You are on page 1of 93

Albert Camus

TERSİ VE YÜZü

Fransızca aslından
çevıı·en
TAHSİN YÜCEl.
ÇA6 DAŞ DÜNYA YAZARLAru

1. basım: ı988, Ara Yayıncıltk


2. basım: ı 99ı, Can
3. basım: ı 997, Can

975-510-323-6
ISBN
® (1958) 1 O nk Ajans
Editions Gallimard Ltd. Şti. 1
Can Yayınları Ltd. Şti. (1994)

Bu kiıap, İstanbul' da Can Yayınları'nda dizildi,


Özal Basımevinde basıldı (1997)
Dizgi: Serap Kılıç
Albert Camus
TERSİ VE YÜZÜ

DENEMELER

Fransızca aslından
çevıren
T AHSİN YÜCEL

CAN YAYINLARI LTD. ŞTİ.


Hayriye C.ıddesı No. 1 SDDCıD Galatasaray, İstanbul
Telefon: (0·111) 251 5, 7� -1'>1 59 88 -152 59 89 Fax: 1'>1 71 YI
Özgün adı
L'Envers et L'Em:lroit

ALBERT CAMUS'NÜN
CAN YAYINLARI'NDAKİ
ÖBÜR KİTAPLARI

BAŞKALDlRAN iNSAN 1 deneme


iLK ADAM 1 roman
MUTLU ÖLÜM 1 roman
DÜGÜN ve BiR ALMAN DOSTA MEKTUPLAR 1 anlau
SÜRGÜN VE KRALLIK 1 öyk;iler
YOLCULUK GÜNLÜKLERİ 1 iz/enim/�
YABANCI/ romaıı
YAZ 1 denerne

Albert Camus, 1913 yılında Cezayir'de doğdu, babası işçiydi, annesi­


nin okuma-yazması yoktu. Cezayir'de 1934 yılında evlendi. İki yıl
sonra boşandı. Komünistparti üyesi oldu, ama 1937'de atıldı. İlk ro­
manı Mutlu Ölüm, ancak ölüm ünden sonra yayımlandı. İlk gençlik
yıllarında yakalandığı tüberküloz hiç peşini bırakmadı. Yayımlanan
ilk romanı Tersi ve Yüzü'dür (1937). Arkadanpeşpeşe öteki roman­
ları geldi. 1940 yılında Paris'e geldi. Gençlik yıllarında başladığı ga­
zeteciliği hep s ürdürdü. 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü aldı.
1960 yılında bir otomobil kazasında yaşamını yitirdi.
İÇİNDEKİLER
Camus'nün Yapıtlarında
Tersive Yüzü'nün Yeri . . . . . . . .. . .... . . . . ... . . . . . . . . . . . . 7
A .. ...,-1
Ull�UZ .••...............• . .• . . . . .•••••••••••••••••••••••..•.....•. Ll

Alay 38
Evetle Hayır Arasında . . . . ......................... . ..... 51
Ruhta Ölüm .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . ....... . . . .. . . . . . . . . . 64
Yaşama Aşkı . ..................................... . ... . . . . . .. . 79
Tersive Yüzü . .. . . . . . . . ........... ........................... 87
CAMUS'NÜN YAPITLARINDA
TERSi VE YÜZÜ'NÜN YERİ
"Şu saatte, bütün ülkem bu dünya. Bu güne§
ve bu gölgeler, bu sıcak ve havanın derinliklerin­
den gelen bu soğuk: her §ey gökyüzünün bütün
doluluğunu acıma duyguma doğru bo§almğı bu
pencerede yazılı olduğuna göre, ölen bir §ey var
mı, yok mu, insanlar acı çekiyorlar mı, çekmi­
yorlar mı diye dü§ünmem gerekir mi? Şunu söy­
leyebilirim, az sonra da söyleyeceğim: önemli
olan insanca ve basit olmak. Hayır, gerçek ol­
maktır önemli olan, hepsi girer bunun içine, in­
sanlık da, basitlik de. Ve ben dünya olduğum za­
man değil de ne zaman daha gerçek olurum? Da­
ha ben istemeden yerine getirilmi§ her §eyim.
Ölümsüzlük §Uracıkta,. bense onu umut ediyor­
dum. Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca
bilinçli olmak.
Bir adam çevresine dalmı§, bir ba§kası meza­
rını kazıyor: nasıl ayırmalı onları? İnsanları ve
saçmalıklarını? Ama i§te gökyüzünün gülümse­
mesi. l§ık kabarıyor, yaz pek mi yakın? Ama i§te

7
sevilmesi gerekenierin gözleri ve sesi. Bütün devi­
nimlerimle dünyaya, bütün acımam ve bütün
minnetimle insanlara bağlıyım. Dünyanın bu ter­
siyle yüzü arasında bir seçim yapmak istemiyo­
rum, seçmesini sevmem. İnsanlar açık görüşlü ve
alaycı olmamızı istemiyorlar. "Bu sizin iyi olma­
dığınızı gösterir," diyorlar. Ben arada bir bağlantı
göremiyorum. Birine aktöreye ters düştüğünü
sQylediklerini duyarsam, kendine bir aktöre bul­
ma gereksiniminde olduğunu aniarım bundan; b-i­
rine usu küçümsediğini söylediklerini duyarsam,
kuşkularına katlanamadığını anlarım. Hile yapıl­
masmı sevrnem de ondan. Büyük yüreklilik, ölü­
me olduğu gibi ışığa da gözlerini kırpmadan baka­
bilmektir."
Okuduğumuz parça, kış güneşinin altında bir
pencere önünde düşüncelere dalan, ama bu dü­
şünceler arasında hiçbir zaman doğrultusunu §a­
şırmayan, tam tersine, uslamlamasının her yeni
dönemecinde, yaşam gerçeğini biraz daha açık, bi­
raz daha yalın bir biçimde kavramayı başaran bir
anlatıcı çıkarıyor karşımıza: yirmi iki yaşında,
yoksul ve ünsüz bir genç adamın, 1935-1936 yılla­
rının Albert Camus'sünün yayınladığı küçük de­
nemeiıin: Tersi ve Yüzü'nün anlatıcısı. Bunun
için, bu süsten uzak, kısa ve duru tümceler, Ro­
land Barthes'ın "ak yazı" diye adlandırdığı şeyin
kusursuz bir örneğini sunan bu anlatım, "ışık",
"gök", "güneş", "sıcaklık", "basitlik", "açık görüş­
lülük", "bilinçlilik" gibi sık sık beliren bu iziekler
karşısında şaşırınamak zor: Camus'nün son yapıt­
larının da ayıncı niı:elikleri bunlar. Oysa, söyle-

8
rnek bile fazla, bir yazarın daha ilk yapıtında ken­
dini bulduğu, kendini söylediği enderdir. Yolu­
nun ba§ında, kendini ve yapıtını uzaklarda görür
genellikle, yazını bir ya§ama biçimi değil, ya§ama­
dan öte bir §ey olarak gördüğü, yapıtının çıkı§
noktası bir deney, dü§ünce, duygu bütününden
çok, ba§kalarının yapıtları olduğundan, ba§kaları­
nın sesini yeni ba§tan duyurmaya çalı§ır. Kendi
öz yapıtlarını verinceye dek belki de uzun ve çile­
li bir olgunia§ma sürecinden geçmesi gerekecek­
tir. Yukarıdaki küçücük örneğin de gösterdiği gi­
bi, Alben Camus'nün böyle bir dönem geçirme­
mݧ ender yazarlardan biri olduğu söylenebilir.
Daha ilk yapıtında kusursuzluğa erݧtİğini
söylemek istemiyorum. Hiç kimsenin etkisinde
kalmadığını da söylemek istemiyorum. Jean Gre­
nier'nin, Andre Gide'in etkisinde kaldığını, her
ikisinden de çok §eyler öğrendiğini, ayrıca Malra­
ux'ya, Kafka'ya, Tolstoy'a, Melville'e hayranlık
duyduğunu kendisi söyler. Ama bu etkiler, bu
hayranlıklar hiçbir zaman ayağını yerden kesme­
mݧ, içinde kendi dünyasından, yani hep gözleri­
nin önündeki somut dünyadan ayrı bir dünya gö­
rüntüsü doğruasma yol açmamı§, kısacası, Camus
kendi kendinden hiçbir zaman uzakla§mamı§tır.
Yapıdan arasındaki sıkı bağıntı bunun sonucu­
dur. İlk yapıtı Tersi ve Yıtzii'nün önemi de onun
bu özelliğinden ileri gelir. Bu kitabın 1958 baskı­
sına yazdığı önsözde kendisi söyler: her sanatçı­
nın ta içinde, benliğini ve dilini yapmı boyunca
besleyen tek bir kaynak vardır, onun kaynağı da

9
Tersı ve Yıizü'dür. Tersı ve Yüzii'nde beliren, yüz­
ler ve görünümlerdir.
Gerçekten de, Camus'nün daha sonra yazdığı
birçok yapıtında Tersı ve Yüzü'nün, bu "yoksul­
luk ve ışık evreni"nin, derin izleri görülür. Bu kü­
çük kitapta dile getirilen duygu ve düşünceler,
ufak söyleyiş değişiklikleri bir yana, sonraki ki­
taplarında olduğu gibi karşımıza çıkar sık sık. Bu­
nu doğrulamak için, Tersı ve Yüzü ile Uyummz
Yaşama (Sisyphos Söyleni)'nın kimi parçaları ara­
sında küçük bir karşılaştırma yapmak yeter. Ör­
neğin, Tersı ve Yüzü'nün anlatıcısı, susar susmaz
yaşlılığını düşünen geveze bir yaşlı adamın duy­
gularını belirtmek için: "Yarın her şey değişecek,
yarın," der, hemen arkasından da ekler: "Birden­
bire yarının da böyle olacağını anlıyor, öbür gü­
nün de, bütün öteki günlerin de. Bu çaresiz buluş
eziyor onu. İşte bu türlü düşünceler öldürür ada­
mı." Aynı yapıtın bir başka denemesinde de:
"Şimdi bir adam," diye yazar. "Önemli olan da
bu değil mi? Hayır, değil: görevlerini yapmak ve
bir adam olmayı benimsernek yalnızca yaşlılığa
götürür insanı." Bu düşüncenin Uyummz Yaşa­
ma'nın temel izieklerinden birini oluşturduğu bi­
linir. Camus şöyle der bu yapıtın başlarında: "Ge­
leceğe dayanarak yaşarız: 'yarın', 'ileride', 'iyi bir
işim olunca', 'yaşlandıkça anlarsın.' Bu tutarsız­
lıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de
olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, in­
san otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler.
Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda, za­
mana göre yerini de belirtir. Zaman içinde yerini

lO
alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin be­
lirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürper­
tiyle dolması üzerine, en kötü dü§manı olarak gö­
rür onu. Yarını istiyordu hep, bütün benliğinin
bundan kaçınması gerekirken, yarının gelmesini
diliyordu."
Bununla da kalmaz ko§utluk: Tersi ve Yü­
zü'nde, "Evetle hayır arasında" adlı denemede
§Unları okuruz: "Ve ben, bu gece, ya§amın belirli
bir saydamlığı kaqısında hiçbir §eyin önemi kal­
madığı için ki§inin ölmek isteyebilmesini anlıyo­
rum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mut­
suzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benim­
ser, iyice yerle§ir içine. Saygı görür. Sonra, bir ak­
§am, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna
rast!ar. Dostu biraz dalgın konu§ur onunla. Evine
dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dert­
lerden, bilinmeyen acıdan söz edilir. Hayır. İlle
de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın
kqnu§tuğu için öldürmü§tür adam kendini." Son­
ra, Uyumsuz Yaşama'da, aynı görü§, sözcük deği­
§iklikleri dı§ında, hiçbir deği§ikliğe uğramadan,
yeniden çıkar kaqımıza: "İnsanın kendini öldür­
mesinin birçok nedeni vardır, genel olarak en çok
göze çarpanları en etkinleri olmamı§tır. İnsanın
bir dü§ünce sonucu kendini öldürdüğü enderdir
(ama bu varsayımı da konu dı§ında bırakmamak
gerekir). Bunalımı ba§latan §eyi denetlernek he­
men her zaman olanaksızdır. Gazeteler sık sık
"gizli acılardan" ya da "iyile§mez dertlerden" söz
ederler. Geçerlidir bu açıklamalar. Ama o gün
umutsuz ki§inin bir dostu kendisiyle ilgisiz bir ta-

11
vırla konu§mU§ mudur, konu§mamı§ mıdır, bunu
bilm.ek gerekir."
"Yolculuğun değerini olu§turan §ey korku­
dur," diye yazar Camus Tersı ·ve Yüzrt'nde. "Yol­
culuk benliğimizdeki bir tür iç 'dekor'u yıkar.
Hile yapmak, yani büro ve §antiye saatlerinin (bi­
zi sert bir biçimde ayaklandıran, ama yalnızlığın
acısından da çok iyi koruyan bu saatlerin) ardına
gizlenmek olanaksızdır anık. Böylece, kahraman­
larımın: "Büroda geçirdiğim saatler olmasaydı,
durumum nice olurdu?" ya da "Karım öldü, ama,
bereket versin ki, tamamlanacak bir sürü evrak
var yarına," diye konupcakları romanlar yazmak
gelir hep İçimden." Ünlü yazar, kahramanları tıp­
kı böyle konu§an romanlar yazmamı§tır belki,
ama Yabancı'da olduğu gibi, Uyumsuz Yajama' da
da bu alı§kı ve bilinçsizlik ya§amını bütün keskin­
liğiyle gözler önüne serıneye çalı§ını§tır: "Yatak­
tan kalkı§, tramvay, dört saat büro ya da fabrik�,
yemek, tramvay, dört saat çalı§ma, yemek, uyku
ve aynı uyum içinde salı, çaqamba, peqembe, cu­
ma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol.
Ancak bir gün "niçin" yükselir ve her §ey §a§kın­
lık kokan bir bıkkınlık içinde ba§lar. "Ba§lar," bu
önemli. Bıkkınlık makinemsİ bir ya§amın edimle­
rinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin de­
vinimini ba§latır."
Alabildiğine çoğaltabileceğimiz bu benzerlik­
ler kaqısında, Tersi ·ve Yüzü'nün daha sonra yazı­
lacak yapıtlarda kullanılmak üzere hazırlanmı§
bir parçalar bütünü olduğu dü§ünülebilir. Ama
bu küçük deneme bunun çok üstünde, çok öte-

12
sindedir. Albert Camus, gene 1958 önsözünde,
Brice Parain'in Tersi ve Yüzii'nü yazdıklarının en
iyisi saymasının nedenini "bu beceriksiz sayfalar­
da, daha sonra yazdıklarına göre, daha çok gerçek
sevi bulunması" olduğunu söyler. Hangi kitabı
söz konusu olursa olsun, Camus'nün her satırın­
da sezilen sevinin gerçekliği tartı§ma konusu edi­
lemez. Ama Tersı ve Yüzü'nde bu seviye ayrı bir
derinlik kazandıran bir etken fazlasıyla ağır basar:
ya§am. Bütün anlamlarıyla. Sanatçının daha son­
raki yapıtlarında kaqımıza birer dü§ünce olarak
çıkacak olan birçok öğe, burada daha somut, daha
yalın, daha dolaysız bir biçimde yansıtılmı§ birer
ya§antı olarak belirir. Bir öğreti, bir dizge içinde
belirlenmez daha dü§ünceleri, ama Camus, ileride
Kendisinin uyumsuzluk konusunda Kierkegaard
için söyleyeceği gibi, daha iyisini yapar: bu dü­
§Ünceleri ya§ar. Uyumsuz Ya�ama' da olsun, Ba�­
kaldıran İnsan 'da olsun, Dü�üş'te olsun, bütün
ana sorunlara insan ile dünyayı kaqıla§tırarak gi­
rer, sonuçlarını da bu kaqıla§tırmadan çıkarır.
Tersi ve Yüzü'nün aniatıcısı ise, bir tepede, bir
pencerede, bir mezarın ba§ında, dünya ile kar§ı
kaqıyadır hep.
Bu yapıtın bizi Camus'nün dü§üncesinin
kaynaklarına götürmesi de bundandır: yoksulluk
ve güney güne§i, çıplaklık ve aydınlık. Bu ko§ul­
ların önemi Tersi ve Yüzü okunduğu zaman daha
bir açıklık kazanır, çünkü Camus kendisinden ve
çevresinden hiçbir yerde buradaki kadar açık ve
dolaysız bir biçimde söz etmemݧtir: Camus, ma­
hallesi, evi, annesi, büyükannesi, yoksulluğu, son-

13
ra her şeyin üstünde parıldayan ışık; Camus, ya­
şam, ölüm, sonra "dünyanın bütün ışığı"; Camus,
ıssız, duygusuz doğa, deniz, toprak, güneş. En ya­
lın biçimleri altında dünyanın ve yaşamın bütün
temel öğeleri: kişiliğin ve yapıtın beslendiği kay­
nak. "Camus kendinden de, kendi dünyasından
da hiçbir zaman uzaklaşmamıştır ," sözünün anla­
mı şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Ama "bizim dünyamızdan, hepimizin dünya­
sından," desek de olur. Öyle ya, Camus, bilinçle,
kendi kendine, en yalın, en çıplak, en canlı biçi­
mine indirgemek ister dünyayı. Bunu daha ilk ya­
pıtında büyük ölçüde başarır. Çıplak ve duru bir
bakışla kavramaya çalışır onu. Onun için yalnız­
ca dünya ve dünyanın üstünde, aynı zamanda da
karşısında, insan vardır. Her ikisi de her türlü ge­
reksiz, oyalayıcı, saptırıcı süsten sıyrılmış olarak
belirir yapıtında. Doğa ve insan karşısında, Ca­
mus'nün usu gözlerin, ellerin, beş duyunun usu
olmak ister. Biz de, onu okurken, geri kalan ne
varsa; insanların, yüzyıllar boyunca, gözlerimizi
körleştirmek, usumuzu temel gerçeklerden uzak­
laştırmak için, önümüze, ardımıza yığılmış fazla­
lıklar olduğunu sezinleriz. Camus, daha ilk yapı­
tında, bu izlenimi bir kesinliğe dönüştürmeye ça­
lışır: "Bu fazlasıyla kolay çemberi kırmak gere­
kir," der. "Açık görüşlülüğüm gerek bana. Evet,
her şey basit. İnsanlar karıştırıyor işleri. Masal an­
latmasınlar bize. İdam mahkumu için: 'Topluma
borcunu ödeyecek,' demesinler, 'Kafası kesile­
cek,' desinler. Pek önemsiz görünüyor bu. Ama
ufak bir ayrım var arada." Hiç kuşkusuz, "ufak

14
bir ayrım" sözün gelişi. Camus için ayrım büyük­
tür gerçekte. Bizim içinse bu ayrım Cagms)·yü
başkalarından ayıran, kişiliğini oluşturan' ş_e yd-ir,
yapıtlarının ve tutumunun iki temel öğesinin,
"somut" ile "basit"in, "masal anlatan"ların görüş­
lerine karşıtlığı, bir aktörenin özetidir. Sonucu ne
olursa olsun, Camus'nün kişileri için, bu ayrımın
günışığına çıkması bir uyanışı belirler. Uyanış da
ancak somutta gerçekleşir.
Bunun için, başkaldırmanın özü somuttur.
Camus'de, uyumsuz insan da, Tersı ve Yüzü'nün
aniatıcısı gibi, hep somuta bağlanır. Eylemin,
erincin hep zamanla, daha doğrusu "bugünle" sı­
nırlandırılması, niteliğİn yerinin niceliğe verilme­
si hep somuta bağlılığın sonuçlarıdır. "Basit" ise
"somut"un temel niteliklerinden biridir. Camus
TFsi ve Yüzü'nde durmamacasına döner bu konu­
ya: "Basit, evet, her şey basit, deniz fenerlerinin
bir yeşil, bir kırmızı, bir ak ışıklarında, gecenin
serinliğinde, kentin ve çöplüğün bana kadar gelen
kokularında her şey basit"; "Böyle işte, ne zaman
dünyanın derin anlamını sezer gibi olduysam,
onun basitliği şaşırttı beni." Her şeyi basite indir­
gemek, sorunu yüzeyselleştirmek değil, tam tersi­
ne, derinleştirmektir. Tersı ve Yüzü'nden başla­
mak üzere, Camus'nün bütün yapıtları tanıklık
eder buna. Kişi susar, sessizliğin basitliğine yerle­
şir, evrene oradan bakar, durum işte o zaman baş­
lar aydınlanmaya. "Alay" adlı denemede geveze
yaşlı adamla yaşlı kadın konuşmak, başkalarının
ilgisini çekmek, dünyanın odağı olmak isterler,
böylece dünya ile karışarak unutacak, böylece

15
ba§kalarını da, kendi kendilerini de uyutacaklar­
dır. Ama Camus ba§ından beri bilir ki, uyanı§, bi­
linç, açık görü§lülük, basit bir biçin:ıde dünyanın
karşısında yer almakla ba§lar: "Bu dünyaya doku­
nabiliyorum, onun var olduğu yargısına varıyo­
rum. Bütün bilgim burada duruyor, gerisi kurma­
ca,'' diye yazar Uyumsuz Ya�ama'da. Bu bilince
varabiirnek için, yapılacak ilk §ey, alı§kıların çem­
berini kırmaktır, Tersi ve Yüzü'nde bir Prag yol­
culuğunun öyküsü açıklıkla ortaya koyar bunu,
Dü�ü� de, yıllardan sonra, çarpıcı bir biçimde doğ­
rular. Böylece basitlik, yoksulluk bir otel odası
görüntüsünün altında, hem sanat, hem dü§ün açı­
sından, ı§ıklı bir güç kazanır Camus'de. Tersı ve
Yüzü'ne değerini, çekiciliğini, kekre tadını veren
de her §eyden önce bu basitlik olsa gerek.
Bu basitliğe, bu somutluğa eri§ebilmek için,
Camus gibi bilinçli, açık görü§lü olmak gerekir
ku§kusuz. Ünlü yazar, daha ilk kitabında, hem de
sık sık, bunları en büyük değerler olarak gösterir.
Açık görü§lülük, bu "en son noktasına gelmi§ bi­
lincin en son noktası," her §eyin birle§tiği yerdir.
Bilinç, yüreklilik ve mutluluk, hem de biricik
mutluluktur: "DÜyabileceğim biricik mutluluğu:
dikkatli ve dost bir bilinci içime çekiyorum," di­
ye yazar ilk kitabında. Sonraki kitaplarında gü­
cünden ve etkinliğinden hiçbir §ey yitirmeyecek­
tir bu bilinç: "Uyumsuz Yaşama'da, dünyanın
uyumsuzluğunu bu bilinç algılayıp açıklayacak,
her §ey sarsıldıktan, yıkıldıktan, dayanılabilecek
hiçbir destek kalmadıktan sonra yalnız bu bilinç
ayakta kalacak, Ba�kaldıran İnsan'da biricik mut-

16
luluk ve umut kıvılcımlarını bu bilinç çaktıracak-
tır.
Camus'nün Yabancı 'dan Veba'ya, Uyumsuz
Ya�ama'dan Ba�kaldıran İnsan'a geçişi bir zaman­
lar kimilerini şaşırtmış, düşüncesinde bir yön de­
ğiştirme, bir çelişki gibi görünmüştür. Bugün ar­
tık böyle bir çelişkiden söz edilmiyor. Tersı ve
Yüzü de böyle bir sanının geçersizliğine yeterince
tanıklık etmektedir. Gerçekten de, Dü�ülte nere­
den geldiği aniaşılamayan bir kahkaha biçiminde
beliren, Uyumsuz Ya�ama' da kişiyi kendini öldür­
me düşüncesine yönelttikten sonra, aldatmacalar­
dan uzak, bilinçli bir yaşama biçimine dönüşen
umutsuzluk, nedeni ve yorumuyla birlikte, ilk
yapıtta karşımızdadır: "Bir büyüklük gerekiyor­
du bana. Onu dünyanın en güzel görünümlerin­
den birinin gizli umursamazlığı ile derin umut­
suzluğunun karşılaştırılmasında buluyordum.
Hem yürekli, hem de bilinçli olma gücünü çıkarı­
yordum bundan." Aynı biçimde, Ba�kaldıran İn­
san 'da, belirsiz bir gelecek adına durmadan yine­
lenen, acımasız öldürmelerin tarihi içinde ulaşı­
lan, aydınlık sonucu da, oldukça belirgin çizgiler­
le, ilk yapıtta bulabiliriz. Yazarın "öğle düşünce­
si" diye adlandırdığı şeydir bu: her şeyi ışıklı çıp­
laklığı içinde gösteren, insanın doğa ile karşıtlığı­
nı, kaçınılmaz ölümü kesinleyen, ama gene de ısı­
tan Akdeniz güneşinin altında doğan düşünce.
Tersı ve Yüzü'nün aniatıcısı ancak İtalya gü­
neşinin altında, bu sıcak ve aydınlık umutsuzluk­
ta bulur aradığını. Buna karşılık, bir başka umut­
suz, Dü�ü{ün kahramanı Jean-Baptiste Clamence,

17/2
soğuk, puslu, külrengi bir ortama yerlqip acı
çekmeyi yeğler. Bunun son ucu olarak, hiçbir atı­
lım yer almaz yaşamında, geçmişinı sakız gibi çiğ­
neyip durmakta kalır. Aydınlık ve çıplaklıkta, bi­
linçli umutsuzluk umudu yaratır. Umutsuzluktan
umuda götüren bu yaratıcı atılımı da, bir kez da­
ha, Tersi ve Yüzü önceden sezdirir bize: "Yaşama
umutsuz! uğu yoksa, yaşama sevisi de yoktur."
Ama Tersı ve Yı"izü Canıus'nün yapıtlarının
kaynağı değildir yalnız, yaşamının, duygularının,
davranışlarının da kaynağıdır bir bakıma. Birçok
edimini "Tersı ve Yüzü nde sezinlennıış gerçek­
'

ler"in koşullandırdığını, yaşam konusundaki bil­


gisinin bu kitapta "acemice söylenmiş olan"ı aş­
madığını kendisi söyler. "Bunca yıldan sonra, Ter­
sı ve Yüzıi'nü bu basım ıçin yeniden okurken, ki­
mı sayfalar kaqısında, bütün acemiliklerine kar­
şın, içgüdüyle biliyorum ki, bu budur. Bu, yani
bu yaşlı kadın, sessız bir ana, yoksulluk, İtal­
ya'nın zeytın ağaçlarının üzerindeki ışık, yalnız
ve kalabalık sevi, benını için gerçeğe tanıklık
eden ne varsa, hepsi," diye yazar 1958'de. Sonra
ekler: "Bu kitaptan bu yana çok yürüdünise de
pek öyle ilerlenıedim. Çoğu zaman iledediğimi
sanırken, gerıliyordum." Günün binnde kişili ğı
ile sanatı arasında kusursuz bir denge kurulursa,
Camus düşlerinin yapıtını gerçekleştirebilecektir,
bu yapıt da, şu ya da bu biçimde, yeniden yaratıl­
mış bir Tersı ve Yüzii olacaktır. Erken ölümü, bu
düşünü gerçekleştirmesim önledi. Ama bu düşün
onun en büyük düşlerinden biri olduğu anlaşılı­
yor: "Bir gün, Tersı ve Yüz ıi nü yeniden yazınayı
'

1K
ba§aranıazsanı, hiçbir §ey ba§aramamı§ olacağını."
Tersi ve Yüzü'nü yeniden yaznıaksa, bir ananın
hayranlık verici sessizliğini, bir adamın bu sessiz­
liği dengeleyen sevıyi yeniden bulma yolundaki
çabasını yeniden ya§atnıak, üzerlerine yüreğin ilk
açıldığı basit ve büyük bir iki inıgeyı yeniden bul­
maktır.
İyice anla§ılıyor artık: Tersi ve Yüzü düz bir
yolun ba§langıç noktası değildir yalnız, her za­
man dönülen, her zaman özlenen, her §eyi besle�
yen kaynaktır, ı§ığın fı§kırdığı noktadır.

T AHSİN YÜCEL

19
ÖNSÖZ
Bu kitapta toplanmı§ olan denemeler 1935
ve 1936 yıllarında (yirmi iki ya§ımdaydım o za­
man) yazılını§, bir yıl sonra Cezayir' de, çok az
sayıda basılmı§tı. Bu baskı çoktandır bulunmaz
olmu§tU, ben de Tersi ve Yüzü'nün yeniden ba­
sılması önerilerini hep geri çevirmi§tim.
inadırnın gizemli nedenleri yok. Bu yazı­
larda dile getirilenterin hiçbirini yadsımıyo­
rum, ama biçimleri hep acemice göründü bana.
Sanat konusunda elimde olmadan beslediğim
önyargılar (bunları ileride açıklayacağım), bun­
ları yeniden bastırmayı dü§ünmemi uzun za­
man engelledi. Büyük bir kuruntu bu görünü§­
te, hem de öbür yazılarıının bütün gerekleri
kaqıladığını dü§ündürtecek bir §ey. Hiç de öy­
le olmadığını söylemem gerekir mi? Yalnız Ter­
si ve Yüzü'ndeki beceriksizlikler ötekilerden da­
ha çok rahatsız ediyor beni, bilmiyor değilim.
Bunların en çok önemsediğim konuyla ilgili ol­
duklarını, biraz da onları ele verdiklerini kabul
ederek değil de nasıl açıklayabilirim bunu? Ya­
zınsal değeri konusu sonuca bağlandıktan son-


ra, benim için bu küçük kitabın tanıklık değeri­
nin gerçekten de büyük olduğunu söyleyebili­
rim. Benim için diyorum, çünkü benim önüm­
de tanıklık ediyor, derinliğini ve güçlüklerini
yalnız benim bildiğim bir tanıklık istiyor ben­
den. N edenini söylemeyi denemek isterdim.
Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisi­
ni bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer. Brice
aldanıyor. Dürüstlüğünü bildiğim için, eski ki­
§iliğini §imdiki ki§iliğine yeğ tutmak saygısızlı­
ğını gösterenler kar§ısında her sanatçının kapıl­
dığı kızgınlıkla söylemiyorum bunu. Hayır, al­
danıyor, çünkü, deha bir yana bırakılırsa, insan
yirmi iki ya§ında yazı yazmasını pek bilmez.
Ama sanatın bilgin dü§manı ve acıma filozofu
olarak Parain'in söylemek istediğini anlıyorum.
Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımda­
kinden daha çok gerçek a§k bulunduğunu söy­
lemek istiyor, haksız da değil.
Her sanatçı, benliğinin ta içinde, olduğu ve
söylediği §eyi ömrü boyunca besleyen tek bir
kaynak saklar böyle. Kaynak kuruyunca, yapı­
tın katıla§tığı, çatladığı görülür yava§ yava§.
Görünmez akımının sulamaz oldt!ğu, nankör
sanat topraklarıdır bunlar. Otlar seyrekle§ip
kuruyunca, saman kökleri yle kaplanan sanatçı,
susma ya da -bu da aynı kapıya çıkar- salonla­
ra girip çıkma çağına gelmi§ demektir. Bana ge­
lince, kaynağıının Tersı ve Yüzü'nde, içinde
uzun zaman ya§adığım, anısı beni her sanatçıyı
tehdit eden iki kaqıt tehlikeden, hınçtan ve

22
doygunluktan hala koruyan bu yoksulluk ve
ı§ık dünyasında olduğunu biliyorum.
Bir kez, yoksulluk benim için hiçbir za­
man bir mutsuzluk olmadı: ı§ık zengınl iklerini
saçıyordu içine. Ba§kaldırılarım bile onunla ay­
dınlanmı§tı. Hemen her zaman, hileye kaçma­
dan söyleyebilirim sanıyorum, herkes için ba§­
kaldırmalardı bunlar, herkesin ya§amının ı§ıkta
gel i§mesini isteyen ba§kaldırılardı. Yüreğimin
doğal olarak a§kın bu türüne yatkın olduğunu
kesinlikle söyleyemem. Ama ko§ullar yardım
etti bana. Doğal bir i lgisizliği düzeltmek için,
sefalete de, güne§e de aynı yakınlıkta bulunan
bir noktaya yerle§tirilmi§tim. Sefalet, güne§in
altında ve tarihte her §eyin iyi olduğuna inan­
maını önledi; güne§ de tarihin her §ey olmadığı­
nı öğretti bana. Ya§amı deği§tirmek, evet, ama
Tanrı gibi gördüğüm dünyayı deği l. Amaca eri­
§eceğime güvenemeden, üzerinde güçlükle iler­
Iediğim bir "cambaz ipine" arılıkla çıktım, bu­
gün yapmakta olduğum zor mesleğe böyle ba§­
ladım ku§kusuz. Ba§ka bir deyi§le, yadsımasız,
boyun eği§siz sanat olmadığı doğruysa, bir sa­
natçı oldum.
Ne olursa olsun, çocukluğurnun üzerinde
hüküm süren güzel sıcaklık her türlü hınçtan
uzak tuttu beni. Yoksulluk i çi nde, ama aynı za­
manda da bir tür ergi içinde ya§ıyordum. Tü­
kenmez güçler duyuyordum içimde: yalnız
bunlara b i r uygulama noktası bulmak gereki­
yordu. Bu güçlere set çeken §ey yoksulluk de-

23
ğildi: Afrika'da deniz de, güne§ de bedavadır.
Gerçek engel önyargılar ya da ahmaklıktı daha
çok. Burada, dostum ve öğretmenim Jean Gre­
nier'nin haklı olarak alaya aldığı, bana çok za­
rarları dokunan, yaratılı§ların da bir kaçınılmaz
alınyazısı bulunduğunu anladığım dakikaya de­
ğin, bo§U bo§una düzeltmeye çalı§tığım bir 'ge­
çimsizliği' geli§tirmek için bütün fırsatlar vardı
önümde. O zaman kendi gururunu kabul et­
mek ve C hamfort'un dediği gibi, yaratılı§ından
dıı.ha güçlü ilkeler benimsemektense, onu kul­
lanmak daha iyiydi. Ama, kendimi yokladıktan
sonra, birçok zayıflığım arasında bizde en yay­
gın olan kusurun, yani 'haset'in, toplumların
ve öğretilerin bu gerçek kanserinin hiçbir za­
man yer alamadığını söyleyebilirim.
Bu mutlu bağı§ıklık kendi emeğimle olma­
dı. Bunu her §eyden önce ailemin neredeyse her
§eyden yoksun olan ve neredeyse hiçbir §eye
göz dikmeyen insaniarına borçluyum. Okuma­
sı yazması bile olmayan bu aile, sessizliği, ağır­
ba§lılığı, doğal ve yalın gururuyla, bana en yüce
dersleri verdi o zaman. Bu dersler bugün de
sürmektedir. Sonra ben de ba§ka bir §ey dü§le­
meyecek ölçüde duymaya vermi§tim kendimi.
Şimdi bile, Paris'te çok zengin bir ya§amla kar­
§ıla§tığım zaman, içimde uyanan uzaklık duy­
gusunda bir acıma vardır. Çok adaletsizliklere
rastlanır yeryüzünde, ama bir adaletsizlik daha
\'ardır ki, hiç sözü edilmez: iklim adaletsizliği.
Ben, biIm eden, bu adaletsizi ik lerden yararLı-
nanlardan biri oldum uzun zaman. Yazımı
okuyacak a§ırı insanseverlerimizin suçlamaları­
nı §imdiden i§itir gibiyim. Berikilerin mutlu
köleliği ni, ötekilerin de gücünü daha uzun za­
man sürdürmek amacıyla, i§çileri zengin, burju­
vaları yoksul gibi göstermek istiyormu§um.
Hayır, öyle değil. Tam tersine, yoksulluk, bü­
yüdüğüm zaman kentlerimizin korkunç dı§
mahallelerinde kaqıla§tığım §U göksüz, umut­
suz ya§amla birle§ince, en son ve en ba§kaldırtı­
cı adaletsizlik en son noktasına gelmi§ demek­
tir: gerçekten de, bu insanların sefaletin ve çir­
kinliğin çifte alçaltınasından sıyrılmaları için
her §eyi yapmak gerekir. Bir i§çi mahallesinde,
yoksul doğmu§tum, gene de o soğuk dı§ mahal­
lelerimizi tanıyıncaya değin, gerçek mutsuzlu­
ğun ne olduğunu bilmezdim. Son noktasına
varını§ Arap sefaleti bile, göklerin farklılığı al­
tında, bununla kar§ıla§tırılamaz. Ama bir kez
endüstri alanı olan dı§ mahalleleri gördükten
sonra, sanırım,· her zaman için çamura bulan­
mı§ gibi bir duygu uyanır insanın içinde, onla­
rın ya§amından sorumlu bulur kendini.
Ama söylediğim gene de gerçek. Bazı bazı,
aklıma bile getiremeyeceğim zenginlikler orta­
sında ya§ayan insanlarla kaqıla§ıyorum. Gene
de, bu zenginliklere imrenilebileceğini anlaya­
bilmek için bir çaba harcamarn gerekiyor.
Uzun zaman oluyor, sekiz gün boyunca, bu
dünyanın zenginliklerine gömülmü§ bir biçim­
de ya§amı§tım: bir deniz kıyısında, açıkta uyu-

25
yorduk, karnıını meyvelerle doyuruyordum,
günlerimin yarısını ıssız bir suda geçiriyordum.
O dönemde bir gerçek öğrendim ki beni hep
rahatlığın ya da yerle§meni'n belirtilerini alayla,
sinirlilikle, bazı bazı da öfkeyle kaqılamaya yö­
neltti . Şimdi yarın kaygısı duymadan, yani ay­
rıcalıklı olarak ya§ıyorsam da, sahip olmasını
bilmem. Elimdekinden, yani h ep ben aramadan
bana verilmi§ olandan hiçbir §ey saklayamam.
Sanırım, savurganlıktan çok, ba§ka tür bir �im­
rilikten geliyor bu: varlı k fazlalığı ba§lar ba§la­
maz yok olan özgürlüğün cimrisiyim. Benim
için, lükslerin en büyüğü bile bir yoklukla bir­
le§meye hiç ara vermemi§tir. Arapların ve İs­
panyolların çıplak evini severim. İçinde ya§a­
mayı ve çalı§mayı yeğ gördüğüm (daha da ende­
ri, içinde ölmenin benim için fark etmeyeceği)
yer otel odasıdır. İçeri ya§amı denilen (çoğu za­
man da iç yapının kaqıtı olan) §eye hiçbir za­
man bırakamadım kendimi; burjuva mutluluğu
denilen §ey beni sıkar, tüylerimi ürpertir. Öte
yandan, bu yeteneksizliğin koltuk kabartacak
hiçbir yanı da yoktur; kötü k usurlarımın bes­
lenmesine de az yardımı olmadı. Hiçbir §eye
göz dikmem, bu benim hakkımdır, ama ba§ka­
larının h asetlerini de dü§ünmem her zaman, bu
da beni dü§leme bakımından, yani iyilik bakı­
mından eksik bırakır. Kendi m için bir yapma
kuralı beni msemi§imdir: "ilkelerini büyük ko­
nulara saklamalı insan, küçük §eylerde acıma
duygusu yeter." Ne yazık! insan özdeyi§leri

26
kendi yaratılı§ının çu kurlarını doldurmak için
benimser. Bende, sözünü ettiğim acımanın adı
daha çok ilgisizlik tir. Etkileri, kolayca anla§ıldı­
ğı gibi, o denli mucizeli değildir.
Ama ben yoksulluğu n ille de haseti gerek·
tirmediğini vurgulamak istiyorum yalnız. Daha
sonra, ağır bir hastalık, içimde her §eyi deği§ti·
ren ya§ama gücünü geçici olarak elimden aldığı
zaman, görünmez sakatlıklara, bunda buldu­
ğum yeni zayıflıklara kaqın, korkuyu ve cesa­
ret kırıklığını tanıdırnsa da iç burukluğunu hiç
tatmadım. Bu hastalık ba§ka köstekler ekliyor­
du k u§k usuz, en çetinleri de önceden bende
olanlardı. Sonunda §U yürek özgürlüğünü, in­
san çıkarları kar§ ısında §U h afif uzaklığı, beni
her zaman hınçtan korumu§ olan uzaklığı des­
tekliyorlardı. Paris'te ya§amaya ba§layalı beri,
bu ayrıcalığın yüce bir ayrıcalık olduğunu bili­
yorum. Ama sınırsız olarak ve hiç pi§manlık
duymadan tadını çıkardım bunun, hiç değilse
bugüne değin bütün ya§amımı aydınlattı. Ör­
neğin sanatçı olarak, h ayranlık içinde ya§amaya
ba§ladım, buysa, bir anlamda, yeryüzü cenneti­
nin ta kendisidir. (Bugün Fransa'da, yazında ilk
adımlarını atmak, hatta yolunu tamamlamak
için, tam tersine, alaya alacak bir sanatçı seçme­
nin, görenekten oldugunu biliyorum.) Aynı bi­
çimde, i�san tutkularım da hiçbir zaman ' kaqı'
olmadı. Sevdiğim yaratıklar benden daha iyi,
daha büyüktü her zaman. Benim ya§adığım
yoksulluk bana hıncı öğretmedi, tam tersine,

27
belirli bir sadıklığı, bir de sessiz bağlılığı öğret­
ti. Bunu unuttuğum olduysa, yalnız ben ve ku­
surlarım sorumluyuz, içinde doğduğum dünya
değil.
Mesleğimi yürütü§ümde kendimden ho§­
nut olmarnı da bu yılların anısı önledi. Burada,
elimden gelen bütün sadelikle, yazarların genel­
likle susu§la geçi§tirdikleri §eyden söz etmek is­
terdim. Ba§arılmı§ kitap ya da sayfa kaqısında
duyulduğu anla§ılan ho§nutluk bile değil söyle­
mek istediğim. Bu ho§nutluğu tatmı§ sanatçılar
çok mudur, bilmem. Kendi payıma, bitmi§ bir
sayfayı yeniden okumaktan bir sevinç çıkardı­
ğıını hiç sanmıyorum. Hatta, sözüme inanılaca­
ğını umarak, bazı kitaplarıının çok beğenilme­
sinin beni hep §a§ırttığını söyleyeceğim. Elbette
alı§ıyor insan buna, hem de oldukça yakı§ıksız
bir biçimde. Gene de, bugün bile, gerçek değer­
lerini kabul ettiğim, ba§ta gelenlerinden biri de
bu kitabın yirmi yıl önce adandığı kimse1 olan
ya§ayan yazarların yanında bir çırak gibi görü­
rüm kendimi. Doğal olarak yazarın da ya§amı­
nı doldurmaya yeten sevinçleri vardır elbet,
bunlar için ya§ar. Ama ben bunlarla daha tasar­
lama sırasında, konunun belirdiği, birdenbire
açık görü§lü oluvermi§ duyarlık önünde yapı­
tın biçimlenmeye ba§ladığı saniyede, imgelemin
aniakla tam olarak kayna§tığı §U çok güzel an­
lamda kaqılarım. Doğdukları gibi geçer bu an-

28
lar. Yapıtı gerçekle§tirmek kalır gerıye, yanı
uzun bir çaba.
Ba§ka bir düzlemde, bir sanatçının bo§ gu­
rurdan gelen sevinçleri de vardır. Yazarlık mes­
leği, hele Fransız toplumunda, büyük ölçüde
bir bo§ gurur mesleğidir. Hiç küçümseme duy­
madan, fazla fazla biraz üzüntüyle söylüyorum
bunu. Bu noktada ben de ba§kalarına benze­
rim; bu gülünç sakatlıktan arınmı§ olduğunu
k im söyleyebilir? Ne olursa olsun, hasete ve
alaya adanmı§ bir toplumda, b ir gün gelir ya­
zarlarımı zı, dokunaklı alaylar altında bu zavallı
sevinçleriri pahasına çok pahalıya öderler. Ama
yirmi yıllık yazın ya§amımda mesleğim böyle
sev inçleri pek az getirdi bana, zaman geçtikçe
de azaldı bunlar.
Beni kitle içinde mesleğimi yürütürken ra­
hat olmaktan alı koyan, bana her zaman dost
kazandırmayan bir sürü geri çevİrıneye yönel­
ten §ey de
Tersı ve Yüzü'nde sezinlenen gerçeklerin
anısı değil midir? Gerçekten de, insan övmeyi
ya da saygı sunmayı bilmeyince, yalnız kendin­
den ku§ku duymasına kar§ın, onu küçümsediği
sanısını uyandırır. Aynı biçimde, yazarlık mr�­
leğinde karşıla§ılan §U sertlik ve gönül alıcı lık
karı§ımını gösterseydim, hatta gösterimi abart­
saydım, daha çok sevgi toplardım, öyle ya, ne
de olsa oyunu oynamı§ olurdum. Ama elden ne
gelir, bu oyun beni eğlendirmiyor! Rubemp-
re'nin ya da Julien Sorel'in1 hırsı bönl üğüyle,
biraz da alçakgönüllülüğüyle sık sık §a§ırtır be­
ni. Nietzsche'nin Tolstoy'un ya da Melvil le'in
hırsiarı al tüst eder beni, hem de uğradıkları ba­
prısızlık nedeniyle. Yüreğimin derinl iğinde,
ancak en yoksul ya§amlar ya da aklın en büyük
serüvenleri kaqısında alçalmı§ bulurum kendi­
mi. Bunların ikisi arasında, güldüren bir top­
lum bulunuyor bugün.
Bazı bazı, pervasızlıkla Tüm-Paris dedikle­
riyle2 kaqıla§tığım tek yer olan tiyatro 'premi­
ere'lerinde, bütün salon yok olup gidecekmi§,
bu dünya, bu göründüğü biçimiyle, yokmu§ gi­
bi bir duygu uyanır içimde. Ötekilerdir bana
gerçek görünen sahnede haykıran büyük çehre­
ler. O zaman kaçmamak için, bu seyircilerin
her birinin de kendi kendisiyle bir randevusu
olduğunu, bunu bildiğini, az sonra da hiç ku§­
kusuz bu randevuya gideceğini anımsamak ge­
rekir. Hemen sonra, i§te yeniden karde§i olu­
vermi§tir: toplumun ayırdıklarını yalnızl ıklar
birle§tirir. Bu bil indikten sonra, bu insanlar na­
sıl pohpohlanır, gülünç ayrıcalıklar için nasıl
oyun oynanır, bütün kitapların bütün yazarla­
rını kutlamaya, sizi destekleyen ele§tirmene
açık açık te§ekkür etmeye nasıl razı olunur, ra­
kibi kazanmak için ne diye çaba harcanır, sonra
fransız toplumunun Pernod ve gönül yayınları
kadar bol kul l andığı bu övgüler ve bu hayran-
1 Rubcnıpn\ Hi1lzi1c'ın� J ulinı S{ıı elı.�l' �t.ıııdlul'ııı hı ı k.tlır.m).lnıdıı
'ı anı kıb.tr t.lluk<lyla .

.10
lık (yazarın önünde hiç değ ilse, çünkü, yazar
gitti mi! .. ) nasıl kabul edilir? Bunların hiçbirini
beceremiyorum, bu bir gerçek. Benliğimdeki
gücünü, enginl iğini bildiğim §U kötü gururun
da etkisi çoktur belki bunda. Ama, yalnız bu
olsaydı, bu i§te yalnız gururum rol oynasaydı,
öyle sanıyorum ki, tam tersine, yinelenen bir
rahatsızlık duyacak yerde, yüzeysel olarak öv­
günün keyfini çıkarırdım. Hayır, kendi duru­
mundak i insanlar gibi bende de bulunan guru­
run, büyük bir gerçek payı ta§ıyan ki mi ele§ti­
rilere tepki gösterdiğini duyarım her §eyden
önce. Övgü karşısında, bana çok iyi bildiğim o
katı ve nankör görünÜ§Ü veren §ey gurur değil,
(bende bir yaratılı§ sakadığı gibi olan §U derin
ilgisizlikle birlikte) o sırada içime doğan garip
bir duygu: "Bu bu değil. . . " Hayır, bu bu değil­
dir, i§te bunun içinde §öhret, söylendiği gibi,
bazı bazı benimsenmesi öylesine güç bir §eydir
k i, onu yitirmek içi n ne gerek iyorsa yapmakta
bir tür kötü sevinç bulur insan. Tersine, bunca
yıldan sonra, bu baskı için Tersi ve Yüzü'nü ye­
niden okuyunca, kimi sayfalar kaqısında, hem
de acemiliklere kar§ın, bunun bu olduğunu iç­
güdüyle biliyorum. }3u, yani bu ya§lı kadın, ses­
siz bir ana, yoksulluk, İtalya'nın zeytin ağaçla­
rının üzerindeki ı§ık , yalnız ve kalabalık a§k,
benim için gerçeğe tanıklık eden ne varsa hepsi.
Bu sayfaların yazıldığı zamandan beri, ya§­
landım, çok §eyler görüp geçirdim. Sınırlarımı,
sonra hemen hemen bütün zayıflıklarımı tanı-

31
yarak kendi hakkımda bilgi edindim. Yaratık­
lar hakkında o denli bilgi edinemedim, çünkü
benim merakım tepkilerden çok yazgılarına
yönelir, yazgılar da çok yinelenir. Hiç değilse
var olduklarını ve bencilliğin, kendini yadsıya­
masa bile, açık görü§lü olmaya çalı§ması gerek­
tiğini öğrendim. İnsanın kendinden haz alması
olanaksızdır. Bu alandaki büyük yetenekierime
kar§ın bun u biliyorum. Yalnızlık varsa -benim
bilmediğim bir §ey bu- bir cennet dü§ler gibi
dü§leyebilir insan onu. Herkes gibi ben de dü§­
lerim bazı bazı. Ama iki sakin melek, onun e§i­
ğinden hiçbir zaman geçirmediler beni ; biri
dostun yüzünü gösterir, öbürü dü§manın sura­
tını. Evet, bütün bunları biliyorum, a§kın neye
patladığını da öğrendim ya da a§ağı yukarı.
Ama ya§amın kendisi hakkında, Tersi ve Yü­
zü'nde acemice söylenenden daha fazlasını bil­
mıyorum.
Bu sayfalarda, biraz da tumturaklılığa kaça­
rak, "Ya§ama umutsuzluğu yoksa, ya§ama a§kı
da yoktur," diye yazmı§tım. O sırada ne denli
doğru söylediğimi bilmiyordum; gerçek umut­
suzluk zamanlarından geçmemi§tim daha. Bu
zamanlar geldi ve bende ölçüsüz ya§ama iste­
ğinden her §eyi yıkabildi. Tersi ve Yüzü'nün en
karanlık sayfalar ında bile parıldayan bu hem
verimli, hem yıkıcı tutkunun acısını hala çeke­
rim. Ya§amımızın ancak birkaç saatini gerçek­
ten ya§ıyoruz, derler. Bir bakıma doğrudur bu,
bır bakıma da yanlı§. Çünkü bu kitaptaki dene-

32
melerde duyulacak olan doymaz co§kunluk be­
ni hiç bırakmamı§tır ve bu CO§ku, uzun sözün
kısası en kötü ve en iyi yanıyla ya§amdır. Hiç
ku§kusuz bende yarattığı en kötüyü düzeltmek
istedim. Herkes gibi ben de, elimden geldiğin­
ce, yaratılı§ımı ahlak yoluyla düzeltmeye çalı§­
tım. Yazık ki bana en pahalıya mal olan bu ol­
du. Güç zoruyla, (güç de bende vardır) bazı ba­
zı ahlaka göre davranınayı ba§arabilir insan, ol­
mayı ·değil. Bir tutku adamı olunca da ahlaklı
dü§lemek, tam adaletten söz edildiği sırada,
kendini adaletsizliğe adamaktır. İnsan bana yü­
rüyen bir adaletsizlik gibi görünür bazı bazı:
kendimi dü§ünürüm. Bu anda içimde yazdığım­
da aldandığım ya da yalan söylediğim gibi bir
duygu varsa, adaletsizliğimi dürüst olarak nasıl
ortaya kayacağıını bilemediğim içimdir. Hiç
ku§kusuz, adaletli olduğumu hiçbir zaman söy­
lemedim. Öyle olmaya çalı§mak gerektiğini, bir
de bunun bir güçlük ve bir mutsuzluk olduğu­
nu söylediğim oldu yalnız. Ama fark o kadar
büyük mü? Ve adaleti kendi ya§amında bile
egemen kılamayan ki§i adaletten dem vurabilir
mi? Hiç değilse onura, bu adaletsizlerin erdemi­
ne göre ya§anabilseydi! Ama dünyamız bu söz­
cüğü 'müstehcen' sayıyor; aristokrat da yazın
ve felsefe küfürleri arasında yer alıyor. Ben aris­
tokrat değilim, yanıtım bu kitabın içinde: i§te
ailemin insanları, ustalarım, çocuklarım; i§te
onlar yoluyla beni herkesle birle§tiren §ey. Ge-

Tersı ve Yüzü 33/3


ne de, evet, onura gereksinimim var, çünkü on­
dan vazgeçecek kadar büyük değilim.
Olsun! Ben yalnız §Unu belirtmek istiyor­
dum: bu kitaptan beri çok y ürüdüysem de o
kadar ilerlemedim. Çoğu zaman, ilerliyorum
sanırken geriliyordum. Ama sonunda, kusurla­
rım, bilgisizliklerim ve bağlılıklarım beni hep
Tersi ve Yüzü ile açmaya ba§ladığım ve sonra­
dan bütün yazdıklarımda izleri görülen yola,
üzerinde, örneğin kimi Cezayir ak§amları hep
aynı hafif sarho§lukla yürüdüğüm bu eski yola
getirdi.
Öyleyse, durum buysa, bu zayıf tanıklığı
ortaya çıkarmaya bunca zaman neden yana§ma­
dım? Bir kez, gene yinelernem gerek, ba§kala­
rında ahlaksal ve dinsel dirençler olduğu gibi
bende de sanatsal dirençler bulunduğundan.
Özgür bir doğanın oğlu olarak bana oldukça
yabancı olan yasaklama, "bu yapılmaz'' dü§ün­
cesi, bir tutsak, katı bir sanat geleneğinin hay­
ran tutsağı olduğumdan hep aklımdadır. Belki
bir de içimdeki derin karga§ayla ilgili bu güven­
sizlik, bu çekingenlik, bundan dolayı da yararlı
kalıyor. İçimdeki karga§a, kimi içgüdülerin §id­
detini, atılabileceğim amansız vazgeçi§i bilirim.
Sanat yapıtı kurmak için, her §eyden önce ru­
hun bu karanlık güçlerini kullanmalıdır. Ama
onlara belli bir yön vermeden, onları sed e çev­
relerneden değil, dalgaları elden geldiğince iyi
yükselsin diye. Benim setlerim bugün bile fazla
yüksek belki. Bazı bazı bu katılık bundan geli-

34
yor... Yalnız, olduğum ile söylediğim arasında
denge kurulduğu gün, i§te belki o gün, -yazma­
yı güç göze alabiliyorum- dü§lediğim yapıtı ku­
rabilirim. Burada söylemek istediğim, bu yapı­
tın §U ya da bu biçimde Tersi ve Yüzü'ne benze­
yeceği ve a§kın belirli bir biçiminden söz edece­
ğidir. Bu gençlik denemelerini §imdiye kadar
kendime saklamanın ikinci nedeni anla§ılıyor
§imdi. Bizim için en değerli olan gizleri becerik­
sizlik ve düzensizlik içinde, gereğinden de fazla
açığa vururuz, fazla yapay bir kılık altında da
ele veririz onları. Seslerini duyurtınaya hiç ara
vermeden, onlara bir biçim vermeden ustala§­
mayı, hemen hemen e§it dozlarda doğal ile sa­
nat birle§tirmesini bilmeyi, kısacası 'olmayı'
beklemek daha iyidir. Çünkü aynı zamanda
her §eyi yapabilmek, olmaktır. Sanatta, ya her
§ey bir arada gelir, ya da hiçbir §ey gelmez;
alevsiz I§ık yoktur. Stendhal bir gün, "Ama be­
nim ruhum alevlenmedi mi acı çeken bir ate§­
tir," diye haykırmı§tı. Bu noktada ona benze­
yenler yalnız bu tUtu§ma içinde yaratmalıydı.
Alevin tepesinden haykırı§ dimdik çıkar, söz­
cükle rini yaratır, onlar da kendisini yansıtırlar.
Burada hepimizin, sanatçı olduklarından ku§ku
duyan, ama ba§ka §ey olmadıklarından ku§ku­
ları bulunmayan sanatçıların, en sonunda ya§a­
maya razı olmak için, gün gün üstüne bekledi­
ğimiz §eyden söz ediyorum.
Öyleyse bu bekleyi§, belki de bo§una olan
bekleyi§ söz konusu olduğuna göre bugün bu

35
yayımı kabul etmek neden? Bir kez, okurlar
beni inandıran kanıtı buldukları için 1 Sonra
da, bir sanatçının ya§amında yerini saptaması,
sonra burada tutunmak üzere kendi merkezine
yakla§ması gerekecek bir zaman eninde sonun­
da gelir. Bu gün benim durumum da bu i§te,
daha fazlasını söylememe gerek yok. Bir dil
kurmak, söylenenleri ya§atmak uğrunda bunca
çabaya k ar§ın, günün birinde Tersı ve Yüzü'nü
yeniden yazmayı ba§aramazsam, hiçbir §eye
ula§mamı§ olacağım, i§te benim bulanık inan­
cım. Ne olursa olsun, bunu ba§aracağımı dü§le­
meme, bu yapıtın odağına bir ananın hayranlık
verici sessizliğini, bir adamın da bu sessizliği
dengeleyen bir adalet ya da bir a§kı yeniden
bulmak için çabasını koyacağımı kurmama hiç­
bir §ey engel değil. ݧte, ya§amın dü§ünde, ger­
çeklerini bulan, sonra yitiren adam, ölüm top­
rağı üzerinde, sava§lar, çığlıklar, adalet ve a§k
çılgınlığı, kısacası acının içinden, ölümün bile
mutlu bir sessizlik olduğu bu sakin yurda geri
dönmek üzere. Sonra i§te. .. Evet, hiçbir §ey en­
gel değil dü§lememe, ayrılık zamanında bile,
öyle ya, hiç değilse bunu biliyorum, iyice bili­
yorum ki, bir insan yapıtı, üzerlerine yüreğin
ilk olarak açıldığı, basit ve büyük iki üç . imgeyi
yeniden bulmak için sanatın dönemeçleri ara­
sından bu uzun yol alı§tan ba§ka hiçbir §ey de­
ğil. ݧte belki de bunun için, yirmi yıllık çalı§-
'B�Hl: "Bu kırAp mı.sıl oka var. ama az 5ayıJa, kitap�ıları:a pahalı <;atılıyor Ne·
Jcn Lllltı okuına hakkı y.llnı7 zeng•n okurb.rın ulsun?" Gerçekren de. neden?

36
madan, verımden sonra, yapıtırnın daha ba§la­
madığı dü§Üncesiyle ya§amayı sürdürüyorum.
Bu yeni basım nedeniyle, yazdığım bu ilk satır­
Iara döner dönmez, her §eyden önce burada bu­
nu belirtmek isteğini duydum.

17
ALAY
İki yıl oluyor, ya§lı bir kadın tanımı§tım.
Bir hastalık geçiriyordu, bu hastalıktan öleceği­
ni sanmı§tı. Tüm sağ yanına inme inmi§ti. Yal­
nız bir yarısı bu dünyadaydı, öbür yarısı §imdi­
den yabancıydı kendine. Kımıl kımıl, geveze
bir ihtiyarcıkken, sessizliğe, kımıltısızlığa göm­
mü§lerdi onu. Uzun günler boyunca yalnızdı,
okuması yazması yoktu, pek bir duyarlığı. da
yoktu, bütün ya§amı Tanrıya yöneliyordu. Ina­
nıyordu ona. Bunun kanıtı da bir tespihi, kur­
§Undan bir İsa heykelciği, bir de mermer çamu­
rundan bir çocuğu ta§ ıyan bir ermi§ Joseph
heykelciği bulunmasıydı. H astalığının iyilq­
mez olduğundan ku§ku duyuyordu, ama öylesi­
ne kötü sevdiği Tanrıya güvenerek, kendisiyle
ilgilensinler diye iyilqmez olduğunu söylüyor­
du.
O gün, biri kendisiyle ilgileniyordu. Genç
bir adamdı bu. (Genç adam bir gerçek bulundu­
ğuna inanıyor, öte yandan bu kadının yakında
öleceğini biliyordu, bu çeli§kiyi çözmeye aldır­
dığı yoktu.) Ya§lı kadının derdine gerçek bir il-

38
gi duymu§tU. Kadın da iyice sezmi§ti bunu. Bu
ilgi umulmadık bir §ölendi hasta için. Acılarını
co§kunlukla anlatıyordu: sıfırı tüketmi§ti artık,
gençlere de yer açmak gerekirdi hem. Sıkılıyor
muydu? Hiç ku§kusuz. Konu§muyorlardı ken­
disiyle. Kö§ede kalmı§tı, bir köpek gibi. Ölmek
daha iyiydi. Öyle ya, birine yük olmaktansa,
ölmeyi yeğ tutardı.
Sesi kavgacı olmu§tU. Bir pazar yeri sesi,
bir pazarlık sesiydi. Gene de, bu genç adam an­
lıyordu. Ancak ölmektense birine yük olmanın
daha iyi olduğu dü§üncesindeydi. Ama bu, bir
tek §eyi kanıtlıyordu: herhalde §imdiye değin
hiç kimseye yük olmadığını. Ya§lı kadına da,
tespihi gördükten sonra: "Tanrı kalıyor size,''
diy0rdu. Doğruydu. Ama bu konuda bile canı­
nı sıkıyorlardı. Uzun zaman duaya dalarsa, ba­
kı§ı duvar kaplamasının bir nakı§ında silinirse,
"ݧte gene dua ediyor!" diyordu kızı. "Sana ne
zararı var bunun?" diyordu hasta. "Hiçbir zara­
rı yok, ama sinirime dokunuyor." İhtiyar da
serzeni§ yüklü, uzun bir bakı§la kızına bakarak
susuyordu.
Genç adam �a§ gibi yüreğine oturan, bilin­
medik, uçsuz bucaksız bir acıyla dinliyordu bü­
tün bunları. Ya§lı kadın gene ko§uyordu: "O da
görecek ya§lanınca. Onun da gereksinimi ola­
cak buna!''
Bu ya§lı kadının Tanrıdan ba§ka her §ey­
den sıyrıldığı, bütünüyle bu son hastalığa bıra­
kıldığı, zorunluluk sonucu erdemli olduğu,

39
kendisine kalan §eyin a§ka değer biricik varlık
olduğuna kolayca inandığı, sonra, bir daha dön­
memesiye, Tanrıya adanmı§ insanın dü§künlü­
ğüne gömüldüğü seziliyordu. Ama ya§am umu­
du yeniden doğmayagörsün, İnsanoğlunun çı­
karları kar§ısında Tanrının bir ağırlığı yoktur.
Sofraya oturulmu§tu. Genç adam ak§am
yemeğine çağrılmı§tı. Ya§lı kadın yemek yemi­
yordu, ak§amları yemekler ağır oluyordu çün­
kü. Kö§esinde, kendini dinlemݧ olanın ardında
kalmı§tı.. Gözedendiğini sezinlediği için, genç
adam rahat yiyemiyordu yemeğini. Bu arada,
yemek bitmek üzereydi. Bu birlikteliği uzat­
mak için, sinemaya gidilmesi kararla§tırıldı.
Tam da eğlenceli bir film gösteriliyordu. Genç
adam, arkasında var olmayı sürdüren varlığı hiç
aklına getirmeden, dü§üncesizce kabul etmݧtİ.
Sofradakiler, sokağa çıkmadan önce gidip
ellerini yıkamak için kalkmı§lardı. Ya§lı kadı­
nın da gelmesi söz konusu değildi elbette. Kö­
türüm olmasa bile, bilgisizliği filmi anlamasını
engellerdi. Sinemayı sevmediğini söylüyordu.
Gerçekte anlamıyordu. Öte yandan, kö§esin­
deydi, tespihinin tanelerine bo§ ama büyük bir
ilgi duyuyordu. Tümüyle ona güveniyordu.
Sakladığı üç nesne, onun için, Tanrısalın ba§la­
dığı maddesel noktayı belirtiyordu. Tespihten,
İsa ve errnݧ Joseph heykelciklerinden ba§laya­
rak, onların ardında, büyük ve derin bir karan­
lık açılıyordu, bütün umudunu bu karanlığa
bağlamı§tı.

40
Herkes hazırdı. Kendisini öpmek ve iyi bir
gece dilemek için ya§lı kadına yakla§ılıyordu.
Şimdiden anlamı§tı, tespihini vargücüyle sıkı­
yordu. Ama bu davranı§ın CO§ku kadar umut­
suzluktan da olabileceği iyice görülüyordu. Öp­
mü§lerdi kendisini. Yalnız genç adam kalmı§tı.
O da kadının elini sevgiyle sıkmı§tı, §imdiden
arkasını dönüyordu. Ama öteki, kendisiyle ilgi­
lenmi§ olanın gittiğini görüyordu. Yalnız kal­
mak istemiyordu. Yalnızlığının deh§etini, uza­
yan uykusuzluğu, Tanrı ile o umut kırıcı ba§
ba§alığı duyuyordu §imdiden. Korkuyordu,
yalnız insana güveniyordu artık, kendisine ilgi
gösteren biricik varlığa bağlanarak elini bırak­
mıyor, sıkıyor, bu ısrarı doğrulamak için bece­
riksizce tqekkür ediyordu. Genç adamın rahatı
kaçmı§tı. Ötekiler, biraz çabuk olmasını söyle­
mek için geriye dönüyorlardı §imdiden. Sinema
dokuzda ba§lıyordu, gi§ede beklememek için
biraz erken varmak daha iyi olurdu.
O, §imdiye dek kar§ıla§tığı mutsuzlukların
en korkuncu önünde duruyordu: sinemaya git­
mek için bırakılan kötürüm bir ya§lı kadının
mutsuzluğu önünde. Gitmek, sıvı§mak istiyor­
du, bilmek istemiyordu, elini çekmeye çalı§ı­
yordu. Bir saniye süresince, bu ya§lı kadına
vah§i bir kin duydu, onu §ak diye tokatlamak
geldi içinden.
En sonunda çekilip gidebildi, bu arada has­
ta, koltuğunda yarı yarı doğrulmu§, deh§etle,
dayanabiieceği biricik kesinliğin silindiğini gö-

41
rüyordu. Kendisini koruyan hiçbir §ey yoktu.
Tümüyle ölümünün dü§üncesine bırakılmı§tı,
kendisini ürpertenin ne olduğunu tam olarak
bilmiyordu, ama yalnız kalmak istemediğini se­
ziyordu. Tanrı, insanları elinden almaktan,
kendisini yalnız bırakmaktan ba§ka hiçbir i§ine
yaramıyordu. İnsanları bırakmak istemiyordu.
ݧte bunun için ağlamaya ba§ladı.
Ötekiler sokağa çıkmı§tı bile. Yapı§kan bir
pi§manlık içini kemiriyordu genç adamın. Göz­
lerini aydınlık pencereye, sessiz evin iri ve ölü
gözüne doğru kaldırdı. Göz ka pan dı. Y a§lı has­
tanın kızı genç adama: "Yalnız oldu mu hep ı§ı­
ğı söndürür. Karanlıkta kalmayı sever,'' dedi.

Bu ya§lı adam kabarıyor, ka§larını çatıyor,


i§aretparmağını kuruıni u kurumlu sallıyordu.
Şöyle diyordu: ''Babam bana haftalığımdan ge­
lecek cumartesiye kadar eğlenmem için be§
frank verirdi. Ne demezsiniz, gene de bir yana
birkaç kuru§ ayırmanın yolunu bulurdum. Bir
kez, nipnlımı görmeye gider, dört kilometre
gidi§te, dört kilometre de dönü§te, sekiz kilo­
metre yol yürürdüm kırlarda. Bırakın canım,
siz benim sözüme bakın, bugünün gençleri eğ­
lenmesini bilmiyor." Yuvarlak bir masanın çev­
resinde üç genç, bir d� kendisi vardı. Zavallı se­
rüvenlerini anlatıyordu: çok yükseklere çıkarı­
lan bönlükler, yengiler gibi kutlanan yorgun­
luklar. Öyküsünde sessizliklere hiç yer vermi-

42
yor, bırakılınadan önce her §eyi söylemek iste­
diği için de yalnız dinleyicilerini etkileyeceğini
sandığı yanlarını alıkoyuyordu geçmi§inin. Bi­
ricik kusuruydu kendin'i dinletmek: bakı§ların
alayını, üzerine yağdırılan alaylı kabalığı gör­
meye yana§mıyordu. Kendisi deneyimi önem
ta§ıyan, saygı gören bir ata olduğunu sanırken,
onlar için, zamanında her §eyin yolunda gittiği
bilinen bir ya§lı adamdan ba§ka bir §ey değildi.
Gençler deneyimin bir bozgun olduğunu, biraz
bilgi edinmek için her §eyi yitirmek gerektiğini
bilmezler . Kendisi acı çekmi§ti. Bu konuda h iç­
bir §ey söylemiyordu. Mutlu görünmek daha
iyidir. Hem sonra, bunda yanılıyorsa, onları
mutsuzluklarıyla etkilemek istemekle daha ağır
bir biçimde aldanırdı. Siz bütün varlığınızla ya­
§amla ilgilenirken, bir ya§lı adamın acılarının
ne önemi vardır? Konu§uyor, konu§uyor, bo­
ğuk sesinin donukluğuna gömülüyordu hazla.
Ama böyle süremezdi. Hazzı bir sonuca var­
mak gerektiğini söylüyordu, dinleyicilerinin
dikkatiyse azalıyordu. Eğlendirici bile değildi
artık; ihtiyardı. Ve gençler de her günün buda­
laca çalı§masına benzemeyen bilardoyu, iskam­
biJi severlerdi.
Öyküsünü daha çekici kılmak için çabalar
harcadı, yalanlar söylediyse de çok geçmeden
yalnız kaldı. Gençler, saygıya maygıya kulak
asmamı§, gitmi§lerdi. Gene yalnızdı. Dinlen­
mez olmak: insan ya§landı mı korkunç olan
budur. Onu sessizliğe ve yalnızlığa mahkum

43
ediyorlardı. Pek yakında öleceğini çıtlatıyorlar­
dı ona. Ölümü yakla§mı§ bir ya§lı adam da ya­
rarsızdır, hatta rahatsız edicidir, aldatıcıdır. De­
folup gitsin. Yoksa, sussun: saygılı olmanın en
küçük ko§uludur bu. Oysa o, susamadığı, su­
sunca ya§lı olduğunu dü§Ünmeden edemediği
için acı çekiyor. Gene de kalktı, çevresindeki
bütün insanlara gülümseyerek gitti. Ama yal­
nızca ilgisiz ya da payla§ma hakkını ta§ımadığı
bir nqeyle canlanmı§ yüzlerle kaqıla§tı. Bir
adam gülüyordu: "Karı ya§lı olmasına ya§lı,
ama en iyi çorbaların eski tencerelerde pi§irildi­
ğini de biliriz . " Bir ba§kası daha ciddiydi: "Biz
zengin insanlar değiliz, ama iyi yeriz. Şu toru­
numu görüyor musun, babasından daha çok
yer. Babasına yarım kilo ekmek yeter, onu bir
kilodan a§ağısı kurtarmaz! Sonra gelsin sucuk,
gelsin peynir. Bazı bazı, bitirince, "I h, ı h!" ya­
par, sonra gene yer." Ya§lı adam uzakla§tı. Ağır
adımlarıyla, çalı§kan bir e§eğin ufak adımlarıy­
la, ınsan dolu, uzun kaldırımlar boyunca dola§­
tı. Rahatsız buluyordu kendini, gene de dön­
mek istemiyordu. Genellikle, masayı ve petrol
lambasını, içlerinde parmaklarının yerlerini
kendiliklerinden buld ukları tabakları yeniden
görmeyi oldukça severdi. Sessiz ak§am yemeği­
ni, kaqısında oturan, beyni bo§, gözleri duruk
ve ölü, lokmalarını uzun uzun çiğneyen koca­
karıyı da severdi. Yemek getirilmi§ ve soğu­
mu§, kocakarı yatmı§ olacaktı, kaygılanmaya­
caktı da öyle ya, beklenmedik gecikmelerini bi-

44
!irdi. "Ba§ında kavak yelleri esiyar gene," derdi
ve her §ey söylenmi§ olurdu.
Adımlarının yumu§ak inadıyla gidiyordu
§imdi. Yalnız ve ya§lıydı. Bir ya§amın sonunda,
ya§lılık bulantılada gelir. Her §ey artık dinieni 1-
mez olmakla son bulur. Yürüyor, bir sokağın
kö§esini dönüyor, ayağı sürçüyor, dü§üyor ne­
redeyse. Onu gördüm. Gülünç, ama ne yapsın.
Ne olursa olsun, sokağı seviyor, evinde, ate§ten
kocakarıyı göremediği, odasında yalnız kaldığı
o saatleri ya§amaktansa, sokağı yeğ tutuyor. O
sıralarda bazı bazı, kapı usulca açılır, bir an ara­
lık kalır. Bir adam girer. Açık renk giyinmi§tir.
Ya§lı adamın kaqısına oturur ve uzun dakika­
lar boyunca susar. Kımıltısızdır, az önce arala­
nan kapı gibi. Arada sırada, elini saçlarının üze­
rinde dola§tırır, usul usul içini çeker. O deği§­
mez, kederden ağırla§mı§ bakı§la ya§lı adama
uzun uzun baktıktan sonra, sessizce gider. Ar­
kasından, kuru bir gürültü dü§er mandaldan,
ya§lı öyle kalakalır, deh§et içinde, karnında acı
ve sızılı korkusu. Oysa sokakta yalnız değil,
kaqıla§tıkları ne kadar az olursa olsun. Atqi
türküsünü söyler. Ufak adımları sıkla§ır: yarın
her §ey deği§ecek, yarın. Birdenbire anlar ki ya­
rın da böyle olacaktır, öbür gün de, bütün öte­
ki günler de. Bu çaresiz bulu§ ezer onu. ݧte
böyle dü§ünce öldürür insanı. Bunlara katlana­
madığından öldürür insan kendini ya da, genç­
se, türnceler yapar bunlarla.

45
Ya§lı, deli, sarho§, belli mi olur. Sonu pnlı
bir son olacak, hıçkırıklı, hayranlık verici. Gü­
zel ölecek, yani acı çekerek. Bir avuntu olacak
bu ona. Hem nereye gidebilir ki: bir daha dü­
zelrnernesiye ya§lanrnı§. İnsanlar her §eyi ileri­
deki ya§lılık üzerine kurarlar. Düzelrnezlerle
kuptılrnı§ bu ya§lılığa kendilerini savunrnasız
bırakan avareliği verrnek isterler. Küçük bir
kö§ke çekilrnek için ırgatba§ı olmak isterler.
Ama bir kez ya§lılığa gömüldüler mi anlarlar
bunun yanlı§ olduğun u. Korunmak için ba§ka
insanlara gereksinimleri vardır. Ona gelince,
yaprnına inanabitmesi için kendisini dinlernele­
ri gerekirdi. Şimdi, sokaklar daha karanlık, da­
ha insansızdı. Sesler geçiyordu hala. Akprnın
garip yatı§rnası içinde, daha bir tantanalı olu­
yorlardı. Kenti çevreleyen tepelerin ardında,
hala günün panltıları vardı. Ağaçlık tepelerin
ardında, nereden geldi bilinmez, kocaman bir
durnan belirdi. Ağır ağır yükseldi, bir akçarn gi­
bi kat kat oldu. Ya§lı adam gözlerini yurndu.
Kentin hornurtularını, gökyüzünün bön ve ilgi­
siz gülümsemesini alıp götüren yapın kaqısın­
da, yalnız, yıkık, çıplaktı, ölüydü §imdiden.

Bu güzel madalyonun tersini de anlatmak


gerekir mi? Kirli ve lo§ bir odada kocakarının
sofrayı hazırladığı geliyor akla ak§arn yemeği
hazırdır, oturdu, saate baktı, biraz daha bekle­
di, sonra i§tahla yerneye ba§ladı. " Ba§ında ka-

46
vak yelleri esiyor gene," diye dü§ünüyordu.
Her §ey söylenmi§ti.
Be§i bir arada ya§ıyorlardı: nine, küçük oğ­
lu, büyük kızı, bir de büyük kızının iki çocu­
ğu. Oğul neredeyse dilsizdi; kızın da bir sakatlı­
ğı vardı, güçlükle dü§ünürdü, iki çocuktan biri
§imdiden bir sigorta §irketinde çalı§ıyordu,
onun küçüğü de okuyordu. Yetmi§ ya§ında, ni­
ne hala bütün bu topluluğu egemenliği altında
tutmaktaydı. Yatağının üst yanında bir portresi
vardı, bu portrede, be§ ya§ daha genç, boynu
bir madalyonla kapanmı§ bir kara giysi içinde
dimdik, kırı§ı ksız, uçsuz bucaksız, açık renk ve
soğuk gözleriyle, ancak ya§landıkça el çektiği,
bazı bazı sokakta yeniden bulmaya çalı§tığı gü­
zel ve soylu bir havası vardı.
Torunu, hala yüzünü kızartan bir anıyı bu
açık renk gözlere borçluydu. Gözlerini sert sert
üzerine dikerek: " Kimi seviyorsun, anneni mi,
nineni mi?" diye sormak için evde beklerdi ya§­
lı kadın. Kızı da orada oldu mu, oyun kızı§ırdı.
Çünkü, her iki durumda da, çocuk, yüreğinde
bu her zaman susan anneye kaqı bir a§k CO§ku­
suyla: "Ninemi , " diye kar§ılık verirdi. Ya da
konuklar bu yeğlemeye §a§tılar mı, annesi:
"Onu o büyüttü de ondan," derdi.
Bunun bir nedeni de ya§lı kadının sevgiyi
hak gibi istenen bir §ey sanmasıydı. İyi aile ana­
sı bilincinden bir tür katılık, ho§görü süzlük çı­
karırdı. Kocasını hiç aldatmamı§ ve ona dokuz
çocuk vermi§ti. Onun ölümünden sonra, kü-

47
çük ailesine tükenmez bir güçle bakmı§tı. Kent
dı§ındaki çiftliklerinden ayrılmı§, çoktandır
oturmakta oldukları yoksul bir eski mahalleye
d ܧm ü§lerdi.
Bu kadının üstün nitelikleri de yok değildi
ku§kusuz. Ama daha kesin yargılar çağında bu­
lunan torunları için, bir oyuncudan ba§ka bir
§ey değildi. Eni§telerinden de bunun gibi an­
lamlı bir öykü dinlemi§lerdi. Adam, kaynanası­
nı görmeye gelince, pencerede bo§ bo§ oturdu­
ğunu görmü§tÜ. Ama kadın elinde bir paçav­
rayla kaqılamı§tı onu, ev i§leri pek az zaman
bıraktığından, i§ini sürdüreceğinden dolayı
özür dilemi§ti. Ne yalan söylemeli, her §eyde
böyleydi. Bir aile tartı§masından sonra büyük
bir kolaylıkla bayılıverirdi. Bir de bir karaciğer
rahatsızlığından gelen, çetin kusmaları vardı.
Bunu uygun bir biçimde yapmak için hiçbir ça­
ba göstermezdi. Bir yere çekilip de kusmak
§öyle dursun, mudağın çöp tenekesine gürül­
tüyle kusardı. Yüzü solgun, gözleri çabalamak­
tan gözya§larıyla dolmu§ bir durumda çocukla­
rının arasına döndüğü zaman, yatması için yal­
varılacak olursa, hazırlayacağı yemekleri, evin
yönetiminde tuttuğu yeri anımsatırdı: "Burada
her §eyi yapan benim. " Ya da: "Ben ölünce ha­
lin iz ne olacak?"
Çocuklar kusmalarına, kendi deyimiyle
'nöbet'lerine, yakınmalarına aldırmamaya ba§­
ladılar. Bir gün yatağa girdi ve hekim istedi.
Gönlü ho§ olsun diye bir hekim getirildi. Birin­
ci gün, hekim basit bir rahatsızlıktan söz etti,

48
ikinci gün de ağır bir sarılıktan. Ama iki çocu­
ğun en küçüğü bunda yeni bir güldürüden, da­
ha ince bir numaradan ba§ka bir §ey görme­
mekle inat ediyordu. Kaygılandığı yoktu. Faz­
lasıyla baskı yapmı§tı bu kadın üzerinde, ilk gö­
rü§leri kötümser olamazdı. Açık görü§lülükte,
sevmeyi yadsımada bir tür umutsuz cesaret var­
dır. Ama hastalık oyunu oynandı mı gerçekten
duyulabilir bu: nine ölüme kadar götürdü öy­
künmeyi. Son gün, çocuklarının önünde, bar­
saklarındaki gazları çıkarıyordu. Torununa, ya­
lın bir dille: "G örüyor musun, küçük bir do­
muz gibi yelleniyorum," dedi. Bir saat sonra da
öldü.
Torunu, iyice seziyordu §İmdi, hiçbir §ey
anlamamı§tı bu ݧten. Ön ünde bu kadının
oyunlarının sonuncusu ve en canavarcası oy­
nandığı dü§üncesini bir türlü atamıyordu için­
den. Duyduğu acıyı anlamak için kendini yok­
layınca da hiçbir §ey bulamıyordu içinde. Yal­
nız cenaze günü, gözya§larının genel patlayı§ı
yüzünden, ağladı, ama İçten olmamak ve ölü­
nün kar§ısında yalan söylemek korkusu içinde.
Pırıl pırıl, güzel bir kı§ günüydü. Göğün mavi­
sinde, pul pul sarıya batmı§ soğuk seziliyordu.
Mezarlık kentin yukarısındaydı, güzel, saydam
güne§İn, ı§ıktan bir dudak gibi titreyen körfeze
dü§tüğü görülebiliyordu.

Uzla§mıyor mu bütün bunlar? Ne güzel


gerçek ya! Sinemaya gitmek için bırakılan bir

Ter..;i \'C Yüzü 49/4


kadın, artık sözleri dinlenmeyen bir ya§lı
adam, hiçbir i§e yaramayan bir ölüm, sonra,
öbür yanda, dünyanın bütün ı§ığı. Ne çıkar, in­
san her §eyi kabul ettikten sonra? Birbirine
benzeyen, gene de farklı üç yazgı söz konusu.
Ölüm herkesin ba§ında, ama herkesin ölümü
kendine göre. Olsun, güne§ gene de ısıtıyor ke­
m iklerimizi.

so
EVETLE HAYlR ARASINDA
Asıl cennetierin yalnız yi tirilmݧ cennetler
olduğu doğruysa, bugün içimden çıkmayan §U
ho§ ve insan dı§ı §eyi nasıl adlandırmalıyım, bil­
miyorum. Bir göçmen yurduna döner. Bense,
anımsamıyoru_m. Alay, katıla§ma, her §ey susu­
yor, ݧte yurduma dönmü§tüm. Durmamacası­
na mutluluğu dü§ünmek istemiyc::ı_rum. Böylesi
çok daha basit, çok daha kolay. Oyle ya, unu­
tU§Un ta dibinden kendime doğru çektiğim bu
saatlerden, arı bir co§kunluğun, sonsuzluğa asıl­
mı§ bir dakikanın el değmemi§ anısı kalmı§ her
§eyden önce. Bende gerçek olan yalnızca bu,
bense bunu hep ݧ ݧten geçtikten sonra anlıyo­
rum. Bir devinimin bükülü§ü görünümde bir
ağacın uygunluğunu seviyoruz. Ve bütün bu a§­
kı yeniden yaratmak için, tek, ama yeterli bir
ayrıntı var elimizde: fazlasıyla uzun zaman ka­
palı kalmı§ bir oda kokusu, yolda garip bir
ayak sesi. Benim için de böyle. O zaman kendi­
mi vererek seviyorsam, yalnız a§k bizi kendi­
mize getirdiğine göre en sonunda kendi ken­
dimdim.

51
Bu saatler geri dönüyor, ağır, durgun, sert,
gene öylesine güçlü, öylesine duygulandırıcı,
çünkü ak§am §imdi , hüzünlü bir saat, ı§ıksız
gökte de belirsi z bi r arzuya benzer bir §ey var.
Yeniden bulunan her devinim bana beni göste­
riyor. Bir gün bana: "Ya§amak öylesine güç ki , "
demi§lerdi. Söyleni§i de aklımda. Bir ba§ka kez
de biri : " En kötü yanlı§ acı çektirtmektir," diye
mırıldanmı§tı. Her §ey bitti mi, ya§am susuzlu­
ğu sönmü§tür. Bu mudur mutluluk dedikleı;i?
Bu anılar boyunca ilerlerken her §eye aynı ses­
siz giysiyi giydiririz, ölüm de renkleri soluk bir
tuval gibi görünür. Kendi kendimi ze döneriz.
Sıkıntımızı d�yarız, böyle daha çok ho§lanırız
kendimizden. Evet, mutluluk belki de budur,
acımalı mutsuzluk duygumuzdur.

Bu ak§am da böyle i§te. Bu Mağrip Kahve­


sinde, Arap kentinin ta bir ucunda, geçmi§ bir
mutluluğu değil, garip bir duyguyu anımsıyo­
rum. Gece olmu§ bile. Duvarlarda, kanarya sa­
rısı arslanlar be§er dallı palmiyeler arasında, ye­
§iller giymi§ §eyhleri kovalıyorlar. Kahvenin
bir kö§esinde, bir asetilen lambası, aynak bir
ı§ık saçmakta. Ama sarılı, ye§illi minelerle süslü
bir küçük fırının dibi ndeki ocak veriyor asıl
aydınlığı. Alev, odanın ortasını aydınlatıyor,
yansımalarını yüzümde duyuyorum. Kapıyı ve
körfezi kaqıma almı§ım. Kahvenin sahibi bir
kö§eye çökmü§, dibinde bir nane yaprağıyla
bo§ kalını§ kadehine bakar gibi. Hiç kimse yok
kahvede, kentin yukarıdan a§ağı doğru inen gü­
rültüleri, daha ileride, körfezin üstünde ı§ıklar.
Arabın güçlü güçlü soluk alı§ını duyuyorum,
gözleri de yarı karanlıkta parlıyor. Denizin gü­
rültüsü mü o uzaktaki? Dünya uzun bir uyum
içinde bana doğru göğüs geçiriyor, ölmeyenin
ilgisizliğini ve sakinliğini getiriyor bana. Koca­
man, kırmızı yansımalar duvarlarda aslanları
dalgalandırıyor. Hava serinle§iyor. Denizde bir
vapur düdüğü. Fenerler dönmeye ba§lıyor: ye­
§il bir ı§ık, bir kırmızı, bir de ak. Ve hep dün­
yanın bu zorlu göğüs geçiri§i. Bir tür gizli tür­
kü doğuyor bu ilgisizlikten. ݧte yurduma dön­
mܧÜm. Yoksul bir mahallede ya§amı§ bir ço­
cuğu dü§ünüyorum. O mahalle, o ev! Yalnız
bir katı vardı, merdivenler de aydınlatılmazdı.
Şimdi, uzun yıllardan sonra bile, böyle gece ge­
ce oraya dönebilir. Merdivenden bir kez bile
ayağı sürçmeden, var hızıyla tırmanabileceğini
biliyor. Bedenine bile havası, etkisi sinmi§ti bu
evin. Bacakları basamakların yüksekliğinin tam
ölçüsünü saklar. Eli, merdivenin korkuluğunun
hiçbir zaman yenilenmemi§ olan içgüdüsel deh­
§etini. Bu deh§et de hamamböceklerinden ileri
gelirdi.
Yaz ak§amları, i§çiler balkana otururlar.
Onun evinde, küçücük bir pencereden ba§ka
bir §ey yoktur. Bu yüzden evin önüne iskemie­
ler indirilir, ak§amın tadı böyle çıkarılırdı. So­
kak vardı, yanda dondurmacılar, kaqıda kahve-

53
ler ve kapıdan kapıya ko§an çocukların gürül­
tüleri vardı. Ama, her §eyden önce, büyük incir
ağaçları arasında, gök vardı. Yoksul! ukta bir
yal nızlık vardır, ama her nesneye değerini ve­
ren bir yalnızlık. Zenginl iğin belirli bir nokta­
sında, gökyüzü de, yıldızlad a dolu gece de do­
ğal varlıklar gibi görünür. Ama basamakların
dibinde, gök bütün anlamını yeniden kazanır:
paha biçilmez bir Tanrı armağanı. Yaz geceleri,
içlerinde yıldızlar hı§ırdayan gizlemler! Çocu­
ğun ardında, pis pis kokan bir koridor vardı,
patlamı§ küçük iskemi esi de altında biraz çö­
kerdi. Ama gözleri yukarıda, dudakları değe de­
ğe geceyi içerdi. Bazı bazı bir tramvay geçerdi,
kocaman, hızlı. Sonra bir sarho§ bir §arkı söy­
lerdi, gene de bulandıramazdı sessizl iği.
Çocuğun annesi de sessiz sessiz oturuyor­
du. Kimi durumlarda, bir soru sorariardı kendi­
sine: "Ne dü§ünüyorsun?" " Hiç," diye kaqılık
verirdi. Bu da doğruydu. Her §ey ortada, öyley­
se hiç. Ya§amı, çıkarları, çocukları burada, orta­
da, duyulamayacak kadar doğal bir varlıkla or­
tada olmakla yetinirlerdi. S akat bir kadındı,
güçlükl e dü§ünürdü. Her §eyi bir alıngan hay­
van onuruna feda eden, sert, dediği dedik bir
annesi vardı, kızının zayıf aklını uzun zaman
egemenl iği altında tutmU§tU. Kızı evlenip kur­
tulmu§, kocası ölünce tıpı§ tıpı§ geri dönmܧtÜ.
Kocası, beylik bir deyimle, onur alanında öl­
m ܧtÜ. Uygun bir yerde, yaldızlı bir çerçeve
içinde, sava§ ni§anıyla askerlik madalyası görü-

54
lebilir. Hastane dul kadına gövdesinde bulun­
mu§ bir küçük obüs parçasını da yollamı§. Dul
kadın da saklamı§ bunu. Çoktandır keder duy­
maz oldu artık. Kocasını unuttu, ama çocukla­
rının babasından hala söz eder. Çocuklarını ye­
ti§tirmek için çalı§ır, parasını da annesine verir.
Annesi bir kırbaçla yeti§tirir çocukları. Fazla
sert vurdu mu kız: " Ba§ına vurma," der. Öyle
ya, çocuklarıdır bunlar onun, onları çok sever.
Hiçbir zaman gözlerine çarpmamı§, deği§mez
bir a§kla sever onları. Bazı bazı, oğlunun anım­
sadığı §U ak§amlarda, ezip bitirici i§inden (evler­
de temizlik yapar) döndüğü zaman, evi bo§ bu­
lur. Y a§lı kadın alı§veri§tedir, çocuklar daha
okulda. B ir iskemieye yığılır, sonra, gözleri du­
manlı, parkenin bir çizgisini §a§kın §a§kın ko­
valarken yitip gider. Çevresinde, gece yoğunla­
§ır, bu karanlıkta bu sessizliğin çaresiz bir sı­
kıntısı vardır. Çocuk bu sırada içeri girerse, bu
omuzları kemikli, zayıf gölgeyi görür ve durur:
korkar. Çok §eyler duymaya ba§lar. Kendi var­
lığının bile pek farkına varmamı§tır. Ama bu
hayvansı sessizlik önünde ağlamak zor gelir.
Annesine acır, bu onu sevmek midir? Annesi
hiç ok§amamı§tır onu, öyle ya, beceremez ki.
Uzun dakikalar boyunca öyle durup annesine
bakar. Yabancılığını duydukça acısının bilinci­
ne varır. Kadın i§itmez onun geldiğini, sağırdır
çünkü. Az sonra, ya§lı kadın dönecek, hayat
yeniden doğacaktır: petrol lambasının yuvarlak
ı§ığı, mu§amba, çığlıklar, kaba sözcükler. Ama

55
§imdi, bir duru§ zamanını belirtir bu sessizlik,
ölçüsüz bir an belirtir. Bunu bulanık biçimde
duyumsayınca, çocuk içindeki co§kuya bakarak
annesine a§k duyduğunu sanır. Duyması da ge­
rekir hem, ne de olsa annesidir.
Kadın hiçbir §ey dü§ünmez. Dı§arıda ı§ık,
gürültüler; burada karanlık, bir de sessizlik.
Çocuk büyüyecek, öğrenecek. Kendisini büyü­
tüyorlar, acıdan esirgiyorlarmı§ gibi minnet is­
teyecekler. Annesinin hep böyle susmaları ola­
cak. O acı içinde geli§ecek. Adam olmak,
önemli olan bu. Ninesi ölecek, sonra, annesi,
kendisi.
Annesi yerinden sıçradı. Korktu. Ona böy­
le bakarken budalaca bir görünÜ§Ü var çocu­
ğun. Gidip ödevlerini yapsın. Çocuk ödevlerini
yaptı. Şimdi pis bir kahvede. Şimdi bir adam.
Önemli olan da bu değil mi? Yok, inanmamalı
buna, öyle ya, ödevlerini yapmak ve bir adam
.
olmayı kabul etmek, yalnızca ya§lı olmaya gö­
türür insanı.
Arap kö§esinde, hep öyle çömelmi§, ayak­
larını ellerinin arasında tutuyor. Taraçalardan
bir kavrulmu§ kahve kokusu yükseliyor, genç
seslerle canlanmı§ gevezeliklerle birlikte. Bir rö­
morkörden kalın ve ho§ bir ses gelmekte hala.
Dünya her gün olduğu gibi burada bitiyor, bü­
tün o ölçüsüz sıkıntılarından hiçbir §ey kalma­
mı§ §imdi, §U barı§ vaadinden ba§ka. Bu garip
ananın ilgisizliği! Yalnız bu dünyanın uçsuz bu­
caksız sessizliği var onunla kar§ıla§tırabilece-

')6
ğim. Bir ak§am, oğlunu -büyümü§tÜ artık- ya­
nına çağırmı§lardı. Bir korku beyninde tehlike­
li bir sarsıntı yapmı§tı. Gününü bitirince balko­
na oturmak alı§kanlığındaydı. Bir iskemle alır,
ağzını balkonun soğuk ve tuzlu demirine da­
yardı. İnsanların geçi§ini izlerdi. Arkasında, ge­
ce yava§ yava§ kümelenirdi. Önünde, dükkan­
lar birdenbire aydınlanıverirlerdi. Sokaklar ka­
labalıkla, ı§ıklarla kabarırdı. Amaçsız bir izle­
me içinde kendini yitirirdi burada. Sözü geçen
ak§am, arkasından bir adam çıkagelmi§, onu sü­
rüklemi§, çok kaba davranmı§, gürültü duyun­
ca da kaçmı§tı. O hiçbir §ey görmemi§ti, bayıl­
mı§tı sonra. Oğlu geldiği zaman yatıyordu. Oğ­
lu, hekimin sözü üzerine geceyi yanında geçir­
meye karar verdi. Yatağa, onun yanına, onun
çaqaflarının üstüne uzandı . Mevsim yazdı. Faz­
lasıyla sıcak odada yeni ya§anmı§ olayın korku­
su sürükleniyç>rdu. Adımlar hı§ırdıyor, kapılar
gıcırdıyordu. Ağır havada, hastayı serinietmek
için kullanılan sirkenin kokusu uçuyordu. Ka­
dın çabalıyor, inliyor, bazı bazı birdenbire sıç­
rıyordu. O zaman oğlunu kısa uyuklamalardan
sıyırıyor, oğlu, ter içinde, teli§ içinde, fırlayıve­
riyordu uykudan - sonra, üzerinde üç kez yi­
nelenen gece lambasının alevinin oynadığı saati­
ne baktıktan sonra, ağır bir biçimde yeniden
gömülüyordu uykuya. O gece ne kadar yalnız
olduklarını sonradan duydu yalnız. Herkese
kaqı yalnız. İkisinin de ciğerlerine ate§i çektik­
leri saatte, 'ötekiler' uyuyorlardı. Bu eski evde,

57
her §ey oyuk gibi görünüyordu o sırada. Gece­
yarısı tramvayları uzakla§ırken, bize insanlar­
dan gelen bütün umudu, kentin gürültülerinin
verdiği bütün kesinlikleri kurutuyorlardı. Ev
hala geçi§leriyle çınlıyor, yava§ yava§ her §ey
sönüyordu. Büyük bir sessizlik bahçesinden
ba§ka hiçbir §ey kalmamı§tı artık, içinde hasta­
nın korkak inittileri büyüyordu bazı bazı. O
hiç böyle her §eyden kopmU§ bulmamı§tı ken­
dini. Dünya erimi§ti, ya§amın her gün yeniden
ba§ladığı yanılsaması da erimi§ti onunla birlik­
te. Öğrenimler, hırslar, lokanta seçmeler, gözde
renkler, hiçbir §ey, h içbir §ey yoktu artık. Has­
talıktan, içine gömüldüğünü duyduğu ölümden
ba§ka hiçbir §ey... Gene de, dünyanın çöktüğü
saatte, o ya§ıyordu. Hatta en sonunda uyumu§­
tu da. Ama ikili bir yalnızlığın umut kırıcı ve
içli görüntüsünü de birlikte götürmܧtÜ. Daha
sonra, çok sonra, ter ve sirke karı§ımı bu koku­
yu, kendisini anasına bağlayan bağları duyum­
sadığı bu dakikayı anımsayacaktı. Yüreğinin
uçsuz bucaksız acıma duygusuydu sanki, çevre­
sine yayılmı§, bedensel o!mu§tu, aldatmacaya
dü§mek kaygısı duymadan, kendini ver vere
yazgısı, insanı içiendiren yoksul bir ya§lı kadı­
nın rolünü oynuyordu.

Şimdi ocakta ate§ küllerle örtülüyor. Hep


toprağın o deği§mez iç çeki§i. Bir darbukanın
gümü§lü §arkısı duyuluyor. Güleç bir kadın se-

S8
si çınlıyor üzerinde. Körfezde ı§ ıklar ilediyor
- mendireğe dönen balıkçı kayıkları herhalde.
Yerimden gördüğüm gökyüzü üçgeni günün
bulutlarından sıyrıldı . Yıldıza batmı§, duru bir
soluk altında titriyor, çevremde de gecenin ho§
kanatları çırpınıyor ağır ağır. İçinde kendi ken­
dim olmaktan çıktığım bu gece nereye kadar gi­
decek? Basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği
var. V e ben bu gece, ya§ amın belirli bir say­
damlığı kaqısında artık hiçbir §eyin önemi bu­
lunmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyo­
rum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne
mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını
benimser, iyice yerle§ir içine. Saygı görür. Son­
ra, bir ak§am, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir
dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konU§ Ur
onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür.
Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz
edilir . H ayır ille de bir neden gerekirse, dostu
kendisiyle dalgın konu§tuğu için öldürmܧtÜr
adam kendini. Böyle i§te, dünyanın derin anla­
mını duyar gibi olduğum h er seferde, onun ba­
sitliği p §ırttı hep beni. Annem, bu gece ve ga­
rip ilgisizliği. Ba§ka bir kez, kent dı§ında bir ev­
de oturuyordum, bir köpek, bir çift kedi ve üç
kara yavrusuyla yalnızdım. Di§i kedi yavruları­
nı besleyemiyordu. Birer birer, bütün yavrular
ölüyorlardı. Odalarını pislikle dolduruyorlardı.
Her ak§am dönünce, birini iyiden iyiye katıla§­
mı§, ağzının uçları dı§arı kıvrılmı§ bir durumda
buluyordum. Bir ak§am sonuncuyu buldum,

59
anası yarı yarıya yemi§ti onu. Şimdiden koku­
yordu. Ölü kokusu siclik kokusuna karı§ıyor­
du. O zaman bütün bu dü§künlüğün ortasına
oturdum, ellerim pisliğin içinde, bu çürüme ko­
kusunu içime çeke çeke, uzun zaman, bir kö§e­
de kımıltısız duran kedinin ye§il gözlerinde
parlayan bunak aleve baktım. Evet. Bu ak§am
da böyle. Yokluğun belirli bir noktasında, hiç-·
bir §ey hiçbir §eye götürmez olur, ne umut, ne
de umutsuzluk köklü görünür, bütün ya§am
bir görüntüde özetlenir. Ama ne diye durmalı
bunun üzerinde? Basit, evet, her §ey basit, de­
niz fenerlerinin bir ye§il, bir kırmızı, bir ak
ı§ıklarında, gecenin serinliği nde, kentin ve kü­
mesin bana kadar gelen ko k ularında, her §ey
basit. Bu gece, bana doğru gelen §ey, bir çocuk­
luğun görüntüsüyse, ondan alabileceğim a§k ve
yoksulluk dersine nasıl kucak açmam? Bu saat
evetle hayır arasında bir aralık, bir duraklama
gibi olduğuna göre, ya§ama umudu ya da yap­
ma tiksintisini ba§ka saatiere bırakıyorum.
Evet, yitirilmi§ cennetierin saydamlığını ve ba­
sitliğini toplamalı yalnız: bir görüntüde topla­
malı. Geçenlerde bir oğul, eski bir mahallede
bir eve, annesini görmeye böyle gitti i§te. Kaqı
kaqıya oturdular, sessizlik içinde. Ama bakı§la­
rı kaqıla§ıyor:
"E, anne.
- E, i§te.
- Sıkılıyor musun? Çok konu§muyor mu-
yum?

60
- Hiçbir zaman çok konu§mazdın ki.
Dudaksız, güzel bir gülümseme eriyor yü­
zünde. Doğru, hiç konu§mamı§tır onunla. Ama
ne gereği var aslında? Susunca, durum aydınla­
nır. O onun oğludur, o da onun annesi. Annesi
ona: "Biliyorsun, " diyebilir.
Annesi sedirin dibine ottirmu§, ayakları
birle§mi§, elleri de dizlerinin üzerinde birle§·
mi§. O ıskemiesinin üzerinde, pek bakmıyor
annesine, durmadan sigara içiyor. Bir sessizlik.
"Bu kadar içmesen iyi olur.
� ll
- Dogru.
Mahallenin bütün kokusu geliyor pencere­
den. Kom§u kahvenin akordeonu, ak§am sıkla­
§an gidi§-geli§, ufak ekmekler içinde yenilen §i§­
kebaplarının kokusu, sokakta ağlayan bir ço­
cuk. Anne kalkıp bir örgü alıyor eline. Par­
makları uyu§uk, mafsal iltihabından biçimleri
bozulmu§. Hızlı öremiyor, aynı ilmeğe üç kez
ba§tan ba§lıyor ya da bütün bir sırayı boğuk bir
hı§ırtıyla söküyor.
" Ufak bir hırka bu ördüğüm. Ak bir ya­
kayla giyeceğim. Bir bu, bir de kara mantom,
bu mevsim kı lığı düzdüm demektir."
l§ığı yakmak için kalktı.
"Erkenden karanlık basıyor artık. "
Doğru. Yaz değildi artık, güz de değildi.
Tatlı gökte, kırlangıçlar hala bağırıyorlardı.
"Yakında gene gelecek misin?
- Ama daha gitmedim k i. Neden açıyor­
sun bunun sözünü?

61
- Söz olsun diye söyledim.
Bir tramvay geçiyor. Bir otomobil.
"Gerçekten babama benziyor muyum?
- Ya, tam babanın burnundan dü§ıTİܧSÜn.
Elbette, onu tanımadın. Öldüğü zaman altı ay­
lıktın. Ama küçük bir bıyığın olsaydı! "
Pek de canı istediği için söz etmedi babasın­
dan. Ne bir anısı var, ne CO§kunluğu. Ba§ka bir­
çokları gibi bir adamdı ku§kusuz. Öte yandan,
pek CO§kulu gitmi§ti. Marne' da, kafatası parça­
lanmı§tı. Bir hafta boyunca gözleri görememi§,
can çeki§mi§ti: bucağının ölüler anıtında adı
vardır.
"Aslına bakarsan, böylesi daha iyi oldu, di­
yor kadın. Ya kör denecekti, ya deli. O zaman,
za vallıcık.. .
- Doğru."
Hep böylesinin daha iyi olduğu kesinliği,
dünyanın bütün saçma basitliğinin bu odaya sı­
ğındığı duygusu değil de ne tutuyor onu bu
odada?
"Gene geleceksin, değil mi? diyor kadın.
Biliyorum, i§in var, ama arada sırada. . . "
Ama bu saatte neredeyim ben? Ve bu ıssız
kahveyle geçmi§in bu odasını nasıl ayırmalı bir­
birinden. Ya§ıyor muyum, yoksa anımsıyor
muyum, bilmiyorum artık . Deniz fenerlerinin
ı§ıkları hep yanıyor. Önüme dikilen Ar�p da
kahveyi kapayacağını söylüyor. Çıkmalı. Oyle­
sine tehlikeli olan bu yoku§U inmek istemiyo­
rum artık. Körfeze ve ı§ıklarına son bir kez da-

62
ha baktığım gerçek, o zaman bana doğru yükse­
len §eyin daha güzel günlerin u mudu değil, her
§ey ve kendi kendim kar§ısında durgun ve ilkel
bir ilgisizlik olduğu da gerçek. Ama bu fazlasıy­
la yumu§ak, fazlasıyla kolay eğriyi kırmalı.
Sonra açık görü§lülüğe gereksinimim var. Evet,
her §ey basit. İnsanlar karı§tırıyor i§leri. Masal
anlatmasınlar bize. Ölüm mahkfımu hakkı nda:
"Toplum a borcunu ödeyecek," desinler bize,
"Kafası kesilecek, " desinler. Hiç önemi yokmu§
gibi görünüyor. A ma ufak bir fark var arada.
Hem sonra, yazgılarının gözlerinin içine bak­
mayı yeğ tutan insanlar da vardır.

61
RUHTA ÖLÜM
Prag'a ak§amın altısında geldim. E§yalarımı
hemen emanetçiye götürdüm. Bir otel aramak
için iki saatim vardı daha. Kollarımda iki valizi­
rnin ağırlığını artık duymadığım için tuhaf b ir
özgürlük duygusuyla kabardığımı duyuyor­
dum. Gardan çıktı m, bahçeler boyunca yürü­
düm, birdenbire, bu saatte kalabalıkla kayna­
yan Wenceslas Caddesinin ortasında buldum
kendimi. Çevremde, o zamana kadar ya§amı§
bir milyon yaratık vardı, ya§amalarından hiçbir
§ey belirmemi§ti benim için. Y a§ıyorlardı. Bil­
dik ülkeden milyonlarca kilometre uzaktay­
dım. Di llerini anlamıyo rdum. Hepsi de hızlı
yürüyordu. Beni geçince, hepsi de kopuyordu
benden. Nerede bulunduğumu bilemez oldum.
Param azdı. Altı gün geçinebilecek kadar b ir
§ey. Ama, bu sürenin sonunda, gelip bulacak­
lardı beni. Gene de bu konuda da bir kaygı gir­
di içime. Bunun için, ucuz bir otel aramaya ba§­
ladım. Yeni kentteydim, gözlerime görünen
her §ey ı§ıklarla, gülü§lerle, kadı nlarla parlıyor­
du. Daha hızlı yürüdüm. Aceleci g ıdi§i mde bir-

64
§eyler bir kaçı§ı andırıyordu §imdiden. Sekize
doğru, yorgun argın, eski kente geldim. Bura­
da, görünü§ü alçakgönüllü, giri§i küçük bir otel
beni çekti. Giriyorum. Fi§imi doldurup anahta­
rımı alıyorum. Odam 34 numara, üçüncü kat­
ta. Kapıyı açınca pek lüks bir odada buluyorum
kendimi. Fiyat levhasını arıyorum: dü§ündüğü­
mün iki katı. Para sorunu çetrefille§iyor. An­
cak yoksulca ya§ayabilirim bu büyük .kentte.
Az önce bulanık olan kaygı belirleniyor. Hu­
zurum kaçını§. Bir oyukluk, bir bo§luk duyu­
yorum kendimde. Gene de bir anlık bir açık
görü§lülük: haklı ya da haksız olarak, para so­
runlarına kar§ı sonsuz bir ilgisizlik gösterdiği­
mi söylemi§lerdir. Bu saçma ku§kunun i§i ne
burada? Ama, §imdiden, dü§ünce yolunu tut­
mu§ bile. Bir§eyler yemek, gene yürümek ve
ucuz tokantayı aramak gerek. Her yemeğimde
on kurondan fazla harcamamalıyım. Gördü­
ğüm bütün tokantalar içinde, en ucuz lokanta,
aynı zamanda insanı en az çekeni. Gelip gelip
geçiyorum. İçeridekiler davranı§ımdan ku§ku­
lanmaya ba§lıyorlar en sonunda: girınek gerek.
Özemili fresklerle süslü, oldukça lo§ bir yer bu­
rası. Mü§teriler oldukça karı§ık. Birkaç sokak
kadını bir kö§ede sigara tüttürüyor, ciddi ciddi
de konu§uyorlar. Adamlar yemek yiyor, çokla-'
rı ya§sız ve renksiz. Garson, kirli smokinli bir
insan azmanı, kocaman, anlatımsız ba§ıyla bana
doğru ilerliyor. Benim için anla§ılmaz olan lis­
tenın üzerinden bir yemeği gelı§ıgüzel i§aret

65/5
ediyorum çabucak. Ama bu bir açıklama gerek­
tiriyor anla§ılan. Garson Çekçe soru soruyor
bana. Ben de yarım yamalak Almancamla kaqı­
lık veriyorum. Almanca bilmiyor. Sinirleniyo­
rum. O, kadınlardan birini çağırıyor, kadın da
beylik bir pozla, sol eli kalçasında, sağ elinde si­
gara, dudaktannda ıslak bir· gülümsemeyle iler­
liyor. Masama oturuyor, kendi Almancam ka­
dar kötü bulduğum bir Alınaneayla soru soru­
yor bana. Her §ey aydınlanıyor. Garson bana
günün yemeğini öv mek istiyormu§. Pek kulak
astığım yok nasıl olsa, günün yemeğini kabul
ediyorum. Kadın benimle konu§uyor, ama an­
lamıyorum artık. Elbette, anlarmı§ havamla
evet diyorum. Ama burada değilim. Her §ey si­
nirime dokunuyor, bir zayıflık, bir gev§eklik
çökmü§ üzerime, karnım da aç değil. İçimde
hep o sızılı batına var, karnımda bir sıkı§ıklık.
Yarım duble ikram ediyorum, nasıl davranmak
gerektiğini bilirim çünkü. Günün yemeği geli­
yor, yiyorum: etle irmik karı§ımı bır yemek,
akıl almaz derecede kimyon katmı§lar içine,
mide bulandırıcı bir §ey olmu§. Ama ben ba§ka
§ey dü§ünüyorum, hiçbir §ey dü§ünmüyorum
daha doğrusu, gözlerim kaqımdaki kadının
yağlı ve güleç dudaklarına dikili. Davet mi edi­
yorum sanıyor? Şimdiden yanımda, sokulduR­
ça sokuluyor. Kendiliğinden bir devinimim
durduruyor onu. (Çirkin. Sık sık dü§ündüm:
Bu kadın güzel olsaydı, bundan sonra olacak­
lardan kurtulacaktım.) Burada, bu gülmeye ha-

66
zır ınsanlar arasında hastalanmaktan korkuyor­
dum. Otel odamda, parasız, isteksiz, kendi ken­
dime ve zavallı dü§üncelerime indirgenmݧ bir
durumda yalnız kalmaktan daha da çok korku­
yordum. Bugün bile, huzursuzlukla sorarım
kendi kendime: o sıradaki hantal ve ödlek yara­
tık nasıl doğabilmi§tİr benden? Gittim. Eski
kentte yürüdüm, ama kendimle daha fazla kaqı
kar§ıya kalamayacaktım, otelime kadar ko§­
tum, yattım, uykuyu bekledim, o da neredeyse
hemen sonra geliverdi.
Sıkılmadığım bir ülke, bana hiçbir §ey öğ­
retmeyen bir ülkedir. Böyle tümcelerle kendi­
mi güçlendirmeye çalı§ıyordum. Ama bundan
sonraki günleri nasıl anlatmalı? Lokantama
döndüm. Sabah ak§am, mideınİ bulandıran o
berbat, kimyonlu yiyeceği sineye çektim. Bu
yüzden, içimde sürekli bir kusma isteğiyle do­
la§tım bütün gün. Ama beslenmek gerektiğini
bildiğimden, bu İsteğime boyun eğmedim. Öte
yandan, yeni bir lokanta denemek için çekecek­
lerimin kar§ısında bu neydi ki? Burada "bilini­
yordum" hiç değilse. Konu§muyorlarsa da gü­
lümsüyorlardı burada bana. Öte yandan, buna­
l ım gittikçe ağır basmaya başlıyordu. Beynim­
deki bu ince batına fazla çekiyordu dikkatimi.
Günlerimi düzenlemeye, içlerine dayanak nok­
taları serpi§tirmeye karar verdim. Elden geldi­
ğince uzun zaman yatakta kalıyordum, günle­
rim de o derecede kısalmı§ oluyordu. Yıkanıp
tıra§ oluyor, kenti yöntemli olarak inceliyor-

67
dum. Bir yurt bulmaya çalı§arak tantanalı ba­
rak kiliselerde dalıp gidiyordum, ama kendi
kendimle bu aldatıcı ba§ ba§alıktan daha umut­
suz, daha bo§ çıkıyordum . Kaynayarak dalgala­
nan barajlada kesilmݧ Ultava boyunca dola§ı­
yordum. Issız, sessiz, uçsuz bucaksız Hradschin
Mahallesinde sonu gelmez saatler geçiriyor­
dum. Katedralinin ve saraylarının gölgesinde,
güne§İn batmaya yüz tuttuğu saatte, sokakları
yalnız adımiarım çınlatıyordu. Bunu fark ettim
mi korku gene yakama yapı§ıyordu. Ak§am ye­
meğini erkenden yiyor, sekiz buçukta yatıyor­
dum. Günq beni benden koparıyordu. Kilise­
lerde, saraylarda, müzelerde, bunalımımı bütün
sanat yapıtlarında yumu§atmaya çalı§ıyordum.
Beylik numara: ba§kaldırımı hüzne indirgerne­
ye çalı§ıyordum. Ama bo§una. Dı§arı çıkar ç�k­
maz, bir yabancıydım. Gene de bir kez, kentin
bir ucunda barok bir manastırda, havanın tatlı­
lığı, ağır ağır, hüzünle çalan çanlar, emektar ku­
leden ayrılan güvercin salkımları, sonra bir de
,atların ve hiçliğin kokusunu andırır bir§eyler,
gözya§larıyla dolu bir sessizlik yarattı içimde,
beni kurtulu§Un e§İğİne kadar getiren bir sessiz­
lik. Ak§am dönünce, a§ağıdaki satırları bir so­
lukta yazıverdim, olduğu gibi geçiriyorum on­
ları buraya, çünkü tumturaklılığında bile o za­
man duyduğum §eyin karı§ıklığını buluyorum:
"Ve bundan ba§ka ne yarar sağlamak İsteyebili­
riz yolculuktan? ݧte takıp takı§tırdığım her §e­
yi atmı§ım üzerimden. Yazıdarını okumasını

68
bilmediğim kent, bildik, alı§ılmı§ hiçbir §eyin
takılınadığı garip harfler, ne konu§ulacak bir
dost, ne sıkıntıını giderecek bir eğlence. İyice
biliyorum: hiçbir §ey beni, yabancı bir kentiri
gürültüleri gelen bu odadan çıkarıp da bir yu·
vanın ya da sevilen bir yerin daha güzel ı§ığına
götürmez. Seslensem, bağırsam mı? Yabancı
yüzlerdir belirecek olan. Kiliseler, altınlar ve
buhur, hepsi de; hepsi de, her nesnenin değerini
iç sıkıntıının verdiği, günlük bir ya§ama atıyor
beni. Ve i§te alı§kanlıkların perdesi, devinimie­
rin ve sözlerin yüreği uyu§turan, rahat örgüsü,
ağır ağır açılıyor, kaygının solgun yüzünü gös­
teriyor en sonunda. [nsan kendi kendisiyle kar­
§ı kaqıyadır artık: hadi mutlu olsun da göre­
lim! Gene de yolculuk bu yanıyla aydınlam in­
sanı. insanla nesneler arasında büyük bir uy­
gunsuzluk doğar. Sağlamlığı azalan bu yüreğe,
dünyanın müziği daha kolay girer. Sonra bu
büyük yoklukta, en ufak bir yalnız ağaç görürr­
tülerin en tatlısı, en çabuk silineni olur. Sanat
yapıtları ve kadın gülümsemeleri, topraklarına
dikilmi§ insan ırkları ve yüzyıl ların özetlendiği
anıtlar, yolculuğun olu§turduğu içlendirici ve
duyarlı bir görünümdür bu. Sonra gün sonun­
da, bir kez daha, içimde ruhun açlığı gibi bir §e­
yin oyulduğu bu otel odası." Ama bütün bunla­
rın uyumak için uydurduğum masallar olduğu­
nu söylememe gerek var mı? Şimdi söyleyebili­
rim, Prag'dan bende kalan §ey, ayaküstü yenil­
rnek üzere bütün sokak kö§elerinde satılan, ben

69
e§ikten geçer geçmez o ek§i ve keskin kokusu iç
sıkıntıını uyandırıp beslerneye ba§layan bir sir­
keli hıyar kokusu. Bir bu, bir de bir akardean
havası. Pencerelerimin altında, tek kollu bir
kör, çalgısının üzerine oturup onu bir kıçıyla
tutar, sağlam eliyle de çalardı. Hep aynı çocuk­
su ve tatlı hava sabah beni uyandırır, birdenbi­
re beni içinde çırpındığım dekorsuz gerçeğin
içine yerlqtirirdi.
Bir de Ultava'nın kıyılarında birdenbire
duruverdiğimi, benliğimin ta içine yansıyan ko­
kuya ya da bu havaya kapılarak alçak sesle: "Ne
demek bu? Ne demek bu? " diye söylendiğiınİ
anımsıyorum. Ama daha son noktaya gelme­
mi§tim ku§kusuz. Dördüncü gün, sabah saat
ona doğru çıkmaya hazırlanıyordum. Bir önce­
ki gün bulamadığım bir Yahudi mezarlığını
görmek istiyordum. Bir kom§U odanın kapısı
vuruldu. Bir anlık bir sessizlikten sonra yeni­
den vuruldu kapı.-Bu kez uzun uzun. Ama bo­
§Una vuruluyordu anla§ılan. Ağır adımlarla biri
merciivenden a§ağı indi. Kafam bombo§tU, dik­
kat bile etmeden, bir aydır kul landığım bir tıra§
kreminin tarifesini okuyarak biraz zaman ge­
çirdim. Hava ağırdı. Eski Prag'ın kuleleri ve
kubbeleri üzerine bakır rengi bir aydınlık ini­
yordu kapalı gökten. Gazete satıcıları her sa­
bahki gibi Narodnı Politika diye bağırıyorlardı.
Üzerime çöken uyu§ukluktan güçlükle sıyrıl­
dım. Ama çıkacağım sırada, bizim katın garso­
nuyla kaqıla§tım, elinde anahtarlar vardı. Dur-

70
dum. Yeniden çaldı kapıyı, ·. zun uzun. Açma­
ya çalı§tı. Olmadı. Kapı iÇeriden sürgülenmi§
olmalıydı. Yeni vuru§lar. Bo§ bir ses veriyordu
oda, bu da öylesine hüzün vericiydi ki, solu­
ğum kesildi, yürüyüp gittim, hiçbir §ey sormak
gelmedi içimden. Ama Prag sokaklarında sızılı
bir önsezi yakarnı bırakmıyordu. Kat garsonu­
nun bön suratını, garip bir biçimde kıvrılmı§
boyalı pabuçlarını, ceketinde bir düğmenin ek­
sikliğini nasıl unutabilirim? En sonunda yemek
yedim, ama gittikçe artan bir tiksintiyle. Saat
ikiye doğru, otele döndüm.
Halde, otelin adamları fısılda§ıyorlardı.
Beklediğimle daha çabuk kaqıla§mak için katla­
rı hızla çıktım. Öyleydi. Odanın kapısı yarı
açıktı, bu yüzden ancak maviye boyanmı§ bir
büyük duvar görülüyordu. Ama yukarıda sözü­
nü ettiğim don uk ı§ık bu perdeye yatağın üzeri­
ne uzanmı§ bir ölünün gölgesiyle cesedin önün­
de nöbet tutan bir polisin gölgesini yansıyordu.
İki gölge bir dik açı yaparak kesi§iyordu. Bu
ı§ık altüst etti beni. Gerçek bir ı§ıktı, gerçek bir
ya§am ı§ığı, ya§amın öğle sonunun ı§ığıydı, in­
sanın ya§amakta olduğunu anlamasını sağlayan
bir ı§ıktı . O ölmü§tÜ. Odasında yalnız. Bunun
bir intihar olmadığını biliyordum. Çabucak
adama döndüm, yatağıma attım kendimi. Bir­
çok insan gibi bir insan, gölgeye bakı lırsa ufak
ve §i§man. Ve arelde ya§am sürmܧt Ü, garson
onun kapısını çalınayı dü§ününceye değin. Hiç­
bir §eyden ku§kulanmadan gel mi§ti buraya ve

71
yalnız ölmü§tÜ. Ben, o sırada, tıra§ kreıninin
reklamını okuyordum. Bütün öğle sonunu ko­
lay kolay anlatamayacağım bir durum içinde
geçirdim. Kafam bo§, yüreğim görülmedik bir
biçimde daralmı§ bir durumda, uzanmı§tım.
Tırnaklarımı kesiyordum. Parkenin çizgilerini
sayıyordum. "Bine kadar sayabilirsem ... " Eliide
ya da altmı§ta, çozülü§ ba§lıyordu. Daha öteye
gidemiyordum. Dı§arının gürültülerinin hiçbi­
rini i§itmiyordum. Ama bir kez, koridorda, kı­
sık bir ses, bir kadın sesi: " Öyle iyiydi k i," di­
yordu Almanca. O zaman kentimi, Akdeniz
kıyısını, ye§il ı§ık içinde çok ho§, genç ve güzel
kadınlarla dolu, çok sevdiğim yaz gecelerini dü­
§ündüm umutsuzca. Günlerden beri tek sözcük
çıkmamı§tı ağzımdan, tutulmu§ haykın§larla,
ayaklanmalada patlıyordu yüreğim. Bana kuca­
ğını açan biri olsaydı, çocukl ar gibi ağlayabilir­
dim. Ak§ama doğru, yorgunluktan bitmi§ bir
durumda, k apının sürgüsüne bakıyordum çıl­
gın gibi, kafam bombo§tu, akordeonla çalınan
bir . halk havasını yineleyip duruyordum. Bu sı­
rada, daha öteye gidemezdim. Ne ülke, ne
kent, ne oda, ne de ad vardı artık, çılgınlık mı,
yoksa fetih mi, alçalı§ mı, yoksa esin mi, en so­
nunda bilecek mi, yoksa tükenecek miydim?
Kapı vuruldu, dostlarım içeri girdiler. Çok yıp­
ranmı§ olsam bile kurtulmu§tum. " Sizi gördü­
ğüme sevindim," dediğimi sanıyorum. Ama h i ç
ku§kum yok k i , açılmaların burada kaldığı, on­
lar için bıraktıkları adam olarak kaldım.

72
Prag'dan kısa bir süre sonra ayrıldım. Son­
radan gördüklerimle de ilgilendim elbet. Baut­
zen'in küçük, gotik mezarlığında ıtır çiçekleri­
nin gözler kama§tıran kırmızısı ve mavi sabah
dikkatimi çekebiliyordu. Silezya'nın o uzun,
ta§ yürekli ve nankör ovalarından söz edebilir­
dim. Gün doğarken geçtim o ovalardan. Sisli ve
kirli sa bahta, yapı§ kan toprakların üzerinden
ağır ağı r bir ku§ sürüsü geçiyordu. Yumu§ak ve
ağırba§lı Moravya'yı, uzak noktalarının durulu­
ğunu, ek§i meyveli erik ağaçlarıyla çevrili yolla­
rını da sevdim. Ama dipsiz bir yer yarığına ge­
reğinden fazla bakmı§ların sersemliği kaldı hep
içimde. Viyana'ya geldim, bir hafta sonra ora­
dan da ayrıldım, hep kendi kendimin tutsağı
durumundaydım.
Gene de beni Viyana' dan Venedik'e getiren
trende bir §ey bekliyordum. Hastalığı boyunca
et suyuyla beslenip de yiyeceği ilk ekmek kabu­
ğunun nasıl olacağını dü§ünen, iyile§meye yüz
tutmU§ bir hasta gibiydim. B ir ı§ık doğuyordu.
Şimdi biliyorum bunun ne olduğunu: mutlulu­
ğa hazırdım. Vicenza'nın yakınlarında bir tepe­
de ya§adığım altı günden söz edeceğim yalnız.
Hala oradayım, daha doğrusu, bazı bazı orada
bulurum kendimi, bir biberiye kokusu içinde
sık sık her §ey geri gelir.
İtalya'ya giriyorum. Ruhuma göre yaratıl­
mı§ toprak! Y akla§masının belirtilerini birer bi­
rer tanıyorum. Kiremitleri pul pul ilk evler, du­
varları kaplamı§, gözta§ından mavile§mi§ ilk as-
malar . Avlulara asılmı§ ilk çama§ırlar, nesnele­
rin karı§ıklığı, insanların çapaçulluğu. Sonra ilk
selvi (öylesine ince, gene de öylesine dik), ilk
zeytin ağacı, tozlu incir ağacı. İtalya'nın küçük
kentlerinin bol gölgeli olanları, güvercinlerin
bir sığınak aradıkları öğle saatleri, ağırlık ve
tembellik, ruh bunlarda ba§kaldırılarını yıpra­
tır. Tutku gözya§larına doğru yol alır yava§ ya­
va§. Sonra da, i§te Vicenza. Burada, günün ta­
vuk bağırı§larıyla kabarmı§ uyanı§ından, ağus­
tosböceklerinin türküsüyle uzun uzun ayarlan­
mı§, selviierin ardında ipeksi, yumu§ak, tatlım­
sı, e§siz ak§ama dek kendi çevrelerinde döner
günler. Bana e§lik eden bu iç sessizlik, günü bu
ba§ka güne götüren ağır ko§udan doğuyor. Es­
kiçağ ewalarıyla, tığla örülmü� dantelalarıyla,
avaya açılan bu odadan ba§ka ne isteyebilirim?
Bütün gökyü-;:ü kaqımda, günlerin bu dönܧܭ
nü de onlarla. birlikte dönerek, durmamacasına,
kımıltısızca izieyebilirim gibime geliyor. Duya­
bileceğim biricik mutluluğu: dikkatli ve dost
bir bilinci içime çekiyorum. Bütün gün dola§ı­
yorum: tepeden Vicenza'ya doğru iniyar ya da
kırın daha ilerilerine gidiyorum. Kar§ıla§ılan
her varlık, bu sokağın her kokusu, her §ey, her
§ey alabildiğine sevmeye bir bahane benim için.
Tatile çıkmı§ bir çocuk topluluğuna göz kulak
olan genç kadınlar, dondurma satıcılarının bo­
rusu (arabaları , çifte oklu, tekerlekli bir gon­
dol), meyve sergileri, kara çekirdekli, kırmızı
karpuzlar, içi görünen yapı§.kan üzümler - ar-

74
tık yalnız 1 olmasını bilmeyen ki§i için bir o ka­
dar dayanak. Ya ağustosböceklerinin kekre ve
ho§ flütü, suların ve eylül gecelerinde rastlanan
yıldızların kokusu, sakızağaçları ve kamışlar
arasında kokulu yollar, yalnız2 olmak zorunda
olan ki§i için bir o kadar a§k belirtisi. Böylece,
günler geçiyor . Güne§ dolu saatierin gözler ka­
ma§tıran parıltısından, gün batımının altın ren­
giyle selviierin karasının yarattığı gözler kama§­
tıran dekor içinde ak§am oluyor. O zaman yol­
da yürümeye ba§lıyorum, ta uzaklardan duyu­
lan ağustosböceklerine doğru. Ben ilerledikçe,
prkılarını kısıyorlar birer birer, sonra susuyor­
lar . Bunca ate§li güzellik kaqısında soluğum ke­
silmi§ bir durumda, ağır adımlarla ilerliyorum .
Ardımda, birer birer, ağustosböcekleri seslerini
yükseltiyor, sonra da §arkıya ba§lıyorlar: ilgi­
sizlikle güzelliğin döküldüğü bu gökyüzünde
bir muamma . Sonra, son ı§ık içinde, bir kö§­
kün alındığında, "In magnificentia naturae, re­
surgit spiritus, "3 yazısını okuyorum. Burada
durmalı i§te. İlk yıldız doğdu bile, sonra kaqı
tepede üç I§ık; birdenbire, habersizce inivermi§
gece, ardımdaki çalılarda bir ınınltı ve bir mel­
tem, gün bende tatlılığını bırakarak kaçıp git­
mı§.
Deği§memi§tim elbette. Ama artık yalnız
değil d im. Prag' da duvarlar arasında bunalıyor­
d um . B urada dünyanın önündeydim, kendi
1 Y an ı h eıke.s.
' Yanı herkes.
1 /...ı. tiııc.:e: Doğ a nın görkenıliğindL', ruh rın..1y;t ç ı k .ır.

75
çevreme yansımı§tım, evreni keAdime benzer
biçimlerle dolduruyordum. Öyle ya, güne§ten
söz etmedim daha. İçinde çocukluğurnun geçti­
ği yoksulluk dünyasına duyduğum bağlılığı ve
a§kı neden sonra anladığım gibi, günqin ve do­
ğu§uma tanık olmu§ ülkelerin dersini de ancak
§imdi sezinliyorum. Öğleden biraz önce, dı§arı
çıkıyor, uçsuz bucaksız Vicenza Ovasına ba­
kan, bildiğim bir noktaya doğru yöneliyor­
dum. Güne§ neredeyse en yüksek noktasında,
gökyüzü güçlü ve havalı bir mavilik içinde ol u­
yordu. Buradan dökülen bütün ı§ık, tepeterin
yoku§undan iniyor, selvileri ve zeytinleri, ak
evleri ve kırmızı çatıları giysilerin en ate§lisiyle
giydiriyor, sonra gidip güne§te tüten ovada sili­
niyordu. Her seferinde de hep aynı yokluktu
kar§ımdaki. Sonra ben, §i§man ve kısa küçük
adamın yatay gölgesi. Sonra, güne§te ve tozlar
içinde kasırga gibi dönen bu ovalarda, bu yanıp
kavrulmu§ odarla çıtır çıtır olmu§, kazınmı§ te­
pelerde, parmağımla dokunduğum §ey, içimde
ta§ıdığım §U hiçlik duygusunun çıplak ve çeki­
cilikten · yoksun bir biçiminden ba§ka bir §ey
değildi. Bu memleket beni kendi benliğimin gö­
beğine getiriyor, beni gizli iç sıkıntıının kaqısı­
na yerle§tiriyordu. Ama Prag'taki iç sıkıntısıy­
dı bu, değildi de. Nasıl açıklamal ı? Elbette,
ağaçlarla, güne§le, gülümsemelerle dolu bu İtal­
yan ovasının önünde, bir aydır beni kavalayan
ölümü ve insandı§ı kokusunu ba§ka yerlerde ol­
duğundan daha iyi kavradım. Evet, bu gözya-

76
§ından uzak doluluk, bu içime dolan, sevinçten
yoksun huzur, bana dü§meyen §eyin: bir vazge­
çi§le bir ilgisizliğin kesin bilincinden ba§ka bir
§ey değildi. Roman kahramanlarını bir yana bı­
rakırsak, ölmek üzere olan, üstelik de bunu bi­
len bir kimsenin, karısının yazgısıyla ilgilenme­
diği gibi. İnsanın iç çağrısını gerçekle§tirir bu
adam, bu da bencil, yani umutsuz olmaktır. Ba­
na gelince, bu memlekette hiçbir ölümsüzlük
vaadi yok. Vicenza'yı görecek gözlerim, Vicen­
za'nın üzümlerine dakunacak ellerim, Monte
Berico'dan villa Malmarana' ya giden yolun
üzerinde gecenin okya§ıyı§ını duyacak derim
olmadıktan sonra, ruhumda yeniden ya§amı§ım
ne çıkar?
Evet, bütün bunlar doğruydu. Ama, aynı
zamanda, benliğime güne§le birlikte, anlatama­
yacağım bir §ey giriyordu. En son noktasına
gelmi§ bilincin en son noktasında her §ey birle­
§iyor, ya§amım atılacak ya da alınacak bir külçe
gibi görünüyordu gözlerime . .Bir büyüklük ge­
reksinimi duyuyordum. Derin umutsuzluğum­
la dünyanın en güzel görünümlerinden birinin
gizli ilgisizliğiniri kar§ıla§tırılmasında buluyor­
dum bunu. Aynı zamanda hem cesur, hem de
bilinçli olma gücünü çıkarıyordum bundan.
Öylesine güç, öylesine çeli§kin §eyin bu kadarı
yeterdi bana. Ama belki de o zaman öylesine
doğru olarak duyduğum §eyin bir yanını zorla­
mı§ımdır. Öte yandan, Prag' a ve orada ya§adı­
ğım ölümcül günlere sık sık dönerim. Kentime

77
kavu§tum. Yalnız, bazı bazı, ek§i bir hıyar ve
sirke kokusu gelip kaygıını uyandırır. Vicen­
za'yı dü§ünmem gerekir o zaman. Ama ikisi de
değerlidir benim i çin, ı§ık ve yapma a§kımı o
anlatmak istediğim umutsuz deneye olan gizli
bağlılığımdan iyice ayıramam. Anla§ılmı§tır
§imdiden, bense -seçmeye boyun eğmek istemi­
yorum. Cezayir kentinin dı§ında, kapıları kara
demirden, küçük bir mezarlık vardır. Sonuna
kadar gidildi mi, vadi görünür, vadinin ardında
da körfez. Denizle birlikte göğüs geçiren bu su­
nu kaqısında uzun uzun dü§lere dalınabilir.
Ama insan geldiği yoldan geri dönerken, ba­
kımsız bir mezarda, "Tükenmez üzüntüler'' di­
ye bir yazı bulur. Bereket versin, ülkücüler var
da her §eyi yoluna koyuyorlar.

78
YAŞAMA AŞKI
Palma'da gece, ya§am yava§ yava§ pazarın
ardındaki §arkılı kahveler mahallesine doğru
akıyor: içlerinden ı§ık ve çalgı sesleri sızan pan­
jurlu kapıların önüne gelinineeye kadar karan­
lık ve sessiz sokaklar. Bu kahvelerden birinde
bir geceye yakın bir zaman geçirdim. Dikdört­
gen biçimi, ye§İie boyanmı§, pembe çelenklerle
süslenmݧ, çok basık ve küçük bir salondu.
Tahta tavan küçük küçük kırmızı ampullerle
kaplıydı. Bir orkestra, renk renk §İ§eli bir bar
ve omuz omuza, ölümüne sıkı§mı§ insanlar bir
mucize sonucu yerle§mݧIerdi bu küçük alana.
Bütün mü§teriler erkekti. Ortada, iki metreka­
relik bir bo§ yer. Garson buradan odanın dört
kö§esine kadehler, §İ§eler yolluyordu. Bir tek
ki§İ bile bilinçli değildi burada. Hepsi de ulu­
yordu. Deniz subayına benzer bir adam alkol
yüklü incelikler geğiriyordu suratıma. Masam­
da, ya§ı belirsiz bir cüce bana ya§amını anlatı­
yordu. Ama onu dinlemeyecek kadar gergin­
dİm. Orkestra, herkes ayağıyla tempo tuttuğu
için yalnız uyumu kavranabilen havalar çalı-

79
yordu durmadan. Bazı bazı kapı açılıyordu. Ye­
ni gelen adam, ulumalar arasında, iki iskemle
arasına sıkı§tırılıyordu 1
Birdenbire bir zil sesi duyuldu, sonra bir­
den meyhanenin ortasına, daracık halkanın içi­
ne bir kadın atladı. "Yirmi bir ya§ında," dedi
subay bana. Ağzım açık kaldı. Bir genç kız yü­
zü, ama bir et dağından yontulmu§. Boyu bir
seksen olabilirdi bu kadının. Kocamandı, yüz
elli kiloya yakındı herhalde. İ lınikieri ak etten
bir damayı kabartan sarı bir 'file' giymi§ti, elle­
ri kalçasında gülümsüyordu; ağzının her bir kö­
§esiı;ıden kulaklarına . doğru birbiri ardından
ufak tefek et dalgalanmaları yükseliyordu. Sa­
l anda, ta§kınlığın sınırı yoktu artık. Bu kızın
tanınan, sevilen, beklenen bir kız olduğu sezifi­
yordu. Gülümsüyordu hep. Gözlerini kalabalı­
ğın çevresinde dola§tırdı, sonra, hep sessiz ve
güleç, karnını öne doğru dalgalandırdı. Bütün
salon uludu, sonra iyi bilindiği anla§ılan bir §ar­
kı istedi. Burundan söylenen, davul takımınca
her üç ölçüde bir, boğuk boğuk uyumlandırı­
lan bir Endülüs §arkısıydı bu. Kadın hem söy­
lüyor, hem de ikide bir bütün bedeniyle sevi§­
me öyküsüne giri§iyordu. Bu tekdüze ve tutku­
lu devinim içinde, kalçalarının üzerinde gerçek
et dalgaları doğuyor, omuzlarına dek yükselip
eriyordu. Bütün salon ezilmi§ gibiydi. Ama, na­
karata gelince, kadın kedi çevresinde dönerek,
1 Sevıııç tc b ı r rahatlık v a r d ı r , gc:rçt:k uygarlığı hu cı.rıınılar tspan�·ol lı<ı l k ı dıı
A \'nJpa'nın endcı uyg;u lıalklarınd;ı.n h i r i d i r.

so
göğüslerini avuçlayarak, kırmızı ıslak ağzını
açarak, §arkısını salonla birlikte sürdürdü, her­
kes gürültü içinde ayaklanıncaya dek.
O, ortaya yerlqmݧ, terden yapı§ yapı§ ol­
mU§, saçları darmadağın, sarı filesinin içinde ka­
barmı§, kocaman bedeniyle dikilmi§ duruyor­
du. Sudan çıkmı§ iğrenç bir Tanrıça gibi, alnı
bön ve dar, gözleri çukurda, dizinin hafif bir
titrernesiyle ya§ıyordu yalnız, ko§usunu yeni
bitirmݧ adar gibi. Çevresinde tepinen sevincin
ortasında, bo§ gözlerinin umutsuzluğu, karnı­
nın yoğun teriyle, ya§amın dü§kün ve CO§turu­
cu görüntüsü gibiydi . . .
Kahveler v e gazeteler olmasa, yolculuk et­
mek güç olurdu. Kendi dilimizde basılmı§ bir
kağıt, ak§am vakti insanlarla dirsek dirseğe gel­
meye çalı§tığımız bir yer, kendi çevremizdey­
ken biz olan, ama uzakta, bize öylesine yabancı
görünen adama alı§ılmı§ bir devinimle öykün­
memizi sağlar. Öyle ya, yolculuğun değerini
olu§turan §ey, korkudur. Yolculuk, benliğimiz­
de bulunan bir tür iç dekoru yıkar. Hile yap­
mak, yani büro ve §antiye saatlerinin (böylesi­
ne sert bir biçimde ayaklanmamıza yol açan,
ama bizi yalnız olmanın acısından da çok iyi
koruyan bu saatler) ardına gizlenmek olanaklı
değildir artık. Bu yüzden kahramanlarımın,
"Bürodaki saatlerim olmasaydı halim ne olur­
du? " ya da: "Karım öldü, ama bereket versin ki,
yazılacak bir sürü evrak var yarına, " diyecekle­
ri romanlar yazmak gelir durmadan İçimden.

8 1 /6
Yolculuk bu sığı naktan yoksun bırakır bizi.
Sevdiklerimizden, dilimizden uzakta kalınca,
bütün desteklerimizden kopup, maskelerimiz­
den yoksun kal ınca (tramvay saatlerini bilmez­
siniz, her §ey de böyledir), kendi kendimizin
yüzeyindeyizdir tümüyle. Ama bir de, ruhu­
muzu hasta bulunca, her varlığa, her nesneye,
mucize değerini veririz. Dü§ünmeden dans
eden bir kadın, bir perdenin ardından görülen
bir masa üstünde bir §i§e: her görüntü bir simge
olur. O sırada ya§amımızın onda özetlendiği öl­
çüde, ya§am da bütünüyle onda yansır gibi gelir
bize. Bütün armağanlar kar§ısında duyarlıyken,
tadabileceğimiz bütün çeli§kin sarho§lukları
(açık görü§lülüğün sarho§luğuna varıncaya ka­
dar) nasıl anlatmalı. Akdeniz ülkesinden ba§ka
hiçbir ülke aynı zamanda hem kendi kendim­
den öylesine uzaklara, hem de kendimin öylesi­
ne yakınlarına getirmemi§tir beni belki.
Palma kahvesindeki CO§kunhığum da bun­
dan geliyordu ku§kusuz. Ama öğleyin, tam ter­
sine, ıssız katedral semtinde serin avlulu, eski
saraylar arasında, gölge kokulu sokaklarda, bir
tür 'ağırlık' dü§üncesi sarsıyordu beni. Kimse­
cikler yoktu bu sokaklarda. Cihannümalarda,
donmu§, ya§lı kadınlar. Evler boyunca yürür­
ken, ye§il bitkilerle, yuvarlak ve külrengi ayak­
lıklarla dolu avlularda dururken, bu sessizlik
kokusunda eriyor, sınırlarımı yitiriyordum,
ayaklarımın sesinden ya da duvarların hala gü­
ne§ vuran y�karılarında gölgelerini gördüğüm,

82
uçan ku§ sürüsünden ba§ka bir §ey değildİm ar­
tık . Küçük, gotik San Francisco Manastırında
da uzun saatler geçiriyordum. İnce ve kibar sü­
tunları, İspanya'nın eski anıtlarına özgü olan §U
güzel, yaldızlı sarıy la parlıyorlardı. Avluda,
zakkum ağaçları, dövme demirli bir kuyu, üze­
rinden de madeni paslanmı§, uzun bir kepçe
sarkmada. Gelip geçenler buradan su içiyorlar­
dı. Kuyunun ta§ı üstüne dü§Ünce çıkardığı duru
sesi hala bazı bazı anımsarım. Gene de ya§ama­
nın tatlılığı değildi bu manastırın bana öğretti­
ği. Sessizlik birdenbire bahçenin ortasına soku­
lup gizlenince, gökteki güvercin sürülerinin ku­
ru kanat sesleri içinde, kuyu zincirinin yalnız
gıcırtısında, yeni ama gene de dost bir tat bulu­
yordum. Görünü§lerin bu e§sİz oyunu kaqısın­
da açık görü§lü ve güleçtim. İçinde dünyanın
yüzünün gülümsediği bu kristali bir devinim
çatlatabilirmݧ gibi geliyordu bana. Bir §ey bo­
zulacak, gökteki ku§ kümesi ölecek, her biri
açılmı§ kanatlarının üzerinde ağır ağır dü§ecek­
ti. Bir göz aldanmasına öylesine çok benzeyen
§eyi, yalnız sessizliğimle kımıltısızlığım akla ya­
kın kılıyordu. Oyuna kaulıyordum. Aldanma­
dan, görünü§lere bırakıyordum kendimi. Yal­
dız yaldız bir güzel güne§, manastırın sarı ta§la­
rını tatlı tatlı ısıtıyordu. Bir kadın kuyudan su
çekiyordu. Bir saate, bir dakikaya, bir saniyeye
kadar, belki hemen §İmdi, her §ey yıkılabilirdi.
Gene de mucize s.ü rüyordu. Dünya sürüp gidi­
yordu, utangaç, ala ylı ve saygılı (kadınların

83
dostluğunun kimi yumu§ak ve dengeli biçimle­
ri gibi). Bir denge sürüyordu, kendi sonunun
bütün ku§kusuyla renkliydi gene de.
Bütün ya§ama a§kım buradaydı ݧte: belki
de elimden kaçacak olana kar§ı sessiz bir tutku,
bir alevin altında bir acılık. Her gün, kendi
kendimden koparılmı§, kısa bir an için dünya­
nın süresine geçirilmݧ gibi ayrılıyordum bu
manastırdan. Ve o zaman niçin dorik Apol­
Ion'ların bakı§sız gözlerini ya da Giotto'nun1
tutu§mU§ ve donmu§ ki§İlerini dü§ündüğümü
biliyorum. O sırada, böyle memleketlerin bana
neler getirebileceğini gerçekten anlıyordum da
ondan. Akdeniz kıyısında kesinlikler ve ya§a­
ma kuralları bulunabildiğini, orada İnsanın ak­
lını doyurduğunu, bir iyimserliği ve bir toplum
duygusunu haklı çıkardığını §a§kınlıkla görüyo­
rum. Öyle ya, o sırada beni sarsan §ey, İ nsan öl­
çüsünde yapılmı§ bir dünya değildi - İnsanın
üzerine kapanan bir dünyaydı. Hayır, bu mem­
leketlerin dilinin içimde derin derin çınlayan
§eye uyması, sorularıma kaqılık verdiği için de­
ğildi, onları yararsız kıldığı içindi. Tanrıya §Ü­
kürler değildi dilimin ucuna gelebilecek §eyler,
ancak günqten ezilmݧ görünümler önünde do­
ğabilmݧ olan bu Nada'ydı. Ya§ama umutsuzlu­
ğu yoksa, ya§ama a§kı da yoktur.
Ibiza' da, liman yolunun üstündeki kahvele­
re gidip otururdum her gün. Saat bqe doğru,
1 Yunan lıı::: y k e l ı n ı n g er ilenıesı de, iul:'ttn s;:ı,ntı.tııHn boı.ulnı;:ı,sı da. glıllınısenıı:'
ile b • k ı ! ıı ı b e lirmesiyle b•�l•r. A klııı b•ıl•dığ< yerde g < ıı.ellik bıttrmij gibı.

84
memleketin gençleri. mendirek boyunca dola­
§ırlar. Evlenmeler ve bütün ya§am burada ge­
çer. Y a§amına böyle herkesin önünde ba§la­
makta bir büyüklük olduğunu dü§ünmekten
kendini alamıyor İ nsan. Otururdum, günün gü­
ne§İyle hala sallana sallana, ak kiliseler ve tebe­
§İrimsi duvarlarla, kuru kırlar ve sık zeytin
ağaçlarıyla dolu olarak. Tatlımsı bir badem §er­
beti içerdim. Kar§ımdaki tepeterin eğrisine ba­
kardım. Usul usul denize doğru İnerlerdi. Ak­
§am ye§İIIqirdi. Tepelerin en büyüğü üzerinde,
son meltem bir değirmenin kanatlarını döndü­
rürdü. Ve, doğal bir mucizeyle, herkes sesini al­
çaltırdı. Gökyüzünden ve gökyüzüne doğru
yükselen, ama çok uzaklardan geliyorlarmı§ gi­
bi duyulan türkülü sözcüklerden ba§ka hiçbir
§ey kalmazdı böylece. Alacakaranlığın bu kısa­
cık anında, yalnız bir İnsanın değil, bütün bir
halkın duyduğu, süreksiz ve hüzünlü bir §ey
hüküm sürerdi. Bana gelince, ağlamak gelir gibi_
sevmek gelirdi İçimden. Bundan böyle uyku­
mun her saati ya§amımdan çalınacakmı§ gibi
bir duygu uyanırdı içimde. . . erkeksiz arzu za­
manında n çalınacakmı§ gibi yani. Palma mey­
hanesinin ve San Francisco Manastırının o tit­
rek saatlerinde olduğu gibi, kımıltısızdım, ger­
gindim, dünyayı avuçlarıının içine koymak is­
teyen bu uçsuz bucaksız co§ku kaqısında güç­
süzdüm.
İyi biliyorum yanıldığımı, benimsenilmesi,
tanınması gereken sınırlar vardır. Yaratırsa

85
böyle yaratır İnsan. Ama sevmenin sınırı yok­
tur ve ben her §eyi kucaklayabildikten sonra,
iyi sarılamasam da ne çıkar? Cenova'da bütün
bir sabah boyunca gülümsemelerini sevdiğim
kadınlar var. Bir daha görmeyeceğim artık on­
ları, bundan daha basit bir §ey de olamaz ku§­
kusuz. Ama sözcükler özlemimin alevini örte­
meyecekler. San Francisco Manastırının küçük
kuyusu. Güvercin sürülerinin uçup gidi§ini iz­
lerdim orada, bu yüzden susuzluğumu unutur­
dum. Ama susuzluğumun yeniden doğduğu bir
an her zaman gel irdi.

86
TERSi VE YÜZÜ
Tuhaf ve yalnız bir kadındı. Ruhlada sıkı
bir ili§kisi vardı, onların kavgalarını, kızgınları­
nı benimser, ailesinden olu p da sığındığı dünya­
da iyi görülmeyen kimi ki§ileri görmeye yana§­
mazdı.
Hiç beklenmedik bir zamanda kızkarde§in­
den gelen k üçük bir miras geÇti eline. Bir ya§a­
mın sonunda gelen bu be§ bin frank, küçüm­
senmeyecek bir ba§ belası olarak çıktı ortaya.
Bu parayı bir §eye yatırmak gerekiyordu. A§ağı
yukarı bütün insanlar büyük bir serveti rahatça
kullanabilirlerse de para az oldu mu güçlük ba§­
lar. Bu kadın kendi kendine sadık kaldı. Ölü­
mün e§iğine gelmi§ti, emektar kemiklerini ba­
rındırmak istedi. Bulunmaz bir fırsat çıkmı§tı
kaqısına. Oturduğu kentin mezarlığında, bir
yerin iyelik süresi dolmu§tu, bu toprak üzerin­
de mal sahipleri görkemli bir lahit odası yaptır­
mı§lardı, yalın çizgiliydi, üstelik kara mermer­
dendi, gerçek bir hazineydi kısacası. Hem de
dört bin frank gibi bir paraya satıyorlardı. Bu
lahiti satın aldı. Borsa çalkalanmalarının, poli-

87
tik olayların hiç mi hiç sarsamayacakları, sağ­
lam bir değerdi bu. İç çukuru düzelttirdi, bede­
nini almaya hazır bir durumda tuttu. Her §ey
bitince de yaldızlı harflerle adını kazdırdı üzeri­
ne.
Bu ݧ ona öyle derin bir mutluluk verdi ki,
mezarına kaqı derin bir a§ka tutuldu. Ba§lan­
gıçta çalı§malardaki i lerlerneyi görmeye geli­
yordu. Sonunda her pazar öğleden sonra ziya­
ret etmeye ba§ladı mezarını. Biricik gezintisi,
biricik oyalanması bu oldu. Öğleden sonra saat
ikiye doğru, mezarlığın bulunduğu yere, kentin
ta bir ucuna kadar uzun yolu yürüyordu. Kü­
çük lahit odasına girip kapıyı özenle kapatıyor,
dua iskemiesinin üzerine diz çöküyordu. ݧte
böylece, kendi kar§ısına yerle§erek, olduğu §ey­
le olacağı §eyi kar§ıla§tırarak, her zaman kırık
bir zincirin halkasını bularak, feleğin gizli
amaçlarını hiç çaba harcamadan sezinledi. Hat­
ta, tuhaf bir simgenin yardımıyla, herkes için
öldüğünü de anladı bir gün. Toussaint Yortu­
sunda, her zamanki nden biraz daha geç geldi
mezarına, kapının qiğini sevgi dolu bir özenle
menek§elerle örtülmü§ buldu. Bilinmedik, iyi
yürekli insanlar, bu çiçeksiz mezarı görünce,
çok ince bir özenle, kendi çiçeklerini bölmü�­
ler, kendi kendine bırakılmı§ bu ölünün anısına
saygı göstermi§lerdi.

88
ݧte gene bu §eylere dönüyorum. Pencere­
nin öbür yanındaki bu bahçenin duvarlarını gö­
rüyorum yalnız. İçlerinden ı§ık akan §U birkaç
yaprak topluluğu. Daha yukarıda, gene yaprak­
lar. Daha da yukarıda, güne§. Havanın dı§arıda
duyulan bütün bu gönenmesinden, dünyanın
üstüne serpilmi§ bütün bu sevinçten, ben yal­
nız dalların ak perdelerimin üzerinde oynayan
gölgelerini seçebiliyorum. Be§ güne§ ı§ını var
bir de, odaya kurumu§ atların kokusunu bo§al­
tıyorlar sabırla. Bir meltem çıkıyor, gölgeler
perdenin üstünde canlanıveriyor hemen. Bir
bulut günqi örtüp açmayagörsün, bu mimoza
vazosunun parıl parıl sarısı çıkıveriyor gölge­
den. Yeter: tek bir panltı doğmayagörsün, i§te
içim bulanık ve deli edi�i bir sevinçle doldu de­
mektir. Beni böyle dünyanın tersyüzüyle kaqı
kaqıya getiren bir ocak öğle sonudur. Ama so­
ğuk çöreklenmi§ havanın dibine. Tımağın al­
tında kolayca çıtırdayıp yırtılıverecek, ama bü­
tün nesnelere bir ölümsüz gülümseme giydiren
bir günq zarı her yanda. Ben kimim ve yaprak­
lada ı§ığın oyununa katılmaktan ba§ka ne yapa­
bilirim? İçinde sigaramın tükendiği bu ı§ın, bu
tatlılık, havada soluk alan bu sessiz tutku ol­
mak. Kendime eri§meye çalı§tım mı bu ı§ığın ta
dibinde eri§ebiliyorum. Dünyanın gizini veren
bu ho§ tadı anlamaya, duymaya çalı§tım mı, ev­
renin dibinde kendi kendimi buluyorum. Ken-

89
di kendimi, yani beni dekordan kurtaran bu en
son noktasına varını§ co§kunluğu.
Az önce, ba§ka §eyler vardı, insanlar ve sa­
tın aldıkları mezarlar vardı. Ama bırakın da za­
manın kuma§ından keseyim §U dakikayı. Ba§ka­
ları sayfalar arasında bir çiçek bırakırlar, a§kın
kendilerine dokunup geçtiği bir gezintiyi kapa­
tırlar oraya. Ben de geziyorum, ama bir Tanrı
ok§uyor beni. Ya§am kısadır ve insanın zama­
nını yitirmesi günahtır. Canlı bir insanım, öyle
derler. Ama canlı olmak da insanın canlılıkta
kendini yitirdiği ölçüde gene zamanını yitirme­
sidir. Bugün bir duru§tur ve yüreğim kendi
kendini kaqılamaya gidiyor. Gırtlağıma gene
bir iç sıkıntısı sarılıyorsa, bu ele gelmez anın
parmaktarım arasında cıva incileri gibi kayıp
gittiğini duyduğum içindir. Dünyaya sırt çevir­
mek isteyenleri bırakın. Benim yakındığım
yok, öyle ya, kendi doğu§umu görmekteyim.
Şu saatte, bütün ülkem bu dünya. Bu güne§ ve
bu gölgeler, bu sıcak ve havanın derinliklerin­
den gelen bu soğuk: her §ey gökyüzünün bütün
doluluğunu, acıma duyguma doğru bütün dolu­
luğunu bo§alttığı bu pencerede yazılı olduğuna
göre, ölen bir §ey var mı, yok mu, insanlar acı
çekiyorlar mı, çekmiyarlar mı diye dü§Ünmem
gerekir mi? Şunu söyleyebilirim, az sonra da
söyleyeceğim: önemli olan insanca ve basit ol­
mak. Hayır, gerçek olmaktır önemli olan, hep­
si girer bunun içine, insanlık da, basitlik de. Ve

90
benim dünya olduğum zaman değil de ne za­
man gerçek olurum? Daha ben istemeden yeri­
ne getirilmi§ her §eyim. Ölümsüzlük §Uracıkta,
bense onu umut ediyordum. Mutlu olmak değil
artık dileğim, bilinçli yalnızca olmak.

Bir adam çevresine dalmı§, bir ba§kası me­


zarını kazıyor: nasıl ayırmalı onları? İnsanları
ve saçmalıklarını? Ama i§te gökyüzünün gü­
l ümsemesi. l§ık kabarıyor, yaz pek mi yakın?
Ama i§te sevilmesi gerekenierin gözleri ve sesi.
Bütün devinimlerimle dünyaya, bütün acımam
ve bütün minnetimle insanlara bağlıyım. Dün­
yanın bu tersiyle yüzü arasında bir seçim yap­
mak istemiyorum, seçmesini sevmem. İnsanlar
açı k görü§lü ve alaycı olmamızı istemiyorlar.
"Bu sizin iyi olmadığınızı gösterir," diyorlar.
Arada bir bağlantı göremiyorum. Birine aktö­
reye ters dü§tüğünü söylediklerini duyarsam,
kendine bir aktöre bulma gereksiniminde oldu­
ğun u aniarım bundan; birine k üçümsendiğini
söylediklerini duyarsam, ku§kularına kat!ana­
madığını anları m. Hile yapılmasını sevrnem de
ondan. Büyük yüreklilik, ölüme olduğu gibi
ı§ığa da gözlerimizi kırpmadan bakabilmektir.
Sonra, insanı yiyip bitiren yapma a§kından bu
gizli umutsuzluğa götüren bağı nasıl anlatmal ı?
N es nelerin dibine çöreklenmi§ alaya 1 kulak ve­
rirsem, ağır ağır belli eden kendini. Ufak, ay-
1 Barres'in söz ettiği §U özgürlük guvencen.

91
dınlık gözünü kırparak: "Ya§ayın, sanki §ey ol­
mayacak gibi 1 " der. Nice ara§tırmalara kar§ ın,
bütün bildiğim bu benim.
Ne olursa olsun, haklı olduğumdan ku§ku­
luyum. Ama bana öyküsünü anlattıkları §U ka­
dını dü§ünürsem, önemli olan bu değildir. Öl­
mek üzereydi, kızı da mezarına götüreceği giy­
silerini o daha canlıyken giydirdi üzerine. Ger­
çekten de, bu i§in eller ayaklar katıla§madan da­
ha kolay olduğu anla§ılıyor. Ama ne ivecen in­
sanlar arasında ya§ıyoruz, ne de olsa tuhaf.

SON

1 )'.ım: "S:ınkı olünı ynkınu� gibi

92
Albert Camus

TERSİ VE YÜZü

" Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kita­


bın içerdiğini ileri sürer. . . Hayır, aldanıyor, çünkü deha bir
yana bırakılırsa, insan yirmi iki ya§ında yazı yazmasını pek
bilemez. Ama Parain'in söylemek istediğini anlıyorum. Bu
acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımdakilerden daha çok
gerçek a§k bulunduğunu söylemek istiyor; haksız da deği l . . .
B u sayfaların yazıldığı zamandan beri ya§landım, ç o k §eyler
görüp geçirdim. Sınırlarımı, sonra hemen hemen bütün zayıf­
l ı k l arımı tanıyara k kendi hakkımda b i l gi edindim . . . Herkes
gibi ben de dü§lerim bazı bazı. Ama iki sakin melek onun e§i­
ğinden hiçbir zaman geçirmediler beni; biri dosrun yüzünü
gösterir, öbürü dü§nıanın suratını. Evet, bütün bunları bili­
yorum, a§kın neye patladığını da öğrendim ya da a�ağı yuka­
rı. A m a yapmın kendisi hakkında, Tersı ve Yüzü 'nde acemice
söylenenden daha fazlasını bilmiyoru m . "
A LEERT CAMUS

Kapaktaki resim: SALV ADOR DALİ

ISBN 975-51 0-323-6

JUlLLJ KDV İÇİNDEDİR

You might also like