Professional Documents
Culture Documents
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH PR.
İNANIŞLAR TARİHİ
Kutsal dinler ve kitaplar ise Hz. Adem den beri süregelen bir şekil de kutsal kitaplar
ve peygamberler ortaya çıkıyor. Fakat bu farklı inanışların ortaya çıkmasın da
şeytanın rolünü de unutmamak lazım. İlahi metinlerin karşısındaki bütün metinler
şeytani düşünceler ile ortaya çıkarılmıştır. Kuran-ı Kerim de de şu cümle
vurgulanmaktadır, ‘Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.’ Diğer inanışlar şeytanın
yanında saf tutmuş dinlerdir. Hristiyanlık da Teslis inancı mevcuttur.
Eski çağlarda çok tanrılı dinler bulunduğu gibi hala zamanımızda bile bulunmaktadır.
Tanrı biliminde çok tanrılı dinlere "putperestlik" adı verilmiştir. Ne var ki,
Hristiyanlık tek Allah'lı bir din olarak tanınmasına rağmen, "üçlük" inancı yönünden
eleştirilere uğramaktadır: "Hristiyanların üç ayrı Tanrıları var. Onlar üç Tanrı'ya
inanıyorlar..." biçiminde suçlayanlar bulunmaktadır.
Allah’ın gönderdiği metinlerde böyle bilgi yoktur. Tanrılar dünyasında ise birçok
inanış vardır.Hristiyanlık dini dünya ya ilk gelişinde Hz. İsa’nın ilk mesajında Allah
var mesajını vermiştir. Hz. İsa’nın mesajını bozan ve Hristiyanlık ismini veren kişi
Pavlus’tur.
Pavlus, Roma’nın Suriye Kilikyası başkenti olan Tarsus'ta doğan bir Roma
vatandaşıydı. 10 yılında doğan Pavlus'un asıl adı Saul'dür. Yahudiliğin en katı
mezhebi olan Ferisilik mezhebinden olan Pavlus bir İbrani olarak dünyaya geldi.
Ferisiler ataların töresine çok önem verirlerdi, Pavlus bu yüzden ilk dönem
Hristiyanlarına karşı çıkıp onlara şiddet uygulamıştır. Şam’daki inananları yakalayıp
Kudüs’e getirmek için yola çıkan Pavlus, Şam yolunda iken gökten gelen nur İsa ile
karşılaştı ve kör oldu. Şam’da üç gün kör, susuz ve aç kaldı ve hep dua etti.
Hannaniya adlı bir inanan gözlerinin üzerine elini koydu. Böylece gözleri gören Saul,
bu andan itibaren Mesih’in dini Hristiyanlık için çalışmaya başladı. Vaftiz oldu ve
havralarda İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu söylemeye başladı. İşte pavlus’un hikayesi
böyle anlatılmaktadır.
Çoğu insansı ve şeytani düşünceler ile ortaya çıkan inanışlar kendileri ile
çelişmektedir. Karşımızda Buda, Konfüçyüs gibi dinlere benzeyen inanç felsefeleri
var. Onun dışında Tanrılar dünyası dediğimiz Fenikelilerin, Mısırlarının tanrıları gibi
örnek verebileceğimiz tanrılar dünyası var. Ve tabii ki bu tanrılar kadar
tanımlanamayacak, açıklanamayacak fakat üçlü Tanrı inancıyla Tanrılar dünyasında
yer alan Hristiyanlık da yer almaktadır. Ayrıca vaktiyle hak din olup bozulan dinler de
var. Yahudileri bunlara örnek verebiliriz, verdikleri sözleri tutmadıklarıyla,
kendilerine gönderilmiş olan Peygamberleri katletmiş olmalarıyla Kuran- I Kerim’de
onlardan bahsedilmiştir. Kutsal metinler tarihlendirilebilirken, Mısır, Sümer,
Mezopotamya gibi dinlerin ise tarihlendirilmesi yapılmamıştır.
Bunun gibi bir örnek daha verecek olursak yaşadığımız günlerde ABD başkanı
Trump, İsrail’in başkentini Kudüs olarak ilan etti, İsraile büyük bir imkan sağlamış
oldu. Buna karşılık ise Küreselciler, ki Küreselcilerin Yahudi oldukları bilinmektedir,
Joe Biden’i desteklediler. Bu örnekte de görüyoruz ki Joe Biden’i destekliyorlar ama
Trump Yahudilere oldukça iyi bir olanak sağlamıştır.
Üçüncü bir örnek verecek olursak Ermenistan’da sokak gösterileri ile başa getirilen
Nikol Paşinyan, Türkiye-Rusya arasında savaş çıkartabilmek için Azerbaycan’a
saldırtıldı. Türkiye’nin bu durumda Azerbaycan’a destek olması , Türkiye destek
olduğu zaman ise Rusya’nın bunun karşısında Ermenistan’a destek olması beklenildi.
Ve bu şekilde Türkler ile Ruslar arasında savaş çıkması hedeflendi. Yaklaşık 200 yıl
bu şekilde birbirlerini rakip olarak gördükleri için değil de farklı ülkelerin
kışkırtmaları ile birbiriyle savaştırılmış olan Türkler ve Ruslar Nikol Paşinyan’ın
hedeflemiş olduğu ise oyuna kanmadılar. Baktığımız zaman bir önceki örnekte
olduğu gibi bu örnekte de çelişki olduğunu görmekteyiz; Nikol Paşinyan’ın kim
olduğuna baktığımız zaman , Küresel baronların CEO su olduğunu görüyoruz. Ve
Ermenistan’a Başbakan yapılıp Azerbaycan’ın üzerine saldırtıldı. Ama baktığımız
zaman Azerbaycan’ın destekçilerinden birisi de İsraildi işte burada aklımıza bu
sorular geliyor;
Küreselciler Yahudi değil mi? Küreselcilerin desteklediğini İsrail’deki Yahudiler
niçin desteklemedi? Bu örneklerden çıkarttığımız sonuç ise o zamanki İsrail’in
mevcut yöneticileri ile şimdi mevcut yöneticilerin Küreselciler ile ters düştüğüdür.
M.Ö. 932 yılında Süleyman (A.S.) ‘ın ölümü takip eden hadiselerde görmüş
olmaktayız. Yine tabiki “kesinlikle bunlardır” deme ihtimalimiz yoktur bunu
diyebilmek için daha başka verilere ihtiyacımız vardır. Fakat bu hadiselerden birine
bakıcak olursak eğer Süleyman(A.S.) öldüğü zaman yerine oğlu Rehaban geçmiştir.
Bu sırada İbraniler diye tanımladığımız topluluk Süleyman(A.S.)’ın oğlunun
krallığını kabul etmiyorlar ve krala bir teklif bu teklif şudur ki kralın bir çalışana
krallığını bırakmasını istiyorlar ama kral tabi ki bu teklifi kabul etmiyor. Ve bunun
üzerine onun krallığını kabul etmeyenler o bölgeden ayrılıyorlar farklı bölgeye göçüp
yerleşiyorlar. Bu bölgeden ayrılanlara Samirililer denilmekteydi.
SAMİRİLER
Musa (A.S.), Allah ile kavuşabilmek için Tur Dağına gittiği zaman yerine kavmi
tekrar Tevhid dininden, tek Tanrı inancından sapmasın diye Harun(A.S.)’ı bırakıyor.
Fakat kavim Harun(A.S.)’ dinlemiyor. Samiri isminde birisinin yapmış olduğu
buzağına tapmaya başlıyorlar. Samiri denilen bu kişi buzağı üzerinde öyle bir sistem
yapıyor ki buzağı delikler bırakıyor ve buzağıdan ses geldiği için bunlar da buzağına
tapmaya başlıyorlar ve bunlardan dolayı bu kavime Samiriler deniliyor.Bbu şekilde
putperestlik konusunda bir çok şeye inanmaya devam etmişlerdir.
Bu insanlar gerek Samiri dedikleri insanın yaptığı buzağına tapmak olsun gerek farklı
kişilerin yaptıkları put olarak adlandırdığımız varlıklara tapmak olsun putperestliğe
bu şekilde dönmüş oluyorlar . Yazılmış olan bir kitapta da şöyle bahsediliyor;
Yahudiyeli’ler Musa (A.S.)’ın getirmiş olduğu kitaba sadık kalmışlardır fakat
Samiriler bulundukları coğrafyadaki diğer dinlerle veyahut inanışlarla kendi dinlerini
bütünlemiştiler. Tanrı Yahve ile birlikte onlarda Üçlü Tanrı İnancına sahip oldular
yani putperestliğe döndüler.Yahudilerin tekrardan Tek Tanrı inancına dönmüş
olabileceklerinin kısmi olarak doğru olmadığını anlamaktayız. Samirelere geçmişten
beri bakıp, araştırdığımız zaman bugüne kadar gelebildiklerini görmekteyiz.Çok
keskin bir ayrılık olarak Yahudiler ve Samiriler şeklinde İsrailoğulları milattan önce
932 yılında ayrılmışlardır. Bu duruma bakacak olursak şöyle bir sonuç çıkarıyoruz
ki;Paşinyan’a destek olan Yahudilerin Samiriler dediğimiz topluluğun Yahudileri,
Azerbaycan'a destek olan Yahudiler ise Yahudiyeliler dediğimiz topluluğun
Yahudileri olabileceğini düşünüyoruz. Fakat her iki Yahudi de değil Müslümanları
insanları bile sevmezler. Çünkü onların inancında bütün insanlık insana benzer
varlıktır, asıl insanlar Yahudi’lerdir . Darwin teorisini de işte bu yüzden ortaya
atmıştı.Sizler insan değilsiniz maymundan geldiniz dolayısıyla hem Yahudiyeliler
hem de Samiriler insanı hedef alır. Söz konusu dinler şu şekilde açıklanabilir; Kitabi
dinler, felsefi düşünceler ve Konfüçyüs,Buda,Taoizm gibi öğretilerde vardır. Bir
yandan da çok tanrılı dinlerde insanların inançları arasında yer almaktadır. Bu
dinlerin ortaya çıkışı da insanların kafasındaki sorulara cevap aramalarından dünyayı
algılamayı , insanı algılamayı istemelerinden ve benzer sebeplerden ortaya çıkmıştır.
Çok Tanrılı din olarak adlandırdılan bu dinler soruların içerisinden çıkamıyorlar ve
aynı zamanda kutsal metinlerde yazan açıklamalara da inanmıyorlar. Şu bilgiyi de
aktarmak gerekir ki kutsal metinlerden ayrılıp putperestliğe dönen kavimlerde
olmuştur. Aynı zamanda Putperestliğe geçen kavimler arasında arasında kutsal
metinlerdeki öğretilerine devam edenler vardır bunun sebebine baktığımızda ise daha
öncesinde ki inancında kutsal metinleri inandığı ve bildiği için en önemlisi de kutsal
metinlerde yazılı olan bazı ilkeler onlara Putperest oldukları halde mantıklı geldiği
için bunları yapmaya devam etmişlerdir. Yani çok Tanrılı veya Putperestlik inançların
da kitabi inançlarda ki davranışların görülmesi vakti ile inandıkları ve mantıklı gelen
davranışları inançlarını değiştirdikten sonra da yapmaya devam ettikleri anlamını
taşımaktadır. Bazı insanlar Kutsal Dinlerde ve çok Tanrılı Dinlerde oluşan bu
örtüşmeyi gördükleri zaman, Kuran-ı Kerim’in , İncil’in ve Tevrat’tın bu çok Tanrılı
dinlerden bir takım öğretileri, ilkeleri almış olabiliceğini düşünmesidir. Bunu
düşünmelerin sebebi ise çok Tanrılı dinlerin daha eski bir geçmişte var olduğudur.Ve
bu Kutsal olarak bildiğimiz dört Kitabın çok Tanrılı dinlerin öğretilerinden alınıp
yazıldığını ve Muhammed (S.A.V.) gibi veyahut Musa (A.S.) gibi Peygamberlerin
Peygamber değil Bilge kişiler olduğunu düşünmeleridir. Çünkü onlar çok eskilerden
kalma dinlerden ve inanışlardan aldıkları bilgileri toparlayarak yeni bir din ilan
etmişlerdir. Hristiyanlığın, Müslümanlığın, Yahudiliğin onlardan esinlendiği
manasını çıkarmak doğru olmaz. Onlardan önce vahiye inandıkları ve vahiy ile ittifa
etmedikleri, daha sonradan da Putperestliğe döndükleri için vahiy dinindeki birtakım
ilkeleri de beraberinde taşıdıkları için biz onları görüyoruz. Yani en eski din Hz
adem'e gelen Tevhid inancı yani islam'dır. Her ne kadar daha sonralar da ismi
Nasranilik veya Yahudilik gibi isimler de olsa da bu dinlerin asıl amacı Tevhid’dir ,
tek Allah’a inanmaktır. öğretisi, ilkeleri İslam’da ki ile aynıdır.Ne İsa Aleyhisselam
ne de Musa Aleyhisselam kendisinden önce gelen dinlerden öğreti almamıştır. Ve çok
Tanrılı dinler ilk dinlerden değillerdir,ilk din dediğimiz gibi Hz. Ademin getirmiş
olduğu dindir. Bakacak olursak karşımızda aslında inançlar yelpazesi vardır,yukarıda
da bahsettiğimiz gibi kutsal metinler, felsefi öğretiler ve çok Tanrılı dinler vardır. Ve
hepsinin temelinde dünyayı algılama, anlama sorunu var olduğunu bilmekteyiz.
İnsan var olduğu süreç boyunca her zaman kendi içerisinde dünyaya ve olup bitene
karşı sorulur üretiyor ve bulunduğu zamandaki Bilge kişiler yani Tao gibi Konfüçyüs
gibi bilgeler ise bu sorulara kısmen cevaplar veriyorlar ve bu şekillerde insanlara bir
algılama biçimi öğretiyorlar.
Peki bu sorular nasıl oluşuyor bu sorular nereden geliyor veya belli zamanlarla
değişiyor veya şekilleniyor mu? Evet, çünkü coğrafyasına göre tanrılar değişiyor ve
bu sebeple bu kadar çok Tanrı ortaya çıkıyor. Örnek verecek olursak sıcak bölgelerde
daha çok Güneş tanrısı öne çıkıyor, soğuk bölgede de ısınmayı sağlayacağı için yine
bir Güneş tanrısı ortaya çıkabilir. Örneğin belirli bölgelerde de deprem tanrısı
veyahut yeryüzü tanrısı da bulunmaktadır. Ziraatcilerin çok olduğu bölgelerde
bereket tanrısı ortaya çıkar. Aynı zamanda insanların kendilerine göre büyük tanrılar
ürettikleri gibi küçük tanrılarda ürettiklerini bilmekteyiz; çocukların Tanrısı küçük
şehirlerin Tanrısı gibi Tanrılar da bulunmaktadır.
Baktığımız zaman Marksizm bu tanrılar dünyasındaki ilkel dinlerden bile geride
kaldığını görmekteyiz. Yani bu kadar yüzeyseldir. Peki neden? Çünkü o ilkel
toplumlarda insanlar bakıyorlar ki güneş sürekli belli bir düzen içerisinde doğup
batıyor,yağmurun ve bulutun geliş saatleri henüz çözülmezse de bir düzen var.
Marksizme baktığımızda ise genel olarak bu olanlara ve olaylara basit ve sabit bir
cevapla kendiliğinden oluyor demektedir. İşte o dönemdeki ilkel topluluklara
baktığımızda ise bu olayları çözemediği için yağışları düzenleyen depremleri yapan
bir varlık olmalı diye düşünmüşlerdir.Her bir coğrafya kendisine göre bir tanrıya
inanmıştırlar.
Şuan ki zamanda bile bilimsel olarak çözemediğimiz için bir düzen içerisinde
yürüdüğünü söylüyoruz.Genellikle yağmurun yağış alan bölgelerde yağmamazlık
yapmadığını, yağış almayan bölgelerde ise yağmadığını biliyoruz fakat yağdığı
zaman ise bunu da coğrafyanın kendi içerisinde kurmuş olduğu sistemsel bir düzen
olarak düşünüyoruz. Bu konuda Kuran-ı Kerim’de ki birtakım işaretlere bakacak
olursak eğer Allah’ın, (yağmur, deprem vs ) gibi yaşamış olduğumuz olayları çözmek
için vermiş olduğu işaretler olduğunu görmekteyiz fakat insanoğlu şu zaman da bile
bu işaretleri yavaş yavaş anlayabiliyor. Ve dediğimiz gibi zamanında yaşanmış olan
bu olaylar çerçevesinde insanlık her bir olaya farklı bir Tanrı üretiyor.Yukarıda da
mukayese yapmış olduğumuz Marksizm bu duruma şu şekilde yorum yapıyor,
“kendiliğinden oluşmuştur”. Tabi ki Kendiliğinden oluşmuştur diyip geçmiyor ,
Marksizm, bir takım varsayımlarla hareket ediyor. Hareket ettiği varsayımlar, kaç
milyon yıl önce Marksizm bile var olmamışken, Marksizm tarafından olduğunu
söylenilen varsayımlar.Marksizmin bu konuda açıklamış olduğu farklı bir yöntem ise
bir takım bitkilerden, hayvanlardan, fosillerden çıkarım yapıyor olmasıdır. Ama
baktığımız zaman bunun da bir geçerliliği olmadığını görüyoruz çünkü bilimsel veri
bizzat görmeyi ve deney yapmayı mecbur kılar ama burada ne görmek ne de deney
yapmak gibi bir imkan var.Deney öyle ki kaç milyon sene önce yapılmış olsa bile
şimdide yapılması gerekir, yapıldığında ise milyon sene önce yapılmış hali ile verdiği
sonucu verebilmesi gerekir. Ve bunun da mümkün olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla
Marksizmin “ yoktur” diyip, geçtiği gibi değildir dünyanın oluşumu. O zaman ki İlkel
toplumlar bunu çözemediği için yağışları vs düzenleyen bir varlık olmalı, hayvanların
o şekilde beslenmesini sağlayabilen bir varlık olmalı, bizim uyumamızı uyanmamızı
sağlayan bir varlık olmalı diye düşünerek değişik ve aynı zaman da coğrafyasına göre
bir çok farklı Tanrı üretmiştirler. Güzellik tanrıçasından, hırçın tanrılara, insanlara
zarar veren Tanrı’lara kadar bir çok çeşit. İnsanlara zarar veren Tanrılar derken
Kuran-ı Kerim’de, Allah kendisinin insanları cezalandıracağını da söylemektedir,
peki zamanında İlkel insanların, “İnsanlara Zarar Veren Tanrılar” olarak bahsettiği
Tanrı’lar gibi midir bizim inandığımız Allah?
Hayır, değildir. Bunu şu şekilde anlamak mümkündür o dönemdeki Tanrı’lar
dünyasında insanlar, Tanrı’lar onlara zarar vermesin diye Tanrı’lar adına kurbanlar
adıyorlardı, bu kurbanlar hayvanlar da olabiliyordu insanlar da. Genellikle
insanlardan güzel olan kızları seçiyorlardı.Nil nehri, gelecek sene için daha fazla
taşsın, daha fazla toprakları sulasın diye yılın belli günlerinde törenler yaparlar ve en
güzel kızları Nil Nehrine atarlardı.Ve kurban edilen kızlar ya da kurban edilmiş olan
hayvanlar yenilmiyordu. Baktığımız zaman bizim inandığımız Allah’ın bizden böyle
bir şey beklemediğini görmekteyiz. Ve Allah’ın bizim kurban ettiğimiz hayvanları
hem kendimizin yememiz gerektiğini, hem de zorda kalmış olan yoksul insanlarla
paylaşmamız gerektiğini söylediğini de biliyoruz.
O Dönemde ki tanrılar dünyasında tanrılar bize zarar vermesin diye şunları
yapıyorlardı kurbanlar adıyorlardı. Nasıl kurbanlar? Hayvanları kurban ediyorlardı,
insanları kurban ediyorlardı. Genel olarak güzel kızları kurban ediyorlardı. Toprakları
daha çok ürün versin diye yılların belirli günlerinde tören yapıp nile kurban verirlerdi.
Bizim dinimizde böyle bir şey bulunmuyor tabii ki. Bu adaklar insanlar tarafından
kullanılmıyor yani insanlar yenilmiyor ziyan ediliyor hayvanlar içinde geçerli bu
durum. Bizim dinimizde zorda kalana da veriyorsun kestiğin hayvanı kendinde
yiyorsun mesela. Bazı toplumlarda erkekleri de adak olarak veriyorlardı tanrılara.
Bizde hayvanı kesiyorsun Allaha gitmiyor sonuçta ihtiyacı olana gidiyor fakat diğer
türlü olunca birileri ölüyor ve ziyan oluyor insan hayvan olarak. Tamam, bizde
hayvanları kesiyoruz fakat ziyan olmuyor insanlar geçmişten beri bunları kesip
ihtiyaçlarını karşılıyorlar yiyorlar. Bu hayvanları bizim ihtiyacımız için geldi.
Hayvanlar insanlara hizmet ediyor sadece. Gücün yetmiyorsa bir zulmü engellemeyi
bir ceza olarak gelmiyor sana fakat eğer engelleyebilecek güçteysen ve görmezden
geliyorsan suçlusundur yani. Örnek mesela arabanın belli bir hızı var o hızı aşarsan
başına bir şey gelir yani bu Allah tarafından gelmiyor insanın kendi suçuda var. Peki
depremler, yangınlar Allah’ın bize verdiği bir cezamıdır? Buna ilişkin adımlar
atmadığımız için kendi kendimize oluşturduğumuz felaketlerdir. Önlemini
almadığımız için. Coğrafyasına göre dünyada farklı tanrılar ortaya çıkmıştır. Mısır,
Mezopotamya, Yunan coğrafyası olarak düşünebiliriz mesela. Tanrısal soy
zincirlerinin Mısır’da eski bölgelerin birleşmesinden sonra varlıklarını sürdürdüler.
Büyük ulusal tanrılar dışında halk hepsine inançlarını korumuştur. Tanrıların şekillere
benzetmişlerdir. Çok değişik varlıklarada mesela ağaca tapanlar vardı. Osiris, İsis,
Horus gibi tanrılar vardı ve bunlar çokça yaygındı Mısırda. Mesela yıldırım tanrısı,
güzellik tanrıçası gibi yüzlerce binlerce tanrının olduğu topluluklar vardı. Bu tanrılar
içinde başka bir kargaşa ortaya çıkıyor. İnsanlar doğa olaylarına bakıyor ve bir düzen
görüyorlar güneşin doğuşu batışı gibi. Depremlerin oluşu su felaketlerinin oluşu gibi
bunları kendi içinde bunlara da birşeyler affettiler. Bazı şeyleri insanlar kendi
mantığıyla hareket ediyorlar. İlkel toplumlarda tanrıları insanlar nasıl aşıyor mesela?
Mantıkla her şeyi çözemezsiniz mantık insanları yanıltır bazen. Gözlük düşünelim
hayatınızda hiç görmediniz onu ifade edebilir misiniz mantığınızla? Mantıkla neyi
çözeriz? İstanbul’un Fethinin 1453’te olduğunu mantıkla çözebilir misiniz? Hiçbir
tarihi bilginiz yokken. Mantıkla 1453 e ulaşabilir misiniz yani.
İnsanlar bir konuda tarafsız kalamayacağı için insanüstü bir varlığın adaletine
güveniriz. Osmanlı döneminde sürgün ettiğimiz ermenilerin varlığını Türkiye
Cumhuriyeti olarak kabul ediyoruz. Lakin yolda ölen ermenilerden dolayı bizleri
soykırımla suçlamaktadırlar. Dostoyevski bile bizleri yalan bilgilere dayanarak bebek
katili olmakla suçlar ve bu nedenle insanın tarafsızlığına güvenilemeyeceği bellidir.
Eksik bildiği bir bilgi ile hareket eder ise insan karşı tarafa haksızlık yapmış olur.
Yüzyıllar hatta binlerce yıl öncesindenden gelen öğretiler vardır fakat insanlığa huzur
verememiştir çünkü bu öğretiler sağlam bir temelE sahip değillerdi. Misal olarak
sizler ile x tarafı arasında geçen bir münakaşa da sizin, karşı taraf haklı olsa dahi
kendi tarafınızı tutmanız mümkündür. Bu durum sizin adaletsizliğinizi değil olayı
yaşayan taraflardan birisi olduğunuz için karşı tarafı suçlu görmeniz yani tarafsız
olamamanız doğaldır. Bu durum her iki taraf için de geçerlidir onlar size ve Sizlerin
de onları karşı kendinizi haklı bulacak veriye sahipsinizdir. Peki kimin dediği doğru
olacak ? Bu durumda üçüncü bir taraf devreye girse dahi ama birini az diğerini daha
çok dinlese ve haksız bir kararı varsa ne olacak.
Bu durumda insanüstü varlığın yani inancın adaleti devreye girer çünkü onun tarafsız
bir şekilde karara varacağına inanırız. Yaratılanı yaratandan daha iyi kim bilebilir ki
sonuçta,
Allah’ı ancak dört kitapta bildirdiği üzere az da olsa düşünebiliriz, tam olarak
Tahayyül etmemiz mümkün değildir. Kimi dinler cisim ve şekilde biçiyor ve kimi
buna temsile şekil diyor fakat o kadar birbirinden farklı şekiller ortaya çıkıyor ki bu
durumda bir fikir kaosuna sebep oluyor. Bu durumu körükleyen birinci varlık
şeytandır ve bunun unutulmaması gerekmektedir. Bunu yapmasının sebebi ise
şeytanın Allah'a karşı olan ahdidir. Bilgi öğrenmek için insanların kimi filozoflara
bakar kimisi de mantığını kullanıp Allah'a, Çünkü O tarafsızdır ve hakiki bilgileri
kitabında bizlere vermiştir.