardı."
"Neden bu şüphelerinizi anlatmak için bana gelmediniz?
Bilgi saklamanın suç olduğunu biliyor musunuz?"
"Aslında söylediğinizi yaptım, Doktor! İlk adım
Olivadotti'nin ölümünün kaza olmadığını kanıtlamaktı. Bu-

- 296 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

nım sadece bir şüpheden ibaret olduğunu unutmayın, ben bile


\ .n sayımımın muhtemelen asılsız çıkacağını düşünüyordum.
Böylece şüphelerimden bahsetmek için adli patologa gittim.
Zaten bu, emniyet biriminden bir yetkiliyle görüşmek anlamı
na geliyor."
"Ama ona şüphelerinizin kaynağından yani Olivadotti'nin
nadiren de olsa sanat eserleri ticareti yaptığından bahsetmedi-
nız.
"Eğer bugün buraya önce siz gelmemiş olsaydınız, tam da
bu dediğinizi yapmak üzereydim. Doktor Mantero'dan duru
mun cinayet olduğunu öğrendiğimde bugün döneceğim kısa bir
seyahate çıkmak üzereydim. Bugün öğleden sonra sizinle
görüşmek niyetindeydim."
"Hasta teyzenize gitmişsiniz sanırım..."
"Elbette hayır..." Trevis gülümseyerek devam etti. "Bu, işle
ilgili konularda rahatsız edilmemek amacıyla enstitü için uy
durulmuş küçük bir yalandı. Aslında bunu biraz utanarak söy
lüyorum ama dedektifçilik oynamak istedim ve Olivadotti'nin
ablasıyla konuşmak için Toskana'ya gittim, ingiliz kız arkadaşı
nın adını öğrenmek ve birkaç ipucu bulmak istiyordum. Ama
maalesef büyük bir fiyasko oldu, hiçbir bilgi edinemedim."
Giurato rahatsız görünüyordu.
"Doğrulayabilirsiniz, size Bayan Olivadotti'nin adresini ve
rebilirim."
Trevis gerçekten de oldukça eğleniyordu.
"Eğer ihtiyaç olduğunu düşünürsek bu bilgiye kendi
imkânlarımızla da ulaşabiliriz" dedi Giurato, tadı kaçmıştı.
"Bakın Doktor Giurato, eğer bu tutumumla işinize engel
olduysam üzgünüm ama böyle hareket etmemin..."

-297-


krmz

Mario Mazzanti

Giurato Trevis'in lafını sertçe kesti:


"Olivadotti'nin geçmişiyle ilgili ne biliyorsunuz?"
"Yirmi yıl önceki üç cinayetten mi bahsediyorsunuz?"
"Aynen öyle."
"Cinayetlerden birinde görgü tanığı olduğunu ve sonra da
katilin ondan kurtulmaya çalıştığını biliyorum."
"Bunu Profesör Meriurgo'dan mı öğrendiniz?"
"Elbette."
"Sizce o zamanki ve bugünkü cinayetler arasında bir bağ
olabilir mi?"
"O trajik olaylar yüzünden Olivadotti'de ciddi ve karmaşık
bir nevroz ortaya çıktı ve onu Profesör Meriurgo'ya tedavi gör
meye getirdi."
Giurato derin bir nefes aldı.
"Olivadotti'nin ölümüyle ilgili teoriniz ilginç Profesör, üs
tündeki soruşturmaların derinleştirilmesi iyi olur ama söyle
meme izin verin ki sizinkilerden daha profesyonel araştırmalar
gerek. Şu an için iki cinayetin birbiriyle bağlantılı olduğuna
dair bir kanıt olmadığını düşünüyorum."
Giurato tekrar bürokratlara has sesiyle konuşmaya başla
mıştı ve Trevis komiserin gerçekte düşündüğü şeyi söylemedi
ğine emindi. Ne biçim bir oyun, diye düşündü kendi kendine.
ikimiz de Levanten* tüccarlar gibi birbirimize yalan söylüyoruz.
"Her ne kadar biraz geç olsa da yardımlarınız için teşekkür ede
rim. Sizinle yakın zamanda tekrar görüşmeye ihtiyacım olabilir. Beni
de işle ilgili bir rahatsızlık olarak değerlendirmeyeceğinizi umarım.
Olası yer değişikliklerinizi bana bildirin lütfen. Son bir şey..."
* Osmanlı'da özellikle Tanzimat sonrası dönemlerde İstanbul ve diğer büyük liman şehirlerin
de ticaret yapan gayrimüslim azınlıklara verilen ad.

-298-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Giurato Trevis'e, Meriurgo'nun salonunda ikonanın durdu


ğu nişin fotoğrafını uzattı.
"İyi bakın; şu Yunan vazosu hep orada mıydı yoksa yeri iko
na çalındıktan sonra değiştirilmiş mi?"
Trevis bir süre konuşmadan fotoğrafı elinde evirip çevirdi.
"Hayır" dedi sonunda. "Hep aynı yerdeydi."
"İyi" dedi Giurato kapıya yönelirken. "Biliyor musunuz,
kendime şunu soruyorum: Neden vazo da çalınmadı? Sonuçta
o da çok kıymetli bir parça..."
"Ya, bunu bende kendime sordum, belki pazarda talep edil
miyordu... İkona talep üzerine çalınmış olmalı."
"Göreceğiz... Vakit ayırdığınız için teşekkürler ve eğer
Toskana'yı tekrar ziyaret edecek olursanız..."
"Size haber veririm."
"Bu arada..." Giurato kapı eğişinde durdu. "Sizin ziyareti
niz sırasında Follonica'da bir cinayet işlendiğini biliyor musu-
nuzr

"Yelken kulübü cinayeti. Gazetelerde böyle yer almış... Hoş


ça kalın Profesör, görüşmek üzere."
Giurato çıkar çıkmaz Trevis sırtını yaslayarak koltuğa gö
müldü. Derin derin nefes alıp verdi. Panik yok, endişe yok,
stres yok. Tatminkâr bir ifadeyle gülümsedi, gittikçe daha da
ustalaşıyordu.
İsteksizce bu iç tatminden kurtulup yerine yenisini tak
mak için kayıt cihazından kaseti çıkardı. Ancak o zaman yer
de, bir köşede küçük boyutlarda bir paket durduğunu gördü.
Giurato'yla konuştuğu süre boyunca bunu görmemişti, büyük
ihtimalle bu sabah odasına geldiğinden beri oradaydı.

-299-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis karanlık bir önseziyle paketi aldı.


Dikkatle açtı. içinde yelken kulübünde kaybettiği ayak
kabıları vardı ama sadece bu değildi. Ayakkabılardan birinin
içindeki fotoğrafı görünce kalbi deli gibi atmaya başladı. Villa
Chiara'nın giriş kapısının önünde poz vermiş beyaz gömlekli
üç adam vardı, onların yanında da güler yüzüyle genç Brighi-
ni duruyordu. Adamlardan uzun boylu olanın yüzü kesilerek
fotoğraftan çıkarılmıştı; üst kenar boyunca çaprazlama uzanan
kırmızı bir leke vardı, sanki biri bir bıçak ucunu fotoğrafa sile
rek temizlemiş gibi...

- 300 -
krmz

tından sarıldı.
"Yağmurluydu, sensiz güneş olamazdı ki zaten."
"Görüşmede neler konuşuldu?"
"Algılama ve öğrenme. Oldukça başarılıydım."
Denişe arkasındaki o sıcak sesin yalanlarını dinliyor, onun
göğüslerini sıkıştırarak kendine çeken kollarını, sırtına yaslanan
gergin ve zayıf bedenini hissediyordu. Yeni bir şehvet dalgasına
karşı koymaları zor oldu. Yalan söylemesinin ne önemi vardı...
"Bana, öldürüldüğü gece Meriurgo'yla konuştuğunuzu söy
lemedin."
Denişe adamın irkildiğini hissetti.
"Sen nereden biliyorsun?"
Ses tonuna ilgisizlik katmaya çalışmıştı ama Denişe kendini
zorladığını hemen fark etti.

-301 -
krmz

Mario Mazzanti

"Tosi-Ronchi ile konuştum."


Adam kollarını çekip birkaç adım geriledi.
"Evet, telefonla konuşurken onun denk geldiğini hatırlıyo
rum. Önemli bir konuda ya da o kötü olayı engelleyebilecek
bir şey hakkında konuşmadık. Sadece benim Cenevre'deki gö
rüşmemle ilgili konuştuk."
Yoğun ve delici bakışları Denise'in gözlerine sabitlenmişti,
tıpkı Denişe gibi kelimelerin ötesinde bir anlam arıyordu.
"Onu sen mi aradın?"
Cevap birkaç saniye gecikti. Denişe düşünmeden edemedi:
En uygun cevabı seçmek için zaman geçiriyor.
"Evet, bir konuda görüşüne ihtiyacım vardı... Ama bu tele
fon görüşmesi seni neden bu kadar ilgilendiriyor?"
Adamın ifadesi çekici bir gülümsemeyle değişti.
"Katilin ben olduğumu mu düşünüyorsun? O gece onu
öldürmek zorunda olduğumu söyleyip evden çıkmaması için
yalvarmak üzere aradığımı mı düşünüyorsun?"
Adam onu tekrar kucakladı, Denişe kurtulmaya çalıştı.
"Seni aşağılık! Bu telefon konuşmasından bana hiç bahset
medin, merak ediyorum da..."
Sevgilisi onu daha da sıkı sardı.
"Bugünlerde sana Profesör Meriurgo'yla ilgili olabilecek
hiçbir şey söylememeye çalıştım. Yıkılmıştın... Sana yaşanan o
trajediyi hatırlatmak istemiyordum, hepsi bu."
Adamın sesi yumuşak ve derindi. Denişe bu sesin teni
nin üstünde titrediğini hissetti. Ona karşı koymayı bıraktı.
Erkeğinin onu saran kollarında farklı bir güç olduğunu fark
etti.

-302-
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Kısa bir an için kendinden geçer gibi oldu, sanki kendine


yabancılaşmıştı.

Milano Başsavcısı soğuk ve mesafeli bir adamdı. Dik ve sert


duruşuyla zayıf bedeni, çalışanlarıyla arasında insani ilişkiler
kurulmaması için kendi başına yeterli bir bariyerdi.
"Sonuçlara ihtiyaç var, Doktor Giurato. Profesör Meriur-
go uluslararası alanda tanınmış bir kişiydi. Ben şahsen her
gün baskı altındayım, olay hızla çözülmeden de bu bitmeye
cek. Ayrıca sizin durumunuz da kritik. Basın da dâhil olmak
üzere hiç kimse, en ufak bir koruma olmadan kaderine terk
edilen tanık konusunu unutmadı. Tüm bunlar yüzünden
savcılığımız bakanlık teftişine maruz kalacak. Sonuç gere
kiyor."
Giurato yerinden kıpırdamadan dinlemiş, sonunda ifadesiz
bir sesle karşılık vermişti:
"Soruşturma karmaşık bir hâl aldı; cumartesi gününü paza ra
bağlayan gece Toskana'da işlenen bir cinayetin de bu olayla
bağlantılı olma ihtimali var."
Başsavcı bu gelişmeyle ilgilenmişe benzemiyordu.
"Şu an için soruşturmanın sahibi hâlâ sizsiniz, bundan do
layı nasıl doğru olacağını düşünüyorsanız öyle hareket etmekte
özgürsünüz." Savcı sinirle gözlüklerini düzeltip ekledi. "Sizi ve
bu şubeyi önümüzdeki saatlerde soruşturmada gerçekleşecek
net bir gelişme kurtarabilir ancak."
"Soruşturmayı hızlandırmak sonuca daha çabuk ulaşmamı
zı sağlayabilir."
"Bildiğim kadarıyla şu ana kadar zaten birçok ipucu top
landı."

-303 -
krmz

Mario Mazzanti

"Bunu inkâr etmiyorum ama bu olayın çok karmaşık bir


yapısı var. Hâlen tereddüt ettiğim noktalar olduğunu sizden
gizlemiyorum."
"Umarım bu tereddütleriniz azaldığında çok geç olmaz.
Bunu, adalet ve sizin iyiliğiniz için diliyorum, Doktor Giura-
to. İyi günler."
Giurato ofisine geri döndü. Başsavcı haklıydı, bir dönüm
noktasına ihtiyaç vardı, artık beklemenin imkânı yoktu. Hâlâ
çok sıcak olan ve basının ilgilendiği bir olayda bakanlık dene
timi, emniyet ve savcılık için hiç de hoş olmazdı. Bu, kariyeri
için düzeltilmesi imkânsız bir felaket demekti. Şehir dışındaki
uyuşuk bir ofiste emekliliğini beklemek istemiyordu.
Ellerini yüzüne götürdü; bunu çok aşağılık bulsa da "sonu
ca ulaşmak" illa gerçeği bulmak anlamına gelmiyordu; iklimi
biraz yumuşatmak için basını tatmin edecek bir yem atmak,
onlara ilk sayfaya koyacakları birini vermek emniyete bakış açı
larını hemen değiştirirdi.
Ceketinin cebinden daha önce Trevis'e gösterdiği
Telegonos'u vazonun olduğu fotoğrafı çıkardı. Yanına me
murlardan birini çağırdı.
"Bu fotoğrafın üstünde parmak izleri var, ne yapmanız ge
rektiğini daha önce söylemiştim."

"Böylece... Hâlâ şüphe varsa..."


Trevis odanın içinde sinirle dönüp duruyordu, fotoğraf
Denise'in elindeydi.
"Paketi ne zaman getirmiş olabilir?"
"On buçuk on bir arasında, ben Rebotti'nin yanındayken ya
da sekreterlikteyken. Kapım kilitli değildi, sadece birkaç sa
niyesini almıştır."

-304-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Rebotti şüphelilerin dışında mı kalıyor bu durumda?"


"Hayır, ben sekreterlikteyken o da yapmış olabilir. So
rularını sen sormadan cevaplayayım. Şüphelilerimizin üçü
de bugün enstitüde ve o zaman dilimi içinde bunu buraya
içlerinden herhangi biri koymuş olabilir. Hiçbiri dışarıda
değilmiş, kontrol ettim. Her zamanki gibi kurt çok uyanık
davranmış. Doğal olarak onu odama girerken gören kimse
yok."
"Nitekim bunu yapmak için büyük riske girmiş, ya onu gö
ren biri olsaydı... Hem sonra amacı ne?"
Denişe fotoğrafa bakmaya devam ediyordu ve bunu, zih
ninde erkeğinin gülümseyen ve daha genç suratıyla karşılaştır
maya engel olamıyordu.
"Kişiliğinin bir yönü, bana benden üstün olduğunu, oyunu
kendi keyfine göre yönettiğini, yakalanmaktan korkmadığı
nı ve istediği zaman bana saldırabileceğini göstermek istiyor.
Meydan okumamı kabul ettiğini ve sonuna kadar gideceğini
söylüyor. 'Bu fotoğrafı mı arıyordun Profesör? Güzel, al işte
burada!'"
Trevis'in bakışları bir süre pencerenin ardına daldı.
"Her şey çok tehlikeli bir hâl aldı Denişe, artık bu oyundan
çekilme vaktin geldi. Bu gece için kalacak başka bir yer bulaca
ğım, sen de izin al ve birkaç gün ortalardan kaybol."
"Lafını bile etmeyin, Profesör." Denişe kararlı görünmeye
çalıştı. Bilmek zorundaydı, olayın içinde olmalı hatta gerekirse
müdahale etmeliydi... Tam da şu anda dışarıda kalamazdı.
Trevis neredeyse yerinden sıçradı.
"Denişe, burada hayatını riske atmaktan söz ediyoruz! Kurt
istediği zaman hareket edebileceği konusunda haklı!"

-305-
krmz

Mario Mazzant.i

"Profesör, benim bu olayla bir ilgim yok ama sizin gibi ben
de sonuna kadar gitmek istiyorum, sakın beni dışarıda bırak
mayı düşünmeyin."
"Denişe, eğer kurt tüm bunları senin de bildiğini öğrenirse..."
"Eğer yalnız devam etmek istiyorsanız öyle yapın ama sizi
uyarıyorum, hiçbir yere gitmeye niyetim yok ve araştırmaya
kendi başıma devam edeceğim."
Trevis kızın bakışlarına karşı koyamadı.
"Denişe..."
"Düşünün Profesör, sizin yardıma ihtiyacınız var ve ben
kendimi çok göstermeden size bu yardımı sağlayabilirim, kurt
bunun farkına varmayacak. Ayrıca evinizde kalamadığınıza
göre eğer otele giderseniz Giurato bundan şüphelenecektir,
oysa bende kalırsanız bu çok normal..." Denise'in sesi sevecen
çıkmaya başladı, elleri Trevis'inkilere dokundu. "İki sevgilinin
geceyi birlikte geçirmesinden daha normal ne var? Hatta bu
gece apartmanın ana girişinden gelin ki bunu görsünler."
"Sanırım Giurato bunu zaten biliyor. Bu sabah Tosi-Ronchi
ona döndüğümü haber vermeden önce enstitüye gelmişti bile."
Denişe şaşırmıştı.
"Belki dün sabah iyi saklanamadım ya da belki evin arka
girişini de kontrol ediyorlar..."
"Ya da daha basiti enstitüyü kontrol ediyorlar."
"Her halükârda İngiltere'deki sanat eseri trafiği hikayesiyle
onu birkaç gün oyalayacağımı düşünüyorum. Denişe..." Genç
asistanını yine caydırmaya çalıştı. "Senin güvende olduğunu
bilirsem daha rahat olacağım."
"Benim için konu kapanmıştır, Profesör."
Trevis derin derin soludu.

306
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Anlaştık" dedi pes etmiş bir hâlde. "Kendini kesinlikle or


taya atmamak şartıyla bana yardım edeceksin. Olayları değer
lendirip parçaları birleştirmemde yardımcı olacaksın, başka bir
şey yapmak yok."
Denişe tatmin olmuş bir tavırla onayladı, zaten istediği buydu.
"O zaman işimize dönelim, meslektaşların bibliyografyala
rını görelim."
Denişe Trevis'e uzun bir liste uzattı. Trevis listeyi incelerken
Denişe anlatmaya başladı:
"Şizofreni ve paranoya gibi psikiyatrik konularda üçü de hiç
bir şey yazmamış, aynı şey psikanaliz için de geçerli. Ama depres
yon konusunda hepsinin söyleyecek bir sözü olmuş. Deria'nın
beş, Merisi'nin yedi ve Rebotti'nin on iki yayını var."
"Görüyorum..." dedi Trevis kaşını havaya kaldırarak.
"Rebotti'nin yayınlarından yedisi birkaç yıl önce bakanlık adı
na enstitüde yaptırılan uzun bir araştırmanın meyvesi; benim
de yer aldığım bir araştırma ve depresyon klinik açıdan çok,
sosyal bakımdan ele alındı."
Trevis uzun listeyi incelemeye devam etti.
"Bir dakika!" diye bağırdı birden. "İlginç bir şey var...
Deria'nın yayınlarının tarihlerine bak; hepsi de vampirin cina
yetlerini izleyen sonraki üç yıl içinde yazılmış!"
"Fark etmemiştim... Bu bir anlam taşıyabilir mi? Tesadüf
de olabilir."
"Tesadüf mü? Belki... Ama ben kariyer yapma arzusunda bir
genç olsam, tanınmak için doğrudan ve en iyi bildiğim şeyleri
sonuna kadar kullanıp olabildiğince çok makale yayınlamaya
çalışırdım. Bizim adamımız da Villa Chiara'da geçirdiği birkaç
ay boyunca yoğun olarak depresyonla ilgilendi."

- 307
krmz

Mario Mazzanti

"Burada üçünün konuyla ilgili makalelerinin fotokopileri


var. Hepsini dikkatle okudum ama hiçbirinde Villa Chiara'yla
ilgili bir bilgiye ya da göndermeye rastlayamadım."
Trevis karşılık vermedi, dalgın görünüyordu. Denişe çok sa
yıdaki fotokopiyi masaya koydu.
"Hepsini kütüphanede mi buldun?"
"Çok zengin bir kütüphanemiz var, alanla ilgili onlarca yılın
dergi kopyaları arşivlenmiş."
Trevis dikkatini yeniden bibliyografyalara verdi.
"Düşündükçe mantıklı geliyor... Eğer kariyerinin başınday-
san aynı konuda beş makale yayınlamak için üç yıl kısa bir
süre; ayrıca bak, aynı dönemde başka bir yayını yok. Deria'nın
başlarda sadece bu alanda tecrübesi olduğu çok açık."
"Bu bir kanıt değil ama."
"Ama bir ipucu... Çok güçlü bir ipucu hem de. Sonra diğer
lerinin aynı dönemdeki yayınlarını göz önüne alalım. Depres
yona dair bir şey yok, sanki o dönemlerde ilgi çeken bir konu
değilmiş gibi."
"Belki Villa Chiara'dan elde ettiği deneyim bir yayın ortaya
çıkaracak kadar büyük değildi."
"Yerinde bir tespit" diyerek kabullendi Trevis. "Ama şu an için
stres testine en uygun gördüğüm aday Profesör Deria, tabii cu
martesi gecesi nerede olduğuna yönelik kesin bir kanıtı yoksa."
"Stres testi mi?"
"Sana farklı ama bir o kadar da karmaşık bir araştırma yo
lundan bahsetmiştim, hatırlıyor musun? Ama her şey sırayla,
bu akşam anlatırım. Öncesinde yapmamız gereken daha çok
şey var..."

-308-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Doktor Giurato'ya, fotoğraftaki bazı parmak izlerinin,


Brighini'nin öldürüldüğü Follonicadaki yelken kulübünden
alınanlarla eşleştiği yönündeki onay saat 17:30'da geldi. Özel
likle maktulün ehliyet kabının plastik yüzeyinde çok net bir
parmak izi bulunmuştu.
Kadavra üstünde yapılan otopsi incelemelerinin sonuçları
birkaç dakika önce gelmişti. Zavallı Brighini hayatını alacak
bıçağı görememişti bile çünkü o esnada ketaminle uyuşmuş
durumdaydı. Tıpkı Olivadotti, yirmi yıl önce öldürülen üç
kurbandan ikisi ve -belki- Brancati gibi.
Giurato günlerden sonra kendini hafiflemiş hissediyordu.
Sonunda şu elde edilmesi çok istenen "sonuçlar" gerçek olanlar
olabilirdi. Başsavcı olayların gidişatında net bir gelişme mi is
tiyordu? Eh... Bunu alacaktı... Hem de ne gelişme! Bir çırpıda
hem Meriurgo hem de yirmi yıl önce Follonicada bir sır olarak
kalan manyak katil davası çözülmüş olacaktı.
Giurato bir sigara yaktı, bir yandan da bakanlık müfettişle
rinin emrine sunmak için kafasındaki bulmacanın parçalarını
birleştiriyordu.
Profesör Meriurgo, Profesör Trevis'den çok karmaşık olan
Olivadotti vakasında kendisine yardımcı olmasını istemişti;
böyle olduğu Trevis'in kendi beyanında da vardı. Bu amaçla
Meriurgo; Olivadotti ve Trevis arasında görüşmeler ayarlıyor
du. Olivadotti yirmi yıl önce Toskana'da canice işlenen üç ci
nayetten birinin tanığıydı ve katilin yüzünü görmüştü. Görüş
melerden birinde Trevis'i tanımış olabilirdi, bunu kesin olarak
söylemek imkânsızdı, belki onu önce Trevis tanımış ve suçlan
maktan dolayı korkmuştu. Profesörün acil tedbir alması gerek
tiğinden aynı gece hem kaza süsü vererek Olivadotti'yi öldürdü
hem de Meriurgo'yu öldürüp hırsızlık amaçlı bir cinayet gibi

- 309 -
krmz

Mario Mazzanti

gösterdi. Olay anında, büyük ihtimalle sevgilisi olan asistanıyla


birlikte olduğuna dair bir bahane uydurdu ama bu, dikkatli bir
zaman analizine göre gerçekçi değildi. Doktor Di Marco'nun
bu işteki rolünün ne olduğu da araştırılmalıydı. Sadece olay
yeri ve saatinde birlikte olduklarına yönelik bahaneye mi alet
olmuştu yoksa ciddi bir suç ortaklığı var mıydı? Cinayetlere yö
nelik soruşturma başlamıştı ki ses getirecek haber arayışı içinde
ki basın, Meriurgo cinayetiyle ilgili çok önemli bir görgü tanığı
olduğunu yazmıştı. Aslında suç mahallinin yakınlarında bulu
nan bir kişi vardı ama suçlunun teşhis edilmesine faydalı olacak
bir şey görmemişti. Bu yüzden kişi kesinlikle tehlikede değildi
ve kimlik saklama dışında başka türlü korumalara ihtiyaç gö
rülmemişti. Oysa Trevis gazetelerde çıkan haberlerden dolayı
paniğe kapılmış ve harekete geçmenin daha ihtiyatlı olacağını
düşünmüştü. Böylece nasıl olduğunu henüz bulamadıkları bir
şekilde tanığın kim olduğunu bulup onu öldürmüştü. Bunu
yaparken belki bir suç ortağı da vardı, eğer öyleyse buna kadın
bir suç ortağı demek daha doğru olurdu. Ama Trevis artık iyi
ce korkmuştu ve kafasında iki büyük saplantı oluşmuştu. İlki,
Olivadotti'nin ölümüne kaza süsü verirken gözden kaçırdığı
hatalar olabileceği, ikincisi ise eski cinayetlerle ilgili Toskana'da
bir delil bırakmış olma ihtimaliydi. Böylece iki ölümcül hata
yaptı. Önce Olivadotti cinayetiyle ilgili şüphe olup olmadığını
öğrenmek için adli tıp patologundan beceriksizce bilgi almaya
çalıştı ama bu, patologu şüphelendirip araştırmaları derinleş
tirmesini sağlamaktan başka bir şeye yaramadı. Sonra yirmi
yıldır onu rahatsız eden bir ipucunu ortadan kaldırmak için
Toskana'ya gitti. Şu an için bunun ne olduğunu bilmiyoruz
ama Brighini'yle ilgiliydi. Kendisi geçtiğimiz cumartesi günü
Trevis tarafından gözlerden uzak bir yere çekilip öldürüldü. Bu
son cinayet yirmi yıl öncekilerle aynı şekilde işlendi. Kurban

- 310-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

yüksek miktarda ketamin enjekte edilerek uyutuldu ve etkisiz


hâlâ getirildi, sonra şah damarları devre dışı bırakıldı yani kı
saca boynu kesildi. Ama burada Trevis ikinci bir hata yaptı ki
bu, onu köşeye sıkıştıran şey oldu: Brighini'nin ehliyet kabının
üstünde parmak izini bıraktı.
Giurato memnundu, hâlen taşıdığı şüpheler zihninin uzak
bir köşesine gömülmüştü. Saatine baktı, hemen harekete geç
mekte kararsızdı. Hayır, ertesi günü beklemek daha iyiydi,
öncesinde yapmak istediği bir şey daha vardı, böylece gerekli
bilgileri basına aktarmak için de daha çok vakti olacaktı...
•••
Trevis saat on sekizi biraz geçerken odasından çıktı ve ensti
tünün üst katına yöneldi. Sekreterliğin kapısı kapalıydı, içeride
ışık yoktu.
Trevis ilerlerken Bayan Gemma'nın kapıyı güvenlik görev
lisini çağırmadan çekip çıkmış olması için dua ediyordu. Aksi
takdirde anahtarları bekçi kulübesinden almak zorunda kala
caktı ve bu işini çok zorlaştıracaktı.
Koridorda yalnızdı, bütün kat boş gibi görünüyordu.
Sekreterliğe yöneldi, kapının önünde birkaç saniye bekledi:
Hiç ses yoktu ve sakin görünüyordu. Kapının sövesiyle kanadı
arasına kilit hizasından bir kredi kartı soktu ve şansın ondan
yana olmasını dileyerek kuvvetle i t t i . K ilit neredeyse hemen
ters döndü ve kapı usulca açıldı.
İçerisi çok karanlıktı. İşte Trevis o an yanına bir el lambası
almadığını fark etti, bu kadar basit bir şeyi göz ardı ettiği için
kendine sövdü. Şimdi ışığı açmak zorunda kalacaktı ve sekre
terliğin önünden biri geçecek olursa onu fark edip kim oldu
ğunu ve bu saatte orada ne yaptığını sorgulayacaktı.
Hızlı olmalıydı, işini bitirmesi için birkaç dakikası vardı.

-311 -
krmz

Mario Mazzanti

Cesaretini toplayıp ışığı yaktı ve metal dolaba yöneldi. Bu


sabah gördüğü üzere kilitli değildi. Enstitü öğretim üyelerinin
evrakları tam karşısında duruyordu.
Kişisel bilgiler kısmında bütün sertifika ve yayınlar tutulu
yordu; şu an bütün eğitmenlerin başlarında oldukları kürsüye
atanmaları için o dönemde açılan seçmelerde sunulan belgeler,
alınan uzmanlık dersleri ve sektörel yayınlarda yer alan maka
lelere yönelik tüm belgeler. Ama Trevis'in özellikle ilgilendiği
bir şey vardı: Özgeçmişler. Bu dokümanda profesyonel alanda
kazanılan tüm tecrübeler yer alıyordu. Rekabetin son derece
sert olduğu bir üniversitenin seçmelerine özgeçmişini sunan
bir adayın çok önemli görünebilecek bir bilgiye yer vermemiş
olması biraz zordu. Eğer kurt Villa Chiara'da bulunduysa ki
bulunmuştu, bunun özgeçmişinde yer alması yüksek bir ola
sılıktı.
Trevis sanki bir hazine sandığı açıyormuş gibi ürktü.
Bütün dosyalar alfabetik sıraya göre sıraya dizilmişti.
İlk aldığı dosya Merisi'nindi, açıp dikkatle inceledi, bir
kaç saniye sonra dosyayı öfkeyle küfrederek geri koydu. Sonra
Deria'nın dosyasını aldı, yine bir küfür savurdu.
Buna inanamıyordu, özgeçmişler kaybolmuştu, hiçbir iz
yoktu. Rebottinin dosyasının da kaderi aynıydı.
Trevis rafları endişeyle araştırdı, bu tam bir saçmalıktı ama
belki özgeçmişler ayrı olarak başka bir yerde saklanıyordu. Kısa
bir süre sonra durumu kabullendi. Özgeçmişler yok olmuştu.
Kurt ondan önce davranmıştı.
Trevis saatine baktı, içeri gireli ve ışığı açalı neredeyse beş
dakika olmuştu, risk gittikçe büyüyordu. Dokunduğu her şeyi
düzeltip orada bulunduğuna dair izleri ortadan kaldırdı. Sonra
sessizce ıssız koridora süzüldü ve alt kattaki odasına gitti.
-312-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Bir yandan düşünüyordu, kurt hem izlerini yok ediyor hem


de bir yandan oynadığı fotoğraf ve ayakkabı tiyatrosuyla ona
kendine olan güvenini kaybettirip korku aşılamaya çalışıyor
du. Hızlı ve dikkatli hareket ediyor, kendisine uzanacak her
yolun önünü planlı bir şekilde kesiyordu. Tüm ipuçlarını orta
dan kaldırdıktan sonra saldırıya geçecekti.
Trevis onu çok kısa bir sonra karşısında bulacağını biliyor
du... Hem de çok kısa.
Paltosunu giyip büyük çantasını alarak enstitünün çıkışına
doğru ilerledi.
Önünde aşması gereken uzun bir koridor uzanıyordu yine.
Yalnızdı, sanki o gün herkes enstitüden vaktinden önce ayrıl
mıştı. Adımları yine karanlık ve sert yankılar çıkarmaya başla
dı. Işıkların hafifçe soluklaştığı izlenimine kapıldı.
İçini yine tıpkı bir bıçak ucu gibi ince ve keskin bir korku
kapladı.
Trevis cesaretini toplamaya çalıştı. Onun da bir planı vardı
ve o gün öğleden sonradan itibaren bunu uygulamaya başla
mıştı. Kurdun kim olduğunu, onu saldırıya karşı koymak üze re
karşısında bulduğu an öğrenmek istemiyordu.
Enstitüden çıktığı anda içgüdüsel olarak durdu; bu, aniden
maruz kaldığı gecenin dondurucu soğuğundan değildi.
Etrafına bakındı; dingin ve neredeyse gerçekdışı denebile
cek bir sessizlik etrafını sarmıştı, ters giden bir şey vardı. Bu
sakin görüntü uğursuz bir atmosfer yaratıyordu.
Binayı çevreleyen Guastallo Bahçeleri tamamen karanlığa
ve sise gömülmüştü. Işıklı ve o saatte oldukça kalabalık olan
caddeye ulaşmak için üç yüz metre kadar bahçenin içinden
yürümesi gerekiyordu.

-313-
krmz

Mario Mazzanti

Trevis ürperdiğini hissetti. Ya kurt pusuda onu bekliyorsa?


Kimse bir şey fark etmeden üstüne atlayabilirdi.
Bakışlarını keskinleştirdi. Giurato'nun onu izleyen adamla rı
da dâhil olmak üzere kimse yoktu.
Trevis ne yapacağını bilmiyordu... İçeri geri mi girmeliydi?
Kaderi zorlamalı mıydı?
İçeri dönse ne yapacaktı? Gece kimsenin olmadığı enstitüde
kalmak da güvenli değildi. Bir plan yapmalıydı...
"Seni bu kadar derin düşündüren nedir?"
Aniden yanı başında beliriveren Profesör Merisi, Trevis'i yerinden
sıçrattı. Uzun boylu ve zayıftı, soğuktan korunmak için paltosunun
şapkasını takmıştı; koyu renk gözleri karanlıkta parlıyor gibiydi.
Merisi konuşmaya devam etti:
"İşte bir iş günü daha bitti ve işte yine bu kapıdan çıkmak
üzere buradayız ve uzun yıllar daha, en azından benim için
öyle, çıkmaya devam edeceğiz."
Trevis yaşadığı şoku atlatmıştı ama yeni ve ince bir dehşet ona
hükmetmeye başlamıştı. Meslektaşının paltosunu inceledi; çok ge
nişti, arasına rahatlıkla bir silah saklanabilirdi... Ya da bir şırınga.
"Hafta sonundan sonra işe başlamak daha zor oluyor" dedi
Trevis, sesinin kesinlikle doğal bir tonda çıktığını duydu.
"Benim için o kadar da zor olmuyor; işimi ve bu enstitüde
çalışmayı seviyorum."
"Hafta sonun nasıldı, değişik bir şeyler oldu mu?"
"Bazı açılardan, evet..." Merisi yavaş konuşuyordu, nefesi
havada yoğunlaşıyordu. "Kuvvetli grip yüzünden evde kapalı
kaldığımdan bolca okudum... Araban var mı?"
"Hayır, bu sabah otobüsle geldim."
"O zaman seni evine bırakayım, hadi gidelim."

-314- *
krmz

Gör düğüne Asla İ nanma

Belki Olivadotti'yi de böyle bir teklifle kandırmıştı.


"Teşekkürler ama biraz yürümeyi tercih ederim... Bacakla
rımı biraz açsam iyi olacak."
Merisi espriyle karışık eğlenerek sordu:
"Bu soğukta mı? Hadi ama nezakete gerek yok, benimle gel."
Trevis hızlıca mantık yürüttü. Eğer gerçekten de kurt Me
risi ise gitmemek için ısrar etmek ya da enstitüye geri dönmek
bir işe yaramayacaktı, başka bir çare bulmalıydı. Garaja doğru
ilerlediler, neyse ki orası üç beş tane lambayla aydınlatılıyordu;
kurt orada bir şey yapamazdı.
"Bu öğleden sonra beni aradığını duydum" dedi Merisi.
"Evet ama odanda bulunmadığını söylediler... Belki de sek
reterlikteydin."
Merisi şaşırmış görünüyordu.
"Ne garip, aslında gerçekten de sekreterliğe gittim ama kapanış
saatleri civarında. Sen beni bulmaya çalışırken henüz gitmemiştim
ve böyle bir niyetim olduğundan da kimseye bahsetmemiştim..."
Kapanış saatleri civarında... Neden civarında demişti? Bu,
kapanıştan sonra anlamına da gelebilirdi...
Trevis içindeki kaçma isteğine karşı koydu. Aslında Merisi'nin
kurt olması üçte bir yani yüzde otuz üç ihtimaldi. Belki de şu
an onu, garaja pusu kurmuş olan katilden koruyordu. Soğuk
kanlı davranmak ve oyunu akıllı oynamak gerekiyordu.
"Benim bir varsayımımdı o kadar. Hatta haklı çıktığıma
göre buna altıncı his diyebiliriz."
"Çok sık olur mu?"
Trevis, Merisi nin sesindeki alaycı meydan okumayı duy
mamış gibi yaptı; gerçeği korktuğu şeye doğru yönlendirme
hatasına düşmemesi gerekiyordu.

-315-
krmz

Mario Mazzanti

İşi şakaya vurmaya çalışarak:


"Loto oynadığım zaman asla olmuyor" dedi.
Arabaya ulaştılar, Merisi kapıları açtı. Trevis son bir defa
yola doğru koşmayı düşündüyse de arabaya bindi. Eğer kurt
o ise ne zaman harekete geçecekti? Sersemletmek için atılan
bir darbeden sonra ona ketamin mi enjekte edecekti? Trevis
çantasının kısa kısmını kucağına koyup uzun kısmı göğüs ve
boynunu koruyacak şekilde tutarak oturdu.
"Eee?" dedi Merisi motoru çalıştırırken.
"Eee ne?"
Araba enstitünün büyük giriş kapısına doğru ilerledi.
"Beni ne için arıyordun?"
Artık Merisi'nin de sesi gergindi, başka bir şeye yoğunlaş mış
bir hâli vardı.
"Hiç, önemli değil... Hallettim."
"Seni nereye götüreyim?"
Araba kapıyı geçti ve ana yoldan gelmekte olan araçlara yol
vermek için dört yol ağzında durdu.
Trevis ışık hızıyla hareket ederek arabadan aşağı atladı. "Ne
aptalım! Ofiste önemli bir şey unuttum! Yine de teşekkürler,
yarın görüşürüz" diyerek arabanın kapısını kapattı.
Yarım saat kadar sonra Denise'in evinin önünde bir taksi dur
du. Trevis taksiden inip bir süre etrafını kontrol etti. Binayı gözet
leyen beyaz Fiat artık yoktu. Demek ki Giurato'ya onu bulmak
yetmişti. Acaba Denise'in telefonu hâlâ dinleniyor muydu? Riske
girmemeye karar verip köşedeki telefon kulübesine yöneldi.
Mareşal Salvadori hemen cevap verdi.

-316-
krmz

D eniseTrevis'e kocaman bir bardak konyak verirken kendi


ne daha hafif bir şey hazırladı; ellerinin hafifçe titrediğini
fark etti, bu o gün ilk defa olmuyordu. Bütün gün boyunca
zihninden uzaklaştırmaya çalıştığı bir şey vardı. Birkaç saniye
sonra acımasızca yüzleşmesi gereken bir şeydi bu: İhanet.
Denişe her halükârda birine ihanet etmek zorundaydı. Bir
tarafta aşkı, erkeği; diğer tarafta Trevis ve hayatını üstüne inşa
ettiği ilkeler vardı.
Kararını çoktan vermişti, aslında bu bir seçim bile değildi;
sadece diğer yolu izleyecek gücü kendinde bulamamıştı.
"Sizin yerinizde olmayı asla istemezdim Profesör, ne büyük
risklere giriyorsunuz!"
Denişe, Trevis için duyduğu kaygıda çok içten görünüyordu.
Profesör kravatını gevşetti.
"Korktuğumu kabul ediyorum... Merisi gerçekten de ma
sum olabilir ama ben çok dikkatli olup benzeri durumlara düş
mekten kaçınmalıyım."

-317-
krmz

Mario Mazzanti

Denişe kanepeye çöktü.


"Merisi'yle olan bu karşılaşmayı bir tesadüf olarak mı de
ğerlendirmeliyiz bilemiyorum. Çünkü kurt için ideal bir du
rumdu."
Trevis kollarını iki yana açarak konuştu:
"Shakespeare'in de dediği gibi bu konular, rüyaların ya
pıldığı maddeden yapılma. Kurdun parkta pusuda beklediğini
ve Merisi'nin farkında olmadan beni ondan koruduğunu da
düşünebiliriz... Ya da boğazımı kesmek isteyen kimse olmadı
ğını da. Kısacası bunu bilemeyiz, bundan dolayı da üstünde
düşünmenin bir faydası yok; bugün ne bilgiler topladığımıza
bakalım daha iyi."
Denişe, Profesörün söyledikleri karşısında şaşkınlığını giz
lemedi.
"Nasıl isterseniz... Yayınlarla ilgili bulduklarımı size bu sa
bah anlatmıştım zaten, bunları inceleyebildiniz mi?"
"Evet ama maalesef bir şey çıkmadı, senin de söylediğini
gibi Villa Chiara ile ilgili hiçbir şey yok."
Denişe hemen konuyu değiştirmeye çalıştı:
"Evet size söylemiştim. Uç meslektaşınızın bugüne kadar
ellerine geçen arabalar konusuna gelince; araç kayıt şubesine
gittim ve bunun oldukça uzun bir iş olduğunu öğrendim, en
geç yarına bir cevap alabilmek için âdeta yalvarmam gerekti."
"Sabredeceğiz artık."
"Şimdi gelelim şüphelilerin nerede olduklarına dair maze
retlerine..."
Denişe kalbinin çok daha hızlı attığını hissetti, vakit gel
mişti.
Erkeğinin mazeretini de söylemek zorundaydı ve bunun

-318-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

için yalan söylemeye hazırdı. Denişe dönüşü olmayan bir yola


girmek üzere olduğunun farkındaydı; o andan itibaren her şey
farklı olacaktı ve Tanrı bilir kendi başına da neler gelecekti.
Ama artık umurunda değildi, hem de hiç...
"Bu hafta sonu şans eseri karşılaştığım Profesör..."
Trevis sözünü kesti:
"Bu konuda ben de bilgi edindim. Hiçbirinin gerçekçi bir
mazereti yok. Deria evinde sakin bir hafta sonu geçirdiğini
söyledi, Rebotti de öyle, Merisi ise grip olmuş. Üçü de cu
martesi öğleden sonradan pazartesi sabahına kadar tamamen
yalnızmış. Hâlâ başlangıç noktasındayız."
Denişe kendini bayılacak gibi hissetti, neredeyse elindeki
bardağı düşürecekti. Başka bir yalan daha ama neden? Neden
ona başka bir şey söylerken Trevis'e bambaşka bir şey söyle
mişti? Profesör'ün Cenevre'yi arayarak kontrol edeceğinden mi
korkmuştu? Sonuçta yalan olduğu hemen ortaya çıkacak bir
mazerettense hiçbir mazeret sunmamak daha iyiydi...
"Neyin var Denişe? Bembeyaz oldun, iyi misin?"
Denişe silkelendi.
"Gerginlikten olsa gerek... Önemli değil... Özgeçmişlerden
bir şey çıkmadı mı?"
Trevis ona kısaca sekreterliğe yaptığı ziyaretten bahsetti.
"Yok mu olmuşlar!"
"Aynen öyle" diyerek onayladı Trevis.
"Başka bir yerde kopyaları olamaz mı?"
"Sanmıyorum... Hepsi ortadan kaybolmuş."
"Peki ya mezuniyet tezleri?"
"Başlıklarında depresyonla hiçbir bağlantı yoktu."

-319-
krmz

Mario Mazzanti

Denişe içinde açan gülümsemeye engel olamadı. Tüm olası


yollar kapanmışa benziyordu, son çare otomobil kayıtlarıydı,
onun sonuçlarını da kendisi alacaktı zaten...
"Yirmi yıl önceki Alfa Romeo'dan başka ümidimiz kalmadı."
Trevis bu konudan da şüpheliydi.
"Küçük bir ipucundan başka bir şey değil. Yirmi yıl önce
o arabanın direksiyonunda gerçekten Olivadotti'nin hayatına
kasteden katil mi vardı bilmiyoruz, öyle olsa bile o arabayı ki
ralamış ya da birinden ödünç almış olabilir, ama..."
Trevis göz kapaklarını hafifçe kısarak konyağından büyük
bir yudum aldı ve derin gözlerle Denise'e baktı.
"Ama henüz işimiz bitmedi. Sana farklı bir araştırma yo
lundan bahsetmiştim hatırlarsan. Kurdumuzun göz önünde
bulundurmamız gereken başka bir görünümü var, bizi direkt
olarak onun inine götürecek bir görünüm bu...

Kurt için o akşam Trevis'in evine girmek çocuk oyuncağı


gibi olmuştu.
Karanlıkta sabırla beklemişti. Karanlıkta kendini daha ra
hat hissediyordu; her şeyin görünümü değişiyordu. Kokular ve
sesler, ham ve yanıltıcı gündüz ışığında var olamayan bir kalıba
giriyordu.
Karanlıkta hızlı ve sessiz hareket edebiliyordu. Parlak bir
enerjinin desteğiyle kasları atik ve güçlü bir hâl alıyor, zihni ise
sınır tanımıyordu.
Daireyi dikkatle inceledi ve karanlıkta Trevis'i beklemek
için gizleneceği en uygun yeri araştırdı.
Trevis'in hareketlerini düşünmeye çalıştı. İçeri girdikten
sonra ilk yapacağı şey antrenin ışıklarını açmak olacaktı, böy-

-320-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

lece yatak odasına gitmekte olan koridor da aydınlanmış ola


caktı. Paltosunu portmantoya asıp belki anahtarlarını şu on
sekizinci yüzyılın sonlarından kalma küçük, zarif aynalı tabağa
koyacaktı. Rafine zevklere sahip bir adamdı Trevis... O sırada
arkası dönük ve saldırıya açık olacaktı ama ne yazık ki kurdun
oraya yakın saklanabileceği bir yer yoktu.
Küçük Profesör sonra ne yapardı? Salona gidip kendine içe
cek bir şey alırdı. Yoksa önce kıyafetlerini çıkarmayı ya da tele
vizyonu açmayı mı tercih ederdi?
Yok hayır, bunlardan hiçbiri değildi. Trevis düzenli biriydi, onu
tanımasa bile bu, evin her köşesinden anlaşılıyordu ve düzenli bir
adam önce çantasını çalışma odasına koyardı. Trevis elinde çanta
sıyla koridordan geçerken kurt tam olarak onun solunda olacaktı.
Koridordaki ışık ilerlemesi için yeterli olacak, çalışma odasının
kapısını açıp odanın içindeki elektrik düğmesine yönelecekti.
Güzel, zavallı Profesör'ün bu basit hareketi başarıya ulaşa
mayacaktı. Kurt onu çalışma odasının karanlığında, kapının
yanında bekliyor olacak ve üstüne atlayacaktı.
Ensesinden tek darbeyle onu sersemlettikten sonra sıra iğ
neye gelecekti. Bir doz ketamin çok da ağır değildi. Bu sefer
hemen harekete geçmeyecekti, bilincinin yavaş yavaş açıldığı
anı bekleyecekti... Follonicada aralarındaki konu hiç de hoş
olmayan bir şekilde yarıda kesilmişti, bunu yarıda bırakamaz
dı. Kurt odanın karanlığının bir parçası hâline gelip hareketsiz
beklemeye koyuldu. Gözleri yakut gibi parlıyordu.

Trevis boşalan bardağını bırakıp yavaş hareketlerle pencere


ye yöneldi. Sis, uzağı görmeye engel oluyordu.
"Biz onu, geçmişinin ortaya çıkmasını engellemek için öl
düren bir katil olarak tanıdık ama kurdun içinde gizlenen bir

-321 -
krmz

Mario Mazzanti

canavar var; pençelerini hazır etmiş, onun arkasında gizleniyor.


Bu, bir vampir... Eğer kurdu bulmak istiyorsak vampiri arama
mız gerekiyor."
Trevis derin bir iç çektikten sonra c'evam etti.
"Her şey yirmi yıl önce vampirin savunmasız üç kadını öl-
dürmesiyle başladı. Hepsi de aynı şekilde ve belirgin bir sebep
olmadan öldürüldü... Bu, sana bir şey ifade ediyor mu?"
"Manyak bir katil... Bir psikopat."
"Aynen öyle. Vampir öldürüyor çünkü bir akıl hastalığı var,
buna kişilik bozukluğu demek teknik açıdan daha doğru olur.
Bu sebebin onu daha az suçlu ya da cinayetlerini daha az vahşi
gösterdiğini söylemiyorum, sadece sanrısal nedenlerin artma
sı durumunda nasıl hareket ettiğini düşünmeye çalışıyorum.
Başka bir deyişle onun davranışları sadece bir suç gözüyle de
ğil, klinik psikiyatri gözüyle de değerlendirilebilir. Hadi Deni
şe, vampirimizi yeterince tanıdığını söyleyebiliriz, bu tipteki
psikopat ya da sosyopat vakalara daha kesin bir tanı koyacak
olursak, bu ne olur?"
Denişe hemen cevaplamadı ama bunun sebebi düşünmek
için vakit kazanmak değildi, damarlarındaki kanın donduğu
nu hissediyordu.
"Şizofreniyi kesinlikle dışarıda bırakmak gerek" dedi nere
deyse kekeleyerek.
"Çok doğru, şizofrenide gerçekle tüm bağ kopuktur." Trevis
sözlerine devam etti, Denise'in renginin solduğunu fark etme
mişti. "Şizofrenlerde eleştiri ve yargı kapasitesinde ciddi bir ha
sar vardır, düşünceleri genellikle hezeyan ve halüsinasyonların
kurbanıdır. Tek kelimeyle ayrışmış durumdadırlar. Yani sevgi,
düşünce ve eylemden oluşan kişiliklerinin ana bileşenlerini
kendi aralarında koordine etmekten acizdirler... Bir şizofren,

-322 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

gerçeği bizim algıladığımız şekliyle algılayamaz. Sonuç: Sosyal


bütünleşme sağlamaları çok zordur. Bir şizofren için hastalığı
nı gizleyip görüntüde normal bir hayat sürmesi imkânsızdır,
hele bir de bizim adamımız gibi bu kadar uzun süre normalmiş
gibi yaşaması... Böyle bir şey söz konusu bıie olamaz. Ayrıca
bir şizofrenin sergilediği saldırgan hareketler ani ve sebepsizdir
ve birden ortaya çıkan bir hezeyanın ürünüdür; asla kasıtlı ve
planlı değildir. Ortada bir cinayet olması durumunda suç ma
hallinde katilin dağınıklığı mutlaka görülür ve ardında her za
man sayısız ipucuna rastlanır. Yani şizofren bir katil adaletten
kaçmak için kanıtları yok etmeye çalışmaz."
Trevis soluklanmak için kısa bir ara verdi.
"Bu durumda vampirin şizofren olmadığında hemfikiriz.
Peki bu durumda doğru tanı hangisidir?"
"Paranoya!" Denişe kelimeyi birkaç saniye düşündükten
sonra sanki bu yeni acıyı zihninden kovalamak istercesine ne
redeyse bağırarak söylemişti. "Vampir paranoyak."
Trevis onayladı.
"Paranoid tipte manik sapıklık... Basitleştirmek için para
noya diyelim. Paranoyada da bir hezeyan mevcuttur ama bu
çok canlıdır, kalıcıdır ve azaltılamaz. Asla başka ruhsal bozuk
luklarla birlikte ortaya çıkmaz. Paranoyak bir kişi çok net ve
tutarlı düşünür, genellikle ortalamanın üstünde bir zekâya sa
hiptir; normal bir şekilde akıl yürütür ve davranır. Bu esnada
hezeyan hâli özünde saklıdır tabii. Sıklıkla sosyal bir kişi olup
normal bir çalışma hayatı sürdürür."
"Hezeyan..."
Denişe kendinden geçmiş gibiydi.
"Büyüklükten ve sınırsız güce sahip olmaktan doğan bir
çılgınlıktır bu. Öyle ki vampir harekete geçtiğinde neredeyse

- 323 -
krmz

Mario Mazzanti

yenilmez olduğuna ve normal insanların sahip olamayacağı üs


tün güçlerle donatılmış olduğuna inanır; tıpkı görme, duyma
ve koku alma gibi hislerinde artış olması gibi."
"Yelken kulübünde olanlarla ilgili anlattıklarınızdan nere
deyse gerçekten böyle güçleri olduğuna inanıyor insan..."
"Bir çeşit transa geçerek hareket ediyor. Her ne kadar vam
pirin düşündüğü kadar aşırı olmasa da bu gibi anlarda gücün
arttığı ve hislerin keskinleştiği bilimsel açıdan kanıtlanmış bir
şey. Ama ben bu hezeyanın özüne inmek istiyorum; başkala
rından üstün olmaktan, bir yetenek bahşedilmek için seçilmiş
olmaktan kaynaklanan bir gurur karinesi. İnsanlığın geri ka
lanı tarafından yok sayılmış ve bilinmeyen bir şeyin tanınıp
tadına varılması yeteneğinden başka bir şey değil bu. Kana ve
bunu elde etmek için öldürmeye duyulan ihtiyaç... Ama bu
kimin umurunda! Ölecek olanlar; zavallı, sefil ve kusurlu in
sanlar o kadar."
Aralarına uzun ve gergin bir sessizlik çöktü.
"Nereye varmak istediğinizi anladım" dedi en sonunda De
nişe. "Kurnaz bir katildense bir akıl hastasını tespit etmenin
daha kolay olacağını düşünüyorsunuz."
"Uç kişiye indirilmiş küçük bir grup için evet."
Trevis bardağını tekrar konyakla doldurdu.
"İşaretleri tespit etmenin zor olacağını sanmıyorum. Tüm
bu yıllar boyunca kolayca saklanabilen bu belirtileri ortaya çı
karacak tuzaklar kurup özel durumlar yaratmak gerekiyor."
"Planınız bu mu?"
"Evet, planım bu. Bir yandan elimizdeki ipuçları üstünde
çalışmaya devam ederken diğer yandan da üç meslektaşımızın
arasındaki paranoyağı bulmaya çalışacağım."

-324-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Denişe sessiz kaldı.


"Şüphelerin mi var?" diye sordu Trevis.
"Bir endişem var" dedi Denişe yavaşça, düşüncelerini sıraya
dizmeye çalışır gibi bir hâli vardı. "Vampirin yaptıkları yirmi
yıl önceydi, geçen süre boyunca kendinden hiç iz bırakmadı,
ya iyileştiyse?"
Trevis tatlılıkla gülümsedi.
Denişe sinirle karşılık verdi:
"Tamam saçmaladım. Ama her halükârda sizin görmeyi
umduğunuz bu belirtiler dışarı çıkmayacak kadar derinlere gö
mülmüş olabilir."
"Gözlemlemeye bağlı. Ama ben klasik bir gizli paranoya
vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Geçmişte
bilmediğimiz bir şey onu çıldırtıyordu; tıpkı hızlı ve yoğun
bir şekilde yakıp kül eden ve sonra kendini bastıran bir yangın
gibi ama asla sönmeyen türden bir yangın. Artık kurt, vampiri
korumak için ormanından çıktı ama bunu yaparken de yangı
nı tekrar uyandırdı. Düşünsene Denişe, normal denilebilecek
iki cinayetle başladı: Meriurgo ve Olivadotti. Ama Brancati ve
Brighini'de boğaz kesme ritüeli tekrar ortaya çıktı, yirmi yıl
öncesinin usta katili ifadesindeki istikrarı geri kazanıyor. Ve
sonra..."
Trevis konyağından büyük bir yudum alarak devam etti:
"Ve Denişe, ben onunla karşılaştım... Eğer Mareşal Salvadori
zamanında yetişmeseydi ben onun beşinci kurbanı olacaktım.
Ve benim karşılaştığım kurt değildi, vampirin ta kendisiydi. Hiç
şüphe yok, paranoyak sanrı gizli yerinden çıktı; vampir tekrar
aramızda. Merak etme, belirtiler mutlaka ortaya çıkacak..."

-325-
krmz

Ma r i o Ma zzan t i

Saat neredeyse akşamın onu olmuştu ve Doktor Mantero


bir iş gününü daha ancak bitirebilmişti. Neyse ki bu sefer geç
saatlere kadar kalması gerekmemişti. Kadavra, adli tıp ensti
tüsüne akşamüstünün ilk saatlerinde getirilmişti ve ona ancak
akşama doğru haber verildi. Ama kadavrayı gördüğünde otop
si için ertesi sabahı beklememeye karar verdi.
Henüz tamamlanmış olarak önünde duran dosya, Melzo'da
Gavazzi Sokağı 82 numarada yaşayan Amenta Giuseppe adı
na hazırlanmıştı. Her ne kadar belgenin cinsiyet kısmı "erkek"
diye işaretlenmişse de aslında burayı transseksüel olarak dol
durmak daha doğru olacaktı. Ancak bürokrasi böyle bir olası
lığa izin vermiyordu.
Kadavrayı almaya gelen olmamış, jandarma raporuna göre
şu ana kadar maktulün herhangi bir akrabasına da ulaşılama
mıştı. Böyle hayat süren birinin dünyasında bu çok doğaldı.
Amenta Giuseppe, nam-ı değer Wilma, son yolculuğuna bir
köpek gibi yalnız çıkmak üzereydi.
İlk bakışta öyle bir hayat için çok sıradan bir cinayet gibi
duruyordu; trajediyle sonuçlanmış bir kıskançlık kavgası, şid
det uygulayan tesadüfi bir müşteri ya da bölgelerle ilgili bir
hesaplaşma.
Ama o kesik, boyundan neredeyse tamamen ayrılmış kafa,
Mantero'nun daha önce gördüğü bir şeye oldukça fazla benzi
yordu.
Cesette başka kesikler de vardı ama yüzeyseldi. Katil final
darbesinden önce biraz eğlenmek istemişti anlaşılan. Boyun
bölgesindeki ufak şişlik saldırının nasıl başladığını açıklamaya
yetiyordu. Mantero kadavraya tekrar şöyle bir göz attı. Wilma
cinsiyetini tamamen değiştirmek için ameliyat olmamıştı. Bel
ki de bunu hiç yapmayacaktı. Patologun bazı araştırmalarda

- 326-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

okuduğuna göre müşterilerin büyük çoğunluğu böyle olmasını


tercih ediyordu.
Ölüm saati tespit edilebilmişti ve Amenta Giuseppe hayatı
nın son saatlerinde cinsel ilişkiye girmemişti.
Mantero kadavranın boynundaki yarığa bir defa daha baktı.
Fotoğrafları, kesik boyutlarını tekrar ve tekrar midesi bula
nana kadar kontrol etmişti. Bundan emindi, Wilma'yı öldüren
el ve bunun için kullanılan bıçak Brancati'yi ortadan kaldıran
la aynıydı.
Doktor Mantero esneyerek raporu imzaladı. Artık evine gi
debilirdi, laboratuvardan istediği testlerin sonucu ancak ertesi
sabah çıkacaktı.

Sessizliği bölen Denişe oldu:


"Benatti'yi neden dışarıda bıraktığınızı bana söylemediniz."
"Benatti psikanalist olarak da çalışıyor. Ve senin de çok iyi
bildiğin gibi terapistler bu faaliyete başlamadan önce ve son
rasında düzenli aralıklarla kendileri de analize tabii tutulurlar.
Psikanaliz, zihnin derinlerine kadar iner ve bunu çok zalimce
yapıp zihni çırılçıplak ve savunmasız bırakır. Vampir böyle bir
şeye asla katlanamazdı. Eğer yapsaydı, çılgınlığı patlayıp herke
se açık ve kontrol edilemez bir hâle gelirdi. Ve bunun bedelini
ödeyecek ilk kişi de hiç şüphe yok ki kendi analisti olurdu.
Hayır, Benatti olamaz. Deria, Merisi ve Rebotti ise kendilerini
sadece akademik kariyere adayanlardan ve üçü de hiçbir zaman
psikanalize özel bir ilgi göstermedi."
"Ama nasıl olur da ruhsal bozukluğu olan biri üniversitede
hem de psikoloji dalında öğretim görevlisi olabilir?"
"O kadar da garip bir durum değil, aksine düşünecek olur
san bu neredeyse çok mantıklı bir durum. Eğer adamımız

- 327
krmz

Mario Mazzanti

küçüklüğünden beri ufak dengesizlik belirtileri gösterdiyse ve


ailesi onu terapiye ya da bir çeşit destek almaya yönlendirdiyse
geleceğin vampiri bu şekilde psikoloji dünyasıyla temasa geç
miş oldu. Bu, onun ilgisini çeken bir dünyaydı, belki bunu
sadece bir gün yenebilmek için düşmanını tanıma amacıyla
yaptı. İşte böylece paranoyak belirtiler şekillenip dengeye girdi
ki bu belki de duruma uygun olmayan bir psikoterapiyle oldu.
O bu konuyla ilgili her şeyi öğrenme saplantısıyla büyüdü ve
paranoyaklığından kaynaklanan bir inatla kendini bu eğitimi
almaya adadı. Belirgin bir denge sağlamak için yapması gere
ken tek bir şey vardı: Psikanalistlerden uzak durmak."
"Sonunda mükemmel, takdir edilen, sosyal bir öğretim gö
revlisi hâline geldi ve... Duygusal yaşantısı da çok normal."
Denişe'in sesindeki acı ton Trevis'in gözünden kaçtı.
"İşte bunu bilemeyiz. Üç şüpheliden hiçbiri evli değil ve
hiçbirinin düzenli bir ilişkisi yok."
Denişe içindeki hayaletlerin zincir seslerini bastırdı. Duy
gularının kontrolünü kesinlikle ele geçirmek zorundaydı.
"Oysa Rebotti'nin lakabı Don Juan..."
"Bu da hiçbir düzenli ilişkisi olmadığı anlamına geliyor
zaten. Nitekim üçü de oldukça kapalı bir hayat yaşıyor ve
özel hayatlarıyla ilgili çok az şey biliyoruz. Onları tanıdığımız
haliyle, karakterleriyle ilgili bir analiz yapacak olsak bile para
noyak özelliklere dair hiçbir iz bulamayız. Çünkü vampir bun
ları derinlere gömmeyi iyi becermiş."
Denişe saçlarını atıp Profesör'e doğru eğildi, tekrar kendini
kontrol altına almayı başarmıştı.
"Sizin özel hayatınız da bir sır." Sesi ipek gibi yumuşaktı.
"Bana anlatsanız ya Profesör..."

- 328-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Kurt, Trevis'in evinde karanlıkta beklerken düşünceleri hız


la akıyordu.
Uzun süredir bekliyordu ve her geçen dakika Trevis'in gece yi
dışarıda geçireceğini gösteriyordu. Ama nerede?
"Nerede saklanıyorsun Profesör?"
Yarın bunu öğrenecekti, bu saçmalığın uzun süre devam et
mesine izin veremezdi. Yarın, yarın...
Ellerine baktı. Kusurluluğun acısıyla haykırıyorlardı, var
olma amaçlarını görmek istiyorlardı. Yarın o kadar geçti ki...
Kurt kendine hâkim olmaya çalıştı. Hafif bir baş dönmesi
onu ele geçiriyordu. Hisleri tatmin edilmemiş arzusundan do
layı sönüp boğulmaya başlamıştı.
Hayır, teslim olamazdı, bunu geçen gece zaten yapmıştı
ama çok riskliydi. Trevis'in beklediği de buydu...

Trevis bir ses bandı göstererek, "Sana bir şey dinleteceğim,


Denişe" dedi. "Bu sabah Profesör Rebotti ile yaptığım görüş
me, kendisine fark ettirmeden kaydettim."
Trevis Denise'in müzik setine doğru ilerledi.
"Konuşmayı vampirin ya da kurdun, nasıl adlandırmak is
tersen, içinde bazı reaksiyonlar uyandıracak konulara getirdim.
Senin görüşünü de almak istiyorum."
"Ne gibi reaksiyonlar?"
"Ağızdan bir şey kaçırma, bir terim ya da isme dair açıkla
namayan hafıza kaybı, sıradan olsa bile içinde hatırlatıcı bir
terim içeren soruya cevap vermekte uzun süre tereddüt etme...
Kısaca Günlük Yaşamın Psikopatolojisi'nin tüm repertuarı. Me
kanizma çok basit; sıradan bir konuşma esnasında dinleyiciler
üstünde güçlü duygusal etki yaratacak bir terim kullanmak...

-329-
krmz

Mario Mazzanti

Tıpkı atasözündeki gibi: Asılan adamın evinde ipten bahset


me. Böyle bir şey olunca zihnin en derindeki kısmı, hafızadan
şiddetle çağırılan bu olayın yarattığı duygularla birlikte dışarı
süzülebilir ve mevcut düşüncesiyle birleşip bir tür karışıklığa
sebep olur. Tıpkı kısa devre ya da küçük arızalar gibi ortaya
hatırlayamama, geç cevap verme gibi sonuçlar çıkar."
Trevis kasedi teybe yerleştirip açıklamaya devam etti:
"Doğal olarak ifadenin yanında fiziksel tepkileri ve vücut
dilini görmen daha iyi olurdu... Ama elimizde sadece bir ses
kaydı olduğuna göre bununla yetinmen gerekecek."
Denişe ayakkabılarını yere atıp bacaklarını altına alarak
oturdu.
"Bu, bugün bana bahsettiğin stres testi mi?"
"Hayır, onu öncelikli şüphelimiz olan Profesör Deria için
saklayacağız. Bunu daha sonra konuşacağız zaten, şimdi kaydı
dinle."
Trevis kasetin hışırtıları arasından yükselen kendi sesini
duydu:
"Kusura bakma beklettim, odamda halletmem gereken bir is
vardı."
Trevis o anları çok net hatırlıyordu. Rebotti onu gözünü
bile kırpmadan karşılamış, masasında oturmaya devam ederek
ifadesiz bakışlarını üstüne dikmişti.
"Çok yorgun görünüyorsun, Rebo, hafta sonunu nerede geçir
din?"
"Evde, birikmiş bir sürü işim vardı. "
Rebotti'nin sesi düzdü her zamanki gibi, kendi duygularını
gizlemekten zevk alan bir kişiydi.
"Kimseyle görüşmedin mi? "
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Boş zamanlarımı paylaşmayı sevmem... Bu ziyareti neye borç


luyum?"
"Haftaya birkaç gün gelemeyeceğim; Meriurgo'nun karısı
Saraya onu ziyaret edeceğime dair söz verdim, derslerimden bir
tanesine sen girebilir misin?"
Kısa bir ara oldu.
"Asistanın giremez mi?"
"Konuyu düşünürsek girmemesini tercih ederim. "
"Hımm... Neyle ilgili?"
"Psikiyatrik hastalar tarafından işlenen suçlardaki sorumluluk ve
suçluluk ilişkisi."
Rebotti ironik bir gülümseme takınmış ve hemen cevap
vermemişti.
"Gerçekten de çok ilginç bir konu... Özellikle de bir hukuk
öğrencisi için. Bunu konuşmaya uygun kişinin ben olduğumu
sanmıyorum. " Artık daha dikkatli konuşuyordu. "Hem ayrıca
programın bir parçası değil."
"Dur biraz, önemli olan işin yasal boyutundan çok klinik
tarafım görebilmek... Mesela kendinden geçmiş bir şizofren bir
akrabasını öldürdü diyelim, hiç şüphesiz bu cinayetten dolayı
suçludur ama sorumlu olduğunu da söyleyebilir miyiz? Benzer
şekilde ilaç etkisi altındaki bir toksik bağımlı uçuşa beraber
geçtiği arkadaşını bıçaklıyor, olaydan iki saat sonra kontrolünü
tamamen tekrar kazanıyor, tıpkı risklerini bildiği hâlde aldığı
ilacı kullanmadan önceki hâline dönüyor. Burada sorumluluk
var mı?"
Birkaçsaniye boyunca sadece kasetin hışırtısı duyuldu.
"Bunun psikolojiye nasıl bağlanacağını anlayamıyorum. "
Trevis sözünü kesti:

331 -
krmz

Mario Mazzanti

"Başka bir deyişle ders, düşünce ve eylem arasındaki normal


ilişkiyi ve bazı psikiyatrik rahatsızlıkların anlama ve istemeyete
neği üzerindeki etkisini kapsayacak. Yani paranoyak kişi, bir eyle
mi istediği için mi yoksa hastalık onu zorladığı için mi yapar?"
"Ve sen tüm bu cevapları benden mi istiyorsun?"Rebotti ra
hatsız olmuş ve sıkıntılı görünüyordu, sesini yükseltmemek
için kendini zor tutuyor gibiydi. "Hiçbir bilim, bir insanın
kendi dürtülerine yapamadığı için mi yoksa istemediği için mi
karşı koyamadığını bulmayı ümit edemez. 'Karşı koymayı bile
memek' ve 'karşı koyamamak'... Bunları birbirinden nasıl ayırt
edebilirsin? Az önce bahsettiğin paranoyak belki bunu cevap
layabilir ama bu sadece onun kendi özel durumu için geçerli
olacaktır."
Profesör birkaç saniye sustuktan sonra tekrar konuşmaya
başladığında ses tonu alçak ve keskindi:
"Hayır, Profesör... Düşündüğün için teşekkürler ama aradığın
kişi ben değilim."
Trevis kaydı yarıda keserek teybi durdurdu.
"Sonra dersi farklı bir konuyla yapmayı önerdi, başka da
ilginç bir şey olmadı."
Denişe gerilip kasıldığını hissetti.
"Aradığın kişi ben değilim... Kim bilir... Bunu söylerken sa
dece dersinize girmeyi mi kastediyordu? İtiraf etmeliyim ki et
kilendim. Konu onu rahatsız etti, sinirlendirdi ve aynı zaman
da ihtiyatlı kıldı... Ama tüm bunlarda bir ipucu bulabildiniz mi
merak ediyorum."
Trevis düşünceliydi.
"İlginç olan söylediği şeyler değil, zaten oldukça mantıklı
şeyler söyledi. 'Karşı koymadı' ve 'karşı koyamadı' derken iki

-332-
krmz

Gör düğüne Asla İ nanma

cümle arasında ortaya çıkan ince ve anlaşılması zor fark; bu


pratikte Wootton Teorisi olarak bilinir. İlginç olan şey söyleme
dikleri... Tekrar dinle ve duraklamalara dikkat et."
Kaydı ikinci defa dinlediler.
"Hiçbir şey fark etmedin mi? Bazı sorularda Rebotti cevap
vermeden önce diğerlerine göre biraz daha uzun bir ara veriyor.
İki defa oldu. İlki ben Meriurgo'dan bahsettiğimde ve ikincisi
bıçaklamadan söz ettiğimde."
"Şu meşhur hatırlatıcı terimler, değil mi? Ama sadece bir
tesadüf olamaz mı?"
"Bu duraklamalar kesinlikle anlamlı, diğerlerinden en az iki
saniye daha uzunlar. Bunun için mutlaka bir sebep var ama
kanıt olarak zayıf ve belirsizler. Bu duraklamaların başka se
bepleri de olabilir yani illa ki Rebotti'nin kurt olduğunu göste
recek diye bir şey yok. O da Meriurgo'yu yakından tanıyordu
ve ismini duyunca duygusallaşması normal. Ama ikinci durak
lamada ben kendimi olayın heyecanına kaptırdım ve bıçakla
ma kelimesini çok önce ve üstüne üstlük uzun ve karmaşık bir
cümlede kullandım. Hatırlatıcı kelime o uzun cümle içindeki
başka bir kelime olabilir ve kim bilir hangi olayla bağlantı
lıdır... Kahretsin! Keşke gerçek bir ilişki testi yapma imkânı
olsaydı, işte o zaman..."
"Bu, hani insanın bir sürü kelime bombardımanına tutulup
bunlar karşısında aklına ilk gelen kelimeyi söylemesi istenen
test mi? Ne bileyim mesela, Masa/sandalye, kedi/köpek, ağaç/
yaprak gibi..."
"Aynen öyle. Bu testte de verilen cevabın önemi yoktur,
önemli olan cevap vermek için geçirilen süredir. Mesela Rebot
ti bıçak, kan, Follonica, fotoğraf ve bunun gibi konuyla ilgili
kelimeleri eşleştirmede gecikirse bu durumda sonuç bellidir...

-333 -
krmz

Mario Mazzanti

Hatta Amerika nın bazı eyaletlerinde ilişki testi adli makamlar


ca kanıt olarak bile kabul ediliyormuş diye hatırlıyorum."
Denişe birden ellerinin tekrar titremeye başladığını fark
etti. Trevis'in fark etmemesi için hemen kollarını kavuşturdu.
Bir an için kuvvetli bir baş dönmesi hissetti. Baş dönmesinin
ardında bıraktığı gerçek dişilik hissinden kurtulmak için ko
nuşmaya başladı:
"Yani Rebotti'yle yaptığınız görüşme hiçbir şey kanıtlamıyor."
"Sorun bu değil, Denişe. İki çift laf edip suçlunun kim ol
duğunu anlamak gerçekten güzel olurdu. Oysa bu, samanlıkta
iğne aramayla aynı olasılığa sahip bir durum, üstelik çok daha
hassas bir oyun... Kendi çözümünü gerektiriyor çünkü kurt
bir deli ve katil olmasının yanında bir psikoloji profesörü. Biz
ona tuzaklar kurup onu zora sokmaya çalışırken o da kendine
aynı bizim sorduğumuz soruları soracak, cevaplarını değerlen
direcek, kendine onu ne kadar iyi tanıdığımızı soracak. Ken
dine ihanet etmekten korkacak. Unutma ki paranoyanın tipik
özelliklerinden biri takip edilme takıntısıdır. Kendini sakin
hissetmeyeceği ve gölgelere bile bir beden vermeye başlayacağı
şekilde hareket etmeliyiz. Onu bir kırılma noktasına sürükle-
meliyiz... Hezeyanını artık gizleyemez hâle gelmeli. İşte bizim
hedefimiz bu. Tohumları atıyoruz Denişe; bugün Rebotti'yle
başladım, yarın sıra Deria ve Merisi'de."
"Stres testi mi?"
"Evet. Önce Deria'ya yapacağız."

Kurt, Trevis'in evinden çıktı. Ona ziyaretinin anısı olarak


bir şey bırakmıştı. Ama eğer eline imkân geçerse Trevis'in o eve
canlı dönecek ve bu düşünceli hareketini takdir edecek vakti
olmayacaktı.

- 334 -
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Kurt eve olabildiğince çabuk dönmek istiyordu, dinlenmesi


ve ertesi gün Trevis'le karşılaştığında ihtiyacı olan durağanlığı
bulması gerekiyordu. Bu kendini ele vermemesi, hata yapma
ması için gerekliydi.
Yeni günün doğmasına az kalmıştı.

"Stres testi tam olarak nedir?"


Denişe kanepenin üstünde yeni değiştirdiği oturma pozis
yonunda dengesini sağlamaya çalıştı.
"Kitaplarda arama, bulamazsın. Ben onu böyle adlandırdım
ama özel bir stres testi yok. Aslında altında yatan fikir çok ba
sit. Bu teste tabi tutulan kişiyi gerilim altında tutarak en derin
içgüdülerinin savunma kalkanlarını indirmesini sağlamak ve
bu durumdan yararlanmak."
"Temelinde onu gafil avlamak oluyor yani."
"Gerilim anında duyguların üstündeki kontrolün gevşeye
ceğine güveniyorum... Benim için kapıda sadece ayağımı soka
bileceğim kadar bir çatlak olması yeterli."
"Oysa eğer kişi masumsa hiçbir çatlak olmayacak..."
"Doğrusu, sonucun olumsuz çıkması her zaman için ma
sumiyeti kanıtlamaz. Kurt savunmasını çok güçlendirmiş
olabilir. Bu testin bize vereceği sonuçlardan sadece pozitif çı
kanlara kesin gözüyle bakabiliriz."
Denişe kaşlarını çattı.
"Neden bu test özellikle Deria'ya yapılıyor? Bu akşam
Merisi'yle olan karşılaşmanız çok rahatlıkla ölümcül bir tuzak
olabilirdi ve az önce dinlediklerimizden sonra Rebotti de ciddi
şüpheleri hak ediyor."
Trevis bu itirazı reddeder gibi bir el hareketi yaptı.

-335 -
krmz

Mario Mazzanti

"Diğer ikisine de benzer bir şey yapmaktan bizi alıkoyan


yok ama bildiklerimizden yola çıkarak Deriayı şu an için bir
numaralı şüphelimiz olarak kabul etmek zorundayız, yayın
ları ortada. Yirmi yıl önce depresyonla ilgilenen tek kişiymiş
ve Villa Chiara'da neredeyse sadece bu sorunla ilgileniliyordu.
Çok bir şey değil biliyorum ama vakit daralıyor ve körü körü
ne hamle yapmamalıyız."
"Niyetiniz nedir, Deria'yı gerilim altına nasıl sokacaksınız?
Ve bundan nasıl faydalanmayı düşünüyorsunuz?"
"Bu sabah ona da yarınki dersime girer mi diye sordum ama
söylediğim konu Rebotti'ye önerdiğimden çok farklıydı; sen de
orada bulunmalı ve bana yardım etmelisin. Planım şöyle..."
V

O gece Denişe uzun bir süre uyuyamadı, uyumaktan kor


kuyordu. Kendini dalgalı bir denizin ortasında dar ve harap
olmuş bir şamandıraya tutunmuş gibi hissediyordu: Uyursa
uyandığında tutunacak hiçbir şeyi kalmayacağından korku
yordu.
Neden içinde yaptığı tercihlerin çılgın tarafını göstererek
ona işkence eden bir Denişe vardı?
Yeni Denise'e ters düşen eski bir Denişe vardı. Bu ikisinden
hangisi gerçekti?
Her şey ne büyük bir karışıklıktı... Denişe var mıydı? O
gece hayatta kalabilecek miydi? Saatler geçtikçe Denişe kendi
ni bayılacakmış gibi hissediyordu. Sonunda uyuyakalması san
ki dalgalar arasında boğulmayı kabullendiğinin göstergesiydi.

-336-
krmz

D oktor Giurato bir baş hareketiyle Trevis'den kapıyı açma


sını istemişti. Ona eşlik eden altı polisten dördü ünifor
malıydı ve bunlardan ikisinin eli emniyeti açık olan silahların-
daydı. Profesörün hareketlerini göz bile kırpmadan izliyorlardı.
Giurato, Denise'in evine elinde iki tane arama emriyle gel
mişti. Bunlardan biri Denise'in diğeri ise Trevis'in evi içindi.
Giurato hiç soru sormamış, Denise'in itirazlarını dikkate
almadan kadının evindeki operasyonu sessiz ve dalgın şekilde
izlemişti. Bir süre sonra onun tek ilgisini çeken şey salondaki
divan olmuş, görevlilerden birine orada kimin uyuduğunu öğ
renmesini söylemişti. Trevis de bir köşede durup polislerin iş
lerini yapmasını izlemişti. Elli dakika içinde arama görünürde
hiçbir sonuç vermeden sonlanmıştı. Sonrasında Denişe dışın
daki herkes iki sivil arabayla Trevis'in evine gitmişti.
Trafiğe takılmamak için şehri geçerken sirenlerini açmışlar
dı. Giurato önden giden arabaya binerken Trevis'i üniformalı
adamlara bırakmıştı.

-337-
krmz

Mario Mazzanti

Sert bir rüzgâr günün ilk ışıklarındaki sisi dağıtıp gökyüzü


nü alçak ve buz gibi yapıyordu.
Trevis evinin kapısını açıp kenara çekildi. Adamların iki
li gruplara bölünerek içeri girişini izledi. Denise'in evinde az
önce gördüğü felaketin aynısının burada da olacağını çoktan
kabullenmişti. Giurato girişte kalıp dikkatsizce etrafına bakın
maya başladı.
"Kasa var mı?" diye sordu aniden.
"Çalışma odasında... Açık, evde neredeyse hiç değerli eşya
tutmam."
Giurato adamların işine engel olmamaya özen göstererek
ağır adımlarla salona girdi. Mobilyalara karşı özel bir ilgi göste
riyordu. Sanki haciz öncesi eşyalara en yüksek değeri biçmeye
çalışan bir icra memuru gibiydi.
Trevis girişte kaldı. Memurlardan biri ondan gözünü ayır
mıyordu. Profesör özel hayatına yapılan bu baskından dolayı
içinde bir isyanın hareketlendiğini hissediyordu. Polisler ken
dilerine verilen görevi titizlikle ve büyük bir hızla yerine ge
tiriyorlardı. Ellerini her yere sürüp her şeye dokunuyorlardı.
Çekmeceleri açıp eşyaların yerlerini değiştiriyorlar, kimilerini
söküyorlardı bile... Trevis derin bir ıstırap, neredeyse fiziksel
bir sancı duydu. Giurato'ya yaklaşıp, "Ne aradığınızı öğrenebi
lir miyim?" diye sordu.
Giurato soruyu duymazlıktan geldi Spreafıco'nun yağlıboya
tablosunun önünde durup uzman gözüyle incelemeye başladı.
"Venezia adlı tablosu... ilk baskılarından öyle değil mi?" diye
sordu.
Trevis sessizce onayladı.
"Kendime ne soruyorum biliyor musunuz, Profesör? Bu ka
dar hoş, tadı çıkarılması gereken güzel eşyalarla dolu bir eve sa-

-338-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

lıip olma şansına sahip biri neden birkaç geceyi sözde bir bayan
eşliğinde dışarıda geçirir ve kanepede uyumak zorunda kalır?"
Giurato sanki kendi kendine konuşur gibiydi, büyük olası
lıkla bir cevap beklentisinde değildi ama yine de Trevis açıkla
ma yapmak için bir şeyler düşünmeye koyuldu.
Onu bu sıkıntıdan gözleri parlayarak içeri dalan sivil polis
lerden biri kurtardı.
"Doktor, gelebilir misiniz? Bir şey bulduk..."

Denişe darmadağın edilmiş evinin duvarları arasında dö


nüp duruyordu. Eşyaları otomatik hareketlerle yerli yerine
koymaya çalışıyordu ama sanki her şey yabancılaşmış gibiydi.
Bu eşyalarda artık ona ait oldukları hissini bulamıyordu. Ko
kularını, renklerini kaybetmişlerdi, şekilleri aynı değildi.
Giurato Trevis'i götürmüştü... Keşke zaman bu haliyle dursa bu
durumda kristalize olsaydı. Trevis polisin dindeyken onun erkeği
özgür kalsaydı. Kurt, vampir, paranoyak her neyse önemi yoktu...
Çıkmaya hazırlanmak için banyoya gitti. Görüntüsünün
aynaya zor yansıdığı izlenimine kapıldı. Makyaj yapıp giyin
dikçe görüntü de yavaş yavaş tanınır bir hâl alıyordu, tanıdığı
bir yüz ve vücut şekline giriyordu ama her halükârda her şeyi
kendine yabancı hissetmeye devam ediyordu...
Evden çıktı, yabancı bir boyutta olduğunu hissediyordu.
Dışarı çıkıp da dondurucu soğukla temas edince yavaşça ken
dine gelmeye başladı. Yapacak çok iş vardı. Otomobil tescil
merkezine gidip kendisine verilecek ipucunu ortadan kaldır
ması gerekiyordu... Sonra da Trevis'in Deria için hazırladığı
stres testi tuzağı için enstitüye gidecekti.
Denişe bir taksi durdurup tescil merkezinin adresini söyledi.

-339-
krmz

Mario Mazzanti

Giurato ofisine kapanmıştı, Trevis'i sorgulamadan önce du


rumu değerlendirmek istiyordu.
Memnun değildi.
Her şey çok basit görünüyordu. Önce Brighini'nin ehliyetin
de Profesör'ün parmak izi bulunmuştu, şimdi de Meriurgo'nun
ikonası Trevis'in yatağının üstünde karşılarına çıkmıştı. İstese
bundan daha iyisi olamazdı. Reddedilemez iki kanıt tüm suçu
Profesör'ün üstüne yıkıyordu. Yapacağı basın toplantısından
birkaç saat önce ve bakanlık müfettişlerinin teftişine çok kısa
bir süre kala Trevis'i Follonica'daki manyak katil ve Profesör
Meriurgo'yla hastasının katili olarak suçlayan teorisi kanıtlan
mışa benziyordu.
Giurato gözlüklerini çıkarıp gözlerini kuvvetlice ovuşturdu.
Hiç şüphesiz akıllı bir adam olan Trevis neden tedbirsiz
davranıp Olivadotti'nin ölümünün kaza sonucu olmadığını
öne sürmüştü?
Neden daha önceki cinayetlerde hiçbir iz bırakmayacak ka
dar profesyonelce hareket etmişken son kurbanın kadavrasının
üstünde parmak izlerini bırakmıştı?
Neden en önemli kanıtlardan biri olan Meriurgo'nun iko
nasını güzelce gözler önüne serecek şekilde yatağının üstünde
bırakmıştı? Ve neden ikona henüz bulunmadan önce evi araştı
rılırken en ufak bir sinir, telaş ya da pes etmiş bir tavır içerisine
girmemişti?
Ve nihayet sonuncu soru olarak neden son birkaç geceyi
güzel bir kadının evinde kanepede uyuyarak geçirmişti?
Çalan telefon onu düşüncelerinden kopardı, ahizeyi nere
deyse sinirle kaldırdı.
Giurato.

-340 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Ben Mantero, Doktor, günaydın."


"Gelişme var mı?"
"Sanırım evet. Öncelikle benden istediğiniz gibi Bran-
cati ve Brighini'nin boyunlarındaki kesikleri karşılaştırdım;
Brancati'nin cesedinin durumu göz önüne alınırsa söyleyecek
lerimde mutlak bir kesinlik söz konusu olamaz, ancak..."
"Evet?"
"Kullanılan bıçağın, gücün ve elin aynı olduğunu söyleyebi
lirim. Kısacası iki cinayet ve bir katil var ortada."
"Hata payı nedir?"
"Söylediğim gibi bu zor bir karşılaştırma. Bir tarafta kül ol
muş bir kadavra var, diğer tarafta fotoğraflara ve Grosseto'daki
meslektaşımın yaptığı incelemelere dayanarak ilerleme zorun
luluğu... Ama tüm bunlara rağmen hata payının çok düşük
olduğunu söyleyebilirim."
"Çok iyi, ileriye doğru bir adım daha atılmış demektir..."
Giurato tekrar gözlüğünü takıp konuşmayı bitirmeye hazır
landı. Ama tam o sırada Mantero tekrar lafa başladı:
"Ancak, size henüz daha ilginç olan kısmı söylemedim...
Son saatlerde inceleme imkânı bulduğum üçüncü bir boğazı
kesilmiş kurbanımız var ve yara Brighini'dekiyle ve buna bağlı
olarak da Brancati'dekiyle tamamen aynı. Yani artık üç kurba
nımız ve bir katilimiz var."
Giurato bir süre hiçbir şey söyleyemedi.
"Kimden bahsediyorsunuz?"
"Daha çok Erkek Wilma olarak tanınan Melzolu bir trans-
seksüel; Amenta Giuseppe. Rivolta d'Adda civarında kırsal
alanda pazar gününü pazartesiye bağlayan gece boğazı kesile
rek öldürülmüş."

-341 -
krmz

Mario Mazzanti

"Pazarı pazartesiye bağlayan gece mi dediniz?"


Giurato yaşadığı şaşkınlığı ve sorusunun önemini ses to
nuyla vurgulamaya çalıştı.
"Aynen öyle, ceset ertesi sabah Adda'nın çakıllı kıyılarında
bulunmuş."
"Olayın gün ve saatinden emin misiniz?"
"Evet, hiçbir şüphe yok, gece yirmi üç ve sabahın ikisi ara
sında."
Giurato bir süre durup düşündükten sonra düz ve duygula
rını belli etmekten aciz ses tonuyla konuştu:
"Aynı kişi tarafından yapıldığına emin misiniz, Doktor?
Bunu nasıl bu kadar kesin söyleyebiliyorsunuz?"
Mantero sabırla açıkladı:
"Öncelikle kesiklerin özellikleri aynı, tek ve çok net bir
kesik var. Lezyonların derinliği üçünde de aynı ve aynı silaha
aynı miktarda güç uygulanarak yapılmış. Açılar bile neredeyse
aynı; deri dik olarak kesilmiş. Hepsinde de kesmeye, kurbanın
sol tarafından başlanıp karşı tarafta aynı pozisyonda bitirilmiş.
Yani şah damarlarının olduğu bölgede başlayıp bitmiş. Yönü,
uçları inceleyerek kesin olarak tahmin edebiliriz."
"Uçlar mı?"
"Bunlar, yüzeysel bir kesiğin alttaki dokulara doğru kademe
li olarak indiği, keserek yaralamaların uç kısımlarındaki tipik
özelliklerdir. Yani bıçak deriye girerken ve çıkarken farklı izler
bırakır. Başlangıçta girerken elin uyguladığı basınçtan dolayı
eğim diktir ve bundan dolayı dokular hemen derinlemesine
tahrip olur; oysa çıkış daha yavaş ve daha eğiktir."
"Yani bu uçları inceleyerek kesiğin yönünü tayin edebiliriz
öyle mi?"

- 342-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Elbette."
"Ve eğer yanlış anlamadıysam giriş ucu çıkışınkinden dah;
kısa."
"Genellikle öyledir ama boğaz kesiklerinde uç özelliklerinir
tersine döndüğüne tanık oluruz. Boyun kavisli bir yüzeye sa
hiptir, bundan dolayı eğer kesik büyükse girişte bıçak alt deriy
göre daha teğet bir pozisyonda bulunur ve ortaya daha uzun bi
uç çıkar; oysa çıkışta boynun kavisinde dönen bıçak neredeys
dik bir pozisyon alarak çok kısa bir uç oluşturur... Ama bunla
sadece teknik detaylar. Sonuç olarak yaralar, pozisyon, boyut
yön, uygulanan güç ve kullanılan silah bakımından aynı."
"Tesadüf olamaz mı? Sonuçta boyun farklı insanların çeşit!
türde kesikler ortaya çıkaracağı kadar geniş bir alan değil. Söy
lemek istediğim, bu özellikler tüm cinayetleri bir katile yükle
meye yeter mi?"
"Brancati vakası söz konusu olduğunda..."
Giurato araya girip Mantero'nun sözünü sertçe kesti:
"Şimdilik Brancati'yi bir kenara bırakalım. Beni Brighini \
Melzolu transseksüel arasındaki olası benzerlik ilgilendiriyor.
"Eğer sadece kesiğin özelliklerine yönelik incelemelerin ü:
tünde durursak, her ne kadar ihtimali yokmuş gibi gözük; de
tesadüf mümkün olabilir ama durumun genel yapısı bun
devre dışı bırakıyor."
"Devam edin..."
"Kesiğin başlama noktasını ele alalım; şah damarın hizasıı
da boynun oldukça yan tarafında. Düşünülenin aksine kesn
işlemine başlamak için çok sık kullanılan bir bölge değil. G
nellikle katil darbe için boynun orta kısmını tercih eder çünl<
hem bu bölgeye saldırması daha kolaydır hem de ilk kanan

-343 -
krmz

Mario Mazzanti

çok fazla olduğundan aynı anda boğaz, yemek borusu, nefes


borusu ve gırtlağın kesilmesinin daha öldürücü olduğu izleni
mi doğar. Aslında şah damarlarına isabet ederek ortaya çıkan
ölümlerin çoğu kaza sonucudur. Bizim durumumuzda ise katil
anatomi bilgisinin derinliğini kanıtlayan bir doğrulukla tam
olarak o kısmı hedef alıp kesiği bir şah damarından diğerine
kadar uzatmış."
"Ve kan görmek istiyorsan bir şah damarını kesmekten daha
iyi ne olabilir?" dedi Giurato kendi kendine konuşur gibi.
"Ona ne şüphe. Şah damarının kesilmesi büyük bir kana
maya sebep olur, bir metreyi aşan bir uzaklığa kadar kan fışkı-
rabilir; kan tıpkı bir çeşme gibi akar."
Giurato kafasından bu görüntüyü uzaklaştırmak için konu
yu toparlamaya başladı:
"Şimdi, bu yaralar karakterleri gereği aynı ve rastlanmaları
istatistiksel açıdan çok düşük..."
"Sadece bunlar da değil, kadavralarda kendini savunma yö
nünde yaralanmalar yok, yani kendini savunmak için uzatılan
kollar ve ellerde hiçbir yara izine rastlanmadı. Bu konuyu Bran-
cati vakasında konuşmuştuk hatırlarsanız. Ayrıca bu kadar düz
ve net bir kesik bize kurbanların bıçağın girişini hissetmeyip
hiçbir karşılık vermediklerini gösteriyor. Kısacası tüm bunlar
kurbanların yaralanma esnasında bilinçlerinin açık olmadığını
düşündürüyor."
"Brighini için bundan hiç şüphemiz yok... Ne de olsa keta-
minle uyutulmuştu."
"Ketamin mi?"
Mantero çok da şaşırmışa benzemiyordu.
Bir süre sessizlik oldu.

-344-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Sonuç olarak" diyerek tekrar lafa girdi Mantero. "Aynı tip


te aynı yaralar, kurbanların pasif durumda olması... Bunların
bize söylediği tek bir şey var..."
"Brighini ve Melzolu travestinin katili aynı kişi" diyerek lafı
tamamladı Giurato.
"Ve Brancati'nin."
"Ve Brancati'nin."
"Bu arada ketaminden bahsetmişken Doktor Giurato,
Amenta'nın kadavrasında da araştırma yapılıyor, sonuçlar öğ
leden sonra elimizde olacak."
"Çok iyi Doktor, bana hemen bilgi verin."
"Bir şey daha var... Bu son cinayetin işleniş şeklinde küçük
bir fark var..."
"Nedir?"
"Katil boğazı kesmeden önce vahşice öfkesini kusmak iste
miş. Bedende çok sayıda bıçak darbesi var, hiçbirisi ölümcül
değil ama..."
"Ama fazla kanamaya yol açacak nitelikte, öyle mi?"
"Evet, şüphesiz öyle."
"Hımm... Size yirmi yıl önce işlenen üç cinayetin tüm ev
raklarını göndereceğim, düşüncelerinizi almak istiyorum."
"Hangi cinayetler acaba?"
"Göreceksiniz. Bunlara acil öncelik ve dikkat vermenizi rica
ediyorum, görüşünüz oluştuğunda hemen beni arayın. İyi ça
lışmalar."
Giurato her zamanki gibi karşı tarafa veda edecek vakit bı
rakmadan telefonu kapattı.

-345 -
krmz

Mario Mazzanti

Denişe dondurucu havayı ardında bırakarak enstitüye gi


rip öğretim görevlilerinin odalarının olduğu koridora yöneldi.
Duvara yakın yürüyordu, paltosuna sıkıca sarılmıştı. Sevgilisi
nin odasının önüne geldiğinde her zamanki gibi kendine engel
olamayarak içeri bir bakış attı. Bir etki, bir heyecan yakalamak
için parmağını kapıda gezdirdi...
Bir an için içinde yine o yabancılık hissi belirdi. Bunun çok
derinlere kök salmış olduğunu, sanki onun ruhundan beslene
rek zihninin karanlık köşelerinde büyüdüğünü hissediyordu.
Oradaydı, pusuda ve iş üstünde... Siyah bir delik, onu içine
çekmek isteyen dipsiz bir kuyu...
Bu histen çabuk kurtulmayı başardı ve çantasında Trevis'in
oda anahtarlarını aramaya koyuldu. Bunu yaparken eli araba
tescil merkezinden aldığı zarfa değdi. Araba sahipliğine yö
nelik kronolojik dökümden bir şey çıkmamıştı. Üç şüpheli
den sadece bir tanesinin Alfa Romeo'su olmuş ama o dönem
Imperia'da ikamet ettiğinden dolayı o bölgenin plakasını ta
şımıştı.
Denişe tam anahtarı kilide sokmuştu ki kendisine seslenil-
diğini duydu:
"Doktor Di Marco, bu kadar soğuk bir sabahta sizi görmek
içimi ısıttı. Profesör Trevis henüz gelmedi mi?"
Profesör D Avila neredeyse gençlere has denebilecek bir gü
lümsemeyle yanına yaklaştı.
"Hayır bu sabah enstitüye gelmeyecek" dedi Denişe, içinde
bulunduğu ruh hâline rağmen doğal bir gülümseme takınabil-
mesine şaşırmıştı.
"Eh... O zaman, sevgili Trevis'e bir not bırakmak için sizin
nezaketinizi sömürebilirim."
"Hiç sorun değil, Profesör." Denise'in sesi her zamanki gibi

-346-
krmz

Gör düğüne Asla inanma

taptazeydi, gülümsemesi ise hâlâ dudaklarındaydı. "Söyleyi


lütfen, kendisine mümkün olan ilk fırsatta ileteceğim."
"Konu şu ki birkaç gün önce Trevis benden Profesc
Meriurgo'nun meslektaşlarımızdan biri için kullanmış oldu
ğu bir ifadeyi hatırlamaya çalışmamı şiddetle rica etmişti. (
zaman hatırlayamamıştım, yaşlıların hafızası nasıldır bilirsini
işte... Ama sonunda hatırladım; kendisine bu bilgiyi vermey
hazır olduğumu iletin lütfen, rica ediyorum." D'Avila uzak
laşırken ekledi. "Sakın unutmayın, bu bilgi Profesör için ço
önemliye benziyordu."
"Merak etmeyin" dedi Denişe gülümsemeyi bırakmadan.
Görülme riskinden uzaklaşıp odaya girince titremeye baş
ladı.
Ne büyük bir tehlike atlatmıştı... Atlatmışlardı! Ya Trevi
orada olsaydı ve D'Avila'nıri vereceği bilgi doğrultusunda kur
dun kimliğini ortaya çıkarsaydı!
Bir şey yapmak zorundaydı, erkeğini uyarmalıydı. Her n<
kadar bu...
Denise'in içine buz gibi bir korku çöktü, kendinden kor
kuyordu. Aklındaki yarım kalan cümleyi tamamladı: Erkeğin
uyarmalıydı, her ne kadar bu D'Avila'nın ölüm fermanını im
zalamak olsa bile.
Zihninden hızlıca Trevis'in görüntüsü geçti. Onun için d<
ölüm çok uzakta değildi. Ancak o an bunu önlemek için bi
şey yapmayacağının bilincinde olduğunu fark etti. Yapamaz
di... Yapmak istemiyordu...
Neredeyse koşarak erkeğinin odasına gitti, kapıyı bile çal
madan içeri daldı.

- 347 -
krmz

Mario Mazzanti

Bu aradaTrevis tükenmiş hâldeydi. YalnızbaşınaGiurato'nun


ofisine bitişik küçük bir odaya konmuştu. Zihninde, kısa bir
süre önce evindeyken sivil polisin Giurato'yu çağırdığı sahne
dönüp duruyordu. O kendisine ne bulmuş olabileceklerini
sorarken birkaç dakika sonra Komiser yanına gelmiş ve onu
yatak odasına doğru takip etmesini istemişti. Trevis endişeli ol
maktan çok meraklanmıştı.
Bu olayla ilgili asla unutamayacağı ne çok görüntü ve his
vardı...
Başmelek Mikail'in resmedildiği ikonayı görünce neye uğ
radığını şaşırmıştı. Meleğin pelerininin kırmızısı bir anda bü
tün odayı işgal etmiş, bütün hislerini boğmuştu. Ateş gibi kır
mızıydı, kan gibiydi...
Geri kalan her şey karışık ve birbirinden kopuk görüntüler
den ibaretti; Giurato'nun hiçbir şeye dokunmamalarını bağı
rıp durması, hızla adalet sarayına gidişleri, araçtaki polislerin
sert ve sessiz ifadeleri...
Kapı, Trevis'in düşüncelerini dağıtarak sert bir gürültüyle
açıldı ve içeri Giurato girdi.
Kapıya dayanarak ayakta dikildi. Neon ışıklı bir lamba orta
ma mavimsi bir ışık yayıyordu. Odadaki tek pencerenin perde
leri kapalıydı ve büyük ihtimalle ardında demirler vardı.
Trevis odayı ancak o an incelemeye başladı, içeride, köşe
lerde duran dört sandalye ve duvarlardan birini boylu boyunca
kaplayan büyük ve eski bir dolaptan başka hiçbir eşya yoktu.
Giurato tehditkâr olmayan bir sesle konuştu:
"Anlamama yardımcı olun, Profesör..."
"Avukata ihtiyacım var mı?"
Giurato kollarını iki yana açarak cevapladı:

-348-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Yasal hakkınız. Şu an yalnızız ve bu konuştuklarımız kayıt


lara geçmeyecek."
"Meriurgo nun ikonasının evime nasıl geldiğini bilmiyorum."
"Her şey sırayla, o konuya da geleceğiz. Ama önce Roberto
Brighini'den konuşalım, onu hatırlıyorsunuz değil mi?"
Trevis cevap vermedi.
"Profesör saklambaç oynamanın zamanı değil." Giurato'nun
sesi itaatkâr denebilecek kadar sakindi. "Brighini'nin ehliye
ti üstünde sizin parmak izinizi bulduk, öldürüldüğü yerde de
birçok parmak izinize rastlandı."
Trevis'den yine cevap gelmedi, mutlak bir sessizliğe sığınmış
gibiydi.
"Tamam, bu konuyu ve böyle bir davranış içine girmenin
size ne gibi sonuçlar getireceğini düşünmeniz için sizi biraz
yalnız bırakacağım."
Giurato son söylediklerini iyice vurgulayarak telaffuz etmiş
ti. Başka bir şey eklemeden çıktı ve ardından kapıyı kapadı.
Trevis kapıya yaklaşıp kolunu dikkatle kavradı, açmak üzere
aşağıda doğru bastırmadan önce bunun başarısız bir girişim
olacağını biliyordu.

Denise'in sevgilisi masasında oturmuş notlar almakla meş


guldü. Genç kadının içeri giriş şeklini görünce kafasını hayret
le kaldırdı. "Denişe!" Yüzünde beliren gülümsemeyle hemen
yerinden kalkıp onu karşılamaya gitti.
Deniş yüzünü onun göğsüne gömüp tüm bedeniyle ona tu
tunarak sarıldı.
Adam kendini onun kollarından kurtarmaya çalıştı.
"Hey... Hey! İçeri birileri girebilir."

-349-
krmz

Mario Mazzanti

Denişe onu daha da sıkı sardı, kontrolünü tekrar kazanmak


için kendini zorladı. O an için bir şey bilmiyormuş gibi dav
ranmak daha iyi olacaktı. Erkeğini bırakıp bakışlarını gözlerine
doğru kaldırdığında yaramazca gülümsedi.
"Haklısın daha dikkatli olmak gerek ama seni hissetmeyi
o kadar çok istiyordum ki... Neyi kastettiğimi anlamışsındır...
Hem sonra bu sabah Trevis yok, yanına gelmek için bahane
uydurmama gerek kalmadı."
Adam yüzünde bir an için beliren kaygılı ifadeyle birkaç
adım geriledi. Denişe bunu, içeri giren biri olursa onları çok
yakın görüp şüphelenmesin diye yaptığını düşündü. Ya da
farklı bir sebebi vardı belki...
"Trevis'in enstitüyü sıkça aksattığı bir dönem... Bu sabah
nerede olduğunu biliyor musun?"
"Bilmiyorum, çok muğlâk konuştu ve bir işi olduğunu söy
ledi."
"Öğleden sonra gelecek mi?"
"Gelecektir mutlaka... Şimdi aklıma geldi, bana bir iyilik
yapar mısın? Ben öğlene doğru çıkacağım, yapacak bir sürü
işim var; yani yarın sabaha kadar Profesör'ü göremeyeceğim...
Ona bir mesaj iletmen gerekiyor."
"Şimdi de beni sekreterin olarak mı kullanıyorsun?"
"Lütfen şaka yapma, bu çok önemli. Ona tek söyleyeceğin
şey, D Avila nın Profesörün öğrenmek istediği ismi hatırladığı."
"İsim mi?"
Denişe sevgilisinin gözlerinden anlık bir ışığın geçtiğine ye
min edebilirdi.
"Aslında tam olarak bir isim değil... Profesör Meriurgo'nun
ölmeden birkaç saat önce görüştüğü enstitüdeki arkadaşla-
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ na nma

undan birinden bahsederken kullandığı bir takma ad ya da


benzetme diyebiliriz. Rica ediyorum unutma, bana sebebini
söylememiş olsa bile Trevis için bunu öğrenmek büyük önem
t aşıyor.' 1

"Hımm... Gizemli bir şeye benziyor. Meriurgo'nun ne yap


tığı isim dedin?"
"Profesör Meriurgo öldürüldüğü gün Trevis ve başka bir
meslektaşıyla görüşmek üzere enstitüye gelmiş. Koridorda
D'Avila'yla karşılaşmış ve ayak üstü laflamışlar. Meriurgo ona
enstitüyü ziyaret sebebini anlatırken Trevis'den ismiyle bah
setmiş ama diğer meslektaşından bir takma ad ya da benzet
me yaparak söz etmiş. Trevis bu benzetmeden yola çıkarak
Meriurgo'nun o sabah kiminle konuştuğunu bulabileceğini
umuyordu. Bunun onu neden bu kadar çok ilgilendirdiğini
bilmiyorum ama böyle işte. Maalesef D'Avila bu detayı hatırla-
yamıyordu, ta ki bugüne kadar. Az önce bana Trevis'e her şeyi
hatırladığını mutlaka iletmemi rica etti."
"Anladım..." Adam hızlıca bir şeyler düşünüyor gibiydi.
"İyi, madem önemli bir konu, ben ilgilenirim... Ne yapılması
gerekiyorsa yaparım. Ama şimdi çalışma vakti, neredeyse ders
saati geldi. Trevis benden dersine girmemi istediğinde senin de
orada bulunacağını söyledi... Gidelim mi?"
"Elbette" dedi Denişe, kenara çekildi ve dizlerini kırarak se
lam verdi. "Önce siz buyurun, Profesör Deria."

Trevis gözleri kapalı bekliyordu. Düşünmesi için Giurato'nun


onu o odada saatlerce bir başına tutacağından emindi. İşbirli
ği yapmak istemeyenlere kendilerini baskı altında hissetmeleri
için uygulanan bir teknikti bu. Bir psikolog olarak bunun ne
kadar etkili bir yöntem olduğunu bilmesi gerekirdi. Ağzı sıkı
krmz

Mario Mazzanti

kişi; küçük ve çıplak, doğal ışık almayan ve hava akımı olma


yan bir odada bir başına bırakılırdı. Dışarı çıkma ya da birini
görme imkânı yoktu. Özgürlükten yoksun kalma ve izolasyon
hissi başlarda tutuklulukla basit ve soyut bir ilişki içindeyken
yavaş yavaş çok daha korkutucu ve gerçek bir hâl almaya baş
lardı. Sonunda konuşmak birçokları için sadece hapis cezasını
ortadan kaldırmak ya da azaltmak için değil, aynı zamanda
gerçek bir kurtuluşa erişmek içindi.
Trevis bu etkenlerin ağına düşmek istemiyordu, net bir şe
kilde düşünebilmek için kafasını berrak tutması gerekiyordu.
Böylece gözlerini kapatıp düşüncelerinin onu götürdüğü açık
alanlara uçtu. Loş ışıklı, iç karartıcı ve tozlu eşyaları olan, kur
şundan bile ağır ve karanlık bir havaya sahip o dar odanın onu
boğmasına izin vermeyecekti.
Evet ama ne yapacaktı, Giurato'ya nasıl davranması gereki
yordu?
içinde bulunduğu bu durumda sorun, Meriurgo ve Brig-
hini cinayetlerinden suçlanıp tutuklanmamanın yolunu nasıl
bulacağı değildi. Şimdiye kadar onun aleyhine çok şey vardı ve
bunların kısa zamanda açıklığa kavuşmasını hayal etmek zor
du. İkona dairesinde bulunmuştu, zavallı Brighini'nin üstün
den parmak izleri çıkmıştı.
Öyle ya, Brighini... Eğer o şu an yaşıyor olsaydı, Trevis po
lise şüphelerinden çoktan bahsetmiş olacaktı.
Trevis onun ölümünden kendini sorumlu tutuyordu.
Susmaya devam mı edecekti yoksa olası zararları engelle
mek için Giurato'ya her şeyi anlatacak mıydı? Sorun bu ikisi
arasında seçim yapmak değildi, önemli olan tek şey kurdu dur
durmaktı! Hedef buydu. Ona ulaşmak için en uygun şekilde
hareket etmek zorundaydı. Meriurgo'nun intikamını alma su-

-352 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

suzluğunu, Giurato'yla arasındaki düşmanlığı bir kenara bıra


kıp yapması gereken buydu.
Peki, ne yapacaktı?
Meriurgo... Trevis'in zihni ona dair düşünce ve duygularla
doluydu. Ne kadar az bir zaman geçmişti ama buna rağmen
ne kadar da uzak gibi geliyordu. Uç yeni ölüm ve yeni kaygılar
onun ölümünü unutturmaya yetmişti...
Trevis kendini Meriurgo'nun salonunda Yunan vazosunun
üstündeki Telegonos'un yüzünü okşarken gördü. Onun kade
rin zulmünden başka bir sebebi olmayan mutlak ve sonsuz acı
sını bu şekilde yakalıyordu.
Odysseus kendi kaderini biliyordu. Ona oğlu tarafından
öldürüleceği kehanette bulunulmuştu. Bunu öğrenince oğlu
Telemakhos'a uzak bir krallığın hükümdarlığını vererek ken
dinden uzaklaştırınıştı. Ama kaderden kaçamamıştı; Kirke'den
olan oğlu Telegonos babasını bulmak için çıkagelmişti.
Kader...
Onun kaderi neydi?
Trevis gözlerini açıp kol saatine baktı. Enstitüde Deria'nın
dersi başlamak üzereydi ve Trevis orada olamayacak, onun mas
kesini düşürebilmek üzere stres testini gerçekleştiremeyecekti.
Giurato'yla ne yapacaktı? Susmaya devam mı edecekti yok
sa konuşacak mıydı?
Kurt evine girmişti ama bunu sadece oraya ikonayı bırak
mak için yapmamıştı. Trevis'i öldürmek için gelmişti. Bütün
ipuçlarını ortadan kaldırmıştı ve er ya da geç işini tamamlaya
caktı. Serbest kaldığı ilk anda karşısına çıkacaktı.
Tüm olanları anlatması durumunda Giurato'nun bunu ço
cuksu bir kendini aklama girişimi olarak görmesi ihtimali yük-

- 353 -
krmz

Mario Mazzanti

sek miydi? Ve tüm bunlara inansa bile, Trevis'in yem olarak


kullanılmasına izin verecek miydi?
Hayır, en iyisi susmaya devam etmekti. Tutuklansa bile De
nişe ve Mareşal Salvadori ile irtibat kurma imkânı bulurdu;
hapisteyken kurttan da korunmuş olurdu. Eğer bu tutuklu
luk süresi uzun olursa kurdu bulup tepesine binme görevi de
Salvadori'ye düşecekti.
Karar verilmişti, Trevis gözlerini kapatıp acısını dinlemeye
döndü.

Laboratuvardan gelen, yeni kelleşmeye başlamış genç polis


Giurato'nun ofisine girip masaya kadar ilerledi ve tam önünde
kaskatı dikildi.
"Evet, sonuç?"
"İkonada hiçbir parmak izine rastlanmadı, Doktor."
"Parmak izine rastlanmadı..."
"Ya temizlenmiş ya da hep eldivenle tutulmuş."
"Aydınlattığınız için teşekkürler" dedi Giurato alay ederek.
Genç, birden kıpkırmızı kesildi. "Peki ya evde bulunan par
mak izleri?"
"Trevis'in parmak izleri var. Bir de temizliğe gelen kadına
ait olduğunu düşündüğümüz bir dizi farklı parmak izine rast
ladık, inceliyoruz."
Giurato bir kaşını havaya kaldırarak "Temizlikçi mi?" diye
sordu.
Polis biraz utanarak açıklamaya başladı:
"Bu parmak izlerine her yerde rastlandı; ancak süpürge, fır
ça ve deterjan kutularında daha fazlaydı..."

- 354 -
krmz

Gör düğüne Asla İ nanma

"Hımm... Kapı ve pencerelerde zorlamaya rastlandı mı?"


"Hayır, çok dikkatle araştırdık."
Giurato görevliyi gönderip arkasına yaslandı.
Ortaya tuhaf bir şey daha çıkmıştı. Neden Trevis ikonayı
saklamaya gerek duymadan evinde tutsun ama bir yandan da
üstünde parmak izi bırakmamak için sürekli eldiven kullan
sın? Her şeyin bir açıklaması vardı elbette. Belki başka bir yere
götürmek üzere ikonayı ortaya çıkarıp güzelce parmak izleri
ni temizlemişti ama sonra evden hızla ayrılması gerekmiş ve o
aceleyle ikonayı yatağın üzerinde bırakmıştı.
Tahminler, varsayımlar... Giurato kendini yorgun hissedi
yordu.
Teorisine ters düşse bile şu an için elindeki tek gerçek ve
önemli bilgi, Melzolu transseksüel Amenta'nın katili ile Brighi-
ni ve Brancati'nin katillerinin aynı kişi olduğuydu ve bu, Trevis
olamazdı. Amenta'nın öldürüldüğü saatlerde Profesör kırk kilo
metre uzaktaki asistanının evinde polis gözetimi altındaydı.
Bir sigara yaktı.
O ikona Trevis'in evine nasıl gitmişti? Profesörün kendisi
bile ikonayı gördüğünde hayretler içinde kalmıştı.
Masasından Follonico Jandarma Birliği'nden gönderilen
notu aldı, henüz okuyacak vakti olmamıştı. Notta eski bir psi
kiyatri kliniğinin sahibi olan yaşlı bir bayan jandarmaya gele
rek Milano Üniversitesi'nden Profesör Trevis adlı bir kişinin
kendisiyle görüştüğünü belirtmişti. Adam kliniğin hizmetleri
ve özellikle de yirmi yıl önce klinikte görev almış olan genç
doktorlarla ilgili birçok soru sormuştu. Üstünden uzun zaman
geçtiğinden konuları hatırlamakta güçlük çeken yaşlı kadın,
bu kişiyi kliniğin eski hastabakıcısı olan Brighini'ye yönlendir
miş ve ona Brighini'yi nerede bulacağını söylemişti.

- 355 -
krmz

Mario Mazzanti

Giurato sigarasından derin bir nefes çekti.


Demek ki Trevis Brighini'yi önceden tanımıyordu... Ve on
dan yirmi yıl önce psikiyatri kliniğinde çalışan genç doktorlar
la ilgili bilgi almak istemişti. Üç kadının öldürüldüğü yer ve
zamanda klinikte çalışan doktorlar...
Giurato sonuna kadar içtiği sigarasının ateşinden faydala
narak yeni bir sigara yaktı. Sis bulutu biraz dağılıyordu sanki.
İç hatlardan bir numara çevirip hızla konuştu:
"Öğleden sonraki basın toplantısını erteleyin... Evet, baş
savcıyı bizzat ben bilgilendireceğim... Hayır, şu an için yeni bir
tarih öngörüsü yok... Tamam, tamam, basına büyük olasılıkla
yarın olacağını söyleyin... Ne... Ne isterseniz onu söyleyin."

-356-
krmz

28

D enişe, Profesör Deria'yla birlikte sınıfa girdi. İçerisi tıka


basa öğrenciyle doluydu. Göz ucuyla notlarını kürsüye
koymakta olan Deria'yı izledi. Rahat ve keyfi yerinde gözükü
yordu, Trevis'in kendine hazırladığı tuzağı hayal bile edemezdi.
Plan, uygulamadaki zorluğa rağmen çok basitti. İlk adım
konuyu Deria nın içindeki vampiri, tabii eğer kurt o ise can
landıracak bir noktaya çekmek olacaktı. Böylece kişiliğindeki
çılgın taraf çağırılmış olacak ve Profesör kimliği içindeyken çe
kildiği derin uykusundan uyandırılacaktı. Bu, Denis'in göre
viydi. Belirledikleri bir saatte dersin konusundan faydalanarak
konuyu vampirin sessiz ve gizli kalamayacağı bir konuya geti
recekti. Denişe, bunu ruhtan bahsederek yapacaktı.
Hemen sonra Deria duygusal olarak sarsılmış bir hâldeyken
işinin erken bittiğini söyleyerek Trevis içeri girecek ve konuya
katılıp Deria'yı zor durumda bırakacaktı.
Sonunda da final darbesi indirilecekti. Trevis konuya ol
dukça ilgi gösterecek ve öğrencilere bir çağrışım örneği sunma

-357 -
krmz

Mario Mazzanti

bahanesiyle yapacağı testte Deria yı denek olmaya mecbur ede


cekti. O esnada Denişe de cevap sürelerini not edecekti.
Trevis'in stres testi, yüksek gerilim altındaki bir kişiye yöne
lik gerçek bir test olacaktı.
Teorik olarak bunun çok güçlü etkileri olabilirdi. Serbest
çağrışım testini güvenilir kılabilmek için Deria'yı kritik bir
noktaya getirmek gerekliydi ve bu tehlikeli olabilirdi. Eğer
kırılma noktasına ulaşılır ve vampir sınıfta tam anlamıyla bir
patlama yaşarsa beklenmedik sonuçlar ortaya çıkabilirdi...
Dahası bu testin meyvelerini vermesi isteniyorsa başka çare
leri yoktu. Deria'nın sarsılması ve içindeki vampirin uyanma
ya başlaması şarttı.
Denişe mikrofonu eline aldı, ders başlamak üzereydi. Ha
yır, Trevis'in planını uygulamasına izin veremezdi. Hem sonra
onun da bir planı vardı.
Öğrencilerle dolu sınıfa dönerek konuştu:
"Bugün Profesör Trevis aramızda olamayacak, bundan do
layı üzerinde duracağımız 'Benlik Algısı' konusu Profesör De
ria tarafından işlenecek, sözü size bırakıyorum."
Deria, Denise'in duyurusundan sonra sınıfta oluşan uğul
tunun geçmesini bekledikten sonra konuşmaya başladı:
"Profesör Trevis'in yerini tutabileceğimi umuyorum." Çok
çekici görünüyordu. "Bugünkü konu oldukça etkileyici ve bu
sabah derse katılan hiçbirinizin vaktini boşa harcamamış ola
cağından eminim. Öz nedir? Benlik Algısı derken neyi kaste
diyoruz?"
"Kendimizi hissetmek mi?"
Sınıfın arkalarında oturan bir kız konuşmuştu.
"Size bunun birçok farklı tanımını yapabilirim. Eğer konu-

-358- >
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

muzun ana öznesini basit örneklerle ortaya koymazsak bunla


rın hepsi de derin, karmaşık ve anlaşılmaz olacaktır. Yeni doğ
muş bir bebek düşünelim. Bu bebek hayatının ilk günlerinde
ne yapmaktan acizdir? Aslında çok az şey yapabilir hatta nere
deyse hiçbir şey yapmayı bilmez, sadece kendiyle etrafındaki-
leri ayırma yeteneğine sahiptir. Zaman geçtikçe yeni doğmuş
bebeğimiz parmaklarının bedeninin bir parçasını olduğunu
oysa altında bağlı olan bezle zıbınının öyle olmadığını fark
eder. Etrafında başka insanlar olduğunu görür. Onları tanıma
yı ve mesela gülerek ya da ağlayarak onların hareketlerini etki
leyebileceğini öğrenir. Yani yeni doğmuş bebeğimiz kendinin
farkında olmaya başlar. Kendisini algılamaya ve arkadaşınızın
belirttiği gibi kendisini hissetmeye hazırdır. Canlı, gerçek ve
bir bütün olduğunu hisseder. İşte bu özün yani benliğin ilk
tohumudur. Yeni doğmuş bebek büyüyecek; çocuk, ergen ve
nihayet yetişkin olacak ve benliğini bellek, sorumluluklar ve
beklentilerle besleyecek."
Deria öğrencilerin söylediklerini hazmetmesi için bir süre
bekledi. Sınıf sessizliğe gömülmüştü.
"Benlik... Bizler kendimizi bedenlerimizle tanımlamaya alış
kınız ama eylemlerimiz üstündeki sorumluluğumuzu değerlen
dirmemiz istendiğinde bu sorumluluğu bedenimizden başka ve
maddi olmayan bir şeye yönlendiririz; benliğe... Beden, benli
ğin eylemlerini hayata geçirmek için kullandığı bir parçası, bir
aracıdır. 'Yapıyorum', 'konuşuyorum', 'uyuyorum' gibi şeyler
söylediğimizde aslında kendimizi bedensel hareketlerle ifade
ediyoruz çünkü somut bir şekilde düşünmeye alışkınız. Ama
'ben' ve beden aynı şey değildir. 'Ben' benliktir, görünmeyen ve
soyut olan; oysa beden onun hizmetçisidir sadece."
Denişe saatine baktı, Trevis'in planına göre araya girme vak ti
gelmişti.

-359-
krmz

Mario Mazzanti

"Bir sorum olacak, Profesör... Benliğin 'ruh' olduğunu söy


lemek mümkün mü?"
Deria şaşırarak sordu:
"Ne anlamda... Ruh derken neyi kastediyorsunuz?"
"Bedene hayat veren ruhtan bahsediyorum... Ya da sizin
kelimelerinizi kullanacak olursam görünmeyen ve soyut olan
ruh... Siz hiç ruhu gördünüz mü Profesör Deria?"
Deria birden kafası karışmış ve rahatsız olmuş göründü.
"Doğal olarak... Hayır... Bunu kimse yapamaz... Mistik bir
anlamda sormuyorsanız bunun olamayacağını düşünüyorum...
Ruh, demek istediğim... Böyle bir şey kabul de edilebilir tabii..."
Denişe kapıya göz attı, Treyis her an içeri girebilirdi, artık
harekete geçmeliydi. Deria'ya dönüp donuk gözlerle baktı ve
dengesini bulmaya çalışırmış gibi sallandı, düşmeden önce ince
bir sesle, "Kendimi iyi hissetmiyorum..." diyebildi ve gözlerini
kaydırıp yere yığıldı. Deria hemen yanına koştu.
"Denişe... Denişe!"
Kadının başını yumuşakça yerden kaldırırken öğrenciler
kürsünün başına toplandılar. Nabzını ve göz bebeklerini kont
rol etti, dilinin gırtlağa doğru kaçmadığından ve kaslarının ka
şımadığından emin oldu sonra parmağıyla gözünün saydam
tabakasına dokundu. Denişe bu harekete tepki verdi.
Deria rahatlayarak, "Basit bir baygınlık olmalı" dedi yakın
daki öğrencilere. "Haydi bana yardım edin de bacaklarını kal
dıralım, kısa zamanda ayılacaktır..."
Denişe gözlerini açıp ayılıyormuş numarası yapmadan önce
birkaç saniye bekledi.
"iyiyim... iyiyim... Ne aptalım, başım döndü... Her yer dö
nüyordu..."

-360-
1
krmz

Gör d ü ğ ü ne Asla İ na nma

Öğrencilerin arasında çılgın bir alkış koptu.


"Artık kendimi iyi hissediyorum, kalkmama yardım
edin..."
"Bir süre daha böyle kal" dedi Deria sevgi dolu bir ses to
nuyla. "Tekrar öyle yere yığılmanı istemem." Sonra öğrencile
re dönerek yüksek sesle, "Çocuklar dersimizi, bedenin fiziksel
eksikliklerinden dolayı yarıda kesmek durumundayız... Şimdi
çıkın lütfen, bize de biraz hava kalsın... Bunu, başka bir zaman
telafi ederiz..."
Öğrencilerin birçoğu sınıfı terk ederken bir kısmı hâlâ kür
sünün yanından ayrılamıyordu.
"Trevis nerede?"
"Yok, bugün öğleden sonra gelecek, hatırladın mı? Bunu
bana sen söylemiştin."
"Evet, hatırlıyorum doğru... Şimdi çok daha iyiyim. Lütfen,
kalkmama yardım eder misin?"
Denişe ayağa kalktı.
"Eşyalarını alman için seni Trevis'in odasına götüreyim,
oradan da evine bırakayım."
"Gerek yok, iyiyim, ben bir taksiye binerim..."
Etrafına bakındı, Trevis'den iz yoktu. Sorgusu uzun sürmüş
olmalıydı, belki de tüm bu tiyatroyu sergilemeye hiç gerek
yoktu.
Denişe, Deria'nın koluna girip odaya doğru ilerledi, erkeği
nin ruh sorusu karşısında takındığı karmaşık ifadeyi hâlâ görür
gibiydi.

Trevis, Giurato'nun ofisine alındı, içeride ikisinden başka


kimse yoktu. Komiser sessizce Profesörün yüzünü inceliyor-

-361 -
krmz

Mario Mazzanti

du. Sorgu için en uygun stratejiyi belirlemeye yönelik fikir


edinmeye çalışıyor gibiydi.
"Saat ikiyi geçti, yemek yemek istiyorum" dedi Trevis ses
sizliği bölerek.
"Doğrusunu isterseniz ben de henüz bir şey yemedim... Ko
nuşmamız bitince size bir şeyler getirtirim."
Giurato bir sigara yaktı ve koltuğuna iyice yerleşti. Grimsi
dumanın tavana doğru yükselmesini izledi.
"Yanlış hatırlamıyorsam sigara içmiyordunuz değil mi?"
"Hayır." Trevis karşılaşacağı soru bombardımanına hazırdı,
tek yapması gereken susmaktı.
Ama Giurato onu hazırlıksız olduğu bir konuyla vurdu:
"Profesör, boş yere vakit kaybetmek istemiyorum. Bana yar
dımcı olup sorularımı cevaplayacak mısınız?"
Bu büyük bir şanstı; ağzından laf kaçırmadan susmaya ça
lışmak hiç de kolay bir şey değildi, özellikle de karşıda sorgula
mayı iyi bilen biri varsa. Böyle her şey çok daha kolay olmuştu,
zorlu bir sınava tutulmaktan kurtulmuştu. Giurato biraz psi
koloji çalışsa iyi ederdi!
"Şu an için konuşmamayı tercih ederim. En azından bana
avukatımla irtibata geçme imkânı verilene kadar. Bu benim
yasal hakkım, öyle değil mi?"
"Evet, öyle."
Giurato iç geçirdi, Trevis'den aldığı ret cevabı onu çok da
hayal kırıklığına uğratmışa benzemiyordu.
"Sizin durumunuzu netleştirmeden önce bilgi almayı bekle
diğim birkaç konu var ama zaten sizden durumun vahametini
gizlemiyorum, özellikle de bu inatçı sessizliğinizi göz önünde
bulundurunca. Kararımı size bildireceğim, şimdilik burada kal-

-362-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

manız gerekiyor sonra sonuca göre ya serbest bırakılacaksınız


ya da gözaltına alınacaksınız ve ancak bu durumda avukatınızı
aramanıza izin vereceğim."
İki polis Trevis'i götürmek üzere harekete geçerken Profesör
kapıya doğru ilerledi.
"Ah neredeyse unutuyordum" dedi Giurato. "Evinizin
anahtarlarını bana vermeniz gerekiyor Profesör, tekrar kontrol
etmemiz gerekebilir."
Trevis dramatik bir hareketle anahtarlarını Komiser'in ma
sasına bıraktı.
"Yedek anahtarınız var mı?"
"Evet, evde duruyor, çalışma odamdaki masanın çekmece
sinde ve üçüncü bir çift de temizlikçide var. Başka yok. Te
mizlikçi kadının telefon numarasını da ister misiniz? Ondaki
anahtarları da almış olursunuz böylece" dedi Trevis, sesinde
alaycı bir ton vardı.
Giurato tepki vermedi.
"Bayanın kendisiyle görüştük zaten, siz hiç zahmet etme
yin..."
Yalnız kalınca Giurato'nun yüzünde bir gülümseme belirdi.
Aklında yolunu bulmaya başlayan bir fikir peyda olmuştu.

Kurt enstitüde herkesten uzak kalıp odasına kapanmıştı.


Saat neredeyse beş olmuştu ve Trevis henüz görünmemişti, gel
miş olmasına imkân yoktu. Kayıp bir gün daha... Neredeydi
bu adam? Geceleri nerede kalıyordu? Neyin peşindeydi? Onu
durdurmak zorundaydı, artık onu doğruyu bulma yolunda ta
kip etme oyununu sürdürmenin zamanı değildi. Ona bunu en
saf haliyle gösterecek tek kişi kurttu. Artık dengesini zorlukla

-363-
krmz

Mario Mazzanti

kuruyordu. O vahşi enerjinin bütün dokularına dolmasını hep


daha fazla arzuluyordu. Kanın güzelliği ve ruhun saflığından
gözlerinin kamaşmasını istiyordu.
Hem sonra artık ortada yok edilmesi gereken yeni bir kanıt
vardı.
Kurt teybe bir müzik kaseti yerleştirdi. Barber'in Yaylı Çal
gılar için Adagiosu odaya yayıldı.
Bu kanıt hemen yok edilecekti, hemen o gece...

Başsavcının odasındaki sandalyeler çok rahatsızdı ama o öğ


leden sonra orada yarım saatten fazla bir süredir oturmakta
olan Giurato'ya çok daha rahatsız geliyordu. Başsavcının so
ğuk öfkesiyle karşı karşıya kalmıştı. Adam büyük bir fırtınayla
yüzleşmek için şaha kalkmış bir gemi gibi sessizce ve sabırla
Komiser'in kendisine yapacağı açıklamaları beklemişti.
"Uç ulusal gazetenin editörüyle konuşmayı henüz bitirdim,
basın toplantısının ertelenmesiyle ilgili onlara ne söyleyeceğimi
bilemedim. Düz duvara tırmandım resmen. Bakanlık soruş
turma komitesi çoktan hazırlandı... Siz elle tutulur bir şeyler
getirmenin ne kadar önemli olduğunu biliyordunuz. Şimdiyse
bana gelmiş düşündüğünüz yolun yanlış olduğunu, biraz daha
vakte ihtiyaç duyduğunuzu, ne zaman elimizde kesin bir şeyler
olacağını bilemediğinizi söylüyorsunuz. Ha bir de Profesörün...
Neydi adı? Ah evet, Trevis'in masum olduğunu ekliyorsunuz.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de katilin yirmi yıl önce işlen
miş üç cinayetten sorumlu olduğu fırlıyor ortaya..."
"Birkaç dakika önce alanında uzman olan Doktor Mantero
ile konuştum. Bana bu konunun kesinlik teşkil ettiğini belirt
ti, Amenta'nın da bedeninde ketamine rastlandığını söyledi.
Başka kanıta ihtiyacınız varsa ekleyeyim, gırtlaktaki kesiğe ba-

-364-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

kılınca Amenta da aynı katilin kurbanı ve onu öldüren kişi


kesinlikle Trevis olamaz. Sadece bu değil, hiçbir cinayetin so
rumlusu o değil. Hoşunuza gitmeyebilir ama öyle."
Başsavcı biraz sakinleşmiş ve dinlemeye daha istekli görü
nüyordu. Giurato'yu buz gibi bakışlarla süzerek sordu:
"Ne durumdayız şu an, tekrar sıfırdan mı başlayacağız?"
"Hayır, hayır sıfırdan değil... Baştan beri Trevis'in suçlu ol
duğunu göz önünde bulundurduğumdan dolayı üstünde dur
madığım tutarsızlıklar vardı."
Giurato büyük bir sakinlikle varsayımını anlatmaya başladı:
"Artık Profesör'ün masum olduğu ortaya çıktığından bu
tutarsızlıklar sadece açıklık kazanmakla kalmıyor, olayların
gerçekten nasıl olduğunu anlamamıza da yardımcı oluyorlar.
Tüm olayın çıkış noktası Olivadotti gibi duruyor, eskiden bir
dizi suçta tanık olarak yer alan Olivadotti. Son aylarda Pro
fesör Meriugo'yla psikoterapi seansları yapıyormuş. Hiç basit
olmayan karmaşık bir vakaymış. Bu sebepten dolayı Meriurgo
Trevis'in konuyla ilgili görüşünü almak istemiş ve muayene
hanesinde rastlantı gibi gösterdiği karşılaşmalarla hastasıyla
Trevis'i bir araya getirmiş. Yani Trevis Olivadotti hakkında
oldukça fazla bilgiye sahip olmuş. Böylelikle Olivadotti'nin
Meriurgo'yla aynı gece öldürüldüğünü öğrenince hemen
şüphelenerek bu şüphelerinden emin olmak için Doktor
Mantero'ya gitmiş..."
Başsavcı büyük bir şüphecilikle sordu:
"Peki katilin ne gibi bir sebebi vardı?"
"Bunu kesin olarak bilmiyoruz ancak olayların gidişatı
Olivadotti'nin yirmi yıl önce gördüğü katili tanıdığı ve bunu
Profesör Meriurgo'ya söylediği yönünde. Belki katil Olivadot
ti tarafından tehdit edildi ya da Profesör Meriurgo tarafından

- 365 -
krmz

Mario Ma azan ti

kendisiyle dikkatsizce iletişime geçildi, böylece kimliği tanınan


katil harekete geçti."
"Trevis olaya ne şekilde dâhil oluyor?"
"Büyük ihtimalle Meriurgo ona fazla detaya girmeden bir
şeyler anlattı. Bu da Trevis'i şüphelendirip konuyu araştırmaya
itti."
"Peki o zaman söyler misiniz bana Doktor Giurato, kendi
sine tehlike yaratacak herkesi büyük bir dikkatle ortadan kal
dıran katil Trevis'e neden dokunmadı?"
"Çünkü hem katil hem de Oüvadotti,Trevis'in Meriurgo'nun
yanında olup bu olaya dâhil olduğunu bilmiyorlardı."
"Devam edin..."
Başsavcının şüpheciliği biraz dinmiş gibiydi.
"Trevis araştırmaya başladı ve büyük ihtimalle bir şey bul
du ama sorularıyla katili de şüphelendirdi ve katilin onu izle
mesine sebep oldu. Böylece Trevis Follonica'ya gittiğinde ora
da yalnız değildi. Trevis yirmi yıl önce cinayetlerin başladığı
Toskana'da katilin o zamanlar belli bir klinikte çalışan genç
bir psikiyatrist olduğuna dair kanıtlar buldu. Daha fazla bilgi
almak için klinikte o dönem hastabakıcılık yapan Brighini'yle
görüşmeye gitti. Ama katil ondan önce davrandı ve Trevis gö
rüşmeye gittiğinde hiç tanımadığı Brighini'nin cesediyle kar
şılaştı. Kimliğini teşhis etmek için ehliyetine bakarken par
mak izini bıraktı. Artık Trevis katilin onu izlediğini ve b ü y ü k
bir tehlike içinde olduğunu biliyordu. Hızla Milano'ya geri
döndü ama evine dönmenin güvenli olmayacağını düşünüp
asistanı Doktor Di Marco'nun evine saklandı. Bu çok iyi bir
fikirdi çünkü katil onu öldürme amacıyla Trevis'in evine girdi
ve cinayete intihar süsü vermek için Meriurgo'nun evinden
çalınan ikonayı evde bıraktı. Böylece Meriurgo cinayeti, yap-

-366-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

tığı şeyden pişman olup intihar eden Trevis'in üstüne yıkıl


mış da olacaktı."
"Ama katil hiçbir zorlama izi bırakmadan Trevis'in evine
nasıl girdi?"
"Anahtarla Sayın Başsavcım, anahtarla..." Giurato gülüm
semesine engel olamadı. "Ama işte tam burada bir hata yaptı
belki de... Bunu yarın anlayacağız."
Başsavcı Giurato'nun kendisine anlattıklarını sessizce de
ğerlendirdi. Sonunda kafasını sallayarak konuştu:
"Ama Profesör Trevis bu teorinizi onaylamadı hatta konuş
mayı reddediyor. İlk şüphelerinden sonra nasıl oldu da polise
gitmedi? Tüm bunları nasıl açıklıyorsunuz?"
"Trevis, Profesör Meriurgo'ya çok bağlıydı. Katili yakalayıp
adalete teslim edenin kendisi olmasını istedi sanırım. Bilirsiniz
bir tür kişisel intikam alma."
"Ama şimdi hapis tehlikesi var ve ayrıca soruşturmayı engel
leyen bir tanık durumuna da düştü. Büyük olasılıkla hakkında
yardım ve yataklık suçundan dava açılacak. Hâlâ susuyor ol
masının nedeni ne?"
"Trevis öldürülmekten korkuyor, sadece hapiste tamamen
güvende olabilir. Düşünecek olursak şu an için bu hiç de fena
bir seçim değil."
Başsavcı gözlerini Giurato'nunkilerden çekip etrafta gezdirdi.
"Tüm bu suçların kimin tarafından işlendiğine dair şüphe
lendiğiniz birisi var mı?"
"Benim tezime göre kesinlikle tıp alanından biri. Psikoloji ve
psikiyatri alanında çalışıyor. Meriurgo'yu tanıyordu ve Trevis'le
ilişki içinde. Tüm bunlar adamımızı Psikoloji Enstitüsünün
içinde aramamız gerektiğini gösteriyor."

-367-
krmz

Mario Mazzanti

Başsavcı uzun bir süre sessiz kalıp ne karar vereceğini dü


şündü. Sonunda şöyle dedi:
"Yirmi dört saat! Bana kesin sonuçlarla gelmeniz için size
yarına kadar müddet veriyorum, aksi takdirde basın toplan
tısı benim işime yarayacak ve büyük ihmallerden dolayı so
ruşturma sahibinin görevinden alındığını duyuracağım... Ve
sonrasında hiç şüpheniz olmasın ki birkaç saat içinde bakanlar
komitesi savcılıktaki görevinizi askıya alacak. Yirmi dört saatte
ya bana bir şeyler getirin ya da ipinizi çekerim. Şimdi gidebi
lirsiniz, iyi çalışmalar."
Giurato adalet sarayının bitmek bilmez koridorlarından ge
çerek kendi ofisine doğru ilerledi. Az önce aldığı ültimatom
dan tedirginlik duymuyordu ve böyle hissetmesine şaşırıyordu.
Özünde kariyeriyle oynuyordu.
Mahkeme salonlarının olduğu koridordan geçti, saat geç
olmasına rağmen hâlâ duruşmalarının başlamasını bekleyen
insanlarla vardı. Geçerken insanların onu izledikleri hissine
kapıldı ve hemen adımlarının kasıldığını hissetti, insanlarla
karşılaşmak, içinde bir türlü yönetemediği o rahatsızlık hissini
uyandırmıştı yine.
San Barnaba Caddesi'ni gören dev gibi pencerelerden dışa
rıya baktı. Milano'ya karanlık çökmeye başlamıştı.
Belki tedirgin değildi ama elinde sadece oynayacak iki kartı
varken yirmi dört saat çok kısa bir süreydi... Bunlardan ilki
katilin Trevis'in evine anahtar kullanarak girmiş olması ihti
maliydi. Mevcut üç çift anahtardan biri katil tarafından ulaşı
lamaz durumdaydı çünkü zaten evin içindeydi. Diğer anahtar
temizlikçi kadındaydı ve sorguya çekilen kadın anahtarları ya
nından hiç ayırmadığını belirtmişti. Son çift ise Trevis'deydi.
Bunları ele geçirmenin birçok farklı yolu vardı ama Giurato

-368- »
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

katilin hangi yolu kullanarak ilerlediğini bilemiyordu. Bu,


kâğıt destesindeki jokeri çekmeye çalışmak gibiydi...
Elindeki ikinci kart Trevis'in ta kendisiydi. Katil onun pe
şindeydi ve büyük ihtimalle gerçeği bilen bu son insandan kur
tulmak için sabırsızlanıyordu. Sonuçta Profesör mükemmel bir
yemdi. Ama katil yirmi dört saat içinde harekete geçecek
miydi? Ya da buna alternatif olarak Trevis yarın akşama kadar
katili bulabilecek miydi?
Giurato, Trevis'in bulunduğu odanın kapısını açarak, "Ser
bestsiniz" dedi.

Denişe uzun saatlerdir evdeydi. Bir gece önceki uykusuz


luktan ve sabah yaşadığı stresten kaynaklanan halsizlik yüzün
den uzun süre uyumuştu ama içinde karışık ve rahatsız edici
görüntülerin olduğu huzursuz bir uykuydu bu. Zihninden ko
valamak istediği bir rüya bile görmüştü:
Karanlık ve neredeyse aşılması imkânsız bir ormanın derin
liklerinden çıkan genç bir kadın ormanın sınırlarından sadece
birkaç metre uzaktaki bir nehrin kenarına doğru yöneliyor. Bir
denizkızı kadar güzel. Nehrin diğer tarafında yalnız bir avcı
beliriyor ve kadın ona şarkı söylemeye başlıyor, çok tatlı bir
melodi duyuluyor. "Gel, yalnız avcı" diyor şarkıda. "Bana gel,
seni yuvama götüreceğim, seni kucaklayacağım, seni ısıtaca
ğım, gel bana yalnız avcı."
Avcı soyunup suya atlıyor ve karşı kıyıdaki genç kadına
ulaşabilmek için güçlü kulaçlar atarak yüzmeye başlıyor. Ama
adam karşı kıyıya ulaştığında kadın bir kargaya dönüşüp müs
tehcen kelimeler kullanarak onunla alay ediyor, sonra da uçup
gidiyor. Avcı karşı kıyıya geri dönmeye çalışıyor ama birden
buz gibi soğuyup girdap hâlini alan sularda boğuluyor.

-369-
krmz

Mario Mazzanti

Denişe büyük bir suçluluk duygusu hissetti. Aldatarak ölü


me sürüklediği avcı kimdi; D'Avila mı Trevis mi?
Soyunup küvete girdi. Kıyafetlerinden ve suyun yıkadığı
makyajdan kurtuldukça neredeyse farkında bile olmadan hiç
bir şey hissetmemeye başladı. Sanki Denişe artık yokmuş ve
asla var olmamış gibiydi. Artık onun yerinde içi boş, hiçliğe
asılı kalmış bir beden vardı.

Giurato, Trevis'in arabadan inebilmesi için kenara çekildi.


Profesör, Giurato'dan böyle bir davranış beklemiyordu.
"Görünenin tersine sizin masum olduğunuzu düşünüyorum
Profesör. Ancak sizin, bizim bilmediğimiz bir bilgiye sahip oldu
ğunuza eminim. Bu gece düşünmek için size zaman veriyorum
ama yarın bana her şeyi anlatmak zorundasınız. Aksi takdirde sizi
tutuklayıp soruşturmayı kapatacağım ve tüm cinayetlerden sizin
sorumlu tutulmanızı sağlayacağım. Bu, her an yardım ve yataklık
suçuna çevrilebilir tabii ama her halükârda hayatınıza büyük bir
darbe vurulmuş olur ve kariyeriniz mahvolur. Bu gece iyi dü
şünün, Profesör... İyi niyetimin bir göstergesi olarak sizi izleyen
ekibi geri çektim. Özgürsünüz... En azından yarına kadar."
Trevis ciğerlerini akşamın buz gibi havasıyla doldurdu, buna ih
tiyacı vardı. Saat gecenin onu olmuştu ve sis uzun bir süre önce tüm
kıvrımlarıyla şehrin boşluklarını doldurmaya başlamıştı. Giurato'nun
arabasının uzaklaşmasını izledi. Yol bomboştu ve ortada hiçbir devri
ye yoktu. Giurato sözünde durmuş gibi görünüyordu.
Trevis yakındaki bir telefon kulübesine girip bir numara çe
virdi. Çalıyordu ama cevap veren yoktu. Trevis iki defa daha
denedi ama sonuç aynıydı. Sonunda vazgeçerek Denise'in evi
ne doğru yola koyuldu.

-370-
krmz

Gör düğüne Asla inanma

Giurato'nun arabasındaki telsiz radyo cızırdadı:


"Şimdi yukarı çıkıyor. Öncesinde telefon kabininden birini
aramaya çalıştı, birkaç defa denedi ama konuşamadı."
"Şifreli bir işaret de olabilir. Aradığı numarayı öğrenmek ne
kadar sürer" diye sordu Giurato.
"Çok sürmez Doktor, sadece birkaç dakika."
"Güzel, ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz... ikinci ekip
ne durumda?"
"Her an cevap gelebilir bekliyoruz. Bizden istediğiniz araş
tırma tamamlanmak üzere."
"Sonuç?"
"Şu an için hiçbir şey, Doktor. Kontrol edilecek bir yer daha
kaldı ama saat çok geç oldu. Bunu yarın sabah kontrol edeceğiz."
"Bu gece eğlence yok demek ki" diye düşündü Giurato.
Umutlarının hiç bu kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu his
setmemişti. Bir sigara yaktı.
"İyi, gözlerinizi dört açın, sakın kendinizi fark ettirmeyin.
Ben en az gece yarısına kadar ofiste olacağım. O telefon numa
rasının kime ait olduğunu bana bildirin."

-371 -
krmz

29

D enişe, Trevis'i elinden geldiğince doğal görünmeye çalışa


rak karşıladı ama genç kadının içi çok uzaklardaydı... Pro
fesör bile ona farklı ve çok uzak görünüyordu. Her ne kadar kar
şısındaki kişiyi tanıdığını bilse de ona, bu yüzün büyük bölümü
yeni gibi geliyordu ve alışması için içine sindirmesi gerekiyordu.
Trevis ona ikonayı ve Giurato'yla olanları anlatırken asista
nında bir farklılık olduğunu hemen anladı. Anlatması bitince
sormadan edemedi:
"Denişe neyin var? Kafan başka bir yerde gibi..."
Denişe zorla gülümsedi. Trevis'in sesi metal bir mühür gibi
beynini damgalıyordu sanki.
"iyiyim, sanırım öğleden sonra uykuyu biraz fazla kaçırdım."
"Sadece bu mu?"
Denişe zorlanarak ve yalan söylerken sesinin nasıl da doğal
çıktığına şaşırarak ona Deria'ya kurdukları tuzağın işlemedi
ğini ve o anların gerginliğinden dolayı baygınlık geçirdiğini
anlattı. Anlatmayı bitirdikten sonra Trevis'e; Deria, Merisi ve

-372-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Rebotti'nin o güne kadar sahip oldukları arabaların listesini


verdi. Kâğıdı uzatırken, "Biraz dinlenmeye çalışırken rahatsız
edici bir rüya gördüm..." dedi.
Hiçbirinin Milano plakalı bir Alfa Romeo'su olmamıştı.
Trevis uzun süre düşünceli hâlde durdu.
"Mareşal Salvadori'ye ulaşmaya çalıştım ama olmadı. Yine en
başa döndük Denişe... Zaman daralıyor, hızlanmamız lazım."

Giurato telefon ahizesini kaldırdı.


"Üç defa Follonica'daki bir telefonu aradı ama cevap alamadı."
"Telefon kime ait?" diye sordu, sesi sabırsızlığının gölgesi
altındaydı.
"Salvadori Fiore diye biri. Şu an için sadece ismini biliyoruz
ama yerel jandarma karakoluna acil bir soruşturma talebi ilettik."
"Çok iyi" dedi Giurato saatine göz atarak. "Saati göz önüne alır
sak daha fazla bilgi alabilmek için yarını beklememiz gerekecek..."

"Bana rüyanı anlatmak ister misin Denişe?"


İkisi de istemeyerek hafif bir akşam yemeği yemişti. Trevis
salondaki koltuklardan birine gömülmüş elindeki konyağı yu-
dumluyordu. Denişe onun karşısındaki kanepeye kıvrılmıştı.
"Beni rahatsız etti, size yardım etme konusunda başarılı olama
yacağıma yönelik bir korku taşıdığımı belirtmiştim... Bana olan
güveninizin karşılığını verememe korkusu. Eğer bu sabah gelmiş
olsaydınız bayıldığımdan stres testini mahvetmiş olacaktım."
"Anlatsana..."
Denişe rüyasını hiçbir detayı atlamadan anlattı.
"Hımm... Bu durumda ben avcı oluyorum, sen de başımı
belaya sokan denizkızı..."

-373 -
krmz

Mario Mazzant-i

Trevis Denise'e nükteli bir gülümsemeyle baktı.


"Başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?"
"Neden çirkin bir kargaya dönüşüp, beni orda boğulurken
bırakıp, uçup gidesin ki?"
"Çünkü gücüm yok, hünerli değilim... Kısacası bu işin üs
tesinden gelecek kapasite yok bende."
"Tamam, o zaman hak etmediğim hâlde neden bana o açık
saçık lafları söylüyorsun?"
Denişe mantıklı bir cevap bulmaya çalıştı.
Trevis devam etti:
"Bak, yüzeyde kalmaya gerek yok... Rüya ruhumuzun bü
tünlüğünden ve özünden yaratılır; benlik ya da ruh."
"Bu durumda siz..."
Trevis ciddileşmişti.
"Rüyanın kaygı verici olduğunu düşünüyorum... Başrolde
ki şanssız karakter yani avcı ben değilim, sensin ya da senin
benliğin, ruhun..."
"Ama ben bir kadınım, nasıl avcı olabilirim?!"
"Bilinçsizlik anında erkek, benliğini sembolik bir kadın
figüründe bulur ve kadın için de bunun tam tersi geçerlidir
yani kadındaki ruh bir erkek figürle temsil edilir. Bu, senin
rüyanda avcı oluyor. Avcı nehrin karşı tarafından kendine ait
olmayan bir yere ulaşmak istiyor, etraftaki tuzaklar aşılamaz
bir sınırı ifade ediyor; aşılamayacak ve aşılmaması gereken bir
sınır bu. İçinde karanlık ve sık bir ormanın yükseldiği o yasak
bölgeye ulaşmak istiyor çünkü denizkızı tarafından büyülendi,
aldatıldı. Ve nitekim tatlı kız, siyah ve müstehcen bir kargaya
dönüşüyor. Avcı yani benlik bunun farkına varıp geri dönmek
istediğinde ise artık çok geç oluyor; artık ayak basabileceği bir
yer yok ve dalgaların arasında boğuluyor."

-374- I
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Denişe anlamaya başlamıştı. Gerçek, büyük kısmı sıvı olan


sessiz ve belirsiz bir uzaklıktan görünüvermişti.
"Kısacası benliğin sana, kendisininki kadar iyi tanımadığı
bir zemine götürülürse parçalara ayrılmaktan korktuğunu an
latmaya çalıştı. Ve eğer ruh boğulursa kişinin ruhsal bütünlüğü
artık var olmaz. Rüyan bir uyarı Denişe, hem de görmezden
gelinmemesi gereken bir uyarı."
Profesör konuşurken Denişe içinden, "Çok geç... Çok
geç..." diye düşünüyordu. Bu sadece bir uyan değildi... O çok
tan nehrin ortasındaydı bile.
Endişe ya da acı hissetmiyordu, umurunda değildi. Bu şe
kilde olması gerektiğini düşünüyordu, Deria'yı seçip onun aş
kından büyülenmenin bedeliydi bu belki de.
"Senin bu işin içine girip yakınımda olmana izin vermeme
liydim Denişe, bu benim hatam ama... Biraz gayret et, her şey
çok yakında sona erecek, belki bu gece bile bitebilir."
"Bu gece mi? Ne yapmayı düşünüyorsunuz, Profesör?"
Trevis'in bakışları uzaklara daldı.
"Kurt benim hayatta kalmama izin veremez. Bu gece de
beni aramaya gelecek. Deria nın evinin önünde gizlenip dışarı
çıkarsa onu takip edeceğim."

Kurt harekete geçmeye hazırlanıyordu. Bıçağın parlak de


mirini okşayıp eti keserken nasıl heyecanlandığını düşündü. İlk
işi için sadece bir şişe ketamin yeterli olacaktı. Beklenmedik ve
aniden ortaya çıkan bir işti bu... Ama eğer onu bu gece bu-
labilirse Trevis için daha özel bir şey düşünmüştü.
Kurt saati kontrol etti. Birkaç dakika kalmıştı. Müzik odaya
hücum ediyordu... Sadece birkaç nota daha...

- 375 -
krmz

Mario Mazzanti

"Bir mareşal! Emekli bir mareşal!"


Giurato'nun şaşkın sesi ofisinin duvarlarında patladı.
"Evet, Doktor, aynen öyle. Salvadori nin kim olduğunu öğ
renmek için araştırma yapmamıza gerek kalmadı. Follonica jan
darması talebimizi alır almaz bizi yanıtladı. Kendisini çok iyi
tanıyorlar, uzun yıllar boyunca başlarında bu mareşal varmış."
"İnanılmaz, Trevis bir mareşalden ne istiyor ki?"
"Hepsi bu da değil, Doktor. Salvadori geçtiğimiz günlerde
birliğin arşivine girmek için izin istemiş... Ayrıca..."
"Dur da tahmin edeyim, Follonica'daki jandarma birliğinin
başında olan mareşal dediniz değil mi? Yirmi yıl önce görevde
miymiş?"
"Evet, Doktor."
"Üç kadını öldüren sapık katil soruşturmasını o mu yürütmüş?"
"Evet, Doktor. Soruşturmanın başlangıcında."
"İyi, onu yatağından kaldırın ve benimle görüştürün."
Giurato sigarasını söndürüp hemen bir tane daha yaktı.
"Trevis tarafında her şey sakin mi?"
"Şu an için hiçbir gelişme yok."
"Belki daha erkendir. Gözlerinizi dört açın, bir gelişme olur
sa hemen bana bilgi verin. Sanırım geceyi ofiste geçireceğim."
•••
Denişe onun gitmesine engel olmalıydı.
Bunu bir şekilde yapmalıydı.
Hemen kararını verdi. Artık geri dönemezdi, kaderini ken
disi belirlemişti. Kendini ışıksız ve merhametsiz uçuruma bıra
kıp bu yolun sonuna kadar gitmek zorundaydı.
İçinde yeni ve dondurucu bir hisle Trevis'e yaklaştı. İçi buz

-376-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

gibi olduğu hâlde Profesör'e doğru yaklaşan bedeni sıcak ve


yumuşak hareketler sergiliyordu. Zihni uzaktaydı. O odada
olanlar kendisini ilgilendirmiyordu. Cam bir kutunun içinde
gibiydi. Her şey dışarıdaydı ve kimse ona dokunamazdı. Hayır,
Denişe hiçbir şey hissetmiyordu. Duygularının onu öldürme
mesi için orada kalıp ölmeyi tercih ederdi.
Profesörün elini kendi ellerinin arasına aldı. Bedenleri çok
yakındı, neredeyse birbirlerine dokunacaklardı...
"Gitmeyin, Profesör... Beni yalnız bırakmayın..."
Trevis, Denise'in parfümünü duyuyor, bedeninin yumuşak
sıcaklığını hissediyordu. Gözleri Denise'in fildişi gibi beyaz
boynuna takıldı sonra dekoltesine inip yuvarlak göğüslerinin
arasındaki çizgiye ulaştı... Kadının sesi hoş bir esinti gibiydi.
"Benimle kal..."
Denişe hafifçe geriye doğru kıvrılıp Trevis'in üstüne yaslan
dı. Trevis kadının karnını hissetti, derin gözlerini hiç olmadığı
kadar yakından gördü... Kırmızı dudaklarına yaklaştı... Denişe
ağzını yavaşça araladı; gittikçe daha da ateşli bir hâl alan o öpü
cüğü kayıtsızca kabul edip Trevis'in içine giren sıcak nefesine
karşı koymadı. Kendi karnına zorbalıkla bastırılan karna isyan
etmedi. Profesörün elini tutup gömleğinin altına götürdü ve
hissiz teninin üstüne koyup göğüslerine doğru kaydırdı... Tre
vis içinden geçen binlerce duygunun vahşi ateşi arasında par
maklarının altında sertleşen göğüsleri hissetti.
Denise'in kendisini yatak odasına sürüklemesine izin verdi.
Birkaç hareketle kendi giysilerinden kurtulduktan sonra onu da
soydu. Trevis kolları arasında tuttuğu o vücudu hayatında başka
hiç kimseyi istemediği kadar arzuluyordu. Zihnindeki her şey
uçup gitmişti. Hem de her şey. Sadece o ipek teni okşamaya, gö
ğüsleri öpmeye ve o gizemli çiçeğin içinde boğulmaya yer vardı...

- 377 -
krmz

Mario Mazzanti

Denise'in vücudu çok bilinen bir dansın harekederini tek


rarlıyordu ama içini saran soğukluktan başka hiçbir şey his
setmiyordu. Zihninde saplantılı bir şekilde tekrar eden tek bir
düşünce vardı: "Git aşkım, yol açık... Yol açık..."
Bedeni Trevis'in ritmini izleyip olmayan bir hazzın dorukla-
rındaymış gibi sarsılıyordu. O odada hiçbir şey olmuyordu, his
sedilecek hiçbir şey yoktu. Profesörün alev alev yanan üstünde
ki bedeni, boğuk nefesi ve kirli sakalı yoktu... Penisi yoktu.
"Yol açık... Yol açık..."
Trevis'in bedeni geriye doğru esneyip son bir kasılma ya
şarken Denise'in içinde uzak ve soğuk diyarlardan gelen acı ve
umutsuz bir zevkin sessiz çığlığı büyüdü.

Kurdun kurbanı sisle örtülü gecede evinden çıktı. Sisi sevi


yordu, hayatı da seviyordu. Uzun bir süre daha parçası olacağı
nı düşündüğü hayat...
Sisle karışık karanlığın içinde karşı kaldırımda bir görünüp bir
kaybolan belirsiz gölgeyi fark etmedi.
Adımlarını takip eden, arkasından gelen ayak seslerini din
lemedi.
Arabasının olduğu garaja giden sokağa döndüğünde onunki-
lerden daha hızlı adımlarla arkasından yaklaşan biri olmasından
endişe duymadı. Bunu düşünmek için bir sebebi yoktu. Kur
ban olduğunu, kurdun seçtiği av olduğunu bilmiyordu çünkü.
Hayatının ellerinden kaymak üzere olduğunu bilemezdi.
İsmiyle çağırıldığını duyunca durup döndü, bu sürprize bi raz
şaşırmıştı sadece.

-378-
krmz

30

enise uyumuyordu. Kristal kutusunun içine kıvrılmış,


JL^J dünyayı üstünden akıp gitmesi için dışarıda bırakmıştı.
Gözlerinden dökülen iki damla yaş yanaklarına süzüldü.
Trevis onun bu son sığınağının dışındaydı, neyse ki bunun far
kında olamazdı. Denişe gözyaşlarını kurulamayı sevmezdi, tuzu
teninde hissetmek hoşuna gidiyordu. Keşke orada olan kişi er
keği olsaydı, tadını onunla paylaşmak için gözyaşlarını yalardı.

Trevis, üstündeki yüksek ve gri gökyüzüne baktı. Deniz kuş


ları yemek bulabilmek için geniş daireler çizerek uçuyordu. Tiz
bağrışmaları görkemli bir yankının içinde kayboluyordu. Ayırt
edemese de gözleri ufuk çizgisini aradı. Deniz gözden kaybola
cak kadar uzaklaşmıştı ve hâlen ıslak olan kum gökyüzüyle aynı
renge bürünmüştü. Trevis her adımında içe batan bu yumuşak
toprak kütlesi üstünde zorlukla ilerledi. Soğuk kuzey rüzgârı
yüzünü ani dalgalar hâlinde tokatlıyordu. Etrafta keskin ve so
ğuk bir parlaklık vardı. Keskin bir ışık oyunuydu bu; mavi, sarı
ve yeşil gibi yumuşak renklerin kaçacak yeri yoktu.

-379-
krmz

Mario Mazzarıti

Trevis bir an için kendine nerede olduğunu sordu. Bunu


biliyordu. Arkasındaki Saint-Michel Dağı'nın görünen ana
hatlarını incelemek için döndü.
Çok vakti yoktu. Kısa bir süre içinde sular yükselecek ve her
şey yine hızla gelen selin altında kalıp boğulacaktı.
Elleriyle ıslak kumu kazarak aramaya başladı. Kahverengi
kumun tırnaklarının arasına dolduğunu hissetti. Üstteki yu
muşak tabakadan sonra daha zorlukla ilerlemeye başladı. Alt
kısımda eline suyun değdiğini fark etti. Bir deniz kabuğuyla
mükemmel kıvrımları olan bir deniz minaresi buldu, sonra bir
tane daha... Elleri metal bir şeye çarptı. Trevis hiç şaşırmadan
yelken deposunun asma kilitlerinden biri olan bu parçayı çı
kardı.
Etrafındaki gölgeler gittikçe uzuyordu, ışık yumuşamaya
başlamıştı. Çabuk olmalıydı...
Yeni bir gayretle biraz uzaktaki başka bir noktayı kazmaya
başladı. Sonunda parmakları bir şeye dokundu. Objeyi, onu
hapseden sıkı kumdan kurtarmak için çok çabaladı. Gökyüzü
artık alevler içindeydi. Başmelek Mikail'in pelerininin rengiydi
bu. Trevis vazoyu yavaşça kumdan çıkardı. Telegonos'un yü
zünün etrafını parmaklarıyla okşadı. O zaman gördü; sadece
Odysseus'un bedeni görülüyordu, vazonun büyük kısmı kum dan
kabuk bağlamıştı. Göremiyorum, diye düşündü Trevis. Gö
rebilmem için bana bir ayna gerekiyor.
Etrafına bakındı. Kırmızı gökyüzünün hakimiyetindeki ka
ranlık neredeyse tamamlanmıştı. Deniz suyunun yeri titreterek
yaklaştığını hissediyordu...
İşte! Biraz ileride yere gömülmüş kırık bir ayna parçası vardı,
büyük ve keskin bir parçaydı. Aynayı hemen vazoya yaklaştırıp
yansıyan görüntüye baktı: Hayatı alınmış olan Odysseus hare-

-380-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

ketsiz yatıyordu, yüzü Meriurgo'nun hatlarını taşıyordu; yavaş


yavaş Telegonos'un hatları ortaya çıktı. Ama acısı ve ıstırabı nere
ye gitmişti? Yüzünde kaba bir zafer çığlığı resmedilmişti, güneşin
kırmızı yansımaları yüzü ve vücudu kanlıymış gibi gösteriyordu.
Telegonos hayat bulurken insanlık dışı ve alevler içindeki
gözleri ortaya çıkıp tanınmasına yetmeyecek kadar kısa bir an
için gerçek yüzü belirdiğinde Trevis bağırmak istedi.
Telegonos kırık aynayı öfkeyle kapıp Trevis'in boynuna gö
türdü ve yavaşça kesmeye başladı.
Trevis etinin ayrıldığını hissetti.

Sıçrayarak yatakta oturdu. Terden sırılsıklam olmuştu.


Denise'in çıplak bedeni yatağın ondan olabildiğince uzak bir
köşesindeydi.

Kurt etrafına büyük bir tatminle baktı, iyi iş çıkarmıştı.


Avının sokağa çıktığını gördüğünde küfürler savurmuştu.
Onun niyeti işi evde halledip sakin ve huzurlu hareket etmekti,
tıpkı mükemmelliğin ritimlerinin olmasını istediği gibi.
Planını aniden değiştirmek zorunda kalmış ve içgüdülerinin
sınırlarını zorlayıp büyük riske girerek hareket etmişti. Ama
bu hiç de kötü olmamıştı. Sonunda her şey olması gerektiği
şekilde ilerlemişti ve içindeki müziğin o ana kadar hiç böyle
yükseldiğini görmemişti.
Derin derin soludu, nefesi soğuk havada yoğunlaştı. Son
bir bakış attı. Ceset birkaç günden önce bulunmazdı. Artık eve
gidip elindeki kanları okşayabilirdi.
Enerjinin üstüne hücum ettiğini hissediyordu. Trevis... Tre
vis... Sıra ondaydı.

-381 -
krmz

Mario Mazzanti

Telefon, yatak odasının karanlığındaki sessizliği bölerek tiz


ziliyle çaldı.
Trevis kâbustan sonra daldığı rahatsız edici uykudan her ta
rafı ağrı içinde uyandı. O uykulu hâlde bilinç ve gölgeler ara
sındaki bölgedeyken rüyayı defalarca görmüştü. Anlamı neydi,
içinde saklı olan mesaj neydi?
Ayna... Telegonos'un yüzünü görebilmek için gerekli olan
bir ayna. Bu yüz iğrenç derecede muzaffer bir ifade taşıyordu,
kurdun gerçek yüzüydü. Çok kısa bir an için bile olsa zihninin
uzak köşelerine itilmeden önce gördüğü yüz. Demek ki bildiği
bir şey vardı ve bir ayna yardımıyla kurdun kimliğini ortaya
çıkarabilirdi. Rüya bu anlama mı geliyordu?
Ama bildiği şey neydi?
Denise'in yataktan çıplak kalkarak telefona doğru ilerleme
sini izledi. Rüyanın sebep olduğu tedirginlik ortadan kalkınca
Denise'le seviştikten sonra hissettiği eksiksizlik duygusundan
başka bir şey kalmıyordu geriye.
Ama Denise'in bedeninde o esneklikten, hareketlerindeki o
yumuşak yaramazlıktan eser yoktu artık; kasılmış, eğik ve
ifadesiz görünüyordu. Sesi de ifadesizdi.
"Evet, burada" dedi telefona.
Trevis'e dönerek ahizeyi uzattı. Yüzünde hiçbir ifade yok
tu.
"Mareşal Salvadori."
Trevis beceriksizce örtüye sarınarak yataktan çıktı ama bunu
utandığı için yapmamıştı. Önce kâbus, sonra Denise'in soğuk
hâli ve nihayet Salvadori'nin beklenmedik telefonu... Sanki
buz gibi bir nefes çatlaklardan sızarak yavaşça duvarları don
durmuştu. Kendini koruma ihtiyacı hissediyordu.

-382-
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Telefon ahizesini aldı.


"Mareşal... Dikkadi konuşun..."
"içinde bulunduğumuz durumda bunun artık bir önemi
yok. Ben Milano'dayım, Profesör." Salvadori'nin sakin ve ka rarlı
sesi Trevis'in kulağında yankılandı. "Bütün gece tren yol culuğu
yaptım, görüşmemiz gerekiyor."
"Saat kaç?"
"Yediye çeyrek var."
"Şu an neredesiniz?"
"Sizi, merkez tren garındaki bir telefon kabininden arıyorum."
Trevis cevaplamadan önce bir süre düşündü.
"Peronlara bakan büyük alanın sonunda bir kafe var..."
"Görüyorum, tam karşımda."
"Yarım saat sonra orada olurum."
"Bekliyorum."
Denişe, Trevis'in karşısında ona tamamen boş gözlerle bakı
yordu. Salvadori'nin neden aradığına dair en ufak bir ilgi gös
terdiği yoktu. Çıplaklığı nedensiz gibi duruyordu ve bir anlam
ifade etmiyordu. Uzakta olan sadece zihni değildi. Denişe artık
orada yoktu. Trevis tüm bunları yavaşça fark ediyordu. Neler
olduğunu sorup anlamak isterdi ama bu yeni atmosferde rahat
sız edici bir şey vardı ve bu onu korkutup durumu görmezden
gelmeye itiyordu. Sadece genel bir bilgi vermekle yetindi.
"Mareşal Salvadori Milano'da. Hazırlanıp merkez tren ga
rında onunla buluşacağım. Enstitüdekilere öğleden sonra ge
leceğimi söyle."
Denişe tek bir kelime etmeden tekrar yatağa uzandı.

-383 -
krmz

Mario Mazzanti

Giurato hemen kendine geldi, koltukta uyuyakalmıştı.


"Az önce Salvadori telefon etti, Doktor, kendisi Milano'da."
Saat kaçtı? Ne kadar zamandır uyuyordu? Masa lambasının
ışığı gözlerini yakıyordu.
"Doktor Giurato, beni duyuyor musunuz?"
Saat yediye geliyordu, gece boşa geçmişti. Giurato vücu
dunun her köşesinin ağrıdığını hissediyordu. Keşke bir kahve
olsaydı...
"Sizi çok iyi duyuyorum" dedi, artık tamamen ayılmıştı.
"Yarım saat sonra merkez tren garında görüşmek üzere ran-
devulaştılar."
"Sadece takip edin... Uzaktan, Sizi fark etmemeli."
"Diğer ekip aynı yerde kalsın mı?"
"Kim soruyor?"
"Müfettiş Nardella."
"Bakalım... Saat neredeyse yedi oldu... Sekize kadar aynı
yerde kalsınlar sonra da Trevis'in anahtarıyla ilgili araştırmaları
yapmaya yönelsinler."
Giurato çaresizce masasının üstündeki sigara paketini arı
yordu. Sonunda buldu ama boştu, paketi buruşturup çöpe
attı. Derin bir nefes aldı.

Denişe, enstitüye gitmek için otobüse bindi. O sabahki gri


ve dondurucu hava onu ne şaşırtmış ne de etkilemişti.
Hiçbir şey düşünmüyordu. Kristal kutusuna kapanmıştı.
Dışarıdaki dünya ona dokunup kendisini rahatsız edemezdi.
Onu çevreleyen şeylerden sadece detayları topluyordu: Kır
mızı bir fular, bir pantolonun düzgün olmayan pilisi, yüzün

-384-
krmz

Gördüğüne Asla inanma

yapısına göre çok büyük olan bir kulak. Zihnindeki bütün ses
ler otobüsün gürültüsüyle boğuluyordu.
Gerçek ellerinin arasından kayıp gidiyormuş gibiydi. Gör
düğü ve dokunduğu her şey, karşılaştığı insanlar ona yakınlaş
tıkları anda gerçekten kopuyor gibiydiler, içindeki siyah delik
her şeyi emiyordu.
Denişe Guastalla Bahçeleri'ne girerken başının dönmeye
başladığını hissetti. Üstünde yürüdüğü yol onu birkaç metre
sonra enstitüye ulaştırmış olacaktı. Enstitünün toprak rengin
deki duvarı birkaç gün öncesine kadar onun için uzun yıllar
süren öğreniminin gurur tacı gibiyken şu an rüzgâra kapılmış
gitmekte olan hayatı için hiçbir önem taşımıyordu.
O an, geçmişteki duygularını tekrar yaşayıp içlerinde kay
bolmak isterdi. O an, tekrar kendisi olabilmek için büyük bir
arzu duydu.
Kendini var olmanın sınırındaymış gibi hissediyordu. Ha
yat tarafında sadece tek bir ayağı vardı ve belki buna hakkı
bile yoktu. Gerçekten canlı değildi, buna layık değildi, sadece
öyleymiş gibi yapıyordu. Belki bu değersizlik duygusunu kat
lanacağı ceza yenebilirdi. Tanrım, geri dönme arzusu ne kadar
da kuvvetliydi...
D'Avila nın yüzü gözlerinin önüne geldi.
Hiçbir temiz tarafı kalmadığını hissediyordu. Ama bir yan
dan da ne kadar ararsa arasın içinde o deliliğe karşı koyacak
gücün bulunmadığı biliyordu. Kabul etmek istemediği ve yok
saymaya çalıştığı bir gerçekle yavaşça tanışmıştı. Tıpkı kendi
sine sunulan anlık bir hazzı ne pahasına olursa olsun almak
isteyen ve önüne çıkan her engeli yok etmeye çalışan bir çocuk
gibiydi. Kaçınılmaz ve vahşi bencilliğini izlemişti. Bunu, elde
edeceği şeyin acı mutluluğun soluk bir imgesinden başka bir

-385 -
krmz

Mario Mazzanti

şey olmayacağını bilerek yapmıştı. Kim bilir D'Avila bu yoldan


kaç kez geçmiş, kaç kez ona şövalye tavırlarıyla kibarca gülüm
seyerek selam vermişti.
Baş dönmesi artarak mide bulantısıyla karışmaya başladı. Durup
derin derin nefes alması gerekiyordu, gözleri bir an için karardı.
D'Avilanın öldüğünden emindi, kurt affetmezdi, zaman
tanımazdı.
Sırada Trevis vardı.
Üstünde ona zulüm eden o sıcak ve terli bedeni tekrar hisseder
gibi oldu. Hayır, onu kurtarmak için hiçbir şey yapmayacaktı.
Ve sonunda sıra onlara gelecekti, bu kaçınılmazdı. Avlan
madan önce cezalarını çekene kadar bir belirsizliğin içinde ya
şayacaklardı. Neresi olacağının önemi yoktu, dünyanın öbür
ucu bile olabilirdi. Şefkat görme hakkını kaybetmişlerdi ama
belki bu ceza onlara haysiyetlerini geri verebilirdi.
Denişe enstitünün uzun koridoruna girdi ve kararlılıkla
Deria'nın odasına yöneldi. Konuşmaya gerek yoktu, sadece bir
bakış her şeyi anlamaya yeterdi. Son birkaç metreyi kalbi isyan
içinde ve adımları kasılarak geçti. Kapıyı hafifçe çalıp cevap
gelmesini beklemeden içeri girdi...
Tıpkı midesine kuvvetli bir yumruk yemiş gibi oldu. Nefesi
kesildi. Bir uçurumun eşiğindeydi ve bağıracak gücü yoktu.
Karşısında elinde bir bardakla kendisine gülümseyen Profesör
D'Avila duruyordu.
D'Avila yalnız değildi. Dört öğretim görevlisi ellerinde bar
daklar, kutlama yapar gibi bir hâlde oturuyorlardı. Deria dışın
da hepsi dönüp ona baktılar.
"Doktor Di Marco!" dedi Tosi-Ronchi hayretle. "Profesör
Deria'yı kutlamak için siz de bize katılın."

-386-
krmz

Gör d ü ğ ü ne Asla İ na nma

D'Avila köpüklü şaraptan Denişe'e de bir bardak doldurdu.


"Ama... Anlayamıyorum..."
Denişe, D'Avila'yı karşısında canlı olarak görünce oldukça
sarsılmıştı. Gülümseyen yüzüyle Deria'nın ilginin odağı oldu
ğu kutlama sahnesi de cabası.
"Saat alkol almak için pek uygun değil belki ama Profesör
Deria'ya büyük bir zevkle eşlik ediyoruz" dedi Tosi-Ronchi.
"Kendisi bugünden itibaren isviçre Psikoloji Derneği Bilimsel
Yöneticisi olmuş bulunuyor! Enstitümüz çok kıymetli bir eğit
menini ve biz de kadim dostumuzu kaybediyoruz. Ama elbette
ki onun adına mutluyuz ve ailemizin bir üyesinin bu kadar
kıymetli bir göreve gelmesinden de gurur duyuyoruz. Şerefe!"
"Şerefe!"
Diğerleri de bardaklarını kaldırdılar.
Sadece Denişe taş gibi kalakalmış, Deria'ya bakıyordu.
"Siz beni kutlamayacak mısınız, Doktor Hanım? Kadeh
kaldırmadığınızı görüyorum."
Deria gülümsüyordu.
Denişe hemen eline bir bardak aldı.
"Hayır... Ama böyle bir şeyi bilmiyor ve beklemiyordum...
Şerefe!"
Tosi-Ronchi hemen araya girdi:
"Hiçbirimiz bilmiyorduk. Profesör Deria bunu hepimizden
gizlemiş. Hem de kendisine resmî bildiri yapıldığında bile hiç
bir şey söylememiş."
"Konuş, konuş!..."
Profesörler alkış tutmaya başlamıştı, sonsuz bir coşkunun
sınırında neşeli ve dostane bir ortam vardı.

-387-
krmz

Mario Mazzanti

Deria öne doğru eğilip selam verdikten sonra heyecanını


gizlemeden konuşmaya başladı:
"Geçen pazar günü bu görevi devralmak üzere Cenevre'ye
gittiğimde..."
D'Avila gülümseyerek düzeltti:
"Bu değerli görevi demek istedin herhalde..."
"Bu değerli görevi devralmaya gittiğimde bunun dışarıdan
göründüğü kadar kolay bir seçim olmadığını fark ettim. Ka
famda birçok soru işareti vardı. Büyük bölümü daha çok so
rumluluk yüklenilecek bir iş olmasındandı ama hepsinden öte
ben kendime, bu üniversiteyi ve meslektaşlarımı bırakarak iyi
yapıyor muyum diye sordum..."
"Muhabbet tellalı!"
"Kariyer meraklısı!"
Denişe içinde bir deprem olduğunu hissediyordu: Pazar
günü! Pazar günü!
"Neyse, Cenevre'ye cumartesi sabahı vardım ama kendimi
ikna etmek için yolda geçen bütün gece yetmemişti ve o günü
de düşünerek geçirdim. Böylece imzayı ancak bir sonraki sa
bah atabildim ve dernektekiler resmî duyuruyu yönetim ku
rulu toplantısında kendilerinin yapacağını bildirdiler ki bu da
dün akşam gerçekleşti."
Pazar günü! Cenevre'de... Kurt henüz Follonica'dayken!
"Çok ıstıraplı bir karar oldu. Sevgi kelebeği gibi davranmaya
cağını ama şu an benim için dileyeceğiniz en güzel şey, bu yeni
tecrübeden, sizinle birlikte bu üniversitede yıllardır edindiğim
insani ve profesyonel gelişmenin aynısını elde etmem olur."
Kopan alkış Denise'in zihnindeki çığlığı dindiremiyordu.

-388-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Milano merkez tren garı her sabah olduğu gibi insan kay
nıyordu.
Trevis insanların büyük çoğunluğunda donuk, ilgisiz ve ol
dukça mutsuz bakışlar olduğunu fark etmeden edemedi. Aca
ba kendi de dışarıdan böyle mi gözüküyordu? Kalabalığın ara
sında kalın kıyafetleriyle çılgınca koşuşturanlar da vardı, hare
ketsizce bir yere çöküp hiç bitmeyecek bir bekleyiş içindeymiş
gibi görünenler de.
Trevis'in gözleri uzaktan, barda bir masaya oturmuş olan
Mareşal Salvadori'yi seçti. Birden aklına, onunla Follonica'da
denize nazır verandalı kafedeki ilk buluşmaları geldi.
"Dün gece size ulaşmaya çalıştım" dedi Trevis.
"Yoldaydım."
"Bir şey bulabildiniz mi?"
"Hayır. Hiç iz yok. Ya siz, Profesör?"
"Hiç kanıt yok ama topladığım bütün ipuçları Profesör
Deria'yı gösteriyor."
"Artık zaman kalmadı, Profesör" dedi Mareşal Salvadori.
Ve bir gün öncesine ait bir gazete çıkarıp somurtarak Trevis'e
uzattı. "Sizi Giurato'ya götürmeye geldim, benim tanıklığıma
ihtiyacınız olacak."
Trevis yerel haberlerin bulunduğu sayfada kırmızıyla çem
ber içine alınmış kısa haberi okudu:
Korkunç transseksüel cinayeti. Melzo çevresinde hayat kadın
lığı yapan transseksüel Giuseppe Amenta'nın cesedi dün sabah Ri-
volta d'Adda sınırları içindeki bir kavaklıkta bulundu. Kurbanla
cinsel ilişkiye girmediği anlaşılan katilin Amenta'nın bedenine
uzun bir süre işkence ettikten sonra yanındaki keskin bir bıçakla
kurbanın boynunu tek bir darbeyle keserek yaşamına son verdiği

-389
krmz

Mario Mazzanti

öğrenildi. Poliscinayetin fuhuş dünyasıyla ilgili olduğunu belir


tirken sebebin yer anlaşmazlığı olması ihtimali üstünde duruyor.
Soruşturmada her an yeni gelişmelerin olması bekleniyor.
Trevis okumayı bitirince hemen sordu:
"Onun yaptığını mı düşünüyorsunuz, Mareşal?"
"Hiç şüphem yok. Vampir geri döndü." Mareşal'in göz
leri derin ve kara birer çukur gibiydi. "Şimdi söyleyin bana
Profesör, hâlâ elimizdeki bilgileri saklamak istiyor musunuz?
Yeni ölümlerin sorumluluğunu taşıyabilecek misiniz? Polise
görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek için bir şans verelim.
Vampir özgür ve artık durmayacak. Susadığı anda hiç acıma
dan yine vuracak. Hemen bu sabah Giurato'ya gidip her şeyi
anlatmak zorundayız."
Trevis derin bir nefes aldı. Ufukta peronların kaybolduğu
yerde belirsiz bir noktaya bakıyor gibiydi. Salvadori'ye evinde
bulunan ikonayı, adalet sarayında geçirdiği günü ve Giurato'yla
görüşmeleri anlattı.
"Gördüğünüz gibi Mareşal hâlâ başlangıç noktasındayız.
Meriurgo'nun ölümünden dolayı içimdeki intikam duygusu
nun beni kör ettiğini ve sorumluluk hissetmediğimi düşünme
yin. Sorumluluğu içime oturmuş bir kaya gibi büyük hissedi
yorum. Brighini belki de benim aptallığım yüzünden öldü."
Salvadori bir şey söylemedi, Trevis de onun bakışlarında hak
etmediği bir anlayışın arayışına girmedi.
"Giurato'ya gidelim... Ama birlikte değil. Ben ilk önce son
bir girişimde bulunmak istiyorum. Meriugro'nun ardında bı
raktığı bir şey var ve önemli olabilir. Uyandığım andan itibaren
bunu düşünüyorum. Kesinlikle kontrol etmek zorundayım."
"Bunu Giurato yapamaz mı?"

-390-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Elbette yapabilir... Ama ya eğer hikâyemize ilk anlattığı


mızda hemen inanmazsa? Ya ilk önce her şeyi kontrol edip
emin olmak isterse? Boşa bir sürü zaman kaybedilmiş olacak.
Bu yüzden şöyle yapalım. Siz hemen Giurato'ya gidin ve her
şeyi anlatın. Benim de araştırmamı yapmak için sadece birkaç
saate ihtiyacım var. Sonrasında adalet sarayında size katılırım.
Zaten Giurato bana düşünmem için birkaç saat verdi ve gözal-
tımı kaldırdı."
Salvadori alaycı bir şekilde güldü.
"Sizi gelirken gördüm, Profesör; iki tane koruyucu mele
ğiniz vardı. Sakın arkanızı dönmeyin. Bir tanesi şu an birkaç
masa arkamızda oturuyor, diğeri de yürüyen merdivenin yakı
nında gazete okuyor numarası yapıyor."
Trevis gerildi.
"Rahatlayın biraz, Profesör. Bu durumda peşimize takılma
ları ne fark eder ki? Hem sonra Giurato'nun kendi önlemleri
ni almayacağına mı sanıyordunuz? Giurato gözetimi gerçek
ten kaldırmış olsaydı bile, ki buna asla inanmazdım, telefon
konuşmamızın dökümü beş dakika içinde masasına ulaşmış
olmalı. Daha önemlisi, şu yapmayı düşündüğünüz araştırma
nedir, ondan bahsedin?"
"Söylediğim gibi aklıma bu sabah geldi. Boşa çıkacak bir şey
de olabilir. Neyse anlatayım... Meriurgo benimle Olivadotti'nin
kâbusunu konuşmak için enstitüye geldiğinde konuyla ilgili bir
makale yazdığından bahsetmişti. Eğer bu makalede bir ipucu
varsa ya da Olivadotti'nin kâbuslarının sebebi olarak gösterilen
kişinin kim olduğunu anlayabileceğimiz bir gönderme varsa..."
"Bu makale nerede yayınlandı?"
"Doğal olarak yayınlamaya vakti yetmedi. Ben de hangi der
giye gönderme niyetinde olduğunu bilmiyorum ama taslakları

-391 -
krmz

Mario Mazzanti

olmalı ve ben bunları nerede arayacağımı biliyorum. Ancak


bunun için koruyucu meleklerim olmadan gitmeyi tercih ede
rim. Onlardan kurtulmama yardım etmeniz gerek, Mareşal."

Denişe, Deria'nın odasının bir köşesinde kutlamalara katıl


madan duruyordu. D'Avila hâlâ elinde duran bardağıyla ona
doğru yaklaştı.
"Profesör Trevis'imiz nerede?"
"Enstitüye öğleden sonra gelecek."
"Biliyor musunuz sevgili Denişe, Profesörün en kısa za
manda benimle görüşmesini bekliyordum, biraz şaşırdım açık
çası. Bir türlü hatırlayamadığım o isim kendisi için çok fazla
önem taşıyormuş gibi gelmişti bana. Siz durumu ona bildirdi
niz, değil mi?"
"Elbette, dün ilk fırsatta" diyerek yalan söyledi.
"Çok garip... Her halükârda işte burada." DAvila cebinden
bir zarf çıkararak Denise'e uzattı. "Bu sabah Milano'dan ayrı
lıyorum ve birkaç gün burada olmayacağım, içinde ilgilendiği
ismin yazılı olduğu bu zarfı Trevis'e iletme nezaketini gösterir
misiniz?"
Denişe zarfı hemen çantasına koydu.
Onların biraz uzağındaki kurt Deria'yı tebrik eder gibi nu
mara yaparken her şeyi görüp duymuştu. Meslektaşının elini
büyük bir sıcaklıkla ve yüzüne yayılan açgözlü gülümsemeyle
sıktı.

-392-
krmz

31

C appellini Hırdavat Milano'da türünün ilk örneklerinden


olan bir dükkândı. Tarihî şehir merkezinin dar ve biraz
karanlık sokaklarından birindeydi. Son zamanlarda binalarda
yapılan tadilatlara rağmen rağbet gören semtlerin görüntü ve
renklerini taşıyordu. Tarihî şehir merkezindeki ticarette yaşa
nan azalmaya karşın ayakta kalabilen birkaç dükkândan bi
riydi. Son kalan bu dükkânların sahipleri, yüzyılın başındaki
mütevazı ve çalışkan Milano'ya artık sadece kitaplarda rastlan
dığından yakınıp dururlardı.
Claudio Del Rio hırdavat dükkânında çırak olarak çalışma
ya başladığında henüz bir çocuktu ve o zamandan bu yana o
kadar uzun bir süre geçmişti ki tam olarak ne zaman başladığı
nı hatırlayamıyordu. Ama hâlâ hatıralarında olan bir şey vardı;
mal taşımak için kullanılan üç tekerlekli bisiklet. Bisikleti en
dar dönemeçlerde bile son sürat büyük bir hünerle kullanıyor
olmaktan gurur duyardı. Birkaç yıldır Cappellini Hırdavat'ın
sahibiydi ve dükkân artık bir zamanlarla hâlinden çok farklıydı.
İşteki ilk gününde dükkân ona, demir ve karbür kokulu, içinde

- 393
krmz

Mario Mazzanti

dev gibi çekmeceli dolapların ve büyük bir baskülün bulundu


ğu karanlık ve gizemli bir mağara gibi görünmüştü. Artık çok
iyi aydınlatılan, farklı bölümlerin hareketli duvarlarla birbirin
den ayrıldığı bir dükkândı. Her bir bölümün işi bilen kendi
tezgâhtarları vardı. Claudio Del Rio hırdavat dükkânıyla gurur
duyuyordu.
O sabah dükkânı açalı birkaç dakika olmuştu ki içeri iki
adamın girdiğini gördü. Bunların normal müşteri olmadıkları
nı hemen anladı. Adamlar etraflarına bakınarak ciddi ve kararlı
adımlarla ilerliyordu. Bir şeyi değil, bir kişiyi arıyorlardı. Karşı
sına geldiklerinde içlerinden yaşlı olan kimliğini gösterdi:
"Polis. Müfettiş Nardella. Dükkân sorumlusuyla konuşmak
istiyoruz."
"Benim."
"Bay..."
"İsmim Del Rio" diye cevapladı. Hem tedirgin hem de me
rak içindeydi.
"Güzel, Bay Del Rio, size çok rahatsızlık vermeyeceğiz. Bu
dükkânda anahtar çoğaltıyor musunuz?"
"Elbette."
"Bu hafta bu anahtarlardan çoğalttınız mı acaba?"
Polis Trevis'in ev anahtarlarını gösterdi. Del Rio boynunda
ki ipe asılı gözlüklerini taktı ve dikkatle inceledi.
"Hımm... Belki size kesin olarak bunun cevabını verebili
rim; gün içinde sıradan anahtarlardan birçok çoğaltma yapı
yoruz ama bu..." Anahtarların içinden uzun olan bir anahtarı
göstererek devam etti. "Güvenlik kilidi için. Yaygın bir model
değil. Bu kalıplardan çok az bulunduruyoruz ve bu anahtar
lardan her çoğalttığımızda hemen not alıyoruz ki kalıp eksik

- 394 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

kalmasın. Beni takip edin, hemen kontrol edebiliriz."


Üçü birlikte duvarda kapı kolları, musluklar ve banyo ak
sesuarlarının sergilendiği bir koridor boyunca ilerlediler ve bir
tezgâhın önüne geldiler.
Del Rio tezgâhtara dönerek, "Renato, bu beyler polis ve
geçtiğimiz günlerde bu anahtarlardan çoğalttık mı öğrenmek
istiyorlar" dedi.
Tezgâhtar da uzun anahtarın üstünde daha çok durarak
profesyonel tavırlarla anahtar destesini inceledi.
"Şahsen hatırlamıyorum ama depo kayıtlarına bakabilirim,
bir dakika lütfen."
Tezgâhtar hızla dükkânın arkasına doğru ilerledi. Del Rio
artık tedirgin olmaktan çok merak içindeydi. "Bu anahtarlarla
ilgili bir şey mi olmuş?" diye sordu. •
Polis nazik ama çok kararlı bir tavırla cevapladı:
"Bir polis soruşturmasıyla ilgili, sizinle ilgili tedirgin olacak
bir durum yok. Yardımlarınız için minnettarız ama daha fazla
sını söyleyemeyiz."
"Tabii, tabii... Anlıyorum."
Tezgâhtar elinde küçük bir kayıt defteriyle döndü.
"Pazartesi, bu anahtarlar pazartesi günü çoğaltılmış.
"Emin misin Renato?" diye sordu Del Rio, polisten önce
davranıp.
"İşte burada öyle yazıyor... Pazartesi ve kesin olarak öğleden
sonra çünkü haftalık izin olarak pazartesi sabahları kapalı olu
yoruz."
"Bu bölümle sadece siz mi ilgileniyorsunuz? Anahtar çoğal
tan başka birisi var mı?"

-395 -
krmz

Mario Mazzanti

Tezgâhtar kararsızca, "Ben ilgileniyorum..." dedi.


"Ama bunları çoğalttığınızı hatırlamıyorsunuz."
"Hayır... Ama bakın, bu işi gün içinde o kadar çok yapıyo
ruz ki..."
"Ancak bu nadir rastlanan bir anahtar tipi öyle değil mi?"
"Evet."
"Ayrıca bu tür anahtarlar için farklı bir deftere not düşüp
kayıt yapmak zorundasınız. Hatırlamamanız mümkün mü?"
Polisin ses tonu çok sertti. Tezgâhtar ümitsizce kollarını iki
yana açtı. Polis bir süre direkt olarak onun gözlerinin içine baktı
sonra diğer polis arkadaşından kahverengi bir zarf alıp içinden
büyük boyda bir fotoğraf çıkardı. "Dikkatle bakın" dedi.
Fotoğrafta akademik yılın açılışında Psikoloji Enstitüsü'nün
öğretim görevlileri görülüyordu. Profesör Tosi-Ronchi grubun
ortasında gülümsüyordu.
"Bu kişilerin içinde sizden bu anahtarları çoğaltmanızı iste
yen müşteriniz bulunuyor olabilir. Dikkatle bakın... Hatırlaya
biliyor musunuz?"
Tezgâhtar daha da zor durumda kalmıştı.
"Bakın... Üzgünüm..." dedi.
Daha genç olan polis belirgin bir güneyli aksanıyla sordu:
"Pazartesi günü geçici bir süreliğine bile olsa sizin görevleri
nizi üstlenen başka biri olmuş olabilir mi?"
Renato, Del Rio'ya neredeyse sıkıntılı bir bakış attı.
Dükkân sahibi araya girdi:
"Bakın, ortada hassas bir durum var... Burada kanunlara
uygun şekilde çalışan birçok tezgâhtarımız var, hepsinin de
çalışma izinleri ve evrakları mevcut. Ancak senenin bazı dö-

-396-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

nemlerinde işin çok fazla olduğu ve desteğe ihtiyacımız olduğu


oluyor ve ben de bütçe gereği işe ek insan alamayacağımdan
dolayı..."
Müfettiş Nardella durumu anlamıştı.
"Bay Del Rio, biz polisiz, iş müfettişi değiliz."
"Arada sırada, bakın ama gerçekten de öyle arada sırada,
kuzenlerimden birinin kızı bize yardım etmeye geliyor. Ken
disi üniversitede talebe ve böylelikle ufak tefek masraflarını
karşılamak için üç beş kuruş kazanıyor... İşte böyle, görevleri
arasında anahtar çoğaltma işi de var ve geçen pazartesi burada
o vardı."
"Kızın ismini ve adresini verin."
"Başı derde girmez değil mi?"
"Söyleyin şu ismi."

"İşe yarayacak mı?" diye sordu Trevis, tedirgindi.


"Yarayacak. Sizin şu koruyucu melekler hayal kırıklığına
uğrayacaklar" diyerek sakince cevapladı Mareşal Salvadori.
İkisi metronun varış platformunda beklerken sivil polisler
onları güvenli bir görüş mesafesinde takip ediyorlardı.
"Bu, daha önce uyguladığınız bir sistem mi Mareşal?"
"Ben mi?! Metroya hayatımda ilk defa bineceğim ben! Bir
filmde görmüştüm... Gene Hackman'ın oynadığı güzel bir
filmdi."
Trevis'in umutsuzluğa kapılacak vakti yoktu. Tren istasyona
girip hafifçe durdu ve her zamanki tıslayan sesle kapılarını açtı.
Çok fazla yolcu vardı ve hepsi de peron boyunca dizilmişti.
Trevis, polislerin onların yanındaki kabine binebilmek için po
zisyon aldıklarını gördü. Metrodan birçok insan indi, sıra bine-

-397 -
krmz

Mario Mazzanti

çeklere geldiğinde Trevis'le Salvadori yan yana kalmaya dikkat


ederek yanlarındaki insanların önlerine geçmelerine izin ver
diler. Salvadori büyük cüssesiyle Trevis ile polislerin tam ara
sında duruyordu, böylece Trevis'in önünü kapatmış oluyordu.
Peronda kimse kalmayınca kararlılıkla kapıya doğru ilerlediler
ama eşikte aniden durdular. Polisler de tam araca binecekken
kararsızlıkla durakladılar. Kapılar neredeyse kapanmak üzerey
di. Kapıdaki basınçlı hava sistemi kapının kapanma alarmını
verdiğinde Trevis'le Salvadori metronun içine doğru sadece ya
rım adım kadar ilerlediler. Kapılar kapanmaya başlamıştı. Bu
hareketi gören iki polis hızla karar verip metronun içine atla
dılar. Trevis ise attığı yarım adımını geri çekerek kapının açık
kalan son aralığından kayarak dışarıya süzüldü. Metro gittikçe
hızlanarak hareket etmeye başlarken Trevis peronda kalmıştı.
Hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledi.
Sonraki istasyonda polislerden biri metrodan inerken di
ğeri yandaki kabine geçip ateş saçan gözlerle Salvadori'ye
doğru ilerledi. Salvadori onun konuşmasına izin vermeden
lafa girdi:
"Ben Salvadori, emekli jandarma mareşaliyim. Doktor Gi-
urato adlı bir komiserle acil görüşmem gerekiyor. Adalet sara
yına nasıl gideceğimi tarif edebilir misiniz?"

Denişe kendini rahatlamış hatta mutlu hissetmeliydi, oysa...


Hiçbir şey hissetmiyordu. Hiçbir şey... Ortamdaki mutlu ve ne
şeli havaya ters düşmeyecek bir gülümseme takınmakta çektiği
zorluk dışında hiçbir şey hissetmiyordu. Oradan olabildiğince
çabuk çıkıp gitmek istiyordu. Deria'nın yanına yaklaştığının
farkına bile varmadı.
"Denişe hâlâ sizin tebriklerinizi bekliyorum."

- 398 - i
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

"Elbette... Sizi tüm kalbimle tebrik ediyorum..."


Denişe bakışların üstlerine çevrildiğini hissetti.
Deria hain bir gülümseme takınarak, "Artık böyle kuru bir
gülücükle kurtulmak için çok geç... Bu işi ancak yanaktan bir
öpücük paklar" dedi.
Dudakları Denise'in yanağını sıyırırken Deria fısıldadı:
"Bu akşam saat beşte senin evinde."

Trevis arabasını dikkatle sürüyordu. Takip edilmediğinden


emin olmak için sürekli dikiz aynasından arkasını kontrol edi
yor, çıkmaz sokaklara girip özellikle yan yolları kullanmayı
tercih ediyordu. Kimse tarafından izlenmediğini fark edince
Meriurgo'nun evine yöneldi.
Birden Salvadori'nin metroda polisleri atlatmak için uygu
ladığı taktiği hangi filmde gördüğünü hatırladı: Kanunun Kuv
veti. Ama filmde kandırılıp New York metrosunda peronda
kalan kişi iyi adamı oynayan Gene Hackmen olurken metro,
içinde kötüler kötüsü Fernando Rey ile yoluna devam etmişti.
Trevis'in düşünceleri tekrar Denise'e döndü. Birlikte ge
çirdikleri geceyi ve sabah uyandıklarında ortaya çıkan gerçek
olamayacak kadar rahatsız edici havayı düşündü. Belki de ara
larında geçen asla yaşanmaması gereken bir şeydi. Hayatta bazı
şeyler nedenlerini belirsiz bir arzunun, ebedi bir zevkin içinde
kalarak buluyorlardı bazen.
Trevis arabasını eskiden Brancati'nin ofisinin olduğu bina
nın önüne park etti. Kapısında hâlâ üstünde isminin yazılı ol
duğu pirinç bir tabela asılıydı. Meriurgo'nun evine girmek için
yolun karşısına geçmesi yetti.

-399-
krmz

Mario Ma zzanti

Mareşal Salvadori'nin konuştuğu süre boyunca Giurato hiç


kıpırdamadan masasının düz yüzeyini izledi. Bakışlarını bir
kez bile Mareşal'e doğru kaldırmadı.
Salvadori anlatmayı bitirince arka plandaki yüzlerce ince se
sin ortaya çıkmasını sağlayan uzun bir sessizlik oldu.
Giurato yeni bir paket sigara açtı. Bunu sanki her bir ha
reketi dikkatle incelemek istermişçesine abartılı bir yavaşlıkla
yaptı. En sonunda paketin şeffaf ambalajını odadaki sessizli
ği dağıtacak tiz bir ses çıkararak avucunun içinde buruşturup
attı. Salvadori kendine sunulan sigarayı kabul etti.
"Bu kadar mı?" diye sordu Giurato.
"Benim bildiklerimin hepsi bu."
Giurato gözlerini kaldırıp Salvadori'ye ilk defa baktı.
"Siz buraya gelirken Profesör Trevis izini kaybettirmeyi ba
şarmış, nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
Mareşal, Giurato'nun hâlâ kendisine inandığından emin
değildi. İhtiyatlı davranmaya karar verdi.
"Son bir girişimde bulunmak istediğini söyledi ama bana ne
olduğunu belirtmedi. Sizin kendisine düşünmek için zaman
verdiğinizi ve onun da zamanı bu şekilde değerlendireceğini
söyledi."
Giurato soluklandı.
"Bay Salvadori, elinizdeki bilgileri öğrendiğiniz anda yetki
lilerle paylaşmadığınızdan dolayı bir suç işlemiş olduğunuzun
farkında mısınız?"
Mareşal Salvadori kelimelerini dikkatle seçerek konuştu:
"Doktor Giurato, hayatımın uzun bir bölümünü kanun
bekçiliği yaparak geçirdim ben, devletimize ve vatandaşlarımı
za sadakatle hizmet ettim, görevlerimi çok iyi biliyorum. So-

-400
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

rumluluklarımdan kaçmak gibi bir niyetim yok. Ama sizden


rica ediyorum. Vakit kaybetmeyin, görünüşe aldanmayın, size
anlattıklarım gerçeğin ta kendisi. Trevis suçsuz. Sizden sadece
harekete geçmeden önce bu olasılığı mantıklı bir şekilde değer
lendirmenizi rica ediyorum."
"Profesöre bu kadar mı önem veriyorsunuz?"
"Gerçeğe önem veriyorum ve tabii Profesöre de ama hep
sinden çok yirmi yıl önceki bu katilin yakalanmasını istiyo
rum. Uzun bir süredir sabahları ümitsizce o günün güzel bir
gün olacağını umarak uyanıyorum."
Giurato'nun yüzünde tuhaf bir şey oldu. Kim bilir kaç yıl
sonra yüzünde ilk defa yeni bir şey ortaya çıktı, yarım da olsa
sıcak denebilecek bir gülümseme ve bir anlayış ifadesi. Sesi yu
muşak bir ton kazandı:
"Sizin için çok zor bir sınav oldu değil mi?"
"Herkes için öyle oldu, yaşayan bilir. Her şeyin tekrar etme
sini ve vampirin geri gelmesini istemiyorum."
Giurato arkasına yaslandı, dudaklarındaki gülümseme söndü.
"Amenta Giuseppe... Ancak onun gibilerin sürebileceği za
vallı ve avare bir hayatı vardı... Vampirle karşılaştı ve hayatını
kaybetti..."
"Okudum. Beni buraya gelmeye iten de bu oldu. Eğer daha
önce gelseydim..."
"Bilmiyorum. Bunu bilemeyiz. Ama elbette ki özgür oldu
ğu sürece istediği zaman saldırabilir."
"Vampir, Trevis değil; bana inanın."
"Size inanma zorunluluğum yok" dedi Giurato. Yeniden
Salvadori'ye gülümseyerek baktı ve "Bunu zaten biliyorum" dedi.

-401 -
krmz

Mario Mazzanti

Trevis, Profesörün evine girerken görüleceğinden çekin


medi. Öyle bir şey olursa bitişikteki hukuk firmasının yerini
karıştıran bir müşteri gibi davranabilirdi.
Sahanlık, soğuk kış sabahının delici ve canlı ışığıyla aydın
lanıyordu. Sis işine biraz mola verip şehri rahat bırakmıştı ama
akşamla birlikte yine üstüne çökmeye başlayacaktı.
Trevis anahtarı kilide dikkatle sokup karanlık dairenin içine
süzüldü. Tıpkı bir önceki gelişinde olduğu gibi etrafını hemen
içeriye hâkim olan sert ve keskin koku sardı.
Gözlerinin karanlığa alışması için girişte bir süre bekledi ve
nefesini düzenlemeye çalıştı.
Işıktan böyle derin bir karanlığa geçmenin, uyanık bilinç
hâlini terk edip bilinçaltının kendini mantığıyla ifade ettiği
rüyaların büyülü ve gizemli boyutuna geçmeye benzediğini
düşündü.
Işıkları açmadan salona doğru ilerledi ve Yunan vazosunun
önünde durdu. Parmaklarını üstünde gezdirip Telegonos'un
yüzünü okşadı.
Gece gördüğü rüyanın anlamı neydi? Bilinçaltı ona ne söy
lemek istiyordu? Rüyanın bir kısmı çok açıktı ama hâlâ anlaya
madığı çok önemli bir anlam taşıyordu. Ona kurdun kimliğini
gösterecek bir şey vardı, bunu hissediyordu.
Trevis Saint-Michel Dağı'nı iyi tanırdı, onu hep etkilemiş
olan bir yerdi. Bu ada gelgitler sayesinde aynı zamanda bir
yarımadaydı. Gelgit zamanlarında adayı anakaraya bir köprü
gibi bağlayan ince bir kumsal şeridi ortaya çıkardı. Gelgitin
yükseldiği bir anda, alacakaranlıkta kendini bu yerde bulmak,
katilin acil olarak bulunması gerektiği anlamını taşıyordu; bu,
çok açıktı. Rüyada kurdu Telegonos temsil ediyordu, belki
katil de sadece ikonayı çalmayı tercih edip kendini farkında

-402
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

olmadan Telegonos'la özdeşleştirmişti. Telegonos babasını


öldürmüştü ve Meriurgo da onların hepsi için bir baba de
ğil miydi? Ama bu, belki de yüzeysel bir açıklamaydı. Rüya
Telegonos'u bulmak için yüzeyin altını kazmak gerektiğini
söylüyordu. Demek ki ortada daha karmaşık ve belirgin bir
sebep olmalıydı. Neden Telegonos'u görebilmek yani kurdun
kim olduğunu anlayabilmek için bir aynaya ihtiyaç vardı. Rü
yada bir an için aynada kurdun yansıması görünmüştü ama
Trevis bunu tanıyamamıştı.
Trevis bu düşünceleri kafasından uzaklaştırıp Meriurgo'nun
çalışma odasına yöneldi, o son makaleyi bulmak zorundaydı.

"Elimizde küçük bir ipucu var o kadar..."


Giurato, Salvadori'ye kendi kurgusunu anlattı:
"Aslında buna ipucundan çok ümit demek daha doğru olur.
İkona Trevis'in evine katil tarafından getirildi. Bu, neden üs
tünde hiçbir parmak izi bulunmadığını açıklıyor. Vampir asla
ardında böyle bir iz bırakmazdı ve o günlerde eve girmeyen
Trevis'in de ikonayı görüp dokunması söz konusu olmadı.
Kurdun planı büyük ihtimalle Trevis'i öldürüp cinayete inti
har süsü vermekti. İkonanın üzerindeki parmak izleriyle suçlu
olduğu anlaşılan ve yaptıklarından pişman olan Profesör'ün
vicdan azabına dayanamayarak hayatına son vermeyi tercih et
tiği sanılacaktı. Ama tüm bunları akla yakın gösterebilmek için
katilin hiçbir iz bırakmadan o eve girmesi gerekiyordu. Bunu
nasıl yapacaktı? En basit ve mantıklı yol anahtarları çoğalt
maktı. Evet, ama anahtarları nerede bulacak ve nasıl alacaktı?
Eğer aradığımız adam gerçekten de enstitüde öğretim görevli-
siyse bu, onun için çok da zor olmasa gerek. Siz Mareşal, evden
çıktığınızda anahtarlarınızı nereye koyarsınız?"

- 403 -
krmz

Mario Mazzanti

"Paltomun cebine."
"Ve işinize yani birliğe gittiğinizde paltonuzu ne yapardınız?"
"Ofisin vestiyerine asardım..."
Salvadori'nin gözleri parladı.
"Trevis de anahtarlarını paltosunun cebine koyuyordu, bunu
iki defa doğrulama imkânım oldu. Evet Mareşal, eğer ben katil
olsaydım, Trevis'in odasına girmek için doğru zamanı bekler,
anahtarları alıp çoğaltırdım. Sonra da orijinal anahtarları bir
saat ya da daha az bir zaman içinde yerine geri koyardım."
"Bu hiç de zor değil..." dedi Salvadori.
"Buradaki tek problem enstitüdeki yokluğunun anlaşılma
ması ve Trevis'in anahtarlarının kaybolduğunu fark etmemesi.
Bunun için kurdun tüm bunları çok kısa bir zamanda hallet
mesi gerekiyordu. Bundan dolayı doğal olarak enstitünün ya
kınlarını araştırdık. O çevrede iki hırdavatçı, bir tane de kasa
ve kilit dükkânı var. Buraları kontrol ettirdim, eğer işler benim
tahmin ettiğim gibi geliştiyse ve biraz şansımız varsa kısa süre
de bir cevap almış olacağız."
Giurato saatine baktı. Dokuzu çeyrek geçiyordu.

Kendini zorlayarak da olsa Trevis o ana kadar soğukkanlı


lığını korumayı başarmıştı. Ama Profesör'ün çalışma odasına
girdiğinde baş döndürücü duygularının hain saldırısına uğradı.
Birden her şey üstüne çökmüş, nefesi kesilip gözleri kararmıştı.
Zihninden bir sürü görüntü geçiyordu; Meriurgo'nun yüzü,
Brighini'nin boynundaki korkunç kesik, Denise'in sabahki
çıplak ve ifadesiz vücuduyla geceki sıcak karnı, rüyasında sı
rıtan Telegonos... Kendini hâlâ yelken deposunun arkasındaki
dolapta saklanıyormuş gibi hissetti. Aynı korkuyu bütün kuv-

-404
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

vetiyle tekrar yaşadı; havasız ve dar yerde nefes alamayışı, kurt


yani vampir gittikçe yaklaşırken hareket edememesi. Konuş
tuğunu ve dolapların kilitleriyle oynadığını duyuyordu... İki
dolap kalmıştı... Bir...
Trevis gerçek bir şey yakalamak için birden gözlerini açtı,
nefes nefeseydi, alnı soğuk terle kaplıydı. Bütün oda etrafında
dönüyordu sanki, dengede kalmak için Meriurgo'nun masası
na dayanmak zorunda kaldı. Kendine tamamen gelmesi birkaç
dakikasını aldı.
"Her şey yolunda, sorun yok" dedi kendi kendine.
Harekete geçmesi gerekiyordu. Sadece onu oraya götüren
nedene odaklanmaya çalıştı.
Meriurgo'nun henüz yayınlanmamış olan ve hâlâ üstünde
çalıştığı yazılarının, farklı klasörlerde düzenli bir şekilde tutul
duğu bir dosya vardı. Trevis bunu daha önceleri oraya geldi
ğinde görmüştü.
Dosyayı bulması uzun sürmedi. İçinde bir tanesi boş olmak
üzere üç ayrı klasör vardı.
Trevis klasörlerin etiketlerine Meriurgo'nun el yazısıyla ya
zılmış olan başlıkları sabırsızca okurken birçok defa kendini
yaşananlara lanet ederken buldu. Dolu olan klasörlerin içinde
kongre hazırlık taslakları vardı, boş olanın etiketinde ise "RÜ
YALAR ve KÂBUSLAR HAKKINDA" yazıyordu.
Trevis aradığı şeylere ulaşmasını engelleyen dosya ve klasör
lerden bıkmıştı. Bağırmak istiyordu, elindeki klasörü bütün si
niriyle odanın uzak bir köşesine fırlattı. Dosyanın bu uçuşu es
nasında içinden katlanmış bir kâğıt parçasının çıkıp süzülerek
yere konduğunu görünce şaşkınlıkla olduğu yerde kalakaldı.
Kâğıdı yerden hemen almadı. Yaşadığı sürpriz ve tekrar
hayal kırıklığına düşme korkusu arasında bir süre tereddütle

405-
krmz

Mario Mazzanti

bekledi. Kâğıdı eline alıp açtığında iadeli taahhütlü bir posta


makbuzu olduğunu gördü.
Gönderilen adres psikoloji, psikosomati ve alternatif tıp
üstüne düzenli yayınları olan Bompieri di Parma Yayınevi ne
aitti. Gönderilme tarihi, Profesör Meriurgo'nun hayatını kay
bettiği gündü.
Trevis gözlerini kapatıp durumu değerlendirdi. Hayır...
Başka bir şansı yoktu. Eğer kısa sürede bu makalenin içeriğini
öğrenmek istiyorsa Parma'ya gitmek zorundaydı. Hem sonra
sadece bir buçuk saatlik bir mesafeydi bu.
Denise'e telefon etmek istedi ama sabahki ifadesiz yüzünü
hatırlayınca onu aramaktan ve sesindeki soğukluğu hissetmek
ten korktu.
Trevis Meriurgo'nun evinden hızla ayrıldı, arabasına bine
rek otobana doğru hareket etti.

Müfettiş Nardella, Giurato'nun ofisine girdi.


"Sanırım başardık, Doktor" dedi.
"Hadi anlat, ne bekliyorsun?"
Müfettiş, Salvadori'ye baktı.
"Müfettiş, size Mareşal Salvadori'yi tanıştırayım. Konuyla
ilgili özel bir danışman olduğunu söyleyebiliriz, rahat konuşa
bilirsiniz."
"Bu sabah, belirlediğimiz dükkânlardan sonuncusuna git
tik... Neydi... Cappellini Hırdavat. Pazartesi günü öğleden son
ra Profesörün anahtarıyla aynı tipte bir anahtarı çoğalttıklarını
söylediler. Bu anahtar nadir rastlanan, farklı bir modelmiş."
Mareşal Salvadori'de hiçbir duygu belirtisi yoktu, sadece
gözlerini kapadı. Giurato heyecanlı bir sesle sordu:

-406-
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Müşteriyi fotoğraftakilerin içinden tanıyabildiler mi?"


"Hayır efendim, bu çoğaltma işlemi aralıklarla çalışan ve bu
sabah orada olmayan bir tezgâhtar kız tarafından yapılmış. As
lında kaçak çalışan bir genç kız... İş yeri sahibi bundan dolayı
biraz telaşlandı."
"Telaşlanmakta da haklı. Hemen İş Müfettişliği'ne ihbarda
bulunun. Kızın adı ne?"
Memur notlarına baktıktan sonra cevapladı:
"Rollato Simonetta, yirmi iki yaşında, suçu yok. İkamet
adresi, Lomellina Sokağı 87 numara. Sicil dairesinde öğrenci
olarak kayıtlı, araç kayıtlarında ise kırmızı bir Fiat 727 sahibi
olduğu gözüküyor, plakası..."
"Plakasını boş ver..." dedi Giurato ve bir çırpıda masasın
dan fırladı. "Hadi onu evinde ziyaret edelim."

407-
krmz

B eyaz polis Alfa Romeosu, sireni sayesinde şehir merke


zindeki trafikten hızla kurtulup Concordia Caddesi'ne
ve oradan da Argonne Bulvarı'na geçti. Lomellina Sokağı'na
yaklaşınca dikkat çekmemek için sireni susturdular. Araba 87
numaranın önüne yavaşça yanaştı, içinden inen küçük grup
Giurato, Salvadori ve Müfettiş Nardella'dan oluşuyordu.
Binanın kapıcısı olan kadın elindeki paspasla sert hareket
ler yaparak binanın giriş kısmını temizliyordu. Kalın gözlüğü
nün arkasından yaklaşmakta olan üç kişiye baktı. Müfettiş ona
kimliğini gösterip kendini tanıttı.
"Bayan Rollato evde mi?"
Kadın hemen telaşa kapıldı.
"Yüce Meryem Ana! Ne oldu?"
Müfettiş Nardella sakinliğini koruyarak sorusunu kibarca
tekrarladı:
"Sadece rutin bir kimlik kontrolü, küçük hanımla konuş
mamız gerekiyor, evde mi?"

-408
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Hayır... Yok. Geceyi dışarıda geçirdi."


Giurato hayal kırıklığını göstermemek için kendini zor
tuttu.
"Bunu nereden biliyorsunuz?" diye sordu sert bir tavırla.
"Her sabah evini toparlarım ve bu sabah gittiğimde ya
tağı dün bıraktığım gibi hiç bozulmamıştı... Ona bir şey mi
oldu?"
Kadın gittikçe daha da telaşlanıyordu.
"Sakin olun" dedi Nardella, sesi güven vericiydi. "Kendisini
basit bir kontrol için görmemiz gerekiyor. Küçük hanım yalnız
mı yaşıyor?"
UT- »

hvet.
"Şu an nerede olabileceğini biliyor musunuz?"
"Bilemem. Belki üniversitededir belki de birkaç günlüğüne
başka bir yere gitmiştir. Bana bir şey söylemedi."
"Bayan Rollato'nun arabasının dışarıda olmadığını gördük,
arabasını genellikle nereye park ettiğini biliyor musunuz?"
"Şuradaki küçük sokakta bir garaj var, oraya koyuyor."
Kadın bir eliyle paspasını sıkıca tutmaya devam ederken di
ğer eliyle küçük bir sokağı işaret etti.
O ana kadar ağzını açmamış olan Salvadori derin bir ses
tonuyla sordu:
"Bayan Simonette birkaç günlüğüne şehir dışında olacağı
zamanlarda sizi bu durumdan haberdar eder mi?"
"Genellikle evet... Böylece iş yapmak için boşu boşuna evi
ne gitmem."
"Bu sefer hiçbir şey söylememiş olması biraz tuhaf değil mi?"
Kapıcı kadın hınzırca gülümsedi.

- 409 -
krmz

Mario Mazzanti

"Eh, şimdiki gençleri bilirsiniz işte... Bazen haber verecek


vakit olmadan geceyi dışarıda geçirdikleri olabiliyor... Belki
hoş bir delikanlıyla tanışıp..."
"Anlıyorum... Simonetta üniversitede hangi bölümde oku
yor, biliyor musunuz?"
"Ah, çok akıllı bir kız ve çok zor bir dalda okuyor, tam zeki
insanlara göre bir şey... Psikoloji!"
Salvadori'yle Giurato'nun bakışları kesişti. Giurato saçları
nın dikleştiğini hissetti.

Trevis, Bompieri Yayınevi'ne girdiğinde saat on ikiyi göste


riyordu. Yol boyunca saplantılı bir şekilde gece gördüğü rüyayı
düşünüp durmuştu. Neden Telegonos'u tanımak için bir ayna
gerekliydi? Bir aynanın yardımıyla kurdun kimliğini tespit
edecek ne biliyor olabilirdi? Ve neden kurdu Telegonos'la öz-
deşleştiren sebepleri daha derinlerde aramak gerekiyordu?
Trevis editörün ofisinde misafir edilmişti ve editör başlan
gıçtaki şüphelerinden kurtulduktan sonra ona Meriurgo'nun
makalesini göstermeye razı olmuştu.
"Biraz beklemeniz gerekecek, metnin üzerinde çalışılıyor
du. Bir sonraki sayıda Profesör'ün anısına uzun bir makalenin
eşliğinde bu yazısını da yayınlayacağız da."
Trevis, Meriurgo'nun resminin ön planda olduğu, oldukça
sansasyonel başlığı düşünmeden edemedi. Satışlarını artırmak
için kim bilir ne hesaplar yapmışlardı...
Trevis'in sade bir ofise alınıp nihayet makaleyi ellerinin ara
sında tutması için on beş dakika daha geçmesi gerekti. Oku
maya hemen başlamadı, bir süre kâğıtları hiç bakmadan sanki
tartar gibi elinde tuttu.

-410-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Bu, son şansım" diye düşündü. Sonrasında geriye rüyasından


ve Giurato'dan medet ummaktan başka bir şey kalmayacaktı.
Makalenin ilk bölümünde Trevis'in bilmediği herhangi bir
şey yoktu. Meriurgo isim vermeden Olivadotti'nin canavar ta
rafından parçalandığı kâbusunu anlatıyordu. Bu rüyanın bir
üniversite öğretim görevlisiyle rastlantı eseri bir karşılaşmadan
nasıl üretildiğini açıklıyordu. Trevis bir kez daha Profesör'ün
Olivadotti'nin rüyasındaki yardım çığlığını anlayamamış ol
masına şaşırdı.
Makale, Meriurgo'nun rüyaların kendi karakteristik sem-
bolleriyle ortaya çıkışına örnekler vermesiyle devam ediyordu.
Trevis bu makaleden bir şeyler bulabileceğine dair ümidini tam
kaybetmek üzereydi ki o bölüme geldi:

Hastamın kâbusuna dönecek olursak... Şunu belirtme


liyim ki bu durum beni de etkiledi ve direkt olmasa da be
nim de bir kâbus görmeme sebep oldu. Açıklayayım: Hasta
bahsedilen kâbusu görmeden bir gün önce muayenehanem
de birbirinden farklı zamanlarda tamamen tesadüfi olarak
Psikoloji Enstitüsünde öğretim görevlisi olan iki meslekta
şımla karşılaştı. O an için bu iki eğitmenden hangisinin
kâbusa sebep olduğunu söylemek imkânsızdı. Böylece belki
hiç de profesyonelce olmayacak ama tamamen insani bir
meraktan doğan küçük bir araştırma yapmaya ve bu rüya nın
sorumlusu olan meslektaşımı bulmaya karar verdim. Ancak
şüphelileri sorguya çekmek üzere enstitüye gitmeden önceki
gece bir rüya gördüm.
Gotik tarzda büyük bir kilisedeydim, içeride güzel bir
ışık-gölge oyunu vardı. Mihrabın iki yanında, düzgün sıra
oluşturmuş olan cemaate kutsal ekmek dağıtan iki rahip du-

-411 -
krmz

Mario Mazzanti

ruyordu. Uzaktaydım ve iyigöremiyordum, böylece mihraba


yaklaştım. Bir süre sonra hâlâ yüzlerini net göremediğim iki
rahibin bir şey dağıtmadığını ve oldukları yerde hareket
siz durduklarını, cemaatinse rahiplerin yüzlerine dikkatli
bakmadan önlerinden geçip gittiğini gördüm. Ben de sıraya
girdim. "Bana kutsal ekmekten verecekler" diye düşünerek
ilerledim ama önümde rahiplerin yüzünü görmeme engel
olan çok uzun boylu bir adam vardı. Ancak karşılarına gel
diğimde iki rahibin yüzünü görebildim. Bunlar enstitüdeki
iki meslektaşımdı ve beni rahatsız edici, anlamsız bakışlarla
inceliyorlardı, içimde buz gibi bir sıkıntı hissetmeye başla
dım. Sonra ikisinden biri, hangisi olduğunu bilmiyordum,
yanıma yaklaşıp aniden boynumu ısırarak bana büyük bir
acı verdi. Hemen ardından uyandım.

Trevis okumaya ara verip gözlerini kapadı. "Neden kendi


içini dinlemedin, Profesör?" diye düşündü. "Her şeyi anlamış tın!
Sadece gün ışığını dikkate alıp gecenin gölgelerine önem
vermediğin için ne saçma bir sona vardın böyle..."
Trevis makalenin geri kalanını içinde büyük bir acıyla oku
du ve nihayet son satırlara ulaştığında bir şey buldu.
Başta neredeyse hiçbir şey anlamamıştı ama sonra içinde
adrenalinin gittikçe yükseldiğini hissetti. Satırları tekrar ve tek
rar okudu; her seferinde yanlış okumuş olmaktan korkuyordu
ama öyle değildi. Sadece basit bir kontrol yapması, kurdun
kim olduğunu öğrenmesi için yeterli olacaktı.
Büyük bir heyecanla telefon etmek için izin aldı ve adalet
sarayını aradı ama Giurato'yla konuşamadı. Kendisinin ofis dı
şında olduğunu söylediler. Birkaç dakika sonra arabasıyla son
hızla Milano'ya doğru yol alıyordu.

-412-
krmz

Gör düğüne Asla İnanma

Po Vadisi'ne sis çökmeye başlamıştı bile...

"Hemen bulun! Onu hemen bulun! İsmini, soyadını, adre


sini, plakasını, işini ve nerelere gittiğini biliyoruz..."
Giurato bağırdığının farkında olmadan odasından etrafa
emirler yağdırıyordu:
"İhtiyacınız olan tüm adamları yanınıza alın, ne isterseniz
yapabilirsiniz ama o kızı en kısa zamanda ofisime istiyorum!"
Giurato sinir içinde bir sigara yaktı ve birkaç nefes çektik
ten sonra söndürdü.
"Peki ya Trevis?" diyerek Salvadori'ye döndü. "Neden haber
yok?! Hangi cehennemin dibine girdi?"

Kaç kilometre gittiğini bilmiyordu. Araba gittikçe yoğunla


şan sisin altında asfaltı yiyip yutuyordu. Birazdan Lodi otoban
çıkışına gelecekti. Milano'ya gittikçe yaklaşıyordu.
Trevis'in zihni koşturan düşüncelerle doluydu.
Meriurgo'nun rüyası kendini çok iyi açıklıyordu. Büyük
kilise, Psikoloji Enstitüsü'nü temsil ediyordu. Psikanaliz, sar
sılmaz bir inançla her şeyi kucaklayıp uzlaştırmaya hazır bir
çeşit din değil miydi? Bu kapsamda iki eğitmenin ayin yöneten
rahip kıyafeti içinde görünmeleri çok mantıklıydı. Meriurgo
onlara yönelip sıraya giriyordu, kutsal ekmeği alacak, yani ger
çeği öğrenecek tek kişiydi. Ama vakit geldiğinde gerçek kanını
dondurdu. İki meslektaşından biri, bunun kim olduğunu an-
layamıyordu çünkü rüyayı enstitüdeki ziyaretini gerçekleştir
meden önceki gece görmüştü, onun boynunu ısırıyordu; tıpkı
bir vampir gibi.
Trevis derin bir iç çekti. Evet, Meriurgo her şeyi anlamış ama
bilinçaltını dinlemek istememişti. Trevis de aynı hataya düşme-

-413
krmz

Mario Mazzanti

meliydi. Saint-Michel Dağı'yla ilgili rüyayı yorumlamak zorun


daydı. Zihninin en derin köşelerinde kurdun kimliğini bildi
ğinden emindi. Sürekli bilinçaltına itilen, bildiği bu şey neydi?
Lodi çıkışı sisin içinden aniden çıkıverdi, bir saniye sonra
çoktan arkada kalmıştı bile. Sonraki çıkış Milano'ydu.
Her halükârda kurdun saatleri sayılıydı. Meriurgo'nun ma
kalesi onun kimliğini kısa sürede tespit etmeye yarayacak bir
bilgi içeriyordu. Sonra bütün o masum kurbanların intikamını
alarak ona cezasını verecek kişi Giurato olacaktı.
Artık Trevis'in rüyasında kurdu neden Telegonos'la özdeş
leştirdiği de çok açıktı. Evet, daha derinlerde bir neden vardı.
Babasını öldüren oğul efsanesi işin sadece görünen ve yüzeysel
kısmıydı. Aynanın kullanım sebebini anlamak gerekiyordu,
her şeyin anahtarı bunda gizliydi.
Trevis gaza biraz daha bastı. On ya da en fazla on beş dakika
sonra şehre varmış olacaktı.
Birkaç metre önünde yolu yanlamasına kesmiş durmakta
olan bir tır tıpkı hayalet gibi sisten çıkıp beliriverince Trevis
buna inanmakta güçlük çekti.
Tüm gücüyle frene bastı. Lastiklerin asfaltta çıkardığı acı
sesleri ve araba römorkun altına girerken çıkan korkunç çar
pışma gürültüsünü duydu. Sonra her yer karardı.

Denişe enstitüden işleri elverdiğince erken çıkmaya çalıştı.


Eve geleli ne kadar olmuştu bilmiyordu. Olayları zihninde sı
raya dizmeye çalıştı: "Deria masum! Kurt o değil!" diye tekrar
layıp bu kelimelerde kendi hayatıyla ilgili bir anlam bulmaya
çalışıyordu ama artık böyle bir anlam yoktu belki de.
Bu adama karşı duyduğu ve onu uzun süre etkisi altında tutmuş

-414
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

olan aşkı ve şefkati hatırlamaya çalıştı. Bazen içinde bir şey canla-
nıyormuş gibi oluyordu ama bu çok zayıf bir alevdi, içinden bir an
için geçip sonra yerini kuru bir boşluk duygusuna bırakıyordu.
Son günlerde neler olmuştu? Denişe hatırlamakta zorluk
çekiyordu.
Meriurgo'nun cesediyle karşılaştığında duyduğu korku ne
kadar derindi? Yanındaki kadının çığlığı ne kadar korkunçtu?
Deria'nın masum olmasını ne kadar da çok arzulamıştı. Her
şeye karşı gelecek, Deria'nın masum görünmesi için ona her
şeyi yaptıracak güçte bir arzuydu bu... Deria'nın suçlu olması
ya da olmaması Denise'in umurunda bile değildi aslında...
Ama en azından bazı şeyleri yapmamış olsaydı. Yalan söyle miş,
aldatmış ve fahişelik yapmıştı... Bir insanı bilerek ölüme
mahkûm etmişti. Adamın hâlâ hayatta olmasının bir önemi
yoktu, bu sadece yanlış bir tahmindi.
Artık Deria'nın masum olduğu ortaya çıktığına göre yaptığı
hataların da hiçbir anlamı kalmıyordu. Artık ona her şey içi boşal
mış ve bir his yaratmaktan aciz geliyordu. Oysa kendini zorlamalı,
hayata ve Deriaya yeniden tutunmak için bir şey bulmalıydı...
Kendine ve inançlarına ihanet ettiğini biliyordu. Tıpkı rü-
yasındaki gibi ait olmadığı bir yere çekilmişti. İnandığı ve ha
yatını üstüne kurduğu değerlerin unutulduğu bir yerdi burası.
Bunu yapmıştı çünkü denizkızı onu büyülemişti; ne pahasına
olursa olsun korunup savunulması gereken şehvetli ve karanlık
bir aşktan büyülenmişti. Bunu, farkına bile varmadan kendi
siyle oynayarak yapmıştı. Ve artık gerçek onunla alay ederek
tepesinde uçarken o boğuluyordu. Bir tarafı akıntıya bir kefen
gibi sarılıp kendini bırakmak isterken diğer tarafı karşı kıyıya
geçebilmek için hâlâ mücadele etmek istiyordu.

-415
krmz

T revis'in zihninin karanlıklarında bir şey belirmeye başladı.


Tiz bir tıslama ve delici bir çığlık gibi bir şey duyuluyor
du. Odaklanamadığı için bunun ne olduğunu anlayamıyordu.
Bilincinin ilk meyveleri neredeyse acı içinde belirmeye baş
ladı. Görüntülerin olmadığı, sadece seslerden oluşan hatıralar dı
bunlar. Bağıran bir ses hatırlıyordu:
"Yaşıyor! Nefes alıyor!"
Sonra etrafında dönüp durmakta olan insanların şaşkın ses
leri. Sonra başka sesler:
"Yavaş yavaş! Kafasını sabit tutalım... Evet böyle... Sırtını
da..."
Birisi onu yakalayıp yatağından dışarı sürüklemişti.
Bir türlü susmak bilmeyen o delici çığlık yine duyuldu.
Hayır, yatağında değildi... Arabasındaydı, Milano'ya dö
nüyordu. Doğru ya! Bir kaza yapmıştı! Ama nasıl, ne zaman?
Hatırlayamıyordu. Durumu ağır mıydı? Ölmek üzere miydi?
Hayır, Tanrım, şimdi değil!

-416
krmz

Gör düğüne Asla inanma

Acı duymuyordu, sadece içine işleyen o çığlık vardı!


Bir ambulans!
Bir ambulansın içindeydi ve duyduğu şey ambulansın si
reniydi. Gözlerini açmaya çalıştı ama başaramadı. Kıpırda-
yamıyordu da, sedyeye bağlı olduğunu anladı. Zihni yavaşça
yerine geliyordu; Parmaya yolculuğu, Meriurgo'nun makale
si... Profesör'ün rüyasında boynundan aldığı ısırığı açıklamaya
çalıştığı son cümleleri katile işaret ediyordu. Bir sorunun ceva
bını bulmak, çok basit bir tespit yapmak yeterliydi.
Trevis ambulansın hastaneye yetişmesi için çaresizce dua
etti. Giurato'yla konuşması gerekiyordu, Denise'le de...
Denişe...
Artık dışarıdan gelen sesleri tanıyabiliyordu. Ambulansın
hızlanıp yavaşladığını ve sert virajlar aldığını fark ediyordu.
Otobandan çıkmıştı ve artık şehir merkezindeydi, hastane ya
kında olmalıydı. Arabaların siren sesini duyunca dikiz aynasına
bakıp ambulansa yol verdiklerini düşünüyordu. Dikiz aynası,
ambulans!
Trevis milyon voltluk elektriğe tutulmuş gibi sıçradı. Ne ka
dar da aptaldı! Bunu nasıl daha önce anlayıp fark edememişti!
Her şey o kadar açık ve net önündeydi ki! Rüyası ona yalan
söylememişti. Ayna, ayna! Her şeyi çözecek anahtarın bu oldu
ğunu biliyordu!
Artık her şey açıklanıyordu, yüzlerce küçük parça tıpkı bir
mozaiğin parçaları gibi bir araya gelip yerlerine yerleşiyordu.
Gereken tespitin cevabını farkında olmadan iki gündür bili
yordu zaten.
Trevis hareket etmeye çalıştı, gözlerini açmayı başararak ko
nuşmayı denedi. Kurdun ismini haykırmak istiyordu.

-417-
krmz

Mario Mazzanti

Üstüne eğilmekte olan iki koca kafa gördü ve telaşlı bir ses
duydu:
"Sinirlerine hâkim olamıyor!"
Sonra koluna bir şey battı ve Trevis birkaç saniyede karan
lığa gömüldü.

Müfettiş Nardella büyük bir telaş içinde Giurato'nun ofi


sine daldı. Komiser ve Salvadori ona doğru döndüler, üstle
rindeki yorgunluğa rağmen gözleri canlı ve sert bir kararlılıkla
doluydu.
"Arabayı bulduk. Kırmızı Fiat 127. Trafik Şubesi'nin oto
parkında. Bu sabah arabayı çekmek zorunda kalmışlar çünkü
araba bugün sokak pazarının kurulduğu Papiniano Caddesi'ne
park edilmiş."
"Büyük olmasa bile bu da bir şeydir. Görmeye gidelim"
dedi Giurato.

Denişe özenle giyinip makyaj yapmıştı. Sevgilisi geldiğinde


onu çok güzel buldu, sıkıca kucaklayıp tutkuyla öptü.
Denişe o öpüşmede bir şey bulmaya çalıştı ama hemen ak
lına Trevis'in içini dolduran sıcak nefesi geldi. Kendini saran
kollardan sıyrılıp birkaç adım uzaklaştı ve kollarını önünde sı
kıca kavuşturdu.
"Ne oluyor Denişe?"
"Hiç... Sadece canım istemiyor... Şaşkınım..."
Deria ona doğru ilerleyerek sordu:
"Cenevre görevi yüzünden mi? Taşınmak zorunda olduğum
için mi?"

-418 -
i
krmz

Gör düğüne Asla İnanma

"Bunu bana neden söylemedin?


"Sana bunu dün dersten sonra söylemek istiyordum ama
kendini kötü hissettin, ben de seni dinlenmen için rahat bı
rakmanın daha iyi olacağını düşündüm. Sonra Tosi-Ronchi
bu sabah haberi tahminimden çok önce Cenevre'den öğrenip
herkese duyurunca sana daha erken haber verecek durumum
olmadı."
Denişe kaskatı duruyordu.
"Neden derste sana ruhla ilgili o soruyu sorduğumda sa
sındın?"
"Bana tuhaf ve beklenmedik bir soru gibi geldi... Hazırlık
sız yakalandım. Sonra sana Cenevre'deki yeni görevden bah
settiğimde beni şaşırtacak bir tepki vermenden korktum. Tabii
konuşmak istediğim başka bir önemli konu daha vardı..."
Deria biraz daha yaklaşıp Denise'in ellerini tuttu.
"Bak, ben başka bir şehre sensiz gitmeyi asla düşünmedim.
Ne kadar zamandır gölgeler içinde saklanıp geceleri yaşıyoruz
Denişe? Benimle Cenevre'ye gel, birlikte çalışırız, güneş ışığın
da yaşarız artık. Hafta sonumuzu hatırlıyor musun? Güneşin
ne kadar güzel olduğunu?"
Denise'in zihninde bir şeyler hareketleniyordu:
Güneş... Ve onun sıcaklığı...
"Yeni bir hayata başlayalım, çok mutlu olacağız."
Başka bir hayat... Geçmişi ardında bırakmak...
"Benimle gel Denişe, benimle gel..."
Deria onu şefkatle öpmeye başladı ve Denişe kendini ya
vaş yavaş ona bıraktı. Sanki uzun süredir alamadığı kokula
rı yeniden duymaya başlıyor gibiydi. Başka bir hayat... Yeni
bir hayat... Bedeninin artık neredeyse hiç hatırlayamadığı bir

-419-
krmz

Mario Mazzanti

sıcaklıkla dolduğunu hissetti. Kendini tamamen o öpüşlere


bıraktı.

Otoparka ulaştıklarında Milano'nun kısa kış günü çoktan


bitmek üzereydi ve hava uzun süre önce kararmaya başlamıştı.
Arabalarla dolu büyük park yerinde sis sanki yoktan var olup
tüm sınırları yutuyormuş gibiydi. Simonetta Rollato'nun ara
bası diğerlerinden ayrılmış, servis binasının yanına çekilmişti.
Uç polis arabası farlarıyla aracı aydınlatıyordu. Sis bu ışığın bir
kısmını emip bir kısmını yansıtıyordu. Polislerin belirsiz figür
leri Fiat 127'nin etrafında dönüp duruyordu.
Salvadori kendini huzursuz ve oraya ait değilmiş gibi hisse
diyordu, soğuktan titriyordu. Çok uzun boylu olmasına rağ
men Giurato'nun hızlı ve sinirli adımlarına zor yetişiyordu.
Sis... Denizde karşısına çok sık çıkardı, özellikle sisi aradığı
bile olurdu. Sis ona, içinde kendi bütünlüğünü ve huzurunu
bulabileceği masalsı ve hayali bir boyut gibi görünürdü hep.
Denizdeki sis, o an içine gömüldüğü dondurucu ve ilgisiz at
mosferden ne kadar da farklıydı. Renkler, boyutlar, sesler her
şey değişmiş ve parçalanmış gibi geliyordu ona. İçinde klost-
rofobiye benzer bir hissin yavaş yavaş yükselip onu boğmaya
başladığını hissetti.
Ancak aralarında birkaç metre kala Fiat 127'yi seçebildi.
Giurato el feneriyle içini aydınlatarak arabanın etrafında
döndü. Mareşal Salvadori biraz uzakta durup incelemeye ko
yuldu.
Giurato ona doğru dönüp, "Dikkat çeken bir şey yok gibi
görünüyor, siz de gelip bakın Mareşal" dedi.
Salvadori yerinden kıpırdamadan kafasıyla arabanın arkası
nı işaret etti.

- 420 -

J
krmz

Gör düğüne Asla İ na nma

"Üstünde bir ağırlık varmış gibi yere yakın duruyor... Bagajı


açın..."
Giurato birkaç adım gerileyip aracın arkasını inceledi sonra
polis memurlarından birine sert bir emir vererek bagajın kili
dini kırmasını söyledi.
"Binada her aracı açabilen anahtarlarımız var" dedi görevli.
"Tanrı aşkına, emirlere uy! Kır şu lanet olasıca kilidi!"
Giurato'nun bağırması âdeta bir kükreme gibi çıkmıştı.
Memur uzun ve sağlam bir tornavida aldı ve bunu kilitle
bagaj kapağı arasına sokarak sert bir şekilde sarstı. Bagaj kapağı
birkaç santim yükselip açıldı. Giurato ve Salvadori yaklaşırken
polis memuru birkaç adım geri çıktı. Bagajı tamamen açan Gi
urato oldu. Polis arabalarının ışığı bagajın içini aydınlatma
ya yetmiyordu. Salvadori el fenerini içeri tuttu. İlk izlenimi
içi kırmızı samanla doldurulup bir köşeye konmuş bir bohça
oldu. Sonra acımasız parçalar yavaşça tamamlanan bir mozaik
gibi ortaya çıkmaya başladı; diz üstüne kadar çorapla örtülü
olan bir bacak; kızıl saçların altındaki açık renkli kaymış göz
ler... Işık en son Simonettanın yarılmış boynunu aydınlattı.
Giurato gözlerini kapatırken ses tonunu zorlukla kontrol
ederek konuştu, nefes alamıyordu sanki:
"Kimse bir şeye dokunmasın. Hemen adli tıbbı arayın, aracı
mikroskop altına soksunlar. Bir tek parmak izi; saç, deri, vücut
sıvısı, insan ya da eşya dokusu gözden kaçmayacak. Basını ve
televizyonu uzak tutun."
Giurato kızın cesedine arkasını dönüp hiç durmadan cebin
de bir şey aramaya koyuldu. Salvadori yanına yaklaşıp ona bir
sigara uzattı.
Giurato konuşmadan önce sigarayı birkaç defa içine çekti:

-421 -
krmz

Mario Mazzanti

"Çok kurnaz, arabayı çekileceğini ve bir park yerine terk


edileceğini bildiği bir yere bıraktı. Böylece cesedin birkaç gün
den önce bulunmayacağından emin oldu."
"Temiz bir iş çıkarmışa benziyor" dedi Salvadori sakin bir
ses tonuyla.
"Son yıllarda teknoloji çok gelişti, Mareşal... Neler buluna
bileceğini asla bilemeyiz." Giurato bir yandan sigarasının ekşi
ve sıcak dumanını içine çekmeye devam ediyordu. "Ama kor
karım ki siz haklısınız. Hiçbir şey bulamayacağız..."
Mareşal Salvadori gözlerini yerdeki belirsiz bir noktaya dik
mişti.
"Ne düşünüyordum biliyor musunuz, Doktor Giurato...
Bu sadece bir varsayım, belki sadece bugünün gençlerini tanı
mayan yaşlı bir jandarmanın merakıdır..." Salvadori bakışlarını
yerden kaldırıp Giurato'nun gözlerine dikti. "Enstitüden bir
Profesör dükkâna geliyor, bu sıra dışı bir durum. Bu kız yal
nız yaşıyordu, oldukça özgürdü, psikoloji okuyordu ve bunun
doğal bir sonucu olarak da iç gözlem onun için bir gereklilik
olmalıydı. Ya bu kız bir günlük tutuyorduysa?"

-422-
krmz

34

T revis bu sefer her şeyi hatırlayarak uyandı. Kendini şaş


kın hissediyordu. Büyük ihtimalle morfinle uyutulmuş-
tu. Gözlerini açıp etrafına bakındı. Bir hastane odasındaydı,
yanında bir yatak daha vardı ve yatakta kolunda serumuyla
uyuyormuş gibi görünen bir hasta yatıyordu. Trevis doğrulup
oturmaya çalıştı ama tam o sırada içeri genç bir hemşire girdi:
"Kıpırdamayın, kendinizi zorlamayın, dinlenmeniz gerek."
Kızın ses tonu tatlıydı ama karşı gelmeye izin vermeyecek
kadar da otoriterdi.
Trevis zorlukla fısıldadı:
"Neredeyim?"
"Melegnano Hastanesi'nde. Otobanda bir kaza geçirdiniz ama
şimdi uzanıp dinlenmeye çalışın, gücünüzü toplamanız gerek."
"Neyim var?"
"Birazdan doktor gelecek ve size her şeyi anlatacak; nitekim
çok şanslısınız. Ambulans görevlileri arabanızın ne markasının
ne de modelinin anlaşılmayacak durumda olduğunu söyledi."

-423
krmz

Mario Mazzanti

"Dinleyin beni hemşire hanım." Trevis konuşmakta olduk


ça güçlük çekiyordu. "Ben tıp mezunuyum... Lütfen dosyama
bakıp bana neyim olduğunu söyleme nezaketini gösterin..."
Genç kız gülümsedi.
"Dosyanıza bakmama gerek yok. Tekrar ediyorum çok şans
lısınız Doktor, bu kötü kazayı beyin sarsıntısı ve kaburganızda iki
kırıkla atlattınız."
Trevis rahat bir nefes aldı. Ağır bir hasar yoktu, hareket edebilirdi.
"Güzel, üzgünüm ama burada kalıp..." Trevis tekrar doğru
lup yatakta oturmaya çalıştı ama başı dönüyordu. "Doktoru
çağırın, bütün sorumluluğun bana ait olduğuna dair bir belge
imzalayacağım ama buradan kesinlikle çıkmam gerek."
Hemşire onu yerine yatırmak için şefkatle durdurmaya ça
lıştı. Trevis kızın kollarının ne kadar güçlü olduğunu fark etti
ya da belki zayıf olan kendisiydi.
"Delirdiniz mi Doktor, bu hâlde çıkamazsınız. Şimdi hemen
gidip size dinlenmenize yardımcı olacak bir şey getireceğim."
Genç hemşire kapıya doğru ilerlerken, "Bu arada haber ve
rilmesini istediğiniz birileri var mı, siz bunu düşünün" dedi.
Elbette ya, haber vermeyi istediği biri vardı... Ama durumu
nu bildirmek için değil!
Hemşirenin adımlarının koridorda uzaklaştığını duyar duy
maz Trevis yataktan indi. Ayaklarının soğuk yerle teması onu
biraz kendine getirdi ama etrafındaki her şey dönüyordu. Ka
fasının içi bomboş gibiydi ve vücudunun her yeri ağrıyordu.
Her nefesi göğüs kafesinde bir acı yaratıyordu. Trevis hedefine
ulaşmayı başarabileceğinden emin değildi.
Üstünde arkasını olduğu gibi açık bırakan gülünç hastane
önlüklerinden olduğunu fark etti. Dolaba kadar zorlukla iler-

-424-
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

ledi ama elbiseleri orada değildi. Büyük ihtimalle kazadan geri


kalanlar acil serviste kesilmişti. Ustündekilerden geriye sadece
saati ve cüzdanı kalmıştı. Kaybedecek vakti yoktu, hemşire her
an gelebilirdi... Büyük zorlukla oda arkadaşının kıyafetlerini üs
tüne geçirdi. En az bir beden küçük gelmişlerdi ama sonuçta işi
ni görmeye yeterdi. Ancak o zaman adamın uyanmış, yüzünde
yorgun bir gülümsemeyle kendisini izlediğini gördü.
"Buradan kesinlikle gitmem gerekiyor" diyerek kendini
haklı göstermeye çalıştı Trevis. "Alabilir miyim?"
"Acele edin..." dedi adam, sesi ince bir ip gibiydi. "Keşke
sizinle gelebilseydim..."
Artık Trevis kendini bacaklarının üstünde daha güvenli his
sediyordu. Kafasını koridora uzatıp etrafı kontrol etti.
Dışarı süzülmeden önce adama dönüp, "Teşekkürler" dedi.
Birkaç dakika sonra sokaktaydı. Hemen bir taksi durdurup
"Milano'ya" dedi. "Ama bir telefon kabini görür görmez dura
lım lütfen, acil bir telefon etmem gerek."

Öpüşmeleri bittiğinde Denişe kendini uzak ve sanki tanıdığı


bir duygunun yansımasını yaşıyormuş gibi hissediyordu. Sanki
çocukluğundaki bir yere geri dönmüştü ve aniden kayboldu
ğunu düşündüğü unutulmuş bir koku içinde zorla bir şeyleri
fılizlendirmişti. Görüntü, ses, renk ve duygulardan oluşan bir
anıydı bu. Yoğunlaşıp bu duyguların geri dönmesine yardımcı
olmalıydı, onları yeniden sahiplenmeliydi, kendi özüne döne-
bilmesi için tek yol buydu.
Deria onu tekrar kucakladığında kendini geri çekmedi. Bir
zamanlar olduğu gibi o kasların gücünü hissetti, onu arzuladı,
bu bedenin kurbanı ve suç ortağı olduğu zamanın ne kadar
uzak ya da yakın olduğunu bilemiyordu.

-425
krmz

Mario Mazzanti

Deria'nın onu okşayan güçlü ellerini teninde hissetti, ezici


arzusunu fark etti. Birden içini her şeyi yeniden ve sonsuza
kadar kaybetme korkusu kapladı. Hemen kendini Deria'nın
kollarından kurtarıp geri çekildi.
"Henüz değil... Henüz değil..." dedi zorlukla gülümseyerek.
"Bana on dakika ver" dedi banyoya doğru giderken ve ekledi.
"Merak etme, hemen gelirim."
Denişe aynaya yansıyan görüntüsüne baktı; kalemle çi
zilmiş gibi düzgün bir ovallikte güzel makyajlı bir yüz, el
macık kemiklerini ortaya çıkarmaya yetecek kadar allık ve
gözlerin parlaklığını artıran göz kalemi. Tartışılmaz güzel
likte, çekici ve rafine bir yüz; oysa bu yüz Trevis'e fahişelik
yapmıştı, bu kırmızı ve mükemmel dudaklar D'Avila'nın
ölüme mahkûm edildiğini bildikleri hâlde gülümsemeye
devam etmişlerdi.
Denişe makyajını silmeye başladı. Bu yüz, bu kadın... Bo
ğulması gereken onlardı.
Önce rujdan başladı, kan parlaklığındaki yoğun boyayı ya
vaşça sildi. Bir ara kapının çaldığını duyar gibi oldu ama dikka
tini dağıtmak istemedi. Yavaş hareketlerle ve neredeyse öfkeyle
işine devam etti. Sonucu görmek için sıklıkla aynada kendini
kontrol ediyordu, sanki her defasında aynada hem yeni hem
de eski bir Denişe görmeyi umuyormuş gibi. İşini tamamlama
sı söz verdiği on dakikadan çok daha uzun sürdü. Sonrasında
yüzünü bol suyla yıkadı. Yapılacak bir şey daha vardı. Silmesi
gereken bir koku; Trevis'in kokusu...
Artık aynadan ona, el değmemiş ve temiz bir yüz bakıyor
du. Birlikte yeni bir hayat kurmayı deneyebileceği bir yüz.
Denişe banyoda çıktı.

- 426
krmz

Gör düğüne Asla inanma

Trevis'in içinde bulunduğu taksi Milano'ya girdi. Profesör,


Melegnano'dan adalet sarayını arayıp Giurato'yla görüşmeye
çalışmıştı ama şansı yine yaver gitmemişti. Doktor hâlâ ofis
dışındaydı. Tekrar denemeye karar vererek taksiyi bir telefon
kabininin önünde daha durdurdu. Arabadan inerken çok hafif
bir baş dönmesi hissetti. Artık ezberlediği telefon numarasını
ıvirdi.

Simonetta Rollato'nun yaşadığı ev, küçük ve sıcak bir yerdi;


yatak odası, banyo ve içinde açık mutfak olan bir oturma oda
sı... içerisi büyük ihtimalle akraba ve arkadaşlardan toplanmış
eşyalarla döşenmişti. Ortamdaki tek modern eşya, oldukça kıy
metli Japon marka bir müzik setiydi. Simonetta müziği seviyor
olmalıydı ki sesi tüm saflığıyla dışarı verecek bir ses sistemi için
hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Ama. evde insanın gözüne en
çok takılan şey, çok sayıdaki kitaptı. Her yere yayılmış, köşe
lere dizilmiş bir sürü kitap... Evde kitaplık eksikti ama her bir
köşe karışık ve dağınık bir görüntü yaratmayacak şekilde çok iyi
değerlendirilmişti.
Kapıcı Bayan Teresa sokak kapısında bekliyordu. Giurato
ona hiçbir şey söylememişti ve zavallı kadın merakla korku
arasında kalakalmıştı; artık Simonetta'nın başının dertte ol
duğundan emindi. Birkaç soru sormayı denemiş ama hiçbir
cevap alamayınca pes ederek kapıda durup izlemekle yetin
mişti.-
Giurato kitapları tek tek aramaya, kitap olduklarından emin
olmak için kapak içlerini kontrol etmeye başladı. Sonra sırayla
kasetleri, çekmeceleri ve mutfak dolaplarını araştırdı. Yatağın
altına bile baktı ve sonrasında üzgün bir hâlde Salvadori'ye dö
nerek, "Yok... yok..." dedi.

-427-
krmz

Mario Mazzanti

Tüm o süre boyunca Mareşal Salvadori dairenin içinde hiç


bir şeye dokunmadan gezinip durmuştu. Bayan Teresa'ya dö
nerek sordu:
"Bayan Teresa, Bayan Simonetta günlük tutuyor muydu,
biliyor musunuz?"
Giurato, Salvadori'nin dilbilgisine uygun kibar konuşma
sına hayranlık duydu, kendisi bu şekilde konuşmayı becere
mezdi.
"Hayır" diye cevapladı kadın kesin bir tavırla. "Günlük yok."
"Emin misiniz?"
"Kesinlikle."
"Bayan Teresa, siz Bayan Simonetta'nın evini sadece temiz
leyip toparladığınız hâlde günlük tutmadığından nasıl bu ka
dar emin olabiliyorsunuz? Arada sırada eşyalarını karıştırdığı
nızı mı düşünmeliyim yoksa?"
"Ama ben... Gerçekten de..."
Salvadori tatlılıkla konuşmaya devam etti:
"Hadi ama hanımefendi, aslında sizi anlıyorum biliyor mu
sunuz? iyilik olsun diye yapılan şeyler bunlar. Bazen gençleri
kendilerinden bile korumak gerek ve bunun için de bazı şeyleri
bilmek lazım..."
"Evet, aynen öyle... Gözünüz üstlerinde olmalı, hayata kar
şı o kadar tecrübesizler ki tehlikelerden haberleri yok!" Bayan
Teresa neredeyse ağlamak üzereydi, yüzünü elleriyle kapadı.
"Yüce Meryem, ne utanç!"
Salvadori yanına yaklaşıp kadının koluna girdi.
"Siz çok iyi bir insansınız Bayan Teresa, yanlış bir şey yapma
dınız ve bize çok yardımcı oldunuz. Ama şimdi bizi birkaç daki
ka yalnız bırakın, kapıyı güzelce kilitleyip anahtarı size veririz."

-428
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n ma

Giurato kadının yavaşça evden dışarı süzülmesini bekledik


ten sonra Salvadori'ye dönerek, "Evet günlük falan yok. Baş
langıç noktasına geri döndük."
Salvadori ayakkabılarının ucunu inceliyordu.
"Tam tersi Doktor, evini gördükten sonra Simonetta'nın
günlük tuttuğundan kesinlikle eminim. Ne kadar çok kitap
olduğuna bakın; psikoloji, felsefe, romanlar, şiirler... Hepsi
de kendilerine büyük bir saygı gösterilerek düzgünce di
zilmiş. İçlerinden bazısı gerçekten de çok sevilmiş olmalı.
Ama hiçbir defter ya da not yok... Bir psikoloji öğrencisi
için mutlaka yazılı bir şeylerin olması gerektiğini unutma-
yın.
Mareşal odada birkaç adım attıktan sonra devam etti.
"Sorulması gereken soru şu: Sizce Bayan Simonetti, en gizli
hislerinin Bayan Teresa tarafından öğrenilmesini ister miydi?
Hiç sanmıyorum. Ben olsam günlüğümü Bayan Teresa'nın
ulaşamayacağına emin olduğum bir yere koyardım."
"Ama nereye? Bu kadın her yere yetişir."
Salvadori sakinliğini kaybetmeden, "İyi bir kadın; ne yapı
yorsa iyilik için yapıyor olduğuna eminim... Şimdi düşünelim"
diyerek etrafına bakındı. "Bayan Teresa'nın asla dokunmayaca
ğı ne olabilir?"
Giurato düşünmeye başladı:
"Korktuğu bir şey olabilir, belki... Ama bu çok gülünç, bir
insan evde neden korkar ki?"
"Hayır, hayır, haklısınız" dedi Salvadori, sesi gittikçe heye
canlı çıkmaya başlıyordu. "Bilmediği bir şeyden korkabilir ya
da kırmaktan korktuğu bir şey olabilir..."
"Müzik seti!"

-429-
krmz

Mario Mazzanti

Giurato neredeyse çığlık atmıştı. Hemen teybin ana gövde


sine yöneldi. Mareşal ise hoparlörleri araştırmaya başladı.
Salvadori hoparlörlerden birinin arkasındaki paneli açtı ve bir
şeyler fısıldadı. Kasanın içine kırmızı renkli üç büyük defter sak
lanmıştı. Defterlerden birini alıp hemen son sayfalarına bakma
ya başladı. Geçen pazartesinin tarihi yazılıydı. El yazısı oldukça
genç duruyordu. Salvadori yüksek sesle okumaya başladı:

Her pazartesi olduğu gibi bugün de hem okula gittim


hem çalıştım. Hayatımın merkezi olan, birbirinden tama
men farklı iki dünya. Ama bugün bu iki farklı dünyanın
yolları bir an için kesişti. Ve ben heyecan verici bir şekilde
sadece birkaç dakikalığına da olsa hem tezgâhtar hem öğ
renci oldum. Şöyle ki dükkânı açtıktan hemen sonra içeri
anahtar çoğaltmak için üniversiteden bir profesör girdi.
Ben onun dersini almadığım için kendisi benim üniver
sitede öğrenci olduğumu bilemezdi tabii. Ben de hiçbir şey
söylemeden tezgâhtar kimliğimde kalmayı tercih ettim ama
sonunda dayanamadım ve sanki bir hırdavat dükkânında
konuşulacak en normal konulardan biriymiş gibi Lainge
bir gönderme yaptım. Bana çok kibar davrandı. Hakkım
da birçok soru sordu ve gitmeden önce mutlaka onun ders
lerinden birine yazılacağıma dair benden söz aldı. Kapıda
dönüp bana tekrar gülümsedi; çok ilginç ve etkileyici bir
erkek, çok güzel elleri olan Profesör... "

Salvadori defteri kapatıp Giurato'ya uzattı:


"Burada... Vampirin ismi yazıyor..."
Giurato elini defteri almak için uzattı ama Mareşal Salvado
ri sımsıkı tuttuğu defteri ona vermedi. Bir yandan Giurato'ya
gözlerinde vahşi bir ışıkla bakıyordu.

- 430 ,
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

"Onu bulmanızı bana borçlusunuz." Sesi demir gibi sert çı


kıyordu. "Beni dışarıda bırakamazsınız..."
Giurato başıyla onayladı:
"Anlaştık."
Salvadori defteri bıraktı.

Denişe banyodan çıkar çıkmaz havada farklı bir şey oldu


ğunu anladı. Başta ne olduğunu bulmakta zorlandı, ortamdaki
atmosfere bağlı bir şeydi.
Bir nefesin varlığı gibi ağır ve yoğun bir şeydi. Diğer bütün
sesleri içinde boğan buz gibi, acımasız bir nefes...
Denişe sevgilisine seslendi, cevap yoktu.
Bu yoğun sessizliği bölecek bir ses bekleyişinde hareketsizce
durdu.
Daha yüksek sesle tekrar bağırdı. Sesi, gittikçe daha baskın
bir hâl alan sessizliğin içinde boğulmadan önce duvarların ara
sında titredi.
Bu nefesin boğumları arasında soluduğu başka bir şey daha
vardı, bunu ancak şimdi tüm açıklığıyla fark ediyordu. Keskin
ve kuvvetli bir kokuydu bu. Denişe bu kokuyu daha önceden
tanıyordu...
Nefesini tutarak koridorda bir adım attı, sonra bir tane
daha... O banyodayken kapı çalmıştı.
Artık öne doğru eğilerek giriş kapısını görebiliyordu. Çan
tası ağzı açık bir kenara fırlatılmış, içindeki her şey yere boşal
mıştı.
D'Avila nın hatırladığı ismin içinde yazılı olduğu mektup!
Denişe bir anda her şeyi anladı.

-431
krmz

Mario Mazzanti

Salona gitti. Deria kanepede yatıyordu, yüz hatları ne kadar


asil ve güzeldi; etraftaki tüm o kan olmasa insan uyuduğunu
düşünürdü.
Denişe onun cansız bedenini kucaklayıp kollarında şefkatle
salladı. Bedenindeki sıcaklığın gitmesini engellemek istercesi
ne sımsıkı sardı, ama... Tanrım tüm uzuvları şimdiden buz gibi
olmuştu.
İşte tam o anda diğer odada birinin öksürdüğünü duydu,
çok yavaş bir öksürüktü bu...

Trevis telefon kabininden çıktı, yine Giurato'ya ulaşama


mıştı. Ama bu sefer elinde önemli bilgiler olduğunu söyleye
rek bir not bırakmış, Giurato'nun kendisini kısa bir süre sonra
Denise'in evinde bulabileceğini belirtmişti. Kader bazen ne ka
dar da ironik oluyordu. Birkaç gün öncesine kadar Giurato'dan
uzak durmak için her şeyi yaparken şimdi ona en kısa zamanda
ulaşmak istiyor ama bunu bir türlü başaramıyordu. Enstitüyü
de aramış, kurdun çıktığını öğrenmişti. Denişe de enstitüde
değildi. Bir an içinden bir korku dalgası geçti. Kurdun kim
olduğunu ve şehirde özgürce dolaştığını bilmek, korkusunu
daha bir elle tutulur ve gözle görülür yapmıştı.
Etrafını kontrol ettikten sonra taksiye bindi ve şoföre
Denise'in adresini söyledi.

Denişe banyoya gitti. Küvetin suyunu açtı. Kapıyı kilitle


medi.
Ağlamıyordu, akacak gözyaşı yoktu. Acı hissetmiyordu. So
rumluluğu ve suçuyla baş başaydı, varlığın dayanılmaz ağırlığı
yanındaydı...

-432
krmz

Gö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Sadece tadı bir ölüm... Tatlı bir ölüm...


Soyunup kıyafetlerini özenle katladı, içerisi akan sıcak su
yun buharıyla dolmaya başlamıştı.
Kurt hiç şüphesiz küvete girmesini bekliyordu.
Denişe son bir defa kendine baktı. Görüntüsü aynada bu
hardan boğularak parçalara ayrılıyordu, en sonunda tamamen
buharla kaplandı.
Küvete girdi. Gözlerini kapadı. Artık görecek bir şey yoktu
ne de olsa. Karanlık onu içine almaya başlamıştı.
Kapı kolunun çok hafif bir gıcırtı çıkararak döndüğünü
ve kapının hafifçe açıldığını hissetti. Kurt artık içerideydi ve
kendisiyle birlikte tatlı ölümü de getirmişti. Nefesini, soğuk
ve sert hırıltılar çıkardığını hissediyordu. Onun kim olduğunu
biliyordu...
Soyunduğunu duydu, o da küvete girdi.
Bıçağın soğuk demiri bileklerine girerken acı duymadı.
Onun gergin bedeni üzerindeydi. Karanlık ormanlardan
gelen ağır ve vahşi nefesi dudaklarından birkaç santim uzak
taydı, bıçaksa karnının üstünde.
Kanının bedeninden kaçıp gittiğini hissediyordu, kırmızıya
boyanan suyu görür gibiydi.
Ve işte sonunda bıçak boğazına gelmiş, etini ısırmaya baş
lamıştı...
Denişe büyük bir neşeyle hayatı kendinden uzaklara itti.

- 433 -
krmz

T revis Denise'in evinden sersemlemiş bir hâlde çıktı. Ne


ağlayabiliyor ne de bağırabiliyordu. Her türlü tepkiyi ver
mekten acizdi.
Nefes alırken göğüs kafesinde hissettiği ağrıyı da duymu
yordu. Hiçbir şey hissetmiyordu.
Zihni sadece, o küvette kandan kırmızıya boyanmış suyun
içinde yatan paramparça bedenin görüntüsüyle doluydu. Kurt
ritüelindeki ifade yolculuğunu tamamına erdirmişti. Denise'in
başı bedeninden ayrılarak lavaboya konmuştu. Yıllar önce böy
le bir öngörüde bulunmuş olan yetkili, bahsi kazanmıştı.
Trevis otomatik hareketlerle garaja inip asistanının arabası
na bindi. Yola çıktığında binanın önüne yaklaşmış olan polis
arabalarını fark edemedi.
Alnından sıcak bir şeyin süzüldüğünü hissetti. Kazada al
dığı yara tekrar kanamaya başlamıştı. Trevis acıya aldırmadan
elini bütün kuvvetiyle yaraya bastırdı. Kandan bıkmıştı artık...
Bu kadar kan yeterdi.

-434-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Farkına bile varmadan enstitüye geldi. O saatte binada gece


bekçisinden başka kimse yoktu herhalde.
Geçmişte korku ve endişelerini hep artırmış olan o uzun
koridordan tekrar geçmek zorunda kaldı ama bu sefer kayıt
sızdı. Suçlu olduğunu düşündüğü oysa masum olan ve kurdun
kurbanı olarak ölen Deria'nın odasının önünden geçti. Ve işte
kurdun ini oradaydı. Odanın önünden geçerken hayatı bo
yunca hiç hissetmediği yakıcı bir nefretle dolduğunu fark etti.
Odasına girdi ve kendini koltuğa bıraktı. Gözlerini kapadı ve
hareketsizce zamanın geçmesini bekledi.
Birkaç saniye sonra koridordan gelen müzik sesini duymaya
başladığında hiç şaşırmadı. Konsantre olmaya çalıştı, bu par
çayı tanıyordu. 1930'larda Amerikan besteci Barber tarafından
bestelenmişti: Yaylı Çalgılar için Adagio. Besteci ve eseri Tosca-
nini tarafından keşfedilip üne kavuşturulmuştu.
Trevis dikkatle koridora baktı. Kurdun odasının ışığı yanı
yor, aralık kapıdan sızan ışık koridorun karanlığını bir neşter
gibi kesiyordu. Müzik oradan geliyordu...
Bu kadar aşikâr olan bir şeyi nasıl daha önce anlayamamıştı,
rüya ve neden aynanın var olduğu...
Trevis ambulansta giderken arabaların dikiz aynalarından
ambulansı görüp yolu açacağını düşündüğünde birden aklına,
ambulans yazısının öndeki arabanın aynasından düz bir şekilde
okunduğu geldi çünkü bu yazı, ambulansın üstüne, arabaların
dikiz aynasından düzgün okunacağı şekilde tersten yazılıyordu.
Yirmi yıl önce vampir onu öldürmek için arabayla peşi
ne düştüğünde Olivadotti ne görmüştü? Alfa Romeo Giulia
marka, plakasında Milano'nun kısaltması olan MI harflerini
taşıyan bir araba görmüştü. Olivadotti kendi arabasından hiç
inmemişti, yirmi yıl daha yaşamasını buna borçluydu.

- 435 -
krmz

Mario Mazzanti

Plakadaki MI harflerini dikiz aynasından görmüştü. İşte


bu yüzden rüyasında Telegonos'un yüzünü ortaya çıkar
mak için bir aynaya ihtiyacı olduğunu görmüştü. Olivadotti
Imperia'nın kısaltması olan IM harflerini dikiz aynasından
ters olarak MI görmüştü! Profesör Merisi geçen akşam evine
bırakma bahanesiyle onu pusuya düşürmeye çalışırken aynı
arabayı kullanıyordu.
Meriurgo makalesinin sonunda şöyle diyordu:

Rüyamda iki meslektaşımdan hangisinin bana karşı


kötü davrandığını anlayamadım ama şunu da eklemeliyim
ki son günlerde yeni bir görev atamasıyla ilgili verdiğim bir
karar, bu iki meslektaşımdan birini derinden hayal kırık
lığına uğrattı. Bundan dolayı hastamın kâbusunun kay
nağını bulmak için kendisine gittiğimde dostça bir tavırla
karşılaşmayacağımdan duyduğum korku kendini rüyamda
böyle göstermişti.

Cenevre'deki görevi alamamaktan kaynaklanan hayal kırık


lığından başka neden bahsediyor olabilirdi ki? Deria'yla olan
mücadelesinde kaybeden Merisi olmuştu. Trevis'in bunu iki
gün önce anlaması gerekirdi. Bunu, enstitünün dışında onu
pusuya düşürmeye çalışırken Merisi'nin kendisi bilinçsizce
söylemişti.
Trevis koridorda sessizce birkaç adım ilerledi. Keşke tüm
bunların farkına biraz daha önce varabilseydi. Denişe ve Deria
şu an hayatta olabilirdi. Ve kendi de bir sonraki günü göre
bilirdi. Şimdiyse ölümün bu çürük kokusu içinde artık o da
yaşamak istemediğini hissediyordu.
Güvenlik görevlisini çağırabilirdi ya da bundan şüpheliydi
ama kurt ona biraz zaman tanırsa odasından polisi arayabilirdi.

-436 -
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

Trevis ayakkabılarını çıkarıp anfıye doğru birkaç adım geri


gitti. Duvarda, içinde yangın söndürücü ve bir balta olan cam
la kapalı bir nişin önünde durdu.
Müziğin sesi artmış gibiydi.
Trevis vahşi bir çığlık atarak dirseğiyle camı kırdı ve baltayı
aldı. Boğazından çıktığı kadar tüm sesiyle bağırdı:
"Silah! Akacak son kan için!"
Sonra nefes nefese anfıye koştu, iki balta darbesiyle aydınlatma
sisteminin ana hattını parçaladı. Karanlıkta dövüşeceklerdi, kör
gibi... Onları yöneten tek şey içgüdüleri ve nefrederi olacaktı.
Anfıde birkaç sıra yukarı çıktı, merdivene yakın olacak şe
kilde sıranın arkasına çömeldi.
Biraz soluklanmaya çalıştı ama kaburgaları öncekinden
daha da fazla ağrıyordu.
Saplantılı bir şekilde aynı şeyi düşünüp duruyordu: Ya ben ya
o... Ya da daha iyisi... Her ikimiz de...
Müzik birden durdu.
Etrafta sadece sessizlik vardı. Kendi nefesini duyuyordu.
Sonra uzaktan gelen bir ses duymaya başladı... Koridorda yan
kılanan sert ayak sesleriydi bunlar; telaşlı, ağır ve net adım
lar. Sanki varsayılan bir zamanı sayıyorlardı tıpkı bir saat gibi.
Ayak sesleri yaklaşıyordu, gerçeğin zamanı gelmişti.
Ya ben ya sen. ..Ya da her ikimiz...
Trevis'in gözleri karanlığa alışmıştı. Etrafındaki gölgeler ha
yali formlar kazanıyorlardı. Adımlar daha da yaklaştı.
Trevis Denise'in lavabodaki kafasını görür gibi oldu. Gözle
ri kapalıydı, yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı sanki. Tre
vis elindeki baltaya daha sıkı sarıldı. Nefret bana yol gösterecek,
diye düşündü.

-437-
krmz

Mario Mazzanti

Adımlar çok daha yakındı. Kurt içeri girmişti, içerideydi!


Kapıda hareketsiz duran bedeninin gölgesini görebiliyor
du ama daha çok kokusunu, nefesindeki vahşi heyecanı du
yuyordu.
Trevis tekrar olduğu yere çömelip konuştu. Bu şekilde
Merisi'yi yanına yaklaştırmak istiyordu.
"Biliyor musun, hâl böyleyken Meriurgo Cenevre'deki gö
rev için Deria'yı seçmekle iyi etmiş."
Çok sakin bir ses tonuyla konuşmuştu. Merisi cevap verme
den önce birkaç saniye bekledi.
"Çok da umurumda olan bir görev değildi. Ama tabii şimdi
isviçrelilerin onun yerine yeni birini bulmaları biraz zor ola
cak... Sen zavallı Deria'ya neler olduğunu biliyorsun, değil mi?
Asistanının evinden çıkarken senin geldiğini gördüm. Sadece
birkaç dakikayla eğlenceyi kaçırdın. Sevgili Denişe... Ölürken
ne kadar da asildi!"
Trevis gördüğü korkunç manzarayı kafasından uzaklaştır
maya çalıştı. Sadece sese konsantre olmalı ve kurdun hareket
lerini takip edebilmeliydi.
Merisi devam etti.
"Bir an için eve, senin yanına geri dönmeyi düşündüm."
Kurt hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. "Ama önemli bir şeyim ek
sikti ve ayrıca senin buraya geleceğinden emindim. Seni iyi ta
nıyorum, böylece senden önce gelip sabırla seni bekledim. Ha
bu arada bekçinin yardımına güvenme sakın, kendisi üzücü bir
kaza geçirdi, enstitünün yeni birini bulması gerekecek."
Trevis sessizce başka bir yöne doğru birkaç metre ilerledi,
yerinin kolayca anlaşılmasını istemiyordu. "Görevi Deria'nın
aldığını ne kadar zamandır biliyordun?" diye sordu.
krmz

Gör düğüne Asla İ na nma

"Yıllar öncesinden eski bir dostum olan Olivadotti'yle


Meriurgo'nun muayenehanesinde karşılaştığımız o bahtsız
günden beri. Profesör beni arayıp tercihini açıklamak için
görüşmek istediğini söyledi, bir yandan da tatlı sözlerle beni
yumuşatma niyetindeydi. Ne incelik ama! Her halükârda gizli
haberleri önceden öğrenmek insana hep keyif verir. İnsan ken
dini önemli hisseder. Oysa mesela sen resmî açıklama yapılan
bugüne kadar beklemek zorunda kaldın."
"Böyle kör olmasaydım birkaç gün öncesinden anlayabilir
dim. Bana bu bilgiyi sen kendin verdin biliyor musun? Beni
zorla arabanla götürmek istediğin akşamı hatırlıyor musun?
Enstitünün girişinden daha uzun yıllar girip çıkmak zorun
da olduğunu söylemiştin. Bunu çok emin bir şekilde söyledin
çünkü Cenevre'ye gidenin Deria olacağını biliyordun."
"Öyle ya, o akşam..." Merisi hareket etmeye başladı. "Sana
çok güzel bir sürpriz hazırlamıştım ama sen çok kurnaz çıktın,
Profesör..."
Anfinin ortasına doğru yürüyordu. Trevis onu konuşturma
ya devam etmeliydi. Birkaç metre daha ilerledi.
"Beni öldürmek mi istiyordun?"
"Daha da fazlasını istiyordum... Yok olmanı istiyordum.
Vücudunun parçalarını bin tane farklı yere dağıtacaktım ve
seni temin ederim ki kimse parçaları teşhis edip yapbozu ta
mam layamayacaktı. Sadece güzel kafanı saklayacaktım. Düşün ki
buzdolabımda yerini bile açmıştım..."
"İkonayı evime getirdiğinde de yapmak istediğin bu muydu?"
"Mikail'in olduğu büyüleyici güzellikteki ikona... Rublev'in
eseri olduğunu biliyor muydun?"
Şimdi olduğu yerde duruyor, merdivenlerin basamaklarını
bulmaya çalışıyordu.

-439
krmz

Mario Mazzanti

"Neden o gece Yunan vazosunu da almadın?"


"Hata ettim belki de... Seni düşündürdü değil mi?"
Kurt ilk basamağı çıkmıştı. Trevis dördüncü kademedeki
sıraların arkasındaydı. Her bir kademe için iki basamak çıkılı
yordu. Kurdun kendisine ulaşabilmesi için yedi basamak daha
çıkması gerekiyordu.
"Katilin bilinçaltında, işlediği suçu kendine hatırlatacak bir
şey almak istemediğini düşündürdü. Telegonos efsanesini ha
tırlıyorsun değil mi?"
"Anlıyorum..."
Hâlâ beş basamak vardı. Kurt çok sessiz hareket ediyordu
ama Trevis sesinden yola çıkarak zihniyle onun nerede olduğu
nu görebiliyordu, hem de adım adım.
"Odysseus sevgili oğlunu kendinden uzaklaştırır yani
Meriurgo'nun Deria'ya yaptığı gibi ama diğer oğlu Telegonos
-yani ben- öldüren taraftır. Çok ince değil mi Profesör?"
Üç basamak kalmıştı. Trevis alttan iki sıra öne kaymaya ha
zırlandı, kurdu arkasından yakalayacaktı.
"Belki de doğrudur... Bilinçaltının yolları çok gizemli."
"Hâlâ soruma cevap vermedin. Dün evime beni öldürmek
için mi geldin?" diye sordu Trevis ve bu son işaretti, diye dü
şündü. "Artık nerede olduğumu biliyorsun ya da daha doğrusu
nerede olduğumu bildiğini sanıyorsun." Bunları düşünürken
Trevis bir yandan da en ufak bir gürültü çıkarmadan sıraların
altından aşağı doğru kayıyordu.
"Yerini belli etmemek için ne kadar da anlayışsız davranı
yorsun."
Bir basamak daha... Trevis bütün sırayı geçmişti, merdiven
lere yakın bir yerde durdu. Kısa bir süre sonra ona acımasızca

-440-
krmz

G ö r d ü ğ ü n e Asla İ n a n m a

saldırmak üzere bulunduğu yerden dışarı fırlayacaktı. Baltaya


bütün gücüyle sarıldı.
"Ama hâlâ öğrenmen gereken bir şey var; o da..."
Trevis tam saldırmaya hazırlanıyordu ki Merisi birden ko
nuşmayı kesmişti. Yer değiştirdiğini mi fark etmişti? Onu şüp
helendiren başka bir şey mi olmuştu? Ne olmuştu?
Konuşsana lanet olası, nerede olduğunu belli rt/Trevis'in bey
ninde bu çığlık dönüp duruyordu.
Tam bir sessizlik içinde bir dakika geçti. Trevis hiç kıpırda
mıyordu. Aynı pozisyonda kalmaktan kasları acı içindeydi; ilk
sesi çıkaran kaybetmiş demekti.
Sonsuz gibi gelen bir dakika daha geçti...
Orada olmalı. Benim gibi hareketsiz durup yerimi tespit et
meye çalışıyor. Sıraların altından ilerlediğimi duymuş olamaz.
Arkasından saldırmayı planladığımı tahmin edemez, diye düşü
nüyordu Trevis.
Trevis artık sınırlarını zorluyordu. Kalbi deli gibi atıyor, ne
fesi hızlanıyordu. Kısa bir süre sonra onu birkaç metre uzağında
duyacaktı. Mesafelere yoğunlaştı. Kurt arkası dönük hareketsiz
duruyor olmalıydı. Belki kırk santim kadar daha yüksekte olan
sıranın iç kısmına doğru dönmüş olabilirdi... Trevis yeri hesap
edip aniden dışarı fırladı. Baltayı havada korkunç bir hareketle
salladıktan sonra basamakların üstüne düştü.
Hiç kimse yoktu! Hiç kimse!
Trevis dışarıdaydı ve etrafta kimse yoktu. Kurt sanki buhar
laşıp uçmuştu.
Bu sefer kurdun ona arkadan saldıracağını düşünerek iç
güdüsel bir hareketle aniden arkasını döndü ama karşısın
daki boşluğu görünce Merisi'nin nerede olması gerektiğini
krmz

Mario Mazzant-i

anladı ancak tekrar diğer tarafa dönüp kendini koruyacak


vakti yoktu.
Kurt tüm ağırlığıyla üstüne atlayıp onu sırtından vurdu.
Trevis dengesini kaybedip öne doğru düştü ve merdivenlerden
yuvarlandı. Durduğunda Merisi üstüne çıkmıştı bile, yüzüne
iki kuvvetli yumruk savurdu.
Trevis bilinç kaybı ve acı arası bir sınıra düştü.

Sırtında hissettiği acı onu bir parça da olsa uyuşukluğunun


içinden çıkardı. "Ketamin" diye düşündü ama karşı koyama
yacak kadar bitkindi.
"Çok az bir doz veriyorum Profesör, merak etme bilinci
niz açık olacak. Bana arkamdan saldırmana izin vereceğimi mi
sanıyordun. Oyununu hemen anlamıştım, çok konuşuyordun
çünkü. Böylece yakınımdayken ben de bir sıranın altına sak
landım ve sen dışarı çıkana kadar bekledim. Ne kolay değil
mi?"
"Neden Denişe? Ve Deria?"
Trevis kelimeleri zorlukla kullanıyor, kafasında bir gürültü
varmış, kendi sesi bile çınlıyormuş gibi geliyordu ona. Bir süre
sonra hiçbir şey hissetmemeye başladı.
"Zavallı Denişe... Ve sevgilisi Deria... Ah, affedersin, sen
bilmiyor muydun? Ne patavatsızım! Sen onu çok arzuluyor-
dun değil mi? Ha gayret, bakacak olursan ortada büyük bir
teselli var; senin olmadı ama başkasının da olamayacak.
Kurt, Trevis'in bileğini derince kesti, kan akmaya başladı.
"Acı hissetmedin değil mi? Güzel; zavallı Denise'den bah
sediyorduk... Onunkisi tam bir şanssızlık. Onda sana iletmesi
gereken bir not vardı. Şık çantasının içine koymuştu. Gidip o

-442
krmz

Gör düğ üne Asla İ na nma

notu ondan almam gerekiyordu. Ne ironik değil mi Profesör,


sizin için öldüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca o notta yazan şey o
kadar genel bir şeydi ki beni bulmana yardım etmesine imkân
yoktu zaten."
Bıçak Trevis'in diğer bileğini de kesti.
"Şimdi konsantre olmaya çalış çünkü çok az vakit kaldı. Se
ninle sırrımı paylaşacağım..."
Kurt, Trevis'in yüzünü kendi kanıyla kaplamaya başladı.
"Mükemmellik çeşmesinden kana kana içeceksin, en saf
güzelliği göreceksin ve o an sen de mükemmelliğin bir parçası
olacaksın. Beni anlayabiliyor musun Profesör? Bunun neyin
harika bir vizyonu olduğunu biliyor musun? Ruhtan bahsedi
yorum..."
Kurt, bıçağı Trevis'in boynuna götürdü.
"Ruh... İnsan beyni bu sırrın kudretini anlamaktan acizdir.
Ben bahçelerde çiçek, vadide zambağım. Ben saf aşkın, Tanrı
korkusunun, bilginin ve kutsal umudun anasıyım."
Bıçağı Trevis'in boynuna bastırdı.
"Elementlerin arasındaki ilişkiyi sağlayan aracıyım. Sıcak
olanı soğutup soğuk olanı ısıtırım. Kuru olanı ıslatıp ıslak ola
nı kuruturum; sert olanı yumuşatırım."
Bıçak tenin yüzeydeki dokularını kesmeye başladı. Trevis'in
boynundan bir damla kan süzüldü.
"Rahibin kanunuyum, peygamberin sözüyüm, hikmetli in
sanın öğüdüyüm. Öldürüp hayat verenim ben ve hiç kimse
bensiz kurtuluşa eremez."
Trevis ölmeye hazırdı. Tanrım kafasında nasıl da büyük bir
gürültü vardı, sanki koridorda binlerce insan aynı anda yürü-
yormuş gibi.

-443
krmz

Mario Mazzanti

Kurdun gözleri deli bir alevler içinde yanıyordu, sesi tiz ve


yırtıcıydı.
"Vakit geldi Profesör, ölüm vakti geldi."
Bıçağı tutan elini daha da çok sıktı, kolu enerjiyle doldu,
kasları gerildi...
"Dur! Polis!"
Giurato'nun bağırması havada yankılandı. El fenerleri kur
dun vahşi ve şaşkın suratını aydınlattı.
Mareşal Salvadori polislerden daha hızlı davrandı.
Beretta'sından bir el ateş etti, sadece bir el.
Kurdun, vampirin, Profesör Merisi'nin bedeni tek bir ses
çıkarmadan arka üstü devrildi.
Trevis neler olup bittiğini anlayamıyor, hâlâ hurdaya dön
müş arabasında sıkışıp kaldığını düşünüyordu. Giurato'nun
bağıran sesini duyuyordu:
"Ambulans! Çabuk, bir ambulans çağırın! Kanamayı dur
durmak gerek, bez bağlayalım!"
Bilinci yavaş yavaş kapanırken Giurato'nun ona seslendiğini
duydu. Daha önce hiç duymadığı bir insanlık vardı bu seste:
"Profesör dayanın, birkaç dakikaya hastanede olacaksınız. Vak
tinde yetişeceksiniz! Her şeyi Salvadori'ye borçluyuz biliyor mu
sunuz? Asistanınıza olanları öğrendikten ve Merisi'yi hiçbir yerde
bulamadıktan sonra buraya gelmemiz için bize o ısrar etti..."
Trevis gülümsemek belki de ağlamak istedi ama zihninin
derin bir karanlığa gömüldüğünü hissetti.

Mareşal Salvadori hâlâ Beretta'sını elinde tutuyor, yüzünde


beliren taşlaşmış ifadeyle Merisi'nin cansız yatan bedenine ba
kıyordu.

-444
krmz

Gör düğüne Asla İ na nma

Trevis'i hastaneye götüren ambulansın sesi gittikçe uzakla-


şıyordu.
Giurato yanına yaklaşıp bir elini omzuna koydu. Şefkat
dolu bir ses tonuyla, "Artık gitme vakti, Mareşal" dedi.
Salvadori silahla yavaş bir hareket yaparak karşılık verdi. Yü
zündeki kırışıklıklar içinden çıkılmaz bir arapsaçına dönmüş
tü. Bir sigara yaktı.
"Yirmi yıl..." diye mırıldandı kendi kendine. "Yirmi yıl..."

-445-
krmz

Üç ay sonra, Mayıs 1984

K analın suları, Follonica denizine vuran günbatımının al


tında sakince akıyordu. Kanalın ucunda bir balıkçı sırtı
nı kamburlaştırıp oturmuş; sabırla olta mantarının akıntının
üstünde duruşunu izliyordu. Hafif bir esinti günün ışıklarıyla
kokularını alıp götürüyordu.
Yanına bir adam yaklaştı.
"Levrek avlamak için iyi bir akşam mı?" diye sordu.
Mareşal Salvadori döndü. Trevis'e gülümsemedi, buna ge
rek yoktu.
"Hayır, sanmıyorum. Deniz uzun süredir hiç kıpırdamıyor...
Ama eski bir dosta bir şeyler öğretmek için güzel bir akşam ola
cak. Oturun Profesör, sizin için de bir olta hazırlayayım."

- Son -
krmz

You might also like