You are on page 1of 98

Lysander SPOONER

HUKUK NEDİR?
(SEÇME METİNLER)

Derleyen & Çeviren


Muzaffer DÜLGER

onikilevha
ıımm ımrn
!!il ! I Hl il il 11111
Derleme Üzerine Birkaç Söz

Lysander Spooner (1808-1887) liberteryenizm ve anarşizm


literatüründe ismi sıklıkla anılan, fakat Türkçe akademik çalış­
malarda yeterince 1 ilgi görmemiş ve kendisine ait eserlerden he-
nüz hiçbir tanesi Türkçeye çevrilmemiş olan bir 19.yy. Amerikan
düşünürüdüı: Elinizde tuttuğunuz bu kitap, Spooner'in ortak bir
tema çerçevesinde birbiriyle ilişkili değerlendirilebilecek dört adet
metninin çevirisinden müteşekkildir. Kitap bir derleme olduğu için
kendisinden yaklaşık bir buçuk asır sonra yapılan bu işi öngö-
remeyecek olan yazarının kitaba ilişkin bir önsözü de olamayacağı
önsöz mahiyetinde birkaç söz söyleme işini ele geçirerek
hususa değinmem belki okuyucu için yararlı olabilir. Sözü
kısa tutacağım. Benim de Spooner ile tanışmam -desteklediğim
değil fakat merak ettiğim için okumalar yaptığım- liberteryen
düşünce ve onda gömülü vaziyetteki bireyci-anarşist bakış açısını
işleyen eserler vasıtasıyla oldu. Kendisini bilenlerin bildiği, devlet
ile haydut çetesini ilişkilendirdiği şu ünlü pasajı benim açımdan ilgi
çekiciydi ve diğer metinlerini karıştırmam konusunda bir motivas-
yon
"Devlet tıpkı bir eşkıya gibi 'ya paran, ya canın' der. Vergilerin ta-
mamını olmasa bile çoğunu bu tehdit altında toplar... Devlet, ıssız bir
pusuya yatıp, yol kesip, kafaya tabanca dayayıp cep boşaltmaz.
Ama soygun yine de bir soygundur. Hatta bu seferki, daha namert-
Eşkıya kendi eylemine ait tehlike ve suçun sorumluluğunu
tamamen kendisi üstleniı~ Sizin paranız üzerinde bir hakkı varmış
veya bu parayı sizin kendi yararınız için kullanmaya niyetliymiş gibi
davranmaz ...... O kadar yüzsüzleşmemiştir. Dahası, paranızı alınca

1 Bu kitabın hazırlığının tamamlanması ve Yayıncısına gönderimi esnasında Spoo-


ııer üzerine sadece bir adet akademik kitap bölümü söz konusuydu: Murat İnce,
'Lysaııder Spooııer'in Siyaset ve Hukuk Teorisi' Liberteryenizm ve Anarko-Kapita-
lizm (Ed, Coşkun Can Aktan), Sobiad Yayınları, 2019, ss.180-196.
VI Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

sizi bırakır, ki siz de zaten bunu istersiniz. Hakiki egemeninız olduğu


varsayımıyla size koruma sağlamak adına, yol boyunca sizi ısrarlı
biçimde takip etmez. Önünde eğilip kendisine hizmet etmenizi em-
rederek, şunu yapmanızı isteyip bunu yapmanızı yasaklayarak, çıkarı
ve keyfi ne zaman gerektirirse daha çok paranızı çalarak. otoritesinı
tartışmaya kalktığınız veya taleplerine direndiğinizde derhal sizi is-
yankar, vatan haini ve ülkenin düşmanı olarak damgalayıp acımadan
kurşunlayarak sizi 'koruma'yı sürdürmez. Yani eşkıya bunca sahte-
karlık, alçaklık ve aşağılamanın suçlusu olmayacak kadar centilmen--
dir. Sizi soymasına ilaveten kendisinin bir kuklası ve kölesi yapmaya
çalışmaz." 2

Bir çeşit buyruk olarak 'hukuk kuralı' ile bir haydutun buynı
ğu arasındaki farklaı~ herhangi bir hukuk öğrencisinin çok sıklıkla
olmamakla birlikte 3 bir hukuka giriş kitabında da karşılaşabileceği,
hukukun buyurucu karakterini tanımlamakla alakalı önemli ayrım­
lardan biridir: Bir haydut çetesiyle benzeştirilsin ya da benzeştiril
mesin, hukukçu her şekilde devletin faaliyet alanının dolayımında
iş görür; bazen kamu gücünün bir kullanıcısı, bazen yargılayıcı,
bazense kamu gücü ile birey arasındaki irtibatı ve iletişimi sağla­
yıcı bir misyon üstlenir. Kimi zaman o gücün kullanımı konusunda
ciddi boyutlara varan sorunlarla karşı karşıya gelir ve hatta bazen
kendisi de bunların bizzat sebebi oluverir. Yukarıdaki pasajdan
da çıkarılabileceği üzere, zaman zaman devlet ile haydut çetesi
arasındaki çizgi epeyce silikleşebilir; yahut devlet organizasyonu
birtakım özellikleri yitirdiği durumda, bir haydutluk ve zorbalık
organizasyonuna kolayca dönüşebilir. John Locke'un mihmandarlı­
ğında gelişmiş, bireyi merkeze koyan doğal hakçı liberal geleneğin
devlet faaliyetine karşı şüpheler üreten düşünce çekimine kapılmış
bir yazar olarak -hükümet/devlet ayrımları yapmaksızın doğrudan
'devlet' diyerek- yukarıdaki anarşizan satırları kaleme almış olan
Spooner, devlet faaliyetindeki bu olumsuz dönüşüm ihtimalinin far-
kındadır. Bu ihtimalin farkında olarak, devlet kavramının karşısına
çoğu kez "doğal hukuk" kavramını geçirerek konuşuı: Bu kavramı
bir nevi "birey"i koruyucu bir kalkan gibi kullanmaya çalışır. Belki
bazen abartır, fazla tepkisel ve indirgemeci konuşur, ancak meslek

2 Lysander Spooner, Na Treason: The Constitution ofNo Autlıority (Na. Vl), Boston,
1870, s.12. Bu arada Spooner'iıı yukarıdaki pasajının yer aklığı eseri, bu derle·
meye alınmamıştır. Bu derlemede onun zihnindeki devlet kavramına değil hukuk
kavramına odaklanılarak hareket edilmiştir. Bir seri olarak yayımladığı Na Trecı·
son başlıklı broşürleri ayrıca üzerinde çalışılmaya değer eserlerdiı:
3 Bu konuda Augustinus'un Civitas Dei'sinden yola çıkıp örnek bir değerlendirme
sunan: Kemal Gözleı; Hukuka Giriş, 14.b., Bursa: Ekin Yay., 2017, s.53.
Derleme /herine Birkaç Söz VII

ten hukukçuluğu ile anarşistliğinin arasına doğal hukuk kavramını


bu açıdan anlamlıdır.

Hayatı boyu Amerikan devletiyle didişmiş 4 ve metinlerinde


devlet organizasyonunu radikal bir söylem içerisinde haydut çetesi-
ne benzeştiren, kısacası neredeyse her yönüyle "anarşist" bir yazar,
aynı zamanda meslekten bir hukukçu ise, işte o zaman ilgi çekici
oluyor. En azından benim için öyle oldu. Böylesi bir karakterden ne
bir hukuk tanımı çıkabilir düşüncesiyle metinlerini karıştırdım.
Metinlerini karıştırdığımda, sanki "tek tek ve ufak tefek fikirlerimin
üzerinde hükümran olacak derecede büyük fikirlerim olmasın;
tüm düşünce alemimi yönlendirici bir kaynağım ya da düşüncemin
arkhe'si olmasın" dermiş gibi sistematik ve hiyerarşik bir düşünsel
amaçlanmadığı, yani yine gayet anarşizan bir yazarçizerlik
hayatıyla karşılaştım. Belki klasik anarşizmin Proudhon, Bakunin
ve Kropotkin gibi önemli isimlerinin yanma Spooner'in sokulama-
masının sebebi, bu düşünsel dağınıklığında da görülebilir. Düşün­
celerini sistemleştirmemiştir. Düşüncelerini tutarlı ve sistematik
bir bütün haline getirmek adına teorik metinler kaleme almamış,
bunun yerine, haftalık yazılar yazan bir gazete yazarı edasıyla
anki gündeme dair yazılar ve eleştiriler kaleme almıştır. Bazen
kölelik, mülkiyet, alkol satışı, vergi ve yoksulluk sorunlarına dair,
bazense jürili yargılama sistemi yahut posta hizmetlerinin çeşitli
problemlerine ilişkin çok geniş yelpazede metinler yazmıştır. Bun-
ların pek çoğu dipnotsuzdur, açık şekilde bir otoriteye dayanarak
buna rağmen satır aralarında ismini anmadığı filozof-
ları çoğu zaman görebilirsiniz. Görüntüde akademik olmayan bu
metinlerin neredeyse tamamında kamuoyunda etki yaratabilmeye
dönük bir anlatım duruluğu göze çarpar; net bir biçimde kendisini
herkesi kışkırtmak ister Spooner.

4 Spooneı; hayatı boyunca devlet faaliyetlerinin ve düzenleyiciliğinin çeşitli biçim-


lerine karşı sürekli hem eylem hem de yazıyla karşı koymaya çalışmıştıı: Örneğin
avukatlık mesleğini icra edebilmek için kolej eğitimi alma şartını eleştirmiş, bu
şartı sağlamaksızın avukatlık ofisi açarak çalışmaya çalışmıştıı: Posta hizmetleri-
nin devlet tekeliyle yürütülmesine karşı özel posta servisi açmış ve bir müddet
sonra batmıştıı: Serbest girışimin önüne borçlanma engelleri oluşturacak şekilde
borç verenleri oligopol haline getiren korumalı bankacılık sektörünü ve emek ha-
reketini bastırıcı devlet ve devlet destekli/korumalı sektöre! yapıları eleştiren pek
çok yazı ve lıroşü r kaleme almıştn: Bir dönem emlak sektörüne atılmış ve bir nehir
direnajı çalışmasında mülkiyetine zarar verdiği gerekçesiyle devlet faaliyetlerini
yargı onüne taşımış ve neticede yine kaybetmiştiı: Kısacası Spooııeı; örneklerini
daha da bollaştırabileceğinıiz üzere, sürekli devlet kurumlarıyla çatışmıştıı: Bu
örneklerin bazıları ile ilgili olarak bkz. ince, a.g.e.
VIII flııkıık Nedir? (Seçme Metinler)

Peki öyleyse bu derlemede ben niçin belli başlı bazı metinleri


derledim ve çevirdim? Belki bilinçli olarak dağınık olan bu anarşist
yazardan, dağınık olmayan birşeyler çıkarmak gibi bir hadsizliğe
girişmişimdir. Ama amacım "anarşizm" ve "hukuk" gibi birbirini
iten kavramların arasında kendini oksimoron bir portre haline
getirmiş olan Spooner'in zihnindeki "hukuk" tanımına varmaya ya
da yaklaşmaya çalışmaktı. Merak ettiğim buydu: böylesi bir kişinin
zihnindeki 'hukuk'u merak ettim. The Unconstitutiona/ity ofSlavery
[Köleliğin Anayasaya Aykırılığı] isimli kitabının ilk bölümünün baş­
lığı doğrudan "Hukuk Nedir?" idi. İşe yarayabilirdi, fena da değildi:
çevirdim ama söz konusu merakı giderebilmek adına pek yeterli
sayılmazdı. O metindeki düşüncelerine yakın bir içeriğe sahip
olan Natura/ Law and The Science of Jııstice [Doğal Hukuk ya da
Adalet Bilimi] başlıklı bir kitapçığı da önemli olabilirdi ve neticede
derlemeye o da dahil oldu. Bir doğal hukuk manifestosu olarak bu
metinde Spooneı~ doğal hukuk düşüncesi ile hukukun teşrii bir bi-
çimde yapılandırılması fikirlerini birbiriyle çarpıştırmış ve yasama
faaliyetine son derece karşıt bir söylem geliştirmiştir. Bu söylem,
hukuk ve yargı alanının bir tekel olarak devlet (kamu hizmeti)
faaliyeti biçiminde işlememesi gerektiği yönünde düşünsel çıktılar
üreten çağdaş liberteryenizmin bir öncülü olarak da pekala değer­
lendirilebilir. Bu kapsamda ayrıca Spooner'in doğal hak, toplum
sözleşmesi ve anayasa gibi belli başlı temel kavramların üzerine de
çeşitli değinilerini görebilirsiniz.

Birbirini tamamlayan bu metinleı;


hukukun bütününe ilişkin
yazarın aklındakini somutlaştırmak adına yeterli sayılmazdı ve
hukuk eğitimi almış kişilerin bir şekilde alışkın hale geldiği ikili dü-
şünme kodlarından hareketle Spooner'in iki metnine daha el attım.
Bu kodlardan biri olan "hukuka aykırı"yı oldukça net bir biçimde
belirginleştiren bir kavram olarak "suç" kavramının, hukukun
bütününü tahayyül etmek için işe yarar pek çok açılımı söz konu-
sudur. Belki de Spooner'in metinleri arasındaki en bilindik metni
Vices are Not Crimes [Erdemsizlikler Suç Değildir] başlıklı kitapçık,
hem hukuk ile ahlak ilişkisini ele alması hem de suç kavramının
doğasını sorgulaması noktasında oldukça önemli bir eser olarak
çevrilmeye namzetti ve elimden geldiğince çabaladım. Bu metinde
Anglo-Amerikan hukuk felsefesi literatüründe Mill-Stephen" ve

5 Bu konuda bkz. Muzaffer Dülgeı; 'John Stuart Mili ve Hukuk Kuramına Etkileri'.
Beytulhikme: An lnternationa/Journal of Phi/osophy, 10(4), 2020, ssJ4'7l·l493,
Derleme Ozerine Birkaç Söz ıx

Hart-Devlin" tartışmalarında kendilerini yansıtmış olan hukuki


ahlakçılık (legal mora/ism) ve hukuki paternalizm (legal paterna-
meselelerine ilişkin önemli bir içerik de teşhis edebilirsiniz.
kodlardan bir diğeri olan "hukuka uygun" kodu konusunda
liberal-kapitalist paradigmada hukuka uygunluğun her nokta-
sını içine çeken bir kavram olarak "mülkiyet" kavramına ve Spoo-
ner'in zihnindeki mülkiyet tanımına odaklandım. Kendisinin fikri
mülkiyet hukukuyla ilgili bir kitabının ilk bölümü doğrudan "Mül-
Nedir?" şeklindeydi ve küçük bir derleme kitap için asgari
yeterliliği sağlamak noktasında eksik parçayı tamamlayabilirdi.
Bu metinde mülkiyet kavramını özel mülkiyet ile özdeşleştiren
çağdaş liberteryenizmdeki gibi kolektif ve kamusal
mülkiyet biçimlerini dışlayan) bir bakış açısını, ciddi oranda
bir temellendirmeyi ve hak ediş konusunda fikrı emeğe
esaslı bir pay biçmeyi görebilirsiniz.

***
Toparlayıcı bir başlık oluşturması açısından derlemenin ilk
bölümünün başlığının kitap başlığı olarak seçildiği bu küçük çeviri
derlemesi hiç şüphesiz Spooner'in düşünce dünyasını veya hukuk
teorisini tüketici bir biçimde açıklığa kavuşturmaya yetmez. Kendi-
sinin hukuki konulara hasredilmiş daha pek çok yazısı bulunmakta-
dır. Burada yalnızca onun zihnindeki 'hukuk'un belli başlı temel un-
surlarına açıklama getirebilecek birkaç metni çevrilip derlenmeye
çalışılmıştn~ Devlet kuramı, anarşizm, liberteryen düşünce, birey-
cilik ve modern hukukun bireyci doğası gibi konuların meraklıları
bu kitabın bir yararı olursa, benim için yeterince sevindirici
oluı: Eseri yayımlanmaya değer görüp programları içerisine alan
XII Levha Yayınevi'ne ve Sn. Erol Öz'e bir kez daha teşekkür ederim.

Dr. Muzaffer Dülger


Kasım-2022
Scrdivan

Bu konuda bkz. H. L. A. Hart, Hukuk, Ahlak ve Özgürlük (Çev. Erol Öz), İstanbul:
Islık Yay., 2020 [İlk basım: Ankara: Dost Kitabevi, l.b., 2000]. Ayrıca bkz. Ertuğ­
nıl Uzun, 'Ahlaksızlığın Cezalandırılması: Hart-Devlin Tartışması', H. L. A. Hart ve
Hukuk-Ahlak Ayrımı (Ed. Sercan Gürler), İstanbul: Tekin Yay., 2015, ss.65-100 [İlk
yaymılaııma: Eski~ehir Barosu Dergisi, Sayı:6, Şubat-2005, ss.152-171.]
İÇİNDEKİLER

Derleme Üzerine Birkaç Söz (Muzaffer Dülger) ................................................ V

HUKUK NEDiR? (1860) ................................................................................................... 3

DOĞAL HUKUK ya da ADALET BİLİMİ


Her Tür Yasamanın Saçmalık, Gasp ve Suç Olduğunu Göstermek
Doğal Hukuk, Doğal Adalet, Doğal Haklar,
ve Doğal Toplum Üzerine Bir Deneme (l882) .................... 17

Adalet Bilimi (Devam) .................................................................................. 22


3. Yasama Faaliyetinin Karşıtı Olarak Doğal Hukuk ............................. 26

ERDEMSİZLİKLER SUÇ DEĞİLDİR


Ahlaki Özgürlüğe Dair Bir Savunma (1875) .......................................................... 33

MÜLKİYET NEDİR? (1855) ......................................................................................... 67


Zenginlik Nedir? ............................................................................................. 67
2. Mülkiyet Nedir? ............................................................................................... 71
3. Mülkiyet Hakkı Nedir? .................................................................................. 72
4. Neler Mülkiyete Konu Olur? ....................................................................... 74
Mülkiyet Hakkı Nasıl Kazanılır? ............................................................... 77
6. Mülkiyet Hakkının Kaynağı Nedir? ......................................................... 84
7. Mülkiyet Hakkı Nasıl Devredilir? ............................................................. 85
[Maddi Şeyler ve Fikirler Üzerindeki Mülkiyet Hakkı Ayrımı
Bağlamında] Yukarıdaki İzah Edilen Prensiplerin Sonuçları ...... 85
TUE

UNCONSTITUTION ALITY

SLAVERY

BY LYSANDER SPOONER.

BOS'fON:
PUBLISHED BY BELA MARSB,
:ılo, 14 JlıtOMV!Kt.l> 81',
1860.
"HUKUK NEDİR?"
(The Unconstitutionality Of Slavery - 1. BölümJ

"What is The Law?"


(1860)

Kölelik hususunda anayasanın dilini irdelemeden önce, in-


sanlarınhükümetleri tesis ettiği belgeler olan anayasa ve antlaş­
malardan türeyen hukuk gereğince ortaya çıkmış ilkelerin genel
ortaya çıkaralım.
Bunu yapmak için hukukun tanımlanması gerekir. Bu konuda
popüler fikirler, hukukun hakiki tanımını vermek ve onun insanla-
rın birbirleriyle yaptıkları anayasa ve antlaşmalardan ortaya çıkış
bakımından hem bayağı hem de belirsizdir.

O halde Hukuk nedir? Hukuk ile kastettiğim sadece ve sadece


yargıheyetlerinin her koşul altında deklare etmek ve bunu sürdür-
mek konusunda ahlaken bağlı oldukları şey midir?
Bu soruyu cevaplandırırken, hukukun insan doğasının zorun-
hı bir sonucu olan açıkça anlaşılabilir bir hak ilkesi olduğunu, salt
nicelik veya güç tarafından keyfi bir biçimde oluşturulmuş
bir kural olmadığını göstermeye çalışacağım.
Bu önermenin doğru olup olmadığını belirleyebilmek için,
hukuk teriminin genel anlamına bakmalıyız.
0mm genel ve doğru manası, münhasır bir şey ya da şey grup-
larını yöneten doğal, daimi ve değiştirilemez bir ilke oluşudur. İlke
kati bir biçimde doğaldır; bu yönüyle terim, zihinsel, ahlaki ya da fi-
ziksel tüm doğal ilkeleri kapsamaktadır. Böylelikle aklı çalıştıran ve
yöneten evrensel ve zorunlu ilkeler anlamında aklın yasalarından
bahsedebiliriz. Yine, insan doğasından ve insanların birbirleriyle ve
şeylerle ilişkisinden doğan ve netice itibariyle insan doğası-
4 Hukuk Nedir7 {Seçme Metinler)

nın kendisi kadar değişmez olan evrensel ahlaki yükümlülük ilkesi


anlamında, bir ahlak yasasından da bahsedebiliriz. Bu yasa, sade-
ce evrensel olarak başvurulabilir ve doğal olarak değiştirilemez
olduğu için yasa olarak adlandırılmıştır. Keza değiştirilebiliı; keyfi
ve taraflı olsaydı, yasa olmazdı. Bunların dışında fizik yasalarından
da bahsedebiliriz; güneş sistemi, hareket, yerçekimi ve ışık yasaları
gibi... Hayvan krallıkları ve bitkilere hükmeden yasalar bu yasalar-
dandır. Bu ilkenin işleyişi tek biçimli [uniform], evrensel ve zorunlu
olmazsa, buna yasa da denmez.
Bu yüzden hukuk herhangi bir şeye ya da şeylere, doğal, değiş­
tirilemez ve evrensel bir biçimde uygulanabilir bir ilkeyi ifade eder.
Şeylerin doğasında var olmayan ya da uygulanması noktasında
evrensel, daimi ve esnetilmez olmayan hiçbir kural, yasa teriminin
doğru tanımına göre, yasa değildir.

O halde, her koşul altında insanların medeni haklarına zorunlu


bir biçimde hükmeden, onları tanımlayarak belirleyen ve ayarlayan
doğal, evrensel, esnetilmez ve yansız ilke nedir? Bir insanın buna
göre diğer insanlar karşısında sahip olduğu kişilik ve mülkiyet hak-
ları nelerdir?

Ben bunu, basitçe, doğal adaletin kuralı, ilkesi, yiikümlülüijii


veya gerekliliği olarak ifade edeceğim.
Doğal adaletin bu kuralı, ilkesi, yükümlülüğü ya da gerekliliği,
kökenini insanın doğal haklarından bulur. O, zorunlu olarak insan-
ların kendilerinden kaynaklanır ve onları amaç ve hedef olarak
addedip, menfaatlerinden ötürü güvenceye alarak şiddetten korur'.
Ayrıca onların, emek ya da sözleşme vasıtasıyla doğal haklan icabı
kazandıkları mülkiyet ve imtiyazları elde edebilmelerinin ve talep-
lerinin yerini bulmasının tümünü güvence altına alır.
İşte bu, insanların medeni haklarını içerir şekilde yasa terimi-
nin doğru anlamıdır.Bu tanımdan başka türlü, her vaka açısından
doğrulabilen ve zorunlu olarak tüm muhtemel durumlara uyan bir
yasa tanımı yapılabilirse, işte bundan kuşku duyarım. Mutlak bir
hukuk düşüncesi insanın doğal haklarından kök bulur. Medeni hu-
kukun doğal haklar dışında değerlendirilip tartılabileceği başka bir
standart yoktur. Hukuk, her zaman bu hakları koruyan adalet ilkesi
yahut kuralının adı olmuştur. Böylelikle bizler doğal hukuk üzeri·
ne konuşuruz. Yargısal heyetler tarafından idare edilen hukukun
büyük bir bölümünü aslında doğal hukuk kurar ve oluşturur; ve
llııkıık Nedfr7 5

aynca ortaya çıkabilecek


binlerce vakayı önceden öngörebilmenin
imkansızlığından ötürü, [doğal hukuk] her zaman [bu heyetler] için
de özel bir hukuk alanı ortaya çıkarmak zorunda olur. Söz konusu
vakalar her ne zaman bu şekilde öngörülebilir olmaz, işte o zaman
doğal hukukun üstünlüğü söz konusu olur. Böylelikle insan doğası
ve haklarından kök bulan hukuk ilkesini hem politik hem de yar-
gısal açıdan tanımış oluruz. Bunu insan doğasından kök bulan bir
ilke olarak tanımakla birlikte, tıpkı insan doğası gibi onun da hiçbir
koşulda değiştirilemez ve yok edilemez bir ilke olduğunu tanırız. Ve
aynı şekilde, onun tatbik edilmesi noktasında evrensel ve tarafsız
olduğunu da tanırız.

O halde hukuk eğer doğal bir ilke ise, yani zorunlu olarak
insan doğasından kaynaklanmaktaysa ve onun değiştirilip yok
edilmesi sadece insan doğasının değiştirilip yok edilmesi koşuluy­
la mümkünse, bunun neticesi olarak o herhangi bir kimse yahut
grubun keyfi iradesiyle pekala oluşturulabilir olan diğer davranış
kurallarından çok daha üstün ve daha esnetilmez bir bağlayıcılık
ortaya çıkarır. Eğer gözlemlenirse, kesinlikle hiçbir kuralın hakları
güvence altına alıp özgürlük ve güvenlik temin ederken böylesine
üstün, evrensel ve esnetilemez bağlayıcılık oluşturamayacağı görü-
lecektir;
Bu yüzden doğal hukuk, üstün olan hukuktur. Üstün hukuk
olması, onu zorunlu olarak yegane kılar; çünkü insanın doğal
haklarına el atılmasından kaynaklanan her olası vakaya uygulana-
bilir olması, herhangi bir diğer kural ya da ilkenin bu haklara keyfi
şekilde uygulanması halinde bu kuralların doğal hukukla zorunlu
olarak çatışması sonucunu gerektirecektir. Herkese eşit yaklaşan,
evrensel, daimi ve doğal bir kural karşısında, keyfi, taraflı ve geçici
bir kuralın zorunlu olarak çok daha az bağlayıcı olması gerekir;
hatta bunların ikincisi [keyfi kural], ilkiyle çatışma içine girdiğinde
tümüyle bağlayıcı olmaktan bile çıkar. Sonuç olarak da doğal hukuk-
tan başka hiçbir hukuktan söz edilemeyeceği söylenebilir. Bu tip bir
mukayese içinde her vakada insan haklarına uygulanabilir başka
hiçbir kural ya da ilke yoktur. Doğal hukuk kuralı, doğrudan insanın
doğal haklarından ya da doğal hak gereği bir şeyi elde etmelerinden
veyahut yine doğal hakları gereği dahil oldukları sözleşmelerden
ortaya çıkan bir doğal adalet kuralından başka bir şey değildiı~
Doğal hukuk, yapılışı doğal hak, yerine getirilişiyse adalet ge-
reği olan ve aynca hakkı iktisap için emek yahut sözleşmeye dayalı
6 lfukuk Nedir? {Seçme Metinler)

doğal hakların söz konusu olduğu tüm sözleşmelerin -örneğin, mu-


adile muadille karşılık veren, aynı zamanda ahlaka, doğal haklara,
mülkiyet ve rüçhan haklarına uygun olan tüm sözleşmelerin- geçer-
liliğini tanıı:

Bu nedenle doğal hukuk, doğal hakların bağlayıcı sözleşme­


lere dahil edilişini tanıması gibi, sözleşmeyle temellenen hükümet
formasyonuna da (ki bütün hükümetlerimiz bu sözleşmeci formas-
yona sahip olduklarını ileri sürer) müsaade eder. Fakat bu hükümet
sözleşmesinin geçerli ve hukuki olabilmesi için, insanların doğal
haklarıyla ve doğal adaletle tutarlı olmayan hiçbir şeye izin ver-
mediğini göstermek zorundadır. Öyle ki insanların doğal haklarını
ortadan kaldırmak veya ellerinden almak hususunda hükümetleri
hukuken yetkilendiremez; zira doğal haklar devredilemez ve tekil
bir bireyden daha fazla şekilde -bireyler birliğinden başka bir şey
olmayan- hükümetlerin ellerine bırakılamaz. Bunlar insan doğa­
sına mahsus temel özelliklerdir; ve insan tıpkı kendi doğasından
nasıl ayrılamıyorsa, bunlardan da ayrılıp, onları hükümete veya
başka bireylere bırakamaz. Fakat hükümet sözleşmesi [hükümetle-
ri] insan haklarının daha iyi seviyede korunabilmesi için gerekli va-
sıtaları kabul etmeyle yetkilendirebilir. Ve bu hükümetlerin meşru
ve doğru gayesidir. Şayet hükümetlerce, ınsanların doğal hakları ve
doğal adaletle tutarlı olmayan kurallar ve yasalar çıkarılırsa, bunlar
hükümeti kurup onu amaçlarını gerçekleştirmesi için kural ve yasa
geçirmekle yetkilendiren sözleşmeye taraf olan kişileri, sözleşme
temelinde bağlayıcıdır1.
Doğalhukuk, insanlar arasında yapılan diğer sözleşmeleri
oluşturan kurallar ile aynı çerçevede, hükümeti kuran sözleşmeyi
de değerlendirir ve onun bağlayıcı mı yoksa geçersiz mi, hukuka
uygun mu aykırı mı olduğunu deklare eder. Bireylerin karşılıklı
1 Şurası açıktır ki, bu ülkede yasama, doğal hukukun neticelerinden kaynaklanan
ve sözleşme yükümlülüklerinden başka ve daha yüksek seviyede bir otoriteye sa-
hip olamaz. Çünkü anayasal düzenlemelerimiz birer sözleşmeden başka bir şey
değildirler; ve bunlar vasıtasıyla yetkilendirilmiş yasama da, haliyle, anayasal dü-
zenlemelerin kendilerinden daha öte bir otoriteye sahip olamaz. Dere kaynaktan
daha yüksekte olamaz. Bu yüzden hükümetlerimizde içsel ve doğaları gereği bir
otorite ve egemenlik bulunduğuna ve ayrıca yine içkin haklan gereği çoğunlu­
ğun, dilediği düzenlemeler yoluyla, bireyleri doğal haklarını icra etmekten alı­
koyabileceğine dair düşünce, kralın saltanat üzerinde tanrısal bir hakkı olduğu
savı veyahut keyfi lıükümetleri meşrulaştıran diğer öğretisi kadaı; yoldan çıkmı:;
bir sahtekarlığın ta kendisidiı: Eğer yasama faaliyeti doğal adaletle ve hükümet
sözleşmelerinin doğal ve içkin yükümlülüğüyle tutarlı ise, bu yükümlülük doğu­
rucudur; ama değilse değildiı:
Hukuk Nedir? 7

menfaatleri çerçevesinde gönüllü olarak sözleşmelerinden başka


bir şey olmayan hükümet kuruluşu sözleşmesi, ulus ile ulus ya da
insan ile insan arasındaki herhangi bir başka sözleşmenin geçerli-
liğine esas teşkil eden özelliğin dışında bir özelliğe sahip değildir.
Eğer iki birey, üçüncü bir kişiye karşı cinayet, yağma, hırsızlık ya da
bir hakka tecavüz etmek konusunda sözleşirse, bu sözleşme huku-
ka aykırı ve hükümsüz olur, çünkü bu bir başkasının doğal haklarını
ve doğal adaleti ihlal eden bir sözleşmedir. Eğer ikl ulus, bir üçün-
cüsünü köleleştirmek, yağmalamak veya yok etmek konusunda
antlaşma yaparsa, bu antlaşma da geçersizdiı~ hukuka aykırıdır ve
bağlayıcılıktan yoksundur; çünkü o da adalete ve insanların doğal
haklarına aykırıdır. Aynı ilke gereği, bir ülkedeki halkın çoğunluğu,
adına anayasa denen bir hükümet sözleşmesine dahil olursa ve
bu sözleşme bir tür adaletsizliğin ortaya çıkarılması, kışkırtılması
ya da buna yardımcı olmayla ilgiliyse, yahut bir takım insanların
doğal haklarını elinden almak ya da yok etmekle alakalıysa, [hak-
ları elinden alınacak olan] bu insanlarm bir parti halinde sözleşip
sözleşmediklerinin hiç bir önemi olmaksızm, söz konusu hükümet
sözleşmesi hukuka aykırıdır ve geçersizdir. Yani aynı doğalara
sahip insanlar arasındaki sözleşmeler ya da aynı amaçlara sahip
uluslar arasındaki antlaşmalaı~ ayın sebepten ötürü hukuka aykırı
ve geçersizdir. Böylesi bir hükümet sözleşmesi ahlaki hüküm ifa-
de etmez; Onu tatbik etmekle görevlendirilmiş kimseler üzerinde
meşru bir otorite oluşturmaz; Ona taraf olan insanlara ahlaki ya
da hukuki haklar bahşetmez; ahlaki veya hukuki yükümlülükler de
yüklemez. Böyle bir otorite altında tesis edilmiş bir hükümete dö-
nük olarak herhangi bir insanın borçlu olduğu ödevler, o otoriteye
karşı itaatsizlik yapmak, direnmek ve onu yıkmaktır.

Bu hukuka aykırı sözleşme ve anayasaların otoritesi altmda


oluşturulmuş yargısal heyetler, diğer insanlar ile eşit ölçüde bunları
ve bunları takiben hükümetlerin tesis ettikleri diğer tüm gayriadil
düzenlemeleri, hukuka aykırı ve geçersiz olarak deklare etmekle
yükümlüdürler. Yargısal heyetler kendilerini hükümetin altında
çalışan bürolar olarak görmek suretiyle bu üstün yükümlülükten
sıyıramazlar; öyle ki, kendileri deklare etmemiş dahi olsalar, bütün
insanlar adaletin hukuk olduğunu deklare etmek yükümlüğü altın­
dadır. Keza hukuki sözleşmeler mucibince yetkilendirilmedikleri
sürece hükümctlerin hukuki yetkileri olamayacağını ve ayrıca ada-
letsizlik içeren diğer tüm sözleşmeler gibi gayri hukuki hükümet
8 lluku/c Nedir? (Seçme Metinler)

kurulma sözleşmelerinin de geçersiz ve hukuk dışı olduğunu da


deklare etme yükümlülükleri söz konusuduı:
Yargı mensuplarının yahut diğer kamu görevlilerinin, hukuka
aykırı hükümet sözleşmelerinin yahut anayasaların gereklerini ye
rine getirmek konusunda etmiş oldukları yeminler ahlaki bir bağ­
layıcılığa sahip değildir. Hatta bu tür yeminleri etmek gayriahlaki
olup, bunların gereklerini yerine getirmek de suçtur. Hem hukukı
hem de ahlaki açıdan bu tip yeminler, bir hırsız, korsan ya da eşki­
yanın, işbirlikçilerine hitaben, onlarla ortak hareket etme amaçla-
rına bağlılığını sağlamaya dönük olarak etmiş oldukları yeminlere
benzer. Hiç kimsenin bu tip yeminleri üstlenmeye dönük ahlaki
hakları yoktur ve yine kimse bunları üstlenmiş olan ya da varsayan
kişiler üzerinde ahlaki yükümlülükler empoze edemez; bunları
izleyen -gayriadil- resmi eylemlere ahlaki meşruiyet biçemez.
Şayet bu öğretiler doğru ise, anayasalar olarak adlandırdığı­
mız -hükümet, devlet ya da milliyet meydana getiren- sözleşmeler;
insanların doğal haklarını ve doğal adalet ilkesini ihlal etmeye
dönük yetkiler içeriyor göründükleri sürece geçersiz ve hukuka
aykırıdır. Bütün yargısal makamlar, onlara kalabilecek en yüksek
derecedeki yükümlülük olarak, bu sözleşmelerin her halükarda hu-
kuk olmadığını ve hükümsüz olduklarım deklare etmekle yüküm-
lüdürler. Ve hükümetin hukuk-dışı amaçlarını icraate dökmesine
gönüllü şekilde yardımcı olmuş olan yasama, yürütme, yargı veya
halk görevlilerinin tamamı, tüm hukuki ve ahlaki ilkeler açısından,
aynı eylemleri kendi iradeleriyle bağımsızca yapmış kadar ve esas
karakteri o ölçüde belirlenebilecek bir suç kapsamında, kişisel ola-
rak suçludurlar.
İşte bu, hukukun hakiki karakteri ve tanımıdır. 0mm insan
doğasından kök bulan doğal, evrensel ve esnetilemez bir ilke çer-
çevesinde insan haklarıyla -onların bir kalkanı yahut koruyucusu
olarak- her yerde uyumlu olmasına, benzer şekilde hükümetleri ve
insanları bağlamasına, toplulukların ve bireylerin davranışları üze-
rinde ortak bir standart oluşturmasına ve insanların üzerine yükle-
nebilecek diğer her türlü yükümlülüğün üstünde olmasına rağmen;
doğal adaletin değiştirilemez ve baskın bu ilkesine, aslında onu, bir
fiziksel güç olarak bildirmeye muktedir olmak dışında oluşturmaya
dönük hiç bir ayrıcalıkları olmayan bireyleı~ birey-bileşimleri ve
sözde hükümetlerce ortaya çıkarılmış salt keyfi davranış kuralları
olarak muamele edildiğini söylemekteyim.
fhılwk Nedir? 9

İşte bu kuralların gayriadilliği, kimi zaman çok aşikar ve


berbat seviyede olmakla birlikte yine de yazarlarının onlara hukuk
ismiyle paye biçmelerini engellememiştir. Neyin çok daha fazla acı­
nası olduğu, insanların batıl inancı olduğu veya fiziksel cebre dönük
kör bir saygı duyuş olduğu konularında adaletsizlik, hukuk ile cebir
yahut doğal adaletin kutsal gerekleri ile dizginlenemez bencilliğin
ve gücün ortaya çıkardığı kriminal gasplar arasındaki farklara
gözleri çevirmez. Böylelikle insanlar sadece hukukun çalınmış olan
isminden ve onun hakiki doğasını örtbas etmeye dönük bir suça
-tıpkı bir örtüye uzanır gibi- başvurulmasından dolayı huzursuzluk
çekmekle kalmaz, aynı zamanda 'hukuk' adı altında bir suça biat ve
itaat etmiş olurlar; ve bu durum onların zihnindeki hukuk terimi-
nin bir zor gücünün -suç mu, masum mu yahut adil ya da gayriadil
mi olduğu önemsiz- keyfi emirlerinden ziyade değiştirilemez bir
hak ilkesine işaret etmesine kadar sürer. Eğer suç vasfındaki buy-
ruklar 'hukuk' adıyla vaftiz edilirse, onlara itaat de sağlanır; hatta
öyle ki bu itaat, sıklıkla, adalet ve hukukun kendisine itaate nazaran
kullanıma çok daha hazır bir itaattir. Halkın bir kısmında mevcut
olan bu yanlış inanç, yani hukukun ve adaletin tahtını işgal etmeye
ve isimlerini kötüye kullanmaya dönük bu izin verilmiş cebir ve suç,
onun devasa berbatlığıyla belli belirsiz bir paralellik gösterir; hatta
bu yanlış inanç vasıtasıyla, dinin ismini ve hükümranlığını kötüye
kullanmaya dönük çeşitli saçmalıklara, hatalara ve zalimliklere de
nıüsaade edilmiştir.

Vermiş olduğum ya da vermeye çalıştığım hukuk tanımların­


dan oldukça farklı olan ve gerek yargı organları gerekse hükümetin
tüm diğer birimleri nezdinde geniş ölçüde varlığını sürdüren diğer
hukuk tanımlarına da vakıfım. Fakat tüm bu tanımlar da yine be-
lirsiz, değişken ve kesin olmayan tanımlardır: bu yüzden belirle-
nebilir bir biçimde neyin hukuk, neyin hukuk olmadığı konusunda
bir standart sunmaya elverişli değillerdir. Hukuk, bu tanımlarca
keyfi, gelgeç ve değişken biçimde tanımlanır; durağan bir ilkeden
temellenmez; müteessis bir olgunun neticesi olarak ortaya çıkmaz;
sınırlı, taraflı ve keyfi başvuruya duyarlıdır; içkin bir otoriteye sahip
değildir; kendi içinde ahlaki bir ilkeyi tanımaz; bireyi tanıyarak ona
ahlaki ve medeni haklar bahşetmez ve bireylere ahlaki yükümlü-
lükler yüklemez.
Örneğin bu tanımlardan bir tanesi -hatta muhtemelen geri ka-
lan diğer tüm tanımların esasınıda kuşatır derecede- şu şekildedir:
10 Hukuk Nedir? (Seqne Metinler}

"Hukuk kuralı, bir devletin üstün kudretince tarif edilen ve


uyruklara neyi yapmaları ya da neyden sakınmaları gerektiğini
buyurup yasaklayan bir medeni davranış kuralıdıı:" Noah Webster
Bu tanımda, hukuk düşüncesine esas teşkil eden, neredeyse
hiçbir kavram kesinlik arz etmez. Görelim. Tanımda şu söylenmek-
tedir:
"Hukuk kuralı, bir devletin üstün kudretince tarif edilen ... me
deni davranış kuralıdır."
Burada hukukun kaynağıymış gibi bahsedilen "üstün kudret"
ne anlama gelmektedir? Üstün fiziksel bir kudret midir? Yoksa ister
bir kişide isterse bir grup insanda mevcut olan fiziksel gücün en
geniş ölçekte bir noktada yoğunlaşması mıdır? Bu hiç şüphesiz o
ifadenin anlamıdır. Ve eğer böyle bir anlam var ise, bu anlam hu--
kuku belirsiz kılar. Çünkü o üstün kudretin bir kişide mi, yoksa bir
grup kişide mi ya da bir devlette mi, kimde ve nerede yoğunlaştığı
çoğu zaman belirsiz kalır. Her ne zaman bir devlet hiziplere bölün-
mek zorunda kalır ve diğer kimseler üzerinde üstünlük kurabilecek
hiç bir kimse kalmazsa, hukuk sadece etkisiz hale gelmekle kalmaz.
aynı zamanda hukuku hukuk yapan esas ilke de fiilen ortadan kalk
mış olur. Ve böylece insanların "uygar davranış kuralları" da kalma--
mış olur. İşbu netice, yukarıdaki tanıma hüküm giydirmek için tek
başına yeterlidir.

Tanıma tekrar geri dönecek olursak, şunları da söyleyebiliriz.


Eğer hukukun kaynağı fiziksel güç olursa. o zaman hukuk ile güç
anlamdaş terimler haline gelirler. Ya da muhtemelen hukuk, daha
ziyade irade ile gücün kombinasyonunun bir neticesi halini alır. Bu
noktada irade, diğer insanları kendisine itaate zorlayacak fiziksel
güç ile bir noktada birleşir ama bu hususta ahlaki bir karaktere
sahip olabilme konusunda bir zorunluluk üretmez.
Hukuk ile güç arasmda gerçek manada bir ayrımın olmadığına
dair ilkeyi kabul etmeye hazırlıklı mıyız'? Eğer değilsek, bu hukuk
tanımını reddetmeliyiz.

Hukukun, çoğu vakada, gücün pratik etkinliğini kullanmak


yoluyla ona bağımlı olduğu bir gerçektir. Fakat sadece bu sebepten
ötürü, hukuk ile güç özleri itibariyle aynılar mıdır"?
Bu tanıma göre, adaletsizliğe dönük bir buyrukta bulunmak
da tıpkı adaleti gerçekleştirmeye dönük bir buyrukta bulunmak ka-
lhılwk Nedir 7 11

dar hukuk olur. Bu tanıma göre zorunlu olarak bir buyruğu hukuk
kılan her şey, yeter seviyede itaat sağlama baskısı oluşturan fiziksel
tarafından desteklenen bir iradeden kaynaklanıı:

Yine. Sadece irade ve güç, hukuku -meşru hukuku, yani yargı


heyetlerinin onu tatbikle ahlaken bağlı oldukları ve hatta onu tat-
bik etmek konusunda ahlaki haklarının olduğu hukuku- meydana
getirmek bakımından kendi başlarına yeterli iseler, bu durum şu
sonuçları beraberinde getirir; her nerede güç ve irade birleşikse ya
da yöneldikleri herhangi bir özgül amaca varmada başarı getirene
kadar bir aradalıkları devam ediyorsa, onlar sadece o olaya özgü
olarak meşru hukuku oluştururlar ve yargı heyetleri onları başka
durumlar için dikkate alamaz.
Ve bu durum, bu ilke gereği, iradeyle gücün bu tip bir kombi-
nasyonunun tek bir bireyde mi toplanacağı ya da yüz milyon kişilik
bir toplulukta mı bulunacağı konusunda bir farklılık oluşturmaz.
Burada ifade olunan sayılar kuralı değiştirmez ve hukuk "üstün
olmak yerine sayıların bir neticesi halini alır. Gücün bir amaca
varmaya addedilmesi bu yüzden söz konusu tanımı benimse-
mek için kafidir. Ve böylelikle bir kişinin iradesi ve gücü, o kişinin
icra edebilir olduğu eylemler ölçüsünde hukuku göreceli kılmaya
yeter; keza aynı şekilde, milyonlarca insanın güç ve iradesi de yapa-
bilecekleri eylemler ölçüsünde hukuku göreceli kılar.
Bu ilke ölçüsünde, irade ve güç tek başına hukuku oluşturma-
yeterlidir ve bu hukuk, eylemleri, özleri gereği adil yahut gayri-
adil olup olmadıklarına göre değil, tekil bireyin iradesi ve gücünün
bir hırsızlığı yapmaya yetip yetmemesine göre yönlendirir ve bu
durum o hırsızlığı hukuki kılmaya yeter. Bu hukukilik, aynı şekilde,
daha insan topluluklarının güç ve iradesinin adaletsiz de olsa
bir şeyi gerçekleştirme konusunda birleşebilme durumunda da
ortaya çıkacaktır. Ve bu durumda yargısal heyetler, tekil bir bireyin
ve iradesiyle gerçekleştirmeye muvaffak olduğu gayriadil ya-
hut suç mahiyetindeki bir eylemi 'hukuki' olarak tanımayla bağıtlı
hale geldiği gibi; aynı gayriadil eylemleri yapmayı -gücü ve irade-
başarabilen daha büyük insan topluluklarının ve kendini
devlet olarak biçimlendirmiş oluşumların yapıp edebildiklerini de
'hukuki' olarak tanır.
Fakat muhtemelen denecektir ki, bu tanımın sağlamlığı 'dev-
let' kelimesinin kullanımına bağlıdır ve bu doğrultuda bir özgül
üzerindeki "devletin üstün gücü" ile aynı eylem üzerindeki
12 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

tek bir bireyin gücü arasında bir ayrım yapılmasını beraberinde


getirir.
Fakat buradaki 'devlet' kelimesi.nin eklenmesi, gerçekte onsuz
olunduğundaki tanımdan ayrılır. Bu çerçevede 'bir devlet' nedir?
İşte o, sadece ve sadece, bireylerin güç ve iradelerinin keyfi bir bi-
çimde kurabildikleri bir şeydir.
'Bir devletin' doğasında, karakterinde ve sınırlarında hiçbir
şey sabit değildir. İrade ve güç, tüm bunları keyfi biçimde değiş­
tirilebilir hale getirir. Nicholas'ın iradesi ve gücü, kendi dahilinde
veya etrafında yoğunlaştırdığı bu irade ve gücü, tüm Rusya'da, hem
Avrupa hem de Asya'da bir devlet haline getirir. Aynı kural gereği,
bir toprak akresine [acre] sahip olanın irade ve gücü, o akreyi bir
devlet halinde kurabilir ve o anki şartlar dahilinde bu iradesini ve
gücünü üstün ve kendi ölçüsünde hukuki kılabilir.
Ayrıca dün bir devlet kurmuş olan güç ve irade, bugün o dev·
Jeti ortadan kaldıran yahut başka bir tanesinin içine katan karşıt
bir güç ve irade tarafından alt edilebilir; ve böylece bu sonraki güç
ve irade bugün için "üstün" olan halini alıı: Bu sonki güç ve irade
de aynı şekilde yarın daha güçlü başka güç ve irade tarafından alt
edilebilir olabilecektir.
O zaman doğası gereği 'bir devlet' hiçbir zaman sabit, sürekli
veya belirli olamaz. O sadece muvakkaten etkili ve karşı konulamaz
olan güç ve irade yoğunlaşması yahut kombinasyonunun arasında­
ki sınırları meydana getirir.
Bu, 'bir devlet' için verilebilecek tek doğru tanımdır. Bu, gücün
teritoryal limitlerine ilişkin salt keyfekeder bir biçimde verilmiş bir
isimdir. Ve eğer bu onun gerçek karakteri ise, muvakkaten üstün ya•
hut karşı konulamaz olan tek bir kişinin gücü ve iradesi dahilindeki
sınırlar, tüm hukuki maksatlar çerçevesinde bir devleti meydana
getirir; ve muvakkaten bu limitler dahilinde, işte bu güç ve irade
hukuku tesis eder, yine söz konusu güç ve iradenin belli sınırlar
içerisinde insanların büyük kısmı tarafından üstün ve karşı konu-
lamaz şekilde sergilenmesi de, içsel olarak adil olup olmadıklarının
bir önemi olmasa dahi hukukidir.
Bu yüzden eğer hukuk gerçekte şu tanımın ortaya koyduğu
şekilde yalnızca
"bir devletin üstün gücü tarafından salık verilen bir
medeni davranış kuralı" ise, bu tanımdan zorunlu bir netice olarak,
fhılmk Nedir 7 13

hukukun muvakkaten bütünleşmiş ve başarılı biçimde uygulamaya


konmuş güç ve iradeyle birebir anlamdaş olduğu çıkar.

Bu tanım altında, hukuk hiç kimseye güvenlik, özgürlük, haklar


veya mutluluk konusunda daimi bir biçimde garanti sunmaz. Olası
tüm suç, zorbalık ve yanlışlara, hem hükümetler hem de bireyler
nezdinde cevaz veriı: Bu tanım çok açık şekilde keyfi güç tarafından
icat edilmiş ve yalnızca onun amaçlarını örtbas etmeye yaramıştır.
Bu yüzden biz böyle bir keyfi gücü reddetmeye ve bundan farklı bir
durumu araştırmaya mecburuz; hukuku daha az belirsiz, daha az
gelgeç, daha az keyfi kılacak olan ve herkesin hakları adına onu daha
güvenilir kılıp, daha adil ve daimi yapacak bir durumu aramalıyız.
Peki eğer biz bu durumu araştırırsak, ilk bahsettiğimizi benimseme
yoluna gitmeden, doğal adaletin kuralı, ilkesi, yükümlülüğü veya
gereklil(ği olarak hukuku nerede bulacağız?

İşte bu tanımı benimseyelim, ki hukuk basit, akledilebilir ve


bilimsel olsun; her zaman kendiyle tutarlı ve her daim ahlak, akıl ve
hakikatle ahenkli bir bütün olsun. Bu tanımı reddetme halinde ise
hukuk bir bilim olmaktan çıkar; kaba, çelişkili ve keyfi irade bildi-
rimlerinin bir kargaşası halini alır; ahlak, adalet, akıl veya hakikate
bilinemeyecek şekilde şans eseri tutunur; istenç, iktidar ve çıkarın
anlık istekleri gibi gelgeç ve ömürsüz olur.

Eğer hukuk gerçekte doğal adaletin bir gerekliliği, yükümlülü-


ğü, kuralıya da ilkesinden başka hiç bir şey değilse, bunun sonucu
olarak hükümetlerin, bireylerin kendilerini yetkilendirdikleri şey­
ler dışında hiçbir yetkileri yoktur; ayrıca insanın doğal haklarıyla
tutarsız bir şekilde hükümet sözleşmeleri ve anlaşmalarından or-
taya çıkabilecek bir hukuk da olmaz. Bu minvalde herhangi bir hü-
kümet biçimi altında oluşmuş bir anayasa hukuku, sadece ve sadece
doğal hulwkla ve insanın doğal haklarıyla tutarlı olaııyazıfı anayasa
prensiplerini içerebilir. Bunlar dışında kalan, anayasanın sözüyle
ifade olunmuş diğer tüm prensipler geçersizdir ve hukuk değildir;
ve tüm yargı organları bunları deklare etmekle yükümlüdür.
Bu öğreti, kanun kitaplarının ve anayasaların mahfına sebep
olsa bile, hukuk budur. Bu hukuk, insanın gerçek manada haklarını
tayin ve tespit eder ve onun talepleri hukuk adı altındaki diğer her
şey kadar buyurucudur.

Şu muhtemeldir ki, belki bu öğreti mevcut anayasal düzen-


lemelerimizi, hükümetlerimizi yeni organizasyonların gereklili-
14

ğinden kurtarmak adına, yeterince bozmayacaktır. Fakat her


bozguna uğratmaktan uzak kalırsa da, bir şeyi illaki bozguna
tacaktır. Bu da, hala hukukun otoritesiyle varolduğunu iddia eden
insan köleliği sisteminin ayak izleridir 2..

' İnsanların büyük çoğunluğu, hukuku, siyasal iktidarı elimle tutanın keyfi emirleri
olarak görme alışkanlığındadır. Ve bu kişiler, muhtemelen hukuku, benimsemiş
oldukları halihazır akıl yürütmeye uydurmak adına, hukukun ilkesel olarak do-
ğal, sabit ve değiştirilemez olduğundan başka bir payandaya yaslamak isterler.
Bu yüzden onlara en yüksek otoritelerın kaynaklarından alınmış aşağıdaki doğ
rulamaları sunuyorum.
"Hukuk ilmi, adil ve gayriadilin bilimidiı:" ]ustiniarı
"Hukukun birincil ve ilkesel nesneleri doğrular ve yanlışlardır:• Blackstorıe
'J\dalet, her insanı yapması gerekene sevkeden daimi ve ebedi eğilimdir:'
Justiııiarı
"Hukukun temel ilkeleri, dürüst yaşa, kimseye zarar verme ve herkese hak ettiği
ni verdir:' ]ustiııian & Blackstone
"HUKUK, insan eylemlerinin zorunluluğu ve kuralıdır, medeni bir toplumun
yönetilişinin kuralıdır ve her insana ona ait olanı verendir." Jacub's Law Dictioııaıy

"Yasaların bir kısmı ihtiyari veya pozitif, bir kısmıysa doğaldır. Özü gereği iyi ve
adil olanları doğal olanlardır. Bunlar her yerde görünürler ve her yeri bağbırlar..c
İşte bunlar Tanrıdan gelen doğal yasalardır; ihtiyari yasalarscı insandan
pozitif kurumlardan insanca oluşturulur:' Selden on Fortescue Cl 7 &Jacob's
Dictioııary

"Tanrı, doğal hukuku, insanın yaratılışında, onun içine, yine onun korunması ve
yönlendirilmesi maksadıyla zerketmiştir. Bu hukuk, ezeli ve ebedi [etemal]
kuktm; değiştirilemez:' 2 Saep. Abı: 356 &Jacob's Law Dictionaıy
NATURAL LAW;
OR

HE SCIENCE OF JUSTICE:

.\ TREATISE ON NATURAL LAW, NATURAL JUSTICE,


NATURAL RIGHTS, NATURAL LIBERTY, AND
~ ATUl?Al. SOCIETY; SHOWING THAT
.\U, L'EGISLATION WHATSOEVER IS AN ABSURDlTY,
A USURPATION, AND A CRIME.

PART FIRST.

Bv LYSANDER SPOONER.

BOSTON:
A. WILLIAMS & CO .•

I 8 8 2.
DOĞAL HUKUK YA DA ADALET BİLİMİ:
Her Tür Yasamanın Saçmalık, Gasp ve Suç
Olduğunu Göstermek Suretiyle, Doğal Hukuk,
Doğal Adalet, Doğal Haklar, Doğal Özgürlük
ve Doğal Toplum Üzerine Bir Deneme
"Natural Law, or The Science of Justice: A Treatise on
Natura! Law, Natura! Justice, Natura! Rights, Natura! Liberty,
and Natura! Society; Showing That Ali Legislation Whatsoever
is an Absurdity, Usurpation, and Crime"
(1882)

Birinci Bölüm
"ADALET BİLİMİ"

Benim olan ile senin olanın bilimi -yani adalet bilimi- tüm
insan haklarının, yani bir insanın tüm kişilik ve malvarlığı hakla-
rının, onun yaşam, özgürlük ve mutluluğu takip etmeye dair tüm
haklarının bilimidk

Bu bilim, bir kimsenin başkalarının haklarına müdahalede


bulunmaksızın neyi yapabilip neyi yapamayacağı, neye sahip olup
neye olamayacağı ve neyi konuşabilip neyi konuşamayacağı hak-
kında bir şeyleri tek başına söyleyebilen bir bilimdir.

Bu bilim, barış bilimidir; barışın


yegane bilimidir, çünkü ne
koşullar altında insanoğlunun barış içinde yaşayabileceği, yaşamak
zorunda oluşu ve her ikisi üzerine, bir şeyleri tek başına söyleyebi-
len bir bilimdiı:
18 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler}

Bu koşullar en basitinden şunlardır: Öncelikle her kişinin,


diğer tüm kişilere karşı adaletin kendisine gerektirdiği şekilde
davranmasıdır. Örneğin borçlarını ödemesidir, ödünç alınmış yahut
çalınmış bir malı sahibine iade etmesidir veya bir kişiye yahut bir
kişinin malına dönük vermiş olduğu zararları telafi etmesidir.

İkinci koşul, bir kimsenin diğer insanlara karşı adaletin onu


yasakladığı konularda eylemde bulunmaktan sakınmasıdıı: Örne-
ğin diğer
insanlara ve onların mülkiyetlerine karşı hırsızlık, yağma,
kundaklama., cinayet ve diğer suçları işlemekten kaçınmasıdıı;.
Bu koşullar yerine getirildiği müddetçe insanlar barış içinde
olurlar ve birbirlerine karşı davranışlarında barışı devam ettirmek
zorunda kalırlar. Bu koşulların ihlal edildiği durumda ise savaş
durumuna geçerler. Ve adalet yeniden tesis edilene kadar savaş
durumu içinde kalmak mecburiyetinde olurlar.
Tarihin bizlere bildirdiği tüm zamanlar boyunca, her nerede
insanoğlu birbirleriyle barış içinde yaşamaya çabaladıysa, hem
doğal içgüdüler hem de insan ırkının kolektif bilgeliği şu biricik
yükümlülüğe itaati zaruri bir koşul olarak tanır ve tarif eder: herkes
diğerlerine karşı dürüstlük içinde yaşamalıdır.

Kadim bir hukuk özdeyişi de insanların hemcinslerine karşı


hukuki ödevleri toplamını şu şekilde basitçe dile getirmiştir: Dürüst
yaşa, kimseyi incitme ve herkese hak ettiğini ver.

Tüm bu özdeyiş gerçekte sadece şu kelimelerle de ifade edile-


bilir: Dürüst yaşa. Çünkü dürüst yaşandığında kimse incitilmez ve
herkese hak ettiği verilmiş olur.
il
İnsanın hiç şüphesiz diğer insanlara karşı başka pek çok ah
laki ödevi vardır; aç olanı doyurmak, çıplak olanı giydirmek, evsiz
olana barınak sağlamak, hasta olana bakmak, savunmasız olanı ko-
rumak, zayıf olana yardım etmek, cahili bilgilendirmek gibL. Fakat
bu ödevler ahlaki ödevlerdir ve insanlar her somut vakada o ödev-
leri yerine getirip getirmemekte, veyahut nasıl ve ne kadar süreyle
yerine getirebilecekleri hususunda kendi kendilerinin yargıçları
olmak zorundadırlar. Fakat hukuki ödev -yani hemcinslerine karşı
davranışlarında dürüst bir şekilde yaşa- ile ilgili olarak, sadece di-
ğer insanların yargıç olma ihtimallerinden değil, kendi kendilerini
korumak adına yargıç olmak zorundalıklarından da bahsedilebiliı:
flukııl< ya da !\da/et Bilimi 19

ihtiyaç hasıl olduğunda hemcinsleri o kişiyi bu ödevini yerine


getirmesi haklı olarak zorlayabilir: Bunu tek başlarına yahut
ittifak halinde aldıkları kararlarla yapabilirler. İhtiyaç gerektirdi-
ğinde hu zorlama anlık şekilde de yapılabilir, icap ettiği ve tercih
edildiğinde düşünüp taşınılarak ve sistematik şekilde de ...

III
Adaleti dayatıp adaletsizliği reddetmek herhangi bir kimsenin
ve herkesin -tek bir kişinin ya da birtakım kişilerin- gerek kendileri
gerekse kendilerine yanlış yapılmış herkes adına hakları olmakla
herabeı~ güç kullanmaksızın koruma temin etmeyi daha güvenli
bulan herkesin de isteyeceği üzere, [adaleti sağlamak yönündeki]
ivedilik ve arzunun neticesi olan hatalardan kaçınabilmek için
insanların birlik [association] içinde olmalarının arzu edilir bir du-
nım olduğu açıktır. Tabii ki bu arzu edilir durum, aralarında adaleti
sürdürme ve yanlış yapan diğer kişilere karşı müşterek bir koruma
oluşturmak adına, bunu gönüllü ve özgürce yapabildikleri sürece-
dir: Bu birlik içinde olma durumu, mümkün olduğunca her türlü
etkiden bağışık ve salt adalet arzusuyla yargısal işlemlerin planı
veya sistemi üzerine de, onların sebeplerinin muhakeme edildiği,
ikazların önemsendiği, detaylı düşünüldüğü ve araştırıldığı her
en yüksek derecede arz edilirdir.
Fakat bu birlik, sadece gönüllü olunduğu ölçüde haklı ve arzu
edilirdir. Kimse bu birliklere katılım sağlaması veya onları destekle-
mesi hususunda rızası hilafına zorlanamaz. Bu birliklere katılması
yahut katılmaması hususunda kişiyi yönlendiren şey sadece ve
sadece o kişinin kendi çıkarı, yargısı ve vicdanıdır. Eğer haklarını
koruyabilmek adına bir kimse, sadece kendisine sırt dayamayı
seçerse veyahut gerektiği durumlarda diğer insanların gönüllü ve
özgür bir biçimde kendisine yapmış oldukları yardım tekliflerine
dayanmayı seçerse, bu seçişlerinde tamamıyla haklıdır. Ve bir kişi
açısından bu durum, benzer durumlarda zarar görmüş başkaları
kendisinin yardımda ve müdafaada bulunmak için olağan
şekilde hazır ve nazır olduğunu açıkça ortaya koyduğu müddetçe;
ve aynca kendisine "dürüst yaşa, kimseyi incitme ve herkese hak
ettiğini ver" dediği müddetçe gayet güvenlidir. Böyle bir insan,
herhangi bir beşeri birliğin üyesi olsun ya da olmasın, her şekilde,
anında daima yanında yeteri kadar arkadaşı ve koruyucusu
olmasının güvencesini yaşar.
20 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

Bireyin, kendisini korumasını arzu etmediği bir birliğe katıl


ması yahut onu desteklemesi gerekliliğinden ve bunun haklılığın­
dan kesinlikle bahsedilemez. Keza bireyin. işlemlerindeki metot ve
planlarını ya da adaleti sağlayıp adaletsiziliği önleme hususunda
açıklanmış hedeflerini yerine getirişini beğenmediği bir birliğe
katılması yahut onu desteklemesi de mantıken ve haklı olarak
beklenemez. Böylesi bir katılım yahut destek, onun düşüncesinde
saçma ve etkisiz olacaktır. Böylesi bir katılım ve destek onun dü-
şüncesinde gayriadil ve hatta suç olacaktır. Bu yüzden o kişi -bir
birliğe katılmak gibi katılmamaya dönük olarak da eşit bir özgürlük
içinde kalarak- o birlikten ayrılmış olmalıdır ve buradaki amacını
-tüm diğer kişilerde olduğu gibi- onun kendi çıkarı, takdiri ve vic-
danı dikte eder.

Adaletsizliğe karşı müşterek korunma birliği, gemi kazalarına


yahut yangınlara karşı oluşturulmuş müşterek korunma birlikle
rine benzer. Ve bir kişi bu birliklerin kendisine sunduğu faydalan
istemiyorsa, yahut onların amaçları ve metotlarını onaylamıyorsa,
o kişinin -rızası, yargısı ve vicdanı hilafına- bu birliklere katılmaya
yahut onları desteklemeye zorlanmasında başkaca bir haklılık ya
da aklı bir neden de bulunmayacaktır.
IV
Bu gönüllü birliklerin, kendilerini adil kılmak ve adaletsizliği
kendilerinden uzak tutmak için gerekli olan -bir bilim olarak- adalet
bilgisinden yoksun oldukları temelinde itiraz yapılamaz. Dürüstlük.
adalet ve doğal hukuk konulan genelde sade ve basit bir konular-
dır ve bunlar herkeste bulunan ortak zihin tarafından kolayca
kavranabilir. Bunların ne demek olduğunu bilmek isteyen biri, her
somut vaka özelinde, çok nadiren uzaklara gitmek zorunda kalıı:
Evet, bu bilimin de, diğer bilimler gibi öğrenilmesi gerekil: Fakat
aynı zamanda bu bilim çok kolay bir biçimde de öğrenilebilk Onun
uygulanışının, insanların birbirleriyle yaptıkları sonsuz sayıdaki
ilişki ve işlem kadar sınırlanamazlığı söz konusu olmakla birlikte,
o aslında her sıradan zihnin neredeyse sezgisel biçimde algılaya­
bildiği hakikat ve adalet ile ilgili bir takım basit ve temel ilkelerden
meydana gelmiştiı: Neredeyse tüm insanlar~ çıkarımları üzerinden
benzer olaylar ile anladıkları biçimde, adaletin neyi gerektirdiği ve
neyin adalet oluşturduğu üzerine aynı algılara sahiptiı:
Birbirleriyle münasebet ve bağlantı içerisinde bulunan insan--
lar, çok geniş kapsamda doğal hukuku öğrenmekten zaten istesek'.!
Do,qal Hukuk ya da Adalet Bilimi 21

bile kaçınamazlaı: İnsanların insanlarla yapmış olduğu anlaşmalaı~


birşeylere sahip oluşları, bireysel istekleri, her kişide varolan ta-
lepte bulunma ve ısrarcı olma eğilimi, neye borç neye hak olarak
baktıklarına bağlı olarak kendilerine dönük saldırılara direnme ve
içerlenmeleri, zihinleri içine daima şu soruları zerkeder durur: Bu
eylem adil mi, yoksa değil mi? Bu şey benim mi, yoksa onun mu?
İşte bu sorular doğal hukuk sorularıdır ve bunların çok büyük bir
kısmı, her nerede olunursa olunsun insan aklı tarafından aynı şekil­
de cevaplandırılır'.
Çocuklar doğal hukukun temel ilkelerini çok erken yaşlardan
itibaren öğrenmeye başlarlar. Bu yüzden bir çocuk, adilane bir
nedene dayalı olmaksızın. başka bir çocuğa vurmaması ve onu
incitmemesi gerektiğini öğrenir; diğer çocuklar üzerinde keyfine
göre baskı ve kontrol kurmayı umamayacağını öğrenir. Güç, hile ve
gizlilikle başka birine ait bir malı ele geçirmemesi gerektiğini de
öğrenir. Böyle yanlışları yapması durumunda, sadece zarar gören
muhatap çocuğun bu duruma direnmek, gerektiğinde de saldırıyı
cezalandırmak ve bozulan durumu zorla eski hale getirtmekle kal-
mayacağını, ayrıca diğer çocukların ve hatta tüm kişilerin de zarar
gören o çocuğa yardım edeceğini, onun haklarını savunup, ona kar-
şı yapılmış yanlışları düzelttireceklerini, bunun onların bir hakkı ve
ahlaki ödevi olduğunu öğrenmiş oluı: Bunlar insanların birbirleriy-
le yaptıkları işlemlerin önemli kısmını yöneten temel doğal hukuk
ilkeleridir. Çocuklar bu ilkeleri, üç ile üçün toplamının altı, beş ile
beşin toplamınınsa on olduğunu öğrenmelerinden çok daha önce
öğrenirler. Çocukların oynadığı basit çocuk oyunları bile bu ilkelere
süregiden bir bağlılık olmadığı takdirde sürdürülemez. Keza hangi
yaştan olursa olsun, insanlar bu ilkelerin dışındaki koşullar altında
barış ve sükun içinde birlikte yaşayamaz; bu da çocuk oyunlarının
sürdürülememesiyle aynı ölçüde imkansızdır.

Hindistaıı'da görev yapmış İngiliz yargıç olan Sir William jones, ki kendisi Avrupa
hukuku kadar Asya hukukunu da öğrenmiş, bugüne kadarki en iyi eğitimli yar-
gıçlardan biridiı; şöyle der: "tüm çağlar ve tüm milletler açısıııdan saf ve tarafsız
aklın pozitifkunımların kısıt ve engellerinden azade haldeki yargısal araştırma­
lar üzerinde çok nadiren hata üreteceğine dair ortaya çıkan neticeler üzerindeki
birbirine benzerlik ve hatta özdeşliği belirtmekten memnuniyet duyarım:' Jones
on Bailmeııts, 133.
Burada Joııes şunu kasteder: adaleti ihlal etmek biçiminde hiçbir kanun yapılma­
dığı takdirde, tüm çağlar ve tüm milletler açısından, yargısal heyetler neyin adil
olduğuna ilişkin hemfikir hale gelmekte nadiren hataya düşmüşlerdir.
22 Hukuk Nedir? (Seçme Metınler)

Ayrıca genç ya da yaşlı olsun insanların tamamı açısından,


onların doğal hukuk kavramının terimlerinin anlamlarını öğrenme­
lerinden çok daha önce doğal hukukun temel ilkelerini öğrendikle­
rini söylemek abartı olmaz. İlk önce bir şeyin kendisinin doğasını
anlamadıkları sürece, insanların o şeyi ifade eden kelimelerin ger-
çek anlamını öğrenebilmeleri de mümkün olmayacaktır. Şeylerin
kendilerine has doğalarını öğrenmeden evvel insanların adalet ve
adaletsizlik kelimelerinin anlamlarını anlayabilmeleri, şeylerin
kendi doğalarını öğrenmeden önce sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru,
aydınlık ve karanlık, beyaz ve siyah, bir ve iki kavramlarının an-
lamlarını onlara öğretebilmek kadar imkansızdır. İnsanların maddi
varlıkların yanında his ve düşünceleri, onları tanımlayıp tarif eden
kavramların anlamlarını bilebilmek için, öncelikli olarak bilmeleri
zaruridir.
İkinci Bölüm

"ADALET BİLİMİ (DEVAM)"


1
Eğer adalet doğal bir ilke değilse, hiçbir şekilde ilke de değil­
diı: Eğer o doğal bir ilke değilse, adalet diye bir şeyin varlığından
bile söz edilemez. Eğer o doğal bir ilke değilse, fi tarihinden bu yana
onun üzerine konuşan ve yazan onca insan, varolmayan bir şey üze--
rine yazıp konuşmuştur. Eğer o doğal bir ilke değilse, onca zaman-
dır işittiğimiz o adalete müracaat edişler ya da tanık olduğumuz
adalet mücadeleleri, aslında gerçek olmayan, salt fantezi ve hayal
gücünden türeyen boş isteklerin peşindeki koşuşturmacalardıı:
Eğer adalet doğal bir ilke değilse, adaletsizlik diye bir mefhum
da yoktur ve tüm o suç diye sahneye konan eylemler, hiçbir şekilde
suç olmayıp, tıpkı bir yağmur yağışı ya da güneşin batışı gibi alelade
olaylardır. Dolayısıyla mağdurların bir sel akıntısı yahut her yeri ya-
bani ot sarmasından yakınmalarının dışında bir sebeple, onlardan
şikayetçi olmalarının herhangi bir makuliyeti de yoktur.

Eğer adalet doğal bir ilke değilse, (sözümona) hükümetlerin


onu dikkate almasının, alıyormuş gibi görünmesinin yahut aldığını
açıklamasının da hiçbir makuliyeti ve haklılığı kalmaz; varolmayan
herhangi bir başka şeyi dikkate alma, alıyormuş gibi görünme ya
da aldığını açıklamayla bunun arasında hiçbir farkı yoktuı: Ve böyle
olunca, hükümetlerin adaleti dikkate alıp, tesis etme ve sürdürme
Doqa/ l/ukuk ya da Adalet Bilimi 23

faaliyetleri, bir aptalın boş bir lafından yahut bir düzenbazın hile-
sinden öteye geçmez.
Fakat tüm bunların tersine, şayet adalet doğal bir ilke ise, bu
durumda o değişmez bir şey olmak zorundadır. Onu tesis eden güç-
ten daha aşağı herhangi bir güç tarafından, yerçekimi kanunundan,
ışık kanunlarından, matematik ilkelerinden ya da başkaca bir doğal
hukuk kanunu veya ilkesinden daha fazla değiştirilebilir olmama-
lıdır; ve herhangi bir kimsenin yahut kendilerini hükümet yahut
başka bir isimle adlandıran bir grup kişinin, kararlarını, takdirle-
rini, istek ve emirlerini, insanın temel davranış kuralı olarak adalet
kavramının sınırları dahilinde oluşturabilmeleri için yapacakları
tüm girişimler ve varsayımlar, sanki bunu adalete göre değil de
evrenin fiziki, mental ve ahlaki yasalarına göre yapıyorlarmış gibi,
birer saçmalık, gasp ve zorbalık halini alır.

Eğer adalet gibi bir ilke var ise, bu ister istemez doğal bir ilke-
dir. Ve aynı şekilde bu, bir bilim konusu olarak, tıpkı diğer bilimler
gibi öğrenilip tatbik edilebilir. Ancak onu [yani adaleti] yasama
faaliyetinden elde etmek ya da çoğaltmak, matematik ve kimya gibi
diğer bilimleri yasamadan elde edip çoğaltmak kadar saçma, hatalı
ve gülünçtık
111
Doğada adalet gibi bir ilke var ise -isterse tüm insan ırkının
bütünleşik meziyetinden beliren bir yasama faaliyeti mevcut olsun-
adaletin üstün otoritesine yasamayla ne bir şey eklenebilir ne de
ondan bir şey koparılabiliı: Ve adaletin üstün otoritesine bir şeyler
eklemek ya da ondan bir şeyler çıkarmaya dönük insan ırkının -ya
da onun bir bölümünün- tüm girişimleri, her halükarda, avare bir
rüzgarın herhangi bir tekil insan üzerinde oluşturduğu mecburiyet-
ten daha fazla değildir.
IV

Eğer adalet gibi bir ilke, yahut doğal hukuk diye bir şey varsa,
iştebu her bir insana doğumuyla beraber ne tür haklar verildiğini
bizlere söyleı: Hangi hakların insana salt insan olduğu için içkin ol-
duğunu ve hangilerinin onun yaşamı boyunca onda kalmak zorun-
da olduğunu; çiğnenmesi mümkün olsa bile, bir insan olarak onun
doğasından ayıklanması, ayrılması, çıkarılması ve sıfırlanması na-
24 flukıık Nedir:' (Seçme Metinler)

mümkün olan hakların neler olduğunu, ve onlarda mevcut otorite


ve yükümlülüklerden nasıl mahrum kalındığını bizlere söyler.
Bir diğer taraftan, eğer adalet gibi bir ilke ya da doğal hukuk
diye bir şey yoksa, o zaman insan dünyaya haklardan tamamıyla
yoksun bir şekilde gelmiş olur. insanın dünyaya bu şekilde hak yok
sunu gelmesi, ebediyen böyle kalması gibi zorunlu bir durumu da
ortaya çıkarır. Çünkü eğer kimse dünyaya beraberinde hakları da
getirmiyorsa, onun salt kendisine ait haklara da hiçbir zaman sa,
bip olamayacağı veya bunları başka birine devredemeyeceği gayet
açıktır. Ve sonuç, insan denen varlığın hiçbir hakka sahip olamamış
olduğu; hak denen şeylerle alakalı konuştuklarında hiçbir zaman
sahip olmadıkları ve olamayacakları şeyleri zikrettikleridir.
V
Eğer adalet gibi bir doğal ilke var ise, o, doğal olarak tatbik
edilebilecek olduğu tüm meseleler açısından zorunlu olarak en yük-
sek ve sonuç olarak biricik ve evrensel yasa vastindadu: Ve sonuç
olarak bir hakimiyet ve otorite hakkının mevcut olmadığı hallerdt,
beşeri yasakoyuculuk, basitçe ve her daim, bir hakimiyet ve otorite
faraziyesi oluşturmuştur. Bu yüzden de her zaman ve basbayağı bir
mütecaviz, bir saçmalık, bir gaspçı ve bir suç olmuştur.
Diğer yandan eğer adalet gibi bir doğal ilke yok ise, adaletsiz-
lik diye bir şey de olamaz. Eğer dürüstlük diye bir doğal ilke yoksa,
dürüstlüğe aykırılık diye bir şeyden de söz edilemez. Dolayısıyla
dürüstlüğe aykırı veya gayriadil diyebileceğimiz ve şikayet ederek
yasaklayıp cezalandırabileceğimiz şekilde, bir insanın diğer bir in·
sana yahut onun malvarlığına karşı cebir veya hileyle eylemde bu-
lunması imkanı da olamaz. Kısaca eğer adalet gibi bir ilke yoksa suç
olarak zikredebileceğimiz bir eylem de olmaz. Suçları önlemek ve
cezalandırmak için ortaya çıktığı söylenen tüm hükümet faaliyetleri
-yahut bunların bir kısmı-, olmayan ve hiçbir zaman olmayacak bir
şeyi önlemek ya da cezalandırmak uğraşlarına dönüşür. Böylesi
uğraşlar, suçlarla ilgili olmaları ölçüsünde, hükümetlerin varolrna
gerekçelerinin aslında olmadığının ikrarı halini alırlar; zira o suç-
larla ilgili yaptıkları ve yapabilecekleri bir şey yoktur. Doğa içinde
olmaları basbayağı mümkün olmayan eylemlerin önlenmesi ve
cezalandırılması için varolan hükümetlerin ikrarıdır bu.
Hukuk ya da Adalet Bilimi 25

VI
Doğada adalet ya da dürüstlük gibi, "benim" ve "senin" gibi
kelimelerle tanımlanan, insanın kişiliği ve mülkiyeti üzerinde doğal
haklarını gösteren ilkeler var ise, değiştirilemez ve evrensel bir
hukuka sahibiz demektir. Bu hukuk öğrenebildiğimiz, hatta tıpkı
bilimler gibi öğrendiğimiz bir hukuktur. Kendisiyle çatışan
her ne varsa ona baskın gelir ve onu dışlar. Bize neyin adil ya da
gayriadil; neyin dürüstçe ya da dürüstlüğe aykırı; neyin bana ya da
sana ait; neyin mülkiyet ya da kişilik hakkı açısından bana ya da
sana ait olduğunu ve bunlar arasındaki sınırların nerede başlayıp
bittiğini söyler. Bu hukuk tüm dünya genelinde, tüm insanlar için ve
tüm zamanlarda geçerli olan biricik ve üstün hukuktur; ve insan bu
üzerinde yaşadığı müddetçe de bu böyle olacaktır.
Fakat bunun tersi bir biçimde, eğer doğada adalet ya da dü-
rüstlük gibi, "benim" ve "senin" gibi kelimelerle tanımlanan; insanın
kişiliği ve mülkiyeti üzerinde doğal haklarını bildiren ilkeler yoksa,
o zaman adalet ve adaletsizlik, dürüstlük ve dürüstlüğe aykı­
nlık gibi kavramların; benimkiyle seninkini işaret eden, bir şeyin
bir kişinin ve diğer bir şeyinse diğer kişinin mülkiyetinde olduğunu
gösteren, bir şeyin bir kimsenin doğal kişilik ve mülkiyet hakları
olduğunu, neyin zarar ve neyin suç olduğunu tarif eden tüm
kelimeler, manasızlıkları itibariyle tüm beşeri dillerden çıkarılma­
lıdıı: Ayrıca insanların birbirleriyle ilişkilerini yöneten üstün ve
biricik kanunlarının, zamanın başlangıcından bu yana yapılmış en
cebir ve hile olduklarını; ve bundan böyle, tüm kişi ve -diğer
herkes gibi kendilerini "hükümet" olarak lanse eden- kişi kombi-
nasyonlarının birbirleriyle olan ilişkilerinde, yapabildikleri ölçüde
her türlü cebir ve hileye müracaat etmekte serbest bırakıldıklarını,
bir kerede ve nihai şekilde deklare etmek gerekir.
VII
Eğer adalet gibi bir bilim yahut hükümet bilimi gibi bir şey yok
ise, açgözlülük ve şiddet, insanların kalan kısmının efendiliğini elde
olup onları sefalet ve köleliğe sürüklemiş olan ve yine onların
tabi edildikleri hükümetleri kurmuş birkaç bağlaşık kötünün elinde
birer meşru yönetim örneği halini alırlar; ki bu durum dünyanın
her daim göreceği şekilde, her çağ ve millet açısından böyle oluı:
26 Jlıılaık Nedir? (Seçme Metinler)

VIII
Şayet doğada bir adalet ilkesi var ise, işte o zaman sadece bir
politik ilke de hep var olmuştur ve olacaktır. İnsanların icat etme
alışkanlığı içinde oldukları diğer tüm sözde politik ilkeler, tama·
mıyla ilke bile değildir. Bunlar ya evrensel hukuk, hakikat ya da
adaletten daha iyi bir şeyler keşfettiklerini hayal eden aptallara ait
şımarıklıklardır; ya da güç, para ve şan peşindeki bencil ve sahte-
karların bu amaçları doğrultusunda kullandıkları birer aygıtı ya da
yalandan bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmeleridir:

Üçüncü Bölüm
YASAMA FAALİYETİNİN KARŞITI OLARAK
DOĞAL HUKUK

I
Doğal adalet veyahut doğal hukuk, insanlar arasında ortaya
çıkabilecek olası her tür uyuşmazlığa doğruca uyabilir ve doğal ola-
rak uygulanabilir ilkedir; aynı zamanda insanlar arasındaki uyuş­
mazlıklara haklı bir biçimde yerleştirilebilir yegane standarttır. Bu
öyle bir ilkedir ki, her insan onun sağladığı korumayı, diğer insanla-
rı bu ilkeye adapte etmeyi arzulasın ya da arzulamasın, kendisi için
talep eder. Bu ilke, aynı zamanda her millette ve her zaman aynı
kalan değiştirilemez bir ilkedir; her zaman ve her mekan için kendi
kendini gerekli kılar; herkese karşı tarafsız ve eşit mesafededir; her
yerde insanların barışı için vazgeçilmezdir; her insanın refahı ve
güvenliği için hayati önem taşır; aynı zamanda kolaylıkla öğrenilir;
genel olarak bilinir; ve aynı zamanda bütün namuslu insanların
hazır ve haklı olarak biçimlendirmiş oldukları söz konusu gönüllü
birliklerin amaçları çerçevesinde sürdürülür de ... Ve onun bu tip
bir ilke oluşu, şu türden soruları da gündeme getirir: Niçin o evren
sel ya da neredeyse evrensel olarak hüküm ifade etmeyen bir şey
olmuştur? Niçin o, insanların kendisine itaate haklı biçimde zorla
nabileceği yegane hukuk olarak, çağlar öncesinden dünya çapında
tesis edilememiş vaziyettedir? Niçin o, insanlararası ilişkilerde yer
alması veya insanoğlunun kullanımı açısından, aslında yasama fo.
aliyetinin nitelikleri kadar gereksiz, saçma, hatalı ve zalim bir şey
olarak tasavvur edilmiştir?
Doqal Hııkuk ycı do Adalet Bilimi 27

il
Bu soruların cevabı, tüm tarihsel dönemler boyunca, insanla-
rın barbar devletinde ötesinde gelişmişlik gösterdikleri ve toprağın
işlenmesi suretiyle yaşamı idame ettirme araçlarını geliştirmeyi
öğrendikleri her yerde, bazı insanların -elkonulabilir malvarlığı
biriktirmiş ya da kendilerini köleleştirecek insanların güç ve haz-
larına katkıda bulunacak derecede emek gücüne sahip olduklarını
gösteren- diğer tüm insanları yağmalayıp köleleştirmek için hırsız­
lar gibi birleşip organize olduklarında kendini gösterir.
Başlangıçta sayıca az olan bu hırsız grupları, birbirleriyle
birleşmek, savaşta kullanılabilir aletler geliştirmek, kendilerini
disipline edip organizasyonlarını askeri güçlere dönüştürerek
mükemmelleştirmek, yağma faaliyetlerini kendi aralarında (baskı
altında tuttukları kişilere de dahil olmak üzere) ya (kendisini takip
edecek kişileri devamlı arttırma gayretindeki) liderlerinin buyur-
duğu gibi ya da beraberce kararlaştırdıkları şekilde paylara ayırıp
bölüştürmek suretiyle kuvvetlerini arttırmışlardır.

Yağmalanıp köleleştirilen insanların görece savunmasız ol-


ması, ülkenin geneline seyrek bir şekilde serpişmiş olmaları, kaba
saba alet edevatla topraktan zar zor verim alabilecek şekilde pür
ağır emekle çalışma koşulları altında bulunmalan, sopalar ve taş­
lardan başka savaş aletlerine sahip olmamalan, aniden saldırmak
dışında birlik halinde hareket edip güçlerini yoğulaştırmalarını
sağlayacak vasıtalarının, askeri disiplin ve organizasyonlarının
olmaması durumlarında, bu hırsız gruplarının onları yağmalama
ve köleleştirmede başarı elde etmeleri kolaylaşmıştır. Bu koşullar
altında, kendilerinin veya ailelerinin yaşamlarını kurtarabilmek
için insanlara kalacak alternatif yol, sadece elde ettikleri mahsulü
veya işledikleri toprağı vermekten ibaret değildir; aynı zamanda
kendileri ve aileleri de birer köle olarak yağmacılara teslim olmak
zorunda kalırlar:
işte
bu andan itibaren onların yazgısı, önceden kendileri için
işledikleri toprağı, başkası için işlemek olur. Emeklerini daimi ola-
rak yöneltecekleri ve refahlarını yavaş yavaş arttıracakları kişi artık
onların tiranlarıdır; her şey artık tiranlarının eline gider.

Bu tiranlar sadece yağmayla ve köleleştirdikleri kişilerin


emeği üzerine çökerek yaşarlar; ve yine onların enerjilerinden fay-
dalanarak, yağmalarını genişletmeye ve diğer savunmasız insanları
28 llukuk Nedir? (Seçme Metinler)

köle haline getirmeye devam ederler. Sayılarım arttırarak, organı­


zasyonlarını mükemmelleştirerek ve savaş aletlerini çoğaltarak,
yapmış oldukları işgalleri, elde ettiklerini elde tutmak için, siste-
matik davranmak ve birbirleriyle ortak hareket etmek gerekliliği
ölçüsünde sürdürür ve genişletirler.
Fakat o zorbalar, tüm bu şeyleri hükümet olarak adlandırdık­
ları varlığı
meydana getirerek ve yasa dedikleri şeyleri çıkararak da
yapabilirler.
Dünyadaki büyük yönetimlerin hepsi, gelmiş geçmiş olanlar-
dan şimdikileredek, hep bu karakterde olmuştur. Bunlar sadece,
yağma, işgal ve hemcinslerini köleleştirmek amaçlan doğrultusun­
da biraraya gelmiş birer yağmacı çetedir. Ve onların yasalar olarak
adlandırdıkları şeyler de, sadece birilerini yağmalayıp köleleştir­
mek ve elde ettikleri çapulculuk hisselerini korumak -ve bu suretle
de içinde bulundukları organizasyonlarını idame ettirmek- için
yapmayı gerekli görüp hep beraberce akdettikleri anlaşmalardır.

Tüm bu yasalar, çetecileı~ eşkiyalar ve korsanların tasarla-


dıkları suçlan daha başarılı bir biçimde işlemek ve sağladıkları
menfaati daha barışçıl şekilde bölüşmek için aralarında tesis etme
yi gerekli gördükleri anlaşmalardan daha hakiki bir yükümlülük
meydana getirmez.
Ve böylece, özü gereği dünyadaki yasama faaliyetlerinin hepsi,
diğer insanları yağmalamak, köleleştirmek ve malvarlığı haline ge-
tirmek yönünde bir grup insanın arzusundan kökenini bulur.
m
Zenginlik üreten tüm araçlara ve tüm topraklara el koyan
soyguncu ya da köleci sınıf, zamanla kölelerini yönetmenin ve ve
rimli kılmanın en kolay yolunu keşfetmeye başlamış, onları eskiden
olduğu gibi ve tıpkı çok sayıda sığıra sahip olmak gibi daha fazla sa-
yıda sahiplenmek yerine, kendi yaşamlarını idame ettirme sorum-
luluklarını onların üzerinde bırakarak onlara daha çok özgürlük
veren köle sahipleri olmuşlardır. Böylece bu kişiler, bu sefer toprağı
elinde tutan kişilere -yani eskiden efendileri olan kişilere-, onların
belirleyeceği bir karşılık uğruna emeklerini satmaya itilmişlerdiı:

Bazı kimselerin yanlış bir biçimde dile getirdikleri tabirle, bu


özgürleştirilmiş kölelerin -yani topraklan, malvarlıkları veya ba-
ğımsız bir yaşam sürebilme vasıtaları olmayan bu insanların- pek
tabii ki, açlıktan korunabilmek için emeklerini bir toprak sahibine
Do/jol ffukıık ya ria Adalet Bilimi 29

satmaktan başka alternatifleri kalmamıştıı: Bu satım ise yaşamın


en kaba gerekliliklerini elde edebilmeye yetecek -ve hatta çoğu za-
man bunu bile mümkün kılmayacak- bir karşılık uğruna olmuştur.
Sözümona bu özgürleştirilmiş köleler, bugün artık, daha önce
olduklarından çok ama çok az daha köle olmuşlardır. Onların yaşa­
mı idame ettirebilme vasıtaları, en azından onları yaşamda tutma
konusunda açık şekilde menfaatlere sahip efendilerinin olduğu
döneme göre muhtemelen çok daha kırılgan hale gelmiştir. Toprak
sahibinin çıkan veya kaprisi doğrultusunda evden, işten ve hatta
kendi emekleriyle yaşamı idame ettirme şansından çekilip fırlatıl­
maya maruz kalmışlardır. Bu yüzden sayıları da epeyce fazla olan
bu kişiler, dilenmeye, hırsızlık yapmaya ve açlık çekmeye mecbur
bırakılmışlardır; ve tabii ki de, eskiden sahipleri olan kişilerin hu-
zurları ve mülkiyetleri açısından da birer tehlike halini almışlardır.

Netice olarak, eski efendiler, kendilerinin ve mülkiyetlerinin


güvenliğini sağlama amacıyla, bir hükümet faaliyeti altında bu
tehlikeli insanları daha mükemmel bir biçimde organize etmeyi ve
yasalar yaparak tôbiyet altında tutmayı gerekli görmüşlerdir. Bu
yasalaı~ onların ne durumda emek sarf etmeye mecbur hale gele-
ceklerini, endişe uyandırıcı cezaları ve hatta ölümü, ayrıca açlıktan
kaçınabilmek için tek yolları olan ve bu yüzden itilmiş oldukları hır­
sızlık ve suistimalleri tanımlarken, aynı zamanda fiyatlandınr da.

Bu yasalar yüzlerce ve hatta bazı ülkelerde binlerce yıldır


geçerliliklerini muhafaza etmiştir; ve bugün de dünya genelinde
neredeyse tüm ülkelerde, daha az yahut çok katılıkta, bu yasalar
hala yürürlüktedir.
Bu yasaların gayeleri ve etkileri, tüm toprakların ve zenginlik
yaratıcı tüm araçların belli sınıfların, yani soyguncu ve köle sahibi
sınıfın tekelinde tutmak ve bunu sürdürmek olmuştuı: Bir gaye ve
etki de, yoksulluk: ve bağımlılık durumu içindeki emekçi kesimin
büyük bir bölümünü, sadece hayatta kalabilecekleri düşük bir meb-
lağ ıığnına emeklerini tepelerindeki tiranlara satmaya zorlamaktır.

Tümbunların sonucu, dünyadaki zenginliğin çok küçük bir


azınlığın,köle sahibi ve yasakoyucu sınıfın elinde bulunuşudur ve
bu sınıf geçmişte olduğu gibi bugün de hala ruhen köle sahibidir,
fakat herkesin tıpkı taşmır mal sahipliği gibi kendi kölesine sahip
olması yerine, bu sefer amaçlarına emekçi sınıfı bağımlılık ve tabi-
yet altında tuttukları yasaları çıkararak ulaşmaktadırlaı:
30 Hukuk Nedir?

Dolayısıyla yasama faaliyetinin uğraşı, ki içinde


muz zamanlarda artık bu büyüyerek devasa bir faaliyet alanı ha-
line gelmiştir, kökeni itibariyle, emeklerini gasp edip bundan kar
edecekleri çoğunluğu itaat altında tutma amacıyla azınlığın kendi
içinde tertiplediği gizli hesaplarla hemhal olmuştur.
Ve bütün yasama faaliyetinin temelinde yatan gerçek motif
ruh -her ne kadar yasakoyucular kendilerini gizleyerek bunlarm
üstünü boyasalar da- dün olduğu gibi bugün de aynıdır: Yasakoyu-
culuktaki tüm amaçlan, bir sınıf insanı, diğer bir sınıfın altında ona
tabi ve ona hizmet eder şekilde alıkoymaktır.
iV
O halde yasama nedir? Bir ya da bir grup insanın, kendilerinin
gücüne tabi olacak diğer tüm insanlar üzerinde mutlak ve sorumsuz
hakimiyet sanısıdır. Bir ya da bir grup insanın, diğer tüm insanları
kendi istek ve hizmetlerine tabi kılmaya hakları olduğu sanısıdıı:
Bir ya da bir grup insanın, diğer tüm insanların doğal hakları ve do·
ğal özgürlüklerini karşılıksız bir biçimde ortadan kaldırmaya; on-
ları köleleri yapmaya; onların ne yapabilip ne yapamayacaklarını,
ne olup ne olamayacaklarını ve neye sahip olup olamayacaklarını
keyfi biçimde dikte etmeye haklan olduğu sanısıdıc Kısacası insan
hakları ilkesini ve adalet ilkesinin bizatihi kendisini bu dünyadan
koparıp atmak ve onun yerine kendi kişisel çıkaı; istek ve hazlarını
koymaya hakkı olduğu sanısıdır. Tüm bunlar, baskı altındaki in-
sanlar üzerinde beşeri yasakoyuculuğun zorlayıcı bir biçimde var
olmasının korkunç bir düşünce olduğunu gösterir:
\rINIHCATION OF MORAL LlBERTY.
ERDEMSİZLİKLER SUÇ DEĞİLDİR:
AHLAKİ ÖZGÜRLÜĞE DAİR BİR SAVUNMA

"Vices are not Crimes:


A Vindication of Moral Liberty"
(1875)

Ahlak Bozuklukları yahut Erdemsizlikler [Vicesl] insanın biz-


zat kendisi yahut kendi mülkiyetine zarar veren eylemlerini ifade
eder.
[Crimes] ise bir başkasına yahut bir başkasının mülki-

Erdemsizlikler, basitçe, bir kişinin mutluluk peşinde koşarken


yaptığı hatalar olarak ifade edilebilir. Suçların tersine bunlar, başka
kimselere yönelik kötü niyet [malice] içermez ve bu manada onların
kişiliklerine yahut mülkiyetlerine dönük müdahale de değildirler.

Erdemsizliklerde, suçları suç yapan öz -yani başkasının şahsi­


veya malvarlığına zarar verme için dizayn edilmişlik- eksiktir.
kastı olmadan yani bir başkasının şahsiyeti yahut mül-
kiyetine dönük bir ihlal kastı olmadan bir suçun oluşamayacağı,
hukukun temel bir ilkesidir. Fakat bir erdemsizlik, böylesine bir suç
kastı ile birlikte sergilenemez. Bir kişi erdemsizlik sergilerse

[Çevırnıen Nolu: Bu metinde vice kelimesi, virtue yani erdemin zıttını, erdemli ol-
mayan davranışları (erdemsizlikleri) kastetmekte kullanıldığı gibi aynı zamanda
klasik hukuk-ahlak ayrımı bağlamında ahlaki alanda tutulan ve ahlaki bozukluk
ve zafiyetler olarak nitelenen savurganlık ve sarhoşluk gibi durumları kastet-
mekte kullanılır. O yüzden vice kelimesi ahlaki bozukluk ve erdemsizliğin ikisini
birden karşılayacak şekilde çevrilmiş ve çoğu yerde kısaca "erdemsizlikler" biçi-
minde kaleme alınınıştıı:]
34 lfukıık Nedir? (Seçme Metinler)

bunu sadece ve sadece kendi mutluluğu için yapaı~ başkalarına dö·


nük kötü niyetle yapmaz.
Eğer hukuk kuralları eliyle, suçlar ve erdemsizlikler arasında·
ki bu sarih ayrım yapılmaz ve tanınmaz ise, dünya üzerinde bireysel
hak, özgürlük ve mülkiyet gibi kavramların anlamı kalmamış olur;
bu durumda bir kişinin kendi şahsiyeti ve mülkiyetini kontrol etme·
siyle ilgili bir insan hakkından da bahsedemeyiz, keza başkalarının
bununla mukabil ve karşılıklı denk [co-equal] mahiyetteki şahsiyet
ve mülkiyeti kontrol hakları da ortadan kalkac
Dolayısıyla bir yönetimin bu erdemsizlikleri birer suç olarak
deklare etmesi ve bu yönde cezalandırması, söz konusu kavram-
ların esas mahiyetlerini tahrifata yeltenmek anlamına gelir. Bu ise
hakikati sahtelik, sahteliği de hakikat olarak deklare etmek kadar
anlamsızdır.

n
Bir insanın yaşamındaki her davranışı, ya erdemlidir ya da
erdemsiz. Bu, o insanın fiziksel, zihinsel ve duygusal sıhhati ile re·
falımın doğrudan bağlı olduğu zihnin ve bedenin doğal yasalarının
ya uyum sergilediği yahut çatışma içinde olduğunu söylemektir.
Diğer bir deyişle, o kişinin yaşamı içinde sergilediği her eylemin, ya
bütünüyle onun mutluluğuna yahut tamamıyla mutsuzluğuna doğ­
ru meylettiğini söylemektir. Onun tüm varoluşu dahilinde bundan
farklı olan tek bir eylem dahi yoktuı:

Bundan başka, her insan diğer insanlardan fiziksel, zihinsel


ve duygusal yapısı ve ayrıca çevrelendiği koşullar bakımından
farklıdır. Bu nedenle, bir kişi özelinde erdemli olup mutluluğa sevk
edici çoğu eylem, başka bir kişi açısından erdemsiz ve mutsuzluğa
götüren eylem olur.
Ayrıca bir insan için belli bir zamanda ve belli koşullar altında
erdemli ve mutluluğa sevk edici olan çoğu eylem de, başka bir za·
man diliminde ve başka koşullar altında erdemsizdir ve mutsuzluğa
sevk edicidir.
111
Her insan için, onun içinde yer aldığı her bir koşulda ve
tüm koşullarda,
hangi eylemlerin erdemli, hangilerinin erdemsiz
olduğunu bilmek -yahut başka bir ifadeyle hangi eylemlerin bütü
nüyle mutluluğa, hangilerinin de bütünüyle mutsuzluğa sevk edici
Erdemsizlik/er Suç Değildir 35

olduğunu bilmek- insan zihninin bu zamana kadar yöneldiği ve


yönelebildiği en içerikli ve en karmaşık uğraştır. Bu, zekası açısın­
dan en muhteşeminden en mütevazi olanına dek her bir insan için
süregiden bir uğraştır ve mecburen onun varoluşunun ihtiyaçları
ve arzuları tarafından yürütülür ve yönlendirilir. Ayrıca beşikten
mezara değin her kişinin mecburen kendi vargılarını şekillendiren
bir uğraştn; çünkü o kişinin kendi doğasından kaynaklı arzularım,
ihtiyaçlarım, umutlarını, endişelerini ve itkilerini ya da onun şah­
sına münhasır koşullarının yarattığı baskı unsurlarını hiç kimse
onun gibi bilemez ve hissedemez.
IV
Erdemsizlik olarak adlandırılan bu eylemlerin gerçekten birer
ahlaki bozukluk olduğunu söylemek çoğu zaman mümkün değildir,
ancak mesele bir derece meselesidir. Erdemsizlik olarak adlandırı­
lan eylemler yahut eylemlere gidişatlann, eğer onlar belli bir kertede
durdurulmuş/arsa, gerçekten birer ahlak bozukluğu olduğunu söy-
lemek zorduı: Bu nedenle, bu tip durumlarda erdem [virtue] yahut
erdemsizlik/ahlaki bozukluk [vice] meselesi bir nicelik ve derece
meselesidir, tekil eylemin içkin karakterine dair bir mesele değil­
dir. Bu durum, bir kişinin erdem ve erdemsizlik arasında kesin ve
doğru bir çizgi çekebilmesini, nerede erdemin bitip erdemsizliğin
başladığını söyleyebilmesini, imkansız kılar diyemesek de, zorlaştı­
rır; ki [bu genel olarak böyledir,] o kişi kendisi için bunu yapabilir.
Bu tüm erdem ve erdemsizlik meselesinin niçin her kişinin salt
kendi kabulü olarak kalması gerektirdiğinin bir başka nedenidir.
V
Erdemsizlikler genellikle, ve en azından başlangıç zamanla-
etkileri itibariyle zevklidir, zevk vericidir, ayrıca sıklıkla ken-
dilerini erdemsizlik gibi açığa vurmazlar, ta ki uzun yıllar boyunca,
belki de hir yaşam boyu sergilendikten sonra tersi durum ortaya
dek Bu ahlaki bozuklukları sergileyenlerin pek çoğu hatta
muhtemelen ağırlıklı çoğunluğu için, tüm yaşamları boyunca, söz
konusu bozukluklar kendilerini birer erdemsizlik olarak açığa vur-
maz. Diğer taraftan erdemlerse sıklıkla sert ve sağlam görünürler,
anki mutlulukların çoğunun kurban edilmesini gerekli kılarlar ve
erdem olarak neticelenecek şeyler genellikle daha uzak ve belirsiz-
fiiliyatta çoğu kimsenin özellikle de gençlerin zihnine kesinlikle
kolay kestirilemezler; doğaları itibariyle de birer erdem oldukları­
na dair ya da evrensel bilgi yoktur. Hakikaten, derinliği olan
36 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

filozofların çalışmalarında erdemler ile erdemsizlikler arasındaki


sınırın çizilmesi hususunda çaba sarf edilmiştir, ve eğer bütünüyle
nafile değilse bile, ufak tefek sonuçlar açısından bu çaba belirgindir:
Eğer çoğu vakada neyin erdemsizlik olup neyin olmadığım
belirlemek çok zor, hatta imkansıza yakın ise, ve neredeyse tüm
vakalarda özellikle nerede erdemin bitip nerede erdemsizliğin baş­
ladığını belirlemek çok zor ise, bir kimsenin gerçeklikle örtüşür ve
doğru biçimde kendi dışındaki herhangi bir başka kişi için belirleme
yapamayacak olduğu bu sorular herkesin [kendi] tecrübesine açık
ve azade bırakılmazsa, insanlar insan olmaları dolayısıyla haklan
arasında en yüksek konumda olan akletmeden yoksun bırakılmış
olurlar; Bu hak. onun kendisi için neyin erdemli neyin erdemsiz ol-
duğunu -diğer bir deyişle neyin tamamıyla onun mutluluğuna neym
tamamıyla mutsuzluğuna dönük olduğunu- soruşturma, araştırma,
akıl yürütme, deneme yapma, yargılama ve aslı astarını öğrenme
hakkıdır. Eğer bu büyük hak herkese açık ve azade bırakılmazsa, o
zaman akleden bir varlık olarak her insanın "özgürlük ve mutluluğu
takip etme" konusundaki tüm hakkı ondan esirgenmiş olur.
VI
Bizler; hepimiz, kendimiz ve çevremizdeki her şeyle alakalı
tam bir bilgisizlikle dünyaya geliriz. Hepimiz daima, doğamızdan
gelen temel bir yasa vasıtasıyla, mutluluğu arzulama ve acıdan
kaçınma yolunda sevk olunuruz. Sevk edilmekle birlikte neyin bize
mutluluk vereceği ve neyin bizi acıdan koruyacağını öğrenmek için
her şeye sahibiz de. Aramızdaki hiçbir iki kişi, birbirine fiziksel,
mental ve duygusal açıdan tamamıyla benzer değildir; keza bunun
sonucunda, mutluluğun elde edilmesi ve mutsuzluktan kaçınılması
için fiziksel, mental ve duygusal gereksinimlerimiz de aynı değildir.
Bu yüzden hiçbirimiz, mutluluk ve mutsuzluk, erdem ve erdemsiz
lik hakkındaki mecburi dersi, bir başka kişi namına öğrenemeyiz.
Bu dersi herkesin kendi namına öğrenmesi icap eder. Bunu öğren-­
mek için, kendisini bir yargıya tevdi edecek her türlü tecrübeye
girişmekte kişinin özgür olması gerekir. Bu tecrübelerden başarıya
ulaşmış bazıları, başarıya ulaştıkları için, erdem [virtue] olarak
adlandırılırken, başarısızlığa uğramış olanları bu başarısızlıkları
nedeniyle erdemsizlik [vice] olarak adlandırılır. Kişi, bilgeliğini, er-
demler olarak nitelenen başarılarından olduğu kadar erdemsizlik
olarak adlandırılan başarısızlıklarından da devşiriı: Bunların ikisi
de mutluluğun nasıl elde edileceğini ve acıdan nasıl kaçınılacağım
Erdcmsizlildcr Değildir 37

olan bilginin kazanılması için gereklidir; o bilgi aynı


zamanda kişininkendi doğasının, etrafındaki dünyanın, bunlara
olmaların ve olamamaların bilgisidir. Ve eğer o kişi kendi
tatminini sağlayacak biçimde bu tecrübelere girişmekte müsaadeli
kılınamazsa, söz konusu bilginin elde edilmesinde ve sonuç olarak
kendi hayatının büyük gayesi ve vazifesini takip etmekte kısıtlan­
mış olur.

VII
Bir insan, kendisi için son derece yaşamsal olan meselelerde,
kimsenin bu hususta kendisinin çıkarı kadar çıkarı olmadığına ve
olamayacağına binaen, bir başkasının sözüne uymak ve bir başka­
sının otoritesine teslim olmak yükümlülüğü altında değildir. O kişi
insanların fikirlerine güvenle bel bağlayamaz, çünkü diğer
insanların fikirlerini mutabık bulmaz. Birbirini izleyen nesiller yo-
luyla milyonlarca insan tarafından belli eylemler ya da o eylemlere
giden eylemler yapılagelmektedir ve bu eylemler tam olarak mutlu-
luğa götürdüğü durumda erdemli eylemler olarak ele alınmaktadır.
Başka çağlarda, başka ülkelerde ve başka koşullarda yaşamış in-
sanlar ise kendi gözlem ve tecrübelerinin sonucu olarak bu eylem-
leri tamamıyla mutsuzluğa götürücü eylemler yani erdemsizlikler
olarak ele almışlardır. Önceki kısımda vurgulanmış olduğu üzere,
erdem ve erdemsizlik sorunsalı bir çok zihin nezdinde bir derece
sorunu olagelmiştir; öyle ki bu, herhangi belli bir eylemin asli ka-
rakterini değil, belli eylemleri içinde taşıyan bir kapsamı ifade eder.
Erdem ve erdemsizlik sorunsalları bu nedenle yerkürede yaşayan
türlü bireylerin akıl, vücut ve durum çeşitliliği kadar çeşitlidir ve
nihayetsizdiı: Ayrıca çağların tecrübesi, bu sorunların nihayetsiz-
cesini çözümsüz bir biçimde bırakmıştır. Hatta neredeyse gerçekte
bu sorunların hiçbir tanesinin çözülmemiş olduğu bile söylenebilir.
VIII
Düşüncenin bu sonsuz çeşitliliği ortasında, insanın veya insan
grubunun, münhasır bir eylem ya da bir eyleme gidişat ile ilgili
olarak söylemeye hakkı olduğu şey nedir? "Bunu tecrübe ettik ve
bu tecrübenin içindeki her soruyu belirledik" mi? "Bu belirlemeyi
sadece kendimiz için değil diğer herkes için de yaptık" mı? ''Ayrıca
bizden daha güçsüz ve zayıf olanların tümünü bizim kararlarımı­
za itaatle davranmaya zorlayacağız" biçiminde bir şey mi? "Yahut
başkasının deneyimlediği acıları çekmeyeceğiz, ve netice olarak
38 llukıık Nedir? (Seçme Metinler)

başkalarının edindiği bilgilerden daha fazla zarar görmeyeceğiz"


şeklinde bir şey mi?
Bunları söylemeye hakkı olan insanlar kimlerdir? Elbette
böyle kimseler yoktur. Bunları gerçekten söyleyen kişiler, ya bilgi-
nin ilerlemesini durduran, çevrelerindeki insanların bedenlen ve
akılları üzerindeki mutlak kontrolü gasp eden, bu yüzden de mü-
temadiyen ve en son kerteye dek direnilecek utanmaz düzenbazlar
ve tiranlardır ya da kendi zaafiyetlerine ve büsbütün acıma yahut
horgörünün dışında bir düşünceyle diğer insanlarla ilişkilerine
karşı son derece cahil kimselerdiı:

Bununla birlikte biz bu dünyada böyle insanların olduğunu


biliyoruz. Bunlardan bazıları iktidarlarını sadece ufak bir alanda
uygularlar; çocukları, komşuları, şehirlileri yahut memleketlileri
üzerinde. Bazılarıysa daha geniş bir alanda uygulamışlardır: Örne-
ğin Roma'da yaşlı bir adam, birkaç memuru yardımıyla, erdem ve
erdemsizlik hakkındaki tüm sorunlarda, özellikle de dini mesele-
lerde 'hakikat' ve 'batıl' değerlerini alacak kararlar vermeye yelte-
nir durur. O yaşlı adam, hangi dini düşüncelerin ve uygulamaların
insanın hem bu dünyadaki hem de gelecek dünyadaki mutluluğunu
sağlayacağını ya da buna engel olacağını bildiğini ve öğrettiğini
iddia eder. Bu işi yürütürken mucizevi bir feyz [inspirationj ile
donandığını iddia eder; mucizevi feyzden başka bir şey olmayan
bu görünürde onaylanma ile birlikte o, gayet makul bir adam gibi,
bu işe yetkili addolunur. Bununla birlikte, söz konusu mucizevi
feyz, O'nun yeteri derecede fazla sayıda sorun üzerine atılmasını
sağlamada tesirsizdir. Bunların en önemlileri şunlardır: [il alelade
fanilerin de erişebildiği en yüksek düzeyde dinsel erdem, O'mm
(yani Papa'nın) yanılmazlığına dair tam inançtır! [ii] o insanların
suçlandınlabilecekleri türde erdemsizliklerin en batmış olanı ise,
Papa'nın da kendileri gibi sadece bir insan olduğuna dair inançları
ve bunu deklare etmeleridir!
Bu iki hayati hususta, O'nun netice-i halinin kesinliğe erme-
sinde beş yüzyıl ila sekiz yüzyıl civarı bir süre gerekmiştir. Hatta
görünen odur ki, bunlardan ilki, onun diğer sorulara uygulanması
açısından, öncül olması gerekir; çünkü O [Papa], kendi yanılmazlı
ğı hususu kesinliğe erene dek, başka herhangi bir konuda otorite
olarak karar veremez. Ancak bununla birlikte, O [Papa] söz konusu
kesinleşme zamanının öncesinde de, bazı sorularla alakalı girişim-­
de pekala bulunmuştur ya da öyle yapmış gibi görünmüştüı: Ve
Erdemsizlikler Suç Değildir 39

muhtemelen böyle yapmaya, hatta daha da fazlasını yapmaya, ge-


lecekte de devam edecektir, yeter ki kendisini dinleyecek birilerini
bulabilsin. Fakat onun bu başarısı, insanoğlunun ihtiyaçları ile karşı
karşıya gelinen bir çağda, erdemler ve erdemsizlikler ile alakalı
tüm sorulan onun yanıtlayabileceğine, hatta bu konudaki dinen
münhasır konumuna inancı güçlendirmede kesinlikle yetersizdir.
O ve onun ardılları, çok uzak olmayan günlerde, söz konusu mu-
cizevi feyzlerinin tümüyle yetersiz olduğunu şüphe götürmez bir
kabullenmek zorunda kalacaklardır; keza bu tür soruların
tümünün hallinde, arkaplanda insanların gereksiniminin kalması
gerektiğini de kabullenmeye mecbur kalacaklardır. Ve diğer tüm
başka yahut daha az önemli alanlarda, aynı neticeye
varmaya sebepleri olacağını ummak akla aykırı değildir. Doğaüstü
feyzleri savlamayan hiç kimse, kesinlikle, yeterli olduğu addolunan
bu tip bir feyzden farklı olmayan bir görevi haliyle üzerine alamaz.
açıktır ki, başkaca insanların bu konudaki öğretilerinin
normal insan bilgisinden daha öte olduğu hususunda en baştan
kandırılan kişi olunmadığı sürece, hiç kimse kendi yargısını diğer
öğretilerine teslim edemez.

Kendilerini diğer insanların


erdemsizliklerini tanımlayıp
cezalandırma hakkıyla bahşedilmiş addeden bu kişiler düşünce­
lerinden içtenlikle dönecek olurlarsa, muhtemelen yurtlarında
yapılacak çok büyük işlerinin olduğunu farkedeceklerdir; ve bu
halledecekleri vakit., insanların erdemsizliklerini düzeltmeye,
kendi deneyim ve gözlemlerinin sonuçlarını onlara nakletmeye
daha az eğilimli olacaklardır. Bu alanda onların gayretleri
ınuhtemelen faydalı olacaktır; fakat baskı ve yanılmazlık sahası içe-
risinde bu gayretler gelecekte geçmişte olduğundan muhtemelen
daha az başarıyla karşılaşacaklardır.
IX
Sunulmuş nedenlerden çıkarılacağı
üzere, erdemsizliklerin
suç olarak ele alınıp cezalandırılması durumunda, hükümet et-
menin büsbütün icra edilemez hale geleceği aşikardn: Her insanın
erdemsizlikleri bulunuı: Neredeyse tüm insanlarda bunlardan çok
büyük miktarlarda vardıı: Ve bunlar türlü türlü olabilir: psikolojik,
mental, duygusal, dinsel, toplumsal, ticari, endüstriyel, ekonomik
Eğer hükümet bu erdemsizliklerin herhangi bir kısmını suç
olarak ele alıp cezalandırırsa, tutarlı olmak adına, bunların tümü-
nü aynı şekilde ele alıp cezalandırmak zorunda kalacaktır. Sonuç
40 llukıık Nedir? (Seçme Metinler)

olarak herkes erdemsizlikleri nedeniyle hapiste olacaktır. Kimse,


Üzerlerine kilitlenecek kapıların dışında kalamayacaktıı: Bununla
beraber suçlular ile uğraşacak kadar mahkeme bulunamayacağı
ve onları kapamaya yetecek kadar hapishane inşa edilemeyeceği
de bir gerçektir. Bilgi tedariği ve hatta yaşamın idamesi araçlarının
temini hususundaki tüm beşeri sanayinin önü kesilmiş olacaktır;
çünkü erdemsizliklerimiz yüzünden tamamımız daimi bir yargılan­
ma ve hapsedilme süreciyle karşı karşıya olacağız. Fakat tüm kö·
tüleri hapsedebilmek mümkün olsaydı bile, insan tabiatımıza dair
bilginin genel bir kural olarak söyleyeceği şey şudur: mahpusluk
durumunda o kötüler serbestlik haliyle kıyaslandığında daha önce
hiç olmadıkları kadar daha kötü olacaklardır.
X
Açıktır ki, tüm erdemsizlikleri tarafsız bir biçimde cezalandı­
racak bir Hükümetin olabilmesi mümkün değildir, böyle bir yöne-
timi kimse bulmamıştır, bulabilecek de değildir, ayrıca kimse bunu
amaçlayacak kadar aptal da değildir. Bir kimse, en fazla, hükümetin
bu erdemsizlikler arasında en berbat addettiklerinden biri ya da
en fazla birkaçını cezalandırmasını önerebilic Fakat bu yönde bir
ayrım yapmak da büsbütün saçma, mantıksız ve zorbacadır. "Diğer
insanların ahlaki bozukluklarını/erdemsizliklerini bizler ceza-
landıracağız; ama bizimkileri kimse cezalandıramayacak:' "Diğer
insanları, kendi mutluluklarını kendi düşündüklerine göre arayıp
taramalarından alıkoyacağız; fakat hiç kimse bizi, kendi bildiğimiz
gibi mutluluğumuzu kovalamamızdan alıkoyamayacak." "Diğer in-
sanları, kendi mutluluklarına gerekli ve yardımcı olacak olan ne ise
onun tecrübi bilgisini edinmekten alıkoyacağız; fakat diğer insanlar
bizi bundan alıkoyamayacak" şeklinde şeyler konuşmaya kimin ne
hakkı var'?

Düzenbazlar ve mankafalar dışında, bu kadar saçma varsa


yımları gerçekleştirmeyi kimse düşünmez. Hal böyle olunca, bes
belli ki, herhangi bir kimsenin diğer insanların ahlaki zafiyetlerini
cezalandırma hakkı olduğu ve kendisinin bu tip bir cezalandırma­
dan müstesna olduğu iddialarını dayandırabilecekleri, sadece bu
faraziyelerdiı:

XI
Eğer tasarlanan maksat tüm ahlaki bozuklukların cezalandı­
rılması olmuşsa, gönüllü bir birliktelikten vücuda gelen hükümet
ErıJemsi1;/ilder Suç De,ğildir 41

benzeri böyle bir şeyin hiçbir zaman tarafsız olduğu düşünülme­


yecektir. Çünkü hiç kimse böyle bir kurum istemez veyahut böyle
bir kurum önünde gönüllü olarak boyun eğmez. Fakat tüm suçların
cezalandırılması için gönüllü bir birliktelikten vücuda gelecek bir
makul bir şeydir, çünkü diğer insanlardan gelecek suçların
tümünden korunmayı herkes ister ve eğer kendisi bir suç işlemişse
bu sefer kendisinin cezalandırılmasının adalet olacağının da bilin-
cindedir.
XII
Hükümetin tüm erdemsizlikler için insanları cezalandırma
hakkının olması gerektiği hususu doğal bir imkansızlık içerir; çün-
kü bireylerin hükümeti oluşturmadan önce sahip oldukları türden
haklara hükümetin -bireyler gibi- sahip olabilmesi imkansızdır.
bireyler sahip olmadıkları hakları hükümete havale edemez-
ler. Bireyler olarak sahip oldukları hakların dışında, hükümete bu
hususta katkılarının olması da mümkün değildir. Bir aptal yahut
sahtekar hariç hiç kimse, bir birey olması itibariyle, başka insan-
ların erdemsizliklerinden ötürü onları cezalandırma hakkı varmış
davranamaz. Fakat herkesin birey olmak bakımından, diğer
insanları suçları nedeniyle cezalandırmak konusunda doğal hakkı
söz konusudur; bu doğal hak sadece bireyin kendi kişiliği ve mülki-
saldırılardan korumasıyla sınırlı değildir; ayrıca kişiliği veya-
hut mülkiyeti saldırıya uğrayan başka birine yardımda bulunma ve
onu müdafaa etme konusunda da söz konusu doğal hak devam edeı~
kendi kişiliği ve mülkiyetini koruma ve ayrıca mülkiyeti ve
kişiliği saldırıya uğrayan bir başka insana yardımda bulunup onu
müdafaa etme konusundaki bu doğal hakkı, öyle bir haktır ki, bu
hak olmadan insanların dünyada var olabilmeleri dahi mümkün
değildir. Ayrıca bireylerin bu doğal hakkını somutlaştırana ve bu
suretle kendini sınırlayana dek, hükümetin kendi varlığının bir
haklılığı da olmaz. Fakat komşusunun tüm eylemleri üzerinde yar-
gıda bulunma ve bunlar arasında neyin erdem, neyin erdemsizlik
olduğuna -yani komşusunun mutluluğuna neyin katkı yapıp neyin
yapmayacağına- karar verme ve erdemsiz olanlar nedeniyle onları
cezalandırmanın herkesin doğal hakkının içeriğinde olduğu düşün­
cesinde iddia sahibi olmak, daima ahmakça ve küstahça olacaktır.
Dolayısıyla hükümetin haklı bir iktidarı olduğunu söyleyebilmenin
tek yolu, hükümetin erdemsizlikleri cezalandırma konusunda haklı
bir kudretinin olamayacağını ve buna bir birey yahut bireylerin da-
hil de olamayaca,ğını söylemektir.
42 lfıılwk Nedir? (Seçme Meıirıfer)

Hemcinslerini idare etmek konusunda otoritelerini doğrudan


Tanrı katından aldıklarıiddia olunan bir Papa veya Kral söz konusu
olduğunda, onların Tann'nın vekili olarak insanların erdemsizlikle-
rini cezalandırmaya hakları olduğu savunulmaya devam edilmek-
tedir. Fakat gücünü yönetilenlerin bahşetmesine borçlu olduğu
iddia edilen herhangi bir yönetimle alakalı olduğunda, bu durum,
düpedüz ve kesin surette saçmalığa dönüşür; çünkü yönetilenin bu
yetkiyi ona vermeyeceği malumdur. Onlar için böyle bir yetkinin
bahşedilmesi saçmalık olacaktır, çünkü bu bahşediş onların kendi
mutluluklarını arama haklarının bir başka makama bahşedilişi de-
mektir. Neyin mutlulukları için olacağı hususunda muhakeme yapıp
yargıda bulunma hakkının devri., mutluluğu kovalama hususunda
akla gelebilecek tüm hakların devri demektir.
xm
Yani bir yönetimin suçları [crimes] cezalandırması meselesi-
nin, ahlak bozuklukları yahut erdemsizlikleri [vices] cezalandırma
ile kıyaslandığında, nasıl anlaşılması basit, kolay ve makul oldu-
ğunu görebilmekteyiz. Suçlar diğer eylemler arasından kolaylıkla
ayrıştırılabilirler ve sayıca azdırlar; ayrıca ne tür eylemlerin suç
teşkil ettiğine dair insanoğlunun genel kabulleri söz konusudur.
Oysa erdemsizlikler sayılamayacak derecede çoktur; ve nispeten az
sayıdaki vaka dışında, neyin erdemsizlik olduğu hususunda fikir-
daş iki kişi bulabilmek mümkün değildir. Ayrıca herkes kişiliği ve
mülkiyeti bakımından diğer insanların saldırıları karşısında korun-
mak ister. Fakat kimse, kişiliği veyahut mülkiyeti itibariyle, kendi
kendisinden korunmak istemez. Çünkü bu durum insan doğasının
temel yasalarına aykırıdır, zira kimse kendi kendisine zarar vermek
isteyemez. O sadece kendi mutluluğunu arttırmak ve neyin bu artışı
sağladığı ve sağlayacağı hususunda kendi kendisinin yargıcı olmak
isteı: Bu, her kişinin istediği ve bir insan olması dolayısıyla istemeye
bakının da olduğu bir şeydir. Bilgimizin mükemmel olmaması dola-
yısıyla hepimiz çok sayıda hata yaparız ve yapmamızın da kaçınıl
maz olması gerekir, ancak bu hatalar söz konusu hakkın karşısında
bir gerekçe teşkil etmez; çünkü bu hataların hepsi, bize ihtiyacında
ve peşinde olduğumuz ve başka türlü elde edemeyeceğimiz çokça
bilgiyi vermeye de müsaittiı:
Bu yüzden suçların cezalandınlmasında güdülen gaye, erdem
sizliklerin cezalandırılmasında güdülen gayeden sadece tümüyle
farklı olmakla kalmaz, o gayeye doğrudan doğruya zıttır da.
Erdemsizlikler Suç De,ğildir 43

Suçların cezalandırılmasında güdülen gaye, her bir bireyin


benzer şekilde, kendi mutluluklarının peşinden gidebilmelerinde
-diğer insanlarla daimi bir biçimde eşit haklara sahip olacak şe­
kilde- mümkün olabilecek tastamam bir serbestiye sahip olmasını
güvenceye almaktır; bu serbesti onların kendi yargılarının rehber-
liği altında ve kendi mülkiyetlerinin kullanımı vasıtasıyla olacaktır.
Erdemsizliklerin cezalandırılmasında güdülen amaç ise her insanı,
onun kendi hükmünün rehberliği altında ve kendi sahip oldukla-
rının kullanımı vasıtasıyla kendi mutluluğunun peşinden gitmek
hususunda sahip olduğu doğal hak ve özgürlüğünden mahrum
etmektir.
Bu nedenle söz konusu iki gaye birbirlerine tamamıyla zıttır.
Aydınlıkla karanlık gibi, hakikat ile batıl gibi, özgürlük ile kölelik
gibi birbirlerine tastamam zıttırlar. Birbirleriyle hiçbir surette
bağdaşamazlar; dolayısıyla ikisinin birden kucaklandığı bir yöne-
tim durumu mümkün olmayıp ancak ve ancak saçmalıktan ibaret
olabilir. Bunu farz etmek, yönetimin gayelerinin suçları işlemek ve
önlemek olduğunu, bireysel özgürlüğü yok etmek ve güvenceye
almak olduğunu farz etmektir.
XIV
Sonuç itibariyle bireysel özgürlük açısından; her insanın, ken-
di refahı için neyin yıkıcı neyin yardımcı ve gerekli olduğuna ilişkin
kendi kendini yargılaması ve belirlemesi gerekir; çünkü eğer o kişi
kendisi için bu görevi ifa etmekten geri durursa, başka hiç kimse
bu görevi onun için ifa edemez. Ve aynca, ufak tefek birkaç istisnai
durum dışında, başka hiç kimse bu görevi onun için ifa etmeye dahi
girişmeyecektir. Belli durumlarda papalar, papazlar ve krallar bu
görevi o insan için ifa etmeyi üstleneceklerdir, tabii ki öyle yapmaya
izinlilerse. Fakat onlar bunu genel olarak kendi erdemsizliklerine
ve suçlarına yardımı olsun diye ifa edeceklerdi,: O insanı kendile-
rinin aptalı ve kölesi yapabildikleri kadarıyla, onun adına ve onun
için bu görevi ifa edeceklerdir. Ebeveynle,~ hiç kuşkusuz, diğer
insanlara nazaran daha iyi saiklerle bu işe sıklıkla girişirlec Fakat
bir çocuk üzerinde herhangi bir şeye karşı baskı veya kısıtlama
uygularlarken, bu uygulama çocuğa dönük gerçek ve ciddi bir teh-
likeden kaynaklanmadığı ölçüde, o çocuğa aslında iyilik yapmaktan
ziyade zarar vermiş olurlar. Bilgi edinmek, bu bilgiyi kişinin kendi
benliğinde toplaması ve her bir bireyin bunu kendisi için yapma-
ya mecbur olması, bir Doğa yasasıdır. Hiç kimse, ve hatta insanın
44 Hukuk Nedir? (Seçme Metinier)

ebeveynleri bile, o çocuğa ateşin doğasını anlatamaz, anlatamadığı


halde o çocuk ateşi illaki bilecektir. Onu bilebilmesi için de öncelik
le onu bizzat tecrübe etmesi ve bir yerinin yanması şarttır.
Doğa, her bir birey için ne tasarladığını, o bireyin gereksinim
duyduğu bilginin ne olduğunu ve o bireyin bunu nasıl elde etmesi
gerektiğini, herhangi bir ebeveynden yüzlerce kez daha iyi biliı:
Doğa o bilgiyi iletmenin sadece en iyi usullerini değil, aynı zamand;_ı
etkili olabilecek usullerini de bilir.
Ebeveynlerin çocuklarını erdemli kılma yolundaki girişimleri,
onları erdemsizlik karşısında bilgisiz tutma girişimlerinden epeyce
başkadır. Batıl hususunda onları bilgisiz tutmak suretiyle çocukları·
na hakikati bilip tercih etmeyi öğretme girişimlerinden daha başka
bir şeydir bu. Onları hastalık ve hastalığa neden olacak hemen
hemen her şey karşısında bilgisiz tutmak suretiyle, onları sağlığın
değerini bilip peşinden koşturmaya sevk etme çabalarından da baş­
ka bir şeydir. Karanlık hakkında çocuklarını bilgisiz tutmak yoluyla
onlara aydınlığı sevdirme girişimlerinden de. Kısaca, mutsuzluğa
neden olacak her şey karşısında çocuklarını bilgisiz tutmak yoluyla
onları mutlu kılma girişimlerinden başka bir şeydir bu.

Ebeveynler, kendi deneyim ve akıl yürütme sonuçlarım basit


bir biçimde aktarmak suretiyle, çocuklarına, mutluluğu araştıra­
bilmeleri hususunda gerçekten yardımcı olabildikleri surette; bu
durum kendi başına bütünüyle iyi olup, doğal ve uygun nitelikte bir
göreve karşılık gelir. Fakat çocukların makul biçimde kendilerinin
yargıçları olmaya ehil olmaları konusunda baskı uygulamak, onları
yalnızca bilgisizlik içinde tutma girişiminden ibarettir. Ve bu bir
tiranlıktır; çocukların kendileri için, kendi arzu ettikleri gibi bilgi
edinme haklarını ihlal etmektir; ve bu baskı daha yaşlı kimselere
uygulanan baskıyla aynı baskıdır. Çocuklar üzerinde kurulan bu tür
bir baskı, onların kendilerine Doğa tarafından bahşedilmiş ve ne
olacaklarını yine Doğanın tasarladığı melekelerini geliştirme hak
)arının reddidir. Bu, onların kendilik haklarının ve kendi güçlerini
kullanmalarının reddi demektir. Tüm bilginin en kıymetlisine sahip
olmanın, yani en büyük öğretmen olan Doğanın insanlara bilgiyi
bildirmek konusunda hazır ve nazır olduğu bilgisinin farkında ol·
manın reddidir.

Bu baskının neticeleri, çocukları daha bilge veya erdemli kıl­


maz; cahil ve sonuç olarak da zayıf ve erdemsiz kılar; bu suretle
ebeveynlerin cehaleti, batıl inançları, erdemsizlikleri ve suçlan da
Frdcmsiz/ilder Suç De/Jildir 45

çağdan çağa sürdürülmüş olur. Bu, dünya tarihinin her bir sayfasın­
da prova edilip ispatlanmıştır.

Bunlara karşıt düşüncelere sahip olan kimseleı~ insan ırkının


doğası itibariyle iyilikten ziyade kötülüğe, hakikatten ziyade batıla
meylettiğini düşündüren yanlış ve erdemsiz teolojilere ve bu nevi
genel düşüncelere sahip kimselerdir. Buna göre insanoğlu, doğası
itibariyle gözlerini aydınlığa çevirmez, aydınlıktan ziyade karanlığı
sever; mutluluğu da kendisini kötü duruma sürükleyen şeylerde
bulur:
XV
Fakat erdemsizliği önlemek için hükümetin güç kullanması
gerektiğini savunan bu insanlar, şunu söyleyecekler yahut söyleme
alışkanlığına gireceklerdir: "Bireyin kendi mutluluğunu kendi yol-
larıyla araması hakkının, ve netice itibariyle arzu ettiğince erdem-
siz de olabileceğinin farkındayız; sadece onların erdemsizliklerine
hizmet eden bu gibi makalelerin hükümetçe yasaklanması gereke-
ceğini söylemekteyiz."

Buna cevap, her ne olursa olsun herhangi bir makalenin


basit bir biçimde satışının -makaleden [fikren) çıkarılacak olanın
kullanımından bağımsız şekilde- hukuken olabildiğince masum bir
eylem olduğu şeklindediı: Satış eyleminin niteliği, satılanın ne için
kullanılacak olduğunun niteliğine bütünüyle bağlıdır. Eğer bir şeyin
kullanımı erdemliyse aynı zamanda hukukidir de, bu durumda söz
konusu kullanım için onun satışı da erdemli ve hukuki olacaktır.
Eğer bir şeyin kullanımı suç teşkil ediyorsa, onun bu kullanım için
satışı da suç teşkil eder. Satılan makaleden çıkarılacak olanın kul-
lanımı hususunda, bu kullanım erdemli, erdemsiz yahut suç olsun
farketmcz, satıcı bu eyleme en fazla ortak olmuş olur. Kullanım suç
oluşturduğunda, satıcı suça ortak olmuş olur ve bu şekilde ceza-
landırılabilir. Fakat kullanım erdemsiz olduğunda, satıcı sadece
erdemsizliğe ortak olmuş olur ve cezalandırılamaz.

XVI
Fakat şu sorulacaktır: "Hükümetin, kendi kendine zarar ver-
meye meyilli kimselerin bu yolda ilerlemesini durdurma hakkı yok
ınudur7"

Cevap şudur: Söz konusu erdemsiz kişiler makul., mümeyyiz


[conıpos mentisl, akli bir takdir yürütmeye ehil ve kendini-kontrol
46 Hııkıık Nedir? {Seçme Metinler)

edebilir kaldığı sürece, hükümetin bu hususta hiçbir hakkı yoktur


Çünkü onlar makul vaziyette kaldıkları sürece, kendileri hakkında
ve erdemsizlik olarak adlandırılanların gerçekten öyle olup olma-
dıkları ile ilgili olarak karar verme ve yargıda bulunma konusunda
izinli olmaları gerekir. Bu erdemsizlik olarak nitelenen eylemlerin
gerçekten o kişileri yıkıma götürüp götürmediği ile ilgili olarak da o
kişiler izinli bırakılmalıdır. Onlar deli, gayrimümeyyiz [non compos
mentis], aklı bir takdir ortaya koyamayan ve kendini kontrol ede-
meyen hale geldiğindeyse, arkadaşları, komşuları yahut hükümet
tarafından gözetilmeleri ve kendilerine zarar verecek tüm kişiler­
den ve zararlardan sanki onların bu akıldışılıkları kendi erdemsi'.l·
likleri farz edilenlerin dışında bir nedenden ortaya çıkmış gibi bir
yöntemle korunmaları gerekir.
Fakat komşularının gözünde bir insanın erdemsizlikleri ne-
deniyle kendini-yıkma yolunda olduğunun farz edilmesi, sırf bu
nedenle onun hukuki manasıyla aklen sorunlu, gayrlmümeyyiz,
aklı bir takdir ortaya koyamayan ve kendini kontrol edemeyen biri
olarak değerlendirilebilmesine neden olmaz. Oburluk, sarhoşluk,
fahişelik, kumarbazlık, ödül dövüşçülüğü, tütün çiğneme, içme ve
burna çekme, afyon çiğneme, korse giyme, başıboşluk, mülk israf-
çılığı, para hırslısı olma ve takiyyecilik gibi büyük erdemsizliklere
ve bunlardan pek çoğuna bir arada bağımlı olmuş erkekler ve
kadınlar, tüm bunlara rağmen yine de hukuki manada makul, mü-
meyyiz, akli bir takdir yürütmeye ehil ve kendini kontrol edebilir
durumda olabilir. Ve onlar makul oldukları sürece, kendilerini ve
kendi mülklerini yönetmeleri konusunda, ayrıca erdemsizliklerinin
onları ne noktaya götüreceği üzerine yargıda bulunma konusunda
müsaadeli kılınmaları gerekir. Her bir tekil vakada erdemsiz kişinin
yönelmiş olduğu sonu görmesi ve bu sonuçtan bir şekilde dönmesi,
onu gözlemleyen kişilerce umulabilir. Fakat eğer o, diğer insanların
bela olarak ifade ettiğinde devam etme konusunda tercih yaparsa,
bu konuda artık ona müsaade edilmelidir. Ve onun hakkında söyle-
nebilecek her şey, bu yaşamla ilgili olduğu sürece, mutluluğun ar
dından yaptığı araştırmasında onun büyük bir yanlış yaptığıdır ve
diğer insanların onun kaderinden ibret almalarının iyi olacağıdır:
Diğer bir yaşamda onun durumunun ne olabileceği sorusu teolojik
bir soru iken, bu dünyada da hukuk gelecek yaşamda insanın ko-
şullarına dokunmak suretiyle herhangi bir teolojik sorudan çok da
aşağı kalır olmayan bir soru sorar.
Erdemsizlikler Sııç De,ğildir 47

Erdemsiz bir insanın makuliyeti ya da namakuliyetinin nasıl


belirleneceği sorusu sorulursa, cevap şudur: bu husus, erdemsizler
erdemli olarak nitelenen kimselerin de makul veya namakuli-
ortaya koyan aynı delil çeşitlerince belirleniı: Bu ise, mahke-
me kürsülerinin bir insanı akıl hastalarının konduğu tımarhanelere
yollayıp yollamayacağının belirlenmesi veyahut onun bir vasiyet-
name yapmaya ehil olup olmadığı hususunda ele aldığı delillerle
aynıdır. Diğer tüm vakalarda olduğu gibi, onun akıl dışılığının le-
hine değil. makullüğünün lehine olacak şekilde bir kuşkunun ağır
basması

bir kişi hakikaten aklen bozuk, gayrimümeyyiz, makul


bir takdir yürütmeye ve kendini kontrol etmeye elverişsiz hale
kendine zarar verme vasıtalarını o kişiye vermek ya da sat-
mak, diğer insanlar bakımından suç teşkil edecektir 2• Ve bu tip bir
suç, herhangi bir diğer suç gibi cezalandırılır.
Aklı başında bir kişinin aklı başında olmayan birine onun bil-
vasıta kendine zarar verebileceği bir şeyi vermesinden daha kolay
bir şekilde cezalandırılabilir olan ve jürilerin hüküm giydirmeye
hazır oldukları suçlar yoktur.

XVII
Fakat sorulacağı üzere, bazı insanlar erdemsizlikleri yüzün-
den diğerinsanlar açısından tehlikelilik arz eder; örneğin bir ayyaş
bazı zamanlar ailesi ve diğer insanlara karşı geçimsiz ve tehlikeli-
diı: Ve "hukukun bu tip bir duruma karşı yapabileceği hiçbir şey yok
mu?" muhakkak sorulacaktır.
Cevap, sarhoşlukveya başka bir sebeple bir adam ailesine
diğer insanlara dönük olarak gerçekten tehlikeli olursa,
bu durum diğer insanların güvenliği için bir gereklilik halini alana
onun sadece haklı bir biçimde kısıtlanmasıyla kalınmaz; ayrıca
-onun tehlikeliliğini bilen yahut buna inanmak konusunda makul
temellere sahip olan- diğer tüm insanlar da o tehlikeli kişilere onla-
rı tehlikeli kılacağı makul biçimde farz edilebilecek herhangi bir şey
satmak veya vermek konusunda kısıtlanabilir.
Fakat alkollü içecekleri içme sonrası kavgacı ve tehlikeli
hale gelen bir kişi nedeniyle ve böyle bir kişiye bu içeceği verme
veya satmanın bir suç olması dolayısıyla, söz konusu içeceği için-

' Akliliği bozulmuşbir insana bir bıçak yahut haşka bir silah vermek, o şeyle o kişi
kendine zarar vermeye yakın ise, suçtuı:
48 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

ce tehlikeli ve kavgacı hale gelmeyen yüzlerce binlerce insana bu


içeceklerin satılması yahut sağlanmasının suç olarak düzenlenmesi
sonucuna varamayız. Bir kişi, tehlikeli bir insana içki satmaktan
suçlu bulunmadan önce, kendisine içki satılmış olan insanın teh-
likeli olduğunun biliniyor olması şarttır; aynca satıcının o insanın
içince tehlikeli olacağı konusunda bir bilgiye ya da öyle olduğunu
farz etme konusunda makul temellere sahip olması gerekiı:
Tüm vakalarda, hukukun varsayımı satışın masum olduğu
şeklindedir; onun suçlaştırılması sorumluluğu her bir vaka öze-
linde hükümetin üzerindedir. Münferit bir vakanın suı;:laştırılması
diğer tüm vaka/ardan bağımsız bir şekilde olmak zorundadır.

Bu prensiplere bağlı kalındığında, bir şeyi kullanmak ya da


diğerinsanlar için tehlikeli olan bir insana o şeyi satma veya hediye
etmenin suçlaştırılması ve cezalandırılmasında bir güçlük ya da
zorluk meydana gelmez.
XVIII
Fakat sıklıkla söylenildiği üzere, bazı erdemsizlikler (kamusal
ya da özel mahiyette) sıkıntı verici şeylerdir ve sıkıntı verici budu-
rumlar cezalandırılabilir ve dindirilebilir:
Hukuken ve gerçekten sıkıntı verici mahiyetteki (kamusal
olsun ya da özel) bir şeyin cezalandırılıp ortadan kaldırılabileceği
doğrudur. Fakat bir kişinin salt özel mahiyetteki erdemsizliklerinin,
hukuki manada, başka bir insana yahut kamuya rahatsızlık meyda-
na getireceği söylenemez.
Başkalarının, meşru bir biçimde sahip oldukları şeyleri
güvenli ve makul bir biçimde kullanma ve bunlardan faydalanma
eylemlerine bir biçimde karışma yahut engel koyma söz konusu
olmadığı sürece, bir kimsenin hiçbir eylemi başkalarına rahatsızlık
vermiş olmaz.

Her ne, kamuya ait bir yolun işleyişine mani olursa, bu bir
rahatsızlıktır ve cezalandırılıp ortadan kaldırılabilic Fakat içki
satılan bir otel ya da meyhane, kamuya ait bir yolun işleyişine bir
manifaturacı, kasap yahut mücevher mağazasından daha fazla en
gel oluşturmaz.
Her ne, havayıkirletirse, sağlığa aykırı ve saldırgancadır; bir
rahatsızlıktıc Fakat ne bir otel, ne bir likör mağazası, ne de bir
Erdemsizlikler Suç Değildir 49

meyhane havayı kirletir veyahut dışarıdaki insanlara dönük sağlığa


aykırı bir saldın oluşturur.

Her ne, insanların hakkı olan aydınlığı keserse, bu da bir ra-


hatsızlıktıı~Fakat ne bir otel, ne bir likör mağazası, ne de bir mey-
hane herhangi bir kimsenin ışığını keser ya da kesse bile en fazla bir
kilisenin, okulun yahut konutun kesebildiği kadar keser. Bu nedenle
ilk bahsettiklerimiz ikinci bahsettiğimiz yerlerden ne daha fazla ne
de daha az derecede rahatsızlık meydana getiricidiı:
Bazı insanlar likör mağazalarının, aynı barut gibi, tehlikeli
olduğunu söyleme alışkanlığı içindediı: Fakat bu ikisi arasında
herhangi bir benzerlik yoktur. Barut kazaen patlamaya elverişlidir
ve özellikle şehirlerdeki pek çok yangın bu şekilde meydana gelir.
Bu nedenlerden ötürü, barut, yakın çevredeki insanlara ve mülk-
lere dönük tehlikeler barındırır. Fakat likör bu biçimde patlamaya
elverişli değildir ve bu yüzden şehirlerdeki barutlarla aynı manada
tehlike içeren bir rahatsızlık verici varlık da değildir.
Fakat yine söylenildiği üzere, içki içilen mekanlar sıklıkla,
komşu yerlerdeki sükuneti bozan ve elalemi uykusundan uyandıran
gürültücü ve yaygaracı adamlarla dolu oluı: Bu her zaman olmasa
da duruma bağlı olarak doğru olabilir. Fakat herhangi bir durumda
her ne zaman bu olursa, ortaya çıkacak olan rahatsızlık mülk sahibi
ve müşterileri tarafından ortadan kaldırılabilir ve cezalandırılabi­
lir; ve hatta eğer ihtiyaç söz konusuysa mekan kapatılarak da bu
yapılabilic Bununla birlikte gürültücü içiciler topluluğu, başka bir
gürültücü topluluktan daha fazla rahatsız edici değildir. Neşeli veya
şamatacı bir içici, bağırıp çağıran bir kökten dinciye nazaran kom-
şuların sükunetini ne daha fazla ne de daha az rahatsız eder. Diğer
insanları veyahut uykulu ya da sükunet içindeki komşuları rahatsız
ettiklerinde, onların ikisi de birer bela oluverirler. Hatta bir köpek
bile havlamakla komşuların sükuneti veya uykularını bozarsa, bir
rahatsızlık oluşturmuş oluc

XIX
Bununla birlikte, birinin bir başka insanı erdemsizliğin içine
çekmesinin de bir suç olduğu söylenegelir.
Oysa bu mantık dışıdır. Eğer herhangi bir münferit eylem sa-
dece bir erdemsizlikse, o zaman bir kişiyi o eyleme sürükleyen kişi
de sadece erdemsizliğe şerik olur. Bu vaka özelinde o bir suç işlemiş
50 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler')

değildir, çünkü şerik kesinlikle asıl eylemden daha büyük bir saldın
yapmış olamaz.
Aklı başında, mümeyyiz [compos mentis], makul takdir sahibi
ve kendini kontrol edebilen her kişinin, mental olarak, kendisine
yönlendirilmiş ve kendisini münferit bir eyleme ikna eden lehte ve
aleyhte tüm gerekçelendirmeler hakkında, onu saptıracak hiçbir hi-
lekarlığın olmaması koşuluyla, kendi kendisinin yargıcı olmaya ehil
olduğu varsayılır. Eğer o kişi, eyleme ikna edilir ya da sevk edilir ise,
onun eylemi onun olur; hatta bu eylem kendisinin zararına işlese
bile, rızasını sunmuş olduğu bu ikna ve argümanlardan, kendisine
karşı birer suç olmaları bakımından şikayetçi olamaz. Pek tabii kL
hilekarlık yapıldığı vakit, durum değişir. Örneğin eğer ben bir ada-
ma zehir önerip temin ederek, o zehrin tümüyle güvenli ve içilebilir
olduğunu söylersem ve o adam benim bu lafıma ikna olup, inanıp,
onu içerse, benim eylemim suç oluşturur:
Volenti nan fit injuria, bir hukuk maksimidir. irade gösteril-
mekle birlikte, zarar da oluşmamış olur. Bu irade ise, hukuki hata
değildir. Rıza gösterilecek fikir beyanları ve kanılarla ilgili olarak
onların doğruluk ve yanlışlıkları hususunda makul bir takdir yü-
rütmeye ehil, aklı başında ve temyiz kudretini haiz her kişi hukuki
açıdan "irade" göstermiş olur. Ve bunun üzerine o kişi eylemlerinin
tüm sorumluluğunu da üzerine almış olur, ola ki o kişi üzerinde
onun niyetini ilgilendiren herhangi bir hile ve kandırma söz konusu
olmamış olsun.

İrade göstermekle birlikte zararın da oluşmadığına dair bu


prensibin, hile durumu veya münferit durumlarda yargıda bulun-
ma hususunda akli bir takdir sahibi olmayan kişiler haricinde sınırı
yoktuı: Akli bir takdir yetisine sahip ve hilebazlık ile kandırılmamış
bir kişi son derece ağır bir erdemsizliğin tatbikine rıza gösterirse
ve bu münasebetle en büyük ahlaki, fiziksel ve parasal kayıpları ve
sıkıntıları kendisi üzerine çekerse, bu kişi kendisinin hukuki bir
haksızlığa maruz kaldığını iddia edemez. Bu prensibi örnelden
dirmek adına, tecavüz durumunu ele alabiliriz. Rızası hilafına bir
kadının cinsel bilgisini elde etmek, cinayete yakın derecede çok
büyük suçtur ve o kadına dönük olarak işlenebiliı: Fakat kadının
bu cinsel bilgisi, onun rızasıyla elde edilirse, o zaman suç meydana
gelmez, en fazla bir erdemsizlikten bahsedebiliriz. Ve genellikle
kabul edildiği üzere, bu tip bir akli takdir yetisini haiz on yaşından
fazla olmayan bir kız çocuğunun rızası, ödül yahut ödül vaatleri ile
Erdemsizlikler Suç De,ğildir 51

alınmış olsa dahi, öbür türlü büyük bir suç olabilecek bir eylemi salt
bir erdemsizlik eylemine dönüştürmeye yeter3 •
Aynı prensibi, ödül dövüşçüleri meselesinde de görmekteyiz.
Eğer bir kimsenin canını, onun rızası hilafına yakarsam, bu eyleme-
nıim ne kadar hafif bir incitme ya da ne kadar ufak bir tıbbi müda-
haleye konu olursa olsun, bir suçtur. Fakat iki adam dışarı çıkma
konusunda anlaşır ve birbirlerinin yüzünün pestilini çıkarırlarsa,
bu suç değil sadece bir erdemsizlik olur.
Düellolar da genellikle suç olarak değerlendirilmez, çünkü her
insanın yaşamı kendisine aittir ve iki taraf, mutabık olunan silahları
kullanmak ve belirlenmiş belli kaidelere uymak suretiyle bir birle-
rinin canını -eğer yapabilirlerse- alma konusunda anlaşmıştır.
Ve şu söylenemediğisürece (ki muhtemelen söylenemez), in-
sanların makul takdirden aciz bırakılır şekilde aklıselimden yoksun
bırakılması durumuna dek "kızgınlığın bir kötülük olduğu" yönün-
deki bakış açısı, meseleye doğru bir bakıştır.
Kumar oynamak, irade [willing] varsa zararın oluşmayacağı­
na dair söz konusu prensibin bir başka örneğidir. Eğer bir kişinin
malvarlığmı onun rızası olmaksızın son kuruşuna dek alırsam, bu
bir suçtur. Fakat eylemlerinin olası sonuçları ve doğası hususunda
yargıda bulunmada akli takdir sahibi ve mümeyyiz iki kişi, gönül-
lü bit şekilde oturup karşılıklı olarak birbirlerinin paralarını biri
bitene yahut malvarlığını bütünüyle (yahut büyükçe bir kısmını)
kaybedene dek riske atarlarsa, bu bir suç değil, olsa olsa bir erdem-
sizlik ohıı~
Eğer bir kişi akıl sahibi ise, o kişiye intihar etmesinde yar-
dımcı olmak dahi suç değildir. İntiharın, kendi başına, akıl dışılığın
sonuçsal bir kanıtı olduğuna dair aşağı yukarı ortak bir düşünce
söz konusudur. Fakat intiharın, olağan durumda, akıl dışılığın çok
güçlü bir sonuçsal kanıtı olmasına rağmen, her vaka özelinde böyle
olduğu kesinlikle söylenemez. Akıl sahibi olduğu şüphe götürmez
olan pek çok insan, suçları münasebetiyle yaşadığı kamusal teşhi­
rin utancından kurtulmak için ya da başkaca büyük musibetlerden

Massaclıussetts mevzuatında on yıl, bir kız çocuğu için erdemli durumdan sap-
ma/ ayrılma için yeterli addedilmiştiı: Fakat aynı mevzuat düzenlemesine göre,
tüm yaşlardan, her tür erdem veya deneyim derecelerinden hiçbir kişi, erkek ya
da kadın, kendi yargılarıyla bir bardak içki satın alına ve içmekte çare arama ko-
nusunda yeterli derecede takdir sahibi değildir! Massachussetts'in yasakoyucu-
lıık erdemi ile ilgili ne örnek ama!
52 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler}

kaçınmak için intihar eder. Bu tip durumlarda intihar; en yüksek


derecede bir erdem olarak gözükmese bile, akli takdir eksikliğinin
kanıtı olarak da kesinlikle görülemez4. Ve söz konusu akli takdirin
sınırları dahilinde olduğu sürece, ister ekipman temini olsun is-
terse başka bir şekilde, diğer insanların ona yardımcı olmaları suç
oluşturmamış olur. Ve eğer bu tip vakalarda intihara yardım suç
olmuyorsa, hoşluk yaratan ve insanların büyük çoğunluğunca fayda
getirdiğine inanılan bazı eylemlerde o intihar eden kişiye yardım
etmenin suç olduğunu söylemek ne kadar saçma olur?
XX
Bununla birlikte, bazı kimseler alkollü içeceklerin kullanımı­
nın en büyük suç kaynağı teşkil ettiğini söyleme alışanlığı içindedir-
ler; "bu içeceklerin kullanımı hapishaneleri suçlular ile doldurur"
derler ve bu neden söz konusu içeceklerin satışının yasaklanması
için yeterli görülür:
Bunu söyleyenler, şayet ciddi konuşuyorlarsa, kör bir biçim-
de ve aptalca konuşmaktadırlar. Açıkça, insanlar arasındaki tüm
suçların çok büyük bir yüzdelik kısmının, suç arzuları alkollü içki
kullanmayla ve bu kullanımın neticesinde uyarılmış olan kişilerce
işlendiğini söylüyormuş gibi anlaşılmak istemektedirler.

Bu düşünce tamamen saçmadır. İlkin, dünyada işlenen en bü-


yük suçlar çoğunlukla para hırsı ve ihtiras ile teşvik olunur:
Tüm suçlar arasında en büyük olanları savaşlardır ve bunlar
insanoğlunu yağmalama, köleleştirme ve yok etmeye yönelmiş hü-
kümetlerce sürdürülür.
Dünya üzerinde işlenen en büyük suçların bir diğer kısmıysa,
para hırsı ve ihtiras tarafından eşit şekilde sevk edilir; bunlar anlık
arzularla değil, hesap yapan, elini temiz ve kendini soğukkanlı tu -
tan ve söz konusu hırs ve ihtiraslar nedeniyle her ne olursa olsun
hapishaneye düşmeyi asla düşünmeyen insanlar tarafından işleniı:
Bu suçlar yasaları ihlal eden insanlarca pek işlenmezler; ya bizzat

4 Cato, Sezar'ın eline düşmemek için intihar etmişti. Onun çıldırmış olabileceği
hususunda bu zamana kadar kim şüphelenmiştir ki? Aynısını Bnıtus da yapmış­
tı. [John C.] Colt da asılarak idam edilmesine bir saat veya daha da az bir süre
kalmışken intihar etmişti. Kendisinin ve ailesinin ismine. asılarak idam edildi la-
fınının bir yüzkarası olarak yansıtılmaması amacıyla, bunu engelleyebilmek için
intihar etmişti. Bu eylem, bilgece olsun ya da olmasın, ama açıkça makuliyet arz
eden bir takdir dahilinde yapılır. Kendisinı gereksinim duyduğu lıır araç ıle do·
natmış birinin bir suçlu olduğunu kim farz edebilir'/
Erdemsızlilder Suç Değildir 53

kendileri ya da ellerindeki araçlar yoluylayasalardan yararlananlar


tarafından işlenirler; keyfi gücü 5 ele geçiren, gasp eden, hile ve zor
yoluyla hunu sürdüren, eşitsiz ve gayriadil bir yasama vasıtasıyla
bu gaspın sürdürülmesini amaçlayıp bu yolla kendilerini, kendi
faydalarını ve diğer insanların emek ve mülkiyetlerini ele geçirip
kontrol etmelerine yarayan tekellerini güvence altına alan insanlar-
ca işlenir; böylece kendi refah ve büyümelerini idare etmek adına
o diğer insanları güçsüzleştirirler 6 • Yağmalar ve diğer haksızlıklar
işte bu insanlar tarafından,yasa/ara uymak suretiyle yapılır -öyle ki
bu yasalar da aslında onların yasalarıdır- ve işlenen bu suçlar diğer
tüm insanların yasaları ihlalleri ile karşılaştırıldıklarında köstebek
yuvaları karşısında kalan birer dağ gibidirler.

Üçüncü olarak, ticari işlemlerde yapılan hileler ve çeşitli


türleri yer alır ve bunları yapanlar basiretle ve serinkanlılıkla
yasaların uygulanmasından bu yolla paçayı kurtarırlar. Bunu yap-
malarını sağlayan onların sakin ve berrak kafalarıdır. Sarhoş edici
içeceklerin coşkunluğu altındaki insanlarda bu hilelerin başarılı bir
biçimde tatbikine biraz daha elverir ve bu konuda onları kandıran
söz konusu kişilerle hiç denklikleri yoktur. Bunlar kendileri ile el-
lerinde tuttukları yasalar doğrultusunda anlaşma yapacak suçlular
karşısında son derece gafil, başarısız, etkisiz ve endişesizdirler.

Dördüncü olarak, toplumu yiyip bitiren uzmanlaşmış soy-


guncular, haydutlar, hırsızlar, kalpazanlar, sahtekarlar, üçkağıtçılar
vardır ve bunlar söz konusu pervasız içicilerin tam tersidirler. İşleri
son derece tehlike içerir ve bu sebeple maruz oldukları riskleri ka-
bul eden bir karakterdedir.
Beşinci olarak, sarhoş edici içeceklerin etkisi altında işlendiğini
söyleyebileceğimiz, çoğunlukla saldırılar ve darp etmelerden müte-

[Çevirmen Notu: Spooner burada "keyfi güç" ile çok büyük ihtimalle devleti ima
ediyoı:]
Bu konuda lıir örnek, en aşağı bin yıldır bir grup soyguncudan müteşekkil olan ve
toprağı ve diğer tüm zenginliği mümkün olduğunca tekele alabilmek için komp-
lolar üreten bir yönetimce idare olunan İngiltere üzerinden verilebilir. Kendileri-
ni krallaı; soylular ve mülk sahipleri olarak ifade eden bu komploculaı; zor ve hile
yoluyla, tüm sivil ve askeri iktidarı kendilerinde tutarlaı: Kendilerini yine sadece
zor ve hile yoluyla iktidarda tutarlar ve zenginliklerinin kullanımını doğru yol-
dan çıkarırlar. Ayrıca kendi insanlarının büyük bölümünü soymak ve kul yapmak,
başka halkları d;ı köleleştirip yağmalamak üzerine bu güçlerini devreye sokar-
laı; Dünya, şimdi olduğu gibi, özü gereği aynı bu tip örneklerle dolu olmuştur
ve olmaktadıı: Bu manada, kendi ülkemizin hükümetleri de, bazılarımızın hayal
ettiğinin tersine, diğer ülkelerinkilerden çok fazla farklı sayılmaz ..
54 llukuk Nedir? (Seçme Metinler)

şekki! suçlar yer alır ve bunlar çok fazla sayıda olmayıp, genellikle
çok fazla ağırlaşmış suç da değildirleı: Bu tip hafif hırsızlık ya da
mülkiyetin ufak tefek suistimalleri gibi bazı diğer ufak suçlar da kimi
zaman içki etkisi altındaki, suç bağımlısı olmayan kıt kafalı kişiler
tarafından işlenebilmektedir. Fakat bu iki tür suçu işleyen kimseleı
sayıca fazla değildir. Onlara "hapishanelerimizi doldurun" denemez
ya da onlar bunu yaparlarsa da, onları tutmak için çok az sayıda ve
küçük hapishanelerimiz olduğu için tebrik edilmemiz gerekiı:
Örneğin,
Massachussetts Devleti günümüzde bir buçuk milyon
insanı barındırır. Bunlarınne kadarı kuvvetli bir içkinin kışkırtması
nedeniyle kişilere ve mülkiyete karşı işledikleri suçlar nedeniyle
-sarhoşluğun erdemsizliği nedeniyle değil, bu suçlar nedeniyle- şu
anda hapistedir? Eğer on bin kişiden yüz ellisi böyleyse, bundan
kuşku duyarım; zira bu suçlar nedeniyle hapiste olanlar çok ufak
bir rakama karşılık gelir.
Bu az sayıdaki insanm, mahrumiyetleri ve perişanlıkları nede-
niyle,cezalandırılmaktan çok çok daha fazla acınası bulunacağını
düşünmekteyim; bu durumları nedeniyle suç işlerler, likör arzusu
nedeniyle onu içip, suç arzusu nedeniyle bu içkinin etkisiyle değil.
Fark gözetmeksizin içkinin "hapishanelerimizi suçlular ile dol-
durduğu" suçlaması, fikrimce, bir sarhoşu suçlu olarak addetmekten
daha iyi bir şey bilmeyen insanlar tarafından yapılır; ve bu kişilerin
yapmış oldukları suçlamalara dair, bizlerin düşüncesiz ve gaddar
insanlar oluşumuz gibi utanılacak bir durumdan ve böylesine zayıf
ve şanssız insanları ayyaş olarak kmayıp sanki birer suçluymuş gibi
onları cezalandırmamızdan daha iyi bir temel gerekçeleri de yoktur:

Bu gibi zulümlerin müsebbibi olan yasakoyucular ve bunları


tatbik eden yargıçlar, söz konusu durumları görmezden gelmeleri
onları mazur göstermeyecekse -ki muhtemelen göstermeyecek-
doğal olarak suçludurlar. Ve eğer onlar cezalandırılan birer suçlu
halini alırlarsa, bu durum bizim davranışlarımızda daha ziyadesiyle
gerekçe oluşturuı:
Boston'daki bir hakim [police-judge 7] bir zamanlar bana, üç
zabıtnamede bir ve hatta bundan daha da fazla oranda ayyaşlardan

7 [Çevirmen Notu: Police-]udge - Birleşik Devletler'de bazı eyaletlerde faal oiaıı


yerel polis mahkemelerinde (police courts) görev alan hakimlerdi!: Bu mahkeme
!erde küçük suçlar (minor crimes / misdemeaııors) ve trafik husumetleri ile ilgili
olaylara bakıln:]
Erdemsizlik/er Suç De/Jildir 55

(klişeleşmiş bir cümleyle, onları otuz gün hapishaneye göndererek)


kurtulma alışkanlığında olduğunu söylemişti; böylece affetmeksi-
zin ve vakanın özelliğine göre soruşturma yapmaksızın onları birer
suçlu olarak mahkum etmekte ve hapishaneye göndermekteydi,
çünkü cezalandırmak yerine onlara merhametli davranmak ve on-
ları korumak bir zayıflıktı. İşte bu tip durumlarda gerçek suçlular
cczaevine giden kişiler değil, yargıçlar ve onları bu mevkiye getirip
arkalarında duranlardır.

Belki Massachusetts cezaevlerinin suçlulular ile dolmasından


endişelenen kişiler olursa, onlara, cezaevlerimizin suçlu olmayan
kişilerle doldurulmasına mani olmak adına hayırseverliklerinin en
azından birazına başvurmalarını tavsiye ederim. Fakat onların duy-
gudaşlıklarının bu doğrultuda çok fazla fiiliyata döküldüğünü duy-
duğumu da hiç hatırlamıyorum. Tersine, suçluları cezalandırmak
için öylesine tutkulu görünmektedirler ki, cezalandırılmaya namzet
kişinin gerçekte suçlu olup olmadığını özel olarak soruşturmaya
dikkat bile etmemektedirler. Böyle bir tutku, içki tutkusundan çok
ama çok daha tehlikelidir ve bu tutkunun, içki içme tutkusundan
hem ahlaken hem de hukuken çok daha az merhameti hak ettiğini
söylemek konusunda çok daha güvende konuşabilirim.
Bahtsız kişileri, onların ayyaş olmasına
neden olan fakirlik
ve perişanlıktan çıkarmak
için yardımda bulunmaktan ziyade, sar-
hoşluk nedeniyle onları cezaevine göndermek ve böylelikle onları
ezmek, küçük düşürmek, umutsuzluğa düşürmek ve yaşamlarını
mahvetmek merhametsiz karakterli kişilerle çok daha bağdaşır
görünüyoı~

Sadece insanoğlunu aydınlatmak, cesaretlendirmek ve ona


yardım etnıek için az kapasiteye veya az eğilime sahip olanlar, on-
ları yönetmek, emir altına almak ve cezalandırmak için söz konusu
şiddetli tutkuya sahip olurlar. Zayıf kişiyi önce yağmalayan, ezen ve
umutsuzluğa düşüren, sonra da bir suçlu olarak cezalandıran tüm
kanunlara destek, rıza ve onay vermek yerine, şayet o zayıf kişinin
kendi haklarını savunması ve durumunu iyileştirmesinin sağlanma­
sı, böylelikle de kendi çevresindeki cezbedici şeylere karşı koyma
görevine dikkat çekerek onun güçlendirilmesi ve kendi ayaklarının
üzerinde durmasının sağlanması halinde, bence rom satıcıları veya
içicileri ya da sıradan suçluların herhangi bir sınıfı için kanunlar ve
cezaevleri hakkında konuşmaya daha az ihtiyaç olacaktır. Kısacası,
suçu bastırmak konusunda ziyadesiyle kaygılı olan kişiler, bireyle-
56 Hukuk Nedir? {Seçme Metırıler)

rin suçlarını bastırmaya yardımcı olsun diye hükümetin isteklerim


bir süreliğine
tehir ederlerse ve hükümetin suçlarını bastırmaya
yardımcı olmak için insanlardan talepte bulunurlarsa, şimdi yap-
tıklarından daha güçlü bir ışık altında hem samimiyetlerini hem de
sağduyularını göstermiş olurlar. Kanunların hepsi tüm erkek ve ka-
dınların dürüstçe ve erdemli yaşamalarını mümkün kılmak, onları
rahat ve mutlu yapmak için gayet adil ve eşitlikçi olduğunda, onları
namussuzca ve alçakça yaşamaları dolayısıyla suçlayan durumlar
şimdikine nispetle çok daha az olacaktır

XXI
Bununla birlikte, alkollü içki kullanımının yoksulluğa neden
olduğu, kişileri yardıma muhtaç hale getirip vergi mükelleflerine
yük yüklediği ve bunun içkilerin satışının neden yasaklanması
gerektiğine gayet uygun bir gerekçe olduğu da tekrar tekrar söy-
lenecektir.
Bu argümana karşı çeşitli yanıtlar vardır:

1. Biryanıt şu şekildedir; içki kullanımının yoksulluğa ve


muhtaçlığa neden olduğu onların satışını yasaklamak için uygun bir
gerekçe olduğu gerçekse, bu durum onların kullanım mm yasaklan-
ması için de aynı derecede uygun bir gerekçedir; çünkü onun satışı
değil, kullanımı yoksulluğa neden olmaktadır. Satıcı olsa olsa sadece
içicinin bir suç ortağıdır. Ve fail herhangi bir fiilden dolayı cezalan-
dırılamıyorsa, suç ortağının da aynı şekilde cezalandırılamayacağı
bir akıl kuralı olduğu gibi aynı zamanda bir hukuk kuralıdır.
2. Söz konusu argümana ikinci bir yanıt ise şu şekildedir:
yönetim herhangi bir fiili -suç olmasa bile- sadece yoksulluğa
neden olduğunu farzettiği için yasaklama hakkına sahip ve hatta
zorundaysa, aynı kural gereğince -suç olmamasına karşın- yönetim,
yoksulluğa neden olduğu görüşünde olduğu başkaca her türlü fiili
de yasaklama hakkına sahip ve dahi zorundadır. Bu prensibe göre,
yönetim, her kişinin özel ilişkisine ve her kişinin kişisel harcama-
larına bakmak, hangilerinin yoksulluğa neden olup hangilerinin
olmadığına karar vermek, ilk sınıftakilerin tümünü yasaklamak ve
cezalandırmak hakkına sadece sahip değildir, ayrıca bunu yapmak
zorunda da olacaktır. Yasama organı bir harcamanın yoksulluğa
neden olmayacağı biçiminde bir görüşe sahip olmadığı sürece, kişi
kendi zevki veya yargısına göre kendi mal varlığımdan bir kuruş bile
harcama hakkına sahip olmayacaktır.
Erdemsizlikler Suç Değildir 57

3. Aynı argümana üçüncü yanıt; bir kişi -erdemleri veya erdem-


sizlik/eriyle- kendini yoksulluğa ve hatta sefalete düşürmekteyse,
hükümet ne olursa olsun ona ihtimam göstermek yükümlülüğü
altında değildir, olsa olsa lütufta bulunabilir. Onun sokakta yok ol-
masına veya lütfederse özel bağışlara bağlı kalmasına izin verebilir.
Bu konuda hükümet, kendi serbest iradesini ve takdirini icraya
koyar; çünkü bu gibi durumlar onun tüm hukuki sorumluluklarının
daha üzerine ilişkindir. Zira yoksulun ihtiyacını karşılamak, zorunlu
olarak bir hükümetin görevinin herhangi kısmını oluşturmaz. Bir
hükümet -ki burada meşru hükümetten bahsediyoruz- tamamen
ve sadece kendilerini uyuşturan amaçlar için birleşen bireylerin
gönüllü birliğidiı~ Yoksula -erdemli veya erdemsiz olsun- özen gös-
termek bu amaçlardan biri değilse, hükümet, bir hükümet olması
hasebiyle, onlara ihtimam göstermek için bir banka veya demiryolu
şirketine sahip olmak dışında daha fazla hakka veya mecburiyete
sahip değildir:
Yoksul bir adamın-erdemli veya erdemsiz olsun- vatandaş­
larının hayırseverliği üzerine sahip olabileceği ahlaki talepleri
ne boyutta olursa olsun, onlar üzerinde hiçbir hukuki talebi söz
konusu olmaz. Lütfettikleri takdirde sadece onların hayırsever­
liklerine yaslanabilmek mecburiyetindedir. Kendisini beslemeleri
ya da giydirmeleri şeklinde bir hukuki hak talep edemez. Bununla
beraber, diğer bireylerden onların münhasır kapasiteleri dışında
nasıl bir şey isteyemiyorsa -bireylerin birleşiminden başka bir şey
olmayan- bir hükümetten de aynı şekilde, daha fazla hukuki veya
ahlaki taleplerde bulunamaz.
O zaman madem ki -erdemli veya erdemsiz- bir yoksul adam
olarak beslenme ve giyinme için bir hükümet üzerinde özel kişiler
üzerinde olduğundan daha fazla ya da başka taleplere sahip değil, o
takdirde bir hükümet de onu yoksulluğa götürdüğü geçekçesiylc bir
bireyin harcamalarını veya fiillerini kontrol etmek veya yasaklamak
için bir özel kişinin sahip olduğundan fazla hakka sahip değidic
Bir birey olarak Bay A, Bay Z'nin fiil veya tasarruflarının onu
[Bay Z'yi] fakirliğe götürmeye neden olacağı ve Z'nin sonuç olarak
gelecekte bilinmeyen bir zamanda kendisine [Bay A'ya] sıkıntı için-
de gelip onun kendisine bağışta bulunmasını talep edebileceğinden
korksa bile, yine de Bay Z'nin herhangi bir fiilini ya da tasarrufunu
yasaklamak konusunda açık biçimde herhangi bir hakka sahip
değildir. Ve eğer A, bir birey olarak, Z'nin herhangi bir fiilini ya da
58 llııkuk Nedir? (Seçme Meıinler)

tasarrufunu yasaklamaya yönelik bu türden bir hakka sahip değil­


se, sadece bireylerin birliğinden ibaret olan hükümet de bu tür bir
hakka sahip olamaz.
Aklı başında [compos mentis] hiçkimse, kendi harcamalarına
müdahale etme veya yasak getirmek hususunda komşularından
herhangi birine veya hepsine - ki bu kişiler kendilerini bir hükümet
olarak adlandırsın ya da adlandırmasın fark etmez- yetki vermek
suretiyle karşılıksız bir imtiyazla kendi malvarlığını kullanma vP
tasarruf etme haklarını kesinlikle kayıtlamaz; onların yoksulluğa
meyletmediğini düşünebileceği veya o adamın bir muhtaç olarak
onların kapısına getirilmeyeceği gibi durumlar hariç.

İster erdemliliği isterse erdemsizliği vasıtasıyla yoksulluğa


düşmüş olsun, aklı başında
olan bir kişiye, hiçbir insan yahut in·
san topluluğu, onun lehine destek sağlamaya yönelik sempatileri
nedeniyle de olsa müdahale etme hakkına sahip olamaz; zira bu
müdahaleye başvurulma durumunda, onun taleplerine bağdaşım
sergilerken aslında kendi zevk ya da takdirlerine göre hareket etme
konusunda fevkalade özgürlüğe sahip olurlar.
Yoksullara yardımda bulunmayı reddetme hakkı -ki yoksulluk
erdemlilikten ya da erdemsizlikten kaynaklansın, fark etmez- hü··
kümetin her zaman üstünde faaliyet gösterdiği meselelerden biri
olmuştur. Hiçbir hükümet, yoksullar için lütfetmiş olduğundan
daha fazla yasal hüküm meydana getirmez. Bunun bir sonucu ola-
rak, yoksullar geniş bir nispette özel yardımlara bağımlı bırakılır.
Aslında, onlar sık sık hastalığa hatta ölüme katlanmaya maruz bıra­
kılır, çünkü ne kamu ne de özel yardımlar onların yardım istemle-
rine ulaşır. Bu nedenle bir hükümetin, bir kişinin zamanla fakirliğe
düşüp yardım dileyebileceği endişesiyle kendi malvarlığım kullan-
masına karışma hakkı olduğunu söylemek son derece saçmadır:

4. Argümana dördüncü bir cevap daha vardır; her bir tekil


kişiyi çalışmaya ve kendi servetini oluşturmaya yönelten büyük ve
tek güdü, kendi zevki veya takdirine göre ve kendisinin veya sev-
diklerinin mutluluğunun arttırılması için onu [servetini] tasarruf
edebilmesi, yani elden çıkarabilmesidirıı.
Bir kişi sık sık tecrübesizlikten veya sağduyu yoksunluğundan
ötürü çalışmasının ürünlerinin bir kısmını basiretsizce harcayabil-

" İnsanoğlunun yaran için biriktirilip insan emeğiyle yaratılmış olan tüm o zengin·
liklere borçln oluşumuz, bunun için tek başma teşvik edici mahiyettedic
Erdemsizlikler Suç De{jildir 59

seve en yüksek refah düzeyine çıkamasa da, diğer tüm meselelerde


olduğu gibi bunda da işin bilgeliğini tecrübeyle öğrenir; yani ba-
şarısıyla olduğu gibi yanlışlarıyla da. Zira bu, bilgeliği öğrenmenin
yegane yoludur. Ahmakça bir harcama yapmış olduğundan emin
olduğunda böylece bir benzerini yapmamayı öğrenir. Ve diğer tüm
meselelerde olduğu gibi burada da kendi tecrübelerini yaşaması ve
kendi tatmini için bu yolları denemesine izin verilmelidir; çünkü
aksi takdirde çalışmak veya servetini yaratmak için hiçbir güdüye
sahip olmaz.
İnsan olan herkes, servetini nasıl yaratacağını yahut birikti-
receğini bilen ancak bunu kullanıp
tasarruf etmek hususunda bir
takım zorbaların, işgüzar ve iş
yapmaya fazla yatkın aptalların
gözetimi altında olmaksızın müsaade alamayan uygar bir insan
olmak yerine, günbegün kontrol altında tutup tüketebileceği küçük
bir serveti yaratıp temin eden bir vahşi ama özgür bir kişi olmayı
yeğleyecektir. Öyle ki saymış olduğum bu gözetimci kişileı~ aslında
gözetim altında tuttukları kişinin yarısı kadar bilgiye sahip bile
değildirler; buna rağmen onu kontrol edebileceklerini farz ederler;
çünkü o kişinin kendi kendini idare edebilecek ve kendi emeğinin
semereleri ile ne yapacağını bilmek konusunda bir hakkı yahut ka-
pasitesi olmadığını varsayarlar.
5. Bu argümana beşinci bir cevap ise şöyledir: Neyin yok-
sulluğa neden olup neyin olmadığını görüp yoksulluk yaratanları
yasaklayıp cezalandırmak için, suçlu olmayan ve fakat aklı başında
olan herhangi birinin harcamalarını gözlemek şayet hükümetin
göreviyse, aynı kural gereğince tüm diğer insanların harcamalarını
gözlemek ve kendi kanaatine göre yoksulluğa neden olan tüm şey­
leri yasaklamak ve cezalandırmakla da o hükürnet bağlıdır.
Eğer bu gibi bir prensip tarafsızlıkla icra edilirse, sonuç olarak
tüm insanlık, birbirlerinin harcamalarını gözlemek ve yoksulluğa
neden olanlara karşı tanıklık etmek, yargılamak ve cezalandırmak
ile meşgul olacak, varlık ve servet yaratmak için ise hiçbir şekilde
zamanları kalamayacaktır. Üretken işgücüne yetkin herkes ya ceza-
evinde olacak ya da yargıç, jüri, tanık veya gardiyan olarak hareket
edecektiı: Failleri yargılamak için yeterli mahkeme teşkil etmek
veya tutmak için yeterli cezaevi inşa etmekse imkansızdır. Böyle-
likle tüm üretken işgücü duracaktır; ve yoksulluktan korunmak
isteyen bu salaklar sadece yoksulluğa, cezaevine ve açlığa doğru
60 t!ıılaık Nedir? (Seçme Metinler)

gitmekle kalmayacak, aynı zamanda diğer herkesi de yoksulluğa,


mahkumiyete ve açlıktan ölmeye sürükleyeceklerdir.
6. Bir kişinin en azından hak gereği ailesini desteklemesi ve
bunun neticesinde tüm ziyanlıklardan uzak durması konusunda
zorlanması gerektiği söylenebiliyor ve yönetim düşüncesi içeri-
sinde bu kişi söz konusu görevi ifa etmekten alıkonulur vaziyete
düşürülüyorsa, konuya ilişkin çeşitli cevaplar verilebilir. Fakat şu
yeterlidir; söz konusu kabul, hükümet tarafından şahsi özgürlüğü
veya malvarlığını kontrolden onu yoksun bırakmak için bir mazeret
haline getirilmişse, salak ya da köle olmadığı sürece bir kişi herhan
gi bir aileyi kendi ailesi olarak kabul etmeyecektir.
Bir kişinin doğal özgürlüğüne ve malvarlığını kontrol etme·
sine izin verildiğinde, o kişinin ailesi, genellikle hatta neredeyse
evrensel olarak, söz konusu kişinin övünç ve alakasının en yüksek
seviyedeki nesnesi olur; ve sadece gönüllü olarak değil, aynı za
manda en yüksek hazzı uyarınca, ailesine sadece yaşamın sıradan
gerekleri ve rahatlığını temin için değil, ayrıca çalışmasının hasılatı
olan tüm lüksleri ve şıklığını cömertçe vermek için, kendi aklını ve
bedenini en yüksek güçte çalıştıracaktır.
[Dolayısıyla]Bir adam kendi kişisel özgürlüğü ile uyumlu bir
şekilde yapabileceğive kendi takdir yetkisindeki malvarlığını kon
trol etmeye yönelik doğal hakkı haricinde, karısı veya çocuğu için
herhangi bir şey yapmaya yönelik ahlaki veya hukuki yükümlülük
altında olmaz.

Eğer bir hükümet devreye girer de, aklı başında olan, görevle-
rine dikkat eden ve kusurlu olsa bile en iyi kanısına göre ailesine
karşı görevlerini yerine getiren bir adama şunu söylerse: -"Biz
(hükümet olarak), elinin altındaki işçini, ailen için en üstün faydaya
yönelik çalıştırmadığından şüpheleniyoruz; harcamalarının ve mal,
varlığının kontrolünün ailenin faydası için olabileceği gibi adaletli
olmadığından da şüphe ediyoruz; ve bu nedenle biz (hükümet ola·
rak) seni ve senin malvarlığını özel gözetimimiz altına alıp, kendin
ve malvarlığın ile ne yapıp ne yapamayacağını sana buyuracağız; ve
ailen bundan böyle ihtiyacı olduğunda sana değil bize (yani hükü-
mete) dönüp bakacak"- bir hükümet bunu yapabilirse, bir kişinin
ailesine ilişkin tüm övüncü, azmi ve alakası kırılacaktır ve insan için
muhtemel hale gelecek olan şey, tiranlığın onu ezecek olduğudur;
ve o ne (aleni olarak kendisinin olduğunu ilan edebileceği) bir aile·
ye sahip olacak, ne de bu gibi bir hakaretçi, zalim ve katlanılamaz
Erdemsizlikler Suç Değildir 61

devirmek için malvarlığını ve hayatını riske atacaktır. Ve


aklı yerinde [compos meııtis] olan kocasından bu gibi bir doğal ol-
mayan hakaret ve yanlışa başvurmasını isteyecek olan herhangi bir
kadın, onun sevgisini veya herhangi bir şeyi hak etmemekte, tersine
onun aşağılamasına ve kendisinden tiksinmesine müstehaktıı: Ay-
rıca o koca muhtemelen karısının şunu anlamasına neden olmaya
yaklaşmış olacaktır: eğer karısı, kendisi ve ailesine destek için,
onun !kocanın] yerine yönetime bel bağlamayı tercih ederse, artık
sadece yönetime bel bağlamak zorunda kalacaktır.
XXII
Alkollü içki kullanımının yoksulluğa neden olduğu argümanı­
na tümüyle yeterli bir diğer cevap daha vardır, bu da -genel bir kural
olarak- nedenin öncesine sonucun konulmasıdır. Yani içki kullanı­
mına neden olanın yoksulluk olduğunun yerine, içki kullanımının
yoksulluğa neden olduğunu varsaymaktadır.

Yoksulluk, neredeyse dünyadaki tüm cehaletin, erdemsizliğin,


suçun ve sefaletin doğal ebeveynidir9 •
Neden İngiltere'deki çalışan kişilerin çok geniş bir kısmı
ayyaş ve erdemsizdir? Elbette diğer insanlardan yaradılış olarak
daha kötü olduklarından değil. Onların had safhadaki umutsuzluk
yoksullukları, kendilerini cahillik ve esaret içinde tuttuğu,
cesaretlerini ve kendilerine saygılarını yok ettiği, bu daimi hakaret-
lere ve yanlışlıklara, bu sürekli ve acı sefaletin her çeşidine bağımlı
kıidığı ve son olarak umutsuzluğa götürdüğü içindir ki, içki veya
erdemsizlikler onlara kısa bir süreliğine mola verdirebilen
birer ferahlık halini alırlar. İşte bu, İngiltere çalışan halkı arasında
ayyaşlığın ve diğer erdemsizliklerin temel nedenidir.

Şimdi ayyaş ve erdemsiz olan İngiltere'nin bu çalışan halkı,


daha talihli sınıfların sahip olduğu şansa ve yaşamlarını çevrele-
yen diğer şeylere aynı şekilde sahip olsalardı; bakımsız, acınası ve
erdemsiz olanlar yerine rahat, mutlu ve erdemli evlerde yetiştiril­
bilgi ve malvarlığı elde etme fırsatları olsaydı ve böylelikle
kendilerini akıllı., rahat, mutlu, bağımsız ve saygıdeğer yapabilse-
umutsuz bir yaşam içinde dünyaya gelmek, mükafatlandırıl-

' llükiimetlerin çoğunluk üzerinde organize edilmiş ve sistematik zulüm ve gasp


vasıtalarıyla uyguladıkları az sayıdaki büyük suçlar haricinde bu böyledir. Ve sa-
dece yoksulluk. cahillik ve çoğunluğun bunlar sonucundaki zayıflıkları sayesinde,
birleşik ve organize edilmiş bir azınlıkça çoğunluk üzerinde keyfi bir güç elde
edilip sürdürülebilir hale gelir.
62 Hukuk Nedir7 (Seçme Metinler)

mayan bir angarya içinde çalışmak ve kesin bir biçimde işyerinde


ölmek yerine, sanayinin dürüst ve adilane ödü!Ier olarak sunduğu
tüm entelektüel, toplumsal ve ailevi zevkleri kendileri için güvence-
li olacak biçimde sahiplenebilselerdi, mevcut erdemsizliklerinden
ve şimdi onlara sitem edilme nedeni olan tüm zayıflıklardan uzak
olurlardı.

Ayyaşlığın veya başkaca bir erdemsizliğin onların sefalet-


lerine sadece ekleme yaptığını söylemenin yararı yoktur; çünkü
mesele insan doğasıdır -bir şeyin hoşa gitmesinden ötürü, insan
doğasının zayıflığının ortaya çıkışıdır-, öyle ki, umudu ve cesareti
kırılmadan önce insanlar sefaletin sadece belirli bir miktarına
katlanabilmektedirler ve mevcutta rahatlık verici veya acıyı azaltıcı
her ne varsa bu umut verici şeylere, gelecekte daha büyük sefalet
yaşamak pahasına da olsa, hemen boyun eğmektedirler. Çektikleri
acılardan onları kurtarmak ya da koşullarını iyileştirmek yerine, bu
biçare insanlara ahlakı veya içki içmemeyi öğütlemek sadece onla-
rın biçareliklerine hakaret etmektiı:

Erdemsizliklerini yoksulluklarına bağlamak yerine, -sanki


tüm fakir kişiler veya onların çoğunluğu özellikle erderrısizmiş
gibi- yoksulluklarını erdemsizliklerine bağlama alışkanlığında
olanlar, Amerika halkının en az yirmi milyonunun ayyaşhkları ya
da herhangi bir diğer erdemsizlikleri neticesinde tüm bu yoksulluk
ve yokluğun geçen bir buçuk yıl içinde 10 birden bire başlarına bela
olup olmayacağını bize söyleyip bunu isteyebilecekler midir? İçin­
de yaşadıkları ve daha geçtiğimiz günlerde müreffeh aktivitelerde
bulundukları tüm o endüstrileri yıldırım düşmesiyle felç eden de,
onların ayyaşlığı ya da daha başka erdemsizlikleri miydi'?

Bu yirmi milyonluk yetişkin kısmı istihdam etmeksizin kapı­


dışarı bırakan, küçük birikimlerini harcatan ve eğer hiç birikimleri
yoksa onları dilenci olmaya -iş için dilenmeye ve bunda başarısız
olurlarsa ekmek için dilenmeye- zorlayan onların erdemsizlikleri
değil midir? Birden bire ve uyarı yapmaksızın, onların çoğunun
evini yokluk, sefalet, hastalık ve ölümle dolduran onların erdem-
sizlikleri değil midir? Hayıc Emekçi bu insanları tüm bu enkaza ve
sefalete iten, ne onların ayyaşlığı ne de daha başkaca erdemsizlikle
ridir. Pekala eğer bunlar değilse, o halde nedir yahut nelerdir?

rn Bu süre, 1 Eylül 1873 ile 1 Mart 1875 arasındaki sürediı:


Erdemsizlikler Suç De,c}ildir 63

Cevap getirilmesi gereken sorun budur; çünkü bu sorun sık


sıkortaya çıkaı~ önümüzde sürekli durur ve öylece bir kenara konu-
lamayacak bir sorundur bu.
Gerçekten de, dünya çapında insanlığın büyük kısmının yok-
sul oluşu,bizatihi dünyanın çok büyük bir problemidir. Böylesine
aşırı ve neredeyse evrensel mahiyetteki yoksulluk durumu, tüm
dünyada vardır ve tüm geçmiş nesiller vasıtasıyla var olmuştur; bu
durum, ona katlananların ortak insan doğasından gelen nedenler-
den kaynak bulduğunu ve bu doğanın şimdiye kadar bunun üste-
sinden gelmek için yeterince güçlü olamadığını kanıtlar. Fakat bu
çilekeşleı~ en azından, bu nedenleri görmeye başlıyorlar ve ne paha-
sına olursa olsun bunları kendilerinden ırak kılmak için kararlı hale
geliyorlar. Fakirlerin yoksulluğunu onların erdemsizliğine atfetmek
dışında yapacakları bir şey olmadığını ve erdemsizliklerine karşı
onlara öğüt vermeyi hayal edenlerse, yakında, geçmişte yaptıkları
tüm bu konuşmalar için buldukları günü tekrar bulmak amacıyla
çok geçmeden kendilerine geleceklerdir. Ve sonrasındaysa, soru-
muz, insanların erdemsizliklerinin ne olduğu değil, haklarının ne
olduğu şeklinde olacaktır.
THE

LAW

OF

INTELLEOTUAL PROPERTY;

AN ESSAY ON THE IllGHT OF AUTHORS AND INVENTORS


TO A PERPETUAL PllOl?ERTY 1N '.l'lIEI!t IDEAS.

YOJ,. I.

BY LYSANDER SPOONBR.

:BOSTON:
PUBLISHED BY BELA :MARSH,
U J'Jl.UflU;t:ıt 8TllBET.

1855.
MÜLKİYET NEDİR?

("The Law of Intellectual Property"


Kitabı - Birinci Kısım)
(1855)

I
Zenginlik Nedir?
Zenginlik (wea/th), insana değerli gelen veya onun faydalan-
ması için elverişli olan veya oluşturulabilir her şeydiı:
Zenginlik terimi, insanın fiziksel, entelektüel, ahlaki ve duygu-
sal iyi halini (wel/-being) oluşturabilir veya ona katkı yapabilir akla
uygun her nesneyi, fikri ve hissi içerir.
Işık, hava, su, toprak, bitkiler, mineraller, hayvanlar ve ölü ya
diri, hareketli, hareketsiz her tür maddi varlık, insanların rahatı,
mutluluğu ve refahına katkı sağlamaları itibariyle her şekilde zen-
ginliği meydana getirir.

Dokunulamayan ve fiziksel organlarımız vasıtasıyla algılana­


mayan şeyleı~ ve yalnızca idraken algılayabildiğimiz ya da salt et-
kilenim yoluyla hissedebildiklerimiz de zenginlik meydana getirir.
Bu yüzden özgürlük zenginliktir; fırsat zenginliktir; hareket etmek
ve emek sarfetmek zenginliktir; dinlenmek zenginliktir; itibar, aşk,
duygudaşlık, umut, bilgi, hakikat ... Hepsi birer zenginliktir. Çünkü
çok basit bir sebepten ötürü., bunların tamamı insanların iyi hal-
lerine katkıda bulunması ve kısmen de onu oluşturması nedeniyle
zenginliğin ta kendisidir.

mutluluğu temin etsin, isterse ona dönük fayda getirsin,


insanınfiziksel, ahlaki, entelektüel ve etkilenimsel melekelerinin
tamamı, zenginliktir.
68 Hukuk Nedir7 {Seçme Metinler)

Mutluluğun bizatihi kendisi zenginliktir. En üst seviyede


zenginlik oduı: Onu temin etmeye dönük diğer tüm zenginliklerin
amacı olan nihai zenginlik odur.

Madem ki insanın mutluluğunu veya iyi halini temin edip ona


katkı sunabilecek herhangi bir verili şey, bu sebepten ötürü ve salt
bundan ötürü zenginliktir; bunun neticesi olarak insanın mutluluğu
veyahut iyi halini temin edip ona katkı sunabilecek her şeyin zen·
ginlik olması gerekir.
Verili bir şeyin zenginlik olup olmadığı sorunu, bu yüzden
onun fiziksel organlarımız vasıtasıyla algılanabilir veya dokumıla·
bilir olup olmadığıyla alakalı değildir; bunun nedeni, onun mutlu-
luğa katkı yapıp yapmama kapasitesinin onun fiziken algılanan ve
dokunulabilen bir şey olup olmadığına tümüyle bağlı olmayışıdıı:
Dokunulamayan ve fiziken algılanamayan varlıklaı~ örneğin aşk,
itibar, hakikat veya özgürlük, çok açık bir şekilde bizatihi dokunu·
lamayan ve fiziken algılanamayan insanın mutluluğu ve iyi haline
katkı yapıp onu temin etme kapasitesine sahiptiı:

Fiziksel organlarla algılanabilirlik ve dokunulabilirliğin


zenginlik için bir kriter olmamasının bir diğer nedeni, maddi
nesnelerin farkında olmanın gerçekte fiziksel organlarımıza değil
sadece ve sadece zihnimize bağlı oluşundandır. Gözlerimizin mad-
di nesneleri gördüğünü söyleme alışkanlığımız var. Ama gerçekte
onu gören sadece ve sadece bizim zihnimizdir. Zihnimiz onu gözler
aracılığıyla görür. Gözleri onu görebilmek adına sadece araçsal
bir şekilde kullanır. Zihin olmaksızın bir göz hiçbir şeyi göremez.
Gözde olduğu gibi elde de benzer bir durum vardır. Aynı şekilde
elimizle maddi şeylere dokunduğumuzu söyleme alışkanlığı içeri·
sindeyiz. Fakat teması algılayan ve dokunuşun farkında olan sadece
ve sadece zihindir. El, zihin olmaksızın hiçbir şeyi hissedemez ve
farkında olamaz; bunlar için temas kurma raddesine zihnin gelmesi
gerekir. Zihin, aynı görmek için gözü kullandığı gibi, temas etmek
için de bir araç olarak eli kullanır. Bu yüzden maddi bir şeyin sadece
zihin farkına varabilir. Maddi yahut gayrimaddi olsun ya da birer
araç olarak fiziksel organlar yoluyla algılanabilir ve dokunulabilir
olsun veya olmasın, zihnin farkına varabildiği her şey eşit seviyede
zenginliğe dairdir. Bu yüzden sadece zihnin el veya göz gibi maddi
vasıtalar kullanarak algılamak zorunda olduğu şeylerin zenginlik
oluşturduğunu söylemek gayet saçmadır; keza zihnin maddi vasıta·
!ar kullanarak algılayamadığı öteki şeylerin, örneğin fikirlerin, sırf
Mülkıyet Nedir? 69

bu sebepten ötürü zenginlik oluşturamayacağını söylemek de bir o


kadar saçma olacaktır:
Bu yüzden, gayet açıktır ki, zihnin fiziksel organlarımızı araç
olarak kullanmaksızın algıladığı düşünce de, tıpkı zihnin el ve gözü
kullanarak algıladığı bir ev, at ya da başkaca bir maddi şey gibi
zenginliktir. Ev, at ya da bir düşünce olsun, bir şeyin insanın iyi ha-
line katkıda bulunma ve onu oluşturma kapasitesi, zenginliğe dair
yegane kriterdir ve bu konuda o şeyin fiziksel organlarca algılanıp
dokunulabilir bir şey olup olmamasının önemi yoktur.
Bu yüzden, düşüncezenginliktir. Düşünce, bazı düşünceler
mutluluğun doğrudan kaynağı olarak tefekkürün, eğlenme veya
meditasyonun hedefiyle bağlantılı görülsün ya da görülmesin; ya-
hut entelektüel, maddi, etkilenimsel ya da ahlaki başkaca zenginlik-
lere ulaşmada araç olarak görülsün ya da görülmesin, eşit derecede
zenginlik oluşturur.
Bir düşünce, mutluluğa doğrudan eklendiğinde, kendi kendini
kanıtlar şekilde zenginlik meydana getiric Zenginliktir, çünkü mut-
luluğun bir parçasını oluşturuı~ O başkaca bir zenginliği yaratma
ve temin etmede araç ve vasıta olarak kullanıldığında zenginliğe
denktiı: Bu yüzden o, zenginliği elde etme açısından diğer vasıtalar
gibi açık şekilde zenginlik meydana getiriı~
Bir makineye şekil vermenin ardındaki düşünce, tıpkı o ma-
kineyi fiziken oluşturan maddi elementler gibi zenginlik meydana
getirir. Fikir makinenin hayatıdır ve o olmazsa makine işlevsiz, kuv-
vetsiz ve zenginlik üretmek için elverişsiz hale geliı~
Bir evin inşa edilmesinin ardındaki plan, tıpkı o evin inşa edi-
leceği ve yapısını oluşturan materyeller kadar zenginlik meydana
getiriı~ Plan olmadığında materyeller bir barınağı donatamaz ve o
barınağın sahibinin rahatını sağlayamaz. Bu halde de ev oluşumu
mümkün olmaz.
Bir teleskopun yapımının ardındaki fikir veya plan, en az onun
materyal bileşimi kadar zenginliktir. Fikir olmaksızın bu materyal-
ler, insanın gökkubbeyi irdelemesine yardımcı olmaya yetmez.
Bir resmin çiziminin ardındaki tasarım, en az onun üzerine
çizildiği
tuval ya da çiziminde kullanılan boyalar kadar zenginlik
meydana getiriı: Tasarım olmaksızın tuval ve boyalar, şimdi bir
70 Hukuk Nedirl (Seçme Metinler)

değer ifade eden bir resmin üretilmesi açısından hiçbir şey ifade
etmez.
Sanayinin tüm bölüm ve türlerinde de aym prensip yönetici
konumdadır. Her yerde ve her zaman, fikir, zenginliğin üretilmesi
ve elde edilmesi sürecinde emeğin rehberi olmuştur: Zenginliğin
üretilip kazanılmasında emeğe rehber olan fikrin kendisi de aynı
zamanda ve açıkça zenginliğin kendisidir; tıpkı emek gibi, yahut
zenginliğin üretilip elde edilmesine yardımcı olan maddi ya da gay
rimaddi diğer şeyler, araçsallıklar, vasıtalar, nesneler gibi.
Örneklemek gerekirse, bir gemiyi sevk ve idarede kullamları
ve onlarsız geminin kullanışsız hale geldiği pergel ve dümen, tıpkı
geminin kendisi yahut navluna konu mal gibi zenginlik meydana
getirir. Fakat açıktır ki, pergelin çizimini gözeten fikir, veya dümenin
tutulup çevrilişinin ardındaki düşünce de en az pergel ve dümen
kendileri kadar zenginlik meydana getirir.
Dolayısıyla emek sarf eden ellere rehber olan düşünce, tıpkı
elin kendisi gibi veya o elin çalışma sürecine geçirdiği materyaller
veya üretime soktuğu metalar gibi zenginlik meydana getirir. Ellere
rehber olan düşünce olmazsa metalar üretilemez; böylece de elin
emeği semeresiz ve dolayısıyla kıymetsiz kalır.

Bu yüzden -ister entelektüel, ahlaki veya materyal olsun ve


çokça yahut seyrekçe bulunsun; isterse fiziksel organlarımız tara-
fından algılanabilir veya dokunulabilir olsun ya da olmasın- insan
zihninin bilincine varabildiği ve ister vasıta ya da vesile isterse
amaç olarak insanın iyi haline katkı yapan yahut onu bizzat meyda-
na çıkaran her şey zenginliktir.
insanlar, antlaşmalarında, alımlarında ve satımlarında, dü-
şüncenin bir zenginlik olduğunu açıkça ya da zımnen bilir ve bu
prensip üzerine hareket ederler; ve bu öyle bir zenginliktir ki tüm
diğer zenginliklerle benzer şekilde kıymetlendirilir ve ona göre
karşılığı ödenir. Böylece bir makine, şekli şemali verildikten sonra,
ardındaki fikre göre piyasada değer elde eder. Bir plan, ev yapımı
sonrasında, o evin piyasa değerine dahil olur. Bir resmin çizimi
sonrasında, ondaki ve çizim tarzındaki tasarım söz konusu resmin
ticari değerine dahil olur ve hatta onu meydana getirir. O resimde
kullanılan basit materyaller olarak tuval ve boyalar ise -resimde
içerilmiş tasarım ve çizim tarzına kıyasla- sadece yüzde, binde veya
on binde bir oranında bir değer ifade ederler.
Mülkiyet Nedir? 71

İnsanlar, ister vahşi, ister uygar, ister cahil, isterse aydınlanmış


olsun, neredeyse büsbütün bir evrensellikle, fikirlere, düşüncelere
ve hissiyatlara, sahip oldulan ve çocuklarına bırakabilecekleri en
büyük zenginlikler olarak muamele ederler. Onlara mutluluğun
doğrudan kaynakları ve diğer zenginliklere erişime yardımcı olma
vasıflarından ötürü değer verirler. Bu yüzden onlar, fikirlerin or-
taya çıkarılması sürecine, gerek kendilerinin gerekse çocuklarının
faydalanımlan ve kullanımları için canhıraş bir şekilde girişirler.
Maddi zenginliklerini başka insanların entelektüel zenginlikleriyle
uğruna gönüllü bir şekilde değiş tokuş ederlec Başkalarının yazıya
dökülen yahut sesle dile getirilen düşünceleri için para harcarlar.
Yani insanoğlunun evrensel yargısı çerçevesinde kendinden men-
kul bir gerçeklik, fikirlerin zenginlik olduğudur; ve bu bağlamda
bunun, mülkiyet dediğimiz kavram üzerine yapılan tüm zihinsel
soruşturmaların temelinde yatan prensip olduğunun aksine dönük
özenli ısrar ve örneklemelerin tümü de lüzumsuz hale gelecektir. Ve
o aynı zamanda, pratik yaşam içerisinde evrensel ve doğal olarak ve
de bilinçsizce maruz kalınarak üzerinde eylemde bulunulan ve hak-
kında tartışma içerisine düşmekten kaçınılamayan bir kavramdır;
insanlar onu teorileştirmekten hiçbir zaman geri duramamıştır;
bu yüzden onun üzerine kesin, tam ve berrak fikirler oluşturama­
mışlardıı: Bu çalışmanın niyeti, sonraki soruşturmalar nezdinde bu
konu üzerine bir temel yahut başlangıç noktası oluşturmak olacak-
tır, Bu sebeplerden ötürü, prensibimiz bu özgünlük çerçevesinde
ele alınacaktır.
il
Mülkiyet Nedir?
Mülkiyet, bir sahip tarafından elde edilmiş bir zenginliktir;
buna karşın zenginlik ise, henüz sahibi olmamakla birlikte, gözler
önünde, sahiplenilmemiş ve onu kendisinin yapmak isteyen her-
hangi bir kimse için mülkiyete dönüştürülmeye hazır olan şeyleri
ifade edeı:
Bu yüzden bütün mülkiyet durumları zenginlik oluşturur;
ama bütün zenginlikler mülkiyet halini almayabilir. Dünyadaki
zenginliklerin çok az bir kısmının sahibi bulunmaktadır. Çoğunlu­
ğuysa sahipsiz vaziyettedir. Örneğin okyanusun çok ama çok ufak
bir kısmının mülkiyete konu olduğu söylenebilir. İnsanlar zaman
zaman bir balığın ya da bir kabuklunun sahibi olurlar; ama onların
72 Hukuk Nedir? (',eçnıe Metinler)

çıktığı okyanusun geriye kalan zenginliklerinin tamamını sahipsiz


bırakarak bunu yaparlar.
Toprağın altında ve üstünde yatan zenginliklerin ise çok daha
fazla bir miktarı -ki bu bile aslında çok yüksek bir oran değildir­
mülkiyet haline dönüşmüştür. Ormanların, madenlerin, meyvelerin,
hayvanların ve atmosferin henüz sadece ufak bir kısmı mülkiyete
konu olabilmiştir.
Keza kazanılmış, kazanılmaya elverişli ve elde edilmiş ente"
lektüel zenginliğin de hiç şüphesiz çok küçük bir kısmı. mülkiyet
halini alabilmiştir. Kuşkusuz zamanı geldiğinde sahiplenilecek olan
tüm hakikatin ve bilginin, bugün o denli ufak bir kısmı üzerinde
sahiplik kurulmuş vaziyettedir.
111
Mülkiyet Hakkı Nedir?
Mülkiyet hakkı, hakimiyet kurma hakkıdır (right o{dominion ).
Bu hak bir kişinin, diğer tüm kişilerin hilafına, belirli bir nesneyi di-
ğer herkesi dışlayıcı şekilde kontrol ettiği, kullandığı ve ona hakim
olup ondan faydalandığı bir haktır.
Mülkiyet hakkının ilkesi, bir şeyin bir kimseye ait olup diğer
kimselere ait olmama halidir ve bu hal, benim (mine), senin (thiııe)
ve onun (his) terimleriyle mülkiyet fikrini aksettirir.
Mülkiyet (property) kelimesi ise bir kimseye aitlik (orıe's
own) durumunu ifade eden proprius kelimesinden gelir. Bu yüzden
mülkiyetin ilkesi, birinin herhangi bir şeye kişisel sahip oluşu, onu
kontrol edip üzerinde hakimiyet kurmasıdır. Mülkiyet hakkı da biri
nin herhangi bir nesne, his veya fikre sahip oluşu, onu kontrol edip,
ondan yararlanması ve onun üzerinde hakimiyet kuruşudm:
Bir şeyin maliki (proprietor) mülkiyetindeki şey üzerinde ldi
ğer kimseleri] dışlayıcı bir sahiplik, kontrol ve hakimiyet hakkına
sahiptir. O şey ona aittir, başkalarına değil. Diğer tüm insanların
karşısında o, bu şeyi salt kendi arzusu ve zevkine göre kontml eder;
ve bu kontrolünden ötürü onun diğer insanlara karşı hesap verme
sorumluluğu söz konusu değildiı: Diğer insanların da onun rızası
hilafına, o şeyi onun elinden alma, otorite ve hakimiyet kurma ve-
yahut kontrol etme hakları bulunmamaktadır. Keza o şeyin maliki
tarafından kullanımını, kontrolünü ve buna bağlı olarak malikin
sahip olduğu seçimleri engellemek ve zorlaştırmak konusunda da
Mülkıyet Nedir? 73

diğer insanların hakkı bulunmamaktadır. Bu konularda onların


değil sadece onun [yani malikin] hakkı vardır. Diğer insanlar o şeyi
tamamıyla malikinin iradesine bırakmak zorundadırlar. Onların
değil, sadece onun iradesi o şeyi kontrol etmelidir. Malikin mülki-
yetini kullanması ve onun üzerinde tasarruf etmesi üzerinde diğer
insanların baskı kurabilme hakları anlamındaki tek bir sınırlama
vardır. O da mülkiyetin diğer insanların eşdeğer bir biçimde ege-
men, hakim ve sahip oldukları kendilerine ait şeyleri bozucu, ihlal
ve işgal edici şekilde kullanılmaması gerekliğidiı:
Bundan ötürü, mülkiyet üzerine hukuki düşünce; bir şeyin bir
kimseye, diğer şeylerin de diğer kimselere ait oluşunu ve bunlar-
dan hiç birinin diğer kimselere ait şeyler üzerinde kontrol kurma
ve tasarruf etme konusunda herhangi bir söz söyleme hakkının
olmadığını; herkesin kendine ait olanın tek efendisi ve egemeni
olduğunu ve o şeyi salt kendi zevkine göre kullanma, faydalanma
ve tasarruf etme hakkının olduğunu; ve ayrıca bu konuda başka
insanlara hesap verme yahut bir sorumluluk altında bulunmadığı
düşüncelerini içeriı:

Bir kimsenin sahip olduğu şeyler üzerindeki mülkiyet hakkı,


sadece tek bir bireye karşı ileri sürebileceği bir hak değildir, diğer
tüm insanlara karşı tek başına veya kolektif olarak ileri sürebileceği
bir haktır. Bu hak, diğer insanların tek tek her biri veya herhangi
birinin iradesine karşı olduğu gibi, bir araya gelmiş diğer tüm in-
sanların iradesine karşı da eşit şekilde geçerli ve kuvvetlidir. Dola-
yısıyla bütün dünyayı karşısına alan bir haktır. Bir şey malikine ait
olduğunda, onun dışındaki dünyaya ait olmamış olur. Ve dünya onu
kendi başına bırakmalıdır, öbür türlü ona karşı bir yanlış yapmış
olur; ona tecavüz etmiş, onu gasp etmiş olur. Eğer bütün dünya
veya onun içinden herhangi biri, herhangi bir bireye ait bir şeyi
arzularsa, o şeyi ondan ayırmak için malikinin özgür rızasını -ikna
edici teklifler yoluyla- almak zorundadır. Eğer malike, onu mülki-
yetinden ayırmak ve bu konuda özgür rızasını almak için yeterli
seviyede teklifler sunamamışlarsa, onu kendi sahip olduklarında
faydalanması konusunda huzur içinde bırakmaya mecburdurlar.
74 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

IV
Neler Mülkiyete Konu Olur'!
Başka insanlarla aynı anlık zaman kesitinde birlikte olmaya-
cak şekilde bir insanca zihnen bilgisinin edinebileceği, ele geçirile-
bilir, tutulabilir, kullanılabilir, kontrol edilebilir ve faydalanılabilir
özellikteki akla gelebilecek ahlaki, materyal ya da düşünsel her şey
pek tabii mülkiyetin konusu olabilir.
Önceden de tanımlamış olduğum üzere, insanın mutluluğu ve
iyi halini oluşturan yahut ona katkı yapan hissel, entelektüel, ahla
ki yahut materyal tüm zenginlikler, bir kimsece başkalarıyla aynı
anda olmayacak şekilde sahiplenilebilecek biçimde mülkiyete konu
olurlar ve bu mülkiyet o varlık üzerinde bireysel sahiplik, kontrol,
hakimiyet, kullanım ve faydalanma demekti 1:
Bir insanın içine çektiği hava, içe çekildiği esnada ona ait ohıı:
Dışa verildiğinde ise artık ona ait olmaz. Bir şişenin yahut konutun
içine doldurulan hava, kişiye ait oltn: Tahliye edildiğinde ise ona
ait olmaktan çıkar. Bir insanın üzerine yahut arazisine düşen veya
evine giren gün ışığı ona aittir. Başka insanların o kişinin bu ışıktan
faydalanmasını yasaklaması yahut ışık için ödeme yapması konu
sunda onu icbar etmesi yönünde haklan bulunmamaktadır:.
Bir kişinin bedeni ona aittir. Onun zihninin mülkiyetindedir.
(Her şeye sahip olan, zihindir, mülkiyet buduı: Bedenler hiçbir şeye
sahip değildir; fakat kendileri mülkiyete konudurlar. Her beden,
onda mevcut olan zihnin hakimiyetinde ve mülkiyetindedir.) Ve
hiçbir insanın bir başka kişinin bedenini onun zihninin kontrolün-·
den çıkarmak gibi bir hak sahipliği söz konusu değildiı: Başka bir
deyişle, kimse bir başka kişinin bedenine sahip olamaz.

Birkişinin faydalandıkları, hissettikleri ve mutluluklarının


tamamı onun mülkiyeti içindedir. Bunlar onundur, başkalarının
değil. Bunlardan faydalanması konusunda kimse onu engelleyemez
ve kimse onu bunlar için para ödemeye zorlayamaz. Diğer insanlar
onunkine benzer mahiyette beğenilere, hislere ve mutluluklara
sahip olabilirler. Ama onun beğeni, his ve mutluluğuna sahip ola
mazlar. Bu yüzden o kişiyi, sanki tüm bunların sahibi o değil de ken
dileriymiş gibi, bunlar için para ödemeye hak gereği zorlayamazlar.

Bir kimsenin fikirleri kendi mülkiyetindedir: Onun faydalan-


ması ve kullanımı içindir. Diğer insanlar onun fikirlerinin sahibi
olamaz. O, diğer insanlar karşısında, kendine ait olan fikirler üze-
75

rinde mutlak bir hakimiyete sahiptir. Bu fikirleri başkalarına ver-


mek yahut satmak hususunda da, salt kendi yargısı ve zevkine göre
hareket etme hakkını haizdir. Diğer insanlar bunlar hakkında, sanki
bunlar onun değil de kendilerininmiş gibi, talepte bulunamazlar.
diğer insanlar bu fikirleri isterlerse ve [fikir sahibi] bunları
onlara sebepsiz yere vermeyi seçmezse, diğer tüm mülkiyet unsur-
larında olduğu gibi o fikirlerin de satın alınmaları icap eder. [Fakat]
O fikirler için fikir sahibinin fiyatı kendisine ödenir, fikirlere sahip
olunması için ödeme yapılmaz. Yani fikir sahibine bir para kesesi
verilerek onu zorlamanın dışında, fikir sahibinin fikirlerini diğer
insanlara vermesi yolunda onu zorlamanın başka bir yolu yoktuı:
insanoğlu evrensel olarak bu prensip çerçevesinde hareket et-
Herhangi bir şey üzerinde bireysel mülkiyet hakkı tanınmış
aklı başında hiçbir insan, diğer insanların zihinlerince üretilmiş ve
insanları dışlayarak sahiplenilmiş düşüncelerin meşru sahibi
olduğunu doğal ve genel bir prensip olarak iddia edemez. Bu husus-
ta, fikir sahiplerinin kendilerine sahip olunduğu temelinde onların
düşüncelerine sahip olma iddia ve talebinde de bulunulamaz; keza
onları fiilen ellerinde bulunduranların mülkiyetlerine karşı da çı­
kılamaz.

fikirler hak gereği onları üreten kişiye ait değil de, diğer
insanlara eşit olarak aitse, o insanlar o kişiyi söz konusu fikirleri
kendilerine vermesini gerektirecek bir zorlama hakkına, hiçbir
bedel söz konusu olmadan, sahip olurlar; ve eğer o kişi bunu kabul
etmezse, onu hak gereği ve gayet adil biçimde bir suçlu gibi ceza-
landırabilirleı~

Uygarlaşmış insanlar arasında fikirler, değiş tokuş süreçleri-


nin müşterek araçlarıdır. Düşünceler ne kadar fazla alınıp satılırsa,
o kadar kiiltürlenmiş bir halk ortaya çıkar. Yazarlar, hatipler ve öğ­
reticiler, bunların her çeşidi, mütemadiyen düşücelerini para kar-
şılığında satarlar. Diğer insanların materyal şeyleri satması gibi bu
kişiler de düşüncelerini, artık piyasa onlar için ne karşılık verecek-
se, onun karşılığında satarlar. Bu fikirlerin fiyatı salt onlardaki içkin
değer tarafından değil, aynı zamanda diğer tüm metalarda olduğu
arz ve taleple düzenlenir. Bu prensipler çerçevesinde; bir yazar
kitaplarıyla, şair kıtalarıyla, gazete editörü günlük ya da haftalık sa-
yılarıyla, devlet adamı mesajlarıyla, diplomat diplomatik işlemleri,
konuşmaları, oy ve raporlarıyla, yargıç yargısal karar ve görüşleriy-
avukat danışma görüşleri ve gerekçeleriyle, fizikçi beceri, tavsiye
76 Hukuk Nedir? (Seçme Metinler)

ve önerileriyle, vaiz dua ve ilahileriyle, öğretmen ders yürütümüyle.,


üniversite hocası dersleriyle, mimar planlarıyla, sanatçıysa bir taşa
verdiği şekil yahut tuvale aktardığı resim aracılığıyla düşüncelerini
satar. Pratik hayatta bu fikirlerin hepsi metinler içerisinde, evlerde,
arazilerde, ekmekte, ette, kıyafette ve yakıtta kendini alım satıma
sokar. İnsanlar bu fikirleri üretip satmak yoluyla yaşamlarını kaza·
nır ve ailelerine destek olurlar. Kendine ait rasyonel fikirleri olan
hiçbir insan, aynı meşru yollardan yaşamlarmı kazanan toplumun
diğer üyeleri gibi bu yolla hayatmı kazanabileceğinden kuşku
duymaz. Bu yolla insanların zihinleri için besin, iş tutan elleri için
rehber ve davranışları için kural üreten bir kişi, tıpkı bedenler için
yiyecek ve barınak üreten bir üretici gibi, işini layıkıyla yapan bir
üreticidir.
Tekrar edersek. .. Münferit durumlar çerçevesinde alışkanlı­
ğımız gereği, yazarların, şairlerin, editörlerin, devlet ve din adam-
larının, hukukçuların, fizikçilerin, sanatçıların ve öğretmenlerin vs.
fikirlerinin, onlar için sorulan ve ödenen fiyattan daha kıymetsiz
olduğunu söyleriz. Bunu tıpkı satıldıkları fiyattan daha yüksek veya
alçak değerde olduğunu söylediğimiz diğer materyal metalar gibi,
diğer insanların münferiden uğruna ödenmiş fiyattan daha kıymet·
siz olduğunu düşündüğümüz fikirleri için de söyleriz. Böylelikle as-
lında fikirleri de diğer metalar gibi bir düzen içinde işleyen piyasa
değerine sahip alışveriş süreçlerinin meşru bir aracı olarak tanımış
olmaktayız.

Çünkü tüm insanlar düşüncelerini sohbet içerisinde de olsa


hemcinslerine az ya da çok verirler; aksi takdirde onların düşün­
celerinin -fiyatlarını koyma ve ödenmezse onları diğer insanlar
dan saklama yönünde doğal haklara sahip oldukları- kendilerine
ait mülkiyet meydana getirmediği ancak kısmen çıkarsanabiliı:
Onların fikirleri (sohbetlerdeki gibi) karşılıksız verilir ya da diğer
insanların düşünceleri ile trampa edilir; bu ya onların piyasaya
sunacak başka şeyleri olmadığı için böyle olur, ya da düşünceleri pi
yasalaştırılabilir bir şekle sokmanın ve satmanın emek ve zamanım
ufak da olsa tazmin etmek için yapılır. Onların satışını kar getirici
hale getirmek adına piyasa değerleri oldukça düşüktür. Böylesi dü
şünceler insanlarca karşılıksız bir biçimde elden çıkarılırlar, yahut
alışverişte bunlara diğer insanlarca gönüllü bir şekilde -lütufkarlık
ve arkadaşlık güdülerinden ötürü veya benzerleriyle karşılık verile-
ceği beklentilerinden dolayı- karşılık verilir; tıpkı insanların düşük
değerli diğer materyal metalarda, örneğin bir avuç yemiş ya da
Mülkiyet Nedir? 77

elmada, bir dilim ekmekte, bir kap suda ya da bir öğünlük erzakta
yaptığı gibi... Ve bunların sebebi, o alışveriş araçlarının, insanların
almak ya da satmak konusunda en fazla değer verdikleri metalar
kadar değerli olmamalarıdıı: Fakat spesifik olarak değerli olan
ya da talep olunan semen kıymetinin üzerinde etkin olan hemen
hemen tüm bilgi (ki örneğin bu [bilgi], bir tıbbı ya da hukuki öne-
ri gibi, bir kimsenin özel aracı içerisinde de verilebilir) için talep
edilen parasal karşılık, materyal bir metanınkiyle neredeyse aynı
yeknesaklığa sahiptir. Kimse böylesi bir bilginin eşdeğer bir ödeme
için meşru ve hukuki bir karşılık olduğundan kuşku duymaz. Bilgi-
nin hukuki, tıbbı' yahut başkaca türleri çerçevesinde, mahkemeler
bunları yeknesak olarak bu şekilde tanır. Dolayısıyla bir kimse, bir
hukukçu, fizikçi, öğretmen ya da editör, bir başkasına sattığı fikirler
için, tıpkı toprağını, yakıtını, yiyeceğini ve içeceğini satmış gibi dava
açıp onların getirilerini elde tutmak isteyebiliı:

V
Mülkiyet Hakkı Nasıl Kazanılır?

Maddi zenginliğin içerisinde mülkiyet hakkı, ilk anda şu iki


yoldan biriyle kazanılır: ilki doğal zenginliğin yahut doğal ürünlerin
zilyetliğinin !possession] basit bir şekilde elde edilmesi, ikinci yol
ise, bunun dışındaki zenginliğin insan eliyle yapay üretimidir.

1. Dünyanın do/jal zenginliği, onu fiilen ilk olarak eline geçi-


renindir. Doğal zenginl(ğin herhangi bir parçası açısından
mülkiyet hakkı da ilk olarak onun basit bir şekilde zilyetl(ğini
elde eden kiş(ye ait olur.
Böylece bakir doğada yürüyen bir kişi, önünde uzanmış bir
şekilde gördüğü bir yemişi, dalı yahut elması toplar. Bu yolla da o
topladığı şeyi mülkiyeti, yani kendinin yapar. O andan itibaren o şey
tüm dünyanın karşısında onun olur. Başka hiçbir insanoğlunun ya-
hut insan grubunun mülkiyet temelinde o şeyi onun elinden rızası
hilafına alma hakkı olmaz. O şeylerin tamamının ona ait olup diğer
kişilere ait olmadığının kabulüyle bağlı olunulur.

Bu, bu yol üzerinden, dünyanın tüm zenginliklerinin ilk elden


mülkiyete çevrilişidiı: Ve fiilen ele geçirilebilir olan herhangi bir
doğal zenginlik ya da lalettayin doğal zenginliklerin tümü, netice
itibariyle sadece Üzerlerinde zilyetlik kurulmak suretiyle mülkiyete
dönüştürülebilirler.
78 Hukuk Nedir? (Seçme Metiııier/

Henüz sahiplenilmemişolan doğal zenginliklerin sadece


zilyetliğinin elde edilmesi yoluyla dönüştürüleceği mülkiyetin
miktarına dair, bir istisna dışında doğa yasası tarafından ayarlan-
mış bir limit yoktur; O istisna ise, söz konusu zilyetin bu zilyetliği
kurmaktaki -diğer kişi ve mülkiyetlere karşı şiddet içermeksizin
sergileyeceği- gücü ve kabiliyetinin limitidir. Dolayısıyla sahiplenil-
memiş vaziyette kalan zenginliklerin büyük çoğunluğu, herhangi
bir kişinin onlar üzerinde ilk zilyetliği kurmasıyla beraber o kişinin
mutlak mülkiyeti haline gelirler 1,
Mülkiyetin, bu şekilde, doğanın mahsullerinin zilyetliğinin
elde edilmesiyle kazanılma yolu, adil bir yoldur. Bir kimse, hiçkimsı•
tarafından fiilen ele geçirilmemiş ve öylece duran bir doğa mahsu-
lünü sahiplendiğinde, bu yolla hiç kimseye -ki o kimse kendine ait
bir şeyden yoksun da bırakılmamış ise- yanlış yapılmış olmaz. İlk
gelen -müteakip gelenlerin yapamadığı şekilde- hakkın tümüne
sahip olur, o şeyi sahiplenir ve onu kendisinin yapar: Müteakiben
gelen kişi, ilk gelen kişinin o varlığı zilyetlik yoluyla sahiplenirken
yapıp ettiklerinden başka ve doğası itibariyle farklı hiçbir hakkı
olduğunu gösteremez. Böylelikle doğanın zenginlikleri ele geçi-
rilmiş ve mülkiyete dönüştürülmüş ve insanoğlunun kullanımına
tevdi edilmiştir. Onları insanoğlunun kullanıma uygun kılmanın tek
yolu ise, onların bireysel olarak sahiplenilişi ve üzerlerinde özel
mülkiyet hakkının tesis edilişidir. Mülkiyet haline getirilene kadar
kimsenin, bir doğal varlığı, kendisinin yahut bir başkasının tatmini,
isteği veya arzusuna tabi kılma konusunda hakkı bulunmaz. İlk ge-
lenin istek ve arzuları kendi doğaları itibariyle kutsaldır ve onların,
ikinci gelen kişilerinki kadar, karşılanması gerekliliği yönünde bir
varsayım söz konusudur. Böylece bu istek ve arzular, ikinci gelenin

1 Bazı kimseler bu prensibe, kendi deyimleriyle, salt bu yolla tüm kıtanın tek bir
kişi tarafından -eğer o kişi orayı ilk keşfedense- sahiplenilelıileceği ve tüm in-
san ırkını oradan uzak tutabileceği gerekçesiyle karşı çıkarlar_ Fakat bu itiraz bir
şeyin zilyetliğinin elde edilmesi hususunda yanlış anlamaya dayanır.Bir lntanm
üzerinde durarak oranın sahibi olduğunu tüm diğer insanlara deklare etmek,
oranııı zilyetliğine sahip olmak demek değildiı: Bu yolla bir kişi ancak bedeni-
nin fiilen kapladığı alan kadarıııııı zilyedi olabilir. Bunun ötesinde zilyetliğe sahip
olabilmesi için onun o alan üzerinde, ağaçları kesmek, toprağı parçalara ayırmak,
bir kulübe, ev yahut çitleme yapmak gibi bir takım değer meydana getirici çaba-
ları sarf etmesi gerekir. Bu vakalarda, o araziye kattığı yahut üzerinde uyguladığı
emeğini elinde tutması dolayısıyla, kişi söz konusu araziyi de kendinde tutmuş
olur. Ve [arazinin] üzerinde harcandığı emek, kullanım açısından değer oluşturan
bir durumda kaldığı müddetçe o arazi de o kişinin olmaya devam edeı: Çünkü bir
kimsenin emeğinin semerelerini, pratik kullanımı için faydalı kaldıklan sürece,
terketmeyeceği farz edilir:
Mülkiyet Nedir? 79

istek ve arzularının yapacağı kadar, doğanın zenginliğinin zilyetliği­


nin elde edilmesi hususunda bir otorite sağlar. Bu istek ve arzular,
az ya da çok ama bir derecede şiddete olanak da verebilir; fakat ilk
gelen, bu olanağın ne kadar az yahut çok olup olmadığını (ve onun
karşılaştırmalı hakkı açısından ne derece önemli olup olmadığını)
bilemez. Onun için, kendisinin -ve keza ikinci gelenin de benzer
şekilde- istek ve arzularının insan doğasından kaynaklanışı yeter-
lidir: Ve bu istek ve arzular~ onun için, kendi memnuniyetiyle alakalı
önünde duran doğal varlıkları ele geçirmesi adına yeterli bir izin
belgesi teşkil eder; yeter ki o varlıklar daha önce başka insanlar
tarafından temellük edilmemiş olsun.

Bir kimse bir şeyin sahipliğini elde ettikten sonra, ilave bir
hak gereği, o şey artık başka hiç kimsenin sahip olamayacağı şekil­
de ona ait olur. O kişi emeğini o şeye bahşeder; öyle ki, bu emek, en
azından, o şeyin sahipliğinin elde edilmesinde sergilenen emektir.
Ve eğer bu kişi sahibi olduğu metadan yoksun kalırsa, sergilemiş
olduğu o emeği de kaybolup gider. Sergilenmiş o emeğin ne kadar
hafif olduğunun hiçbir önemi yoktur; ister bir meyvenin ağaçtan
koparılması, isterse yerden çakıl taşı toplanması şeklinde olsun,
bunların her biri belli bir zaman içerisinde sergilenmiş emekler-
dir. Hatta emek, bir çekirdek kabuğunu doldurmayacak derecede
olduğu zamanlarda bile, o şey üzerinde başka birileri tarafından
harcananın daha fazlasını ifade eder. Ve bu emek, başkalarının
değil kişinin kendisinin sergilemiş olduğu emek olduğu için, o kişi
için yeterli olur. Böylelikle o kişi sahip olduğu şey üzerinde, diğer
insanlara nazaran daha üstün bir hakkı olduğunu gösterir. Daha
öncesinde o şey üzerinde diğer insanlarla eşit hakka sahip olan
kişi, şimdi onlardan daha üstün bir hakka sahip olmuş oluc Çünkü
o şey üzerinde bir emek sarf etmiştir ve diğer hiçbir kimse bunun
benzerini yapmamıştır.
İlk gelen kişinin, ikinci gelenin isteklerini karşılamak için bir
şeyi elden bırakmakla yükümlü olduğu söylenemez. Bu argüman
kesin olmamakla birlikte birinci gelenin hakkı karşısında olduğu
kadar, benzer şekilde ikinci, üçüncü veya dördüncü gelen kişinin
hakkına karşı da haklıdır. Çünkü aynı sebeple bunların tümü için,
o kişinin, kendisinden sonra gelmesi kesin olan kişiler için bir şeyi
elden çıkarmaya mecbur olduğu söylenebilir. Bu yüzden kural, her
kişinin kendi tahsis edilmemiş isteklerini, eğer gerekli şeyleri bu-
labilmişse, karşılamaya yetecek ölçüde bir şeylere el atabilmesidir.
Bu kuralın kapsamında, ırkın tarihi, son insanın isteklerinin ilk in-
80 flııkıık Nedir? (Seçme Metinler)

sanınkinden daha iyi bir şekilde karşılandığını kanıtlar; bu durum


ise, kendisi için daha fazla zenginlik yaratmak adına onun, ilk insana
nazaran beceri ve vasıtalara sahip oluşundan kaynaklanır: O, ayrıca
seleflerinin kendisine bıraktıkları tüm birikimden de faydalanır:
Doğanın tüm zenginliğince çevrelenmiş olan ilk insan son derece aç
ve titretici bir yabaniydi. Son insan ise sanat, bilim ve doğanın bir
arada çalışarak kendisini donattığı bir lüks içerisindediı:
Doğanın zenginliği tükenmezdir. İlk gelen, en iyi ihtimalle bü-
tünün çok ama çok küçük bir parçasının sahibi olabiliı~ Eğer doğal
bütünlük, dünyanın mukimleri arasında eşit bir biçimde paylaştırıJ.
saydı bile, muhtemelen onun payına bunun çoğu düşmezdi. ikinci
gelenin, ilk gelenin aldığı parçadan niçin şikayetçi olamayacağının
bir diğer nedeni de budur.
İlk gelenin kendi isteklerini doyurmak için doğal zenginlikte
bulabildiklerini sahiplenmek suretiyle, ardından gelenlere niçin
yanlış yapmadığının iki başka nedeni daha vardıı~ Bu nedenlerden
ilki, elde edilen zenginliğin, -bir asmanın ya da ağacın meyvesi gibi-
tüketilebilen [perishable] bir doğada olduğunda, ilk gelen kişi onu
salt kendi tatminine özgülemediyse, hiç bir kimsenin isteklerine
hizmet etmeksizin tüketilemeyecek oluşudur. Diğer neden ise, o
zenginliğin tıpkı toprak gibi kalıcı [permarıerıt] bir doğaya oluşu
durumunda, ilk gelen kişinin, onu eline geçirmesiyle -ve onun üze-
rinde yararlı bir emek sergilemekle- birlikte, onu doğal durumdaki
haline kıyasla insanoğlunun isteklerine daha fazla katkı yapmaya
elverişli hale getirmesinden öte gelir. İlk gelen kişinin, tüm yaşamı
boyunca, emeğinin semerelerinden ve değerini arttırdığı topraktan
yarar sağlayacağı pek tabii ki doğrudur; öldüğünde ise o toprağı,
kendinden sonra gelecek kişilere, onun üzerinde hiç emek sarf et-
mediği halindekine kıyasla daha iyi bir durum içerisinde bırakmış
olur.
Sonuç olarak, doğanın zenginlikleri sadece bireysel olarak
sahiplenilmek ve parça parça üzerinde iyelik kurulmak suretiyle
insanların isteklerini karşılamaya elverişli hale getirilebilir. Bir in-
sanın kendi bedeni varlığını sürdürebilmesi için dünyanın doğal ni
metlerine başvurmasından önce onları sahiplenmesi ve kendi mül-
kiyeti haline getirmesi gerekir. Yine bir topraktan ürün hasat etmek
veya onu üzerinde yerleşmeye uygun hale getirmek için, insanın o
toprağı sahiplenip onu kendi mülkü haline getirmesi icap eder: Eğer
ilk gelen kişinin, kendi isteklerini doyurabilmesi için, dünya veya
onun nimetleri üzerinde sahiplik ve mülkiyet kurma hakkı olmazsa.,
Mı"ilk{vet Nedir? 81

kesinlikle ondan sonra gelen kişilerin de böyle bir hakkı olamaz.


Bu nedenle ilk gelen kişinin dünya zenginliği üzerinde sahiplik,
mülkiyet ve kullanım açısında bir doğal hakkının olmadığını savu-
nan öğreti, dünya zenginliğini atıl ve kullanımsız bırakmak yoluyla
bütün ırkı açlığa sevk eden bir kıyamet öğretisidir.
Tüm bu nedenler ve bunlara benzer biçimde verilebilecek
ınuhtemel diğer nedenler dolayısıyla, doğal zenginliğin basit bir
biçimde ele geçirilmesi, mülkiyet hakkının edinilmesinin -gerekli
olduğu gibi- adil ve doğal olan yoludur.

2. Mülkiyet: hakkının edinilmesinin diğer yolu, yaratımla yahut


zenginli,cJin emek sarf edilerek ürel:imiyle birlikt:e mülkiyet
hakkının kazanrmıdır.

Zenginliğin emek yoluyla yaratılması durumunda onun mül-


kiyeti, hak gereği, yaratıcı yahut üreticidedir. Bu önerme, daha açık
hale getirilmesi istenemeyecek ölçüde apaçıktır. Zira eğer zenginli-
ğin yaratıcısı yahut üreticisi hak gereği onun sahibi olamayacaksa,
başka kimse de olamaz; ve o zenginlik muhakkak kullammsız hale
gelerek telef edilmiş oluı:
Emekle yaratılan materyal zenginlik, doğanın mahsullerine
emek verilmesi ve böylece onların değerine [emek] katılması yoluy-
la yaratılır. Örneğin kişi bir mermer kütlesine emeğini katar ve onu
heykele dönüştürür; bir tahta ve demir parçasına emeğini katar ve
onlardan bir pulluk yapar; ya da bir miktar yün ya da pamuğa ka-
tarak onları bir elbiseye dönüştürür. Böylece taşa, demire, tahtaya,
yüne veya pamuğa eklenen değer, emek yoluyla yeni bir zenginliğin
yaratımıdır. Ve eğer emekçi, üzerinde emek vermiş olduğu taş,
demir; yün veya pamuğa sahipse, hak gereği o maddelere emeğini
katarak yarattığı katma-değerin [yahut eklenen değerin / addit:io-
nal value] de sahibi olur. Fakat emek vermiş olduğu bu maddelerin
sahibi değilse, onlara eklediği katma-değerin sahibi olmaz; sadece
emek verdiği söz konusu maddelerin sahibi olan kişiye emeğini
satmış ya da sunmuş oluı:

Şimdide, materyal zenginlikten elde edilmiş mülkiyet hak-


kına dair bu ilkeler üzerinden, mülkiyet hakkının entelektüel
zenginlikten yani düşüncelerden elde edilişinde aynı ilkelere nasıl
başvurulacağına bakalım:
82 Hukuk Nedir? (Seçme Meıinler)

ı- Eğer fikirlere doğada halihazırda varolan şeyler ya da


insanların sadece keşfettiği ve zilyetliğini ele geçirdiği
doğa mahsülleri gözüyle bakılırsa, hu durumda onları
keşfetmiş yahut ilk ele geçirmiş olan kişinin onların meşru
sahibi olduğu sonucuna varmak gerekiı~ Bu sonuç mater-
yal varlıkları ilk olarak zilyetliğine geçiren kişinin meşru
sahip olmasını salık veren [yukarıda anlatılmışl prensibin
gereğidir 2 • Bu nedenle bir fikrin zilyedi, onu sadece kendi
kullanımında tutma, ondan yararlanma, onu başka kişilere
verme veyahut satma konularında, materyal varlıkları ilk
zilyetlik nedeniyle sahiplenen kişilerin onları kullanma,
verme veya satmaları ile birebir aynı haklara sahip olm:
ii- Eğer fikirlere doğada hazır bulunan, insanların sadece keş­
fettikleri birer tabiat ürünü gözüyle bakılmaz da, onların
insanın -zihinsel- emeğiyle yaratılmış yepyeni zenginlikler
olduğu değerlendirilir ise, bu durumda onların mülkiyet
hakkı onları zihinsel emeğiyle yaratmış olan kişiye ait
olmuş olur. Bu aitlik, herhangi bir başka zenginliğin, onu
yaratan emeği sarf etmiş olan üretici yahut yaratıcıya ait
oluşu prensibine dayanır.

Bu iki durum arasında, gerçek manada, esaslı bir farlılık oldu-


ğu söylenemez; sadece materyal zenginlikler fiziksel emekle ortaya
çıkarılırken, entelektüel zenginlikler zihinsel emekle yaratılır. Üre-
tim yahut yaratımın biçimindeki bu farklılık, üretici yahut yaratı­
cıların saygı duyulası emeklerinin ürünleri üzerindeki haklarına
ilişkin bir farklılığı da beraberinde getirir. İnsanın zenginlik-yaratıcı
melekelerinin bir tanesi marifetiyle yaratılmış yahut üretilmiş olan
bir zenginlik unsuru, onun diğer zenginlik-yaratıcı melekeleriyle
oluşturduğu zenginlik unsurlarıyla aynı ölçüde, haklı olarak onun
mülkiyetine girer. Eğer aklıyla zenginliği ürettiyse, tıpkı onu elleriy-
le üretmiş gibi, ona meşru biçimde sahip olur. Ve eğer üretme yahut
yaratma olgusu, üretme veya yaratma neticesinde ortaya çıkan şey
üzerinde üretici yahut yaratıcıya bir hak bahşediyorsa, bu önerme
izah ve kanıttan varestedir.
Fakat ikinci bir husus olarak, [yukarıda arz olunan] savın, ve
dahası, materyal zenginliğin fiziksel emekle, fikirlerinse entelek

2 Bir fikri "keşfetmek" ile "zilyetliğini almak" tek ve aynı eylemdir; buna rağmen
materyal bir varlığı keşfetmek ile zilyedi olmak birbirinden ayn eylemlerdir. Fa
kat bu iki durumun birbirinden farklığı, tartışmakta olduğumuz prensibi etkile-
memektedir.
Mülkıyet Nedir! 83

ti_ıel emekle üretildiğinedair farz olunan ayrımın hakiki bir temeli


bulunmamaktadır. Bizim fiziksel emek olarak adlandırma alışkan­
lığında olduğumuz tüm emek, esasında tamamıyla akıl, irade yahut
ruh marifetiyle sergilenir ve bu süreçte kaslar ve kemikler sadece
birer araç görevi görürler. Kaslar ve kemikler kendi başlarına emek
sergilemezler; irade, ruh ve akıl tarafından emek sarfetmeye sevke-
dilirler. Dolayısıyla, akıl, irade ve ruh bir fikri ürettiği gibi, bir kayayı
kaldıran, ağacı deviren ve bir alanı kazan da yine o akıl, irade veya
ruhtur. Yani insanın fiziksel emeği, entelektüel emeğinden bağımsız
değildiı: Entelektüel güçler, fiziksel emek olarak adlandırdığımız
şeyi sergilerken fiziksel organları salt araç olarak kullanır. O yüz-
den materyal zenginliğin üretimi açısından, fiziksel organların, zen-
ginliği üretirken insan aklınca kullanılan bir testereden, baltadan,
kürek ya da çapadan daha öte bir yetkinliği bulunmaz.
İnsan çabasıyla üretilen ya da yaratılan materyal ya da en-
telektüel tüm zenginlik, gerçekte sadece insanın aklı, iradesi ve
ruhuyla üretilir veya yaratılır. Bu yüzden insanın emeğinin ente-
lektüel ürünleri üzerindeki haklarıyla materyal ürünleri üzerindeki
haklarının aynı temele sahip olması gerekir. Üretim temelinde, eğer
insan materyal ürünlere ilişkin hakka sahipse, entelektüel ürünlere
ilişkin hakka da aynı sebepten ötürü sahip olması gerekir; zira zen-
ginliğin her iki biçimi de insanın entelektüel ve ruhani melekeleri-
nin ürünü olmak bakımından birbirinden farksızdır.
Zihnin materyal zenginlik üretirken fiziksel organları -hem
beyin hem de kemikleri- kullanması olgusu ile bir zenginlik olarak
fikirlerin üretimindeki fikirlerin kullanımı olgusu arasında bir ay-
rım yapılamaz, öyle ki akıl da bir materyal organı (beyni) kullanır.

Bu yüzden bir insanın, kökenini emek vererek üretmesi ya da


yaratmasından alan zenginliğe hakkına göre, materyal zenginlikle
entelektüel zenginlik arasında, ya da dikmiş olduğu ev üzerindeki
hakkıyla üretmiş olduğu fikir üzerindeki hakkı arasında bir ayrım
oluşturabilmek mümkün değildiı:

Eğer böyle bir ayrımm mümkün bir zemini varsa da, fikre
dönük hak, ev üzerindeki haktan daha kuvvetli olacaktır. Zira bir ev,
doğa tarafından sağlanıp, insanlığa sunulan ve herkesçe doğal hak
gereği sahiplenilebilir olan genel materyal stoğundan oluşturulur.
Buna karşılık, bir fikirse, sadece tekil bir insanın kendi melekeleri
vasıtasıyla yaratılır, soyutlanmaksızm oluşturulamaz; ve bu süreç
84 Hukuk Nedır? (Seçme Metinler)

herkesin bir diğeri kadar ortak olduğu ve sahip olma iddiasında


olduğu müşterek doğal zenginlik stoğundan çıkarılamaz,
VI
Mülkiyet Hakkının Temeli Nedir"!
Mülkiyet hakkı, temelini, ilkin, her insanın kendi varlığını
sürdürme konusunda sahip olduğu doğal hakka dayandırır; ikinci
olarak da, salt kendi varlığını sürdürme hakkına ilaveten genel ma·
nada mutluluk ve esenliği elde edebilme konusundaki doğal hakka
dayanır.

Yaşam hakkı, yaşam için gerekli oları vasıtaları elde toplama


hakkını da içerir; keza genel manada mutluluğu kazanma hakkı da
bir kimsenin murtluluğuna yardımcı olan metaların elde toplan·
ması hakkını içerir. Dolayısıyla bu haklaı~ yani yaşam ve mutluluğa
ulaşma hakları, mülkiyet hakkının temelleridir. Tüm bunlaı~ mül-
kiyet hakkı kadar hiçbir insan hakkının doğadan ve insan gereksi
nimlerinden kaynaklı bu denli derin temellere sahip olmadığının
kanıtıdır. Bir kişi susuzluğunu bastırmak için bir dereye kabını
daldırıp bir kap su aldığında, açlığını gidermek için yiyecek top-
ladığında veya bedenini korumak adına bir giysi yaptığında, diğer
insanlar ona bu şeylerin hak gereği ona değil de kendilerine ait
olduğunu söyleyebilirlerse ve rızası hilafına o şeyleri onun elinden
alabilirlerse, o kişinin kendi yaşamını koruma ve mutluluğu edinrne
hakları battal hale gelmiş olur.

Entelektüel zenginliğe dair mülkiyet hakkı, maddi zenginlikle


alakalı mülkiyet hakkıyla aynı temellere sahiptir. Entelektüel zen
ginlik -yani fikirler- olmadan, maddi zenginlik ne biriktirilebiliı~ ne
de insanm yaşamınm idamesi ve mutluluğuna katkı oluşturabilir. Bu
nedenle enteletüel zenginlik diğer tüm zenginliklerin biriktirilmesi
ve kullanımı için zaruridir. Ayrıca o, onca sayıdaki mutluluk yolu ara"
smda, bizzat ve doğrudan bir mutluluk kaynağıdır. Bunun yanında
[entelektüel zenginlik] sadece sahibinin kullanımı açısından değerli
bir şey değildiı~ daha önce de söylendiği üzere, o aynı zamanda tüm
maddi zenginlikler gibi ticareti yapılabilir bir metadır; piyasada bir
değere sahiptir; ve maliki için diğer zenginliklerle mübadele içine
alınabilir. Dolayısıyla her halükarda, fikirler üzerindeki mülkiyet
hakkı, tıpkı materyal varlıklar üzerindeki mülkiyet hakkı gibi, irısa·
nın doğası ve ihtiyaçlarına yaslanan derin temellere sahiptir.
Mıiikıyet Nedir; 85

VII
Mülkiyet Hakkı Nasıl Devredilir?
Mülkiyet hakkının doğası gereği, hak, sahibinden başkasına
ancak sahibinin rızasıyla devredilebilir. Mülkiyet hakkı nedir?
Daha önce de açıklandığı üzere, bir hakimiyet kurma ve kontrol
etme hakkıdır. Bu yüzden eğer bir kimsenin mülkiyeti onun rızası
hilafına elinden alınırsa, onun bu hakimiyet ve kontrol hakkı ister
istemez ihlal edilmiş olur; diğer bir deyişle onun mülkiyet hakkı
çiğnenmiştir.

Bir kimsenin rızası olmaksızın onun mülkiyetini kullanmak da


onun mülkiyet hakkını ihlal etmek demektir. Çünkü şimdiki zaman-
da zenginlik üzerinde hakimiyetin varsayılışı, sadece o zenginliğin
sahibinde olduğu varsayılan meşru bir hakimiyete bağlıdır.
Bunlar tüm mülkiyet unsurlarına ilişkin doğal hukuk prensip-
ieridir. Maddi mülkiyetlere olduğu gibi fikri mülkiyetlere de uygula-
nabilir prensiplerdir. Sadece malikin rıza yahut iradesi, mülkiyetin
bir başkasına devrine veya mülkiyetin kullanımının bir başkasına
bırakılmasına olanak sağlar.

Fikri mülkiyetin ispatlanmasının, nasıl olur da bir insanın


rızasına bırakıldığı
sorulacak olursa? Bunun cevabı, mahkemelerde
görülen diğer tüm vakalar gibi, bir yargılayıcı heyetin zihinin çöz-
melde uğraştığı sorunu çözmeye yeterli ve tatmin edici bir kanıta
başvuruyla bunun da çözüleceğidir.

VIII
[Maddi Şeyler ve Fikirler Üzerindeki
Mülkiyet Hakkı Ayrımı Bağlamında]
Yukarıdaki İzah Edilen Prensiplerin Sonuçları

Şimdiye dek ortaya koyduğumuz prensipleri takiben, ortaya


çıkan neticeler şunlardır: fikirler alanında mülkiyet hakkı, insanın,
yani o fikirleri bulan ya da yaratanın doğal ve mutlak bir hakkıdır,
ayrıca bu hak doğal ve mutlak ise, zorunlu olarak süre,ğendir [perpe-
tua/] de. Fikirler alanında mülkiyet hakkı, maddi şeyler üzerindeki
mülkiyet hakkıyla esas olarak aynı olup, aynı zemin üzerinde temel-
lenir; prensip olarak bu iki alan arasında ayrım bulunmamaktadır.
SON

You might also like