Professional Documents
Culture Documents
1 Ve 2. Öğretim3.hafta Ders Notu
1 Ve 2. Öğretim3.hafta Ders Notu
TARİH PR.
(3.HAFTA)
GİRİŞ
Usul, inanışlar tarihi dersini anlattığım için dersimizin daha anlaşılır biçimde işlenmesi bakımından
önem teşkil etmektedir. Geçen sefer ki dersimizde inançsızlığın bile bir inanç olduğunu
“tanrıtanımazlık” belirtmiştik. Bundan sonraki diğer önemli konu da şudur, kutsal metinler, kişilerce
oluşturulan kutsal belgeler kişi ürünü inanç sistemleri yani insanların oluşturduğu dinler, hangi
inanç ya da görüş olursa olsun zaman zaman insanlar inançları esasında kuşkuya düşürmüştür. Peki
insanlar neden inançları hususunda şüpheye düştüler?
Şunu da belirtmek isterim ki (PROF,.DR..EBUBEKİR SOFUOĞLU) kitabi metinler, kitabi
belgeler yada insan ürünü inanç sistemlerinden söz ederken Ku’ran-i Kerim ve İslamiyet’i
hepsinden üstün tutarım. Bir müslüman olarak benim şahsı fikrim budur. Bana göre hak din
İslam'dır. Ve diğer kitabı metinler yada insan ürünü dinlerle asla bir kefeye konmaz, konulamaz. Bir
müslüman olarak şahsı fikrimi böyle bir parantez içerisnde mecburen diğer batıl inançlar ile
İslamiyet’i aynı cümle için de kullanmak zorunda olduğum için kullanıyorum
İnsanlar kendi ürünleri olan dinler ve kitabi metinler konusunda zaman zaman şüpheye düştüler.
İnsanlar inançları konusunda sürekli şüpheye düşüyorlar bunun sebebi yüz yıllardır yapılan plânlı
bir sürecin sonucudur. Bu ifade ilk bakışta okuyana yada duyana bir komplo teorisi gibi gelebilir.
Bu şu demek değildir insanlık tarihinde şüphe yoktu insanlar bir çalışma sonucu şüpheyi
öğrendi .Kullandığımız ifade asla yanlış algılanmamalıdır. Varoluşçuluk (egzistansiyalizm),
bireycilik(individüalizm) ,hiççilik (nihillizm) gibi felsefi düşünce akımlarını örnek verebiliriz. Bu
kavramların geriye dönük çıkış noktasına inince, Rönesans ve reform hareketlerine kadar gittiği ve
Rönesans ve reform hareketleriyle başlatılan dinamik bir süreç belki ondan da bir yüz yada iki yüz
yıl önce olduğu görülebilmektedir. Fakat Rönesans ve reform hareketleriyle beraber tabiri caizse yer
altından dediğimiz şekil olarak şüphecilik canlandı.Burjuvalar bunu açıktan yapamazdı. Bunları
belli belirsiz yavaş yavaş yapmaya başladılar. Yani yüzlerce yıl hüküm sürecek bir devrin başlangıcı
Rönesans ve Reformla başladı. Önceden de belirttiğimiz gibi bu süreçten evvel şüphe yoktu
demiyoruz ama bu rönesans ve reform hareketlerinden sonra süreç dinamik olarak yavaş yavaş
başladı.
ÖZET:
İnanmak insanoğlunun yaratılışında varolan en temel duygudur. İnsanlar hayat mücadelesinde inanç ve umut
duygusuyla hareket etmektedir. İnanmak ve umut duygusunun çekirdeğini huzurlu olma ve huzurlu
yaşayabilme,kontrolünü kaybetmeme çabası olusturmaktadır. Her çağda ve toplumda farklı inanç sistemleri
ortaya çıkmıştır. Çok tanrılı [politeizm] inancı doğa olaylarına dayanarak tanrılar sistemini Yunan
kültüründe görmekteyiz. Bunlara örnek verilecek olursak yağmur tanrıçası,felaket tanrıçası,güzellik tanrıçası
gibi çok uzun bir inanç sistemine tanıklık edebiliriz. Bunun yanı sıra maddeye inanç sistemi de örnek
verilebilmektedir. Ağaç,inek ,ateş vs. gbi maddeye inanç sistemini toplumsal olaylara ve ihtiyaçlara göre
kutsal sayıldığını anlayabiliriz. Örneğin ineğe tapmak(hinduizm) (Hinditan'da çok fazla kıtlık yaşanmasına
rağmen ] dini inanca göre kesilmesi ve öldürülüp yenmesi günahtır ancak şöyle bir anlayış çok yaygındr:
ineğin sütünden,dışkısından ve idrarından yaralanmaları kesip yemekten çok daha önemliydi. sütünden
peynir,tereyeğı yaparlardı; dışkısını yakacak olarak kullanırlardı. Bu ihtiyaçlarda ineğin kutsal sayılmasında
bir etkendir.
Günümüzde de süregelen inanç çeşitliliğini arttıran çok önemli iki olgu ortaya çıkmıştır. Bu olguar
RÖNESANS ve REFORM hareketleridir. Rönesans hareketi Floransa'da edebiyat ve sanat alanlarında baş
göstermiş, dini düşünce çeşitlerinin temelini atan Reform hareketi olmuştur. Ancak bu olgular oluşmadan
evvel insanın yaratılışından, şeytandan ve nefsinden bahsetmek gerekir.
Allah bir varlık yaratttı ve bunu meleklere bildirdi .Melekler ise Allah’a şöyle bir soru yöneltti:” Daha önce
cinlerin yaptığı gibi fesat düşünceler çıkarıp kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın?” dediler. Allah ise
meleklere:”Ben sizin bilmediğinizi biliyorum.” dedi. Bunun üzerine Allah ilk insan Adem’i yaratmak üzere
meleklerden yeryüzünden toprak getirmesini emretti. Toprak geldi ve Adem yaratıldı. Adem ilk başlarda bir
köşe de 40 gün boyunca cansız bir şekilde bekledi. Şeytan Adem’in yanına gidiyor etrafında dolanıyor
ağzından giriyor çıkıyordu ve Adem’e hep ben senden üstünüm diyordu. Allah 40 gün sonunda Adem’e
ruhundan üfledi ve can verdi. Önceden emretmiş olduğu gibi melekler ve şeytan Adem’e secde edecekti.
Meleklere sorgusuz sualsiz secde ettiler ama şeytan bunu kabullenemedi ve secde etmedi. İşte şeytanın
insanlara düşmanlığı burdan geliyor ve Allah şeytanın adını iblis diye değiştirdi ve mevkisinden kovuldu.
Allah dilerse onu yok edebilirdi ama iblis ondan kıyamete kadar müsaade etmesini istedi ve böylece iblis
kıyamete kadar kendine düşman ettiği insana musallat olacak onu doğru yoldan ayırmak için elinden geleni
yapacaktı. Sonuçta Allah insanı da imtihan için yaratmıştı. Allah istese insana da kötü düşünceler de
yükleyebilirdi ama şeytan bunu yapacaktı ve her yaptığında ise azabı artacaktı bunu bile bile şeytan kabul
etti .Şeytan Adem ile Havva cennete yaşam sürer iken uğraşmaya başlamıştı. Allah’ın verdiği kurallar
hakkında vesvese veriyordu ve bunun üzerine Adem ve Havva yasak olan meyveden yemiş ve itaatsizlik
suçu sebebi ile ALLAH tarafından Dünya hayatına başlamıştır.c Bunun üzerine Şeytan binlerce yıl sürecek
görevine başlamıştı. Allah insanlara da şeytanın vesveselerine uymamaları için akıl vermişti.
Burada şeytanın rolünü görmekteyiz ancak ADEM ile HAVVA yaratılışında nefs denilen bir iradeye
sahiptiler. Nefsin telkinleri her anlamda bize seslenir. Ancak nfsi terbiye etmiş olan insanlar hatalara karşı
daha olgun bir yaklaşım sergilerler. Nefs ne nedir ve nasıl terbiye edilir?
Nefis ya da Nefs, Arapça kökenlidir, sözlükte ruh, bir şeyin kendisi, akıl, insan bedeni, ceset, kan,
azamet, arzu ve kötü istekler gibi manalara gelmektedir. Tasavvufî olarak da, "kendisinde iradi
hareket, his ve hayat kuvveti bulunan latif buharlı bir cevherdir." şeklinde tanımlanır ve insanların
inanmalarına mani olan etkenlerden biri şeytan diğeri ise diğeri nefistir. Bazı davranışları
yapmamızı söyleyen iç sesin şeytan mı nefis mi olduğunu anlamamız için konuyu biraz açacak
olursak; nefsin istekleri her dini inanca veya görüşe sahip insanlara gelmektedir. Şeker hastası olan
bir insanın baklava yeme isteği nefistir. Mesela aynı şekilde dinde yasaklanmayan ama yapmamızın
uygun olmadığı şeyleri yapmamızı söyleyen iç ses; nefistir.
Nefis terbiye edilmelidir ve nefis terbiyesindeki en önemli nokta nasıl mücadele etmemiz
gerektiğini bilmek ve ümitsizliğe kapılmamaktır .Mesela kitap okumaya karar verdiğimiz ama bir
türlü okumayı istememek veya sigarayı bırakmak isteyip bırakamamak bu iki örnekte de
mücadeleyi bırakmamamız ve mücadele etmeye devam etmemiz gerekmektedir. Kitap okumayı
kendimize alıştırdıktan belli zaman sonra kitap okumaktan hoşlanmaya başlıyoruz ve bu da
gösteriyor ki kitap okuma mücadelisini kazanmış , sigarayı azaltmış veya bırakmış olarak nefsimizi
yenmş oluyoruz.AMA BURADA EN ÖNEMLİ AYRINTI MÜCADELE ETMENİN
MÜCALESİNİ VERMEKTİR.
Türk Tasavvuf Edebiyatı'nda değerli Yunus Emre, Hoca Ahmet Yesevi gibi yazarlarımızdan nefsi terbiye
etmenin yollarını yazmışlar ve nefsi 7 mertebeye ayırmışlardır. Bunlar;nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i
mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-irazıyye, nefs-imerrdıyye, nefs-i kamile olmak üzere 7 tanedir ve bu
mertebelere ATVAR-SEB'A denmektedir.
Nefs-i Emmare: Kötü ve günah olan işlerin yapılmasını emreden hayvanî nefis olup, insanıçirkin
şeylere, dünyevî zevklere sevk eden tabiî kuvvet yerin ekullanılan bir terimdir. Sâlik bu safhada
tamamıyla hayvanî ve şehvânî arzularınınetkisi altındadır. Bu nefsin sıfatı, hep kötü işleri
istemektir. Bunun tedavisi, samimi tövbe ve terbiyedir. Kuran-ı Kerimde “Hiç şüphesiz nefis
devamlı kötülüğü emreder” (Yusuf, 12/53) ayeti bu sıfattaki nefsi tanıtmaktadır.
Nefs-i Levvame: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir .Emmareliğ itamamıyla zail
olmamakla beraber, ara sıra pişmanlık duyan, sahibini yasaklara yöneltmekten ayıplayan, bazen de
hayırlı ameller ilham ederek güzellikleri fısıldayan nefis demektir. Bu safhada sâlikin ruhunda
kötülüklerden iyiliklere dönüş arzusu doğar ve önceki kötü fiillerinden dolayı kendi kendini
kınamaya başlar. Kuran-ı Kerimde: “Kendini kınayan nefse yemin ederim ki” (Kıyame,75/1-2)
ayeti bu sıfattaki nefse işarettir.
Nefs-i Mülhime: İlham, feyiz ve keşfe mazhar olan, neyin iyi, neyin kötüve günah olduğunu ilhamî
bir sezgi ile bilen ve davranışlarını ona göre ayarlayan,şehvet ve şeytanî hislere karşı direnebilen,
ruh-i sultanî’nin sesini duyan ve dinleyen insan iradesi yerine kullanılır. Nefs-i Levvâme
mertebesinde dünyaya ait zevklerden vazgeçen sâlik, bu mertebede uhrevî mükâfatlardan da
vazgeçer ve sadece Allah sevgisi ile meşgul olur. Kur’ân-ı Kerim’de: “Nefse ve onu düzenleyene
and olsun ki, nefsini temizleyen kurtulmuş, onu kirleten ise ziyana uğramıştır” (Şems, 91/7-10)
ayetinde bu nefse işaret edilmektedir.
Nefs-i Mutmainne: Kalp nuru ile tenevvürü tamamlanmış, kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup,
ahlak-ı hasene ile hem-hal olmuş nefse denilir. Mutmaine nefsinin en önemli özelliği,
davranışlarından dolayı Rabbinin huzurunda kesinlikle hesap vereceğine inanmasıdır. Bu yüzden
yaptığı amellerin ilahî rızaya uygun olup olmadığına azamî hassasiyet gösterir. Bu mertebede
sâlikin, kalbinde ilahî aşk yerleşmiş, dünya ve dünyaya ait her şeyi kalbinden çıkarmış, her şeyde
Hakk’ın fillerinin tecellilerini müşahede eder hale gelmiştir. Bu yüzden kalbi itminan içerisinde ve
huzur doludur. Bu mertebede artık bütün eşyada Hakk’ıntecellilerini müşahede etmeye başlar ve bir
takım keşif ve kerametlere nail olur.Kur’ân-ı Kerim’de: “Ey mutmain olmuş Allah ile huzur ve
sukuna ulaşmış nefis”(Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, Allah aşkı ve zikri ile mutmain olmuş
nefistir.
Nefs-i Râziyye: Gerek kendisi, gerekse de başkaları için tecelli eden,hakkındaki ilahî hükümlere
tamamen rıza gösteren, keşke şu şöyle olsaydı, buda böyle olsaydı diye itiraza kalkışmayan nefis
demektir. Bu makamda sâliktebeşerî sıfatlar yok olup, sâlik, “beka” ya istidat kazanmaya başlar.
Allah’tan gelenher şeye tam bir rıza gösterdiğinden bu mertebeye Râziyye denmiştir. Kur’ân-
ıKerim’de: “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. Gir Sâlih kullarımın arasına;
gir cennetime” (Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, bu nefistir.
Nefs-i Marzıyye: Allah ile kul arasında karşılıklı rızanın bulunduğu,Allah’ın razı, kulun darazı
olunmuş olduğu bir durumdur. Allah’ın kendisinden razı olduğu nefis bu mertebede tecelli-i
ef’âlden kurtulup, tecelli-i esmâ’yı,Hakk’tan bir cezbe ile ayne’l-yakîn müşahede eden nefsin tavrı
demektir. Bu mertebede sâlik, Allah’tan razı olduğu gibi, artık Allah da ondan razıdır. Kur’ân-
ıKerim’de: “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. Gir Salih kullarımın arasına;
gir cennetime” (Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, bu nefistir.
Nefs-i Kâmile: bu mertebede sâlik Hakk’tan bir cezbe ile bütün kemâl vemarifet sıfatların
ıkazanarak, insanları irşat mevkiine yükselir. Bu makam Hakkvergisi olup, buraya riyâzet ve
mücâhede ile gelinmez. Bu menzilde mücadeleve mücâhede biter. Bu mertebede artık sâlik en yüce
makama ulaşmış, “kâmil”sıfatını kazanmış, bütün güzel sıfatları kendinde toplamış ve adeta
cisimleşmiş bir melek haline gelmiştir. Bu makamdaki kişinin hareketleri ve davranışları hasenat ve
ibadetten ibarettir. Sözleri hikmettir. Bu makamdaki kişi bütün bu özellikleriyle “mürşid-i kâmil”
sıfatıyla insanları irşad etme yetkisini eline almıştır.
İnsanın kalbi hangi makamda ise, nefis de onun hizasında, benzeri bir makamda bulunur. Mesela kalp Allah
ile olsa, nefis haller ile olur. Kalp haller ile olsa nefis ahiretle olur. Kalp tevekkülle meşgul olsa, nefis helal rızık
arama, mubah kazançsağlama ile meşgul olur. Kalp kerametler ve yakınlık makamlarında olsa, nefis develîler
ve hayırlı insanlar arama yolunda olur. Kalp tembellik içinde olsa nefis deharama dalar. Nefsi terbiye
etmeyen insanlar hata yapmaya ve hatalardan etkilenmeye çok daha yatkındır. Bu nefsin telkinlerine uymak
insanı ümitsizliğe, depresyona (major ve bipolar),anksiyete bozukluğuna, okb 'ye (obsesif-kompulsif
bozuluk),paranoid şizorenik kişilik bozukluğuna kısaca akıl ve ruh hastalıklarına sebep olarak bunlardan
dolayı da intiharlara sürükler.Bu rahatsızlıklara yakalanmamak için ;
2-Umut ve mücadele etmekten vagecmemek ve başarısızlığa rağmen pes etmeyerek mücadele etmenin
mücadelesini vererek kazanılabilir.
3-Doğruyu ve yanlışı akıl edilen her insan nefsin yanlışlarını duymazdan gelerek , doğruyu yapma eğilimine
yönelebilir.
4-Doğru ve yanlış insanlara, toplumlara ve inanç sistemlerine göre değişebilir ancak tercih edilen bazı
kitaplar bile bizleri etkileyebilİr ,nefsimizi köreltebilir. Kur'an-ı Kerm'in ilk emri OKU olmasına rağmen
nefsini terbiye etmemiş her insan en yararlı bilgiden bile kötü emeller içerisine girecek kadar zayıf düşebilir.
5-Mücadele edebilmenin temeli kararlı olmaktır. Bu yüzden kendimizi hangi konuda eğitmek istiyorsak o
konuda mecbur bırakmalıyız. Örneğin kitap okumaya niyet ettiğiniz halde bir türlü başalayamyorsanız o
kitabı bitirene kadar elinizden düşürmeyerek hem bir mücadele hemde mecburiyet ve sonucunda da bir
mahçubiyetle kendinizi eğitebilir ve bu durumu aşarak motive olabilirsiniz.
1517 de Protestanlığın Kurucusu Martin Luther’in 95 maddeyi kiliseye çakarak ilan etmesi ile başladı.
Hıristiyanlığın içinde öne çıkan mezhepler vardır; Katoliklik, Ortodoks, ProtestanlIk. BU HAREKET
GÜNÜMÜZ DAHİL TÜM DÜNYA2YI DEĞİŞİME UĞRATMIŞTIR. Felsefi düşünce akımları ve dini
inanç çeşitliliği rönesans ve reform hareketleri sonucunda oluşmuş hala günümüzde de etkileri sürmektedir.
Varoluşçuluk (egzistansiyalizm), bireycilik(individüalizm) ,hiççilik (nihillizm) gibi felsefi düşünce
akımlarını örnek verebiliriz. Farklı inanışlar ise bu dönemden sonra başlamıştır. Zamana yayılarak
gelişmiştir.bu olgu süreci şu şekilde ilerledi. Ortaçağ dönemine damgasını vuran yapı Feodal yapıdır. Feodal
yapı [feodalizm] başta Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin bir çok evresinde yaşanan siyasal,toplumsal ve
ekonomik alanda örgüt oluşturulmuş biçimidir. Ortaçağ Avrupası'nı oluşturan sınıflar vardı bunlar; krallar,
rahipler,soylular,köylüler ve kölelerdi .Bu yapıyı köylerde kaleler ve şatolar içerisinde yasayan toplum ve
köyün en tepesinde derebeyler oluşturmaktaydı. Kalelerde yaşanmasının sebebi gece bir saldırı oluştuğunda
yağma yapılması ihtimali üzerine kuruluydu. Şimdi günümüzde kalelerin olmamasının sebebine değinmeden
geçmek mümkün değildir. Kaleler nasıl yok oldu sorusunun cevabı topun icat edilmesidir. Top icat edilmesi
ile kalelerin yıkılması kolaylastı ve kaleler yok edildi. bu durumda feodal yapı sarsıntıya uğrayaradı. Bunun
sonucunda köyler ilçeleri,ilçeler illeri (şehir),iller devletlere ve imparatorluklara dönüştü.Derebeyler merkezi
devletlere bağlanmaya başladılar. Yukarıda belirttiğimiz sınıfa (krallar,rahipler,soylular,köylüler ve köleler)
burjuva sınıfı dahil oldu .Burjuva sınıfı sanatla uğraşan tüccar kesim olarak en kısaca açıklanabilir.Burjuva
sınıfı kabul görülmedi ve dışlandı. Bunun temel sebebi yahudi olmalarıydı. Hristiyanlık inancına göre
yahudiler Hz İsa peygamberin ölümüne sabep olmuslardı ve tanrı katili olarak anılmaktalardı. Bir diğer
kabul görmeme sebebi ise burjuvalar ticaretle uğraşmaktaydı ,hristiyanlığın dininde ticaret hoş
karşılanmamakta idi. Çünkü kar etmek amacı taşıdığı için bu durum hristiyanlığı kabul eden toplum
tarafından bir utanç kaynağıydı. Tüm fikiir ayrılıkları,yeni akımlar ,inanç sistemleri,siyasal ve toplumsal
olaylar bu iki olgunun (rönesans ve reform hareketleri )süregelmesiyle başlamıştır.
Jack A. Adında bir yazarın, bu yazar aynı zamanda bir Yahudi ve bir hahamdır. Haham Yahudi alimi
demektir. Ms. Yahudiler Kudüs’ten çıkarıldıktan sonra büyük felaket olarak tanımladıkları
tapınaklarının yıkılması olayından sonra Kudüs'e 1917 de güçlü bir şekilde tekrar girdiler. Enver
paşanın Alman generali Kudüs’e tayin etmesinden sonra Cemal Paşa ısrarla karşı çıkmıştır. Çünkü
bu bahsi geçen alman general Almanya’da cephe kaybetmiş bir askerdir. Bu sebepten ötürü cemal
paşa savaş kaybetmiş birini başa getirmek istemediğini ısrarla yazmıştır, Ama ben bu Alman
generalin hemde Enver paşanın ortak yönleri vardı. İkisinin ortak yanı şuydu; hem Enver paşa
hemde Alman general kıtt-a'ya çıkmamış asker idiler. Cemal paşa ile Enver paşa çok iyi dost
olmalarına rağmen Enver paşa onu dinlemeyip bu Almanı general tayin etmişti. Işte bu tayin etme
olayından sonra Cemal paşa çıldıracak duruma gelmişti. Tam Cemal Paşa bu kadar gergin bir
zamanda iken Alman imparatorluğu ve Avusturya imparatorluğundan Cemal paşaya bir davet
gelmişti. Cemal paşa ve diğerleri başta bu davete anlam veremedikleri gibi üstüne işin içinde bir
tuzak olduğunu da anlamamışlardır. Alman imparatorluğu ve Avusturya imparatorluğu Cemal
Paşayı askeri malzeme göstermek, cephe belirlemek ,silah vs durumları konuşmak için çağırmıştır .
Bu yüzden daveti kabul edip seyahate çıkmıştır. Tam bu durumdan sonra şu olay gerçekleşmiştir:
Cemal Paşa imparatorlukların davetlerinden şüphe etmeyip daveti kabul edip yola çıkınca Alman
general Kudüs’e komutan olarak atanmıştır. Bundan sonra da Cemal Paşa’nın korktuğu başına
gelmiştir. Alman general Kudüs’ü hiç savaşmadan teslim etmiştir.
Çünkü Cemal paşa direniyordu ve hatta Cemal Paşa bu kadarını bile düşünmüyordu. General Von
Falkenhayn Kudüs cephesinde savaşmadan Kudüs’ü teslim etti. General İngiliz Edmund Allenby
buraya girdi. General Edmund Allenby M.S. 70’den 1917’de Yahudilerin oraya gelişini sağlayan
kişidir. İngilizler Yahudilere 1800 küsur sene sonra Yahudilere yurt tutmalarına imkân
sağlamışlardır. O zamanda İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour Balfour deklarasyonunu çıkmasına
sebep oluyor. Balfour deklarasyonu ile Kudüs’te bir Yahudi devletinin kurulmasının gerektiğini
vurguluyor. Bunu Balfour (İngilizler) Yahudilerin en çok istediği şeyi yaptıkları halde Yahudiler tam
tersi İngiliz hedeflerine saldırıyorlar. İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion‘un bir terörist olduğu ve
terör örgütlerine de destek olmakta idi. Bu örgüt, İngilizlere saldırıyorlar günümüzden örnek
verirsek Trump İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanıdı. Amerikan büyük elçiliğini Kudüs’e taşıdı
buna Türkiye başta olmak üzere birçok ülke karşı çıktı fakat nasıl olduysa 3 Kasım seçimleri için
Trump’ın adayı Joe Biden idi. Yahudilerin kahir ekseriyeti Joe Biden destekliyordu. Yahudilerin
rüyasını gerçekleştiren İngilizler’e Yahudiler saldırdı. MÖ.963 yılında Süleyman Aleyhisselam’ın
ölümü üzerine Yahudilere İbraniler deniliyordu. Süleyman Aleyhiselamın ölümü üzerine onun
üzerine onun oğlu Rehavan kral oldu, Rehavan’ın krallığını kabul etmek istemeyenler Rehavan’a
giderek dediler ki:Sen krallığı yine kralı gibi çalışan Gereovan gibi birine bırak dediler. Rehavan
buna razı olmadı ve bunun üzerine Gereovan’ın krallığını isteyenler orayı terk ederek kuzeye gidip
Ceride ve Batı Şeria’ya yerleştiler. Rehavan krallığında olanlar ise Kudüs merkezli bir yapı
oluşturdukları için Yahudililer denildi. Ceride ve Batı Şeria’ya yerleşen Yahudilere ise Samiriler
denildi.
SAMİRİLER KİMDİR?
Musa Aleyhisselamın Allah’la görüşmeye gittiğinde yerine bunlar dinlerinden sapmasın diye Harun
aleyhisselamı bırakıyor ama Samiri diye biri bunlara budak yapıyor budağın önü ve arkasını delik
bırakıyor Rüzgar gelince budaktan ses çıkıyor böyle bir düzen kuruyor ama İsrail oğulları budağı
alıyor. Bundan dolayı bu kabileye Samiriler deniliyor. Yani şeytaniler manasındadır. Allah’ın
karşında olanlara şeytani denilir. Musa Aleyhisselamın oradan ayrılınca onun halkını ilahi mesajdan
uzaklaştırıp şeytani mesaja dönüştürüyor. Rehavan krallığında kalan Yahudiyeliler Kudüs’te
kaldıkları için Yahudi hukukunu ve Yahudi şeriatını devam ettirdikleri için onlar bozuk olan
dinlerinde yaşam sürüyorlar.. SAMİRİLER ise yerleştikleri yerlerdeki dinlerle kendi dinlerini
senkronize edip dinlerini bozuyorlar. Tıpkı Hıristiyanlık da olduğu gibi üçlü tanrı sitemi
oluşturuyorlar. Buradan şunu anlayabiliriz: Tump’a karşı çıkanlar şeytaniler Trump’ı isteyenler ise
Yahudiyeliler gibi bir ifade olailir mi?
İSLAM İNANCINA GÖRE OLABLİR.Allah’u Teâlâ şeytana insanları ifsat etmesi, insanlarında
akıllarını kulanması için kıyamete kadar süre verdi. Şeytaniler denmesinin asıl sebebi kıyamete
kadar hep şeytanın tarafı olarak kalacak. Şöyle düşünelim şeytanı sadece ruhani varlık olarak
düşünmeyelim cismani varlıklarada kullanılıyor. Amerika’da şeytana tapanlar (satanizm) resmi din
olması için başvuru yapmışlardır. Kudüs’ü başkent olarak kabul ediyor ama Yahudiler Trump’a
destek vermiyorlar. Amerika’daki başpapaz açıklamasında bunların Allah inancı yok bunların
şeytanla işbirliği yaptıklarını belirtiyor. Şeytaniler insanların kafalarına şüphe sokmak sürecini
başlattıktan 50-100 yıl sonra insanlığı nereye getirecekleri önceden planlanmış, bu insanların
kafalarına şüphe sokma süreci dinamik bir şekilde Rönesans ve reform hareketleriyle netleşmiştir.
Ama bundan öncede şeytanın sayesinde insanların kafalarında sürekli bir şüphe oluşmuştu ama bu
kadar planlı ve programlı mıydı bilinmiyor. Nedeni ise güçlü değillerdi. Burjuvanın ticareti ellerine
geçirmesi nedeniyle ticarette güçlenmişlerdir. Paraları çok olduğu için istedikleri imkânları
kullanmaya başladılar. Öncelikli olarak ticareti nasıl ellerine geçirdiler? Ticaret Yahudiler için
yapılması gereken fiillerden değil ibadetlerden birisidir. Yahudiler ticareti ibadet olarak telaffuz
ederler ve ticaretle meşgul olmayı kendi aralarında şart olarak koşarlar. Yahudilerin ticaretle meşgul
olmalarının arkasındaki ilk sebep buydu. Diğeri ise Hıristiyanlara ve bize göre farklı olsa da İsa
aleyhisselam öldürülmedi göğe çıkarıldı,Hıristiyanlara göre ise çarmıha gerdirilip öldürüldü. Bunu
yapaanlar yahudilerdi.Yahudilere tanrı katili derlerdi. Onlara göre üçlü tanrı inanışı vardır. Baba,
Oğul, Ruhul Kudüs.. Baba tanrı. Oğul Hz. İsa, Ruhul Kudüs ise Cebrail’dir.
Ceride ve Barı Şeria’ya giden Samirelilerin de üçlü bir tanrı inancı vardır. Hıristiyanlara ise üçlü
tanrı inancı Samirelerden gelmektedir. Hıristiyanlar Orta Çağ’da bütün felaketlerin bunlardan
geldiğine inanırlardı. Orta Çağ’da çıkan kara vebanın birçok insanın ölümüne neden olan salgını
yahudiler tarafından olduğuna kasıtlı olarak yaydıklarına inanırlardı. Bundan dolayı Yahudiler
sürekli dışlanırdı. Devlet dairelerinde iş verilmez ve toplum içerisine dâhil edilmezdi. Yahudiler
ayrımcılığa tabii tutuldukları için kendilerini ticarette geliştirmişlerdir. Bu durumu daha açıklayıcı
sonuca ulaştırmak için ; Ortaçağ Avrupası'nı oluşturan sınıflar vardı bunlar; krallar,
rahipler,soylular,köylüler ve kölelerdi .Bu yapıyı köylerde kaleler ve şatolar içerisinde yasayan toplum ve
köyün en tepesinde derebeyler oluşturmaktaydı. Kendine ait arazilerinde köylüleri çalıştıran derebeylerdi.
Senyör arazilere bakar bu yıl içerisinde 200-300 kişiyi besleyebileceğine kanaat getirdikten sonra fazla
olarak gördüğü insanları atardı. En başta Yahudileri atarlardı. Çünkü Hz. İsa’yı öldürdüklerine inanıyorlardı.
Kalelerde yaşanmasının sebebi gece bir saldırı oluştuğunda yağma yapılması ihtimali üzerine kuruluydu.
Şimdi günümüzde kalelerin olmamasının sebebine değinmeden geçmek mümkün değildir. Kaleler nasıl yok
oldu sorusunun cevabı topun icat edilmesidir. Top icat edilmesi ile kalelerin yıkılması kolaylastı ve bu
durumda feodal yapı sarsıntıya uğrayarak yok oldu. Bunun sonucunda köyler ilçeleri,ilçeler illeri (şehir),iller
devletlere ve imparatorluklara dönüştü.Derebeyler merkezi devletlere bağlanmaya başladılar. Yeni sınıf
ortaya çıktı; Burjuva sınıfı .Sanatla uğraşan tüccar kesim olarak en kısaca açıklanabilir. Burjuva sınıfı , BU
SINIF YAHUDİ KESİMDİ. Coğraf ikeşifler sonucunda elde ettikleri ekonomik güç ve ticaret yapmaları
onları daha da düşman etti .Hristiyanlığın dininde ticaret hoş karşılanmamakta idi. Çünkü kar etmek amacı
taşıdığı için bu durum hristiyanlığı kabul eden toplum tarafından bir utanç kaynağıydı. Tüm fikiir
ayrılıkları,yeni akımlar ,inanç sistemleri,siyasal ve toplumsal olaylar bu iki olgunun (rönesans ve reform
hareketleri )süre gelmesiyle başlamıştır.
Yahudiler bu sebeplerden dolayı dış ticaret erbabı oldular. Dış Ticaret erbabı olduktan sonra
Yahudiler dünya çapında her alanda çok güçlendiler. Bunun sebebi ise onların zeki veya sanatkâr
olmalarından kaynaklanmıyor .Dünyadaki limanların olduğu ve ticaret kervanının olduğu bölgelere,
ipek ve baharat ticaret yollarının geçtiği noktalara yerleşmişlerdir. 1000 yıl içerisinde bu noktalara
başka Yahudileri de gönderdiler . Nepal, gibi ülkeler orda kalmalarını sağlıyorlar ,çünkü o
bölgelere yerleşen Yahudiler o bölgedeki ticaret için en işlek yerleri en ucuz malların nerde
olduğunu bilecekleri için direkt istedikleri malları gönderirlerdi , uğraşmalarına gerek kalmazdı.
Yahudiler Hindistan’a gittiklerinde orda yabancı statüsünde bulunmuyorlardı . Normalde başka
yerden gelen turistlere mallar daha pahalı satılır ama onlara öyle satılmıyordu. Hindistan’a yerleşen
Yahudi olduğu için bir şey alacakları zaman oradaki Yahudilere alış veriş yapıyorlardı .bunun
sayesinde yabancıya satılan fiyata göre daha ucuza alıyorlardı. Bu aldıkları malları daha uyguna alıp
dünya piyasasına satıyorlardı. Bu sayede dünya piyasasında kalıyorlardı.