You are on page 1of 214

TÜRK DESTANLARI

M. Necati Sepetçioğlu

3. BASKI

Bu eser Milli Eğitim. Bakanlığı Talim ve Ter­


biye Dairesince incelenmiş, ilgililere duyurul­
ması karan, 3 Şubat 1975 tarih ve 1825 sayılı
Tebliğler Dergisinde yayınlanmıştır.

�ıı1tuınıı1111111111111111uııın11111111111111111111111111ııuııt1thlllllllllll.OlllllllllllllllUllllllUUUllllUU•i
TOKER GENEL DİZİ : 13

No: 6

TOKER YAYINLARI
Yerebatan Cami Çıkmazı
No: 40/10 - İSTANBUL
Tel: 2211 23

Dizgi - Tertip - Baskı: Birlik Mat­


baası e Kapak Kompozisyonu:
Ebru e Kapak Baskısı: Çetin Of­
set O Cilt: Yılmaz Mücellithanesi
• 1978
iÇİ NDE KiL E R

Başvurulan Eserler ... 7


Önsöz .. . ... . .. ... .. . 9
1 - DESTANLAR . . . . .. .. . 11
Destanların Meydana Gelişi . .. . .. 12
Yaradılış Destanları . . . . . . .. . .. . . .. 16
Yaradılış Destanlarının Ortak Noktalan 37
Milli Karakter ve Ma'şert Şuur 42
Oğuz Kağan Destanı . . . ... 45
Zerdüşt Efsanesi .. . ... .. . . . .. . . 57
Perseus CYunanl Destanı . .. ... 60
Cuchulainn (İrlanda) Destanı 63
Gılgamış Destanı ... 67
Benzerlikler, Farklar 70
Destan Çekirdeğinin Gelişmesi . .. 77
il - MİLLl DEST ANLAR . . . . .. ... . .. ... 83
III -TÜRK DEST ANLARI . . . . . . . ... .. .
. . 91
İslamiyetten Önceki Türk Destanları ... 99
Yaradılış Destanı ... ... . . . 99
Alp Er Tunga Destanı ... 104
Şu Destanı ... .. . ... 110
Bozkurt Destanı .. . 117
Ergenekon Destanı 121
Türeyiş Destanı . .. 125
Göç Destanı 126
İslamiyetten Sonraki Türk Destanları 133
Satuk Buğra Han Destanı .. . 133
Er Manas Destanı .. . . . . . . . . . . 136
Oğuz Kağan Destanı Cislami> 145
Cengiz Han Destanı 149
Köroğlu Destanı .. . 152
Mahalli Destanlar .. . 168
Zoya Tülek Destanı }.68
Közüm Han Destanı 181
Ay Böke CMÖKE> Destanı .. . .. . .. . .. . 187
Kartaga - Mergan Destanı .. . . . .. . . . . . 197
BU KİTAP İÇİN BAŞVURULAN ESERLER:

Nihal Atsız: Türk E debiyatı Tarihi


Prof. R. R. Arat: Oğuz Kağan Destanı
N.S. Banarlı: Resimli Türk E debiyatı T arihi
W. Barthold: Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Notlar
W. Barthold: İ slam Medeniyeti Tarihi
Burhanettin Batuman: Alman Edebiyatı Tarihi
Felicien Challaye: Dinler Tarihi
J. E ckmann: Macar Ed. Tarihi
Halide Edib: İngiliz Ed. Tarihi
Prof. Muharrem Ergin: Oğuz Kağan Destanı
Prof. Muharrem E rgin: Orhun .Abideleri
Firdevsi: Ş ehname
G. H. Des Granges: İ talyan E d. Tarihi
Hebbel: Nibelungen
Clement Huart: A rap ve İ slam E debiyatı
Edith Hamilton: Mitologya
A bdülkadir İ nan: Şamanizm
Abdülkadir İ na n: Türk Destanlarına Genel Bir Bakış
CT.D.A . Y ıllığı 1954l
A hmet Kabaklı: Türk Edebiyatı
Prof. İ brahim Kafesoğlu: T ürkler ve Medeniyet
Dr. Ş. A ziz Kansu: İ nsanlığın Kaynaklan ve İ lk Medeni-
yetler
Prof. Fuad Köprülü: Türk E debiyat Tarihi
Prof. Fuad Köprülü: E debiyat A raştırmalan
Daniel Mornet: Fransız E d. Tarihi

7
Belkıs Mutlu: Efsanelerin İzinde
M. Obsz: Kalavela
H. Namık Orkun: Türk Efsaneleri
H. Namık Orkun: Eski Türk Yazıtları
Eckart Peterich: Küçük Yunan Mitologyası
Cevdet Perin: Fransız Edebiyatı Tarihi
Yılmaz öztuna: Türkiye Tarihi
Dr. Necla Pekolcay: İslami Türk Edebiyatı
Dr. Walter Ruben: Buddhizm Tarihi
M. N. Sebepçioğlu: Yaradılış ve Türeyiş
A. Y. Yakubovsky: Altın Ordu ve İnhitatı
M. Eğitim B. Yayınları: Gılgamış Destanı
Türkiyat Enstitüsündeki konu ile ilgili tezler.

o
Ö N SÖZ

Türk Destanlarını konu edinen bu kitap, önceden be­


lirtelim ki bir el kitabıdır. Lise seviyesindeki gençler için

düşünülmüştür. İlmi bakımdan büyük iddiası yoktur.


Yaradılış ve Türeyiş adını verdiğim Türk Destanını

hazırlarken aldığım notlar, destanlarımızın öteki millet­

lerin destanları ile uzak yakın münasebetleri ve karşı­


laştırılmaları sırasındaki yorumlamalarım ve düşüncelerim
zamanla böyle bir kitabı yazmama sebep oldu.
Yıllar yılı, çok kötü bir müstemleke zihniyeti ile bi­
lerek veya bilmeyerek mektep kitaplarında bile yabancı

ve bilhassa köksüz Yunan Destanlarını çocuklarımızın


körpe beynine yerleştiren zihniyetin ne yaptığını anla­
mak artık zor olmasa gerek. Dünyanın en zengin des­
tanlarının ön sırasında yer alan Türk destanlarının, bu­

günkü ve yarınki sanatkarlara en güzel kaynak olacağı­


nı; edebiytımızın ve her türlü güzel sanatlanmızııı ken­
di kaynaklarına dönmezse, milletlerarası sanat sahne­
sinde, hiç bir yer aiamıyacağını bilmemek imkansız­
ken, yıllar yılı bu gerçekten uzak kalınması da üzerinde
düşünülecek bir hadisedir. Hiila yabancı ve millet ola­
rak duyuş ve düşünüşlerimize, içtimai yapımıza aykırı
zerlamaların edebiyat ve sanatımızda denenme imkinı
bulması, hatta yerleştirilmesi için ısrarla çalışılması an­
laşılmaz kör bir çaba halindedir.
Arzumuz, bütün Türk destanlarını tam ve orijinal
metinleri ile bu kitapta vermekti. Fakat daha destanları­
mızın tamamı bile ortada yokken ve muhtelif kitap-

9
DESTANLAR

Desta nlar, bir milleti n bütün varlığ ın ı ; elem ve


kederleriyle sevinç ve coşkunluklarıyla bütün d uy­
gu ve düşünceleri ni; m illet olma yolu ndaki çaba la­
rı nı ve bu çabalardan doğma ca.n l ı ve her zaman ta­
ze hatı raları nı; geleneğe yöneltmiş d i na m i k emel­
lerini bir mefku re yumağ ı hali nde derleyip topar­
layan en zengin edebi hazinelerdir.
Destanlarda bir mil leti millet yapan bütün un­
surları bulmak çağdaşları arasında temayüz eden
vasıfları nı görmek ve medeniyet ç izg ilerin i kesi n
olara k ayırmak imka n ları bulunabildiği gibi o dev­
rin, her zaman görülen kü ltür alışverişleri ni, bu a l ış­
verişlerin sı nırları n ı , üstü nlük veya tesi r sahaları nı
da tesbit etmek im kô n ı vard ı r. Bu bakımdan des­
tanlar, mil letlerin biri nci s ı rada düşünülen kaynakla­
rıd ı r. M illi destanlara sahip olmayan milletlerin tarihi
zeng i n liği de kısırdı r; medeniyet tarih i nde çok güç
yer alabilirler yahut da kend ilerine yeni bir tarih
yaratır gibi destanlar yaratmak zoru nda kalı rla r.
Bununla beraber destan tarih demek değ ildir .

.ll
larda ya parça parça yahut da kısaltılmış ola rak ayrı
ayrı bulunurken böyle çok büyük bir sorumluluk taşıyan
arzuyu tatbike cesaret edemedim. Değerli ilim adamla­
nmız herhalde bu cesareti kendilerinde kolayca bulabi­
lecek ve yıllardır büyük bir ihmalle geciktirilen bu va­
zifeyi yerine getirerek, kaç cildde toplanırsa toplansın,
destanlanmızın tamamını, güvenilir bir şekilde ve tek
bir eserde vereceklerdir; beklemek hakkımızdır sanıyo­
rum.
B u kitapta, şahsi düşüncelerimizle birlikte İ slıiıni-
yetten önceki ve sonraki destanlanmızın hülasalannı
okuyacaksınız. D ediğimiz gibi ilmi hiç bir iddiası yoktur;
gençlerimize, destanlanmızı öğretmek için tek bir kitap
kolaylığı sağlasın diye yazılmıştır.

10
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Destan lara tarih gözüyle bakan bir tarihçi çok defa


yanlış h ü k ümlere varır. Çünkü, büyük ve uzun bir
desta n ı n içinde tarihi va kıa, çok defa bir çekirdek
hal i. n de bulunabilir. Bu tarihi çek irdeği süsleyen.
genişleten ve geleceğe b i r büyük kü ltür malzeme­
si hal inde hazı rlayan, m uhayyi ledir. İşin içine mu­
hayyile g i rdiği zaman yan i gerçek bir olay, muhay­
yile sayesinde nakled i lmeğe başlandığı vakit ger­
çek olaylar ile gerçek dışı olayları b irbirinden ayır­
mak güçleşir. Bu yüzden destanları tari h i bir malze­
me olara k i ncelemek isteyen tarihçi bu güçlüğü
daha başlangıçta düşün mek zoru ndadır. Hatta ta­
rihçi, bu mevzuda edebiyat tarihçisi kadar bile ser­
best b i r d u rumda olamaz.
Fakat destanlar. sadece edebi bir vesika, sade­
ce edebi bir sanat türü demek değ ildir. İçi ndeki
m uhayyile n isbeti ve bir sanat endişesi yüzünden
yapılan tab ii ve mecburi o lay, mekan ve zaman, isim
ve hatta kültür u nsurları na ait değişmeleri ustaca
ç ı ka rı l d ıkta n sonra bir öz bulunur ki, bu tarihtir.
Yal nız, ölçülerde ifrata kaçmamak, tarihi unsurlar
a ra n ırken destanı destan yapan, yani destan ı basit
bir vakıalar dizisi olma ktan kurta rıp ona bel l i bir
sanat ve edebiyat değeri veren estetik unsurlara
da kıymamak mecbu riyeti ni göz önünde tutmak la­
zımdır.
DEST ANLAR iN MEYDANA GELİŞİ
Buraya kadar söyledi klerimizi daha iyi a n lata­
bilmek için, bir desta n ı n nasıl meydana geld iğini.
meydana geliş sebeplerin i ve bir desta n ı n u nsur­
ları n ı genel olarak öğrenmemiz gerekecektir. Bu

12
TÜRK DESTANLARI

a rada, hemen bütün milletlerde ve hatta m i llet ol­


mamış i nsan toplulukları nda bile mevcut olduğunu
göreceği miz d ü nya n ı n ve insa n ı n ya ratılışını a nla­
tan destanları kı saca karş ılaştı rma mız konumuzu
aydınlatma ba kımından faydalı olaca ktı r.
Destan lar, bu g ü n ü n i nsan ı na, hele bir çok mad­
d i şeyler bildiğini zanneden insan ın a bir takım uy­
durmalar, olması i mkônsız g ü l ü ne zorlamalar d izisi
gibi gel ir. Yine bu g ü n ü n imkô nları içinde düşünüp
bu imkônları n d ışında veya bu imkô nları hazı rlayan
bir d ü nya düşünmeyen bir kısım insanlara d a hafif,
basit, basit örgüler içinde söylenmiş iptidôi bir tür
i ntibamı verir. Bazı larımız ise destanlara , sanat ve
edebiyat değeri ne olursa olsun kuru bir malzeme
yahut d iğer bütün vesikaların taşıdığı ehemmiyet­
ten öte bir önemi olmayan her hangi bir vesika gö­
züyle baka rız. Halbuki bizden başka bütün eski
m i l letler, yeni bir hayat ve medeniyet düze n i ne geç­
mek mecburiyetini yaşadı kları zaman kendi kaynak­
larına, kendi k ültürlerine dönmek mecburiyetini de
yaşamışlar ve bu a rada en büyük kaynak olara k d a
destanların ı ye ni baştan e le a lmışlard ı r.
Çünkü, başlangıçta da belirttiği miz g i b i des­
tanlar bir milletin geçmişteki bütün varl ı ğ ı d ı r ve bu
bütün varlığını , geleceği ayd ı n latmak için seferber
edilmiş topyekun ışık gücüdür.
Bu düşünce i le bu g ü n ü n i m kô n la rı n ı yaşayan
her insan, destan g ü n lerin i ve o günlerin h avasını
h at ı rlamağa veya öğrenmeğe çalışmak zorundadır.
Ancak o zaman destanlard a gizlenmiş bir çok acı
ve o nisbette de g üzel gerçekleri görebilir.

13
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bu hatırlayış ve öğreniş zorunluğu, bu g u n u n


i nsan ı n ı i l k cedleri ile karşı karşıya b ı ra kacaktır.
B u g ü n ü n insa n ı n ı n i l k cedleri ile karşı karşıya
gelmesi ise onu d uymak veya yaşamak demek ola­
cakt ı r. O zaman, ilk cedlerin , büyük ve sonsuz ta­
biat içinde daha doğr.usu ucu buca ğ ı olmayan kö­
inatı n orta yerinde d uydu ğ u büyük korkuyu ve ya l ­
nızlığı h issetmek, bug ü n ü n i nsan ı na bel ki b i r çok
gerçekleri birden a nlatacaktı r. N iteki m yaşa makta
olduğumuz günlerde bile öylesine gel işen ve geliş­
m e hızı nerdeyse baş döndüren elektronik madde,
çok defa bir efsane havasıyla seyretmekte ve kend i ­
s i.ne has b i r destan meydana getirecek u nsurlar
taşı maktad ı r. İlk kalp nakl i n i n hayreti , aya i nsanoğ­
l u n u n varması, orada yürümes i ; çok hususi olara k
yapılmış bile olsa ayda otomobi l kullanması yi r­
m i n c i yüz yıla has destani u nsurlardır ve yüz yıl­
larca sonra muhayyile, bu unsurları kendi kanunları
i ç i nde kimbilir nasıl bir biçime sokaca ktı r.
O nun içiı n destanları yaşayan ve yarata nların,
o bize koca bir dünya hazırlamak için nes i lleri cö­
mertçe feda etmekten çekinmeyen i l k cedlerin hay­
retini, yüz yıldan yüz yıla besleyip gel iştirerek çok
zen g i n düşünceler hazi nesi halinde emanet ed iş i n i
küçü mseyemeyiz. Cünkü o i l k hayret, hayran l ığ a
dönmeseydi ve o hayra n l ı k h e r g ü n artan bir yaşa­
m a sevinciyle d ü nyaya ve yer yüzüne yönelmesey­
d i , bu günün şartları başka türl ü olabi li rd i .
Ne var dı k i bu i l k hayrette? İ l k i nsanın tabiat
ve köi nat içindeki yeri n i tay i n ed işi ve kendine bi r
başlangıç, b ir mazi aramak v e yaratmak mecburi­
yeti vardı. Çünkü o zaman aya ğ ı n ı n altındaki topra-

14
TÜRK DESTANLARI

ğ ı n kaymayacağ ı ndan emin olacaktı. Bunun içinde


Yarad ılış Efsanesi'n i ya rattı. Demek k i i l k cedler
korkuyord u ; onu korkutan şey d ünyaya ve kai­
nata karşı d uyduğu hayretti ; hayretin sebebini
düşündüğü zaman gözle görülecek b i r cevap bu­
lamayışı idi. Zama n zaman tabiat olayları da i l k
cedleri etkil iyor, hayret çok defa hayra n l ı k halini
a l ıyordu. Yaşadı kları devrin çok büyük ve çok deği­
ş i k bir şekilde gel işen tabiat olayları , yer yüzün ü n
büyük bir kısmınıt:l sularla kaplı oluşu v e hızla v u k u
b u l a n jeolojik olaylar farkında olsa lar da olmasalar
da i l k cedlerde b i r takım hayalaleri n , bir takım sem­
bol lerin ve izah ta rzları n ı n doğması na sebep olu­
yordu . Bütün yaradılış Efsanelerinde rastlad ığı mız
büyük boşluk. kainatın sadece sudan i ba ret oluşu;
Ta nrı n ı n uçan bir kuş büyük bir kai nat, bir ses veya
ışık h alinde düşünü lmesi; insa n ı n ve topra ğ ı n yara­
d ı lışı, kötül ü k ve iyil i k g i b i yavaş yavaş mücerretle­
şen semboller böylece bel i rmeğe başladı. Daha son­
ra ki destanlard a g ittikçe zengin leşen sembollerden
ş imşek, musiki sesi, kartal ve ateş i le b i lhassa da­
ha son raki fürk Destan la rı nda fevka löc!e bir u nsur
olara k görülen mavi ışık, a ka n su, ağaç, yap ra k
v e k urt b u i l k g ü nlerde yaşanılan tabiatı n devam
eden tesirlerid i r.
İ l k ced ler yaln ı zlığ ı nı, hayretini, hayra n l ı ğ ı n ı ve
bunları doğ u ra n a-311 sebeb i : korkusunu g idermek
mecburiyetin i d uyuyordu . Ta biat ona e n büyük yar­
d ı mcı oldu. Fakat Tabiat, i l k ced lere b i r başka tür­
l ü de yard ı m ett i: Onları Ta n rıya ulaştı rd ı . Hayret
ve hayra n l ı k o derece b üyüktü ki i l k cedlerin Tabi­
at içindeki ya nlızlığı elle tutu l u r hale getiriliyor ve bu

15
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

da korkuyu g itgide a rttırıyordu . O zaman i l k cedler


s ı ğ ı nacak bir varl ı k a radılar. Bu, öyle bir varlı k ol­
malıydı k i insanı veya henüz i l kel a n lamdaki insan
toplu l u kları n ı hem korumak, hem gözlerinin ö n ün­
de o l an yahut dah a önce o lmu ş had iseleri iza h et­
meli, hem de insa n ı n tabiat içindeki yerin i tesbit et­
meliydi. En basit anlamıyla d i n fikri böyle bel i rmeğe
başladı ve i nsan toplu lu kları nı n idra k derecesi n e
göre m üşah hastan mücerrede doğru b i r ilôhlar d i­
zisi veya t e k tamı fi kri idra k edilmiş o ld u . Ve aynı
zamanda da yazı l ı ol madan, idra k olunan i lôhlar d i ­
zisinin yahut tek Ta nrı n ı n kainatı, d ü nyayı v e insan­
ları nasıl yarattığı d i lden dile a n latıl ı r oldu. Burada
daha acı k bir fikri verebil mek ve bir destan ı n mey­
d a na gelişinde, çeşitl i i. n san top lu lu kları n ı n nasıl b i r
a n layış ve hissed iş içinde bulunup d üşünce ba kı­
m ı ndan davranış tarzları n ı an latabilmek için m uhte­
lif m i l letlere ait aynı konuyu işleyen Yaradı l ı ş Destan­
l arı'nı kısaca a nlatı p karş ı laştırma mız gerekmektedi r.

a) TÜRK YARADILIŞ DEST ANI

Herşeyden önce ve sadece su vard ı . Yer, gök.


ay ve g üneş yoktu. İlôh Kara Han ( Kayra Han) ile
İnsan vard ı . Her i kisi de birer kara kaz şekli nde,
suyun üstünden uçuyorla rd ı .
Kara Han hiç bir şey düşünmüyord u . O sı rada
insan rüzgôrı icad ed ip suyu dalgalandırd ı ve böy­
lece Kara Hanın yüzüne su sıçrattı. Bunu ya pı nca
da kendisi n i n i lôh lardan daha güçlü olduğunu san­
dı, daha yü ksekte uçma k isted i. Ama uçamadı ve

16
TÜRK DESTANLARI

suya d üşüp d i be doğru dalmağa başladı . Neredey­


se boğu lacaktı; «Tanrı m bana yard ı m et! » d iye ba­
ğırmağa başladı .
Kara H a n izin verdi ve İ nsan s u yüzüne boğul­
mada n cı ktı. Ondan sonra Kara Han: «Sağlam bir
taş olsun ! » dedi; suyu n dibinden bir taş yükseldi.
Kara H an ile i nsan, bu taşın üstüne oturdu lar. Ka­
ra Han i nsana: «Suya dal, suyun d ibinden toprak
çıkar!» diye emir verd i . İ nsan bu emri yerine getir­
d i . Suyun dibi nden çı kard ı ğ ı topra ğ ı Kara Han'a
götürd ü .
Kara Han, insa n ı n getird i ğ i toprağı suyun üze­
rine serpti ve serperken de: «Yer olsun ! ... » d iye bu­
yurdu. Buyru k yerine geldi ve böylece yer yüzü ya­
ratılmış oldu. Kara Han, İnsana yine: «Suya dal ve
suyun d i bi ndeki topraktan çıkar! ... » d iye emir ver­
d i . i nsan, suya daldığı zaman, bu sefer, kendim icin
de toprak alayı m, d iye d üşündü. İki avucuna da
toprak doldurdu, birindeki n i Kara Han'dan g izlemek
için ağzına attı, saklad ı . Maksadı , Kara Han'dan
saklayıp kendine göre bir yer yaratma ktı .
Bu düşünceyle avucundaki toprağı getirip Ka­
ra Han'a uzattı. Kara Han, bu topra ğ ı da suyun üze­
rine serpti ve genişlemesini b uyurd u . Ne var ki Ka­
ra Han'ı n suya serptiği topra k gibi, İ nsanın ağz ı n ı n
içine sakladığı toprak da büyüyüp genişlemeğe baş­
lamıştı. Bunu düşünmeyen İnsan korktu , soluğ u ke­
silecekti neredeyse ölecekti. Kacmağa başlad ı . Ama
nereye kaçsa yanı başı nda Tanrı'nın varlığ ı n ı his­
sediyordu , Ta nrı'dan kaçamıyordu . Çaresiz kalıınco
Ta n rı 'ya yalvarmağa başladı .

17
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Kara Han, insana: «Ağzı ndak i toprağı ne için


saklad ın?» diye sordu. insan: « Kendim için yer ya­
ratmak niyetiyle saklamıştı m.» d iye cevap verd i . Ka­
ra Han da: « Öyleyse at ağzı ndan da kurtul'» dedi.
insan, ağzında sakladığı toprağı attı. Bu n la r yere
dökülürken küçü k tepeler meydana geldi. Bu nun üze­
rine Ka ra H a n : «Şimdi sen a rtık günahlı oldun»
dedi ; «Bana karşı geldin, kötü lü k düşündün. Sen­
den son ra sa na uyan, seni n gibi kötül ü k düşünen­
ler, seni n g i bi kötü kişi olaca klar; bana itaat eden­
ler ise iyi ve temiz düşüncel i olacak, onlar g ü neş
ve ayd ı n l ı k yüzü göreceklerd i r. Bundan sonra sen i n
a d ı n Erl i k olsun. Günahlarım benden saklayanlar
senin adamın olsun, günahlarını senden saklaya nlar
ise benim olsunlar!. .. »

Bu sırada, yer yüzünde dalsız budaksız bir


ağaç bitmişti. Kara Han bu dalsız budaksız ağacı
görünce hoşlanmadı; « Da lları, yaprakları olmayan
ağaca bakmak hoş değ i l , bu ağacın dokuz dalı bir­
den olsun!. . . » ded i . Da lsız buda ksız ağaç bir anda
dokuz da!I: 0luverd i . Kara Han bunu görünce: «Bu
dokuz dalın her b iri n i n kökünde birerden dokuz ki­
şi türesi n ve bunlardan dokuz rnil let olsu n ! . .. » ded i .
Erlik, bunlar olurkerı büyük bir g ü rültü duymuş­
tu. Ned i r acaba? d iye ua kı n ı p düşü nürken vardı Ka­
ra Ha n'a gürültü nün sebebini sord u . Kara Han d a :
«Ben bir Ha kanım s e n de kend ince bir haka nsı n .
Duyduğun g ü rültüyü yapan i nsa nlar ben i m insanla­
rı mdır.» diye cevap verdi. Erl i k bu milleti kend isine
v@rmesi için Kara Han'a rica ettiyse de Ka ra H a n :
«Hayı rbı d iye karşı ladı. «Sen g it kendi i ş i n e ba k! »

18
TÜRK DESTANLARI

Erlik'in ca nı s ı k ı l d ı . «Hele d u r bir gidip şu mil­


leti göreyim» d iye kalaba l ı ğ ı n ya n ı na vard ı . Orada,
i nsanlardan başka yabani hayvanlar, kuşlar ve da­
ha bilmed iği bir çok güzel yaratıklar vard ı . Erlik:
« Kara Han bunları nası l yarattı acaba?. Bunlar bu­
rada ne yeyip ne içiyorlar?» d iye d üşün meğe baş­
ladı. O düşüned u rsun, insanlar ağacın meyvelerin­
den yemeğe başladı la r. Erlik baktı ki, insanlar ağa­
cın ya lnız bir yan ı ndaki meyvelerden yiyorlar, öte
yandakilere ellerini bile sü rmüyorlar. Gidip bunun
sebebini sordu . i nsanlardan aldığı cevap ise: «Tan­
rı bize o ya nda ki meyvelerden yemeyi yasak etti,
biz de bunun için o meyvelerden yemiyor a ncak,
izin verd iği g ü neşin doğduğu yandaki meyvelerden
yiyoruz. Şu görd ü ğ ü n yılan ile köpek, o yasak yanda­
ki meyveleri yemememiz için bekç i li k ed iyor.»
Bu cevap Erl i k ' i n canını sıkacağı yerde sevin­
d i rd i . Ağacın çevresindeki i nsanla rı n a rasında bulu­
nan Doğanay (Törü ngey) denilen bir adam buldu
ve ona : « Kara Han size yalan söylemiş. Size yasak­
ladığı meyvelerden de yemeniz gerekir hem de da­
ha tatl ı d ı r, göreceksi n iz» ded i . Bu s ı rada uyumakta
olan yıla nın ağzına g ird i ve yılana ağaca çı kmasını
söyledi. Yılan da ağaca çıkıp yasak meyvelerden
yed i . Doğanay' ı n karısı Ece ( Eje) de ya nları na g-e l­
mişti. Erlik, Doğanay'la Ece'ye de meyvelerden ye­
meleri için ısrar etti. Doğanay, Ka ra Han'ın sözünü
tutara k yasak meyvelerden yemedi a ma karısı Ece
daya namadı ve yedi . Meyva çok tatlı i d i . Alıp, ko­
cas ı n ı n ağzı na da sürd ü ve o anda da, Doğanay ile
Ece'nin tüyleri dökülüverd i , b irden utanmağa baş­
ladılar, kaçışıp her biri bir ağacın a rd ı n a saklandı­
l a r.
19
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bu işler olurken Kara Han da oraya gelmişti .


insanların hepsi birden kaçışıp aklı nca b i rer köşeye
g izlenmişlerdi. Kara Han: « Doğanay ! . Ece!. Doğan­
ay!. Ece ! . » d iye haykırmağa başlad ı . « Neredesi-
n ı' z?. . »
Doğanay'la Ece : «Ağaçların arasındayız» d iye
cevap verd iler. «Sa.na görünemeyiz. Utanıyoruz.»
Sonra, olan ları bir bir an lattılar. Kara Han, bil­
d i ğ i şeyleri d uyma n ı n öfkesi içinde her birine ayrı
ayrı ceza lar verdi : «Şimdi sen de Erli k'ten bir parça
oldun» d iye yılana verd i i l k cezası nı; « İ nsanlar sana
d üşman olsun, seni görünce vurup, ezip öldürsün­
l er! . » ded i .
Ece'ye döndü : «Sen Erl ik'in sözüne uyd u n , ya­
sak meyveyi yed in, öyleyse cezan ı çekeceksin. Ço­
c u k doğ u racaksın, doğururken de türlü eza cefa ve
acı çekeceksi n . Sonunda öleceksin, ölümü tadaca k­
s ı n ! .»
Doğa nay'a da şöyle d iyerek cezasını verdi : « Er­
l i k' i n gösterdiğini yedi n . Ben i m sözümü d i n lemedi n .
Madem Erl ik'in sözüne uyd u n öyleyse o n u n adam­
ları onun ülkesinde yaşar, karanlıklar d ü nyası nda
bulunu r, ben im ışığı mdan mahrum kal ı r. Be nim sö­
zümü d i nlemiş olsaydı n benim gibi olaca ktı n . Bun­
dan sonra senin dokuz oğlun ve dokuz kızın olacak.
Bundan sonra ben i nsan yaratmayaca ğ ı m . Bu ndan
sonra insanlar senden türeyecek. Tek başına ne ya
parsan yap.»
Erl ik'e de kızd ı : «Benim adamları m ı neden al­
dattın?.» ded i .
Erl i k : <<İstedim vermed i n » ded i ; «Ben d e sen­
den çald ı m . Bundan sonra da hep çalacağım. Atla

20
TÜRK DESTANLARI

kaçarsa düşürüp çalacağım; içip içip sarhoş olur­


larsa birbirine düşürüp döğüştüreceğ i m .. suya g i r­
seler, ağaçlara ç ı ksa lar bile yine çalacağ ı m .»
Kara H a n da: « Öyleyse üç kat yerin altında,
ayı da g ü neşi de olmayan karanlık bir d ü nya vard ı r.
Seni oraya atıyoru m ! ..» d iye Erl ik'i ceza landırd ı .
Bu i ş d e bitince bütün insanlara birden ceza
verd i : « Bu ndan sonra kendi yemeğ i nizi kend i n iz ka­
zanacak, gücünüzle elde edeceksiniz, benim yeme­
ğ i mden yemek yok bundan sonra . Artı k yüz yüze
gelip sizin le kon uşmayacağı m. Size bundan sonra
Gök Oğul'u ( Maytere) göndereceğim» ded i .
Gök O ğ u l gel i p insanlara b i r çok şeyler yap­
masını öğretti. Arabayı da Gök Oğ u l yaptı . Ayrıca
ot kökleri n i , yenebilecek bir kısım otla rı yemeyi de
insanlara öğretti.
Bu böylece devam ederken Erlik de Gök Oğul'­
a ya lva rıyord u : « Ey Gök Oğ u l, bana yard ı m et, Kara
Han'dan izin iste, yan ına çıkmak d ileğ im i söyle, yar­
d ı m et bana !»
Gök Oğu l, Erl i k'in bu dileğini Ka ra Ha. n 'a iletti
ise de Kara Han aldırış bile etmedi ; Gök Oğul tam
altmış yıl yalvarmasına deva m etti. Bu n u n üzerine,
a ltmış yı l ı n sonunda Kara Han Erlik'e haber gönder­
d i : « Düşma n l ı ktan vazgeçersen, i nslara kötülük
etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirs in» ded i.
Erl i k de söz verdi ve bunun üzerine, Kara H a n'ın hu­
z u runa çıktı, b aş secde etti: «Beni takdis et, bana
izin ver, ben de kendime gökler yapayı m» d iye yal­
vard ı .
Kara Han b u na d a i z i n verdi. İ z n i koparan Er­
lik kendisi iç�n gökler yaptı . Avanesi n i başına top-

21
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

tadı , yaptığı göklere yerleşti rd i , kendisi de başları­


na geçti, çok kalaba l ı k oldular.
ilöh Ka ra Han ( Kayra H a n ) ı n en sevgi l i kulların­
d a n olan Ulu kişi bu d u rumu görüp üzülmüştü.
üzü ntü içinde düşündü : «Bize sadı k, bizim öz insan­
ları mız yer yüzünde cefa içinde yoruluyor; Erl i k' i n
avanesi ise göklerde keyfed i p duruyor. B u iş, b i r işe
beınzemez.»
Bu üzüntü düşünce içi nde, biraz da Ka ra Ha n'­
a g ücenmiş olarak, Erlik'e harp i lö n etti. N e var ki
Erl i k daha güçlü çıkıp karşı g e l d i ve ateşle vurup
Ulu kişiyi kaçı rdı . Ulu kişi doğrulayıp Kara Han'ın
huzuruna çıktı. Kara Han' ı n : « Nereden gel iyorsun?»
diye sorması üzerine Ulu Kişi: « Erlik'in avanesini n
gökyüzünde otu rması, buna karşı l ı k bizi m i y i insan­
l a rı mızın yer yüzünde yorg u n arg ı n yaşa maları ağı­
rıma g itti, bu çok kötü bir durum d iyerek Erl i k ' i n
avanes ını yere indirmek göklerin i başı n a yıkmak
için Erlik'le savaş etmek istedi m. Fakat gücüm yet­
medi , o beni kaçı rd ı » d iye üzgün ve ağlamaklı ce­
vap verd i .
Kara Haı n ise üzül memes i n i söyled i . « Erlik'e
benden başka kimsenin gücü yetmezı> ded i . « Er l i k ' i n
g ü c ü senden fazladı r. A m a bir gün gelecek senin
gücün Erlik' in gücünden daha üstün olacak » . . .

Bu söz üzerine U l u Kişi'nin yüreğ i ferahladı rn­


hat rahat uyudu .
Bir güngeldi Ulu Kişi o g ü n güçleneceğ ini h is­
setti Y i ne o gün Kara Han Ulu Kişi'yi yanına çağ ı rt­
.
tı ve: «Var git, güçlend i n gayrı ; Erlik'in göklerini
başına yı kacak güce kavuşturd u m sen i, maksadına

22
TÜRK DESTANLARI

ereceksin» dedi. «Seni takdis ettim, kendi gücüm­


den sana güç verdim .»
Ulu Kişi önce hayret ett i : «Yayı m yok, okum
yok, kargını yok, yatağ ı m yok. Kupkuru b i r bi leğ im
var. Ya lnız bilek gücüyle Erlik'i nası l yok edeb i l irim
ben?»
Kara Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi .
Ulu k i ş i kargıyı a l ı p Erlik'in göklerine g itti . Er­
l i k'i yendi. kaçırd ı ; gökleri n i alt üst edip kırdı ge­
çird i . Erlik 'in gökleri parça parça oldu yer yüzü ne
döküldü. O zamana kadar dümdüz olan yer yüzü,
o gü nden sonra kayalı kla rla, sipsivri dağlarla doldu,
Güzel Tanrı n ı n özene bezene yarattığı o g üzel yer
yüzü eğri büğrü oldu. E rlik'in bütün ava.n esi de yere
döküld �; suya düşenler boğ u ldu, ağaca çarpanlar,
taşlar üstüne düşenler öldü; hayvanlara çarpanlar
hayvanların ayakları n ı n altı nda ka ldı lar.
Durum böyle olunca Erl i k varıp Kara H a n'da n
kendi ne bir yer istedi. «Benim gökleri m i n yı k ı lması­
.na sen izin verd i n , beni m barınacak b i r yerim kal­
madı » ded i . Kara Han Erl ik'i yerin altındaki karan­
l ı klar ü l kesine sürd ü , üzerine yed i kat k i l itler vur­
durdu. «Burada g ü neş ve ayın ışığı n ı görmeyesi n;
iyi olursan yan ı ma a lı rı m kötü ol ursan da derinlere
sürerim» dedi . Erl i k de: «Öyleyse ölmüş i nsanların
canları nı alayı m» d iye bir istekte bulundu. Kara Ha.n :
« Hayır, onları da sana vermeyeceğ i m » ded i ; « İsti­
yorsan kend in yarat.»
izni koparan Erl i k eline bir çekiç, bir körük ve
b i r örs alarak vurmağa başladı . Her vuruşta bi r hay­
van ortaya çı ktı. Sırasıyla kurbağa, yılan, ayı , do­
muz, deve ve kötü ruh la r yer yüzü n ü doldurdu. So-

23
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

n u nda Kara Han gelip Erlik'in e linden çekici, örsü


ve körü ğ ü aldı, ateşe attı. Körük bir kad ı.n çekiç d e
b i r erkek oldu. Kara Han kad ı n ı yaka layı p yüzüne
tükürd ü . Tü kürür tükürmez de kadın bir kuş olup uç­
tu Bu kuş eti yenmeyen tüyü bir işe yaramayan
k u rday denilen kuştur.
Kara Han erkeği ya kalayıp onun da yüzüne tü­
k ü rdü, o da bir kuş olup uçtu, adına yalban kuşu
dediler.
Bütün bunlardan sonra Kara Han, insanlara:
« Be n size mal verd im. aş verdim; yer yüzünde iyi.
g üzel ve temiz ne varsa size verdim, yard ı mcınız ol­
d u m . Siz de iyi lik yapınız. Ben göklerime c_e ki lece­
ğ i m ve bir daha belki dönmeyeceğ im.» dedi. Arka­
sından da yard ı mcı ruh larına: «Gün Aşa n, sen. içki
icip aklını yitirenleri; körpecik çocukları. kısrak yav­
rularını ya nına al. intihar edenlerinkini alma. Zengi n ­
lerin malına göz d i kenleri. h ı rsızları . başkalarına düş­
manlık edenleri koruma. Benim için, bir de hakanla­
rı ve yurdları için savaşıp ölenlerin ruhları n ı da ya­
n ı na , al, ben im yanıma getir.
insanlar!. Size yard ı m ettim. sizden kötü ruhları
uzaklaştı rd ım. Onlar insanlara ya klaşırlarsa insan­
lar onlara yiyecek versinler, ama o kötü ruhların
yemeklerinden yemesinler, yerlerse onlardan olur­
lar. Şimdi ben aranızdan ayrıl ıyorum ama yine gele­
ceğ im, beni unutmayı nız. geri gelmez sanmayınız.
Tekrar geld iğimde iyil i klerinizin ve kötülükleriniz i n
hesabın ı göreceğim. Şimd i l i k ben im yerimde Ağca
Dağ, Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar, sizlere yar­
d ı mcı olacaklar.

24
TÜRK DESTANLARI

Ağca Dağ, sen iyi bak, Erl i k sen i n e l i nden ölen­


lerin ruhlarını çalmak i sterse. Ulu Kişi'ye söyle, o
güçlüdür. Gün Aşan , sen de iyi d inle, kötü ruhlar
yerin altındaki kara n l ı klar ü l kesinden yukarı çı kma­
sınlar, çı karlarsa hemen Gök Oğu l 'a g it ve haber
ver, ona güç verdim, kötü ru hları koğar.
Alma Ata ayı ve g üneşi bekleyecek. U l u Kişi
yer yüzü.nü ve gök yüzünü koruyacak ve Gök Oğul
iyilerden kötüleri uzaklaştıracaktır.»
Bun ları söyledi kten sonra Kara Han uzaklaştı.
Ulu Kişi, Kara Han'ın tenbihlerin i b i r b i r yerine
g etird i . Olta yaptı. ba l ı k avladı ; tüfeğ i ba rutu icad
etti, sincap vurd u .
Sonunda bir g ü n g e l d i U lu K i ş i kendi kendine
m ı rı ldandı: «Bugün beni rüzga r uçuracak ve götü­
recektir!.»
U lu Kişi'.n i n ded i ğ i gibi rüzgôr g e ld i ve a l ı p onu
götürd ü . Ağca Dağ bunun üzeri ne i nsa nlara : « U l u Ki­
şi'yi İ lah Kara H a n yanına aldı. Onu bula mazsı nız
artık. beni de bir gün gelecek ya n ı na çağ ı racak. ne­
reye isterse oraya g ideceğ i m . S iz öğrendikleri nizi
u n utmayın, Ka ra Han böyle istedi » dedi .
insan la rı kendi hal ine b ırakıp o da g i tti .

b ) SÜM ER VE AKAD YARADILIŞ DESTANI

Hiç b i r şey yaratı lmamıştır; kainatta Ta n rı ola­


ra k Apsu ve Tia mat vardır. Her taraf su içinded i r.
Tatl ı suyu h ü kmedip temsil eden Apsu. tuzlu suyu
hükmedip temsil eden de Tia mat'tır. Apsu ve Tia­
mat, tatlı ve tuz l u su, i k i büyük deniz halinde b i r-

25
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

leşti; bu b irleşmeden « Dalgaların Sesi M u m n u » i l e


Lahmu v e La hamu doğdular. Lahmu ve Lahamu, bü­
yük ejderleri andıra n canavarımsı iki yılana benzer
g ibiyd i ler.
Bu iki canava r yılanın, yan i Lahmu ile Lahamu'­
n u n bi rleşmesinden Anşar ve Kişar adlı kuvvetler
doğdu. Anşar erkekti ve maddi dü nyayı temsi l ed i­
yord u ; Kişar ise kad ı ndı . manevi d ünyayı temsi l edi­
yord u .
Anşar i l e Kişar d a birleşti. Bu birleşme sonunda
Anu, Bel-Marduk, Ea, j gig i'ler ve Anunnaki'ler doğ­
du.
Anu ile Bel-Mard uk en kudretli i ki Ta n rı idi. Ea,
en zeki leri idi. İgigiler gök yüzünde yerleşmişti .
Anunnaki'ler ise cehennem bekçileriyd i .
Fakat bu yeni Tanrı lar yahut Ta n rı d u rumunda
olanlar huzursuzluk yarattılar. Kô i natı g ü rültüleriyle
doldurdular: O zaman a rtık iyice yaşlanmış olan Ap­
su ra hatsız olup, gidip Tiamat'a bütün öteki leri şi ­
kayet etti. Oturup uzu n u zu n düşündükten sonra Ap­
s u ve Tia mat, kend i yarattıkları diğer bütün ta nrıla­
rı yok etmeğe karar verdi ler. Fakat ço k zeki olan Ea
bu d u rumu anladı, sihirl i gücünü kullana ra k Apsu
ile M u mnu'yu ya kaladı. Bunun üzerine büsbütü n kı­
zan ve öfkeden köpü ren Tia mat da bir sürü canava r
doğ u ra rak, yı lanlar, a krep başlı adamlar. ejderler
ve kası rga lar hali nde ötekilerin üstüne saldı; bun­
ların başı na da boynuna kader ha mayılları nı astığı
Ki ngu'yu geçird i . Ama zeki Ea, Tiamat'ı n ne yaptığı­
n ı ve ne yapacağ ını bil iyordu; bildiğ i n i g id i p babası
olan Anşar'a bir bir a nlattı. Anşar çok öfkelendi ve
hemen Anu ile Ea'yr vazifelendi rerek Tia mat'rn üs-

26
TÜRK DESTANLARI

tüne saldı. A n u i le Eo, Tiomot'ın karşısı nda yenilin­


ce bu sefer d e ayni görevi Anşor, Mord u k'o verd i .
Mord u k gücüne güveniyordu, üste l ik horisti de.
Tiomot'ın üstüne yürümeden önce bütün ta nrıların
kralı olmak istedi ve kend i n i öyle ilôn etti. Anşor bu
isteği kabul etmedi ve habercisi Gaga ile İgigi'lere
haber salıp onları çağ ı rd ı . İgigi'le r toplandı ise de
çılgın ca eğ lenerek Mord u k'u kral seçmekten başka
b i r şey yapamadı lar.
Bunun üzerine Morduk, okun u yayını aldı, savaş
el biselerin i g iyd i; yüzüne şimşeği taktı, bir yanına
f ı rtınaları öte yan ı na silahları n ı n en g üçlüsü en öl­
d ü rücüsü olan Tufan ı a l ı p savaş a rabası korkunç
kası rgaya otladığı gibi doğru Tiomat'o h ücum etti .
Tiomot'ı ödürdü; Tiomot ö lünce de bütün ordusu
dağılmış old u . En büyük yard ı mcı ları olan Anunno­
ki'ler de kaçtı . Ama Mord u k a ğ ın ı savurd u ve bütün
Anunnoki 'leri bu ağın içine toplayarak esir etti; K in­
gu'nun do yardımıyla hepsini cehen neme ka pattı.
Ondan sonra Tiomot'ı n cesedi n i o rtadan i k iye bölüp
attı. Böylece cesedin bir parçası ndan yer yüzü öte­
ki parçası n d a n da gök yüzü yaratı l mış oldu. Tan­
rı ları gök yüzüne yerleştirdi . . Yıldızlar, gök yüzü nde
b u tan rıların resimleri olara k ışıldad ı . Sonra do ı r­
makları, büyük nehirleri, bitkileri ve h ayvanları ya­
ratt ı . Böylece Morduk, yer yüzüne bilinen şekli n i
verd i . Sıra insanı yoratmoğa gelmişti: O n u do kanın­
d a n ya ptı.

27
100 B ÜYÜK EDİP ıoo B ÜYÜK ŞAİR

c) MISIR YARADILIŞ DESTANI

Daha hiç b ir şey yaradılmamış i ken, büyük ve


sonsuz bir deniz vardı. Adı Nun i d i . Nun'da çok son­
ral a rı yaratılacak olan ne varsa heps i n i n toh u m u
yüzmekte idi. Bu tohumların içinde en güçlüsü ve
her şeyi kend i varlığında toplamış olan en şuurl usu
ise Atum-tum idi. Sonraları Atum-tum Re ( R a ) a dını
a ldı. Çok parlaktı ve parlaklığını korumak için d a i­
ma gözlerini kapalı tutuyord u . Arada b i r lotüs çiçe­
ğ i nde oturup böylece d inlend i ğ i de oluyordu .
Bir gün Re' n i n canı sıkıldı. Gücünü v e i radesi­
ni k u l lanarak gök yüzüne çıktı. Gök yüzünde önce­
l eri yal nızdı. Bu yal n ızlık içinde kutsal b i l i nen i l k
çifti kendi bedeninden çıkardı. Sonradan d a Rait
adını verdiği bir ta n rıça yarattı. ( yahut da böyle bi r
tan rıça kendisine e ş olara k geldi . ) Tan rıça Rait'i n
göz yaşlarından e rkekler hasıl oldu.
Re'n i n kend i bedeninden çıkardığı kutsal ç ifti n
adı Ş u ve Tefnet idi. Tefnet ile Şu'dan Geb ve Nut
h a s ı l oldu. Onlardan da Osi rus, İsis, Set ve Heftis.
Re her sabah yıkanıp a rındıktan sonra kayığına
b i n iyor kôtibi Uneg'i yanına a lıyor ve ü l kesini dola­
şıyordu. Ü l kesi on iki eyalete ayrılmıştı ve her bir
eya lette birer saat kalara k g ü n l ü k gezisini tama m­
l ıyord u . Fakat bu, genç kaldığı müddetçe böyle de­
va m etti; yaşlanınca yıpmndı, ağızdan salyalar akan
b i r ihtiyar oldu. Bütün vücudu d a altından, g ü müş­
ten ve lacivert reng i nden i baret b i r taş hal ine gel­
m işti.
i nsanlar a rtık bunaya n Re i le alay etmeğe baş­
ladı lar. Re de onlara fena halde kızdı ve b i r gözü n ü

28
TÜRK DESTANLARI

fırlatıp attı. Re'nin fı rlatıp attığ ı göz tan rıca Hator


olup suçlu lara saldırıp öldürd ü . Bu hal, Re suçlu­
ları af ed inceye kadar devam etti.
i nsa nların nankörlüklerinden Büyük İlôh N u n
d a bık mıştı. E m i r verip ta n rıça N ut'u inek şel<line
soktu ve gönderip Re'yi ya nına a ld ı rd ı . Re, Nuh'u n
yanına varı n ca kôinat meydana geldi.
Mısır Yaradılış Destanının bundan sonra k i kı­
sımları kendileri de b i rer ilôh olan Re' n i n oğ ulla rı ,
toru nları, ta n rıları nın oğulları a rasındaki b i r nevi ik­
tidar, daha doğrusu senlik-benl i k kavga larını a n la­
tır. Aslında M ısırlı ları n acıkça ve devamlılık göste­
ren bir Yaradılış Destanı yoktur. Yunanlıları n O lem­
pos'tak i ilôhlar d izisi n i n esası g i b i görünen Re' n i n
başkan l ı ğ ı nda b ir sürü i l ô h g rubu M ısır muhayyile­
sinde de vardı r. Fakat d ikkatli bir göz, baş i lôh Re'­
den itibaren d izideki bütün ilôhların macerasında
birbirine bağ l a. n a n izleri tesbit edebilir. Bu bağlar
d a geri plôndan bi r Mısır Yaratılış Destanını verir
ki o da şu yukarda özetlediğ imiz g ibid ir.

d) FİNİKE VARADILIŞ DESTANI

Büyük bir boşl u kta rüzga rlı ve koyu bulutlu bi r


h ava vard ı r. Bu hava bir g ü n ke n d i kendine aşık olur,
bu aşktan arzu meydana gel ir. Ve yine hava, bir g ü n
rüzga rlar sayesi nde kendi kendisiyle birleşir. B u
b i rleşmeden de ö l ü m meydana gelir. V e bu a rada
d a üc asıl ilôh görü n d ü : Gök = U ranos, Yer = Ge.
Gök ve yer ( U ranos ve Ge) i k i kızkardeştir. Babaları
ise en yü ksek a nlamına gelen H i psistos id i.
U ra nos kız kardeşi Ge ile evlenip babası H i p-

29
ıoo BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

sistos'un yerin i a l ı r. Ge'den üç çocuğ u olur. Fakat


Ura nos çok çapkın old uğu için Ge ondan ayrı l ı r.
B u n u n üzerine Uranos, Ge'den olan çocuklarını bir
g ü n öldürmek ister. Çocuklarından b i ri olan Kronos
i se babasından i ntikam almak üzere Uranos'a baş
kaldırır ve savaş açar.
Desta n ı n bundan sonraki kısmı Mısır ve Yunan
mitolojisindeki g ibi bir ilôhlar d izisin i n savaşı ha­
l i nded i r.

e) İRAN YARADILIŞ DESTANI

önce zaman (Zurva n) va rd ı r. Zama n, bir oğul


olmasını ister ve binyıl durmadan kurbanlar keser.
B i n yıl sonunda şüphelenmeğe başlar. Bu şüpheden
Ehrimen meydana gelir. Fa kat kurba n ların sevabı
da netice verir. Ve bu sevaptan H ü rmüz olur. Za­
man, ikisi arasında a n laşmazlık çı kması n d iye kôi­
n atı i k iye böler ve Ehri men i le H ü rm üz a rasında
paylaştı rır. Ama a nlaşmazlığı önleyemez ve H ü rmüz
( iy i l i k ) ile Ehrimen ( kötül ü k ) a rasında sonsuz bir mü­
cadele sürüp gider.
Fakat dünya H ü rmüz'ün bedeninden yaratı l mış­
tır: başından gök; aya klarından yer yüzü; göz yaş­
l a rı ndan su; saçları ndan bitkiler; sağ e l i nden öküz
ve zekôsından ateş.
Ehri men kara n l ı klardan aydınlığa çı kınca H ü r­
m üz'e barış tekl if eder ise de H ü rmüz bu barışı ka­
bu l etmez. Savaş başlar ve dokuz yıl sürer. Sonunda
bütün savaşlarda olduğu gibi iyi l i ğ i temsil eden ışık
.(H ü rmüz) galip gelir.

30
TÜRK DESTANLARI

f) YUNAN YARADILIŞ DESTANI

Sonsuz, ölçüsüz bir boşluk halinde den ize ben­


zer vahşi l i kte ve denize benzer kara n l ı kta bir kaos
vardır. Uzun müddet bu böylece devam eder ve kai­
nat, karanlık , boşluk, sessizlik ve sonsuzl u k içinde
sallanır. Son ra, iki çocuk gibi Gece ve d i psiz b i r
derin l i k olan Erebus yaratı l ı r. Y i n e a radan yüz yıllar
geçer, sonu nda ve b i rdenb ire Gece Erebus' u n koy­
nuna bir yumurta bırakır. Bu yumurtadan Sevg i do­
ğar. Kara n l ı k ve ölümden doğan Sevg i, lşığı ve ışı­
ğ ı n çok yak ı n arkadaşı olan Gün'ü yaratır. Ve arka­
sından da, birdenbire yer yüzü yarıl ı r. Yer Yüzü
geniş göğüslüdür, her şeyin temelidir; derken yine
birden Yer Yüzü de ayağa kalkar ve Gök'ü doğurur.
Yer yüzü a nadır, Gök Yüzü baba ; a rtı k bundan son­
ra kiler bu i k isini n çocu kları olacaklard ı r.
İ l k doğan çocuklar canava rları a n d ı rma ktadı r ve
üç grup h a l i nded ir. Birinci grupta yüzer tane el i,
ellişer tane başı b u lu n a n a m a hepsinden iri ve hep­
si nden güçlü yaratıklar vard ı r. Ver yüzü Ana bunları
sevse de Gök Baba sevmez ve yerin altı nda bi r ye­
re atı p orada saklar.
ikinc i g rupda, a l ınları kocaman tekerlek göz­
leriyle Kikloplar bulunma ktadı r, bunlar da üç tane­
d i r, dağlar kadar koca ma n d ı rlar. Sonra da Tita n l a r
va rd ı r. Gerçi b u n l a r ötekilere göre küçüktürler a m a
gaddarl ı kta v e çirkin l ikte onları a ratmayacak tip­
ted irler.
Gök Baba Kikloplarla Tita nları yer yüzü nde b ı ­
ra kıp ötekileri yerin d i b i ne atınca bunlar kıskanma­
ğ a başla rlar ve yer yüzünde kalanlardan yard ı m is-

31
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

terler. Tita nlard a n Kronos onlara yard ı m eder. Baba­


ları Gök'ü bir yerde yakalayıp kıstırır, vurur, Göğü n
ya raları ndan akan kanlardan Devler meydana gelir.
Bir de Erinisler . . . Erinislerin sacları yoktur, sac ye­
rine başları nda y ılanlar bitmiştir, gözlerinden yaş
yeriı11e kanlar a kar; Erinislere, kara n lı kta yü rüyen­
ler de den i l i r. Vazifeleri kötülerin a rd ı ndan g itmek
ve onları cezalandırmaktır. Canava rları n hepsi Ver
yüzünden sürü l ü r ama bu Erin islere doku n ul maz.
öte ya ndan babası Gök'ü yara layan ve üstün l ü ­
ğ ü n ü gösteren Kronos, kai natın idaresi n i el i ne a l ı r.
Kız kardeşiyle ve karısı Rhea ile birl ikte h ükümdar
o l u r. Ama bir gün, oğ ulları ndan birin in kendisine
karşı gelip ayaklanacağını ve i ktidarı n ı el inden ala­
cağ ı n ı öğrenir. Bunun üzeri . n e ne zaman bir oğlu
olsa yutup yok etmeğe başlar. Karısı Rhea bir h i le
d üşünür ve altıncı olan Zeus doğduğu zaman, onu
kurtarma k icin bir kumaşa kocaman bir taş sarıp ko­
cası Kronos'a yutturur. Oğlu Zeus'u da g izl ice Gi­
rit Adasına gönderir. Zeuz orada büyür. Büyük an­
nesi Yer Yüzünün yard ı m ı ile, kendi nden önce ba­
bası Kronos'u n yuttuğu beş kardeşini, onun karn ı n ­
d a n kurtarır ve kardeşleri ile birleşip babasına sa­
vaş acar. Titanlar Kronos'u desteklemektedi r. Kor­
k u n ç bir savaş başl a r, öyle ki yer yerinden oyna­
makta gök sallanmaktad ı r. Tita nlar yenilir.
Kronos bun u n üzeri ne yüzer elli, ellişer başlı
canavarları çevresine toplar. Zeus'u ise Titanlardan
birini n oğlu destekler. Fakat Kronos hepsini ceza­
landırmasını bilir.
Kronos ile Zeus a rasındaki savaş uzayı p g ider.
üstünl ü k hep Kronos'tadır ama Zeus da epeyce güç-

32
TÜRK DESTANLARI

lenmiştir. En sonunda kesin üstü n l ü ğ ü n ü sağlar ve


kainata hakim olur. Kainat canavarla rd a n ve bütün
kötülüklerden temizlenir.
Son u nda i nsanoğ l u yaratır. i nsanoğ l u bütün
yaratı klardan üstündür, a k ı l l ı d ı r, bilgil idir. insa noğlu
ö nce altın soy olara k meydana gelm iştir. Altın soyun
i nsan ları acı, elem ve keder d iye bir şey bilmemiş­
lerd i r. Altın soyun insanlarını n ömürleri kısa olmuş
ama ilahlar g ibi yaşamışlard ı r ve öldükleri zaman
ruhları kalan insanları korum uştur.
Altın soydan sonra gümüş soy türemiştir. Ön­
cekilerinden az a k ı l l ı oldukları için birb irlerine g i rmiş ­
ler kısa zamanda savaşlar çıkarmışlar. Bunlar da
ölümlü olmuşlard ı r fakat ş u farkla ki öldükleri zaman
ruhları ıyla birlikte ölmüşlerd i r, ruh la rı yaşamamış­
tır.
Gümüş soyun a rkas ı ndan pirine soyu gelmiş­
tir. Korkunç bir soydu r bu soy . Savaştan ve öldür­
mekten başka şey bil memişlerd i r. Kana susamış in­
sanlard ı r.
Derken pirinç soyu da yok olmuş a rkas ı ndan
i lô h i kahramanların soyu gelmişti r ki şiirlere, mu­
sik iye, destanlara mevzu olmuş bir soy olarak ya­
şa mışlard ı r. Adları gü n ü m üze kadar bile gelmiştir.
Ve son u nda demir soyu denilen soy ortaya c ı k­
m ıştır. Şimdiki insanları n soyu d iye b i l i n m iştir. Ken­
d i leri de kötüdür, yaşadıkla rı zaman d a kötüd ür.
Yıllar geçtikçe daha da kötüleşecekler, uta n ma a r­
lanma ned i r bil meyecekler, o zaman da Zeus hep­
.sini ceza landıracak, yok edecektir.

33
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

g) CERMEN VARADILIŞ DESTANI

Henüz hiç bir şey yaratılmamıştır. Kôinat uçu­


ruma benzeyen büyük bir boşlu k halindeyken bu
boşluğun kuzey tarafında ilkin. s isler ve karanlık­
lar üıkesi olan N iflheim hasıl oldu. Niflhei m'in orta
yerinde Hvergelmir denilen b i r su gözdesi bulunu­
yordu v e buraya o n i k i b u z nehri a kıyord u .
Uçurumun g üney tarafı nda da M uspellshei m
-ateş ü l kesi- bulunuyordu . Muspellsheim'da kaynar
neh irler a kıyordu ve bu nehi rlerden buharlar h a l i n ­
d e öldü rücü zehirler kaynayıp yayılıyord u . Bir müd­
det sonra bu buharlar katı laştı ve üstleri kuzeyden
gelen buzlar tarafı ndan ö rtüldü. Fakat g ü neyden,
ayn i zamanda sıcak, rüzgarlar da esti. Buzları su
d a mlacıkları halinde eritti ve eriyen damlacıklardan
d ünya n ın ilk canlı varlığı olan ve şek l i i nsa nı andı­
ran Ymir doğdu.
Ymir, bütün devlerir;ı babası oldu . Terledi kçe
terinden yine bir dev olan erkek ve kad ı n hası l ol­
d u.
Buzlar erimeye devam etti ve ne kadar dev
varsa hepsinin süt a n nesi olan Adu mla meydana
geldi. Derken i nek göründü ve i.nek buzları yalayı n ­
ca Buri adındaki mah lu ku meydana getird i . Buri ' n i n
de sonradan bir oğ ul o l d u a d ı Bor'du, Bor, devler­
den biri n i n kızı olan Bestla ile evlen d i . İ şte bu ev­
lenmeden de üç Cermen i lô h i hasıl oldu ki adlan
O d i n, V ili, Ve idi.
Bu üç, ilôh, sonradan bütün devlerle savaştı. on­
ları yendiği gibi Ymir'i de öldürd ü . Ymir' i n kanı bü­
tün uçurumu doldurdu. Uçurumu doldura n kan bütün

34
TÜRK DESTANLARI

devleri yuttu ise de b i r tek Belgelriıir ve karısı kur­


tuldular Yen i d evler, Belgemir ve karısından oldu.
öte yandan Bor' u n oğ u l l a rı dalgaları n sürü kle­
d i ğ i Ym i r' i.n cesedi n i sudan çıkard ı . N i l lfheim ile M us­
pellsheim'ın a rasında M idgard ' ı k u rd u lar. ( M udgard
-Orta yerdeki s ı ğ ı na k demektir. )
Za manla, Ymir' i n etinden toprak, kanından de­
n iz. kem i k lerinden dağlar ve kafa tasından da gök
yüzü bir kubbe g i b i hôsıl oldu. M uspellsheim'dan bu
gök kubbes i ne kadar çı kabilen ateş kıvı lcımları da
burada ay, güneş ve yıldızlar olup kaldı.
Sonra, ne kadar ilôh va rsa hepsi bir a raya gel ­
d i, Asgard 'ı meydana geti rd i ler ve Asg a rd'ı insanla­
rın yaşadığı ü l keye olan b i r ebemkuşa ğ ı ( Gökkuşa­
ğ ı ) Bifrost ile bağladı lar.
O a rada Ymir'in bedenini kemire n soluca n la r
b i r ta k ım cüceler hali nde şekil değiştirmişlerdi. Ara­
larında h i ç d işi yoktu, bu yüzden çoğalamadılar, ma­
ğaralarda ve yer altında yaşadılar ama bu cüceleri
iki prens idare ed iyordu ve cüceler azaldı kça k ilden
yen i yeni cüceler yapıyor ve yer altına, mağarala­
ra salıvcıriyorl a rd ı .
Kısaca özetlediğimiz b u destan u m u m i b i r Cer­
men yaradılış destan ı d ır. Kuzey Cermen ve Cermen­
lerde bu desta nların değ işmiş söylentileri de var­
dır. Bun lardan k uzey Cermenleri d ü nyayı, dört bi r
ya nı su ile çevr i l i b i r d a i re hal inde tasavvur etmek­
ted i r.
Suyun içinde M ig ra d yılanı yaşamaktadır. Yı­
lanın çok uzun olan kuyruğu d ü nyayı bir kaç kere
sarabilecek kadard ı r. f\{lidgrad' ı n altında cehennem
N i lfhei m va rdı r. Fakat bu cehennem ancak devlerin

35
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

ve c ücelerin yaşadığı buzlu ve soğu k b i r rutubetle


dolu bir terd i r. Bir de ölüler ü l kesi mevcuttur. Ölü­
ler ü l kesin i n adı Hel'dir Ölüler ü l kesine canlı i n­
sanlar g i rmes i n d iye kapısına adı Garm olan bi r kö­
pek bekçi olara k bıra kı l mıştı r.

Dünya n ı n tam ortasında adına Vggdrasil deni­


len bir meşe ağacı bulunma kta b u ağacı da Hven­
gelmir çeşmesi sulama ktadır. Bu a ğ a ç i k i köklüdür.
İk i nc i kökü M i mir'in çeşmesi sular ve çeşmenin su­
yu b u kökün yan ı ndan akıp g ider. Yggdrasil'in e n
üst dalları nda gözcülük yapan bir horoz oturur; gö­
revi, devler hücum ettiği zaman i la h la rı haberdar
etmekti r. Bu ağacı n gövdesi nde ilôh Heimda l l ' ı n
borusu d a buiunur. Bütün ilôhlar, Yggdrasi l adlı
ağacın çevresinde toplanıp günlük ada leti yerine
getiri rler. Aynı zamanda ilôh Odin'in savaşçıları i ç i n
s ü t veren Heidru n adlı keçi b u ağacın çevresinde
otla r. Fakat N idhogg d iye b i linen bir yılan Vggd ra­
s i l ' i n köklerini kemirip d u ru r, taze sürg ü nlerin i d e
dört gey i k durmadan yerler, eğ er Norn'lar durma­
dan Vggdrasil'e bakmış olmasa lar ağaç çoktan ku­
ruyacaktı r.

i nsanlar da ağaçtan olmuştur. İlahlardan Od i n.


H oenir ve Lodur yolda g iderlerken rastladıkları i k i
ağacı i nsan h a l ine getirme. k isterler. Sı rasıyla, O d i n
nefes, Lodu r, sıca k l ı k ile hayat renklerini v e Hoe­
n i r, mantık ile ruh verir. Böylece i ki ağaçtan biri
erkek d iğeri kadın olan i k i i n san hasıl olur. Kadı ­
n ı n adı Embla, Erkeği n adı da Ask'tı r.
VARADILIŞ DESTANLARININ
ORTAK NOKTALARI

Kısaca özetlediği m iz yedi ayrı millete ait Ya­


rad ı l ış desta nlarına d i kkat ed ilecek olursa birçok
ortak ve hatta benzer noktaları n var olduğu görüle­
cektir:
a) Bütün yaradılış destanları henüz h iç bir şe­
y i n (ca n l ı ) yaratı lmadığı bir başla.ngıç zaman ı n ı esas
a l maktadır.
b) Mekan bir boşluktan ibaretter.
c) Boşl ukta sadece s u vard ı r.
d) Sonrada n kara parçaları (Yahut su'dan baş­
ka mevcut olanlar) yaratı l mıştır.
e) Daha sonra da i nsan ve i nsanın maddi ve
manevi çevresi yaratıl mı şt ı r.
f) Bütün yaradı lış destanları iyil i k ve kötülük
mefhumları üze rine k u rulmuştur.
Bu sıra yahut da muhtelif destanlardaki bu or­
ta k noktalar i l k i. n sanların, başlangıçta belirttiğ imiz
kainat içindeki yerini tayin edişini, yal n ız l ı ğ ı n ı ve
korkusu; b ütü n bunlardan sonra d a sığ ı nacak ken-

37
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

d i nden üstün bir kuvvete olan ihtiyacı n ı ifade et­


mektedi r.
Burada dikkate değer b ir husus da ilkellikten
yavaş yavaş veya mensup olduğu cemiyetin kültür
d u ru m una göre gelişen bir din duygusu ve a nlayışı­
n ı n mevcudiyetidir. İlk duyulduğu günden uzaklaş­
tı kça ve araya zaman ve zama nla gelişen düşünce
ve i l kel inanç sistemleri de g i ri nce Yaradı l ış Des­
tan l a rı , çok ta bii olarak d i n i bir havaya bürünmüş­
tür. Ve bir gün gelmiş, destan iyice ma'şeri vicda n
ve ş u u ra maledilince, gerçek mah iyet ve manôların­
d a n ayrı lıp tamamiyle bir inanç sistemi, uyulması
gereken i l kel ve bugün b ize manasız gelen din ka­
ideleri haline gelmiştir.
Din ka ideleri derken, bundan bu gün için bili­
nen ve i nanılan gerçek din, ilôhi d i n mônôsı anla­
ş ı l mamalıdır. Biz, Yaradılış Destanları n ı esas alara k
b i r destanı n kuruluş, ya pılış v e gelişme zincırı n ı n
nasıl olduğ unu tesbit etmek istiyoruz. B u tesbit es­
nası nda da desta n ı n i l l k i n tek bir i nsa n tarafı ndan
çok basit ve çok i l kel b ir şekilde söylenmiş bir şe­
kilde ve çok kısa olarak söylenen bu insan, muhak­
kak ki kendi duygularını bel irtmek, kendi görüşle­
rini an latmak zorundaydı .
Fakat aynı insan topluluğu içinde daha bir kaç
i nsa n, yine aynı şekilde kendi duygula rı n ı bel i rtmek
ve kendi görüşlerini, yukarda açıkladığı mız esas­
lar i çinde a nlatmak istemiştir. Bu a nlatışlar desta­
n ı n i l k çekirdeğ idir.
Bununla birlikte, destanları ilk şekilleriyle a nla­
ta n bu insanlar, sıradan a lelade insanlar değ il lerdir.
öteki insa n l a rdan bir çok üstün yeteneklerj olan,

38
TÜRK DESTANLARI

daha çok h issedebilen, rahat söyleyebilen insanlar­


d ı r. Bunla r, Ozanla rd ı r. Söylerken taklit yaptı kları
gibi tegan niyle yan i sözü bel l i bir ritm melodiyle söy­
led i kleri b ilinmektedir. Ritmin ve o bel l i melod i n i n
kuvvetin i a rttı rmak i ç i n zaman l a rdaki ça l g ılardan
birini çalmakta oldukları da muhakkaktır.
Ozanları, i l k destan çek i rdekleri n i teganni ediş­
lerinde kendi d uygu ve d üşü nceleri ya n i bütün his­
sedebildi kleri hökimdir. Fakat kendi elem ve keder­
leri ne kadar kuvvetl i o l u rsa olsun bu h issedişler
öteki i nsanların da müşterek elem ve kederlerini
ifade etmektedi r. Çünkü Oza n, en uza k çevresinde­
ki öteki i nsanların da h islerin i paylaşmaz daha doğ­
rusu ayn i h isleri, aynı elem ve kederleri yaşayarak
onların d uygu ve düşünce dü nyasına g i re mezse hiç
bir zaman tesirli olamaz. Bu yüzden destan çek i rde­
ğinde, topluluğun ortak h isleri n i n bulunması ilk şart
olarak bel i ri r.
Böylece ortaya çı kan b i r destan çekirdeği top­
luluğun öteki fertlerince de benimsenmiş ona sahi p
çıkı lmış o l u r. H e r hangi bir i nsan, sa h i p olduğu var­
l ı ğ ı , yok etmemek yahut el inden kaçırma mak için
nasıl görünüp gözetir. nasıl besler büyütür.nas ı l süs­
l eyip g üzel leştirir ve onu daha veri mli hale getirirse
tıpkı destan çeki rdekleri de benimseme a n ı nda, top­
l u l u ğ u n fertleri tarafından böyle b i r bak ı ma tabi o l ur.
Sah i p olma d uygusunun bütün hakları n ı kullanan
fertler. destan çekirdekleri ni, o zaman tam mö nösiy­
le h issedemedi ğ i kendi h isleriyle besleyip zen gi.nleş­
tirir. Bir za man sonra çekirdek, i l k h a l indekinden
hayli değişmiş, noksan yerlerhi ta mamlanmış. fazla
yerleri atı lmış hatta hiç umulmayan ilavelerle büyü-

39
ıo:ı BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

müştür. Tab i i bu arada i l k Ozanlarla i l k toplu l u k fert­


leri de çok gerilerde saygıdeğer birer hatı ra olara k
kalmış ve bu hatı raları n sihiri yaşanılan zamanı etki­
lem iştir. Ayrıca değ işen tabiat olayları, i kli m , coğraf­
ya, sonra kaza n ı la n tecrübeleri ve yeni idraklar da
varl ı ğ ı n ı h issett i rmiştir. Yeni Oza n la r daha zen g i n
b i r h i s v e hayal dü nyas ı n ı n adamı olara k o i l k des­
ta n çek i rdeğ i n i yorumlamaya başlamışlard ı r. Bun u n
neticesi olarak destan çekirdeği, dağda n yuvarlanan
bir kar topun u n topladığı karlarla çığ laşması gibi
bütün zengin u nsurlarla zeng i nleşip çığ halini almış ­
t ı r.
Fakat artık toplu luklar mil let halini almış ve h is­
lerin yanı başında bel l i ve tek yön lü bir şekilde ge­
l işse b ile fi kirler de belirip gel işmeğe başlamış ise
destan a nlayışı ve yaratışının da iki yön lü olara k ge­
l iştiği görülmuştür. Bun lardan biri mevcut destana,
bel i ren fikirlere göre: bu fikirlerin zeng i n li ği , hare­
ketl i l i ğ i veya d u rg u n lu ğ u , geleceğe dönüklüğü ve­
ya gündelikliği ölçüsünde i laveler yapara k tek bir
destanı yaşatmak ve her şeyi o destan ı n üstüne
b i na etmek şeklidir. Bunu daha ziyade bel li bir ta­
biat sınır ve çevresi içinde gelişmek zorunda kalan
m i lletler denemiştir. Bir de devamlılık a rzetmeyen
ve belli bir tari hi süre içinde mevcud iyetini tamam­
layıp tarih sahnesinden ayrı lan milletlerin destanla­
rının böyle olduğu görül mektedi r. Deva m l ı l ı k a rze­
den mil letler ise, daha çok ta biat ve coğrafya darlığı
yahut da bel l i b ir bölger:ıi n mil leti olmak mecburiye­
ti yüzünden destanları n ı tek yönlü geliştirmek zoru n ­
luğunu duymuşlard ı r. Sü mer, Asur, Babil, Fenike,
H itit ve hatta eski M ısır ile mitolojisini bütü n bu mil-

40
TÜRK DESTANLARI

!etlerin mitolojisi üzerine kura n Yunanlı ları tek yön­


de gel işen destan sahibi milletler a rasında sayabi­
liriz. Bu milletlere göre desta.nları daha geç teşekkül
eden İskandinav- Keit ve Cermen destanları nisbe­
ten değ işik kara kter a rzeder i seler de gelişme bakı­
mı ndan y i ne bu gruba g i rerler. Yalnız burada şaşıla­
cak bir husus Roma İmpa ratorluğudur. Deva m l ı l ı k
a rzetmesine, çok geniş v e farklı bir tabiat v e coğraf­
yaya sa hip olmasına rağ men zen g in farklı ve çeşitli
bir destan diskoteği ne sahip ola madı ğ ı görül ü r. Bu­
nun tek izah tarzı, Roma ' n ı n geç bir m i l let teşekkü­
lü olmasıdır. Bir de destan yaratma yerine işgal et­
tiği kültürlerin destan u nsurlarına sahi p ol mayı ter­
cih etmesi ve bu kolay yolu seçmesidir ki bu, kend i .
n i üstün gören her m üstevl i n i n zaafı ve neticede
kolayca çökmesini tem i n eden köksüz tarafıd ı r.

Destanların, a nlayış ve yaratış bakı m ından ikin­


ci gel işme şekli ise mevcut destan ı n bir yerde bıra­
kılara k yen i , değişi k, bi rinciden tamamen ayrı ya­
pıda yeni destanların yaratı lması şeklidir. N itekim
Yaradı lış Destanları n ı n devam etmesi m i l letlerin ge­
l işme tarihi içinde imkansızdır. Yeni telakkiler, idra k­
ler ve kültür değ işmeleri ister istemez yaradı l ışı,n iza­
h ı nd a bir takı m zıdlıklar d oğ u racaktı r. Bu zıdlı kların
ise, eski destana ilavesi o desta n ı n bütün güzelliği­
n i ve izah tarzı n ı değiştirecek hatta yeni baştan söy­
lemek mecburiyet in i doğuracaktı r. Aksi halde des­
tan sihirini ve inandırıcı l ı ğ ı n ı kaybedecekti r. Ayrıca
mil let, öyle b ir gelişim i çi ndedi r ki bu gelişime ayak
uyd u racak yeni söyley işler gerekmekted i r. Bunun
için de yeni destanlara ihtiyaç vard ı r.

41
100 BÜYÜK EDİP ıoo ŞAİR

Bu yüzeden eski destan bıra k ı l ı r ve yen i desta n­


lar doğmaya başlar. Türk destanları bu tip destan ­
lard ı r v e bu yüzden değ iş i kli ğ i ve ori j i n a lli ğ i ile kıyas­
l a ndığ ı nda en zeng i n destanlardır.

MİLLİ KARAKTER VE MA'ŞERİ ŞUUR

Yaradılış Destanlarından geliştiğini gördüğü­


müz, içinde yine i lôhl kuvvetlerin bulunduğu des­
tanlar. artık, konu ve muhteva ba kı mından yaradı l ış
destanlarından iyice ayrı l ma ktadı r. Duyg u lar. düşün­
celer ve haya l ô lemi gök yüzünden yer yüzüne i.n­
miş; i nsanlar, daha çok kan bağ ı n ı n tesi riyle ve bü­
yük topl uluklar halinde bir araya geldiği için ya lnızlık
ve korku da ortadan ka l kmıştır. Topluluk bir mil let
o l ma yol unda olduğu ndan ferdi hisler yerin i toplu­
luğun h issedişine bıra km ıştır. ve ferdi istekler. mille­
tin i stekleri hali nde daha gen iş ve daha yayg ı n bir
hal al mıştır. Yaradılış destanları n ı n esasını teşkil
eden hislerden b i ri olan hayret ve hayra n l ı k duyg u­
l a r ı da, ilôhi kuvvetlere d e ğ i l kendi aralarında yaşa­
yan fa kat beden gücü, zekô ve g üzel l i k ba kımından
farklı kimselere yönelmiştir. Fakat bu i ki ayrı desta n
tipinde de, hayret ve hayranlığı.n meydana getirdiğ i
netice hem benzerlik hem de fark l ı l ı k ortaya ç ı kar.
Hayret ve hayranlı k, yaradılış destanları n ı n hemen
hepsinde, ilahları ve ilahlarla i lg is i bulunan yücel­
tilmiş varlı kları ya doğ rudan doğ ruya veya ses, ha­
reket, tavır ve davranış yahut da yaptı kları işler ve
d uyg uları bakı mından insan laştırı rken, Yaradılış des­
ta nları n ı n dışı ndaki desta n tiplerinde kendi a raları n-

42
TÜRK DESTANLARI

daki kendi leri nden b i raz farklı ya ilahi kuvvetlerle


bezerler yahut da doğrudan doğ ruya i la h laşır. Bu
hal, d i ğer bütü n mil letlerin destanları nda ferdi g ibi
görü n ü r, yan i ferd yahut bell i bir a i le ilahlaştı rı l ı r.
Türk Destan l a rında bu daha çok toplu lu ğ u n , bütün
mil letin ilahileştirilmesi şek l i ndedi r. Bu da, m i l letlerin
kara kterlerin i n, ma'şeri ruh yapısın ı n ve şuurunun
milletleri n destanlarına a ksed işi ve çeki rdek halin­
deki destana bel l i b i r yön verişidir k i başlangıçta
destan ı tarif ederken söylediğimiz «Bir m i l letin d uy­
gu ve düşünce olara k bütün va rlığı» demektir.
Ferd olsun.topl u lu k olsun, yahut d a mil let ol­
sun daima üç zamanı b i rden yaşa maktadır: geç­
miş, icinde b u l u nduğu ve gelecek zaman . Her .ne ka­
dar içinde b u l u n u l a n zamandan başka b i r zaman
yokmuş gibi yahut da içinde yaşad ı ğ ı için tek ve
mutlak zaman halihazı rdaki zaman i mi ş g i b i görü­
nürse de b unu düşünmek i mkansızd ı r; m i lletler için
büsbütün im kô nsızdı r. Bir insa n için d ü n , bugün, ya­
rın d i ye daraltabileceği miz zaman m i lletler i ç i n her
üç halde de s ı n ı rsız olabil i r. Bir i nsanı n bugünü, biz­
zat kendi yaşamamış bile olsa dünkü hayatı n ı n üze­
rine kurulduğu gibi yine bizzat kend i yaşamasa bile
yarı n k i hayatı na da bağl ı d ı r. Bi r yanda özlemler, ha­
tıralar, hayıflanmalar veya pişma n lı k lar öte ya ndan
a rzular ve ümitler vard ı r. Toplulukla rı n ve m i lletlerin­
ki de aynen böyledi r. Yara d ı l ı ş destan la rı n ı b i r daha
gözden geçirirsek iyil ikle kötü lüğ ü n , yaşa n ı la n za ­
man içinde gelecek zaman için mücadele ettikleri ni
görürüz. Bu destanları meydana get i ren lerin, daha
ö nceki-yani d ü n kü-zaman la rı yok gibidi r. Her taraf
boşl u k ve sud ur; her şey bu boşlukta ve bu suda ye-

43
100 BÜYÜK EDİP ıoo ŞAİR

n iden yaratılıyord ur. Geçmiş zaman kara n l ı k ve uçu­


rumlu bir boşlu k hali ndedir. Evveliyatı olan yal nız
Ta nrı'dır. Bu da sadece Türk Ya radılış Destanında
mevcut olup sembolize ed i lmiştir. Bilge Kağan'ın
Orhun Abidelerindeki « Ben Ta nrı gibi gökte olmuş
Türk Bilge Kağ a n » , cümlesi i le Tü rk Yaradılış Des­
tan ı nda sembol ize ed ilen bir şeyden önce mevcut
Ta n rı fikri bel li bir kültür merhalesi olara k bel i rir.
Kültür u nsurları daha sonraki destanlarda daha
açık ve daha tesirlidir. Söylemek istediklerimizin
iyice an laşılması için, bazı hususlarda birbirine ben­
zer ya nları olan bı.:ı tip bir-iki destanı özetlememiz
gerekmektedir.

- 44 -
OGUZ KAGAN DEST ANI

OGUZ KAGAN DESTANiN i N İSLAMİYETTEN


ÖNCEKİ SÖYLEYİŞ ŞEKLİ

Günlerin içi nde bir gün Ay Han doğ u m sancıla­


rına tutuldu. Sancıları n son u nda bir oğlu d ünyaya
geld i . Çocuğ u n yüzü göğün ren g i nde, ağzı ateşi n
kızı lı nda ve gözleri ba l elôsı ndayd ı ; saçları kara ,
kaşları karayd ı . En güzel perilerden daha güzeldi.
Anası n ı n göğsünden yalnız b i r defa süt emdi,
bir daha emmedi. D i le geldi; çiğ et, aş ve şara p is­
tedi . Hemen konuşmağa başladı . Kırk g ü n ·içinde bü­
yüdü . Kırk gün sonra yürüyüp oynar old u . Aya kla rı
sığır aya k ları gib i güçlü, göğsü ayı göğsü gibi sağ­
lam, beli kurt bel i g i b i i nce ve omuzları samur omuz­
ları gibi pa rla k ve oyna ktı . Vücudu tüylüyd ü . At sü­
rüleri güderd i ; ata b i ner ve geyi k avına çık�rd ı .
Gün ler, geceler geçti; bu çocuk, b i r y i ğ i t oldu,
O çağda, o taraflarda çok büyü k bir orman var­
d ı . Orma nda sayısız dereler ve b i r çok ı rmaklar a kı­
yordu . B unun için de· buraya sayısız av h ayvanları

45
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

gel iyordu ve b inlerce avcı bekl iyordu. Fa kat bu or­


manın içi nde b i r de korku nç e jderha vard ı. Bu e j ­
derha a t sürülerin i de yerdi, o radaki i nsanları d a
yerd i . Büyük, yamaın, korkunç bir canavard ı . Ha lk
korkmuştu , bizar olmuştu . Çaresizdi .
Oğuz Han ise yaman bir yiğit ol muştu . Ejderh a ­
yı öldü rmek isted i . Günlerden bir gün kara rı nı ver­
di ve ava cıktı ; kargısı n ı . oku n u , yayı n ı , kılıcını ve
kalkanını ya nına aldı. Bir geyik yakaladı ; geyiği, es­
nek bir söğüt çubuğuyla a ğaca bağlad ı ve çek i l i p git­
ti.
E rtesi gün, tanyeri ağarı rken geld i . Baktı ki e j ­
derha geyiği olduğu g i bi yutmuş. Bu sefer de b i r
ayı ya kaladı; onu da altın kemeriyle tutup ağaca
bağladı ve yi.ne oradan savuştu.
Gün battı, gece oldu, sonra yine tan vakti geldi
çattı. Ta n ağardığında Oğuz Han ormana geldi. Ca ­
navarın ayıyı da yeyip yuttuğunu görd ü . Bunun üze­
rine ağacın d ibi nde kendisi durup canava rı bekle­
meğe başladı . Az son ra d a canava r geld i . Başı ile
Oğuz'u.n kalkanına v u rd u ise de Oğuz Han kargısı­
n ı vurup canavarı öldü rd ü , kı lı cıyla da ca nava rı n ba­
ş ı n ı kesti. Canava rı n baş ı n ı a lı p g itti; döndüğ ünde
bir a l a doğa n ı n canava rı n barsakları n ı yemekte ol­
d u ğ u n u görünce okunu yayın ı gerip attı ve ala doğa­
n ı d a öldürd ü . Onu n da başı n ı kesti. Bunun üzerine
durup düşündü ve kendi kendine dedi ki: « Canavar,
hem geyiği hem de ayıyı yedi, canavar geyi kten de
ayıdan da güçlü id i . Ama kargını canava rı öld ürd ü
ç ü n k ü kargını demirdend i . A l a doğan ise ca navarı
yedi ; yayımla okum da ala doğanı öldürd ü . Yayı m­
la okum ba k ır olduğundan ala doğanı öldürd ü,» de­
di.
46
TÜRK DESTANLARI

B ırakıp g itti.
Yine aylar ve g ü nler geçti. Günlerin içinde bir
g ü n Oğuz Kağan yine ormana g itti ve orada Tanrıya
yalvarmağa başladı . Derken b i rden bir kara n l ı k bas­
tı . Gökten bir mavi ışık i nd i . Bu mavi ışık g üneşten
de aydan da parlaktı. Oğuz Kağan kalkıp yürüdü ;
mavi ışığın ortasında b i r gene kızın olduğUınu gördü.
Kız mavi ışığın orta yerinde tek başına oturuyordu .
Cok g üzel d i . Başında, kutup Yıldızı g i bi parı l parıl
pa rlayan bir yıldız vard ı . Kız, öyle g üzel öyle g üzel­
d i ki, g ü ldüğü zaman mavi gök de g ü l üyordu ve ağ la­
dığı zaman gök yüzü de ağl ıyord u . Oğuz Kağa n kı­
zı görünce aklı başı ndan g itti, kızı sevdi, a l d ı .
Günlerden v e gecelerden sonra bu çok g üzel
kızın, gözleri parıl parı l yand ı . Üç erkek çocu k do­
ğ u rd u . Birine Gün adını verdiler. İ kincisini n a d ı na
Ay dedeler, üçüncüsünü de Yıldız d iye çağ ı rdı lar.
Çocuklar doğu p büyümeğe başlad ığ ı g ü n lerden
birinde Oğuz Kağan ava cıktı. Avda, bir göl ortası n­
da bir ada, adada da b i r ağaç görd ü . Ba ktı k i bu
ağacın kovuğu nda bir kız oturmakta; yalnız hem de
pek g üzel, alımlı alımlı. Gözleri gökler g ib i a k mavi,
sacları ırmak dalgası g i b i ı ğ ı l ı ğ ı l ve d işleri inci gi­
b iydi .
Kız öyle güzeld i k i tarifi i m kô nsızd ı . Herhangi
b i r i nsa n görse düşüp bayılabili rd i , sütten kımız ola­
b i l i rd i . Oğuz Kağan da kızı görünce böylesi n e a k l ı
başından gidip yüreğ i ne bir yanar ateş d üştü . Kızı
bir görüşte sevdi , onu da a ld ı. Bundan sonra g ünler
gecelere karıştı, geceler g ünlere karıştı, b i r sabah
bu kızın da gözleri yal ı m yal ı m ışıldadı. Bu d a üç
e rkek doğu rd u . Ötekiler gibi bu çocukların da

47
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

birincisin i n a d ı n ı Gök koydula r. İ kincisine Dağ adı­


nı verd i ler ve üçüncüsüne de Den iz deyip öyle ça­
ğırd ı la r.
Bu işler olup b ittikten sonra da Oğuz Kağ a n
büyük bir toy verdi. Çağ ı rı lan çağ ı rı l mayan bi r bi­
rine danışıp gel d iler. Türlü aşla r, tepeleme etler, ı r­
mak gib i kı mızlar yeni l i p içild i . Çok g üzel eğ lence
ve yeme içme oldu.
Toydan sonra Oğuz Kazan Beylere konuklara
yarlık verdi, onlara dedi k i :

Men sinlerge boldum Kağan


Alalıng ya takı kalkan
Tamga bizge bolsun buyan
Kök böri bolsungıl uran .

Temür cıdalar bolsun orman


Av yirde yürüsün kulan
Takı tulay takı müren
Kün tuğ bolgıl kök kurikan

« Ben sizlere oldu m Kağan


Ala lım yay ile ka l ka n
Tal i h olsun bize n işa n
Bozkurd sesi savaş naramız olsun

Demir karg ı la rı m ı z orman gibi olsun


Av yerinde yaban eşekleri yürüsün
Daha deniz daha ırmak
Gün başım ızda tuğ, gök çadı r olsun . »

48
TÜRK DESTANLARI

Oğuz Kağan, böylece konuştuktan sonra dört


bir yana fermanlar yol ladı, bildiriler gönderd i . Elçile­
rini yola çıkard ı . Elçileri n götürdüğü ferman ve bil­
d irilerde diyordu k i : «Ben Uygurları n Kağanı'yım hem
de yerin dört bir yan ı n ı n Kağ a n ı sayı l ı rm. Sizlerden
de bana baş eğmenizi i stemekteyim. K i m benim buy­
ruğumu d i n ler ise o n u n hediyelerini a l ı rı m ve onu
kendime dost bil irim. Kim benim buyru ğ u mu d i n le­
mez, baş eğ mez ise gazapla n ı rı m , onu d üşman bel­
lerim ve çeri leri mi üzerine yolları m Baskı n yapar tu­
tar onları astı rı rı m, yok etti ri rim.»
O çağ larda, Oğuz'a yakı n sağ yanda Altun Ka­
ğan denilen bir Kağan bulunuyordu. Altun Kağa n .
Oğuz Kağan'a elçileri i l e birlikte sayısız altın ve
gümüş tartıp ölçüsüz kıymette yakut taşları ve paha
bulunmaz mücevherler gönderdi, sayg ı la rı n ı sundu;
Oğuz Kağan'ın buyru ğ u n u d i n ledi. Gönderd i ğ i ver­
g i lerle Oğuz'un dostlu ğ u n u temin etti . Her i kisi de
dost oldular.
Yine o çağda Oğuz'a yakı n sol yanda Urum de­
nen b ir kağan vard ı . Urum Kağan'ı n çokta n da çok
çerisi ve çoktan da çok şeh i rleri vard ı . Bu çoktan
d a çok çeri leri ile çokta n d a çok şehirlerine g üve­
n i p bu Urum Kağan Oğuz Kağan'ın buyru ğ unu d i n ­
lemed i. Onun dostla rı a rası na g i rmed i. «Oğuz'un söz­
leri n i tutmam !ıı d iyerek ferma.na h ü küm vermedi .
B u n u d uyan Oğuz Kağan gazaba gel d i . U r u m Ka­
ğ a n ' ı n üstüne asker saldı. Çeri ile atlan ı p tuğ ları n ı
açıp yürüdü .
K ırk g ü n g ittikten sonra M uz Dağı denilen bi r
dağ vard ı , onun eteğine geldi . Burada çad ırını kur­
d u rdu, yatıp d i n lendi, uyudu . Sessizl ik oldu.

49
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Ertesi g ün, daha henüz g ü n doğarken Oğu7


Kağ a n ' ı n çadı rı na g üneşten parlak bir ışık g i rd i. Bu
ışıktan gök tüylü , gök yeleli kocaman bir erkek kurt
peyda old u . Kurt d i le geld i , Oğuz Kağan'a söz söy­
led i . Dedi k i : «Oğuz Oğuz ey Oğuz. Sen Urum üs­
tüne yürümek dilersin; ey Oğuz ben de sen i n yolu n ­
d a yürü mek istiyormu . »
O ğ uz k alk ıp baktı , bir şey göremedi ; çadı rı top­
lattı . Gitti . Görd ü ki çerini n en önünde gök tüylü
gök yelel i, koca man b i r e rkek ku rt yürümektedi r. O
k u rd u n ardı sıra da bütün ordu yürümekted ir.
Böylece gitti ler.
Bir nice g ünlerden sonra gök tüylü gök yeleli
k u rt d u rd u . Oğuz da çerisini d u rd u rdu. Burada bir
deniz va rd ı adına İtil M ü ren denil iyordu . itil M ü­
ren'in yanı bir kara dağ id i . İşte bu kara dağ ı n ete­
ğ inde savaşlar oldu. Okla, cıda ile ve k ı l ıçla vuru­
şup savaştılar. Öyle k i :
Ceriglerning aralarıda
Köp telim boldı uruşgu
İlkünlerning köngülleride
Köp telim boldı kaygu

« Ce rilerin a ra larında
Pek çok vuruşma oldu
M illet i n gönlünde
Pek çok kayg ular old u . »
Savaşlar v e vuruşmalar öyle bir kızıştı k i so­
nunda itil M ü ren'in suyu kıpkırmızı zencefil gibi ak­
tı Oğuz Kağan yendi . Urum Kağan ise kaçtı kurtul­
du.

50
TÜRK DESTANLARI

Oğuz Kağan bundan son ra U ru m Kağan' ı n ka­


ğanlığını elinden aldı, halkını el inden aldı. Çok, pek
çok ganimetler kazandı, bir zen g in liktir her yana
doldu .
Urum Kağan'ın bir de kardeşi vardı a d ı na Uruz
Beg derlerd i. Uruz Beg, kendi oğlunu, yü ksek dağ
başında ik i ya nı deri.n ı rmak vad isinde çok, sağ lam
yapıl mış hem de çok sağ l a m korun u r bir şeh i r var­
d ı , oraya yoladı . Yol larken de «Şehri iyi koru mak ge­
rekir, iyi koruyup bize saklamak gerekir öyle yapa­
s ı n, vuruşma lardan sonra gelesin» d iye tenbih etti.
Gelgelelim Oğuz Kağan bu şehrin üstüne de
yürüdü. Uruz Beğ i n oğlu, b u n u görünce Oğuz Ka­
ğan'a pek çok altın ve g ü müş yolladı. Oğuz Kağa n'a
«Sen benim kağaın ımsın ; babam bana bu şehri verdi
ve şehri koru, vuruşma lardan sonra da bana gel,
d iye tenbih etti. Baba m ı n sana kızması benim sucum
mu? Ben senin buyru ğ u n u yerine getirmeğe söz ve­
riyorum : Bizim saadetim iz sen in saadetindir, soyu­
muz senin ağacının meyvesindendir. Ta nrı sana güç
verip buyu rmuştur, ben de sana başımı ve kutumu
veriyoru m. Sana vergi verir, dostluktan ayrılmam»
dedi, baş eğdi .
Oğuz Kağan, yiğidin sözleri ni beğe ndi, sevin d i :
g ü ld ü v e dedi k i :

Menge köp altın yumşap sen


Baluknı yahşı saklap sen

« Bana çok altın yolladın


Şehrini iyi koru d u n . »

51
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Böyle dediği için de yiğide Saklap adını koydu


ve ona dostlu k gösterdi.
Ondan sonra çerisini aldı yin e yürüdü ve Oğuz
Kağan İtil denen ı rmağa geldi. İtil ı rmağı büyük bir
ırmaktı. Oğuz Kağa n ı rmağı görünce: « İtil suyunu
nasıl geçeriz?» diye sordu .
Çerinin arasında bir beğ vard ı ki adına Uluğ
O rd u Beg derlerd i . Akıl l ı bir er idi. U luğ Beğ , ı rma­
ğ ı n yakını nda çok sık ve sağlam dalla ve ağaçlar
olduğunu görünce ağaçları kesti; ağacın birine yat­
tı, ka rş ıya geçti. Oğuz Kağ a n çok sevindi, güldü, de­
di ki:

Ay a y sen munda beg bolung


Kıpçak degen sen beg bolung

« Ey ey sen burda beğ ol


Kıpçak denilen beğ ol.»

Ve yürüyerek gittiler.
Ondan sonra Oğuz Kağan yi.ne gök tüylü, gök
yeleli kocaman erkek k u rd u gördü Gök tüylü gök
yelel i kurt Oğuz Kağan'a: «Oğuz şimdi sen çeri ile
b uradan atlanıp yürü; atla nıp halkını da beğlerin i de
götür. Ben senin önünden g ideceğim sana yol gös­
tereceğim.» dedi.
Ta n ağardığında O ğ u z Kağan görd ü ki erkek
kurt çeri n i n önünden yürü mektedir. Sevindi, öne ge­
çip ileri g itti.
Oğuz Kağan atları n ı n içinde en çok alaca aygırı
severdi , bunun için de hep bu ayg ı ra binerd i . Yine
a laca ayg ı ra binmişti. Yolda, mola veril i nce Oğuz

52
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Kağa.n ' ı n aygırı gözden kayboldu, kaçıp g itti, g itti.


Orada b ir ulu dağ vard ı , tepelerinde d o n b uz eksik
olmazdı, doruğu don u n buzu n soğuğu nd a a p a ktı.
Onun için adına Buz Dağı derlerd i . Oğuz Kağa n'ın
aygı rı Buz dağ içine kaçı p g itmişti. Oğuz Kağan bun­
dan çok acı çekti.
Oğuz Kağan'ın ordusu nda b ir beğ var idi ki yi­
ğ it, kahraman bir er id i . Hiç bir şeyden korkmazdı .
Yürüyüşe de soğ uğa da daya n ı klıyd ı ; B u z Dağına
vurd u g itti. Dokuz gün sonra ayg ı rı yedekleyip a lı p
O ğ u z Kağan'a getirdi. Dağda ç o k soğu k olduğundan
karlara bulanmıştı, ap a ktı. Oğuz Kağan sevincinden
g ü l d ü. «Sen b u çevrede ki beğ lere baş ol, sen i n adın
ebediyyen Ka rl u k olsun» ded i . Ona hazi.nelerl ba­
ğışladı, yürüyüp gitti .
Yolunun üstünde b i r büyük ev vard ı, Oğuz Ka­
ğan gelip görd ü ; evin d uvarları a ltından, pencerele­
ri g ü müştendi. Çatıları demirdendi ve kapısı kapalıy­
dı. Orduda beceri k li , el i n den her iş gelir bir er var­
d ı ; adına Tömü rtü Kağul d iyorlard ı . Oğuz Kağ a n fer­
man etti dedi k i : «Sen burada ka l, aç. Kapıyı açtık­
tan sonra gel orduya katı l ! .
B u yüzden Töm ü rtü Kağ ul'a ondan sonra Kalaç
a d ı n ı verdi ve g itti.
Gök tüylü yele li koca man erkek ku rt bir g ü n
d u rdu, yü rümed i . Oğuz Kağan d a durdu, yürü med i .
Olduğu yere çadırını ku rd u rttu . Burası otsuz, çora k
bir yer idi. Cürçüt derlerd i . Büyük b i r yurddu, mil let­
d i . Atları, öküzleri çok, b uzağ ı la rı çok; altınları, mü­
cevherleri ve g ü müşleri çoktu .
Cürçüt Kağan'la m i l leti Oğuz Kağan'a d u rdu­
lar. savaş oldu. Oklarla k ı lıçlarla vuru ştu lar. Oğuz

53
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Kağan üstün geldi, yendi. Cürçüt Kağa n ı n ı bastı, öl­


d ü rd ü . Başını kesti, Cürçüt halkını buyru ğ u a ltına
aldı.
Bu savaştan sonra Oğuz Kağa n'ın çerilerine öy­
le b i r dolu mal ve ganimet kaldı ki sayısı bei l isizd i .
Yükleyip götürmeğe n e a t n e katır n e d e öküzler
yett i .
O ğ uz Kağan'ın ordusunda yi n e bir er va r idi.
hem akıllıydı hem de çok becerikl iyd i , bunun adına
da Barmağlığ Çosun Billing de.n i rd i . Becerikli usta­
olan bu Barmağlığ Çosun Bill ing b i r kağ n ı yaptı. Üs­
tü ne ganimetleri koydu doldurdu. Kağ n ı n ı n önüne de
ca nlı malları koştu, atları katı rları , öküzleri koştu.
O can l ı mallar, bu cansız ganimetleri çekip götürdü­
ler. Görenlerin hepsi de şaşıp ka ldılar. Herkes, daha
çok kağ nı yaptı. Gören ler. kağ nılar g itmekte iken
kanga kanga kangal u ğ d iye sesleniyorla rd ı . Bunun
için Ba rmağ lığ Çosun Billing'in yaptığı nesnenin adı
kağnı olup kaldı.
Oğuz Kağan, kağ n ı l a rı görünce gülüp kaldı ve
dedi ki: « Kanga kaınga ile cansızı can lı yürüttü, Ka n ­
g a l u ğ d a sana ad oldu, b u n u kağnı böylece bel i rt­
sin» dedi ve oradan da yürüyüp g itti.
Daha sonra gök tüylü gök yele li kocaman erkek
k u rt ile b i rl i kte Sind, Tangut ve Şam taraflarına at
sürüp va rd ı . Bir çok savaşlardan sonra oraları da
a l ı p ü l kesine kattı, o ralard a da buyruğunu yü rüttü .
O ra l a rı da öz yurd u a rası rıa soktu, yendi , bastı.
Söylenmeden kalması n yeri yurdu bel l i olsun,
aşağı larda Barkan denen bir ü lke va rd ı . Büyük, var­
lıklı bir yurttu. Havası çok sıcaktı. Avları, kuşları çok

54
TÜRK DESTANLARI

boldu . Altın ı da çoktu g ü müşü de, mücevherleri de.


Gelgelelim h a l k ı n ı n yüzü kapka rayd ı .
Barkan a d l ı b u ü l ke n i n Kağ a n ı n ın a d ı ise Ma­
sar'd ı . Oğuz Kağan onun üstüne de yürü d ü . Çok ya­
man bir savaş oldu. Oğuz Kağan yine üstün geld i .
Masa r Kağ a n ise kaçtı; kurtu l d u . Oğuz o n u da bas­
tı, onun da yu rd u n u aldı gitti . Oğuz Kağa n'ın dostla­
rı sevindi, d üşmanları ise kayg ı landı lar.

Oğuz Kağan Masar Kağanı da yen ince sayı la­


mayacak kadar ganimet ve at sürüleri alara k yurdu­
na döndü .
Adı n ı an madan olm·J z, bilinsin ki O ğ u z Kağan'­
ın ya nı nda ak saka l l ı , ak saçlı , çok a kı llı bir yaşl ı ki­
şi vard ı . An layışl ıyd ı , doğru düşü n ü r, doğru konuşur­
d u . Oğuz Kağan'ın danışmanıydı adı da U lu ğ Türük
idi.
işte bu U l u ğ T ü r ü k g ü n lerden b i r g ü n bir düş
görd ü . Düşünde bir altın yay üç tane de g ü m üş ok
görd ü . Bı ı altın yay, g ün doğusunda ta gün batısı­
na kadar geri l mişti . Üç gü müş ok da kuzeye doğru
uçuyord u .
Uykudan uya n ı nca U luğ Türük düşünde gördü­
ğ ü n ü Oğuz Kağan'a a nlattı. Ve dedi k i : «Oğuz Ka­
ğan'ım, sana hayat bu nca olsun, sa.na d i r l i k hoşça
olsun. Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek ol­
sun, Ta nrım bütün yer yüzünü sen i n nesl ine bağış­
lası n» ded i .
Oğuz Kağa n d a U lu ğ Türk'ün sözleri ni beğendi .
Öğüdler i.ni d i nled i . Öğüdünü de tuttu; yerine getir­
d i . Ertesi gün, küçük büyük bütün oğulları na buyruk
salıp yan ı na get i rtti. Onlara ded i ki : « Benim gönl üm

55
ıoo BÜYÜK EDİP ıoo ŞAİR

av d i l iyor. Koca d ı ğ ı m için varıp g idemiyorum. Şim­


di siz:
Kün Ay Yultuz tang sarığa senler barung
Kök Tağ Tengiz tün sarığasenler varung
(Gün, Ay Yıldız! Gün doğusuna doğru varıp
g id in .
Gök, Dağ, Deniz. Siz de gün batısına doğru
gidin)» ded i .
B u buyruk üzerine oğu l larından üçü g ü n doğu­
suna doğru at sürdüler, öteki üçü de gün batıs ı na
doğru.
Gün, Ay, Yıldız bol avlar avladı, çok kuşlar vurd u
v e sonunda yolda b i r altın yay buldular. Ald ı lar, ge­
tirip Oğuz Kağa n'a verd iler. Oğuz Kağan çok sevin­
di. Güldü. Yayı üçe böldü .
« Ey büyük oğullarım. Y a y sizlerin olsun . Yay g i­
bi olup okları göğe kadar atım d iye konuştu.
Gök Dağ ve Deniz ise gün batısına doğru çok
avlar bulup çok kuşlar avladı ktan sonra dönerken
yolda üç gümüş ok buldular. Aldılar, getirip Oğuz
Kağan'a verdiler. Oğuz Kağan yine sevindi, yine g ül­
d ü ve okları üçe bölüp küçük oğ u!larına verirken :
«Ey küçük oğulla rı m ! . Okları size verdim. Yay
oku atar, sizler oklar g ibi o l u n ! . » ded i.
Bunlardan sonra da Oğuz Kağan büyük kurul­
tayı topladı. Herkesi çağ ı rd ı . Çağ ı rılanlar gelip da.nış­
d ı l a r, oturup beklediler.
Oğuz Kağa n büyük ota ğ ı n ı n sağ ta rafına kırk
kulaç uzu n l u ğ u nda bir ağaç d i rek d iktirdi, tepesine
de b i r altın koyun bağladı .
Yine Oğuz Kağan büyük ota ğ ı n ı n sol ya n ı na
k ı rk kulaç uzunluğunda bir ağaç d irek d i ktird i . Onun

56
TüRK DESTANLARI

tepesine de bir g ü m üş tavuk koydu rd u ve dibine bir


kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozoklar otu rdular
sol tarafta da Üçoklar yerlerini a ld ı lar. K ı rk gün kırk
gece yen ildi içildi. eğ lenil di, g ü lü n d ü . Kırk g ü n kırk
gece geçtikten sonra Oğuz Kağan oğ uliarı a rasında
yurdunu paylaştı rd ı ve ondan sonra dedi k i :

«Ak oğullar köp men aşdum


Uruşgular köp men kördüm
Cıda birle köp ok atdum
Aygır birle köp yürüdüm
Düşmanlarını ığlagurdum
Dostlarumnı men kültürdim
Kök Tengrige men ötetim
Senlerge bire men yurtum»
« Ey oğu llarım ben çok yaşlan d ı m
Çok savaşlar görd ü m
C ıda ile çok ok attım
Ayg ı r ile çok yollar aştım
Düşmanla rı ağlattım
Dostlarımı güldürd ü m
G ök Ta n rıya o la n borcumu öded im
Size de yurdu mu verdim. »

ZERDÜŞT EFSANESİ

Tarihi bir kişiliği olmasına ragmen Zerdüşt'ü n


<loğ u m u, yaşayışı ve ölümü destani u nsurlarla süs­
lenerek bir efsane havasını taşı maktadı r. Bu efsa­
neye göre Zerd üşt gü lerek doğmuştur. Bu doğ um
b ü t ü n kôinatı sevi nd irmiş fakat ira n ' ı n en kudretli
adamlarından biri olan Baş Kôhin Durasa n'ı kor-

57
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

kutmuştur. Baş Kôh i n , Zerdüşt'ü n büyüdü ğ ü zaman


yen i bir fikir ve i nanış getirerek putperestliği yok
edeceğini öğ renmiştir. Bu yüzden Zerdüşt'ü daha
çocukken yok etmek ister ve üç sihirbaza çocuğu
çalı p get irmelerin i emreder. Getirilen bebeğ i de bü­
yük bir ateşin içine atar.
Fakat Zerdüşt'ü n a n nesi , oğ lunu evde bulama­
yın ca telaşlanır, tapınağa g ider. Oğ lu n u n ateşin or­
ta yeri nde oynadığını görür.
Baş Kah in çocuğu bu sefer de büyük baş hay­
van s ürüleri n i n geçtiği bir yola bıra ktırı r. Ma ksadı ,
Zerdüşt'ü hayvanlara çiğnetip ezd irmektl r. A m a sü­
rünün en önünde giden bir i nek bebeği n ya nına ge­
l ince durur, onu bacakları n ı n arasına alıp sa klar ve
diğer hayvanlar geçi p gidinceye kadar çocuğun ba­
ş ı ndan ayrılmaz. Zerdüşt, böylece Baş Kah in!n ta­
sarlad ığı ik i nci ölümden de kurtulur. Annesi geldi­
ğ i nde, oğ lunu yolda sapa sağlam bulur.
Baş Kah i n i n korkusu büsbütün artmıştı r. Gün­
lerce düşünüp taşını r ve Zerd üşt'ten hem kendi is­
tikba l ini hem de putperestliğin geleceği n i nası l kur­
ta rabileceğ ine dair plan l a r kurar. Sonunda bebeğ i
anası ndan bir kere daha çaldırıp aç kurtların i n i n e
attı rma n ı n en iyi v e en kesi n kurtuluş çaresi olaca ­
ğ ı n a i.nanır. Öyle de yapar.
Üç sihirbaz Zerdüşt'ü üçüncü defa kaçı rı r ve
aç k u rtları n i n ine bıra k ı r. İne kurtlar gelip yemese
bile çocuğu burada ki mse bulamayacak ve o da
orada açl ı ktan ölecekti r.
Baş Kôh i n sevine dursun, kurtlar çocuğ u n bu­
lunduğu ine gel i rler. Koklarlar ve içerde bir i nsan­
oğlunun bulunduğu n u anlarlar. Yaklaşırlar ama be-

58
TÜRK DESTANLARI

beğ i n ta m yan ı na gelince yü rüyemez olurlar; hare­


ketsiz, kalakalı rlar.
Öylece bir zaman geçer. Zerdüşt, çocuktur, acı­
k ı r, ağlar. Ağ lar ağlamaz da inde iki keçi bel i rdi.
Bunlar b i l i ne n keçilere benzemiyord u , meleklerd i .
Emzirip Zerdüşt'ü doyuru rlar.
Oğulları n ı n insan üstü bir yaratı k olduğunu ar­
tık anlamış olan Zerdüşt'ü n anası ve babası onu en
iyi hoca ların yan ı na verdiler. Öylece büyüdü . Her
şeyi öğrend i . Havovce adı nda çok g üzel bir kızla
evlendi.
Karısı ve Zerdüşt'ün babası. onun çiftlik sahi­
bi olmasını istiyord u . Zerdüşt ise ızd ı rabın kay­
nağ ı n ı bulabilmek için « İyi lik ve kötü l ü k üzerine»
daha iyi düşünebilmek maksadiyle evinden ayrı ldı .
Saba lan dağına çıkıp yıllar sü ren düşüncelerine dal­
dı. Ve yıllar son ra « İyiliğin her zaman iyi, kötülüğün
de her zaman kötü» olduğunu a nlayarak d üşma n la­
ra kötül ü k etsin d iye iyi l i k ilahlarına yahut da iyi­
lik etsi n d iye kötülük ilahlarına ku rbanlar kesip yal­
varmanın boş olduğunu keşfetti . Dünyayı idare eden
iki kuvvet vard ı : İyilik ve Kötülük.
Bu ina nca vard ı ktan sonra inand ı ğ ı n ı insanlar
a rasında yaymağa başladı . K ral Viştaspa' n ı n çok
sevdi ği bir atı n ı n hastalanması ve h i ç ki msenin bir
çare bulama ması üzerine Zerdüşt a tı iyileştirince
Viştaspa onu n i nançları n ı kabul etti. Ve Baş Rah i b
yaptı. Zerdüşt, kızı n ı Baş Vezi rle evlendirince büs­
bütün güçlendi.
Bundan sonra Viştaspa'ya tesi r ederek, inanç­
larını d iğer ülkelerdeki insanlara da yaymak için sa­
vaş açtırd ı . Tura n l ı l a r üzerine acılan savaş karşı-

59
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

l ı kl ı zaferlerle uzayı p g itti. Sonu nda bir Tura n l ı ta ­


rafı,ndan Zerd üşt öldü rüldü .

PERSEUS (YU NAN DESTANI)

Argos Kra l ı n ı n kızı olan Danae, ü l kesi n i n en


g üzel kızıd ı r. Sihirbazlar, ilerde Danae'den olacak
bir oğ lan çocuğunu n dedesini, ya n i Argos Kra l ı nı
öld ü receği n i söyleyi nce Kral da kızı Danae'yi, öl­
d ü rmeye kıyamadığı için, sadece teoesindeki del i k­
te.n ışı k ve hava alan yer a !tında yaptırd ı ğ ı her ya n ı
demirden bir odaya hapis eder.
Danae'nin, hapsoldu ğ u bu demir odada, tepe­
deki bulutları seyretmekten başka eğlencesi yoktu r.
Gün ler böylece gelip geçerken bir gün e n büyük
ilah Zeus ile sevişir. Zeus o gün bir a ltın yağ muru
olup tepedeki delikten odaya inmiştir. Sonunda si hi r­
bazların ded iği çıka r ve Danae'ni n Zeus'ta.n bir oğl u
o l u r.
Da nae, çocuğu uzun müddet saklayamaz. Ar­
�os Kra l ı b i r gün torununu farkeder, hele çocu­
ğun Zeus'tan olduğunu öğrenince ne Danae'yi ne
d e torununu öldürebi l i r. Büyük bir sandık yaptırıp
ona ile oğ ulu içine koyar ve denize attı rı r.
Sa ndık, içindekilerle birlikte sabaha kadar deniz­
de ça l kalanır durur. Fakat Zeus yard ı m eder. Dalga­
lar sa ndığı sürükler ve D i ktis adlı bir balı kçı ta­
rafı nda n k urta rı l ı rlar. Balı kçı ile karısı, Danae ile­
oğ l una iyi ba karlar.
Arada n yıllar geçer; adı Perseus olan Danae'ni n
oğl u büyür ve o d a Diktis g ibi usta b i r ba l ı kçı o l ur_

60
TÜRK DESTANLARI

Balıkçı Diktis'in, kardeşi Polidektes, b u lunduk­


ları ülkenin k ralıd ır. Bir gün Polidektes Danae'yi gö­
rür ve ona aşık olur. Fakat güçlü kuvvetli bir del i ­
kanlı o l a n Perseus'un b u aşkı hoş görmeyeceğ i ve
evlenmeleri n i istemeyeceği n i düşünerek delikanlıyı
yok etmek ister. Söz a rası nda , ü l kesin i n yakınları nda
bulu na n bir adada yaşaya.n Gorgon denilen yaratık­
lardan bahseder, bunlardan b i ri n i n başına sah i p ol­
mayı çok istedi ğ i n i söyler.

Aradan bir kaç gün geçince de evlenmek üze­


re olduğ u n u ilôn eder. Adet üzere herkes krala dü­
g ü n hed iyesi sunar. Perseus'un verecek bir malı o l­
madığı için o da hediye olara k d ü ğ ün ün yapılacağı
g ü n bir « Gorgon Medus0» başı getireceği n i vaad
eder.
Gorgon M edusa. d iğer kardeşleri gibi ka natl ı ,
y ı l a n saclı. korkunç bir yaratı ktı r v e yüzüne ki m bak­
sa taş kesil mektedir. Bunun için herkes Perseus'un
çıldırdığına h ü kmeder.

Fakat ilahlar Perseus'a yard ı m etmeğe karar


vermiştir. İ l a h lardan Hermes Gorgon'ları öldürebil­
mek için üc şeye sah i p olmak gerektiğ i ni a.nlatır
Bunlar: Büyül ü başlık, kanatlı aya kkabı lar ve büyü­
l ü cantadır. Hermes Perseus'a bunları nasıl ve ne­
reden bulabileceği n i de haber verir. Ayrıca bir de
keskin bir kılıcı Perseus'un bel ine kuşatı r ki Gorgon
Medusa'nı n başı nı kolayca kesebilsin d iye.
İlahelerden Athena da kendi kalka n ı n ı verir.
Ka l ka n ı n bir yüzü ayna g ibidir. Perseus'u, Gorgon
Medusa ' n ı n yüzüne bakıp taş kesilmekten kurtara­
caktı r.
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Bundan sonra Perseus yol una devam eder. Her­


mes'i n öğrettiği h i le i le kuğu vücutlu insan ba şlı,
aya kları ve elleri i nsana benzeyen ve Gra iler d iye
b i l i nen, ve üçü n ü n tek bir gözü bulunan kocakarıdan
N imfeler'in yerin i öğ renip onlardan da büyülü başlığ,ı
uçan ayakkabıları ve sihirli çantayı a l ı r. Ve doğruca
Gorgon'ların ül kesi. n e varıp Gorgon Medusa'nın ba­
şını keserek sihirli çantasına koyar. Büyülü başl ı ğ ı
g iyip görünmez olur ve uçan ayakkabılarla uça r gi­
der.
Perseus yolda Habeşistan'a uğrar. Habeşistan ' -
da Kral Kepheus'un Karısı Kassiepeia ilahları öfke­
lendirmiştir. İ lahlar da bu öfke yüzünden Habeşiş­
tan'a insan yiyen bir ejder yol lamışlard ı r. Ejderin ge­
ri dönmesi için de kral ile Kral içenin kızı olan And­
romeda'yı yemesi lôzımdır.
işte Perseus'un Habeşişta n'a vard ı ğ ı gün And­
romeda, bir kaya n ı n üstüne oturmuş ejderin gelip
kendisini yemesi için beklemektedir. Perseus kızı
görür görmez ôşık olur ve ejderi de öldurür. Bunun
üzerine Andromeda ile evlenir.
Uçan ayakkabı ları sayesinde Perseus ve Andro­
meda, bir ônda Habeşista n'dan kendi ü lkelerine dö­
nerler. Fakat ba l ıkçı Diktis'i n karısı ölmüştür. Perse­
us'un annesi Danae de Kra l Polidektes i le evlenmek
istememiştir Diktis ve Danae, öfkelenen kraldan ka­
çıp bir ta pınağa sığınmışlard ı r.
Bun ları öğrenen Perseus, doğruca Kral Pol idek­
tes'in sarayına g ider. Sarayda büyük bir ziyafet ve­
ril mekte olduğundan Kral Pol idektes'e bağ l ı olan­
·

ların hepsi oradadır. Gorgon Medusa'nın başı nı , si­


h irli çantada n çı karıp ziyafetteki lere doğru uzatı nca

62
TÜRK DESTANLARI

Kra l başta olmak üzere oradakilerin hepsi birden


taş kesilirler.
Ondaın sonra Perseus annesi Danae'yi ve ken­
disini büyüten bal ı kçı Diktis'i saklandıkları ta pınak­
ta bulur, Diktis'i kra l ilô n eder. Sonra da a nnesini
yanına alara k dedesi Argos kra l ı n ı n ü lkesi.ne gider­
ler. Arada n yıl lar geçtiği için olan biteni Argos krah­
n ı n un utup a rtık yumuşadığını za nnetmektedirler.
Fakat Argos'a vard ı k ları nda kra l ı bulamazlar.
Cünkü Kra l l ı ğ ı elinden al mışlar ve onu Argos'tan koğ­
muşlard ı r. Nerede old uğun u da kimseler bil memek­
tedir.
Aradan bir kaç g ü n geçer. Perseus, Farissa
kra l ı n ı n yarışlar düzenlendiğini öğ renince kalkıp ora­
ya gider. Yarışlara g i rer. Fa kat disk atarken öyle
bir fırlatı r ki, disk seyircilerin bulunduğu yere
doğ ru uçup orada yaşl ı bir adama çarpar ve adam
derhal ölür; ölen, ü lkesinin koğulan eski Argos Kra­
lıdır; Perseus'un dedesi. Sihirbazların dediği çıkmış­
tır.
Bu olaya rağ men Perseus karısı Andromeda ile
birlikte mesut yıllar geçirir. Bir oğ ulları olur. Adı.nı
Ele ktryon koyarlar. Elektroyon'un torun u ise meşhu r
Hera kles olacaktı r.
Gordon M edusa'nın başını ise ilahelerden Athe­
na a l ı r; Zeus'un kalkanına takar ve o baş o kalkan­
da taşınır d u ru r.
CUCHULAİNN (İRLANDA DESTANI)
Cuchulainn, Ulster gibi İ rlanda'n ı n sayıl ı iki kah­
ramanı ndan biri kabul edilir. Efsaneye göre Ulat
Kôhininin oğ l u zannedildiği halde aslı nda İ lah Lugh'-

63
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

u n oğludur. Çocukluğu sonrada n kendileri de bi­


rer l<a hraman olan çocukları n a rasında geçmiş ve
o n la rla birlikte büyütü lmüştür. Fakat daha yedi ya­
ş ı nda i ken Culann'ı öldürür. Culan.n, korkunç ve i n­
sanların baş edemedi ğ i bir canavar köpektir. Bunun
üzerine asıl adı Setanta i ken bu ad unutulur ve Cuc­
h u l a i n n denilmeğe başlan ı r.
Cuchulainn, daha sonra İskoçya'da bri büyücü
kad ı n ı n yanında yetiştiri l i r ve bu büyücü kadından
bir çok bilgiler öğrenir. Delikanl ı l ı k çağ ı na gelince
de, ü l ken i n en g üzel kızı olan d ilber Emer'e aşık
o l u r.
Fakat Emer'i.n babası sihirbazdı r. Bu yetmiyor­
muş gibi kızı da bir alay asker muhafaza etmekte­
d i r. Cuch u l a i n n , Emer'in s i h i rbaz babasına ka rşı çı­
kar ve bütün askerleri öldürerek sevg i l is i n i kaçı rır.
Bundan sonra Ulat'ları başına toplar ve Cu Roy
denilen b i r dev i l e savaşa başlar. Bu Cu Roy öyle
bir devd i r ki üç g ü n üç gece kafası kesilse yine de
canlı kalıyordu .
Dev Cu Roy b i r kaide koydu. Ulat'lardan ki m
isterse gelip kendi kafasını kesecekti . A m a ertesi
g ü n de Cu Roy o k imsenin kafası n ı kesecekti. Anlaş­
tılar ve Cu Roy üç gün üç gece kafası nın kes i lme­
s i ne razı oldu. Üçüncü g ü n ü n sonunda, Ulat'lara kes­
t i rd i ğ i kafası n ı alıp g itti.
Ertesi günü döndüğünde Ulat'lardan kimseyi
göremedi . Korkup kaçmışlard ı .
B u n u n üzerine Cuchulain.n ortaya atı ldı Devin
kafasın ı kesti . Ertesi g ü nde sözünü tutup Cu Roy'a
(dev'e) kendi kafası n ı kestirmek üzere geldi . Bunu
gören dev de Cuch u la i n n ' ı n kafası n ı keseceğ i yer-
1'ÜRK DESTANLARI

de baltası n ı n tersiyle vurdu sonra da tutup ayağa


kaldıra rak İrlanda'da Ulster ve Cuch u l a i n n 'dan daha
yiğit kimsenin bulunmad ı ğ ı n ı ilôn etti.
Sihırbaz k ral içe Madb'ın yüzünden de Cuchu­
lainn bir çok savaşlara gird i . Bunlardan biri sih i rl i
bir boğa yüzündendi. Ulat'lar Cooley'in bu sihirl i bo­
ğası n ı öldürmek istiyorlard ı . Sihirbaz Kra liçe Madb
da Ulat'lara ordu gönderdi ve Ulat'ları zayıf düşürd ü
Öyle ki neredeyse Ulat'ları n ü l kesin i işgal edecek­
ti. Fakat Cuchulainn üç ay sihirbaz kraliçeye tek
başı na karşı d u rdu. Hem İlah Lugh ' u n oğl u oluşu,
hem İskoçya'daki büyücü kadından öğrendiği sihir­
ler hem de yiğitliği tek başına savaşmasına yard ı m
ediyord u . Ayrıca babası olan ilah Lugh da h e r gece
gelip yiğit Cucuhulainn'in ya raları n ı sarıyor ertesi
gün için g ücünü kuvvetini sağlamlaştırıyord u .

B i r ara Cuch u lainn'e bu savaşlarda ,savaş i l a ­


hesi olan Morrigane de yard ı m etmiş hatta ona ôşık
bile olmuştu . Faköat Cuchulainn ilahi Morrigane'nin
aşkını kabul etmedi . Bunun üzeri ne Morrigane ona
d üşman old u .
öteya ndan sihirbaz Kral içe M a d b yen i yeni h i­
leler peşinde idi. Cuch ulainn'in en sevdiği ve en ya­
k ı n a rkadaşı Ferdiad'ı aşk ve şarapla sarhoş edip
C uch ulain n'e saldırttı. Teke tek vuruştular. Bir a ra
Ferdiad ayı ldı ve yaptı ğ ı ndan pişman oldu ise de
bu sefer arkadaşları bırakmad ı . Çç g ü n üç gece vu­
ruştular. İkisi de birbirine kıyamıyord u . Sonu nd a
Cuchulainn , sihir li mızra ğ ı n ı f ı rlatıp Ferd iad'a attı ve
onu yaraladı. Ferd iad öldürücü yerinden vuru l m uş­
tu, d üştü ğ ü yerden kalkamadı . Bunu gören Cuchula-

65
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

i n n ağlaya rak savaşı terketti . O s ı rada Ulat'lar da sa­


vaşı kazanmışlard ı zaten.
Cuchulainn uzun zaman kendi ne gelemedi. Yi­
ne savaşlara iştira k ediyordu . Hatta savaşların birin­
de, bir zama.nlar Sihirbaz Aiffe i le araları nda geçmiş
bir aşktan doğma olan ve hayatta tek evladı bulunan
oğlunu bile, b ilmeyerek öldürd ü . Farkı na vardığı za­
man iş işten geçmişti. Çok öfkelendi faydasız oldu­
ğ u nu a n layınca da tarif�iz kederlere kaptı rdı kendi-
ni.
Fakat sihirbaz kraliçe Madb boş durmuyord u .
Cuchulainn'in öldürd ü ğ ü kimselerden kalan kadın
k ı z erkek .ne varsa hepsini kışkırtmıştı. Sonunda üç
s i h i rbaz kızı üç karga şekli ne soktu. Kargalar Cuc­
h u l a i nn'i ovaya götürd ü ler. Orada Cuchulainn'e ha­
ram olan köpek eti yed i rd i ler ve çeşitl i maskara lık­
lar yaparak onu oyaladı lar. Da l g ı n bir ö nı nda da e l i n ­
den sihirli mızrağını ka pıp kaçtılar.
Cuchulainn, müdafasız kal mıştı. Bunun üzerine
bütün düşmanları b i r a rada ve b i rden sa ldırd ılar.
Cuchulainn bir çok yeri nden yaralandı, yoruldu, hal­
s i z d üştü, öleceği n i a n lamıştı . Kendi kend i n i sağ l a m
bir kaya çı kıntısına bağladı ; ayakta ölmek istiyord u .
E l i ndeki kılıcı, ancak öl mek üzereyken düştü. K ı l ı ç
d ü şerken bile, Cuchulainn'i.n kafasın ı kesmek için
uzanan elleri doğrayıp uçurdu.

66
GILGAMIŞ DEST ANI (Mezopotamya)

Gılgamış S ü mer devri destanlarından olup, yarı


İlah yarı insanoğlu vasıflarını taşıyan b i r kra l ı an­
latır. Gılgamış. destana göre anası kutsal i n ek Ri­
mat - Bel in'den doğma gadda r, biraz şımarı k , çok
cesur bir k raldır. Fakat tebaası ola n halk Gılgamış'ın
ahla ksızlığı.na kadar vara n eziyetleri nden bıktığı için
ilahlara yalvarmış ve Gılgamış' ı n başı n ı derde soka ­
cak. ona eş b ir yiğit yaratması nı iste mişlerd i r.
İ lahlar bu yalvarışı kabul ederek Enkidu'yu ya­
ratırlar. Enkidu, insan görünüşünde olmasına rağ­
men vücüdü baştanbaşa kıl larla örtülü. sacı kad ı n
sacı g i b i upuzun. çöllerde hayvanlarladolaşıp gezen
ve yaşayan b ir yaratı ktır. Sürülerin i çaldığı çobanla­
ra işkence eder, etrafına korku saça r.
Gı lgamış halkın şi kôyeti üzerine d u ru m u öğre­
n i r. Şöehrin kötü kadınları nın en g üzel i n i Enkidu'ya
yoll a r. Kadın. Enkidu'yu kendi ne ôşı k eder; h ayvan ­
l a r, bun un üzerine Enkidu'dan kaçarlar v e kad ı n ı n
peşine ta kılan E n k i d u , uysal uysa l şeh re gelir. Fakat
Enkidu, şehre gelirken i leride neler olaca ğ ını. başı n a

67
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

neler geleceğ i n i , Gılgamış'ın bile bir g ü n kend isine


kötül ü k yapaca ğ ı n ı h i.::>s etmektedir.
Şehre geli nce şaşırır. Şeh i rl i leri n gösterdiğ i bü­
y ü k ya kınlığa rağ men alışamaz. Enkidu'yu şehre ge­
tire n kötü kadı n ona şehirlilerin bütün adetlerini ve
yaşama tarzlarını öğretir ve Enkidu iyice değişir.
Ama, yine de çöl ve çöldeki hayatı Enkidu'nun
içinde bir özlem hal inde değ reşip durur.
İ lahlar, Gı lgamış ile Snkid u ' n u n düşman olma­
sını istemişti . Hatta Gı lgamış ve Enkidu korkunç bir
kavgaya bile tutuşurlar; ikisi de birbirine denk id i.
Yenişemeyince dost olqular. Bu dostluk sonuna ka­
dar devam etti.
Herkesin çılgın lı k ve sonu muhakka k ölüm de­
d i ğ i bir işi, hiç kimseyi d i n lemeden ya pmak isted i­
ler. Enkidu'nun gördüğü bir düş üzerine Gılgamış ve
E n kidu beraberce ilah Ehlil tarafından Sed ir dağ ı n ın
koruyucusu olara k vazifelendirilen Dev'in üzerine
g itti ler. H umbaba adındaki bu dev, en hafif sol uğ u
fırtına g ibi esen, kasırg a gibi gürleyen güç yetmez
korkunç bir dev idi.
En kidu korkuyord u ; hele H umbaba devinin ya­
n ı na yaklaştı kça korkusu büsbütün arttı . Bu.na rağ­
men devi öldü rd ü ler. Ka n ı ndan temizlenmek için de­
rede yıkanan G ılgamış'ı İlahe İştar görünce ona ôşı k
oldu; fakat o ilaheni n aşkı nı reddetti. Yetmiyormuş
g ibi İlaheye hakaret bile etti; İ lahenin çirkin ve ah­
l a ksız yaşayışını yüzü.ne vurd u . İlahe İştar çok öfke­
lend i. İlah Anu'ya Gılgamış'tan öcünü a l ması için
yalvard ı .
İ lah A n u , İ lôhe İştar' ı n hatı rı nı kıramaz ve kor­
kunç bir boğa yaratır. Fakat boğayı Enkidu öldürür.

68
TÜRK DESTANLARI

Öldürür ama i lahe İştar da Enkidu'dan öcünü alır;


Enkidu'yu 'hasta eder ve bu hasta l ı ğ ı n sonunda da
Enkidu ölür.
- Gı lgamış arkadaş ı n ın ölü müne çok üzülüra, ona
ağıtlar yakar; ölümden korkmağa başla r Neticede
şehri t�rkeder. Ölümden kurtulma k istemektedir.
Utnapişmiş'i bulmak üzere Gı lgamış yola çıka r.
Güneşin her a kşam d i lemeve geldiği Maşu Dağı'na
gelir. Dağı koruyan ejder;0r G ıl c :. mış'tan çekinip
yol verirler, G ı lgamış kara n l ı k geç;tıerden geçer, yü­
ce dağ ları aşar sonu nda her yeri kıymetl i taşlarla
bezenmiş, ağaçları n ı n meyvesi sihirli m ücevherler
olan bir bahçeye varı r. Bu yer, içki ilôhesi Siduri
Sabitu'nu.ndu r. Goılgamış'ın n iyetini öğre n ince vaz­
geçmesi için ısrar eder. insanın d ü nya n i ğmetleri ile
yetin mesi gerektiğini, daha fazlasını istemenin teh­
l i keli olduğ u n u söylerse de Gılgamış'ı kandıra maz
ve som,ında ö l ümsüzlüğün sırrı n ı bilen Utn i piştim'­
i n yerini tarif eder.
Gılgamış yeri öğrenince, o güne kadar k i msen i n
geçmeğe cesaret edemedi ğ i ö l ü m denizini geçmek
üzere kayıkçı U rşanabi'yi ki ralar. Bir-bir buçuk ay
sonra M utlular adasına varı p Utnapiştim'i bulurlar.
Utnapiştim de Bılgamış'ta n sevdadan vaz­
geçmesini ister. Kendi başı ndan geçen uzun h i kôye­
leri a n latır. Gı lgamış' ı n ı srarı ve kend i karı s ı nı n da
arzısı üzerine ölü msüzlüğün sı rrı n ı açı klar. Bu, de­
nizin dibinde b uluna n gençlik otud u r. Sonsuz hayat
o ottad ı r.
Gılgamış o heyecanla uyku uyuya maz. yerinde
d u ra maz. Atlayıp, otu denizin d i bi nden, Utnapiştim'­
i n tarif ettiğ i yerden çı ka rır.

69
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Artık ü l kesine dönecektir. İstediğine kavuşacak­


tır. Yolda bir kaynak başı nda yıka n ma k ister. Otu
bir k ıyıya b ıra kıp soyunur. Kaynağa g irip yıka n ı r.
Sudan çı ktığ ı nda otu bula maz, bir yılan yemiştir. Otu
y iyen yılan gençleşmiş eski desini orada bıra kı p
kaçmıştır Gılgamış i s e h ü n g ü r hüngür ağlamaya baş­
lar.
Fa kat yapı lacak bir şey yoktur. Gılgamış ül­
kesi ne, Uruk'a döner. Bi tki n bir haldedir. Başka E n­
kidu'nuın ruhu, yeraltı İlahı Norgal'in izn iyle y er yü­
züne dönmüştür. Gılgamış, dostun u n ruhuyla ko­
nuşup dertleşmeye başlar. Öbür d ünya ve oradakiler
hakkı nda soru lar sorar, akıl danışır. Ama Enkidu ölü­
ler d ü nyası ndak i ruh ların çaresiz sonucunu a nlat­
maktan başka bir şey yapamaz.

BENZERLİKLER VE _FARKLAR:

Kısaca özetlediğimiz değişik milletlere a it bu


destan lar, önce tek b i r şahsın etrafında gel işmekte­
d ir. Hepsi de b i r mücadelenin içinded ir ve bir hedefe
varma k niyetindedi r. Kiminde bu niyet nası l ve ne
şekilde varı lacağı şuurl u olarak ve acı kça b i l i necek
şekilde belli, kimi nde ise desta n ın akışına tabi ve
şuursuz, kiminde de felsefi bir isbatı ortaya çı karmak
için çizilmiş bir plan gibidir. Desta.n ka h ramanları­
n ı n kişilikleri d e böyledir: Oğuz Kağan da, Zerdüşt
de, Perseus da, Cuchulainn de, Gı lgamış da üstün
insanlard ı r. Perseus,en en büyük ilah Zeus'un, Cuc­
h u l a i n n ilah Lugh'un oğ!ud u r. Gılgamış ise yarı ilah
sayılmaktad ı r, a nnesi kutsal inek Ri mat-Bel ittir. Ayrı-

70
TÜRK DESTANLARI

ca Perseus'un an nesi Argos Kra l ı n ı n kızı d ı r ve ilah


tarafı nd a n seçilmiştir; Perseus'un doğ u m u mucizeli­
d ir. Perseus'a i lah ve i laheler ya rd ı m eder.
Cuch u l a i n n ' ı n hakiki olmayıp d a babası duru­
munda görülen kişi Kôh i n'dir, sih irle u ğ raşan , geç­
m iş ve gelecek hakkında bilgi vere n b i r kişidir. Cuc­
hulainn'in anası da Perseus'un a nasına benzer, o da
bir i lôhla, Lugh ile gizl ice buluşmuştur.
Gılgamış ise yarı i la h oluşunun duşunda k raldır.
Arkadaşı Enkidu m ücize l i bir şek i lde yaratı l mıştı r.
Gılga mış'a ilôhlar yard ı m ederler.
Perseus da, Cuch u l a i n da, Gılgamış d a i nsan gü­
cünde olmayan, daha güçlü devlerle, s i h i rbazlarla
cinler ve periler d iyebileceğimiz bir d ü nyan ı n yara­
tıklarıyla savaşırlar.
Bu kahra man ların a rasında doğuşları ba kımın­
dan değişik ve mucize l i ol maya n Zerd üşt ve Oğuz
Kağan'd ı r. Fakat Zerdüşt'ü n g ülerek doğması, doğu­
muyla birl ikte sihirbaz ve kôh i n lerin korkuya kapıl ı p
bebek ha l i ndeki Zerdüşt'ü yok etmek için çalışmala­
rı, buna karş ı l ı k doğ u m . üzerine bütün kai natı n se­
vinmesi mucizel idir. Zerdü şt'e de ilahlar kah bizzat
kah gönderd i kleri melekler vasıtasıyla yard ı m eder­
ler. Ya l nız Zerdüşt'ün m ücadele ettikleri, d i ğerleri
gibi bir başka d ünyaya ait ola n i nsa. n da n başka ka­
ratı klar değ i ld i r. Bel l i bir devri n adamlarıdır. Fakat
i nançları başka ola n adamlarıdı r. Din ve Tan rı a nla­
yışları n ı n vuhuzlaşmağa başladığı b ir devirde fikir
ve d i n değişimi uğru na , beden ve adele gücüne da­
yan mayan tamam iyle zeka ile ve ruhla ilgili b i r g ü ç­
tür. Fakat yine de m ücadele edilen g ü ç insan üstü­
dür ve bu karşı gücün temsilcisi k raldır.

71
100 BÜYÜK EDİP ıoo ŞAİR

Bununla beraber Zerdüşt de Perseus g ibi, Cuc­


h u l a i n n g ibi Gılgamış g i b i tek başına bir adamdır.
Gücü' hangi yön l ü ol ursa olsun tek başındad ır, çev­
resizd i r. Perseus'u n , Cuch ulainn'in ve Gılgamış'ın
bütün mücadelesi şahısları icin gibi görünür, bir tek
şahsın yüceltilmesi için gibidir. Başarı ları veya başa ­
rısızl ı kları kendilerine a ittir.
Zerdüşt bu ba kımdan biraz farklıdır. Onun çev­
resi vardı r; bu cevre şahıslaşmamış bile olsa bel l i
b i r mefku re hali nde bir anda diğerieri gibi yok ola­
bilecektir. Başarısı ise kendisiyle birl i kte büyük b i r
topluluğa, bir içtimai ya pıya a i t olacaktır. Zerdüşt'ü,
d iğer destan kahraman larından farklı kılan nokta
da budur.
H albuki Oğuz Kağ a n cok değişik ve tamamiyle
farklı yapıda bir destan kah ramanıdır. Bu farkl ı l ı k
gayri tabii de değild ir; üstün insan vasıfları göster­
mesi, zaman zaman i l a h i yardımlarla g üçlen mesi
Oğuz Kağan'ın tabii l i ğ i n i gölgeleyemez.

Her şeyden önce doğuşu tabiidi r. Herkes g i bi ,


ıki normal ı nsandan doğ muştur. Doğan bebeği n yü­
zün ü n göl rengi ol ması bile ta biidir. Üstünlük, be­
beği n ilk süt emişinden sonra normal yiyecekler is­
temesinde. konuşmasında, kı rk günde yürümes i nde­
d i r. Diğer destan kahra manları n ı n bebekl i k çağ la rı
düşünülecek olursa, Oğuz Kağan'da mucizeye ben­
zeyen bu kısmın daha ta biileştiği farked i l i r ve gerçek
bir tan rı fikri ve yardımı'.nı n bahis konusu edilmeğe
çalışıldığı anlaşılır. N itek i m Oğuz Kağan del i ka n l ı l ı k
çağ ında ilk karısına raslamadan önce Ta n rıya dua et­
mektedi r. aTn rı ; Perseus'un, Cuchulainn'in, Gılga-

72
TÜRK DESTANLARI

mış'ın ve Zerdüşt'ü n yard ı mcıları olan garip ve g üç­


süz ilahlar gibi değildir, hakimdir ve m utlaktır.
Oğuz Kağan'ın, diğer destan kahrama nlarından
farklı lığı ise beden ve adele gücünün yan ı nda ve o
nisbette a k ı l ve zeka gücüne de sah ip oluşudur.
Ne Perseus g ibi yapacağı işler ve g ideceğ i yerler
hakkı nda başkasından akıl a l ı r, ıne Cuch u la i n n g ibi
geceleri yarasın ı sarıp cesaret veren g izli ilah ba­
bası vard ı r, ne de Gılgamış g ibi bir takı m akıl verici
ve yol göstericilere sa hiptir. Bu noktada biraz Zer­
düşt'ü hatırlatır. Fakat Zerd üşt'ün, uzun bir ya lnızlık
ve murakabeden sonra varlı ğ ı düşünce silsilesi ona
yumuşak, atı lgan ol mayan, hatta pasif g i bi görünen
hareketsiz bir zeka gücü vermiştir. Oğuz Kağan'da
ise bu güç, beden ve adele gücü ın isbetinde a ktif,
atı lgan ve sür'at kabil iyeti olan bir zeka d ı r. Bu hü­
viyetiyle Oğuz Kağan bir destan kahramanı vasıf­
ları n ı n dışı nda olanca manasiyle bir liderin bütün va­
sıfları n ı da taşır; Oğuz Kağan'ı destan kahra ma nı
olarak, gördüğümüz d iğer kahramanların hepsi nden
ayı ra n husus işte buradad ı r. Diğerleri n in aksine ba­
şarısı da başarısızlığ ı da kendine ait olmayıp çevre­
sini doldura n insan toplul ukları na, ya n i bütü n b i r
millete aittir. O ğ u z Kağan , destan ı n ı n birinci kısmı
diyebileceği miz bölümde daha ejderhayı öldürmeyip
de kend isi ölseyd i e Prseus ve ötekiler g ibi bu başa­
rısızlı ğ ı n cezası nı sadece kendisi çekmemiş olaca k­
t ı ; kurtuluşunu Oğuz Kağana bağ lamış olan bir mil let
de daha başlangıçta başa rısızlığa uğrayacaktı.
M i lli karakter ve ma 'şeri şuur derken a nlatmak
istediğimiz husus işte budur; desta nlara , hatta mi l­
letler a rasında çok tabi görülen ve medeniyetler

73
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

bağı yüzündengel işen kültür al ışverişleri yüzünden


intikal eden müşterek u nsurla rda bile bir milli ben­
lik, bir orta k şuur ve belli bir kara kter işlemesidir.
Kısaca özetlediği miz destanlar-Yarad ılı ş Destan­
ları dahil-bir daha gözden geçiri lecek olursa bu hu­
sus çok daha acı k olara k görülecektir:
a) Ta nrı anlayışı : Türk aYradılış Desta n ı n ı n d ı ­
ş ı ndaki bütün destanlarda ilahlar ciddi ol mayan bir
ta kım semboller hal indedir. Ayrı ve sadece kendi­
lerine has bir yerde yaşamış olmalarına ve üstünlük­
lerini bilmelerine rağ men kendileri de bir türlü ciddi
olamazlar. insanlarla alay eden, insanlara eziyet
eden, i nsanları birbirine düşüren ve yaptıkları ndan
keyif d uyup zevk alan bir ta kım kuvvetlerdi r. Hemen
hepsi de ah lôksızdır: kendi aralarındaki tabi olma­
yan aşk hayatları yetmiyormuş gibi ilahlar ve ilaheler
insanlara da aşk olup onları baştan çı karırlar veya
cı karmağa ça lışırlar .. Uyu rlar. sa rhoş olup kavga çı­
karırlar. iktidar mücadelesine g i rip birbirleriyle savaş
ederler, Ve yaptıkları n ı n h iç birinden uta n mazlar.
Korkarlar. ağlarlar, h ı rsızl ı k ya parlar.
Türk yaradılış desta n ı nda ise tek bir Tamı var­
d ı r : Bembeyaz bir kaz hali nde sessiz, sakin ve va­
k u r bir halde uçar. İ nsan la rı kötü lü kten korur ve on­
ları daima gözetir.
b) Yapı lan savaşlar aslı nda gayesiz gibi görü­
n ü r. Bir ilahın diğerine kızması, çekememez lik ya­
hud da Truva Savaşında olduğu gibi ilahelerin kıs­
kançlığı bir savaşın açı l masına sebep olur.
Türk Destanları nda ise savaşlar bir milletin bü­
tünlüğü, mil let ve devlet olma yolu ndaki gayeleri n i n

74
TÜRK DESTANLAR!

tahakkuku içind ir; önceden hesaplanan bir nizamın


kurulabilmesi içind i r. Fin Destanı Kaleva la'da da bu
bütünlük vard ı r. Kaleva la, b i r m i l letin tabiatla mü­
cadelesi h a l inde gelişmekted ir.

c) Yunaın , Sümer ve M ıs ı r destanları toplu l u k


içinde i y i gözle bak ı l ma ması gereken meslekleri d e
yüceltmektedir. Meselô fa h işel ik kötü görül medi ğ i
g i b i , çok defa fahişelere i yi gözle bakı l ı r, kutsal lı ğ ın
izafe ed i l d i ğ i b ile olur. Hatta krallar ve ilahlar bir
gibi ilah veya ilaheler bile zaman za man baştan çı­
karıcı olurlar çok güzel kadınlar kı lığ ına g iri p erkek­
leri baştan çıkarara k elde etmek istedikleri sonuca
u laşı rlar.
Türk Destanlarında ise kadınlar daima erkeğin
yanında ona yard ı mcı, sayg ı değer ve ahlakl ı d ı r; fa­
hişeler yoktur. değ il fah işeler, hafif meşrep, hatta
çapkın mizaçlı kadınlara bile rastlanı l maz.

d) Diğer bütün destanlarda değer veril i p kut­


sallaştırı lan sayısız hayvanlar vard ı r. Bunlar öküz,
inek, boğa, köpek, kedi, eşek, maymun, yılan, ho­
roz ve kuşlard an Akbaba, Şah in, Kartal g i bi hay­
vanlar kutsal b ilinip tapın ı l ı r, üstün ve dokunulmaz
olara k kabul edilir.
Türk Destanlarında ise bu dereceye varan bir
tek hayvaın vard ı r o da kurttu r. Zor zaman larda orta­
ya çıka r, yol gösterir; ilôhi bir havası vard ı r. Fakat
gelişi güzel b i r kurt cinsi ol mayı p ayrı bir hususi­
yet taş ır: BOZ K URT'tur. Böyleyken bile tapın ı l maz,
adaklar adanmaz.
Türk Destanlarında d iğer hayvanlar her hangi

75
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

b i r hususıyeti ol mayan sadece dekoratif bir motif,


tabiatta n gelme bir cevre unsuru olara k görü n ü rler.
e) Diğer bütün destanlarda g ü neş, ay, yıldızlar
ve ışıklı bütün u nsurlar ya doğrudan doğ ruya bir ilah
veya ilahe yahut da ilah ve ilahelerin vasfı veya pa r­
çası olarak bel irir.
Türk Destanlarında ise çok defa hakiki ma nası n­
da bir ta biat u nsurudur ve gerçek yerlerine oturtu l­
m uştu r. İlahi b ir değer kazanan yalnız ışıktır.
f ) Türk Desta n ları n ı n dışı nda diğer mil letlere a it
destanlar, ilah, ilahe ve kahraman ları n , hoş ve tabii
görü lmeyecek şekilde ahlakdışı hilelere başvu rma­
s ı n ı , ya lan söylemesini ve rüşvet vererek kandırd ı ğ ı
veya satıın a l mayı olağan bir had ise g ib i kabul edip
işler.
Türk Desta nları ise. bütün diğer yarg ı larını. en
i ptidai hal lerinde bile olsa çok tabii bir şekilde be­
l i rt i r ve kesinlikle tesbit eder.
g ) Türk Destanları daha çok a l< lı n ve mantı ğ ı n
mantığı olup rea l ist b i r çizg iye yaklaşı rken d iğer mil­
letlerin destanları gerçek dışı bir muhayyilenin süs­
lemelerini andıra n fantaziler halinded ir. Bununla be­
raber Türk Destanları nda ki a klı n ve mantı ğ ı n sınırla­
dığı muhayyile gücünden daha g üzel değ ildir.
h ) Türk Destanl arında bir tahkiye sanatı ve bir
bütünlük vard ı r. Zama n ve meka n bu bütünlüğü çok
usta ren k ve çizgilerle g üzelleştirir ve zorlamadaın
sonuca götürür. Diğer Desta nlarda bütü n l ü k, vak'­
aların iç içe gi rmesi, zaman ve meka n ın çok farklı
ve b i rbirinden uza k ola ra k değ işmesi ve meka n ı n
i nandırıcı olmaması g i b i sebepler yüzünden parça­
lanmaktad ı r. Çok usta sanr:ıt adamlaarı ve yaza rla-

76
TÜRK DESTANLARI

r ı n -Firdevsi, Ovid u is, Hesiodos, Homeros, Pindaros


ve d iğerleri,n in g üzel bir ş i ire u laştıkları halde bile
bu bütünlüğü tem i n etmekte çok güçlük çekti klerin i
h issetmemek i m kansızdır.
Bütün bunlar, i ncelendi kçe bulunabilmesi müm­
k ü n daha bir çok benzerlikler ve farklar, bi lhassa
farklar; o destana sahip olan milleti n kara kterin i n
bel irtisidir. B u bel i rti, destan daha çekirdek halin­
deyken bel irir. Destan çekirdeği hazı rlayaın Ozan,
mensup olduğu topl u lu ğ u n veya m i l letin dışı nda du­
yup düşünemez. H isleri n i n coşkunluğu, mu hayyi­
lesin i n sonsuzluğu bir ôn için duygu ve düşüncele­
rinde topl u l u k veya m i lletin duygu ve düşüncelerin­
de,n YSJYe eğer yargı larından aykı rı b i r sapma doğu r­
muş olsa bile destan çekirdeğ i topluluğa veya mil­
lete mensup insanlar ta rafından a nlatıla söylene hem
büyük hem de aykı rı l ı klar ve sapmalar ayı klanır,
boşluklara uygun kara kter motifler yerleştirilir. Bu
tıpkı ekime hazırlanan bir topra ğ ı n yabancı ve zarar­
lı otla rdan, taşlardan ayı klanması g ibid i r, beslen­
mesi gibidir. Daha tohumluğun arın masını tem i n ediş
g ibidi r.

DESTAN CEKİRDEGİNİN GELİŞMESİ

Çekirdek halindeki destan, konusu ne o lursa


olsun, muhakkak ki büyü ve olağan bir va'a n ı n ne­
ticesinde teşekkül etmişti r. Bu vak'a, duygulara te­
sir edecek bir şekilde cereyan edebileceğ i g i b i dü­
şü nce sisteminde değişi k l i k yapa bilecek şekilde d e
cereyan edeb i l i r. Şayet vak'a, herhangi b i r şekilde
devam etmez yahut benzer hadiseler meydana gel-

77
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

mezse destan çekirdeğ in in gelişmesi şansı yoktur.


Ancak, Oza n, bu i l k çekirdeğ i çok g üzel bir şekilde
işlemiş ise, bu işlenişin, şek il ve başarısı bakımından,
daha sonra k i muhayyeleler tarafından geliştirilmesi
mü mkündür. Aksi halde, çekirdeği gel iştirecek vak' -
a l a r da devam etmeyeceğinden çok defa çek i rdek
unutul u r g ider.
Fa kat çekirdek hal i ndeki destanı yarata bi lecek
bir m i l let, gelecek gün lere doğru azimle ve yeni ham ­
lelerle yönelmek zorunda olduğUından vak'alar ve
h a d iseler de, destan çekirdeğin i geli ştirmeğe yar­
d ı m edecek bir şekilde deva mlı olacaktır. Bu deva m
ediş yeni nesillerde veya daha değ işik mu hayyele­
lerde yeni, değ işik ve zamana uyg u n tesi rler uya n ­
d ı racağından. çekirdeğe, tesi rler derecesinde ilave­
ler yapı lacaktır. Bu a rada, tıpkı fertlerde olduğu gibi
m i lletlerde de ortak kara kterler ve içtima i şuur ge­
lişmekte old uğunda n . çekirdeğe yapı lan ilaveler bu
ba kımdan da izler taşıyacaktı r.
Ayrıca, mil letler, geçen zamanla birl ikte mede­
niyet sahasıında da bir takım merha lelere ulaşmıştır.
Ulaşılan merhaleler, e n tesirli hatıraları veya izleriyle
ve mecbu ri kültür alış-verişleri dolayısiyle mi llet­
ler veya topluluklar a rası kültür u nsurları n ı n akışıyla
çek i rdeği geliştiren ilaveler mana ve ren k kataca k­
tır.
Böylece destan çekirdeğ i, yazıl ı halde tesbit
edilinceye kadar. a nlatmağa çal ıştığımız şekilde ila­
velerle devam edecektir. Yazı lı halde tesbit ed ildik­
ten sonra gel işme d u rur. Bundan sonra destan ,
bir ana kayna k halinde sanat adamları n ı n , işlenecek
ve ayı kla nacak bir vesika halinde tarihçilerin. sos-

78
TÜRK DESTANLARI

yologların veya d iğer i l i m adamları n ı n istifadesine ha­


z ı r hale gelmiş olur.
Söylemek istedi k lerimizi misaller üzerinde acık­
ça göreb il i riz. M isa ller Sü mer, Mısır ve Y u n an Yara­
d ı l ış Efsa nelerinden a lı naca ktır. Böylece hem çekir­
dek ve gelişme hem de bu gelişme esnasındaki bü­
tün karakter, medeniyet ve k ü ltür merhaleleri.n i n iz­
leri bel i rtilmiş olacaktır.
Sümerleri n, menş ebakı mından doğu lu olup ol­
madığı münakaşası na g i rmezsek, Mezopotamyada
sular bölgesi nde yaşadıkları ve buraya yerleştikleri
andan itibare n iki nehrin taşması , e k i l i toprakları
basması; sonra suların çekil mesi gibi va kalarla kar­
şılaştıkları tarihi bi r gerçektir. Su, g ü neş ve toprak
Sümerlerin hayatın ı tanzim eden u nsurları n başında
gelir ve d iğer bütün mil letlerden çok Sümerlerde bü­
y ü k bir kurak lık hadisesi yoktur. Bu bakımdan Sü­
mer destanlarında Kozmoloji k çizg iler motifler ö n
plandadır. Yaradılışın esası Apsu ve Tiadat (Tatlı ve
tuzl u su) üzerine kurul muştur. Diğer mil letlerin des­
tanlarında ejder, dev ve canavar şek l i nde beli rti­
len ta biat dışı korku nç yaratıklar Sümer efsanesi.nde
y ı l a n la r ve a krep adamlar şeklinded i r. Gılgamış'ın
a radığı ölümsüzlük iksiri, bir ottur. Enkidu, henüz
yaban haldeyken, şekil leşmemiş i ken avcıların k u r­
d u kları tuzakları bozar, çobanları korkutur. Ve en
büyü k Sümer İ l ah larından b i ri olan Bel-Marduk, su­
l a rı n getird i ğ i bereket ilahıdır.
Bu tablo bize, yaşayışı bilhassa suya ve top­
rağa bağ l ı çiftçi, çoban ve avcı b i r milleti verir. G ı l ­
gamış destanında, bizzat Gılgamış' ı n Enkidu'yu kan­
d ı rıp baştan ç ı ka rmak Jçin gönderd i ğ i fahişe, Sü-

79
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

merlerin içtimai ahlak a nlayışı n ı n anahtarı olabilir.


Fakat Sümer aYradı l ı ş Desta n ı . çe kirdek ve ge­
l işme halindeyken bütün hayatını suya ve toprağa
bağlayan i nsa nların muhayyilesidi r. Su ve toprak ,
taşma v e azalma yüzünden a z veya çok verim l i olun­
ca sebep olarak gök yüzüne dönül müş g ü neşin ve
yıldızları n tesiri destanlara işlenerek muhtelif ilahlar
eklenmiştir. Şehi rler de teşekkül edince bir içtim a i
yaşayış belirmiş, b u yaşayışın i cabı yeni i na n ışlar
ve a h laki değerler destanlarda görünmeğe başla­
mıştır. Bir zaman sonra Elô m-Akad ve Asur tesi r­
leri, bölgede kuvveti n i a rtı rınca ister istemez yaban­
cı lejantlar d a Sümer Destanları na sızmış, h enüz ge­
l işme devrin i ta mamlamayan destanlar, mümkün ol­
duğu kadar yerli ve m il li bir hüviyetle zeng i n leşmiş­
tir.
Bununla beraber Sü mer Yaradılış Desta n ı n ı n ol­
sun Gılgamış Destan ı n ı n olsun motif ve hareket un­
surlarıyla bölgede yaşayan, hatta d a h a uzak ülke­
lerdeki milletleri n destanlarını tesiri altına almamış
old uğu söylenemez. Bir Sümer İlôhı olan Enlil-Bel
tıpkı Zeus g ibidir. Zeus'un korkunç kudreti ya nı nda
korkak, i k i yüzlü, sins i, pis çapkın (maymun işta h l ı )
olduğu düşünü lecek olursa b u yönleriyle M ıs ı r İ la h­
l a rı n ı bilhassa Re'yi hatırlattığı görülür. Zeus'un bi r­
çok vasfını Sümer'de n Mı s ı r yoluyla aldığını rahat l ı k­
la idd ia edebil i riz. N itekim i n n i n i ve daha sonra N i n i
( N a n a ) adları n ı da a l a n Sümer a ş k ilahesi İştar'ı n
bir benzeri olan H itit ilôhesi, Kupapa zamanla Ana­
dolu'da K ibele olmuş ve O da Gi rit'de Zeus'u doğur­
m uştu r.
Yine b ir Sümer ilahı olon Dunıuzi, zamanla A-

80
TÜRK DESTANLARI

sur-Hitit- Frikya yoluyla Yunanista n'a geçmiş, Tem ­


m u z v e Adonis olmuştur.
Sümerlerle M ısırlıları n içtimai hayatları büyük
farklarla ayrı lmadığı gibi coğrafya itiba riyle de ben­
zerl ikleri vardır. M ıs ı r ' ı besleyen Nil de bir büyük
sudur ve M ısır'lılar da Sü mer' l i ler g ib i fezeyanların
çalkaıntısını yaşayan çiftçi, çoban ve avcıdırlar. Fa­
kat güneş, M ısır'da, Sümerdeki nden çok daha tesir­
l id i r. Bu bakımdan M ısırlı ları n en büyük ilôhı g ü neş
ilôhıdır. Yine bunun için M ısır'da g ü neş' i n ilôh ola­
ra k birçok adı vard ı r. M ıs ı r'lı, Güneş'i n muhtelif
durumlarına göre muhtelif isimler verir: Güneş yu­
varlağına Atan der; doğarken Kepri; Zeınit; batar­
ken ise Atum.
En büyük ilôh Güneş İlô h ı o la n Re'd i r ama Ho­
rus-Re-Re-Herakti ve Horos da güneş i lô h ı d ı r. Re'­
nin karakteri Zeus'un bir çok vasfını hatırlatır. Tıp­
kı i nsa nlar g i b i doğar, gene li k devri yaşar ve yaş­
lanınca da akan salyaları yüzünden öteki ge,nc ilôh­
ıarın maskarası olur.
M ısır' l ı n ı n değ işik kara kterleri n i n ifadesi olan;
sık ı ntı ları n ı , kederi n i , neş'esini ve saadetini a kset­
tiren çok d eğişik i lalı la r aynı zamanda kuzey-g üney
ve orta M ısır ahalisinin değişik inançları, değişik
kültür yapısı ve değişik yaşama tarzlarından doğ­
muş gib idir. Ve M ısırlı, Yuna n l ı l a r kadar olmasa bi­
le, i la h larını birbirine düşürmekten zevk a l ı r.
Heredot'a göre en d i ndar i nsa nlar olan Mı sı r'­
l ılar, yine de ilahlarını korkak ve çeki ngen, haris ve
i ktidar düşkünü, b i rbirini gayr-i meşru doğmakla it­
ham edecek kadar gözü dönmüş varl ı klar olarak
düşünmekten vazgeçmezler.

81
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

M u hakka k k i bu çelişme, ilahlar desta n ı n ı n çe­


k irdeğinde bu kadar açık değ ild ir. Henüz yaradılış
öncesi süku netini yaşayan Nun Denizinde, gözleri
kapa l ı bir vaziyette d inlerıe.n ve sonra gök yüzüne
çıkan ilah Re M ısır'lıya kutsal bir bağlanış duygusu
vermekted ir. Fakat zaman geçtikçe, devrin gelişme
medeniyetine uygun bir şekilde ihtiyaçlar a rttı kça,
dahili ve harici beşeri anlaşmazlıklar küçük çapta
v u ruşmalar halini aldı kça bu hadiselerin izleri. J:>ü­
yük ilah Re'nin macerasını etk ilemiş ve geliştirmiş­
t i r. Firavunlar, mumyalama ödetleri, kölel ik-efendi­
lik içgüdü leri bu gelişmeyi temin eden motifler ol­
m uştur.
M ı s ı r'da, Mısır'l ı n ı.n gü neşe bağ l ı ilahlar desta­
nı nasıl Sümer'in su-toprak ve g ü neşe bağ l ı destan­
l a rı ndan farkl ıysa, aynı Kara kteri göstermesine rağ ­
men Yunan destanları da M ısırlın ı n kinden hayli de­
ğ işiktir.
Yunanlılar!,n Zeus dahil ilahları doğ u lu bir h ü ­
v iyette v e ekserisi M ısır yapısı ndadı r. Buna rağmen
ku rnaz. cinsi istek bakı m ı ndan zaman, mekan ve
utanma h issi olmayan, yalancı, hilebaz ve ahlôk dı­
şı hayatlarıyla Olempos ilahları ve m itoloj isi tam bir
Yu nan a nlayış ve düşü ncesindedir. Antik çağdan bu
g ü ne gelmiş bir Yunan'lıyı görmüş gibi ol uruz. Ne
toprağa, ne suya, ne de gü neşe bağlıdır belk i h iç
bir şeye bağ lı değildir, tıpkı Yunanlı gibi; ama Yu­
na nista n'dır. Ve Yunan muhayyilesi, gelişme halin­
den yazı dil ine geçti kten sonra bile Olempos desta­
n ı n ı , i mkôn bu lsa yeni ilôvelerle değ iştirmeğe hazır
g ibidir.
Türk Destanları ise apayrı dünya n ı n , çok sağ-

82
TURK DESTANLARI

lam bir i çtimai hayatın , d isipli n i n ve gelişmiş bi r ah­


lak d üzen i n i n ifadel eridi r. Ayrı ayrı muhitlerde, ayrı
ayrı zamanlarda ve ayrı ayrı medeniyetlerde mey­
dana getirilmiş ve geliştiri l mi ş o l malarına rağ men,
çok basit i lavelerle birbiri n i tamamlayacak şeki ld e
b i r bütün l ü k arzetmektedi r.

MİLLİ DESTANLAR

Bundan önceki bölümde destan l a r genel ola­


rak ele a l ı n mıştı r. Hatta efsane ve Esati r kel i mele­
riyle i fade olunan ve b i rb i rinden ayrı d iye b i l i nen
türler de destan kelimes iyle ifade edilen türden ay­
rı tutulma mıştır.
Batı d i llerinde epope keli mes i n i n ifade etti ğ i
tür, bizde Destan kel imesiyle izah edilmeden önce
efsane ve esati r kel i meleri, destanda n ayrı bi r t ü r
v e ma nônın dışı nda p e k düşünül memiştir. Feh­
reng-i Ziya, Türk Lugatı Lügat-i Naci ve Büyük Türk
Lügatı g i b i bell i başlı sözlükler destan ı : Kısa, h ika­
ye, masa l, sergüzeşt olara k; esatiri ise: masa l lar,
h ikôyeler, efsaneler şekl i nde izah etmekte ve Türk
Lugat ı : « Es k i za man l a rı n ilah ve k a h ra ma nlarına
ait efsaneler» izah ı n ı i lôve ederek her üç kel i me­
n i.n de aynı a nlamlarda kullanı labilece ğ i n i göster­
mektedir.
Anca k , modern edebiyat, -daha çok epope ke­
l imesin i n Tü rkçe karş ı l ı ğ ı n ı verebilmek için olsa ge­
rek- destan ı , efsane ve esatirden ayrı tutmuştur.
M itoloji kelimesi de Türkçede yerleşmeğe başlayı n ­
c a esatir un utulmuştu r. M a nzum olara k yaz ı l ması
müstesna, destanın, efsa ne ve esatirden h iç b i r

83
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

farkı yoktur. üstelik destan ı n muhtevasıında ayrı


g i b i g örünen efsane ve esatir de vard ı r. Esatir, sa­
dece ilahları ve onların hayatları n ı değ i l kahraman­
l a rı da konu olarak a ldığ ı için daha geniş b i r anlam­
da ( M itoloj ide olduğu gibi) kullanılabi leceğ i nden,
meseleye bu acıdan ba k ı lırsa destan esatirin bir
pa rçasıdır. Bu düşünceler yüzünden de, ve her üçü­
nün de olağanüstü vaka ları an latmış olmasından
faydalanarak, esatir veya efsane d iye her hangi bir
ayırımdan kaç ı n ı l mış ve genel olara k destan kel i­
mesi tercih ed i l miştir.
Duygu ve düşüncelerin bir çok hal lerde ihtiyaç­
l a rdan ve benzer olayla rı n yaşa nıl masıından meyda­
na gelmiş ol ması ise, ekseri milletlerin desta n ların­
d a rastlanılan ortak ve benzer yönlerin i n hası l olma
sebebidir. Ayrıca, mecburi kültür al ışverişleri de
benzer ve ortak yönlerin hasıl olma sebeplerinden
b i ridir. Destanlarda a rtı k ol mayaın, sadece kend i ne
has bulunan hava ve motifler, hayal filemi ya n i mu­
h ayyi le ölçüsü, duygu ve düşüncelerin ifade ed i l iş
tarzı, h is coşkunluğu veya fa kirliği gibi hususlar ise
o destan ı n milli bir destan olup ol mayacağını tayi n
eder.
Bahsettiği miz hususların içinde bir tabiat tas­
v i rinden tutun da kutsa llaştı rılan veya alelôde bi r
şekilde zi kredi len hayva nl ara , i,:ısa nların beden ya­
pıları na, kullanılan eşya n ı n cinsine ve tercih i ne ka­
dar bütün maddi unsurları, maddi unsurları n değer­
lend i rildiğ i ma nevi düşü nce ve değerler sistemi ne
kadar bütü n bir dü nya görüşü mevcuttur.
M ısır ve Mezopotamya destan ları nda i neğ i n ,
boğan ı n , ked i n i n v e bazı hal lerde yıla n ı n kutsallaş-

84
TÜRK DESTANLARI

tı rı ldığı görül ü rken İskandinav ve Cermen destan­


ları nda köpeğ in, maymu n u andıra n cücelerin olağan
üstü değerler kazandığ ı na şahit olu.n u r. Yine M ısır
desta nları nda i nsan vücutl u öküz kafa l ı yaratıklar
varken kuzey destanla rında a krep insa n la ra rastla­
n ı r . Türk destanları n ı n hayva n ı ise at ve kurttu r. At
asil, dost. yard ı mcı ; k u rt ise semôvldi r ve acayip
yaratıklar yoktur. Yalnız bu noktadan düşünü lecek
olursa Mısır ve Mezopotamya ; toprağa bağ l ı . bel l i
b i r toprakta yerleşmiş köylü v e çiftçi insanların bir
hayva n olarak inek, boğa ve yıla n ı n olağan üstü
değerler kazan ması da tabiidir. Ked i ise. bu köylü
ve çiftçi insa nların bel i rl i bir ev-ocak düzeni yaşa­
makta old u ğu nu gösterir. Daha başka b i r görüşle,
zanaat ve meslek sah i b i M ı s ı r'lıların. evi nde besle­
diği ked iyi, ev i nsanları n ı n yiyecekleri n i kemi ren fa­
reye karşı davraınışı yüzünden değerlend i rdiği hük­
müne varabiliriz.
Kuzey insan ları nda i neğ i tabii değeriyle görme;
aksine kendi fizik yapılarına benzemeyen . daha az
boylu veya iyice sıska ve çeli msiz i nsanlara hor
bakma yüzünden hasıl olan küçümseme dolayısiyle,
maymuna benzer cücelerin ve a krep adamların a le­
lôden i,n dışına çı karılması olayı dağ l ı insa n ların
rea l izmi n i n ve kend i n i beğenmes i n i n ifadesidir di­
yeb i l i riz. Bu g u ru r. kend i n i üstün görme. dağ l ı i nat
m i l l i bir ben l ik h a l i ndedi r. Ve destanları gel iştiren o
dağ lı muhayyilenin soğ u k labi rentin i verir.
Türk Destaınlarındaki at, tam manasiyle bir gü­
ven kaynağ ı, a rkadaşl ı k h issi ve ha reketti r. Fakat
b u h isleri n hiç biri aşağ ı laşmış değ i ld i r, a ksine asil
d eğerler halindedi r. Kutsal da değild ir; tapınılmaz.

85
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

uğruna adaklar adanıp kurbanlar kesi lmez. Ama bu


h islerden de öte bir bağl ı l ı k duygusu, sevgi motif i
apaçık bir realite halindedi r. At sembolü daha doğ­
rusu at varlığı ile bu i nsa nlar çok tabii h isleri olan .
açık yürekl i, yiğit. a rt düşü nceleri olmayan insanlar
olara k görünür. Kurt'u n ilahileşmesi deği l semavi­
leşmesi mevzubahistir; bir yol göstericid ir. Taınrı n ı n
b i r işareti g i bidir.
Yunan destanları nda ise hayvan la r. olağan üs­
tü değerler kazandığı zaman ekseriya c i nsi bir g ü ­
c ü n ifadesi olurlar. Yunan desta n la rı n ı n boğası, M ı ­
s ı r boğasından b u bakımdan çok farklıdır. Zeus'un
boğa kı lığına g irip g üzel bir kızı sırtıına a lması, çift­
ç i n i n kendine yard ımcı olan bir hayva na duyduğu
h isten çok uzaktı r. Kuğudan ka rta la kadar bütü n
Yunan destan hayvanları. özünde cinsi güç sa klı bi r
kuvveti veya güzel l i ğ i ifade eder. Ama b u ifade, gü­
zel ve ulvi bir aşkla beraber olan cinsi his değildir,
dalı a çok behimi ve hayva ni bir ci nsi iştihaya beın­
zer. Şa rap, eğ lence, ahlakla bağdaşmayan bi r aşk
ve c i nsi hayat. destan devri Yunanlısının tabii ha­
yatı olarak destanlarına a ksetmişti r.
Bütün bunlar ve buna benzeyen h ususlar des­
tan çekirdeği n i n oluşumuın dan, destan ı n gel işmesi­
n i tamamlayarak yazılı hale geçmesi ne kadar ge­
çirdiği çok uzun bir zaman bölümünde mil letçe be­
n i msenmesi ve benimsendikçe yeni kara kter, anla­
yış. görüş ve hissediş olarak yen i i lavelerle ze ngin­
leşmesi dolayısıyladır. Şayet milletçe benimsen mez.
daha doğ rusu bütün bir m i lletiın topyekun hayatın­
dan unsur ve motifler taşı mazsa bir destan hi ç bir
zaman milli b ir destan ola maz. Yunan destanla rı n -

86
TÜRK DESTANLARI

da Yunan toplumundan a ksetme motif ve hayat tar­


zı unsurlarını a l ı p Türk destanları n ı n herhangi biri­
,ni n herhangi bir bölü mü ne eklemek imkônı olmadı­
ğı g ibi, Türk destanları n ı n bir unsurunu alıp da Mı­
sır destanlarına eklemek m ü mkü n deği l d i r. Yapıldı­
ğı tahayyül ed i lse bile eklemeler derhal sı rıtacaktı r.
Yahut d a, b i r zorlama i l e mesela yerine getiril mesi
mecburi b i r emirle, desta n ı n gelişme devri nde bir
yabancı destan ı n en uyg un unsurları a l ı n ı p bir baş­
ka yaba ncı destana eklendiği düşünülse bile bir
m üddet son ra ekleme yapılan mil let bu eklemeyi
ataca ktı r. Tıpkı bünye n i n ya bancı cismi kabul etme­
yişi gibi. Ancak ekleme, m i l leti n süzgeci nden geç­
miş, mil letçe ben i msenmiş ve kend i ne uygun gö­
rünmüş ise ta bii karşıla naca ktı r.

Bu, tabiat u nsurları için de böyled i r. Bir m i l le­


t !.n destanı o m i l letin ta bii dekoru içinde gelişir ya­
ni coğ rafya birliği ve bütü nlüğünün dışı nda o mi lle­
tin destanı da olamaz. Tabiat u nsurları, yahut de­
koru, m illetin kara kterine uymuyorsa milli b i r des­
tanın varl ı ğ ı ndan bahsed ilemez. Mı sır'ın ve Mezo­
potamya 'nın d ü mdüz, neh i rlerin besledi ğ i tabiatı n
b i r dekor veya coğrafya olara k İska.n d i nav destan­
l a rı na mekôn yapmak mümkün ola maz. Yunanis­
tan'ın üç ya nı den izle çevri l i çalkantı lı coğrafyası
Türk lerin dağlar ve ova l a rla bölü nen, tepelerle süs­
l ü sert topraklar coğ rafyası n ı n yerin i a l ı rsa Türk
d esta nı bunalıverir. Hattô, n isbeten ayın ı kara kter
gösteren İ ra n coğrafyası bile, destan devri Türk
Coğ rafyasından hayl i değişikti r. İ ran, sa n ki H imala­
yaların ve Pa m i r Yaylasın ı n deri n sessizl i ğ i nde dü-

87
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ş u n u r ve Dem i rkapı geciti her i k i coğrafyayı sessiz­


l i k ve ses zen g i n l i ğ i olarak b irbi ri nden ayı rır.
Bu bakı mdan milletlerin yaşadı ğ ı coğrafya ha­
vası, m illi destanların teşekkül ü nde en önemli va­
sıflardan b iridir. Fakat coğrafya da, bir destan ı n
m illll i k vasfın ı kaza nmasında tek başı na b i r unsur
olamaz, ama bir desta n ı n milletçe ben i msenebi l me­
s i için milli bir tari h i n ta mamlayıcısı o la ra k milli bir
coğ rafya nın varl ığı şarttı r. Dağ la rı n , ovala rı n, ı rmak
veya göl gibi, orman gibi büyük coğ rafya parça ları­
n ı n , destan bütünlüğü içine serpiştiri l m iş rivayetler
h a l indeki adlanma, ö"ıı ü l me, güzelleme hôdiseleri
dağların, ovaların veya suların, dü nyan ı n herha ng i
b i r yerindeki benzerleri nden ayrı lması n ı tem i n et­
mekle kalmaz aynı zamanda mi l leti n onla ra karşı
d uyduğu salıip olma , sev me v e bağlanma h isleri n i n
gücünü teş kil eder.
Daha önce de bel i rttiğimiz g i bi destanın m i l l i
destan olabi l mesi için coğ rafyan ı n yanıbaşı nda m i l­
li bir tarihin de mevcut olması şarttı r. Bir m i lletin
destan ı başka bir m i llet i n tarih değeri taşıyan olay­
l a rı üzerine kurulmamıştı r, kurula maz da. Mezopo­
ta mya'da yaşa mış olan Sü mer, Asur. Babil. Akat ve
E l a m m i l letlerinden en çok Sü merlerin m i l li bir des­
tana sahip oluşu kendilerinin olan b i r ta ri h i yaşa­
mış olmalarındandır. Yine bu yüzden, bölgen i n say­
d ı ğ ı mız ötek i mil letleri ne tesi r edebil mişler ve o m i l ­
letlerin destanları na kend i tarih v e destan hususi­
yetleri n i işleyebi l m iş lerd i r. Cermenlerin bütün tari­
hi seyri m i l li hususiyetler taş ı masına rağ men Batı
Hun Türk tarihin i n ezici hareketi nden ve akışından
etkile n mek mecburiyetinde kal mış ve bu da Cer-

88
TÜRK DESTANLARI

men milli destanı nda a ksetm iştir. Ayni durum İra n


Destanı için d e söz konusud u r. Oyle k i İra n Desta nı
yer yer bir Türk kahramanını, dolayısiyle Türk tari­
h i nin bir parçası nı övmek mecburiyet i n i duyar.
Fakat, bu kitabın birinci kısmı nda da bel i rti ldiği
g i bi destan hiç bir zaman tarih değ ild i r. Desta nlara
a kseden tarih in, mu hayyilelerde süslenebilecek kıs­
mıdı r ve gerçekle ilgisi her zaman münakaşa edile­
bil ir. Burada, milll tarih deyi m i n i kullanı rken, aslın­
da m illi tarih i n m i l li bir muh ayyilede alabileceği şe­
kil kasdedil mektedir. M illi b i r muhayyilenin, yabancı
bir tari h i süslemesi çok zordur. Bu yüzden de milli
destanlar, m i l li b ir tari h i n yaın ı nda m i lli b i r muhay­
yileye her zaman muhtaç olaca ktı r.
Bununla beraber, bütün unsur ve vasıflarıyla
teşekkül etmiş bir destana, şayet milli bir d i lle a n­
latı l mamış ise, m i lletçe benimsenmesi imkônsız ola­
cağı ndan, tam manôsiyle milli bir destan demek
zordur. Z ira, bir destan ın teşekkülü ve varlı ğını ko­
ruyabil mesi için en başta m i l li bir dille a n latılmış
olması lôzı mdır. M illetı n , kendi d i l i nden başka bir
d ille a n latı lmış bir destan ı ben imsemesi i mkônsız­
d ı r. Hatta millet çoğ u n luğunun konuşmadığı kelime­
lerle yahut tamamen sun'i bir dille anlatılan desta­
nı da m i l let ben imseyemez. Bu bakımdan, d i l . des­
tanı n gel işiminde iki devrede bilhassa önem kaza­
n ı r. Biri, destan ı n çekirdek devresidir ki ozan yara­
tacağı destan ı n · d i l i nde sun'il iğe kaçamaz, zira bun­
dan son ra k i devrede m i lletçe ben i mseni p gel iştiril­
mesi lôzımdır. İ k i nci devre ise, destan ı n şifahi hal­
den yazı l ı hale geçirilmesi yan i tesbit devresi d i r.
Dolayısiyle m i l li d i l i n zengin l i ğ i n i gösteren en

89
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

önemli vesikalardan biri de destanlar olmak lôzı m


geli r. Büyü k, zeng in, devamlı ve olağanüstü hadi­
seler, bu vasıfları ve daima değişiklik ve devrine
göre başka l ı k gösteren hususiyetleri dolayısiyle, a n­
latı rken de zengin ve değişik keli meler hazines i n i
icab ettireceği nden d il kendiliği nden gelişip zengin­
leşecektir.

90
TÜRK DESTANLARI

Türk Desta nları da bundan önce a nlatıldığı şe­


k i lde çek irdek ve gelişme devrelerin i geçirmiştir.
Yazılı devre geçişinin çok geç olması ve bu yüzden
uzun bir gelişme devri geçi rmes i , Türk Destanları­
nın lehine olmuş ve bu uzun devre içinde deva mlı
d eğ işik, zengin ve çok hareketli bir hayat yaşayan
Türk milleti; olağanüstü olayları n ı a ra l ı ksız işleme
fı rsatı nı da bol bol bulduğu için destan l a rı m ız, d iğer
milletleri n d esta nlarından daha zengin, daha ren k l i
v e hareketli u nsur v e hususiyetlerle tesbit devrine
ulaşmıştı r.
Türk Destanları n ı n ikinci üstün vasfı da, tesbit
d evrinde olduğu g ibi muhafaza edil miş ol masıdı r.
Yaıni , sun'i bir destan olma tehlikesinden kurtul­
muş tabii hal iyle kalmışt ı r. Bu ise, tam manôsiyle
m i lli şuur ve karakterin, içtimai duygu ve düşü nce­
lerin , olduğu g ibi, bütün saflığ ıyla kal ması demek­
tir. Desta nı tesbit devrinde, tesbit eden bir kimse
b i r sanat adamı ise, tabii olara k tesbit ettiğ i mal­
zemeyi şahsi eklemeleriyle ister istemez değiştir­
mek g ibi bir i nsiyaki muhayyile zorlamasından kur-

91
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

tula mayacaktır. B irçok milletleri n, bilhassa Yunan­


lıların destanlarında bu hususiyet mevcuttu r. Şeh­
name ne kadar i raın destan ı ise bir o kadar da F ir­
devsi'nin eseri olan bir destandır. Fi n Desta nı Ka­
l avela'da millet muhayyilesi ile birlikte toplayıcı
Elais Lönnort'un muhayyiles i n i yan yana görmek
m ü m kündür. Türk Destanları n ı n bu tehl ikeden uzak
kalışı lehde kaydedilecek bir husus ise de, yazı l ı d i l ­
d e tesbiti esnasıında tesbit edenleri n ekserisi n i n ya­
bancı olmaları da o n isbetde aleyhde olmuştu r;
Türkçeden, doğ rudan doğruya tesbit edeni n d i l i n e
tercüme ed ilerek n a k l i , Türkçe söyleyişin terennü­
m ü nden uzaklaşmış ve asıl d i l zeng i n l i ğ i n i büyü k
çapta kaybetmesine sebep olmuştur. Buna rağ men
Türk Destaınları yine de diğer bütün milletlerin des­
tanları ndan her hususta farklı ve zengind i r.
Zenginliğ i n i n birinci vasfı çok çeşitli olması n­
dandır. İslam iyetten önce de İslamiyetten sonra da
öz ba kımından aynı kara kteri göstermeleri; İslami­
yetten sonra ki Türk Destanları n ı n . sadece değişen
bir meden iyet ve yeni bir kültür anlayışı n ı n icabı
olan değ işikliklerin dışı nda bir değ işiklik getirme­
mesi, çeşitl i l iğ i ne rağmen bir bütü n l ü k a rzeden des­
tanları mızın bu hususiyetin i bozmamıştı r. Yine aynr
destanlar söylenegelmiş hatta İslam iyetteın önceki
destanlarımızın birkaç ana karakteri İslamiyetten
sonraki destanları mıza temel olmuştur. Burada, söy­
lemek istedikleri mize daha çok açıklık vermek için
Türk Desta nları n ı , İslamiyet gibi büyük bir kültür
ve medeniyet devri başlangıcı olara k a l ı nmak sure­
tiyle:
1- islômiyetten önceki Türk Destanları,

92
TÜRK DEST ANLARI

- 2 İslômiyetten sonraki Türk Destanları.


Diye iki bölüme ayırmamız gerekecekti r.
Bir destanı n zenginliğini bel irten çeş itl ilik, Türk
mil leti için iki büyük kültür ve medeniyet devri ya­
şamış olması ve her iki devi rde de destanlara has
bir hare ketl i l i k ve olağa nüstü lü k bulunan bir hayat
sürdürmüş bulunmasındadır. N itek im, İslôm iyetten
önceki Türk Destanları da, muhtel if çağ la rda teşek­
kül ettiği için birbirinden tamamen değ işik ve ayrı
kon ularda olmak üzere değ işik sayılara varabilmiş­
tir. Bunlar:
- 1 Yarad ı l ı ş Destan ı ,
- 2 Tü reyiş Destan ı,
- 3 Göç Destan ı ,
-4 Bozkurt Desta n ı ,
- 5 O ğuz Kağan Destan ı ,
- 6 Ş u Destan ı ,
- 7 Ergenekon Destan ı 'd ı r.
Yukarıda sıralad ı ğ ı mız bu yed i destandan Boz­
kurt ve Ergenekon destanları Gök Türk destanları­
dır. Türeyiş ve Göç Desta nları ise Uygur Türklerine
a ittir. Oğuz-Kağan Destanı bir Hun-Oğuz Destanı ,
Şu Destanı ise büyük b i r ihtimalle bir Saka Desta­
nıdır. Yaradılış Destan ı i se Türklerin ortak ve asıl
destanıdır. Bunların dışı nda y i ne çok önem l i bir
Türk Desta nı da Alp Ertunga Desta n ı d ı r. Menşe ba­
kımından M .Ö . Vll. yüzyıla . belki daha eski devre
kadar i nen bu destan, bilhassa destan konusu etti­
ği Alp Ertunga adlı h ü kümdarı n ı n olağa n üstü yiğ it­
l i ğ iyle Firdevsi'nin Şeh nô me'sine tesi r etmil;! ve
Şehnôme'de hususi ve geniş bir bölümde yer a l mış­
tır.

93
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Ayrıca, bunların dışında daha başka, destan


görü n üşünde olup da tam b i r destan mah iyeti taşı­
mayan parçalar da vard ı r. Bu kadar çeş itl i ve muh­
telif devirlere ait olmasına rağmen Türk Desta nları
h iç b i r zaman dağ ı n ı k ve birbirinden uzak bir ha lde
değildirler. Dik katl i bir göz, devir ayrı lıkları n a rağ ­
men Türk Destanları n ı n , bir bütün hal ine gelmek
için hazırlanmış gibi olduğunu görebilir. Sa nki ta­
r i h i n her devrinde mükemmel devletler kurmuş olan
bir m i l let, destanlarını da kurduğu devletler zi nciri­
n i n birbirini tamam layan bütünlük impa ratorluğu gi­
bi hazırlamıştır. Dünya yaratıl mıştı r; boş mu dura­
caktı r? . . . O halde insanların da yaratı l ması ve türe­
mesi gerekti r. Çoğalan insanlar bir yere s ığa maz
olursa ne yapacaktı r? Göç başlar. Her göç başarı lı
olabilir mi? Varılan yerde yerleşilir de yo k da o lu­
n u r. Yok olan bir milleti n yeniden var olması, yeni­
d en d irilmesi gerektiğinde Bozkurt Desta n ı teşekkül
eder. Oğuz Kağan Destan ı , bu yeniden d i rilen m i l ­
let i n gel işmesi v e yayı l ı şıdır. A m a h e r yayılan m i l ­
l et bir an g e l i r düşmanla karşı laşı r, kabuğuna çeki­
lip güç toplar. Şu Destan ı ve Ergeneko.n işte bu güç
toplayıştı r.
Ta rafı mızdan yazılan Yaradı l ı ş ve Türeyiş Des­
tan ı , yukarda an lattığ ı mız hususlar gözönüne a l ı ­
n ı p düşünülerek yedi destan, tek v e büyük bir des­
tan hal ine getiri l mek suretiyle anlatı l mış ve örnek
olara k yazıl mıştır. Türk Destanları n ı n en büyü k hu­
susiyeti işte bu bütünlüğünded i r.
İslamiyetten sonraki Türk Destanları olan E r
M a nas. Türklerin İslam iyeti kabul ediş destanı (Sa l­
tuk Buğra Han Destan ı ) , Köroğlu, Battal Gazi ve di-

94
TÜRK DESTANLARI

ğer İslômiyetten sonra k i destanlarda olduğu gibi


Türk Destanları n ı n zen g i n li ğ i n i teşkil eden i kinci
büyük hususiyeti de bed ii u nsurlarla milli u nsurları n
kaynaşmış b ir şekilde ve bir sanat değeri taşıyacak
nitelikte ol ması ndadır.
Türk Destanları nda sanat değeri taşıyan bedii
unsurla rın başında gelen iki esas unsur ses ve ışık­
tır.
Ses u nsuru tamamiyle tabiatta n gelir. Yaradı­
lış Destanındaki Ta nrı Kara Han'ın (Veya Kayra
Han'ın) uçuşu, kanat sesleriyle sess iz l i ğ i kı pı rdatan
blr h ışırtıdır. Ak Ana'n ı n sudan çıkışı ve Kara Han'a,
o sessizl i k içinde; «Yarat. . . » d iye fısı ldaması başlr
başına bir tablo değerindedir. Türeyiş Desta n ı ndaki
Tanrıya yalvarış, doğan çocukların Bozkurt sesi ne
benzeyen sesleri, Göç Desta n ı nda bütün yurdu dol­
dura n « Göç . . . » çığırışları bütün b i r tabiatı n konuş­
ması g ibid ir. Oğuz Kağan Desta n ındaki gök tüylü
gök yeleli yurd un konuşması ise tabiat dışı fakat
i lôhi bir g üç kay,nağ ı h a linded i r.
Şu Destan ı ndaki ses, musikidir. Türk Destanla­
rındaki yiğit tiplerine ayk ı rı görünen destan ı n kah­
ra manı olan Genç Hakan Şu, beden ve ruh yapısıy­
la Osman l ı Pad işahları ndan 1 1 1 . Sel i m'e benzer; has­
sas, sanatkôr ve düşünmes i n i bilen, mantı klı bir in­
sa ndır. Saray ı n ı n kapısı nda g ü nde 360 nöbet çalı­
n ı r. Ses insan sesi değ i l saz sesidir, fa kat ses un­
suru n un insan sesi olara k musikisi Göç Desta n ı n ı n
başlangıcı,ndo görülür. Tuğla ile Selenge ı rmakları­
n ı n o rası ndaki bir ağaca bir gece i ne n nur, ağacın
gövdesi n i kabarttıkça t ü rküler duyulmağa başlar . . .
Türkü sesleri, ışık ve ağaçla karışık bir ilôhi sestir.

95
100 BÜYÜK EDİP 100 SAİR

Türk Destanları n ı n sanat değeri taşıyan bed i i


u nsurların ı n ik i ncisi olan ı ş ı k d a , ses unsuru g i b i
ta mamiyle tabiattan gelme b i r unsur olup ses u n ­
suru g i b i tabii olmasına rağmen ilôhi bir değer ka­
zanma ktadı r. Yaradı l ı ş Desta nı nda Tanrı Kara Han'­
ın (veya Kayra Han) yahut Ü lgen'in yer yüzünden
e bediyyen ayrıldı kta n son ra kendisi için yarattı ğ ı
gök ôlem leri nden b ir i nur ô lemidir. Oğ u z Kağan, bi ­
r i n c i karısına ormanda b i rden bel iren bir ışığı n or­
tasında rastlar. Bu ışık g ü neşten ve aydan daha
parla ktı r. Oğuz'un, yine ormanda rastladığı ikinci
karısı da parlaklı k ve ışı ltılar içi ndedir: gözü gökten
daha ışı ltı l ı , saçı ı rma k dalgası g i bi yalabuklu ve
d işleri inci parla klığı nda d ı r. Oğuz'un birinci karısın­
d a n doğan üç çocuğ u n u n adı da doğrudan doğ ruya
ışı kla ilg i l id ir: Gün, Ay, ve Yıldız'd ı r. İki nci karısın­
dan olan üç çocuğu ise dolaylı olara k ışıkla ilgil idir;
ışıltılıdır, parıltı lıdır: Gök, Dağ ve Deniz.
Göç Destanı nda gökten inen bir ışık, iki ırmak
a rası ndak i bir ağacı gebe bırakır. Doğan çocuklar,
bu ışığın çocuklarıdır. Ergenekon Destan ında ise
dem i r dağı n erit ilişi esnasında yetmiş yere kurulan
yetmiş körüğün körük led i ğ i a levler başl ıbaşına b i r
ı ş ı k şeh rayiın i halindedir.
Ergenekon Destan ı n ı n alevler h a li ndeki ışığı
ayrı tutulacak olursa Türk Destanlarındaki ışık un­
surunun tek ren g i mavi'd i r; su üstüne vurduğu za­
man parlak akisli olup g üneşten daha pa rlaktı r.
Işık her zaman hareket h a linded i r.
Türk Destanlarında su unsuru da en az ses ve
ışık unsuru kadar mühim bir yer tutar. Daha önce
de bel i rttiğimiz g i b i destanlarımız tabiat ı n bütün

96
TüRK DESTANLARI

zenginliklerini aksettirecek nite li kte m i l li b i r coğ raf­


yayı da a nlatır. Tabii olara k su u nsuru da destan­
larımızda yağmur hal i nden buğu haline kadar; in­
ceci k bir a ka rsu şekli nden göl, deniz, ı rmak şekil­
lerine kadar her h a l iyle yer a l mıştı r. Öyle k i Şu Des­
ta n ı n sanatkar yarad ılışlı hükümdarı Şu, g ü müş ha­
vuzu nu beraberi nde taşıyacak kadar su sevg isiyle
doludur. Oğuz Han'ın, gölün ortasındaki bir odacık­
ta bulduğu i k i nci karısı da, birinci karısı nası l ışık­
tan gelmişse, öylece sudan gelmiş b i r i lô hi varl ı k
h issi n i vermektedir. Bu sembol, Yaradı l ış Destanın­
daki sudan çıkan ve Kara Han'a ( Kayra Han'a) ya­
ratma i l h a m ı n ı veren Ak Ana sembolü ile b i rleşti ri ­
lebil i r. Bu i k i sembol, Tü rk Destanları nda kad ı n ı n
s u unsuru ile o l a n i l işkisini açıklamaktadır. Güzel l i k,
salınıp gezi nme, safiyet ve yaşama vasıtası olara k
şiddetle duyula.n ihtiyaç Türklerde suyu ve kadı n ı
aynı olara k görme a nlayışını doğurmuş olabilir. Ka­
dın da su da besleyen ve büyüten vasıflarıyla bu
düşünceyi güçlendi recek n itel i ktedi r. N itekim . Göç
Destanımızın başlangıcındaki gökten i ne n nur da,
iki büyük ı rmak arasındaki, ya.ni su a rası ndaki bi r
ağaca i ner. i k i su arası ndaki bu ağaç, ışıkta n gebe
kalı r ve ağaçtan beş çocuk doğar.
Bugün için elimizde destanlarımızın tam ve
esas met inleri olmadığı, daha önce de yazdığı mız
gibi ya bancıları n derlemesi ve derlerken meti nleri
kendi dil lerinde kısaltmak veya kendi d i l leri.ne göre
çevi rmek mecburiyetleri yüzünden Türk d i l i n i n ori­
j i n a l itesini kaybettiğ i için ses, ışık ve su u nsurla rı ­
n ı n zen g i n l i ğ i n i verecek olan sıfatla rı tamı tamına
tesbit etmemiz i m kô.nsızlaşmaktadır. Yalnız bu üç

97
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAiR

u nsuru n da ilahi değerler taşıdığı, sıfatlardan çizdi ­


ğ i tablolardan ve sebep o ld u ğ u had iselerle netice­
lerden anlaşıl maktadır.
Bununla beraber, Türk Destan la rında ses, ışık
ve su u nsurları ndan başka çok zengin unsurlar da
bulunmaktadı r. Hayvanlarla madenlerle dağ, ağaç,
nebat g ibi tabiat parçalarıyla ve i nsanlarla i l g i l i un­
s u rlar bütün zenginliğiyle destanlarımızda yer a l ­
m aktadır. Yalnız b u u nsurlardan ağaç v e hayva nlar­
dan da kurt birer i lahi varl ı k olara k bel i ri r. Gök tüy­
lü ve gök yeleli kurt reng i ba kım1ından ve ağaç da
ı ş ı kla birleşmesi ba kımı ndan mavi ışıkla beraber­
d i r. Hayvanlardan kazı n (büyük bir ihtima lle beyaz
b i r kuğunun) Kayra Han'ın ( Ka ra Han) sembolü ol­
ması da d ikkate değerd i r. Yaln ı z burada, kazı n ya­
hut kuğunun, beyazlığı ve bu beyazi ı ğ ı n ifadesi olan
safiyet ve temizliğ iyle Kayra Han'ı sembol leşt i rme­
sini, Yunan m itoloj isindeki Kuğun u n cinsi a rzuyu
ifade etmesi ile karşı laştırmak bile i k i mil let a rasıın­
daki değer yargıla rı nı ve milli kara kterleri değerlen­
d i rmek ba kı mı ndan önemlidir.
Hayva nlardan at da Türk Destanları nın vefa,
dostluk ve sevgi ba kı mından vazgeçi lmez bi r g üzel­
l i k unsurudur ama hiç bir zaman ilahi bir sıfatları
yoktur. Tıpkı destan la rdaki kadı n ların vazgeçilmez
değerleri g ibi beşeri bir değer kaza n ı rla r.
Kısaca söylemek lazı m geli rse Türk Destanları.
ilôhi değer taşısın taşımasıın bütün unsurları n ı tabi­
attan a lmış ve tabiatı n da en g üzel hususiyetlerin i
seçi p terennüm etmiştir.

98
iSlAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK
DESTANLAR!

YARADILIŞ DESTANI

Destan Hakkında Bilgi :

Bütü n Türk Desta nları n ı n başlangıcı olan ve


Türk M i l letin i n , yer yüzü ve gökyüz ü n ü n yaradılışı
hakkındaki duygu ve d üşüncelerin i a ksettire n Ya ra ­
d ı l ı ş Destan ı nda, aynı z·a manda Şa manizmin izleri­
ni ve inanışları n ı da görmek mümkündür. Bir Gök
Türk şaheseri olan Orhun Abidelerinde, Bilge Kağa­
nın ağzından söylenen : « Ü stte mavi gök. altta yağız
yer va r ed ildiği zaman ikisinin a rasında insan oğlu
yaratıldı» c ümlesi ile, Yaradılış Destanı ndan çok
sonra gelişen E r M anas Desta n ı n ı n «Yer yer oldu­
ğ unda, su su olduğ u nda» m ısraları. Yaradılış Des­
ta n ı n ı n tesirini gösteren çok açı k vesikalard ı r.
Bu destan . hemen hemen mil let olma yolunda
ilk adımları nı atan Türklerin , o g ü n lerine ait bir des­
tandır. Orta Asya'da yaşa m ı ş olan bütün Türk boy­
ları a rasında söylenmiş ve yıllarca söylenegel m iş

99
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

o l ması yüzünden, değişen kültür ve medeniyet a n­


l ayışları sonucunda b i r çok yerli ve yabancı ilöve­
lerle genişlemiştir. İ l k çağ la rdaki Türk adla rı bile
zamanla değişmiş ve e kserisi Cinli leşmiştir.
Tarafımızdan yaz ı l a n ve birinci baskısı 1 965 yı­
l ı nda Türk Kültürünü Araştı rma Enstitüsünce bası­
l ı p, i kinci baskısı 1 969 yılında M i l li Eğitim Ba kanlı­
ğı'nın 1 000 Temel Eser Serisinin 1 2'ınci kitabı olarak
yayınlanan Yaradı l ı ş ve Türeyiş (Türk Desta n ı ) adlı
eserimizde, rahmetli hocam Reşit Rahmeti Ara t' ı n
işareti i l e b u Çinlileşen isimler Türk adla rıyla değiş­
tirilmiş olduğu için, bu raya aldığımız hülôsalarda da
aynı yolu takip edeceğiz. Gerçi, Cin, H i nt, İra n ve
hatta Yahudi masal ve efsanelerinden, kendine uy­
g u n gelen ilôveler Yarad ı l ı ş Destan ı nda hayli yer
tutmaktadı r. Fa kat bu ilôveler, asıl destanın içinde
yama gibi kalmamış, bel li güzellik içinde desta n ı n
ayrıl maz b i r parçası h a l ine gel miştir. Yama g ibi du­
ran, Çinlileşen isimlerd ir.
Yaradı l ı ş Destan ı , ondokuzu,ncu yüzyı l ı n ortala­
rına kadar, Orta Asya Tü rkleri a rasında, bilhassa
Altaylı ve Yeniseyli Türk Boyları a rasında, söylene­
gelmiştir. Bugün bile, bu hava lide dolaşa nla r, tek
tük de olsa bu destan ı n söylendiğine şahit olabilir­
ler. On dokuzuncu yüzyıl ı n ortalarına doğru, O rta
Asya'da muhtelif g eziler ya pmış olan Radloff ve
Berbitski iki ayrı söyleniş şekliyle tesbit etmişlerd ir.
Dr. Wilhelm Radloff tarafından tertip edilen Ve­
rin Yaradılış (Yeriding Pütkeni) Destanı :
( B u destan kitabımızın 16 v e müteakip sayfa­
sında özetlenmiştir.)

100
TÜRK DEST ANLARI

VERBİTSKİ tarafından tesbit edilen Yaradılış


Destanı:
Gök yoktu, yer yoktu. Sadece sonu ol mayan
bir deniz vardı. İlah Ülgen bu denizin üstünde uçu­
yordu. Konaca k sert bir yer a rıyordu, bulamıyordu.
Böyle uçarken gönlüne doğdu, b i r ses: «Önündeki
nesneyi ya kala.» d iye fısı ldadı.
Ülgen bu fısı ltıyı tekra rladı. Bir yandan da el­
leri n i öne doğru uzattı. O s ı rada suyun üstüne bir
taş çıkmıştı. Ü lgen taşı yakaladı ve üzerine kondu.
Taşın üstüne ne yapacağ ını düşündü. Düşünür­
ken, o uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ana süzü­
lüp Ülgen ' i n karşısına çı ktı ve: «Yarat ! . » ded i , üç
defa tekrarladı. Ü lgen: « Nasıl?.» d iye sordu . Ak
Ana d a : « Yaptım, oldu de: yaptım olmadı, deme» di­
ye akıl verdi .
A k Ana bunla rı söyled ikten sonra kayboldu. Bir
dalıa d a k imseye görünmed i . Ak Ana 'nıın bu buyru­
ğu üzerine Ü l gen. insanlara şu emri verd i : «Var ola­
nı yok demeyin; vara yok d iyen de yok olur . . . »
Bunun üzerine Ü lgen: «Yer. yaratı lsı n ! . » ded i ,
yer yaratı ldı: « Gökler yaratılsı n!.» d iye b uyurdu,
gökler yaratıldı. Ve böylece dü nya yaratılmış oldu.
Bundan sonra üç taıne büyük bal ı k yaratı p on­
ların üzerine yeri yerleştirdi . Bal ı klardan ikisini ye­
rin kenarlarına, ötekini de tam ortasına yerleşti rd i .
Ortada b u l u n a n ba lığ ı n başı kuzey yönü nded i r. Bu
balı k başın ı aşağı eğerse d ü nyayı seller götürür.
Eğer başını daha aşağı eğerse d üınyada su basma­
dık bir avuç yer kalmaz. Bunun için bu ba l ı k koca­
man bir zincirle bir d i reğe bağlanmıştır. Onu Ulu Ki­
şi idare etmektedir.

101
ıoo BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Dü nyayı meydana getirirken Ülgen «Ay ı şığı ile


g üneş ışığı n ı n doku nduğu altın dağ » da oturdu. Bu
dağ, gökyüzü ile yer yüzün ü n a rasında id i .
Bizim ay v e güneşimizin d ünyasından başka
doksan dokuz d ü nya daha vard ı r. Bunları n hepsin­
de birer uçmak ve birer ta mu vard ı r. Her birinde in­
sa nlar da bulunur. En büyük d ünya Han Ku rbustan
Tengere'dir. Bu ôlemin idaresin i Ü lgen kendi ya r­
d ı mcı larından Burkaın adı nda ki ru ha vermiştir. Bu
ôlemin bulunduğu d ü nyan ı n adı Altın Telegey'd ir.
Cehennemi Toçıri Tamu'dur. Bu tamuyu Kara a d l ı
bir zebani idare eder.
Doksan dokuz ô le m i n orta ncası olan Ezre Ten­
gere'd i r. Ezre Tengere'ye Belgin Karatl u Türün adlı
melek idare eder; bulunduğu dünya n ı n adı Altın
Şarka 'dır, cehennemi Kara Ta mu'd u r. Kara Ta mu'­
yu idare eden zeba n i n i n adı Kara kçı'd ı r .
i nsan oğu l la rı n ı n yaşadığı bizim d ü nyamız en
k ü ç ük ôlemdir. k i adına Kara Tengere Dünyası de­
n i li r. Bu dü nyayı Ulu Ki�i idare eder. Cehennemin i n
a d ı Kara Teş'di r v e b u cehennemi idare eden zeba­
ni de Kerey Han adında bir ruhtur. Bizim d ü nyamı­
zı n üstünde otuz üç kat gök vard ı r.
Günlerden bir g ü n Ü lgen denize bakıp seyre­
derken suyun üstünde bir toprak parçasının yüzdü­
ğ ü n ü gördü. Topra ğ ı n üzeri i nsan bedenine benze­
yen bir k i l tabakası ile kaplanmıştı . Ülgen: «Bu can­
sız toprak kişi olsu n ! » d i ye buyurdu. Toprak hemen
kişi oldu. Ü lgen bu kişiye Erlik adını verdi ve oldu­
ğu yere b ıraktı . Fakat Erlik g iderek Ü lger:ı'i buldu.
Ü lgen de yarııına aldı, benimsedi . Bir hayli zaman
geçtikten sonra Erl i k Ü lgen'i kıska ndı ve ondan da-

102
TÜRK DESTANLARI

da güçlü k uvvet li olmak i stedi ve Ü lgen'e imrene­


rek : « Ben de onun gibi olmalıyım» d i ye d üşünmeğe
başladı. Düşüne düşüne de Ü lgen'e düşman oldu.
Bunu anlayan Ü l gen de Gök Oğulu yarattı. Daha
sonraları da bizim d ünyamızda yaşayan i nsan ları
hasıl etti. Bunların kemi kleri n i ka mıştan ve etleri
toprakta n oldu.
En sonra da yine bir kişi olan Ulu Kişi'yi can­
land ı rdı ve ona: «Bu insc,n ları sen idare et! . » d iye
buyurdu.

1 03
ALP ER TU NGA DESTANI

Yaradı lış Destanınd a n sonra bil inen ilk büyük


va milli Türk Destanı Alp Er Tunga Destanıdir. Fa­
kat bu destanın, hatta hülôsası hakkında dahi kesi n
b i r bilgimiz yoktur. Destan ı n hakkında bili nen bütün
bilgiler. çok eski çağ la rda ve Türk Boyları a rası nda.
böyle bir destanın söylenmiş olduğu, bilinmeyen se­
beplerder.ı, belk i de bu desta ndan sonra teşekkül
etmeğe başlayan ve daha tesirli bir şekilde Türk
Boylarını heyecanlandıra n destanlar, bilhassa Oğuz
Kağa.n Destanının tesiriyle unutulmağa başlamış

olabileceği tahminlerinden ibarettir.


Alp Er Tunga Destanı hakkındaki bilgi lerin en
önemli kaynağı Divan-ı Lügat-ı Türk'tür. M i lattan
sonra onbiri.nci yüzyılda Kôşgarlı Mah mut tarafın­
dan yazı lan bu eserde, Destanın, büyük bir ihtimal­
le son kısımlarına aid b i r ağıt (sagu) yazıl ı olarak
verilmekted ir.

Bu Türk Beğlerinde atı belgülük


Tunga Alp E r idi kutı belgülük
Bedük bilgi b i rle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi

104
TÜRK DESTANLARI

Tacikler ayur ô n ı Afrasyab


Bu Afrasyap tutd ı iller talab

Bug ü n kü Türkçemizle: «Alp Er Tunga, Türk


Beyleri içinde adı ve kutsal l ı ğ ı bilinen ve ta n ınan bir
yiğit idi; geniş bilgisinin yanı nda sayı lamayaca k ka­
dar çok fazileti va rd ı ; bilg i liyd i, a nlayışlıyd ı , meziyet­
leri çoktu. İ ra n l ı lar ona, Afrasyab adını vermişlerd i.
Afrasyab «dünyaya h ü k metti» a n lamına gelen bu
ağ ıttan, Alp Er Tunga'ın ı n , İ ranlılar a rası nda da çok
iyi bil ind iği a n laşı lmaktad ı r. Nitekim, İ ra n Destanı
olan Şeh nô me'n i n yazarı Firdevsi de, desta n ı n ı n bü­
yük bir kısmında Afrasyab'ın kah ramanlıklarından
bahsetmek mecburiyetinde ka lmıştır. Başka bi r mil­
letin kahrama.nı ndaiı, kendi desta nları nda bahset­
mek için o ka h ramanların gerçekten çok büyük de­
ğer taşı maları lôzımdır. Alp Er Tunga'da bu değer­
ler fazlasıyla vard ı r. Şeh nôme'ye göre, ö nce Turan
ülkes i n i n şehzadesi sonra da hakanı olara k adı ge­
cen Alp Er Tunga İ ra n -Turan savaşları n ı n çok ünlü
Tumn kahramanıdır. Babasının öğ üdünü tutmuş ve
o zaman güçlü bir ü lke olan İ ran'a savaş açmıştır.
Selvi g ib i uzun boylu, kolları ve göğsü aslan misali
kuvvetli ve fil kadar güçlü b i r yiğ itti . İ ra n l ı la rı yendi .
İra n hükümdarı n ı esir aldı .
İ ran ülkesinde bir cok padişa h l ı klar bulu nuyor­
du. Bunlardan biri de Kô bil Pad işa h lı ğ ı i d i ve baş ı n­
da da Zal adlı biri vard ı . Kô bil Padişahı Za l, Alp Er
Tunga'nın el i nd e esir olan İ mn Hü kü mdarı n ı kurtar­
mak için Tura n ü lkesine yürüd ü. Alp Er Tunga 'yı
yend i ama hü kümdarını kurtaramad ı . Zaman geçti.
İ ran ü l kesine h ü kümdar olan Zev de öldü. Bunu fır-

105
100 BÜYÜK EDİP ıoo ŞAiR

sat bilen Alp Er Tunga i ran'a b i r daha savaş açtı.


O zamona kadar Zal da yaşlanmıştı . Kendi yerine,
Alp Er Tunga'ya karşı oğlu Rüstem'; yollad ı . Halen
Anadol u 'da da Zaloğlu Rüstem adıyla meşhu r olan
halk k itaplarında Zaloğl u Rüstem ile Arap Üzengi
cengi d iye h i kôyeleri a n latılan bu ünlü İ ran kahra­
manı i le Alp Er Tunga a rasında sayısız savaşlar ol­
d u . Savaşları n çoğ u n u Rüstem kazandı bir kısmı nı
Alp Er Tunga kazandı. (Şehnô me İ ra n desta nı oldu­
ğ u için bunu tabii görmek lôzımdır.)
Bu savaşlar devam ederken, İ ran'ın hü kümda­
rı bulunan Keykôvus, oğlu Siyavüş'ü ve Zaloğ l u
R üstem·; gücendi rmişti. Gücenmenin sonucu olara k
şehzade Siyavüş kaçıp Alp Er Tunga'ya sı ğ ı nd ı .
Orada uz un zaman ka ld ı , hatta Türk yiğitlerinden
birinin kızıyla evlend i, Keyh üsrev adında da bir oğ­
lu oldu .
Keyhüsrev büyüyünce, İ ranlıla r onu kaçı rı p hü­
kümdar yaptı lar. Keyhüsrev Zaloğlu Rüstem'i hoş
tutup, gönlünü aldı ve Alp Er Tunga'nın üzerine
gönderd i . Yine bir çok savaşlar oldu. Çoğunda Alp
Er Tunga yenildi. Ve en sonunda Alp Er Tunga iyi­
ce yoruldu, ordusu dağıldı , askeri ka lmad ı . Tek ba­
ş ı na dağlara çekildi. O rada, bir mağarada ke,ndi
hali nde yaşadı . Fakat günün biri nde izi n i keşfedip
yeri ni buldular. Alp Er Tunga suya atlayı p kurtul­
mak istedi ; fakat daha önce davranan İ ra n askerle­
ri yetişip saldırd ı lar. Yiğitçe döğüştü ama ihtiyardı,
yorgundu, tek başınayd ı . Öldürd ü ler.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, çok şuurlu bir
İran milliyetçisi olan Firdevsi'nin Zaloğlu Rüstem'i
ve diğer İran asker ve hükümdarlarını üstün görme-

106
TÜRK DESTANLARI

si, savaşların çoğuncla Alp Er Tunga'yı yenik durum­


lara düşürmesi tabii karşılanmalıdır ve Alp Er Tun­
ga'nın çok büyük bir yiğit ve üstün değerlere sahip
bir hakan olduğunu anlamak için bir İran Destanın­
da ne kadar değerli bir yer kapladığı düşünülme:.i­
dir. Fi rdevsi, kend i mil letiın i n ka h ramanlarını değer­
lendi reb i l mek için a ncak bir Türk Ha ka n ı n ı ölçü
olara k aldıysa bu bile. Alp E r Tunga'nın nasıl bir
destan yiğidi olduğ u n u gösterir. Gerçi İ ra n ve Tu­
ran savaşları n ı n tarihi şahsiyeti olara k Alp Er Tun­
ga b i r gerçek kişil iğe de sah i ptir; F i rdevsi'n i n Alp
Er Tunga'yı seçişinde bu gerçek payı da muha kkak
vardı r a ma aslı nda Alp Er Tunga, desta n l a ra has
şahsiyetiyle Fi rdevsl'yi tesi ri altına a l m ıştı r.
Prof. Zeki Vel idl Togan'a göre M .Ö. dördüncü
yüzyıla kadar yaşamış olan ve M.Ö. yed inci yüzyıl­
da Orta T iyanşan havzasının en güçlü devleti halin­
de gelişmiş bul unan. Hu n la rdan önceki büyük Türk
Devleti Şu veya Aka adılıı taşımakta d ı r. Bu Türk İ m­
parato rluğu, b irçok kavi m ler üzerinde hakimiyet k u r­
muş olup Güney Rusya'yı da içine almak üzere Doğu
Avrupaya kadar yayılm ıştır. B i r kısım tarilıçiler Doğ u
Avrupa bölümündeki Aka lar'a İskit. O rtaasya ve A­
zerbaycan havalisindekilere de Aka adını vermekte­
d ir. M .Ö. yed i nc i yüzyılda en güçlü ve en h a k i m dev­
rini yaşa mış olan bu Tü rk İ mpa ratorlu ğ u n u n hakanı
ise Alp Er Tunga'dır .
Diva n- ı Lügatit Tü rk'te, Alp E r T u n g a i ç i n söy­
lenen ağıtlardan (Sagu ) bazı parçalar kayded i lmiş­
tir. Bu pa rça l a r. o günkü ve bugünkü Tü rkçe söy­
leyişle aşağ ıya a l ı nmıştı r :

107
100 BÜYÜK EDİP 100 ŞAİR

Alp Er Tunga öldi mü?


ısız ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılur.
Ödlek yarağ közetti
Oğrun tuzağ uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kalı kurtulur?
Begler atın urgurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sargarup
Körküm angar türtülür.
Uluşıp eren börleyü
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yırlayu
Sığtap közi örtülür.
Köng:üm için ötedi
Yitmiş yaşıg kartadı
Kicmiş ödig irtedi
Tün kün kiçip irtelür
Alp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Fe lek öcünü a ld ı mı?
Şimdi yürek yı rt ı l ı r.
Feleğ i n silahı hazı r
Gizl i tuzak k u rd u ru r
Beyler beyini vurd u ru r
Kaçsa na s ı l k u rtu lur?
Beyler atla rın ı yoru p
Kaygıdan çaresiz d u rup
Beni benzi sararıp
Sarı safrana döndüler.

108
TÜRK DESTANLARI

Erler kurt gibi hıçkırdı


Yaka bağır yırtıp durd u
Acı ağıtlar çığırdı
Yaş akar gözler kurur.
Gönlüm içinden yaşlandı
Geçmiş zamanı andı
Gecen g ünler nerdedir?

109
ŞU DESTANI

Destan hakkında bilgi:

Destana kahraman olara k adını veren Şu, tah�


m i nlere göre M. ö. dördüncü yüzyılda yaşa mıştı r.
Bir Türk Hakanıdır.
Destanda Makedonya l ı İskender'i n , İran üzeri n­
den Asya'ya doğru yürüyüşü esnasında istilô savaş­
l a rı ve bu savaşları n Türklerle i l g i l i böl ümü a nl a ­
t ı l ma ktadır. Türk boyları n ın teşekkülü, Türklerin şe­
hir hayatı yaşamağa başlamaları, aynı zamanda mi l­
l eti n i geçici b ir isti lôdan mümkün olduğu kadar ca n
ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen
b i r hakan ın kaygıları da a n latı lan destan ı n en büyü k
h ususiyeti, daha sonra k i Türk destanlarında gelişe­
cek olan ana çizg i ve motifleri işlemesid i r.
Zeki Velidi Togan'a göre, destanda mühim bi r
y e r tutan ve destan ı n alternatifi olan İskender' i n is­
tilôsı n ı n aslı nda iskender'le i l g is i yoktur; daha önce­
k i yüzyıllarda ce reyan etmiş bir Aryani istila ile i l ­
g i l id ir.
Destan ı n kısa da olsa hülôsası Divan-ı l ügat-it
Türk'de kayıtlıdır.

110
TÜRK DESTANLARI

Destanın hülôsası ·

Şu Kalesi, Ba lasagu n ya kı nları nda, genç bir ha­


kan olan Şu tarafından yap ı l mı ş bir kaleydi , fakat ha­
kanın sarayı Balasagu n 'd a idi. Kalede ve Balasa­
g u n'da, o çağları n en güçlü ve en büyü k ordusu bu­
lunuyordu. Şeh i r zengindi. Öy leki, her g ü n . Şu Haka­
nın sarayı n ı n ö n ünde, ordu beğ leri için 365 nöbet
vurulurdu.
Bu sıralarda, bir adına da Zülkarneyn denilen
Makedonya Kra l ı İ skender meşhur Doğu seferine
çı kmış, ön Asya'dan İ ra n içlerine doğru önü ne nere­
si gelmişse ord usunu yenmiş ü l kesini istilô etmekle
meşguldü. İske nder Semerkand'e kadar gelmiş bura ­
yı d a geçip Türklerin yaşadığı ü lkelere doğru i lerle­
mişti.
isl<ender'i n , Balasagu n'a ve Şu Kalesine doğru
yaklaşmakta olduğ unu, genç Ha ka n Şu'nun gözcüle­
ri gelip haber verd i ler. Ve dediler k i :
« İskender elen ilen v e g ü n batısından kopup ge­
len bir k ral ord usuyla b ize ya klaşma ktadı r. Önüne
gelen ü l keleri istilô etmiştir. Bize ne buyurursun?.
Savaşa lım m ı ? . »
Genç H aka n , ord u habercilerini d i n lemez gibi
görü ndü. Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğ it­
lerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend ı rmağı kıyıları na
gözcül ü k ets i n d iye göndermişti. Yiğitler kimseye
görünmeden, g izlice g i d i p Hucend ı rmağ ı n ı n kıyıla­
rına yerleştikleri için ord u habercileri d u rumu bilmi­
yorla rdı ve getird i kleri haberden, haka n ları n ı n telaş
edip yeri nden k ı m ı ldamad ı ğ ı n ı görd ü k!eri için de şaş­
mışlard ı Haka n ı n gönlü ferahtı .

111
ıoo BÜYÜK EDİP ıoo ŞAİR

Hakan Şu'nun bir havuzu vardı ; g ü müştendi .


Bu işten çok iyi anlayan ustalara ya ptı rmıştı. Her ye­
re taşınabilecek şekildeyd i. Bunun için Hakan da
gümüş havuzunu, sefere bile çı ksa yanına a l ı r, ko­
nakladı k ları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve
ördekleri su dolu gümüş havuza sala r ve onlarla oya­
lanırdı, eğlenirdi. Kazları n ve ördeklerin gümüş ha­
vuzda yüzüşlerini seyretmek Hakan'ı d i nlend irir ve
bu dinlenişle seferle, m i l letinin geleceği ile ilg ili ta­
sarı ları hazı rlard ı .
Haberciler geldikleri zaman yine gümüş havu­
zunda yüzen ördeklerle kazları seyredip d in leniyo­
du. Habercilerin :
- Nasıl buyurursunuz?. İskender' le savaşal ı m
m ı ? . diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara
havuza ve havuzda yüzen kazla rla ördekleri göster­
di:
- Görüyor musunuz. Kazlarla ö rdekler suda
ne g üzel yüzüyor, nasıl d a dalıp çıkıyorlar?. dedi.
Haberciler, hakanları n ı n bu sözünü garip karşı­
ladılar ve ona şüphe i le baktılar. «Herhalde hakanı­
mızın h iç bir hazırl ı ğ ı yok ne yapacağını bilmiyor» d i­
ye düşündüler.
Ama o sırada, iskender'de H ucend ı rmağını geç­
mişti.
Vakit gece yarısına gel iyord u . Hucend ı rmağ ı­
n ı n kıyı ları nda gözcülük yapıp devriye gezen Gene
Hakanı'n en güvend iği k ı rk yiğit yıldırı m hızıyla atla­
nıp Şu kalesine geldiler ve gece vakti, İskender'i n
H ucend suyunu geçip Balasagun istikametinde iler­
lemekte olduğunu Şu'ya haber verd iler.

1 12
TÜRK DESTANLARI

Daha önceki habercilerin haberlerini d i.nlerken


k ı l ı bile k ıp ırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üze­
rine derhal ve gece yarısı göç davulunun çalınması­
nı emretti. Davulun çal ı nmasıyla birlikte ve Doğuya
doğru hızla yola ç ı kt ı .

B u d u rum halkı şaşırttı . Hakanın, g ü ndüzün hiç


bir hazı rlı kta bulunmadan ve hiç b i r hazı rlık yapma­
dcın böyle gece vakti göçü başlatması üzerine kork­
tular. Elle rine ne geçtiyse toplayıp, buldukları ata
atlayan mil let hakanla birlikte yola düştü. Sabah
olu rken, şeh irde hemen hemen hiç kimse kalmamış­
t ı ; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu .
Bütü n milletin. Ha ka n Şu 'nun a rdı ndan g itmiş
ol ması na rağ men, gece vakti binecek h içbir şey bu­
lamayan yahud da binecek hiç bir şeyi olmayan yirm i
i k i kişi, ne yapacağ ı n ı b i lemeden Ş u Kalesi nde kal­
mışlard ı .
B u y i rmi ik i kişi, n e yapacaklarını düşünürken
yanlarına i k i kişi daha geld i . Bu i k i kişi de yaya ndı,
kap kaca klarını topla mışlar sırtlarına yü klenmişler,
taşıyorlard ı . Yorgundular. Fa kat pek de d u racağa
benzem iyorlard ı . Önceki y i rm i kişi, bu yen i gelen­
lere bir yere g itmemelerin i , kendileri gibi burada ka­
lıp beklemelerini söyledi ler. Ayrıca:
- İ skender ded i kleri her kim ise, burada uzu n
müddet kala maz: geldiğ i gibi geri dön ü p g ider. Bu­
rası b iz i m yurdumuz, y i ne bize kalın, d iye ı srar et­
tiler.
Bu y üzden bu iki kişinin adı ( Kalaç) olup kaldı
ve bu iki kişiden olan çocukları ve torunları (Kalacı}
adıyla a n ı ld ı lar. Fakat bu iki kişi, öteki y i rm i iki ki-

1 13
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ş i n i n sözlerin i dinlemedi kleri ve bıra kı p g ittikleri için


iskenderin geldiğini görmediler.
lskender gelip de, uzun saclı yirmi i k i kişiyi
görünce: «Türk mônend» ded i . «Bunlar Türke ben­
ziyorla r>> demişti. Bu yüzden yirmi iki kişin i n aile adı
Türkmen olarak kaldı . Giden iki kişi gittikleri için ta­
mı tamına Türkmen sayılmadılar. Yirmi dört kabile­
den yirmi ik isi Türkmen, kalan ikisi Kal kac diye bi­
l in d i .
Bu hadiseler oladu rsun, öte yanda n Ş u Hakan,
ordusu ve kendisiyle gidenlerle birl i kte Cin s ı nı rına
kadar yürümüşl erdi . Çin'e ya kın Uygu r İ li n e vard ı k­
ları nda Şu, iskender'i a rt ı k karşrl ıyabilecek d urumda
olduğunu, onu asıl merkezinden cok uzaklara çekti­
ğ i n i , kendi ırkdaş!arı a rası nda bulunduğu için İsken­
der'den daha kuvvetli bir duruma geld i ğ i n i düşündü.
Ve bir kısım askerin i ayıra ra k hem de en gençleri n i
seçerek İskender'in üstüne yol lad ı . Veziri. giden lerin
hepsi n i n gene olduğunu , tecrübelerin i n olmadığı n ı
i leri sürdü. Başaramazlarsa sonucun kötüye va raca­
ğ ı nı söyled i. Şu Hakan veziri ne hak verdi ve yaşlı
tecrübeli bir Subaşını askerleriyle birl ikte gönderd i .
Bunlar, bir zaman sonra i skender' i n gönderd iğ i
ö n c ü b irli klerle karşılaştılar. Türk erleri, İskender'i n
öncü birliklerine b i r gece baskını yaptı . Çok kanlı
bir baskındı bu, ölüm ka l ı m meselesiydi . İskender' i n
ö n c ü birlikleri bozguna u ğ radı. Türk erlerinden biri,
İ skender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye böl­
müş, askerin kemerine bağladığı altın dolu b i r kemer
parça lanarak içi ndeki altı nlar yere saçılmış ve İsken­
der' i n askeri n i n kanıyla bulanmıştı . Ertesi sabah gü­
neş ışıkları bu kanlı altın l a rı parı ldattı. Bunu gören

1 14
TÜRK DESTANLARI

Türk erleri birbirlerine bakı p «Altın Ka n !. Altın kan!.»


d iye bağ rıştılar. O g ü nden bu ya na, bu baskı n ı n ya­
pıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han
Dağı oldu ve öyle söylenip geldi .
Baskı ndan sonra Ş u Hakan i l e İskender b i r daha
savaşmad ı l a r, barış yaptıla r. Barışın sonu her iki ta­
raf için de iyı neticeler verd i. Birbiri a rd ı nca şeh ir­
ler ya pı l mağa başlandı. Uygurlar ve öteki Türk ka­
vimleri şehirlere yerleştiler. Şu Hakan da Balasa­
gun'a döndü. Şu Kalesini tahkim etti ve şeh ir halin­
de gelişt i rd i . Bütün bunları yaptıktan sonra da şehre
bir de tıs l ı m koydu. Bu tıslım öyle bir tıslı md ı ki her
yanda duyuldu. Leylek!er bu şeh re kadar geldi kleri
zaman tıslı m yüzünd€.n daha öteye geçemediler,
şehri aşa mad ı lar.

OGUZ KAGAN DESTANI

Destan Hakkında Bilgi:

M illi Türk Destanla rı nın en önemlileri nden ve


en meşhu rlarından biri olan Oğuz Kağan Destan ı ,
eski kaynaklarda, Oğuzname adı verilen b i r eser­
de kayıtlı olarak gösteril me kted i r. Fakat Oğuzna­
me'ye bugü ne kadar tesad üf edilmemi ştir.
Oğuz Kağan Desta n ı n ı n bugü n bil inen metni
i k i ayrı ve değişi k şekilde yazılıdır. Birincisi İslc mi ­
yetten önceki devreye a i d söyleniş şekl iyled ir. Ve
bu şeklin yaz ılı metni Uyg u r Harfleriyled ir. Bu yazı lı
metin hale n Paris'te, M i lli Kütüphanededi r.
Oğuz Kağan Destanı n ı n i ki nci söyleniş şekl i. is­
lcmiyetten sonrak i söyleniş şekl i d i r. Bu şekli Ta rih-

1 15
ıoo BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

c i Reşidüd'in Cômi-üt Teva rih a d l ı eseriyle Ebülgazi


Ba had ı r Han'ın «Şecere-i Terô k i me» adlı eserinde
kayıd l ı d ı r. Ayrıca üçüncü bir n üsha daha vard ı r ve
bu nüsha da İslôm inanışlarına göre tesbid edilmiş
olan Oğuz Kağan Destan ı n ı n b i r İslômi söyleyiş şek­
l i d i r; fakat bu .n üsha baş ve son taraflarından hayli
noksa ndır.
Bu destanda, destan kahramanı ola ra k adı gecen
Oğuz Kağan, M ı laddan önce i kinci yüz yılda büyük
bir Türk İmpa ratorlu ğ u ku rmağı başaran gerçek bir
ta rih i şahsiyetti r. Ası l adı Motun veya Mete olan ve
Tümen Yabgu'nun oğlu olara k b i l i nen Oğuz Han
M .ô. 209 ile 1 74 yılları a rasında Kuzeydoğu Asyada
k u ru l muş olan Türk Devletin i , Ci n'den Hazar Den i ­
z i ne kadar bütün Kuzey Asya'ya yayıl mış v e C i n ' i
hükmü altı na a l m ı ş bir büyük İmparatorlu k hal ine
getirmiştir.
Bir H un-Oğuz Destan ı olan Oğuz Kağan Desta­
n ı nda. bir devletin b ir İ m pa ratorl u k haline gel işin­
d e k i o baş döndürücü gel iş me. milli bir coğrafyan ı n
m i lli bir karakter içinde i ş lenişi v e Oğuz Han'ı n, ken­
d is i ne inanmış bir mil letle beraber çığ g i bi büyüyü­
ş ü a nlatı l maktadır. M i l li Türk Destanları n ı n bütün
motif, karakter ve hususiyetlerinin çok g üzel bir ter­
tip içinde işlenip, geliştiri l d iğ i bu destan Tümen Yab­
gu oğ l u Mete'.ni n , Oğuz Ha n adı a ltında kutsalaştırı l­
-ctığı bir destandır.

OGUZ KAGAN DESTANiNiN İSLAMİYETTEN


ÖNCEKİ SÖYLEYİŞ ŞEKLİ:

( Desta n ı n İslô miyetten önce söyleniş şekl i için


kitabımızın 45. lnci sayfas ı na bakınız)

116
BOZKURD DESTANI

Destan hcıkkmda bilgi:

Bilinen en önemli iki Göktürk Destan ından biri­


sidir. Bir bakıma, M i lôdi a ltıncı yüzyı ldan sekizinci
yüzyıl orta larına kadar, Büyük Tü rkiye İmparator­
luğunun m ühim bir halka s ı n ı teşkil ed i p hanedanı
e l i nden tutmuş olan Göktürkleri n soy ola ra k kütüğü
ve var o lma h i kôyesidi r. Ayrı ca, Türk ı rkını n yeni bir
dal halinde d i ri l işi de d iyebileceğ i m iz Bozku rt Des­
tanı, Bi lge Kağan'ın Orhu n Abideleri ndeki meşhur
h itabes i n i n ilk cümlesi olan: «Ben Ta nrıya benzer,
Ta nrıdan ol muş Türk Bilge Kağan, Ta nrı i rade etti­
ği için, kağanlık tahtıına otu rdum» cümlesi · i le bi rli kte
mütelea edilecek olursa soyun ve ı rkın nasıl bir şe­
k i lde ilahi leştiri l mek istenildiğ i n i de an latmaktadır­
lar. Destan Cin kaynaklarında kayıtlı d ı r. M uhtelif ri­
vayetler h a l inde ise de, ana hatları aynı fa kat isim­
ler üzeri,nde, a n latıştan doğma veya Ç i n lilerce y_a zı lrr­
ken isimlerin Ci nce telaffuzlarından meydana gelme
değişikler dolayısiyle ayrı görünen bel l i üç söylenti
şek l i nde tesbit ed i l m iştir.
Birinci Rivayet:
H u n · Ülkesinin kuzeyi nde So adı verilen b i r Dike
vard ı . Burada, soy bakımı ndan H unlarla aynı soydan
ola,n Göktü rkler otururd u . Bir g ü n Göktürkler So Ü l ­
kesinden ayrıldılar. Bu s ı rada başları nda Kağan Pu
adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bu­
l unuyordu. On altı kardeşten b i ri n i n a n nesi de bir
kurttu.
Annesi Göktürklerce e n m u kaddes yaratıklardan

117
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

biri olara k bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt ol­


d uğ u için delikanlı, rüzgôrlara ve yağmura söz ge­
çirir ve bu iki kuvveti buyruğu altında tuta rd ı .
Bununla beraber, So Ü l kesindeki yurdlarından
ayrı lan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradı­
lar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok
etti kleri gibi on altı kardeşten de sadece birisi kur­
tulabildi. Kurtu lan del ikanlı ise an nesi kurt olan deli-
, kanlı idi.
Bu del i kan l ı n ı n da, birisi yaz tanrısının d iğeri
de kış ta nrısı nın kızı olan iki karısı va rdi. Baskı ndan
sonra her ikisi nden ikişer oğ lu oldu. Zamanla ka­
labalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğü­
nü kend ilerı ne hakan seçtiler ki o zamanki adı Gök ­
türk d i l inde değildi; hakan seç i l i r seçilmez Göktü rk­
çe ol maya n bu adını b ı ra ktı ve TÜRK adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadı n la evlendi ve bi r çok
çocu kları oldu. İçlerinden Asena ad ını taşıyan biri
hal<a nlık ta htına geçince boy'un adı da Aşine oldu.
İkinci rivayet:
H u nların bir boyu olan ve adına Aşine denilen
Türk boyu Hazar Denizi ni n batı taraflarında yerleş­
mişti . Türklerin i l k atası olara k biliniyordu. Rahat
ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düş­
manları n ı n bask ınına uğradılar. Baskının sonu nda
ki mse sağ kalmadı.
Her nası lsa küçücük bir çocuk bu baskından
sağ kalmış bir köşeye sığın mıştı . Düşma nlar onu
da gördüler. Fakat cılız ve küçük bir çocuk olduğu
için ki mse ondan korkmadı ve ona aldırmad ı . Hatta
içlerinden acıyanlar bile cıktı. Ama düşman yine de

ll8
TÜRK DEST ANLARI

her ihtimali düşünüp, çocuğu öldü rmektense kolu­


n u bacagını kesip orada öylece bıra kmağı uyg un
görd ü ve düşündü kleri g i bi yaptı lar.
Kolunu bacağ ını kesip, yarı ölü hale getirdi k­
leri çocuğu a l ı p bata klı kta bir sazlığa attılar ve bı­
ra kıp g ittiler.
O sırada nereden çıktığı b i l i n meyen bir dişi
Bozkurt peyda oldu ve gelip çocuğu emzird i . Yara­
larını yalayıp iyi etti ve o gü nden sonra da, avlanıp
getird i ği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücü­
nü kuvvetini arttı rdı .
Za manla Bozkurd'un besled i ğ i çocuk gürbüz­
leşt i .
G ü nlerden sonra bir gün, baskın yapıp Aşine
soyunu yok eden düşman başbuğu, kol u n u bacağını
keserek sazlığa att! kları çocuğun yaşa d ı ğ ı n ı öğ ren­
di. Adamlar gönderip d u rumu öğrenmek, sağ kaldı
ise öldürtmek istedi.
Düşman başbuğ unun gönderd i ğ i asker geldi
ğ !,rıde, kolu bacağ ı kesik gencin ya n ında bi r dişi
Bozkurt görd ü . Doşi Bozkurt teh l i keyi h issetmiş ol­
duğu için, d işleriyle genci ya kaladığ ı gibi den izin
öte ya n ı na geçird i ve orada da durmayı p Altay Dağ­
l a rı na doğru götürd ü . Orada, her tarafı yüksek dağ­
larla çevri l i bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi ve
onunla evlendi ; gençten gebe kaldı, on oğ lan do­
ğ u rd u .
Mağra n ı n bulu nduğu yayla yeş i l l i kti; serin
g ü r suları, meyve ağaçları , av hayvanları vardı, Oğ­
lnnlar orada büyüdü ler, orada evlendiler. Her birin­
den bir boy t üredi . Bunlardan birin i n adı da Aşine
boyu i di.

1 19
TÜRK DESTANLARI

Aşine kardeşleri nin içinde en a k ı l l ı , en gözü pek


ve en yiğit olanı id i . Bu yüzden Türk Hakanı o oldu.
Soyunu unutmadı . Çadırı n ı n önüne her zaman, tepe­
sinde bir kurd başı bulunan bir tuğ d i kti .

Aradan çok yıllar geçti . Aşine boyuna Asence


adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun za man ı nd a
i s e Aşine boyu, bulundukları yerden ç ı kı p d a ha gü­
zel yurdlara yerleştiler.

Üçüncü rivayet:

Bu rivayet daha ziyade bir not hal inded i r. Ci n


devlet adamlarından Çja n-Ken'in, M i laddan önce 1 1 9
yılında, Cine göre batı ü lkelerinde yaptığı gezi so­
nu nda gördüklerini ve duyduklarını yazıp tesbit et­
tiği ve o zamanki Cin İmparatoruna sunduğu notları
a rası nda kayıtlıdır. Notu, Abdülkadir İnan'ın, Türk
D i l i a raştırmal arı Y ı llı ğ ı ( 1 954) ndaki Türk Destanla­
rına Genel bir bakış adlı ma kalesinden aynen a l ı ­
yoruz:
«H un Ü l kesinde bulunduğum zaman duyd um ki
Usun Hanı, Gunmo ünva n ı n ı taşıyor. Gunma'nun ba­
bası, H unları n batısındaki bir ü lkeye sahipti. Gun­
mo'nun babası bir savaşta Hunla r tarafı ndan öldü­
rü ldü. Yeni doğmuş olan Gunmo'yu kı rlara attı lar.
Kuşlar çocuğu sinel<lerden koruyor; bir dişi kurt sü­
tüyle besl iyordu . Hun Hakanı buna şaştı . Bu çocuğu
sayd ı . Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü . E3abası ­
n ı n ülkes i n i ona geri verd i.»

120
TÜRK DESTANLARI

ERGENEKON DESTANI

Destan hakkında bilgi :


Göktürkler' i.n en büyük desta n ı d ı r. Türk Des­
tanları n ı n arasın da müstesna ve çok m ü h im bir yeri
vardır. En büyük ve en orij i nal destanları mızdan bi­
ridir. Yıllarca Türk içtimai hayatında tesirleri oldu­
ğu g ibi bu gün bile Anadolunun dağ l ı k köylerinde,
bir ta k ım örf ve adetlerde Ergenekon Destan ı n ı n iz­
lerine tesad üf etmek mümkündür.
Bir bakıma Bozkurt Destan ı n ı n a n a hatları üze­
rine kurulmuş ve yahut da bu destan ı n çok serbest
bir şekilde genişlemiş halidir d iyebiliriz. Daha doğ ­
rusu Bozkurt Destanı ile menşeini tesbid eden Gök­
türk soyu, Ergenekon Destanı ile yeni bir hamle ya­
parak gel işmesini, durg u n lu k çağı nda kuvvetlenme­
sini ve ondan sonraki yayılı ş ve büyüyüş devirlerini
a nlatmıştır.
Ergenekon Destanı, On üçüncü yüzyılda yaşa­
mış olan M oğol tarihçisi Reşüdüddin tarafı ndan i l k
defa tesbit edilip yazılı h a l e getirilm iştir. Daha son­
ra, on yed i nci yüzyılda, Hıyve Hanı Ebulg azi Baha­
dır Han tarafından yazıl mış olan Şecere-i Türk adlı
eserde de kayded ilmiştir.

DESTAN:
Türk İl lerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk
kolu yetmeyen bir yer yoktu r; yan i ü l keye Göktürk­
ler hakimdi. Bu durum ise, d iğer öteki kavimlere acı
geliyordu, üstelik Göktürkleri de kıskanıyorla rdı . Bir
a raya gel i p birleştiler ve Tü rklerden öç a l mağo ka­
rar verirler, onların üzerl�rine yürüdüler.

121
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bunun üzeri ne Göktürkler de çadı rları n ı ve s ü ­


rülerini bir yere toplad ı l a r. Çevresine de hendek ka­
zıp beklediler. Düşman gel ince de savaşa başladı­
lar. Savaş, on gün sürd ü . Sonu nda Göktürkler üstün
geldi.
Bu yen i lg i üzerine Göktürklere düşman olan
kavimler büsbütün h id detfendi ler, av yerinde top!an­
d ı l a r ve b ir arada konuştular. Ded i ler k i : « Göktürk­
lere h i le yapmazsak işimiz sonunda pek yaman ola­
cak.»
Bu konuşmadan sonra, tqn ağarı nca, sa nki bas­
kına uğramışlar gibi, işe yaramayan malları n ı b ı ra­
kıp kaçtı lar. Bunu gören Göktürkler: « Düşmanları­
m ızda savaşacak hal kalmad ı , kaçıyorlar» d iye düşü­
nerek, kaçanlann a rkasına düştüler. Düşman l a r,
Göktürkleri görünce hemen geri döndüler, Göktürk­
leri gafil avladılar, vuruşmağa başladı l a r. Düşman­
lar galip geldi, Göktürkler yenildi. Düşman, Gök­
türk leri vura öldüre çadı rlarına kada r geldi . Çad ı r­
larını ve mallarını öyle b i r yıkıp yağmalad ı l a r k i b i r
e v b i l e ka lmad ı . Büyüklerin hepsini kı l ıçtan geçi rd i ­
ler, küçükleri k u l edi n d iler ve her birini a l ı p kend i
evlerine götürdüler.
O zama nlar Göktürklerin başında İ l Han hakan
olarak bulunuyordu . İ l Han'ın d a b i r çok oğ l u vard ı .
Çocukların hepsi bu savaşta ö l d ü . Yal n ız Kaya n adın­
daki en küçük oğlu sağ kaldı. Kayan ( Kayı Han) o
yıl evlenmişti. İ l Hanın Tukuz ( Dokuz Oğuz) adın­
da bir de yeğeni vard ı . Kayan i le Tukuz ( Kayı Han i l e
Dokuz Oğuz) h e r ikisi de düşmana esi r ol muşlard ı .
Fakat an gün geçmeden, kadı nlarını da kurtarı p be­
raberlerine alarak atlanıp bir gece d üşmandan kaç-

122
TÜRK DESTANLARI

tılar ve esirl i kten k u rtuldular. Göktürk yurduna gel­


d iler. Burada düşmandan kaçıp gelen b i rçok deve,
at öküz ve koyun buldular. Oturup düşündüler: « Dört
bir ya nımız düşman dolu bizi yaşatmazla r» dediler;
«En iyisi dağların içinde i nsa n yolu d üşmez sapa bir
yer bulup orada yerleşel i m» d iye karar verip, sürüle­
rini de alarak dağa doğru varı p göçtü ler.
Gide gide, geldikleri yoldan başka geçi lecek
başka bir yolu olmayan b i r ü l keye vard ı lar. Bu yol
öyle bir sa rp ve sapa yol d u ki bir deve b i r at b i n güç­
lü kle yürürd ü , yanlı ş bir yere aya ğ ı n ı bassa param­
parça olurdu.
Göktürklerin vardı kları ü l kede akar sular, bün­
gü ldekl er. türlü bitkiler. meyve ağaçları ve avları var­
d ı . Böyle bir yfjr görünce Tan rıya şükrettiler. Kışın
hayvanları n ı n eti n i yediler, yazın sütünü içtiler, de­
risini g iydi ler. Ve bu ülkenin adına E rgeneko.n dedi­
ler.
Kaya n ' ı n ve Tukuz'u n ( Kayı H a n ı n ve Dokuz
Oğuz'un) burada zaman geçti, bir çok çocukları ol­
du. Kaya n'ın çocuğu daha çok, Tukuz' u n çocuğu ise
daha az oldu. Kayan'dan olma çocuklara Kayat de­
d iler; bir kısmına Tu kuzlar dendi. Bi r kısmına da
Türülken dendi. Yıll a ı y ı l ı bu i k i yiğid i n . çocukları
Ergenekon da kaldılar. Çoğa ldılar, çoğaldı l a r, çoğ a l ­
d ı la r.
Aradan dört yüz Yil geçti.
Dört yüz yıl sonra E rgenekonda hem kend i leri
hem de sürü leri o kadar a rttı k i ü l keye sığmaz ol­
d ular. Bu yüzden topl a n ı p konuştular, ça re bulma k
istedi l er. Ded iler k i : «Atalarımızdan duyard ı k , Erge-

123
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

nekon'un dışında geniş yerler, g üzel yurdlar olur­


muş. Eskiden oraları bizim öz yurdumuzmuş. Dağ­
ların arasından bir çıkı lacak yol a rayıp bulalım, çı­
k ı p bu rdan göçelim. Ergenekon'un dışında ki m bi­
zimle dost olursa dost olalım, düşman olursa vuru­
şalım.»
Böyle konuşup karar veril i nce Ergenekon 'da n
çı kmak için bir yol a ramağa başladı lor, bulamad ı l a r.
O zaman bir demirci dedi k i : ;Bu dağda bi r de­
mir madeni var. Yal ı n kata benzer. Medenin demiri­
n i eritsek b ir yol olurd u . »
H e p birl i kte g i d i p demir madenini gördü ler. De­
m i rcinin sözleri n i de beğendiler. Dağın geniş ye­
rine bir kat odun bir kat da kömür d izdiler. Sonra
da dağın üstünü, arka yan ı n ı , öte yan ı n ı ve beri yanı­
nı bir sıra od un ve bir sıra kömürle doldurduktan
sonra yetmiş derinden yetmiş körük yapıp yetmi ş
yerde kurdu lar; odunlarla köm ürleri ateşleyip körük­
ledi ler.
Tanrının gücü ve i nayeti ile ateş kızdı. Kızdıkça
demir dağı n demiri erimeğe başladı eriyip a kıver­
d i . Dağ delindi ve yüklü b i r deve geçebilecek kadar
yol oldu. O kutsal yı l ı n , kutsal ayı n ı n kutsal günü­
n ü n, kutsal saatinde Göktürkler, Ergenekon'dan çık­
tı lar. O günü, o ayı ve o saati iyi belled i ler. Bu kut­
sal gün, o günden sonra Göktürkler için bayram oldu.
Her yıl, o gün geli nce büyük törenler yapıldı. Bu tö­
renlerde, b ir parça demir alınıp ateşte kızdırılıyord u
sonra d a kızd ırı la n demiri önce Göktürk Hakanı kıs­
kaçla tutup örse koyuyor, çekiçle dövüyordu. Ondan
sonra da d iğer Türk Beğleri aynı hare keti yaparak
bayramı başlatıyorlardı.

124
TÜRK DESTANLARI

Ergenekon'dan çıktıkları s ı rada Göktürklerin ha­


kanı Kaya n ( Kayı Han) soyu ndan gelme Börteçine
idi. Börteçine bütün i llere elçilerin i gönderd i ve Er­
genekon'dan çıkıp geldiklerin i bildird i .
B u n u k i m i i y i karşıladı baş e ğ i p boyu n eğdi .
Börteçi ne'yi kendi hakanları b i l d i k i m i de i y i gör­
med i, ka rşı çıktı, onlarla savaşı ldı, Göktürkler hep­
sini yendi ler.•

TÜREYİŞ DEST ANI


Desta?l hakkın�a bilgi:
Bir Uygur destan ı d ı r. Büyük Türk İ mparatorluğu­
nu Göktürkler'den devralan Uygu r Türkleri, Türeyiş
Destanı ile soyla r'ı n ı n vücud buluşunu a n latırken ay­
nı zamanda da, bütün Türk boyları nda hakim b i r
inanış olarak beli ren, soyun ilah i b i r kaynağa bağ­
lanması fikrini bir kere daha bel i rtmiş olma ktad ı rlar.
Uyg u r Türeyiş Destan ı n ı.n, Göktürk-Bozkurt Des­
tanı ile olan çok yakı n benzerl ikleri. i l k okuyuşta an­
laşılacak kadar açıktır. Hemen bütün T ü rk Destanla­
rın ı n birinci derecedeki u nsuru olan kurt motifi, ge­
rek Tü rey;ş ve gerekse Bozkurt Destan la rında bi lhas­
sa ilahileştiril mekte ve neslin başlangıcı ve devamı
bu ilahi motife bağ lanma ktad ı r.
Türeyiş Destanı, aslı nda b i r büyük destanın baş­
langıç kısmına benzemektedi r. Büyük b i r ihtimalle,
Göktürk-Bozkurt desta nı gibi Uyg u r Türeyiş Destanı
da, i l k büyü k Türk Destan ı o la n Yaradılış Desta­
n ı n ı n etkisi altı nda gelişip meydana getirilmiş, daha
dar bir muhitin veya daha tecrid ed i l i p kavimleşmiş
bir soyun küçük çapta bir yaradılış destan ı d ır. N i -

125
ıoo BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

tekim, bundan sonra göreceği miz, yine bir Uyg ur


Destanı olan Göç Desta n ı , Türeyiş Destan ı nın tab i i
bir deva mı i ntibamı vermektedi r.
Destan:

Büyük Hun Ha ka.nlarından birinin i k i kızı var­


dı. Kızların ikisi de bir birinden güzeldi. Öyle g ü­
zeldi k i, Hu.n lar. b u i ki kızın d a , ancak ilah larla ev­
lenebileceğine inanıyor ve bu kızları n insanlar için
yaratı lmadığını söylüyorl a rd ı .
Hakan da aynı şek ilde düşündüğü i ç i n kızlarını
insanlardan uza k tutman ı n çarelerı n i a radı . Ü l kesi­
nin en kuzey ucunda, i nsan ayağı az basa n veya
insan ayağı h iç görmeyen bir yerinde, çok yü ksek
bir kule yaptırdı . Kızları n ikisini de bu ka leye kapat­
tı. Ondan sonra da aklınca inandığı tanrısına ya l ­
varma ğa, gel i p k ızlarıyla evlenmesi için yakarmağa
başladı. Öyle bir yalvarıyor ve öyle yaka rışlarla tan­
rısını çağı rıyordu ki nihayet bir gün, Haka n ı n kendi
a k l ı nca inandığı tanrısı dayanamadı ve b i r Bozkurt
şekl ine girip geldi. Hun Hakanının kızlarıyla evlendi .
B u evlenmeden bir çok çocuklar doğdu; bunla­
ra Dokuz Oğuz -On Uyg u r denildi ve bu çocu kların
hepsinin de sesi Bozkurt sesine benzedi . Yine bu
çocuklar, b irer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar.

GÖÇ DESTANI
Destan hakkında bilgi:
Bu destan da bir Uyg u r destanıd ı r ve daha önce
de bel i rti ldiği üzere, Türeyiş destan ı n ı n tabii bir de­
vamı gibidir. Bugün, Orh un nehri kenarında bir şe-

126
TÜRK DESTANLARI

h i r kalı ntısı ile bir saray yıkıntısı vard ı r k i çok eski­


den bu şeh i re Ordu Ba l ı k deni l d i ğ i tah m i n edilmek­
tedi r. Büyük l.iygur Destan ı ' n ı n son kısmı d iye kabul
edebileceği miz Göç Destanı.n, işte bu şehrin saray
yıkıntısı n ı n örıüiıde bugü n dahi görü lebi lecek şe­
ki lde duran abidelerde yazılı olduğ u nu Hüseyin Na­
m ı k Orkun Bey i leri sü rmektedir. Yine Hüseyin Na­
mık Orkun'un bel i rtti ğ i ne göre bu abideler, Moğol
Hônı Oğ üdey zaman ı nda Cin'den getirilen mütehas­
sıslaria okuttu rulup tercüme ettiril m iştir.
Göç Destan ı n ı n Cin ve İra n kaynaklarındaki ka­
yıtlarına göre iki ayrı rivayet hal inde olduğu b i l i n­
mekte ise de aslı nda b i rbirinin tamamlayıcısı gi bi­
dir. İ ran kayna kları.ndaki rivayet. daha ziyade ta­
rihi bilgilere ya kındır. Ay n ı zamanda İ ra n rivayeti,
Türklerin Man iheizm'i ka bulünü an latan b i r menkıbe
hüviyetinde görünmektedir. Aşağıda hülasa edilecek
olan rivayeti Cüveynln i n Tarih-i Cihanküşa a d l ı ese­
rinde kayıtlıdır ve bu rivayete göre. desta.nda zikre­
dilen iki ağacı.n. Manihe izm'in kurucusu Mani'nin
« İ ki Esas» adlı eserindeki i k i ağacı temsi l ve taklid
ettiğini Prof. Fuad Köprül ü iddia etmektedir.
Cin Kaynaklarına göre Göç Destanı:

Uygur Ü l kesi nde, Tuğla ve Se lenge ırmakları nı n


b i rleştiğ i yerde Kumlançu denilen b i r tepe vard ı r.
Ad ı na H u l i n Dağı derlerd i .
H u l i n Dağ ında d a , birbirine çok yakı n i k i ağaç
büyü müştü. Biri kayın ağacıyd ı . Bir gece. kayı n ağa­
cının arasında yaşayan h a l k bu ışığı gördü ve ü rpe­
rerek ta kip etti . Kutsal b i r ışıktı. Kayı n a ğacıını n üze­
rinde aylar ayı kaldı . Kutsal ışık, kayı n ağac ı n ı n üs-

127
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

tünde kaldığı müddetçe kayın ağacının gövdesi bü­


yüdükçe büyüdü, kabard ı . Oradan çok g üzel türkü­
ler gel meğe başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz
adım ötesinden bütün cevre ışıklar içinde kalıyordu.

Bir gün ağacın gövdesi a nsızın yarı ldı. İçinden


beş küçü k çadır, beş küçük odacık halinde meyda­
na .cı ktı. Her odacığın içinde b i r çocuk vardı. Ço­
cukların ağızlarının ü stünde asılı birer emzik var­
dı ve onlar bu emziklerden süt emiyorlard ı . Işıktan
doğmuş olan bu mukaddes çocuklara halk ve hal­
k ı n i leri gelenleri çok büyük saygı gösterd i ler.
Çocu kların en küçüğünün adı Sungur Tek in'di,
ondan sonra kinin adı Kutur Tigin, üçüncüsününki
Türek Tekin, dördüncüsünün Us Tek i n ve beşincisi­
nin adı Bugu Tekin'd i . Beş çocuğun beşinin de Tan­
rı tarafından gönderildiğ i ne inanan halk, içlerinden
birini hakan yapmak istediler. Bugu Han en büyük­
leri idi hem de ötekilerden daha güzel, daha zeki
ve daha yiğit görünüyordu. Bugu Tekin'in hepsin­
den, her hususta üstün olduğ unu anlayan halk onu
hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bugu hanı
tahta oturttular.
Böylece yıllar yılı kovalamış ve bir gün gel miş
Uygurlara bır başkası hakan olmuş.
Bu lıakanın da Galı Tekin adında bir oğlu var­
mış.
Hakan oğlu Galı Tekin'e, Çi.n prenseslerinden
birini, Kiu-Lien'i a l mağı uygu n görmüş.
Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien, sarayını
Hatun Dağında kurdu. Hatun Dağının cevre ya nı da
dağlıktı ve bu dağlardan birinin adı da Tanrı Da-

128
TÜRK DESTANLARI

ğ ıydı, Ta nrı Dağının g ü.neyinde de Kutlu Dağ derler


bir başka dağ vardı, koca man bir kaya parçası .
Bir gün elçileri, falcılarıyla birlikte Kiu-Lien'in
sarayına geldiler. Kendi a ralarında konuşup dediler
ki:
- Hatun Dağ ı n ı n va rı yoğ u, bütün bahtiyarlığı
Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türk­
leri zayıflatı p yıkmak istiyorsak bu kayayı onları n
e l i nden alma lıyız.
Bu konuşmadan sonra varılan kara r üzerine
Cinliler, Kiu-Lien'e karş ı l ı k olarak o kaya n ı n kendi ­
lerine verilmes i n i istedi ler. Yeni Hakan, isteği n ne­
reye varacağı n ı düşünmeden ve umursamadan Çin­
l i lerin a rzusu nu kabul etti, yurdunun bir parçası olan
bu kayayı onlara verdi . Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal
kayaydı; bütün Uygur Ü l kesin i n saadeti bu kayaya
bağlıyd ı . Bu tılsımlı taş Türk Yu rdu,n u n bölünmez
bütü nlüğünü temsil ed iyordu düşmana veril i rse bu
bütü n l ük pa rça lanacak ve Türke l i n i n bütün saadeti
de yok olacaktı .
Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle
kolay kolay sökülüp götürülecek cinsten değ ildi.
Bunu a n layan C i n l i ler, kaya n ı n çevresine od Uın ve
kömür yığıp ateşled iler. Kaya iyice kızınca da üze­
ri ne s i rke döküp parça parça etti ler. Her b i r par­
çayı da ü l kelerine taşıdılar.
Olan o zaman oldu işte. Tü rkeli n i n bütün kurd u
kuşu, bütün hayvan l a rı d i l e geldi, kendi d i lleri nce
kaya n ı n düşmana veril işine ağladı lar. Yedi g ü n son­
ra da bu düşüncesiz hakan öldü. Ama onun ölü­
müyle ü l ke fela ketten kurtulamadı. Bir Cin prense­
si u ğ runa çekinmeden feda ed i len yurd u n b i r ka-

129
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

yas ı , Türkel i n i n felaketine sebep oldu. Halk rahat ve


huzur yüzü görmedi . I rmaklar birbiri a rdı nca kuru­
du. Göl lerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarıl­
d ı , mahsu ller yeşermez oldu.
Gün lerden sonra Türk Tahtına Bugu Han'ın to­
rul a rı ndan biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı
cansız, ehli yaban, çol u k çocuk bütün yurdda sol u k
a l a n al mayan n e varsa hepsi birden:
- Göç!. Göç ! . d iye çığrışmağa başlad ı . Deri n­
den, iniltili, hüz ün dolu, çaresiz bir çığrı şmayd ı bu.
Yürekler dayanmazd ı .
Uygurlar bunu b i r ilôhi e m i r diye bildiler. To­
parlandılar, yol lara düzüldü ler; yurdlarını yuvalarını
b ı rakıp bilinmed i k ü lkelere doğru göç etmeğe .b aş­
ladı lar. N; hayet bir yere gelip du rd ula r, orada sesler
de kesildi. Uygurlar, seslerin kesilip d uyulmaz oldu­
ğ u bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler
ve bunun için bu yerin adını da Beş-balıg koydular.
Burada yaşayıp çoğa ldılar.
İran kaynaklarına göre Göç Destanı:
Destan ı n Bugu Tekin'in Uyg urlara hakan olun­
caya kadar geçen kısmı aynıdır. Bugu Te kin hakan
olduktan sonra, İ ra n rivayetine göre, ü lkeyi adalet
üzere ve yıllarca idare eder. Bu idare esnası nda
kendisine üç karga yard ı m etmekte ve kargalar dün­
ya n ı n bütün dilleri n i bilmektedir. Nerede bir olay
olursa hemen Bugu Han'a haber vermektedi rler.
Bir g ü n Bugu Han bir düş görür. Düşünde ken­
disine bir peri kızı gözük müştü r ve Bugu Han'ı a l ı p
Kutlu Dağına götürmüştür. B u düşü Bugu Han he­
men her gece, yedi yıl, altı ay ve yirmi iki gün üst
üste görür, Ve her gece peri kızı , Bugu Han'ın düşün-

130
TÜRK DESTANLARI

de onu n la konuşur. danışır; son gece, ayrılacağı


vakit Bugu Han'a , d ü nya n ı n efendisi olacağı ha be­
rini verir.
Han uyanı nca ordusunu toplar, her ordunun
başı na bir kardeş i n i tay i n eder, Moğollar' ıın Kırgız­
lar'ın. Ta ngutlar'ın ve Ç i n l i lerin üzerine seferlere
yollar.
Dört kardeşin dördü de seferden zaferle döner
ve Orhun vad isini zengin g a n i metlerle doldurur, bu
a rada O rdu-Ba l ı g şehri de kurulmuş olur.
Bir müddet sonra Bugu Ha.n b i r düş daha görür.
Düşünde beyazlara bürü n m üş, başında beyaz şerit
ve eli nde Yada Taşı olan b i r erkek gözü kmüş ve
Bugu Han'a demiştir k i :
- Eğer b u taşı saklarsan d ü nya n ı n dört buca­
ğ ı nda milletleri buyruğu n u n altına alabili rs i n .
O gece B u g u Han'ı.n başveziri de tıpkı böyle
bir düş görmüştür. Bunun üzerine Bugu H a n ordu­
sunu yeniden toplamış ve bu sefer Batıya doğru se­
fere çı kmıştır. Türkista n'a geldiği vakit geniş boz­
kırları çayırları ve g ü rü l g ürül a ka n çayları görün­
ce burada oturmağa kara r vererek Balasagun şehri­
ni ku rmuştur. Bugu Han'ın orduları dört bir ya na
yayıl mış. Bütün m i lletleri buyruğ u altına a l m ış. öte­
denberi m i lletlerin efendisi olan Türk b i r daha ve
yine milletlerin efendisi olmuştur.
Fa kat o zaman Uyg u ların d indar olmadı kları
söylenird i . Ra hipleri vardı ama kam deni liyordu . Bu
kamlar. tıp k ı Moğollardaki g ib i. c i nlere h ü kmett i k­
lerini iddia ederlerd i ve cinlere her isted i k lerini yap­
tı rmağa kudretinin yettiği söylerlerd i . Moğollar bu
komla ra çok önem verirlerd i . Ne zaman b i r işe baş-

ı:n
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

layacak olursa bu ko mlara sorarlard ı ve ona göre


davra n ı rlardı. Hasta l a rı na b i le kamlar baka rd ı .
Uyg u rlar Bugu Han zamanı nda Çin hükümdarına
elciler gönderd i, kendilerine Nom kitapları n ı anlayan
adamlar göndermesi icin rica etti. Çinl ilerin d i n ki­
tapları Nom'dur. Bugün yaşayan bir adam ı n bin yı l
ö nce de yaşadığına i na n ırlar.
Çi.nden Nom h ü kümlerin i a nlayan adamlar gelin­
ce kamlarla oturup konuştular, din kitapları nı gös­
terd iler ve münakaşayı kamlar kaybetti. Bu müna­
kaşadan sonra da Uygurlar Çin'den gelen yen i d i n i
kabul ettile r. (Bu d i n Ma niheizm'd i r.)

132
İSLAMİYETTEN SON RAKİ TÜRK
DESTANLAR!

SATUK BUGRA HAf.J DESTANI

Destan hakkında bilgi:

Büyük Türk İ mparatorl uğunun temsi lci li ğ i ni 840


yılından itibaren devralmağa başlayan Ka rahanlıla­
rın 1 2 1 2 (1 240) yılla rı na kadar devam eden hanedan
nöbetleri esnasında en önemli ve muhakkak ki dün­
ya tarihiniın seyrin i değ iştiren büyük hadise Türkle­
rin islôm d i n i n i kabul etmiş olmas ı d ı r. 940 yı lı ci­
varında Karahanlı h'ükü mdarı Satuk Buğra Han za­
manı nda vuku bulan bu dünya çapındaki hadise,
dünya üzerindeki büyük tesiri derecesinde Karahanlı ­
lar a rası nda da destani bir havaya bürü nmüş ve Sa­
tuk Buğra Ha.n etrafında gelişen bir destan meyda­
na gel m iştir.
Türklerin İslôm D i n i n i kabul edişleri n i ilôhi bir
i l hama bağlamağa ça lışan Satuk Buğra H a n Desta­
nı nın, çok kısa b i r zamanda geliştiği, İslômiyetten
önceki Türk Destanlarından da aldığı ana motifler­
le daha da zenginleşerek tesbit edilen yaz ılı şekle
geldiği söylenebil i r.
Aynı zamanda bu g ü n bile Kôşgar yak ı nlarında-

133
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAiR

k i Artuç kasabasında bulunan mezarı bir ziyaret­


gôh mah a l l i olan Satuk Buğra hayatı n ı , destôni bir
hava içinde a n latan Satuk Buğra Han Destan ı Tezki­
re-i Buğra Ha.n adlı bir eserde kayıtlıdı r. Bu ese­
rin muhtel if el yazmaları vard ı r.
Destan :
Peygamberimiz Hazreti Mu hammed. M i raç es­
hasında, diğer bütün peyga mberleri de görür. Ara­
l a rı ndan birini tanıyamaz ve Cebra il Aleyh isselôma
o zatın k i m olduğunu sorar. Cebrai l de:
- Bu zat Peyga mber değ ildir. der. Bu zat, sizin
ruh u n u zu Ulu Tan rıya ema net ettiğ i n iz g ü nden üç
yıl sonra yer yüzüne inecek ve sizin d i n in izi Türkis­
tan da yayacaktı r.
Cebra i l Aleyh isselô m ı n bu cevabı üzerine Haz­
reti M uhammed çok sevinmiş, M i raçtan sonra , gece
g ündüz bu mübarek ruh için dua etmeğe başlamış­
tı. Ta bi bu arada. bu mübarek zattan sahabelerine
de bahsetmiş ve sahabeleri n i n bu zatın ruhunu gör­
meği istemeleri üzerine Hazreti Mu hammed de dua
ederek M i raç esnası nda gördüğü zatın ruh u n un gö­
rünmesini a rzulamıştı .
Hazreti Muhammed ' i n d uası üzerine birden kar­
ş ı l a rı nda k ırk silahlı atlı beli rd i . Selôm verip yaklaş­
tılar. Bu atlılar, başla rı nda Satuk Buğra Han'ı n bu­
l u nduğu k ı rk arkadaş ı n ı n ruh u idi.
Yıllar geçtikten sonra , Kôşgar Hü kü mdarı n ı n
bir o ğ l u dü nyaya geldi. Adım Buğra Han koydular.
Buğra Han'ın doğduğu g ü n büyük zelzeleler oldu.
·

Su kaynakları kurud u . Buğra Han'ın büyüdüğü zaman


müslüman olacağ ı n ı falcı lar an ladılar. Bunun üzerine
de onun öldürülmesi n i sağ l ı k verd iler. Fakat annesi

134
TÜRK DESTANLARI

oğluna kol kanat gerd i ; falcıların yal a n söylediğ i n i


iddia etti. Şayet bir g ü n gel i r falcı ları n dedi ğ i çıkar
ve Buğra Han büyü d üğ ü za man müslüma n olursa,
onun o g ü n öldürülmesi n i istedi . (:3öylece de oğ lu­
nun öld ü r ü lmesi n i önlemiş old u .
Satu k Buğra H a n , o n i ki yaşına geli nce k ı rk ar­
kadaşı ile birlikte ava çı ktı . Bi r tavşa n ı kovalamağa
başladı. Tavşan ı kovalamaöa o kadar dal mıştı k i a r­
kadaşları ndan ayrıld ı ğ ı n ı fa;-kedmec.l i .
Tavşa nı bir müddet kova layan Satuk Buğra Han,
bir m üddet sonra hayva n ı n şekil değişti rd i ğ i n i hay­
retle görd ü . Gerçekten de kovaladığı tavşan bir ih­
tiyar adam kılığına g i rmişti. Satuk Buğra Han bu za­
tın Hızı r Aleyhisselôm olduğunu a nladı ve onun ver­
diği d i ni nasihatları ve öğütleri can kulağı ile d i n­
ledi .
Bundan bir m üddet sonra, zamanı gelince Sa­
tuk Buğra Han'ın babası ö ld ü . O zama n ki Türk ôdet­
ıerine göre an nesi de, Satuk Buğra Ha n ' n ı n a mcası
ile evlend i . Fakat b i r gece Buğra Han a mcası nı İs­
lôm d in i n e davet etti. Amcası kabul etmedi . Bunun
üzerine yer yarı ldı ve yarılan yere Buğra Han'ın a m­
cası gömülüp kayboldu. Amcas ı n ı n bu şekilde ölme­
si Satuk Buğra Han'ın h ü k ü mdar olması demekti
ç ü n k ü tahta geçecek başka bir k i msesi yoktu. Ve
Satuk Buğra Han h ü kü mdar oldu.
H ü k ü mdar olur olmaz da Türk Ü l kesinde İslô­
m iyeti yaymağa başladı . Bütün savaşları kaza nı ­
yord u . Savaşlarda ağzından çıkan ateşler b ütün ka­
fi rleri yak ıyordu . Kılıcını d üşmana çevi ri nce kılıcı
k ı rk ad ı m birden uzuyord u . Bu yüzed n bu kılıcın kor­
kusu dört bir yanı dol d u rmuş. d üşma n la rı n ı sindir-

135
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

mişti. Öyleki, Satuk Buğra Han doksan yaşı na gel­


diği zaman ü l kedeki bütü n Türkler müslüman ol muş­
tu. Amuderya kıyı larından g ü neyde Kış Kezek taraf­
l a rına ve kuzeyde Karakurum'a kadar yayılan alan­
da herkes islôm d i n i ne g i rm işti. Bu da yetmeyi n ce
C i n i l e savaşıp islô m iyeti oraya kadar yayd ı .
Ondan sonra Satu k Buğra Han ilôhi b i r emir
a l d ı . Bu emre uyarak Kôşgara döndü ve orada öl­
d u . Dört kızı vard ı . Bunlardan i k i ncisin i n adı Ala­
nur idi. Alanur bir gQn eviın i n önünde gördüğü b i r
a rslandan korkarak bayı ldı. Ayı ldığı zaman b i r ço­
cuğu olduğunu anlad ı . Doğan çocuğa Ali adını ver­
d i ler H azreti Ali g i b i Allah'ın Arslanı olduğundan bu
adı verdile r.
( Satuk Buğra Han destanının, Buğra Ha.n ' ı n kızı
Alanur'un gebe ka l ması. değişik bir, el yazmas ı na
g ö re de: Clbra i l ' i n getird i ğ i bir ışığı n Alanur'un ağ­
z ı n a akması sonucudur. Bu bir damla ışıkta n doğan
Alanur'un oğlu. Hazreti Ali g i bi bir Al lah'ın Arslanı
olduğundan, Seyyid Ali Arslan Han ad ını a l mıştı r.) (*)

ER MANAS DESTANI
Destan hakkında bilgi :
B u muhteşem Tü rk Destan ı n ı n tamamı 400.000
m ısradır. Bir Kırgız destanıdır. Müslüman Kı rgızlar­
la Putperest Ka lmuklar a rasındaki mücadeleleri an­
l atır. Bununla beraber Ma nas Desta n ı n ı n dokuzuncu

(*) Anahtarlarını verdiğimiz Satuk Buğra Han Desta­


nında Alanurun gebe kalması hadisesi gerek ışıktan ge­
rekse arslandan o zamanlar Uygur Türeyiş Destanının unu­
tulmadığını, Han'a anlatılmakta olduğunu ve çok ustaca
Satuk Buğra Han Destanına yerleştirildiğini göstermektedir.

136
TÜRK DESTANLARI

yüzyı lda, Kırgızları n Yenisey Kıyı larında devlet kur­


mağa başladıkları s ı rada teşekkül ettiği n i i leri sü­
ren i l i m adamları da mevcuttur.
Manas'ın, ta rihi bir şahsiyet olduğuna dair iz­
lere tesadüf edilmemiş ise de, Kı rg ı z-Ka lmu k müca­
delelerinde temayüz etmiş bir Kırgız yiğidinin, muh­
te melen b i r Kı rgız Beğ i n i n adı ve yiğitl i ğ i ile bu des­
tana mevzu olduğu b i r ihtimal sayı lamaz.
Manas Destan ı , Kırg ızları.n bir ba k ı ma ansiklo­
pedisi g i bid i r. Manas Destan ı nda Kırgızların bütün
örf ve adetlerini, inanışları n ı , d ü nya görüşlerin i , di­
ğer m i l letlerle olan i l işkileri n i , masallarını ve ahlak
an layışla rını bulmak mümkü ndür.
Ma.nas Destanın ı n bütü n ü n ü söyleyenlere Ma­
nascı . bir kısmını söyleyenlere ı rcı denilir. Manas­
cılar, destanı an latırken kendi zamanları n ı n , tesiri
altı nda kaldı kları hadiseleri n i veya d uygu ve düşün­
celeri n i de ustaca katmışla rd ı r.
Manas Destanı na i l k defa, Kaza k - Kırgız idare­
cisi olan Rus aslından Franel tesadüf etmiştir. Daha
son ra Çokan Vel iha nof 1 856 yılı nda destan ı d inle­
miş fakat destan ı n en uzun parçası n ı Rad loff tes·
bit ederek 1 885 te neşretmiştir.
Destan ı n en önem l i bölümlerini Ma nas, Ma nas'­
ın oğlu Semetey, Ma nas'ın torun u Seytek, Colay ve
Töştük'ün h ikôyeleri teş ki l etmektedir. Colay ve Er
Töştük h i kôyeleri i!e i l g i l i böl ü mlerin Colay adın­
da b i r M anas'çıdan derlendiği za n ned i lmektedi r.
Destan ı n , bölümler h a l i nde kısa ltı lmış h a l i :
1 ) Yeditör adı.nı taşıyan yerde Böyün Han otur­
maktad ı r. Böyün Hanın oğlu l<ara Han ve onun oğlu
da Ca kıp Han (Yakup H a n ) adıyla a n ı l ı r. Ca kıp Han,

137
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

A l ma Ata ı rmağ ı n ı n gözesinde, Sungur Yuvası deni­


len yerde yerleşmiştir; Cakıp Han'ın h iç evlôdı yok­
tur. B i r g ü n Tan rıdan bir oğ lan çocuk ister, onun da
k a h raman olmasını d iler. Tan rı n ı n izni ile bir oğl u
o l u r. O ğ l u olduğu i ç i n de Tanrıya g üzel bir kısra k
k u rban eder. Dört Peyga mber gel ip çocuğa a d kor
ve adına Manas, der.
M anas dile gelir ve babası na : «Ben İslöm yo­
l u n u açacağım, gôvurların malını yağmalayacağım»
deyince Cakıp Haın, çok eski a rkadaşı olan Ba ka'ya
haber gönderir ve ya nına gelmesi için çağırır. Baka
geli nce de, M anas'ın söyledi kleri ni ona nakleder.
Bu söz üzerine Baka : « Pek g üzel söz» der: «Hemen
atlanalım, Ç i n'e akın edel i m ve Peki n yolunu boza­
lım!»
Ded iği gibi yaptılar.
Ca k ıp Han'ı.n oğl u genç Manas ise on yaşına
g e l i n ce ok attı, on dört yaşına bası nca da han evi­
ni bası p yıktı, han oldu. Kôşgar'dan bütün Çinlileri
s ü rü p Turfana t ı ktı, Tufa ndaki Çinlileri s ürdü, Aksu'­
ya att ı .
2 ) Kalmuk H an ' ı n oğlu Alma mbet' i n M üslüman
oluşu, Er Kökçe'ye sığ ı n ışı, Er Kökçe'de.n de ayrı­
l ı p Manas'a gelişini a nlatı r:
Yerin yer suyun su olduğu çağda . . . a ltı ata n ı n
o ğ l u gövur, üç ata n ı n o ğ l u müslüman i d i . O zama n
Kara H a n 'ın oğ lu Almambet doğdu, hemen büyüdü
ve M ü s lü ma n oldu. Babası n ı rnüslüman olmadığı
içi.n öldü rd ü , kaçıp geld i müslüman beylerinden Er
Kökçe'ye sığındı. Er Kökçe'nin kı rk yiğ idi vardı . Bu
k ı rk yiğit, Beylerin i n bu Kalmuklu'ya, Almambet'e
çok i ltifatla r ed ip onu ya n ı ndan ayı rmadığını görü n-

138
TÜRK DESTANLARI

ce kıskandılar, kıskanın ca da Almambet hakkında


dedikodular çıkarıp yayd ı lar. Bu yüzden Almambet
ile Er Kökçe Bey'in a rası bozuldu. Almambet de kal­
kıp Manas'ı.n Bey evine geld i .
M a n a s da A!mambet'i büyük iltifatlarla karşı la­
dı. Manas Alma mbet,i ço k sevdi.
3) Ma nas ile E r Kökçe' n in savaşmas ı n ı a n latır:
Manas'ın çerileri E r Kökçe'nin i l i n i yağma eder­
ler. Savaşta Er Kökçe yen i l i r. Ard ı ndan da Cakıp Han,
oğlu Manas'ı evıe.ndirmek ister. Kız a ra mağa başlar.
Tem i r H a n ı n kızı olan Kanı key' in, M a nas'a layık bir
evdeş olduğu n u sağl ı k verir. Tem i r Han da kızı­
nı Manas'a vermek istemektedir. Ama Temir Hanın
baş danışmanı bu evlenmeye engel olmağa ça lı şı r.
Bu yüzd e n düğün esnasında kavgalar o l u r, ucu sa­
vaşa ve yağmaya varır. Sonu nda baş danışman Men­
d i bay M anas'ı zehirler Ma nas ölür. Ma nas'ın ölümü
ai lesini yoksulluğa, sıkı ntıya ve felakete düşürür.
Atı, doğanı ve köpeği mezarı n ı n başında ağlarlar. Ma­
nas' ı n canını bağışlaması için Tanrıya yalva rıp yaka­
rırlar. M a nas'ın k ırk tane de yiğidi vard ı r a ma hepsi­
de beğ le ri n i u nuturlar. Ta nrı, Manas' ı n hayvanları­
mn sada katı karşısı nda o n la rı n duası n ı kabu l ed ip
M a n a s d irilir. Eskisi g ibi, eskisinden d a h a g üç lü bir
şekilde iline ve töresine h izmet eder.
4) Kökütey Han'ı,n yas törenini a nlatır:
Kökütey Han hasta l a n ı r. S o n nefes in i vermeden
önce vasiyetin i yapar. Ard ı ndan da ölür. Kökütey
Han'ın ölümü üzerine komşu milletlerden de yas tö­
ren ı ıçın çağ rı lanlar olur: Herkes gelir. Büyük bir
\'L!ğ töre.ni yapılır. Töre n i n biteceğine ya kı n istira k
edenler a rası nda bir kavga başlar v e s o n u savaşa

139
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

varır. Ma nas ve müslüman olmayan Calay H a n a ra­


sında devam eden savaş uzayıp g ider.
3) Göz Ka man'ı a nlatır:
Ca kıp Han'ın, küçükken Kalmu klara esir düşen
ve Moğolistan 'a götürülüp orada büyütülen Göz Ka­
man adlı bir kardeşi vardı r. Göz Kaman Moğol is­
tan 'da, Ka l muklar a rasında büyütül ü p orada bir Kal­
muk kızıyla evlend iri l ir; orada beş oğ l u olur ve bir
g ü n oğ ulları ile birlikte asıl yurduna döner. Ka lmuk­
ça konuşmaktadı r.
M anas. hem amcası n ı h iç görmediği ve o g ü ne
kadar ta n ı madığı, hem de a mcası Kalmukça konuş­
tuğu için onu casus za nneder; yakalayıp zincire
vu rur. Bunları ya ptıktan sonra da böyle bir a mcası
olup olmadığını anlamak için babasına haber gön­
d erir. Colay Han haberi a l ınca sevin i r ve kardeşi n i
h oş tutması i ç i n oğluna emir verir. Fakat Manas'ın
a n nesi ve karısı da Göz Kaman 'dan hoşla nmamışlar
hele Ka lmukça konuşmasını büsbütün yadı rgamış­
l a rd ı r. Bu yüzden b i rlik ol u p hep beraber Cakıp Han'­
ın emri n i h içe saya rlar. Ya lnız Manas babas ı n ı n
buyru ğunu d i n leyip amcasına i y i davra n ı r, hatta a m­
cası ve oğ u lları için büyük bir şölen verir. Fakat
Göz Kaman'ın oğulla rı bu şölende bir kavga çıkarıp
M a nas'ı döverler.
Ma.nas, Kal muklara karşı sefere çıktığı nda am­
casın ı n oğulla rı Ka lmukça bildiği için onla rdan ya­
rarlanmak ister. Gökçegöz'ü Ka lmuklara casus ola­
ra k gönderir. Gökçegöz ise Kalmuklar tarafına geçer
g eçmez Manas'a ihanet eder. Manas da bunun üze­
rine Alma mbet'i gönderir. Almambet'in ya rdı mıyla
M a nas savaşı kaza n ı r. Bir çok gani metler a l ı r. Dö-

140
TÜRK DESTANLARI

nerken yarı yolda Gökçegöz'e rastlarlar ve Gökçe­


göz Manas'ı k ırk yiğidi ile birlikte zehi rler. Kırk yiğid
ölür. Ma nas'ı, karısı Ka n ı key tedavi etmek suretiyle
kurtarır. Mekke'den e renler gelir ve Kanı key'e yar­
d ı m ederler.
Manas da iyi olur ol maz Mekke'ye gider ve ora­
da dua ed ip Ta nrıya yalvararak kı rk yiğid i n i n d i ri l ­
mes i n i te m i n eder.
6) Semetey'in doğumunu aınlatır.
M anas a rtı k i htiyarlamıştı r.
Ak atı halsiz düşmüş zayıflamı ştır.

Manas k ırk yiğidini yan ı na çağ ı rı r. Ölümünden


son ra doğacak olan oğluna iyi bakmaları için vasiyet
eder.
Ve Ma nas ölür.
Manas için büyük bir yuğ tören i yapıl ı r, yas tu­
tulur.
Ca kıp Han Ka.n ı key'e haber göndererek Manas· -
ı ndan kırk yiğidinden biri olan Abeke'ye veyahud da
Köbeş'e varıp evlenmesin i buyu ru r. Ka n ı key ise:
- Kızım olursa ded i ğ i n i tutar evlenirim, gel ge­
lelim oğlum olursa evlenmek şöyle d u rsun ne Abe­
ke' n i n suratı na ne de Köbeş'in yüzüne ba karı m, d iye
cevabını gönderir.
Ka nı key' i n b i r oğ lu olur. Ded i ğ i n i yapıp ki msey­
le evlenmez. Ötekiler Ka n ı key'i n oğlunu öldürmek
isterler. Bunu öğrenen Ka n ı key oğlunu alıp babası
Tem i r Han'ı,n ü l kesi ne kaça r. Yolda türlü s ı k ı ntı la r
çeker, başına gelmed i k kalmaz. Sonunda Tem i r Han'­
ın ü l kesine varır. Bey evine ulaşır.

141
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Temir Han kızına ve torununa kavuşu nca pek


çok şölenler verir. Torun u na ad kon u lması için bütün
il halkını toplar fa kat çocuğa k i mse bir ad bulup
da koya maz. Bunun üzerine o rta yerde b i r a k sakal­
l ı i htiyar peyda olur, uzun uzun dualar eder ve Tem i r
H a n' ı n torununa Semetey adını veri r.
Semetey büyür. Baba yurd u na dönmek ister. Yo­
la ç ı kacağı sırada annesi Ka nıkey :
- Baka'ya selôm söyle, ne söylerse söz ü n ü
tut, dışına çıkma, diye tenbih eder.
Semetey, baba ocağ ına döner. Cakıp Han ha­
yattadır ve torunu Semetey'in a n nesine ya pılan ezi­
yetlerin acısını çıka racağını, öç alacağını zannede­
rek korkar. Bunun için de Semetey'i zehirlemeye ka­
ra r verir. Kararını tatbik etmek isterken d u ru mu öğ­
renen Semetey hem Çakıp Hanı, hem de Abeke ve
Köbeş'i öldürür.
7) Semetey'in baba ocağ ı na yerleştikten sonra
s ı n ı anlatır:
Semetey, baba ocağına dönüp öz yurduna yer­
leştikten sonra, Kal mu klar üstüne akınlar yapmak
i ç i n hazı rlıklara başlar. Babasının, hayatta olan kırk
yiğidini çağı rıp toplar. Der k i :
- Akın ya pmamız gerek; a t sürüleri v e ga ni met
a l mamız gere k !
Bu sözden sonra sefere çıkar.
Fakat kırk yiğ it, kendi a raları nda toplanıp konu­
şurlar:
- Bizden önceki ler yetmiş yaşı na vardı; bizden
sonra k iler a ltmışa u laştı. Biz, bu Semetey'in babası­
na h izmet ettik, şimdi de oğ luna hizmet edeceğiz.
İ htiyarlad ık a rtı k. Semetey, b izi bu i htiyar h a l i m izde

142
TÜRK DESTANLARI

yüce dağ başlarından aşırmak d i le r, çağ layanlı su­


lardan geçirmek d i ler; bizi öldü rmeğe kastetm iştir,
dönelim! dediler.
Semetey'in buyruğunu d i n le med i ler, geri döndü­
ler, kaçtı lar.
Semetey, babası ndan kalma k ı rk yiğidin a rd ı n­
dan yetışip onlara nasihatlar etti, a ltta n a l ı p yalva r­
dı.
Semetey, onca sözden sonra babası ndan kalma
k ı rk yiğ ide söz geçiremeyince onları öldürü r.
Bu a raaa, Acubey ile Almambet'i n b i rer oğul­
ları olmuştu r. Semetey, bu çocukları kendisine kardeş
edin i r. B iri n i n adını Kançura öteki n i n a d ı n ı Külçura
koyup öyle çağ ırır.
Kançura ile Külçura da büyürler. Büyüyünce Se­
metey'e hizmet etmeğe başlarlar. Bi r g ü n gel i r. Se­
metey, Ka nçu ra ile Külçura 'ya. Akın H a n ' ı n kızı Ay
Cürek'i evlenmek üzere kaçırmak isted i ğ i n i söyler
ve onlard an bu iş için hizmet ister. Bunun için de
Ak ı n Han'ın ü l kesine sefere ç ıkı l ması gerektiğ i ni
a n latı r. Ded ikleri n i yaparla r ve Ay Cürek'i kaçırı rlar.
Gel gelel i m Ay Cürek' i n bir de n işanlısı va rd ı r ki
Kökçe oğ lu ü metey diye b ilin mi ştir. Bu Kökçe oğ lu
Ü metey, Ay Cürek'i n kaçırı lışını kendisine yedi re­
mez ve o da karşı l ı k olara k Semetey'in s ü rülerini
yağ malar. Bunun üzerine a ralarında b ir savaş baş­
lar. Birb irlerin i karş ı lı klı olarak yağmalayıp dururlar.
Sonunda Semetey, Kökçe oğ lu Ü metey'e barış tek­
lif eder. Savaştan yoru lan Ü metey de bunu kabul
eder.
Ü metey'le ya ptığ ı ba rıştan b i raz rahatlaya n Se­
metey, başka b i r sefere çıkmak için hazı rlandığı sı-

143
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

rada bir düş görür. Düşünü karısı Ay Cürek'e a nla­


tır. Ay Çürek de düşü yorumlayı p :
- Sen bu sefere çıkma, d e r Çıkarsan başına
b i r fela ket gelecek.
Fakat Semetey i natçıd ır. hem de boş laflara k u ­
l a k asacak cinsi nden değildi. Ka rısı n ın d üşünü yo­
rumlamasına karşılık:
- Düş ded iğin şey saçmalıktır! .. diye karş ı l ı k
verd i .
Böyle demesine rağmen, düşünün hayra yorul ­
ması için d e babasın ı n ruhu na en iyi kısraklarından
b i ri n i kurban eder. Arkası ndan da, E r Kıyas'ı n ülke­
sine akın başlar.
Akının en kızışmış za manında Almambet'in oğ­
l u Kançura, Semetey'e ihanet eder ve onu ya kalayıp
Er Kıyas'a götürür, tes l i m eder. Semetey'e iha net et­
meyen Külçura'yı da köle olarak kullanırlar.
Bu sırada Ay Cürek b i-r oğ lan çocuk doğurmuş­
t u r. Ay Cüreğ i n b ir oğlan çocuğ u doğ u rduğunu du­
yan Er Kıyas çocuğu yaşatmak istemez. Öldürtme­
ğe çal ış'ır. Oğlunu k u rtarma k isteyen Ay Çürek Er
Kıyası tehdit edip korkutur:
- Eğer se n beni m oğ lumu öldütürsen ben de
seni ba bam Akın'a şikayet ederim, ülkeni alt üst
ettirir öcümü alı rı m der.
Er Kıyas bu tehd itten korktuğu için çocuğu öl­
d ü rtmeyip kendi ne evlôt ed i nerek yanı nda a l ı koyar.
Halkını toplayıp çocuğa ad koymak ister. Fakat kim­
se b i r ad bulamaz. Aksakallı Aykoca derler bir ihti­
ya r vardır, sonunda o gel ir ve Ay Çürek'i n oğ l una
Seytek adını verir.

144
TÜRK DESTANLARI

Seytek de büyür, del i kanlı olu r, yiğit olur. Kü l­


çura'yı koruyup köle li kten kurtarır. E r Kıyas öldürü­
lür. Bunlardan sonra Seytek de baba yurduna, öz
ocağına döner. Babasına ihanet eden Alma mbet'i n
oğlu Kançura, Seytek'i n baba yurd u na Bey ol muş­
tur. Üsteli k Seytek'i n babaannesi Kan ıkey'e koyun
g üttürüp çoba n l ı k yaptırmak suretiyle ona eziyetler
etmiştir.
Bu hali gören Kül çura , Kançura 'yı ya kalar ve
Kanıkey de onu öldürü r. Baba yurduna yerleşen Se­
metey ise, Taşkent'ten Talas'a kadar yayı lan geniş
ülkeleri idaresi altına alıp ora ların Hônı olur.

OGUZ KAGAN DEST ANI (İSLAMi)

Destan hakkında bilg,i:

Türklerin � slôm D i n i n i kabul etmelerinden son­


ra, daha önceki sahifelerde a na hatları kısaca anla­
tılan Oğuz Kağan Desta n ı yeni baştan ve tamamen
İslôm1 a k ideler ve motifler üzeri ne işlenmiştir. Ge­
rek öz ve gerekse m uhteva bak ı m ı ndan, her i ki ri­
vayet arasında büyük farklar bulunmama ktad ı r. is­
l ô m1 a kidelere göre yeniden düzenlenen bu i ki nci
destan, b irincisinden sonra geçen zama n ı n bir kı­
s ı m had iselerin i de işled i ğ i ve Oğuz' u n doğ u nıundan
öncesine b ir başlangıç tesbid ettiği için ilgi çekic;
bir h üviyete bürü n müştür. Bu riv1Jyetde, yeni bir d i ­
n e v e b u d i n i n kültürü n ü n tes i ri ne g i re n b i r m il letin ,
daha önce k i yaşayış tarzından, duyuş ve düşünüş
siste m inden ayrı l maması, büsbütün kopmak isteme­
mesi veya kopama ması ac,,ı kça bell i ol m1Jkta ve o

145
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

g ü nlerini yeni düşünüş s istemi ne göre ayarlamak


isteyişi görül mektedi r. N itekim, bu rivayetde m i l le­
tin.kendini Türk adıyla Hazreti Nuh'un oğu l la rı ndan
Vafes'e bağlayışı, İslômi düşünceni n peygamberler
menkıbesinde kendisi.ne bir yer bulma çabasıd ı r.
Oğuz Kağan Destan ı n ı n İslôml rivayeti on üçün"
cü yüzyı lda yazıya geçiri l m iştir. Bu yüzyıl tarihçile­
rinden Moğol Tarihçisi Reşiddeddin Cômi üt-Teva­
r[h adlı eserinden Fars dil iyle; Ebul Gazi Bahad ı r
H a n ise, Şecere-i Terakime adlı eserinden Türkçe
olara k destan ı kaydetm işdi r.
Destan:
Peygamberlerden Hazreti Nuh'un oğ l u Yafes'in
Türk adında bir oğl u va rdı r. Türk M i l leti n i n ceddi
bu zattır.
Babası Yafes ölünce Tü rk, lsık Göl çevresinde
yerleşir, i l k çadırı yapar ve Türkler ondan ve onun
çocuklarından türer.
Fakat Türkler önceleri hak d i n i n i bilmezler, pu­
ta tapmaktadı rla r; Hak d i n i nden çı kmış, sapıtmışlar­
dır. Kara Han Türklere hakan olduğu çağda ise büs­
b ütün azıtmışlar ve toptan kôfir olmuşlard ı r.
Hal böyle i ken Kara Hanın bir oğ l u olur; aydan
da gü neşten de güzeldi r. Üç gün üç gece ana sütü
emmez. Üç gün üç gece anasının düşüne g i rer. Düş­
lerinde anası na:
- Hak d i ni ne g i r; Ha k d i n i.ne g irmezsen ben
seni n sütünü emmem, der.
Oğul bu, anası oğ lu n a dayanamaz, müslüman
olur. Ki mseye de b ir şey söylemez, müslüman oldu­
ğ u n u sezdi rmez.

146
TÜRK DESTANLARI

Kara Han, oğ lu b i r yaşına basınca, o zama nki


Türk adeti üzere, bütün ü lkeye haber salıp, şölenler
verir. Şölende bir ara:
- Oğluma bir ad koma m gerek, ıne desek? di ­
y e sorar.
Beyler ve şölen halkı düşünüp bir ad a ra rken
çocuk d i l e gelir:
- Ben i m ad ım Oğ uz'd ur!. d iye bağ ı rı r. Herkes
şaşırır.
Oğuz'un kendi kendi ne verdi ğ i adı herkes ka­
bul eder.
- Bundan daha güze li olmazd ı , derler.
Oğuz'un fa lına bak ı l ı r, çok uzun ö mü rlü olaca­
ğı, şanlar şerefler kaza nacağı anlaş ı l ı r. Şölen biter,
herkes evine, yurduna, yuvası.na dağı lacağı sırada
çocuk Oğuz:
- Allah ! . d iye bağ ı rı r.
Duya n la rı n hepsi şaşırır, çocuğun ne dediğ i n i
a nlayamazlar. Çocuğun konuştuğu d i l i b i lemezler.
Oğuz büyür. Evlenecek çağa geld i ğ i nde babası
Kara Han, oğluna, kendi küçük kardeş i n i n kızı Öz­
han'ı almak ister. Oğuz da buna razı d ı r ama, amca­
s ı.n ı n kızını bir köşeye çekip, eğer d i n i n i kabul eder­
se kendisiy le evlenebileceğ i n i aksi halde evlen me­
yeceği n i söyler. Oğuz'un a mcas ı n ı n kızı Özh a n tek­
l ifi kabul etmez. Oğuz da onunla evlen mez, ondan
ayrı yaşar.
Bir gün ava ç ıka r. Dönerken bir su kenarında
en küçük a mcası olan Gü rhan'ın kızını görür, kızı
sever, kanı kaynar. Onu da bir köşeye çekip ve Hak
d i n i n i kabul etmes i n i Ulu Ta n rıya iman eylemesini

117
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

i ster; dedikleri n i yaparsa kend isiyle evleneceğini de


söyler. Kız:
- Sen i n yol u n kötü yol değ i ld ir, kabul ediyo­
rum ; deyince Oğuz dönüp babasına gelir ve en kü­
cük a mcası Gürhan ' ı n kı ızyla evlenmek isted i ğ i n i
a nlatı r. Büyük bir şölen sonunda evlenirler. Oğuz,
karıs ı n ı pek çok sever.
Ama bir g ü n Oğuz'un müslüma n olduğu, doğ a r­
ken müsl üman doğduğu a nlaşılır. Oğuz'u.n avda ol­
duğu bir g ü n, babası Kara Han, ü l kesi n i n bütün i leri
gelenlerini çağırıp meşveret kura r. Durumu a n latı r.
H erkes hiddetlenir ve ki mse bu işi kabul etmez. So­
n unda, Oğuz'un ardı nda n adam gönderip o avda
iken öldürtmeğe kara r veril i r. Fakat kansı kararı öğ­
renm iştir. Oğuz'u çok seven bir yiğ idi haberci salar
ve Oğuz'u durumu ndan haberdar eder.
Haberi a la n Oğ uz, kendisine sadı k kalan ve onu
seven leri etrafına topla r. Babası n ı n üstüne yürür.
Savaş olur. Oğuz galip gelir. Bu sırada nereden gel­
diği bilinmeyen bir ok Kara Han'ın yüreğine saplanır
ve o n u öldürür. Kara Han'ın ölümü üzerine de Oğuz,
H a n olur. M i lletini Hak d i n ine davet eder, kabul
edenler ülkede kalır, kabul etmeyenler ü l keden sü­
rül ü r. Birliği kurar. Herkesi kendi bayra ğ ın ın çevre­
sinde toplar. Çürçitleri n üstüne yürür; Tatarları buy­
ruğu n u n altına alır . Çin'e doğru yürür. Çok kanlı sa­
vaşlar olur. Sonunda taşınamayacak kadar ganimet
elde ed ilir. Ordunun içinde Ka nglı adında biri çıkıp
kağnıyı yapar ve ganimeti onunla taşır. Bu yüzden
Oğuz onu n adını ondan gelen soya verir.
Savaşlar birbirini kovalar; savaşlar u laşmak
için yol lar, dağlar, a ka r sular geçi l i r. Bu esnada or-

148
TÜRK DESTANLARI

taya ç ı ka n her zorl uğu a kı llı b i r kişi ortadan kaldı rır


ve duruma göre ad ver i l i r, bu adlardan yeni soylar
başlar.
Sonunda Oğuz Moğollarla savaşıp onlara da
Hak d i n i n i kabul etti rir. Daha bir çok ü l keler fethet­
ti kten sonra öz yurd u na döner, yaşl ı danışmanı l r­
k ı l Ata'mn tavsiyesine uyarak, zaferlerinden dolayı
Tanrıya şükretmek için sayısız hayırlar yapa r, ülke­
leri i ma r edip şe nlendi ri r, bağışlarda bulunur. 1 1 6
yıl haka n l ı k yapa r. Sonunda Kurultayı toplayıp oğul­
larına nasihatlarda bu lunur ve ü l kesini altı oğlu ara­
sında paylaştırır. Ondan sonra da ruhunu tesli m
eder.
CENGİZ HAN DESTANI
( Dôstôn-ı Nesl-i Cengiz Han)
Destan hakkında bilgi:
On üçüncü yüz yıl ortalarına doğru teşekkül et­
meğe başlamıştır. En eski Oğuz ve Uyg u r soyuna
aid bir kısım destan ı msı söylentilerin, daha sonra
d iğer Türk boy ları a rası nda a nlatı l ı p genişlemesi ve
bunlara ya pılan i lôveler, b i l i nen Cengiz H a n Desta­
n ı n ı n esası nı teşkil etmektedi r. Daha doğrusu Cen­
giz Han Destan ı , aslı bu söylentiler olan ve sonra ­
dan Cengiz Han'ın şahsiyeti ve adı etrafında topla­
nıp geliştirilen yakıştı rma bir destan görünüşünde­
d ir.
Cengiz Han Desta n ı n ı a nlatan eserler, Ceng iz­
nôme ad ını taşı r. Tıpkı Oğuz H a n Destan ı n ı an latan
eserlere Oğuznôme denildiği g i b i . Moğol , Türk ve
İ sl ô mi motifleri işleyişleri bakımından Ceng iz Han·

149
TÜRK DESTANLARI

Destanı üç ayrı rivayet h a li nded i r. Türk rivayetleri­


n i n işled iği bütün motifler, daha önce de bel irttiği­
miz g i bi eski Türk Destanları n ı n motiflerine benzer.
İslômi rivayetiyle Cengiz Han Destanı, bir İslôm mü­
cahidinin destanı gibidir. Moğol rivayeti nde ise Cen­
giz Han'ı bir Moğol bahadı rı olara k görü rüz.

Destan:

Cengiz Han, baba tarafından Oğuz Han'a da­


yanmaktadır; ana soyundan da Altı n Haın'a varmak­
tad ı r. Altın Han Akdeniz'de, M a lta'da h üküm sür­
mektedi r. Çok güzel bir kızı vard ı r. Altın Han, d i l l ere
destan olan bu cok g üzel kızı n ı , gü neş yüzü görme­
yen, hic bir yan ı ndan ic tarafı na hic b i r ışık sızd ı r­
mayan bir saraya kapatıp gözlerden ıra k tutmakta­
d ı r. Günlerden bir gün, bütün dikkatlere rağ men gün
ışığı Altı n Han'ın güzel kızını bulur. Kızın, bu g ü n ışı­
ğ ı ndan bir çocuğu olacağını an layan Altı n Han
utancını ve yüz karasını k imseye göstermemek için
kızı nı. kırk cariye ile b i rl i kte bir gemiye koyar deni­
ze salar.
Gemiye, denizde b i r kahraman rastlar. Bu kah­
ramanın adı Tumavl Mergendir. Altın Han'ın kızın ı
görür görmez beğen i r, a lır. Kızın bir oğ lu olur. Adı n ı
Dob u n Bayan koyarlar.
Altın Han'ın kızı nın, Tumavi Mergen'den de ço­
cukları olur. Bunları da, Bilgüdey ve Büdenedey di ­
y e çağ ırırlar.
Dobun Bayan büyür, evlenecek cağa gel i r; ev­
lendirirler. Alanguva adı nda bir g üzel kız alırlar. Do­
bun Bayan'ın, Alanguva'dan üç oğlu olur. Bundan
sonra Dobun Bayan ölür.

150
TÜRK DESTANLARI

Dobun Baya n ' ı n ölümünden b ir müddet son ra,


Onun bir nur halinde yeniden dünyaya döndüğü an­
laşı l ı r. Bu nur halinde dönüşten sonra. yine Alangu­
va n'ın kocası olmuştur ve Alanguva bir erkek çocuk
daha doğ urmuştu r. Bu çocuğ u n adını Cengiz koyar­
lar.
Cengiz doğu nca, ru h u nur h a l i nde dünyaya
dönmüş olan Dobun Baya n, ku rt h a l i nde dünyayı
bir daha terkeder.
Fa kat, en çok kardeşleri, Cen g iz'in hem nurdan
doğmuş olduğ u n a hem de kendi kardeşleri olduğu­
na bir türlü inanmak istemezler. Kardeşlerine türlü
eziyetler ederler. Fa kat halk ötekilerden çok Cen­
g iz'i sevmektedir.
Bir gün Cengiz kardeşlerinden k u rtu l ma k için
kaçar, dağda yaşa mağa başla r. Türk boyl a rı , a ra la­
rı nda temsilciler seçerek Cengiz'e gönderirler ve
yaşa ma kta old u ğ u dağda Ceng iz'i bulup kendilerine
Han seçerler.
Cengiz H an, bütün ö m rünü yurduna ve m i l leti­
ne verir; çalışıp d id in ir, d ü nyanın en büyük ve en
sağlam devletlerinden birini ku ra r. Sonu nda bu dev­
leti çocukları arasında ta ksi m ederek ölür.
Cengiz Han Destanının İslami rivayeti:
Bu rivayete göre Ceng iz'in bir adı da Timuçin'­
d i r. Doğacağını çok ö nceden kôhi nler haber vermiş­
lerd ir. Doğduğu zaman da, babası , Tatar Ha nları n­
dan Timuçin'i mağlup etmişti r. Bu yüzden doğan
oğl u n un adını Çimuçin (Timuçin) koyar.
Tıpkı Davut Peyga m ber gibi Timuçin de on ye­
di yaşına kadar çoba n l ı k yap ı p, dağda bayı rda sü­
rüsünü otlatır. Babası ö l ü nce de, halk, Timuçin'in

151
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

kendileri ne Han olmasını isterler. Zaten Timuçin'in


H a n olarak seçilmesini Ta n rı da buyurmuştur.
Evl iyalardan Abız gelerek Timuçin'e Cengiz
adını vermiş ve bütün d ünyayı fethedi p efendisi ola­
cağ ı n ı muştulamıştır. Bu s ırada bir kuş ötmeğe baş­
lamış ve öterken: «Cengiz!. Cengiz! .» d iye haykır­
mıştı r.
Bunun üzerine Hanlığı kabul eden Cengiz evl i ­
yan ı n dediklerini doğrulamıştır.

KÖROGLU DEST ANI

Destan hakkında bilgi:

Türk Destanları içinde en geç teşekkül eden,


d iğerlerine göre çok yeni b i r destandır. Türklerin,
bu günkü büyük ve son yurdumuz olan ve bunun
içinde de her Türk için çok büyük bir değer taşı ­
ması, üzerinde hayatından fazla titremesi lôz ı m ge­
len Anadol umuzda yerleşmesinden sonra meydana
gelmiş olması Köroğlu Destanının bugüne kadar
aynı tes i r ve kuvvette yaşa masına sebep olmuştur.
Hôlô Anadolu ve Rumeli Türkü, Köroğlu Destanını
b i l i r ve anlatıldığı zaman heyecanlanır.
Bununla beraber Köroğlu Destanını n da kayna­
ğ ı , bütün öteki destanları mızda olduğu g ibi, önceki
sahifelerde an lattığ ı mız asıl büyük Türk destanları­
d ı r. Motifler hayaller, m u h it ve ôdetler bütünüyle bu
destanlarımızdan alınmış ve onların üzerine kurula­
ra k gelişt i ri l miştir.
Bugüne kadar duyulan Köroğl u Destanı rivayet­
leri, Azerbaycandan Rumeline kadar uzanan geniş

152
TÜRK DESTANLARI

sahada yirmi dört çeşitleme halindedir. Bunlar, bir­


birinden farklı gib i görünse de aslından tek bir çe­
kirdeğ i n etrafı nda gel işen parçalar g ibidir. N itekim,
hôlô halk arasında söylenen Köroğlu ş i irleri de ya
b i rer va kıa a nlatmakta, ya b i r g üzelleme i le destan­
daki olayların çevre olara k mekô n ı n ı tesbit etmekte;
ya bir koça klama ile destan kahra m a n larından biri­
n i çizmekte veya biri n i n maceras ı n ı vermekte; yahut
da türkü ile olayları birbirine bağ la maktadır.
Bunlardan da aınlaşı lacağı üzere Köroğlu Des­
tanımız bütün güzelliğ ine ve tam gibi görü n mesine
rağmen, destan olara k tekômül devresini tamamla­
mamıştır. Çekirdeği va rd ı r ve tabii gelişmesini gös­
termişti r; muhtelif zamanlarda ve m uhte lif ozanla rı n
e liyle ve d i l iyle ayı rı mları yapı l ı p eklemeleri eklen­
miş ve bunlar bir halk süzgecinden geçerek halkın
o güzel muhayyiles inden de alaca ğ ı n ı a l ı p şeki l len­
m iştir. Fakat, yaz ı l ı tesbid şekli, ta mamı üzerinden
ve nazım h a l i nde bir tek oza n ı n işlemesine mazhar
olmamıştır. Bu kısım da yapıldıkta n sonra e l i m izde
tam ve m ü kemmel bir Köroğlu Destan ı var d iyebile­
ceğiz.
Bugün hôlô değişik rivayetlerde anlatılan des­
tanın, a nahatlarıyla h ülasası şu şekildedir:
Köroğ lu'nun babasın ın adı Vusuf'tur. Bir Beyin
yanında çalışma ktadır ve bilhassa atla rdan çok iyi
anlamaktad ı r. Vusuf'un da Ali adında, yiğit delikanlı
bir oğ l u vard ı r.
G ünlerden bir g ü n Bey, Vusuf'a, kendisi için
çok g üzel b i r at seçi p geti rmesini ister. Yusuf da,
çok gösterişsiz, uyuzumsu b i r tayı beğenir, a l ı r geli r.
Fakat Bey çok kibirli, gösterişi seven, burnun-

153
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

dan k ı l aldırmayan ve çok za l i m b i r Beydir. Böyle bi r


a t ı kendisine seçip getird i ğ i için Yusuf'a fena halde
öfkelenir.
Halbuki Yusuf'un getirdiği tay öyle b i li nen tay­
lardan değildir. Sulardan çıkan b i r ayg ı rı n dölünden
gelme b ir kır taydı r. Kanatlanıp uçma yeteneği var­
d ır. Ba k ı l ı r, terbiye edilirse eşi menendi bulunmaya­
cak c instendir. Ama Bey, bunların h içbirini a n lamaz
ve za l i m l i ğ i üstün gelip Yusuf'un gözlerine mil çeki­
l i p kör ed i l mesi buyruğunu veri r. Buyruğu da, ken­
d is i gibi zalim olan adamları d üşün meden yerine
getiri rler.
İ k i gözü kör edilen Yusuf köyüne döner, O uyu­
zumsu tayı, hiç ışık görmeyen bir yerde besleyi p
terbiye eder ve eşi menendi bulu n mayan b i r k ı r at
ha l i ne getirir. Oğ lu Ali de o zo ma.na kadar daha ye­
tişip daha yiğ it daha g ü rbüz bir delikanlı h a li ne gel­
m iştir. Baba-oğul bir a rada karar verip Beyden öç
a l mağa yemi n ederler. Bunun üzerine, kır atla birlik­
te Bingöl Dağ larına va rıp hayat suyunu a rarlar; bu­
l u rlar ve içerler. Sudan ancak Ali ve kır at içmiştir.
Yusuf içememiştir.
Bundan sonra dönüp, Beyin konağına yakın bir
dağı yurd edi n i rler. ( E n meşhu r rivayetlerde bu dağ
Camlıbel'dir.) Yusuf, oğ lu Ali'ye, burada yerleşme-3i­
n i sağ l ı k verir:

Bir yiğit hayk ı rı p meyd a na g i rse


Arka verip sığınacak yer gerek
Camlıbel'de metin kale yapmaya
Kendi yiğit, özü metin er gerek.

154
TÜRK DESTANLARI

Yusuf der k i , oğlum Ali n'olanda


Zor düşmanı böl ü k bölü k bölende
Padişa h ı n divanı na vara nda
D i l tutu l u r, dili tutan er gerek.

Sıra sıra koç yiğ itler d izers i n


Alayları bozuk bozuk bozars ı n
Berha neyi Çam lı bel'e çözersi,n
Burda sana barı nacak yer gerek.

Göğüs gerek, a rka verek dağla ra


H iz met edek bahçelere bağ la ra
Şöhret vermek i ç i n n ice i l lere
Burda sana devlet gerek sur gerek

Eyvan gerek otu rmaya naz i le


Bir de sak i mey doldura n a z i le
Yiğ itlerin kumandasın saz i le
Vermek için ya kışacak d i l gerek

Deli Yusuf, tamamladı öğüdü


Sen ta mam et yirm i birbin yiğidi
Gözlerim görmüyor suçum n ı e idi
Koyma kıyamete burda a l gerek

Babas ı n ı n bu öğüdünü tutan Ali ( Köroğ lu) ora­


yı yurd ed i nerek geli p geçenden baç a l mağa, hak­
sızlıkların üstüne üstüne varmağa başla r. Bir müd­
det sonra babası Yusuf ölür. Köroğlu, y i ne babası­
n ı n öğüdüne uyarak kendisine çok sad ı k kırk yiğit
toplar etrafına. Akı l l ı , bilgin, görg ü lü ve b i r sohbet
odamı olduğunu duyup işittiği istaınbul'dan, Kasap-

155
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

başı nın oğlu ya kışıkl ı Han Ayvaz'ı da kaçırıp kırk yi­


ğidinin arasına katar:

Yol verin dumanlı dağlar


Aşmağa Ayvaz gel iyor
Çoğalsın soğu k pına rlar
icmeğe Ayvaz geliyor

Bu dağlarda b iten güller


Kokusu lôl eder d iller
Dalından cüdô bülbüller
Ötüşün Ayvaz geliyor

Bizim yaylanın yiğidi


Belinde gümüş dividi
Yaylan ı n servi söğüdü
Gölge ed i+n, Ayvaz geliyor.

Bizim yaylalar oluklu


Akan sula rı ba lıklı
Al valalı mor belikli
Kız gerek, Ayvaz geliyor

Bizim yaylanın uşağı


Bel i nd e Ayd ı n kuşağı
Yaylanın türlü ciceğ i
Kokuşun Ayvaz geliyor

Köroğl u der ki kayalar


Atlımız düşman kovalar
Sarptaki yüce koyalar
Yassıl ı n oğl u m gel iyor.

156
TÜRK DESTANLARI

Artık Camlıbel, Cam l ı bel'deki Köroğlu'nun dün­


yası tamam olmuştur. Köroğlu'nun çevresi nde in­
sanlar toplan mağa başlar; Köroğ lu'.nu n çevresinde
halk k ü me küme ve sevgi doludur. Babasının öcün ü
Beyden almak için Köroğ lu türlü oyu nlar hazırlar,
yiğ itl i k gösterir; Köroğ lu nasıl halkın adamı, iyi ve
namuslu insanların sevg i l isi h a l i ne gelmişse Za lim
Beyin d e , b aş düşmanı b a ş korkusu h a l i ne gel i r. Bü­
tün Za l i m Beyler Köroğlu '.ndan korkmaktadır.

Babası n ı n öcünü a l ma k için Beyi n üstüne üs­


tüne vardığı ak ınla rdan b irinde Köroğlu, Beyin gü­
zel Bacısı Dön,e'yi görü r. Gördüğü g i b i de vuru l u r
Köroğ l u , Döne'ye ô ş ı k olur. Camlı bel Köroğ lu i ç i n
aşk ı n ı n alev a l ev ya ndığı bir yer hal ine gelir. Böyle
g ünlerinden birinde a l ı r sazı e line başlar ça l ı p söy­
lemeğe:

Bugün bir keyfiyetim var


Ayvaz mey doldur mey doldur.
Arada bir işaretim var
Ayvaz mey doldu r mey doldur

Kolunda kolbağı mercan


Sa na kurban olsun bu can
E l i nde fağfuri fincan
Ayvaz mey doldur mey doldur

Kır at görün mez haşadan


Ben korkmam beyden paşadan
Altın yaldızlı şişeden
Ayvaz mey doldur mey doldur

157
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Köroğl u çıktı köşküne


Çok yard ı m eder düşküne
Şirin Döne' n i n aşkına
Ayvaz mey doldur mey doldur
Ve birgün bu aşka daya na maz Köroğlu, atına
atladı ğı gi b i varır. Döne'yi Bey Konağı ndan kaçı rı r,
evlenir. Bu evl i l i kten oğ lu Hasan doğar.
Akınlar akın ları kovalar; Köroğlu çok zal i m lerin
hakkından geli r. Akınlarının b i rinde tutsak olur Kör­
oğlu. Yiğ itlerinden Güdemen, Köroğlu'nu kaçırma k
i ç i n görevlendiri l i r. Güdemen varıp Köroğlu'nu bulur:
Köroğlu:
Karşıdan gelen p iyade
Bizim iller yerinde m i ?
Etekleri ç i m e n olmuş
Karlı dağlar yerinde mi?
Güdeme n:
Beyim i l i ne sora rs ın
Güzel a ma soğ u k soğu k
Karlı dağlar eteği nde
Çimenleri solu k solu k
Köroğl u :
Çamlıbel'i n koyağı nda
Sular akar aya ğı nda
Şirin Döne yanağında
Ürşen Benler yerinde mi?
Güdeme n:
Çamlıbel' i n koyağ ı nda
Sular ak maz ayağında
Güzel Döne yanağında
Ürşen benler don u k donuk

158
TÜRK DESTANLARI

Köroğ l u :
Köroğ lu d e r öğü ndüğü m
Taşlar a l ı p döğ ü ndüğüm
Arka verip sığındığım
Koca ca mlar yeri.nde mi?
Güdemen:
Güdümen der karlı dağlar
Dağda ca mlar kara bağlar
Döne söyler Ayvaz ağlar
Ağlaşırlar soluk sol uk.

Köroğlu bu konuşmadan sonra tutsaklıkta n kur­


tulur; kaçar. Kır atına atlar ve kır at surları n üstün­
den kanatlanıp uçara k geçer ve Köroğlu'nu kurtarır.
Bunun üzerine aşka gelen Köroğ lu kır atı öğ meğe
başlar:
Can ı m Kır at gözüm Kır at
Kaçı p çekilip g idel i m
H e r yanı nda çifte kanat
Uçup çekil i p g idel i m

Budur K ı r atı n d u rağı


Bilmez ya kını ı ra ğ ı
Ab-ı Kevserdi r sulağı
İçip çekil i p g idel i m
Köroğl u söyler ezeli
Bağlar döküyor gazel i
Silistireden g üzeli
Alıp çekil i p gidelim .
Cam lıbel'e hasret kalmış, Döne'si ne hasret kal­
mış; yiğ itlerine hasret kal mıştır. Uzaktan Ca mlıbel'i
görü nce dayana maz yi n e söyler:

159
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Hemen Mevlô i l e sana dayandım


Arkam sensi n , kalem sensi n dağlar hey
Yoktur senden özge kolum ka.nadım
Arkam sensin, kalem sensin dağl a r hey

Sana derim sana hey ulu yaylam


Meğer başım a l a m i l i nden g idem
Okum senden, yayım sendendi r cıda m
Arkam sens i n, kalem sensin da ğlar hey

Yüce yüce tepesi nden yol aşan


G itmez oldu gönlümüzden endişen
M ü rüvvetsiz Beyden yeğdir dört köşen
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey

Köroğlu der tepelerden bakarı m


Gözlerimden ka n l ı yaşlar dökerim
Bunca yıldır hasretin i çekerim
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey.

Yiğ itlerine, Ça mlıbel'ine, Döne'sine kavuşturdu- ·

ğ u için de atını b i r g üzelleme ile bir kere daha över:

İ n işe aşağı kekl i k sekişli


Yokuşa yukarı tavşan büküşlü
Tavus kuşu g i b i üstü nakışlı
Alma gözlü kız perçe m l i kır atı m

Kır atı sorarsan yedidir yaşı


İ ridir göğdesi ufaktır başı
Dizg i n i çekende un eder taşı
Alma göz lü kız perçemli K ı r atı m

160
TÜRK DESTANLARI

Atlaslarla donatayd ı m yol u n u


Altı nlardan çaktı rayd ı m nalını
Ü ç g üzele dokutayd ı m çulunu
Alma gözlü kız perçem l i K ı r atı m

H aykı rır köpüğü başından atar


Başı nı başımdan yukarı tutar
Kaçarsa kurtulur kovarsa tutar
Al ma gözlü kız perçemli Kı r atı m .

B u nd an sonra Camlıbel'e d a h a iyice yerleşen


Köroğ l u 'nun namı bütün yurdu, dört b i r ya ndan tu­
tar. Mertl i ğ i , mertçe kavg a ları, düşkünlerin e li nden
tutuşu, düşkünü zali m e ka rşı koruyuşu, hakkı ve
adaleti sevişi Köroğlu'nu dillere destan eder. Her
ıaman haksız l ı ğ ı n karşısı ndadı r a ma ada letli Dev­
let gücüne karşı boynu n u n kıldan i n ce olduğun u da
b i l i r. D i n ve devlet uğrunadır yaptı kları biraz da.
Urus üstüne, Acem üstüne de savaşlara katı l ı r; bu
savaşlarda yiğitlerine Mevlô, şehitlik, kôfire karşı
üstünlük u ğ runa saf bağlatı r:

Ay ya nsın ağalar gü neş tutu lsun


Parladı parladı çal ı n kılıcı
Oklar gıcırtısı ayyuka çıksın
M evlôın ı n aşkına çalın kılıcı

Durmayı n orada kargı kucakta


Dolaşs ı n yiğitler köşe buca kta
B i r savaş ede l i m kelle kucakta
Şehitler aşkına çal ı n k ı l ıcı

161
100 BÜYÜK EDİ P 100 BÜYÜK ŞA İR

Koç yiğ itler melemeli dev gibi


Düşman boyu devrilmeli dağ g i bi
Avı na dest vurmuş koca bey gibi
Haykırı haykırı çalın kılıcı

Koç yiğ itler bu kış burda kışlasın


Yılan d i l l i eğri ha nçer işlesin
Kafir düşman el-amana başlasın
Korkağ ı kaçırman çal ı n kı lıcı
Koç Köroğl u g ird i meydan a l mağa
Nara vurup düşmanı na dalmağa
Yemin ettim yedi derya dolmağa
Doldurun denize ça l ı n kılıcı.

Fa kat n ihayet Köroğl u da bir i nsandır. Gerçi


bildiğimiz i nsanlarda n çok ayrı, i nsa n üstü nice g ü ­
ce sa h iptir a m a yine d e i nsanoğludur. Sonu nda
kendi de, yiğ itleri de: atı da yorulu r. Köroğ lu a rtı k
i htiyarlamıştı r.

Bizim i l lerin beyleri


Ya kar kand i l i kandili
İçip a rslana dönerler
Kadeh döndürü döndürü
Hem içerler hem kanarlar
M eydanda düşman a ralar
Arap atlara bine rler
Boynun sünd ü rü sündürü
Çürüdü gönlüm çürüdü
İçerde yürek eridi
Beylerin kolu yoruldu
K ılınç döndürü döndürü

162
TÜRK DEST ANLARI

Beyler neyleyi p n ideli m


Güzellerle göç edeli m
M eydanda a t oynatal ı m
Boynun döndürü döndürü

Köroğ l u der k i kand ı m


İ htiya r oldu m çürüdüm
At yoru ldu ben yoruldum
Güzel bindiri b i nd iri.

Üste l i k dev i r de değ iş meğe başlamıştır. « De l i k­


l i demin> dediğ i tüfen k i cad olmuş, a rtı k yiğitlik baş­
ka türlü a nlaşıl mağa başlamıştır. Göğüs göğüse, e r­
kekçe, düşma nı yüzünden ve gözünden göre göre
döğüşmeni n yerin i bir yerlere sa klanıp a rkadan ve
uzakta n vurma lar a l mıştır. Köroğl u'na göre ka hpe­
l i ktir bu ve kahpe l i k a l mış yü rümüştür, a l ı p yürü­
mektedi r. Dünya sevi lmez bir dünya o lmuştur a rtık.
Dü nyayı terketmek vakti gel miştir. Köroğlu da öyle
yapar, dü nyayı terkedip, a lacağ ı n ı a l mış vereceği n i
vermiş bir i nsanoğ lun u n h uzuru içinde K ı rkla ra karı­
şıp g ider.

Köroğlu Destanını veren bir halk rivayeti:


Daha önce, Köro"ğ l u Desta n ı n ı n 24 rivayeti ol­
d u ğ u ndan bahsetmiştik. Bu, bu g ü n içi n tesbid edi ­
lendir. Bel k i d e i lerde, muhtelif bölgelerde yapılacak
tesbitlere daha da değ işik rivayetler tesbid edilebi­
lecektir. Bu rivayetlere örnek olmak üzere, Sayın
Ah met Kabaklı'nın, Pertev N a i l i Boratav'ı.n Köroğlu
Destanından aldığı b i r Elazığ R ivayeti n i vermekle
yetineceğiz :

163
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

« Köroğ lu'nun babası Bol u Beyin i n yan ında du­


rurmuş . Bey, yanındaki kôhyalara emretmiş:
- Gidip gezerek nerde namlı, şöhret kazanmış
tıayva.n bulursanız bana getiriniz.
Köroğlu'nun babası Türkiye'nin en meşh u r at
yetişti reni Sulta n Hanı'na gidiyor. Orada bir çeşme
başında bekl iyor. Bir beyg i r hergelesi geli p su içi­
yorl a r. Köroğl u' nun babası h i ç birini beğen m iyor.
Arkadan bir zayıf k ı r tay geliyor. Çeşmenin başına
varınca yalağın içindeki suyu kafasıyla bir o tarafa
b i r bu tarafa çarpıyor. Ondan sonra a ka ra ağzına
vererek içiyor. Kô hya b u ata göz koyuyor. Sonra ge­
lip hergelenin sah i b i n i buluyor. Diyor k i :
- Şu tuz göl üne ben bu hayvanları sü receği m .
İ çlerinden telef olanları n parasını vereceğim. Yüzüp
dışarı çıkabilen lerden de beğendi ğ i m i alaca ğım.
Hergelenin sah i b i razı oluyor. Hayvanları göle
s ürüyorlar. Karşıya yal nız bir hayvan, çeşmedeki su­
yu kafasıyla bir o tarafa bir bu tarafa çarptı ktan
sonra ağzını a ka ra verip s u içen zayıf kır tay çı kı­
yor. Geri kalanı ölüyor. Köroğ lunun babası da atı
a l ı p Bolu'ya geliyor.
Bolu Beyi' nin öteki ad amları, hepsi a ra p atları
ve dehşetli namlı hayvan l a rı toplayıp getiriyorla r.
B u sefer Bey, Köroğlu'nun babasına :
- Hani getirdi ğ i n atlar? . Diyor. O da:
- İşte!. d iyerek zayıf tayı gösteJliyor. Bu nun
üzerine Bey h iddetleniyor.
- Demek sen benimle eğleniyorsun!.
D iyerek Köroğlu'nun babasının iki gözünü kör
ediyor, get i rdiği hayvana bindiriyor, koyverip gön­
deriyor. Tabii bu da doğru köyüne geliyor. Oğlu o

164
TÜRK DESTANLARI

zaman on beş yaşında kadarmış. Oğ l una, hayvan la­


ra nasıl ba kmak laz ı m geldiği hakkında ta l imat ve­
riyor. B ir yıl sonra kır tay öyle meşhu r oluyor k i
nam kaza n ıyor. Kör d e o ğ l u n a tarlayı sulatıyor. Tar­
la üç karış ça mur. Hayvan ı koşturuyor a rkasından
da, hayva n ı n koştuğu üç karış çamur tarlada, bas­
tığı yerden toprak çıkıyor.
Tab i i Bol u Beyi de k ı r tayın namını d uymağa
başl ıyor. Zorla a l ma k istiyor. Baba oğ u l , bu nun üze­
rine, Bolu Beyi'ne karşı dağlara ç ı kı p sığınmak ge­
rektiğ i n i düşünüyorlar. Atı alıp kaçıyorla r. Ya kı nı nda
ı rmak a k a n bir Ca mlıbelde oturuyorlar.
Bir g ü n Köroğlu ava g iderek ok i le i k i g üverc i n
vurur. Bun ların tüylerin i yolar. Camlı bel'den akan
suyun kaynağına götürüp yıkar. Köroğ lu'n u n hay­
van ı da bu sudan içer. Kuşların yıkanması h itam bu­
lur bulmaz güvercinler canlanıp uça rla r. Ve orası
h ikmet-i ilahiden k ı rk parça (bin parça) ya bölünür.
Bu suretle o su k ı rk yerden çı kmağa başlar. Bu abı­
hayat, Muş v ilayet i n i n Bingöl yaylasında i m iş .
Köroğl u bu hali babasına na kleder. O da:
- Oğlum sen o sudan içmed i nse iç . . . Çünkü
o su ôbıhayattı r . . . der.
Köroğ l u da o sudan içer. Bunun için Köroğl u ile
k ı r atı el a n sağdı r, derler. Atı her yıl bir kere satı­
l ı rmış, derler.
*
**

Köroğlu'nun Ayvazı kaçırması:


(Yine Elazığ Rivayeti)
Köroğl u 'n u n babası öldükten sonra , çok korku­
lan bir i syancı olup çıkar. E mri,ndeki 330 Bey ile
adeta Çam l ı bel ' i n k ra l ı o l u r. Bolu Beyi'ne büyük za-

165
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

rarlar vermeğe başlar. N itekim b ir davar sürüsüne


el koymuştur.
Bolu beylerinden aldığı bir davar sürüsünü is­
tanbul'a sürmüş. Maksadı, istanbul'da Kasa pbaşı­
n ı n ya nında bulunan Ayvaz'ı a lmakmış. Ayvaz' ı n zi­
yade kahraman bir delikanlı olacağ ını kendisine ka­
tırcılardan biri söylemiş. Ve onu da yan ı na a rkadaş
a l ı rsa, d ünyada üzerine gelecek başka ki mse olma­
d ı ğ ı n ı söylemiş. Da ha Ayvaz, on yaşla rı nda kadar­
mış. Köroğlu bunu fi krine koymuş .
Kasapbaşı nı bulmuş ve d ü kkanda Ayvaz'ı da
görmüş. Bakmış k i Ayvaz hakikaten tevatir ettikleri
kadar var. Kasapbaşı na, davarları görmesini söyle­
m i ş ve Ayvaz'ın kulağı.na yavaşça :
- Sa na da dört boynuzlu bir koç getirdim. Sen
de gel onu al! demiş.
Ayvaz, ustaya yalvarmış . Üçü birden ':lava rın
yan ı na gelmişler. Köroğlu atına binmiş. Ayvaz' ı n ko­
l undan yapıştığı gib i:
Kasap başı kasap başı
Sürü sen i n Ayvaz benim
Söyle, Ayvaz, sen i n .neyin
Adını duyd u ğ u n Köroğl u benim ! .
deyip atı na bir kamcı vurduğu g i b i Bolu 'ya gelmiş.
İlk zamanlar, Ayvaz' ı n canı s ı kı lır. ağlarmış.
Onu kad ı nlar filan bulup eğlend irmiş ve kendine
a lıştırmış. Bu suretle Ayvaz'ı kendine evlat ed i n miş.
Köroğlu, kış za manı Bolu Ca mlı bel'i.nde, yaı
mevsimi Tokat Caml ıbel'inde va kit geçirirmiş. Bo­
zan Konya'ya bozan Karaman'a geli rmiş.
Dağ ıstan'da bir köyde, çeşmeden su dolduran
bir kız görmüş. Bunu babasından istemiş, a lmış. Bir

166
TÜRK DESTANLARI

gece güveğ i g i rmiş, ertesi g ü n yola düzülmüş. Kara­


man Bey i ' n i n kızı nı, bahçesinde gezerken görmüş.
Aldığı kadına demiş k i :
- Ben a rtık gelmem . Eğer senden doğacak ço­
cuk erkek olursa, beni sord u ğ u zaman şu bazuben­
di kol u na bağla ve şu kılı cı da bel i ne kuşat. Gönder
gelsin beni bulsun . Eğer benim çocuğ u m kız olursa
şu para ile onun istikba l i n i temin et.
Köroğlu'nun maksadı Ka ra man Beyi ' n i n kızı nı
almakmış. Ama Karaman Beyi'nln bahçesi kol kol
askerle dolu, kuş bile g i remiyormuş. Köroğlu, b i r
gece ya rısı Tel l i H a n ı mı n ( Ka raman Beyi'nin kızı)
penceresi dib ine varmış, yalvarmış yakarmış ama
bakmış ki yol u yok. En n ihayet onun bir tasvirini a l ­
m ı ş . Doğ ruca Ca mlıbel'e gelmiş.
Ayvaz, onun, kızın tasvirine ba kıp bakıp ağladı­
ğını görünce:
- Ağam neden hayıflan ı rsın?. Bir gece bas­
k ı n veri r kızı kaçırı rız!. demiş. Fa kat Köroğ l u :
- Kaçı rırız kaçırırız a m a ben o n u gönlü olma­
dan cebren kaçırmak istemem, demiş.
O s ı rada tekrar Bolu'ya gelmişler. Köroğ lu gi­
bi bir hayı r sah i b i n i n geldiğini d uyan köylüler yan ı ­
na varıp e lini öpm üşler. Hayı r dua etm işler. Köroğ­
lu her zamank i g i b i köylünün i htiyaçlarını sormuş.
Cifti h ayvanı olmayan la ra para verip hayvan alma­
larını söylemiş. Zaten nerde bir fakir varsa gelir,
Köroğlu'nun verdiğ i para ile idares i n i tem i n eder­
miş. Kendilerin i n bir müşkül leri olsa :
- Köroğlu'nun verd i ğ i h ü k ü m hükümdür, der
ve i k i köy yahut iki kişi a rası.nda görülecek muha­
keme Köroğ lu'nun h uzurunda görül ü rmüş.

167
MAHALLİ DESTANLAR

ZOYA TÜLEK

Destan hakkında bilgi:

Zoya Tülek bir Başkırd destanıdı r. Hüseyin Na­


m ı k Orkun, «Türk Efsaneleri» adlı eserinde, bu des­
tan ı n ilk defa Macar bilginlerinden Prof. Prhöle Vil­
mos tarafı ndan Sel i m Gerey Sultan'dan derlendi ğ i n i
kaydetmektedi r.
Destanda, refah ve saadetin yu rd sevgisi uğ­
runda düşü nülmeden feda edilebileceği an latı lmak­
tadır.
Zoya Tülek adlı destan ı , Hüseyi n Namık Orkun'­
un yu karıda zikrettiğ imiz eserinden aynen al ıyoruz:
Belebeyden, Kuzey doğuya doğru i ki g ünlük
mesafede Balkan Dağı denilen Başı göğe yükselmiş
çıplak bir dağ vard ı r. Bugün çıplaktır _E ma b i r za­
manlar yemyeşil orma nlarla kaplı idi :
O zaman bu ormanlarda kuş sesleri, Başkırd
çobanları n ı n türkülerine ve kaval seslerine ka rışı rd ı .

168
TÜRK DESTANLARI

Balkan bağ ı ndan pek uza k ol mayan başka bi r ülke­


de de, sahil leri kamışlarla süslü Aslı Göl denilen bir
göl vardı .
Bug ü n bile bu göl ü n bu sah illerine doğanı n ı
alanlar ö rdek avı na gelirler.
Ba l ka n Dağ ı n ı n civa rı nda çok eski za manlarda
Hari markas adlı çok zen g i n b i r Başkırd oturuyordu.
Hari markas o kadar zen g indi k i sürüleri n i n sayısını .
toprakları n ı n s ı n ı rları n ı kendisi bile bil mezdi .
Hari markas'ı n i k i karısı vard ı : B i r i n i n a d ı Ba­
nu'ydu. H ari ma rkas' ı n Banu'dan iki oğlu ol muş biri­
nin adını Ebuta l ip, ötekini n adını M a l i k koymuştu.
Hari markas'ı n i kinci karıs ı n ı n adı ise Gulzurg
idi ve bundan da b i r oğlu olmuş idi k i yiğit m i yiğit
idi ve adı Zoya Tülek'ti. Onu herkes severdi . Üvey
an nesi Banu ile ik i üvey kardeşi Zoya Tülek'i h iç
sevmezlerd i. Hem de çekemezlerdi, kıskanı rlardı .
Zoya Tülek d e, Ebuta li p d e , M a l i k de büyüyüp
delika n lı l ı k çağına g irdi k leri zaman babaları Hari­
markas her üçüne de b i rer güzel at, süslü koşumlar
ve çok g üzel terbiye e d i lm iş doğa n kuşları hediye
ediyor. Gençler, atları na b inerler, doğanları nı a l ı rlar
ve Balkan dağı na ava çı karlar Zoya Tülek, öteki kar­
deşlerinden her zaman fazla av avlard ı . Bu yüzden
de ka rdeşleri hasetlerinden çatlarlard ı . Fa kat Zoya
Tülek'in annesi Gulzurg'u babaları çok sevd i ğ i ve
Gulgurz da hayatta old uğu için ona dokunmazlard ı .
B i r g ü n Zoya Tülek'i n a n nesi öldü; Zoya Tülek
öksüz kaldı . O gü nden sonra da her şey değişti.
Evde her şeye Ba nu h a k i m oldu. Her isted i ğ i n i yap­
tırıyordu. A�adan az bir zaman geçince Zoya Tülek'­
i n eğerin i Ebutal i b'e atını da M a l i k'e vermesi için

169
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

kocası Harimarkas'a tes i r etmeğe başladı ve mu­


vaffak da oldu. Ertesi gün tavlaya indiği zama n şa­
şıp kaldı. Ebutalib'in atı nda kend i eğeri vardı ve atı­
n a M a l i k binm işti. Zoya Tülek şaşkı n lı kla :
- B u ıne hal? diye sordu.
- Biz böyle arzu ed iyoruz, dediler.
- Fakat eğer benim; Malik de ben i m atıma
b i nmiş.
- Boşuna çene ça lıyoruz; doğanları mız da sa­
b ı rsızlanıyor. Sen de bizi mle ava çıkmak istiyorsan
şu ihtiya r ata binebil i rsin, deyip Zoya Tülek'in itiraz­
l a rı na aldırmadan sürü p atları n ı g ittiler.
Zoya Tülek arkalarından bakıp kald ı .
Üzüntüsünü uzun zaman gideremedi. Bu s ı rada
d işi dökülmüş ihtiyar uyuz at Zoya Tü lek'in ya nına
g elerek:
- Üzülme, ded i ; vu r şu eğeri sırtıma, ava ç ı k !
Zoya Tülek büsbütün şaşırd ı . Bir müddet b u
u yuz ata ba ktı . Sonunda Ebutalib'in eğerini a l ı p atı n
s ı rtı na vurd u . Ve bindi. Biner binmez de uyuz at şah­
landı. Silkindi, şahane bir at oldu.
Zoya Tülek'in sevinci öl çüsüzdü . Sağ koluna
d a doğanını kondu rdu, sürd ü atı n ı .
Bu uyuz atı n adı Aktulpa r idi. Aktu lpar tavla­
dan öyle bir fı rlayış fırladı ki sanki uçtu. Bir iki da­
k i ka son ra kardeşlerin in ya n ı na vard ı lar. Kardeşleri
b u hale şaştılar. Fakat bir şey demediler. Yanları n­
da· ya bancı avcılar olduğu için sustu lar. Öğle vakti
yaklaşınca hep beraber g id ip bir su kıyısı nda ağaç
altı.nda otu rdular. Zoya Tü lek de atından indi. Yem­
yeşil çimenlerin üstüne yattı. Yorgunluktan uyuyup

170
TÜRK DESTANLARI

ka ldı. Aktulpar yan ı başı nda d u ruyordu. Eğerin i n


üzerine doğanı konmuştu .
İ k i kardeş kıskançlı klarından bir türlü uyuya m ı ­
yorlardı . Usulca kalktılar. Aktu lpar'ın nal ı n ı n a rasına
sivri bir çivi sokup uzaklaştı lar.
Zoya Tülek uyandığı zaman baş ucunda ak saç­
l ıak saka l l ı g ü ler yüzlü bir i htiyar görd ü . Ayağa kalk­
tı. İ lıtiyar:
- Ben i m kim olduğumu b i l iyor musun? diye
sordu.
Zoya Tülek:
- H ayı r efendim; ded i . Bil emeyeceğ i m .
- Ben Hızır' ı m . Ulu Ta n rı ' n ı n izniyle hayat su-
yundan içen Hızır'ı m. Oğlum! Kardeşlerin sen i çok
kıska nıyor. Az önce, sen uyurken atını n nalı na siv­
ri bir çivi ça ktı lar. Fakat ben sana yard ı m edeceğim
Sana bir dua öğ reteceğ i nı . Ne başı n darda kal ı rsa
bu duôyı oku, seni selô mete çıka rı r. Şimdi bu duôyı
ckuyup atı n ı n ayağına doğru üfle.
Bunu ded i kten sonra H ızır duôyı bir kaç defa
tekrarlad ı . Zoya Tülek'in iyice öğrendiğ i n i anlayınca
birdenb ire ortadan kaybold u.
Zoya Tülek duôyı okudu. Atı n ı n ayağ ı na doğ ru
üfled i . Çivi naldan çı ktı , izi bile kalmad ı . Zoya Tülek
Ta n rıya şükretti. Atı na atlayarak kardeşleri n i n ya­
n ı na g itti . Onu gören kardeşleri hayretler içi.nde ka l­
d ı lar. Kıskançlı kları kin haline geldi . Hemen üç genç
buldular. Bu gençler Zoya Tülek'in ya n ı na geldiler.
birc'enbire atı nı tuttular. Aktu lpar'ı kırbaç!amağa baş­
ladılar.
Bunun üzeri ne Aktulpar ok g i b i fırlayıp ca n acı­
sı ile gö!e doğru koşmağa başladı . Az sonra da to-

171
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

zu bile görünmez oldu. At, havada uçuyordu sanki.


ayağı yere değm iyord u . Böylece Aslı Göl sa h i l ine var­
dı.
Zoya Tülek sahi lde atından indiği vakit sanki
birisi:
- Sah ilin sağ tarafında kim var başı rı ı çevi r de
ba k ! der gibiyd i .
Zoya Tülek o yana baktı . Ka lbi heyecanla çarp­
mağa başladı. Göl ün kıyısında beyaz ayaklarıyla kö­
pükler saçan genç ve güzel bir kız otu ruyordu . Bir
taraftan da altı n saçlarını tarıyord u . Bu güzel kız,
Aslı Göl'Üın kra l ı Yayda r Hanının biricik kızı Susulu
i d i . Zoya Tülek put g i b i d u rdu şaşkınlığından; baktı ,
ba ktı , sonunda kendine hôkim olamad ı . Kıza doğ ru
yü rüdü :
- Buraya nası l geldiğimi ben de b i lmiyorum. ,
Ey güzel kız, ey Cennet bağ ı n ı n g ü lü ! Ben ki m i m söy­
leyebilir misin? Nereden gel iyorum , nereye g id i yo­
rum bilir misin?
Kız cevap verd i :
- Sen zeng inlerin zen g i n i Harima rkas'ı n en kü­
çük oğ lusun. Adı n Zoya Tülek'tir. Ava çıktı n . i nce
boylu kazları, altın kürklü tilkileri avlad ı n . Son ra
kardeşlerin seni kıska n d ı . Atı nı kırbaçladılar. Buraya
kada r geldin.
Zoya Tülek şaşı rı p kaldı .
- Artık hiç bir yere gidemeyeceği m, dedi . Be­
ni büyüten babamı da u n utacağı m . beni koynunda
büyüten anacığımın mezarını da unutacağım. Bana
a ı1ı k ne gök ne de yer lôzı m. Ben i m yerim sen i n ya­
n ı n a ma sen kimsin?. Bana k i m old uğunu söyle ey
güzel kız.

172
TÜRK DEST ANLARI

Kız cevap verd i :


- Babanı a nanı nasıl reddedersin, reddetme!
Dü nya da vazgeçme. Sen bizim ü l kem izde otu ra maz­
sın, ben göl kralın ı n kızıyı m . Baba m ı n ülkesinde çok
yiğit ca n verd i . Sana yazı k olur. Ben sen i n ola ma m.
sana bir hatıra olsun d iye i nci gerda n l ı ğ ı mla p ı rlanta
yüzüğümü vereceğ i m ; yurd u na dön!
- Bana ne i nci gerda n l ı ğ ı n ne de pı rlanta yü­
züğün lazım, bana h i ç bir şeyin lazı m değ i l bir kere
kucaklayı m yeter . . . evet bunu istiyoru m .
- Zoya Tülek, şu ya na QOk, k i m geçiyor?
Kız, i nce g üzel parmaklarıyla bir yeri gösteeri­
yordu. Zoya Tülek de o yana bakmak için döndü.
Ta m o sırada da kız, şimşek g i bi suya dald ı . Yiğit
kızın h i lesini anla mıştı ama iş işten geçmi şti . Kız
yüzüyor ve g itti kçe uzaklaşıyordu. Göl ü n ortasına
kadar g itmişti, sadece altın saçları su yüzündeydi
Zoya Tülek daha fazla düşünemed i. Kend i n i kaldırıp
göle att ı. B ir ha mlede kıza yetişti , saçları ndan yaka­
ladı.
Susulu bir ok g ibi gölün d i b i ne i n meğe başladı.
·
Zoya Tülek de onu takip etti . Çabucak gölün
d ibine vard ı lar. Burada Vardar H a n ı n camdan iki bü­
yük sarayı vard ı . Bu sarayın etrafında çok süratle
a ka n dört su cereyan ı va rd ı .
K ı z dedi k i :
- Zoya Tülek, sevg i l i m . . Saçımı bıra k , seni se­
viyorum ve seni n olaca ğ ı m . Ben i burada bekle, elbi­
semi g iyeyi m ve yan ı n a geleyim.
Zoya Tülek:
- Fakat yine b i r hileye sapma . . . diyerek kızın
saçını bıraktı .

173
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Susulu odasına koştu. Yumuşak i pek yatağına


kend i n i att ı . Güzel yüzün ü yastıkların a rasına soka­
ra k ağlamağa başladı . Bu vaziyeti babasına .n asıl
a nlatacaktı , kendisini a rzın bir yiğ iti n i n bekled i ğ i n i
n a s ı l söyliyecekti? Bu genci sevd i ğ i n i , onunla evlen­
mezse artık yaşıyamayacağını babasına söylemek
m ü mkün mü idi? Zoya yedi gün yed i gece bekledi .
Zayıfladı, halsiz düştü. Yüzü sarard ı , avurtları çöktü .
Sekizinci gün kızı.n kendisini aldattığ ı n ı zannederek
H ız ı r' ı n öğ rettiği d uôayı okudu. Tan rıya, suların çekil­
mesi için yalvardı . Yüce Ta nrı, Zoya Tülek ' i n di leğ i­
ğ i n i yerine geti rdi. Su cereyanları du rdu . Göl sürat­
le kuru mağa, suları çekil meğe başladı. Sular diya rı
m üth iş sıcak lı ktan bunalıyor, her yerde kuraklık hü­
k ü m sürüyordu.
Susulu'mı n kırk hizmetçisi bu haberi vermek
için odasına koştular, fakat oda kapısı n ın kapalı ol­
duğunu gördüler.
Bu sırada Yaydar han ı n tebaası Zoya Tülek'in
sarayı n önünde gördüler. Derhal başlarına bu afeti
bu yabancının getird i ğ i n i an ladılar. Hemen yanına
koşarak yalvarmağa başladı lar. Zoya Tülek d i lek­
leri n i reddett i:
- Hayı r, hayı r! . .. Kra l ı n ız, kra l içeniz v e bütün
sizler hepiniz mahvolacal<sınız.
Bu sözleri duyan halk Yaydar Hanın yanına koş­
tular; bu müthiş haberi kendisine an lattılar. Hakan
bu haberden çok müteeessi r oldu; hemen kızı nın ya­
n ı na koşarak selôm vermeden:
- Sevgi l i Susu l u m ! . Biliyor musun yurdu mun
başına ne felaket geldi ded i .
- Bil iyoru m , babacığ ı m !

174
TÜRK DESTANLARI

- Peka l a ! . . Bu felaketi getire n i n de kim oldu­


ğunu bil iyor musun?
- Hayı r babacığ ı m ! ..
- Bu felaketi getiren b ir ka ç g ündenberi sa-
rayın kapısında bekl iyen gençtir. O, sen i seviyor, ve
istiyor k i sen i ona vereyim. Mademki böyledir sev­
g i l i kız ı m ! . Onu sa raya a l ! . .
Kız:
- Pek ala! .. Babacı ğ ı m! . . . d iyerek son derece
sevindi.
Yaydar han uzaklaşı nca Susulu odasını . düzelt­
ti, kapıyı açtı ve sevgi l i misaf iri n i karşı l a mağa koş­
tu.
- Affedersin Zoya Tüle k ! . . Emin ol ki seni se­
viyorum. Baba mdan korktuğum için kaç gündür ya­
nına gelemed im . Gel, sevg ilim, gel ! .. d iyerek Zoya
Tülek'i n koluna gird i . Beraber saraya g ittiler.
Bu nd_a n sonra Zoya Tülek tekrar duayı okumuş,
su cereyanı eskisi gibi şiddetlenmiş, Yayda r H anın
ül kesinde eski mesut hayat başlamıştı . Sol mağa,
bozu l mağa başlıyan her şey tekrar ca nla nmı ştı. Her­
kes yurtları nda müthiş bir mucize göstermiş olan bu
Başkırd ile birlikte gezmeğe çıktığı vakit herkes fısıl­
d ıyord u :
- Bu alelade b i r adam olamaz . .
Hakan d a b u yigiti sevm iş, kızı n ı o n a zevce ola­
ra k vermişti. Artık gençlerin saadeti hudutsuzd u .
Bir g ü n Susul u , Zoya' n ı n h a n ı ndan uzaklaşmış.
epey müddet geri dönmemişti. Ya n ı na geldiği vakit
Zoya Tü le k :
- Nerede idin? . . . B e n i i l k gördüğün yere g it­
tin değ ilm i? . . . d iye sordu.

175
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Susul u başıyla evet işareti verd i .


Zoya b i r müddet sonra tekra sod u :
- Mademki orada idin; atı m ı ve doğanımı gör-
d ü n mü? . . .
- Gördüm; her ikisi d e Aslı Göl sahil indedir.
- Ne yapıyorla r orada?.
- Atın hareketsiz bir halde bıra ktı ğ ı n yerde d u -
ruyor.doğanın da başı v e kanatları düşük bir halde
üzerinde oturuyor.
Zoya düşündü ve müteessir old u . Tekra r d uayı
okudu. Sular i k iye açı ld ı ; Aktufpar sevinerek efendi­
siniın yan ı na koştu; arkasından doğan kanatları n ı
c ı rp ı rak u ç u p geldi. Birdenbire kra l ı n sarayının et­
rafında çimenler has ı l oldu, ağaçlar cıktı, orman ol­
du. Aktulpar için otlak, doğan için orman hasıl ol­
m uştu.
Tekrar dalga lar kapandı ve Zoya Tülek i le Su­
s u l u ' n un bahtiyarl ı ğ ı n ı yabancıların gözleri nden sak­
ladı ..
Günler, aylar yı l l a r geçti . Zoya Tülek kendisine
bir k u ray (kava l ) ya pmış, aftın başlı , zü mrüt gözlü.
g ü m üş ayak lı bir koç vücuda getirmişti. Kava l ı n ı ça l ­
d ı ğ ı vakit koç d a oynamağa başlar bütün su halkı
d a b u ma nzarayı seyre koyulurdu. Sade halk deği l
ba l ı klar bile b u şayan ı hayret manzarayı seyir için
etrafa koşuyordu. Fakat bunlar koçun oynayışını,
seyir için değ i l , Zoya'n ı n kava l ı n ı d i nlemek için ge­
l iyorlardı.
Herkes seviniyord u . Fakat Başkı rd yiğitinin gün­
den güne yüzü sofmağa başlamıştı . Susufu bu h a f i
sezerek sord u:

176
TÜRK DESTANLARI

Ne oldun sevg i l i m ! . . Yüzün neden öyle sa­


ra rdı, soldu? ..
Zoya cevap verd i :
- Bu hayat değ i l . . Ben burada sararı p solaca­
ğım. . .
- B urada yaşıyamıyor musun? . . N için? . . İşte
ben sen i seviyorum , sen de beni . . Daha ne lazı m?.
- N e mi lazım?. Yurdum.. Sevgi l i soydaşla­
rım . . . Susul u ! . Onlar ke ndilerini esaretten kurtar­
mak için beni bekliyorl a r .. Orada başı havalara yük­
sel miş Balkan Dağı va rd ı r. Üzerinde ormanlar bulu­
nur. İçi nde binlerce av hayvanı vardı r. Sen hiç or­
man ı n ses verd i ğ i n i duyd u n mu? Susu l u ! . . Oradan
Aslı Göle ba kmak ne güzeldir. Ben i m yurdu mda da­
ha böyle yüz lerce göl bulunur. Toprağ ı n altı nda bir
sürü servet, altm. gümüş vard ı r. Fakat bütün bun-
lar hiç b ir şey değil . . . Oralar beni m öz yurdum, ora-
dakiler soydaşları m . . . Bu asil, sevgi l i soydaşları mı
nasıl u nuturu m? ..
Haka.n Yaydar kızın ı n sarayında b i r ses iş itmiş,
o tarafa yü rüyerek Zoya'yı , müteess i r görünce sor­
muştu:
- Nen var oğlum? .. Neye müteessi rsi n? .. Te­
baa m mı se.n i gücendird i ? . Kızıma mı bir şey oldu? . .
Zoya cevap verd i :
- Hayır!.. M uhterem Ha ka n ! . . . Her şey yerl i
yerinde . . . Fa kat ben bu hayattan b ı ktım. Artı k yur­
dumu, soydaşlarımı özlüyorum.
Hakan hayretle sord u :
- N ereye g ideceksin? . . .
- Y u rduma, m u kaddes vata n ı ma, Ba lkan Da-
ğ ı n ı n ya n ı n a . . .

177
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK SAİR

Ba l ka n Dağ ı n ı n ya nına mı? O da n ed i r? . . .


Zoya Tülek güzel Ba l ka n Dağ ı n ı anl attı, orman­
l a rı tarif etti. Bunun üzerine Hakan dedi k i :
- Ba l ka n Dağ ı , Ba l ka n Dağ ı . . . Anlattın amma
ben pek anl ıyamadı m . Ömrümde hiç böyle bir şey
görmedim . Fa kat madem ki sen bunu özlemişsin,
onu buraya, gölün ortası na getiririm . . . Ne gül üyor­
s u n ? . . . Görürsün ..
Bundan sonra Ha ka n tebaasını yan ı na çağ ı rd ı .
Balkan Dağ ı n ı anlattı v e o n u gölün ortasına, kızı n ı n
sarayı n ı n karşısına getirmelerini emretti . H a l k ev­
vela bir topla ntı yapara k içlerinden üç a k ı l l ı adam
seçtiler. Bunlar önce Bal kan Dağ ı n ı a rıyacakl a rd ı .
B u üç adam; gölün h e r tarafını a radılar, taradı lar,
böyle bir şey bulamad ı l a r. Nihayet küçük bir tepe
buldula r. Düşündüler: Kral öyle de böyle de Ba l ka n
Da ğ ı n ı n n e olduğ u n u b i l m iyor; Başkırd yiğiti ise işte
bununla i ktifa etsin . . . Ne yapa l ı m başka dağ yok . . .
H erkes işe sarı l d ı . Tepeyi çabucak kral kızı n ı n
sa rayın ı n karşısına taşıdı l a r.
Kral, sarayı ndan çıktı, dağı görd ü ; mem n un ol­
d u . Tebaası na · ihsanlar dağ ıttı. Sonra kızı n ı ve da­
madını çağ ı rdı ve dedi k i :
- İşte sen in meşhu r Ba l ka n Dağ ı n ! . . Daha baş-
ka bir şey lazım mı? . . .
- Hayır, Ha ka.nı m ? . . . Bu Ba l ka n Dağı değ i l . .
- Ne? . . Ne dedin? . . .
- Bizim yu rtta buna dağ demezler. Bu teped ir.
Haka n :
- O halde beni kandırd ı l a r.. d iyerek çok kızd ı .
Bütün adamlarına yirmişer sopa vurd u rd u .
H a k a n ı n b u hareketi de Zoya Tülek'i aslı nda

178
TÜRK DESTANLARI

memnun etmiyord u . N i hayet Ha ka n ı n huzuruna cı­


kara k :
- U l u H aka n ! . . Bana göstermiş olduğun iyil i k­
lere çok teşekkür ederim. Ben artık burada dura­
mıyacağ ı m . Vatanım ı özlüyorum. Onsuz yaşıyama­
yacağım. Susul u'suz da yaşayamam. Asil h a ka n ! . .
Bize müsaade et. . . B i z Ba şkırd yurduna, Bal kan da·
ğ ı na g idel i m. Orada beni bekliyen soydaşlarıma ka­
vuşayım .. ded i .
H a ka n :
- N e d iyorsun? Be n sevgi l i kızımdan ayrı lacak
mıyım? .. Asla, asla bu olamaz.
Bu söz üzerine Susul u şunları söyledi :
- Muhterem babacığı m ! . . M üsaade et. . Aksi
taktirde Zoya bizi terkedecekti r. O znman t> ı:ı ·. ı ne::
oluru m? . . .
İ htiyar H aka n ı n gözleri yaşla dold u :
- P e k ölô .. ded i .
Teessürünü yeın meğe çal ıştı v e n e m l i ki rpi kle­
rını s i l d i . Artık Susul u ve Zoya Tülek herkesle ve­
dalaş mağa başlamıştı . Bütün Aslı Göl sakin leri mü­
teessird i . Herkes Zoya'yı o kadar sevm işti ki ••irnF.e
ondan ayrılmak istemiyordu .
Aktul par, doğan, koç hatıra olara k orada kala­
ca ktı . Hakan dedi ki :
- Tan rı n ı n i nayetiyle gidiniz . . . Güle güle Zoyô
Tülek . . . Kızıma iyi ba k . . . Ya l nız sizden şunu rica
ederim: Söyleyeceklerim i harfi harfine tutu n uz. Eğ er
sözümü tutarsa.nız hayatınızda asla sıkı ntı çekmi­
yeceksiniz. Göl ü n kenarına geldiğin iz vakit d i kkat
.edi n iz ve doğruca yürüyünüz. Ba l ka n Dağ ı n ı n eteği­
n e gelinceye kadar a sl a a rkanıza bakmayı nız . . .

179
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Susu lu ve Zoya Tülek sahile geldikleri vakit i k i


a ltın v e mücevherle süslü eğerlenmiş at onları bek�
l iyordu . Mesut çift atlara binip yoıa revan oldular. ..
Bu naltıcı bir sıcak vard ı . Uçsuz, bucaksız Baş­
k ı rd vad i lerine g ü neş kızgın okla rı n ı savuruyordu .
Zoya b u sıcaklara a l d ı rı ş etmiyor, sevincinden kabı­
na sığamıyord u . Susulu'ya dedi ki:
- Görüyor musun?.. Bu g üzel Başkırd yurdu­
nu? Bu çiçekli ova lar . . . İşte bak karşıdaki Ba lkan
Dağ ı ! . . Güzel değ i l mi?
Susul u cevap verd i :
- Hepsi güzel . . .
Ve gözlerin i bu i ç acıcı, gönül ferah latıcı man­
zaradan ayıramadı. Babala rı n ıın nasihatini tutmağa
kara r vermişlerd i . Fa kat Susulu'yu tecessüs h issi
yiyi p b iti riyord u . Nihayet Zoya'ya dedi k i :
- Ca nım ! Biraz geri dönüp baka l ı m . .
Zoya cevap verd i :
- Hayı r. . Baba n ı n nasihatini tutmamak doğ ru
değ i l . . .
Sus u l u :
- Bir parçacık d ö n ü p baka l ı m . Ne olur s a n k i . . .
Zoya :
- Bilmem, fakat asla dönüp bakmam . . .
Susul u bu söze a l d ı rış etmedi. Atın ı d u rd u rd u
ve b i rdenbire geri d ö n ü p Asl ı Gölü tarafı na baktı.
Bir sürü atı n arkası nda n gelmekte olduğuınu görd ü.
Gölden daha b ir cok hayvan ç ı kıp onları takip ed i ­
yordu . i nekler, koyunlar, a tl a r o kadar çoktu k i . . Fa­
kat Sus u l u arkasına baktı ğ ı vakit bu hayvan sürüle­
ri n i n arkası kesildi. Göl ü n kenarında olanlar tekrar
gölün içine düştüler. Sus u l u bağ ı rdı :

180
TÜRK DESTANLARI

- Va h ! Ne yaptım ! . .
İ ki eliyle yüzün ü kapa d ı . V e görd ü klerin i Zoya'­
ya anlattı .
Zoya :
- Ah Susulu Baba n ı n nasihatı n ı neden tutma­
d ı n ? . . Ba l ka n Dağına varıncaya kadar arkamıza hep
hayvan s ürüsü i le dolaca k biz zeng i n olaca ktı k kav­
mim ve Başkırd yurd u yoks u l l u k görm iyecekti.
Zoya Tülek daha fazla konuşamadı ve hıçkır­
mağa başladı . .

KÖZÜM HAN DEST ANI

Dsstan hakkında bilgi:

Rusları n, eski Türk İ l lerini istilôsı sırası nda te­


şekkül etmiş bir mahal li destandır. Ruslara karşı
yapılan vata n müdafaası n ı ve yurt sevgisini esas
olara k a l ı r. Desta n ı n kahramanı olan Közüm Han,
eski Türk Desta nları n ı n bütü n kara kter ve çizgi leri­
ni taşı makta, hatta ; Yarmak'ın kend isi,nden yer is­
temesiyle. Türk Yaradılış Destan ı n ı n Kara Hanı ile
Erl i k ' i n i hatı rlatmaktadır. Ayrıca Oğuz Kağan Desta­
n ı n ı n izleri de, bu mahalli Destanda acıkça bell i ol­
maktad ı r.
Közüm Han Desta n ı n ı n h ü lôsası n ı , D r. Wilhelm
Radloff' uın «Sibirya'dam> a d l ı eserinden (Dr. Ah met
Temir Tercümesi) değiştirerek a l ıyoruz: ( Rivayetler
birleştirilmiştir)
Eski zamanlarda Tom boyunda Ah med Karay
Kan yaşıyord u . Karay Ka n , kend i öz karı s ı n ı , satı l­
mış bir esire verdi. Karay Kan ' ı n kayınpederi bunu

181
100 BÜYÜK EDİ P 100 BÜYÜK ŞAİR

işittiği zaman ona çok kızdı ve Karay'ı sarhoş ederek


b i r at k uyruğuna bağladı. Karay Ka n üç gün at kuy­
ruğunda ka ldı, fakat ölmedi . Kayınped eri ayağı i l e
yüzü ne basmak istedi, Karay Kaın : «Basma bana kô­
f i r ! » ded i. Kayınpederi basmadı ve g ü nahı n ı öded i ğ i
i ç i n kend isini çözmek isted i . . Fakat kayın pederin
oğ lu ba bası n a : « Cözme, o büyük bir kahra mandı ,
onu serbest b ı rak ı rsan seni n halkını mahveder» de­
d i . Babası oğlunun sözüne uyara k Karay Kan ' ı n ka­
fasını kestird i . Karay Kan ' ı n yerine Közüm Ka n
geçt i .
Tom civarındaki yerler Közüm Kan ' ı n hoşuna
g itmedi. «Burada çok çukur ve hendek vard ı r; içine
d üşen hayva n ölür, içine d üşen çocuk ö l ü r, buradan
g idelim!» ded i . Halkla konuştuktan sonra göç etti­
ler. Közüm Kan Tobol'e g iderken yol üzerinde, Ba­
raba boyundan otu ra n halka : «Burada sizin yerin iz
fena, bizimle beraber göç ed i niz, Tobol'e gidelim ve
orada yaşıya l ı m ! » dedi . Fakat hükümdarın sözleri
Baraba'da oturan halkın hoşuna gitmed i . Onlar: «Siz
g idedurun, biz a rkanızda n gel i riz, bal ı k ağlarımız
kalmıştı, şuınları a lacağı z! » ded i ler. Közüm : «Arka­
mızdan çabuk gelin» diyerek yol u na devam etti .
Bunlar geride kaldılar, ötekiler Tobol'e g itti ler v e bir
şeh i r kurup yaşadı lar. Közüm K a n Baraba 'daki ha l­
k ı n yerinde kaldığ ı n ı anlayınca: «Gelmes i n i talebet­
tiğim halk varmadı (parbadı), bunların adı Baraba
olsun ded i.
Közüm K an bir müddet Tobol boyunda yaşadı,
o zaman Rusya hü kümdarı ndaın kaçan üç h ı rsız gel­
d i , reislerin i n adı Yarmak idi. Bu Yarmak Közüm
Kan'a geld i . Hiç ki mse onların d i l i n i anlamıyor. Rus' -

182
TÜRK DEST ANLARI

lor da bura l ı ların d i l i nden a n l a mıyorla rd ı . Bir müd­


det burada yaşadıktan son ra onları n d i l i n i öğrendi­
ler. Yarma k, Ka n ' ı n huzuru na çıkara k : « Közüm Kan ,
bana bir ö k ü z derisi büyük l üğ ü nde yer ver!» Közüm
Kan, su lta n ve asil leri topl ıya rak konuştu . Asi l ler:
«Öküz derisi büyü kl üğünde bir yer çok değ i l d i r, o
kadarc ı k verel im » dediler. Ya rmak bütün bir öküz
derisi alara k bunu i p l i k i nce kuşaklara böldü ve bu­
nunla bir d a i re çevirerek h i le ile çok yer a l d ı .
Kan 'ın emriyle a da m l a r dışa rı çı kara k ba ktı lar
ve: « Kôfir çok yer alıyor» dediler. Közüm Ka n : «Bu
çok değ i l d i r, bizim yetecek kadar a razimiz var; bun­
dan başka bunu kendi miz verdik, onun için g ürültü
etmeye gel mez» dedi .
Ya rma k bir sapan v e b i r tırm ı k yaptı; tarlayı sü­
rerek çavdar ektiler. Ekti kten sonra Ruslar g itti ler.
Ertesi yı l geri gelerek çavdarı biçti ler ve biçti kten
sonra yere serdiler. Üçüncü sene yine geldi ler.

Yarmak'a verilen a razide az sonra çok Rus bu­


l unuyord u . Adamları çoğ a l ı nca iş için adam tutma­
ya başlad ı . Közüm az ücret veriyor, Yarmak çok üc­
ret veriyordu . O zaman adamlar: «Biz Yarmak için
ça l ı şmak isteriz, o yü ksek ücret veriyor, Közüm Ka n
az ücret veriyor» dediler. Yıldan yıla Yarma k'ı n
adamları çoğalı nca, Közüm Ka n uzaklaşmaya kara r
verd i .
Derler k i, eskiden Yarmak geldi v e Tobol bo­
yunda yaşadı. Orada olta i le mers i n balığı avlıyordu,
büyük balık yakalayı nca h ü kümdara su n uyord u . Ka­
raza Bey' i n i k i cğ lu vard ı , her ikisi avcıyd ı . Bunlar se-

183
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ferden dönerken öteki sahilde Yarmak'ın, oltası na


yem taktığını gördüler. Onunla alay ederek n işa n
aldılar. fakat başına isabet ettirmeden şapkasını
vurd u lar. Sonra eline isabet ettirmeden yemi ne n i - .
şa n aldılar, n ihayet olta ipini vurdular. Orada çok
mu otu rdu, az mı otu rdu, bilmiyoruz.

H ükümdar sabahleyin ka lkı nca adamlarına ba­


l ı kları getirmelerini emretti. Adamlar bunların asker
gibi yattığını görd ü ler. Hü kümdar: «Biraz sonra bu
memleketi Rus'lar a l acaktır» ded i . Bir müddet geç­
ti kten sonra Yarmak kayboldu, nereye g itti ğ i n i ki m­
s e bil m iyord u . Vagay n e h ri üzerinde tekra r talaş a k­
maya başladı , bunun nereden geldiğ i n i v e ne o l d u­
ğ u n u ki mse bil miyord u . Üç yı l sonra Yarma k. b i r sal
ile Vagay nehri üzerinden aşağıya doğru geld i . Yer­
l i ler baktılar ki b i r gemi geldi, durdu. O esnada aha­
H eğ lence ile meşgu l d ü . Gemiyi görünce : « B i r gemi
geldi. acaba düşman m ı , dost mu?» ded i ler. Gemi­
d e çok adam vard ı , «avcı l a r bu nların üzerine atıyor.
fakat onlar kı mı lda mada n yerlerinde duruyordu. Av­
cılar: «Bunlar insan değ i l . ta kl it resmid i r» dediler.
Onlar d ikkat ed ince, gemide tüfek atmak için b i r
del i k bulunduğunu görd ü ler. Bunu fark ed i nce i k i
avcıyı hazırladılar v e savaşa başlamak içi n oraya
g itti ler. (Ok) atmak için zırhları n ı g iyd iler. Bazı ları :
«Siz kahramaınlığınızı zırh ile gösteriyorsunuz» de­
di ler. Bunun üzerine ötek iler utanarak zırhlarını çı­
kardılar ve z ırhsız g ittiler. Del i kten bakarak gemide
adamları görünce hep isabetle vurdu lar. Şimdi ge­
mideki ada mlar korkarak h içbiri deliğe gelmez ol­
d u . O zaman avcılard a n biri: « Böyle sonu gelmez.

184
TÜRK DESTANLARI

ben yüzerek g i deyim ve gemi n i n üzerine çıkara k ge­


mideki adamları görmek için aşağı sarkayım» ded i .
O s i lô h larını a l d ı v e gemiye doğ ru yüzdü. Gemiye
varınca tırmandı, fakat üzerine ç ı kamadı. Onu bir
asker görerek karşısı.na c ı ktı. Avcı n ı n sah ilde kalan
a rkadaşı, askerin karş ı ç ı ktı ğ ı n ı görmedi . Avc ı n ı n
tam u laşacağ ı sı rada asker gelerek k ı l ı ç l a onu n ka­
fası n ı kesti. Avcı öldü ve suya yuvarland ı . Diğer av-
' cı, gemi üzerinde zırhını g iymiş ve tüfek atma kla
meşgu l Varma k'ı görd ü . Avcın ı n ku rşunu Yarmak'ı
vurdu, Yarmak 'ın kurş u n u avcıyı vurdu, her i kisi öl­
d ü . Bunun üzerine kalanlar savaşa devam ettiler, fa­
kat Varmak ' ı n halkı yendi . Közüm Ka n ' ı n h a lkı kaç­
tı. H ü kümdar halkı ile İrtiş boyunca kaçtı ve Hanlı­
ğ a sığındı.
Közüm Kan kaçara k halkı ile Küza dağına gel­
di, hükümdar orada dura ra k bir müddet kaldı. H a lkı n
büyük bir k ıs m ı geri dönmek istiyordu . On la r : « Mem­
leketimizi niçin terkedelim? Geri dönmel iyiz!» dedi­
ler. O za man hükümdar ayağa kalka ra k « Eğer beni
takibetmezseniz kürkleri n iz d izlerinize, yenlerin iz
d i rseklerinize ulaşmasın! Allah hayatı nızı uzun yap­
ması n ! Tavsiyeleriniz boşa çıksın! Bir veya iki ço­
cu ktan fazla evlôdınız olmas ı n ! Allah büyü ktür! » de­
d i . Bununla beraber orada birçok h a lk dağı aşara k
evine döndü. Hükümdarı n b u kötü duasından sonra
h a l kı mız artmıyor.
Közüm Kan gü neye kaçarken ordusundan biri­
.ne: «Artı k burada kalmamız uyg u n d üşmez» ded i .
Onlar: « B iz morina bal ı ğ ı ( kard ı ) yakalayıp bakmak
istiyoruz» d iye cevap verd iler. Bu n u n üzerine hü­
k ümdar: « M ademki siz morina ( kardı) ya kalamak

185
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

i stiyor ve ben imle gelmiyorsunuz, öyle ise adınız


Kurclak olsun» ded i . Onlar memlekette ka ldıl a r. Şim­
di Közüm Kan ik inci orduya h itabett i : «Göç edelim.
bu memleket b ize uyg u n değ i l » dedi . Bunlar: «Biz
biraz daha bek lemek istiyoruz» dediler. Hükümdar:
« Mademki bekliyeceksi n iz (tura-tursa ngız) . adınız
Turalı olsun» ded i . Közüm Kan üçüncü ordusuna
döndü: «Göç edel i m, bu memleket bize uyg u n değil»
ded i . On lar: «Biz biraz daha kalmak istiyoruz» dedi­
ler. H ü kümdar: <( Mademki teh i r (aya l) iRtiyorsunuz,
öyle ise adınız Ayalı olsun» ded i . Tekrar başka b i r
orduya h itabetti : « B u memleket bize uyg un değ i l ­
d i n> ded i . Onlar: «Siz g idedurun, biz s ize yetişir[z»
dediler. Hükümdar: « Mademki bize « g it» (bar) d iyor­
s u nuz. öyle ise adınız Baraba olsun, çünkü siz var­
mıyorsu nuz (barbassız) . » O bunları söyl iyerek yol u ­
na devam etti, ancak Sart'lar onunla g ittiler.

1 . Karaza

Asl ı mı sorarsan.
Cinggis-Han'dan gelirim,
Sonra Koral nehrine vardık,
O rada Koral halkını yendik,
Kırım memleketine gittik.
Kırım şeh rini a l d ı k.
Astrahan'ı a n latı rlar.
Kızıl taşla çevril iymiş,
Sa ğlam demir kapı ları varmış,
Biz Astrahan'ı da aldık.
Sonra tek rar a nlattıl a r,
Z ı.n galı b i r tica ret şehriymiş.

186
TURK DESTANLARI

AY BÖKE (MÖKE DESTANI)

D6stan hakkında bilgi:


Abakan Tatarları a rasında söylenen bir desta n­
d ı r: Daha ziyade, bir destan ı n , h a lk h i köyesi h a li ne
gelişi bakı m ı ndan i l g i çekicid i r.
Desta n ı , Dr. Wi lhelm. Radloff'un «Sibiryadan »
a d l ı ünlü eserin i n D r . Ah met Te m i r tercümesinden
aynen alarak veriyoruz. Sayın Ah met Tem i r, man­
zum kısı mları n, eserin aslından çevrildiğ i n i bel irt­
m iştir.
İ k i kardeş, b i ri kız biri erkek,
Babaları yok, anaları yok,
Yemeğe yemek yok,
G iymeğe elbise yok,
Yed ikleri zambakla şakayı ktı r.
Kız ka rdeş erkeğe der:
« Üç yıl, üç yaşına kadar,
Ba ktı m sana ey kardeşi m,
Zamba k ile, şakayı kla,
Yakında za mbak yoktur,
Heps i n i kazı p a ld ı m,
Ya kı nda şakayı k yoktur.
Heps i n i kazıp aldım,
Uzak g itmeye korkarım,
Kız kişiyi m.
Üç yaşı na gelen kişi,
Kendi n ava çık,
Dağda ağ kur!» der.
Genç adam kız kardeş i nin emrini yerine getire­
rek, ertesi gün ağda ya kalanmış b i r tilki buluyor.

187
ıoo BÜYÜK EDİP. 100 BÜYÜK ŞAİR

Onu bir od un parçası i le öldürmek isted iği zama n


tilki söyle d iyor:
« Beni öldürme ! » der.
«Benim etimi kişi yemez,
Benim eti mi yersen,
Fare eti gibi bulursu n .
Benim etim i yersen.
Sıçan eti gibi bulu rsun.
Benim kürkümü zeng iın kişi g iyerse.
Börk, eder. atkı eder.
Fa kir adam! Sana yaramaz,
Kişi söver sen i ,
Yemeye yemek yok sende,
Giymeye g iyim yok sende. »

Deli ka n l ı ona, evinde bir kız ka rdeşi o l d uğ unu


v e kendisinin öldürü l mesi veya -serbest bırakı l ması
hususunda onun karar vereceğini söyl iyerek evi ne
götürüyor. Kız kardeşi tilkinin sözlerin i tasvip edin­
ce, genç adam onu sal ıveriyor. Tilki bunun için te­
şekkür ederek onlara yola çıkmalarını tavsiye edi­
yor. Yedi gün g ittikten sonra dağ ı n öte tarafı nda
yetmiş pencereli altın bir ev bulacaksı nız, orada b i r
h ü kümdar oturur, o n a tabi olmalısınız, d iyor. İki ka r­
deş onu n tavsiyesi ne göre hareket ederler:

Deniz boyu nca g ittiler.


Bir dağa ulaştı l a r,
Açl ı kta n ölecek dereceye geldiler,
Dağa çı kamadılar.
Ablası yatıp ka ldı,
Çocuk yal nız cıktı,

188
TÜRK DESTANLARI

Dağa ç ı ktı yalnızca.


Dağa ç ı kı nca,
Yetmiş pencere l i saray gözüktü .
Ka laba l ı k halk burda,
Sürü sürü halk b u rda.
Derhal geri döndü ablasına,
Ablasının kolundan tuttu,
Kol undan tutup götürdü
Dağa ç ı ktılar şimdi.

O, kızı tesel l i ederek şimdi a rtık sefaletin geç­


miş olduğ unu söyler ve onu kendisiyle beraber gel­
mesi içi,n ikna eder.
H alk ın a rasına vardılar,
H alk ın arası ndan geçerken,
H a l k onlardan korktu .
« Bunlar yemek yememiş,
Aç kalmış kişiler.
Ayna mıdır?
Kişi midir?
Kişiden doğ muş kişi,
Bu kadar zayıf ol maz ki,
Böyle adamlar görmemiştik» .
Böylece eve vararak hemen hemen ke ndileri n i
kaybetmiş b i r halde kapını"n eş iğine yasland ı l ar. Ev
sahibi ç ık ıp on ları görür ve kendi lerine acıyara k
evine a l ı r.
Onların adı nı sordu ise de,
Kızda da dil yoktu,
Oğlanda da d i l yoktu .
B ir kapla s üt aldı,

189
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Kaymağ ı başlarına sürdü,


Sütü ağızlarına sürdü,
İ kisi de d i l e geldi.

Ev sahibi onların yetim bir halde ya l nız başla­


rına bozkırda yaşadıklarını öğrenince, kendi çocuğu
yerine a lmaya karar verir ve önce onlara ad ver­
mek maksadiyle b i r ziyafet tertip eder. H a l k ad ver­
miye cesaret edemez, o zaman bir ihtiyar i leriye atı­
l a ra k erkek çocuğa Ay-Mökö ve kız kardeşi.ne de
Altun-Arıg d iye ad takar. Böylece, bura n ı n h ü küm­
darı olan Altı n-Arg a k bozkırda bulu nmuş olan Ay­
Mökö adında küçük bir erkek kardeşle Altu n Arıg
isminde küçük bir kız kardeşe sahip olur. Ay Mökö,
ava çıkmak için kardeşi nden izin ister.

Ay Mökö'ye ak boz at verd i,


Ak boz ata bin iverd i ,
Sonra Altay'lara doğru g itti,
Altay s ırtına vard ı .
Altay s ırtı nda ka rşısı na,
Avla.n an bir adam çıktı.
Ay Mökö av bulamad ı .
B u kişi a v avlayarak
Atına yüklüyor,
Kızı l atı na yüklüyordu .
Ay-Mökö o n a bağ ı rı r:
«Benim dağı mda niçin avlanıyorsun?»
O kişi onun karşısına geli r
Ay-Mökö'nün önünde d u ru r :
«Benim av orma nımda n i ç i n avlanıyorsun?
Ta n rı nı n yarattığı yeri,

190
TÜRK DESTANLARI

Senden sormam,
Yukarda büyük ta n rı vard ı r ! » der,
«Yer yüzünde Ak-Kan vard ı r ! » der.
( Fa kat Ay - Mökö : )
« Ki ş i n i n a d ı olur,
H ayva n ı n tüyü olur,
Ad ı nı söyle!» der.
« Kızı l atlı Ka n-Kaygalak'ım» diye ceva p gelir,
«Yukardaki tanrıyı saymam,
Büyük peh l iva nları gü reş i p yene rim.
Kan-Kaygalak Ay-Mökö'ye kamcı i l e vurdu,
ü c gün boyunca
Onu öldürmek istedi .
Ü ç g ü n vurd u ktan sonra ,
Kamçısını fı rlatı p attı,
Kol lariyle tutuştular.

Birdenbire meçhu l bir taraftan b i r ok gelerek


Kan-Kaygalak'ı deler ve kayal ı kta sap l a n ı r. Cocuk,
yeryüzünde hiç bir a kra bası olmad ı ğ ı n ı d üşünerek,
acaba bu oku k im attı, diye şaşı rır. Fa kat oka bağ­
lanmış bir yazı bulu nduğun u görür ve alıp oku maya
başl a r:

« Kaday memleket i nde,


Kula atl ı Cas-Mökö
İ smindeki büyük bahadırım .
B e n attım bu oku.
Beni m attığı m okumu
Tutma, a l m a !
O k yol u na devam eder,
Gök atl ı Akırang-Tas'ın

191
ıoo BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

D i rekleri ne saplanara k
O k u m orada d uru r.
Yetmiş yedi yaşındayı m.
Dokuz yaşındayken,
Akırang-Tas'la güreştim,
Onun gücü fazla gelmed i,
Benim gücüm fazla gelmed i ,
O zaman ayrıl d ı k,
Otuz yaş olunca g ü reşmek içi·n.
Otuz yaşıma gel i nce,
Tekrar tutuştuk,
Güçleri miz fazla olmadı,
Ben i m gücüm fazla gelmed i ,
Onun gücü fazla gelmed i
O zaman ayrı ld ı k,
Yetmiş yaş olunca g ü reşmek için.
Şimd i gid iyorum g ü reşmeye,
Altay üzerinde bekle beni,
Büyüdüğüm yeri bulaca ğ ı m ,
Se ni büyüten babanı bu lacağ ı m .
O k uçmakta devam eder ve Ay-Mökö d e Altay
s ı rtları boyunca i lerler. Uza kta, yol üzerinde iki ada­
mın g ittiğini görerek onları taki beder ve bir hüküm­
dar konağ ı na varı r. O rada, kar gibi a k saka l l ı bi r
ihtiyarı görerek onu n l a konuşmaya başlar v e Altın
-Ayrı adlı bu k imseye, babasız yetim olduğunu söy­
ler. O zaman ihtiyar kederle Şu n l a rı a nlatır:

« Bozkı r yerinde,
Ben i m i k i çocuğum vard ı » der.
«Bunlar hakkında duyd u n mu?
Ö ksüz çocuğu gördün mü?»

192
TÜRK DESTANLARI

«Yok görmedim» der.


İhtiyar söyler:
« B u radak i han yurdunda,
Altı n-Pırgı, Kümüs-Pırg ı
adı nda ik i kardeş oturum der,
«Altı n-Pırgı'nın, Kümüs-Pırg ı ' n ı n
Eline ben düştüm» der.
« İ ki çocuğum geride kald ı ,
Biri oğ landı,
Biri de kızd r n .

Ay-Mökö ondan, acaba çocuğu tanıynb i li r misin?


diye sorar. İ htiyar adam, çocuğ u n omuzları a rasın­
da bulunan ben i n i tasvir eder.
Ay-Mökö attan i n d i .
Arkasından elbisesini çıkarıverdi ,
«Gör i htiyar!» ded i .
İhtiyar geldi, gördü,
Ağla maya başladı :
«Ay-M ökö sen beni m çocuğumsu n ! » .
Ay-Mökö d e ağlıyor,
İhtiyar da ağlıyor.
«Altın-Pırg ı , Kümüs-Pırg ı ,
Üzerime yürüdüler,
Bütün malımı a l ı p götürdü ler,
Fakat i k i çocuğ u m u
G izlemiştim.
Şimdi ise kendi malımı
Gütmekle meşgülüm.
Çocuğum.artık şimdi ölemem,
Artık sen i gördüm,
İhtiyarlad ım, çocuğ u m .

193
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Kuvvetim yoktu r, çocuğum,


Bu malını al» d iyor.
«Cas-Mökö 'den nasihat a l !
Ci n'den gelen Ças-Mökö,
Büyük a k ı l l ı Cas-Mökö,
Temiz düşünceli Ças-Mökö,
Ondan nasihat a l ! » d iyor.
(Beş satı r boş bıra kı lmış)
«Şimdi, yukardaki Tanrı da bize acır,
Büyük bahadır da b ize acır,
Büyük kahramanlar da bize acı r,
Cas-Mökö hüküm verir,
Haksızl ı k etmez, doğruyu söyler» d iyor.

Bu nun üzerine Ay-Mökö, Pırg ı kardeşlerin yur­


d una g ider ve orada ihtiyar Caş-Mökö'ye rastlar;
Caş-Mökö gene kahramanı tan ı r ve Pırg ı kardeşler­
den, mallarını ona tesl im etmelerin i talep eder. Red­
detmeleri üzerine Ay-Mökö onlarla güreşe başlar.

Altın-Pırg ı i l e
Ay-Mökö tutuştu lar
Ü ç gün g ü reştiler,
Yerler sarsı l d ı ,
N ihayet yere fı rlatarak
Temiz can ı n ı a l d ı .
B unu göre n Kümüs-Pı rgı,
Ay-Mökö'yü yakaladı
(14 satı r a l ı nmamış)
Yed i gün güreşti ler,
Fakat yere yuvarlan madı lar,
Dokuz g ü n güreşti ler,

194
TÜRK DESTANLARI

Fakat toprağa yuvarlanmad ı l a r,


On ik i g ü n sonra,
Kümüs-Pırgı'yı fı rlattı,
Yuvarlıyarak öldürd ü .

Ay-Mökö'.nü n babası i l e Caş-Mökö evden çı ka­


ra k gene kah ra ma n ı tebrik ederler. O, başarı a n ı n ­
d a , kendisine iyi l i k eden Altın-Ergak'i hatırlar ve
hepsi b i rden ona giderler. Yold a Caş-Mökö onlarla
vedalaşarak şimd i Akırang Tas'la g ü reşmiye g ide­
ceğini söylüyor: orada ö leceği m i b il iyorum, fakat ta­
lihim budu r, hiç k imse beni takip etmesin, çünkü
oraya giden b ir daha dönmez, diyor:

�Şimdi öl meye g idiyorum,


Bağrı mda n çı ka.n çocuğum yok ,
Beni ta kip edecek.
Birl i kte doğmuş kardeşim yok,
Gözümü sen kapatırsın,
Kara kuzg u n gözümü çukuması n ! » .
Veda laştı, yola c ı ktı.
( Beş satır boş bırakılmış.)
Çaş-Mökö ağlıya ra k yolda g itti ,
Gözünden yaşl a r a ktı,
Burnundan sular a ktı,
Sakal ı n da n sarı sular a ktı .
Ay- Mökö, cesu r kahramanı takip etmedi ğ ine
pişman olur, ya onu can l ı olara k selômlarım, veya
kemikleri n i görürüm, d iye babasını n muhalefetine
bakmayara k onun arkasından gider. Çaş-Mökö Akı­
rang-Tas'ın evine varır ve onu g ü reşe çağ ı rı r. Söz­
lerin i n sonunda şöyle der:

195
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Şimdi ben ölürsem,


Çin ü l kesi öksüz kalır,
Çin ülkesinde başka kahraman yoktur!» .
Akırang-Tas ile tutuştula r,
« Ben ölürsem, ey Akırang-Tas,
Gök yere i nmez,
Sen öl ürsen, ey .hkı rang-Tas,
Altüst olmaz bu yer, aynı kalı r,
Akar su fazlalaşmaz,
Tanrı'nın yarattığı bu yer,
Bizimle bir yere g itmez» .
Uzun müddet güreştikten sonra Akıra ng-Tas
galip gelerek Çaş-Mökö'yü yere fı rlatır, yer ve gök
sarsılır ve Caş-Mökö'n ü n temiz ruhu uçar. O zaman
Akırang-Tas'ı n altmış bahadırı yetişerek ölüyü be­
yaz bir keçe üzerine yerleşti rirler. Arkası ndan, inti­
kam almak için Ay-Mökö gelip yetişir ve Akıra ng­
Tas'ı öldürdüki:en sonra, mü kemmel bir insan olan
dostu nun yabancı yerde ölmesine ağlar, öyle ki, ız­
d ı rapta n karaciğeri titrer ve kemikleri zangırdar.
Bundan sonra Ay-Mökö, Altın-Ergak'ın yurduna dö­
ner. Kardeşi onun dönüşünü kutlamak için bi r ziya­
fet tertip eder ve halka kara ayg ı rı n kı rmızı etinden
dağıtır. Bundan sonra, geyik yeleli bir kır atı ve Al­
tı n-Cüştük namında muhteşem bir karısı olan Kiçi­
köy bahadır'ın kızı ile evlenir. Altı n-Ergak gerek
onu, ve gerek şimdi tebaası ve malları ile buraya
gelen babasını kendi yanında kal maya davet eder.
Fakat babası şöyle der:
«Hayır Ay-Mökö çocuğum, alçak olsa dahi ken­
d i dağ ım . sığ olsa dahi kendi suyum vard ı r, biz ge­
ri dönelim.»

196
TÜRK DESTANLARI

O zaman veda!aşırlcır. Ay-Mökö de babası ve


kız kardeşiyle kendi memleketine döner. Orada ha­
yatların ı n sonuna kadar mes'ut yaşa rla r.

KARTAGA .. MERGAN DESTANI

Destan hakkında bilgi:

Kartaga-Mergan Destan ı n ı . D r. Wilhelm Radloff


Abakan Tatarları arasından derlemişt i r. Dr. Ah met
Temir'in Türkçeye tercüme ettiği, «Sibirya'dan>ı ad­
l ı eserden aynen alara k veriyoruz.

Pa lamutlu yerde yaşıyor,


Palamut suyu içiyor
Ev dolusu eşyası var,
Bozkır dolusu malı var,
Akdeniz'iın kenarı nda,
Ak bir dağ ı n altında
Kartağa-M erga n otu ruyor.
Kartaga-Mergan'ın kara boz atı.
Ava g id i p meşhur oldu,
Kartaga-Mergan'ın bir kır atı.
Savaşlarda meşhu r old u .
O gece evinde kal d ı .
Şafa k söke?"ken ,
Güneş doğarken.
Ava g itti,
Dağ kenarı nda h ayva n vurdu,
Deniz boyunda kuş v u rd u .
Arkası na. atıına yükl iyerek,

1.GT
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Evine geri dönd ü .


Halkına dönü nce,
Avı n ı , kuşun u taksim etti,
Yaya kimseyi ata bindird i,
Ç ıplak kimseye elbise g iyd ird i .

Kahraman yorgu n bir halde uykuya d a l a r v e sa­


bah olu nca kır atı na binerek yurttan uzaklaşır. Ba­
cısı Kan-purknn yatağında doğru l u r ve kardeşi n i n
y u rttan g itmiş olduğunu görür. Evden cıkı nca uza k­
laşma kta olan kardeşini farkeder. Onu geri çağı r ı r,
fakat kardeşi d uymamazlığa geli r. N ihayet peşine
düşerek üc dağın ötesinde a rkasından yetişir ve ne­
reye gittiğini sorar. Kaçamaklı cevap a l ı nca bacısı
ona, bir kah raman gelecek, beni öldürecek ve hay­
van ları da a l ı p götürecektir, der. D izginlerinden ya­
kalıyarak onu d u rd u rmak ister. Kartaga kızarak şöy­
le der:

«Senin sacı n uzun,


Akl ı n kısadı r,
Şimdi ne söyleniyorsun?
Dizg i n i bırak, ben g ideceğim !
Dizgini bı rakmazsan,
Seni öldüreceği m » .
Fakat bacısı bırakmayınca çelik kılıcını ç ı ka ra­
rak dizginlerini koparı r ve yoluna devam eder. Dağ­
ları geçer, bozkırları aşar, bir ayl ı k yol u iki g ü nde
g ider, b ir yıllık yol u yed i günde g ider. O zaman atı
d u rarak sahibine eve dönmesini söyler: düşmanlar
yurdunu basmıştı r, der. Fakat o h iddetlenerek atı nı
kamçılar ve devam etmesi için zorlar. Bir müddet

198
TÜRK DESTANLARI

daha g ittikten sonra artık onu yerinden oynatamaz.


Hayvan deminki sözlerin i tekrarlayınca, nihayet geri
dönmeye karar verir. Yurd u na vard ı ğ ında halkının
sulh ve sükun içerisinde yaşadığını görür, fa kat eve
g i ri nce kız kardeşini bula maz. Büyük ve küçük her­
kesten bacısını sorarsa da, ki mse cevap veremez.
Kara kır atına binerek kız kardeşin i n izinden gider.
Beyaz denizin sah i l i boyunca ilerlerken, deniz ata­
sına şöyle hitap eder:

«Su atası , babam» der,


« Kız kardeşinin nereye gittiğini
B i l i r misin, su atası?»
«Hayır dostum, görmedim!»
«Bunu sen b i lmezsen,
Öyle ise burada ne yaptın?» der.
« Cak ıl ları saydım,
Kumları hesap ettim,
Fa kat onun g itti ğ i yeri bilmiyorum . »
« Denize g irmişse,
Denizin içi nden buluver! »
« Denizde ise buluru m » .

Su c:ıtası denize dalara k turna ba lığı kı l ı ğ ı na gi­


rer v e yüzüp g ider. Kartaga-Mergan dağ sı rtları
Ozerlnde yoluna deva m eder. Kendisin i n kır atı ona,
üc ufkun ötesindeki memlekette babası tarafından
büyütülen iki karta l ı n bulu nduğu n u hatı rlatır, onla­
rı cağ ı rmasıınr söyler, Kahraman b unlara da müra­
caat ediyorsa da, müsbet cevap ala mıyor, onlar:
i ki çocuğu muza bakmak yüzünden k imseyi göreme­
dik, d iyorlar. Onlardan, kız kardeş i n i a ramalarını ta-
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

lebediyor, fakat yavru la rı n ı gıdasız b ı rakmak iste­


memeleri üzerine, onlara dokuz kısrak yakalayıp
veriyor; o zaman kuşlar şöyle bağrışırlar:

«Gidersek şimdi gideriz» derler.


« Dokuz gök yerini,
Dokuz defa dolaşırız.
Yedi gök yerine yedi defa gideriz,
Fakat bulur muyuz, bulamaz mıyız»

Kuşlar uçup gidince Kartağa- Mergan evine dö­


ner. Karışık yeleli savaş atı n ı çağ ı ra rak. l:ıacısını
görüp görmed 'ğiıni sorar. At: uykuda idim, hiçbir şey
bil miyorum, der. Dünya n ı n her tarafında kız karde­
şini araması için atı da yola gönderir.
Şimdi su atası den izden çı karak bacısını a radı
ise de bulamad ı ğ ı n ı bildirir; a rkasından gelen kar­
ta llar da aynı şey i söylerler. Kartaga e\'ine döner­
ken savaş atı nın dağ s ı rtları üzerinde koşarak yur­
da ya klaştığ ı n ı görü r, fakat at h içbir şey söyliyeme­
den altın eşiğ i n dibinde cansız olara k yere seri lir.
O zaman av atı, çabuca:� üzeri ndeki eğer ve kantar­
manın alınmasını ister, bunun üzerine yerde bir de­
fa ağındı kta.n sonra ya lbagay kuşu şekli nde g i rerek
a k ve kara bulutlara doğ ru uçar ve gökte küçük bir
kuşu ya kalayı p yere indirir. Kartaga-Mergan kuşu
yakalar. Av atı tekrar eski şekline girerek, bu ku­
şun savaş atı n ı n ruhu olduğunu söyler, onu atın ağ­
zına koyarsan, hemen canlanır, der. Savaş atı tek­
ra r ca nland ı kta n son ra kahrama,na baş ı ndan geçen­
leri an latır. «Kırk gün kırk gece denizin öte tarafın­
daki çel i k bozkırında g ittikten sonra bir dağ sırtına

200
TÜRK DESTANLARI

tırmandım, bu rada mızra k uçları karaorman gibi idi,


fakat ben korkmadan ord u n u n içerisiınden geçtim,
bana h i çb ir ok isabet etmedi, h iç b ir kılıç kesmedi,
h içbir mızmk dokunmadı . Ateşten bir duvara t ı r­
ma ndıktan sonra yolda d u ra n k ı rmızı b ir ata rastla­
d ım, bunun d izginleri eğerine bağlanmış, sah i b i de
ölmüş, yan ında yatıyord u . Bu k imseyi can landı rd ı k­
tan sonra, ba na, güzel Ka n-Pu rkan'ı kaçı rdı ğ ı için
Kan-Törgüs'ü g izlice a rkasından takip ederken
onun tarafı ndan öldürülmüş oldu ğ u n u söyledi . üc
gün üç gece gittikten sonra , yine sarı bir a\ıa ya­
n ı nda ölmüş olara k yatan bir kahra mana rastladı m .
B u n u ca nland ı rd ı m ; Kuttan-Alı p adındaki bu kahra­
man da Kan-Töngüs ta rafından öldürülmüştü. Kut­
ta n-Alıp, kız kardeçin i birl i kte kurtarma k için şimdi
sen i çağı rmış bulunuyor.»

Kara boz atım eğerledi,


Üzerine bindi Ka rtaga-Mergan,
Kamçısını kaldı ra ra k salladı,
Önce dağ sırtı n ı geçti,
Sonra çölleri aştı.
Bir yıllık yı:ırı yedi günde g itti,
Bir ayl ı k yol u iki g ünde g itti,
Dağ bozkırı n ı gördü,
Celi k bozkırını görd ü ,
K ı rk gü n g itmekle,
Geniş çel i k bozkırın ı gördü.
Kara boz atı kamçı ladı,
Bozkıra doğru fırladı,
Kı rk gü n k ı rk gece
Kara boz at koşmakta devam etti,

201
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Nal sesleri çınladı,


Nefes sesleri a ksetti,
Çel i k bozkırından cıkınca,
Dağa tırmandı , i leriye baktı.
Ateşten deniz a kıyordu,
Ateşten denizin buharı
Semalara yükseliyordu,
Semaların yü ksek kısmı
Alev gibi ya nıyordu,
Kara yerin otları
Kor g i b i parl ıyordu.
Kara boz atı kamçı lad ı ,
Sıçradı v e ateşten denizi geçti,
Kara boz atı ka mçıladı,
Bir yıllık yolu yedi g ü nde g id ip,
Kara yerin kenarında,
Yüksek seman ı n dibi nde,
Daı;j sırtı ile karş ılaştı
Onun üzerine çıkara k
Ötesi.ne baktı kaldı
Aka n ak denizi gördü,
Ak denizin kenarında,
Ak bit sirkesi gibi bir köy vard ı ,
SürQ sürü m a l ı vard ı ,
BQtQn ha lkı kaynaşıyo rd u .

O, köyde bir eve g irerek orada blrcok kahra ­


m a n a rastlar v e onlara seyahatinin sebebini an latır;
sonra hep birlikte yola çıka ra k dokuz g q_n giderler.
Birdenbire beyaz at kişniyerek, sahibine hatı rlatı r
ki, üzerine biınmesı lôzı mdı r. O, atına binerek uza k­
l aş ı r; at, sah ibinin şapkasını u n uttuğunu fark eder.

20!
TÜRK DESTANLARI

Fakat kahraman, Altın - Kan'ın çocuğ u olan ve ken­


d isi için tahsis ed ilen g üzel Altın-Arıg'ın bu şapka·
yı alacağını söyliyerek atı teskin eder. Tekrar uzun
müddet g iderek a rz ın kenarında bulunan bir Altay
11rtı nı geçtikten sonra bir köy görü r ve a ltı n bir di­
reğe bağ lanmış kırmızı bir ata rastlar. Evin ya n ı nd a
atı ndan i nerek içeri g irer ve kahramana seya hatin i
anlatır. Kahraman ona şöyle der;

«Altı kulaç uzunluğundaki


Kan-Töngüs onu alıp götürmüştür.
Atın ı az kamçılamış,
Güzel kad ı n ı çok kamçılamıştır.
Güzel kadı n çok ağlad ı .
Güzel kadın çok sızladı .
Gözün ü n yaşı k a n oldu,
Burnunun suyu buz oldu.
Onu görü p dayanamadı m ,
Kah ram anın peşinden onu a lmaya g itti m.
Fakat o , yay kabın ı yakaladı, yayı n ı aldı,
Okluğunu yakaladı, okunu aldı,
Yayın ı gererek üzerime attı ,
Uzakta n beni vurdu,
O rada ölüp kaldım.
Fakat kır atın beni d i riltti . »

Şimdi Kartaga-Mergan kahramandan kendisiy­


le birl i kte gelmesini talebeder. O, biraz tereddütten
sonra kabul eder ve i kisi birl i kte Kattan-Alı p adı nda
kara kula atlı kahramana g iderler. Bu kahraman da,
Kan-Pu rka n'a ya pılan fena muameleye daya,namı­
yarak yağ macıyı takibettiğlnf. onun tarafı ndan vu-

203
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK SAlR

rulduğunu ve karışık yeleli at tarafından tekra r ha·


yata kavuşturulduğunu a nlatı r. Uzun bir yolculuktan
sonra bembeyaz bir köye varı rlar, onun ortasında
dokuz köşeli taş bir ev vard ır, ve önü ndeki altın di ­
r�e kara k u la bir at bağ lanmıştır. İki kahraman.
a ncak güreşte yardım edecekleri ni söyliyerek, Kar­
taga-Mergan'ı köy·ün içine kada r takibetrr.ek iste·
mezler. Bunun üzerine Kartaga-Merga n yalnız g ider.

Kartaga-Mergan yalnız başı na,


Köyün içerisine gird i .
A t bağlanmış direğe g iderek
Atın ı altın direğe bağlad ı .
Taş sarayın kapısına yürüdü.
Kapının yanına geldiğ inde,
Kapının iki tarafında
Demi r zincire bağ lı iki köpek gördü.
Kapıyı açma k isterken,
İki köpek üzerine sıçradı.
Kartaga-Mergan bir eliyle
Bir köpeği yakaladı,
Demi r zinciri kopardı ,
Taş sarayı n köşesine,
İki köpeği çarparak öldürdü .
Kapıyı açıp g i ri nce,
ikinci bir kapı gördü,
Önünde iki ayı vard ı .
Kapıyı açmak isterken,
İ k i ayı üzeri.ne sıçradı .
B i r kolu ile
B ir ayıyı yakalndı ,
B i r kolu ile
TÜRK DEST ANLARI

Bir aıyyı yakaladı,


İki ayıyı yuka rıya kald ı rdı,
Demir zinciri kopard ı ,
Taş sarayın köşesi ne
İk i ayıyı çarparak öldürd ü ,
Kapıyı açıp g i ri nce,
Üçüncü b ir kapı görd ü ,
Önü nde i ki pehlivan vardı .
Biri çelik k ılıç tutuyordu,
Biri çe l i k m ızra k tutuyordu .
Biri şöyle d iyord u :
« Kartaga bahadırın boynunu
Kılıçla kes!ı
Diğeri şöyle diyord u :
« Dokuz uclu çel i k mızrağı nla
Onun göğsünü del ! »
Biri kıl ıçla
Vurmak istedi,
Biri mızrakla vurm'1k istedi,
Cesur bahad ı r Kartaga-Mergon,
Bir pehliva n ı n başı n ı
Kopararak yere fı rlattı,
Diğer peh liva nın kolunu
Kopararak toprağa attı,
İ kisini de öldürd ü .
Kapıyı açtı,
Ak eve girdi.
Kan-Töngüs pehlivanın
Altın yatakta uyuduğunu gördü,
Yedi sarı kız,
O nun başına destek oluyordu.
Kartaga- Merga n o n u n ya nağ ı na vuru r, fakat
ıoo BÜYÜK EDİP IOQ BÜYÜK ŞAİR

Kan- Töngüs uyumakta devam eder, i kinci defa vur­


duğu zaman ötek i hare ket eder ve taş saray da sal­
la.nı r, üçüncü defa vuru nca pehlivan yerinden &ıçrar.

Ka l kınca tutuştular,
Taş &arayı devirdiler,
O ndan sonra dışa rıya cıktılar,
Oışarda güreşe devam ettiler;
Çok mu g ü reştiler,
Az mı g ü reştiler,
Yedi gü n g ü reşti l er,
Dokuz gün g ü reştiler,
Yere yuva rlan mad ı la r.
Dağın tepesi üzerine
Güreşerek ç ı ktılar,
iki gene öküz g ibi
Möğrediler,
Sonra eve doğru g ü reşerek yuvarlandı l a r.
İk i vahşi k u l u n gibi
Bağrıştılar,
Az mı g ü reştiler,
Çok mu g ü reştil er,
Yedi yıl g ü reştiler,
Yere yuvarl a n madıla r.
Dokuz yıl g ü reştiler,
Toprağa yuvarlanmadıla r,
Doğuştan Kahra ma n Kartaga-Mergan,
Ayağına az basıyor,
Daha cok eline dayaınıyor,
<Ey Arkadaşlar!
Nerede kaldınız.
Bana yardım edi n iz! » diyor.

206
TÜRK DiiTANLARI

Fakat ik i a rkadaş
Yardım etmez koca rlar.
Doğuşta n kahra man Kartaga-Mergan,
Doğuştan kahraman Ka n-Töngüs,
Cok mu g ü reştiler,
Az mı güreştiler,
Doğuştan kahraman Kan-Töngü&
Onu yukarıya kaldırır,
Kara yere doğru
Kartaga bahadı rı fırlatır.
Fakat onu öldüremez,
Başı nı yere bastırı r,
Fa kat kıcı hayava kalkar,
Kıçı nı yere bastı rır,
Fakat başı havaya ka l kar,
Sonra Kartaga-Merga.n birdenbire kcılkar,
Tekrar güreşmeye başlar,
Yedi g ü n gü reştiler,
Yere yuvarlanmadılor,
Dokuz gün güreştiler,
Yere yuvo rlonmodılon,
Dokuz g ü n geçtikten sonra ,
Cesur kahraman Kan-Tög üs,
Ayağına az basıyor.
Daha çok eline daya nıyordu,
Cesur kahraman Ka rtogo-Mergon,
Onu havaya ka ldırd ı .
Ka n Tögüs bağ ı rıverd i :
«Yer altındaki yedi kuğu,
Yedi kuğunun damadı .
Ver aynası, Ver-Koro,
Nerde kaldın, yard ı m et!

:IOT
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Ka rtaga-Mergan hamle eder,


Onu kara yere fırlatır,
Belini altı yerden
Ezer ayağ ı ile Kartaga-Merga n,
Kan-Töngüs orda ö lü r.

Ver Aynası yerin içerisinden çıka ra k Kartaga


Mergan ile güreşmiye başla r;, dokuz gün güreştik­
ten sonra Kartaga -Mergan onu h avaya kald ı rarak
kara bulutla r a rası,na fı rlatır. O öl meden önce, ye­
di kuğu karısı ile onların başı ve kendis i n i n kayna­
nası olan sarı tırnaklı, kurşun gözlü ve kendir sac­
lı Tyekca kay'i yardıma çağ ı rı r. Buna bakmadan, Kar­
taga- Mergan ..mu fırlatara k öldürür. O zaman kuğu
karısı gelerek g ü reşmeğe başla r .. Kartaga onun iki
zülfün ü yere atar, biri.nden kara dağ, diğerinden
a k dağ meydana gel i r; Kartaga bunların a rasında
kuğu karısı ile güreşmekte devam eder. Beyaz at
hiçbir şey göremezse de, kahramanın i nled iğ i n i du­
yar, At korkar ve Kartaga'nın h içbir akrabası yok­
tur, diyerek sızlan ı r, i nler. Semayı yedi defa dola­
şır, h içbir kardeşi n i bula maz, yeri dokuz defa dola­
ile Kartaga-M ergan'a gelerek yard ı m rica eder. Fakat
onlar atla alay ederek kendisini yaka lar ve yirmi dal­
l ı demir söğüt ağacına bağlarlar.

Bağ ışlanmış boz at ağlıyor


Göz yaşını kan edi p.
Burun suyunu buz ed i p,
Yedi gün orada d u ru r

208
TÜRK DEST ANLARI

Kıvra n ı r tep i n i r,
İ pi n i kopararak söylenir:
«Ben sağ kalırsam,
Sah ib imi d i riltirsem,
Köpek tabağ ı ndan
Yemek yedi ri riz sizlere,
İğne deliğinden
Gü neşi gösteririz sizlere,
Bu yerde kalamam,
Şimdi sah i b i m yokken nereye g ideyim?
Dağın tepesine çıkarım,
Dağdan atlayıp öl meye,
Orada ölmezsem,
Denizin deri n l iklerine g i rer
Orada ölürü m ! » der.
Dağ ı n zi rvesine çı kar,
Dağ ı n zi rvesinden kendisini atar,
Fakat öl mez.
Şimdi de denize atla r,
Denizin d i binde koşmaya başlar
Den iz in kumları uçar,
Denizin suları uçar,
Fakat ölmez.
Den izden koşarak ç ı ka r.
Kara yerin kenarına gelir,
Sema n ı n d ibine varı r,
Bir dağın tepesi ne çı kara k
Öteye bakar,
Saksağan konmayan sarı çöl görür,
Kuzg un konmayan geniş çöl görü r,
Bir dağın eteğinde
Ak kavın görür.

209
180 JıtıY\iK Ji:DİP 100 JIÜYÜK ŞAİR

Yapra kları altındandı,


Kabukları gümüştendi,
Kara boz at şöyle der:
« Evime barkıma dönsem,
Acaba bizi kim d i riltir?
Kardeşi miz yoktur,
Akrabamız yoktur,
Ak k ı r ata g itsem,
Ak kı r attan sorsam,
Bizi d i riltir mi?
Altı n yapraklı, gümüş kabuklu
Ak kayı n ı n d i bi nde ölürüm!
Ot yemem açlı ktan ölürüm!»
Kara boz at böyle d iyerek
Ak kayı n ı n d ibinde durur,
Ot yemez, acıkır,
Su içmez, susar,
Ôlüm a n ı yaklaşı r.

Kara boz at, d aı::J ı n sırtında kendisine doğru


ko�arak gelen karışık yeleli atı fark eder. Fa kat ta m
o esnada ormandan bir kahraman çıkar yayı nı ge­
rer ve ata nişan a l ı r. At, oktan sıyrıl ı r. Kara boz at
bu kimsen i n Kattan-Alı p olduğunu görünce çok h id ­
detlenir ve intika m a l maya karar verir. Son kuvvetini
topl ıya rak karışık yeleli ata doğru koşarsa da, onun
önünde feryat ederek yıkı l ı r. Karışık yelel i at ona üc
defa ot yemesini ve üç defa su içmesini söyler. Ka­
ra boz at tekra r can la n ı r, sahibin i n macerası n ı anla­
tır: Şimdi kuğu karısı i le g ü reş mekted i r, fakat hayat­
ta olup o!mac:l•ğı n ı bil miyorum, der. Karışı k yeleli

210
TÜ:RI<: DESTANLARI

at, yolu göste rmesini talebeder ve her ikisi birlikte


kah ramanı a ra maya giderler.

Kara boz at önden kofar,


Ak k ı r at a rkasından,
Kurun gibi ta k i p eder.
Ak dağa, kara dağa varı nca i k i at,
Bahadı rı n ölü veya d i ri olduğu n u
B ilmiyorl a rd ı.
Bir kişi sesi d uyarlar,
İki at işitir,
Fakat nereden geldiğin i bilmezler.
Yerin altında mı,
Göğ ü n üstünde m i ,
Bir k i ş i sesleni r.
Ağ lar g ibi i nler,
Veri n altı nda mı,
Göğ ü n üstünde m i,
Bil mezler.
Tekrar ses duyu l u r,
Kiş i n i n i nled iği işitilir,
Fakat nerden geldiği bilinmez.
Kır at öteye beriye sıçrar.
At başı büyüklüğ ünde a ltıın g u g u k olara k
Yukarıya uçar,
P.k bulutun, kara bulutun
Arasına g i ri b g ider,
Aşağıdan inler gibi b ir ses geli r,
Derhal a�ağıya i ner,
Altun guguk aşağıya i ni ncs,
Ak dağ ile kara dağ ı n
Arasından l n l lti gel ir.
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

At başı büyü klüğündeki altın guguk,


İ k i kaya n ı n arası na oturur,
Fa kat inliyen adamı bulamaz.
Ak kaya gökten aşağı ya uzanmış,
Kara kaya yerden yukarıya uzamış,
İki kaya n ı n a rasında
Altı n guguk ötmeye başlar.
Altın guguk ötünce
Ka ra kaya kara ku rşun olarak
Kara yerde akıp g ider.
Ak kaya ak duman o lara k
Semalara yükselir.
Ak kaya yok olur.
Ka ra kaya yok olur.
Cesur Kartaga yerde i nleyip yatar,
Kuğu karısı yer altından çı kagel i r,
Cesur Kartaga ile yine tutuşur,
Yine tutuşurlar,
Yine güreşirler,
Çok mu güreşi rler,
Az mı gü reşirler,
Ay değinceye kadar g ü reştiler,
Yıl geçi nceye kadar g ü reşti ler.
1-ıer iki cı t, kuğu karıs ı n ı n ca.nı n ı n vücudunda
o l madığını ve bunun nerede bulunduğunu bi lirler.
Onlar yerin altına g iderler. Burada dokuz deniz
vardı r, bunlar, ayn bir deniz teşkil ederek bir nokta­
da birleşi rler, dokuz denizin birleştiğ i yerde, yeryü­
züne kadar yükselen ba kı rd a n bir kayal ı k vard ı r, bu
kaya lığının eteğinde kara b i r sand ık vard ı r, kuğu karı ­
s ı n ı n ca nı işte bu sa ndığ ı n içerisinded ir. Yedi kuştan
ibaret olan bu cc:n öldürülürse, kuğu karısı da ölür.

212
TÜRK DESTANLA:=i.I
;.(ara boz at ayağı ile
Ba k ır kayaya v u rur.
Ba k ır dağın eteğinde,
Kara topra ğ ı n arası nda ,
Kara sandık işte orada.
Ayağı i le kara sand ı ğ ı n kapağını
Vurup acar ka ra boz at.
Bakı r altın kutuyu görür,
Altın kutuyu çekip çı karır.
Altıın kutuyu ağzına a l ı r.
Koşarlar Kartaga'nın ya nına,
Her ikisi koşup va rdıkları nda
Onlar hôlô g ü reş i rler.
İ ki at kuşları n nasıl öldürüleceği hususunda gö­
rüşürler. Ka rışı k yeleli at, kel kafa lı b i r adam şekli­
ne g i rer; bu adam kutuyu açara k yedi kuşu el i ne
alır ve diğer el iyle de Kartaga-Merga n ' ı n bir kenara
bıraktığı kılıcı yakal ıyarak yedi kuşun kafasını ko­
parır. O zaman kuğu karısı cansız yere serilir. Kar­
taga-Merga n, atları nın boyunlarına sarılarak sevin­
cinden ağlar. Sonra kara boz ata binerek Ka n-Tön­
güs'ün yurd u na g ider, karışık yeleli at da bir kulun
şekline g i rerek onları takibeder. Kartaga-M ergan,
krzkardeşi Ka n- Purkan'ı a ra rsa da, onu ölmüş bulur.
karışı k yelel i at an�ak onun keml klerini gösterebi l i r.
Kartaga- Mergan bu parça ları topla maya başlar, bir
ay toplar. b i rb iri ne uyanlarını b i r a raya getirerek
tekrar canlandırmak ister; fa kat u ğ raşması neticesiz
kal ı r, kızl<ardeşi canlan maz. O kederinden ağlarken
kara boz at şöyle der:
« Eyerimi al ey beyim.
Kantarmanıı ç ıka r ey beyim,
Demi r yeri n kenarı nda,
Demi r bir kaya l ı k vard ı r.
213
100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK �AİR

De mir kayanın üzerinde.


Yaratan dokuz ta n rı vard ır,
Altı parçal ı ak otu yaptı lar,
Ölmüş adam o otla d i rilir.
O otu almaya gic'lyorum!
Sağ l ı kla g ider gel i rse m .
Ü ç g ü n sonra dönerim!»
At gider ve otu a l ı p getiri r. Kartaga-Mergan, be­
yaz ç�la ölmüş kızka rdeş i n i d i riltir. Ka rtaga-Mergan
Kan -Töngüs'ün yurduna alıp götürürken, kızkardeşi
bir atmaca şekline girerek yükseklere uçup g ider.
Bütün malını a l ı p götü rü r,
Bütün halkını sürü p götü rür,
Mal ve mülkünü ata yü kler,
Mal ve yükün ü deveye yükler.
Dağ ı n sırtından a�ar,
Geniş çöllerden geçer.
Yol üzerinde kel kafa lı bir delika n lıya rastlar ve
onun zekôsı na bakar bir kahraman olduğunu tah­
min eder. Elindeki halkı ve malları evine götürd ü ğ ü
takd irde. kendisine elbise v e i y i a t verm.:ıği vaadeder.
Gene adrım kabul eder ve Kartaga-Mergan ona mü­
kemmel elbise ile Ka.ıı-Töngüs'ün a ltı kulaç u?un­
luÇjundaki kara yağız c. tı n ı verir, sonra da kendisine:
halkın başı. kara yağ ız atlı Tas-Kinôs adını vererek.
kahraman lık ü nvanıyle ma kôfatlandırır. Sonra bir eli­
ne kuru. ve bir e l ine de yaş değnek vererek bütün
halkı ve malı derhal eve götürmesini emreder: hiç­
biri geride kalmas ı n , der. Bir m üddet sonra Kartaga­
Mergan : yolda b iraz işim va r, sen a rkamdan yetişir­
sin, diyerek ilerler.
Ka ra boz atı kamçı lar,
İ leriye fırlar
2H
TÜRK DEST ANLARI

Ak kır at kulun olara k takibedir,


Çok g iderler.
Az g iderler.
Dağ ı n sırtına çıkarlar,
Öteye bakarlar,
Kara kula atlı Katta n-Alıp'ın
Köyü orada id i .
Kartaga-Mergan bağ ırı r:
« Kara kula at bağ l ı m ı ?
!(atta n-Alıp ç ıkageli r,
Kara kula ata b i niverir,
Koşar, sırta çıkmak ister,
Şapkasın ı çıkarı r,
Koltuğun u n altına a ı ı r,
Atı n ı yedeğ i nde götürür:
«Beni öldürme Kartaga-Mergan,
önünde öncün oluru m .
Arka nda artçıın olurum» der.
Kah raman, karar vermeyi reddeder: Tas-Kinôs'ı
bekl lyelim, h ü kmü o vers i n , der. Tas- Ki nôs geldikten
sonra, Kartaga- Merga n , Kattan-Al ı p' ı n yaptı klarını
anlatır ve onun hakkı nda h ü k ü m vermesi n i rica eder.
Tas-Kinôs ona kuru değnekle vura ra k, b ütü n mal ve
halkını l<a rtaga-Mergan'a götürmesi n i söyler. Uzun
yolcul u ktan sonra Kan-Mergan'ın yurduna varı rla r.
O da af d i ler, fa kat Tas-Kinôs ona da aynı muame­
leyi yaparak kendi hayvan ve yurtları nı Kartaga- Mer­
gan'a götürmesini emreder. Ka rtaga-M ergan şimdi
de Tas-Kinôs'ı önden yoll ıyara k ke ndisi için bir ka­
d ı.n a ramaya çıkar. Altı n-Kan'a giderek onun kızı
Altın-Arıg'a ta lip olur. Sonra da düğün yapar ve ka­
rısını evi ne götürü r.

!15
100 BÜYÜK EDİP ıoo BÜYÜK ŞAİR

Cesur Kartaga-Mergan.
Vatanına avdet eder.
Tas-Kinôs de gel i r eve,
Malları hep süre süre.
Bütün halkı topl ıyarak ,
Doğuştan cesur Kattan-Al ıp'ı
At çoban ı yaptılar.
Doğuştan cesu r Kan-Mergan'ı
i nek çobanı ya ptılar.
Sonra düğün yaptılar.
Bütün halkı topladı,
Aç kalanı doyurdu,

Ahali de dağ ı ld ı .
O evinde geceled i ,
Beyaz şafak söke.rken ,
Parlak güneş doğarken,
Ta n rıdan yazı geldi :
« Kan-Purkan'ı bizim tarafa göndersin,
Önümüzde Purkan (Buda) olup otursu n ! »
Güzel Kad ı n Kan-Purkan,
Kartaga-Mergan'ın omuzUına bastı ,
Sonra duman olara k
Yukarı tan rıya cıktı .
O gece evinde kaldı .
Cesur kahraman Kartaga- Merga n.
Beyaz şafak sökerken ,
Parlak gü neş doğarken ,
Cesu r Kartaga
Yemeği n i yer,
Evinde otu ru r,
Masal da böyle biter.

(SON)

You might also like