Professional Documents
Culture Documents
LATIFE TEKIN 1957 yılında Kayseri'nin Bünyan kazasına bagh Karacafenk köyünde
dogdu. Dokuz yaşında ailesiyle lsıanbul'a geldi. Ilk kitabı Sevgili Arsız Ölüm 1983
yılında çıktı. Ardından Bere i Krisıin Çöp Masallan ( 1984), Gece Dersleri (1986), Buz
dan Kılıçlar (1989), Aşk lşareıleri (1995), Ormanda Ölüm Yokmuş (2001), Unuıma
Bahçesi (2005) (Türkiye Gazeteciler Cemiyeıi 2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü)
ve Muinar (2006) adlı romanlan yayımlandı. Degişik ı::ıslubu ve yaklaşımıyla 1980
sonrası edebiyatın önde gelen isimlerinden biri olan Lıtife Tekin'in romanlan Ingi
lizceden Farsçaya pek çok dile çevrildi.
Buzdan Kılıçlar
-
�,�,,,
.
iletişim
Latifiçin ...
Uzaklarda ağlamaktan gözleri jüt olmuş pılık pırtık adamlar,
on yedi gün aralıksız yağan karın dindiği sabah, saçaklardan
söktükleri ince uzun buzlarla oynayarak camiye doluştular.
Şu dünyada kader arsızlarını şaşırtacak ne kaldı ki!
Caminin iç avlusundaki kocaman Eskimo evini ve yedi
cücelerin kardan heykellerini, öyle bir umursamadılar ki,
onların gördüklerine ve anlattıklarına inancım ta kökünden
sarsılıp devrildi.
Ama ne yapayım? Büyücünün boşa üflediği soluklar gibi,
güven vermiyor da olsalar yaşadıkları hayat esrarlı ve dev bir
mıknatıstan daha çekici.
Yoksulların ruhları en iyi birbirleriyle tanışır ve anlaşır
lar! Yoksulluk ölüm kadar kesin ve keskin olan tek şeydir ve
yoksullar, bu gerçeğin baskısına direnebilmek için, yoksul
olmayanların asla öğrenemeyeceği sessiz işaretleri ve gizli
dilleriyle yüzyıllardan beri durmamacasına mırıldanıyorlar.
Ceplerinde yoksulluk bilgisi denen küstah bir kurbağa
gezdirmiyor olsalar, hayatın kendilerine verilmediğini bi
le bile, başkalarının zalim dünyasında, ayakkabılarının uç-
7
larına basarak sürekli bir korkuyla var olmayı göze alabilir
ler miydi?
Nereden bileceksiniz bunu !
Karın içinden çıkıp rüzgar çekirgeleri gibi şehrin üstüne
savnılan bu adamlar, aynadıklan oyunlardan arta kalan de
karları topladıkları depolardan farksız küçücük evlerinde ,
eşyalanna nüfuz ede ede yaşıyorlar.
Hurdacılık yaptıkları zamandan kalma paslı pirinç karyo
lalar, tesisatını kurdukları mobilya çarşısından aldıklan me
tal arkalıklı sahte koltuklar, pazarcılık günlerinin anısı olan
makine halıları, yolluklar. . .
"Leri şampdiende tisika cemi" deriz bizler eşyalarımıza .
Yani "yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita".
Karnımızı doyurmak için çırpındığımız her anı eşyaları
mızda dondurup saklamamız boşuna değildir. Soluk alıp
verdiğimizi, geçmişte de var olduğumuzu kendimize kanıt
lama ihtiyacı içindeyiz. Bedenlerimizi ve ruhlarımızı dün
yanızın saldınlarından korumak için kurduğumuz şaşırtıcı ,
mucizevi savunma sistemimizin kıymetli bir parçasıdır de
korlarımız.
Bu kadar sır verdiğim yeter!
8
Parasızlar her istasyonda donarlar.
Kılıç artıklarını kara gömen yoksul malgatacılar, camiden
sonra sisi aralayıp asfalta çıkmışlardı. lşıklı bir cismin ka
yan bir yıldız hızıyla kendilerine doğru yaklaşmakta olduğu
nu gördüler, sisi delip geçen ateşli oklarla vurulup büyülen
diler. Kalbinden kıvılcımlar saçan bir kadın (dehşet anında
onu bir gök malılukuna benzetmişlerdi) önlerinden vın diye
geçip gidince, ne yana savrulacaklarını bilemediler.
Cisim değil, alevii meyve denen öldürücü aşkın hayaliy
di bu ! Halilhan Sunteriler, otomobiliyle jet gibi uçarak takıl
mış, bu hayali takip ediyordu.
Pılık pırtık adamlar hızın sesinden ürküp dağılmışlardı.
Otomobilin rüzgarına çarpıp bölündüler. Parça parça üşü
yor, tir tir titriyorlardı.
Halilhan Sunteriler, kalbinden kıvılcımlar saçan kadına
yaklaştı. Kalçasının fiyonk kıvrımına dumanlı bir bakış sa
vurdu , debriyaja hafif ayak koydu, direksiyonu kaldırıma
kırdı. Kadının alnından kol gibi siyah bir ırmak aktığını gö
rünce hayrete düştü. Iki ela kuş, kanatlarını çırparak bu ır
makta yıkanıyordu . Anında freni üfleyip selama durdu.
11
Kadın zehirli bir çığlık atıp sisin içine kaçtı. Kayıplara ka
rıştı.
Aşkın uçan kaçan evliyası (Bu , arkadaşı Gogi'nin ona tak
tığı addı . ) pılık pırtık adamların yüreklerinden yükselen de
rin hayranlığı, bir dakika bile geçmemişti ki, boşa çıkardı,
yolun kıvrıldığı yerde, dallarında karlarla durup duran ılı
larnur ağacına çarptı, korkunç bir gürültüyle asfalta düştü .
Sabah sabah aşk peşinde koşarken virajı alamayıp arkası
nı görmüş, alevii meyveyi sise kaptırıp havayı tersten yut
muştu.
Pılık pırtık adamlar tepesine üşüştüğünde, hayatın dolarn
haçlı yollarını hüzünlü farlarıyla ışıtan kırmızı Volvo'su , ka
putunu havaya kaldırmış, yaralı bir kuş misali soluyordu.
Halilhan Sunteriler, o havalinin, yoksulluk duygusunu bir
o tomobil biçiminde cisimleştirme şansına sahip olmuş ilk
yoksuluydu . Bu yüzden (duygusu herkesinkinden farklı bir
biçimde görünür hale gelince) eşyalarına nüfuz etmiş canlı
ların hüküm sürdüğü uzak bir uyduya benzeyen mahallesin
de, otomobili ve kadınlara dayanamayan yufka karakteri üs
tüne, destansı bir mavra kurulmuştu. Bir ikindi vakti, mut
suz kadınların uğrak yeri saydığı yatırların önünde, otomo
biliyle pusuya yattığının haberini almışlar, aynı günün ge
cesinde onu camına vuran garip kuşların dava dosyalarına
bakan insan bir avukata benzetip gülüşmeye başlamışlardı.
Sabah sisinde aşk peşinde sürat çalışırken kaza yapması
söylentilerin daha da alevlenmesine yol açtı.
Otocu çıraklar, mesleği öğrendik ayağına, Volvo'ya derhal
bir mazi uydurup ahaliyi kışkırtmışlardı. Halilhan'ın, "Evve
liyatında sıfır vaziyette hurdalığa satılmış, kendisi esrarengiz
bir gravadır," diye tanıttığı Volvo'suna saniyesinde ölümcül
hikayeler yazıldı.
Sonsuz bir açlıkla çarpan kalbini, ateşli bir şenlikle sa
ran insanlara, "kamyon tekerinden farksız kimseler" diyen
12
Halilhan, umursamaz bakışlar edinip söylentilere karşı kü
çümser bir hava takındı. Bir otomobili sürmenin uyandırdı
ğı zevki, bir kadını arkadan görüp bir pedal darbesiyle önü
ne geçmenin vücuda yaydığı heyecanı tahmin edemedikle
rinden, lafın ardına düşmüş, aciz bir şekilde yuvarlanıyor
lardı !
Volvo, kıyılarındaki evlerini , ıslak kibrit kutularına ben
zetip gizlice sevdiği, her gün derin bir eksiklik duygusuy
la seyrettiği şehirden ona bir armağandı . Ayağını azıcık oy
natarak muazzam güçlere hükmedebilen, bir direksiyon çe
virmesiyle tonlarca ağırlıktaki araçlara yön verebilen tekni
ğin selamı.
13
üyesi bulunduğu partiden başkanlarının Amerika'yı ziyaret
etmesinden sonra soğumuş, onu orada android yapmış ola
bileceklerini düşünerek istifa etmişti.
Halilhan'ın gelecek için çizdiği hayali projeye ortak olma
düşüncesine, Volvo'ya binip geldiği günden beri yaşadıkla
rını 'j enerik gibi bir olaydan farksız' gördüğünü söyleyerek
uzak durmayı seçti.
Gogi'nin fikrince, oturdukları mahalleleri dışlayan şehrin
son çemberi, elektrik yüklü bir telden farksızdı ve görün
meyen gözetierne kulelerinde bir sürü politika kurdu, Halil
han gibi kimseler ülke ekonomisine yön veren kişilere yak
laşmasın diye nöbet tutuyordu. Dahası, Volvo'nun çembe
ri yarma planiarına el verir bir hali de yoktu. Gerçek şuy
du ki, kıçı hurdalığa göçüyordu. Burnu çarpılmış, kaporta
sı çökmüş, her yanında pas oyukları açılmıştı. Son kazadan
sonra mafsalları berbat durumdaydı. Baskı organları can çe
kişiyordu. Askı organları ağlamaklıydı . Yaprakları, küpele
ri, pimleri, kelebekleri ufkun ölü noktasına doğru yolculu
ğa çıkmışlardı . Kırmızı bir talihsizlik anıtından farksız ka
roserini toprağa gömülü evlerin arasında güçbela sürüklü
yor, kedi gözlerini kısıp " dakor! " diyeceği akşamı bekliyor
du. Zavallı Volvo !
14
ta uçmaktan güçbela kurtulmuştu . Komple elektrik estelas
yonu döşenirken de kuvvetli bir akım gelmiş, cereyanı veren
kalfa yarım saat ayakta titremişti.
Merakla sürüklenip otomobilin etrafını saran insanlar,
Halilhan'dan rot balansın kız gibi olduğunu öğrenerek da
ğıldılar. Volvo kazanmış olduğu hassasiyetle direkman pa
ranın yerini bulacaktı. Kaliteli bir sürüş elde ettiğini, asfaltta
yüzereesine kaydığını açıklarken sesi berraktı.
Ama beklenmedik bir anda yüzüne tuhaf, beyaz bir dur
gunluk oturdu. Sık sık uykusundan uyanıp pijamasıyla oto
mobiline yürümeye, pürüzsüz yeşil, ılık iki çakıl taşından
farksız gözleriyle Volvo'sunun camından gece bulutlarına,
yıldızlara bakmaya başladı.
Yoksul doğasının gereği, hayal ettiği bir durumun gerçek
leşmesinin yarattığı hüznü yaşamaktaydı.
Volvo'nun aynasından yansıyan siyahi ışık, ruhuna aktı,
boşluklara sızdı, mülkiyet duygusundan yoksun bir doku
nun kimyasına değdi.
Halilhan'ın, kendi içinde, bir otomobile sahip olduğunu
doğrulayacak bir karşılık bulması, ne yazık ki, imkansızdı.
Yüzüne yayılan hüzün, yerini ağır ağır soluyan bir korku
ya bıraktı.
Kendilerini yaşadıklarına inandırmak zorunda kalan in
sanların dünyasında hayatın araçları gerçekliklerinden sıyrı
lırlar. Yoksullar onları boşluklarında durmaksızın çınlayan
bir ses olarak duyarlar.
Çınlamaların ruhundaki titreşimlerinden doğan yoksul
luk acısı dayanılmazdı. Volvo'yla bütünleşebilmek için karı
sı Rübeysa'ya otomobilinin renginde kırmızı bir elbise dik
tirmeyi düşünecek denli çılgınlaştı. Sabahlan Volvo'nun su
içtiği eski, yeşil bidonu atıp beyaz bir bidon satın aldı. (Zevk
açısından kırmızıyla yeşilin ters uyumda olduğunu düşünen
bir insandı.) Peşinden, tüm gücünü toplayarak, Volvo'yu çi-
15
zen mühendisin, tasarımı kurarken en çok neyin etkisi altın
da kaldığını öğrenmeye çalıştı .
Çenç esnasında tamirciler Regal'i, Granada'yı, 59'u yara
tan adamlarla ilgili acaip aşk hikayeleri anlatmışlardı. Se
vilen bir kadının kaşları kartal gibi süzülen 59'un arka ka
natlanna ilham olmuş, bir sevgilinin balık gibi gözleri, ar
ka stoplara, dolgun kıvrak kalçaları çamurluğa yansıtılmıştı.
Duygusal yönden Volvo'nun yaratılışında kim bilir ne güçlü
bir hayal saklıydı. Bir kayıt bulabilir umuduyla otomobilinin
ülkesi lsveç hakkında ciddi araştırma yaptı.
Kuzey hattındaki bu ülkede geceleri gökyüzünün gündüz
gibi pırıl pırıl oluşuna şaşarak hayranlıkla karışık bir kıs
kançlık duydu. Fo toğraflardan göründüğü kadarıyla, cen
netteki gibi sihirli denebilecek ebruli bir sema altında yaşı
yorlardı. Karın, rüzgarın ve yağmurun kral olduğu melan
kolik ruhlu topraklar. . . Bir numaralı yalnızlar ülkesi ! Alkol
sarfiyatının yüksek oluşu, bunu ispat ediyordu . lster iste
mez bir bayan hikayesinden çok, Volvo'nun şekil itibariyle
doğanın sertliğini aksettirdiğini düşündü . Öteki gravalardan
farklı olarak Volvo'da keskin bir karaser yapısı vardı. Tasa
rımdaki sırrı ele veren anahtar, tahminince, panjurdaki kırık
çizgi biçimindeki metal çubuktu. Bu parça Halilhan'ın hafı
zasında şimşek görüntüsü uyandırmaktaydı ve yanılmıyor
sa, kesinlikle ülkenin havasındaki gerilime işaret ediyordu.
Hissettiği acı gensel olduğu için, felaket baskındı. Bir va
kit yüreğine dolan gururla, arabasının soğuğa alabildiği
ne dayanıklı saptandığını düşünerek avunmaya çalıştı. Ama
Volvo'nun uçaklaşacağı, havada metalik kül haline geçece
ği, savrulup boşlukta yok olacağı kabusundan kurtulamadı.
Derken, büyük bir öfkeyle, kalkıp otomobilini süse boğdu.
Torpidosunda renkli dünyası, kıvrım kıvrım kabloları,
orijinal çöp torbası, bardak tutacağı, elektrikli minik süpür
gesi (Halilhan'ın yandan kaptığı bu alet, sözüm ona ta Ame-
16
rika'dan getirtilmişti. ) , aynasında sallanan lastik kartalı, si
yah pelüşü, "çıkma" paynır setiyle Volvo, bir salon arabası
görünümünü aldı.
Bu yenilikten sonra, otomobilini devirsiz kullanıp motoru
uyuttuğuna, ayağını hızla debriyajdan çekip arabayı vurdur
duğuna, ölümcül bir geçmişi olduğu için Volvo'yu çok ucu
za aldığına dair laf çağaltanlar herkese demade kaçtıkların
dan susmuşlardı.
Kulaklarına inanınayıp elektronik aksesuarın fiyatını sor
maya gelen konuklarını, "Duyduklarına inanıp zamandan
kazanmaya bakacaklarına," diyerek savdıktan sonra, arkala
rından çıkıp usulca süzülüyordu . Bir büyü törenine katıla
cakmışçasına otomobiline sokulmayı, şefkatten, anlayıştan
uzakta, dokunaklı bir yalnızlık içinde sürdürdü.
Volvo'nun aynasını, elektronik donanımını, farlarını ür
pererek okşadığı , yüzünü bir fısıltı gibi kaputuna sürdü
ğü sıralarda o harika yakıştırmayı, "vitesli tespih" denen la
fı uydurdular. Pılık pırtık adamlar Halilhan'ın tespih niyeti
ne otomobil çektiğini iddia ediyorlardı.
Yıllar önce insanlara otomobili öğretmek idealiyle kitap
lar yazmış olan nakliyat ön. Yzb. S. Gürışık, inanılmaz cüm
lelerle, her gün biraz daha uçuklaşan bu otomobil muhab
betinin heyecanına kapılıp modern hayatın zevkine uyacak
orijinallikte bir eser meydana getirmeyi kafasına koydu . Ye
17
nı, "lnsan hayatının sıfırın altına düştüğü yer var, sıfırın üs
tüne çıktığı yer var," diyerek güzel bir şekilde dışarı vurdu.
Yazılacak kitabın "hayal" bölümüne cephane çıkarabilir dü
şüncesiyle dalıp ta çocukluğuna döndü. Dev çocuğu Çik
ko'nun, akılla fikrin, hakverrnezle hakkornazın hikayelerin
den kalkınıp nikahına kadar bir sürü olayını açıkladı. Evlen
diğinde henüz on dördüne basrnadığı, karısı Rübeysa'nın sa
bah akşam burnunun altına siyah izole bant yapıştırıp ona
envai çeşit bıyık yaptığı, oyuna dalıp günlerce ortalığa çık
madıklan vb. daha bir dolu hadiseyi, "lyi işlerseniz kitabınız
için size güzel birer silah olabilirler," diyerek anlattı. - Ger
çek bir otomobilseverin özgeçrnişi bende saklıdır! Yazı ko
nusu olabilir umuduyla kalbinde yer etmiş farklı türden sev
gileri sıraladı. Tabiata kadar eğilerek, her bahar aya dönüp
açılan kabakçiçeklerini de esrarengiz bir tutkuyla sevdiği
ni söyledi.
Hayatın bir cilvesi! Halilhan'ın hikayesinden bütünüyle
uzakta, rüzgar hızıyla olup bitenlerden habersiz, kendi yok
sulluk duygusunun sessizliğine gömülmüş bir fabrika bek
çisi bu arada çalıştığı fabrikanın bahçesine kabak ekmişti.
Gereksiz fazlalıklara kaçan reklamcı kişilerden hoşlanma
yan Gogi, "Teknik bir harika yaratılacak," diyerek S. Gürı
şık'ın yazacağı kitabı lanse eden dostu , can arkadaşı Halil
han'ı sakin bir edayla karşısına alıp sarstı. S. Gürışık ma
halleye yakın kurs sahası civarında otomobil aksesuar dük
kanı açmış, yaratıcı davranışlarıyla yolunu bulmaya çalışan
aleınci bir insandı. Ortalığa sakatlanarak ordudan ayrıldı
ğını yayrnıştı. Ama hiçbir ordu mensubu biraz alkol aldık
tan sonra kaptığı sandalyenin dört ayağının altına bira şişe
si dizip yaşına başına bakmadan üstünde arnuda kalkrnazdı.
"Böyle manzaralar bendeki anlayışı öldürüyor, sinirden çü
rüyorurn," lafını duyuncaya kadar susan Halilhan, Gogi'nin
taşkınlaşması karşısında, "Insanlara bakışta perspektifimin
18
yanılmadığını zannediyorum, benim düşüncem değerli bir
abimiz ," diyerek kendini savunmak zorunda kaldı. Buruk
bir mecburiyede Gogi'yi kalbinden sürdü. İsterneye isteme
ye gözden çıkardı.
Gururlu bir yapıda olduğu için otomobil hayatının korku,
acı ve coşkuyla karışık bir hale geldiğini itiraf etmek istemi
yordu. Gerçekte Volvo'ya ölümüne tutulduğunun, hülyalı
bir dalgınlıkla hacaladığının farkındaydı.
Gogi'yle aralarına soğukluk girdikten sonra, üst üste on
bir akşam, evinin önünde otomobilinden inmeyi u nuttu.
Kürkümsü pelüşüne yapışmış direksiyonun başında öylece
oturuyordu . "Bu gece ayrılırsak bir daha buluşamayız sevgi
tim" şarkısını dinleyerek havayı koklayıp durdu.
Uzakta fabrikanın bahçesinde kabaklar ilk yapraklarını
verdi.
Derdinin sihri bumunu tıkayıp da onu koku alamaz hale
getirdiğinde, küslük çekişmeyi bir yana bırakıp, "Volvo ru
humun kumandasını ele geçirdi," diye umutsuz bir cümley
le Gogi'nin kapısına dayandı . "Direksiyon hakimiyetimden
çıkıyor, araba benim istediğim yere değil, kafasının estiği yö
ne hareket ediyor," diyerek sırrını açtı. Dostunu yan koltu
ğa atıp şehrin sokaklarına daldı ve ondan Volvo'nun şüphe
li hareketlerini tespit etmesini diledi. Gideceği yeri, dura
cağı anı tayin etme özgürlüğünü yitirdiğini tekrarlayıp du
ran Halilhan'ın heyecanlı fısıltısına pek inanası gelmediyse
de, Gogi arkadaşlık hatırına Volvo'yu göz hapsinde tutaca
ğına söz verdi.
19
lunan Brezilya revüsünden bir dansçının gözlerinin içine
gömüldüğünü, kalbinden vurulduğunu, sıcak yarasını tuta
rak boş bulduğu bir koltuğa çöktüğünü hatırlıyordu. Siyah
dalgalı saçlı, ince uzun bacaklı, baldularını önden tümüy
le açıkta bırakan kuyruklu e teğinin uçları tavuskuşuna ben
zeyen kuşlarla işli Brezilyalı, bir anda kanma girip damarla
rında fırtınalar koparmıştı. En ıssız hücreleri hala cayır ca
yır sızlıyordu.
Volvo tam tarnma altı gece, kalbinin çarpıntısını duyar
duymaz motorunu gaza vermiş, revü programa çıkmadan
Halilhan'ı hızır gibi Bella'ya yetiştirmiş, Halilhan da bir yer
den emir almış gibi kadının başından aşağı tas tas gül yap
rağı dökmüştü. Nihayet sahneden masasına eğilmiş, insanın
içini gıcıklayan bir Türkçeyle, "Seni seviyorum Halilhan,"
dedikten sonra çabucak çekilip bir daha dönmernek üzere
ışıkların altında yitmişti.
Bu kaybedişin acısıyla Halilhan rüyasında bir binbaşının
kumandasında Brezilya ordusunu dize getirdiğini görmüş,
çığlık çığlığa uyandıktan sonra titreyen parmaktarla "gece
lerde gecelerine yalvardım" diye başlayan bir şiir kaleme al
mıştı.
Fabrikanın bahçesindeki kabaklar işte bu esnada köpürüp
yeşillenmiş ve kabarmışlardı.
Cam liflerini perlit çamuruyla karıştırıp içinden kızgın
buharlar geçen metrelerce boruya sıvadıktan sonra, kuve
li naylonu sarıp sarmalayarak (Koskoca bir tesisin teknik
personeline özel diyerek yutturduğu düzmece bir izolas
yon yöntemiydi bu.) kazandığı harika denebilecek bir para
yı Volvo'nun gizemli hareketleri yüzünden güle yatırmıştı.
20
inanmazlıkla dinliyordu. Gözleri dolu bir vaziyette Gogi'ye
şiirini okurken Halilhan'ın içi, göz alabildiğine bir gül tarla
sını aşk uğruna yolmuş da, rüzgara karşı savurmuş gibi bir
duyguyla dolmuştu . Derin derin iç geçirip de Volvo'nun bu
talihsiz aşk girişiminden sonra sarışın kadınlara yöneldiğini ,
bir-iki gündür yolda gördüğü her sarı saçlı kadına bumunu
havaya kaldınp indirmek suretiyle selam verdiğini söyleyin
ce, Gogi'nin renginde hafif bir bozulma oldu. Dikkatini yo
ğunlaştırınca Volvo'nun hızla giderken yavaşladığını, yerde
ki sarı yapraklara bile saygı gösterdiğini hayretle gördü . Vol
vo , çirkin yüzlü mutsuz bir kediyi göğsüne bastırmış durak
ta dikilen sarı saçlı bir kadının önünde zınk diye duronca da
beti benzi olduğu gibi uçtu.
Kadın arka kapıdan içeri süzülürken Volvo'nun sübapları
"şıkır şıkır önünde öleyim" dereesine kaputunu delip dışarı
fırlayacakmış gibi ötüyordu.
Baharın beklediği olmuştu. Fabrikanın bahçesinde kabak
lar acı sarı çiçeklerle patlamışlardı.
Kadını kapar kapmaz uçak gibi şehirden uzaklaşan Volvo,
dev çınariarın gölgelediği ıssız yollara saptı. Halilhan uzanıp
aynayı büktü, "Bu çınadar Fatih Sultan Mehmet Bey'i gör
müş çınariardır hanımefendi," deyip güldü. Volvo'nun lastik
kartah savnıldu , kanatlannı carna çarptı. "İster misiniz Fatih
Bey gibi buralarda atışa çıkalım biz de! " Gogi utançtan kafa
sını kesip koltuğa yattı. Halilhan kadının yüzünü aynalayıp,
"Saçlannıza antenli leyla takmalısınız hanımefendi, size çok
yakışacaktır, " deyince, Gogi'nin duyduğu utançtan duman
gibi boğuk bir kahkaha çıktı.
Ama acı sarı çiçekler henüz içe doğru büküntülüydüler.
Ağızlannı daha güneşe açmamışlardı.
Kuytulara çekilip meşe ağaçlannın dibinde durduklarında
kaş göz işaretiyle Gogi'yi Volvo'dan uzaklaştıran Halilhan,
kadının göğsünde rniyavlayan kediye uzandı. "Biliyor mu-
21
sun bu ülkenin en büyük kedi seven adamıyım ben," diye
rek tüylerini okşamaya başladı, "Adsız bir kediymişsin sen,
doğru mu , bunu bülbüllerden duydum." Kadın, "Adı Sun
sun," diye mırıldandı. "Dilinizden anlamaz Halilhan Bey, In
gilizce biliyor, Asyah, lsviçre'deyken almıştım. "
jüli (Sarı saçlı kadının babası lngilizdi.) Sunsun'un Çin
li bir babayla Hintli bir anneden doğduğunu, alkolik oldu
ğu için Sunsun'a bakamadığını, kedisini hayvanat bahçesi
ne bağışladığını, ama orada mutsuz olduğunu anlayınca da
yanamayıp geri aldığını, eskiden çok ünlü bir terzi olduğu
nu, alkol yüzünden hayatındaki ipeklerin, ipliklere, iğnelere
küstüğünü anlattı. Konuşurken yüzü öyle kederli bir ifadey
le perdelendi ki bekçinin kabak çiçekleri neredeyse ağızları
nı güneşe açmadan solacaklardı.
Halilhan'ın, "Olsun, ben yine de size iğneli kadın diye hi
tap edeceğim," diyerek kadının ellerini avuçlarının içine alıp
ezercesine sıkmasından sonra Volvo'nun içi "Sunsun . . . Sun
sun . . . " diye bir fısıltıyla kaplandı.
Sıliip, pusi, pusi!
22
o kadar ki, yıllar sonra aynı renkte bakışlada karşılaşacağı
mı umamazdım . "
Jüli'den yayılan görünmez aşk işaretleri . . . Hacımsı tesir
yaptı. Volvo virajdan viraja atılan çılgın bir ok halini aldı
ve Halilhan, "Evliyim ama sizinle evlenmek istiyorum," di
ye bağırmaya başladı. Sorumsuz bir hızla şehre doğru iler
lerken jüli, Halilhan'ın samimiyetinden duygulanıp ağlama
ya tutuldu.
Rüzgar, hız ve aşkla coşup tören yapma ihtiyacı duydu
lar. Kumandan Volvo, şehrin ta öbür ucuna, Sitile Sunterile
rin yattığı mezarlığa uçtu. Halilhan yazları herkesin sayfiye
lere çay içmeye gittiğini, kendisinin annesinin mezarının ta
şına gelip tünediğini açıkladıktan sonra başını jüli'nin om
zuna koyup gözyaşı döktü.
Teselli olunca, çok sevdiği çinili caminin yolunu tuttular.
Halilhan büyük hayranlık duyduğu minareyi jüli'ye göster
mek için sabırsızlanıyordu. Fabrikalar, atölyeler arasından
geçerek yokuş yukarı tırmandılar. Göz açıp kapayıncaya ka
dar dev bir organizasyon intibaı uyandıran inşaat sahasına
ulaşmışlardı. Zirve noktasında Halilhan, "Buradan deniz ba
kır olarak seyrediliyor," diyerek kontağı kapadı. Şehir ayak
larının altında sevimli bir uzanışla ebrulaşmıştı.
Minarenin dibinde Volvo'dan indiklerinde, "Şuraya bakjü
li, bulutlar bizi karşılamaya ailevi olarak gelmişler," diye hay
kırdı. lnancına göre, yıllar önce bu mimariyi keşfedenler, bu
gün inşası gerçekleştirilen uzay araçlarına işaret etmek isti
yorlardı. Dikkatli bakılırsa ucunun Apollo'nun ucuna benze
diği anlaşılırdı. Orta kısmı çekirdekti. En alttaki geniş bölme
ise yanma odası. Jüli, "Siz haklı olacaksınız Halilhan Bey," di
ye mınldandı, "derin derin kuyular kazıp bu minaredir diye
bilirierdi ! " Öyle ya, ince ince semaya doğru uzatmışlardı.
Gogi Halilhan'ın teknik bir mevzuyu harika bir yaratıcı
lıkla kalbinin emrine sunuşuna, kendisine ait düşünceleri
23
aşk fısıltılanna kanştırıp başarıyla uyarlamasına hayran kal
dı. jüli'yle el ele tutuşmuş caminin etrafında dönüyorlarken,
Volvo'yu siper edip gizlene gizlene arkalarından baktı. Göz
lerinin içinde gülüp gülmeme konusunda hacalayan bir in
sanın kararsızlığı, havaya hakim olan aşkın buğusu, tatlı şaş
kınlığı vardı .
Ben insan gibi bakan kedilere çok defa uğursuz dendiği
ni duymuşurodur hanımefendi, onu akşamanızdaki cesare
ti tebrik ediyorum !
Dönmüşler, jüli'nin gözlerinin annesinin gözlerine benze
diğini görüp çığlıklar koparsın diye Halilhan'ın kız kardeşi
Gülaydan'a gidiyorlardı.
24
Sitile ve Ese Sunteriler (babası halen sağdı) , uzak bir şehirde
yıllar önce kim olduklannı bilmedikleri bir sürü insanla git
tikleri bir piknikten başka, geçmişlerine dair çok az şey an
latmışlardı. Upuzun elbiseler giymiş erkeklerle kadınlar ağ
laşarak kucaklaşmışlar, başlarında beyaz yüksek şapkalar ta
şıyan üç ihtiyarın önünde diz çökmüşlerdi. Ikisi de (anne
siyle babası) çiğ et yiyorlardı. Doğdukları yer ve içlerinde
yüzen su, birbirine yakın kaynaklardan olmalıydı ama, Si
tile ve Ese Sunteriler bu kaynaklara uzanacak yolların yeri
ni çoktan unutmuşlardı. Inanılınayacak kadar ihtiyar bir ka
dın olan Sandal Aba'nın yanında, bir ağıldan ötekine dola
şarak büyümüşlerdi. Sandal Aba hayvanların dilinden anla
yan, ünü dört mevsime yayılmış bilgili bir hekimdi. Sitile ve
Ese Sunteriler'in çocuklarına dair en canlı görüntüler San
dal Aba'nın sırtüstü yatırtıp dört kazığa gerdirdiği hayvanla
n ameliyat ettiği anlarla ilgiliydi. Kocaman bir kazanda kay
nattığı makasları, bıçakları, iğneleri, ellerinden az önce bı
rakmışlar gibi, hayallerinde görebiliyorlardı. Sandal Aba'nın
içierini kumlardan, taşlardan temizlediği, iğnesine iplik ge-
25
çirip kesik bağırsaklannı, karınlarını diktiği hayvanlar öte
dünyada dillenip Sandal Aba'ya teşekkür edecekler, Sitile
ve Ese Sunteriler'in sırları da o vakit aydınlığa kavuşacak
u. Sandal hekim, soylannın tamamının bu yurttan kaçıp adı
Kainat Nebuda olan bir ülkeye göçtüklerini anlatmıştı. Ha
lilhan on beş-on altı yaşlarındayken uzun uzun düşünüp bu
ülkenin Kanada olma ihtimaliyle heyecanlanmış ama dü
şüncesini annesiyle babasına açmaya gerek görmemişti. Ona
anlatılan bu hikayelerde korkuya kapıldığı püf nokta, soy
larında aşk yüzünden kırk yaşından yukarı yaşayan çok az
insanın bulunmasıydı. Sandal Aba'nın aşk humması dediği,
ağır ateşli hayallerle yaşayıp ölüyorlardı. Tahminen çok sı
cak bir ülkeden göçmüşlerdi. Yanlarında yalnız o iklimde
yetişen "sitil" dedikleri mor çiçekli bir ot getirmişler (bü
tün bu hikayeyijüli, Sitile adının ne anlama geldiğini sordu
ğu için anlatmaktaydı) , sitil otları ilk çiçeklerini verdiği za
man avlularında nal biçiminde ateşler yakmışlardı. Her yıl,
üç gün üç gece, tef çalıp şerbet içerek bu töreni tekrarladık
ları için sitil otuna taptıkları düşüncesi yayılmıştı. Sitile Sun
teriler, yabancı bir ülkeden gelen bir çay tepsisinin üstünde
saray balkonuna benzeyen bir yerin resmini görmüştü. Bal
konun iki köşesindeki geniş ağızlı mermer saksılar sitil çi
çekleriyle bezeliydi. Bütünüyle unuttuğu bu çiçeği çay tepsi
sinin içindeki resimde görünce hatıriayıp tanımıştı .
Sit pusi, pusi ket!
26
abisi, yandan yumuk köşeli gözlü bir kediyle san saçlı geç
kince bir hanımefendi, "Geldik ama karnımız aç," şeklinde
baskın verince Gülaydan, bir eli kapı kolunda put deyip do
nuklaştı. Kız kardeşinin elinden gelse evinin kömürünü ko
lah çuvalla taşımaktan geri durmayacak kadar titiz olduğu
nu, kıymayı bile sabunlu suyla yıkamadan kullanmadığını
Halilhan daha öncedenjüli'ye müjdelemişti. Bu yüzden jüli,
Gülaydan'ın karşısında gerileyip içeriye geçme cesaretinin
gelmesini hışır hışır bir tedirginlikle bekledi.
Bir duygu kabarmasıyla kayan bakışlan boşlukta çarpı
şıp beyazlaştı. Ve iki çift göz sanki birbiri içine gömüldüler.
Gülaydan, bir hayli aranmasına karşın jüli'nin göz nahiyesi
ni tanıdığı bir kimseye yakıştıramadı. Göz konusunda onları
uğrattığı hayal kırıklığı bir yana, "Fos da değiliz biz, oklin
bus da," diye çıkışarak Jüli'nin yanında Halilhan'ı yerin di
bine batırdı.
Gülaydan,Jüli'nin eski bir terzi olduğunu öğreninceye ka
dar aralannda soğuk bir rüzgardır gidip geldi. Uzun bir tar
tışma devresinden sonra Halilhan şans eseri Jüli'nin mesle
ğinden söz açınca, Gülaydan'la kısık kısık bakarak aşağıladı
ğı Sunsun arasında bir muhabbet ortaya çıktı. Mutfağa geçip
önlerine bir-iki yumurta kırmadan önce yıllardır sandığında
sakladığı kumaşları getirip Jüli'nin kucağına yığdı. Kendisi
ne elbise, oğluna ve kızına pijama, kocasına gömlek biçtirdi.
Toplu toplu iğnelerle Jüli'nin karşısına dikilmiş, elbisesinin
ilk provasını yaptımken, göz ucuyla, abisini işaret edip ku
lağına, "Sana kadınlık notu atacağım, ona göre," diye fısılda
mayı unutmamıştı. Acı san çiçekler dışa doğru bükülürler
ken Halilhan, Volvo'nun kendisinde enternasyonal bir kişi
lik gördüğünü söyleyerek övünmeye başladı. Onun sayesin
de Brezilyah bir dansçıya tutulmuş, babası Ingiliz bir sarışın
la tanışmış, kucağına ilk defa Çinli bir kedi almıştı.
Volvo'da müthiş bir organizasyon gücü olduğu açıktı. Bir
27
otomobilin bir insanın ruhuna hükmedişinin formülünü
çözmek için Halilhan ömrünü harcamaya da hazırdı. Fakat
inşaata çırak verdiği bir oğlu, Pamuk Prenses'e rakip yetişen
kızı, maestro olmasını istediği bir oğlu daha ve jüli'ye, "Hiç
bir vakit kana kana dudağından öpmedim, Koclin'in anasın
dan farksız bir cad ı," diye tanıttığı karısı vardı. Bir yerden bir
iş patlatıp paranın adını yakın mesafeden okuyamazsa aç ve
çıplak kalacaklardı.
Yıllardır bir kadında aradığı şefkati ona jüli sağlamıştı:
Kendisi detaya girmediği halde, evlilik ağına takılmış, alabil
diğine iyi niyetle hacalayan bir erkek olduğunu yüzünden
okumuştu. Rübeysa'yı dudağından öpmeme mevzuatına gi
rerken sıkıntıdan ter dökmüştü. "Karınızla yatağınızda olan
ları artık siz bileceksiniz Halilhan Bey, mümkündür . . . " di
yecek kadar kendisine karşı anlayış yumuşaklığı içindeydi.
Hayatını jüli'nin aydıntatışından sonra , böyle pamuktan
bir atmosferle çevrelenmiş olduğu halde bunalıma düştü.
Karısının ardından orda burda öfkeli bir iştahla, onun ka
davracısıymış gibi konuşmaya tutuldu. Sürekli sıcak bir çar
ha içiyormuşçasına şıpırtılı soluyuşunu bahane edip Rübey
sa'nın iç borularının lastik olduğunu yaydı. Çocuklar olma
sa, Rübeysa'yı hemen boşayacaktı.
Rübeysa sarsılıp öyle çok ağladı ki, Halilhan onu sustur
mak için önünde diz çökmek, ellerinin kokulu kalemiere
benzediğini, on parmağının onuna da ayrı ayrı hayran oldu
ğunu söyleyerek gönlünü almak zorunda kaldı. Hiçbir şeyi
yoksa karısının mükemmel aşçılığı vardı! Ayrıca, jüli'yle se
viştiğini öğrendiği halde, intihar gibi bir terslik de çıkarma
mıştı.
Aslında Rübeysa , Halilhan'a kötülük yakıştıramadığın
dan hareket yapmıyordu. Yavaşça derisinin altına sanki sı
cak siyah bir boya yayılmıştı. Yenilgi, yüzünü, gözlerinin içi
ni koyulaştırdı. Cehenneme göçmüş kalbi, alevli rüzgarlar-
28
la uğulduyordu. Düşünüp taşındıktan sonra kocasının ça
yına üç gece üst üste regl kanını karıştırdı. Kulağına kurba
ğa sesi çalınınca ayağa kalkmaya, kendini mesut mesut gü
lümsemeye zorlayarak iki uzun bir kısa, iki uzun bir kısa at
layıp zıplamaya başladı. Buruk bir gizlilik içinde kadınlığın
kitabına uzanıp gündüz okuyup gece sayıklayarak durumu
na uygun iki umut çıkarmıştı. Kanı kocasının kanına karı
şıp nasıl olsa bir gün kalbine akacaktı. Bundan böyle haya
tını kurbağalar gibi hafif yaşayarak o orospuya inat hep ta
ze kalacaktı.
Kabak çiçekleri ağızlarını açıp kendilerini güneşe boşla
dıklarında, Rübeysa'nın kadınlık bilgisine dayanarak bastır
maya çalıştığı acı, daha da azgınlaştı. tkindi sularındayken ,
dehşetli bir gürültüyle ruhundan fışkınp midesine yayıldı.
Üç kuruş yemek parası bırakıp bir hafta evvel çekip giden
kocası dönmediği için aç yatıp kalkıyorlardı.
Durumları buyken, kocası Jüli'yi koluna takmış, "Evlene
ceğim bu harika kadını tanıyın," diyerek, kocalarından gizli,
eltilerini dolaştırmış. Rübeysa, Jüli'nin Gülaydan'dan sonra
eltileri Aynina'yla Turcan'a misafir olduğunu, yerleşip onla
ra da saatlerce terzilik yaptığını duyunca yatağa düştü .
Ateşler içinde hangi bedduayı ezber ettiyse, Jüli'nin iki ka
dillak devirdikten sonra Oüli altınbaş rakıya kadillak diyor
du.) sırat köprüsünden kanatsız uçan bir yalancı olduğu açı
ğa çıktı. İngiltere'yi babası rüyasında görmemiş, Jüli adını
jülide'den kısaltmıştı. Ne yazık ki Halilhan, çok tatlı bir şe
kilde dudaklarını kadehe değdirip, "lçmezsen düğünüroüz
de kar yağar," dediği andan beri jülide'ye sırılsıklam aşıktı.
Beyniyle kalbinin çatıştığı üç gece boyunca vücudunun bu
iki kıymetli parçasını nasıl uzlaştıracağını düşündü. Bir ça
re kararlaştırdı. Kalbi için, "Baban aslen Ingiltereli olmuş ol
sa ne olacak? " diyerek jülide'nin saçlarını okşadı. Yalanına
karşılık da, elinden kedisini çekip aldı.
29
Ayaklannın dibinde büyükçe bir bakalil kutu, Halilhan'la
G ogi Volvo'nun önünde dikilmişler, "Yüzünde acayip bir
genetik var," diye diye kutunun içindeki Çinli kediyi konu
şuyorlardı.
Ağır ağır yaklaşan pılık pırtık adamlar (Aralarında Halil
han'ın kardeşleri Hazmi ve Mesut Sunteriler de vardı . ) kutu
nun etrafını sardılar. Ters perendeye benzeyen hayalleriyle
başkalarının olan hayatı yanıltınaktan geliyorlardı . Diz çö
küp gözlerini kısarak merakla kutunun içine baktılar. Haz
mi Sunteriler elini uzatıp Sunsun'u dışarı aldı ve, "N aber lan
kanka ! " deyip boğazını sıktı. - Bu türden cins kediler bu
lup satabiliriz !
Kediyi atıp direkt Halilhan'a yaklaştı. Aniden sıçrayıp sol
omzuyla abisine pis bir hareket yaptı. Pılık pırtık adamlar
Hazmi'nin kavga ede ede ters dönmüş kol kanallanna yapış
tılar. Çocukluğundan beri içinde dünyaya karşı büyük bir
öfke vardı. "Ben parayı bulurum . . . Ben parayı bulurum . . . "
diyerek bumundan solurdu. Nalet, kara ve kahverengiydi.
Kılıç gibi dik dolaşırdı. Hayattaki en büyük hüznü, karısı
nın çalışmasıydı.
Hazmi var gücüyle kendini arkaya çekip öne bıraktı. "Bi
rine hırslanalım, bize haksızlık yapsın , üstüroüze yüz kur
şun sıksın ölmeyiz, onu öldürüneeye kadar yaşarız biz," di
ye bağırdı.
Yakın zaman öncesine kadar, üç kardeş birlik ve beraberlik
içinde çok güzel bir şekilde anlaşarak çalışıyorlardı. Üçünde
de aynı özlem, üçünde de hemen hemen aynı ağırlıkta dene
bilecek yoksulluk duygusu vardı. Enteresan enteresan tartış
malar gerçekleştirmişler, ayrıntılı bir plan dahilinde sürekli
ve büyük miktarda para kazanmak için ne yapmaları gerek
tiğini konuşmuşlardı. "Biz üç kardeş bir ırk mıyız, yoksulluk
meslek mi yoksa karakter midir? . . . " vb. sorulara canlı pratik
lerinden çıkarak cevap aramışlar, bu konularda fikir yürüt-
30
me imkanı bulmuşlardı. Nakit sermayeleri olmamasına kar
şın, durumlarını boyutlu bir biçimde ele aldıkları için, kendi
lerinden iyi şeyler bekliyorlardı. Fakat Halilhan çalışma güç
lerinin büyüklüğünden kendi narnma yararlanmıştı. Enerji
kesilmiş, son sürat melekleşiyorken aniden karar verip şey
tan olmuştu . "lş araştırması yapıyorum, bana daha fazla pa
ra ayırınanız lazım," diyerek entrikaya başlamıştı. Gizli özle
mine nail olup otomobil satın almak için mütemadiyen akıl
ve zeka oyunlarına sapıyordu. Otomobil hırsı görünmez ka
natlannı çırpan hayali bir aklıaba gibi beynine oturunca, Me
sut ve Hazmi kanat ve ayak darbeleriyle yere yuvarlanmışlar
dı. "Bize ne oldu ki ! " diyemeden, ortak oldukları nakit para
yı kapıp kaçmıştı. Yoksulluk duygusunu saniyesinde bir oto
mobil şekline getirmiş, Hazmi'yle Mesut onunla eşit koşul
larda çalıştıkları halde, bunu başaramamışlardı.
Halilhan'a sorarsanız, onların hayal güçleri zayıftı !
Abilerinin tepelerine yıktığı haciz filan davalarından ca
nı bumuna çıkmış olan Hazmi, debelene debelene pılık pır
tık adamların elinden kaydı. "Paramızın üstüne yatamaya
caksın lan! " diye haykırarak Halilhan'ın yüzüne bir yum
ruk attı.
Pılık pırtık adamlar, kartalların kanat çırpmasına benzer
sesler çıkartarak neredeyse bir görev bilinciyle boğuşan Ha
lilhan'la Hazmi'yi güçlükle ayırdılar.
Halilhan, Hazmi'den yediği yumruklardan çok Mesut'un
Hazmi'den yana koşmasına içerledi. Burnundan çenesine
akan kanı gömleğinin eteğine silerken soluk soluğa, "Al git
abini, ağzına yumurtlasın, Gogi gördün işte halimizi," dedi.
- Bizimki hür demokratların kardeşliği !
Halilhan'ı yüzü kanlı görmeye gönlü el vermeyen Gogi,
Sunsun'u korka korka kucağına çekti. Halilhan'ı arkasından
itip önünden çekiştirerek çeşmeye sürüdü. Omuzlarını se
vip çeşmenin taşına oturttu . "Ömer Hayyam, İmam Gazali,
31
Hasan Sabbah on iki önemli adam aynı mektepte okumuş
lar ama biri şarapçı olmuş, öteki şeytani, kendini afyona vur
muş, aynı evde büyüdünüz fakat karakter yapınızda bir ben
zeşme olacak diye bir şey umman hayatın akışına ters gelen
bir durumdur . . . " Sıfırlandığı için Halilhan'a moral yükleme
ye çalışıyordu.
Evet ama hissiyat hissiyat üstüne binince insanın içinde
bir şeyler kırılıyordu. Brigitte Bardot için hayvaniara filan
sardırdı demişlerdi ama Halilhan buna inanmamıştı. Hayat
ta bu hissiyat meselesi yüzünden değil film çevirmek yaşa
mak bile istemeyen insanlar vardı. "Kıskançlık yüzünden ai
le yaşantısı içinde her zaman hayali bir kurt adam yaratılı
yor, Gogi, ben buna inanıyorum."
Çeşmenin başında öyle bir dertleşmeye tutuldular ki, baş
larını kaldırdıklarında gecenin bir yarısı olmuştu.
Fabrikanın bahçesinde çiçekler iyice acı, ayın on dördü gi
bi şahane sarı, açılma kapasitelerinin tamamı neyse işte o ka
dar açılmışlardı .
"Yarın bir yerden iki penç borç bulup Volvo'nun depoyu
dolduruyorum," diyerek Gogi'den ayrılan Halilhan, Rübey
sa'yı itekleyip uykuya daldı. Ertesi gün izini kovalayıp para
yı mutlaka bulacaktı.
Sabaha karşı düşünü doğrulamaya gelen kargalar, yan
evin damından ağızlarını Halilhan'ın yattığı odanın camına
doğru çevirip ötmeye başladılar. Gaklamalarla uyanan Halil
han, "Karga sesi uğur getirir, ben bugün mutlaka büyük bir
iş alırım," diyerek masmavi takım elbisesini jetta gibi kuşan
dı. Ceymis Bond çantasını eline aldı. Dualada arabasını yo
kuş aşağı sürüp altında dört teker, kalbinde dört kanada ba
sıp gitti.
Bir saat dolmadan fabrikanın bahçesinde ne kadar tam ka
pasite açılmış kabak çiçeği varsa hepsini yolup geri geldi ve,
"Rübeysa, çabuk," dedi. Bunların hepsini dolma yap !
32
lntiharın göze alınabileceği doruk nokta
Diyana misali tahtlara layık kızına sütel işlernek için tüm ha
zırlıklarını tamamlamış olan Rübeysa, bir gün önceki şefkat
li hareketlerine karşılık, kocası, Gogi'yi dalına yemeye ça
ğırınca, tüpgaz gibi patladı. Sütel işienirken eve gelecek ya
bancı bir erkeğin uğursuzluk getireceğini haykırarak dal
mayı Halilhan'ın önüne sürdü. Kızını alıp yatak odasına ka
pandı.
Rübeysa'yı kendi şeytani kadınlığını kızına aşılamakla
suçlayan Halilhan, ne dediğini bilmeden dalına tenceresinin
başında bir-iki dakika bağırıp çağırdı. Öfkesini çıkaramadı
ğı için yürüdü. Sonra da koşup yatak odasının kapısına bir
tekme savurdu.
Rübeysa'nın kızına hazırlayacağı ı;eyizin ilk parçası ola
cak olan sütel, gün sayma yöntemiyle gebelikten korunma
yı öğütleyen kanaviçe bir şemaydı ! Yirmi mavi kuşun iki ya
nına beşer kırmızı karanfil gelecek şekilde işleyip kare bi
çiminde kestiği patiskanın dört kenarını çevirecek, Sürey
ya gözlü kızı, "doğurursan kımıldanamazsın" öğüdünü ha
tırladıkça sütelini sandığından çıkarıp göğsüne bastıracaktı.
35
Halilhan, acaba Jülide'ye karısının bu kadınlık hırsı yü
zünden mi o kadar çok bağlanmıştı? Yatak odasının kapı
sında bir an duralayıp kulağını kalbine yaklaştırdı. Bir cevap
bulamayınca, ayağı ellerinin içinde, kuyruğunu kısıp yatak
odasından uzaklaştı. Bekir olduğu için evlerine sık sık gi
rip çıkmamaya özen gösteren, hayatta onu en iyi çözümle
miş tek insan olan Gogi'ye kapıyı açıp dostunu coşkuyla ku
cakladı.
Harika çirkinlikteki yüzü hayatımızda bir dönüm nokta
sı olacak, ben Sunsun'un zirvenin kedisi olduğuna inanıyo
rum !
Dalınanın lezzetiyle gevşeyip genişledikten sonra Gogi'ye
kansını övmeye başladı. llerde cennete gittiğinde, kendisi
ne yüz kadın bağışlayacak olan meleklerin kulaklarına, "Siz
doksan dokuz tane seçin, yüzüncüyü ben kendime aşçı ola
rak atayacağım," diyerek Rübeysa'nın adını fısıldayacaktı.
Gogi'nin sıkılıp başını önüne eğdiğini gözlemleyince (Gogi
erkekler karılarından söz edince hafiften kızarır hep utanır
dı.) lafı meleklerin kulaklarından çekip dostunu memnun
etmek için uzayın boşluğuna salladı.
Volvo'nun Halilhan'da yarattığı duygusallığı, Gogi'nin sü
per açıklamalar yaparak cevaplamaya çalışması, gücünü ay
nı kaynaktan alan bir yücelik duygusunu coşkuyla paylaş
malarına yol açmıştı.
Potansiyel mevkide insan denen yaratık anlaşılması en
zor canlıydı. Ruhu yirmi yedi kilometreyi geçen uzunlukta
ağ ipliği gibi, ince bir sinide çevrelenmiş, beynine yirmi iki
milyar istasyon yayılmıştı. Suya taş atıldığında su nasıl cilve
yapar, dalgalarını yayarsa, bu istasyonlar da herhangi bir et
kiye maruz kaldıklarında cilve yapmak suretiyle birbirleriyle
bağlantı kurma yoluna gidiyorlardı. O kadar hassas bir dal
ga sistemiydi ki bu, gökte uçan bir kuşun bile bu dalga siste
mine etkisi büyük oluyordu. Gogi bir insanın şöyle bir çıkıp
36
rüzgara karşı yürümesini bile, büyük bir olay olarak görü
yordu. "Dünyanın uzayla ilişkisinin nasıl haddi hesabı yok
sa, insanın dünyayla ilişkisinde de durum aynen budur. . . "
Konuşmaya dalar dalmaz odanın ortasında insanı basit bir
biçimde ele alan düşünceleri küçümseyip duran bir yalnız
lık halini aldılar. Hayata karşı fantezi bir yaklaşım içinde bu
lunmaları ilişkilerine törensel bir hava katıyordu. Gogi, uza
yı hayal eden bugünkü insan beyni ve ruh yapısıyla ilgili yo
rumunun ardından dostunu mutlu edecek kararını açıkla
dı. Halilhan'la kardeşleri arasında yumuşak ayak olup taraf
sız hakemlik yapacaktı. Halilhan'ın gelecek için kurduğu ha
yali projeye omuz verecek, dördü birlikte sıkı bir kompozis
yon oluşturup Teknoj en'i yeniden ayağa dikeceklerdi. (Tek
noj en, Sunteriler kardeşlerin kurup batırdığı şirket. ) Halil
han, Gogi'nin koordinatörlük gibi ağır bir vazifeye talip ol
masından memnunluk duydu. "Ben kardeşlerimi şirketçili
ğe alıştıramadım , bunu sen onlara aşılarsan büyük sevap ka
zanırsın , " diyerek kendi adına Gogi'ye tam yetki verdi. İşin
de kolaylık sağlar düşüncesiyle, kardeşlerinin karakter de
taylarını özetledi.
Dostunu uğurlar uğurlamaz Rübeysa'nın gönlünü almak
için doğruca yatak odasına koşan Halilhan (Benzin parası
olmadığı için birkaç gün evde oturacaktı . ) müjdeli bir sesle,
" Gogi," deyip gülümsedi, "j est yapıyor, benimle alıhap ol
masının nedeni, sen onu evlendiresin istiyor . . . "
37
Çocukluğunu saran ölüm durnanını soluya soluya (Anne
siyle babası kömür sobasından sızan zehirle solup iki tutarn
saç şeklinde sönüp yok olmuşlardı.) Gogi'nin ruhunda de
likler açılmıştı.
Sıliip, sıliip rnay lidıl ket. . .
38
Halilhan ta başından beri Gogi'nin yapısında kadınla
ra karşı büyük bir pasiflik olduğunun farkındaydı. Birlikte
alkol aldıklan bir gece, morgda döktüğü bu yalnızlık dolu
gözyaşlarından söz edince, Gogi'den kuşkulanmış, ölü kız
larla daha da ileri giden gönül maceralan yaşadığına dair bir
şüpheye saplanmıştı.
Ona duyduğu saygının dozu yüzünden, fizikman bir ek
siklikten mi, yoksa psikolojik bir sebeple mi, kadınların can
h dünyasından uzak durduğunu soracak cesareti toparlaya
madı. Alttan alta girip birkaç kez lafı evlilik konusuna getir
miş, ancak dostunu incitmekten korktuğu için fazla zorla
mamıştı. Her defasında Gogi, "Ben herkesle yapamam, evle
neceğim kimsenin kültürlü olması lazım ," diyerek kesip attı.
Gogi ile Halilhan'ın arkadaşhğını, "Kırk yıl Gogi'yle yürü
yeceğim dese, kocarnı gözümü kırpmadan emanet ederim,"
diyerek onayiayan Rübeysa, Halilhan'la jülide'nin tanıştığı
gün, Gogi'nin yanlarında gezdiğini duyunca, birden ona ka
rarmıştı. Gogi saf hareketleriyle uyandırdığı güveni kötüye
kullanmamış olsa, Rübeysa bir yenge sıfatıyla zaten iyi bir
tanıtım yapacak, hayalen kurmakta olduğu planı uygulama
ya sokup onu belki de bekarlıktan kurtaracaktı. Ama şimdi
ki şekilde, Gogi pezevenkliğe heves ettiği için, Rübeysa, "Be
ni iyi niyetimden caydırdığına yansın," demek zorundaydı .
Halilhan, "Kendi hayatını benim hayatıının içinde yaşıyor
çocuk, ne yapsın, karakteri yalnızlık içinde şekillenmiş, " di
ye bir savunma yoluna saparak suçu kadere yüklerneye ça
lıştı. Yanılmıyorsa eğer, Gogi son günlerde haddinden faz
la bunalıyordu. Istediği bir kızla evlenemediği için sık sık
ölümü düşlüyor olmalıydı. Birkaç kez ölüm hakkında Halil
han'ı ürpertecek ciddilikte teknik açıklama yapmıştı.
Rübeysa, Halilhan'ın ağzından Gogi'nin ölümü, hem de
yukarıya doğru helezonik bir biçimde, düşlediğini duyunca
kendini tutamayarak ağladı.
39
Kara kara düşünmeye koyuldu. Saçlan yumak yumak dö
külmüş kendi çapında bir gönül eri olan Gogi'ye kültürlü bir
kızı nereden bulacaklardı? . . .
40
Paranın insan hayatındaki rolünden girip Hazmi'yi direkt
kışkırttı. Bunun üzerine Hazmi, bir elini yüzüne örtmüş,
masanın kıyısında kendi dizlerin e bakarak oturan karısı
Turcan'ı kolundan tutup ayağa kaldırdı. Eğer hayat Gogi'nin
açıkladığı gibi parayla beslenen bir canavarsa, Hazmi de Şah
İsmail'in kılıcıydı. Turcan kocasının iddiasını başını saHaya
rak onayladı. Hazmi aniden Gogi'ye doğru yaylanıp coşkuy
la haykırdı: "Ben zaten deri cekete, saate, ayakkabıya, keme
re, anahtarlığa, çakmak gazına para verrnem ! "
Gogi "Yalnız bir koyunu kurtlar parçalar" masalından yo
la çıkıp birlik ve beraberliğin önemini vurguladı. Ruhun ru
ha gereksinimi, kardeşliğin yüce bir paylaşım olduğu vb.
noktalardan hareket ederek konuşmasının duygusal dozunu
artırdı. Bugün iş piyasasında onu tutanlar, yarın üstüne ge
lirlerse ne olacaktı? "Konsantre olup kendimi sıkayım, bakı
şımla yüz katlı bir binayı ortasından ikiye bölerim ! " Beğense
de, beğenmese de, Hazmi'nin son cevabıydı bu. Kendi ken
dine kalıp gece yatağında mütalaa yapacak, düşünecek, ba
kacak, Gogi'nin teklifini tahlile sokacaktı. "O adam, abimiz
olacak etli iskelet, birinin takhclini yapıyor, acayip bir kişi
nin hareketlerini tekrarlıyor ama bulamadım kimin. Karak
ter olarak fuhuşa meraklı çıktı ," diye mırıldandı, "selam ver
diği bayanlara bizim hamının elini öptürme adeti geliştirdi.
Ültimatom verdiğim halde, bu çeşit kadınlan buraya getirme
tavırlarına mani olamadım. Annemizin mezarını zamparalı
ğına yer saptadığı sağdan soldan duyuldu , biliyoruz ama ne
yapayım? lşten evvela ondaki bu gösteriş düşkünlüğünün
kaynağını araştırmak lazım . " Gogi dersini alıp kıçına baka
baka Hazmi'nin mekanından uzaklaştı.
Halilhan, Mesut için Gogi'ye, " Onun hesabı Aynina'dan
sorulur," işaretini çakmıştı. Mesut'un imam nikahlı, ondan
on üç yaş büyük karısı Aynina'dan. Hakkında türlü rivayet
ler dolaşıyordu. En çarpıcı dedikoduların kaynağı da Halil-
41
han'dı. Aldığı İstihbarata göre, Aynina'nın annesi , babası,
abileri de dahil tüm sülalesi, ülke genelinde randevuevleri
halkasının bir numaralı patronlanydı. Kızlannı orospu ede
mediklerinden, on dört yaşında sıkı bir dayaktan geçirip nü
fuslanndan çıkarmışlardı . Aile güvencesinden yoksun kalan
Aynina, sokaklan mesken tutmuştu. Şerhetiyle Mesut'u ze
hirlemeden önce, ne yollu mücadele verdiğini tahmin etmek
güçtü. Bu konuda ağzı sıkıydı . Ama Halilhan, hayatın tarihi
ni az çok okuyabilen bir kişi olduğu için, bazı yargılara var
mıştı. "lstemeye istemeye aile mesleğinin kültürünü almış
tır. . . " Memleketteki ekonomik modelin farkına vannca be
denen çalışıp bir hayli yorulmuş olmalıydı. Yani bir kadının
kaval kemiğinin üstündeki kaslarının orospuluk etmeden
öyle demet demet toplanması imkansızdı.
Bu kadının eflatunumsu hacaklarından tiksindiği için ,
kardeşinin evinde yemek yiyemiyordu. Fakat evlilikleri
ne bir abi olarak boyun büktüğü için, ayıplanamaz durum
da görüyordu kendini. Düşüncesine göre Mesut annelerinin
karnından yere düşer düşmez ruhsal arazlılar sınıfına dahil
olmuştu. Yıllar önce bir doktordan mı duymuşlardı, yoksa
Halilhan'ın kendi uydurması mıydı bilinmez, sözde karde
şinde "damar fazlalığı" vardı. Normal bir delikanlı olsa, za
ten Aynina adındaki korkunç tavukla yaşayamazdı.
Aynina, Halilhan'ın hızını kesebilrnek için, "Beni gökle
re çıkarmış tek kişi görüyorum, o da, gene o," demekte ça
reyi bulmuştu. "Altlarına yatak serdiğirn vakit kaniara be
ni güzel takdim ediyor, böyle hacakarası bir hayattan geçi
yoruz işte, ne yapalım? " Rübeysa'nın tarafını tutmak istedi
ği halde, Halilhan'ın dedikodusundan, şerrinden korktuğu
için evini, yatağını, banyosunu onun zevki için tahsis etme
ye mecbur kalıyordu.
Gogi, her adımda utangaçlığının baskısını duyarak, mo
ral bozukluğu içinde, Aynina'ya kendinden önce Hazmi'nin
42
ulaşıp onu etkiteyeceği korkusuyla, Mesut'un evine yollan
dı. Aynina, "Kamımızı doyuracak karga bizi çoluk çocuk aç
bırakmazdı," diye terslenerek Gogi'yi kolundan çekip bal
konumsu bir yere, Mesut'un yanına çıkardı. "Borcuna sa
dık olurdu, bizi hacizlere boğdurmazdı, değil mi? " Öyle bir
serdikle soludu ki, hastıklan taban çökecek derecede sallan
dı. Gogi'yle Mesut erkek erkeğe konuşurlarken bir ara Ayni
na'nın yüzü alçaktan umutlanıyormuş gibi bir hal aldı. Ama,
"Saygıdeğer fikirleriniz var," diyerek kocası, Gogi'ye kafa
sallar bir vaziyete geçince, hemen ortaya duygusal bir sorun
çıkardı. "Kaynatamın bakım sorunu ne olacak?"
43
maz saatlerde mezarlığa giderek her gün kanşık bir tempo
da ağlamıştı. Ölüm vakasından sonra acısı kilolarla tartıla
cak kadar ağırlaşmış olmalıydı. Gogi onun duvarlara tutuna
tutuna güçlükle yürüdüğünü hatırlıyordu. Aklında, kimseyi
rahatsız etmemek için yas yükünü efendice götürüp getiren
asil ruhlu bir insan olarak kalmıştı.
İçindeki su kaynakları kuruduktan sonra -Halilhan'ın ,
"Pederin hazınedilemeyecek enteresanlıkta olayı, " dediği
bir evlilik bağlantısına girmişti. Her sabah şehrin içine sızıp
apartmanlara dağılan cam sürgüçleri, temizlik ustası gün
delikçi kadınlar, tuttuğu yas yüzünden babalarını gözlerin
de yüceltip mit yapmışlar, sonra da bilinç kaybına götürecek
evliliğinin mimarı olmuşlardı.
Bayanların itişe fısıldaşa topluca girdikleri duygusal psiko
loji, rezaletini üretmiş, Halilhan tam teşekküllü bir araştırma
fırsatı bulamadan, babaları yabancı bir coğrafyaya göçmüştü.
Ömrü boyunca hayata karşı kibar davranışlar sergileyen
babalarının tersine, kadın, korkunç noterimsi bakışiara sa
hipti. Üvey anne bulıranma girmek istemedikleri halde ba
balarının sahipsiz olmadığını belirtme ihtiyacı duymuşlar,
bir kutu pasta yaptırarak mecburen kapı tıklatmışlardı. Te
bessüm göstermek şöyle dursun, kadın gayet resmi bir inat
la, babalarının çeyizsiz geldiğine dair Halilhan'a kağıt imza
latmıştı.
Üvey hanım kadınlığını kullanarak Ese Sunteriler'i kendi
ne haston yapmıştı. Fakat Ese Sunteriler'in ağacı da çürüme
ye yüz tutmuştu artık. Her gün kayıp düşüyorlardı. Sokak
ta birlikte çukurlara yuvarlanıyorlar, sık sık yollarını şaşırıp
kayboluyorlardı. Bir defasında Ese Sunteriler, ahalinin yar
dımıyla karısını menhol çukurundan güçlükle çekip çıkar
mış, Tanrı'ya isyan halinde çenesini tuta tuta ağlamıştı. Kı
sacası yara bere içinde, sargılara dolanmış bir hayat sürdü
rüyorlardı.
44
Esc Sunteriler sonunda bu eziyetli yaşantıya daha fazla
dayanarnayıp kaçmıştı. Geldiğinde korkunç derecede bit
kin görünüyordu. Babalarının bazı kişilerin acıma hislerine
maruz kalacağını düşünen Halilhan, ayrılık sebebinin cinsel
anlaşmazlık olduğunu yaymıştı.
Gogi, alabildiğine iyi niyetli bir heyecanla koordinatör
lük vazifesine atıldığında, pılık pırtık adamlar da birer sa
vaşçı gibi şehrin içine dalıp ikindi bastırmadan paranın ka
fasını kopartmışlardı.
Mesut, konuştukları iki saat boyunca, damar fazlalığı kap
samına dahil edilebilecek herhangi bir harekette bulunma
yarak Gogi'de hayranlık ve merak karışımı bir ilgi uyandırdı.
Bakışlarında ruhsal bir arazın boşluğundan çok, tercih yap
mış bir insanın ruhsal problemsizliği vardı. Hayatının yö
netimini tümüyle Aynina'ya bırakmış, varlığını hiçbir şey
siz çalışacak bir aletin yapımına adamıştı. Hazmi'nin tersine,
Gogi'ye önyargısız yaklaştı. Aletinin önemli parçalarını, şe
malarını kilitiediği sandığı sürükleye sürükleye getirip Go
gi'nin takdirine açtı. "Gizli formül planım," dediği karton
bir ruloyu ellerine bıraktı.
Özel olarak kafasında geliştirdiği aletini, "Çalışmaya baş
ladığında hiçbir şeysiz çalışacak bu," diye tanıtırken , Ayni
na da içeri çekilip sessizce hazırlığını tamamlamıştı. Kilimin
üstüne, yarısı yapıştırma yarısı boya, yirmi bir tane resmin
den oluşan sergisini açtı. Kafaları gövdeleri dergilerden ke
silmiş insanlar, Aynina'nın çizip boyadığı kayıkların içinde
sefaya dalmışlardı. Dünyanın ünlü devlet adamları, üstleri
ne yapıştınlmış patlıcan moru, gülkurusu kimonolarla, Ay
nina'nın özene bezene boyadığı ağaçların altında, çimenlerin
üstünde karşılıklı durmuşlar . . . Bir balinanın üstünde edep
yerleri siyah kağıtla bandanmış çırılçıplak yaşlı bir kadın
la genç bir erkek dudaklarını birbirlerine uzatmışlar. . . Ayni
na süt şişelerinin kırmızı metalimsi kapaklarını , çizdiği ca-
45
mi minarelerinin arasına yapıştırarak gösterişli, parlak kub
beler yaratmıştı.
Resimleri arasında kaybolan Gogi, kendini dışarda bul
duğunda, elinde, ağzı kıvnm kıvrım bükülmüş, incecik bel
li kırmızı bir vazo vardı. Masanın üstünde duran vazoya dö
nüp derin derin soluduğu, hanımellerinin çok güzel kok
tuğunu söyleme gafletine düştüğü için, Aynina'yla Mesut
hanımellerini vazosuyla birlikte alıp götürmesini şart koş
muşlardı. Ağır biçimde etkilenmiş, duygulu bir esans satıcı
sı şeklinde kokular dağıtarak yola düştüğünde, pılık pırtık
adamlar yüzlerinde kan gölgeleriyle evlerine dönüyorlardı.
Gogi, Teknoj en'in büyümesi halinde, Mesut'un teknik
insan açığını tek başına doldurabileceğine inanmış, Halil
han'ın olumsuz propagandasına karşılık, Aynina'ya karşı
içinde kardeşçe duygular kabarmıştı. Ese Sunteriler'in ba
kım sorunu Teknojen'in yeniden oluşumunu engelleyici bir
faktöre dönüşürse, onun bakımını geçici bir süre üstüne ala
caktı. Düşünceleri Ese Sunteriler'e kayınca, yüzünden yep
yeni üzüntüler uçuştu . İhtiyar teneke, Cikren itile itile ço
cuklaşma seviyesine düşmüştü. Gözlemlediği kadarıyla Me
sut'un en küçük kızıyla diyalog arar bir haldeydi.
Pıhk pırtık adamların bakışlannda parayı yakalamak için
döndürdükleri fırıldaklann rüzgarımsı izi vardı. Gümleyip
giden güneşin berisinde sessiz, uçucu yürüyüşleriyle suçlu
hayaletiere benziyorlardı.
Hanımelleri, Ese Sunteriler'in bitkin hatırasını soluyup
pörsüdüklerinde, küstah kurbağalar da pıhk pırtık adamla
rın ceplerinde yorgun düşüp uykuya dalmışlardı. Eski ma
hallenin ağzında karşı karşıya gelip yitik görüntüleriyle aya
küstü bir dertleşme havası oluşturdular.
"Parayı araya araya ray olduk," diyorlardı. Yakalayıp gırt
lağına hasmeaya kadar, saatler saatleri yutmuştu. Bugünkü
hayat şartlarına kıyasla, görüş açılan yetersiz kalıyordu. Bi-
46
le bile lades deyip dini ananelere ters düşüyorlardı. Örne
ğin, iki gün önce, evlerine elleri boş dönecekleri az çok bel
li olunca, öfkeye kapılmışlar, Allah'ın cebinden peygamberi
çalıp satmaya mecbur olmuşlardı.
Pılık pırtık adamların samimi paniğinden etkilenen Gogi,
onlara da kendi ilişkilerini sundu. Düşlerini yoruma açmak
tan hoşlanmadığı halde Teknojen'i yeniden canlandıracak
larını açıkladı. "Dünle bugün arasında artık en az altmış de
recelik açı değişti, iş konusunda sistemli istihbarat yapmak
şart oldu," dedi. Şehirdeki hareketleriyle olmayan bir şeyin
peşinde koştuklarını gereğinden fazla ayan beyan ediyorlar
dı. İnsanların hayvanlaştığı, hayvanların insanlaştığı, cana
varane dünyada, tespitine göre, pederşahi yöntemlerle para
yı bulmak mazi olmuştu.
Yetersiz oldukları noktaları gizlemeleri, vakit kaybetme
den planlı davranışlar içine girmeleri gerekiyordu . Siyaset
ten çevre yapma yoluna gitmeleri dışında çıkar durumla
rı yoktu.
47
herkesin güzel bulup tutacağı bir kimseydi. Altın kalitesin
de bir itibardı. Abisiyle iş yapmak tehlikeye atılmak demek
tL Ama Gogi hayat hakkındaki düşüncelerini dolduruyordu.
Resmi harekete kalkışmak kritik bir konu olduğu için, ani
bir misafirlik ayariayıp Mesut'la Aynina'nın karşısına geçti.
Çabucak bir pazarlık duvarı örebilirlerse kendileri için bü
yük şans olacaktı. Abileri verme ağacında değil, alma ağacın
da büyümüştü. Ve birliğe karşı bir ruh yapısı taşıdığı bugün
bütün toplumlarca biliniyordu. Avucuna bir tek cıva damla
sı bıraksalar hemen, saniyesinde kırka bölünürdü. Ayrımcı
lıkta üstüne yoktu. "Faka oturmaktansa bu gece ruh çağıra
lım, eğer biz araba sahibi olabileceksek, bu işe evet verelim,"
derken, Hazmi'nin sesinden acayip kendisine benzemez bir
tip çıktı. Korkuya kapılıp heyecanlandığı için soluğu dalga
lanmıştı. Mesut, "Kendim için ben arabayı daha sonra düşü
nürüm," diye mınldandı, "para şansı elde edersem sintizay
zır alınm ! " Aynina'nın itelemesiyle uzun süre nota çalıştı
ğından, birkaç mikrofon, kayıt cihazı ve beste türünde iş çı
karmasına yarayacak bu aleti alabilirse, büyük hareketlen
me kaydeden müzik piyasasına kayma yapabileceğine inan
maktaydı. "Söz bakımından aşk yörüngesinde dolaşıp dün
yayı ayağa kaldırırım ! . . . "
Mesut'un evi ruhlara ulaşmak için ideal bir mekandı. Ay
nina canı sıkıldıkça duvardaki aynalann, takvim yaprakları
nın, resimlerin arka yüzüne harfler, rakamlar çizmiş, öteki
kadınlardan ayrı bir yapıya sahip olduğundan, sehpa örtü
sünden çok ruh çağırma şeması yapmıştı. (Hatta birkaç ta
nesi kalpler ve çiçeklerle süslüydü. )
Gogi, siyaseti paravan olarak kullanmaktan başka çarele
ri olmadığını vurgulayınca, pılık pırtık adamlar da iş semt
lerinden birinde, gidenlerin bir örnek giyindikleri bir yeraltı
kahvesinden söz açmışlar, orada yoksulların yarattığı hasta
ne tipi enteresan olayları anlatmışlardı.
48
Çağırdıklan ruh, yerli markalann yanına yanaşmayıp bir
hayli yüksekten uçtu. Hazmi'ye beyaz Pejo, Mesut'a Casio
Ekolayzır yazdı. Mesut şaşırıp bocalarken, Hazmi ruhun
yazdıklarım bir defa daha heceleyip sevinçten kızardı. Inan
mamak gibi bir durumu yokken yüzüne vuran ateşten uta
nıp, "Biz böyle palavraları yutacak adam değiliz lan ! " diye
rek ruha çalım yaptı. Gereksiz yere azarladı. Zorlamaya gi
derek , "Ispat et" havalarına büründü. "Seni fincanın içi
ne hapsederim, ona göre doğru konuş ! " şeklinde tehdit sa
vurdu. "Ben de senin etrafına duvar örerim ! " cevabını alın
ca korktu. Kalbi küt küt çarptı ve karın boşluğuna yuvar
lanmışçasına timburleng attı. Cesareti tamamıyla dağıldı
ğından, tek başına evine kadar yürümeyi göze alamadı. Zo
runlu bir dönüşüm yaparak o gece Mesutlarda yattı. Karde
şi elinden tuttuğu halde helaya alevler içinde gidip korkunç
derecede ter döktü.
Kestirmeden parayı bulmak için siyaseti basamak yapa
caklarsa, (Bu hasamağın kırk haramilerin korkunç vadisi
ni andıran bir mekanda bulunduğu, arenanın tarihi kuşlarca
gözlendiği biliniyordu.) garanti özelliği olduğundan, en kü
çük partiye dahil olmaları öğütlenen bir yoldu. Çağın farkı
na varıp bu tehlikeli vadiye adım atan yoksullar, büyük yer
de kavrulmaktansa, küçük yerde var olmanın daima daha iyi
olduğu sonucunu çıkarmışlardı. "Istikrarlı bir şekilde ilerle
yen dev görünümlü partilerde, çok sıkı bir şekilde bize çıkar
kapıları kapatılmıştır," diyorlardı.
Teknoj en'le ilgili ilk resmi denebilecek ön görüşmede,
Halilhan, kardeşlerine hitaben şöyle bir konuşma yaptı:
"Gözünüzün önünde abiniz olarak bir yere geldim. Zan
nediyorum hayati konularda bayağı bilgiliyim çocuklar. Bir
hoca belki benimki kadar bu konuda 'vaiz' falan veremez.
Ama ben belki 'vaiz' verme sırasını bilmediğim için hoca ka
dar başarılı olamayabilirim.
"Yalnız şuna inanıyorum.
"Elinize 30 bin, 40 bin tane çivi alın ve bir pano alın. Bir
ağaç alın, tahta alın veya bir pano alın diyelim. Panoya da
binlerce çivi çakın.
"Sonra elinize tükenmeyen, bitmeyen bir iplik alın. Bütün
o iplikleri o çivilerin üzerinde gezdirin, bağlayın, dolaştırın.
Binlercesini dolaştırın. Öyle bir an ve öyle bir yer gelecektir
ki, o çivilerin üzerinde dolaştırdığınız ipiikierin sırasını ta
kip edemeyeceksinizdir.
" Kaybedeceksiniz !
"Bir ağ olacak. Bu ağı nasıl düşünürseniz düşünün. Bir
örümcek ağı gibi düşünün, bir başka ağ gibi düşünün falan.
Ben insandaki ilişkiyi -Tanrısal ilişkiyi aniatıyorum tabii bu
arada- ben böyle görüyorum. Hislerimi takip etme şeklime
güvenerek baba ile oğul arasındaki ilişki de aynısıdır diye
bilirim.
"O kadar milimetrik hesaplanmış ki hayat. . . yemin ediyo
rum, çocuklar, inanmayabilirsiniz , hadiseler o kadar mili
metrik hesaplanmış ki, bir tek saniyesini şaşıramıyorsunuz !
"Hayatımı sürekli saniyelere bölünmüş olarak düşünüyo
rum. Bu iyiliktir, bu kötülüktür, bu hasrettir, bu şanstır ya
da bu sekstir diyorum. Siz de bu bölümlere ne dersiniz de
yin yani. Bu saniyeleri nasıl adlandırırsanız adlandırın. Ama
yemin ediyorum, bunu yaşamamanız mümkün değil yani.
"Bir milimetresini şaşırmanız mümkün değil çocuklar! "
Küçük partiler, denizin en dibindeki balıklar gibi büyük
basınç altında yaşıyor olduklarından, hayatın bu kısmında
paranın devridaim olma ihtimali daha büyüktü. Mensupla
rı kader bağlarıyla birbirlerine bağlı olduklarından, birbirle
rine arka çıkacaklarından paranın yeri çabuk tespit edilir ve
kolayca patlatılırdı.
Uzunca bir suskunluktan sonra Halilhan, bambaşka bir
sese geçip, "Babamızı benim, hepinizden ayrı olarak düşle-
so
rimde yaşattığıını bilir misiniz? " dedi. " Ese Sunteriler'i en
çok seven kişi benimdir. Babamızı hiç kimseye benim ka
dar iyi tarif ettiremezsiniz. Kaşını, gözünü , burnunu, ağır
bir madde kaldırır gibi eğri şekilde yemek kaşığını tutuşunu,
ağzına götürürkense ta dirseğinden bu yana ellerinin titreyi
şini, ben onun korkusunu şu anda havaya resim gibi çizebi
lirim. Babamızı avcılann var olduğu bahçede bitik bir tavşan
gibi görüyorum. Böyle bir görüş açısına sahibim, fakat ne
den alıp babamızı beslernedim diyeceksiniz. Yemin ediyo
rum, çocuklar, bu konuda sizi tembelliğe itmek istemedim. "
Halilhan'ın tavır davranışlarında bir gerginlik görüp ağ
lamasından korkan Gogi, "Geçmiş bir hatıradır, gelecek bir
ümit. . . " itirazıyla, can arkadaşının önünü kesti. Yumuşak
ayaklarıyla üç kardeşin arasına girip, "Yaşamak gizli oldu
ğu için bu kadar tatlı geliyor, yarının ne olacağı bilinse böy
le olmazdı. Dünya hatırası işte, bir tatlı hengamedir akıp gi
diyor. Teknojen'i kuru bir ortam gibi hayal etmememiz la
zım . . . " diyerek şirketin iç meselelerini tartışacak gibi bir du
ruş aldı. Ancak, Halilhan derin bir soluk çekip ayağa kalktı,
sayıklar gibi bir sesle, "Ben geleceği; kendi pantolonlarımızı
kendimizin çizdiği, ipek gömlekler giydiğimiz, olayı kendi
mizin yaratacağı bir şey olarak düşlüyorum," diye mırıldan
dı. Boşluğa doğru gidip, "Kimiz biz? Dünya nedir yani? He
pimizin vücudu arzu ve kemikten ibaret değil mi? " şeklinde
birkaç soru yöneltti.
Mesut'la Hazmi, kuşku içinde birbirlerinin göz içine bak
tılar. Önceden tahmin edip korktukları gibi, hızla iknaya
doğru sürükleniyorlardı. Abilerinin vücudundan fışkıran
duygu kısa sürede tesirini yapmıştı. Tatlı bulanık sesine, ko
nuşmasının zeki müziğine, zaten hiçbir vakit karşı durama
mışlardı. Halilhan yakın dövüşte kardeşlerini Kleopatra gibi
vurup düşürüyordu.
Otomobile heves ettiklerini, Aynina'nın bile ehliyet al-
51
mak için işleme kalkıştığını öğrenince, yüreği burkulan
Halilhan'ın bu konudaki sözleriyse, bir abi olarak şu yön
de oldu : "Volvo'yu her zaman getirip milimetrik yanaştır
mama, araba kullanmakta estetik ve dayanıklılık açısından
bir numara olmama rağmen, arabayla bütünleşmeyi başa
ramadım.
"Bu konuda şaşırıp hocalama içine girmenizi istemiyo
rum . Bu araç, kesinkes size ağır gelecektir. Arabayı elime
alıp ağaçların üstünden atlaya atlaya uçtuğuma Gogi şahit
olmuştur. Yalan söyleme ihtiyacım olmadığı için açık konu
şuyorum. Denizde bile Volvo'yu suya gömülmeden önce beş
kilometre götürebilirim. Zannediyorum, bunu havada bile
denemeye girişecek biriyim. Bu yönde yapısal bir adam ol
duğumu bildiğim halde, ne yazık ki, sinirierime hakim ola
ınayıp yüksek derecede çatışma içine girdim. Halen de gir
mekteyim."
Mesut, Hazmi ve Gogi hayatlarının geleceğini riske sokup
evlerine gittiklerinde, Teknoj en tartışmasının bir numaralı
öznesi V olvo, Halilhan'ın milimetrik getirip yanaştırdığı yer
de soluksuz, heyecansız yatıyordu. Benzini olmadığı için ta
mamıyla iktidarsızdı.
Halilhan, Ese Sunteriler'in koz olarak kullanılmak isten
mesine karşı çıksa da, Aynina'nın isyanı , doğal olarak, bir
dalgalanma yarattı. Hazmi'nin karısı Turcan, "Bakanın, ba
kamam değil, ama illa ki de çalışıyorum, halihazırda çocuk
larım sefil, ben bu yükü çekemem, şekerim," şeklinde laflar
edip Aynina'ya gönderdi. Aynina ondan çok Rübeysa'yı kas
tettiğinden, Turcan'la dalaşa girmedi, zaten yapısındaki bir
takım pürüzlerden pek hoşlanmazdı. lşe gitmenin gösterişi
ni yapan, yorulmakla böbürlenen bir çeşitti. Temizliğe gitti
ği Alman ailelerin, kendisine göz açtırmadığından, çalıştıra
çalıştıra sızdırdıklarından başka laf tanımazdı. Rübeysa da,
"Kocam bana yar değil ki, evimi babasına yer edeyim, " de-
sı
yiverdi. Aldatıldığı için, kurnazlığı kendine hak gördü . Ha
lilhan'dan umudu kalmayınca, üç-beş kuruş para gelsin di
ye kapı kapı gezip "korkuluk suyu" çekmeye başlamıştı. Di
li tutulan çocuklar için yapılan bu büyü töreni, garantili bir
meslek sayılınasa da töreni yapan iyi ruhlar elçisinin cebi
ni biraz olsun ısıtıyordu. Aslında Aynina, bakacaklarına gü
vendiğinden değil, huzurları kaçsın diye öylesine ortaya çı
kıp şeytanlık yapmıştı. Kalplerinde bir oynama belirir de kö
tülükleri düzelir diye bir şey ummamıştı. Yine de insaniyer
sizlikleri karşısında hırsa boğuldu. lnat olsun diye kayınpe
derinin resmini yapma kararına vardı. Ettilerine kriz vermek
için, Ese Sunteriler'i tablo haline getirip duvarına asacaktı.
Pılık pırtık adamların Gogi'ye anlattıklarına göre, yerin al
tındaki kahvede oturan yoksulların yeni taranmış ıslak saç
gibi parlak siyah çantaları vardı. Her sabah çantalarının içi
ne bir tanecik gazete seriyorlardı . Bir örnek yeşil kravatları
nı, dijital hesap makineli saatlerini, beyaz taşlı yüzüklerini,
mavi Marlborolarını hayata silah gibi çekiyorlardı. Takıları
nı gayet usta bir şekilde iş aracı olarak kullanmaktaydılar.
Öfkeden kabarmış bombeli suradarıyla iş sahiplerine kart
tutuyorlardı. Sahte şirketlerinin tanıtım kartlarıydı bunlar.
Birtakım kişilerin geniş çaplı insanlığa "para" diye inan
dırdıkları kağıt parçaları (Gerçeği görmek gerekirse, bu de
ğer ölçülerinin ana kaynağı, en adi cinsten ormanlar, ağaçlar
ve belki de kurtların kemirdiği tahtalardır yani.) Halilhan'ın
otomobil hayatını zalimce sekteye uğratmıştı. Düşünen bir
şahsın, tabiatın bu acı kamplosuna bakarken net bir şekilde
moral çöküntüsüne yuvadanması kaçınılmazdı. tkinci bir
talihsizlik olarak, Jülide'ye gidemeyen kalbi, çarpa çarpa za
yıflamış, memesinin altında gipgizli ateşten bir nokta halini
almıştı. Aşka yakın olan kimselerin rahatlıkla tarif edebile
ceği sinir bir durumdu bu.
İçinin kan ağladığını en azından çocuklarına belli etme-
53
rnek vazifesi olduğu için, televizyondaki dizilere takılıp ken
disiyle anlaşmalı bir şekilde, hanzo bir insan gibi, yine de
gülmeye gayret ediyordu.
Ama içindeki yalnızlık öylesine insafsızca yüklendi ki, di
renci kınldı. Korkunç bir sığınma ihtiyacıyla evden fırlayıp,
annesinin mezarına doğru koşmaya başladı. Bir bayanın re
fakatinde annesinin yanına uğradığı günlerde çabucak to
parlandığını, kendini daha kolay avuttuğunu görmüştü. Aşk
evliyası kesilip yatırların önünden bir kadın çarpmak, onun
açısından hiçbir zaman mesele sayılmamıştı. Şu an, maddi
bakımından , ne yazık ki, yatırlara uzanacak kadar bile der
ınanı yoktu. Yayan olduğu için, büyük ölçüde başarısız ola
caktı. Mezarın başında, kırık bir sesle, Siclle Sunteriler'e ,
"Hayalimi istedin benim, ben d e sana sunuyorum," dedikten
sonra tahmin edilemeyecek boyutta gözyaşı döktü.
Psikoloji bakımından intiharın dahi göze alınabileceği do
ruk bir noktadayken, silkinip Teknojen'le ilgili ilk önem
li girişimi Halilhan yaptı. Kendilerini güçlü kişiler gibi gö
rüp erkeklenmelerine karşın, kardeşlerinde hayata karşı da
layıcılık yoktu. tkisi de sadece çalışmayı bilen boyun bükü
cü familyadan kimselerdi. Kendilerine verilen işe sarılmayı,
başlayıp bitirmeyi seviyorlardı. lş çevreleriyle diyalog kurma
yönleri, organizasyon yanları fazlasıyla zayıftı. Hatta sıfırdı.
Gogi'yse güzel olan hevesine karşılık, henüz işe ısınma saf
hasında olduğundan, şimdilik ağzı açılmamış bir vaat küpü
durumundaydı. Tartışma anlarında, geceleri insanlığı aydın
latan ayın, esasta dünyanın dördüncü ayı olduğunu , uzayın
çürümüş güneşten geçilmediğini bahis yaparak umutsuzlu
ğa panzehir olabiliyor, faniliği vurgulamasıyla kişiye ferah
lık katıyordu. Teknojen'in can kazanabilmesi için yürekten
cesaret pompalayan birine mutlaka ki ihtiyaç vardı. Kısaca
sı Halilhan, Gogi'nin yer alımından memnundu. Ama gerçek
açıklanacak olursa tıpkı kardeşleri gibi, o da, işi somuta dö-
54
kecek ataklığın zerresine hasret bir yapıdaydı. Karakter ay
rışımlarına baktıktan sonra sansarlığın kendisine düşeceğini
görüp üzüldü. (lş dünyasında dolaplar pis şekilde döndürül
düğü için, ahlakında aşın bozulmaların ortaya çıkması kaçı
nılmaz olacaktı. ) Ancak, çaresiz olduğundan, çevreye doğru
açılıp vakit kaybetmeden ince isıihbaratı başlattı.
Türkiye geneline hizmet götüren büyük çaplı bir kuru
luşun arıtma tesislerinin iç yüzey kaplarnalarını mevzuba
his yapan, üst derecede teknik bir dille kaleme alınmış, say
fa adedi açısından alabildiğine kalın, çok önemli denebile
cek bir davet dosyasını iki günlük bir takipten sonra ele ge
çirerek olayı patlattı. İşin tutarı o tomatikman milyonları aşı
yordu.
Teknik malzernelerin orijinal adlarını tanımadığı için, da
vet dosyasını çözümlemektc biraz zorlandı. Ama yılmayarak
prospektüslerin üzerine bir hafta kadar eğildi. (Yapı fuarla
rını dikkatle gezer, sahasındaki gelişmeleri takip edebilmek
için prospektüs toplardı.) Adamların şartnamesine uygun
şekilde kompozisyonunu hazırlayıp en yüksek rnerciye ra
hatlıkla sunulabilecek vurucu bir teklif mektubu oluşturdu :
"Yeni arıtma tesisinizde bulunan 3 . Ad. ( 1 tanesi 1 20 rn2)
360 m2 havuzlarınızın. Aside dayanıklı Ç.T.P. (plastik çe
lik) ile kaplanması işinin teknik tarifi ve ayrıntılarını aşağı
da sunuyorurn. Yapacağım işin insan sağlığına zararsız ol
duğunu belirtir. Ayrıca örnek olarak bütün Türkiye dünya
da yıllarca içme, kullanma suyu depoları olarak da kullanı
lan, halk arasında fiberglas olarak da kullanılan malzernedir.
Ç.T.P. müşterek malzernelerden oluşan birleşik bir kompo
zitör, kaplama rnalzernesidir. Tatbikatı: düzgünleştirilrniş
zemine takribi 650 gr. rnekkobalt karıştırılrnış. Poliester. Sü
rülür poliester. Kurumadan bir kat kortel yapıştırılır. Kor
tel çok iyi bir şekilde poliesterle doyurulur. Üzerine EK: 450
cam keçe yapıştırılır. Keçe de iyice doyurulur. Bu sefer ön-
55
ceki keçenin üzerine ters gelecek şekilde 300 keçe yapıştırı
lır. Keçeler iyice doyurulunca bol miktar tekrar poliester sü
rülüp kortel yapıştırılır. Kartelin kuruması 1 2 gün beklenir,
sonra düzgünlük saglamak için jelkote sürülüp işlem bitiri
lir. Bu işin m2 fiyatı. . . . . . . TLdir. "
Yoksullar emeklerini set kurarak perçinleyip yazıyı dagı
tırlar. Varlıklarını dışlayan yazıyı bölüp parçalayışlarında,
yenile yenile dilsizleşmiş hayatlarının iç çekişleri saklıdır!
Halilhan'ın, ikinci toplantıya girişim yapmış olarak katıl
ması karşısında, Gogi, Hazmi ve Mesut aşın derecede duy
gulandılar. Ortaklık mevzu resmiyete bürünmeden eline ge
çen fırsatı, şansını denemeyip Teknojen'e sunmasında, yal
nızlıklarını tedavi edecek yakınlıkta bir ışık görmüşlerdi.
Gogi, birlikte oluşturacakları çalışma havasına bir insan ola
rak tutunabilecegini sezip gözkapaklarından dalgalar savu
runca Hazmi, daha önceki sertliklerinden utanma durumu
na girdi. Agır çekim odanın ortasına gelip, "Hepimizin ka
balıktan kurtulmamız için biraz sarhoş olmamız lazım, " de
di. Sırtını dönerek gizlice çıkardıgı parayı Mesut'a uzatır
ken, Halilhan'ın dilinde mutluluk menekşeleri açtı. "Güver
cin eviadı gibi büzülme oglum, hızlan bakalım ! " Mesut taka
taka bir gülüşle dogrulup dışarı uçtu. Bakkaldan alkol yük
lenip döndü.
Pılık pırtık adamlar aynı dakikalarda, yoksulumsu birer
kahramanlıkla Gogi'ye sözünü ettikleri yeraltı kahvesine
daldılar. Orada yaratılan olayların karakteri gözlerine ilginç
görünmüş, esinlenerek tıpkı onlar gibi bir örnek silahlar ku
şanmışlardı. Paranın sahiplerine , olmayan şirketlerinin sah
te tanıtım kartlarını uzattılar. Yeraltı kahvesinin müdavirole
ri gibi, hazineleri bekleyen aslanların önüne et yerine ot ata
rak bin yıllık tılsımı çözeceklerini umuyorlardı.
Aynina ! . . . Kahverengiye hafif sarı, bolca beyaz karıştırmış,
tuvalini sütlü kahveye boyuyordu. Modelini imkansız avu-
56
tamadığından, ayaklarının dibine bir gazete koyup üstüne
toz şeker yaymak zorunda kaldı.
İhtiyar tenekenin, gözlerini kedi gibi kısıp iştahla yemini
süzdüğü esnada, Gogi'nin deyimiyle "bir ümit" olan gelece
ğin şerefine içmeye başladılar. Kadillak bardak bardak dev
rildi ve alkale on dakika kadar dayanıklı olan Halilhan, ken
di kendini şımartma ateşlerine gömüldü . Paranın odundan
geldiğini görmenin korkunç bir zekanın ürünü olduğunu
söyleyerek, "Bu ülkenin yirmi beş beyin takımından biriyim
ben," diye haykırdı.
Gogi , Hazmi ve Mesut, yüreklerinden sivrilen umutsuz
bir suçluluğun içierini delip deşerek kımıldandığını hisset
tiler.
Yoksullar, paranın ulaşılmaz bir vadinin yedi mağara son
rasında gömülü "hazine" olduğunu düşünmeselerdi, izini,
şehrin içinde, hırlı hırsız ruhlarıyla bir ayini ikmal edercesi
ne sürerler miydi?
Kendilerine kurabilecekleri tek hayat, gerçeğin dışında ol
duğu için bulutsu bir yere itelendiler ve ömürleri , başkaları
na ait olan bu dünyayı tüketemediklerinden, hayali bir yol
culuk şeklinde seyretti.
Son karanlıkta ilk ışığın buluştuğu ortamiara hasta olduk
larından, topluca gard alıp hayatı seher denen gurbette ya
şadılar.
Yokluğun gözünden görünen dünya, sessizliğin sislerin
de yitip gitti.
57
lnce detaylı düşünmeye yarayan insani hazine
Bulunduğu yükseklikte kalabilmek için ışık hızı ile hareket
etmek zorunda kalan Hak Teala (Gogi yaptığı araştırmalar
sonucunda bunun böyle olduğunu tespit etmişti.) yoruldu
ve yere inerek eşyalara sindi.
Seher denen gurbette yaşayışlarını, yüzyıllardır kendini
gökyüzünde var ederek cevaplayan Vacib-ül vücut, sonunda
yoksullara sırt çevirdi. Kendini aşağı bıraktı ve dokunulabi
len binlerce cisme dönüştü .
Yoksullar Ralıman'ın aşağı düşme hareketinden doğan
rüzgarın şiddetiyle savruldular. Duman olmuşlardı. Ken
dilerine verilmeyen şu dünyada başkaları, ele geçirdikle
ri eşyaları "birer Tanrı parçasıdır" diyerek birbirlerine gös
teriyorlardı. Allah'ın yeni pozisyonuna esrarlı bir hüzün
le baktılar. Yedikleri şık darbenin dehşeti onları büyülemiş
ti. Uzun bir süre, şaşkınlık dışında, yüzlerinde herhangi bir
duygu vuku bulmadı.
lşte Gogi'nin talihine, Allah'ın bu beklenmedik darbesi
karşısında isyana gelip onu gökyüzüne göndermek için sa
vaşan dini bütün bir kız çarptı.
61
Daha doğrusu Rübeysa'nın yüreğinde, dağ gibi nüfuz-u
nazara ve büyük bir kültüre sahip olduğunu duyduğu bu kı
zı, Gogi'ye yapabileceğine dair bir inanç parlamıştı. lş belir
sizlik aşamasındayken Halilhan, Gogi'ye umut vermelerin
den yana değildi. Konu gönül denen bölgeye ait olduğu için
kızdan kesin bir söz çıkmadan Gogi'nin uyarılmasını tehli
keli buluyordu. Güzelliğe bakışta Gogi'yle zevkleri aynı ol
duğundan, kızı kendisinin görüp beğenmesinin yeterli bir
durum olacağını düşündü. Kıza atacağı notun Gogi'ce aynen
benimseneceğinden emindi.
Fakat kız tatlılıkla bir sürü yöntem denedikleri halde, Ha
lilhan'la yüz yüze konuşmaktan kaçındı . Halilhan siniden
mesine rağmen kızın ruhanilik durumu olduğundan sokak
ortasında resmen üstüne yürümeye çekindi. Böyle bir hare
keti kendisi için fazladan bir destursuzluk gördü. Gelin ab
lası kanalıyla sürekli zorlama yaparak sonunda kızı, Go
gi'ye verilmek üzere bir mektup yazmaya ikna ettiler. Kız "O
dergi" den örnek çıkardı. Özenle zarfa koyup pulladı.
Halilhan kızdan gelecek mektubu, "Sanki bu heyecanı
kendim evlenecekmişim gibi çekiyorum," diyerek bekledi.
Gogi'ye vereceği taktikleri düşünerek coştu . Al al olacak yü
zünü hayal edip taşkınlaştı. Gogi'yi Kadillak'a bindirip iyice
sarhoş etmeden müjdeyi patiatmama karanna vardı.
Yüzü buruşmuş gölgeler halinde tuvale yansırken, Ese
Sunteriler, tükürüklü dilini sürte sürte terliğinin tabanını ıs
lattı. Ayaklannın dibinde serili duran toz şekere bastırıp tı
sılayarak yaladı.
Biricik dostunun duygu dünyasını altüst etmek için coştu
ğundan habersiz olan Gogi, Teknojen'in sermaye sorununu
ne biçimde çözebileceklerini düşünmekle meşguldü. Şirketi
canlandırma teklifini kendisi götürerek sorumluluk yüklen
mişti. Mesleğine adapte olabilmek için saf duygular içinde
çırpınıyordu. Normalde selam dahi vermeyeceği şahıslada
62
saygı çerçevesinde bağlantılar kurmaktaydı. Milyonluk bir
işten haber bekliyorlardı ama bugün için bir pula razı ola
cak bir durumları vardı. lzbe görünüşlü de olsa şirkete bir
yer bulmaları lazımdı. Kendilerine birkaç bin penç serma
ye sağlayabilecek birine şirketin % 25 hissesini vermeye razı
olacak raddeye gelmelerini istemiyordu. Halilhan'a Volvo'yu
satmasını teklif etmeyi düşünüp anında vazgeçmiş, Arabis
tan'dan bir miktar parayla döndüğünü duyduğu bir adamın
peşine düşmüştü. Merhameti elvermeye vermeye, gece gün
düz adamın evinin etrafında dolanıyordu.
Halilhan kızın "O dergi"den düzdüğü mektubu açıp baş
lığını okuyunca sarardı. Bir numaralı kağıdın tepesine 'Ev
leneceğim erkekten istediğim şartlar' ibaresi konmuş, altı
na bir sürü madde sıralanmıştı. Selam sabah cinsinden tek
cümle etmeden yekten konuya giriyordu . Halilhan kızın ce
sareti karşısında hafiften korkuya kapıldı.
63
dirmenizi, benden önce bir başkasının duymamasını
isterim.
7) Sık olmamakla beraber iki kişi olmamız şartıyla ten
ha yerlere giderek gezmek isterim. Bu gezme keyfi de
ğil, insanın dinlenmesi için sakin, araba gürültüsün
den uzak yerlere seyrek de olsa ihtiyacı vardır. Ben de
davama hizmet etmek istediğimden kafaını iyi değer
lendirmem gerekir. (Bu madde şartım değildir. )
8) Eşimin derdini benimle paylaşmasını isterim.
9) Eski elbise giyerim, eski ayakkabı giyerim fakat inan
cımdan taviz veren dış kıyafeti asla giymem.
10) Her şeyin tatlılıkla olmasını isterim. Insanlık hali ba
zen kavga olduğunda bir suçlama altına itilirsem ken
dimi savunurum. (Bü tün bu isteklerim karşısında
kendi görevlerimi de ihmal etmeme yoluna giderim.)
64
Beraberliklerinin sürebilmesi için muazzam ölçüde para ka
zanması lazımdı. Aksi takdirde aşık olduğu kadından utan
ma durumuna girerek ikide bir saklanacaktı.
Kızın mektubunu birkaç gün koynunda gezdirdikten
sonra Volvo'nun torpido gözüne kilitledi. Direksiyonun ba
şında sakin bir edayla oturdu. Gayet iyi niyetli bir şekilde
Gogi'nin narnma kıza cevap yazmayı düşündü. Gogi aşırı
utangaç olduğu için onu büyük bir yükten kurtarmış ola
caktı. Ayrıca yazısının güzelliğine de güveniyordu. Özen
li bir insandı. Yaratıcı olduğu su götürmezdi. Boşluğa ba
ka baka içinden sayısız cümle geçirdi. "Hanımefendi gerda
nı benli cennet balıklarını bilir misiniz?" Aklına sürekli bu
türden laflar takıldığı için mektup yazmaktan cayıp konu
yu Gogi'ye devretıneye karar verdi. Duygusallığa düşüp ha
ta yapmaktan korktu. Gogi'yi kıza edep yoksulu gibi göster
mekten çekindi.
Gogi'nin adamla ilişkisi nihayet bir zemine oturdu. Hiç
yoktan birkaç bin pençlik kaynak yaratıldı. Adam % l O'la
ortaklığa razı oldu. Gelecekleri açısından moral sağlayıcı bir
başlangıçtı bu .
Ama Gogi kendinin nişanlanma arifesinde olduğunu du
yunca dondu . Teknoj en'le ilgili fikir üretemez hale gel
di . Canlı bir elemanken şoka uğrayıp kötü bir psikoloji
ye düştü.
Soluduğu havanın içinde 30 milyar kere milyar atom bu
lunduğunu , dakunduğu ya da nefesiyle birlikte yuttuğu her
atarnun uzun zaman önce unutulmuş bir yıldızın derinlikle
rinde yaratıldığını, yani insanın temelinin yıldız tozu oldu
ğunu bilen biri, tanımadığı bir kızdan "mektup almak" kar
şısında düştüğü dehşeti, doğal olarak basite alamazdı. Go
gi'nin ruh halini bilimsel bir şekilde kavrama ihtiyacı duy
ması normal bir şeydi. Çünkü ona göre , iki insanın eşlik
durumunun, aşkın en doğru cevabı uzayda saklıydı. Ve bu
65
onun çok iyi bildigi bir konuydu. Kızın şartlannı çok küçük
gördügü için ona acıdı ve kendisine daha geniş açılım yap
ma dogrultusunda bir arzuya saplandı. O da "O bilimsel ki
tabın" üzerine egildi, sayfalarca döktürdü.
66
G O G İ'N İ N KlZA C E VABI
67
rette sürtünme doğar. Eşierden biri değişime geçerse öte
ki de allak bullak bir hale gelir. Kanaatimce birbirlerine sü
rekli etki taşıdıkları için bu böyle olmaktadır. Kütle değiş
tokuşu dahi vardır bu beraberlik türünde. Buna yürekten
inanıyorum.
Gökyüzünde bundan daha da güzel eşlik durumları ol
duğu için ben bu türle dahi yetinmeyecek bir insan şeklin
de kendimi eğittim. Eşierden birinin beyaz cüce, diğerinin
kırmızı dev olduğu çift yıldızlara hayranlık duyarım. Tak
ribi beş yıldır, kırmızı bir devden kopan gaz kütlesinin bir
şelale şeklinde beyaz bir cücenin üzerine akışını hayal et
mekteyim. Evlilik düşüncesi bu hayalle birlikte beni saran
bir fikir haline geldi. Bir kahvede bile aşk konusu konuşul
duğunda gözümde beliren hareket budur. Tabii olarak be
yaz cücenin parlaklığı l O bin kat artacak, göz kamaştırıcı
bir harika oluşacaktır.
Kadınlığın hidrojenin ne olduğunu bilmernekten dolayı
böyle bir düşleme hasret kaldığını anlıyorum.
68
hayal ettiği parlaklıkta bir evlilik kurması için elinden gelen
her şeyi yapacaktı. Dostluklannın temelinde böylesine güç
lü, görünmez kanunlar vardı.
Öncelikle işlerine bakacaklardı.
Çünkü Halilhan, Jülide'yle ilişkisini düşünerek, parasız
hiçbir muhabbetin, dahası güzel bir yuvanın dahi kurula
mayacağı sonucunu çıkarmıştı. Elbette ki, Gogi aşkı yakm
dan tanımadığı için ona bir kadınla beraber olmasını tav
siye ediyordu. Parasızlığı dert etmeden bu duygunun tadı
na bakmasından yanaydı. Ama kendisine , dünya, bir vakit
ten beri, maddi güce sahip olamadığı için bomboş gözük
mekteydi.
Gogi'nin adamdan aldığı parayı getirip avucuna sayma
sından sonra Volvo'ya binip direksiyonu şehrin üstüne kır
dı. Ve o an, insanın paraya olan esaretinin büyüklüğünü da
ha iyi kavradı. Hayatı boyunca, Volvo'yu sürerken bacakla
rının zangır zangır titreyişini unutmayacaktı. Eliyle hacakla
rına hakim olmaya çalışmaktan sol kolu yoruldu . Heyecan
dan vücut gözeneklerinden koyu bir ter boşandı . Sanki gün
lerce Volvo'yu sürememesinin zehri fışkırdı. Bağulacak gibi
olup sonra kendine sığamayan bir kuş gibi uçtu. Öne doğru
atıldıkça Volvo çıldınyordu. Çiseleyen yağmurla coşup aşık
enerjisi kazandı. Kadınların peşi sıra ara yollara dalıp ken
dini kaybetti. Fren darbesiyle sarsılmaktan, bumunu havaya
kaldırıp indirerek selam durmaktan tersi döndü. Başarısız
lığına sinidenerek bırakıp otoyola çıktı. Kendini çok sevdi
ği minareye doğru vurdu . Oradaki anılarını düşünerek duy
gulandı ve minarenin bulutlarla buluşmasından büyük haz
aldı. Tebessümle çözüldü . Mınidanarak Volvo'ya itiraflar
da bulundu. tki kere ikinin dört ettiği kesinlikle lüks iste
yen yapıdaydı. Bir gün, belki bir yıl dahi dolmadan, bir uça
ğa sahip olmayı hayal edebileceğini açıkladı . Hayatı kalite
li bir şekilde yaşamak en büyük arzusuydu . Bunu sağlamak
69
için de riske girmeye, herkesin gözünün önünde yüzlerce
takla atmaya hazırdı.
Gözlerinin önünde uzanan şehri düşünebiliyordu . Şaha
ne görüntüsünü. Dört bir yanına yüz binlerce fabrika saçıl
mış halini. Hepsinde de onların yaptığı işe gerek vardı. Ta
mirat türünden, boya, cila, buhar borusu, kazan, zeplin, ka
nal, baca, tank. Milyarlarca asit tankı . . . Sanayiyi yönetenler
enayi olmayacaklarına göre bunları her sene tazelemek zo
rundaydılar.
Teknoj en'in üçüncü toplantısında (Çocuklarına devam
lı bir ekmek kapısı olabilir umuduyla kendilerine para gü
venen, dalgın görünüşlü yeni ortaklarını da çağırmışlar
dı.) Halilhan, "Aslında bütün olay bizim işimizde iş," diye
rek lafa başladı. Olay kesinlikle bir takip olayıydı. Piyasada
ki mantığın A'sından Z'sine on dakika kadar analizini yap
tıklarında firma isminin güven vermesi adanamayacak bir
boyut olarak ortaya çıkacaktı. Türkiye'deki idareci persone
lin kulağına "Teknojen" adının kazınması lazımdı. Şu an
da ne kardeşlerinin, ne de Gogi'nin önüne yapacakları ilk
iş için kaliteyi tutturmanın dışında bir hedef koyamıyordu.
Örneğin, tekiifte belirttikleri malzemenin miktarı neyse, çok
dürüst olarak, yarısını değil, tamamını kullanacaklardı. tık
etapta hassasiyetle uygulamaları gereken plan, ülkenin can
darnan özelliğini gösteren bir tesisten "iş bitirme belgesi" al
mak olmalıydı.
Ve adamlar, tesislerinin reklam prospektüslerinde kullan
mak üzere yaptıkları işin fotoğrafını çekmeliydiler.
Lalettayin işler yaparak bu şekilde büyüyemezlerdi. Şu şe
hirde onların eriştiği teknolojiye hiçbir şirketin erişerneme
si için klasik malzemeleri unutup bir blenkotla, bir rokvelle,
yahut fayrıglasla üretim vermeleri gerekiyordu. Dış devlet
lerden ülkeye giren yeni malzemeyi kimse tanımadan onla
rın tanıması şarttı. Bugün, teknolojinin getirdiği taze imkan-
70
ları değerlendirme düşüncesinden uzak kimselerin birkaç
saat içinde, altın bir fil yakalama şanslan yoktu.
Yeni ortaklan mesleğin yabancısı olduğu için, ona şu şe
kilde bir açıklama yaptı: "Beş yüz kalem iş vardır bizim işi
mizde. Bizim işimizin işçilik olayı zordur. Pisliği açısından
herkesin yapamayacağı türden olduğu için. Aslında çok ba
sittir. Güçlük yönü maneviyat yönüdür. Bekleme aşamasın
dayken çekilen ıstırabı vardır. Belki olmaz düşüncesine ka
pılıp hayal dahi kurmaktan korkabilmeyi, histen hisse ge
çişleri hesaba katmak gerekir." Elinden hayatta iş gelmeyen
birinin (Örneği kendisidir, çünkü kardeşleri işçilik yaptığı,
babaları da hassas bir kişiliğe sahip olduğu için piyasanın
sistematik yönüyle ilgilenmek, konunun bilimsel boyutlar
da analizini yapmak ona düşmüştür. ) zekasını işleterek, ök
sürdükçe altın diş tükürecek kadar büyük gelir elde etme
si mümkündür. Yalnızca olayı sürükleyecek kişinin yaratıcı,
orijinal bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Piyasada bü
yük yarış olduğu için . . .
Örneğin, orta büyüklükte bir çikolata fabrikasında bun
dan dört yıl önce bir iş yapmıştır. lşçiliği beceremediği için
haliyle kazanı eyirmiş büyürmüştür, on saniyelik bir planla
ma düşüncesinden sonra tereddüte gerek görmeden kazanın
etrafına sacı sarıp iple bağlamıştır. Alttan üstten destek ça
karak kazanı zoraki durdurmuştur. Çok güzel kokuşuna da
yanamayıp adama gidip çikolata istemiştir. "Yav," diye itiraz
etmiştir adam, "Parasını ver vereyim ! " Adamın insaniyetsiz
liğine sinirlenip, "Tamam, işiniz bitti," cevabını vermiştir.
Dengeyi sağlamak için çikolatalan çalıp cebine doldurmuş
tur. Çikolatalar cebinde erimiştir. Adamlar gelip , "Bu ipler
ne? " diye sormuşlardır. "Onlar denge şeyidir, önemli bir un
surdur yani, sac ısındığı zaman onlar kendiliklerinden ata
cak, merak etmeyin," şeklinde ortaya açıklama yapmıştır,
parasını alıp çıkıp gelmiştir.
71
Ertesi gün tabii adamlar, ip dururken bakmışlardır ki yan
mamıştır, denge şeyidir hani, şu ipleri çözelim diye yelten
mişlerdir. (Hikayeyi tamamlamak için lafa Mesut asılır. ) tp
leri sökmüşlerdir ve saclan olduğu gibi aşağı düşürmüşler
dir. lşi abisine getiren adam malıcup ve mecbur olup bir da
ha telefon açmıştır. Bu sefer aynı işi iki katından fazlasına bir
fiyatla kendisi gidip yapmıştır. Hiç beklemedikleri halde bir
gün arayla adamlardan üç misli para yemişlerdir.
"Bir düşünürseniz, çelişkiyi kolayca çözümlemeniz müm
kündür. İnsanın hasisliğinden, bir çikolata vermemesinden
doğuyor bu ."
Tek başına Türkiye'ye hitap eden tesislerdeki teknik per
sonalitenin dahi bu meslek konusunda cahil olması, böyle
enteresan yönleri sık sık vücuda getirmiştir.
Kazanılan paranın tehlikeli yönü şudur: Nasıl olup da gel
diği bilinemediği için, kişi temelde mutsuzsa, anında mace
raperest bir yaşantıya sürüklenir. Hayat insana bir kez veril
diği için tabii dilerse parayı tepsiye koyup çoluğunu çocuğu
nu düşünmeden Risali Cumhur heyetine 1 5 gün süreyle saz
çaldırabilir. Yahut da cebindeki paradan cesaret alarak dev
caddelerden birine çıkıp kızların boynundaki zinciriere ası
lır. Babasının malıymış gibi çeker çeker kopartır. Halilhan
bunu bizzat yaşamıştır. Kızların yol ortasında ağlayışından
zevk duyduğu günler daima hatırındadır.
72
mamıyla yanlıştı. Çünkü parasının üstüne oyun oynamaya
kalkışan herkesin cenaze namazını kılmıştı. Hazmi bozuk
bir yüzle Gogi'nin içeri daldığını görüp de ortaklarının, "Ya
tırır beton dökerim, babalarınız gidip gidip geri döner," de
diğini duyunca ok gibi fırladı. Dışarı koştu fakat pezevenge
yetişemedi. Hızla geri gelip irileşmiş gözlerini abisine dikti.
Ve yıkmak niyetiyle çok kesin baktı.
Halilhan bıçak yemiş gibi sarsıldı. Anlayabildiği kadarıyla
kardeşi kriz merhalesine gelmişti. "Suçum ne? " diyemeden
Hazmi eko yaptı. "Lan lan lan lan ! " diye çığlıklar atarak te
pesine çullandı. Halilhan saniyesinde yumru yavrusuna dö
nüştü . Gogi'yle Mesut oturdukları yerden bakakaldılar.
Hazmi abisini sevip anlamaktan aciz, yüreğini püskürtme
yi adet edinmiş bir volkan halinde, homurtularla derinleşe
rek gidip sırtüstü sedire yattı.
Neye uğradığını bilemeyen Halilhan, hayatta en çok sev
diği kardeşinin gırtlağının düşmanlıkla ötüşüne şaşırdı.
Mecburen olgunluk gösterdi. Yüz yüze geldiklerinde, ken
disine yumruk atmak için konu sıkıntısı çekmeyişine güldü.
"Yazık, boşa hayaller kurmuşum ben ! " demek durumunda
kaldı. Şirket narnma borç harç hesap makinesi almayı da
hi düşünmüştü. Gogi'ye dönüp bunu açıklayınca ağlamaya
başladı . Çünkü iyi niyetli olduğundan romantizme düşmüş,
kardeşlerine ve Gogi'ye 70'er yıl hayat hakkı tanıyarak, mi
limetresi milimetresine kalplerinin kaç defa daha atacağını
hesaplamayı planlamıştı.
Ağlaması kısa sürdü. Neyse ki sönük bir yağmur şeklinde
cereyan etti. Haksızlığa uğrayışını önemsemeyip olayı dal
gaya vurdu . Ortam, duygusal karakterinden etkilenerek yu
muşadı. Halilhan kalkıp giderek Hazmi'nin iki gözünden
öptü. Hazmi'nin yüzünde şımarma emareleri belirdi. Ama
ortaya dökülen duygularını derhal geri çekip ani bir kızgın
lıkla ütüledi. Bakışlarını burnunda toplayarak şaşı, gizemli
73
bir havaya büründü. Gogi'nin ısranna rağmen abisini dövüş
sebebini açıklamadı. "Bu soru ölüktür Gogi, benden bu ka
dar," deyip kanlaştı.
Yolda giderlerken Hazmi'ye Mesut, "lşlerimin tek tek dö
kümünü yapınca tahlilim seninkiyle aynı çıkıyor," diye mı
rıldandı, "ne zaman paraya yakınlaştığıını hissediyorum, bu
adam bize oynamaya başlıyor. " Üstünde çalıştığı bütün pro
jeler abisi tarafından baltalanmıştı.
Bu adam kendilerine yaklaşmadığında hayatlarını çok dü
zenli yaşıyorlardı. Durumlarının iyi olmasını, kendilerine
bir sistem kurmalarını çekemiyordu. Bunu başaracaklarını
sezinleyince ya da bir işin ucundan tuttuklarını gözlemledi
ği an, acayip sinyaller yaymaya başlıyordu. Beyni, kardeşle
rine karşı kötülük açısından bir uzay üssü gibi çalışmaktay
dı. Adam, yılın sekiz-dokuz ayı, kesinlikle yeraltından yö
netiliyor gibiydi. Hazmi, "Bakışları şu şekilde dışarı fırlı
yor ya," dedi, "o an bir zeka akımının etkisinde kalıyor san
ki. " Abileri onları, daha çok, kardeş olarak değil de, serma
ye olarak görmekteydi. Kendisinin iş yapma yeteneği olma
dığı için, bağımsızlaşmalarını engelleme yolunu seçiyordu .
Hayattaki tek arzusu, kardeşlerinin kendi emrinde hareket
etmesini sağlamaktı. Ve bu konuda uzmandı.
Bundan çok yıllar evvel adamın kendilerine yalan söyledi
ği anlarda, gözbebeklerinin içinde, böcek ısırmış gibi bir bü
züşme olduğunu tespit etmişlerdi.
Abileri korkunç derecede hasta, psikopat bir insandı. (Öf
keyle hız aldıkları için duramıyorlardı.) Adamın dayak ye
dikten sonra gülüşünde dahi bir hesap gizliydi. Korkuyla
karışık olarak şu inancı paylaşmaktaydılar: Halilhan, bu pi
yasanın geleceğinde, onları ve Gogi'yi piyon olarak kulla
nıp bir nurnaraya yükselmeyi deneyecekti. Kafasında bütün
zamanların en zalim imparatorluğuna aday olma fikri var
dı. Çünkü dünyada parasız yapamayacak bir tipti. Olaylara
74
yetişemiyor, şimdilik sınırlı bir çerçeve içinde bocalıyordu.
Ama Hazmi'nin düşüncesine göre abisinin geleceğinde mut
laka Hitlercilik olacaktı. Üç defa rüyasında onu bu şekilde
görmüştü. Ve sadece Gogi'ye acıyordu.
Zayıf kaldıkları nokta, insanın kader olarak mezara çekili
şi gibi, atmosferin emriymişçesine ondan kopamayışlanydı.
Halilhan'ın pariayıp sönen yapısına duydukları merak nede
niyle kendi kişisel ruhlan solgunlaşıyordu. Derslerinin ko
nusu, aile kurduydu. Ne yapsınlar? Dünyada ikisinin de ih
tisas sahası abileri olmuştu. Ona çalışıyorlardı.
Annesine küfreden şahıslara karşı yeminli olan Hazmi'nin
birkaç saat içinde (öfkesi inmeden) adamı yakalayıp dövme
si gerekiyordu. Bulabilirler umuduyla kahveye yürüdüler.
Pılık pırtık adamlar ağırlıksız gövdeleriyle sandalyeleri rut
muşlardı. Gogi'yle Halilhan avunmak için Volvo'ya atlayıp
şehrin üstüne vurmuşlarken, Hazmi'yle Mesut, pılık pırtık
adamların muhabbetine takılıp kaldılar.
Neron'un Yunan dilberi Elenika'yı yakışı konuşuluyordu.
Kahveci Zambak Ali, Üsture Efendi sütalesinden geldiği için
kafası böyle konularla doluydu. Mekanındaki tek televizyo
nu aynalar sistemiyle sekize dönüştürmüş, bağırarak menkı
be hususunda pılık pırtık adamlara önderlik ediyordu.
Pılık pırtık adamlar iş yakalamak için gittikleri yeral
tı kahvesinde, memleketin ve dünyanın idare ediliş şekline
dair çarpıcı hikayeler dinlemişlerdi. Muhabbet N eron'dan
bu yöne doğru açıldı. Zalimliğin kitabından, her gün sayfa
larına yeni sayfalar eklenen kara kitaba geçildi. Yeraltı kah
vesinin müdavimlerinden olan N. Çevik adlı müteahhit ten,
dünyayı yönetenlerin gizli bir teşkilatta toplandıklarını öğ
renmişlerdi . Altmış beş süper ülke bu teşkilatça yönetiliyor
du. Her memlekette genel müdür seviyesine gelmiş kişiler
bu teşkilatın üyesiydi. N . Çevik, her yıl dereceye girenierin
adlarını ihtiva eden kara kitabı okumuş, "Olmaz böyle şey ! "
75
diyerek dünyasını şaşırmıştı. Memleketteki idarenin resmen
paravan bir idare özelliği gösterdiğini anlamıştı. Onların seç
mediği kuşlar, ağaçların tepe noktasındaki dallara konamı
yordu. Üst kademedeki her insan, bu teşkilatın kuklası du
rumundaydı. Tıraş olma ve kravat takma mecburiyederi var
dı. Teşkilat gizlilik içinde adamların aile değerlerini yıkıyor
du. Particilik değerleri tamamen yok olmuştu. Sevgi değer
leri silinmişti. İnsanlar onların gözünde birer köpekti. Ge
rek gördükleri kişiyi zorla revizyona sokarak yüzünün şekli
ni şernalini değiştiriyorlardı. Kişi gözünün rengini dahi ken
disi seçemiyordu. Iran kralının cinsiyetini çevinnişler, dün
yanın ruhu duymamıştı. "Öldü ! " açıklamasını yapıp resmen
kadın olarak yaşatıyorlardı.
Konu masal gibi aktığı için Mesut'la Hazmi soru sorma
dan dinleyip kalktılar. Yorumu dönüş yoluna bırakmışlardı.
Konuştukça ikisinin de içinde aynı korku uyandı . "Piyasada
aşırı hareketlere kalkışırsa bizimkini yamulturlar ! " Abileri
nin kulağını bu konuya zum yaptırmaları lazımdı. Gelişme
hayallerine bir engel babında teşkilat maddesini işlemesi ge
rekiyordu. Adamiann ters bir şekilde dikkatini çekerse, ak
şam yatıp sabah kalkar, aynalarda yüzünü arardı.
Halilhan'la Gogi gecenin yardımıyla derinleşip dalmışlar
dı. Konu itibariyle öylesine uzaklardaydılar ki . . . Erkek cin
sinin kadın cinsiyle iletişimine kafa patlatıyorlardı. Gogi ,
kızdan haber beklediği için, meseleleri aşktı. "Börkü giy
din be, Gogi, merak etme tavşam da vuracaksın. " Kız düş
meye hazırdı . "Yürü, gidip şöyle bir yarım uyku yapma
lım . " Halilhan Volvo'nun hayatı okşarcasına yola koyulu
şundan duygulanıp, " Gogi, var olmak güzel şey, değil mi?
Yani yok olmak olduğu için," diye mırıldandı. Gogi, "İnsa
nın kazancı evvela yaratılmaktadır. Yaratılmış olmak büyük
bir şereftir," cevabını verdi. Halilhan, " Çünkü yok olmak
için, değil mi?" dedi. N edense ısrar etti. Gogi'den, "Yok ol-
76
manın herhangi bir anlamı yok, tarifi de yok," karşılığı gel
di. Yarım bir uyku yapınmadan önce bu konuda araların
da doğan anlaşmazlığı giderdiler. Konu basit dahi olsa kafa
larının ayrılmasına dayanamıyorlardı. Var olmanın yok ol
mak için hazırlık sayıldığında, var olmanın gerçekte büyük
bir devlet olduğunda birleştiler. Beraber geçirdikleri saatler
cidden güzeldi.
77
KlZ l N G O G İ1Y E C E VABI
79
sını ve uykusunu alan ergin insan hayalleri yönünde kendi
ni beklerneye soksa da duygularının gücü dışında oluşması
ve gelişmesini engelleyemez. Hayatın tabii akışının ihtiya
ca dönüşlüğü bir an gelir. Bu duygular ve arzular yücelerek
bir mecraya dökülmek isteyeceklerdir. Nefsimizin de bizim
üzerimizde hakları vardır.
80
akıl etmese, çocuklaşıp ağlayacaktı.
Dışa vurmasa da, duygusal kişiliği sebebiyle ruhsal bakım
dan en berbat duruma düşen Halilhan'dı. Teknojen mesele
si boşlukta bir burgu halini almıştı. Aile kalabalığının çoluk
çocuk aç kalması alıştıkları şeydi. Ama birkaç vakittir hayat
ları tamamıyla cant üstünde gidiyordu. Karanlığa gömülme
den bir hareket inşa etmeleri lazımdı. Aksi takdirde Gogi,
kardeşleri ve onların karıları, Volvo'nun varlığını saçma bu
lacaklardı. Şimdilik kimseden açık bir teklif yoktu.
Ama aile efradının arabayı düşman gördüğünü biliyor
du. Çocuklar dahi ona nefret hissiyle bakıyorlardı . Kendisi
ni acilen güdümlemek zorundaydı. Bir yer tespit edip orayı
patlatamazsa Volvo'yla aralarındaki aşk son bulacaktı. Bu an
hayaline yerleşince alabildiğine canı sıkıldı.
Allahım ! Böyle giderse, günlerinin geleceğinde, dilenme
gücünden bile düşme ihtimalleri vardı. Henüz ölümcül sa
yılmadıkları bu noktada, Halilhan, uyanıklık gösterip Al
lah'a yalvarınayı erkene aldı.
Mevsim kışa doğru ilerlemeye geçmiş, ilk yağmurlar düş
ıneye başlamıştı. Gündüzü yaratan ışıklar saniye saniye za
yıflıyor, hayat hafiften kısıklaşıyordu . Halilhan, dünyanın
sağuyuşunun panik halinde farkındaydı. Herkesin yaptığı
işten farklı olarak onların sahasında kışın hayal kurulamı
yordu. Kurulsa da gerçekleşme imkanı yoktu. Çünkü inşaat
sektörü kış açısından dezavantaj lı bir alan oluyordu.
Mevsim bakımından sıkıştıkları bir esnada Gogi, dolan
dıncılıkla suçlanınayı onuruna yediremeyerek kendini eve
kapattı. Halilhan, "Aşk konusuyla iş konusunu ayrı ayrı ka
nallarda normal bir şekilde götüremiyor," diyerek Gogi'yi
kınadıysa da zafiyetinin üstünde yeterince duramadı. Tek
noj en'in akıbetini planlamak için acilen toplanmaları gere
kiyordu. Başarı sağlayabilmeleri için dostluklarının pürüz
süz olması lazımdı. Bu yüzden eleştirisini boşlukta, kendi
81
kendine bir cümle halinde bıraktı. Terslik olmasın diye, Go
gi'nin karmaşasını önemsemez gözüktü.
Hazmi henüz açıklamadıysa da, ortaklıktan kopmak iste
diğinden, üzüldüğü halde, Gogi'ye teselli ziyaretinde bulun
madı. Aşın duygusal bağ geliştirmeyi kendi açısından şimdi
lik sakıncalı görüyordu . Gogi'nin hüznünü en fazla Aynina
ve Mesut paylaştı. Yemeklerini yanlarında taşımacasına , iki
kez çoluk çocuk Gogi'ye konuk oldular. Öylesine tatlı ko
nuştular ki, Aynina evi topariayıp temizlemenin yanında, kı
zın konuyu duyup duymadığını araştırmak için, gidip ağzı
nı aramayı dahi düşündü.
Tesadüf! O sıra babasını yoklamaya gelen Gülaydan, Ese
Sunteriler'i evde yalnız bulunca, Aynina'yla Mesut'a 3,5 kilo
toz şekere mal olan yağlıboya portreyi çalıp götürdü.
Suretine bakarak aslında güçlükle katlandığı kaynatası
nın karşısında Aynina, kendini korkunç şekilde bölünmüş
duydu. Çığlık çığlığa köpürüp parçalandıysa da görürncesi
nin futursuzluğundaki esrar elini kolunu bağladı. Cesareti
nin türüne bakıp Gülaydan'ın ruhundan resmen tırstı. Akıl
alacak gibi değil ama resmin ardını kovalamaktan net ola
rak korktu.
82
dular. Gogi'yi kanarnakla olan kalbine bırakıp çıktıkların
da, pılık pırtık adamların anlattığı teşkilada ilgili hikayeler,
atomlar halinde geceye dağılıyor, kokulu zerreciklere dö
nüşmüş binlerce duygu titreşerek havaya karışıyordu. Ve
gökyüzünde ayın harika bir görüntüsü vardı.
Teşkilat, ülkelerdeki yüksek zeka seviyesindeki çocukları,
ilkokula yazıldıkları saatten başlayarak denetlerneye alıyor
du. Aile özelliklerini, sırlarını, itibar derecelerini, zayıf nok
talarını araştırıp fişliyorlardı. Çocuklar hakkındaki en kü
çük bir dedikodu dahi affedilmeyerek karnelerine işleniyor
du. Izlerini ailelerden, okuldaki müdürden, öğretmenlerden
gizlenerek sürüyorlardı. Hedeflenen şahıslar çocuk oldukla
rı için yönlendirildiklerinin farkına varma güçleri bulunmu
yordu. Her şey normal bir manzara içinde seyrederken ço
cukları ustaca zehirleyip teşkilat düşüncesini aşılıyorlardı.
Içlerinde azan olursa, önüne yem atılarak uysallaşması sağ
lanıyordu. Bir diptorna düzenleyip cebine sokuyorlar ya da
o kişiye bir mücevher mağazası açıyorlardı. Milli piyango
yu getirip, "Al bunu ! " diyerek eline tutuştururlar ve o bile
te milyonlardan aşağısı vurmazdı. N . Çevik, bu teşkilatın ki
lit adamlarından birinin evine tesadüfen misafir olmuş, evin
içinde 750 metre yol gittiği halde helasım bulamamıştı. Bir
den uyanıp , "Merakımı celbediyor, sizin bu teşkilata girişi
nizin sebebini açıklayabilir misiniz?" şeklinde ani bir soroy
la atılmış, adam blöfünü görüp, "Sayın Çevik, ben çatal bı
çakla yemek yemesini bu adamlardan öğrendim," diyerek
resmen gülümsemişti.
Haliyle Halilhan'ın beynine o gece kanatlı, ışıksı bir kor
ku yerleşti. Volvo ! Arabayı kendisine adamlar kazandırmış
olabilirler miydi? Vücut olarak böyle bir soruya hazırlıksız
dı. Şimşeğin çakmasıyla beraber beyninden kalbine çarpıntı
lar indi ve kulaklarından uğultular fışkırdı.
Öyleyse önüne iş de atacaklardı !
83
Sessizlik önlerine uzanıp yol oldu, yırtıldı, ikiye aynş
tı. Hazmi'yle Mesut, karanlıkta yiten bezgin el işaretleriyle
vedalaşıp abilerinden uzaklaştılar. Hızlanınca, Hazmi, Me
sut'un omzunu elleyip hurda işine dönüş yapacağını açık
ladı. " lşimizi cekete bırakacak kadar ölmediğimizi zanne
diyorum ben," diye mınldandı. "Şizo herif, elbirliğiyle ce
kete sürüngen olalım istiyor. " Ceketin uğuru işieyecek da
hi olsa, böyle bir esarete itirazı vardı. Filmlerde gördüğü ka
darıyla, gizli güçleri kullanmaya kalkışların sonu iyi bitmi
yordu. Gogi'nin temizliğine aldanıp Birleşmiş Milletler ma
valını yersiz yere yutmuşlardı. Çoluklan çocuklan ekmek
bekliyordu ve gerçek bir bakışla para kazanmanın imkanla
n dururken, ceketin karşısına geçip oturmaları, lüks ve şa
matamsı bir davranıştı. Yok eğer ortaklığa hayranlarsa, iki
sinin ticari bir şekilde güzel bir zemin oluşturmalan müm
kün bir olaydı. Kanlan da sevinecekti, çünkü parasızlığa di
renecek güçleri kalmamıştı. Tıktık kafasında kurduğu dü
zeni gözünün önüne getirince, Mesut'un boynuna dolandı.
"Para aranmaz ki, para çıkarılır, gecelerin altı batık parayla
dolu, ben biliyorum olayı," diye fısıldadı. "Firankeştayn gibi
adamlar moda görüp her gün tavuk kanadı ızgara yiyorlar,
ortam buyken niye bir tepsi de biz uçurup götürmeyelim? "
Evet, vicdanİ yükümlülüğü ipierneyen dünkü bir hırbo,
adi yollan deneyip bu türden yiyeceklere sahip olabiliyor
du . Kendileri ise, çevrelerindeki hareketin yanında ev erke
ği gibi kalıyorlardı. Fakat abileri aciz düşerek büyü yapma
raddelerine kadar samirniyetle açılıyorsa, vicdanen bu kade
ri yaşamalan lazımdı. Gogi garibandı ve sırf onun düzgün
ruhunu hesap ederek ayrımcılık yapmamalan karakterleri
ne daha uygundu. Mesut'un kafası, zaten şube hadisesine ta
kık kalmıştı. Durup dururken kendilerine iyilik etmek iste
yen çocuğun fotoğrafını çekmişler, kötü bir biçimde sicili
ni çıkarmışlardı. Ayrıca, oturup düzgün bir şekilde dertleş-
84
tiği tek erkek Gogi olduğu için, Aynina da ayrılmalarına ta
raftar olmazdı.
Hazmi, "İstersen kıl de, tüy de, ama benden veto. Ahim
siyasiyse, ben de siyasiyim," kelimelerini kullanarak Me
sut'tan ayrıldı. On-on beş metre öteden, "Hayatının çeki
ni bekliyor ama, daha çok bekler o ! " diye bağırdı. "Pekala,
sen ve falı hayat götür kardeşim. " Karanlığa dalıp kayboldu.
Mesut, hiçbir şeysiz çalışacak aletini, uzun mesafeli bir
proj e olarak gördüğünden, kendini birden boşlukta duy
du. Abisini ve Gogi'yi moralman yıkmamak için beraberlik
lerini bozmayacaktı. Ama Teknojen konusu, onun fikrince
de artık dibine kadar iflastaydı. Anladığı kadarıyla kurduk
ları hayal ölüyordu . Peki, yerine ne kayacaktı? Hayata ciddi
bir yatırımla eğilinmeden dünyaya tutunulamayacağım gö
rüyordu . Hazırlık olarak, Aynina'yla birlikte çalışıp piyasa
ya sürmedikleri eski bir projeyi yeniden gündeme alma ka
rarına vardı.
Aylarca uğraşarak bir sürü hava tahmin kartonu çıkarmış
lardı . Fikri Mesut bulmuş, Aynina da kartonların resimlen
mesi işine yardımcı olmuştu. Daire biçiminde kestikleri kar
tonların üstüne, gökyüzünde yer alan bulutların şekilleri
ni çizmişler (dağılış yönlerini oklarla işaretleyerek) , gökyü
zünün mevsimsel durumunu, resim olarak hafta hafta sap
tamışlardı. Bunları 52'şerlik karton seri halinde tamamla
dıktan sonra, çok sayıda bastırıp pazarlamayı umuyorlardı.
Komple bir seriye sahip olan insanlar, gökyüzünün duru
munu (bulutlann şeklini, havanın rengini vs. ) kartonlarda
ki resimlerle karşılaştırıp üstlerinde yazılı olan bilgileri oku
yarak, kendiliklerinden havanın gidişatıyla ilgili tahminde
bulunacaklardı . Mesut bu projenin adını kısaca "rapor set"
koymuştu. Ama bu adı sert bulduğu için, daha güzel bir yak
laşım arayışındaydı. Alıcısının büyük çoğunluğunun çocuk
lar olacağını düşünüyordu. Ama çocuk gibi neşe duymak is-
85
teyen büyük kişiler arasında da yaygınlaşacağına inanıyor
du. Harika bir olay olarak insanın hayatında, iskarnbil deste
si yahut da bir domino gibi, yer alacaktı.
Gogi acaba kendisiyle birleşip böyle projeler geliştirme ve
pazarlama işine yanaşır mıydı? Fikirsel düzey olarak piyasa
lık konularla ilgilenmediğinden, herhalde uğraşmazdı.
Pılık pırtık adamlar, paranın yüzünü süsleyen fotoğrafın
dahi, gizlice dönüştürüldüğünü, milimetrik olarak kaydırı
larak bu gizli teşkilatın başkanı olan adamın fotoğrafı haline
getirildiğini söylüyorlardı. Ortaya getirdikleri bu yeni haber,
kahvelerde değişik bir hareket başlattı. Birkaç gündüz ve ge
ce cepterindeki buruşuk yüzlükleri (buruşmuş paralara an
neanne diyorlardı) çıkartıp düzleyerek, fotoğrafta bir saptır
ma yaptırıp yapnrmadıklarına baktılar. Ortak ruhları garip
bir ürpertiyle şüpheye saptandı .
Halilhan teşkilatça önüne atılacak işin haberini kollarken
(Bu arada cekete duyduğu inancı da saklı tutmaktaydı . ) kar
maşık duygulara esir düşüp bir kez daha şiir yazdı. "Ben
lik cephemizi kışa doğru gizlem sarıyor ! " Kaleme aldığı bir
şeyde ilk kez mananın ötesine geçtiğini söyleyerek, Gogi'ye
okudu ve can arkadaşını sarstı. Başlarından ne geçerse geç
sin, aynı duygulada coşabildiklerini görmek ikisine de güzel
geldi. Alevle karılıp birden helva oldular. Bu , şiir sayesinde
gerçekleştiği için yürekleri timsah gibi canlandı.
Canlanma, anında meyvesini sundu ve Gogi aşka dönüş
yaptı. Tekrardan güven bulup yazacağı mektuba çalışma
ya başladı.
86
KlZA C EVABI
87
lıgını bozacak milyarlarca ölü canlı var oldukça, bu alem
de müstakil aşk münasebeti kurulamayacagını görüyorum.
Kendime temiz bir bakış açısı getirmek için mücadele etmiş
bir insanım. Saniyeleri dahi inceleyerek gökyüzündeki yıl
dızların sallığını güzel tutmuşum.
Net olarak ruhumu tanımanız için size şehri seyreden bir
insan örneğinden bahsedebilirim. Kişi şehrin altını doldur
muş lağımı gözünün önüne getirmeyecektiL Borulardan
akan pisl iği hayallemek insanlığa ters etki eder özellikle
dir. Mahrem olan muhabbeti de böyle düşünmek taraftarı
yım. Şehri seyrederken uzaya hükmeden araçları gözümün
önüne getirmeyi kendime layık görürüm. Aya tırmanacak
asansörler inşa edilecek zamanları yaşıyorum. Gökte uça
cak trenleri şekillendirebiliyorum. Kara delikierin olay uf
88
Pılık pırtık adamlar, dile getirdikleri manzarayla Gogi'nin
"Hayatımız , umudumuz kapalı," lafını doğrulamaktaydı
lar. Yoksulların oturduğu mahalleleri dışlayan şehrin son
çemberi, sürüp giden düzenin pırıltılı kavranışıyla ışıyordu .
Her an sanki daha fazla elektrik yüklenircesine. Pılık pırtık
adamların çizdikleri dünya tablosu, yoksullarla hayatın ara
sına çekilen sının , ölümüne belirgin kılmaktaydı.
İnsanların, menkıbelerine itibar gösterıneyişine çıldıran
kahveci Zambak Ali, bu söylentiterin kaynak adamı N . Çe
vik'le ilgili, "Karınca duasıyla polis radyosu arası karışık bir
kumarbaz," iddiasını kurarak isyan açtı.
Ama Gogi Baba, "Geniş ve ince detaylı düşünebilmeye ya
rayan insani hazinedir. " dediği "Felsefe" sayesinde, teşkilat
tartışmasını hop diye alıp yüksek düzeylere kaldırdı.
"Bu teşkilat hakkında birçok, hatta imkanlı veya imkan
sız birçok tahmin yapabiliriz , çünkü onların varlığının bir
saniye sonrası bile bizim göremediğimiz bir perde olayıdır. "
Tarihçesinde tekkelik bulunan evinde, topu topu o n gün
kadar kapalı kalmıştı. Ama 1 00 yıl çile çekmişçesine içten
konuşuyordu. Ortaya sürdüğü lafların can damarı, particilik
yaptığı zamanlara uzanmaktaydı. Boşa tınlamıyordu. Teşki
lat hakkında özel bilgileri vardı. Onları hafızasında çok iyi
tanıyordu. 200 yıl önce bu teşkilatı, İngiltere'de şövalyeler
kurmuşlardı.
Dünyada aşkın sembolü haline gelmiş, insanların bülbül
lere yakıştırdığı , ölülerin dahi sevdiği gül denen narin çiçeği
de, balta zannederek kendilerine amblem yapmışlardı.
"Dünyanın böyle dev konulan vardır. Ne kadar çok tah
min yapılabiliyorsa, meseleyi o ölçüde büyük ve derin gör
mek lazım . Bu teşkilatın gücü benim fikrimce, beynimizin
işleyişi kadar yaygındır. Hayal yeteneğimizi serbest bıra
kırsak temeli onlar olan dedikodunun günahı dahi olmaya
caktır. Çünkü Allah bunun hesabını tutamaz, kaçırır. Gön-
89
lümüzün izinde biz kafamızda kurduğumuz şekle inanaca
ğız. Felsefenin icabıdır. Onlara 'Forus' dersek, Forus olmaya
mecbur kalırlar. Zaten de Forusturlar! "
Gogi bunların üstüne bir de, "Biz suya sesimizi üfleyip kaç
halka çıkardıysak tamamı teşkilatın boynunadır, hayatın gö
rünmez formülleri böyle işler," deyince, pılık pırtık adam
ların beyni karıştı. Ruh sıkışmasından, "Gogi bilgili mermi,
godoş mahallede ölümü kabulleneceğiz ! " şeklinde soğukluk
gösterecek denli, yaratıcı bir öfkeye geldiler. Halilhan şika
yeti sezince, Gogi'yi çaktırmadan korumaya aldı ve ağır ağır
mevzudan uzaklaştırdı.
Halilhan'la Gogi'nin öyle bir ince beraberlik türleri vardı
ki, birbirlerinde yaşadıkları heyecanı, kalabalık arasında bu
lacaklarını sanmaları yanlıştı. Gogi saf bir nefretle kendini
anında muhabbete kaptırıyordu. Oysa çoğu insanın düşün
ce eğrisi noksandı. Halilhan, ortalama kişilerle imkansız ça
kışamadıklarını görüyordu.
"Hayat, inanç, sessizlik ve çalışmayla gelişir," Gogi düşün
eeye yoğunlaştığından, yerli yersiz cümleler fısıldamaya de
vam ediyordu. Sessizliğin kudretine inandığı halde! Ama ne
yapabilir? Dünya kafasında atomize olmuştu.
90
la, hafif hafif atıştırmaktaydı. Komplekse girmesinin, su de
nen zerreciklere insafsızlık ve gaddarlık yakıştırmasının sır
rı neydi? Bir insan basit bir şey değildi. Dışardan petek gi
bi düzlenmiş görülüyordu ama içinde patlamaya hazır fır
tınalar gizleniyordu . Ruhumuzdaki rüzgar akıl ve mantık
tan bağımsız eserek psikoloji dediğimiz şeyi yaratmaktaydı.
Kişi davranışlarının maddiyada muazzam inibatı vardı. tn
san sokakta ne görüyorsa içinde istemese dahi, aynen o yön
de bina kuruluyordu. Arzu, kesinliği olan manyetik bir dal
gaydı. Ona hükmedilemiyordu. Aslında hayatlarında para
nın çok büyük bir kapsayıcılığı olmamıştı. Yaşantılarını ta
mamıyla böyle bir şeyi yok sayarak götürüyorlardı. Gerçek
vaziyederi buydu.
Ama insan kafasında kendisine güzel bir yer hayal ediyor,
bu yeri cennet hesabına getirerek gözünde büyütüyor, or
taya ulaşınaya ant içtiği için, ölmüş numarası yapmaya da
hi kalkışabiliyor, haliyle hareketleri yedinci sınıf figüranla
rın yapamayacağı türden hareketlere dönüşüyordu. Şimdi,
"Hırsım var bu yağmura," diyorsa, temeli maddiyattı. Kış
öngörüntü yaparak yaklaşmaktaydı. Öte taraftan, "ümitleri
nin kesik olması" , bir film gibi, devamlı suare oynayarak ha
yat zevki bırakmamıştı. Yağmurun kararttığı hava, damarla
rına uyuşukluk zerk etmişti. Hareket etme şevki kırılıyor
du . Dünyanın kendilerine yaptığını hakaretten başka bir şe
ye benzetemiyordu. Bu bakareti aynen iade etmeyi kafasına
takıp doğruca karara vardı. Önüne iş attıklarında kabul et
meyip almayacaktı.
Piyasanın anneannesine Volvo denen gravayla dalıp uçak
la çıkmayı planlamıştı. Safi nefretten kaynaklanan güzel bir
küfürdü bu. Ama, ne yazık, pratiğe dökülme imkanı yoktu.
Çünkü, kanun müsaade etmiyordu .
Kişinin kendi kendisiyle halleşmesi . . . Psikolojide ağırlığı
olan bir durumdur. Ve kökeninde hüzün yatmaktadır. Ken-
91
dini çöküntüde gören kimsenin dünyaya karşı öfkesini dile
getirdiği saatler olacaktır. Kabul edilmektedir bu. İnsan ken
di zayıflığını bilen bir canlı olduğu için, halleşme anında var
dığı kararları, veya ağzından çıkarttığı kelimeleri, normal za
manda silebilecek bir özellikle beraber doğmuştur. Gece gör
düğü rüyayı yok kabul edip yüzüne su serperek sokağa adım
atma kudreti vardır ki, aynı buna benzer şekilde dertleşme
anında sarf ettiği sözleri de söylememişçesine devamlı bir
inkar içinde bulunur. Hayat boyu sürekli yapılan bir tekrar . . .
Birkaç milyon bırakacak bir asfalt işi ! Hali lhan, gece geç
vakit, piyasanın anneannesine bir teklif mektubu yazdı ve
bir hafta sonra iş tak diye üstünde kaldı.
Halleşmenin kökeninde hüzün yatmaktadır, çünkü kişi
geleceği hatırlayamamakta, anlam bakımından sisle perde
lenmiş hayatı da aslen çözümleyememektedir. Kişioğlu geç
mişine bir okyanus kadar büyük yer ayırıp canlı tuttuğu hal
de, geleceğini küçük bir havuz kadar bile göremeyerek iler
deki kaderi hakkında tahmin yapamamaktadır.
Halilhan'ın düşüncesine göre dünyada iyi niyet, şefkat
ve acıma, insan tabiatındaki bu zayıflık sayesinde mümkün
olabiliyordu. Ortak ruhumuz, cehaletin kabusuyla zalimce
dövülmekte, dağlanmaktaydı. Bu yüzden insanlar hayatı , bir
korku üçgenine hapsolmuşçasına yaşıyorlardı. Acizliklerini
görüp kendilerine karşı merhametle doluyorlar, buna bağ
h olarak da gözlerinden yaşlar dökülüyordu . Kısacası, ya
şamak bir terazi denge olayıydı . Yalancılık kabiliyeti , çare
sizliğimizi savuşturmamıza yarayacak bir özellik olarak ke
miklerimize yazılmıştı. DNA denen moleküller, bu konuda
bağımsız çalışmaktaydı. Kişi eksikliğini gördüğü bir yerde,
yokluğunu, numara yaparak tamam ediyordu. Aslında, in
sanın hareketleri, gördüğü rüyalar ve hayalleri baştan sona
manasızlığa dayanmaktaydı. Ve doğumundan bugüne yaşa
dığı hiçbir hikayenin açıklaması yoktu.
92
Örneğin, bugün, ölmüş zannettiği şansının dirilme sebe
bi, karanlıktaydı. Üç satırlık teklif mektubuyla büyük para
kazandıracak bir olayı yakalamasına, rakip adamların kafa
sını uçurup sancağı kapmasına meydan açan şey neydi? So
rulamıyordu ! Çünkü, düzgün bir açıklama getirmek isteyen
düşüneeli bir insanı çıldırtacak, ani ve bilinemez durumlar
dı bunlar.
Sevinçten sarardığı doğruydu . Belki şu anda beynindeki
bir kaçaktan ruhuna devamlı olarak sıcak, buharımsı bir he
yecan da sızmaktaydı. Bilemiyordu. Ama kendindeki büyük
zeka gücünün farkındaydı. lşi çok güzel organize edip ko
layca kıvıracaktı. Kanındaki atomik çekirdek bu doğrultuda
sinyaller yaymaktaydı.
Konu onlar değil ama, iki kardeşi ve Gogi, neden yörün
gesinden çıkamayarak kendisine tapınmaktaydılar? Çün
kü o her türlü olayı anında ters köşe edip atılım cesaretiyle
ölümsüzlüğe oynayabilecek bir insandı.
lşi komple belediyeye yaptırdı !
Belediyenin yoldan geçen asfalt kamyonunu Volvo'yla çe
virip durdurdu. "Siz bu asfaltı nereye götürüyorsunuz?" di
ye sordu. Adamlar "Falanca yere götürüyoruz," dediler. Va
lentinovari bir zıplayışla Volvo'dan atlayıp belediyenin asfalt
kamyonuna geçti. "Hemşerim, on kamyon da şuraya, benim
oraya dökün, size ben parasını takdim edeyim," dedi. Adam
lar, "Abi olur mu, molur mu ! " hesabına yattılar. Aralarında
anlaşma sağlanınca, bunu alıp asfalt şefine götürdüler. Lafı
dolandırmadan asfalt şefine de aynı açıklıkta yaklaştı. "Tiko
paraya hemen şey yapın ! " Pazarlık vakit olarak fazla zaman
almadı. lki dakika konuşup protokolü bağladılar.
Adamlar silindirle, kamyonla, süpürgeleric gelip iki gün
de işi bitirdiler.
lşle ilgili planladığı taktik gerçek bir şahikaydı. Mukave
leyi imzalayıp çıktığında, bu işin altından nasıl kalkacağını
93
düşünemiyordu. Çünkü malzeme için dahi para lazımdı. Be
lediyenin yoldan geçen asfalt kamyonunu görünce, beynin
de şimşek gibi bir ilham çaktı. Bunun akabinde zekasının
şeytansı yönü tıkır tıkır çalışmaya başladı.
Adamlar, paraya hürmeten bu işe saldırmış olsalar da,
kendisine karşı iyi niyetli hareket ettikleri açıktı. Ama, Halil
han, belediyenin asfalt ekibine, büyüleyici özelliği sadeliğin
de olan sözcük oyunlan gibi güzel bir üçkağıt açtı. "lki gün
de o kadar çok para kazanılır mı? " diyerek adamlara söz ver
diği paranın yarısını bıraktı. Pul pul uçuşan gözlerini ovuş
turarak (bu zaman zarfında sürekli kamyonun içinde uyuk
lamıştı) Volvo'ya atladı. Hiç yorulmadan paranın kulağını
koparttığı iş mahallinden uzaklaştı.
Attığı çift taraflı tokat kesinlikle vicdanını sızla tmadı .
Çünkü hayata cezasını yazmıştı. Hem de çek olarak ! Çarptı
ğı paranın neşesi anında içine yayıldı.
Direksiyonu eline almış, ağaçların üstünden atlaya ada
ya gelirken en büyük özlemini Gogi'ye duydu. tki kişilik de
nebilecek bir heyecana tutulduğundan, kendisine sığarnama
durumundaydı. Sevinçten korkunç bir görünüme büründü
ğü bu önemli anda, can arkadaşının yüzünden başka, kal
binde gül açmamıştı.
"Kışı şarkı gibi yaşayacağız ! " dedi ve sarıldılar. Tek vücut
olduklarında kazandıkları gururun gücü , anlatılamaz baş
kalıktaydı.
94
Insanın kendine dahi uzak olduğu bir an oluyor.
" Çocuklar, inanmayabilirsiniz, yemin ediyorum, kısa za
manda istasyonlaşabileceğimi hissediyorum. Kesin biliyo
rum bunu . Paranın gelip önümde duran bir tren oluşunu
göreceksiniz. Lütfen yani, ne olur, geleceğimiz hakkında
ki düşüncelerimi benim hayalci yönüm olarak değerlendir
meyin. Zeki olduğum kadar akıllıyım, akıllı olduğum kadar
şanslıyım, şanslı olduğum kadar da zamanlamayı yapabilen
bir insanım. Gerçek şöyle ki, bir büyük abiyim ben ya ! Öyle
değil mi? Aileme karşı görevim olan sırtımdaki ağırlık nok
tasının bilincindeyim. Inanmayabilirsiniz ama lütfen beni
sevin. Bunca insanın, kalabalığın ortasında dahi bazen yal
nız olduğumu görüyorum. Yazık! Yanlış doğduğumu hisse
diyorum. Paranın şaşırtıcı özelliğine kanmayacağımı bilip
lütfen beni terk etmeyin. Ağaçların, gecenin ve gündüzün
oluşumuna, denizin derinliğine beraberce bakıp onlardaki
sevgiyi görmeye ne olur devam edelim. Bana yosunlar bile
sevgiyle yaşıyor gibi geliyorlar. Sizlerin de farkında olduğu
nuzu zannediyorum. Çocuklar, yosunlar bile birbirinin de
vamıdır değil mi? "
97
Parayı buldukları günü doyasıya paylaşmalan gerekirken,
Hazmi kendini geri çekmiş, lafını Mesut'la gönderip, "Her
kesin hayat yaşaması serbest, paranı tanımıyorum," şeklin
de uzaktan çıkışını yapmıştı.
Dokuz topuzlu kıskançlık! Halilhan da Hazmi'ye gayet
kestirmeden yaklaştı. Kendince çok haklıydı. Çünkü karde
şinden böylesine korkunç bir mükafat beklemiyordu. Tek
nojen'i ayağa kaldırmak için kalbini delicesine harcayışını,
beynini yoruşunu Hazmi sıfıra sayıyordu. Zaten onun para
ya karşı oldum olası sinsi bir korkaklığı vardı. Parayla bü
tünleşemeyeceğini bildiği, paraya dakunduğu an bunalıma
düşeceğini sezinlediği için bu tavrı takınmıştı. "Dünyada,
parayı görünce kendini tanıyamayan çok insan vardır." Ha
lilhan'ın fikrince Hazmi de bu saçma familyadandı.
Yorumu hazır olmasına rağmen, yine de, kendini fazlasıy
la terk edilmiş duydu. Moleküllerinin kaynaşacağını, kardeş
kardeşe güzel bir dayanışma yaratacaklarını beklerken . . . İş
te, ani bir ihanet darbesiyle yıkılıyordu. "Hiç acımam, zen
ginlerden götürürüro ama kardeşlerimden asla ! " Hazmi, pa
rayı ısiattıkları geceye gelmeyerek Halilhan'ı yaralayıp suç
landırdı. Alkolün etkisiyle çözülüp duygusallaşan Halilhan,
dürüst olduğunu ispat etmek için, Gogi'ye ve Mesut'a kar
şı yalvarır, çırpınır bir vaziyete düştü . "Birbirimize sevgiyi
taşıyalım, sevgiyi kesin yaşayalım," diye diye sonunda nef
rete boğuldu . "Yemin ediyorum çocuklar, bazen düellonun
var olduğu tarihlere dönmeyi arzulamıyor değilim, ama dü
şünüyorum yani, kardeşime karşı düşmanlık beslersem, ne
gelirim olabilir? " Başını "Hiç ! Bunlar boş duygular ! " mana
sma salladı. Sarhoş olduğu halde öfkesine kısıtlı pay veri
yor, içinden geldiği gibi serbestlik tanımıyordu. Bunun ne
deni, gözlerini dünyaya açtığından beri büyük bir bilinçal
tında yaşıyor olmasıydı. "Kıskançlık dünya güzeli bir kele
bek tarifine de bürünse, ben onu kendime yaklaştırmam, ya-
98
kıştıramam, kardeşimin benim yapımda olmadığını görünce
üzülüyorum, çünkü piyasada bana rakip olmayı planladığı
nı biliyorum, haliyle de yıkılıyorum."
Alakası yoktu. Hazmi ne rakip olmak ne de kıskançlık gi
bi bir düşünceyle hareket ediyordu. Sadece, herhangi bir ko
nuda karar aldıktan sonra eski haline dönemeyecek bir in
sandı. Kardeşi Mesut'a ayrılma isteğini beyan ettikten sonra
bu fikre daha da çok ısınmıştı. Abisi parayı buldu diye ters
takla atıp geri basması, en basitinden bir şık olarak ahlakı
na uymazdı.
Gogi, paranın sevincini yüzeyde yaşıyordu. Kız, mektu
buna cevap yollamamıştı. Mantığını ve aklını bu konuya
verdiğinden, kıvranırcasına acı çeken dostunu avutamıyor
du. Kendisi hiçbir vakit bu kadar büyük miktarda para ka
zanmamıştı. Esasında Halilhan'la dostluk geliştirinceye ka
dar paranın hayalini de kendisi için sakıncalı bulmuştu.
Hayatı yokluğun içinde solumuş, yoksul milletine "üçün
cü gözünden" bakıp kendisi ve milleti hakkında özel yargı
tara varmıştı. Parayı aradıkları zaman boyunca ruh kazanı
yorlar, zevklerini hayale dalmak suretiyle yapıyorlardı . Pa
rayı yaşayış şekilleri buydu. Halilhan'ı boğan sıkıntıyı anlı
yordu . Ama felaket şuradaydı ki, gönül derdinden sıyrılıp
avutmaya çalışsa da şu anda başarılı olamazdı. Gogi, yüzü
bu çeşit saran azabı çok iyi tanıyordu. Halilhan kendi yaşa
yış şeklinden kopup paraya dokunuşun soğukluğunu yaşa
maktaydı.
Başkalarının dünyasında, hayatın kendilerine verilmediği
ni bile bile yaşayarak yarattıkları büyü, paraya dokundukla
n an bozulmaktaydı. Halilhan bu cesareti gösterdiği için sa
niyesini dahi atlayamadan, kanında korkunun büyümesini
duyacaktı. Cebinde gezdirdiği küstah yoksulluk bilgisinin
sıcak anısı, kalbini kemiren bir intikama dönüşecekti.
Yoksulların dünyasının dışarıya açılan camı yoktur!
99
Yüzyıllardır oraya Halilhan gibi hainterin gözlerinden ba
kılmaktaydı.
Halilhan, beklenmedik bir biçimde burkulup mesafe ya
rattığı için Gogi'yi hırpaladı. Kızdan alamadığı cevaptan söz
açıp, "Vitrinde tayyör görsen kadın zannedip saidıracak hal
desin, " diyerek dostunu sakince aşağıladı. "Vakur olma da,
asfalta çıkıp bayan bakalım. " Gecenin başından beri karışık
duygular içinde hüzünle yüzen Gogi, tepkisini renk olarak
gösterip limon gibi sarardı. Coşkuyla büyütüp paylaştıkla
rı yücelik duygusu, buhar gibi uçuculaştı. Havaya dağıldı.
Mesut, Halilhan'la Gogi'nin soluyarak üfürdükleri, usul
usul birbirlerine doğru iteledikleri görünmeyen tüle dalıp
tuhaflaştı.
Tutarsız denebilecek bir vedalaşmayla dağıldılar.
Halilhan, Gogi'nin Mesut'a yaslana yaslana uzaklaşması
karşısında pis bir kıskançlık duydu . Sihriyle parayı bulma
sına yardımcı olduğu için, o akşamlık sırtına geçirdiği mavi
yırtık ceketine sarınıp heyket gibi bakakaldı.
1 00
ni usula aldı. Kocasının sözüne güvenci olsa, hiç ağzını açar
mıydı? O düşüncede olan, verdiği sözlerin ardına düşen bir
insan çıkıp da keşke alsaydı. Üç elti buluşup bilezikleri ara
lannda güzelce pay yapariardı. Ama hayaldi bu laflar. . . Ka
fa kafaya verip bilezik lafının altındaki tuzağı çözmeleri la
zımdı. Hazmi kendi kendine ayrı baş çektiğinden, konudan
uzak durmak zorunda olan Turcan, "Şöyle ya da böyle" de
yip herhangi bir tahminde bulunmadı. Söz konusu olan ko
cası olduğu için, Rübeysa da yorumdan geri durdu. Zaten
getirecekleri yaklaşımın Aynina'nınkinin yanında değerli bir
kıymeti olmayacaktı.
Aynina fazla şatafat etmeden, zekasının sesini dikkatle
dinleyip kaynının niyetini hemen çözümledi. Halilhan pa
ra yüzünden çıkacak kavgayı, kadınların üstünden geçir
mek niyetinde gözüküyo rdu. Birlik kurup tuzağını boşa çı
kartacak şeytansı bir tutuma girmeleri lazımdı. Ne yapar
larsa yapsınlar, kocalarının kavgasına karışmamaları gere
kiyordu. Onlara uyup birbirleriyle kötü girip çıkmaları ha
ta olurdu . Kocaları akıl bakımından yeterli görrnediklerin
den, daha da sık görüşüp gittikleri yönü takip etmeye ka
rar verdiler.
Ne yazık takip olayının hüsran olması kaçınılmazdı. Çün
kü Halilhan'ın Volvo'yla atacağı hız farkını hesaba katmı
yorlardı. Bu açıdan, kafa kafaya vermelerine imkansız bir di
renç, kayıp bir muhabbet de denilebilir!
101
Yine de, göz göze durduklannda, mutlaka büyük bir sar
sıntı olacaktı. Hayat ne kadar katı olursa olsun, kalp daima
mantıktan bağımsız çalışıyordu . Iyi bir j est yapmayı düşüne
rek jülide'ye kırmızı güller aldı.
Bu durumda insan bir tür kırıklık yaşayacağını tahmin
edebilir, ama bir facia tarafından karşılanacağını aklının
ucundan geçiremezdi. Kapıyı açan kadının yüzü , düşünce
dışı bir görüntüden farksızdı. Olamaz, ama salıiden tanın
maz durumdaydı. Zavallı Jülide ! Dişleri siyahlanmış, aynen
bir kale biçimini almıştı. Anlatılamaz derecede yaşlı, felaket
de çirkin duruyordu. Garip şey. . . Halilhan gülüşüne bakma
ya dahi korktu. Bir gayretle Jülide'nin yüzünde annesinin
gözlerine benzeyen rengi, ışığı, parlaklığı aradı, ama, hayır!
May lidıl leydi, sunsun, sunsun, sunsun, may lavli mami . . .
Inanamıyordu . Zaman böylesine kötü kalpli bir ressama
dönüşemezdi. Karşılaştığı manzaranın zamanı aşan, çözül
mez bir boyutu olmalıydı. Yaşadığı şaşkınlığın büyük bir
yoruma ihtiyacı olduğu açıktı. Ama sinirsel bakımdan bü
tünüyle çözüldüğü için düşüncelerine düzgünlük kazandı
ramıyordu.
Hayatında böylesine şanssız bir öğleden sonraya ilk defa
rastlamaktaydı. Bununla beraber jülide'yle yine de arkadaş
kalacaktı. Çünkü , ruhsal sevgiyi, bedensel sevgiye her za
man üstün tutmuş bir insandı. Vücudu uğradığı dehşetin et
kisiyle titriyordu . Ama yine de ihmalci olmayıp, "Ihtiyacın
varsa, birkaç milyona kadar verebilirim," demeyi unutmadı.
"Darda olduğu her halinden belli olan bir kadın, para ka
bul etmiyorsa, kendine büyük inancı var demektir. " Jüli
de, yaşlanmış ruhuna, aynen cadılar gibi görünümüne kar
şın, onur olarak yıkılmamıştı. Bunun tespitini yapmak Ha
lilhan'ı bayağı rahatlattı. Yine de vicdanen sağlıklı olabilmek
için harçlık babından küçük bir yardım bıraktı. Saniyelik bir
an kadar da olsa, bunu yaparken erkek olmanın güçlüğünü
1 02
yaşadı. Hayat bu davranışlara erkekleri mecbur bırakıyordu.
Normalde jülide'yi yanına katıp çarşıya çıkarması, onu gü
zel gösterebilecek bir-iki elbiseyi satın alması lazımdı. Ama
bu kurala boyun eğdiği takdirde gururlu bir yapıda olduğu
nu gördüğü Jülide'yi manevi yük altına sürüklemiş olacak
tı. Oysa arzuladığı şey, paranın gösterişine kapılıp üstünlük
kurmaktansa, jülide'yle sade bir dostluk yaşamaktı. Sun
sun'u jülide'nin yanında görmekten mutluluk duydu. Kay
bolunca Rübeysa'nın intikam almak için onu boğdurtluğu
nu düşünmüştü. "Yemin ediyorum, yaşadığını bülbüllerden
duymuş gibi oldum. " Daha fazla orada kalamayarak duygu
dan sersemleşmiş bir durumda, Jülide'nin elini öpüp kendi
ni dışarı vurdu.
"lşte kendisine aşk diye hitap edilen anlaşılmazlık bu
dur ! " Halilhan direksiyonu eline almış, "Sağlıksız aşıklar
kervanında ben de varmışım," demekten başka gidecek yön
bulamıyordu . Özünde yan yana duramayacak kimselerin
kalp kalbe bağlanması ne kadar mantıksız bir isyandı. Ha
yat ona bir cilve yapmış, sonuçta paranın yararlı bir özel
liğinin daha farkına varmıştı. Para, gözleri bir vakitler ört
müş olan yanıltıcı perdelerin kalkmasını sağlıyordu. Şu an
da gerçekten milyonlara teşekkür borçlanmıştı. Duyguları
nı aniayacak tek insanın Gogi olduğunu hatıriayarak sarsıl
dı. Dostunu düşündükçe tepeden tırnağa her yerini dayanıl
maz alevler sardı.
Gogi ! . .. Dünyasının merkezinde sıcak kalabilen tek insan
dı. Ondan başkasına duyduğu sevgi kalıcı alamıyordu. Belki
de Jülide'de gördüğü çirkinliğin parayla alakası yoktu. Can
dostuyla kopunca, aşk gereksiz bir duygu gibi kaçmış, yaşa
ma zevki saniyesinde mantarlaşmıştı.
Parası vardı ama hayat tansiyonsuzsa neye yarardı?
Rübeysa'yı devreye sokup kızın ruhunu sarsacak (Go
gi'yi ilk defa kızdan kıskanıyordu.) mektup konusunda naz-
1 03
lanacak olursa, çarptığı parayı götürüp avucuna sayacaktı.
Volvo'yu mezarlığa sürüp birkaç duayla gönlünü yıkadık
tan sonra ikisi için olabilecek en büyük düğünü düşleme
ye başladı.
"Hanımefendi, arkadaşıma karşı içinizde ne gibi hisleri
niz var?" Kızın yoluna çıkıp kesinlikle bu soruyu soracaktı.
Neden sessizliğe gömüldüğünü yorumlayabiliyor, esasen kı
zı çok iyi anlıyordu . Gogi yanlış yere uzaydan çıkış yapmış
tı. Hayatının özeti AEN (alçak enerji noktası) , YEN (yüksek
enerji noktası) olan bir erkek, salt evliliği düşünen bir ka
dına romantizm aşılayamazdı. KUZEY DAGDAN GÜNEY
DAGDAN 1 KARA DELlKTEN KARA DELlKTEN . Gogi'nin
devamlı olarak konuşmak istediği konu buydu . Eviense
ler bile kadın Gogi'yle ters uyumda olacak, beraberliklerin
den haliyle sakat çocuklar doğacaktı. Düğününü düşledik
çe, dostunu hırpani bir geleceğin beklediğini görüyordu. In
sanlar var olan sırları çözüp uzayda oturmaya başlamadıkça,
Gogi bu dünyada bir şifre çantası gibi yaşamaya mahkümdu.
Gogi hakkında böylesine güzel şeyler düşündüğü için
kendini Gogi'yle barışmış saydı. Kalben Gogi'ye öylesine
bağlıydı ki, Gogi adına kendini bağışlıyor, oymuşçasına ha
reket ederek suçunu affedebiliyordu . Böyle olmasıyla bera
ber, açık bir yüzle gidip dostunu öpebilecek cesareti hisset
miyordu. Onunla konuşabilmesi için alkol alması lazımdı.
Mezarlıktan çıktıktan sonra şart gördüğü alkolü aldı ve
doğal olarak iradesi zayıfladı , yüklendiği duygusallıktan isti
kametini kestirmesi zorlaştı. "Doğru mu gidiyoruz, sağa so
la mı gidiyoruz," diyemeyecek kadar tek düşüp mahzunlaş
tı. Boşluğa doğru uçup yıldız hızıyla kayan ışıklı bir cisme
yaklaştı. Bakışları aniden karanlığı delen ateşli oklarla çar
pıştı, parçalandı.
Alevii meyve denen öldürücü aşkın hayali havaya yazıl
mış, öylece sarkmaktaydı.
1 04
Bilinci dalga dalga gidip yok oldu . Büyülenen hücreleri
sanki kıvılcımlar saçarak dönüşmeye başladı. Halilhan anın
da balıksı bir ruh kazandı. Çılgın bir coşkuyla yüzüp Vol
va'nun camını açtı.
Hayal değil, gerçek bir kadındı bu !
Sörf yapar gibi camı açışı, kadının bünyesinde acayip bir
etki uyandırdı. Bocalama dahi geçirmeden ok gibi fırlayıp
kendini Volvo'nun içine attı. Alkolden sırılsıklam sarhoş ol
duğu halde Halilhan, bu kadının korkuyla hareket ettiği
ni anladı. Ancak, anlayışıyla beyni arasındaki bağlantıyı ku
ramadığından ağzını kadının kulağına yapıştınp, "Benimle
ölümsüzlüğe gider misiniz, hanımefendi ," diye bağırdı. Ka
dın Halilhan'ın kendine hitap ediş şeklinden ürküp ağlama
ya başladı.
Kardan yansıyan ışığı yuta yuta ilerleyen pılık pırtık adam
lar, şehrin son çemberini denk solumalarla geçip hafif ham
lelerle yokluğa sıçramışlardı.
Ağlayan bir kadına asla dayanamaz, psikolojisi tuhaf bir
şekilde hassaslaşırdı. Bir bayanın gözlerinden yaşlar dökül
düğünü görünce, benliğini anında ev hasreti sanyordu. Ru
hu ev özlemiyle dolunca, yeni yemek yemiş bile olsa, birden
büyük bir açlık duyardı. Ev aklına düşer düşmez (Bir türlü
çözemediği, kendisine acayip gelen bir şeydi bu . ) , dayanıl
maz bir şekilde karnı acıkıyordu. Çocukluğundan beri psi
kolojisinde yer etmiş acıkma olayının esranyla , kadını bir
müddet seyre daldı.
Zavallı ! Halilhan kendisine doğru sörf yapınca, onu akra
bası bir erkek sanmıştı. Ağlayışındaki saflığın yanında, üst
baş olarak fakir bir havası vardı. Ne yolda olursa olsun, insa
nın böyle bir kadını seks makinesi gibi görmesi imkansızdı.
Halilhan duyduğu şefkatle yana yatıp, " Ağlamak çocukların
özelliği olduğu için kadın cinsinde güzel durmuyor, biliyor
musunuz, derhal mantar yüzlü oluyorlar, ben sizinle bunun
1 05
iddiasını yapabilirim, " diye fısıldadı. Kış yaklaştığı halde el
bisesi yazlık olduğundan şefkatten ayn olarak kadına biraz
da acımıştı. "Adınızı derseniz, sizi güzel bir yemeğe çağırabi
lirim, zannediyorum," diyerek gönlünü okşadı. Hemen dik
kat gösterdi ve arkadaş olmanın dışında, kötü, karamsar bir
niyeti olmadığını söyledi.
Varlıklarının dünyevi olarak anlamlandırılmasına karşı
koyan ölümsüz bakışları, boşlukta rüzgar gibi titrerken, yi
tip gidiyorlardı.
Kadın, "Keriman," diye mırıldanınca, "Mersi," dedi. "Pek
ala, soyadınız da Muhammed mi? Kaçamak yapmayıp doğru
söyleyin. Ben şu anda gücenme kabiliyetiniz olup olmadığı
nı hesaplamıyorum. Çünkü arkadaş olduğumuzu kabul edi
yorum. Bu şahane tarihi ad size nereden gelmiş acaba, me
rakımı celbetti. " Ardından direksiyana asılıp 30 metre pati
naj çekti.
Yan yatıp doğruldular. "Çiçek ! " Kadın, "Soyadım Çiçek,"
diye ikiledi. "Yok ya, ne çiçeği, papatya çiçeği mi?" Halilhan,
"Bende çiçek yeme canavarlığı gelişmiştir, şöyle ki, çocuklu
ğumda çok fazla çiçek yemiş biriyimdir, fakat sen çok kalleş
bir görünümdesin, çiçekli elbiseni giymemişsin ki çiçekleri
ni kopartayım, ha söyle bana, sitemkar olmayayım mı?" dedi.
Keriman soluğunu tutup kendine doğru çekildi. Halilhan
onun akıbet hesabına girdiğini görünce çok üzüldü. Kadın
mimikleri konusunda (övünmek gibi olmasın ama) birçok
erkeğe göre yüksek bir tercümandı. Esasında hiçbir kadın
onu terbiyeye davet edemezdi ! El olarak sarkıntılıkta bulun
mamışsa, ki bulunmamıştı, Keriman'm kendini kraliçe gi
bi görüp savcı kesilmesi yanlıştı. "Benim dürüst bir erkek
olduğumu değerlendiremeyecek kadar enayiysen, sorunu
nu tüketelim kızım, in o vakit aşağıya," diyerek kestirip at
tı. Akşamın bir saatinde başında Kadillaklar uğuldarken ce
haletle boğuşamazdı.
1 06
Kadın herhalde çok açtı ki, yerinden kımıldanmadı. Ha
lilhan, Keriman'ın mide bakımından zayıf olduğunu sezin
ce, başını kederli bir şekilde önüne yıktı. Dünya birçok in
san için karanlık bir mahzenden farksız, hayat çirkef bir ka
til gibi acımasızdı. Halilhan, ilerde olabilecekleri hesapla
yarak, "Benimle geliyorsan, kaderine razı olup kendini kül
tür olarak eğitmelisin," diyerekten Keriman'ı uyardı. Sonra,
"Uçar günler uçar, şıpır şıpır gider . . . falan filan . . . " biçimde,
tutarsız bir şarkıya başladı. Amacı bu talihsiz kadını güldür
meyi başarmaktı.
Hayatın uzaklara vuran yansımasından yapılma gösterme
lik hayatları, kaybolmakta oluşlarını perdeliyordu.
Keşke o birazcık rahatlık verebilse de . . . Aşka bu gece ufa
cık bir pay tanısaydı . Umamayacağı güzellikte duygularla
coşar, karşılaşmaianna meydan veren tesadüf kavramından
sonra, kötü olan şansı harika bir yöne dönerdi. Geçim prob
lemi silinebilir, bunun yanında hayatı da cennet gibi tatlıla
şırdı. Küçük bir "evet" ışığı yaksa, ona anında bir ev kirala
mayan erkek değildi. Elindeki milyonları sayıp her türlü eş
yayla döşeyebileceği bu evde onun için, düşlenilebilecek en
modern yaşantıyı herhalde inşa edebilirdi. Kadının kendi
sine deli gözüyle bakmasından korktuğu için hislerinden
ona bahsetmeye çekindi. Korkmakta haklıydı çünkü ne ka
dar yalnız bir insanın arabasında oturduğunun farkında ola
mazdı. Böyle bir görüşe sahip olabilmesi için zaman ve ka
der kavramlarını incelemiş, çözümlemiş olması lazımdı. Ya
zık ki yüz bakımından çok güzel olduğu halde, kafaca, kar
şısındaki insana neler yaşattığının farkında bile olmayacak
cinstendi.
Şeytan Hüseyin'in yeri!
"Burası benim devamlı geldiğim mekanlanından bir yer
dir. Çok yorgun olmasam size servisi dahi kendim yapabili
rim. Şöyle ki, vücut olarak değil de kalp olarak zehirlenmiş
1 07
gibiyim. Kendinizi suçlu görmemeniz için bu açıklamayı ge
tiriyorum. Şu anda bana ne maddi ne manevi yük değilsiniz.
Bunu çok iyi bilin. Hanımefendi, bir hayli kadar oluyor ki,
düşmanıının bile çok nefis diyebileceği bir kadına rastladım.
N eticede onun için dünyayı yakabileceğime inandım. tn
san hayatı tuhaf hareketler üreterek gelişiyor. Niye diyecek
siniz. Bizim çevremizde öyle karakterler vardır ki politikayı
küfür etmek için konuştuklarını görürsünüz. Öfkelendikle
ri zaman politikayı kullandıklarını tespit edersiniz. Benzer
şekilde kendimde de şuna şahit oluyorum. Ben de kadınla
rı aşık olmak için kullanıyorum. Şu an onu görmekten geli
yorum ve durumunu size tarif etmeye cidden utanabilirim.
Kendisinin benden gizlediği şey . . . zannediyorum, aşık oldu
ğum kadının bir randevuevini işletişine şahit oldum. Göz
lerimle görmedimse de kafamda bu yönde bir şimşek çaktı.
Duygularıma inanmak durumundayım. Kişi, duygularından
başka pusulası olmadığı için içinden yükselene uymak zo
rundadır. Güzel bir kadının, bu kadar kısa bir tarihte cadılar
gibi çöküşüne, başka türlü mana veremeyecek bir insanım.
Yaşattığım aşkın büyüklüğüne gülrnek istesem de gülemiyo
nım. Demek ki diyorum, insanın kendine dahi uzak olduğu
bir an oluyor. Yeni tanıştığım size içimi döküşümün sebebi
şöyle ki, ben aşk terbiyesi almış bir insanım. Benim türüm
deki erkeklerle ister yemek alışverişinde bulunun, ister da
ha kapalı koşullarda beraber olun, kendinize zarar gelmeye
ceğini lütfen görün . . . "
lik defa aldığı için, alkol Keriman'a ağır geldi. Şehirli ol
mayan bakışiarına buğulu bir şaşkınlık yerleşti. Halilhan bir
kibrit çaksa , hemen teslim olacak haldeydi. Şeytan Hüse
yin'in ikramı alevii meyveyi süze süze büyülenmişti.
Yoksulların yüzyıllardır dünyaya karşı kalkan olarak kul
landıkları serap, başkalarının hayatıdır.
Duygusal yapısını çözmek için Keriman'ın yüzüne da-
1 08
lış yapan Halilhan, gözlerinin çarpıcılığı karşısında iskele
tine kadar ürperdi. Gözlerinin annesinin gözlerine benzedi
ğini fark edince eli ayağı ince bir ateşle kesildi. Ruhunu sa
ran heyecanla birlikte saç diplerinden terler fışkırdı. Soluğu
nun rüzgarı, dönmeye başlayan kalbini söküp sonsuz, ışıklı
bir boşluğa götürdü.
Sandalyesini Keriman'ın sandalyesine yanaştırdıktan son
ra gerçekle aralarında uzun vakitli bir kopukluk meydana
geldi. Keriman'ın kahkahayla karışık, "Vururum ha , vapur
olma," deyişinden sonra mevzuatı nasıl bağladıklarını hiçbir
zaman (yani ölünceye kadar) ikisi de bilemediler.
Volvo'nun içinde ağız ağıza öpüşürlerken, nasıl bir gö
rüş zafiyetine düştülerse, ölümün ufuklarına doğru uçtuk
larının farkında olmamışlardı. Volvo dünyaya çakılıp yerin
kabuğunu kaldırdığında bile ayılmış sayılmazlardı. Kafasını
torpidoya çarpan Keriman'ın yüzü saniyesinde kanla yıkan
dı ve asfalta fırlayan sağ arka teker, şahane bir şekilde zıp zıp
zıplayaraktan bir hayal gibi denize yuvarlandı.
Gözlerinde tekerin yuvarlanışı, Halilhan, Keriman'ı ku
caklayıp bir taksiye atladı. Yolun bir yıl gibi uzayışından Ke
riman hastaneye gittiklerini sandı. Belli belirsiz kafasından
geçen düşüncelerin basıncıyla Halilhan'ın kollarında sızıp
uykuya daldı.
Alkolle zehirlenip hayatının kazasını işledikten sonra Ha
lilhan'ın sığınmak isteyeceği tek varlık olan Gogi'ye doğru
yol almaktaydılar.
Gogi'nin bahçesindeki mezar taşlarını görünce birden ca
na gelip ayılan Keriman, ağzını alabildiğine açıp bağırmaya
başladı. Cehenneme düştüğünü sanıp geri geri çırpındı. At
let pijama dışarıya uğrayan Gogi, Keriman'la karşılaşınca kı
lığından utandı. "Bu hanımefendiyi tedavi edebilecek tek ki
şi olarak seni düşündüm. " Halilhan'ın yaptığı somut açıkla
mayı dinlemeden içeri kaçtı.
1 09
Sonuçta büyük bir korkuya kapılan Keriman, Halilhan'ın
Gogi'ye sarılıp, "Gözleri annemin gözlerine benzemiyor mu,
Gogi, bana itiraf et," diye hıçkırdığı sırada, dikkatlerini kan
dırıp arka odaya sıvıştı. Divanın altına yatıp duvara doğru
süründü. Soluğunu tutup saklandı.
Sabaha karşı yatağından sıyrılıp çarabmdan ayakkabısına,
kravatından saçını taramasına, kendini büyük bir revizyon
dan geçiren Gogi, Halilhan'ın boriayarak kendinden geçi
şinden sonra Keriman'ı aramaya başladı. Ezanla beraber di
vanın eteğini kaldırıp da altına uzamnca duvardan taraftan,
"Abi, kurban olayım beni kurtar," diye bir ses çıktı. Gogi ör
tüyü kapatıp geriye kaydı ve derin bir üzüntüyle kendini ka
pıya yasladı. Böyle bir sahne filmlerde dahi bulunmazdı.
Soluklanıp cesaretini toparladıktan sonra, "Bayan karde
şim, korkmayın, emin kişileriz, ahlakımıza ağır gelir, diva
nın üstüne çıkıp ya tın," diyerek Keriman'ı dışarı çağırdı. Ka
dının saklanışı vicdanını korkunç derecede sızlatmıştı. Bu
olayda kendisini de suçlu görüyordu. Can dostunu, paray
la halleşmesinin imkansız olduğu bir esnada yapayalnız bı
rakmıştı.
Kendilerine dair olanı, kendilerine ait olmayan seslerin
yankısını giyinmek suretiyle korudular.
Gogi, morg günlerinden yara, kan gibi olaylara alışıktı.
Büyük bir terbiyeyle Keriman'a ilkyardımını yaptı. Yüzün
deki kanı silip yarasını sardı. Bırakıp gitmeden önce, " Çok
kuvvetli bir ruh birliğimiz olduğu için ondan korkmamza
şaşırdım, var olup yaşamayanlar grubuna dahil değilseniz,
onun içindeki insaniyeti göremezsiniz, her bakımdan pır
lantadan birisidir, karakter olarak o bir ekoldür," diyerek si
tem etti.
Durum açıklığa kavuşmadığından sabah sahneye çıkıp ne
okuyacakları, üçü için de belirsiz kalmıştı . Yatıp kalktıktan
sonra Gogi'nin mezar taşlarına karşı kurulmuş sofrasına kır-
110
gınlıkla oturdular. Geeeki olayların esrarını üstlerinden ata
madıklarından çayı yudumlayışlarına duamsı bir hava ha
kim oldu . Halilhan, "lkimizin bu senin mekanda ilk kah
valtı yapışımızdır, zannederim, " diyerek Gogi'yle muhabbet
oldurmaya çalıştı. Bir süre tutukluk yapıp sustuktan sonra
ağır ağır açıldılar. Gogi'nin deyişiyle kendini ne kadar sakı
nırsa sakınsın, insan denen canlının içinde dostluk arzula
yan nurlu bir kutu vardı.
Bilinen boyutların dışına taşan ayrı bir özellik!
(Gogi, insandaki nurlu kutu meselesini yeni keşfedilmiş
"Orgon" enerj isine bağlamaktaydı. Açıklayamadığımız ya
kınlaşmalar, uzaklığın ve yakınlığın söz konusu edilemeye
ceği, içimizdeki zaman dışı O [sıfır] noktasından kaynakla
nıyordu.
Açıklamasına göre, elimizde var olan her türlü madde
enerj idir. Her şey değişim halindedir. lnsan enerjinin kütle
leşmiş şeklidir. Maddenin olmadığı yerde yer yoktur. Uzak
lık ve yakınlık hiç yoktur. Sıfır noktasına Allah duygumu
zun bulunduğu yer de denilebilir.)
Keriman mahzunlaştı . Oradaki varlığını sadeleştirme
ihtiyacı duydu . Namus diye bir şey olduğuna göre, uya
nır uyanmaz neden kaçıp kaybolmamıştı? Gogi'nin evinde
mahkum kalışının ana sebebi parasızlıktı. Konuşarak ha
filleme yolunu seçti ve vücudundaki tüm elektrik akımını
atıp deşarj oldu. Kısacası, bir hayli zamandır bunalım çeki
yordu. Işsizlik içindeydi. Kocası kendilerini terk edip git
miş , Keriman taşıdığı terbiye yüzünden, "Karını çocuğu
nu sen nereye bırakıp gidiyorsun, teres ! " diyememişti. Ha
lilhan, "Ben de gitmek istiyorum ama o şans bana hiç gül
medi, yazık," diyerek söze girdi , "Gogi biliyor, baktığım za
man karımın yüzünde solucanlar görüyorum ama beni ona
bağlayan yetmiş bin tane bağ olduğunu da görüyorum, belli
fireler ve fedakarlıklar olmadan insan insan alamıyor. Ben
111
bunu bilmekten dolayı özgürlüğünü elde edememiş bir ki
şiyim. Benim kanma, kocan mı ölsün, baban mı ölsün di
ye sorulsa, kocam ölsün diyecektir: Gogi sana, karımla mü
cadele etme biçimimi çok güzel tarif edebilir." K eriman ko
casının dönmeyeceğinden emin oluncaya kadar beklemiş,
açlıktan kuruyup kalma raddesine geldiğinde, oğlunu ku
caklayıp dayısının bekir odasına sığınmıştı. Bu şehir hayır
sız akrabalada dolu uğursuz bir bataktı. Kardeşleri kendi
sine yardım etmeyince bu sonucu çıkarmıştı. Dayısı, çev
renin "Fatmanımteyze" olarak ad verdiği, yarı yarıya kadın
erkek ölçüsünde, deli dolu , bağrı yırtık bir insandı. Dünya
daki kuralları rüya gibi değerlendirdiği halde, vicdan denen
merhameti unutmamıştı. Keriman bir süre önüne bakıp do
nuklaştıktan sonra, "Güya, hötöröf deniliyormuş bunlara , "
şeklinde ani bir dışavururo yaptı.
Dayısının karakterini açıklarken öyle saflıkla kıvrandı ki,
Gogi'yle Halilhan yüzlerini ateşin basmasına mani olamadı
lar. Harekete geçip kızcağıza yardım etmeleri lazımdı. Go
gi'nin bekaret durumu olmasa, Keriman onun yanında ka
labilirdi. Ama şu aşamada dedikoduya prim vermeleri doğ
ru olmazdı. Sesle değil, boşluğa bırakılmış bakışlada duru
mu tartıştılar. Halilhan, vahşi bir heyecanla parlayıp, "Hanı
mefendiyi sekreter yapıp telefonumuzun başına oturtalım,"
diyerek yerinden fırladı. Piyasada tutunabilmeleri için zaten
Teknoj en'e bayan takviyesi lazımdı. Çare, tüm umutsuzlu
ğuyla karşılarında oturuyordu. Gazeteye ilan verip kampan
ya yapmalarına gerek kalmamıştı.
Halilhan, Keriman'la aralarında oluşan sıcak havanın et
kisiyle coşup, "Sempati, kalbin aşktan sonra gelen en mu
azzam duygusudur, size inandım, hayran oldum," biçimin
de cümleler savurmaya başladı. Bundan sonra iş camiasın
da büyük bir turnike çevirmelerini engelleyecek güç tanı
mıyordu . Yalnız, başarılı olmak istiyorsa Keriman'ın alkol-
112
den uzak durması şarttı. Alkol, Halilhan'ın gördüğü kadarıy
la Keriman'ın kontrol mekanizmasını bozuyordu. Bunu ge
celeyin yaşadıklanndan anlamıştı. Yüzünde büyüyen kahka
hayı ok gibi sivrihip boşluğa bıraktı. - Yani tecavüz muhab
betine sapmak istesem, yol açıktı!
"Kırmızı ışık ne güne duruyor, Halilhan Bey, canınız sağ
olsun. . . " (Keriman da çaya kırmızı ışık diyordu.)
Gülüşmelerle ilerleyerek Halilhan'ın mezarlık konusuna
gelip dayandılar. Onun yakını olan yabancı bir kadının yap
ması gereken duygusal ziyaretler. . . Özetle, hayatının kadın
olan iki kilometre taşı. . . Keriman istemese de aile içi roman
tik kurallara uymak zorundaydı. Halilhan manen kendisi
ni annesi Sitile Sunteriler'e ve kız kardeşi Gülaydan'a bağ
lı görüyordu . . . Falan filan . . . Gogi, bu konudan sıkıldığı için
üzüntüyle gözlerini kıstı.
Esasen Halilhan'ın kendine yakıştırdığı hayat ona artık
uzak düşüyordu. Teknoj en fikrinden soğumuş, koordina
törtükten ayrılma kararına varmıştı. Bütün gücüyle zaman
ve enerji kavramıanna eğilmeyi arzuluyordu . Evreni uysal
duygulada okşayıp sessiz bir hayat kurmanın yolunu bula
caktı. Gövdesini bırakıp dünyanın üstünde uçan insanlar. . .
Kendindeki enerjiye hükmetmek için uğraşıp onlara karışa
caktı. Hayran düşüp tapınsa da Halilhan'ın yapısındaki bu
kalemunluk korkutucuydu. Halilhan, duygu yaşantısını ala
ya alınca aralanndaki güven zinciri kopmuştu.
Asıl hayatlarını başka bir yerde saklamasalar, yüzlerindeki
üzüntü böylesine gerçek olmazdı.
Gogi'nin isteksiz duruşu can dostunun gözünden kaçma
dı. "Volvo parçalandı Gogi," diyen alçak bir sesten havala
nıp yalvarmaya, yakarmaya doğru uçtu. "Alacakarga olmuş
yatıyordur, kimsenin taş atacağını dahi sanmam. Anlayı
şa en fazla ihtiyaç duyduğum bir olayın kıyısındayım. Tek
noj en ve ben sensiz oluşamayız, biliyorsun." Derin bir so-
113
luk alıp kondu. "Senden beni yargılamanı ertelemeni isti
yorum."
Peki ama neden Sitile Sunteriler'i esrarlı bir silgi gibi kul
lanmaktaydı? Hayatlan taklide dayanıyor diye her şeyi hep
yek olarak çevirmeye mecbur muydu? Ancak tartışma için
Halilhan'a güvenmediğinden sustu. Gogi, o an konuşmamak
üzere plan yapmışsa da, Keriman helaya gidince, sayıklar gi
bi peş peşe birkaç cümle mırıldandı. Halilhan'ın kendi sek
si için annesini mevzu yapmasını yanlış buluyordu . Kutsal
görmesi gereken bir varlığı, kadın ilişkilerinde meze yapma
sına karşıydı.
Halilhan, Gogi'nin konuşurken titrediğini, tepeden tırna
ğa sarardığını tespit edince, ürktü. Aralarında gizli kalmış
bir hesap . . . Hayır, olamazdı ! Can dostu acaba hangi neden
le kendisine karşı sinir birikimi yapmıştı? Sesini hafifçe kı
rıp "Ben bütün kadınlarda annemin gözlerini aradım, Gogi,"
diyerek kesip attı.
Beraberliklerine yakışmayan, mat tavırlardı bunlar. . .
Volvo tahmin ettiğinden çok daha derin bir şekilde hur
dahaş olmuştu. İnanamayan gözlerle bile bakılamaz durum
daydı. O tomobilinin, ölmüş bir köpekten beter çarpılmış
yatışı karşısında korkuya kapılan Halilhan, havaya tutuna
rak kendine sahip çıkmaya çalıştı. Tutarsız hareketlerle sü
rüklenirken, Volvo'dan sağ çıkışına sanki sevinmiş gibi so
luyordu.
Volvo ! Volvo ! Halilhan'ın kendine göstermelik bir hayat
kurmasını sağlayan dekor . . . Kırılarak, onu dünya yüzünde
savunmasız bırakmıştı. Gözlerinden boşluğa öylesine öfke
li işaretler fışkırdı ki, Keriman anında ip olup uzaklaştı. O
da bir yoksul olduğundan, durmasının umutsuz bir bekleyiş
olacağını kavramıştı. Gerçekten de Halilhan'ın yüreğinde şu
an, uğursuz bir kadına sevecenlik gösterecek gram güç yok
tu . Merak duyup ne yöne kaybolduğuna bile bakmadı.
1 14
Ön panel, göğüs sacı dahil, olduğu gibi içeri göçmüş,
Volvoınun ağzı kuyulaşmıştı. Hafif fren darbeleriyle selama
durduğu burnunun yerinde rüzgarlar esiyordu. Dışa doğru
şaşılaşmış tekerler, moron balonlar gibi pörsüyüp kalmışlar
dı. Rot, en başta zaten çıkmıştı.
İnce ince yağan karı soluyarak bilinçsizce dolaşırken, oto
mobil hayatının anıları Halilhan'ın beynine üşüştü. Sis lam
balarını yakıp şehrin üstüne doğru ikileyişinin tadını dama
ğında duyunca, kalbinde, arabasının ruhunun yitmediğine
dair bir duygu kıpırdadı . Asfaltta tüy kesilip vals yapışları
yıldızlar gibi gözlerinde yanıp söndü. Ah ! Tadı grava. . . Ku
lağına nefis bir müzik aktı. O vakit kendini ağaçların üstün
den atiaya atiaya gitmeyen bir ömrü sürerneyecek denli güç
süz duydu . Başkalarına ait bir hayattan ödünç alıp yok olu
şuna örtü yaptığı Volvo olmadan yaşayamazdı .
Tavanı pot yapıp gebermiş, avare dişlisine, ana yatak hila
line kadar uçmuş olsa da, ona "mazide kalmış bir aşkın nes
nesi" demeye dili varmıyordu.
Hayatla hayatımız arasındaki intıka, eşit seğirmelerle ayın
öteki yüzüne geçtikleri anlarda saklıdır!
Kış güneşi yüzüne çam iğneleri gibi ufak oklar atmaya
başladı. Otomobil için güzel bir tamirci hayal etmeye çalı
şırken kar indi. Ardından rüzgar kayboldu. Sağ arka tekerini
yutan sular, çarşaf olup düzgünleşti . Bir dakika kadar, tabia
tın acı çekme özelliği olup olmadığını düşünerek dalgınlaştı.
Arabasını torba torba yüklenip götürecek bile olsalar, fe
dakarlıktan kaçınamazdı. Şu aşamada parayı konu yapma
yı ihanet görüyordu . Bu bakımdan hocalama geçirmeden
karara vardı. Para olarak ne yutarsa yutsun, gravasını he
men toplattıracaktı. Ama alelade bir tamirciye karşıydı. Du
rum hayati kritiklikte olduğundan, V olvo'yu eskisi gibi uçak
şekline sokacak zekilikte, fazlasıyla usta bir kimseye ihtiya
cı vardı.
115
Kızın Gogi'ye pusulası
116
İnce ince yağan kar, tavşan ayağından da hafif bir vedalaş
manın üstünü örttü . lpeksi beyazlığın aksine Gogi'nin hare
ketleri renk olarak siyahlaştı. Eli ve ayağı sanki boyut sap
masına uğramıştı. Eşyalanna nüfuz etmiş canlıların yaşadığı
uydumsu mahallede, içe doğru bükülmüş ebedi bir yalnızlı
ğa dönüşerek donup kaldı.
Gurur ve aşk ! Ruh denen sonsuzluğu aydınlatan odak
lar. . . Gogi'nin başı, kendi içindeki anatlar ve katotlarla bü
yük beladaydı. Bir an önce unutma içgüdüsünün atomlarıy
la sinyalleşmesi, onlara hükmetmenin yolunu bulması la
zımdı. Halilhan parça bakmak için araba mezarlığına gider
ken Gogi, araştırmasına koyulmak üzere eve kapandı.
Kızı beyninden kovmak için organ enerj isinden yarar
lanmayı tasarlıyordu. Öncelikle, iradesini kuvvetlendirrnek
için gece gündüz lambasını açık bırakmaya başladı. Gözle
rini dikip bakışlarının şiddetiyle ampulü söndürmeye ça
lıştı. Bütün dikkatini kendi üstünde yoğunlaştırdıktan son
ra "O bilimsel kitabın" başına çöktü. "Enerji kutusu" denen
olağanüstü buluşun şernalarını incelemeye koyuldu. Kutu-
117
nun koordinat hesaplarını tamamlamak için aralıksız on beş
gün matemalikle boğuştu . Beynindeki zeka servisini acınası
bir tutkuyla zorladı. Galvaniz saçı ana malzeme seçerek ye
di gün süreyle bilfiil çalışıp birbirinden farklı derinlikte, boy
boy 7 tane kasa yaptı. Dış yüzeylerini cam yünüyle kapladı
ğı saç kasaları iç içe geçirip kan ter akıtarak duvara yasladı.
Dışarda rüzgar, dindirilemez öfkesiyle çatur çutur uğui
darken Gogi, eserinin kıyısına çökmüş yorgunluktan ölü
yordu. Kalbindeki acıyla tek başına hesaplaşmak istediğin
den, gidip gelip yalvardığı halde Halilhan'la dertleşmekten
bile kaçınmıştı. Konuşursa kızı unutma arzusunun zayıfla
yacağından korkuyordu.
Kutuya girmeden önce kaynar sularla yıkandı ve soğuk,
buz gibi bir suyla durulandı. Öylece, kurulanmadan çıkıp
çırılçıplak enerji kutusunun içine oturdu. Düşünce dalgala
rındaki elekıronlar saniyesinde kutuya çarpıp doğada var ol
mayan birtakım sesler çıkardılar.
Kutunun içinde büyük bir tecrit yaratılmış olduğundan
Gogi'nin damlalada süslü çırılçıplak bedeni birden iğnele
nerek ısındı. Kutunun içindeki hava ateş almışçasına yandı.
Gözlerini kocaman açarak bayılınamaya çalıştı.
Orgon enerjisi tarafından güdümlenerek kutunun içinde
başka bir kutu hayal eden Gogi, (al tından ve ufacıcık) kızı
hayalinde yarattığı bu kutuya hapsetti. Kıza olan aşkını ve
evlilik düşlerini hapsettiği kutuyu, enerji kutusunun içinde
bırakıp dışarı çıktı. Zaman, kutuya çırılçıplak adım attığı an
dan bir saat kadar ileriyi gösteriyordu ve sonuç muazzamdı.
Yüce mekanizmanın adaleti !
Gogi kızı tamamıyla unutmuştu.
118
Yoksulların içindeki siyah dolunay
Kardan yansıyan ışığı yuta yuta ilerleyen pıhk pırtık adam
lar, şehrin son çemberini denk solumalarla geçip hafif ham
lelerle yokluğa sıçramışlardı. Varlıklarının dünyevi olarak
anlamlandırılmasına karşı koyan ölümsüz bakışlan boşlukta
rüzgar gibi titrerken yitip gidiyorlardı. Hayatınızın uzaklara
vuran yansımasından yapılma göstermelik hayatları, kaybol
ınakla oluşlarını perdeliyordu. Bir mekik hızıyla çekilmiş
lerken, yaşadıklanmızın gölgesinden ibaret bir hayat sürme
ye devam eder gibi göründüler.
Yoksulların yüzyıllardır dünyamza karşı kalkan olarak
kullandıkları serap hayatınızdır!
Bu adamlar, kendilerine dair olanı kendilerine ait olma
yan seslerin yankısını giyinmek suretiyle korudular. Asıl ha
yatlarını başka bir yerde saklamasalar, yüzlerindeki üzüntü
böylesine gerçek olmazdı.
Hayatınızla hayatımız arasındaki intıka, eşit seğirmelerle
aynı öteki yüzüne geçtiğimiz anlarda saklıdır!
Kışın, hüzünlü havasında, insanı yoksulluğumuzun ses
sizliğini araştırmaya çağıran bir titreşim vardı. Gogi kara ha-
121
ka baka, ayın öteki yüzündeki hayatla, dünya arasındaki ko
pukluğu giderecek bir yol bulma umuduna kapılıp sürük
lenmeye başladı. Teknoj en hayalini kader gibi yaşamaktan
kesin olarak caymıştı.
Enerj i kutusunun imkanlarını tespit etmekten başka bir
şeyle uğraşmak istemiyordu. Halilhan, "Var olmak güzel şey
değil mi, yani yok olmak olduğu için," diyebilecek kadar dün
ya yüzündeki durumlannın farkına varmış kral bir yoksul ol
masa, aralanndaki aşkın sönükleşmesinden acı duymayacaktı.
Halilhan araba mezarlığında kendini o kadar çok gecik
miş, varlığını öylesine harcanmış duydu ki, yerlerdeki pla
tinlere, bujilere, ispiral tellerine basmamaya çalışarak Volvo
parçalannın bulunduğu bölgeye doğru yürürken, ezilip ağ
lamaya başladı.
Yapılması imkansız arabalar, sayısız ölü grava . . . Ömrünün
yatırımı saydığı otomobil denen nesne, meçhul insanlar ta
rafından büyük bir selahiyede kullanılmış, terk edilip atıl
mıştı. Tüm çırpınmasına rağmen nüfuz etmeyi başaramadı
ğı, satın alıp kaputuna yüzünü sürdüğü halde sahip olama
dığı şeyin, isimsiz kişilerce çok daha önceden eskitilmiş ol
duğunu görmek, canını sıktı.
Çıkma panel, panjur, far, kaput, çamurluk ve traves aldı
ama . . . Sıfırlanmış ruhla . . . Benzerini hiç yaşamadığı iç düze
ninin tadı kaçmıştı.
Aşağılanarak kaybettiği enerjisini ona iade edebilecek tek
bir sığınak hatırlıyordu . O da bir başka mezarlık. . . Oraya
tatlı bir kadınla gitmeyi kurduğu halde, şu an yalnızdı. Ke
riman da hapçı çıkmıştı. Kesin olarak bilmese de gözlerinin
altındaki morluktan hayatındaki bu esareti çakmıştı. Aksi
halde, böyle bir mazereti olmasa, kadına kovar gibi yakla
şır mıydı? Her yan ıslak olduğundan, annesinin kıyıcığına
çöküp ağlaması mümkün olmadı. Zaten gözyaşı dökmek
ten çok kendini annesine seyrettirmek, şefkatinden yarar-
1 22
lanmak istiyordu. Mezarın etrafında yiter gibi, bir bakıma
bilinçsizce döndü. Perişanlayınca, "Buruk bir kalp mutlulu
ğun gölgeli halini ifade eder." cümlesini buldu. Mecburen.
Şu saniyelerde iyimser olması gerekiyordu.
lkindiye yakın Gogi'ye doğru yola çıktı. Aslında dostunun
evine gitme alışkanlığı yoktu. Keriman'ı götürmesi bir çare
sizlik anının ürünü olmuştu. Bunun dışında daha çok top
lantı gerekçesiyle evine adım atmıştı. Evin tarihindeki ölüm
karanlığı, onu Gogi'ye gitme konusunda pasif kılmaktaydı.
Arkadaşlıklarının buluşma yönü her zaman sokakta gerçek
leşiyordu. Kırılmış bir ruhla, açıktan yardım dilemeye git
mek, bir yanıyla Halilhan'a taviz gelse de , şu anda sonsuz de
recede teseliiye muhtaçtı.
İnsan ömrü hayata ortadan başlamıyordu. Hangi kişiyle
oturup özlem geliştirmişse, onun esiri haline dönüşüp sü
rünmesi, bir yerde kaçınılmazdı. Gogi planladıkları gibi ya
şamaktan cayarsa, ruhsal yatırımı bu yönde olduğundan, se
zebildiği kadarıyla yalnızlıkla yüzleşmesi zor olacaktı.
Binlerce acı çekerek de olsa hücrelerini tazeleyip hayat
ta kalmayı başaracaktı. Teknoj en'i ileri götürme konusunda
şahsen umutluydu. Piyasayla ilgili yırtıcı fikirlerin kendisine
ait olduğunu biliyordu. Temelde Gogi'ye moralman bağım
lıydı. Onu daima aynı . . . Hayatının kaliteli bir seyircisi olarak
yaşamıştı. Açıkçası, dostunun bakmadığı olayları yaratmayı
gereksiz buluyordu.
Ömrü tek başına kendisine ait olsa, bu kadarına hırsa gö
mülmesine, durmadan aşka düşmesine gerek var mıydı? Go
gi'nin hayatı beceremeyişini açıklanamaz bir nedenden dola
yı bir türlü içi almamıştı. Aslında kardeşlerini de hesaba ka
tarak, şu dünyada tümü adına yaşıyordu.
Efendiliğinden, kıymeti hiçbir zaman saptanamayacak ka
dar büyük, fedakar bir insan olduğunu hiçbirinin yüzüne
vurmamıştı.
1 23
Anlayışsızlığa uğradığında içine çökecek psikolojiyi tah
min edebiliyordu. lleriye dönük tek bir canlıya güvene
meyeceği gibi, herkesten de Gogi'den yediği darbenin in
tikamını almaya çahşacaktı. Erkek kardeşleri tarafında sü
rekli dışlanmaya alışkındı. Onlar, ne dünyadaki gurbet
lik durumlarının, ne de ihanetin felsefesinden haberliydi
ler. Bu yapılarıyla da ilelebet olamazlardı. Ama Gogi saye
sinde mutsuz bir kişiliğe itilmesi, isyan duyacağı terslik
te bir şeydi.
Şimdi, dostu tarafından harcanmamak için dua etmekten
başka yapacak şey aklına gelmiyordu. İnsanlar, dünya üs
tünde defalarca beraberlikleri açısından böyle hassas nok
talara gelmişler, ama dostluk denen kutsal yaşantının mah
kemesi hala kurulmamıştı. Halilhan bu konuda hesap sora
cak bir merci tanımıyordu. Duymamıştı. Yaşayıp çekilenler,
dostluğun muhasebesini, herhalde kesin kurallar saptaya
madıklarından tamamen vicdana bırakmışlardı.
Bunda yazık olan yön şuydu : Arkadaşlığın şekline göre
ruh bir akış yapıyor, dışardan bakan bir kimse bu akıştaki
gizli unsurları göremiyordu . Bu ebedi körlüğün insanı ölü
müne buruklaştırdığı, başkalarına katiyen anlatılmamak
taydı. Aynı zamanda herkesin ortaklaşa, tatsız kaderiydi bu.
Açılan zerre kadar küçük bir delik bile, sevgiyi mahveden
manyetik fırtınalar yarattığına göre, büyük arkadaşlıklarda
ruh, alabildiğine incelerek ipekleşiyordu.
Geleceği zamanı standart bildirmediği için Gogi'yle Me
sut, deneye dalmış, mutluluktan uçar bir vaziyette, Halil
han'a yakalandılar. Enerji kutusunun iç yan suntasına bir
kuş kafesi asmışlar, kanatlarını yumup kafesin dibine gaga
üstü devriimiş hayvancağızı pürdikkat incelemeye almışlar
dı. lkisi de Halilhan'ın gözüne dünyadan mutlak bir biçimde
kopmuş, akıl olarak uzaklaşmış göründü. Fazlasıyla hüzün
lenmesine karşın söyleyecek kelime bulamadı. Orgon ener-
1 24
jisine, gelecek için kurdukları hayat projesinden daha çok
değer veriyorlardı. Demek ki Volvo'nun ciğerlerinin param
parça oluşu kalplerini sızlatmamıştı.
Her şeyi anladı !
1 25
Tamirci maystroların Volvo'ya gösterdikleri dikkat sayesin
de Halilhan, yalnızlık duygusundan sıyrılıp yeniden hayata
bağlandı. Sanki üst kadernede masraf yaparak ruhunu şey
tandan satın almıştı. Operatörlerin Volvo'yu teslim etmeden
önce giriştikleri deneme seansı unutulmazdı. Motor kapulu
nun üstüne madeni bir parayı dikey olarak koyup arabanın
marşma bastıkları sırada çektiği heyecanı, saf bir hatıra ola
rak ölünceye kadar belleğinde yaşatacaktı. Arabanın marşı
na bastıklarında motor o kadar şaheser çalıştı ki, para yerin
den milim kımıldamadı . Halilhan, motor revizyonunun son
derece güzel yapıldığını, sübap, karbüratör, buji ve distribi
törün gayet hassas ayarlandığını fark edince, sevinçten ağla
dı. Oysa, Volvo sente tutmamıştı.
Roysroyslaşan Volvo'suna binip direksiyonu eve doğru
kırdıktan sonra gözlerinin içine oturan tebessüm ansızın ka
ranlık bir yere uçtu. Büyük bir ürpertiyle soğuklaşan gövde
si , dayanılmaz bir hızla sıfırın altına düştü. Darbe görmüş
arabatarla ilgili dinlediği hikayeler . . . Ne yazık ki sentesi tut
madığı için V olvo'nun ruhu baygınlaşmıştı. Kadınların ya-
1 27
nından kaba ve çırpıntılı geçiyordu. Yol boyunca şahanele
riyle karşılaştığı halde, süzülüp egzozundan bir kıvılcım da
hi çıkartmamıştı.
Halilhan ümitsizlik içinde otomobilini yatırların önün
de on-on beş tur sınadıktan sonra, Volvo'nun kazadan ön
ceki hayatını hatırlamayışını, ruhunu ve hafızasını yilirişini
derin bir acıyla kabullenmek zorunda kaldı. Bu zaman zar
fında şaşkınlığına ara verip Teknojen konusunu gündemi
ne alamadı. lçini tamamen eskimiş, pasla kaplanmış hisset
mesinde Gogi'nin yarattığı kırıklığın da bir ölçüde payı var
dı. Onun istifasını geri çeviremeyeceğini görüyordu ama yi
ne de son bir kez can dostuyla hayatının geleceğini konuş
maya muhtaçtı.
Pılık pırtık adamların buharlı nefesleri, boşlukta titre
yerek beyazlaşmıştı. Gogi'ye gitmek için yola çıktığı ge
ce, sessizliğin manitası kar, çırılçıplak dallara tırmanmış
tı. Bu görüntülerin yanında Teknoj en'in lafı olmazdı. Dün
yayı, doğayı çözmüş bir insan olarak biliyordu bunu, ama
ne yapsın? Kendisinin de mecburiyeLten doğmuş bir takvi
mi vardı.
Halilhan seri adımlarla karı tatlı tatlı ezerken, soğuktan
ve dünyanın kötülüklerinden korunmak için kendini enerji
kutusuna kapatmış olan Gogi, iğnelenerek ısınmış gövdesi
nin üstünde, heyecanlı deneyiere dalmıştı.
Halilhan, Gogi'nin kendisiyle konuşma biçiminden, dü
şünce yardımı olarak dahi ondan pek bir şey koparamaya
cağını anladı. "Ortak kaderleri, gelecek vs. " gibi mevzulara
dilek ve temenni babında bile yanaşmak istemiyordu. Sanki
olağanüstü bir güç can arkadaşının mimiklerini kontrol altı
na almıştı. Uyurgezer gibi değil de, asık suratlı ve serinkan
lı bir havası vardı. Aslında "Boşuna ! " diyerek geri dönmesi,
kann ilahiliğine sığınarak moralini kendi kendine düzeltme
ye çalışması lazımdı. Ama şu anda gerilim ve merak tarafın-
1 28
dan yönetildiği için, bu dostluğu, tükeneceği yere kadar ta
kip etmek istiyordu.
Gogi, yavaş yavaş açılıp Mesut'la beraber geliştirdikle
ri fikirleri açıklamaya başlayınca keyfi bozuldu. Daha doğ
rusu , arkadaşlıklarının en sıcak olduğu günlerde bile ken
disine bahsetmekten kaçındığı, titizlikle sakladığı maddi
bir kaynak imkanını Mesut'la beraberken devreye sokmayı
planlamış olması ruhunda acayip bir sarsıntıya yol açtı. Me
sut'la Gogi, yüksek duvarlada çevrili tekke kalıntısı evin ar
ka girişinde duran harap vaziyetteki umumi tuvaleti işlet
meye açmayı düşünmüşlerdi. Hayret verici bir kesit. . . De
mek ki, kardeşiyle can dostunun sevgileri tahmin edileme
yecek boyutta ilerlemişti. Tuvaleti ihaleyle devredip para ka
zanmayı hesaplamalan şahaneydi. . . Ama bu düşünce karşı
sında kendini kazıkianmış hissetmesi de kaçınılmaz bir şey
di. Gogi'nin yüzüne kuvvetle seslenip içini boşaltmak hak
kıydı ama herhangi bir serzenişin geçersiz olacağını saptadı
ğı için böyle bir hareket yapmadı. "Keşke Teknojen'i finan
se edemediğimiz günlerde bu samimiyeti benden esirgeme
seydin," demek yerine, "Tuvaleti modernleştirmek isterse
niz size ucuz fayans alabilirim," biçiminde jest yapmak zo
runda kaldı. Anladığı kadarıyla Gogi'yle konuşmayı götüre
bilmesinin tek yolu, kafayı taktıkları mevzulara prim ver
mesinden geçiyordu. Arkadaşlıkları hususunda resmen ça
resiz kalmıştı.
Tuvaletten gelecek parayla araştırmalarını finanse edebil
meyi, M esut'un hiçbir şeysiz çalışacak aletini sıfır noktasına
ayariayıp orgon enerjisiyle çalıştırınayı umuyorlardı ! Karde
şinin böylesine güçlü, hayati bir kararı Aynina'nın karanlık
desteğini almadan vermesi imkansızdı. Kesin olarak numa
ranın mimarı oydu. Kadınlığını kullanarak Mesut'u ailesin
den ayrı bir yola sokmuştu. Teknojen'in iflasını hızlandırıp
kocasını tek başına avucunda tutacaktı. Halilhan, intikamcı
1 29
bir kadın olan Aynina'nın planını sökebiliyordu. Çünkü, ka
zadan sonra Rübeysa'ya geçmiş alsuna geldiğinde lafı alay
cı bir biçimde 22 bilezik konusuna getirmiş, "Karakteriyle
hepimizi süründürdüğü yeter artık, " diyerek aksi tutumu
nu ortaya sermişti.
Aynina, kendini akıllı bir kadın sanmasına karşılık, Go
gi'yle Mesut'un hayaile ilerleyen beraberliklerinin kayıp bir
macera olacağının farkında mıydı? Bu çağda onları gerçek
çi bir sahada iş yapmaya yöneltecek tek kişinin kendisi ol
duğunu, el ele vermiş görmezlikten geliyorlardı . Anlaşılmaz
bir çelişkiydi bu. Ama lafla beyinlerine sızmanın fırsatı yok
tu. Ne yazık ki zaman sekmiş, artık dostane bir muhabbet
imkanı kalmamıştı.
Düşüneeli bir insan olarak kendi yönüne gidip işlerini yo
luna kayacaktı. İstediği zaman ve yerde yağmur yağdırma
yı, uçmayı, kendisini salt enerji görerek yaşamayı seçmiş bir
insan olarak Gogi'nin kendisine vereceği sağlam öğütler var
mıydı? Şu anda davranış olarak bunu araştırmaktan başka
bir şey istemiyordu .
Fakat Gogi, enerji kutusunun içinde kuruttuğu et parça
larını göstererek mumyalama tekniğini öğrendiğini, organ
enerjisi sayesinde sütü saniyesinde yağurda çevirdiğini söy
leyip Halilhan'ı acımasızca, açıktan oyaladı. Kutusunda ku
ruttuğu et parçalarını ilk fırsatta muska şekline sokup boy
nunda taşıyacaktı ! Dakikalar süren ayinsi hareketler ve de
lici bakışlada kurumuş et parçalarının tılsımlı olduğunu sa
vunacak denli ona karşı umursamazlık içindeydi.
Gerçekten, geçmiş güzel günlerin hatırına Halilhan'ın bu
kadar idareci olması fazla kaçtı. Nihayet, gitmek üzere aya
ğa kalktı. - Yağurt mevzuatına yatırım hayal ederseniz bir
miktar nakit koyabilirim, çünkü beni hala unutmayacağını
zı tahmin ediyorum.
Kader arkadaşıyla kesin bir şekilde yolları ayrılmıştı. Zir-
no
vede büyüyen çatlak! Vedalaşıp uzaklaşmarlan önce gerçe
ğin sesi ve temsilcisi olarak onları doğru bir yatırıma yö
neltmeyi arzulamıştı. Gogi'de ona garip ama zekice bir ha
tırlatmada bulundu. Can dostunun elini sıkarken, sihirli bir
anahtar uzatır gibi Hazmi'nin adını fısıldadı . . .
Ay, pılık pırtık adamların boşlukta beyazlaşan nefeslerini
yutmuştu. Rüzgarla beraberlik kurmuş, şifonsu ışıklarla ka
n savurmaktaydı . Halilhan, ağır ağır yürüyüşünde, gecedeki
yalnızlığını duydu. Yapısındaki romantiklik, zaten, yüzünü
hiçbir zaman hüzünsüz bırakmamıştı.
Arkasında sızlayan izler bırakarak evine ulaştığında, karı
sı ve çocukları uykuda kaybolmuşlardı. lsyan içindeki yaralı
kalbiyle onlara yetişemeyeceğini aniayıp yeniden dışarı çık
tı. Ah! Volvo . . . Aşkiarına kumanda etmeyi bırakıp karın ve
karanlığın altına uzanmıştı. Soğuktan titreyene kadar öyle
ce dikilip otomobilinin iktidarsız şekline baktı. Gözleri yo
rulunca, suratında çöküklükle Volvo'nun kapısını zorlayıp
kendini direksiyon koltuğuna bıraktı. Her şey bittiğine göre
ruhunu iyileştirecek bir müziğe ihtiyacı vardı. Paynırın güç
lükle ısınan çelik gövdesine Gogi'nin sevdiği parçayı sürdü.
Evet. . . bu ayrılık ne de olsa kutlanacak büyüklükteydi . Vol
vo'nun kadife kaplı taban döşemesinin içinden geçen kab
lolar, arka camlıktaki 2000'lik kolonların tıvitırlarım hafif
çe titremeye başladı.
131
ramıştı. Fakat, Hazmi'nin adını fısıldayan Gogi'nin sesini ha
tırlamasıyla beraber, derhal cana gelip ayıldı. Haybeye tüke
nen sevginin peşinden doğal olarak gözyaşı akıtacaktı ama
bu tür olaylarda Mecnunsu bir tarza da karşıydı.
Hazmi'yi arayacaktı. Çünkü kader kendisini ona doğru ça
ğırmaktaydı. Jüt olmuş gözlerle Rübeysa'nın yanına soku
lurken, kafasında, kardeşine duyduğu özlernin ılıklığı var
dı. Uykusunda Hazmi'nin inatçılığı ve kendisine karşı dikle
nişiyle boğuştuğundan, yataktan hevesi sönmüş, bitkin so
luyuşlarla kalktı. Kardeşinin kaprisçi karakteri, şimdiden
yorgunluğa dönüşüp gövdesinin üstünde yürümeye başla
mıştı. O kadar ki, kuşluk vaktine erişmeden ruhunda ağrı
lar oluştu.
Onu çok sevmesine rağmen ilişkilerinin öylesine harap
bir manzarası vardı ki, kalbindeki sevgiyi güzel bir cümle
haline sokup kardeşine sunması, bu aşama için enayilik ola
caktı. Sevgiye değinilemeyen yerde, bir beraberlik tohumu
nun atılabileceğine inanmak da ona göre insanlıktan uzak
bir şeydi.
Hayal ürünü hayatlara boş verebildikleri için tak diye ça
kışabilecek iki kardeş, kafalarındaki yanlış fotoğraflar yü
zünden yalnızlığa mahküm olmamalıydılar. Ama . . . Ne ya
zık ki, bu durumda kaçınılmaz olarak imajlar çarpışacaktı.
1 32
nuyla beraber fazla zahmet çekmeden, "Bu kadar olur ! " di
yerek devraldı. Ne tatlı. . . Gözleri, imza atışma şahitlik eder
ken heyecandan kan basıncı artmıştı. Ama yalnız bırakılmış
lığın sersemliği içinde mekanını dolaşırken yüzünde Gogi'ye
ithaf edilmiş bir hüzün vardı.
O vakte kadar hayatının muhasebesine çok fazla mesai
harcamış olduğundan hiçbir şey düşünmeden sessizliği din
lemek üzere, bir sabah, artık kendisine hizmet verecek olan
masaya oturdu. Ilık iki çakıl taşından farksız gözlerini öyle
sine serbest bıraktı. Karşı duvar, takvimlerden kesilip çerçe
velettirilmiş manzara, bitki ve bitkin hayvan resimleriyle do
luydu. Yaprakları yan açılmış beyaz bir gül, dik dik solgun
bakan bir papağan, şelale ve karlı bir dağ doruğu . . . Bunla
rın tam ortasına siyah-beyaz, büyük, camlı çerçeveli bir baş
bakan portresi kondurmuşlardı. Halilhan, şirketlerine ciddi
bir hava vereceğini düşündüğü için bu portreden hoşlandı.
Camlardaki yeşil, göz göz delikli perdeler, tip olarak yapa
cakları işe uygundu. Renk bakımından zevkine aykırı kaçsa
da şimdilik söküp atmayacaktı. Gözüne pencerelerin önün
deki çiçek saksıları hayret verici fazlalıkta göründü . Ağaç ol
muş devedikeninin yapraklarına, daUarına pembe-beyaz tül
kelebekler takınışiardı ki, bu, ortama kadınsı bir hava katı
yordu. Halilhan bu tül süsleri , iflas olayının ipuçlarından bi
ri olarak saptadı. İnşaat işinin cinsiyetine uymaz detaylar. . .
Adamlar dikkat göstermeyip lalettayin bir dekorasyon yap
mışlardı. Kiremit renginde kadife koltukları, dama tahtası
olarak kullanılabilen sehpalarıyla burası bir şirketten çok,
bir randevuevini andırmaktaydı. Hazmi'nin bu mekandan
gıcık kapacağı aklına takılınca canı sıkıldı. Neyse ki bir kö
şede bir alay erkeğin güçlükle kaldırabileceği büyüklükte,
ciddi duruşlu demir bir kasa vardı. Bu kasayı Hazmi'ye şir
ketin kanıtı olarak sunacaktı. Ama onun da üstünde renkli
hasıdardan örülmüş balıklar sallanıyordu. Hafif, biri soluk-
1 33
tandıkça savrulan uçucu balıkiardı bunlar. Çaresiz . . . Insana
seksi hatırlatıklan için hemen kaldıracaktı.
" Kardeşim, senin zevkine uygun kart bastıralım. "
Bulduğu bu mütevazı cümleye sığınarak Hazmi'yle yüz
leşrnek üzere Teknojen'den ayrıldı . Hazmi hurda işine dö
nüş yaptıktan sonra hırsla sessizliğe yuvarlanmış, çalıntı mal
sattığından, hafif ateşle döküntü mekanlarda saklanmaya
başlamıştı. Halilhan ağır bir hastayı ziyarete gider gibi anla
tılmaz bir burukluk içinde, yola çıkmadan önce, Volvo'nun
bagajına koca bir kasa portakal attı. Heyecandan hediye ola
rak meyveden daha uygun bir fikir bulamamıştı . Kardeşinin
sığındığı ekmek fırınına ulaşıncaya kadar stresten kaçma
rak, varlığını, dışardaki soğuğun etkisiyle buğulanan cam
ların ortasında hoş tutmaya çalıştı. Boynunda kaşkoluyla ta
ze ekmek kokularına karışıp köşe olmuş, bitkin uyuklayan
Hazmi'yi görünce, tek kelime ederneden planlanmamış bir
tarzda boşalıp ağlamaya başladı.
"Şu anda hangi özlemiere bağlı olduğunu sana çok esaslı
olarak benim tarif edebileeeğimi belki de bilmiyorsun. Abi
niz sıfatıyla attığınız adımları, duygusal, ailesel, maddesel
yapılannızı, aksatmadan diyebilirim, takip ediyorum. Bana
karşı sürekli kavgacı davransanız da benim sizden vazgeç
meyeceğimi lütfen görmeniz lazım. Bu yaşta, dizlerimin tit
reyişini size borçlu olduğumu zannediyorum. Bugün, hak
kım olmadığı için beni cahil bir şekilde yormanı istemiyo
rum. Karakterini işletip kötü söz kullanarak beni kovabi
lirsin. Fakat bu hareketinin yanlışlığını zaman sana çok geç
kalmadan eminim söyleyecektir. Hayatımıza bir sinema gi
bi bakabilirsen, tahminim, bağlarımızın sıkılığına şaşıracak
sın. Sesimizin bile aynı tonda çıkışını güzel görebilirsin. Ha
va ve yüz olarak birbirimize aşırı ölçüde benziyoruz, öyle
değil mi? Bunun altyapısını kabul etmekten kaçmanın haya
tımıza ne türlü bir karı olabilir? Kardeşliğimize boyun bü-
1 34
kerek sana Teknojen'in anahtarını sunmak kaydıyla geldim .
Benimle zevkine uygun bir şekilde konuşmam beklerim. Bu
nu sen bileceksin. "
Hazmi, karısı Turcan'dan Halilhan'ın geleceğini haber al
mış olduğu için programa çok iyi hazırlanmışu. Kendinden
emin görünüşlü, dalgacı bir stili vardı. "Fikirlerin tatlı görü
nüyor, fakat, benim görüş açım çoktandır serbeste ayarlı, sa
na anlatılmışur, devamlı azami hızdayım, affet yani , detayla
rı kavrayamıyorum," dedikten sonra, lafı, döndürüp dolaştı
rıp, "Volvo'nla bile yanşınm"a vardırdı.
Hurda işine dönüş yaplıktan sonra biraya alışmıştı. Gö
rüşmeyi bira içerek götürme teklifi yaptı. Halilhan onda bir
zıtlık, bir rekabet havası sezince ilkin tereddüde girerek bo
caladı. Ama onu kazanmak için restini görmekten başka ça
re bulamayıp, "Bir üstüne varım, helaya gitmemek şartıyla ! "
demek zorunda kaldı.
Hayatlannın geleceği için portakal ve sıcak ekmeğe sarıla
rak, hazin bir zalimlik içinde, yarışa başladılar. Atışmayı iz
leyen un işçileri, üstlerine yağan siste kaybolunca, ikisinin
de kollan ağırlaştı. Hazmi, ışığa yutulan gövdesiyle diren
ıneye çalışırken, Halilhan üç şişe kadar arayı açtı. Hunharca
bastıran yağmur, hamleleri tükenen Hazmi'yi daralttı . Yirmi
dokuza otuz iki ! Acemi hırsız, kendi suyunun sesinde yite
rek yağmur şakırtısına karıştı.
Dışarı çıkışları gece yarısına rastladığı halde, renk gibi
uçuyorlardı. Birbirlerine sürtünerek, artı gülüşerek araba
ya ulaştıklarında Hazmi, Halilhan'ı iterek koşmaya başla
dı. Halilhan, iddiaya doymayan kardeşinin peşinden mar
şı ateşleyip Volvo'yu öyle bir çalkalattı ki, Hazmi burnu
na gelen kurumlu egzoz dumanıyla afyonlaştı. Hızın rüzga
nyla uçan ceketi, sinsi bir el gibi gözlerini kapattı. Dizüs
tü çöküp karanlıkta kaybolduğu an , Volvo'nun stoplan kır
mızılaştı .
1 35
Geri vitese alan Halilhan, arka arka gelişinin müzikli sin
yalini vererek Hazmi'ye yanaşıp onu içeriye çekti. Ağzın
dan sızan uzunlu kısalı mırıltılarla ön koltukta solunca ,
Volvo'yu şehrin en silik kopyasının göründüğü yüksekli
ğe sürdü .
Zaman gölgelensin istiyordu
Olaya karşı soğuktu
Şeytani yabancılığını dengeleyecek uzaklığa
Flaşörsüz halde
Kendiliğinden unutturucu bir ayrılışa ihtiyacı vardı.
1 36