Professional Documents
Culture Documents
TERSİ VE YÜZü
Fransızca aslından
çevıı·en
TAHSİN YÜCEl.
ÇA6 DAŞ DÜNYA YAZARLAru
975-510-323-6
ISBN
® (1958) 1 O nk Ajans
Editions Gallimard Ltd. Şti. 1
Can Yayınları Ltd. Şti. (1994)
DENEMELER
Fransızca aslından
çevıren
T AHSİN YÜCEL
ALBERT CAMUS'NÜN
CAN YAYINLARI'NDAKİ
ÖBÜR KİTAPLARI
Alay 38
Evetle Hayır Arasında . . . . ......................... . ..... 51
Ruhta Ölüm .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . ....... . . . .. . . . . . . . . . 64
Yaşama Aşkı . ..................................... . ... . . . . . .. . 79
Tersive Yüzü . .. . . . . . . . ........... ........................... 87
CAMUS'NÜN YAPITLARINDA
TERSi VE YÜZÜ'NÜN YERİ
"Şu saatte, bütün ülkem bu dünya. Bu güne§
ve bu gölgeler, bu sıcak ve havanın derinliklerin
den gelen bu soğuk: her §ey gökyüzünün bütün
doluluğunu acıma duyguma doğru bo§almğı bu
pencerede yazılı olduğuna göre, ölen bir §ey var
mı, yok mu, insanlar acı çekiyorlar mı, çekmi
yorlar mı diye dü§ünmem gerekir mi? Şunu söy
leyebilirim, az sonra da söyleyeceğim: önemli
olan insanca ve basit olmak. Hayır, gerçek ol
maktır önemli olan, hepsi girer bunun içine, in
sanlık da, basitlik de. Ve ben dünya olduğum za
man değil de ne zaman daha gerçek olurum? Da
ha ben istemeden yerine getirilmi§ her §eyim.
Ölümsüzlük §Uracıkta,. bense onu umut ediyor
dum. Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca
bilinçli olmak.
Bir adam çevresine dalmı§, bir ba§kası meza
rını kazıyor: nasıl ayırmalı onları? İnsanları ve
saçmalıklarını? Ama i§te gökyüzünün gülümse
mesi. l§ık kabarıyor, yaz pek mi yakın? Ama i§te
7
sevilmesi gerekenierin gözleri ve sesi. Bütün devi
nimlerimle dünyaya, bütün acımam ve bütün
minnetimle insanlara bağlıyım. Dünyanın bu ter
siyle yüzü arasında bir seçim yapmak istemiyo
rum, seçmesini sevmem. İnsanlar açık görüşlü ve
alaycı olmamızı istemiyorlar. "Bu sizin iyi olma
dığınızı gösterir," diyorlar. Ben arada bir bağlantı
göremiyorum. Birine aktöreye ters düştüğünü
sQylediklerini duyarsam, kendine bir aktöre bul
ma gereksiniminde olduğunu aniarım bundan; b-i
rine usu küçümsediğini söylediklerini duyarsam,
kuşkularına katlanamadığını anlarım. Hile yapıl
masmı sevrnem de ondan. Büyük yüreklilik, ölü
me olduğu gibi ışığa da gözlerini kırpmadan baka
bilmektir."
Okuduğumuz parça, kış güneşinin altında bir
pencere önünde düşüncelere dalan, ama bu dü
şünceler arasında hiçbir zaman doğrultusunu §a
şırmayan, tam tersine, uslamlamasının her yeni
dönemecinde, yaşam gerçeğini biraz daha açık, bi
raz daha yalın bir biçimde kavramayı başaran bir
anlatıcı çıkarıyor karşımıza: yirmi iki yaşında,
yoksul ve ünsüz bir genç adamın, 1935-1936 yılla
rının Albert Camus'sünün yayınladığı küçük de
nemeiıin: Tersi ve Yüzü'nün anlatıcısı. Bunun
için, bu süsten uzak, kısa ve duru tümceler, Ro
land Barthes'ın "ak yazı" diye adlandırdığı şeyin
kusursuz bir örneğini sunan bu anlatım, "ışık",
"gök", "güneş", "sıcaklık", "basitlik", "açık görüş
lülük", "bilinçlilik" gibi sık sık beliren bu iziekler
karşısında şaşırınamak zor: Camus'nün son yapıt
larının da ayıncı niı:elikleri bunlar. Oysa, söyle-
8
rnek bile fazla, bir yazarın daha ilk yapıtında ken
dini bulduğu, kendini söylediği enderdir. Yolu
nun ba§ında, kendini ve yapıtını uzaklarda görür
genellikle, yazını bir ya§ama biçimi değil, ya§ama
dan öte bir §ey olarak gördüğü, yapıtının çıkı§
noktası bir deney, dü§ünce, duygu bütününden
çok, ba§kalarının yapıtları olduğundan, ba§kaları
nın sesini yeni ba§tan duyurmaya çalı§ır. Kendi
öz yapıtlarını verinceye dek belki de uzun ve çile
li bir olgunia§ma sürecinden geçmesi gerekecek
tir. Yukarıdaki küçücük örneğin de gösterdiği gi
bi, Alben Camus'nün böyle bir dönem geçirme
mݧ ender yazarlardan biri olduğu söylenebilir.
Daha ilk yapıtında kusursuzluğa erݧtİğini
söylemek istemiyorum. Hiç kimsenin etkisinde
kalmadığını da söylemek istemiyorum. Jean Gre
nier'nin, Andre Gide'in etkisinde kaldığını, her
ikisinden de çok §eyler öğrendiğini, ayrıca Malra
ux'ya, Kafka'ya, Tolstoy'a, Melville'e hayranlık
duyduğunu kendisi söyler. Ama bu etkiler, bu
hayranlıklar hiçbir zaman ayağını yerden kesme
mݧ, içinde kendi dünyasından, yani hep gözleri
nin önündeki somut dünyadan ayrı bir dünya gö
rüntüsü doğruasma yol açmamı§, kısacası, Camus
kendi kendinden hiçbir zaman uzakla§mamı§tır.
Yapıdan arasındaki sıkı bağıntı bunun sonucu
dur. İlk yapıtı Tersi ve Yıtzii'nün önemi de onun
bu özelliğinden ileri gelir. Bu kitabın 1958 baskı
sına yazdığı önsözde kendisi söyler: her sanatçı
nın ta içinde, benliğini ve dilini yapmı boyunca
besleyen tek bir kaynak vardır, onun kaynağı da
9
Tersı ve Yıizü'dür. Tersı ve Yüzii'nde beliren, yüz
ler ve görünümlerdir.
Gerçekten de, Camus'nün daha sonra yazdığı
birçok yapıtında Tersı ve Yüzü'nün, bu "yoksul
luk ve ışık evreni"nin, derin izleri görülür. Bu kü
çük kitapta dile getirilen duygu ve düşünceler,
ufak söyleyiş değişiklikleri bir yana, sonraki ki
taplarında olduğu gibi karşımıza çıkar sık sık. Bu
nu doğrulamak için, Tersı ve Yüzü ile Uyummz
Yaşama (Sisyphos Söyleni)'nın kimi parçaları ara
sında küçük bir karşılaştırma yapmak yeter. Ör
neğin, Tersı ve Yüzü'nün anlatıcısı, susar susmaz
yaşlılığını düşünen geveze bir yaşlı adamın duy
gularını belirtmek için: "Yarın her şey değişecek,
yarın," der, hemen arkasından da ekler: "Birden
bire yarının da böyle olacağını anlıyor, öbür gü
nün de, bütün öteki günlerin de. Bu çaresiz buluş
eziyor onu. İşte bu türlü düşünceler öldürür ada
mı." Aynı yapıtın bir başka denemesinde de:
"Şimdi bir adam," diye yazar. "Önemli olan da
bu değil mi? Hayır, değil: görevlerini yapmak ve
bir adam olmayı benimsernek yalnızca yaşlılığa
götürür insanı." Bu düşüncenin Uyummz Yaşa
ma'nın temel izieklerinden birini oluşturduğu bi
linir. Camus şöyle der bu yapıtın başlarında: "Ge
leceğe dayanarak yaşarız: 'yarın', 'ileride', 'iyi bir
işim olunca', 'yaşlandıkça anlarsın.' Bu tutarsız
lıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de
olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, in
san otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler.
Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda, za
mana göre yerini de belirtir. Zaman içinde yerini
lO
alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin be
lirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürper
tiyle dolması üzerine, en kötü dü§manı olarak gö
rür onu. Yarını istiyordu hep, bütün benliğinin
bundan kaçınması gerekirken, yarının gelmesini
diliyordu."
Bununla da kalmaz ko§utluk: Tersi ve Yü
zü'nde, "Evetle hayır arasında" adlı denemede
§Unları okuruz: "Ve ben, bu gece, ya§amın belirli
bir saydamlığı kaqısında hiçbir §eyin önemi kal
madığı için ki§inin ölmek isteyebilmesini anlıyo
rum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mut
suzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benim
ser, iyice yerle§ir içine. Saygı görür. Sonra, bir ak
§am, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna
rast!ar. Dostu biraz dalgın konu§ur onunla. Evine
dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dert
lerden, bilinmeyen acıdan söz edilir. Hayır. İlle
de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın
kqnu§tuğu için öldürmü§tür adam kendini." Son
ra, Uyumsuz Yaşama'da, aynı görü§, sözcük deği
§iklikleri dı§ında, hiçbir deği§ikliğe uğramadan,
yeniden çıkar kaqımıza: "İnsanın kendini öldür
mesinin birçok nedeni vardır, genel olarak en çok
göze çarpanları en etkinleri olmamı§tır. İnsanın
bir dü§ünce sonucu kendini öldürdüğü enderdir
(ama bu varsayımı da konu dı§ında bırakmamak
gerekir). Bunalımı ba§latan §eyi denetlernek he
men her zaman olanaksızdır. Gazeteler sık sık
"gizli acılardan" ya da "iyile§mez dertlerden" söz
ederler. Geçerlidir bu açıklamalar. Ama o gün
umutsuz ki§inin bir dostu kendisiyle ilgisiz bir ta-
11
vırla konu§mU§ mudur, konu§mamı§ mıdır, bunu
bilm.ek gerekir."
"Yolculuğun değerini olu§turan §ey korku
dur," diye yazar Camus Tersı ·ve Yüzrt'nde. "Yol
culuk benliğimizdeki bir tür iç 'dekor'u yıkar.
Hile yapmak, yani büro ve §antiye saatlerinin (bi
zi sert bir biçimde ayaklandıran, ama yalnızlığın
acısından da çok iyi koruyan bu saatlerin) ardına
gizlenmek olanaksızdır anık. Böylece, kahraman
larımın: "Büroda geçirdiğim saatler olmasaydı,
durumum nice olurdu?" ya da "Karım öldü, ama,
bereket versin ki, tamamlanacak bir sürü evrak
var yarına," diye konupcakları romanlar yazmak
gelir hep İçimden." Ünlü yazar, kahramanları tıp
kı böyle konu§an romanlar yazmamı§tır belki,
ama Yabancı'da olduğu gibi, Uyumsuz Yajama' da
da bu alı§kı ve bilinçsizlik ya§amını bütün keskin
liğiyle gözler önüne serıneye çalı§ını§tır: "Yatak
tan kalkı§, tramvay, dört saat büro ya da fabrik�,
yemek, tramvay, dört saat çalı§ma, yemek, uyku
ve aynı uyum içinde salı, çaqamba, peqembe, cu
ma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol.
Ancak bir gün "niçin" yükselir ve her §ey §a§kın
lık kokan bir bıkkınlık içinde ba§lar. "Ba§lar," bu
önemli. Bıkkınlık makinemsİ bir ya§amın edimle
rinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin de
vinimini ba§latır."
Alabildiğine çoğaltabileceğimiz bu benzerlik
ler kaqısında, Tersi ·ve Yüzü'nün daha sonra yazı
lacak yapıtlarda kullanılmak üzere hazırlanmı§
bir parçalar bütünü olduğu dü§ünülebilir. Ama
bu küçük deneme bunun çok üstünde, çok öte-
12
sindedir. Albert Camus, gene 1958 önsözünde,
Brice Parain'in Tersi ve Yüzii'nü yazdıklarının en
iyisi saymasının nedenini "bu beceriksiz sayfalar
da, daha sonra yazdıklarına göre, daha çok gerçek
sevi bulunması" olduğunu söyler. Hangi kitabı
söz konusu olursa olsun, Camus'nün her satırın
da sezilen sevinin gerçekliği tartı§ma konusu edi
lemez. Ama Tersı ve Yüzü'nde bu seviye ayrı bir
derinlik kazandıran bir etken fazlasıyla ağır basar:
ya§am. Bütün anlamlarıyla. Sanatçının daha son
raki yapıtlarında kaqımıza birer dü§ünce olarak
çıkacak olan birçok öğe, burada daha somut, daha
yalın, daha dolaysız bir biçimde yansıtılmı§ birer
ya§antı olarak belirir. Bir öğreti, bir dizge içinde
belirlenmez daha dü§ünceleri, ama Camus, ileride
Kendisinin uyumsuzluk konusunda Kierkegaard
için söyleyeceği gibi, daha iyisini yapar: bu dü
§Ünceleri ya§ar. Uyumsuz Ya�ama' da olsun, Ba�
kaldıran İnsan 'da olsun, Dü�üş'te olsun, bütün
ana sorunlara insan ile dünyayı kaqıla§tırarak gi
rer, sonuçlarını da bu kaqıla§tırmadan çıkarır.
Tersi ve Yüzü'nün aniatıcısı ise, bir tepede, bir
pencerede, bir mezarın ba§ında, dünya ile kar§ı
kaqıyadır hep.
Bu yapıtın bizi Camus'nün dü§üncesinin
kaynaklarına götürmesi de bundandır: yoksulluk
ve güney güne§i, çıplaklık ve aydınlık. Bu ko§ul
ların önemi Tersi ve Yüzü okunduğu zaman daha
bir açıklık kazanır, çünkü Camus kendisinden ve
çevresinden hiçbir yerde buradaki kadar açık ve
dolaysız bir biçimde söz etmemݧtir: Camus, ma
hallesi, evi, annesi, büyükannesi, yoksulluğu, son-
13
ra her şeyin üstünde parıldayan ışık; Camus, ya
şam, ölüm, sonra "dünyanın bütün ışığı"; Camus,
ıssız, duygusuz doğa, deniz, toprak, güneş. En ya
lın biçimleri altında dünyanın ve yaşamın bütün
temel öğeleri: kişiliğin ve yapıtın beslendiği kay
nak. "Camus kendinden de, kendi dünyasından
da hiçbir zaman uzaklaşmamıştır ," sözünün anla
mı şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Ama "bizim dünyamızdan, hepimizin dünya
sından," desek de olur. Öyle ya, Camus, bilinçle,
kendi kendine, en yalın, en çıplak, en canlı biçi
mine indirgemek ister dünyayı. Bunu daha ilk ya
pıtında büyük ölçüde başarır. Çıplak ve duru bir
bakışla kavramaya çalışır onu. Onun için yalnız
ca dünya ve dünyanın üstünde, aynı zamanda da
karşısında, insan vardır. Her ikisi de her türlü ge
reksiz, oyalayıcı, saptırıcı süsten sıyrılmış olarak
belirir yapıtında. Doğa ve insan karşısında, Ca
mus'nün usu gözlerin, ellerin, beş duyunun usu
olmak ister. Biz de, onu okurken, geri kalan ne
varsa; insanların, yüzyıllar boyunca, gözlerimizi
körleştirmek, usumuzu temel gerçeklerden uzak
laştırmak için, önümüze, ardımıza yığılmış fazla
lıklar olduğunu sezinleriz. Camus, daha ilk yapı
tında, bu izlenimi bir kesinliğe dönüştürmeye ça
lışır: "Bu fazlasıyla kolay çemberi kırmak gere
kir," der. "Açık görüşlülüğüm gerek bana. Evet,
her şey basit. İnsanlar karıştırıyor işleri. Masal an
latmasınlar bize. İdam mahkumu için: 'Topluma
borcunu ödeyecek,' demesinler, 'Kafası kesile
cek,' desinler. Pek önemsiz görünüyor bu. Ama
ufak bir ayrım var arada." Hiç kuşkusuz, "ufak
14
bir ayrım" sözün gelişi. Camus için ayrım büyük
tür gerçekte. Bizim içinse bu ayrım Cagms)·yü
başkalarından ayıran, kişiliğini oluşturan' ş_e yd-ir,
yapıtlarının ve tutumunun iki temel öğesinin,
"somut" ile "basit"in, "masal anlatan"ların görüş
lerine karşıtlığı, bir aktörenin özetidir. Sonucu ne
olursa olsun, Camus'nün kişileri için, bu ayrımın
günışığına çıkması bir uyanışı belirler. Uyanış da
ancak somutta gerçekleşir.
Bunun için, başkaldırmanın özü somuttur.
Camus'de, uyumsuz insan da, Tersı ve Yüzü'nün
aniatıcısı gibi, hep somuta bağlanır. Eylemin,
erincin hep zamanla, daha doğrusu "bugünle" sı
nırlandırılması, niteliğİn yerinin niceliğe verilme
si hep somuta bağlılığın sonuçlarıdır. "Basit" ise
"somut"un temel niteliklerinden biridir. Camus
TFsi ve Yüzü'nde durmamacasına döner bu konu
ya: "Basit, evet, her şey basit, deniz fenerlerinin
bir yeşil, bir kırmızı, bir ak ışıklarında, gecenin
serinliğinde, kentin ve çöplüğün bana kadar gelen
kokularında her şey basit"; "Böyle işte, ne zaman
dünyanın derin anlamını sezer gibi olduysam,
onun basitliği şaşırttı beni." Her şeyi basite indir
gemek, sorunu yüzeyselleştirmek değil, tam tersi
ne, derinleştirmektir. Tersı ve Yüzü'nden başla
mak üzere, Camus'nün bütün yapıtları tanıklık
eder buna. Kişi susar, sessizliğin basitliğine yerle
şir, evrene oradan bakar, durum işte o zaman baş
lar aydınlanmaya. "Alay" adlı denemede geveze
yaşlı adamla yaşlı kadın konuşmak, başkalarının
ilgisini çekmek, dünyanın odağı olmak isterler,
böylece dünya ile karışarak unutacak, böylece
15
ba§kalarını da, kendi kendilerini de uyutacaklar
dır. Ama Camus ba§ından beri bilir ki, uyanı§, bi
linç, açık görü§lülük, basit bir biçin:ıde dünyanın
karşısında yer almakla ba§lar: "Bu dünyaya doku
nabiliyorum, onun var olduğu yargısına varıyo
rum. Bütün bilgim burada duruyor, gerisi kurma
ca,'' diye yazar Uyumsuz Ya�ama'da. Bu bilince
varabiirnek için, yapılacak ilk §ey, alı§kıların çem
berini kırmaktır, Tersi ve Yüzü'nde bir Prag yol
culuğunun öyküsü açıklıkla ortaya koyar bunu,
Dü�ü� de, yıllardan sonra, çarpıcı bir biçimde doğ
rular. Böylece basitlik, yoksulluk bir otel odası
görüntüsünün altında, hem sanat, hem dü§ün açı
sından, ı§ıklı bir güç kazanır Camus'de. Tersı ve
Yüzü'ne değerini, çekiciliğini, kekre tadını veren
de her §eyden önce bu basitlik olsa gerek.
Bu basitliğe, bu somutluğa eri§ebilmek için,
Camus gibi bilinçli, açık görü§lü olmak gerekir
ku§kusuz. Ünlü yazar, daha ilk kitabında, hem de
sık sık, bunları en büyük değerler olarak gösterir.
Açık görü§lülük, bu "en son noktasına gelmi§ bi
lincin en son noktası," her §eyin birle§tiği yerdir.
Bilinç, yüreklilik ve mutluluk, hem de biricik
mutluluktur: "DÜyabileceğim biricik mutluluğu:
dikkatli ve dost bir bilinci içime çekiyorum," di
ye yazar ilk kitabında. Sonraki kitaplarında gü
cünden ve etkinliğinden hiçbir §ey yitirmeyecek
tir bu bilinç: "Uyumsuz Yaşama'da, dünyanın
uyumsuzluğunu bu bilinç algılayıp açıklayacak,
her §ey sarsıldıktan, yıkıldıktan, dayanılabilecek
hiçbir destek kalmadıktan sonra yalnız bu bilinç
ayakta kalacak, Ba�kaldıran İnsan'da biricik mut-
16
luluk ve umut kıvılcımlarını bu bilinç çaktıracak-
tır.
Camus'nün Yabancı 'dan Veba'ya, Uyumsuz
Ya�ama'dan Ba�kaldıran İnsan'a geçişi bir zaman
lar kimilerini şaşırtmış, düşüncesinde bir yön de
ğiştirme, bir çelişki gibi görünmüştür. Bugün ar
tık böyle bir çelişkiden söz edilmiyor. Tersı ve
Yüzü de böyle bir sanının geçersizliğine yeterince
tanıklık etmektedir. Gerçekten de, Dü�ülte nere
den geldiği aniaşılamayan bir kahkaha biçiminde
beliren, Uyumsuz Ya�ama' da kişiyi kendini öldür
me düşüncesine yönelttikten sonra, aldatmacalar
dan uzak, bilinçli bir yaşama biçimine dönüşen
umutsuzluk, nedeni ve yorumuyla birlikte, ilk
yapıtta karşımızdadır: "Bir büyüklük gerekiyor
du bana. Onu dünyanın en güzel görünümlerin
den birinin gizli umursamazlığı ile derin umut
suzluğunun karşılaştırılmasında buluyordum.
Hem yürekli, hem de bilinçli olma gücünü çıkarı
yordum bundan." Aynı biçimde, Ba�kaldıran İn
san 'da, belirsiz bir gelecek adına durmadan yine
lenen, acımasız öldürmelerin tarihi içinde ulaşı
lan, aydınlık sonucu da, oldukça belirgin çizgiler
le, ilk yapıtta bulabiliriz. Yazarın "öğle düşünce
si" diye adlandırdığı şeydir bu: her şeyi ışıklı çıp
laklığı içinde gösteren, insanın doğa ile karşıtlığı
nı, kaçınılmaz ölümü kesinleyen, ama gene de ısı
tan Akdeniz güneşinin altında doğan düşünce.
Tersı ve Yüzü'nün aniatıcısı ancak İtalya gü
neşinin altında, bu sıcak ve aydınlık umutsuzluk
ta bulur aradığını. Buna karşılık, bir başka umut
suz, Dü�ü{ün kahramanı Jean-Baptiste Clamence,
17/2
soğuk, puslu, külrengi bir ortama yerlqip acı
çekmeyi yeğler. Bunun son ucu olarak, hiçbir atı
lım yer almaz yaşamında, geçmişinı sakız gibi çiğ
neyip durmakta kalır. Aydınlık ve çıplaklıkta, bi
linçli umutsuzluk umudu yaratır. Umutsuzluktan
umuda götüren bu yaratıcı atılımı da, bir kez da
ha, Tersi ve Yüzü önceden sezdirir bize: "Yaşama
umutsuz! uğu yoksa, yaşama sevisi de yoktur."
Ama Tersı ve Yı"izü Canıus'nün yapıtlarının
kaynağı değildir yalnız, yaşamının, duygularının,
davranışlarının da kaynağıdır bir bakıma. Birçok
edimini "Tersı ve Yüzü nde sezinlennıış gerçek
'
1K
ba§aranıazsanı, hiçbir §ey ba§aramamı§ olacağını."
Tersi ve Yüzü'nü yeniden yaznıaksa, bir ananın
hayranlık verici sessizliğini, bir adamın bu sessiz
liği dengeleyen sevıyi yeniden bulma yolundaki
çabasını yeniden ya§atnıak, üzerlerine yüreğin ilk
açıldığı basit ve büyük bir iki inıgeyı yeniden bul
maktır.
İyice anla§ılıyor artık: Tersi ve Yüzü düz bir
yolun ba§langıç noktası değildir yalnız, her za
man dönülen, her zaman özlenen, her §eyi besle�
yen kaynaktır, ı§ığın fı§kırdığı noktadır.
T AHSİN YÜCEL
19
ÖNSÖZ
Bu kitapta toplanmı§ olan denemeler 1935
ve 1936 yıllarında (yirmi iki ya§ımdaydım o za
man) yazılını§, bir yıl sonra Cezayir' de, çok az
sayıda basılmı§tı. Bu baskı çoktandır bulunmaz
olmu§tU, ben de Tersi ve Yüzü'nün yeniden ba
sılması önerilerini hep geri çevirmi§tim.
inadırnın gizemli nedenleri yok. Bu yazı
larda dile getirilenterin hiçbirini yadsımıyo
rum, ama biçimleri hep acemice göründü bana.
Sanat konusunda elimde olmadan beslediğim
önyargılar (bunları ileride açıklayacağım), bun
ları yeniden bastırmayı dü§ünmemi uzun za
man engelledi. Büyük bir kuruntu bu görünü§
te, hem de öbür yazılarıının bütün gerekleri
kaqıladığını dü§ündürtecek bir §ey. Hiç de öy
le olmadığını söylemem gerekir mi? Yalnız Ter
si ve Yüzü'ndeki beceriksizlikler ötekilerden da
ha çok rahatsız ediyor beni, bilmiyor değilim.
Bunların en çok önemsediğim konuyla ilgili ol
duklarını, biraz da onları ele verdiklerini kabul
ederek değil de nasıl açıklayabilirim bunu? Ya
zınsal değeri konusu sonuca bağlandıktan son-
2ı
ra, benim için bu küçük kitabın tanıklık değeri
nin gerçekten de büyük olduğunu söyleyebili
rim. Benim için diyorum, çünkü benim önüm
de tanıklık ediyor, derinliğini ve güçlüklerini
yalnız benim bildiğim bir tanıklık istiyor ben
den. N edenini söylemeyi denemek isterdim.
Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisi
ni bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer. Brice
aldanıyor. Dürüstlüğünü bildiğim için, eski ki
§iliğini §imdiki ki§iliğine yeğ tutmak saygısızlı
ğını gösterenler kar§ısında her sanatçının kapıl
dığı kızgınlıkla söylemiyorum bunu. Hayır, al
danıyor, çünkü, deha bir yana bırakılırsa, insan
yirmi iki ya§ında yazı yazmasını pek bilmez.
Ama sanatın bilgin dü§manı ve acıma filozofu
olarak Parain'in söylemek istediğini anlıyorum.
Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımda
kinden daha çok gerçek a§k bulunduğunu söy
lemek istiyor, haksız da değil.
Her sanatçı, benliğinin ta içinde, olduğu ve
söylediği §eyi ömrü boyunca besleyen tek bir
kaynak saklar böyle. Kaynak kuruyunca, yapı
tın katıla§tığı, çatladığı görülür yava§ yava§.
Görünmez akımının sulamaz oldt!ğu, nankör
sanat topraklarıdır bunlar. Otlar seyrekle§ip
kuruyunca, saman kökleri yle kaplanan sanatçı,
susma ya da -bu da aynı kapıya çıkar- salonla
ra girip çıkma çağına gelmi§ demektir. Bana ge
lince, kaynağıının Tersı ve Yüzü'nde, içinde
uzun zaman ya§adığım, anısı beni her sanatçıyı
tehdit eden iki kaqıt tehlikeden, hınçtan ve
22
doygunluktan hala koruyan bu yoksulluk ve
ı§ık dünyasında olduğunu biliyorum.
Bir kez, yoksulluk benim için hiçbir za
man bir mutsuzluk olmadı: ı§ık zengınl iklerini
saçıyordu içine. Ba§kaldırılarım bile onunla ay
dınlanmı§tı. Hemen her zaman, hileye kaçma
dan söyleyebilirim sanıyorum, herkes için ba§
kaldırmalardı bunlar, herkesin ya§amının ı§ıkta
gel i§mesini isteyen ba§kaldırılardı. Yüreğimin
doğal olarak a§kın bu türüne yatkın olduğunu
kesinlikle söyleyemem. Ama ko§ullar yardım
etti bana. Doğal bir i lgisizliği düzeltmek için,
sefalete de, güne§e de aynı yakınlıkta bulunan
bir noktaya yerle§tirilmi§tim. Sefalet, güne§in
altında ve tarihte her §eyin iyi olduğuna inan
maını önledi; güne§ de tarihin her §ey olmadığı
nı öğretti bana. Ya§amı deği§tirmek, evet, ama
Tanrı gibi gördüğüm dünyayı deği l. Amaca eri
§eceğime güvenemeden, üzerinde güçlükle iler
Iediğim bir "cambaz ipine" arılıkla çıktım, bu
gün yapmakta olduğum zor mesleğe böyle ba§
ladım ku§kusuz. Ba§ka bir deyi§le, yadsımasız,
boyun eği§siz sanat olmadığı doğruysa, bir sa
natçı oldum.
Ne olursa olsun, çocukluğurnun üzerinde
hüküm süren güzel sıcaklık her türlü hınçtan
uzak tuttu beni. Yoksulluk i çi nde, ama aynı za
manda da bir tür ergi içinde ya§ıyordum. Tü
kenmez güçler duyuyordum içimde: yalnız
bunlara b i r uygulama noktası bulmak gereki
yordu. Bu güçlere set çeken §ey yoksulluk de-
23
ğildi: Afrika'da deniz de, güne§ de bedavadır.
Gerçek engel önyargılar ya da ahmaklıktı daha
çok. Burada, dostum ve öğretmenim Jean Gre
nier'nin haklı olarak alaya aldığı, bana çok za
rarları dokunan, yaratılı§ların da bir kaçınılmaz
alınyazısı bulunduğunu anladığım dakikaya de
ğin, bo§U bo§una düzeltmeye çalı§tığım bir 'ge
çimsizliği' geli§tirmek için bütün fırsatlar vardı
önümde. O zaman kendi gururunu kabul et
mek ve C hamfort'un dediği gibi, yaratılı§ından
dıı.ha güçlü ilkeler benimsemektense, onu kul
lanmak daha iyiydi. Ama, kendimi yokladıktan
sonra, birçok zayıflığım arasında bizde en yay
gın olan kusurun, yani 'haset'in, toplumların
ve öğretilerin bu gerçek kanserinin hiçbir za
man yer alamadığını söyleyebilirim.
Bu mutlu bağı§ıklık kendi emeğimle olma
dı. Bunu her §eyden önce ailemin neredeyse her
§eyden yoksun olan ve neredeyse hiçbir §eye
göz dikmeyen insaniarına borçluyum. Okuma
sı yazması bile olmayan bu aile, sessizliği, ağır
ba§lılığı, doğal ve yalın gururuyla, bana en yüce
dersleri verdi o zaman. Bu dersler bugün de
sürmektedir. Sonra ben de ba§ka bir §ey dü§le
meyecek ölçüde duymaya vermi§tim kendimi.
Şimdi bile, Paris'te çok zengin bir ya§amla kar
§ıla§tığım zaman, içimde uyanan uzaklık duy
gusunda bir acıma vardır. Çok adaletsizliklere
rastlanır yeryüzünde, ama bir adaletsizlik daha
\'ardır ki, hiç sözü edilmez: iklim adaletsizliği.
Ben, biIm eden, bu adaletsizi ik lerden yararLı-
nanlardan biri oldum uzun zaman. Yazımı
okuyacak a§ırı insanseverlerimizin suçlamaları
nı §imdiden i§itir gibiyim. Berikilerin mutlu
köleliği ni, ötekilerin de gücünü daha uzun za
man sürdürmek amacıyla, i§çileri zengin, burju
vaları yoksul gibi göstermek istiyormu§um.
Hayır, öyle değil. Tam tersine, yoksulluk, bü
yüdüğüm zaman kentlerimizin korkunç dı§
mahallelerinde kaqıla§tığım §U göksüz, umut
suz ya§amla birle§ince, en son ve en ba§kaldırtı
cı adaletsizlik en son noktasına gelmi§ demek
tir: gerçekten de, bu insanların sefaletin ve çir
kinliğin çifte alçaltınasından sıyrılmaları için
her §eyi yapmak gerekir. Bir i§çi mahallesinde,
yoksul doğmu§tum, gene de o soğuk dı§ mahal
lelerimizi tanıyıncaya değin, gerçek mutsuzlu
ğun ne olduğunu bilmezdim. Son noktasına
varını§ Arap sefaleti bile, göklerin farklılığı al
tında, bununla kar§ıla§tırılamaz. Ama bir kez
endüstri alanı olan dı§ mahalleleri gördükten
sonra, sanırım,· her zaman için çamura bulan
mı§ gibi bir duygu uyanır insanın içinde, onla
rın ya§amından sorumlu bulur kendini.
Ama söylediğim gene de gerçek. Bazı bazı,
aklıma bile getiremeyeceğim zenginlikler orta
sında ya§ayan insanlarla kaqıla§ıyorum. Gene
de, bu zenginliklere imrenilebileceğini anlaya
bilmek için bir çaba harcamarn gerekiyor.
Uzun zaman oluyor, sekiz gün boyunca, bu
dünyanın zenginliklerine gömülmü§ bir biçim
de ya§amı§tım: bir deniz kıyısında, açıkta uyu-
25
yorduk, karnıını meyvelerle doyuruyordum,
günlerimin yarısını ıssız bir suda geçiriyordum.
O dönemde bir gerçek öğrendim ki beni hep
rahatlığın ya da yerle§meni'n belirtilerini alayla,
sinirlilikle, bazı bazı da öfkeyle kaqılamaya yö
neltti . Şimdi yarın kaygısı duymadan, yani ay
rıcalıklı olarak ya§ıyorsam da, sahip olmasını
bilmem. Elimdekinden, yani h ep ben aramadan
bana verilmi§ olandan hiçbir §ey saklayamam.
Sanırım, savurganlıktan çok, ba§ka tür bir �im
rilikten geliyor bu: varlı k fazlalığı ba§lar ba§la
maz yok olan özgürlüğün cimrisiyim. Benim
için, lükslerin en büyüğü bile bir yoklukla bir
le§meye hiç ara vermemi§tir. Arapların ve İs
panyolların çıplak evini severim. İçinde ya§a
mayı ve çalı§mayı yeğ gördüğüm (daha da ende
ri, içinde ölmenin benim için fark etmeyeceği)
yer otel odasıdır. İçeri ya§amı denilen (çoğu za
man da iç yapının kaqıtı olan) §eye hiçbir za
man bırakamadım kendimi; burjuva mutluluğu
denilen §ey beni sıkar, tüylerimi ürpertir. Öte
yandan, bu yeteneksizliğin koltuk kabartacak
hiçbir yanı da yoktur; kötü k usurlarımın bes
lenmesine de az yardımı olmadı. Hiçbir §eye
göz dikmem, bu benim hakkımdır, ama ba§ka
larının h asetlerini de dü§ünmem her zaman, bu
da beni dü§leme bakımından, yani iyilik bakı
mından eksik bırakır. Kendi m için bir yapma
kuralı beni msemi§imdir: "ilkelerini büyük ko
nulara saklamalı insan, küçük §eylerde acıma
duygusu yeter." Ne yazık! insan özdeyi§leri
26
kendi yaratılı§ının çu kurlarını doldurmak için
benimser. Bende, sözünü ettiğim acımanın adı
daha çok ilgisizlik tir. Etkileri, kolayca anla§ıldı
ğı gibi, o denli mucizeli değildir.
Ama ben yoksulluğu n ille de haseti gerek·
tirmediğini vurgulamak istiyorum yalnız. Daha
sonra, ağır bir hastalık, içimde her §eyi deği§ti·
ren ya§ama gücünü geçici olarak elimden aldığı
zaman, görünmez sakatlıklara, bunda buldu
ğum yeni zayıflıklara kaqın, korkuyu ve cesa
ret kırıklığını tanıdırnsa da iç burukluğunu hiç
tatmadım. Bu hastalık ba§ka köstekler ekliyor
du k u§k usuz, en çetinleri de önceden bende
olanlardı. Sonunda §U yürek özgürlüğünü, in
san çıkarları kar§ ısında §U h afif uzaklığı, beni
her zaman hınçtan korumu§ olan uzaklığı des
tekliyorlardı. Paris'te ya§amaya ba§layalı beri,
bu ayrıcalığın yüce bir ayrıcalık olduğunu bili
yorum. Ama sınırsız olarak ve hiç pi§manlık
duymadan tadını çıkardım bunun, hiç değilse
bugüne değin bütün ya§amımı aydınlattı. Ör
neğin sanatçı olarak, h ayranlık içinde ya§amaya
ba§ladım, buysa, bir anlamda, yeryüzü cenneti
nin ta kendisidir. (Bugün Fransa'da, yazında ilk
adımlarını atmak, hatta yolunu tamamlamak
için, tam tersine, alaya alacak bir sanatçı seçme
nin, görenekten oldugunu biliyorum.) Aynı bi
çimde, i�san tutkularım da hiçbir zaman ' kaqı'
olmadı. Sevdiğim yaratıklar benden daha iyi,
daha büyüktü her zaman. Benim ya§adığım
yoksulluk bana hıncı öğretmedi, tam tersine,
27
belirli bir sadıklığı, bir de sessiz bağlılığı öğret
ti. Bunu unuttuğum olduysa, yalnız ben ve ku
surlarım sorumluyuz, içinde doğduğum dünya
değil.
Mesleğimi yürütü§ümde kendimden ho§
nut olmarnı da bu yılların anısı önledi. Burada,
elimden gelen bütün sadelikle, yazarların genel
likle susu§la geçi§tirdikleri §eyden söz etmek is
terdim. Ba§arılmı§ kitap ya da sayfa kaqısında
duyulduğu anla§ılan ho§nutluk bile değil söyle
mek istediğim. Bu ho§nutluğu tatmı§ sanatçılar
çok mudur, bilmem. Kendi payıma, bitmi§ bir
sayfayı yeniden okumaktan bir sevinç çıkardı
ğıını hiç sanmıyorum. Hatta, sözüme inanılaca
ğını umarak, bazı kitaplarıının çok beğenilme
sinin beni hep §a§ırttığını söyleyeceğim. Elbette
alı§ıyor insan buna, hem de oldukça yakı§ıksız
bir biçimde. Gene de, bugün bile, gerçek değer
lerini kabul ettiğim, ba§ta gelenlerinden biri de
bu kitabın yirmi yıl önce adandığı kimse1 olan
ya§ayan yazarların yanında bir çırak gibi görü
rüm kendimi. Doğal olarak yazarın da ya§amı
nı doldurmaya yeten sevinçleri vardır elbet,
bunlar için ya§ar. Ama ben bunlarla daha tasar
lama sırasında, konunun belirdiği, birdenbire
açık görü§lü oluvermi§ duyarlık önünde yapı
tın biçimlenmeye ba§ladığı saniyede, imgelemin
aniakla tam olarak kayna§tığı §U çok güzel an
lamda kaqılarım. Doğdukları gibi geçer bu an-
28
lar. Yapıtı gerçekle§tirmek kalır gerıye, yanı
uzun bir çaba.
Ba§ka bir düzlemde, bir sanatçının bo§ gu
rurdan gelen sevinçleri de vardır. Yazarlık mes
leği, hele Fransız toplumunda, büyük ölçüde
bir bo§ gurur mesleğidir. Hiç küçümseme duy
madan, fazla fazla biraz üzüntüyle söylüyorum
bunu. Bu noktada ben de ba§kalarına benze
rim; bu gülünç sakatlıktan arınmı§ olduğunu
k im söyleyebilir? Ne olursa olsun, hasete ve
alaya adanmı§ bir toplumda, b ir gün gelir ya
zarlarımı zı, dokunaklı alaylar altında bu zavallı
sevinçleriri pahasına çok pahalıya öderler. Ama
yirmi yıllık yazın ya§amımda mesleğim böyle
sev inçleri pek az getirdi bana, zaman geçtikçe
de azaldı bunlar.
Beni kitle içinde mesleğimi yürütürken ra
hat olmaktan alı koyan, bana her zaman dost
kazandırmayan bir sürü geri çevİrıneye yönel
ten §ey de
Tersı ve Yüzü'nde sezinlenen gerçeklerin
anısı değil midir? Gerçekten de, insan övmeyi
ya da saygı sunmayı bilmeyince, yalnız kendin
den ku§ku duymasına kar§ın, onu küçümsediği
sanısını uyandırır. Aynı biçimde, yazarlık mr�
leğinde karşıla§ılan §U sertlik ve gönül alıcı lık
karı§ımını gösterseydim, hatta gösterimi abart
saydım, daha çok sevgi toplardım, öyle ya, ne
de olsa oyunu oynamı§ olurdum. Ama elden ne
gelir, bu oyun beni eğlendirmiyor! Rubemp-
re'nin ya da Julien Sorel'in1 hırsı bönl üğüyle,
biraz da alçakgönüllülüğüyle sık sık §a§ırtır be
ni. Nietzsche'nin Tolstoy'un ya da Melvil le'in
hırsiarı al tüst eder beni, hem de uğradıkları ba
prısızlık nedeniyle. Yüreğimin derinl iğinde,
ancak en yoksul ya§amlar ya da aklın en büyük
serüvenleri kaqısında alçalmı§ bulurum kendi
mi. Bunların ikisi arasında, güldüren bir top
lum bulunuyor bugün.
Bazı bazı, pervasızlıkla Tüm-Paris dedikle
riyle2 kaqıla§tığım tek yer olan tiyatro 'premi
ere'lerinde, bütün salon yok olup gidecekmi§,
bu dünya, bu göründüğü biçimiyle, yokmu§ gi
bi bir duygu uyanır içimde. Ötekilerdir bana
gerçek görünen sahnede haykıran büyük çehre
ler. O zaman kaçmamak için, bu seyircilerin
her birinin de kendi kendisiyle bir randevusu
olduğunu, bunu bildiğini, az sonra da hiç ku§
kusuz bu randevuya gideceğini anımsamak ge
rekir. Hemen sonra, i§te yeniden karde§i olu
vermi§tir: toplumun ayırdıklarını yalnızl ıklar
birle§tirir. Bu bil indikten sonra, bu insanlar na
sıl pohpohlanır, gülünç ayrıcalıklar için nasıl
oyun oynanır, bütün kitapların bütün yazarla
rını kutlamaya, sizi destekleyen ele§tirmene
açık açık te§ekkür etmeye nasıl razı olunur, ra
kibi kazanmak için ne diye çaba harcanır, sonra
fransız toplumunun Pernod ve gönül yayınları
kadar bol kul l andığı bu övgüler ve bu hayran-
1 Rubcnıpn\ Hi1lzi1c'ın� J ulinı S{ıı elı.�l' �t.ıııdlul'ııı hı ı k.tlır.m).lnıdıı
'ı anı kıb.tr t.lluk<lyla .
.10
lık (yazarın önünde hiç değ ilse, çünkü, yazar
gitti mi! .. ) nasıl kabul edilir? Bunların hiçbirini
beceremiyorum, bu bir gerçek. Benliğimdeki
gücünü, enginl iğini bildiğim §U kötü gururun
da etkisi çoktur belki bunda. Ama, yalnız bu
olsaydı, bu i§te yalnız gururum rol oynasaydı,
öyle sanıyorum ki, tam tersine, yinelenen bir
rahatsızlık duyacak yerde, yüzeysel olarak öv
günün keyfini çıkarırdım. Hayır, kendi duru
mundak i insanlar gibi bende de bulunan guru
run, büyük bir gerçek payı ta§ıyan ki mi ele§ti
rilere tepki gösterdiğini duyarım her §eyden
önce. Övgü karşısında, bana çok iyi bildiğim o
katı ve nankör görünÜ§Ü veren §ey gurur değil,
(bende bir yaratılı§ sakadığı gibi olan §U derin
ilgisizlikle birlikte) o sırada içime doğan garip
bir duygu: "Bu bu değil. . . " Hayır, bu bu değil
dir, i§te bunun içinde §öhret, söylendiği gibi,
bazı bazı benimsenmesi öylesine güç bir §eydir
k i, onu yitirmek içi n ne gerek iyorsa yapmakta
bir tür kötü sevinç bulur insan. Tersine, bunca
yıldan sonra, bu baskı için Tersi ve Yüzü'nü ye
niden okuyunca, kimi sayfalar kaqısında, hem
de acemiliklere kar§ın, bunun bu olduğunu iç
güdüyle biliyorum. }3u, yani bu ya§lı kadın, ses
siz bir ana, yoksulluk, İtalya'nın zeytin ağaçla
rının üzerindeki ı§ık , yalnız ve kalabalık a§k,
benim için gerçeğe tanıklık eden ne varsa hepsi.
Bu sayfaların yazıldığı zamandan beri, ya§
landım, çok §eyler görüp geçirdim. Sınırlarımı,
sonra hemen hemen bütün zayıflıklarımı tanı-
31
yarak kendi hakkımda bilgi edindim. Yaratık
lar hakkında o denli bilgi edinemedim, çünkü
benim merakım tepkilerden çok yazgılarına
yönelir, yazgılar da çok yinelenir. Hiç değilse
var olduklarını ve bencilliğin, kendini yadsıya
masa bile, açık görü§lü olmaya çalı§ması gerek
tiğini öğrendim. İnsanın kendinden haz alması
olanaksızdır. Bu alandaki büyük yetenekierime
kar§ın bun u biliyorum. Yalnızlık varsa -benim
bilmediğim bir §ey bu- bir cennet dü§ler gibi
dü§leyebilir insan onu. Herkes gibi ben de dü§
lerim bazı bazı. Ama iki sakin melek, onun e§i
ğinden hiçbir zaman geçirmediler beni ; biri
dostun yüzünü gösterir, öbürü dü§manın sura
tını. Evet, bütün bunları biliyorum, a§kın neye
patladığını da öğrendim ya da a§ağı yukarı.
Ama ya§amın kendisi hakkında, Tersi ve Yü
zü'nde acemice söylenenden daha fazlasını bil
mıyorum.
Bu sayfalarda, biraz da tumturaklılığa kaça
rak, "Ya§ama umutsuzluğu yoksa, ya§ama a§kı
da yoktur," diye yazmı§tım. O sırada ne denli
doğru söylediğimi bilmiyordum; gerçek umut
suzluk zamanlarından geçmemi§tim daha. Bu
zamanlar geldi ve bende ölçüsüz ya§ama iste
ğinden her §eyi yıkabildi. Tersi ve Yüzü'nün en
karanlık sayfalar ında bile parıldayan bu hem
verimli, hem yıkıcı tutkunun acısını hala çeke
rim. Ya§amımızın ancak birkaç saatini gerçek
ten ya§ıyoruz, derler. Bir bakıma doğrudur bu,
bır bakıma da yanlı§. Çünkü bu kitaptaki dene-
32
melerde duyulacak olan doymaz co§kunluk be
ni hiç bırakmamı§tır ve bu CO§ku, uzun sözün
kısası en kötü ve en iyi yanıyla ya§amdır. Hiç
ku§kusuz bende yarattığı en kötüyü düzeltmek
istedim. Herkes gibi ben de, elimden geldiğin
ce, yaratılı§ımı ahlak yoluyla düzeltmeye çalı§
tım. Yazık ki bana en pahalıya mal olan bu ol
du. Güç zoruyla, (güç de bende vardır) bazı ba
zı ahlaka göre davranınayı ba§arabilir insan, ol
mayı ·değil. Bir tutku adamı olunca da ahlaklı
dü§lemek, tam adaletten söz edildiği sırada,
kendini adaletsizliğe adamaktır. İnsan bana yü
rüyen bir adaletsizlik gibi görünür bazı bazı:
kendimi dü§ünürüm. Bu anda içimde yazdığım
da aldandığım ya da yalan söylediğim gibi bir
duygu varsa, adaletsizliğimi dürüst olarak nasıl
ortaya kayacağıını bilemediğim içimdir. Hiç
ku§kusuz, adaletli olduğumu hiçbir zaman söy
lemedim. Öyle olmaya çalı§mak gerektiğini, bir
de bunun bir güçlük ve bir mutsuzluk olduğu
nu söylediğim oldu yalnız. Ama fark o kadar
büyük mü? Ve adaleti kendi ya§amında bile
egemen kılamayan ki§i adaletten dem vurabilir
mi? Hiç değilse onura, bu adaletsizlerin erdemi
ne göre ya§anabilseydi! Ama dünyamız bu söz
cüğü 'müstehcen' sayıyor; aristokrat da yazın
ve felsefe küfürleri arasında yer alıyor. Ben aris
tokrat değilim, yanıtım bu kitabın içinde: i§te
ailemin insanları, ustalarım, çocuklarım; i§te
onlar yoluyla beni herkesle birle§tiren §ey. Ge-
34
yor... Yalnız, olduğum ile söylediğim arasında
denge kurulduğu gün, i§te belki o gün, -yazma
yı güç göze alabiliyorum- dü§lediğim yapıtı ku
rabilirim. Burada söylemek istediğim, bu yapı
tın §U ya da bu biçimde Tersi ve Yüzü'ne benze
yeceği ve a§kın belirli bir biçiminden söz edece
ğidir. Bu gençlik denemelerini §imdiye kadar
kendime saklamanın ikinci nedeni anla§ılıyor
§imdi. Bizim için en değerli olan gizleri becerik
sizlik ve düzensizlik içinde, gereğinden de fazla
açığa vururuz, fazla yapay bir kılık altında da
ele veririz onları. Seslerini duyurtınaya hiç ara
vermeden, onlara bir biçim vermeden ustala§
mayı, hemen hemen e§it dozlarda doğal ile sa
nat birle§tirmesini bilmeyi, kısacası 'olmayı'
beklemek daha iyidir. Çünkü aynı zamanda
her §eyi yapabilmek, olmaktır. Sanatta, ya her
§ey bir arada gelir, ya da hiçbir §ey gelmez;
alevsiz I§ık yoktur. Stendhal bir gün, "Ama be
nim ruhum alevlenmedi mi acı çeken bir ate§
tir," diye haykırmı§tı. Bu noktada ona benze
yenler yalnız bu tUtu§ma içinde yaratmalıydı.
Alevin tepesinden haykırı§ dimdik çıkar, söz
cükle rini yaratır, onlar da kendisini yansıtırlar.
Burada hepimizin, sanatçı olduklarından ku§ku
duyan, ama ba§ka §ey olmadıklarından ku§ku
ları bulunmayan sanatçıların, en sonunda ya§a
maya razı olmak için, gün gün üstüne bekledi
ğimiz §eyden söz ediyorum.
Öyleyse bu bekleyi§, belki de bo§una olan
bekleyi§ söz konusu olduğuna göre bugün bu
35
yayımı kabul etmek neden? Bir kez, okurlar
beni inandıran kanıtı buldukları için 1 Sonra
da, bir sanatçının ya§amında yerini saptaması,
sonra burada tutunmak üzere kendi merkezine
yakla§ması gerekecek bir zaman eninde sonun
da gelir. Bu gün benim durumum da bu i§te,
daha fazlasını söylememe gerek yok. Bir dil
kurmak, söylenenleri ya§atmak uğrunda bunca
çabaya k ar§ın, günün birinde Tersı ve Yüzü'nü
yeniden yazmayı ba§aramazsam, hiçbir §eye
ula§mamı§ olacağım, i§te benim bulanık inan
cım. Ne olursa olsun, bunu ba§aracağımı dü§le
meme, bu yapıtın odağına bir ananın hayranlık
verici sessizliğini, bir adamın da bu sessizliği
dengeleyen bir adalet ya da bir a§kı yeniden
bulmak için çabasını koyacağımı kurmama hiç
bir §ey engel değil. ݧte, ya§amın dü§ünde, ger
çeklerini bulan, sonra yitiren adam, ölüm top
rağı üzerinde, sava§lar, çığlıklar, adalet ve a§k
çılgınlığı, kısacası acının içinden, ölümün bile
mutlu bir sessizlik olduğu bu sakin yurda geri
dönmek üzere. Sonra i§te. .. Evet, hiçbir §ey en
gel değil dü§lememe, ayrılık zamanında bile,
öyle ya, hiç değilse bunu biliyorum, iyice bili
yorum ki, bir insan yapıtı, üzerlerine yüreğin
ilk olarak açıldığı, basit ve büyük iki üç . imgeyi
yeniden bulmak için sanatın dönemeçleri ara
sından bu uzun yol alı§tan ba§ka hiçbir §ey de
ğil. ݧte belki de bunun için, yirmi yıllık çalı§-
'B�Hl: "Bu kırAp mı.sıl oka var. ama az 5ayıJa, kitap�ıları:a pahalı <;atılıyor Ne·
Jcn Lllltı okuına hakkı y.llnı7 zeng•n okurb.rın ulsun?" Gerçekren de. neden?
36
madan, verımden sonra, yapıtırnın daha ba§la
madığı dü§Üncesiyle ya§amayı sürdürüyorum.
Bu yeni basım nedeniyle, yazdığım bu ilk satır
Iara döner dönmez, her §eyden önce burada bu
nu belirtmek isteğini duydum.
17
ALAY
İki yıl oluyor, ya§lı bir kadın tanımı§tım.
Bir hastalık geçiriyordu, bu hastalıktan öleceği
ni sanmı§tı. Tüm sağ yanına inme inmi§ti. Yal
nız bir yarısı bu dünyadaydı, öbür yarısı §imdi
den yabancıydı kendine. Kımıl kımıl, geveze
bir ihtiyarcıkken, sessizliğe, kımıltısızlığa göm
mü§lerdi onu. Uzun günler boyunca yalnızdı,
okuması yazması yoktu, pek bir duyarlığı. da
yoktu, bütün ya§amı Tanrıya yöneliyordu. Ina
nıyordu ona. Bunun kanıtı da bir tespihi, kur
§Undan bir İsa heykelciği, bir de mermer çamu
rundan bir çocuğu ta§ ıyan bir ermi§ Joseph
heykelciği bulunmasıydı. H astalığının iyilq
mez olduğundan ku§ku duyuyordu, ama öylesi
ne kötü sevdiği Tanrıya güvenerek, kendisiyle
ilgilensinler diye iyilqmez olduğunu söylüyor
du.
O gün, biri kendisiyle ilgileniyordu. Genç
bir adamdı bu. (Genç adam bir gerçek bulundu
ğuna inanıyor, öte yandan bu kadının yakında
öleceğini biliyordu, bu çeli§kiyi çözmeye aldır
dığı yoktu.) Ya§lı kadının derdine gerçek bir il-
38
gi duymu§tU. Kadın da iyice sezmi§ti bunu. Bu
ilgi umulmadık bir §ölendi hasta için. Acılarını
co§kunlukla anlatıyordu: sıfırı tüketmi§ti artık,
gençlere de yer açmak gerekirdi hem. Sıkılıyor
muydu? Hiç ku§kusuz. Konu§muyorlardı ken
disiyle. Kö§ede kalmı§tı, bir köpek gibi. Ölmek
daha iyiydi. Öyle ya, birine yük olmaktansa,
ölmeyi yeğ tutardı.
Sesi kavgacı olmu§tU. Bir pazar yeri sesi,
bir pazarlık sesiydi. Gene de, bu genç adam an
lıyordu. Ancak ölmektense birine yük olmanın
daha iyi olduğu dü§üncesindeydi. Ama bu, bir
tek §eyi kanıtlıyordu: herhalde §imdiye değin
hiç kimseye yük olmadığını. Ya§lı kadına da,
tespihi gördükten sonra: "Tanrı kalıyor size,''
diy0rdu. Doğruydu. Ama bu konuda bile canı
nı sıkıyorlardı. Uzun zaman duaya dalarsa, ba
kı§ı duvar kaplamasının bir nakı§ında silinirse,
"ݧte gene dua ediyor!" diyordu kızı. "Sana ne
zararı var bunun?" diyordu hasta. "Hiçbir zara
rı yok, ama sinirime dokunuyor." İhtiyar da
serzeni§ yüklü, uzun bir bakı§la kızına bakarak
susuyordu.
Genç adam �a§ gibi yüreğine oturan, bilin
medik, uçsuz bucaksız bir acıyla dinliyordu bü
tün bunları. Ya§lı kadın gene ko§uyordu: "O da
görecek ya§lanınca. Onun da gereksinimi ola
cak buna!''
Bu ya§lı kadının Tanrıdan ba§ka her §ey
den sıyrıldığı, bütünüyle bu son hastalığa bıra
kıldığı, zorunluluk sonucu erdemli olduğu,
39
kendisine kalan §eyin a§ka değer biricik varlık
olduğuna kolayca inandığı, sonra, bir daha dön
memesiye, Tanrıya adanmı§ insanın dü§künlü
ğüne gömüldüğü seziliyordu. Ama ya§am umu
du yeniden doğmayagörsün, İnsanoğlunun çı
karları kar§ısında Tanrının bir ağırlığı yoktur.
Sofraya oturulmu§tu. Genç adam ak§am
yemeğine çağrılmı§tı. Ya§lı kadın yemek yemi
yordu, ak§amları yemekler ağır oluyordu çün
kü. Kö§esinde, kendini dinlemݧ olanın ardında
kalmı§tı.. Gözedendiğini sezinlediği için, genç
adam rahat yiyemiyordu yemeğini. Bu arada,
yemek bitmek üzereydi. Bu birlikteliği uzat
mak için, sinemaya gidilmesi kararla§tırıldı.
Tam da eğlenceli bir film gösteriliyordu. Genç
adam, arkasında var olmayı sürdüren varlığı hiç
aklına getirmeden, dü§üncesizce kabul etmݧtİ.
Sofradakiler, sokağa çıkmadan önce gidip
ellerini yıkamak için kalkmı§lardı. Ya§lı kadı
nın da gelmesi söz konusu değildi elbette. Kö
türüm olmasa bile, bilgisizliği filmi anlamasını
engellerdi. Sinemayı sevmediğini söylüyordu.
Gerçekte anlamıyordu. Öte yandan, kö§esin
deydi, tespihinin tanelerine bo§ ama büyük bir
ilgi duyuyordu. Tümüyle ona güveniyordu.
Sakladığı üç nesne, onun için, Tanrısalın ba§la
dığı maddesel noktayı belirtiyordu. Tespihten,
İsa ve errnݧ Joseph heykelciklerinden ba§laya
rak, onların ardında, büyük ve derin bir karan
lık açılıyordu, bütün umudunu bu karanlığa
bağlamı§tı.
40
Herkes hazırdı. Kendisini öpmek ve iyi bir
gece dilemek için ya§lı kadına yakla§ılıyordu.
Şimdiden anlamı§tı, tespihini vargücüyle sıkı
yordu. Ama bu davranı§ın CO§ku kadar umut
suzluktan da olabileceği iyice görülüyordu. Öp
mü§lerdi kendisini. Yalnız genç adam kalmı§tı.
O da kadının elini sevgiyle sıkmı§tı, §imdiden
arkasını dönüyordu. Ama öteki, kendisiyle ilgi
lenmi§ olanın gittiğini görüyordu. Yalnız kal
mak istemiyordu. Yalnızlığının deh§etini, uza
yan uykusuzluğu, Tanrı ile o umut kırıcı ba§
ba§alığı duyuyordu §imdiden. Korkuyordu,
yalnız insana güveniyordu artık, kendisine ilgi
gösteren biricik varlığa bağlanarak elini bırak
mıyor, sıkıyor, bu ısrarı doğrulamak için bece
riksizce tqekkür ediyordu. Genç adamın rahatı
kaçmı§tı. Ötekiler, biraz çabuk olmasını söyle
mek için geriye dönüyorlardı §imdiden. Sinema
dokuzda ba§lıyordu, gi§ede beklememek için
biraz erken varmak daha iyi olurdu.
O, §imdiye dek kar§ıla§tığı mutsuzlukların
en korkuncu önünde duruyordu: sinemaya git
mek için bırakılan kötürüm bir ya§lı kadının
mutsuzluğu önünde. Gitmek, sıvı§mak istiyor
du, bilmek istemiyordu, elini çekmeye çalı§ı
yordu. Bir saniye süresince, bu ya§lı kadına
vah§i bir kin duydu, onu §ak diye tokatlamak
geldi içinden.
En sonunda çekilip gidebildi, bu arada has
ta, koltuğunda yarı yarı doğrulmu§, deh§etle,
dayanabiieceği biricik kesinliğin silindiğini gö-
41
rüyordu. Kendisini koruyan hiçbir §ey yoktu.
Tümüyle ölümünün dü§üncesine bırakılmı§tı,
kendisini ürpertenin ne olduğunu tam olarak
bilmiyordu, ama yalnız kalmak istemediğini se
ziyordu. Tanrı, insanları elinden almaktan,
kendisini yalnız bırakmaktan ba§ka hiçbir i§ine
yaramıyordu. İnsanları bırakmak istemiyordu.
ݧte bunun için ağlamaya ba§ladı.
Ötekiler sokağa çıkmı§tı bile. Yapı§kan bir
pi§manlık içini kemiriyordu genç adamın. Göz
lerini aydınlık pencereye, sessiz evin iri ve ölü
gözüne doğru kaldırdı. Göz ka pan dı. Y a§lı has
tanın kızı genç adama: "Yalnız oldu mu hep ı§ı
ğı söndürür. Karanlıkta kalmayı sever,'' dedi.
42
yor, bırakılınadan önce her §eyi söylemek iste
diği için de yalnız dinleyicilerini etkileyeceğini
sandığı yanlarını alıkoyuyordu geçmi§inin. Bi
ricik kusuruydu kendin'i dinletmek: bakı§ların
alayını, üzerine yağdırılan alaylı kabalığı gör
meye yana§mıyordu. Kendisi deneyimi önem
ta§ıyan, saygı gören bir ata olduğunu sanırken,
onlar için, zamanında her §eyin yolunda gittiği
bilinen bir ya§lı adamdan ba§ka bir §ey değildi.
Gençler deneyimin bir bozgun olduğunu, biraz
bilgi edinmek için her §eyi yitirmek gerektiğini
bilmezler . Kendisi acı çekmi§ti. Bu konuda h iç
bir §ey söylemiyordu. Mutlu görünmek daha
iyidir. Hem sonra, bunda yanılıyorsa, onları
mutsuzluklarıyla etkilemek istemekle daha ağır
bir biçimde aldanırdı. Siz bütün varlığınızla ya
§amla ilgilenirken, bir ya§lı adamın acılarının
ne önemi vardır? Konu§uyor, konu§uyor, bo
ğuk sesinin donukluğuna gömülüyordu hazla.
Ama böyle süremezdi. Hazzı bir sonuca var
mak gerektiğini söylüyordu, dinleyicilerinin
dikkatiyse azalıyordu. Eğlendirici bile değildi
artık; ihtiyardı. Ve gençler de her günün buda
laca çalı§masına benzemeyen bilardoyu, iskam
biJi severlerdi.
Öyküsünü daha çekici kılmak için çabalar
harcadı, yalanlar söylediyse de çok geçmeden
yalnız kaldı. Gençler, saygıya maygıya kulak
asmamı§, gitmi§lerdi. Gene yalnızdı. Dinlen
mez olmak: insan ya§landı mı korkunç olan
budur. Onu sessizliğe ve yalnızlığa mahkum
43
ediyorlardı. Pek yakında öleceğini çıtlatıyorlar
dı ona. Ölümü yakla§mı§ bir ya§lı adam da ya
rarsızdır, hatta rahatsız edicidir, aldatıcıdır. De
folup gitsin. Yoksa, sussun: saygılı olmanın en
küçük ko§uludur bu. Oysa o, susamadığı, su
sunca ya§lı olduğunu dü§Ünmeden edemediği
için acı çekiyor. Gene de kalktı, çevresindeki
bütün insanlara gülümseyerek gitti. Ama yal
nızca ilgisiz ya da payla§ma hakkını ta§ımadığı
bir nqeyle canlanmı§ yüzlerle kaqıla§tı. Bir
adam gülüyordu: "Karı ya§lı olmasına ya§lı,
ama en iyi çorbaların eski tencerelerde pi§irildi
ğini de biliriz . " Bir ba§kası daha ciddiydi: "Biz
zengin insanlar değiliz, ama iyi yeriz. Şu toru
numu görüyor musun, babasından daha çok
yer. Babasına yarım kilo ekmek yeter, onu bir
kilodan a§ağısı kurtarmaz! Sonra gelsin sucuk,
gelsin peynir. Bazı bazı, bitirince, "I h, ı h!" ya
par, sonra gene yer." Ya§lı adam uzakla§tı. Ağır
adımlarıyla, çalı§kan bir e§eğin ufak adımlarıy
la, ınsan dolu, uzun kaldırımlar boyunca dola§
tı. Rahatsız buluyordu kendini, gene de dön
mek istemiyordu. Genellikle, masayı ve petrol
lambasını, içlerinde parmaklarının yerlerini
kendiliklerinden buld ukları tabakları yeniden
görmeyi oldukça severdi. Sessiz ak§am yemeği
ni, kaqısında oturan, beyni bo§, gözleri duruk
ve ölü, lokmalarını uzun uzun çiğneyen koca
karıyı da severdi. Yemek getirilmi§ ve soğu
mu§, kocakarı yatmı§ olacaktı, kaygılanmaya
caktı da öyle ya, beklenmedik gecikmelerini bi-
44
!irdi. "Ba§ında kavak yelleri esiyar gene," derdi
ve her §ey söylenmi§ olurdu.
Adımlarının yumu§ak inadıyla gidiyordu
§imdi. Yalnız ve ya§lıydı. Bir ya§amın sonunda,
ya§lılık bulantılada gelir. Her §ey artık dinieni 1-
mez olmakla son bulur. Yürüyor, bir sokağın
kö§esini dönüyor, ayağı sürçüyor, dü§üyor ne
redeyse. Onu gördüm. Gülünç, ama ne yapsın.
Ne olursa olsun, sokağı seviyor, evinde, ate§ten
kocakarıyı göremediği, odasında yalnız kaldığı
o saatleri ya§amaktansa, sokağı yeğ tutuyor. O
sıralarda bazı bazı, kapı usulca açılır, bir an ara
lık kalır. Bir adam girer. Açık renk giyinmi§tir.
Ya§lı adamın kaqısına oturur ve uzun dakika
lar boyunca susar. Kımıltısızdır, az önce arala
nan kapı gibi. Arada sırada, elini saçlarının üze
rinde dola§tırır, usul usul içini çeker. O deği§
mez, kederden ağırla§mı§ bakı§la ya§lı adama
uzun uzun baktıktan sonra, sessizce gider. Ar
kasından, kuru bir gürültü dü§er mandaldan,
ya§lı öyle kalakalır, deh§et içinde, karnında acı
ve sızılı korkusu. Oysa sokakta yalnız değil,
kaqıla§tıkları ne kadar az olursa olsun. Atqi
türküsünü söyler. Ufak adımları sıkla§ır: yarın
her §ey deği§ecek, yarın. Birdenbire anlar ki ya
rın da böyle olacaktır, öbür gün de, bütün öte
ki günler de. Bu çaresiz bulu§ ezer onu. ݧte
böyle dü§ünce öldürür insanı. Bunlara katlana
madığından öldürür insan kendini ya da, genç
se, türnceler yapar bunlarla.
45
Ya§lı, deli, sarho§, belli mi olur. Sonu pnlı
bir son olacak, hıçkırıklı, hayranlık verici. Gü
zel ölecek, yani acı çekerek. Bir avuntu olacak
bu ona. Hem nereye gidebilir ki: bir daha dü
zelrnernesiye ya§lanrnı§. İnsanlar her §eyi ileri
deki ya§lılık üzerine kurarlar. Düzelrnezlerle
kuptılrnı§ bu ya§lılığa kendilerini savunrnasız
bırakan avareliği verrnek isterler. Küçük bir
kö§ke çekilrnek için ırgatba§ı olmak isterler.
Ama bir kez ya§lılığa gömüldüler mi anlarlar
bunun yanlı§ olduğun u. Korunmak için ba§ka
insanlara gereksinimleri vardır. Ona gelince,
yaprnına inanabitmesi için kendisini dinlernele
ri gerekirdi. Şimdi, sokaklar daha karanlık, da
ha insansızdı. Sesler geçiyordu hala. Akprnın
garip yatı§rnası içinde, daha bir tantanalı olu
yorlardı. Kenti çevreleyen tepelerin ardında,
hala günün panltıları vardı. Ağaçlık tepelerin
ardında, nereden geldi bilinmez, kocaman bir
durnan belirdi. Ağır ağır yükseldi, bir akçarn gi
bi kat kat oldu. Ya§lı adam gözlerini yurndu.
Kentin hornurtularını, gökyüzünün bön ve ilgi
siz gülümsemesini alıp götüren yapın kaqısın
da, yalnız, yıkık, çıplaktı, ölüydü §imdiden.
46
vak yelleri esiyor gene," diye dü§ünüyordu.
Her §ey söylenmi§ti.
Be§i bir arada ya§ıyorlardı: nine, küçük oğ
lu, büyük kızı, bir de büyük kızının iki çocu
ğu. Oğul neredeyse dilsizdi; kızın da bir sakatlı
ğı vardı, güçlükle dü§ünürdü, iki çocuktan biri
§imdiden bir sigorta §irketinde çalı§ıyordu,
onun küçüğü de okuyordu. Yetmi§ ya§ında, ni
ne hala bütün bu topluluğu egemenliği altında
tutmaktaydı. Yatağının üst yanında bir portresi
vardı, bu portrede, be§ ya§ daha genç, boynu
bir madalyonla kapanmı§ bir kara giysi içinde
dimdik, kırı§ı ksız, uçsuz bucaksız, açık renk ve
soğuk gözleriyle, ancak ya§landıkça el çektiği,
bazı bazı sokakta yeniden bulmaya çalı§tığı gü
zel ve soylu bir havası vardı.
Torunu, hala yüzünü kızartan bir anıyı bu
açık renk gözlere borçluydu. Gözlerini sert sert
üzerine dikerek: " Kimi seviyorsun, anneni mi,
nineni mi?" diye sormak için evde beklerdi ya§
lı kadın. Kızı da orada oldu mu, oyun kızı§ırdı.
Çünkü, her iki durumda da, çocuk, yüreğinde
bu her zaman susan anneye kaqı bir a§k CO§ku
suyla: "Ninemi , " diye kar§ılık verirdi. Ya da
konuklar bu yeğlemeye §a§tılar mı, annesi:
"Onu o büyüttü de ondan," derdi.
Bunun bir nedeni de ya§lı kadının sevgiyi
hak gibi istenen bir §ey sanmasıydı. İyi aile ana
sı bilincinden bir tür katılık, ho§görü süzlük çı
karırdı. Kocasını hiç aldatmamı§ ve ona dokuz
çocuk vermi§ti. Onun ölümünden sonra, kü-
47
çük ailesine tükenmez bir güçle bakmı§tı. Kent
dı§ındaki çiftliklerinden ayrılmı§, çoktandır
oturmakta oldukları yoksul bir eski mahalleye
d ܧm ü§lerdi.
Bu kadının üstün nitelikleri de yok değildi
ku§kusuz. Ama daha kesin yargılar çağında bu
lunan torunları için, bir oyuncudan ba§ka bir
§ey değildi. Eni§telerinden de bunun gibi an
lamlı bir öykü dinlemi§lerdi. Adam, kaynanası
nı görmeye gelince, pencerede bo§ bo§ oturdu
ğunu görmü§tÜ. Ama kadın elinde bir paçav
rayla kaqılamı§tı onu, ev i§leri pek az zaman
bıraktığından, i§ini sürdüreceğinden dolayı
özür dilemi§ti. Ne yalan söylemeli, her §eyde
böyleydi. Bir aile tartı§masından sonra büyük
bir kolaylıkla bayılıverirdi. Bir de bir karaciğer
rahatsızlığından gelen, çetin kusmaları vardı.
Bunu uygun bir biçimde yapmak için hiçbir ça
ba göstermezdi. Bir yere çekilip de kusmak
§öyle dursun, mudağın çöp tenekesine gürül
tüyle kusardı. Yüzü solgun, gözleri çabalamak
tan gözya§larıyla dolmu§ bir durumda çocukla
rının arasına döndüğü zaman, yatması için yal
varılacak olursa, hazırlayacağı yemekleri, evin
yönetiminde tuttuğu yeri anımsatırdı: "Burada
her §eyi yapan benim. " Ya da: "Ben ölünce ha
lin iz ne olacak?"
Çocuklar kusmalarına, kendi deyimiyle
'nöbet'lerine, yakınmalarına aldırmamaya ba§
ladılar. Bir gün yatağa girdi ve hekim istedi.
Gönlü ho§ olsun diye bir hekim getirildi. Birin
ci gün, hekim basit bir rahatsızlıktan söz etti,
48
ikinci gün de ağır bir sarılıktan. Ama iki çocu
ğun en küçüğü bunda yeni bir güldürüden, da
ha ince bir numaradan ba§ka bir §ey görme
mekle inat ediyordu. Kaygılandığı yoktu. Faz
lasıyla baskı yapmı§tı bu kadın üzerinde, ilk gö
rü§leri kötümser olamazdı. Açık görü§lülükte,
sevmeyi yadsımada bir tür umutsuz cesaret var
dır. Ama hastalık oyunu oynandı mı gerçekten
duyulabilir bu: nine ölüme kadar götürdü öy
künmeyi. Son gün, çocuklarının önünde, bar
saklarındaki gazları çıkarıyordu. Torununa, ya
lın bir dille: "G örüyor musun, küçük bir do
muz gibi yelleniyorum," dedi. Bir saat sonra da
öldü.
Torunu, iyice seziyordu §İmdi, hiçbir §ey
anlamamı§tı bu ݧten. Ön ünde bu kadının
oyunlarının sonuncusu ve en canavarcası oy
nandığı dü§üncesini bir türlü atamıyordu için
den. Duyduğu acıyı anlamak için kendini yok
layınca da hiçbir §ey bulamıyordu içinde. Yal
nız cenaze günü, gözya§larının genel patlayı§ı
yüzünden, ağladı, ama İçten olmamak ve ölü
nün kar§ısında yalan söylemek korkusu içinde.
Pırıl pırıl, güzel bir kı§ günüydü. Göğün mavi
sinde, pul pul sarıya batmı§ soğuk seziliyordu.
Mezarlık kentin yukarısındaydı, güzel, saydam
güne§İn, ı§ıktan bir dudak gibi titreyen körfeze
dü§tüğü görülebiliyordu.
so
EVETLE HAYlR ARASINDA
Asıl cennetierin yalnız yi tirilmݧ cennetler
olduğu doğruysa, bugün içimden çıkmayan §U
ho§ ve insan dı§ı §eyi nasıl adlandırmalıyım, bil
miyorum. Bir göçmen yurduna döner. Bense,
anımsamıyoru_m. Alay, katıla§ma, her §ey susu
yor, ݧte yurduma dönmü§tüm. Durmamacası
na mutluluğu dü§ünmek istemiyc::ı_rum. Böylesi
çok daha basit, çok daha kolay. Oyle ya, unu
tU§Un ta dibinden kendime doğru çektiğim bu
saatlerden, arı bir co§kunluğun, sonsuzluğa asıl
mı§ bir dakikanın el değmemi§ anısı kalmı§ her
§eyden önce. Bende gerçek olan yalnızca bu,
bense bunu hep ݧ ݧten geçtikten sonra anlıyo
rum. Bir devinimin bükülü§ü görünümde bir
ağacın uygunluğunu seviyoruz. Ve bütün bu a§
kı yeniden yaratmak için, tek, ama yeterli bir
ayrıntı var elimizde: fazlasıyla uzun zaman ka
palı kalmı§ bir oda kokusu, yolda garip bir
ayak sesi. Benim için de böyle. O zaman kendi
mi vererek seviyorsam, yalnız a§k bizi kendi
mize getirdiğine göre en sonunda kendi ken
dimdim.
51
Bu saatler geri dönüyor, ağır, durgun, sert,
gene öylesine güçlü, öylesine duygulandırıcı,
çünkü ak§am §imdi , hüzünlü bir saat, ı§ıksız
gökte de belirsi z bi r arzuya benzer bir §ey var.
Yeniden bulunan her devinim bana beni göste
riyor. Bir gün bana: "Ya§amak öylesine güç ki , "
demi§lerdi. Söyleni§i de aklımda. Bir ba§ka kez
de biri : " En kötü yanlı§ acı çektirtmektir," diye
mırıldanmı§tı. Her §ey bitti mi, ya§am susuzlu
ğu sönmü§tür. Bu mudur mutluluk dedikleı;i?
Bu anılar boyunca ilerlerken her §eye aynı ses
siz giysiyi giydiririz, ölüm de renkleri soluk bir
tuval gibi görünür. Kendi kendimi ze döneriz.
Sıkıntımızı d�yarız, böyle daha çok ho§lanırız
kendimizden. Evet, mutluluk belki de budur,
acımalı mutsuzluk duygumuzdur.
53
ler ve kapıdan kapıya ko§an çocukların gürül
tüleri vardı. Ama, her §eyden önce, büyük incir
ağaçları arasında, gök vardı. Yoksul! ukta bir
yal nızlık vardır, ama her nesneye değerini ve
ren bir yalnızlık. Zenginl iğin belirli bir nokta
sında, gökyüzü de, yıldızlad a dolu gece de do
ğal varlıklar gibi görünür. Ama basamakların
dibinde, gök bütün anlamını yeniden kazanır:
paha biçilmez bir Tanrı armağanı. Yaz geceleri,
içlerinde yıldızlar hı§ırdayan gizlemler! Çocu
ğun ardında, pis pis kokan bir koridor vardı,
patlamı§ küçük iskemi esi de altında biraz çö
kerdi. Ama gözleri yukarıda, dudakları değe de
ğe geceyi içerdi. Bazı bazı bir tramvay geçerdi,
kocaman, hızlı. Sonra bir sarho§ bir §arkı söy
lerdi, gene de bulandıramazdı sessizl iği.
Çocuğun annesi de sessiz sessiz oturuyor
du. Kimi durumlarda, bir soru sorariardı kendi
sine: "Ne dü§ünüyorsun?" " Hiç," diye kaqılık
verirdi. Bu da doğruydu. Her §ey ortada, öyley
se hiç. Ya§amı, çıkarları, çocukları burada, orta
da, duyulamayacak kadar doğal bir varlıkla or
tada olmakla yetinirlerdi. S akat bir kadındı,
güçlükl e dü§ünürdü. Her §eyi bir alıngan hay
van onuruna feda eden, sert, dediği dedik bir
annesi vardı, kızının zayıf aklını uzun zaman
egemenl iği altında tutmU§tU. Kızı evlenip kur
tulmu§, kocası ölünce tıpı§ tıpı§ geri dönmܧtÜ.
Kocası, beylik bir deyimle, onur alanında öl
m ܧtÜ. Uygun bir yerde, yaldızlı bir çerçeve
içinde, sava§ ni§anıyla askerlik madalyası görü-
54
lebilir. Hastane dul kadına gövdesinde bulun
mu§ bir küçük obüs parçasını da yollamı§. Dul
kadın da saklamı§ bunu. Çoktandır keder duy
maz oldu artık. Kocasını unuttu, ama çocukla
rının babasından hala söz eder. Çocuklarını ye
ti§tirmek için çalı§ır, parasını da annesine verir.
Annesi bir kırbaçla yeti§tirir çocukları. Fazla
sert vurdu mu kız: " Ba§ına vurma," der. Öyle
ya, çocuklarıdır bunlar onun, onları çok sever.
Hiçbir zaman gözlerine çarpmamı§, deği§mez
bir a§kla sever onları. Bazı bazı, oğlunun anım
sadığı §U ak§amlarda, ezip bitirici i§inden (evler
de temizlik yapar) döndüğü zaman, evi bo§ bu
lur. Y a§lı kadın alı§veri§tedir, çocuklar daha
okulda. B ir iskemieye yığılır, sonra, gözleri du
manlı, parkenin bir çizgisini §a§kın §a§kın ko
valarken yitip gider. Çevresinde, gece yoğunla
§ır, bu karanlıkta bu sessizliğin çaresiz bir sı
kıntısı vardır. Çocuk bu sırada içeri girerse, bu
omuzları kemikli, zayıf gölgeyi görür ve durur:
korkar. Çok §eyler duymaya ba§lar. Kendi var
lığının bile pek farkına varmamı§tır. Ama bu
hayvansı sessizlik önünde ağlamak zor gelir.
Annesine acır, bu onu sevmek midir? Annesi
hiç ok§amamı§tır onu, öyle ya, beceremez ki.
Uzun dakikalar boyunca öyle durup annesine
bakar. Yabancılığını duydukça acısının bilinci
ne varır. Kadın i§itmez onun geldiğini, sağırdır
çünkü. Az sonra, ya§lı kadın dönecek, hayat
yeniden doğacaktır: petrol lambasının yuvarlak
ı§ığı, mu§amba, çığlıklar, kaba sözcükler. Ama
55
§imdi, bir duru§ zamanını belirtir bu sessizlik,
ölçüsüz bir an belirtir. Bunu bulanık biçimde
duyumsayınca, çocuk içindeki co§kuya bakarak
annesine a§k duyduğunu sanır. Duyması da ge
rekir hem, ne de olsa annesidir.
Kadın hiçbir §ey dü§ünmez. Dı§arıda ı§ık,
gürültüler; burada karanlık, bir de sessizlik.
Çocuk büyüyecek, öğrenecek. Kendisini büyü
tüyorlar, acıdan esirgiyorlarmı§ gibi minnet is
teyecekler. Annesinin hep böyle susmaları ola
cak. O acı içinde geli§ecek. Adam olmak,
önemli olan bu. Ninesi ölecek, sonra, annesi,
kendisi.
Annesi yerinden sıçradı. Korktu. Ona böy
le bakarken budalaca bir görünÜ§Ü var çocu
ğun. Gidip ödevlerini yapsın. Çocuk ödevlerini
yaptı. Şimdi pis bir kahvede. Şimdi bir adam.
Önemli olan da bu değil mi? Yok, inanmamalı
buna, öyle ya, ödevlerini yapmak ve bir adam
.
olmayı kabul etmek, yalnızca ya§lı olmaya gö
türür insanı.
Arap kö§esinde, hep öyle çömelmi§, ayak
larını ellerinin arasında tutuyor. Taraçalardan
bir kavrulmu§ kahve kokusu yükseliyor, genç
seslerle canlanmı§ gevezeliklerle birlikte. Bir rö
morkörden kalın ve ho§ bir ses gelmekte hala.
Dünya her gün olduğu gibi burada bitiyor, bü
tün o ölçüsüz sıkıntılarından hiçbir §ey kalma
mı§ §imdi, §U barı§ vaadinden ba§ka. Bu garip
ananın ilgisizliği! Yalnız bu dünyanın uçsuz bu
caksız sessizliği var onunla kar§ıla§tırabilece-
')6
ğim. Bir ak§am, oğlunu -büyümü§tÜ artık- ya
nına çağırmı§lardı. Bir korku beyninde tehlike
li bir sarsıntı yapmı§tı. Gününü bitirince balko
na oturmak alı§kanlığındaydı. Bir iskemle alır,
ağzını balkonun soğuk ve tuzlu demirine da
yardı. İnsanların geçi§ini izlerdi. Arkasında, ge
ce yava§ yava§ kümelenirdi. Önünde, dükkan
lar birdenbire aydınlanıverirlerdi. Sokaklar ka
labalıkla, ı§ıklarla kabarırdı. Amaçsız bir izle
me içinde kendini yitirirdi burada. Sözü geçen
ak§am, arkasından bir adam çıkagelmi§, onu sü
rüklemi§, çok kaba davranmı§, gürültü duyun
ca da kaçmı§tı. O hiçbir §ey görmemi§ti, bayıl
mı§tı sonra. Oğlu geldiği zaman yatıyordu. Oğ
lu, hekimin sözü üzerine geceyi yanında geçir
meye karar verdi. Yatağa, onun yanına, onun
çaqaflarının üstüne uzandı . Mevsim yazdı. Faz
lasıyla sıcak odada yeni ya§anmı§ olayın korku
su sürükleniyç>rdu. Adımlar hı§ırdıyor, kapılar
gıcırdıyordu. Ağır havada, hastayı serinietmek
için kullanılan sirkenin kokusu uçuyordu. Ka
dın çabalıyor, inliyor, bazı bazı birdenbire sıç
rıyordu. O zaman oğlunu kısa uyuklamalardan
sıyırıyor, oğlu, ter içinde, teli§ içinde, fırlayıve
riyordu uykudan - sonra, üzerinde üç kez yi
nelenen gece lambasının alevinin oynadığı saati
ne baktıktan sonra, ağır bir biçimde yeniden
gömülüyordu uykuya. O gece ne kadar yalnız
olduklarını sonradan duydu yalnız. Herkese
kaqı yalnız. İkisinin de ciğerlerine ate§i çektik
leri saatte, 'ötekiler' uyuyorlardı. Bu eski evde,
57
her §ey oyuk gibi görünüyordu o sırada. Gece
yarısı tramvayları uzakla§ırken, bize insanlar
dan gelen bütün umudu, kentin gürültülerinin
verdiği bütün kesinlikleri kurutuyorlardı. Ev
hala geçi§leriyle çınlıyor, yava§ yava§ her §ey
sönüyordu. Büyük bir sessizlik bahçesinden
ba§ka hiçbir §ey kalmamı§tı artık, içinde hasta
nın korkak inittileri büyüyordu bazı bazı. O
hiç böyle her §eyden kopmU§ bulmamı§tı ken
dini. Dünya erimi§ti, ya§amın her gün yeniden
ba§ladığı yanılsaması da erimi§ti onunla birlik
te. Öğrenimler, hırslar, lokanta seçmeler, gözde
renkler, hiçbir §ey, h içbir §ey yoktu artık. Has
talıktan, içine gömüldüğünü duyduğu ölümden
ba§ka hiçbir §ey... Gene de, dünyanın çöktüğü
saatte, o ya§ıyordu. Hatta en sonunda uyumu§
tu da. Ama ikili bir yalnızlığın umut kırıcı ve
içli görüntüsünü de birlikte götürmܧtÜ. Daha
sonra, çok sonra, ter ve sirke karı§ımı bu koku
yu, kendisini anasına bağlayan bağları duyum
sadığı bu dakikayı anımsayacaktı. Yüreğinin
uçsuz bucaksız acıma duygusuydu sanki, çevre
sine yayılmı§, bedensel o!mu§tu, aldatmacaya
dü§mek kaygısı duymadan, kendini ver vere
yazgısı, insanı içiendiren yoksul bir ya§lı kadı
nın rolünü oynuyordu.
S8
si çınlıyor üzerinde. Körfezde ı§ ıklar ilediyor
- mendireğe dönen balıkçı kayıkları herhalde.
Yerimden gördüğüm gökyüzü üçgeni günün
bulutlarından sıyrıldı . Yıldıza batmı§, duru bir
soluk altında titriyor, çevremde de gecenin ho§
kanatları çırpınıyor ağır ağır. İçinde kendi ken
dim olmaktan çıktığım bu gece nereye kadar gi
decek? Basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği
var. V e ben bu gece, ya§ amın belirli bir say
damlığı kaqısında artık hiçbir §eyin önemi bu
lunmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyo
rum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne
mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını
benimser, iyice yerle§ir içine. Saygı görür. Son
ra, bir ak§am, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir
dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konU§ Ur
onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür.
Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz
edilir . H ayır ille de bir neden gerekirse, dostu
kendisiyle dalgın konu§tuğu için öldürmܧtÜr
adam kendini. Böyle i§te, dünyanın derin anla
mını duyar gibi olduğum h er seferde, onun ba
sitliği p §ırttı hep beni. Annem, bu gece ve ga
rip ilgisizliği. Ba§ka bir kez, kent dı§ında bir ev
de oturuyordum, bir köpek, bir çift kedi ve üç
kara yavrusuyla yalnızdım. Di§i kedi yavruları
nı besleyemiyordu. Birer birer, bütün yavrular
ölüyorlardı. Odalarını pislikle dolduruyorlardı.
Her ak§am dönünce, birini iyiden iyiye katıla§
mı§, ağzının uçları dı§arı kıvrılmı§ bir durumda
buluyordum. Bir ak§am sonuncuyu buldum,
59
anası yarı yarıya yemi§ti onu. Şimdiden koku
yordu. Ölü kokusu siclik kokusuna karı§ıyor
du. O zaman bütün bu dü§künlüğün ortasına
oturdum, ellerim pisliğin içinde, bu çürüme ko
kusunu içime çeke çeke, uzun zaman, bir kö§e
de kımıltısız duran kedinin ye§il gözlerinde
parlayan bunak aleve baktım. Evet. Bu ak§am
da böyle. Yokluğun belirli bir noktasında, hiç-·
bir §ey hiçbir §eye götürmez olur, ne umut, ne
de umutsuzluk köklü görünür, bütün ya§am
bir görüntüde özetlenir. Ama ne diye durmalı
bunun üzerinde? Basit, evet, her §ey basit, de
niz fenerlerinin bir ye§il, bir kırmızı, bir ak
ı§ıklarında, gecenin serinliği nde, kentin ve kü
mesin bana kadar gelen ko k ularında, her §ey
basit. Bu gece, bana doğru gelen §ey, bir çocuk
luğun görüntüsüyse, ondan alabileceğim a§k ve
yoksulluk dersine nasıl kucak açmam? Bu saat
evetle hayır arasında bir aralık, bir duraklama
gibi olduğuna göre, ya§ama umudu ya da yap
ma tiksintisini ba§ka saatiere bırakıyorum.
Evet, yitirilmi§ cennetierin saydamlığını ve ba
sitliğini toplamalı yalnız: bir görüntüde topla
malı. Geçenlerde bir oğul, eski bir mahallede
bir eve, annesini görmeye böyle gitti i§te. Kaqı
kaqıya oturdular, sessizlik içinde. Ama bakı§la
rı kaqıla§ıyor:
"E, anne.
- E, i§te.
- Sıkılıyor musun? Çok konu§muyor mu-
yum?
60
- Hiçbir zaman çok konu§mazdın ki.
Dudaksız, güzel bir gülümseme eriyor yü
zünde. Doğru, hiç konu§mamı§tır onunla. Ama
ne gereği var aslında? Susunca, durum aydınla
nır. O onun oğludur, o da onun annesi. Annesi
ona: "Biliyorsun, " diyebilir.
Annesi sedirin dibine ottirmu§, ayakları
birle§mi§, elleri de dizlerinin üzerinde birle§·
mi§. O ıskemiesinin üzerinde, pek bakmıyor
annesine, durmadan sigara içiyor. Bir sessizlik.
"Bu kadar içmesen iyi olur.
� ll
- Dogru.
Mahallenin bütün kokusu geliyor pencere
den. Kom§u kahvenin akordeonu, ak§am sıkla
§an gidi§-geli§, ufak ekmekler içinde yenilen §i§
kebaplarının kokusu, sokakta ağlayan bir ço
cuk. Anne kalkıp bir örgü alıyor eline. Par
makları uyu§uk, mafsal iltihabından biçimleri
bozulmu§. Hızlı öremiyor, aynı ilmeğe üç kez
ba§tan ba§lıyor ya da bütün bir sırayı boğuk bir
hı§ırtıyla söküyor.
" Ufak bir hırka bu ördüğüm. Ak bir ya
kayla giyeceğim. Bir bu, bir de kara mantom,
bu mevsim kı lığı düzdüm demektir."
l§ığı yakmak için kalktı.
"Erkenden karanlık basıyor artık. "
Doğru. Yaz değildi artık, güz de değildi.
Tatlı gökte, kırlangıçlar hala bağırıyorlardı.
"Yakında gene gelecek misin?
- Ama daha gitmedim k i. Neden açıyor
sun bunun sözünü?
61
- Söz olsun diye söyledim.
Bir tramvay geçiyor. Bir otomobil.
"Gerçekten babama benziyor muyum?
- Ya, tam babanın burnundan dü§ıTİܧSÜn.
Elbette, onu tanımadın. Öldüğü zaman altı ay
lıktın. Ama küçük bir bıyığın olsaydı! "
Pek de canı istediği için söz etmedi babasın
dan. Ne bir anısı var, ne CO§kunluğu. Ba§ka bir
çokları gibi bir adamdı ku§kusuz. Öte yandan,
pek CO§kulu gitmi§ti. Marne' da, kafatası parça
lanmı§tı. Bir hafta boyunca gözleri görememi§,
can çeki§mi§ti: bucağının ölüler anıtında adı
vardır.
"Aslına bakarsan, böylesi daha iyi oldu, di
yor kadın. Ya kör denecekti, ya deli. O zaman,
za vallıcık.. .
- Doğru."
Hep böylesinin daha iyi olduğu kesinliği,
dünyanın bütün saçma basitliğinin bu odaya sı
ğındığı duygusu değil de ne tutuyor onu bu
odada?
"Gene geleceksin, değil mi? diyor kadın.
Biliyorum, i§in var, ama arada sırada. . . "
Ama bu saatte neredeyim ben? Ve bu ıssız
kahveyle geçmi§in bu odasını nasıl ayırmalı bir
birinden. Ya§ıyor muyum, yoksa anımsıyor
muyum, bilmiyorum artık . Deniz fenerlerinin
ı§ıkları hep yanıyor. Önüme dikilen Ar�p da
kahveyi kapayacağını söylüyor. Çıkmalı. Oyle
sine tehlikeli olan bu yoku§U inmek istemiyo
rum artık. Körfeze ve ı§ıklarına son bir kez da-
62
ha baktığım gerçek, o zaman bana doğru yükse
len §eyin daha güzel günlerin u mudu değil, her
§ey ve kendi kendim kar§ısında durgun ve ilkel
bir ilgisizlik olduğu da gerçek. Ama bu fazlasıy
la yumu§ak, fazlasıyla kolay eğriyi kırmalı.
Sonra açık görü§lülüğe gereksinimim var. Evet,
her §ey basit. İnsanlar karı§tırıyor i§leri. Masal
anlatmasınlar bize. Ölüm mahkfımu hakkı nda:
"Toplum a borcunu ödeyecek," desinler bize,
"Kafası kesilecek, " desinler. Hiç önemi yokmu§
gibi görünüyor. A ma ufak bir fark var arada.
Hem sonra, yazgılarının gözlerinin içine bak
mayı yeğ tutan insanlar da vardır.
61
RUHTA ÖLÜM
Prag'a ak§amın altısında geldim. E§yalarımı
hemen emanetçiye götürdüm. Bir otel aramak
için iki saatim vardı daha. Kollarımda iki valizi
rnin ağırlığını artık duymadığım için tuhaf b ir
özgürlük duygusuyla kabardığımı duyuyor
dum. Gardan çıktı m, bahçeler boyunca yürü
düm, birdenbire, bu saatte kalabalıkla kayna
yan Wenceslas Caddesinin ortasında buldum
kendimi. Çevremde, o zamana kadar ya§amı§
bir milyon yaratık vardı, ya§amalarından hiçbir
§ey belirmemi§ti benim için. Y a§ıyorlardı. Bil
dik ülkeden milyonlarca kilometre uzaktay
dım. Di llerini anlamıyo rdum. Hepsi de hızlı
yürüyordu. Beni geçince, hepsi de kopuyordu
benden. Nerede bulunduğumu bilemez oldum.
Param azdı. Altı gün geçinebilecek kadar b ir
§ey. Ama, bu sürenin sonunda, gelip bulacak
lardı beni. Gene de bu konuda da bir kaygı gir
di içime. Bunun için, ucuz bir otel aramaya ba§
ladım. Yeni kentteydim, gözlerime görünen
her §ey ı§ıklarla, gülü§lerle, kadı nlarla parlıyor
du. Daha hızlı yürüdüm. Aceleci g ıdi§i mde bir-
64
§eyler bir kaçı§ı andırıyordu §imdiden. Sekize
doğru, yorgun argın, eski kente geldim. Bura
da, görünü§ü alçakgönüllü, giri§i küçük bir otel
beni çekti. Giriyorum. Fi§imi doldurup anahta
rımı alıyorum. Odam 34 numara, üçüncü kat
ta. Kapıyı açınca pek lüks bir odada buluyorum
kendimi. Fiyat levhasını arıyorum: dü§ündüğü
mün iki katı. Para sorunu çetrefille§iyor. An
cak yoksulca ya§ayabilirim bu büyük .kentte.
Az önce bulanık olan kaygı belirleniyor. Hu
zurum kaçını§. Bir oyukluk, bir bo§luk duyu
yorum kendimde. Gene de bir anlık bir açık
görü§lülük: haklı ya da haksız olarak, para so
runlarına kar§ı sonsuz bir ilgisizlik gösterdiği
mi söylemi§lerdir. Bu saçma ku§kunun i§i ne
burada? Ama, §imdiden, dü§ünce yolunu tut
mu§ bile. Bir§eyler yemek, gene yürümek ve
ucuz tokantayı aramak gerek. Her yemeğimde
on kurondan fazla harcamamalıyım. Gördü
ğüm bütün tokantalar içinde, en ucuz lokanta,
aynı zamanda insanı en az çekeni. Gelip gelip
geçiyorum. İçeridekiler davranı§ımdan ku§ku
lanmaya ba§lıyorlar en sonunda: girınek gerek.
Özemili fresklerle süslü, oldukça lo§ bir yer bu
rası. Mü§teriler oldukça karı§ık. Birkaç sokak
kadını bir kö§ede sigara tüttürüyor, ciddi ciddi
de konu§uyorlar. Adamlar yemek yiyor, çokla-'
rı ya§sız ve renksiz. Garson, kirli smokinli bir
insan azmanı, kocaman, anlatımsız ba§ıyla bana
doğru ilerliyor. Benim için anla§ılmaz olan lis
tenın üzerinden bir yemeği gelı§ıgüzel i§aret
65/5
ediyorum çabucak. Ama bu bir açıklama gerek
tiriyor anla§ılan. Garson Çekçe soru soruyor
bana. Ben de yarım yamalak Almancamla kaqı
lık veriyorum. Almanca bilmiyor. Sinirleniyo
rum. O, kadınlardan birini çağırıyor, kadın da
beylik bir pozla, sol eli kalçasında, sağ elinde si
gara, dudaktannda ıslak bir· gülümsemeyle iler
liyor. Masama oturuyor, kendi Almancam ka
dar kötü bulduğum bir Alınaneayla soru soru
yor bana. Her §ey aydınlanıyor. Garson bana
günün yemeğini öv mek istiyormu§. Pek kulak
astığım yok nasıl olsa, günün yemeğini kabul
ediyorum. Kadın benimle konu§uyor, ama an
lamıyorum artık. Elbette, anlarmı§ havamla
evet diyorum. Ama burada değilim. Her §ey si
nirime dokunuyor, bir zayıflık, bir gev§eklik
çökmü§ üzerime, karnım da aç değil. İçimde
hep o sızılı batına var, karnımda bir sıkı§ıklık.
Yarım duble ikram ediyorum, nasıl davranmak
gerektiğini bilirim çünkü. Günün yemeği geli
yor, yiyorum: etle irmik karı§ımı bır yemek,
akıl almaz derecede kimyon katmı§lar içine,
mide bulandırıcı bir §ey olmu§. Ama ben ba§ka
§ey dü§ünüyorum, hiçbir §ey dü§ünmüyorum
daha doğrusu, gözlerim kaqımdaki kadının
yağlı ve güleç dudaklarına dikili. Davet mi edi
yorum sanıyor? Şimdiden yanımda, sokulduR
ça sokuluyor. Kendiliğinden bir devinimim
durduruyor onu. (Çirkin. Sık sık dü§ündüm:
Bu kadın güzel olsaydı, bundan sonra olacak
lardan kurtulacaktım.) Burada, bu gülmeye ha-
66
zır ınsanlar arasında hastalanmaktan korkuyor
dum. Otel odamda, parasız, isteksiz, kendi ken
dime ve zavallı dü§üncelerime indirgenmݧ bir
durumda yalnız kalmaktan daha da çok korku
yordum. Bugün bile, huzursuzlukla sorarım
kendi kendime: o sıradaki hantal ve ödlek yara
tık nasıl doğabilmi§tİr benden? Gittim. Eski
kentte yürüdüm, ama kendimle daha fazla kaqı
kar§ıya kalamayacaktım, otelime kadar ko§
tum, yattım, uykuyu bekledim, o da neredeyse
hemen sonra geliverdi.
Sıkılmadığım bir ülke, bana hiçbir §ey öğ
retmeyen bir ülkedir. Böyle tümcelerle kendi
mi güçlendirmeye çalı§ıyordum. Ama bundan
sonraki günleri nasıl anlatmalı? Lokantama
döndüm. Sabah ak§am, mideınİ bulandıran o
berbat, kimyonlu yiyeceği sineye çektim. Bu
yüzden, içimde sürekli bir kusma isteğiyle do
la§tım bütün gün. Ama beslenmek gerektiğini
bildiğimden, bu İsteğime boyun eğmedim. Öte
yandan, yeni bir lokanta denemek için çekecek
lerimin kar§ısında bu neydi ki? Burada "bilini
yordum" hiç değilse. Konu§muyorlarsa da gü
lümsüyorlardı burada bana. Öte yandan, buna
l ım gittikçe ağır basmaya başlıyordu. Beynim
deki bu ince batına fazla çekiyordu dikkatimi.
Günlerimi düzenlemeye, içlerine dayanak nok
taları serpi§tirmeye karar verdim. Elden geldi
ğince uzun zaman yatakta kalıyordum, günle
rim de o derecede kısalmı§ oluyordu. Yıkanıp
tıra§ oluyor, kenti yöntemli olarak inceliyor-
67
dum. Bir yurt bulmaya çalı§arak tantanalı ba
rak kiliselerde dalıp gidiyordum, ama kendi
kendimle bu aldatıcı ba§ ba§alıktan daha umut
suz, daha bo§ çıkıyordum . Kaynayarak dalgala
nan barajlada kesilmݧ Ultava boyunca dola§ı
yordum. Issız, sessiz, uçsuz bucaksız Hradschin
Mahallesinde sonu gelmez saatler geçiriyor
dum. Katedralinin ve saraylarının gölgesinde,
güne§İn batmaya yüz tuttuğu saatte, sokakları
yalnız adımiarım çınlatıyordu. Bunu fark ettim
mi korku gene yakama yapı§ıyordu. Ak§am ye
meğini erkenden yiyor, sekiz buçukta yatıyor
dum. Günq beni benden koparıyordu. Kilise
lerde, saraylarda, müzelerde, bunalımımı bütün
sanat yapıtlarında yumu§atmaya çalı§ıyordum.
Beylik numara: ba§kaldırımı hüzne indirgerne
ye çalı§ıyordum. Ama bo§una. Dı§arı çıkar ç�k
maz, bir yabancıydım. Gene de bir kez, kentin
bir ucunda barok bir manastırda, havanın tatlı
lığı, ağır ağır, hüzünle çalan çanlar, emektar ku
leden ayrılan güvercin salkımları, sonra bir de
,atların ve hiçliğin kokusunu andırır bir§eyler,
gözya§larıyla dolu bir sessizlik yarattı içimde,
beni kurtulu§Un e§İğİne kadar getiren bir sessiz
lik. Ak§am dönünce, a§ağıdaki satırları bir so
lukta yazıverdim, olduğu gibi geçiriyorum on
ları buraya, çünkü tumturaklılığında bile o za
man duyduğum §eyin karı§ıklığını buluyorum:
"Ve bundan ba§ka ne yarar sağlamak İsteyebili
riz yolculuktan? ݧte takıp takı§tırdığım her §e
yi atmı§ım üzerimden. Yazıdarını okumasını
68
bilmediğim kent, bildik, alı§ılmı§ hiçbir §eyin
takılınadığı garip harfler, ne konu§ulacak bir
dost, ne sıkıntıını giderecek bir eğlence. İyice
biliyorum: hiçbir §ey beni, yabancı bir kentiri
gürültüleri gelen bu odadan çıkarıp da bir yu·
vanın ya da sevilen bir yerin daha güzel ı§ığına
götürmez. Seslensem, bağırsam mı? Yabancı
yüzlerdir belirecek olan. Kiliseler, altınlar ve
buhur, hepsi de; hepsi de, her nesnenin değerini
iç sıkıntıının verdiği, günlük bir ya§ama atıyor
beni. Ve i§te alı§kanlıkların perdesi, devinimie
rin ve sözlerin yüreği uyu§turan, rahat örgüsü,
ağır ağır açılıyor, kaygının solgun yüzünü gös
teriyor en sonunda. [nsan kendi kendisiyle kar
§ı kaqıyadır artık: hadi mutlu olsun da göre
lim! Gene de yolculuk bu yanıyla aydınlam in
sanı. insanla nesneler arasında büyük bir uy
gunsuzluk doğar. Sağlamlığı azalan bu yüreğe,
dünyanın müziği daha kolay girer. Sonra bu
büyük yoklukta, en ufak bir yalnız ağaç görürr
tülerin en tatlısı, en çabuk silineni olur. Sanat
yapıtları ve kadın gülümsemeleri, topraklarına
dikilmi§ insan ırkları ve yüzyıl ların özetlendiği
anıtlar, yolculuğun olu§turduğu içlendirici ve
duyarlı bir görünümdür bu. Sonra gün sonun
da, bir kez daha, içimde ruhun açlığı gibi bir §e
yin oyulduğu bu otel odası." Ama bütün bunla
rın uyumak için uydurduğum masallar olduğu
nu söylememe gerek var mı? Şimdi söyleyebili
rim, Prag'dan bende kalan §ey, ayaküstü yenil
rnek üzere bütün sokak kö§elerinde satılan, ben
69
e§ikten geçer geçmez o ek§i ve keskin kokusu iç
sıkıntıını uyandırıp beslerneye ba§layan bir sir
keli hıyar kokusu. Bir bu, bir de bir akardean
havası. Pencerelerimin altında, tek kollu bir
kör, çalgısının üzerine oturup onu bir kıçıyla
tutar, sağlam eliyle de çalardı. Hep aynı çocuk
su ve tatlı hava sabah beni uyandırır, birdenbi
re beni içinde çırpındığım dekorsuz gerçeğin
içine yerlqtirirdi.
Bir de Ultava'nın kıyılarında birdenbire
duruverdiğimi, benliğimin ta içine yansıyan ko
kuya ya da bu havaya kapılarak alçak sesle: "Ne
demek bu? Ne demek bu? " diye söylendiğiınİ
anımsıyorum. Ama daha son noktaya gelme
mi§tim ku§kusuz. Dördüncü gün, sabah saat
ona doğru çıkmaya hazırlanıyordum. Bir önce
ki gün bulamadığım bir Yahudi mezarlığını
görmek istiyordum. Bir kom§U odanın kapısı
vuruldu. Bir anlık bir sessizlikten sonra yeni
den vuruldu kapı.-Bu kez uzun uzun. Ama bo
§Una vuruluyordu anla§ılan. Ağır adımlarla biri
merciivenden a§ağı indi. Kafam bombo§tU, dik
kat bile etmeden, bir aydır kul landığım bir tıra§
kreminin tarifesini okuyarak biraz zaman ge
çirdim. Hava ağırdı. Eski Prag'ın kuleleri ve
kubbeleri üzerine bakır rengi bir aydınlık ini
yordu kapalı gökten. Gazete satıcıları her sa
bahki gibi Narodnı Politika diye bağırıyorlardı.
Üzerime çöken uyu§ukluktan güçlükle sıyrıl
dım. Ama çıkacağım sırada, bizim katın garso
nuyla kaqıla§tım, elinde anahtarlar vardı. Dur-
70
dum. Yeniden çaldı kapıyı, ·. zun uzun. Açma
ya çalı§tı. Olmadı. Kapı iÇeriden sürgülenmi§
olmalıydı. Yeni vuru§lar. Bo§ bir ses veriyordu
oda, bu da öylesine hüzün vericiydi ki, solu
ğum kesildi, yürüyüp gittim, hiçbir §ey sormak
gelmedi içimden. Ama Prag sokaklarında sızılı
bir önsezi yakarnı bırakmıyordu. Kat garsonu
nun bön suratını, garip bir biçimde kıvrılmı§
boyalı pabuçlarını, ceketinde bir düğmenin ek
sikliğini nasıl unutabilirim? En sonunda yemek
yedim, ama gittikçe artan bir tiksintiyle. Saat
ikiye doğru, otele döndüm.
Halde, otelin adamları fısılda§ıyorlardı.
Beklediğimle daha çabuk kaqıla§mak için katla
rı hızla çıktım. Öyleydi. Odanın kapısı yarı
açıktı, bu yüzden ancak maviye boyanmı§ bir
büyük duvar görülüyordu. Ama yukarıda sözü
nü ettiğim don uk ı§ık bu perdeye yatağın üzeri
ne uzanmı§ bir ölünün gölgesiyle cesedin önün
de nöbet tutan bir polisin gölgesini yansıyordu.
İki gölge bir dik açı yaparak kesi§iyordu. Bu
ı§ık altüst etti beni. Gerçek bir ı§ıktı, gerçek bir
ya§am ı§ığı, ya§amın öğle sonunun ı§ığıydı, in
sanın ya§amakta olduğunu anlamasını sağlayan
bir ı§ıktı . O ölmü§tÜ. Odasında yalnız. Bunun
bir intihar olmadığını biliyordum. Çabucak
adama döndüm, yatağıma attım kendimi. Bir
çok insan gibi bir insan, gölgeye bakı lırsa ufak
ve §i§man. Ve arelde ya§am sürmܧt Ü, garson
onun kapısını çalınayı dü§ününceye değin. Hiç
bir §eyden ku§kulanmadan gel mi§ti buraya ve
71
yalnız ölmü§tÜ. Ben, o sırada, tıra§ kreıninin
reklamını okuyordum. Bütün öğle sonunu ko
lay kolay anlatamayacağım bir durum içinde
geçirdim. Kafam bo§, yüreğim görülmedik bir
biçimde daralmı§ bir durumda, uzanmı§tım.
Tırnaklarımı kesiyordum. Parkenin çizgilerini
sayıyordum. "Bine kadar sayabilirsem ... " Eliide
ya da altmı§ta, çozülü§ ba§lıyordu. Daha öteye
gidemiyordum. Dı§arının gürültülerinin hiçbi
rini i§itmiyordum. Ama bir kez, koridorda, kı
sık bir ses, bir kadın sesi: " Öyle iyiydi k i," di
yordu Almanca. O zaman kentimi, Akdeniz
kıyısını, ye§il ı§ık içinde çok ho§, genç ve güzel
kadınlarla dolu, çok sevdiğim yaz gecelerini dü
§ündüm umutsuzca. Günlerden beri tek sözcük
çıkmamı§tı ağzımdan, tutulmu§ haykın§larla,
ayaklanmalada patlıyordu yüreğim. Bana kuca
ğını açan biri olsaydı, çocukl ar gibi ağlayabilir
dim. Ak§ama doğru, yorgunluktan bitmi§ bir
durumda, k apının sürgüsüne bakıyordum çıl
gın gibi, kafam bombo§tu, akordeonla çalınan
bir . halk havasını yineleyip duruyordum. Bu sı
rada, daha öteye gidemezdim. Ne ülke, ne
kent, ne oda, ne de ad vardı artık, çılgınlık mı,
yoksa fetih mi, alçalı§ mı, yoksa esin mi, en so
nunda bilecek mi, yoksa tükenecek miydim?
Kapı vuruldu, dostlarım içeri girdiler. Çok yıp
ranmı§ olsam bile kurtulmu§tum. " Sizi gördü
ğüme sevindim," dediğimi sanıyorum. Ama h i ç
ku§kum yok k i , açılmaların burada kaldığı, on
lar için bıraktıkları adam olarak kaldım.
72
Prag'dan kısa bir süre sonra ayrıldım. Son
radan gördüklerimle de ilgilendim elbet. Baut
zen'in küçük, gotik mezarlığında ıtır çiçekleri
nin gözler kama§tıran kırmızısı ve mavi sabah
dikkatimi çekebiliyordu. Silezya'nın o uzun,
ta§ yürekli ve nankör ovalarından söz edebilir
dim. Gün doğarken geçtim o ovalardan. Sisli ve
kirli sa bahta, yapı§ kan toprakların üzerinden
ağır ağı r bir ku§ sürüsü geçiyordu. Yumu§ak ve
ağırba§lı Moravya'yı, uzak noktalarının durulu
ğunu, ek§i meyveli erik ağaçlarıyla çevrili yolla
rını da sevdim. Ama dipsiz bir yer yarığına ge
reğinden fazla bakmı§ların sersemliği kaldı hep
içimde. Viyana'ya geldim, bir hafta sonra ora
dan da ayrıldım, hep kendi kendimin tutsağı
durumundaydım.
Gene de beni Viyana' dan Venedik'e getiren
trende bir §ey bekliyordum. Hastalığı boyunca
et suyuyla beslenip de yiyeceği ilk ekmek kabu
ğunun nasıl olacağını dü§ünen, iyile§meye yüz
tutmU§ bir hasta gibiydim. B ir ı§ık doğuyordu.
Şimdi biliyorum bunun ne olduğunu: mutlulu
ğa hazırdım. Vicenza'nın yakınlarında bir tepe
de ya§adığım altı günden söz edeceğim yalnız.
Hala oradayım, daha doğrusu, bazı bazı orada
bulurum kendimi, bir biberiye kokusu içinde
sık sık her §ey geri gelir.
İtalya'ya giriyorum. Ruhuma göre yaratıl
mı§ toprak! Y akla§masının belirtilerini birer bi
rer tanıyorum. Kiremitleri pul pul ilk evler, du
varları kaplamı§, gözta§ından mavile§mi§ ilk as-
malar . Avlulara asılmı§ ilk çama§ırlar, nesnele
rin karı§ıklığı, insanların çapaçulluğu. Sonra ilk
selvi (öylesine ince, gene de öylesine dik), ilk
zeytin ağacı, tozlu incir ağacı. İtalya'nın küçük
kentlerinin bol gölgeli olanları, güvercinlerin
bir sığınak aradıkları öğle saatleri, ağırlık ve
tembellik, ruh bunlarda ba§kaldırılarını yıpra
tır. Tutku gözya§larına doğru yol alır yava§ ya
va§. Sonra da, i§te Vicenza. Burada, günün ta
vuk bağırı§larıyla kabarmı§ uyanı§ından, ağus
tosböceklerinin türküsüyle uzun uzun ayarlan
mı§, selviierin ardında ipeksi, yumu§ak, tatlım
sı, e§siz ak§ama dek kendi çevrelerinde döner
günler. Bana e§lik eden bu iç sessizlik, günü bu
ba§ka güne götüren ağır ko§udan doğuyor. Es
kiçağ ewalarıyla, tığla örülmü� dantelalarıyla,
avaya açılan bu odadan ba§ka ne isteyebilirim?
Bütün gökyü-;:ü kaqımda, günlerin bu dönܧÜ
nü de onlarla. birlikte dönerek, durmamacasına,
kımıltısızca izieyebilirim gibime geliyor. Duya
bileceğim biricik mutluluğu: dikkatli ve dost
bir bilinci içime çekiyorum. Bütün gün dola§ı
yorum: tepeden Vicenza'ya doğru iniyar ya da
kırın daha ilerilerine gidiyorum. Kar§ıla§ılan
her varlık, bu sokağın her kokusu, her §ey, her
§ey alabildiğine sevmeye bir bahane benim için.
Tatile çıkmı§ bir çocuk topluluğuna göz kulak
olan genç kadınlar, dondurma satıcılarının bo
rusu (arabaları , çifte oklu, tekerlekli bir gon
dol), meyve sergileri, kara çekirdekli, kırmızı
karpuzlar, içi görünen yapı§.kan üzümler - ar-
74
tık yalnız 1 olmasını bilmeyen ki§i için bir o ka
dar dayanak. Ya ağustosböceklerinin kekre ve
ho§ flütü, suların ve eylül gecelerinde rastlanan
yıldızların kokusu, sakızağaçları ve kamışlar
arasında kokulu yollar, yalnız2 olmak zorunda
olan ki§i için bir o kadar a§k belirtisi. Böylece,
günler geçiyor . Güne§ dolu saatierin gözler ka
ma§tıran parıltısından, gün batımının altın ren
giyle selviierin karasının yarattığı gözler kama§
tıran dekor içinde ak§am oluyor. O zaman yol
da yürümeye ba§lıyorum, ta uzaklardan duyu
lan ağustosböceklerine doğru. Ben ilerledikçe,
prkılarını kısıyorlar birer birer, sonra susuyor
lar . Bunca ate§li güzellik kaqısında soluğum ke
silmi§ bir durumda, ağır adımlarla ilerliyorum .
Ardımda, birer birer, ağustosböcekleri seslerini
yükseltiyor, sonra da §arkıya ba§lıyorlar: ilgi
sizlikle güzelliğin döküldüğü bu gökyüzünde
bir muamma . Sonra, son ı§ık içinde, bir kö§
kün alındığında, "In magnificentia naturae, re
surgit spiritus, "3 yazısını okuyorum. Burada
durmalı i§te. İlk yıldız doğdu bile, sonra kaqı
tepede üç I§ık; birdenbire, habersizce inivermi§
gece, ardımdaki çalılarda bir ınınltı ve bir mel
tem, gün bende tatlılığını bırakarak kaçıp git
mı§.
Deği§memi§tim elbette. Ama artık yalnız
değil d im. Prag' da duvarlar arasında bunalıyor
d um . B urada dünyanın önündeydim, kendi
1 Y an ı h eıke.s.
' Yanı herkes.
1 /...ı. tiııc.:e: Doğ a nın görkenıliğindL', ruh rın..1y;t ç ı k .ır.
75
çevreme yansımı§tım, evreni keAdime benzer
biçimlerle dolduruyordum. Öyle ya, güne§ten
söz etmedim daha. İçinde çocukluğurnun geçti
ği yoksulluk dünyasına duyduğum bağlılığı ve
a§kı neden sonra anladığım gibi, günqin ve do
ğu§uma tanık olmu§ ülkelerin dersini de ancak
§imdi sezinliyorum. Öğleden biraz önce, dı§arı
çıkıyor, uçsuz bucaksız Vicenza Ovasına ba
kan, bildiğim bir noktaya doğru yöneliyor
dum. Güne§ neredeyse en yüksek noktasında,
gökyüzü güçlü ve havalı bir mavilik içinde ol u
yordu. Buradan dökülen bütün ı§ık, tepeterin
yoku§undan iniyor, selvileri ve zeytinleri, ak
evleri ve kırmızı çatıları giysilerin en ate§lisiyle
giydiriyor, sonra gidip güne§te tüten ovada sili
niyordu. Her seferinde de hep aynı yokluktu
kar§ımdaki. Sonra ben, §i§man ve kısa küçük
adamın yatay gölgesi. Sonra, güne§te ve tozlar
içinde kasırga gibi dönen bu ovalarda, bu yanıp
kavrulmu§ odarla çıtır çıtır olmu§, kazınmı§ te
pelerde, parmağımla dokunduğum §ey, içimde
ta§ıdığım §U hiçlik duygusunun çıplak ve çeki
cilikten · yoksun bir biçiminden ba§ka bir §ey
değildi. Bu memleket beni kendi benliğimin gö
beğine getiriyor, beni gizli iç sıkıntıının kaqısı
na yerle§tiriyordu. Ama Prag'taki iç sıkıntısıy
dı bu, değildi de. Nasıl açıklamal ı? Elbette,
ağaçlarla, güne§le, gülümsemelerle dolu bu İtal
yan ovasının önünde, bir aydır beni kavalayan
ölümü ve insandı§ı kokusunu ba§ka yerlerde ol
duğundan daha iyi kavradım. Evet, bu gözya-
76
§ından uzak doluluk, bu içime dolan, sevinçten
yoksun huzur, bana dü§meyen §eyin: bir vazge
çi§le bir ilgisizliğin kesin bilincinden ba§ka bir
§ey değildi. Roman kahramanlarını bir yana bı
rakırsak, ölmek üzere olan, üstelik de bunu bi
len bir kimsenin, karısının yazgısıyla ilgilenme
diği gibi. İnsanın iç çağrısını gerçekle§tirir bu
adam, bu da bencil, yani umutsuz olmaktır. Ba
na gelince, bu memlekette hiçbir ölümsüzlük
vaadi yok. Vicenza'yı görecek gözlerim, Vicen
za'nın üzümlerine dakunacak ellerim, Monte
Berico'dan villa Malmarana' ya giden yolun
üzerinde gecenin okya§ıyı§ını duyacak derim
olmadıktan sonra, ruhumda yeniden ya§amı§ım
ne çıkar?
Evet, bütün bunlar doğruydu. Ama, aynı
zamanda, benliğime güne§le birlikte, anlatama
yacağım bir §ey giriyordu. En son noktasına
gelmi§ bilincin en son noktasında her §ey birle
§iyor, ya§amım atılacak ya da alınacak bir külçe
gibi görünüyordu gözlerime . .Bir büyüklük ge
reksinimi duyuyordum. Derin umutsuzluğum
la dünyanın en güzel görünümlerinden birinin
gizli ilgisizliğiniri kar§ıla§tırılmasında buluyor
dum bunu. Aynı zamanda hem cesur, hem de
bilinçli olma gücünü çıkarıyordum bundan.
Öylesine güç, öylesine çeli§kin §eyin bu kadarı
yeterdi bana. Ama belki de o zaman öylesine
doğru olarak duyduğum §eyin bir yanını zorla
mı§ımdır. Öte yandan, Prag' a ve orada ya§adı
ğım ölümcül günlere sık sık dönerim. Kentime
77
kavu§tum. Yalnız, bazı bazı, ek§i bir hıyar ve
sirke kokusu gelip kaygıını uyandırır. Vicen
za'yı dü§ünmem gerekir o zaman. Ama ikisi de
değerlidir benim i çin, ı§ık ve yapma a§kımı o
anlatmak istediğim umutsuz deneye olan gizli
bağlılığımdan iyice ayıramam. Anla§ılmı§tır
§imdiden, bense -seçmeye boyun eğmek istemi
yorum. Cezayir kentinin dı§ında, kapıları kara
demirden, küçük bir mezarlık vardır. Sonuna
kadar gidildi mi, vadi görünür, vadinin ardında
da körfez. Denizle birlikte göğüs geçiren bu su
nu kaqısında uzun uzun dü§lere dalınabilir.
Ama insan geldiği yoldan geri dönerken, ba
kımsız bir mezarda, "Tükenmez üzüntüler'' di
ye bir yazı bulur. Bereket versin, ülkücüler var
da her §eyi yoluna koyuyorlar.
78
YAŞAMA AŞKI
Palma'da gece, ya§am yava§ yava§ pazarın
ardındaki §arkılı kahveler mahallesine doğru
akıyor: içlerinden ı§ık ve çalgı sesleri sızan pan
jurlu kapıların önüne gelinineeye kadar karan
lık ve sessiz sokaklar. Bu kahvelerden birinde
bir geceye yakın bir zaman geçirdim. Dikdört
gen biçimi, ye§İie boyanmı§, pembe çelenklerle
süslenmݧ, çok basık ve küçük bir salondu.
Tahta tavan küçük küçük kırmızı ampullerle
kaplıydı. Bir orkestra, renk renk §İ§eli bir bar
ve omuz omuza, ölümüne sıkı§mı§ insanlar bir
mucize sonucu yerle§mݧIerdi bu küçük alana.
Bütün mü§teriler erkekti. Ortada, iki metreka
relik bir bo§ yer. Garson buradan odanın dört
kö§esine kadehler, §İ§eler yolluyordu. Bir tek
ki§İ bile bilinçli değildi burada. Hepsi de ulu
yordu. Deniz subayına benzer bir adam alkol
yüklü incelikler geğiriyordu suratıma. Masam
da, ya§ı belirsiz bir cüce bana ya§amını anlatı
yordu. Ama onu dinlemeyecek kadar gergin
dİm. Orkestra, herkes ayağıyla tempo tuttuğu
için yalnız uyumu kavranabilen havalar çalı-
79
yordu durmadan. Bazı bazı kapı açılıyordu. Ye
ni gelen adam, ulumalar arasında, iki iskemle
arasına sıkı§tırılıyordu 1
Birdenbire bir zil sesi duyuldu, sonra bir
den meyhanenin ortasına, daracık halkanın içi
ne bir kadın atladı. "Yirmi bir ya§ında," dedi
subay bana. Ağzım açık kaldı. Bir genç kız yü
zü, ama bir et dağından yontulmu§. Boyu bir
seksen olabilirdi bu kadının. Kocamandı, yüz
elli kiloya yakındı herhalde. İ lınikieri ak etten
bir damayı kabartan sarı bir 'file' giymi§ti, elle
ri kalçasında gülümsüyordu; ağzının her bir kö
§esiı;ıden kulaklarına . doğru birbiri ardından
ufak tefek et dalgalanmaları yükseliyordu. Sa
l anda, ta§kınlığın sınırı yoktu artık. Bu kızın
tanınan, sevilen, beklenen bir kız olduğu sezifi
yordu. Gülümsüyordu hep. Gözlerini kalabalı
ğın çevresinde dola§tırdı, sonra, hep sessiz ve
güleç, karnını öne doğru dalgalandırdı. Bütün
salon uludu, sonra iyi bilindiği anla§ılan bir §ar
kı istedi. Burundan söylenen, davul takımınca
her üç ölçüde bir, boğuk boğuk uyumlandırı
lan bir Endülüs §arkısıydı bu. Kadın hem söy
lüyor, hem de ikide bir bütün bedeniyle sevi§
me öyküsüne giri§iyordu. Bu tekdüze ve tutku
lu devinim içinde, kalçalarının üzerinde gerçek
et dalgaları doğuyor, omuzlarına dek yükselip
eriyordu. Bütün salon ezilmi§ gibiydi. Ama, na
karata gelince, kadın kedi çevresinde dönerek,
1 Sevıııç tc b ı r rahatlık v a r d ı r , gc:rçt:k uygarlığı hu cı.rıınılar tspan�·ol lı<ı l k ı dıı
A \'nJpa'nın endcı uyg;u lıalklarınd;ı.n h i r i d i r.
so
göğüslerini avuçlayarak, kırmızı ıslak ağzını
açarak, §arkısını salonla birlikte sürdürdü, her
kes gürültü içinde ayaklanıncaya dek.
O, ortaya yerlqmݧ, terden yapı§ yapı§ ol
mU§, saçları darmadağın, sarı filesinin içinde ka
barmı§, kocaman bedeniyle dikilmi§ duruyor
du. Sudan çıkmı§ iğrenç bir Tanrıça gibi, alnı
bön ve dar, gözleri çukurda, dizinin hafif bir
titrernesiyle ya§ıyordu yalnız, ko§usunu yeni
bitirmݧ adar gibi. Çevresinde tepinen sevincin
ortasında, bo§ gözlerinin umutsuzluğu, karnı
nın yoğun teriyle, ya§amın dü§kün ve CO§turu
cu görüntüsü gibiydi . . .
Kahveler v e gazeteler olmasa, yolculuk et
mek güç olurdu. Kendi dilimizde basılmı§ bir
kağıt, ak§am vakti insanlarla dirsek dirseğe gel
meye çalı§tığımız bir yer, kendi çevremizdey
ken biz olan, ama uzakta, bize öylesine yabancı
görünen adama alı§ılmı§ bir devinimle öykün
memizi sağlar. Öyle ya, yolculuğun değerini
olu§turan §ey, korkudur. Yolculuk, benliğimiz
de bulunan bir tür iç dekoru yıkar. Hile yap
mak, yani büro ve §antiye saatlerinin (böylesi
ne sert bir biçimde ayaklanmamıza yol açan,
ama bizi yalnız olmanın acısından da çok iyi
koruyan bu saatler) ardına gizlenmek olanaklı
değildir artık. Bu yüzden kahramanlarımın,
"Bürodaki saatlerim olmasaydı halim ne olur
du? " ya da: "Karım öldü, ama bereket versin ki,
yazılacak bir sürü evrak var yarına, " diyecekle
ri romanlar yazmak gelir durmadan İçimden.
8 1 /6
Yolculuk bu sığı naktan yoksun bırakır bizi.
Sevdiklerimizden, dilimizden uzakta kalınca,
bütün desteklerimizden kopup, maskelerimiz
den yoksun kal ınca (tramvay saatlerini bilmez
siniz, her §ey de böyledir), kendi kendimizin
yüzeyindeyizdir tümüyle. Ama bir de, ruhu
muzu hasta bulunca, her varlığa, her nesneye,
mucize değerini veririz. Dü§ünmeden dans
eden bir kadın, bir perdenin ardından görülen
bir masa üstünde bir §i§e: her görüntü bir simge
olur. O sırada ya§amımızın onda özetlendiği öl
çüde, ya§am da bütünüyle onda yansır gibi gelir
bize. Bütün armağanlar kar§ısında duyarlıyken,
tadabileceğimiz bütün çeli§kin sarho§lukları
(açık görü§lülüğün sarho§luğuna varıncaya ka
dar) nasıl anlatmalı. Akdeniz ülkesinden ba§ka
hiçbir ülke aynı zamanda hem kendi kendim
den öylesine uzaklara, hem de kendimin öylesi
ne yakınlarına getirmemi§tir beni belki.
Palma kahvesindeki CO§kunhığum da bun
dan geliyordu ku§kusuz. Ama öğleyin, tam ter
sine, ıssız katedral semtinde serin avlulu, eski
saraylar arasında, gölge kokulu sokaklarda, bir
tür 'ağırlık' dü§üncesi sarsıyordu beni. Kimse
cikler yoktu bu sokaklarda. Cihannümalarda,
donmu§, ya§lı kadınlar. Evler boyunca yürür
ken, ye§il bitkilerle, yuvarlak ve külrengi ayak
lıklarla dolu avlularda dururken, bu sessizlik
kokusunda eriyor, sınırlarımı yitiriyordum,
ayaklarımın sesinden ya da duvarların hala gü
ne§ vuran y�karılarında gölgelerini gördüğüm,
82
uçan ku§ sürüsünden ba§ka bir §ey değildİm ar
tık . Küçük, gotik San Francisco Manastırında
da uzun saatler geçiriyordum. İnce ve kibar sü
tunları, İspanya'nın eski anıtlarına özgü olan §U
güzel, yaldızlı sarıy la parlıyorlardı. Avluda,
zakkum ağaçları, dövme demirli bir kuyu, üze
rinden de madeni paslanmı§, uzun bir kepçe
sarkmada. Gelip geçenler buradan su içiyorlar
dı. Kuyunun ta§ı üstüne dü§Ünce çıkardığı duru
sesi hala bazı bazı anımsarım. Gene de ya§ama
nın tatlılığı değildi bu manastırın bana öğretti
ği. Sessizlik birdenbire bahçenin ortasına soku
lup gizlenince, gökteki güvercin sürülerinin ku
ru kanat sesleri içinde, kuyu zincirinin yalnız
gıcırtısında, yeni ama gene de dost bir tat bulu
yordum. Görünü§lerin bu e§sİz oyunu kaqısın
da açık görü§lü ve güleçtim. İçinde dünyanın
yüzünün gülümsediği bu kristali bir devinim
çatlatabilirmݧ gibi geliyordu bana. Bir §ey bo
zulacak, gökteki ku§ kümesi ölecek, her biri
açılmı§ kanatlarının üzerinde ağır ağır dü§ecek
ti. Bir göz aldanmasına öylesine çok benzeyen
§eyi, yalnız sessizliğimle kımıltısızlığım akla ya
kın kılıyordu. Oyuna kaulıyordum. Aldanma
dan, görünü§lere bırakıyordum kendimi. Yal
dız yaldız bir güzel güne§, manastırın sarı ta§la
rını tatlı tatlı ısıtıyordu. Bir kadın kuyudan su
çekiyordu. Bir saate, bir dakikaya, bir saniyeye
kadar, belki hemen §İmdi, her §ey yıkılabilirdi.
Gene de mucize s.ü rüyordu. Dünya sürüp gidi
yordu, utangaç, ala ylı ve saygılı (kadınların
83
dostluğunun kimi yumu§ak ve dengeli biçimle
ri gibi). Bir denge sürüyordu, kendi sonunun
bütün ku§kusuyla renkliydi gene de.
Bütün ya§ama a§kım buradaydı ݧte: belki
de elimden kaçacak olana kar§ı sessiz bir tutku,
bir alevin altında bir acılık. Her gün, kendi
kendimden koparılmı§, kısa bir an için dünya
nın süresine geçirilmݧ gibi ayrılıyordum bu
manastırdan. Ve o zaman niçin dorik Apol
Ion'ların bakı§sız gözlerini ya da Giotto'nun1
tutu§mU§ ve donmu§ ki§İlerini dü§ündüğümü
biliyorum. O sırada, böyle memleketlerin bana
neler getirebileceğini gerçekten anlıyordum da
ondan. Akdeniz kıyısında kesinlikler ve ya§a
ma kuralları bulunabildiğini, orada İnsanın ak
lını doyurduğunu, bir iyimserliği ve bir toplum
duygusunu haklı çıkardığını §a§kınlıkla görüyo
rum. Öyle ya, o sırada beni sarsan §ey, İ nsan öl
çüsünde yapılmı§ bir dünya değildi - İnsanın
üzerine kapanan bir dünyaydı. Hayır, bu mem
leketlerin dilinin içimde derin derin çınlayan
§eye uyması, sorularıma kaqılık verdiği için de
ğildi, onları yararsız kıldığı içindi. Tanrıya §Ü
kürler değildi dilimin ucuna gelebilecek §eyler,
ancak günqten ezilmݧ görünümler önünde do
ğabilmݧ olan bu Nada'ydı. Ya§ama umutsuzlu
ğu yoksa, ya§ama a§kı da yoktur.
Ibiza' da, liman yolunun üstündeki kahvele
re gidip otururdum her gün. Saat bqe doğru,
1 Yunan lıı::: y k e l ı n ı n g er ilenıesı de, iul:'ttn s;:ı,ntı.tııHn boı.ulnı;:ı,sı da. glıllınısenıı:'
ile b • k ı ! ıı ı b e lirmesiyle b•�l•r. A klııı b•ıl•dığ< yerde g < ıı.ellik bıttrmij gibı.
84
memleketin gençleri. mendirek boyunca dola
§ırlar. Evlenmeler ve bütün ya§am burada ge
çer. Y a§amına böyle herkesin önünde ba§la
makta bir büyüklük olduğunu dü§ünmekten
kendini alamıyor İ nsan. Otururdum, günün gü
ne§İyle hala sallana sallana, ak kiliseler ve tebe
§İrimsi duvarlarla, kuru kırlar ve sık zeytin
ağaçlarıyla dolu olarak. Tatlımsı bir badem §er
beti içerdim. Kar§ımdaki tepeterin eğrisine ba
kardım. Usul usul denize doğru İnerlerdi. Ak
§am ye§İIIqirdi. Tepelerin en büyüğü üzerinde,
son meltem bir değirmenin kanatlarını döndü
rürdü. Ve, doğal bir mucizeyle, herkes sesini al
çaltırdı. Gökyüzünden ve gökyüzüne doğru
yükselen, ama çok uzaklardan geliyorlarmı§ gi
bi duyulan türkülü sözcüklerden ba§ka hiçbir
§ey kalmazdı böylece. Alacakaranlığın bu kısa
cık anında, yalnız bir İnsanın değil, bütün bir
halkın duyduğu, süreksiz ve hüzünlü bir §ey
hüküm sürerdi. Bana gelince, ağlamak gelir gibi_
sevmek gelirdi İçimden. Bundan böyle uyku
mun her saati ya§amımdan çalınacakmı§ gibi
bir duygu uyanırdı içimde. . . erkeksiz arzu za
manında n çalınacakmı§ gibi yani. Palma mey
hanesinin ve San Francisco Manastırının o tit
rek saatlerinde olduğu gibi, kımıltısızdım, ger
gindim, dünyayı avuçlarıının içine koymak is
teyen bu uçsuz bucaksız co§ku kaqısında güç
süzdüm.
İyi biliyorum yanıldığımı, benimsenilmesi,
tanınması gereken sınırlar vardır. Yaratırsa
85
böyle yaratır İnsan. Ama sevmenin sınırı yok
tur ve ben her §eyi kucaklayabildikten sonra,
iyi sarılamasam da ne çıkar? Cenova'da bütün
bir sabah boyunca gülümsemelerini sevdiğim
kadınlar var. Bir daha görmeyeceğim artık on
ları, bundan daha basit bir §ey de olamaz ku§
kusuz. Ama sözcükler özlemimin alevini örte
meyecekler. San Francisco Manastırının küçük
kuyusu. Güvercin sürülerinin uçup gidi§ini iz
lerdim orada, bu yüzden susuzluğumu unutur
dum. Ama susuzluğumun yeniden doğduğu bir
an her zaman gel irdi.
86
TERSi VE YÜZÜ
Tuhaf ve yalnız bir kadındı. Ruhlada sıkı
bir ili§kisi vardı, onların kavgalarını, kızgınları
nı benimser, ailesinden olu p da sığındığı dünya
da iyi görülmeyen kimi ki§ileri görmeye yana§
mazdı.
Hiç beklenmedik bir zamanda kızkarde§in
den gelen k üçük bir miras geÇti eline. Bir ya§a
mın sonunda gelen bu be§ bin frank, küçüm
senmeyecek bir ba§ belası olarak çıktı ortaya.
Bu parayı bir §eye yatırmak gerekiyordu. A§ağı
yukarı bütün insanlar büyük bir serveti rahatça
kullanabilirlerse de para az oldu mu güçlük ba§
lar. Bu kadın kendi kendine sadık kaldı. Ölü
mün e§iğine gelmi§ti, emektar kemiklerini ba
rındırmak istedi. Bulunmaz bir fırsat çıkmı§tı
kaqısına. Oturduğu kentin mezarlığında, bir
yerin iyelik süresi dolmu§tu, bu toprak üzerin
de mal sahipleri görkemli bir lahit odası yaptır
mı§lardı, yalın çizgiliydi, üstelik kara mermer
dendi, gerçek bir hazineydi kısacası. Hem de
dört bin frank gibi bir paraya satıyorlardı. Bu
lahiti satın aldı. Borsa çalkalanmalarının, poli-
87
tik olayların hiç mi hiç sarsamayacakları, sağ
lam bir değerdi bu. İç çukuru düzelttirdi, bede
nini almaya hazır bir durumda tuttu. Her §ey
bitince de yaldızlı harflerle adını kazdırdı üzeri
ne.
Bu ݧ ona öyle derin bir mutluluk verdi ki,
mezarına kaqı derin bir a§ka tutuldu. Ba§lan
gıçta çalı§malardaki i lerlerneyi görmeye geli
yordu. Sonunda her pazar öğleden sonra ziya
ret etmeye ba§ladı mezarını. Biricik gezintisi,
biricik oyalanması bu oldu. Öğleden sonra saat
ikiye doğru, mezarlığın bulunduğu yere, kentin
ta bir ucuna kadar uzun yolu yürüyordu. Kü
çük lahit odasına girip kapıyı özenle kapatıyor,
dua iskemiesinin üzerine diz çöküyordu. ݧte
böylece, kendi kar§ısına yerle§erek, olduğu §ey
le olacağı §eyi kar§ıla§tırarak, her zaman kırık
bir zincirin halkasını bularak, feleğin gizli
amaçlarını hiç çaba harcamadan sezinledi. Hat
ta, tuhaf bir simgenin yardımıyla, herkes için
öldüğünü de anladı bir gün. Toussaint Yortu
sunda, her zamanki nden biraz daha geç geldi
mezarına, kapının qiğini sevgi dolu bir özenle
menek§elerle örtülmü§ buldu. Bilinmedik, iyi
yürekli insanlar, bu çiçeksiz mezarı görünce,
çok ince bir özenle, kendi çiçeklerini bölmü�
ler, kendi kendine bırakılmı§ bu ölünün anısına
saygı göstermi§lerdi.
88
ݧte gene bu §eylere dönüyorum. Pencere
nin öbür yanındaki bu bahçenin duvarlarını gö
rüyorum yalnız. İçlerinden ı§ık akan §U birkaç
yaprak topluluğu. Daha yukarıda, gene yaprak
lar. Daha da yukarıda, güne§. Havanın dı§arıda
duyulan bütün bu gönenmesinden, dünyanın
üstüne serpilmi§ bütün bu sevinçten, ben yal
nız dalların ak perdelerimin üzerinde oynayan
gölgelerini seçebiliyorum. Be§ güne§ ı§ını var
bir de, odaya kurumu§ atların kokusunu bo§al
tıyorlar sabırla. Bir meltem çıkıyor, gölgeler
perdenin üstünde canlanıveriyor hemen. Bir
bulut günqi örtüp açmayagörsün, bu mimoza
vazosunun parıl parıl sarısı çıkıveriyor gölge
den. Yeter: tek bir panltı doğmayagörsün, i§te
içim bulanık ve deli edi�i bir sevinçle doldu de
mektir. Beni böyle dünyanın tersyüzüyle kaqı
kaqıya getiren bir ocak öğle sonudur. Ama so
ğuk çöreklenmi§ havanın dibine. Tımağın al
tında kolayca çıtırdayıp yırtılıverecek, ama bü
tün nesnelere bir ölümsüz gülümseme giydiren
bir günq zarı her yanda. Ben kimim ve yaprak
lada ı§ığın oyununa katılmaktan ba§ka ne yapa
bilirim? İçinde sigaramın tükendiği bu ı§ın, bu
tatlılık, havada soluk alan bu sessiz tutku ol
mak. Kendime eri§meye çalı§tım mı bu ı§ığın ta
dibinde eri§ebiliyorum. Dünyanın gizini veren
bu ho§ tadı anlamaya, duymaya çalı§tım mı, ev
renin dibinde kendi kendimi buluyorum. Ken-
89
di kendimi, yani beni dekordan kurtaran bu en
son noktasına varını§ co§kunluğu.
Az önce, ba§ka §eyler vardı, insanlar ve sa
tın aldıkları mezarlar vardı. Ama bırakın da za
manın kuma§ından keseyim §U dakikayı. Ba§ka
ları sayfalar arasında bir çiçek bırakırlar, a§kın
kendilerine dokunup geçtiği bir gezintiyi kapa
tırlar oraya. Ben de geziyorum, ama bir Tanrı
ok§uyor beni. Ya§am kısadır ve insanın zama
nını yitirmesi günahtır. Canlı bir insanım, öyle
derler. Ama canlı olmak da insanın canlılıkta
kendini yitirdiği ölçüde gene zamanını yitirme
sidir. Bugün bir duru§tur ve yüreğim kendi
kendini kaqılamaya gidiyor. Gırtlağıma gene
bir iç sıkıntısı sarılıyorsa, bu ele gelmez anın
parmaktarım arasında cıva incileri gibi kayıp
gittiğini duyduğum içindir. Dünyaya sırt çevir
mek isteyenleri bırakın. Benim yakındığım
yok, öyle ya, kendi doğu§umu görmekteyim.
Şu saatte, bütün ülkem bu dünya. Bu güne§ ve
bu gölgeler, bu sıcak ve havanın derinliklerin
den gelen bu soğuk: her §ey gökyüzünün bütün
doluluğunu, acıma duyguma doğru bütün dolu
luğunu bo§alttığı bu pencerede yazılı olduğuna
göre, ölen bir §ey var mı, yok mu, insanlar acı
çekiyorlar mı, çekmiyarlar mı diye dü§Ünmem
gerekir mi? Şunu söyleyebilirim, az sonra da
söyleyeceğim: önemli olan insanca ve basit ol
mak. Hayır, gerçek olmaktır önemli olan, hep
si girer bunun içine, insanlık da, basitlik de. Ve
90
benim dünya olduğum zaman değil de ne za
man gerçek olurum? Daha ben istemeden yeri
ne getirilmi§ her §eyim. Ölümsüzlük §Uracıkta,
bense onu umut ediyordum. Mutlu olmak değil
artık dileğim, bilinçli yalnızca olmak.
91
dınlık gözünü kırparak: "Ya§ayın, sanki §ey ol
mayacak gibi 1 " der. Nice ara§tırmalara kar§ ın,
bütün bildiğim bu benim.
Ne olursa olsun, haklı olduğumdan ku§ku
luyum. Ama bana öyküsünü anlattıkları §U ka
dını dü§ünürsem, önemli olan bu değildir. Öl
mek üzereydi, kızı da mezarına götüreceği giy
silerini o daha canlıyken giydirdi üzerine. Ger
çekten de, bu i§in eller ayaklar katıla§madan da
ha kolay olduğu anla§ılıyor. Ama ne ivecen in
sanlar arasında ya§ıyoruz, ne de olsa tuhaf.
SON
92
Albert Camus
TERSİ VE YÜZü