You are on page 1of 9

Kadın Erkek İlişkilerinde Sınırları Korumak | 1.

Kısım

Soru: Kadın erkek ilişkilerinde, özellikle de iş hayatında sınırları korumak zor


oluyor veya bizim “sınır” diye bildiğimiz şeylerin uygulanması çok zor oluyor. Bu
konuda nasıl davranmamız gerekir?
Cevap: İş veya okul hayatında olsun toplumsal yaşamın diğer alanlarında olsun, kadın-
erkek ilişkilerine dair sınırlar Kur’an’da ve hadislerde açıklandığı hâlleriyle bellidir.
İslam’ın bu konudaki prensipleri de aslında zor değildir ancak insanlar aslında kolay olan
bir şey zor görünebileceği gibi zor görünen şeyler de bazı insanlara kolay gelebilir.
Söz konusu sınırlara ve prensiplere kısaca göz atalım ve hemen ifade edelim ki; aşağıda
bahsedeceğimiz sınırlar ve prensipler bir önem sıralamasına tabi tutulmadan sıralanmıştır.
Ayrıca davranışlarımızın sebep ve sonuçları ile dikkat etmemiz gereken ayrıntılar da her
maddenin kendi içinde açıklanmıştır.
1. Konuşma ve Davranış Tarzları
Sınırlar veya prensipler konusunda Kur’an’dan akla gelen ilk ayet şudur: “Ey
Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takva sahibi
olduğunuza göre, yabancı erkeklerle konuşurken tatlı ve çekici bir eda ile
konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan birisi şeytani bir ümide kapılmasın.
Ağırbaşlı ve ölçülü konuşun.”1
Bu ayet her ne kadar birinci derecede ve doğrudan Efendimiz’in (sas) eşlerine hitap etse
de diğer bütün Müslüman kadınlar da dolaylı olarak bu ayetin muhatabıdır. Kur’an,
özellikle kadın-erkek ilişkileriyle ilgili ayetlerde emir ve tavsiyelerini dolaylı yollarla
aktarır. Örneğin; “Şeytan, şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ister,
artık vazgeçtiniz değil mi?”2 ayeti ile kumar ve içki; “Allah size yalnızca murdar eti,
kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adına kesilmiş olanı haram kıldı.”3 ayeti ile
domuz eti açıkça yasaklanmıştır ve bu yasaklama ibareleri doğrudandır. Yahut “Şüphe
yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş şekilde yazılmıştır (farz
kılınmıştır.)”4 ayeti ile namaz; “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş
ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”5 ayeti ile de
oruç farz kılınmıştır ve bu ibareler de doğrudandır.
Ancak, “Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar!...Mümin kadınlara da
söyle gözlerini haramdan sakınsınlar!”6 örneğinde olduğu gibi insanlarda haya veya
utanma duygusu oluşturabilecek konularda Kur’an, o ulvî ve nezih üslubuyla emir ve
tavsiyelerini dolaylı olarak aktarmıştır. Burada tipik bir “Kızım sana söylüyorum gelinim
sen anla.” durumu söz konusudur.
Dolayısıyla Ahzab suresi 32. ayetinde “Ey peygamber hanımları!” şeklindeki hitap
sadece peygamber hanımlarını değil, bütün mümin hanımları ilgilendirmektedir.
O halde kadın-erkek ilişkilerinde İslam’ın koyduğu en önemli sınırlardan birisi, karşı
cinsten olanların birbirleriyle konuşmalarında ağırbaşlılığı ve ciddiyeti korumalarıdır
denilebilir.
Peki neden?
Çünkü her insan tek bir birey olmasına rağmen içindeki benliklerin sayısal fazlalığı ve
toplum içindeki konumlarının çokluğu gibi nedenlerle aynı zamanda birden çok kişidir.
Örneğin bir insan aynı anda hem oğul hem koca hem vali hem de baba olabilir. Oğul
olarak anne babasına karşı davranışları ile koca olarak eşine karşı davranışları farklı
olması gerektiği gibi, baba olarak çocuklarına karşı davranışları ile vali olarak emri
altında çalışanlara karşı davranışları da farklı olmalıdır. Bu insanın çocukları veya eşine
karşı davranışlarındaki samimiyeti, sıcaklığı ve çocukla çocuk olma gibi tutumları emri
altında çalışanlara karşı göstermesi beklenemez. Aynı şekilde, valilik makamındaki
ciddiyeti ve disiplini evde eşine ve çocuklarına karşı göstermesi de yanlış olacaktır. O
hâlde bu insan eşi ve çocuklarıyla, valilik makamında emri altındakilere konuştuğu gibi
konuşmamalıdır.
Bu bağlamda, bir insanın eşiyle konuşurken yapacağı espriler, açacağı konular, imalar ve
benzeri konuşma tarzları yerine göre bazen caiz bazen müstehap bazen vacip olabilirken
aynı konuları ve aynı üslubu bir doktorun hastasına veya bir komutanın askerine karşı
kullanması problem oluşturacaktır.
İnsan varlığını oluşturan maddi ve manevi, biyolojik ve psikolojik birçok parça vardır.
Cinsellik de bu parçalardan biridir ve oldukça güçlüdür. Konuşmaların, ifadelerin, bazı
tavır ve davranışların doğrudan veya dolaylı olarak insan varlığının bu parçasını harekete
geçirmesi realite ve biyoloji açısından doğaldır, beklenen bir sonuçtur. Dolayısıyla bir
insanın eşiyle veya evlenmeyi düşündüğü birisiyle görüşürken konuşulması makul olan
meseleler (özellikle kişiliğinin derinliklerini yansıtacak konular), karşı cinsten iş
arkadaşlarıyla konuşulursa; o iş arkadaşlığı ilişkisinin başka bir yöne doğru gitmemesi
neredeyse imkansızdır.
Konuşmanın sadece konusu değil tavrı, tarzı veya karşı taraftaki çağrıştırdığı izlenim de
önemlidir. Bu nedenle karşı cinsle konuşurken cinsiyeti ön plana çıkaracak bir tarzda
konuşmanın da bir cins sınır ihlali olduğu söylenebilir.
2. Kıyafet Seçimi ve Çağrışımlar
Konuşma gibi kıyafetler ve giyim tarzları da insanın kişiliği hakkında bilgi veren
donelerdir. Hatta insanların belli davranışları ile giyimleri arasında yakın bir ilişki vardır.
Herhangi bir andaki psikolojik durumumuz o andaki giyim tercihimizi yakından
etkilediği gibi herhangi bir durumdaki giyim tarzımız da psikolojimizi, dolayısıyla
konuşmamızı ve davranışlarımızı etkiler. Örneğin; takke, cübbe veya sarık namaz için
şart olmasa da pek çok Müslüman için namazdaki iç huzuru ve konsantrasyonu
sağlamada faydalı kıyafetlerdir. Diğer yandan, sosyal hayatın içinde işlenebilecek pek
çok kötü alışkanlıktan ve günahlardan da insanı koruma potansiyeline sahip kıyafetlerdir.
Yine giyim tarzlarının iş hayatında da okul hayatında da arkadaş ortamında da iletişim
kurulan insanlar üzerinde belli çağrışımlarının olması doğaldır.
Bu nedenle işyerinde veya farklı sosyal ortamlarda sınır ihlali yapılması mümkün, hatta
kolay olan durumlardan bir tanesi de giyim tarzı veya kıyafetlerdir denilebilir. İnsanlar
ister istemez iletişim esnasında başka insanların kıyafetlerine dikkat ederler ve hatta o
insanı o kıyafetle birlikte, hatta o kıyafet bağlamında algılarlar. Çalışma hayatındaki her
insan ister istemez kılık kıyafetine dikkat eder. Bu dikkatin asgarisi kıyafetin işyerine
uygunluğu olabilir. Bunun yanında insanlar kıyafetlerin kendine yakışıp yakışmadığına
da dikkat edebilir. Bir kıyafetin kendine yakışıp yakışmadığına dikkat etmenin asgari
ölçülerde bir mahzuru olmayabilir ancak yakışmak ve yakışmamak konusunun insanın
kendisinin yanında başkalarının kendisine bakışıyla da ilgili olduğu unutulmamalıdır. Her
insan için bir kıyafetin kendine yakışması demek, o insanın o kıyafetle kendisini iyi
hissetmesiyle ilgilidir. Bununla birlikte başkalarının kendisini güzel, yakışıklı veya en
azından uygun görmelerini istemesi demektir. Bu ince nokta da sınır ihlali için kaygan bir
zemin sayılabilir.
Bu noktada özellikle kadınlar için “tesettür” kavramının sadece baş ve boyun bölgelerinin
herhangi bir kıyafetle kapatılmasından ibaret olmadığının, bu bölgeler kapatılsa dahi
tesettürdeki “kadın kimliğiyle dikkat çekmemek” amacına aykırı olacak şekilde
giyinmenin de mümkün olduğunun unutulmaması gerekir. Sonuç olarak, konuşma
tarzında olduğu gibi kılık kıyafet seçimi ve giyim tercihlerinde de iletişim kurulan
insanların (ayetin ifadesiyle) kalplerindeki hastalığı dikkate almak önemlidir.

1 Ahzab, 32
2 Maide, 91
3 Bakara, 173
4 Nisa, 103
5 Bakara, 183
6 Nur, 30-31

Kadın Erkek İlişkilerinde Sınırları Korumak | 2.


Kısım
İslam’ın söylediği aslında şudur: Kadın ile erkeğin iletişimi kendi başına haram değildir
ama o iletişimin tarzına, durumuna, içeriğine göre haramlık bulunabilir. Çünkü insanların
birbirleriyle konuşmaları ve davranışları tek boyutlu değil, helal ve haramın da içinde
bulunduğu çok boyutlu olgulardır. Bu boyutlardan birisi de, insanlar arası iletişimde
mesaj verenin; niyetinden bağımsız olarak karşı tarafa verdiği mesajdır. Bu konu
üzerinde daha ayrıntılı durmak gerekir.
3. İletişimde Karşıya Verilen Mesajlar
Bir insan iletişim esnasında zihninin odaklandığı konudan ve kendi niyetinden bağımsız
olarak karşı tarafa, kendisinin de kast etmediği örtülü mesajlar verebilmektedir. Bu
mesajlar, iletişimin ana malzemesi olan sözlerden kaynaklandığı gibi kişinin o esnadaki
lisan-ı halinden, tavır ve davranışlarından da kaynaklanabilir.
Örneğin; ekonomik sıkıntıları nedeniyle canı sıkkın, morali bozuk, suratı asık ve o esnada
öfkeli bir insan düşünün. Bu insan yeğenini parkta gezmeye götürdüğü bir esnada
yeğeniyle konuşurken ruh hali o konuşmasına yansıyabilecektir ve bu durumda yeğenini
de üzmüş olacaktır. Aslında kastı yeğenine kızmak veya onu üzmek değildir. Ancak
tamamen başka bir mesele nedeniyle bozuk olan morali ve öfkeli konuşma tarzı küçük
yeğeninin üzülmesine neden olabilecektir.
Çünkü bizlerin belirli bir andaki içsel niyet ve hâllerimizin pek çok bağlamda olduğu gibi
sevap ve günah bağlamlarında da, ayrıca iletişim esnasında karşı tarafa verilecek örtülü
mesajlar bağlamında da bir etkisi vardır. Örneğin kadın veya erkek bir çalışanın çalışma
günlerinden birisinde sabah aldığı güzel bir haberle son derece neşeli bir ruh hâlinde
olması mümkündür. Bu nedenle o gün işyerinde de neşeli, şen şakrak davranmaktadır.
Etrafındaki bütün konuşmalara dahil olmakta, yapılan bütün esprilere gülmekte, insanlara
iltifatlar yağdırmakta, kendisine yapılan iltifatları da memnuniyetle kabul edip aynı
şekilde karşılık vermektedir. Böyle bir ortamda, o kişinin kendisinin de haberi
olmayacağı şekilde o kişiyle kadın-erkek ilişkilerinin mahremiyet boyutu açısından
ilgilenen, en azından içsel olarak böyle bir niyeti bulunan veya ayetin ifadesiyle
“kalbinde hastalık bulunan” birisi (ki günümüzde böylesi karakterler az değildir) o
mesajları kendi niyetine uygun olarak yorumlayabilecektir. Nasıl ki kendi sıkıntıları
yüzünden öfkeli olan ve parka götürdüğü yeğeniyle de öfkeli bir şekilde konuşan insanın
amacı yeğenini üzmek değildir ancak o küçük çocuk açısından kendisine bağırılmış veya
öfkelenilmiştir. Aynı şekilde işyerinde o gün neşeli davranışlar sergileyen kişinin
niyetinin, o mesajı kendi istediği gibi algılamak isteyen karşıdaki insan açısından bir
önemi yoktur.
Bu noktada karşı tarafta (kendisi açısından veya maneviyat bakımından) olumsuz bir
çağrışım uyandıran erkek veya kadın da o esnada kendi kişisel niyetinin iyi olması gibi
bir bahaneyle sorumluluktan tamamen kurtulmuş olmayacaktır.
Bu nedenle kadın-erkek ilişkileri bağlamında İslam’ın iş hayatı için koyduğu ölçü;
çalışanların iş hayatında çalışma arkadaşlarıyla profesyonel kimlikleriyle iletişim
kurmaları, özel kimliklerini saklamaları, cinsel kimliklerini ise tamamen
örtmeleridir denilebilir.
Meselenin sevap ve günah bağlamına gelince; parkta yeğeniyle öfkeli bir şekilde konuşan
kişi, çocuklardan nefret ettiği için onlara kızan merhametsiz bir insanla aynı seviyede
günah işlemiş değildir. Ancak çocuk açısından bakılınca onunla öfkeli bir şekilde
konuşulmuştur veya ona kızılmıştır. Benzer şekilde; işyerinde iletişim kurduğu karşı
tarafta kendi niyetinden bağımsız olarak namahrem çağrışımlar uyandıran kişiler de
niyetleri bizzat o çağrışımları uyandırmak olan kişilerle aynı günahı işlemiş sayılmazlar.
Elbette bu ayrım önemlidir ancak sonuçta karşı tarafta o çağrışımlar uyandırılmıştır ve
bunun sonuçlarından tamamen sorumsuz olmak da pek makul değildir.
Son tahlilde; kadın-erkek ilişkilerinde İslam’ın koyduğu sınırları önemseyen, dini ciddiye
alan erkekler veya kadınlar işyerinde sadece profesyonel kimlikleriyle hareket etmeli,
iletişimlerini de bu kimlikleriyle kurmalıdır. İletişimde özel kimlikler mümkün olduğunca
saklanmalı, cinsel kimlikler ise tamamen devre dışı bırakılmalıdır.

4. Dikkat Çekme Eğilimi


Kur’an erkeklerin ve kadınların konuşma tarzları ile giyimlerinden bahsettiği gibi bazen
topuk sesine de atıfta bulunur. Hicab ayeti olarak bilinen Nur suresi 31. ayette kadınlara
yönelik olarak “Gizli olan ziynetlerine dikkat çekmek için ayaklarını yere
vurmasınlar.” buyrulur.
Kur’an’daki bu atıf aslında başka psikolojik noktalara bir göndermedir. “Dikkat çekmek
için ayaklarını yere vurmasınlar.” ibaresi “Dikkatleri kendi bedeninize, bedensel
varlığınıza çekmeyin.” demektir.
Bir kadın doktordur. Mesleğinde de bilgi ve tecrübesiyle, insanlara nazik yaklaşımı ve
sağladığı faydalarla çok iyi bir performans göstermektedir ve dikkatleri üzerine
çekmektedir. Yahut bir kadın iyi bir akademisyendir. Alanında son derece başarılıdır.
Önemli bir konu hakkında bilim camiasının dikkatlerini çeken harika bir makale
yazmıştır. Böyle bir dikkat çekmenin de bir mahsuru yoktur. Dolayısıyla kadın için
“dikkat çekmemek” demek toplumdan soyutlanmak değildir. Mümin kadınlar için önemli
olan dikkatleri bedene, bedensel varlık üzerine çekmemektir.
Kadınların dikkatleri üzerine çekmek için her örfte farklı uygulamaları olabilir.
Başörtüsünü topuz yapmak, diğer her yeri örtülü iken boynu açık bırakmak gibi
uygulamaların yanında ayakları yere vurmak veya topuklu ayakkabılarla dikkat çekecek
şekilde yürümek de bu kapsama girmektedir. Kur’an bu konuda açık bir uyarıda ve
hatırlatmada bulunmaktan çekinmemiş, bu konunun altını özellikle çizmiştir. Demek ki
“dikkat çekme eğilimi” ve bu eğilime kapılarak yapılacak kılık kıyafet veya ayakkabı
(topuklu ayakkabılar da bu bağlamda tartışılabilir) tercihleri, makyajlar ve aynı eğilim
ekseninde ortaya konulan davranışlar İslam’ın öngördüğü kadın-erkek ilişkilerindeki
sınırların ihlali anlamına gelebilecektir.

Kadın-Erkek İlişkilerinde Sınırları Korumak | 3.Kısım


5. Yalnız Kalınan Ortamlar ve Dört Temel Psikoloji
İslam, iki yabancının yalnız başına aynı ortamda bulunmasını net bir şekilde
yasaklamıştır. Konuyla ilgili hadis-i şerifte “Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan
bir kadınla baş başa kalmasın. (Zira üçüncüleri şeytandır.)”1 buyurulur.
İnsan dört temel durumda kendini, kendiliğinden farklı hisseder:
-Tamamen yalnız, kendi başına iken,
-Bir kişiyle beraberken,
-Küçük bir grupla birlikteyken,
-Büyük bir topluluğa dahilken.
Yani insan bu durumların her birinde farklı etkilere bağlı olarak farklı davranışlar
sergileyebilir. Örneğin bazı konuları iki kişi iken daha rahat konuşabilir, birkaç kişilik
küçük bir grupta o konuyu sadece genel hatlarıyla konuşabilir veya hiç konuşamaz. Yine
bir insan yalnız başınayken çok farklı bir hâlet-i ruhiye içindedir, büyük bir topluluğun
içindeyken bambaşka bir insan hâline gelebilir.
Ayrıca Efendimiz (sas) bir hadislerinde insanlara “Sizleri (beraberinde mahremi
bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten men ederim.” buyurunca orada bulunan
Ensar’dan bir adam; “Ya Resûlallâh! Kocanın akrabaları için ne dersiniz?” diye sorar.
Efendimiz bu soruya “Onlarla halvet (yalnız kalmak) ölümdür.” buyurur.2
Bunun da mantığı açıktır: Bir insanın bir başkasını beğenmesi, beğendiği insana yakınlığı
ve onu tanıması çerçevesinde gerçekleşir. Bazen fiziksel özellikler, bazen davranış
özellikleri, bazen kültürel aşinalık gibi durumlar, bazen düşünme ve konuşma tarzları bir
insanın diğer insanı beğenmesinde etkili olan hususlardır. Bunların çoğu beğenilen kişiyi
tanımaya bağlıdır. Bu nedenle bir başkasını beğenme ölçütlerinde beğenen kişinin kendi
yakınlarına ait özellikler de etkilidir.
Bu durumda akrabalık, komşuluk ve iş arkadaşlığı gibi insanların birbirlerini daha
yakından tanıdığı, karşılıklı iletişimin kolaylaştığı zamanlarda şer ve günah için de
görüşmek daha kolay hâle gelebilecektir.
İnsanlar elbette ki bir arkadaşıyla veya kocasının akrabalarından veya arkadaşlarından
biriyle görüşmeyi masum görebilir. Onlarla herhangi bir ortamda yalnız kalmayı da
sakıncalı bulmayabilir. Çünkü insanların kendilerinin dahi farkında olmayabilecekleri
potansiyel sakıncalar onlara anlatıldığında bu anlatılanları kendileri için geçerli gerçekler
saymayabilirler. Bu bakımdan çoğu ortalama insanda bir parça “Ben yapmam, bende öyle
şey olmaz!” eğilimi vardır. Ancak bir insanın başka insanlara göre eskiden beri (mesela
okuldan) arkadaşlığı devam eden birisinden hoşlanıyor olması da hoşlandığını ifade
edebilmesi de daha olasıdır. Aynı şey akrabalar için de geçerlidir.
İş arkadaşlığı da yukarıda alıntılanan hadisteki yakınlığa dahil sayılmalıdır. Hadiste her
ne kadar yakın akrabalardan bahsedilmiş ise de uzun zaman mesai paylaşmanın getirdiği
iş arkadaşlığı ve o arkadaşlıktan kaynaklanan aşinalık veya samimiyet insanlar arasında
belli bir yakınlık oluşturabilecektir.
Bir insan çok saçma ve yanlış bile olsa bir cümleyi defalarca duyduğu zaman onun
doğruluğuna daha fazla inanmaya başlar. Yahut örneğin herhangi bir diş macununun
içeriğini, üretim aşamalarını, üretim yerindeki hijyen durumunu bilmese de reklamlarla o
diş macununun ismini duya duya o macunu kullanmakla kendini daha sağlıklı, daha iyi
hisseder. Propagandalar da aynı psikolojik eğilimler nazara alınarak yapılır. Uzun süreli
ve yoğun propagandalara maruz kalan insanlar o propagandalardan ister istemez etkilenir.
Bunlar bilimsel literatüre girmiş çalışmalara konu olan meselelerdir. Bu durum reel hayat
için de reel hayatın içindeki iş hayatı için de geçerlidir. Çoğu insan işyerinde evinden
daha fazla vakit geçirir ve dolayısıyla iş arkadaşlarıyla ailelerinden daha çok görüşürler.
Bu nedenle aldatma vakalarının en çok işyeri arkadaşlarıyla gerçekleştiği de bilinen ve
araştırmalara konu olmuş bir husustur.
Bu noktada belirtmemiz gerekir ki: Örneğin bir asansör süresi boyunca karşı cinsten
birisiyle bir ortamda yalnız kalmanın kendi başına ciddi bir problemi yoktur. “Hiçbir
problemi yoktur.” denilemez ancak “Bu tamamen problemlidir.” de denilemez. Bu
nedenle örneğin tamamen kadınlardan oluşan bir asansöre binmek veya en az 3-4 kişinin
olduğu bir asansöre binmek gibi çabalara girmek her zaman gerekmeyebilir. Ancak aynı
ofiste karşı cinsten birisiyle direkt yalnız kalınması veya en az üç kişinin çalıştığı bir
odada üçüncü kişinin sık sık dışarıda işi olduğu için iki kişinin uzun süre yalnız kalması
ciddiye alınması gereken riskler içermektedir.
Bazı meseleler insan kontrolünün dışındadır. Aynı asansörle inip çıkma, merdivende inip
çıkma, iş çıkışının aynı saatte olması nedeniyle aynı otobüse binme, aynı durakta
bekleme, aynı otobüste veya serviste seyahat ediyor olma, öyle denk geldiği veya mecbur
kalındığı için yan yana koltuklarda oturma gibi günlük hayatın akışı içindeki birkaç
dakikalık yalnız kalmalar da tamamen problemsizdir denilemez. Özellikle yolculuk
esnasında yan yana oturmalarda yapılan konuşmalar işyerindeki profesyonel iletişim
dışında daha samimi bir iletişim doğuracağı için daha sakıncalıdır denilebilir. Ancak asıl
sakınca bizzat aynı ofiste yalnız kalma veya örneğin herhangi bir projeye çalışırken
herhangi bir ortamda iki kişinin baş başa çalışma niyetiyle de olsa yalnız kalmalardır.
6. Gözün, Kulağın, Dilin, Elin, Ayakların ve Kalbin Zinası
Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sas) “Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası
dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir.
Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir ya da boşa
çıkarır.”3
Evet! Hadisin de işaretiyle gözün cinsel çağrışımlar uyandıracak şeklide bakması, kulağın
şehvet duygularını uyandıracak şeyler dinlemesi, dilin bu konuları konuşması, ellerin bu
hislerle teması, ayakların bu yolda yürümesi, kalbin böyle bir şeyi arzu etmesi zinadan bir
parçadır. Bütün bunların bedenin zinası haline dönüşmesi ise genellikle kişinin iradesine
kalmıştır.
Demek ki hadisin işaretiyle insandaki farklı psikolojik fakültelerin de zinadan bir hissesi
olabilmektedir. Şöyle ki:
İnsan genellikle aklını gerektiği gibi kullanmaktan uzaktır. Şikâyet etmekten ve hayallere
dalmaktan da son derece hoşlanır. Örneğin, bir insan eşiyle tartışabilir. Daha sonra
önceden de tanıdığı ve aşina olduğu karşı cinsten biriyle karşılaşır. Ancak karşılaştığı
kişiyle o gün veya yakın zamanlarda tartışmış değildir. Bu nedenle zihnine “Bu
kadın/erkek benim karımdan/kocamdan daha iyi ve hoş birisi. Bununla evli olsaydım
daha iyiydi.” gibi bir düşünce gelebilir. Oysa o kişiyle evli olmuş olsaydı benzer
tartışmaları onunla da yaşayacaktı. Fakat insanın şikâyet etme ve hayallere dalma eğilimi
böylesi düşünceleri ve eğilimleri doğurabilmektedir.
Bu noktada akla bu tür düşüncelerin ister istemez gelmesinin günah olup olmayacağı
sorulabilir. İnsanın kendi iradesi dışında zihnine veya gönlüne gelen şeylerden sorumlu
olmayacağı genel bir ilkedir. Ancak zihne veya gönle gelen olumsuz veya caiz olmayan
düşünceler ve hisler kendi bakış açımız, niyetimiz ve benzeri fiillerimiz nedeniyle
zihnimize geliyorsa bundan sorumlu oluruz.
Ayrıca bu tür düşünceler insan zihninde bir sefer oluşup bitmezler. Bu düşüncelerin
tahayyül, tasavvur, taakkul ve tasdik aşamaları vardır. Dolayısıyla bu düşünceler bizzat
realiteye dökülebilecek kadar devam ettirilebilir ve insan tarafından büyütülebilir,
gerçeğe dönüştürülebilir. Bu konuda sitemizde yer alan “Akla Gelen Kötü Düşünceler”
başlıklı yazının özellikle ve dikkatle tekrar okunmasını tavsiye ediyoruz.
Sonuç: Sosyal hayatın herhangi bir alanında veya genellikle işyerlerinde kadın erkek
ilişkilerinde bir ölçünün olmaması, sınırların net belirlenmemesi ve iş profesyonelliği
dışındaki gereksiz samimiyete dayalı iletişim ve ilişkilerin getirdiği zararlar açıktır. Bu
zararları batı dünyası da profesyonel iş çevreleri de bilmektedir. Yine bu zararlar çeşitli
araştırmalara ve istatistiklere yansımıştır. Konunun hukuki boyutu da vardır ve konuyla
ilgili açılan davaların sayısı hiç de az değildir. Örneğin bir işyerinde duygusal yakınlık
yaşanmasıyla işyerinin düzeni bozulacak seviyede bir durum var ise duygusal yakınlık
yaşayan iki kişinin de işten çıkartılabileceğine dair mahkeme kararları vardır. Bu tip
olaylara dünyanın her yerinde rastlanmaktadır.
Demek ki işyerinde bir arada çalışan kadınlarla erkeklerin birbirleriyle iletişimleri ve
birbirlerine karşı davranışları konusunda modern dünyanın da kendine özgü sınırları ve
ölçütleri vardır. Çünkü bu konu gerçekten sorunlu bir alandır ve sorunlar hâlen
çözülebilmiş değildir. Getirilen hukuki ve etik çözüm önerileri vardır. Bu bağlamda
işyerleri hadisleri ve ayetleri bir referans olarak almak istemeyebilirler. Meselenin sadece
dini bir konu olduğunu da zannedebilirler. Ancak mesele sadece dini değil sosyal,
psikolojik ve hatta ekonomik bir mevzu hâline çoktan gelmiştir.
7. İşyerindeki Sorunlar ve Çözüm Yolları
Günümüzde işyerleri, modern yaşamın kendi koşulları içinde oluşmuş organizasyon ve
kurumlardır. Dinini ciddiye alan bir personel olarak kadın veya erkeğin tek başına o
işyerindeki maddi ve manevi koşulları değiştirmesi pek mümkün değildir. Bu nedenle
dindar çalışanların işyerinde namaz kılmaktan tutun kadın-erkek ilişkilerinde İslami
sınırlara riayet etmeye varana kadar bu gibi sorunları çözmeleri için iki yol vardır.
Bunlardan birincisi formel yollar, ikincisi ise informel yollardır.
Formel yollar, işyerinin sistemiyle ilgili sorunlar çıkarabilecek, çalışanın göze batmasına
neden olabilecek yollardır. Örneğin namaz kılan bir çalışan çalıştığı işyerinde namazlarını
kılamamaktan şikâyet edebilir, yetkililerden işyerinde bir mescit açmalarını isteyebilir,
namaz vakitlerinde işini bırakıp namaz kılmaya gidebilir. Bunlar, işyeri dini
hassasiyetlere sahip değilse yetkililer açısından sorun oluşturabilecektir.
Bu tip çözüm önerilerinin yanında bir de informel yollar vardır. Yine namazlarını kılan
bir çalışan işyerinde namaz kaçırabilecek kadar yoğun çalışıyor olabilir. Ancak kendisine
uygun, belki bir seccadenin sığabileceği kadar temiz bir yer bulabilir, kısa molalarından
birini öğlen veya ikindin namazı (gerekirse ikindi namazının sadece farzı) için ayırabilir.
Ayrıca bu çalışanın işyerinde başarılı olması, yaptığı işi iyi yapması ve çalışma ahlakı
açısından da örnek birisi olması bu konudaki sorunların çözümünde önemli hususlardır.
Peki konumuz itibariyle kadın-erkek ilişkileri açısından yaşanabilecek sorunlar informel
yollarla nasıl aşılabilir?
Öncelikle bu meseleler bir çatışma konusu hâline getirilmemelidir. Özellikle de dini
hassasiyeti olmayan insanlara “Ben dindarım, iffetime dikkat ediyorum. Siz dindar
değilsiniz, bu konularda fazla gevşeksiniz.” izlenimi uyandıracak sözler söylenmemelidir.
Diğer yandan, çalışan kadınların veya erkeklerin işyerinde sadece profesyonel
kimlikleriyle bulunmaları, iş ilişkisi veya iletişim anlarında mesafeyi korumaları kendileri
etrafında zaten adeta bir kalkan oluşturacaktır.
Ayrıca işle ilgili başarılarınızı takdir eden bir üst amir yoluyla karşı cinsten biriyle yalnız
kalmaya yol açmayacak bir ofis değişikliği talep edilebilir. Gerekirse bu durum açıkça
söylenebilir ve anlayış beklenebilir.
Böyle bir durumun mümkün olmadığı hastane nöbeti gibi durumlarda ise istiaze, yani
Allah’a sığınma, namazlarına dikkat etme, dua, işyerinde günlük iş yaşamının diğer
noktalarında iletişime ve ilişkilere dikkat etme önemlidir denilebilir. Tabii ki her çalışan
kendi özel koşullarında kendi özel çözümlerini üretebilir.

1 Buhari, Nikah, 111; Müslim, Hac, 424


2 Buhari, Nikah, 112; Müslim, Selam, 20
3 Buhari, İsti’zan, 12; Müslim, Kader, 20-21

You might also like