You are on page 1of 22

2020-2021 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI

YÜCEL BORU FEN LİSESİ

MÜZİK DERSİ PERFORMANS ÖDEVİ

10 TÜRKÜ, SÖZLERİ, NOTALARI, HİKAYELERİ,


SANATÇILARI, YÖRELERİ

AD: MİHRİNUR

SOYAD: ALTUN

SINIF: 10/A

NUMARA: 151

ÖĞRETMEN: ALİ YAŞAR KARA


HEKİMOĞLU
Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da (Narinim) kendi neslime

Hekimoğlu derler ufak bir uşak


Bir omuzdan bir omuza (Narinim) on arma fişek

Konaklar yaptırdım mermer direkli


Hekimoğlu dediğin de (Narinim) aslan yürekli

Konaklar yaptırdım döşeyemedim


Ünye Fatsa bir oldu da (Narinim) baş edemedim

Ünye Fatsa arası Ordu'da kuruldu


Hekimoğlu dediğin (Narinim) o da vuruldu
HEKİMOĞLU TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Hekimoğlu yiğit mert ufak tefek delikanlı, bulunduğu yerde hakim olan bir Gürcü beyinin kızına
tutulmuş. Kızıyla görüşmesini istemeyen Gürcü beyi ise Hekimoğlu’na düşman olmuştur. Gürcü
beyi haber gönderip teke tek hesaplaşmak istediğini söyletir. Bunun üzerine aynalı martinini alan
yiğit delikanlı geldiğinde ise Gürcü beyin adamları tarafından çevresi sarılarak ateş altına alınır.
Çemberi yararak yaralı kaçar ve Bolu tarafındaki annesinin yanına döner. İyileşir iyileşmez iki
akrabasını yanına alır ve artık dağlara çıkma kararı almıştır. Tekrar Ordu taraflarına dönerek zengin
Gürcülerden aldığı malları fakir halka dağıtmış, bu sayede ise halk onun mertliğine karşı büyük bir
sevgi göstermiş.
Artık olay Gürcü – Türk çatışmasına dönmüştür. Gürcü beyi ise jandarmaya şikayet ederek devamlı
yakalanmasını sağlamaya çalışsa da onu çok seven yöre halkı kaçmasına hep yardımcı olmuş. Bir
gün Hekimoğlu iki akrabasının ölüm haberini alır ve Gürcü beyine bunun hesabını sormak için
beyin yaşadığı yer olan Çiftlice köyüne gider ve muhtara varır. Muhtar Hekimoğlu’ndan gözükse de
aslında Gürcü beyinin adamıdır. Hainlik yapan muhtar ise Bey’e haber salarak Jandarmaya haber
verdirir. Çıkan yoğun çatışmada ise öldürülür. Adına yakılan türküdeki sözler ise yaşadıklarını bire
bir anlatmaktadır.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

ÜMİT TOKCAN

Türk halk müziği sanatçısıdır. Batum´dan göçen Kafkas kökenli bir ailenin oğlu olarak 15 Kasım
1944’te Ordu'da dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokul eğitimini Ordu´da, lise eğitimini İstanbul’da
Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. Orta öğrenim yıllarında Ordu Musiki Cemiyeti´nde ilk müzik
çalışmalarına başladı. Lise yıllarında devam ettiği Türk Musikisi Cemiyeti´nde, Neriman Tüfekçi
ve Nida Tüfekçi gibi sanatçıların öğrencisi oldu.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

ORDU, FATSA
Fatsa, Türkiye'de Orta Karadeniz bölgesinde yer alan, Ordu ilinin bir ilçesidir. Bölge ekonomisine
yön veren önemli ticari merkezlerdendir. Fındık üretiminin yaygın olması ile tanınan ilçe, bu
özelliği ile Türkiye'nin dünyada en fazla organik üretim alanına sahip 30. ülke olmasına önemli
derecede katkıda bulunmuştur. Fatsa coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca idari ve ticari bir
merkez olmuştur. Özellikle ekonomisinin tarıma dayalı olması, bu özelliği kazandıran unsurlardan
biridir.
İKİ KEKLİK
İki keklik bir kayada ötüyor
Ötme de keklik derdim bana yetiyor
Aman aman yetiyor
Annesine kara da haber gidiyor

Yazması oyalı kundurası boyalı


Yâr benim aman aman yâr benim
Uzun da geceler yâr boynuma sar benim
Aman aman sar beni

İki keklik bir dereden su içer


Dertli de keklik dertsizlere dert açar
Aman aman dert açar
Buna yanık sevda derler tez geçer

Yazması oyalı kundurası boyalı


Yâr benim aman aman yâr benim
Uzun da geceler yâr boynuma sar benim
Aman aman sar benim

İki keklik bir kayada yaslanır


Teke de bıçak gümüş kında paslanır
Bir gün olur deli de gönül uslanır
Uslanır aman aman uslanır

Yazması oyalı kundurası boyalı


Yâr benim aman aman yâr benim
Uzun da geceler yâr boynuma sar benim
Aman aman sar benim
İKİ KEKLİK TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Balıkesir’e bağlı Edremit ilçesinin, Güre köyünün halkından kahveci Mehmet şevket efendinin
karısı şöhret hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür. Şöhret hanım, zamanın zenginlerinden
olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş, elbiseleri de
oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış, oğulları Zekeriya Sarıkamış’a Enver Paşa
komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. Bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı
karları teperlermiş. Zekeriya, kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur. Şöhret hanımda
ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır. Keklikler öterken şöhret hanımda oğlunun
acısı ile bu türküyü yazmıştır.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

MUZAFFER SARISÖZEN

Türk folklorcüsü, Türk Halk Müziği sanatçısı ve derleyicisidir. 1899 yılında Sivas'ta doğdu.
İstanbul Konservatuvarı'na gönderildi. İki yıl burada okuduktan sonra Sivas'a döndü. Okul
öğretmenliği ve lisede müzik öğretmenliği yaptı. Sarısözen, derleme gezileri sırasında merakıyla
topladığı bağlama, cura, ney, çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka
gibi birçok halk sazından koleksiyon oluşturmuştur. Prostat kanseri sebebiyle 4 Ocak 1963 tarihinde
vefat etti.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

BALIKESİR,EDREMİT
Edremit, Balıkesir ilinin batısında, Ege Denizi kıyısındaki ilçedir. Edremit, Balıkesir ilinin
dördüncü en büyük ilçesi olup zeytincilik ve Kazdağları ile bilinir. İç turizmin ilk önemli
merkezlerinden olan Altınoluk ve Akçay bu ilçededir.
MİHRİBAN
Sarı saçlarını deli gönlüme
Bağlamışım çözülmüyor
Mihriban, Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü, ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban,
Mihriban, Mihriban
Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor, üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban,
Mihriban, Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama, var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban,
Mihriban, Mihriban
Her nesnenin bir bitimi var ama, var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban,
Mihriban, Mihriban
MİHRİBAN TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim köyünde genç bir kız
görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur.
Mihriban’ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına
gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki
misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini
yakar. Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini
bulur ve kızı isterler. Önce “kız küçük” derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi
ısrarcıdır, gerçeği söylerler: “Kız nişanlıdır…”.Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim,
kızın nişanlı olduğunu duyunca da: “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.”
der.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

MUSA EROĞLU

Türk halk müziği sanatçısıdır. Repertuvarı Akdeniz Bölgesi ve özellikle de Mersin ve Tahtacı
türküleri ile özdeşleşmiş Türk Halk Müziği'nin "üstad"ları arasında kabul edilir. 1944 yılında
Mersin'in Mut ilçesinin Kumaçukuru köyünde doğdu. Alevî Tahtacı Türkmenleri'ndendir. Mut
Halkevi'nde halk oyunları oynadı. 1965'te TRT Ankara Radyosu'nda imtihana girdi fakat
kazanamadı. 1969'da "İkimiz Toprağa Girelim Elif" adlı ilk plağını çıkardı. O yıllarda yeniden
radyoda tar, kemane, koltuk davulu, bağlama, divan sazı çalgılarıyla sınava girdi ve sınavı kazandı.
1970'li yılların sonlarına doğru müzik yönetmenliği de yaptı.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

KAHRAMANMARAŞ
Eski adıyla Maraş, Türkiye'nin Akdeniz Bölgesinde bulunan bir ili ve en kalabalık on sekizinci
kentidir. Kurtuluş Savaşı'nda işgale direnişi nedeniyle TBMM tarafından adı Kahramanmaraş olarak
değiştirilmiştir.
AH YALAN DÜNYA
Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın?
Ben de gülemedim; yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın?
Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Sen ağladın, canım, ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boşuna kandım
Rengi gözümde solan dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Bilirim sevdiğim, kusurun yoktu
Sana karşı benim gayet de çoktu
Felek bulut oldu, üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada
Felek bulut oldu, üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım, eyvah, muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Ah, yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
AH YALAN DÜNYA TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Bu türkünün güftesi Neşet Ertaş’a aittir. Bir mecliste dünya halinden ve geçim sıkıntısından dem
vurularak kendine sorulan sorulara karşılık olarak bir cevap niteliğinde bu türkü ilham olarak onun
içine doğmuştur. Türküde dünyanın gelip geçici olduğu, her şeyin yok olup gideceği, kişinin elinde
bir şey kalmayacağı, gelip geçici olması nispetiyle para ve pulun değersiz olduğu anlatılmaktadır.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

NEŞET ERTAŞ

Türk halk ozanı ve abdallık geleneğinin son büyük temsilcisidir. Yaşar Kemal, Ertaş'ı "Bozkırın
Tezenesi" olarak adlandırmıştır.1938’te Kırşehir’de doğmuştur. Babası bağlama ustasıdır. İlkokula
gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. İstanbul'a gelerek Şen Çalar Plak'ta
ilk plağını Neden Garip Garip Ötersin Bülbül adı ile babası Muharrem Ertaş'a ait bir türküyle
çıkarır. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plak, kaset ve halk konserleri takip eder. 2 yıl
İstanbul'da çalıştıktan sonra Neşet Ertaş Ankara'ya yerleşir ve sahne hayatına burada devam eder.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

KIRŞEHİR
Kent, Kayseri ve Nevşehir ile birlikte Kapadokya diye anılan üçgenin kuzeyindedir. Çoğu ya
kaybolmuş ya da bilinmeyen eserlerin bulunduğu Kapadokya'nın merkezi ise Kırşehir'dir.
Kapadokya Bölgesi, Kayseri merkez olmak üzere Tuz Gölü'nün doğusundan, güneyde Doğu
Toroslar; kuzeyde Kırşehir ve Sivas'ın önemli bir kısmını içine alarak Malatya'ya kadar uzanır.
Kırşehir, Anadolu bozkırının ortasında kültür ve sanat merkezi özelliğine sahiptir. Bugün bile
hayranlık uyandıran Ahilik felsefesinin doğup yayıldığı Kırşehir, göz kamaştırıcı bir kültür varlığına
sahiptir.
GESİ BAĞLARI
Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yarimi aman aranıyorum
Yitirdim yarimi aman aranıyorum
Bir tek selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hallarımı söyleyim
Derdimden anlamaz ben o yari neyleyim
Gesi bağlarında üç top gülüm var
Hey Allahtan korkmaz sana bana ölüm var
Hey Allahtan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm varsa bu Dünyada zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
GESİ BAĞLARI TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Eski zamanlarda Kayseri'de yaşayan bir aile bulunmaktadır. Bu aile kızlarını Kayseri iline bağlı
Gesi ilçesine gelin gönderirler. Ancak eski zamanlarda ulaşım sıkıntısı yaşandığından dolayı kız
ailesini ve annesini göremez. Ulaşım zor olduğu için anne ile irtibat kopar. Onlar da kızı ziyarete
gelemezler. Kız ailesini özler. Fakat kızın bu aile özlemi bir türlü kocası ve kaynanası tarafından
ciddiye alınmaz. Kız ise bu durumu içine atmak zorunda kalır. Kaynanası tarafından şansı olmayan
kız, onun türlü türlü eziyetlerine katlanmak zorunda kalır. Belli bir zaman geçtikten sonra kız ile
kocasının bir çocukları olur. Bu durum kız için bir teselli kaynağı olsa da aile özlemi giderek artar
ve her şey kötüleşir. Kız aile özlemi çekmeye devam eder. En büyük sıkıntısı ise annesinden bir
türlü haber alamamasıdır. Yıllar böyle geçer ve en sonunda kız annesinin ölüm haberini alır. Bu
haberi alır almaz yıkılır ve kendisini Gesi Bağları'na atar. Burada bu türküyü söylemeye başlar ve
durmadan ağlar.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

MUZAFFER SARISÖZEN

Türk folklorcüsü, Türk Halk Müziği sanatçısı ve derleyicisidir. 1899 yılında Sivas'ta doğdu.
İstanbul Konservatuvarı'na gönderildi. İki yıl burada okuduktan sonra Sivas'a döndü. Okul
öğretmenliği ve lisede müzik öğretmenliği yaptı. Sarısözen, derleme gezileri sırasında merakıyla
topladığı bağlama, cura, ney, çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka
gibi birçok halk sazından koleksiyon oluşturmuştur. Prostat kanseri sebebiyle 4 Ocak 1963 tarihinde
vefat etti.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

KAYSERİ
Kayseri, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık 15. şehridir. Ankara ve Konya'dan sonra İç Anadolu'nun
üçüncü büyük kenti ve sanayi merkezidir.16 ilçeden oluşmaktadır. Orta Kızılırmak Bölümünde,
Erciyes Dağı'nın eteklerinde bir ildir.
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Kırmızı gül demet demet
Kırmızı gül demet demet

Sevda değil bir alamet


Balam nenni, yavrum nenni
Sevda değil bir alamet
Balam nenni, yavrum nenni

Gitti gelmez o muhannet


Gitti gelmez o muhannet

Şol revamda balam kaldı


Yavrum kaldı, balam nenni
Şol revamda balam kaldı
Yavrum kaldı, balam nenni

Kırmızı gül her dem olmaz


Kırmızı gül her dem olmaz

Yaralara merhem olmaz


Balam nenni, yavrum nenni
Yaralara merhem olmaz…
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Hikayeye göre, annesinin tek oğlu olan Memet, Erzurum yöresinde yetiştirdikleri ürünleri, bugünkü
Ermenistan’ın başkenti, o dönemler önemli bir ticaret merkezi olan Revan’a kervan ile götürüp
satıyor. Karayağız, güçlü kuvvetli Memet, alışkanlığı üzere her akşam tarla dönüşü, bahçelerinden
derlediği gül demetini getiriyor annesine. Ana-oğul arasında bir simge gibi gül demetleri. Sevgi,
saygı simgesi olan gül demetini anne, duvara asıp kurutuyor, onlara baktıkça oğlunu görür gibi
oluyor, hala Mehmet kervandaysa... Kar var, ayaz var, bir de Veba hastalığı kırıp geçiriyor adeta...
Revan’da hastalığa yakalanan Memet ölüyor ve bir çalı dibine gömüyorlar. Bir Memet değildir
ölen, kervanın çoğu da kurtulamıyor. Ağır ağır Erzurum’a giren kervanı, meraklı gözlerle bekliyor,
analar, babalar, yavuklular. Mehmet’in anası öğrenince durumu, deli olup dağlara düşüyor. Onu
görenler, elinde bir demet kırmızı gül, dilinde “Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet.
Şol Revan’da balam kaldı. Yavrum kaldı...” diye haykırdığını söylemişler.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

MUHARREM AKKUŞ

Muharrem Akkuş, 3 Mart 1940 tarihinde Erzurum’un Aşkale İlçesi’nin Ocaklı köyünde dünyaya
geldi. Sekiz yaşında iken babasının kararıyla Erzurum’a yerleşen sanatçı, ilkokulu Palandöken
İlkokulu’nda okudu. Eğitimine ara vererek, 1952 yılında terzi çıraklığına başladı ve 1960 yılında
kalfa oldu.
Müzik çalışmalarına, 1955 yılında başladı. Erzurum Halk Oyunları ve Türküleri Derneği’ne,
arkadaşlarının teşvikiyle gitti. Bu dernekte, bir ara Erzurum barlarını oynadı ve daha sonra koro
çalışmalarına katıldı. İlk ciddi sınavını, derneğin bir konserinde okuduğu iki türküyle verdi.
Hayatını değiştiren o geceden sonra, sanatçılığa karşı olan babası, fikrini değiştirmiş ve oğluna
destek olmuştur. Bu başarısından ve gördüğü ilgiden ötürü, işe daha bir şevkle sarıldı. Birçok
sanatçıyı radyodan ve plaklarından dinleyerek, repertuarını genişletti. 1960 yılından itibaren,
Erzurum Radyosunda kurulan, Türk Halk Müziği Korosuna ses sanatçısı olarak alındı. 1999 yılında
emekliye ayrıldı. Türk halk müziği repertuvarına, 21 adet türkü kazandırdı.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:
ERZURUM
Erzurum, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık yirmi dokuzuncu şehridir. Nüfus bakımından Doğu
Anadolu Bölgesi'nin en büyük üçüncü ilidir. Erzurum, tarihin ilk dönemlerinden beri yerleşim
yeridir. Şehir, tarihî eserleri ve kış sporları tesisleriyle de tanınır. Yüzölçümü bakımından.
Türkiye'nin en büyük dördüncü ili olan Erzurum'da, temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olup
şehir son yıllarda kış turizmiyle de öne çıkmaktadır. Soğuk iklimi sebebiyle sanayisi gelişmemiştir.
YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun


Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse


Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa açsa da gelse
Annemin yelkeni olsa açsa da gelse
Kardeşlerim yollarımı bilse de…
YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Malkara köylerinden alındığı belirtilen türkünün, filmlere konu olacak hikayesi şöyle: “Çok eskiden
köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep’i,
köylerindeki bir düğüne gelen Ali isimli bir genç görür ve çok beğenir. Köyüne döndüğünde hemen
dünürcü gönderir. Zeynep’i, Ali’ye verirler ve hemen düğünleri olur. Zeynep’in gelin gittiği köy ile
kendi köyü arası üç gün üç gece mesafededir. Zeynep, anne, baba ve kardeşini tam 7 yıl göremez.
Bu özlem Zeynep’in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır, köyün büyük
tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru için için kendi yaktığı türküyü
mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemeni gidermeye çalışır. Kocası, Zeynep’in özlemine pek
aldırış etmez. Kaldı ki, eski sevgisi de pek kalmadığından Zeynep’i horlamaya, eziyet etmeye
başlar. Sonunda bu özlem ve horlanma Zeynep’i yataklara düşürür. Gün geçtikçe hastalığı artan
Zeynep’in düzelmesi için, köyden gelip geçenler anasının, babasının çağrılmasını ister. Başka çaresi
kalmadığını anlayan kocası da, kaynanası ve kayınbabasına haber vermeye gider. Altı gün altı
akşam süren bir yolculuk sonrası köye ulaşan anne-baba Zeynep’i yatakta bulurlar. Perişan bir halde
olan Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır; Anne babası da türküye söylemeye başlarlar.
Çevrelerindeki bütün köy kadınları duygulanıp ağlarlar. Annesi fenalık geçirir. Bayılan Zeynep,
hasretini giderir ama çok geç kalınmıştır. Bir daha iyileşemez ve ölür.”

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:
ÜMİT KAFTANCIOĞLU

Türk, yazar, derlemeci ve radyo programcısıdır. Asıl adı Garip Tatar olan Ümit Kaftancıoğlu,
Ardahan'ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınarı köyünde doğdu. Okuma ve yazmayı çok küçük yaşta
öğrendi. İlkokulu bitirdikten sonra köy enstitüsüne girmek için yollara düştü. 1957'de Cılavuz Köy
Enstitüsü'nü bitirdi. Üç yıl kadar Mardin'in Derik ilçesinde ilkokul, Rize'nin Pazar ilçesinde
ortaokul öğretmenliği yaptı.1961'de Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümünü
bitirdi. Bir süre Türkçe öğretmenliği yaptı. 1974'te TRT'de yapımcı olarak çalışmaya başladı.
Dönemeç adlı hikâyesiyle 1970 TRT Büyük Ödülü'nü aldı. Köy Odası programlarını hazırlayan
ekibin sorumlusu oldu. Hakullah adlı röportajıyla 1972 Ali Naci Karacan Birincilik Armağanı'nı
aldı. 11 Nisan 1980'de vefat etti.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:
EDİRNE
Marmara'nın Trakya kesiminde, Yunanistan ve Bulgaristan sınırında yer almaktadır. Türkiye'yi
Avrupa'ya bağlayan karayolu üzerinde yer alan sınır şehridir. Edirne, Arda ve Meriç ırmaklarının
buluştuğu düzlükte kurulmuştur. Karasal iklim hakimdir.
DOM DOM KURŞUNU

Kaşların arasından
Domdom kurşunu değdi
Bir avcı vurdu beni
Bin avcı beni yedi

Ah dedim ağladım
Yaremi bağladım
Eğdi yar boynun eğdi
Mevlam kerimsin dedi
Hançer yarası değil
Domdom kurşunu değdi
Gel gel gümle gel
Gel gel gümle gel
Gel böğrüme domdom kurşunu

Bugünüm harap oldu


Dünden iyi midir ki
Doktor hasta ben hasta
Benden iyi midir ki

Mahzuni yar benim halımı anlasaydı


Bütün dertliler gibi inleyip dinleseydi
DOM DOM KURŞUNU TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:

Hak etmesine rağmen alevi olduğu gerekçesiyle Kuleli Askeri Lisesi’ne kaydı yapılmayan Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarına besteler yapan ve halkı suça teşvikten yargılanan, hüküm giyen ve işkence
gören Aşık Mahzuni Şerif, kendi memleketinde istenmez. 4 defa evi yakılan ama inat edip her
seferinde evini yeniden yaparak memleketini terketmeyen rahmetli Aşık Mahzuni Şerif’in kahvede
başına bir olay gelir. Sazı elinde türkü söylemektedir. Kahveye silahlı saldırı düzenlenir. Hedefte
Aşık Muhzuni Şerif vardır. Kendisine sıkılan domuz kurşunlarından biri arkadaşının tam alının
ortasına isabet eder ve ölümüne neden olur. Aşık Mahzuni Şerif bu acı olay üzerine “Dom Dom
Kurşunu” bestesini yapar.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

MAHZUNİ ŞERİF

Asıl adı Şerif Cırık olan Mahzuni Şerif, 17 Kasım 1939'da Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesinin
Berçenek köyünde doğdu. Bağlamaya amcası Aşık Fezai (Behlül Baba) sayesinde merak saldı.
1961'da Kuleli Askerî Lisesi'nde gitti fakat maddi zorluklardan ötürü eğitimini yarıda bıraktı.
Mahzuni Şerif, en sert eserlerini 70'li yıllarda yazdı. Bu yıllarda aşıklığını şarkı yazarlığına
dönüştürdü. Aşık Mahzuni’nin 453 plağı, 58 kasedi ve yayımlanmış 8 kitabı bulunuyor. Ayrıca TRT
tarafından hakkında çekilmiş 2 belgeseli var.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:
KAHRAMANMARAŞ
Eski adıyla Maraş, Türkiye'nin Akdeniz Bölgesinde bulunan bir ili ve en kalabalık on sekizinci
kentidir. Kurtuluş Savaşı'nda işgale direnişi nedeniyle TBMM tarafından adı Kahramanmaraş olarak
değiştirilmiştir.
HEM OKUDUM HEM DE YAZDIM

Hem okudum hem de yazdım


Yalan dünya senden bezdim
Dağlar koyağını gezdim
Yiten yavru bulunmuyor
Kurşun gelir sine sine
Merhem koyun yaresine
Öldürmüşler Mehemmed'i
Haber verin annesine
Seni vuran Dağlı mıydı
Kurşunları yağlı mıydı
Düşman seni vurur iken
Senin kolun bağlı mıydı
El yazıya el yazıya
Duman çökmüş Gölyazı'ya
Kurban olam kurban olam
Beşikte yatan kuzuya hey
El veriyor el veriyor
Orta direk bel veriyor
Döndüm baktım sol yanıma
Mehemmedim can veriyor
Atalardan aldım söğüt
Derelere diktim söğüt
Hep kırılsın Avşar eli
Mehmet gitti babayiğit
Karalı bayrak kaldırdım
Çifte davullar dövdürdüm
Kınamayın komşular
Kademsiz gelin getirdim
HEM OKUDUM HEM DE YAZDIM TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:
Kasabanın köklü ailelerinden birinin oğlu Mehmet, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım
delikanlıdır. Çevresinde yaptığı iyilikler nedeniyle sevilen Mehmet Bey, yeni evlendiği eşiyle çok
mutludur. Bir süre sonra oğlu olan Mehmet Bey’in mutluluğu daha da artmıştır. Çorum’dan gelen
telgraf sonrası “Hükümet teli. Bir iş için çağırıyorlar” diyen Mehmet Bey, “Sana, anama da
birşeyler alırım şehirden” diyerek, bir adamıyla yola çıkıyor. Yolları eşkıya tarafından kesilen
Mehmet Bey, bakıyor kaçış zor, teslim olup, parasını, silahını, atlarını da vermek de işine gelmiyor,
gurur meselesi yapıyor. Bir anda kendini yere atıp, adamıyla birlikte başlıyor vuruşmaya.
Kurşunları bitince, “teslim ol” çağrısını yapan eşkıyanın kurşunuyla ölüyor, adamı da ağır
yaralanıyor. Haber kasabaya ulaşınca, anası, karısı, hısımları (Hem okudum hem de yazdım)
türküsüyle ağıt yakıyorlar.

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

AŞIK VEYSEL

Aşık Veysel Şatıroğlu 25 Ekim 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde
dünyaya geldi. Babası Ahmet "Karaca" lakaplı bir çiftçiydi. O dönemlerde Sivas'ta çok yaygın olan
çiçek hastalığı nedeniyle iki kız kardeşini kaybeden Veysel, kendisi de bu hastalığa yakalanmış ve
tek gözünü kaybetmiş. Daha sonraları bir kaza geçirip diğer gözünü de kaybetmiştir.Babasının, Âşık
Veysel'e oyalanması için aldığı bağlamayla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. Âşık
geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy
Enstitüleri'nde saz hocalığı yaptı. Eserlerinde Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. 1973 yılında
akciğer kanseri nedeniyle vefat etti.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:

ÇORUM
Yerli halkın önemli bir bölümünü Türkmen/Çepniler oluşturur. Toprak sanayi ve makine imalat
sanayi çok gelişmiştir. Orta Karadeniz Bölümü'nün iç kısmında yer almaktadır. Doğuda Amasya,
güneyde Yozgat, batıda Çankırı, kuzeyde Sinop, kuzeydoğuda Samsun, güneybatıda Kırıkkale ile
çevrilidir. Çorum, bulunduğu yüksek platoda tipik karasal iklim özelliklerini gösterir.
GİNE YEŞİLLENDİ NİĞDE BAĞLARI

Gine yeşillendi aman aman aman niğde bağları


Aman niğde bağları
Bize mesken oldu aman aman aman gurbet elleri
Aman gurbet elleri
Bilmem hayal midir aman aman aman bilmem düş müdür
Aman bilmem düş müdür
Mektubun gelmiyor aman aman aman yollar gış mıdır
Aman gış mıdır
Bir boyuna baktım aman aman aman birde yüzüne
Aman birde yüzüne
Sürmeler mi çektin aman aman aman ah o gözüne
Aman ah o gözüne
GİNE YEŞİLLENDİ NİĞDE BAĞLARI TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ:

Bey kızına aşık olan ve aşkından dolayı hapse atılan gencin, beyden merhamet dilemek için yaktığı
türkünün öyküsü şöyle: “Cumhuriyetten önceki yıllarda kaçak rakı, üzümü bol olan Niğde’ye 5
kilometre mesafedeki Fertek kasabasında imal edilmekteydi. İç içe bulunan Fertek ile Niğde’nin
Tepe Bağları’nda eski oturak alemleri yapılmakta idi. Bu tarihlerde Niğde’de emrinde 8-10 kişi
bulunan küçük beylikler bulunmakta idi. Gençlerden bir tanesi beylerden birinin kızına aşık olur ve
bu olay da beyin kulağına gider. Bey, kızına aşık olan genci yakalattırıp, hapishaneye attırır. Beyden
merhamet dileyen genç de bu türküyü yakar.”

TÜRKÜNÜN SANATÇISI:

NEŞET ERTAŞ

Türk halk ozanı ve abdallık geleneğinin son büyük temsilcisidir. Yaşar Kemal, Ertaş'ı "Bozkırın
Tezenesi" olarak adlandırmıştır.1938’te Kırşehir’de doğmuştur. Babası bağlama ustasıdır. İlkokula
gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. İstanbul'a gelerek Şen Çalar Plak'ta
ilk plağını Neden Garip Garip Ötersin Bülbül adı ile babası Muharrem Ertaş'a ait bir türküyle
çıkarır. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plak, kaset ve halk konserleri takip eder. 2 yıl
İstanbul'da çalıştıktan sonra Neşet Ertaş Ankara'ya yerleşir ve sahne hayatına burada devam eder.

TÜRKÜNÜN YÖRESİ:
NİĞDE
Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesi'nin güneydoğusunda yer alır. Aksaray, Nevşehir, Kayseri ve Konya
illerine komşu olan Niğde, güneyde Bolkar Dağları ile Mersin ilinden, güneydoğu ve doğudan
Aladağlar'ın oluşturduğu doğal sınırlarla da Adana ilinden ayrılır. Genel olarak İç Anadolu Bölgesi'nde
olan ilin Çamardı ve Ulukışla ilçeleri Akdeniz Bölgesi'nde yer almaktadır.
Termal kaynakları ören yerleri, zengin tarihî dokusu, doğal güzellikleri, dağ ve kış turizmi olanakları;
kenti turizm merkezi yapan önemli unsurlardır.
Halkın esas geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Elma ağacı sayısında Niğde ili ülke sıralamasında ilk
sırada yer alır. Ancak Niğde Merkez Organize Sanayi, Bor Deri Organize Sanayi, halı fabrikası ve diğer
küçük sanayi kolları Niğde halkı için önemli istihdam alanlarıdır. Geleneksel el sanatları bakımından
Niğde önemli bir ildir. Niğde ilinde üretilen halılar dünyanın birçok ülkesinde müşteri bulmaktadır.
KAYNAKÇA

turkuyurdu.com
turku.sitesi.web
wikipedia.org
turkuler.com
listelist.com
arsiv.ntv.com
haberler.com
tiyazar.com
derszamani.net
hurriyet.com
bisorubicevap.com

You might also like