Professional Documents
Culture Documents
Ilahi Nizam Ve Kainat
Ilahi Nizam Ve Kainat
VE
KÂİNAT
Bedri Ruhselman
tarafından düzenlenmiştir.
© İlâhî Nizam ve Kâinat
ISBN: 978-605-63845-0-9
Yayın
MTİAD1950
Hasnun Galip Sok. Pembe Çıkmazı No:4/8
34433 Beyoğlu/İstanbul
Tel: (212) 243 18 14 - 249 34 45
Faks: (212) 252 07 18
www.mtiad.org.tr
www.mtiad1950.org
Baskı
Boraks Matbaacılık ve Ambalaj Sanayi
Ticaret ve Pazarlama Ltd.Şti.
Maltepe Mah. Çiftehavuzlar Cad.
Ayvalıdere Yolu No.3/3-I Maltepe-Zeytinburnu/İstanbul
Tel: (212) 567 64 26 Faks: (212) 567 78 62
www.boraks.com
info@boraks.com
1959 yılında “Önder” adını verdiğimiz Büyük Vazife Plânı’ndan
gelen bu bilgiler, Bedri Ruhselman tarafından düzenlenmiş,
o tarihten beri noter, banka kasalarında muhafaza edilmiş,
zamanı geldiği için 54 yıl sonra orijinaline
sadık kalınarak yayınlanmıştır.
*
* *
Bu kitap etrafımızda gördüğümüz, hissettiğimiz, ya-
rım olarak tabiat diye adlandırdığımız ahengin bir
parçasıdır. Kâinatımızda, tekâmül diye adlandıra-
bildiğimiz o nurlu yolun, insanların bilgilerine olan
bir köprüsüdür. İnsanın dar bir madde hayatını, ge-
niş ve idrakli olan ileri bir safhaya bağlayan biricik
yoldur. Bu ne bizim, ne siz insanların, ne de hiçbir
kimsenindir. Bu, ilâhî nizamın, insanlara bir hedi-
yesidir. Yâni tabiattan bir parçadır.
*
* *
MUKADDERAT YOLCULARI
Madde, bütün tesirlere zemin teşkil eden ve muhtelif nisbetlerde
bu tesirlere cevap veren bir unsurdur. Bu bilginin içinde saklı
olan bir mânâ da şudur: Madde, kendi kendine hiçbir harekete
geçmek veya en iptidaî bir faaliyet göstermek kudretinde değil-
dir. Onda kendi kendine bir oluş veya yapış imkânı yoktur. Yâni
madde ancak kendisine gelen tesirleri bekler ve bu tesirlerin isti-
kametlerine göre hâller, şekiller, durumlar alır. Şu hâlde herhan-
gi bir maddenin her türlü tesirden azade bir hâlini -farzı muhal
olarak- düşünürsek bu maddenin hiçbir şekle, hiçbir hâle sahip
olmayacağını kabul etmemiz lâzım gelir. İşte insan idraki ve ta-
savvuru dışında kalan, böyle bütün hâl ve şekillerinden tecerrüt
etmiş bir maddeye amorf madde veya aslî madde deriz. Demek
ki amorf maddede:
a - Hiçbir hareket eseri yoktur. O, maddenin mutlak ve tam
bir hareketsizlik hâlidir.
b - Maddelerde görünen bütün hususiyetler ve vasıflar ancak
onlardaki hareketlerin tezahürlerinden ibaret olduğuna göre,
mutlak hareketsizlik hâli demek olan amorf maddenin ne şekli,
ne hususiyeti, ne de vasıfları bahis mevzuu olamaz.
c - Bu durumda olan bir hâlin idraki mümkün olamayacağın-
dan, amorf madde mevcut olmakla beraber, insanlar için yok de-
mekle müsavi olur.
d - Amorf veya aslî madde -mutlak hareketsizlik olan mahi-
yetinden dolayı- kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir kıpırdanış
yapamayacağı için dışarıdan hiçbir tesir gelmeden, onun kendi-
liğinden harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer neti-
cesi olan şekilleri, hâlleri ve tezahürleri arz etmesi imkânsız olur.
7
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
8
BEDRİ RUHSELMAN
9
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
10
BEDRİ RUHSELMAN
11
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
12
BEDRİ RUHSELMAN
13
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
14
BEDRİ RUHSELMAN
15
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
16
BEDRİ RUHSELMAN
17
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
18
BEDRİ RUHSELMAN
19
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
olan bu büyük hakikati, sembolik bir isimle aslî prensip diye ya-
dedeceğiz. Kâinatlar içinde, kâinatlar üstünde ve ruhlar arasında
bulunan her hakikat aslî prensibin hâkimiyeti ve nizamı altında-
dır. Kâinatımızdaki bütün oluşlar, akışlar, her şey ancak onun
icaplarıyla tahakkuk edebilir. Bu husustaki bütün ilâhî mefhum-
ları insanların idrak derecelerine ve bilhassa sezgi kabiliyetlerine
bırakıyoruz.
İşte ruhlarla kâinatların, aralarındaki erişilmezliğe rağmen
birbiriyle kucaklaşmış durum arz etmeleri aslî prensip dediğimiz
bu yüksek prensibin icapları ile gerçekleşmektedir. Aslî prensi-
bin kudreti, bir taraftan ruhları içine alırken (bu tâbir sembo-
liktir) aynı zamanda kâinatları da içine almaktadır. Ve ruhlarla
kâinatlar bu yüksek prensip muvacehesinde, sanki bir aynadan
aksettiriliyormuş gibi birbirlerine aksettirilirler. Bittabî buradaki
ayna mefhumu da gene bir semboldür. Fakat bu ayna sembo-
lünü de aslî prensip yerine koymamalıdır. Burada aslî prensi-
bin kâinatlar ve ruhlar münasebetine ait kudretinin en küçük bir
cephesinin ayna sembolü ile ifade edilmesi bahis mevzuudur ki
bunu da ancak bu kadarla anlatabiliriz.
Şimdi, dünya diliyle bu bilgiyi biraz daha açalım. Aslî pren-
sipten gelen tesirler ruhların ihtiyaçlarına göre, amorf kâinat
cevherini harekete getirirler. Ve orada madde cevherinin sonsuz
varyetelerini şekillendirirler. Demek ki cevherî kıyas bakımın-
dan ruh, kâinatın içinde değildir, ama kâinat cevherinin içinde
kendisinin, süptil bir madde varlığı tarafından temsil ve ifade
olunması bakımından da kâinatın içindedir. İşte gelecek mev-
zularda tekrar ele alınacağı gibi, maddelerin şekillenme ve hâl-
lenmelerinin hangi hedefe mâtuf olduğunun ilk bilgisini burada
vermiş bulunuyoruz.
*
* *
Bir maddenin tezahür etmesi, yâni muhitindeki diğer mad-
deler arasında varlığını kendisine mahsus hususiyetleriyle gös-
termesi; her şeyden evvel, muhitinde bulunan diğer madde hâl
ve şekilleri ile muayyen nisbetler ve derecelerde münasebetlere
20
BEDRİ RUHSELMAN
21
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
22
BEDRİ RUHSELMAN
dir. Bu birimin iki ayrı işaretli zıt değerinin birleştiği tam ortasın-
daki nokta nötürdür, yâni orada mıknatısiyet tezahürü yoktur.
Bir ünite olarak ele aldığımız bu lâmı nötür noktasından keserek
sağ ve sol tarafa düşen yarılarını ayrı ayrı incelersek onların da
her birinin gene bir yarısı (+), diğer yarısı (-) işaretli olmak üzere
birbirine zıt ikişer mıknatısiyet tezahürü gösteren başlı başına
birer birim düalite hâline girdiklerini müşahede ederiz. Bu lâm-
lar mütemadiyen ortalarından kesilip ikişer parçaya ayrıldıkça
düalite tezahürleri de böylece devam edip gider. Yâni mıknatıs
lâmının her bölünüşünde birbirine zıt karakterli iki mıknatısiyet
unsuru bir evvelkinden daha küçük olmak üzere yeni üniteleri,
yeni birimleri meydana getirir.
İşte âlemimizin en mühim kanunlarından biri olan bu realite-
yi biz, maddenin bünyesine ait düalite prensibi diye adlandırı-
yoruz ki biraz evvel bahsettiğimiz değer farklanması veya mik-
tarî değişmeler; bu düalite prensibinin bir ek mekanizmasıdır.
Düalite prensibiyle, ona bağlı değer farklanması mekanizması,
âlemimizde maddelerin oluş ve akışlarındaki imkânların ger-
çekleştirilmesini sağlayan en önemli kaidelerdendir. Bunlar ol-
maksızın ne şekiller, ne hâller, ne de maddî tezahürler mümkün
olabilir. Zira bu prensipler ortadan kalkınca maddede hareket
teessüs edemez, hareketler olmayınca da maddelerin şekillen-
meleri, çeşitli hâllere girmeleri, hulâsa dünyaların kuruluş me-
kanizmalarına katılmaları mümkün olmaz, yâni dünyalar teşek-
kül edemez.
*
* *
Dünyada daima ikilik mevcuttur. Her şeyde, maddenin bütün
radyasyonlarında, maddenin esasında, teferruatında, maddenin
varyasyonları olup da maddeden arî gibi görünen bütün ruhî
hâllerde, cansız denilen maddelerde, canlı denilen maddelerde,
fertlerde, fertlerin birbirlerine karşı durumlarında, kolektivitede,
hislerde, fikirlerde velhâsıl müşahede edilebilen ve edilemeyen
dünyanın bütün şartlarında düalite prensibi ve değer farklanma-
sı mekanizması hâkimdir. Ve maddenin vahdet gibi görünen her
23
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
24
BEDRİ RUHSELMAN
25
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Hayat baştanbaşa düalite prensibi ile beraber, ona bağlı olan
değer farklanması mekanizmasının müşahedesinden ibarettir.
Bu hususta bir insanın idraki ne kadar çok artar ve genişlerse bu
prensiplere tâbi maddeler ve hâdiseler içindeki teferruat incelik-
lerine o kadar daha iyi ve derin olarak nüfuz eder.
İlk nazarda kaba hâllerde de düaliteyi müşahede etmek müm-
kündür. Zira görünen her madde şeklinde de bir düalite vardır.
Bu kaba maddelerin bütün ve cüzülerindeki düalitenin görünü-
şü bârizdir. Meselâ insan organizmasının faaliyetleri, sempatik
ve parasempatik iki sinir cümlesinin karşılıklı muvazene du-
rumlarıyla yürütülmektedir. Bu iki sinir cümlesi birbirine zıt is-
tikamette bedenin her uzvunda karşı karşıya dikilmiştir. Öyle ki
meselâ kalpte sempatik cümle (+), parasempatik cümle (-) roller
alıyorsa, sempatik cümlenin (-) rol aldığı midede parasempatik
cümle (+) rol almaktadır. Yâni birbirine zıt bu iki sinir cümlesinin
muvazeneleşme hâlleri, uzviyetin bir bütün teşkil eden faaliyet-
lerinin devamında esaslı işler görür. Bunlardan birisi bir organı
tahrik edip onun vazifesini hızlandırırken, onun karşısına zıt ka-
rakterde dikilen diğeri aynı organı durdurmaya, yavaşlatmaya
çalışır. Ve böylece birinci sistemin tesirlerini frenlemek suretiyle
onun zararlı olabilecek süratlerini tahdit etmiş ve bu suretle de
uzviyeti korumuş olur. İşte bu iki sinir cümlesinin muvazenesi-
nin şu veya bu tarafa kayması, hayatın icap ve zaruretlerine göre
o bedene hâkim olan varlık tarafından tanzim ve kontrol edilir.
Düalitenin, varlıklarda en kuvvetli tezahürünü cinsiyet hâlle-
rinde görürüz. Bir araya gelmiş olan erkekle dişi, bir birim düa-
lite teşkil eder. Bunlar birbirinin hem zıddı, hem de destekleyici-
sidir. Bu tarzda onların karşılıklı durumları ve münasebetleri bir
aile ünitesinin her cepheden yürüyüşünü ve selâmetini sağlar.
Bu iki zıt arasındaki muvazenenin tam olarak bozulması ise aile-
nin dağılması demektir. Hislerde de düalite vardır: sempati-anti-
pati, sevgi-nefret, dostluk-düşmanlık, hodkâmlık-diğerkâmlık<
gibi. Keza mefhumlarda da düalite vardır: iyilik-kötülük, güzel-
lik-çirkinlik< gibi. Velhâsıl her kaba hâlde düaliteyi görmek ve
26
BEDRİ RUHSELMAN
27
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
28
BEDRİ RUHSELMAN
29
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
30
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir.
Zira hiçbir isimle yadedemeyeceğimiz, sezgimizin dahi hiçbir
şekilde ulaşamayacağı o erişilmezliklerin erişilmezliği; ruhların
hiçbir vakit olup bitmiş bir hâle, mutlak kemal hâline gireme-
yeceklerini ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlarından kurtulamaya-
caklarını zarurî kılar. Şu hâlde kâinatların ruhlara erişilmezliğini
zarurî kılan âmil, ruhların ebedî tekâmülden kurtulamamaları
hakikatini de zarurî kılar.
Ruhların ebedî tekâmülünü zarurî kılan âmil de ruhların aslî
prensibe hiçbir vakit erişemeyecekleri hakikatinin bir zarureti-
dir. Ruhların aslî prensibe erişememelerini zarurî kılan âmil ise
her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan her şeyle en ufak
bir münasebeti dahi bahis mevzuu olmayan, akıllara, hayallere,
hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, yal-
nız -burada büyük bir zaruret içinde- ancak bir defaya mahsus
olmak üzere, hiçbir delâletini düşünmeden, bir dünya kelimesi
ile yadedeceğimiz “Allah’’ın; erişilmezliklerin erişilmezliği za-
ruretidir. Bu hakikati tereddüt etmeden ve münakaşa mevzuu
yapmadan böylece olduğu gibi kabul etmek de zaruretlerin en
büyüğü ve selâmet yolunun tek istikametidir.
*
* *
Ruhların tekâmüllerine mâtuf olarak aslî prensipten gelen
icaplar, kâinatımızın üst hududundan içeri (bu ifadeler sembo-
liktir) girerek kâinatta tesir şeklinde tecelli ederler ve kâinatın
bilemediğimiz üst hudutlarında, ileride gene bahsedilecek olan
üniteden süzülerek madde kombinezonlarının namütenahi in-
kişaf ve kabiliyet imkânlarına göre onları ve kendilerini çeşitli
formasyonlara, transformasyonlara ve deformasyonlara uğrata
uğrata üstten itibaren aşağılara doğru yayılarak, dağılarak iner-
ler ve varacakları noktalara ulaşarak orada ruhların ihtiyaçları-
na göre tezahürlerini göstermek suretiyle ruh-cevher arasındaki
endirekt alışveriş fonksiyonlarını neticelendirirler. Hangi varlık-
31
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
32
BEDRİ RUHSELMAN
33
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
34
BEDRİ RUHSELMAN
35
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
36
BEDRİ RUHSELMAN
37
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
38
BEDRİ RUHSELMAN
39
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
40
BEDRİ RUHSELMAN
41
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
42
BEDRİ RUHSELMAN
43
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
44
BEDRİ RUHSELMAN
45
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
46
BEDRİ RUHSELMAN
47
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
48
BEDRİ RUHSELMAN
49
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
50
BEDRİ RUHSELMAN
51
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
52
BEDRİ RUHSELMAN
53
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
54
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
İlk mekanik insiyaklarla yaşamaya başlayan varlık, artık bir
ruhun hizmetindedir. O ruhun bütün ihtiyaçlarına, bütün dav-
ranışlarına cevap verecek ve onun kâinattaki maddeler arasında
tahakkuk etmesi gereken icaplarına vâsıta olacaktır. Bu andan
itibaren başlamış olduğu tekâmül safhasına göre, hidrojen âle-
minin henüz varlık safhasına girmemiş kaba atomları ve onların
kaba kombinezonları arasında aktif olarak tatbikatlar yapmak
ihtiyacını duyacaktır. Fakat buradaki tatbikat, ruhun evvelce o
kaba atomlar içinde geçirdiği mekanik ve otomatik hayatların-
kinden bambaşkadır. O zaman onlara hâkim olamıyor, sadece
bir atoma bağlı ve esir hâlde, o atomun muayyen hareketlerine
iştirak ediyor ve pasif bir intibak devresi geçiriyordu. Şimdi ise
hizmetinde bulunan varlığı vâsıtasıyla atomların en basitinden
itibaren inkişaf kademeleri boyunca çeşitli elemanlarından ku-
rulmuş kombinezonlarına ve kompozisyonlarına tedricen hâkim
olmak üzere aktif bir tatbikat devresine başlamış bulunmakta-
dır. Bunun için onları toplamak, dağıtmak ve onlardan yeni te-
şekküller meydana getirmek, bedenler kurmak, bedenleri idare
etmek gibi faaliyetlerde bulunmak suretiyle tekâmülüne devam
edecek ve bu âlemdeki ileriye doğru olan hazırlıklarını da böy-
lece tamamlamış olacaktır. Bütün bu işleri yapmasında bundan
sonra ona, varlık dediğimiz işte bu süptil enerji topluluğu vâsıta
olacaktır. Kâinatta bundan sonra ruhun bütün durumlarını tem-
sil eden bu varlık, onun bu maddeler içindeki ihtiyaçlarını temin
etmek maksadıyla ruh tarafından kullanılacaktır. Bu varlık vâ-
sıtasıyla ruhlar, hidrojen âleminin kesif madde kombinezonları,
kürelerin ve dünyaların içindeki kaba maddeleri üzerinde çeşit-
li formasyonlar ve transformasyonlar meydana getirerek onla-
rı faaliyete sokacaktır. Zira ruhun doğrudan doğruya bu kaba
maddelere hükmetmesi mümkün değildir. Bu sebeple, ilk teşek-
kül eden varlık ruhta beliren yeni ihtiyaçlar karşısında hemen
muhitindeki en iptidaî maddelerden istifade etmeye çalışacak
ve onlardan evvelâ basit mürekkepleri kurarak bu mürekkepler
üzerindeki hâkimiyetinin tatbikatına başlayacaktır.
55
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
Bütün bu işler -her yerde, her zaman olduğu gibi- ruhlara yar-
dımcı olan yüksek tesirlerin yol göstermesiyle ve ışık tutmasıyla
vuku bulmaktadır. İşte varlığın böyle ilk kullanabileceği mad-
de kombinezonları, nebat bedenlerinin evvelâ en basit ve iptidaî
hüceyreleri olacaktır. Bu varlıklar onlardan kendilerine birer be-
den kuracaklar ve ancak o basit bedenleriyle, yâni iptidaî nebat
hüceyreleriyle diğer kaba maddelere ve kaba bedenlere çeşitli
tarzda -ilk zamanlarda daima insiyaklarıyla- tesirler yaparak ya-
şamaya başlayacaklardır. İşte buna insanlar enkarnasyon derler.
Bu hüceyreleri kullanan varlıklar henüz idraksiz olduklarından
bunların bu bedenleniş tarzlarına bir nevi enkarnasyon denilebi-
lir. Bunlarla nebat bedenlerinin her çeşit hüceyrelerinde lüzum-
lu enkarnasyonları tamamladıktan sonra, bütün bir nebatı idare
edebilecek duruma gelmiş olan varlık, artık basitten yüksek ne-
batlara kadar müstakil olarak ayrı ayrı nebatlarda da enkarne
olmaya başlayacaktır. Bundan sonra varlık, başlı başına müstakil
bir bedeni idare edebilecek duruma gelecek ve o andan itibaren
de onun için toplu, mâşerî bir hayatın ilk kademeleri kurulmuş
olacaktır. Buna, ileride izah edeceğimiz organizasyon sistemleri-
ne hazırlığın en iptidaî kıpırdanışları deriz.
Varlık, bitkilerin sayısız nevilerinde gittikçe tekâmül etmek
suretiyle sonsuz bedenlenmeler geçire geçire -çok uzun bir za-
man sonra- bu safhayı da bitirecek ve bir üst safhanın, yâni hay-
vanlık safhasının tatbikatını görmek üzere kendisine mahsus
olan bir yarı süptil âleme intikal edecek, orada da bir müddet
yaşadıktan sonra tedricen, hayvan ve insan vücutlarının hücey-
relerinde bedenlenme kademelerini ikmal etmek için, en basit
bir hayvan organizmasının iptidaî hüceyrelerinde enkarne ola-
cak ve yukarı doğru bedenlenmelerine devam edecektir. Nihayet
yüksek hüceyrelere, yâni hayvanların sinir sistemini teşkil eden
hüceyrelere intikal edecek, bu devreyi de ikmal edip lüzumlu
melekeleri kazandıktan sonra müstakil hayvan bedenlerine hâ-
kim olmak durumuna girecek ve en iptidaî hayvan bedenlerini
idare etmeye başlayacaktır. İşte bundan sonra da dünyamızda ve
diğer plânetlerde bir sürü bedenlenmeler daha geçirdikten sonra
insan bedenini idare edebilecek bir varlık hâline gelip dünyada
56
BEDRİ RUHSELMAN
57
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
58
BEDRİ RUHSELMAN
59
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Böylece varlık; güneş sisteminin bir sürü seyyaresinde, o sey-
yarelerin şartlarına ve durumlarına uygun, fakat dünyamızdaki-
lere nazaran basit, iptidaî madde mudilelerinde sayısız beden-
lenmeler geçire geçire sistemimizin en mütekâmil varlığı olan
dünyadaki insan bedenini kurmak liyakatine ulaşır. Ve o andan
itibaren daha serbest durum ve şekillerdeki inkişaf vetirelerine
başlar. İnsanlık hâlindeki varlığın idraki evvelki safhadakilere
nazaran çok artmıştır. İrade hürriyeti; idraki nisbetinde çoğalmış-
tır. Bu kudretleriyle mütenasip olarak da mesuliyetin mânâsını
yavaş yavaş sezmeye başlamıştır. Bütün bu melekelerin artması
ona sevgi ve vicdan denilen yüksek inkişaf mekanizmalarının
şuurunu az çok kazandırmıştır. Bu suretle, insanlar mesuliyet
sezgilerinin gittikçe kuvvetlenen baskıları altında otomatik veya
yarı idrakli olarak insanlık mertebesini nihayetlendirmeye ça-
lışırlar ve bunun için insanlık hayatında yüz binlerce görgü ve
tecrübe geçirirler, asırlar boyunca yaşarlar.
*
* *
Bir insan, dünyada tek başına kalırsa görgü ve tecrübe sahibi
olamaz. Görgü ve tecrübe sahibi olamayınca da ruhun tekâmü-
lüne hizmet edemez. İşte bu noktada, madde kâinatındaki çeşitli
mâşerî tekâmül plânlarının zarureti açık olarak kendisini göste-
rir. Binaenaleyh bedenli varlıklar inkişaf edebilmek için, beden
dışında bulunan diğer bedenlerle ve maddelerle karşılıklı alış-
verişlerde bulunmak zorundadırlar. Onların bu münasebetlerin-
den sayısız hâdise kombinezonu meydana gelir. İşte öz varlıktan
ruha akseden bu hâdise kombinezonuna ait idrakler bu safhada-
ki varlıkların tekâmülünü temin eder.
Demek ki ruh, madde ile iştirak eder. Şuurlu maddeyi, yâni
varlığı kurar. Varlık da kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların
faaliyetleriyle kaba maddelerden kendisine ayrıca bir beden ya-
par. Ve bu beden vâsıtasıyla maddelere tesir eder. Kullandığı
kaba maddelerle de kendi haricindeki diğer bedenlere tesir et-
60
BEDRİ RUHSELMAN
61
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
62
BEDRİ RUHSELMAN
63
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
64
BEDRİ RUHSELMAN
65
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Maddeler tesirleşirken, bir bedenden veya madde kombine-
zonundan diğer bedene veya madde kombinezonuna tesirler ge-
çerken birtakım değişmelere uğramakta, yukarılardan aşağılara
indikçe basitleşmekte, yukarılara çıktıkça da mudilleşmektedir.
Bunun sebebi şudur: Bir madde ünitesinden alt madde ünitesine
geçerken tesirlerin muhtevası olan değerlerin bir kısmı üst üni-
tede kullanıldığı için, o tesir ilk gelişindeki hâline nazaran kıs-
men silinerek ve değerlerinin bâzılarını kaybederek aşağıdaki
üniteye iner ve bu hâl alttaki üniteyi kuvvetli bir tesirin zararın-
dan otomatikman korumuş olur ki bu da kâinattaki varlıkların
ve maddelerin selâmeti için kurulmuş süzgeç mekanizmaların-
dan birisini teşkil eder. Bu mekanizmalar maddeler için lüzum-
ludur. Bunların kıymetini belirtmek için dünyayı misal olarak
göstereceğiz. Dünyamıza güneşten, aydan, yıldızlardan, diğer
gök cisimlerinden ve seyyarelerden milyarlar kere milyarlarca
direkt ve endirekt tesir gelir ve bir tesirler şebekesi bütün dün-
yayı kucaklar. Dünyadaki varlıklar ve maddelerin her zerresi-
ne ayrı ayrı gelen yüz binlerce tesirin hesap edilmesiyle bütün
dünyaya inen tesirlerin mecmuunun hiçbir rakama sığmayacak
miktarını tahmin etmek mümkündür. İşte bu gelen tesirler ara-
sında hiç şüphesiz dünyayı büyük zararlara sokabilecek olanları
da vardır. Fakat çok yukarılardan gelen büyük tesir kaynakları-
na ait tanzim mekanizmalarından mâada, tâli tesirler için dün-
ya etrafında kurulmuş bâzı süzgeç mekanizmaları da vardır ki
bunlar, bu kudretli tesirleri süzerek onların zararlarından dün-
yayı korurlar. Bu süzgeç mekanizmalarının hedefi, dünyanın
kaldıramayacağı kadar kuvvetli olan tesirlere yol vermemektir.
Bu çeşitli mekanizmalar sayesinde o tesirlerin bir kısmı dünyaya
uğramadan geçer giderler. Diğer bir süzgeç mekanizması da gü-
neşten gelen tesirlerin atmosferde kurmuş olduğu koruyucu bir
mekanizmadır. Bu, dışarıdan gelen veya arzda sunî olarak yara-
tılan fazla radyoaktiviteler gibi, dünyayı büyük zararlara uğra-
tabilecek bâzı radyasyonları ve tesirleri tâdil eder ve zararsız bir
hâle sokar. Bu öyle bir şekilde işler ki güneşten veya şuradan,
67
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
68
BEDRİ RUHSELMAN
69
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
70
BEDRİ RUHSELMAN
71
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
72
BEDRİ RUHSELMAN
73
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
74
BEDRİ RUHSELMAN
75
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
76
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
İnsanlık safhasının, yâni hidrojen atomu devresinin üstünde
başlayan vazife organizasyonlarına varlıklar birdenbire sokul-
mazlar. Bunun için uzun hazırlıklardan sonra vazife plânının
icaplarına uygun bir idrak seviyesine ulaşmış olmak gerekir. Bu
da dediğimiz gibi ancak, hidrojen âleminin en iptidaî kademe-
lerinden en üst kademelerine kadar geçecek uzun, hem de çok
uzun bir hazırlık devresinden sonra olur. İlk varlık hâlinden en
yüksek bir insan varlığı hâline gelinceye kadar idrakin böyle bir
vazife liyakatini kazanabilmesi için geçirilmesi lâzım gelen safa-
hatı evvelce belirtmiştik. Bu safhaların başında organizasyon sis-
teminin en iptidaî yürüyüşüne başlangıç olmak üzere nebatlarda
otomatik-mekanik insiyaklarla bir nevi topluluk hayatı başlar.
Bu topluluklar varlıkların hayatı ilerledikçe daha şümullenir ve
mânâsını genişletir. Hayvanlarda bu topluluk daha ziyade teba-
rüz eder. Henüz bir cemiyet hayatı başlamamış olmakla beraber,
ona doğru ilk hazırlıkları ifade eden oldukça mânâlı topluluklar
hayvanlar arasında mevcuttur. Meselâ karıncaların, arıların, top-
lu hâlde yaşayan bâzı hayvanların otomatik toplulukları buna
misaldir.
Bunlar insan hayatındaki mâşerî plânlara namzet olan var-
lıkların tertipli hazırlanışlarıdır. Bittabî bunları birbirlerine
bağlayan üst tesirler ve bağlar vardır. Bunlar da bu sahalarda
çalışan vazifeli varlıklardan gelmektedir. Böylece, kışlık zahire-
lerini biriktirmek için karınca toplulukları teşkilâtlandırılır, arı
toplulukları keza. Bazan yuvalarını, mütecaviz kartallara karşı
korumak için civardaki bütün leylekler bir araya toplanarak bu
canavarlarla bir ordu hâlinde harp ederler. Bâzı vahşi hayvan-
lar aç kaldıkları zaman sürüler teşkil ederek avcılığa çıkarlar.
Hayvanlarda sık görülen bu hâller, onların daha üst mâşerî plân
hazırlıklarının insiyakî tatbikatını yapabilmelerini sağlamak için
vazifeli varlıklar tarafından gönderilen lüzumlu tesirlerle husule
getirilmektedir.
Nihayet insanların gene kısmen otomatik, kısmen yarı idrakli
olan toplulukları ve cemiyet hayatları gelir. Burada artık yüksek
77
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
78
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Organizasyonların, yüksele yüksele kâinatın üst hudutların-
daki ünite’de nihayet bulduklarını söylemiştik. Ünite’ye varınca-
ya kadar bu organizasyon elemanları aslî prensibin yüksek icap-
larına intibak etmek suretiyle idraken yavaş yavaş birleşirler. O
kadar ki ünite’ye girdikleri zaman, pek küçük nüanslar müstes-
na olmak üzere, onların idrakleri yüksek icaplara her noktasında
ve tam liyakatle intibak etmiş bulunur ve o zaman onlar, kâi-
natşümul yüksek faaliyetlere aşağılarda olduğu gibi, organiza-
tör-organ zaruretlerine tâbi olmadan, insan aklının eremeyeceği
tek ve büyük bir organizasyon vahdeti içinde devam ederler. İşte
bu, aslî prensibin kâinata ve ruhlara ait kudreti ile, kâinatımızın
bütün imkânlarının birleştiği bir hakikattir. Bize nazaran görü-
nen bu cephesine bakarak biz ona ünite diyoruz. Zira orada aslî
prensibin ruhlara ve kâinata ait kudretleriyle, kâinat bütünü bir
vahdet teşkil eder.
Demek ki organizasyonlar ünite’ye yaklaştıkça, idraklerin,
hürriyetlerin ve mesuliyetlerin artması nisbetinde vahdete doğ-
ru yürüyüş hızlanır. Organizatörlük-organlık münasebetleri
arasındaki bağlar gittikçe gevşer ve nihayet kaybolur. O zaman
ünite dediğimiz kâinatşümul vahdet tahakkuk eder. Bu hususta
ileride izahat verilecektir.
*
* *
Âlemlerin ilk kısımlarında, ilk kaba hidrojen safhasında ruh-
ların henüz hâkim olabildikleri varlıklar yoktur. Bu bakımdan
da onlar hakkında zaten böyle bir organizasyon sistemi bahis
mevzuu olamaz, hattâ bu ruhların toplulukları da düşünülemez.
Burada aslî tesirlerle kurulmuş, ruhların mekanik tekâmüllerini
sağlayan, insan aklının eremeyeceği bir idare sistemi vardır. İşte
bu idare sistemi altında ruhlar, ilâhî nizama göre taayyün etmiş
yollarda mekanik olarak sürüklenirler. Çok uzun süren ve ruhlar
için pasif hâllerde geçirilen bu tarzdaki tatbikatlarla bu iptidaî
ruhlar varlık safhasına doğru yavaş yavaş yükselirler.
79
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Varlık safhasındaki bir beden de bir organizmadır. Bunun
da kendisini teşkil eden partikülleri arasında organlaşmalar ve
sistemleşmeler vardır. Binaenaleyh ona -yukarıda söylediğimiz
gibi- aslî prensibin maddeye müteallik olan esasî tesirleri yerine,
etraftan tâli tesirlerle birlikte, tekâmül değerleri dediğimiz aslî
prensibin ruhlara ait kudretleri gelir.
Bu tâli tesirlerin de elbette başıboş değildir, bunlar da, evvelce
kâinata girdiğinden bahsettiğimiz iki ana tesirin, varlıklardan ve
bedenlerden geçtikten sonra değişmiş olarak dışarı naklolunan
hâlleridir. Daha doğrusu bunlar, varlıkların manyetik alanları-
dır. Bu tâli tesirler, ruhların ferdî ve mâşerî tekâmül ihtiyaçla-
rına göre ünite’nin tâyin ve takdiri gereğince, istikametlerinde
en küçük bir inhiraf bile olmaksızın tam zamanında, lüzumu
kadar ve ayarlı olarak hedeflerine ulaşırlar. Hiçbir vakit başları
boş olmayan bu tesirler kendileri için tâyin ve takdir edilmiş bu-
lunan hedeflere -bir sürü idare, kontrol ve yardım mekanizma-
larına tâbi tutularak- ulaştırılırlar. Bunlar; çoğu kere aralarında
binlerce çatışma, çarpışma, çekişme ve bozuşma gibi ahenksizlik
ve bozgunculuk manzarası arz ederlerse de bu hâl zâhirî bir gö-
rünüştür. Hakikatte bütün bunlar tekâmül zaruretlerini yerine
getirmek için vukua gelen tertiplerin ve mekanizmaların teknik
icapları ve insanları aldatıcı zıt görünüşleridir.
*
* *
Şimdi, bu tesirlerin maddelere akışlarındaki tertiplere ait bâzı
mekanizmalardan lüzumu kadar bahsedelim.
Evvelce söylediğimiz gibi, tesirin bir maddeye gelmesi de-
mek, o tesiri verici maddenin manyetik alanından alıcı madde-
nin manyetik alanına çok ince bâzı partiküllerin, yâni pek yük-
sek hareketleri haiz değerlerin aktarma edilmesi demektir. Bu
şöyle olur: Tesiri alan maddenin ihtiyacına cevap verme kudret
ve liyakatinde bulunan verici varlığın manyetik alanından bir te-
sir kalkar. Buna mukabil, alıcı madde veya varlık kendisine ulaş-
80
BEDRİ RUHSELMAN
81
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
82
BEDRİ RUHSELMAN
83
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
84
BEDRİ RUHSELMAN
85
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
86
BEDRİ RUHSELMAN
87
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
88
BEDRİ RUHSELMAN
89
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
90
BEDRİ RUHSELMAN
91
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
92
BEDRİ RUHSELMAN
93
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
94
DÜNYA, AHENKSİZLİK, AHENK
İnsan hayatında, vicdan şeklinde görülen inkişaf mekanizması,
yalnız bu safhaya mahsus değildir. O, dünyadaki bütün varlık-
ların tâbi bulundukları bir inkişaf ve tekâmül hazırlığı mekaniz-
masıdır. Binaenaleyh vicdanı lâyık olduğu bu umumî kıymetiyle
tarif etmek ve anlamak gerekir.
Vicdan; varlıklar için, bütün fiil ve hareketlerin gayesi demek
olan vazifenin gerçekleşmesine yönelmiş bir hazırlık mekaniz-
masıdır.
Bütün varlıkların gayesi tekâmül olduğuna ve insanlık saf-
hasındaki tekâmülün mânâsı da dünya üstü vazife plânına ha-
zırlanmak olduğuna göre tarifi, vazifeye hazırlık mefhumuna
dayanan vicdan mekanizmasının dünyada bütün varlıklara şâ-
mil olması iktiza eder. Diğer taraftan idrakle vicdanın inkişafı
arasında birlik vardır. Hâlbuki varlıkların inkişaf kademelerine
göre idrakleri çok değişiktir. O hâlde idrakleri farklı varlıklar
arasında da vicdan anlayışları ve vicdan tatbikatı o nisbette fark-
lı olacaktır.
*
* *
Şimdiye kadar vicdanın ancak insan safhasındaki durumu
mütalaa edilmiş diğer safhalarına tekabül eden durum ve hâlle-
ri nazarı itibara alınmamıştır. Bu hâl insanlara vicdanın; ilk ne-
bat hayatından insan hayatına kadar geçen safahatının birbirini
takip eden akışını mütalaa etmeye fırsat vermemiştir. Hâlbuki
vicdanın, dünya hayatı bütünü içinde mütalaa edilmesi; tekâmül
bilgisinin daha iyi anlaşılması bakımından lüzumludur. Vicda-
nın umumî ve şümullü delâleti içinde mütalaası düalite prensibi
ve değer farklanması ışığı altında yapılır.
97
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Bütün âlemimizde her şeyin düalite prensibi ve değer fark-
lanması mekanizmasıyla vukua geldiğini, hiçbir zerrenin, hiçbir
hâdisenin ve mefhumun bu prensip dışında kalamayacağını ev-
velce bütün tafsilâtıyla izah etmiştik. İşte, dünyamızda tekâmül
hazırlığının kuvvetli bir mekanizması olan vicdan da bu prensibe
tâbi bulunmaktadır. Şu hâlde vicdan; bir birim düalitedir. Birim
düalitenin birbirine zıt iki unsurdan teşekkül etmiş olduğunu
belirtmiştik. Vicdan düalitesinin bu zıt unsurlarını izah edeceğiz.
Herhangi bir birim düalitenin zıtlarının mevcudiyeti onun,
fonksiyonunu yapabilmesi için şarttır. Zıtlar olmayınca o birimin
mevcudiyetinin gayesi tahakkuk edemez.
Şu hâlde inkişafı sağlamaya mâtuf olan vicdanın zıt unsur-
larından birisi, yâni üst taraftaki, vazife sezgisine yönelmiştir.
Buna mukabil diğer zıddı, yâni alt unsuru da evvelkinin vazife
sezgisi yolundaki yürüyüş hızını kesen bir nefsaniyettir. Bina-
enaleyh birincisine kısaca vazife hazırlığı unsuru, ikincisine de
nefsaniyet unsuru diyeceğiz.
Demek, dünyadaki varlıkların vazife plânına hazırlanmaları
için işleyen vicdan mekanizmasının birisi vazifeye, diğeri nefsa-
niyete yönelen birbirine zıt iki unsuru vardır ki bu iki unsurun
mütemadi değer farklanması neticesinde, yâni zıtlardan birisi-
nin veya diğerinin daha üstün değerler ve tesirler alması netice-
sinde vukua gelen çatışmaları, mücadeleleri, muvazene hâlleriy-
le vicdan mekanizması çalışır. Ve varlıkların ilerlemeleri de bu
muvazene hâllerine göre çeşitli formlarını alırlar. Bu çatışmalar
ve muvazene hâlleri dünya varlıklarının bütün kademelerinde; o
varlıkların insiyak, sezgi ve idrak kudretlerine göre mevcuttur.
*
* *
İnsanlar; nebatlardaki, hayvanlardaki ve hattâ bir kısım in-
sanlardaki bu düalitenin mevcudiyetini idrak edemezler. Zira
bu mekanizmanın, insanların anladığı mânâdaki formu ancak
98
BEDRİ RUHSELMAN
99
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
100
BEDRİ RUHSELMAN
101
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
102
BEDRİ RUHSELMAN
103
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
104
BEDRİ RUHSELMAN
105
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
106
BEDRİ RUHSELMAN
107
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
108
BEDRİ RUHSELMAN
109
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
110
BEDRİ RUHSELMAN
111
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
112
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Şimdi öz bilgilerin artmasını sağlayan vicdan mekanizması-
nın düaliteleri arasındaki münasebetleri biraz daha inceleyece-
ğiz.
Vicdan mekanizmasında; biri vazifeye, diğeri nefsaniyete yö-
nelmiş iki zıt tezahürün, birbirini takip eden ve hazırlayan reali-
telerden ibaret olduğunu söylemiştik. Sırasına göre aynı realite
hem nefsaniyete, hem de vazifeye yönelebilmektedir. Uyulması
icap eden yerde vazifeye, geride bırakılması lâzım gelen yerde
de nefsaniyete müteveccihtir. O hâlde, nefsaniyetlerin neticeleri,
yâni öz bilgiler, nasıl birbirine takılarak mazinin zenginliklerini
meydana getiriyor ve gelecekleri hazırlıyorsa gelecekler de öy-
lece vazife plânına yönelmiş olan daha geleceklerin yollarını aç-
maktadırlar. Burada bu vazife ve nefsaniyet istikametlerine yö-
nelmiş zıt unsurların birbirine nazaran durumlarını daha maddî
kıymet mümasilleriyle izah edebilmek için, evvelce vermiş oldu-
ğumuz mıknatıs çubuğu misaline tekrar dönüyoruz. Bu çubuğu
(+) tarafı yukarı, (-) tarafı aşağı gelmek üzere şakul istikametinde
tutalım. Bu hâlde iken çubuğun tam üst yarısı ile, alt yarısı birbi-
rine müsavi miktarda zıt mıknatısiyeti ihtiva etmektedir. Şimdi
bu çubuğu üst tarafa doğru uzatırsak, yâni ona üst taraftan mık-
natısiyet eklersek muvazene bozulacağı için çubuğun nötür nok-
tası yerinden oynar ve biraz yukarı yükselir. Çünkü (+) taraftan
eklenen bir kısım mıknatısiyetle (+)dan (-)ye doğru bir mıknatı-
siyet akımı başlayacağından muvazene hattı yukarıya çıkar. Bu
ameliyeyi alt taraftan yaparsak netice aksi olur, muvazene hattı
biraz daha aşağı seviyeye kayar. Bu kaba bir misaldir. Fakat sez-
gi vermesi bakımından faydalıdır. Bu tecrübe gösteriyor ki biri
(+), diğeri (-) işaretli olmasına rağmen çubuğun her iki tarafında-
ki unsur aynı cevherdir. Bittabî mıknatıs çubuğu ile sembolize
ettiğimiz vicdan düalitesi bu kadar basit bir durum arz etmez.
Yâni onun unsurları arasında, bir mıknatısiyet unsurlarıyla kı-
yas edilemeyecek kadar büyük ve mudil farklar vardır. Binaena-
leyh buradaki realite farkları, mıknatısın (+), (-) kutuplarındaki
gibi basit değildir. Fakat vicdan mekanizmasının işlemesine ait,
kabaca bir sezgi kazandırmak için bu misali vermiş oluyoruz.
113
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
114
BEDRİ RUHSELMAN
115
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
116
BEDRİ RUHSELMAN
117
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
118
BEDRİ RUHSELMAN
119
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
120
BEDRİ RUHSELMAN
121
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
122
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Verdiğimiz bu bilgiler gösteriyor ki öz bilgileri arttıran illi-
yet prensibi ile kıyas bilgisi, bu fonksiyonlarını ancak hâdiseler
yoluyla yapmaktadırlar. Hâdiseler olmayınca ne illiyet prensibi
mütalaa edilebilir, ne kıyas bilgisi anlaşılabilir, ne de bunların
birbirine bağlantısı bahis mevzuu olabilir. O hâlde kıyas bilgi-
sine devam edebilmek için evvelâ, hâdiseler üzerinde durmak
zarureti hâsıl oluyor.
Bilgilerin ve öz bilgilerin elde edilmesi ve bunların neticesi
olarak da tekâmülün kazanılması için, lüzumlu olan esaslı ma-
teryallerden birisi ve hattâ birincisi hâdisedir. Hâdiselerin içinde
direkt veya endirekt olarak yaşamak lâzım gelmektedir.
Hâdiselerin zuhur etmesi birçok sebebe bağlıdır. Fakat her
şeyden evvel hâdiseler sebep-netice kanunu hükümlerine göre
cereyan ederler. Esasen hâdiselerin öz bilgiyi doğurabilmeleri
de onlardaki sebep-netice münasebetlerine, idraklerin kıyas yo-
luyla intibak edebilmeleri derecesine bağlıdır. Ateş çocuğun elini
yakar, çocuk bu ıstırabı duymuştur. Onun ateşten elinin yanma-
sı, eliyle ateşi tutmasından ileri gelmiştir. Eğer çocuk bu yanık
duygusu etrafında toplanan hâdiseler arasındaki sebep-netice
bağlarını idrak edebilirse öz bilgi bakımından onun alacağı ne-
tice başka olur, edemezse gene başka olur. Yâni idrakin bu hâ-
disedeki sebep-netice bağlantılarına intibakı nisbetinde bilgiler
teessüs eder ve ruha akseder. Bilgileri temin eden hâdiseler o
varlığın ihtiyacı ile mütenasip olarak yardımcı varlıklar tarafın-
dan tertiplenir ve insanın önüne konur veya aynı sebeple gene o
varlığa, yardımcı varlıkların gönderecekleri tesirlerle yaptırtılır.
O varlık bu hâdiselere bizzat kendisi, kendi hareketleriyle sebep
olur. Zira o insanın bilgisini hazırlayan bu hâdiselerin tertip ve
sıralanışları tekâmülle ilgili bir sürü ferdî ve mâşerî plânlara ve
bir sürü nizama tâbidir ki bu nizamlar da ancak üstün idrakler
ve kudretler tarafından yürütülebilir.
Matlup olan herhangi bir hâdiseyi bir insana yaptırtmak için
icap ettiği zaman yardımcı varlıklar, onun vicdanının nefsaniyet
123
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
124
BEDRİ RUHSELMAN
125
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
126
BEDRİ RUHSELMAN
127
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
128
BEDRİ RUHSELMAN
129
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
130
BEDRİ RUHSELMAN
131
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
132
BEDRİ RUHSELMAN
133
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
134
BEDRİ RUHSELMAN
135
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
136
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Öz bilgileri zenginleştiren âmillerden bilgi ve sevgiyi mütalaa
ettik. Fakat bunların yanında gene öz bilginin inkişafında, artı-
şında kudretle rol alan bir unsur daha vardır ki bu unsuru in-
sanlar henüz takdir edememiş durumdadırlar. Bu da, dünyada
muhtelif tekâmül kademelerindeki vazifeli varlıklar tarafından
insanların varlıklarına gönderilen tesirlerdir. Bu tesirler, insan-
ların hem ferdî, hem de ekseriya bu fertler vâsıtasıyla kazanılan
mâşerî bilgi değerlerini -insanların aslâ tahmin edemeyecekleri
tarz ve şekillerde- arttırmaktadır. İşte bu tesirleri alan insanlara
medyom diyoruz.
İnsanlar için medyomluk, kâinat tesirlerini, kâinat vibras-
yonlarını alabilmekte hassasiyet kesbetmiş olmak demektir.
Dünyada medyomluk reaksiyonlarını husule getiren tesirlerin
en ehemmiyetlisi yüksek entüvitif tesirlerdir. Medyomların ya-
pılarında entüvitif bakımdan gönderilen tesirleri kolayca ifade-
lendirebilmek imkân ve takati fazladır. Fizik medyomlar için de
bu kaide caridir. Ancak fark şudur ki evvelkinde, gelen tesirler
yüksek idrak kombinezonlarıyla ilgili çok ince vibrasyonlardır.
Fizik medyomlarda ise gelen tesirlerin, kaba bir maddeye tevci-
hi ve o kaba maddelerdeki reaksiyonların neticesi olarak çeşitli
formasyonları, transformasyonları, deformasyonları veya daha
basit hareketleri husule getirmiş olmasıdır. Demek ki umumî bir
görüşle birisi entüvitif, diğeri fizik olmak üzere iki medyomluk
tezahürü vardır.
*
* *
Medyomluğun mekanizmasını izaha başlamazdan evvel ve-
rilmesi lâzım gelen bâzı hazırlayıcı bilgiler vardır ki onları bildir-
mekle işe başlayacağız. Bunun için evvelâ insan beyninin bilin-
mesi burada lüzumlu olan bâzı durumlarından bahsetmek lâzım
geliyor.
Beyin organizmanın, birtakım atomlarla, bu atom topluluk-
larından müteşekkil, yüksek fonksiyonları havi moleküllerden
137
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
138
BEDRİ RUHSELMAN
139
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
140
BEDRİ RUHSELMAN
141
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
142
BEDRİ RUHSELMAN
143
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
144
BEDRİ RUHSELMAN
145
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
146
BEDRİ RUHSELMAN
147
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
148
BEDRİ RUHSELMAN
149
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
150
BEDRİ RUHSELMAN
151
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
152
BEDRİ RUHSELMAN
153
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
154
BEDRİ RUHSELMAN
mak gibi, icaplara uymayan bir durum hâsıl olur ve nizam bo-
zulur. Kâinatta ilâhî nizamı bozmaya hiçbir kudret muktedir
değildir. Binaenaleyh organizmada şu veya bu faaliyeti yapmak
isteyen her dış tesirin muhakkak surette, organizmanın bütünlü-
ğünü bozmadan hareket etmesi gerekir. Bunun için, oraya giren
her tesirin, ancak şuurun tasvibinden geçmesi lâzım gelir. De-
mek ki dışarıdan gönderilen ve uzviyet tarafından icra olunan
tesirler, idrak edilsin edilmesin, muhakkak surette şuur merke-
zinin tasvibinden geçmiş bulunmalıdır. Ancak, üst, orta ve alt
seviyelerdeki medyomlara gelen tesirler, şuura aksettirildikleri
hâlde, taşıdıkları mânâlara ait şuurda -söylediğimiz gibi- bazan
idrak moleküllerini tahrik edecek mahiyette olmayabilirler. Bu
karakterdeki tesirler sadece, insan idraki lâhik olmaksızın alâ-
kalı merkezlere icap eden işleri şuur merkezi vâsıtasıyla yaptırt-
makla neticelenirler. Yâni şuur merkezi -insan idraki olmaksı-
zın- kendisine gelen tesirler altında, o işin yapılması hakkında
lüzumlu icra merkezlerine müspet veya menfî emirlerini verir. O
merkezler bu emre göre, yukarıdan kendilerine gelen ve muhte-
lif kanallardan dolaşarak mânâlanan tesirleri kendi tebliğ vâsıta-
larına çevirerek çevreye aksettirirler. Bu da şöyle olur: Yukarıda
söylediğimiz gibi şuur, varlığın beyne bağlı olan sekizde yedi
kısmıdır. Binaenaleyh şuur da varlığın bütününe dahildir. An-
cak, insan hayatıyla ilgili olan beyin hüceyrelerinin muayyen kı-
sımdaki molekül topluluklarını işgal eder. Bu moleküller gruplar
hâlinde bulunur. Bu gruplardan bir kısmı insan idrakini husule
getirirken, diğer bir kısmı da varlıktan gelen emirlere göre beyin
merkezlerinin sevk ve idaresine ait işleri görürler. Binaenaleyh
burada bahsedilen idrak yalnız insan beynine ait, daha doğru-
su insana ait bir idraktir. Bunu öz varlıkta teşekkül eden idrak-
le karıştırmamalıdır. Şu hâlde beyindeki şuur merkezinin idrak
hüceyrelerinde idrakin teşekkül etmemesi şuur merkezine gelen
tesirlerin öz varlıkta da idrak edilemeyeceği mânâsını ifade et-
mez. Binaenaleyh otomatik olan, yâni şuur merkezindeki idrak
molekülleri tarafından ve dolayısıyla insanlarca meçhul kalan
bir hâdise öz varlıkça idrak edilmiş bulunur. Otomatik karakter
şudur ki dışarıdan beyne gelen ve icra merkezleri tarafından ya-
155
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
156
BEDRİ RUHSELMAN
157
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
158
BEDRİ RUHSELMAN
159
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
160
BEDRİ RUHSELMAN
161
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
sembolü tanrıyı temsil ederdi, bir ülkeyi ihya eden büyük bir
nehir gene böyle bir semboldü. İlk zamanların basit idraklerine
bu semboller bir müddet kâfi gelebildi. Fakat idrakler gittikçe
değerleniyor, değerleri yüksek ince madde kombinezonlarıyla
artan insan idrakleri artık bu sembollerle tatmin edilemez hâle
giriyordu. Bütün bu hâllerin neticesinde, vazife plânından, ilâhî
bilgileri insanlara sunmak için vazifeli varlıklar dünyaya indiler
ve kitabî dinleri dünyada tesis ettiler. Bu dinlerin her biri insan
topluluklarının eksik taraflarını tamamladı. Bu kitaplarla sem-
bollerin mânâları biraz daha açıklanmış oldu. Bu suretle beşeri-
yeti daha ileri bir inkişaf hâline getirmenin, büyük mukadderat
plânına göre çizilmiş yolları insanlara gösterildi.
Her din, insanların yaşadıkları realitelerinin en son imkânları
hudutları dahilindeki idraklerinin varabileceği en üst sezgi sınır-
larına kadar öğrenmeleri icap eden şeyleri öğretti ve vazifesini
mükemmelen yaptı.
Evvelâ insanları çeşitli ibadet şekilleri ve mükellefiyetleriyle
vazife sezgisi tatbikatının disiplinine hazırlayıcı durumlara on-
ları otomatikman soktu. İnsanlara birbirlerini sevmesini öğre-
terek gene vazifeye doğru yürüyüşün büyük hazırlıklarına ait
istikametlerini direkt talimatla da gösterdi. Vicdanlarının daima
üst realitelerine yönelmeleri için lüzumlu olan her türlü hareke-
ti onlara, faziletin çeşitli yollarını göstermek suretiyle aşıladı ve
insanları vazife sezgisi hazırlığının nurlu imkânlarına kavuştur-
manın çeşitli müeyyidelerle yollarını sağladı.
Hulâsa dinler, bugün artık gelmekte olan dünyanın büyük in-
tikal devrinin eşiğine insanları yaklaştırdı. Eğer dinler olmasay-
dı insanlık bugün bu mertebeden daha pek çok gerilerde bulu-
nurdu. Böylece, insanların vazife plânına hazırlanmalarını temin
etmek için vazifelenmiş varlıklar bu vazifelerini muvaffakiyetle
yapmış oldular.
Fakat ilk zamanlardan orta zamanlara geçmiş olmakla beraber
insanlar, dinlerin kurulduğu devirlerde idraken henüz kâfi dere-
cede teçhiz edilmiş değillerdi. Binaenaleyh hepsi aynı kaynaktan,
yâni vazife plânından gelen ve hepsi aynı derecede büyük haki-
162
BEDRİ RUHSELMAN
163
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
164
BEDRİ RUHSELMAN
165
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
166
BEDRİ RUHSELMAN
167
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
Hulâsa beyaz olsun siyah olsun, sarı veya kırmızı olsun, bütün
insanlar aynı yolda omuz omuza aynı yokuşları, aynı maniaları,
aynı zorluklarla aşarak, aynı hedefe doğru tırmanmaktadırlar.
Ve bu yolculuk umumîdir. Kimsenin inhisarı ve imtiyazı bahis
mevzuu değildir. Her varlığın inkişafı için nasıl bir yürüyüş lâ-
zım geliyorsa, o varlığın o yürüyüşe uyması zarurîdir. Bugün
yürünecek yollar beyaza boyanmıştır, icap ettiği zaman sarıya
da boyanır, gene icap ederse siyah ve kırmızı da olabilir. Bina-
enaleyh insanların ırk tefriklerine sebep olan beden renklerinin
ve bu renklere refakat eden bâzı hususiyetlerinin, hakikî ayrılığı
ifade edebilecek hiçbir kıymeti yoktur. Bunlar, yürünecek yollar-
da kullanılması lâzım olan gelip geçici inkişaf vâsıtalarının birer
basit materyalidir. Ve vazife hazırlığı yolundaki toplu yürüyüş
zaruretinin icaplarıdır.
*
* *
Bu zaruretle, inkişaflar neticesinde daha idrakli ve sistematik
topluluklar meydana gelir. Bu toplulukların başında millet veya
devlet topluluğu vardır.
Kâinatta muayyen vazifelerin ve işlerin birtakım grup ve kad-
rolardaki vazifeli varlıklar tarafından yapıldığını ve grupların,
muhtelif cepheleriyle birbirine bağlı bulunduklarını, böylece
ünite’ye kadar bir organizasyonlar sisteminin kurulmuş olduğu-
nu evvelce belirtmiştik. Vazife plânlarının kâinat prensiplerine
uygun olarak yürütülmesini temin eden bu sistemler bütün var-
lıkların inkişaf ve tekâmül plânlarında çok mühim roller alırlar.
*
* *
İnsanlık hayatı, organizasyonlar sisteminin simetriği olan ve
onların sezgilerini hazırlayan, aşağılardan itibaren son merhale-
dir. Binaenaleyh vazife plânı sezgilerine ve az çok da bilgilerine
ait hazırlıkların insanlık hayatında ikmal edilmesi zarurîdir. İn-
sanlığın dünyadaki ilk ve son vazifesi, vazife plânına hazırlayıcı
icapları yerine getirmektir. Zaten insanlar, üst yardımcı tesirlerin
müdahaleleriyle en idraksiz olan ilk kademelerinden, en yüksek
168
BEDRİ RUHSELMAN
169
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Dünya üzerinde hiçbir millet mücerret ve tek başına değildir.
Hepsi aynı gaye yolunda direkt veya endirekt bağlarla birbirine
bağlanmıştır. Bu teşekküller, dünya üstü vazife plânının istihdaf
ettiği noktalara insanları götürmekte ve büyük bir ahenk içinde
aynı elden sevk ve idare edilmektedir. Varlıklar, bütün mesuli-
yetlerini müdrik olarak bu işi yürütürler. İşte bu vazifeliler, millet
ve devlet organizasyonu bünyesinde mevcut diğer toplulukların,
organların, ailelerin, fertlerin kendi işlerini yerli yerince ve dü-
rüstlükle yapmalarını muhtelif vâsıta ile temin etmeye çalışırlar.
Bu topluluğu teşkil eden herhangi bir cüzüde, fertte baş gösteren
aykırı faaliyetler yerine ve ehemmiyetine göre, bütün toplulukta
az veya çok şiddette sarsıntılar yapabilir. Böylece topluluk içinde
tekâmül eden gruplar, o topluluklardan ayrı grupları teşkil eder-
ler. Büyük topluluğun böyle tekâmül ederek parçalanan kısım-
ları diğer daha mütekâmil durumları teşkil ederlerken, büyük
toplulukta kalan fertler arasındaki koordinasyon ve kooperas-
yon bozulur. Fertler, artık o topluluğun icaplarını ve müşterek
hedeflerini takip edemez hâle girerler. O milletin veya devletin
bünyesi çökmeye ve dejenere olmaya başlar ve fertler topluluk
için değil yalnız kendileri için çalışmayı gaye edinirler. Nihayet
büyük topluluk inkıraz bularak yerini daha ileri mâşerî bir top-
luluğa, yâni bir millete veya devlete terk eder. Bu hâl tekâmülün
bir icabı ve dünya nizamının ahengidir.
*
* *
Bir millet içinde fertleri vazife sezgisine hazırlayıcı çeşitli faali-
yet bulunur. Bunların bâzıları daha kolay ve rahat şartlar altında
yapılırken çoğu zahmetli, yorucu, üzücü hâllerde cereyan eder.
Meselâ birisi az yorulmakla hayatını bolluk içinde geçirebileceği
gibi, diğer birisi en ağır işlerde, maden ocaklarında didine di-
dine hayatını kazanmaya çalışır. Birisi hemen hemen mesuliyet
hislerinden kendisini azade sayarken, diğeri en ağır mesuliyetler
altında ezildiğini hisseder. Bâzıları idareci olarak başa geçer. Bâ-
170
BEDRİ RUHSELMAN
171
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Milletler arasında aynı gayeye müteveccih olmanın hakikî
sezgisine varmak, o gayenin liyakatli yolculuğuna katılmış ol-
mak demektir.
İdrakler bu inkişaf derecelerini bulduktan sonra, tıpkı vazife
plânlarında yükseldikçe küçük organizasyonların idraken bir-
leşerek daha büyük organizasyonlara irca edilmesi gibi, küçük
milletlerin de tekâmül ışığı altında birleşerek daha geniş ve şü-
mullü işleri yapabilmek ve müşterek gaye yolunda süratle iler-
lemek için daha büyük toplulukları meydana getirmeleri zarurî
olur ki bu suretle yüksek ve sağlam bir insanlık idrakini kazan-
mış küçük topluluklardan müteşekkil büyük dünya topluluğu,
vazife plânlarının daha uygun bir simetriği olmak liyakatini ka-
zanmış bulunur. Bu ise hakikî vazifelerini idrak etmiş insanların
geniş mâşerî plânlara doğru atılmış kuvvetli hamleleri sayılır.
*
* *
Milletlerin inkişaf yolundaki faaliyetleri otomatik, yarı idrakli
ve idrakli birçok diğer bedensiz vazifelilerin faaliyetleriyle mü-
terafıktır. Bu vazifeli organların her biri, dünyada millet veya
devlet dediğimiz topluluğu teşkil eden fertlerin, grupların faali-
yetleri üzerinde vazife almış üstün bir organizasyonun organla-
rıdır. Şu hâlde bir millet içindeki iş görümü disiplini ve vazifenin
şaşmayan nizam ve tertipleri, o milletin veya devletin bağlanmış
olduğu dünya üstü bir sistemden gelmektedir. Bu da hiç şüphe-
siz o milletin bütün fertleriyle, kazanmış olduğu liyakatin dere-
cesine göre ayarlanmıştır.
Milletler teşekküllerinin hakikî hedeflerini kaybetmeden yük-
selmek istedikçe ve bu istek yolunda cehit sarf ettikçe bu ayar-
lar yükselir, onunla mütenasip olarak tekâmül otomatizmaları
da yükseltilir. Hulâsa, milletlerin bağlı bulundukları sistemler,
kâinatta daha şümullü, birbirine bağlı büyük vazife organizas-
yonlarının küçük birer unsurudur. İşte bu unsurlar dünyadaki
herhangi bir milletin veya devletin inkişafı icaplarına göre çeşitli
172
BEDRİ RUHSELMAN
173
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Muayyen âlemlerin muayyen vasatlarında veya muayyen
kürelerinde bedenler daima birbirlerinin durumlarıyla karşı
karşıyadırlar. Bu karşılaşma aynı zamanda, yüksek prensiple-
rin ayarladığı ferdî plânların başka bir mekanik cepheden idare
olunuşunu ifade eder. Bütün bu işler, bu nizamlar ve tertipler
yüksek vazife plânlarının organizasyon sistemleri içinde, vazife-
li varlıkların işçilikleriyle yürütülür.
Bundan başka, bedenlerin epröv hayatlarında birbiriyle işti-
rak kurdukları birçok hususat vardır ki bu hâl dünyanın üstüne,
vazife plânına hazırlanışın bir ifadesidir. Hulâsa, ferdî plân üs-
tünde mâşerî plân mevcuttur. Mâşerî plân aynı zamanda bir ga-
yeye mâtuf olmakla beraber, ferdî plânları da ikinci derecedeki
bir mekanizmayla ayarlayan komplike bir plândır.
Bu ayarlanmalar üniteden gelen direktiflere göre vazife plânı-
nın tesiri ve kontrolü altında vukua gelir. Yâni fertler, yaşamakta
oldukları mâşerî plâna, vazife plânının muhtelif kademelerinden
akan sayısız tesirin hazırladığı namütenahi hayat kombinezonu
içinde kendi epröv, imtihan ve inkişaf sahalarını bulurlar. Fertte-
ki tesirlerin yükü arttıkça, inkişaf hızlandıkça, idrak olgunlaştık-
ça ferdin plânıyla ilgili mâşerî durumlar da ayarlanır.
Burada dikkat edilecek nokta şudur. Tek fert için mâşerî du-
rum değil, mâşerî kadronun her ferdi için mâşerî durum hazır-
lanır. Çok kaba bir misal olan yüz fertlik bir mâşerî plân alalım.
Bu fertlerden (a) için doksan dokuz ferdin durumu bahis mev-
zuudur. Fakat aynı yüz kişiden (b) için diğer doksan dokuz kişi-
nin, (a)’nın da dahil olduğu diğer doksan dokuz kişinin durumu
bahis mevzuudur. Keza, (c) için, (a) ve (b)’nin de dahil olduğu
doksan dokuz kişinin durumu ayarlanır. Yâni bir kişi için dok-
san dokuz kişi seferber edilmiş değildir. Vazifeliler son derece
ince tertiplerle bu yüz kişiyi birbirleri için vazifelendirirler. Fakat
şurası muhakkak ki bu yüz kişinin tekâmül ölçüleri birbirinin
aynı değildir. Herkesin ihtiyacı ve tekâmül icabı gene aynı ince
mekanizmayla değişir. (a)’nın doksan dokuz kişiye karşı duru-
174
BEDRİ RUHSELMAN
175
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
176
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Vazife hazırlığı mekanizmasında bu kadar kuvvetli bir vâsıta
olan aile ocağının insanlara sağladığı inkişaf materyalleri neler-
dir?
Bu sorunun cevabını mâşerî plân hakkında biraz evvel verdi-
ğimiz bilgiden de çıkarmak mümkündür. Bu bilgiden anlaşılaca-
ğı üzere, aile müessesesinin hazırlamakta olduğu inkişaf unsur-
larının -bâzılarının akıllarına gelebileceği gibi- insanları mutlaka
memnun ve mesut edici, onların nefsaniyetlerini okşayıcı mahi-
yette olmaları gerekmez. Bilâkis bunların çoğu külfetli, zahmetli,
meşakkatli, üzüntülü, ıstıraplı, azaplı ve hattâ bazan işkenceli
karakterler gösterir ki esasen aile kurumunun en kuvvetli ve in-
kişafa en yararlı tarafını da onun bu sert, haşin ve mazbut çehresi
teşkil eder. Kurulmuş bir ailenin ilk anından son günlerine kadar
geçen olaylarını dikkatlice tetkik edenler, bu hususta oldukça
derin sezgiler ve bilgiler kazanırlar. Aile daha kurulmazdan ev-
vel bile ona tekaddüm eden hâdiseler, aile mekanizmasının işle-
yişinden beklenen neticeleri temin etmeye başlamış bulunur. İki
cinsten insanın bir araya gelmesi hususunda, ilk adımda onların
her ikisine ait bâzı kolaylıklar görülmekle beraber, birçok güçlük-
ler ve hattâ namzetlerden her biri tarafından ayrı ayrı yenilmesi
iktiza eden imkânsızlıklar da meydana çıkabilir. Ve bunların her
biri iki tarafa da birer imtihan ve müşahede mevzuu olur. Onla-
rın öz bilgilerinin, evvelce izah etmiş olduğumuz şekilde artma-
sına sebep olur. Meselâ bu sırada dargınlıklar, kırgınlıklar, tar-
tışmalar, dövüşmeler ve hattâ cinayetler bile meydana gelebilir.
Bunlar bir ailenin daha başlangıcında iken menfî yollarda telâkki
edilen ıstıraplı, fakat kuvvetli tekâmül materyalleridir. Ailenin
teessüsünden sonra geçim dâvası, eşlerin birbiriyle anlaşma dâ-
vası, evlilik şartlarına intibak dâvası< gibi bir sürü dâva ortaya
çıkar. Bunlar hem erkeğe, hem kadına ayrı ayrı yükler, vazife-
ler, vecibeler tahmil eder. Onlar bu mücadelelerden ya muzaffer
veya mağlup olarak çıkarlar ve her iki hâlde de imtihanların mu-
vaffakiyetli veya muvaffakiyetsiz görünen durumlarına göre acı,
177
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
178
BEDRİ RUHSELMAN
179
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
180
BEDRİ RUHSELMAN
181
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
182
BEDRİ RUHSELMAN
183
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
184
BEDRİ RUHSELMAN
185
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
186
BEDRİ RUHSELMAN
187
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
tasarlanmış plânı tatbik etmesi şart olur. Zira vazife plânının ten-
sibi ile kararlaştırılmış işlerin yapılması zarurîdir. Böylece karar
verilen işler vicdan mekanizması muvazenesinin ahengi içinde
tatbik edilir.
*
* *
Muayyen ihtiyaçlarla beden sahibi olmuş bir varlık, kendi in-
kişaf durumuna uygun bir vicdan muvazenesi seviyesinde dün-
yada yaşamaya başlar ve plânına göre çeşitli mâşerî durumlarda
yer alır. Bu gelişlerin ve yerleşişlerin hiçbirisi keyfî ve rasgele
değildir.
Bir fert plânının yapılışı da basit bir iş değildir. Evvelce söyle-
diğimiz gibi, onun yaşayacağı mâşerî plânlarla sayısız münase-
betleri vardır. Bunlar hep hesaba katılır. Meselâ o varlık, hangi
milletten, hangi dinden, hangi örf ve âdetlere sahip cemaatten,
hangi temayüllere, liyakatlere, isteklere, kudretlere mâlik, han-
gi inkişaf kademelerine ulaşmış aileden ve fertlerden gelecekse
ve hangi müşterek ihtiyaçlara göre onlarla mâşerî plânlar kura-
caksa bütün bunlar evvelden ve bittabî hep vazifeli varlıkların
yardımlarıyla ve kendisinin inkişaf zaruretlerine göre inceden
inceye hesaplanmış, tertiplenmiş, müştereken kararlaştırılmış
ve plânlaştırılmıştır. İşte dünyada tatbik edilmesi gereken plân
budur. Varlık bu plânla ayarlanmış olan dünyadaki muhitine in-
meye hazırlanır. Bu ayarlanma sırasında o varlığın anası, babası
olan bedenlerin varlıklarıyla istişareler yapılır, onların da karar-
ları alınır. Ve eğer bu kararlara göre ana, baba olacak bedenlerin
de gerek ferdî, gerek içtimaî ve hattâ iktisadî durumlarında bâzı
ıslahat ve tadilât yapılması gerekiyorsa bu işler de tanzim edilir.
Yâni aralarına alacakları misafirlerine göre onların durumlarını
da vazifeli varlıklar yoluna koyarlar. Velhâsıl her şey ayarlanır.
Bir varlığın dünyaya inişinde müteaddit vazifeliler çalışır.
Dünyada da o varlıkla alâkalı bedenler ekseriya otomatik ola-
rak bu hazırlıklara katılırlar. Ana, baba, taallukat, ebe, doktor,
hastane, bakımhane, yetimhane, mektep, cemiyet, devlet velhâsıl
uzaktan yakından bir sürü beden; dünyaya inecek varlığın yakın
188
BEDRİ RUHSELMAN
189
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
190
BEDRİ RUHSELMAN
191
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
192
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Işık konisinin tabanı aydınlanmakta devam ederek hidrojen
atomunun varlık safhasına kadar yükselir. Buradan itibaren ruh-
ların ilk basit aktif davranışlarıyla maddelerdeki inkişaf prensibi
başlar. Burada hem ruhların iptidaî bir faaliyeti, hem de bu faali-
yeti çok sıkı kontrol altında tutan ve destekleyen bir otomatizma
prensibi mevcuttur. Bundan sonra yükselmesinde devam eden
ışık konisi, idrakin ilk pırıltıları olan sezgilere varlıkları hazır-
layıcı, nebat bedenlerinin kurulması safhasına yükselir. Nebat-
larda ilk iptidaî sezgilere intikal egzersizleri başlar. Bu safhada
hürriyetin hududu -gene pek dar olmakla beraber- bir miktar
daha genişletilmiş ve sezgi otomatizması başgöstermiştir. Ko-
ninin tabanı yükseldikçe bu sezgi otomatizmaları şümullenerek
hayvanlardaki sezgilere inkılâp edecektir. Hayvanlarda inkişaf,
nebatlardakine nazaran, biraz daha hızlıdır. Koninin tabanı hay-
vanlık safhasından insanlık safhasına doğru yükseldikçe hay-
vanlarda, insanlardaki bâzı idrakî hususiyetlerin ilk hazırlıkları
da belirmeye başlar ve insan melekelerine benzer bâzı durumlar
ve hâller görülür.
*
* *
Işık konisinin tabanı aydınlanmasına devam ederek ve yük-
selerek idraklerin başladığı, hidrojenin insanlık kademesine ka-
dar gelir. Buradan itibaren vazife plânına hazırlığın yarı idrak-
li, subjektif bir tekâmül safhası başlar ki buradaki saha oldukça
aydınlanmış durumdadır. Işık konisinin tabanı böylece tepesine
doğru yaklaştıkça idrakler aydınlanır, vazife plânından itibaren
başlayacak olan safhaya doğru hazırlıklar ilerler ve nihayet ko-
ninin tabanı insanüstü ve hidrojen âlemi ötesi olan vazife plânı
safhasına kadar yükselir. Işık konisinin tabanı bu safhaya ulaşın-
ca artık saha iyice aydınlanmış bulunur. Buradan itibaren icaplar
açık olarak tezahür ederler. Bu durum, idraklerin icaplara sürat-
le intibaklarını sağlar. Buradan itibaren ruhların davranışlarıy-
la icaplar birleşmeye başlayacaklardır. Varlıklar buraya kadar,
193
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
194
BEDRİ RUHSELMAN
195
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
Aslî kudret ışığı konisine tâbi olarak kâinatın nasıl inkişaf et-
tiğini umumî ve sembolik hatları içinde anlattıktan sonra insan-
lığın başlangıcından itibaren bir ferdin tekâmülünü daha geniş
kadrosu içinde izah etmek gerekmektedir.
İnsanlık, geçirilmiş az çok pasif inkişaf safhalarıyla, gelecek
aktif ve hakikî tekâmül plânları arasında yarı idrakli ve subjektif
hazırlıkları temin eden arasat bir plândır. Ve onun bu hazırlayıcı
durumu bakımından ehemmiyeti çok büyüktür. İnsanlığı müte-
akip vazife safhasına geçilecektir. İnsanlıkta idrakler henüz va-
zife bilgisiyle aydınlanmış bulunmadığından vazife plânına ait
aktif intibaklar insan hayatında başlamaz. Zira insanlık safhasın-
da ruhların hiçbir davranışı henüz, hiçbir icapla tam bir vahdet
teşkil edebilecek kudrete ermiş değildir. İnsanlar üst plânda ol-
duğu gibi ışık konisine henüz kendi kudretleriyle tırmanıp çıka-
bilecek duruma gelmemişlerdir. Bununla beraber insanlık, artık
idrakli yükselişlerin başladığı vazife safhasının eşiğine ulaşmış
ve o safhanın doğrudan doğruya hazırlıklarına başlamıştır. Bi-
naenaleyh insanlığın inkişafına ait lüzumlu problemler üzerinde
durmanın burada sırası gelmiştir.
*
* *
İleride zaman ve mekân bahsi üzerinde dururken izah ede-
ceğimiz gibi, insanlık hayatı sayısız bedenlenmelerine rağmen,
başından sonuna kadar bir tek hayat gibi mütalaa olunmalıdır.
Bu müddet zarfında insanın bir sürü ferdî inkişaf kademesi
olacaktır. Her kademenin hududu muayyen realitelerle tahdit
edilmiştir. Demek ki her insanın hayatında kendisine, kendi ka-
demelerine mahsus ayrı realiteleri mevcuttur. Muhtelif realite
kademelerinde bulunan insanların realite farkları; inkişaf kade-
meleri birbirine yakın insanlarda küçüktür. Kademelerin arasın-
daki mesafe uzadıkça bu farklar da o nisbette büyür.
*
* *
196
BEDRİ RUHSELMAN
197
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
198
BEDRİ RUHSELMAN
199
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
200
BEDRİ RUHSELMAN
201
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
202
BEDRİ RUHSELMAN
203
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
204
BEDRİ RUHSELMAN
205
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
206
BEDRİ RUHSELMAN
207
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
208
BEDRİ RUHSELMAN
209
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
210
BEDRİ RUHSELMAN
211
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
(Şekil-A)
212
BEDRİ RUHSELMAN
213
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
(Şekil-B)
Yâni içi dolu bir kürenin, meselâ bir topun, merkezinden ge-
çen bir bıçakla iki müsavi parçaya ayrıldıktan sonra görülen kesik
satıhlarından birisi gibidir ki şekilde görüldüğü gibi bu bir daire
teşkil eden satıhtan ibarettir. (o-a) hattı bu dairenin yarım kutru-
dur. Şimdi bu satıh üzerinde evvelki (o) merkezi etrafında dönen
helezonlar hâlinde, bir sathî zaman akışı idrakinin mevcut olma-
sı mümkündür ve tabiîdir. Demek ki bu topun bir tek maktaında
bir satıh zamanı idraki vardır. Bu, dünyada bir insan hayatının
bütün realitelerini içine almaya kâfi gelen bir kıymettir. Fakat
bu makta topta veyahut kâğıt üzerinde değil de muhayyilede,
yâni imajinasyonda canlandırılsın. Pozisyonunu değiştirmeden
bu topun başka taraflarından da, daima merkezinden geçmek
şartıyla diğer maktalar yapılabilir. Ve böylece hayalen namüte-
nahi maktalar elde edilir. Bıçağımız ne kadar keskin, tekniğimiz
214
BEDRİ RUHSELMAN
215
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
(Şekil-C)
216
BEDRİ RUHSELMAN
ileri bir safhası, (3) numaralı küre ise en geniş safhasıdır. İşte id-
rakî zaman böyle inkişaf eder. Bu inkişaf (a-b) aslî zaman akışı
üzerinde, sathî zamana kıyas edilirse görülür ki burada idrakî
zaman, yâni kürevî zaman, birinci küre hâlinde iken aslî zaman
akışı üzerinde (c-d) parçasını şümulüne almaktadır. Bu küre id-
raki inkişaf edip (2) numaralı cesametini alınca aslî zaman akışın-
da yürüyerek (e-f) parçasını işgal etmekte ve daha genişleyip (3)
numaralı küre hâline girince aslî zaman akışında (g-h) parçasını
katetmiş bulunmaktadır. O hâlde sathî zaman idrakinin inkişa-
fı, aslî zaman akışı üzerinde hiçbir seyir yapmayıp bir tek nokta
üzerinde durduğu hâlde, kürevî zaman idrakinin her inkişaf anı,
aslî zaman akışı üzerinde yürüyüşle müterafık olmaktadır. İşte
onun içindir ki asıl tekâmül, idrakî zamanın hâkim olduğu dün-
ya üstü vazife plânından itibaren başlar. Filhakika dünya haya-
tının icabatından olarak muazzam cehitler sarf edilip güçlükle
alınacak bir neticenin milyonlarca misli dünya ötesi âlemlerde
en küçük bir cehit mukabilinde elde edilebilir.
*
* *
Zamanı bu şekilde şemalar üzerinde az çok bir kolaylıkla izah
ederken, buna bağlı olan mekân üzerinde de durmamız lâzım
geliyor. Zira mekân olmayınca zamanın mevcudiyeti, yâni âlem-
lerdeki tezahürü mümkün olmaz. Kâinattaki aslî zaman akışı-
nın, âlemlerde tezahür edebilmesi için, o âlemlerin bünyelerine
uygun mekân mefhumuna ihtiyaç vardır. Diğer tâbirle, zaman
mekanizmasının izahı maddî vasata ve maddenin varyasyon-
larına muhtaçtır. Böyle olunca, zaman ve mekân mefhumlarını
birleştirmedikçe âlemlerde ne zaman, ne mekân tezahürü müm-
kün olmaz. Bu hakikati ileride daha açık olarak izah edeceğiz.
Mademki sathî ve idrakî zamanlar yukarıda izah ettiğimiz gibi
birbirinden büyük farklarla ayrılmaktadır, zaman idraklerine
sıkı sıkıya bağlı olan dünya ve dünya üstüne ait mekânların da
birbirinden o kadar farklı olması gerekir.
*
* *
217
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
218
BEDRİ RUHSELMAN
219
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
220
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Sathî zamanın aslî zaman üzerinde mesafe katetmediğini, id-
rakî zamanın aslî zamanda her an ilerlediğini söylemiştik. Şimdi,
varlıkların tekâmülünde -bu bilginin kıymetinden istifade ede-
rek- sathî zaman idrakinde yaşayan bir insanın, yerinde saymak
suretiyle inkişafının; kürevî zamanda yaşayan bir varlığın da aslî
zaman üzerinde ilerleyerek tekâmülünün ne demek olduğunu
ve bunların inkişaf mekanizmasındaki neticelerinin nasıl tecelli
edeceğini izah edeceğiz.
Yukarıda zaman ve mekân hakkında verilen bilgiler, her ne
kadar sathî ve idraki zaman ve mekânları açıkça izah ediyorsa da
biraz evvel bahsedilen problemlerin hallini bu bilgilerden çıkar-
mak için ayrıca izahlarda bulunmaya ihtiyaç vardır. Aşağıdaki
şemalar dikkatlice tetkik edilirse bu mühim noktanın da kolay-
lıkla anlaşılması mümkün olur.
Bütün bir insanlık hayatında varlığın sonsuz cephesiyle ge-
çirmesi icap eden bir inkişaf sahası vardır. Ve bu inkişaf sahası
muayyendir ve mahduttur. Zira onun kendi realitesi içinde bir
başlangıcı, bir de sonu vardır. Biz bu sahayı (A, B) paraleli arası-
nı dolduran mesafe ile gösteriyoruz. (Şekil-D)
(Şekil-D)
221
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
(Şekil-E)
222
BEDRİ RUHSELMAN
(Şekil-F)
223
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
224
BEDRİ RUHSELMAN
(Şekil-G)
225
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
226
BEDRİ RUHSELMAN
(Şekil-H)
(Şekil-İ)
(Şekil-K)
228
BEDRİ RUHSELMAN
229
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
230
BEDRİ RUHSELMAN
231
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
232
BEDRİ RUHSELMAN
233
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
234
BEDRİ RUHSELMAN
235
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
236
BEDRİ RUHSELMAN
237
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
238
BEDRİ RUHSELMAN
239
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
240
BEDRİ RUHSELMAN
241
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
242
BEDRİ RUHSELMAN
243
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Vazife plânı, icaplara intibaklar plânıdır demiştik. Şu hâlde
icaplara intibak eden idraklerin de aynı zamanda birbirleri ile
intibak hâline girerek vahdet teşkil etmeleri zarurî olur. Böylece
vazife plânına geçmiş bir vazife grubu veya üç beş kişiden mü-
teşekkil bir tek organizma tam bir iş birliği içinde ilk vazifesini
yapmaya başlar. Bu ilk vazife, vazife plânının en alt kademeleri-
ne ait işlerdir. Zira bu kademeden itibaren vahdet yolu boyun-
ca gayeye ulaşmak, yâni aslî icapların bütününe uyabilmek ve
ahenge bütünüyle karışabilmek için geçilecek daha namütenahi
merhale vardır. Ünite ile bu ilk vazife kademeleri arasında sayı-
sız faaliyetler, işler, vazifeler ve durumlar mevcuttur.
Fakat vazife plânının bu ilk ve nisbeten en basit kademele-
rinde bile dünya ölçüsü ile çok büyük işler ve vazifeler bulunur.
Meselâ bunlar dünyadaki bir insanın tekâmülü ile vazifelenirler,
klâsik spiritlerin, okültistlerin ve mistik ekollerin hâmi ruhlar,
koruyucu melekler, yardımcılar, metr’ler gibi az çok küçük ve
büyük grupların faaliyetlerini destekleyen vazifelilerin bir kısmı
ekseriya vazife plânının bu kademesine ait varlıklardır. Bunlar
aynı zamanda kendilerinden daha üstün organizasyonlar tara-
fından, hattâ yarı idrakli olarak daha büyük diğer işlerde de kul-
lanılırlar.
*
* *
Vazife plânının ilk kademesine (A) diyelim. Buradaki vazife
grupları çalışırken bittabî, daima üstten gelen tesirlerin kontrolü
ve hattâ direktifi altındadırlar. Esasen üniteye kadar bütün vazi-
fe plânlarının kademelerinde bu hâl caridir ve zarurîdir. Evvelce
vermiş olduğumuz üniteden inen ışık konisi sembolü bu zarure-
ti daima izah eder.
(A) plânındaki bir vazife grubu bir üstte bulunan (B) plânın-
daki üst bir vazife grubunun nezareti altında çalışırken, üstteki
(B) grubuna organizatör, (A) plânındaki gruba da organ deriz.
Böylece (A) kademesindeki gruplar idrakî zaman tekniği ile va-
zifeler görerek aslî zaman akışında süratle mesafe alırlar ve bu
244
BEDRİ RUHSELMAN
245
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
246
MADDE İLE SEN, HER ŞEYLE HİÇ OLAN
VE BU HER ŞEYİN AHENGİNE UYABİLEN SEN,
O AHENKTEN OLACAĞIN ANI ÖZLE.
Dünya, güneş sistemi içinde bir organdır. Onun da diğer bütün
organlar gibi, muayyen hayat devreleri, inkişaf safhaları, inkılâp-
ları, etraftan ve yukarılardan aldığı sayısız tesirlerle bozulan ve
tekrar kurulan muvazene durumları vardır. İşte dünyanın şim-
diye kadar geçirmiş olduğu sayısız inkılâplardan sonuncusuna,
yâni önümüzdeki inkılâba dair burada vereceğimiz izahat kita-
bın sonundaki bilgilerin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
*
* *
Bundan takriben yetmiş bin sene evvel dünyada belli başlı
iki büyük kıta vardı. Bunlardan birisi, şimdiki Pasifik denizinin
bulunduğu sahayı dolduruyordu. Bu, kuzey tarafı geniş, güney
tarafı sivri büyük bir kara parçası idi. İnsanlar buna Mu kıta-
sı derler. Diğeri ise Atlantik okyanusunun bulunduğu yeri işgal
eden büyük bir kıta idi. Bu iki büyük kıta arasını dolduran bir
sürü adalar, takım adalar, şimdiki Himalaya’nın bulunduğu
yere tekabül eden kara parçaları ve bunlardan başka bâzı küçük
kıtalar vardı. O zamanki dünyanın manzarası bu idi. Demek ki
o zaman, bugünkü coğrafî durum yerine başka bir dünya sathı
teşekkülâtı mevcuttu.
*
* *
Bu kıtalar üzerinde bugünkü dünya insanlarına nazaran,
daha çok müterakki ve medenî insanlar yaşıyordu. Onların dün-
ya ilimlerine ait bilgi ve teknik kudretleri, bugünkü dünya insan-
larınınkinin çok üstünde idi. Meselâ, onlar bugünkü dünyada
yeni yeni keşfedilen radyoaktif maddeleri, radyoları, televizyon-
249
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
250
BEDRİ RUHSELMAN
251
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
252
BEDRİ RUHSELMAN
253
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
254
BEDRİ RUHSELMAN
255
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
256
BEDRİ RUHSELMAN
257
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Geçmiş dünya devresinin kapanmasına tekabül eden, yukarı-
da bildirdiğimiz kıtaların batışı, din kitaplarında iki büyük sem-
bolle ifade edilmiştir. Bunlardan birisi Nuh Tufanı sembolüdür,
diğeri de kıyamet sembolüdür.
Tufan sembolüne göre, bütün yeryüzünü sular kaplar, Nuh’un
gemisinde kalıp kurtulanlardan mâada canlı mahlûkların hepsi
suda boğulur. Ve sular çekildikten sonra dünyada hayat tekrar
devam eder. Bu sembolün taşıdığı hakikî mânâ, dünyada bir
devrenin tamamen kapanıp yeni bir insanlık devresinin açılmış
olduğunu ifade eden mânâdır.
Kıyamet sembolüne gelince bu, tufan sembolünden daha şü-
mullüdür. Burada, dünyanın bir son günü gelecek, insanların o
gün âkıbetleri belli olacak, lâyık olanlar yüksek mekânlara inti-
kal edecekler, henüz yetişmemiş bulunanlar da ıstıraplı yerlerde
kalacaklardır. İşte kıyamet sembolünün bu açık ifadesi yukarıda
anlatmış olduğumuz dünya âkıbetinin ta kendisidir.
Ancak her din, insanları nefsaniyet düşkünlüklerinden kurta-
rıp vazife sezgisine ulaştırmak gayesini taşımaktadır. Bu gayeye
ulaşmak için her din, insanların anlayabilecekleri her vâsıtadan
istifade etmiş ve talimatını ona göre tertiplemiştir.
Bu dünya devrinin din kademelerine erişmiş olan insanlar,
daha evvelki kademelerdekine nazaran çok ilerlemiş bulunma-
larına rağmen, henüz bugünkü anlayış ve görüş seviyelerine
ulaşamamışlardı. Bundan başka onların öz varlıklarında, henüz
yakınlığı dolayısıyla, geçmiş katastrofa ait korku intibaları fazla-
sıyla bulunmakta idi. Onlar, hâdiseleri bilgi ve idrak cephesin-
den ziyade his cephesinden mütalaa ediyorlar, onlardan o yolda
faydalanıyorlardı ki bu his cephesinin de başlıca unsuru -dedi-
ğimiz gibi- korku idi. Hattâ bugünkü insanların bile birçoğunda
cari olan bu duygu o zamanlarda vicdanlara tam mânâsıyla hâ-
kim durumda bulunuyordu.
İşte dinler, insanların inkişafları için bu korku insiyaklarından
istifade etmişler ve bununla mühim bâzı tekâmül otomatizmala-
258
BEDRİ RUHSELMAN
259
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
260
BEDRİ RUHSELMAN
261
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
262
BEDRİ RUHSELMAN
263
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
*
* *
Dünya hayatı baştan başa hareketler ve hâdiseler mudilesidir.
Bu hâdiselerin içine dalmış ve saplanmış olan insanlar, etrafla-
rında bazan birbirlerine zıt olaylar, çeşitli uygunsuzluklar göre-
bilirler ve bunları da birer düzensizlik sanırlar. Fakat bu görüş
yanlıştır ve bilhassa illiyet prensibi hakkındaki vukufun eksikli-
ğinden mütevellit, hâdiseleri yanlış tefsir etmenin bir neticesidir.
Hâdiselerin neticelerini sebeplerine bağlamaya yardım eden
bir bilgi kudretiyle dünyaya bakanlar, onun en küçük zerresin-
den bütününe kadar her durumunda, her olayında, her varlığın-
da muazzam bir ahengin, nizamlı bir tertibin mevcut olduğunu
görmekte gecikmezler. İlliyet bağlarının nizamlı ve tertipli oluş-
ları büyük kâinat ahengini meydana getirirler. O hâlde bu ahen-
gi müşahede edebilmek için, her hareketin ve hâdisenin direkt
ve endirekt olarak, namütenahi bağlarla birbirine bağlı bulun-
duğu sezgisini insana veren, bütün olaylar arasındaki illiyet ve
sebep münasebetlerini düşünmek ve bu sahada bir şeyler gör-
meye, duymaya çalışmak lâzımdır. Bu düşünüş ve görüşü temin
etmek için, âlemde hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı, her şeyin bir
neticeye bağlandığı hakkında evvelce verdiğimiz bilgiyi tekrar
gözden geçirmek lâzımdır. Orada illiyet prensibi hakkında kâfi
derecede bilgi vermiştik. Bu prensibi esas tutup dünya hayatı-
nı tetkik edenler orada, biri diğerini neticelendiren ve başkası
öbürünün illeti olan, birbirine bağlanmış birçok hâdiseyi ve oluş
hâlini zincirleme ve ahenkli bir akış içinde görebilirler. Bu akışta-
ki tertipler, nizamlar ve büyük maksatlara doğru ilerleyen hare-
ketler insanlara, âlemdeki büyük ahengin mevcudiyetini bütün
kudretiyle hissettirirler.
Küçük bir kuş yumurtasını ele alınız. Mücerret olarak ele alı-
nan bu basit kuş yumurtasının, büyük kâinat ahengi içinde mu-
azzam neticelerle birbirine bağlı, çok tertipli ve nizamlı sayısız
durumları vardır. Yumurtanın bu büyük ahenge bağlı olan ha-
yatını takip edelim. Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru
meydana gelir. Bu yavrunun meydana gelmesi için de onun bir
müddet muayyen bir suhunet derecesinde muhafaza edilmesi
264
BEDRİ RUHSELMAN
lâzımdır. Bunun için dişi bir kuşa yukarıdan, bu işle vazifeli olan
bir plândan bâzı tesirler gönderilir. Bu kuş bu tesirlerin altında
bâzı insiyaklara sahip olur. Bu insiyaklar neticesinde yumurta-
nın üzerinde bir müddet sebatla oturur. Bedeninin hararetiyle
onun içindeki tohumun bir yavru kuş hâlinde yetişmesini sağ-
lar. Buraya kadar sıraladığımız, illet-netice zincirinin birkaç hal-
kasını yürüten tertip ve nizam aşikârdır. Bu, büyük bir ahengin
ifadesidir.
Yumurtadan çıkan ve koca kâinatın içinde bir damla bile ol-
mayan kuş yavrusunu hiçe saymak, hattâ küçümsemek çok
yanlıştır. Unutulmasın ki bu yavru da kâinatın bir parçasıdır ve
onun yaşaması ve büyümesi için kâinat mekanizmasının, onun
hesabına düşen cüzüleri mütemadiyen çalışmaktadırlar. Nite-
kim, yumurtadan yeni çıkan yavru henüz basittir, tecrübesizdir,
acemidir. Uçmasını bilmez, yemesini bilmez, düşmanlarını tanı-
maz, tehlikeleri görmez, gıdasını nerelerden, nasıl tedarik ede-
ceğini tâyin edemez. Binaenaleyh eğer o, dünyaya gelir gelmez
böylece kendi hâline bırakılıverirse yaşayamaz, ölür. Hâlbuki
onun yaşaması, birtakım işler görmesi lâzım. Şu hâlde, bu işleri
ona öğretecek ve yaptırtacak birisine ihtiyaç vardır, bu birisi de
gene onun dünyaya gelmesine yardım eden dişi kuş olacaktır.
Fakat bu dişi kuş, bunu düşünemez ve yavrusunun bu ihtiya-
cını takdir edemez. O zaman, tekâmül nizamında vazifeli olan
varlıkların müdahalesi başlar ve ona öyle tesirler gönderilir ki
o tesirlerin husule getireceği insiyaklarla ana kuş bu defa canını
dahi tehlikelere atarak yavrularını beslemeye, onları -kendilerini
kurtarabilecek duruma gelinceye kadar- terbiye edip büyütme-
ye mecbur olur. Yavru kuşun yaşamasına ve bunun için de dişi
kuşa yukarıdan tesirlerin gönderilmesine lüzum vardır. Çünkü
o yavru dünyaya, kendi varlığının dünyada kuş hâlindeki inki-
şaf ihtiyacını gidermek için gelmiştir. O, bu sayede dünyadaki
kuş bedeninin bütün icaplarını yerine getirecek, görgü ve tecrü-
belerini -otomatik bir mekanizma içinde- kazanacak, muhitinde-
ki diğer varlıklarla olan münasebetleri sayesinde de onların bâzı
tatbikatlarına vesile olacaktır. Bütün bu işler için lüzumlu olan
tertipler, vazifelilerin yardımıyla kurulacak ve kuş böylece dün-
265
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
266
BEDRİ RUHSELMAN
267
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
268
BEDRİ RUHSELMAN
269
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
270
BEDRİ RUHSELMAN
271
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
272
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Geceler muayyen fasılalarla gündüzleri takip eder. Bu husus-
ta yeryüzündeki her bölgenin mevsimine göre bir ayarı, periyo-
dik bir tertibi vardır. Muayyen mevsimlerde günlerin ve gecele-
rin müddetleri daima sabit olarak kalır. Bütün bunlar, şaşmayan
tertipler dahilinde cereyan eden hâllerdir.
Dünyada, her hâdisede ve durumda muntazam bir ritim dahi-
linde ve büyük bir uygunluk içinde vuku bulan hâller ve düzen-
ler, dünyanın umumî ahenginin birer tezahürüdür. Nizamsız,
bozuk hiçbir şey yoktur. Bütün olaylar, derece derece her varlı-
ğın tekâmülü ile ayarlı ve ona yardımcı olarak ortaya konmuştur.
Dünya, muazzam bir ahenk olan kâinatın küçük bir parçasıdır.
Burada vukua gelen şeylerin hiçbiri bu ahengin dışına çıkamaz.
Çıkarsa mevcut olamaz. Zira ahenk, hâdiselerin büyük tekâmül
yolunda her noktasında birbirine intibakı, uygunluğu ve birbiri-
ni tamamlayıcı durumda bulunması demektir. Bu ise hâdiseleri
husule getiren bütün hareketlerin, birbirine tam mânâsıyla kay-
naşmış olmasını ifade eder. Hâlbuki her varlık, her madde cüzü,
her vibrasyon birer hareket mudilesidir. Bütün kâinatın hiçbir
zerresinin, ışık hüzmelerinden azade olamayacağını evvelce be-
lirtmiştik. Bu ilâhî ışık, ahengin kendisidir ve kâinatın bütün ha-
reketleri ancak bu ilâhî ışık kudretiyle var olabilir. Bu noktayı da
belirtmiştik. Şu hâlde, ahenkten ayrılmak demek, bu hareketler-
den mahrum kalmış olmak demektir ki hareketlerden mahrum
kalmış hiçbir maddenin, hiçbir varlığın mevcudiyeti ve bekası
düşünülemez. Demek ki nerede hareket varsa orada muhakkak
kâinat ahenginin bir tecellisi mevcuttur.
*
* *
İnsanlar nazarında iyilik, kötülük, bozukluk, düzensizlik,
mânâsızlık, alçaklık, yükseklik, münasebetsizlik gibi görünen
şeylerin hepsi izafîdir. Bunlar, insanların kâinat nizamı ve ahen-
gi hakkındaki görüş noksanlıklarının neticelendirdiği kısır hü-
kümlerden ibarettir. Bir arslanın, kendisini müdafaadan âciz
bir geyiğe saldırarak onu parçalayıp yavrularına yedirmesi, bü-
273
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
274
BEDRİ RUHSELMAN
275
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
276
BEDRİ RUHSELMAN
277
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
278
BEDRİ RUHSELMAN
279
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
280
BEDRİ RUHSELMAN
281
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
282
BEDRİ RUHSELMAN
283
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
284
BEDRİ RUHSELMAN
285
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
286
BEDRİ RUHSELMAN
287
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
288
BEDRİ RUHSELMAN
289
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
290
BEDRİ RUHSELMAN
291
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
292
BEDRİ RUHSELMAN
293
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
294
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Şimdi, yeryüzünün batışına ait yukarıda vermiş olduğumuz
bilgilere destek olan teknik mekanizma hakkındaki lüzumlu iza-
hatı veriyoruz. Bu izahata girişmezden evvel biraz gerilere gide-
rek evvelce belirtmiş olduğumuz ilmî bir konuya tekrar dönece-
ğiz.
Nebülözleri dolduran milyarlarca sistemin her biri, güneş de-
nilen bir çekirdekle, onun etrafında dönen gezegenlerden, yâni
o sistemin madde cüzülerinden teşekkül etmiştir. Böyle bir sis-
tem içinde, her kürenin kendisine mahsus bir manyetik alanının
mevcut olduğunu evvelce söylemiştik. Keza, her biri mensup
bulunduğu madde cüzüne ait ayrı ayrı karakter taşıyan bu alan-
ların, bir sistem içinde birbiriyle çok sıkı temasları olduğu hâlde,
aslâ birbirlerine karışmadıklarını ve bu yüzden, bir küreye ait
olan herhangi bir madde cüzünün, o kürenin manyetik alanını
terk edip diğer bir kürenin manyetik alanına giremeyeceğini ve
eğer herhangi bir zorlama karşısında böyle bir hâl vâkı olursa, o
cismin girmiş olduğu yeni manyetik alanın mahiyetine uyması-
nın ve bunun için de kendi mahiyetini cezrî olarak değiştirmesi-
nin zarurî bulunduğunu da izah etmiştik. İşte böylece, bir sistem
içindeki çeşitli kürelerin çeşitli manyetik alanları, kendi araların-
da o sistemin umumî bünyesinin icaplarına göre, karşılıklı ola-
rak tesirleşirler ve tam bir muvazene hâlinde bulunurlar.
Sistem içindeki çekirdeğin ve onun etrafında dönen madde
cüzülerinin, yâni kürelerin; yörüngelerinin şekilleri, uzunlukla-
rı, kısalıkları, eksenlerinin istikametleri, gezegenlerin kendi ek-
senleri etrafındaki dönüşlerinin ve yörüngelerindeki yürüyüş-
lerinin süratleri; o sistemin inkişafı neticesinde vukua gelecek
hareketlerin durumlarıyla ve aralarındaki muvazene hâlleriyle
taayyün eder ki bu hareketler de cüzüler arasında ve üst tesir-
lerin kontrolleri altında cereyan eden karşılıklı tesirleşmelerle
mümkün olur. Bütün bunlar -dediğimiz gibi- sistemlerin inkişaf
ve tekâmül derecelerine bağlıdır ve bu derecelere göre değişme-
lere mâruz kalırlar. Yâni bir sistemin madde cüzüleri arasındaki
tesirleşmelerin, şu veya bu tarzdaki hareketleri meydana getire-
295
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
296
BEDRİ RUHSELMAN
297
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
298
BEDRİ RUHSELMAN
299
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
300
BEDRİ RUHSELMAN
301
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
302
BEDRİ RUHSELMAN
303
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
304
BEDRİ RUHSELMAN
305
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
307
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
308
BEDRİ RUHSELMAN
309
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
310
BEDRİ RUHSELMAN
311
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
312
BEDRİ RUHSELMAN
313
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
314
BEDRİ RUHSELMAN
*
* *
Şimdi, yarı süptil âlemi tarif edelim. Yarı süptil âlem, evvelce
izah etmiş olduğumuz, madde âlemimizin nüvesi olan hidrojen
atomunun en yüksek kombinezonlarına ait enerjilerden müte-
şekkil bir âlemdir. Bugünkü dünyamızın mûtat realiteleri için-
de mevcut olmayan bu yüksek enerjiler, yarı süptil âlemin en
kaba atomlarını teşkil ederler. Bir yanlışlığa meydan vermemek
için burada şu ikazda bulunmayı lüzumlu görüyoruz. Evvelce
bahsedilen, henüz dünya bedenleri realitesinden kurtulamamış
varlıkların ölümleriyle doğumları arasında mûtat olarak geçire-
cekleri spatyom dediğimiz hâlle, yarı süptil vasatı birbirine aslâ
karıştırmamalıdır. Spatyom bir vasat, bir mekân değildir. Orası
sadece beden rabıtalarından muayyen bir maksatla muvakkaten
ayrılan insanın kendi öz varlığına dönmesi ve bu sırada çevresiy-
le olan bütün alâkalarını ve münasebetlerini kesmesi hâlidir. O
bu hâliyle gene bir insandır ve dünyadan çıkmış değildir. Ancak
öyle bir insan ki dışarısı ile olan bütün alâkalarını kesmiş, yalnız
kendi öz varlığı ile başbaşa kalmış durumdadır. O anda onun
için herhangi bir mekân bahis mevzuu değildir. Onun mekânı
evvelce bahsettiğimiz varlığının temerküz etmiş olduğu idrakî
bir noktadan ibaret kalır. Hâlbuki şimdi bahsettiğimiz yarı süptil
âlem, hidrojen âlemi üstü, ona nazaran çok süptil ve şümullü bir
vasattır ve bir mekândır. Burası ancak, dünyadan definitif olarak
kurtulmuş varlıklara mahsustur. Bu vasat dünyanın en üstün ve
mütekâmil hidrojen kombinezonlarının spontane olarak -daima
yüksek vazifelilerin kontrolleri altında- neşrettikleri ince enerji
partiküllerinden müteşekkil bir madde hâlidir. Bu âleme geçen
varlıkların, ilk kullandıkları ve bağlandıkları vâsıta -söylemiş
olduğumuz gibi- yarı süptil maddelerden müteşekkil muayyen
bir madde kombinezonudur. Varlıklar, bu kombinezonu hem
kullanarak, hem de onunla sevgi yolunda mücadele ederek eh-
liyetlerini, liyakatlerini arttırırlar. İşte dünyadakine benzer kesif
maddeler olmadığı için, dünyada olduğu gibi yorucu, bezdiri-
ci, zahmet ve meşakkat verici ağır yürüyen faaliyetler bu plân-
da yoktur. Yarı süptil maddelerin imkân genişliği yüzünden, bu
315
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
316
BEDRİ RUHSELMAN
317
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
318
BEDRİ RUHSELMAN
319