Professional Documents
Culture Documents
GÖZ UCUYLA
(From The Corner Of His Eye)
Çeviren: İçim Kutlu
Hiç kimse kuantum kuramını anlamaz.
— Richard Feynman
(Kuantum kuramı, enerjinin sabit parçalar halinde yol alması kuramıdır. Ç.N.)
Yaşamımdaki binlerce günün en önemlisi tanıştığımız
gündü ve daima öyle kalacak.
Bu kitabı yazdığım sırada, müteveffa Israel
Kamakawiwoʻole’un o eşsiz, güzel müziği bana sürekli eşlik
etti. Ben onun sesinde, ruhunda ve yüreğinde sevinci ve
avuntuyu buldum; öykümü okuyan okuyucularımın da
benimle aynı duyguları paylaşacaklarını umarım.
Carol,
Bu kitabı okuyan bir kişi olarak, yaptığın bu ziyaretin,
birtakım olayların birbiriyle olan bağlantısını ve yaşamımızın
derin ve gizemli anlamını neden güçlendirdiğini artık
anlayacaksın.
Yürekli bir davranış er geç bir gün karşılık bulacak ve bu
davranışı gösteren kişi kim olursa olsun, ona bir gün geri
dönecektir: çünkü yüreklilik bir erdemdir ve yıllar sonra
büyük bir cesarete dönüşür. Tıpkı her kabalık, her nefret ve
her kötülük gibi.
Bu Önemli Gün,
H. R. White
Gerda’ya.
Bölüm 1
***
***
***
***
***
Sağlığına yeniden kavuşan Junior’ın meditasyon yapmak
için yeterince zamanı vardı artık. Hayali bowling lobutuna
zihinsel olarak odaklanma konusunda öylesine uzmanlaşmıştı
ki, diğer her şeyi kendi kendine unutturabiliyor, tiz bir şekilde
çalan telefon zili onun bu trans halini asla bozamıyor ve
meditasyonla ilgili tüm hileleri bilen eğitmeni Bob Chain bile,
böyle bir durumda sesini ona duyuramıyordu; zihinsel
odaklanma sırasında, Junior lobutla bir antlaşma yapmış
gibiydi sanki.
Bartholomew’u aramak için de yeterli zamanı vardı. Ocak
ayında, Nolly Wulfstan’dan onu düş kırıklığına uğratan
raporu aldığında, özel dedektifin bu araştırma için yeterince
çaba gösterdiğine inanmamıştı. Wulfstan’ın çirkinliğinin,
tembelliğiyle aynı düzeyde olduğundan kuşkulanıyordu.
Bu nedenle sahte bir ad kullanıp evlat edinildiğini iddia
ederek, eyalet ve hükümet temsilciliklerinin yanı sıra çeşitli
çocuk esirgeme kurumlarını da araştırmış ve sonuçta
Wulfstan’ın doğru söylediğini öğrenmişti: Gerçek
ebeveynlerin korunması amacıyla, evlat edinme kayıtları yasa
gereği gizli tutuluyordu ve bunlara ulaşmak tamamen
imkânsızdı.
Junior esin kaynağının ona daha iyi bir strateji önermesini
beklediği sırada, doğru Bartholomew’u aramak için, yine
telefon rehberini incelemeye başladı. Ama Spruce Hills’le
onu çevreleyen eyaletin değil, San Francisco’nun rehberini.
Kentin her bir yanı yedi milden az ve yüzölçümü de kırk
altı mil kare olmasına karşın, Junior böylesine yıldırıcı bir işle
hiç karşılaşmamıştı. Kent sınırları içinde yüzbinlerce insan
ikâmet ediyordu.
İşin daha da kötüsü, Seraphim’in bebeğini evlat edinen
ebeveynler, dokuz ili kapsayan ve Bay Area denen körfez
bölgesinin herhangi bir yerinde yaşıyor olabilirlerdi. Bu da
araştırılacak milyonlarca telefon listesi demekti.
Talihin ısrarlı kişiyi desteklediğini ve kendisinin de daima
işin parlak yanına bakması gerektiğini kendi kendine
anımsatan Junior, araştırmaya önce kent içinde yaşayan ve
soyadları Bartholomew olan kişilerle başladı. Hiç değilse
uygun bir rakamdı bu.
Telefon ettiği kişilere kendisini Katolik Aile
Hizmetleri’nin bir danışmanı olarak tanıtıyor ve onlara son
zamanlarda bir çocuk evlat edinip edinmediklerini soruyordu.
Bu soru karşısında şaşkınlık belirtenlerle çocuk evlat
edinmediklerini iddia edenler, onun listesinden genellikle
çıkarılmaktaydı. Ama bu kişilerin tüm yadsımalarına karşın,
şüphe uyandıran birkaç durumda, onları oturdukları evlere
kadar izlemişti. Ve avının başka bir yerde olduğuna inanana
kadar da onları bizzat gözlemlemiş ve kendileri hakkında
komşularından kurnazlıkla ek bilgiler almıştı.
Mart ayının ortalarında ise, Bartholomew’u soyadı olarak
bulma olasılığını enikonu düşündükten sonra, o zamandan
kendini vurduğu eylül ayına kadar, bu kez rehberdeki ilk
çeyrek milyon listede ilk adı Bartholomew olan kişileri
aramaya başladı.
Seraphim’in çocuğunun bir telefonu olmayacaktı tabii.
Yalnızca bir bebekti o; kendisine karşı nedeni belirsiz bir
tehlike oluşturmakla birlikte, yine de bir bebekti.
Bartholomew sıra dışı bir addı, ama mantıksal olarak eğer
bu bebeğe şimdi böyle deniyorsa, onu evlat edinen babanın
adını taşıyor olmalıydı. Ve bu nedenle, listeleri bu şekilde
incelemek yararlı olabilirdi.
Junior kendisini hâlâ tehdit altında hissetmesine ve bu
konudaki içgüdüsüne hâlâ güvenmesine karşın, uyanık olduğu
her saati bu işe ayırmıyordu tabii. Tadını çıkaracağı bir
yaşamı vardı onun da sonuçta. Üstlenmesi gereken
özgelişimler, keşfedilecek galeriler, baştan çıkarılacak
kadınlar.
Bartholomew’la neredeyse hiç ummadığı bir zamanda
karşılaşacaktı büyük olasılıkla; araştırmasının sonucunda
değil de, normal bir günde. Eğer böyle bir şey olursa, bu
tehditten kendine uygun herhangi bir şekilde hemen
kurtulmaya hazırlıklı olmalıydı. Ve işte bundan ötürü, o pis
vurulma olayından sonra Bartholomew’u aramaya yine
devam ederken, iyi yaşantısını da sürdürüyordu.
Bir aylık iyileşme ve ameliyat sonrası tıbbi bakım
süresinin ardından, daha önceleri haftada iki kez katıldığı
sanat değerlendirmesi derslerine geri dönebilmişti. Ve bu
arada, kentin daha kaliteli galerileriyle güzel müzelerine
neredeyse her gün yaptığı ziyaretlere de devam etmekteydi.
Şekli bozulan ayağına eski biçimini vermek ve yitirdiği
başparmağının boşluğunu doldurmak için, kauçuktan yapılmış
sert, ama esnek bir ayakkabı iç eklentisi kullanıyordu. Bu
basit destek her tür ayak giyeceğini rahatlaştırmış ve Kasım
ayında artık hiç topallamadan yürümeye başlamıştı.
15 Aralık Çarşamba günü, zorunlu askerlik sınıfına
ayrılma durumuyla ilgili olarak muayene olmaya ve
değerlendirilmeye tabi tutulmaya gittiğinde, yapay iç
eklentiyi ayakkabısından çıkarmadı, yine de Gerçek
Maccoylar dizisindeki çiftlik sahnelerinde aksayarak yürüyen
yaşlı aktör Walter Brennan gibi topallıyordu.
Seçici kurul üyesi doktor, Junior’ın sakat ve uygunsuz
olduğunu bildirdi çabucak. Junior bunun ardından, değerini
silahlı kuvvetlere kanıtlamak amacıyla, kendisine bir şans
tanınması konusunda ona sessizce, ama istekle yalvarmaya
başladı. Doktor ise bu milliyetçilikten hiç etkilenmemişti;
onun ilgilendiği tek şey, muayene için belirli aralıklarla
karşısına gelecek olan diğer uygun asker adaylarının
oluşturduğu sıra düzeninin bozulmamasıydı.
Askerlikten kurtuluşunu kutlamak isteyen Junior, bir
galeriye gidip sanat koleksiyonuna katacağı ikinci parçayı
satın aldı. Ama bu kez bir heykel değil, yağlıboya bir tablo.
Bavol Poriferan kadar genç olmamakla birlikte, bu sanatçı
da eleştirmenler tarafından ona eş değerde beğeniliyor ve aynı
derecede üstün görülüyordu. Tek ve gizemli bir adı, Sklent’i
kullanan sanatçı, galeriye asılan tanıtım fotoğrafında tehlikeli
birisiymiş gibi görünmekteydi.
Junior’ın satın aldığı başyapıt bir buçuk metrekarelik
küçük bir tuvaldi, ama iki bin yedi yüz dolara mal olmuştu.
Kanserin Görünmeyen Gizli Varlığı, Yorum 1 adlı adlı
tablonun tümü, safra yeşili ve irin sarısı rengindeki küçük bir
yumru kitlesi dışında, simsiyahtı. Yine de buna ödenen her
peniye değerdi. Junior kendisini çok mutlu hissediyor, her
gün her şekilde gelişim yapıyor ve yaşam onun için gitgide
iyileşiyordu… ama sonra, vurulma olayından çok daha kötü
bir şey oldu ve bu olay onun o gününü, o haftasını, yaşamının
geri kalan kısmını mahvetti.
Satın aldığı tabloyu galerinin eve teslim etmesini
sağladıktan sonra, öğle yemeği yemek için yakındaki küçük
bir lokantaya uğramıştı. Burası harika yöresel yemekleriyle
ünlüydü: Köfte, piliç çevirme, makarna, peynir.
Yemek tezgâhının yanındaki taburelerden birine oturarak,
bir cheeseburger, bir lahana salatası, biraz kızarmış patates ve
bir vişneli gazoz ısmarladı.
California’ya geldiğinden bu yana, uyguladığı özgelişim
projelerinden biri de bir damak titizi ve aynı zamanda bir iyi
şarap uzmanı olmaktı. San Francisco da bu eğitim için
mükemmel bir üniversiteydi, çünkü düşünülebilecek her etnik
türe ait sayısız lüks lokantaya sahipti. Ama Junior bazen
özüne, kendisine rahatlık veren yemeklere dönüyordu.
Örneğin cheeseburgera ve benzeri sıradan yiyeceklere.
Ismarladığı her şey önüne gelmişti… Tepeleme dolu
olarak. Cheeseburgerın arasına hardal sıkmak için plastik
kabın kapağını açtığında, yarı erimiş peynirin içine
sıkıştırılmış parlak bir çeyreklik gördü.
Bir elinde kapağı diğer elinde hardal kabını sımsıkı
tutarken, oturduğu tabureden hemen fırlayıp dar uzun
lokantayı araştırmaya başladı. Manyak polisi arıyordu. Ölü
manyak polisi. Başı kan pıhtıları içinde, yüzü hamur kâğıtlar
gibi ezik, tüm bedeni taş ocağının çamuruna bulanmış ve ona
tabut olan Studebaker’ının içinden birkaç dakika önce çıkmış
gibi üstünden sular süzülen Thomas Vanadium’u görmeyi
umuyordu neredeyse.
Tezgâh taburelerinin ancak yarısının dolu olmasına ve
kendisinin yakınındakilerin boş durmasına karşın,
müşterilerin çoğu bölmelerde oturmaktaydı. Bazılarının sırtı
ona dönüktü ve üç kişi de Vanadium’un iriliğindeydi.
Küçük lokanta boyunca koşuşturup bayan garsonları
itekleyerek, Vanadium olabilecek üç adama da dikkatle baktı,
ama bunların hiçbirisi ölü dedektif olmadığı gibi, onun daha
önce hiç görmediği insanlardı. Ne arıyordu o, bir hayalet mi?
Ama kin dolu hayaletler uğradıkları yerlerde öğle yemeği için
köfte yemeye oturmazlardı.
Junior hayaletlere inanmazdı zaten. O, etten ve kemikten
oluşmuşluğa, taş ve harç oluşumuna, paraya ve güce, kendine
ve geleceğe inanırdı.
Bu bir hayalet değildi. Yürüyen ölü bir adam da değildi
bu. Başka bir şeydi, ama onun ne olduğunu ve kim olduğunu
anlayana kadar, kendisinin büyük olasılıkla arayabileceği tek
insan Vanadium’du.
Lokantanın her bölümü büyük bir pencerenin önündeydi
ve her pencereden sokak görünüyordu. Vanadium ne
dışarıdaydı ne de kaldırımdan bakıp içerisini seyrediyordu;
aralık güneşinde parlayan basık suratı bir an için bile göze
çarpmıyordu.
Lokantadaki herkes şimdi kendisini fark etmiş, herkesin
başı ona doğru çevrilmiş ve her göz onu izlemeye başlamıştı;
Junior bir elindeki kapağı ve diğer elindeki hardal kabını yere
fırlattıktan sonra, tezgâhın sonundaki açılır kapanır kapıdan
hızla geçip, bunun arkasındaki dar çalışma bölümüne girdi.
Ve ardından, tezgâhta yemek yiyen müşterilere servis yapan
iki bayan garsonu omzuyla iterek onların yanından ve o sırada
üstü açık ızgarayla fırın ızgarasında yumurta, burger ve
jambon gibi acele siparişleri pişirmekle meşgul olan aşçının
önünden geçti.
Junior’in yüzünü nasıl bir ifade kapladıysa, insanı yıldırıcı
bir şey olmalıydı bu, çünkü ona karşı çıkmak yerine,
korkudan gözleri faltaşı gibi açılan elemanlar, bir kenara
sıkışıp ona yol verdiler.
Junior tabureden fırlarken, kontrolünü de yitirmişti. Her
geçen saniyeyle birlikte kapıldığı öfke ve korku, içinde
gittikçe büyüyordu.
Kendine çekidüzen vermesi gerektiğini biliyor, ama ne
yavaş ve derin soluklar alıp verebiliyor, ne Zedd’in
özkontrolle ilgili diğer güvenilir yöntemlerinden herhangi
birini anımsayabiliyor ne de yararlı meditasyon
tekniklerinden bir tanesini düşünebiliyordu.
Tezgâhın üstünde bıraktığı kendi yemek tabağının
yanından geçtiği sırada, peynirin içinde parlayan çeyrekliği
görünce, bir küfür savurdu. Ve işte şimdi de, ortası lumbozlu
bir kapıdan geçip girdiği mutfaktaydı. Pişen yemek
cızırtılarının, tabak çanak tıngırtılarının, kavrulan soğanlarla
ağız sulandırıcı tavuk yağının ve zeytinyağıyla dolu derin
tencerelerde kızararak altın sarısına dönen parmak
patateslerin oluşturduğu duman bulutlarının ortasında.
Mutfak elemanları. Hepsi de erkekti. Bazıları şaşkınlıkla
ona bakıyor, diğerleri ise onun kim olduğuna aldırmıyordu
bile. Pişen yemeklerden çıkan mis gibi buharla ısıdan gözleri
sulanan Junior, sorusunun yanıtı Vanadium’u arayarak,
mutfağın daracık koridorlarında yalpalayıp durdu. Ama
lokanta sahibi onun mutfaktan çıkıp kilere ve oradan da
ilerideki servis koridoruna gitmesini engelleyene dek, bu
soruya hâlâ hiçbir yanıt bulamamış ve bir anda terleyip
ardından ürpererek adama küfredince, durum daha da
ciddileşmişti… Junior çeyreklikten söz ettiğinde, lokanta
sahibinin tavırları biraz yumuşadı ve peynirin içindeki kanıtı
görmek için birlikte tezgâhın yanına gittiklerinde, daha da
yumuşak davranmaya başladı. Az önce öfkelenmekte
haklıyken, şimdi utana sıkıla özür diliyordu. Ama Junior’ın
istediği şey özür değildi. Bedava bir öğle yemeği veya tüm
haftalık bedava öğle yemekleri bile onun yüzünü
güldürmezdi. Ya da eve bedava bir elmalı turta götürmek onu
ilgilendirmiyordu.
Bir açıklama istiyordu o, ama gereksinim duyduğu
açıklamayı ona kimse yapamazdı, çünkü çeyrekliğin önemini
ve bunun neyi simgelediğini kendisinden başka hiç kimse
bilmiyordu.
Karnı hâlâ aç ve sorusuna yanıt bulamamış bir halde
lokantadan ayrıldı.
Kaldırımda yürürken, pencerelerden ona bakan bir sürü
yüz fark etti; bu yüzlerin tümü geviş getiren ineklerin yüzleri
kadar aptal ifadeliydi. Bu insanlar öğle yemeğinden sonra
dükkânlarına ve bürolarına döndüklerinde, onlara
konuşacakları bir konu sağlamış, kendi kendini küçük
düşürerek yabancıların eğlencesi bir nesneye dönüştürmüş ve
bir anda kentin ayrıksılar ordusunun bir üyesi haline gelmişti.
Bu davranışı onu şaşırtmıştı.
Eve dönerken, yavaş ve derin, yavaş ve derin soluklar alıp
duruyor, gerilimden kurtulmaya çalışıyor, düşüncelerini
askerlik hizmetinden tamamen kurtulması ve Sklent’in
tablosunu satın alması gibi iyi şeylere odaklamaya
çalışıyordu. Ama San Francisco Noel öncesi neşesini yitirmiş,
bu güzel dönemin duygulu pırıltısı yerini tıpkı Kanserin
Görünmeyen Gizli Varlığı, Yorum 1 tablosundaki kadar
karanlık ve uğursuz bir ruh haline bırakmıştı.
Junior eve gelene dek daha iyi başka bir hareket planı
düşünemediği için, Spruce Hills’deki avukatı Simon
Magusson’ı telefonla aradı.
Köşe masasındaki mutfak telefonunu kullanıyordu.
Yerdeki kanlar çok uzun bir süre önce temizlenmiş ve seken
kurşunun neden olduğu küçük hasar da çoktan tamir edilmişti
tabii.
Ne gariptir ki, burada bazen olduğu gibi, yitik ayak
başparmağı şimdi yine kaşınıyordu. Ayakkabısını ve çorabını
çıkarıp o kütükleşen kısmı kaşımanın hiçbir anlamı yoktu,
çünkü böyle yapmak bir rahatlama sağlamayacaktı. Asıl garip
olan şey, bu kaşıntının asla kaşınılamayacak olan hayalet ayak
başparmağında oluşuydu.
Avukatla en nihayet hat bağlantısı kurulduğunda, adamın
sesi sanki Junior onun ateş etmek isteyeceği rahatsızlık verici
bir ayak başparmağıyla eşdeğerdeymiş gibi çıkıyordu.
Koca kafalı, patlak gözlü, çizgi ağızlı bu kavruk herif,
Naomi’nin ölümünden 850.000 dolar kazanmıştı ve böylece
en azından kendisine biraz bilgi sağlayabilirdi. Ayrıca büyük
olasılıkla, ona telefonda ayırdığı sürenin faturasını da
çıkaracaktı zaten.
On bir ay önce Spruce Hills’deki son gecesini anımsayan
Junior, şimdi dikkatli olmak zorundaydı. Kendisini suçlu
göstermeden, sanki olanlara aldırmıyormuş gibi, Victoria’nın
ölümü ve Vanadium’un aniden ortadan kayboluşu konusunda
dikkatle planladığı senaryonun polis yetkililerini ikna edip
etmediğini ya da lokantadaki çeyrekliği açıklayabilecek ters
giden bir şeylerin olup olmadığını öğrenmeyi umuyordu.
“Bay Magusson, son görüşmemizde, siz bana eğer
Dedektif Vanadium beni bir kez daha rahatsız ederse, onun
gırtlağını sıktıracağınızı söylemiştiniz. Şey, bu konuda
birisiyle konuşmanız gerekiyor artık sanırım.”
Magusson şaşırmıştı. “Onun sizinle ilişki kurduğunu
kastetmiyorsunuz, değil mi?”
“Yani, birisi beni taciz ediyor…”
“Vanadium mu?”
“Şüphelendiğim şey bir süredir kendisinin…”
“Onu gördünüz mü?” diye ısrar etti Magusson.
“Hayır, ama ben…”
“Onunla konuştunuz mu?”
“Hayır, hayır. Ama son zamanlarda…”
“Vanadium’la ilgili olarak olarak burada neler olduğunu
biliyorsunuz yine de, öyle değil mi?”
“Aa? Bilmiyorum sanırım,” diye yalan söyledi Junior.
“Size orada bir özel dedektif tavsiye etmem için birkaç ay
önce beni aradığınızda, kadın kısa bir süre önce ölmüş ve
Vanadium da buradan çekip gitmişti, ama önceleri hiç kimse
bu iki olayı birbiriyle bağdaştırmadı.”
“Kadın mı?”
“Ya da en azından, polisler o sıralarda gerçeği
biliyorduysalar bile, bunu kamuya açıklamamışlardı. Benim
size bundan bahsetmem için hiçbir nedenim yoktu o zaman.
Vanadium’un ortadan kaybolduğunu bile bilmiyordum.”
“Siz neden söz ediyorsunuz?”
“Elde edilen kanıtlara göre, Vanadium burada bir kadını
öldürmüş, hastanedeki bir hemşireyi. Âşıkların kavgası belki.
Arkasında iz bırakmamak için de, kadının cesediyle birlikte
evi ateşe vermiş, ama kendisini yine de bulabileceklerini
anlamış olduğundan, kenti terk edip gitmiş.”
“Nereye gitmiş?”
“Hiç kimse bilmiyor. Kendisini gören olmamış. Sizin
dışınızda.”
“Hayır, ben onu görmedim,” diye anımsattı Junior
avukata. “Buradaki taciz olayı başladığında, yalnızca
düşündüm ki…”
“Sizin San Francisco polisini aramanız, evinizi gözetim
altına aldırmanız ve eğer Vanadium oraya gelirse onu
tutuklattırmanız gerekir.”
Polisler Junior’ın var olmayan bir hırsızı ararken kaza
sonucu kendini vurduğuna inandıkları için, onların kitabında
o zaten bir aptaldı. Eğer Vanadium’un bir çeyreklikle
kendisine nasıl eziyet ettiğini ve bu çeyrekliğin her yerde,
örneğin cheeseburgerinda bile nasıl ortaya çıktığını
açıklamaya çalışırsa, onu umutsuz bir deli olarak
adlandıracaklardı.
Bunun yanı sıra San Francisco polisinin bilmesini
istemediği bir şey daha vardı; kendisinin en azından onlar gibi
bir başka polis tarafından, Oregon’da karısını öldürdüğünden
şüphelenilmesi. Eğer buradaki bölge polislerinden birisi
Naomi’nin ölümüyle ilgili olay dosyasının bir kopyasını
görmek isteyecek kadar meraklıysa ve eğer bu dosyada
Vanadium onun bir kâbustan Bartholomew adını sayıklayarak
korkuyla uyandığını belirtmişse ne olurdu acaba? Ve sonra,
eğer kendisi en sonunda doğru Bartholomew’u bulup bu
küçük kahpe dölünü ortadan kaldırırsa ve daha sonra da, olay
dosyasını okumuş olan bölge polisi burada adı geçen
Bartholomew’la diğeri arasında bir bağlantı kurarak sorular
sormaya başlarsa ne olurdu? Bunun bir uzantı olacağını kabul
etmek gerekirdi. Ama Junior yine de, SFPD’nin gözüne
mümkün olduğunca batmamayı ve bundan böyle oradakilerin
bilgi sınırları dışında kalmayı umuyordu.
“Polisi aramamı ve Vanadium’un sizi burada da nasıl taciz
ettiğini doğrulamamı ister misiniz?” diye sordu Magusson.
“Kimi arayacaksınız?”
“San Francisco PD’nin nöbetçi memurunu. Öykünüzü
doğrulamak için.”
“Hayır, buna gerek yok,” dedi Junior, doğal bir ses
tonuyla konuşmaya çalışarak. “Bana söylediklerinizden
anladığım kadarıyla, beni burada rahatsız eden her kimse,
onun Vanadium olamayacağından eminim. Yani demek
istiyorum ki, kendisi onca derdiyle birlikte kaçarken, yalnızca
kafamı biraz karıştırmak için beni burada izlemek, onun
yapacağı en son şey olur.”
“Böyle takıntılı insanların ne yapacaklarını asla
bilemezsiniz,” diye uyardı onu Magusson.
“Hayır, olayı şimdi biraz daha düşündükçe, bunu yalnızca
çocukların yaptığı duygusuna kapılıyorum. Etrafta aptal aptal
dolaşan birkaç çocuk, hepsi bu. Vanadium tahmin ettiğimden
de fazla içime işlemiş benim sanırım ve böyle bir olayla
karşılaşınca, mantıklı düşünemedim.”
“Pekâlâ, eğer fikrinizi değiştirirseniz, beni aramanız
yeterli.”
“Teşekkür ederim. Ama bunu çocukların yaptığından
eminim artık.”
“Çok şaşırmış görünmediniz, öyle değil mi?” diye sordu
Magusson.
“Ne? Neye şaşırmadım?”
“Vanadium’un o hemşireyi öldürmesine ve kentten çekip
gitmesine. Burada bunu duyan herkes şaşkınlıktan
donakaldı.”
“Açıkça söylemek gerekirse, ben daima onun akli
dengesinin bozuk olduğunu düşündüm. Ve büronuzda
otururken bunu size söyledim.”
“Gerçekten de söylediniz,” dedi Magusson. “Ben ise onun
bilinçli bir mücadeleci, mesleğini kutsal gören bir enayi
olduğu olduğu konusunda ısrar etmiştim. Siz onu benden
daha iyi tanımışsınız sanırım, Bay Cain.”
Avukatın bu şekilde konuşması Junior’ı şaşırtmıştı.
Magusson büyük olasılıkla, Belki de karınızı siz öldürmediniz
sonuçta, demek ister gibi bir yaklaşımda bulunuyordu, ama
yaradılış itibarıyla pislik bir herif olduğu için, onun özür
dilercesine konuşması bile Junior’ın beklediği bir şey değildi.
“Bay City’de yaşam nasıl?” diye sordu avukat Junior,
Magusson’ın bu gönül alıcı tarzdaki yeni davranışından
etkilenip her ikisinin bundan böyle arkadaş olacaklarını,
birbirlerinin sırlarını paylaşacaklarını ya da karşılıklı olarak
gerçeklerden söz edeceklerini düşünme yanılgısına
düşmemişti. Gözünü para hırsı bürüyen bu kurbağa kılıklı
herifin tek gerçek arkadaşı aynada gördüğü kişi olacaktı
daima. Eğer Naomi’nin ölümünden sonra onun harika zaman
geçirdiğini keşfederse, bu bilgiyi kendi avantajı için
kullanacak bir yol bulana dek belleğinde depolardı.
“Yalnız,” dedi Junior. “Onu öyle çok… özlüyorum ki.”
“En zor geçen yılın ilk yıl olduğunu söylerler. Sonraları
ise yaşamın daha kolaylaştığını görürsünüz.”
“Neredeyse bir yıl oldu, ama her nedense, ben kendimi
daha da kötü hissediyorum,” diye yalan söyledi Junior. Ve
telefonu kapattıktan sonra, çok huzursuz bir halde buna bakıp
durdu.
Yaptığı konuşmanın sonucunda, Studebaker’ındaki
Vanadium’u Quarry Gölü’nün dibinde bulamamış olmalarının
dışında hiçbir şey öğrenememişti.
Cheeseburgerındaki çeyrekliği görmesinden bu yana,
manyak polisin bu zorlu işten kurtulduğuna neredeyse
inanmıştı. Derin yaralarına karşın, Vanadium zar zor da olsa,
o karanlık sularda boğulmadan yüz metre yüzdü belki, diye
düşünmüştü. Ama Magusson’la konuştuktan sonra, bu
korkusunun mantıksız olduğunu anlamıştı artık. Eğer dedektif
bir mucize sonucu gölün soğuk sularından kurtulmuş olsa
bile, acil bir tıbbi tedaviye gereksinimi olurdu. Junior’ın,
Victoria’nın ölümünü onun üstüne yıktığını bilmediğinden ve
tedavi olmaktan başka hiçbir şeye aldırmayacak kadar kötü
yaralandığından ötürü, yardım istemek amacıyla yalpalayarak
ya da sürünerek eyalet otoyoluna çıkardı.
Eğer Vanadium kayıpsa, sekiz silindirli tabutunun içinde
hâlâ ölüydü. Ama geride kalan bir çeyreklik vardı.
Cheeseburgerin içinde.
Onu oraya birisi koymuştu.
Eğer Vanadium değilse, kimdi bu?
Bölüm 56
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
Cain’in yatak odasında, Tom Vanadium’un siperlikli el
feneri neredeyse iki metre yüksekliğinde olan ve yaklaşık yüz
kitap içeren kitaplığı aydınlattı, ikinci rafın çoğu kısmı gibi,
üst raf da boştu.
Bu boşluk Vanadium’a, eş katilinin Spruce Hills’deki
evinin onur köşesini oluşturan Caesar Zedd koleksiyonunu,
özyardımla ilgili o saçma sapan kitapları anımsatmıştı.
Cain’de Zedd’in karton kapaklı ve ciltli her eserinin bir
kopyası vardı. Daha pahalı baskılar sanki eldivenle tutulmuş
gibi yepyeniydi; ama karton kapaklı kitaplardaki metinlerin
altları koyu renkli kalemle çizilmiş ve birçok sayfanın köşesi
de, buradaki pasajları işaretlemek amacıyla kıvrılmıştı.
Raflarda dizili olan kitapların sırtlarına çabucak
bakıldığında, değerli Zedd koleksiyonunun yokluğu belli
oluyordu.
Kitaplıktan sonra Vanadium’un incelediği büyük giysi
dolabı onun umduğundan daha az kıyafet içermekteydi.
Demir askılığın ancak yarısının kullanıldığı belliydi. Cain’in
dolabının içi birbirinin yanında garip bir biçimde asılı duran
bir sürü boş askıyla doluydu. Askılığın üstündeki rafta, daima
çift olarak satılan Mark Cross marka şık ve pahalı bavulların
yalnızca bir tanesi vardı. Buraya üç büyük çanta sığabilecek
yüksek rafın çoğu kısmı boştu.
***
***
***
***
***
İki iyi kalite sürgülü kilit. Sıradan bir çağrısız konuk için
yeterli bir korunma, ama öfkesini kanalize etmiş olan
özgelişimli bir adamı durdurmak için uygunsuz.
Susturucu takılı 9 mm’lik tabancayı sol kolunun altına,
yan tarafına sıkıştıran Junior, otomatik silahı kullanabilmek
için ellerini serbest bıraktı. Yine başının döndüğünü
hissediyor, ama bu kez bunun nedenini biliyordu.
Yaklaşmakta olan bir nöbet değildi bu. Yeni ve daha iyi bir
biçimde doğmak için, yaşam kozasına karşı direniyordu.
Önceleri, korkuyla ve karmaşık düşüncelerle kaplı bu kozada
yaşan bir krizalitti, ama şimdi kanatlı bir böcek, tümüyle
gelişmiş bir kelebekti, çünkü o güzel öfkesinin gücünü
özgelişim yapmak için kullanmıştı. Bartholomew ölünce,
Junior Cain de en sonunda kanatlarını açacak ve uçacaktı.
Sağ kulağını kapıya dayayarak soluğunu tutup dinledi ve
hiçbir şey duymayınca, önce üst kilitle uğraşmaya karar verdi.
Sessizce, emniyeti açık otomatik tabancanın namlusunu kilit
dillerinin altına, anahtar deliğine dayadı. Ama az da olsa,
sesin içeriden duyulma tehlikesi vardı. Tetiği çekti.
Tabancanın düz çelik yayı kilit dillerinin bazılarına takılıp
kalınca, namlunun yukarıya doğru fırlamasına neden olmuştu.
Tabanca horozunun yaya ve namlunun kilit dillerine
çarparken çıkardığı sesler hafif seslerdi; kapının arkasına
yakın olan birisi bu sesleri duyar, ama bir oda ilerideki birisi
bunları duymazdı.
Tetiğin bir kez çekilmesiyle kilit dilleri açılmamıştı.
Kilidin durumuna göre, en azından üç bazen de altı kez ateş
etmek gerekiyordu.
Kapıyı denemeden önce, tabancayı her kilitte yalnızca üç
kez kullanmaya karar verdi. Ne kadar az ses çıkarsa, o kadar
iyiydi. Belki şansı yaver giderdi.
Tak, tak, tak. Tak, tak, tak.
Sonra, kapı tokmağını çevirdi. Kapı içeri doğru kolayca
açılıvermişti, ama o bunu her olasılığa karşı iki santim kadar
araladı.
Tümüyle gelişmiş bir insan şans ilahlarına asla
güvenmemelidir, der Zedd, çünkü böyle bir insan kendi
şansını öylesine güvenilir bir biçimde yaratır ki, bu ilahlar
cezalarını çekmeden onların yüzlerine tükürebilir.
Junior otomatik tabancayı deri ceketinin cebine koydu. Ve
ardından, sağ eline içinde on kurşun bulunan olağanüstü
güçlü gerçek tabancayı aldı: Bartholomew için Draculalı
çarmıh, şeytan için kutsal su, Supermen için kripton gibi olan
tabancayı.
***
***
***
***
Susturucu tabanca sesini tamamen susturmamış, ama her
biri elle boğulmuş sessiz bir öksürük gibi çıkan üç yumuşak
sesi koridorun ötesine de taşımamıştı.
Junior silahı yan tarafından yukarıya doğru kaldırırken
ateşlediği için, ilk kurşun Ichabod’un sol uyluğuna ve sonraki
iki kurşun da gövdesine isabet etmişti. Bunun bir yakın savaş
sayılabilmesi için hedef uzaklığı oldukça fazlaysa da, bir
amatör için hiç de kötü bir atış değildi; sol ayak
deformasyonu onu Vietnam’da savaşmaktan alıkoymasaydı, o
savaşta epeyce kahramanlık göstermiş olabileceğine
inanıyordu şimdi Junior.
Ölürken bile, sanki soyguna karşı çıkmak istermiş gibi
cüzdanı elinde sımsıkı tutan adam, yere düştükten sonra,
oraya öylece yayılıp titremiş ve ardından hareketsiz kalmıştı.
Ne bir panik çığlığı atmış, ne acı içinde bağırmış, yalnızca
çok hafif bir ses çıkararak bu dünyadan göçüp gitmişti; Junior
onu öpmek istiyordu, ama canlı ya da ölü hiçbir erkeği
öpmezdi o; kadın kılığına giren bir erkek tarafından aldatılmış
ve ölü bir piyanist tarafından karanlıkta yalanmış olsa bile.
***
***
***
***
Birisinin “Hayır,” dediğini duyduğunda, Junior, Ichabod’u
eşiğin yarısına dek sürüklemişti. Ama omzunun üstünden
arkaya doğru baktığında, Celestina hemen arkasına dönmüş
ve iç koridorda gözden kaybolmuştu.
Odaklan. Ichabod’u koridordan içeriye çek. Şimdi
harekete geç, sonra düşün. Hayır, hayır, uygun odaklanma
yapabilmek için, bazı şeylere gereksinim duyulur: İrdeleme
yapmaya, analiz etmeye ve öncelik tanımaya. Kaltağı yakala,
kaltağı yakala! Yavaş derin soluklar al. Güzel öfkeni kanalize
et. Tümüyle gelişmiş bir insan özkontrollü ve sakin olur.
Harekete geç, harekete geç, harekete geç! Daha önce bir araya
geldiklerinde güvenilir bir felsefe ve başarı anahtarı oluşturan
en önemli Zedd ilkeleri, şimdi aniden birbirleriyle çatışmaya
başlamışlardı.
Bir kapının hızla kapanmasının ardından, irdeleme yapma,
analiz etme ve öncelik tanımayla harekete geçme arasında
kısa bir süre bocalayan Junior, Ichabod’u eşiğin ortasında
bıraktı. Celestina telefona ulaşmadan önce onu yakalamalıydı
ve sonra geri dönüp cesedi içeriye çekerdi.
***
***
***
Bir adım geriye giden Junior, kilide nişan alarak iki el ateş
etti. İlk kurşun pervazdan bir tahta parçası koparmış, ama
ikinci kurşun yalnızca birkaç tahta parçası daha koparmakla
kalmamış, pirinç kapı tokmağını da yerinden oynatmıştı.
Junior kapıyı itti, ama Kapı hâlâ açılmamakta direnince,
özkontrollü bir adama hiç yakışmayan öfkeli bir çığlık fırlattı;
kendisini dinleyenler arasında hiç kimsenin onun eylemde
bulunma ve bunu başarıyla sonuçlandırma konusundaki
kararlılığından kuşkusu olmayacağını bilmesine karşın, bu
davranışı karşısında yine de şaşırmıştı.
Kilide bir kez daha ateş etmek için tetiği çektiğinde,
şarjörde kurşun kalmadığını fark etti. Yedek kurşunlar
ceplerindeydi.
Ya başarıya ulaşmak ya da yenilgiye uğramak için karar
verilmesi gereken şu birkaç saniyede, işin sonunun yaklaştığı
bu umutsuz anda, tabancaya kurşun doldurmakla zaman
harcamayacaktı. Önce düşünen sonra harekete geçen,
doğuştan yenilgiye uğramış bir adamın seçimi olurdu böylesi.
Kapının büyükçe bir parçası kopmuştu. Odadan sızan
ışıkta kilidin hiçbir kısmının yerli yerinde olmadığı
görülebiliyordu. Arkasına bir mobilya dayalı olan kapının
deliğinden içerisini gözetlemişti zaten ve sorun çözüleceğe
benziyordu.
Sol kolunu yanına dayayarak, var gücüyle kapıya abandı.
Bunun açılmasını engelleyen mobilya her neyse, ağır bir şey
olmalıydı, ama iki üç santim kıpırdamıştı. Eğer iki üç santim
kıpırdadıysa, bir o kadar daha kıpırdayacağı belliydi, yani
hareketli bir şeydi demek; Junior içeriye girmiş sayılırdı artık.
***
***
***
***
ÇIBANLAR.
Çalıntı bir siyah Dodge Charger 440 Magnum’la Spruce
Hills’i hemen terk eden Junior Cain, polis denetiminin yoğun
olduğu Interstate 5’ten uzak durarak, güney Oregon’ın
dolambaçlı yolları elverdiği kadarıyla, bir an önce Eugene’e
gitmeye çalışmıştı.
“Tam söylemek gerekirse, kızıl renkli kabarcıklar.”
Arabayı kullandığı sırada, hem sevinç kahkahaları atıyor hem
de çektiği acıyla ve kendine acıma duygusuyla gözyaşlarına
boğuluyordu. Vudu büyücüsü Baptist ölmüş ve onun ölümü
sonucunda kara büyü bozulmuştu. Yine de, bu son etkili krize
dayanmak zorundaydı.
“Çıban, yangılı, irinli bir kıl kesesi ya da böyle bir
gözenektir.”
Eugene’deki havaalanına yarım mil uzaklıkta bir caddede
Dodge’u park etmiş, uzun süre arabada oturup sargılarını
dikkatle çözmüş ve eczaneden satın aldığı keskin kokulu
yararsız merhemi kâğıt mendille silmeye başlamıştı. Ama
Kleenex’i yüzüne hafifçe değdirmesine karşın, öylesine
büyük bir acı duymuştu ki, neredeyse bayılacaktı. Dikiz
aynasına baktığında, içleri sarı iltihapla dolu, iğrenç, kocaman
kırmızı şişlikler görünce, bir iki dakika gerçekten de
kendinden geçerek bir düş bile görmüştü; düşünde kendisi
muhteşem, ama anlaşılmayan bir yaratıktı ve ellerinde
meşalelerle yabalar olan köylüler fırtınalı gecede onu aramak
için peşine düşmüşlerdi; ardından, çıbanların zonklamasıyla
kendine gelmişti.
“Çıbanlar birbirleriyle bağlantılı kızıl kabarcıklardır.”
Junior aslında gazlı bezleri yüzünde bırakmak istemiş,
ama havaalanı görevlilerinin yüzü sargılı bir adamın Spruce
Hills’de bir rahibi öldürdüğü haberini almış
olabileceklerinden korktuğu için, bunları çıkarmak zorunda
kalmıştı; Sonra, Dodge’u park ettiği yerde terk ederek,
Sacrementolu pilotun onu beklediği özel servis terminaline
doğru alelacele yürümüştü. Yolcusunu görünce şaşkına dönen
pilot, “NEYE karşı alerjik tepki bu?” diye sormuştu.
“Kamelyalara,” demişti o da, çünkü Sacramento,
Dünya’nın Kamelya Başkenti’ydi ve Junior’ın tek istediği
şey, yeni Ford kamyonetini, Sklentler’ini, Zedd
koleksiyonunu ve gelecekte yaşamak için gereksinimi olan
her şeyini orada bıraktığı bu kente geri dönmekti. Pilot
şaşkınlığını gizleyemiyor ve Junior da eğer dönüş parası
kendisine peşin olarak ödenmezse, onun tehlike
yaratabileceğini biliyordu.
“Normal koşullarda, ben size rahatlamanız ve akıntıyı
hızlandırmanız için, her iki saatte bir sıcak kompres
uygulamanızı önerirdim ve ayrıca bir antibiyotik yazıp sizi
eve yollardım.”
Kamelya festivalinden yalnızca altı hafta önce, cumartesi
öğleden sonra şimdi burada, Sacremento’daki bir hastanenin
acil servisinde bir yatakta yatan Junior, sadece doktorculuk
oynuyormuş kadar genç görünen bir doktor onunla ilgilendiği
sırada, hâlâ acı çekiyordu.
“Ama şimdiye dek, hiç böyle bir vaka görmedim.
Çıbanlar genellikle ensede çıkarlar. Ve koltuk altıyla kasık
gibi nemli bölgelerde. Yüzde fazla oluşmazlar. Ayrıca, bu
kadar çok sayıda da olmazlar. Gerçekten de, ben böyle bir
şeyi hiç görmedim.”
Tabii ki sen böyle bir şeyi hiç görmedin, adi yeni yetme
avanak. Sen bunu görecek yaşta değilsin henüz ve kendi
büyük babandan daha yaşlı olduğunda bile böyle bir şeyi
göremezsin, Dr. Kildare, çünkü bu çıbanlar gerçek bir vudu
Baptist büyüsü sonucunda oluştular ve çok sık görülmezler.
“Çıbanların patlak verdiği yerin mi, bunların sayısının mı,
yoksa büyüklüklerinin mi ender görüldüğünden emin
değilim.”
Sen karar vermeye çalışana dek, bana bir bıçak uzat da
senin şahdamarını keseyim, beyinsiz yeni mezun seni.
“Onun için, size bu gece burada yatmanızı ve bu
çıbanların hastane koşulları altında neşterle alınmasını
önereceğim. Bazıları için steril bir iğne kullanacağız, ama
bazıları öyle büyük ki, bunlar için neşter kullanmamız
gerekecek, böylece çıban kabuklarını da alabiliriz. Bu işlem
genellikle lokal anesteziyle yapılır, ama sizin durumunuz
genel anestezi gerektirmemekle birlikte, sizi biraz
sakinleştireceğiz… yani sizi hafifçe uyutacağız.”
Aslında ben seni hafifçe uyutacağım, çenebaz gerzek.
Doktor diplomanı nereden aldın sen geveze dangalak?
Botswana’dan mı? Yoksa Tonga Krallığı’ndan mı?
“Sizi doğruca buraya mı getirdiler yoksa danışmada tüm
sigorta işlemlerinizi yaptırdınız mı, Bay Pinchbeck?”
“Nakit vereceğim,” dedi Junior. “Ne kadar depozito
gerekiyorsa, bunu nakit olarak ödeyeceğim.”
Acil servis odasındaki yatağı çevreleyen perdeye doğru
uzanan doktor, bunu açtığı sırada, “Öyleyse ben de
hazırlıklara başlayayım,” dedi.
“Tanrı aşkına,” diye yalvardı Junior, “bana ağrı kesici türü
bir şey verebilir misiniz lütfen?”
Oğlan çocuğu zekâlı doktor, Junior’a doğru dönüp ona
öylesine sahte bir acıma duygusuyla baktı ki, eğer gündüz
erken saatlerde gösterilen en adi televizyon dizilerinden
birinde doktorculuk oynuyor olsaydı bile, aktörler birliği
kimliği elinden alınır, işten kovulur ve bir televizyon
kanalının canlı özel haber yayınında büyük olasılıkla
kırbaçlanırdı. “Bu işlemi öğleden sonra yapacağımız için,
anesteziden önce size ağrı kesici vermek istemiyorum. Ama
merak etmeyin, Bay Pinchbeck. Biz bu çıbanları neşterle
aldıktan sonra, uyandığınız zaman sancınız yüzde doksan
azalmış olacak.”
Bir sefil gibi acı çeken Junior, şimdi bıçak altına yatmayı
bekliyordu; birkaç saat önce bunun için böylesine can atması
mümkün bile değildi. Ama bu ameliyat onu on üç yaşından
geçen perşembeye dek yaşadığı tüm cinsel ilişkilerden çok
daha fazla heyecanlandırmıştı.
Yeni ergen doktor üç arkadaşıyla birlikte geri döndü; üçü
de böylesine bir vakayı uzaktan yakından hiç görmediklerini
bildirmek için burada toplanmışlardı sanki. Aralarında en
yaşlı olanı, miyop, kel kafalı şişko, Junior’a medeni durumu,
aile ilişkileri, gördüğü düşler ve kendini değerlendirmesiyle
ilgili bir sürü detaylı soru sormakta ısrarlıydı; adamın
psikosomatik nedenler olasılığı üzerinde duran bir klinik
psikiyatrisi olduğu belliydi.
Moron herif.
En sonunda ona o iğrenç ameliyat önlüğünü giydirdiler ve
anesteziye başladılar; başucunda ondan hoşlandığı belli olan
bir hemşire duruyordu ve ardından, Junior bilincini yitirdi.
Bölüm 77
***
***
***
***
***
***
***
***
***
***
YAZAR HAKKINDA
New York Times’a göre en iyi satanlar listesinde daima
ilk sırada yer alan bitapların yazarı olan DEAN KOONTZ,
karısı Gerda’yla birlikte, Güney California’da yaşamaktadır.
BİTTİ