You are on page 1of 5

SERHENDÎ VAKFI / ŞUBAT 2024-1.

HAFTA

‫َأُعوُذ ِباِهلل ِم َن الَّش ْيَطاِن الَّر ِج يم بسم هللا الرحمن الرحيم‬

‫َاْلَح ْم ُد هلل َر ِّب اْلَعاَلِم يَن َو الَّص َالُة َو الَّس َالُم َع َلى َر ُس وِلَنا ُم َح َّم ٍد َو َع َلى ٰا ِلِه َو َاْص َح اِبِه َاْج َم ِع يَن‬

‫ُسْبَح اَنَك َال َفْه َم َلَنا ِاَّال َم ا َفَّهْم َتَنا ِاَّنَك َاْنَت اْلَج َو اُد اْلَك ِر يُم‬
‫ُسْبَح اَنَك اَل ِع ْلَم َلَنا ِاَّال َم ا َع َّلْم َتَنا ِاَّنَك َاْنَت اْلَعِليُم اْلَح ِك يُم‬
‫َر ِّب اْش َرْح ِلى َص ْد ِر ى َو َيِّسْر ِلى َاْمِر ى َو اْح ُلْل ُع ْقَد ًة ِم ْن ِلَس اِنى َيْفَقُهوا َقْو ِلى‬

Mİ‘RAC KANDİLİNİN FAZİLETİ

İsrâ, sözlükte "gece yürümek" anlamındadır. Burada kastedilen ise Allah Teâlâ'nın,
hicretten önce, Receb ayının 27. gecesi, Hz. Peygamber'i (s.a.v) gece vakti burak ile Cebrâil'in
(a.s) eşliğinde Mekke-i Mükerreme'den Kudüs'e götürmesidir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v)
burada birçok peygamberle görüşmüş ve onlara imamlık yaparak namaz kıldırmıştır. Bu
hadise, âyette şu şekilde beyan edilmiştir: “Gecenin bir vaktinde, kendisine (kudretimizi
bildiren) bazı âyetlerimizi gösterelim diye (resûlü, Muhammed s.a.v) kulunu (rûh ve
bedeniyle) Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren
Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi
hakkıyla görendir.”1

Mi‘rac, sözlükte "yükselmek için kullanılan alet" manasındadır. Burada murat edilen
ise, İsrâ’dan sonra yine Cebrâil (a.s) eşliğinde Hz. Peygamber'in (s.a.v) Kudüs'ten yedi
semanın üstü olan sidretü'l-müntehaya ve Allah'ın dilediği yere yükselmesi anlamındadır. Bu
hadise, şu âyette beyan edilmiştir; “Andolsun ki, (resûlümüz Muhammed s.a.v), başka bir
inişinde (Mi‘râc gecesinde), onu (Cebrâîl’i aslî sûretinde) sidretu’l-muntehânın yanında da
görmüştü”2

İSRA VE Mİ‘RAC OLAYI

Nübüvvetin 7. yılından itibaren Peygamber Efendimiz (s.a.v) ailesine ve


müslümanlara karşı boykot ilan edildi. Boykot üç sene sürdü. Müslümanlarla insafsızca alay
edildi, hakaret edildi, zulme uğratıldı. Bir mahalleye sokuldu, ambargo konuldu, giriş-çıkışlar
yasaklandı. Müslümanlar açlığa mahkûm edildi. Sabırlar zorlanmaya başladı. İnananlar çok
ağır bir imtihandan geçti. Ardından Hz. Hatice (r.anha) annemiz vefat etti. Peygamber

1
İsra,1.
2
Necm, 13-14.

1
SERHENDÎ VAKFI / ŞUBAT 2024-1. HAFTA

Efendimiz (s.a.v), Tâif’te taş kalpli insanlar tarafından taşlandı. Efendimiz (s.a.v) buyuruyor:
“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir...” 3 Lâkin O’nun hayatında
en ufak bir şikâyet yoktu. Aksine O’nda ilâhî azameti tefekkür hali vardı, zikirle Cenâb-ı
Hakk’tan gafil kalmamak ve daima Cenâb-ı Hakk’a şükür, rıza hali vardı.

Recep ayının yirmi yedinci gecesi, hicretten bir buçuk yıl önceydi. Resûl-i Ekrem
(s.a.v), Tâif’den dönmüştü ve çok üzgündü. Tam bu esnada Yüce Mevlâ, Cebrâil’i (a.s)
geceleyin resulüne gönderdi. O’nu önce Kudüs’e yürüttü, sonra da yüce huzuruna kabul
buyurdu ve bu gecede vasıtasız olarak vahye muhatap oldu. Meşakkatler, imtihanların
sonunda daima lûtuflar gelir. Mi‘ac’ın sıkıntılı bir Tâif seferinden sonra lûtfedilmesi de
meşakkatlerin ardından bir sevincin bulunduğu müjdesidir. Cenâb-ı Hak: “Elbette zorluğun
yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” 4
buyuruyor.

Onun gönlünde muzdariplerin sessiz feryatlarına derman olabilme vardı. Sahipsizlere,


yalnızlara sahip çıkabilme vardı. Mazlum müslümanlar vardı. Bugün mâtem alanına dönmüş
İslâm ülkelerine bakalım; Suriye’ye, Mısır’a, Filistin’e, Gazze’ye, Yemen’e,
Türkmenistan’a... Bugünün müslümanlarının yüreğinde de bunların ıztırabı, onlara en azından
dua etmesi, az da olsa yardım yollaması, boykot etmesi, sosyal medyada bu işin
çığırtkanlığını yapması olmalıdır… Malesef bugün tüm dünyanın gözü önünde zulmedilen;
Gazze'deki müslüman kardeşlerimize bırakın sahip çıkmayı, yardım tırlarını bile
ulaştırmaktan âciziz.. Şu da var ki; Gazze'deki müslümanların yaşadığı katliama ve elektrik,
su, barınma ve erzak gibi hayatî ihtiyaçlardan mahrumiyetlerine rağmen dimdik, cesur duruşu
ve ahlâksız taşkınlığa yönelmeyişi, birçok ülkede toplulukları etkiledi ve imanî uyanışlara
sebep oldu. Kezâ Yeni Zelanda’ da cami saldırısı da aynı sonucu vermişti.

Efendimiz (s.a.v) bu kadar cefaya, insanlığın hidâyete ermesi derdiyle katlandı.


Bugün ise dünya, Sâdât-ı kirâm efendilerimiz ifadesiyle küfür denizi olmuş. Biz de Resûlullah
(s.a.v) gibi İslâm’ın yayılması için imkanlarımızı seferber edeceğiz, cefa çekeceğiz. Küfâarın
iman etmesi ve gafil müslümanların uyanması için atılan adımlarda bir tuzumuz olsun
gayretinde olacağız.

Sahîh-i Buhârî’de şöyle geçer; Resûlullah (s.a.v) onlara (müşriklere), Mirac’a


götürüldüğü geceyi anlatarak demiştir ki: “Ben Kabe’nin avlusunda Hatim kısmında -belki
de Hıcr’da demişti- yatıyordum”. Bir rivayette şu ilave var: “Uyku ile uyanıklık arasında
3
Tirmizî.
4
el-İnşirah, 5-6.

2
SERHENDÎ VAKFI / ŞUBAT 2024-1. HAFTA

idim”. Derken bana biri (Cebrâil) geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. Kalbimi
çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla (ve hikmetle) dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim
(çıkarılıp su ve zemzem ile) yıkandı. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan
getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben
onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl (a.s) beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik.
Kapının açılmasını istedi. Gelen kim?” diye soruldu. Cibrîl! dedi. Beraberindeki kim?
denildi. Muhammed (s.a.v)! dedi. O’na Mi rac daveti gönderildi mi? denildi. Evet! dedi. Hoş
gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir! denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz.
Âdem’i (a.s) gördüm. Denildi ki: “Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!” Ben de selâm
verdim. Selâmıma karşılık verdi. Sonra bana dedi ki “Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber
hoş gelmiş!”. Sonra Hz. Cebrâil beni yükseltti ve ikinci kat semaya geldik. Derken bize kapı
açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya (a.s) ve Hz. İsa (a.s) ile karşılaştım. Sonra Cebrâil (a.s) beni
üçüncü kat semaya çıkardı. İçeri girince Hz. Yusuf (a.s). ile karşılaştık. Sonra dördüncü kat
semada Hz. İdris (a.s) ile, beşinci kat semada Harun (a.s) ile, altıncı kat semada Hz. Musa
(a.s) ile, yedinci kat semada Hz. İbrahim (a.s) ile karşılaştık. Sonra sidretü’l-müntehâya
çıkarıldım. Bunun (bu ağacın) meyveleri (Yemen‘in) Hecer şehrinin testileri gibi iri idi,
yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail a.s. bana dedi ki: “İşte bu sidretü’l-
müntehadır!”.Sonra bana ‘el-Beytü’l-Ma‘mur’ gösterildi. Her gün oraya yetmiş bin melek
giriyordu. Sonra bana, günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm.
Hz. Musa’ya (a.s) uğradım. Bana sordu: “Ne ile emrolundun?” Ben de dedim ki: “Bir günün
gece ve gündüzde elli vakit namazla!” Bana dedi ki: “Ümmetin her gün elli vakit namaz
kılmaya güç yetiremez. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim… Sen çabuk
Rabb’ine dön elli vakit namazdan ümmetin için hafifletme talep et!” Ben de hemen döndüm
(Rabb’im) benden on vakit namaz hafifletti. Musa’ya (a.s) tekrar uğradım. Yine bana sordu:
“Ne ile emrolundun? “Benden on vakit namazı kaldırdı!” Musa a.s :“Rabb’ine dön!
Ümmetin için daha da azaltmasını iste!” Rabbim on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa
a.s.‘a uğradım, bana aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakit namazla emrolununcaya kadar bu
şekilde Hz. Musa ile Rabb’im arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz.
Musa’ya uğradım. Yine bana aynı soruyu yöneltip azaltma talebi istedi. Ben de dedim ki:
“Rabb’imden çok fazla talepte bulundum! Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini
isteyemem!” Musa’yı (a.s) geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: “Farzımı
kesinleştirdim, kullarıma hafiflettim de!” Bir rivayette şu ziyade geldi: “Namazlar (günde)
beştir (vakittir). Ve onlar (sevap bakımından) ellidir de. Artık katımda hüküm değişmez!”

Burada şu meseleyi izah etmek gerekiyor; Allah Teâlâ mekandan münezzehtir.


Dolayısıyla Mi‘rac hadisesinden, Rabbimiz’in mekânının arş olduğu ve Peygamber
Efendimizin de (s.a.v) onu mekanında ziyaret ettiği anlaşılmamalıdır. Rabbimiz’in, kulu Hz.
Muhammed Mustafa'ya (s.a.v) dünyada vahiy ile yetinmeyip o yüce makama çıkarmasındaki
maksad O’na insan, melek, kimseye yapmadığı bir lûtfu ihsan etmektir.

3
SERHENDÎ VAKFI / ŞUBAT 2024-1. HAFTA

Efendimiz (s.a.v) onca sıkıntıdan sonra, Mi‘rac ile yedi kat semavâta çıkarak orada
bulunanlara bizzat şahid olmuş, ilâhî huzurdan müminlere hediyeler getirmiş. Böylece Allah
Teâlâ’nın bizzat tesellisine mazhar olmuş, gönlü hoş edilmiştir. Ayrıca bu ziyaretiyle melekût
âlemindeki (Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı) melekleri ve
diğer varlıkları onunla şereflendirmiştir. Müslümanlar, beş vakit namazın, Mi'rac’da yedi kat
semanın üzerinde farz kılındığı hususunda icma etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (s.a.v) İsrâ ve
Mi‘rac mucizesini tafsilatıyla anlatmış ve bu da bize sahih hadislerle ulaşmıştır. Bundan
dolayı onlara iman etmek farzdır. Bu hadise, Peygamber Efendimiz (s.a.v) mübarek bedeni ve
ruhları ile uyanık olduğu halde gerçekleşmiştir. İmam Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i
şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e Mi‘rac’ta üç şey verildi: Beş
vakit namaz, Bakara sûresinin sonu (Amene'r-resûlü) ve ümmetinden şirke (küfre)
düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...”5

Et-Tahiyyatu, Resûlullah’ın (s.a.v) Mi‘rac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı


selamlaşmasıdır; Peygamberimiz s.a.v ilâhî huzurda Allah Teala’ya selâmlarını şöyle arzetti:
"Bütün dualar, senâlar, mâlî ve bedenî ibadetler, mülk ve azamet Allah'a mahsustur." Yüce
Allah şöyle mukabele etti: "Ey Peygamber! selam sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin
üzerine olsun. Hz. Peygamber (s.a.v) şu şekilde yeniden söz aldı: "Selâm ve esenlik bize ve
Allah'ın salih kullarının üzerine olsun."6 Demek ki her “Tahiyyât” okuyuşta, salih kullara dua
ediyoruz. Efendimiz (s.a.v) salih kulları duasına katıyor, ona tabi olarak bizde katıyoruz.

Mi‘rac gecesi, Resûlullah (s.a.v) cehennemdeki bazı olaylara vakıf olmuş ve bazı
büyük günahlardan sakındırma maksatlı bunların bir kısmını da nakletmiştir. Namazı terk
edenlerin başlarının kayalarla parçalandığı, zekât vermeyerek fakirin hakkını gasp edenlerin
cehennem dikenlerini ve ateşten çakılları yedikleri, zinakârların, kokuşmuş leşler yedikleri, bu
nakillerden bazılarıdır.7 Cenâb-ı Hak, muhafaza buyursun.

Bu gece gafletimizden kurtulmaya çalışalım. Bu mübarek gece vesilesiyle bir araya


gelişimizi, gafletimizden sıyrılmaya vesile edelim. Ölümü hatırlayarak kalbimizi uyandırıp
tevbe edelim, zikrullah ile kalbimizin çalışmaya başlamasına uğraşalım. Aksi halde, bizde
oluşan gaflet sebebiyle gevurdan farksız bi hayat sürmekten kurtulamayız.

BU GECE NE AMEL YAPMALI?


5
Sahihi Müslim.
6
Tefsiri Kurtubi.
7
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve / Heysemî, Mecmau’z-Zevâid.

4
SERHENDÎ VAKFI / ŞUBAT 2024-1. HAFTA

Bu gece sılayı rahime vesile olsun, mümkün olduğunca akrabalarımızı arayalım,


hatırlarını soralım. Hanefi mezhebinde tercih edilen görüşe göre; kişinin mahrem sayılan
yakın akrabalarıyla (Amca, dede, teyze, kardeş gibi) irtibatını kesmesi haramdır.

Bu gece varsa kaza namazlarını ve önceden şartlarına (özellikle tâdil-i erkâna) dikkat
etmediğimiz namazları kaza etmeliyiz. Belki daha gençken noksanlıklarımız olmuştur.
Mümkün mertebe kaza namazı kılsak isabet olur. Yoksa teheccüd kılınabilir. En azından yatsı
namazı cemaatle kılınsın. Böylece gecenin yarısı ibadetle ihya edilmiş sayılır. Bir de kimseye
eziyet etmemeye, kalp kırmamaya çalışılsın.

Gavs-ı Sâni hazretleri (k.s) bir sohbetinde; "Bir kişinin müslüman olması için ilk önce
kelime-i şehadet getirmesi gerekir. Ondan sonra imanın (altı) şartlarını kabul etmesi gerekir.
Ondan sonra da İslâm'ın beş şartını yapması lazımdır. Bunlardan hac, zekât, oruç belli
şartlara bağlanmıştır. Ama namaz, akil baliğ olan herkesin üzerine farzdır. Herkesin her
şartta yapması gereken bir ibadettir. Yapılmazsa çok büyük cezası vardır. Bazı âlimlere göre
beş yüz, bazı âlimlere göre yetmiş bin yıl cezası vardır. Kişi hasta olsa, hareket edemeyecek
olsa bile ima ile de olsa, namazını kılmak zorundadır" demiştir.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “Kıyamet günü, kulun ilk hesaba


çekileceği (ameli) namazdır. Eğer namazı düzgün olursa (farz, sünnet ve huşusuna dikkat
edilen bir namaz ise), geri kalan amelleri de düzgün olur (namazın hatrına diğer ameller
kabul görür). Namazı düzgün değilse diğer amelleri de düzgün olmaz (kabul görmez)"
buyurmuştur.

Gavs-ı Sâni hazretleri (k.s) bir sohbetinde, "Bakıyoruz dünya küfrün denizi olmuş.
İnsan hem kendini hem de insanları kurtarmaya çalışsın. Bütün dünyanın hidayetine vesile
olsa kendisi hidayete ermese bir şey yapmış olmaz. Bir insan bir kimsenin namaz kılmasına,
hidayetine sebep olmuş olsa, onun sevabı kadar kendisi de sevap kazanır. Bu büyük bir
kazançtır. Büyük bir fabrikadır. Gece de gündüz de çalışmak lazım" demiştir…

Rabbim bizlere Mi‘rac gecesini hakkıyla hatırlayıp, ders çıkarıp amel etmeyi nasip eylesin.
Bu mübarek gecenin hürmetine Gazze ve diğer beldelerde eziyet gören müslüman
kardeşlerimize rahmetiyle muhafaza eylesin, âmin...

You might also like