Professional Documents
Culture Documents
Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu adlı kitabını okurken yaptığı tespitlerin hepsine
katıldım. Bunun yanında yazma şekliyle ilgili olarak Nietzsche’nin önerdiği çekiçle felsefe
yapma önerisine uymuşçasına sözünü sakınmadan olan bitenin analizini yapıyor ve dijitalleşen
toplamının önce bir özgürlük söylemi ile hayatımıza dahil edildiği fakat bulunduğumuz noktada
Şeffaflık Toplumu, olan durumun tespitini yapan, hatta hakkıyla yapan “dinamit” bir
kitaptır. Okumama devam ederken George Orwell’ın 1984 adlı kitabını düşündüm, Orwell bu
distopyasında, toplumun evirildiği durumu görüp olana dair bir nevi ayna ve teşhis koyar ve
gelecekteki olası bir diktatöriyel rejimin toplumu kontrol etme biçiminin bireyleri
enformasyondan olabildiğince uzak tutmaktan geçtiğini vurgular. Buna karşılık Aldous Huxley
Cesur Yeni Dünya’da toplumu ve bireyi bilgi bombardımanına tutarak, her an bir uyaran, eğlence
ve çeşitli atraksiyonlar eşliğinde, elinde tuttuğu aygıtlar aracılığı ile insanların pasifize edileceğini
öngörür, hatta kehanette bulunur. Şimdiki duruma baktığımızda, etrafımızı saran dünyanın
kaldığımız bilgi bombardımanına sadece maruz kalan birileri olarak değil, etkin bir rol alarak biz
bilgi seline katkımızı sunuyor, akıma dahil oluyoruz. Paylaşılan aslında ellerimizden kayıp gitmiş
ve sadece kendimizin olması gereken, kendimize dair iç görümüz, kendimize dair farkındalığımız
ve özel olarak kalması gerekendir. Paylaşmayı seçtiğimiz, belli normlara uyan ve haliyle
törpülenmiş, kabul gören ve görebildiği ölçüde bize geri dönüşleri olan, kendimizi başkalarının
onayından geçirerek onayladığımız bir materyale dönüşmüş bir şeydir. Yarattığımız dijital
kopyamız, kurgusal olan bir ben yaratma çabası ve bizden çıkan, fakat pek de biz olmayan, belli
bir tasarım ve kurgu ürünü olan bir karakter oluveriyor. Kurduğumuz iletişim, yine bu düzlemde
kurulan karakterlerin, imgelerin hareket alanlarının izin verdiği ölçüde kurulabiliyor. Demek
istediğim, daha çok fotoğraf, yazı ve bize dair şeyler paylaşırken bunlarının hiçbirinin insanın ilk
elden deneyimlediği deneyimin yerine geçmediği ve hep silik oldukları, silik kaldıklarıdır. Bir
anlamda, makineler aracılığı ile makinelerin izin verdiği ölçüde filtrelenmiş, sterilize edilmiş bir
iletişimin oyun alanına dahil oluyoruz. Neredeyse hepimizin elinde akıllı telefonlar, tabletler ve
her yerde olan ve gittikçe çoğalan ekranlar aracılığı ile kurgumuzu kuruyor fakat farkında
Henry David Thoreau’nun ormanda kulübeye yerleşmesini veya Jerome David Salinger’in
kendini kırsalda bir evde izole ederek yapmaya çalıştıklarını şimdiki zamanımızda yapma
olanağımız pek mümkün görünmüyor. Zaten hep bir ilgi ve etkileşim içerisinde olmaya alışan
günümüz insanı, bu inter-aktivitelerinden pek de kurtulmak istemiyor. Seve seve her şeyini ortaya
seriyor, istenileni gönüllü bir şekilde yapıyor ve reklam gelirlerinin, bilumum işlemlerden geçen
ve bize ait çıkarımlarda bulunulan bilumum veritabanlarına anlık veri sağlamaktan geri kalmıyor.
Her şeyin ortaya serildiği zamanımızda ne kendimizi kurmanın, ne oyun oynamanın imkanı, ne
de büyüsü ve sırrı kalmıştır. Bir yandan her şey, her an müthiş bir hızla ulaşılabilir hale
gelmişken birey paralize olmuş bir tür operasyonel parçaya, denklemin bilinenine indirgenmiş,
bilmem ne ülkenin ya da uluslararası şirketin yıllık tahmin edilen büyüme yüzdesine katkı yapan
bir numara oluvermiştir. Sağlıklı olması, etkin ve her an aktif, düşünmeye ve üzülmeye vakti
olmayan, başarıya odaklı olması beklenen bu yeni yaşam formumuzda İnternetin sürekli
yenilediği, güncellediği trendleri, modaları ve neyin makbul olduğunu bildirdiği “fetvaları” ile
bize yön veriyor. Özgürlük diye sunulan şey kocaman bir manipülasyon olup aslında bizi Gattaca
filminde olduğu gibi her an rapor vermeye zorlayan bir düzendir. Filmde olduğu gibi henüz