You are on page 1of 2

EDEB 502: Text and Image 2 Petrika Gavri

Silik Yeni Dünya

Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu adlı kitabını okurken yaptığı tespitlerin hepsine

katıldım. Bunun yanında yazma şekliyle ilgili olarak Nietzsche’nin önerdiği çekiçle felsefe

yapma önerisine uymuşçasına sözünü sakınmadan olan bitenin analizini yapıyor ve dijitalleşen

dünyamızın insanı veri yığınına, istatistiğe indirgendiğini, bu verileri sağlayan araçların

toplamının önce bir özgürlük söylemi ile hayatımıza dahil edildiği fakat bulunduğumuz noktada

bu söylemin sadece manipülasyondan başka bir şey olmadığını vurguluyor.

Şeffaflık Toplumu, olan durumun tespitini yapan, hatta hakkıyla yapan “dinamit” bir

kitaptır. Okumama devam ederken George Orwell’ın 1984 adlı kitabını düşündüm, Orwell bu

distopyasında, toplumun evirildiği durumu görüp olana dair bir nevi ayna ve teşhis koyar ve

gelecekteki olası bir diktatöriyel rejimin toplumu kontrol etme biçiminin bireyleri

enformasyondan olabildiğince uzak tutmaktan geçtiğini vurgular. Buna karşılık Aldous Huxley

Cesur Yeni Dünya’da toplumu ve bireyi bilgi bombardımanına tutarak, her an bir uyaran, eğlence

ve çeşitli atraksiyonlar eşliğinde, elinde tuttuğu aygıtlar aracılığı ile insanların pasifize edileceğini

öngörür, hatta kehanette bulunur. Şimdiki duruma baktığımızda, etrafımızı saran dünyanın

Huxley’in öngördüğü dünyaya daha çok benzediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda maruz

kaldığımız bilgi bombardımanına sadece maruz kalan birileri olarak değil, etkin bir rol alarak biz

de kendi payımıza düşeni yapıp hayatımızın anlarını, deneyimlerimizi paylaşıyor ve bu ortak

bilgi seline katkımızı sunuyor, akıma dahil oluyoruz. Paylaşılan aslında ellerimizden kayıp gitmiş

ve sadece kendimizin olması gereken, kendimize dair iç görümüz, kendimize dair farkındalığımız

ve özel olarak kalması gerekendir. Paylaşmayı seçtiğimiz, belli normlara uyan ve haliyle

törpülenmiş, kabul gören ve görebildiği ölçüde bize geri dönüşleri olan, kendimizi başkalarının

onayından geçirerek onayladığımız bir materyale dönüşmüş bir şeydir. Yarattığımız dijital
kopyamız, kurgusal olan bir ben yaratma çabası ve bizden çıkan, fakat pek de biz olmayan, belli

bir tasarım ve kurgu ürünü olan bir karakter oluveriyor. Kurduğumuz iletişim, yine bu düzlemde

kurulan karakterlerin, imgelerin hareket alanlarının izin verdiği ölçüde kurulabiliyor. Demek

istediğim, daha çok fotoğraf, yazı ve bize dair şeyler paylaşırken bunlarının hiçbirinin insanın ilk

elden deneyimlediği deneyimin yerine geçmediği ve hep silik oldukları, silik kaldıklarıdır. Bir

anlamda, makineler aracılığı ile makinelerin izin verdiği ölçüde filtrelenmiş, sterilize edilmiş bir

iletişimin oyun alanına dahil oluyoruz. Neredeyse hepimizin elinde akıllı telefonlar, tabletler ve

her yerde olan ve gittikçe çoğalan ekranlar aracılığı ile kurgumuzu kuruyor fakat farkında

olmadan, bizim aracımız olması gereken bu aygıtların aygıtı (periphelia) oluveriyoruz.

Henry David Thoreau’nun ormanda kulübeye yerleşmesini veya Jerome David Salinger’in

kendini kırsalda bir evde izole ederek yapmaya çalıştıklarını şimdiki zamanımızda yapma

olanağımız pek mümkün görünmüyor. Zaten hep bir ilgi ve etkileşim içerisinde olmaya alışan

günümüz insanı, bu inter-aktivitelerinden pek de kurtulmak istemiyor. Seve seve her şeyini ortaya

seriyor, istenileni gönüllü bir şekilde yapıyor ve reklam gelirlerinin, bilumum işlemlerden geçen

ve bize ait çıkarımlarda bulunulan bilumum veritabanlarına anlık veri sağlamaktan geri kalmıyor.

Her şeyin ortaya serildiği zamanımızda ne kendimizi kurmanın, ne oyun oynamanın imkanı, ne

de büyüsü ve sırrı kalmıştır. Bir yandan her şey, her an müthiş bir hızla ulaşılabilir hale

gelmişken birey paralize olmuş bir tür operasyonel parçaya, denklemin bilinenine indirgenmiş,

bilmem ne ülkenin ya da uluslararası şirketin yıllık tahmin edilen büyüme yüzdesine katkı yapan

bir numara oluvermiştir. Sağlıklı olması, etkin ve her an aktif, düşünmeye ve üzülmeye vakti

olmayan, başarıya odaklı olması beklenen bu yeni yaşam formumuzda İnternetin sürekli

yenilediği, güncellediği trendleri, modaları ve neyin makbul olduğunu bildirdiği “fetvaları” ile

bize yön veriyor. Özgürlük diye sunulan şey kocaman bir manipülasyon olup aslında bizi Gattaca

filminde olduğu gibi her an rapor vermeye zorlayan bir düzendir. Filmde olduğu gibi henüz

genetik olarak ayrımlaşmadık fakat giderek silikleştiğimiz ortada.

You might also like