Professional Documents
Culture Documents
ABİDELERİ VE KİTABELERİYLE
KONYA TARİHİ
KONYA
2007
İBRAHİM HAKKI KONYALI
(1896 – 1984)
1896 yılında Konya’da doğan İbrahim Hakkı, ilk tahsilini mahallesindeki Sıbyan
Mektebinde, Rüştiye’yi de Akif Paşa Mektebinde faaliyet gösteren Fuyuzat-ı Hamidiye
Rüştiyesi’nde bitirdi. Çeşitli medreselerde özellikle de Konya’daki Islah-ı Medaris-i
İslamiyye Üniversitesi’ne devam etti. Bu üniversite kapanınca İzmir’deki Amerikan
Şimendifer Mektebi’ne kaydını yaptırdı.
Buradan mezun olduktan sonra Geyve ve Bozüyük İstasyonlarında staj yaptı. Batum,
Ruslardan alındıktan sonra oraya istasyon şefi olarak atandı. Birinci dünya savaşından sonra
memuriyetten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. İlk olarak Konya’da ‘Hakyolu’ mecmuasını
çıkardı. Daha sonraları ‘İntibah, Meşrik-i Hakikat, İleri’ gazetelerinde yazmaya başladı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Konya’dan ayrıldı ve İstanbul’a yerleşti.
İstanbul Arşiv Dairesi ile Ankara Vakıflar Müdürlüğü Arşiv Daire Müdürlüğü
görevlerinde bulundu ve buradan emekli oldu. Büyük eserlerini 1940 yılından sonra vermeye
başladı ve 200'ün üzerinde eser verdi. Konya Tarihi, Alanya Tarihi, Erzurum Tarihi, Karaman
Tarihi, Akşehir Tarihi, Ereğli Tarihi, Kilis tarihi iki ciltlik Üsküdar Tarihi ve Beyşehir Tarihi
eserlerinden bazılarıdır.
Merhum, Hak Yolu, Tarih ve Tarih Dünyası gibi dergiler çıkartmış, Son Posta, Tan,
Vatan İntibah, Meşrik-i Hakikat, Tercüman-ı Hakikat, İleri ve yeni Asya gibi pek çok gazete
ve dergilerde de yazıları çıkmıştır. S.Ü. yapmış olduğu başarılı çalışmaları dolayısıyla
kendisine Fahri Doktorluk payesi tevcih etmiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı, büyük ve değerli arşivini ve binlerce ciltlik kütüphanesini,
Üsküdar Selimiye’deki Hünkar Kasrı’na ‘İbrahim Hakkı Konyalı, Kütüphane ve Arşivi’
adıyla vakfetmiştir. Yapmış olduğu, büyük hizmetler sebebiyle, adı Türk tarihine altın
harflerle geçecek olan bu büyük araştırmacımızın Akşehir’de 92 yaşında kendi tabiriyle ‘yağı
bitiverdi’. Zamanın Akşehir Belediye Reisi’nin odasında yine bir araştırma için geldiği yerde
geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonunda, 20 Ağustos 1984 yılında vefat etmiş ve cenazesi
İstanbul’a götürülerek 21 Ağustos 1984 yılında Üsküdar Selimiye Camii’nde kılınan
namazdan sonra daha önce hazırlatmış olduğu, Üsküdar Karacaahmet Kabristanındaki
kabrinde toprağa verilmiştir.1
1
‘Baha Veled’den Günümüze Konya Alimleri ve Velileri’, Av. M. Ali Uz, Konya Mayıs 1993-
‘İ. Hakkı Konyalı ve Konya Kütüphanesi Yazmalar Katoloğu’ Mustafa Özdamar 1997
2
ÖN ve SON SÖZ2
İ. HAKKI KONYALI
2
İbrahim Hakkı Konyalı Merhumun Kitabın 1964 Yılındaki İlk Baskısına Yazdığı Önsöz
3
KONYA TARİHİ’NİN
3. BASKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR İÇİN AÇIKLAMA
3
‘İ. Hakkı Konyalı ve Konya Kütüphanesi Yazmalar Katalogu’ Mustafa Özdamar 1997
4
1- Transkripsiyon çalışması yaparak; eserde geçen tüm kelimeleri günümüz
transkripsiyonuna göre değiştirdik. Örneğin kitabın ilk yazıldığı günlerde ‘ALÂ-ED-DİN,
EVHÂD-ED-DİN, BAHÂ-ED-DİN’ gibi olan kelimeleri ‘Alâe’d-din, Evhâde’d-din,
Bahâe’d-din’ olarak ayrıca ‘REİS-ÜL-ETİBBA, DÂR-ÜŞ-ŞİFA’ gibi olan kelimeleri de
‘Reisü’l-etibba, Dârü’ş-şifa’ şeklinde yeniden düzenledik.
2- Kitabın tamamında özel isimler, yer isimleri, unvanlar, şehirler, ülkeler, ırklar,
köyler, has isimleri (Örn: “Herevî’ tarih boyunca büyük bir şöhret yapan Konya’nın kayısısına
adını veren Kamerü’d-din’in de bostanını görmüştür. Seyyahın Konya’ya II. Kılıçaslan
zamanında geldiği anlaşılmaktadır.” gibi) italik yaptık. Bundaki amacımız konu içerisinde
geçen konu ile alakalı yerlere dikkati çekmektir.
3- Kitapta o günün yazım dili ile bugünün yazım dili arasındaki farklılıkları da
günümüze göre değiştirdik. Örneğin: ‘Olmıyacak, kale dıvarı, te’sis edilmiş… v.b.’ kelimeleri
günümüz okunuşlarına göre düzelttik.
4- Kitapta çok fazla bulunan yazım ve imla hatalarını da elimizden geldiğince
düzeltmeye çalıştık.
5- Kitaptaki tüm Arapça, Osmanlıca, Farsça; ayet, kitabe, yer-has isimleri ve notlar
yeniden M. Emin Eminoğlu Hoca tarafından yazıldı, kitabın basımından kaynaklanan bazı
yanlış ibarelerde düzeltildi ve tarafımızca düzenlendi.
6- Kitaptaki tüm dipnotları bir düzen dâhilinde yeniledik. Malumdur Konya Tarihi’nde
her sayfada ne kadar dipnot varsa sayfanın aşağısında o kadar sayıda tekrarlayan dipnotlar
varken biz bunları başından sonuna yeniledik.
Günümüz insanının daha rahat okuması ve anlaması için çalışmayı yaparken bu işin
zorluğunun ve yaptığımız işin büyüklüğünün farkında olarak son söz mahiyetinde şunları
söylemeliyiz: Bu çalışmadaki her türlü güzellik eserin müellifi Dr. İbrahim Hakkı Konyalı
merhumun, hata ve kusurlar bizlerindir.
M. ALİ ORAK
ALİ BEKTAŞ
Konya 2007
5
TARİHÎ KAYNAKLARDA KONYA
Strabon, coğrafyasında Konya hakkında çok az malûmat vermektedir. Yazdıkları dilimize şöyle çevrilir:
“... Aynı cihette yabani eşekler merası, (Onagroboté) adı verilmiş olan haşin ve arızalı nâhiyeden daha
ziyâde şen ve lâtif bölgede, oldukça kalabalık ve küçük bir şehir olan İconium (Iconium) vardır ki; orada vaktiyle
Polemon hüküm sürüyordu. Konya’da Toros Dağları’na hissedilir bir surette yaklaşıldığı görülür ki bu dağlar
şimalde Lycaonia (Likaonya), Cappadoce (Kapadokya) ile cenupta Cilicie Trachée (Taşlık Kilikya) arasında
sınır teşkil ederler.”4
Lidya’ya vali tayin edilen genç Gyrus (Keyhüsrev) kardeşi Erdeşir’in babaları Dara tarafından veliaht ve
halef ilân edildiğini işitince bunu yok ederek yerine geçmek istiyordu. İran hâkimi Satrab Tisafern’ in taarruzuna
karşı gelmek bahanesiyle Yunan kuvvetlerini alarak milattan 404 yıl önce Sardes’den yola çıktı. Fricya
(Firigya)’nın son şehri olan Iconium’a da uğradı. Burada üç gün kaldı. Keyhusrev’ Likaoni bölgesini beş günde
geçmişti. Likaonyalı’lar; İksenefon’un rûznâmesine göre on binlerin geçmesine mani oldukları için Keyhüsrev
ordusunun bu memleketi yağmalamasına izin vermişti.5 İşte Konya 2367 yıl önce on binlerin müthiş bir
yağmasına uğramıştı.
Valansiyeli meşhur ve büyük seyyah Ebü’l-Hüseyin Muhammed İbn Ahmed İbn Cübeyr İbnü’l-
Kinanîyyü’l-Endülüsî Konya’ya uğramadığı için seyahatnamesinde doğrudan doğruya Konya’dan
bahsetmemiştir. Takiyyü’d-din Ahmed-i Makrizî’ye göre 614 yılı Şaban’ın 27. Çarşamba günü (m.1217) ölen
seyyah, notlarını 578 yılı Şevvali’nin 30. günü (m.1182) kitap halinde tedvin etmeye başlamıştır. Eserini
yazmaya başladığı zaman Konya’da Rum Selçukîleri tahtında II. Kılıçaslan oturuyordu. Öldüğü yılda ise bu tahtı
I.Keykavus işgal ediyordu.6
Seyyah kitabında Anadolu Selçukîleri’ni ilgilendiren ve şimdiye kadar hiç incelenmeyen malûmat
vermektedir. Burada biz bazılarını kısaca alacağız:
“Seyyah Sicilya’dan bahsederken der ki: “Sicilya hükümdarının çok güzel bir kız kardeşi vardı. Amcasının
oğlu bu kıza gönlünü kaptırmıştı. Rumlar kendi hısımlarıyla evlenemedikleri için bir gün delikanlı sevgilisini
alarak birçok kalelerin, Konya’nın ve Kostantiniyye’ye mücâvir Acem Bilâdı’nın sahibi (hükümdarı) Sultan
Mesud’a sığındı.7 Sultan Mesud çok zengin ve kudretli bir hükümdar idi. Kostantiniyye hükümdarı her sene
kendisine cizye veriyordu. Prens, amcazâdesiyle beraber Müslüman oldu, altun bir salip kızdırılarak ayağının
altına kondu. Bu, Hıristiyanlığı terk ederek Müslümanlığa sağlamca yapışmaları için kendilerince en mühim bir
alâmet sayılırdı. Bundan sonra amcazâdesiyle evlendi. Sonra bir Türk ve Müslüman ordusuyla beraber Bizans’a
hücum etti... Aldığı ganimetleri Sultan Mesud’a getirdi. Bu seferinde beş bin kadar Rum’u kırdı.”
İbn Cübeyr’ Hicaz toprağından Merv’de bulunduğu zaman muhteşem bir alay ile Mekke’ye hacc için
gitmekte olan I.Sultan Mesud’un kızı Melike Hatun’u ve iki arkadaşını seyretmek için seyahatini tehir ettiğini
anlatırken der ki:
“Melike Hatun’ Emirü’l-Hacc Ebü’l-Mekârim Taştekin ile beraber hac için gelen üç hatundan birisidir. Her
sene halife tarafından hac emirliğine tayin edilen Taştekin 8 seneden fazladır ki bu vazifeyi yapmaktadır. Melike
kadri ve itibarı çok yüce bir hatundur.”8
Melike Hatun, babasının sağlığında haccettiğine ve Sultan Mesud da h.510-m.1116’dan, h..551-m.1156’ya
kadar hükümdar bulunduğuna göre İbn Cübeyr seyahatini bu hükümdarın zamanında yapmıştır. Bu
seyahatnamede Melike Hatun ve Sultan Mesud hakkında daha birçok mühim ve enteresan malûmat vardır.
Sicilyalı Ebu Abdullah Muhammed İbn Muhammed İbn Abdullah İbn İdrisî Hicret’in 6. yüzyılının ortalarında
yazdığı Nüzhetü’l-Müştak Fî İhtiraki’l-Âfâk9 adlı Arapça eserinde arz ve tûlünü göstererek Konya’yı yazmıştır.
Abbasi Halifeleri’nden En-Nasır li Dini’llah’ın tavsiyesi üzerine gezdiği ve gördüğü yerler hakkında;
Kitabu’l-İşârât Fî Ma’rifeti’z-Ziyârât 10 adlı bir eser yazan meşhur seyyah Heratlı Mütevekkil Alâ’llah Ali İbn
4
-Ceographie De Strabon cilt. 2, S. 533 Paris 1894. Fransızca tercümesinden. İstrabon Milâttan 50 yıl önce Amasya’da
doğmuş idi.
5
-Küçük Asya Tercümesi cilt 2, Sahife 414
6
-İbn Cübeyr Seyahatnamesi şeklinde de şöhret bulan bu kitap 1855 ve 1907 yıllarında Leyden’de
‘’رﺣﻠﺔ اﻟﻜﺎﺗﺐ اﻻدﻳﺐ اﻟﺒﺎرع اﻟﻠﺒﻴﺐ اﺑﻲ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﺟﺒﻴﺮ اﻟﻜﻨﺎﻧﻲadıyla bastırılmıştır.
7
- İbare aynen şudur:
‘’اﻻﻣﻴﺮ ﻣﺴﻌﻮد ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺪروب وﻗﻮﻧﻴﻪ وﺑﻼد اﻟﻌﺠﻢ اﻟﻤﺠﺎورة ﻟﻘﺴﻄﻨﻄﻨﻴﺔS. 338
8
- Rıhlet-i İbn Cübeyr, sahife 182, 183, 199, 223, 231, 237, 241, 338, 339.
9
-Bu kitap 1593 yılında Kitab-ı Nüzheti’l-Müştak Fî Zikri’l-Emsari ve’l- Aktar-i ve’l-Büldan-i ve’l Cüzür-i ve’l Medâyin
adıyla Roma’da basılmıştır. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn’da kitabı yukarıda yazdığımız şekilde adlandırmakta ve Sicilyalı
Şerif Muhammed İbn Muhammed-i İdrisi’nin kitabını Sicilya Hükümdarı adına hicretin 6. yüzyılı ortalarında yedi iklim
üzerine yazdığını, mesafeleri, mil ve fersah ile gösterdiğini ve bunu bazılarının ihtisar ettiğinin maruf olduğunu
söylemektedir. (cild 2, sahife 596.) Müellif kitabında eserini yukarıda yazdığımız şekilde adlandırmaktadır.
10
-Şeyh Ebu’l-Hasan Ali İbn Ebubekir-el-Herevi’nin bu kitabı az bulunan çok kıymetli bir seyahatnamedir. Hususi
kütüphanemizdeki nüsha altmış yedi yapraktır. Güzel bir nesh ile h.95 yılında yazılmıştır. AfyonKarahisar’da Gedik Ahmet
6
Ebubekir; Anadolu Selçukîleri Başkenti Konya hakkında müşâhedesine dayanarak malûmat veren en eski
Müslüman bir şarklıdır. H.569, M.1173’te Kudüs’e, h.570-m.1174’te Aksalan’a gelen ve h.611-m.1214 yılında
ölen Ali İbn Ebubekir’ Konya hakkında aynen şunları söyler:
“Camiin yanındaki11 kilisede hakim Eflatun’un kabri vardır. Kamerü’d-din’in bağında; üzerinde izare
bürünmüş uyur bir halde bir erkekle kadın sureti bulunan mermer bir taht gördüm. Bunların hepsi bir mermerden
oyulup çıkarılmıştır. Bu kabartmanın tûlünü ve arzını ölçtüm. Kitabu’l-Acâib’te yazacağım.”
Herevî’ Konya’ya geldiği zaman Alâe’d-din Tepesi’nde cami vardı. Camiin kıblesindeki Bizans Mâbedi de
henüz kilise hâlinde idi. Sonra bu Mabet Eflatun Mescidi adıyla İslâm Mabedine çevrilmiş ve son zamanlarda
saat kulesi olarak kullanılırken de İstiklâl Savaşı’nın ilk yıllarında bomba ile berhava edilmiştir.
Üzerinde uyur vaziyette kadın, erkek kabartmaları bulunan yekpâre mermer serir de bize kadar gelmemiştir.
Bunun eski devirlere ait bir lâhit olması çok muhtemeldir.
Herevî’ tarih boyunca büyük bir şöhret yapan Konya’nın kayısısına adını veren Kamerü’d din’in de bostanını
görmüştür. Seyyahın Konya’ya II.Kılıçaslan zamanında geldiği anlaşılmaktadır.(1156-1192) Bundan Konya’nın
meşhur kayısısına adını veren Kamerü’d-din’in, II.Kılıçaslan devri adamlarından olduğu manasını da çıkarmak
mümkün olmaktadır. II.Kılıçaslan zamanında Alâe’d-din Tepesi’nde cami de vardı. Heratlı seyyah Konya
hakkında daha fazla malûmat vermemektedir. Bu seyyah İstanbul’dan Konya’ya İznik’ Amoriye, Eskişehir
yoluyla gelmiştir. İznik’te İsa’nın kendileriyle beraber olduklarını söyleyen 318 papazın bulunduğunu görmüştür.
Amoriye12 sınırları üzerinde bir tepenin başında Muhammed Battal’ın kabri vardır. Amoriye’de de Abbasî
Halifesi El-Mu’tasım ile gelen, burada şehit düşen birçok kimselerin kabirleri ve birçok tuhaf ve eski eserler
vardır. Seyyah Amoriye’den sonra Sultan Önü denilen Eskişehir’e gelmiştir. Burası hakkında aynen şunları
söylüyor:
“Burası tuhaf bir yerdir. Rumca buraya sıcak su anlamına Sirma’da denir. Beldelerin sınırları ve kâfir
serhatleri üzerinde bulunan bu yere Avigerm او آﺮم13 de derler. Bu mevkide büyük köşkler ve bunların altlarında;
Paşa Kütüphanesi’nde 1427 numarada ve Paris Yazmaları arasında 5975 numarada ve Bursa’da Haracçızadeler’de birer
nüshaları daha vardır. Der-i İslâm Mecmuası’nın 19. Sayısı’nda bu eser hakkında bir tetkik yazısı çıkmıştır. Herevi,
seyahatini Abbasi Halifeleri’nden El-Müsta’zibi Emri’llâh zamanında (1160-1170) yapmış ve kitabını En-Nasır li
Dini’llah’ın emri üzerine yazmıştır. İbn-İ Halligan’ın tercümesinde cilt 1, sahife 352’de anlattığına göre de Halep
Eyyubleri’nden Ez-Zahir İbn Selahaddin Yusuf, kendi adına Halep’te bir medrese yaptırmıştır. 611 yılı Ramazan’ında ölmüş
ve bu medrese civarındaki türbesine gömülmüştür.Herevi gittiği yerlerde gördüğü ve ziyaret ettiği abidelere ve anıtlara
manzum ve mensur intibalarını yazmakla şöhret bulmuştur. Konya’daki abidelere de bir çok şeyler yazmıştır. Seyahati
esnasında getirdiği tuhaf bir ağacı kendi türbesine dikmiştir. İbn Halligân türbesini ziyaret ederken Halep bölgesinde
bulunmayan halka şeklindeki bu ağacı görmüştür. Kitabından öğrendiğimize göre kendisinin ( )آﺘﺎب اﻟﻌﺠﺎﺋﺐve ( آﺘﺎب ﻣﻨﺎزل اﻻرض
)ذات اﻟﻄﻮل واﻟﻌﺮضadlı iki kitabı daha vardır.
Keşfü’z-Zünûn’a göre (İstanbul baskısı, Cilt 1, Sahife 469) Herevi’ nin ﺧﻄﺐ اﻟﻬﺮويadlı bir eseri daha vardır. Gezdiği
yerdeki abideler hakkında çok mühim ve geniş malûmatı ihtiva ettiği anlaşılan Kitabu’l-Acâyib’inin bize kadar gelmediğini
zannediyorum. Herevi seyahatnamesine Halep’ten başlamakta ve aradan zaman geçtiğinden gördüklerinden birçoklarını
unutmuş olduğu için kitabına geçiremediğinden dolayı da özür dilemektedir. Herevi, devrinde hiç bir gezginin başaramadığı
büyük bir seyahat yapmıştır.Ben bu kitabın Türkiye’deki yazmalarını karşılaştırarak mükemmel bir nüshasını hazırladım.
Dilimize de çevirdim. Tarih Kurumu basacaktı. Sonra nedense vazgeçti. Kitap sonra 1953’de Janine Sourdel tarafından
Şam’da bastırılmıştır.
11
- Kitabu’l-İşarat Fi Ma’rifeti’z-Ziyarat’da ibare aynen şöyledir:
ﻣﺪﻳﻨﻪ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﻬﺎ ﻗﺒﺮ اﻓﻼﻃﻮن اﻟﺤﻜﻴﻢ ﺑﺎﻟﻜﻨﻴﺴﺔ اﻟﺘﻲ ﺟﺎﻧﺐ اﻟﺠﺎﻣﻊ ورأﻳﺖ ﻓﻲ ﺑﺴﺘﺎن ﻗﻤﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﻦ اﻟﺮﺧﺎم ﺳﺮﻳﺮ ﻋﻠﻴﻪ ﺻﻮرة رﺟﻞ واﻣﺮأة ﻳﻨﺎم ﺗﺤﺖ إزار واﻟﺠﻤﻴﻊ
ﻣﺴﺘﺨﺮج ﻣﻦ ﺟﺴﻢ اﻟﺮﺧﺎم وذرﻋﺘﻪ ﻃﻮ ًﻻ وﻋﺮﺿ ًﺎ وﺳﺄذآﺮﻩ ﻓﻲ آﺘﺎب اﻟﻌﺠﺎﻳﺐ
7
durulukta, sıcaklıkta, tatlılıkta ve yararlıkta başka yerlerde eşi bulunmayan bir su vardır ki; uzak yerlerden bu su
için buraya gelirler. Bu suyun tavsifini ve burada bulunan yılanları inşallah “Kitabu’l-Acâib”de yazacağız.”
Seyyah Eskişehir’den sonra Konya’yı, sonra Ankara’yı, Kayseriyye’yi yazmış ve sonra da Obruk اﺑﺮوق14
hakkında geniş malûmat vermiştir. Bunun hakkında diyor ki:
“Rum beldelerinden bir mevzidir ki her taraftan buraya ziyaretçiler gelir. Burada Ömer İbn Hattab’ın oğlu
Ebu Ubeyde’nin meşhedi vardır. Burada bir mağarada cesetleri hiç çürümeyen ve uzayan tırnakları ve saçları
daima kesilen ölüler varmış. Söylenenleri tahkik etmek istedim. Obruk; bir dağın içindedir. Bir kapıdan girilerek
bir müddet yeraltından yürünür. Sonra geniş bir yere çıkılır ki burası yere batan bir dağın ortası gibidir. Üstünden
gök görülür. Ortasında küçük bir gölcük ve etrafında çiftçilerin evleri vardır. Bunlar Rum’lardandır. Tarlaları
Obruk’un dışındadır. Burada güzel bir kilise ve mescit vardır. Eğer gelen mİsafir Müslüman ise mescide,
Hıristiyan ise kiliseye indirirler.
Buradan bir çukur yol ile başka bir yere girilir. Burada üzerinde kılıç yaraları ve kargı izleri bulunan birçok
insan ölüsü vardır. Bunlardan bazılarının bazı azası düşmüştür. Üzerlerinde pamuktan elbiseler vardır. Bunlar hiç
değişmemişlerdir. Burada başka bir yerde arkalarını mağaranın duvarına dayamış, ayak üstünde duran dört kişi
daha vardır ki bunlardan birisi çocuktur. Başını; esmer renkli, üzerinde pamuktan bir aba bulunan uzun boylu bir
adamın koluna koymuştur. Bu adamın avucu sanki musâfaha ediyormuş gibi açıktır. Bunun yanında üst dudağı
patlamış, dişleri meydana çıkmış bir erkek daha vardır.
Burada bir de tabut gördüm. İçinde bir kadın ve göğsünde küçük bir çocuk vardır. Kadının bir memesi
çocuğun ağzındadır. Burada yine ayakta arkasını duvara çevirmiş bir kişi daha vardır. Yine buradaki yüksek bir
yerde üzerinde on iki erkek bulunan bir taht gördüm. Bunların arasında elleri ve ayakları kına ile boyanmış bir
çocuk da vardır. Rumlar bunları kendilerinden sanırlar, Müslümanlar da bunların Hazret-i Ömer İbn Hattab’ın
ashâbından olduğunu söylerler. Orada mahsur bir halde ölmüşler amma saçları büyüdüğü için başlarının tıraş
edildiği ve tırnakları büyüdüğü için kesildiği doğru değildir. Bunların derileri kemiklerinin üzerinde kurumuş ve
hiç değişmemiştir.”15
Heratlı seyyahın bu mağarada gördüklerinin bir takım mumyalar olduğunu söyleyebiliriz. 16
Seyyah bu Obruk’u Kayseri’den sonra yazdığına göre bizim Konya’daki Obruk’lardan başkası olduğu
muhakkaktır.17
Seyyah, Obruk’tan sonra Bülüsteyn()اﺑﻠﺴﺘﻴﻦ18 şehrini yazıyor. Burası Obruk’a yakın harap bir şehirdir. Buna
Ebsüs( )اﺑﺴﺲdenir.
Söylendiğine göre burası()دﻗﻴﺎﻧﻮسun şehridir 19 Burada birçok tuhaf ve eski umran eserleri vardır. Bu şehrin
batısında da mağara ve Kitabeler vardır.20
Seyyah bundan sonra ziyaret ettiği Malatya’ Erzen-i Rum’ (Erzurum)’ Diyar-ı Bekir ve Ceziretü’bn-i Ömer-
i’ (Cizre’yi) yazar.
“ ”آﺘﺎب ﻧﺨﺒﺔ اﻟﺪهﺮ ﻓﻲ ﻋﺠﺎﺋﺐ اﻟﺒﺮ واﻟﺒﺤﺮ21 de Şeyh Şemsü’d-din Ebi Abdullah Muhammed İbn Ebu Talip-el-Ensarî-
es-Sofiyyi’d-Dimeşkî’de Konya’yı Herevî’nin ifade ve ibaresiyle anlatmakta ve hiç bir mehaz vermemektedir.
Tahminimize göre bu müellif Herevî’den istifade ve onu kopya etmiştir. Biz asırlardan sonra bunu yakalamış
bulunuyoruz. Bu tarihçi, Herevî’nin ifadesinden ’وذرﻋﺘﻪ ﻃﻮ ًﻻ وﻋﺮﺿ ًﺎnı çıkarmış, yerine “ وﺑﻬﺎ دار اﻟﻤﻠﻚ وﻣﻘﺮ ﺳﻠﻄﺎن
”اﻟﺮومilave ederek Konya’nın Selçuk Başşehri ve Rum Sultanı’nın idare makarrı olduğunu göstermiştir. Bu
müellif Konya’dan sonra Diyar-i Rum’da Sivas’ Kayseri’ Aksaray’ Erzincan’ Kırşari 22 , Konya Akşari’ Zili’
14
-Yakut-ı Hamevî bunu Ebruk gibi harekeler ve Herevî’den aldığı mâlûmâtı sıralar. (c.1, s. 87, Leipzig tab’ı.)
15
- Kitâbu’l-İşârât Fî Ma’rifet-i Ziyârât, sahife 40.
16
-Herevî H.569,M.1173 yılında gittiği Kudüs’ü anlatırken de orada bir mağarada İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberler’in
mumyalarını gören adamlarla konuştuğunu yazar ve sözünü şöyle bitirir: “Eğer bu doğru ise ben İbrahim, İshak ve Yakup
Peygamberler’i uykuda değil uyanık iken gören adamları gördüm. (sahife 22 b.)
17
-Obruk ve Çağatay Lehçesi’nde ‘Oprük’, mağara, oyuk, çökük, içi boş, muakkar, münhedim mânâlarına gelen öz Türkçe
bir kelimedir. Bugün yurdumuzda Konya’daki Obruk kazasından başka bu adı taşıyan 7 köy daha vardır. Bunlar da
Kırşehir’in Mucur kazasında, Kastamonu’nun merkezinde, Kastamonu’nun Araç kazasında, Amasya’nın Gümüş Hacı
köyündedir. Ankara’nın Çubuk kazasına bağlı Obruk-ı Zîr ve Obruk-ı Bâlâ, Eskişehir’in Mihaliççik kazasına bağlı Obruk
Menetler ve Obruk Şemiler köyleri de vardır.
18
-Seyyah bununla Elbistan’ı kasdetmektedir.
19
-Dıkyanus. Antiyahos’un halk dilinde bozulmuş şeklidir.
20
-İbâre aynen şudur:’’ وﻏﺮﺑﻲ هﺬا اﻟﺒﻠﺪ اﻟﻜﻬﻒ واﻟﺮﻗﻴﻢ
Mu’cemu’l-Büldan’da (c.1, s.94) Yakut-ı Hamevî, Ebülüsteyn’i şöyle izah eder: ”Rum diyârında meşhur bir şehirdir. Şimdi
müslümanların elindedir. Sultanı, Selçuk hükümdarı Kılıçarslan’ın oğludur. Ashâb-ı Kehf’in şehri olan Ebsüs buraya
yakındır.” Hamevî, Ebsüs için de Ebülüsteyn yakınında harap bir şehirdir. Ashâb-ı Kehf, köpekleri ve bunların kitâbeleri
buradadır, demektedir. Ebsüs’ün bugünkü adı Yarpuz’dur. Buna Efsus da derler. (Tarih Hazinesi, sayı 4, s.137-139 ve sayı
15, s.799-782’deki yazımıza bakılsın.)
21
-Keşfu’z-Zunûn c.2, s.590’da bu eseri ve müellifini kısaca almış, fakat kitabın telif ve müellifin vefat tarihlerini
yazmamıştır.
22
-Afyon Karahisar’ın eski bir adı da Karaşarı idi. Şar, Türkçe şehir demektir. Akşehir’in eski söyleniş ve yazılışı Akşar idi.
Burası Kırşehir’dir.
8
Karkırı23 ‘ Borla’ Niğde’ Niksar’ Ankara Amasya’ Şirilon24 ‘ Tokat’ ﺑﻠﺴﺘﻴﻦ25 ‘Antalya26 ‘ Alaya27 ‘ şehir ve
kasabalarını yazmaktadır.28 Yakut-ı Hamevî, Mu’cemu’l-Büldân’ında Konya’yı ‘Koniye’ şeklinde harekeledikten
sonra şu mâlûmâtı vermektedir:
“Rum’da, İslâm şehirlerinin en büyüklerindendir. Burada ve Aksaray’da hükümdarlarının sarayları vardır.
İbn Herevî burada camiin yanındaki Kilise’de Eflâtun-ı Hakim’in kabri bulunduğunu söylüyor.” 29
H.664-m.1265 yılında doğan ve H.726-m.1229 yılında ölen ve Bizanslı bir Rum mühtedîsi olan Ebu
Abdullah Şehab-ü’d-din Yakut-ı Rumî-i Hamevî Konya’yı görmemiş fakat Herevî’nin Seyahatnamesi’nden
kısmen istifade ve Konya ile Aksaray’da Selçuk hükümdarlarının büyük sarayları bulunduğunu yazmakla iktifa
etmiştir. Yakut, Rum = رومmaddesini yazarken de:
“Rum; kendilerine nispet edilerek Bilâd-ı Rum denilen mâruf beldelerde oturan bir kavimdir. Bunların asıl
nesepleri hakkında birçok ihtilâflar vardır. Bazıları bunların İbrahim Peygamber’in torunlarından Semahik-zâde
Rum’dan, bazıları İshak Peygamber’in torunlarından Rumi’l İbni Asfer’den indiklerini söylerler.” dedikten ve
daha birçok rivayetleri kaydettikten sonra Bilâd-ı Rum’ şöyle sınırlandırır:
“Doğuları ve şimalleri Türk ‘ Hazer ve Rus’tur. Cenuplarında Şam ve İskenderiye, batılarında deniz ve
Endülüs vardır. Rakka ve Şam’da Rum’ dan sayılır. Eski bir başkent olan Antakya da Müslümanlar tarafından
fethedilinceye kadar bunların sınırları içinde idi.
Hemedanlı Ahmet İbn Muhammed’in anlattığına göre Rum ülkesi 14 daireye, teme’e ayrılmıştır ki, üçü
Kostantiniye Halici’nin arkasında, on biri bu tarafındadır.”
Hamevi, bu daireleri, sınırları ve çıkardıkları askerlerin sayıları ile beraber ayrı ayrı yazmaktadır.
Bu arada “ ”ﻧﺎ ﻃﻘﻠﻮسdenilen bir daireden de bahseder. On bin asker çıkaran bu dairenin adını da maşrık, doğu
şeklinde tercüme ettiğine ve bütün dairelerin en büyüğü olduğunu söylediğine göre de bu Bizanslılar’ın Anadolu
dairesi, tem’idir.
Müellifin zamanında harap bulunan Amoriye’ Maraş bu dairenin meşhur şehirleri arasındadır.
Hamevî bütün daireleri saydıktan sonra der ki:
“Bütün bunlar eski şeylerdir. Şimdi bu şehirlerin adları, eski usûl ve âdetleri tamamen değişmiştir. Şimdi
Müslümanlar’ın ve Hıristiyanlar’ın ellerinde bulunan meşhur şehirler Konya, Aksaray’ Antalya’ Trabzon’ Sivas
vesairedir.30
Safiyyü’d-din Abdü’l-Mümin’in Mu’cemu’l-Büldan’dan kısalttığı “ ”ﻣﺮاﺻﺪ اﻻﻃﻼع ﻋﻠﻰ أﺳﻤﺎء اﻻﻣﻜﻨﺔ واﻟﺒﻘﺎعadlı
Arapça eserde Konya’yı Koniye şeklinde harekeledikten sonra aynen şöyle demektedir:
“Konya, Rum’da Müslümanlar’ın en büyük şehirlerinden birisidir. Burada ve Aksaray’da hükümdarlarının,
Selçuk Sultanları’nın sarayları, Sükna’sı vardır.”31
H.672-m.1273 yılında Şam’da doğan Ebu’l-Fida’nın “Takvimu’l-Büldan” 32 adlı Arapça eserinde Rum
şehirleri hakkında çok geniş doğru ve faydalı malûmat vardır. Ebu’l-Fida, Rum şehirlerinden Alaiyye’ Antalya’
Ankara’ Amoriye’ Akşar (Akşehir)’ Konya’ Kayseriyye’ Aksaray’ Hirakle (Ereğli)’ Amasya’ Malatya’ Sivas,
Tokat, Erzen-i Rum’dan bahsetmiş ve bunların tûl ve arz derecelerini, hususiyetlerini de ayrı ayrı yazmıştır.
Konya’nın beşinci hakiki iklimi ve Rum örfî iklimi içinde ‘ ’ﻓﻰderece ve ‘ ’دdakika tûl ve derece’ ’ ﻣﺎve dakika
arz derecesinde bulunduğunu ve ‘’ءKoniye şeklinde yazıldığını kaydettikten sonra aynen diyor ki:
“İbn Said’in söylediğine göre Konya meşhur bir şehirdir. Güneyinde bir dağ vardır. Bu dağdan bir çay iner
ve batısından şehre girer. Dağ tarafında üç fersah yakınında bağları vardır. Şehrin kalesinde Eflâtun-ı Hakîm’in
Türbesi vardır. Saltanat merkezi de buradadır. Yine İbn Said’in33söylediğine göre dağdan inen çay bostanlarını
suladıktan sonra bir gölcük ve çayırlık teşkil eder. Konya’yı her taraftan dağlar sarar.”34
Ebu’l-Fida eserinde Antalya’dan H.721-m.1311’de hacc için gelenlerle görüştüğünü söylediğine göre eserini
23
- Bunu tespit edemedik.
24
- Bunu tespit edemedik.
25
- Bilisteyn, Elbistan
26
- Antalya’da, Antalya gemileri adını taşıyan gemiler yapıldığını belirtmektedir.
27
-Sultan Alâaddin tarafından kurulduğu için Alâiyye adı verilen bu şehrin adı halk dilinde düne kadar Alaya şeklinde
yaşıyordu. Tarihçi de öyle yazmıştır. Şimdi Alanya’ya çevrilmiştir.
28
-ﻧﺨﺒﺔ اﻟﺪهﺮ ﻓﻲ ﻋﺠﺎﺋﺐ اﻟﺒﺮ واﻟﺒﺤﺮ
(s.228, Petersbourg tab’ı, sene 1865.)
29
-Mu’cemu’l-Büldan, c.4, s. 204, Leipzig tab’ı.
30
- Mu’cemu’l-Büldan, c.2, s. 862
31
-1853’te basılan nüsha, c.2, s.463. Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn’unda, (İstanbul tab’ı, c.2, s.416) bunun Mu’cemu’l-
Büldan’dan ihtisar edildiğini söyler. Celâle’d-din Süyûtî de Mu’cemu’l-Büldan’ı kısaltmak istemiş fakat yarım kalmıştır.
32
-Bu kitap 1846 tarihinde Dresd’de Mösyö Ch. Schier tarafından taş basması olarak tab’ edilmiştir. Bu eser Yunanca’ya
tercüme edilmiştir. Bu kitabın mühim kısımları başlıca Garp dillerine de çevrilmiştir. İslâm’da Tarih ve Müverrihler, s.219.
33
-İbn Said-i Mağribî şöhretini taşıyan Ali İbn Musa İbn Muhammed İbn Abdülmelik İbn Said’in آﺘﺎب ﻟﺬة اﻻﺣﻼم ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ أﻣﻢ
’اﻷﻋﺠﺎمadlı iki ciltlik,’’ آﺘﺎب ﻓﻲ أﺧﺒﺎر اﻟﻤﻐﺮبadlı 15 ciltlik iki eseri daha bulunduğunu Ebu’l-fidâ’nın‘’اﻟﻤﺨﺘﺼﺮ ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ اﻻﻣﻢadlı
eserinin mukaddimesinden öğreniyoruz.
34
-Ebu’l-Fidâ’nın Takvîmü’l-Büldan’ından istifade eden müellifler iyi Arapça bilmedikleri için bu cümleleri yanlış tercüme
etmişler, gölün her taraftan dağları sardığını söylemişlerdir.
9
bu tarihlerden sonra yazdığı anlaşılır. H.732-m.1336’da ölmüştür.
Ebu’l-Fida, ‘Rum Bilâdı’nı kitabında şöyle sınırlandırmaktadır: “Batıdan Rum Denizi ve Kostantiniyye
Halici35, Kırım Denizi, güneyden Şam Beldeleri, Cezire, doğudan Ermeniyye, kuzeyden de Gürcistan ve Kırım
Denizi ihata etmektedir.”
Ebu’l-Fida bundan sonra Rum Bilâdı’nın dağlarını saymaya başlar ve aynen der ki:
“Karaman Dağları: Bu dağların sâkinleri Türkmenler’dir. Bizim zamanımızda bu dağlara Karamanoğulları
sahip ve hâkim oldukları için böyle tarif edilmiştir. Türkmen Dağları Tarsus’un önlerinden Kostantiniyye
hükümdarı Alaşkiri’nin sınırlarına kadar uzanır.
İbn Said’in yazdığına göre Selçukîler zamanında Rum beldelerini fetheden Türklerin neslinden inen
Türkmenler pek kalabalıktır.”
Ebu’l-Fida’nın doğumundan on sene sonra H.682-m.1283 yılında ölen Ebu Abdullah Zekeriyya İbn
Muhammed İbn Mahmud-el-Kazvinî H.674-m.1275 yıllarında tamamladığı Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd36 adlı
Arapça eserinde Rum şehirlerinden Sivas’ Kayseri’ Sibrihİsar 37 Herakles (Ereğli)38 ve bir münasebetle
Akşehir’den bahsettiği halde doğrudan doğruya Kony’dan bahsetmemiştir. Kazvinli Kayseriyye hakkında şunları
söyler:
“Rum şehirlerinden Kayseriyye büyük bir şehirdir. Rum hükümdar bu şehri taştan yapmıştır. Nüfus ve
mamureleri pek çoktur. Şimdi Selçukoğulları’nın başkentidir.” (s. 371)
Kitabın hazırlandığı zaman Kayseriyye’nin muvakkaten hükümet merkezi yapıldığından dolayı Konya
ehemmiyetini kaybetmiş olacak ki tarihçi Konya’dan bahsetmeye lüzum görmemiştir. Fakat Rum maddesinde
Anadolu hakkında ticari, sınaî bakımdan yüksek önem taşıyan malûmat vermiştir. Bu kısmı aynen dilimize
çeviriyorum:
“Rum: Büyük beldelerden teşekkül etmiş geniş bir ülkedir. Burası dünyanın en verimli, en ucuz, hayır
eserleri ve acayip şeyleri en çok olan köşesidir. Bunlar kitabında yerlerinde zikredildi. Suları en tatlı ve hafif
sulardan, havası en iyi ve en temiz havalardan, toprağı en iyi ve en verimli topraklardandır. Bu toprakların
hassalarından birisi de dört ayaklı at, deve, koyun, manda, sığır gibi hayvanlarının çok doğurucu olmasıdır.
Dünya yüzünden hiç bir yerin suyu başka yerlere nakledilmez. Fakat buradan başka yerlere su götürülür. Türk
ve Rum köleleri de böyle... Halkı Müslüman ve Hıristiyan’dır.
Kışı darb-ı mesel halinde meşhurdur. Bazıları buranın kışını şöyle tasvip etmişlerdir:
Rum’da kış belâdır, azaptır, meşakkattir. Kışın hava ağırlaşır, su taşlaşır, yüzler solar, gözler ferini kayıp
eder, sulanır, burunlar akar, renkler değişir, bedenler tuhaflaşır ve sertleşir, birçok hayvanlar ölür.
Yer parlayan şişe, hava sokan eşek arıları gibidir. Gecesi köpek ulumaları, aslan kükremeleri, baykuş sesleri,
su çağıltıları ile doludur.
Halk müthiş soğuktan cehennem ateşine bile girmeye can atarlar.
Rum şehirleri çok geniş ve büyük bir memlekettir.
İslâm memleketlerinden ve Müslüman hükümdarların nüfuz ve eserlerinden uzak olduğu için küfr içinde
kalmıştır.
Hazret-i Peygamber’in mucizelerinden birisidir. Buyurmuştur ki: Farslılar, Mecusîler bir ve iki defa
süsülünce yani kendileriyle savaşılınca yok olurlar. Amma Rum’lar öyle değildir. Onların birçok boynuzları
vardır. Birisi yok olunca arkasından başkası çıkar.39
Rum halkı beşinci, altıncı iklimin batısında otururlar. Şehirleri dünyanın şimalinde, soğuk tarafında olduğu
için çoğunun renkleri beyaz, saçları kızıl, vücutları katı olur. Tabiatları itibariyle oyuna ve raksa çok
düşkündürler. Çünkü müneccimler onların zühre yıldızına bağlı olduklarını sanırlar.
Şöyle hikâye edilir ki:
Rum halkı ancak aklı ve ilmi en çok ve bedeni tam sıhhatte olanı kendilerine melik, hükümdar seçerler. Bu
üç şeyden birisini kaybedeni derhal meliklikten azıl yerine başkasını intihap ederlerdi. Bir hükümdarlarına bir
hastalık âfeti erişmişti. Onu derhal azletmek istediler. Melik dedi ki:
“Biraz sabrediniz, eğer kendimi tedavi ettirebilirsem ben hükümdarlığa herkesten lâyığım. Aksi takdirde
istediğinizi yapınız!..”
Bundan sonra tedavi için Şam’a gitti. Orada Hıristiyanlığın zuhur ettiğini gördü. Oradan birçok papaz ve din
adamı alarak Rum ‘a döndü. Halkı Nasranîliğe, Hıristiyanlığa davet etti. Halk küme küme bu dine girdiler.
Hepsi bir ümmet oldular.
Rum ahaliden hikâye ediliyor:
35
-Marmara ve Boğaz.
36
- Bu kitap 1848’de Göttingen’de basılmıştır.
37
-Müellif Sibri Hisar’ı anlatırken der ki: “Rum’da müstahkem bir kaledir. Konya’ya iki merhaledir. Burada Komnanos’un
bir kilisesi vardır. Sidik zoruna uğrayan hayvanlar bu kilisenin etrafında dolaştırılırsa sidiği çözülür.
38
-Ereğli’yi H.191 tarihinde Harun Reşid’in fethettiği burada etraflıca anlatılır. (s.380)
39
-Hadis-i Şerif’in aslı şudur: ‘ ’ﻓﺎرس ﻧﻄﺤﺔ أو ﻧﻄﺤﺘﺎن ﺛﻢ ﻻ ﻓﺎرس ﺑﻌﺪهﺎ اﺑﺪاMânâsı da şudur: Fürs ehli yani Mecusiler
Müslümanlarla bir kere veyahut iki kere harb ederler, sonra mülkleri ve devletleri yok olur. Cemiyet ve saltanatları müzmahil
olur. (Arapça Kamus Tercümesi.)
10
“Bunlar hükümdarlarının, papazlarının, hakimlerinin resimlerini yaparlar, onlar öldükten sonra bu
resimlerine hürmet ederler. Resim yapmakta büyük kudretleri vardır. İnsanın ağlarken, gülerken, sevinçli ve
kederli iken resmini yaparlar ve bu halleri tam manasıyla resimlerinde yaşatırlar.”
Şöyle hikâye olunur ki:
Yolcu bir ressam, bir tasvirci, bir gece bir şehre girmiş, bir kavme misafir olmuş. Ona yedirmişler, içirmişler,
serhoş olunca:
“Benim malım, şu kadar altınım var!” demiş, ona daha çok içki vermişler, sızdırmışlar. Üstünde bulunanları
ve altınlarını aldıktan sonra kendisini uzak bir yere götürüp koymuşlar. Sabahleyin ayılıp uyanınca şaşırıp
kalmış. Kendisi gariptir, yer, yurt ve hiçbir kimseyi bilmez. Ne yapsın? Şehrin valisine gitmiş, şikâyet etmiştir.
Vali ona:
“O kabileyi biliyor musun?” demiş. Cevap vermiş:
“ Hayır !
Soyulduğun yeri biliyor musun?” demiş, yine “hayır” cevabını almış. Vali:
“O halde ne yapabiliriz?” demiş. Yolcu:
“Fakat demiş; ben, beni misafir edenin ve adamlarının resimlerini yapabilirim!”
Sonra kendisini sarhoş edenin ve adamlarının tasvirlerini yapmış, halka bu resimler gösterilmiş, bazıları
bunları tanımışlar, yakalanıp getirilmişler, yolcunun çalınan malları ve altınları alınarak kendisine verilmiştir.
Rum’ da her sene ilkbaharda bir panayır kurulur. Kırk gün devam eder. Bu panayıra Beyele’ ’ ﺑﻴﻠﻪderler.
Buraya şarktan garptan, şimalden ve cenubdan tüccar gelir, alış veriş ederler. Burada Rum ve Türk güzel köleler,
cariyeler, atlar, katırlar, güzel sekillât ve atlas kumaşlar, su köpeği, Fendler ve Birtas kürkleri satılır. Bunlar
kapışılır. Alış veriş sırasında birçok dalavereler, hokkabazlıklar da olur.
Bu çarşının bir âdeti vardır:
Satılan bir şey katiyen geri alınmaz!..
Rum’da kervanların yolları üzerinde her fersahta sultanların kızları 40 tarafından sevaplarına yaptırılmış
hanlar vardır. Çünkü burada kış sekiz ay sürer. Kar çoktur. Yollar kapanır. Karda her gün ancak bir fersah
yürünür ve hanlardan birisine inilir. Hanlarda yemek, arpa, saman, odun, hububat, palan, nal, mangal bulunur.
Hanlar büyük hayır müesseseleridir. Dünyanın hiç bir yerinde emsali yoktur.
Rum’ un hususiyetlerinden birisi de şudur:
Burada deve doğurmaz, gebe kalırsa fenalaşır, ölür.
Burada ‘ ’اوﻟﺘﺎنdağı41 vardır. Bu dağın ortasında sokağa benzer bir geçit vardır. İnsan buradan geçerken
peynir ekmek yerse o adam köpek ısırmasından müteessir olmaz. Bir köpek (kuduz) tarafından ısırılan birisi
onun ayaklarının arasından geçse o da köpek ısırmasından müteessir olmaz. Bu hikâye Rum ‘da atalar sözü
halinde söylenir.
Rum ‘da Akşehir’le Antalya42 arasında dağda bir ateş gözü vardır. Buraya bir kamış daldırılırsa yanar. Bunu
bana bir gören söyledi. Bu S. Alâe’d-din Keykubad 43 buradan geçerken kendisine söylenmiş. Orada durmuş,
tecrübe edilmesini emretmiş. Söylendiği gibi kamış yanmıştır.”44
İstanbul’ Beyazıt’ Veliyyü’d-din Efendi Kütüphanesi’nde 2334 Numarada kayıtlı yazma ‘’ﺁﺛﺎر اﻟﺒﻼد وأﺧﺒﺎر اﻟﻌﺒﺎد
‘nın kenarına yazılan Konya maddesinde deniliyor ki: “Konya büyük bir şehirdir. Kuruluşu eskidir. Yunanlılar’ın
kurduğu rivayet olunur. Sultan Alâe’d-din-i Selçukî surunu ikinci defa yapmış ve şehri genişletmiştir. Yüksek
dağdan inen tatlı ve lâtif bir akar suyu, bağları ve bostanları vardır. Mevlâna Celâleddin-i Rumî’ nin ve Sadred-
din-i Konevî’ nin Türbesi buradadır.” (sahife 530)
H.733-m.1332 yıllarında Konya’ ya gelen Tancalı meşhur Seyyah İbn Batuta’ ﺗﺤﻔﺔ اﻟﻨﻈﺎر ﻓﻲ ﻏﺮاﺋﺐ اﻻﻣﺼﺎر
’وﻋﺠﺎﺋﺐ اﻷﺳﻔﺎرadlı büyük seyahatnâmesinde bu şehrin adını Konya ve Koniye şeklinde söylendiğini yazdıktan
sonra diyor ki: “Büyük bir şehirdir. Bina ve tesis tarzı gayet lâtif ve gönül çekicidir. Suları, nehirleri, bostanları
ve meyveleri pek boldur. Burada yetişen Kamerü’d-din adlı kayısısı Mısır ‘a ve Şam ‘a ihraç olunur. Sokakları
çok geniş ve çarşısının tertibi çok bediîdir.
Çarşıda her sanat erbabı ayrı ayrı yerleri işgal ederler. Bu şehri, İskender’in kurduğu hakkında bir söylenti
vardır. Konya Karaman Zade Sultan Bedred-din’ in hükmü altındaki şehirlerarasında ise de Irak Sultanı 45
40
-Anadolu’daki hanları ve kervansarayları yalnız hükümdar kızları değil, sultanlar, zenginler, emirler ve hayır severler
yaptırmışlardır. Her fersah başında değil, birçok yerlerde, ana yollarda, her konakta bir han yaptırılmıştır. Tarih Hazinesi
Mecmuas’ının 11. sayısında, 565-570 sahifelerindeki yazımıza da bakılsın.
41
-Burası Akdeniz sahillerinde Kalemye taraflarında bulunan ve Avlas denilen şehrin sınırları üzerinde bulunan ve aynı adı
alan dağlar olsa gerek.(Alanya adlı kitabımız, s.50)
42
-Metinde yanlış olarak Antakya yazılmıştır. Buna yanardağ da derler. Akşehir’le Antalya arasındadır. Bu hususta Alanya
adlı eserimizde geniş mâlûmat vardır.
43
-Metinde Keyhüsrev yazılmıştır. Biz doğrusunu yazdık.
44
-‘’ آﺘﺎب ﺁﺛﺎر اﻟﺒﻼد وأﺧﺒﺎر اﻟﻌﺒﺎدs. 357-358, Göttingen tab’ı, 1848
45
-İbn Batuta, Irak Sultanı ile İran Moğolları denilen İlhanileri kasdetmektedir. Hülâgü 16 Kânun-i sâni 1256 (9 Muharrem
656)’da Bağdat’ı alarak son Abbasi Halifesi El Mu’tasım Billâh’ı öldürmek suretiyle kendisi ve halefleri Bağdat Sultanları
şöhretini almışlardı.
11
Konya’ ya; bu iklimde bulunan Bilâdı’na yakın olması ile bazı vakitlerde istila etmiştir.” 46
Anadolu Selçukîleri’nin çözülmelerinden ve dağılmalarından sonra Küçük Asya’ da seyahat eden İbn Batuta
Konya’ ya geldiği zaman bu şehir başkentliğini kaybetmiş ve Larende’ de yerleşen Karaman Oğlu Bedre’d-din
Mahmud’ un siyasi hâkimiyeti altında bir şehir olmuştur.
İbn Batuta geldiği zaman Konya fevkalâde mamurdu. Sokakları ve çarşısı çok genişti. Temiz, büyük ve
konforlu bir şehir manzarası arz ediyordu.
H.970-m.1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman ile Konya’ ya gelen Seydi Ali Reis’’ ِﻣﺮْﺁة اﻟﻤﻤﺎﻟﻚadlı eserinde
Konya hakkında çok kısa malûmat vermekte ve “Padişah Konya’ ya vusul bulduktan Munla-yı Rum ve Sultanü’l-
ulemâ ve Şems-i Tebrizî ve Şeyh Sadre’ddin-i Konevî Hazretleri ziyaret olunup Kayseri’ ye varıldıktan Şeyh’
ﺣ ُﺪ اﻟﺪﻳﻦ
َ ’أ ْوKirmanî ve Şeyh Burhane’d-din-i Muhakkık-ı Tirmizî ve Bahae’d-din zade ve Şeyh İbrahim-i Aksarayî
ve Davud-ı Kayserî ziyaret olunup...”47 demektedir.
Bursalı Kadı Sipahizade Mehmed Efendi’nin başlıca Ebu’l-fida’ nın, Takvimü’l-büldan ve Bağdatlı
Safiyyü’d-din Abdü’l-Mümin’in‘’ﻣﻌﺠﻢ اﻟﺒﻠﺪانden hülâsa ettiği’ ’ ﻣﺮاﺻﺪ اﻻﻃﻼعadlı eserini esas tutarak H.980-m.1572
tarihinde ‘’أوﺿﺢ اﻟﻤﺴﺎﻟﻚ اﻟﻰ ﻣﻌﺮﻓﺔ اﻟﺒﻠﺪان واﻟﻤﻤﺎﻟﻚ48 ismiyle hazırladığı ve III. Murad’ a sunduğu Arapça kitapta
Konya’yı Koniye şeklinde harekelemiş ve şu malûmatı vermiştir :
“Rum ‘dan beşinci iklimde meşhur bir şehirdir. Cenubunda bir dağ vardır.49 Bu dağdan bir nehir iner ve
batısından Konya’ya girer. Dağ tarafında üç fersah yakınlarında bostanlar ve kalesinde Eflatun-ı Hakîm’in kabri
vardır. Daru’s-saltana da buradadır.50
İbn Said’ in söylediğine göre bu nehir şehrin bostanlarını suladıktan sonra bundan küçük bir göl ve
çayırlıklar hâsıl olur. Dağlar Konya’yı her tarafından çepeçevre sarmıştır. Yalnız şimal tarafından çok
uzaklardadır.51 Burada birçok yemişler yetişir. Kamerü’d-din şöhretini taşıyan kayısı da burada yetişir. Tûli…
Arzı… Derecedir.52 ”
Sipahîzade eserinin dilimize çevirerek Sokullu Mehmet Paşa’ya takdim ettiği hülasasında da Konya hakkında
aynen şunları söyler:
“İklim-i hâmis’te Rum’dan bir medine-i meşhure’dir. Bunu cemii cevanibinden dağlar ihata etmiştir. Lâkin
şimal canibinde olan dağlar bir miktar ıraktır ve cenup canibindeki dağdan bir nehr-i kebir nazil olup Medine’nin
garp canibinde şehre dahil olup bostanlarını suvarup ba’dehu sazlık olur.
Eflâtun’ un kabri bunun kalesindedir derler ve bunun fevâkih-i kesîre ve Kamerü’d-din denilmek ile meşhur
zerdalisi vardır. Tûli 56.5, kıyası budur ki tûli 61.5 ve arzı 41 derecededir.”53
Kâtip Çelebi’nin Dördüncü Sultan Mehmed adına H.1058-m.1648 yılında Zekeriya İbnMuhammed
Gazevî’nin H.674-m.1275’te telif ettiği Âsâru’l-Bilâd ve Ahbârul-İbâd54 ve Acâibü’l-Mahlûkat’ı, Şeyh
Muhammed İbn Ahmed-i Mukaddisî’nin dört yüz hicrî yıllarında yazdığı ‘’أﺣﺴﻦ اﻟﺘﻘﺎﺳﻴﻢ ﻓﻲ ﻣﻌﺮﻓﺔ اﻷﻗﺎﻟﻴﻢ55 i ve
Herevî’nin Kitabul-İşârât İlâ Ma’rifeti’z-Ziyârât 56 ini ve Atlas Minör’ ü esas tutarak hazırladığı ve İbrahim
Müteferrika’nın Behram-ı Dimeşkî’ nin eserini de nazara alarak tezyil ettiği Cihannümâ’ da Konya hakkında
bulduğumuz malûmatı da buraya sıralayacağız:
Osmanlı sınırları içine giren Karaman Eyaletini’ İçel ve Konya diye ikiye ve Paye Sancağı olan Konya’yı;
merkez, Aksaray’ Akşehir’ Beyşehri’ Kırşehri’ Kayseriyye’ Niğde diye yedi sancağa ayırdıktan sonra Evsaf-ı
Konya başlığı altında şunları yazar:
“Konya, batı sonundaki iki çatal dağların doğu eteğine yakın düz yerde akar sulu, bağlı ve bahçeli bir
şehirdir. Mâmur surları vardır. Cenup tarafında ol dağların eteğinde Meram nam bahçeleri ve mesiresi olup
dağdan şehre ve Meram ‘a nehirleri akar. Mezraları ve şehir bostanlarını suladıktan sonra şehrin ova tarafına bu
suların ayağı inip bir göl olur. Bu göl dağları ihata eder. 57 ve bunun kalesini Sultan Kılıçaslan-ı Selçukî taştan
yaptı. Dâr-i mülkü ve tahtı idi. Kendi sarayında bir büyük eyvan yaptı. Sonra sur’u harâba yüz tutunca Sultan
Alâe’d-din Keykubad-ı Selçukî ve ümerâsı tecdid edip taş ile hendeğin dibinden yaptılar. Hendeği yirmi,
duvarının yüksekliği otuz zirâdır. Bu surun on iki kapısı olup her birinin büyük kasr şeklinde kuleleri vardır.
Bunda imâret-i âliye bina ettiler. Suyu dağdan gelir. Anın için sur kapısında bir kubbe-i azîme vardır. Hariçte üç
46
-İbn Batuta Seyâhatnâmesi Tercümesi, c.1, s. 322
47
-Mir’âtü’l-Memâlik, s.12, İkdam Matbaası, sene 1313
48
-İslâm’da Tarih ve Müverrihler, s. 218 ve Osmanlı Müellifleri, c.3, s.66, Keşfu’z-Zünûn, c. 1, s. 246, Mısır tab’ı.
49
-Dağ cenubunda değil, batısındadır.
50
-Kitap hazırlanırken burası Başkent, Dârus-Saltana değildi. Müellif Selçukîler zamanında yazılan Takvîmü’l-Büldan’ dan
bu cümleleri tetkiksiz ve aynen kopya ettiği için bu hataya düşmüştür.
51
-Konya’ nın şimâlindeki dağlar değil, doğusundaki ovanın sonundaki dağlar çok uzaktır.
52
- وﺿﺢ اﻟﻤﺴﺎﻟﻚ اﻟﻰ ﻣﻌﺮﻓﺔ اﻟﺒﻠﺪانI İstanbul Köprülü Kütüphanesi, numara 935, mükerrer yaprak. Müellif bu mâlûmâtını
Takvimü’l-Büldan’ dan aynen tercüme etmiştir.
53
- Fatih Millet Kütüphanesi, numara 644, yaprak 98 B. Kitap 1055 tarihinde yazılmıştır.
54-Bu kitap 1848’de Göttingen’ de basılmıştır.
55
-Bu kitap 1906’da Leyden’ de basılmıştır.
56
-Elimizdeki yazmada kitabın adı Kitâbu’l-İşârât Fî Ma’rifeti’z-Ziyârât’ dır.
57
-Bu bir göl ve hattâ gölcük değil, Aslım tarafına toplanan büyükçe bir su birikintisi ve sazlıktır.
12
yüz kadar lüle âbı cari olur. Şehre münkasimdir. Türâbının mahsulü pembe vesaire hububat ve birçok
meyvelerdir. Kamerü’d-din demekle maruf bir kayısı olur. Gayet lâtiftir. Şehrin havası mutedildir. Ekseri bağları
dağ tarafındadır.58 Bunda bir çeşit gök çiçek olur ki ona Debbağ çiçeği derler. Tohumunu her sene sâir mezruat
gibi ekip biçerler. Ve bununla debbağlar gök renkte gön ve sahtiyan yaparlar ve Rum şehirlerine ve Frengistan’a
ihraç ederler. Konya’nın ziyaret yerleri arasında Mevlâna Celâle’d-din Muhammed İbni’s- Sultan-ı Ulema (vefatı
672, ömrü 68), Sultan Veled, Bahae’d-din, Sultan-ı Ulema, Şeyh Kerime’d-din, Çelebi Hüsâm, Şems-i Tebrizî,
Şeyh Sadre’d-din, Kadı Sirace’d-din, Seyyid Burhane’d-din Muhakkık-ı Tirmizî vardır.
Alâe’d-din ile Eflâtun-i ilâhî’nin merkatları Konya’nın kalesindedir... İsmil’in karşısındaki Fodul Baba
Dağları’nda yabanî koyunlar vardır. Bunlara Fodul Baba sürüsü derler. Bunlar Fodul Baba’nın manevi
himayesindedir. Ondan destur ile kurban isteyip iki üç koyun avlanmasına cüret ederler. Üçten fazlasını
avlamaya cesaret edemezler. Fazlasını avlayanın başına felaketler ve ukubetler geleceğine inanırlar. Bir Konya
Paşası bu koyunlara tecavüz etmişti. Büyük ukubetlere uğradı. Bu koyunların sürüsü iki bin kadar ve daha
ziyadedir. O dağda ne ağaç ve ne de su vardır. Ancak bir küçük havuz vardır ki suyu ne artar, ne eksilir. O
semtteki bütün hayvanlar bu havuzdan sulanırlar. Konya Bühayresi taşıp da İsmil yakınına kadar gelince bütün
ovayı su kaplar. Onun için vilayet ahalisi Konya sahrası bir zamanlar deniz imiş, Eflâtun bir tedbir ile
mahvetmiştir, derler.” 59
İlhanlı hükümdarlardan Ebu Said Bahadır Han’ın; canına kıydığı meşhur veziri ve Camiü’t-Tevarih’in
müellifi Reşidü’d-din’in oğlu Gıyase’d-din’in himayesine mazhar olan Gazvin’li Hamdu’l-lah Müstevfi’nin
(h.730,-m.1329) h.735-m.334 yılları arasında yazdığı Farsça’’ ﻧﺰهﺔ اﻟﻘﻠﻮب در ﻣﺴﺎﻟِﻚ و ﻣﻤﺎﻟِﻚadlı eserinde esaslı
denebilecek kıymetli malûmat vermiştir. Bu malûmatın müşâhede ve tetkike dayandığı muhakkaktır. Hamdu’l-
lah’ın verdiği bu malûmat, daha sonraki müellifler tarafından aynen ve yahut kısmen iktibas edilmiştir.
Gazvinli’nin söylediklerini Konya Surları’nı yazarken aynen dilimize çevirdiğimiz için burada kısaca alacağız.
Diyor ki:
“Konya beşinci iklimdedir. Cezair-i Halidat’tan tûli ve arzı... Hatt-ı istivadan... derecedir. Büyük bir
şehirdir. Sultan Kılıçaslan burada yontulmuş taştan bir kale ve bu kalede kendisi için bir büyük eyvan yapmıştır.
Bu kale ve bârû harâbe yüz tutunca Sultan Alâe’d-din Keykubad ve onun ümerâsı bunu yenilediler. Alçak ve
yüksek bârûları tâ hendeğin dibinden tıraş edilmiş taş ile yapılmıştır. Hendeğin derinliği yirmi ve bârûnun
yüksekliği otuz arşındır. Bârûnun devri de on bin adımdır. Bu şehirde büyük Mamureler ve kaleye on iki büyük
kapı yaptı ki, her kapının üstünde müstahkem birer köşk vardır. Konya’nın havası mûtedildir. Suyu o dağlardan
gelir. Kalenin batı kapısı cihetine bu su için büyük bir kümbet yapılmıştır. Bu kümbetin dışına üç yüz küsur
lüleden su akar.
Konya’da buğday, arpa, pamuk ve diğer hububatın iyileri yetişir. Bağları pek çoktur. Bağlarının bir kısmı ova
tarafındadır ki şimdi bunlar haraptır.
Kevele Dağı’nın (Takkeli Dağ) eteklerinde ve ayaklarındaki bağlar mamurdur. Meyvelerinden al zerdalisi
çok tatlı ve suludur. Konya Karaman’’ın sınırı üzerindedir. Bunun için onlardan çok zahmet çekerler ve endişe
duyarlar. Büyüklerden Mevlâna Celâled-din-i Rumî’nin mezarı buradadır.”
H.1060-m.1650 yıllarında Konya’ya gelen Evliya Çelebi şehrin kuruluşu, âbideleri, mesireleri, içtimaî ve
iktİsadî müesseseleri, halk tabakaları hakkında kuru yaş, doğru eğri birçok şeyler söylemiştir. Bunlardan
konumuzla ilgili olanlarını üslûbunu biraz sadeleştirerek aşağıya sıralıyorum:
“Konya Kalesi’ni Yunanlılar’dan ‘ ﻳﻨﻮانTarihi’ sahibinin söylediğine göre Nişan İbn Aleksandıran İbn
Harekliyan yapmıştır. Dört yerden Hazret-i Ömer’le mektuplaşan meşhur Kayser kaleyi ikinci defa tamir
ettirmiştir. Buraya Müslümanlar’dan ilk defa gelen Rum Selçukîleri’nden Alâe’d-din-i Keykubad’dır. Konya
Kalesİ’nin üçüncü bânisi Sultan Alâe’d-din’dir.
Konya Kalesinin eşkâli:
H.569-m.1173 tarihinde tıraş edilmiş taş ile Konya Kalesi’ni Sultan İzzeddin Kılıçaslan İbn Mesud inşa edip
metanet vererek dördüncü bâni olmuştur. Bir eyvan ve divanhâne-i sultanî yaptırmıştı ki o asırda Kisra’nın
Eyvanı’ndan nişan verirdi. Bir zelzeleden yıkıldıktan sonra Keykubad-ı Selçukî tamir ve termim ederek büyük bir
hendek inşa etmişti ki, derinliği on bir, arzı elli, surunun yüksekliği otuz milki ziradır. Taşra katındaki hisar
duvarı çepçevre on bin açık ve germe adımdır. Kalenin At Pazarı üzerine zincirle bir ağzında gem bulunan kuru
at kafası asılmıştır. Bunda iyi ve çok binici olan Konyalı’lar için şöyle bir ibret dersi vardır: Avrada ve ata kuru
kafa bile olsa güven olmaz. Bunların başını boş bırakmayın!..
Bu kale Selçukîler zamanında on iki kapılı idi. Şehir Osmanlılar’ın eline geçince dördü bırakılıp diğerleri
kapatılmıştır. Kalenin dört köşesi beyaz mermer ile çeşit çeşit hendesi zırhlarla süslüdür. En sonra Sultan Alâe’d-
din Keykubad İbn Gıyased-din müceddeden yapmıştır. Sonra Erzurum taraflarından nehb-ü-garet çoğaldığından
oraya gidip intikam almak üzere iken pederi Alâe’d-din ölmüştür.
Rum Selçukîleri’nin en sonu bu Alâe’d-din’dir. Cümle on dört nefer padişahlardır. 699 tarihinde Ertuğrul
Bey’in oğlu Osman Bey hutbe okutup sikke kestirip emir olmuştur. Bu Konya havalisi Karamanoğulları’nın
58
-Kâtip Çelebi bu kısımları Hamdullah-ı Müstevfî’nin, Nüzhetü’l-Kulûb’ünden hemen hemen aynen almıştır.
59
-Cihannümâ, s. 615, 616.
13
ellerinde kalıp Kosova Muharebesi’nde Hüdavendigâr Gazi şehit olduktan sonra evvelce muti olan bu
Karamanoğulları dahi isyan etmiştir. Bunun üzerine 792 tarihinde Yıldırım Bayezid Han Konya Kalesi’ni
fethetti. Bu veçhile Selçukîler’in eski başkenti ve Karamanlılar’ın dâru’l-emânı olan Konya Osmanlı
şehirlerinden oldu. Kanunî Sultan Süleyman tahriri üzere şimdi Karaman Eyaleti adıyla müstakil bir eyalet olup
Paşa makamıdır. Yedi sancağı vardır. Konya’nın mezhepleri hep Hanefi’dir. Bu büyük şehir Meram Dağı’nın
bir saat doğusunda bir düz sahradadır. Camilerinin en eskisi İçkaledeki Sultan Alâe’d-din camii’dir. Fakat
İçkalede olduğu için cemaati yoktur. Bu İçkale yüksek bir yerde olup mükellef ve mükemmel cephanesi ve
topları vardır. Bu kalenin doğu ve şimal tarafları sahra ile bir gölceğizdir. Konya’ dan geçen bütün pınarlar bu
göle dökülür. Cami-i Sultan Süleyman iki minareli ve geniş haremlidir. Mescitleri çoktur. Medreselerinin en
meşhuru Nalıncı Medresesi’dir. 11Daru’l-kurra, 3 Daru’l-hadis’i, 170 Sıbyan Mektebi, 40 Tekkesi vardır.
Çeşmeleri de çoktur. Menbaları hep Meram dağında olup taksim kubbesine gelir. 300’ü geçen sebilleri, 11
Daru’z-ziyafesi, 340 kadar bağlı, bahçeli, sulu, suvatlı büyük sarayları vardır ki Paşa Sarayı pek meşhurdur. 26
bekâr hanı, bir bedesten, 1900 dükkânı vardır. Sipahi pazarı, saraçhanesi, tahtakalesi pek mamur ve
müzeyyendir. Havasının iyiliğinden dolayı halkı tendürüst ve kaviyyü’l-bünye’dir. O kadar yaşlı ve muammer
olurlar ki kuvvetleri gitmiş, ömürleri 170’e yetmiş, tâb-u tüvanları bitmiş oldukları halde yine dinç olurlar.
Uleması âkil, seyyid, necip ve kâmil adamlardır. Konya’nın helvacı ve berber civanları meşhurdur. 20 kadar
hâzık doktorları vardır. Ahalisi hep Türk ‘tür. Fasih ve iyi konuşan kimseler vardır. Samimi ve garip-dost
kimselerdir. Suyu ve havası bütün dünyaca övülmüştür. Maarretu’n-numan ve Haleb’in havasından daha iyidir.
Kale dışında su taksimi için bir kubbe bina olunmuştur. O kubbede 366 lüleye su taksim olup şehrin cami ve
mescid, han, hamam ve ayan saraylarına hep andan gider. Menbaı Meram Dağı’ndadır. 2700 su kuyuları vardır
ki bunlarla bostan suvarırlar.
Şehir 5. iklimin ortasında olup kış ve yazı mutedildir. Yedi türlü buğdayı olup deve dişi tabir olunan bir
çeşidi ancak Şam civarında bulunur. Arpası gayet yağlı olduğundan ata çok verilmemelidir. Hububat ve otları,
mezarları çok bir şehirdir. Külâhcıları, terzileri ve kuyumcuları, berberleri meşhurdur. Amma debbağları
Osmanlı Ülkesi’ndeki debbağların en mâhirleridir. Meram Dağı’nda bir çeşit nil renginde çiçek olur ki
debbağları bununla deri öldürüp gök, gül, şeftali, sarı, turuncu, kırmızı sahtiyan yaparlar ki Arap ve Acem
diyarında pek meşhurdur. Beyaz ekmeği ve simidi, çöreği, ballı böreği, çeşit çeşit helvası, zülbiyyesi, pandisi,
pişmaniyesi, tahniyyesi de dillere testandır. Sabunisi ile canım beyaz halka çinisini, aşıklar yeyince lezzetinden
dimağları iki şak olayazar. Hususî helva çarşısı vardır. Konya’da; adama helvayı döverek yedirirler, sözü darb-
ımesel olmuştur. Meyvelerinden Meram dağında Kamerü’d-devle ve Kamerü’d-din adıyla iki çeşit kırmızı
kayısısı olur ki Şam’ın Hamevî kayısısından lezzetli, sulu ve hoş olur. Yirmi türlü armut ve kiraz ve durakısı,
üzüm sarması, badem kırması olur. Toprağın tabiatı icabı buralarda limon, turunç, nar, incir, zeytin gibi
meyveleri olmaz.
Herkes ve bütün seyyahlar Konya’nın mesirelerini, hıyabanlarını methederler. Hakikat bu hakir de yirminci
seyahatim olan bu seferime kadar böyle bir hıyaban görmedim. Buda serhaddında Peçoy, Serm şehrinin kale
arkasındaki baruthane mesiresi, Kırım’daki Suvak Bağı, İstanbul’un 170’ten fazla bahçe ve gülistanları,
Malatya’nın İspozi’si, Tebriz’in Şah-ı Cihan Bağı Konya’nın Meram Mesiresi’nin yanında bir çimenlik bile
olamazlar. 9000 kadar bağ ve bahçesi vardır. Bir diyar garibi kimse bu bağların içine girse kaybolur gider.
Güzel sesli kuşlarının ötüşleri insana taze hayat verir. Konyalılar ehl ve ıyallariyle sekiz ay Meram’da oturup
zevk-ü safa ederek felekten kâm alır, nice bin bağ evleri ve külbe-i ahzanları, cami, mescit, musallâ ve hanları,
hamam, çarşı ve pazar yerleri vardır. Ahalinin Konya ya hiç de ihtiyaçları yoktur.” (Cilt 3, Sahife 20.)
İbrahim Müteferrika; bastırdığı Cihannüma’ya yazdığı mukaddimede bu eserde Ebubekir İbn Beyram-i
Dimeşki’nin coğrafyasından da faydalandığını söylüyordu.
Bu zat da h.1086-m.1677 yılında IV.Mehmed adına Lâtinceden; Tercüme-i Coğrafya-i Kebir adıyla dilimize
çevirdiği eserini esas tutarak hazırladığı iki ciltlik coğrafyasında Konya’ya mühim bir yer ayırmıştır. Dimeşkî’nin
verdiği malûmat Kâtip Çelebi’ninkinin aynı olduğu için tekrarlamayı faydasız buluyorum.60
Şâir Nâbî’ h.1088-m.1677 61 yılında yazdığı Tuhfetü’l Haremeyn adlı eserinde Konya’yı şöyle tespit
etmiştir:
“Ilgın ve Ladik menzilleri dahi zamime-i menazil-i matviye olunduktan sonra darü’l-mülk-i yunan
60
-Eski Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir 5 sayılı Konya Mecmuası’na yazdığı, Ebubekir Efendi Coğrafyası
başlıklı bir makalede bu eserin kimse tarafından bilinmediğini ve yalnız İstanbul’da Atıf Efendi Kütüphanesi’nde bir nüshası
bulunduğunu söylüyordu. eser pek meşhurdur. İstanbul’daki ve yurdun diğer yerlerindeki kütüphanelerin hemen hepsinde
nüshası vardır. Bu zatın Nusratu’l-İslâm, Ve’s-Sürûr Fi Tahrir-i Atlas Mayur adlı başka bir kitabı da vardır.
61
-Nâbî kitabının ikmâlini şu iki tarih mısraına söyletmiştir:
=ء ﺣﺮﻣﻴﻨﻢ ﻗﺒﻮل اﻳﺪﻩ ﻣﻮﻻ دﻳﺪم ﺗﻤﺎﻣﻨﻪ ﻧﺎﺑﻲ ﺑﻮ ﻧﺴﺨﻪ ﻧﻚ ﺗﺎرﻳﺦ ﺑﻮ ﺗﺤﻔﻪ1088
Dedim temâmına Nâbî bu nüshanın târîh - Bu Tuhfe-i Harameyn’im kabûl ede Mevlâ.1088. Buradaki bir kenar yazısından
Yusuf Nâbî’nin H.124, M.1712 yılında öldüğü anlaşılmaktadır.
14
zemin 62 maskat-i re’s-i Eflâtun-i Humnişin 63 olan şehr-i Konya ki; zerre zerre hâk-i ıtırnâki eczây-i ebdân-i
evliyâ ve katre karte âb-ı feyiznâki sirişk-i hûnîn-i asfiyâdır. Husûsâ müstağrak-ı deryâ-yı irfan, bâlâ nişîn-i
encümen-i âşıkan, bülbül-i rengîn-i nevâî gülistan-ı hakikat ve tûtî-i destanî saray-i şekeristan-ı tarikat 64 olan
Mevlâna’nın merkatları buradadır.”
Nâbî ‘Mevlâna için 26 mısralık güzel bir gazel yazmıştır. Bu gazel :
وﻳﺮﻳﺮ ﻧﺸﺎط ﻣﺆﺑﺪ ﻣﻜﺎن ﻣﻮﻻﻧﺎ
ﺁﺳﺘﺎن ﻣﻮﻻﻧﺎ، اﻳﺪر ﺟﺒﻴﻨﻲ ﻣﻨﻴﺮ
Verir neşât-ı müebbed mekân-ı Mevlâna
Eder habîbini münîr âsitân-ı Mevlâna
ile başlar ve
آﻨﺎر دﻓﺘﺮ دﻟﺪﻩ ﺑﻮ آﻮﻧﻪ ﻧﺎﻣﻨﻲ ﻗﻴﺪ
آﻤﻴﻨﻪ ﺧﺎك درﺑﻨﺪﻩ آﺎن ﻣﻮﻻﻧﺎ
Kenâr-ı defter-i dilde bu gûne nâmını kayd
Kemîne hâk-i derbende kân-ı Mevlâna
mısralarıyla biter.
H.1163-m.1749 yılında Atlas adlı coğrafya kitabı yazan Bartın’ın Ulus Köyü’nden 65 İbrahim Hamdi İbn
Seyyid Bayram İbn Seyyid Hasan İbn Seyyid Süleyman; Konya hakkındaki malûmatı hatalarıyla beraber Kâtip
Çelebi’nin İbrahim Müteferrika tarafından basılan Cihannüma’sından aldığı için onu burada tekrarlamaya lüzum
görmüyoruz. Belki bu zat kendi doğduğu köy ve o köyün bağlı olduğu eyalet hakkında geniş malûmat vermiştir.
Bu cihetlerin tetkik edilmesi lâzımdır. Tal’at Mümtaz Yaman bu zatın Konya hakkındaki malûmatını Eski
Kütüphaneler Müdürü, merhum Hasan Fehmi’nin tavsiyesiyle Konya Mecmuası’nın 22-23. sayısında bâkir ve
orijinal bir eser gibi neşretmiştir. Ebubekir İbn Behram-i Dimeşkî’de de aynı malûmat vardır. İbrahim Hamdi
Efendi, kitabını hiç zahmet çekmeden ya Cihannüma’dan veyahut Dimeşkî’den göçürdüğü malûmatla
doldurmuştur.
Müneccimbaşı, Sahâifü’l-Ahbâr’ında Rum Selçukîler’ini yazarken der ki: “Rum lâfzı, aslında bir taifenin ismi
olup sonra anların meskenleri olan ekâlimden bir iklime dahi ıtlak olundu ki nice şehirleri müştemildir. Ba’de’z-
zemanın ol ülke Rum elinden çıkıp Türkmen eline vesaire bazı tavaif ellerine düşmüştür... Konya Şehri bu
ülkenin kürsülerinden olup tûli 65 ve arzı 38 derecedir. Bazı rivayette Eflâtun-ı Hakîm’in dahi kabri anda olmak
üzere mukayettir.66
Rum Selçukîleri 15 nefer olup Dâru’l-mülk’leri Konya Şehri ve ibtidai zuhurları 456 ve inkırazları 704
seneleri ve müddetleri 248 sene olmuştur.”
H.1193-m.1779 yılında hacc için giderken İstanbul’dan Mekke’ye kadar geçtiği yerleri tespit eden Edib İbn
Mehmed Derviş ‘’’ﻧﻬﺠﺔ اﻟﻤﻨﺎزلinde Konya’yı şöyle anlatıyor:
“Konya, Lâdik’ten 11 saattir. Akarsulu, bağ ve bahçeli seyri Meram ve mesire-i saireli mahaldir. Seyr-i
Meram’da bir lâtif hamam vardır. Bu hamamının içinde gayet yüksek akar bir şadırvan vardır. Hakkında bu beyti
demişlerdir:
Erişür fıskıyyesi aktıkça dâim bâmına
Cennete girmek dilersen gir Meram hamamına
Konya; cevami ve hânât ve hamamat ve mahallât ve esvâk-ı mükellefi havi bir şehr-i muazzamdır. Sur-i-
kebiri vardır. 12 kapı ile 619 tarihinde Alâddin Keykubad İbn Gıyased-din İbn Keyhüsrev-i Selçukî zamanında
Kılıçaslan tekellüflü bina etmiştir. Halen Arapça’dır. Surun içinde bu Alâe’d-din’in bir camii vardır. Kendi de
orada metfundur. 6 hamamı vardır. 4’ü surun içinde 2’si dışındadır. Livası nefs-i Konya’dır. Sene-i hicriyenin
85. tarihinde feth olmuştur. Konya evvelce kürsi-i memleket-i Yunaniyan olup feth edildikten sonra yine
Kayser’in eline düşmüştür. Sonra 681 67 tarihinde yine Davud İbn Süleyman Kutumüş 68 tahlis etmiştir. Sonra
794 senesinde Yıldırım Bayezid Han Karamanoğlu’ndan alup memleket-i Osmaniyan’a dahil etmiştir.
Fahre’d-din 69 nam meşhur kayısısı, çeşit çeşit çiçekleri olur. Debbağ çiçeği tabir ederler bir nevî çiçek olur.
Anın ile sahtiyan boyarlar. Mevlâna Celâled-din-i Rumî’ Sultan Veled’ Şeyh Kerimed-din’ Seyyid Burhaned-din
62
-Eskiden buralarda Yunanca konuşan insanlar oturdukları ve Konya’da bir dairenin merkezi olduğu için birçok kitâbelerde
ve tarih kitaplarında Konya’ya Merkez-i Yunan, Belde-i Yunan, Bilâd-ı Yunan denilmektedir. Mu’cemu’l-Büldan’da Yunan
adlı iki köy vardır. Birisi Balebek, diğeri de Berzaa civarındadır.
63
-Küpte, fıçıda ikamet eden Eflatun değil, Diyojen’dir. Müellif seci iptilâsıyla bu hatayı yapmıştır.
64
-Tuhfetü’l-Harameyn, İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi, Şer’iyye kısmı, No:1154/55, yaprak 6.
65
-Bursalı Tahir Bey merhum Osmanlı Müellifleri’nde (c.3, s. 317) eserin iki cilt olduğunu söylemekte ve müellifin mensup
bulunduğu ‘ ’اﻧﺪزköyünün El-Yevm Neziroğlu köyü olduğunu yazmaktadır.
66
-Sahâif-ül Ahbar, c.2, s. 558.
67
-481 olması lâzımdır. Çünki Süleyman h.470-m.1077’den h.479-m.1086’ya kadar hükümdarlık yapmış, bu yıl araya bir
fâsıla girmiş, h.485-m.1092’den sonra da Birinci Kılıçarslan tahta oturmuştur.
68
-Doğrusu Kutulmuş’tur. Bu aile şeceresi de şöyledir:Davud İbn Süleyman İbn Kutulmuş İbn Aslan Beygu İbn Selçuk.
69
-Bunda bir tertip hatası görüyoruz. Kamereddin olacak.
15
Muhakkık-ı Tirmizî’ Çelebi Hüsamed-din- Şems-i Tebriz-i’ Şeyh Sadred-din’ Müfessir İmam-ı Bağavi *70 Kadı
Seraced-din ve Alâe’d-din ve Eflâtun-i İlâhî ve Şeyh Ahmed Trabzonî’ Selâhed-din Zerkûbi mekabir-i şerifeleri
ziyaretgâhtır. Sadred-din’in kütüphanesinde bir sandık ile Abdü’l-kadir-i Geylânî’nin hırkası olmakla ziyaret
olunup hususa Türbe-i Mevlâna mehabetli mahaldir. Karşısında mahall-i müfrezde dervişan rûz-ı cuma’da Âyin-i
Mevlâna icra ederler. Türbe–i Mevlâna’yı Gedik Ahmed Paşa bina etmiştir.71 Kurbinde Sultan Selim Han’ın iki
minareli bir camii vardır. Mevlâna Celâled-din 672 tarihinde vefat etmiştir. Velâdeti Belh’dedir. Ömrü 68
senedir. Konya’nın suları kurbinde dağdan gelip üç yüz miktarı lülelerden şehre taksim olunur. Bağ ve
bostanlarına cari olan nehirleri ayağı inip bir göl olur. Ve ol göl dağları ihata eder. Bu konakta bir gün ikamet
olunur. Yevmiye ve bahşişat verilir. İsmil nam-ı diğer’’ آﺮدﻩ ﺑﻠﻲKonya’ya on iki saattır.”72
Ahmed Rifat merhumun h.1300-m.1882 yılında kaleme aldığı Lûgat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye’sinde, Konya
hakkında hulâsaten şunları yazıyor:
“Eski adı İkonyon. İzmir’in beş yüz kilometre şarkında 25 bin nüfusu cami ve bu namdaki vilayetin merkezi
meşhur bir şehirdir. Mürtefi surları ve dört köşeli kuleleri ve mescitlerden başka 44 camii ve sahtiyan fabrikaları
ve her nevi hububattan başka afyon ve küherçile ve ipek ve mazı ve kitre ve yapağı mahsulâtı vardır. Cenup
cihetindeki Meram Bağları ‘ve Köşkler’i ‘mükemmel ve meşhurdur. Bir rivayete göre surunu Alâe’d-din
Keykubad-i Selçukî h.619-m.1222 73 tarihinde yaptırıp 12 kapı açtırdı. Sultan Süleyman Hazretleri’nin dahi iki
minareli bir camii şerifi vardır. H.467-m.1074 tarihinde Selçukîyye-i Rum hükümetini tesis etti. Kutulmuş’un
oğlu Süleyman ve ahlâfı burasını makarr-i hükümet ittihaz etti. Selçukîler’in inkrazı akabinde Karaman Oğlu’na
geçmekle o dahi merkez ittihaz eyledi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa H.1248-m.1832
tarihinde Serdar-ı Ekrem Reşit Paşa’yı, Konya civarında mağlup ve esir etmiştir.74
Karaman el-yevm Konya vilayeti dahilinde olup mukaddema Pisidi kıtasını teşkil eden ve sonra bir müddet
emaret halinde idare olunan ve Larende’ Niğde’ Ermenek’ Konya’ Kayseriyye’ Akşehir’ Beyşehir’ Seydişehir,
Karahisar sancak ve kazalarını cami bulunan eyaletin adıdır. Karaman Eyaleti Mülûk-i Selçukîyye-i Rum
tasarrufunda iken h.676-m.1217 tarihinde büyük bir Türkmen kabilesi Konya’dan maadâsını zabt ve mülûk-i
mezbûrenin inkırazı akabinde yani h.703-m.1303 tarihinde Konya’yı dahi İlhanîler’den bedel-i mâlûm
mukabilinde ahz ederek bir emaret teşkil eylemişti. H.872-m.1468’de Karamanlılar Konya’yı ve istiklâllerini
kaybettiler.”75
Şemsed-din Sami Bey Merhum’un 49 yıl önce yazdığı Kamusu’l-A’lâm’ında Konya hakkında söylediklerini
gözden geçirmek faydali olur:
“Konya Şehri pek eski bir zamanda birtakım Yunan muhacirleri tarafından Danaye ismiyle inşa olunarak
LiKonya hıtta-ı kadimesinin merkezi olmuştu. Esatir-i kadimeye göre gûya bu şehre bir ejderha musallat olup
ikide birde hücumla kadın ve kızlarını yediği halde Jubiter’in oğlu Persiyos ejderhayı katl ile şehri bu belâdan
kurtardığı için ahalisi şehrin bir kapısı üzerinde bunun resmini vaz ettiklerinden resim veya sanem demek olan
ikondan müştak olmak üzere şehre Iconium nâmı verilmişti. Romalılar ve Rumlar zamanında dahi bu isimle yâd
olunup ba’dehu Selçukîler’in yed-i zaptına geçince ihtİsaren Konya tesmiye olunmuştur. Rum Selçukîleri bu
şehri pay-ı taht ittihaz edip bunlardan Alâe’d-din ol şehri sur ve handekle ihata ve kule ve kalelerle tahkim edip
halefleri dahi cevâmi ve medâris ve saraylar ve sair ebniye ve hayratla Konya’yı ziyade tevsi’ ve tezyin
etmişlerdir. Devlet-i Selçukîyye zamanında da Konya şimdikinin birkaç misli büyüklüğünde idi. Devlet-i
Selçukîyye’nin hitamında Karamanoğulları’nın eline geçip belde bunların Asâkir-i Osmaniyye’ye mukavemetleri
sırasında vuku bulan muharebattan hayli harap olmuş ve nihayet Memalik-i Osmaniyye dairesine dahil
olmuştur...
Konya Sancağı’nın bulunduğu mahal kadîmen Likaonya ve Pisidya isimleri ile iki hıttadan ibaret ve şimal-i
şarki köşe Kapadokya’dan ma’dûd idi. Evâil-i Devr-i Osmanî’de Diyar-ı Karaman denilen yer dahi asıl Konya
sancağı idi. Vilayet merkezi meşhur bir şehir olup 44 bin ahalisi 44 camii şerif, 147 mescidi, 42 medresesi
cem’an 1890 kitabı hâvi beş kütüphanesi, iki kilisesi, mülkiye idadiyesiyle zükûr ve inas için birer rüşdiyeleri ve
müteaddit ibtidaiye ve sıbyan mektebleri, 314 dükkân, iki bedesten, 7 han, 8 hamam, 81 çeşmesi ve
Selçukîlerden kalma cami ve saray ve kale ve saire gibi birçok ebniye-i musannaa harabeleri vardır. Şehir
şimalden cenuba uzanan ve iki ucu sivri olup bir balık şeklini ibraz ediyor. Ortasında İçkale nâmı ile harap bir
kalesi olup bunun içinde bulunmuş olan Mülûk-i Selçukîyye Sarayı’nın bazı tarafları el-yevm bâkidir. Sanat-ı
70
-Müfessir İmam-ı Bagavî’ye nisbet edilen türbe Sadreddin-i Konevî’ye giderken Kapı çeşmesinin kıble tarafında ve sokağın
başındadır. Âdi kerpiçle yapılmış ve üstü ağaçlarla örtülmüş binanın hiçbir mimari kıymeti yoktur. Şimdi metruk ve harap bir
haldedir. İçeride bir sanduka vardır. Hiçbir yerinde ölünün hüviyetini ve binanın kuruluş tarihini gösteren bir kitâbe yoktur.
Sene 1943
71
-Gedik Ahmet Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Karaman elinin umumî yazımı yapılırken türbenin de tamir ettirildiği
anlaşılmaktadır. Biz bu hususta başka bir vesika bulamadık.
72
-Nehcetü’l-Menâzil, s.33
73
-Bu H.618 tarihi olacaktır. Bu zatın verdiği yanlış malûmatı burada düzeltmeye lüzum görmüyoruz. Çünkü biz yerinde
doğrularını yazdık.
74
-Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiye, c.6, s. 53
75
-Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiye, c.5, s. 280
16
mâhirâneleri câlib-i enzâr-ı dikkat olmaktadır. Karaman ile Anadolu’nun kısm-ı vasatîsinin cenup cihetine
verilen isim olup Konya’ Niğde Ve İçel sancaklarından ibarettir. Bu hıtta Devlet-i Selçukîyye’nin inkırazında
kesb-i istiklâl ile oralarda hükümet süren Karamanoğulları Hanedanı’nın ismiyle müsemmadır. Karaman İli
H.871, M.1466’da katiyen Memâlik-i Osmaniyye’ye ilhak ve valiliği Şehzade Mustafa’ya ihale olunmuş idi.
Karaman hükümetinin ibtidâ-i teşekkülünde Larende Kasabası merkezi olup ba’dehu Konya’yı terke mecbur
olup Larende’ye çekilmişlerdir. Binaenaleyh şimdi dahi Karaman İlinin merkezi Larende ad olunup bu kasabaya
Karaman dahi tesmiye olunmaktadır.”
76
-Nehcetü’l-Menâzil, İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi, Şer’iyye kısmı, No: 1154/70, s.33
77
- Encyclopedia Britannica, c.2, Konya maddesi, Sene 1910, William Ramsay’in tetkiki
78
-Belâzûrî gibi tarihçiler uç şehirlerine Avasım ‘’ﻋﻮاﺻﻢda derlerdi. Bu tarihçi, Fütûhü’l-Büldan’da (s.168) aynen der ki:
Hazret-i Ömer ve Osman zamanında ve daha sonraları müslümanların Şam süguru= sınırları Antakya ve bundan başka Harun
Reşid’in Avasım diye adlandırdığı şehirlerdir ki müslümanlar bu şehirlerin arkasına akarlar ve şimdi Tarsus’un arkasında
yaptıkları gibi gaza ederlerdi. H. 270-m.883 yılında ölen Belâzûrî bütün uç şehirlerini gezmişti.
79
-Fütuhü’l-Büldan, Mısır tab’ı, s. 174-175
80
-Bugyetü’t-Taleb Fî Tarih-i Âleb, s.30
17
şehri olan Konya’yı vuran, istilâ eden ordunun, mücahitlerin çoğunluğu uç Türkleri’nden idiler.81
Türkler’ Anadolu ‘nun içlerine sızmışlar, Bizans hâkimiyetindeki yerlerde küçük yurtlar kurmuşlar ve
bunlarda üremeye, muhite uymaya ve bu suretle gelecek Türk istilâlarına yumuşak ve müsait zeminler
hazırlamaya başlamışlardı. Oğuz Boyu’ndan inen Sultan Osman ilk istiklâl növbetini dinlerken ona:
-Sana, bu egemenliği veren Selçuk Hükümdarı’na hürmeten növbeti ayakta dinle! Dedikleri zaman aldıkları
cevap şu olmuştu:
-Benim dedelerim bu topraklara Selçuklular’dan evvel gelmişlerdi.82 Ümeyye ve Abbasoğulları zamanında
Konya’nın kaç defa istila ve terk edildiğini bütün teferruatıyla ve kesin tabirleriyle tespit edecek vesikalardan
mahrum bulunuyoruz.
Elimizde Harunü’r-Reşid’in Konya Ereğlisi’ne kadar geldiğini gösteren kuvvetli vesikalar vardır. Kazvinli
Zekeriyya İbn Muhammed Kitab-ü Âsâri’l-Bilad ve Ahbâri’l-İbâd adlı eserinde Harunü’r-reşid h.191-m.806.
yılında (Herakle) Ereğli’yi zapt ettiğini geniş tafsilat ile anlatmaktadır 83 . Bu halifenin Konya’ya kadar uzanmış
olması çok muhtemeldir.
Türkler, Küçük Asya’ya sahip olmak ve bu toprakları yüksek bir medeniyet seviyesine ulaştırmak için
nehirler gibi al ve sıcakkanlarını akıtmışlardı.
Profesör Dr. Fr.Taechner’in yazdığına göre; Bizanslılar devrinde Konya mevkiinin hududa nispetle yakın
bulunmasından dolayı huduttaki Müslüman muhariplerinin hücumlarına uğramış ve birçok defalar onlar
tarafından tahrib edilmiştir ki, bunlardan birisi 907’de vukua gelmişti.84
Filhakika, Abbasî Halifesi El-Müktefî-billah zamanında (h.295) Konya uç ordularının istilasına uğramıştı.
Fakat bu istila da uzun ve devamlı olmadı.
Abbasoğulları’nın da Konya’da basılmış paraları bulunmadığına göre, onların Konya’da devamlı ve uzun
müddet kalmadıklarını gösterir. Konya, onların zamanında bir altıntop gibi Bizanslılar’la Abbasoğulları arasında
elden ele dolaşmış durmuş, fakat bu topu Bizanslılar ellerinde daha sıkı tutmuşlardı.
Emevî Halifeleri’nden I.Velid’in zamanından Abbasî Halifeleri’nden El-Mu’tezıd zamanına kadar iki asır
kadar uç’lular Bizanslılara karşı, kahramanca ve galipçe savaşa ve yıpratmaya devam ettiler. El-Mu’tezıd-billah
o vakit kılıçlarının hakkıyla egemenlik kazanmış olan beyleri zorla kendisine boyun eğdirdikten sonra, h.277-
m.900’de Tarsus’a gelmiş. Uç bölgesinin bu baş şehrinin büyüklerini tevkif ettirmiş, İskenderun Limanı’ndaki
ve Akdeniz kıyılarındaki İslâm donanmasını da yaktırmıştı. Bu suretle, Bizans donanması denizde rakipsiz
kalmıştı. Küçük Asya’nın doğusundaki İslâm beylerinin ve hükümdarlarının siyasi rekabetleri de Bizanslılar’a
geniş tecavüz imkânları hazırlıyordu.
Bu sırada, Büvehli’ler Bağdat’a hakim oldular, daha sonra bunlarla El-Cezire’yi siyasi hâkimiyetleri altında
tutan hamedan oğulları arasında silahlı ve devamlı husumetler başladı. Hamedanlı’lar bu çarpışmalar sırasında
Bizans sınırlarını ihmal ettiler. Tarsus uç’unu Haleb hükümdarı Hamedanoğulları’ndan Seyfü’d-devle
Bizanslı’lara karşı ağır fedakârlıklara ve mahrumiyetlere katlanarak müdafaya çalışıyordu. Bu karmakarışıklık
içinde Horasan’dan uç’lara Türk gönüllüleri de gelemiyordu. Seyfü’d-devle h.357-m.967’de öldükten sonra
yerine geçen prensler Bizans sınırlarını büsbütün ihmal ettiler. Açık bir meydan bulan Bizanslı’lar sayısı 200’e
yaklaşan uç şehirlerine saldırdılar. Bu amansız, insafsız ve vahşi saldırış karşısında uç bölgelerinden doğuya ve
güneye doğru göç akınları başladı. Müslümanlardan ve Türk’lerden kaçamayanlar ya kılıçtan geçtiler veyahut da
Bizans tabiiyetini ve Hıristiyanlığı kabul ederek oralarda kaldılar. Hıristiyan olan Türkler’in birçokları eski
adlarını muhafaza ettiler. Bizanslılar bu yeni Hıristiyanlar’ı daha içerlere doğru sürdüler. Bunların çoğu
Karaman Eyaleti dediğimiz eski Konya vilayetinin şurasına burasına serpiştirildiler. Ermeniler’in fazla
bulunduğu yerlere yerleşen bu Hıristiyan Türkler Fâtih devrine kadar Ermeniler’den ayırt edilirlerdi. Topkapı
Sarayı’nda bulunan h.882-m.1477 tarihli bir vesikaya göre, Fatih Karaman İli’ni Osmanlı sınırları içine aldıktan
sonra buralardan İstanbul’a sürgünler getirmişti. Vesikada bunlar diğerlerinden şöyle ayırt ediliyordu:
“Karamanyan bâ şekl-i Ermeni-Ermeni şeklinde Karamanlılar.”
Bundan sonra Bizanslılar tâ Tiflis önlerine kadar çıkan topraklarda siyasî hakimiyet tesis ettiler. Sınırlarını
müstahkem kalelerden örülen bir çelik çember içine aldılar. Bizans İmparatoru Herakliüs (610- 341) zamanında
Küçük Asya’nın idari teşkilatı tamamen değiştirilmiş, 20 kadar théme’e (tem) ayrılmıştı. Makedonya
Hanedanı’ndan II.Bazil (963-1025) zamanında bu tem’lere Ermeni Vaspuragan (Van Gölü civarında) Krallığı ve
Gürcistan’ın bir kısmı ihtihak etti.
11.Asırda Âni ve Kars Kralları’da topraklarını Bizans İmparatorluğu’na terk ettiler.
Konya, bu temlerden Anadolu Tem’i denilen 1.Tem’in baş şehri olmuştu. Anadolu Tem’i Fricya’ Likaonya’
Pisidya ile Likya’nın bir kısmını çerçevesi içine alıyordu.85
81
-Tecaribü’l-Ümem, İstanbul Ayasofya Kütüphanesi, No:3119, c.4, yaprak 124 ve 166
82
-İstanbul Sarayları adlı kitabımızın 1. cildi, s.80
83
-Sayfa 380
84-Encyclopédie de L’İslam
85
-Deguignes Tarih-i Umumis’inde (c.4, s.10) bu hususta kısa mâlûmat vermiştir.
18
SELÇUKÎLER BAŞKENTİ KONYA
Oğuz Boyu’ndan inen Türkler’in Küçük Asya’ya gelerek yerleşmelerini ve burada siyâsî hakimiyet
kurmalarını iyice kavrayabilmek için bunların gelmelerine takaddüm eden doğu olaylarına kısaca göz atmak
lâzımdır. Bağdat’daki geniş sınırlı Abbasî Hilafeti çökmeye ve çözülmeye başlar ve hükmettiği toprak parçaları
ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılırken, doğuda Selçukî Hanedanı birleştirici, yapıştırıcı ve yapıcı bir siyaset
ve hakimiyet unsuru halinde ortaya çıkıyordu. Hanedana adını veren Selçuk’un oğlu Mikâil Zade Çağrı Davud
Bey Zade Alpaslan ilk Horasan Selçukluları hükümdarı olan amcası Tuğrul Bey’in ölümünden sonra tahta
geçmişti. Bu sırada Selçuk’un ikinci oğlu Aslan Bigo İsrail’in oğlu Kutulmuş86 ile arasında Girdügûh’da kanlı bir
aile savaşı çıkmıştı. Kutulmuş da kendisini sultan ilân etmişti Alpaslan’la elli bin kadar eri etrafına toplayan
Kutulmuş arasında kanlı bir savaş başladı. Kutulmuş bu savaşta öldü. Alpaslan Kutulmuş’un kardeşiyle büyük
oğlu Mansur’u esir almıştı. Sonra bunları affetti, devlet işlerinde de kullanmaya başladı87 Kutulmuş Zâdeler’e
batı’da Küçük Asya sınırlarında kumandanlık ve emirlik verdi. Kutulmuş Zâdeler, Azerbeycan’ Gürcistan ve Van
taraflarında Küçük Asya’ya hükmeden Bizanslılar’la temas ettiler. H.465-m.1072 yılında babası Alpaslan’ın
yerini alan Melikşah’ın zamanında doğusundan Bizans topraklarına nüfuz eden Oğuz Türkleri’nin başbuğları ve
ileri gelen kumandanları arasında Kutulmuşoğulları da vardı. Bunlar Kızılırmak’ı geçerek Küçük Asya’nın
kalbine doğru bir ok gibi saplanıyorlardı.
Oğuz akıncıları Bizans İmparatoru Mişel Dükas’ın ordularını Kayseri civarında bozdular. Kutulmuş
Zâdeler’in emrindeki ve kumandasındaki Türkmenler h.466-m.1073 yılında da Küçük Asya’nın içlerine doğru
muvaffakiyetle sızmakta ve dalmakta devam ediyorlardı. Bu sırada, Kutulmuşoğulları’nın kalbinde kül tutmuş
olan intikam ateşi birdenbire parlama istidadı gösterdi.88 Bizans ordusuna karşı hazırladıkları silahları şarka
çevirmeye ve Melikşah’a karşı kullanmaya karar verdiler. Bağdat Halifesi’nin araya girmesiyle iş sulh yolu ile
halledildi.
Melikşah Kutulmuş Zâdeleri’n Küçük Asya’da aldıkları yerlerdeki hükümranlık ve hükümdarlık haklarını
tanıyor ve onlara sultanlık menşûru veriyordu.
Kutulmuşoğulları Küçük Asya’nın ortalarına doğru açmalarına ve aşmalarına devam ederlerken bir çeşit
yüksek hâkimiyetlerini tanıyan Artuk, Danişmend, Saltuk, Menkuçek’in idarelerindeki Oğuz birlikleri de Bizans
topraklarının muhtelif bölgelerini alıyorlardı.
Kutulmuş Zâde Süleyman Bey, Küçük Asya’yı güney ve güney batı taraflarından fethediyordu. İlk karargâhını
birecik’te kurmuştu. (h.467-m.1074)
H.470-m.1077 yılından itibaren Bizans İmparatoru’nun tahtı ve İmparatorluğun Küçük Asya’daki toprakları
müthiş bir tehlike geçirmeye başladı. İmparator Mişel Dukas (1071- 1078)’ın Rumeli’deki komutanı Nikefor
Bryenneas baş kaldırmış, hükümdarlığını ilân etmişti. Anadolu ordularının başkomutanı Nikefor Botanyates de
Rumeli’ndeki meslektaşını taklit ediyordu. O da İmparatorluğunu ilân etti ve başkende yürümeye hazırlanmaya
başladı. İki isyan ve iki ateş arasında kalan İmparator Mişel tehlikeyi önlemek için Küçük Asya’nın iç taraflarını
fetheden Kutulmuş Zâdeler’den Mansur ile Süleyman’a başvurarak ve mühim bir para vaat ederek Anadolu
Başkomutanı’nın İstanbul’a yürüyüşünü durdurmak için harekete geçmelerini rica etti. II.Horasan hükümdarı
Alpaslan’ın evvelce Bizans’a iltica eden eniştesiyle diğer Türk komutanları durumdan ve fırsattan faydalanarak
Botanyates’e katıldılar. Botanyates bunları Kutulmuşoğulları’nın karargâhına göndererek kendisinin bazı tavizler
karşılığında serbest kalmasını ve hattâ yardımlarını bile temin etti. Kutulmuş Zâde Süleyman bu tarihlerden daha
evvelce Konya’yı ve Konya’nın batısındaki; Takkeli Dağ’ın üstündeki Kevele Kalesi’ni ve bu civardaki kaleleri
fethetmiş, Batı Anadolu’ya doğru genişlemeye başlamıştı. Botanyates hareketinden biraz sonra Bizans’ın mühim
ve dini merkezlerinden biri olan İznik’i ve biraz sonra da İstanbul’u aldı. Ve imparatorluk tacını giydi. Sıra
Rumeli’ndeki rakibini ortadan kaldırmaya gelmişti. Fakat yetişecek kuvveti yoktu. Anadolu ‘daki Türk
Emirleri’nden yardım istemek zorunda idi. Fırsattan faydalanarak karargâhlarını Kütahya civarına kadar getiren
Kutulmuş Zâdeler’den yardım istedi. Selçuk Prensleri bu isteği kabul ederek Üsküdar’a kadar geldiler ve yeni
imparatora yardımcılar verdiler. İmparator Rumeli ile meşgul olurken Oğuz Türkleri batı ve Kuzey Anadolu ‘da
yeni yeni gelişme ve genişlemeler sağlıyorlar, buralarda hâkimiyet tesis ediyorlardı. Bu genişleme ve sahip olma
hareketi devem ederken Süleyman ile ağabeyi Mansur’un arası açılmıştı. Bu açılma iki kardeş arasında silahlı bir
çatışmaya kadar vardı. Süleyman üst geldi, yenilen Mansur İstanbul’a sığındı. Süleyman, II.Horasan Hükümdarı
Melikşah’a muhâlasat göstererek kardeşinin kendisine karşı isyan etmek tasavvurunda bulunduğunu bildirdi ve
yardımını istedi. Melikşah Bizans İmparatoru’na müracaat ederek Mansur’u öldürmesini istedi. Fakat imparator
bu teklifi zâhiren kabul eder gibi görünerek Mansur’un tekrar Anadolu’ya geçmesi, kardeşiyle vuruşması
zeminini hazırladı. Melikşah kuvvetli bir ordu göndererek sevdiği Süleyman’a yardım etti. Mansur ölmüştü.
Böylelikle de Kuzey ve Batı Anadolu ‘da büyük Sultan Melikşah tarafından desteklenen kuvvetli bir Türk siyasî
86
-Düsturnâme-i Enverî’de bu ad muhtelif suretlerde harekelenmiştir. Biz bu okunuşu tercih ettik.
87
-Kutulmuş’un Oğulları’ndan dördünün adları şunlardır: Mansur, Süleyman, Alpyovlak, Dulat.
88
-Doktor Taechner, İslâm Ansiklopedisi’nde yazdığı Konya maddesinde Süleyman Şah’ın H.467-m.1074 yılında Konya’da
tahta oturtulduğunu şöyle anlatır:(Süleyman İbn Kutulmuş Anadolu’ya girdiğinde Anadolu’da muharebe etmekte olan Türk
Beyleri tarafından Konya tahtına iclâs edildi.) Yalnız, bu haberi İbn Bibi’den aldığını söyleyen âlim burada yanılıyor. Çünkü,
İbn Bibi’de böyle bir şey yoktur.
19
birliği doğmuştu.
Melikşah, Süleyman’a vaat ettiği egemenlik menşûrunu göndermiş, Bağdat Halifesi de sultanlık unvanını
vermişti. Gazilik vasfını da benimseyen Sultan Süleyman 89 böylelikle Anadolu’nun bağımsız ilk Türk
hükümdarı olmuştu, Sultan Süleyman istiklâl menşurlarını nerede okuttu, egemenlik nevbetini nerede çaldırttı.
Bu hususta baş vurduğumuz şark ve garp kaynaklarında yer, gün, ay ve yıl tayin eden aydın ve billurlaşmış bir
vesika bulamıyoruz. 90
Birçok menbalar Sultan Süleyman’ın egemenliğini h.470-m. 1077’de kazandığını söylüyorlar. Bizim
kanaatimize ve tarihî olayların seyir ve mantığına göre Kutulmuş Zâde Süleyman Küçük Asya’da ilk idare
merkezini h.469-m.1076 yıllarında Konya’da kurmuş. İstiklâl menşûrunu da burada okutmuştu. Tarihçilerin
ittifaka yakın bir çoğunlukla iddialarının hilâfına olarak Konya Selçukîleri’nin ilk başkenti olmuştu.91
Biraz aşağıda izah edeceğimiz gibi İznik bu Hanedan’ın Küçük Asya’da ikinci payitahtıydı.
Houstma’nın 1891’de bastığı Tevarih-i Âl-i Selçuk’un 3.cildinde; “Zikr-i Padişah-ı Sultan Süleyman Şah Der
Rum” başlığı altında Kutulmuş Zâde Süleyman’ın ilk defa Konya’da tahta geçirildiği kısaca anlatılmıştır.
Topkapı Sarayı’nda bulunan ve Yazıcı Zâde Ali tarfından II.Murat adına hazırlanan Selçukname’de böyledir.
Matbu Tevarih-i Âl-i Selçuk’taki ibareyi aynen okuyalım: “Çün Sultan Süleyman Şah’ı Rum gazasına ve
padişahlığına namzet ettiler Türkistan’dan gelen 120.000 Türkmeni ana çeri verdi, ânı Rum’a gönderdiler.
Çün Rum padişahlığına mendub olup Rum’a geldi Rum’daki Oğuz Beyleri ve kolları ki gaza ve akına
gelmişlerdi. Erzeni’r-Rum (Erzurum)’da istikbal edip i’zaz ve âyin ve erkân tamam bile getirdiler. Konya’da
tahta geçirdiler.”92
Selçuknâme’nin bu kısa fakat özlü malûmatı bizim iddiamızın açık bir delilini teşkil etmektedir.
Biraz yukarıda anlattığımız gibi Kutulmuş Zadeler Bizans İmparatoru Botanyadese’nin emrine Rumeli’de
istiklâlini ilen eden komutan Bryennos’a karşı kullanılmak üzere Oğuz Türklerinden müteşekkil yardımcı
kuvvetler vermiştir, Rumeli komutanı Peçenek Türkleri’nden aldığı yardımcıları bunlara karşı sürmüştür.
Oğuzlar karşılarında karındaşlarını görünce savaşı gevşettiler. Bryennos’un ordusu bozuldu. Kendisi de tutsak
oldu. Yeni imparator batı ve kuzey Anadolu’da gelişmekte olan Oğuz hareketlerini durdurmak ve geri almak
maksadıyla yeni bir ordu kurdu. Ve komutan Kostantin Dükas’ın emrine verdi. Bu da m.1078’de Üsküdar’a
geçer geçmez metbuuna baş kaldırarak; imparator benim, dedi.
Kutulmuş Zâdeler’den yardım alarak İstanbul’a dönmek istiyordu. Fakat hiçbir hareket yapmadan tutuldu,
ordusu da dağıtıldı.
İmparator olma sevdası bulaşıcı bir hastalık gibi bütün Bizans komutanlarının kafalarında yer almıştı. Her
isyan ve her başkaldırış; yardımı Küçük Asya’ya adam akıllı yerleşme istidadı gösteren Oğuz Türkleri’nde
arıyordu. İstanköy adasında bulunan Melissenos isminde bir Bizans komutanı da imparator olmak için Kutulmuş
Zâdeler’le münasebet tesis etti. Batı Anadolu’da henüz Türkler’in eline geçmeyen kalelerin fethinde kendilerine
yardımcı oldu ve İmparatorluğunu da ilân etti.
Türkler’den gördüğü yardımla İznik’e kadar giderek burada yerleşti. İstanbul’un fethi için hazırlıklara
başladı. Bizans İmparatoru rakibini yok etmek için hazırladığı bir orduyu Anadolu ‘ya geçirdi. Melissenos’
Kutulmuş Zâde Süleyman Şah’tan yardım istedi. Bizans İmparatoru’nun ordusu İznik’i kuşatmıştı. Şehir bir hafta
kadar muhâsara altında kaldı. Bu sırada Süleyman Şah kuvvetli bir Oğuz ordusunun başında İznik önüne geldi.
Bizans İmparatoru’nun ordusu, gelen üstün kuvvet karşısında muhasarayı kaldırarak İstanbul’a doğru ricata
başladı. Biraz sonra Süleyman Şah’ın ordusu onları savaşa mecbur ve mağlup etti. Bizans İmparatoru’nun kılıç
artığı ordusu İstanbul’a döndü. Süleyman Şah da İznik’i hâkimiyet tesis ettiği sınırlarının içine aldı. Melisenos’un
bu topraklarda Süleyman Şah’ın yüksek nezâreti ve himâyesi altında kurduğu hâkimiyet de ikindi gölgesi gibi
pek kısa ömürlü oldu. Süleyman Şah h.472-m.1080’de payitahtı Konya’dan İznik’e getirdi. Kafasında çizdiği
plana göre buradan da İstanbul’a geçerek şöhreti cihanı saran bu büyük şehri kendisine başkent yapacaktı.93
89
-Tarih bu zatı Gazi Süleyman Şah, Melik Süleyman, Sultan Süleyman, Birinci Rükne’d-din Süleyman şeklinde
vasıflandırmaktadır.
90
-Şarl Teksiye (Küçük Asya, cilt 3’te) Kabadokya’nın Selçukîler tarafından istilâsını anlatırken bazı malûmat vermektedir.
Tarih ve has isim hataları atılırsa bizi teyid edecek bazı hakikatler ortaya çıkacağı için aynen kaydediyoruz: (Tuğrul’un yigeni
Sultan Alparslan, Erzurum’u zaptederek Kayseriye üzzerine yürüdü. Bu şehri 1024 senesi aldı. Fakat mevkii payitaht
ittihazına elverişli bulmadı. Bu yeni fâtihler İzaorie kıt’asının payitahtı olan İconyom’u zaptile sancaklarını dikerek havalisini
müteaddit azametli ve güzel binalarla süslemeye başladılar.)
91
-Deguignes, Hunlar’ın, Türkler’in ve Moğollar’ın ve daha sair Tatarlar’ın tarih-i umumisinin 4. cildinin 8. sahifesinde
Selçuklu Türkleri’nin ilk payitahtının İznik olduğunu söylüyor. Osmanlı Tarih Encümeni tarafından neşredilen ve kıymetli bir
tetkik eseri olan Osmanlı Tarihi’nde de, sahife 173’te Süleyman’ın h.469-m.1076’da İznik’i zaptederek kendisine makar
ittihaz ettiğini söyler.
92
-Tevarih-i Âl-i Selçuk, s.2
93
-İznik’in Selçuk Türkleri tarafından zabtı tarihinde ve Süleyman Şah’la muharebe eden Bizans İmparatoru’nun şahsında
Şarklı ve Garplı tarihçiler arasında ihtilâflar çıkmıştır. Osmanlı Tarihi müellifleri s. 172’de İznik’in fethini ve payitaht
oluşunu h.469-m.1076’da gibi gösteriyorlar. İbn Tokmak gibi bazı tarihçiler h.468-m.1075 tarihini kabul ediyorlar.
Deguignes (c.4, s.8’de) h.471-m.1081 yılını gösteriyor. Bunlara karşı ordu gönderen Bizans İmparatoru’nun da
Niseforbotanyat (l078-1081) değil Aleksi Komnen (1081-1118) olduğunu yazıyor. Bağdatlı İbn Hamdun İznik’in h.778-
20
İzmit, Bursa ve İstanbul’a kadar Kocaeli’ndeki bütün kaleler ve kasabalar az zaman içinde İznik hükümetinin
üstün siyasî hâkimiyetini kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Süleyman Şah’ın komutanları Bizanslılar’ın
Kızkulesi’ndeki gümrük dairelerini ellerine alarak boğazdan geçen gemilerden bir nevi bac almaya başladılar.
Süleyman Şah batı ve kuzey batı Küçük Asya’da hareketlerini genişletirken, doğudaki Türk siyasi teşekkülleri
ve orduları faaliyetlerine devam ediyorlardı. Süleyman Şah, Marmara sahilindeki Kizikoz (Kapu Dağı)
yarımadasında ve daha başka yerlerde Türk hükümranlığını kuruyor ve Çanakkale’ye kadar uzanıyordu.
Bizans İmparatoru Romen Diyojen (1067-1071) Horasan Selçuk Hükümdarı Alpaslan’a yenildikten ve
Kutulmuş Oğulları küçükasya’nın göbeğine kama gibi saplanarak tâ boğazlara kadar dayandıktan sonra
Antakya’nın metbuu bulunan Bizans İmparatorluğu’nun ana topraklarıyla ilgisi ve bağlantısı kesilmiştir.
Antakya valisi Ermeni Filaret94 komşu ve Müslüman devletlere ve prenslere yaltaklanarak siyasî
mevcudiyetini idâme etmek istiyordu.
Hattâ İsmail isminde bir Müslüman’ı Antakya’nın şıhneliğine tayin etmişti. Bu şıhne gizlice Süleyman Şah’la
temas ediyordu. Bu arada Filaret’in oğlu Barsan ile arası açılmıştı. Oğlunu hapsettirdi. Barsan hapisten kurtulur
kurtulmaz İznik’e kadar gelerek Süleyman Şah’ı Suriye toprakları ile Antakya’ya davet etti. Süleyman Şah
başkentinde Ebu’l-Kasım’ı kaymakam bırakarak yavaşça ve geceleri yürümek suretiyle h.477-m.108495 yılında
Antakya surlarının önüne geldi.96 bir sabah kalelerinin ve burçlarının önünde ve içinde Türk askerlerini gören
Antakyalılar müthiş bir şaşkınlık heyecanı içinde Sultan Süleyman’a teslim oldular. Antakya’nın doğrudan
doğruya Türkler’in eline geçmesi bilhassa Horasan Hükümdarı Sultan Melikşah tarafından büyük bir sevinçle
karşılandı. Şairler bu fetih için parlak kasideler, fethiyeler, methiyeler yazdılar. Bu fetihten Musul ve Haleb
şehirleri ve emirleri ve Sultan Alpaslan’ın eniştesi Şerefü’d-devle Müslim memnun olmamıştı. Çünkü Antakya
valisi her sene ona mühimce bir vergi veriyordu. Bu yüzden de Filaret varlığını muhafaza ediyordu. Antakya’yı
alan Süleyman Şah kendisini mağlup valinin taahhütleriyle bağlı görmek istemedi. Bunda da haklıydı. Büyük bir
imparatorluğa sahip olduktan başka Horasan hükümdarının yakın akrabasından idi. Küçük bir emîre haraç
vermeyi ayıp sayıyordu. Fakat Şerefü’d-devle vergi istemekte ısrar ediyordu. Nihayet harbe tutuştular. Sultan
Süleyman 478 yılı Saferi’nin yirmi ikisinde (m.1085) evvelâ Şerefü’d-devle’nin topraklarına girerek ülkesini
harap etti. Sonra geriledi. Şerefü’d-devle Arap ve Türkmenler’den teşkil ettiği ordusunun başında Antakya’ya
yürüdü. Haleb’in sınırları üzerinde karşılaştılar. Kanlı bir savaştan sonra Şerefü’d-devle öldü. Sultan Süleyman
da derhal Haleb üzerine yürüdü. Orada Şerefü’d-devle tarafından kumandan bulunan İbnü’l-Huteniyyü’l-
Abbasî’yi şehri teslime davet etti. O zaman mansıp ve câh hırsı Selçuk Prensleri ve hükümdarları arasında
müthiş bir hased hissi doğurmuştu. Büyük Horasan Selçukîleri sâir Selçukî hükümdarlarına hâkim olmak
iddiasında idiler. Çünkü onların kendi ulüvv-i cenapları eseri olarak iktidar makamlarına gelmişlerdi. Fakat diğer
Selçuklu emirler ve sultanlar nankörlüğe cüret edebilecek kadar kuvvetlenmişlerdi. Büyük metbûlarını, İran,
Horasan Selçukluları’nın yüksek hâkimiyetlerini silkip atmağa kalkıyorlardı. Bunlar birbirleriyle harplere
girişmişlerdi. Siyasî ve askerî durumları bir arap saçı manzarası arz ediyordu. İbnü’l-Huteni’nin bu fırsattan
istifade etmesinden daha kolay ne olabilirdi. Meşrû metbû gibi telakki ettiği Sultan Melik Şah’a ve Suriye’de
yerleşmiş diğer bir Selçuk prensi olan Melikşah’ın büyük biraderi Tutuş’a97 başvurdu. Yakın bir mevkide
bulunan ve Haleb’i ele geçirmek arzusunu besleyen tutuş, arkasında Emir Artuk da geldiği halde alelacele koştu.
Rastladığı Süleyman’ın ordusu ile hemen savaşa tutuştu. Süleyman’ın ordusu bozuldu, esir düşmeyi Türklük
şerefine yakıştıramadığı için intihar etti.98
Böylece Konya’yı ilk başkent yapan enerjik ve âdil bir Türk hükümdar hayata gözlerini kapamış oldu. İbn
Esir el-kamil’inde Süleyman Şah’ın babası Kutulmuş’un meydan-ı harpte ölü bulunduğunu anlatırken aynen
m.1085 yılında fethedildiğini kaydediyor. Konya’nın ilk Selçuk payitahtı olduğunu kabul etmemeleri birçok tarihçileri birçok
hataya ve zühule sevk etmiştir.
94
-İbnü’l-Esir bunu Firdevs şeklinde yanlış adlandırır. Ebu’l-Fidâ yalnız hâkim-vali diyerek geçer. Malatya, Urfa, Harput’ta
da Antakya gibi hâlâ Bizans bayrağı dalgalanıyordu. Bunlar yakın ve sınırdaş Türk ve Müslüman emirlere vergi vermek
suretiyle ayakta durabiliyorlardı. Bu vali Malatya’ya, Harput’a kendi tarafından muhafızlar tayin ediyordu.
95
-13 Kanun-ı evvel 1084 Pazar günü, bir rivayete göre 8 Kanun-ı evvel 1084 Cuma günü. Antakya’nın iç kalesini de 12
Kanunısânî 1085’te aldı. İşgal zamanında vali Filaret şehirde değildi.
96
-Osmanlı Tarihi, s.174 ve Türklerin Umumi Tarihi, c.4, s.11
97
-Tutuş daha h.470-m.1077 yıllarında Suriye’ye naip tayin edilmişti. Sultan Melikşah’ın ölümü üzerine h.485-m1092’de
saltanat ve istiklâl davasına kalktı. H.487-m.1094’te Şam Suriye Selçuk Hükümdarlığı’nı kurdu.
98
-Bazı tarihçiler bunun öldürüldüğünü söylerler. Osmanlı Tarihi’nde (s.174) Süleyman Şah’ın ölümü h.479-m.1086 olarak
gösteriliyor. Türkler’in ve Hunlar’ın Umumi Tarihi sahibi (c.4, s.14’ün ikinci notunda) h.478m.1085 olduğunu yazıyor. İbn
Esir Kutulmuş’u (Şahab-üd-Devle) ile tavsif eder.(c.10, s.13) İbn Şıhne Tarih-i Haleb’inde (s.212)’de Süleyman Şah’ın 478
yılında öldürüldüğünü yazıyor. İbn Şıhne burada Süleyman İbn Kutulmuş hakkında İbn Mella’ya nisbet edilen ve Antakya
feth edilirken kaleden kaçarak karanlık bir yerde gizlenmek suretiyle ölümden kurtulan babası Antakyalı Mihail’in görgüsüne
dayanan mühim malûmat vermektedir. İbnl-mella diyor ki: “Konya ve Aksaray sahibi Süleyman İbn Kutulmuş 477 yılında
Antakya üzerine yürüyerek Rumların elinden almıştır. Fethi, Âlem Tarihi’nin 6593 yılının Kânunıevvelinin birinci Pazar
günü vâki olmuştur. Kalenin muhasarası üç gün sürmüştür.” Burada dikkat edilecek bir şey vardır. Bu sırada İznik başkent
olduğu halde tarihçi, Süleyman Şah’ı Konya ve Aksaray hükümdarı gibi gösteriyor. Bu da Konyanın önemini ve İznik’e
nakilden evvel başkent olduğunu isbat eder.
21
şöyle der:
وﻣﻦ اﻟﻌﺠﺐ ان هﺬا ﻗﺘﻠﻤﺶ آﺎن ﻳﻌﻠﻢ ﻋﻠﻢ اﻟﻨﺠﻮم ﻗﺪ اﺗﻘﻨﻪ ﻣﻊ اﻧﻪ ﺗﺮﺑﻰ وﻳﻌﻠﻢ ﻏﻴﺮﻩ ﻣﻦ ﻋﻠﻮم اﻟﻘﻮم ﺛﻢ ان اوﻻدﻩ ﻣﻦ ﺑﻌﺪﻩ ﻟﻢ ﻳﺰاﻟﻮا ﻳﻄﻠﺒﻮن هﺬﻩ
اﻟﻌﻠﻮم اﻷوﻟﻴﺔ وﻳﻌﺮﻓﻮن اهﻠﻬﺎ ﻓﻨﺎﻟﻬﻢ ﺑﻬﺬا ﻋﺼﺎﺣﺘﻪ ؟ )ﻏﻀﺎﺿﺔ( ﻓﻲ دﻳﻨﻬﻢ وﻳﺮد ﻣﻦ اﺧﺒﺎرهﻢ ﻣﺎ ﻳﻌﻠﻢ ﻣﻨﻪ ذﻟﻚ وﻏﻴﺮﻩ ﻣﻦ اﺣﻮاﻟﻬﻢ
ﺑﻮ ﻋﺼﺎﺣﺘﻪ ؟ آﻠﻤﻪ ﺳﻲ )ﻏﻀﺎﺿﺔ( اوﻻﺑﻴﻠﻴﺮ
(cilt 10 s. 14) (??)
Bu kayıtlardan öğreniyoruz: Süleyman Şah Türkler’in kavmî ve millî bilgilerinde büyük bir kudret sahibi idi.
Asil bir Türk’tü. Onun böyle oluşu Küçük Asya’da kuvvetli ve ölmez bir Türk kültürü bıraktı. Küçük Asya’da
Türk kültürü ilk beşiğini Konya’da bulmuştu. Sonra da burada büyüdü, serpildi ve gelişti, Konya doğudan akan
Türk kültür güneşinin bir mihrakı oldu. Sonra bu mihrak bizzat güneşleşti. Işık huzmelerini buradan yaymakta
devam etti. İlk dedelerinin hayırlı halefleri olan Cumhuriyet’in kadirşinas çocukları eminim ki Anadolu’nun ilk
fatihi Süleyman Şah adına bir âbide dikeceklerdir. Onun en münasip yeri Süleyman Şah’ın ilk payitahtı olan
Konya’nın Alâe’d-din Tepesi’dir. Biz onun abidesini, Eflâtun Mabeti’nin (Eski Saat Kulesi ve Selçuk Mescidi)
yerinde görmek isteriz.
Süleyman Şah’ın Bizanslı’ların elinden fethettiği, Küçük Asya öteden beri şark tarihçileri ve coğrafyacıları
tarafından Rum, Bilâd-ı Rum99 şeklinde zikrediliyordu. İstanbul’da oturan imparator kendisini Şarkî Roma
İmparatoru saydığı için Romalılık’ Rumluk onun resmi unvanı idi.100 Fetihten sonra da şark coğrafyacıları ve
tarihçileri bu ülkeye Rum, Vilâyet-i Rum, Bilâd-ı Rum, Memleket-i Rum demekte devam ettiler. Süleyman Şah’ın
kurduğu imparatorluğa da, Rum Selçukîleri İmparatorluğu denildi. Bunlara Anadolu Selçukîleri, Konya
Selçukîleri de denilir. Bu Selçukîler için tarihî olayların seyrine ve mantığına göre seçilecek en iyi vasıf; Konya
Selçukîleri’dir.
Küçük Asya’ya, Anadolu adını kendilerine nispetle doğuda olduğu için eski Yunanlılar vermişlerdir.
Anatolie’ Yunanca doğu demektir. Bu isim evvela Küçük Asya’nın kuzey batısına verilmişti. Daha sonraları
diğer kısımlarına da tamim edilmişti.101
Filhakika Küçük Asya, İyoniye’nin ve Bizans’ın tam doğusuna rastlar. Bazı garp kaynakları ve Portlan’lar
Süleyman Şah tarafından fethedilen topraklara Türkiye adını vermişler. Deguignes’ Süleyman Şah’ın İznik’i
fethini yazdıktan sonra der ki:
“İşte bu andan itibaren bu kavimlerin (Türkler’in) zapt ettikleri memleketlere müverrihler Türkiye nâmını
vermişlerdir.”102
Topkapı Sarayı Müzesi’nde hazine kütüphanesinde 29360/2757 numarada kayıtlı ceylan derisi üzerine
yapılmış eski bir Latince haritanın üstünde Türchia yazıldığını görüyoruz.103
Danişmend Oğulları’nın ilk sikkeleri Yunan Harfleri ile Yunanca basılmıştır. Bunlardan melik Muhammed
İbn Gazi’nin bu çeşit paraları üstündeki Rumca yazı şöyle tercüme edilmektedir.
“Umum Rum ve Anadolu Meliki Mehmed”104
II.Horasan Hükümdarı Melikşah Büyük Anadolu Selçuk Hükümdarı Sultan Süleyman Şah öldükten sonra
boş kalan tahtına oturması lazım gelen oğlu I.Kılıçaslan’ı İran’a getirterek hapsettirdi. Bu suretle 1086’da
Anadolu Selçuk hükümranlığında bir fetret ve fâsıla vuku buldu. Düvel-i İslamiye müellifi bu sırada Süleyman
Oğlu Davud’un babasının yerine oturduğunu Anadolu Selçukîleri cetveline yazmıştır.
Houtsma’nın bastığı Türkçe Tevarih-i Âl-i Selçuk’un (sahife 2) “Süleyman Şah bir müddet padişahlığını etti.
Ecel erişti yerine oğlu Sultan Mahmud padişah oldu,”105 şeklindeki ifadesini güvenilir kaynaklarla teyit etmeye
imkân bulamıyoruz. Muhakkak olan şu ki: Süleyman Şah’ın vefatından sonra başta, payitahtı İznik’te kaymakam
bıraktığı Ebu’l-Kasım olduğu halde bütün il büyükleri ve muhafızları bulundukları yerlerde istiklâllerini ilân
etmek suretiyle birleşmiş ve toplanmış olan siyasî kuvveti parçalamaları ve za’fa uğratmalarıdır.
Ebu’l-Kasım kazanılan eski satveti devam ettirmeye ve hattâ daha kuvvetlendirmeye çalıştı. Fütuhatı Adalar
Denizi’ne kadar genişletti. Sakız’a bile hücum etti. Bu korkunç düşman Bizanslı’ların vehmine dokundu.
99
-Ebü’l-Fidâ’nın Takvimü’l-Büldan’ı Dresden tab’ı, s.210, Kazvinî’nin (Kitâb-ı Âsâri’l-Bilâd ve Ahbâri’l-İbad)ı, Göttingen
tab’ı, s.359 ve Yakut’un matbû (Mu’cemü’l-Büldan)ı (Rum) maddesi ve Herevî’nin elimizde bulunan (Kitabü’l-İşarat fiz-
Ziyarat) adlı eseri, yaprak 39 ve ‘ ’أوﺿﺢ اﻟﻤﺴﺎﻟﻚ ﻓﻰ ﻣﻌﺮﻓﺔ اﻟﺒﻠﺪان واﻟﻤﻤﺎﻟﻚKöprülü Kütüphanesi yazması, No: 935, yaprak 122
(Rıhlet-i Ebi’l Hüseyin Muhammed İbn Ahmed İbn Ahmed İbn Cübeyr) Leyden tab’ı, s.82
100
-Bizans İmparatorluğu Kur’an-ı Kerim’de de (Rum) şeklinde zikredildiği görülmektedir, (Ğulibet-ir-Rûm) gibi.
101
-Kitab-ı Asari’l-Edhar, Küçük Asya Osmanlılar tarafından fethedildikten ve İstanbul başkent yapıldıktan sonra (Anadolu)
adını taşıyan on bir livadan müteşekkil bir eyalet teşkil edilmişti. Merkezi de Kütahya şehriydi.
102
-Türkler’in Tarih-i Umumisi, c.4, s.9
103
-Bu hususta (Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar) adlı eserimizin 195. sayfası ve diğer kısımları
tavsiye edilir.
104
-Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiye Katalogu, kısm-ı râbi’, s.86. Ahmed Tevfik Bey bu münasebetle der ki: Rum ünvanı Küçük
Asya’ya İslâmlar cânibinden verilmiştir. Anadolu Şark Memâliki demek olup Bizanslılar Küçük Asya’yı bu namla yâd
etmekte idiler ki el-yevm bu isim takarrür ve teammüm etmiştir.
105
-Ahmet Tevfik Bey merhum Meskûkât-ı İslâmiye Katalogu, 4. kısım, sahife 107’de Davud İbn Süleyman’ı tespit ederken
“bazı tarihçiler, Süleyman’ın vefatından sonra büyük mahdumu Davud’un hükûmet ettiğini ve diğerleri bir müddet fasıladan
sonra Kılıçarslan-ı Evvel’in hükümeti yed-i iktidarına aldığını yazarlar. Bunun da meskûkâtı görülmemiştir.” der ve
Kılıçarslan’ı da (Kılıçarslan-ı Evvel Mahmud İbn Süleyman-ı Evvel) şeklinde kayıt eder.
22
Gönlünü aldılar. Kendisiyle bir ittifak muahedesi de imzaladılar. Kendisini İstanbul’a davet ederek ağırladılar.
Ebu’l-Kasım bir aralık Bizans’la yaptığı antlaşmaya dayanarak büyük Horasan Hükümdarı Melikşah’ı
saymamak istedi. Fakat sonra tuttuğu yolun vahâmetini anlayarak hükümdarın ayağına kadar giderek nedametini
bildirdi, af diledi.
Tekar Anadolu’ya dönerken de yolda yay kirişiyle boğduruldu.106 Ebu’l-Kasım İran’a giderken İznik’te
biraderi Ebu’l-Gazi’yi bırakmıştı; o da Bizanslılarla hoş geçindi. Horasan Hükümdarı Melikşah’ın h.485-
m.1092’de ölmesi Anadolu Selçukîleri’nin tekrar yıldızını parlattı. Melikşah’ın yerine geçen oğlu Sultan
Mahmud’ Süleyman Şah’ın oğlu Kılıçaslan’ı zindandan çıkararak babasının yurdunu kendisine verdi.107
Kılçaslan baba yurduna geldiği zaman Anadolu’nun durumunun hayli değişmiş olduğunu gördü. Babasının
adamlarını, kumandanlarını ve ileri gelenleri başına topladı. Evvelâ Ebu’l-Gazi’nin elinden İznik’i aldı. Böylece
başkente yerleştikten sonra istiklâl ilân eden ve kendisini tanıtmak istemeyen beylerle hayli uğraşarak birer birer
hepsinin hakkından geldi.
Doğuda Danişmendliler de bazı yerlere tecavüz ile yerleşmişlerdi. Kılıçaslan onları da oralardan söküp attı.
Babasının kurduğu devlet binası eski şeklini almıştı. Babasının kahramanlığını, bütün asil duygularını tevarüs
eden I.Kılıçaslan babasının ruhunu şâd edecek şekilde çalıştı. Babasınınkinden kuvvetli ve gösterişli bir devlet
kurmaya muvaffak oldu. Bu evvela Bizans İmparatoru’nun sonra da İslâm Âlemi’ne asırlardan beri diş bileyen
din düşmanı Haçlılar’ın dikkatini üstüne çekti. Üç kudurmuş dalga halinde Anadolu’ya akan Haçlılar’la aslanca
dövüştü. Yurdunu; renk renk, boy boy muhtelif diller konuşan kaba ve müteassıp Haçlı ordularına mezar yaptı.
Bu mesud sonucu almadan evvel h.491-m.1097’de başkenti İznik’i kaybetti.108 Karısı ile çocuklarını Bizans’a
esir verdi. Haçlı orduları aç çekirge sürüleri gibi Kılıçaslan’ın yurdundaki mamureleri sömürdüler, süpürdüler.
Hıristiyan bir tarihçinin ifadesiyle; Hep şarka doğru ilerleyen Hıristiyanlar nihayet Kılıçaslan’ın ülkesinden
çıktılar, bir ucundan diğer ucuna kadar bu ülkeden geçerken her tarafı tahrip etmişlerdi. Kılıçaslan’ın babasının
eski ve ilk başkenti Konya üç Haçlı dalgasının birincisinde müthiş bir yağma ve tahribe uğradı. Süleyman Şah’ın
perestişkârı, asil duygulu, cengâver, yurt sever Konyalılar Haçlılar’ın susuz ve yakıcı ovayı geçerek şehirlerine
sokulmak üzere olduklarını anlayınca kadınları, çocukları ve bütün servetleriyle beraber batıdaki dağlara
çekilmişlerdir. Burada bol yiyecek ve yağmalanacak servet bulacaklarını sanan Haçlılar şehirde müthiş bir
kıtlıkla karşılaştılar. Hınçlarını tahripten aldılar. Şehri yakıp yıktıktan sonra Ereğli’ye gittiler.
Kılçaslan iz’aç, taarruz, tecavüz, çete savaşı gibi çeşitli yollarla Haçlıları yok ederken yalnız kendi yurdunun
değil, bütün doğunun, İslâm Dünyası’nın müdafaasını üstüne almıştı. Haçlılar’a karşı savaşta el ve silah birliği
yapan Danişmentoğlu Gümüştekin ile; Haçlı tehlikesi geçtikten sonra Gümüştekin’in elinde esir bulunan Haçlı
kumandanlarından Boemond için Bizans İmparatoru Aleksi Komnen’in teklif ettiği 260 bin bezan’lık necat
fidyesi yüzünden ihtilâfa düştüler. Bu ihtilâf silaha dayandı. Danişmentoğlu mağlup oldu. Kılçaslan Akşehir’e ve
Konya kapılarına kadar gelen Bizanslılar’a karşı da galebeler sağladı. Aksaraylı Kerimü’d-din İbn Mahmud
Müsâmeretü’l-Ahbar adlı eserinde Kılıçaslan’ın Bizanslılar’a galebesini şöyle tasvir eder:
“İslâm orduları Rumlar’la harbe tutuşunca Kılıçaslan geldi. Bizanslılar’ı bozguna uğrattı. Çankırı’yı
düşmandan geri alan Kılıçaslan Ankara’ya yürüdü. Bu şehri de kurtardıktan sonra Konya üzerine atıldı. Nihayet
Konya’yı da aldıktan sonra orada Selçuk tahtına oturdu.”109
Aksarayî’nin ifadesinden ve tarihin, Haçlı Seferleri’nin seyrinden ve mantıkından anlıyoruz ki Haçlılar her
geçtikleri ve Türkler’in aldıkları yerlerde Bizans İmparatoru’na bağlı birer idare kuruyorlardı. Gerçi
Kılıçaslan’ın işareti ile Türkler; Haçlılar Tuzlu Çölü geçerlerken Konya Şehrini tamamen boşaltmışlardı.
Haçlılar da şehirde açlık sıkıntısı çekmişlerdi. Fakat burasını terk ederlerken Hıristiyan ve Bizanslı bir idare
kurmuşlardı. İşte Kılıçaslan Konya’yı tekrar bu Hıristiyan validen kurtarmıştır. Şarl Teksiye Haçlılar’ı yazarken
der ki:
“İznik’i muhâsaraya gelen ve bu münasebetle Küçük Asya’dan geçen ehl-i salip orduları; emirlerin
silahlarından daha zorlu bir felâket karşısında bulundular ki bu da açlık ve susuzluk idi. Kılçaslan Eskişehir
muharebesini kaybetmiş ve bu defa payitahtı olan Iconium’u Fricya ovalarından ayıran çöllere daha emniyet
ederek bütün sekenesine hayvan sürülerini ordunun takip ettiği yollardan uzaklaştırılması emrini vermişti.
Yorgunluktan büsbütün dermansız düşmüş olan ehl-i salip kuvvetleri bir yiyecek bulmak ümidi ile Iconium’a
geldilerse de bunların harekâtından haberdar olan Türkler bu şehri tahliye etmiş, çoluk çocukları ve bütün
servetleriyle civardaki dağlara çekilmişlerdi. Müslümanlar’ın Rumlar’la olan muharebelerinin salibiyyun ile
ettikleri harp olduğu zannedilmez. Bizans İmparatoru daima kuvvetli bir Müslüman merkezi olan Iconium’u
istirdat için bazı tecrübede bulunmuş ise de bu hareket Iconium’u muhâsara etmek ve Fricya ile Kapadokya’nın
bazı küçük yerlerini almak ve bırakmaktan ileri gitmemiştir. Iconium şehri o vakit Arap bedâyi şaheserleriyle
süslenmiş ve bütün eski surları tamir edilerek şehir büyütülmüş, tahkim edilmiştir.”110
Sultan Kılıçaslan Horasan Hükümdarı Berkiyaruk’dan vaktiyle iyilik gördüğü için onun yüksek hâkimiyetini
106
-Türkler^’in Tarih-i Umumisi, c.4, s.23
107
-Osmanlı Tarihi, s.175 Tarih Encümeni’nin neşriyatından.
108
-Bazı tarihçiler h.490-m.1096’da kaybettiğini yazarlar.
109
-Selçuk Devleti Tarihi, s.125
110
-Küçük Asya, c. ,s. 29 ve 31
23
ve matbuluğunu kabul ediyordu. Bu hükümdar h.498-m.1104 yılında ölünce yerine geçen oğlu Melikşah’tan
biraz sonra Horasan tahtına oturan merhum sultanın biraderi Mehmed’in hâkimiyetini kabul etmedi. Bu hususta
Bağdat Halifesi’nden de yardım gördü. Bağımsızlığını ve sultanlığını ilân etti. Horasan Selçukîleri’ni ortadan
kaldırmayı tasarladı ve işe de başladı. Nihayet bu uğurda çarpışırken h.500-m.1106 yılında Harbur Suyu’nda
boğularak öldü. Arkasında parlak menkıbelerle ve maceralarla dolu bir tarih bırakan büyük Türk hükümdarının
cesedi birkaç gün sonra sudan çıkarılarak Miyafarıkın’da gömüldü. 111 Anadolu Selçukîleri’nin başkenti h.472-
m.1080’de Konya’dan İznik’e ve h.491-m.1097 yılında da tekrar ilk başkent Konya’ya nakledildiğine göre İznik
bu hanedana ancak 19 yıl kadar başkentlik yapmıştır.
Anadolu Selçukîleri ve Anadolu’nun diğer bölgelerinde yerleşen Müslüman Oğuzlar Bizans’tan ve
Avrupa’dan Kudüs’e giden yolların üzerinde bulundukları için bilhassa Haçlı orduları gözlerini bu topraklara
dikmişlerdi. Garptan gelen Haçlı orduları Marmara’dan Küçük Asya’ya atlayınca önlerine rastlayan ilk hedef
İznik idi. İntikam ateşiyle yanan Bizans İmparatorluğu da kendisinde tecavüze geçme ve eski topraklarını geri
alma kudretini sezince ilk saldırdığı yer Türkler’in başkenti İznik oluyordu.
Henüz kuruluş çağında bulunan bir devletin başkentinin ikide bir istilâ tehditine mâruz bulunması bu devletin
tebaası üzerindeki prestijini zayıflatabilirdi. Bu bakımdan Bizans’ın eşiğinde bulunan İznik’in başşehir
yapılmasında siyasî ve askerî birçok mahzurlar vardı. Büyük Selçuk Hükümdarı bu inceliği kavradığı için
devletin başkentini babasının ilk başkenti olan Konya’ya getirdi. Küçük Asya’nın ve yeni devletin merkezini
teşkil eden Konya ideal bir merkez idi. Yakut-ı Hamevî’nin Mu’cemu’l-Büldan’ında anlattığı gibi Konya
Bizanslılar’ın Küçük Asya’daki merkezi idi.
Filhakika Konya çok kere boğazlardan gelen Haçlı orduları güzergâhına rastlıyordu. Fakat bu ordular
Konya’ya gelmeden evvel susuz ve çorak bir ovayı geçmek zorunda oldukları için buraya gelinceye kadar
enerjilerini kaybediyorlardı. Konya, I.Kılıçaslan tarafından başkent yapıldıktan sonra Anadolu Selçuklu Devleti
çökünceye kadar başkentliğini muhafaza etmiştir.
Bu Hanedan’ın sonu hakkında tarihçiler ihtilâfa düşmüşlerdir. Ahmet Tevhit Bey Merhum h.707-m.1307
olduğunu söyler.112
Düvel-i İslâmiye’de bu Hanedan’ın defterinin h.708-m.1308 tarihinde dürüldüğünü kabul eder.113
II.Alâe’d-din Keykubad h.701-m.1302 ile h.702-m.1303 yılları arasında Gazan Mahmud Han’ın emriyle
Isfahan’a götürülerek orada öldürüldükten sonra yerine h.702 yılı Şevval’inin başında (19 Mayıs 1303’de)
II.Gıyas’ed-din Mesud Moğollar tarafından Kayseri’de ölümü ile oturtulmuştu. Bu hükümdarın h.708-
m.1308’de Kayseri’de geçen 6 senelik müddeti hesaba katılmazsa Konya’nın h.702-m.1303 yılına kadar Selçuk
payitahtı olduğunu kabul etmek münasip olur.
Konya; I.Kılıçaslan tarafından tekrar başkent yapıldıktan sonra muhtelif tarihlerde Bizanslılar’ın münferiden
ve Haçlılar’ın müşterek istilâ ve yağmalarına uğramıştır.
H.510-m.1116 yılında Bizans İmparatoru Aleksi Komnen Konya’yı almak için hazırlanmıştı. Fakat; Damla
Hastalığı bu kötü maksadının tahakkukuna kısa bir müddet için mâni olmuştur. Bir müddet sonra imparator,
ordusu ile yola çıktı, Akşehir’i aldı, buradan Konya çevrelerini tahrip etmek için kuvvetli müfrezeler gönderdi.
Tarih bu müfrezelerin Konya’daki tahrip derecelerini sükûtla geçmiş, fakat İmparator’un tecavüzünün Konya
topraklarında kırıldığını ve sona erdiğini açıklamıştır.114
Bizans İmparatoru II.Manoel Komnen h.538-m.1143 yılında kuvvetli bir ordu ile Akşehir’e kadar gelmiş ve
burada I.Rükne’d-din Mesud’u yenmişti. İmparator geri çekilen Selçuk hükümdarını, yazdığı bir mektupla
korkaklık ile itham etmişti. Mesud bundan sonra bir daha savaşı kabul etmeye mecbur olmuş ve yine bozularak
Konya’ya kadar dönmüştü. Şehirde kalmayı bile tehlikeli gördüğü için burada tekrar muhafız asker bırakarak asıl
ordusunu ikiye böldü. Bir kısmını Konya’nın arkasında bir yere yerleştirdi. Kendisi de bir kısım kuvvetle Konya
ile Kevele Kalesi (Takkeli Dağ) arasında bir mevki tuttu. İmparator buraya kadar sokularak onu takip etti. Mesud
yine bozularak çekildi. İmparator hükümdarı takip ederken Bizans ordusu Konya’ya hâkim bazı boğazlara
girmişlerdi. Konya muhafız kuvvetleri bunları bastılar. Az kalsın hepsini esir alıyorlardı. İmparator; ordusunun
bu kısmını kurtarmak için bizzat oraya gitmeye mecbur oldu. Buna rağmen Bizanslılar mağlup olmak üzere
idiler. İmparator; Mesud’un öldürüldüğü hakkında bir yalan yayarak Türkler’i telaşa düşürmüştü. Bu aynı
zamanda Rumlar’ın kuvve-i mâneviyesini artırmıştı. Rumlar yeni bir hamle ile Türkler’i geri çekilmeye mecbur
bıraktılar. Bu sırada imparator sarmak için Konya’nın önüne kadar gelmişti. Fakat Mesud’un yeni imdat kuvveti
ile geldiği haberini alınca her tarafı ateşe vererek uzaklaştı. Ve İstanbul’a döndü. İşte Konya varoşları böyle bir
111
-Aksarayî Tezkeresi Tercümesi, s.126. Osmanlı Tarihi, s.181’de Kılıçarslan’ın Fırat’ta boğularak öldüğünü ve Şemsaniye
Köyü’ne gömüldüğünü söyler. Deguignes’de (c.2, s.57) cesedinin Harbur kurbünde Şemsaniye’ye ve oradan da Miyafarıkın’e
götürüldüğünü yazar.
112
-Meskûkât Kataloğu, Kısm-ı râbi, s.105
113
- Düvel-i İslâmiye, s.212
114
-Türkleri’n Tarih-i Umumisi, c.4, s.64. Müellif Deguignes bu hadisenin Melikşah zamanına rastladığını söylüyor. Fakat
Melikşah’ı Sultan Şehinşah şeklinde yanlış yazıyor. Melikşah biraderi Mesud tarafından gözlerine mil çekildikten sonra
Konya’ya gönderilmiş ve sonra da öldürtülmüştür.
24
yağmaya ve yangına da uğramıştı. 115
İmparator Manoel Komnen İstanbul’a döner dönmez Mesud’un üzerine ikinci bir sefer hazırlığına başladı.
Maksadı Konya’yı muhâsara etmekti. Mesud bu sırada İstanbul’a Süleyman isminde bir emirin başkanlığında bir
sefaret heyeti göndererek İmparator’la bir sulh muâhedesi imzaladı. H.542-m.1147 yıllarında I.Mesud’un
hükümdarlığının otuz ikinci yılında Haçlılar fırtınası bir daha patladı. Babası I.Kılıçaslan zamanında Küçük
Asya’dan ve Konya’dan geçerek Suriye’ye giden, Kudüs’ü alan (h.493-m.1099) ve orada bir krallık kuran
Haçlılar son zamanlarda müstahkem ve mühim bir şehir olan Ruha (Urfa)’yı kaybetmişler, Türk ve İslâm
emirlerinin ve prenslerinin müthiş bir tazyiki karşısında kalmışlardı. Avrupalılar’dan yardım istediler. Almanya
İmparatoru II.Konrad ve Fransa Kralı II.Lui kuvvetli ordularının başlarında olarak yine Bizans yoluyla Küçük
Asya’ya geçtiler. Bizans İmparatoru Manoel Komnen, Haçlılar’ın böyle ikide bir kendi topraklarından
geçmelerinden kuşkulanmaya başladığı için zâhirde yüzlerine gülerek, hakikatte onların Küçük Asya’da
hezimetlerini hazırlayacak hilelere başvurmuştu. Onlara, yollarını şaşırtacak, Türkler’in tuzaklarına düşürecek
kılavuzlar vermişti.
İmparator Konrad’ın ordusu yetmiş bin zırhlı er ile birçok piyadeden, hafif süvariden ve bir hayli kadın ve
çocuktan terekküb ediyordu. Fransız askerinin zırhlıları da bu kadar tahmin ediliyordu. Manoel Komnen ile
I.Mesud gizli bir surette evvelden anlaştıkları için Mesud Küçük Asya’daki bütün kalelerini tamir ve tahkim etti.
İstanbul’dan evvelâ hareket eden Konrad hiçbir zora mâruz kalmadan Eskişehir’e (Dorile) kadar ilerledi.
Buradan sonra kılavuzlar onu zor yollardan geçirdikten ve tehlikeli mıntıkalara soktuktan sonra ayrıldılar ve
arkadan gelen Fransız karargâhına dönerek :
“Konrad’ Türkler’i yenerek Konya’yı almıştır. Artık imdada ihtiyacı yoktur, dediler.” Bu suretle Fransızlar’ın
hareketlerini geciktirdiler. Filhakika bu sürü Konya’yı yağmalamıştı. Mesud’un orduları bu yağmacı Almanlar’ı
Tarsus geçitlerinde yakaladılar. Onlara öyle bir satır attılar ki yaralanan imparator, ordusunun onda bir kılıç
artığı ile İznik’e kadar zor kaçabildi. Burada Fransız Kralı ile ve ordusu ile buluştu. Fransız Haçlılar ordusu da
Küçük Asya’da hayli bocaladıktan ve Konya’yı da bir daha yağmaladıktan sonra İçel’de Mesud’un ordusuna
mağlup oldu. Kral Antalya’ya sığınarak buradan hazırlattığı bir gemi ile kendisini Suriye’ye atabildi. Ordusu
karadan Antakya’ya gidecekti. Türkler bunların hepsini de kılıçtan geçirmek suretiyle yağmalanan başkentin
intikamını aldılar. İşte Konya; 1147 yılında böyle bir yağmaya ve tahribe uğramıştı.116
Konya: II.Kılıçaslan zamanında yine İstanbul üzerinden gelen bir Haçlılar kasırgasına daha tutulmuştu. Bu
Haçlılar sürüsünün başında yetmişlik Alman İmparatoru Frederik Barbaros vardı. Kudüs şehri Selâa’d-din
tarafından zapt olunmuştu. Avrupalı mutaassıp Hıristiyanlar, her taraftan Suriye’yi müdâfaaya koşuyorlardı.
Frederik Barbaros da büyük bir ordu ile İstanbul’a gelmişti. Büyük Türk hükümdarı II.İzze’d-din Kılıçaslan bu
Haçlılar tehlikesini zararsız atlatmak istiyordu. İstanbul’a bir elçi göndererek Anadolu’dan geçerken yardım
edeceğini Frederik’e vaat etmişti. Hâlbuki bu Haçlılar aleyhine tertiplenmiş bir tuzak idi. Üç kola ayrılan
Frederik’in ordusu Küçük Asya’ya daldı. Türk çeteleri bunları daima iz’aç ettiler, iaşe yollarını kestiler, onları
beygir eti yemeğe mecbur ettiler. Buna rağmen Barbaros’un Haçlılar’ı Konya’ya girmeye muvaffak oldular. O
gece Konya’da müthiş bir fırtınaya tutuldular. H.585-m.1189 yılında zapt edilen başkent Konya müthiş bir talana
uğradı. Barbaros burada ruhani âyin yaptırdı ve beş gün kaldı.
Kılçaslan bütün bu hallerin mes’uliyetini oğlu Kutbe’d-din Melikşah’ın üstüne yükletti. Kendisine rehineler
verdi. Sulh yaptı. İmparator’a Tarsus ve Masİsa yolunu tavsiye etti. Barbaros Kilikya’da yıkanmak için girdiği
Salef’ Sidnus Suyu’nda boğulmuştu. Konya, Selçuklular devrinde bu son Haçlılar istilâ ve yağmasını da
atlattıktan sonra ümran ve medeniyet yolunda gözler kamaştıran bir tekâmüle erişti.
Buraya Konya Selçuklu Hükümdarları’nın Bir Listesini Koyuyoruz:
H.469-m.1076 Süleyman Şah İbnKutulmuş.117
H.479-m.1086 Davut İbn Süleyman
H.485-m.1092 Birinci Kılıçaslan
H.500-m.1107 Melikşah
H.510-m.1116 Birinci Rükne’ddin
H.551-m.1156 İkinci İzze’d-din Kılıçaslan
H.558-m.1192 Birinci Gıyase’d-din Keyhusrev (birinci defa)
H.593-m.1196 İkinci Rükne’d-din Süleyman
H.600-m.1204 Birinci Gıyase’d-din Keyhüsrev (ikinci defa)
H.607-m.1210 Birinci İzze’d-din Keykâvus
H.616-m.1219 Birinci (Büyük) Alâe’d-din Keykubad
H.634-m.1236 İkinci Gıyase’d-din Keyhusrev
H.644-m.647 1246-1249 İkinci İzze’d-din Keykâvus (birinci defa)
115
-Türkler’in Tarih-i Umumisi, c. 4, s. 74
116
-Osmanlı Tarihi, c.1, s. 180 ve Türkler’in Umumi Tarihi, c. 4, s. 78. Şarl Teksiye 1836 yılında Adana’da iken eski bir kilise
önünde yapılan hafriyat esnasında amelenin birçok ölü kemikleri, miğferler ve zırhlar ve haçlar bulduklarını görmüştür.
Bunlar I. Kılıçarslan’ın doğradığı haçlı ordularıydı. Küçük Asya, c.3, s. 29
117
-Birçok tarihçiler h.470-m.1077’yi kabul ederler.
25
H.646-647-m.1248-1249 Dördüncü Rükne’d-din Kılıçaslan (birinci defa)İkinci İzze’d-din Keykâvus
H.647-655-m. 1249-1257 Dördüncü Rükne’d-din Kılıçaslan (ortaklama
hükümdarlık) İkinci Alâe’d-din Keykubad
H.655-658-m.1257-1259 İkinci İzze’d-din Keykâvus (ikinci defa)
H.655-663-m.1257-1264 Dördüncü Rükne’d-din Kılıçaslan
H.663-m.1264 Üçüncü Gıyase’d-din Keyhusrev
H.682-m.1282 İkinci Gıyase’d-din Mesud (birinci defa)
H.698-701m.1293-1301 Üçüncü Alâe’d-din Keykubad
H.702-708-m.1303-1308 İkinci Gıyase’d-din Mesud (ikinci defa).118
118
-Selçuk Hükümdarları’nın Konya’da yaptıkları hayır, ümran eserlerini kitabımızın hususi bölümlerinde göreceğimiz için
burada onları tekrarlamaya lüzum görmedik.
119
-İbn Bibi ‘Karamanlıların türemesi ve Cimri’nin Selçuk tahtına geçmesi’başlıklı faslında şunları söyler:
“Babaları= ﻗﻤﺮ اﻟﺪﻳﻦ اﻳﻠﻲKamereddin ili adıyla tanınmış olan Ermenistan Vilâyeti Dağları’ndan 'Lârende’ye kömür taşıyarak
çoluk çocuğunun yiyeceğini tedarik etmekle geçinen kömürcü Türkmenler’inden birisi olan Karaman...” Anadolu Selçukî
Devletleri Tarihi, s.290
Yazıcı zâde Ali’nin Selçuknâme’sinde de (Karamanoğulları’nın maddi Ermenek nevahisinde vâki ﻗﻤﺮ اﻟﺪﻳﻦili dedikleri
mahalde Kömürcü Türkmenleri’nden Nurüh Sofu) olduğunu söylüyor. Aksarayî Tezkeresi de Karaman’ın, Ermenek Beyleri
ve Türkleri’nden olduğunu yazar. Akasarayi Tercümesi, s. 159.
120
-Mesâlikü’l-Ebsar fî Memâliki’l-Emsar’ın İstanbul Ayasofya Kütüphanesi’nde 3415’ten 3439 numaraya kadar bir yazma
nüshası vardır. Biz bu nüshanın üçüncü cildinden Topkapı Sarayı Müzesi’nde Üçüncü Ahmed Kütüphanesi’nde 2797
numarada kayıtlı üç serinin aynı ciltlerini karşılaştırarak istifade ve tercüme ettik. Bu hususta (Topkapı Sarayı’nda Deri
Üzerine Yapılmış Eski Haritalar) adlı kitabımızın 141. ve 149. sahifelerinde geniş mâlûmat vardır.
121
-Bu, Gölhisar’dır. Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar, s.141
122
Balaban Ceneveli meşhur ve tarihi Doria ailesine mensuptur. Asıl adı Domenigo Doria, babasınınki Mada Doria idi.
26
Müneccim Başı da Cenabî’nin sözlerini nakil ve sonunda da şu ihtirazı kayıtları ilâve etmiştir:
“Cenabî’nin kelâmı tamam oldu; lakin esas olan İbn Bibî’nin rivayetidir. Zira İbn Bibî Rum Selâçike Devleti
ricâlinden ve ol asır ahalisinden olup bu ahvâle gereği gibi vukuf ve ittılâı vardır. Cenabî’nin rivayeti mercuh
iken ekser müverrihin-i Rum ânı ahz ettiklerine binâen biz dahi anlara ittibâen zikrettik. Karamanlılar’ın dâru’l-
mülkü Konya ve Lârende ve zuhurları 676 ve inkırazları 880 senelerindedir.”123
20.asrın uluslararası şöhret yapmış iki müsteşriki ve âlimi de Cenabî’nin yanlışını gölgede bırakacak müthiş
bir hata işlemişler ve bir Türk beyini Ermeni diye yazmışlar ve yaymışlardır.
Yarım hekimin insanı candan, yarım hocanın da dinden ettiğini bir atalar sözü halinde biliyorduk. Yarım
âlimlerin, yarım müsteşriklerin insanı daha nelerden ettiğini, en kutsal bir varlık olan milliyetinden bile ettiğini
Gibbons’un, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu adlı eserinde hayretle görüyoruz. Biz bu hatayı 26 yıl önce
yayınladığımız Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerinde Yapılmış Eski Haritalar adlı eserimizde ;(sahife 191) ‘Büyük
Bir Yanlışı Düzeltiyorum’, başlığı altında aynen şöyle tashih etmiştik:
“Gibbons Sivas ve Erzincan’ın geçirdiği tarihî safhaları anlatırken Lane Poole’ün bir kitabına dayanarak
m.1360 tarihinde Mehmed Artin adına Erzincan’da para basıldığını söyler ve bu suretle de buralarda bir
Ermeni’nin veyahut bir Ermeni dönmesinin beylik kurduğunu anlatmak ister. Filhakika yukarıda işaret ettiğimiz
gibi Sivas ve Erzincan’ın o devirlerdeki tarihi karanlıktır. Fakat Mehmed Artin adlı bir hükümdar veyahut beyin
bulunmadığı da muhakkaktır. Ünlü âlimlerden sayılan ve böyle tanınan İngiliz müsteşriki bu kuyruklu yalanı ile
su katılmamış bir Türk olan zavallı Ertana Oğlu’nu, Artin yapıyor. O, veyahut Lane Poole yazma kitaplarda
veyahut sikkelerdeki ‘ ارﺗﻨﻲ، اردﻧﻰ، اردﻧﺎ، ’ارﺗﻨﺎşekillerinde yazılan Ertana’yı; Artin gibi okumuşlar ve bütün
hükümlerini bu çürük temel üzerine kurmuşlardır.
Gibbons’un Mehmed Artin dediği Alâe’d-din Ertana’nın Oğlu Gıyase’d-din Mehmed Ertana’dır.1352-1365
Mehmed Ertana h.761-m.1359 tarihinde Erzincan’da ve ayrıca Aksaray, Bayburt, Sivas, Sinop, Tokat ve
Kayseri’de paralar kestirmiştir. Benim koleksiyonumda da Mehmed Ertana’nın Erzincan’da aynı senede
kesilmiş bu gümüş sikkesi vardır.
İşte büyük tanınmış bu iki âlimin kocaman hatalarını bu vesile ile düzeltmiş oluyorum.”
Nurüh ‘ ’ﻧﻮرﻩBir Türkmen kolunun adı olmuştur. Osmanlılar, Karamanoğulları’nın siyasi hakimiyetlerine
son verdikten sonra hayatta kalan Karamanoğlu ailesi asıllarına, yani göçebeliğe dönmüşlerdir. Osmanlılar
zamanında muhtelif devirlerde yapılan birçok aşiret tahrirlerinde bu Nurüh Aşireti’ne sık sık rastlanmaktadır.
Bunlar sonradan Ankara havalisine ve bilhassa Hasanoğlan Köyü’ne ve civarına yerleşmişlerdir. Hasanoğlan
Köylüleri Nurüh’ün torunlarıdır.124
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Konya Selçukîleri’nden I.Alâe’d-din Keykubad h.625-m.1218 yıllarında
Ermenek ve havalisini kendi sınırlarına kattıktan sonra oraya bazı Türkmen kabilelerini iskân etmiş ve bunların
başına da kendi beylerinden Kerime’d-din Karaman İbn Nurüh Sofu’yu getirmiştir. Karaman bir uç beyi idi.
IV.Rükne’d-din Kılıçaslan h.654-m.1256’da Ermenek Beyliği’ni Karaman’a vermiştir. İşte bu tarihi birçok
tarihler Karamanoğulları’nın istiklâllerinin başlangıcı olarak kabul ederler. 125
Ermenek onların ilk başkentleridir. Bundan sonra Lârende’yi ve daha sonra da Konya’yı başkent
yapmışlardır.126
Hammer’in ve bazı tarihçilerin “Karaman evvelâ Lârende’yi merkez-i hükümet ittihaz ederek muahharen
Selçuk İmparatorluğu’nun payitahtı olan Konya’ya nakletmiştir.”127 şeklindeki ifadeleri hakikate uygun değildir.
Karamanoğulları’nın Konya’yı hangi tarihte başkent yaptıkları kesin olarak tespit edilmemiştir. İbn Batuta
h.733-m.1332 yıllarında Lârende’ye geldiği zaman burası Karamanoğlu Bedre’d-din’in başkenti idi. Sultan
Bedre’d-din burada bir de yeni saray yaptırmıştır. 128
Tancalı seyyah, Konya’yı anlatırken de aynen şunları söyler:
“Konya, Sultan Bedre’d-din İbn Karaman’ın Bilâdı’ndan ise de, Irak Sultanı Konya’ya bu iklimde bulunan
bilâdına karib olmak hasebiyle bazı evkatta istila etmiştir.”129
Düvel-İ İslâmiyye’de Ertanaoğulları izah edilirken deniliyor ki :
“Anadolu’da pek vâsi memâlike hükmeden Ertana Bey Kayseriyye ve Sivas’ı payitaht ittihaz etmişti.
123
Sahâifü’l-Ahbar, c.3, s.24
124
-Bu hususta Hasanoğlan Köyü Enstitüsü ve Tarihi adı ile Millî Eğitim Bakanlığı adına hazırladığım eserde geniş mâlûmat
vardır.
125
-Müneccim Başı bunların zuhurlarının h.676-m.1277 ve inkırazlarının da h.880-m.1475 yıllarında olduğunu yazar.
126
-Niğde ve Silifke’de birer müddet Karaman Beyleri’nin başkenti olmuş idi. Anadolu Beylikleri, s.8
127
-Hammer’in Osmanlı Tarihi Tercümesi, c.1, s.87
128
-İbn Batuta Seyahatnâmesi Tercümesi, c.1, s.324
129
-İbn Batuta Aksaray’ı yazarken der ki:Aksaray Irak padişahının taht-ı idaresindedir. Orada Emir Ertana’nın naibi bulunan
Şerif Hüseyin’in zaviyesine indik. Ertana Irak padişahının bilâd-ı Rumdan istilâ ettiği yerlerde vekili idi. Niğde, Kayseriyye
ve Sıvas’ta Irak padişahı hükmünde idi. İbn Batuta Irak hükümdarı ile İlhaniler’den Ebu Said Bahadır Han’ı kasdetmektedir.
Ebu Said h.728-m.1328’de Ertana’nın valiliğini tasdik etmişti. Ancak Ebu Said h.736-m.1335’te çocuksuz ölünce Ertana
Bey İlhaniler’le rabıtasını keserek evvela Tebriz’deki Emir Çoban Zâde Hasan Bey’in sonra da Mısır Memlükleri’nden
Melikü’n-Nâsır Mehmed’in üstün hâkimiyetini kabul etti. H.742-m.1341’de istiklâlini ilân etti.
27
Erzincan, Ankara, Tokat, Amasya, Sinop, Samsun, Konya vesaire gibi bilâd dahi zîr-i idaresinde bulunup
bunlarda sikke kesti.”
Biz Ertana’nın Konya’da kesilmiş parasına rastlayamıyoruz. Bu her halde Halil Ethem’in Karamanoğlu Ali
Bey adına basılan paraları Ertanaoğulları’ndan Alâe’d-din Ali Bey’e ait gibi kabul etmiş olmasından doğmuş bir
zühul dur.
Filhakika Konya İbn Batuta’nın dediği gibi İlhaniler’den Ebu’s-Said Bahadır Han adına Ertanaoğulları
tarafından muhtelif tarihlerde istilaya ve yağmaya uğramıştır. Fakat Ertanaoğulları burada para
bastırmamışlardır. Konya’da Ertanaoğulları’na ait bir âbidenin bulunduğunu da biz tespit edemedik.
Konya’da Karamanoğulları’ndan Ali Bey, II.Mehmed Bey’ İbrahim Bey’ Pir Ahmed Bey adlarına tarihsiz ve
h.737, 811, 822, 829, 834, 841, 855, 864, 868, 870 tarihlerinde paralar basılmıştır. Bir yerde para bastırılmış
olması, o şehrin parayı bastıran hükümdarın başkenti olduğunu değil, yalnız kendi sınırları içinde bulunduğunu
gösterir.
Konya, h.872-m.1467 tarihine kadar muhtelif zamanlarda uzun ve kısa fasılalarla Karamanoğulları’na
başkentlik yapmıştır. Konya Karamanoğlu II.Mehmed ve oğlu İbrahim Beyler’in zamanında tekâmül ve
ümrânının en yüksek seviyesini bulmuştu. İbrahim Bey Karaman İlinin evkafını, emlâkini, vergi mükelleflerini,
nüfusunu tespit ettirmiş ve kanunnameler yaptırmıştır. Osmanlılar onun il yazıcı defterlerinden ve
kanunnamelerinden çok faydalanmışlardır.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan (428) numaralı defterin 107 ve 108. sahifesinde
h.868-m.1463 tarihli vakfiyesinde Konya; Dâru’l-Mülk olarak gösterilmiştir. Bu vakfiyede hükümdarın adı ve
sanı şöyle geçer :
“ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﻮﻻ ﻣﻠﻮك اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎواﻟﺪﻳﻦ ﻏﻴﺎث اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ آﻬﻒ اﻟﻤﻠﻮك
”واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﺑﺎ اﻟﻔﺘﺢ ﺗﺎج اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻷﻣﻴﺮاﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺸﻬﻴﺪ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Bu vakfiye ile İbrahim Bey Konya’da Nizamiye Medresesi civarında Nakışlı diye meşhur olan yerdeki
imarethanesini vakfetmektedir.” 130
Aynı arşivde bulunan 608/1 nolu defterin 319 sıra nosunda İbrahim Bey’in (? 27) 131 tarihli bir vakfiyesi
daha vardır. Onda da şöyle zikredilir:
“ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻜﺒﻴﺮ ﺳﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ واﻟﺨﺎﻗﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ اﻟﻈﺎهﺮ اﻟﺪوﻟﺔ ﻓﺨﺮ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻏﻴﺎث اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻣﻌﻴﻦ اﻟﻀﻌﻔﺎء
واﻟﻤﺴﺎآﻴﻦ ﻇﻞ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻓﻲ اﻷرﺿﻴﻦ اﻟﻤﺨﺘﺺ ﺑﻌﻮن رب اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﺑﺮاهﻴﻢ اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﻟﻪ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻚ اﺑﻦ ﻋﻼء
”اﻟﺪﻳﻦ اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺧﻠﻴﻞ ﺑﻚ اﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Aynı arşivde bulunan 581 nolu defterin 232.sahifesinin 231.sıra numarasında 837 tarihli bir vakfiyede kısaca;
İbrahim Bey şeklinde anılmıştır.
Karamanoğulları’nın şimdiye kadar ve tam olarak tespit edilemeyen şecerelerinin bazı karanlık yerlerini
yadınlatacağı için bazı sultanların ve beylerin vakfiyelerdeki adlarını ve sanlarını buraya sıralamayı faydalı
buluyorum:
Mirza Halil Bey Vakıflar Umum Müdürlüğü’ndeki 579 nolu defterin 359. sahifesinde ve 159 sıra
numarasındaki Arapça h.740-m.1344 tarihli vakfiyesinde adı ve sanı şöyle tespit edilmiştir:
اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺟﻞ اﻟﻤﺤﺘﺮم اﻟﻤﺒﺠﻞ ﻣﻠﻚ اﻻﻣﺮاء واﻷآﺎﺑﺮ واﻟﻤﻌﺎﻟﻲ واﻟﻤﻔﺎﺧﺮ ﺷﺠﺎع اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ اﻣﻴﺮ زادﻩ132 ﺧﻠﻴﻞ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر
ﻟﻪ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Aynı defterin 358. sahifesinde 157 sıra numarasındaki h.769-m.1367 tarihli vakfiyesinde:
اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻤﻌﻈﻢ واﻟﺪﺳﺘﻮر اﻷﻋﻈﻢ ﻣﺴﺘﺨﺪم أرﺑﺎب اﻟﺴﻴﻒ واﻟﻘﻠﻢ ﺑﺎﻧﻲ ﻗﻮاﻋﺪ اﻟﺤﺴﻨﺎت ﻧﺎﺷﺮ أﺻﻨﺎف اﻟﺨﻴﺮات واﻟﻤﺒﺮات أﻣﻴﺮ زادﻩ ﺧﻠﻴﻞ ﺑﻚ اﺑﻦ
ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Şeklinde geçmektedir.
Alâe’d-din Bey’in aynı arşivin 579 nolu defterinin 158 sıra numarasında ve 358. sahifesindeki h.776-m.1374
tarihli vekfiyesinde adı ve elkabı şöyle yazılıdır :
ﺻﺎﺣﺐ اﻻﻣﻦ واﻷﻣﺎن ﻣﻐﻴﺚ اﻟﻤﺴﺎآﻴﻦ واﻟﻤﻠﺤﻮﻓﻴﻦ ﻟﻴﺚ اﻻﺳﻼم ﻣﻌﻴﻦ اﻻﻣﺔ ﻧﺎﺻﺮ اﻟﻤﻠﺔ ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻄﻐﺎة ﻗﺎﻣﻊ اﻟﺒﺪﻋﺔ ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﻔﺨﺮ
اﻷﻣﺮاء ﻗﺎﻣﻊ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ أﻋﺪل اﻟﻮرى ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻚ اﺑﻦ اﻷﻣﻴﺮاﻻﻋﻈﻢ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر أﺑﻲ اﻟﺨﻴﺮات ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺼﺪﻗﺎت اﻟﺠﺎزﻣﺎت ﻣﻴﺮ زادﻩ
ﺧﻠﻴﻞ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻻآﺒﺮ ﺑﺪر اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻲ ﻗﺮﻣﺎن ﺑﻚAynı arşivin 608 nosunda kayıtlı 770 tarihli
vakfiyesinde II.Mehmed şöyle tasvif edilmektedir:
آﻬﻒ اﻻﻧﺎم ﻣﺤﺴﻦ اﻟﻀﻌﻔﺎء واﻟﻔﻘﺮاء ﻓﻲ اﻟﻠﻴﺎﻟﻲ واﻻﻳﺎم ﻣﻌﻴﻦ اﻟﻀﻌﻔﺎء واﻻﻳﺘﺎم ﺳﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﻣﻔﺎﺧﺮ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ
ﻣﻄﺎع اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ أﺑﻮ اﻟﻤﺤﺎﻣﺪ ﺳﻠﻄﺎن اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ582 nolu defterin 470 sıra numarasındaki h.
810-m. 1407 tarihli vakfiyesinde Mehmed Bey şöyle anılmıştır:
ﺳﻠﻄﺎن اﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻚ ﻧﻮرﻩ ﺻﻮﻓﻲ
591 numaralı defterin 114.sahifesindeki h.802-m.1399 tarihli vakfiyede şöyle tescil edilmiştir:
ﻣﻨﺒﻊ اﻟﻌﺰ واﻟﺴﻌﺎدات واﻟﺴﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ واﻟﺨﺎﻗﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻧﺎﺻﺮﻋﺒﺎد اﷲ وﺣﺎﻓﻆ ﺑﻼد اﷲ ﺳﻠﻄﺎن
130
-Bu vakfiyenin aynı arşivin 581 Nolu defterinin 228. sahifesinde nâtamam bir sureti daha vardır.
131
-Vakfiyede senenin yüzler hânesi unutulmuştur. 827 olması lâzımdır.
132
-Vakfiyelerde bu ad çok kere, Mirza, Emirzâde Halil ve bazı vesikalarda da Mirza Halil şekillerinde geçmektedir.
Emirzâde h.745 tarihinde henüz emir idi. H.769 tarihli vakfiyesi tanzim edilirken hükümdar olmuştu. Oğlu Alhae’d-din
Bey’in de H. 776 tarihli vakfiyesinden Mirzâde Halil Bey’in bu tarihlerde vefat ettiği anlaşılmaktadır. Karamanoğulları
hakkında Alanya adlı kitabımızda geniş bilgi vardır.
28
اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺮاﺟﻲ رﺣﻤﺔ رﺑﻪ اﻟﻐﻔﻮر اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺸﻬﻴﺪ
ﺧﻠﻴﻞ ﺑﻚ اﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن اﻟﻤﻠﺔ و اﻟﺪﻳﻦ
Vakfiyenin alttaki üç satırdan Karamanoğlu Alâe’d-din Bey’in 766 tarihli vakfiyesi başlıyor. [Ankara
Vakıflar U. Müd. Arşivi 579 no’lu defterin 360. Sayfa, 157 nosunda]
133
-Yanık Fricya’da bulunduğu için Germiyan denilmiştir. Çünki buralarda sıcak sular boldur. Ilgın’ın bir adı da Âb-ı
germ’dir.
134
-Mesâlikü’l-Ebsar’da bu beyliğin çok kuvvetli olduğu belirtilmiştir. Bu hususta Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış
Eski Haritalar kitabımızın 141 ve 144. sahifelerinde geniş mâlûmat vardır.
135
-Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, s.268.
136
-Âli Bey Künhü’l-Ahbar’ında (c.5, s.71)’de Alâe’d-din Bey’in Birinci Murad’ın kız kardeşiyle evli bulunduğunu söylüyor
ki bu yanlıştır.
137
-Düvel-i İslâmiye, s.297
138
-Matbu Mecmua-i Münşeat-ı Feridun Bey’de ve Tacü’t-Tevarih’te bu beyin adı Ali Bey şeklinde geçmektedir.
139
-Nikâh mukavelenâmesinde Bağdat rıtlı ile bir ritil ağırlığında elmas, kırmızı yakut, Bedahşan mercanı, Horasan firuzesi,
Habeş zümrüdü ve Mısır zebercedi gibi kıymetli taşlarla ayrıca 100 deve yükü misk ve ipekli de verileceği tasrih
edilmektedir. Mecmua-i Münşeat-ı Feridun Bey, c.1, s.104,105
29
vardır.140141 Yine Karamanoğlu tarafından gönderilmiş tarihsiz bir başka mektup daha okuyoruz ki bunda
Karamanoğlu, dostluğunu teyit etmekte ve bu dostluğa bağlı kalmazsa karısı olan İshak Bey’in kızı Zâhide
Hatun’un üç talâk ile boş olacağını söylemektedir.
Orhan Gazi Karamanoğlu’ndan gelen bu ahitname münderecatını Germiyanoğlu’na tarihsiz bir mektupla
bildirilmiş ve cevabını aldıktan sonra da Karamanoğlu’na başka bir mektup göndermiştir. Orhan Bey bu
mektubunda Mısırlılar, Zülkadiriler ve Ramazanoğulları tarafından Karaman İline herhangi bir tevcavüz vâki
olursa derhal yardıma koşulacağını bildirmiştir.
Murad-ı Hüdâvendigâr 767 yılı Rebiü’l-âhiri’nin başlarında Karamanoğlu’na yazdığı bir mektupta
Gelibolu’dan Rumeli Yakası’na geçtiğini Edirne’ye ve oradan İstanbul havalisine kadar ilerleyerek düşmandan
birçok kaleler aldığını ve bu yüzden de mektuplaşmanın geciktiğini bildirmiştir.
Karamanoğlu’ndan da; eski ahitleri teyit eden bir mektup almıştır. Feridun Bey bu mektuplardan sonra
Karamanoğlu’ndan Murad-ı Hüdâvendigâr’a Edirne, Filibe, Zağra ve Gümülcine’nin fethi münasebetiyle gelen
tarihsiz bir mektubu ve buna 764 yılı Receb’inin evvelinde yazılan cevabını da koymuştur. Murad-ı
Hüdâvendigâr Karamanoğlu’na 778 yılı Zilhicce’sinin sonlarında yazdığı bir mektupta Niş Kalesin’in fethini
bildirmiş, Karamanoğlu da 779 yılı Rebiu’l-evvel’inin başında yazdığı bir mektupta bunu cevaplandırmış ve
kıymetli hediyeler göndermiştir. Bunların arasında dört çift büyük ve beş çift küçük Karaman halısı da vardır.142
Münşeat Mecmuası’nda Murad-ı Hüdâvendigâr’ın 787 yılı Rebiü’l-evvel’inin evvellerinde Hamideli Valisi
olan oğlu Yıldırım Bayezid’e yazdığı bir mektup da vardır. Bu mektupta padişah oğluna ilk baharda Ungarus
(Macaristan) üzerine yapılacak seferde bulunmasını bildirmiş ve cevabını da aldıktan sonra 787 yılı Şevval’inin
sonlarında Karamanoğlu’na bir mektup yazmış Bursa’da kaymakam bıraktığı oğlu Savcı Bey’in isyan ettiğini,
sonra onu yakalatarak gözüne mil çektirdiğini ve Macaristan’a sefer edeceğini bildirmiş ve lâzım gelen İslâmî
yardımı hatırlatmıştır.
Murad-ı Hüdâvendigâr hazırladığı sefere çıkınca Karamanoğlu ahdini bozmuş ve padişah’ın hamideli beyi
Hüseyin Bey’den satın aldığı, Beyşehri, Seydişehri, yalvaç ve karaağaç’a hücum ve yağma etmiştir. Seydişehri
Beyi Mahmud buna mâni olmak istemiş ve ahdini hatırlatmıştır. Karamanoğlu’ndan aldığı cevap da şu olmuştur:
- biz bu yerleri Hüdâvendigâr-ı a’zam’dan mukaddem satın almıştık!...
Mahmud bey Karamanoğlu ile yapmış olduğu savaşı, aldığı esirleri ve dilleri de yazdığı bir mektupla beraber
ve kapıcıbaşısı Hasan ile Murad-ı Hüdâvendigâr’a göndermişti.
Murad-ı Hüdâvendigâr bunun üzerine Karamanoğlu’nun isyanını, ahdine riayet etmediği bu metni aynen
için böyle
üzerine
yürüneceğini ve hazırlanılması lazım geleceğini 788 yılı ramazanın sonlarında yazdığı bir tâmim alın bitişiktir ayrı değildir
ile ilgililere
bildirmiştir.143
Karamanoğlu vaziyetin tehlikeli bir hal aldığını görünce ‘ اﻟﻤﺆﻳﺪ ﻣﻦ ﻋﻨﺪ اﷲ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺠﻮاد اﺑﻮ اﻟﻨﺼﺮ واﻟﻔﺘﺢ ﭘﺪرم ﺳﻠﻄﺎن
’ﻣﺮاد اﻟﻤﺆﻳﺪ ﻣﻦ ﻋﻨﺪ اﷲ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺠﻮاد اﺑﻮ اﻟﻨﺼﺮ واﻟﻔﺘﺢ ﭘﺪرم ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺮادtavsifi ile Murad-ı Hüdâvendigâr’a bir mektup
yazmış ve hareketini tevil eden ve haklı gösteren ifadelerle özür dilemiştir.
Murad-ı Hüdâvendigâr Şehzadesi savcı bey’in fesadını ve Hayre’d-din Paşa’nın 144 ölümünü fırsat bilerek
ahdini bozan Karamanoğlu’nun üstüne yürümeye başlamıştı. 145
Murad-ı Hüdâvendigâr ordusuna Kütahya’da bir geçit resmi yaptırdı ve dâmâdının üstüne yürümeye
hazırlandı. Bu sırada Mısır sultanı, Murad-ı Hüdâvendigâr’a mutantan bir sefaret heyreti ile kıymetli hediyeler
gönderdi ve dostluğunu bildirdi. 146 Karamanoğlu iki ateş arasında kalacağını anlayınca andlaşmayı yenilemek
ve askerlerinin hamideli toprağında yaptığı hasarları tazmin etmek maksadıyla heyetler gönderdi. Fakat vakit
geçmişti. Genç vezir ali Paşa da bir an evvel Karamanoğlu’na haddinin bildirilmesini istiyordu. Osmanlı ordusu
Karamanoğlu’nun elçilerinin izlerini tutarak ilerledi. Osmanlı ordusu iki asır kadar evvel Haçlı ordularının
Konya’ya hücum ve fethettikleri ovada yer aldı. Murad-ı Hüdâvendigâr ordusunu kendisi tertipledi. Sağ kanat
komutanlığını Şehzade yakub’a sol kanadınkini Şehzade Bayezid’e, arkacılığı Timurtaş’a verdi. Kendisi de
yeniçerilerin ve azabların önünde duran bütün süvarilerle beraber merkezde yer aldı.
Murad-ı Hüdâvendigâr’ın Konya sahasındaki bu tertiplemesi ondan sonra Osmanlılar’ın Asya’daki
muharebelerinin hepsinde örnek olarak alınmıştır. Karama-noğlu da karşıda cephe tutmuştu. Savaş başladı.
Konya ovası sel gibi akan Türk kanıyla sulandı. Timurtaş bizzat Karamanoğlu’nun üzerine hücum ederek
kaçmaya mecbur etti. Osmanlı ordusu bundan sonra Konya Kalesini sardı, bu sarma 12 gün devam etmişti.
140
Bu cevabında Orhan Gazi, Karamanoğlu’nu şöyle tavsif etmektedir: اﻣﻴﺮ آﺎﻣﻜﺎر وﻧﻮﻳﻴﻦ ﻧﺎﻣﺪار ﺳﭙﻬﺴﺎﻻر ﻳﻮﻧﺎن وﺳﺮدار دوران
Orhan Gazi bile Karaman İli’ne, Diyar-ı Yunan demektedir. Bunu başka yerde izah ettik.
141
-Askeri Müze’de ilgililerin denize atılmak üzere ayırdıkları eserler arasında bulduğum bu miğferi temizlettim. Kitâbesi
meydana çıktı. Okuyunca Ertuğrul Gazi’ye ait olduğu anlaşıldı. Bunu ilk defa, Söğüt’de Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali adlı
eserde ilim dünyasına sundum.
142
-Mecmua-i Münşeat-ı Feridun Bey, matbû, c.1, s. 80,81,82,85,86,90,91,95,101,107,108.
143
-Mecmua-i Münşeat-ı Feridun Bey, c.1, s.11
144
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.103:Çandarlı Hayreddin Paşa Yenice’de eceliyle ölmüştü. Padişah çok müteessir oldu, yerine oğlu
Kadıasker Ali Paşa’yı tayin etti.
145
-Kâtip Çelebi Fezleke’sinde bu harbin tarihini h.788-m.1386 olarak gösterir. Müriyy-üt-Tevarih, s.400
146
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.103
30
Karamanoğlu vaziyetin vahametini anlamıştı. Karısını Murad-ı Hüdâvendigâr’ın otağına gönderdi. Nefise sultan
babasının elini öptü. Kocasını affetmesini diledi. PadiŞah Karamanoğlu’nun bizzat gelerek özür dilemesi ve elini
öpmesi şartıyla muhasarayı kaldıracağını ve suçunu bağışlayacağını söyledi. Karamanoğlu bunu yaptı, kayın
pederinin yüksek hâkimiyetini kabul etti. Bu suretle barış avdet etti.
Murad-ı Hüdâvendigâr şehrin muhasarasını kaldırdı. Ordusu ile Beyşehir üzerine yürüdü, oradaki küçük
ayaklanmayı bastırdıktan sonra memnun ve muzaf-fer Bursa’ya döndü. 147 bu savaş Karamanoğullarının
istiklâllerini zaafa düşürmekle beraber Konya Osmanlı sınırları içine alınmaktan kurtuldu.
Murad-ı Hüdâvendigâr bundan sonra Anadolu ülkesinde kuvvet ve kudret ile şöhret bulan Karamanlıları bir
daha bellerini doğrultamayacak şekilde kırdığını komşu devletlere bildirdi. Meşhur âlim Yazıcı Zade Mehmed
Efendi’yi de böyle bir mektupla Mısır’a gönderdi.148 Şehzade Yıldırım Bayezid’in bu savaşta büyük yararlığı
görülmüştür. Murad-ı Hüdâvendigâr Kosova’da şehit olduktan sonra h.792 m.1389’da oğlu Yıldırım Bayezid
Osmanlı tahtına oturmuştu.149
Yeni hükümdar, babasının tahtı gibi şecaatine de varis olduğunu ispat etmek için Sırplılar’a karşı açtığı
harbe devam etti. Karatova gümüş madenlerini, üsküb’ü zapt etti. Sırplarla bir muahede yaptı. Bizanslılara karşı
zaferler sağladı. Bir Bizans şehri olan Alaşehir’i şerefli bir şekilde zapt etti.
Aydınoğlu, Yıldırım namına sikke kesmeyi ve adını hutbelerde okutmayı kabul ederek eski başkent olan aya
suluğ’u bırakarak tire’ye çekildi. Saruhan ve Menteşe beylikleri de öyle bir akıbete uğradılar, yurtları Osmanlı
sınırları içine alındı. Padişah yeni fethettiği yerleri bir sancağa tahvil ederek idaresini oğlu Ertuğrul’a150 bıraktı.
Selçuklu devletinin toprakları üzerinde kurulan 10 beylikten 7’si şimdiye kadar Osmanlı Devleti tarafından
yutulmuştu. Yalnız kuzeyde Kastamonu beyliği ile güneyde Karamanoğulları beyliği dayatıyorlardı. Yıldırım
Bayezid Germiyan ve teke topraklarını da tamamen itaate aldıktan sonra Firuz Bey’in idaresinde bir sancak
teşkil etti.
Hamid Beyi’nin bir şikâyeti üzerine ansızın Karamanoğulları üzerine yürüdü. Filhakika Karamanoğullarıyla
Orhan Gazi zamanından beri hükmü yürürlükte kalan bir antlaşma vardı. Fakat Karamanoğulları zaman zaman
bu antlaşmayı bozarlardı. Karamanoğlu Alâe’d-din Bey kayın biraderinin kuvvetli bir ordu ile üzerine
yaklaştığını görünce tarihî sığınakları olan Taşeli’ne, Kilikya boğazlarına çekildi. Yıldırım Bayezid eniştesinin
peşinden yetişemediği gibi dağlık sarp yerlerde uzun boylu takibe de lüzum görmedi. Karamanoğlu’nu savaşı
kabule mecbur etmek için 4 sene evvel babası Murad-ı Hüdâvendigâr’ın yaptığı gibi Konya’yı sardı. Konya ve
havalisindeki halka iyi muamele yaptı. Harman mevsimi idi. Şehrin harman yerleri kalenin dışında idi. 151
Yıldırım Bayezid şöyle bir ilân yaptırdı: “harmanların sahipleri kimlerse gelsinler paramızla buğday, arpa ve
saman alacağız!” Harman sahipleri kaleden çıkarak çeşlerinin başlarına geldiler. Yıldırım’ın askerlerine
istediklerini sattılar, askerler Konyalıların bir habbesine bile dokunmadılar. Yıldırım’ın dürüst ve âdilâne
hareketi Konyalıların kalplerini fethetti. Bu iyi ve muvaffak bir propaganda idi. Mallarını satanları Bayezid birer
çavuş ile kale kapularına kadar sâlimen gönderiyordu.
Konyalılar keplerini fetheden bu âdil hükümdara kale kapularını açtılar. Osmanlı ordusu Konya’ya girdi.152
H.793 m.1390 yılı sonbaharında Konya Osmanlı sınırları içine girmişti. Konya’nın zapt edildiği ve
hükümdarın adaleti derhal yayılmıştı. Akşehir, Niğde, Aksaray da kapularını Osmanlı ordularına açtılar.153
Taşeli’ne kaçan Karamanoğlu Alâe’d-din Bey istiklâlinin büsbütün elden gideceğini anlayınca kayın biraderine
bir sefaret heyeti göndererek nedametini bildirdi. Af diledi. Bir daha böyle bir bozgunculuk yapmayacağını
temin etti. Yıldırım Bayezid nedametini kabul etti. Yeni bir barış muâhedesi yapıldı.154
Çarşamba çayı sınır olarak kabul edildi. Çayın güneyinde yani Larende tarafındaki topraklar
Karamanoğlu’na bırakıldı. Kuzeyindeki topraklar da Osmanlı ülkesine eklendi. Başta Hammer olduğu halde bu
çarşamba suyu’nu bulamıyorlar ve yeni sınırı tayin edemiyorlar. Yazın çok kere kuruyan bu çay Konya’nın
güneyindedir. Bu çayın mebdei sarot yaylasında başlayarak Karacahisar, sorgun, dere, srıstat, fart, pınarcık
147
- Hammer’in Osmanlı Tarihi Tercümesi, c.1, s.341. Solakzâde, s.39
148
-Hayrullah Efendi Tarihi, c.4, s.740
149
-Kosova Muharebesi’nin Murad-ı Hüdavendigâr’ın şehâdeti ve Yıldırım Bayezid’in tahta oturuşu tarihinde ihtilâflar vardır.
Sırp tarihleri ve rivayetleri 15 Haziran 1389 olarak kabul ederler. Hoca Sade’d-din Efendi Murad-ı Hüdavendigâr’ın 792 yılı
Ramazanının 4’ünde öldüğünü söyler. Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.135. Hayrullah Efendi 791 yılı Şabanının 14’üncü günü Murad
Hüdavendigâr’ın şehid olduğunu yazar (c.4, s.36). Kâtip Çelebi de Yıldırım’ın cülûsunu 791 yılı olarak gösterir. Müriyyü’t-
Tevarih, s.400. Düsturnâme-i Enverî’de (s.87) Hüdavendigâr’ın ölümünü şöyle tespit eder:
Yedi yüz doksan iki olmuştu sâl
Eyledi Gazi Hüdâvend intikal
150
-İdris-i Bitlisî bu şehzâdenin adının Süleyman olduğunu söyler.
151
-Şimdiki Devlet Hastanesi’nin bulunduğu yerlerin şimal batı tarafları Konyanın harman yeri idi. Buraya Harman-ı Sultan
denilirdi.
152
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.129, Âşık Paşa Zâde, s.72, Lütfi Paşa Tarihi, s.49, Solak Zâde, s.54, Hayrullah Efendi Tarihi, c.4,
s.38, Bihiştî, yazma, s.9, Künhü’l-Ahbar, c.5, s.78, Hammer’in Osmanlı Tarihi Tercümesi, c.1, s.264.
153
-Âşık Paşa Zâde ve Lütfi Paşa Tarihleri Kayseri’nin de teslim olduğunu yazarlar. Âşık Paşa Zâde ayrıca Develi
Karahisarı, üç hisarı cümlesini nevahisiyle teslim ettiler der.
154
-Karamanlılar’ın Niğde için Sivas Sultanı Kadı Burhane’d-din ile harp ettiklerini Bezm ü rezm’de okuyoruz.
31
köylerinden geçerek mavi boğaz’a ve oradan da Avdan, Apa, Dineksaray civarından akar, ağıl civarında
Hatunsaray ve kavak’tan gelen Akpınar Çayı ile katıklaşarak Karaman köprü civarında acı göl’ü teşkil eder.
Karkın, Alemdar, Dedemoğlu köylerine doğru akar gider. Bu çayın üstünde taç vezirinin mühim bir köprüsü
vardır. Hatunsaray ile kavak arasında Gömse’de 11 gözlü mühim bir Selçuk köprüsü vardır. Lütfi Paşa tarihi bu
sınırları şu şekilde çok güzel çizmiştir: (çarşamba suyunu sınır yapıp Lârende tarafını Karamanoğlu’na verip
Konya tarafı Yıldırım Han’ın oldu.)
Yıldırım Bayezid Karamanoğlu’ndan alınan yerlerin idaresini Timur taş’a bırakarak kendisi Bursa’ya döndü.
Bihiştî bu işi şöyle anlmatır: Sultan Bayezid han dahi bunları temkin ve teskin için muhafazaya Timurtaş bey’i
tayin etti. Çün tamam memleket-i Karaman musahhar-i sultan-ı İslâm oldu. Konya’nın ilk Osmanlı Valisi
(beylerbeyi) Timurtaş’tır.
Yıldırım Bayezid aldığı neticeden ve Küçük Asya’da temin ettiği asayişten memnun olarak döndükten sonra
bütün kuvvetlerini Avrupa’da teksif etmek için Çanakkale Boğazı’ndan Rumeli’ye geçti. Padişah Rumeli’nin
güney ve batı çevrelerinde düşmanlarla uğraşırken, bir eflak seferi yaparken155 Karamanoğlu Alâe’d-din Bey
yine ahdini bozdu. Yıldırım’ın Avrupa’daki meşguliyetinden faydalanarak başkaldırdı, isyan bayrağını çekti.
Ankara’ya ve Bursa civarına kadar tecavüzünü ilerletti. Osmanlı muhafız kuvvetlerini gafil avladı,
Ankara’da beylerbeyi Timurtaş’ı ve beylerbeyinin erkânından ve komutanlardan birçoklarını esir etti,
yakaladıklarının birçoğunu öldürdü. Tutsak Timurtaş’ı Konya taraflarına götürdü. Yıldırım Bayezid bu
başkaldırma üzerine Avrupa’daki askerî hareketlerini tatil ederek boğaz yolu ile derhal Bursa’ya döndü. İkide bir
ahdini bozan, fırsat kollayan ve arkadan vurmak isteyen Karamanoğlu’na bu defa haddini bildirmek istemişti.
Karamanoğlu Alâe’d-din Bey’ Yıldırdım’ın böyle süratle Anadolu ‘ya dönüşünden korktu. Bihiştî’nin ifadesi ile
“Yıldırım’ın Bursa’ya döndüğünü Karaman kahrından vehmedip Timurtaş bey’i hapisten çıkarıp bîkıyas mal ve
menal verip enva-i özr-i nâma’kul iş’ar edip bînihaye ihsanlar eyledi. Noksanına nedamet izhar edip ol esedü’l-
lahi’l-galib’in vehminden temellük-ı sinnevr gibi temellükler edip tilkilendi.”
Filhakika Alâe’d-din Bey, Timurtaş’ı serbest bıraktıktan sonra yanına zengin armağanlarla bir sefaret heyeti
koştu. Bu heyet Yıldırım’a Alâe’d-din Bey’in nedamet duygularını götürüyordu. Yıldırım Bayezid sefaret heyetini
kabul etti. Onlara artık bu davayı kılıç halledecektir. Gidiniz efendinize böyle söyleyiniz! Dedi. Timurtaş,
Alâe’d-din Bey’in maksadını, yaptıklarını padişaha teferruatıyla anlatmıştı. Alâe’d-din Bey’in heyeti yola çıkınca
padişah, kuvvetli bir ordu ile onları takip etti. Karamanoğlu ile, Germiyan topraklarındaki Akçay sahrasında
karşılaştılar. Müthiş bir savaşa tutuştular. O kadar çok kan aktı ki Akçay’ın rengi kızıllaştı. Karamanoğlu Alâe’d-
din Bey kaçarken atı tökezlenerek düştü, Osmanlı süvarileri tarafından yakalanarak yine orada yakalanan oğulları
Mehmed ve Bengi Ali Bey’lerle 156 beraber padişahın huzuruna çıkarıldılar. Yıldırım, Alâe’d-din’i kendisini esir
tutan Timurtaş’a teslim etti. Oğulları da Bursa’ya gönderildiler. Padişah, Alâe’d-din Bey’i Timurtaş’a teslim
ederken şöyle bir gaye gütmüştü;
Karaman İli yeni baştan fethedilir, başkaldıranlar temizlenirken yanlarında bulunan esir Karamanoğlu’ndan
istifade edilecekti.
Timurtaş; Yıldırım’ın müsaadesini almadan Alâe’d-din Bey’i iple bir ağaca asarak öldürdü. Padişah, kız
kardeşi Nefise’ye karşı bu oldubittiyi hoş görmez gibi göründü.
Karaman askeri bozulmuştu. Yıldırım Bayezid ordusunun başında evvelâ Konya’ya girdi. Sonra Akşehir,
Aksaray, Lârende ve daha başka Karaman İli şehirleri fethedilerek Osmanlı sınırları içine alındı. Yıldırım
Bayezid yeni aldığı yerlere valiler ve muhafızlar tayin ederek Bursa’ya döndü.157
Bihiştî, Hammer ve Tarih-i Nişancı bu seferin ve zaferin tarihini h.794-m.1391 olarak gösterirler.158
Biz de böyle kabul ediyoruz ki h.793’te alınan Konya bir sene içinde Karamanoğlu tarafından geri alındaktın
sonra tekrar Osmanlılar’ın eline düşmüştür.
Konya; Aksak Timur’un torunu Mehmed Mirza tarafından h.805-m.1402 yılında Bursa’da mahpus bulunan
Karamanoğlu Alâe’d-din Bey’in oğlu Mehmed Bey’i kurtararak kendisine dedelerinin topraklarında istiklâl temin
edinceye kadar 11 sene kadar Osmanoğulları’nın siyasî hâkimiyeti altında kaldı.
Mehmed Mirza; Karamanoğlu II.Mehmed’e eski baba yurdundan başka Osmanoğulları’ndan alınan
155
-Tacü’t-Tevarih, c.1, s.131
156
-Hammer (Osmanlı Tarihi, c.1, s.268’de), Hayrullah Efendi (c.5, s.43’de) Alâe’d-din Bey’in Mehmed ve Ali isminde iki
oğlunun yakalandığını yazarlar. Bihiştî ve Solakzâde, Tâcü’t-Tevarih (c.1, s.132’de) yalnız Mehmed Bey’i yakalatırlar.
Düsturnâme-i Enverî, s.88’de Mustafa ve Mehmed Bey isminde iki oğlunun Bursa’ya sürüldüklerini söyler. Düvel-i
İslâmiye’de ise Alâe’d-din Bey’in Nefise Hatun’dan olan Mehmed Bey’in Bursa’da hapsedildiğini yazar. Biz Mehmed Bey’le
beraber kardeşi Bengi Ali Bey’in de yakalandığını kabul ediyoruz. Bazı tarihçiler Karamanoğlu Mirza Halil Bey Zâde Alâe’d-
din Bey’in adını Ali diye kabul ettikleri için aynı adı taşıyan oğlunu hazf ediyorlar. Hâlbuki Ali Bey vardır. Âşık Paşa Zâde de
(s.111’de) Mehmed Bey’in Bengi Ali Bey isminde bir kardeşi bulunduğunu tasrih eder.
157
-Bihiştî, s.12. Bihiştî padişahın Konya’dan başka Akşehir, Kayseriyye, Karahisar ve Lârende’ye de vardığını ve
zaptettiğini yazıyor.
158
- Düvel-i İslâmiye bu tarihi h.793, Hayrullah Efendi ise (c.5, s.43’te) h.792 olarak kabul ederler. Anadolu Beylikleri
müellifi (s.5’te) Karamanoğlu Alâe’d-din Bey’in Konya’da yakalanarak öldürüldüğünü ve oğulları Mehmed ile Ali’nin de
Karaman’da tutulduklarını mehaz göstermeden yazar. Tarih-i Nişancı s.112, Alâe’d-din Bey’in oğulları Mehmed ve Ali
Beyler’le yakalanarak öldürüldüğünü söyler .
32
Beypazarı, Sivrihİsar, Isparta, Eğridir, Kırşehir, Kayseriyye’yi de vermiş idi, Mehmed Bey Osmanlılar’ın
Ankara’daki yenilgilerinden sonraki parçalanma zamanında Bursa’ya kadar inerek ve şehri yakarak babasının
ve kendisinin öcünü almıştı.159
Çelebi Sultan Mehmed Rumeli tarafından asayişi temin ile uğraşırken Karamanoğlu’nun yine isyan ve
tecavüz bayrağını çektiği ve Bursa’yı yakıp yıktığı haberini aldı. Derhal Anadolu’ya geçti. Ordusu ile Seyid Gazi
üzerinden Karamanoğlu’nun üstüne yürüdü. H.817-m.1414’te Akşehir’i aldı. Bundan sonra Beyşehir’i,
Seydişehir’i Oklukhisar ve Saideli’ni zapt ederek Konya üzerine yürüdü.
Karamanoğlu, Çelebi Sultan Mehmed’in ordusuna kale dışında karşı koyamayacağını anlayınca içeriye kaçtı.
Padişah Konya Kalesini sardı.
Bu sırada müthiş yağmurlar yağdı, kale hendekleri ve şehir civarı, Osmanlı ordugâhı sular altında kaldı.
Kalenin muhasara ve zaptı hayli güçleşmişti.160
Karamanoğlu nedamet göstererek sulh isteğinde bulundu. Bu Çelebi Sultan Mehmed’in işine de geldi.
Muhasarayı kaldırdı. Canik’i feth için yollandı. H.818-m.1415’te Çelebi Sultan Mehmed Canik fethinden
dönerken Karamanoğlu II.Mehmed’in yine ahdini bozduğu ve Osmanlı topraklarından bazı yerlere tecavüz ettiği
haberi alındı. Padişah, üzerine yürüyordu. Ankara’da hastalandı. Beylerbeyi Bayezid Paşa’yı bu işi tasfiyeye
memur etti. Karamanoğlu II.Mehmed ile arasında ileri ve gizli bir münasebet vardı. Karamanoğlu’na bir mektup
yazarak padişahın hastalığını, ordugâha kadar gelerek muahedeyi yenilemesini bildirdi. Mehmed Bey bunun bir
hile olması ihtimalini göz önünde tutarak casusları vasıtasıyla vaziyeti tetkik ettirdi. Bayezid Paşa’nın
hareketinde samimî olduğu neticesine vardığı için oğlu Mustafa Bey’le beraber Çelebi Sultan Mehmed’in
ordugâhına hareket etti. Fırsat gözleyen Bayezid Paşa bir gece Karamanlı’ların bulunduğu yeri bastı. Mehmed
Bey’le oğlu Mustafa Bey’i tutsak yaparak padişaha getirdi. Padişah kendi otağı yanında Mehmed Bey’e büyük bir
çadır kurdurdu. Sonra da huzuruna alarak münasebetsizliklerini keskin bir dil ile kendisine anlattı ve:
- Size nasıl güvenelim, sizi nasıl affedelim!... Dedi.
Mehmed Bey utandığından ve korktuğundan put gibi donmuştu. Uzun müddet sustu. Sonra ağlayarak af
diledi. Padişah kendisini yine affetti. Hil’at verdi. Yeni bir sulh mİsakı yapıldı. Baba ile oğul serbest bırakıldılar.
161
Mehmed Bey oğlu Mustafa Bey’le padişahın karargâhından ayrılmış, Konya’ya yönelmişti. Daha ordu ucuna
varmadan at oğlanlarının elinden padişahın atlarını aldılar; bizim Osmanlı Hanedanı ile düşmanlığımız beşikten
mezara kadar! Dediler. Padişah aleyhine nümayiş yaptılar.162 Tacü’t-Tevarih Mevlâna İdris’e atfen şöyle bir
haber yazar:
Çelebi Sultan Mehmed Akşehir’den Konya’ya gelince Konya ovasında Karamanlılar’la bir savaşa tutuştu.
Karamanoğlu Mehmed Bey oğlu Mustafa Bey’i Konya Kalesi’nde muhafız bırakarak Taşeli’ne kaçtı. Padişah
Konya Kalesi’ni muhasara ederken hastalığı için Bayezid Paşa Mehmed Bey’i bir mektupla Taşeli’nden
çağırmış ve bir kurnazlıkla da yakalamıştır. Mehmed Bey yakalandıktan sonra da Konya Kalesi’nin önüne gelmiş
ve oğluna padişahın vakitlerini söyleyerek kapıları açmasını emretmişse da Mustafa Bey dinlememiş bunun
üzerine Osmanlı askerleri kale kapularını kırmışlar ve şehre girmişlerdir.
Bir aralık Karamanoğlu Mehmed Bey, Mısır Hükümdarı Melik Müeyyed Şeyh’in üstün hâkimiyetini kabul
etmiş ve adına para bastırmıştır. İki sene sonra Tarsus meselesinden dolayı bunlarla da bozuşmuş, Konya ve
Kayseri şehirleri memlûk ordusu tarafından alınmış, Mehmed Bey esir düşmüş oğlu Mustafa Bey de savaşta
ölmüştü. Mehmed Bey’in yerine evvelce Mısır’a kaçan Bengi Ali Bey’ Memlükler’in yardımıyla Karaman
Hükümdarlığı’na geçirilmiş ise de yeni bey Konya’yı elde edememişti. Konya Mehmed Bey’in oğlu İbrahim
Bey’e sadık kaldı. (h.822 m.1419) Daha sonra Melik Müeyyed ölünce yerine geçen Melik Seyfe’d-din;
Karamanoğlu II.Mehmed’i hapisten çıkararak bir kısım Karaman topraklarını da buna verdi. Bu suretle merkezi
Konya ve Niğde olmak üzere Karaman beyliği ikiye bölündü. (h.824 m.1421)
Mehmed Bey h.827-m.1423’te Osmanlılar’ın elinde bulunan Antalya Kalesi’ni sararken bir güllenin
159
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.275
160
-Bihiştî, s.60
161
-Bihiştî bu hâdiseyi anlatırken der ki: Çelebi Sultan Mehmed hicretin 818’inde varıp Kastamonu ve Canik’i fethetti. Ol
hînde Karamanoğlu yine isyan edip adâvetin âşikâr eyledi. Sultan dahi leşkeri hazır idi. Heman yine dönüp Karaman’a
müteveccih oldu. Karamanoğlu ile Konya sahrasında buluşup cenk ettiler. Karamanoğlu sıyup kendüyi oğlu Mustafa Bey’le
esir edip hor ve hakir hazret-i hilâfet-penâha götürdüler. Yine kemâl-i mürüvvetinden helâk etmeyip günahın afvedip âzâd
eyledi. Hil’atler verip ihsanlar eyledi. Seydişehri ve Okluğu ve Kırşehri’ni ve Beyşehri’ni ve Seferihisar’ı ve Çamhisarı’nı ve
Niğde’yi vermeyince sulh etmediler. Âşık Paşa Zâde de, padişahın askeri ile doğru Akşehir’e çıktığını ve burada Ilgın’a
gitmek üzere hazırlanırken Karamanoğlunun Çiğil’den geldiğini öğrenince Bayezid Paşa’yı karşı gönderdiğini ve Çiğil’de
bir çarpışma yapıldığını, Karamanoğlu Mehmed Bey’le oğlu Mustafa Bey’in burada esir edildiklerini ve sonra sulh
yapıldığını anlatırken şöyle der: Akşehri ve Seydişehri’ni ve Okluğu ve Beyşehri’ni ve Sivrihisarı ve Çamardıhisarı’nı ve
Niğde’yi bunlara verdi tamam sulh ettiler. s.88 Lütfi Paşa Tarihi, s.71.
162
-Âşık Paşa Zâde, s.88 ve Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.283, Künhü’l-Ahbar, c.5, s.177’de Çelebi Sultan Mehmed’in Karaman
diyarından Beyşehri, Seydişehri, Niğde, Okluk, Sivrihisar ve Kırşehri almayınca sulh yapmadığını yazar. Tarihçilerin
buradaki has isimlerde birçok yanlışlıklar yaptkları görülmektedir.
33
kopardığı kaya parçası ile kafası parçalanarak ölmüştü.163 Bundan sonra kardeşi bengi Ali Bey bütün Karaman
elini elde etti, bu vaziyet üzerine kardeşleriyle beraber II.Murad’a sığınan ve padişahın kız kardeşiyle evlenen
Mehmed Bey’in oğlu İbrahim Bey h.827-m.1423’te padişahın himayesi ile Karaman Beyliği’ne getirildi. İbrahim
Bey bu himayeye karşı Aksak Timur’un; Osmanlılar’dan alarak Karamanlılar’a verdiği Hamit Eli’ni II.Murad’a
bıraktı.164
II.Murad kendisine İbrahim Bey’le beraber iltica eden biraderi İsa Bey’e de bir hemşiresini nikâhladı ve
Rumeli’nde bir sancak verdi. Mehmed Bey’in biraderi Alâe’d-din Ali Bey’den (Aşık Paşa Zâde ve Bihiştî’ye göre
Bengi Ali Bey’den) hâkim bulunduğu toprakları da alarak kendisine başka bir hemşiresini nikâhladı ve Sofya
sancağını verdi.165 Bu suretle Karaman birliği temin edilmiş oldu.
İbrahim Bey Osmanoğulları’nın nüfuzundan ve yüksek hâkimiyetlerinden kurtulmak için önüne çıkan her
fırsattan istifade etmek istemiştir. II.Murad da bunu anlamış ve Karamanoğulları hâkimiyetini Anadolu’dan
silmeye azmetmişti. Bunun için Mısır Memlükleri’ne karşı muhalif bir cephe almaya başlayana
Zülkadiroğulları’yla bir anlaşma yaptı. Osmanlı ve Zülkadirli askerî kuvvetleri -evvelce kendilerinde iken sonra
Karamanlılar’a geçen- Kayseri’yi de almışlardı.
II.Murad Zülkadiroğulları’nı tutuyordu. II.Murad Selanik’i fethettikten sonra komşu devletlere ve beylere
fetihnâmeler göndermişti. Bu arada Karamanoğlu İbrahim Bey’e de bir fetihnâme gönderdi.
Karamanoğlu İbrahim Bey’in Zülkadir Oğlu Süleyman bey’le bir at yüzünden araları açılmıştı. Süleyman
Bey’in eline rüzgâr gibi uçan rahvan bir at geçmişti. İbrahim Bey, Süleyman Bey’den birkaç defa istemiş ve en
sonra da red cevabı alınca atı varsaklılardan birisine çaldırtmış ve elde etmişti. Süleyman Bey bunu II.Murad’a
daha evvel bir mektupla şikâyet etmişti. II.Murad, fetihnâmeyi götüren adama bu atın da verilmesini söylemişti.
İbrahim Bey bundan müteessir oldu. Padişaha ağır hakaretler yaptı. Elçi dönünce bunları ve Karamanoğlu’nun
fena niyetlerini padişaha anlattı.166 II.Murad eniştesinin bu hareketinden çok müteessir oldu. Sarıca Paşa’yı
Edirne’de bırakarak derhal boğazı geçti, Bursa’ya geldi ve kuvvetli bir ordu ile Karaman İli’ne yürüdü. İlk
hedefi Akşehir’i aldı. Mevlana Neşrî’ye göre Karamanoğlu İsa, Zülkadiroğlu Süleyman ve Kadı Burhane’d-din
Zade Zeyne’l-abidin Bey’ler de II.Murad’ın yanında idiler. Rumeli’ndeki müttefik Hıristiyan devletlerin askerleri
de bu sefere iştirak etmişlerdi.167 I.Murad Konya Kalesi’ni muhasara etti. Karamanoğlu İbrahim Bey
dayanamayacağını anlayınca Taş Eli’ne kaçtı, Konya kale kapularını II.Murad’a açtı ve şehrin anahtarını teslim
etti. Aşık Paşa Zade’nin ifadesiyle :
“II.Murad Konya’ya çıktı, yağma buyurdu. Vilâyet-i Karaman’ı şöyle urdular ki köylerini ve şehirlerini elek
elek ettiler, harap ettiler. Karamanoğlu kaçtı taş’a girdi ve o yıl nice eroğlan ve kız doğdu. Meçhulü’n-neseb”.
Sonra Beyşehiri zapt edildi. İçel’den başka bütün Karaman İli Osmanlı sınırları içine alındı. Padişah
Taşeli’ne sığınan İbrahim Bey’i yakalatmak için Bozkır’a kadar kuvvetler gönderdi. Bunlar muvaffakiyetle
ilerliyorlardı. İbrahim Bey yakalanacağını anlayınca karısını ve Mevlâna Hamza’yı II.Murad’a göndererek affını
yalvarttı.168 II.Murad Karaman tahtına İsa Bey’i oturtmak tasavvurunda idil. II.Murad hemşiresinin göz
yaşlarına, Mevlâna Hamza’nın yalvarışlarına dayanamadı. Eniştesini affetti. Mevlana Şükrü’l-lah’ı yeni bir
sulhnâme hazırlamak üzere İbrahim Bey’e gönderdi. İbrahim Bey Osmanlılar’dan alınan bütün yerleri terk etti
ve böylece tekrar Karaman başkentine döndü. Hoca Sade’d-din Efendi, Lutfi Paşa ve Ali Efendi bu seferin ve
zaferin tarihini h.839-m.1435 olarak gösterirler. Biz de bunu tercih ettik.169
163
-Hoca Sade’d-din der ki: “İkinci Mehmed’in başını koparan taş hâlâ Antalya Kalesinin kapısı üzerinde asılıdır.
Karamanlılar buradan geçerken ölülerini anıp ulurlar.” c.1, s. 282 ve Lütfi Paşa Tarihi, s.84, Düvel-i İslâmiye, s.293’te
Mehmed Bey’in h..847-m.1423’te öldüğünü yazar. Hoca Sade’d-din Efendi Karamanoğlu hâdisesini yazarken der ki:
“Mevlânâ İdris ve Neşrî’ye göre bu vak’alar h.830-m.1426 yılında olmuştur. Amma bazı Türkçe tarihlerde Mehmed Bey
vak’asını Sultan Murad Han Hazretleri’nin evâil-i saltanatında Düzme Mustafa ile Şehzade Küçük Mustafa Çelebi’yle olan
maceraları eyyâmında olmuştur.” (c.1, s.332)
Âşık Paşa Zâde (s.111) bunu h.831-m.1427, Lütfi Paşa Tarihi (s.85) h.826-m.1422, Kâtip Çelebi ise h.830-m.1426 olayları
arasında sayarlar. Müriyyü’t-Tevarih, s.437.
164
-Bihiştî, s.77. Ahmed Vefik Bey, İbrahim Bey’in 829-868’e kadar hükümdarlık yaptığını kabul eder. Meskûkât Kataloğu,
kısm-ı râbi, s.364.
165
-Tarihçiler burada büyük ihtilâfa düşerler. Âşık Paşa Zâde (s.111) İbrahim Bey’in İsa ve Alâe’d-din adında iki kardeşinin
de kendisiyle beraber Murad’a iltica ettiğini yazar. Diğer kardeşi Mustafa daha evvel ölmüştü. Bu hususta Lütfi Paşa
Tarihi’nde s.282, Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.330, Künhü’l-Ahbar, Rükn 4, s.22 Sahaifü’l-Ahbar c.3, s. 324, Osmanlı Tarih
Encümeni Mecmuası 11-14. sayılarında malûmat vardır.
166
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.358 ve Hayrullah Efendi tarihi, c.7, s.68.
167
-Âşık Paşa Zâde Tarihi, s. 130
168
-İdris-i Bitlisî (Heşt Bihişt)’te İbrahim Bey’in Mevlânâ Hamza’yı değil, Celâle’d-din-i Rûmî torunlarından Ârif Çelebi’yi
gönderdiğini yazar. Bazı tarihçiler de gönderilen zâtın Sarı Yakup olduğunu kabul ederler. Âli Bey Lütfi Paşa Tarihi’nin 102.
sahifesindeki 7 No’lu notunda bu hususta geniş malûmat verir ve şefaatçi Ârif Çelebi’nin Ulu ve Küçük Ârif Çelebiler
olmadığını belirtir. Hayrullah Efendi, Mevlânâ Hamza’nın dönmesi gecikince Ârif Çelebi’yi de ikinci şefaatçi olarak
gönderdiğini söyler. Âşık Paşa Zâde gönderilen zatın vezir Server olduğunu kaydeder. Bihiştî ise şunları yazar: Hazret-i
Hüdavendigâr’ın hemşiresi Sultan Hatun’u ve Sultanü’l-Ârifin Mevlânâ Celâle’d-din oğlunu Vezir-i Azamı Server Ağa’ya
koşup gönderdi.) s.88
169
-Hayrullah Efendi bu tarihi H.838 olarak kabul eder.
34
Selçuk başkenti Türk Konya işte böyle yine Türkler tarafından müthiş bir yağma ve tahribe uğramıştı.
II.Murad’ın orduları Ungarus (Macaristan)’da mağlup olurlarken fırsat gözleyen Karamanoğlu İbrahim Bey
Frenkler’in hazırladığı bir ittifaka girdi. Damadı Turgut Oğlu Hasan Bey’i Osmanlı topraklarına musallat etti.
Bolvadin’i ve Emirdağı170 yaylalarını ve Beypazarı taraflarını vurdurdu. Daha başka yerlere de tecavüzler
yaptırdı. II. Murad h.846-m.1442 yılında Edirne’den çıktı.171Amasya valisi olan Şehzade Alâe’d-din’i de
askeriyle beraber Karaman seferine çağırdı. Karamanlılar’ın yola getirilmesi işini buna havale etti. Karaman İli
Konya’ya kadar müthiş ve tarihte eşi görülmeyen bir şekilde yağmalandı ve yıkıldı. Hoca Sade’d-din Efendi bu
yağmayı ve tahribi anlatırken der ki:
“Ol deme dek Selâtin-i Osmaniye’den Bilâd-ı İslâmiye gareti sudûr bulmamıştı. Şeâmet-i Karamaniyan ile ol
diyar ve memalik gaaretgerân-i asker-i mansûre mesâlik olup Konya Şehri’ne varılınca tahrip edildi..”
Karamanoğlu yine Konya’yı bırakarak mahut Taş Eli’ne sığındı. Yine nedamet etti. Veziri Server’i kıymetli
hediyelerle II.Murad’a, karısını Murad’ın sarayına göndererek şefaat istedi. Yine affedildi. Affedildi ama
Karaman İli de baştan başa yıkıldı.
Ali Bey’in anlattığına göre Konyalılar’ın hepsi Karahisar’a sürüldüler. Lutfi Paşa’nın anlattığına göre
Şehzade Alâe’d-din; Karamanoğlu İbrahim Bey’i mağlup ettikten ve sulh yaptıktan sonra Amasya’ya dönmüş ve
burada ölmüştü. Padişah müteessirdi. Macaristan Kralı bundan istifade etti, Sofya’yı yaktı.
II.Murad bunlarla savaşı kabul etmeye mecbur oldu ve yendi. Sonra Edirne’ye döndü. Karamanoğlu İbrahim
Bey yine Osmanlı topraklarına saldırarak Anadolu’yu karış marış etti. Bu defa Sultan Murad bizzat üstüne
yürüdü. İbrahim Bey yine Taş Eli’ne sığındı. Konya bir defa daha II.Murad tarafından zapt edilmişti.172
İbrahim Bey yine şefaat elçilerini harekete getirdi. Yine affedildi. Sultan Murad bundan sonra yeniçeriler ve
diğer askerlere destur vererek Manisa’ya geldi ve tahtını oğlu II.Mehmed’e bıraktı. Şu takdirde Konya’nın
II.Murad tarafından h.848-m.1444’te zapt edildiğni kabul etmek lâzımdır.
Esasen II.Murad’ın tekrar tahta dönmesinde Karamanoğlu’nun mühim rolü vardır. Aşık Paşa Zade bunu şu
satırlarla pek güzel anlatmıştır:
“Sultan Murad kim vardı Manisa’da otururdu. Oğlu dahi Edirne’de tahta geçti. Karamanoğlu ferah oldu.
Vilık Oğlu dahi ferah oldu, Karamanoğlu Ungarüs’e elçi gönderdi kim:
Ne durursun işbu Osmanoğlu deli oldu, tahtını bir oğlana verdi, kendi çalgıcı avratlarla kendi bahçelerde
yiyip içip, yürür, vilayetten el çekti. İmdi fırsat sizin ve hem bizimdir, yürümek gerek dedi.”173
II.Sultan Murad’ın h.855-m.1451 yılında 174 ölümü de Konya ve çevresinin Osmanoğulları tarafından bir
daha istilâsına yol açtı. Karamanoğlu İbrahim Bey; II.Mehmed’i küçümsedi, Germiyan, Menteşe ve
Aydınoğulları’na birer mümessil göndererek Osmanlılığı yıkma tavsiyesinde bulundu. İbrahim Bey’in Alâiyye
üzerine yürüdüğü haberi de Edirne’ye geldi. Genç hükümdar Sofya taraflarından gelmesi melhuz Macar
hücumunu tutmak için Tayı Karacabey’i o taraflara gönderdikten sonra kendisi 855 yılı ilkbaharında Bursa’ya
geçti.175
Anadolu Beylerbeyliği’ne tayin edilen İshak Paşa da beraberdi. Padişah kuvvetli bir ordunun başında Akşehir
üzerine yürüdü. Akşehir’i aldıktan sonra Konya üzerine yöneldi.
Aklın yaşta değil, başta olduğunu kavrayamayan İbrahim Bey durumun vahametini anlayınca çocuklarıyle
beraber tarihî sığınakları olan Taşeli’ne kaçtı. Ve Mevlâna Veli’yi II.Mehmed’in karargâhına göndererek af
istedi. İbrahim Bey genç hükümdarın devlet ve ordu erkânına da paralar, kıymetli hediyeler yollamıştı. Bunlar
da II.Mehmed’e:
“Atan, deden bu vilayete geldiler ve tamamen fethettiler, kendilerinin oldu, yine merhamet ettiler, yine geri
verdiler. İmdi devletli sultanım Karamanoğlu diyor ki, kızımı vereyim ve her yıl seferine varayım ve her ne
buyurur ise öyle yapayım, ümidimiz budur ki; devletli sultanım merhamet ede, dediler. Hünkâr dahi Paşaların
sözünü kabul etti.”176
Yapılan sulh muahedesiyle Karamanoğlu Akşehir, Beyşehir ve Seydişehri’ni Osmanlılar’a bırakıyordu. O
vakte kadar Anadolu Beylerbeyleri Ankara’da otururlardı. Karamanoğlu’nun bu hadisesi üzerine Kütahya
170
-Tacü’t-Tevarih, c.1, s.370’te bunu (Amir= dağı) şeklinde yazarsa da Âşıkpaşa Zâde (Emir) şeklinde doğru göstermiştir.
171
-Kâtip Çelebi, Müriyy-üt-Tevarih, s.440, Bihiştî, s.88’de bu tarihi kabul ederler. Anadolu Beylikleri, s.6’da her nedense
h.848-m.1444’ü almıştır.
172
- Lütfi Paşa Tarihi, s.107
173
-Âşık Paşa Zâde Tarihi, s.132. Yalnız Âşık Paşa Zâde Tarihinde bunun tarihi 847 olarak gösterilmiştir.
174
-İkinci Murad 855 yılı Muharreminin 16’ncı Perşembe günü ölmüştür.
175
-Tarih-i Ebü’l-Fetih, s.34
176
-Âşık Paşa Zâde Tarihi, s.140. Bu hususta Bihiştî (s.106) ve Hayrullah Efendi tarihi (c.8, s.57) Tâcü’t-Tevarih c.1, s.416,
Lütfi Paşa Tarihi s.178, Sahaifü’l-Ahbar c.3, s.336 ve 351, Künhü’l-Ahbar c.1, s.249, Hadaiku’l-Şekayık s.114 ve Müriyyü’t-
Tevarih s.445 ve Düsturnâme-i Enverî s.94 ‘de mâlûmat vardır.
35
Anadolu Beylerbeyliği’ne merkez yapıldı.177
İbrahim Bey h.857-m.1453’de Osmanoğulları’na karşı beraberce cephe aldığı venedik’lilere kendi
topraklarında serbestçe ticaret yapma imtiyazını (ilk kapitülasyonlar) verdi. İbrahim Bey Hanedanı’nın istiklâlini
tehdit eden Osmanoğulları’na karşı derin bir kin besliyordu. Karamanoğlu tahtında oturduğu için Karaman İli
onun zamanında birçok kıymetli mimari eserlerle süslendi. 41 yıl kadar Karamanoğulları tahtında oturan ihtiyar
İbrahim Bey ömrünün son günlerinde Osmanoğulları’na karşı duyduğu gayzin ve kinin son bir eserini daha
açıkladı.
Bir Rum cariyeden olan oğlu İshak Bey’i kendisine veliaht ve halef seçmiş, daha hayatta iken ona İçel’i
vermiş ve Silifke’yi de ikametgâh olarak göstermişti. İbrahim Bey bütün hazinesini ve kıymetli tarih yadigârlarını
da Silifke’ye göndermişti. Bu suretle Çelebi Sultan Mehmed’in kızından II.Mehmed’in hala Sultan’ından olan 6
oğlunun haklarını iskat ediyordu. Hala Sultan’dan olan Pir Ahmed, Karaman, Kasım, Alâe’d-din, Süleyman ve
Nurüh Sofu178 babalarının kendilerini taht ve hükümdarlık haklarından mahrum edişini görünce söz birliği
ederek başkaldırdılar ve Konya Kalesi’ni sardılar. İbrahim Bey hasta idi. H.868-m.1493’de Takkeli Dağ’ın
üstündeki Kevele Kalesi’ne sığınmak için şehirden kaçarken Hocacihan taraflarında Filabad Çayırı’nda öldü.179
Gayr-i memnun kardeşler Konya’yı zapt ettiler. Hala Sultan Oğulları’nın en büyüğü olan Pir Ahmed Bey
burada Karaman Tahtı’na oturdu. Kardeşlerinin en küçükleri Süleyman ile Nurüh Sofu İstanbul’da Fatih’e
sığındıkları için kendilerine tımarlar verildi.
Karaman İli fiilen ikiye bölünmüştü. Konya ve şimal toprakları Pir Ahmed’in, Taşeli, İçel İshak Bey’in
hâkimiyetinde kalmıştı. İçinde babalarının naaşını muhafaza eden Kevele Kalesi Pir Ahmed’e teslim olmamıştı.
İshak Bey; Pir Ahmed Bey’in Osmanlı hükümdarından er geç yardım göreceğinden emindi.
Akkoyunlu Hanedanı Hükümdarı Uzun Hasan’a müracaat ederek yardım istedi. Yardımcı askerin her
merhalesi için bin flori vereceğini vaat ediyordu.180
Uzun Hasan bu teklifi derhal kabul etti. Ordusunun başında, Erzincan yolu ile Sivas’a geldi. İshak Bey
kendisini burada karşıladı. İkram ve i’zaz etti. Karaman İline getirdi. Derhal Pir Ahmed’e ve kardeşlerine karşı
harekete geçirdi. Pir Ahmed yenileceğini anlayınca biraderleri ile beraber II.Mehmed’e sığındı. Yardım istedi.
İshak Bey Karaman tahtında tek ve rakipsiz kalmıştı. Fakat Uzun Hasan’ın ordusu, başta Konya olmak üzere
bütün Karaman İli’ni aç çekirge sürüleri gibi sömürdüler, yağmaladılar, zenginlerini habbeye muhtaç edecek
kadar soydular. Dişi, erkek yirmi bin deveyi bu ilden sürüp götürdüler. Uzun Hasan Karaman İli’nden
uzaklaşırken eski Kastamonu Beyi Kızıl Ahmed’i bir miktar kuvvetle İshak Bey’in yanında bıraktı. İshak Bey II.
Mehmed’in kardeşine yardım vaat ettiği haberini alınca Uzun Hasan gibi aynı zamanda padişahın da
müzaharetini sağlamak için Konya ulemâsından Sarı Yakub Zâde Ahmed Çelebi’yi İstanbul’a gönderdi.
Mektubunda; kardeşlerine yardım etmemek şartı ile Akşehir’le Beyşehri’ni Fatih Sultan Mehmed’e bırakacağını
söylüyordu. Fatih, Server Çavuş Zâde Başı Ahmed Bey’i İshak Bey’e elçi olarak gönderdi. Padişahın teklifi şu idi
:
“Bize peşkeş çektiği topraklar, şer’î bir surette satın alındığı için bunlar bizim sarih hakkımızdır. Bunlara
hediye demek ölüyü âzâd etmek demektir. Bununla beraber biz buraları birçok defalar zorla aldığımız için de
kılıcımızın hakkıdır. Eğer biraderlerinden emin olmak isterse çarşamba suyu’nu sınır yapsın, bu suyun bu
tarafını - şimalini - nâiblerimize teslim etsin!”
İshak Bey, elçi Ahmed Bey’in getirdiği bu teklifi reddetti. Elçinin İstanbul’a getirdiği ret haberi Fatih’i
177
-Düsturnâme-i Enverî’ye göre İkinci Mehmed, Çay Yolu ile Akşehir’i almıştır. İbrahim Bey kendi tarafından yalvarıcı
olarak İbn Mevlânâ’yı göndermiştir. Muhtelif tarihlerden çıkan mânâya göre Fatih bu seferinde Konya’ya girmişti.
Düsturnâme bu sefer dolayısıyle Konya ve havalisine (Yunan İli) denildiğini şu mısralara söyletir:
Şeh dedi hikmetle Yunan illerin
Hak vere alam Karaman illerin (s.95)
Başka bir yerde de şöyle der:
Hikmetiyle mülk-i Yunanı etti feth
Yani mülk-i Karamanı etti feth s.102
178
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.498’de; İbrahim Bey’in Hala Sultan’dan 6, cariyeden 1 oğlu olduğunu yazar. Âşık Paşa Zâde,
s.167’de; yalnız 6 oğlu bulunduğunu yazar. Solakzâde s.228, Hammer Osmanlı Tarihinde, c.3, s.90’da, Hayrullah Efendi
kendi tarihinde c. s.132’de Tâcü’t-Tevarih’in verdiği adetleri alırlar. Düvel-i İslâmiye s.301 kuvvetli ve mevsuk olarak 4
oğlunu kabul eder. 3’ünü zayıf olarak gösterir.
179
-Tâcü’t-Tevarih, c.1, s.498’de Karamanoğlu’nun h.868’de öldüğünü yazar. Hayrullah Efendi yanlış olarak 880 olduğunu
söyler. İbrahim Bey’in Karaman’da İmaret Camii’nin ittisalindeki türbesinde mezar taşında şu kitâbe vardır:
ﺁﻩ )ﻣﻦ ( اﻟﻤﻮت
اﻧﺘﻘﻞ ﻣﻦ دار ) اﻟﻔﻨﺎ ( اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎ
اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ
اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن وﺳﺘﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ
Şu halde h.868-m.1463’te öldüğü anlaşılır. Bu tarihî taş 20 sene evvel çalınmıştır. Bir Avrupa Müzesi’ne götürüldüğünü
tahmin ediyoruz.
180
-Hammer’in Osmanlı Tarihi Tercümesi, c.3, s.90’da asâkir-i muavinenin yiyeceği için merhale başına bin düka altını vaad
eylediğini söyler. Solak Zâde, s.228 bin sikke-i hasene der.
36
kızdırmıştı. Antalya Beyi Köse Hamza Bey’in181 ve daha başka Uç Beyleri’nin komutasında teşkil ettiği bir
orduyu Pir Ahmed Bey’le beraber Karaman İli’ne gönderdi. Kayseri ve Sıklanhisarı askerleri de Pir Ahmed’e
yardımcı verilmişlerdi.182
Osmanlı ordusu ile İshak Bey Ermenek’te bir rivayete göre Dağ Pazarı’nda karşılaştılar. Karaman ordusu
bozuldu, İshak Bey karısını ve oğlunu Silifke Kalesi’ne bıraktı. Buradaki Karamanoğulları hazinesini alarak
Uzun Hasan’a kaçtı. Osmanlı ordusu Kevele Kalesi’ni de alarak Pir Ahmed’e teslim etmişti. Pir Ahmed
Konya’da dedelerinin tahtına oturmuştu. Şükran nişanesi olmak üzere Akşehir, Beyşehir, Sıklanhisar’ı183 ve
Ilgın’ın anahtarlarını kıymetli hediyelerle beraber Köse Hamza Bey’le yüksek hâkimiyetini ve himayesini kabul
ettiği Fatih’e göndermişti. Ordu kumandanları da bol bahşişlerle taltif edilmişti.
Dursun Bey bu seferin tarihini h.868-m.1463 olarak gösterir.184 Aşık Paşa Zade biraz şüphe uyandıran bir
ifade ile bu maceranın tarihini h.869-m.1464 olarak tespit eder.
Yalnız Bihiştî’de okuduğumuza göre Osmanlı ordusu Kevele Kalesi’ni de İshak Bey’den almışlardı, Fatih
Sultan Mehmed Konya’nın Ehmedeğini -iç kalesini- tekrar yaptırmayı Pir Ahmed’e emretmiş, bazı yapı ustaları,
mimarlar ve hizmetkârlar göndermişti. Bunlar kaleyi yapıyorlardı.185 Pir Ahmed Bey bunları hoş görmüyordu. İç
siyasetine bir çeşit karışma sayıyordu. Evvelâ içinde kaplıca bulunan Ilgın’ı Fatih Sultan Mehmed’den istedi.
Verdiği sözü böylece bozmaya başladı.
Konya’nın iç kalesinde çalışanları da öldürttü.186 Bunların Fatih Sultan Mehmed’deki tepkileri pek
şiddetli oluyordu. Fatih devri tarihçilerinden Tursun Bey’in yazdığına göre: Fatih, Yusuf Peygamber’in tahtı olan
Mısır’ı Çerkez Memlükleri’nin elinden alarak kendi tasarrufuna geçirmeye karar vermişti. Fakat daha evvel bu
yolun üstünde bulunan Cariye Oğlu İshak’la Hala Sultan’ın Oğlu Pir Ahmed’i bertaraf etmek ve Karaman İli’ni
kendi topraklarına katmak kararını vermişti.187 Karaman Beyleri Osmanlı Devleti’nin düşmanlarıyla, Uzun
Hasan’la ve Venedikliler’le tecavüzî ve tedâfüî ittifaklar yapıyorlardı. Pir Ahmed Bey işi azıtmıştı.
Osmanlı hakimiyetinde bulunan yerlerde tecavüzler yaptırıyordu. Hâlbuki İstanbul’da iken padişaha
katiyen muhalefet etmeyeceğine ve davet vukuunda askeriyle beraber derhal padişahın istediği yerde
bulunacağına söz vermişti. Fatih kuvvetli bir ordu ile yola çıktı. Karahisar’a geldi.188
Karamanoğlu’na gönderilen elçi burada iken geri geldi ve padişahın otağına kabul edilerek: Karamanoğlu
ahdini bozmuştur. Davete icabet etmeyip gelmiyor, dedi. Zülkadir Oğlu Şehsüvar Bey’den de menfi cevap
gelmişti. Padişah Uzun Hasan için: O bir küçük yılandır, ejderha olmadan başını ezmek lâzımdır, diyordu.
Şimdi bu yılan yavrusunun üzerine yürümekten vazgeçti, Osmanlı ordusu Karaman İli’ne girdi. Padişah evvelâ
Takkeli Dağ’daki Kevele Kalesi’ni sardı. Onu fethettikten sonra Konya Hisarı’nı kuşattı. Konya’nın iç kalesi
İbrahim Bey tarafından yıktırılmıştı. Dış kale de padişaha uzun müddet dayanamadı. Kapılarını açtı. Pir Ahmed
Bey Osmanlı Ordusu Konya önlerine gelmeden başkentini bırakarak Lârende’ye kaçmış ve kalesine sığınmıştı.
Padişah Konya’nın iç kalesine, Ehmedegine şehrin müdâfaası bakımından büyük bir kıymet veriyordu. Kevele
Kalesi’ne lüzum görmüyordu. Emirler verildi. Konya’nın iç kalesi harıl harıl yaptırılırken Kevele Kalesi de
yıktırılıyordu. Konya Kalesi yapılır, Kevele Kalesi yıkılırken Fatih; Pir Ahmed’in Karaman hazinesi ile beraber
sığındığı Lârende’ye yürüyordu.189
Pir Ahmed Bey Lârende’de kabul ettiği savaşı kaybetti ve kaçmaya muvaffak oldu. Burada Osmanlı
181
-Dursun Bey Tarihi, s.122
182
-Âşık Paşa Zâde Tarihi, s.168’de Fatih’in gönderdiği orduyu anlatırken der ki: Pir Ahmed dahi Sıklan Hisarı’nı ve
Kayseri’yi Sultan Mehmed’e vermişti. Hünkâr dahi hisara gitti, kullarını kodu ve hem o Kayseri vilayetinin leşkerin bile
koşmuştu.
183
-Bu adı Hammer, Saklan Hisarı, Tâcü’t-Tevarih Sıklan Hisarı, Solak Zâde Hisarı şeklinde yazarlar.
184
-Kâtip Çelebi’de bu tarihi tercih etmiştir. Müriyyü’t-Tevarih, s.450
185
-Bihiştî, s.128
186
-Bihiştî bunun tarihinde isabetsizlik gösteriyor.
187
-Âşık Paşa Zâde, s.169’da Fatih’in Uzun Hasan üzerine yürümek için yola çıktığı ve Karamanoğlu ile Zülkadiroğlu
Şehsuvar Bey’i yolda askerleriyle beraber kendilerine iltihak etmelerini istediği halde Karamanoğlu’nun bu davete icabet
etmediğini yazar. Turisina Bey’in ifadesinden anladığımıza göre Fatih asıl hedefini gizli tutuyor ve bunu Mısır taarruzu ile
maskeliyordu.
188
- Hayrullah Efendi Tarihi, c.8, s.134’te Bolu yoluna doğrulduğunu yazar.
189
-Fatih’in Anadolu defterdarı ve defterdar kethüdası olan Dursun Bey Fatih devri olayları hakkında selâhiyetle ve doğru
olarak konuşacak vaziyettedir. O, Tarih-i Ebü’l-Feth’inde bu fetih hakkında şunları söyler: “Padişah Karaman memleketine
ayak bastı, Pir Ahmet kaçtı, başını alıp Karataş sarpına sığındı. Padişah Ebü’l-Fetih Kevele Kalesi’ni muhasara edip darb-ı
destle fethetti. Ve kale-i Konya ki taht-ı âl-i Karaman’dır ve Lârende’yi ve sair kılâ’ın ve bika’ın istihlâs edip memleketin
tamam zabt edip eyaletin şehzadesi Sultan Mustafa’ya verip kendisi saadetiyle İstanbul’a döndü.”(s.139) Âşık Paşa Zâde de
Fatih devrinin tarihçilerindendir. Şeyh Cüneyd ile Şeyh Abdü’l-latif Konya’da Sadre’d-din-i Konevî zâviyesindeki
mülâkatlarında hazır bulunduğu için Konya’yı çok iyi tanıyacak bir durumdadır. İşte bu tarihçi de Karaman seferi hakkında
şunları yazar:”Padişah Karaman’a yürüdü. Karaman oğlanları kaçtılar. Lârende’ye vardılar. Padişah dahi Konyaya vardı. Anı
fethetti. Kevele’yi de fethetti. Yürüdü Lârende’ye vardı. Birbiriyle tanıştılar. Âhir Pir Ahmet kaçtı. Karaman sipahilerinden
padişaha getirdiler. Buyurdu;boyunlarını vurdular.” s.170. Âşık paşa4nın açık ve kat’î ifadesinden padişahın ordu başında
bizzat Lârende’ye gittiği anlaşılmaktadır. Yalnız Tâcü’t-Tevarih padişahın Konya’dan Lârende’ye Mahmut Paşa’yı
gönderdiğini yazmaktadır. Biz Fatih devri tarihçilerinin söylediklerini kabul ettik.
37
ordusuna Sadrazam Mahmud Paşa kumanda ediyordu. Pir Ahmed kaçtıktan sonra Fatih; Mahmud Paşa’ya şu
emri verdi:
“Turgut Oğlu’nun nerede idüğini bul, üzerlerine var, yok et!..”
Mahmud Paşa derhal harekete geçti. Turgut Oğlu’nun Bulgar Dağı’na sığındığını tespit etti. O tarafa
yürüdü, Turgut Oğlu takip edildiğini öğrenince Tarsus’a kaçtı. Mahmud Paşa yakalayabildiği Turgutlular’ı
zincire vurarak padişaha gönderdi. Padişah bunların ömür tomarlarını öldürdü. Bu arada Ereğli ve havalesi de
fethedilmişti. Mahmud Paşa karargâhına döndüğü zaman padişahtan, Karamanoğulları’nın iki başkenti olan
Lârende ve Konya’dan işçilerin, sanatkârların ve ilim adamlarının aileleri ile beraber İstanbul’a sürülmeleri
emrini aldı. Şikârî’ye göre sürülenlerin sayısı mühim bir yekûn tutuyordu. Fatih bu ev sürdürmeye iki bakımdan
önem veriyordu:
1-Fetih sırasında harap olan ve nüfusu pek azalan yeni başkent İstanbul’un hem imâra, hem de fazla
nüfusa ihtiyacı vardı. Karaman İli’nden sürülenler İstanbul’da sonradan; Fatih Yeni Cami adını alan semte
yerleştiriliyorlardı. Bunların iskân edildikleri yerler Büyük Karaman ve Küçük Karaman’ pazarları, Karaman
Çarşısı şekillerinde adlandırılıyordu. Bu adlardan bazıları bu gün bile yaşamaktadır.
2-Selçukîler’e ve Karamanoğulları’na başkentlik yapan Konya ile Karamanoğulları’na başkentlik yapan
Lârende, Küçük Asya’nın en kalabalık şehirleri idi. Buralarda kesif halk tabakası oturuyordu. O günkü Türk ve
İslâm dünyasının en kuvvetli ilim, fen, sanat adamları, komutanları bu şehirlerde idiler.
İstanbul’un mimara, nakkaşa, yapıcıya, çiniciye, taşçıya ve daha başka sanatkârlara şiddetle ihtiyacı
vardı. Konya fethedilirken İstanbul’da hummalı bir yapı faaliyeti vardı. Başta Fatih’in yeni sarayı, Topkapı
Sarayı olmak üzere birçok büyük ve mühim mimarî eserler yapılıyordu. Beş sene sonra da çinili köşk
yapılacaktı. Bizim kanaatimize göre bu âbidelerin birçoklarının mimarları, nakkaşları, çinicileri hep Konyalı
idiler. Konya fethine iştirak eden Mahmud Paşa’nın Türbesinin ve çinili köşk’ün çinilerinde190 Konya ve
Lârende çinilerinin bariz izlerini buluyoruz. Fatih Karaman İli’ni kati olarak Osmanlı sınırları içine almaya
karar vermişti. Uzun yıllar istiklâlin tadını alan Karaman İli halkının, Konyalılar’ın kendi şehirlerinin
metbuluğunu kaybetmesine dayanamayacaklarını bilen padişah, bu yerlerin halkını sürmek suretiyle
başkentliğini ve baş şehirliğini dağıtmaya lüzum görmüştü.
Bu suretle bu iki şehrin nüfusu azalacak, eski ve tarihî davalarını tekrarlamaya kendilerinde kudret ve
mecal bulamayacaklardı.
Lârende ve Konya’nın sürgün edilmesi meselesi padişahla sadrazamın arasını açmıştı. Dursun Bey’in
anlattığına göre padişah, Pir Ahmed Bey’in davete icabet etmediğini tahmin eder ve sinirlenirken Mahmud Paşa:
- Elbette gelir, derdi.191
Rum Mehmed Paşa padişahın Mahmud Paşa’ya karşı kızgınlığını sezmişti. Âşık Paşa’nın anlattığına
göre, Bizanslı bir dönme olan Mehmed Paşa yıkılan ve dağılan İstanbul’un intikamını Karaman İli’inden almak,
bu Türk ve Müslüman ülkelerini yıkmak, yerlere sermek istiyordu. Padişah’a dedi ki:
“-Devletli sultanım! Mahmud’un sürdüğü evlerin çoğu fakirdir ve hem de azdır. Zenginlerden para alarak
sürgünden kurtarmıştır.” Padişah kendisine:
“-Var imdi nice yazarsan yaz seni göreyim!” Dedi.
Rum Mehmed Paşa’yı sürgün işlerini temine memur etti.
Rum Mehmed Paşa Lârende’den ve Konya’dan pek çok evler sürdü. Bu arada Lârende’de bulunan
Mevlâna Celâle’d-din’i Rûmî torunlarından Emir Ali Çelebi Zade Ahmed Çelebi de İstanbul’a sürüldü. Padişah
bunu öğrenince kendisini taltif ederek geri gönderdi.
PadiŞah, Karaman İli’ni fetih ve kendi topraklarına katî olarak ilhak ettikten sonra dönerken Afyon
Karahisar’da Sadrazam Mahmud Paşa’nın çadırının iplerini kesmek suretiyle başına yıktırarak azlini bildirdi.192
Sebebi de Pir Ahmed’i himaye eder gibi görünmesi ve hattâ onu müsamaha ile Lârende’den kaçırması, Lârende
ve Konyalılar’a acıyıp az ev sürgün etmiş olması idi. Bunları bir de Âşık Paşa Zâde’nin kaleminden dinleyelim:
“Elhâsıl Rum Mehmed padişah emrinden ziyade evler sürdü. Ahir böyle oldu ki Karamanoğlu ile barışır
gibi oldular. Konya ve Kevele ve feth olan vilayetin hisarlarına er kodular. Berkittiler, gittiler,193 Karahisar’a
çıktılar padişah buyurdu. Mahmud Paşa’nın çadırını, otağını başına yıktılar ve cephanesini kendi malına
yüklettiler, padişahın cephanesi ile kattılar. Rum Mehmed’in evvelki şeytanlığı budur kim Mahmud Paşa gibi
müdebbir veziri padişahın kapısından reddettirdi. Yani kim İstanbul’un acısını ala ve hem bu seferin evvelinde
190
- İstanbul Âbideleri adlı eserimizin 30. sahifesine bakmalı.
191
-Tarih-i Ebü’l-Fetih’deki ibare aynen şudur: Padişah çün Karaman’dan çıkıp Karahisar’a geldi. Mahmud Paşa’ya kara
haber vardı ki azlettim. Kapıma gelmesin, sebeb-i zâhiri dahi bu ki her esnâ-yı müşâveredeki Pir Ahmed ahde vefa edip
gelmedi dedikçe Mahmud Paşa elbette gelir derdi. s.139
192
-Hammer Osmanlı Tarihi, c.3, s.93’te bu şekl-i azlin Tatarlardan alındığını ve ilk defa Mahmud Paşa’ya tatbik edildiğini
ve daha sonra sık sık tekrarlandığını yazar. Hammer Konya’dan Lârende’ye ve Lârende’den Tarsus’a kaçanın Karamanoğlu
İshak Bey olduğunu söylerken hata ediyordu. Hâlbuki İshak Bey bir rivayette Uzun Hasan’ın yanındayken bir rivayete göre
de Uzun Hasan’la Karaman İli’ne gelirken Urfa’da ölmüştü.
193
-Âşık Paşa Zâde’ye göre Kevele Kalesi’nin de Fatih tarafından tamir ettirildiği anlaşılıyor. Hoca Sade’d-din Efendi bu
kalenin yıktırıldığını söyler.
38
kim Köprülü Oğlu kim Kadı Asker idi, Rum Mehmed azlettirdi ve Mevlâna Vildan Kadı Asker oldu.”
Fatih bu seferiyle Konya’yı kat’i surette Osmanlı sınırları içine almış ve buraya oğlu Sultan Mustafa’yı
umumi vali Beylerbeyi tayin etmiştir.
Konya’nın fethedildiği tarihte başta, Düvel-i İslâmiye müellifi ve mütercimi Lane-Pool ve Halil Ethem
Bey gibi âlimler olduğu halde hataya düşüyorlar.194
Hammer,195 Kâtip Çelebi196 de aynı hatalı yolda yürürler. Konya’nın ve diğer Karaman İli’nin h.871-
m.1466’da feth ve Osmanlı memleketine ilhak edildiğini söylerler. Anadolu Beylikleri müellifi bunu biraz daha
büyüterek h.870-m.1465 tarihini kabul eder.197
Solak Zâde, Aşık Paşa Zâde tarih zikretmezler. Tacü’t-Tevârih sahibi, tarih yazmaz, fakat bu seferi h.872
ile 873 arasında zikreder.
Seferin en doğru tarihini Dursun Bey’in; Tarih-i Ebü’l-Feth’inde buluyoruz. Bu tarihçi bu olayın 872
tarihinde vuku bulduğunu, padişahın h.873-m.168 yılı ilkbaharında İstanbul’a döndüğünü yazar. Bihiştî de
h.873’te padişahın döndüğünü söylemek suretiyle doğruyu ve hakikati yazmış oluyor.
Tarih-i Nişancı da Konya, Kevele, Aksaray, Ereğli ve diğer Karamanoğulları şehirlerinin h.872’de
fethedildiğini söylerken büyük isabet gösterir.
Fatih’in Sadr-ı Azamları’ndan Konyalı Nişancı Mehmed Paşa da198 padişahın 872 yılında Karaman
İli’ne yöneldiğini, burada Konya ve Lârende şehirleriyle Kevele Kalesi’ni ve daha başka geniş şehir ve sarp
kaleler fethettiğini ve Konya’yı alır almaz burada bir kale yaptığını ve kendisinin de bu kale için şu altı mısralık
Arapça tarih Kitabesini söylediğini yazar:
ﻋﺎﻣﺮ اﻟﺤﺼﻦ ﺑﺎهﺮ اﻟﺒﺮهﺎن
ﻗﺪ ﺑﻨﻰ ﺑﺎﻟﻌُﻠﻰ ﻣﺒﺎﻧﻴﻪ
وهﻮ ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺮاد
ﻻﻳﺮى ﻓﻲ اﻟﺪﻧﻴﺎ ﻣُﺪاﻧﻴﻪ
اﺳﻤﻌﻮا ﻣﻦ ﻟﺴﺎﻧﻲ اﻟﺘﺎرﻳﺦ
ﺧﻠﺪ اﷲ ﻋﺪل ﺑﺎﻧﻴﻪ199
Son mısra ebcet hesabına vurulunca Konya Kalesi’nin (ehmedeğinin) 872’de yapıldığı anlaşılır ki bu da
ayn-ı hakikattır. Aynı yılda İstanbul’da yeni sarayın inşası devam ediyor. Mehmed Paşa burada istabl-i âmire
için de manzum Arapça bir tarih söylemiştir.
Güvenilir kaynaklara dayanarak şimdiye kadar yapılan hataları düzelterek bir daha tekrarlıyoruz: Konya
h.872-m.1467 yılında kat’i surette Osmanlı sınırları içine alınmıştır.200
Karaman İli’nde asayiş temin edildikten sonra Gedik Ahmed Paşa’nın sadr-ı azamlığı zamanında Fatih’
bu ilin umûmî bir evkaf ve emlâk tahririni yaptırmıştır. Tahriri büyük Türk âlimleri Muslihi’d-din ile Kasım
yapmışlardır. Tahrir 881 yılı Ramazan’ın evvelinde m.1466’da yapılmıştır. Biz bu orijinal Tahrir Defterini
Ankara Kuyûd-i Kadime Arşivi’nde 564 no.’da kayıtlı bulduk. Defterde Karaman İli 11 vilâyete ve iki nahiyeye
ayrılmaktadır. Vilâyetler şunlardır:
1- Konya, 2- Lârende, 3- Seydişehiri ve Bozkır. 4- Beyşehiri, 5- Akşehir, 6- Ilgın, 7- Niğde, Şücae’d-din
ve Anduğu, 8- Ürküp, 9- Ereğli, 10- Aksaray, 11- Koçhisar,
Nâhiyeler de şunlardır: 1- Karahisar, 2- Develü.
Defterin başında güzel bir ta’lik ile Fatih’in kısa bir kanunnamesi vardır. Kanunname, Karamanoğlu
İbrahim Bey Kanunnamesi’nin bazı hükümlerini yürürlükte bırakmaktadır. Kanunname’yi buraya aynen
alıyoruz:
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ
ﻣﺤﺎﻣﺪ ﺑﻲ ﺣﺪ وﺛﻨﺎي ﺑﻲ ﻋﺪ از ازل ﺗﺎ ﺑﺎ اﺑﺪ -1
ﺑﺤﻀﺮت ﭘﺎدﺷﺎهﻲ راآﻪ ﺑﻲ ﺷﺒﻴﻪ وﺑﻲ ﻣﺎﻧﻨﺪ -2
اﻟﺬي ﻟﻢ ﻳﻠﺪ وﻟﻢ ﻳﻮﻟﺪ وﻟﻢ ﻳﻜﻦ ﻟﻪ آﻔﻮ ًا أﺣﺪ -3
194
- Düvel-i İslâmiye, s.299
195
-Osmanlı Tarihi, c.3, s.92
196
- Müriyyü’t-Tevarih, s.457
197
-Anadolu Beylikleri, s.6
198
-Ayasofya Kütüphanesi, No. 3204. İbare aynen şudur:
وﺗﻮﺟﻪ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎن ﻣﺎﺋﻪ اﻟﻰ ﺑﻼد ﻗﺮﻣﺎن وﻓﺘﺢ ﻣﺪﻳﻨﻪء ﻗﻮﻧﻴﻪ وﻻرﻧﺪﻩ وﻗﻠﻌﻪ آﻮﻟﻪ وﻏﻴﺮهﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺪن اﻟﻮﺳﻴﻌﺔ واﻟﻘﻼع اﻟﻤﻨﻴﻌﺔ وﺑﻨﻰ
وﺳﻜﻦ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎن ﻣﺎﺋﺔ ﻓﻲ دار اﻟﺴﻠﻄﻨﺔ اﻟﻌﻈﻤﻰ وارﺳﻞ اﻟﻌﺴﻜﺮ اﻟﻰ ﻧﺎﺣﻴﺔ.... ﻗﻠﻌﺔ ﻓﻲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺣﻴﻦ ﻓﺘﺤﻬﺎ وﻧﻈﻢ ﺗﺎرﻳﺦ ﺑﻨﺎﺋﻬﺎ ﻋﺒﺪﻩ ﺣﻴﺚ ﻗﺎل
ﻗﺮﻣﺎن ﻓﻔﺘﺤﻮا اوج ﺣﺼﺎر واورﺗﻪ ﺣﺼﺎر وﻗﺮﻩ ﺣﺼﺎر
()ﻗﻠﻌﺔ ﻗﺎواﻻ
Biz bu kitabı dilimize çevirdik. 1949 senesinde Türkiye Yayınevi tarafından basıldı. 306.geniş malûmat vardır.
199
-Biz bu kitâbe taşını Konya Müzesi’nde bulduk.
200
-Küçük Asya Müellifi de, c.3, s.201’de Karaman’ın h.869-m.1464’te İkinci Mehmed tarafından Memâlik-i Osmaniye’ye
ilhak edildiğini söylerken tabii 4 senelik bir hata işler.
39
وﺻﻼة ﺻﻠﻮات ﺗﺎ ﺑﺎ اﻧﻘﺮاض ﺳﺎﻋﺎت -4
ﺑﺮ اآﻤﻞ ﻣﻮﺟﻮدات واﺷﺮف ﺑﺮﻳﺎت -5
واﺻﺤﺎب ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻔﻀﻞ واﻟﻜﺮاﻣﺎت -6
دﻓﺘﺮ اوﻗﺎف واﻣﻼك وﻻﻳﺖ ﻗﺮﻣﺎن -7
ﺑﺎﻣﺮ ﭘﺎدﺷﺎﻩ إﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻇﻞ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ -8
ﻓﻲ اﻻرﺿﻴﻦ ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻐﺰاة -9
واﻟﻤﺠﺎهﺪﻳﻦ ﺳﻠﻄﺎن اﺑﻦ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﺴﻠﻄﺎن أﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ -10
ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺮاد ﺧﺎن ﻻزاﻟﺖ راﻳﺎت ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ -11
ﻣﻨﺘﺼﺒﺔ ﻋﻠﻰ ﺑﺴﺎط اﻟﻤﻠﻮان ﻣﺎدارت اﻻﻓﻼك -12
ﻋﻠﻰ اﻗﻄﺎب اﻟﺪوران ﺑﻴﺪي ﻓﻘﻴﺮ ﺣﻘﻴﺮ ﻣﺼﻠﺢ اﻟﺪﻳﻦ -13
وﻗﺎﺳﻢ اﻟﻀﻌﻴﻔﻴﻦ اﻟﻨﺤﻴﻔﻴﻦ ﺻﻮرت ﺗﺤﺮﻳﺮ ﻳﺎﻓﺖ -14
ﺁﻧﺠﻨﺎن اوﻗﺎﻓﻲ آﻪ ﺑﻘﻌﻬﺎش ﺣﺎﻟﻴﺎ ﻣﻮﺟﻮد ﺑﺎﺷﺪ -15
وﭘﻴﺶ ازﻳﻦ ﺑﻤﻜﺘﻮب اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻘﺮر ﺷﺪ ﺑﺎﺷﺪ -16
ﻏﻴﺮ از دﻳﻮاﻧﻰ وﻏﻴﺮ از رﺳﻮم ﻋﺮﻓﻴﻪ ) أﻣﺮ ﻋﺎﻟﻲ ﺻﺎدر -17
ﺷﺪ آﻪ ﻣﺎﻟﻜﺎن اآﺮ ز ﻗﺮى وﻣﺰارع ﺑﺎﺷﺪ او ﻧﻴﺰ -18
201
( ﺑﻤﻘﺪار ﺧﻮد ﺧﺮج اﺷﻜﻨﺠﻲ ﺑﺪهﺪ -19
وﻧﻴﺰ ﺑﺎﻟﻔﻌﻞ در ﺗﺼﺮف ﺑﺎﺷﺪ وﺳﺎﺑﻘ ًﺎ ﻣﻘﺮر ﺑﻤﻜﺘﻮب ﻣﺬآﻮر -20
ﺗﺤﺮﻳﺮا ﻓﻲ اول رﻣﻀﺎن اﻟﻤﺒﺎرك ﺣﺠﺔ إﺣﺪى وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﺋﺔ -21
Osmanlılarda umûmî tahrirler 25 senede bir yapılırdı. Bazı zaruretler, icaplar ve hükümdarda hâsıl olacak
yolsuzluk şüphesi üzerine bu tahrirler daha evvel de yapılabilirdi. Aynı arşivde bulduğumuz 565 no.’lu bir
defterden de bundan 25 sene sonra h.906-m.1500 yılında II.Bayezid zamanında Karaman İli’nin ikinci bir
tahriri daha yapılmıştır.
Tahriri Hatip Oğlu şöhretini taşıyan Nasuh Zâde Haydar yapmış, defteri de Hattat Ali yazmıştır. Defterin
başında şunlar yazılıdır:
دﻓﺘﺮ أوﻗﺎف وﻻﻳﺖ ﻗﺮﻣﺎن وﻗﻴﺼﺮﻳﻪ وإﻳﭻ إﻳﻞ آﻪ ﺑﻔﺮﻣﺎن ﺣﻀﺮت ﺳﻠﻄﺎن اﺑﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻄﺎن ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺧﺎن ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺧﺎن ﺧﻠﺪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ
ﻣﻠﻜﻪ وﺳﻠﻄﺎﻧﻪ واﻓﺎض ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﺑﺮﻩ واﺣﺴﺎﻧﻪ ﻧﺒﺸﺘﻪ ﺷﺪ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﻋﺒﺪﻩ ﺣﻘﻴﺮ ﺣﻴﺪر ﺑﻦ ﻧﺼﻮح اﻟﻨﺴﻴﺐ اﻟﻤﺸﻬﻮر ﺑﺎﺑﻦ ﺧﻄﻴﺐ وﻋﻠﻰ اﻟﻔﻘﻴﺮ
906 اﻟﻜﺎﺗﺐ ﻋﻔﻰ رب اﻟﻤﺠﻴﺐ ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺳﺖ وﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪ
Defterin üstüne de, Fihrist-i Evkaf-i Vilayet-i Karaman ve Liva-yı Kayseriyye ve İçel yazılmıştır.
Karaman İli o vakit Karaman Vilayeti şeklinde adlandırılıyor ve şu on beş kazaya ayrılıyordu :
1- Konya
2- Belviran
3- Çimen
4- Akşehir
5- Ilgun
6- Niğde
7- Anduği
8- Ürgüp
9- Ereğli
10- Aksaray
11- Koçhisar
12- Kayseriyye
13- Ermenek
14- Mut
15- Gülnar
Karaman İli daha sonraki idari teşkilatta, Karaman Eyaleti adını alır. Aynî Ali Efendi’nin Kavanin-i Ali
Osman Der Hulasa-i Mezamin-i Defter-i Divan adlı eserinde Karaman Eyaleti 7 sancağa ayrılmak-tadır.202
Hazine defterdarı, defter kethüdası ve tımar defterdarı vardır. Paşa sancağı Konya’dır. Diğer sancaklar da
şunlardır:
1-Niğde, 2-Aksaray, 3-Beyşehiri, 4-Kırşehiri, 5- Kayseriyye, 6- Akşehir.
Kâtip Çelebi de bu idari teşkilatı nakletmiştir.203 Konya’nın o vakitki kazaları da şunlardır:
Ereğli, Eskil Maa Akcaşehir, Aladağ, İnsuyu, Bayburt, Pirlganda, Belviran, Hatunsaray, Turgut,
Gaferiyyat, Karış Maa Birendi, Lârende, Mahmutlar, Karaman Lazıkiyyesi ki Yörükler buna Lâdik derler.
Evliya Çelebi’de de aynı teşkilatı okuyoruz.204
201
-Parantez içindeki cümleler satır üstüne yazılmıştır.
202
-Sahife 16 ve 47
203
-Cihannümâ, s.615 ve 618
204
-Evliya ÇelebiSeyahatnâmesi, c.1, s.197
40
KONYA KALELERİ
Selçukîler’e, Karamanoğulları’na baş şehirlik, Osmanlılar’a eyalet ve vilâyet merkezliği yapan Konya
iki kat kale ile sarılmış müstahkem bir şehirdi. Konya düz ve arızasız bir ovadaki bir höyük’ün üstüne kurulduğu
için eski devirlerin Sevkü’l-ceyşi, tabye usulüne pek uygun bir şehir değildi. Şehirlerin mukadderatı kalelerle
müdafaa edilmeye başlandığı devirlerde höyüğün etrafı bir sur ile çevrilmişti. Fakat bu sur Konya’yı bütün
tecavüzlerden koruyacak vasıfları haiz değildi. Eski tabya usulüne göre müdafaaya elverişli yer aradılar. Şehrin
batısındaki Takkeli Dağ (Kevele) bu bakımdan istenilen bütün tabya hususiyetlerini toplayan bir yerdi. Oraya
Kevele Kalesi’ni kurdular. Konya daha ziyade bu kaleden müdafaa edilirdi. Konya’ya hâkim olanlar; höyüğün
etrafını çeviren kale ile karşı koyamayacakları büyük ve kuvvetli tecavüzleri Kevele’de karşılarlardı. Kevele’ye
hâkim olan Konya’ya hâkim sayılırdı. Konya tepesinin etrafını saran kaleyi ilk defa Romalılar’ın yaptırdıklarını,
Bizanslar’ın da bunu kuvvetlendirdiklerini kuvvetli bir ihtimal olarak ileri sürebiliriz. Selçukîler’de bu kaleyi
eski bir mimari tabir ile mahv ve isbat suretiyle tamir tadil, tevsi ve tahkim etmişlerdi.
Evliya Çelebi bir çok yerlerde, bir çok kör düğümleri çözerken bir tılsım gibi kullandığı meşhur Tarihi
Yunvan’dan faydalanarak Konya Kalesi hakkında şu malûmatı veriyor:
“Bunun banisi Yunaniyandan ‘’ﺗﺎرﻳﺦ ﻳﻨﻮانSahibinin kavlince Nişan Veled-i Aleksandra Veled-i
Harkılan’dır. Sonra Hazret-i Ömer’le mukâtebeleri olan meşhur Kayser205 ikinci defa tamir etmiştir.206
Üçüncü banisi dahi Selçukîler’den Sultan Alae’d-din’dir. Çelebimiz biraz aşağıda Eşkali kala-i Konya
başlığı altında da şunları yazar: “569 tarihinde senk-i traşide ile Sultan İzzettin Kılıçarslan İbn-i Mes’ud inşa edip
metanet vererek bâni-i rabi’ olmuştur. Bir Eyvan ve divanhane-i Sultanî yaptırmış idi ki ol asırda Eyvan-ı
Kisra’dan nişan verirdi. Zelzeleden münhedim oldukta Keykubad-ı Selçukî tamir ve termim ederek bir handek-i
azîm inşa etmişti ki umki on bir, arzı elli, kad-i suri otuz zira-i milkîdir.”
Evliya Çelebi Konya Kalesi’nin yapılışı hakkında çok güzel ve başka bir yerde rastlanmayan çok
kıymetli malûmat sıralamıştır. Fakat bîr yerde zühul ettiği anlaşılıyor. Bununla beraber Çelebimiz, Alae’d-din
Keykubad’ın II. Kılıçarslan’ın vefatından 28 sene sonra Selçuk tahtına oturduğunu pek âlâ bildiği için bu hatayı
seyahatnamesini kendi anlayabildiği şekilde yeniden yazan Kilisli Doktor Rifat ile Necip Asim’ın veyahut daha
evvelki bir kopyacının yaptıklarını tahmin ediyorum.207
Konya Selçuk Sarayı’nı II.Kılıçarlan’ın yaptırdığı çini kitabesinden anlaşılıyordu. Rum Selçukîleri’nin
en kuvvetli bir hükümdarı olan Kılıçarlan muhteşem sarayı yaptırırken Selçuk baş şehrinin etrafındaki kaleyi de
(sonraki Ehmedek’i) yenilemiş ve tahkim etmişti. Sarayın bize kadar gelebilen kitabesinin son kısımları kırıldığı
için yapılış tarihini kesin olarak tespit edemiyoruz. Evliya Çelebi, surun bize kadar gelemeyen bir kitabesini
veyahut sarayın inşa tarihini bildiren kitabesini görmüş olacak ki bu kalenin h.569-m.1173 yılında yapıldığını
söylüyor. Saray ve kale bir zelzeleden hasara uğramıştı. I. Alae’d-din Keykubad bunları tamir ettirmişti. III.
Kılıçarlan zamanında da bu kaleye bazı burçlar ve bedenler ilâve edilmişti.
Konya Müzesi’nde 1611 numarada buna ait 600 tarihli bir kitabe vardır. Kitabeye göre Süleyman
Şah’ın oğlu Rükne’d-din Kılıçarlan zamanında Danişmendoğulları’ndan Sipehsalar Serace’d-din Ahmed bu
burcu ve bedeni yaptırmıştı. Seyahatnamedeki zühul düzeltilirse II. Kılıçarlan ‘ın Konya Kalesi’nin üçüncü,
I.Alae’d-din Keykubad’ın da dördüncü banisi olduğu meydana çıkar. I. Alae’d-din Konya’nın dış kalesini h. 618-
m.1221 yılında yaptırdığını biraz aşağıda göreceğiz. İç Kaleyi de o tarihlerde tamir ettirmiş olması çok
muhtemeldir. Kılıçarlan’ın yaptırdığı kale, saray ve türbe zelzeleden o kadar çok harap olmuştu ki I.Keykubad
bunları yeniden yaptırır gibi tamir ettirmişti. Bunun için saraya ‘Saray-i Keykubad’ denilmişti.
Şikâri de bu sarayı daima böyle adlandırmıştır.208 Bu saray kalıntısının bu gün yaşayan adı da ‘Alae’d-
din Köşkü’dür.
Hammer gibi bazı tarihçiler Keykubad’ın bu sarayı tamir ettirmiş olmasına ve yaşayan adına aldanarak
Alae’d-din’in yaptırdığı neticesine varmıştır. Hammer aynen derki: “Büyük Alae’d-din’in Konya’da başlıca
inşaatı kale, vasi bir su hazinesi, şehrin duvarları ve kendisinin türbesidir.”209
Kâtip Çelebi, Cihannüma’sında Konya’yı yazarken der ki:
“Bunun kalesini Sultan I. Kılıçarslan Selçuki taştan yaptı. Dar-ü mülkü ve tahtı idi. Kendi sarayında bir
Eyvan-i azîm bina etti. Ba’dahû suri harabe müşrif oldukta Sultan Alae’d-din Keykubad-ı Selçuki ve ümerası
205
- Hazret-i Ömer m.634’den 644 yılına kadar hilâfet makamında kalmıştır. Bu tarihlerde Bizans İmparatorluğu tahtında
Heraklius oturuyordu. Bu imparator 610’dan 641 tarihine kadar hükümdarlık yapmıştır. Demek ki Konya Surunu bu
hükümdar tamir ettirmiştir.
206
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 3 sahife 19.
207
- Matbu Evliya Çelebi Seyahatnameleri. Evliya Çelebi’nin değil Kilisli Rıfat'la Necip Asım’ındır. Bu iki zat Çelebimizin
seyahatnamesini okumuşlar, anlayabildikleri kadar yeni dile çevirmişler. Eski bir tabir ile asıl eserden mefhum almışlar,
anlayamadıkları birçok yerleri ya atlamışlar ve yahut uydurmuşlardır. Çelebi'mizin üslûbu o kadar akıcı değildir. Keşke
kuru üslubuyla basılsa idi de doğru olsaydı.
208
- İstanbul Fâtih Kütüphanesi numara:15, sahife 36,45.
209
- Osmanlı Tarihi, cilt 3 sahife 95 Hammer kale ile iç kaleyi, Şehrin duvarları ile dış kaleyi kastediyor. II. Kılıçarslan’ın
yaptırdığı türbeyi de izah ettiğimiz sebeplerden dolayı I.Keykubâd'a nispet etmiştir.
41
tecdid edip taş ile kâr-i handekten yaptılar, handeki yirmi zira, irtifa-ı divan otuz ziradır. Ve bu surun on iki
kapısı olup her birinin birer büyük kasır şeklinde kaleleri vardır. Bunda imarat-i âliye bina ettiler”210
Ebubekir Behram-İ Dimeşkî de Kâtip Çelebi’nin membaından istifade ettiği için Konya KALESÎ hakkında o da
şunları söyler:
“Selçuk Sultanlarından Kılıçarslan Konya Kalesî’ni taştan yaptırmış kendi sarayında muazzam bir
eyvan bina ettirmiştir. Sonra bu kale harabeye yüz tutunca Alae’d-din Keykubad ve ümerası yeniden tamir
ettirmişlerdir. Handeğin genişliği yirmi ve kale duvarının yüksekliği otuz arşın, kalenin on iki kapısı olup her
birinin birer kasır şeklinde kuleleri vardır. Konya’da yüksek imaretler bina edilmişti”211
Ebubekir Efendi Bor Kazası’nı anlatırken Konya Kalesi’nin inşa malzemesinin bu kazadaki Kilise
Hlsar’dan getirildiğini şöyle anlatır: “Orada yıkılmış eski bir kale vardır. Adına Kilise Hisar derler. Bu örende
mermer direkler ve büyük taşlardan örülmüş kemerler vardır. I. Alae’d-din Konya Kalesii’ni bina eylediği zaman
taşlarını buradan taşıtmıştır.”
Evliya Çelebi gibi Kâtîp Çelebi ve Ebubekir Efendi’de Konya’nın iki kalesini bir birine karıştırıyorlar.
Bunların yazış tarzlarından Konya’nm hem iç hem de dış surunu II.Kılıçarslan’ın yaptırdığı anlaşılıyor. Halbuki
II. Kılıçarslan yalnız tepenin çevresindeki iç suru yaptı. Dış kale I.Alâe’d-din’in eseridir. Bu hükümdar
dedesinin yaptırdığı suru yalnız tamir etmiştir.
Kilise Hisar; Jüpiter mabedi ile ve inanışı ile meşhur olan eski Tiyan şehridir. İksenefon’a göre bu şehir
Iconium (Konya)’dan dört gün yürüyüş uzaklığında Nlğde’nin üç mil cenubundadır. Charles Texier: “Burada
şehrin surları ile hisarından pek zayıf bir eser kalmıştır. Lahin cesim kıtada kalker taşından yapılmış muazzam
bir kemer hattı dere kenarındaki kavak ağaçlarının üzerinde ufka doğru yükselir.”212 der.
130 Yıl önce Küçük Asya’da bir tetkik gezisi yapan Charles Texier’nin Küçük Asya adıyla Ali Suad
tarafından dilimize çevrilen eserinde de Konya Kaleleri hakkında faydalanabileceğimiz şu malûmat vardır:
“Alae’d-din’in yaptırmış olduğu surlar el’an mükemmelen mahfuzdur. Bunlar her kırk adımda bir yapılmış dört
köşe burçlarla müdafaa olunmuştur. Etrafında handeği de mevcuttur. Her burcun on metre kadar yüzü ve sekiz
metre kalınlığı vardır. Bunda yedi sekiz metre yüksekliğinde beyaz mermerden büyük bir levha görülür. Bunun
üzeri yazı mahkûki ile doludur. Burçlar pek muntazam kesme taşlardan yapılmıştır. Bunlar meyanında daha eski
asardan alınmış birçok taşlar, Bizans yazılarını muhtevi levha parçaları, direk başlıkları ve gövdeleri de vardır.
Selçukîler’in Osmanlılardan farkı, Osmanlılar gibi insan tasvirlerinden ikrah etmemeleridir. Buna binaen eski
mahkûkâttan ellerine ne geçti ise kemali itina ile duvarlar ve surlar üzerinde çerçeveleyerek muhafaza
etmişlerdir. Cenup taraf burçlarından birinde bulunup Avrupalıların hayretini mucip olan lâhid şayan-i dikkattir.
Bunun yüzü kavis şeklinde sekize ayrılmıştır. Mevzuu Aşil’in Siros’a ait hikâyesidir. Şehrin şekli, zaviyeleri
müdevver bir dört köşe arz eder. Cenup veçhesi ‘İç Kale’ isminde küçük bir şato ile müdafaa edilmiştir. Selçuk
Sultanları’nın alâmet-i mahsusası olan ‘doğan kuşu’ resmi büyük kapının üzerine hâkedilmiştir. Şehrin ortasında
vaktiyle Iconium prenslerinin parlak saraylarının bulunduğu bir tepe vardır. Türkler uzun müddet burasını taş
ocağı yaparak kışlalar ve paşa konakları için ne lazımsa buradan aldılar. Tepe tuğladan bir duvar ile ihata
edilmiştir. Kapısı cenup tarafındadır.213
Sağda solda214 yerden yedi sekiz metre yükseklikte büyük bir divanhane vardır. Bunun kavis kemerleri
mermer direklere tutturulmuştur. Girerken görülen enkaz yığınları, hiç şüphesiz kışlalar, matbahlar ve hademe
daireleri idi.
Sol tarafta Kayseri tarzı mimarisi kadiminde yapılmış mahrutî damlı küçük bir kilise binası halen
mevcuttur.215
Eski Iconium’un şeref unvanları şatonun duvarındaki kitabede mezkûrdur.”
Charles Texier Konya Kaleleri’ni ve sarayının ehemmiyetli kısımlarını gözleriyle görmüştür. Eserine
Selçuk sarayının ve teferruatının ayakta kalan kısımlarını gösteren bir resim koymuştur. Bizde aynı resmi
okuyucularımıza veriyoruz. Bu Fransız seyyahı zamanında iç kale Konya’nın bir taşocağı halinde kullanılıyordu.
Mirî ve resmî binalar, büyük konaklar iç kalenin burç ve bantlarından sökülen taşlarla yapılıyordu. Ben sarayın
bir kaç yüz metre ilerisindeki bir evde doğdum, büyüdüm, çocukluğum bu sarayın önlerinde geçti, Sarayın
sağında iç kalenin muntazam kesme taşla yapılmış duvarlarını ve İnce Minare’ye doğru devam eden önündeki
handeği gözlerimle gördüm. Sonra bunların yıktırıldığına da şahit oldum. Tepenin batı şimalinde Akcami’in
Şazbey Ağa Camii’nin tam karşısında kale duvarları yıkılırken tepenin eteğinde toprakların altından muhteşem
210
- Cihannüma sahife 615
211
- Tercüme-i Coğrafya-ı kebir. Nuri Osmaniye Kütüphanesi yazması. Numara 2995 sahife: 315 metin sadeleştirilerek
alınmıştır.
212
- Küçükasya cilt 3 sahife 89.
213
-Bunda ya bir tercüme hatası veyahut müellifin bir zühulü vardır. Doğu tarafında olması lâzımdır.
214
- Burada solda kelimesinin fazla olduğu anlaşılmaktadır.
215
- Küçükasya. Cilt: 3 Sahife: 204, 206. Bu kilise sonradan saat kulesi yapılan Eflâtun Mescidi idi. ‘ آﺘﺎب ﻧﺨﺒﺔ اﻟﺪهﺮ ﻓﻲ ﻋﺠﺎﻳﺐ
’اﻟﺒﺮ واﻟﺒﺤﺮde ve bazı eserlerde Eflâtun’un kabrinin Konya’da olduğu yazılır. Konya’nın batısındaki Ayon Hariton
Manastırı’na da ‘Eflâtun Tekkesi’ denildiğini Hasbuk’un Bektaşilik Teklifleri adlı eserinde görüyoruz. Sahife: 139. Bu zat
Eflâtun Mescidi’nde metfun olduğu söylenen zatın da Konya Piskoposu Anfilo Hibozkiski olduğunu iddia etmektedir.
42
bir hamam çıkmıştı, üstündeki büyük kitabe taşından bunun Roma devrine ait olduğu anlaşılmıştır. Bu taş, ters
tarafından oyulmak suretiyle çeşme havuzu haline getirilmiş ve Şerafettln Camii’nin kuzeyindeki çeşmenin
önüne konulmuştu. Çeşme yıkılırken havuz da yok edilmiştir.
İç Kale duvarının enkazından bir kısmını Alaaddin Tepesi’nin batı kuzeyinde hâlen görmekteyiz.
Kalenin muntazam kesme taşla ve harçla yapılan duvarları çok kalındı, ihtiyar Konyalılar sarayın ve kale
duvarlarının harcında yumurta kullanıldığını söylerlerdi.
Charles Texier’in ve daha başka seyyahların ve tarihçilerin anlattıklarına göre tepeyi saran iç kale dış kaleden
daha evvel yıkılmış ve yok edilmiştir.
H.1180-m.1766 yılında Konya’dan geçen Danimarkalı C. Niebuhr iç kalenin hemen nısfını ve
hükümdarlara mahsus olan harap sarayları görmüştü.216
Charles Texier’den sonra h.1254-m.1838 yılında Osmanlı ordusunda istihdam edilen Prusyalı
Moltke’de Konya’nın surlarından ve başka İslâmî eserlerinden ehemmiyetle bahseder. Bunlardan biraz evvel
1826’da Konya’ya uğrayan seyyah J. de Laborde kitabına iç kale kalıntısı bir kapının resmini koymuştur. Bu
kapı Karatayı Medresesî ile Mlhmandar Mahallesi’ndeki Şehitler Çeşmesi’nin arasındaki bir yere rastlar. Kapı
136 sene evveline kadar ayakta idi. 1826’da J. de Laborde tarafından resmi yapılmıştı, (Voyage de L’aıe
Mineure Parjs 1838) Burasına tol altı denilirdi.
İngiliz gezginlerinden Kinneir’de 1818 yılında yayınlanan eserinde Konya surlarına ehemmiyetli bir yer
ayırmıştır.
Konya’yı tetkik eden Garplı âlimlerden Frederic Sarre, GL Huart ve Löytved iç kalenin ancak bazı
izlerini ve sarayın da ikinci katının kemerlerinin ayakta durduğu halini görebilmişlerdir.
Encyclopedle De L’lslam’a zeyl halinde Konya’yı yazan Profesör Doktor Taechner Konya Sarayı’nı
yaptıran Selçuk hükümdarı hakkında Sarre’nin yanlış teşhisini doğru bulmaya mütemayildir. Sarayı IV.
Kılıçarslan’a yaptırtıyor. Bir daha tekrar edelim saray, iç kale ve türbe II.Kılıçarslan tarafından yaptırılmış,
Alae’d-din tarafından da tamir ettirilmiştir. Sarayın üzerinde görülen natamam kitabe ile Evliya Çelebi’nin halt
edilen ibaresi ve Hamdullahi’l-Müstevfî’nin ifadesi onları yanlış tahminlere götürmüştür.
Türbenin üzerindeki kitabe II.Kılıçarslan tarafından yapıldığını şüphe götürmez bir halde ispat
etmektedir. Kıymetli müdekkik Küstav Mendel yeni mecmuanın 19. sayısında yazdığı bir makalede bizim
vardığımız neticeyi göstermektedir.
Diyor ki: “1221 seney-i milâdiyesinde Keykubad tarafından şehrin etrafına inşa edilen surların hedm
olunmuş olması bizi mimari-i askerînin güzel bir misalinden mahrum etmiştir. İşbu köşkü 1156’dan 1192 seney-
i milâdiyyesine kadar icray-ı hükümet eden II. Kılıçarslan inşa ettirmiştir.”
Sarayın zapt edilebilen kitabesi de üslûp ve tertip itibariyle türbenin kitabesine benzemektedir. Evliya Çelebi’den
daha evvelki me’hazlerde sarayın inşa tarihi bulunmadığına ve çelebimizin kitabeleri tetkik etme itiyadında
bulunduğuna göre kitabesinin dökülen kısmında sarayın h.569-m.1199 tarihinde yapıldığı gösteriliyordu. Bazı
garplı müellifler gibi Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi ve Ebubekir Behram-i Dimeşkî Konya kalesi ve sarayı
hakkındaki malûmatı Hamdullah İbn-i Ebubekir İbn-i Ahmed Nasri Müstevfi-i Kazvinî’nin ‘Nüzhetü’l-gulub’adlı
eserinden217 almışlar ve hepsi de fena bir kıskançlıkla me’hazlerini gizlemişlerdir. Kazvinli Hamdullah İlhaniler
Devri’nde İran’da yetişen tarihçilerin sonuncusudur. Eserlerini Ebu Said Bahadır Han zamanında yazmıştır.
H.750-m.1349 yılında ölen Hamdullah’ın Konya hakkında yazdığı satırları şimdiye kadar düşülen tereddütleri
gidermek ve yapılan yanlışlıkları düzeltmek için aynen aşağıya alıyorum.
‘’ وﻻﻳﺖ وﺳﻠﻄﺎﻧﻲ ﺳﺎﺧﺖ ﺳﻠﻄﺎن.... ﺷﻬﺮ ﺑﺰر آﺴﺖ از آﻮرﻩ218 ﻗﻮﻧﻴﻪ از إﻗﻠﻴﻢ ﭘﻨﺠﻢ اﺳﺖ ﻃﻮﻟﺶ از ﺟﺰاﻳﺮ ﺧﺎﻟﺪات وﻋﺮﺿﺶ از ﺧﻂ اﺳﺘـﻮا
وﺑﺎ روي219 ﻗﻠﻨﺞ ارﺳﻼن در اﻳﻨﺠﺎ ﻗﻠﻌﻪ ﺳﺎﺧﺖ از ﺳﻨﻚ ﺗﺮاﺷﻴﺪﻩ ودر ﺁن ﻗﻠﻌﻪ ﺟﻬﺖ ﻧﺸﻮد ﺧﻮد اﻳﻮاﻧﻲ ﻋﻈﻴﻢ ﺑﺮ ﺁوردﻩ وﭼﻮن ﺧﺮاﺑﻲ ﺑﺤﺎل ﻗﻠﻌﻪ
ﺗﺠﺪﻳﺪ ﻋﻤﺎرت ﺑﺎ روي ﺷﻬﺮ آﺮدﻧﺪ ﺑﺎ روي ﭘﺲ ﺑﻠﻨﺪ از ﺳﻨﻚ ﺗﺮاﺷﻴﺪﻩ واز ﻗﻌﺮ220 ﻗﻮﻧﻴﻪ را ﻳﺎﻓﺖ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ واﻣﺮاي
زﻳﺎدت از دﻩ هﺰار آﺎم اﺳﺖ ودر اﻧﺸﻬﺮ ﻋﻤﺎرت ﻋﺎﻟﻴﻪ221 ﺧﻨﺪق ﺑﺮ اوردﻩ اﺳﺖ ﺑﻴﺴﺖ آﺰ ﻋﻤﻖ ﺧﻨﺪق ﺳﻲ آﺰ ﺑﻠﻨﺪي ﺑﺎ روﺳﺖ دور ﺁن ﺑﺎ رو
ﺳﺎﺣﺘﻪ ودوازدﻩ در وازﻩ دارد ﺑﺮ ﻓﺮاز هﺮ ﻳﻚ آﻮﺷﻜﻲ ﻗﻠﻌﻪ ﺷﻜﻠﺴﺖ وهﻮاﻳﺶ ﻣﻌﺘﺪﻟﺴﺖ وﺁﺑﺶ از ﺁن ﺟﺒﺎل وﺑﺮ ﺁن ﺁب در دروارﻩ ﺟﻬﺔ
ﻏﻠﻪ وﭘﻨﺒﻪ ودﻳﻜﺮ ﺣﺒﻮﺑﺎت ﺑﺴﻴﺎر223 ﺁب آﻨﺒﺪ ﻋﻈﻴﻢ ﺳﺎﺧﺘﻪ اﻧﺪ ﭼﻨﺎﻧﻜﻪ ﺑﺮ ﺑﻴﺮون آﻨﺒﺪ ﺳﻴﺼﺪ وﭼﻨﺪ ﻟﻮﻟﻪء ﺁب ﺟﺎرﺳﻴﺖ ارﺗﻔﺎﻋﺶ222 ()ﻣﻐﺮب
وﺁن225 دارد ﺑﺪ وﻃﺮف ﻳﻜﻲ ﺑﺠﺎﻧﺐ ﺻﺤﺮاوان ا ﻧﻨﻮن ﺧﺮاﺑﺴﺖ ودﻳﻜﺮي ﺑﺠﺎﻧﺐ آﻪ آﻪ در ﭘﺎي ﻗﻠﻌﻪ آﻮﻟﻪ224 وﻧﻴﻜﻮ ﺑﺎ ﺷﺪ ﺑﺎﻏﺴﺘﺎن ﻓﺮاوان
216
- Konya Vilâyeti Salnamesi 1913 yılı, sahife 261.
217
- Nüzhetü’l-Kulub 1311 yılında Bombay’da taş basması halinde pek çok kopya hatası ile tab edilmiştir, İstanbul Nuri
Osmaniye Kütüphanesi’nde 2992- 3036 numaralarda iki yazma nüshası vardır. Biz 2036 numaralı nüsha ile basılanı
karşılaştırdık.
218
- Nuri Osmaniye nüshasında tul ve arz derecelerim gösteren yerler açık bırakılmıştır.
219
- Nuri Osmaniye nüshasında ‘kale’ yerine ‘Konya’ yazılmıştır.
220
- Nuri Osmaniye nüshasında ‘’اﻣﺮايdan sonra ‘’اوvardır.
221
- Nuri Osmaniye nüshasında ‘’دورﻳﺎروش2dir ve ‘ ’زﻳﺎدتyoktur.
222
- Bu kelime Bombay matbuanda ‘ ’ﻣﺴﻄﺮNuri Osmaniye nüshasında ‘’ﻣﻈﻬﺮdır. Doğrusu ‘’ﻣﻐﺮبolacak.
223
- Bombay tabında bu kelime ‘’ارﺗﻔﺎﻏﺶşeklinde yazılmıştır. Doğrusu ‘’ ارﺗﻔﺎﻋﺶdır.
224
- Nuri Osmaniye nüshasında ‘’ﺑﺴﻴﺎرdır.
225
- Bu kelime Bombay tabında ‘’آﻮآﻪNuri Osmaniye nüshasında ’‘ ﻟﻮﻟﻪyazılmıştır. Doğrusu ‘’آﻮﻟﻪdir.
43
ﻣﻌﻤﻮر اﺳﺖ اﻧﻜﻮر وﻣﻴﻮﻩ ﺑﺎﻧﻮاع از او ﺣﺎﺻﻞ ﺷﻮد از ﻣﻴﻮهﺎش زرداﻟﻮ ﺑﻐﺎﻳﺖ ﺷﻴﺮﻳﻦ وﺁﺑﺪار ﻣﻴﺒﺎﺷﺪ وﭼﻮن ﺷﻬﺮ ﺑﺮ ﺳﺮﺣﺪ ﻗﺮﻣﺎﻧﺴﺖ هﻤﻴﺸﻪ از
واز ﻣﺰار اآﺎﺑﺮ ﺗﺮﺑﺖ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ اﻧﺠﺎﺳﺖ226 اﻳﺸﺎن ﺑﺰﺣﻤﺖ ﺑﺎﺷﻨﺪ وﭘﻴﻮﺳﺘﻪ ﺑﺎﺳﻲ دارﻧﺪ227
Kazvinli’nin Konya hakkında yazdığı bu satırlarda bazı istinsah hataları ve nüsha farkları vardır. Biz
bunları göz önünde tutarak dilimize şu şekilde çeviriyoruz:
“Konya beşinci iklimdendir. Cezayir-i Handanından… derece tulde ve istiva hattından… Derece
arzdadır. Sultan Kılıçarslan burada yontma taştan bir kale yaptı. O kalede kendisinin oturması için büyük bir
eyvan da yükseltti. Kale harabe yüz tutmaya başlayınca Selçuk Sultanı Alae’d-din Keykubad ve emirleri şehrin
bârûsını yeniden yaptılar. Yüksek ve alçak barû handeğin dibinden itibaren yontma taştan yapılmıştır. Handeğin
derinliği yirmi, kale duvarlarının yüksekliği otuz gez’dir. Kalenin muhiti on bin adımdan fazladır. Sultan Alae’d-
din Konya’da yüksek mamureler (Binalar) da yaptı. Konya kalesinin; her birinin üstünde kale gibi müstahkem
köşkler bulunan on iki tak kapısı vardır. Konya’nın havası mutedildir. Şehrin suyu batısındaki dağlardan gelir.
Kalenin batı kapısı tarafında (dağdan gelen) suyun üzerine büyük bir kümbet yapılmıştır. Bu kümbetin dışında
üç yüz küsur lüleden su akmaktadır. Konya’nın mahsulü çok iyi cinsten buğday, arpa, pamuk vesaire hububattır.
Şehrin iki tarafında birçok bağlar vardır. Bu bağlardan bir kısmı ova tarafında bir kısmı da dağ tarafında Kevele
Kalesi’nin eteğindedir. Ova tarafındaki bağlar şimdi haraptır. Dağ tarafındakiler mamurdur. Burada üzüm ve her
çeşit meyve yetişir. Meyvelerinden zerdali çok tatlı ve suludur. Şehir Karaman sınırı üzerinde olduğu için daima
Karamanlılardan zahmet çekmektedir ve daima tetiktedirler. Uluların mezarlarından Mevlâna Celâleddin’in
Türbesi buradadır.”
II.Kılıçarslan ve l.Alae’d-din Keykubad Rum Selçuk sultanlarının en kuvvetlileridirler. Kazvinli; Sultan
Kılıçarslan’la II. Kılıçarslan’ı, Alae’d-din ile de I.Alae’d-din Keykubad’ı kastetmiştir. Şehrin dış surlarının
l.Alae’d-din tarafından yapıldığı hakkında birçok tarihî naslar ve kitabeler olduğu için kaleleri ve sarayı bu
devletin zayıf ve çöküntü devri hükümdarlarından IV.Kılıçarslan’la III Alae’d-din Keykubad’a nispet etmek
doğru değildir. 1910 yılında yayınlanan Encyclopaedla Brîttannıca’da Sir William Ramsay Iconium maddesini
yazarken Konya surlarının takriben iki mil muhitinde olduğunu söyler. Fakat bu surların kimin tarafından
yapıldığını yazmaz. Ernest Mambori Konya kalesini yazarken derki: “Yüz yıl kadar önce Charles Texier ve Fon
Moltke daha sonra Hamilton ve L. de Laborde Konya’ya uğradılar I.Alae’d-din Keykubad tarafından 1221
yılında yaptırılmış ve 108 kule ile teçhiz edilmiş kuvvetli surları gördüler.”
Bu alim iç kale hakkında tereddütlü ve kaçamaklı bir ifade kullanır. Köşkün IV.Kılıçarslan tarafından
yapıldığı hakkındaki Sarre’nin yanlış teşhisini kendisine mal eder.228
Konya’yı tetkik eden yeni tarihçiler iç kale hakkında çok mütereddit davranıyorlar. Abdülkadir Erdoğan
6 Şubat 1330 tarih ve 282 numaralı Babalık Gazetesi’nde ‘Konya Suru’ başlıklı yazısında İç Kale ve Zindankale
hakkında şunları söyler: “Alâeddîn Tepesi’nin etrafında da ‘ayrıca bir sur bulunduğuna dair bazı rivayetler
mevcut ise de gerek bunun ve gerekse arz etmiş olduğum Zindankale’nin kimler tarafından yapıldığını müş’ir
vesaik mevkuttur.”
1330 Malî yılında kısmen basılan ve yayınlanmayan Konya Vilâyeti Salnamesi’nde eski müzeler
müdürü Halil Etem’in Konya Surları hakkında yazdığı bir makalede İç Kale hakkında kısaca şöyle
denilmektedir:
“Eski ve yeni seyyahların kâffesi âsar-i bakiyesine nazaran Selçukî saraylarını muhtevi bulunan
Alâeddin Tepesi’nin etrafında dahi ayrıca bir surun bulunmuş olduğuna hükmediyorlar.”
Konya’nın bir İç Kalesi bulunduğu söz götürmez bir hakikattir. Bu kale Evliya Çelebi zamanında
tamamen ayakta idi. Çelebi’miz Konya camilerini sayarken Sultan Alâe’d-dln Camii hakkında derki:
“Camilerin en kadimi Sultan Alâe’d-din-i evvel camidir ki dillerle tabir ve kalemlerle tavsif
olunamayacak derecede musanna bir camidir. Lâkin İç Kale’de olmakla cemaatten azade kalmıştır. Bu İç Kale
mürtefi yerde vaki olup mükellef ve mükemmel cephanesi ve topları vardır. Bu kalenin şark ve şimal tarafları
sahra ile bir gölceğizdir. Konya’dan geçen bütün pınarlar bu göle munsap olur.”229
Çelebi’miz Konya Kalesi’nin eşkâlini anlatırken de: “İç Kalesi’nin cirmi malûm değildir”der. Konya
Müzesi’nde bulunan 971 tarihli bir şer’î sicil defterinde ve İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde bulunan ve Konya.
mahallelerini tespit eden Kanunî devrine ait bir il yazıcı defterinde Alâeddin Tepesi’nin etrafındaki surun
içindeki mahalleye ‘İç Kale Mahallesi’ denilmektedir. O tarihte bu mahallede muhtelif vergi ile mükellef 87
nüfus vardı.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan h.881-m.1476 ve h.906-m.1500 tarihli iki Konya İl Yazıcı
Defteri’nde Alâeddin Camii’nin gelirleri yazılırken İç Kale’de üç dükkân bulunduğu kaydedilmektedir. Aynı
arşivde bulunan 584 numaralı ve h.992-m.1584 tarihli III. Murad devrine ait Konya evkafını tespit eden defterde
sonradan Gaz deposu ve Saat Kulesi yapılan Eflâtun Mescidî ‘Vakf-ı mescid-i Eflâtun der İç Kale’ şeklinde
gösterilmiştir.
226
- Matbu nüshada bu kelime yoktur.
227
- Nuri Osmaniye nüshasında bu cümle ‘ ’ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺟﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻬﺎ وﻟﺪ ﺁﻧﺠﺎﺳﺖdır.
228
-Friderich Sarre Konya’ya 68 sene evvel gelmişti.
229
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 3 sahife 19
44
Vakfiyelerde, il yazıcı defterlerinde, tarih kitaplarında ve arşiv vesikalarında İç Kale’ye
‘’اﺣﻤﺪكdenilmektedir. Bunu biz ‘Ehmedek’ okuyoruz.
Bunun ‘Bennak, Kapcur’ gibi Moğolca bir kelime olduğunu tahmin ediyoruz.. Pave Dökortey ‘ اﻟﻠﻐﺎت
’اﻟﻨﻮاﺋﻴﺔ واﻹﺳﺘﺸﻬﺎدات اﻟﭽﻐﺘﺎﺋﻴﻪadlı Türkçe ve Fransızca lügatinde ‘’اﭼﻤﺪكkelimesini gösterip bunu müstahkem bir
beldenin içindeki hisar yani İç Kale olmak üzere izah etmişse de230biz şimdiye kadar hiç bir yerde
‘’اﭼﻤﺪكşeklinde bir kelimeye rastlamadık. Fakat sayılamayacak kadar çok ‘’اﺣﻤﺪكgördük.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan ve II.Bayezid adına Karaman İli evkafını ve malikânelerini
tespit eden h.906-m.1496 tarihli bir il yazıcı defterinde Lala Ruzbe Hânıkah’ı anlatılırken ‘Vakf-ı Hânikah-i Lala
Ruzbe İbn-i Abdullah Lalayi Sultan Alae’d-din der batm-i Ehmedek-i Konya’231 denilmektedir. Bu hânikahın
(Ehmedek batnında) içinde evkafı da bulunduğu gösterilmektedir.
Fatih Sultan Mehmed adına yazılan h.881-m.1446 tarihli Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde de Konya Îç
Kalesi, Ehmedek şeklinde gösterilmiştir. Yine bu defterde Kayseriye’nin iç kalesindeki mescid şöyle tespit
edilmiştir: ‘Vakf-ı mescid-i Ehmedek-i kaley-i Kayseriye.232
İç Kale’nin kaç kapısı bulunduğu ve bu kapıların nasıl adlandırıldığı hakkında elimize henüz katiyet
ifade eden bir vesika geçmedi. Evliya Çelebi’de bunun muhitini tespit etmemiş. Cirminin malûm olmadığım
bilhassa-söylemiştir. Frederick Sarre, Konia Seldchukîsche Denkmaler adlı eserinin 28-86. sahifesine İç
Kale’nin bir plânını koymuştur. Bu plânda kalenin kırk iki burcunu saydım. Yine bu plânda yıkılan kale
divallarından cenub ve doğaya altı kapı, daha doğrusu altı yol açıldığı görülmektedir.
İbn-i Bibi; I.Sultan Gıyase’d-din Keyhüsrev tahtını II.Rükne’d-din Süleyman Şah’a terk ettiğini
anlatırken der ki: “Sultan Gıyase’d-din Konya kapısından dışarı çıkarken Rükne’d-din memleketin erkân ve
eşrafı tarafından karşılanmıştı.233”
İç Kale’nin muhtelif zamanlarda yıktırıldığı ve tekrar yapıldığı anlaşılmaktadır. Baycu Noyan, IV.
Rükne’d-din Kılıçarslan’ı Konya’mn batısındaki Kızıl Viran’daki ordugâhına çağırmıştı. Sultanın burada
oturması çok uzun sürmüştü. Kışın soğuk günleri çatmıştı. Baycu’nun geri dönmesi zamanı yaklaşmıştı. Sultanı
Konya surlarını iç ve dış burçlarını yıktırmaya mecbur tuttu. Yalnız eski sultanların türbelerinin bulunduğu iç
kaleyi af etti. Geri kalan surları tahrip etti. Sonra Sultanın Konya’ya dönmesine müsaade etti. Kendisi Muğan
tarafına döndü.234
Cimri ve askerleri Konya’mn dış kalesinin yakılan At Pazarı ve Çaşnigir kapılarından şehre girmişlerdi, îleri
gelenlere Cimri’nin sultanlığı zorla kabul ve yemin ettirilmişti. İç Kale halkı buna iştirak etmemişlerdi. İbn-i Bibi
derki: “Cimri taraftarı Konyalılar bu cülusu kutlamak için sultanlar türbesinden Alae’d-din’in Çetri235 ile
sancağının getirilmesini iltimas ettiler. Kale ahalisi onların tarafını tutmamış ise de bu teklifi kabul etmişlerdi.”
236
230
- Kayseriye Şehri. Mukaddime, sahife D not : 1.
231
- Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi defter numarası 256 sahife 36 Ruzbe Hankahı ve Sungur Hamamı İç Kale’nin içinde idi.
232
- Biz bu kitabımızı yazdıktan sonra Alanya’ya gittik. Alanyalıların iç kaleye ‘Ehmedek’ dediklerini tespit ettik. Bu hususta
Alanya adlı kitabımızın 189. sahifesinde geniş malûmat vardır.
233
- İbn Bibi Tercemesi sahife 35. Bu feragat h. 593-m.1196 yılında olmuştu. O vakit Konya’nın dış surları henüz
yapılmamıştı.
234
- İbn Bibi Tercümesi, sahife 260. Bu hadise h.654-m.1256 yılında geçmiştir. Eflaki de h.653-m. 1255 yılı gösterilmiştir.
Hayrullah Efendi Tarihi cilt:1, sahife:37 geniş malumat vardır.
235
- Çetr hakkında İstanbul Sarayları adlı kitabımızın 67-69 sahifelerinde geniş malûmat vardır.
236
- Anadolu Selçukî Devletleri Tarihi, sahife 293.
237
- Nigâristan. İstanbul Fâtih Ali Emiri Kütüphanesi No. F. 556 sahife 23.
45
müdafaasını sağlayacak yollarda harcanılacaktı. Bu verginin plânını ve tatbik şeklini kafasında hazırladı.
Hükümdarlığının 2. yılında bunu tatbike başladı. Devlet ve yurt ululan arasında bir hamiyet müsabakası açtı.
Konya’yı, Sivas ve adını verdiği Alâiyye’yi kuvvetli ve sağlam kalelerle süsledi. Paris yazması Selçukname
hamiyet müsabakası şeklinde ödenen varlık vergisini çok iyi kavramış ve bize anlatmıştır. Orada deniliyor ki:
“Sultan Alae’d-din 615 yılı zilhiccesinin 19’unda dedelerinin tahtına oturdu.”238Seyfü’d-din Çaşnigir ve Zeyne’d-
din Basara büyük emîr idiler. Sultam kıskandılar. Daima fırsat aradılar. Sultan bunu sezerek onları ortadan
kaldırmak için bahane aradı ve bana bir şehir yapınız dedi. Onlar da buna ister istemez boyun eğdiler. 140 emîr
bu vazifeyi üzerlerine aldılar. Ve 140 burç yaptılar, bu suretle 618 senesinde Konya şehri tamam oldu ve
emirlere Konya bârularının sayısınca burç çekilmesini emretti, öyle bir takım saraylar ve köşkler yaptılar ki tarif
kabul etmez. Bu inşaat dolayısıyla emirlerin geri kalan malları da burada sarf edildi. Şehir tamamlanınca adına
Alâiyye dediler.”239
Selçukname bize 140 emîrin Konya ‘ya birer burç yaptıklarını öğretiyor. Burçlardan 4’ü de hükümdar
adına hazine tarafından yapıldığı bilindiğine göre Konya dış kalesi burçlarının sayısı 144 gibi kabul edilebilir.
İbn Bibî Selçukname’sinde ‘Konya ve Sivas kalelerinin devlet büyükleri tarafından 618 yılında inşası’ başlığı
altındaki bent Konya Kalesi’nin inşası hakkında bizi adam akıllı aydınlatacağı için aynen aşağıya alıyoruz:
“Lâcivert renkli gökte şark güneşinin lâtif çehresinin parladığı bir günde Sultan Alae’d-din Keykubad
memleket ve saray erkânı ile birlikte Konya’nın kır ve bahçelerini gezmeye çıktı. Ansızın şehre doğru baktı,
insan dolu, eni boyu bir günlük yol olan bu şehrin her tarafı meyve ağaçları ile bezenmişti. Lâkin sur ve kale
tezyinatından mahrum görünüyordu. Alae’d-din devlet büyüklerine, böyle yeni gelin gibi güzel ve ünlü bir şehri
burç ve bâru ziynetlerinden mahrum bırakmak hata olurdu. Gerçi bizim kuvvet ve kudretimizden bütün dünya
bir sur halindedir. Fakat tedbirli insanlar için her vakit tehlikeden sakınmak lâzımdır. Çünkü zaman daima bir hâl
üzere kalmaz. Zaman; hadiseler doğurucu ve sema; vakalar göstericidir. Dedi ve ilâve etti: Bizim reyimize göre
bu şehrin çevresine ve Sîvas’a öyle bir sur çekilmelidir ki iki yüzlü dehrin felâket sadmeleri ona tesir etmesin,
devirlerin kin ve husumet korkusu ondan uzak kalsın.”
Mütehassıs mimar ve ressamlar çağrıldı. Sultan atına binerek beylerle beraber Konya’nın etrafında dolaştı. Burç
ve bedenlerle kale kapılarının yerleri tayin edildi ve resimleri yaptırıldı. Dört kapıdan bir kaç tanesile240 burç ve
bedenlerinin hazineden yaptırılması, geri kalan kısımlarının da memleket büyükleri arasında kudretleri
nispetinde taksim olunarak acele ikmal ettirilmesi ve fırsatın ganimet sayılması lüzumu tayiplere emredildi. Bu
mealde bir ferman de Sîvas’da. Emîr-i meclise gönderildi… Konya ve Sivas’da derhal surların temellerine
başlandı. Geceli gündüzlü gayret sarfı ile birbirleriyle müsabaka edercesine temellerin tahkimine, bedenlerin
yükseltilmesine, burçların inşasına çalışıldı, işler bittikten sonra sultana haber verildi.
Alae’d-din atına binip hendeklerin etrafını dolaştı. Surları tetkik ve tefriş ile hepsini beğendi. Ümeradan
her birisinin kendi isimlerini birer taş üzerine alnınla nakşettirmelerini ve bu suretle mesaileriyle nam ve
nişanlarının uzun seneler payidar kalmasını tensip buyurdu. Kalelerin inşaatı işi sona erince sultan meclis kurdu
ve işret etti.241
Yazıcı Zade Ali’nin Selçuknamesi’nde Houtsma’nın bastığı Tarîh-i Âli Selçuk’da Konya Suru hakkında
daha canlı tavsifler ve daha geniş malûmat vardır. Bu eserde Sultan Alae’d-din’in baş şehirde bir surun
yapılmasını kararlaştırdıktan sonra aldığı tedbir ve çağırdığı fen ve ilim adamları şöyle sıralanıyor: “Sultan
buyurdu: Divânın çabuk dest muhasipleri ve mühendisleri ve bennaları ve Şıhne-i imaret ve üstad mimarlar ve
hâzik ressamlar hazır oldular ve Sultan atlandı ve beyler ve ulular ve Serverler ve mimarlar şehrin çevreyanın
devretti ve buyurdu. Burçlar ve bedenler mevaziini muayyen ettiler ve kapıları resmedip saltanat hazretine arz
ettiler. Sultan im’an-i tamam ve fikr-i endişe birle mütalaa kıldı ve ıslah ve tağyir buyurdu. Çün kapılar ve
bürûç ve ebdan adadı muayyen oldu ve arşın hesabı ile tul ve arzı ölçüldü. Çabuk dest muhasipler ve yazıcılar ki
hesapla çoklukta denizi hesap ederlerdi ve azlıkta nakîr-ü kıtmirden ve zerreyi habbet-i şair’den temyiz ederlerdi.
Yapılmadan arşın hesabı ile darp ve kısmet ettiler fi’l-cümle ne harç olacağını bilip şaha arz ettiler, bennalar ve
şıhney-i imaret ve Küttab mültezim olup boyunlarına aldılar ki rüzgârla say edip itmamına eriştireler.”242
Bu Selçukname’de İbn Bibî’de görülmeyen şu mühim satırlar vardır. “İctihad-ı beliğ kıldılar. İhkâm-i kavaid ve
İlâ-yı ebdan ve teşyid-i buruc edip ak mermerle envay-i tesavir ve temasil birle tezyin ve tevşih kıldılar ve ayât-i
Kur’an ve meşahir-i ehadis-i nebevi ve emsal ve hikmet sözleri ve şehname ebyatından yazıp mermer üzerinde
kazdılar.”
238
- Sultan İzze’d-din Keykâvus 4 Şevval 616 da ölmüş olduğu için I. Keykubad da bu sene tahta oturmuştu, İbn Bibî’nin 617
Şevvalinin 4 günü ölmüş gibi göstermesi doğru değildir. Çünkü Alae’d-din’in 616 yılında basılmış paraları vardır.
239
- Bu hususta 26 Ağustos 1944 tarihinde Babalık Gazetesi’nde bir yazımız çıkmıştır.
240
- Bu tercümede bir yanlışlık vardır. Yazıcızade bunu şöyle anlatır: “Ve Sultan buyurdu ki: hassa maldan şehrin dört kapısı
ve bir kaç muteber burcun imaret ederler.” İbn Bibî’nîn Farsça nüshasında deniliyor ki: ‘ ﻣﺜﺎل داد ﺗﺎ از ﺧﺎﺻﻪ ﭼﻬﺎر دروازﻩ ﭼﻨﺪ ﺑﺮج
’وﺑﺪن ﻋﻤﺎرﺳﺖ آﻨﻨﺪ وﺑﺎﻗﻲ را ﺑﺮ اﻣﺮاء ﻣﻤﺎﻟﻚ ﻋﻠﻰ ﺣﺪﻩ ﻗﺴﻤﺖ ﻓﺮﻣﻮدﻩSahife 105. Houstma tabı Konya Kalesi’nin kapısı 4 değil 12’dir.
Hükümdar bunlardan yalnız dördünün hazine tarafından yaptırılmasını emretmişti.
241
- İbn Bibi Tercemesi, sahife 100
242
-253 ve 258. Bu satırlar muazzam âbidelerin nasıl hazırlandığını ve hükümdarın plânlar üzerinde tadil ve tashih yapacak
kudrette bulunduğunu göstermesi bakımından fevkalâde mühimdir.
46
Mirati’l-Kâinat’da Konya Kalesi hakkında şunları okuyoruz: “Tahtıgâhı olan Konya’nın dahi kalesi
olmamağın etrafına bir kaç kat âlî tabakat-ı hisar-ı üstüvar bina etmiştir ki kemal-i metanet ve nakş-i nigâr ile
yadigâr-i rüzgârdır.”243
Selçuknameler ve aşağıda tetkik edeceğimiz kitabeler Konya’nın dış surlarının h.618-m.1221 yılında I.
Alae’d-din Keykubad tarafından yeniden temel atılmak suretiyle tamamlandığını gösteriyor.244 Eski
kaynaklardan Kazvinli Hamdullah’ın da Nüzhetü’l-Kulub’ünde bunu kastettiği anlaşılıyor. Hamdullah Müstevfî,
Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Ebubekir Efendi ve daha sonraki müellif ve mütercimler dış kalenin on iki kapısı
bulunduğunda söz birliği yapıyorlar. Kapılar birer tak halindedir. Ve hepsinin üstünde de müstahkem köşkler
vardır. Çelebimiz bu sur hakkında şu-malûmatı verir:
“Taşra katındaki hisar-ı üstüvarı divan dâiren mâdâr on bin germe adımdır... Bu kale zaman-ı Selçukî’de
on iki kapılı idiyse de Osmanlılar eline geçtikte dördü bırakılıp diğerleri seddedilmiştir. Cümle çar köşesi riham-
ı beyaz ile günâgün hendese furuşâne Zıhlarla müzeyyen musanna bir kaledir. En sonra Sultan Alae’d-din
Keykubad İbn Giyase’d-din müceddeden bina etmiştir.”
Çelebimiz son cümlesindeki ‘en sonra’ kaydını kendisine mehaz yaptığı Nüzhetü’l-Kulub’ün biraz
ibhamlı görünen ifadesinden almıştır. Yoksa dış kale lKeykubad’ın eseridir. Daha evvel Konya’nın bir dış kalesi
yoktu.
Ernest Mambon ‘Konya şehrinin aslı aranırken’ başlıklı bir yazısında h.585-m.1189’da üçüncü haçlılar
seferinde Frederic Barbarosse “Konya şehrini zapt etmiş, fakat iç kalenin önünde yenilmişti. Çünkü bu iç kale
tahkim edilmiş bir halde idi”245 Diyor. Bu tarihte şehrin dış kalesi olmadığı için bu mütalaada bir zühul
bulunduğunu kabul etmek zaruridir.
Dış kalenin muhiti on bin adımdır. Duvarlarının yüksekliği otuz, handeğin derinliği yirmi gezdir.
Burçlarının sayısı Paris Yazması Selçukname’ye göre yüz kırk dört kadardır. Charles Texier’ye nispet edilen ve
Türkçe tercümesinde bulunmayan bir kayda göre de 108’dir.
Küçük Asya’ya göre surun her kırk adımda bir dört köşe burcu, önünde handeği vardır. Burçların yüzleri on,
kalınlıkları sekiz metre kadardır. Surun yedi sekiz metre kadar yüksekliğindeki yüzleri mermer levhalarla
kaplanmıştır. Bu levhalara muhtelif dillerde bir çok kitabelerin kazılmış olduğu görülüyordu. Burçlar muntazam
kesme taşlarla yapılmıştır. Dış kale zaviyeleri müdevver bir dört köşe arz ederdi.
Kale duvarları, burçlar, tak kapılarının üstleri muhtelif devirlere ait Lâtince, Yunanca, Arapça
kitabelerle, heykellerle, insan, hayvan, esatiri Tanrı ve hayvan kabartmalarıyla süslü idi. Eski devir saraylarının,
mabetlerinin sütunları, sütun başlıkları, sütun kaideleri, kitabeleri, kıymetli inşa malzemeleri kalenin
duvarlarında ve burçlarında kullanılmıştı. Kitabeler arasında belki de Frîcyalılar’ın Büstrafedan denilen ve
henüz anahtarı bulunmayan yazıları da vardı. Türk mimarları ve hükümdarları kıymet taşıyan tarih yadigârı sanat
eserlerinin hepsine saygı gösterdikleri için bunları kalede kullanmışlardı. Konya Kalesi zengin bir sanat müzesi
idi. Yüz kırk emir ve zengin yaptıracakları burçları ve bedenleri süslemek için iyi ve nefis sanat eserleri
aramakta birbirleriyle yarışa girmişlerdi. Binlerce nakil vasıtası Selçuklular yurdunun sınırları içindeki eski devir
abidelerinden ve harabelerinden Konya’ya sanat eseri ve yapı malzemesi taşıyordu. Bu hususta hiç bir masraftan
kaçınılmıyordu. Ta Niğde civarındaki Kilîse Hisar’dan Hatunsaray’daki Soldra şehrinden, Hatunsaray Kavağı
civarındaki Dinorna’dan ve daha bir çok yerlerden sanat eseri ve yapı malzemesi getiriyordu. Eğer bu kale
yirminci asra kadar gelseydi, dünyanın en zengin bir müzesi olurdu. Tarih kitapları ve arşiv vesikaları o devrin
devlet ve millet ulularının bir kaç düzinesini bile adlandırmazlar. Eğer kale yıkılmasaydı burçlarındaki
kitabelerden yüz kırk Selçuk emîrinin ve büyüğünün adlarını ve vasıflarını öğrenmek mümkün olacaktı. Alâiye
Kalesi’de böyle idi.246
Charles Texier kalenin cenup burçlarından birisinin üstünde Aşil’in Siros’a ait hikâyesini canlandıran
kabartma levhalar bulunan bir lahdi Avrupalıların dikkatini çektiği için bilhassa belirtiyordu.247
Şeyh Şemsü’d-din Ebi Abdullah Muhammed İbn Ebi Talib EI-Ensarî Yüssofi’y-ud Dimeşkî248 ‘’ آﺘﺎب ﻧﺨﺒﺔ
اﻟﺪهﺮ ﻓﻲ ﻋﺠﺎﻳﺐ اﻟﺒﺮ واﻟﺒﺤﺮadlı mühim eserinde Konya hakkında söylediği şu sözler bilhassa ehemmiyetlidir: ‘ اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ
ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﻬﺎ ﻗﺒﺮ اﻓﻼﻃﻮن اﻟﺤﻜﻴﻢ ﺑﺎﻟﻜﻨﻴﺴﺔ اﻟﺘﻲ اﻟﻰ ﺟﺎﻧﺐ اﻟﺠﺎﻣﻊ وﺑﻬﺎ ﺳﺮﻳﺮ ﻣﻦ اﻟﺮﺧﺎم اﻻﺑﻴﺾ ﻋﻠﻴﻪ ﺻﻮرة رﺟﻞ واﻣﺮأة ﺗﻨﺎم ﺗﺤﺖ إزار واﻟﺠﻤﻴﻊ
249
’ﻣﺴﺘﺨﺮج ﻣﻦ ﺟﺴﻢ اﻟﺮﺧﺎم وﺑﻬﺎ دار اﻟﻤﻠﻚ وﻣﻘﺮ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﺮومKitabının adından da anlaşılacağı gibi Şeyh Şemse’d-din
243
- Cilt 2 sahife 193
244
- Alanya (Alâiyye) adlı kitabımızın 66 ve 142 inci sahifelerinde Konya, Alâiyye ve Sivas kalelerinin inşaları hakkında daha
geniş malûmat vardır.
245
- Konya Mecmuası sayı 51 sahife 10.
246
- Alâiyye Kalesi hakkında Alanya adlı 1946 da basılan kitabımızda kandırıcı malûmat vardır.
247
- Sahib Ata’nın Lârende Mescidi’nin minare kaidelerinde de gayrî İslâmî devirlere ait iki kıymetli lâhid vardır.
248
- Keşfü’z-zünûn. İstanbul tabı. cilt 2 sahife 590’da bu kitabı ve müellifini kaydeder, fakat telif ve müellifinin vefat
tarihlerini göstermez. Eser 1865’de Petresburg da İmparatorluk akademisi matbaasında 795’de yazılan bir nüshasından
basılmıştır.
249
Sahife 28 Bu ibare dilimize şöyle çevrilir: ‘Konya’da camiin yanındaki kilisede Eflâtun-ı hakimin kabri vardır. Bu şehirde
beyaz mermerden yapılmış bir taht da vardır. Bu tahtın üstünde bir erkek ve bir izar altında uyuyan bir kadın sureti
47
bilhassa karaların ve denizlerin acibelerini, enteresan eserlerini toplamıştır. Som ak mermerden yapılan bu tahtın
şöhreti o vakit ki dünyayı sarmış olacak ki devrinin acayip nesneleri arasında yer almıştır. Kitabın başka bir
yazmasında bu taşın Konya’da Kamerü’d-dîn bağında bulunduğunu söylüyor. Bu Kamerü’d-dîn’in; adını
Konya’nın meşhur kayısısına veren zat olduğunu tahmin ediyoruz. Anadolu Selçukluları’nın hâkim oldukları
topraklardaki sanat eserleri öteden beri dünya coğrafyacılarının dikkat nazarlarını çekiyordu. Kazvinli Zekeriya
İbn Muhammed İbn Mahmud Kitab-ı Âsarı’l-Bîlâd ve Ahbari’l-ibâd adlı eserinin 356. sahifesinde ‘El-Rum’
maddesinde malûmat verirken bilhassa şunları tebarüz ettirir:
Rum geniş bir ülkedir. Burası dünyanın en temiz en nezih ve acayip ve garayibi ( Sanat eserleri ) en çok
olan bir köşesidir. Bunlar öldükten sonra tasvirlerini saklarlar. Bunların tasvirdeki kudretleri fevkalâdedir.
Bunlar ağlayan ve gülen insanların resimlerini yaparlar, öyle ki simalarındaki hüznü ve sevinci okumak
mümkündür. Bunlardan bir ressam bir gece hiç bilmediği bir şehre girmiş ve bir aileye misafir olmuştu, ev sahibi
onu sarhoş ettikten sonra parasını ve yanında bulunan kıymetli eşyasını almış, sızmış bir halde iken onu hiç
tanımadığı bir yere götürüp bırakmıştı. Ressam ayıklığı zaman soyulduğunu ve tanımadığı, adını bile duymadığı
bir yerde bulunduğunu anlamış ve hemen o yerin valisine başvurmuş ve şikâyet etmiştir.
Vali ile aralarında şu konuşma geçmişti:
—İndiğin şehrin adını biliyor musun?
—Hayır.
—Misafir olduğun adamın ismini biliyor musun?
—Hayır...
—O halde ne yapalım! Soyguncuyu nasıl bulalım?
Şikâyetçi:
—Ben güzel resim yaparım. Demiş ve kalemini çıkararak misafir olduğu evin sahibinin güzel bir
resmini yapmış ve valiye uzatarak
—İşte bu adam, demiştir,
Vali resmi teşhir etmiş, onu tanıyanlar valiye haber vermişler adam yakalanmış, yüzleştirme yapılınca hırsız
olduğu anlaşılmış ve çaldığı şeyler geri alınmıştır.250
Konya’nın dış kale duvarının geçtiği yerleri bugün şöyle tespit edebiliriz:
Eski Guraba Hastanesi’nin bulunduğu yerden, umumî evlerin arkasından Zîndankale’ye, oradan
Sadre’d-din-i Konevi’nin doğusundaki Kapı Çeşmesi’ne gelir. Lisenin bulunduğu yerden doğuya kıvrılarak
Söylemez Konağı’nın önünden, Lârende Kapısı’ndaki Sahîb Ata Külliyesi’nin kuzeyinden geçer. Ve Ağaç
Pazarı’na uzanırdı. Buradan kuzeye kıvrılarak ve Kapı Camii’ni dışarıda bıraktıktan sonra Akif Paşa Mektebi ve
Esat Efendi Hanı arkalarından Debbağhane’ye ulaşırdı. Buradan da İsmet Paşa İlkokulu’nun önündeki şosenin
solundan batıya doğru devam ederek Hapîshane’nin güneyindeki eski Gazaros’un bahçesi İmam Hatip
Okulu’ndan geçer ve Guraba Hastahanesi’nin arkasında devrini tamamlardı.
125 Yıl kadar evvel Konya’nın dış kalesi tamamen ayakta idi. Charles Texier 129 yıl evvel bu kaleyi
‘Alae’d-din’in yaptırmış olduğu surlar elan ve mükemmelen mahfuzdur.’ Şeklinde anlatmıştır.
85 Sene evvel de kalenin mühim kısımları duruyordu. H.1286-m.1869 yılında doğan Konya eşrafından
İskender Ağa bana Konya Kaleleri hakkındaki müşahedelerini ve bilgilerini şöyle anlattı:
-60 Sene evvel Konya Kalesi’nin duvarlarından mühim bir kısmı yıkılmamıştı. Ben kale kapılarından
üçünü bilirim, birisi iç kalenin kapısı idi. Karatayı Medresesi ile Mîhmandar Mahallesi’ndeki Şehitler
Çeşmesi’nin arasında ve Alâe’d-din Köşkü’nün önünde idi. Bu kapının üstünde kümbetimsi bir şey vardı.251
Dış kalenin iki kapısından birisi Lârende’de Sahip Ata Camii’nin karşısındaki sokağın ağzında, birisi de
Şeyhevi civarında İmam Bagavî Türbesi’nin ve Kapı Çeşmesi’nin karşısında idi.
Kalenin ağaç pazarı ve At pazarı kapılarının açıldığı yerler eskiden mezarlık imiş. At Pazarı Kapısı’nın
dışına çingeneler iskân edilmişti. 19 sene evvel Hacı Kaymak’ın dükkânının temelleri açılırken burada 3
Müslüman mezarı çıktı. Hükümet Konağı kale duvarlarından sökülen taşlarla yapılmıştı.
Konya’nın dış surlarından Larende Kapısı’nın solunda, Sahip Ata Camii’nden Müze’ye giden yolun
solunda bazı parçalar kalmıştır. Bu parçaların da yüzlerindeki mermer levhalar ve yontma taşlar soyulmuştur.
Kale burada handeğini kısmen muhafaza etmiştir. Ağaç pazarında marangoz Şükrü Tozun dükkânının arkasında
yüzleri yolunmuş, yalınız içinin enkazı kalmış kale duvarları görülür. Sahip Ata Camii’nin karşısındaki eski
Yusuf Şar’ın mağazalarının yerlerinde, hapishane caddesinde Çorapçı Emin Ağa’nın evinin içinde, umumî
evlerin önlerinde yakın zamanlara kadar kale izleri vardı. Esad Efendi’nin ve Hacı Musalar’ın evleri; yerlerinden
sökülen kale enkazı ile yapılmıştır.
Konya Anadolu Selçuklular’ı yıkıldıktan ve baş şehir olmaktan çıktıktan sonra yavaş, yavaş nüfusunu, eski
debdebe ve ihtişamını kaybetmiştir. Osmanlılar’a geçtikten sonra Karaman İlî geniş sınırları Osmanlı yurdunun
ilk payitahtı olan Bursa’ya, üçüncü payitahtı olan İstanbul’a ve Rumeli topraklarının bir çok yerlerine insan
bulunmaktadır. Bunların hepsi yekpare mermer oyulmak suretiyle meydana çıkarılmıştır. Rum Sultanı’nın makam ve sarayı
da buradadır.
250
- Bu kitap h.674-m.1275’de kopya edilen bir nüshasından 1848 Göttingen’de basılmıştır.
251
- Bu kapı benim doğup büyüdüğüm evimizin arkasında idi ben de kapının temellerini gördüm
48
yetiştiren bir ocak olmuştu. Rum Selçukluları’na ve Karamanoğulları’na baş şehirlik yapan Konya’nın azameti,
âbideleri Osmanoğulları tarafından adetâ kıskanılmıştı. Her vesile ile orası kötülenmiş, ihmâl edilmişti. Bir asır
kadar evvel Konya’dan geçen J. de Laborde kale duvarlarını ve Konya’nın haraplığını ve perişanlığını tavsif
ederken Konya’yı bir devin yatağında yatan cüceye benzetmektedir.
Muhtelif Selçuknameler’e, vakfiyelere, arşiv vesikalarına, ağız rivayetlerine ve Konyalı ihtiyarların
hatıra ve müşahedelerine göre Konya’nın dış kalesinin 12 kapısı hakkında inceleme yaparken şu adları tespit
ettik:
Ertaş Kapısı, Mevlâna İdris Kapısı, Halka Begüş Kapısı, Aksaray Kapısı, Telli Kapı, Atpazarı Kapısı,
Demirciler Kapısı, Lakende Kapısı, Deli Kapı, Darı (Yahut Deri) Kapısı, Meram Kapısı, Yapılı Kapı, Eskî Kapı,
Çeşme Kapısı, Lâdîk Kapısı,İstanbul Kapısı, Konya Kapısı, Taş Kapı, Sille Kapısı, Meram Kapısı, Şam Kapısı,
Yeni Kapı, Pul Ahmet Kapısı, Sultan Kapısı, Pazar Kapısı, Ayaz Kapısı.
Şimdi bu kapıları birer birer tetkik edelim:
1- ERTAŞ KAPISI: Bu kapı surun şimalinde idi. Yıkılan Guraba Hastanesi kısmen kapının yerine
yapılmıştı. Bu kapının asıl adı Çeşnigir Kapısı’dır. I.Alae’d-din-i Keykubad’ın emirlerinden Çeşnigir (zevvak)
tarafından yaptırılmıştı. Sonra Ertaş Kapısı şöhreti asıl ismine galebe çalmıştır. Dış kalenin ve kapının
inşasından 28 sene sonra yani 646 yılı Cümadelahiresinin 10’nunda tanzim edilen Kemale’d-din Oğul Bey’in
Hızır İlyas (Aya Bakan Zaviyesi) için yapılan Arapça vakfiyesinde bu kapının adı şöyle geçer:
‘252 ﺑﺪاﺧﻞ درب ﭼﺸﻨﻲ آﻴﺮ ﻳﻌﺮف ﺑﺄرﻃﺎش.. ’اﻟﻰ زارﻳﺔ ﺧﻀﺮ إﻟﻴﺎس ﻋﻠﻴﻬﻤﺎ اﻟﺴﻼم ﺑﺒﺎﻃﻦ ﻗﻮﻧﻴﻪ
Aynı vakfiyenin bir başka yerinde kapının adı şöyle anılır.
‘’ ﺑﻈﺎهﺮ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺧﺎرج درب أرﻃﺎش.... وﻣﻨﻬﺎ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻜﺮم
Bu vakfiyede vakfedilen emlâk sınırlandırılırken Çeşnigir Bedre’d-din’in adı da geçmektedir. Bizim
tahminimize göre bu Çeşnigir; Sultan Alae’d-din’in lalası olan Bedre’d-din Gühertaş’tır. Aynı zamanda kale
dizdari ve saray-ı has üstadı idi.253
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan 584 numaralı ve h.992-m.1584 tarihli Konya evkafını tespit
eden il yazıcı defterinde Musalla’da Gömeç Hane civarındaki Fenarî Mektebi evkafı tespit edilirken: “Vakf-ı
mekteb hane-i Molla Fenarî Haric-i Bab-ı Ertaş der Konya”254 denilmektedir.
Bu defterde Hızır İlyaslık Zaviyesi’de şöyle gösterilmiştir: “Vakf-ı Zaviyey-i Hızır İlyaslık der Konya
dahil-i Bab-ı Ertaş”
Bu defterde Sultan Setlin Şah’ın bu civarda yaptırdığı mescitten bahsedilirken ‘Der Dahil-i Bab-ı Ertaş’
denilmektedir.
İbn Bibî’de de bu kapı Çaşnigir Kapısı şeklinde adlandırılmaktadır.255
Karamanoğlu Mehmed Bey’in isyanında Cimri Konya’ya getirilip tahta oturtulmadan bir gün evvel
Konya’yı kuşatan Mehmed Bey’in Türkmen askerleri kalenin Çaşnigir ve At Pazarı Kapıları’nı yıkmışlar, şehre
buralardan girmişlerdir. Şikârî tarihinde bu kapı ‘’اردشErdeş Kapısı şeklinde adlandırılır.256
Şikârî’ye257 göre Karamanoğlu 100.000 ?. dilâverle Konya Kalesi’ni kuşatmış, 28 gün kale üstünde
cenk edildikten sonra nihayet Moğol ve Bulgar askerleri kalenin iki burcunu yıkarak içeriye girmişler, Sultan
Alâe’d-din’in 600 kadar emîrini ve devlet memurunu öldürmüşlerdi.
Karamanoğlu, 200 han oğlu han ile Keykubad Sarayı’na girdi. Sultanın bütün hazinelerini, cephanesini
ve erzakını zap tetti. Sonra Konya Kalesi’nin baştan başa yıkılıp yerle yeksan edilmesini emretti. Sultanın 2
kardeşini öldürtmüştü. Birisi Mevlâna Sama hanesine’na sığınmıştı. Bunu zorla zaviyeden almayı makûl
görmedi. Kendisine Mevlâna’nın nasıl bir adam olduğunu da anlatmışlardı. Mehmed Bey 40 seçilmiş adamı
252
- Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi 601 numaralı defterin 193. sahifesi. Konya Vakıflar Umum Müdürlüğü’ndeki 5
numaralı defterin 224. yaprağında da bu vakfiyenin bir sureti kayıtlıdır. Ayrıca tomar halindeki bir nüshasında burada
saklanmaktadır.
253
- Eflâki’de adı ve vasfı şöyle geçer: ‘ ﻣﻨﻘﻮﻟﺴﺖ آﻪ اﻣﻴﺮ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ آﻬﺮﺗﺎش اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺪزدار آﻪ ﻻﻻء ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻮد ﻣﺮوي ﺑﺰرك
’و ﺳﺮور ﻣﺘﻤﻮل وﺻﺎﺣﺐ ﺧﻴﺮات واﺳﺘﺎد ﺳﺮاي ﺧﺎص
Konya dış Kalesinin kapılarından birisi
Eflâki’ye göre bir gün Sultanü’l-Ulema Baha Veled Sultan Camii’nde -Alae’d-din Camii’nde- Vaaz ediyordu. Bütün âlimler,
emirler ve hükümdar kendisini dinliyorlardı. Gühertaş’ın kafasından şöyle bir ihtimal geçiyordu:
—Bu zat ne mühim şeyler söylüyor!
Sultanü’l-ulema vaazını keserek derhal seslendi:
—Emîr Bedre’d-din bir aşır oku!
Bedre’d-din dehşet ve heybet içinde kalmıştı. ‘Kad efleha’l-mü’minûn...’ ayetini okudu. Sultanü’l-ulema:
Bedre’d-din dinle şimdi; hiç hazırlanmış değilim! Dedi ve ‘Kad’ kelimesini incelemeye başladı. Yalnız bu
kelimenin izah ve tefsiri birkaç Cuma vaazına mevzu oldu. Bedre’d-din utanmıştı. Sultanü’l-ulema’nın ayağını öptü. O da
Bedre’d-din’den kendi evlâdının okuması için bir medrese yapmasını istedi. Bedre’d-din Gühertaş bir medrese yaptı ve
mühim vakıflar tesis etti. Hüdâvendiğâr Celâle’d-din’i Rumi’ye nispet edilen medrese işte budur.
254
- Vakfiye h.915-m.1509 tarihlidir. Mektebin yeri Kemâl Garip Mescidi’nin vakfı idi.
255
- İbn Bibî Tercümesi. Sahife 296. Farsça aslı Houtsma tab’ı sahife 105
256
- İstanbul Fâtih Ali Emîri Efendi Kütüphanesi No. 468. sahife. 37
257
- Bu kitabın sakat olduğu anlaşılmaktadır.
49
ile Mevlâna Hankâhı’na geldi ve Mevlâna’yı ziyaret etmek istedi. Mevlana Karamanoğlu’na aslan şeklinde
görünmüştü. Kulağına bir ses geldi:
-Ey Şah-ı Moğol gel içeri gir!
Karamanoğlu içeri girdiği zaman dühanîler giyen Mevlâna; Kırmızılar giymiş 20 aksakallı pir ile
musahabe ediyorlarmış. Ona:
—Ey Şah-ı Moğol niçin amansızlık edersin. Ya niçin bu kaleyi harap etmek istersin. Dedi.
Karamanoğlu: -Ahdeyledim yıkacağım! Dedi.
—Var yedi kulesin yık yine yap, ahdin yerini bulsun! Dedi.258
Bundan sonra Karamanoğlu emreyledi ‘ ’ارداشkapısı tarafından kalenin 7 kulesini yıkıp tekrar yapmak
suretiyle ahdini yerine getirdi.
Bazı metinlerde bu kapının adı ‘’ اردشErdaş gibi de yazılmıştır. Vakfiyelerde, bazı Hakani kayıtlarda
ve metinlerde Erdeş ‘’اردشşeklinde de yazılan bu kelimeyi son asırların bazı kâtipleri İdris ‘’ادرسgibi okumuşlar
ve önüne de bir Mevlâna ilâve ederek kapıya Mevlâna İdrîs Kapısı demişler.
Çeşnigir tarafından yapılan bu kapının üstünde de müstahkem bir köşk vardı. Kalenin şimal duvarındaki
bu kapı eski Türk ananesine göre bir burçtan gün doğu tarafına açılmıştı. Porteli beyzî kemerli idi. Asıl kapının
üstünde kanatlarını açmış bir kuş kabartması vardı. Şarl Texiye bu kuş hakkında aynen derki:
“Selçuk Sultanlarının alâmeti mahsusası olan Doğan Kuşu resmi büyük kapının üzerine hâk
edilmiştir.”259
Burcun şimal yüzünde duvara yerleştirilmiş mermerden büyük bir insan heykeli görülüyor. Sol elinde
kalkana benzeyen bir şey vardır. Fredrich Sarre kitabına bu kapının ve kapıdan sonraki bir burcun resmini
koymuştur. O vakit heykelin başı ve sağ eli bileğinden kopmuştur. Bu heybetli heykele Türkler ‘Asker taş’,
‘Erkek taş’ anlamına ‘Ertaş’ demişlerdi. Sonra bu deyiş kapıya da ad olmuştur. Taş kelimesinin başındaki ‘T’
bazı lehçelerde ‘D’ ye kalbolduğu ve Konyalılar’da ‘taş’ a ‘daş’ dedikleri için kelime ‘’ارﻃﺎشErtaş ve Erdaş
‘’اردش وارداشşekillerinde yazılmış ve telâffuz edilmiştir.
“Ertaş’daki put gibi” sözü Konyalılar arasında hâlâ yaşayan bir atalar sözü haline gelmiştir. Konyalılar
soğuk, iri yarı adamlara böyle derler. Heykel’in üstünde beyzi şekilde yapılmış bir süs çerçevesi ve içinde de bir
kitabe görülmektedir. Heykelin iki tarafında yarma halinde iki burç penceresi, mazgal vardır. Daha yukarda da
taş melek kabartmalar görülür.
Kapıdan sonraki ikinci burcun kuzeyine beyzi kemerli bir kitabelik yapılmış, sağına, soluna ve üstüne
birer aslan heykeli yerleştirilmiştir. Bu burcun üstünde dendanlar ve altında yarma pencereler görülür.
Kapının solunda surun duvarında, üstünde süvari kabartmaları bulunan Mermer bir levha da göze çarpar.
Rivayete göre Karamanoğlu Mehmed Bey’in Rindleri işte bu kapıyı yakmışlardır.260
Konya’nın Ertaş Kapısı’nda bir Iconium askeri kabartması Küçük Asya’dan
H.707-m.1307 tarihinde Karamanoğlu Yahşi Bey Konya’ya geldiğinde zamanın cünûd-i rünûdiyye
sergerdesi olan Ahî Mustafa ile maiyetindeki rind’leri kalenin bu kapısına asmıştı.
Şarl Texiye’nin de anlattığına göre Çeşnîgir Kapısı kalenin en mühim ve en büyük kapılarından birisi
idi.
Kale kapısının önündeki Sultan Harmanı denilen yerde Sultan Cem’in bahçesi vardı. Bahçenin bir kısmı
buradaki Gömeç Hatun Medresesi’nin vakıf toprağı üzerinde yapılmıştı.261 Bu kapıya Bab-ı Sultan (Sultan
Kapısı) da denildiği anlaşılmaktadır. Fatih’in h.881-m.1576 tarihli Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde Medrese
Mahallesi’ndeki (Parsana) Mescid tespit edilirken aynen şöyle denilmektedir: ‘Vakıf-ı mescid-i Medrese
Mahallesi Tabi-i Ertaş’ Yine burada bu mescid adına Sultan Kapısı’ndan bir dükkân vakfedildiği
gösterilmektedir. III.Murad’ın h.992-m.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde de bu Medrese Mahallesi
Mescidi’nin Ertaş’a tabi olduğu ve Sultan Cem’in bahçesinin yanında da vakfedilmiş tarlası bulunduğu
yazılmaktadır.
2- HALKABEGÜŞ KAPISI: Bu kapı da surun kuzey yüzünde idi. Bu kapı Kız Öğretmen Mektebi
Caddesi’nin Hapishane Caddesi’ne çıktığı yerde, Orta Mekteb’in Müze binasının ve Kazıklı Tekke’nin karşısında
idi. Kapının çıkarken sağa rastlayan kısmı şimdi spor sahasıdır. Eskiden Gazaros’a ait olan bu evde Konya Valisi
Ferid Paşa oturmuştu. Spor sahasının batı duvarının altındaki tonoz kemerli yerlerin Konya surunun
döküntülerinden olması çok muhtemeldir. Bir kazı ile tetkik edilmesi lâzımdır.
258
- Şikârî burada bir zühule düşmüştür. Karamanoğlu Mehmed Bey Konya’yı zapt ettiği zaman Mevlâna ölmüştü. Mehmed
Bey’in görüştüğü her halde ya Hüsame’d-din Çelebi veyahut Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled idi. Şikâri kitabı hakkındaki
tetkikler:Biz bu kitabı hazırladıktan sonra yapıldı. Bu kitaptan yapılan iktibaslarımız yeni hükümler çerçevesinde mütalaa
edilmelidir.
259
- Küçük Asya. Cilt 3, Sahife 206.
260
-Rind kelimesinin izahı hakkında eski Kütüphaneler Müdürü merhum Hasan Fehmi’nin Konya Mecmuası’nın 3.
sayısındaki ‘Cimri Vakası’ adlı makalesine müracaat edilmelidir. Sahife 154.
261
- Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde bulunan 255 Nolu ve 906 tarihli II. Bayezid’in Karaman İli Defteri aynen şöyle
demektedir. “Vakf-ı Darü’l-Huffaz-ı Gömeç Hatun. Zemin: Sultan harmanı ki el’an Sultan Cem Tayyeballahü Merkadehû’nın
bahçesinin bazısı ol yer imiş ki kareye almışlar..”
50
Kalenin bu kapısı; adını dışında Kalenderhane Mahallesi’ndeki Halkabegüş Mescidi’nden almış olması
çok muhtemeldir.
Halkabegüş Kapısı’nın adına Eflâki’de de rastlarız. Baycu Noyon 2. defa h.653-m.1255 yılında
Konya’yı muhasara etmişti. Mevlâna; Halkabegüş Kapıs’ından dışarıya çıkarak bir tepenin üstünde İşrak
namazına durdu. Üstüne Moğollar’ın ok yağmuru yağıyordu. Konyalılar kale burçlarından bu müthiş manzarayı
seyrediyorlar ve heyecanlarından tekbir getiriyorlardı. Baycu; Mevlâna yüzü suyu hürmetine şehre ve halkına
fenalık yapmamış, yalnız bazı burçları yıktırtmıştır. Mevlâna; bu tecavüz esnasında Konyalılar’ı şöyle teskin
etmiştir:
“Bu şehir başka bir sur ile çevrilmiştir. Merak etmeyiniz!” 262
Sipehsâlâr menakıbında anlatıldığına göre Mevlâna’nın vefatından sonra Moğol şehzadesi Keygato
Konya’yı zapt ve tahrip etmek için Aksaray’da tertibatla meşguldü. Rüyasında Mevlâna’nın Konya Suru’nu
sarığı ile sararak bir noktasından düğümledikten sonra Keygato’nun boğazına sarıldığını ve:
-Ey Türk, Ey Türk! Bu fikir ve hareketinden vazgeç, yoksa canını kurtaramazsın! Dediğini görmüştür.
Keygato bundan sonra Konya’yı vurmaktan vazgeçmiş ve Mevlâna’nın türbesini ziyaret etmiştir.263
3- AKSARAY KAPISI: Bu surun doğu tarafına açılan kapılarından birisidir. Akif Paşa Mektebi ile
Terkenli Han arasındaydı, önündeki mahalleye de adını vermişti. Hala o mahalle Bab-ı Aksaray Mahallesi adını
taşır. Bu mahalle sonradan ikiye ayrılmıştır. Bu kapının asıl ismini ve yaptıranını maalesef bilemiyoruz. Şehirden
Aksaray’a giden yola açıldığı için sonradan böyle adlandırılmıştır. Selçuknameler’de bu adı taşıyan bir kapıya
rastlayamıyoruz, Fatih’in Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde264 adı Aksaray Kapısı şeklinde geçer. Osmanlılar’ın
açık bıraktığı kapılardan birisiydi.
4- TELLİ KAPI: Bu da surun doğuya açılan kapılarındandır. Kapı Camii önünde bulunduğu için
mâbed bu kapıya nispetle meşhur olmuştur. Kapı; Hacı Mindilerin Süleyman’ın dükkânının yerlerine rastlar.
Burada bir Attariye çarşısı varmış.
5- AT PAZARI KAPISI: Bu da surun doğu kapılarındandır. Osmanlılar bu kapıyı da açık
bırakmışlardır. Telli Kapı ile Ağaç Pazarı arasında At Pazarı’na çıkılırdı. Bu kapıyı İbn Bibi’nin
Selçuknamesi’nde buluyoruz. Cimri Hadisesi’nde yakılan kapılardandır.265 Evliya Çelebi’de bu kapı hakkında
şunları okuruz: “At Pazarı Kapısı üzerinde zincirlerle asılmış bir kuru at kafasına gem vurup ibret olmak için asa
koymuşlardır. Binici olan bu memleket ahalisine nasihat için konmuştur. Yani avrat, ve ata itimat etmeyip at
kuru kafa olsa başından gemi eksik etmeyerek licam ve zimam eksik etmeyesin.266
Bu kapıya yalnız pazar kapısı denildiği de anlaşılıyor. H.992-m.1584 tarihli Konya İl Yazıcı Defteri’nde
Yediler Mahallesi Mescidi tespit edilirken bu mescidin Pazar Kapısı yanında olduğu gösterilmiştir. Şerafeddin
Camii’nin banisi Mehmed Çavuş’un evi bu Yediler Mahallesi’ndeydi. Abdü’l-Mü’min Mescidi’ne Yediler
Mescidi denilirdi. Bityemez’de bir Yediler Mezarlığı vardır. 196 yıl kadar önce Konya’ya uğrayan seyyah C.
Niebuhr Konya’da gördüğü yedi kapı arasında bu kapıyı da Pazar Kapısı şeklinde almıştır.
Charles Texier eserinde 97 numarada bu kapının bir resmini neşretmiştir.267
Kapı Selçuknameler’in anlattıkları vasıfları toplamaktadır. Yalnız üstündeki müstahkem köşkün
yıkıldığı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bunun da I.Sultan Alae’d-din Keykubad’ın hazinesinden; kendi adına
yapılan dört kapıdan birisi olduğu anlaşılmaktadır.
Kapının kemerli ve muhteşem bir porteli vardır. Beyzî kemerin sağında ve solunda, başlarında
diyademli taçlar bulunan bir birine doğru uçar ve koşar vaziyette kanatlı melek yüksek kabartması görülür.
Bunlar bu gün Konya Müzesi’nde muhafaza altına alınmıştır. Soldaki tasvirin üstünde duvara gömülmüş bir
süsün sağında da kükremiş vaziyette iki aslan heykeli vardır. Asıl kapının üstündeki kitabe taşında irice yazılmış
‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻲgörülmektedir.268
Portelin sağ duvarına zincirlerle asılmış birisi büyük, birisi küçük iki Külle görülmektedir. Bunlar Gürz
ve hamlede rekor kıran iki Türk pehlivanına aittir. İstanbul Kâlesi’nin ve başka şehir kalelerinin kapılarında da
böyle kulle ve gürzler vardı. Kapının sağına ve soluna tenteler kurulmuş, bir pazar haline getirilmiştir.
6- DERİ ‘ دارى، ’درىDARI KAPISI: Bu kapı sütun güney tarafına açılırdı. Ağaç Pazarı’ndan sonra
baruthaneye giden yolun karşı taraflarına rastlardı. Fatih’in Karaman İli Konya evkafını tespit eden h.881-
m.1476 tarihli defterinde Ahî Hoca Ali Vakfı yazılırken bunun gelirleri arasında Deri Kapısı’ndan dışarı bir dolap
yeri ve yanında dükkânlar bulunduğu gösterilmiştir.
262
-İbn Bibi Tercemesi, sahife:257, not:1
263
- Menakıb-ı Hazret-i Mevlâna Celâl-ed-din’i Rumî, sahife 101.
264
- Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter no:256, sahife 21
265
- İbn Bibî Tercümesi, sahife 262.
266
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 3. sahife 19
267
- Decriptionde L’asie Mineure II 1849 Paris, bu zat seyahatini 1833 den.1837’ye kadar yapmıştır.
268
-‘Abideleri ve kitabeleri ile Erzurum tarihi’ adlı kitabımızın 311.sahifesine bakılsın.
51
II. Bayezid’in h.906-m.1500 tarihli Konya Defteri’nde de ‘Vakf-i Ahî’ başlığı altında Ahî Ali İbn
Ahmed’in mütevelli bulunduğu yine Hoca Ali Evkafı tespit edilirken Deri Kapısı’ndaki dolap ve tarla gelir olarak
gösterilmiştir.269 Bazı eski kayıtlarda bunun ‘’دارىDarı şeklinde yazıldığı görülürse de doğrusu Deri’dir.
Bu kapının yol aşırı ön taraflarında derilerin tüylerini yolan esnafın dükkânları vardı. Uluırmak’daki
Hoca Ali Tekkesi’nde de deri tüyleri yolanlar bulunduğunu bu zaviyeyi yazarken göstermiştik.
Bu kapıya bir aralık Şam Kapısı’da denildiği anlaşılmaktadır. Bu kapıdan çıkan şehrin sığırları fazla ot
bulamadıkları için aç dönerlermiş. Eski Konyalılar gittikleri yerde umdukları yemeği ve ikramı bulmadan
dönenler için “Şam Kapısı’nın sığırları gibi tok gider aç gelir” sözünü bir darb-ı mesel haline sokmuşlardır.
Konya’da bir de Hamam Vakfı Dericiler Hanı vardı.
7- DEMİR KAPI-DEMİRCİLER KAPISI: Surun bu cenup kapısının da Derî Kapısı ile Lârende
Kapısı arasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun Parmak Kapı denilen küçük bir kapı olduğunu tahmin
ediyoruz. Fâtih’in il yazıcısı bu kapıyı Demir Kapı şeklinde adlandırmıştır.270
Sonraki bazı kayıtlarda ise adı Demirciler Kapısı şeklinde geçmektedir. Bu kapının Telli Kapı ile At
Pazarı Kapısı arasında olduğunu söyleyenler de vardır.
8- LÂRENDE KAPISI-DELÎ KAPI: Bu kapı Konya Suru’nun cenup kapılarının en meşhurudur.
Sahib Ata Camii’nin tam karşısına rastlar. Bu kapının da surun banisi I. Alae’d-din Keykubad adına saray
hazinesinden yapılan dört kapıdan birisi olduğunu kabul ediyoruz. Lârende’ye giden yola açıldığı için sonradan
bu şöhreti almıştır. Osmanlılar bu kapıyı da açık bırakmışlardır. Cirmri’nin öldürüldükten sonra içi saman dolu
cesedi bu kapının üstüne asılmıştır. Şikârı bunu şöyle anlatır: “Sultan Konya’ya geldiği vakitte Cimri kaçıp
haramiliğe başladı. Sultan Alae’d-din, Sahib’e haramileri ahzetmek üzere emreyledi. Sahib; varıp tutup Cimri’yi
alıp Konya’ya geldi. Gördü ki Sultam merhum olmuş, oğlu Rükne’d-din buyurdu: Cimri’yi Larende Kapısı’na
berdar ettiler.”271
Konyalılar bu kapı için de zaifler hakkında darbı meselleşen şu sözü halâ kullanırlar: “Lârende Kapısı
danasına benzer.”
Larende Kapısı’na ‘Delî Kapı’ da denilirdi. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 3 numaralı defterin
499. sahifesinde Server Ağa çeşmelerinin gelirleri tespit edilirken aynen şöyle denilmektedir:
“Vakf-ı çeşme derkurb-ı Bab-ı Lârende Deli Kapu ile maruftur. Server Ağa İbn Abdullah inşa etmiştir.
Ve hamam kurbünde olan çeşmenin Meremmatına dahi sarf oluna.”272
195 sene kadar evvel Konya’ya uğrayan Danimarkalı bir seyyah bu kapıyı açık görmüştür.
9-MERAM KAPISI: Surun cenup kapılarından olan bu kapı iki ülüklü çeşmenin karşı taraflarına
rastlar. Meram yolu üzerinde bulunduğu için sonradan bu adı almıştı.
10-YAPILI KAPI-ESKi KAPI: Ziraat Âbidesi’nin, Amber Reis Camii’nin karşı tarafında, lisenin
bulunduğu yerde idi. Batı güneye açılırdı. Osmanlılar bu kapıyı kapadıkları için ‘Yapılı Kapu-Eski Kapu’ diye
meşhur olmuştu. H. 1282-m1864 doğumlu Sadre’d-dın-i Konevî torunlarından Osman Demirtaş bu kapıyı
hatırladığını bana anlattı.
11-ÇEŞME KAPISI: Bu kapı surun batıya açılan büyük kapılarından birisi ve Alae’d-din adına hazine
tarafından yaptırılan kapıların dördüncüsüdür. Sadre’d-din-i Konevî’ye giden yolun ve İmam Bağavî Türbesi’nin
ve kapı çeşmesinin tam karşısında idi, bu yaz (1944 yılı Ağustos) önündeki yol tesviye edilirken kapının
temelleri meydana çıkmıştır. Sonra karşısına Sahib Ata çeşme yaptırdığı için kapı Çeşme Kapısı, çeşme de Kapı
Çeşmesi adlarını almışlardı.
12-SİLLE KAPISI: Bu kapının da Zindankale ile Taç Veziri Türbesi’nin arasından kuzey batıya Sille
yoluna açıldığı için böyle adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu da Osmanlılar tarafından kapatılmıştı.
Alae’d-din Keykubad’ın yaptırdığı surun 4 ana 8de parmak kapısı vardı. Evliya Çelebi bu 12 kapıdan
8’ini kapalı bulmuştu. Daha sonra Konya’nın herhangi bir yabancı tecavüze uğramayacağı anlaşıldığı için
kapılardan bir kısmı daha açılmıştır. Bulduğumuz 29 kapı isminden 22 sine yer bulduk. Fakat Lâdîk Kapısı,
İstanbul Kapısı, Konya Kapısı, Taşkapı, Yeni Kapı, Pul Ahmed Kapısı, Ayaz Kapı273 gibi 7 ad münhaldır.
Bunlara yer bulamıyoruz. Bunlardan birçoklarının 12 kapıdan bazılarının mükerrer adları olduğunu
269
-Defterdeki ibare aynen şudur: “Vakf-i ahî der tasarruf-i Ahî Ali Ibn Ahmed Tekkesi’ne sarf olunmuş. Mezkûr Ahî Ali
babası adına Sultan Mustafa’dan ve Sultan Cem’den ve Sultan Abdullah’dan muafname nişanları, çift resminden ve bağ
bostan haracından ve öşürden ve resm-i ağnamdan ve su resminden ve cemii avariz-i divaniye ve tekâlif-i örfiyyeden muaf ve
müsellem olalar deyu mukayyet. Zemin-i dolab-ı seyyidi. Deri Kapısı’ndan taşra ve anın kurbinde bir pare dahi yer.” Ankara
Kuyud-ı Kadime Arşivi defter 256.
270
- Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi. Defter numarası 256 sahife 25
271
- Şikârı Tarihi. İstanbul Fâtih Kütüphanesi. Numara 458 sahife 24. Şikârî’nin bu haberi diğer tarihlerinkine muhaliftir.
Bunun uydurma veya tahrif edilmiş bir kitap olduğu anlaşılıyor. Biz Cimri’nin kendisinin değil saman dolu cesedinin teşhir
için buraya asıldığını kabul ediyoruz.
272
- Server Ağa’nın Kale-i Cerp ve Mücellid mahallelerinde de birer çeşmesi vardır. Bu çeşmelere Kürkçüler Hamamı’ndaki
hissesini vakfetmiştir.
273
- Kalenin Çeşnigir Kapısı’nı Gühertaş yaptırmıştı, bu kapıyı da Alâeddin Camii’nin mütevellisi Ayaz’ın yaptığını kabul
ediyoruz.
52
zannediyoruz. Yeni Kapı’nın da sonradan açılmış bir 13. kapının adı olduğu kabul edilebilir, bazı yaşlı Konyalılar
Ertaş Kapısı ile Aksaray Kapısı arasında bir kapı daha bulunduğunu söylüyorlar. Fakat adlandıramıyorlar. Biz bu
kapıya da Yeni Kapı denildiğini tahmin ediyoruz. Bir İngiliz seyyahının m.1814 yılında neşredilen
seyahatnamesinde, Konya’nın 8 kapısı bulunduğu, bunlardan Lâdlk Kapısı’nın açıldığı kulenin müzeyyenatı,
Ayaz Kapısı’nın kabartma nakışları, civarındaki yeraltı büyük mahzenleri ve surun muhtelif yerlerinde gördüğü
aslan heykelleri bilhassa belirtilmiştir. Bundan 48 sene sonra Konya’dan geçen Danimarkalı bir seyyah burada 7
kapı görmüş bunlardan Pazar Kapısı, Ertaş Kapısı, Çeşme Kapısı, Yapulak Kapu, Lârende Kapısı gibi yalnız
5’inin adını vermiş, diğer ikisinin adını kaydetmemiştir. Bu zatta Ertaş Kapısı’nın üstünde bir karakuş274 resmi
bulunduğunu söylüyor. Halka Begüş Kapısı’na sonradan İstanbul Kapısı adı verildiğini tahmin ediyoruz. Lâdik
Kapısı’nın da surun kuzeyine açılmış olması lâzımdır. Acaba Halka Begüş Kapısı’nın üçüncü bir adı da
bumuydu?
Ayaz Kapı’da 12 kapıdan birisinin ilk adıdır. Alae’d-din’in emirlerinden ve mütevellilerinden Ayaz
tarafından yaptırılmış olması muhtemeldir. Bunun 50x1,25 ebadındaki taş kitabe parçası Konya Müzesi’nde 907
numalarda kayıtlıdır. Parsana Mahallesi’nde bulunduğuna göre bu taşın kalenin kuzey kapılarından birisine ait
olduğunu kabul edebiliriz. Kitabenin üst kısmı kırılmıştır. Son satırı şöyledir. ‘ ﻋﻠﻰ ﻳﺪ اﻳﺎز ﻣﺘﻮﻟﻲ ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن ﻋﺸﺮ
’وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Alae’d-din Keykubad Camî ve Türbesi’nin mütevellisi olan Ayaz aynı zamanda hazine adına yapılan kale
kaplılarının ve burçların nazırlığını da yapmış olması kabul edilebilir. Kitabenin tarihi kalenin inşa tarihini
tutmaktadır.
İbn Bibi h.654-m.1256 olayları arasında II. İzzeddin Keykâvus’un tahttan ayrılmasını anlatırken bunun
Pul Ahmed Kapısı’ndan çıkarak Antalya yolunu tuttuğunu söyler.275
Kalenin inşasından 26 sene sonra bu adı taşıyan kapı sonra başka bir adla meşhur olduğu için ilk adı
unutulmuştur. Biz de bu kapının hangi kapı olduğunu kestiremedik.
Konya’nın bir de kendi adını taşıyan kapısı vardır. Bu kapı iç kalenin kapısı idi. İbn Bibi; II. Rükne’d-
din Süleyman’ın (1196-1203) saltanat tahtına oturduğunu yazarken: “Sultan I.Giyase’d-din Keyhusrev Konya
Kapısı’ndan dışarı çıkarken Rükne’d-din memleketin erkân ve eşrafı tarafından Konya’da karşılanıyordu”
denmektedir.
I.Keyhüsrev’in birinci defa saltanat tahtından ayrılması h.593-m.1196 yılına rastlıyordu. Henüz şehrin
dış suru yapılmamıştı.
0 vakit yalnız II.Kılıçarslan ve torunu kendi adını taşıyan III.Kılıçarslan tarafından yapılan ve
tamamlanan iç kale vardı, onun kapısı da şehrin adını taşıyordu.
Taşkapı’da kale kapılarından birisinin diğer adıdır. Amma hangisinin olduğunu biz tespit edemedik
amma Ertaş Kapısı’nın adı olacak.
İç ve Dış Kaleler’in burçları ve bedenleri yıktırılıp taş ocağı gibi kullanılırken kadir ve kıymet
tanımayan eller kitabelerini de yok etmişlerdi. Bunlardan ancak 9’u bize kadar gelebilmiştir. Konya Müzesi’nde
bulunan, bu kitabeleri birer birer tetkik edelim:
1—Müzenin 874 numarasında kayıtlı olan bu mermer kitabe 0,78x1,25 metre ebadındadır. Bu kitabe
Söylemez Tekkesi’nin temelleri açılırken bulunmuştur. Kalenin güneye açılan kapılarından birisine ait olması çok
muhtemeldir. Üstünde Selçuk Sülüsüyle şu üç satırlık kitabe okunur:
اﻟﺒﺮج واﻟﺒﺪن ﻓﻲ أﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن276 ﺑﻨﻰ هﺬا-1
اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ أﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ-2
آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﻧﺎﺻﺮ أﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ-3
Kitabede tarih yoktur. Anadolu Selçukluları hanedanında babasının adı Keyhüsrev olan 2 Keykubad vardır:
Birisi I.Alae’d-din Keykubad, diğeri de II. Keykubad’dır. II. Keykubad’ın kale ve burç yaptığı hakkında
tarihlerde hiç bir işaret yoktur. Halbuki I.Keykubad’ın h.618-m.1221 yılında Konya Kalesi’ni yaptığı hakkında
sayısız vesika vardır, îşte bu karinelerle bu kitabenin I. Alae’d-din Keykubad’a ait olduğunu iddia ediyoruz.
2—Müzenin 873 eski ve 1596 yeni numarasında kayıtlı olan bu kitabe 19X1, 95 santim ebadındadır. îki
parça halindedir. Ortasında güzel bir Selçuk Sülüsüyle ‘’ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazılıdır. İki tarafında biri birine
dönmüş iki balık kabartması vardır. Bu kitabenin Lârende Kapısı’ndan çıkarken solundaki sur kalıntısının
üzerinde bulunduğunu bilen Konyalılar hala vardır. Bu kitabe dış surun yapıldığı h.618-m.1221tarihini
göstermektedir.
3—Müzenin 1610 numarasında kayıtlıdır. 82X87 santim ebadında ve 13 santim kalınlığındadır. Sahip
Ata Camii’nin bahçesinde bulunmuştur. Kitabenin üst kısmı tamamen kırılmış ve alt kısmında da bir gedik
açılmıştır. Kalan 4 satırlık sülüs kitabe şudur:
274
- Bu ve diğer kuşlar hakkında ‘Âbideleri ve Kitabeleri ile Erzurum’ kitabımızın 310-316 sahifelerinde geniş malûmat
vardır.
275
- İbn Bibi Tercümesi, sahife 259. Houtsma tabı Farça aslında kapı adı Arap harfleriyle şöyle yazılmıştır: ‘’ﭘﻮل اﺣﻤﺪSahife
287
276
- Kitabede ‘’هﺬاnın önündeki ‘’اunutulmuştur. Dilimize şöyle çevrilir: “Bu burç ve beden büyük Sultan Fetih Babası,
Emirü’l-Mü’minin’in yardımcısı Keykubat İbn Keyhüsrev’in hükümdarlığı zamanında yapılmıştır.”
53
رآﻦ اﻟﺪﻧﻴﺎ اﻟﺪﻳﻦ أﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻤﺎن -1
اﻻ277 اﻣﺮ ﻋﻤﺎرة هﺬا اﻟﺒﺮج اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺳﻔﻬﺴﺎﻻر -2
اﺣﻤﺪ ﺑﻦ اﺳﻤﻌﻴﻞ.......ﺟﻞ ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ -3
ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ........................ -4
Kitabeye göre h.600-m.1203 tarihinde II. Süleyman’ın oğlu III.Kılıçarslan’ın hükümdarlığı zamanında İsmail
Bey’in oğlu Sipehsalar Emîr Sirace’d-din Ahmed bir kale burcunun yapılmasını emretmiştir. Bu Emîr Ahmed
Danişmendoğulları’ndan İsmail’in oğludur. Danişmentliler son zamanlarda Selçuklular’ın Uç Beylikleri’ni
yapıyorlardı.278
Bu kitabenin Alâeddin Tepesî’ni saran iç kale burçlarından birisine ait olduğunu kabul etmek isteriz.
4—Müzenin 880/1588 numarasında kayıtlıdır. 60X1,30 santim ebadındadır. Müze sicilinde Konya
Kalesi’ne ait olduğu kayıtlıdır. Bu bir kitabenin üst kısmıdır. Ortada Celi Selçuk Sülüsüyle ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰyazılıdır, iki
tarafında da biri birine dönmüş kanatlan ve pencereleri açık iki kuş kabartması vardır. Bunun Atpazarı Kapısı
kitabesinin üst kısmı olduğunu tahmin ediyoruz Vaktiyle kuşların boyanmış olduğu izlerinden anlaşılmaktadır.
5—Bu kitabe müzenin 879 numarasında kayıtlıdır. 55X53 santim ebadındadır. Müzenin sicil defterinde
kale kitabesi olduğu gösterilmiştir. Üstündeki iki satır halindeki yazı şudur:
اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ -1
279
اﻟﺤﺴﻦ ﺑﻦ ﻳﻮﺳﻒ ) ﻗﺒﺎﻗﻼق -2
Kitabede Yusuf Zade Kabakulak Hasan’ın adı yazılıdır. Bu zat burç ve burç bedeni yaptıran emirlerden
mi yoksa devrin zenginlerinden midir? Bunu tespit edemiyoruz.
6—Müzenin 895 numarasında Konya Kalesi’nden getirildiği kayıtlı olan bu kitabe taşı 75X94 santim
ebadındadır. Üstünde yalınız I. Alae’d-din’in ve babasının adlarıyla hükümdarın vasfı yazılıdır. Bunun da bu
kale burcuna veyahut kapısına ait olduğu muhakkaktır. Fakat yerini tespit edemiyoruz. Üç satırlık kitabe şudur:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ و -1
اﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو -2
ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻋﺰ ﻧﺼﺮﻩ -3
7—Müzenin 878 numarasında Konya Kalesi’ne ait olduğu yazılı 40x55 santim ebadında bir taştır.
Üstünde 3 satır halinde bozuk bir sülüs ile şu kitabe okunur:
ﻓﻰ اﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن -1
اﻟﻤﻌﻈﻢ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو -2
ﻋﻤﺮ هﺎذا ﻃﺮﻳﻖ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ ﻗﻴﺼﺮ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد -3
üçüncü satırı biz şöyle düzelterek okumak isteriz. ‘’ﻋﻤﺮ هﺬا اﻟﻄﺮﻳﻖ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ ﻗﻴﺼﺮ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد
Bu yolu Mahmud oğlu Kayser yaptı. Anlamındadır. L.Alae’d-din zamanının adamlarından olan
Kayser’in kalenin veyahut bir burcun yolunu yaptırdığı anlaşılmaktadır.
8—Müzede Konya Kalesi’ne ait daha birçok kitabe parçaları vardır. Fakat bunların hiç birisi tam bir
mana ifade edemiyor.
876 Numarada kayıtlı parçada ‘... ’وﻣﻦ ﻳﺘﻮآﻞ ﻋﻠﻰ اﷲ و877 numarasında da ‘...’اﻟﺠﻨﺔ هﻢ ﻓﻴﻬﺎ ﺧﺎﻟﺪ870 numarasında da
‘ ’اﷲ ﻣﻔﺘﺢ اﻻﺑﻮاب900 numarasında yalınız ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻲyazılıdır. Kalenin Karamanoğulları’na ait hiçbir kitabesi bize
kadar gelmemiştir. Esasen Karamanoğulları kalede mühim bir tamirde yapmış değillerdir. Yalnız yıktıkları bazı
burçları tekrar yapmışlardır. Bunlardan Halil Bey yalnız Saray-ı Keykubad’ı tamir ettirmiştir.280
9—Müzenin 1631 numarasında kayıtlı olan bu kitabe 61X1,15 santim ebadındadır. Yazıların arasına
çiçek süsler serpilmiştir. Som beyaz mermer üzerinde girift ve nefis bir sülüs ile üç satır halinde Arapça şu
manzum kitabe okunur:
ﻗﺪ ﺑﻨﻰ ﺑﺎﻟﻌﻠﻰ ﻣَﺒﺎﻧﻴﻪ- ﻋﺎﻣﺮ اﻟﺤﺼﻦ ﺑﺎهﺮ اﻟﺒﺮهﺎن1
ﻻﻳﺮى ﻓﻲ اﻟﺪﻧﻴﺎ ﻣُﺪاﻧﻴﻪ- وهﻮ ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺮاد2
ﺧﻠﺪ اﷲ ﻋﺪل ﺑﺎﻧﻴﻪ- اﺳﻤﻌﻮا ﻣﻦ ﻟﺴﺎﻧﻲ اﻟﺘﺎرﻳﺦ3
Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir:
“Bu kale’yi imar edenin kudreti pek açıktır ki; kalenin yapılarını çok yüce yaptı. O, Dünyalarda yakıni
(benzeri) görülmeyen Muradın oğlu Sultan Mehmed’dir. Benim dilimden (kale için) şu tarihi dinleyiniz: Tanrı
bu kaleyi yapanın adaletini muhalled etsin.”
Kitabenin son mısraı ebced hesabına vurulunca h.872-m.1467 yılı çıkar ki Fâtih Sultan Mehmed’in bu
tarihte Konya Kalesi’ni tamir ettiği anlaşılır.
277
- Îsfehsalar hakkında Akşehir adlı kitabımızın 574. sahifesinde geniş malûmat vardır.
278
- Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nın 78/10 sayılı ve bir Temmuz 1341 tarihli nüshasının 225. sahifesinde Ahmet Tevhit
Bey merhumun bu kitabe hakkında bir makalesi vardır.
279
-Noktasız olan yerler bu kelimeleri biz ‘kabakulak’ gibi noktalı okuduk.
280
Şikari , sahife: 49
54
Bu kitabe Kadri Molla’nın 945 yılında Kanunî zamanında yaptırıldığı bedestendeki ilk Konya
Müzesi’nde saklı iken İdâdî Mektebi Müzesi’ne, sonra da Mevlâna Dergâhı’ndaki Konya Müzesi’ne
nakledilmiştir.
Bu kitabeyi ilk Osmanlı tarihlerinden birisini yazan Fâtih’in sadrazamı Konyalı Nişancı Mehmed Paşa nazım
etmiştir. Ayasofya Kütüphane’sinde 3204 numarada kayıtlı bir nüshası bulunan bu281 küçük Arapça tarihin 15.
sahifesinde ‘ وﺗﻮﺟﻪ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎن ﻣﺎﻳﺔ اﻟﻰ ﺑﻼد ﻗﺮﻣﺎن وﻓﺘﺢ ﻣﺪﻳﻨﺔ ﻗﻮﻧﻴﻪ وﻻرﻧﺪﻩ وﻗﻠﻌﺔ آﻮﻟﻪ وﻏﻴﺮهﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺪن اﻟﻮﺳﻴﻌﺔ
282
’واﻟﻘﻼع اﻟﻤﻨﻴﻌﺔ وﺑﻨﻰ ﻗﻠﻌ ًﺔ ﻓﻲ ﻗﻮﻧﻴﻪ وﻧﻈﻢ ﺗﺎرﻳﺦ ﺑﻨﺎﺋﻬﺎ ﻋﺒﺪﻩ ﺣﻴﺚ ﻗﺎلdedikten sonra yukarıya kaydettiğimiz kale kitabesini
yazar.
Mevlâna Dergâhı postnişinlerinden II.Arif Çelebi’nin oğlu olan Mehmed Paşa büyük bir alim, kıymetli
bir diplomat ve yüksek bir edip idi. Fâtih’in Uzun Hasan’a yazdığı mektupları o hazırlamıştır. Ona Tevkiî
Mehmed Paşa, Mehmed Paşa-i Karaman, Sadrazam Mehmed Paşa’da derler, İstanbul’da Kum Kapı’da nişancı
iken yaptırdığı cami, mektep ve hamamı oraya kendi memuriyet vasfını bir ad olarak verdirmiştir. Fâtih’in
vefatında Konya’da bulunan Karaman eyaleti valisi Sultan Cem’i tahta çıkartmak istiyordu. Bunun üzerine isyan
eden Yeniçeriler onu h.886-m.1481 yılında şehit ettiler. Mezarı cami’inin avlusundadır.
H. 882 yılından ölünceye kadar sadrazamlık yapmıştır. Tarih Profesörü Mükremin Halil, Osmanlı Tarih
Encümeni Mecmuası’nın 79. sayısındaki bir makalesinde bu tarihin müellifi Mehmed Paşa’nın kim olduğunu
tespit edemiyordu.283 Kalenin kitabesinde ‘Âmir’ kullanılıyor. Nişancı Mehmed Paşa, Konya’da bir kale bina
etti’ sözü ile ne kastediliyor. Fâtih bir çok tecavüzlerle gedikler açılan Konya’nın İç ve Dış Kaleleri’ni mi tamir
ettirdi. Yoksa burada bir başka kale mi yaptırdı?
Mehazlarımız bizi bu hususta adam akıllı aydınlatamıyorlar Şikârî’de şöyle bir ibare vardır: “Gedik
Ahmed Konya’yı zapt edip ve İç Kale’yi mamur edip iki sene sakin olup üçüncü sene altmış bin er ile
Lârende’ye gelip cenk edip alamayıp Konya’ya geldi. Lârende’yi beş senede aldı ve Mesih Paşa’yı orada
kodu.”284
Fâtih’in h.881-m.1476 tarihli Karaman İli Defteri’nde bir ‘İshak Gediği’ vardır. Bu Karaman İlî
Fâtihlerinden İshak Paşa’nın Konya Kalesi’nde açtığı bir gediktir.
Bize kalırsa Fâtih; Konya’nın iç ve dış kalelerinin harap olan kısımlarını tamir ettirmiş ve dış kalenin
batı tarafından, Çeşme Kapısı’nın biraz şimalinde yeniden küçük bir kale yaptırmıştır. Bu kale sonradan Zindan
Kale adım aldı. Tahminimize göre tetkik ettiğimiz kitabe de bu kalenin kapısı üzerinde idi.
Zindankale’ye Kanunî zamanındada Konya Kalesi deniliyor ve hapishane, zindan olarak kullanılıyordu
Konya Müzesi’nde bulunan ve h.970 ve 971 yılları olaylarını ihtiva eden şerî sicil defterinde bu kalenin tarihini
aydınlatan Konya kadısının çok mühim iki zabıt suretini bulduk. Bunları aynen buraya geçiriyoruz:
“Veçhi tahrir-i huruf budur ki mahruse-i Konya Kalesi ‘’اﺣﺪى وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺗﺴﻌﻤﺎﺋﻪ971zilkadesinin 21. Cuma
gecesi denilip bazı mahbuslar kaçmışlar. Deyu kaleyi mezbure dizdarı ve kethüdası ilâm edip üzerine varılıp
görülmesi talep olundukta Zaimü’l-vakt olan Kudvetü’l-ekran Zeynettin Kethüda ile kaleyi mezbureye varılıp
görüldükte... Taş kafes demekle maruf mahpesin kapısı ardı delinüp bir çipli285 kalını yer olup bir eve çıkılıp ve
andan bir... Dahi delinip iki çilpi miktarı kalın (Kalınlığı) olup ve anda hisar Burkozına çıkılıp hisarın dahi iki,
taşla yapılıp içi dolma yeri delinip ve zikrolan mahpeste bozulmuş zincir ve boyunluk bulunup kaçan kimlerdir!
Deyu zindancıdan (Hamza’dan) sual olundukta cevap verip sehtiyan uğrusu Nurullah deve uğrusu Kubad ve
ellerinde iki Arap286 bulunup mesruk zannolunan Sinan ve Korkut ve yola indi287 deyu hapsolunan... İskender ve
çayırda at uğrulamaya geldi. Deyu hapsolunan divâne Ali ve Bezzazistan (Bedesten) kilidini bozup elinde esbap
bulunan Ahmed ve Şah Beyi bu! Deyu hapsolunan Paşa Bey sekiz nefer kimesnedir. Deyu cevap verip ve
zikrolan gecede bekçi kimlerdir deyu sual olundukta kapı üstünde davulcu kulesi Davut bedeli İsa’dır ve zindan
kulesinde Kasım İbn Mustafa bedeli Hüseyin ve müezzin Mustafa bedeli Lütfi ve badehu mezkûr zindancıdan
zikrolan mahpusları kimin marifetiyle kuyudan çıkardı deyu sual olundukta kıble kuyu doldu muzaheme olmağın
tezarru’ ettikleri ecilden dizdar ve kethüda marifetsizin çıkardım deyu cevap verip badehu Ahmed de Gayrisin
Ağa marifetiyle çıkardım deyu cevap verdikte müşarünileyh ağa marifet vermedim deyu inkâr edüp vaki hal
vuku üzre tahrir olundu. (Hurrire fi evahiri zilkade sene 971)
Kadının zabıt varakası bize şunları öğretiyor:
281
- Bu kitabın Aşır Efendi Kütüphanesi’nde 204 numarada bir nüshası daha var.
282
- Dilimize şöyle çevrilir: “Fâtih 872 yılında Karaman beldelerine yöneldi ve Konya, Lârende şehirlerini ve Kevele
Kalesi’ni ve daha başka geniş şehirleri ve müstahkem sarp kaleleri fethetti. Konya’yı fethettiği zaman burada bir kale yaptı.
Fakir kulu bu kalenin yapılış tarihini şöyle nazım etti:…”
Biz bu nadir ve pek kıymetli kitabı 1949 yılında dilimize çevirdik ve Türkiye Yayınevi tarafından basıldı. 356 inci sahifesinde
Konya Kalesi hakkında geniş malûmat vardır.
283
- Âşık Paşazade Bayezid’e yaranmak için tarihinde Mehmed Paşa hakkında şiddetli ve ağır tenkitlerde bulunmuştur. Sahife
192
284
- Şikari Tarihi, sahife:173
285
- Çipli: Bu kelimenin mânâsım bulamadık, ince çubuk mânasına gelecek galiba.
286
-Arap atı olacak
287
-Yola inmek; Yol kesmek, eşkıyalık yapmak demektir.
55
1— H.971-m.1563 yılında kale hapishane ve zindan olarak kullanılıyordu.
2— Kalenin dizdarı, kethüdası, ayrıca zindancı denilen gardiyanları vardır.
3— Kalenin içinde ayrıca kuyular da vardı. Mahpusların boyunlarına lâleler ve zincir vurulurdu.
Mahpuslar aynı zamanda bu karanlık kuyuların içine atılırlardı.
4— Siyasî mahiyette suç işleyenlerle adî suç işleyenler bir arada kuyuya atılıyorlardı.
5— Kalenin burgus denilen köşk şeklinde burçları vardı.
6— Zindanda bekçi olarak şahsî bedeller kullanılıyordu.
7— Kalenin ‘Zindan kulesi’ ‘Davul Kulesi’ gibi yerleri vardı. Başka bir vesikada burası ‘Karargâh-ı
Vülât’ şeklinde tavsif ediliyordu. Konya’ya gelen padişahlar buraya misafir ediliyorlar, Karaman eyaleti
valiliğini yapan şehzadeler resmî vazifelerini burada görüyorlardı. Tabl-ü alem mehterleri de kalenin davulcu
kulesinde nöbet vururlardı.
8— Kaçan sekiz mahpustan altısı hırsızlıktan, birisi yol kesmekten, birisi de Budin’e (Budapeşte)
sürülen ve oradan kaçarak memleketine gelen Şah Bey isminde bir siyasî mücrimi saklamaktan suçludur. Bu
siyasî mücrim intihar ettikten sonra da onu gizleyen adam mevkuf bulunuyordu.
İkinci zabıt varakası da şudur:
“Vech-i tahrir-i huruf budur ki bundan akdem emr-i padişahî ile Budin’e (Budapeşte) sürülen Kara
Sıddıkoğulları’ndan Kemal Bey oğlu Şah gaybubet edüp kendi vilâyetlerine geldikten sonra emirü’l-ümarayi’l-
kiram kebirü’l-kübarai’l-fiham mir-i miran-ı Karaman Haydarpaşa dâme ikbalühû hazretleri Durmuş ve Boduk
nam adamların gönderip mezkûr Şah Bey’in nefsi Konya’da Musalla kurbunda meyyiti bulunup varulup
keyfiyeti ahvali görülsün deyu ferman olunmağın varulup görüldükte mezkûr meyyitin ağzında ve yüzünde bazı
sarı nesneler çıkmış bulunup zikrolan meyyiti getirdik…
…İshak Bey ve Ümran İbn Ahmed Fakih’den mezkûrun sebeb-i fevtinedir deyu sual olundukta cevap
verûp dedi ki mezkûr tutulup getirilmesi için emir varit olup ana binaen mezkûru hayli cemaatle cem’ olup tuttuk
müşarünileyh paşa hazretlerine götürürken yolda pazar üzerine geldiğimizde hizmetkârı Doğan’a kutusunu
getirtüp içinden bir nesne aldı Hufyeten yemiş istifrağ ederek gelüp külçeli nam kariyeye geldikte fevt deyu
cevap verip mezkûr Durmuş ve Boduk marifetiyle vaki hal tahrir olundu. Fi evahir-i Ramazani’l-mübarek sene
971.288
Bu zabıt varakası da bize şunları öğretiyor:
1— Karasıddıkoğulları’ndan Kemal Bey zade Şah Bey isminde Budin’e sürülen bir suçlu menfasından
Konya’ya kaçmaya ve burada gizlenmeye muvaffak olmuştur. Fakat hükümet bunu sıkı takip etmektedir.
2— O vakit Karaman Beylerbeyisi bulunan Haydar Paşa bunun yakalanmasını emretmiştir. Fakat bu
sırada Şah Bey’in Musalla’da cesedi bulunduğu haber verildiği için Konya Kadısı; Haydar Paşa’nın iki adamı
ile cesedin bulunduğu yere gitmiş ve muayene etmiştir. Ağzında yüzünde sarı köpükler bulunduğu anlaşılmıştır.
3— Şah Bey yakalandıktan sonra eyalet merkezine getirilirken hizmetçilerinden Doğan’ın taşıdığı bir
kutudan bir şey almış, gizlice yemiş ve sonra da kusarak ölmüştür. Bunun afyon olması muhtemeldir.
4 — Bu siyasî; Ramazanın sonlarında kendini öldürdüğü halde onu saklamaktan suçlu Paşa Bey bundan
üç ay sonra hala mevkuftu. Tarih bize bir Karasıddıkoğlu’nu tanıtmıyor.
Suçu ne idi. Onu saklayan Paşa Bey zindancıları kandırarak ve zindanı delerek kaçma imkânlarını
bulduğuna bakılırsa bunun kuvvetli taraftarları olduğuna hükmetmek lâzımdır.
Konya Kalesi’nin: Bir taş üzerinde değil kitap sahifelerinde bize kadar gelen mühim bir kitabesi daha
vardır. O da şudur: ‘’وﻳﻞ اﻟﻄﺎرق ﻓﻲ اﻟﻠﻴﻞ اﻟﻐﺎﺳﻖ289 هﺬﻩ داﺋﺮة ﺗﺪﻓﻊ اﻟﺴﻴﻞ اﻟﺪاﻓﻖ واﻟﺨﻴﻞ اﻟﺴﺎﺑﻖ وﻻ ﺗﻨﻔﻊ
Dilimize aynen şöyle türcüme edilir:
“Bu (kale) bir dairedir ki akan seli ve koşan süvariyi durdurur, karanlık gecede gelenin vaîdine
(tehdidine) fayda vermez, yani onlara eğilmez ve açılmaz.”
Kitabe üslup ve mâna itibariyle çok yüksek ve çok geniştir, ibaredeki ‘’ﻻﺗﻨﻔﻊfiili ‘’ﻻ ﻳﻨﻔﻌﻬﺎşeklinde de
okunabilir. Bu okunuşa göre ‘’وﻳﻞe tehdit ve vaîd mânası değil ‘Cehennem deresi’ manası verilir, ‘’ﻃﺎرقde
‘gelen’ manasınadır. Bu takdirde kitabenin ikinci kısmı şöyle tercüme edilir: ‘Karanlık gecede cehennem deresi
gibi gelen bulanık su da bu daireyi ıslatamaz ve saramaz’
Sipehsalar’ınki gibi daha birçok menakıpnameler ve hal tercümesi kitapları Mevlâna’nın h.604-m.1207
yılında Belh’de doğduğunu yazarlar. Babası Sultanü’l-ulema ile Konya’ya geldikleri zaman 14 yaşında olduğunu
söylerler.290
288
- Sahife:199
289
- Eski Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Üstat Abdulkadir Erdoğan bu kelimeyi ‘’ﻻﻳﻨﻔﻊgibi okumuş ve altı şubat
1330 tarih ve 282 sayılı Babalık Gazetesi’nde bu kitabeye “bu öyle muazzam ve müstahkem bir dairedir ki seyli huruşanı ve
hayli Seriü’l-ceryanı men eder. Leyl-i muzlimdeki veyli nagehanîye mukavemet eyler.” Şeklinde bir mâna vermiştir. Daha
sonra dört sayılı ve kânun 1936 tarihli Konya Mecmuası’nda bunu şöyle tercüme etmiştir: “Bu çevrilmiş bir kaledir ki
fışkıran selleri ve sıçrayan süvarileri durdurur ve karanlık gecede felakete uğrayan düşmanın vaveylasına da karşı durur.”
Sahife 223
290
- Sipehsalar Tercümesi, sahife 20
56
Sultan Alae’d-din ise Konya Kalesi’ni h.618-m.1221 tarihinde yaptırmıştı. Sultanü’l-ulema h.628-
m.1230 yılında ölmüştür. Mevlâna’nın Konya’ya geldiğinde yaşı 14 olduğuna ve 604 de doğduğuna göre demek
ki buraya kalenin henüz yapıldığı yıllarda gelmiş olmaları lâzımdır.291
Mevlâna 14 yaşında ana dilinin gayri bir dilde bu kadar kuvvetli ve müsecca bir söz söyleyebilir miydi.
Onun dehasından bunu ummak mümkündü. Fakat bunu Mirat-ı Kâinat sahibinin292dediği gibi Sultanü’l-
ulema’nın söylemiş olması daha doğru olur. Sultan Alâe’d-din’in elini öptüğü ve derin saygı gösterdiği
Sultanü’l-ulema’nın böyle bir sözünü kalenin en şerefli bir yerine kitabe şeklinde hak ettirdiğinde şüphe yoktur.
Mirat-ı Kâinat derki: “Binası tamamında kale kapısına bir kelâm-ı münasip kazdırmağa talip oldukta Molla
Hünkâr’ın pederi Sultanü’l-ulema bu kelâmı hikmet intimayı demeğin kapuya kazdılar.”
Kemal Paşazade’de Gülistan’a nazire olarak yazdığı Nigaristan’ında da bu kitabeyi Mevlâna’nın babasının
yazdığını şöyle anlatır:
‘ ﺳﻠﻄﺎن آﻠﻤﻪء ﭼﻨﺪ از ﺑﺎب ﭘﻨﺪ ﺳﻮدﻣﻨﺪ ز ارﺑﺎب ﻋﻠﻢ وﺣﻜﻤﺖ اﺳﺘﺪﻋﺎ ﻧﻤﻮد آﻪ ﺑﺮ در ﻗﻠﻌﻪ ﺑﻨﻮﻳﺴﻨﺪ ﭘﺪر ﺣﻀﺮت ﻣﻮﻻﻧﺎي روم آﻪ ﺑﺪر ﺳﻤﺎي ﻋﻠﻮم
ﻗﻀﺎ زآﺮ. هﺬﻩ داﻳﺮة ﺗﺪﻓﻊ اﻟﺴﻴﻞ اﻟﺪاﻓﻖ واﻟﺨﻴﻞ اﻟﺴﺎﺑﻖ وﻻ ﺗﻨﻔﻊ اﻟﻮﻳﻞ اﻟﻄﺎرق ﻓﻲ اﻟﻠﻴﻞ اﻟﻐﺎﺳﻖ: ﺑﻮد اﻳﻦ آﻠﻤﺎت درر ﺑﺎر ﺁرى ﺁﺛﺎر را إﻣﻼ ﻓﺮﻣﻮد
’دون ﻓﺮو آﺮدش ﻧﻪ دﻳﻮار ﺣﺎﻳﻞ ﺷﺪ اورا ﻧﻪ در293
Kemâl Paşazade kalenin inşasını yazarken derki: ‘ ﺁﻧﻜﻪ ﻧﻮاب ﻋﺎﻟﻲ ﺟﻨﺎب را ﻣﺜﺎل داد ﺗﺎ از ﻣﺎل ﺧﺎﺻﻪ ﭼﻬﺎر دروازﻩ ﺑﺎ ﭼﻨﺪ ﺑﺮج
’وﺑﺪن ﻋﻤﺎرت آﻨﻨﺪ وﺑﺎﻗﻲ را ﺑﺮ اﻣﺮاي ﺻﺎﺣﺐ ﺷﻮآﺖ وﻣﻜﻨﺖ ﻗﺴﻤﺖ ﻓﺮﻣﻮد
Konya Müzesi’nde Konya Kaleleri’ne ait bazı tezyini parçalar ve kabartmalar da vardır. Bunlardan
Mühim bir kısmının eski Mimarî eserlerden toplanmış şeyler oldukları anlaşılır. Bunlardan bazılarını da buraya
sıralayalım.
1— 885 Numarada kayıtlıdır. Bağdaş kurmuş vaziyette bir insan kabartmasıdır. Elinde yuvarlak bir
şey tuttuğu görülür. Mösyö Küstav Mendil bu yuvarlakları küre-i arz veyahut kurs-ı şems kabul eder.294
2— 882 numarada kayıtlıdır. Bir kemer bağlantı taşına benzer. Arkasında cifte başlı bir kuş vardır.295
3— 887 numarada kayıtlıdır, önünde Fil, arkasında Sifenks bulunan bir kabartma firiz taşı.
4— 892 numarada kayıtlı olan bu som mermer kabartma Alâeddin Tepesi’ndeki eski Rum Kilisesi’nden
getirilmiştir. Fevkalâde mühim olan bu levhada bir av manzarası canlandırılmıştır. Sarıklı serpuşları, kaftanları
ve ayakkabılarıyla Orta Asyalılar’a pek benzeyen bu adamlardan birisi bir iskemleye oturmuş, elinde bir şahin
tutuyor, öteki de karşısında ayakta durmaktadır. Mösyö Mendel bunun Ahmed Şah’ın mezar taşı olduğunu
anlatırken şu yanlış hükme varır: “Bu mezar taşında iskemleye oturan ve sağ bileği üzerinde bir şahin tutmakta
ve diğer eliyle de genç bir çocuğun çenesini lâubaliyane okşamakta bulunan bir sultanı irade ettiği görülür. Bu
eser şeklen ve üsluben İranî olduğu gibi masnuat-ı nühasiyede, çinî mamülâtında ve kumaşlarda da bu gibi
eşkâle tesadüf olunabilir. Fakat taş üzerine naht edilmiş olmak hasebiyle o derece nadirattan mudud olur ki
bunun ‘Yunan-Roma’ mezar taşlarından birisiyle mülhem olup olmadığı cay-i sualdir.”
5— 886 Numarada kayıtlıdır, insan başlı bir esatiri kuş kabartmasıdır.
6— 890 Numarada kayıtlıdır. Bu bir çift Ejder kabartmasıdır.
7— 891 Numarada kayıtlıdır. Bir geyik avını tasvir eden kabartmasıdır.
8— 889 Numarada kayıtlıdır. Bir ejder kabartmasıdır.
9 — 889 Numarada kayıtlıdır. Üstünde geyik ve sifenks kabartmaları bulunan bir parçadır.
10— 884 Numarada kayıtlıdır. Yekpare bir melek kabartmasıdır. At Pazarı Kapısı’nın üzerinde idi.
11— 881 Numarada kayıtlıdır. Çifte başlı yırtıcı kuş kabartmasıdır.
12— 883 Numarada kayıtlıdır. Yekpare bir melek kabartmasıdır. At Pazarı Kapısı’nın üstünde idi.
13— 893 Numarada kayıtlıdır. Konya Rum Kilisesi’nden gelmiştir, üstünde însan başlı ve kanatı ve
ejder kuyruklu iki Sifenks, iki kaz ve iki geyik kabartması vardır.
14— 570 Numarada kayıtlıdır, Sırçalı Mahallesi’nden getirilen bu eserin de vaktiyle kaleden alındığını
sanıyoruz. Elinde mızrak ve başında Eti serpuşuna benzeyen sivri bir başlık bulunan bu taş kabartma pek
mühimdir.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 387 yeni ve 548 eski numarada kayıtlı Kanunî devrine ait tarihsiz
Defter-i Karaman ve Rum’da296 ‘Kale-i Konya’ başlığı altında bir kısım vardır.
291
- Mevlana’nın 7 öğüdü adlı eserin mukaddimesinde Sultanü’l-ulema’nın Konya’ya geldiği tarih tasrih edilmemiştir.
292
- Mirat-ı Kâinat, cilt 2, sahife:193
293
- Nigaristan İstanbul Ali Emirî Efendi Kütüphanesi, No:556 F. sahife 24. bu kitabede fazla bir ‘’ﺗﻤﻨﻊkelimesi vardır.
294
- Yeni Mecmua’nın. 19.sayısının 372. sahifesindeki ‘Anadolu Selçuk Âbideleri’ başlıklı makalesi.
295
- Selçuklular’ın kullandıkları bu kuşlar (Şahin, Kartal, Tavşancıl, Sungur, Çakır,Uhu [Puhu] kuşu) olarak kabul edilebilir.
Çünkü bu kuşların hepsine Oğuz Han’ın 24 kolunun mukaddes saydıkları kuşlardı. Selçukname, Topkapı Sarayı Revan
Köşkü Kütüphanesi No. 1320 sahife 80
296
- Eski defterlerde ‘Vilâyet-i Karaman’ Vilâyet-i Rum’dan sayılmıyordu Rum ile Amasya, Tokat, Sivas, Sonisa,
Niksar Karahisar-i Hasandiraz (Uzunhasan Karahisarı -Karahisar-i şarkî), Canik, Trabzon, Kemah, Bayburt, Malatya,
Kerker, Kahta, Divriği ve Dârende livaları kastedilirdi. Bu hususta bu defterin başında geniş malûmat vardır.
Bu deftere göre Vilâyet-i Karaman, (Konya) Beyşehri, Akşehir, Lârende, Aksaray, Niğde, Kayseriye ve İçel
livalarından teşekkül etmektedir. Üstlerine yazılan kenar yazılarında Akşehir, sancaklıktan bozulup Ferahşah tasarrufuna
verilmiş, Lârende’de sancaklıktan bozulup sipahileri Konya Sancağı sipahileriyle beraber eşerler imiş. Kayseri’de Mir-i
miran makarridir.
57
O zaman Konya Kalesi’nin bir dizdarı, bir kethüdası ve 94 de müstahfızı vardı.
Kale Dizdar, Kethüda ve Müstahfizlerinin gelirleri (umumî hasılları) 50831 akça idi. Bunların tımarları
arasında 29 köy, 12 çiftlik 610 nefer, 410 ev var idi. Tımarları arasında bilhassa şu köyler sayılmaktadır:
58
1-Yağlıbayat 12-Öşekci
2-İpsikaya 13-Karaismil
3-Çomaklar 14-Karakaya
4-Sarı davullar 15- Ördüözü
5-Öksüzler 16- Çukurçimen
6-Basara 17-Çukurköy
7-Devletşah 18-Kınık
8-Kiçimuhsine 19-Çarıklar
9-Ulumuhsine 20-Sulutas
10-Çavuş 21-Hacıpmar
11-Kuyucak
Konya Osmanlı Yurdu’nun tam ortasında kaldığı, sınır şehri halinden çıktığı halde bile kale bütün
teçhizatı ile muhafaza ediliyordu.
Başvekâlet Arşivi’nde 567 numarada kayıtlı II.Bayezid devrine ait h.891-m.1583 tarihli bir sipahi tımar
defterinden öğrendiğimize göre Konya Ehmedek’inin erlerinin tımarları çok mühim ve hatırı sayılır idi. Kale
dizdarı Ali Bey’e Belviran’a bağlı Avşar Viran, Yarımca ve Sudiremi(Sille’ye)’ne bağlı Basara köyleri tımar
olarak verilmiştir.
İç Kale’nin Kethüdası Hatun Sarayı’na bağlı Bunsuzlar, İpsi-Kaya ve Belviran’a bağlı Obrucak
köylerini tımar olarak tasarruf ediyordu. Bu defterde Konya Kalesi’nin şu dört kapısının bekçilerinin tımarları da
yazılmıştır:
At Pazarı Kapısı’nın kapıcısı Ak Bıyık Hasan, Lârende Kapısı’nınki Yakup, Yeni Kapı’nınki Yahya,
Ertaş Kapısı’nın ki Şirmert idiler. Kale’nin Kasım isminde bir topçusu da vardı.
Başvekâlet Arşivi’nde 53 numarada kayıtlı Cumadelula 992 tarihlî bir Mühimme Defteri’nin 25 sıra
numarasında Karaman Beyler Beyi’ne, defterdarına ve Konya Kadısı’na yazılan bir hükümden öğreniyoruz ki bu
tarihlerde Konya Kalesi erlerine aynı zamanda vergi tahsili işi de verildiği için çok ıstırap çektikleri belirtilerek
civar kalelerden yetecek kadar er verilmesi emrediliyor. Niğde, Develü Karahisar, Kevele ve Mundos Kalesi
muhafızlarından onar er verilerek kale kadrosu takviye ediliyor.
IV.Murad zamanında kale bütün heybeti ile ve teçhizatı ile ayakta idi. Padişah h.1044 yılında Revan
Seferi’ne giderken Konya’ya uğramış ve İç Kale’yi görmüştür.
Naima bunu şöyle anlatır:
“Padişah İlgar ile şehre (Konya’ya) varup kalede mahpus Araboğlu Mustafa nam kimseyi ve bir kaç
mahpusu dahi katledip esvaka (Sokaklara) bıraktılar. Menkuldür ki Konya’nın İç Kalesi ki Ehmedek demekle
meşhurdu. Padişah yalnızca vardıkta handek üzerine ma’kut olan ağaç köprünün üzerine at ile çıkıp kaleye doğru
teveccüh ettikte koca Dizdar ki Pir-i Muammer (Yaşlı ihtiyar) bir Arnavut idi. Bâlây-ı kaleden haykırıp:
— Bire ağa aşağı inip yaya yürü! Bu padişah kalesidir. Buna at ile çıkılmaz! Deyu çağırıp azar eyledi.
Dizdarın bu vaazından Padişah mahzuz olup badehu Dizdar; Padişahı bildikte Hâkipayına yüz sürdü. Padişah
dahi kaleye girip cephane vesaire eşyasını seyreyledi. Kaley-i mezbure Sultan İzze’d-din Keykâvus İbn
Keyhüsrev-i Selçukî binasıdır.”297
Yâni İç Kale’nin Keyhüsrev oğlu Keykâvus tarafından yapıldığını söylüyor.
Konya Selçuk hükümdarları arasında babasının adı Keyhüsrev iki Keykâvus vardır. Bunu
açıklamamıştır. Yukarıda yazdığımız gibi İç Kale-yi II.Kılıçarslan yaptırmıştı.
Kalenin hendekleri su ile doldurulurdu. Kapılardan Kalelere seyyar tahta köprü ile geçilirdi. Köprüler
geceleri kapı tarafına doğru kaldırılırlardı.
KEVELE KALESİ
Bu kale Konya’nın 13km. kadar batısında Konyalılar’ın Takkeli Dağ, Silleliler’in Karaburğa dedikleri
dağın tepesindedir.
Dağın tepesine bir taç, bir takke gibi oturan kale uzaktan takke gibi göründüğü için böyle
adlandırılmıştır. Yanındaki biraz küçük benzeri dağa Silleliler ‘Gevele’ derler. Kaleler çok kere içinde veyahut
eteğinde suyu bulunan yerlere, tepelere yapılır. Düşmanın uzun süren muhasarasında içeridekilerin susuz
kalmamaları için böyle yerler seçilir. Buna sayısız örnekler verilebilir:
Erzurum, Tortum, Oltu, İspir, Ankara, Bilecik kaleleri hep böyledir. Bunların bazılarının içlerinde,
bazıların da eteklerinde akarsular vardır. Böyle su olmayan yerlerdeki kalelerin içlerine yağmur suları ile dolan
büyük sarnıçlar yapılırdı Alâiyye Kalesi böyledir, içinde muazzam sarnıçlar vardır. Yağmur sularının
pislenmeden içlerine akmaları için duvarlarla, manialarla çevrilmiş, hiç bir hayvanın ve insanın giremeyeceği ve
kirletemeyeceği temiz kısımlar ayrılmıştır.
Takkelî Dağ’ın tepesindeki kükürtlü su kaynağından dolayı burasının bir sönmüş yanardağ olduğunu
söyleyenler vardır. Kevele Kalesi’nin içinde su membaından başka dört beş sarnıç da tespit ettim. Bunlar yağmur
suyu ile dolardı.
297
- Naima, sahife:239-240
59
Kalenin en kestirme ve kısa yolu doğu eteğindeki Saray Köyü’nden geçer. Biz 2 Eylül 1944 Cumartesi
günü saat biri on geçe bu köyden çıktık. Normal yürüyüşle ikiye on kala tepenin şimalindeki oyma mabetlerden
en büyüğünün önüne vardık. Bu bir saatlik yol hiç de yorucu olmadı.
Takkeli Dağ’ın, Eflâtun Manastırı’nın ve Sîlle’nin bir çeşit yumuşak taşı vardır. Bu taş kazma ile
oldukça kolay kazılır. Kazıldıktan sonra da katılaşır ve sertleşir. Bu bölge mağaralar ve inler yapmaya çok
müsaittir. Bu topraklardan gelip geçen dinlerin müntesipleri mabetlerini buralara çok kolay kazmışlardır.
Eflâtun Manastırı’nı ve Sille’deki in mabetleri yazarken bu hususta daha geniş bilgi verdik. Takkelî
Dağ, Sille, Eflâtun manastırı birinci derecede önem taşıyan turistik sahalardır. Fricyalılar’ın ve ilk
Hıristiyanlar’ın ve Müslümanlar’ın mabetlerini buralarda yan yana ve bazen iç içe bulmak mümkündür. Takkelî
Dağ’daki mabetleri İç ve Dış Kale’yi görmeden evvel buradaki kalenin Kevele adını nereden aldığını incelemek
faydalı olur.
Kale bu adı Esatir Kitapları’nda ‘Mabude-i arz’ şeklinde klişeleşen bir dişi Yer Tanrısı’ndan almıştır.
Bu Tanrı’nın mabetleri daima dağ tepelerine, yükseklere yapılırdı. Birçok Tanrıları doğurduğuna inanılan bu
ilaheye Ana Tanrı da derler. Bu Tanrı’nın klâsik imlâ ile adı ‘cybele’ şeklinde yazılır. Bu yazılışta ‘C’nin
önündeki ‘Y’nin ‘İ’ ve ‘Ü’ ve ‘B’ harfinin ‘V’ gibi de298 okunmasına ve sonundaki ‘E’nin okunurken hazfedilip
edilmemesine göre birçok şekillerde okunur. ‘Y’ harfi ‘Ü’ gibi okununca ‘C’nin de ‘K’ gibi okunmasını kabul
edenler vardır. Çeşitli şekillerde okunan bu kelimeler başka dil ve milletlere geçerken de söyleniş ve okunuş
şekillerini değiştirmiştir. Araplar baştaki ‘K’ harfini ‘H’ yaparak Hübel demişler, Rumlar sonundaki ‘E’ yi ‘A’ya
çevirmişler.
Bu Yer Tanrıs’ının adı muhtelif dil ve lehçelerde şu şekillerde okunmuştur:
Sibel, Sibele, Kübel, Kübele, Küvel, Küvele, Kiveli, Kivele, Kevele, Kebele, Hübel299 Hobal. Bazen
kelimenin birinci harfi biraz yumuşatılarak ‘Gevele’ ve ‘Gebele’ gibi okunmuştur.
Ad Silleliler’in ve civar köylülerin dillerinde ‘Gevele’ şeklinde yaşamaktadır. İstanbul Rumları’nda
‘Kiveli’ kadın ismi olarak kullanılmaktadır.
Bunu Subal şeklinde okuyanlar da vardır.
Bu Tanrı’ya Balat, Amas, Marea, İra, Dindim, Baldağ, Didim, Zizim,300 İzimmenâ gibi adlar da
verilmiştir. Tanrı bu adları daha çok mabedinin bulunduğu yerlerden almıştır.
Eski Türkler’in Yersub, Subal adlı tanrıları vardı. Sibel301 adının Subal’dan bozma olduğunu iddia
edenler görülüyor. Bugünkü dilimizde bu Tanrı’nın adı daha ziyade Sibel şeklinde yazılmaktadır. Son
zamanlarda Türkler de kızlarına bu adı verir olmuşlardır.
Bazı esatir kitaplarına göre Sibel Dini Fricya’da doğmuştur. İlk mabedi de Pesinond Dağı’nın tepesinde
kümbet biçimli bir yerdi. İlahenin ilk sanemi gökten düşme siyah bir taş Hacerü’l-Esved di. Romalılar istilâ
ettikleri yerlerdeki dinleri ve putlarını kendi memleketlerine götürürlerdi. Hacerü’l-Esved halindeki Sibel timsali
de Senato’nun emriyle Roma’ya nakledilmiştir. Romalılar’a bu devşirmeciliklerinden dolayı din ve esnam
koleksiyoncusu bir millet denebilir.
M. Edon bu mabudenin ilk adını Cıbele Dağı’ndan aldığını da söyler.302 Esatir tarihiyle meşgul
olanların pek çoğu Fricyalılar’ın bu Tanrı’yı Asya’dan iktibas ittiklerini ve bu itikadın ilk defa Belh civarında
doğduğunu söylüyorlar.303
Sibel Mabetleri dağların tepelerinde kurulur ve yerin yuvarlaklığına işaret olmak üzere de kümbet
biçiminde yapılırmış.
Bu dişi Tanrı gürbüz, gebe, başında dokuz dendanlı diyadem, koltuğunun altında veyahut elinde davul
olduğu halde ve yanlarında arslan, altında tavşan bulunan bir tahta oturmuş şekilde tasvir edilmektedir. Bol ve
geniş elbisesinin rengi de yeşildir. Mehmet Tevfik Paşa merhum bir garp mitoloji mütehassısının kitabından
yaptığı bir tercümede şunları söyler:
“Kibele’nin mukaddes dağ sayılan Dindimi Dağ’ı üzerinde dağlar anasının en eski bir mabedi olan bir oyuk ile
gökten düşmüş bir taş şeklinde iptidaî timsali yanında can arkadaşı Atis ile merkadi ziyaretçilere gösterilirdi.” İlk
Sibel Mabetleri yukarıda söylediğim gibi dağ tepelerindeki oyuklar ve mağaralardı. Sibel Mabetleri ovalara hiç
inmemiş, daima tepelerde kubbe şeklinde ve daha sonraları mazgallı kaleler halinde yapılmıştır.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bir çok Sibel heykeli vardır. Bunlardan ikisi Akşehir’den getirilmiştir.
Konya Arkeoloji Müzesi’nde ve İzzet Koyunoğlu’nun koleksiyonu arasında birçok Sibel heykelleri vardır.
298
- Birçok dillerde ’B’ harfi ile ‘V’ harfinin yer değiştirmeleri olağan şeylerdendir.
299
- Kitabü’l-esnam.S. 28. Mısır. Sene 1924
300
- Konya’daki Sızma adını burada sızan bir madde olan cıva bulunduğu için almış değildir. Bu ad îzimmenâ’nın hafif bir
şekilde tahrifi ile yaşamaktadır.
301
- Eski Türk ve İslâm Tarihi ile pek yakından ilgilenen Sayın Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel beni davet ve kabul ettiklerinde
bir vesile ile İzmir’de Karşıyaka’da ‘Sibel’ adlı bir gazino olduğunu bu Yunanca adın niçin verildiğini düşünürken bunun
Türkler’in Subal Tanrıları’ndan alınmış olacağını ve bu inanışın da Orta Asya’dan Batı’ya geldiğini tahmin ettiklerini
söylemişlerdi. (1963)
302
- Tarih-i Esatir S. 34
303
- Esatir-i- Yunaniyyan S. 465
60
Bunların birçoğu Takkeli Dağ, Eflâtun Manastırı ve Filobattan (Hocacihan ve Alavardı tarafları)
getirilmiştir. Selçuk Türkleri Hocacihan ve Alavardı civarındaki eski mamurelere Filobad derlerdi.” İstanbul
Şehir Meclisi azasından müteveffa dostum Arpacıoğlu bu kelimenin Yunanca ‘Seven’ manâsına gelen ‘filo’ ile
‘Vatanı’ manâsına ‘patris’den bozma olduğunu söylemiştir.304
1917 yıllarında ders arkadaşlarım Silleli Mehmet ve Ahmet Efendi merhumlar beni Sille’ye davet
etmişlerdi. O vakit Silleliler’in Takkeli Dağ’a ‘Karaburga’ yanındaki dağa da ‘Gevele’ dediklerini öğrenmiştim.
Tarihî Gevele Kalesi’nin ipucu yakalanmıştı.
Bir tarihçinin bu mabudenin adını aldığını söylediği Cîbele Dağı’nın Konya’daki bu dağ olduğunu
tahmin etmek mümkün oluyor. Bu ihtimale göre bu Tanrı adını Konya’daki dağdan almıştır. Şu halde ilk
mabedinin Sanğaryos (Sakarya) sahillerinde değil Konya’da olması lâzımdır. Gevele Dağı üsture uzmanlarının
üzerinde önemle durmaları gereken bir dağdır.
Sille’de adını aynı dinin Şarap Tanrısı Diyonizos’ın nedimlerinden olan ‘Silenler’den almıştır. Silenler
pınarların yarı tanrılarıdır. Sille ve civarında pınarlar çoktur. Sille ve civarında şarap tanrısı Baküs’ün de mabedi
vardı.
Mitoloji tarihini derinleştirmek için senelerce İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki heykeller üzerinde
incelemeler yaparken Selçuk ve Osmanlı tarihlerinde adı geçen Kevele Kalesi’nin Takkeli Dağ üzerindeki kale
olduğunu tespit etmiş ve bunu ilk defa geniş muhite, ilim âlemine yaymıştım.305
Merhum Üstat Ferid Uğur bir makalesinde Kevele Dağı’nın adını nereden aldığını incelerken “Bu
ismin acaba aslı nedir? Kevele yahut Kavaliye’den mi muharreftir? Üstüne atla çıkıldığı için mi yoksa
müstahkem olduğundan dolayı mı böyle denmiştir” diyordu.
Konya Mecmuası’nın 12. sayısında 764-768 sahifelerindeki yazımızla dağın adını nereden aldığını
incelerken tahminlerinin isabetsiz olduğunu söylemiştik.
Dr.Dozi’ye göre Hibel 3. Milâd asrının ilk yarısından beri Kâbe’de Kureyşîler’in bir Tanrısı olarak görülmekte
imiş.306 Hâlbuki bu inanış Dr.’un tahmininden çok daha evvel Surîye yolu ile ve Hübel adı ile Hicaz’a gitmiştir,
İbn Kelbî Arapça Kitabü’l-Esnam’ında Hübel’im Kâbe’ye nasıl getirildiğini pek güzel izah etmiştir. Bu put insan
şeklinde ve kırmızı akikten yapılmıştı. Amr İbn Luhay isminde bir Arap reisi hastalandığı için Şam’daki BELKA
Kaplıcaları’na gitmişti. Burada Şamlılar’ın Sibel’e taptıklarını görmüş, put ve tapınış şekli hoşuna gittiği için bir
Hübel heykeli satın alarak Hicaz’a götürmüştür.307
Kalenin adını nereden aldığını böylece inceledikten sonra şimdi önünde bulunduğumuz mağarayı
görelim:
Burası Ferid Uğur Bey’in ve ondan göçürme yapan Zeki Oral’ın dedikleri gibi bir ahır değil bir
mabettir. Tarihi Kevele’ye tapanlara kadar çıkar. Hıristiyanlığın bu topraklara gelmesinden sonra mabet bazı
tâdillerle kilise haline sokulmuştur.
Mabet batıdan doğuya doğru yekpare bir kayaya oyulmuştur. Uzunluğa 18, eni 4,5 metredir. Üstü
beşikörtüsü şeklindedir. Kuzeye açılan kapısı ile medhalin bir kısmı son yıllarda çökmüştür. Girilince sağdaki
duvara beş kandillik oyulmuştur. Ferid Uğur bunları batma sanmıştır. Mabetten Sille tarafına burç mazgalları
şeklinde pencereler açılmıştır. Şimdi yalnız üçü kalmıştır. Pencerelerin mazgal şekilli oluşu bunun bir kale
mabedi olduğunu gösterir. Duvarlarına birçok şekiller kazılmış, bunların arasında 13 de haç vardır. Birçok
Yunanca kelime ve cümlede görülür. Bizim tahminimize göre burası ilk defa kümbet şeklinde Sibel Mabedi imiş,
içinde mabudenin putu da vardı.
Hıristiyanlık geldikten sonra mabed manastır şekline sokularak genişletilmiştir. Saray Köylüler buraya
‘Koca İn’ derler. Buradan bakınca dalgalı dağlar arasında Sllle, Batıda Sulutas’ın Karadağı ve eteğindeki üzüm
bağları görülür. Yerliler buralara Kandire diyorlar. Sağda Mala Korluğu, Sulutas’tan sonra Tat Köy Dağı, daha
arkada Bllecîk görülür.
Eski Selçuk kaynaklarına ve Altunba’nın vakfiyesine göre buralarda adları bize kadar gelmeyen birçok
köyler, pınarlar ye ormanlar vardı. Selçukîler zamanında buralar kesif çam ormanları ile kaplı idi.
Sibelperestlerce çam mukaddesti. Mitolojinin bize naklettiğine göre Yer Tanrısı nedimleri Silenlerle
beraber ormanlar içinde gezerken kulağına bir Ftlavta sesi gelmiştir.308 Dalları aralayarak sesin geldiği tarafa
bakmış, bunu bir ağaç kütüğü üstüne oturmuş çok güzel ve genç bir çobanın çaldığını görmüş. Adı Atîs olan bu
çobanı sarayına götürmüş ve kendisine tahsis etmiştir. Fakat genç çoban saraydaki kızlarla fıkırdamaya başlamış,
ilahe kıskandığı için onu evvelâ hadım yapmış, yine güzel kızlarla oynaşmakta devam ettiğini görünce de onun
canını almıştır. Bir müddet sonra ebedî ayrılığa dayanamayan ilahe onu Çam ağacına kalbetmiş ve kullarına:
— Kimse çam kesmeyecek, çam benim Atîs’imdir, mukaddestir, onu kesenin canını alırım! Demiş. İşte
bundan sonra Frlcya’da çam mukaddes sayılmış, kimse çam kesmediği için bütün dağlar çamlarla kaplanmıştır.
304
- Nasreddin Hoca Şehri Akşehir, sayfa:105
305
- Konya Mecmuası, sayı 12’deki ‘Takkeli Dağ Adını Nereden aldı’ başlıklı yazımıza da bakılsın.
306
- Tarih-iİslamiyet, cilt:1, sahife:10
307
- Kitabü’l- Esnam. Sahife 28 ikinci tabı. Mısır Sene 1924
308
-Tarih Hazinesi, sayı:9, sayfa:439’daki yazıma bakılsın
61
İşte eskiden Takkelî Dağ ve civarındaki dağlar kesif çam ormanları ile kaplı idi. Konya’daki Kapu
Camii yapılırken direklerinin buradaki ormanlardan kesildiği söyleniyor. Osmanlılar zamanında madenler
işletilmeye başlanınca ormanlar kesilmeye başlanmış ve dağlar çırılçıplak bırakılmıştır.
Osmanlılar Karaman eyaletini fethettikleri zaman Konya’nın içinde ve civarında birçok orman ve koru
vardı.
Sulutas ve Sille bağlarında Diyonizos bayramları için şaraplık çok güzel üzüm yetişirdi. Hâlâ da
Sille’nin üzümü meşhurdur. Akşehir’de Frlcya Kralı Midas’ın çeşmesi yanında köylülerin bir dalını bile
kesmedikleri bir Sibel Ormanı halâ yaşamaktadır. Sibel Dini’nden kalan bir inanışla halk buradan ağaç kesmeyi
günah sayıyor. Küçük Mala Orman’ı da öyle olduğu için bize kadar gelebilmiştir.309
Kocainden kaleye çıkarken batı eteğinde kükürtlü bir su kaynağı vardır. Halk bu suyun uyuza,
kaşıntılara ve deri hastalıklarına iyi geldiğini inanırlar. Yaz günleri buraya bir çok hasta gelir, su dökünürler. Bu
su eskiden kalenin sarnıçlarına akardı. Buradan dağın tepesine yani Kevele Kalesi’nin içine ve Ehmedek denen iç
kalesine çıkarken batı tarafından bir kısmı sağlam bir kısmı yıkılmış beyzi şekilli muntazam sarnıçlar görülür.
Bunlardan 4’ü sağlam denecek haldedir. Yukarıdan aşağıya kademeli bir şekilde yapılan sarnıçların üst
kısımlarındaki künklerle diğer sarnıçlara su akarmış. En yukarıdaki sarnıç dolunca su künkle aşağıdakine ve
oradan da diğerine aynı şekilde akmak suretiyle boşa gitmezmiş. Sarnıçlardan birinin içinde kuzey tarafından 8
merdivenle inilir. Buradaki sarnıçlara yağmur suyu Alaiyye Kalesi’ndeki gibi temiz yerlerden akarak gelirdi.
Dağın tepesi 3,5-4 dönüm kare genişliktedir. Burası iç kaledir. Burada hükümdar kasrı, dizdar ve iç hazine
kaleleri muhafızlarının oturacakları yerler cephanelik, erzak ambarları ve mabet vardır. Bunların işe yarar
parçaları asırlardan beri sökülmüş, şehre, civar kasaba ve köylere taşınmış, yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.
İç ve dış kale 5 asırdan beri bir taş ocağı olmuştur.
Kale duvarları ve burçları yaradılışın dağ tepesine verdiği şekiller uydurulmuştur. Kale duvarı yalçın ve
sarp kayaların üstüne rastlayan yerlerde tek, bazı yerlerde 2 yayvanca yerlerde 3 kat halinde yapılmıştır.
Dış Kale’nin güneye açılan bir kapısı hala ayaktadır. Sağlam beden ve burçların mazgalları da bize
kadar gelmiştir. Bu kale Anadolu’nun en büyük ve en müstahkem kalesi idi. “Eski Romalılar’ın Konya şehri
küçük bir kale içinde idi” Alae’d-din Keykubad dış-kaleyi sonradan yaptırmıştı. Selçukîler’den evvelki
Konyalılar başları sıkışınca Kevele Kalesi’ne sığınırlardı. Selçukiler de ikinci kaleyi yaptırdıktan sonra da
dayanamayacakları zor karşısında hazinelerini Kevele Kalesi’ne götürürler, kendileri de oraya sığınırlardı.
Kevele Kalesi’nin nüvesi Etiler’e, Fricyalılara ‘kadar çıkar. Romalılar burasını devirlerinin müdafaa icaplarına
göre büyütmüşler, Selçukîler klâsik mimarî de mahv ve isbat denilen bir tarzda tahkim etmişler,
Karamanoğulları da kaleye bazı ilâveler yapmışlardı. Eski Keveleliler kendilerini taş ve kesekle bile buradan
kolayca müdafaa edebilirlerdi.
Anadolu’daki tarihî kalelerin çoğunu gördüm. Bu kadar yüksek ve hâkim bir dağ üzerine kurulmuşunu
görmedim, Dağın üstünde insan kendini tayyarede sanıyor. Dağ klâsik ifade ile Bu’d-i Mücerred’de duruyor
gibi, Konya, yakın köyler, yöreler ve Aslım Ovası bir halı gibi ayakaltına serilmiş görünüyor. Biz Kocain’i
incelerken sağanak halinde yağmur yağmıştı. Biraz sonra bir hışıltı duyduk, kılavuzumuza sorduk. Sel geliyor!
Dedi. Dağın kuzey batısındaki derelerden ve asıl Gevele’den deveboynu gibi sular aktığı görülüyordu. 20 dakika
sonra sel Sille Kırı’na ve Horozlu taraflarına yayıldı. Buralara bir göl görünüşü verdi.
Hiç bir yerde rastlanmayan seri halindeki nefis tabiat tabloları Takkeli Dağ’dan görülür. O vakit Konya
Belediyesi’ne tavsiye ettik: Buraya bir otel yaptırınız! Demiştik. Şimdi de Turizm Bakanlığı’na teklif ediyoruz:
Buraya bir yol, bu tepeye gazinolar ve oteller yaptırılsın! Takkeli Dağ’a çıkan yerli ve yabancı buradan hiç
inmez. Arkeologlarımıza da bu havalide ve tepede kazılar yapmaları tavsiye edilir. Buralar tarihin karanlıklarına
projektör ışığı tutacak eski eserlere gebedir.
Sibel’in mabedi, Atis’in çamlıkları ihya edilmelidir.
Saray Köyü’nden dağa çıkarken yamaçların satranç tahtası gibi silinmiş, zamanla törpülenmiş duvarlarla
sayılamayacak kadar çok parçalara ayrıldığı görülür. Bir Sille’li olan merhum Konya Mebusu Tevfik Sılay’a
bunları sormuştum:
— Buralar cehrî (bir nev’i boya) tarlaları idi. Bizim de burada cehriliğimiz vardı... Dedi. Suni boyalar
revaç bulmadan evvel Konya’da çok iyi kök boya ve cehri yetişirdi. Bu boyalar hiç solmazdı.
Bu kalenin adı Selçukî, Karaman ve Osmanoğulları devirleri kaynaklarında, vakfiyelerde ve arşiv
vesikalarında: ‘آﻮاﻟﻪ, آﺎوﻟﻪ, آﻮﻟﻪ, آﺎوﻟﻪ, آﻮاﻟﻪ,’آﻮﻩ ﻟﻪŞekillerinde yazılmıştır.
Müsameretü’l-Ahbar ve Müsayeredü’l-Ahyar da sahife 32 ve 71 de ve Houstma tab’ı İbn Bİbİ’de, S. 28
de ‘ ’آﻮﻟﻪMenakıbü’l-Arifîn de (C. l, S. 45 de) ve Tacü’t-Tevarih’de ‘ ’آﻮﻟﻪMüstakil ilk Osmanlı tarihini Arapça
olarak yazan Fâtih’in Sadrazamı Mevlâna’nın torunlarından Nişancı Mehmed Paşa’nın Osmanlı Sultanları
Tarihi’nde S. 359 da, Âşık Paşazade Tarihi’nde S. 170 de ve Divan-ı Mevlâna Hâmidî de, S. 67, 68 ve 70’de ‘ آﻮﻩ
’ﻟﻪşekillerinde yazılmıştır.
Divan-ı Hâmidî’de ‘Kef’ harfinin üstüne üç nokta konmak suretiyle bunun mutlaka ‘Gevele’
okunacağına işaret edilmiştir.
309
- Nasreddin Hoca Şehri Akşehir. Sahife 11 Midas’ın çeşmesine yerliler Ulupınar diyorlar.
62
İl Yazıcı Defterleri has adları en doğru nakleden vesikalardır. Çünkü tahrir eminleri mütevellilerin
ellerindeki orijinal vakfiyeleri ve kendilerini görerek ve has adları ağızlarından duyarak yazarlardı. Fâtih adına
Konya evkafını tespit eden defterde Konya’daki Fahrü’n-Nisa zaviyesinin gelirleri arasında bir tarlanın yeri
gösterilirken bu kalenin adı ‘’آﻮﻩ ﻟﻪKevele şeklinde yazılmıştır.
Bu vakfiye Karamanoğulları’nın hâkimiyeti zamanında tanzim edilmiştir. Eksi Konyalılar bu kaleyi
Sillelilerin ‘söylediği gibi değil Kevele şeklinde telâffuz ederlermiş. Nişancı Mehmed paşa Konyalıdır. Âşık
Paşazade Konya’da Sadred’-din-i Konevî medresesinde okumuştur. Hâmidî kalenin fethini iyi biliyor. İl yazıcı
defterleri de alâkalıların ağızlarından duyulduğu şekilde yazılmıştır. Şu halde kalenin adı Kevele Kalesi’dir.
Kevele Kalesi’nin Selçukîler ve Karamanoğulları zamanında Darü’l -Mülk şeklinde adlandırıldığı
görülüyor. Bir payitaht gibi hükümdarın ikamet ettiği yer gibi gösterilmiştir.
Hâmidî divanında Kevele’yi böyle göstermiştir. Hakikaten ovada bulunan Konya Kalesi dayanma
yönünden Kevele kadar değildi. Başları sıkışınca hükümdar devlet hazineleri ve icabında ordunun mühim kısmı
Kevele’ye nakil edilirdi.
Fâtih Konya’yı h.872-m.1467 yılında alırken iç kalenin Zindankale’nin Karamanoğlu İbrahim Bey
tarafından yıktırıldığını görmüştü., Fâtih’in emriyle bu iç kale yaptırıldı.310 Üstüne de Konyalı Nişancı Mehmed
Paşa’nın yazdığı altı mısralık Arapça kitabe taşı konuldu.311
Fâtih Konya ve Kevele kalelerini feth ederken İstanbul’u alırken kullandığı toplar ayarında toplar kullandı. Bu
toplar 500-600 kilo ağırlığında taş gülleler atardı. Bunların arasında kâfirî şeklinde tavsif edilenleri de vardı.
Muvaffakiyetli atış yapan Frenk topları. Tarzında yapılan toplara ve hatta burçlara Kâflrî denilirdi. Bunlar da
Türk eserleri idi. Fâtih Vakfiyesinde yeni sarayın Topkapı Sarayı’nın surlarındaki burçlar sayılırken buradaki
burçlardan bazısı Kâfîrî şeklinde tavsif edilmiştir.312
Zeki Oral bunları Frenk topları şeklinde yanlış anlamıştır.
Fâtih Konya Kalesi’ni aldıktan sonra toplarını Kevele Kalesi’nin düz bir yerine çıkarttı ve tabiye etti.
Bizzat verdiği bir emirle Ejder ağızlı toplar kalenin içine ve burçlarına ağır taşlar ve yakıcı paçavralar yağdırdı.
Toplar Karamanoğullarının askerlerini ve kalelerini serçe gibi avlıyordu. Mührsara iki haftaya yakın sürdü.
Konya Kalesi’ndeki güzide kumandanlar da buraya sığınmışlardı, îri taş gülleler kalenin bazı burçlarını kalbura
döndürmüştü.
Hâmidî; divanında ‘Sıfat-i hisar-i Kevele’ başlığı altında kaleyi şöyle tavsif ediyor: “Padişahın Tanrı
tarafından yardım gören askeri Kevele Kalesi’ne yöneldi. Öyle bir kale gördüm ki dokuz Felek onun dizdarıdır.
Gök kubbe bu alanda onun benzerini görmemişti. Kalenin başı şerefle feleğin başına erişmişti. Etekleri de bir
kemer gibi kaleyi sarmış, dimdik tutur yordu. Yıldızlar geceleyin onun burçları üzerinde gökkandilleri gibi parıl
parıl parıldıyordu. Bu bir dağdır ki burçları sanki demir direklerdir. Ferkadeyn yıldızı o dağın tepesine, baş
koymuştu. O sert taştan bir kale zuhal yıldızı da onun kapıcısı idi. Bu feleğin bir kalesi Behram da onun dizdarı,
muhafızı idi. Zamanın insanları ona Darü’l-mülk adını vermişlerse de bu onun gayet yüksek ve muhkem
olmasındandır.
Kalenin halkı kahramanlıkta ve adam avcılığında gök gürültüsü ve şimşek gibidirler. Hepsi baştanbaşa
cebe ve cevşen denilen zırh giymişler, yay kullanırlar, ok ve tüfek atarlar, gargı tutarlar.
Padişahın askeri kalenin etrafına varıp sarınca cenk davullarının sesi kalenin yukarısına çıktı. Yani
kaledekiler cenk köslerini duydular.
Padişah askeri savaşa azmedince Hatif dedi ki :
“Ey kan tutmuş kavim onları mutlaka isteyiniz O talihli ve bahtiyar şah Allah tarafından tey’id
edilmiştir, O felek mertebeli yüce şah Sultan Mehmed’dir”313
Hâmidî divanında Türk askerinin Kevele Kalesi’ni ve Karaman beldelerini nasıl feth ettiğini yazarken
Fâtih’in yüz saf tutan ve gömgök çeliklere bürünen askerinin önünde kendi yürüdüğünü ve kumandaları biz¬zat
verdiğini söylüyor.
Fâtih Konya’yı alınca İbrahim bey tarafından yıktırılan Konya Ehmedek’ini yeniden yaptırdı. Kale’yi
toplarla ve tüfeklerle tahkim ettirdi. Bu kale’nin üstüne ebced hesabıyla 872 tarihini gösteren ‘Âlemin
padişahının kalemidir.’ Manasına gelen ‘’آﻠﻚ ﺷﺎﻩ ﻋﺎﻟﻤﺴﺖkitabesini koydurdu. Bu iç kale için Nişancı Mehmed
Paşa’nın da Arapça bir tarih manzumesi yazdığını söylemiştik. Hoca Sade’d-din Efendi Kevele Kalesi’nin niçin
yıktırıldığını anlatırken iç kale yaptırılınca artık bu kaleye lüzum kalmadığını yazmıştır.
ve İslâmî devirlerinde yâni olduğu zamanlarda tatlı ve Kevele Kalesi bütün tarihi boyunca buraya Selçukîler ve
Karamanoğulları hâkim acı bir çok olaylara sahne olmuştur.
Burası Selçuk Hükümdarlarının ‘aynı zamanda eğlence yeri idi. Padişahlar bilhassa yazın buraya sık sık
giderek eğlenceler tertip ederlerdi. Kışın da buradan ava çıkarlardı. Sultan I. Alae’d-din Bağdad halifesi
310
- Nişancı Mehmed Paşa’nın tarafımızdan Türkçe’ye çevrilen Osmanlı Sultanları Tarihi S. 359
311
-Bu taş şimdi Konya Müzesi’ndedir.
312
-Bunu ifade eden mısralar şunlardır: ‘ از ﺑﻴﻢ ﺧﻠﻖ ﻗﻠﻌﻪ رﻩ اﻷﻣﺎن آﺮﻓﺖ- ’ﭼﻮن ﭼﻨﺪ آﺲ ﺑﻄﻮب ﻓﺮﻧﻜﻲ هﻼك ﺷﺪDivan-ı Hamidi,
sayfa:70
313
-Külliyat-ı Divan-ı Hamidi s.70
63
tarafından gönderilen Şehabü’d-din Sühreverdî’yi burada kabul etmişlerdi. Mevlâna’nın babası Âlimlerin Sultanı
Bahaü’d-din Veled de padişahla beraber burada idi.
Zazadın Hanı’nın banisi Sade’d-din Köpek; Emir Kâmyar’ı bu kalenin zindanında şehit etmişti. Bu
kaledeki diğer olaylar Selçuknamelerde ve Menakıbü’l-Ârifîn’de genişçe yazıldığı için buraya sıralamaya lüzum
görmedik.
KONYA SARAYLARI
ALÂE’D-DİN KÖŞKÜ
Köşk; Alâe’d-din Camii’nin kuzeyinde, Karatayi Medresesi’nin güneyindedir. Konya’da- bir harabe halinde
de olsa- bize kadar gelebilen tek eşsiz ve en eski bir Selçuk eseri olduğu için fevkalâde kıymetlidir.
Anadolu Selçukluları’nın payitahtı olan Konya’da hükümdar saraylarından başka şüphesiz devlet
büyüklerinin, zenginlerinin de birçok sarayları vardı. Karamanoğulları’nın da -bu baş şehirlerinde- saraylar
yaptırmış oldukları muhakkaktır. Osmanlı Şehzadeleri’nin de Konya’da saraylar yaptırdıklarnı eski vesikalardan
öğreniyoruz. Fakat bunların yerlerini, yapılış tarzlarını bilmek şöyle dursun adlarını bile tanıyamıyoruz. Bunların
dillerde hazin yadları bile kalmamıştır.
Anadolu Selçukluları’nın siyasî hakimiyetleriyle sınırlandırdıkları topraklar üstünde tetkik ettiğimiz şu
Köşk’ten başka bu gün ayakta kalmış başka bir sarayları olduğunu bilmiyoruz. Bu bakımdan Köşk billor bir
muhafaza içinde saklanacak kadar yüksek bir kıymet almaktadır. Eski eserler bakımından Konya’nın makûs bir
talii vardır. Payitaht, başşehir yapılışı Konya için felâket olmuştur. Siyasî hakimiyet nevbeti bir Türk kolundan
başka bir Türk oruğuna geçerken iktidar mevkiine gelen ikinci siyasî teşekkül kendinden evvelki
hükümdarların, siyasi teşekküllerin yaptıkları medenî eserleri kıskandıkları için ya yakıp yıkmışlar, yahut
ihmalin yıkıcı tırnaklarına terk etmişlerdir.
Karamanoğulları Selçuk siyasetine ve Selçuk eserlerine düşman idiler. Osmanlılar Karamanoğulları’nın ve
Selçuklar’ın Konya’sına tehlikeli bir düşman gözüyle baktıkları için eserlerini yıktılar. Yıkamadıklarını yüz üstü
bıraktılar. Cumhuriyet, birer Türk Devleti olan bütün bu siyasi teşeküllerin bıraktıkları tarih yâdigârlarını ayrılık
gayrılık gütmeden öz evlâdı gibi göksüne bastı, himaye kanadını hepsinin üstüne açtı. Bunları onarmaya,
kurtarmaya çalışıyor. Evliya Çelebi Konya’da 340 saray bulunduğunu yazarken; Paşa Sarayı’nın şöhretini ve
ihtişamını bilhassa canlandırır.314
Eşsiz seyyahımız, Eşkâl-i Kale-i Konya başlığı altında şunları söyler:
“H.569-m.1549 tarihinde senk-i traşide ile Sultan İzze’d-din Kılçaslan İbn Mesud inşa edip metanet vererek
bâni- irâbi olmuştur. Bir eyvan ve divan-hâne-i sultânî yaptırmıştır ki ol asırda Eyvan-i Kisra’dan nişan verir idi.
Zelzeleden münhedim oldukta Keykubad-i Selçukî tamir ve termim ederek bir handek-i azim inşa ettirmişti ki,
umku 11, arzı 50, kad-i sûri 30 zirâ-ı melikîdir.”315
Evliya Çelebi bu mütalâasıyla daha sonrakileri şaşırtan ve çözülmesi zor bir arap saçı manzarası arz eden
tarihî hakikatleri aydınlatmaktadır. Filhakika yeni tarihçiler köşk’ün kimin tarafından yapıldığı hakkında kesin
bir kanaate varamıyorlardı.
Köşk; eski resimlere göre iç kalenin bir burcu gibi asıl surun duvarından dışarıya taşmış bir vaziyette idi.
Ben bu mahallede doğup büyüdüğüm için eski durumunu biliyorum. Önünde handek, sağında ve solunda kale
duvarları vardı. Bu duvarların ve köşk’ün alt kısmının bir taş ocağı gibi kullanıldığını da hatırlarım. Köşk’ün iç
duvarları Gödene Taşı ile ve harçla yapılmıştır. Dört duvarın içi, itina ile yapılmış; bugün Konya’da
kesilenlerden ve kullanılanlardan daha ince kerpiçle doldurulmuştur. Bu itibarla Köşk’ün birinci katı yoktur.
Cephesine iki aslan heykeli şerleştirilmişti.316
Bunlardan soldakine ben yetişemedim. Daha evvel sökülmüş olduğu için yeri açık duruyordu. Sağdakini
yıkılıncaya kadar yerinde görürdüm. Köşk’ün eyvan kısmını üç taraftan üçer konsol kucaklardı. Şimâl tarafında
geniş bir kemer ve üstünde de saçak kalıntıları vardı. Batı ve doğu duvarlarından dışarıya; üstleri kavisli ikişer
pencere açılırdı. Köşk’ün alt kısmı yumurta, civa, bal ve kıtık ile hazırlanan mermer gibi parlak harç ile
sıvanmıştı.317 Bu mahallede doğup büyüyen ve 85 yaşında ölen ninem de bu sarayın yumurtalı harçla sıvandığını
bana söylerdi. Konsolların yüzlerinde istalaktitler vardı. İstalaktitlerin her yaprağı mozaik halindeki çinilerle
süslenmişti. Kurtularak bize kadar gelen parçalarında da çini izleri açıkça görülmektedir.
Eyvanın şimal yüzü Gömeç Hatun Türbesi’nin cephesi gibi çinilerle ve çini kitabelerle bezenmişti. Eyvanın
etrafında balkon ve şehnişin olduğu anlaşılıyordu. Şarl Teksiye’nin Küçük Asya’sındaki eski bir resimde bunlar
açıkça görülmektedir. Güney tarafındaki duvarını hatırlayamıyorum. Eski resimlerde de görülmediği ne göre bu
duvarı yoktu. Eyvanın sağ ve sol duvarları pencere üstlerinden sonra tuğla ile yapılmıştır. Üstünün kubbe ile
örtülü olduğunu gösteren izler vardır. Bu kalıntı muhteşem Selçuk Sarayı’nın bir eyvanı, divanhanesi idi. Selçuk
Divanı burada kurulur, Cuma namazlarından evvel ve sonra hükümdarlar burada otururlar, çetr ve sancak gibi
314
-Cilt 3, s. 21
315
-Evliya ÇelebiSeyahatnamesi. Cilt 3, s. 24
316
-Şarl Teksiye, Küçükasya, Cilt 3, s. 206’da Konya’da bu çeşit 20 kadar arslan heykeli gördüğünü yazmaktadır.
317
-İstanbul’da Üsküdar’daki Ayazma Camii’nin Topkapı Sarayı’nda bulunan inşaat defterinde sıvanın bu şekilde hazırlandığı
açıkça yazılmaktadır. Bu hususta Istanbul Âbideleri adlı kitabımızın 8. sahifesinde geniş mâlûmat vardır.
64
mukaddes emanetler Eyvanın bânisi tarafından yaptırılan türbede muhafaza edilirdi. Saraydan cami’e bir kapı
açılırdı. Eyvanın cephesinde kemeri üç tarafından saran enli bir çini kitabe vardı. Mavi zemin üzerine beyazla
yazılan kitabenin bazı parçaları düşmüştü. Doktor J.H. Löytved kitabenin kalan parçalarını şöyle zapt etmiştir:
“ اﻟﺪﻳﻦ ﻓﺨﺮ اﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻓﻲ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻧﺼﻴﺮ..... ﺷﺎهﻨﺸﺎﻩ اﻻﻋﻈﻢ ﺳﻴﺪ اﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻣﺠﺪد ﻣﻤﺎﻟﻚ اﻟﺪﻧﻴﺎ وﻣﻈﻬﺮ آﻠﻤﺎت اﷲ اﻟﻌﻠﻴﺎ....
.... ”اﻟﺤﻖ ﺑﺎﻟﺒﺮاهﻴﻦ ﻣﺼﻴﺮ اﻟﻤﻈﻠﻮﻣﻴﻦ ﻣﻦ اﻟﻈﺎﻟﻤﻴﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن318
Kitabe üslûbu ve seçilen kelimeleri itibariyle Alâe’d-din Türbesi’nin üstündeki kitabeye benzemektedir.
Belki de aynı âlimin kaleminden çıkmıştır.
Köşk’ün I.Rükne’d-din Mesud Oğlu II. İzze’d-din Kılçaslan tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
II.Kılçaslan h.555-m.1156’dan h.588-m.1192’ye kadar hükümdarlık yapmıştır. Köşk’ün hiç bir yerinde
yapıldığı tarihi ve mimarını gösteren bir kitabeye rastlanmıyordu. Evliya Çelebi böyle bir Kitabe görmüş olacak
ki h.569-m.1549 yılında yapıldığını tasrih etmiştir. Kılıçaslan’ın en kuvvetli zamanına rastladığı için Köşk’ün
inşa tarihini bu şekilde kabul edebiliriz. Eyvanın içi de çinilerle süslü idi.
1907 yılında319 Rizo isminde bir Rum mühendisi tarafından tamir etme bahanesiyle Köşk’ün alt kısmı
kazılmıştı. Bundan müteessir olan eyvanın ayakta kalan ikinci katı ve duvarlarının bir kısmı çökmüştür, kitabeli
çinileri o vakit Konya’da Köşk civarında oturan Alman Konsolosu tarafından kendi memleketine gönderilmiştir.
Köşk’ün şimdi birinci katının yalnız sağ duvarı ile şehnişinin ayaklarından ikisi ve bir de ortanın kerpiç
dolgusu kalmıştır. Taşla yapılan duvar sıvanmıştır. Duvarda kalın ardıçlar hatıl halinde kullanılmıştır. Eski
sıvada hadd-i fâsıllarda beyaz, kırmızı ve sarı renklerle mustatil şeklinde yapılmış süsler hålâ görülmektedir.
Türk Tarih Kurumu on sekiz sene evvel etrafında bir kazı yaptırmış, duvarın altını tamir ettirmiş ve üstüne
de şöyle bir levha asmıştır:
“Türk Tarih Kurumu Konya Hafriyyat Heyeti bu sahayı kazdırıp abideyi tamir etmiştir.”
Kazıda Köşk’ün şimal tarafındaki temeli meydana çıkmıştır. Seviye itibariyle Karatayi Medresesi’nin temel
seviyesinden biraz aşağıdadır.
Sarayın son kalıntısı Müzeler Umum Müdürlüğü tarafından kubbemsi beton bir siper altına alınmıştır.
KUBÂD-ÂBÂD SARAYI
Anadolu Selçukî Devleti’nin payitahtını; cami, mescit, medrese, kervansaray vesaire gibi birçok saraylar,
köşkler ve konaklar da süslerdi. Konya’nın içinde ve bağlarında bulunan saray, köşk ve konaklar muhtelif
zamanlarda saltanat kavgaları zamanında ve istilâcı düşman kuvvetleri şehre ve varoşlarına kadar sokuldukları
sıralarda tahribe uğramışlardı. Meselâ II. Gıyase’d-din Keyhüsrev Konya’da Selçuk tahtına oturan Rükne’d-din
Süleyman’ın genç oğlu İzze’d-din Kılıçaslan’ı bertaraf etmek için h.601-m.1204320 yılında Konya’yı sardığı
zaman yeğeni genç padişahı tutanların müdafaası ile karşılaşınca, İbn Bibi’nin ağzı ile:
“Şeytan Sultan Gıyase’d-din’in gurur ve gazabını ayaklandırdı. şehrin bağlarını baltalarla kestirdi. Civardaki
uzak ve yakın köşk ve sarayları külünklerle yıktırarak ateşe verdi.”
Nihayet Kılçaslan bu zor karşısında Konya’yı amcasına verdi. Kendisi bir kaç gün Takkeli Dağ’ın üstündeki
Kevele Kalesi’nde nezaret altında tutulduktan sonra Tokat’a gönderildi.
II.Kılıçaslan tarafından yaptırılan ve Konyalılar’ca Alâe’d-din Köşkü denilen Selçuk Sarayı’nın bu esnada
tahribe uğramadığını sanıyoruz. O vakıt dış kale henüz yapılmamıştı. Ama bu Köşk; Alâe’d-din Tepesi’ni saran
küçük kalenin içinde idi. H.618-m.1221’de Konya’nın dış kalesi yapıldıktan sonra bu kale Ehmedek (İçkale)
oldu.
Sultan I.Alâe’d-din’in bir zelzeleden sonra yenilercesine tamir ettirdiği Konya’daki köşkünden başka
Karaman Eyaleti içinde iki ünlü sarayı daha vardı. Konya Selçukî Devleti’nin bu dev şöhretinin hayatında kendi
adına nispet edilen bir şehirde, lâkabı ile anılan iki sarayı vardı. Şehrin adı Alâiye’dir. Saraylardan birisi Kubâd-DİKKAT
Âbâd, ikincisi de Keykubâdiye’dir. bu metni aynen böyle
Biz uzun ve çok yorucu bir mesai ile ilk defa bu sarayların yerlerini bulduk, katiyetle tespit ettik. alın bitişiktir
İlim ayrı değildir
dünyasına sunuyoruz.
Kubâd-Âbâd Sarayı; Beyşehir -diğer adları ile Süleymaniye, Süleyman Şehir-321 civarında Selçukîler’in
Bizanslılar’dan devraldıkları eski ve tarihi eserlerle dolu bir bölgenin merkezi olan Gurgurum’da gözleri ve
gönülleri büyüyen Eğrinas gezi yerinde idi. Vakfiyelerde, tedavül kayıtlarında, arşiv vesikalarında, tarihi
metinlerde bu ad ‘آﻮﻟﻘﻮرم,ﻏﻮﻟﻘﺮم,ﻏﻮرﻏﻢ,ﻗﻮرﻏﻮرم,ﻏﻮرﻏﻮرم,ﻏﻮرﻏﺮوم,ﻏﺮﻏﺮوم, ’ﻏﺮﻏﺮمşekillerinde yazılmaktadır. Kibert
haritasında Beyşehir civarında Gulgurum adlı bir köyün antik adının Gorğorum olduğu gösterilmiştir. Bizanslılar
ve Selçukîler zamanında Ğurğurum çok mamur bir şehir idi. Konya Selçukîleri’nin ilk zamanlarında burası bir
318
-Konia İnschrıften Der Seldchuischen Bauten, Berlin,1907
319
-22 Safer 1325 günü sabaha yakın müthiş bir gürültü ile eyvan yerlere serilmişti.
320
- İbn Esir ve başka tarihçiler bu tarihi kabul ediyorlar. İbn Bibi h.602-m.1205 yılını almıştır.
321
-Süleymanşehir ve Süleymaniye hakkında Nasreddin Hocanın Şehri Akşehir adlı kitabımızın 56’ncı sahifesinde geniş
mâlûmat vardır.
65
vilayet merkezi idi.322 Beyşehir Gölüne de Buhayre-i Ğurğurum Gölü deniliyordu.
Konumuz olan Kubâd-Âbâd Sarayı yapıldıktan ve etrafında kalabalık bir yöre hasıl olduktan sonra bu havali
daha çok Kubâd-Âbâd adı ile anılır olmuş, göl de aynı adı almıştır. Bir işlek büyük yol üzerinde bulunan
Gurğurum birçok iktisadi ve siyasi sebeplerden dolayı önemini kaybettikten sonra bir köy haline gelmiştir.
Kubâd-Âbâd da aynı sebeplerden dolayı evvelâ ihtişamını sonra da adını kaybetmiştir. Eski yazımızda meşhur
olan ve kolayca okunabileceği sanılan bazı kelimeler ve has adlar çok kerre noktasız yazılırdı. Bazı vesikalarda
ﻏﺮﻏﺮمĞurğurum adı ﻋﺮﻋﺮمgibi yazılmıştır. Tarihi bilgisi kıt ve cüretli bir Beyşehir Kaymakamı köyün noktasız
harlerle yazılı adını ﻋﺮﻋﺮمArarım gibi okumuş ve köyün adını böylece değiştirmiştir.323
Paris Milli Kütüphanesi’nde bulunan anonim Selçuknâme’de324 ve Müsameretü’l-Ahbarve Müsayeretü’l-
Ahyar da bu ad Vilayet-i Ğurğurum şeklinde geçer. Ankara’da Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde bulunan ve bir
sureti İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde 34165 numarada kayıtlı olan Altunba’nın h.598-m.1201
tarihli vakfiyesinde Konya’daki medresesinin bir geliri sınırlandırılırken ‘Konya’nın batısında Gurgurum
Caddesi üzerinde’ denilmektedir. Aynı vakfiyede Altunba Hanı’nın da Ğurğurum Yolu üzerinde yaptırıldığı
açıkça belirtilmiştir. Konya’dan Beyşehir’e giden büyük ve anayolun adı Konya Selçukîleri’nin ilk
zamanlarından beri Ğurğurum Yolu adını taşıyordu. Karamanoğlu İbrahim Bey’in bir vakfiyesinde burası Karye-
i Ğurğurum şeklinde geçer ki Karamanoğulları zamanında Ğurğurum bir köy haline düşmüştür.
Osmanlı idari teşkilatında Ğurğurum bir nahiye merkezi idi. İstanbul’da Başvekalet Arşivi’nde 455
numarada kayıtlı Yavuz devrine ait bir defterde ‘Nahiye-i Ğurğurum Tâbi-i Kaza-i Seydişehri’ denilmektedir.
Ankara’da Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde 172 numarada kayıtlı II.Beyazıd devrine ait bir defterden Alâiye
Nahiyesi’nin köyleri arasında Kiçi (küçük) Ğurğurum, Ulu (büyük) Ğurğurum adlı iki köy bulunduğunu
öğreniyoruz. Şimdi bu köyler adları ile beraber yok olmuştur.
Kubâd-Âbâd Sarayı; Beyşehir Gölü’nün batısında Eğrinas اآﺮﻳﻨﺎسdenilen yerde göle hakim, iç açıcı,
ferahlatıcı, tabiatın seri halindeki tablolarla süslediği bir yere yapılmıştı.
Mimarı; Zazadın Hanı’nın vâkıfı ve bânisi Sade’d-din Köpek’tir. O vakıt av emiri ve mimar idi.
Alâe’d-din Keykubad Kayseri’de Menkücek Oğulları’ndan Erzincan ve Kemah Meliki II.Alâe’d-din Davut
Şah’ı (takriben h.622/625-m.1225/1228) Kayseri’ye davet etmiş, ona kendisinin sarayında 10 gün ziyafetler
vermişti. Davut Şah içki tesiri ile hükümdarı rencide edecek sözler söylemişti. S. Alâe’d-din eliyle yazdığı
ahitnâmeyi Sade’d-din Köpek vasıtasıyla Davut Şah’a vermiş, o da Kayseriye’yi terk etmişti. S.Alâe’d-din
bundan sonra bir müddet daha Keykubadiye Sarayı’nda kalmış, bahar aylarında sahil taraflarına Ak Deniz’e
doğru yola çıkmıştı. Hükümdar Başkent Konya’ya uğradıktan sonra Hz. Süleyman’ın atı gibi mesafeleri yutan
atına binerek Konya- Ğurğurum yolu ile Ğurğurum Gölü’nün batısındaki Eğrinas mevkiine varmıştı. Burası pek
hoşuna gitmişti. Şikâr emiri ve mimar Köpek’e burada bir saray yaptırılmasını emretti. Aynı zamanda iyi bir
nakkaş, ressam ve mühendis olan padişah mimarın hazırladığı planı beğendi.325
Kaynaklarımız bu seyahatin yapıldığı tarihi açıkça yazmıyorlar. Biz bu seyahatin h.624-m.1226 yılında yani
Alâiye Kalesi’nin yapılmasından bir sene kadar sonra yapıldığını kabul etmek istiyoruz.
Saray az zamanda tamamlandı. Padişah çok beğendi. Selçuknâme sarayı şöyle över:
“Sade’d-din Köpek lâtif ve gönül okşayıcı şekillerle yuvarlak kemerler üzerine yüksek kubbeleri, feleğin
yüce kümbeti ile beraber görünen, firuze ve lacivert nakışlı döşemeleri ile, semânın firuze renkli çehresini
mâileştiren, temaşası cana canlar katan bir sarayın inşasına başladı. Güzel bâkirlerin ruhlarından daha ziynetli,
kanaat sahrasından daha geniş, istenildiğinden daha mükemmel olan bu saray kısa bir müddet içinde Sultan’ın
arzusu veçhile ikmal edildi. Alâe’d-din Keykubad; sarayı beğendikten ve bir kaç gün içinde oturduktan sonra
dizginini Antalya ve Alâiye taraflarına çevirdi”.326
Her saray ve şato gibi bu sarayın etrafını kalın duvarlı bir sur sarardı.
322
-Muhterem Bilgin Osman Turan’ın 1958’de neşredilen, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar adlı eserin 82.
sahifesinde 59. sıra numarasında bir naiblik ve kethüdalık tayini vesikasında da burası, Gurğurum Vilayeti şeklinde
geçmektedir.
323
-Köylerimiz s. 47’de Ararım, Beyşehrin’nin bir köyü olarak gösterilmiştir.
324
-Kütüphanemizde bulunan kopyası s.69 ve 86. Bu kitab 1952’de Ankara’da Nafiz Uzluk tarafından tercümesiyle beraber
bastırılmıştır. Bu kitabın 47. ve 61 sahifelerine de bakılsın.
325-Yazıcızade Ali- Alâe’d-din’in hal tercümesini yazarken San’atlardan yaycılık, dülgerlik, nakkaşlık, ressamlık, hattatlık,
saraçlık, bıcakcılığı iyi bilirdi, Bu bablarda büyük mehareti vardı. Cevahiri dahi iyi bilirdi diyor. s. 218
13-İbn Bibi Tercümesi, s.135 Muffassal İbn Bibi’de olay şu satırlarla tespit edilmiştir:
ﭼﻮن ﺳﻠﻄﺎن از ﻗﻴﺼﺮﻳﻪ ﺑﺮﻳﺴﺖ ﺻﺎﻓﻴﺎت ﺟﻴﺎد ﺳﻠﻴﻤﺎن و از ﻣﺮاﺣﻞ وﻣﻨﺎزل ﺑﻜﺎﻣﺮاﻧﻲ وﺷﺎذﻣﺎﻧﻲ ﻃﻲ ﻓﺮﻣﻮد واز داراﻟﻤﻠﻚ ﺗﺠﺎوز ﺑﻤﻨﺘﺰهﺎت اآﺮﻳﻨﺎس رﺳﻴﺪ
ﺑﺴﻌﺪ اﻟﺪﻳﻦ.... ﻣﻮﺿﻌﻲ دﻳﺪآﻪ اآﺮ رﺿﻮان ﺑﺬاﻧﺠﺎ رﺳﻴﺪي ﻣﻔﺎرﻗﺖ ﺁن در ﺧﻴﺎل ﻧﻴﺎوردي واز ﻓﻀﻼت اﺷﺠﺎر ﻣﺮ ﺗﻤﺎرش ازﻟﻲ ﭘﻴﻮﺳﺘﻪ آﺮي ﺑﺨﻠﺪ ﺑﺮﻳﻦ ﺑﺮدي
.... آﻮﭘﻚ آﻪ در ﺁن زﻣﺎن اﻣﻴﺮ ﺷﻜﺎر وﻣﻌﻤﺎر ﺑﻮد ﻓﺮﻣﻮدآﻪ ﺁﻧﺠﺎ ﻋﻤﺎرﺗﻲ آﻪ در ﺣﺮﻣﻦ ﻓﺮدوس رادوش ﻧﻤﺎﻧﺪ ودر ﻧﺰهﺖ ورﻓﻌﺖ روﻧﻖ ﺳﺪﻳﺮ وﺣﻮرﻧﻖs.353
326
-İbn Bibi Tercümesi. S. 135 Mufassal İbn Bibi’de olay şumsatırlarla tespit edilmiştir. (
)
66
giderken de Kubâd-Âbâd Sarayı’na uğramıştı.327
Sade’d-din Köpek h.635-m.1235’de Şimşat Kalesi’ni aldıktan sonra emirlere ve saray adamlarına karşı
yaptığı zulmu arttırmış, hükümdar II.Keyhüsrev’in huzuruna bile kemer ve kılıçla girip çıkmaya başlamıştı.
Keyhüsrev ciddi bir endişe duymağa başladığı için yakın ve sadık adamlarından Sivas Candarı Karaca’yı gizlice
çağırtmıştı. O vakit Ğurğurum’daki bu Kubâd-Âbâd Sarayı’nda oturuyordu. Köpek’i burada kendi yaptığı
sarayda öldürttü. Paramparça edilen cesedini de bir kafese koydurarak sarayın kale duvarının üstüne astırdı. Halk
bu ibret levhasını seyrediyordu. Sultan da bu manzarayı sarayın penceresinden temaşa eyliyordu. Bu sırada
kafesin ipi birden bire koptu. Zavallı ve suçsuz bir adamın üzerine düşerek ölümüne sebep oldu. Keyhüsrev bunu
görünce:
-Vay uğursuz alçak! Ölümünden sonra da kan döküyor. Onun kötü ruhu hala dünyada eserler bırakıyor!
dedi.
H.637-m.1240’de Keferisud’da çıkan Babai isyanında II.Keyhüsrev Kubâd-Âbâd Sarayı’na çekilmiş ve
yatıştırma harekâtını buradan idare etmişti. 328
H.657-m.1258’de II.İzze’d-din Keykavus ile IV.Rükne’d-din Kılıçaslan’ Hülâgu’yu ziyaret ettikten,
atalarının yurdunu paylaştıktan ve Keykavus Konya’yı başkent yaptıktan sonra Kont-i İstablı olan bir Rum’un
teşviki ile devlet merkezini Konya’dan Antalya’ya kaldırmış, kendisi de Ğurgurum’daki Kubâd-Âbâd Sarayı’na
yerleşmişti. Hülâgu’nun evvelce Sultan’a verdiği ödünç paraları ve kesimleri almak üzere gönderdiği sefaret
heyetini Keykavus bu sarayda kabul etti. Onun Emir-i ahuru olan bir Rum’un dalaveresiyle İlhan Elçileri’ne bu
saray- da vediği ters cevap ve onları kovar gibi geri çevirmesi Moğollar’ın kötü emellerini ayaklanırdı. Tahripçi
Moğol sürülerinin mamur Anadolu’ya aç çekirgeler gibi saldırmalarına sebep oldu. Kendisi de nihayet taç ve
tahtını terk ederek Alâiye tarafı yolunu tuttu. Buradan da maiyetiyle beraber gemilerle İstanbul’a geldi, Bizans
İmparatoru’na sığındı.
Sultan İzze’d-din h.654-m.1256 yılında ilk defa saltanat tahtından ayrıldıktan sora Alâiye Kalesi’ne çekilmiş,
burada büyük bir mahrumiyet ve sıkıntı çektikten sonra Bizans İmparatoru Laskariş’e sığınmıştır.329
Kubâd-Âbâd Sarayı’nın eski ihtişamına ağlayan harabeleri, kubbe artıkları ve hüzün verici enkazı hâlâ
ayaktadır. Güneş vurdukça harabelerin şurasında burasında renk renk çini parçaları görülüyor. Buraya civar
köylüler, Tol diyorlar Konya’daki Alâe’d-din Köşkü’nün civarına da Tolaltı derlerdi. Köylüler saray ve şehir terk
edildikten sonra burada kış günlerinde davar barındırdıkları ve besledikleri için böyle adlandırmış olmaları
ihtimali vardır.
Kubâd-Âbâd’daki bir camiden alındığını tahmin ettiğimiz bir mescit kitabesi Kürtler köyünün cami duvarına
yerleştirilmiştir. Biz Konya’da Kavak köyünü incelerken köyün camiinin avlu duvarına böyle tarihli bir kervan
saray kitabe taşının yerleştirildiğini görmüştük.
Kürt Köyü mescidinin kitabesi şu idi:
آﻴﺨﺴﺮو ﺧﻠﺪ اﷲ/ اﻷﻋﻈﻢ ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺎد ﺑﻦ/ ﻋﻤﺮ هﺬﻩ اﻟﻤﺴﺠﺪ ﻓﻲ أﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن/ وأن اﻟﻤﺴﺎﺟﺪ ﷲ ﻓﻼ ﺗﺪﻋﻮا ﻣﻊ اﷲ أﺣﺪا
اﻟﻮاﻟﻲ ﺑﻘﺒﺎد ﺁﺑﺎد ﻓﻲ رﻣﻀﺎن ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ/ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺳﻮﺗﺎش/ ﺳﻠﻄﺎﻧﻪ
Bu kitabeye göre Kubâd-Âbâd valisi Bedre’d-din Sütaş sarayın kurulmasından 10-11 sene kadar sonra
vilayet merkezine bir cami yaptırmıştı.
Kubâd-Âbâd harabelerinin karşısında göldeki ada üzerinde de Bizans ve Selçuk devrinin mimari eserleri
göze çarpar. Buralarda eski eser ve tarih yadigârı kırıntıları ve parçaları her tarafa serpilmiş gibidir. Buraları
Beyşehri’ni yazaken genişçe inceleyeceğiz.
Biz bu satırları Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi adlı kitabımıza 19 sene evvel yazmış, basılmak
üzere Konya Belediyesi’ne vermiştik. Bundan sonra 1949’da İstanbul’da Aydın Matbaası’nda basılan Alanya-
Alâiyye adlı kitabımızın yetmiş yedinci sahifesinde Kubâd-Âbâd Sarayı başlıklı bir bendimizde aynen şunları
söylemiştik:
“Bu saray Beyşehir Gölü ve Beyşehir Kasabası yakınındaki Gurğurum’da idi. Kanuni’nin ve II.Murad’ın
Başbakanlık ve Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivleri’ndeki İlyazıcı Defterleri’nde ve başka arşiv vesikalarında
Gurğurum Köyü’nün adına rastlanmaktadır. Sonra halkı Beyşehri’ne ve başka yerlere göç etmiştir. Sarayın ve
sonraki köyün harabeleri burada hâlâ görülmektedir. Selçuklular zamanında Beyşehri’nin de bu vilayete bağlı
olduğu anlaşılmaktadır.
Sarayların yerlerini ilk defa doğru olarak tesit ederek geniş muhite ve ilim âlemine sunarken yine Alâiye adlı
kitabımda bu sarayların yerleri hakkındaki eski ve yanlış bilgileri şöyle sıralamıştım:
“..Türk ve bilhassa Selçukî tarihinde bir otorite sayılan üstadım Ahmed Tevhid Merhum bu sarayı bir şehir
gibi alıyor ve şu çok yanlış mâlûmâtı veriyor:
“Alâe’d-din Keykubad unvanına nispetle Alâiye ve ismine nispetle Keykubadiyye isimleriyle iki şehri
müceddeden tesis etmiştir. Müşarünileyh 634 tarihinde Keykubadiyye’de irtihal edüp na’şi Konya’ya nakil
olunarak ecdadı türbesinde defnolunmuştur. Keykubadiyye; Erzincan civarında olup Key karyesi ihtimal ki bu
327
-Müsameretü’l-Ahbar ve Müsayeretül’-Ahyar s. 65, 74, 204, 276, 311, ve tercümesi s.155, 162, 303, 342.
328
-İbn Bibi Tercümesi, s. 133, 141 197, 209 ve Camiü’d-Düvel Tercümesi, s. 58
329
- Müsameretü’l Ahbar ve Müsayeretü’l Ahyar s. 70 ve Tercümesi, s. 158
67
Keykubadiyye Şehri’nin mevkiindedir”.330
Hammer; Cenabi’ye dayanarak şu çok yanlış mâlûmâtı veriyor:
“Alâe’d-din Keykubad tesis eylediği iki beldeyi kendi ismiyle tevsim etmiştir. Biri Alaiyye,diğeri
Keykubadiyye, Erzincan taraflarında....”331
Halil Edhem’in verdiği malûmat ise çok perişan ve baştan başa hatalıdır. Diyor ki:
“Alâe’d-din Keykubad iki şehir tesis etmiştir. Birisi Alâiye’dir, diğeri müverrihler tarafından Kubadiyye,
Keykubadiyye ve bazen Kubâd-Âbâd diye zikrolunur fakat mevzii belli değildir.”
Halil Edhem’in bundan sonra burasının Kayseriyye’deki Köşek Dağı mevkiinin veyahut Kayseriyye’nin
kuzeybatısında ve Karasu’nun kenarındaki Keykubad Köyü’nün olabileceğini söylüyor.332
Neşrî; Kubadiyye’nin Erz-i Rum’dan olduğunu söylüyor.333
Biz; Kubâd-Âbâd sarayının 20 sene evvel yerini bulmuş, açıkça yazmıştık. Daha sonra neşredilen Alâiye adlı
kitabımızda bunu kısaca göstermiştik. Demek ki sarayın yeri geniş muhite arz edilmişti. Dört, beş sene kadar
evvel Konya’ya gitmiştim, Mevlâna Müzesi’ne uğradım. Memurlardan Ömer Bey Merhum’la konuşurken bana:
-Hocam! dedi gördünüz mü? Bizim müdür Zeki Oral Kubâd-Âbâd’ı ben keşfettim! diye yazılar yazyor.
Kendisine:
-Bunu İbrahim Hakkı Konyalı Alâiye kitabında göstermiştir, dedim. Parmağını ağzına götürerek:
-Sus dedi! Bunu ilk defa bulduğunuzu açıklamamamı ve yaymamamı istiyordu.
Bir gün Zeki Oral’ın yerine tayin edilen Mehmet Önder’le konuşurken o da Kubâd-Âbâd konusuna temas
etti. Zeki Oral’ın Kubâd-Âbâd kâşifliğini ilân edip durduğunu söyledi. Ben dedim ki:
-Ben Kubâd-Âbâd’ın yerini buldum. ve Konya kitabımda genişçe yazdım. Özetini de Alâiye kitabımda
neşrettim.
Müze Kütüphanesi’nden benim kitabımı getirtti, beraber açtık, okuduk. Zeki Oral’ın; Kubâd-Âbâd’ı nasıl
bulduğumu gösterir satırların altlarına siyah kalemle dikkat çizgisi çektiğini ikimiz de hayretle gördük. Selef
halef arasında bir geçmiş olacak ki Mehmet Önder:
-Ah bunu daha evvel bilseydim! Dedi.
330
-Meskûkât-i İslâmiyye Kataloğu. Kısm-ı râbi, s. 108.
331
-Devlet-i Osmaniye Tarihi, cild 1 s.308
332
-Kayseriyye Şehri, s. 50, Not 2
333
-Alaiyye-Alanya, s. 75-76
334
-Medüz-Meduse Yunan Üstûreler Tarihi’nde çok meşhur üç cadı hemşireden birisidir. Kendisi bilhassa saçlarının güzelliği
ile şöhret almış bir dilberdir. Sonra saçları birer kara yılanı, dişleri domuz dişine çevrilmiş ve kendisine de baktığı adamları
taş yapma kudreti verilmişti. Çok kerre yalnız başı tasvir edilirdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bunun çok canlı bir heykeli
vardır. Arhaik resimlerde çirkin ve korkunç olarak tasvir edilirdi. Bu cadının başı alacağı kıza düğün hediyesi vermek için
Perseyüs tarafından kesilmişti. Konya şehri kapusunun üstünde bir Medüz Kafası bulunduğu için put şehri anlamına İkonyon
adını almıştı. Esatir-i Yunaniyan, s. 737 ve Luhud ve mekabir-i atika kataloğu, s. 115.
335
-Neron Miladdan sora 54 yılından 68 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır.
336
-Hadrian miladdan sonra 117 yılından 137 yılına kadar hükümdarlık etmiştir. Büyük Tarih-İ Umumi. cilt 3, s. 393 ve 402.
68
Sikkenin arkasında Perseus’ün ayakta çıplak başı sağa müteveccih resmi vardır. Uzatılmış halindeki sağ
elinde Medüz başı tutuyor. Sol kolunda harbe görülüyor.
Sikkeyi bir daire çevirmektedir. Arkasının kenarında Lâtin Harfleri ile... Coni yazılıdır.337
Kolonyal sikkelerin hepsinde Lâtin Harfleri kullanılmaktadır.
Konya’da kesilen ikinci tip Kolonyal sikkelerde Roma İmparatorları’nın başları vardır. Bunları da görelim:
337
-Kelimenin ilk harfleri silinmiştir. CATACOSUS OF GREK COINE LYCAONIA, ISAURIA AND CILICIA.
338
- Antoninos Piyos miladdan sonra 138 yılından 161 yılına kadar hükümdarlık etmişti. Büyük Tarih-i Umumi, elit 3 sahife
408.
339
-Üçüncü CORDİANOS miladdan sonra 238’den 244 yılına kadar hükümdarlık etmişti.
340
-Konya’nın bir nahiye merkezi olan Sille adını bu yarı su tanrısından almıştır.
341
-(S) ve (R) harfleri Roma Senatosu’nun kontrolunu gösteren işaretlerdir ki SİNATÜS ROMANÜS terkibinin ilk harlerinden
alınmaşıtır. Bazı sikkelerde bu S.C şeklinde gösterilmiştir.
342
-Gallienos milattan sonra 269 yılından 266 yılına kadar hükümdarlık etmiştir.
69
3- Bu paranın yüzü de diğerlerinin yüzüne benzer; arkasında başını sola çevirmiş çıplak Perseyüs resmi
vardır. Ayaklarında kanatlar görülür. Sağ elinde Medüz başı, sol elinde harbe ve kolunda harmani vardır.
4- Bu paranın yüzü de diğerlerinin aynıdır, arkasında Gordiyanos’un yukarıda gördüğümüz sikkesinin
arkasında Tişe resmi vardır. Kenarında da Iconıen Cılo S.R yazılıdır.
5- Bu sikkenin yüzü de diğerlerine benzer, kenarlarında: Imp Plıcgallıe Nu Pf∆ yazılıdır. Bu sikkenin
arasında Romolos ve Romos343 ikiz kardeşleri emdiren dişi kurt resmi vardır. Kenarında da Iconıen Sıuhohca.S.R
yazılıdır.
6- Bu paranın yüzünde de Gallyanos’un sağa müteveccih taçlı ve zırhlı büstü vardır. Kenarında: ‘IMCPLI
CALLIENΩAV’ yazısı okunur.
Arkasında da ikizleri emziren kurt resmi ve kenarında da Iconiensıumol S.R vardır.
343
-ROMOLOS Roma’nın bânisi ve ilk kıralıdır. MARS’ın oğlu olduğuna inanırlardı. ROMOS’da onun ikiz kardeşidir. Annesi
bunları gizlice peydahladığı için Amolpiyos bunları doğunca bir sepete koyarak Tiber Nehri’ne attırmıştı. Sonra nehir bu
sepeti Paleten Tepesi’nin eteğine attı. Bir kurt bunları emzirerek büyüttü. Büyüyünce Romolos Roma’yı yapmıştır. Resimli
Haritalı Tarih-i Umumi cilt 1, s. 257.
344
-Çok kere ‘’ارﺗﻨﺎşeklinde yazılan bu kelime Eretna gibi okunurdu, sikkelerindeki ve bir çok kitabelerdeki yazılış şekilleri de
böyledir. Develi Karahisar’daki bir kitabede bu kelime ‘’اردﻧﺎgibi yazlımıştır ‘’ﺑﺰم ورزمsahibi de Ertena gibi harekelemiştir.
Kayseri ve havalisinde de böyle telaffuz edilir. Bunu Erkekdana anlamına almak istiyorlar. Biz bunu büyük inci – Dürr-
iyetim mânâsına alınması taraftarıyız. Mahmud Kaşgari ‘’اردﻧﻰkelimesini şöyle izah eder: “ وﻣﻨﻪ ﻳﻘﺎل ارﺗﻨﻲ اوزك ﻣﻌﻨﺎﻩ: اﻟﺪر اﻟﻴﺘﻴﻢ
واﻟﺪال ادﻏﻤﺖ ﻓﻲ اﻟﺘﺎء آﻤﺎ ﻳﻘﺎل ﻣﺪآﺮ اﺻﻠﻪ ﻣﺬآﺮ. ”ﺻﺎﺣﺒﺔ اﻟﺒﺪن آﺎﻟﺪرة اﻟﻴﺘﻴﻤﺔc.:1,s.:126
345
-Meskûkât-i Kadîme-i İslâmiye kataloğu kısm-ı râbi, s.110, Düvel-i İslâmiye, s.216. Meskûkât-ı İslâmiye Takvimi‘nden s.
131, öğrendiğimize göre; Ahmed Ziya Bey merhumun kolleksiyonunda İkinci Kılıçarslan’ın h.584 tarihinde basılmış bir
gümüşü ve h.586 tarihinde basılmış bir bakırı vardır. Gümüşün üstüne doğru olarak ‘’اﻟﺪرهﻢkazılmıştır.
70
Bu hükümdarın aynı müzede 123 numarada kayıtlı Konya’da basılmış h.583 tarihli ikinci bir gümüş parası
daha vardır. 24 milimetre kutrunda 15,5 kırat ağırlığında bulunan bu parada yazıları biraz evvel tetkik ettiğimiz
paranın yazılarına benzer. Yalnız Abbasi Halifesi’nin adı değişmiştir.
II.Kılçaslan’ Konya’da iki tip bakır para da bastırmıştır. H.580 yılında basılan 22 milimetre kutrundaki
bakırlarda gümüş paralar taklit edilmiştir. İkinci tip bakırlar 21,20 milimetre kutrunda ve tarihsizdir. Bunların bir
taraflarında elinde bir kargı tutan bir süvari kabartma resmi, diğer tarafında اﻟﺴﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮدyazısı
vardır.
II.Süleyman da Konya’da gümüş ve bakır paralar bastırmıştır. Gümüş paraların yüzünün ortasında sağ tarafa
dönmüş, elinde teber tutan süvari resmi vardır.
Atın başının üstünde tabii bir hilâl346 arka tarafta da çok şualı bir yıldız görülür. Kenarında devre halinde: ﻻ
إﻟﻪ إﻻ اﷲ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻨﺎﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ اﷲ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦyazılıdır. Arkasının devresinde: ارﺳﻠﻪ ﺑﺎﻟﻬﺪى ودﻳﻦ اﻟﺤﻖ
ﻟﻴﻈﻬﺮﻩ ﻋﻠﻰ اﻟﺪﻳﻦ آﻠﻪ ﺿﺮب ﺑﻘﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﺔ347 ﺗﺴﻌﻴﻦyazılıdır.
Ortasında da:
وﺧﻤﺴﻤﺎﺋﻪ
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻘﺎهﺮ
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ
ﻗﻠﭻ ارﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ
أﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
Okunur.
Hususi koleksiyonumuzda, İstanbul Âsâr-i Atîka Müzesi’nde ve Ahmet Ziya Bey’in koleksiyonunda II.
Süleyman’ın h.593, 596, 598 tarihli gümüşleri vardır.
II. Süleyman’ın yine bir yüzünde süvari tasviri bulunan bakır paraları da vardır. Ahmed Ziya Bey’in
koleksiyonunda Konya’da basılmış altı bakır parası kayıtlıdır. Bunlardan birisi h.597 tarihlidir. Diğerlerinin
birler haneleri iyi okunmuyor. Amma h.593’ten 599’a kadar basılmış oldukları tahmin edilebilir.
I.Keyhüsrev de ikinci defaki saltanat yıllarında 348 Konya’da gümüş paralar bastırmıştır. İstanbul Âsar-i
Atîka Müzesi’nde ve hususi koleksiyonumuzda h.601,602,605 tarihlerinde basılmış gümüş paraları vardır.
Şimdiye kadar bu hükümdarın Konya’da kesilmiş bakır paralarına rastlanmamıştır.
Gümüş paraların yüzlerinin ortalarında:
349
اﻟﻤﻨﺔ ﷲ
اﻻﻣﺎم اﻟﻨﺎﺻﺮ
ﻟﺪﻳﻦ اﷲ اﻣﻴﺮ
اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
Devresinde:
وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ350اﻟﻤﻨﺔ ﷲ ﺿﺮب هﺬا اﻟﺪرهﻢ ﺑﻘﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﺔ إﺣﺪى
Arkalarının ortalarında:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ
ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو
ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن
Devrelerinde de: هﻮ اﻟﺬي ارﺳﻞ رﺳﻮﻟﻪ ﺑﺎﻟﻬﺪى ودﻳﻦ اﻟﺤﻖ ﻟﻴﻈﻬﺮﻩ ﻋﻠﻰ اﻟﺪﻳﻦ آﻠﻪ وﻟﻮ آﺮﻩ اﻟﻤﺸﺮآﻮنyazılıdır.
III. Kılçaslan h.600-m.1203/h.601-m.1204yılında beş ay kadar hükümet sürdüğü için şimdiye kadar ne
Konya’da ve ne de başka yerde basılmış bir sikkesine rastlanmamıştır.
I.Keykavus h.610-m.1213 ve h.615-m.1218 yıllarında Konya’da gümüş paralar kestirmiştir.
Paraların yüzlerinin ortalarında mustatil çerçeveler içinde:
اﻻﻣﺎم اﻟﻨﺎ
ﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ
اﷲ اﻣﻴﺮ
اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
Kenarlarında:
اﷲ/ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل/ اﷲ/ ﻻ إﻟﻪ إﻻ
Arkalarının ortalarındaki zencirekli çerçevelerin içinde:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻐﺎﻟﺐ
346
-Bazen hilâl yerinde yıldız görülür.
347
-II.Süleyman’ın gümüş paralarının tarihlerinde birler hanelerinin bazen Hind bazen de Divani rakamlarla yızıldığı görülür.
İstanbul Asar-i Atika Müzesi’nde bulunan 155 numarada kayıtlı 593 tarihli sikkesinde birler hanesi rakamla ve Meskûkat-i
İslâmiye Kataloğu’nda görülen 596 tarihli sikkesinde de divani rakam ile yazılmıştır. (s. 132)
348
-I. Keyhüsrev birinci defasında h.588’den h.593’e ikinci defasında h.601’den 607 ‘ye kadar hükümdarlık yapmıştır.
349
-‘Elminnetülillahi’ dua terkipleri I. Kesyhüsrev h.588’den, h.593’e ikinci defasında h.601’den 607’ye kadar hükümdarlık
yapmıştır.
350
-Birler hanesi diğer tarihlerde kesilen paralarda tabii değişmektedir.
71
ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪ
ﻳﻦ آﻴﻜﺎوس
ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو
Arkasında ortada:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ
آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ ﺧﺴﺮو
Kenarlarında: ﺑﻘﻮﻧﻴﻪ/ اﻟﺪرهﻢ/ هﺬا/ ﺿﺮبyazılıdır.
Bazı sikkelerde hükümdarın unvanı:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ
Şeklinde de kazılmıştır.353
Rum-Konya Selçukîleri’nin en büyük hükümdarı olan I.Alâe’d-din Keykubad’ın yüksek hâkimiyetini tanıyan
Mardin Artıklıları’ndan Melik Mansur Nasrü’d-din Artık Aslan ile Sis’te hükümet eden Ropenye Şubesi’nden
Ermeni Beyi Hatum da Keykubad adına paralar bastırmışlardır.354
I.Alâe’d-din Keykubad zamanın en kuvvetli ve sınırları en geniş bir hükümdarı olduğu halde hükümet
merkezinde altun para kestirmemiştir. Bu hükümdarın h.625 yılında Sivas’ta 21 milimetre kutrunda ve ‘’ﻣﻮﺻﻠﻦ
de de h.630-m.1332 yılında 24 milimetre kutrunda ve bir miskal beş kırat ağırlığında altın kestirdiği
görülmektedir. Anadolu Selçukluları’nın ilk altın parayı Sivas’ta kestirdikleri anlaşılmaktadır.
Daha evvel Horasan Selçukluları’ndan Rükne’d-din Tuğrul h.447-m.1055’de Er-Rey’de, h.428-m.1056’da
Nisbur ve El-Ehvaz’da, Mahmud İbn Melikşah h.486-m.1093’te İsfehan’da, Berkyaruk h.487-m.1094’de
Medinetü’s-Selam’da altın paralar bastırmışlardır.
Bu güne kadar yapılan incelemelere göre Anadolu Selçukluları payitahtında ilk altun para kestirmek şerefini
II.Keyhüsrev almıştır.
Filhakika II.Keyhüsrev hükümdarlığının ikinci yılı Konya’da 20 milimetre kutrunda ve bir miskal 7,3/4
kırat ağırlığında altın kestirmiştir.
Altının yüzünün ortasında
اﻻﻣﺎم
اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ
Devresinde:
ﺑﺎﷲ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وﺛﻠﺜﻴﻦ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
Arkasında merkezinde:
اﻟﺴﻠﻄﺎن
اﻻﻋﻈﻢ
Devresinde: ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻘﻮﻧﻴﻪyazılıdır.
Şimdiye kadar dünya nümizmatları II. Keyhüsrev’in yalnız bu küçük altın’ını tanıyorlardı. Biz bu
hükümdarın Konya’da kesilmiş eşsiz ve büyük bir başka altınını da burada ilim âlemine tanıtmak istiyoruz. Buna
tedavül için basılmış bir altından ziyade bir madalya demek daha doğru olur.
351
615 tarihlisinde yıl şöyle yazılır:ﺧﺎﻣﺴﻌﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
352
- Halife En-Nasır Li-dinillah öldükten sonra sikkelere onun yerine ‘’اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ ﺑﺎﷲyazılmıştır.
353
-Meskûkât-i İslâmiye, Ahmed Tevhid,s. 160.
354
-Meskûkât-i Kadime-i İslâmiye, Ahmed Tevhid. s.180,182 basıldığı yer belli olmayan ve Hatum adına basılan gümüşün bir
tarafına ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻲ ﺧﺴﺮوdiğer tarafın ortasında; Eli teberli bir süvari tasviri ve devresinde) de
Ermenice, Hatum takvur hayut yazılıdır.
72
Hunların Türklerin Tarih-i Umumisi Müellifi’ Deuignes’de Keyhüsrev’in güneş ve aslanlı parasından
bahsederken bunun bir madalyası bulunduğunu da madenini tasrih etmeden not halinde şöyle anlatıyor:
“Bu madalya kıralın koleksiyonları arasında mevcuttur. Aslanın bacakları arasında kuyruğuna doğru üç
yıldız görülüyor. Madalyanın etrafında şu kelimeler okunuyor: ‘’اﻻﻣﺎم اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ ﺑﺎﷲ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦAnlaşılıyor ki o
tarihte Mustansır Bağdat Halifesi idi. Diğer tarafında da şu yazı vardır: ‘ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ
’آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد
Bu madalya Konya’da darbedilmiştir. 355
Tarihçinin tavsifine göre bu madalya II. Keyhüsrev’in bu şekildeki paralarının daha büyükçe basılmışıdır.
Bugün Türk müzelerinde ve Türkiye’de tanıdığımız hususi koleksiyonlarda böyle bir madalya yoktur. Garp
müzelerinin kataloglarında da böyle bir madalyaya rastlamadık. Şimdiye kadar ilim alemi onun yine Konya’da
basılmış bir sikkesini tanımıyordu. Bugün İstanbul Âsâr-i Atîka Müzesi eşsiz bir madalyaya sahip olmuş
bulunuyor.
Madalya 24 ayar altından kesilmiştir.
Yüzünün ortasında: اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ/ اﻻﻣﺎم اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ ﺑﺎﷲ
Kenarında devre halinde:ﺿﺮب هﺬا اﻟﺪﻳﻨﺎر ﺑﺪار اﻟﻤﻠﻚ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻋﻤﺮهﺎ اﷲ ﺷﺎن ﻣﺎﻟﻜﻬﺎ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
Arkasının ortasında: ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد/ اﻟﻤﻌﻈﻢ آﻴﺨﺴﺮو/ اﻟﺴﻠﻄﺎن
Kenarında: وﻣﺎﺗﻮﻓﻴﻘﻲ إﻻ ﺑﺎﷲ ﺗﻮآﻠﺖ وإﻟﻬﻜﻢ إﻟﻪ واﺣﺪ ﻻ إﻟﻪ إﻻ هﻮ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢyazılıdır.
II.Keyhüsrev Konya’da h.636, 637, 638, 639, 640, 641, 642 yıllarında gümüş paralar kestirmiştir. Bu paralar
esas itibariyle üç tiptir. Bir kısmının her iki tarafında yazı vardır. Bir kısmının yüzlerinde yalnız Hurşid ile Güneş
ve bazılarında da Şir ve Hurşid (Aslan ve Güneş) resimleri görülür. Birinci tipten bir örmek verelim:
H.636-m.1238 tarihinde basılan İstanbul Âsâr-i Atîka Müzesi’nde 389 numarada bulunan bir gümüşün
Yüzünde:
اﻻﻣﺎم اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ
ﺑﺎﷲ اﻣﻴﺮ
اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
355
-Hunlar’ın, Türkler’in Tarih-i Umumisi, cilt 4. s. 123.
356
- Bazen ﺑﻤﺤﺮوﺳﺔyerine ﺑﻤﺪﻳﻨﺔyazılır.
73
altında iki hilâl bulunanları vardır.
Bu paralarda Şir ve Hurşid’in üstüne yarım daire şeklinde: اﻻﻣﺎم اﻟﻤﺴﺘﻨﺼﺮ ﺑﺎﷲ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦyazılmıştır.
Bazen bu dairenin içine ﺿﺮب هﺬا اﻟﺪرهﻢ ﺑﻘﻮﻧﻴﻪşeklinde ikinci bir satır ilave edildiği görülmektedir.
Paraların arkalarında ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد/ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢve kenarlarında ekseriya bir ve onlar
hanesi divani rakam ile yüz hanesi Arapça yazı ile gösterilmiş darp tarihleri ve basıldığı yerler yazılmaktadır.
1950 yılına kadar Keyhüsrev II.’nin Şir ve Huşid’li paralarından ancak Hurşid’li ve tek Şir’lisi biliniyordu.
Nümizmat Behzad Butak bu hükümdarın çift aslanlı bir gümüşü ile bir altun sikkesini daha bulmuştur. Her
ikisinde de aslanlar arka arkaya tasvir edilmiştir, 2 gr. ve 4 stg. ağırlığında ve 241 milimetre kutrunda olan altın
638 tarihinde Konya’da ve 2 gr. ve 72 stg. ağırlığında ve 24 milimetre kutrundaki gümüşü de 640 tarihinde
Sivas’da basılmıştır.
II.Keyhüsrev Konya’da 22 milimetre kutrunda bakır para da bastırmıştır. Bu paranın bir yüzünde ortada: ﻻإﻟﻪ
إﻻ اﷲ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ
Üstünde ve altında da: ﺧﻤﺲ وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ/ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ
Arkasının ortasında:آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد/اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ
Üstünde: ﺑﻘﻮﻧﻴﻪyazılıdır.
II.Keykavüs de birinci defa tahta oturuşunda Konya’da hem altın hem gümüş, iki biraderi ile ortaklama
hükümet sürerken ve ikinci defa hükümete geçtiğinde de gümüş paralar bastırmıştır.
H.644 tarihinde Konya’da bastırdığı altınlar 28 milimetre kutrunda ve bir miskal 7 kırat ağırlığında idi.
Altının her iki tarafında düz ve zencirekli birer dörtleme vardır. Yüzündeki dörtlemenin içinde: ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ
ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ/ ﻻإﻟﻪ إﻻ اﷲ وﺣﺪﻩ ﻻ ﺷﺮﻳﻚ ﻟﻪ/ اﻟﺮﺣﻴﻢ
357
-Divani rakamda ‘’اﺑﻮ اﺑﻮkırk dört manasını ifade eder.
358
-Bu paralarda da tarihlerin birler ve onlar haneleri çok kerre divani rakamlarla gösterilmiştir. Bazı paraların yüzlerinde ve
arkalarında ibarelerin yalınız istifinde ufak değişiklikler vardır. Abbasi Halifesi El Müsta’sım-i Billah 656 senesinde şehit
edildiği halde bu ortaklama paraların 657 tarihlerinde de adının görülmesi her halde sehv eseridir. Dördüncü Kılıçarslan’ın
sikkelerinde de bu sehv tekerrür etmiştir.
359
-Meskûkât-i İslâmiye Takvimi’nde sahife 135’de 1949 numarada İkinci Keykavus’un Antalya’da h.660-m.1161 yılında
basılmış bir gümüşü vardır. Bundan kendisinin bu tarihe kadar hükümdarlık yaptığı mânâsı çıkarılmak isteniyor.
360
-Birler ve onlar hanesi Divani rakamlardır. 661 mânâsını ifade ediyor.
74
II.Mesud’un da ikinci defaki hükümetinde h.702-m.1302 yılında Konya’ da gümüş para kestirdiği
anlaşılmaktadır. Bu sikkenin yüzünün ortasındaki daire içinde: ‘’اﻟﻤﻨﺔ ﷲ
Devresinde:ﺿﺮب ﺑﻤﺪﻳﻨﺔ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ ﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ
Arkasında: ‘ ﺑﻦ آﻴﻜﺎوس/ أﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻣﺴﻌﻮد/ ’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦyazılıdır.
İstanbul Âsâr-i Atîka Müzesi’nde 672 numarada bulunan bu sikkenin darp yeri silikçe ise de müsteşrik Henri
Sauaire bunu Fransa Fenn-i Meskûkat Cemiyeti’nin salnâmesinde neşretmişti.
Anadolu Selçuklular Devleti çöküp yıkılır ve son hükümdar İlhanilerin yüksek hakimiyetini tanırken
III.Alâe’d-din Keykubad Konya’da h.700-m.1300 tarihinde İlhan Hükümdarı Gazan Mahmut Han’la ortaklama
bir gümüş para bastırmıştır.
24 milimetre kutrunda olan bu paranın yüzünün devresinde: ‘ ﻻإﻟﻪ إﻻ اﷲ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ ﺿﺮب ﺑﻘﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ
’ﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪOrtasında da: ‘ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ/ اﻟﺨﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ/ ’ﻏﺎزانarkasında: ‘ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ ﻓﺮاﻣﺮز ﺧﻠﺪ اﷲ/ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ/ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ
’دوﻟﺘﻪyazılıdır.361
Konya Selçuklu saltanatı yıkıldıktan sonra Karamanoğulları’na da başşehirlik yapmıştı.
Karamanoğulları da burada gümüş ve bakır paralar bastırmışlardı. Bu beyliğin siyasi ve idari sınırları içine
giren eski Karaman İli’nin her yerinde bunlara ait paralar bulunmaktadır. Şimdiye kadar yapılan tetkikatta
Konya’da Karamanoğulları’ndan Ali, II.Mehmed, İbrahim, Pir Ahmed’in para kestirdikleri anlaşılmıştır.
İstanbul’da Âsâr-i Atîka Müzesi’nde 764 numarada Ali Bey’e ait Konya’da basılmış bir gümüş para vardır.
Yüzünün alt kısmında iri harflerle ve sülüs yazı ile ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻲve altında ‘’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪyazılıdır. Bunun üstünde
girift bir kufi ile ‘’ﺗﻮآﻠﺖ ﻋﻠﻴﻪ وإﻟﻴﻪ ﻣﻨﻴﺐokunur. Arkasının ortasındaki dörtleme içinde: ‘ ﺧﻠﺪ اﷲ/ ﻋﻠﻲ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
’ﻣﻠﻜﻪkenarlarında dört yârin Ebu Bekir’ Ömer’ Osman ve Ali’nin adları vardır.
Ahmed Tevhid Bey Merhum bu Ali Bey’in Karamanoğullarından h.756’dan 794 yılına kadar beşinci
hükümdar olarak beylik yapan Ali İbn Yahşi olduğunu kabul etmektedir. 362
Halil Ethem Düvel-i İslamiye’sinde bu zat hakkında şunları söylüyor:
“...Bunlardan sonra Alâe’d-din Halil câlis olmuştur ki, h.722-m.1370 senelerinde hükümran olduğu
kitabeleriyle müspet ise de ne sene-i cülûsi ve ne de sene-i vefatı malum değildir Müelliflerin hiçbir vesikaya
müstenit olmayarak yekdiğerinden iktibasen silsile-i Karamanîye’ye idhal ettikleri Yahşi işte bu olacaktır.
Hâlbuki Yahşi ismine şimdiye kadar hiç bir kitabede ve ne de Şikâri Tarihi’nde tesadüf olunmamıştır. Yalnız
İstanbul Müzesinde Ali İbn Yahşi isminde Konya’da madrup fakat tarihsiz bir sikke vardır. İlk defa olarak
‘’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢve ‘’ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢunvanlarını takınan Alâe’d-din Halil’e; oğlu Alâe’d-din Bey halef oldu.”
363
H.805-m.1419’dan, h.827-m.1424 yılına kadar; h.822-m.1419(?) yılındaki kısa fâsıla ile beylik yapan
Karamanoğlu II. Mehmed de Konya’da 811 ve 822 yıllarında gümüş paralar kestirmiştir. 811 tarihli paranın
yüzündeki kûfi hat ile ve karma karışık bir halde: ‘ ﻋﻠﻰ، ﻋﺜﻤﺎن، ﻋﻤﺮ، اﺑﻮ ﺑﻜﺮ. ’ﻻإﻟﻪ إﻻ اﷲ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ
Arkasının ortasında: ‘ ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ/ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ/’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ
Kenarlarında: ‘811 ’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﺔ
yazılıdır.
822 tarihli sikkenin yüzünde iki dörtleme vardır. Birincisinin ortasına ‘’اﻟﻤﻨﺔ ﷲikincisinin içinde ‘ رﺳﻮل/ ﻣﺤﻤﺪ
ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ/’اﷲve kenarlarında da dört yarin adları yazılıdır.
Arkasında da: ‘822 ﺳﻨﺔ/ ﻣﻤﻠﻜﺘﻪ ودوﻟﺘﻪ/ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺧﻠﺪ/ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ/ ’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪyazılıdır.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan üçüncü tip bir sikkenin yüzünde: ‘ وﻻزوال/ ﻳﺎ ﺣﺎﻓﻆ اﺣﻔﻆ/ ﻳﺎداﻳﻢ ﻓﻼ ﻓَﻨﺎ
’ﻣﻠﻜﻪ
Altında: ‘’ﻋﺜﻤﺎن ﻋﻠﻰ
Arkasında da: ‘ ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ/ ’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦyazılıdır.
Sikkenin tarihi silindiği için okunamamıştır. Ahmed Ziya Bey’in Meskûkat-ı İslâmiye Takvimi’nden
öğrendiğimize göre bu zâtin müzesinde de 765 numarada böyle bir sikke gördük.
Karamanoğlu İbrahim Bey de Konya’da 829, 834, 836, 837, 841, 855 ve 864 tarihlerinde gümüş paralar
kestirmiştir. İbrahim Bey’in sikkeleri beş tip halinde tasnif edilebilir:
1– 829 tarihli gümüşünün yüzünde: ‘829 ﻓﻲ ﺳﻨﺔ/ ﺛﺒﺎت اﻟﻤﻠﻚ ﺑﺎﻟﻌﺪل/ ﻇﻞ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻇﻞ اﷲ/’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ
Arkasının ortasında: ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن ﺧﻠﺪ ﻣﻤﻠﻜﺘﻪ
Devresinde: ‘’اﷲyazılıdır.
2– 834 tarihli gümüşün yüzünde: ‘ ﻣﻦ ﺿﻠﻊ اﻻﻧﺒﻴﺎ ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ/ ’ﻃﻮل اﻟﻌﻤﺮ ﻣﻊ اﻟﻄﺎﻋﺔ
Arkasının ortasında: ‘ ﻋﺜﻤﺎن ﻋﻠﻰ/ ’اﺑﻮ ﺑﻜﺮ ﻋﻤﺮve’ ’اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ
Kenarında: ‘ ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ/ واﻟﺪﻳﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ/ رآﻦ اﻟﺪﻧﻴﺎ/ ’اﻟﺴﻠﻄﺎنyazılıdır.
3– 836 tarihli sikkenin yüzünde dörtgen içinde: ‘’ﺿﻤﻦ اﷲ رزق آﻞ أﺣﺪ ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ
Kenarıda da dört yârin adları yazılıdır.
Arkasının ortasında: ‘ ’اﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪDevresinde: ‘’اﻟﺴﻄﺎن اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﺎدل اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎنokunmaktadır.
361
-Üçüncü Keykubad da bazı bakır paralarının üstüne güneş ve arslan resimleri bastırmıştır.
362
-Meskûkat-i Kadime-i İslâmiye Kataloğu, kısm-ı râbi, s.359.
363
-Düvel-i İslâmiye, s. 297
75
4– Bu tip paranın ortasında: ‘737 / ’اﷲ ﻻ إﻟﻪ إﻻ اﷲ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ
Üstünde: ‘ آﻞ ﺷﺊ ﻋِﺪﻟﻪ...’
Arkasının ortasında: ‘’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ
Kenarlarında: ‘ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ/ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ/ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ/ ’اﻟﺴﻠﻄﺎن ﺗﺎجyazılıdır.
5– Bu tip Osmanlı akçası taklididir. Yüzlerinde: 841 اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ
ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Arkalarında: ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ
ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪyazılıdır.
İbrahim Bey’in 855 ve 858 yıllarında Fatih II.Mehmed adına Konya’da bastırdığı sikkeleri de vardır. Bu
paralardan birkaç tanesi eski Mısır Hıdivi Merhum İsmail Paşa’nın refikasının koleksiyonunda bulunduğunu
Mösyö Cosanova yazmaktadır.
Karamanoğlu Pir Ahmed Bey de Konya’da 870 ve 875 tarihlerinde gümüş paralar bastırmıştır. Bu paraların
yüzlerinin merkezlerinde bir yıldız
Devrelerinde: ‘’ﭘﻴﺮ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن
Arkalarında da: ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ364870 ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪyazılıdır.
Konya’da İlhanlı Hükümdarları’ndan Olcayto Hudâbende Mehmed adına da 707 tarihinde gümüş para
kesilmiştir. Bu paranın yüzü çifte hatlı ve beş köşelidir.
Üstünde: ‘ ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲ/ ﻻ إﻟﻪ إﻻ اﷲ/ ’اﷲ
Kenarında: ‘ ﻋﻠﻴﻪ/’ﺻﻠﻰ
Ve Kelime-i Tevhid’in birinci kısmının altında daha küçük harflerle: ‘’ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ
Etrafında: ‘ وﺳﻠﻢ/ ﻋﻠﻲ/ ﻋﺜﻤﺎن/ ﻋﻤﺮ/’اﺑﻮ ﺑﻜﺮyazılıdır.
Arkası çifte hatlı dörtgendir. Ve ortasında: ‘ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ/ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﺧﺪاﺑﻨﺪﻩ ﻣﺤﻤﺪ/ ’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢyazılıdır.
Kenarlarında: ‘ ﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ/ ﺳﺒﻊ/ ’ﻓﻰ ﺳﻨﺔ
Ahmed Tevhid Bey Merhum üstadım meskûkat âlimlerinden Markof’a istinaden Konya’da
Ertanaoğulları’nın da para bastıklarını; İslam Daru’d-Darbları adlı gayr-i münteşir eserinde şüphe ve tereddütle
kaydediyor. Bizde bu Hanedan’ın Konya’da kesilmiş paralarına rastlamadık. Ertanaoğulların’dan Gıyase’d-din
Mehmed’in oğlu Alâe’d-din Bey tarafından ‘’آﻐﻮﻧﻴﻪde basılan paranın imlâdaki yakınlık dolayısile yani ‘’آﻐﻮﻧﻴﻪnin
‘ ’ﻗﻮﻧﻴﻪgibi okunmuş olması ihtimalini çok varid görüyorum. Meskûkat âlimlerinden İstanleypol da ‘’آﻐﻮﻧﻴﻪyi
‘’آﻨﻮﻧﻴﻪgibi okumuş ve burada para bastıran Alâe’d-din’i Karamanoğlu Alâe’d-din Bey sanmıştır.
Ertanaoğulları Konya Aksarayı’nda para bastırmışlardır. Fakat Konya’da bastırıp bastırmadıklarını şimdilik
kati olarak söyleyemeyiz. İstanbul Âsâr-i Atîka Müzesi’nde 901 numarada Alâe’d-din Bey’in h.868-m.1463
tarihinde Konya’da basılmış bir Nısfiyyesi vardır. ‘’آﻐﻮﻧﻴﻪŞarki Karahisar’ın eski adıdır.
Konya’da üzerlerinde çifte başlı yırtıcı kuş resimleri bulunan bakır paralar da vardır. Ben bunlardan bir
tanesini Ahmet Tevhit Bey Merhum’un koleksiyonunda görmüştüm. Sikkelerin üzerinde basıldığı tarih ve
bastıranın adı zikredilmiyordu. Bunlar Konya Şehrine çok iyi yakışan paralardır. Çünkü Selçuk payitahtının kale,
burç duvarlarında kitabelerin yanlarında tek ve çift başlı kuş kabartmaları vardı.365 Biz bunların Fatih tarafından
bastırıldığını kabul ediyoruz.
Konya’da Osmanoğulları da para kestirmişlerdir. Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından Fatih adına
bastırılan müşterek paraları yukarıda görmüştük. Bundan başka Konya’da Fatih tarihsiz, II.Bayezid h.886-
m.1481 tarihli gümüş akçalar bastırmışlardır. I.Selim’in h.918-m.1512 Kanuni Sultan Süleyman’ın h.926-m.1591
tarihlerinde Konya’da para kestirdikleri bize kadar gelen sikkelerinden anlaşılmaktadır.
Fatih’in Konya’da bastırdığı tarihsiz gümüş akçadan bir tane merhum Ahmed Tevhid Bey’in koleksiyonunda
vardı. II.Bayezid’in kestirdiği gümüş akçanın yüzünde: ‘’ﺳﻠﻄﺎن ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺧﺎن ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﺎن
Arkasında da: ‘886 ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﻪ/ ﻧﺼﺮﻩ ﺿﺮب/ ’ﻋﺰyazılıdır.
Akçanın kutru 12 mm. ağırlığı 3.5 kırattır 366 Yavuz’un Konya’da bastırdığı Osmanî akçanın yüzünde: ‘ ﺳﻠﻄﺎن
’ﺳﻠﻴﻢ ﺷﺎﻩ ﺑﻦ ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺧﺎن
Arkasında: ‘918 ’ﻋﺰ ﻧﺼﺮﻩ ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪyazılıdır.
Bu akçanın kutru ve ağırlığı Bayezid’inkinin aynıdır.
Kanuni’nin akçası da tartı ve kutur itibarı ile babasınınkine benzer.
Yüzünde: ‘’ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻢ ﺷﺎﻩ
Arkasında: ‘926 ’ﻋﺰ ﻧﺼﺮﻩ ﺿﺮب ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺳﻨﻪyazılıdır.
364
-Veyahut (875) yazılıdır. Ahmed Tevhid Bey merhum bu tarih rakamının sonundaki (5) ‘in (0) olduğunu anlatırkenşöyle bir
mütalaa yürütür:
Konya şehri Fatih Sultan Mehmed tarafından 871 senesinde katiyen Memalik-i Osmaniye idadına ithal edilmiş olmakla bu
sikkedeki tarih (875) olmayıp (870) dir. Zira (sıfır) eskiden (o) şeklinde de yazılırdı.
365
-Bu çeşit kuşlar ve paralar hakkında Erzurum Tarihi adlı kitabımızın 314. sahifesinde geniş malumat vardır.
366
-Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Kataloğu. Kısm-ı sâdis, s. 167. Ve Takvim-i Meskûkât-ı Osmaniye, Numara 153.
76
Karamanoğlu I. Mehmed Selçukîler idaresine isyan ettikten sonra II.İzze’d-din Keykavüs’ün oğlu Siyavüş
olduğunu ileri sürerek Selçukîler tahtına hak iddia eden ve sonradan Cimri diye adlandırılıp vasıflandırılan sahte
hükümdar da Konya’da kendi adına para bastırdığında Akasarayî Teskeresi, İbn Bibi gibi Selçuknâme’lerle diğer
güvenilir kaynaklar ittifak ediyorlardı.
Aksarayi bu para kesilme hadisesini şöyle anlatıyor:
“Alçak bir şeytan, Süleyman tahtına oturdu. Cimri’nin adına hutbe okundu, para kesildi.”367
İbn Bibi tarihinde bu hadiseyi tespit ederken:
“676 hicret yılı Zilhicce ayının onuncu perşembe günü (13 Mayıs 1277’de) Konya Kalesi’nin kapusunu
açtılar, Cimri Kale’ye girdi. Selçuk Oğulları tahtına oturdu... Namaz vakti camiye gitti, hutbe onun namına
okundu, sikke onun adına kesildi.”368
Tarihçiler Cimri’nin Konya’ya girdiği tarihte ihtilâflara düşüyorlardı. İbn Bibi 676 yılını kabul ediyor. Paris
nüshası Farsça Selçuknâme 677 yılı Zilhiccesinin sekizinci gününü alıyor.
Güvenilir menbalar Cimri’nin para bastırdığını söyledikleri halde şimdiye kadar dünya müzelerinde ve
hususi koleksiyonlarda sikkesine rastlanmamıştı. Nihayet bu sikkelerden bir tanesi 1943 yılında bulunmuş ve
İkinci Tarih Kongresi’nde mütehassıs Osman Ferid Sağlam tarafından ilim âlemine sunulmuştur. Sikkeyi 1943
yılı Ağustos ayında Konyalı bir buğday tüccarı Karaman’da satın almış ve Osman Ferid’e vermiştir. Şimdi bu
eşsiz sikkeyi görelim.
Yüzünde noktalı bir daire içinde bozukça bir Selçuk sülüsüyle:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ
ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﺳﻴﺎوش
ﺑﻦ آﻴﻜﺎوس
Arkasında da:
اﻟﻤﻨﺔ ﷲ
ﺿﺮب ﺑﻤﺪﻳﻨﺔ
ﻩ369ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ
ﺳﻮ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
yazılıdır.
Bu sikke tarihin şimdiye kadar gizli kalan birçok noktalarını aydınlatmaktadır. İbn Bibi ve Rıza Nur’
Cimri’nin ad ve lakabının Gıyase’d-din Siyavüş, Müneccim başı Rükne’d-din Siyavüş olduğunu yazıyorlardı.
Sikke bunların hepsinin isabet etmediklerini ortaya koymuştur. Şimdiye kadar hiç bir me’haz Cimri’nin
künyesini kaydetmemişti. Bu sikke bize künyesinin de Ebu’l-Feth olduğunu öğretmiştir.
Tarihler Cimri’nin Konya’ya 676 veyahut 677 yılında girdiğini söylüyorlardı.
Bu sikke Konya’da 675 tarihinde basıldığına göre bütün o hataları düzeltmektedir.
Sikkenin birler ve onlar hanesi divani rakam ile ‘’ﻩ ﺳﻮşeklinde yazılmıştır. (75) manasını ifade eder.
Bir daha tekrar edelim; bu para şimdiye kadar gizli kalan şu hakikatleri öğretmektedir:
1-Cimri’nin Konya’da tahta oturuş ve para kesişi h.675 m.1267 yılına rastlar.
2-Cimri’nin unvanı ne Giyasü’d-din ne de Rüknü’d-din’dir, Ebu’l-Feth Alâe’d-din’dir. Beybars Tarihi de
Alâe’d-din olduğunu söylemek suretiyle teyit etmektedir. Biz bu sikkeyi ilk defa Akşehir adlı kitabımızda
1945’de neşretmiştik. Bu kitabımızın 45-51. sahifelerinde bu hususta en geniş mâlûmâtı verdik.
Meskûkatçılardan Şerafettin Erel 1963’de ‘Nâdir Birkaç Sikke’ adlı kitabının yedinci sahifesinde 8
numarada Cimri’nin bir gümüş sikkesini neşretmiştir. Yazıları buradaki sikkenin aynıdır. Yalnız tarihinin 676
olduğunu söylüyor. Biz okuyuşunu tatmin edici bulmadık. Bu kitapta Kılçaslan ile I.Alâe’d-din 652 tarihli
müştereken kesilmiş bir gümüşü de resmiyle beraber neşredilmiştir.
KONYA DÂRU’Ş-ŞİFA’SI
Yer yuvarlağı üzerinde birçok devletler kuran Türkler’in medeniyet yolundaki hizmetleri inkâr edilemez bir
hakikattir.
Türk devletleri zincirinde pırlantalı bir halka gibi yer alan Anadolu Selçukîleri medeniyet alanında çok ileri
adımlar atmışlardır. Bunlar cami, mescid, hamam, han, kervansaray, sebil, çeşme, mektep, medrese, Darü’l-
Hadis, Darü’l-Hadis, yol, köprü, imaret, sarnıç, kuyu ve kaplıca gibi din, irfan, temizlik ve içtimai yardım
müesseselerinin yanlarında Dârü’l-Şifâlara, sağlık yurtlarına da büyük yer vermişlerdir.
Anadolu Selçukîleri’nin siyasi sınırları içinde birçoklarının yalnız adları ve yadları, bir kısmının da
kendileri bize kadar gelen birçok Daru’ş-Şifa’lar, sıhhat müesseseleri vardır. Konya, Kayseri’(h.602-m.1205)
367
-Aksarayi Tercümesi,s. 205.
368
-İbn Bibi Tercümesi, s. 294. Cimri hakkında bakınız:
Müneccimbaşı, Sahaifü’l-Ahbar Tercümesi, s. 42. Rıza Nur’un Türk Tarihi, c.3, s.105 ve Hammer’in Osmanlı Tarihi, c.1,
s.84, Düvel-i İslamiye, s. 296. Paris nüshası Selçuknâme, s. 90.
369
-Osman Ferit Sağlam ‘ ’ﺳﻨﻪkelimesini bir işaret sanmıştır. Belleten, sayı 35
77
Sivas’(h.614-m.1217) Çankırı’ (h.633-m.1235) Kastamonu,(h.671-m.1272) Akşehir, Aksaray, Tokat (h.674-
m.1275) gibi mühim Selçuk şehirlerinde büyük hastaneler bulunuyordu.
Selçukîler’in baş şehri olan Konya’daki Daru’ş-Şifa’nın veyahut Daru’ş-Şifa’ların yurdun diğer
yerlerindekilere her bakımdan üstün olduklarını tereddütsüz kabul edebiliriz.
Şimdiye kadar görebildiğimiz arşiv vesikalarına göre Konya’da iki hastane vardı. Birisi kayıtlarda
(Bimâristan-i Atik, Mâristan-i Atik şeklinde geçer. Öteki Daru’ş-Şifa şeklinde adlandırılır. 370
Kadı İzze’d-din Mehmed İbn Ahmed Mamuresine ait Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir numaralı defterin
otuz üçüncü sahifesinde bir sureti kayıtlı olan h.652-m.1254 tarihli Arapça vakfiyesinde Konya Daru’ş-Şifa’sı,
Mârıstan-i Atik şeklinde geçmektedir.
Eski Mâristan kaydı pek açık olarak gösteriyor ki bunun bir de yenisi vardır. Vakfiyede zamanın hükümdarı
olarak II.İzze’d-din Keykavus’un adı geçtiğine göre bunun tarih kitaplarının h.647’den 655 yılına kadar
IV.Rükne’d-din Kılçaslan ve II.Alâe’d-din-i Keykubad ile ortaklama saltanat sürdüğü hakkındaki mütalaaları da
ehemmiyetle tetkik edilmeye değer.371
370
-Selçuk Hastahaneleri Sivas’dakilerin kitâbelerinde, Dârü’s-Sıhha, Me‘menü’l-İstirâha, Kastamonu ve Kayseri’dekilerin
kitâbelerinde, Mâristan Çankırı’dakinin kitâbesinde, Dârü’l-Âfiye şeklinde adlandırılıyor.
371
-Vakfiyede Keykavus’un adı şöyle geçer; ‘ ﻓﺎن ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺳﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﺷﺎهﻨﺸﺎﻩ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﻮﻻ ﻣﻠﻮك اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻧﺎﺻﺮ ﺧﻠﻴﻔﺔ اﷲ ﻣﻌﻴﻦ أوﻟﻴﺎء اﷲ
اﺑﺎ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺴﻌﻴﺪ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن..... ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻏﻴﺎث اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ..... ﻣُﺬل أﻋﺪاء اﷲ اﻟﻤﻨﺼﻮر ﻟﻮاﺋﻪ
واﺑﱠﺪ دوﻟﺘﻪ وﻋﻘﺪ ﺑﺎﻟﺨﻠﻮد ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ... ’ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﺮهﺎن أﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻋﻈﻢ اﷲ
372
- Selçuk Emiri Oğul Bey vakfiyede şöyle geçer: ‘ ’آﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ اﻏﻠﺒﻚ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺴﻨﻐﻮر ﺑﻦ ﻃﻐﺮﻟﺸﺎﻩBu vakfiyede kapıya adını veren
Çaşnigir Berde’d-din’in adı da ‘’ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺬواقBedre’d-din-İz-zevvak şeklinde geçer.
373
-Selçuki Devletleri Tarihi, s.294
374
-Prof. Süheyl Ünver kitabında (s. 66) Konya Daru’ş-Şifası’na sığınanın Pervane Bey olduğunu söylerken tabii hata
işlemiştir. Sığınan Pervane Muinü’d-din Mehmed değil Tuğrai Muzafferü’d-din’dir.
78
satvet ateşi karşısında tatlı canını fırtınaya kaptırdı. Pervane Mehmed Bey Konya’da bu şekilde haksız tasarruflar
ve zulümlerle işleri berbat ettikten sonra Kastamonu’ya yöneldi.”
Tarihçinin Daru’ş-Şifa’nın yeri hakkındaki ifadesi vâzıh değildir. Eski kaydı da yoktur. Yine burada; ‘yol
bulamayınca’ kaydı da vardır. Bundan Konya’dan başka yere kaçmak imkânını bulamadığı manasını
çıkarabileceğimiz gibi Konya sur kapılarından çıkmaya muvaffak olamadığı manasını çıkarmak da mümkündür,
amma Daru’ş-Şifa’ya sığındığı da muhakkaktır. Bu tarihi vesika bize Daru’ş-Şifa’nın içine sığınılabilecek ve
icap eden müdafaa yapılabilecek sağlam ve büyük bir bina olduğu hakkında kati bir kanaat verecek mahiyettedir.
Selçuk hükümdarları ve devlet uluları en büyük ve muhteşem mimarî eserleri hükümet merkezinde
yaptırdıkları göz önüne alınırsa Konya Daru’ş-Şifası’nın da pek azametli bir eser olduğunu tahmin edebiliriz.
Mâristan-ı Atik’in ve Dâru’ş-Şifa’nın kimler tarafından yapıldığı hakkında elimize şimdiye kadar katiyet
ifade eden ne bir Kitabe ve ne de bir vakfiye geçti.
Biz Mârıstan-ı Atik’in, Konya’da köşk, türbe ve sultan camii, medrese gibi sonradan Alâe’d-din’e nispet ile
şöhret bulan birçok ümran eserleri meydana getiren ve şehrin o vakit ki kalesini yaptıran II.Kılçaslan tarafından
yapıldığını kabul etmeye meyyaliz.
Bu hükümdar Konya Kalesi’ni h.569-m.1173 yılında yaptırmıştı.375 Konya Sarayı ve Alâe’d-din Tepesi’nde
şimdiki Alâe’d-din Camii’nin esasını teşkil eden Mabet , adı, yeri, unutulan medrese gibi eski hastanenin de aynı
tarihlerle II.Kılçaslan tarafından yaptırıldığı kabul edilebilir. Konya ve havalisinde h.620-m.1225 yıllarından
evvel yapılan birçok eserlerin şiddetli bir zelzele neticesinde ya tamamen veyahut kısmen yıkıldığı
anlaşılmaktadır. II.Kılıçaslan’ın yaptırdığı mimarî eserlerin de bu zelzeleden müteessir olduğu ve çoğunun
I.Alâe’d-din Keykubad tarafından tamir ve ihya edildiğini tarih kitapları bize haber veriyorlar.
Mâristan-ı Atik’ın Karamanoğulları’na ve Osmanlılar’a gelmeden yok olduğu anlaşılmaktadır. Mâristan-ı
Atik’ın ve Dâru’ş-Şifa’nın yerleri hakkındaki tetkiklerimizi tamamlamadan evvel Konya hastaneleri hakkındaki
arşiv vesikalarını sıralamayı faydalı buluyoruz.
Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde 2565 numarada kayıtlı bulunan ve Gedik Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı
zamanında (h.881-m.1476) yılında yaptırılan ve Muslihi’d-din Mustafa tarafından tutulan Karaman İli İl Yazıcı
Defteri’nde; Konya Daru’ş-Şifası hakkında aynen şunları okuyoruz:
وﻗﻒ دار اﻟﺸﻔﺎ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
ﺑﺎغ اورن وﺑﺎغ ﺑﺰرك ﺑﻴﻤﺎر ﺧﺎﻧﻪ
ﺑﺎغ ﻻﻟﻪ در ﺣﻮاﻟﻲ ﻗﺮﻩ اوﻳﻮك وﺑﺮ ﭘﺎرﻩ ﻳﺮ
وﺑﺎغ آﻮﭼﻚ ﺻﺤﺮاﺟﻲ ﻣﻘﺒﻞ ﺑﺎﻏﻲ ﻗﺘﻨﺪﻩ وﺑﺮ ﭘﺎرﻩ ﻳﺮ دﺧﻲ
زﻣﻴﻨﻬﺎء ﺑﻘﻼﻳﻲ وﻋﺮﺑﻠﺮ ﻗﺘﻨﺪﻩ ﻗﻄﻌﺘﺎن ودر
ﺧﻨﺪق ﻗﻠﻌﻪ و ﻣﺬآﻮر وﻗﻔﺪن ﺁﻟﺘﻲ ﭘﺎرﻩ
ﺁﻗﭽﻪ در.... آﻮي آﻪ ﺣﺎﺻﻠﻲ
ﻣﺠﻤﻠﺪﻩ ﻗﻴﺪ اوﻟﻨﺪي
Bu kaydın üstüne ' ‘ ﻣﻨﺴﻮخMensuh işareti konulduğuna göre Fatih zamanında Konya Daru’ş-Şifası ya
yıkıldığı ve yahut faaliyetini tatil etmiş bulunduğu için vakfı nesh edilmişti.
II.Bayezid adına (h.906-m.1500) yılında yapılan Karaman İli’ Tahrir Defteri’nde Konya Daru’ş-Şifası
hakkında şu mâlûmâtı buluyoruz:
وﻗﻒ دار اﻟﺸﻔﺎ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ در ﺗﺼﺮف ﻟﻄﻔﻲ ﭼﻠﺒﻲ ﺑﻦ ﺳﻴﺪ ﭼﻠﺒﻲ
زﻣﻴﻦ ﺑﺎغ آﻮﭼﻚ در ﻗﺮب ﺑﺎغ ﻣﻘﺒﻞ ﻣﻊ زﻣﻴﻦ دﻳﻜﺮ
زﻣﻴﻦ در ﺟﻮار ﺑﺎﻏﭽﻪ ﺳﻠﻄﺎن ﺟﻢ
زﻣﻴﻦ در ﺧﻨﺪق ﻗﻠﻌﻪ
زﻣﻴﻦ در ﺟﻮار ﺻﺎﺣﺐ
زﻣﻴﻦ در ﻗﺮب ﻏﺮﻳﺒﻠﺮ
زﻣﻴﻦ در ﻗﺮب ﺣﺎﺟﻲ ﺑﻘﺎل
ﺑﺎغ ﺑﺰرك ﺗﻴﻤﺎر ﺧﺎﻧﻪ
ﺑﺎغ ﻻﻻ در ﺟﻮار ﻗﺮﻩ اﻳﻮك
ﺑﺎغ اورن
زﻣﻴﻦ ﻗﺮﻩ اﻳﻮك
(Mestçiler) زﻣﻴﻦ دآﺎآﻴﻦ در ﺳﻮق ﺧﻔﻪ دوز
II.Bayezid Defteri’nde mensuh kaydı yoktur. Her iki İl Yazıcı Defteri’nde Daru’ş-Şifa’nın evkafı arasında
(Büyük Bimarhane) bağı görülür.
II.Bayezid defterinde Sultan Cem’in bahçesinin yanında bir tarlasının da bulunduğu kayıtlıdır.
Sultan Cem376 bahçesinin kısmen şimdiki memleket hastanesinin bulunduğu sahaya rastladığını yukarıda
göstermiştik. Daru’ş-Şifa da bu sahanın şimal doğusunda idi. Büyük Bîmarhâne Bağı’nın da hastane civarında
375
-Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, cilt 3, s.21
376
-Karaçelebi Zade’nin Süleymannâme’si, s.17.
79
bulunduğunu tahmin ediyoruz.
I.Selim adına h.924-m.1518 yılında Konya tahririni yapan Kemal Paşa Zade; İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde
bulunan 63 numaralı defterde Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı 68 köyün durumlarını tespit ederken Gödene,
Resul, Karadiğin Köyleri’nin Konya Daru’ş-Şifası’nın evkafı arasında bulunduklarını yazmıştır.
Gödene’yi şöyle anlatıyor:
“Gödeneli Köyü377: Malikâne ve divanî iki baş tasarruf olunur. Malikâne fil-asl vakf-ı Daru’ş-Şifa imiş,
hâliyen Daru’ş-Şifa harap olup evlâttan Pir Mehmed Veled-i Ahmed elindedir. Bervech-i tımar.”
Resul Köyü’nü de şöyle gösterir378:
“Fil-asl Vakf-ı Dâru’ş-Şifa imiş Dâru’ş-Şifa harap olmağın evlâd-ı vâkıftan Pir Mehmed Veled-i Ahmed
elinde Bervech-i tımar.”
Karadiğin Köyü379 ‘nün vaziyeti şöyle tespit ediliyor:
“Karye-i Karadiğin nezd-i Hatip....fil-asl Vakf-ı Dâru’ş-Şifa der Konya. Dâru’ş-Şifa harap olmağın evlâd-ı
vâkıftan Pir Mehmed Veled-i Ahmed elindedir. Bervech-i tımar.”380
Fatih, II.Bayezid ve I.Selim devirlerine ait şu vesikalardan öğreniyoruz ki Karaman İli, Konya Osmanlı
sınırlarının içine girdiği zaman burada harap ve gayr-i faal bir Dâru’ş-Şifa vardı. Gelirinin sarf mahalli olmadığı
için de vakıf köyleri tımara verilmişti.
Daru’ş-Şifa’nın Kanuni Sultan Süleyman zamanında da harap olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul Başvekâlet
Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı ve h.931-m.1515 yılından evvel yapıldığı anlaşılan bir Konya İl Yazıcı
Defteri’nde Konya’nın Sahra Nahiyesi’ndeki köylerin vergi ile ve evkaf ile alâkaları gösterilirken Resul Köyü
hakkında şu malûmat verilmektedir:
“Karye-i Resul: Kadimden Dâru’ş-Şifâ vakfı imiş. Dâru’ş-Şifa harap olmağın tımara verilmiş. Hâliyen emr-i
padişahî ile tabip Mevlâna Cüneyd’e bir eşkinci eştirmek üzere verildi. Şol şartla ki mahrûse-i Konya’da bir hâlî
buk’ade bu karye mahsulundan meâcin ve eşribe ihzar edip Daru’ş-Şifa gibi tababet edip sefer-i hümâyûn vâki
oldukça bir eşkinci eşdire”381
Gödene hakkında da şunlar vardır:
“Karye-i Gödenelü kadimden iki baş tasarruf olunurmuş. Mezkûr karyenin mâlikânesi kadimden Konya’da
dâr–üş-şifâ vakfı olup sonra Dâru’ş-Şifâ harap olmağla tımara verilip Konya halkının tabip ve Dâru’ş-Şifâya
nihayet ihtiyaçları olduğu izz-i huzur-i saltanat-şiar’a arz olundukta buyuruldu ki karye-i mezkûrenin mâlikânesi
Karye-i Resul’le evvelde Dâru’ş-Şifâ vakfı olmağın tabib Mevlâna Cüneyd’e bir eşkinci eştirmekle verildiği gibi
ve mahrûse-i Konya’da bir hâlî buk’a bulunup ânı Dâru’ş-Şifâ edip meâcin ve eşribe kısmından sehlü’l-husul
olup mesâlih-i Müslimîne mühim olanların anda ihzar edip ve haftada bir gün açıp tebabet edip muhtâcîne tevzi’
ede. Fe emma kendisi anda Dâru’ş-Şifâ kurbinde bir mahall-i muayyende olup gelen ehl-i håcete ve mürezâya
münasip olan ilâçları tenbih ede.”
Bu kayıtlardan açıkça öğreniyoruz ki Konya Daru’ş-Şifası içine hasta alınıp tedavi ve muayene
edilemeyecek kadar haraptır. Konyalılar Kanuni zamanında hastaneye ve doktora şiddetle ihtiyaç duyuyorlar.
Vaziyyet padişaha arz ediliyor. O da Gödene ve Resul köylerini seferberlik zamanlarında bir eşkinci çıkarmak
(Eştirmek) üzre Tabib Cüneyd’e tımara verilmesini emrediyor.
Bu iki köy şu şartlarla tabib Cüneyd’e veriliyor:
1- Konya’da bir boş bina Daru’ş-Şifa yapılacaktır.
2- Tabib Cüneyd’in Daru’ş-Şifa’nın yakınında bir muayene evi bulunacak ve her gün gelen hastaları
muayene ederek icap eden ilâçları tavsiye edecek (reçete verecek).
3- Tabib Cüneyd bu iki köyün gelirinden Müslüman hastalar için pek mühim ve kolayca yapılabilir
macunlar ve şuruplar hazırlayacak ve haftada bir gün Dâru’ş-Şifâ’yı açarak bunları hastalara tevzî edecektir.
Koşulan şartlarda Daru’ş-Şifa’ya hastaların kabul ve tedavi edilecekleri hakkında hiç bir şey yoktur.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivinde bulunan ve III. Murad adına eski Karaman İli Defterdarı Ahmed Zade
Mustafa’nın yaptığı, hattat Kadri İbn Mehmed’in kaleminden çıkan h.992-m.1587 tarihli Karaman İli evkaf ve
emlâkinin icmal defterinde ‘Evkaf-ı Dâru’ş-Şifa der nefs-i Konya’ başlığı altında şu malûmatı buluyoruz:
“Karye-i Gödene’nin bir başı tımar ve bir başı kadimü’l-eyyam defâtir-i sâbıka mûcebince Dâru’ş-–şifâ
vakfıdır. Daru’ş-Şifa harap oldu diye vakfı üzerine bir eşkincü edip ve Konya’da bir buk’a içinde bir Dâru’ş-Şifâ
vaz olunup haftada bir gün meâcin ve eşribe öldürmek (oldurmak) 382 buyurulmuş imiş. Kat’a halka faydası yok
deyü. Kemâkân Dâru’ş-Şifâ’ya sarf olunup eşküncüsü ref olunması münasiptir denilmeğin mukarrer vakfolmak
377
-Gödene: Konya’nın Hatip Nahiyesi’ne bağlı bir köydür. Eski vesikaların bazılarında Gödeneli gibi geçmektedir. Dr.
Süheyl Ünver bu köyün adını Güdenlü gibi yanlış okumuştur. (Selçuk Tabâbeti, s. 67)
378
-Resül, bu günkü telaffuzu ile Resil: Konya’nın Hatip Nahiyesi’ne bağlı bir köydür.
379
-Karadiğin: Konya’nın Hatıp Nahiyesi’ne bağlı bir köydür.
380
-Bu tarihlerde Dârü’ş-Şifâ’nın mütevellisi vâkıfın evlâdlarından Pir Mehmed İbn Ahmed’dir. Vâkıf bir Selçuk sultanı
olduğuna göre Pir Mehmed’in onun torunlarından olması muhtemeldir.
381
- Sahife: 21
382
-Kayıtta “öldürmek” gibi yazılmıştır. Kınanın içinde cıva’nın hal edilmesine öldürmek denilir. Bu kelimenin taksim ve
tevzi etmek anlamına üleştirmek olması ihtimali üzerinde durduk. Fakat yazılış şekli böyle okumaya ihtimal bırakmıyor.
80
buyuruldu. Bermûceb-i defter-i atik.”
Bu defterde Gödene köyü ile buradaki ‘’ﺻﻮﻧﺎﺑﺎدçiftliğinin Daru’ş-Şifa vakfı olduğu ayrıca tasrih edilmiş ve
Karadiğin Köyü hakkında da şunlar yazılmıştır:
“Tâbi-i Kaza-i Konya fil-asl vakf-ı Dâru’ş-Şifâ imiş. Hâliyen kemâkân vakf-ı Dâru’ş-Şifâ olmak üzere
mukarrer buyuruldu. Tımarla mutasarrıf olana aharden verildi. Bermûceb-i defter-i atik”
Defterin altında Konya Daru’ş-Şifası’nın tekrar nasıl açıldığını gösteren şu satırları okuyoruz:
“Konya kadısı Mevlâna Hacı Ali Dâru’ş-Şifâ’ya yevmî sekiz akçe ile bir tabib nasb oluna, bâkî mahsûlât
mürezâ-yi müslimin hususâtına, maaşının levâzımına sarf olunmasına halk tâlip olduğun arz eder. Ve eşküncilik
tariki ile mutasarrıf olan kimseye âher tımar verilmiştir.
Bilfiil evkaf-ı mezkûrenin mahsûlâtı müstakil zaptolunur deyu pâye-i serir-i âlâya arz olundukta Dâru’ş-
Şifâ’nın cümle evkafı kemâkân vakfolmak emrolundu. Ve vakfiye üzere mukarrer kılındı. Ber mûceb-i defter-i
atik
Elmasraf:
Mevâcib-i tabib fî yevm 15, mevâcib-i mütevellî fî yevm 5, mevâcib-i imam-ı Dâru’ş-Şifâ bâ-berât-i
hümâyûn fî yevm 4, cihet-i müezzin 2, Kitabet 3, cabi (tahsildar) 3, nâzır 2, şâkird-i tabib 2, cihet-i harc-ı meâcin
fî sene 8735”383
Bu kayıtlardan öğreniyoruz ki III.Murad zamanında Konya; Dâru’ş-Şifa ihtiyacını daha çok duymaya
başlamış ve haftada bir defa halka ilâç dağıtılmak ve bir muayenehane açmak suretiyle ihya edilen Dâru’ş-
Şifa’da bir fayda gelmeyeceği kanaatine varılmış olduğundan Dâru’ş-Şifa’ya vakfedilen köylerin eşkincisi ve
tımarlığı kaldırılmış ve gelirleri doğrudan doğruya hastaneye tahsis olunmuştur. Hastaneye bir tabip ve bir tabip
şakirdi tayin edilmiş, ilâç için de senede (8735) akçalık bir tahsisat ayrılmıştır.
Fatih’in Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde (Vakf-ı medrese-i Sultanu’l-Ârifin Şeyhü’l Muhakkıkin Hazret-i
Mevlâna Celâle’d-din Mukarrer der tesarruf-ı Mevlâna Seyyid Ahmed maa berât-ı padişah-ı âlempenah hullidet
Hilafetühû) başlığı altında Mevlâna Medresesi’nin gelirleri tespit edilirken:
“Zemin-i hâne der civar-ı Daru’ş-Şifa” denilmektedir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 6 numaralı defterde Mevlâna Celâle’d-din’in cami, türbe, zaviye ve
medresesi evkafı tespit edilirken de “Nısf-ı mahsul-i zemin-i Dâru’ş-Şifâ beher sene ve nısf-ı ahar vakf-ı Dâru’ş-
Şifa hissa-i nısıf an icare 30.” denilmiştir.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivinde bulunan 584 numaralı ve 996 tarihli Karaman İli Defteri’nde de
Celâle’d-din Rûmi evkafı yazılırken ‘Nısf-ı mahsul-i zemin-i Dâru’ş-Şifâ Nısf-ı ahar vakf-ı Dâru’ş-Şifâ’
şeklinde Daru’ş-Şifa yerinin icaresinin yarısının Mevlâna Manzumesi’ne, yarısının Daru’ş-Şifa’ya vakfolunduğu
tasrih edilmiştir.
Bu kayıtlara göre Daru’ş-Şifa civarındaki bir evin yeri ve Daru’ş-Şifa’nın yerinin kirasının yarısı Mevlâna
Medresesi’ne vakfedilmiş, yarısı da Hastane’ye terk olunmuştur.384
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan 254 numaralı Karaman İli Defteri’nde Ahmed Çelebi’nin 938
tarihli bir vakfiye ile yaptığı Kur’an Okuma Vakfı tespit edilirken:
“Beray-i mesâlih-i tilâvet-i Kur’an der mescid-i Şifâhâne bi kurb-i hamam-ı Piri Bey der türbe”
denilmektedir.
Piri Bey; Yavuz’un ve Kanuni’nin sadrazamlarından Aksaraylı Pir Mehmed Paşa’dır. Pir Paşa Zaviyesi’ni
vezir olmadan evvel yaptırmıştı. Zaviyenin doğu şimalinde bir de hamamı vardı. İşte Ahmed Çelebi bu hamamın
yanındaki Şifâhane Mescidi için vakıf tesis etmektedir. Kanuni zamanında, Selçukîleri’n bıraktıkları Şifâhane
haraptı. Bu mescid mezbaha olarak yapılan ve bir zaman askerî hastane olarak kullanılan binanın bulunduğu
yerde idi. Halk ağzında tevatürle bize kadar gelen söylentilerden de burada bir Daru’ş-Şifa bulunduğu
anlaşılmaktadır. Konya Belediyesi Hukuk Müşaviri Avukat Bay Lütfi Merhum da bir dâvâ münasebetiyle tetkik
ettiği eski bir vesikada söylediğimiz yerde Daru’ş-Şifa bulunduğunu öğrenmiş ve bize söylemişti. Bu yerlerin
hepsi hattâ bütün mahallenin zemini Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî evkafı arasındadır. Pir Mehmed Paşa;
manzûmesini, Mevlâna Vakfı’na bir icare vermek suretiyle yaptırmıştı.
Biraz evvel verdiğimiz vesikalardan da Daru’ş-Şifa yerinin Mevlâna’nın medresesi evkafı arasında
bulunduğunu öğrenmiştik. Mevlâna Medresesi Bedre’d-din Gühertaş tarafından h.630-m.1232 yılında
yapıldığına göre Daru’ş-Şifa da bu medresenin vakıf zemini üzerine kurulduğuna göre Daru’ş-Şifa’nın h.630
yılından sonra yapılmış olduğunu kabul etmek lâzımdır.
Buradaki Daru’ş-Şifa hangisi idi? Mâristan-ı Atik mi, ikinci Daru’ş-Şifa mı? Yoksa Daru’ş-Şifa harap
olduktan sonra buradaki bir bina Daru’ş-Şifa yapıldığı için mescid de ona nispetle mi adlandırılmıştı?
Bizim kanaatimize göre buradaki Daru’ş-Şifa; ikinci Daru’ş-Şifa’dır. Hastanesi yıkılıp yok olduğu halde
mescidi bu tarihlere kadar ayakta kalmıştı. Konya’nın eski hastanesi Musallâ’da idi, dikkat edilirse her iki
hastane de Konya Suru’nun dışında idi.
383
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter numarası 584, yaprak 11 B.
384
-Mevlânâ Medresesi’ni Gühertaş yaptırmıştı. Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamir ettirilmişti. Konya Vakfiye Defteri,
sahife 61.
81
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 475 numaralı (Defter-i hazine-i evkaf-ı Selatin-i
Anadolu ) defterinin 13 sıra numarasında (Vakf-ı vazife haran-ı cami-i şerif ve Daru’ş-Şifa-i ma’mûre-i merhum
ve mağfırınleh Sultan Alâe’d-din der Konya şüd) başlığı altında Alâe’d-din Camii’nin ve Konya Daru’ş-
Şifa’sının bir kadrosu, sıhhat yurdunun “hademe-i Dâru’ş-Şifa-i memûre-i müşarünileyh” diyerek
gündelikleriyle beraber şöyle sıralamaktadır:
Vazifeleri Gündelikleri
Mütevelli 5
Veliyyü’d-din Halife İbn İsa Halife kâtip 2
Ali Halife hekim-i evvel 10
Veliyyü’d-din Halife İbn İsa hekim-i sâni 5
Mustafa İbn İsmail şakird-i hekim 2
İsa Halife müezzin 1
Mehmed İbn Ali bevvab 1
Abdullah İbn İsmail cabi (tahsildar) 1
Ahmed İbn Hacı Mustafa cabiyy-i musakkafat 3
İsa El-kâtip 2
Seyyid Süleyman bîmarhâne-i vakıf 5
Musa Efendi Konevî ders-i âm 5
Seyyid Mustafa ve Seyyid Abdü’l-Kadir bervechi iştirak ders-i âm
Fi sene hınta keyl 20
Fi sene hınta keyl 30
Hacı Ahmed İbn Mahmud ambarcı 5
Bu defterde Konya Daru’ş-Şifası’nın h.1149, 1164, 1167, 1168, 1187, 1189, 1196, 1198, 1203, 1210, 1216,
1222, 1223, 1227, 1230, 1242, 1246, yıllarına ait tedavül kayıtları vardır.
Mahmud II. hükümdar bulunduğu h.1246-m.1830 yılına kadar Konya Daru’ş-Şifası kadrosunu muhafaza
ediyordu.
Konya Müzesi’nde bulunan h.1036-m.1629 yılına ait şer’î sicil defterinde IV.Murad zamanında da Konya
Dâru’ş-Şifâsı adıyla faal bir halde bulunuyordu. Kadrosunda bir hekim-i evvel ile bir hekim-i sâni vardı h.1048-
m.1639 tarihinde de Daru’ş-Şifa aynı kadro ile faaliyette bulunuyordu.
III.Ahmed ve I.Mahmud zamanlarında Konya Daru’ş-Şifası’nın kadrosu yukarıda yazdığımız gibi bir de
tabip şakirdi ilâve edilmek suretiyle kuvvetlendirilmişti.
Bu defterdeki tedavül kayıtlarından çıkardığımıza göre günde beş akçe ile Daru’ş-Şifa’da ikinci hekim olan
Veliyyü’d-din Halife İbn İsa Halife aynı zamanda Alâe’d-din Camii’nde yevmî 15’er akçe ile tabip ve ders-i âm
ve üç akçe ile de hâfız-ı kütüb’dür.
Bu kadro bize Daru’ş-Şifa tarihinin daha birçok noktalarını aydınlatmaktadır:
1-Daru’ş-Şifa’nın adı Alâe’d-din Daru’ş-Şifası’dır. Alâe’d-din Camii’ni Alâe’d-din Keykubad tevsîan tesis
ettiğine göre Daru’ş-Şifa’yı da onun yenilemiş olmasını kabul etmek lazımdır:
III.Murad adına Konya evkafını tespit eden il yazıcısı Alâe’d-din Camii evkafını yazarken aynen şöyle
demektedir:
“Evkaf-ı cami-i Sultan Alâe’d-din İbn Sultan Gıyase’d-din Keyhüsrevi’s-Selçukî der dâhil-i sur-i Konya ber-
mûceb-i kitâb-ı vakf bi-imza-i Mevlâna Şemse’d-din Ahmed İbn Hurremşah el-kadı bi Konya el-müverreh bi-
tarih-i erbaa ve selâsin ve sittimie.” Burada Daru’ş-Şifa hakkında bir işaret yoktur.
H.634-m.1236 yılında Konya kadısı Hurrem Şah Zâde tarafından tanzîm edilen bu vakfiye maalesef bize
kadar gelmemiştir. Eğer gelseydi Dâru’ş-Şifâ hakkındaki bir ve tereddüt düğümleri çözülürdü. Bütün il yazıcılar
Konya câmii evkafını ayrı ayrı tespit etmişlerdir. Fakat Dâru’ş-Şifâ için vakfedilen Gödene, Karadiğin ve Resul
köyleri bunların arasında bulunmadığına göre Sultan Alâe’d-din Keykubad’ın bu vakfiyesinde Dâru’ş-Şifâ dâhil
değildir.
2-Daru’ş-Şifa kadrosunda üç ders-i âm vardır. Daru’ş-Şifa yıkıldıktan sonra gelirleri tımara verilmiştir.
Sonra ihtiyacın tazyiki üzerine Daru’ş-Şifa diriltilmeye başlanmış ve yavaş yavaş vakfiyesindeki asıl kadroya
göre teşkilatlandırılmasına gayret edilmiştir. Vakfiyeye aykırı bir kadro yapmaya imkân olmadığına göre Konya
Daru’ş-Şifası’nın aynı zamanda bir tıp mektebi olduğunu kabul etmek mantıkî bir zaruret olur.
3-Daru’ş-Şifa’da bir de bimarhâne-i vakıf vardır. İkinci hekim derecesinde gündelik alan bu adamın
hastalara bakan, sargılarını saran, ilâçlarını veren ve onları daimi nezaret altında bulunduran bir memur olduğu
anlaşılmaktadır.
4-Tedavül kayıtlarına göre Dâru’ş-Şifa ders-i âmı Konyalı Musa Efendi vazifesinden feragat etmiş, yerine
h.118-m.1775 yılında oğlu Mehmed Said tayin edilmiştir. Bu da h.1210-m.1795 yılında ölmüş, yerine oğulları
Seyyid Musa, Seyyid Mehmed Esad ve Seyyid Mehmed Emin getirilmişler. Seyyid Mehmed Emin h.1216-
m.1801’de ölmüş, hissesi kardeşlerine verilmiştir. Seyyid Musa da 1222’de istifa etmiş, yerine Konya
ulemâsından Hafız Hacı Mehmed Efendi tayin edilmiştir. Bunlara 1223 yılında II.Mahmud tahta oturduğu zaman
cülûs beratları verilmiştir. Birinci hekim Ali Halife 28 Safer 1168’de feragat ettiği için yerine Tabib Hacı
82
Mustafa Halife tayin edilmiştir.
İkinci hekim Veliyyü’d-din Halife de h.1187-m.1773’te ölmüş, vazifesi Tabip Hasan Halife’ye verilmiştir.
H.1168-m.1754’de ölen hekim şâkirdi Mustafa Efendi’nin yerine de oğlu Hafız Hüsame’d-din tayin
olunmuştur.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde 800 numaralı harameyn-i şurût defteri’nde;Konya Sultan
Alâe’d-din Dâru’ş-Şifası hakkında şurutnâme, başlığı altında okuduğumuz satırları buraya aynen nakletmeyi
faydalı bulduk:
“Nişan-ı hümâyun yazıla ki:
Haremeyn-i muhteremeyn’e tâbi evkaftan Konya’da vâki Sultan Alâe’d-din evkaf-ı şerifesi mahsulundan
almak üzere yevmî 7 akçe vazife ile üç rubu hisse hekim-i evvel-i Dâru’ş-Şifâ ve şehriye 7,5 akçe ve senevî rubu
galleyle rubu hisse devrhanlık cihetlerine mutasarrıf olan Es-Seyyid Mehmed İbn Hafız Ali üç nefer sülbi kebir
oğulları Es-Seyyid Ali ve Es-Seyyid Mustafa ve Es-seyyid Ahmed’i terk ederek vefat eylediği beyanı ile
mahlûlünden merkûmûne tevcih ve müceddeden berat i’tâsı hususu Medine-i Konya hâkimi Müftü Zade Es-
Seyyid Mustafa Necib Efendi mutabak mührü ile i’lâm ve Dâru’ş-Şifâ-i mezkûrun eser-i ebniyesi değil mahalli
dahi mechul ve nâbedid olduğundan müteveffa-yı merhum duâ-gûyandan addile vezâif-i mezkûre bu ana kadar
i’tâ kılınmış ve şimdi duâ-gûluk suretiyle evlâd-ı merkûmûne tevcîhi veyahut kaydının terkîni hususu mahall-i
meclisinden bâ-mazbata arz ve zikrolunan Dâru’ş-Şifânın her ne kadar eser-i ebniyesi yoksa da duâ-gûy
hükmünde olarak öteden beri vazifeleri verilmekte bulunduğundan cihat-i mezkûrenin müteveffâ-yı merhum
mahlûlundan sulbi kebir oğulları merkumune tevcihi rey-i nezaretpenâhîye menût idügin Evkaf Müdürü Hafız Ali
Efendi mahlûlundan inhâ etmelerinden nâşi kuyûda ledelmürâcaa mezkûr-ül mikdar vazife ve galle ile ciheteyn-i
mezkûreteyn hisseleri müteveffâ-yı merkûmûnu elyevm uhdesinde idügi kuyûden ve müteveffâ-yı merkûmun
ber-mantuk-i arîza üç nefer oğlu olduğu ceride-i muhasebesinde ve Dâru’ş-Şifa-i mezkûr nâ-mevcud olduğundan
hekim-i evvel ciheti metrûk ve bî-lüzum cihattan olarak bu makûle metrûk ve bî-lûzum cihatin kayıtları bit-
terkin vazife muayyenatının hazine manda olunması nizam iktizasından bulunduğundan ber-mûceb-i nizam
kaydının terkini ile vazife-i muayyenesinin muayyenatı ile vakfa irad koydolunmak üzre hazine-i evkaf-ı
hümâyûna irsâli ve yalnız devrihanlık cihetinin müteveffâ-yı mumâileyhin mahlûlündan kebir oğulları
merkumune iştirâken bit-tevcih beratları ile lâzım gelen mahallere ilmuhaberler i’tâsı iktiza eylediği haremeyn
varidat odasından bâ’ded’derkenar ber-vech-i muharrer haremeyn-i muhteremeyn hazine-i celilesi
mülhakatından Konya’da Sultan Alâe’d-din Hazretleri’nin cami-i şerif ve Dâru’ş-Şifa’ları evkaf-ı şerifesinden
muhassas yevmî 7 akçe vazife ile nısıf ve rubu hisse hekim-i evvel-i Dâru’ş-Şifa ve şehriye 7,5 akçe ve senevî
rubu galle ile devrhan-ı câmi-i şerif cihetlerinin mutasarrıfı olan Es-Seyyid Hafız Mehmed Efendi vuku-ı vefatına
mebni mahlûl ve mezkûr Dâru’ş-Şifâ’nın eser-i ebniyesi değil mahalli dahi nâbedid ve meçhul olup metrûk-ül-
hidme olduğu inhâ olunan mezkûr hekim-i evvel cihetinin muhtemel olan hisseleri kaydının terkini ile
vazifesinin ve muayyenatının hazine manda olunmak üzere haremeyn varidat defterlerine ve keyfiyet mâlûm
olarak mahallince dahi îcâbı icra kılınmak için Konya Valisi Devletlû Paşa Hazretleri’ne evkaf müdürü efendiye
tahrirat tastiri zımnında mektup odasına ilmuhaberlerini ve fakat mezkûr devirhan cihetinin istihkakları tebeyyün
eden müteveffanın oğulları Es-Seyyid Ali ve Es-Seyyid Mustafa ve Es-Seyyid Ahmed Efendiler’e iştiraken ve
seviyyen bit-tevcih şurut vechile lâzım gelen berat-ı şerifin evkaf muhasebesinden i’tâsı bâbında evkaf-ı
hümâyûn Nâzırı Devletlû Es-Seyyid Mehmed Hasib Paşa Hazretleri telhis etmeleriyle ber-mûceb-i telhis
iştiraken ve seviyyen bittevcih yedlerine ilmuhaberleri i’tâ kılınmak bâbında fermân-ı âli sâdır olmağın
mûcebince bin-nefs ve bilâ-kusur edâ-yı hizmet etmek ve terk ve tekâsül ederlerse refi’lerinden âhar ehil ve
erbâbına verilmek şartı ile berât-ı şerif-i âlişan tahriri için işbu tezkere verildi. Selhi Recep sene 1275.”
Sultan Abdü’l-Mecid zamanına ait olan bu vesikaya göre bu tarihte Konya Daru’ş-Şifası’nın bina izleri
değil, yeri bile meçhul ve nâbedid idi. Osmanlı Devleti’nin yükseliş ve inkişaf çağlarında diriltilen Konya
Daru’ş-Şifası bu devletin çöküntü ve inhilâl devirlerinde yıkılmış ve yok olmuştur.
O kadar yok olmuştur ki yeri bile bilinmiyor. Fakat hekimlerin vazifeleri bile hastane varmış gibi
veriliyordu. Tahminimize göre 1246 hicri yıllarından sonraki rubu asır içinde hastane yok olmuştu, onun
gelirinden istifade edenler bile Daru’ş-Şifa’nın bulunduğu yeri bilmiyorlardı.
Konya’nın Mâristan-ı Atik’i Selçukîler devrinde yıkılıp yok olmuştur.
Bunun ne vakfiyesi, ne de gelirlerini gösteren başka bir vesika bize kadar gelmiştir. Osmanlı İl Yazıcı
Heyetleri yıkılan ve harap olan hayır eserlerinin vakfiyelerini ve gelirlerini tamamen tespit ettikleri için eğer
Mâristan-ı Atik’in vakfiyesi ve vakıfları olsaydı bunu da gösterirlerdi. Bize kadar vesikaları gelen Daru’ş-Şifa;
ikinci Daru’ş-Şifa’dır. Sultan Alâe’d-din I. yaptırmıştı. Verdiğimiz vesikalara göre Konya’nın eski hastanesi
Musallâ’da, yenisi de Mevlâna Türbesi’nin ve Sultan Selim Camii’nin batısında eskiden hastane, şimdi hâl olan
yerlerde idi. Selçukîler saltanatı yıkılırken Konya’da tek bir hastane vardı. Birinci Kılıçaslan yaptırmıştı.
Karamanoğulları ve Osmanlılar zamanında bir ikincisinin var olduğunu gösteren tek bir vesika yoktur.
Yalnız ihtiyar Konyalılar’ın söylediklerine göre Alâe’d-din Tepesi’nin batısındaki Beyhekim Camii’nin
arkasına rastlayan yerlere Tımarhane Mahallesi denilirmiş, Konya Daru’ş-Şifası seyyar bir hale geldiği zaman
en son Daru’ş-Şifa’nın burada bulunmasından ve akıl hastalarının da burada Kapturga Mescidi civarındaki eski
binalardan birisine yerleşmiş olmasından dolayı buraya Tımarhane Mahallesi denilmiş olabilir.
83
Doktor Profesör Süheyl Ünver Selçuk Tababeti’nde:385
“Konya’da tarihen müteaddit hastanelerin mevcut olduğunu anlıyoruz. Fakat yerleri hakkında ufak
ihtilâflar şâyân-ı zikirdir” diyor. Ve bilhassa dört hastane üzerindeki tetkiklerini sıralıyor.386 Bu tıp tarihi
mütehassıs profesörüne göre Konya’daki dört Daru’ş-Şifa şunlardır:
1-Emir Celâle’d-din Karatay’ın kardeşi Kemâle’d-din Karatay’ın Dâru’ş-Şifâsı’dır.
2-İnce Minare şimalindeki bir mahalleye elyevm Şifâhane Mahallesi denilmektedir. Halk burasını eski ve
devamlı bir an’ane ile bîmarhâne yeri addediyor. Burası bir şifâhânedir.
3-Beyhekim (Tabib Ekmelü’d-din) Mahallesi’nde Beyhekim Türbesi ve camiinin önündeki Dâru’ş-Şifâdır.
4-İnce Minare ile Karatay Medresesi arasında Karamanoğulları zamanına ait Şadi Bey Hastanesi.
Türk Tarih Kurumu’nun sekizinci serisi arasında 7 numarada yayınlanan ve kurumun mütehassıs azasının
yardımlarından da istifade eden Profesör Süheyl Ünver’in bulduğu bu dört hastanenin hepsi de hayâlîdir. Daha
açık bir ifade ile hepsi de uydurmadır.
Büyük bir itina ile yayınlanan bu kitabın verdiği yanlış mâlûmâtın yayılmasına ve ilim alanında
yerleşmesine gönlüm râzı olmadığı için düzeltilmesini millî bir borç sayıyorum. Şöyle ki:
1-Karatayî’nin kardeşi Kemâle’d-din Turumtaş’ın medresesi; ne bir Dâru’ş-Şifâ’dır, ne de bir tıp
medresesidir. Kardeşi Karatayî’nin karşısındaki kendi adını taşıyan ve diğer biraderi Seyfe’d-din Karasungur’un
Çifte Merdiven Mahallesi’ndeki Seyfiyye Medreseleri gibi bir medresedir. Adı da Kemaliye Medresesi’dir.
Ne vakfiyelerde ne kuyûd-ı hâkâniyye kayıtlarında ve arşiv vesikalarında, ne de tarih kitaplarında bu
medresenin; Daru’ş-Şifa ve yaptıranın; tabib olduğu hakkında ufak bir işaret de yoktur.
Cahil bir müstensihin bir vakfiyedeki ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻄﺸﺖ واﻟﺪواةEmirü’t-taşt ve’d-devat’ı ‘ ’اﻣﻴﺮ اﻟﻄﺐ واﻟﺪواEmirü’t-
tıbb-i ve’d-devâ gibi yanlış kopya etmesinden Kemâle’d-din Turumtaş’ı tabib olarak almak ve bundan da
medresenin Daru’ş-Şifa olduğuna intikal etmek için muhayyeleyi çok zorlamak lâzımdır.
Selçukîler teşkilâtında tıp ve devâ emirliği diye bir memuriyet ve vazife yoktur.
2-Alâe’d-din Tepesi’nin kuzeyinde ve İnce Minare’nin kuzey doğusunda bir Sakahâne Mahallesi vardır.
Burada İnce Minare manzumesinin bânisi Sahib Ata’nın bir sikayesi – sebili vardı. Vakıflar Umum Müdürlüğü
Arşivi’nde bulunan Müceddet Anadolu 600 numarada kayıtlı 828 tarihli vakfiyede bu sebile, Sıkaye-i Sâhibiyye
‘’ﺳﻘﺎﻳﻪء ﺻﺎﺣﺒﻴﻪdenilmektedir. Bunun için buraya Sikaye Mahallesi deniliyor. Halk ağzı Sikaye’yi,Şifâhâne
yapmıştır. Bunun şifâhâneden bozulduğunu kabul ettirecek hiç bir sebep yoktur. Halkın eski ve devamlı bir
an’ane ile burasını bimarhâne addettiği hakkındaki iddia da tamamen indîdir. Ben bu semtin en yaşlı adamları ile
konuştum. Böyle bir şey bilmiyorlar. Eski vesikalarda mahallenin adı Sikaye Mahallesi’dir.
3-Beyhekim türbe ve camiinin önünde bir Şifâhane yoktur. Süheyl Ünver; Tabib Ekmelü’d-din’in burada
gömülmüş olmasından burada bir hastanenin bulunduğunu tahmin etmiştir. Her doktorun gömüldüğü yerde bir
hastanenin bulunması lâzım gelmez.
4-İnce Minare ile Karatâyî Medresesi arasında Karamanoğulları zamanına ait Şaz Bey’in bir hastanesi
bulunduğu iddiası da uydurmadır.
Karamanoğlu Mehmed Bey’in âzatlı kölelerinden iken emirliğe kadar yükselen Şaz Bey Ağa İbn
Abdullahi’l-Atik’in Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 601 numaralı defterin yüz seksen altıncı
sahifesinde h.828-m.1424 tarihli bir vakfiyesi vardır. Şaz Bey Ağa bu vakfiyesi ile misafirhâne mahiyetinde
yalnız bir zaviye ile Sahib Ata’nın Sikaye’si yakınında bir çift hamam vakfetmiştir.
Fotoğrafını aynen koyduğumuz bu vakfiyede şifâhâneden katiyen bahsedilmemektedir.387
Şadi Bey Mescidi denilen Şaz Bey Ağa Mescidi; Alâe’d-din Tepesi’nin şimalindedir. Akmescid adını taşır,
son zamanlarda Hacı Kaymaklar’dan bir zat tarafından tamir edilmiştir. Konyalı Mimar Şahabeddin Uzluk da388
Doktor Süheyl Ünver gibi Zevle Sultan Mescidi’ni Şaz Bey Ağa Mescidi diye takdim etmek hatasını işlemiştir.
KONYA KIŞLASI
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 387 numarada kayıtlı bulunan tarihsiz Kanuni devri Konya Tapu
Defteri’nden (sahife 21’den) öğrendiğimize göre Konya Kışlası’nın bir dizdarı, bir kethüdası, 94 müstahfız
askeri vardı.
Konya Züaması’nın ve Sipahileri’nin tımarlarının senelik tutarları 487709, kale mustahfızlarının tımarları
50830 akça idi.
Konya Kışlası; Ehmedek denilen iç kalede idi.
Konya Kışlası’nın geliri 29 köy, 13 çiftlikten temin edilirdi.
Buralarda 410 ev, 610 vergi ile mükellef erkek vardı.
Kışla; sonra şehrin dışına çıkmıştır. Önünde aslan heykelleri bulunduğu için yeni kışlaya Aslanlı Kışla
385
-Sahife 65, 66, 67.
386
-Profesör dört hastahaneden bahsettiği halde mevzuu iyi hazmetmediği veyahut verdiği mâlûmâta kendi de inanmadığı için
olacak ki kitabının 66’ncı sahifesinde “Konya’da ayrıca bir üçüncü Dârü’ş-Şifâ var” diyerek bulduğu son Dârü’ş-Şifâ ‘dan
bahsediyor.
387
-Kitabımızın Şaz Bey Ağa Mescidi kısmında bu hususta daha geniş mâlûmat vardır.
388
-Anadolu Selçuki Hastahaneleri, Babalık Gazetesi,1937 senesi kolleksiyonu 9. makale.
84
derler.
Aslanların ikisinin ön ayakları arasında birer insan başı görülmektedir. Kudret ve kuvvetin sembolü olan bu
heykeller Roma eserleridir. Bunların Konya Kalesi’nden ve Selçuk Sarayı’ndan alındıklarını tahmin ediyoruz.
Kışlanın cenup doğusundaki kapuların üstünde mor mermere nefis bir kûfi hat ile yazılmış şu kitabe okunur:
“Harb-i umûmî esnasında Konya’da müteşekkil muhafız bölüğü tarafından Konya kışlasına ithaf edilmiştir.
Sene 1330-1334.”
Kapının önünde güzel bir havuz vardır. Şimdiki kışlanın yerindeki hükümet konağını Alâiyeli Kadı Paşa
şöhretini taşıyan Bozkır maden emîni, sonra Konya valisi olan Abdurrahman Paşa Hükümet Konağı olarak
h.1222-m.1807 yılında yaptırmıştı. Bu konağa Kadı Paşa Sarayı derlerdi. H.1250-m.1868 tarihinde Konya Valisi
Hüseyin Paşa tarafından yaptırılan camie de Kadı Paşa Sarayı yakınında bulunduğu için Saray Camii, Kışla
Camii denirdi.
Kadı Paşa h.1223 yılı başında İstanbul’dan kaçmış, Alâiye’ye oğlunun yanına sığınmıştı. Alâiye’de Antalya
Mütesellimi Mehmed Ağa tarafından sarılmıştı. Kurtulamayacağını anlayınca İbradı taraflarına kaçmıştı.
Buralarda yine Mehmed Ağa tarafından yakalanmış, kesik başı İstanbul’a gönderilmiştir. İBRADI’daki mezar
taşında şunlar yazılıdır: ‘ هﻮ اﻟﺨﻼق اﻟﺒﺎﻗﻲ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ رﺑﻪ اﻟﻐﻔﻮر ﺳﺎﺑﻘﺎ ﺁﻧﺎدوﻟﻮ واﻟﻴﺴﻲ اﻳﻜﻦ ﻣﻘﺘﻮﻻ وﻓﺎت اﻳﺪن
1223 ذ10 ’ﻗﺎﺿﻲ ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ ﭘﺎﺷﺎ روﺣﻴﭽﻮن ﻓﺎﺗﺤﻪ
Abdurrahman Paşa hakkındaki çeşitli kaynaklarda verilen bilgi birbirini bozacak mahiyettedir. Biz (Alâiye-
389
Alanya) adlı kitabımızda yeni bulduğumuz arşiv vesikalarına dayanarak en doğru bilgiyi verdik.
389
-Sahife 429-431. Kadı Paşa hakkında şu kaynaklara da bakılsın: Şânî Zâde Tarihi, Cilt 1, s. 61, 177, Tarih-i Cevdet, cilt 9,
s. 57.
390
-İbrahim Bey İmâreti
391
-Kelime noktasız yazılmıştır.
85
392
5-Keşişlik
KONYA MAHALLELERİ
Gayr-i İslâmî Konya Şehri’nin işgal ettiği sahanın genişliği gibi mahalle teşkilâtını ve nüfusunu bilmiyoruz.
Selçuklular ve Karamanoğulları devrindeki Konya’nın mahalleleri ve nüfusu hakkında da geniş ve kat’iyet ifade
eden malûmatımız yoktur. Selçuklular ve Karamanoğulları devrine Osmanoğulları’nınki gibi yurdun nüfusunu,
evkafını, mâlikânelerini, ormanlarını, ma’denlerini, göllerini, nehirlerini, tuzlalarını, yollarını, binek, sağmal ve
çift hayvanlarını, arı kovanlarını ve mükelleflerin sayılarını ve verecekleri vergilerin cinsleri ve miktarlarını
gösteren, hükümdar hazinelerinde büyük bir titizlikle saklanan İlyazıcı Defterleri bulunduğunu bize kadar
gelebilen muhtelif arşiv vesikalarının işaretlerinden ve tarih kitaplarından öğreniyoruz. Türkler’de; İlyazıcı
Defterleri dediğimiz umumi istatistik defterleri bayrak gibi istiklâlin şiarlarından sayıldığı için siyasi
hakimiyetini elde eden bir Türk Oruğu kendinden evvelki Türk bir devletin İlyazıcı defterini yok ettirirdi. Bunun
için Selçuklular’ın, Karamanoğulları’nın ve Anadolu’da hüküm süren diğer Türk Beylikleri’nin ve
hükümetlerinin defterlerinden hiçbirisi bize kadar gelmemiştir. Türk devletler vakıf şeklindeki tesisleri kayıtsız
ve şartsız tanıdıkları için yok edilmeyen Selçuk ve Karamanoğulları devrinin vakfiyelerinde, milknâmelerinde
ve mukarrernâmelerinde Konya Mahalleleri’ne ait dağınık bazı malûmata rastlarız. Fakat Konya’nın şehir
teşkilâtına, mahallelerine ve nüfusuna dair tam, derli toplu ve kandırıcı bilgi elde edemiyoruz.
Konya’nın bize kadar gelebilen en eski Osmanlı İlyazıcı Defteri’ni biz Ankara’da Kuyud-i Kadime
Arşivi’nde bulduk. Arşivin 256 sıra numarasında kayıtlı bulunan bu defter Karaman İli tamamen Osmanlı
sınırları içine girikten sonra Karaman İli’ni ve Karamanoğulları’nı ezen Gedik Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı
zamanında 881 yılı Ramazanın başında Muslihi’d-din ve Kasım’dan müteşekkil bir yazım heyeti tarafından
tutulmuştur. Bu defterin başında Karaman eyaletinin kısa bir kanunnâme’si vardır. Osmanlılar istilâ ettikleri
yerlerin adlî işlerinde tam manasıyla bir adem-i merkeziyetçilik sistemi takip ettikleri için Fâtih de Karaman
İli’nin idaresinde Karamanoğlu İbrahim Bey’in kanunnâmesi’ni bazı tadillerle aynen yörürlükte bırakmıştır. Bu
İlyazıcı Defteri’nde Karaman İli on bir vilayet, iki nahiyeye ayrılmakta, hepsinin evkafı ile emlâki tespit
edilmektedir. Fatih’in Karaman İli, defter-i mufassalı bize kadar gelmediği için Konya Mahalleleri’nin tam bir
listesini ve nüfus sayısını veremiyoruz. Bu defterde Konya Mahalle Mescitleri tespit edilirken yalnız şu
mahallelerin adları geçmektedir:
Attarlar, Şekerfüruş, Şükran, Karaca Muhammedî, Kadı Kalemşah, Karaslan’ ‘’ﺳﺒﻊ ﺧﻮانSebi’han’ Kabak
393
Ahmed’ Zivle’ Göl’ Kadıasker’ Devlet Han’ Şeyhbekir’ Veled-i ‘ ’وﻧﻜﺲAbdülaziz’ Minare’ Çirkâb’ Muin’
Tursun fakıh’ Kabturğa ‘’ﻗﺎﺑﺘﻮرﻏﻪKalenderhane’ Şeyh Ahmed’ Karakurtlu’ Medrese Porta ‘’ﭘﻮرﺗﻪVeled-i Satı’
Gökbaşlı’ Bardakcı’Tansırı ‘ ’ﻃﺎآﺼﺮيAffan’ Muhtar’ Esenlü’ Hoca Ferruh Öylebanledi ‘ ’اوﻳﻠﻪ ﺑﺎآﻠﺪيHacagi.
Bu sayım ve yazımdan yirmi beş sene sonra h.906-m.1500 yılında II.Bayezid zamanında Hatip Oğlu şöretini
394
taşıyan Nasuh Zade Haydar marifetiyle yapılan ve Kâtip Ali tarafından yazılan bir defterde Konya Şehri’nin
vakıfları tespit edilirken bazı mahallelerin adları geçmektedir. II.Bayezid’in defter-i mufassalı da bize kadar
gelmediği için Konya’nın o devirdeki nüfusunu da tespit edemiyoruz.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 63 numarada kayıtlı bulunan ve h.924-m.1518 yılında meşhur büyük Türk
âlimi Kemal Paşa Zâde tarafından Yavuz Sultan Selim adına yapılan Konya yazımında Konya Mahalleleri ve bu
mahallelerde bulunan mükellef erkek nüfusu babalarının adlarıyla beraber tespit edilmiştir. Yavuz zamanındaki
Konya Mahalleleri’ni defterdeki sırasına göre aşağıya sıralıyorum:
1-Debbağlar nâm-ı diğeri Aksaray
2-Kalenderhane
3Muin
4-Esenlü,
395
5-Bağrıs ‘’ﺑﺎﻏﺮس
6-İbn Salih
7-Çirkâb
8-İbn Affan
9-Yediler
10-Devle
11-Turak’’ ﻃﺮاق
12-Kemal Garip
13-İbn Gazgani
392
-Başvekâlet Arşivi’nde 63 numarada kayıtlı 924 tarihli Konya defteri.
393
-Bu kelime bazı vesikalarda ‘وﻧﻜﺶ،’وﻧﻜﺸﺮgibi de yazılmıştır.
394
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde yeni 565 numarada kayıdlı bulunan bu defterin adı şöyledir: Defter-i mücmel-i evkaf-ı
vilayet-i Karaman ve Kayseriyye ve İçel
395
-Bazı defterlerde bu ad ‘’ﺑﺎﻏﺮيgibi yazılmıştır.
86
14-Karaslan nâm-ı diğeri, Renkriz‘’رﻧﻜﺮﻳﺰ
15- ?ﻣﺎﻟﻴﻪ دو
16-Şeyh Hasan-i Rûmî
396
17-ﻏﻠﺒﻪ
18- Sebehhon ‘’ﺳﺒﻊ ﺧﻮن
19-İmâret nâm-ı diğeri ,Sencarî ‘’ﺳﻨﺠﺎري
20-Seydi Veli
21-Çifte Nerdüban
22-Sakahane
23-Hoca Bey
24-Hoca Sahip
25-Furkan Dede
26-Şems-i Tebrizi
27-Ahmed Fakıh (Nezdi- Bâb-ı Aksaray) Aksaray kapısı yanında
28-Şeker Fürûş
29-Mihmandar
30-Hacı Emir nâm-ı diğer Pir Sultan
31- Arap Başı
32- Medrese nâm-ı diğer Hanikah
33- Hoca Ferruh
34- Pürçüklü
35- Gülahistan
36- Habib Hoca
37- Muhtar
38- Veled-i tavuk ‘’وﻟﺪ ﺗﺎوق
39- Binarî
40-Çavuş
41-Şeyh Rasül
42-Oyla banladi
43-Şerefşirin
44-Bey hekim
45-Kürkçü
46-Türk Ali nâm-ı diğer, Senk tıraş ‘’ﺳﻨﻜﺘﺮاش
47- Denkeş ‘’دﻧﻜﺶ
48- Şeyh Bekir
49- Şeyh Sadreddin
50- İbn i Şahin
51- Abdü’l-vâhid
397
52- Dehi Huda ‘’دﻩ ﺧﺪا
53- İç kale
54-İhtiyareddin
55-Şemseddin
56-Zivle
57-Sungur nam-ı diğer tuti
58-Abdülaziz
59-Saray-I Mescid-İ Akıncı Sultan
60-Türbe-i Celâliye-i Mutahhare
61-Karaüyük-Şehir bağlarında
62-Karakurt
63-Aksinle
64-Mücellid
65-Gökbaş
398
66-Tayı nâm-ı diğer Biremani ‘’ﺑﺮﻣﺎﻧﻲ
396
- Bu ad Galebe ve Galbe gibi okunabilir.
397
-Bazı vesikalarda Der-i Huda ‘ ’در ﺧﺪاşeklindedir.
398
-Bu ad muhtelif devirlerin vesikalarında: ‘ﺑﻴﺮاﻣﺎﻧﻲ,ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲ,ﺑﻴﺮﻣﻮﻧﻲ,ﺑﺮﻣﻮﻧﻲ,ﺑﻴﺮﻩ ﻣﺎﻧﻲ,’ﺑﺮﻩ ﻣﺎﻧﻲŞekillerinde yazılmaktadır.
Hatuniye Mescidi’nin bânisi Devlet Hatun Biremoni’nin kızının vasfıdır.
87
67-Übeyd
68-Ali şerbetî
69-Kasap Sinan
70-Attariye
71-Karaca
72-Borda
73-Güreşçi
74-Şükran
75-Aynadar nâm-ı diğer Kadı İzzeddin
399
76-Kadı Kalemşah
77-Sungur
78-Kadıasker
79-Gebran ‘’آﺒﺮان
Bu deftere göreYavuz Sultan Selim zamanında Konya’nın 79 Mahallesi vardır. Defterde bu mahallelerdeki
mükellef erkeklerin adlarıyle beraber babalarının adları ve bu adamlardan Mabetlerde hizmet ve iş alanlar,
vergiden muaf olanlar da ayrıca yazılmıştır. Mükellef isimlerinin altlarına ekinli bennak, bennak, resm-i çift, nim
çif),resm-i ganem, resm-i asiyap, resm-i bağ, esm-i arus, resm-i kovan, resm-i kışlak gibi verecekleri vergilerin
400 Bunları bitişik yazın
cinsleri kısaltılmış harflerle ve miktarları da siyakat rakamlarıyle gösterilmiştir. buradaki gibi
Konya Müzesi’nde bulunan ve h.970, 971 yılları olaylarını ihtiva eden Kanuni devrine ait bir Konya Şer’î
Sicil Defteri’nden de şu Konya Mahalleleri’ni topladık:
401
“Şerefeddin’ Gökbaş’ Aymanus’ Şems-i Tebrizi’ Kubbeli Mescid.
Biremani ‘ ’ﺑﺮاﻣﺎﻧﻲHacı Eymür’ Köseç Kadı’ İçkale’ Kale-i Cerp’ Zevle’ Aksinle’ Esenli’ Oğlu ‘’ﻟﻮرع
402
Abdülaziz’ Altunlu Çeşme Yeni Kapu’ Koca’ Karayüğ’ İbnŞahin’ Muin. Akıncı’ Kasapsinan’ Çirkap
‘ ’Muhtar’ Şeyhahmed’ Hanikah’ Kemal Garip’ Cüllahistan’ Koca Hasan’ İhtiyareddin’ Arapbaşı‘’دآﻠﻨﺪك
اﻳﺮﻩ
Sırçalı’ Şeyhsadreddin’ Öylebanladı’ Tolcu Hatıp’ Debbağ Hane’ Ferhûniye’ Hacı Emir’ İçkale’ Şekerfürûş’
Şükran’ Kürkçü’ Hocabey’ Topraklık’ Hocacıhan’ Yeni Mahalle’ Sakahane’ Sahip’ Sedirler’ Kapu Çeşmesi’
403
Pirsunpaşa’ Hacı Ferruh’ Aksinle’ Denkeş ‘’دﻧﻜﺶGaybî ‘ ’ﻏﻴﺒﻲHergele ‘ Kanlı ‘ ’ﻗﺎﻧﻠﻲAbdülvehhap’ Koyun
404
Pazarı’ Amber Reis’ Güleşciler Tekkesi’ Medrese’ Lârende Kapu İçi’ Aksaray ‘ ’دﺑﺎكAhmed Fakıh’ Mahmud
Dede’ Yediler’ Takkeci Emir’ Kuru Göl’ Dursun Oğlu’ Çifte Nerdivan’ Haydar İbn Hamza’ Tavuk’ Turşucu’
Habib Hoca’ Durak Fakıh’ Attarlar’ Affan’ Yeni Mahalle’ Muhtar’ Çeşme Kapusu’ Karabaş’ Pürçüklü’
Sakahane’ Şeyhalaman’ Molla Arap’ Kalecik’ Maymuncu Oğlu’ Karaslan’ Şemseddin Sarı Yakup’ Gazihan’ Pir
Ahmed Oğlu’ Binarî Şah’ Türbe’ Abdülaziz’ Debbağlar’ Hatıp Mehmed Çelebi’Gözgürci ‘ ’آﻮزآﺮﺟﻲAynedar’
Alemdar’ Sahipyakası’ Kadı Asker’ Sarraf Hacı Mehmed’ Übeyd’ Teberrük ’ ﺗﺒﺮكAli’ Ahi Ali’ Kazğanî’ Şeyh
405 406
Vefa’ Hocafaruk ‘ Topraklık’ Hoca’ Kanlı Hoca Hasan’ Kadı Kalemşah’ Şeyh Evi’ Sebahan’ Türk Ali’
Turşucu ‘ ’ﺗﻮرﺷﻮﺟﻲAhmed Abdülkadir’ Abdi Çelebi’ Aslan’ Abdülkerim’ Sa’dî’ Şeyh Beyi’ İbni Furkan’
Muhaddis Mehmed Çelebi’ Borda Başı’ Mücellit’ Karaaslan’ Galebe ‘ ’ﻏﻠﺒﻪPiri Paşa’ Seydi Veli’ Yeni Kışla’
Yunus Hane’ Devlet Hatun’ Değirmen Dere’ Hoca Şükrü’ Hacı Esed’ Hoca Kav= ‘ ﺧﻮاﺟﻪ ﻗﺎو، ’دﻩ ﺧﺪاDahi Huda’
Helvacı Selman’ Kadı.
407
Kanuni devrinde Konya Mahalleleri’nin sayısı 170’i aşmıştır.
Bu devirde Yaka’ Kara Hüyük’ Dere’ Aymanas’ Hocacihan’ Hoca Fakıh’ Yeni Kışla köyü gibi şehrin
dışındaki bağ ve köyler de Konya Mahalleleri arasında yer alıyorlardı.
III.Murad adına h.992-m.1584 yılında sâbık Karaman Vilâyeti Defterdarı Ahmed tadafından yapılan, Kâtip
Mehmed Oğlu Kadri’nin kalemiyle yazılan ve Ankara Kuyûd-ı Kadime Arşivi’nde 104 numarada kayıtlı bulunan
Konya Tahrir Defteri’nde de Konya Mahalleleri ve bu mahallelerde bulunan mükellef erkekler babalarının
adlarıyla yazılmıştır. Biz bunları teker teker saydık. Aşağıya sıralıyoruz:
399
-Bu ad son devirlerde (Kadı alemşah) şeklini almıştır.
400
-Bu vergiler hakkında, Karacabey Mamuresi
401
- Sırçalı Mescid’in adı eskiden (kubbeli mescid) imiş.
402
- Şimdiki adı, Altun Çeşme’dir.
403
-Yahya gibi de okunur.
404
- Aksaray Debbağ olması muhtemeldir.
405
-Hoca Ferruh’un yanlış telâffuzu olması muhtemeldir.
406
-Kağnı Pazarı Mahallesi olması muhtemeldir.
407
-Konya Müzesi’nde Konya’ya ait bütün şer’î sicilleri göremedim. Müze memuru Zeki tamamen şahsi çalışdığı ve her şeyi
kıskandığı için bu defterlerin hepsni görmeye imkân bulamadık. Kadılar evlenenleri adresleriyle tescil ettikleri için daha
sonraki devirlere ait defterden de Konya mahallelerini darayarak çıkarmak mümkindi.
88
Mahalle Adları Mükelleflerin sayısı
1-Sakahane 35
2-Zevle 44
3-Pinari 73
4-Mahalle-i Saray-ı Akıncı 9
5-Göktaş 62
6-Çirkâp 23
408
7-Külük ‘’آﻮﻟﻮك 16
8-Kuru Göl 27
9-Der-i huda 75
10-Sungur nâm-ı diğer Tût 29
11-Beyhekim 42
12-Galebe 13
13-Muhtar 43
14-İmaret nâm-ı diğer Sencarî 16
15-Kürkçü 21
16-İçkale 87
17-Seydi Veli 26
18-Şükran 31
19-Mücellit 16
20-Hoca Habib 15
21-Şems-i Tebrizi 23
22-Muin 77
23-Abdülaziz 47
24- İbn Affan 40
25-Arabbaşı nâm-ı diğer Pir Sultan 38
26- Ferhuniye 21
27-Şemseddin 27
28-Kadı Alemşah 12
29-Şeyh Osman-ı Rumi 26
30-İbn Şahin 22
31-Türk Ali nam-ı diger Senktiraş 25
32-Devle 28
33-Yediler 17
34-Şeyh Bekir 13
35-İbn Salih 59
36-Hacı Emir 37
37-Aksaray 36
38-Turak 26
39-Bağrıs 43
40-Çiftenerdiban 33
41-Cafer Hoca 67
409
42-Kemal Garip 11
43-Topraklık 48
44- Şeker fürûş 13
45-Ali Gav nâm-ı diger Kadı Postpûş 23
46-Aynadar nâm-ı diger Kadı İzzeddin 50
47-Medrese nâm-ı diger Hanıkah 54
48-Hocabey 18
49-Übeyd 25
50-Kadı Asker 18
51-Veled-i Tavuk 41
52-Karakayış 33
53- Abdülvahit 11
54-Karaslan nâm-ı diger Renkriz 36
55-Ahmed Fakıh (Aksaray kapusu yanında) 43
408
-Bu mahalle adını; bazı kitâbelerde ‘’آﻠﻮكşeklinde geçen meşhur Selçuk mimarının adından aldığını tahmin ve bu kelimenin
Türkçe olduğunu zannediyoruz.
409
-Bu ad yalnız Fatih’in Karaman İli Tahrir Defteri’nde ‘’آﻠﻲ ﻏﺮﻳﺐşeklinde geçer. Diğer vesikalarda hep ‘’آﻤﺎل ﻏﺮﻳﺐdir.
89
56-Debbağlar nâm-ı diğer Kubbeli Mescid 42
410
57-Hoşhon ‘’ﺧﻮﺷﺨﻮن 71
58-Şeyh Ahmed 49
59-Furkan dede 16
60-İhtiyareddin 29
61-Aksinle 46
62-Karye-i cerp ‘’ﻗﺎﻟﻴﻪ ﺟﺮب411 19
63-Kalenderhane 39
64-Öyle Banladı 49
65-Attariye 8
66-Hacı Emrullah 18
67-Ali Şerbetî 25
68-Fakıh Dede 14
69-Çanlak ‘’ﭼﺎآﻼك 29
70- Cedid Mahalle 412 (Der kurb-i Nişantaş ‘ )’در ﻗﺮب ﻧﺸﺎﻧﻄﺎش22
71-Hoca Ferruh 39
72-Kaleci 29
73-Kasap Sinan 12
74-Çavuş 22
75-Pürçüklü 39
76-Esenlü 28
77-Cüllahiyan (Külahcılar) 51
78-Sebahan ‘’ﺳﺒﻌﻪ ﺧﻮان 25
79-Sarıyakup 26
80-Hoca Fakıh Sultan 8
81-Tayı nâm-ı diğer ‘’ﺑﺮاﻣﺎﻧﻲBiramani 27
82-Kerim Dede 21
83-Emin Kazgani 20
84-Borda 23
85-Sedirler ‘’ﺳﺪرﻟﺮ 45
86- Zaviye-i Pir Mehmed Paşa 56
87-Alaca Mescid 10
88-Pirebi 21
89- Mihmandar 15
90-Lâl Paşa ‘’ﻟﻌﻞ 9
91-Fahrünnisa 9
92-Musa Baba 17
93-Zaviye-i Pir Esad 17
94-Latif Çelebi 8
95-Ahmed Dede 14
96-Denkeş ‘’دﻧﻜﺶ 16
97-Kara Kurt 14
98-Hoca Sahip 23
99-Sadirler 413 28
100- Şeyh Rasul 32
101-Kaymak Ahmed 32
102-Şerefşirin 43
103-Türbe-i Celâliye 11
104-Kurd Oğlu (Sadirler kurbünde) 7
105-Şeyh Vefa (Meram karşısında bağlar içinde) 51
106-Değirmen Deresi (Meram vadisinde) 59
107-Müştak (Meram yakınında) 7
108-Karaca 11
109-Uluırmak 20
410
-Şimdiki teleffuzu, Hoşhavan’dır.
411
-Burada böyle yazılmıştır. Başka yerlerde kal’a cerp ‘ ’ﻗﻠﻌﻪ ﺟﺮبşeklinde geçer.
412
-Bir vesikada Yeni mahalle Türbe civarında gösteriliyordu. Şimdi Parsana’da bir Nişantaş vardır. Bizim tahminimize göre
bu Nişantaş da türbe civarında idi.
413
-Listede Sadirler iki defa gösterilmiştir. Birisi ‘ ’ﺻﺪرﻟﺮdiğeri ‘ ’ﺳﺪرﻟﺮşeklindedir.
90
110-Mescid-i Hacı Veli (Sedirlerde) 8
111-Cami-i karaüyük 28
112-Tarhana 17
113-Süngur 15
114-Hacı Memi 16
115-Cüllah Hüseyin 7
116-Kara üyük 2
117-Cami-i Sinan Çelebi (Harmancık) 7
118-Çoban Abdal 34
119-Şeyh Sadreddin 71
120-Yediler 16
121-Gebran ‘’آﺒﺮان 16
122-Çirkâp 7
123-Hoca Hasan 4
Şu tetkiklere göre III.Murad zamanında Konya’da yüz yirmi üç mahalle ve 3654 erkek mükellef nüfus vardı.
Bu nüfusta çocuklarla kadınlar ve gayr-i mükellefler dâhil değildir.
Konya’nın tam nüfusunu meydana çıkartmak için evvela kadın nüfusunun erkeğe nispetini tespit etmek
lâzımdı. Bunun için Ankara’ya giderek İstatistik Umum Müdürü Celâl Aybar’la görüştüm. Bana şu mâlûmâtı
verdi:
“Avrupa dışında yarım asırdan beri erkek nüfusu kadına nispetle fazladır. Avrupa’da ise kadın fazladır.
Bizde 1927 sayımında 1000 erkeğe 1079, 1935 sayımında 1033, 1940 sayımında da 1002 kadın düşüyordu.
Birinci umumi harbin tesirleri zâil oldukça kadın nüfusunun arttığı görülmüştür.
Filhakika 1920’de yapılan bir istatistiğe göre 1000 erkeğe karşı Avrupa kıt’asında Almanya’ da 1029,
Avusturya’da1089, Belçika’da 1032, Bulgaristan’da 1002, Danimarka’da 1053, İspanya’da 1103, İngiltere’de
1091 kadın düşmektedir. Aynı yılda Avrupa dışındaki memleketlerde 1000 erkeğe karşı Birleşik Amerika’da 960,
Kanada’da 940, Mısır’da 997, Cenubi Afrika’da 943, Japonya’da 979, Hindistan’da 928, Avustralya’da 968
kadın düştüğü tespit edilmiştir. 414
Şu ilmî tetkike göre Konya’daki kadın nüfusunu da erkeğin bir misli olarak kabul edebiliriz. Şu halde
III.Murad zamanında Konya’da 7308 kadar nüfus vardı demektir. Gayr-ı mükelleflerle çocuklar buna dahil
değildi. Eğer ev miktarı bilinseydi beşe çarpılmak suretiyle hakikiye yakın nüfus bulunabilirdi.
O günkü şehircilik şartları, içtimai, iktisadi icaplar nazar-ı itibare alınırsa şehrin daha fazla nüfusu
barındıramayacağı kolayca anlaşılabilir. 1831 yılında yapılan Osmanlı İmparatorluğu nüfusu sayımında Konya
Şehri’nin nüfusu 12.457 olarak tespit edilmiştir. 415
O tarihte Konya Şehri’nde 5162 ev vardı. Nüfusunun 7906’sı büyük, 4302’si küçüktür. Ayrıca 135 askerle,
114 de alil bulunuyordu. 416
20 İlk teşrin 1935 yılında yapılan genel nüfus sayımında Konya Şehri’nde 26.991 erkek, 25.102 kadın olmak
üzere 52.093 nüfus vardı.
1831 sayımına göre 113 sene içinde şehrin nüfusunda 37.636 gibi mühim bir artış görülmektedir. Bunda
Konya’ya demir yolunun gelmesinin de mühim tesiri olmuştur.
Konya’nın bugünkü mahallelerini ve nüfusunu417 aşağıya sıralıyoruz:
Bunları daha yukarıda verdiğimiz mahalle cetvelleriyle karşılaştırınca hangilerinin yeni ve hangilerinin eski
olduğu hakkında da bir fikir edinebiliriz.
Konya’nın bugünkü mahalleleri ve nüfusu:
Şehrin nüfusu 1940’da 56.465, 1945’de 58.457, 1950’de 64.336, 1956’da 92.236, 1960’ da 122.704 tür.
Mahalleleri de şunlardır:
414
-Muhtasar Demografi =Nüfus İlmi, s. 44.
415
- Konya vilayetinin sayımını Yusuf paşa zade Nazif bey yapmıştı.
416
- Osmanlı İmparatorluğunda ilk nüfus sayımı 1831, Muhtasar Demografi – Nüfus İlmi, s. 112
417
- Konya merkez ilçesinin nüfusu (203.117) dir.
91
10-Fakıdede
11-Pirimehmed Paşa
12-Pürçüklü
13-Hocahabip
14-Babı Aksaray
15-Durakfakı
16-Zincirlikuyu Çelebi
17-Civar
18-Sarıhasan
19-Hacı Süleyman
20-Dolap Mektep
21-Dolapbattallar
22-Dolaphalil
23-Dolappare
24-Dolap Mahmut
25-Dolap Camii
26-Şeyhalaman Yahşi
27-Şeyhalaman Sığır Sokak
28-Şeyhalaman Recep Ağa
29-Şeyhalaman Çavuşoğlu
30-Yeni Mahalle
31-Sırçalı Mescid
32-Kuzgunkavak
33-Ahmet Fakı
34-Darıcı
35-Bağevliya
36-Ovalıoğlu
37-Ahmet Dede
38-Sarnıç
39-Polatlar
40-Müşki
41-Hacı Cemil
42-Südcü
43-Yeni Cami
44-Hacı Sadık
45-Orta Mescid
46-Hacı Yusuf Mescidi
47-Hasandede Mescidi
48-Keçeci
49-Nehrikâfur
50-Küçük Sinan
51-Ortasinan
52-Büyüksinan
53-Kayacık Araplar
54-Karacığan
55-Karakayış
56-Bulgur İmam
57-Doğanlar
58-Kalenderhane
59-Medrese
60-Nişantaş
61-Büyükihsaniye
62-Küçük İhsaniye
63-Şeyh Sadrettin
64-Beyhekim
65-Devricedit
65-Devricedit
66-Zevle Sultan
67-Hamidiye
68-Pinari
92
69-Sakahane
70-Ferhuniye
71-Tarla
72-Çifte Merdiven
73-Şems
74-Mihmandar
75-Zenburi
76-Tercüman
77-Babasultan
78-Kasapsinan
79-İçkaraaslan
80-Devle
82-Şerefşirin
83-Kalecik
84-Şükran
85-Mücellit
86-Sephavan
87-Muhtar
88-İhtiyarettin
89-Kalecerp
90-Kürkçü
91-Gazialemşah
92-Şeyhosman Rumi
93-Selimiye
94-Şekerfuruş
95-Abdülaziz
96-Cedidiye
97-Mahmuriye
98-Bahçelievler
99-Öğretmen Evleri
100-Akbaş
101-Furkandede
102-Sahibiata
103-Ulubey
104-Karakurt
105-Sungur
106-Şeyhahmet
107-Bordabaşı
108-Übeyit
109-Tarhana
110-Hoşhavan Ata
111-Hoşhavan Saatçi
112-Hoşhavan Saatçi
113-Emirhalil
114-Aksinne
115-Gemalmaz
116-Külâhcı
117-Fahrünisa
118-Külâhcı
119-Dedem Oğlu
120-Sarıyakup
121-Uluırmak Burhandede
122-Uluırmak Alihoca
123-Uluırmak Saka
124-Mengene
125-Kabasakal
126-Büyük Kumköprü
127-Çataltömek
128-Karakulak
129-Kocabekir
93
130-Hocakar Köprüsü
131-Hacı İbalı
132-Selim Sultan
133-Çimenlik
134-Çayır
135-Mezbaha
136-Musalla Bağları
137-Horozluhan
138-Alavardı
139-Armağan
140-Yaka
141-Havzan
142-Kürden
143-Selâm
144-Ayanbey
145-Yorgancı
146-Çandır
147-Selver
148-Uzunharmanlar
149-Büyük Kovanağzı
150-Küçük Kovanağzı
151-Toprak Sarnıç
152-Pirebi
153-Arapöldüren
154-Geçit
155-Gazanfer Yöresi
156-Büyükaymanas
157-Kalfalar
158-Ekmekkoçu
159-Küçük Aymanas
160-Küçük Kumköprü
161-Hamza Oğlu Avlusu
162-Tırıl Irmağı
163-Babalık
164-Şekermurat
165-Selçuk
166-Hacıkaymak
167-Feritpaşa
168-Işık
169-Aydoğdu
170- Dr. Ziya Barlas
Bu mahallelerin en kalabalık olanı Beyhekim, Anıt civarı Cedidiye, Abdülaziz’dir. Buralarda modern ve çok
katlı apartmanlar bulunduğu için nüfusu da çoktur.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 387 numarada kayıtlı bulunan Kanuni devrine ait tarihsiz bir İlyazıcı
defterhane defterine göre Konya Malalleleri’nin mükellef erkek nüfusnu ve ev sayılarını gösteren cedvel:
Mahalle Adı Nefer Hane Not
1-Debbağhır nâm–ı diğer Aksaray 20 17
2-Kalenderhane 13 10
3-Diğer Aksaray 32 28
4-Muin 17 17
5-Esenlü 12 11
6-Bağras 13 11
7-İbn Salih 24 15
8-Çirkâp 13 9
9-İbn- Afffan 6 5
10-Hoşavan 20 14
11-Yediler 17 12
12-Devle 14 10
13-Tarak 12 9
94
14-Kalyeyi cerp 11 9
15-Karaslan nâm- ı diğer Renkriz 11 9
16-ŞeyhOsman- i Rûmi 9 6
17-Galebe ‘’ﻏﻠﺒﻪ 21 16
18-Sebehan 15 7
19-İmaret nâm– ı diğeri Sencarî 22 16
20-Seyd-i Veli 8 4
21-Çiftemerdiven 15 8
22-Sakahane 12 8
23-Hocabey 23 18
24-Hoca sahip 8 3
25-Furkandede 6 5
26-Şems-i Tebrizi 10 7
27-Ahmet Fakih 18 9
28-Şeker-fürûş 5 4
29-Mihmandar 14 6
30-Hacı Emir 14 7
31-Arabbaşı = Pirsultan 26 17
32-Medrese = Hankah 18 12
33-Hoca Ferruh 20 12
34-Kaymak Ahmed 15 10
35-Hoca Hasan 13 10
36-Pürçüklü 18 13
37-Cülâhiyyan 24 19
38-Habib Hoca 18 13
39-Muhtar 21 14
40-Veled-i Tavuk 21 14
41-Pinari 12 9
42-Çavuş 12 8
43-Şeyh Resûl 6 4
44-Gav = Postpuş 23 17
45-Öylebanladı ‘’اوﻳﻠﻪ ﺑﺎآﻠﺪي 11 8
46-Şerefşirin 8 6
47-Beyhekim 14 9
48-Kürkcü 10 5
49-Türk ali = Senktraş 12 8
50-Denkeş 17 13
51-Şeyh beyi 11 8
52-Şeyh Sadre’d-din 64 38 (Bunlardan zaviyeye hizmet edenler
avarizden muaftırlar)
53-İbn Şahin 18 11
54-Dihi Hüda 32 19
55-Abd-ül- vacid 8 7
56-Fahr–ün–nisa 6 4
57-İçkale 29 25
58-İhtiyareddin 12 9
59-Şemseddin 12 9
60-Zivle 8 4
61-Abdülaziz 18 14
62-Sungur = Tuti 14 10
63-Saray-ı Mescid-i Akıncı Sultan 9 7
64-Türbe-i Celâliye 85 65 (Hasılı 158. Mukarrer. zaviye
hizmetinde olanlar averiz vermeyeler)
65-Cemaat-i Dervişan-i zaviye-i Şeyh Sadri 9 9 (Hasılı 1000.Mukarrer. zaviye
hizmetinde olanlar avariz vermiyeler deyü ellerinde temessükleri var.)
66-Karöyük (der bağat–i şehir) 8 4 (Cemaat-i hizemtkâran-ı zaviye ve
cami-i sinan dede der mahalle-i mezkûr nefer 4 avariz ve rüsum vermezler.)
67-Karakurt 6 3
68-Aksinne 17 14
69-Mücellid 11 9
95
70-Gökbaş 11 8
71-Tayi= Birmemani 4 4
72-Übeyd 2 1
73-Ali Şerbeti 8 5
74-Külük 4 3
75-Kasap Sinan 11 4
76-Şeyh Ahmed 8 6
77-Attariye 8 6
78-Karaköy 8 7
79-Karaca 4 3
80-Borda 8 6
81-Turşucu 5 4
82-Şükran 11 9
83-Aynedar = Kadı İzzettin 16 9
84-Kadı kalemŞah 8 7
85-Sungur 5 5
86-Kadı asker 10 6
87-Cemaat-i dervişan-i hanedan-ı Mü’min halife 43 25
88-Mahalle-i Gebran 23 22 (Cemaatı ayrıca bir mahalle
sayılmıştır. )
YEKÜN
Mahallât Hane
89 957
96
damlarının karlarını kürürler, sarayın başka hizmetlerine yardım ederler. Kendilerinden vergi alınmaz, fazla
hizmet verilmez. Konya feth edildiği zaman Fâtih adına Konya’dan İstanbul’a ev sürülürken bunlardan bazılarını
“Ermeni şeklinde Karamanlılar” diye tavsif etmişlerdir. Azatlı Hıristiyan Oğuzlar’dan devşirilen çocuklar
Selçukî Devleti’nin gulâmhânelerine alınarak Müslüman edilmişler, okutturulmuş ve yetiştirilmişlerdir. Bu
defterde Hıristiyanlar’ın taşıdıkları adları aşağıya yazıyorum:
“Kara’ Doğan’ Bahşi’ Budak’ Yusuf’ Şahin’ Bolad’ Ahi’ Durmuş’ İmerze’ Hızır’ Gürcü’ Husrev’
Gündoğmuş’ Mikâil’ Yavaş’ Murad’ Emirşah’ Bostan’ Yahşi Bektaş’ Karabor’ Rüstem’ Hızır’ Dursun’ Ayvad’
Aslan’ Mirşah’ Evren’ Paşa’ Emerze’ Aydın Yuyan’ Yunüs’ Dursun’ Karagöz’ Hızırbalı’ Abdullah’ Domer’ Yeni
Rüstem’ Husrev’ Rüstem’ Balı’ İlyas’ Düğenci418 Yağmur’ Çektur’ Yönedki’ Keşiş’ Erişti’ İnal’ Lök”
Birçokları dedelerinin aynı adlarını taşıdıkları için biz tekrarlamadık. Bundan dolayı sayı azalmıştır.
KONYA BUZHÂNELERİ
Konya’da bize kadar gelebilen üç buzhâne vardır. Bunlar İstasyon’un batısında İstasyon’la Havzan
arasındadır. Arşiv vesikalarında Turut Yolu üzerinde gösterilirler. Birincisi Havzan Yolu’nun sağındadır. Biri
birine bitişik olan diğer ikisi biraz daha ileride ve yolun solundadır. Gayr-i muntazam taşla ve kireçli harçla
yapılan buzhânelerin üstleri beşikörtüsü tonozla kapatılmıştır.
Arkalarına buz atmak için birer delik yapılmıştır. Üçü de doğudan batıya doğru uzanmakta ve kapıları
doğuya açılmaktadır. Buzhanelerin arkalarında kışın su doldurarak dondurmak için birer havuz vardır. kıyşın
şiddetli soğuklarında Şehir ırmağından bu havuzlara açılan su dondurulur, sonra da külünklerle, kazmalarla
kırılarak arkalarındaki kapılardan buzhanelerin içine atılır. Buzhaneler dolduktan sonra kapıların ve deliklerin
önlerine toprak yığılmak suretiyle içeriye sıcak ve eritici havanın girmemesi temin edilir. Sıcak günlerde kapıları
açılarak piyasaya buz verilir. Buzhâneler yazın aynı zamanda soğuk hava deposu vazifesini görürlerdi. Buraya
peynir ve yağ tulumları konurdu. Hâlâ böyledir. Son senelerde buzlar gayri sıhhî ve gayri fennî bir şekilde ihzar
edildiği ve Konya’da da buz fabrikaları yapıldığı için buzhâne buzlarının satılması men edilmiştir. Ben iki sene
evvel419 buzhâne’yi tetkik ederken birincisinin ofis emrine verildiğini ve içinde patates muhafaza edildiğini
gördüm. Diğer ikisinde buz vardı.
Buzhânelerin boyları 15, enleri 5’er ve yükseklikleri 8’er metre kadar. Kapılarından 20’ şer ayak taş
merdivenle diplerine kadar inilir. Merdivenlerin yanında buzlardan sızan suların akması için birer kuyu vardır.
Altları topraktır. Tonoz örtüler içinde taş kemerlerle tahkim edilmiştir. Buzhaneler toprak içine gömülmüş bir
haldedir.
Toprak üstündeki 1,5 metrelik kısımların üstüne de toprak çekilmek suretiyle yaz sıcaklarının içine övmesi
önlenmiştir.
Buzhânelerin üçü de Selçuk eseridir. Fakat hiçbirisinde yaptıranı, yapanı ve yapıldığı tarihi gösteren bir
Kitabe yoktur.
Sahib Ata’nın vakfiyelerinde buzhâne yoktur. Arşiv vesikalarında yalnız yerlerinin Sahib Ata evkafından
olduğu tasrih edilmiştir. Demek ki sonradan Sahib Ata Evkaf’ı buralara da sahip olmuştur.
Konya’da Reisi’d-din Alişer İbn Hasan Kayserî’nin de bir buzhânesi bulunduğunu Ankara Vakıflar Umum
Müdürlüğü Arşivi’nin 584 numaralı defterinin iki yüz seksen sekizinci sahifesinde kayıtlı Sivas’daki Şifahiye
Medresesi’nin h.618-m.1221 tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz. Konya’da medreseye gelir olarak vakfedilen bir
sebze tarlasının sınırları anlatılırken bu buzluktan şöylece bahsedilmektedir:
‘ ﻓﻤﻦ ذﻟﻚ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻤﺒﻘﻠﻪ اﻟﻜﺎﺋﻨﺔ ﻇﺎهﺮ دار اﻟﻤﻠﻚ آﻮرة ﻗﻮﻧﻴﻪ أﺣﺪ أآﻮار اﻟﺮوم ﺣﻤﺎهﺎ اﷲ وﺣﺮﻣﻬﺎ اﻟﻤﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺣﺪود أرﺑﻌﺔ أوﻟﻬﺎ ﻳﻠﻲ
....’ﻣﺠﻤﺪة ﻟﺮﺋﻴﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻴﺸﺮ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻦ اﻟﻘﻴﺼﺮي
Eski vesikalarda buzluk çok kere Farsça, yahdan şeklinde geçmektedir.
Meselâ Ankara Kuyûd-I Kadime Arşivi’nde bulunan h.881-m.1476 tarihli Konya Defteri’nde Beyhekim
Mescidi’nin evkafı yazılırken; zemin der piş–i yahdan ‘ ’زﻣﻴﻦ درﭘﻴﺶ ﻳﺨﺪانdenilmektedir. Aynı defterin 107-109.
sahifelerinde de Niğde’deki buzluklar hep ‘yahdan’ ‘’ﻳﺨﺪانşeklinde geçer.
Buzluklara, buzhânelere Yahistan da denilirdi. Bu kelime avam dilinde Yasıyan’ Yahsiyan şeklini almıştır.
Akşehir’in merkez bucağına bağlı Yasyan hemen üstündeki dağda tabii bir buz mağarası bulunduğu için böyle
adlandırılmıştı. Bu hususta Nasreddin Hoca’nın Şehri Akşehir adlı kitabımın beş yüz altmış üçüncü sahifesinde
geniş bilgi vardır.
418
-Mimar Sinan’ın ailesi arasında da bir Düğenci vardır.
419
- 20 sene evvel.
97
Konya’dan Hatunsarayı’na gidip dönerken gördüğüm Yüğ’ler şunlardır:
Karaslan Yüğü; köyün batısında, Hasan Köyü Yüğü’ köyün güneyinde, Kara Yüğ’ köyün güneyinde,
Pamukcu Yüğü, Bayat Yüğü, köyün doğusunda, Hatunsaray Yüğü; köyün batı kuzeyindedir.
Zoldera Yüğü; harap olan köyün yanında, Dinorya Yüğü; harabenin şimalinde, Şeyh Hasan Yüğü; harabenin
yanındadır.
Karayüğ; köyün batısında, Çomaklar Yüğü; köyün batısında, Boruktolu Yüğü; köyün batısındadır.
Resil Yüğü; köyün batısındadır. Karaaslan’ın cenubunda Çatal Yüğ vardır.
CAMİLER VE MESCİTLER
ABDÜ’L-AZİZ MESCİDİ
Mabet; kendi adını verdiği Abdü’l-Aziz Mahallesi’nde Mü’min Halife Mescidi’nin güneyindedir. Mescidin
altı taş, üstü ve kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Mescidin kubbesinde göze çarpan bir hususiyet vardır. Kubbe
dışardan boğum boğum sivrilmektedir. Mescidin kapısı batı köşesinden açılır. Dört tarafına birer penceresi
vardır. Kıble tarafına ve sağına sonradan birer pencere daha açılmıştır. Mabet Şekerfuruş’ Tercüman’ Erdemşah
ve Aksinle’deki kümbetli mescitlerin tipine mensuptur.
Mihrabı eskiden kıymetli çinilerle süslü idi. Bunlar tamamen aşırılmıştır. Şimdi yalınız beş parça mavi çini
kalmıştır. Mihrabının istalaktitleri altında alçıdan kabartma olarak bir satır halinde aynen şunlar yazılıdır:
اﻟﺮﺣﻤﺔ واﻟﺮﺿﻮان ﻳﺎذا اﻟﺤﺠﺔ...‘
واﻟﺒﺮهﺎن ﻳﺎذا اﻟﺤﺠﺔ واﻟﺒﺮهﺎن ﻳﺎذا اﻟﺤﺠﺔ
’واﻟﺒﺮهﺎن ﻳﺎذا اﻟﺤﺠﺔ واﻟﺮﺿﻮان420
420
- Mehmet Önder bunları yanlış kopya etmiştir. (s.115)
98
Mabet, 78 sene evvel tamir görmüştür. Önünde eskiden bir de çeşme vardı.
Hiçbir yerinde yapanı, yaptıranı ve yapıldığı tarihi gösteren bir Kitabe yoktur.
Fâtih’in Gedik Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Karaman İli evkafını ve emlâkini tespit ettiren
defterinde bu mescid kısaca; vakf-ı mescid-i mahalle- i Abdü’l-Aziz şeklinde yer almış ve evkafı tespit
edilmemiştir. O vakitte küçük bir mahalle mescidi olduğu anlaşılmaktadır. Fakat mescid mahalleye mi, mahalle
mescide mi ad vermiştir? Bunu şimdilik kestiremiyoruz. Mescidin yedinci hicret asrının ilk rub’unda yapıldığını
inşa tarzından okuyoruz.
ABDÜ’L-MÜ’MİN MESCİDİ
Mescid; Alâe’d-din Tepesi’nin batı cenubunda Abdü’l-Aziz Mahallesi’nde ve 127 numaralı sokağın
içindedir. Eski vakıf defterlerinde mescid üç tarafı yol olarak sınırlandırılmaktadır. Şimdi kuzeyi hususi bir
bahçedir. Kapısının açıldığı doğu tarafında da bir evin bahçesi vardır. Mescidin kapısına çok dar bir aralıktan
girilir. Mescid taşla yapılmıştır. Üstünü sağır bir kubbe örter, sağ duvarı çatlamış, mihrabı da – iç tarafdan –
çökmüştür. Mihrabın yapılış tarzı bize eskiden çini ile kaplanmış olduğunu söylüyor. Kubbesi örülürken
tuğlalara zarif şekiller verilmiştir. Mabedin kapı tarafındaki duvarı iri kesme mermer ve Gödene taşı ile
yapılmıştır. Mabedin biraz toprak içine gömüldüğü anlaşılmaktadır. Mabet umumi durumu ile iyi saklanması
lâzım gelen mimarî bir tiptir. Eserde Selçuk ve Karamanoğlu devirleri mimarisinin kucaklaştığı ve birbirine
girdiği görülmektedir. Kapısının üstünde girift bir Selçuk sülüsüyle şu iki satırlık Arapça Kitabe okunmaktadır:
‘
اﻣﺮ ﺑﺘﺠﺪﻳﺪ هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻤﺒﺎرك اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﻤﺴﺠﺪ اﻟﻤﻐﺎرﺑﺔ ﻓﻲ أﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻇﻞ اﷲ ﻓﻲ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﺳﻠﻄﺎن-1
’اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ اﺑﻲ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﻴﺞ ارﺳﻼن ﺧﻠﺪ اﷲ دوﻟﺘﻪ وﻧﺼﺮ أﻟﻮﻳﺘﻪ
اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﺮاﺟﻲ ﻋﻔﻮ اﷲ وإﺣﺴﺎﻧﻪ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﻣﻴﺮ اﻟﺤﺎج أدام اﷲ ﺳﻌﺎدﺗﻪ وأﺣﺴﻦ ﺧﺎﺗﻤﺘﻪ ﻓﻲ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ-2
أرﺑﻊ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ واﻟﺤﻤﺪ ﷲ وﺣﺪﻩ ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻰ ﻣﺤﻤﺪ421
Bu Kitabeye göre ‘’ﻣﻐﺎرﺑﻪ ﻣﺴﺠﺪىadıyla mâruf olan bu Mâbedi IV. Kılıçaslan’ın oğlu III.Sultan Keyhüsrev
zamanında h.674-m.1275 yılında Emir-i Hac Zade Mahmud yeniletmiştir.
Mescid sonra buradaki hanikahın şeyhi olan Abdü’l-Mü’min’in adıyla meşhur olmuştur.
Kitabe bize bu tarihten daha evvel burada bir mescid bulunduğunu ve adının da Mugarebe Mescidi
olduğunu anlatmaktadır. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan dört numaralı vakıf Kayıtlar tefterinin
yüzyetmiş yedinci sahifesinde 853 yılı Muharrem’inin ilk günlerinde Konya hâkimi Konyalı Şeyh Mehmed Zade
Ahmed’in tasdikini ihtiva eden bu mescide ait Arapça bir vakfiye vardır. Bu vakfı Hacı Ali İbn Hacı Mahmud,
İsa Dede İbn Ahmed, Alişah İbn Ömer, Hızır dede İbn İbrahim, Mevlâna Bostan İbn Yunus, Hacı Ahmed İbn
Ahmed, Mehmed İbn Mahmud, Hacı Bahşayiş İbn Hacı Ali, Mevlâna Muhiddin İbn Ali, Hacı Hayru’d-din İbn
Abdullah, Ali Çelebi İbn Tutiı, Mevlâna Seyid Fakıh İbn Hasan’ın şehadetleriyle Konyalı Hoca Hasan İbn Hacı
İshak İbn Bayezid tesis etmiştir. Vakfiyede bu zatın evvelce Megaribi ‘ ’ﻣﻐﺎرﺑﻲ ﻣﺴﺠﺪىşimdi Yediler Mescidi
adlarıyla anılan Aksaraylı422 Abdü’l-Mü’min İbn Şeyh Yahya İbn Zeynü’d-din’in mescidini tamir ve tecdid ettiği
yazılırken Abdü’l-Mü’min’in hakkında şu tavsif cümleleri kullanılmaktadır:
‘’ﺷﻴﺦ اﻟﻜﺎﻣﻞ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻧﺎﺻﺢ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ
Hoca Hasan tamir ve tecdid ettiği mescidi için Konya Selçukî Camii423 bitişiğindeki üç ev, bir ekmekçi
fırınıyla Konya dışında Burhanu’d-din Hamamı ve Konya Ehmedeği (İçkale) yakınındaki ekilmeye yarayan
tarlalarını ve ayrıca Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı bir köyü ve bir çiftliği vakfetmektedir.
Mescide adını vermiş olan Abdü’l-Mü’min 23 sene sonra ölmüş ve Pİr Esad Türbesi’nin kuzeyindeki
mezarlığa gömülmüştü.424 Mezarlık bozulurken mezarının baş ve ayak taşları Konya Müzesi’ne kaldırılmıştır.
Baştaşı, Müze’nin 1000 ve ayak taşı 999 numarasını taşır. Kitabeye göre Abdü’l-Mü’min Halife Konyalı’dır.
Mümin Halife adıyla meşhurdur. 876 yılı Şaban’ın 19. Cuma günü gece yarısı ölmüştür. Kadirî Tarikatı’na
mensuptu.425
421
-Kitabe, Konya ve Rehberi adlı 1339 tarihinde basılmış eserde, s. 87 yedi yanlışla okunmuştur. Bizim okuyuşumuzla ve
kitâbe fotografiyle karşılaştırılınca bu yanlışlar anlaşılır. Mehmed Önder’de Mevlana Şehri Konya adlı kitabında, s.107
kitâbeyi büyük hatalarla nakletmiştir. Bu zat gerek bu ve gerekse Tarihi Turistik Konya Rehberi adlı kitabında hükümdar adı
olan ‘ ’ﻗﻠﺞKılıçları ‘ ’ﻗﻠﻨﺞKılınç şeklinde yanlış yazmıştır. İkinci kitabının 50, 52, 53, 54’üncü, birinci kitabının 78, 79, 80, 81,
82, 83, 107’nci sahifelerinde bu hatalar tekrarlanmıştır. NUN’lu kılınç lar çok yenidir. Son asırlarda fişek, fişenk, kılıc, kılınç
olmuştur.
422
-Vakfiyede Aksaraylı, mezar taşında Konyalı olduğu yazılı.
423
-Selçuk câmi’i, Selçukî câmi’ i şekillerinde adlandırılan bu mâbed Sultan Alâeddin Câmi’ i’nin doğu tarafına ve karşısına
raslardı. Yanında Karamanoğlu İbrahim Bey’in imareti Kazanlı Hoca Medresesi solunda Nalinci - Nizamiye Medresesi ve
Nizamiye Hanı vardı. Şimdi yerini kısmen Gazi Paşa İlkokulu işgal etmektedir. Bu mescidi Selçuk hânedânından Emir Melek
Mehmed İbn Emir Melek Şah İbn Emir Süleyman Şah-ı Selçukî yaptırmıştı. 800 tarihli bir vakfiyesi vardır. Karamanoğlu
İbrahim Bey’in kapanı ile Bezzaziye Hanı -ki Nizamiye Hanı karşısında idi- bu mescide ait bir kısım arsa üzerine yapılmıştır.
424
-Bu mezarlık şimdi meydan halindedir.
425
Baş taşın kitâbesi aynen şudur:
ﺁﻩ اﻟﻤﻮت
99
Fâtih Sultan Mehmed Karaman İli’ni kendi İmparatorluğu topraklarına kattıktan sonra h.881-m.1476
yılında yaptırdığı ilk umumi yazımında426 Bu Mabet Mümin Halife vakfı olarak tescil ve Konya sahrasına tâbi iki
köyle bir çiftliğin de tımara verilmesi emredilmiştir.
Bu kayıttan öğreniyoruz ki Mümin Halife öldükten sonra kendisine nispet edilen mescid ve yanındaki
tekkesi metruk kalmış, ibadete, misafirlere kapanmış olacak ki Fatih onun gelirlerinin tımara verilmesini
emretmiştir. H.992-m.1584 tarihli bir yazım defterinde şöyle iki kayıt görüyoruz:
وﻗﻒ ﻣﺴﺠﺪ ﻣﺤﻠﻪ ء ﻳﺪﻳﻠﺮ ﻧﺰد ﺑﺎب ﭘﺎزار-1
وﻗﻒ اوﻻد ﻣﺆﻣﻦ ﺧﻠﻴﻔﻪ و وﻗﻒ زاوﻳﺔ و ﻣﺴﺠﺪ ﻣﺆﻣﻦ ﺧﻠﻴﻔﻪ در ﻗﻮﻧﻴﻪ-2 427
Mümin Halife’nin bu mahalleye kendi adını da verdiğini Konya Müzesi’nde bulunan h.970-m.1562 tarihli
Şer’î Sicil Defteri’nin altmışıncı sahifesinde öğreniyoruz.
Mabede niçin kitabedeki şekliyle ‘’ﻣﺴﺠﺪ ﻣﻐﺎرﺑﻪvakfiyedeki şekliyle ‘’ﻣﺴﺠﺪ ﻣﻐﺎرﺑﻰdenildiği hakkında henüz bir
vesika görmedik. Garb’ın bir lügat manası hiddet, şevket göstermek, cihad ve gaza etmektir. İç kalenin pazar
kapısı önünde bulunduğu ve sarayın muhafız kuvvetlerinin kışlaları yanında olduğu için Mabete Mugarebe
Mescidi adı verilmiş olması muhtemeldir. Yanındaki şimdi yok olan hanıkah da Mağribliler’in oturmuş ve bu
Mabette tarikat âyinleri yapmış olmalarından dolayı mescidin böyle adlandırılması da bir ihtimal olarak mütalaa
edilebilir.
Konya tarihiyle meşgul olan yerli ve garplı âlimlerden ve tarihçilerden hiçbirisi Mabedin bânisinin kim
olduğunu bulamamışlardı. Biz ilk defa bunu ilim âleminin önüne korken Mabedin ehemmiyetle muhafaza
edilmesi lâzım geldiği hakkındaki kanaatimizin neden doğduğu da anlatmış olacağız.
Mabedin bânisi olan Emirü’l-Hac Zâde Mahmud; müşriflik, müşrifi’l-mülklük, müstevfilik ve saltanat
naipliği yapan büyük bir Selçuk Veziri ve sahib-i divân’dır. Aksaraylı Kerimü’d-din Mahmud Müsâmeretü’l-
Ahbar adlı eserinin birçok yerlerinde bu büyük Türk âlimi ve devlet adamını saygı ile anmış ve öğmüştür, bir
yerde O’na; ‘Zemane dâhilerinin en erginlerinden’ maliye işlerinin düzenini son mertebesine çıkaran doğru özlü,
doğru sözlü, insanlık örneği bir zat idi, ayağının toprağı güya erkeklik ile yoğrulmuştu. Kerem ve kalem sahibi
idi, yüksek seciyesi, bilgi ve fazilet alanında bir meş’ale gibi parlaktı. Müstevfîlik makamı sanki onun için
biçilmiş bir kaftandı428 demişti. İbn Bibi de bu büyük Selçuk Veziri hakkında kıymetli malûmat vardır.429
Sadre’d-din-i Konevî Kütüphanesi’nden Konya Müzesi Kütüphanesi’ne nakledilen on bir ciltlik ‘ ﺟﺎﻣﻊ اﻻﺻﻮل ﻓﻲ
’ﺣﺪﻳﺚ اﻟﺮﺳﻮلadlı kitabın ikinci ve üçüncü cüzlerinin başında bir imtihan tescil varakası vardır. İmtihanda
mümeyyiz olarak bulunan bu zat da şöyle zikredilir: ‘ واﻟﻤﻮﻟﻰ ﻣﻠﻚ اﻟﺼﺪور واﻻﻣﺎﺛﻞ ﻣﺤﺮز اﻟﻔﻀﺎﻳﻞ ﺟﻼل اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﻋﻮن
’اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ اﺑﻮ اﻟﺜﻨﺎ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﻣﻴﺮ اﻟﺤﺎج
Mevlâna’nın Mektupları’ndan birisinde: ‘ ﺧﻮاﺟﻪء أﺟ ﱢﻞ زاهﺪ ﻋﺎﺑﺪ ﺣﺴﻴﺐ ﻧﺴﻴﺐ ﻧﻴﻜﻌﻬﺪ ﻣﺠﺎهﺪ ﻋﺎﻟﻲ هﻤﺖ ﺣﺎﺟﻰ
’اﻣﻴﺮşeklinde bahs ettiği zâtın da Celâle’d-din Mahmud’un babası olması muhtemeldir. 430
III.Murad’ın Karaman Vilayeti Defterdarı Mustafa İbn Ahmed’e h.992 tarihinde yaptırdığı Karaman İli
yazımında bu câmi’in ve hanıkahın h.674 tarihli vakfiyesi görülmüş ve tetkik edilmiştir. Defterdeki kayıt aynen
şudur: 431 ‘..... ’وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪ ء ﺻﻴﺮﭼﺎﻟﻮ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ أﻣﻴﺮ ﺣﺎج ﺑﻦ ﺣﺴﻴﻦ ﺻﺎﺣﺐ دﻳﻮان
ذآﺮ اوﻟﻨﺎن. ﺑﺮاي ﻣﺼﺎﻟﺢ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﻣﺪرﺳﻪ وﻣﻜﺘﺐ ودار اﻟﻔﻘﻬﺎء در ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪ اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ أرﺑﻊ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ
ﺑﻘﻌﻪ ﻟﺮ ﻣﻨﻬﺪم اوﻟﺪﻗﺪﻧﺼﻜﺮﻩ دﻓﺘﺮ ﻋﺘﻴﻖ ﻣﻮﺟﺒﻨﺠﻪ وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪ ﻳﻪ إﻟﺤﺎق اوﻟﻨﻤﺶ ﺑﻌﺪﻩ اﻣ ِﺮ ﺳﻠﻄﺎﻧﻴﻠﻪ ﻣﺴﺘﻘﻞ ﻣﺪرﺳﻪ اﺳﻤﻴﻠﻪ ﻳﻮﻣﻲ ﻳﻜﺮﻣﻲ ﺁﻗﭽﻪ
اﻳﻠﻪ ﺻﺪﻗﻪ ﺑﻴﻮروﻟﻤﺶ ﺷﻤﺪﻳﻜﻲ ﺣﺎﻟﺪﻩ ﺻﻴﺮ ﭼﺎﻟﻮ ﻣﺪرﺳﻪ اﻳﻠﻪ ﻣﻌﺮوﻓﺪر432
Büyük bir fazilet sahibi olan Celâle’d-din Mahmud tevazu göstererek mescidinin üstüne sadece adını
yazdırmakla iktifâ etmiştir. Fatih devrinde yapılan tahrirde de aynen şöyle denilmektedir: ‘ وﻗﻒ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﻣﺴﺘﻮﻓﻲ ﺟﻼل
ﺗﺤﺮﻳﺮا ﻓﻲ أواﺧﺮ ذي اﻟﻘﻌﺪﻩ ﺳﻨﺔ. ﺳﻴﺪ ﻣﺤﻤﺪ ﺁدﻧﻪ اﻟﻨﺪن ﺁﻟﻨﺎن ﺧﻠﻘﻪ ﭘﻴﻜﺎرﻩ ﺑﺪل. ﺑﻘﻌﻪ ﺳﻲ ﺧﺮاب اوﻟﺪﻳﻐﻲ َاﺟِﻠﺪن ﺗﻴﻤﺎرﻩ اﻣﺮ اوﻟﻨﺪى. اﻟﺪﻳﻦ
880 ’ﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ
Arşiv vesikalarından öğreniyoruz ki Celâle’d-din Mahmud burada hanıkah, medrese, mektep, dâr-ul,
fukaha’dan müteşekkil bir Mamure kurdurmuştu. Bugün ayakta kalan bu mescid bu Mamurenin bir parçasıdır.
100
Osmanlılar Konya’ya hâkim oldukları vakit bu Mamure tamamen harap olmuş bulunduğu için gelirlerini temin
eden kaynaklar tımara verilmişti.
Vakfın gelirleri arasında Meram Hamamı’nın yerinin üç rub’u mukataası, Konya’da muhtelif debbağ
dükkânları, Tuz Pazarı ‘ ’آﻮآﺰçiftliği, ‘’ﻗﻮىdeğirmeni, Emir Ahur Dolabı’nın yerleri ‘’ﻗﺎرﭘﻮزﻟﻰköyü,433
Lârende’de bir bağ, bir değirmen ve birkaç tarla vardı.
Mümin Halife; Karamanoğulları zamanında büyük bir ilim otoritesi olarak görülmektedir Karamanoğlu
İbrahim Bey kendisine saygı gösterirdi. Sahib Ata’nın; Şeyh Sadre’d-din-i Konevî civarındaki çeşme kapısındaki
Dâru’l-Huffaz’ı yıkılmıştı. İbrahim Bey bu Dâru’l-Huffaz’ın gelirini de bir mukarrernâme ile Mümin Halife’ye
vermişti434 II.Bayezid zamanındaki Karaman İli yazımını yapanlar Mümin Halife’nin bir vakfiyesini ve
Karamanoğlu İbrahim Bey’den mukarrernâmelerini ve mülknâmelerini de görmüşlerdir435 Mümin Halife;
Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Çaltı Köyü’nü, Akbelviran’a bağlı Susuz Ovacık Köyü’nü ve Üçkilse
Çiftliği’ni, Çimen İli’ne bağlı Bağcılar Köyü’nü ve Meram’daki Bayramlık, Ruzbe Hanı civarındaki Kızılhüyük
Çiftlikleri’ni ve Sudiremi’ne bağlı bir köyü evladına vakfetmiştir. Karamanoğlu İbrahim Bey’in, Mümin
Halife’nin Konya’daki dervişlerini her türlü dîvânî tekliflerden, vergilerden ve evlerine zorla misafir
kondurmaktan affedilmeleri hakkında bir muafnâmesi vardı, II.Bayezid de İbrahim Bey’in bu hükmünü ibka
etmiştir. Doktor J.H.Löytved436 Mümin Halife’nin vefat yılını tespit edememiştir.
Mümin Halife’nin dedesinin Mevlâna Menâkibi’nde; Zeynü’d-din Tokadî şeklinde geçtiğini ve bunun İkinci
Ebu Hanife şeklinde mâruf olduğunu da söylerse de bunda isabet yoktur. Mezar taşında da bu zâtin Konyalı
olduğu açıkça gösterilmiştir.
Mümin Halife çok zengin bir adamdı. Birçok vakfiyelerde vakfedilen mülkler ve topraklar sınırlanırken
bunun mülklerine de rastlanmaktadır. Koçhisarlı Hacı Mehmed İbn Mustafa’nın 899 tarihinde Konya’daki Şeyh
Vefa Camii’ne yaptığı vakfı tespit eden vakfiyede Hoca Fakıh civarında Köle Hasan437 Hanı’nın yanında bir
çiftliği bulunduğu da yazılmaktadır.
Mabet 1961 yılında tamir edilmek suretiyle ömrü uzatılmıştır. Tamir sırasında içinde yapılan kazıda toprak
altında çini parçalar çıkmıştır. Bu da bizim bu kitabı 1944’de hazırlarken yaptığımız tahminin doğruluğunu
gösterir.
AKINCI (ASLAN TAŞI) MESCİDİ
Mescid; Alâadin Tepesi’nin doğu kuzeyinde Selçuk Sarayı’ndan (Alâe’d-din Köşkü) Kız Öğretmen Okulu’na
giden yolun Vali İzzet Bey Caddesi ile kavuştuğu yerin solunda idi. Bitişiğinde hâlâ ayakta duran Dr. Cevat
merhumun evi vardı. Mabet 1932 yılında yıkılarak yeri Öğretmen Okulu’na katılmıştır. Mabet benim doğup
büyüdüğüm Mihmandar Mahallesi’ndeki 17 numaralı evimizin yol aşırı iki ev kuzeyindedir. 43 yıl önce içinde
senelerce akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldım. Mescidin ve türbesinin bahçesi arka taraftan Küçük Karatâyî
(Kemâliye) Medresesi’nin bahçesine bitişik idi. Aralarındaki mesafenin 30-35 metreyi geçmediğini tahmin
ediyorum. Mescid; kara örtü dediğimiz tarzda idi. Kıble tarafına iki pencere açılırdı. Tarihî yâdından başka
mimarî bir kıymeti yoktur. Kıbleye açılan kapısından girince bir dehlizden yürünerek Mabedin soldaki
kapısından içeriye girilirdi. İki boğdan halinde örtülü idi. Dehlizin sonunda bahçeye açılan bir kapı vardı.
Sağında ve hemen mescid kapısının karşısında sarıklı serpuşu bulunan; birisi büyük diğerleri küçük sandukalar
görülürdü. Hepsi de kitabesizdi. Burası kız öğretmen okulunun bahçe seviyesinden yüksek idi. Sandukaların
altında türbenin cenazeliği yâni zemin katı bulunuyordu. Türbe birçok Selçukî Türbeleri gibi çift kubbeli ve tuğla
olan ikinci kubbesi meselâ Seyfe’d-din Karasungur’unki gibi mahrutî idi. H.600-m.1203 yıllarından sonraki bir
yer depreminde üst kısmının yıkıldığını ve bir daha yapılmadığını tahmin ediyorum.
Konya’nın en eski Mabetlerinden birisi olan bu mescidin de türbenin mimarîsine uygun bir Selçukî yapı
olduğu kabul edilebilir. Zelzele ve yahut zelzelelerden sonra direk örtülü bina yapılmıştı. Bizim evimizin
karşısında oturan merhum Hoca Salih Efendi’nin görüşüne dayanarak bana anlattığına göre yıkılırken türbenin
cenazeliğinden altı ölünün ceset enkazı çıkmıştır. Bunlardan bazılarının bozulmuş mumyalara benzediğini de
ilâve etti.
Mabedin kapısı üstündeki mermerin ortasında devrinin sülüsü ile üç satır halinde yazı ve gramer hatalı şu
Arapça Kitabe okunurdu:
هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ ﺟﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ اﺳﺤﻖ ﺑﻦ اﻣﻴﺮ ﻋﻠﻲ438 ‘’ﻓﻲ دوﻟﺔ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻨﻰ
Taşın çerçeve mahiyetindeki kenarına da ‘’ﻓﻲ اﻟﺼﻔﺮ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪkazılmıştır ve de ‘’اﻣﻴﺮ ﻋﻠﻲkenarına
taşmıştır. Kitabenin Türkçesi şudur:
“Bu mescidi büyük sultan, din ve dünyanın yardımcısı, fetihler babası Keyhüsrev’in hükümdarlığı
zamanında 607 yılı Saferi’nde Emir Ali oğlu Cemâle’d-din İshak yaptı.”
433
- Kanuni Devri defterinde bu ad Karpuzu Dinek ‘ ’ﻗﺎرﭘﻮزى دﻳﻨﻚgeçer başvekalet arşivi No. 399 S. 2.
434
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter 584, yaprak 20
435
-155 numaralı ve 906 H. tarihli Defterhane defteri.
436
-Konia inschaiften er seldpchu. ischen Bauten S. 63.
437
-Köle Hasan Hanı Haca Fakıh Çeşmesi’nin karşısındaki handır.
438
-Kitâbede; Bena kelimesi, Büniye gibi harekelenmiş; Hâzâ kelimesinin elifi konmamıştır. Bu hatalardan başka ibarede
takdim ve te’hir za’fı vardır.
101
Kitabesine göre Mabet Konya Selçukî Hükümdarları’ndan I.Keyhüsrev’in ikinci defaki hükümdarlığının son
yılı olan h.607-m.1210 yılında Emir Ali Oğlu Cemale’d-din İshak tarafından yaptırılmıştır.
Mabedin kıble tarafında kısa duvarla çevrilmiş bir açık hava namazgâhı vardı. Yazın burada namaz kılınırdı.
Bunun önünde, Kıble tarafında Roma devrinden kalma bir mermer aslan heykeli bulunuyordu. Biz çocukken
üstüne binerdik. İşte bu heykelden dolayı mescide Aslantaşı Mescidi denildiği de olmuştur. Selçukîler’in
Konya’sının iç kalesindeki saraydan bu mescide doğru, doğuya açılan kapısına Akıncı Kapısı denilirdi. Eski
arşiv vesikalarının bazılarında da kısaca Akıncı Sarayı Mahallesi, Akıncı Mahallesi denildiğini görüyoruz.439
Mescidin bulunduğu sokağa da Akıncı Sokağı denilirdi.
Sultan I.Alâe’d-din Keykubad Ermenistan’dan esir alarak getirdiği ve sonra azat ettiği kölelerini bu
mahalleye oturtmuştu. Bunlar Abbasoğulları’nın, ‘suğur ’ﺛﻐﻮرdenilen sınır şehirlerine Orta Asya’dan getirdikleri
mücahit Oğuz Türkleri’nin torunları idiler. Zikzaklı savaşlarda Bizanslılar’ın ellerine düştükleri için
Hıristiyanlığı kabul etmişler, Ermeniler’in içinde kaldıkları için de Ermeni sanılmışlardır. Ermenice bilmezler,
Eski Türk adlarını taşırlardı. Bunlar Alâe’d-din’ in en güvendiği adamlardı. Selçuklu Sarayı’nın hizmetlerini
görürler, sarayın ve Alâe’d-din Cami’nin damlarının karlarını kürürlerdi. Buraların devamlı tamirlerine
bakarlardı. İşte bunların oturdukları mahalleye eskiden Gebr (gavur) sonları da Ermeni Mahallesi denir
olmuştur. Vesikalardan öğrendiğimize göre Selçuklu akıncılarının nalbantları olan dedelerim de Akıncı
Kapısı’nın önündeki, hâlâ tasarrufumuzda bulunan evlerinde otururlardı. 70-80 sene evveline kadar bu
mahallede Müslüman aile olarak yalnız dedelerimin evleri vardı. Büyük Selçuklu Veziri Karatayi’nin evi de
bizim evimizin doğusuna açılan Kınacı Sokağı’nın içinde Mihmandar Mescidi’nin çıkmazında idi. Son senelere
kadar bu evin arsasına yapılan ev Karatayi Ailesi’nin torunlarından ve mütevellilerinden bulunan Rahmi
Efendi’nin oğlu şair ve öğretmen Namdar Rahmi ve kardeşlerinin tasarruflarında idi. Bu mahalleye Tayi
Mahallesi de denildiğini vesikalar söylüyor. Hatuniye (Kütük Minare) Mescidi de bu sokağın sonundadır.
Bundan dolayı bu mahalleye Minare Mahallesi de deniliyordu. Akıncı Mescidi yakınlarında bir de Akıncı Sarayı
vardı. Buradaki bir medrese de Akıncı Medresesi adını alıyordu. Bu sarayda Osmanlılar zamanında Karaman
eyaleti umumi valisi olan Şehzadelerin bazıları da oturmuşlardır. Acaba Selçuklu Sarayı’nın bir adı da Akıncı
Sarayı mı idi? Çünkü bu saraydan doğuya açılan kale kapısına Akıncı Kapısı denilirdi. Bu hususu kesin olarak
belirtecek vesikalardan henüz mahrum bulunuyoruz. Eğer bu saray Selçuklu Sarayı değilse Akıncı Sarayı ya Kız
Öğretmen Okulu’nun yerinde veyahut da bu okuldan hapishaneye doğru giderken sağdan birinci sokağın içinde
idi. Bu sokak da hâlâ Saray Sokağı adını taşıyor.
Biz Karasungur Seyfe’d-din’in Türbesi’ni tetkik ederken kuzeyindeki arsalarda harç ve yapı malzemesi
itibariyle Selçuklu devri yapı döküntülerine benzeyen enkaza rastlamıştık. Bunlar Seyfiye Medresesi’nin mi,
yoksa bu sarayın mı idi? Kestiremedik. Eğer saray burada idiyse Seyfiye Medresesi’ne, eğer kardeşi Kemâle’d-
din Turumtaş’ın Kemâliye Medresesi doğusunda idi ise ona Akıncı Medresesi denilmesi lâzım. Biz Kemâliye
Medresesi’ne denildiğini kabul etmeye mütemâyiliz. Vesikaların dili ve edâsı bu civarda bulunan Gühertaş’ın
Medresesi’ne, yani Mevlâna’nın Medresesi’ne, Akıncı Merdesesi denilmesine mâni oluyor.
Mevlâna; bir gazelinde “Medresede Şihabü’d-din’in odasının yanı başında bir oda istiyor.” Bu hile ile diyor
“rebab çalanı da oraya sokarsın, kadı hallenir de dinlemek isterse ona güzelce bir rebap çalayım. Tatlı tatlı
dinleteyim. Rebabımın sesinden akıncı bile dirilir” 440
Akıncı Türbesi; Kemâliye Medresesi’nin 30-35 metre uzağındadır. Rebabın sesi buraya kadar gider. Fakat
Seyfiye Medresesi’nden çalınan rebap burada duyulmaz. Mevlâna’nın medresesi Seyfiye’nin yanında olduğu
kabul edilirse orası da Akıncı Türbesi’ne oldukça uzaktır. Orada rebap dinlenemez.
Mevlâna’nın gazelinde bahsettiği Şihabü’d-din; Nahcuvanlı Mahmud’un oğlu Şihabü’d-din Abdü’l-
Kadir’dir. Mezar taşı Sarıyakup Kabristanı’ndan Müze’ye nakledilmiştir. 975 numarada kayıtlıdır. Konya
bilginlerinden ve kadılarından idi. Şihabü’d-din’in; rebabı, sazı ve sözü lehv sayan ve raksı kabul etmeyen
salâbetli bir zat olduğu anlaşılmaktadır. Şİhabü’d-din’in mezar taşında 5 satır halinde şu Kitabeyi okuduk: ‘ ﺗﻮﻓﻲ
اﻻﻣﺎم اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻰ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺷﻬﺎب اﻟﺪﻳﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﻘﺎدر ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻨﺨﺠﻮاﻧﻲ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻪ وﻟﺠﻤﻴﻊ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻓﻲ راﺑﻊ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ رﺑﻊ وﺳﺘﻴﻦ
’وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
H.664-m.1265 yılında vefat eden Şihabü’d-din Abdü’l-Kadir’in, imam ve âlim vasıfları ile anıldığına
göre Mevlâna ile karşılaşacak kudrette bir bilgin olduğu anlaşılmaktadır.441 Mevlâna’dan sekiz sene evvel vefat
etmiştir. Mevlâna’nın İslâmî gidişini beğenmeyen Şihabü’d-din’in Gühertaş’ın Medresesi’nde oturmadığını
kabul etmek doğru olur.
Şihabü’d-din’in Kemâliye Medresesi’nde müderris bulunmuş olması da muhtemeldir. Mevlâna’nın Akıncı
Medresesi’nde de müderrislik yaptığını Eflâkî’nin Sultan Veled’in ağzından naklettiği şu haberden öğreniyoruz:
“Gençliğimin ilk çağında babam hazretlerinden Akıncı Medresesi’nde Hidâye okuyordum.”442
Bu da Akıncı Medresesi’nin Gühertaş’ın yaptırdığı medreseden başkası olduğunu ispat eden başka bir
delildir. Sultan Veled; Gühertaş’ın babası için yaptırdığı medreseyi kastetseydi “Gühertaş Medresesi, babamın
439
- Kitabımızın Konya Mahalleleri bölümüne bakılsın.
440
- Mevlâna Celâleddin, s.215
441
- Mevlânâ’nın da Şihabü’d-din adlı tüccardan bir damadı vardır. Mektûbât-ı Mevlânâ Celâle’d-din, s. 32
442
-Âriflerin Menkıbeleri, c. 1, s. 405
102
medresesi, medresemiz” derdi.
Akıncı–Aslantaş Mescidi’nin Konya Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde 1 numaralı vakfiye defterinin altmış
altıncı sahifesinde 607 yılı Zilkade’sinin başlarında tanzim edilmiş Türkçe bir vakfiye sureti vardır. Bunda vâkıf
şöyle anılmıştır: ‘ ﻣﻔﺨﺮ ارﺑﺎب اﻟﻌﺰ واﻻﻗﺒﺎل ﻋﻤﺪة اﺻﺤﺎب اﻟﻘﺪر واﻻﺟﻼل ﺑﺎﻧﻲ ﻣﺒﺎﻧﻰ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﻤﺒﺮات راﻏﺐ اﻟﻤﺒﺮات واﻟﺼﺪﻗﺎت ﺟﻤﺎل
’اﻟﺪﻳﻦ اﺳﺤﻖ ﻳﺴﺮ اﷲ ﻣﺮادﻩ
Birçok yanlışlarla kopya edilen bu vakfiyenin asıl vakfiyenin sonradan Türkçe’ye çevrilmiş bir sureti olduğu
ifadesinin yeniliğinden anlaşılmaktadır. Bu şekildeki vakfiyelerin çoğunun kötü maksatlarla tahrif edildikleri
görüldüğü için pek de güvenilir bir vesika sayılamaz. Mescid 607 yılı Safer’inde yapılmıştır. Vakfiyesi 9 ay
sonra tanzim edilmiştir.
Mescidin bânisi Cemale’d-din İshak’ın resmî vazifesi var mıdır? Bunu kesin olarak tespit edecek bir vesika
henüz elimize geçmedi. Bu bir akıncı mı idi? Kendisinin ölüm tarihi gibi gömüldüğü yeri de bilmiyoruz.
Selçukîler’in bu adı taşıyan bir av emirleri vardır.443
Mescidin içindeki türbede kimler gömülü idi? Bu türbe; sarayın Akıncı kapısı civarında olduğu için mi,
yoksa bir akıncı içinde gömülü olduğu için mi bu adı almıştır?
Biz mescidin, türbenin ve yakınındaki medresenin ve sarayın Akıncı Kapısı önlerinde bulundukları için
böyle adlandırıldıklarını kabul etmek istiyoruz.
Mâbedi yaptıranın babası Emir Ali’nin h.604-m.1207 yılında yapılan Kınacı Mescidi Kitabesinde adı geçen
Emir Ali olması hatıra gelebilir.
Bu mescidin bânisi ile Kınacı mescidinin ve Kütük minarenin yaptırıcıları arasında bir aile yakınlığı
bulunduğunu tahmin ediyoruz. Kütük Minare Mescidi’ni Bedre’d-din Biremuni, Kınacı Mescidi’ni bunun babası
Mahmud yaptırmıştır. Devlet Hatun denilen Raziyye Hatun da444 Kütük Minare Câmii’nin yaptırıcısı Bedre’d-
din-i Biremuni’nin kız kardeşidir. Babasının adı da Mahmud’dur.
Akıncı Sarayı’nın da Raziyye Hatun’un vakfiyesinde geçen (Münekkaş- nakışlı taklı) büyük bir konağı
olabilir mi?
Konya’da Selçukî Hanedanı’nın prens ve prenseslerinin türbeleri, mezar taşları bize kadar gelmemiştir.
Akşehir’de bu âileye ait bazı mezar taşları vardır. Konya’da, Alâe’d-din Türbesi’nin yanındaki sonradan sarnıç
haline getirilen türbe gibi Akıncı Türbesi’ne gömülmüş bulunmaları da muhtemeldir. Şimdilik bu hususların
aydınlatılmasını gelecek neSillerin tarihçilerine bırakmaktan başka çare yoktur. Mevlâna’nın Akıncı Mescidi’nde
namaz kıldığı muhakkaktır. Mescide; Mevlâna Medresesi’ne yakınlığından dolayı Mevlâna Mescidi denildiği de
söyleniyor.
AKSİNLE MESCİDİ
Mescid; Aksinne Mahallesi’nde 146 numaralı sokağın içinde, Gildanlı Dede Mezarlığı’nın doğusundadır.
Kerpiç yapıdır. Hiçbir mimarî ve tarihî kıymeti yoktur. Mescidin şimal duvarının altında yapı malzemesi olarak
kullanılan taşın üstünde altı satırlık tetkike şâyân bir Yunanca Kitabe vardır.
ALÂE’D-DİN CÂMİİ
Alâe’d-din Mamuresi; adını verdiği tepenin kuzey doğu köşesine, köşk’ün güneyine kurulmuştur. Çeşitli
devirlerin mimarî örneklerini, mahv-ü-ispat yoluyla meydana getirilen birçok ilâvelerini bu câmide barındıran
Mamurenin mimarî mecrası Osmanoğulları’nın İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nınkine benzer. Mamurede tek,
muntazam bir plan aramamalıdır.
Parçalarını ayrı ayrı incelemeden evvel câmi’i dışarıdan görelim ve Kitabelerini birer birer okuyalım.
Böylece hazırlandıktan sonra içine girebiliriz.
Mabedin yer yer gayr-ı muntazam taşla, yalnız tuğla veyahut taş ve tuğla ile karışık olarak yapılan güney
duvarının uzunluğu 86 metredir.
Batı köşesinden 49,90 metreden sonra Mabedin; uzunluğu 14,95 metre olan asıl kubbeli kısmı gelir.
Mabetten güneye 11 pencere açılır. Bu pencerelerden ikisi kubbeli kısımdadır. Bu tarafa 22 de oluk vardır. Biz
Mâbedi tetkik ederken bu duvarın dört beş yerinden yarılmış olduğunu görmüştük.
Mabedin doğu yüzü 67,70; güney köşeden Mabedin doğu kapısına kadar 21,20 metredir. Kapının eni 1,70
metredir. Buradan da Mabedin açık olan mezarlığına kadar 21,20 metredir. Kapının önünde dört ince ağaç
sütunun tuttuğu bir saçak vardır.
Kapının üstünde güzel bir sülüs ile şu üç satırlık Kitabe okunur:
443
- Türkiye Selçukileri Hakkında Vesikalar, s. 27, 92
444
- Raziyye (Devlet) Hatun’un Kadınhanı’nda da hanı vardır, kitâbesinde babasının adı Mahmud olarak gösteriliyor.
103
رﺧﻨﻪ ﻟﺮ ﭘﻴﺪا اﻳﺪوب دﺳﺖ ﺷﺆن ازﻣﻨﻪ -2
ﻣﻨﺪرس اوﻟﻤﺸﻜﻦ اﺷﺘﻪ ﺑﻮ ﻧﻤﺎزآﺎﻩ ﻗﺪﻳﻢ
ﻗﻮﻧﻴﻪ واﻟﻴﺴﻲ ﺳﺮوري ﺑﻨﺪﻩ ﺳﻲ ﻋﺮض اﻳﻠﻴﻮب
اﻳﻠﺪي ﺗﺠﺪﻳﺪﻳﻨﻪ ﻓﺮﻣﺎن ﺧﺎﻗﺎن ﺣﻜﻴﻢ
ﺳﻮﻳﻠﺪي ﻃﺎهﺮ ﻗﻮﻟﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﺟﻮهﺮ دارﻳﻨﻲ -3
1307ﺑﻮ ﻋﺒﺎدﺗﻜﺎهﻲ ﺗﺠﺪﻳﺪ اﻳﺘﺪي ﺳﻠﻄﺎن آﺮﻳﻢ ﺳﻨﻪ
Kitabenin tarih mısrasının noktalı harfleri ebcet hesabına vurulunca 1307 rakamını buluruz.
Mabette yer yer gedikler açıldığı ve münderis olduğu için h.307-m.1889 yılında II.Abdü’l-Hamid’in
zamanında Konya Valisi Sürûrî Paşa’nın teşebbüsü ile tecdid edilmiştir. 445
Kitabedeki ‘münderis’ ve ‘tecdid’ kelimelerine dikkat etmek lâzımdır. 55 sene evvel cami çok harapmış.
Kitabenin üstünde bir madalyon içinde II.Abdü’l-Hamid’in, El-Gazi’li bir tuğrası vardır. Mabetten doğuya
kapının sağından iki, solundan dört pencere açılır. Duvar soldan ikinci pencere ile üçünçü pencere arasından
tehlikeli bir surette çatlamıştır.446
Mabedin kuzey köşesinde tuğla ile yapılmış 29 taş basamaklı minaresi yükselmektedir. Şerefe altı tuğla ile
alel’ade sülenen minarenin şerefe korkulukları da âdî Sille taşındandır. Minareden sonra köşeye kadar olan 21,20
metrelik kısım câminin avlusu ve mezarlığın duvarıdır.
Kapının önünden 27 basamaklı taş merdiven bizi Mabedin kuzeyindeki meyilli yola indirir. Mabedin kuzey
duvarının uzunluğu 59.75 metredir. Bu duvar iki kısımdır. 22 metre 20 santimlik kısmı daha alçakçadır. Üstünde
demir parmaklık vardır. Daha yüksek olan ikinci parçanın üstünde yıkılan surun burcun dendanlarını tanzir eden
21 mazgallı bir kısım görülür. Bu kısım Mabedin muhteşem cephesini teşkil eder. Burada üç kapı ile altı kitabe
vardır. Kapılardan ikisi sonradan kapatılmıştır.
Duvar tamamen muntazam kesme taşla yapılmıştır. Köşede; üstünde sekiz satırlık Yunanca Kitabe bulunan
bir mezar taşı vardır. Taşlardan birçoklarının başka mimarî eserlerden alındığı anlaşılmaktadır.
Şimdi buradaki kapıları, Kitabeleri aşağıdan yukarıya doğru birer birer görelim:
Birinci Kapı:
Zarif bir mermer sövesi bulunan bu kapının eni 1.67 metredir. Şimdi kapını eşiği yerden 3,50 metre
yüksekte kalmıştır. Kapının zıvanalı kemerinin üstündeki sekiz şualı bir yıldızın ortasında güzel bir Selçuk
sülüsü ile dört satır halinde şu Arapça kitabe okunur:
Birinci Kitabe:
اﻣﺮ ﺑﺘﻤﺎم هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻤﺒﺎرك-1
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ-2
اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺸﻬﻴﺪ447 اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎذ-3
آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﻴﺞ ارﺳﻼن ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ-4448
445
- Yaşlıların anlattıklarına göre daha evvel tepede otlayan merkeplerin yazın sıcak saatlerinde mâbedin ve hatta türbenin
içinde gölgelendikleri de olurmuş.
446
- Bu inceleme 1944 yılında yapılmıştı.
447
- Kitâbede böyle ‘’ذşeklindedir.
448
- Mehmed Önder (Mevlânâ Şehri Konya) s. 80’de ve kitabının birçok yerlerinde ‘ ’ﻗﻠﺞKılıçları hep ‘’ﻗﻠﻨﺞKılınç şeklinde
yanlış yazar.
449
-Birinci Keykavüs 607 H. 1210 M.’den 616 H. 1219 M.’ye kadar, kardeşi Alâe'd–din Keykubad ise h.616-m.1129’den
h.634-m.1236 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır.
104
Kitabeye göre cami Atabey Ayaz’ın mütevelliği zamanında mimar Dimeşkli Havlan Zade Mehmed
tarafından yapılmıştır.
İkinci Kapı:
Bundan sonra Mabedin 4,70 metre genişliğindeki asıl tak kapısı gelir. 2,15 metre eninde olan kapı şimdi
zeminden 2,40 metre yukarda kalmış ve sonradan örülerek kapatılmıştır. Kapının iki tarafında birer payanda
vardır. İki payandanın arasındaki açıklık 9 metredir. Kapının iç çevresi morca mermerdendir.
Som ak mermerden ikinci bir çerçeve birincisini sarar. Bu çerçeve Karatâyî kapısınınkine benzemektedir.
Kapının üst sövesini beyaz ve mor mermerden zıvanalı yedi taş yapar. Kapıyı üç tarafından 42 yapraklı bir süs
sarar. Her yaprağının içine Fetih Sûresi’nin bir kelimesi yazılmıştır. Besmele de kapının sağındaki üçüncü
çerçevenin alt tarafına oyma olarak yazılmıştır. Kapının iki tarafında helezûni süslü iki gömme sütuncuk görülür.
Başlıklarında yapraklar vardır.
Tak kapının mor ve beyaz mermerlerin birbirlerine yarım daire şeklinde geçirilmesiyle meydana getirilen
büyük kemerinde Türk taşçılık sanatının en yüksek örneğini görüyoruz.
Dantelleşen bu kemerin iki tarafına mor ve beyaz mermerden kitabe şeklinde geniş süsler yapılmıştır.
Karatâyî Medresesi kapısının kemeri ve yazıları ihtiva eden çerçevesi aynen bu kapıdan kopya edilmiştir. Yalnız
buraya üç de göbek yerleştirilmiştir. Denebilir ki bu kapı müsveddedir, Karatâyî’nınki bunun temize
çekilmişidir.
Üçüncü Kitabe:
ﺑﺴﻢ اﷲ واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ رﺳﻮل اﷲ ﺗﻢ هﺬا ﺑﻴﺖ اﷲ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ-1
واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎذ اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد-2
ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻋﻠﻰ ﻳﺪ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻳﺎز ﻣﺘﻮﻟﻰ اﻻﺗﺎﺑﻜﻲ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-3
Bu muhtemel kemerin altında devrinin nefis bir sülüsü ile kabartma halinde şu üç satırlık Arapça Kitabeyi
okuyoruz:
Bu Kitabeye göre bu cami mütevelli Atabeyi Ayaz’ın elinde I.Alâe’d-din Keykubad zamanında h.617-
m.1220 yılında tamamlanmıştır.
Tak kapının solunda bir Kitabe yuvası vardır. Bu yuva iki mini mini sütunun ortasında ve dantel gibi zarif
bir kemerin altındadır. Kitabenin üstünde altı köşeli taştan bir mozaik süs vardır. Tam ortasındaki altı şualı bir
yıldıza musanna şeklinde ‘Muhammed’ kazılmıştır. Bunun etrafındaki altı beyaz mozaiğe da kabartma olarak; ‘ ﻻ
إﻟﻪ إﻻ اﷲ – ﻣﺤﻤﺪ رﺳﻮل اﷲLâilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah’ yazılmıştır.
Bu mozaik Selçuk taşçılık sanatının çok muvaffak bir eseridir.
Dördüncü Kitabe:
Bu süsün altında 1,90 enindeki taşta beş satır halinde şu kabartma Kitabe okunur:
Bu Kitabeye göre de bu caminin inşasını 616 yılı aylarında I.Keykâvus emretmiştir. Mabedin inşasına da
mütevelli Atabeki Ayas nezâret etmiştir.451
Beşinci Kitabe:
Bu Kitabe tak kapının sağındadır. Güzel bir kemerle süslenen bir çerçevenin içindedir. Kitabenin üstündeki
mor bir taş hendesî şekillerde oyulmuş ve aralarına beyaz mermerden işlenmiş süslü parçalar
geçirilmiştir.Bunların ortasında açılmış gül şeklinde bir göbek vardır. Altında da şu dört satırlık Arapça sülüs
Kitabe görülür:
ﻟﻤﺴﺠﺪ واﻟﺘﺮﺑﺔ اﻟﻤﻄﻬﺮة452 اﻣﺮ ﺑﺒﻨﺎ هﺬا-1
اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ453... اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻐـ-2
آﻴﻘﺒﺎد اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺸﻬﻴﺪ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن-3
ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﺑﺘﻮﻟﻲ اﻟﻌﺒﺪ اﻳﺎز اﻻﺗﺎﺑﻜﻲ ﻣﻦ ﺳﻨﺔ ﺳﺘﺔ ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-4
450
- Mehmed Önder aynı kitabında bu kitâbeyi de yanlış yazmıştır.
451
-Bu kitâbenin hattatı başkadır. Mütevellinin adı diğer kitabelerde ‘’اﻳﺎزşeklinde geçtiği halde bunda ‘’اﻳﺎسşeklinde
yazılmıştı.
452
-Hâkkâk burada bir ‘ ’اunutmuştur.
453
-Kitâbenin burası kırılmıştır. Tamamı ‘’اﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎşeklindedir. Bunun, hükümdarın künyesini değiştirmek bahanesi ile
kırıldığını söyleyenlerin iddiaları tamamen indî ve mânâsızdır. Mehmed Önder Tarihî Turistik Konya Rehberi’nde bu
kitâbeyi (s.53’de) birçok hatalarla bir yerden almış. Mevlânâ’nın Şehri Konya adlı kitabında (s.82’de) kitâbeyi daha feci şekle
sokmuştur. Bilhassa ikinci satırın kırılan yerlerini de hayâlinden doldurarak şöyle yapmıştır: ‘ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ
’اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺸﻬﻴﺪ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﻨﺞ ارﺳﻼن
105
Kitabeyi şöyle tercüme edebiliriz:
“Bu mescidin ve türbe-i mutahharenin yapılmasını; Emirü’l-mü’minin’in yardımcısı fetih babası, Kılçaslan
Zâde Şehit Sultan Keyhüsrev’in Oğlu Alâe’d-din Keykubad; Ayaz Atabeki’nin tevelliyeti ile 616 senesinden
emretti.”
Bu Kitabede de dikkate değer birkaç nokta vardır:
1-Burada yapılacak olan Mabet, mescid şeklinde geçmektedir. Aynı zamanda bir de türbeden bahsediliyor.
Bundan evvelki üç Kitabenin birisinde Mabet ‘Beytullah’,diğer ikisinde de câmi şeklinde geçmektedir. Türbeden
hiç bahsedilmemektedir.
2-Kitabenin tarihini gösteren kelimelerinden evvel ‘’ﻓﻰfî kullanılacak iken ‘’ﻣﻦmin getirilmiştir. Acaba
bununla mescid ve türbenin inşasının tâ 616’da emredildiği mânası mı çıkarılmak istenmiştir. Yoksa Kitabeyi
hazırlayan, iyi Arapça bilmediği için ‘ ’ﻓﻰyerine‘’ﻣﻦmı kullanmıştır?
Bunu biraz aşağıda izah edeceğiz.
Bu Kitabenin; bazılarının söyledikleri gibi başka bir yerden buraya nakledilmiş olması ihtimali yoktur.454
Çünkü kitabe duvar yapılırken hususi bir surette ve yüksek bir itina ile hazırlanan muhteşem bir yuvaya
oturtulmuştur.
Üçüncü Kapı :
Bu kapı muhteşem duvarın sonundan kuzeye açılmaktadır. Esas duvardan 60 metrelik bir kütle halinde biraz
dışarıya taşan asıl kapının genişliği 2,40 irtifaı 3,38 metredir. 6 taş basamaklı merdivenle çıkılır. Bu kapının
üstünde burç dişleri yoktur. Bu kapının eşik seviyesi tetkik ettiğimiz kapalı diğer iki kapının eşik seviyesindedir.
Bu kapı Köşk’ün ayakta kalan eyvanının karşısına rastlamaktadır.
Altıncı Kitabe:
Kapının kemeri üstündeki mermere yerleştirilmiş bir tabak halinde yuvarlak bir çini Kitabe vardır. Kitabe
iki daire şeklinde o kadar güzel olmayan bir Selçuk sülüsü ile yazılmıştır. Dış dairede irice yazı ile ve yukarıdan
başlamak suretiyle yazılan şu parça vardır: ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ
İç dairede okuduğumuz daha küçük yazılı şu Kitabe dış dairedekini tamamlamaktadır:
در ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ از هﺠﺮت ﭘﻴﻐﻤﺒﺮ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻠﻢ455 ﻋﻤﻞ آﺮﻳﻢ اﻟﺪﻳﻦ اردﺷﺎﻩ
Kitabede vaktin hükümdarı Sultan Alâe’d-din anıldıktan sonra; ‘Bu Peygamber’in Hicreti’nin 617’nci yılı
aylarında Kerimü’d-din Erdişah tarafından yapıldı.’ denilmektedir.
Bu cephede tetkik ettiğimiz birinci kapının sağında Mamurenin mimarı Dimeşkli Mehmed İbni Havlan’ın
adını görmüştük. Erdişah Mabedin ikinci mimarı mıdır, yoksa çini âmili midir? Kapının ve muhteşem duvarın
hiçbir yerinde çini bulunmadığı için bunu bir çini âmili ve sanatkârı gibi kabul edemeyiz. Bu da Mamurenin yapı
kısmının mimarıdır. Veyahut başka bir sebeple işi terk eden Dimeşkli Mehmed’in yerini almış başka bir
mimardır. Mimarların çini üzerlerinde adlarını gösterdikleri hakkında da örnekler vardır. Sırçalı Medrese’nin
mimarı Tos’lu Mehmed de adını eyvan kemerinin içindeki çini levhaya koymamış mı idi? Akşehir’deki Seyyid-i
Mahmud Hayran Türbesi’nin mimarı da adını çiniye yazmıştı.
Şimdi Mabedin batı cephesine geliyoruz.Bu cephenin yine dıştan uzunluğu 55,60 metredir. Bunun 27
metresi Mabedin, 28,60 metresi de avlunundur. Bu cephede de bir kapı ile iki Kitabe vardır. Biz kapıya dördüncü
kapı diyeceğiz. Kitabeleri de Mabedin dışındaki altıncı ve yedinci Selçuk Kitabesi olarak tespit edeceğiz.
Dördüncü Kapı:
Bu kapı şimal duvarının bittiği noktadan 16,30 metre mesafede ve topraktan 1,16 metre yüksekliktedir. Eni
2 metredir. Eşik taşının aşınmasından bu kapının da vaktiyle işler olduğunu anlıyoruz. Sövelerinde başka bir
eser-i mimarîden alındığı anlaşılan iki taş kullanılmıştır.
Sağına da üstünde yedi satırlık Yunanca Kitabe bulunan bir taş yerleştirilmiştir. Mabedin batı duvarının
taşlarında intizam yoktur. Kapı seviyesinden aşağıdaki kısımlarda küçük ve perişan taşların kullanılması bize
gösteriyor ki şimdi meydanda olan bu kısım eskiden toprağın içindeydi. Avlunun bu kapı ile şimal kapısı arasına
sonradan içeriden abdesthane yapıldığı için duvarın bu kısımlarında yer yer çatlaklar belirmiştir. 1960 yılında
abdesthaneler muhteşem şimal duvarının bir kısmını yerlere sermiş ve tekrar yapılmıştır.
Altıncı Kitabe:
Kapının kemeri altındaki mermerde Selçuk sülüsü ile şu dört satırlık Kitabe okunur:
456
… اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟـ ﻏـ ا-1
ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ.. ﻋـ-2
454
-Abdülkadir Erdoğan 281 sayılı ve 29 Kanunievvel1330 tarihli Babalık gazetesindeki makalelerde bu taşın başka bir türbe
ve mescide ait bir kitâbenin esna-yı tamirde getirilip buraya konulduğunu yazıyor.
455
- Bu ad ‘Ordu’, ‘Erdi’ gibi de okunabilir.
456
- Noktalı yerler kırılmıştır. Kitâbenin tamamı şöyledir. Mehmed Önder Mevlânâ’nın Şehri Konya adlı kitabında bu
kitâbeyi bir çok kitâbeler gibi korkunç bir şekle sokmuştur. ‘ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎyi ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎve آﻴﻜﺎوس آﻴﻘﺎذyapmıştır. (s.82)
106
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺎذ ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو-3
ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ-4
Bu tarihsiz Kitabede yalnız I.Alâe’d-din’in adı anılmıştır. Bu kapı ile Mabedin avlusundan ve sonra mezarlık
yapılan kısmından dışarıya açılan kapılarının sayısı dördü buluyor. Bunlardan şimdi yalnız birisi ve tam Köşk’ün
kapısına rastlayanı açıktır.
Yedinci Kitabe: dipnot (345)numarası
Mabedin dışarıdan yedinci Selçuk Kitabesi yerden 1,40buraya gelecek 1,60 metre eninde kemerli ve
metre yükseklikte
içerlek bir yere konmuştur. Burası sıvandığı için bir kapı veya pencere yeri midir, yoksa bir kitabelik mi
bilinemiyor. Kemerin altındaki mermerde güzel bir sülüs ile şu üç satırlık Kitabe vardır:
457
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ-1
ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ-2
آﻴﻘﺎذ ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن-3
457
-Farsça’da sondaki ‘’دların böyle ‘’ذye çevrildiği çoktur. ‘’آﻴﻘﺎدKeykubad buradaki bütün kitâbelerde ‘’آﻴﻘﺎذKeykubaz
şeklilnde yazılmıştır. Mehmed Önder bu kitâbeyi de yanlış kopya ettirmiştir.
458
-İplikçi Câmii’nin mihrabını da zaman bu şekilde tahrip etmiştir.
107
Üstünde: ‘ﺊ ﻣﻦ ﻋﻠﻤﻪ اﻻ ﺑﻤﺎ ﺷﺎء وﺳﻊ آﺮﺳﻴﻪ اﻟﺴﻤﻮات ٍ ’اﻻ ﺑﺎذﻧﻪ ﻳﻌﻠﻢ ﻣﺎﺑﻴﻦ اﻳﺪﻳﻬﻢ وﻣﺎ ﺧﻠﻔﻬﻢ وﻻ ﻳﺤﻴﻄﻮن ﺑﺸvardır. Sol
tarafında da sûrenin: ‘ ’واﻻرض وﻻ ﻳﺆدﻩ ﺣﻔﻈﻬﻤﺎcümleleri kurtulabilmiştir.
Mermer mihrabın üstünde Osmanlı sülüsü ile: ‘1307 “ ’آﻠﻤﺎ دﺧﻞ ﻋﻠﻴﻬﺎ زآﺮﻳﺎ اﻟﻤﺤﺮاب ﺳﻨﻪKüllemâ dahale aleyhâ
zekeriyya el-mihrab, sene 1307.” yazılıdır.
Çini mihrabın üstünde kûfî bir satırlık yazının çiçeklendiğini görüyoruz.
Sağır kubbede şaheser Selçuk çinileriyle yıldızlı gökler aksettirilmiştir. Bu çinilerde semânın rengi olan
mavi hâkimdir. Muhtelif üçgenlere ayrılan satıhlardaki mavi, ak, siyah renklerle işlenmiş zeminlere hendesenin
en zor şekillerinden süsler yapılmıştır. Bu şekillerin içinde dokuzar şualı yıldızlar görülür. Kubbenin askı
köşelerindeki ikişer üçgende dübb-i ekber ve dübb-i asgari tanzir ediyormuş gibi beşer şualı, yedişer ve sekizer
yıldızdan müteşekkil burçlar vardır. Bediî zevki yüksek insanlar bu manzaranın karşısında heyecanın en tatlısını
tadarlar.
Çiniler gerek eskilikleri, gerekse yapılışlarındaki muvaffakiyet bakımından eşsizdirler. Bize kadar da sağlam
olarak gelmişlerdir.
Ana Mabet sonraki ilâveler sırasında kuzey doğusundan türbenin beş yüzünü içine almıştır.İkinci türbenin
bir kaç yüzü müezzin mahfeli tarafından buraya sınırdaşlık yapar.
Altunba’nın vakfiyesinde Câmi-i Atik ve başka vesikalarda Sultan Câmii şeklinde adı geçen ve 598 yılından
çok evvel Selçuk Sarayı’nın içine yapılan ana Mabetten yalınız bu kubbe ve minberi kalmıştır. Mabedin çinileri
yıkılan kasrın çinilerine çok benzer. Aynı devrin ve hattâ aynı ustanın işi olması çok muhtemeldir.
Mihrabın sağındaki abanoz minber Türk oymacılığının ve ağaç işçiliğinin erişilmez derecede yüksek bir
örneğidir. Minberin eni 1,10 uzunluğu 3,70 metredir.
Minberin 1,60 metre yüksekliğindeki kapı söveleri ve babaların üstlerindeki çam kozalağı şeklindeki süsler
çok câziptir. Kozalakların arasında ki müsellese kûfî hat ile bir büyük söz kazılmıştır.
Kapının kemerinde sanatkârın eli sert ağacı bir dantel gibi işlediği görülür. Kemerin üstündeki levhaya nefis
bir kûfî ile şu bir satırlık Kitabe kazılmıştır: ‘’ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ459
Kapının söve boşluklarındaki ve üstündeki meyillere Selçuk neshi ve noktasız harflerle sonradan bir
Kitabenin işlendiği görülür.
Sağ söveye aşağıdan yukarıya doğru:
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﺷﺎهﻨﺸﺎﻩ اﻻﻋﻈﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ رآﻦ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻓﺨﺮ اﻟﻤﻠﻮك-1
واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ460
Üstüne:
ﻧﺼﻴﺮ اﻟﺤﻖ ﺑﺎﻟﺒﺮاهﻴﻦ ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ ﻏﻴﺎث اﻟﻤﺠﺎهﺪﻳﻦ ﺣﺎﻓﻆ ﺑﻼد اﷲ ﻧﺎﺻﺮ ﻋﺒﺎد اﷲ ﻣﻌﻴﻦ-2
Sol sövesinde yukarıdan aşağıya doğru:
ﺧﻠﻴﻔﺔ اﷲ ﺳﻠﻄﺎن ﺑﻼد اﻟﺮوم واﻻرﻣﻦ واﻻﻓﺮﻧﺞ واﻟﺸﺎم اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ أدام اﷲ-3
ﺳﻠﻄﺎﻧﻪ وﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ وﺿﺎﻋﻒ إﻗﺒﺎﻟﻪ461 kazılmıştır.
Minberin iki yanındaki üçgen satıhlarla külâh altındaki kısımlarda hendesî şekiller ve yapraklar halinde
kabartma ve kakma süsler görülür. Sol tarafında ayrıca yüksek kabartmalı üç göbek vardır. Bunlar onar ve
sekizer şualı yıldızlar halindedir. Çok tirfilli büyük yıldızların etrafında beşer şualı küçük yıldızlar serpilmiştir.
Sekiz basamaklı minberin merdivenine hendesî şekillerde şebeke hâlinde korkuluklar yapılmıştır. Minberin sağ
külâh altı dolaptır. Fakat kapakları aşırıldığı için yenileri yapılmıştır. Sağ ve sol korkuluklara yukarı ki
kollarından başlayarak nefis bir kûfî ile Besmele ve Kürsi Âyeti ve Âl- İ İmran Suresi’nden başka âyetler: ‘ ﺷﻬﺪ
اﻟﺦ.. ’اﷲ اﻧﻪ ﻻ اﻟﻪkazılmıştır.
Minberin külâh altındaki sol babanın yarım metrelik kısmında da sekiz satır halinde çok kötü bir yazı ile şu
noktasız Kitabe okunur:
ﻋﻤﻞ اﺳﺘﺎد-1
ﻣﻨﻜﻲ ﺑﺮﺗﻲ-2
اﻟﺤﺎﺟﻲ اﻻ-3
ﺧﻼﻃﻲ-4
وﻓﺮغ ﻣﻨﻪ-5
ﻓﻲ رﺟﺐ ﺳﻨﻪ-6
459
-Kitâbe dilimize şöyle çevrilir: Din ve dünyanın izzeti Kılıçarslan’ın oğlu Emire’l-müminin’in yardımcısı yardımcısı
Mesud
460
-Bu kitabe de dilimize şöyle çevririlr; Büyük sultan, ulu Şahinşah, Acem ve Arab Sultanları’nın efendisi, ümmetlerin
dizginlerinin mâliki, din ve dünyanın izzeti, Müslümanların ve İslâmın rüknü, sultanların ve meliklein iftihar medârı,
delillerle hakkın yardımcısı, kâfirlerin ve müşriklerin katili, mücahidlerin müzahiri, Allah’ın beldelerinin koruyucusu,
Allah’ın kullarının nâsırı, Allah’ın halifesinin muini, Rum, Ermen, Efrenç ve Şam’ın sultanı, fetih babası, Kılıçarslan oğlu
Mesud oğlu Emire’l-Müminin’in yardımcısı Kılıçarslan, Allah Saltanatını idâme, müllkünü muhallaed ve ikbalini kat kat
eylesin.
461
- ‘اﻗﺒﺎﻟﻪ ’ﻗﺒﻼﻟﻪgibi kazılmıştır. Bunu ‘’اﻗﺘﺪارﻩgibi okuyanlar da olmuştur.
108
ﺧﻤﺴﻴﻦ وﺧﻤﺲ-7
ﻣﺎﻳﻪ-8
Kitabeyi noktalayarak bir araya toplayalım: ‘ ﻋﻤﻞ اﺳﺘﺎد ﻣﻨﻜﻲ ﺑﺮﺗﻲ اﻟﺤﺎﺟﻰ اﻻﺧﻼﻃﻲ وﻓﺮغ ﻣﻨﻪ ﻓﻲ رﺟﺐ ﺳﻨﻪ ﺧﻤﺴﻴﻦ
’وﺧﻤﺲ ﻣﺎﻳﻪ
Kitabeden bu minberi h.550-m.1155 yılında Ahlatlı Usta Hacı Mengi Birti isminde bir sanatkârın yaptığını
öğreniyoruz. Bunun adını Mekkî gibi okuyarak sanatkârı hem Mekkeli ve hem de Ahlatlı yapmak isteyenler
varsada bir adam iki yerli olamayacağı için bu doğru değildir. Mengü, (Mengi); Allah mânasınadır. Birti, Batı
Türk Lehçesi’nde; ‘virdi’ şeklinde kullanılır.
‘Mengi birti! Tanrı verdi’ demektir. Harzemşahlar’dan Celâle’d-din Mengi Birti vardır.462
Şimdi şu üç Kitabeye göre minberin ne vakit yapıldığını tetkik edelim. Birinci ve üçüncü Kitabeye göre
minber h.510-m.1116’dan, h.551-m.1156’ya kadar hükümdarlık eden dördüncü Selçuklu Hükümdarı I.Mesud’un
ölümünden bir sene evvel yapıldığı anlaşılıyor. Sikkelerinde463 ve tarih kitaplarında bu hükümdarın unvanı
Rükne’d-din şeklinde geçerken bu Kitabede İzze’d-din olduğu görülüyor.
Başka bir yazı ile ve başka bir istif ile yazılan ikinci Kitabede adı geçen sultan; h.551-m.1156 yılından
h.588-m.1192 yılına kadar hükümdarlık yapan II.Kılıçaslan’dır.
Bu Kitabeden şu manayı çıkarıyoruz: Sultan I.Mesud; sonradan Alâe’d-din Tepesi adını alan, etrafı surla
çevrili yeni Selçuk baş şehrinde sarayının yanında bir câmi yaptırmaya başlamıştı. Danişmend Oğulları ile iyi
geçinmeyen Mesud bu ailenin beyi Mehmed ölünce Danişmend Ülkesi’ni elde etti. Kız kardeşi Selçuk Hatun’u
da Atabey Zengi’nin oğlu Nure’d-din Mahmud’a vermek suretiyle tahtını kuvvetlendirdi. Eniştesi Nure’d-din
Mahmud Frenkler’e yenilmişti. Sultan Mesud büyük bir ordu ile imdadına koştu. Frenkler’le çarpıştı. Zaferi
eniştesi lehine sağladı. Nure’d-din verdiği birçok kaleleri geri aldı. Sultan Mesud da h.551-m.1156 yılında öldü.
Amasya’nın yakınındaki Simere’de kurduğu Mamuresi arasındaki türbesine gömüldü.464
Öldüğü zaman Konya’da başlattığı Mabet tamamlanmıştı. Minberi de ölümünden bir yıl evvel bitmişti.
Bu Mabedin şimdiki iki türbe arasındaki boşluğa açılan bir kapısı ve belki de bu kapının üstünde bir
Kitabesi de vardı.
İzze’d-din Keykâvus’ün tadili ve tevsii zamanında Mabedin son cemaat yeri genişletilirken kapısı yıkılmış,
Kitabesi de yok olmuştur. Bu Mabedin ittisalinde ve yahut civarında Mesud’un bir medresesi de vardı. Bizim
tahminimize göre I.Mesud Mamuresi için vakıf tesis etmeden ve vakfiyesini tanzim ettirmeden öldüğü için oğlu
bu noksanı tamamlamış ve adını da minberin sövelerindeki süsleri kazıtarak buraya yazdırmıştı. Altunba’nın
vakfiyesinde ve başka vesikalarda Câmi-i Atik) Câmi-i Sultani şeklinde geçen Mabet işte burada idi.
Medrese-i Sultaniye de burada idi. II. Kılçaslan babasının başlattığı câmi’i ibadete açtıktan sonra kuzey
doğusuna da bir türbe yaptırmıştır.
Ana Mabedin sağında muhtelif tipte on mermer ve çeşitli çaplarda beş yığma sütunlu ikinci bir kanat daha
vardır. Bunun batı köşesine de önü kafesle bölünmüş bir ikinci kat halinde kadınlar mahfili yapılmıştır. Buradaki
iki fil ayağının üstüne ahşap sütunlar yerleştirilmiştir. Bunun daha evvel bir hünkâr mahfili gibi kullanılmış
olması çok muhtemeldir. Mâbedi dışarıdan tetkik ederken gördüğümüz yedi numaralı Kitabenin bulunduğu
kemerli yer de bu mahfilin kapısı idi. Sonradan kapatılmıştır. Bu kapının doğrudan doğruya saraya açıldığını
kabul edebiliriz. Mabedin batı tarafında bulunan havlu kapısı da saraya açılıyordu. Her iki kapının üstünde de
Büyük Alâe’d-din’in adını taşıyan Kitabeler vardır.
1833’ten 1837 yılına kadar Küçük Asya’yı gezen Şarl Teksiye’nin, Description De L’asie Mineure adlı
eserinin ikinci cildindeki 100 numaralı resim bizim bu tahminimizi kuvvetlendirmektedir.465
Bu resimde şimdi tetkik ettiğimiz kapılarının üstünde kubbe hizasına kadar yükselen sarayı ve bahçesini
gözlerden saklamak için yapılan yüksek avlu duvarının bir parçası görülmektedir. Zaten Altunba’nın
vakfiyesinde de Câmi-i Atik’in Taht Mahallesi’ndeki kasrın içinde bulunduğu tarif edilmiyor mu idi?
Bu duvarın bakiyesi Sürûrî Paşa’nın tamirine kadar ayakta idi.
Mabedin bu sağ kanadından da avluya bir kapı açılır. Mabedin sol kanadından doğuya açılan bir ve avluya
açılan iki kapısı ile bütün kapılarının sayısı dördü bulmaktadır.
Alâe’d-din Mamuresi’ni şimdi de arşivimizdeki vesikalardan tetkik edelim:
Tamim ve galebe suretiyle Sultan Alâe’d-din’e nispet edilerek anılan Alâe’d-din Mamuresi’nin
vakfiyelerinden hiçbirisi bize kadar gelmemiştir. Ankara Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde bulunan III.Murad adına
Konya evkafını tespit eden h.992-m.1581 tarihli ve 584 numaralı defterin 6 B yaprağında okuduğumuza göre
Alâe’d-din Câmii’nin Konya Kadısı Hürremşah Zâde Mevlâna Şemse’d-din Ahmed’in h.634-m.1236 yılında
I.Alâe’d-din adına tanzim ve tescil ettiği bir vakfiyesi vardı. Bu husus defterde şöyle tespit ediliyor: ‘ اوﻗﺎف ﺟﺎﻣﻊ
ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ آﻴﺨﺴﺮو در داﺧﻞ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ آﺘﺎب وﻗﻒ ﺑﺎﻣﻀﺎء ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﺧﺮﻣﺸﺎﻩ اﻟﻘﺎﺿﻲ
462
-Düvel-i İslâmiyye, s.259. Biz kitâbeyi diğer bütün kitâbeler gibi ilk defa doğru okuyarak neşrediyoruz.
463
- Ahmed Tevhid, Meskûkat Kataloğu, cild-i râbi, s. 108
464-Öldüğü zaman Konya’da başlattığı mâbed tamamlanmıştı. minberi de ölümümünden bir yıl evvel bitmişti.
465
-Frıederich Sarre’nin Seldehukısche Bauedenknaler adlı eserinin 9’uncu sahifesinde de bu resim vardır. Küçükasya adı ile
dilimize çevirilen kitabının 3’üncü cildinin 110’uncu sahifesine de eklenmiştir.
109
’ﺑﻘﻮﻧﻴﻪ اﻟﻤﺆرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ارﺑﻊ وﺛﻼﺛﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
İşte bu vakfiye gibi burada I.Alâe’d-din’den daha evvel câmi, mescid ve medrese yaptıran Selçuk
Hükümdarları’nın vakfiyeleri de yok olmuştur.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan Şemse’d-din Ebu Said Altunba’nın Konya’daki medresesini h.598-
m.1201 tarihli vakfiyesinden öğrendiğimize göre bu tarihlerden evvel Alâe’d-din Tepesi’nde Taht Mahallesi’nde
kasr’ın ortasında Câmi-i Atik denilen bir Mabet ve Medrese-İ Sultaniyye adlı bir irfan müessesesi vardı.
Vakfiyede Altunba Medresesi’ne vakfedilen bir dükkânın sınırları gösterilirken Konya Kasrı’nın ortasındaki
mescid ve câmiden şu şekillerde bahsedilmektedir:
... واﻟﻰ دآﺎن ﻣﻮﻗﻮف ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺴﺠﺪ )و( ﻋﻠﻰ اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻌﺘﻴﻖ ﺑﺒﻄﻨﺎن ﻗﺼﺮ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﻣﺤﻠﻬﺎ ﺗﻌﺮف
واﻟﻰ دآﺎآﻴﻦ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻌﺘﻴﻖ اﻟﻜﺎﺋﻦ ﺑﺒﻄﻨﺎن ﻗﺼﺮ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﻣﺤﻠﺔ ﺗﻌﺮف ﺑﺘﺤﺘﻰ
Medrese-i Sultaniyye de vakfiyede şöyle geçer:
‘ ) واﻟﺤﺪ اﻟﺜﺎﻧﻲ ﻣﻨﻬﺎ ﻳﻨﺘﻬﻲ اﻟﻰ ﻣﻮﻗﻮف ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺪرﺳﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻴﺔ( اﻟﻰ دآﺎآﻴﻦ ﻣﻮﻗﻮﻓﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺪرﺳﺔ اﻟﻜﺎﺋﻨﺔ ﺑﺒﻄﻨﺎن ﻣﺪﻳﻨﺔ ﻗﻮﻧﻴﻪ اﻟﻤﻨﺴﻮﺑﺔ
’اﻟﻰ اﻟﺴﻠﻄﺎن
Batnan ‘ ’ﺑﻄﻨﺎنorta manâsına gelen Arapça bir kelimedir. Bu vakfiyede aynı manaya gelen ‘’رﺑﺾkelimesi de
kullanılmıştır.
Fatih II.Mehmed’in h.88-m.1476 tarihli Konya Evkaf Defteri’nde de Alâe’d-din Câmii evkafı tespit edilirken
aynen şöyle deniliyor:
‘ ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن. ’وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ اﺳﻜﻦ اﷲ ﻓﻲ دار اﻟﻌﻠﻴﻴﻦ ﺧﻄﻴﺐ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻋﺒﺪ اﻟﻌﺰﻳﺰ ﺑﺤﻜﻢ ﻧﺎﻓﺬ
Fatih zamanında câmi’in hatibi Mevlâna Abdü’l-Aziz idi. Evkafı da şunlardı:
1- Saideli (Kadınhanı) vilâyetine tâbi Said’ Yenice ve köylerinin öşrü.
2- Konya’ya tâbi SİLYE (Sille) köyü (cizyesiyle beraber)
3- Su Diremi’ne (Sille) tâbi Ulumusna.
4- Çimen’e tabi Kızılviran Köyü.
5 - Konya’ya tâbi Göynük Köyü.
6- Bezazistan’ın içinde, Nizamiye Önü’nde, Haffafistan’da birçok dükkânlar.
7- Bedesten’de bazı dükkânların ve fırının, Meram Değirmen’in zemin mukataaları.
8- Konya’da Attar Hacı Sinan’ Kadem Fakih Veled-i Ziba’ Muarrif’ Hacı Bula’ Közür Bağları.
9- Kadı’ Mahmud Ağa’ Attar Ali Bekir’ Sünnetci Cüneyd’in ve İbrahim’in ev yerleri. 466
II.Bayezid’in h.906-m.500 tarihinde Konya evkafını tespit eden defterinde de Alâe’d-din Câmii yer
almaktadır. O vakit Molla Sâbit, câmiin mütevellisi idi. Bu tahrir heyeti de Fâtih heyeti’nin tespit ettiği evkaftan
başka ve fazla olarak şunları da göstermiştir:
1- Sille Köyü ile beraber Köşk Çiftliği,
2- İç Kale’de üç ev, Kapan Önü’nde bir dükkân, Bit Pazarı’nda zemin, Karahüyük’te bağ, At Pazarı’nda
birçok dükkânlar, Çay Kenarı’nda bir bağ.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde bulunan 475 numaralı; ‘Defteri hazine-i evkaf-ı selâtin Anadolu’
defterin 14. sahifesinde bu Mamurenin h.1183-1186 yıllarında ait vazife kayıtları vardır.
Bunlar: ‘’وﻇﻴﻔﻪ ﺧﻮاران ﺟﺎﻣﻊ ﺷﺮﻳﻒ ودار اﻟﺸﻔﺎء ﻣﻌﻤﻮرﻩ ء ﻣﺮﺣﻮم وﻣﻐﻔﻮر ﻟﻪ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ در ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺷﺪbaşlığı altında
vazife darlar isimleri ve tahsisatı ile ayrı ayrı yazılmıştır.
O vakit Alâe’d-din Câmii’nin bir hatibi, bir imamı, bir Cuma vâizi, iki diğer gün vâizi, bir dersiâmı, iki
müezzini, üç salâ müezzini, bir hâfız-ı kütübü, bir destârîsi- sarıkçısı, dört ferrâşi, dört bevvâbı, bir na’t-hânı, bir
türbedârı, bir noktacısı vardı.
Bu kayıtlar bize o vakit yok olan Medrese-i Sultaniyye müderrisinin câmide ders okuttuğunu ve câmiin
içinde bir de kütüphane bulunduğunu göstermektedir.
Filhakika eski bir resminde türbenin içindeki raflarda kitaplar bulunduğu görülmektedir.
Alâe’d-din Câmii III.Sultan Murad zamanında esaslı bir şekilde tamir ettirilmişti. İstanbul Başvekâlet
Arşivi’nde 71 numarada kayıtlı 17 Zilhicce 1001 tarihli Mühimme Defteri’nin dört yüz otuz dokuzuncu
sahifesinde saray çavuşlarından Kara Ali Çavuş Oğlu Mehmed Çavuş’a yazılan bir hükümde; sarayın tamirine
memur edildiği, maliyeden de tahsisat verildiği için derhal Konya’ya giderek Mabedin tamirine başlanması ve
verilen tahsİsat yetişmezse bildirilmesi emrolunmaktadır.
Ehmedek denilen iç kaledeki Selçuk Sarayı’nın, teferruatının ve câmi’in damlarındaki karların kürünmesi işi
I.Sultan Alâe’d-din Keykubad tarafından kendi âzatlı köleleri olan Hıristiyan erkeklere verilmişti. Bunlar her kış
kar kürüme işini yapacaklardı. Buna mukabil de her türlü vergiden ve tekliflerden muaf tutulacaklardı. Bunlar
aynı zamanda buradaki kiliselerine yapılan sadakalardan istifade ediyorlardı. Bu hal böyle devam ederken son
zamanlarda Keykubad’ın âzatlı kölelerinin çocukları bu imtiyazlardan faydalanamaz oldukları için Alâe’d-din
Câmii’nin damlarının karlarını kürümek mukabilinde bunların eskisi gibi vergilerden muaf tutulması Mabedin
mütevellisi Mustafa tarafından sadrazama h.1059-m.1649 tarihinde arz edilmiştir. Verilen emirde iç kalede
bulunan 52 Zimmi’den beşinin Alâe’d-din Camii’nin damlarının karlarını kürümek şartı ile her çeşit tekâliften
466
-Ankara Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, 556 numaralı defterin 11. sahifesi.
110
muaf tutulması bildirilmişti. 467
Sultan Alâe’d-din Vakfiyesi’nde bu işler için 30 Hıristiyan’ı memur etmişti. Bunlar Ermenistan’dan alınmış
Hıristiyan Türkler’di.
467
-Bu vesika İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde Muallim Cevdet tasnifi evkaf defterleri arasında 20443 numarada mukayyettir.
468
- Ankara Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, numara 255, 256
111
Amber Reis Câmii yerine 1911 yılında Arifi Paşa’nın Konya Valiliği zamanında yapılmıştır. 469
Maarif Vekâleti Mabedin müze olarak kullanılmasına karar vermiştir. 470
Eski Mabet; Konya sûrunun (eski kapı), (kapalı kapı) denilen kapısı önüne rastlardı. Yani şimdiki camiin yol
aşırı karşısında idi.
Kapı Câmii’nin son cemaat yerindeki mermer sütunların Amber Reis Câmii harabesinden götürüldüğü
söylenmektedir. Seksen, doksan yaşındaki Konyalılar’dan bile Amber Reis Câmii’nin ayakda durduğunu
bilenlere rastlamadık.
Fâtih, Bayezid ve III.Murad adına Konya evkafını tespit eden heyetler Mâbedi ve vakfiyesini görmüşlerdir.
Fâtih defterinde Said İli’ne bağlı Kızılca ve Bozok köylerinin bazı gelirleri, Kara Üyük ve Selver’deki iki bağ,
Hocacihan, Kavak Köşkü’ Selver’de ve câmiin bitişiğindeki birer tarla da Mabedin evkafı arasında
sayılmaktadır.
II.Bayezid defterinde fazla olarak şu gelirleri de gösterilmiştir:
1-Taç Vezir Köprüsü’nde bir bağ
2- Selyıgar’da bir tarla
3- Gödene ile Hatıp arasında Amber Reis diye meşhur olan ‘’دوﺳﺘﻪçiftliği.
Bu defterde câmiin ittisalindeki tarla hakkında şöyle bir kayıd vardır:
“Mezkûr zemin defter-i köhnede kaydolunmuş ama vakfiyesinde olmayıp kadı Hürremşah Zaviyesi’ne
kadimden tasarruf olunmağın ana kaydolundu.”
Bu kayda göre Amber Reis Câmii ile kuzey batısında şimdi yalnız arsası ve küçük mezarlığı kalan
Hürremşah Zaviyesi sınırdaş imiş. Şimdi bu tarlaya birçok evler yapılmış ve bir kısmı da bahçe haline
getirilmiştir.
‘’دوﺳﺘﻪDosta Çiftliği de defter harici bulunmuştur, fakat Mabedin mütevellisinin elinde evkaf müfettişi
tarafından verilmiş bir mektupla Konya Valisi Şehzade Abdullah tarafından verilmiş bir mukarrernamesi
bulunduğu köhne defter de görülmüştür. III.Murad’ın defterinde şunları okuyoruz:
‘ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪ اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺳﺖ وﻋﺸﺮﻳﻦ.ﺗﻮﻟﻴﺖ ﭘﻴﺮﺣﺴﻴﻦ ﺑﻚ اوﻻدﻧﻪ ﻣﺸﺮوﻃﺪر.وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﻋﻨﺒﺮرﺋﻴﺲ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
ﻗﺮﻣﺎن ﺑﻜﻠﺮ ﺑﻜﻴﺴﻲ ﺧﺴﺮو ﭘﺎﺷﺎ ﺻﻜﺮﻩ دن ﺟﺎﻣﻌﻲ ﺗﺮﻣﻴﻢ وﺗﻌﻤﻴﺮ اﻳﺘﺪﻳﺮوب ﺑﻌﺾ ﺣﺼﻪ ﻟﺮ وﻗﻒ اﺗﻤﺸﺪر. ’وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﺋﻪ471
Bu kayda göre Turgud Oğulları’ndan Pir Hüseyin Bey h.826–m.1422tarihli bir vakfiye ile Amber Reis
Camii’ne bazı vakıflar tesis etmiş Karaman Beylerbeyi, (Konya Valis)i Hüsrev Paşa da Mâbedi esaslı bir surette
tamir ve bazı gelirler de temin etmiştir.
Câmiin ne vakit yıkılıp yok olduğu kesin olarak bilinemiyor. Yalnız yuvarlak kubbeli, çok muvaffak bir
mimarî eser olan türbesi 35 sene evvel 1927’de meydan yaptırılma bahanesiyle yıktırılmıştır. Türbe; Ziraat
Âbidesi’nin doğu kuzeyine rastlardı. Önünde Kale’nin hendeği vardı. Türbe bodrum katlı idi. Sonra ikinci
katındaki sanduka kaldırılarak mescid haline konulmuştu. Eskiden burasının kalabalık bir mahalle olduğu
anlaşılmaktadır. 18 yıl önce spor sahasına havuz yapılırken de yer altında Selçuklular devrinden kalma bir
çeşme harabesi bulunmuştur. Heykel’in önünden İstasyon’a giden yol h.1314-m.1897 yılında Konya’ya tren
geldikten sonra Amber Reis’e ait tarlaların tam ortasından geçirilmek suretiyle doğrulanmıştır. Eskiden de
burada Havzan’a giden bir yol vardı. Türbenin kapısı üstündeki mermere üç satır halinde şu Arapça kitabe
kazılmıştı: ‘
هﺬﻩ اﻟﻘﺒﺔ ﺗﺮﺑﺔ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻰ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺷﻬﺎب اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻨﺒﺮ اﻟﺤﺴﻨﻲ-1
زﻋﻴﻢ اﻟﺪار ﻧﻮر اﷲ ﻗﺒﺮﻩ وﺟﻌﻠﻪ ﻳﻮم اﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﻣﻦ اﻟﻔﺎﺋﺰﻳﻦ ﺑﻠﻄﻔﻪ-2
اﻟﻤﺒﺎرك ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ.... وآﺮﻣﻪ ﺑﺤﺮﻣﺔ ﻧﺒﻴﻪ ﻣﺤﻤﺪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم ﻓﻲ ﻏﺮة-3’ 472
Bu Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir:
“Bu kubbe yüksek Tanrı’nın rahmetine muhtaç Zaimü’d-dar Habeşi Şihabe’d-din Anber’in Türbesi’dir.
Allah kabrini münevver eylesin ve kendisini kıyamet gününde lütuf ve keremiyle ve Peygamberi Muhammed’in
hürmetine korktuğundan kurtulup umduğuna nâil olanlardan kılsın 663 yılı mübarek... Ayının başlarında...”
Bu Kitabeyi müsteşrik Clément Huart on üç473,Doktor J. H. Löytved de474üç kadar noksan ve yanlışla
469
- Bu câmiin şimdi müzeye kaldırılan kitâbesi şöyledir:
1- Devr-i Selçuki ricâlinden Şihabe’d-din Anber Reis’in bina kerdesi olan iş bu câmi-i şerif külliyen harab.
2-Ölmuş iken devlet-i aliyye-i Osmaniyye’nin birinci meşrutiyyet padişahı olan es-sultan İbnis-Sultan.
3-Es-Sultan Muhammed Reşad Hân-ı hâmis hazretlerinin ahd-i hilâfet-i seniyyelerinde Konya valisi el-hac Ârifî Paşa
hidmetiyle müceddeden yapılmıştır. 1329. Mehmed Önder (Mevlânâ Şehri Konya) adlı kitabında (s.208’de) kitâbenin
açıklamasına rağmen şu yanlış mâlûmâtı veriyor:
‘Anber Reis adına yaptırılan câmi yerine h.1328-m.1911 yılında Konya Valisi delâletiyle Hacı Ârif Paşa yaptırılmıştır.’
470
- 1944’de böyle idi. Bu karar sonra tatbik edilmemiş.
471
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, Numara 584, yaprak B. 10
472
-Bu kitâbeyi Konya Müzesi’nde 221 numara ile Murad Paşa Türbesi’nde görmüştük. Bu kitâbeyi Mehmet Önder birçok
hata ve noksanlarla kopya etmiştir:
Birinci satırdaki ‘’هﺬﻩ اﻟﻘﺒﺔ ﺗﺮﺑﺔyi ‘’هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ اﻟﻘﺒﺮve son satırdaki ‘’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪyi de ‘’ﺳﺘﻤﺎﺋﻪşeklinde yanlış okumuş ve ikinci satırdaki
‘’ﺑﻠﻄﻔﻪyi okuyamayarak atlamıştır. Mevlâna Şehri Konya, s. 45
473
-Epigraphic Arabe de L’asie mineure, s. 74
112
okumuşlar ve kopya etmişlerdir. Üstat Ahmet Tevhit Merhum da bizim yukarıya naklettiğimiz şekilde
okumuştur.475
Kitabeye göre Şihabe’d-din Anber h.663-m.1264 yılında ölmüştür. Bu yılın başlarında Konya Selçuk
tahtında IV.Kılçaslan ve sonlarında da III.Keyhüsrev oturuyordu. Kitabede Amber Reis, Zaimü’d-dâr şeklinde
vasıflandırıldığı halde Ahmet Tevhit Bey’in bunu Sarban Başı Amber Reis şeklinde deveci başı gibi
göstermesinin manası pek anlaşılmamaktadır. Osmanlılarda zaim; sipahi askerlerinin büyükleri, tımarları 20 bin
akçadan ziyade zeâmet sahibi demektir.476 Büyük Selçuklular’da emirî araziden hükümdara mahsus dirlik
mukabili olarak has ‘’ﺧﺎصtabiri kullanıldığı gibi Osmanlılar’daki tımar ve zeâmet mukabili olarak da ikta
‘’اﻗﻄﺎعtabiri vardı.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı Anadolu Selçukluları’nın Toprak ve Halk kısmını yazarken zaim hakkında
kandırıcı ve güvenilir malûmat verememiştir. Diyor ki:
“Selçuklular’da has ile tımar arasındaki dirliğe zeâmet denilmeyip ale’lumum ikta tabiri kullanılmıştır.
Selçukîler’de Reis manasına olarak ‘’زﻋﻴﻢlügatı kullanılmış ise de bir kısım dirliğe mahsus olmak üzere zaâmet
ıstılahı kullanılmamıştır.”477
Bizim bu Kitabedeki‘’زﻋﻴﻢ اﻟﺪارvasfı vaziyeti oldukça aydınlatmaktadır. Zaimü’d-dâr’lık saray teşkilatında
mühim rolü olan bir memuriyettir.
Kitabedeki ‘’اﻟﺤﺴﻰkelimesini Clemant Huart ‘’اﻟﺤﺴﻴﻨﻰ,Doktor J. H. Loytvet ‘’اﻟﺤﺒﺸﻰokumuşlardı. Filhakika
Şihabe’d-din Anber’in nispet edildiği yer veya aileyi ifade eden ‘’اﻟﺤﺴﻲkelimesi noktasız yazıldığı için bunu
birçok şekillerde okumak mümkündür:
1- ‘’ﺣﺒﺸﻰhabeşî, 2- ‘’ﺟﻴﺸﻲceyşî, 3- ‘’ﺣﻴﺴﻲhaysî 4-‘’ ﺧﺒﺴﻲhubsî, 5-‘’ ﺣﺒﺴﻰhabsî, 6-‘’ ﺣﺒﺸﻰhubşiyün, 7-‘
’ﺣﻴﺸﻰhayşî, 8-‘’ ﺣﺒﺸﻰhabeşeyyî.
Bence Amber Reis’in Habeşistan’dan getirilmiş ve sonra âzât edilmiş bir köle olması çok muhtemeldir.
İslâmiyet’in ilk günlerinden beri Habeşistan ile İslâm Âlemi’nin sıkı bir münasebeti vardır. Hazret-i Peygamber
vefat eden bir çocuğunu ilk zamanlarda Habeş usulüne göre teçhiz ve tekfin etmişti. Habeşliler’in İslâm Dini ve
içtimaiyatı üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Kur’an-ı Kerim’e Habeşçe birçok kelime girmiştir.
Topkapı Sarayı Kütüphaneleri’nden birisinde bulunan Bîrûnî’nin ‘’ازهﺎر اﻟﻌﺮوش ﻓﻲ اﺧﺒﺎر اﻟﺤﺒﻮشadlı nâdir ve
çok kıymetli Arapça bir eserinde bunlara geniş ölçüde yer verilmiştir.
Osmanlı Sarayı’na Amber ismini taşıyan birçok siyah ağalar gelip geçmiştir. Amber, en çok siyahilere
verilen bir addır. Bir ‘’زﻋﻴﻢ اﻟﺪارsaray zaimi olan bu Amber’in de Osmanlı Sarayı Amber’lerinin bir ağabeysi ve
adaşı olması çok muhtemeldir. Diğer uzak ihtimaller de şunlardır:
‘’ﺟﻴﺸﻰCeyşi: Askere mensup manasınadır. Fakat Yakut-ı Hamevî’nin ‘ ’ﻣﻌﺠﻢ اﻟﺒﻠﺪانında bir ‘’ﺟﻴﺶceyş
görüyoruz ki ‘’ذات اﻟﺠﻴﺶveyahut ‘’اوﻻت اﻟﺠﻴﺶden hafifletilmiştir.478 Bu Medine yakınında Uhud ve Bedr
savaşlarında Peygamber’in konakladığı bir yerin adıdır.
‘’ﺣﻴﺴﻰHaysî de olabilir. Hays;479 Yemen’deki Zebiyt’in yanında bir kasabadır.
‘’ﺣﺒﺲHubs: Selma civarında bir dağın adıdır.480
‘’ﺣﺒﺲHibes ve Habes de: Benî Esed’e ait bir dağdır.481
‘’ﺣﻴﺲHıys de: Yemame’nin bir nahiyesidir.482
‘’ﺧﻴﺲHays = Hiys: Garbî Mısır’da bir şehirdir.483
‘’ﺣﺒﺶHabeş: Basra’da bir caddenin, Tikrit civarında bir yerin adıdır.
‘’ﺣﺒﺸﻰHubşiyyün: Mekke’nin altında bir dağdır. 484
‘’ﺣﺒﺶHabeşey: Bilâd-ı Benî Esed’de ve Sümeyra’nın doğusunda bir dağın adıdır.485
‘’ﺣﻴﺶHayş: Mekke civarında Nahle’de bir dağın adıdır.486İşte Amber Reis’i bütün bunlara nispet etmek
ihtimalleri vardır.
AZİZİYE CAMİİ
Câmi; Konya Çarşısı’nın ortasındadır. Muntazam kesme Gödene Taşı ile yapılan Mabet son Osmanlı
mimarisinin çok muvaffak bir eseridir. Önünde 6 sütunun yükselttiği üç derin ve yuvarlak iki tonoz kubbeli bir
474
- Konia İnschriften der Seldschkischen Bauten, s. 60, Berlin 1917.
475
-Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Sayı 87, s.226
476
-Lehce-i Osmani.
477
-Osmanlı Devleti Teşklatına Medhal.sahife 63
478
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 193
479
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 381
480
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 210
481
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 210
482
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 498
483
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 498
484
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 211
485
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 211
486
-Mucem’ül-Büldan.Cilt 3,sahife 193
113
son cemaat yeri vardır. Sütunlar ikişer üçer parçadan teşekkül etmiştir. Başlıklarında akant yaprakları görülür.
Son cemaat yerinin sağında ve solunda birer narin minare yükselir. Minareler de Gödene Taşı ile oluklu olarak
yapılmıştır. Şerefe altlarında iri yapraklardan süsler vardır. Şerefe üstlerini mini mini sütunlu arabesk saçaklar
örter.
Mabedin şimal kapısından başka sağına ve soluna da birer kapısı, dört tarafına ikişer büyük penceresi vardır.
Mâbedi; eteğinde sekiz pencere bulunan derin bir kubbe örter. Kubbe kasnağı boz renkli Sille Taşı’ndan
örülmüştür. Ana kubbeyi dört tarafından yardımcı birer yarım kubbe beslemektedir.
Mermer minberinin göbekleri ve müşebbek korkulukları çok zariftir. Mor mermerden işlenen mihrabı
muhteşem bir tak halindedir. Üstüne nefis bir sülüs ile Ayete’l-Kürsi’den bir hale geçirilmiştir. Bunun altında
yuvarlak bir levhaya; maşallah 1293 ve doğu kapısının üstündeki yuvarlak madalyonun içine musanna denilen
tarzda; ‘Ya Müfettiha’l-ebvab iftah lena Hayre’l-bab ‘ ”’ﻳﺎﻣﻔﺘﺢ اﻻﺑﻮاب اﻓﺘﺢ ﻟﻨﺎ ﺧﻴﺮ اﻟﺒﺎبyazılmış ve altına da imza
cümleleri konmuştur ‘1293 ’آﺘﺐ ﺟﻤﻴﻊ هﺬﻩ اﻟﺨﻄﻮط ﻣﺤﻤﺪ ﻣﺤﺒﻮب اﻟﻘﻨﻮي ﺑﻦ ﺣﻤﺪي زادﻩ ﻣﺼﻄﻔﻰ رﺷﺪي487
Bu ketebeden Mabetteki bütün yazıları h.1293-m.1866 yılında Konya’nın büyük sanatkar ve hattatı Hamdi
Zade Mahbub Efendi’nin yazdığını öğreniyoruz. Bu tarih aynı zamanda Mabedin tamamlandığı tarihide
göstermektedir. Kıble kapısının önündeki müezzin mahfelini dört sütün tutmaktadır. Büyük kubbenin göbeğinde
muhteşem bir avize sallanmaktadır. Mabedin batı kıpısının üstündeki mermer madalyonun üstündeki Sultan
Abdü’l-aziz’in tuğrası kazılarak yok edilmiştir.
Mabedin duvarları; yarım yığma sütun halinde dışarıya taşan bir çeşit payandalarla beslenmiş ve
ahenkleşmiştir. Bu payandaların üstelerindeki mini mini kubbeler de ana kubbeye müstesna bir insicam temin
etmişlerdir. Camide hattat Şefik’in 1283, hattat Re’fet’in 1312, ve İsmail Efendi’nin 1361 tarihli kıymetli birer
levhaları vardır.
Aziziye Camii’nin inşasına h.1289-m.1872 yılında yerinde bulunan eski Mabedin gelirler, halkın ve vaktın
padişahı Sultan Abdü’l-aziz’in yardımları ile başlanmış ve 1293’te yazıları ve iç süsleri tamamlanarak ibadete
açılmıştır. Camiin yerinde Yüksek Cami adlı altında dükkanlar bulunan bir cami vardı. bu Mabet h.1284-m.1867
yılında yanmıştı. Bu Mâbedi padişah müsahibi Mustafa Paşa yaptırmıştı. Vakfiyelerinden babasının adının
Süleyman olduğunu öğrendiğimiz bu Paşa’nın Konya’da birçok hayır müesseseleri vardır. Vakıflar Umum
Müdürlüğü’nde Konya’daki hayır eserlerinin beş vakfiyesini bulduk Bunlardan birisi 1087 ikisi 1092 diğer ikisi
de 1094 tarihlidir.
H.1087 yılının Cumadie’l-ula ayının başında tanzim edilen Türkçe vakfiyesinden öğrendiğimize göre Paşa;
Konya’da At Pazarı Kapısı dışında Kanlıgöl denilen yerde dört tarafı yolla çevrilmiş, padişah tarafından
kendisine temlik edilen ve Bezirganlar Hanı Arsası diye meşhur olan arsa üzerine yaptığı camiine, bu Mabedin
altındaki altı dükkanı, daha evvelce hacılar için yaptığı kervansarayı ve tarafındaki 12 dükkanı, daha evvel
yaptırdığı hamamı, sur haricinde yaptırdığı üç hanı ve diğer dükkanları gelir olarak vakfetmiştir. Vakfın
mütevelliliğine de Şeyh Ahmed Efendi’yi tayin etmiştir. Diğer vakfiyelerinden üçü Konya’nın Kavak
Mahallesi’ndeki vakfı eserlerine aittir. Paşa h.1094-m.1682 tarihli vakfiyesi ile mabede başka gelirler
vakfetmiştir.
Mütevelli şeyh Ahmed Efendi’nin bu camiye gelirler vakfettiğini ve tevelliyetin kendi evladına şart
edildiğini Konya Vakıflar Müdürlüğü’nün bir numaralı vakfiye defterinin yetmiş üçüncü sahifesindeki 1243
tarihli bir tevcih tezkeresinden öğreniyoruz.
487
-Mâbedin kuzey kapısının üstünde Sultan Abdü’l-Aziz’in tuğrası ve h.1291 tarihi kazılı idi.
488
-Hırsız Halil bir süre sonra İstanbul Kandilli’de kendi ayarındaki bir adam tarafından öldürülmüştür.
114
gördüğü anlaşılmaktadır. Mabet, Selçuk devrinin bütün hususiyetlerini taşıdığı için itina ile saklanması lazım
gelen müstesna bir tiptir.
Mescidin mermer söveli kapısının üstünde 0,65x0,55 metre ebadındaki bir mermerde dört satır halinde Selçuk
sülüsüyle şu Arapça kitabe okunur:
ﻋﻤﺮ هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻐﺎﻟﺐ-1
ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو-2
ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ-3
زﻳﻦ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺸﺎرﻩ اﺧﺮ ﺑﻚ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻓﻲ اﻟﺘﺎرﻳﺦ ﺧﺎﻣﺲ ﻋﺸﺮ ﺟﻤﺎدي اﻻول ﺳﻨﺔ ﺳﺖ ﻋﺸﺮ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-4 489
Kitabenin sağında ve solunda kitabe ebadında mavi çini ile yapılmış siyah çerçeveli iki pano vardır.
Üzerlerinde kufi hat parçalarını taşıyan bu çinilerin başka yerden kaldırılarak ve yahut mescidin eski
cephesinden alınarak buraya getirilmiş olmaları çok muhtemeldir. Buz bunların sonradan Sırçalı Medrese’den
getirilmiş olduklarını tahmin ediyoruz.
Kitabeye göre Mabet; 616 yılı Cumadie’l-ula’sının on beşinde I.Keykâvus İbn Keyhüsrev’in hükümdarlığı
zamanında Ahurbeyi Zeynü’d-din Beşare490 tarafından yapılmıştır.
Kitabenin dördüncü satırındaki ‘’اﺧﺮ ﺑﻚkelimeleri şimdiye kadar yerli ve yabancı tarihçileri ve alimleri
şaşırmıştır. Bu Emir-i Ahur , Mir-i Ahur’un Türkçe’si olan Ahur Beyi’dir.
Kitabenin Arapça’sı Türk Arapça’sıdır. Muharrir Başara Bey’in saray teşkilatındaki memuriyet unvanı olan
‘’اﺧﺮ ﺑﻜﻰterkibini bir klişe halinde Arapça kitabede kullanmak istediği için terkibin sonundaki ‘’ىharfini
kaldırarak resmi hareke olan ‘Esre’ ile iktifa etmiştir. Esasen Arap gramerine iyi vakıf olmayan muharrir inşa
tarihini de ‘’ﺳﺘﻪ ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazacak yerde ‘’ﺳﺖ ﻋﺸﺮ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪşeklinde yazmıştır. ‘’هﺬاnın ‘’اi de unutulmuştur. Bu
terkibi ‘’ﺑﻚ اﺧﺮBeğ-i Ahır gibi izafetle okumak da mümkündür. Fakat kitabenin fotoğrafında da görüleceği gibi
yazının istifi buna müsait değildir. ‘’ﺑﻚkelimesi ‘’اﺧﺮdan sonra yazıldığı açıkça göze çarpmaktadır.491 Kitabenin
inşa tarihi pek açık okunduğu halde Doktor J. H. Löytved ve onu kopya edenler bunu ‘’ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪgibi yanlış
okumuşlar ve altı senelik bir hata işlemişlerdi.492
Zeynü’d-din Başara’nın Niğde’de Sultan Alâe’d-din adını taşıyan bir câmii daha vardır. H.620-m.1223
yıllarında yapılan bu camide Başarabey şöyle geçer: “Başara İbn Abdullah emir-i ahur.”
H.612-m.1215 tarihli Sinop Kalesi’ndeki bir kitabesinde de şöyle yazılıdır: “‘ زﻳﻦ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺸﺎرﻩ ﺻﺎﺣﺐ
’ﻧﻴﻜﺪﻩZeynü’d-din Beşare Sahib-i Niğde.”493
Emir-i ahurluk, mir-i ahurluk, ‘’آﻨﺪ اﺻﻄﺒﻞkond-i istabl’lik Anadolu Selçukîleri’nin saray teşkilatı arasında yer
alan memuriyet idi.
Selçuknameler’de, Selçuk devri vakfiyelerinde bu memuriyet emir-i ahur, mir-i ahur ve‘ ’آﻨﺪ اﺻﻄﺒﻞşeklinde
geçer. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde 243 dolap numarasını taşıyan h.660-m.1260 tarihli orijinal bir
mülknamede şahitlerin arasında bulunan İsmail Bey kendi imzasının üstüne el yazısı ile ‘’آﻨﺪ اﺻﻄﺒﻞyazmıştır.
Emir-i ahurluk alaylarda hükümdarın atını, yularından tutarak çekerlerdi. Hükümdarın atının yanında
yürüyenlere de ‘’ﺟﻨﺎﻳﺐcenayip derlerdi.494.
Kond mânasına gelen ve yazı dilinde ‘’آﻨﺪşeklinde yerleşen bu kelime ahur mânasına gelen Arapça ‘istabl’ın
önüne muzaf halinde getirilerek ‘’آﻨﺪ اﺻﻄﺒﻞşeklinde bir terkip yapılmıştır. Bu Frenkler’in, connetable’si dir.
Mühtedi ve saray yetiştirmelerinden olduğu anlaşılan Başara İbn Abdullah; Kayseri’ I.Alâe’d-din Keykubad
tarafından kuşadıldığı zaman İzze’d-din Keykâvus’un Ahur Emiri idi. Hükümdarın istişare heyeti arasında
nüfuzlu bir adamdı. Alâe’d-din Keykubad muhasarayı kaldırarak taliini Ankara Kalesi’nde denedikten ve bu
kaleyi feth ettikten sonra Keykâvus birçok devlet adamlarına yurdun mühim parçalarını ikta etmişti. Başara
Bey’e de Niğde; has olarak verilmişti. İzze’d-din Keykâvus öldüğü zaman bunun ölümünü gizli tutanlar arasında
Başara Bey de bulunuyordu. I.Alâe’d-din Keykubad h.618-m.1221 yılında Konya Kalesi’ni yaptırdığı zaman
Başara Bey aynı memuriyeti muhafaza ediyordu. Hükümdar; ölen hükümdara fazla bağlı kalan Zeynü’d-din
Başara ile Çaşnigir Emir Seyfü’d-din Aybe, emir-i meclis Mübarizü’d-din Behremşah ve Bahaü’d-din
Kutluca’dan şüphelenmeye başlamıştı. Kayseri’de kendi sarayında verdiği bir içkili ziyafetten sonra bunların
hepsini yakalattı. Başara’yı habis ettiği bir odanın kapısını taşla ördürmek suretiyle feci bir şekilde öldürttü.495
Başara Bey h.620-m.1223 yılında Niğde’deki Sultan Alâe’d-din Câmi’ini yaptırdığına göre496 o sene sağdı.
Sultan’ın h.621 –m.1224 yılında Kayseri’de bulunduğu kuvvetli bir ihtimal olduğuna göre Başara Bey’de bu
'هﺬ ﻩyi ben ekledim
489 hoca unutmuş siz
-Mevlânâ Şehri Konya müellifi kitabede ‘’هﺬاkelimesini هﺬ ﻩyapmıştır. Daha bir çok yanlışlıklar vardır.
490
- Başare Arapça bir addır. Konyalı’lar kelimeyi Türk selikasına uydurmuşlar Başara yapmışlar.
491
-‘’خ‘ ’ اﺧﺮharfinin ötüresiyle Farsça ahur mânasınadır. Burhan-i katı Tercümesi ve Frenk. Kitabede unutmayın
bir çok harfin noktaları
gibi ‘’اﺧﺮdaki ‘ha’nın nıktası da konulmamıştır.
492
- Konya ve Rehberi, sahife 86 ve Babalık Gazetesi’nin 10 Şubat 1330 tarih ve 283 sayılı nüshasında Abdülkadir
Erdoğan’nın makalesi ve Konya İnschriften der Seldschukischen Bauten. Sahife 38
493
- Sinop Kitabeleri, Hüseyin Hilmi Bey’in.
494
- Osmanlı Devlet Teşkilatına Methal. Sahife 85 ve 90
495
-İbn Bibi Tercümesi, sahife 50,53,84,105,107,108 ve kitabeler saahife 68
496
-Mehmet Önder’in Mevlana Şehri Konya adlı kitabında, sahife 101 Başarabey’in 616. yıldan evvel öldürüldüğü hakkında
beyanı yanlıştır.
115
sene öldürülmüştür.497
Başara Bey; I. Sultan Keykavüs’ün Sivas’da h.614-m.1217 yılında yaptırdığı ve vakfiyesi kendisinin
vefatından iki sene sonra 17 Şaban 618 yılında (m.1221) tanzim edilen medrese-i Şifaiye’nin vakıfnamesini şahit
sıfatıyla ve Başara İbn Abdullah şeklinde imzalamıştır. Hükümdar Hocanın
bu buvakfiyesinin
yazımı doğrudur İ.
tanzimini 615 yılı
498 H. Konyalı yanlış yazmış ‘su
Muharrem’inin başında emretmişlerdi. diremi’ olacak. Sillenin eski
Mescid bu gün bulunduğu Ferhuniye Mahallesi’nin adını taşımaktadır.
adı Evkaf idaresindeki adı da öyledir.
Fatih’in ve II.Bayezid’in yaptırdığı Konya Tahrir Defterleri’nde bu mescidin adına rastlamıyoruz. O vakit
mescidin harap olduğu anlaşılmaktadır. Sonra Konya valilerinden Sultan Şehinşah İbn Bayezid tarafından tamir
ettirilmiştir.499
Sille’ye ‘’ﺻﻮ درهﻤﻲbağlı Başara Köyü mescid sahibinin adını taşımaktadır. Fâtih’in Karaman İli Tahrir
Defteri’nden öğrendiğimize göre Başara Köyü’nde Şeyh İsrail Zaviyesi vardı. Bu zaviyenin vakfiyeti
Karamanoğlu İbrahim Bey’in bir mektubuyla tespit edilmişti. Konya valileri olan Sultan Mustafa, Sultan Cem ve
Sultan Abdullah da bu tekkenin evkafını tanımışlardı.
Mabet 1958 yılından hayır severler tarafından tamir edilmiştir.
BEYHEKİM MESCİDİ
Mabet; Alâe’d-din Tepesi’nin batısında kendi adını verdiği mahallededir. Mabedin son cemaat yerinin kapısı
doğuya açılır. Mabette ilk bakışta gözleri ve gönülleri üstüne çeken müstesna bir durum vardır. Cephesi
tamamen kırmızımtırak iri ve kesme taşlarla yapılmıştır. Kapı söveleri som mermerdir. Üstündeki yekpare
mermer kemeri ortasından çatlamıştır. Kapının sağında ve solunda yine mermer çerçeveli birer pencere vardır.
Soldaki pencereden sonra duvarın alt kısmının taşlarında yavaş yavaş gaip edilmeye çalışılan bir taşkınlık
görülür. Buraya sonradan kısa bir tahta minare uydurulmuştur. Duvarın alt kısmındaki taşkınlık Mabedin ön
kısmının büyük bir tâdil geçirdiğini anlatmaktadır. Kapıdan girince insan keskin ve vahşi tırnakların derin
izlerini taşıyan bir dilber çehre karşısında bulunduğunu kalbi burkularak görür. Mabedin tam karşımıza gelen iç
kapısı ile sağdaki türbe ve soldaki oda kapılarının yanlarını ve üstlerini baharın renklerini canlandıran Selçuk
çinileri süslerdi. Zamanın ve ihmalin hançeri, Garplı hırsızların amansız elleri buradaki nefis çinilerin
birçoklarını yok etmişler, sırlarını dökmüşlerdi. Kalanlarını da son asırlarda Türk ve İslâm âbidelerine musallat
olan badana ölü rengi altında gaip etmiştir. Buna rağmen kapılarının kenarları da mavi ve siyah çini zıhlar hâlâ
görülmektedir. Sağdaki ve soldaki duvarların yukarı kısımları da başka bir yerde eşine hiç rastlanmayan Selçuk
çini ve tuğla işçiliğinin iki şah eseri vardır. Renkli ve sırçalı tuğlalarla ve aşağıdan bir istalaktit ucu gibi
başlayarak boğum boğum ve renk renk yukarıya doğru açılan bu muvaffak eserler eskiden bu kasımları örten
kubbelerin dayanak noktalarını teşkil ediyorlardı. Şimdi badana ve is altında kalan bu parçalar temizlenirse sanat
âlemine iki pırlanta eser sunulmuş olur.
Sağdaki odada âdi tahta sandukalı alçak bir merkat vardır. Buradan Mabedin sol müntehasına bir pencere
açılmaktadır. Şimdi bir mezbele halini alan bu yerde Selçukluların ve Türkler’in en büyük hekimlerinden birisi
olan Mabedin sol müntehasına bir pencere açılmaktadır. Şimdi bir mezbele halini alan bu yerde Selçuklular’ın ve
Türkler’in en büyük hekimlerinden birisi olan Mabedin bânisi yatmaktadır. Mabet gibi türbenin ve sandukanın
hiç bir yerinde yapıldığı tarihi ve bânisinin ölüm yılını, yapanın ve yaptıranın adlarını gösteren hiç bir kitabe
yoktur veyahut kalmamıştır. Mabedin ön kısmını Başarabey, Sırçalı Mescid, Tâhirle Zühre Mescidi gibi tonoz
kubbeler örterdi. solunda da kısa bir minaresi vardı. Bir zelzelede bu kubbeler ve minare yıkıldığı için üstü kara
damla örtülmüştür.
Asıl Mabet tek kubbelidir. Kubbesinin eteğindeki pencerelerin sonradan açıldıkları anlaşılmaktadır. Kubbe
üstünde tuğladan çıkartma süsler ve içinde de kandil askılığında renkli mozaikler vardır. Mabedin mihrap
yerinde bir ölü gözünün korkunç boşluğu okunur. Mabedin umumî heyetinde talana uğrayan bir sarayın ıstıraplı
hali sezilir. Çinicilik ve tuğla işçiliğinin erişilmez bir eseri olan Mabedin tak mihrabı umumî heyet ile 45500 sene
kadar evvel çalınmış ve Avrupa’ya götürülmüştür. Şimdi bir garb müzesinin baş eserleri arasındadır. Alâkadar
vekâlet siyasi bir teşebbüsle çalının bu mihrabı yerine getirmek istese acaba beynelmilel kanunların müzaheretini
göremez mi?
Garbin sanat tarihinden ve şark âbidelerinden bahseden bütün tarihçileri, âlimler ve seyyahları eserlerini
Konya’mızdan aşırılan bu mihrabın fotoğraflarıyla süslerler. Friederich Sarre kitabına501 bu mihrabın hakiki
497
-Kayseriyye Şehri, sahife 47
498
-Bu vakfiye Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü arşivinde 584 numaralı defterin 288. sahifesinde 138 sıra numarasında
kayıtlıdır. Sultan Keykavus evkafı için has hazinedarı Emir Ferruh İbn Abdullah’ı mütevelli yapmaktadır. Doktor Süheyl
Ünver Selçuk Tababeti adlı eserinde (sahife 60) bu vakfiyenin hem tanzim ve hem de tespit tarihlerini yanlış yazmışlardır.
Vakfiyede Bedrü’d-din Ali isminde bir Selçuk mimarının da adı geçer. Hükümdar medresesine Konya’da Keyseri’li Alişir
İbn Hüseyin’nin Buzhanesi civarında bir de bakla tarlası vakfetmektedir.
499
-Kuyud-i Kadime Arşivi 584 numaralı ve h.992- m.1584 tarihli Tahrir Defteri’nde aynen şöyle denilmektedir. ‘ وﻗﻒ ﻣﺴﺠﺪ
’ﻣﺮﺣﻮم ﺳﻠﻄﺎن ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ ﺑﻦ ﻣﺮﺣﻮم ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ در ﻗﺮب ﺑﺎب ارﻃﺎشsahife 275.
500
-Bu tetkik 1944 yılında yapışmıştır.
501
-Konia Seldchukische Dermaler. Berlin 1910
116
Bunları bitişik yazın buradaki
gibi
502
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi. Defter numarası 255,256.
503
-Kapturka Türkçe bir kelimedir. Polatla demirin karıştırılmasından elde edilen bir maddeye denir. Bundan kılıç, hançer ve
bıçak yaparlardı. Bu mahallede maden hazırlandığı ve döküldüğü için Karpturğa Mahallesi derlerdi. Lügat-ı Çağatay, sahife
212.
504
-Mecalis-i Seb’a Mevlana, Mukaddime, sahife 94, Sipehsalar Tercümesi Sahife 110’da bu doktorlar hakkında ‘Vakıtlarının
Calinus’u olan Mevlana, Ekmelü’d-ddin ve Gazanfer denilmektedir.
117
din için tiryak-i farukî hazırlıyordu. Ansızın yanında Mevlâna’yı görmüştü. Doktor; Mevlâna’yı macundan bir
parmak almasını teklif etmişti. Mevlâna büyük bir nükte ile cevap vermişti:
– Ekmelü’d-din, bizim içimizi bir ejderha sokmuştur ki eğer bahr-i muhit tiryak olsa ana ilâç etmek mümkün
değildir.505
Bahâe’d-din Veled’in de kendisine çok hürmetkârane yazılmış bir mektubu vardır. Tabib Ekmelü’d-din’in
büyük Türk hekimi İbn Sina’ya karşı derin bir saygısı vardır. İleri gelenlerin bir meclisinde şöyle demişti: “ ﺑﺎﺗﻔﺎق
”ﺣﻜﻤﺎء ﻣﺎﺿﻰ وﺣﺎﻟﻰ اﻋﺘﻘﺎد ﺁﻧﺴﺖ آﻪ اآﺮ ﺑﻌﺪ از ﺣﻀﺮت ﻣﺼﻄﻔﻰ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم ﭘﻴﻐﻤﺒﺮ ﺁﻣﺪي وﻣﻤﻜﻦ ﺑﻮدي اﺑﻦ ﺳﻴﻨﺎ ﺧﻮاﺳﺖ ﺑﻮدن
Bu cümleler dilimize şöyle çevrilir:
“Mazi ve halin bütün hükemasının söz birliğile itikatları şudur ki; eğer Hazret-i Mustafa Aleyhisselâm’dan
sonra Peygamber gelseydi ve bu mümkün olsaydı hakikat şudur ki İbn Sina olurdu.”
Büyük Selçuk tabibi Türk büyükleri semasında İbn Sina gibi bir kutbu seçmek meziyetini göstermiştir. Bu
da kendisinin büyüklüğünü gösterir.
Profesör Doktor Süheyl Ünver’in Beyhekim’in mescidini Konya Dâru’ş-Şifa’sının yerine yaptırdığı
hakkındaki iddiası hiç bir esasa dayanmayan indî bir mütalaadır. Konya Dâru’ş-Şifası orada değildi. Hem
Ekmelü’d-din gibi bir hekim Dâru’ş-Şifa yıkmaz elinden gelirse yapar.
Mevlâna Şehri Konya adlı eserde, ‘Mescidin sağında türbeye bitişik bölümde eskiden bir Dâru’ş-Şifa veya
zaviye bulunduğu söylenmektedir.’506(s.113)derken bu hataları tekrarlamaktan başka bir şey yapmamıştır.
505
-Tercüme-i Sipehsalar sahife 84.
506
-Mektubât-ı Mevlana sahife 20,95 ve 125.
118
döküldüğü görülmektedir. Mihrabı da eskiden mozaiklerle kaplı idi. Şimdi yalnız alt kısmında siyah ve mavi
mozaikler kalmıştır. Mihrabın iki yanından birer ve Mabedin sonundan dışarıya iki uzun ve geniş pencere
açılmıştır.
Mihrabın üstünde de küçük bir pencere vardır. Hem bu pencerelerin hem de Tabhane penceresinin üstleri
dışarıdan mozaiklerle süslü idi. Doğuya açılan pencerelerden başkalarının çinileri tamamen dökülmüştür. Mavi
ve siyah renklerle işlenmiş mozaikler arasında altışar şualı yıldızlar görülür.
Pencerelerin enlemeye ikiye bölen ağaçlarını, dışarıdan çok maharetle kullanılan tuğlalar setretmiştir.
Mabedin altının dolma olduğunu söylerler. Ben buna ihtimal vermiyorum, tetkik edilmesi lâzımdır.
İmamı; Çimilli Ahmed Efendi’nin haber verdiğine göre Mabet 98 sene evveline kadar metrûk ve harap bir
halde idi. Ön kısmı mezbaha, asıl mescid ve tabhane de soğan deposu olarak kullanılıyordu.
Mescidin kuzeyinden tâ harimine kadar sokulan 11 dükkandan 9’u Hacı Fettah, 2’si Nakıboğlu Câmileri
vakıflarına aittir. Bu dükkanlarla Mecidiye Hanı’nın arasındaki geniş arsa Hacı Fettah Camii’nin vakfı olan
Şalvarcı Hanı’nın yeridir.507
Mescidin sol kapısının üzerindeki tahta minare 1923 yılında yapılmıştır. Mescid 1928 senesinden beri aynı
zamanda hafız ve Kur’an kursu halinde 847’de ölen Seyyid Ahmed İbn Şeyh Mahmud’u mamurenin bânisi gibi
gösteriyorlar. Bunlara göre Mabet bir Karamanoğlu eseridir. Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında yapılmıştır.
Ben çinilerinin, inşa tarzının ve yapı malzemesinin hususiyetlerinden bu mamureyi bir Selçuk eseri gibi kabul
etmek istiyorum. Seyyid Ahmed bu zaviyenin şeyhi veyahut mütevellisi iken ölmüş ve sonradan mabedin son
cemaat yerine gömülmüştür. Bu kadar kıymetli bir eser yaptıran mamurenin meçhul bânisi her halde kendisini
son cemaat yerine gömdürmezdi.
Avamın verdikleri adlar ve şöhretler birçok mabetlerin ve hayır müesseselerinin asıl adlarını ve şöhretlerini
gölgelendirmiş ve unutturmuştur. Eğer bu Mabedin asıl adı bize kadar gelebilse idi bunu her halde Fâtih,
II.Bayezid, Yavuz ve III. Murad’ın Konya Tahrir Defterleri’nde bulacak ve kat’i bir hüküm verecektik.
Şöyle bir ihtimal daha vardır. Mamure geliri olmadığı için saydığımız Osmanlı Tahrir Heyetleri bunu tespite
lüzum görmediklerinden asıl adı bize kadar gelmemiştir.
Henüz elimize kuvvetli vesikalar geçmediği için bu kıymetli âbidenin mimarını da şimdilik
adlandıramıyoruz.
507
-Hacı Fettah’ın vakfettiği menzilhane eski Atpazarı’nın güneyinde kısmen şimdiki Toros Hanı’nın bulunduğu yerde idi.
Bahçesi de Buğday Pazarı’na kadar uzanıyordu. Burada posta tatarları otururlardı. Tatarlar’ın ve tipi Tatarları’nın beygirleri
için geniş ahırları vardır.
508
-Bu mahallenin niçin böyle adlandırıldığı hakkında şöyle bir rivayet vardır. Konya şehri eskiden burada bittiği ve burada
başladığı için Burda demişler,ben bu yakıştırmayı pek yerinde bulmuyorum. Fatih’in III.Murad’ın Konya Defterleri’nde bu
mahalle Portabaşı ‘’ﭘﻮرﺗﻪ ﺑﺎﺷﻲşeklinde geçmektedir. Belki de surun kapılarından birisinin önünde bulunduğu için böyle
denilmiştir.
119
mescide vakfedildiği görülmektedir.
III.Murad’ın h.992-m.1584 tarihli Konya defterindeki Kayıtlar da Bayezid defterindekinin aynıdır. Kümbet
Köyü ve çiftliği bugün adını kaybetmiştir. Bu köy şehrin doğu güneyinde şimdiki Konya Çiftliği’nin işgal ettiği
sahada idi. Çiftlik kurulurken burada hiç bir kubbe ve kümbet yoktu. 36 sene kadar evvel burada çiftlik tesis
edilir ve bir kuyu kazılırken yeraltında Roma Devri’ne ait kümbetli muazzam bir bina enkazı ve Roma Devri’ne
ait bazı eserler çıkmıştır. Bu eserleri ben almıştım, sonra polise teslim ettim. Şimdi nerede bilmiyorum.509
Öyle anlaşılıyor ki h.904 tarihlerinden evvel bu kümbetler meydanda idi. Köye de bu yüzden Kümbetli
denilmişti.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir numaralı defterin seksen dokuzuncu sahifesinde de bu mescidin 1252
yılı Rabiü’l-evvel ayının başlarında isdar edilmiş bir hüküm vardır. Bu ilâmda mescidin gelirlerinin Sırçalı
Sultan Mescidi evkafı diye başkaları tarafından haksız olarak zapt edildiği anlaşıldığından bu tecavüzün men
edilmesi bildirilmektedir. Şikayetçi mescidin mütevellisi hafız Ahmed Hamdi İbn Mehmed Ali’dir. Mabedin
vakfiyesine göre Demirci Hacı hayatta iken kendi; evkafının mütevellisi olacak ve öldükten sonra bu iş cami’in
imamına ve imamının en büyük ve en salih erkek çocuklarına verilecektir.
H.1234 yılında bu cami’in hem imamı ve hem mütevellisi olan Hafız Musa İbn Seyid Ali ölmüş yerine
Ahmed Hamdi İbn Mehmed Ali imam ve mütevelli olmuştur. Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 18 numaralı
dosyada bu mescidin muhasebesine ait bazı kâğıtlar vardır.
1927 yılında; vâkıfların evlatlarından başkasına yaptıkları her çeşit şartların lağvedildiği için bu mescidin
tevliyeti de kaldırılmıştır.
1943 yılında camiin imamı Hacı Rağıp Atademir idi. Bu aile Hamdi Zade şöhretini taşırlar. Bunlar Demirci
Hacı Ahmed tarafından yaptırılan camiin ilk imam ve mütevellisinin torunlarıdır. Bu aileden Saçlı Mustafa
Rüştü, oğlu Mahbub gibi çok kıymetli sanatkârlar yetişmiştir. Hacı Rağıb Efendi’nin evinde kenarları tezhipli bir
besmele levhası gördüm. H.1261 tarihini taşıyan bu levhaya Saçlı Mustafa Efendi, Halvetî Tarikatı’na mensup
Konyalı Mustafa Rüşdü ketebesini koymuştur. Burada gördüğüm 1254 tarihli bir başka levhada da Mustafa
Rüştü Efendi’nin meşhur Alâiyeli hattat Hacı Abdu’l-gani Vehbi Efendi’nin tilmizi olduğu yazılıdır. Bunun oğlu
hattat ve nakkaş Mahbub Efendi’nin de birçok levhaları vardır. Sultan Selim’ Kapı Camii’ Aziziye’ Şerefe’d-din’
Dursunoğlu ve Sırçalı Cami ve mescitlerinin yazılarını bu yazmıştır.510
Hamdi Zadeler’in aile şeceresi şöyledir:
Mehmed Ali
Ahmet Hamdi
Muzaffer Erdoğan
Saib Atademir SamihAtademir Hamdi
Atademir
Mahbub
Mahbub
Emin Ayakan Hamdi Ayakan Ali Ayakan Nail Hidayet Hilmi
Agâh
Okan Elçin Fatih Cem Fahrunnisa
509
-Bu yazı 1944’de yazılmıştır.
510
-Agâh Efendi de babası gibi kudretli bir hattat idi. Akkülâh Okulu’nda öğretmenlik yapmıştır. Sırçalı ve Baba Sultan
Mescidleri’nde yazı ve levhaları vardır. 1 Mart 1926 da ölmüş, Şems Mezarlığı’na gömülmüştür.
120
DURSUN OĞLU-DURSUN FAKİH-MECİDİYELER CAMİİ
Mescid; Alâe’d-din Tepesi’nin güneyinde Şeker Füruş Mahallesi’nde Eski İstasyon Caddesi’ndedir.
Mabedin altı gayr-ı muntazam taşlarla, kubbesi, kubbe eteği ve kubbe kasnağı tuğla ile yapılmıştır. Kıble
tarafına; iki alttan bir üstten üç, sağ ve soluna iki sıra halinde ikişer, son cemaat yerine de kapının sağından ve
solundan birer pencere açılmıştır.
Kıble tarafının sağ köşesindeki minaresinin küpüne kadar olan kısmı muntazam kesme taşla, üstü tuğla ile
yapılmıştır. Şerefenin altı sadedir.
Âdi Sille Taşı’ndan yapılan şerefe korkuluklarına hendesî şekiller işlenmiştir. Kubbenin üstünde aynı
zamanda basamak vazifesini görecek olan tuğladan çıkıntılar vardır. Üstü samanlı çamurla sıvanmıştır. Son
cemaat yerini dört mermer sütun üstünde yükselen üç yuvarlak kubbe örter. Kemerleri beyzîdir.
Sağdaki birinci sütunun üstünde ve iç tarafında 8 satırlık Yunanca bir kitabe vardır. Dış taraflarındaki
sütunların başlıkları düz ve sadedir. Ortadaki iki sütun başlığının dörder taraflarında birer yaprak kabartması
görülür. Bunların Bizans güvercininden bozma oldukları anlaşılmaktadır.
Kapının üstündeki 0,50 x 0,50 metre ebadındaki mermerde talik ile şu üç satırlık kitabe okunur:
“1-İşbu cami-i şerif murûr-i zamanla müşrif-i harab olmasıyla
2-Taleben li-merzatillâhi teâlâ Mecidiye Zade Tahir Paşa
3-ve Ali Bey taraflarından tecdîden tamir ve inşasına muvaffak olunmuştur. 1306.
Bu Kitabeye göre mabedin 1306 Rumi veya Hicri yılında Mecidiye Zâdeler’den Tahir Paşa ile biraderi Ali
Bey tarafından esaslı bir surette tamir edildiği anlaşılmaktadır.
Bu tamirin esaslı izlerini doğu duvarlarında açıkça görmek mümkündür. Plânı dörtgene yakın olan Mabedin
kubbe askıları zarif süsleri ihtiva eder.
Hiçbir yerinde çiniye, nakşe, alçı ve tezhip işine rastlanmaz. Mihrabı adi sıva ile sıvanmıştır.
Mâbedi kuzey, doğu ve batıdan bir bahçe sarar. Son cemaat yerinin önünde üstü açık fıskıyeli bir şadırvan
vardır. Bunu Mecidiye Zâdeler yaptırmıştır. Mabedin sol kapısının yanında eskiden açık bir türbe içinde âdi
sıvalı birkaç sanduka vardı.
İstasyon Caddesi genişletilirken bu türbe yıkılmıştır. Buradan alınarak şimdi bahçenin batı köşesine atılmış
olan bir mezar taşında şu kitabe okunmaktadır.
Fî. 2 N.
Sene 1281
Melâmet hırkasın giydik
Visâl-i yâri biz bulduk
Cemâlin bahrine daldık
Gelen alsın bu meydanı
Güruh-i Nâzeninden Hacı
Mehmed ismidir ismim
Kemer bestin velikin Hay511
Der-i kerrar-ı hoş bulduk
Dilersen Fâtiha ihsan
Le yâd eyle ihvanım
Ferâmuş eyleme kalbinde biz
Meydan-ı Hakk bulduk
Mezar taşı h.1281-m.1864 yılında ölen Hacı Mehmed isminde bir Melâmi Dervişi’ne aittir. Mescid ne vakıt
yapıldı, vâkıfı ve yaptıranı kimdir? Şimdi bunu tetkik edelim:
Fatih Sultan Mehmed’in h.881-m.1476 yılında yaptırdığı Karaman İli Tahrir Defteri’nde 512 bu mescid;
‘vakf-ı mescid-i mahalle-i Dursun Fakih‘ ’ﺗﻮرﺳﻮنşeklinde geçmekte ve Değirmen Deresindeki bir değirmenin
dörtte bir hissesi de bu mescidin evkafı arasında gösterilmektedir.
III.Murad zamanında h.992-m.1584 yılında yapılan bir Karaman İli defterinde de adı; ‘Mescid-i mahalle-i
‘’ﻃﻮرﺳﻮنDursun Fakih şeklinde geçer.
Kanuni Sultan Süleyman devrine ait Konya Müzesi’nde bulunan 971 tarihli bir şer’î sicil defterinde bir
511
-Haydar kelimesi vezin zorlaması yüzünden Hay ‘’ﺣﺎيve der ‘’درşeklinde ikiye bölünmüştür.
512
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter numarası 25, s.38
121
Dursun Oğlu Mahallesi’ne rastlıyoruz. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan ve 1670 umumî numarayı
taşıyan bir kayıtta da Mabedin adı Dursun Oğlu Camii şeklinde tespit edilmiş ve iki tarafı yol, diğer tarafları Ali
ve Seyyid isminde iki adamın mülkleri ile sınırlandırılmıştır. Bu kayda göre mescidin bulunduğu sokağa da
Dursunoğlu Sokağı adı verilmiştir.
Eski ve güvenilir kayıtlardan Mabedin Dursun Fakih Mahallesi Mescidi adını aldığını görüyoruz. Sonraları
Dursun Oğlu Mescidi olmuştur. İlk zamanlarda mescid bulunduğu mahalleye kendi adını verirken sonra bu
mahalle Şeker Füruş Mahallesi’ne katılmıştır. Burada dikkat edilecek bir şey vardır. Bugünkü Mabet minareli
olduğu ve ekseriya minareli Mabetlere câmi denildiği halde buna mescid denilmiştir. Konya Müzesi’ndeki 971
tarihli bir Şer’î Sicil Defteri’nde de:
“Merhum Dursun Oğlu Mescidi minaresi vakfından Abdullah İbn Durmuş üzerinde elli altun bulunduğu.”
şeklinde bir kayıt vardır. Bu kayıt bize öğretiyor ki minare mescitten sonra ve ayrı olarak yapılmış, tamiri ve
idâmesi için de ayrıca vakıf tesis edilmiştir.513
Konya’nın ihtiyarları da bu mabede Dursun Oğlu Camii diyorlar.
Mabedin önündeki revakı ve minaresi kaldırılınca ortada Karamanoğlu devrinin hususiyetlerini taşıyan bir
binanın canlandığı görülür. Mabedin eski mimarî bir ıstılahla mahv-ü ispat suretiyle birçok tadillere uğradığı ve
tamirler gördüğü anlaşılmaktadır.
Mabette Abdü’l-mü’min Mescidi’nin karakterini bulmak mümkündür.
Mabet; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda mühim rolü olan Dursun Fakih veyahut oğlu tarafından mı
yapılmıştır. Yahut Dursun Fakih’in veyahut oğlunun adını alan mahallede bulunduğu için mi böyle
adlandırılmıştır? Bu hususta kat’i kanaat verecek bir vesika henüz elimize geçmedi.
Şunu kesin olarak biliyoruz ki kayın pederi Şeyh Edebali gibi Dursun Fakih de Karaman İli’nden
Konya’dandır.514
Karaca Şehir’ Karaca Hisar’da Sultan Osman’ın ilk istiklâl hutbesini okuyan ve bu şehirde ilk Osmanlı
kadılığını ve belediye reisliğini yapan bu Konyalı Dursun Fakih’tir.515
Selçuk Devleti’nin dağılma ve çözülme devrelerinde bu büyük adam Türk yurdunun dağılan vahdetini temin
edeceğine inandığı Kara Osman Bey’in yanına gittiği zaman her halde Karaman İli’nde şöhret yapmış bir
adamdı. Belki de Konya’da bir mescid yaptırmıştı. Oğlu da bu mescide yeni gelirler vakfetmiş olabilir. Dursun
Fakih; Söğüt’le Bilecik arasındaki Küre Köyü’nün üstündeki çamlı bir tepedeki türbesinde metfundur.
Türbesinde hiçbir Kitabe yoktur. Tetkik ettiğimiz Mabedin önündeki açık türbe bu zâta ait sanılarak ilk
Meşrutiyet yıllarında Osmanlı istiklâlinin kuruluş günlerinde burada törenler yapılmıştı.516
Eski Konya Maarif Müdürleri’nden Merhum Ferit Uğur bir mecmuada517 İbrahim Aczî isminde birisinin el
yazısıyla yazarak kendisine verdiği Şikârî Tarihi’nde bu mescide ait bazı malûmat bulmuş, asıl Şikarî Tarihi’nde
bulunmayan bu malûmatın bu tarihe nasıl girdiğini İbrahim Aczî’den sormuş, o da kendisine: Karaman’da satın
aldığı El-Muhtar adlı yama bir kitabın üzerine h.1113-m.1701 yılında Karaman’da Paşa Medresesi Müderrisi
Hacı Musa İbn Süleyman tarafından yazılan bir derkenar göstermiştir. Bu kenar yazısına göre Molla Fenarî
Şemse’d-din Efendi Bursa’da Yıldırım Bayezid’le bir ihtilafa düştükten sonra Karaman İli’ne gelmiş,
Karamanoğlu Mehmed Bey kendisine hayli iltifat etmiş ve Lârende’de (Karaman) kendisine bir medrese
yaptırmıştır. Sonra Konya’da İçkale’de Bab-ı Sultanî civarında Dursun Fakihi’l Karamani Zaviyesi yakınında
bir büyük hanikah ve ittisalinde de Fenarî için müsaykal518 bir ev yaptırmıştır.
Fenarî burada neşr-i ulûma devam etmiş ve meşhur Fatiha Tefsiri’ni de burada yazmıştır. Sonra Yıldırım
Bayezid; Alâe’d-din Bey’den kendisini istemiş, o da Konya’dan Bursa’ya giderken yerine Hacı Paşa’yı
bırakmıştır.
Sonra Yıldırım Bayezid h.792-m.1389 yılı hasad mevsiminde kuvvetli bir ordu ile Konya’ya girdiği zaman
ilk Cuma namazını bu mescitte kılmış ve Yıldırım nâmına ilk hutbe bu mescitte okunmuştur:
“Sonra Emir Yıldırım Han; mescid-i mezbûru harçlı olarak tevsiine ferman buyrulmağın yapılıp önünde vâsi
bir musallâ dahi ihdas olundu. Sene 793. Ba’dehu Bursa’dan gelen yazılı taş dahi civar-i mescide va’z
olunmuşken…”
513
-Minareleri böyle sonradan ve başkaları tarafından yapılmış bir çok mâbed vardır. Akşehir’deki Ulu Cami’nin minaresi de
610 H. tarihinde ölen Said İbrahim tarafından yaptırılmıştır.
514
-Şekayik Tercümesi, s. 20-21.
515
-Bu hususta Karacabey Mamuresi adlı eserimizin birinci cildinin 133. sahifelerinde geniş mâlûmat vardır!
516
-O vakit Konya Muallim Mektebi Müdürü olan Uşak Mebusu Besim Atalay bu mezarın Dursun Fakih’e ait olduğunu
katiyetle iddia eder ve başında nutuklar söylerdi.
517
-Konya Mecmuası, sayı 4, s. 640.
518
-Çinili olacak.
122
Karamanlılar tarafından bu taş kırılmış ve Uzun Hasan Konya’yı işgal ettiği zamanda mescidin içine saman
doldurularak yakılmış ve Fenarî Zaviyesi’nin çardağı da yıkılmıştır.
Derkenarı yazan müderris bu malûmatı Lârende Fenarî Medresesi’nde bulunan Kitabu’l-İber adlı bir
eserde bularak naklettiğini de söylüyormuş.
Son zamanlarda Konya’da bazı kalp kitaplar uydurulduğu ve ilim âlemine sürülmek istenildiği için
gözümüzle görmediğimiz bu derkenarı ihtiyatla kaydetmeye mecburuz. Çünkü bu kitap kalpazanları bazı olayları
tarihe uygun olarak naklederlerken uydurdukları ve yutturmak istedikleri şeyi hemen araya sıkıştırıyorlar.
Filhakika Mevlâna Şemse’d-din İbn Mehmed İbn Hamza İbn Mehmed El-Fenarî; Yıldırım Bayezid’in
bilginlerinden, Osmanlıların ilk şeyhülislamlarındandır.519
H.751-m.1300’de doğmuş, Alâe’d-din Esved’den ve Aksaraylı Şeyh Cemale’d-din’den ders görmüştür.
Mısır’a ve Hicaz’a gitmiş, birçok seyahatler yapmıştır.
Yıldırım’la aralarında çıkan bir ihtilâf yüzünden Karaman’a gelmiş, Karamanoğlu Mehmet Bey kendisine
bin ve talebesine de beşer yüz akçelik vazife ve ulûfe vermiştir. Fatiha Tefsiri’ni Karamanoğlu Mehmed Bey
adına yazmıştır. Konyalı Sarı Yakup ile Kara Yakup kendisinin kıymetli talebelerinden idiler. H.834-m.1430’de
ölmüş ve Bursa’daki câmii’nin mezarlığına gömülmüştür. Öldüğü zaman 150 bin altın ve 10 bin cilt kitabı
çıkmıştır.520
Yüzden fazla eseri vardır. Kendi eliyle yazdığı Fatiha Tefsiri’ İstanbul’da Murad Molla
Kütüphanesi’ndedir.
Evladı şunlardır: Muhyi’d-din Çelebi’ Yusuf Bali’ Hasan Paşa’ Ahi Yusuf’ Mehmet Şah’ Halil Paşa’ Ümmü
Gülsüm.521
Sülalesinden birçok kıymetli âlimler gelmiştir.522
Karaman’da Fenarî adına bazı vakıflar vardır. Fakat Konya’da evkafı olduğu şimdiye kadar ilim âlemine
mâlum değildi. Biz bunu ilk defa geniş muhite tanıtıyoruz.
Parsana’da Gömeç Hatun Medresesi yanında Molla Fenârî Şemse’d-din’in vakfettiği bir Fenarî Hamamı
ve onun yanında 915 tarihinde Fenâri Zâde’nin yaptırdığı bir mektep vardır.523
Fatih’in İl Yazıcı Defteri’nde Konya’da Molla Fenarî’nin hiç bir hayır eserine rastlayamıyoruz. Eğer Molla
Fenâri adına bir hanikah yapılmış ise bunun da Parsana’da bulunacağını ve Karaman İli Osmanlılar’a
geçmeden evvel bunların yıkılmış olacağını tahmin ediyoruz.
Son vakıf kayıtlarına göre Meram’daki Karagöz Değirmeni’nin 12 sehimde 8 sehimi, Dursunoğlu
Camii’ne aittir. Son zamanlarda bu hisse evkaf tarafından beş bin kuruşa satılmıştır. Hocacihan’da da Mabedin
minaresine vakfolduğu anlaşılan on altı dönümlük bir tarlası vardı.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde; Müceddet Anadolu 12 numaralı defterin yüz seksen
dokuzuncu sahifesinde 11 Rebi’ü’l-evvel 1313 tarihinde tescil edilmiş bir vakfiye vardır. Bu vakfiye ile meclis-i
idare azasından Ali Ramiz Bey Efendi İbn Hacı Mehmed Efendi bu mescide ve yaptırdığı, tamir ettirdiği
çeşmelere bazı vakıflar tesis etmektedir. Vakfiye mescidin tamirinden 7 sene sonra yapılmıştır.
EFLÂTUN MESCİDİ
Bu mescid; Alâe’d-din Tepesi’nin en yüksek ve en hâkim noktasında idi. Mabet, sülün endamlı ve duvaklı
bir gelin gibi Konya’nın teşrifatçılığını yapardı.
Mabet; Ferit Paşa Su Deposu’nun batı cenubunda yer alıyordu. Son zamanlarda başının üstüne de; sesini
bir buçuk, iki saat uzaklara kadar götürebilen bir çalar saat almıştı. İstiklâl ve kurtuluş savaşı esnasında bir
takdirsizliğin kurbanı olarak yıktırılmıştır.
Bina bize kadar sağlam olarak ve asil hüviyetinden hiç bir şey kaybetmeden gelebilen bir Bizans eseriydi.
Yüksek mimarî ve tarihî kıymeti vardı. Burası bir kilise idi. Konya Türkleştik’ten sonra Selçukîler burasını
mescid haline sokmuşlardı. Bina Konya’nın ilk Müslüman Mabetlerinden olma bahtiyarlığına ermiştir.
Çok eski tarihlerden beri bu yapı Kabr-i Eflâtun, Rasatgâh-ı Eflâtun şeklinde bir şöhrete sahipti.
Yakut-i Hamevî’nin 7.Hicret asrının başlarında telif ettiği Mu’cemü’l-Büldan adlı eserinde Konya’yı
anlatırken: ‘ ﻗﺎل اﺑﻦ اﻟﻬﺮوي وﺑﻬﺎ ﻗﺒﺮ اﻓﻼﻃﻮن اﻟﺤﻜﻴﻢ ﺑﺎﻟﻜﻨﻴﺴﺔ.. ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻣﻦ اﻋﻈﻢ ﻣﺪن اﻻﺳﻼم ﺑﺎﻟﺮوم وﺑﻬﺎ وﺁﻗﺼﺮا )اﻗﺴﺮاي ( ﺳﻜﻨﻰ ﻣﻠﻜﻬﺎ
’اﻟﺘﻲ ﺟﻨﺐ ﺟﺎﻣﻊ524diyor.
Bu izahtan anlıyoruz ki Mu’cemü’l-Büldan telif edilmeden tepede bir cami vardı ve tetkik ettiğimiz Mabet
519
-İlmiye Salnâmesi, s. 322’de el yazıları vardır.
520
-Tercüme-i Şekayik, s.47.
521
-Osmanlı Müellifleri, c.1, s. 392.
522
-Tercüme-i Şekayik, s. 199,387,389 ve 486.
523
-Bu hususta kitabımızın başka bir yerinde de mâlûmat vardır.
524 Mu’cemü’l-Büldan
- , c. 7, s. 186.
123
de henüz kilise halindeydi. Mescide çevrilmemişti. Herevî kitabında bu Mabet hakkında ilk malûmat veren
seyyahtır. Bunu kitabımızın başka yerinde genişçe yazdık.
Müneccim başı da Diyar-ı Rum’u tarif ederken bazı rivayette Eflâtun-u Hâkim’in dahi kabri anda olmak
üzeredir.”525 Der. Hammer; Konya’yı Eflâtun’a mevlit yapar.526
Hâlbuki Kâtip Çelebi Eflâtun’un Konya’da doğduğunu söylemez. Kabrinin Konya’da bulunduğunu söyler.
Kâtip Çelebi’nin bu husustaki ifadesi şudur:
“Ziyaretgâh; Konya’da, Merkat-i Mevlâna Celâle’d-din Muhammed İbn Sultanu’l-Ulema (fevti 672, ömrü
68) Sultan Veled ve Bahâe’d-din Sultanu’l-Ulema, Şeyh Kerimü’d-din; Çelebi Hüsâm, Şems-i Tebrizî, Şeyh
Sadre’d-din, Kadı Serace’d-din ve Seyyid Burhane’d-din Muhakkık-i Tirmizî, Merkat-i Alâe’d-din ve Eflâtun-u
İlahî Konya’nın kalesindedir.”527
Fatih’in il yazıcı heyeti h.881-m.1476 yılında Konya evkafını yazarken bu Mâbedi ‘Vakf-ı mescid-i
Eflâtun’ şeklinde tespit etmiş. Üç dönüm tarla ile üç dönümlük bir bağı da geliri arasında göstermiştir.528
III.Murad’ın h.992-m.1484 tarihli Konya Tahrir Defteri’nde bu mescid şu şekilde yer almıştır:
“Vakf-ı mescid-i Eflâtun der İçkale bermûcib-i defter-i atik”529
Bina Alâe’d-din Tepesi’nde İçkale Mahallesi var iken mescid halinde kullanılıyordu. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı defterin 140. sahifesinde bulunan h.1229-m.1813 tarihli bir tevcihte aynen
şöyle denilmektedir:
“Medine-i Konya’da vâki Eflâtun mescid-i şerifi vakfı mahsulünden almak üzre nısıf hisse-i muayyene ile
nısıf hisse-i tevliyeti Es-Seyyid Abdu’r-rahman müşterek hududu üzerine tecdîden tevcihi”
Şeyh Sadre’d-din-i Konevî Mamuresi’nde vazife görenlerden bazıları bu Mabette de muhtelif vazifeler
aldıkları ellerinde bulunan vesikalardan anlaşılmaktadır. Şimdi Sadre’d-din-i Konevî ahfâdından muallim
İbrahim Demirtaş’ta bulunan 1201 Şevvali evâilinde yazılan bir hükümde Konya Sahra’sında vaki Kızıl Kurt
Çiftliği ile Koçaç Köyü hasılatının Eflâtun Mescidi’nde ortaklama mütevellilik yapan Seyyid Mehmed ve Seyyid
Mustafa’ya verilmesi bildirilmektedir.
Mabedin önünde Selçuk devrine ait mezar taşları bulunduğunu yaşlı Konyalılar’dan öğreniyoruz.
Büyük bir teessür ve teessüfle kaydedelim ki bu taşların kimlere ait olduğu vaktiyle tespit edilmemiştir.
Mabedin sivri kubbe kısmı tâdil edilerek üstüne ilâve olunan ahşap bir parça üzerine h.1289-m.1872 yılında
çalar saat oturtulmuştur. Çaların sesi Yaka’ya ve Köyceğiz’e kadar giderdi. Konya’nın bu gün de böyle bir saate
ihtiyacı vardır.
Saatin kurulması Mabedin doğu pencerelerinden birisinin üstüne yerleştirilen şu Kitabeyle tespit ediliyordu:
“Şehin-şâh-ı cihan Abdü’l-aziz Han ahd-i adlinde
Döner hep mihver-i bâlâda çarh-ı a’zam-ı devlet
Dönüp tam saate gitmektedir doğru mesalih hep
Ayar-ı adl-ü temkîni vereli mülke temşiyyet
Bu bâlâ kulede ser çekti işte evc-i âlâya
Bulunca sâye-i lutfunda taç cevher-i ziynet
Ede müzdad ömrün her dakika ol şehin Mevlâ
Tanin- endâz-ı dehr oldukça bang-i saat-i kudret
Bu bünyad-ı behinin tecdidine (Hâlet) dedim tarih:
Rasadgâh-ı Felâtun’ken yapıldı kule-i saat.”530
‘1289 ’رﺻﺪ آﺎﻩ ﻓﻼﻃﻮﻧﻜﻦ ﻳﺎ ﭘﻴﻠﺪي ﻗﻠﻪ ء ﺳﺎﻋﺖ
Kitabeye göre saat Sultan Abdü’l-aziz zamanında h.1289-m.1872 yılında Mabedin kubbesi üzerine ilâve
edilen tahtadan bir kule üzerine yapılmıştır. O vakit Konya’da Burdurlu Ahmet Paşa vali bulunuyordu. Kitabeyi
nazmeden Hâlet Efendi Konya mektupçusu idi. Bu Kitabenin Mabet yıkılırken kaybolduğunu söylediler.
Bizim çocukluğumuzda Mabet gaz deposu hâlinde kullanılıyordu.
Charlies Texier’in Descriptıon De L’asıe Mıneüre adlı eserinin ikinci cildindeki 100 numaralı resimde bu
525
-Sahâifü’l-Ahbar, c.2, s.559.
526
-Osmanlı Tarihi, c.5, s.327.
527
-Cihannüma, s.616.
528
-Ankara Kuyud-ı Kadîme Arşivi, Defter numarası 256.
529
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, Defter numarası 584. Burada dikkate şâyan bir nokta vardır. Konya’nın iç kalesi Alâe’d-
din Tepesi’nin etrafını saran kale idi. Zindankale’ye iç kale denilmiyordu. Bir vesikada Lala Ruzbe’nin Alâe’d-din Tepesi’ni
saran surun içindeki zâviyesi anlatılırken, Der-dâhil-i Ehmedek denilmektedir. İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 387 numarada
kayıtlı bulunan Defter-i Karaman’ın 39. yaprağında Vakf-ı Mescid-i Eflâtun der-iç kale başlığı altında Kızılkurt Çiftliği’nin,
dört dönüm bağ ve tarlanın ve Girvat Köyü’ndeki bir çiftliğin bu mescidin evkafı olduğu tasrih edilmektedir.
530
-Kitabeyi mimar Şahabettin Uzluk’dan aldık.
124
Mabedin saat kulesi hâline konmadan evvelki hâli pek güzel görülmektedir. Müellif Mâbedi tasvir ederken de
aynen şunları söyler:
“Kayseri tarz-ı mimarî-i kadîminde yapılmış mahrutî damlı küçük bir kilise binası hâlâ mevcuttur.”531
Bu Mabedin Eflâtun’la hiç alâkası yoktur. Ayos Amfilihiyos adına yapılmıştır. Türkler ve Müslümanlar
Amfilihiyos’u Eflâtun yapmışlar. O kadar.”532
Müze ile ilgili bir memur bir gazeteye yazdığı makalesinde ve Anadolu ajansına verdiği beyanında
Eflâtun’un Mezarı’nın Konya’da keşfedildiğini söylüyordu. Biz Tarih Hazinesi Mecmuası’nda bunu tashih
etmiştik. Sonra bütün yazılarımız gibi bu yazımız eline geçince kanaatini değiştirmiştir.
531
-Küçük Asya, c. 3, s.206.
532
-Bektaşilik Tetkikleri, s.137-138
533
-Bu kitâbe kalın bir badana tabakası altında idi. Birçok emek sarf ederek meydana çıkardık ve okumaya muvaffak olduk.
İlk defa ilim ve tarih âlemi önüne koyuyoruz. (Sene 1944)
534
-256 numaralı defter, sahife 50.
125
taşımaktadır ki bu köyün zemini Ferhuniye Türbesi’nin vakfıdır.535 Ayrıca urfiye ve tımarı da vardır. Yine
zannımıza göre Konya’nın Sahra Nahiyesi’ndeki İsmiller Çiftliği de adını bu Horasanlı’dan almıştır.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde bulunan h.924-m.1518 yılında Yavuz Sultan Selim adına Konya’yı yazan
Kemal Paşa Zâde’nin defterinde ve Konya Müzesi’nde bulunan 970 ve 971 tarihli bir Konya sicil defterinde
Konya mahalleleri arasında bu mescidin bânisinin adını taşıyan bir Şemse’d-din Mahallesi görüyoruz. Bu
defterlerde ve III.Murad’ın Konya Defteri’nde ayrıca bir de Kal’e Cerb Mahallesi vardır. Şu halde bu mescidin
bulunduğu mahalle eskiden kendi adını taşıyordu. Sonradan Kal’e Cerb Mahallesi’ne bağlanmıştır.
Kemale’d-din Oğul Bey’in h.646-m.1248 tarihli Hızır İlyaslık Vakfiyesi’nde536 bu mescidin bânisinin adı
Şemse’d-din Gazi şeklinde geçmektedir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 223 numaralı dosyada bu mescidin
tedavül kayıtları vardır. Mescidin Konya Çarşısı’nda beş dükkânı, vâkıf Server Ağa’nın Alemdar Köyü’nde bir
çiftliği vardır.
Erdemşah; atabey olmuş ve Erzurum’a bağlı İspir’de Mugîsü’d-din Tuğrul Şah adına bir câmi yaptırdığını
yerinde yaptığımız bir inceleme ile ilk defa ilim âlemine tanıtmıştık. Kitabesi şudur:
FAHRÜ’N-NİSA MESCİDİ
Mescid; Uluırmak civarında kendi adını verdiği mahallededir. İbadete açık olan Mabedin mimarî bir kıymeti
yoktur. Üstü çinko örtülü âdi bir yapıdır.
Sağına penceresi yoktur. Sol tarafına üç, kıble tarafına iki pencere açılır.
Önündeki parmaklıkla çevrilmiş bahçenin sonunda mezar taşları görülür.
Mabedin kapısının üstündeki levhada, “maşaallahü kân. Tarih-i inşası 1342 İ.Ferid” yazılıdır.
Mabedin 37 yıl evvel İ.Ferid isminde bir hayırsever tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Mezar taşlarını
eskiden bir çatı örtüyormuş. Mabet küçültülerek yeniden yapılırken türbe tamamen yıkılmış, mezar taşları açıkta
kalmıştır. Mabedin hiçbir yerinde eski devirlere ait yapanı, yaptıranı, yapıldığı tarihi gösteren bir Kitabe yoktur.
Mezar taşları som mermerdendir.
Mâbedi yaptıran Fahrü’n-Nİsa’nın türbede ahşap sandukalı bir mezarı varmış. O büsbütün yok olmuş.
Şimdi burada 7 mezar taşı kalmıştır. Selçuk tarzındaki 1,74 santim uzunluğundaki bir taşın üzerinin her
cephesinde üçer satır hâlinde Kitabe vardır. Besmele ve âyetlerden başka sol tarafının alt satırında buradaki
yatırın hüviyetini ve ölüm tarihini gösteren bir satır halinde şu Kitabe okunur:
‘ اﻧﺘﻘﻠﺖ ﻣﻦ دار اﻟﻔﻨﺎ اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎ اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﻤﻐﻔﻮرة ﺳﻴﺪة اﻟﺨﻮاﺗﻴﻦ ﻣﺨﺪوم ﭘﺎﺷﺎ ﺑﻨﺖ آﺮاﻓﻨﺪﻩ اﺑﻨﺔ ﻗﺎﻗﻠﻤﺸﺎ رﺣﻤﻬﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻓﻲ
اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ’
Taşın ayak tarafındaki yüzünde de: ‘ وﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ538’ ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ )اﺣﺪ( هﺸﺮ ذى اﻟﻘﻌﺪ ﺳﻨﺔ وﺗﺴﻌﻴﻦ
yazılıdır.
Buradaki hemzeyi
Kitabe ﻩhoca
bizeunutmuş
buradasiz unutmayın
796 yılı Zilkade’sinin on birinde ölen 'Kakılmışa adlı bir erkeğin kızı Efindire Küra
Hatun’un kızı Mahdum Paşa’nın gömülü olduğunu göstermektedir.
Kitabedeki ‘’ﻗﺎﻗﻠﻤﺸﺎKakılmışa’nın birinci cüzü olan ‘ka’ dan sonra bir zı ‘’ﺿﻰve ‘’ﻗﻠﻤﺸﺎdan sonrada bir h ‘’ﻩ
ilâve edilerek bunu Kalemşah ‘’ﻗﺎﺿﻲ ﻗﻠﻤﺸﺎﻩyapmaya zorlamayı doğru bulmuyoruz. Kitabede Mahdum Paşa
Hatun’un her nedense babasının adı yerine anasının ve dedesinin adları yazılmıştır. Arapça’da erkek çocuğa
‘’اﺑﻦİbn, kız çocuğa ‘’ﺑﻨﺖbint ve ‘ ’اﺑﻨﺔibn’et denir.
Anıt Mecmuası’nda Zeki Oral ‘’آﺮا اﻓﻨﺪرﻩKüra Efendire’yi tereddütle okumuş, ‘’اﺑﻨﺔibnet-i kelimesini hiç
okuyamamıştır. Kakılmışa’dan da ‘Kadı Kalamşah’a intikal etmiştir. Kitabenin başka taraflarında hakkâk ve
hattat hatası olmadığına göre has ad olan bir kelimede iki yazı hatasının yapıldığını kabul etmek pek doğru
olmaz sanırız.539
Küra Efendire Türk ve Müslüman kızlarına verilen yaygın bir addır. Akşehir’de Sahib Ata Türbesi’nin içine
sonradan nakledilen bir Efendire Hatun mezar taşı vardır. Bu Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Bey’in 797 yılında
535
-İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde bulunan 63 numaralı ve 924 tarihli Konya defteri.
536
-Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi, defter 601, Sıra No 254, s. 193
537
-Bu hususda, Erzurum Tarihi adlı kitabımızın 509-510. sahifelerinde geniş bilgi vardır.
538
-Bu kelime çok ezilmiştir. ‘ ’ﺛﻠﺜﻴﻦSelâsin gibi de okunabilir.
539
-Anıt Dergisi, sayı14
126
ölen kızı Efendire Hatun’dur. Kitabe şöyle: ‘ اﻟﺴﻌﻴﺪة اﻟﺸﻬﻴﺪة اﻓﻨﺪرﻩ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻚ اﺑﻦ اورﺧﺎن ﺑﻦ ﻋﺜﻤﺎن ﻃﺎﺑﺖ ﺛﺮاهﺎ...’
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 1159-1162 tarihli Ahkâm Defteri’nde Andugi Nahiyesi’nde Hisarballık
Köyü’nde bir Efendire Hatun Zaviyesi’nin bulunduğunu öğreniyoruz. Dilimizde bazı kelimelerin sonuna re ‘’رﻩ
ilâve edilmek sureti ile müennes yapılmaktadır.
Divân-ı Lügati’t Türk’e göre; ‘efinmek’ Türkçe’de insana mûnis gelmek, hoş gelmek manasınadır. Efendire
de insana mûnis gelen, hoş gelen kadın anlamınadır.
Erkek hükümdar manasına gelen han ve bey kelimelerinin sonlarına bir ‘m’ harfi eklenmek sureti ile dişi
han, dişi bey manasına hanum ve beğüm yapılır.
Hanre de efendire gibi Türkler arasında yayılmış bir kadın ve kız ismidir. Caca Bey’in 671 tarihli
vakfiyesinde bir vakıf yer sınırlandırılırken ‘’اﻓﻨﺪEfend isminde bir Türk erkek adı geçer.540
Orhan Gazi’nin İstanbul İnkılâp Müzesi’nde bulunan h.727-m.232 tarihli orijinal vakfiyesinde bir Efendire
bint-i Akbaşlı vardır. Daha birçok arşiv vesikalarında bu ada tesadüf edilmektedir.541
Rumca ‘kira’ hanım anlamınadır. Osmanlı yurdunun birçok yerlerinde Türkler ve Müslümanlar Rum
vatandaşları ile beraber yaşadıkları için Rumlar’ın bazı adlarını almış olmaları çok muhtemeldir. Bu takdirde bu
adın kira gibi okunması da mümkün olabilir. Amma biz küra ve küraçe Türkçe bir ad olduğunu bu kitabımızın
bir başka bölümünde izah etmiştik.
Burada 828 Zilhicce’sinin başlarında öldüğü anlaşılan Hacı Ahmed’in kızı Desbini Hatun’la aynı tarihle
ölen Mezid Bey’in kızı Mısır Hatun’un mezar taşları da vardır. Burada 778 ve 804 tarihlerini taşıyan iki mezar
ayak taşı daha gördük. Baş taşları kayıp olduğundan kimlere ait olduğu bilinemiyor. Bu taşlar Karamanoğlu
devri mezar taşlarının bütün hususiyetlerini yaşattıkları için tarihî kıymetleri vardır. Doktor J. H. Löytved 1907
tarihinde burada 770 tarihli Karamanoğlu devrine ait kıymetli bir mezar taşı bulunduğunu söylüyor. Şimdi bu taş
yok olmuştur.
Mescidin solunda aynı ismi taşıyan bir çeşme vardır. Üstündeki tâlik yazılı Kitabe şudur:
“Besmele ile nûş eden şifâ bulur. Tarih-i ihyâsı 2 Temmuz 1927”
Eski kayıtlardan burasının bir zaviye olarak yapıldığını öğreniyoruz. Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir
kayıtta bu Mabedin Fenise Hatun tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. Fahrü’n-nisa da bu kadının unvanı
olacaktır.
Konya; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine alındıktan sonra Fatih’in yaptırdığı ilk umumî yazımda
Fahrü’n-nisa Zaviyesi faal bir halde idi. Veysi isminde bir zat zaviyenin şeyhi idi. Seydişehri’nin Kayapınar
Köyü yanındaki Fahrü’n-nisa Çiftliği, Konya’da Kadı Kızı Bağı’nın yerinin altıda biri, Filabat’ta bir tarla ve
Flaros’da bir bağ bu zaviyenin evkafı arasında idi. H.906-m.1500 yılında yapılan ikinci Osmanlı yazımında da
zaviyede Teberrük isminde birisi şeyh bulunuyordu. Kevele-Takkeli dağ civarında, Ekizce ve Karayer’de
Filabat’da ve Kovanağzı’nda bu zaviyeye ati vakıf tarlalar vardı.
Konya valileri olan Sultan Cem ve Sultan Abdullah bu zaviyenin 100 dönüm tutan tarlalarına ve dört parça
bağlarına meccânen su verilmesi ve bunlardan öşür alınmaması hakkında emirnâmeler vermişlerdir.
Tahrir heyeti bu emirlerin suretlerini, köhne defterde de görmüşler ve bunların hükümlerini ibka etmişlerdi.
III.Murad zamanında yapılan bir tahrirde zaviyenin kapandığı ve evkafının bî-nam ve bî-nişan olduğu
görülmüştür.542
540
-Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nureddin 1272 tarihli Arapça-Moğolca vakfiyesi. s.303
541
-Bu hususta Akşehir adlı kitabımızın 295 ve 296. sahifelerinde geniş mâlûmat vardır.
542
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, 584 numaralı defterde.
543
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi 584 No. da kayıtlı 992 tarihli defter, Yaprak B. 9
127
vakfiyesi bulunduğunu gösteriyor. Kuyud-i Kadime Arşivi’nde 255 ve 256 no’larda kayıtlı Fatih ve II.Bayezid
vakıf defterlerinde kısaca mescid şöyle yer almıştır: ‘’ﻣﺴﺠﺪ ﻣﺤﻠﻪ ء ﻗﺎﺿﻲ ﻗﻠﻤﺸﺎﻩ
Şu halde mahallenin adı Kazi Kalemşah olması lâzımdır. Selçuk devrinin bir Tace’d-din Kalem-Şah’ı vardır.
Eflâkî bunu “Kadıların Sultanı Tace’d-din Kalemşah” şeklinde alır544. Biz bu Kalemşah’a,Kalemî
denildiğini sanıyoruz.
İşte mescid, medrese ve zaviye bu adam adına yapılmış idi. Oğlu da yetişmiş, kadı olmuş ve Kalemşahoğlu
şöhretini almıştı. Babasının yerine medreseye müderris ve hanikaha şeyh olmuştu.
Meşhur seyyah İbn Batuta Karamanoğulları’ndan Bedre’d-din; Karaman Beyi iken Konya’ya gelmiş ve
tekkelerin en büyüklerinden olan Konya Kadısı İbn Kalemşah’ın zaviyesine inmiştir. Ahiler’den olan bu zatın
pek çok talebesi varmış, şalvar giyerlermiş.545
Lârende’de (Karaman) Kalemî’nin bir zaviyesi vardır. Vâkıfı Karamanoğulları’ndan Süleyman Bey’dir.
Fatih’in vakıf defterinde bu zaviye vardır ve aynen şöyle denir: ‘ واﻗﻒ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻚ ﻋﻦ اﺑﻨﺎء ﻗﺮﻣﺎن در... وﻗﻒ زاوﻳﻪ ء ﻗﻠﻤﻲ
’ﺗﺼﺮف ﺳﻴﺪي ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن
Fatih devrine bu zaviye harap olduğu için üstüne mensuh yazılmıştır. Zaviyenin yanındaki bir değirmen ile
zaviyeye bitişik bir bağ, Çakır Yeri arsaları ve Debbağhane yanında bağ ve Tayı Buzhanesi ve Sultan
Hamamı’ndan Buğday Pazarı’na giderken olan dükkânların yerleri ve Topraklık Yeri ve Seldirek Köyü bu
zaviyenin vakfı idi.
Konya Şer’iye Sicilleri’nde de 940 tarihli bir kadı hücceti gördük, bunda aynen şöyle söyleniyor:
“Konya’da vâki olan Kadı Kalemşah Medresesi’ne müderris ve mütevelli olan Mevlâna Kaya Bali medrese-
i mezkûre evkafından Lârende’de hanikah vakfı ile İbrahim Bey vakfı ile...
Kalemşah Medresesi ve Zaviyesi; Konya’da Araboğlu Makası’nın karşısındaki meydanda idi. 70 sene evvel
bu kubbeli taş yapı ayakta idi. Fahrettin Paşa Parkı yapılırken yıktırılarak - birçok emsâli gibi- yok olmuştur.
544
-Âriflerin Menkıbeleri, c. 2, s. 458.
545
-İbn Batuta Seyahatnâmesi, c.I, s. 322
546
-Menakıb-ı Hazreti Mevlânâ Celâleddin Rûmî, s. 20
547
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, 255 ve 256 numaralı defterler.
128
okunur:
548
... ﻓﻲ اﻳﺎم اﻟﺪوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻂ-1
ﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﺮ-2
هﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻣﺮ هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻌﺒﺪ ا-3
ﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﺤﺎﺟﻰ-4
ﻓﺮخ ﻓﻲ اول رﺟﺐ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﺎ ﻋﺸﺮ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-5
Kitabeye göre mescid, 612 yılının Recebi evvelinde I.İzze’d-din Keykavus İbn Giyasü’d-din Keyhüsrev
zamanında Hacı Ferruh tarafından yaptırılmıştır.
Kapıdan; tamamen taşla yapılmış beşikörtüsü tonoz kubbeli bir antreye girilir. İç kapının yanlarında birer
mihrapçık vardır. Kapının iki yanlarında kapı kemerlerine kadar hendesî kabartmalarla süslü taşlar yükselir.
Kabartmaların aralarında sekizer şua’alı yıldızlar görülür. Bundan sonra da duvara sokulmuş pil pâye şeklinde
birer kemer ayağı göze çarpar. Bunlar bize eskiden antrenin daha başka bir şekilde kubbelerle örtülmüş olduğuna
işaret ediyorlar. Bunu kabul etmezsek bunların başka bir binadan getirilerek burada gelişi güzel kullanılmış
olduklarını söylemek lazımdır ki buna dilimiz varmaz. Antrenin solundaki merdiven de bunu gösterir. Şimdi
Mabedin damına çıkılan bu merdivenle eskiden ya minareye veyahut ikinci kattaki bir kısma, belki de mektebe
çıkılırdı.
İç kapının üstündeki mermerde sülüs ile şu Kitabe okunur:
ﻋﻤﻞ رﻣﻀﺎن
ﺑﻦ آﻨﺶ
Altında da ‘’اﻟﻘﻴﺼﺮى ﻋﻔﻰ ﻋﻨﻪgörülür.
Bu; Mamurenin Mimar Ramazan tarafından yapıldığını göstermektedir.
Mimarın babasının adı Güneş ‘’آﻨﺶdir. Mağrip yazılarında çok kere (şın) harfinin üç noktası altına konur.
İstanbul’da Köprülü Kütüphanesi’nde bulunan Arapça Kitabu’l-Medafi adlı resimli tek eserde ‘şın’ harfinin
noktaları altına konmuştur. Mimarın memleketini gösteren altındaki kelimeler kazınmıştır. Biz, izlerinden bunu
El-Kayserî gibi okuduk. Yapıda Kayseri mimarî tarzının hâkim oluşu da bize bu mimarın Kayserili olduğunu
pek âlâ gösteriyor. Böylece her tarafı ve bilhassa kubbeleri taş binalara en çok Kayseri’de rastlanır. Bunun için
bu tarzlara biz Kayseri Tipi diyeceğiz. Kayseri’de Melik Gazi Medresesi’ni, Kadı Hamamı’nı, Siracü’d-din
Medresesi’ni, Emir Şihab Türbesi’ni örnek olarak söyleyebiliriz. Emir Şihab Türbesi’ni h.812-m.1424 tarihinde
‘’آﺎﻟﻴﻮن ﺑﻦ ﻳﺮواﻧﻮاYırvanuva oğlu Kalayon isminde bir mimarın yaptığını üstündeki Kitabesinden öğreniyoruz.
Mâbedi eskiden tek ve sağır bir kubbe örterdi. Kubbe, kasnağına kadar yıkıldığı için sonradan ağaçla
örtülmüştür.
Mabedin taş mihrabı fevkalâde nefistir. İki tarafında hendesî kabartmalar ve üstünde istalaktitler vardır.
Mabedin kıble tarafına yalnız bir küçük pencere açılmaktadır. Antresinin sağına ve soluna eskiden birer pencere
daha açılırmış. Üstlerindeki süslü frizleri ve söveleri hâlâ durmaktadır. Mabedin üstündeki Kitabenin de
sonradan yerleştirildiğine bakarak hükmediyoruz ki Mabet; Konya’da bu tarihlerden de evvel yapılan birçok
abideleri yıkan bir zelzeleden müteessir olmuştu. Sonradan esaslı bir surette tamir edilmiştir.
Mabedin kıble tarafında küçük bir mezarlığı vardır. Burada Selçuk tarzında üstünde yalnız İhlas Sûresi ve
Âyete’l-Kürsî bulunan bir sanduka kalmıştır. Sandukada ölünün ismi ve ölüm tarihi yoktur.
Fatih, Konya vakıflarını tespit ettirirken bu mescid de İl Yazıcı Defteri’ne şöyle geçmiştir: ‘ وﻗﻒ ﻣﺴﺠﺪ
’وآﺘﺎﺑﺨﺎﻧﻪء ﺧﻮاﺟﻪ ﻓﺮخ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ در ﺗﺼﺮف ﺳﻴﺪي ﻣﺤﻤﻮد ﺑﺤﻜﻢ ﻧﺎﻓﺬ
Demek ki Fatih zamanında burada bir mescitle kütüphane vardı. Mütevellisi de Seyid Mahmud isminde bir
zat idi. Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Salurcuk Çiftliği de bunun yegâne vakfıdır.549
II.Bayezid devrinde buradaki kütüphanenin mektep haline konulduğu anlaşılmaktadır. O vakit mescidin
imamı Mevlâna Hüsame’d-din idi. Bayezid’in tahrir heyeti, mescidin evkafını şöyle tespit etmişlerdi:
1-Mahmudlar Köyü halkı tarafından ekilmekte olan Salurcuk Çiftliği.
2- Kovanağzı’nda ve Akyüğ’de tarla.
3- Konya’da Kâfir Ermes ‘’ارﻣﻪ سinde bir bağ.
III.Murad’ın tahrir heyeti de mescitle beraber mektebi ve aynı evkafı tespit etmişlerdir.550
Bize bu kıymetli yâdigârı bırakan Hacı Ferruh kimdir? Bunu araştıralım:
Hacı Ferruh; Selçuk Sarayı teşkilâtında mühim yeri olan bir vezir, üstad-i dâr,‘’ﺧﺎزن ﺧﺎصhassa hazinedarı
548
-Kitâbenin sol köşesinde kırık yerin kitâbesi şöyle tamamlanır: ‘ ’ـﺎ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﺰ اﻟﺪKitâbede bazı kaide hataları da vardır.
Üçüncü satırdaki ‘’هﺬاdan sonra bir ‘’اdaha bulunması lâzımdır. Dördüncü satırdaki ‘’اﻟﻰkelimesi ‘’رﺣﻤﺔkelimesine bitişik gibi
yazılmıştır. Son satırda ‘’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪden evvel bir ‘’وkonmalı idi.
549
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, Defter numarası 256.
550
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, Defter numarası 584.
129
idi. Biz bunu Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 584 numaralı defterin 288.sahifesindeki
Sivas Medrese-i Şifaiyesi’nin 618 tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz.
I.İzze’d-din Keykavus h.616-m.1219 yılında vefatından evvel Medrese-i Şifaiye’yi yaptırmış fakat
vakfiyesini tescil ettirmemişti.
H.618-m.1221 yılında tescil edilen vakfiyesinde Hassa Hazinedarı Hacı Ferruh İbn Abdullah evkafına
mütevelli tayin edilmiştir. Vakfiyede ismi ve vasfı şöyle geçer: ‘ وﺟﻌﻞ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺟﻞ اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻤﺒﺠﻞ اﻟﺨﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎدل اﻟﻜﺎﻓﻲ
اﻟﻜﺎﻣﻞ اﻟﻤﻈﻔﺮ اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻟﻤﻨﺼﻮر اﻟﻤﺸﻴﺪ ﺟﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ ﺟﻼل اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻋﻤﺪة اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻓﻲ اﻟﻤﻤﺎﻟﻚ اﺳﺘﺎد اﻟﺪار ﻓﺮخ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ
’اﻟﺨﺎزن اﻟﺨﺎص دام ﺗﻮﻓﻴﻘﻪ ﻣﺘﻮﻟﻴﺎ اﻟﻰ اﻻوﻗﺎف اﻟﻤﺬآﻮرة
Abbasiler’de, Harzemşahlar ve Memlûkler’de de bulunan Üstadü’d-Dârlık Anadolu Selçukluları’nda da
vardı. Bu vezir, hükümdarın gelirlerini tahsile ve sarfa memur olup sarayın ve saray matbahının ve şaraphâne ve
sair teşkilatın, bütün saray memur ve müstahdemlerinin en büyük âmiri idi. Bunların en mühim vazifelerinden
birisi de Selçuk yurdundaki bütün vakıfların murakabesidir. Bu bakımdan bunlar Selçuklular’ın evkaf nâzırları
idiler.551
I.Sultan Alâe’d-din öldüğü zaman Hacı Ferruh’ II.Keyhüsrev’i tahta oturtanlar arasında bulunuyordu. İbn
Bibi onu Lala Cemale’d-din Ferruh şeklinde, bizim vakfiyede bulduğumuz ad ve unvanla tespit etmiştir.552 Öyle
anlıyoruz ki Hacı Ferruh 1236 yılından evvel lala’lığa, atabey’liğe terfi etmişlerdi. Emir Hacı Ferruh h.633-
m.1235 tarihinde Çankırı’da Dâru’l-Âfiye adlı bir hastane yapmıştı. Hastanenin kapısında şu Kitabe vardır:
( ﻓﻲ اﺛﻨﻴﻦ ذي اﻟﺤﺠﺔ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ ) ؟
اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻲ
اﻣﺮ ﺑﻌﻤﺎرة هﺬﻩ دار اﻟﻌﺎﻓﻴﺔ اﻟﻤﻴﻤﻮﻧﺔ ﻓﻲ أﻳﺎم دوﻟﺔ-1
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ-2
آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻋﺰ اﷲ اﻧﺼﺎرﻩ3-
اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ رﺑﻪ ﺟﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ ﻓﺮخ
اﻟﻼﻻ اﻻﺗﺎﺑﻚ اﻟﻤﻠﻜﻲ اﻟﻌﺘﺎﻗﻰ وﻓﻘﻪ اﷲ553
Emir Hacı Ferruh h.640-m.1242 yılında ölmüş ve Çankırı’daki Taş Medrese civarındaki türbeye
gömülmüştür. Mezar taşında adı Celâle’d-din Ferruh İbn Abdü’l-latif şeklinde geçmektedir.
Babasının adının vakfiyede Abdullah, mezar taşında Abdü’l-latif gibi geçmesinden anlıyoruz ki Hacı Ferruh
dönmedir. Selçuk gulamhânelerinde, Karatâyî gibi yetişmiştir.
Sivas Daru’ş-Şifa vakfiyesinde Bedrü’d-din Ali isminde bir mimarın adı geçmektedir ki Mevlâna Türbesi’ni
yapan mimar da budur.554
551
-Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, s. 87.
552
-İbn Bibi Tercümesi, s. 189.
553
-Bu kitâbe şimdi Çankırı Müzesi’ndedir. Doktor Süheyl Ünver bu kitâbeyi, Selçuk Tababeti adlı eserinde bazı hatalarla
nakletmiştir. s. 71.
554
-Fransızca Eflâkî Menâkıbi, c. I, s. 147.
555
-Bu cümlelerin mânâsı: “Mevt bir şerbettir; herkes onu içer. Ölüm bir attır; herkes ona biner, kabir bir sâyebandır; herkes
orada oturur.”
130
1131 ﺳﻨﻪ
Kitabeye göre Abdü’l-fettah Çavuş h.1131-m.1718 yılında idam edilmiştir. Oğlu Abdullah Çavuş’un mezar
taşındaki karışık Kitabeyi de okuyalım:
اآﺮ دﻧﻴﺎ ﺑﺰﻩ ﺑﺎﻗﻲ ﻗﺎﻻﻳﺪي
ﻓﻠﻜﺪن اﻧﺘﻘﺎم ﺁﻟﻤﻖ ﻗﺎﻻﻳﺪي
آﻮﻧﻲ آﻮن ﻗﻴﺪﻧﻲ ﻣﺤﻜﻢ آﻮرﻳﺪي
. اﺟﻞ اﻣﺎن ورر اوﻟﻴﺪي
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻘﺘﻮل
اﻟﺤﺎﺟﻰ ﻋﺒﺪ اﷲ ﭼﺎوش روﺣﻴﭽﻮن ﻓﺎﺗﺤﻪ
1131 ﺳﻨﻪ
Abdullah Çavuş’un da babası Abdü’l-fettah ile beraber idam edildiği anlaşılmaktadır. Abdü’l-fettah Çavuş
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 1255 Anadolu Başlar numaralı defterin 343. sahifesinde
22 Şevval 1124 (m.1712) tarihinde tanzim edilmiş bir vakfiyesi vardı. Bu vakfiyenin bir sureti de Konya Vakıflar
Müdürlüğü’ndeki beş numaralı defterin 220. sahifesinde kayıtlıdır. Vakfiyede Abdü’l-fettah Çavuş’un adı ve
şöhreti şöyle geçer:
‘ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺧﻮﺷﺨﻮان ﻣﺤﻠﻪ ﺳﻨﺪن ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت ﻃﺎﻟﺐ اﻟﺼﺪﻗﺎت واﻟﻤﺒﺮات درآﺎﻩ ﻋﺎﻟﻲ دام ﻣﺤﻔﻮﻓﺎ ﺑﺎﻟﻤﻌﺎﻟﻲ ﻳﻜﻴﭽﺮي ﭼﺎوﺷﻠﺮﻧﺪن
ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺣﺼﻨﻲ ﺧﺎرﺟﻨﺪﻩ ﭼﺎدر ﭼﺸﻤﻪ دﻳﻤﻜﻠﻪ ﻣﻌﺮوف ﭼﺸﻤﻪ ﻗﺮﺑﻨﺪﻩ اﻃﺮاف ارﺑﻌﻪ... ﻓﺨﺮ اﻟﻌﺴﺎآﺮ واﻟﺠﻴﻮش اﻟﺤﺎج ﻋﺒﺪ اﻟﻔﺘﺎح ﭼﺎوش اﺑﻦ ﻣﺼﻄﻔﻲ
ﺳﻲ ﻃﺮﻳﻖ ﻋﺎم اﻳﻠﻪ ﻣﺤﺪود ﭘﻴﺮ اﺳﻌﺪ ﺳﻠﻄﺎن وﻗﻔﻨﻪ ﺳﻨﻪ دﻩ اﻟﻠﻲ ﺟﺪﻳﺪ ﺁﻗﭽﻪ إﺟﺎرﻩ ء زﻣﻴﻨﻲ اوﻻن ﺑﺎﻏﭽﻪء ﻣﻐﺮوﺳﻪ ﺳﻲ ﻣﻠﻚ اﺷﺠﺎر وآﺮوم
.ودرون ﺑﺎﻏﭽﻪ دﻩ ﻣﺠﺪدا ﺑﻨﺎ اﻳﻠﺪﻳﻜﻢ ﺑﺮ ﺑﺎب اوﻃﻪ وﻳﺎزﻟﻖ و ﺑﺮ ﻣﻄﺒﺦ وﺣﻮﻟﻲ ﺳﻠﻚ ﻣﻠﻜﻤﺪﻩ اﻳﻜﻦ ﺑﻮﻧﺪن اﻗﺪم ﺟﻬﺖ اﺧﺮﻩ وﻗﻒ وﺣﺒﺲ اﻳﻠﺪم دﻳﺪي
...’ﺑﻦ ﺣﻴﺎﺗﺪﻩ اﻳﻜﻦ ﺑﻮﻧﻠﺮي دآﻴﺸﺪﻳﺮﻩ ﺑﻴﻠﻪ ﺟﻜﻢ اﻳﭽﻮن ﺣﺎ ًﻻ رﺟﻮع اﻳﺪوب
Abdü’l-fettah Çavuş evvelce hükümdarın emri ile Konya’da Lâle Yeri denilen mahalledeki câmii tevsi
ederek buraya bir minber koyduğu ve ittisaline de bir mektep yaptığı gibi At Pazarı Kapısı haricinde Çadır
Çeşme kurbindeki menzilhânesinin ittisaline de bir medrese yaptırmıştır. Bu hayır müesseseleri için şunları
vakfetmektedir:
1- Konya Suru önündeki Çadır Çeşme yakınında bir oda, bir yazlık, bir bahçe ve üzüm bağını ihtiva eden bir
ev.
2- At Pazarı Kapısı haricinde Çadır Çeşme yakınındaki hanın yarısı ve hanın ittisalindeki yedi dükkân ve
üstündeki odalar.
3- Aynı mahallede Çömlekçiler Sokağı’nda bir çömlekçi dükkânı.
4- Aynı yerde Kiremit Çukuru ve Miskinler Gölü denilen yerdeki bir menzilhâne ve buradaki bir bahçe.
5- Menzilhâne ittisalinde on dükkân.
Vakfiyeye göre Abdü’l-fettah Çavuş hayatta iken kendisi ve vefatından sonra oğlu Hacı Abdullah; câmi ve
medresesine mütevellî olacak, ondan sonra tevliyet en iyi ve sâlih erkek evladına şart koşulmuştur. Şimdiki
Abdü’l-fettah Mescidi’’ni vaktiyle Bali Beşe isminde bir zat yaptırmıştı. Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki beş
numaralı defterin 296. sahifesinde 1232 Recebi başında tanzim edilmiş bir vakfiyesi vardır. Vakıf; Şükran
Mahallesinde (Hafız Mustafa İbn Es-Seyyid Abdü’l-fettah İbn Es-Seyyid Mustafa-yı Konevî’dir. Bu zat babasının
ikmâline muvaffak olamadığı medresesini tamamlamış ve beş yüz kuruş ta vakıf etmiştir. Abdü’l-fettah
Çavuş’un babasının adı Hacı Mustafa olmasaydı biz bu ikinci vakfiyedeki Abdü’l-fettah’ı başka bir Abdü’l-fettah
sanacaktık. Hâlbuki Hafız Mustafa; Abdü’l-fettah Çavuş’un oğludur. Babası ve amcasının idamlarından tam 101
sene sonra babasının başladığı medresesini tamamlatmış ve vakıf etmiştir. Konyalıların çok uzun ömürlü
olduklarını Evliya Çelebi yazmıyor mu? Hamdizâde Râgıp Efendi Hacı Fettah Medresesi’nin Gevrakî Medresesi
yerinde olduğunu söylüyor.
Hanı da Mecidiyeler’in Hanı’nın arkasında Bulgur Tekkesi’nin batı kuzeyinde idi. Şükran Mahallesi’ndeki
medrese de yıkılıp satılmıştır. Hacı Fettah Mezarlığı’nda birçok meşhurların mezarları vardır. Cami’in kıble
penceresi önünde kavuklu çok kıymetli bir mezar taşında sülüs ile şu beş satırlık Kitabeyi okuyorum:
دورﻳﻠﻮب ﺑﻮﺳﺘﺎن ﺁل اﺣﻤﺪ اﻳﭽﺮﻩ ﺑﺮ ﺳﺮو
آﺮﭼﻪ ﻗﻮﭘﺪي اوﻟﺪي ﺗﺴﻠﻴﻢ اﻳﺪرك ﺗﻮﺣﻴﺪ ﺣﻖ
ﺣﺎﻟﺖ اﻓﺰاي ﻓﺮاﻗﻴﻠﻪ دﻳﺪم ﺗﺎرﻳﺦ اﭼﻮن
1162 ﺳﻴﺪ ﻋﺒﺪ اﻟﻘﺎدر ﻩ ﻣﺄوى اوﻟﺪي ﺟﻨﺎن ﺣﻖ ﺳﻨﻪ
Yine başka bir mezar taşında da şu Kitabeyi görüyoruz:
ﻗﻮﻧﻴﻪ دﻩ ﺳﻴﺪ اﻳﻜﻦ ﺁﻏﺎي اﻋﻴﺎن ﻣﻔﺨﺮي
هﻢ ﻧﻘﻴﺐ وهﻢ آﺮﻳﻢ وهﻢ دﺧﻲ ذات اﻋﻼ
اون اﻳﻜﻨﺠﻲ روزﺷﻨﺒﻪ ﺁﺧﺮ ﺷﻬﺮ ﺟﻤﺎد
وﻗﺖ اﺷﺮاق اﻳﺠﺮﻩ آﻴﺘﺪي اﻳﺘﺪي ﺗﺒﺪﻳﻞ دﻧﻴﺎ
دﻳﺪي ﻧﻘﻮﻃﻦ اﻟﻮب ﺁآﺎ ﺗﺎرﻳﺦ وﻓﺎت
1142روح اﻟﺴﻴﺪ ﻳﻜﻦ ﺁﻏﺎﻳﻪ اوﻟﺴﻮن ﺑﻴﻚ دﻋﺎ
131
Son mısraın noktalı harfleri alınınca bu zâtın h.1142-m.1729 yılında öldüğü anlaşılır. Bu mezarlıkta
Konya’nın büyük âlimlerinden 22 Cumadie’l-ula 1324 yılında ölen Şeyh Mehmed Bahae’d-din Efendi ile ikinci
oğlu 22 Muharrem 1339’da idam edilen Rifat Efendi ve 1319’da ölen ulemâdan Nuzumlalı Hacı Ahmed
Efendi’nin mezarları ve türbeleri vardır. Şeyh Mehmed Bahae’d-din Efendi’nin mezarı üstüne dört sütunun
tuttuğu zarif ve nârin bir kubbe yapılmıştır. Mezarlığın batı güney köşesinde Külahçı mescidi vardır.
556
-Mevlânâ Şehri Konya adlı eserin 170. sahifesinde bu cami Kadı Mürsel Camii sanılarak bir takım yanlış mâlhumat
verildiği gibi kitâbe de bir çok hata ile kopya edilmiştir. En büyük hata tarih mısraında yapılmıştır. Onun okuduğuna göre
mısraın noktalı harfleri ebced hesabına vurulursa 1226 rakamları çıkar. Hâlbuki altında tarih (1325) rakamları ile ayrıca
gösterilmiştir.
557
-Hadikatü’l-Cevâmi, c.l, s.200
132
vardır. Hamam çift idi. Bu hamamın ittisalindeki Dâru’l-Hadis ve Dâru’l-Huffazı Kuyumcu Zâde ‘ اﺑﻦ
’اﻟﺼﺎﻳﻎşöhretini taşıyan Hoca Salman yaptırmıştı. Sonra bu hamamın yerine Fethiye Medresesi yapılmıştı.
Medresenin şimalinde tek kubbeli bir mescid vardı. Son zamanlara kadar ayakta kalan ve Çarşamba Mescidi
adını alan bu Mabet Dâru’l-Hadis’in mescidi idi. Hoca Salman’ın Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki üç numaralı
defterin 378. sahifesinde 14 Ramazan 832 tarihli Arapça bir vakfiyesi vardır. Mahmud İbn Ahmed-i Şafi’i’
Ahmed İbn Hasan ve Mahmud İbn Yusuf’un şahadetleriyle tanzim edilen bu vakfiyede vâkıfın evsafı ve adı şöyle
geçer: ‘ اﻻﻋﺰ اﻻﺟﻞ اﻟﻤﺤﺘﺮم اﻟﺸﺮﻳﻒ اﻻﺟﺪ واﺣﺪ اﻻﻋﻴﺎن ﻣﺠﻤﻊ اﻟﻤﻨﺎﻗﺐ واﻟﻤﻜﺎرم واﻻﺣﺴﺎن ﻓﺮﻳﺪ اﻟﻌﺼﺮ ﺻﺎﺣﺐ... وهﻮ اﻟﻮاﻗﻒ اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻟﻤﺨﻠﺪ
اﻟﻤﺪﻋﻮ ﺑﺨﻮاﺟﻪ ﺳﻜﻤﺎن اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺳﻠﻴﻤﺎن اﻟﺼﺎﻳﻎ... ’اﻟﺨﻴﺮات
Şimdi Hacı Hasan Camii’nin kıble duvarında bulunan kıymetli basita’yı Kuyumcu Hasan yapmıştır. Bu
Kuyumcu Hasan’ın Hoca Salman’ın evladından birisi olacağını tahmin ediyoruz. Demek ki Hacı Hasan Efendi;
camii yaptırırken yıkılan cami ve medreselerden hem Kadı Mürsel camiinin, hem de Hoca Salman Dâru’l-
Hadis’inin Kitabelerini alarak kendi Mamuresinin duvarlarına koydurarak bunların bize kadar gelmesini temin
etmek sureti ile büyük bir kadirbilirlik göstermiştir. Hoca Salman Mamuresi’ni Said Âbadi Derbi558 içine
yaptırmıştır. Vakfiye ile Hoca Salman şunları vakfetmiştir:
Dâru’l-Hadis ve Dâru’l-Huffaz ittisalinde çift hamam ile hamamın ittisalinde bir kaç dükkân, Karahüyük,
Köşk Kavak ve Fakıh Ahmed’de ziraata elverişli tarlalarla bağlar.
Dârü’l-Hadis’in yanında iki katlı bir bina vardı. Üstünde hafızlar ilim-i kıraat, altında da çocuklar Kur’an
öğrenecekler. Bu vakfiyenin altındaki 2 Zilhicce 1255 tarihli bir yazıda Hacı Hasan Camii ile ittisalindeki
medresenin mütevellisi seksen senelerden beri gaip olduğu ve bu iki müessesenin geliri de kalmadığı için
medrese tamamen, cami kısmen harap olduğu ve ittisalindeki Hoca Salman ile Server Ağa’nın müştereken vakfı
olan çift hamam da on beş seneden beri terk edildiği için yalnız temel taşları kaldığı ileri sürülerek buraya bir
medrese yaptırılması ve bu eski medrese ile hamamların enkazının bu yeni medresede kullanılmasına müsade
edilmesi istenilmektedir. İşte bundan sonra Kara Hafız Mustafa Muhtar Efendi buraya iki dershane ve 31 odayı
müştemil bir medrese yaptırmış ve vakfiyesini tanzim ettirmeden ölmüş olduğu için oğulları Abdü’r-rahim ve
Hacı Ahmed Efendiler 27 Receb 1313 tarihinde bir vakfiye tanzim ettirmişlerdir.
Türkiye’nin Sıhhî’ İçtimâî Coğrafyası - Konya adlı eserin otuz yedinci sahifesinde incelediğimiz bu camiin
822 yılında tesis ve Mürsel İbn Hacı Mustafa tarafından tamir ve tecdit edildiği hakkındaki mütalaası tamamen
yanlıştır. Hacı Hasan Camii’nin kıble duvarındaki Kadı Mürsel İbn Mustafa’nın camiine ait Kitabe 812
tarihlidir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi bu başka bir yerden getirilmiştir. Hâlbuki ikinci Hacı Hasan; Kadı
Mürsel’den sonra gelmiş ve 1077 tarihinde bu camii yaptırmıştır. 559
Müstevfi Hamamı’nın 1255 tarihinden evvel yıkıldığı ve yerine mescid ve medresenin yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Hoca Salman Dâru’l-Hadisi’ni Fatih’in Konya evkaf defterinde görüyoruz. Burada Postindûz Hamamı’nın
iki sülüsünün bu Dâru’l-Hadis’e vakfedildiği tasrih edilmektedir.
II.Bayezid defterinde bu Dâru’l-Hadis hakkında daha geniş malûmat vardır. O vakit Dâru’l-Hadis’in
mütevellisi vâkıfın evlâdından birisi idi. Umumî gelirin üçte birisinin tevliyet hissesi olarak ayrılacağı ve Pazar
ve Perşembe günleri dört hâfızın birer cüz Kur’an okumaları vakıfnâme şartlarından olduğu ve Kürkçüler
hamamının muayyen hissesinin bu Dâru’l-Hadis’e tahsis edildiği açıkça gösterilmiştir.
III.Murad’ın Konya Defteri’nde Salman’ın babasının adının Emir İshak olduğu söyleniyor.560
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 3 numaralı defterin 499. sahifesindeki bir kayıttan öğrendiğimize göre
mescitler yakınındaki hamamın üçte bir hissesi de Server Ağa Çeşmesi’nin vakfıdır ki senede çeşmenin hissesine
dört bin akça düşmektedir.
558
-Derb, Kapı ve geniş cadde ve sokak mânâsınadır. Burada eskiden Said Âbâdi adını taşıyan ya bir tarihi kapı veyahut bir
sokak vardı.
559
-Kadı Mürsel Camii’nin kitâbesini bu camii yazarken koyduk. Oraya müracaat edilmelidir.
560
-Fatih’in defterinde vakıfın adı ‘’ﺳﻜﻤﺎنdiğer defterlerde ‘’ﺳﻠﻤﺎن ﺳﺎﻟﻤﺎنşekillerindedir.
561
-Gömeç Hatun Gürhanesi’nin cenup taraflarına rastlıyan yerde Fenari Hamamı vardı. Hâlâ buradaki sokak Hamam Sokağı
adını taşımaktadır. Hamam yerinden bir kısmı şimdi İsa Kızı Bahçesi’dir. Hamamın iri döşeme taşlarından bazıları buradaki
köprüde kullanılmıştır.
133
tuğla ile yapılmıştır. Yalnız kapısının bulunduğu şimal duvarı muntazam ve iri kesme taşlarla yapılmıştır.
Mabedin altı türbedir. Kapısı, ittisalindeki Bayraktarın Rıza’nın evine açılır. İçindeki hiçbir sanduka ve merkat
kalmamıştır. Şimdi ev sahibinin kileri olarak kullanılmaktadır.
Buraya beş taş basamaklı merdivenle inilir. Mabedin kubbesi sağırdır, üstünde tuğladan çıkıntı halinde
süsler görülür. Kubbede yer yer çöküntüler ve çatlaklar başlamıştır. Mabet küçüktür. Mihrabı da vardır. Bizim
tahminimize göre burası türbedir. Sonradan sandukalar veyahut sanduka kaldırılarak -yıkılan Amber Reis Türbesi
gibi- mescid haline konulmuştur.
Hiçbir yerinde yapanın, yaptıranın; içinde yatanın adları gibi yapılış, ölüm tarihlerini gösteren hiç bir
Kitabeye rastlanılmadı.
Ankara Kuyud-ı Kadîme Arşivi’nde bulunan 906 tarihli ve 255 numaralı Karaman İli evkafını gösteren
defterde bu Mabet hakkında şu geniş mâlûmâtı buluyoruz:
“Vakfı Mescid-i Halkabegûş der mahall-i Kalenderhâne. İmâmet der tasarruf-i Fahrü’l-eimme Mevlâna
Muhyi’d-din bi-hükm-i padişah-i âlem-penah hullide mülkühû.
Zemin Şeyhçukuru
Zemin der Rah-ı Ruzbe
Zemin Kaldırım Altı’nda
Zemin der taraf-ı meydan. Vakfı camii Emir Oğlu Subaşı üzerine Düşenbih ve Pencüşenbih günü imam olan
Kur’an okuya deyu meşrut. Hâliyen hamam önünde bir dükkân istibdal olunmuş.”
II.Bayezid zamanında mescidin imamı Muhyi’d-din idi. Şeyh çukurunda Ruzbe Horozlu Hanı yolunda,
Kaldırım Altı’nda, Musallâ’da Meydan denilen bayram yerinde zeminleri vardır.
Son yer Fenarî Hamamı önündeki bir dükkânla değiştirilmiştir. Bu civarda Gömeç Hatun Medresesi, Fenarî
Hamamı, Fenarî Mektebi, Kalenderhane’ Lengerhane’ Gömeç Hatun Türbesi’ Halkabegûş Mescidi’
Kalenderhane Mescidi gibi birçok içtimai yardım, sıhhat, irfan ve din müesseseleri vardır. Burası Konya’nın en
mâmur semtlerinden biriydi.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı defterin 150. sahifesinde bu mescidin berâtı ve
muhasebesi vardır.
Buradaki 29 Zilhicce h.1241-m.1825 tarihli bir tevcih kaydında aynen şunlar söylenmektedir:
“Medine-i Konya’da Kalenderhane Mahallesi’nde vâki Halkabegûş Mescid-i Şerifi’nde nısıf vazife-i
muayyene ile imâmet ciheti Kara İbrahim İbn Mehmed’in fevtinden Es-Seyyid Hafız Mustafa halife-yi İbn Es-
Seyyid Mehmed’e imamet-i mezkûrenin nısıf vazife-i muayyenesiyle tevcihi”
Mabedin vakfiyesine rastlamadık. Mabedin bânisinin kulağına halka (küpe) taktığı için böyle şöhret almış
olması tahmin edilebilir. Asıl ismini gösteren bir vesika henüz elimize geçmedi.
Bu mescid; Kalenderhane Mahallesi’nde Musallâ Mezarlığı’nın yol aşırı kıble tarafındadır. Mescidi;
eteğinde pencereler bulunan tuğladan yuvarlak bir kubbe örter. Mescid kubbe eteklerine kadar muntazam kesme
taşla yapılmıştır. Kapısı kuzeye açılır. Âbideyi pis kerpiç duvarlar sık boğaz etmiştir. Buna bulunduğu semte
göre Musallâ Mescidi de derler. Mescidin h.618-m.1221yılında yapılan Konya Kalesi’nden evvel var olduğu
muhakkaktır. Dış kalenin şimdiki İslâm Enstitüsü’nün bahçesinin bittiği yerde kale kapısı Halka Begüş Kapısı
adını taşırdı. Eflâkî Menâkıbi’nde Halkabegûş Kapısı’nın adı geçer. Bu adın Türkçe’si kulağı küpeli demektir.
Mescidin taşıdığı bu ad yaptıranın veyahut vâkıfının bir vasfıdır.
Şarkta eskiden küpe takan erkekler vardı. Bu zatın da öyle olduğu anlaşılıyor.562 Adını, mescidin yapıldığı
tarihi tespit eden bir vesika henüz elimize geçmedi. Bunun bir türbe olması ihtimali de vardır. Çünkü altında
cenazelik bulunuyor. Burasının kapısı kuzeye açılırdı. Tonoz kubbeli cenazeliğin üstündeki sanduka kaldırılarak
burası mescid gibi kullanılır olmuştur. Bina çok haraptı. 1961 yılında Eski Eserleri Sevenler Derneği tarafından
esaslı bir surette tamir edilmiştir. Şimdi Çocuk Kitaplığı olarak kullanılmaktadır. Yol aşırı karşısına yeni bir câmi
ve Kur’an Kursu binası yapılmıştır.
562
-Yavuz Sultan Selim’in de küpeli bir resmi vardır.
134
paraları ile zaviyenin mütemadi tamir ve termimini temin etmek şartı ile her türlü rüsumdan affedilmişlerdir.
Çoban Abdal Mahallesi yazılırken bu taifenin dedelerinin 70-80 yıl önce İran’dan gelip Konya’ya
yerleştikleri, Müslümanlar’ın sadakaları ve yardımları ile yaşadıkları ve İran’da da büyük dedeleri Çoban
Abdal’ın adamlarının İran Hükümdarları tarafından her türlü vergiden muaf tutuldukları için Konya’da da her
türlü vergiden muaf olmaları hakkında Sultan Selim tarafından kendilerine mukarrernâme verildiği
kaydedilmiştir.
135
Minarenin batı tarafında mavi bir çini çerçeve içindeki mermerde bozuk bir yazı ve imlâ ile dört satır
halinde şu Arapça Kitabe okunur:
ﻓﻲ اﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ-1
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﺻﺎﺣﺐ هﺬ-2
اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻌﺒﺪ اﻟﺮاﺟﻰ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻻ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ-3
ﺑﺮﻣﻮﻧﻲ ﺑﻦ ﺣﺎﺟﻰ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﻋﺸﺮﻳﻦ وﺳﺘﻪ ﻣﺎ-4 563
Kitabenin birçok harfleri noktasızdır, fakat biz karine ile onları noktaladık. Dördüncü satırdaki birinci
kelimenin birinci harfinin de noktası yoktur. Onu da aşağıda aynen vereceğimiz bir arşiv vesikasına dayanarak
noktaladık. Gramer, imlâ ve şive hatasıyla dolu olan bu Kitabeye göre I.Sultan Alâe’d-din İbn Keyhüsrev
zamanında 627 yılında yapılan bu imaretin sahibi Hacı Mahmud Zade Bedre’d-din Biremunî’dir. Yani bu zat
yaptırmış veya tamir ettirmiştir.
İmaretin yalnız aşevi manasına gelmediği mâlumdur. Din, irfan, içtimai yardım ve sıhhî müesseselerin
hepsine, sitelere de imaret denilir. Biz aşhane ile karıştırılmaması için imaret yerinde Mamure kelimesini
kullanmasını tercih ediyoruz.
Bu sakat Kitabedeki imaret kelimesi ile ne kastedilmiştir. Bunu tetkik etmek lâzımdır.
Fatih Sultan Mehmed’in Karaman İli Evkafı’nı tespit eden h.881-m.1476 tarihli Topkapı Sarayı’nda
muhafaza edilen defterinde bu vakfın kadim olduğu ve vakfiyesi görüldüğü yazıldıktan sonra aynen şöyle
denilmektedir: “ ‘ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ. ’وﻗﻒ ﻣﺴﺠﺪ دوﻟﺖ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲVakf-ı mescid-i Devlet Hatun Bint-i Biremunî
Der-nefs-i Konya”
O vakıt mescidin imamı Mevlâna Abdî’dir. Said Vilayeti’ne tâbi Midan ‘’ﺳﻴﺮكSiyrek ve ‘ ’آﻼﻣﻴﺠﻪKalamıca
Çiftlikleri’nin öşrü ve Konya’da eski Boyahane’de üç dükkân ve iki ev de bu mescide gelir olarak vakfedilmişti.
H.906-m.1500 yılında II.Bayezid’in yaptırdığı Karaman İli evkafı Tahrir Defteri’nde de Fatih devrindekinin
aynı yazılıdır. Bayezid’in il yazı yazıcısı da mescidin vakfiyesini görmüş Devlet Hatun’un babasının adını o da
‘’ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲşeklinde tespit etmiştir.564
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki ve Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki Kayıtlarda bu
mescidin Devlet Hatun Mescidi olduğu tasrih edilmektedir. Bugünkü adı da Hatuniye’dir. Kitabede de Bedre’d-
din ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻰyi görüyoruz. Fatih ve II.Bayezid Tahrir Heyetleri de Mabedin vakfiyesini görmüşler. Devlet
Hatun’un babasının adı o vakfiyelerde de ‘’ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲdir. Şu halde Devlet Hatun’un babası Kitabede adı geçen
Biremonî ailesindendir. Bu da Mahmud’dur. Şu halde Bedre’d-din; Devlet Hatun’un kardeşidir. Buraya
Kitabenin de bir fotoğrafını koyuyoruz. Kitabeyi şimdiye kadar şarklı ve garbli, yerli ve yabancı âlimlerden
hiçbirisi doğru okuyamamış ve olduğu gibi kopya edememiştir. Abdülkadir Erdoğan Babalık Gazetesi’nde565
Mamurenin bânisi ‘’ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺘﻮﻟﻰ ﺑﻦ ﺣﺎﺟﻲ ﻣﺤﻤﻮدBedre’d-din mütevelli İbn Hacı Mahmud ve Sıhhi Ve İçtimai
Konya adlı eserde de;566 ‘’ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺣﺎﺟﻰ ﻣﺤﻤﻮدBedre’d-din Hacı Mahmud şeklinde yanlış okumuştur. 567
Tarihi; Abdülkadir Erdoğan 617, (Konya İktisadi ve Turistik adlı eserin müellifi, 818 çıkarmışlardır. 568
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde 3 numaralı defterin 436 ve iki numaralı defterin 230. sahifelerinde bu
Mabete ait Arapça iki vakfiye vardır. Birincisi 610. Hicret yılının Receb’i, (m.1213) ikincisi 621.yılının Şaban’ı
evvellerinde (m.1224) tanzim edilmiştir. İkincisinin tanziminde Mehmed İbn Mesud’ İlyas İbn Handan’ Mustafa
İbn İsa’ Kadri Çelebi İbn Yunus şahit olarak dinlenmişler. Vakfiyelerin ikisi de Arapça bilmeyen çok cahil bir
adam tarafından defterlere geçirildikleri için okunmaları çok zordur. Kopyacılar anlayarak yazmadıkları için
okuyamadıkları bazı cümleleri atlamışlar ve has isimleri içinden çıkılamaz bir hale koymuşlar, okuyamadıkları
bazı isimleri de uydurmuşlardır.
Birinci vakfiyede hayrı tesis edenin adı şöyle geçer:
‘ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻨﻔﺲ اﻟﻘﺪﺳﻴﺔ اﻟﺼﺎﻟﺤﺔ اﻟﻤﺤﺴﻨﺔ اﻟﻤﺸﻔﻘﺔ اﻟﺤﺴﻴﺒﻴﻦ اﻟﻨﺴﻴﺒﻴﻦ اﻟﻤﺴﻤﺎت ﺑﺪوﻟﺖ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ اﺣﻤﺪ اﻟﻌﺮوﺳﻲ ﻣﻦ ﺁل ﺳﻠﺠﻮق ﺑﻨﺖ
’ﻣﺴﺠﺪ ًا ﻣﻊ اﻟﻤﻨﺎرة ﻻداء ﺻﻼة اﻟﺨﻤﺲ ﺑﺒﺎﻃﻦ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﻣﺤﻠﺔ اﻻﺳﺪﻳﻪ وﺑﻨﺖ رﺑﺎﻃﺎ ﻻﺑﻨﺎء اﻟﺴﺒﻴﻞ ﻓﻲ ﻣﺰرﻋﺔ ﺳﻴﺮك وﻳﺮان ﻣﻦ ﻣﻀﺎﻓﺎ ت ﻗﻮﻧﻴﻪ
563
-Kitâbede beş hata vardır. İkinci satırdaki ‘’اﺑﻮkelimesinden sonra bir ‘’اve ‘’هﺬdan sonra bir ‘’ﻩbulunması lâzımdır. Üçüncü
satırdaki ‘’اﻻkelimesi ‘’اﻟﻰşeklinde yazılacak, dördüncü satırda ‘’ﺗﺎرﻳﺦkelimesinin ‘’رharfi ve ‘’ﻣﺎﻳﻪkelimesinin ‘’ﻳﻪsi
unutulmuştur. “Mevlânâ Şehri Konya” adlı kitap da kitâbeyi çok yanlış kopya ve iktibas etmiştir. Fotoğrafla ve bizim
okuyuşumuzla karşılaştırılsın. Kitâbeleri olduğu gibi nakletmek lâzımdır, tashih ve hiç bir suretle tasarruf edilemez. Üçüncü
satırdaki ‘’اﻟﺮاﺟﻰyi okuyamamış ‘’اﻻyerine ‘’اﻟﻰyazmış ve bir de ‘’اﻟﻀﻌﻴﻒilâve ettiği gibi ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻰyi ‘’ﺑﻦ ﻣﺘﻮﻟﻰyapmıştır.
564
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, Defter numarası 255.
565
-Babalık Gazetesi. s.289, tarih 24 Mart 1331.
566
-Sahife 34.
567
-Doktor J. H. Löytved; inscheıftender Seloschu Kıschen Bauten adlı eserinde ise bâninin adını şöyle yazar: ‘ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ
’ﻣﺘﻮﻟﻲ ﺑﻦ ﻣﺘﻮﻟﻲ ﺣﺎج ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮدs.39
568
-Sahife 125.
136
Bu cümleleri Türkçeleştirirsek: Selçuk Hanedan ve ailesinden Ahmed El-arûsi’nin kızı Devlet Hatun’un
Konya’nın içinde Esediye Mahallesi’nde beş vakit namaz kılınmak için minare ile beraber bir mescid ve Konya
mülhakatından Seyrekviran Çiftliği’nde de yolcular için bir han yaptırdığını görüyoruz. Bu hayır eserlerin
masraflarını ve devamlarını temin için de Konya’ya bağlı Said Vilayeti’nde (Kadınhanı) Seyrekviran ve
‘’آﻼﻣﻴﺠﻪKalamıça çiftlikleriyle ismi yazılmayan başka bir çiftliği, Konya’da altı dükkânı ve yine Konya’da
Esediye Mahallesi’nde sekiz oda iki sofa ve bir menkuş tak, iki ahur ve samanlığı ve halâları ihtiva eden ve dört
tarafı yol ile sınırlandırılan bir evi vakfetmiştir. Vakfiyede çiftliklerin ve dükkânların sınırları da bütün
tafsilatıyla gösterilmiştir.
Yalnız kopyacı okuyamadığı için olacak, bir çiftliğin ve dört dükkânın muttasıl bulunduğu bir camiin adını
atlamış ve bazı yerleri de karıştırmıştır.
Vakfedilen şeyler sayılırken Konya’da bir hamamı bulunan Ahi Murad’ın evi de geçmektedir. Tak-i
menkuşu bulunan ve dört tarafı yol ile çevrilen bu Selçuk Sarayı acaba nerede idi? Akıncı Mescidi’ni yazarken bu
mescidin önündeki aslan heykellerinden dolayı Aslantaşı Mescidi adını ve mahallenin bazen böyle
adlandırıldığını söylemiştik. Bu mescidin civarında da sonra Osmanlı Şehzadeleri’ne geçen bir saray vardı.
Acaba Devlet Hatun’un vakfettiği saray da burada mı idi, yoksa mescidinin civarında veya ittisalinde mi idi?
Bunu bilemiyoruz.
Devlet Hatun vakfının mütevelliliğini sağ iken kendisine, öldükten sonra erkek ve kız çocuklarına ve
çocuklarının çocuklarına müsavi olarak istifade etmek üzere şart koşmuştur. Eğer sülalesi munkarız olursa
tevliyet Konya Hakimi’nin re’yine kalmıştır.
Vakfiyeye göre evkafın geliri sekize bölünecektir. İkişer sehmi imam, mütevelli ve hanın tamirine, bir sehmi
müezzine verilecek, bir sehmi de mescidin kandil yağına, hasırına, sergisine vesairesine sarf edilecektir. İmam,
namaz erkânına vâkıf olacak ve her gün öğle namazından sonra birer cüz Kur’an okuyarak Peygamber’in ve
öldükten sonra kendisinin ruhuna bağışlayacaktır. Eğer mescid ve han yıkılırsa yeniden yapılacak, yapılmaları
mümkün olmazsa vakfın gelirleri Müslüman fakirlere dağıtılacaktır.
Bu vakfiyeden on bir sene sonra tanzim edilen ikinci vakfiyede hayır sahibinin adı ve sanı şöyle geçer:
‘ ﺗﺎج اﻟﻤﺴﺘﻮرات دوﻟﺖ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻣﻦ ﺁل ﺳﻠﭽﻮق... ’ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات
Kopyacı burada Devlet Hatun’un babasının adını okuyamadığı ve ‘’ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻰBiremunî’yi bir Hıristiyan adı
sandığı için hemen Abdullah’ı yakıştırmıştır.
Bu vakfiye ile de Devlet Hatun Said Vilayeti’nde (Kadınhanı) Seyrekviran, Kalamiçe Çiftlikleri ve
müstensihin ismini okuyamadığı için atladığı bir başka çiftlik ile Konya’da Debbağlar Mescidi’ne bitişik iki,
Argaçcılar Çarşısında bir, Uzun Çarşı’da bir ve Şerefe’d-din Camii’nin batısında iki dükkân vakfetmiştir.
Bu vakfiyedeki çiftliklerin, dükkânların sınırları birinci vakfiyedekilerin aynıdır. Vakfın geliri bu vakfiyede
de sekize bölünerek birinci vakfiyedeki gibi sarf edilecektir, bu vakfiyede sekiz odalı ve menkuş taklı saray
yoktur. Tevliyet de kendisinden sonra erkek evladı şart koşulmuştur. Nesli munkarız olursa iş Konya Hakimi’nin
re’yine bırakılmıştır.
Bu vakfiye ile Devlet Hatun çiftliklerini saydıktan sonra bunları Konya’nın içinde ‘’ﺑﻴﺮاﻣﺎﻧﻰBiremanî
Mahallesi’nde mescide, Siyrekviran Mezrası’nın haricindeki ribatına 569 vakfettiğini şu ibare ile anlatmıştır: ‘ اﻟﻰ
’ﻣﺼﺎﻟﺢ اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻜﺎﺋﻦ ﺑﺒﺎﻃﻦ ﻣﺪﻳﻨﺔ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻓﻲ ﻣﺤﻠﺔ ﺑﻴﺮاﻣﺎﻧﻰ ﻣﻦ ﻣﺤﻼت اﻟﻤﺪﺑﻨﺔ اﻟﻤﺰﺑﻮرة واﻟﺮﺑﺎط اﻟﻜﺎﺋﻦ ﺧﺎرج ﻣﺰرﻋﺔ ﺳﻴﺮك وﻳﺮان اﻟﻤﺴﻔﻮر
Dükkânlar da mescide vakfedilmiştir. Vakfiyede mescid yıkılırsa bir iki ve üçüncü defa tekrar yapılması
açıkça söylenmiş ve evkafın satılamayacağı, rehin konulamayacağı, değiştirilmeyeceği ve gelirin başka yerlere
sarf edilemeyeceği de ilâve edilmiştir. Bu vakfiyede mahallenin adı minaredeki ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻲnin biraz tahrifi ile ‘ ﺑﻴﺮ
’ﺁﻣﺎﻧﻲBiramanî oluyor. Birinci vakfiye gibi bunda minareden bahsedilmiyor.
Yukarıda da söylemediğimiz gibi Fatih ve Bayezid devrinin tahrir heyetleri mescidin vakfiyesini görmüşler
ve Devlet Hatun’un babasının adını ‘’ﺑﻴﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲolarak tespit etmişlerdir.
Bu defterler Topkapı Sarayı’nda padişahın mührü altında saklandıkları ve hiç bir tadil ve tashîha
uğramadıkları için en güvenilir kaynaklardır.
Bu Kayıtlardaki evkaf da şimdi elimizdeki vakfiyelere uymaktadır. Eski mütevellilerin içinde de hayır
müesseselerinin vakıflarını satmak, kendi üstlerine geçirmek için birçok çarelere başvuranlar vardır. Bunlar
vakfiyeleri suretlerini, tahrif etmişler, ilaveler ve tayler yapmışlardır. Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde
bunların sayısız örnekleri vardır. İşte böyle bir mütevelli Devlet Hatun Sarayı’nı satmak için şimdi Konya
defterinde sureti kalan ve ihticaca hiç de salih olmayan vakfiyeyi uydurmuştur.
Bireman; Malatya’nın Kâhta kazasına bağlı bir köydür. Danişmentoğulları’ndan bir kolun baş şehri ve idare
merkezi idi. Bedre’d-din’in orada doğmuş veyahut orada bir vazife almış olmasından dolayı oraya nispetle şöhret
569
-Profesör Fuad Köprülü’nün Vakıflar Dergisi’nin İkinci sayısında Ribat hakkında bir yazısı vardır.
137
bulmuş olduğunu tahmin ediyoruz.
Sadeddin Hanı’nı Zazadın Hanı, Abdü’r-reşid Köyü’nü Evdireşe, Ruzbe Hanı’nı Oruzlu Han yapan halk
ağzı Biremonî veyahut bugünkü söylenişi ile Biremanî’yi daha insaflı bir tasarrufla Biramani şekline sokmuştur.
Onun için bu mescidin bulunduğu mahallenin bir adı da Biremani Mahallesi idi. 570
Devlet Hatun’un Selçuk Hükümdarları’ndan hangisinin karısı olduğunu kesin olarak tespit edemedim.
I.Keyhüsrev’in hasekileri arasında bulunmuş olmasını en kuvvetli bir ihtimal gibi alıyorum. Belki de bu kadın;
Keykâvus ve Keykubad’ın anaları da, Keyhüsrev’le beraber İstanbul’a gelmiştir.
Minaredeki Kitabede unvanı geçen zâtın belki de adı Bedre’d-din Ahmed-i Biremonî’dir. Taşta yer
bulunmadığı için ihtisar edilmiştir. Selçuk Hanedanı’na damat olduğu için de El-Arûsî şeklinde vasıflandırılması
da muhtemeldir.
Kat’i olan şudur ki Devlet Hatun; Bedre’d-din-i Biremonî ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻲnin kardeşidir. Babaları da
Danişmentoğulları’ndan Muzafferü’d-din Mahmud’dur. Devlet Hatun h.627-m.1230 yılından evvel öldüğü için
kardeşi belki de bir zelzeleden yıkılmış olan mescidi tamir ettirmiş ve üstüne de kendi adını kazdırmıştır.
Bugün elimizde ve arşivlerimizde Bedre’d-din’in bir vakfiyesinin bulunması da kardeşinin vakfiyesindeki
şartlarına uyarak mescidini tamir ettirmiş olmasına en kuvvetli bir delildir. Bu ikinci mescidin ne vakit
yıkıldığını bilmiyoruz. Bir aralık bu mahalleye Minare Mahallesi denildiğini ve h.604 tarihinde yapılan Yusuf
oğlu Mahmud’un mescidinin de Minare Mahalle Mescidi şeklinde adlandırıldığını da bir arşiv vesikasında
gördük.
Minarenin doğusunda açık bir türbe vardır. Burada Devlet Hatun’un gömülü bulunduğu rivayet
edilmektedir. Koca ve muhteşem mescid yok olur ve burası bir arsa haline gelirken elbette bu türbe ve Kitabesi
de mahvolmuştur. Onun için bize kadar bir Kitabesi gelmemiştir. Burada Bedre’d-din’in de metfun olduğu
rivayeti vardır. Bu da mümkündür, iki kardeş bir araya gömülmüş olabilirler.
Devlet Hatun’un Said İli’ndeki hanı burasının adını Kadınhanı’na çevirmiştir.
Bu hanın Devlet Hatun adına yapıldığı hem vakfiyelerinden ve hem de arşiv vesikalarından öğrenilmektedir.
Hâlbuki bu hanın kapısının üstündeki Kitabesinden yapanın Mahmud kızı Raziyye Hatun olduğu anlaşılmaktadır.
Türk geleneğine göre birçok vakfiye ve Kitabelerde bilhassa hükümdar ailesine mensup kadınların isimleri
yerine, sitti, devlet, hant gibi umumî kelimeler kullanılır. Şu halde Devlet Hatun’un adı Raziyye’dir. Han, h.620-
m.1223 tarihinde yapılmıştır. Raziyye Hatun’un bu tarihte öldüğü de Kitabesinden anlaşılmaktadır.571
Sekiz sene evvel medrese odaları tamamen yıkılmıştı. Daha sonra kerpiç mescid de yıkılarak 1957 yılında
mahallelinin yardımı ile bugün kârgir mescid yapılmıştır.
Kitabeye göre hanikah II.Sultan Keyhüsrev İbn Keykubad zamanında h.637-m.1239574 yılında Mesud İbn
570
-Bu mahallenin bir adı da Karatayi Mahallesi idi. Karatayi’nin ev i de burada idi.
571
-Han’ın üstündeki kitâbe şudur: ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻲ – اﻟﻠﻬﻢ – ارﺣﻤﻬﺎ اﻟﺼﺎﺣﺒﺔ رﺿﻴﺔ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﻣﺤﻤﻮد ﻓﻲ ﺷﻬﺮ ﻋﺸﺮﻳﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪMevlânâ Şehri
Konya, s.450.
572
-Kitâbe dilimeze şöyle çevrilebilir: Bu mübarek hanıkahı Emirü’l-Mü’minin’in kasiymi Sultan-ı Muazzam Giyasü’d-Dünya
ve’d-din Keyhüsrev İbn Keykubad’ın hükümdarlığı zamanında 637 yılında Allah’ın rahmetine muhtaç, zaif köle Serefşah
oğlu Mes’ud yaptı. Ve Hirfet ( sanat) ehli olan Fakih ve Sofilere vakfetti. Burada deri tüylerini koparmak sureti ile elde
edilecek menfaatin aralarında müsavi olarak paylaşılmasını da şart koştu.
573
-Bu kelimeyi ‘’ﺗﺴﻊgibi okumak isteyenler vardır. Fakat yazının istifi ‘’ﺳﺒﻊokunmasını emretmektedir. Kitâbedeki diğer
‘’سve ‘’شharfleri mesela ‘’ﺳﺒﻞve ‘ ’ﺷﺮطkelimelerinin birinci harfleri hep böyle yazılmıştır.
Bu kitâbeyi son zamanlarda yayınlanan bir kitap pek feci şekle sokmuştur. Meselâ birinci satırdaki ‘’هﺬﻩkelimesini ‘’هﺬاikinci
satırdaki ‘’آﻴﻘﺎذkelimesini ‘’آﻴﻘﺒﺎدdördüncü satırdaki ‘’اﻟﺘﺠﺮﻳﺪkelimesini ‘’اﻟﺘﺠﺪﻳﺪve ‘’وﺣﻞkelimesini ‘’دﺣﻞbeşinci satırdaki
‘’وهﻮkelimesini ‘’وهﺪaltıncı satırdaki cümlelerini de şu hale sokmuştur: ‘’ﻓﻲ اﺛﻨﻴﻦ وﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻨﻪ ﺗﺴﻊ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
574
-İkinci Keyhüsrev h.634-m.1236’den h.644-m.1246 yılına kadar on sene hükümdarlık yapmıştır.
138
Şerefşah tarafından yaptırılmış, fakih ve sofilere tahsis edilmiştir. Bunlar burada debağat edilecek derilerin
yünlerini yolarlar, aldıkları parayı müsavi olarak paylaşırlardı. Konya’nın işlenmiş derisi pek meşhurdu.
Dünyanın her tarafına, Frengistan’a bile buradan kösele çıkarılırdı. Vâkıf bu hanikahı bir ham deri imalâthanesi
olarak yapmış ve ahilere tahsis etmişti. Burada fakihler ve sofiler gibi münevver bir zümre toplanır ve
çalışırlardı. Kitabedeki Arapça ‘’ﺗﺠﺮﻳﺪkelimesinin kökü ‘’ﻓﺮدvezninde ‘’ﺟﺮدdir.
Arapça kamusa göre kelimenin manası; bir nesnenin kabuğunu soyup gidermek, derinin tüylerini yolup
koparmak, pamuğu hallaçlamaktır. Tecrid de; derinin tüylerini koparmak ve kavlatmak manasına bir masdardır.
Selçuklular devrindeki Ahi faaliyetinin güzel bir örneğini veren bu Kitabe fevkalâde mühimdir. Vakıf bu
müesseseyi fakih ve sofileri müstehlik ve tufeylî bir zümre olmaktan çıkarmak ve el emekleriyle geçinmeğe
alıştırmak gibi yüksek bir gaye ile kurulmuştur. Burada temizlenen deriler şimdiki İsmet Paşa Mektebi’nin
bulunduğu yerdeki debbağlara gönderilirdi. Burada da bir Ahi Evren Hanikahı vardı. Konyalılar bu hanikaha
Ahırvan575 derlerdi. Fatih’in h.881-m.1476 yılında yaptırdığı Karaman Eyaleti Tahrir Defteri’nde bu hanikah:
‘ ’وﻗﻒ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﺷﺮف ﻣﺴﻌﻮد در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪşeklinde yazılmıştır. Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Filoros Çiftliği ile
Dere’deki Kavak Değirmeni ve çeşme yolundaki bir zemin de bu hanikah için vakıf olarak tesis edilmiştir.
Mabedin avlu kapısının üstündeki Kitabe eskiden burada mı idi, yoksa başka yerden mi nakl edildi? Bizim
tahminimize göre bu taş eskiden de burada bulunan hanikahın üstünde idi. Bir Ahi teşekkülüne ait olan bu
hanikaha Ahi Hoca Ali bazı vakıf tesis etmişti. Fatih’in Karaman İli Tahrir Defteri’nde Konya’da bir Ahi Hoca
Ali vakfı vardır.576 Seydi Zemini, Konya’da, Darı veya Deri Kapısı’ndan dışarıda bir dolap yeri ile buna yakın
başka bir zemin, Filoros’da Al Aliler Önü’nde Gündür Oğlu Bahçesi demekle mâruf olan bağ bu tesisin gelirleri
arasındadır.
Vâkıfın bir Ahi; hanikahın da bir Ahi Zaviyesi oluşu Ahi Hoca Ali’nin sonradan bu hanikaha yukarıda
saydığımız arazi ve emlâki vakfettiğini gösterir.
Bazı eski vesikalarda Şeref Mesud adlı bir zatın Ak Mescid Mahallesi’nde hanikah ve medresesi
bulunduğunu gördük. Ak Mescid, Yıkık Mahalle’deki Şaz Beyağa Mescidi’dir. Bu mahalleye de Ak Mescid
Mahallesi derler. İncelediğimiz hanikahın, bânisinin adlı Mesud, babasınınki Şerefşah’tır. Acaba bu Mesud’a
Şeref Mesud mu derlerdi. Bu cihet tetkike muhtaçtır.
575
-Ahievren’den hafifletilmiştir.
576
-Ankara Kuyud-ı Hakaniye arşivi 256 numaralı defter.
577
-Sahife 52, bu defter 41x12.5 ebadındadır. Burada Konya merkezine ait 151 şer’i sicil defteri vardır. Konya Tarihi
bakımından fevkalâde yüksek birer kıymet taşıyan bu defterlerin bir an evvel tasnif edilmeleri ve tetkikcilerin önüne
konulmaları lâzımdır. Burada 47 Karaman, 11 Ulubor, 35 Isparta, 32 Bor, 12 Seydişehir, 18 Beyşehri, 10 Ilgın, 7 Yalvaç, 8
Şarkî Karahisar Sicil Defteri vardır. Eğirdir, Ereğli ve Ermenek Defterleri yanmıştır. Karapınar ve Bozkır Defterleri’nin ne
oldukları bilinmiyor.
578
-Yaka’da Sahib Ata’nın bağları bulunduğu için buraya “Sahip Yakası” denilirdi. Aşağı Yaka’da Karatâyî ahfadından Rahim
Efendi merhumun Dahiller denilen bir bağları vardır. Buraya Damla Dağı’ndan hususi bir su gelirdi. İşte bu Dahiller Bağı
Karatâyî’nın idi. İçinde havuzlar ve muhteşem bir saray vardı. Komşum, yaşıtım değerli hemşehrim Namdar Rahmi de
Rahim Efendi’nin oğlu idi. 35-40 sene evvel hemen her gün bu bağa beraber gider, eğlenirdik.
139
söyleniyor.Burada kervansaray, Karatay’ın muhteşem bir mescidi, Şekerfurûş’un Selçuk mimarisinin şaheser bir
örneği olan türbesi, hamam, çeşme, sarnıç, zaviye gibi irfan, içtimai yardım ve sıhhat müesseselerinin her çeşidi
vardı.
Bizim tahminimize göre Karamanoğlu İbrahim Bey’in sarayı sonradan Sultan Cem’e tahsis edilmişti. Bu
köşk Yaka ve Akyokuş, Beyşehir yollarının kavşak noktasındaki müselles arazi üzerinde idi. Hâlâ burası Köşk
Yeri adını taşımaktadır. Şimdiki sahibi eski Konya mebuslarından Küçük Kâzım Bey’dir. Tarlanın etrafına
sonradan bir duvar çevrilmiştir. Buradan çıkan bir büyük küp ile bina temellerini ben gözlerimle görmüştüm.
Türbenin beş dönüm kadar kıble tarafında tarladan hamamın su tesisatının izlerine rastlanmaktadır. Türbe ile
batısındaki Karatâyî Mescidi arasında da kumlar altında eski zaviyenin muntazam harçla yapılmış duvar
kalıntıları tespit edilmektedir. Şimdi mescid ve türbeyi görelim:
Mabedin; Akyokuş, Yaka yoluna açılan avlu kapısını üç mermer taş söveler. Beyzî şekilli kapı kemeri bir tek
taştandır. Üstündeki Kitabe yuvası boştur. Burada mavi zemin üzerine siyah ile yazılmış kûfî bir Kitabe vardı.
Ben de görürdüm. 1325 Rûmî yılında çalınmıştır. Şimdi buraya birkaç mavi Selçuk çinisi yerleştirilmiştir.
Kapının solunda oyma, oluklu Bizans lahdinden bozulmuş bir sebil vardır. Üstündeki bir taşta üç satır halinde şu
Kitabe okunur:
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم
اﻟﻤﻮت آﺄس وآﻞ ﻧﺎس ﺷﺎرﺑﻪ
579
واﻟﻘﺒﺮ ﺑﺎب آﻞ ﻧﺎس داﺧﻠﻪ
Sebilin üstünde 20 kadar kapının üstündekilerin aynı mavi renkli Selçuk çinileri görülür. Kapının sağında
sarnıç, solunda da çeşme vardır. Eskiden bu kapı ve iki yanındaki avlu duvarları on metre kadar içerlek idi.
Burada; kuzey tarafı açık dam örtülü bir de yazlık mescid vardı. Bir selde kısmen harap olan bu mescid ve eski
duvar 1325 Rumi yılında yıkılarak şimdiki duvar ve kapı yaptırılmıştır. Eski avlu kapısının sövelerinde gayri
İslâmî devirlere ait iki sütun vardı. Bunlardan birisi köşk yerinin önüne yapılan yeni çeşmede kullanılmış,
ikincisi içeride duvar dibinde hâlâ duruyor. Mescidin imamı Hoca Ahmed Mor’un bana anlattığına göre sebilin
üstündeki mezar taşını buradaki mezarlıktan ve kapı ile sebilin üstlerindeki çinileri de hanın arkasındaki
Şekerfurûş Türbesi’nden sökerek buraya yerleştirmiştir. Ben de Yaka’daki bağımızdan şehirdeki mektebe gelip
giderken bu tamirleri gözlerimle görmüştüm. Avlu kapısından girince sağa sola serpiştirilmiş perişan mezar
taşları görülür. Bunları daha sonra tetkik edeceğiz. Şimdi mescidi ve türbeyi görelim.
Dört âdi tahta sütunun tuttuğu bir saçak Mabedin önüne bir son cemaat yeri yapmaktadır. Mabetten buraya
iki sıra halinde dört pencere açılır. Kapısının söveleri som beyaz mermerdendir. Kemeri beyaz ve mor
mermerden zıvanalanmıştır. Kapının sağındaki ve solundaki duvarların yüzünü altı köşeli nefis mavi çiniler
kaplıyordu. Sol taraftakiler durmaktadır. Sağdakilerin çoğu yıkılmış ve gaip olmuştur.
Mabet küçüktür. Duvarları taşla yapılmıştır. Dört penceresi bulunan kıble duvarı çatlamıştır. Eskiden üstünü
dört duvara ve iki tahta direğe dayanan bir kara dam örterdi. Şimdi çatı örtü halindedir. Burasının daha eskiden
tonoz bir kubbe ile örtülmüş olması ve türbeye methal olarak yapılmış bulunması çok muhtemeldir. Zaviye
yıkıldıktan sonra Karatâyî Mescidi muattal kaldıktan sonra bu antre, mescid haline konulmuştur. Methalin batı
tarafındaki ve köşedeki kapı, Hoca Fakih’in Türbesi’ne açılır. Üstündeki taşta dokuz satır halinde Selçuk
sülüsüyle şu Kitabe okunur:
اﷲ-1
هﺬا اﻟﻘﺒﺮ-2
اﻟﺸﻴﺦ اﻻﺟﻞ اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ-3
اﻟﻌﺎﻣﻞ اﻟﺴﺎﻟﻚ اﻟﻨﺎﺳﻚ-4
اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﻌﺎﺑﺪ اﻟﻤﺤﻘﻖ-5
اﻻﺑﺪال ﺳﻴﺪ اﻟﻤﺠﺬوﺑﻴﻦ580 ﻣﻠﻚ-6
ﻗﻄﺐ اﻟﺸﺮق واﻟﻐﺮب اﻟﻔﻘﻴﻪ-7
اﺣﻤﺪ ﻧﻮر اﷲ ﻣﻀﺠﻌﻪ-8
ﺗﺤﺮﻳﺮﻩ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-9
579
-Türkçe’si “Peygamber aleyhisselâm buyurdu: Ölüm bir kâsedir, herkes onu içecektir; kabir bir kapıdır, herkes girecektir.”
580
-Son zamanlarda yayınlanan bir kitapta bu satırdaki ‘’ﻣﻠﻚkelimesi ‘’ اﻟﻤﻠﻚyapılmıştır. ‘’وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyi ‘’ﺳﺘﻤﺎﺋﻪşeklinde yazılmış
ve ‘ ’ﺛﻤﺎنkelimesinden sonra da ‘’وharfi konmuştur.
140
Karamanoğlu türbelerinde olduğu gibi cenazelik- mumyalık dediğimiz bir bodrum kat vardır. Türbenin etrafı
sellerin getirdiği kum tabakalarıyla örtüldüğü için bu katın kapı yeri şimdi belli değildir. Ufak bir kazı ile
meydana çıkar. Türbe iyi muhafaza edilmesi lâzım gelen kıymetli ve çok eski bir Selçuk eseridir.
Mabedin sağı, kıble tarafının batısı, avlusunun kuzey doğusu ve içi mezarlıktı. Buralarda çok kıymetli mezar
taşları vardı. Şimdi dışarıda üzerinde durulacak hiçbir kıymetli taş kalmamıştır. Avlusunda Selçuk ve
Karamanoğulları tarihinin birçok noktalarını aydınlatacak kıymetli taşlar vardır. Fakat bunlar dağılmış, karışmış
ve bir kısmı da toprak altında kalmıştır. Biz som mermerden yapılmış olan bazı taşların Kitabelerini buraya
nakledeceğiz:
1- Bu taşın bir yüzünde:
ﺗﻮﻓﻴﺖ ﻣﻦ دار اﻟﻐﺮور
اﻟﻰ دار اﻟﺴﺮور
اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﻤﻐﻔﻮرة
Diğer yüzünde:
اﻟﺴﻌﻴﺪة اﻟﺸﻬﻴﺪة
آﺮاآﺎ ﺑﻨﺖ ﻣﻠﻚ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ
ﻧﻮر ﻗﺒﺮهﺎ581ﺷﻴﺦ اﻳﻨﻪ
Bu mezarın ayak taşı yoktur. Ve yahut karışmıştır, bunun için vefat tarihini kestirmek kabil olamıyor.
2- Bu taşın bir yüzünde:
582
وﻓﺎت ﻣﺮﺣﻮم وﻣﻐﻔﻮر آﻴﻜﺎﻧﺒﻚ
ﺑﻦ ﻋﺴﻜﺮ ﭘﺎﺷﺎ ﻃﺮﻏﻮد
706 ﻓﻲ ﺳﻨﻪ ﺳﺘﻪ وﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ
Arkasında da dört mısralık Farsça bir kıt’a okunmaktadır, ayak ucuna dikilen taşın Kitabesi şudur:
581
-İyne gibi okunması lâzım gelen bu zatın adına Konya’da bir de mahalle vardır. İyne adını taşıyan bir kadının da yine
Konya’da bazı evkafını tespit ettik. Kadı İzzeddin Mahallesi’nin bir adı da ‘’اﻳﻨﻪ دارmahallesidir ki biz bunu Ayinedar gibi
okuduk.
582
-Bu ad ‘’آﻴﻜﻠﻨﺒﻚgibi de okunur Doktor J. H. Löytved’de bunu ‘’آﻴﻜﻠﻨﺒﻚgibi yazmış. ‘Kekelbek’ gibi okumuş ve bunu kıymetli
Selçuk mezar taşları arasında saymıştır.
583
-Bu zatın babasının adı iyi okunamıyor,ben YAGI ARADIR gibi heceledim.
584
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter numarası 256, s. 10 ve ayni arşivde 255 No.lı Bayezid Tahrir Defteri.
585
-Bolu: Kira demektir. Konya’da hâlâ bu kelime kullanılır. Meselâ ‘Bağı boluya verdim’ derler.
586
-Mir-i âb ve Emir-i Âb, su işlerine bakana denir, şimdi Konya’da bu işi yapana, Havala diyorlar ki kendisine su işleri
havale edilmiş adam demektir.
141
h.906 tarihli Konya Yazımı’nda Hoca Fakıh Sultan evkafının daha etraflı tespit edildiği görülmektedir.
Konya’nın Kovan Ağzı Yöresi’ndeki ve Konya Kalesi civarındaki Çukur Yer denilen tarlalarla Hoca Fakıh’ın
Hanedanı’ndan Şah ‘’ﻓﻮآﻪnin Karaman’da vakfettiği köyler, değirmenler ve tarlalar ve kervansaray yerleri
vardır. Fatih’in defterinden öğrendiğimize göre Hoca Fakıh Zaviyesi’ni kendisinin tâbilerinden Şah Foke ihya
etmiş ve matbûunu hanedanının tasarrufuna vermiştir. Şah Foke Karaman’daki Şeyh Mukbil Zaviyesi’nin Gülnar
ve Minare ve Kakcı Oğlu Bağı yanındaki yerlerin ve Çakıllu’ Emeksun’ ‘’آﻮرﻩKöylerindeki tarlalarını ve Ulu Şah
Foke Evi diye meşhur olan evini vakfetmiştir. III.Murad zamanındaki yazımda Hoca Fakıh Zaviyesi’nde bulunan
kitaplar da tespit edilmiş ve çalınanların sayısı ve adları gösterilmiştir. Kütüphanede 20 kıymetli kitap vardır.
Bunların arasında Mesnevî- Mantıku’t-Tayr, Şeyh Şah ‘’ﻓﻮآﻪnin bize kadar maalesef gelemeyen Türkçe ve
kıymetli bir eseri de vardı.
Türbenin kuzeyinde ve avlunun sağ köşesindeki sarnıç gibi solundaki çeşmenin Kitabeleri yoktur. Sarnıçın
ne vakıt ve kimin tarafından yapıldığını kesin olarak söyleyemeyeceğiz, fakat çeşmenin vâkıfı mâlumdur. Bu
çeşmeyi ‘’آﻮﻟﻚGülük587 Yusuf Ağa yaptırmıştır Çeşme, üzerinde taşçılık sanatının inceliklerini taşımamakla
beraber devrinin asil bir tipi olarak tetkik edilebilir. Fatih’in yazım defterinde çeşmenin vakfiyesinin görüldüğü
ve tevliyetin Yusuf Ağa’nın evladına ve eğer munkarız olurlarsa devrin Konya Kadısı’na şart koşulduğu
belirtilmiştir. Yusuf Ağa’nın bu çeşmeyi ne vakıt yaptırdığını kesin olarak bilemiyoruz. Fakat kendisinden sonra
vakfının mütevellisi olan oğlu Mehmed h.751’de ölmüş ve çeşmenin arkasına gömülmüştür. Belki babasının
mezarı da, burada idi, taşı kayıp olmuştur. Yusuf Sinan Ağa’nın vakfiyesi bize kadar gelmediği için vakıf
şartlarını bilemiyoruz. Yusuf Ağa’nın ölüm tarihini gösteren bir Kitabe ve vesika da henüz elimize geçmedi.
Çeşmenin yapılış tarzı bize bir Selçuk eseri olduğunu söylüyor. Çeşmenin arkasında çok yaşlı bir tut ağacı vardı.
Söylentilere göre Bektaşiler bu ağacı ziyaret ederlermiş. Seydi Şehri’nde camii ve Türbesi bulunan ve h.720
yılında ölen Seyid Harun da Hoca Fakıh Zaviyesi’nde kırk gün kadar misafir kalmıştır.588 Konya Vakıflar
Müdürlüğü’nde bulunan üç numaralı vakıf defterinde 21 Safer 1267 tarihli bir kayıttan öğrendiğimize göre Hoca
Fakıh Zaviyesi’nin de Şeyh Sadre’d-din-i Konevî’ Karamanoğlu İbrahim’ Sultan Alâe’d-din’ Sultan Selim ve
Devlet Hatun Vakıfları gibi mütevellisi bulunmadığı için vali tarafından buyrultu ile tayin edilen mütevelli
kaymakamı tarafından idare ediliyordu. Mescidin bu günkü589 imamı Ahmed Mor’un elinde bulunan 4 Zilka’de
1327 tarihli bir beratda mazbut evkafda olan Hoca Ahmed Fakıh Sultan ve Sinan Ağa Çeşmesi’nden kendisine
günde 4 akça vazife verileceği yazılmaktadır.
Hoca Ahmed Fakıh’ın Mevlâna’nın adamlarından olduğu hakkındaki iddialar doğru değildir. Çünkü
Mevlâna Konya’ya gelmeden evvel Hoca Ahmed Fakıh ölmüştür. Sipehsâlar Menakıbi’nde Mevlâna’nın dostu
gibi gösterilen Ahmed Fakıh başka bir zattır.
Fakıh Ahmed’in; Sultanü’l-Ulema Bahae’d-din Veled’in talebesinden ve Mevlâna’nın müritlerinden
olduğunu iddia etmek katiyen doğru değildir. Eflâkî Dede iki muasır Fakıh Ahmed’i birbirine karıştırmıştır.
Eflâkî, konumuz olan Fakıh Ahmed’den 143 yıl sonra ölmüştür. Çünkü Hoca Fakıh’daki türbesinde gömülü olan
Fakıh Ahmed h.618-m.1221 yılında ölmüştür.
Son tetkiklere göre Sultanu’l-Ulema h.618-m.1221’de Lârende’ye gelmiş, Mevlâna burada h.622-m.1225
M. yılında evlenmiş ve ailece h.626-m.1228’de Konya’ya gelmişlerdir. Sultanu’l-Ulema Konya’da h.629-m.1231
yılında ölmüştür. Mevlâna’ h.597-m.1200 yıllarında doğduğu kabul edildiğine göre Konya’ya geldiğinde 29
yaşlarında idi.
Fakıh Ahmed; Sultanu’l-Ulema Konya’ya gelmeden sekiz yıl önce ölmüştü. Eflâkî Dede; bu Fakıh Ahmed’i,
Sultanu’l- Ulema’nın talebesinden ve Mevlâna’nın perestişkârlarından yapar.590 Ona göre Fakıh Ahmed; marifet
şarabını içen saf yürekli bir Türk’tür. Sultanu’l-Ulema’dan Fıkıh dersi alırken cezbeye tutulmuş, kitaplarını
ateşte yakarak dağlara çıkmış, Sultanu’l-Ulema öldükten sonra Konya’ya dönmüş, bilginlik illeti kendisinden
gitsin diye, yani cahil olmak için tam 40 sene geceli ve gündüzlü mücadele etmiş, dağlardan döndükten sonra
Konya’da Ehmed Kapısı’nda591 oturarak kerametler göstermiş, bir gün Mevlâna’dan sormuşlar:
Hoca Fakıh nasıl adamdır? demişler; o da şu cevabı vermiştir:
“Konya Şehri’nin abdalı olan Tebrizli Kâmil; Fakih Ahmed’den birkaç derece yüksektir.”
587
-Biz bu kelimeyi (Gülük) okuyoruz. Filhakîka Konya-Adana Demir Yolu üzerinde bir Gülek Boğazı vardır fakat Kayseri’de
de bir Gülük Câmii görüyoruz. Adsız İlti hatunun h.607-m.1210 yılında yaptırdığı bu camii Gülük Şemse’d-din bin Alemü’d-
din isminde bir zat 735 H. tarihinde tamir etmiştir. Belki de Gülük Yusuf Ağa Şemse’d-din’in akrabasından idi. Gülek dalga
ve rüzgâr mânâsına Türkçe bir kelimedir. Rüzgârı bol olduğu için boğaza bu ad verilmiştir.
588
-10 Mart 1331 tarihli ve 487 sayılı Babalık Gazetesinde Abdülkadir Erdoğan’ın makalesi.
589
-Bu kitab 1944’de yazılmıştır.
590
-Âriflerin Menkıbeleri, T.Yazıcı Tercümesi, c. l, s.38,39,446,452,453 ve c.2, s.65,437.
591
-Bu her halde İç kale mânâsına ‘Ehmedek Kapısı’ olacak.
142
Nihayet Fakih’in temiz ruhu h.618-m.1221 senesi kuşluk vakti Tanrı’sına uçmuş, Mevlâna da onun cenaze
namazını kıldırmış ve cesedini defnettirmiştir.
Bir daha tekrar edelim: Eflâkî büyük hatalara düşmüştür. Mevlâna’ya; Konya’ya gelmeden 8 yıl önce ölmüş
Fakih Ahmed’in cenaze namazını kıldırmıştır. Bu Fakih Ahmed; başka Fakih Ahmed’dir. İzah edelim:
Eflâkî’nin yazdığı Fakih Ahmed; adına Şeyh Alaman Mahallesi’nde kendi adını taşıyan torunu Seyyid
Ahmed tarafından h.687-m.1288 yılında zaviye yaptırılan Fakih Ahmed’dir. Zaviyenin kitabesinde Melikü’l-
Meşayih şeklinde tavsif edilmiştir. Seyyid Ahmed bu zaviyeyi babası Seyyid İbrahim Arab, dedesi Fakih Ahmed
ve büyük dedesi Seyyid Ahmed adlarına yaptırmıştır. Bu Fakih Ahmed; Sultanu’l- Ulema’nın müridi ve talebesi
olabilir, Mevlâna’ya ayaklı hazine diyebilir ve nihayet Mevlâna da cenaze namazını kıldırabilir.
Biz bu Fakih Ahmed’in ölüm tarihini ve türbesini tespit edemiyoruz. Şeyh Alaman; bu Fakıh Ahmed’in
müridi idi, onun adına; kendi adını verdiği mahallede bir mescid yaptırmıştır. Fakih Ahmed’in oğlu Seyyid
İbrahim Kitabesinde Arab olarak gösteriliyor, bir vesikada Esvedî şeklinde geçiyor. Acaba bunlar siyahi mi
idiler? (Şeyh Alaman Türbesi ve Zaviyesi bahsine bakılsın.)
Çarhnâme adlı 166 mısralık Türkçe eser bu iki Fakıh Ahmed’lerden hangisinindir? Bu ciheti incelemek
lâzımdır.
Biz ilim âleminin şimdiye kadar tanımadığı İkinci Fakih Ahmed’i ortaya çıkardık. Edebiyat tarihiyle meşgul
olanlar da Çarhnâme Müellifi’ni tespit etsinler.592
592
-Bu hususta Köprülü Zâde Fuad’ın Türk Yurdu’nun dördüncü cildinin 289-295. sahifesinde ‘Ahmed Fakıh ve Çarhnâme’
adlı yazısına bakılsın.
593
-Gamalı Haç Oğuz Han’ın Afşar kolunun mukaddes bir ongunudur. Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski
Haritalar adlı eserimizin 22. sahifesinde bu hususta geniş mâlûmat vardır.
143
üzerinde 613 tarihli Konyalı Mesud Zâde’ye ait bir mescid kitabesi görüyoruz. Kitabede asıl vâkıfın ve bâninin
adı kazınmış ve son harfleri kalmıştır. Kalan harfler Hasan adının son harflerine hiç de benzemediği için bu
mescide ait olduğunu iddia edemeyiz. Sadre’d-din-i Konevî Konya’ya geldiği zaman Kapu Çeşmesi civarında bir
mescitte imamlık yapmıştı. İmamlık yaptığı mescidin kapı dışında bulunmuş olması daha kuvvetli bir ihtimal
olduğu için bu mescide o şerefi izafe edemiyoruz.
Mabedin son cemaat yerinde âdi sandukalı bir de mezar vardı. Burada Mabedin bânisinin yattığı söylenirdi.
Şimdi bu mezardan ve taşından da eser kalmamıştır. Bu mescid bugüne kadar sağlam geldiği için Fatih adına
Konya evkafı tespit edilirken de ibadete açık bulunmuş olacağından Fatih ve ondan sonraki II.Bayezid ve
III.Murad defterlerinde yer alacağında iç şüphe yoktur. Fatih devrinde Konya’da bir Köle Hasan Mescidi vardır.
Köhne Bedesten’de dükkânlar, Bey Bağı civarında bir tarla ve Hoca Fakıh yanında bir de kervansaray bunun
evkafı arasındadır. II.Bayezid defterinde bir Hacı Hasan Dâru’l-Huffaz’ı vardır. Mütevelliliği Hacı Hasan’ın kızı
Handi Paşa Hatun’da iken vefatı üzerine evladından Süleyman ve Selimşah ve Seyyidî Hatun’a geçmiştir.
Külâhçılar içinde vakıf dükkânları vardır. Hacı Hasan’ın kızı Handi Paşa Hatun sağ olduğu için Selçuk devrine
ait olan bu mescidi bu hatunun babası Hacı Hasan’a nispet etmeye imkân göremiyoruz. Hem de binada Dâru’l-
Huffaz karakteri yoktur.
H.906-m.1500 tarihli II.Bayezid defterinde Kayseri’de bir Hoca Hasan Medresesi buluyoruz. Deveci
Hamamı’nın yanında bulunan bu medrese yıkılmıştır. Şimdi Kayseri Müzesi’nde bulunan bir Kitabeye göre
medrese II.Kılıçaslan’ın oğlu Sultan Şah zamanında h.589-m.1193 yılında Hasan İbn Ebubekir tarafından
yaptırılmıştı.594 Kutbü’d-din Melikşah Kayseri’yi muhasara ederek biraderi Sultan Şah’ı öldürdükten sonra onun
büyük emiri Hasan’ı da öldürterek cesedini köpeklerinin önüne attırmıştı. Halk çok sevdikleri Hasan’ın bu feci
âkıbetine itiraz ettikleri için Melik Şah kendisini medresesi içerisine gömdürmüştü. Halil Ethem bu Hasan
hakkında şöyle bir mütalaa yürütmüştür:
“Konya’daki Akyokuş595 Mahallesi’nde tarz-ı mimarisi şâyân-ı dikkat harap bir cami vardır. Buna, Hoca
Hasan Camii tesmiye olunur. Kitabesi olmadığı gibi evkafça kaydı dahi yoktur. Belki aynı zatın âsârındandır.”596
Ben de bu tahmine iştirak ediyorum. Fatih devrinde adı geçen Köle Hasan Mescidi’nin bu mescid olması
çok muhtemeldir. Halk terbiyesi hayır sevenlere böyle şöhretleri yakıştırmadıkları meselâ İstanbul’daki Öküz
Mehmed Paşa Mescidi’ne Öksüz Mehmed Paşa Mescidi dedikleri gibi köleyi hocaya çevirmiş olabilirler.
H.618’de ölen Hoca Fakıh’ın Mamuresi yapılırken karşısındaki Köle Hasan Kervansarayı vardı, hâlâ da vardır.
Şu halde Hoca Hasan Mescidi; Konya’nın belki de ayakta kalarak bize kadar gelebilen en eski Selçuk
eserlerinden birisidir. İyi muhafaza etmemiz lâzımdır.
Şimdi kütüphane olarak kullanılan ve Gözlülü Hacı Halil Ağa tarafından yenilenen camiye vakıf tesis eden
zatın adı da Hacı Hasan’dır, fakat bu Hacı Hasan vakfiyesini h.1077-m.1666 yılında yaptırdığı için mevzuumuz
olan âbide ile hiç bir alâkası yoktur.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 5 numaralı defterin 224. sahifesinde Hızırilyas (Oğulbey) Vakfiyesi ve bu
vakfın gelirleri tespit edilirken Konya’da Ebu’l-Fazl (İplikçi) Camii yanında bir Hoca Hasan Mescidi’inden
bahsedilmektedir. Hoca Hasan bu vakfiyede Sultani şeklinde tavsif edilmiştir. Oğulbey’in Hızır İlyas adına
yaptığı tesisin vakfiye tarihi 646 olduğuna göre bu tarihlerde Hoca Hasan Mescidi varmış demektir. Şu halde;
Konya’da iki Hoca Hasan Mescidi vardır. Tariflerine göre ikisi de bu zatın idi. Birisi yıkılmış, birisi ayaktadır.
Yine Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4 numaralı defterin 177. sahifesinde h.853-m.1449 tarihli Arapça bir
vakfiye vardır. Bu vakfiye ile Hoca Hasan İbn El-Hac İshak İbn Bayezidi’l-Konevî; Abdü’l-mü’min Mescidi’ni
tamir ve tecdit ettirmiştir ki bu da başka bir Hoca Hasan’dır.
594
-Halil Ethem Bey bu kitâbeyi yanlış ve noksan kayıd etmiştir.
595
-Konya’da böyle bir mahalle hatırlamıyoruz. Her halde Akyokuş Yolu üzerinde demek istemiştir.
596
-Kayseriye Şehri, s. 7.
144
çıkıntılar vardır. Bunlar hem kubbeyi süsler, hem de tamirlerde merdiven vazifesini görürler. Kubbenin üstü son
zamanlarda çimento ile sıvanmıştır.
Mabedin kıble tarafında tahta sandukalı açık bir türbe vardır. Mabedin duvarı buraya doğru bir çıkıntı yapar.
Buradaki yatırın hüviyeti gibi ölüm tarihini gösteren hiçbir Kitabeye ve hiçbir vesikaya rastlamadık. Mescidin
imamı ve mahallenin yaşlıları burada gömülü olan zatın Mabedin bânisi olduğunu söylüyorlarsa da biz bunu
tevsik edemedik. Mabedin bânisi Kara Aslan’ın; hususi Türbesi bulunduğuna göre buradaki yatırın başka bir
adam olması lâzımdır. Rivayetlere göre bu civardaki Zenburî Camii ile Baba Sultan597 Tekkesi ve Karaaslan
Kümbeti üç kardeşindir. Mescidin vakfiyesi yoktur. Yapıldığı tarihi ve mimarını gösterir bir vesika elde
edemedik. Mevlâna Celâle’d-din Rûmî zamanında bu mescidin ibadete açık bulunduğunu ve Kara Aslan’ın
ölmüş olduğunu Mevlâna’nın melikü’l-Ümera pâyeli bir emire yazdığı tavsiye mektubundan öğreniyoruz.
Mevlâna’nın bu tavsiye mektubunu yazdığı zamanda Kara Aslan Mescidi’nin imamımı Sadir Zâde Sadrü’d-din
idi. İmamlığın elinden alınması istendiği için Mevlâna’ Beyler Beyi’ne bir tavsiye mektubu yazmış ve bu adamın
imamlığa ehil olduğu için vazifesinden alıkonulmamasını istemiştir.
Mektupta bu mescidin hatipliğinin de Sadir Zâdeler’e598 Sadir Merhum ‘’ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺤﺠﻨﺪيEvladı’na meşrut
olduğu da tasrih edilmektedir. Mevlâna mektubunda; Kara Aslan’ın hiç bir vasfını zikretmeden kısaca ‘ ﻣﺴﺠﺪ ﻗﺮﻩ
’ارﺳﻼن رﺣﻤﻪ اﷲ وﺗﻘﺒﻞ ﺧﻴﺮﻩdemiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı defterin 6.yaprağında 934 umum numarasını taşıyan
bir kayda göre mescidin vâkıfı Alâe’d-din Keykubad’dır. Türbeyi ihtiva eden tekke de Kılıçaslan’ın tesis ettiği
evkaftandır. Biz birçok karînelerden bu Alâe’d-din Keykubad’ın, I.Keykubad olduğuna hükmediyoruz. Şu halde
mescid 1219’la 1236 yılları arasında yapılmıştır. Kara Aslan’ın da 1233 yılından evvel öldüğünü türbesini tetkik
ederken göstermiştik.
Sahip Ata’nın Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde 592 no’lu defterin 102. sahifesinde 91 sıra
numarasında bulunan ve 664 ve 666 tarihli tesislere atfen 679 tarihinde tanzim edilen vakfiyesinde mevkufâttan
üç dükkânın sınırları gösterilirken Kara Aslan Camii’nin adı geçmektedir.
H.881-m.1476 yılında Fatih adına Karaman İli evkafını tespit eden Muslihü’d-din ve Kasım Efendiler’in
Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde bulunan, Topkapı Sarayı’ndan çıkma 256 numaralı defterin 53.yaprağında
bu Kara Aslan Mescidi’ni buluyoruz. Deniliyor ki:
“Vakf-ı mescid-i Kara Aslan”
Kara Aslan Köyü’nde 455 dönüm tarla ile iki ev yeri ve Ekinciler çarşısında bir dükkân da bu mescidin
evkafı arasında gösterilmiştir.
Bunun altında da:
“Vakf-ı mescid-i Kara Aslan-ı diğer” denilmekte ve gelirleri de şöylece sıralanmaktadır:
“Oğlan Yusuf Evi yanında bir ev ve kapısı önünde bir sofa yeri, Hamza Evi ve Ambarî Evi, Mehmed
Bahçesi’nin nısfı ve Müderris evi yeri iki kış evi ve bir sofadır. Yazıcı Avlusu’nda bir ev Kümbet Mahallesi’nde
bir ev dahi Hergele Üyüğü yanında bir pâre yer ve Kuyumcu Ahmed Dolabı yanında bir pâre yer ve Kara Tayı
yerine mahlut bir pâre yer.”
II.Bayezid adına Konya vakıflarını tespit eden defterlerde de bu iki mescidi ve evkafını aynen buluyoruz.
Bu defterde ikinci Karaaslan Mescidi’nin gelirleri sayılırken fazla olarak ‘’ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ دﻓﺘﺮ آﻬﻨﻪkaydı ilâve
edilmiştir. Bu mescidin bânisinin adını taşıyan ve eski Kayıtlara göre Konya’nın bir Mahallesi olan Kara Aslan
Köyü Mescidi’nden ayırt edilmek için bu mescide İç Kara Aslan Mescidi denilmiştir. Tetkik ettiğimiz bu mescid
Fatih ve Bayezid Defterleri’nde yer alan iki Kara Aslan Mescidi’nden hangisidir ve ikinci Kara Aslan Mescidi
nerededir?
Bizim tahminimize göre asıl Kara Aslan Mescidi tetkik ettiğimiz bu mabettir. Bu civarda Babasultan adlı bir
başka mescid daha vardır. Bu mescid kara örtülü âdi bir kerpiç yapıdır. Yıkılan eski bir binanın yerine
yapıldığını gösteren hiçbir vesika da elimize geçmedi. Biz ikinci Kara Aslan Mescidi’yle de Zenburî Mescidi’nin
kastedildiğini tahmin ediyoruz. Halk arasında ağızdan ağza nakledilerek gelen bir habere göre Zenburî
Mescidi’nin bânîsi Kara Aslan’ın biraderi ve Sultan Alâe’d-din’in Arıcı Başı’sı olan bir zat imiş, rivayetler bu
zatın adını bize kadar getirememiştir. Bu mescidin bulunduğu mahalleyi Yavuz Sultan Selim adına Konya’nın
umumî tahririni yapan Kemal Paşa Zâde’nin İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 63 numarada ve Ankara Kuyud-ı
Kadime Arşivi’nde 104 numarada bulunan h.922-m.1584 tarihli Konya defterlerinde bu mahalle (Kara Aslan
597
-Baba Sultan Tekkesi bu civarda kendi adını verdiği mahallededir. Tekke harap olmuştur. Yerini Silleli Ali satın almıştır.
Baba Sultan’ın türbesi de bu tekkenin içindedir. Sandukası kara çamurla sıvanmıştır. Kitâbesi yoktur.
598
-Sadir zâdeler Selçuk tarihinde ünlü bir ailedir. Üçüncü Giyasüddin Keyhüsrev zamanında bunlardan Sadir oğlu Şemseddin
Sahip Ata Fahreddin Ali’nin vezirlikten azledilerek Osmancık Kalesi’ne hapsedildiğini bildirmek üzere Moğol Beyleri’nin
yanına gönderilmişti. Sonra Diyarbekir ser leşkerliğine tayin edilmişti. İbn Bibi Tercümesi, s. 266 ve 267.
145
nâm-ı diğeri ‘’رﻧﻜﺮﻳﺰRenkriz) şeklinde gösterilmiştir.
İPLİKÇİ CAMİİ
Mabet; Alâe’d-din’in doğusunda Kürkçü Mahallesi’nde Cumhuriyet Alanı’ndan Hükümet Konağı’na
giderken caddenin sağındadır. Mabet yeni cadde açılırken çukurda kalmıştır. Eskiden Mabedin önünden
Meshçiler içine giden şimdiki kapısının seviyesinde bir yol vardı. Buradan geçenlerin gözleri tamamen tuğla ile
yapılan bu binanın üstünde düğümlenir. Kapısı kuzeye açılan binanın içten içe eni 37.90, derinliği batıda 20.60
doğuda 20.15 metredir. Kuzeyine birisi kapısının üstünde olmak üzere 7, kıblesine 4, doğu ve batısına ikişer
pencere açılır. Kıblesine ve kuzeyine altışar oluğu vardır.
Caddeden Mabedin avlusuna 10 basamaklı taş merdivenle inilir.
Kapısının üstündeki taşta sülüs ile dört satır halinde Arapça şu Kitabe okunur:
ﻋﻤﺮ وﺟﺪد ووﺳﻊ هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻤﺒﺎرك اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج ا-1
ﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ زﻳﻦ اﻟﺤﺎج واﻟﺤﺮﻣﻴﻦ اﻟﺤﺎج اﺑﻮﺑﻜﺮ-2
ﻣﺴﻌﻮد اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﻜﻴﺸﺠﻰ ﺗﻘﺒﻞ اﷲ ﺧﻴﺮاﺗﻪ وﺿﺎﻋﻒ599 ﺑﻦ-3
600
ﻓﻲ اواﺳﻂ ﺷﻬﺮ اﷲ اﻻﺻﺐ رﺟﺐ ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺛﻠﺜﻴﻦ )و( ﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ601 ﺳﻨﺎﺗﻪ... -4
Kitabeye göre Mabet 733 yılı Receb’inin ortalarında ‘’آﻴﺸﺠﻲSamorcı şöhretini taşıyan Mesud Zade Hacı
Ebubekir tarafından genişletilmek sureti ile tamir ve tecdit edilmiştir.
Kitabede tamir ve tecdit esnasında Konya’ya hükmeden hükümdarın adı anılmamıştır. O vakit Konya ve
havalisi Selçuk saltanatının çökmesinden doğan bir perişanlık ve kararsızlık içinde bulduğu için olacak ki
Ebubekir dua edecek ve Kitabesini adıyla söyleyecek bir hükümdar ve sultan bulamadığından mu’tâde aykırı
hareket etmiştir.
Mabedin tamir ve tecdidi İbn Batuta’nın Konya ve havalisinden geçtiği yıl içinde ikmal edilmişti. İbn
Batuta’nın bahsettiği Karamanoğlu Bedre’d-din’in o yıllarda Konya ve havalesinin hâkimi olması lâzımdır.602
Kitabesi Mabedin geçirdiği safhaları çok güzel ifade etmektedir. Mabet hem tamir edilmiş, hem yenilenmiş,
hem de genişletilmiştir. Mabette en az dört devrin mimarî hususiyetlerini, inşa malzemesini buluyoruz.
Mabedin üç büyük ve derin kubbesiyle on sekiz tonoz örtüsünü; iki sıra halindeki tuğla ve kaplama taştan 12
fil ayağıyla duvarlara yapıştırılmış pâyendeler tutmaktadır. Fil ayaklarının alt kısımlarındaki ve eski kemer
bakiyelerindeki taşlardan bir yangın geçirdiğini anlamak mümkündür. Ben Konya’da muhtelif devirlerin mimarî
karakterlerini ve malzeme hususiyetlerini bu kadar açık ifade eden başka bir âbideye rastlamadım.
Kapıdan girince kıbleye doğru sıralanmış üç sağır ve derin kubbe altından mihraba doğru yürürken başımızı
yukarıya kaldırırsak birinci ve ikinci kubbelerin beyzî olduğunu ve askı yerlerine de ses aksini temin etmek için
üçer desti yerleştirildiğini görürüz. Mimari tarihi ile meşgul olanlar bu şekil kubbelere büyük bir ehemmiyet
veriyorlar. Üçüncü kubbe yuvarlaktır. Köşelerinde de testileri yoktur. Bu kubbe gerek inşa malzemesi, gerekse
mimarî tarzı itibariyle ilk iki kubbeden ayrı ve daha eskidir. Bu kubbenin sağında ve solunda üç boğdam halinde
beşikörtüsü şeklinde yayvan tonozlu altı kısım vardır. Bu kubbeyi ve tonozları duvarlara girmiş payandalarla
üçer fil ayağı tutar. Beyzî kubbelerin sağ ve sollarına sekizer dılığlı üçer tonoz örtü birer kanat yapıyorlar.
Mihrabın üstündeki yuvarlak kubbe ile iki tarafındaki kanatlar ve altı fil ayağı bir mimarî devre aittir. Beyzî
kubbelerle 12 tonozdan müteşekkil kanatları da başka bir devrin mahsulüdür. Bu kısım ilâve edilirken daha
evvelki kısmın fil ayaklarına ve kemer aralarına eklemeler yapılmıştır. Bu ilâveler yuvarlak kubbenin dayandığı
iki fil ayağında pek açık görülür, bu ayaklar genişlemiştir. Mabedin mermer ve istalaktitli mihrabı da başka bir
devrin eseridir. Son zamanlarda bu mihrabın altında yapılan bir kazıda eski ve ilk mabedin çini mozaiklerle
süslenmiş açık mavi ve vişne çürüğü renkli 3,10 metre eninde muhteşem mihrabının bir parçası meydana
çıkmıştır. Mermer mihrap bu çini mihrabın başladığı yerden 1 metre 10 santim yukarıya kurulmuştur. Yani çinili
eski mabet bu kadar doldurulmuştur. Mermer mihrabın arkasından yuvarlak kubbe devrine ait olan mihrabın
599
-İbin kelimesi satır başında olduğu için ‘’اﺑﻦşeklinde hemze ile yazılması lâzım gelirdi.
600
-Kitâbe dilimize şöyle çevrilebilir: “Bu mübarek mescidi 733 yılında Allah’ın ‘’اﺻﺐayı olan Recebinin ortalarında KİŞCİ
‘’آﻴﺸﺠﻰdiye mâruf Mesud zade Hac ve Haremeynin ziyneti, Allah’ın rahmetine muhtaç zaif kulu Hacı Ebubekir tamir, tecdid
ve tevsi etti. Allah hayırlarını kabul etsin ve iyiliklerini artırsın. KiŞ: samur, Kişci: Samurcu demektir.
601
-Kelimenin başındaki baştan ‘’حkırılmıştır. Tamamı ‘’ﺣﺴﻨﺎﺗﻪdır. Bu kitâbeyi Konya ve Rehberi müellifleri sahife 88’de altı
yanlışla okumuşlar, kitâbedeki ‘’هﺬاyi ‘هﺬﻩ, ’اﻟﺤﺮﻣﻴﻦi, ‘’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ, ‘’ﺑﻜﻴﺸﺠﻰyi ‘’ﻳﻜﻴﺸﺠﻰ, ‘’اواﺳﻂi ‘’اوﺳﻂ, ‘’اﻻﺻﺐi, ‘’اﻻﺣﺐokumuşlar.
Kitâbedeki ‘ ’آﻴﺸﺠﻰilk defa tarafımızdan okunmuştur.
602
-İbn Batuta Seyahatnâmesi, cilt 1, s.322, İbare şöyledir:
“Konya Sultan Bedreddin İbn Karaman’ın bilâdından ise de Irak sultanı Konya’ya bu iklimde bulunan bilâdına karib olmak
hasebi ile bazı evkatta istilâ etmiştir.”
146
izleri görülmektedir. Bu, mabedin dışarısındaki tuğla kemerden daha iyi anlaşılmaktadır. Çinili mihrabın
yanlarında ve fil ayaklarının alt kısımlarındaki taş duvarlı temel ve fil ayağı kalıntıları ilk mabede aittir. Bu taş
kısmın mabedin kıble duvarının dış kısmında 1,10 metre irtifaını bulduğu açıkça görülmektedir. Mabedin kıble
duvarının mihrap arkalarına rastlayan kısımlarında bazı tuğlaların dışarıya doğru fırlaması da bu duvarın
yıkıldıktan sonra tekrar yapıldığını göstermektedir. Bizim gördüğümüz Mabedin her tarafı tuğla ile yapılmıştır.
Yalnız duvar temellerinde ve fil ayaklarının altlarında ve ikinci sıra fil ayaklarının kaplamalarında taş
kullanılmıştır.
Mabedin tonozlu kısmı toprak dam halindedir. Kubbeler açıkta idi ve mabede müstesna bir durum
veriyordu. Dört sene603evvel Müzeler Umum Müdürlüğü tarafından esaslı bir surette tamir edilmek istenirken
kurşun bulunmadığı için kubbelerin üstü beton bir saçak ile örtülmüş ve âbidenin asaleti bozulmuştur. Bu saçak
yapılırken de kubbelerin önlerine duvar kaldırılmıştır. Fazla yüklenen Mabedin kapısının solundaki duvarı
çatlamıştır. Müzeler Umum Müdürü Hamit Zübeyir Koşay normal zaman avdet edince kubbelerin üstündeki
saçaklar kaldırılarak kurşunla kaplanacağını bana söyledi.
Mabedin kıble kapısından başka sağına ve soluna da birer kapısı vardır.
Mabedin sol köşesinde kısa ve kalın bir minaresi vardı. Otuz sene kadar evvel önünden geçen lâğımın
tesiriyle çatlamıştı. Sonradan yıktırılmıştır.
Eski Mabedin kuzey kapısı asıl binadan taşmış vaziyette idi. Son tamir esnasında bu kısım yıkılmış,
üstündeki Kitabesi de şimdiki yerine kaldırılmıştır. Yıkılan kapını solunda parmaklıkla çevrilmiş bir kabir vardı.
Mezar taşları ve hiçbir yerinde de Kitabesi yoktu. Bunun Mabedin ilk bânisi Tebrizli Ebu’l-Fazl Abdü’l-cebbar’a
ait olduğu anlaşılıyordu. Bu mezarı Sultan II.Abdü’l-Hamid’in şimdi Üniversite Kütüphanesi’nde Konya
Fotoğrafları Koleksiyonu’nda bulunan 80 sene evvel çekilmiş buraya koyduğumuz resminde açıkça görüyoruz.
Mabedin kısa minaresi ve minarenin solunda arka plânda eski Altunba Medresesi’nin parçaları da görülüyor.
Mabedin devirlerini kısaca hulâsa edelim:
1-Çinili mihrabı, taş duvar ve taş fil ayağı bakiyeleri ilk mabede aittir. Bu mabedi Tebrizli Ebu’l-Fazl
Abdü’l-cebbar yaptırmıştı. Aynî künyeli Turgut oğlu Ahmed Bey camii ihya etmiştir.
2-Tamamen tuğla ile yapılan mihrabın önündeki yuvarlak kubbe ile kanatlar ve fil ayakları tamir, tecdid ve
tevsi edilen ilk Mabedin ayakta kalan parçalarıdır. Bunun önünde; bir son cemaat yerinin bulunmuş olması çok
muhtemeldir. Tadil esnasında kaldırılmıştır.
3-Beyzî iki kubbe ile yanlarındaki kanatlar ve kapı tarafındaki birinci sıra fil ayakları ve iki fil ayaklarına ve
kemerlere ilâve edilen pâyendeler Mabedin geçirdiği üçüncü istihale devrine aittir.
4-Üstünde güzel bir sülüs ile ‘’آﻠﻤﺎ دﺧﻞ ﻋﻠﻴﻬﺎ زآﺮﻳﺎ اﻟﻤﺤﺮابyazılı bulunan nefis istalaktitli mihrap; Mabedin
Osmanlılar zamanındaki esaslı tamirini göstermektedir.
5-Mabedin kubbeleri üstüne çekilen saçak ile bu saçağı tutan duvarlar ve olukların üstlerindeki üç beş sıralık
tuğla ilâve Cumhuriyet devrine aittir. Minarenin yeri de son tamir esnasında kapatılmıştır. Mabet eski bir mimarî
tabirle mahv ve ıspat sureti ile yani tamir, tecdit, tadil, ilâve ve tagyîr edilerek bize kadar gelmiştir. Şimdi
Mâbedi kimin yaptığını ve kimlerin tadil, tamir, tecdit ve tevsi ettiğini tetkik edelim:
Bugün gördüğümüz Mabet, kıble tarafından meşhur Selçuk Veziri Şemse’d-din Ebusaid Altunba’nın
yaptırdığı medreseye bitişiyordu. Vakfiyesine göre bu medresenin sınırlarında boyacı Konyalı Hoca Yusuf İbn
Salim ile tacir Hoca Ebu’l-Fazl Abdü’l-cebbarü’l-Tebrizî’nin birer mescidi vardı.
Bu semt Konya’nın en çok değişen yeridir. Altunba Medresesi’nin doğusunda bir de Hoca Hasan Mescidi
vardı. Bu mescidin sınırlarından birisinin üstünde de Altunba’nın kendi evi bulunuyordu. Muhtelif vesikalara
göre buraya ‘ ﭘﺎزار رﺳﻦ، ’ﭘﺎزار رﺷﺘﻪİplik Pazarı’ İplikçiler Çarşısı’ Hoşafçılar Çarşısı’ Kişçiler = Samurcular
Pazarı denilmektedir.
‘’آﻴﺶkiş: samur, kişçi, samurcu demektir.604 “Tarama Dergisi’nde samor kelimesi manalandırılırken
samur’un Türkçe adlarından birisinin kiş olduğu yazılmaktadır. Bu Kitabe şimdiye kadar hiçbir kimse tarafından
doğru okunmuş ve manalandırılmış değildir. “Tarihi ve Turistik Konya Rehberi’nde sahife 69’da bu Kitabe
birçok hatalarla karma karışık yazılmış ve ‘’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ‘ ’اﻟﺤﺮﻣﻴﻦ, ‘’ﺗﻌﻠﻠﻰ‘ ’ﺗﻌﺎﻟﻰbu kelime de ‘’ﻳﻜﺸﻴﺠﻲokunmuştur.
Mevlâna Şehri Konya adlı kitapta, sahife 85’te müellif bu kelimeyi bizden alarak doğrulamıştır. Fakat metinde
manası hakkında hiç bir şey söylememiştir.
Kapısının üstündeki Kitabeye göre mescidi tamir, tecdit ve tevsi eden Kişçi (Samorcu) Mesud Zade Hacı
Ebubekir’in hüviyeti hakkında fazla bir şey bilmiyorum. Vakfiyesi de bize kadar gelmediği için tesis ettiği
vakfın mahiyeti ve gelirleri hakkında da tam manasıyla aydınlanmıyoruz. Mâbedi üçüncü defa dirilten Ahmed
Bey’dir. Fatih’in Karaman İli Tahrir Defteri’nde bu cami hakkında aynen şunları buluyoruz:
603
-Bu yazı 1944 yılında yazılmıştır.
604
-Lehce-i Osmani ve Büyük Türk Lügatı.
147
در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ. ﺟﺎﻣﻊ اﺣﻤﺪ ﺑﻚ آﻪ ﺟﺎﻣﻊ اﺑﻮ اﻟﻔﻀﻞ دﻳﻤﻜﻠﻪ ﻣﺸﺘﻬﺮدر
ﻋﻦ ﻗﺮﻳﻪ ء ﻣﺎﻳﺪوس ﺗﺎﺑﻊ زﻧﻜﻴﺠﻚ
ﻋﻦ ﻗﺮﻳﻪ ء اﺑﺼﺎري ﺗﺎﺑﻊ وﻻﻳﺖ ﺳﻌﻴﺪ
دآﺎآﻴﻦ در ﻧﺰد ﺑﺰازﺳﺘﺎن
دآﺎآﻴﻦ ﻣﺘﺼﻞ ﺟﺎﻣﻊ ﻣﺬآﻮر
ﻣﻘﺎﻃﻌﻪء زﻣﻴﻦ دآﺎآﻴﻦ
ﺑﺎغ در ﺧﻮاﺟﻪ ﺟﻬﺎن
Maydus Köyü’nün üstüne şöyle iki derkenar yapılmıştır:
( ﻗﻴﺪ اوﻟﻨﻤﺶTürbeye) اوﻏﻠﻰ دﻓﺘﺮﻧﺪﻩ ﻣﻘﺮر وﻗﻔﻴﻪ ﻳﻮق ﻳﻜﻲ دﻓﺘﺮدﻩ ﺗﺮﺑﻴﻪ605 ﺑﻠﺘﻪ-1
( اوﻟﻤﺪﻳﻐﻴﭽﻮن ﺗﻴﻤﺎرﻩ اﻣﺮ اوﻟﻨﺪيfkavı) اﺻﻠﺪﻩ ﺟﺎﻣﻊ وﻗﻒ-2
Kadınhanı’na bağlı İpsara Köyü’nün üstüne de ‘’وﻗﻔﻴﻪ وارyazılmıştır.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan h.906-m.1500 tarihli II.Bayezid’in Konya Tahrir Defteri’nde bu
câmi ve bânisi hakkında daha geniş şu mâlûmâtı buluyoruz:
“Vâkıf-ı cami Ahmed Bey, Cami-i Ebu’l-Fazl demekle meşhurdur. Der Konya mukarrer tevliyet der
tasarruf-u Mevlâna Bedre’d-din İbn Mevlâna Abdullah maa-berât-i padişah-ı âlem-penah hitabet der tasarruf-u
Mevlâna Hâfız Seydî bi-hükm-i şerif dükkân-ı kasap der kurb-i câmi ve zemin der Hocacihan vakf-ı Dâru’l-
Huffâz-ı mezkûr Ahmed Bey der nefs-i Konya mukarrer. Tevliyet be-nâm-ı mezkûr Mevlâna Bedre’d-din bi-
hükm-i hümayûn cihet-i tevliyet südüs yedi nefer hafıza meşrut ber-mûcib-i vakfiye.
1- Karye-i Maydos tâbi-i Zengicek.
2- Mezra-i ‘’ﻣﻮﻳﺪوسtâbi-i o
3- Âsiyab der vâdi-i Meram
4- Zemin-i dolap der bâtın-ı Konya nezd-i bâb-ı ‘’ارﻃﺎشErtaş Cem Sultan üzere bina edip bostancı İnsan’a606
satıp nişan-i şerif ve mektub-ı kadî vermiş; kadı mektubunda vakfa müteallik olan yerden her yıl yüz elli akça
vaz olunmuş ve içinde mezkûr İnsan bir kuyu yaptırmış, el’an tasarrufunda olduğu sebebten mezkûre kayıd
olundu diye defter-i kadimde mestûr ol üzere defter-i cedide kayıd olundu.”
II.Bayezid defteri bize şunları öğretmektedir:
1-II.Bayezid zamanında Mevlâna Bedre’d-din İbn Abdullah Mabedin mütevellisi, Mevlâna Hafız Seydi de
hatibi idi.
2-Ahmed Bey’in bir de Dâru’l-Huffaz’ı vardı. Gelirin altıda birini alacak olan mütevellisi de Mevlâna
Bedre’d-din’dir.
3-Maydus Köyü ile Maydos Çiftliği ve Meram’daki bir değirmen bu Dâru’l-Huffaz’ın evkafı arasındadır.
4- Bu Dâru’l-Huffaz’ın; Konya içinde ‘’ارﻃﺎشErtaş Kapısı607 yanında bir dolap yeri vardır. Sultan Cem
sonradan buraya bir yapı kurdurmuş, sonra da bunu Bostancı İnsan’a satmıştır. İnsan, her yıl vakfa 150 akça
mukataa verirmiş, Cem Sultan’ın köşkü Tac Veziri Mamuresi’nin batı taraflarına rastlardı. Şimdiki
Dedebahçesi’nin de Cem Sultan’a ait olduğunu zannediyoruz. Sultan Şehinşah’ın da burada köşkü vardı. Ahmed
Bey’in Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde 582 numaralı defterin 236. sahifesinde 165 sıra
numarasında 834 yılı Zilka’de’sinin evvellerinde tanzim edilmiş Arapça ve Türkçe karıştırılarak yazılan tuhaf bir
vakfiyesi vardır. Bu vakfiyenin bir sureti de Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 5 numaralı defterin
29.sahifesinde kayıtlıdır. Vakfiye bilhassa Konya’daki deftere Arapça bilmeyen cahil bir adam tarafından pek
feci bir şekilde kaydedilmiştir. Arşivdeki pek muntazam değildir. Vakfiye Arapça başlamış ve sonlarına doğru
Türkçe yazıldıktan sonra tekrar Arapça’ya dönülmüş ve böylece bitirilmiştir. Arşivdeki suretin üstünde Konya
kadı vekili Kadı Zâde Mehmed Emin’in aslına uygun olduğunu onaylayan bir tasdiki vardır. Bu suretin altında da
şu şahitlerin adları okunur:
Şemse’d-din Ahmed Çelebi İbn Mahmud’ Mehmed Çelebi’ Seydî Nazari ‘’ﻧﻈﺮيMimar İbn Abdu’r-rahman
608 Seyyid Lutfi İbn Hacı Mehmed İbn Mustafa’ İlyas Has Paşa İbn Hasan’ Seyid Ali İbn Hayreddin’ Ahmed İbn
Hamza’ Karatâyî oğlu şöhretini taşıyan Celâl İbn Hüsam İbn ‘’دوادşöhretini taşıyan Ahmed İbn Hamza’ Hafız
Hasan İbn Abdu’r-rahman’ İshak İbn Hasan Vefayî’ İbn Şora diye mâruf Ahmed İbn İsa’ Abdu’r-rahim İbn
Murad’ Mustafa İbn Rasul’ Kâtip Bal İbn Hasan.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki defterde yalınız bir şâhidin adı yazılmıştır. Vakfiyede izah edildiğine göre
Ahmed Bey hayır eserini yapmadan evvel Sultan Alâe’d-din Türbesi’ndeki Kur’an-ı Kerim’den iki defa tefe’ül
605
-Adı ‘’ﺑﻠﺘﻪBalta veyahut Belte gibi okunan bu zat Konya’nın bir tahririni yapmıştı. Bazan il yazıcı defterleri böyle yazanın
adıyla şöhretlenirdi, Kirmasti defteri gibi. Bu hususta Karacabey Mâmûresi adlı kitabımızda geniş mâlûmat vardır.
606
-İnsan Bostancı’nın adıdır.
607
-Konya Kalesi’nin Ertaş Kapısı şimdiki Memleket Hastanesi’nin karşı taraflarına rastlardı.
608
-Vakfiye bize bir Türk mimarını daha tanıtıyor.
148
etmiştir. Birincisinde müttakîlere ve ilimleriyle âmil olanlara iyi âkıbetler ve sevindirici ecirler vaateden bir âyet
çıktı. İkinci tefe’ülünde çıkan âyet de şudur: ‘’ان اﻟﺬﻳﻦ ﺁﻣﻨﻮا وﻋﻤﻠﻮا اﻟﺼﺎﻟﺤﺎت آﺎﻧﺖ ﻟﻬﻢ ﺟﻨﺎت اﻟﻔﺮدوس ﻧﺰﻻ
Vakfiyede Ahmed Bey şöyle anılır: ‘ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻤﻜﺮم واﻟﻨﺠﻴﺐ اﻟﻤﻔﺨﻢ ﻣﻈﻬﺮ ﺁﻳﺎت اﷲ ﺑﺎﻟﻠﻄﻒ واﻟﻜﺮم ﻣﻌﻠﻰ ارﺑﺎب اﻟﺤﻜﻤﺔ واﻟﺤﻜﻢ
ﻣﺮﺑﻰ اﺻﺤﺎب اﻟﻌﻠﻢ واﻟﻌﻠﻢ ﻣﺮﺟﻊ ارﺑﺎب اﻟﺴﻴﻒ واﻟﻘﻠﻢ ﺣﺎﻓﻆ ﻓﻨﻮن اﻟﻜﻤﺎﻻت ﺑﺎﺑﻮاﺑﻬﺎ وﻓﺼﻮﻟﻬﺎ آﺎﻓﻞ ﻣﺼﺎﻟﺢ اﻟﻌﺒﺎد آﺎﻓﻞ اﻻﻳﻤﺎن واﻻﺗﻘﺎن
’اﻟﻤﺨﺘﺺ ﺑﻌﻨﺎﻳﺖ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺨﻼق اﺣﻤﺪ ﺑﻚ ﺑﻦ ﻃﺮﻏﻮت ﺑﻚ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺎﺑﻰ اﻟﻔﻀﻞ
Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki vakfiyenin kenarına ‘’اﺑﻮ اﻟﻔﻀﻞdan sonra noktalarla sahifenin
kenarına çıkılmış ve şöyle bir şey kayıd edilmiştir: ‘’ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﺮزاق
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki surette bu kayd ibarenin içindedir. Ahmed Bey’in kendi adı ve babasının
adı tasrih ve Ebu’l-Fazl şöhreti de zikredildikten sonra onun adının Mehmed ve babasının adının Abdu’r-rezzak
olduğunu söylemek galiz bir hatadır. Bu kayıd bize -birçok emsali gibi- vakfiyede her hangi bir menfaat ilgisiyle
yapılmış bir tahrif olduğunu açıkça göstermektedir.
Fatih, Bayezid, III.Murad defterlerinde Ahmed Bey camii’nin Ebu’l-Fazl Camii şöhretini de taşıdığı
zikredilmiş ondan sonra Mehmed İbn Abdu’r-rezzak’dan hiç bahs olunmamıştır. Bir sahtekâr; Turgut oğlu Ebu’l-
Fazl Ahmed Bey’i Mehmed İbn Abdu’r-rezzak gibi göstererek bu vakfın gelirini istismar maksadıyla bu tahrifi
yapmıştır. Vakfiyenin birçok yerlerinde iyi bir Arapça kullanıldığı halde bazı yerlerinde birçok imlâ ve gramer
hataları görülür. Bu da yetişmiyormuş gibi vakfiyenin içine dört, beş satırlık Türkçe bir kısım da karıştırılmıştır.
Bunlar; vakfiyenin tahrif ve tadil edildiğini gösteren ayrı bir delildir. Vakfiyede vâkıfın yaptığı şeyler şu
cümlelerle tespit edilmektedir:
609
ﺛﻢ اﻧﻪ ﻓﺒﻨﺖ
او ًﻻ ﺑﺠﺎﻣﻊ اﻟﺸﺮﻳﻒ ﻣﺘﺼﻼ ﺑﻤﺪرﺳﺔ ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺑﺎﻴﭘﻠﻜﺠﻲ ووﺿﻊ ﻓﻴﻪ ﺛﻠﺜﺔ ﻣﺼﺤﻒ ﻣﻦ آﻼم اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻘﺪﻳﺮ ﺑﻌﺪ ﻣﺎ وﻗﻒ اﻟﻜﻞ ﻟﻠﻘﺮاءة
ﻓﻴﻪ اﻟﺨﻄﻴﺐ واﻻﻣﺎم واﻟﻘﻴﻮم واﻟﺪورﺧﺎن
Vakfiyede; Ahmed Bey İplikçi medresesi diye meşhur Altunba Medresesi ittisalinde bir cami bina ettiği
açıkça gösterilmiştir. Mutlak anılan bir şeyin kemâline masruf olması lâzım geldiği hakkındaki kaideye uyarsak
yeniden bir cami yaptırdığını kabul etmek lâzımdır. Hâlbuki bugünkü camii Ahmed Bey yeniden yaptırmıştır.
Eğer ibarede bir tahrif yoksa bunda bir ifade zaafı aramak lâzımdır. Vakfiyede şunları vakfettiği görülmektedir:
1- Saideli’ne bağlı ‘’اﺑﺼﺮيİbsara Köyü’nün tamamı.
2- Zengicek’e tâbi Maydus Karyesi’nin tamamı.
Vakfiyede köylerin tafsilatlı sınırlarının Defter-i Sultanî’de mukayyet olduğu da söylenmektedir.610 H.881-
m.1476 yılında Konya tahririni yapan zat; Maydus Köyü’nün vakfiyede bulunmadığı için tımara verildiğini tasrih
ettiğine göre vakfiyede bir tahrif olduğu hakkındaki buluşumuz bir kat daha kuvvetlenmiştir.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi 584 numarada kayıtlı III.Murad’ın h.992-m.1584 tarihli bir Konya defterinde
bu cami hakkında şu kaydı buluyoruz:
“Vakf-ı camii Ahmed Bey Ebu’l-Fazl Camii ile marufdur. Ve İplikçiler ile dahi şöhreti vardır. Hacı
Emrullah nam tâcir ba’del-hark bu câmii tamir ve termim etmiştir.”
Bu kayda göre câmi yandığı için h.992-m.1584 yılından evvel tüccardan Hacı Emrullah isminde bir hayır
sahibi camii tamir ve termim ettirmiştir. Bu tamir ve termim Ağırnaslı büyük Mimar Sinan’ın hassa baş
mimarlığı zamanına rastlıyor. Bugün Mabette gördüğümüz istalaktitli muhteşem mihrap işte Hacı Emrullah’ın
tamiri zamanında yapılmıştır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4 numaralı defterde bu cami hakkında şu şekilde doğru ve yanlış birçok
tedavül Kayıtları vardır:
“Medine-i Konya’da vaki Ahmed Bey Cami’i Şerifi, Ebu’l-Fazl ve Ahmed Bey Camii, Ahmed ve Ebu’l-Fazl
bina eylediği cami, Ahmed Bey bina eylediği İplikçi Camii, Ahmed Bey bina ve Ebu’l-Fazl tamir eylediği İplikçi
demekle mâruf cami-i şerif. İplikçi demekle mâruf Altunba Medresesi evkafı mülhakatından merhum Şeyh
Ebu’l-Fazl Camii Şerifi.(sahife 30)”
Yine bu defterde; Konya’da vâki Şeyh Ebu’l-Fazl Cami-i Şerifi evkafından Said Eli Nahiyesi’ne tâbi
İbsara’daki dükkânların 1199,1218,1221,1250 yıllarına ait hesap Kayıtları vardır.
Ahmed Bey; vakfiyesini yaptırdığı zaman Karamanoğlu İbrahim Bey hükümdar bulunuyordu. Kendisi
İbrahim Bey’in emirlerindendi. Turgut Oğulları Türbeleri’ni yazarken bu hususta geniş malûmat verilecektir.
Altunba Medresesi’ni yazarken de izah ettiğimiz gibi Altunaba’nın bu câmi ile hiç bir alâkası yoktur. Yalnız
Altunaba; medresesini, birinci Ebu’l-Fazl’ın daha evvelden yaptırmış olduğu camiin önüne kurdurmuştur.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde İplikçi Camii’ne ait dosyada 1190 yılında çıkarılmış bir kayd-ı hâkânî sureti
609
-Bu cümlelerle bir çok sarf ve nahv hataları vardır. Meselâ ‘’ﻓﺒﻨﺖkelimesi yaptıran müzekker olduğu için ‘’ﻓﺒﻨﻰolacaktır.
Diğer hataları Arapça bilenler anlarlar.
610
-Demek ki Karamanoğulları zamanında köylerin bile teferruatlı sınırlarını gösteren Sultani Defterleri, İlyazıcı Defterleri
vardır.
149
vardır. Bu surete göre Said Eli’ne tâbi İbsara Köyü’nün reâyâ öşrü ile piyâde öşrünün nısfı, Zengicek’e tâbi
Maydos Köyü’nün öşrü, cami’e muttasıl on dükkân ve Hoca Cihan’da bir bağ bu cami’in evkafı arasındadır.
Burada da cami yandıktan sonra Hacı Emrullah tarafından tamir edildiği tasrih olunmuştur. Hacı Emrullah da
camie üç dükkân, 9000 kuruş vakf etmiştir.
Konya Rehberi adlı eserin 99. sahifesinde bu cami hakkında verdiği mâlûmâtın çoğu tamamen indî ve gayr-i
sarihtir.
Bir müsteşrik de bu camiin Mevlâna’nın babası Bahae’d-din’e ait olduğunu söylerken tabiatıyla hata ediyor.
BİR ÖZET
1-Camiin h.598-m.1201 yıllarından evvel Tebrizli Ebu’l-Fazl Abdü’l-cebbar tarafından yaptırıldığı
sanılıyor.
2-Camii samurcu (kişçi) Ebubekir h.733-m.1332 yıllarında genişletmiş, yenilemiş ve imar etmiştir.
3-Turgut Oğlu Ebu’l-Fazl Ahmet Bey 834 H. 1430-31 M. yıllarında Mâbedi ihyâ etmiştir.
4-Cami, İplikçiler Çarşısı’nda bulunduğu için-Altunba Medresesi gibi-evvelâ İplikçiler Camii, sonra kısaca
İplikçi Camii adı ile meşhur olmuştur.
5-Cami yandığı için tüccardan Hacı Emrullah isminde bir zat h.992-m.1584 yıllarından evvel tamir
ettirmiştir.
6-Şemse’d-din Altunba; medresesini bu camiden sonra kıble tarafına yaptırmıştır. Camiin sınırdaşlıktan
başka Altunba Medresesi’yle ve bânîsi ile hiçbir ilgisi yoktur. Mevlâna Şehri Konya-Tarihi Kılavuz adlı eser
sahife 82’de İplikçi Camii’nin 1021 tarihlerinde Şemse’d-din Altunba tarafından yaptırılmış olmasını söylemesi
bir zühûldur. Bu tarih; Altunba Medresesi’nin vakfiyesinin tarihidir. Bir daha tekrar edelim: Altunba’nın bu cami
ile hiç bir alâka ve münasebeti yoktur. Son zamanlarda Mabedin kapılarına Altunba tarafından yaptırıldığını
gösteren mermer levhalar asılmak suretiyle korkunç hata, kitap sahifelerinden ilânlara taşmıştır. Bunun ilgililer
tarafından kaldırılması münasip olur.
7-Mabet, 1945 yılında Müzeler Umum Müdürlüğü tarafından bugünkü şeklinde onarılmıştır.
8-Mabet, 1951 yılında Konya Müzesi Klasik Eserler Şubesi haline getirilmişti. 1960 yılında tekrar ibadete
açılmıştır.
9-Mabedin bir Bizans eserinden çevrildiği hakkındaki bazı müsteşriklerin tahminlerini isabetsiz buluyoruz.
Mabedin kıble tarafındaki mimarî kalıntılar hakkındaki böyle bir iddia esaslı bir kazıdan sonra gözden
geçirilebilir.
611
-Bu paraları mahallenin muhtarı Silleli Mehmed Ormancı bana verdi, ben de Konya Eski Eserler Müzesi’ne hediye ettim.
Paraların ikisi de Halep Eyyubileri’nden Melik Aziz Muhammed’in oğlu Melik Nasır Yusuf’a aittir. Melik Nasır Yusuf
h.634den h.658yılına kadar hükümdarlık yapmıştı. Paraların bir yüzlerinde ‘Elmelikü’n Nasır Yusuf İbnl-melik-il-Aziz’ diğer
yüzlerinde de ‘El-imamü’l-Müsta’sım Billah Emir-il-mü’minin’ yazılıdır. Bundan anlıyoruz ki o vakıt Konya’da Eyyubiler’in
de paraları geçiyordu. Bu yazı 1944’te yazılmıştır.
150
’اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ رازي
Burada bir de mezar taşı parçası buldum. Bir yüzünde ‘’اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰdiğer yüzünde de ‘ اﻧﺘﻘﻠﺖ
.... ’اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﺸﻬﻴﺪة اﻟﺴﻌﻴﺪةyazılıdır. Bu taşın bir yüzü erkeğe o bir yüzü bir kadına aitmiş. Alt tarafı koptuğu için
bunların adlarını ve ölüm yıllarını tespit edemedik.
Belki burada yapılacak ufak bir araştırmada bu taşın parçası da bulunacaktır.
Kadı İzze’d-din’in karısının ve oğlunun da burada gömülü oldukları rivayet edilmektedir. Belki bu taş onlara
aittir.
H.881-m.1476yılında Fatih adına Konya evkafını yazan Mevlâna Muslihi’d-din ve Kasım; Kadı İzze’d-din
Camii ve Medresesi’ni şöyle tespit ediyorlar:
“Vakf-ı cami-i ve medrese-i Kadı İzze’d-din der-nefs-i Konya. Hatib-i cami Mevlâna Safiyyü’d-dün bi-
hükm-i şerif ve müderris-i medrese Mevlâna Abdî. Hisse-i medrese mensuh olup cami’e ilhak olundu.”
Bu kayıt bize Fatih zamanında medresenin yıkılmış olduğu için hissesinin camie verildiğini göstermektedir.
Bu tahrir heyeti, mütevellinin elinde Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından Koçhisar ve Kestel Karyeleri’nin
camiin vakfı olduğu hakkında verilmiş bir de hüküm görmüştür.
Konya ovasındaki Yarık Taş Çiftliği ile Hocacihan’da Tavşan Ahmed, Floros Havalisi’nde Ulu Kilise ve
Manavgat ve Karahöyük’te Naklbent Uslu Bağları bu Mamurenin evkafı arasındadır.
Musallâ’daki meydana muttasıl bir tarla ile, Hoca Beyi Bağı ve Ahmed Dolabı yanlarındaki tarlalar da
ayrıca medreseye vakfedilmiştir.612
II.Bayezid’in tahrir heyeti medrese hakkında bizi daha iyi aydınlatıyor. Medrese yıkıldığı için hissesinin
camiye verildiğini ve o vakit cami hatibi ve mütevellisi olan Mevlâna Hüsame’d-din’in Kadı İzze’d-din’in
torunlarından olduğunu açıkça yazıyor. III.Murad’ın Tahrir Defteri’nde bu Mamure hakkında şu kıymetli
mâlûmâtı buluyoruz:
“Vakf-ı camii Kadı İzze’d-din Mehmed der-mukabele-i medrese-i Atabey der nefs-i Konya ber muceb-i
vakıfnâme el-müverrehü bi-tarih-i selh-i Receb sene ‘( 644 ) ’ارﺑﻊ وارﺑﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ613
Dikkat edilirse artık medreseden hiç bahsedilmiyor. Bu kayıt bize camiin vakfiyesinin 644 yılı Receb’inin
sonlarında tanzim edildiğini de öğretiyor.
Eski vesikalardan hiç birisi Kadı İzze’d-din’in Türbesi’nden bahsetmiyorlar. Demek ki türbe için ayrıca bir
vakıf tesis edilmemiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı defterin 33.sahifesinde çok fena bir yazı ile
kaydedilmiş, 652 yılı Receb’inin başında yapılmış Kadı İzze’d-din’e ait Arapça bir vakfiye vardır. Vâkıf
II.Keykavus, IV.Kılıçaslan ve II.Keykubad’ın müşterek saltanat sürenlerden II. Keykavus’dur. Vakfiyede adı
ihtiramkâr evsafla geçmektedir. Vakfiyede Kadı İzze’d-din de şöyle tavsif ediliyordu:
‘ اﻟﺼﺪراﻟﺼﺎﺣﺐ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺁﺗﺎﺑﻚ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻧﺎﻇﻢ ﻣﺼﺎﻟﺢ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻗﻮام اﻟﻤﻠﻚ ﻗﺒﻠﺔ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻗﺪوة اﻟﻔﻀﻼء ﻧﺎﺻﺮ اﻟﺤﻖ ﻋﺎﺿﺪ اﻟﺨﻠﻖ ﺧﻼﺻﺔ
اﻻﻧﺎم زﺑﺪة اﻻﻋﻴﺎن ﺗﺎج اﻻﻋﺎﻇﻢ واﻓﺮ اﻟﻤﺮاﺣﻢ ﻣﺎﻟﻚ ازﻣﺔ اﻟﺤﻜﺎم ﻗﺎﺿﻲ ﻗﻀﺎة اﻻﺳﻼم آﻨﺰ اﻟﺴﻤﺎﺣﺔ ﻣﻨﺒﻊ اﻟﻔﺼﺎﺣﺔ ﺣﻴﺎت اﻟﻤﻈﻠﻮﻣﻴﻦ ﻣﻤﺎت
ب اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻣﺨﺘﺎر ﻣﻮاﻗﻒ اﻣﻴﺮ ُ اﻟﻈﺎﻟﻤﻴﻦ ﺣﺠﺔ اﷲ ﻓﻲ اﻻرض ﻋﺰ اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ آﻬﻒ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ وارث اﻻﻧﺒﻴﺎء واﻟﻤﺮﺳﻠﻴﻦ أ
’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻣﺤﺐ ﺣﻀﺮت رب اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ اﺑﻮ اﻟﻤﺤﺎﻣﺪ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﺣﻤﺪ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺑﻘﺎﺿﻲ ﻋﺰ اﻟﺪﻳﻦ614
II.Keykavus bu vakfiyesiyle Saideli Nahiyesi’ne bağlı Kestel’le Koçmar Köyleri’ni Kadı İzze’d-din Camii’ne
vakfetmektedir. Vakfiyede medreseden hiç bahsedilmemiştir.
III.Murad’ın tahrir heyeti bu Mamureye ait yalnız h.644 –m.1246 tarihli bir vakfiye görmüşler. Hâlbuki
tetkik ettiğimiz vakfiye bundan sekiz sene sonra yapılmıştır. Şu halde Kadı İzze’d-din; câmi ve medresesini daha
evvel tesis ve vakfetmişken sonra Keykavus bu camiye iki köy vakfetmiştir. Tetkik ettiğimiz vakfiyede diğer
gelirlerin bulunmamış olması da bizim bu iddiamızı teyit eder.
Konya Mecmuası’nın 7 sayılı nüshasının 449. sahifesinde ‘Kadı İzze’d-din’in Cami Vakfiyesi’ başlığı altında
ve Arapça’dan çevrildiği tasrih edilen yazıdaki; vakfiyenin tercümesi değil, bir hülâsasıdır. Mütercim burada
Kadı İzze’d-din’i de vâkıf gibi göstermek hatasına düşmüştür.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde bulunan 63 numaralı defterde Konya ve mülhakatının köyleri tespit edilirken
Saideli’ne bağlı Koçmar Köyü’nün reaya öşrünün tamamı ve piyâdegân öşrünün yarısının Kadı İzze’d-din
Camii’nin vakfı olduğu kaydedilmiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki defterde bu Mamureye ait tedavül kayıtları da vardır.
H.1148 yıllarında Kadı İzze’d-din’in torunlarından Seyyid Mehmed’ Seyyid Süleyman’ Seyyid Eyüp ve
Seyyid Mustafa müştereken bu Mamurenin mütevellisi idiler. Yine burada Konya’da Araplar yanında Cingan
Yüğü ve yüğün yanındaki Yarıktaş Çiftlikleri’nin bu camiye vakfedildiği ve bunların senelik gelirlerinin 1186
612
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, Defter numarası 256, s. 18.
613
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, Defter numarası 584, s. 418.
614
-Vakfiyede bir de Maristan-i atik’den bahsedilmektedir. Bunu da yerinde tetkik edeceğiz.
151
akçe olduğu görülmektedir.
Kadı İzze’d-din; Selçuk Devleti’nin çökmesini ve çözülmesini önlemek ve şarktan gelen Moğol tazyikini
durdurmak, yurda tam istiklâl kazandırmak için elinden gelen her şeyi yapan büyük bir devlet adamıdır.
Moğol düşmanlığı ile tanınmıştır. Bu yüzden bir defa vezirlikten uzaklaştırılmıştı. İzze’d-din’in; Keykavus
üzerinde büyük bir tesiri vardı. Hükümdar kendisinden çekinir ve ona çok hürmet ederdi. Kadı İzze’d-din
padişahın ahlâkını bozmak isteyenlerden Seyfe’d-din Türk eri gibi adamlar üzerinde kuvvetli nüfuzunu
kullanmıştır. Moğol Hanları’ndan gelen elçileri sultanla görüştürmemek ve sultanı onların uyuşturucu ve
yumuşatıcı tesirlerine kaptırmamak için her şeyi yapmıştı. Sultan’ın Moğollar’ın yaldızlı tekliflerine kapılarak
yurdun istiklâlini tehlikeye düşürmesinden korkardı.
Kadı İzze’d-din; İzze’d-din Keykavus ile ikinci defa ihtilafa düştükleri zaman hazinenin bütün altunlarını
dökerek hazırladığı bir ordu ile Rükne’d-din’i mağlup ve Burgulu Kalesi’ne hapsetti. Sahib Kadı İzze’d-din
vezirlik makamına oturduğu ve memleket idaresinin dizginlerini eline aldığı bir zamanda Baycu’nun elçileri sık
sık Selçuk payitahtına akın ediyorlardı. Onları baştan savmak için devlet hazinesinden büyük fedakârlıklar
yapılıyordu. Kadı İzze’d-din; Karatâyî gibi büyük adamların da fikirlerini aldıktan sonra bunlara yüz vermemeye
başladı. Bu akını önlemek için kaandan bir yarlığ istemeye karar verdi. Ve Moğol akınlarını da durdurmaya
muvaffak oldu. Artık yurt rahat bir nefes almaya, yaralarını sarmaya başladı. Bu ara Ağaceri eşkıyası türedi.
Kadı İzze’d-din; Yavtaş kumandasındaki askerlerle bunu bastırdı. Bu sırada büyük arkadaşı Celâle’d-din
Karatayi’yi kaybetmişti. Sonra ansızın Bayçu Nuyin; şarktan kara bir ölüm bulutu gibi belirdi.
Çekirge gibi askerleriyle yürüyordu. Kadı İzze’d-din bunlarla çarpışmaya karar verdi. Onları Aksaray
taraflarında Alâi Hanı taraflarında silahla karşıladı. Türk safında bozguncular, Moğollar tarafından gönülleri
avlanmış adamlar vardı. Bunlar hükümdara bile nüfuz etmişlerdi. Sahib-i azam Kadı İzze’d-din yorgundu.
Ayaklarından muztarıptı. Buna rağmen dağlar gibi sebat gösterdi. Elinde keskin bir nacak ile Moğolları geberte
geberte kendisi de hayata gözlerini kapadı.
O siyaseti ile, dehası ile memleketi iç ve dış düşmana karşı tutuyordu. Ölümünden sonra İzze’d-din
Keykavus da yerini Rükne’d-din Kılıçaslan’a bıraktı.
İbn Bibi; Kadı İzze’d-din’in 654 yılı Ramazanının 20. gününde öldüğünü yazar. 615
Müneccim başı da bu tarihi kabul eder. 616
Aksaraylı Tezkeresi ise Kadı İzze’d-din’in 656 yılı içinde şehit düştüğünü söyler.617
Mevlâna Celâle’d-din Rûmî, Kadı İzze’d-din’e karşı derin bir saygı gösterirdi. Yazdığı mektuplarda onu
şöyle tavsif ederdi:
‘ ﻗﺎﺿﻲ اﻟﻘﻀﺎة ﻧﺎﺷﺮ اﻟﻌﺪل واﻟﺤﺴﻨﺎت اﻟﺼﺪر اﻟﺬي اﺳﺘﺤﻖ اﻟﺼﺪر ﺑﺴﻌﺔ اﻟﺼﺪر وﻓﺎق اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺑﻌﻠﻮ اﻟﻘﺪر ﺑﻘﻴﺔ اﻟﺴﻠﻒ اﺳﺘﺎذ اﻟﺨﻠﻒ ﻣﻔﺘﻲ
اﻟﺼﺪر اﻟﻜﺒﻴﺮ.. اﻟﻔﺮﻳﻘﻴﻦ اﻣﺎم اﻟﻤﺬهﺒﻴﻦ اﻻﺟﻞ اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻨﺤﺮﻳﺮ اﻟﺒﺪر اﻟﻤﻨﻴﺮ ﻋﺰ اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ ﻋﻼء اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻋﻠﻢ اﻟﻬﺪى واﻟﻴﻘﻴﻦ
ﻧﺎﺻﺢ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ، ﺷﺮف اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻴﻤﻦ، اﻟﺒﺪر اﻟﻨﺤﺮﻳﺮ اﻟﻤﺤﻘﻖ اﻟﻤﺪﻗﻖ ﻣﻌﺪن اﻟﻌﻠﻢ واﻟﺘﻘﻰ،’618
Mevlâna Celâle’d-dini Rûmî, Kadı İzze’d-din Camii’nde vaaz etmiştir. Kadı İzze’d-din’in başı daz imiş.
Mevlâna, bir va’zında başı çıplak bir kuş hikâyesi anlatmıştır. Bu lâtîfe Kadı İzze’d-din’in hoşuna gitmiş. 619
İzze’d-din Keykavus-ı Sânî; veziri Kadı İzze’d-din’e bir cemîle olmak için, camiine Kestel ve Koçmar
Köyleri’ni h.652–m.1254 yılında vakfetmişti.
Fatih’in h.881-m.1476 tarihli Konya Defteri’nde: Kadı Serace’d-din-i Ürmevî’nin oğlu İmame’d-din’in
Dâru’l-Huffaz’ı yıkıldığı için evkafının Kadı İzze’d-din’in camiine ilhak edildiği yazılmaktadır. 620
615
-İbn Bibi Tercümesi, s.259.
616
-Müneccim başı, Anadolu Selçukileri Tercümesi, s. 26.
617
-Selçuk Devletleri Tarihi, s.136, 137. Osmanlı Tarihi de cilt 1. s.452.’de 654 tarihini tercih etmiştir. Burada Kadı
İzzeddin’in babasının adı Mahmud gösterilmişse de doğru değildir.
618
-Mektubat-i Mevlânâ Celâleddin, s.76-78.
619
-Fransızca Eflâkî Tercümesi, c.1, s.84.
620
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, 256 numaralı defterin 27. sahifesi.
152
Camiin ittisalinde bir de medrese vardı. H.1323-m.1905 yılında medrese yıkılmış, yalnız arsası kalmıştır.
Kalecik Mahallesinde oturan ulemâdan Kisehisarlı Süleyman Efendi Zâde Naci İbrahim Efendi, arsasına fevkânî
bir dershane ve beş odalı bir medrese yaptırmıştı.621 Kadı Mürsel’in burada bir de hanikahı vardı.
Cami, medrese ve tekkeden teşekkül eden bu site Osmanlılar Konya’yı aldıkları zaman haraptı. Fatih’in
Karaman İli Tahrir Defteri’nde bu câmi ve medrese hakkında şu kayıt vardır.
“Vakf-ı cami-i ve medrese-i ve hanikah-ı Kadı Mürsel der-nefs-i Konya. Mütevelli Hacı İbrahim Efendi.
Vakf-ı kadim mukarrer. Vakfiye görüldü.”
Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde 255 numarada kayıtlı II.Bayezid adına yapılan Konya tahririni gösteren
İl Yazıcı Defteri’nde aynen şunları buluyoruz:
‘ . ﻣﻘﺮر ﻣﺪرﺳﻪ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ اﺑﺮاهﻴﻢ زﻣﺎﻧﻨﺪﻩ )ﻗﺮﻩ ﻣﺎن اوﻏﻠﻮ ( ﺧﺮاب اوﻟﻤﺶ. وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﻣﺪرﺳﺔ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﻗﺎﺿﻲ ﻣﺮﺳﻞ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
ﻗﺎﺿﻲ ﻣﺮﺳﻞ روﺣﻴﭽﻮن آﻮﻧﺪﻩ اﻳﻜﻲ. ﺷﻤﺪي ﺟﺎﻣﻊ داﺧﻲ ﻳﻴﻘﻴﻠﻮب ﻧﻤﺎز ﻗﻴﻠﻴﻨﻤﺎز اوﻟﻤﺶ وﻗﻔﻰ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺳﻨﺎن اﻟﻤﺸﻬﻮر ﺑﻪ آﻮﺳﻪ ﻣﻌﻠﻢ ﺗﺼﺮﻓﻨﺪﻩ در
اﻵن ﺟﺎﻣﻊ ﻣﺬآﻮر ﺗﻌﻤﻴﺮ اوﻟﻮﻧﻤﺶ. ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف اوﻻد ﻣﺬآﻮر دﻳﻮ آﻬﻨﻪ دﻓﺘﺮدﻩ ﻣﺴﻄﻮر. ’ﺟﺰء اوﻗﻮﻳﻮب ﺗﺼﺮف اﻳﺪرﻣﺶ
Cami ve medrese Konya’ya Karamanoğulları hâkim iken İbrahim Bey’in zamanında (h.727-m.1424, h.868-
m.1463) harap olmuş, II.Bayezid zamanında cami namaz kılınmaz bir halde harap idi. Vakfa Köse Muallim
Sinan isminde birisi tasarruf ediyordu. Her gün Kadı Mürsel adına Kur’an’dan iki cüz okumak şartı ile
gelirinden faydalanıyordu. Defter-i köhnede yani Karamanoğulları!nın İl Yazıcı Defterleri’nde de böyle yazılı
imiş. Cami, II.Bayezid zamanında tamir edilmiştir. Bu Mamurenin birçok evkafı vardı. Aksaray’da iki köyde iki
çiftlik, Ilgın’da bir çiftlik, Konya’da cami yanında 13 dükkânla, Bedesten’de birçok dükkân, Kamere’d-din
Dolabı’nın yeri, Karaaslan’da Cihan Tarlası, Bezirhane Yeri’ Aymanas’ta bağ, Selyigar (Selver) Nahiyesi’nde
tarla bu mamureye vakfedilmişti. Kadı Mürsel ayrıca evladına Pervane yanındaki Tol Çiftliği’ni de vakfetmişti.
II.Bayezid’in Konya defterinden öğrendiğimize göre Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında Kadı Mürsel bu
çiftliği Mevlâna Hamza’dan satın almıştı. BURAYA TÜRKÇE
Kadı Mürsel; Su Diremi’ne (Sille’ye) bağlı İret ‘DİN’
Köyü’nde de kendi adını taşıyan bir cami yaptırmıştı. Bu köy
eskiden (Giryad) adını taşıyordu.622 Bu köyü Sultan GİRECEK
I.Alâe’d-din kayınpederi Kalanoras, Alâiye Beyi Kirvart’a
vermişti. Köy biraz tahrifle onun adını yaşatıyordu.
Sultan III.Murad adına h.992-m.1574 yılında yapılan Konya İl Yazıcı Defteri’nde külliyenin vâkıfının adı
şöyle geçer:
وﻗﻒ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺮﺳﻞ ﺑﻦ ﺣﺎﺟﻰ ﻣﺼﻄﻔﻰ اﻟﻤﺸﻬﻮر ﺑﻘﺎﺿﻲ دﻳﻦ ) ( در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻗﺪﻳﻤﺪن ﻣﺪرﺳﻪ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ اﻳﻤﺶ ﻗﺮﻣﺎن اوﻏﻠﻰ
اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ اﻳﺎﻣﻨﺪﻩ ﺧﺮاب اوﻟﻤﺶ
Konya’da şimdi kütüphane olarak kullanılan Hacı Hasan - diğer adı ile- Gözlülü Halil Ağa Camii’nin kıble
duvarının dışına yerleştirilen bir mermerde güzel bir sülüs ile Arapça şu dört satırlık Kitabeyi okuyoruz:
ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ إﻧﻤﺎ ﻳﻌﻤﺮ ﻣﺴﺎﺟﺪ اﷲ ﻣﻦ ﺁﻣﻦ ﺑﺎﷲ واﻟﻴﻮم اﻵﺧﺮ واﻗﺎم اﻟﺼﻠﻮة-1
ﺑﻨﺎ واﻧﺸﺎ هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻤﺒﺎرك ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﺷﺎهﻨﺸﺎﻩ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﺳﻠﻄﺎن-2
ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ واﺑﺪ ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻤﻌﺘﺮف ﺑﺬﻧﻮﺑﻪ-3
ﻣﺮﺳﻞ ﺑﻦ اﻟﺤﺎج ﻣﺼﻄﻔﻰ اوﺻﻞ اﷲ ﺁﻣﺎﻟﻪ ورزﻗﻪ ﻣﺘﻤﻨﺎﻩ ﻓﻲ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻲ ﻋﺸﺮ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ-4 623
Bu Kitabeden Hacı Mustafa oğlu Mürsel’in; Karamanoğlu Mehmed Bey’in hükümdarlığı zamanında h.812-
m.1409 yılında yalnız bir cami yaptırdığı anlaşılmaktadır. Bu Kitabenin solunda mermer üzerine kûfî hat ile
kazılmış çok güzel bir basite = Güneş saati vardır. Üstünde ‘ ﻋﻤﻞ هﺬﻩ اﻟﺮﺧﺎﻣﺔ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﺤﺴﻦ
’اﻟﺼﺎﺋﻎyazılıdır.
Kuyumcu Hasan tarafından yapılan bu basitenin üstünde yapıldığı tarih yoktur.
Doktor J.H.Löytved bu Kitabelerin ikisini de noksan ve yanlış okumuştur. Birinci Kitabenin ikinci satırının
başındaki ‘’ﺑﻨﺎ وkelimelerini ‘ ’وﻟﻤﺎşeklinde, ikinci Kitabenin sonundaki ‘’اﻟﺼﺎﻳﻎkelimesini de ‘’اﻟﻘﺎﻳﻎgibi okumuş
ve birinci Kitabenin son satırındaki ‘’ورزﺗﻪkelimesini okuyamadığı için yerini açık bırakmıştır. 624
Yukarıya suretlerini naklettiğimiz arşiv kayıtlarından ve Kitabeden öğrendiklerimizi şöyle bir sıraya
koyalım:
1-Fatih zamanında Mamurenin vakfiyesi görülmüştür. Vakfiyede cami, medrese ve hanikahtan
bahsediliyordu. Hacı İbrahim isminde birisi de mütevelli idi. Cami, medrese ve hanikahın harap oluşundan
621
-Konya Vakıflar Müdürlüğü 6 numaralı defter, s.48.
622
-Kirli Giret de denilen köyün adı manasız bir tasarrufla Tepe Köyü’ne çevrilmiştir.
623
-Kitâbe dilimize şöyle çevrilir: “Allah buyurdu ki Allahın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inananlar ve namaz
kılanlar tamir ederler, yaparlar. Bu mubarek camii büyük sultan ve muazzam şehinşah Sultan Mehmed İbn Alâe’d-din’in
hükümdarlığı zamanında 812 yılında-Allah mülkünü muhalled ve saltanatını müebbed kılsın- günahlarını itiraf eden Hacı
Mustafa oğlu Mürsel bina ve inşa etmiştir. Allah onu emellerine kavuştursun ve dilediği şeylerle rızıklandırsın.” Son
zamanlarda yayınlanan bir kitabın yazarı bu kitâbeyi hatalarla kopya ettirmiştir.(karşılaştırınız) Hacı Hasan Camii’ni de Kadı
Mürsel Camii sanarak yanlış mütalaalar yürütmüştür.
624
-Konia, İnschrıften der Seldschkischen Bauten S.79.
153
bahsedilmektedir.
2-II.Bayezid zamanındaki tespitte medrese ve hanikahın Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında harap olduğu
ve camiin de yeni yıkıldığı için ibadete kapandığı bildirilmektedir.
Köse Muallim denilen Mevlâna Sinan vakfa tasarruf ediyormuş. Mütevellisi de Kadı Mürsel’in evladından
birisi imiş. Cami yeniden tamir edilmiştir.
3-II.Murad devrinde Kadı-i din şöhretini taşıyan Hacı Mustafa oğlu Celale’d-din Mürsel’in Camii ibadete
açılmış, medrese ve hanikah Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında harap olmuştur.
4-Kitabeye göre Kadı Mürsel İbn Hacı Mustafa h.812 yılında yalnız bir cami yaptırmıştır. Şu halde
sonradan cami ittisaline bir medrese ile hanikah da ilave ettikten sonra vakfiyesini tanzim ettirmiştir. Bu
Mamurenin kubbeli ve çinili bir yapı olup olmadığı hakkında şimdilik elimizde bir vesika yoktur. Mimarını da
bilemiyoruz. Sonradan bu mabede ait taşın Hacı Hasan Camii’ne getirilerek konduğu Gözlülü Halil Ağa’nın bu
cami Kitabesinden öğrenilmektedir.
Basitenin de Hacı Mürsel Mamuresi’nden getirilip getirilmediği hakkında güvenilir bir me’haz
veremeyeceğiz.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan beş numaralı defterin 312.sahifesindeki bir kayda göre Hacı İsa İbn
Sinan; Kadı Mürsel Camii’ne Ilgın’da bir mezrayı vakfetmiştir. Yine burada bulunan 6 numaralı defterin
48.sahifesindeki bir kayıttan öğreniyoruz ki; Konya’nın Kalecik Mahallesi ahalisinden ve ulemadan Kisehisarlı
Hacı İbrahim Efendi İbn Süleyman h.1323-m.1905 yılında Konya’daki İfnal Mahallesindeki Kadı Mürsel
Camii’nin ittisalindeki arsaya beş odalı ve yüksek bir dershaneli bir medrese yaptırmıştır.
Camiin bânîsi Kadı Mürsel; Karamanoğlu II.Mehmed’in kazıaskerlerinden idi. Çelebi Sultan Mehmed
Rumeli’nde kardeşi Musa Çelebi ile savaşırken Karamanoğlu Mehmed Bey Bursa’ya kadar gelmiş, şehri yakarak
kaleyi muhasara etmişti. Bu sırada Musa’nın cesedi getirilerek Kablıca İmareti’ne konmuştu. Karamanoğlu
bunu görünce kaçtı. Kazıasker Mürsel kendisine:
“Beğim gel ben düâcını gönder, varayın Osman Oğlu’yla sizi barıştırayım! demiş ve şu cevabı almıştı:
Hey ne sözdür elbette ol benim üzerime gelir anınla haklaşırız!..”
Bu olayın tarihi h.816-m.1413’dür.
Bu tarihte Kadı Mürsel Karaman İli’nin nüfuzlu bir adamı idi. Ne vakit, nerde öldüğü ve nereye gömüldüğü
hakkında elimize bir vesika geçmedi. 625
Arşiv ve vakıf kayıtlarında bundan başka iki Mürsel’in daha adına rastlıyoruz. birisi Mürsel İbn İbrahim’dir.
Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında Kadı Mevlâna Hamza’nın hücceti ile satın aldığı Pervane civarındaki Tol
Çiftliği’ndeki tarlasını oğullarına vakfetmiştir.626
İkincisi de Yatağan Mürsel’dir. Karamanoğlu Mehmet Bey h.810-m.1407 tarihli Arapça bir vakfiyesi ile
Konya merkez kazasına bağlı Yatağan Köyü’ndeki Didiği Sultan’ın şeyhlerinden Yatağan Mürsel Zaviyesi’ne
Süleyman şehrinde bulunan Sulu Çimen ve Kavala Çiftlikleri’ni vakfetmiştir. 627 Bu iki Mürsel’in; Kadı
Mürsel’le ve Mamuresi ile alâkaları yoktur.
Şehzade Sultan Şehinşah’ın has adamlarından Yusuf oğlu Ahmed Çelebi’nin Konya Vakıflar Müdürlüğü’nün
bir numaralı vakfiye defterinin 199. sahifesinde 923 yılı Şaban ayının evvellerinde tescil edilen vakfiyesinden
öğrendiğimize göre bu zat Konya’ya su getirmiş ve dört çeşme yaptırmıştır. Bunlardan birisi Kadı Mürsel
Camii’nin yanında idi. Diğerleri de yine burada yeni Tahte’l-Kale’de diğer ikisi de Ahi Murad Hamamı ile
Şerefe’d-din Camii’nin karşısında idi.
KAPI CAMİİ
Konya Çarşısı’nın içinde 36 numaralı sokaktadır. Alâe’d-din Camii’nden sonra şehrin en büyük
Mabetlerindendir. Konya’nın h.618-m.1221 yılında yapılan dış kalesinin Atpazarı Kapısı’nın önüne yapıldığı
için böyle adlandırılmıştır. Bu Mabedin bir adı da İhyaiyye dir.
Mabet; muntazam kesme taşla yapılmıştır. Mabedin ön tarafını 10 mermer sütunun tuttuğu bir son cemaat
yeri örter. Başlıkları sade olan bu sütunlar bindirme denilen ikişer parçadan müteşekkildir. Sağdan son sütunun
alt parçası olukludur. Ortasından kabartma bir kurdele yılan gibi sarılmıştır. Sol taraftaki son sütunun kaidesi de
akant yapraklı bir sütun başlığıdır. Bunların gayr-i İslâmî eski eserlerden devşirildikleri anlaşılmaktadır. Esasen
Mabedin taşları da tarihi kale duvarlarından sökülmüştür. Camiin üstü kurşun ve kısmen saç örtülü çatıdır. Son
cemaat yerinin altında sekiz dükkân ve mağaza vardır. Sağ tarafında da bir şadırvan görülür.
625
-Ali’nin bastığı Aşık Paşa Tarihi, s. 86. Atsız’ın bastığı tarih, s.149. Gıese’nin bastığı nüshada bu ad Kara Mürsel şeklinde
geçer.
626
-Konya Vakıflar Müdürlüğü, defter 6, s. 48.
627
-Konya Vakıflar Müdürlüğü defter 5, S.321. Ve Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi,defter 70, s. 112.
154
Mabedin üç kapısı vardır. Son cemaat yerine sekiz merdivenle çıkılır.
Doğuya açılan kapısının solunda minaresinin alt kısmı taş, şerefeden yukarısı tuğladır. Küpünde üç mavi
çini görülür. Şerefe ve külâh altını mavi çiniden iki kuşak sarar. Mabedin sol ve sağ duvar köşesi iki demir
çember içine alınmıştır. Mabedin içinde dört boğdam halinde 16 sütun vardır. Mabedin sol tarafına sonradan 10
abdest musluğu yapılmıştır. Mabedin kıble kapısı üstünde mükebbirlik vardır.
Mabedin bu kapısının âdi taş kemeri üstündeki yarım daire şeklindeki taşın kenarlarında Eshab-ı Kehf’in
adları, üstünde Maşallah yazılıdır. Ortasında da şu manzum tarih Kitabesi okunur:
ﺗﺠﺪﻳﺪ ﻣﺠﺮد ﻗﺼﺪ اﻳﺪوب ﻣﻮﻻ628 [] هﻤﺖ رﺿﺎ ﻳﺎب
ﻗﻀﺎء ﻧﺎر اﻳﻠﻪ ﻗﻠﻤﺶ اﻳﺪى ﺑﻮ ﻣﻌﺒﺪي إﻣﺤﺎ
ﻣﺴﺎﻋﻲ ﺟﻤﻴﻞ ﺟﻤﻠﻪ اﻳﻠﻪ ﺑﺪء اوﻟﻮب اﺷﺘﻪ
ﺑﻠﻄﻒ ﺣﻀﺮت اﷲ ﺧﺘﺎم اوﻟﺪي ﺑﻬﺸﺖ ﺁﺳﺎ
ﻃﻮاف اﻳﺪوب ﺳﺮو ﺷﺎن ﺳﻮﻳﻠﺪي ﺗﺎرﻳﺨﻨﻲ زهﺮي
ﺳﭙﺎس وﺣﻤﺪ هﺎدي ﺻﻼت اﻳﺖ اﻳﻠﻴﻮب اﻳﻔﺎ
1285 ﺣﺮرﻩ اﻟﺨﻄﺎط اﻟﻔﺨﺮي
Konyalı Şair Zehrî’nin yazdığı manzumenin son mısraı ebcet hesabına vurulunda 1285 tarihi çıkar ki bu da
altına rakamla yazılmıştır. 629
Kitabeye göre Mabet yandıktan sonra h.1285-m.1868 yılında halkın yardımı ile tekrar yapılmıştır.
Bu Mabedin son inşa tarihidir. İlk Mâbedi; Mevlâna’nın torunlarından Dergâh-ı Mevlâna postnişini Hasan
oğlu Şeyh Hüseyin Çelebi Efendi yaptırmıştır.
Ankara’da Kuyud-i Kadime Arşivi’nde bulunan Konya Livâsının Mufassal Defteri’nde bu Mabedin h.1060-
m.1650 yılında yapılmış Arapça bir vakfiyesi vardır. Vâkıf Mabedin mütevelliliğini Mustafa Çelebi’ye vermiştir.
Ondan sonra evladına şart koşmuştur. Vakfiyenin üstünde Konya Kadısı Mehmed İbn Şeyh İbrahim’le Konya
Müftüsü Mustafa Efendi’nin tasdikleri vardır. Şahitleri şunlardır:
“Sultan Süleyman Camii Vâizi Şeyh Abdu’r-rahman, ulemâdan Sadre’d-din-i Konevî Türbesi’nde vâiz Şeyh
Mustafa, Alâe’d-din camii vâizi Şeyh Mahmud İbn Ömer, Şerefe’d-din Camii vâizi Abdü’l-Halim İbn Muharrem,
kadılardan Mevlâna Ali İbn Mahmud, Hazreti Mevlâna Türbesi İmamı Mevlâna Hamamî Hacı Mehmed İbn
Mustafa, hatiplerden Mevlâna Abdu’r-rahman, Tarikatçi Ahmed Çelebi İbn Mustafa, Derviş Mehmed, Mevlâna
kapıcılarından Derviş Sefer.”
Hüseyin Çelebi; bu cami ile beraber Mevlâna ve Şeyh Alaman Türbeleri’nin yanına birer Sıbyan Mektebi
yaptırmıştır.
Vâkıf bu hayır eserlerine vakfettiği Alaca hanın içine de ayrı bir mescid bina etmiştir. Camiin imam ve
müezzinine günde ikişer, mektep muallimlerine dörder dirhem verilmesini şart koşmuştur. Hüseyin Çelebi;
İçkale kapısının karşısındaki Hacı İshak Camii’nin hatibine de her gün iki dirhemlik bir tahsis yapmıştır. Çelebi;
babasının ve atalarının, ninelerinin ve karılarının ruhları için Kur’an okuyanlara ayrı ayrı para verilmesini de
vakfiyesine yazmıştır.
Ninesinin adı Aynî Hatun’dur. Kendisinden evvel ölen karılarının adları da Hani ve Mısırlı Kadın diye
meşhur olan Şirzade Hatun’dur.
Mabet; inşasından bir müddet sonra yıkılmıştır. H.1226-m.1811 yılında Mâbedi Eşenlerli Oğlu Köse Müftü
şöhretini taşıyan Abdu’r-rahman Efendi yeniden yaptırmıştır. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde vakıflar
defterinin birinci cildinin 38.sahifesinde Cumadie’l-âhire 1226 tarihinde tanzim edilmiş Türkçe bir vakfiyesi
vardır. Vakfiyeyi Konya Kadısı Hasan Efendi tanzim ve tescil etmiştir. Vâkıfın torunlarından Mehmed Bey bize;
Köse Müftü ve kardeşi hakkında şu mâlûmâtı vermiştir:
“Köse Müftü nakibü’l-ulema imiş. Şehid Ahmed Efendi isminde bir de kardeşi vardır. Bu da kıymetli bir
müderris ve ilim adamı idi. Konya Müftüsü idi. Verdiği bir fetvadan dolayı öldürülmüştür. 3500 kadar talebe
yetiştiren bu zâta bir gün demişler ki:
- Aleyhinde fetva verdiğiniz adam sizi öldürecektir!
Cevap şu olmuş:
-Bırakınız! Biz onunla altı ay sonra Allah’ın huzurunda muhakeme olacağız!”
Bu adam kendisini öldürmüş, altı ay sonra da şirpençeden kendisi ölmüştür. Yerine kardeşi Köse Abdu’r-
rahman Efendi Konya Müftülüğü’ne tayin edilmiştir. İşte Mâbedi o yaptırmıştır.
Camiin imam, hatip, müezzin, kayyum gibi müstahdemleri ile kandil yağlarının masrafları Çelebi Hüseyin
vakfı gelirleri ile Abdu’r-rahman Efendi’nin bıraktığı paralardan ödenirmiş. Abdu’r-rahman Efendi
ihtiyarladıktan sonra Mabedin mütevelliliğini dâmâdı ve hem de birader zadesi olan Hacı Süleyman Efendi’ye
bırakmıştır. Hacı Süleyman Efendi öldükten sonra dedem ikinci Abdu’r-rahman Efendi mütevelliliğe getiriliyor.
628
-Bu kelimelerin okunuşu şüphelidir.
629
-Kitâbe; son zamanlarda yayınlanan bir kitapta birçok hatalarla kopya edilmiştir.
155
H.1284-m.1876 yılında Konya Çarşısı yanarken bu cami de yanmıştır. Dedem telaşe düşmüştür. Annesi
Meryem Hatun ona der ki:
- Cami yanmıştır. Deden nasıl yaptırmışsa biz de yaptırırız. Sen bana babanın dostlarını çağır!
Dostları toplanırlar. Hanım onlara:
- Köse Abdu’r-rahman Efendi’nin beş bin altunluk bir vasiyeti vardır.” der ve sakladığı koraş ocağının
altından çıkararak onlara verir.
Camiin Kitabesinden anladığımıza göre hayır severlerin teberru ettikleri para ile bu günkü cami yapılmıştır.
Mehmed Bey’in anlattığına göre Mabedin 62 kadar dükkânı varmış. Mazbut evkaf arasına alındıktan sonra gelir
dükkânlarının hemen hemen hepsi satılmıştır. Bu dükkânlardan 20 tanesi 150’şer liraya satılmıştır. Eşenlerli Aile
şeceresi şöyledir:
Hacı Süleyman
Abdu’r-rahman
Mehmed
Abdu’r-rahman
Yücel Eşen
Yüksel Eşen
156
zannediyoruz. Osmanlılar zamanında Zindankale’nin hapishane olmadan evvel Darphane olarak kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Selçuklular zamanında darphanenin; Alâe’d-din Köşkü ile Alâe’d-din Camii arasındaki sahada
bulunduğu söylenmektedir. Konya Valisi Süruri Paşa’nın zamanında Alâe’d-din Camii tamir edilirken köşkün
eteğinde de kazı yapılmıştı. Burada İnce Minare’ye doğru uzanan tonoz örtülü geniş iki dehliz çıkmıştı. Bunu
birçok kimseler görmüşler ve içine de girmişlerdi. Darphanenin bir kubbesi Alâe’d-din Camii şimal kapısı
önünde yakın zamanlara kadar ayakta durduğunu hatırlayan Konyalılar da vardır.
Hükümet merkezlerindeki darphânelerin sarayların içinde ve civarında bulunduğu hakkında birçok tarihi
müeyyideler vardır. Elde edilen bazı vesikalarda İstanbul’da Topkapı Sarayı içinde de bir darphâne vardı. Hâlâ
darphâne yeni sarayın suru içinde, Ayairini Kilisesi’nin yanındadır. Kapı Çeşmesi’nin üzerinde bulunan Kitabede
asıl bânîsinin ismi maalesef kısmen bozulduğundan tam olarak okuyamadığımız için mabede Konyalı Mesud
Zâde Mescidi adını veriyoruz. Bu Konyalı Mesud’un; Zeyne’d-din Mehmed isminde bir oğlu daha vardı.
Sadre’d-din-i Konevî’nin okuttuğu ‘’ﺟﺎﻣﻊ اﻻﺻﻮل ﻓﻲ ﺣﺪﻳﺚ اﻟﺮﺳﻮلadlı bir hadis kitabının üstündeki icâzetnâmede bu
zâtın da mümeyyiz sıfatıyla adı geçmektedir. Bu Zeyne’d-din Mehmed’in Mesud adında bir oğlu vardı. Kadı idi,
icâzetnâmede onun adını da görüyoruz. Bu aileden daha birçok kıymetli âlimler yetişmiştir.
KARATÂYÎ MESCİDİ
Bu mescid; Hocafakıh’de Hocafakıh Mescidi’nin batısındadır. Mabedin dışı muntazam kesme taşla, tek ve
sağır kubbesi kümbetî tuğla ile yapılmıştır. Tuğlaların hususi bir şekilde örülmesiyle kubbenin içinde zarif süsler
hasıl olmuştur. Kubbenin kandil yerini siyah ve yeşil çiniler süslüyordu. Son senelerde kubbeye paratoner
yerleştirilirken bu çiniler bozulmuştur. Mescidin mihrabındaki kıymetli çiniler daha evvelden sökülerek
aşırılmıştı. Mescidin önünde daha alçak iki kubbenin örttüğü bir son cemaat yeri vardır. Bu kubbeler
bakımsızlıktan 25 yıl önce 630 çökmüştür.
Mermer söveli bir kapıdan son cemaat yerine girilirdi. Mabetten son cemaat yerine iki, kıble tarafına altlı
üstlü dört, sağ ve soluna da yukarıdan bir pencere açılmaktadır. Mabet asil hüviyetini kaybetmeden bize kadar
gelebilen çok kıymetli bir Selçuk tipidir. Kalbimiz kanayarak kaydetmek mecburiyetindeyiz ki bu pırlanta eser
asırlardan beri ihmal edilmiş ve yüzüstü bırakılmıştır. Akyokuş’dan Keçili’den inen seller, mâbedi 1,5 - 2 metre
kadar kum altına gömmüştür. Ufak bir tamirle eski ihtişamlı durumunu kazanabilir. Yerli ve yabancı tarih
âlimleri ve mimarî mütehassısları, bu binanın tesis gayesi gibi kime ve hangi devre ait olduğunu tespit
edememişlerdir. Bizim Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde bulunduğumuz h.992 tarihli bir icmal defteri tarihin
bu kör düğümünü çözmüştür. Karaman Vilayeti Defterdarı Mustafa Bey tarafından Konya’daki bütün evkaf
tespit edilirken bu mescidin de vakfiyesi görülmüştü. Cumhuriyet İnkılâbı’na kadar Topkapı Sarayı’nda
padişahların mührü altında saklanan bu deftere şöylece kaydedilmiştir:
‘’وﻗﻒ ﻣﺴﺠﺪ ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻲ ﻧﺰد ﺗﺮﺑﻪء ﻗﻄﺐ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ ﺣﻀﺮت ﻓﻘﻴﻪ اﺣﻤﺪ ﻗﺪس ﺳﺮﻩ631 Mabedin hiçbir yerinde Kitabesi
bulunmadığı ve vakfiyesi de bize kadar gelmediği veyahut biz göremediğimiz için yapılış tarihini kesin olarak
tespit edemeyeceğiz. Karatayi’nin Konya’daki medresesinin h.649-m.1228 Kayseri’nin Zamantı Nahiyesi’nin
Karatâyî Köyü’ndeki kervansarayının h.638-m.1240 Antalya’daki câmi ve misafirhânesinin de h.648-m.1250
yıllarında yapıldığını ve kendisinin de h.652-m.1254 yıllarında öldüğünü bildiğimize göre, Mabedin de h.638-
m.1254, h.652 –m.1240 yılları arasında yapılmış olduğu tahmin edilebilir. Mabet’in; büyük ünlü Selçuk Veziri
Celâle’d-din Karatâyî tarafından yaptırıldığı öğrenilince tarihî kıymeti şüphesiz artacaktır.
Fatih’in ve II.Bayezid’in Karaman Vilayeti İlyazıcı Defterleri’nde Konya’daki Karatâyî Medresesi’nin
evkafı tespit edilirken Hoca Fakıh’da hanın bitişiğinde içinden ırmak geçen bir tarla bu mescidin bitişiğinde bir
bağ ve bu civarda başka bir tarla bulunduğu da gösterilmiştir. Bu mescid yapılırken burada hem Hoca Fakıh
Türbesi, hem de han bulunuyordu. Yine bu civarda Isfahanlı Sahib’in, Mü’min Halife’nin ve hanın banisi Köle
Hasan’ın Oğlu Hacı İbrahim’in bağları da vardı.
KARATÂYÎ632KÖYÜ CAMİİ
Sille’nin Karatâyî Köyünde
Selçuklular zamanında daha ziyade İsilye’ Silye şekillerinde adlandırılan ve Su Diremi denilen Sille pek
meşhur ve mâmur bir nahiye idi. Ona bu mâmûriyetini veren civarındaki Takkeli Dağ üstündeki Konya
müdâfaasının en mühim kalesi olan Kevele Kalesi idi. Sultan I.Alâe’d-din’in ve daha birçok Selçuk büyüklerinin
630
-Bu kitap 1944 yılında yazılmıştır.
631
-Sahife 268.
632
-Camiin bânisinin adı Konya’daki medresenin kitâbesinde ve Paris Millî Kütüphane’de bulunan anonim ‘Tarih-i Âl-i
Selçuk der Anadolu’da (s. 51,52) ve arşiv vesikalarında Karatayi ‘ ’ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻲşeklinde geçer. ‘Karatay’ yanlıştır. Yerleşmeye ve
yayılmaya başlayan ve hattâ sülâlesine bile yanlış şekilde soyadı olan bu hata düzeltilmeli.
157
burada mescid, han, hamam, mektep gibi dînî ve sosyal eserleri vardı.
Celâle’d-din Karatâyî’nın adını taşıyan bir köyde de Selçuk emirinin bir mescidi vardı. Bu gün bu mescidin
yerini tespit edemedik.
Buraya bağlı İret’ Giryat Köyü’nde de Kadı Mürsel’in bir camii vardı. Erkıt’ Erkut’ Arkut gibi yazılan
köyde de Altunba’nın bir mescidi bulunduğunu eski kaynaklardan öğreniyoruz. Sille Köyü Sultan Alâe’d-din’in
Konya’daki cami ve Dâru’ş-Şifa’sının vakfı idi.
Karatâyî Mescidi’nin imamı Musa Oğlu Süleyman öldüğü için yerine 17 Recep 1232’de oğlu Mehmed
Halife tayin edilmişti. 633
Fatih devrinde Konya Sahra Nahiyesi’nde 217 çiftlik ve köy vardı. Sudiremi Nahiyesi’nde de 40 köy ve
çiftlik bulunuyordu.
633
-Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4 numaralı defterin 117. sahifesi.
634
-Ali-i Semerkandî şöhretini taşıyan bu âlimin Karaman’da bir mescidi vardı.
158
4-Yine buradaki başka bir tarladaki nısıf hissesi ile bağını.
5-Konya Sahrası’ndaki Halil Bey Çiftliği’nin yarısını ve Tayfur Damı Çiftliği’nin tamamını.
6-Hatunsaray köylerinden Karahüyük, Üçkilise ve Yarımca köylerindeki dükkânlarını.
7-Belviran’a bağlı Saraycık Köyü’nde Kaya Ağzı denilen yerdeki tarlalarının hepsini.
8-Aladağ’daki yaylağını.
9-Konya’da Kadı Mürsel Camii ittisalindeki dükkânını.
Vakfiyeye göre vakfın mütevellisi - hayatta bulundukça- vâkıfın kendisi, vefatından sonra oğlan ve kız
çocuklarının en sâlihi olacaktır. Fakat erkek evlat daima tercih edilecektir. Mabedin imam ve hatibi kendi evladı
arasından seçilecektir. Mabedin geliri üçe taksim edilerek, birisini mütevelli alacak, ikisi de cami ve zaviyenin
masraflarına tahsis edilecektir.
Kasım Halife’nin Aladağ’daki yaylasında kişniş denilen kuş üzümü bol yetiştiği için soyu sopu sonradan
Kişnişçiler lâkabı ile anılmaya başlamışlardır.
Kasım Halife’nin oğlu Konya Kadısı Mehmed Efendi de 993 Şaban’ının ilk günlerinde tescil ettirdiği bir
vakfiye ile babasının cami ve zaviyesine Devle Mahallesi’nde Şerefe’d-din Camii yakınındaki dâhiliye,
hâriciyeli ve büyük avlulu evini vakfetmiştir.
Bu evin üç tarafında umumî yol, bir tarafında da dâru’t-ta’lim vardır.635 Bu da tevliyeti, hayatta iken
kendisine, öldükten sonra çocuklarına şart kılmıştır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bazı tedâvül Kayıtlarına göre 1240 Ramazan’ının 10. gününde
vâkıfın evlâdından mütevelli Hasan İbn Mehmed ölmüş, yerine oğlu İsmail’e berat verilmiş, bu zat da öldükten
sonra 1265 yılı Zilka’de’sinde Hafız Mehmed Halife ve 11 Rabiü’l-evvel 1341 tarihinde yine evlattan Şiyt İbn
Hacı Hasan İbn Hacı Mustafa vakfa mütevelli olmuşlardır. Bu gün vakfın mütevellisi Şiyt Efendi’nin oğlu
Mustafa’dır. Tedâvül Kayıtlarına göre bu vakıfta mütevelli olanların zinciri Kasım Halife’ye şöyle
bağlanmaktadır: Mustafa’ Şiyt’ Hacı Hasan’ Hacı Mustafa’ Mehmed’ Mehmed’ Seyyid Mehmed’ Mehmed’
Kasım Halife.
KAYIYÜĞÜ CAMİİ
Kayıyüğü Köyü çok eski bir iskân yurdunun harabeleri üstüne kurulmuştur. Eski bir tarih burada toprakların
üstüne ve altına uzanmış yatıyor. Her yer eski eser döküntüleriyle, Kitabelerle, heykel parçaları ile doludur.
Mevlüt Ağa’nın evinin bahçesinde üstte iki insan kabartması bulunan 0,30 x 0,50 metre ebadında kıymetli bir taş
vardır. Mehmed Dağ’ın evinde merdiven basamağı olarak kullanılmış; 0,52 x 0,84 metre ebadında üstünde dört
satırlık Latince Kitabe bulunan bir tarih yâdigârı gördüm. Taşla yapılan ve ağaçla kara örtü şeklinde damlanan
camiin avlusunda 0,75 x 0,78 metre ebadında eski bir mimarî eserden getirilmiş bir sütun parçası vardır.
Mabedin önünde bulgur dibeği yapılmış, 72 santim yüksekliğinde ve bir metre çapında üstünde salip bulunan bir
taş gördüm. Yüğ, köyün batısındadır. Burada eski, daha eski ve çok daha eski üst üste, yan yana yatmıştır.
Buralar beşer tarihine projektör ışığı tutacak büyük ciltlere gebedir.
Mabedin inşa tarihi gibi yaptıranı da tespit edecek bir vesika elimize geçmedi.
635
-Bu Dârü’t-Ta’lim Şerefeddin Camii’nin karşısındaki Hacı Ali Efendi Dârü’l-Huffâzı’dır.
159
ﻳﻦ ﻳﻮﺳﻒ-5
Kitabe büyük bir temizleme ameliyesi geçirmeden evvel çimento altında bulunan birinci satırdaki
‘’ﻋﻠﻰkelimesini biraz tevcihi zor gibi görünen ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﻋﻠﻰyi manalandırmak için ‘’اﻋﻠﻰgibi okumak
istemiştim. Çünkü ‘’اﻟﻤﻌﻈﻢkelimesinin ‘’ظharfinin keşidesi uzunca görünüyordu. İçinde ‘‘ ’آﻤﺘﺮﻳﻦ ﺑﻨﺪ آﺎنkemterin-i
bendegân’ kelimeleri bulunduğu için Arapça denemeyen Kitabeyi anlaşılır bir hale getirmek için birçok
mahzuflarla beslemek lâzımdır. Kitabede dil kaidelerine aykırılık da görülür.
İki alem arasında bulunan ‘’اﺑﻦkelimesinin hemzesi daima düşer. Yalnız satır başına rastlarsa yazılır. Şu
halde beşinci satırın başında da ‘’اﺑﻦşeklinde yazılması lâzımdı. Kitabede geçen ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦhalifeler için
kullanılan vasıflardandır.
Abbasi Halifeleri’nin; büyük Selçuk sultanlarından bazılarına unvanlar verdikleri görülür. Rükne’d-din
II.Süleyman’a, ‘’ﺳﻠﻄﺎن ﻗﺎهﺮSultan-ı Kaahir, I.İzze’d-din Keykuvus’a ‘’ﺳﻠﻄﺎن ﻏﺎﻟﺐSultan-ı Gaalip unvanları
verilmişti. Bakır paralardan başka kesilen bütün Selçuk sikkelerinde ve bazı Kitabelerde sultanların adları ile
beraber; zamanın halifesinin adı veya bu halifeye bağlılık ifade eden ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦEmire’l-Mü’minin vasfını da
taşıyan ibareler konurdu. Meselâ II.Kılıçaslan’ın 583 tarihli gümüş sikkesinin bir tarafında ‘ اﻟﻨﺎﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ اﷲ اﻣﻴﺮ
’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦEn-Nasır Li Dînillâh Emire’l-Mümin’in oğlu Rükne’d-din Süleyman’ın 598 tarihli bir sikkesinde: ‘ اﻟﺴﻠﻄﺎن
Bunları buradaki gibi bitişik yazın
’اﻟﻘﺎهﺮ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﻮﻣﻨﻴﻦyazılıdır. Tetkik ettiğimiz mescid zamanında kesilen
I.Gıyase’d-din Keyhüsrev’in h.601 tarihli bir sikkesinde: ‘اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ Hoca ayrı yazmış’ kitapta bitişik
اﻻﻣﺎم اﻟﻨﺎﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ اﷲ
I.İzze’d-din Keykavus’un bir parasının bir yüzünde: ‘اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦyazılı’اﻻﻣﺎم اﻟﻨﺎﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ اﷲ
Diğer yüzünde de: ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮوibâreleri okunur. Bunlardan sonraki Selçuk
hükümdarlarının sikke ve Kitabelerinde de bazen halifenin ismi ve ‘’اﻣﺎم, ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦlâkabları veya sadece:
‘ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ,ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ,ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ, ’ﻧﺼﻴﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦgibi hilâfet makamına bağlılık ifade eden
vasıflar kullanılırdı.
Abbas Oğulları’ndan hilâfet alındıktan sonra da halifelere has olan bu klişelerin kullanılmasına devam
edilmiştir. Konya Selçuk hükümdarları zamanındaki inşaattan Sahib Ata’nın Ilgın Kaplıcası ve Konya Hanikahı
ile Konya Alâe’d-din Camii’nin üç Kitabesinde hükümdarların ad ve vasıflarından sonra, ‘ ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ
’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦKaraman’da Sa’de’d-din Ali, Konya’da Sırçalı Medrese ve Zazadin Hanı’nın Kitabelerinde ‘ ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ
’اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ, Alâe’d-din Camii’nin başka iki Kitabesinde de ‘’ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦkazılıdır.
Bu hususta ‘Kitabeler’ adlı eserin ikinci kısmının 11,50,192,194,207. sahifelerinde Halil Ethem’in,
Kayseriye Şehri’nde ve Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası’nın 15. yılının 174,175. sahifelerinde ve daha başka
Kitabe kitaplarında birçok örnekler bulabiliriz. Câmiu’d-Düvel ve Ahmed Tevhid Bey Merhum’un dördüncü
kısım Meskûkat Kataloğu’nda da sultanlara verilen unvanlar, sikkelere kazılan ve hilâfete bağlılık ifade eden
klişeler hakkında geniş malûmat vardır.
Tetkik ettiğimiz mescid yapıldığı h.604-m.1207 tarihinde Konya Selçuk tahtında I.Gıyaseddin Keyhüsrev
İbn II.Kılıçaslan oturuyordu.636
Bu zat biraz yukarıda yazdığımız gibi 601 tarihli bir sikkesinde Abbasi Halifesi olan ‘ اﻟﻨﺎﺻﺮ ﻟﺪﻳﻦ اﷲ اﺑﻮ اﻟﻌﺒﺎس
’اﺣﻤﺪde şu bağlılık ve saygı cümleleri ile anılmıştır: اﻻﻣﺎم اﻟﻨﺎﺻﺮﻟﺪﻳﻦ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ637
O devirde ‘’ﻋﻠﻰisminde bir halife tanımıyoruz.
Sikkelerde ve Kitabelerin bazılarında halifeye bağlılık göstermenin bir gelenek halinde yaşadığı bir devirde
yapılan bir mescidin üstündeki ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦi görünce ilk hatırımıza gelen zamanın Abbasi Halifesi Ebü’l-Abbas
Ahmed’dir. Alelâde emirler ve emirü’l-ümeralar için ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦtavsîfinin kullanılmayacağına göre bu mescidin
Ali isminde bir emir adına yapılmış olması mümkin değildir. İşte şu tarihî mülâhazalara binâendir ki biz buradaki
‘’ﻋﻠﻰye başka bir mana aramak lüzumunu duyduk.
Yüce olmak, yükselmek manasına gelen ‘’ﻋﻠﻮkökünden mâzî sîgası şeklinde gelen ‘’اﻋﻠﻰa’lâ’da bir hürmet
cümlesi olabilir ki;emirü’l-mü’minin yücelsün, manasını ifade eder.
Eğer bu kelimeyi alâ gibi okumayıp Ali şeklinde ve has isim olarak alırsak çok uzak olan şöyle bir ihtimali
düşünmek mecburiyetindeyiz.
Bu mescid; Raşidîn Halifeleri’nden Emire’l-Mü’minin Hazret-i Ali adına yapılmıştır.
Böyle bir mana çıkarmaya ibare pek müsait değildir. Başkasının adına yapılan ve yazılan eserlere ‘’ﺑﺮﺳﻢbi-
636
-Keyhüsrev h.601-m.1204’den h.607-m.1210 tarihine kadar hükümdarlık etmiştir.
637
-Ebü’l-Abbas Ahmed h.575-m.1180 yılından h.622-m.1225 yılına kadar halifelik yapmıştır.
160
resmi, gibi bazı kelimeler kullanmak lâzımdır. Mesela Şeyh Alaman Türbesi’nin Kitabesinde: ‘ وان اﻟﻤﺴﺎﺟﺪ ﷲ ﻓﻼ
’ﺗﺪﻋﻮ ﻣﻊ اﷲ اﺣﺪا ﺑﺮﺳﻢ ﻗﻄﺐ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻓﻘﻴﻪ اﺣﻤﺪ
Zaviyesi’nin Kitabesinde de: ‘... ’ﺑﺮﺳﻢ ﻗﺪوة اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ ﻗﻄﺐ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﺳﻴﺪ اﺣﻤﺪyazılıdır.
Birçok Memlük ve Osmanlı hükümdarları adına yazılan kitapların üstlerinde de ‘’ﺑﺮﺳﻢkelimeleri okunur.
Meselâ İslâm kahramanı Selâhe’d-din Eyyübî’nin babası Necme’d-din Eyyüb’ün İstanbul’da Askeri Müze’de
bulduğumuz kılıcının üstünde bu kelime okunur.
Mahmud İbn Yusuf; mescidi fazla hürmet ettiği Ali isminde bir Selçuk Emiri adına yaptırmış, Kitabenin
mürettibi de manasını anlamayarak buna ‘’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦdemiş olması da bir ihtimal gibi ele alınabilir. Adına
mescid yapılan bu emir kimdir? H.607-m.1210 yılında Akıncı-Aslantaşı Mescidi’ni yaptıran şahsın babasının adı
Emir Ali’dir. Bir göbek evvel yaşayan bir adamın adı anılırken اﻟﻤﻐﻔﻮر، ’اﻟﻤﺮﺣﻮمel-merhum, el-mağfur gibi dua
ifade eden bir vasıf kullanılması lâzım gelmez mi idi?
O sırada Selçuk payitahtında Konyalılar arasında adına mescid yaptıracak kadar bir Ali-severlik
bulunduğunu bilmiyoruz. Fakat Hanefilik’in hakim bir mezhep olduğunu vakfiyelerden ve Kitabelerden açıkça
öğreniyoruz. Karatâyî’nın vakfiyesi ile Sırçalı Medrese’nin Kitabesini misal olarak gösterebiliriz. 638
Bizim kanaatimize göre buradaki ‘’ﻋﻠﻰyi, alâ gibi okumak ve ‘’اﻋﻠﻰ اﷲAllah yüceltsin manasını çıkararak
Abbasi Halifesi’ne dua edildiğini kabul etmek hakikate en yakın bir tahmin olur.
Cahil ve yarım Arapça bilen muharrir ve mürettiplerin ellerinde Kitabelerin ne kadar feci şekle düştüklerini
göstermek için elimizde pek çok örnek vardır.
Kitabeye; ‘kölelerin en hakiri Mahmud’ şeklinde adını koyduran zat kimdir? Bize büyük eserler ve tarihe
yüce ünler bırakan Anadolu Selçukluları’nın birçokları millî ve dînî vazifelerini yapmış olmanın mânevî zevki
içinde yaşamışlar, eserlerinin üstüne şatafatlı Kitabeler koydurmamışlar, bunların bazıları memuriyet ve
unvanlarını vermeyerek yalnız adlarını yazdırmışlar, bazıları adlarını bile koydurmaya lüzum görmemişlerdir.
Büyük Emir Celâle’d-din Karatâyî’nın Antalya’daki Kervansaray ve Dâru’s-Suleha’sının üstlerinde adı bile
yoktur. Sahip Fahre’d-din Ali’nin İnce Minare - Dâru’l-Hadis’i üstünde adını göremiyoruz. Müstevfi Emirü’l-
Hac Zâde Ebü’s-Sena Celâle’d-din Mahmud; Abdü’l-mü’min Mescidi’nin kapısı üstüne unvansız olarak yalnız
babası ile kendi adını koydurmuştur. Zevle Sultan Mescidi’nin Kitabesinde de binanın nasıl bir maksatla tesis
edildiğini gösteren bir işaret yoktur.
Tetkik ettiğimiz bu Kitabe taşı burada bulunan eski mescide mi aittir, yoksa bir başka yerden mi buraya
getirilmiştir? Bu kesin olarak bilinmiyor. Yıkılan bir binanın Kitabe taşının bir başka yerde kullanıldığı hakkında
sayısız örnekler verebiliriz. Mesela Şeyh Sadre’d-din civarında Kapı Çeşmesi’nin üzerindeki 613 tarihli Kitabe
bir mescide aittir. Bizim tahminimize göre bu taş burada bulunan eski bir mescidindir.
Esasen mahallenin en yaşlıları da bu taşın, yerine yenisi yapılmak için eski mescid yıkılınca kapısının
üstünden indirilerek sonra içerde saklandığını söylüyorlardı. Şimdi yeniden yapılan mescidin yerindeki eski
mescid de 80-90 sene evvel yapılmıştı.
Kendisini, kemterîn-i bendegân ‘’آﻤﺘﺮﻳﻦ ﺑﻨﺪآﺎنterkibinin tevâzu’u içine bürüyen Mahmud’un; Selçuk Sarayı
teşkilatına mensup olduğunu ve yahut bu hânedânın muhipleri, hâdimleri arasında bulunduğunu tahmin
ediyoruz.
Fakat kimdir? Bunun; Danişmentoğulları hükümdarlarından Yağıbasan’ın oğlu Muzaffere’d-din Mahmud
olması çok muhtemeldir. Kendi ailesinden Selçuk Oğulları’na kız verdiği için bu hânedanla olan münasebetini
kuvvetlendirmişti. Kendisi, kardeşleri ve oğulları Anadolu’yu Selçuklu hükümdarları idaresi altında bir bütün
yurt yapmaya canla başla çalışmışlardı. Selçuklular Anadolu’daki siyasî birliği biraz da bunlara borçludur.
Mahmud’un babasının adı bazı Kitabelerde ve sikkelerde Yağıbasan şeklinde geçmektedir. Bu mescidin
Kitabesindeki Mahmud’un babasının adı Yusuf’tur. Bunun böyle oluşu bu Mahmud’un Danişmentoğulları’ndan
olduğu hakkındaki iddiayı ortadan kaldırmaya kâfi değildir. Danişmentliler Tarihi henüz meçhullerle dolu bir
muâdele halinden çıkmış değildir. Bulunacak yeni vesikalar ve Kitabeler bu ailenin tarihini aydınlatacaktır. Biz
Yağıbasan’ın asıl isminin Yusuf olduğunu kabul etmeye mütemâyiliz.
Şecâatinden, hamâsetinden ve yaptığı muvaffakiyetli savaşlardan ve baskınlardan sonra ona ‘ ﻳﺎﻏﻲ
’ﺑﺎﺻﺎنYağıbasan vasfının verilmiş olması çok muhtemeldir. Bir cüz’i Yusuf olan adlardan bir cüzünün hazf
edildiği hakkında sayısız misaller vardır.
Sinane’d-din Yusuf’ Yusuf Sinane’d-din ve Yusuf Sinan gibi adlar çok kerre Sinane’d-din; Sinan, bazen de
Yusuf gibi söylenmekte ve yazılmaktadır. Büyük ve dahi mimarımız Sinan’ın asıl adı da Yusuf Sinan idi. Hiçbir
eserine imzasını koymayan büyük mimar en çok sevdiği Büyük Çekmece Köprüsü’nün üstüne imzasını Yusuf İbn
638
-Kitâbede ‘ ’ووﻗﻔﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻔﻘﻬﺎء واﻟﻤﺘﻔﻘﻬﻴﻦ ﻣﻦ اﺻﺤﺎب اﺑﻲ ﺣﻨﻴﻔﺔdenilmektedir.
161
Abdullah şeklinde kazdırmıştı.
İlk defa tarafımızdan bulunarak neşredilen bu imzanın Sinan’a ait olduğunda şarklı ve garplı âlimler
tereddüde düşmüşlerdi. Fakat biz bunun Mimar Sinan’ın olduğunu İstanbul Esat Efendi Kütüphanesi’nde 2258
numarada kayıtlı Tezkiretü’l-Ebniye adlı yazma bir eserle tevsik ettik. 639
Şair; Sinan’ın ağzından onun hayatını nazım ederken diyor ki:
‘ﺁﻧﻚ دورﻧﺪﻩ ﻳﺎﭘﺪم ﭼﻮق ﺑﻨﺎﻟﺮ
ﻧﻴﺠﻪ ﺟﺎﻣﻌﻠﺮ وﻧﻴﺤﻪ ﺳﺮاﻳﻠﺮ
ﺑﺤﻤﺪ اﷲ ﻓﻘﻴﺮﻩ اوﻟﺪي ﺟﻨﺖ
ﺟﻬﺎﻧﺪﻩ ﺑﻮﻧﺠﻪ ﺑﻴﺖ اﻟﻠﻬﻪ ﺧﺪﻣﺖ
ﺑﻮﺗﻠﻤﻴﺬ ﺣﺒﻴﺐ ﭘﻴﺮ ﻧﺠﺎر
’ﻗﻮﻟﻚ ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻣﻌﻤﺎر
Danişmentler’in bir merkezi olan Malatya’nın, Bireman ‘’ﺑﻴﺮﻩ ﻣﺎنköyüne nispetle ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻲBiremuni şöhretini
taşıyan Danişment Oğlu Mahmud’un Oğlu Bedre’d-din’in de tetkik ettiğimiz mescidin beş yüz metre kadar
doğusundaki bir minarede adının geçmesi bizim bu Mahmud’un; Danişment Oğlu Mahmud olduğu hakkındaki
iddiamızı teyit etmektedir. Büyük üstadım Ahmed Tevfik de Konya burçlarından birisinin
Danişmentoğulları’ndan Ahmed İbn İsmail tarafından yapıldığını Sahib Ata Camii avlusunda bulunarak Müze’ye
nakledilen bir Kitabesine dayanarak Türk Tarihi Encümeni Mecmuası’nın 15.senesinin 1 Temmuz 1341 tarih ve
87-10 sayılı nüshasının 225. sahifesinde ilim âleminin önüne sermişti. 640
Danişmentoğulları’nın 12.asrın son yıllarından başlayarak 13.asrın ortalarına kadar Selçuk payitahtında ve
Selçuk hükümdarlarının bütün kudret ve kuvveti ile yürümesinde büyük rolleri olmuştu, bunların Selçuklular’ın
irfan ve içtimai yardım müesseselerine büyük hizmetleri dokunmuştur. Esasen Selçuklular’la641 bir boydan inen
Danişment Türkleri Konya’da ve Kayseri’de Mamureler, siteler kurmuşlardı. Danişmentoğulları’nın Konya’da
hayır müesseseleri, siteler kurdukları bu güne kadar tamamen meçhul kalmıştı. Bunu ilk defa geniş muhite
tanıtmak hizmetini biz yapıyoruz. Danişmentoğulları’nın tarihi şimdiye kadar tetkik edilmemiş, hakikate uygun
hiç bir eser yazılmamıştır. 642
Amasya’da, Sivas’da Malatya’da ve Kayseri’de zaman zaman bir beylik kuran bu Türk aile; Bizans’tan,
batıdan ve cenuptan gelen siyasi ihtiraslarla boğuşmak mecburiyetinde kalmışlardı. II.Kılıçaslan zamanında bu
aileden Mahmud’un kardeşi Cemal Gazi Amasya’da, amcazâdelerinden İbrahim Gazi Sivas’ta, Zünnun Gazi
Kayseri’de müstakil bey bulunuyorlardı. Fakat aralarına dağılmanın ve çözülmenin müthiş mikrobu girmişti. Biri
birinin can düşmanı oldular!
Kılıçaslan’ın kardeşi Şehinşah Ankara Valisi idi. Bizanslılar onların birliksiz ve dirliksizliklerinden istifade
etmek istiyorlardı. Bazı Danişment kolları yurtlarına yaklaşan bu gayri Türk ve gayr-i Müslim tehlikeyi
sezdikleri için Şehinşah’a temayül gösteriyorlardı. Selçuk Hükümdarı bunların hâkim bulundukları toprakları
kendi sınırları içine katmaya karar vermişti. Şehinşah h.562-m.1166 yılında Amasya’ya yürüdü, Amasya Bey’i
Cemal Gazi; amcazâdesi Sivas Beyi İbrahim Gazi’den yardım istemişti. Şehinşah bu yardım gelmeden
Amasya’yı aldı ve kaçan İbrahim Gazi’yi Yavaş-Cuma Pazarı’nda yakalayarak öldürdü.
Amasya Beyi aman dileyerek Şehinşah’a teslim oldu.
İbrahim Gazi’nin yerine bey olan İsmail Gazi de bir sene sonra mağlup edildi. Şehinşah h.564-m.1168’de
Kayseri Beyi Zünnun’u tepeledi. Malatya’dan başka bu ailenin hükmettiği bütün topraklar Selçukîler’in eline
geçti. Sonunda m.1174-1177 yıllarında bunların siyasi hâkimiyetlerine son verildi. 643
Danişmentliler’den Yağıbasan’ın Amasya Beyi Cemal Gazi’den başka Muzaffere’d-din Mahmud, Zahirü’d-
din Ali, Sinane’d-din Yusuf isminde üç oğlu daha vardı. Bunlar istiklâllerini ve yurtlarını değil Anadolu ‘da Türk
hâkimiyetini tehdit eden Bizans’a karşı koyabilmek için Selçukîler’e katılmaktan ve onları kuvvetlendirmekten
başka bir çıkar yol olmadığına inanmışlar ve Selçuk Oğulları’nın yanında yer almışlardı. Bu üç kardeş
II.Kılıçaslan öldüğü zaman Burğulu - Ulubor Valisi bulunan Melik Gıyase’d-din Keyhüsrev’in yanında ve onun
emrinde bulunuyorlardı.
639
-İstiklâl Gazetesi’nde, Akbaba Mecmuası’nda, İstanbul Ansiklopedisi’nde ve Mimar Koca Sinan adlı yazı ve
kitaplarımızda bu hususta geniş bilgi vardır.
..رآﻦ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻤﺎ640-Neşrettikleri kitâbe şudur: ‘
اﻣﺮ ﻋﻤﺎرة هﺪا اﻟﺒﺮج اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺳﻔﻬﺴﺎﻻر اﻻ
ﺟﻞ ﺳﺮاج اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﺳﻤﻌﻴﻞ
ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ............................’
641
-Amasya Tarihi, c. 2, s. 325.
642
-Bizim elimize geçen ve şimdiye kadar ilim âlemince bilinmeyen vesikalara dayanarak bir Danişmentliler Tarihi yazmak
tasavvurundayız.
643
- Amasya Tarihi, c. 2, s. 340, Düvel-i İslâmiye, s.220 ve İbn Bibi Tercümesi , s.24.
162
Keyhüsrev yaş itibarı ile Kılıçaslan’ın on bir oğlunun en büyüklerinden değildi. İdare, siyaset ve ilim
bakımından bunların hepsinin üstünde idi. Daha bey iken Mecdü’d-din İshak gibi âlimler, Yağıbasanoğulları gibi
tecrübeli siyaset ve askerlik adamları onun yanında toplanmışlardı.644
Babası onu kendisine veliaht yapmıştı m.1192 Selçukîler tahtına oturduğu zaman Yağıbasanoğulları da
hizmetinde bulunuyorlardı. M.1196’da zor karşısında yerini büyük kardeşi Rükne’d-din Süleyman Şah’a
bırakarak ailesi ve oğulları Keykavus ve Alâe’d-din’le İstanbul’da Bizans İmparatoru’na sığındığı zaman
Mecdü’d-din İshak Konya’yı bırakarak Suriye’ye gittiği halde Yağıbasanoğulları uç beyliklerini muhafaza
ediyorlardı.
Menkup hükümdarın tekrar Konya’ya getirilmesi için el altından çalıştılar. Rükne’d-din Süleyman Şah
m.1203 yılında ölmüştü. Yerine oğlu Kılıçaslan getirilmişti. Bu bir çocuktu. Memleket idaresinin kudretli ve
tecrübeli bir hükümdar elinde bulunması lâzımdı. Yağıbasanoğulları faaliyete geçtiler. 645
Birer uç beyi olan üç kardeş diğer uç beyleri ile anlaştıktan sonra Gıyase’d-din Keyhüsrev’in haciplerinden
Türkçe ve Farsça’dan başka beş dil bilen Zekeriya’yı bir mektupla gizlice İstanbul’a yolladılar, onu eski tahtına
çağırdılar. Birçok fedakârlıkla buna da muvaffak oldular.
Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan Yazıcı Zâde’nin II.Murad adına tercüme ettiği Selçuknâme’de bu
hadise yazılırken deniliyor ki:
“Muzaffere’d-din Mahmud ve Zahre’d-din İli ve Sinane’d-din Yusuf ki uç beyi Yağıbasan Bey’in oğlanları
idiler. Ve şol sebepten ki evvelden Sultan Gıyase’d-din Keyhüsrev’in havadar ve hizmetkârı idiler.”
Houtsma’nın Tevârih-i Âl-i Selçuk adı ile bastırdığı eserde de bu üç kardeşin Keyhüsrev’in hizmetkârları ve
yakın adamları oldukları tasrih edildiği halde İbn Bibi ve yine ondan istifade eden Yazıcı Zâde biraz aşağıda
bunların adlarını; ‘Yağıbasan Oğlanları Muzaffere’d-din Mahmud ve kardeşleri Zahre’d-din ve Bedre’d-din’
şeklinde yazarlar ve tezada düşerler. 646 Doğrusu Yazıcı Zâde’nin yukarıda yazdığı gibidir. Bedre’d-din;
Yağıbasan’ın değil Mahmud’un oğludur ve Selçukîler’den birisi ile evlenmiş Devlet Hatun’un kardeşidir. Bu
Bedre’d-din ‘’ﺑﺮﻩ ﻣﻮﻧﻲBiramuni diye şöhret yapmıştı. 647
İşte tetkik ettiğimiz mescidin bânîsi Gıyase’d-din Keyhüsrev’in ikinci defa tahta çıkmasını temin etmek
sureti ile büyük fedakârlık gösteren Yağıbasanoğulları’ndan olan bu Mahmud’dur. Keyhüsrev ikinci defa tahta
oturduktan üç sene sonra bu mescidi yaptırmıştı. Bu mescidin doğusunda aynı sokağın sonundaki Hatuniye
Mescidi’ni de bunun kızı Devlet Hatun yaptırmış ve sonra da kardeşi tarafından tamir ettirilmiştir.
Danişment Oğlu Mahmud çok mütevâzı bir adamdı. O başka yerlerde yaptığı hayır eserlerinde de bu
mahviyeti göstermişti.
Kayseri’de dedesinin yaptırdığı Ulu Camii de tamir ettirmişti. Mabedin kuzeye açılan kapısının solundaki
Kitabe taşında şu dört satırlık Arapça Kitabeyi okuruz:
ﻓﻲ اﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ-1
آﻴﺴﺨﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺢ ارﺳﻼن ﻋﺰ ﻧﺼﺮﻩ-2
ﻋﻤﺮﻩ ﻣﻈﻔﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ-3
ﻓﻲ ﺳﻨﻪ اﺛﻨﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ648 ﻳﺎﻏﻴﺒﺴﺎن-4
Muzaffereddin Mahmud Kayseri’deki Ulu Camii Keyhüsrev’in tahta dönüşünden bir sene sonra tamir
ettirmiştir.
Kayseri’deki sonradan Gülük Şemse’d-din tarafından tamir edildiği için Gülük Camii adını alan Mâbedi de
Muzaffere’d-din Mahmud’un kızı Atsız Elti Hatun h.607-m.1210 yılında yaptırmıştı. Kitabede adı şöyle geçer:
‘ ’ﺁﺗﺴﻮز اﻟﺘﻲ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ ﻳﺎﻏﻴﺒﺼﺎن649
Melik Gazi Köyü’ndeki bir türbe içinde bulunan kırık bir mezar taşında da şöyle bir Kitabe vardır: ‘ هﺬا ﻗﺒﺮ
ن ﺑﻦ ﻣﻠﻚ ﻣﺤﻤﻮد.... ’اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﺷﻬﻴﺪ650
Bunun da Muzaffere’d-din Mahmud’un bir oğluna ait olması ihtimali vardır. Mahmud uç beyi olduğu için
kendisine ‘’ﻣﻠﻚ-melik de denmiştir.
H.600-m.1203 yıllarından sonra Kayseri’de Konya ve havalisinde büyük ve müthiş bir yer sarsıntısı
644
-Tevarih-i Âl-i Selçuk, c. 3, s. 17, Houtsma tab’ı.
645
-İbn Bibi Tercümesi, s.39 ve Yazıcı zâde Ali Selçuknâmesi, s.62.
646
-Tevarih-i Al-i Selçuk, s. 65 ve Müneccim Başı Tercümesi Anadolu Selçukluları, s.13.
647
-Fatih’in Karaman İli Tahrir Defteri Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, numara 256, s.30.
648
-Bu sene Kayseri Âbideleri’ni tetkik ederken kitâbelerin üstlerinin bazı meraklılar tarafından kendi yanlış okuyuşlarına
göre boyalandığını gördüm. Bu türediler buradaki ‘’ﻳﺎﻏﻴﺒﺴﺎنYağıbasan’ı da ‘’ﺗﺎﻏﺴﺘﺎنTagıstan şekline sokmuşlardır. Böyle bir
meraklı da vaktiyle Akşehir kitâbelerini berbat etmiştir. Sene 1944.
649
-Kayseriye Şehri, s.33.
650
-Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, Sayı 32, s.957.
163
olduğunu bu tarihe kadar yapılmış olan birçok âbidelerin hayır ve irfan müesseselerinin tamamen veyahut
kısmen yıkıldıklarını bize kadar gelebilen Kitabelerinden, enkazından ve bazı vakfiyelerinden öğreniyoruz. Bu
hususta birçok örnekler verilebilirse de biz burada birkaçını sayacağız:
1-Konya’da h.607-m.1210 yılında yapılan kubbeli Akıncı Mescidi ve Türbesi.
2-H.604-m.1207 yılında yapılan Danişment Oğlu MAHMUD Mescidi.
3-Konya’da h.616-m.1213 yılında yapılan Hatuniye Mescidi.
4-Konya’da h.676-m.1219 yılında yapılan Başara Bey Mescidi.
5-Konya’da h.616-m.1216 yılında yapıldığı anlaşılan Konyalı Mesud Zade Mescidi (Taşkapı Çeşmesi
üstünde)
6-Kayseri’ de Ulu Cami.
7-Kayseri’de h.607-m.1210 yılında yapılan Atsız Elti Camii. Bu camii 735 tarihindeki zelzeleden sonra
tamir eden Gülük Şemse’d-din’in adını almıştı.
KIŞLA-SARAY CAMİİ
Mabet; Kışla Meydanı’nda ve Kışla’nın batı güneyindedir. Mabedin şimal tarafı tamamen kerpiç, diğer
duvarlarının alt kısımları muntazam kesme ve üst kısımları âdi taşla yapılmıştır. Mabetten sağına ve soluna iki
sıra halinde onar, şimaline sekiz, kıble tarafına dokuz pencere açılır.
Mabedin kapısı mermerle çerçevelenmiş ve üstü de beyaz ve mor mermerle zıvanalanarak kemerlenmiştir.
Son cemaat yeri yıkılmıştır. Mabedin kıble tarafının duvar temelinde, üstünde kabartmalar, salip izleri ve güneş
huzmeleri bulunan eski bir mimarî esere ait kıymetli bir taş kullanılmıştır.
Mabedin sağındaki minaresinin küpüne kadar olan kısmı taş ve üst tarafı tuğla ile yapılmıştır. Minarede
yeşil renkli çiniler de kullanılmıştır. Mabedin kapısı üstünde kitabe taşının yeri açıktır. Biz bu taşı Konya
Müzesi’nde 978 numarada kayıtlı bulduk. 0,40 x 1,40 ebadındaki bu taşın üstünde güzel bir Osmanlı sülüsüyle şu
dört satırlık manzum Kitabe okunur:
ﺣﻀﺮت ﺣﻖ ﺣﺴﻴﻦ ﭘﺎﺷﺎﻳﻲ -1
اﻳﻠﻤﺶ ﺻﺎﺣﺐ اﺣﺴﺎن وﻋﻄﺎ
ذاﺗﻴﺪر ﻗﺒﻠﻪء اهﻞ ﺣﺎﺟﺎت
ﻋﺪﻟﻴﺪر ﺟﺎﻣﻊ اﻧﻮار رﺿﺎ
ﻓﻘﺮا زﻣﺮﻩ ﺳﻨﻪ ﺷﻔﻘﺖ اﻳﻠﻪ
ﺟﻠﺐ اﻳﺪر ﺑﺎدﺷﻬﻪ ﺧﻴﺮ دﻋﺎ
Kitabenin son iki mısraı ebcet hesabına vurulunca 1235 rakamı çıkar ki Mabedin bu tarihte Konya Sarayı
651
-Son zamanlarda yayınlanan bir kitapta yazar bu kitâbedeki kelimleri yanlış okumuştur.
164
içine Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabeyi pürüzsüz ve akan bir üslûp ile yazan şairin
adı Talib’dir.
Camiin önündeki sahaya eskiden Cirit Meydanı denilirdi. Kışla; bu tarihlerde Hükümet Konağı olarak
kullanıldığı için saray denilirdi. Kitabedeki saray ile de bu kastedilmiştir. Bu camie Saray Camii ve imamlarına
da saray imamları denilirdi. Saray Camii’ni yaptıran Hüseyin Paşa’nın şöhreti Mehmed Süreyya Bey’e göre
Kut’dur. Anapalı’dır. Haseki’likden yetişmiştir. Edirne Bostancı Başısı iken eşkıyanın te’dibinde muvaffakiyet
gösterdiği için h.1220-m.1805 yılında da kendisine vezirlik verilerek Anapa Muhafızlığı’na tayin edildi. 15 sene
orada kaldıktan sonra Kars ve biraz sonra da Konya Valiliği’ne tayin edildi. Konya’dan sonra Diyarıbekir Valisi
oldu. H.1240’da vezareti kaldırılarak Bursa’ya nefyediliyordu. Zilkade içlerinde menfâsına giderken
Alacahan’da yaşı çok ilerlemişken öldü. Kudretli ve ihtiraslı ve biraz da tama’kâr olarak tanınır. Konya Valisi
iken oğlu Mehmed Arif Bey’e kapıcı başılık verilmişti.652
Mabet ve minaresi 1957 yılında mahallelinin yardımıyla tamir edilmiştir.
KIZILÖREN MESCİDİ
Mescid; Kızılören’in batısındaki höyüğe benzeyen hafif meyilli silik ve yazıya hâkim bir tepenin üstündedir.
Mescidin batısında ve tepenin eteğinde de Kandemir Hanı vardır. Mabet kırmızımtırak muntazam kesme taşla
yapılmıştır. Cephesinde daha iri taşlar kullanılmıştır. Mabedin geniş kemerli 0,90 metre derinliğinde bir antresi
vardır. 1,45 en ve 2 metre irtifaındaki kapının kemeri 9 iri taşla örülmüştür. Üstündeki Kitabe yeri boştur. Ya
Kitabe hiç konmamış ve yahut sonradan yok edilmiştir. Mabet tûlânî iki boğdam üzerine yapılmıştır. Sakfi
beşikörtüsü şeklinde taşla yapılmıştır. Mabedin sakfini yan duvarlarla, ortadaki üç fil ayağı tutar. Mabedin
uzunluğu içeriden 14,50; eni 12,40; yığma sütunların kalınlığı 1,40 kemer araları 2,60 kemer irtifaları 2,50
metredir.
Sağdaki boğdam solundakinden bir metre daha geniştir. Sağ boğdam 6, sol boğdam 5 metre enindedir. Taş
mihrap sağ boğdamdadır. Mabetten sağa ve sola birer pencere vardır. Tonoz kubbelerden de yukarıya birçok ışık
delikleri açılmıştır. Soldaki pencerenin üstünde kıymetli mor bir taş görülür. Kandemir Hanı gibi bu Mabette de
gayr-ı İslâmî devirlere ait eski mimarî eserlerin enkazından istifade edilmiştir.
Türkçe Ören harabe demek olduğuna göre (Kızılören) adını civarındaki taşları kızıl renkli olan harabeden
almışa benzer. Kandemir Hanı ve bu mescid o viranenin kızıl enkazından yapılmıştır.
Hanın mescidi vardır. Buna rağmen beş yüz metre kadar yakınında böyle büyük bir Mabedin yapılışını
Kızılörenliler bize şöyle izah ettiler; Han; Konya’dan bir günlük mesafede ve ilk konak yerinde yapıldığı için
çok kalabalık olurmuş. Civarında da İymir Gaziler’ İlalmış gibi büyük köyler bulunuyormuş, bu köylüler de
Cuma ve Bayram namazlarını burada kılarlarmış. Her vakit cemaati çok olurmuş. Şimdi terk edilen bu köylerin
halkı Kızılören’de toplanmışlar.
Kandemir Hanı’nın ve mescidin etrafında eskiden mamur köyler bulunduğu anlaşılmaktadır. Mescidin
Kitabesi bulunmadığı için ne vakit ve kimin tarafından yapıldığını kesin olarak söyleyemeyeceğiz.
İnşa malzemesinden ve inşa tarzından çıkardığımıza göre Mabet yedinci hicret asrının birinci yarısının ilk
yıllarında yapılmıştır.
Bizim tahminimize göre Mabet; Emir Kandemir Mamuresinden bir parçadır. Hanla beraber h.603-m.1206
yılında yapılmıştır.
Konya’da yedinci Hicret asrının ilk çeyreği içinde yapılan birçok âbideler tamamen veyahut kısmen
yıkıldığı halde Altunba, Kızılören, Kandemir Hanları’yla bu Mabet yapılış tarzlarının sarsıntılara fevkalâde
dayanıklı olmasından dolayı 20.asra kadar sağlam olarak gelmişlerdir. Son asırların ihmali yüzünden âbidelerde
birçok gedikler açılmış, yer yer çatlaklar ve çöküntüler hasıl olmuştur.
Mabet plânına göre iyi muhafaza edilmesi lâzım gelen eşsiz ve asil bir tiptir.
KÜMBETLİ-DİBEKLİ MESCİD
Mabet; Taş Cami’in kuzey batısında Aksinne Mahallesi’nde çeşmenin karşısındadır. Mâbedi tek bir kubbe
örtmektedir. Kubbe çatılırken tuğlalardan çok güzel şekiller meydana getirilmiştir. Kubbenin üstünde yine
tuğladan çıkıntı halinde süsler vardır. Mabedin dışı samanlı çamurla sıvanmıştır. Duvarlarının da tuğla ile
yapıldığı anlaşılmaktadır. Mabedin kapısı şimal batı köşesine açılmaktadır. Dört tarafına beyzî kemerli dört
penceresi vardır. Pencere üstlerini mavi ve siyah mozaikler süslemektedir. Pencerelerden üçü sonradan
kapatılmış, soldakinin de üstü yıkılmak suretiyle genişletilmiştir. Mabedin pencere altlarına kadar olan kısmının
eskiden çinilerle kaplı olduğu çini yuvalarından anlaşılmaktadır:
Mabet; Abdü’l-aziz, Şekerfuruş’ Sırçalı Mescitleri tipindedir. İçi sonradan doldurulduğu için kapısı da
652
-Sicill-i Osmani, Cild 2, s.222.
165
yükseltilmiştir. Kapısının açıldığı yüzde Başarabey ve Sırçalı Mescitleri’nin önlerindeki gibi tonoz kubbeli bir
son cemaat yeri bulunduğunu tahmin ediyorum. Bununkinin de kubbeleri onlarınki gibi yıkıldığı için sonradan
buraya kerpiç duvarlı ve ağaç örtülü bir kısım yapılmıştır. Bu kısmın dış köşesinde üzerinde kitabe bulunan bir
taş parçası yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Ters konulan bu taşta şunlar yazılıdır: ‘.. ’اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ ﺣﺎﺟﻲ اﺑﺮاهـ
Bu taş başka bir yerden mi getirildi. Yoksa Mabedin yıkılan cephesinden mi alındı? Bunu tespit edemiyoruz.
Mabedin yedinci Hicret asrı Selçuk eserlerinden olduğu yapı ve malzeme karakterinden açıkça anlaşılmaktadır.
İnşa tarihi ve mimarı gibi bânîsini de katiyetle söyleyebilecek bir vesika henüz elimize geçmedi. Yalnız şurasını
belirtmek isteriz ki Mabedin mihrabı bu tipten diğer mescitlerin mihraplarına hiç uymaz. Bunun mihrabı
sonradan duvara; oymak suretiyle uydurulmuştur. Bundan şöyle bir mana çıkarmak istiyoruz:
Burası mescid olarak yapılmamıştır. Ya bir türbe ve yahut da bir Dâru’l-Huffaz idi. Sonradan mescid haline
konulmuştur. Konya’da yapıldığı maksadın dışında kullanılan bu çeşit binalara birçok örnek verilebilir. Meselâ:
Şimdi yok olan Amber Reis Türbesi de sonradan sanduka ortadan kaldırılarak mescid haline sokulmuştur.
Musallâ yolundaki Kalenderhane Mescidi de böyledir.
Duvarında yapı taşı olarak kullanılan Kitabedeki (İbrahim) has isminden de yardım alarak kuvvetli bir
ihtimal halinde diyoruz ki; burası Hoca İbrahim Dâru’l-Huffazı idi. III.Murad’ın Konya evkafını tespit eden653
defterinde Konya’da böyle bir Dâru’l-Huffaz bulunduğunu görüyoruz. Sonra adı geçmez olmuştur. Konya’da
adları gibi birçoklarının yerleri bile bilinmeyen böyle birçok Dâru’l-Huffaz vardı. Bunlardan bazılarını burada
sıralamayı faydalı buluyorum:
1-İlaldı Hatun Bint-i Sultan Mehmed İbn Yıldırım Bayezid Han Dâru’l-Huffazı.
2-Paşa Hundi Bint-i Ömer Bey Dâru’l-Huffazı,
3-Bağdat Hatun Bint-i Hüseyin Bey İbn Emirşah Bey Dâru’l-Huffazı,
4-Hoca Süleyman İbn Emir İshak Dâru’l-Huffazı,
5-Demir Kuyu (Demir Kapı) Dâru’l-Huffazı,
6-Hacı Hasan Dâru’l-Huffazı,
7-Alâiye Beyi Ahmed Beyin Kızı Hundi Hatun Dâru’l-Huffazı,
8-Pir Ali İbn Şeyh Ali Dâru’l-Huffazı,
9-Şükran Dâru’l-Huffazı,
10-Şeyh Sadre’d-Din Camii yanında Ahmed Bey Dâru’l-Huffazı,
11-Lâl Paşa Dâru’l-Huffazı,
12-Sungur Ağa Dâru’l-Huffazı,
13-Dülger Ahmed Bey Dâru’l-Huffazı,
14-Durgut Paşa evladından Alâe’d-din Bey’in kızı Paşa Hundi Hatun Dâru’l-Huffazı,
15-Karamanoğulları’nın azatlılarından Hacı Yusuf’un Dâru’l-Huffazı,
16-Hoca Mezid Dâru’l-Huffazı,
17-Karamanoğlu İbrahim Bey’in hazini Yusuf Ağa Dâru’l-Huffazı,
18-Nasuh Bey Çelebi Kızı Sitti Hatun Dâru’l-Huffazı,
19-Hoca Ömer Dâru’l-Huffazı,
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir kayda göre bu mescidin bir adı da Dibekli Mescid’dir. Mustafa Ağa
isminde bir hayırseverin sonradan bazı vakıflar tesis ettiği anlaşılmaktadır.
Mescidin kıble tarafı mezarlıktır. Fakat burada eski mezar taşlarına rastlamadık. Buradaki en eski mezar
taşları h.1295’de ölen Molla Salih zâde İsmail ve 1275’de ölen Kızı Hatice654 ve 1281’de ölen Ayvacı Zâde
Hacı Mehmed’e aittir.
II.Bayezid zamanında Hoca İbrahim Dâru’l-Huffazı’nın mütevellisi Sitti Hatun idi. Attaristan’daki bazı
dükkânlardan geliri vardı. 655
653
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter no.584.
654
-Hatice; taşa Konya telaffuzuna göre ‘ ’ﺣﻄﺠﻪşeklinde kazılmıştır.
655
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, Defter no. 255.
166
Meram’ı her seven seyyah; gönlünü ve kalbini büyüleyen tesiri buradan almıştır. Mabet; bu semtin bütün
güzelliklerini hulâsa eden bir yerine kurulmuştur. Burada birbirine muttasıl iki bina vardır. Birisi küçüktür,
köprünün hemen önündeki kubbeli yapıdır. Altı muntazam taşla, üstü ve kubbesi tuğla ile yapılan bu binanın
kapısı gün doğuya açılır. Kubbenin üstünü tuğladan çıkıntılar süslemiştir. Kapısının iki tarafında helezunî süsler
ve kabartmalar taşıyan sütunlar vardır. Mabetten kıble tarafına ve şimale ikişer, sağ ve soluna birer pencere
açılır. Taştan mihrabının iki tarafına Âyete’l-Kürsi yazılmıştır. Bu Mabetten sağındaki cami’e bir de kapı
açılmakta idi. Tolloğlu Süleyman Bey tarafından bu kapı sonradan kapatılmıştır.
Bu binanın hiç bir yerinde inşa tarihi ve yapanın ve yaptıranın adını gösteren bir Kitabe yoktur. İttisalindeki
ikinci bina dam örtülü âdi taş yapıdır. Önünde altı ağaç sütunun örttüğü bir son cemaat yeri vardır. Kapısının
üstünde dikine konmuş mustatil bir Kitabe taşı görülür. Taşa çiçeklerle, hendesî şekillerle çok güzel bir zemin ve
dört tarafına da yine kendisinden oyma ve kabartmalarla süslü bir çerçeve yapılmıştır. Taşın ortasında sülüs ile
şu iki satırlık Kitabe okunur:
ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء-1 ’
اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻤﻠﻜﺘﻪ وﻋﺰﻩ-2’
Bunun altında da celi bir sülüs ile ‘’ﺁﻩ اﻟﻤﻮتyazılmıştır.
Sağdan itibaren taşın çerçevesine şu dört mısra kazılmıştır:
دﻳﻠﺰ ﺑﻨﺪﻩ آﻠﻨﺪن ﺧﻴﺮﻟﻪ
آﻠﻪ ﺑﻮﻧﺪﻩ آﻮآﻠﻨﻲ ﺷﺎد اﻳﻠﻴﻪ
هﺮ آﻪ اﻳﺴﺘﺮ ﻋﻴﺸﻪ ﺑﻨﻴﺎد اﻳﻠﻴﻪ
656
ﺣﺎﺟﻰ ﺧﺎﺻﺒﻚ اوﻏﻠﻨﻲ ﻳﺎد اﻳﻠﻴﻪ
Karamanoğlu devrindeki Türkçe’mizin güzel bir örneğini veren bu iki beyt bize o devirde harfi hareketlere
o kadar ehemmiyet verilmediğini göstermektedir. Aşağıdan bakınca Kitabenin çerçevelerindeki yazıların hepsi
görülmez ve okunmaz.
Bundan anlıyoruz ki Kitabe eskiden daha aşağıda bir başka yerde imiş. Sonra buraya konmuştur. Bizim
tahminimize göre Hasbey Oğlu’nun yaptırdığı Mabet, tetkik ettiğimiz birinci binadır. Meram genişlediği, nüfus
arttığı için ikinci Mabet sonradan yapılmış ve birinci yapının üstündeki Kitabe de kapısının üstüne
nakledilmiştir. İkinci binanın hiçbir mimarî kıymeti yoktur. Konya’da Hasbey Dâru’l-Huffazı, Meram’da Hasbey
Hamamları gibi Karaman mimarisinin şaheser örneklerini hediye eden Hasbey Zâde böyle bina yaptırmazdı.
Mabedin kapısı üstündeki Kitabeyi dilimize şöyle çevirebiliriz:
“Karamanoğlu Alâe’d-din Zâde Sultan Mehmed’in hükümdarlığı zamanında yapıldı. Allah memleketini
muhalled ve kendisini aziz etsin. Ah ölüm.”
Kitabede yapılan Mamurenin adı ve vasfı gibi inşa tarihi de yoktur. Yalnız kenarındaki beyitlerin son
mısraından vâkıfın Hasbey Oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Biz bu taşın bulunduğu yerden nasıl bir binaya aid
olduğunu çıkaracağız.
J.H. Löytved Kitabenin son kelimesini ‘’ﻋﺮﻩ657 gibi, Konya Rehberi adlı eserde (s. 92) ‘’ﻏﻴﺮﻩşeklinde
yazmışlardır. İkinci kitabın yazdığına göre Kitabeden; ‘Allah Sultan Mehmed’in ve başkasının memleketini
muhalled etsin’ gibi yanlış bir mana çıkarmak lâzımdır. Biz doğrusunu yazdık. Hattat birçok harflere nokta
koymadığı gibi ‘’زharfinin de noktasını ihmal etmiştir.
Meram’daki Hasbey Oğlu Manzumesi arasında yer alan hamamının 827 tarihinde Karamanoğlu İbrahim
Bey zamanında yapıldığını gösteren bir Kitabesi vardı. Sonradan kırılmış ve yok edilmiştir. Fatih, II.Bayezid ve
III.Murad adına yapılan Konya Tahrir Defteri’nde bu Mabet Hatıplı Oğlu Camii şeklinde adlandırılmakta ve bu
Mabedin yanında bir de Hatıplı Oğlu Zaviyesi ve Konya’nın içinde Hatıplı Oğlu Dâru’l-Huffazı bulunduğu
tasrih edilmektedir.
Tahminimize göre zaviye şimdiki camiin yerinde idi. Camiden zaviyeye bir de kapı vardı. Bunlara
Osmanlılar’ın devrinde tabhane denilirdi. İstanbul’daki II.Bayezid ve Yavuz Sultan Selim Camileri’nin
bitişiklerinde birer tabhane vardı.
Burada bir de Bahçe-i Meram denilen tarihî bir bahçe vardı. Meram dervişleri ekip dikerlerdi. Fatih
656
- Bu mısralar şöyle yazılmalı ve okunmalıdır:
دﻳﻠﺰ ﺑﻨﺪﻩ آﻠﻨﺪن ﺧﻴﺮ اﻳﻠﻪ
آﻠﻪ ﺑﻮﻧﺪﻩ آﻮآﻠﻨﻲ ﺷﺎد اﻳﻠﻴﻪ
هﺮ آﻪ اﻳﺴﺘﺮ ﻋﻴﺸﻪ ﺑﻨﻴﺎد اﻳﻠﻴﻪ
ﺣﺎﺟﻰ ﺧﺎﺻﺒﻚ اوﻏﻠﻨﻲ ﻳﺎد اﻳﻠﻴﻪ
‘’ﻋﻴﺸﻪAyşe’dirlik, eyi geçim, eyi hayat manasıadır. Kur’an’da ‘ ’ﻋﻴﺸﺔ راﺿﻴﺔşeklinde geçer. Kitabenin be mısraının manası
şudur: “Her kim iyihayat iyi geçim isterse…” Mevlana’nın Şehri Konya’da (sahife: 175’de) bu kelime ‘Aşir’ şeklinde
okunmuştur. Arapça Aşir onuncu demektir ki, tabi burada hiç manası yoktur.
657
-Konia Inschrıften Der Seldschukıschıen Bauten. S.82
167
devrinde zaviyenin şeyhi Derviş Abdullah, II.Bayezid zamanında Seyyid Yusuf idi. II.Bayezid zamanında camiin
evkafı şunlardı:
Meram değirmeninin gelirinin üçte biri, Meram Hamamı’nın dörtte biri ve Meram bahçesi.
Zaviyenin evkafı da şöyle tespit edilmişti:
Hatıp Köyü’nde bir çiftlik, Meram Değirmeni’nin üçte bir hissesi ile Meram dükkânları.
Bayezid defterinde bu hususta şu malûmat vardır:
Mütevellinin hissesi gelirin nısfının altıda biridir. Hâsılatın diğer yarısı zaviyeye gelip gidenlere sarf edilir.
Hatıp Köyü’ndeki çiftliğe Şeyh-i Meram denilen zaviye şeyhi tasarruf ediyordu. Çiftliğin öşrünün Seyfiye
Medresesi’ne tahsis edildiği hakkında bir kadı hücceti vardır. Mağaranın yanındaki Hatıp Çiftliği’nin iki
dönümlük yerine üzüm çubuğu dikilmiştir. Hatıplı Dâru’l-Hadisi’nin Meram Değirmen ve hamamlarından üçte
birer hissesi ile Çaşnigir Bağı’nın üç rub’undan ibaret geliri vardır.
Bu Mamurenin bânisi Konya merkez kazasının bir nahiye merkezi olan Hatıp Köyü’nden idi. Kendisine
Hatıbî’ Hatıplı’ Hatıplı Oğlu derlerdi.
Hatıplı Oğlu’nun Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 6 numaralı defterin 237. sahifesinde 812 yılı Receb’i
evvellerinde tanzim edilmiş Arapça bir vakfiyesi vardır. Vakıf vakfiyesinde şöyle geçmektedir:
‘ اﻟﺴﺎﻟﻚ ﻣﺴﺎﻟﻚ اﻟﺸﺮﻳﻌﺔ اﻟﻌﺎﻟﻴﺎت واﻟﻨﺎﺳﻚ ﻣﻨﺎﺳﻚ اﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﻧﺎﻃﻖ اﻟﺤﻖ واﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﻧﺎﺻﺢ اﻟﺨﻠﻖ ذﺧﺮ اﻟﺼﻠﺤﺎ وﻓﺨﺮ اﻻﺗﻘﻴﺎ وﻣﻮﻟﻴﻨﺎ اﻟﺨﻄﻴﺐ
’ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﻮﻟﻴﻨﺎ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﻗﺮﻣﺎﻧﻲ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺮﺣﻤﺔ واﻟﺮﺿﻮان
Bu vakfiyenin Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde ‘’ﺁﻧﺎﻃﻮﻟﻰ ﺗﺎﺳﻊdefterinin 90’ıncı yaprağında 9 /
2306 esas numarasında da bir sureti kayıtlıdır.
Buraya Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4 numaralı defterin 24. sahifesindeki bir Defter-i Hakanî kaydı
suretini de aynen alıyorum:
وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﻟﺪ ﺧﻄﻴﺒﻠﻮ در ﻣﺮام ﻗﻮﻧﻴﻪ
ﺁﻗﭽﻪ1100 وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﻣﻊ اﻟﺮﻗﺒﺔ. ﺣﻤﺎم ﭼﻴﻔﺖ-1
700 وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﻣﻊ اﻟﺮﻗﺒﺔ. ﺁﺳﻴﺎب-2
ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ زراﻋﺖ. ﺟﺎﻣﻌﻪ اﻟﺤﺎق اوﻟﻨﺪى. ﻣﺮام ﺟﺎﻣﻌﻨﺪﻩ ﺧﺪﻣﺖ اﻳﺪن ﻣﺮام دروﻳﺸﻠﺮي ﺗﺼﺮف اﻳﺪرﻟﺮﻣﺶ ﺁﻧﻠﺮدن آﻤﺴﻨﻪ ﻳﻮﻗﺪر. ﺑﺎﻏﭽﻪ-3
1830 ﻳﻜﻮن30 ﻓﻲ ﺳﻨﺔ. اوﻟﻨﻮر
Bu defterde Hatıplı Oğlu Dâru’l-Huffazı için de bu hamamın ve değirmenin gelirlerinden hisseler ayrıldığı
17 Şaban 1250 tarihli derkenarlardan anlaşılmaktadır. Şimdi tekrar vakfiyeye dönüyoruz: Vakfiye çok bozuk bir
imlâ ile yazılmıştır. Birçok kelimeler ancak karine ile okunabiliyor. Tarihi de Arap dil kaidesine kat’iyyen
uymayan bir şekilde ve şöyle yazılmıştır: ‘’ﻓﻲ اواﺋﻞ رﺟﺐ اﻟﻔﺮد ﻟﺴﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ وﻋﺸﺮة وﺛﻤﺎﻧﻴﻪ ﻣﺎة
Kitabesine göre Meram Camii Karamanoğlu II. Mehmet zamanında yapılmıştır. Mehmet Bey 2 defa
hükümdar olmuştur. 1.si h.805-m.1402’den h.822-m1419 kadar, 2.si de h.824-m.1421’den h827-m.1424’ye
kadar.
Caminin üzerinde inşa tarihi bulunduğu için Mehmet Bey’in ilk hükümdarlığı zamanında belki de vakfiyenin
tarih olan h.812-m.1409 yılında yapılmış olması kabul edilebilir. Fakat hamamın üzerinde bulunan ve şimdi yok
olan h.827-m.1423 tarihli bir kitabe vardır ki, Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında yapıldığı da
gösterilmektedir. Şu halde hamam yapılmadan 15 sene evvel vakfiyesinin tanzim edilmiş olduğunu kabul etmek
lazımdır. Hasbeyoğlu Darü’i-Huffaz’ı da h.824-m.1424 yılında yapılmıştır. Şu ihzarı malumattan sonra vakfiyeyi
tetkike devam edelim.
Vakfiyede vakıf ‘Hatıp Mehmed İbn Alaeddin-i Karamani’ şeklinde gösterilmiştir. Mehmet Bey Karamanlı
değil Konya’nın Hatıp Köyü’nden Hasbey’in oğludur. Camii, hamam ve darü’l-huffaz kitabelerinden defter-i
hakani kayıtlarından onu hüviyetini şöyle tespit ediyoruz: Hatıplı Hacı Hasbeyoğlu Hacı Mehmed, vakfiyede
Hasbeyoğlu’nun Meram’da bir camii yaptığı ve bu camide akarları olan bahçe, hamam ve değirmeni bütün
teferruatıyla vakfettiği anlaşılıyor. Vakfiyede hududu serseri bırakılmış ve birçok semtleri ve yöreleri içine alır
gibi gösterilmiş bir çiftliğinde vakfedildiği gösteriliyor. Bu çiftli havalisinde Kürden ve Yaka’dadır. Bu çiftliğin
şimalden Hocacihan Çiftliği garpdan maruf dağ, doğuda; Aşkan Çiftliği ve yol sınırlamaktadır.
Vakfiyede çiftlik böyle sınırlandıktan sonra ‘ ’ﺑﻤﺤﺮوﺳﺔ اﻟﻘﻮﻧﻴﻪ ﻗﺒﻠﺔcümleleri ilave ediliyor. İşte bu cümlelerin
burada yeri ve manası yoktur. Çünkü bu çiftlik Konya’nın kıblesinde değil batısındadır. Şimdi bundan şöyle bir
hüküm çıkarmak lazımdır: bu vakfiye vaktiyle cahil bir adam tarafından kendi menfaatlerine uygun bir şekilde
tarif edilmiştir. Bu cahil tahrifçi, devrin hükümdarı sıfatıyla vakfiyede adı geçmesi melhuz olan ‘ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ
’ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎنvakfın adı da Mehmed olduğu için Mehmed İbn Alae’d-din-i Karamani şekline sokmuştur.
Darü’l-Huffaz’ın masrafından kurtulmak için de Darü’l-Hadis’i vakfiyeden tamamen çıkarmış, kendi
menfaatlerine uygun şartlar dermeyan etmiştir. Fatih, II. Bayezid, Kanuni ve III. Murad devirlerinin; Topkapı
Sarayı’ında Cumhuriyet İnkılabı’na kadar saklı kalan defterhane defterlerinden vakfın şartlarını ve gelirlerini
bütün teferruatıyla yukarıya yazdığımız için bugün ellerde bulunan vakfiyeye itibar edilmememsi lazımdır.
168
NAKİBOĞLU CAMİİ
Mabet; Ahmed Fakih Mahallesi’ndedir. Taşla yapılmış, üstü çatı örtülüdür, önünde Gödene Taşı’ndan
yapılmış dört kemerli bir son cemaat yeri vardır. Kapısının üstünde yarım daire şeklindeki taşta Hattat Avnî’nin
nefis bir sülüsü ile şu Kitabe okunur:
ﻧﻘﻴﺐ اﻟﺤﺎج اﺑﺮاهﻴﻢ اﻓﻨﺪي ﺟﺎﻣﻊ ﺷﺮﻳﻔﻲ
ﻣﺠﺪدا اﻧﺸﺎ ﺗﺎرﻳﺨﻲ ﺟﺎﻣﻊ ﻗﺪﻳﻢ ﺗﺎرﻳﺨﻲ
1926 1170
Bu Kitabeye göre h.1170-m.1756 yılında yapılan Mabedin 1926 tarihinde yenilendiği anlaşılmaktadır.
Mabet 1176 yılında başlanıp bitirildiği için 1170 de yapıldığı doğru değildir. Yalınız Mabedin çini mihrabı
eskiden kalmıştır. Sağındaki tek şerefeli minaresinin küpüne kadar olan kısmı taşla, üst tarafı tuğla ile
yapılmıştır. Minarenin küpünde şu Farsça Kitabe okunur:
زهﺎﻧﻒ ﻣﻲ ﺷﻨﻴﺪم ﻣﺼﺮع ﺗﺎرﻳﺦ ﺑﻨﻴﺎدش
ﺑﻜﻦ ﺁآﻪ ز آﻠﺒﺎﻧﻚ ﺑﻼل ارﺑﺎب ﻃﺎﻋﺘﺮا
ﺧﺎﻟﺪ 1178
İkinci mısra ebcet hesabına vurulunca 1178 çıkar ki bu; rakamla da yazılmıştır. Minare İbrahim Efendi’nin
vefatından bir sene sonra yapılmıştır.
Şerefesi altında tuğla istalaktitler ve mavi çiniden süsler görülür. Minare ilk mabede aittir. Mabedin sağ ve
soluna ikişer sıra halinde altışar ve kıble tarafına altta iki, üstte üç penceresi vardır. Mabedin sağ duvarında bir
çatlak hasıl olmuştur. Mabedin solundaki medresesi yıktırılarak yeri bir park haline konmuştur. Mabedin kıble
ve sağ tarafını saran mezarlık da kaldırılmıştır.
Sağında yalınız üç mezar kalmıştır. Bunlardan birisi Mabedin bânîsi Konya Müftüsü Hacı İbrahim
Efendi’nindir.658 Eski puthâne, manastır kapılarında sütun ve kale burçlarında dendan olarak kullanılan bir
sütundan yapılma mezar taşında 10 satır halinde şu ta’lîk Kitabe okunur:
هﻮ اﻟﺒﺎﻗﻲ
ﺁﻩ ﺣﻀﺮت ﺳﻴﺪ اﺑﺮاهﻴﻢ اﻓﻨﺪي آﻢ ﺁﻧﻚ
ﺣﺴﻦ اوﺻﺎﻓﻲ دآﻞ آﻨﺠﻴﺪﻩء ﻧﻘﻞ وﺑﻴﺎن
رﻓﻖ رأﻓﺖ ﻣﺬهﺒﻲ ﺻﺒﺮ واﻧﺎﺋﺖ ﻣﺸﺮﺑﻲ
ﺧﻠﻘﻪ راﺣﺖ ﻣﻄﻠﺒﻲ ﺟﻮﻳﻨﺪﻩء اﻣﻦ واﻣﺎن
دﻟﻨﻮاز وﻧﺮم ﺧﻮ ﺧﺎﻃﺮ ﺷﻨﺎس ﺧﻨﺪﻩ رو
ﻗﺪردان وﺧﻴﺮ آﻮ اﻣﺪاد آﺎر ﺑﻴﻜﺴﺎن
ﻣﺼﺪر ﻧﻴﻜﻮ اﺛﺮ ﺁﺛﺎري ﺟﻤﻠﻪ ﻣﻌﺘﺒﺮ
اﺗﺴﻚ إﻣﻌﺎن ﻧﻈﺮ هﻤﻮارﻩ ﺧﻴﺮاﺗﻲ ﺣﺴﺎن
ﺣﻘﻪ داﺋﻢ ﻣﻤﺘﺜﻞ رأﻳﻲ ﺻﻮاب وﻣﻌﺘﺪل
ﻧﻄﻘﻲ ﻏﻢ ﻓﺮﺳﺎي دل ﻟﻄﻒ ﺟﺰﻳﻠﻰ راﻳﻜﺎن
ﭼﻮن ﻣﻘﺎم اﺳﻌﺪي اوﻟﺪى ﺣﺮﻳﻢ ﻣﻌﺒﺪي
ﺷﻄﺮ ﻣﺴﺠﺪ ﻣﺮﻗﺪي اوﻟﺴﻮن ﻣﻄﺎف ﻗﺪﺳﻴﺎن
راﺳﺨﺎ هﺮ ﻣﺮد و زن ﺗﺎرﻳﺦ دﻳﺮ ﺳﺮ و ﻋﻠﻦ
ﻗﻴﻠﺪي اﺑﺮاهﻴﻢ اﻓﻨﺪي ﺻﺤﻦ ﻓﺮدوﺳﻲ ﻣﻜﺎن
1177659
Nakip İbrahim Efendi h.1177-m.1763 yılında ölmüştü. İbrahim Efendi’nin Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki
3 numaralı defterin 402. sahifesinde vefatından bir sene evvel 1176 Receb’inin 27.i günü tanzim edilen Arapça
yedi sahifelik bir vakfiyesi vardır. Bu vakfiyenin bir sureti de Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki
590 numaralı defterin 207’inci sahifesinde kayıtlıdır. Vakfiyede Konya ve vakıf şöyle anılıyor: ‘ أﺣﺴﻦ اﻣﺼﺎر اﺳﻼم
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت وراﻏﺐ اﻟﺼﺪﻗﺎت اﻟﺠﺎرﻳﺎت ﻋﻤﺪة اﻟﻤﻮاﻟﻲ.... وﻣﻘﺮ اوﻟﻴﺎء آﺮام اوﻻن ﻣﺤﻤﻴﻪء ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻻ زاﻟﺖ ﺑﻴﻦ اﻟﻤﺪاﺋﻦ ﺳﻨﻴﺔ
’اﻟﻌﻈﺎم وﻗﺪوة اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻻﻋﻼم ﻣﻮﻻﻧﺎ اﻟﺴﻴﺪ اﻟﺤﺎج اﺑﺮاهﻴﻢ اﻓﻨﺪي اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻣﻮﻻﻧﺎ اﻟﺴﻴﺪ اﺣﻤﺪ اﻓﻨﺪي
Vakfiyede Ahmed Fakıh Mahallesindeki yeni yaptırdığı konağının bitişiğine bir cami, on beş odalı bir
medrese, şadırvan ve çeşmesinin kuzeyine bir mektep ve 1263 yılında da Konya’nın Debbağhane’ Ahmed Dede’
Sütcü’ Polatlar Mahalleleri’nde birer çeşme yaptırdığı tasrih edilmektedir.
İbrahim Efendi’nin camiinin bitişiğine yaptırdığı ve vakfettiği evi; sınırları içine, biri büyük biri küçük iki
kasrı, bir hamam ve bir serdabı, iki ahırı, bir samanlığı, iki odun ambarını, iki develik örtmesini, muhtelif aşçı
odalarını, yedi tahta üzüm bağını, dört dönüm bostan yerini, birisi büyük iki havuzu, su maksimini, fıskıye ve
658
- İbrahim Efendi mâbedi yaptırdıktan 1 sene sonra ölmüştür.
659
- (Mevlana Şehri Konya) adlı kitapta bu kitâbe çok hatalı ve noksanlı nakledilmiştir. Altıncı satırdaki ‘’ﺟﻨﻜﻮ‘ ’ﺧﻴﺮآﻮ,
dokuzuncu satırdaki ‘ ’ﻣﻤﺘﺜﻞ, ‘’ﻣﺤﺘﺜﻞyazılmıştır.
169
fevvareleri olan muazzam bir saray halindedir.
İbrahim Efendi’nin Mamuresi; tesis ettiği gelir itibariyle Konya’nın en zenginidir. Şehrin muhtelif semt ve
mahallelerinde ve Ilgın’da birçok dükkânlar, hanlar vakfetmiştir. Yüz beş odalı, Mescidli Yeni Han da bunların
arasında idi. Evkafının bir kısmının yerine şimdiki Buğday Pazarı yapılmıştır.
Hayatta iken evkafının mütevellisi ve medresesinin müderrisi kendisi olacaktır. Vefatından sonra konağının
menfaatleri ve oturma hakkı, medresesinin müderrisliği, camiin imamlık ve meşihatı oğlu Seyyid Mehmed
Emin’e şart koşulmuştur. Bundan sonra müderrislik erkek evladının en sâlihine verilecektir. Tevliyet ve
konaktan faydalanma hakkı birinci batında erkek evladına, bulunmazsa kız evladına, bunlar da bulunmazsa
azatlılarının erkek evladına, erkekleri yoksa kız evladına aittir. Eğer bunlar da bulunmazsa konaktan üç fakir
âlim istifade edecektir. Yenilenen mektebi bu gün ayaktadır. İbrahim Efendi’nin sağındaki mezar taşı h.1180-
m.1766 yılında ölen refikası Rabia Hatun’a aittir. Kitabesi şudur:
ﻧﺴﻞ ﭘﺎك ﺣﻀﺮت ﻣﻼ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻨﺪن
دﺧﺘﺮ ﺳﻌﺪ اﺧﺘﺮ ﺷﻴﺦ ﻋﺎرف ﻋﺎﻟﻰ ﻧﮋاد
ذات ﻋﺼﻤﺖ زوﺟﻪء ﻣﺸﻜﻮرﻩء ﺻﺎﺣﺐ ﻣﻘﺎم
ﻓﺨﺮ ﻣﺴﺘﻮرات ﺻﺪﻳﻘﻪ ﺻﻔﺖ زهﺮا ﻧﻬﺎد
زﻳﺐ و زﻳﻨﺘﺪن آﭽﻮب ﻋﻘﺒﺎﻳﻪ اوﻟﺪي ﻋﺎزﻣﻪ
ﻃﻮﻟﺪوروب ﺻﻨﺪوﻗﻪء ﺗﺎﺑﻮﺗﻪ آﺎﻻي ﻣﻌﺎد
اﻳﺘﺪي راﺳﺦ ﺑﺮ دﻋﺎ آﻴﻢ ﻓﻮﺗﻨﻪ ﺗﺎرﻳﺦ اوﻟﻮر
1180 ﺣﺠﻠﻪ آﺎهﻲ راﺑﻌﻪ ﺧﺎﻧﻢ ﺟﻨﺎﻧﻲ ﺁﺑﺎد ﺑﺎد
Solundaki mezarda evladından 1210’da ölen bir zat metfundur.
Ankara Vakıflar Müdürlüğü Arşivi’nde 484 numaralı defterin 394.sahifesinde 36 sıra numarasında 1127 yılı
Rabiü’l-âhir’inin sekizinci günü tanzim ve Anadolu Kadıaskeri İmam Zâde Mehmed Efendi tarafından tasdik
edilen Türkçe bir vakfiye vardır: Bu vakfiyede vâkıfın adı ve evsafı şöyle geçer: “Hâlen me’zûn-i bil iftâ olan
‘’ﻋﻤﺪة اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻤﺤﻘﻘﻴﻦ اﻟﺴﻴﺪ اﻟﺤﺎج اﺑﺮاهﻴﻢ اﻓﻨﺪي ﺑﻦ اﻟﺴﻴﺪ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺴﻴﺪ ﺣﺴﻦdemek ki Hacı İbrahim Efendi vakfiye tanzim
edildiği zaman Konya Müftüsü bulunuyordu. Vakfiyeye göre toplanan dört yüz kuruşun ribhi ile İbn-İ Salih
Mahallesi’ndeki çeşmeye kendi çeşmelerine akan suyun altıda birini vermeye razı olmuştur. Bu çeşme aynı
mahalledeki Müftü Çeşmesi’dir ki kitabımızda ayrıca gösterdik.
Nasuhbey Dâru’l-Huffaz’ını ve Mescid’ini ihtiva eden Mamure, Alâe’d-din Tepesi’nin güney batısında
Şekerfuruş Mahallesi’nde Abdü’l-mü’min Mescidi’nin doğusundadır.
Uzun yıllar burası belediyenin Gaz Deposu olarak kullanıldığı için halk arasında Gazhane şeklinde şöhret
bulmuştur.
Mamureden bu gün yalnız bir parça kalmıştır. Muntazam kesme taşla dört köşeli bir plân üzerine yapılan
bina asil bir mimarî eserdir. Birçok tadiller, tamirler ve tahripler görmüş olmasına rağmen asaletinden hiçbir şey
kaybetmemiştir. Kapısı bir tak halinde olduğu ve önünde üç kubbeli bir revakın bulunduğu duvarlardaki kemer
tırnaklarından anlaşılmaktadır. Kapısının üstünde bulunacağını tahmin ettiğimiz Kitabesi, istalaktitleri ve çinileri
660
-Sicill-i Osmani, c.4, s.539.
170
tamamen yıkılmış ve yok edilmiştir.
Kapının iki tarafına geniş birer pencere açılır. Pencere kemerleri Gödene Taşı ile ve kırmızımtırak başka bir
taşla örülmüştür.
Güney tarafına altta iki büyük, üstte iki küçük ve ortalarında bir yuvarlak penceresi, doğuya ve kuzeye altta
ikişer ve üstte birer büyük penceresi vardır.
Güneydeki alt pencerelerden soldaki sonradan kapı haline konulmuştur. Üstünde saçak izleri de görülür.
Binayı tek sağır kubbe örter. Yine muntazam kesme taş ile yapılan sekiz köşeli kubbe kasnağının her
yüzündeki yuvarlak birer pencereden içeriye ışık şelâlesi boşalır. Pencereyi kırmızımtırak taşlar çerçeveler,
kubbe eteğinde taştan çelen dolaşır.
Bina kurtarılması ve iyi muhafaza edilmezi lâzım gelen kıymetli bir âbidedir. Önüne kerpiçten pis ve tufeylî
binalar yapılmıştır.
Binanın hiçbir yerinde Kitabesi bulunmadığı için yapıldığı tarihi bilemiyoruz. Mimarı hakkında da da
şimdilik elimize bir vesika geçmemiştir. Mamurenin kendi vakfiyesini de elde edemedik.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 4 numaralı defterin 493. sahifesinde bulunan ve Konya Kadısı Eş-
Şeyh Hasan Nesip İbn Muhammedi’l Vasıl tarafından tasdik edilen 918 yılı Receb’inin başlarında tanzim edilen
Türkçe bir vakfiye vardır.
Vakıf; Karamanoğlu Hanedanı’ndan tetkik ettiğimiz Mamureyi yaptıran Nasuh Bey’in oğlu Pir Ahmed
Bey’dir. Kendisi vakfiyede şöyle geçer: ‘ اﻣﻴﺮ اﻻﻣﺮاء آﺒﻴﺮ اﻟﻜﺒﺮاء اﻟﻔﺨﺎم ذو..... ﺧﻼﺻﺔ اﻟﻜﺒﺮاء اﻟﻔﻀﻞ. ﻣﻦ ﺳﻼﻟﺔ اﻻﻣﺮاء اﻟﻜﻤﻞ
اﻟﻘﺪر واﻻﺣﺘﺮام اﻟﻤﺤﻔﻮف ﺑﻌﻮاﻃﻒ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺪﻳﺎن ﭘﻴﺮ اﺣﻤﺪ ﺑﻚ اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﺪارج اﻟﻰ ﻣﺪارج رﺣﻤﺔ رﺑﻪ اﻟﻘﻴﻮم ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻔﺘﻮﺣﺎت اﻟﺠﻠﻴﻪ و
’راﻏﺐ اﻟﺨﻴﺮات اﻟﺴﻨﻴﻪ ﻧﺼﻮح ﺑﻚ ﻣﻦ ﺁل ﻗﺮﻣﺎن ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺮﺣﻤﺔ واﻟﻐﻔﺮان
Pir Ahmed Bey bu vakfiyesini ana baba bir kız kardeşi Hüsni Şah ‘’ﺣﺴﻨﻰ ﺷﺎﻩ661Hatun’un istirahat-ı ruhu için
babasının Konya’da yaptırdığı mescid ve Dâru’l-Huffaz’da perşembe ve Pazartesi günleri Kur’an okumak üzere
Kaş Nahiyesi’ndeki ‘ اوآﻮز ﺟﻤﻞ- ’آﺠﻲ ﺟﻤﻞadını taşıyan çiftliğini vakfetmektedir.
Hüsni Şah Hatun, II.Bayezid’in karısıdır. Bayezid’in oğlu; Karaman Valisi Şehzade Şehinşah kendisinden
doğmuştur.
Vakfiyede Hüsni Şah şöyle anılır:
“Li-ebeveyn kız karındaşım umdetü2l-muhadderat, tâc-i mestûrat iklîlet-i âliyyetü’z-zat ismetlû HüsniŞah
Hatun bint-i merhum Nasuh Bey vâlide-i Şehzade Sultan Şehinşah damet iffetüha...”
‘ ﻷﺑﻮﻳﻦ ﻗﺰ ﻗﺮﻧﺪاﺷﻢ ﻋﻤﺪة اﻟﻤﺨﺪرات ﺗﺎج ﻣﺴﺘﻮرات إآﻠﻴﻠﺔ ﻋﻠﻴﺔ اﻟﺬات ﻋﺼﻤﺘﻠﻮ ﺣﺴﻨﻰ ﺷﺎﻩ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﻣﺮﺣﻮم ﻧﺼﻮح ﺑﻚ واﻟﺪﻩء ﺷﻬﺰادﻩ
...’ﺳﻠﻄﺎن ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ داﻣﺖ ﻋﻔﺘﻬﺎ
Pir Ahmed vakfın tesisi maksadını şöyle izah etmektedir:
“Eb-i emcedim Nasuh Bey aleyhi’r-rahmeti ve’l gufran mahmiye-i Konya’da Âl-İ Selçukîyye ve şeyh
Mü’min Halife Camii Şerifi ve mescid-i münifi kurbinde bina eylediği cami-i şerifi ve mescid-i münifi kurbinde
bina eylediği mescid-i şerif ve Dâru’l-Huffaz buk’a-i müniresinde kutbül-ârifin Şeyh Pir Cemal Halife
evladından Fahre’d-din Hadimî yevmü’l-hamis ve yevmü’l isneyn birer cüz okuya...)
Pir Ahmed Bey mütevelliliği hayatta iken kendisine, öldükten sonra evladına, sonra azatlılarının en iyisine
şart koşmuştur. Pir Ahmed Bey’in Mut’da da evkafı vardır.
Pir Ahmed Bey vakfiyesinde Nasuh Bey Dâru’l-Huffazı’nı ve Mescidi’ni yeriyle, esaslı bir surette tarif
etmiştir. Bu sarâhat karşısında tetkik ettiğimiz binayı Emir Musa’ya atfedenlerin hata işlediklerini söylemeye
bilmem lüzum var mıdır?..
Vakfiyeyi şu sıraladığımız kimseler şahit sıfatiyle imzalamışlardır:
1-Karaman Eyaleti Sipahiler Ağası Hüseyin Bey İbn Şeyh Ali Ağa.
2-Karaman Eyaleti Kethüdası Çalık Ali Ağa İbn Fethullah Efendi.
3-Eyalet-i Karaman Miralayı Hacı Ebubekir Ağa İbn-İ Hamza Bey.
4-Mefahirü’l-cüyuşi’l-müslimin Hasan Çavuş İbn Nasrullah Ağa.
5-Cemal Çelebi İbn Yusuf Efendi.
6- Tıraşcı Baba Postnişini Şeyh Yunus Baba.
7-Sultan Alâe’d-din Camii Müezzini Hamza Efendi İbn Nuri Efendi.
8-Mefahirü’l-ümerâi ve’l-ekâbir Mehmed Bey İbn Şadi Bey.662
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4 numaralı defterin 283’üncü sahifesinde 991 yılı Ramazan’ında yazılan
Türkçe bir vakfiye vardır. Bu vakfiyenin bir sureti de Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 736
661
-Bu isim bazı vakfiyelerde ve arşiv vesikalarında ‘’ﺣﺴﻨﺸﺎﻩgibi de yazılmıştır ki doğrusu da budur.
662
-Bu Mehmed Bey’in Konya’daki Akcami’in ve kendi adını taşıyan hamamın bânîsi Şaz Bey Ağa, Şadi Bey’in oğlu olduğunu
ve çok yaşadığını tahmin ediyoruz. Şaz Bey Ağa Karamanoğullarının azadlılarından bir emir idi. Oğlu da Osmanlı idaresinde
emirlik derecesine yükselmiştir.
171
numaralı defterin 123. sahifesinde mukayyettir. Vâkıf Nasuh Bey’in diğer oğlu Abdü’l-Kerim’in oğlu Mustafa
Bey’dir. Vakfiyede adı şöyle geçer:
“Fahrü’l ekâbir-i ve’l-eâcim Mustafa Bey İbn Abdü’l-Kerim İbn Nasuhbey”
‘’ﻓﺨﺮ اﻻآﺎرم واﻻﻋﺎﺟﻢ ﻣﺼﻄﻔﻰ ﺑﻚ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﻜﺮﻳﻢ ﺑﻦ ﻧﺼﻮح ﺑﻚ
Mustafa Bey’in kendisinden evvel vefat eden kız kardeşi Sima ‘’ﺳﻴﻤﺎvefatından evvel Karaman’da Şehzade
Cem Sultan’ın evkafından bulunan bedestenin yanında Küçük Hamam şöhretini taşıyan Nasuh Bey
Hamamı’ndaki 12 sehimden 8 sehmini dedesinin Konya’daki Muallimhanesi’nde Perşembe ve Pazartesi günleri
Kur’an okutulmak üzere vakfettiğini vasiyet eylemiştir.
İşte Mustafa Bey bu vasiyeti yerine getirmiş olmak için bu vakfı tesis etmiştir.
Nasuh Bey hayatta iken hamamın dört sehmini Karaman’daki Şeyh Emir İlyas ve Şeyh Traşcı adlarına
Kur’an okunması için vakfetmişti. Bu vakfiye h.1169-m.1775 yılında Haremeyn-i Şerifeyn Muhasebe Defteri’ne
kayıt edilmiştir.
Tetkik ettiğimiz 4 numaralı defterin 485. sahifesinde Nasuh Bey evkafından Akpınar Çiftliği’nin 1094 yılı
Şaban’ının evvellerinde tanzim edilmiş bir şer’î hücceti vardır. Bu hüccette deniliyor ki:
“Konya’da vâki Nasuh Bey aleyhi’r-rahmetü ve’l gufran evkafının evladiyet ve meşrutiyet üzre mütevellisi
olan Es-Seyyidü’l-Hac Nasuh İbn Ali Bey”
Hüccete göre Liva-i Konya’ya bağlı Kaş Nahiyesi’ndeki Akpınar Mezrası ve Kınık Köyü Fatih Sultan
Mehmed’in Karamanoğlu İbrahim Bey’in temliknâmeleriyle Nasuh Bey’e verildiği tasrih edilmektedir.
Ayrıca h.917-m.1511 tarihli bir emr-i hümâyun daha vardır. Bayezid Çelebi’nin Karaman İli Defteri’nde de
hakikatin böyle olduğu kayıtlıdır. Aynı defterin 488. sahifesinde 1091 yılı Receb’inin evvellerinde yazılmış bir
hüccet-i şer’iyye sureti vardır.
Nasuh Bey’in kendi adını taşıyan torunu Nasuh Bey İbn Ali Bey Çayır Çimen Çiftliği’nin Nasuh Bey’in
evkafına ait iken buraya tecavüz eden Mustafa Bey İbn Ramazan aleyhine bir dava açmış ve elindeki bütün
hükümleri, fermanları ve temliknâmeleri göstererek kazanmıştır.
Aynı defterin 490. sahifelerinden sonraki h.1243-m.1827 tarihli tedâvül kayıtlarından Nasuh Bey İbn Ali’nin
vefatından sonra duâgûluk vazifesinin kızı Safiye’ye663 tevcih edildiğini görüyoruz.
Nasuh Bey’in vefat tarihini kati olarak tespit edemiyoruz.
H.868-m.1463’de ölen Karamanoğlu İbrahim Bey’den ve Fatih Sultan Mehmed’den temliknameleri olduğu
nazar-ı itibare alınırsa bu iki hükümdarın zamanında sağ olduğu anlaşılır.
Şikârî’ye göre Nasuh Bey; İbrahim Bey’in kızının oğludur. Babası Cambaz şöhretini taşıyan bir defterdardır.
İbrahim Bey; Nasuh Bey’i çok severdi. 664
?Ali Bey
Safiye
663
- Burada (Safiye)’nin babası sehven İsmail gibi gösterilmiştir.
664
- Ali Emiri Efendi Kütüphanesi. Bu kitabın uydurma olduğunu sonra meydana çıkardım.
172
OVALIOĞLU CÂMİİ
Câmi, Konya’da Alâe’d-din Tepesi’nin doğusunda kendi adını verdiği mahallede ve sokaktadır. Mabet dam
örtülü kerpiç yapılıdır. Minaresi son cemaat yerinin solundadır. Minare küpünün sokak tarafındaki yüzüne
yerleştirilen bir mermere güzel bir tâlik ile şu dört satırlık Kitabe hakkedilmiştir:
“Şerîf-i dil-küşâ âlemde ra’nâ
Muhammed Paşa yapmış bu diyâre
Bu mâdih gûş edip tarih söyler
Zihî âbâde hurrem o minare
sene 1178”
ﺷﺮﻳﻒ دﻟﻜﺸﺎ ﻋﺎﻟﻤﺪﻩ رﻋﻨﺎ
ﻣﺤﻤﺪ ﭘﺎﺷﺎ ﻳﺎﭘﻤﺶ ﺑﻮ دﻳﺎرﻩ
ﺑﻮ ﻣﺎدح آﻮش اﻳﺪوب ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻮﻳﻠﺮ
زهﻲ ﺁﺑﺎدﻩ ﺧﺮم او ﻣﻨﺎرﻩ
1178 ﺳﻨﻪ
Kitabenin son mısraı ebcet hesabına vurulunca h.1178 tarihi çıkar. Kitabede yalnız Mehmed Paşa’nın
minare yaptığından bahsedilmektedir. Bu ya vezin ve ebcet hesabı zaruretinden doğmuştur. Yahut da kerpiç bina
manzumesi içindeki altı taş, üstü tuğla ile yapılan minarenin ehemmiyetinden dolayı şair yalnız minareyi alarak,
eski tabir ile cüz’ü zikrederek küllü kastetmiştir.
Câmiin mihrabı çinidir. Çinilerinde kırmızı renk hâkimdir.
Ovalıoğlu Manzumesi’nin vakfiyesi bize kadar gelmemiştir. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde
bulunan 1751 numaralı defterin 25. sahifesinde 25 Muharrem 1288 tarihli bir ilâm suretinde Mabedin
vakfiyesinin kayıp olduğu ve bu kayıp olan vakfiye yerini tutmak üzere bu ilâmın verildiği açıkça
belirtilmektedir. Bu ilâmın bir sureti de Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 3 numaralı defterin 410.
sahifesinde kayıtlıdır.
Mabedin bânîsi Konya valisi Çelik Mehmed Paşa’nın mezarı, Şems-i Tebrizi Türbesi’nin kuzeyindedir.
Vezir serpuşlu mezar taşında bozuk bir imlâ ile sülüs şu Kitabe okunmaktadır:
“Çelik Paşa-yı âlî-câhe rahmet eylesin Mevlâ
Gazâda seyf-i sarım* idi hakkaa mazhar-ı himmet
Polat Paşa gibi zâtın zuhûr-ı sulb-i pâkinden
Metânette yegâne hüsn-i tedbirinde bî-minnet
Lebîb-âsâ duâ-gûyân okurlar bî-riyâ tarih
Makam olsun Çelik Paşa’ya bâb-ı vâye-i cennet
El-fâtiha sene 1179”
ﭼﻠﻚ ﭘﺎﺷﺎي ﻋﺎﻟﻲ ﺟﺎهﻪ رﺣﻤﺖ اﻳﻠﺴﻮن ﻣﻮﻻ
اﻳﺪي ﺣﻘﺎ ﻣﻈﻬﺮ هﻤﺖ665 ﻏﺰادﻩ ﺳﻴﻒ ﺳﺎرم
ﺑﻮﻻد ﺑﺎﺷﺎ آﺒﻲ زاﺗﻚ ﻇﻬﻮر ﺻﻠﺐ ﺑﺎآﻨﺪن
ﻣﺘﺎﻧﺘﺪﻩ ﻳﻜﺎﻧﻪ ﺣﺴﻦ ﺗﺪﺑﻴﺮﻧﺪﻩ ﺑﻲ ﻣﻨﺖ
ﻟﺒﻴﺐ ﺁﺛﺎ دﻋﺎ آﻮﻳﺎن اوﻗﻮرﻻر ﺑﻲ رﻳﺎ ﺗﺎرﻳﺦ
ﻣﻘﺎم اوﻟﺴﻮن ﭼﻠﻚ ﭘﺎﺷﺎﻳﻪ ﺑﺎب واﻳﻪء ﺟﻨﺖ
1179 ﺳﻨﻪ. اﻟﻔﺎﺗﺤﻪ
Kitabeye göre Polat Paşa Zâde, Mabedini yaptırdıktan bir sene sonra h.1179-m.1765 yılında ölmüştür.
Çelik Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa da 12 Muharrem 1230 tarihinde ölmüştür. Mezar taşı Konya Müzesi’ndedir.
Sicill-i Osmanî sahibine göre Çelik Mehmet Paşa, Polat Mehmet Paşa’nın oğludur. Kapıcı başılık, mîr-i
miranlık ve Hamideli Mutasarrıflığı yapmış, h.1156-m.1743 yılında vezir h.1158-m.1745’de Konya, birer sene
fâsıla ile Diyarbakır’ Van’ Karahisar-I Sahip Valisi olmuş, Aydın’ Ağrıboz’ İçel’ Adana’ Sayda’ Şam
Valilikleri’nde ve Hac Emirliği’nde bulunmuş h.1175-m.1761 ve h.1178-m.1764 yıllarında ikinci ve üçüncü defa
Konya Valiliği’ne getirilmiş ve üçüncü defa olarak tayin edildiği Adana valiliğine gitmek üzere iken de 1179 yılı
Muharrem’inde Konya’da ölmüştür. Tedbirli, kudretli, azimli bir devlet adamıydı. İbrahim, Ahmed ve İsmail
ismindeki oğullarının üçü de paşa olmuşlardır.666
Yine Sicill-i Osmanî’ye göre oğlu İbrahim Paşa, pederi sâyesinde kapıcıbaşı ve mîr-i mîran olmuş, 1223’te
Üsküdar’a geldiği zaman kendisine vezâret verilmiş, Kayseriyye ve Alâiye’den sonra İçel Mutasarrıfı olmuş,
1234’te nezarete alınarak İstanköy’e gönderilmiş, orada ölmüştür. 667
Sicil sahibinin bu mâlûmâtı yanlıştır. Çünkü İbrahim Paşa 1230 yılında Konya’da ölmüştür.
Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi’ne nakledilen vezir serpuşlu mezar taşında güzel bir sülüs ile şu Kitabe vardır:
665
Kitabede bir çok imla hataları vardır. Mesela ikinci mısradaki Sarım ‘’ﺻﺎرمSarım ‘’ﺳﺎرم, beşinci mısradaki Asa ‘ ’ﺁﺳﺎAsa
‘’ﺁﺛﺎ, üçüncü mısradaki Zatın ‘’ذاﺗﻚZatın ‘ ’زاﺗﻚşeklinde yanlış yazılmıştır.
666
-Sicil-i Osmanî, cilt 1 sahife 248
667
-Sicil-i Osmanî, cilt 4 sahife 152
173
“Hüve’-l- Bâkî
Âh ile zâr kılarak tazeliğime doymadım
Çün ecel peymânesi dolmuş murad almadım
Hasretâ fânî cihanda tûl-i ömr sürmedim
Konya’da metfûn Çelik668
Paşazâde merhum
Ve mağfûr İbrahim
Paşa’nın ruhu içün el-fâtiha
Fî 12 Muharrem 1230”
Sicil sahibi, Çelik Paşa’nın dördüncü oğlu Hüseyin Bey’den hiç bahsetmemiştir. Hicrî 12 Safer 1231-
m.1815 yılında ölen Hüseyin Bey’in mezar taşı Konya’da Şems Mezarlığı’nda babasının yanında idi.
1 Ağustos 1944 tarihinde mezarlık kaldırılırken bu taş da müzeye kaldırılmak üzere sökülmüştür. Sülüs
Kitabesi şudur:
“Hüve’l-Bâkî
Genç iken göçtü cihandan
Böyle bir hulk-ı halîmi dilerim
Kabrini pür-nûr eyleye Rabbü’l-Kerim
Konya’da medfûn Çelik Paşa
Zâde Merhum Hüseyin Bey
Rûhu içün el-fâtiha
12 S. 1231 sene”
Câmi; Türbe-i Mevlâna civarında kendi adını verdiği mahallede 220 numaralı sokağın içindedir.
Mabedin kıble ve yan duvarları gayrı muntazam taş ve tuğla ile karışık olarak yapılmıştır. Solundan Siyavuş
Sultan Türbesi’ne, sağından da zaviyenin mathabına bitişmektedir. Matbahın mermer çerçeveli kapısının
üstündeki kemer bağlantı taşında ve iki yanlarında tabak şeklinde çok muvaffak üç kabartma vardır.
Mabedin son cemaat yerini üç kemerin ve iki mermer sütunun yükselttiği üç kubbe örtmektedir.
Ortadaki kemerin sağında ve solunda mermerden işlemeli çok zarif birer göbek vardır. Sütun başlıkları
istalaktitlidir. Mabedin tek şerefeli tuğla minaresi son cemaat yerinin sağındadır. Minarenin küpüne kadar olan
kısmı taşla yapılmıştır. Şerefe ve külâh altında mavi çinilerden süsler görülür. Mabedin eski minaresi yıkıldığı
için bu minarenin üst kısmı yeniden yapılmıştır. Mabetten sağına ve soluna bireri altında olmak üzere ikişerden
dört, kıble tarafa da üç pencere açılır. Mabedin kapısı çok muhteşemdir. Söveleri mermerdir. Kemeri mavi ve
beyaz mermerle zıvanalı olarak örülmüştür. Bağlantı taşı kabartmalıdır. Kapının üstüne ayrıca oturtulmuş,
üstünde zambak şekli bulunan bir mermerde güzel bir sülüs ile iki satır halinde şu Farsça kitabe okunur:
ﭘﻴﺮ ﭘﺎﺷﺎي ﺟﻤﺎﻟﻲ ذو اﻟﻌﻄﺎ- ﺁﺻﻒ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺳﻠﻴﻢ
آﺸﺖ ﺗﺎرﻳﺨﺶ ﺑﻴﻮت اﺗﻘﻴﺎ669آﺮد ﺑﻨﻴﺎد اﻳﻦ ﻣﻘﺎم ﻣﻮﻟﻮي
Kitabenin son mısraındaki ‘’ﺑﻴﻮت اﺗﻘﻴﺎterkibindeki harfleri ebcet hesabına vurulunca Mabedin h.930-
m.1523 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatı devrinde veziri âzam Pir Mehmed Cemalî Paşa tarafından
yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mabet tek sağır kubbelidir. Alçıdan yapılan mihrabı istalaktitlidir. Mihrabın dış çevresindeki yazılar
okunamayacak kadar bozuktur. Üç köşesinde: ‘’اﻟﻌﺎﻟﻤﻲ اﻟﻤﺠﺎهﺪي اﻟﻤﺮاﺑﻄﻲ اﻟﻤﻠﻜﻲyazılıdır.
Mabedin sağındaki bina zaviyenin matbahıdır. Beş on sene evvel burasını bir sütçü kiraladığı için halk
süthane demeye başlamıştır. Müze kütüğüne de o şekilde geçmişse de bu adın müessese ile hiç bir alâkası
yoktur. Matbahın kapısı mermer çerçevelidir. Kemerinin bağlantı taşında ve iki yanlarında tabak şeklinde oyma
süsler görülür.
Mabedin kuzey tarafında muntazam kesme taş yapılı ve tonoz örtülü üç dılı’ üzerine yapılış 12 odadan
müteşekkil bir zaviye vardır Zaviye ve mutbah Konya’nın bize kadar gelebilen en eski Osmanlı eserlerindendir.
çok iyi muhafaza edilmeleri lâzım gelirken teessürle öğreniyoruz ki Evkaf İdaresi burasını iki bin lira gibi az bir
paraya satmıştır.
668
-Buradaki Metfun ‘’ﻣﺘﻔﻮنkelimesinin doğrusu Medfun ‘’ﻣﺪﻓﻮنdur. Baba ve oğul her iki paşanın mezar taşları cahil bir
hattatın elinden çok hatalı olarak çıkmıştır.
669
-Mevlevî kelimesinin ‘’لnin üstü ile ‘’ىtamamdır. Alt kısmı bozulmuştur. Sonradan daha aşağıya doğru kazılmıştır.
Mevlevî kelimesinin hususî bir maksatla kazıldığını iddia etmek doğru değildir.
174
Arşiv vesikalarına göre zaviye mescitten ve bânisi henüz vezir olmadan evvel yapılmıştır. eski
kayıtlarda Pir Mehmed Bey Zaviyesi şeklinde geçer. Aksaraylı Pir Mehmed Bey;zaviyesini, Mevlâna Manzumesi
evkafı arasında bulunan, Siyavuş Sultan Dolap Yeri diye meşhur olan arsa üzerine yaptırmış ve Mevlâna
evkafına her sene muayyen bir yer icaresi tanımıştır.
Zaviyenin eskiden doğuya ve batıya kemerli birer umumî kapısı ve ortasında Yavuz’un getirttiği sudan istifa eden
şadırvanı vardır. Mabetle zaviye önünden yol açılırken bu kapılar ve şadırvan kaldırılmış, manzumenin ahengi
bozulmuştur.
Zaviyenin kuzey doğusunda Hamam Vardı. Bu hamamın karşısında da - Belediyeye hâl binası olup bir
zaman askerî hastane olan bu yerde de Şifahane vardı.
Şimdi hamamın yıkıldığını, hatta varlığını bilen ihtiyarlar bile yoktur. Hamamda zaviyeye inen
misafirler ve Mevlâna dergâhı dervişleri meccanen yıkanırlardı.
Pir Mehmed Paşa’nın Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde 147 numaralı defterin yüz seksen
birinci sahifesinde 155 sıra numarasında kayıtlı ve 2 Recep h.927-m.1520 tarihinde tanzim edilmiş Arapça dört
sahifelik bir vakfiyesi vardır. Vakfiyede Pir Paşa şöyle adlandırılıp şanlandırılıyor:
وهﻮ اﻟﺼﺪر اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻻﻋﻈﻢ
واﻟﺤﺒﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻨﺤﺮﻳﺮ اﻟﺨﻄﻴﺮ اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺮﺑﻰ
اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻌﻈﺎم وﻣﺮﺟﻊ اﻟﻔﻀﻼء اﻟﻔﺨﺎم
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻤﺠﺪ واﻟﺪوﻟﺔ واﻻﺣﺘﺮام اﻟﺴﺎﻋﻰ
ﺑﺠﺪ هﻤﺘﻪ ﻓﻲ ﺗﺸﻴﻴﺪ ﻣﺒﺎﻧﻲ اﻟﺪﻳﻦ اﻟﻤﻨﻴﻒ
... اﻟﻤﺠﺪ اﻟﻤﺠﺘﻬﺪ ﻓﻲ رﻓﻊ اﻋﻼم اﻟﺸﺮﻳﻌﺔ
ﻓﻲ اﻋﻼء اﻟﻌﻠﻴﻴﻦ ﺻﺎﺣﺐ اﻧﻮاع اﻟﺨﻴﺮات
واﻟﺤﺴﻨﺎت ﻣﺒﺎﺷﺮ اﺻﻨﺎف اﻟﻤﺒﺮات
واﻟﺼﺪﻗﺎت ﻧﺎﻇﻢ ﻣﻨﺎﻇﻢ اﻣﻮر اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ
وراﻓﻊ درﺟﺎت اﻟﻤﻌﺎﻟﻤﻴﻦ اﻟﻔﺎﺿﻠﻴﻦ
اﻟﻜﺎﻣﻠﻴﻦ ﻧﻮر ﺣﺪﻗﺔ اﻟﻜﻤﺎل واﻟﻌﺰ
واﻻﻗﺒﺎل وﻧﻮر ﺣﺪﻳﻘﺔ اﻟﻤﺠﺪ واﻟﻔﻀﻞ
واﻻﻓﻀﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻮزﻳﺮ اﻻﻋﻈﻢ واﻟﺤﺒﺮ
اﻟﻜﺎﻣﻞ اﻟﻤﻔﺨﻢ ﺣﻀﺮة ﻣﻮﻻﻧﺎ اﻟﻮزﻳﺮ
اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﺨﻄﻴﺮ ﭘﻴﺮ ﻣﺤﻤﺪ ﭘﺎﺷﺎ
ﻳﺴﺮ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻣﺎ ﻳﺨﺘﺎر و ﻣﺎ ﻳﺸﺎء ﻣﻦ اﻟﺪوﻟﺔ
اﻟﺸﺎﻣﻠﺔ واﻟﺴﻌﺎدة اﻟﻜﺎﻣﻠﺔ واﻟﺒﺮآﺔ
اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﻟﻪ اﻋﻠﻢ.... اﻟﻌﺎﻣﺔ
ﻋﻠﻤﺎء اﻻوﻟﻴﻦ اﻓﻀﻞ ﻓﻀﻼء اﻵﺧﺮﻳﻦ
اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ
اﻻﻗﺴﺮاﺋﻲ
Bu parça bize vâkıfın adının Pir Mehmed Paşa babasınınkinin Aksaraylı Mehmed Cemale’d-din
olduğunu açıkça göstermektedir.
Konya’daki mescidi, hanikahı ve imareti vakfiyede şöyle zikrediliyor:
......ﻓﺒﻨﻰ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺑﺄﻃﻴﺐ ﻣﺎﻟﻪ
ﻣﺴﺠﺪًا ﻓﻲ ﺑﻠﺪة ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺎﻟﻤﻮﺿﻊ
اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺴﻴﺎوش وﻋﻤﺎرة وﻓﻲ ﺑﻌﺾ
اﻷﻟﺴﻨﺔ زاوﻳﺔ ً ذات اﻟﺤﺠﺮات ﺛﻤﺔ
ﻟﻠﻮاردﻳﻦ وﺧﺎﻧﻘﺎه ًﺎ ﻻن ﻳﺴﻜﻦ ﻓﻴﻪ
اهﻞ اﻟﻄﺮﻳﻘﺔ اﻟﻮاردﻳﻦ اﻟﻨﺎزﻟﻴﻦ
اﻟﻤﺘﺸﺮﻋﻴﻦ
Bu mamure için Paşa, Konya’da şu gelirleri vakfetmektedir:
1-Müstevfi hamamının yarısı.
2-Zaviyeye muttasıl hamamın temamı.
3-Zaviyeye muttasıl birisi büyük, birisi küçük iki bahçe. Küçüğünün meyvelerini zaviyeye gelen
misafirler yiyecekler.
Pir Mehmed Paşa Konya’daki hayır ve içtimaî yardım müesseselerinden başka geniş sınırlı Osmanlı
ülkesinin birçok yerlerinde birçok hayır eserleri ve bunları yaşatmak için mühim kaynaklar tesis ve vakfetmiştir
ki bir listesini veriyorum:
1-Câmi: İstanbul’da Zeyrek’te. (Yıkılmıştır).
2-Medrese: İstanbul’da Zeyrekte, Kanlı Medrese derlerdi. (Yıkılmıştır.)
3-Hanikah: İstanbul’da Molla Güranî’de, haraptır.
4-Câmi: İstanbul’da Molla Güranî’de (haraptır.)
5-Mektep: İstanbul’da Camcı Ali Mahallesi’nde
6-Cami,
175
7-İmaret
8-Medrese
9-Mektep
10-Çeşme
Silivri’de, câmi ayaktadır. Medrese ve mektep yıkılmıştır. Bütün mamure Balkan harbinde Bulgarların
tahribine uğramıştır.
11-Mevlevî Hanikahi: Tarsus-Gülek’de
12- Mektep: Karaman’da
13- Mescid: İstanbul’da Mercan Kapısı’nda. (Yıkılmıştır)
14- Câmi: Hasköy’de - İstanbul (Yanmıştır)
15- Câmi: İstanbul’da Odabaşı’nda Pir Paşa’nın kayın pederi Seyyid Ömer’in vakfı Pir Paşa Vakfı’na
bağlıdır.
16- Hanikah
17- Câmi
18- İmaret:Konya’da
19- Mescid:Bursa’da Pınarbaşında
20- Mektep:Konya Aksaray’ında (Yıkılmıştır)
21- İmaret:Belgrat’ta
22- Mescid:TekfurDağı’nda Nail Köyü’nde.
Paşa; bunlardan başka İstanbul’da Softa Sinan Mescidi’ne, Mercandaki mektebe ve Bayezid câmiine,
Adana’daki Cami-i Atike vakıflar tesis etmiştir.
Pir Mehmed Paşa Zaviyesi’nin adı eski vesikalarda Pir Sultan Siyavuş Türbesi münasebetiyle çokça geçer.
Ankara’ Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan 586 numaralı ve h.992-m.1584 yılında III. Murad adına
Konya Evkafını tespit eden defterde Siyavuş Paşa Türbesi yazılırken; Türbe haliyen Pir Paşa’nın bina ettiği
zaviyenin içindedir, denilmektedir.670
Aynı defterde Mevlâna câmi, türbe, zaviye ve medresesi evkafı arasında bulunan Sultan Siyavuş
Dolabı’nın zemini yazılırken deniliyor ki:
“Bu yerin yarısı Piri Paşa icariye alıp üstüne tekke bina eylemiş ve nıfs-ı aharı mahalle olmuştur. Arz
icaresi verir.” 671
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 6 numaralı defterin 61 numaralı sahifesinde de aynı malûmatı
buluyoruz.
Bu defterde Konya’daki Müstevfi Hamamı’ının vakıf hisseleri ayrılırken aynen şunlar yazılmıştır:
“Halen nısfı Piri Paşa evkafına mülhak olmuştur. Hamam harap olmağın Kadı izni ile Nasuh Çelebi
tamir etmiş nıfsı mülki olmuş ve Piri Paşa’ya satılmış ol dahi Konya’da imaretine vasfetmiş.”
Vâkıfın, adı vakfiyelerinde, mülknamelerinde, şer’i sicillerde, tedavül kayıtlarında, eski metinlerde ve
câmiin kitabesinde; Pir Paşa’ Pir Paşay-ı Cemalî şekillerinde geçer. Nesebinin Hazret-i Ebu Bekir’e eriştiği de
yazılır. Şeyh Cemale’d-din-i Aksarayî’nin torunlarından idi. Lakabı Pirî, mahlası Remzî’dir. Vakıflar Umum
Müdürlüğü’nde yukarıda verdiğimiz h.927-m.1520 tarihli vakfiyesinden başka h.923-m.1517 tarihli ikinci bir
vakfiyesi daha vardır. Bazı kaynaklar Paşa’nın aslen Amasya’lı olduğunu yazarlar. Fakat o vakfiyesinde
Dedesinin ve Dedesinin Dedesinin Konya Aksaraylı olduklarını ve Aksaray’daki bir mahallenin de büyük
Dedesinin adı ile Mevlâna Cemale’d-din Mahallesi şeklinde adlandırıldığını açıklamaktadır. Paşa; Karaman
Eyaleti’nden olduğu için bazı metinlerde Karamanî şeklinde de tavsif edilir. Bu vakfiyede Paşa; ölen aile
büyüklerinin ruhlarını şâd etmek maksadıyla Kur’an okunması için gelirler tesis ederken bunların adlarını da
verir:
Babasının adı Mehmed Çelebi, dedesininki Ahmed Çelebi, anasınınki Sitti Ayşe, anasının Lârende’de
metfun olan babasınınki Hamzaü’d-din, anasının anasınınki Sitti Fatma’dır.
Paşa’nın Aksaray’da vakfettiği Dârü’t-Talim Okul’u ve ittisalinde vakfettiği ev kendisine babasından
kalmıştır. Asıl mülküdür. Paşa burada doğup büyümüştür. Aksaray’da çarşı içinde olan bu mektep harap
olmuştu. 1315 yılında ser-tarik Hacı Arif Çelebi tamir ettirmiştir. Üsküdar Mevlevîhanesi Şeyhi Üstad Ahmed
Remzi Dede bu tamir için bir tarih manzumesi söylemiştir. Mektebin kapısına konan bu kitabeyi vefatlarından üç
gün evvel yazı bana vermişlerdi. Buraya koyuyorum:
“Muhammed Piri Paşa hace-i hayrat-i ihsandır.
Debistan-i cihanda namın etmiş hayrile be’bid.
Hususa Aksaray’da yaptığı bu mekteb-i ziba
Okutturdu nice yıl ruhuna Kur’anı bâ tecvid.
670
-Yaprak B.29
671
-Yaprak 4.
176
Harabe yüz tutarken sarf-ı nakd-i vakf idüb şimdi.
Cenab-ı sertarik-ı mevlevîdir eyleyen tecdid.
O Hacı Arif İbn Hazreti Mulla idüp himmet.
Çocuklar kesb-i irfan-i hünerden kalmadı mevmid.
Gelüb (Se ‘ ) ’ﺳﻪbu güher-i tarihe yazsun aferin üstad.
Edildi Piri Paşa mektebi etfal için tecdid.”Sene 1315.
1315 ﺳﻨﻪ اﻳﻠﺪي ﭘﻴﺮى ﭘﺎﺷﺎ ﻣﻜﺘﺒﻲ اﻃﻔﺎل اﻳﭽﻮن ﺗﺠﺪﻳﺪ
Son mısrağın noktalı harfleri ebcet hesabına vurulunca 1312 rakamı çıkar. Buna Farsça 3 manâsna
gelen (-Se ) ﺳﻪeklenirse 1315 tarihi bulunur ki bu; kitabenin altına da ayrıca yazılmıştır.672
Mektebin sonra Bizim Kulüp adıyla bir Kumarhane haline getirildiğini bana muhterem Doktor Feridun
Nafiz Bey söylemişti. O kendisine has nüktesi ile kumarhaneye Pezm-i Kulüp dermiş.
Pir Mehmed Paşa hiç bir sadrazama nasip olmayan büyük bir cömertlikle Osmanlı İmparatorluğu
sınırları içinde birçok ilm-ü irfan, sosyal yardım müesseseleri, Mabetler vakfetmiştir. Pir Paşa’nın Konya’daki
câmi, hanikah, zaviyesi ile tesiettiği başka hayır eserleri için şu yerlerde sayısı büyük yekûnlar tutan gayr-i
menkul gelirler bırakmıştır. Konya’daki evkafının mütevellisi dostum Nurullah Bey Vakfiyesi’ne göre
gelirlerinin yerlerini tespit etmiştir. Biz de vakfiyelerindekileriyle karşılaştırarak aşağıya yazıyoruz:
‘İstanbul’ Silivri’ Burgaz’ Harsuva’ Silistre’ Varna’ Filibe’ KızılAğaç’ Yenicesi’ Selânik’ Edirne’ Kefe’
Bursa’ Mudanya’ Tarhala’ Soma’ Yarhisar (Hüdavendigâr Vilâyeti’nde) Kocaili’ Hayrabolu’ Zağra-i Yenice’
belgrat’ Konya’ Karahisar-ı Sahip’te Şeyhlü diğer adı ile Işıklı’ Uşak’ Gülek’ Tarsus’.
Burada şimdiye kadar ilim âleminin bilemediği bazı vesikaları tanıtacağım. Bu fevkalâde kıymetli
orijinal vesikalarda Nureddin Bey’dedir. Bunlar şunlardır:
1-Kanunî tarafından Pir Paşa’ya verilen birisi h.926-m.1519 diğeri de h.927-m.1520 tarihli iki
mülkname. Bunlar tomar halindedir. Üstlerinde Kanunî’nin altınla yazılmış tuğraları vardır. Padişah birinci
mülkname ile yedi köy ve iki çiftlik vermiştir.
Paşa; bunları sahiplerinden satın alak için devrinin parası ile 15468 akca sarfetmiştir.
İkinci mülkname Paşa’nın elinde bulunan II.Bayezid’in ve Yavuz’un mukarrernamelerine göre tescil ve
tanzim edilmiştir. Bunlar; Filibe, Niğde ve Aksaray’da, Kızıl Ağaç Yencesi’nde, Hayrabolu’daki birçok köy ve
çiftlikler.
Bu mülknamede Konya Aksarayı’na bağlı Tace’d-din Köyü’ nün eben an ceddin Pir Mehmed Paşa’nın
mülkü olduğu halde Karaman Eyâleti Tahriri yapılırken deftere Tımar diye yazıldığı görülerek bunun tashih
edildiği de açıklanmaktadır.
2-Edirne Kadıs Fahre’d-din Eşref Zâde’nin imzası ve mühürü ile tasdik edilen h.1182-m.1768 tarihli
Paşa’nın; Edirne’deki evkafı defteri.
Bu deftere göre Paşa; Edirne’de gelir olarak 28 gayr-i menkul vakfetmiştir. Hemen hepsinin kiracıları
da yahudidir. Burada Paşa’nın Oğlu Mehmed Efendi’nin Kur’an okumak için tesis ettiği vakıflar da vardır.
3-Paşa’nın Selânik’teki evkaf gelirini tespit eden h.1162-m.1748 tarihli defterde Paşa’nın Selânik’teki
gelir olarak vakfettiği dükkân, ev ve sairenin sayısı yetmiş ikidir. Bunların senelik kiralarının toplamı 11297
akçadır.
4-Paşa’nın h.923-m.1513 tarihli iki satış ilâmı var. Bunlar şahitleri itibarile de fevkalâde mühimdir.
İkisi de Arapça’dır.
Hususî arşivimizde bulunan h.1087-m.1676 tarihli Pir Paşa’nın Konya’daki evkafının nâzırı Abdü’l-
Kadir Cemalî imzalı arzuhaldan öğrendiğimize göre bu tarihte Paşa’nın Konya’daki evkafına vakfiyedeki şartlar
hilafına azatlı kölelerinin Oğullarından Abdü’l-hay ve Abdü’l-ahad kardeşler mütevelli olmuşlar, vakfın gelirini
yemişler. Hâlbuki arzuhal sahibi Paşa’nın torunlarından imiş, mütevelliliğin kendisine verilmesi lâzımmış.
Filhakika iki kardeşin vakfın gelirleri akkında on senedenberi hesap vermedikleri anlaşıldığından tevliyet
Abdü’l-Baki Cemalî’ye verimiştir..
Aksaraylı Pir Mehmed; devrinin üniversitesi sayılan medresede en seçkin hocalardan ders almış, kadılık
memuriyeti’ni seçmiş, Sofya’da, Galata’da, Silivri’de kadılık, Fâtih’in İstanbul’daki imaretinde mütevellilik
yapmış, II. Beyazid’in son zamanlarında defterdar, Yavuz zamanında vezir ve Mısır’ın fethinden sonra idam
edilen Yunus Paşa’nın yerine vezir-i âzamı olmuştu. Kanunî; babasından devraldığı bu büyük adam huzura
girdikçe ayağa kalkardı. Padişah; vezir-i azamlığı maktul Pozacalı İbrahim Paşa’ya vereceğini ihsas edince
derhal istifa etmiştir. İbrahim Paşa; ihtiyar Aksaraylı’nın hayatta bulunuşundan ve bir gün tekrar yerine
getirileceğinden endişe ediyordu. Nihayet Oğlu Edirne Kadısı Mehmed Efendi’ye kendisine büyük mansıblar
vereceğini vaDederek babasını zehirletti.
Padişah Edirne’ye gelecekti. Oğlu; Pir Paşa’ya:
672
-Ahmed Remzi Efendi merhum Pir Paşa’nın Kayseri’deki hanının adının Gönhanı olduğunu, hanın içindeki çeşmenin
üstünde kitabesinin bulunduğunu da bana söylemişti.
177
-Baba! dedi. Padişaha amelimanda bir pir görünmemek için bir miktar gençlik ve dirilik macunu almalısınız!
Macun sizi daha zinde gösterir! Paşa; oğlunun bu iğfal edici bu teklifi üzerine bir miktar macun yemeğe karar
verdi. Mehmed Efendi babasının macununa şiddetli bir ağu koydu ve yedirdi. Paşa; müthiş ağrılarla kıvranır ve
ruhunu teslim ederken:
-Oğlum! beni yaktın; Allah seni de yaksın! dedi. Paşa; h.939-m.1532 ylında öldü. Cesedi Silivri’de
yaptırdığı külliyesinin câmii önüne naklettirilerek gömüldü. Şair Nazmi; Paşa’nın ölüm tarihi şu mısraı
söyletmiştir: ‘’ﭘﻴﺮى ﭘﺎﺷﺎﻧﻚ ﻣﻜﺎﻧﻦ ﻋﺪن اﻳﺪﻩ ﺣﻲ ودود
‘Pirî Paşa’nın mekânın Adnede Hayy-i Vedud’
Bu mısra ebcet hesabına vurulunca h.939-m.1532 yılı çıkar.673 Babasının ahı tutmuştu. İbrahim Paşa
umduğunu vermemişti. Teessüründen hasta olmuştu. Izdıraplarını, acılarını dindirmek için esrar ve Benk içerdi.
Bir gün sızarak kendisinden geçtiği zaman etekleri tutuştu, babasının vefatından iki sene sonra cayır cayır
yanarak öldü.674 Mezarı babasının yanındadır. Burada Paşa’nın kızları Ayşe ve Hatice Hanımlar’ın da mezarları
vardır.
673
-Bazı kaynaklar O’nun h.940’da öldüğünü söylerler.
674
-Zeylü’ş-Şakayık,c.1 sahife103. Pir Paşa hakkındaki me’hazlerimiz şunlardır. Fransızca İslâm Ansiklopedisi, Şakayık
Tercümesi.c.1 sahife 324.Hadikatü’l-Vüzera,sahife 23.Osmanlı Müellifleri c.2 sahife 112. Latifî Tezkiresi, sahife 200. Evliya
Çelebi Seyahatnamesi, c.1 sahife 211. Peçevî,c.1 sahife35. Lütfi Paşa Tarihi, sahife 314. Sicilli Osmanî, c.2 sahife
43.Kamusu’l-Âlâm,Amasya Tarihi c.3 sahife277. Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası,sahife 363. Hadikatü’l-Cevamî, c.1
sahife 138. Lügat-ı Tarihiye,c.2 sahife 19.
675
-İmaret; aş evi anlamına değildir. Çok kerre site, külliye, mamure karşılığı olarak kullanılmaktadır.
676
-Vasiyetnamesinde büyük dedesinin adının da Yusuf olduğunu kendisi yazıyor
178
Bu Türkçe kitabe h.1317-m.1899 yılında Mehmed Ferid Paşa’nın Konya Valiliği zamanında câmi ile
türbenin esaslı bir surette tamir ve ihya edildiğini göstermektedir.
Şimdi Mâbedi görelim:
Kapının sağındaki minaresinin küpüne kadar olan kısmı taş, üstü tuğla ile yapılmıştır. Şerefe altı düz ve
basittir. Minarenin Osmanlı eseri olduğu inşa ve malezime tarzı ve hususiyetlerinden anlaşılmaktadır.
Mabedin kıble duvarı gibi diğer duvarları âdî taşla yapılmıştır. Mabedin kıble tarafına beş, soluna yedi,
sağına iki pencere açılmaktadır. Üstü üç boğdam halinde Ağaç örtülü damdır. Havlı kapısından yine kara dam
örtülü geniş bir sahaya girilir.
Ortada bir mermer şadırvan vardır. Havlı kapısının üstündeki oda son zamanlara kadar kütüphane
olarak kullanılmıştır. Buraya solundaki ahşap bir merdivenden çıkılır. Asıl câmi bu sahanın sağındadır. Sahanın
ortasından mabede ve nihayetinden de türbe ve mezarlık tarafında birer kapı vardır.
Mabedin mihrabı Selçuk çinilerinin en güzelleriyle ve gönül avlayanlarıyla süslüdür. Bu çinilerde mavi
renk galip ve hâkimdir. Mavi ve siyah renklerin imtizacından yüksek bir âhenk ve şiir doğmuştur. Çinilerin
arasındaki siya laleler şayanı dikkattir. Çini parçasında bir kitabeden artakalan şunlar okunur: ‘’ﻟﻪ اﻻ هﻮbunun
üstüne bir de Bizans devrine ait sütun başlığı yerleştirilmiştir. Bu başlığa açık mavi bir çini gömülmüştür. Kıble
penceresinin içlerine mavi çiniler döşenmiştir. Çini mihrabın üstünün sol tarafı çatlamıştır. Muhteşem mihrabın
duvardan taşkın olmasından ve üstündeki çini parçasından şu manayı çıkarıyoruz: Eskiden Mabet kubbeli idi,
duvarları da kıymetli çinilerle süslü idi. Türk oymacılık ve tahta işçilik sanatının şaheser birer örnekleri lan
pencere kapakları İstanbul Âsar-i Atika Müzesi’ne gönderilmiş, Çinili Köşk’de teşhire konulmuştu. Bir pencere
kapağının sağ kanadında:
ﻻﺷﺮف اﻋﺰ ﻣﻦ اﻟﺘﻘﻮى
Sol kanadında da:677 ‘’وﻻ آﺮم اﺗﻢ ﻣﻦ ﺗﺮك اﻟﻬﻮىyazılıdır.
Câmiin içindeki çini mihraptan ve müzeye nakledilen pencere kapaklarından ve üç toprak sandukalı
mezardan başka eski mamureye ait hiçbir şey kalmamıştır. Ferid Paşa zamanında Mabet âdetâ yeniden yapılmış
ve genişletilmiştir. İçeriye girince müezzin mahfiline çıkan merdivenin altında sıra ile üç toprak sandukalı mezar
vardır. Bunlar eskiden açıkta iken Ferid Paşa zamanında Mabet genişletilirken içeriye alınmışlardır. Üç mezarın
baş ve ayak uçlarında baklava biçiminde mermerden yapılmış yedi taş vardır.
Birisinin baş taşında güzel bir sülüs ile:
ﻣﺸﻬﺪ اﻟﻤﺮﺣﻮم
ﻓﺎﻳﺾ اﻟﻨﻮر.... اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻻ
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺤﻮض واﻟﻘﺼﻮر ﺧﺎدم اﻟﻔﻘﺮاء
اﻟﺴﻴﺪ دروﻳﺶ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺮاﺟﻲ
ﺷﻔﺎﻋﻪ ﺟﺪﻩyazılıdır.
Taşın arkası boştur. Ayak taşının dışında:
ﻃﺎب ﺛﺮاﻩ وﺟﻌﻞ اﻟﺠﻨﺔ
ﻣﺜﻮاﻩ ﻓﻲ ﻳﻮم اﻟﺜﻠﺜﺎ واﻟﻌﺸﺮﻳﻦ
ﻣﻦ ذى اﻟﻘﻌﺪة
İçinde de:
ﻣﻦ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ ﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪ هﺠﺮﻳﻪ ﻧﺒﻮﻳﻪ
ﻟﻮ آﺎﻧﺖ اﻟﺪﻧﻴﺎ ﺗﺪوم ﻻﺣﺪ
ﻟﻜﺎن رﺳﻮل اﷲ ﻣﺨﻠﺪًاyazılıdır.
Bu kitabelerden öğrendiğime göre 23/Z-il-kide/900 tarihinde ölen Sadre’d-din-i Konevî torunlarından Mehmed
Oğlu Derviş Mehmed; dedesinin yanına gömülmüştür.
İkinci mezarın baş taşının dışında:
هﺬﻩ ﻣﻘﺒﺮة اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ
اﻟﻤﻐﻔﻮرة اﻟﺸﻬﻴﺪة
اﻟﻤﺤﺘﺎﺟﻪ
İçinde:
اﻟﻤﺆﻣﻨﻮن
ﻻ ﻳﻤﻮﺗﻮن ﺑﻞ ﻳﻨﺘﻘﻠﻮن
ﻣﻦ دار اﻟﻰ دار
Ayak Taşının dışında: ‘’اﻧﺘﻘﻠﺖ اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﻰ دار اﻟﺮﺣﻤﺔ
İçinde:
ﻓﺎﺗﺤﻪ
ﻋﺎﺷﻮرﻩ ﺑﻨﺖ اﻟﺴﻴﺪ ﻣﺤﻤﺪ اﻓﻨﺪي
1015 ﺻﻔﺮ ﺳﻨﺔ23 ﻓﻰyazılıdır.
677
-Bu büyük sözlerin mânâları şunlardır: “Takvadan daha aziz bir şeref ve heva ve hevesi bırakmadan daha mükemmel bir
kerem olamaz.”
179
Üçüncü mezarın baş taşının dışında:
اﻧﺘﻘﻞ و
وﺻﻞ ﻓﻲ ﺟﻮار اﻟﺮﺣﻤﺔ
ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻤﻐﻔﺮة واﻟﺮﺣﻤﺔ ﻓﻲ ﺷﻬﺮ
ﻣﺤﺮم اﻟﺤﺮام ﺳﻨﺔ
1027
yazılıdır. Bu taşın içi boştur.
هﺪﻩ ﺗﺮﺑﺔAyak taşının dışında:
اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر
İçinde ise:
اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ
.... اﻟﺤﺎج678
yazılıdır.
Tek kalan bir taşın yüzünde de yalnız şu dua cümleleri okunur:
ﻳﺎﻏﻔﻮر ﻳﺎﻏﻔﺎر ﻳﺎ آﺮﻳﻢ ﻳﺎ ﺣﻠﻴﻢ
ارﺣﻢ ﺑﻔﻀﻠﻚ ﻳﺎرﺣﻴﻢ
Bu taşın dışarıdan alınmış olması muhtemeldir. Burada gömülü olanların hepsinin Sadre’d-din-i Konevî
evlâdından oldukları anlaşılmaktadır.
Sadre’d-din-i Konevî’nin gömülü bulunduğu türbe Mabedin solundadır
Mabetten buraya iki pencere açılır. Türbenin üstü mahrutî şekilde yapılmış Ağaç kafeslidir. Mahruti kafesi zarif
başlıklı ve köşeli 12 mermer sütun tutmaktadır.
Türbenin alt kısmını 159x118 ebadında 11 parçadan müteşekkil müşebbek mermerler çevirir. Türk
Sanatkârı mermere bir sabun kalını gibi hendesenin en zor şekillerini işlemiştir. Her paranın işlentileri başkadır.
Teessürle kaydetmek isteriz ki bunlardan kıble tarafındaki bir şebeke ihmal yüzünden kırılmıştır.
Kıble tarafının duvara muttasıl olan mermer şebekesi tamamen kırılmıştı. Ferid Paşa bunu İstanbul’da
yaptırarak Konya’ya göndermiştir. Bundan başka şebekelerin hepsi Selçuk devrine aittir. İşlenen desenlerin birisi
İnce Minare Dârü’l-Hadisi’nin minare ve şerefesinin korkuluk şebekelerine benzer. Türbenin kuzeye açılan
kapısının söveleri som beyaz mermerdendir. Kemeri beyaz mermerle zıvana halinde işlenmiştir. Kapısının
üstündeki boşluğa çiçeklerle süslü kabartmalı zemine yüksek ve nefis bir sülüs ile:
ﺻﺒﺎﺣﻚ ﻣﻘﺮون ﺑﻌ ﱟﺰ ودوﻟ ﱟﺔ
وﺑﺎﺑﻚ ﻣﻔﺘﻮح ﻻهﻞ اﻟﺤﻮاﻳﺞ679
Yazılı bir mermer yerleştirilmiştir. başka yerden getirilen bu kitabe bu büyük adam’ın kapısına pek de
yakışmıştır. Sadre’d-din-i Konevî sandukası mermerle yapılmış, baş ve ayak uçlarına baklava şeklinde kitabesiz
iki küçük taş konmuştur. Türbenin ve önündeki sahanlığın zeminleri 1317 tarihinde mezar taşlarıyla döşenmiştir.
Kapısının sağında üstünde zarif bir hançer kabartması bulunan bir sandukanın bir kanadı döşeme olarak
kullanılmıştır.
Türbe umumî heyeti ile Selçuk devrinin çok kıymetli bir eseridir. Türbeden mabede açılan pencerelerin
tahta kapakları da O devrin şaheser yadigârları idi.
Sadre’d-din-i Konevî mamuresine ait vakfiyenin ihtiyar bir kadında bulunduğu, kimseye göstermediği
ve vermediği anlaşılmaktadır. Bir sureti bile hiç bir yerde bulunmayan ve tescil edilmeyen bu vakfiye elimize
geçseydi, Tarihin birçok kördüğümleri çözülecekti.
Câmiin kapısı üstündeki kitabeden bu mamurenin Sadre’d-din-i Konevî’nin sağlığında mı, yoksa
öldükten sonra mı yapıldığı hakkında kesin bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Kitabedeki ‘’رﺿﻰ اﷲ ﻋﻨﻪdua
cümlesi, sağ olanlar hakkında da kullanıldığı için bizi tenvir edemez. Kitabede inşa yılı gösterildiği halde ayı ve
günü gösterilmemiştir.
H.605-m.1207 yılında doğan Sadre’d-din-i Konevî Konya’da Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî’’den sekiz
ay sonra h.673-m.1371 yılı muharreminin 16. pazar günü kuşluk vakti ölmüştür.680 Yalnız bu malûmat bizi
tatmin etmiyor. Sadre’d-din-i Konevî’nin elimize geçen vasiyetnamesi bu mamurenin vefat ettiği yılın içinde
yapıldığını göstermektedir. Kendi kaleminden çıkan bu yüksek üsluplu Arapça vasiyetnamesinde Sadre’d-din-i
Konevî kabrinin üstüne bir türbe ve dam yapılmamasını tavsiye etmektedir.
678
-Kitabenin bu kısmı kazınmıştır.
679
-“Sabahın izzet ve devlete yakın ve kapın hacet sahiplerine daima açık olsun” manasınadır. Bu kitabe mezarlığın içindeki
bir çukurdan alınarak kapısının üstüne uydurulmuş ve yerleştirilmiştir. Eski Sadre’d-din-i Konevî Mamuresine ait olsa
gerektir.
680
- Aksarayî Tercümesi. Sahife 201, Sadre’d-din-i Konevî’nin ölüm tarihini tarihcilerin ve hal tercümesi kitaplarının
birçokları yanlış olarak gösteriyorlar. Mesela Kamusu’lAlam’da ve Katip Çelebi’nin Takvimü’t-Tevarih’inde s.84’de 671
tarihinde; Lügat-ı Tarihi ve Coğrafi sahibi (cilt 2 sayfa 170) h.651 yılında öldüğü söyleniyor.
180
Bu mamurenin yerini Hoca Cihan kendisine hediye etmişlerdi. Regaibü’l-Menakib’in anlattığına göre
Sadre’d-din-i Konevî ekseriya câmi’in şamdanının bulunduğu yerde otururlar yemeklerini yerlerdi.681
Mamurenin kitabesinde türbeden bahsedildiğine ve bugünkü türbenin de damsız ve açık olduğuna göre
mamurenin vefatından sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Vasiyetnamesi’nde Sadre’d-din-i Konevî aynen şunları
söylemektedir: ‘ وَاوُﺻﻰ أَﺻﺤﺎﺑﻲ ان ﻳﻐﺴﻠﻮﻧﻲ ﺑﻤﻘﺘﻀﻲ ﻣﺎ هﻮ ﻣﺬآﻮر ﻓﻲ آﺘﺐ اﻟﺤﺪﻳﺚ ﻻ ﺑﻤﻘﺘﻀﻰ ﻣﺎذآﺮ ﻓﻲ آﺘﺐ اﻟﻔﻘﻪ وﻳُﻜﻔﱢﻨﻮﻧﻲ ﻓﻲ ﺛﻴﺎب
ﺾ أﻳﻀ ًﺎ وﻳﺒْﺴﻄﻮ ﻓﻲ اﻟﻠﱠﺤﺪ ﺳﺠﺎدة اﻟﺸﻴﺦ أوﺣﺪ اﻟﺪﻳﻦ رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ وﻻ ﻳﺼﺤﺒﻮا ﺟﻨﺎزﺗﻰ أﺣﺪًا ﻣﻦ ﻗُـﺮﱠاء ٍ اﻟﺸﻴﺦ رﺿﻲ اﷲ ﻋﻨﻪ وإزار أﺑﻴ
’اﻟﺠﻨﺎﺋﺰ وﻻ ﻳﺒﻨﻮا ﻋﻠﻰ ﻗﺒﺮي ﻋﻤﺎر ًة وﻻ ﺳﻘﻔ ًﺎ ﺑﻞ ﻳﺒﻨﻮن ﺑﺤﺠﺎرة وﺛﻴﻘﺔ ﻻ ﻏﻴﺮ ﻟﺌﻼ ﻳﻨﺪر او ﻳﻌﻔﻮ اﺛﺮﻩ682
Büyük âlim ve Hadisçi Sadre’d-din-i Konevî istikbali çok iyi gören bir ulu ve ergin kişi idi.
Vasiyetnamesinin bir yerinde aynen diyordu ki:
“Bekâr olanlar yavaş yavaş Şam’a gitsinler. Çünkü öyle karanlık ve müthiş fitne kopacak ki çokluğun
bundan kurtulması zor olacaktır.”
Sadre’d-din-i Konevî bununla Selçuk istiklâlini yıkacak olan Moğol sürülerinin tecavüzlerini
kastediyordu. Bundan sonra yurtta yer yer baş kaldırmalar olmuş, Moğollar’ın istilâ seli taşmış, cimri hadisesi,
vuku bulmuş, Selçuklular’ın en kıymetli ve en kudretli kumandanları, ilim ve siyaset adamları öldürülmüş,
Konya tahrip edilmişti.
Fâtih adına h.881-m.1476 yılında Gedik Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Karaman İli
vakıflarını ve malikânelerini yazan heyet Konya’da Mevlâna Celale’d-din evkafından sonra Sadre’d-din-i
Konevî mamuresini ve evkafını tespit etmiştir.
Bu defterin beşinci sahifesinde şunları okuyoruz: ‘ وﻗﻒ ﻣﺮﺷﺪ ﻃﺮﻳﻖ ﻧﺒﻮي ﺣﻀﺮت ﺷﻴﺦ ﺻﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻗﻮﻧﻮي رﺣﻤﺔ اﷲ
’ﻋﻠﻴﻪ رﺣﻤ ًﺔ واﺳﻌ ًﺔ ﺗﻮْﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﺻﺎﻟﺢ ﻓﻘﻴﻪ ﺑﺤﻜﻢ ﺷﺮﻳﻒ وﺷﻴﺦ ﻗﺮﻩ ﻓﻘﻴﻪ
Bunun üstüne de kenar yazısı halinde: ‘’ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن وﻗﻔﻴﻪ واﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻜﺪن ﻣﻘﺮر ﻧﺎﻣﻪ آﻮرﻟﺪيyazılmıştır.
Bu kayda göre Fâtih’in Tahrir heyeti o vakit mamurenin mütevellisi olan Salih Fakıh’ın elinde hem
vakfiyeyi, hem de Karamanoğlu İbrahim Bey’in mukarrernamesini görmüşlerdi. Kara Fakıh isminde bir zat de
burada şeyh idi.
Bu Tahrirden 25 sene sonra h.906-m.1500 yılında bir başka heyet II. Bayezıd adına Konya Evkafını
yazarken mamurenin mütevellisi Mevlâna Abdü’l-kerim, tahsildarı Pir Ahmed, şeyhi de ‘ ’ﺷﺎﻋﺮHoca idi.
Fâtih heyeti Sadre’d-din-i Konevî mamuresi için gelir olarak şu evkafı tespit etmiştir.:
1-Said Vilayeti’ne Kadınhanı Kazası bağlı Lâdik. Bu köyün reâya ve piyadelerinin öşrünün ve
örfiyesinin dörtte üçü ve haracının temamı Sadre’d-din-i Konevî evkafına aittir.
2-Said İli’ne bağlı Çandır Köyü,
3-Said İli’ne bağlı Kirli Köyü
4-Said İli’ne bağlı Kâfir değirmeni.
5-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Mahmudlar Köyü.683
6- Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Abdü’r-reşid köyü.684
7- Su Diremi’ne, Sille bağlı Giryat Köyü (Şimdi adı Kirli Giret)
8- Zengiceğe bağlı Akçaşar köyü,
9- Ilgın’a bağlı Bübük ‘’ﺑﻮﺑﻚ
10- Ilgın’a bağlı Çardak
11- Ayas Köyü (Ilgın’a bağlı)
12- Ilgın’a bağlı İnos Köyü
13 Konya’da ‘’ﺟﻨﺪرCandar Değirmeni
Bu köylerden Abdü’r-reşid ile ÇarDağın temamı diğerlerinin de öşrü vakıftır. Değirmen gelirinin yarısı
türbenin yarısı da câmi’indir.
II.Bayezid Tahrir Defteri’nde de Meram vadisinde ‘’دﻣﻠﻠﻪDimille Değirmeni’nin yarı geliri Sadre’d-din-i
Konevî Türbesi’ne vakfolarak gösterilmiştir. Bu değirmen adının sonra Midilli şekline sokumuş olduğunu tespit
ettik.
Fâtih heyeti Sadre’d-din-i Konevî mamuresi için vakfedilen şu bağları da tespit etmiştir:
1- Akkuş Bağı
2- Gürcü Hatun Bağı
681
- Regaibü’l-Menakıb, Konya MüzeKütüphanesi, Numara D 5/20
682
-Vasiyetnamenin bu parçası dilimize şöyle çevrilir: “Ashabıma şunu tavsiye ediyorum: Beni; Fıkıh kitaplarında
zikredildiği gibi değil Hadis kitaplarında yazıldığı şekilde yıkayınız. Şeyhimin (Muhyi’d-din-i Arabî) Elbisesini giydiriniz,
sonrada beyaz bir izar ile kefenleyiniz. Lahdime Şeyh Evhadü’d-din’in seccadesini seriniz. Cenazemde cenazelerde
okuyanlardan hiç birisi bulunmasın. Kabrimin üstüne hiç bir mamure ve dam yapmayınız. Yalnız eseri gaip olmaması için
sağlam bir taş yapınız.” Diyanet İşleri Reisi Ordinaryus Profesör Şerefe’d-din Yaltkayada da bir sureti bulunan bir başka
vasiyetname nushası da vardır, bunda Sadre’d-din-i Konevî kızı Sekine’ye de bazı tavsiyelerde bulunmaktadır.
683
-İstanbul Başvekalet Arşivi’nde 399 No. da kayıdlı tapu defteride Mahmudlar Köyü’nün diğer adının Müneccim Köyü
olduğu ve öşrünün yarısının Şeyh Sadre’d-din Zaviyesi’nin vakfı olduğu yazılıyor. Bu defter Kanunî devrine aittir.
684
- Evdireşe. Bu köye Reşidiye adı da verilirdi.
181
3- Hacı Bakkal Bağı
4- Bulusenk Bağı,
5- Ulubaş Bağı,
6- Kalburcu Bağı,
7- Hacı Aytemür Bağı,
8- Sofcu Bağı,
9- Fistkiye ( ) Bağı’
10- Haraccı Bağı,
11- Tayi Boğa Bağı
12- Sultan Bağı
13- Abbas Bağı
14- Süleyman Bağı
15- Çelebi Hüseyin Bağı
16- Cemal Ali Bağı
17- Turuntay Bağı
18- Hoca Bağı
19- Veled-i Hacı Bekir Bağı
20- ‘’آﻠﻮكKülük Bağı
21- Voli Bağı
22- Gurgurumî Bağı
23- Efisud Bağı
24- Ammi Dost Bağı.
25- Yeni Bağ
26- Korucu Bağı
27- Andon Avreti Bağı
28- Mihri Ağa Bağı.
Konya’da öteden beri bağ kelimesiyle ağaçlığı, evi, tarlası, sebzeliği bulunan yerler kastedilir. Meram
Bağları, Yaka Bağları, Evdireşe Bağları gibi. Sadre’d-din-i Konevî’nin vakfettiği bağlar arasında bilhassa tarihin
kör düğümlerini çözecek kadar mühim olanları vardır ki bazıları şunlardır:
1-Sultan Bağı; Meram’da yeni değirmenin bulunduğu yerde idi. Evvelce Selçuk sultanlarından birisine
ait olduğu tahmin ediliyor.685
2-Cemal Ali Bağı: Bunun Turudda Türbesi ve mescidi bulunan Cemel Ali’nin bağı olduğunu zan
ediyoruz. Sonradan Sadre’d-din-i Konevî’ye geçmiştir. Cemel Ali ya Sadre’d-din-i Konevî ile muasırdır veyahut
ondan biraz evvel gelmiştir.
3-Büyük Türk kumananı ve emiri Seyfü’d-din Turuntay’ın bağı da Sadre’d-din-i Konevî’ye geçmişti. Bu
bağ adını şimdi büyük bir yöreye vermiştir. Burada Sadre’d-din-i Konevî’’nin, Turunta’ya nispet edilen yerleri
de vardır. Turuntay; Amasya’da h.665-m.1266 yılında bir medrese ve h.677 tarihinde bir türbe yaptırmış ve
h.679-m.1280 yılında da ölerek oraya gömülmüştür.686
Kitabede adı; Turuntay İbn Abdullah şeklinde geçer Sadre’d-din-i Konevî’den altı sene sonra ölmüştü.
Evlâdından Şerafe’d-din Yakup Şah da Amasya Beylerbeyliği yapmıştı.687
4-Büyük ve dahi Selçuk mimarı Konya Külük’ünde Konya’da bir bağı vardı. Sonradan zamanının en
zengin bir adamı olan Sadre’d-din-i Konevî’ye geçmişti.
5-Gurgurum’ Selçuknameler’de adı geçen bir şehir adıdır. Burada Kubâd-Âbâd Kasrı da vardı. Alâe’d-
din Keykubad yaptırmıştır. Sultan İzze’d-din hükümet merkezini Konya’dan Antalya’ya naklettiği zaman kendisi
Gurgurum’daki Kubâd-Âbâd Sarayı’nda yerleşmişti. Sonra Eşref Oğlu burada beylik yapmıştı.688
İşte Gurgurumlu bir zatın bağı da Sadre’d-din-i Konevî’ye geçmişti. Fatih Defteri’ne göre Sadre’d-din-i
Konevî şu tarla ve arsaları da vakfetmiştir:689
1- Şeyh Dolabı zemini
2- Köşk Kavak zemini
3- Candarlar zemini
4- Koca Rüstem zemini
5- Nakışlı zemini
685
-Sadre’d-din-i Konevî’nin torunlarından Muallim İbrahim’de bulunan 1227 tarihli ve Konya Kadısı Hüseyin Hıfzı imzalı
ve mühürlü bir ilamda bu bağ hakkında aynen şöyle denilmektedir: “Defterhane-i padişahide Sultan Bağı demekle makayyet
ve mastur olup lakin elsine-i nasda Bostan Ağa bağı demekle maruf ve meşhur olan bağ.”
686
-Amasya Tarihi, Cilt 2. sahife 206 ve 321
687
-Amasya Tarihi, Cilt 3. Sahife 18
688
-İlk defa tarafımızdan yeri tespit edilen Gurgurum ve buradaki saray hakkında Alaiye adlı kitabımızın 78-80. sahifelerinde
geniş malumat vardır.
689
-Tarla ve arsayı zemin karşılığı olarak kullanıyorum.
182
6- Yardacı zemini
7- Efendi zemini 690(Meram’ın Avgın yöresinde Efendi Bendi vardır.)
8- Veliyyü’d-din zemini.
9- Turuntay zemini
10- Mehmed Anası zemini
11- Hekim zemini
12- Sultan Şah zemini
13- Ferruh zemini
14- İskender zemini
15- Şıhne Hamamı yanında tarla
16- Filâbâd’da Hacı Aytimur tarlaları.
17- Abdü’r-reşid de birçok tarlalar.
Bu tarlaların isimleri arasında kavak köşkü, Nakışlı, Turuntay, Hakim Sultan Şah, Şıhne Hamamı gibi
dikkate şayan has adlar geçmektedir.
II. Beyazıd’in Konya Defteri’nde Sadre’d-din-i Konevî’nin bu evkafından başka Akköprü, Mimar
Külük, diğer Şıhne tarlalarıyla Çeşme Kapısı’nda dükkânlar ve Meram’da değirmen yerleri de geçmektedir.691
Fâtih’in Tahrir heyeti Sadre’d-din-i Konevî Kütüphanesi’nde bulunan bütün kitapları adlar ile tespit
etmiştir. II.Bayezid ve III. Murad’ın Konya Defterleri’nde de kitaplar; adlarıyla, bazıları müellif ve hattat
adlarıyla gösterilmiş, gaip olanlarda ayrıca işaret edilmiştir.
Devrinin medreselerinde neler okunduğu, onların medrese programları hakkında bizi tenvir edeceği için
bu kitapların Fâtih Tahrir Defterleri’ndeki listesini aynen ilim âlemine vermeyi çok faydalı bulduk:
690
-Türkçe olan efendi kelimesi Selçuklular zamanında da kullanılıyordu. Efinmek Türkçe’de İnsana hoş ve munis görünmek
anlamındadır. Efendi, insana hoş ve sevimli gelen adam manasınadır. ‘ ’دﻳﻮان ﻟﻐﺎت اﻟﺘﻮركcilt 1, sahife 120.
691
-Meram’daki Mahmud Efendi ve Altunba Değirmenleri’nden maada bütün Dere Değirmenleri’nde Sadre’d-din-i
Konevî’nin zemin mukataa hısaaları vardı.
183
1 033رﺳﺎﻟﻪء اﻧﻮار
1 034ﻋﻦ ﻣﺴﻠﻢ
1 035ﺗﺄﻟﻴﻒ اﻻﺣﻜﺎم
1 036از اﺣﻜﺎم
1 037إﺷﺎرات اﻟﻘﺮﺁن ﺣﺪﻳﺚ..
2 038ﻣﺼﺎﺑﻴﺢ ﺗﻤﺎم
1 039ﺷﺮح ﻣﻨﻴﺮ
1 040ﻗﻮت اﻟﻘﻠﻮب
1 041روح اﻟﻘﺪس
1 042آﺘﺎب اﻟﺨﺮاج
1 043آﺘﺎب اﻟﺠﻐﺮاﻧﻲ
044اﻟﺘﻔﺴﻴﺮ اﻟﺜﺎﻟﺚ ﻣﻦ اﺑﻲ اﻟﻔﺘﺢ
1 ﻋﻠﻰ دﻳﻮان اﻟﻤﺘﻨﺒﻲ
2 045آﺘﺎب اﻟﻤﺠﺘﻬﺪ
2 046آﺘﺎب اﻟﺒﻴﺎن
2 047آﺘﺎب اﻟﺼﻠﻮة
1 048ﻓﺼﻮص
1 049آﺘﺎب اﻟﻤﻨﻄﻖ
3 050ﺗﺤﺮﻳﺮ اﻟﻤﺴﺎﺋﻞ
1 051آﺘﺎب ﻣﺤﺰوم ﻣﻦ اﻟﻔﻘﻪ
1 052ﻣﻨﺘﺨﺐ ﻓﻲ اﻟﺪﻋﻮات
2 053ﻣﺨﺘﺎرات
1 054ﻣﺨﺘﺼﺮ ﻓﻲ اﻻﺻﻮل
1 055آﺘﺎب ﺳﻤﻮم
1 056ﻣﺨﺘﺼﺮ اﻻﺣﻜﺎم اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ
1 057آﺘﺎب ﻣﺤﺰوم ﻓﻲ اﻟﻔﻘﻪ اﻟﺸﺎﻓﻌﻲ
1 058رﺳﺎﺋﻞ
1 059آﺘﺎب اﻟﺸﻔﺎ ﻣﻦ اﻟﻄﺐ
1 060آﺘﺎب اﻟﺴﻴﺮة
1 061ﺷﺮح اﻟﻤﺴﺎﻳﻞ
1 062آﺘﺎب اﻟﻘﺮﻩ
1 063آﺘﺎب اﻟﺴﻔﺮ اﻟﺜﺎﻧﻲ ﻣﻦ ﻣﺤﺎﺿﺮة اﻻﺑﺮار و ﻣﺴﺎﻣﺮة اﻻﺧﻴﺎر
1 064ﺷﺮح اﺻﻮل اﻟﻔﻘﻪ
1 065ﺷﺮح ﻣﻌﺮف
1 ﺑﺎب اﻻﻟﻒ 066
1 اﺻﻮل ﻓﻘﻪ 067
1 آﻠﻴﺎت 068
1 آﺘﺎب اﻟﻔﺎﺿﻠﻴﺔ 069
1 ﺳﺠﻼت رﺳﺎﻟﺔ اﺑﻦ اﻟﻜﺎﺗﺐ 070
1 ﻳﻨﺒﻮع ﻓﻲ اﻟﻔﻘﻪ 071
1 دﻓﻌﻪ اﺻﻮل ﻓﻘﻪ 072
1 ﺷﻌﺮ ﻣﺤﺮوم 073
1 رﺳﺎﻟﺔ ﻣﺤﻤﺪ ﺳﺒﺴﺘﺮي 074
1 آﺘﺎب ﻓﻲ اﻟﻨﺤﻮ 075
1 ﻗﺎﻧﻮن ادب 076
1 دﻳﻮان ﻳﻚ 077
1 ﻣﻔﺘﺎح اﻟﻌﻠﻮم 078
1 دﻳﻮان اﺑﻲ اﻟﺤﺴﻦ 079
1 ﻣﺠﻤﻮع ﻓﻘﻪ اﻟﻠﺒﺎب 080
1 اﻃﻴﺮ ﻣﻦ راد ﻣﺤﺮوم اﻟﻄﺮﻳﻘﺔ 081
1 ﻣﺨﺘﺎر اﻟﺤﻜﻢ 082
1 آﺘﺎب اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ ﻓﻲ اﻟﺤﺴﺎب 083
1 آﺘﺎب اﻟﺘﻌﺒﻴﺮ 084
1 آﺘﺎب اﻟﺼﺮف 085
1 آﺘﺎب ﺗﺪﺑﻴﺮ اﻻ ؟ وﻏﻴﺮهﺎ 086
1 ﺗﺮﺟﻤﺎن اﻻﺷﻮاق 087
1 ﺗﺄﻟﻴﻒ إﻣﺎم ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ 088
1 اس اﻟﺼﻴﺎم 089
1 آﺘﺎب اﻟﻤﺘﻦ 090
1 إﺣﻴﺎء ﻋﻠﻮم اﻟﺪﻳﻦ 091
184
1 )؟( رﺳﺎﻟﺔ ﻣﻔﺼﺢ 092
1 آﺘﺎب اﻟﺒﺼﺎﻳﺮ 093
1 ﺧﻠﻊ اﻟﻨﻌﻠﻴﻦ 094
1 ﻓﻀﻞ ﺷﻬﺎدة اﻟﺘﻮﺣﻴﺪ 095
1 رﻳﺎض اﻻُﻧﺲ 096
1 ﻣﻮاﻗﻊ اﻟﻨﺠﻮم 097
1 ﻣﻔﺘﺎح اﻟﻐﻴﺐ 098
1 آﺘﺎب اﻟﻨﺸﺄﺗﻴﻦ ﻓﻲ ﺗﺤﺼﻴﻞ اﻟﺴﻌﺎدﺗﻴﻦ 099
1 رﺳﺎﻟﺔ اﻟﻬﺎدﻳﺔ 100
1 آﺘﺎب اﻟﻨﻔﺤﺎت 101
1 ﻋﻨﻘﺎء ﻣﻐﺮب 102
1 ﻣﻮﺻﻠﻪء َﺗﻨَـﺰﱡﻻت 103
1 ﺷﺮح ﻓﺼﻮل 104
37 ﻓﺘﻮﺣﺎت ﻣﻜﻲ 105
1 وﺻﺎﻳﺎي ﻓﺘﻮﺣﺎت 106
1 ﻣﺤﺠﺔ اﻟﺒﻴﻀﺎء 107
1 ﺷﺮح ﻣﺨﺘﻠﻒ 108
1 وﺟﻴﺰ ﻣﻊ ﺷﺮح اﻟﻮﺟﻴﺰ 109
1 دﻳﻮان اﻻدب 110
1 آﺘﺎب اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ 111
1 اﺧﺘﻼف ﻣﻨﺰﻟﻴﻦ 112
1 اﺧﺘﻼف اﻟﻌﻠﻤﺎء 113
1 ﺷﺮح آﺎﻓﻴﻪ 114
1 آﺘﺎب اﻻرﺷﺎد اﻟﻰ ﺟﻮاهﺮ اﻻوراد 115
1 ﺗﻮﺿﻴﺢ اﻟﻬﺎدي 116
1 ﺧﻴﺮ اﻟﻨﺸﺮ 117
1 ﻣﻄﺎﻟﻊ اﻻﻳﻤﺎن 118
1 آﺘﺎب اﻟﻤﺤﺼﻮل ﻓﻲ اﺻﻮل اﻟﻔﻘﻪ 119
1 آﺘﺎب اﻟﻤﺨﺘﺼﺮ ﻓﻲ ﺟﻠﺪ)ﺑﺮ ﭘﺎرﻩ( 120
1 ﺟﺰء اﻟﻤﺤﺮوم اﻻول 121
1 ﺷﺮح ﺗﺎﺋﻴﺔ اﺑﻦ اﻟﻔﺎرس 122
1 دﻓﻌﻪ ﺷﺮح آﺎﻓﻴﻪ 123
1 ادب اﻟﻘﺎﺿﻲ 124
1 رﺳﺎﻟﻪء ﻗﺸﻴﺮي )ﻧﺎ ﺗﻤﺎم( 125
1 آﺸﻒ اﻟﺮﻣﻮز 126
185
1 ﻣﻌﺎرف 151
1 رﺳﺎﻳﻞ 152
1 ﻓﻲ اﺑﺘﺪاء اﻟﻌﺎﻟﻢ...آﺘﺎب 153
1 ﻏﺎﻳﺔ اﻻﻋﺘﺼﺎم ﻻﻣﺎم اﻟﺤﺮﻣﻴﻦ 154
1 ﻧﻬﺎﻳﺔ اﻟﻌﻘﻮل 155
1 ﺗﺎرﻳﺦ اﻟﻤﻠﻮك 156
1 آﺘﺎب ﻓﻲ اﻻﻋﺮاب 157
1 ﻗﺎﻧﻮﻧﺠﻪ ﻓﺎرﺳﻲ 158
1 ﺗﺤﻔﺔ اﻟﻤﻠﻮك ﻓﺎرﺳﻲ 159
1 آﻴﻤﻴﺎي ﺳﻌﺎدت ﻓﺎرﺳﻲ 160
1 آﺰﻳﺪة اﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ 161
162 ﻣﺠﻤﻮﻋﻪء ﻓﺎرﺳﻲ 1
Kemal Paşa Zâde; Yavuz Sultan Selim adına h.924-m.1518 yılında Konya’nın umumî tahrinni yaparken
Reşidiye (Evdireşe) Çiftliği’nin Şeyh Sadre’d-din’in evkafı arasında bulunduğunu ve burada yazılan 71 neferin
kışın şehre indiklerini tespit etmiş ve bunların hepsinin de adlarını yazmıştır. Bu defterde; ‘Cemaat-i dervişan-ı
zaviye-i Şeyh Sadrî’ başlığı altındaki müstakil bir bendde aynen şunları okuyoruz:
1-Ramazan Veled-i Şeyh Sadrî, 2-Ugureri Veled-i Ali, 3-Kardeşi Gönüleri, 4-Mustafa Veled-i Abdullah,
5-Abdü’l-kerim.
Sevinç Veled-i Halil, biraderleri Şatır’ İsrail ve Hudaverdi, ilk beş nefer şeyh-i mezbur neslindendir.692
Baki dört nefer hizmetkârlardır. Kadimden üç çiftlik yerleri vardır. Tasarruf edip zaviyeye ve maişetlerine sarf
ederler. Öşür ve rusûm vermezler. Karaman Beyleri’nden muafiyetnameleri vardır. Sultan Bayezid Han’dan ve
Sultan Selim Han’dan mukarrernameleri dahi vardır. Kenduler ziraat etsin ahara ziraat ettirsinler kat’â
dahlolunmaz.693
Yine bu defterde Konya Sahra Köyleri’nin durumları gösterilirken Mahmudlar diğer adıyla Müneccim
köyünün zemininin yarısının Şeyh Sadre’d-din Zaviyesi’ne vakf olduğu yazılmıştır. Ankara Baş Vekalet
Arşivi’nde bulunan ve III. Murad adına Konya Tahriri’ni yapan Heyetin defterinde Konya Mahalleleri sayılırken
Şeyh Sadre’d-din Mahallesi şöyle gösterilmiştir:
“Mahalle-i mezbure ahalileri avarızdan muaf olmalarına ellerinde merhum Sultan Süleyman Han’dan
ve Sultan Bayezid’den muaf nameleri vardır.”694
O vakit bu mahallede muhtelif vergi verecek evsafı haiz yitmiş bir nüfus vardı. Muhtelif tarihlerde Şeyh
Sadre’d-din Konevî mamuresinin bulunduğu mahalle Şeyh Evi, Şeyh Sadre’d-din Mahallesi- Şeyh Sadre’d-din
Konevî Mahallesi adlarını almıştır. Sadre’d-din-i Konevî’nin erkek çocukları hakkında şimdiye kadar kat’i birşey
bilmiyorduk. Yalnız Konya Müzesi Kütüphanesi’nde 5/20 D numarada kayıtlı; Menakıb-i Şeyh Sadre’d-din-i
Konevî adlı eserde Sadre’d-din Çelebi isminde bir Oğlu olduğunu ve musallada hocası Şeyh Sadaka’nın
sonradan zaviye olan kendi evine gömüldüğünü öğreniyoruz.695 Menakıbname’nin anlattığına göre henüz tahsil
çağında küçük iken ölmüştür. Bunun evli olup olmadığı ve Şeyh Sadre’d-din’in bundan başka Oğlu bulunup
bulunmadığı hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Şeyhülislam Kemal Paşazade h.924-m.1518 yılında onun beş
erkek torunu bulunduğunu bize öğretmiştir. O vakit kadınlar tespit edilmediği için onların miktarı meçhul
kalmıştır. Biz bunların Kızı Sekine’den indiklerini sanıyoruz.
Muhyi’d-din-i Arabi’nin bir hırkasiyle Sadre’d-din-i Konevî’nin seccadesi de kütüphanesinde muhafaza
ediliyordu. Sonra bunlar Muhyi’d-din-i Arabi’nin, Sadre’d-din-i Konevî’nin el yazması eserleriyle ve bazı
kıymetli kitaplarla beraber Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’ne gönderilmişti. Hırka ile seccade müzeden çalınmıştır. Ben
bu hırsızlığı tespit ettikten sonra Son Posta Gazetesi’nde neşriyat yaptım. Maarif Vekaleti, dünya müzelerine
gönderdiği mektuplarla bunarı aradı, bulamadı.
692
-Sadre’d-din-i Konevî’nin bir oğlu vardı: Sa’de’d-din Çelebi o da babasından evvel ölmüştü. Bunlar her halde kızı
Sekine’nin çocuklarıdır.
693
-İstanbul Başvekâlet Arşivi. Defter numarası 64.
694
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi Defter numarası 584 Sahife 29
695
-Regaibü’l-Menakip, sahife 71.
186
ufak tadillerle veyahut aynen tekrarı mimarı sıkmaktadır. Küllük; büyük Türk Mimarı Sinan gibi plânda
tenevvü’ü seven, ibdâ kabiliyeti yüksek bir sanat-kârdır.
İnce Minare’nin tek kapısı ve minaresi önünde duyulan bedi’i zevk ve heyecan Lârende Câmii’nin tak
kapısı önünde büyük bir hayranlığa çevriliyor. Gözler ve gönüller bu âbide karşısında büyüleniyor. Taşın,
tuğlanın, rengin umumî ahengi önünde insan vecdin ve huşu’un en tesirli durgunluğuna kendisini kaptırıyor.
Âbidenin önünden ayrılmak istemiyor.
Şimdi bu âbideyi görelim:Takın eni 9.50, derinliği 3.60 asıl kapısının eni 1.65, yüksekliği 2.46 metredir.
Kapının kemeri 19 mavi taşın ve ak mermerin zıvana ile birbirine geçerek kenetlenmesinden doğmuştur.
Kemerin iki tarafta bıraktığı müessellesleri kalın bir kaytanın muhtelif şekillerde düğümlenmesinden doğan taş
kabartmalar süsler, kapısının üstündeki istalaktitler devri taşçılığının en mütekabil eserleridir. Mağaralardaki kis
salkımlarını andıran bu dişili erkekli oymaların sağında ve solunda birer göbek görülür. Köşelerinde yine kalın
bir kaytanın daire şeklide bükülmesinden doğan kemerin üstünde nefis ve girift bir Selçuk Sülüsüyle bir satır
halinde şu kitabeyi okuruz: ‘ اﻣﺮ ﺑﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻤﺒﺎرك ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﻋﺰ
اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺧﻠﺪ اﷲ ﺳﻠﻄﺎﻧﻪ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ696 اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ اﺑﻦ اﻟﺤﺎج اﺑﻮ ﺑﻜﺮ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻪ
’وﻟﻮاﻟﺪﻳﻪ ﺳﻨﺔ ﺳﺘﺔ وﺧﻤﺴﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ697
Kitabeye göre mescid; Keykâvus’un zamanında h.656-m.1258 yılında Hacı Ebubekir Zade Hüseyin
Oğlu Sahib Ata Fahre’d-din Ali tarafından yaptırılmıştır.
Kitabenin üstündeki nakışlı taşların yağmur ve don gibi tabii tesirlerin altında yer yer eridiği, koptuğu,
köhneleştiği, ufalandığı görülmektedir. İnce Minare tak kapısının üstünde bulunduğunu tahmin ettiğimiz
kitabede işte bu gibi tesirler altında yok olmuştu. İstalaktitlerin üzerindeki kemerin bir kaç yerinden çatladığını
teessürle kaydediyoruz. Portelin iki taraflarında 1.30 eh ve 2.45 metre irtifaında birer mihrabı hücre vardır.
Mihrapçıkları yaprak kabartmalarıyla süslenmiş bir çerçeve sarar. İçlerini hendesenin en zor şekillerinden
dokunmuş kabartmalar tezyin eder. İstalaktitlerin sağında ve solunda düz satıhlı birer göbek görülür. Sağdaki
mihrapçığın üstünde kûfi hat ile: ‘ًن اﻟﻤﺴﺎﺟﺪ ﷲ ﻓﻼ ﺗﺪﻋﻮا ﻣﻊ اﷲ أﺣﺪا ’وأ ﱠyazılıdır. Âyetin son kelimesi sıkı bir istife tabi
tutulmuştur. Karşıda soldaki mihrapçığın kitabelerinin bomboş olduğu görülür. Tahminimize göre bu kitabe bir
kazaya uğradığı için sonradan kazınmıştır. Yoksa çok titiz bir mimar olan Küllük eserinde göze çarpan böyle bir
noksanın ve kusurun bulunmasına tahammül edemez.
Portelin iki taraflarında; üstleri hendesi kabartmalarla başlıkları akant yapraklarıyla süslenmiş oyma
birer sütun vardır. Sütunlardan sonra portelin şerit şeklinde ikişer yerde düğümlenen kabartmalı geniş çerçevesi
gelir. Çerçevenin yanındaki satıhlar baştanbaşa kitabeye tahsis edilmiştir. Burada devrinin sülüsü ile sağın alt
kısmından başlamak şartıyla besmele ve on üçüncü ayete kadar Fetih Suresi kazılmıştır. Büyük kapının iki
taraflarında muhteşem birer sebil vardır. Sebillerin altlarında su hazinesi olarak mermerden birer kıymetli lahd
konulmuştur. Sağdaki lahdin uzunluğu 2.20 yüksekliği 0.87 soldakinin boyu 2.50 yüksekliği 2.87 metredir.
Sağdaki lahdin ortasında bulunduğunu tahmin ettiğimiz kitabe taraklanarak yok edilmiştir. Kitabenin sağında,
solunda birer medüz başı, alt köşelerinde ikişer civ civ, üst köşelerde büyük başlı ikişer büyük balık kabartması
vardır. Soldaki lahdin ortasındaki resim veya yazının da sonradan yok edildiği görülür. Aşağısında ve solunda
muhtelif şekilde kabartmalar vardır. Lahitlerin şimdi duvarlarla kapatılan dar yüzeylerinde de kabartmaların
bulunduğu anlaşılmaktadır. Selçuk Mimarı Külük bu kıymetli tarih yadigarlarını yok etmemek için eserlerini
bunlarla süslemiş ve bunları zamanın tahribatından kurtararak bize kadar ulaştırmıştır.
Bu bakımdan Lârende Mescidi’nin takı aynı zamanda bir müzedir. Küllük; boz renkli Kiçi Musna
Taşları’nın içinde yerli olmayan ak mermerleri kıymetli birer cevher gibi kullanmıştır. Takı donuk renkli bir
madalyana benzetirsek mermer sebiller onun tıraş edilmiş pırlantalarıdır.
Türk taşçısının eli sebilleri bir kuyumcu gibi işlemiştir. Sebillerin kapılarında minyatürleşmiş kemerli
birer tak kapı buluyoruz. Bunlar yekpare taştan yapılmıştır. Sebillerin üstlerindeki istalaktitler, kenarlarındaki
kabartmalı sütuncuklar ve istalaktitlerin altlarındaki göbekler ve muhtelif şekillerle işlenmiş çerçeveler bilhassa
belirtilecek fevkalade muvaffak eserlerdir. Sağdaki sebilin istalaktit müsellesinin sağındaki yuvarlak madalyona
oyma halinde ‘’ﻋﻤﻞ آﻠﻮك, soldakine ‘’ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲyazılmıştır ki (buna Abullah Oğlu Külük yaptı şeklinde dilimize
çevirebiliriz.)
Bu sebilin kapısının üstüne sülüs ile: ‘ً’وﺳﻘﻴﻬﻢ رﺑﻬﻢ ﺷﺮاﺑ ًﺎ ﻃﻬﻮراkazılmıştır. Büyük çevrçevenin altınıda
güzel bir Kufî ile şu âyet süsler: ‘’وﺟﻌﻠﻨﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺎء آﻞ ﺷﺊ ﺣﻲ أﻓﻼ ﻳﺆﻣﻨﻮن
Sebil’in dış çerçevesine altından başlanarak girift bir Selçuk Sülüsüyle suyu taziz eden şu ayetler
kazılmıştır: ‘ وأﻧﺰﻟﻨﺎ ﻣﻦ اﻟﺴﻤﺎء ﻣﺎ ًء: وﺟﻌﻠﻨﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺎء آﻞ ﺷﺊ ﺣﻲ أﻓﻼ ﻳﺆﻣﻨﻮن و ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ: ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ
ﺣ ﱠﺒ ًﺎ وﻧﺒﺎﺗ ًﺎ
َ وأﻧﺰﻟﻨﺎ ﻣﻦ اﻟ ُﻤ ْﻌﺼِﺮات ﻣﺎ ًء ﺛﺠﱠﺎﺟ ًﺎ ﻟﻨُﺨﺮج ﺑﻪ: ﻲ آﺜﻴﺮًا و ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ
ﺳﱠِ ﻲ ﺑﻪ ﺑﻠﺪ ًة ﻣﻴﺘ ًﺎ وﻧﺴﻘﻴﻪ ﻣﻤﺎ ﺧﻠﻘﻨﺎ أﻧﻌﺎﻣ ًﺎ وأﻧﺎ
َ ﺤ ِﻴ
ْ ﻃﻬﻮرًا ﻟ ُﻨ
ان: أﻟﻢ ﺗﺮ أن اﷲ أﻧﺰل ﻣﻦ اﻟﺴﻤﺎء ﻣﺎ ًء ﻓﺴﻠﻜﻪ ﻳﻨﺎﺑﻴﻊ ﻓﻲ اﻻرض ﺛﻢ ﻳﺨﺮج ﺑﻪ زرﻋ ًﺎ ﻣﺨﺘﻠﻔ ًﺎ أﻟﻮاﻧﻪ و ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ: ت أﻟﻔﺎﻓ ًﺎ و ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ٍ وﺟﻨﺎ
696
-Bu kelimelerin alt kısımları kırılmıştır. Kitabenin diğer yerlerinde de patlaklar ve ufalanmalar vardır.
697
-Kitabe dilimize şöyle çevrilibelir: “Bu mubarek mescidin kurulmasını; 656 yılında büyük sultan, ümmetlerin hakimi, Arap
ve Acem sultanlarının efendisi. Din ve dünyanın izzeti fetih babası Keyhüsrev Zade Keykavus’un hükümdarlığı günlerinde -
Tanrı saltanatını muhalled etsin- Allah’ın rahmetine muhtaç zaif kulu Hacı Ebubekir Zade Hüseyin Oğlu Ali emretmiştir.
Allah kenisini, anasını ve babasını af etsin.”Mevlânâ Şehri Konya’da (sahife 91) bu kitabe bir çok hatalarla ve noksanlarla
kopya edilmiştir.
187
ب آﺎﻧﺖٍ ف ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺑﺂﻧﻴﺔ ٍ وأآﻮا
ُ وﻳُﻄﺎ: اﻻﺑﺮار ﻳﺸﺮﺑﻮن ﻣﻦ آﺄس آﺎن ﻣﺰاﺟِﻬﺎ آﺎﻓﻮرًا ﻋﻴﻨﺎ ﻳﺸﺮب ﺑﻬﺎ ﻋﺒﺎد اﷲ ﻳﻔﺠﺮوﻧﻬﺎ ﺗﻔﺠﻴﺮًا و ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ
ﻼ
ً ﻼ ﻋﻴﻨﺎ ﻓﻴﻬﺎ ﺗُﺴﻤﻰ ﺳﻠﺴﺒﻴ ْ ’ﻗﻮارﻳﺮًا ﻗﻮارﻳ َﺮ ﻣﻦ ﻓﻀﺔ ٍ ﻗﺪﱠروهﺎ ﺗﻘﺪﻳﺮًا و ُﻳ698
ً ﺴﻘَﻮن ﻓﻴﻬﺎ آﺄﺳﺎ آﺎن ﻣِﺰاﺟُﻬﺎ زﻧﺠﺒﻴ
Soldaki sebilde ölçü itibariyle sağdakinin aynıdır. Fakat mimar, hatat ve işçi bunun yazılarında,
nakışlarında, desenlerinde, göbeklerinde tenevvüler göstermişlerdir. Şu neticeyi çıkarabiliriz ki Sahib Ata’nın tak
kapısı aynı zamanda bir güzel sanatlar meşheridir. Burada umumi ahengi ve tenazuru bozmamak şartıyla her
değişiklik tecviz edilmiştir. Bu sebilin kapısı üstünde de sülüs ile ‘’وﺳﻘﻴﻬﻢ رﺑﻬﻢ ﺷﺮاﺑ ًﺎ ﻃﻬﻮراyazılıdır. Bu hattın
üstündeki kabara gibi, istalatin yanlarındaki iri göbeklerde işlemelidir. Sebilin hendesi kabartmalarla süslü büyük
çerçevesinin altında güzel bir kufi ile: ‘ﻲ أﻓﻼ ﻳﺆﻣﻨﻮن ّ ’وﺟﻌﻠﻨﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺎء آﻞ ﺷﺊ ﺣayeti okunmaktadır. Dış çerçeveye güzel
bir sülüs ile Besmele ve Bakara Suresi’nden Kürsi Ayeti oyma olarak kazılmıştır. Kitabenin sol tarafına
rastlayan kısmın yarıdan fazlası kırılmıştır.
Mimar taş malzemeden; sade ve sırlı tuğlaya, çiniye geçmek için ebillerin üstlerinden sivrice kemerli
birer pencere yapmıştır. Pencerelerin sövelerini, yanlarını ve üstlerini küfi yazı ile çifte ‘’ﻣﺤﻤﺪe benzeyen ve
birbirine geçen iri hatlı kabartmalarla süslemiş ve aralarını mavi çinilerle beslemiştir. Bu çiniler gözleri tuğlaya
hazırlamak için yapılmıştır. Bundan sonra minarelerin çinilerle ve sırlı tuğlalarla işlenmiş küp satıhları gelir.
İnsanda bu satıhlara mavi tuğla ve mor çini ile Hazret-i Peygamber’in dört yarinden Ebubekir’in ve Ali’nin
adlarının mükerrer bir surette işlendiği kanaati hasıl olur. Üst üste düşen bir yıldırımla soldaki minare tamamen
ve sağdaki de şerefe altına kadar yıkılmıştır. Bu minarenin şerefe altındaki kısmının da kıble tarafına rastlayan
çinileri hasara uğramıştır. Minarelerin sağına ve soluna cephelerdeki pencerelerin hizasından taş çerçeveli birer
kapı açılır.Tuğla minarenin küpten 16 dilim halinde yükseldiği görülür. Dilimleri üstlerine dallara, kaz
ayaklarına benzeyen içerlek süsler yapılmış ve muhadep kısımların içlerine mor çiniler kakılmıştır. Dilimlerin
biri birinden ayrılan kısımları da mavi çinilerle zıhlandırılmıştır. Dilimlerden sonra daha geniş çinilerle
süslenmiş ve yine çini kuşaklarla biri birinden ayrılmış iki kısım daha vardır. Bundan sonra minare sade tuğla ile
düz ve yuvarlak olarak şerefeye kadar devam eder. Şerefe altlarında tuğla ile yapılmış istalaktitler vardır. Şerefe
korkuluğu adi taştan yapılmıştır. Tahminimize göre minarenin çinili kısmından yukarısı sonradan yapılmıştır.
Burada ardıçtan hatıl kullanıldığı da görülmektedir. Minarenin çinilerindeki hakim renk mavidir. Bu pırlanta eser
bakımsızdır. Acil tamire muhtaç olan yerleri vardır. Patlayan ve çatlayan taşların değiştirilmesi lazımdır.Tak
kapıdan havlıya girilir. Ve 8.60 metre ilerlenirse asıl Mabedin kapısına gelinir. 1.60 en ve 2.10 metre
yüksekliğindeki kapıya geçirilen iki tahta kanadın oymaları sanat bakımından ehemmiyetlidir. Sağ kanadın
üstüne güzel bir sülüs ile ‘ق اﻟﺤﺪﻳﺚ آﺘﺎب اﷲ ُ ’أﺻْﺪsoldakinin üstüne de: ‘ﻖ اﻟ ُﻌﺮَى آﻠﻤﺔ اﷲ ُ ’أ ْو َﺛkazılmıştır.
Mabet; adi taşla yapılmış çatı tavanı duvarlarla On iki Ağaç direk üzerine oturtulmuş, mimari kıymeti
olmayan yeni bir binadır. Dışarıda uzunluğu 23,10 eni 23.40 metredir.
Mabedin içinde adi tahtadan bir minber vardır. Minberin solundaki çini mihrap Selçuk çiniciliğini
şaheser bir örneğidir. Konya’da bu gün bu mihraptan daha muhteşem bir mihrap kalmamıştır. Eni 5.20, bu günkü
boyu 3.66 metredir. Mühimce bir kısmının yere gömüldüğü görülmektedir. Mihrapta hakim renk mavidir.
İstalaktit yapraklarının hemen hepsinde başka desenli başka renkli hurda çiniler kullanılmıştır. Mihrabı üstünden
ve tam ortasından mevhum bir hat ile ikiye bölersek tenazur ve tam bir ahenk temin etmek için aynı desenli bir
yaprağın tam hizasında ikinci bir benzerinin bulunduğunu görürüz. Mihrabı henesi şekilli, yapraklı üç çerçeve
sarmaktadır. İstalaktitin yanlarındaki müselleslerde ve üstündeki mustatil satıhta muhtelif renklerde sekizer,
altışar ve üçer şualı çini yıldızlar görülür. Mihrabın alt kısmı altı köşeli çinilerle kaplanmış ve araları üçer köşeli
levhalarla beslenmiştir. Sanatkar bu mihrabı yaratmak için alçı levhalar üzerinde ömür törpüleyen bir emek sarf
etmiştir. Kuyumcu altın bir levhaya hurda taşları ve pırlantaları nasıl oturursa bu da öyle bir itina göstermiştir.
Çinilerde siyah, yeşil, ak ve mavi renkler kullanılmıştır. Mihrap gibi iki yanlarındaki istalaktitli fil ayakları eski
Mabede aittir.
Mihrabın solundaki pencere Sahib Ata Türbesi’ne, ondan sonra ki kapı da türbenin dehlizine açılır. Tek
kanat olan bu kapının da dış kapı gibi eski Mabede ait olduğu kabul edilir. Kıymetli bir sanat eseridir. Sahib
Ata’nın asıl camii; hanıkahın ana kubbesinin etrafındaki üç kubbeli oda ve hanıkahın Methalinin solundaki
dükkanlar ve sağındaki tonuz örtülü odalar gibi yıkılıp yok olmuştur. Bunların yıkıldığı zaman gibi bir zelzele
veyahut yıldırımdan mı yoksa ihmalden mi çöktüklerini şimdilik tespit edemiyoruz. Eski camiin planını
çıkarabilmek için burada bir kazı yapmaya ihtiyaç vardır. Eski Mabedin şimdikinden bir az daha aşağıda
bulunduğu mihrabından anlaşılmaktadır. Rivayetlere ve mevcut bir örneğine göre bu cami kısmen açık hava
Mabedine benziyordu, ortasında havuzlu ve üstü açık bir kısım vardı. Kıble tarafının sağını ve solunu kubbeli
revaklar sarardı, geniş bir dehliz de tak kapıya kadar uzanırdı. Merhum Mimar Muzaffer yaptığı tetkiklerde bu
neticeye varmıştı.
Bulgurlu Tekkesi’nin mescidi de böyle idi. Orada yapılan bir sondaj bu tahminin bir hakikat olduğunu
göstermiştir. Bug2ünkü cami h.1288-m.1871 yılında yapılmıştır. Yapan Muhiddin Usta da hala sağdır. Bahçede
toprak tesviyesi yapılırken eski Mabedin tak kapıya doğru uzanan kalın ve harçlı temellerine rastlanmıştır.
Şimdiki Mabedin yapıldığını ve iki defa düşen yıldırımdan yıkılan minarenin tamir edildiğini mamurenin
sağındaki Lârende Medresesi Müderrisi Kiçi Muhsineli Hacı Ali Efendi pek iyi bilmektedir. H.881-m.1476
698
-Loytved eserinde bu ayetleri takdire şayan bir dikkatle okumaya ve yazmaya muvaffak olmuştur.
188
yılında Fatih adına Konya Vakıfları’nı tespit eden il yazıcı; Sabih Ata’nın Lârende Kapısı dışında cami ve büyük
hanıkah ve türbesinden teşekkül eden mamuresini görmüş, vakfiyesini, gelirlerini tetkik ile defterine şöyle
yazmıştır: ‘ وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﺗﻮرﺑﻪء ﺻﺎﺣﺐ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﻣﻘﺮر ﺧﻄﺎﺑﺖ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ دوﻟﺘﺨﺎن ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ
ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن وإﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻜﺘﻮﺑﻲ آﻮروﻟﺪي. ’ﻋﻦ اوﻻد ﺻﺎﺣﺐ ﺣﺼﻪء ﺗﻮﻟﻴﺖ رﺑﻊ ﺣﺼﻪ از هﻤﻪ أوﻗﺎف
Evkafı da şunlardır: Sultan hamamının bir kısmı geliri, Akkervansaray yanında, Bali Çelebi’de tarla,
Sırçalı’da, Karahüyük’te, Gedekilas’da ve Karahüyük yolunda bağlar.
Fatih zamanında mamurenin mütevellisi Sahib Ata’nın evladından Abdu’r-rahman idi. H.906-m.1510
tarihinde II.Bayezid’in İlyazıcısı da bu mamureyi tetkik etmiştir. O vakitte Sahib Ata’nın torunlarından Abdu’r-
rahman mütevelli idi. Seyyid Esedullah’ın kızı Hand Hatun’da Sahib’in kızı’nın neslinden olduğunu ispat ettiği
için tehliyet hissesi almıştır. Elinde Karamanoğlu Mehmed Bey’in emirleri varmış. Karaman Eyaleti Valileri
Sultan Mustafa’ Sultan Cem ve Sultan Abdullah da Mehmed Bey’in mukarrernamesini tanımışlar, zaten Abdu’r-
rahman’da karabetlerini kabul etmiştir. İlyazıcı köhne defterde bulduğu bu malumatı da yeni deftere
kaydetmiştir. III.Murad’ın h.992-m.1584 tarihli Konya Evkaf Defteri’de bu mamurenin vakfiyesini ve evkafını
tetkik etmiş ve defterine yazmıştır. Teessürle kaydetmek lazımdır ki bu vakfiye bize kadar gelmemiştir. Ne
Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki defterlere ve ne de Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki Kayıtlarda bunun
bir suretine rastlamadık.
699
-Bu kitap 1944’te yazılmıştır.
700
-1962 yılı hesbaıyla 78 seneden beri ibadete kapalı demektir.
189
bunun geliri o vakit Sahib Ata’nın İnce Minare Dâru’l-Hadisi’nde müderris olan Mümin Halife’ye tahsis
edilmiştir.
Fatih adına Konya Evkafı’nı tespit eden heyet tetkik ettiğimiz abide hakkında şunları söylüyorlar: وﻗﻒ
ﺤﻔّﺎظ وﻣﺴﺠﺪ وﭼﺸﻤﻪ در ﺑﺎب ﭼﺸﻤﻪء ﺧﻮاﺟﻪ ﺻﺎﺣﺐ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ُ دار اﻟ
ﻣﺰرﻋﺔ ﺑﻮﺳﺘﺎن ﺗﺎﻳﻊ ﻗﻮﻧﻴﻪ-1
زﻣﻴﻦ ﺧﺎﻧﻬﺎء ﺻﺎﺣﺐ در ﻧﺰد ﭼﺸﻤﻪ اﻻن ﺑﻮﺳﺘﺎﻧﻠﻘﺪر-2
زﻣﻴﻦ در راﻩ ﺧﻼﺟﻠﺮ-3701
II.Beyazıd adına yazılan Konya Vakıf Defteri’nde bu abide hakkında bulduğumuz notlar da ehemmiyetli
olduğu için aşağıya aynen alıyoruz:
ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ ﻋﻦ اوﻻد ﺻﺎﺣﺐ هﻤﻪ ﺧﺮاب.‘وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ وﻣﺴﺠﺪ وﭼﺸﻤﻪ در ﺑﺎب ﭼﺸﻤﻪ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺑﻘﺮق ﭼﺸﻤﻪ
اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ زﻣﺎﻧﻨﺪﻩ دﺧﻲ ﻣﻮﻗﻮف ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻨﻬﺪم اوﻟﺪﻳﻐﻲ ﺳﺒﺒﺪن ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻣﺆﻣﻦ ﺧﻠﻴﻔﺔ ﻣﺬآﻮر ﺻﺎﺣﺐ دار اﻟﺤﺪﻳﺜﻚ. اﻵن ﺑﺮﺣﺎﻓﻆ دﺧﻲ ﻳﻮﻗﺪر
ﺟ ْﻠﺪَن اآﺎ إﻟﺤﺎق اوﻟﻨﻮب ﺗﺼﺮﻓﻪ ﻣﺎر اﻟﺬآﺮ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻜﺘﻮب وﻳﺮﻣﺶ اﻵن
ِ ﻣﺪرﺳﻲ اوﻟﻮب ذآﺮ اوﻻن وﻗﻒ دﺧﻲ ﻣﺸﺎر إﻟﻴﻪ ﺻﺎﺣﺒﻚ اوﻟﺪوﻏﻲ َا
آﻴﻨﻪ ﺁﺳﺘﺎن ﻣﻌﺪﻟﺖ ﭘﻨﺎﻩ أﻣﺮﻳﻠﻪ ﻣﺪرﺳﻪ ء ﻣﺬﺑﻮرﻩ ﻳﻪ إﻟﺤﺎق اوﻟﻨﺪي
ﺑﺎغ در ﺧﻮاﺟﻪ ﺟﻬﺎن-3 زﻣﻴﻦ ﺧﺎﻧﻬﺎء ﺻﺎﺣﺐ در ﻧﺰد ﭼﺸﻤﻪ-2 ﻣﺰرﻋﻪ ﺑﻮﺳﺘﺎن ﺗﺎﺑﻊ ﻗﻮﻧﻴﻪ-1’702
Bu arşiv vesikalarını okuduktan sonra bu muhteşem abideye verilen uydurma adları bir tarafa atarak
ona hakiki adını verelim: Sahib Ata Mescidi. Karamanoğulları zamanında yıkılan Dâru’l-Huffaz; mescidin
ittisalinde mi idi, yoksa çeşmenin arka tarafına mı düşüyordu? Bunu kesin olarak söyleyemeyeceğiz. Amma
mescidin ittisalinde bulunması icap eder. Buradaki çeşmeye eskiden Kırk Çeşme-i Sahib denildiğine göre Sahib
Ata’nın Konya’ya kırk da çeşme getirttiğini çıkarmak mümkündür. Bunun asıl maksiminin de sonradan
Sakahane şeklini alan Sikaye’de bulunduğu tahmin edilebilir. Konya Vakıf Kayıtlar Müdürlüğü’nde 43/3032
numaralı dosyada Şeyh Sadre’d-din civarında Sahib Ata’ya ait arsalar gösterilmektedir. İşte bu arsalar Sahib
Ata’nın evlerinin yerleri idi. Türbede Sahib Ata’nın Torunlarının metfun olduğunu tahmin ediyoruz. Mescid ve
türbe 1958 yılında tamir edilmiştir. Tamir esnasındaki kazılarda toprak içinden birçok çini parçası çıkmıştır.
Abide hakkındaki ilk teşhis tarafımızdan konmuştur. Mevlâna Şehri Konya’da abidenin kime ait olduğu
hakkında bilgi yoktur.
701
-Vesikayı yeni harflerle de okuyalım:
Vakfı Dâru’l-Huffaz ve mescid ve çeşme der Bab-ı çeşme-i Hoca Sahib-i Sultan Alâa’d-din.
1-Mezrea-i Bostan tabi-i Konya
2- Zemin-i haneha-i Sahib der nezd-i çeşme el’an bostanlıktır.
3- Zemin der rah-i Hallaclar.
702
-Vesikayı bir de yeni harflerle okuyalım:“Vakf-ı Dâru’l-Huffaz ve mescid ve çeşme der Bab-ı çeşme Eş-Şehir Bikırk
çeşme. Tevliyet der tesarrufi Abdü’r-rahman an evlad-ı Sahib heme harab el’an bir hafız dahi yoktur. İbrahim Bey (Karaman
Oğlu) zamanında dahi mevkufunaleyh münhedim olduğu sebebden Mevlânâ Mümin halife mezkur Sahib Daru’l-Hadis’inin
müderrisi olub zikr olan vakıf dahi müşarünileyh Sahib’in olduğu acilden ana ilhak olunub tesarrufa marr-üz-zikr İbrahim
Bey mektub vermiş el’an gine Asitane-i madeletpenah emrile medrese-i mezbureye ilhak olundu. Mezrea-i Bostan tabi-i
Konya. Zemin-i haneha-i sahib der nezd-i çeşme. Bağ der Hoca Cihan.
703
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi Defter no 584 Sahife 24
190
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 4 numaralı defterin 18 inci sahifesindeki bir kayda göre Davud
Ağa Mescid’nin ölen imamı yerine h.1236 yılında imtihanla bir imam tayin edilmiştir. Mabedin iki tarafını şimdi
Somağın Ali Çavuş’la Cebircin Mehmed’in evleri sarmaktadır.
Mevlâna Şehri Konya adlı kitapta (s. 113’te) Hızırilyaslık Mescid, Türbe ve Zaviyesi; Sakahane Mescidi
şeklinde yanlış gösterilmiştir.
SEBİHAN MESCİDİ
Bu mescid; adını verdiği mahallede Kavaklı Mektep Çıkmazı’nın başındadır. Taştan yapılmıştır. Yekpare
bir taş, kapı kemeri halinde kullanılmıştır. üstündeki mermerde şu yedi satırlık kitabe okunur:
‘ﺗﺎرﻳﺦ ﺟﺎﻣﻊ ﺣﺎﺟﻲ ﻣﺤﻤﺪ اﻓﻨﺪي
ﺑﺤﻤﺪ اﷲ زهﻲ ﻣﺴﺠﺪ ﻳﺎﭘﻠﺪي ﭼﻮن دراﻳﺘﻠﻪ
ﺻﻼﺗﻴﻠﻪ ﺳﻼم اﻳﻠﻪ آﻪ ﻳﺎرﻟﻐﺎن ﺷﻔﺎﻋﺘﻠﻪ
ﺑﻮ ﺑﺮ ﻧﺎدﻳﺪﻩ ﻣﺴﺠﺪر ﺑﻮﻟﻨﻤﺎز ﻣﺜﻠﻲ ﻗﻮﻧﻴﺎدﻩ
اهﺎﻟﻴﺴﻲ آﻠﻮب آﻴﺮﺳﻮن ﺑﻮآﺎ داﺋﻢ ﻃﻬﺎرﺗﻠﻪ
اآﺮ ﺗﺤﺴﻴﻦ اﻳﺪرﻟﺮﺳﻪ ﺑﻮ ﺗﺎرﻳﺨﻢ ﺳﺰا ﺑﺮهﺎن
" ’" ﺻﻼدر ﺁ ِل اِﺳﻼﻣﻪ ﻧﻤﺎز ﻗﻴﻞ ﺟﻤﺎﻋﺘﻠﻪ
Kitabe yeni harflerle şöyle okunur:
“Tarih-i Câmi-i Hacı Mehmed Efendi
Bihamdillah zihi mescid yapıldı çün dirâyetle
Salatiyle selâm eyleki yarlıgan şefaatle
Bu bir nadîde mesciddir bulunmaz misli Konya’da
Ehalisi gelüp girsün buna daim taharetle
eğer tahsin ederlerse bu tarih seza burhan
Saladır Âl–i İslâma namaz kıl cemaatle.704
Son tarih mısraı Ebcet hesabına vurulunca 1279 rakamı çıkıyor ki Mabedin bu tarihte Hacı Mehmed
Efendi tarafından yenilendiği anlaşılmaktadır.
Mabedin Fatih’in Konya Evkaf Defteri’nde, Sebihan Mahallesi Mescidi şeklinde adı geçer. At Pazarı
Kapısı içinde iki dükkan ile Aymanas’ta bir bağ gelir kaynağı olarak gösterilmiştir. Mahallenin adı eski
metinlerde çokça ‘ ﺳﺒﻌﻪ ﺧﻮان، ’ﺳﺒﻊ ﺧﻮانmahallesi şekillerinde geçer. Buradaki mescid veyahut zaviyede705 bir
sure ve yahut âyet ile yedi defa okunduğu için okuyana nispetle böyle adlandırılmış olabilir. Buradaki Emir
Nure’d-din Türbesi’nde yedi kardeş gömülü olduğu için bunun Seba ihvan ‘’ﺳﺒﻌﻪ اﺧﻮانdan bozma olduğunu
söyleyenlerde vardır. Yavuz adına Konya’yı yazan Kemal Paşa Zâde’nin defterinde ise ‘’ﺳﺒﻖ ﺧﻮانşeklindedir ki
kelimenin birinci cüzünün sonundaki ‘خ, ’قa çevrilmiştir. Bu takdirde “ders okuyan” anlamınadır. Avam
‘Sebhavan’ gibi okurlar.
SELÇUK CÂMİİ
Bu câmi; hükümet caddesinde şimdi Selçuk Oteli’nin işgal ettiği yerde idi. Yıkıldıktan sonra yerinin bir
kısmına Ataiye Medresesi yapılmıştı. Bu medresenin sol köşesinde o câminin adını ve bazı parçalarını taşıyan bir
mescid vardı. Medresenin içinde ve dışında Belediye Reisi B. Muhsin Faik’in evinin karşısında ve yol
kenarlarında da Selçuk tarzında gayet kıymetli mezar taşları vardı. Câmiin bânisinin de burada gömülü olduğu
söyleniyordu. Bu câminin batı ve kuzey batı tarafında Nizamiye, (Nalinci) medrese ve türbesi vardı. Fâtih
devrinde Konya Evkafı’nı tespit eden defterde bu câmiden şöyle bahsedilmektedir: ‘ وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﺳﻠﭽﻮق ﻋﻦ ﻧﺴﻞ ﺳﻠﻄﺎن
ت ﺳﻠﻄﺎﻧﻲ ﻣﻘﺮرِ ﺧﻄﺎﺑﺖ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺑﺪراﻟﺪﻳﻦ ﺑﺒﺮا.’ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
Bedestenin 13 sehimden beş sehmi, Nizamiye Hanı’nın 12 sehminden bir sehmi ile şehirdeki Minici
Hatun Evi, Oruz Bağı ve Sur’un yeni kapısındaki Kadı Asker yeri bu câminin gelirleri arasındadır. II.Bayezid
Tahrir heyeti bu camii tespit ediyorlar o vakit caminin hatibi Mehmed Çelebi idi. III. Murad’ın Konya Tahrir
defterinde daha aydınlatıcı malûmat buluyoruz aynen şöyle deniliyor: ‘ وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ اﻣﻴﺮ ﻣﻠﻚ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻣﻴﺮ ﻣﻠﻚ ﺷﺎﻩ ﺑﻦ اﻣﻴﺮ
( ﻧﺼﻒ ﺷﺎﻳﻊ زﻣﻴﻦ ﺧﺎن ﻧﻈﺎﻣﻲ در ﻗﻮﻧﻴﻪ800) اﻟﺴﭽﻮﻗﻲ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪء اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﻪ ﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ... ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺷﺎﻩ
ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻦ ﺁ ِل ﻗﺮﻣﺎن وﻗﻔﻲ اوﻻن ﻗﭙﺎن ﺑﻮ أَرض اوﺳﺘﻨﻪ ﺑﻨﺎ اوﻟﻨﻮب دﻓﺘﺮ ﻋﺘﻴﻘﺪﻩ إﺟﺎرﻩء زﻣﻴﻦ ﺧﺎن ﻧﻈﺎﻣﻴﻪ اون اﻳﻜﻲ ﺳﻬﻤﺪن ﺑﺮ ﺳﻬﻢ
ﺳﻬﻤ ًﺎ ﻣﻦ اﻟﺨﺎن اﻟﺒﺰازي ﻓﻲ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ اﻟﺨﺎن اﻟﻨﻈﺎﻣﻲ اﻟﻤﺬآﻮر12 ﺟﻤﻠ ًﺔ ﺧﻤﺴﺔ أﺳﻬﻢ ﻣﻦ أﺻﻞ. ﺳﻠﭽﻮق ﺟﺎﻣﻌﻴﻠﻪ ﻣﻌﺮوﻓﺪر. ’ﻗﻴﺪ اوﻟﻨﻤﺸﺪر
Bu kayda göre Selçuklular’ın inhilâlinden tam bir asır sonra Selçuk Hanedanı’ndan emir Melik Mehmed
burada bir câmi yaptırmıştır. Ankara Kuyud-ı Hâkanı Arşivi’nde bulunan 584 numaralı ve h.992-m.1584 tarihli
bir Konya Defteri’nde bu mescid hakkında şu mühim malumatı buluyoruz: ‘ ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ ﺷﻬﺰادﻩ ﺳﻠﻄﺎن. وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﺳﻠﭽﻮق
. ﻣﻘﺎﺑﻠﻪء ﺟﺎﻣﻊ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺳﻠﭽﻮﻗﻰ. ’ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺑﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺧﺎن اﻣﺮﻳﻠﻪ ﺗﻌﻤﻴﺮ وﺗﺮﻣﻴﻢ اوﻟﻨﻤﺸﺪر
‘ وهﺮ ﺳﻨﻪ ﻋﻤﺎرت ﻣﺤﺼﻮﻟﻨﺪن إﺟﺎرﻩ اوﻟﺪآﺪﻩ ﻳﻮﻣﻰ ﺑﺮ. ﻋﻦ إﺟﺎرﻩء زﻣﻴﻦ ﺁﻧﺒﺎر ﻋﻤﺎرت إﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ آﻪ ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ ﻋﻤﺎرﺗﻪ ﻣﺘﻌﻠﻖ اوﻟﻤﺸﺪر
. ’ﺁﻗﺠﻪ ﻣﺬآﻮر ﻣﺴﺠﺪك ﻣﺼﺎﻟﺤﻲ اﻳﭽﻴﻦ وﻳﺮﻟﺪي
704
-Son zamanlarda yayınlanan bir kitapta bu kitabenin son tarih mısraı çok yanlış olarak şu şekilde neşredilmiştir. ‘ ﺻﻼور
’اﻻﺳﻼﻣﻪ ﻧﻤﺎزي ﻗﻴﻞ ﺟﻤﺎﻋﺘﻠﻪ
705
-Fatiha Suresi’ne ‘’ﺳﺒﻊ اﻟﻤﺜﺎﻧﻲderler.
191
Bu tescile göre câmi; Kânunî’nin Şehzadesi Bayezid tarafından esaslı bir surette tamir edilmiştir.
Karamanoğlu İbrahim Bey de bu câmi’e ait arsa üzerine imaretinin ambarını yaptırmış her sene câmie 365 akça
mukataa verirmiş, bu ambar kısmen Konya Belediye Reisi Muhsin Faik Bey’in evinin yerlerine ve mektep
bahçesine rastlardı. Babalık Matbaası olarak yapılan bina da kısmen bu câminin yerine yapılmıştır.
Köşelerindeki hendesi süslerde mihraba başka bir durum temin etmektedir. Mihrabın umumi durumu
perişandır. Yukarıdan iki yerinden çatlamıştır? Kubbe askılarında istalaktit yoktur. Mabedin iç inde 5-3 asırlık
kıymetli seccadeler vardı. Bunlar da çalınmıştır. 1342 yılında esaslı bir suretle tamir edilen mabedin kubbe
eteğine Hamdi Zade meşhur hattat Mehmed Mahbub Efendi’nin oğlu Vilayet Mektub-i Kalemi Katipleri’nden
Ahmed Agâh güzel bir sülüs ile Âyet-el Kürsî yazmıştır. Dört Yar Levhaları da bu hattadın kaleminden çıkmıştır.
Mabedin dört tarafından bir buçuk metre kadar yükseklikte alçıdan bir cüz rafı sarmaktadır. Mabedin hiç bir
yerinde yapanı, yaptıranı ve yapıldığı tarihi gösteren hiç bir kitabe yoktur. İçindeki çinilerden dolayı bu mescide
ve mahallesine verilen Sırçalı adı yenidir.
H.924 -m.1518 yılında Kemal Paşa Zade Konya’nın bütün mahallelerini tespit etmiştir. burada Sırçalı
Mahallesi yoktur. h.992-m.1584 yılında III. Murad adına yapılan Tahrir’de ve Konya Müzesi’nde bulunan 970
ve 971 tarihli olayları kaydeden Şer’i Sicil Defterleri’nde de böyle bir mahalle adına rastlamıyoruz. Bu
mahallenin eski adı Kubbeli Mescid Mahallesi’dir. Asıl Sırçalı Mescid’ Bordabaşı Mahallesi’ndeki Demirci
Hacı Mescidi idi. At Pazarı’nda Miskinler Tekkesi denilen Misk Emir Zaviyesi’nin bir adı da Sırçalı Sultan
Tekkesi idi. Bedre’d-din Muslıh tarafından yapılan meşhur Selçuk Medresesi’nin adı da çiniler manasına
kullanılmaktadır. Son zamanlarda sırlı toprak kaplara da sırça denilmiştir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde
bulunan 4 numaralı defterin yüz seksen dokuzuncu sahifesindeki tedavül kayıtlarında sık sık; Nezaret-i evkaf-ı
Humayun-ı mülukâneye mülhak evkafından Konya’da vakıf Miskinler Tekkesi demekle maruf Sırçalı Sultan
Vakfı’na, rastlarız.
Sırçalı Vakfı’ndan dolayı Demirci Hacı Mescidi mütevellileriyle Kubbeli Mescid’in mütevellileri
arasında ihtilâfların çıktığı da olmuştu. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 1 numaralı defterin seksen
dokuzuncu sahifesinde bir sureti kayıtlı olan 1252 tarihli bir ilâmda; Kuyud-ı hâkaniye tetkiki neticesinde
706
-Bu tetkik. 1944 yılında yapılmıştır.
192
Konya’da Sırçalı Mescid diye meşhur olan Demirci Hacı Mescidi’nden başka Sırçalı Sultan Mescidi Evkafı’na
dair hiç bir kayıd bulunmadığı meydana çıktığı için Demirci Hacı Evkafı’na vâki olan müdahalelerin men
edilmesi bildirilmektedir. Yine bu defterlerde gördüğümüz bir kayda göre Bulgur Dede Mescidi’ne de Sırçalı
Sultan Mescidi denilmiştir.
Hulâsa: Bu mescidin tarihî adı Kubbeli Mescid’dir. Sırçalı adı çok yenidir. H.924 m.1518 yılında Yavuz
Sultan Selim adına Konya’nın umumi Tahriri’ni yapan Kemal Paşa Zade’ Konya köyleri arasında bir de
‘’ﺳﺮﺟﻠﻮköyü707 bulunduğunu yazar. Bu köylere ‘’ﺳﺮﺟﻠﻮSırçalı’nın Oğlu Seydî Cebeci vermek şartıyla tasarruf
etmektedir. Şu halde Sırçalı diye has bir isim de vardır. Sırçalı; kendi adını köye de vermiştir. Miskinler Tekkesi
kurucusunun da bu zat olması çok muhtemeldir.
Yukarıda muhtelif devirlerdeki Konya Mahalleleri’ni tespit ederken yazdığımız gibi II. Beyazid, Kanunî
ve III. Murad adlarına yapılan Konya Tahrirlerinde bu mescidin adı Kubbeli Mescid diye geçer. Debbağlar
içinde olduğu için bazen; Kubbeli nam-i diğeri Debbağlar Mescidi denildiği de olmuştur. Bayezid, Yavuz,
Kânunî, III. Murad Konya Defterleri’nin hepsinde Borda’ Bordabaşı Mahallesi vardır. Asıl Sırçalı Mescid
hükümet konağına göre Konya’nın güneyinde bulunan Borda Mahallesi’ndedir. II.Bayezid adına yapılan Tahrir
defterinde bu mescid; “Vakf-ı Mescid-i Sırçalu el-meşhûr be Mescid-i Demürci Hacı” şeklinde yer almıştır.
Tetkik ettiğimiz mescid hükümet konağına göre Konya’nın şimal doğusuna rastlar. Şarklı ve Garplı bütün
tarihçiler ve bilginler incelediğimiz bu mescidi Sırçalı Mescid sanmışlar, çıkmaz yollara sapmışlar, yanlış
hükümlere varmışlardır. Bunların en sonuncusu; Mevlâna Şehri Konya’nın müellifidir. Bu mescidi Bordabaşı
Mahallesi’nde gösteriyor asıl Sırçalu Mescidi’nin vâkıfını da bu mescidin bânisi kabul etmek istiyor, biri birini
tutmaz mütalaalar yürütüyor (Sahife 109).
SİNCARÎ MESCİDİ
Bu mescid; Alâadin Câmii’nin doğusunda kendi adını verdiği Sincarî Mahallesi’nde idi. Bu Mabedin
Mevlâna’nın ve Sadre’d-din-i Konevî’nin muasırlarından büyük Türk âlimi Ahmed İbn Es’ad-i Sincarî
tarafından yaptırılmış olduğunu tahmin ediyoruz. Vakfiyesi ve kitabesi gibi yeri hakkında dahi bize kadar bir
bilgi gelmeyen bu mescitte meşhur sofi Muhakkık-i Tirmizi bir ay kadar itikaf yapmıştı. Eflâki Bu olayı genişçe
anlatmıştır:
“Seyyid Muhakkık; Tirmiz de iken mana yolu ile Mevlâna’nın babasının vefatını öğrenmiş ve; Benim
şeyhimin oğlu Celale’d-din Muhammed’im yalnız kalmıştır, beni bekliyor, Rum diyarına gideceğim, demiş ve
Anadolu’ya geldiği zaman Mevlâna’nın babasının kendisine malûm olduğu gün öldüğünü tespit etmiştir. H.629-
m.1131 yılında Konya’ya gelmişti. Bu sırada Mevlâna, Lârende’de bulunuyordu. o dönünceye kadar Seyyid
Hazretleri birkaç ay Sincarî Mescidi’nde kendisini hapsedip kaldıktan sonra iki dervişle Mevlâna Hazretleri’ne
hikmetler ihtiva eden bir mektup gönderdi.708 Mevlâna derhal Konya’ya döndü. Çocukluğunda kendisini Lala ve
Atabey gibi sık sok omzunda taşıyan Seyyid ile buluştu. Gühertaş bir sene sonra yâni m.630 yılında Mevlâna için
bir medrese yaptırmıştır.
SUBAŞI CÂMİİ
Sille’deki, Sudiremi’nde birçok evler, dükkanlar I.Alâe’d-din Keykubad’ın vakıf gelirlerindendir.
Subaşı Câmii bu hükümdarın vakfettiği evler arasına yapılmıştır. Mabedin son cemaat yerini yan duvarlarla altı
ahşap sütunun tuttuğu bir dam örter, câmi’de kara örtülüdür. Câmiin kapısı üstünde kabartma olarak şu kitabe
okunur:
“Sahib-i hayrat Hacı Musa Kızı Hadice Ruhuna Fatiha Sene 1290”
Minberi ahşaptan yapılmıştır. Üstündeki çift vavın altında:
1215 اﷲ
ﻳﺎﻣُﻔﺘﱢﺢ اﻻﺑﻮاب اﻓْﺘﺢ ﻟﻨﺎ ﺧﻴﺮ اﻟﺒﺎب
Arap Harfler ile yazılıdır. Mihrabı güzel bir sanat eseridir. Üstünde; Amile Usta İsmail yazılıdır. Bu usta Cinci
Oğulları’ndan Beki Ağa’nın babası imiş. Bunlar Dimeşkioğulları diye meşhurdur. Mabedin sağ duvarları
tehlikeli bir durum almıştır. Câmiin önündeki mezarın başındaki muntazam kitabeden öğrendiğimize göre burada
h.1220 yılında ölen câmi imamı Mehmed oğlu Ali Efendi gömülüdür. Mabedin vakfiyelerini ve ilk yapanını
tespit edemedik. Kitabelerine göre birçok tamirler görmüştür. Mabedin önünde 1306 da yapılmış bir hamam
vardır. Subaşı Mahallesi Hamamı Sille’deki büyük kilisenin vakfı imiş.
707
-Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı bir de Sırçalı Köyü vardır.
708
-Ariflerinin Menkibeleri, cild 1. sahife 57-59. Sincarî Mescidi hakkında Friedrıch Sarre’nin Reise’in Klaenasien,
Fersekungen Zur Seldjisehan Kunst Und Geographie Des Landes Berlin. 1896 sahife 63’te malumat vardır.
193
SÜLEYMANİYE-SULTAN SELİM CAMİİ
Mabet; Civar Mahallesi’nde Mevlâna Dergahı’nın batısındadır. Mabet Konya’da Osmanlı devri
mimarisinin en muvaffak eserlerinden birisi ve belki birincisidir. Son cemaat yerini altı som mermer sütunun ve
iki yan duvarın üstünde yükselen yedi kubbe örter. Tak kapısının üstündeki rette beyaz gödene ve kırmızımtırak
başka bir taşla örülmüştür. Mabedin üç kapısı vardır. Kıble kapısı bir tak halinde ve som mermerden yapılmıştır.
Üstündeki istalaktitler kapıya çok müstesna bir durum vermektedir. Kapının söveleri ve üst kemeri beyaz
mermer ve mor taşla zıvanalı olarak yapılmıştır. Kapının iki tarafında kaideleri kum saati şeklinde oyma
sütuncuklar ve üstleri istalaktitli hücre-i mihrabiyeler vardır.
Son cemaat yerinin sağında ve solunda istalaktitli teker şerefeli birer minaresi vardır. Minarelerin son
cemaat yerine açılan kapılarının üstleri mor mermerle zambak şeklinde zıvanlanmıştır. Mabetten son cemaat
yerine dört pencere açılır. Son cemaat yerinde iki mihrap vardır.
Mermer sütunların üst taraflarında görülen delikler ve oyuklar eski devirlerin kadir bilmeyen evkaf
idaresi tarafından saçak demirleri kurulmak için yapılmıştır. Mabedin ahengini bozan bu saçak şimdi
kaldırılmıştır. Mabet ve minareleri muntazam kesme Gödene Taşı ile yapılmıştır.
Kapı kanatları Türk oymacılığının çok muvaffak birer örneğidir. Sağ kanadının üstünde ‘ اﻟﻤﺆﻣﻦ ﻓﻲ اﻟﻤﺴﺠﺪ
’آﺎﻟﺴﻤﻚ ﻓﻲ اﻟﻤﺎءsol kanadının üstünde de ‘’اﻟﻤﻨﺎﻓﻖ ﻓﻲ اﻟﻤﺴﺠﺪ آﺎﻟﻄﻴﺮ ﻓﻲ اﻟﻘﻔﺲyazılıdır. Bunlardan birincisi; ‘mescid’de
mümin; suda balık gibidir.’ ikincisi de; ‘mescid’de münafık; kafeste kuş gibidir.’ manasınadır.
Kanatlarda hendesi süslerin ortalarında dokuzar şualı fildişi birer yıldız görülür. Mabedin; eteğinde 16
penceresi bulunan ana kubbesi kıble tarafından iki yığma fil ayağı sütunla kıble kapısı tarafındaki sekizer dilimli
iki sütun üstüne oturmaktadır. Mabedin minberi ve mihrabı son mermerdendir. Mihrabın renkli taşlarla kakma
şeklinde yapılan göbekleri birer sanat şaheseredir.
Mihrabın üstündeki renkli alçı pencereler de çeşitlerinin en muvaffak yadigârlarıdır. Mabetten kıbleye
iki sıra halinde sekiz ve mihrabın üstünden de iki pencere açılır. Doğu ve batıya da iki sıra halinde altlarda ikişer,
üstlerde üçer pencere vardır. Kubbe aynalarındaki dörder pencereden mabede ışık şelaleleri dökülür.
Ana kubbenin sağ ve solunda üçer küçük yuvarlak kubbe vardır. Müezzin mahfeli de mermerden
yapılmıştır. Mabedin iç ve dış süslerini Sinan devrine uygun olarak İstanbul’daki Hürriyet-i Ebediye’
Konya’daki Ziraat Âbideleri’nin ve lise okulunun mimarı Merhum Muzaffer Bey yapmıştır. Bunu yaparken
büyük zahmetler çekmiştir. Merhum Refikam Mediha’nın dayısı olan Muzaffer Bey’in süs kalıpları bir zamanlar
da evimizde muhafaza ediliyordu. Şimdi Oğlu Mimar Mukadder’dedir.
Mabedin sağındaki penceresi bitişiğine sonradan inşa edilen Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne geçmek için
kapı haline getirilmiştir. Üstünde şu kitabe okunur:
ﺑﻮ آﺘﺒﺨﺎﻧﻪ ﻳﻰ إﺧﻼﺻﻠﻪ ﻳﻮﺳﻒ ﺁﻏﺎ-1
ﻗﻴﻠﺪي إﺣﻴﺎ ﻋﻠﻮم اﻳﺘﻤﻜﻪ ﺗﺄﺳﻴﺲ وﺑﻨﺎ
ﺳﻌﻲ ﺧﻴﺮاﺗﺪن اوﻟﺪر آﻪ هﻤﺎن ﻣﻘﺼﻮدي-2
ﻋﻠﻤﻪ ﺧﺪﻣﺖ اﻳﻠﻪ ﺣﻘﺪن اﻳﺪﻩ ﺗﺤﺼﻴﻞ رﺿﺎ
إﺳﺘﻔﺎدﻩ اﻳﺪن أرﺑﺎب ﻓﻀﺎﺋﻠﺪن هﻢ-3
داﺋﻤﺎ ﻋﺮض ﻧﻴﺎز اﻳﻠﻪ اﻳﺪر ﺑﻮﻳﻠﻪ رﺟﺎ
ﻳﺎ إﻟﻬﻲ ﻗﻴﻠﻪ ﺳﻦ ﺳﻌﻴﻨﻲ ﻣﺸﻜﻮر دﻳﻮ-4
اﻳﺪﻩ ﻟﺮ رﻓﻌﺖ دارﻳﻨﻲ اﻳﺠﻦ ﺧﻴﺮ دﻋﺎ
1209 ﺳﻨﻪ
1-Bu kütüphaneyi İhlasla Yusuf Ağa
Kıldı ihyay-ı ulum etmeye tesis-ü bina
Mabedin içinde iki mermer küp vardır. Hiç bir yerinde yapanı, yaptıranı ve yapıldığı tarihi gösteren bir
kitabe yoktur. Şimdiye kadar vakfiyesi de görülmemiştir. Bazı tarih kitaplarında bu câmi’nin Kanunî Sultan
Süleyman tarafından yapıldığı yazılıyor. Peçevî der ki:
“Konya’da Hazret-i Celâle’d-din Molla Hünkâr Kuddise Sırrühû’nun merkat-i münevverleri kurbinde
iki minareli bir âli câmi ve semahane ve mescid-i lâtif ve imaret-i mamure ve dâr-üz-ziyafe ve dervişan için
hücerat-ı saire yaptı.”709
709
-Cilt 1, sahife 246
194
Solak Zade de şunları yazar:
“Konya’da Celâle’d-din-i Rumî Hazretleri’nin ruh-i şerifleri için iki minareli bir câmi-i latif ve yine
mezar-ı Mevlâna’da bir mescid-i münif yaptı.’710
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin birinci cildinde sahife 160’da Peçevî’nin verdiği malûmatı aynı ibare
ile tekrarlar. Üçüncü cildinde de sahife 21’de şunları yazar:
“Câmii Sultan Süleyman Han birer tabakalı iki minareli, vâsi haremle rasas-ı halis ile mestur bir câmi
ile Mevlevî dergâhını inşa ettirmiştir.”711
Tarih-i Hasan Bey Zade de, Âl-î Künhü’l-Ahbarı’nda da bu câmii Kanunî Sultan Süleyman’a yaptırırlar.
Tarih-i Ata da cilt 1 sahife 125’de kısaca şöyle denmiştir:
“Konya’da Celâle’d-din-i Rumî türbe-i şerifeleri civarında bir câmi-i refi yaptırdı.”712
Daha sonraki kaynaklar da bunları tekrarlamışlardır. Hammer’de Peçevî, Künh-ü’l Ahbar ve Celâl Zade’yi
kaynak göstererek şunları söyler:
“Konya’da dergâh-ı Mevlâna’da iki minareli bir câmi ile dervişan için bir semâhane, onların ikametlerine
mahsus hücreler, fukara için imaret yaptırmıştır.”713
Kara Çelebi Zade Abdü’l-aziz Efendi kısaca şunları yazmıştır:
“Konya’da mahrem-i esrar-ı kayyumî Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî ervah-ı şerifeleri için nice buk’a-i hayrat
ihdas olunmuştur.” 714
Matrakçı Nasuh’un İstanbul Üniversite Kütüphanesi’nin müzesinde 2295-35 numarasında kayıtlı tek
nüsha Beyanı Menazil-i Sefer-i Irakeyn adlı h.942-m.1518 yılında yazılan resimli kitabının 16. sahifesinde
Konya Kalesi’nin ve kale dışındaki Mevlâna mamuresinin resimleri vardır. Burada Mevlâna Türbesi, tek
minareli mescidi ve Yavuz tarafından yaptırılan şadırvanı ve havlu duvarları görülür. Fakat bu iki minareli Sultan
Selim Camii görülmez. O tarihlerde bu câmi yokmuş demektir. Türbenin havlusundaki şadırvanın kitabesinden
öğrendiğimize göre Yavuz Sultan Selim Dutlu Pınarı’ndan getirttiği suyu bu şadırvandan h.918-m.1512 yılında
akıtmıştır. 715
Sinane’d-din Yusuf Dede’nin Mürşidü’t-Talibin adlı eserinden öğrendiğimize göre Konyalı vezir-i azam
Pir Mehmed Paşa’nın delâletiyle Yavuz Sultan Selim Mevlâna Külliyesi’nin harap olduğu için suları altına
geçiren kubbelerini kurşunla kaplattığı gibi sığır, koyun, eşek gibi türbenin kapısına kadar gelen şehrin
davarlarını sokmamak için türbeye bir muhavvita (havlı duvarı) yaptırmıştır. Ayrıca türbenin evkafına da senede
30 bin akçalık bir gelir sağlamıştır.
Matrakçı Nasuh’un türbe resmi çok güzel yapılmıştır. Yavuz’un yaptırdığı şadırvan türbe mescidinin
şimal batısında görüldüğü gibi havlı duvarı da Mabedin doğusundan başlayarak şimaline ve kapısına kadar
batısını sarmaktadır. Mabedin tek şerefeli minaresi de solundadır. Türbe mamuresinde mahrutî kubbe-i hadrası
ile on kubbe sayılmaktadır. II.Bayezıd devrindeki h.910-m.1504 tarihli tamiri tespit eden bir tarih manzumesinde
de külliyenin on kubbeli olduğu açıkça belirtilmiştir. H.942-m.1553 yılında Kanunî zamanında türbe mamuresi
böyle idi. H.957-m.1550 tarihinde Mevlâna Külliyesi’nde klâsik mimarinin mahv-u ısbat şeklinde ifade ettiği
şekilde bazı yerler yıkılarak, bazı yerler tadil ve tagyir olunarak, bazı hazifler ve ilaveler yapılarak imar
faaliyetlerine geçilmiştir. işte bu sırada türbenin mescidi de eski plana göre yenilenmiş ve minaresi solundan
sağına geçirilmiştir. Kanunî burasını bir tekke haline getirmek için etrafına evler, hücreler ve fakirlere günde iki
defa yemek verecek bir matbah yapılması için gelirler de tahsis etmiştir. Mescid tamamlanmıştı.
Tarih-i Nişancı Mehmed Paşa da bu mescidin tamamlanmasına şöyle anlatılmıştır:
“Nefs-i Medine-i Konya’da Sultan-ı Mânevi sahib-i Mesnevî Hazret-i Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî için
mezarı pür envari kurbinde bir câmii refi ve mescid-i meni bina olundu ki, mütabeat-ı millet-i hanefiye ve
mütebeat-ı şeriat-i Muhammediye eden sûfiyan.. fi seneti 957.”716
Biz Mürşidü’t-Talibin’deki ifadeden bunu anlıyoruz.Yani Kanunî; türbenin mevcut olan mescidini
yenilemiştir.
Yine Mevlâna Türbesi’nde bulunan 973 tarihli Arapça bir kitabede Kanunî’nin buradaki makamın ve
menzillerin inşaasını emrettiği yazılıdır. Bu kitabeden türbenin tamir ve tezyin ve menzillerinin de inşa edildiği
anlaşılıyor. Câminin de inşasına başlanmıştı. Fakat imarethane yapılmamıştı. Sonra III.Murad tekkeyi,
II.Selim’de imarethaneyi, tabhanayi yapmıştır. Biz câmiin de Kanunî’nin sağlığında inşasına başlattığını kabul
ediyoruz.
710
-Solak Zade, sahife 587
711
-Küçük Asya Tercümesi cilt 3, sahife 205.
712
-Cilt 1,sahife 126
713
-Osmanlı Tarihi, cilt 6 sahife 153
714
-Süleymannâme, sahife 197.
715
-Mevlânâ Şehri Konya adlı kitap 223.sahifesinde kitabenin ebced hesabını eve şadırvanın inşa tarihini 919,918 ve 1004
gibi karma karışık ve yanlış vermiştir.
716
- 266
195
Kanunî’nin vefatından sonra Oğlu II.Selim zamanında tamamlamıştır. Camie ilk zamanlarda
Süleymaniye, (Yeni Câmi) adı veriliyordu. Tarihçilerde bunu bize böylece nakletmişlerdir. II.Selim imâretini
Daru’z-Ziyafe’yi yaptırdıktan sonra câmie; Selimiye, (Sultan Selim Câmii) denilmeye başlanılmıştır. Câmi babası
adına yapıldığı için II.Selim üstüne kendi adını gösteren kitabe koydurmamıştır. II.Selim şimdi yıkılan imaretinin
üstüne de adını kazdırmamıştı. Karaman Eyaleti valisi iken Karapınar’da, Sultaniye yaptırdığı camiin üstüne de
kendi adını yazdırmamıştı. Kitabesi şudur:
رﺑﻨﺎ ﺗﻘﺒﻞ ﻣﻨﺎ هﺪا اﻟﺒﻨﺎ
وﺗﺐ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﺑﻔﻀﻠﻚ واهﺪﻧﺎ
ﻓﻠﻤﺎ ﺗﻢ هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﺸﺮﻳﻒ
ﺗﻘﺒﻠﻪ رﺑﻨﺎ اﷲ اﻻﻋﻠﻰ
ﻓﻘﺎل اﻟﻬﺎﺗﻒ اﻟﻐﻴﺒﻲ ﺗﺎرﻳﺨﻪ
ﺲ ﻋَﻠﻰ اﻟ ﱠﺘ ْﻘﻮَى
َ ﺳ
ﺠ ٌﺪ ُأ ﱢ
ِﺴ
ْ ِإ ﱠﻧ ُﻪ ﻟ َﻤ
Son mısra Ebcet hesabına vurulunca h.971-m.1536 rakamları çıkar ki bu tarihte yapılmıştır. Şehzade;
alçak gönüllülük göstermek için kitabede adını yazdırmazdı. Konya’da babası adına yaptırdığı cami üstüne
elbette kendi adını yazdıramazdı. II.Selim padişah olduktan sonra yaptırdığı eserlerin üstüne adını gösteren
kitabe taşları koydurmuştur.
Meselâ Karapınar’daki sonradan yaptırdığı şadırvanın üstüne koydurduğu 977 h.1569 m. tarihli kitabesi
şöyle başlar:
“Evliya Çelebi Karapınar’daki camii de Süleymaniye Camii şeklinde zikreder. Eğer bu camii II.Selim
yaptırsa idi. Kendi Dâru’z-Ziyafe, İmarethane vakfiyesine bu cåmi için de gelirler tahsis ederdi. Bu cåmi’in
vazife tahsisatı da Mevlâna Celâled-din-i Rumî evkafından verilmektedir.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 475 numaralı defterin yedinci sahifesinde;
‘Vazife Haran-i Åsitane-i Türbe-i Kutbu’l-Arifin Fahru’l-Vasilin Merhum ve Meğfur Hazret-i Mevlâna Celale’d-
Din Rumî Der Konya Şüd’ başlığı ile başlayan kısımda Mevlâna medresesinin, asitane camiinin, türbe
cüzhanlarının ve duahanlarının vazifeleri gösterdikten sonra717 Kanunî’nin tetkik ettiğimiz camii ayrıca şöyle
yazılmıştır:
“An cemaat-i hademe-i cami’i şerif-i cedid-i merhum ve mefurün leh Sultan Süleyman Han tabe serahü
der kurb-i asitane-i Hazret-i Mevlâna.”
III.Murad’ın Konya Evkafını tespit eden defterinde Yavuz’un Konya’ya getirdiği Dudlu Suyu
çeşmelerinden türbenin batı kapısı haricinde Dumlu Pınar Mektebi’nin önünde iken şimdi yıktırılan çeşme
zikredilirken aynen şöyle söyleniyor:
“Çeşme der civar-ı cami-i cedid-i Sultan Süleyman.”
Demek ki III.Murad zamanında Mabet; Yeni Sultan Süleyman Câmii şeklinde geçiyor. Eğer II.Selim’in
yani babasının olsa idi onun adıyla yazılırdı. İşte bu bize Mabedin Kanunî adına yapıldığını ve Yeni Cami adı ile
anıldığını açıkça göstermektedir. Burada camiin hatibini ve birinci ve ikinci imamlarının şeyhü’l-kurasının, ser-
mahfilinin, üç müezzinin tahsisleri ayrı ayrı kaydedilmiştir. Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan 254
numaralı III.Murad adına Konya Evkafını tespit eden defterin 9B. yaprağında bu câmi şöyle yazılmıştır:
“Vezayıf-i hademe-i câmi-i merhum Sultan Süleyman gazi”
Bu defter h.992-m.1582 yılında tutulmuştur.
717
-Bazı vesikalarda bu camie Cami’i Cedid-i Süleymaniye deniliyor.
196
Şazbey Ağa; misafirhanesine gelir temin etmek içinde şunları vakfetmektedir:
1-Konya’da misafirhanesinin yakınında Sahib Ata’nın sikayesi ‘’ﺳﻘﺎﻳﻪ
2-Sudiremi (Sille)’ne bağlı Başara köyünün 12 sehimden beş sehmi.
3-Konya dışında Seydî718 Köprüsü yanındaki İrik ‘’ارﻳﻚ719 Köyü’nün iki hissesi.
4-Konya’nın haricinde Kevele Kalesi civarında Şeyh Yadigar Bağı denilen yeri içindeki üzüm bağı ve
binalarıyla beraber.
5-Konya dışında; ‘’ﺳﺨﺘﻴﺎن ﺑﻮدقSahtiyan Boduk civarında ekilmeye Salih Tarla’nın yari hissesi.
Vakfiyeye göre eğer misafirhane yıkılırsa tekrar yapılacaktır. Bu; imar ve inşa mümkün oldukça
tekrarlanacaktır. Eğer mümkün olmazsa geliri Müslüman fakirlere tahsis edilecektir. Hayatta kaldıkça tevliyet
kendisine aittir. Vefatından sonra oğlu ve oğullarının oğulları, eğer bunlar bulunmazsa en iyi azatlısının oğulları
ve oğullarının oğulları mütevelli olacaklar. Eğer bunlar da bulunmazsa mütevelliyi vaktinin Konya kadısı tayin
edecektir. Gelirden her ay misafirhane bekçisine 30 dirhem verilecek; mütebakisinin altıda birisini mütevelli
alacak ve beşi de misafirhaneye sarf edilecektir. Bu mühim vakfiye bize şu iki mühim şeyi öğretmek sureti ile
Konya tarihinin kör düğmelerini çözmektedir.
1-Konya’da Şaz Bey Hamamı adlı bir çift erkek ve kadın hamamı vardır. Hamam misafirhanenin
yakınında ve ‘’ﺳﻘﺎﻳﻪء ﺻﺎﺣﺒﻴﻪSıkaye-i Sahibiye’nin yanındadır. Sikaye; musluk, çeşme ve sebil anlamına Arapça
bir kelimedir. Demek ki bu hamamın yanında Sahib Ata Fahru’d-din Ali’nin bir musluğu vardı. Şimdi burada
böyle hamam yoktur; Semtin ve Konya’nın en yaşlı adamları bile böyle bir hamamın adını bile duymamışlardır.
Acaba bu hamam nerede idi. Ben ilk tahsilimin birinci yılını Akmescid’in batısındaki Yıkık Mahalle Mektebi’nde
geçirmiştim. O vakit mektebe gidip gelirken Alâe’d-din Tepesi’nin etrafındaki surlar bir taş ocağı halinde
sökülüyordu. Bu mescidin tam karşısında ve tepenin eteğinde bir hamam harabesi çıkmıştı. Bu hamamın enkazı
arasında bir de gayr-i islami kitabe taşı vardı. Bu taş zan edersem havuz haline getirilerek Şerefe’d-din Camii’nin
önündeki çeşmeye konmuştu. Acaba Şaz Bey Hamamı bu mu idi? Hayır bu değil idi. Bunun vakfiyelerde ve
arşiv vesikalarında gördüğümüz kale içindeki Sungur Bey Hamamı olması muhtemeldir. Şaz Bey Hamamları;
mescidin kuzeyindeki meydanda idi. Eskiden burası bir gölcük halinde idi. Zaten şehrin içindeki bu gibi gölcük
ve çukurların ekserisi hamam yerleridir. Halk harap hamamların temellerini taş ocağı gibi kullanarak kazmışlar
ve çukurlaştırmışlardı. Bu hamamın bir az daha kuzeyinde Sakahane Mescidi vardır. İşte bu mescitle hamam
arasında Sahib Ata’nın bir musluğu ve çeşmesi bulunduğu için buraya Sikaye Mahallesi, denilmişti. Sonra bu ad
halk dilinde Sakaane, Sakahane şeklini almıştır. Sade’d-din’i, Zazadın, Ruzbe’yi, Horozlu, Abdü’r-reşid’i,
Evdireşe yapan avam; Sikaye’yi, Sakahane yaparsa çok mudur? Bunun Şifahane’den bozulmuş olduğunu
söylemek fahiş bir hatadır. Bu hamamın ne vakit yapıldığını kesin olarak söyleyemeyeceğim. Misafirhanede
sonradan yıkılmış, gelirleri, gaip olmuş bir mescid halinde kalmıştır. Eski vesikalarda Şaz Bey Hamamı’na çok
rastlarız.
2-Vakfiye bize Takkeli Dağ’ın üstündeki Kevele Kalesi’ni’de öğretiyor.720 O vakit kale mamurdu.
Civarında evler bahçeler vardı.
Şaz Bey Ağa kimdir ?
Bu; Karamanoğlu II.Mehmed Bey’in azatlı kölelerinden Karamanoğulları Devleti’nde mühim rolü olan
bir emir idi. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki (755 Anadolu başlar) defterinin 359 sahifesinde
Karamanoğlu Mehmed Bey(in 11 Ramazan 824 tarihli bir vakfiyesi vardır. Bu vakfiyesi ile Mehmed Bey;
Akşehir’deki Seyid Yunus zaviyesine bazı vakıflar tesis etmiştir. Vakfiyenin şahitleri arasında Şaz Bey Ağa’nın
adı şöyle geçer: ‘’ﺷﺎذ ﺑﻚ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ اﻟﻌﺘﻴﻖ اﻟﻮاﻗﻒ
Demek ki Şaz Bey Ağa; Mehmed Bey’in dönme ve azatlı bir kölesi idi. Emirliğe kadar yükselmiştir.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 105 numaralı ve h.992-m.1584 tarihli defterde Konya’nın
Sudiremi, (Sille) nahiyesinin 45 köyü ve çiftliği sayılırken Başara köyünün öşrünün 12 sehimden 3,5 sehminin
Şaz Bey Ağa Zaviyesi’nin vakfı olduğu tespit edilmiştir.
Fatih’in Karaman İli evkafını gösteren defterinde Karamanoğlu İbrahim Bey’in imareti evkafı
yazılırken Hasbahçe denilen Şaz Bey Bağı’nın da imarete vakfedildiği ve bu bağın imar edilmek üzere boluya
(kiraya) verildiği yazılmaktadır. Misafirhane bir nevi zaviye demektir. III.Murad zamanında burasının bir zaviye
olarak kullanıldığı tasrih edilmiştir. Fatih adına Konya Evkafını tespit eden heyet burada Şazbey’in hem
mescidini ve hem de zaviyesini bulmuşlar ve vakfiyesini de tetkik etmişlerdi. O vakit zaviyenin şeyhi Mevlâna
Übeyd, mütevellisi de Veled-i Ali idi. Mütevelli gelirin altıda birinci alıyordu. Burada Mescid ve zaviyeye
Sudiremi’ne bağlı Salihü’d-din721 Bulamas, Başara Köyleri ile Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Ermek
Köyü’ndeki Develi Hüyüğü çiftliğinden ve Şaz Bey Hamamı’ndan bazı sehimlerle Şeyh Yadigar ve Veled-i Küt
‘’وﻟﺪ آﻮتbağlarının, bir kasap dükkanının yarısı, bir fırın ve Hızır Mescid civarında Sahtiyan Boduk Tarlası’nın
vakfedildiği de bildirilmiştir.722
718
-Seyid Köprü Çumra’nın şarkında Çarşamba Çayı üstündedir. Burada bir de Seyid Hüyüğü vardır.
719
-Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı idi. Başvekalet Arşivi. Yavuz’un Konya Defteri’ no 399, s. 10
720
-Eflaki’nin Menakibü’l-Arifin’inde de geçen bukale hakkında Konya Kaleleri’ni yazarken daha geniş malumat verdik.
721
-Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki defterde bu köy Selaha’d-din Köyü şeklindedir.
722
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi defter no. 256, sahife 34
197
II.Bayezid zamanında mescid ve zaviye faal bir halde idi. O vakit zaviye şeyhi Mevlâna Abdullah
Halife, Mütevelli ve Şazbey Ağa’nın azatlılarından Yusuf İbn Abdullah idi. Bu kayıt bize h.904-m.1498
tarihinde Şazbey Ağa’nın salahiyetli erkek evladı kalmadığı için tevliyetin bir âzatlı zadesine verildiğini
göstermektedir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan dört numaralı defterin 15. sahifesinde de Şazbey Ağa’nın
yukarıda tetkik ettiğimiz vakfiyesinin bir sureti ve altında da tedavül Kayıtları vardır. Burada h.1152-m.1739
tarihinde yapılan bir yoklamada bu tarihte çift hamamın tamamen harap olduğu, Yadigar Oğlu Bağlar ile
Sahtiyan Boduk ve köprü yanındaki Ermek Çiflikleri’nin yok olduğu görülmüştür. Yine buradaki bir kayda göre
h.1231-m.1815 yılında vâkıfın evladından Seyid Ahmed ölmüş yerine oğlu Seyyid Ali mütevelli olmuştur.
Yukarıda kaydettiğimize göre 1298 yılında Şazbey Ağa’nın tevliyete salih erkek evladı yokmuş. Sonradan yine
tevliyet kendi evladında karar kılmıştır.
Mimar Şahabeddin Uzluk ve ondan naklen Doktor Süheyl Ünver’in Zelve Sultan Mescidi’ni Şaz Bey
Ağa Mescidi gibi göstermeleri tabii yanlıştır. Bazı muahhar ayıtlarda vakfın adı Şadibey şeklinde yazıldığı da
görülmüştür.
ŞEKER-FÜRÛŞ MESCİDİ
Mabet; Alâe’d-din’in güneyinde kendi adını verdiği mahallede 61 numaralı sokağın içindedir. Mabedin
duvarlarının alt kısmı gayri muntazam taşla, üstleri ve kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Yalnız kapısının açıldığı batı
duvarının altı muntazam kesme taşla yapılmıştır. Mabedin kapısı batı köşesinden açılır. Kapının sağında bir
penceresi vardır. Diğer üç tarafına yukarıdan yarık halinde birer pencere daha açılır. Kubbesinin üstünde
tuğladan süsler görülür. Kapısının sövelerinde iki burç dendanı taşı kullanılmıştı. Bu taşlar aynı zamanda kapı
kemerinin ayağını teşkil ediyorlar. Kapının üstünde talik ile şu üç satırlık kitabe okunur: ‘ اﺷﺒﻮ ﻣﺴﺠﺪ ﺷﺮﻳﻒ إﻣﺎﻣﻲ
إﺧﻮان وأرﺑﺎب ﻗﻠﻮﺑﺪن ﺑﺎﻧﻰ وﻣﻌﻤﺮﻧﻰ ﺧﻴﺮ اﻳﻠﻪ ﻳﺎد وآﻮزل دﻋﺎ اﻳﺪﻟﻤﻪ ﺳﻲ اﻳﭽﻴﻦ رﺟﺎ اوﻟﻨﻮر. ’ﻃﺮﻓﻨﺪن ﺗﺠﺪﻳﺪًا ﺗﻌﻤﻴﺮﻳﻨﻪ ﻣﻮﻓﻖ اوﻟﻨﻤﺸﺪر
“İşbu mescid-i şerif imamı tarafından tecdiden tamirine muvaffak olunmuştur. İhvan ve erbab-ı
kulubdan bâni ve muammirini hayır ile yad ve güzel duâ edilmesi için rica olunur. 2/Haziran/1339 ve
16/Şavval/1341.”
Bu kitabenin iki tarafına birer mavi çini yerleştirilmiştir. Mabedin 39 sene evvel tamir edildiği
anlaşılmaktadır. Mabedin asıl kitabesi eski idâdi mektebindeki müzeye kaldırılmıştır. Şimdi Konya
Müzesi’ndedir. 0,47x0,45 metre ebadındaki bu taşda Selçuk Sülüsü ile şu beş satırlık Arapça kitabe
okunmaktadır:
إﺧﻮان وأرﺑﺎب ﻗﻠﻮﺑﺪن ﺑﺎﻧﻰ وﻣﻌﻤﺮﻧﻰ ﺧﻴﺮ اﻳﻠﻪ ﻳﺎد وآﻮزل دﻋﺎ. اﺷﺒﻮ ﻣﺴﺠﺪ ﺷﺮﻳﻒ إﻣﺎﻣﻲ ﻃﺮﻓﻨﺪن ﺗﺠﺪﻳﺪًا ﺗﻌﻤﻴﺮﻳﻨﻪ ﻣﻮﻓﻖ اوﻟﻨﻤﺸﺪر
1341 ﺷﻮال16 و1339 ﺣﺰﻳﺮان2 اﻳﺪﻟﻤﻪ ﺳﻲ اﻳﭽﻴﻦ رﺟﺎ اوﻟﻨﻮر
اﻟﻤﺴﺠﺪ ﻓﻲ اﻳﺎم723 اﻣﺮ ﺑﻌﻤﺎرة هﺬﻩ-1
اﻟﺪوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ آﻴﻘﺒﺎذ-2
ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ-3
رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺣﺴﻦ ﺑﻦ ﺷﻌﺒﺎن-4
724
ﻋﺸﺮ و ﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ725 اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺸﻜﺮ ﻓﺮوش ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﻏﺮة رﺟﺐ ﺳﻨﻪ ﺳﺒﻊ-5
Kitabeye göre mescid h.617-m.1220 yılında I.Sultan Alâe’d-din İbn Keykubad İbn Keyhusrev
zamanında Şeker Fürûş (Şekerci, Şeker Satan) şöhretini taşıyan Şaban Oğlu Hasan tarafından yaptırılmıştır.
Mescidin eskiden çinilerle süslü olduğu kapısının üstündeki çini döküntülerinden anlaşılıyordu. Son tamir
esnasında bu çiniler de kaybolmuştur. İçinde de çini kalmamıştır. Mabet iyi muhafaza edilmesi lazım gelen güzel
bir Selçuk eseridir. Aksinne Mahallesi’ndeki Kümbetli Mescid tipindedir. Fatih’in ve II.Bayezid’in Konya
Evkafı’nı tespit eden heyetleri bu mescidi görmüşler ve Mescid-i Şeker Füruş şeklinde Defterleri’ne
yazmışlardır. Dikili taştaki bir tarla da bu mescidin vakfı olarak kaydedilmiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde 4 no’lu defterin yetmiş sekizinci sahifesinde bir tedavül kaydında aynen
şunları okuyoruz:
“Medine-i Konya’da Şeker Füruş Mahallesi’nde vaki Çiftekaya demekle maruf mescid-i şerifinde
yevmi bir akça vazife ile imam ve ber-hasbi mütevellisi ve kurbinde merhum Muhasip Paşa vakfı yaz mescid-i
şerifinde dahi yevmi üç akça ile imam olan Abdu’r-rahim İbn Me’zun bilifta El-Hac İbrahim fevtinden oğlu
Ömer Halife İbn ü’l-Merhum Abdu’r-rahim’e tevcihi 15/Şevval/122. Filhakika Musâhib-i şehriyarî Mustafa
Paşa mescidin ittisaline bir yazlık namazgah yaptırmıştı. Burası sonradan yok olmuştu. Mahallenin yaşlı
adamları bile bu yazlık mescidi hatırlayamazlar. Mustafa Paşa’nın yazlık için tesis ettiği gelir şimdi mescid
masraflarına harcanılmaktadır. Mabet 1961 de Konya Eski Eserler Derneği’nin ve mütevellisinin yardımıyla
tamir edilmiştir. Mescidin banisi Şekerci Hasan’ın; ergin ve olgun bir kişi, Hoca Fakih’in müritlerinden olduğu,
tuz’u şeker’e çevirme gibi kerametleri bulunduğu rivayet edilir.726
723
-Bu kelime ‘’هﺬاolmalı idi.
724
-Mevlânâ Şehri Konya da kitabe bazı yanlışlarla nakledilmiştir.
725
- Bu kelime ‘’ﺗﺴﻊgibi de okunabilir.
726
-Konya ve Rehberi, s. 89
198
Konya’daki Şekerfuruşan veyahud Şekerrizan Hanları’nın bunun olduğu iddia edilemez. Bu hususda
eski kaynaklarda hiç bir işaret ve kayıt yoktur. Şeker yapanların, şeker satanların hanları bulunabilir. Şeker
Furuşan Hanı’na Şems-i Tebrizi ilk defa Konya’ya geldiğinde misafir olmuştu. Bu an Hükümet Caddesi’nde Eski
Çumralı Medresesi’nin yanında idi. Şems-i Tebrizi bu hanın önünde Mevlâna ile ilk defa buluştuğu için iki
denizin kavuştuğu yer anlamına buraya; Ma’rece’l-Bahreyn denilmişti.727Şeker Fürûş Türbesi’ne de bakınız.
ŞEREFE’D-DİN CÅMİİ
Câmi; Alâeddin tepesinin doğusunda, Hükümet Konağı’nın kuzeyinde ve Mahkeme Hamamı’nın
güneyindedir. Belediye’nin önünden Hükümet Konağı’na doğru açılan bulvarın sonunda; Mevlâna’nın Yeşil
Türbesi’ni ve Sultan Selim Camii’ni arkasına alan Mabedin çok ihtişamlı ve müstesna durumu vardır. Alâe’d-din
Tepesi’nden bakılınca bu müstesna manzaraya doyulmaz. Konya’ya trenle girenlerin gözleri de onun heybetli
durumunda düğümlenir. Konya’da Osmanlı eserlerinin en muvaffaklarından birisi olan Mabedin etrafı açıldıktan
sonra asil durumuna ayrıca bir ahenk ilave edilmiştir. Mabedin son cemaat yerini altı mermer sütun üstünde
yükselen yedi kubbeli bir revak örter. Orta kubbesi daha derincedir. Mabetten buraya üç pencere açılır. Son
cemaat yeri Mabetten biraz taşkındır. Kapısının üstünde güzel ve nefis bir sülüs ile: ‘ ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ وﺑﻪ ﻧﺴﺘﻌﻴﻦ
ﻣﺎﺷﺎء اﷲ ﻓﺎﻧﻈﺮ إﻟﻰ ﺁﺛﺎر رﺣﻤﺔ اﷲ ﺻﺪق اﷲ اﻟﻌﻈﻴﻢ.’yazılıdır.
Mabedin sağına ve soluna da birer kapısı vardır. Mabet, muntazam kesme taşla ve bazen üç, bazen dört
sıra halinde tuğla ile yapılmıştır. Mabedin duvarlarında eski camiin ve minaresinin kıymetli çinileri süs halinde
kullanılmıştır. Kadir bilen mimarı; eski ve kıymetli Selçuk çini parçalarının duvarlarda kullanılmasına ve
bunlardan büyüklerinin daha iyi göze çarpması için tuğla çerçeveler içine alınmasına müsaade etmiştir. Ben batı
duvarında 75 kadar çini parçası saydım. Doğu duvarının köşelerinde de küçük fakat kıymetli parçalar vardır.
Bunların arasında mor zemin üzerine beyaz ile yazılmış ve bir kitabenin ‘’ﻋﻮادşeklinde bir parçasını ihtiva eden
bir çini de vardır. Bu çiniler yıkılan camiin devrini ve o zamanki çinilerin hususiyetlerini gösterecekleri için
Mabet kadar kıymetlidirler. Kıble kapısından girince methalin üstünde celi bir sülüs ile ‘’هﺬا ﻣﻦ ﻓﻀﻞ رﺑﻲaltında
girift bir hat ile şu satırlar yazılıdır: ‘ وﻗﺪ وﻗﻊ ﺗﻌﻤﻴﺮ هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﺸﺮﻳﻒ ﺑﻬﻤﺖ اﻻﺷﺮاف وأﺻﺤﺎب اﻟﺨﻴﺮات ﻣﻦ أهﺎﻟﻲ هﺬا اﻟﺒﻠﺪة ﻓﻲ
’ﺳﻨﺔ ﺗﺴﻊ وﺗﺴﻌﻴﻦ وﻣﺄﺗﻴﻦ واﻟﻒ آﺘﺒﻪ اﻟﻔﻘﻴﺮ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻤﺤﺒﻮب ﺑﻦ ﻣﺼﻄﻔﻰ رﺷﻴﺪ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺤﻤﺪي زادﻩ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻪ وﻟﻮاﻟﺪﻳﻪ
Bu kitabeye göre cami; h.1299-m.1881 yılında Konya eşrafının ve hayırseverlerinin yardımları ile tamir
edilmiştir. Yazının altındaki imza da Konya’nın yetiştirdiği büyük hat üstatlarına Hamdi Zade Mehmed Mahbub
İbn Mustafa Rüşdi’nindir. Camiin bütün yazılarını ve süslerini bu kudretli hattat ve ressam yazmış ve
nakşetmiştir.728 Mâbedi; bir yarım kubbe ile dışarıya taşmıştır. Ana kubbeyi dışarıdan mini mini kemerler
halinde sekiz küçük ve kıble tarafından ve daha aşağıdan birer tak kapısı gibi ufka açılan iki payende destekler,
bunları birer kusur gibi görmek isteyenlere büyük ve dahi sanatkar Mimar Sinan’ın eserlerinden İstanbul’daki
Süleymaniye câmii’nin kubbesini gösterebiliriz. Bunlar çok yüksek olan kubbeye tenazur temin etmişlerdir.
Mabedi üç tarafından ikinci kat halinde mahfiller sarar, mahfillerin baş kubbeleri yuvarlak ve diğerleri
sekiz yüzlü tonoz halindedir. Buraları dörder fil ayağı ile dörder tek ve ikişer çift sütunlar ve yan duvarlar tutar.
Mabedin mihrap kısmını teşkil eden ve büyük kubbenin altında bir kavsi kuzah gibi gerilen büyük kemerin
üstünde hattat ve nakkaş Mehmed Mahbub Efendi sanatının bütün inceliklerini göstermiştir. Bir bahar bahçesi
gibi zengin bir zemin üzerine iki renkle İhlas ve Kevser Sureleri’ni iç içe yazmıştır. Dört köşedeki madalyonların
içinde de musanna bir halde ‘’ﻗﻞ آﻞ ﻳﻌﻤﻞ ﻋﻠﻰ ﺷﺎآﻠﻨﻪokunmaktadır. Mermer ve istalaktitli mihrabın üstündeki iki
pencerenin alçı çerçeveleri çok nefistir. Göbekli ve yerli camları tetkike değer. Mihrabın üstünde zambak
şeklinde yontulmuş üç mermer süsü vardır. Mihrabın yan pencerelerinin üstlerinde ‘ اﻟﺤﻲ اﻟﻘﻴﻮم,’اﻟﻮﻟﻲ اﻟﻤﺘﻌﺎلve
bunların daha üstünde ‘... ’إﻧﻤﺎ ﻳﻌﻤﺮ ﻣﺴﺎﺟﺪ اﷲyazılıdır. Aynı duvarlarının iki sıra halindeki pencerelerden mabede
ışık akar. Mihrabın üstüne dört minareli bir cami resmi yapılmıştır. Mabedin sağ fil ayağına yaslanan müezzin
mahfelinin alt tavanı tezhip işinin şaheser bir örneği olarak alınabilir. Bu tavanda en hakim renk domates alıdır.
Alçıdan kabartma hendesi şekillerin etrafına baharın renk renk çiçekleri büyük bir muvaffakiyetle işlenmiştir.
Mini mini altun göbekler ve tavanı saran altun yaldızlı çerçeve; esere başka bir cazibe vermiştir.
Mabedin Sille Taşından yapılan sâde şerefeli minaresi solundadır. Mabedin sol kapısının üstünde
minare merdiveninden çıkılan üç kat halinde mini mini dolar vardır. Bunlar câmiin daimi müstahdemleri için
yapılmıştı. Bu kapının üstüne sülüs ile üç satır halinde bir âyet ile bir hadis kazılmıştır. ‘ ﻗﺎل اﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ وﺗﻌﺎﻟﻰ آﻞ ﻣﻦ
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻲ ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ اﻟﻤﺆﻣﻨﻮن ﻻ ﻳﻤﻮﺗﻮن ﺑﻞ ﻳﻨﻘﻠﻮن ﻣﻦ دار اﻟﻰ دار دار اﻟﺪﻧﻴﺎ دار ﻓﻨﺎ,ن وﻳﺒﻘﻰ وﺟﻪ رﺑﻚ ذو اﻟﺠﻼل واﻹآﺮام
ٍ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻓﺎ
’واﻻﺧﺮة دار ﺑﻘﺎ729
Mabedin hiç bir yerinde yaptıran hayır sahibinin, yapan mimarın adlarını ve yapıldığı tarihi gösteren bir
kitabe yoktur. Mabedin kıble tarafında ve minare dibine kadar doğusunda duvar ile çevrilmiş eski bir mezarlık
vardı. Kıble duvarının doğu tarafında mahrutî bir kümbet yapışmış bulunuyordu. 31 sene evvel kümbet
yıkılırken Mabedin duvarında da bir gedik açılmıştı. İşte buraya sonradan küfi yazılı şöyle bir kitabe
yerleştirilmiştir: ‘1046 ’ﺷﺮف اﻟﺪﻳﻦ ﺟﺎﻣﻊ ﺷﺮﻳﻔﻲ
727
-Ariferin Menkıbeleri. Yazıcı Tercümesi, c.1,s.91 ve 161 c.2, s.47.
728
-Sırçalı Mescid’in, Aziziye Camii’nin yazılarını da bu zat yazmıştır.
729
-Mevlânâ Şehri Konya adlı kitapta bu kitabe yanlış kopya edilmiştir.
199
Mabedin inşa tarihini göstermek için konulan ve istikbaldeki tarihleri de şaşırtacak olan bu yanlış
kitabenin alâkadarları tarafından derhal sökülüp atılması lâzım geldiğini aşağıda izah edeceğim. Şerefe’d-din
Camii tarihi kaynakların verdikleri malumata göre üç defa yapılmıştır. Devlet Hatun’un h.611-m.1214 tarihli
vakfiyesinde adı Şerefe’d-din Mescidi olarak geçtiğine göre Mabet bu tarihlerden daha evvel vardı ve bu günkü
adını taşıyordu. Şu halde bu Şerefe’d-din’i, Selçukiler zamanında aramak lazımdır. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’ndeki birinci defterin yüz 19. sahifesinde bir satın alma hucceti vardır. Bermutat cahil bir katip
tarafından kopya edildiği için birçok hatalarla doludur. Tarihi gösteren cümlelerin son kelimesi ‘ ’ﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪve
‘’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪokunabilen bu huccet 651 ve yahut 751 yılı Zilhicce’sinde sadır olmuştur. Ben 651 tarihini doğru
buluyorum.
Bu hüccet ile Konya’nın köylerinden Kamertaş Köyü satın alınmaktadır. Hüccette satıcı şöyle anılıyor:
‘ اﻣﻴﺮ اﻻﺟﺪ اﻟﻤﺤﺘﺮم اﻟﻤﻜﺮم اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻣﻴﺮ اﻻآﺎﺑﺮ ذي اﻟﻤﺤﺎﻣﺪ واﻟﻤﻔﺎﺧﺮ ﻧﺎﺋﺐ ﻓﻲ اﻣﻮر اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﺳﻌﺪ اﻟﺪﻳﻦ ﺳﻌﻴﺪ اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد
’ﺑﻦ ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ ﺷﺮف اﻟﺪﻳﻦ ﻋﺜﻤﺎن اﻟﺬواق
Alıcı da şöyle tavsif ediliyor:
‘ ﻃﺸﺤﻮن ﭘﺎﺷﺎ ﺑﻦ... اﻓﺘﺨﺎر اﻻﻋﺎﻇﻢ ﻣﺴﺘﺠﻤﻊ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻤﻌﺎﻟﻰ واﻟﻤﻜﺎرم ﻋﻤﺪة اﻟﺪوﻟﺔ ﻣﺨﻠﺺ اﻟﻤﻠﻚ ﻣﺨﻨﺎر اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ
اﺑﻦ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻣﻠﻚ ﺳﻨﺠﺮ... ’اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻤﻌﻈﻢ اﻻﻣﺠﺪ ﺿﻤﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﻋﺪل ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ اﺣﻤﺪ اﻟﻤﺸﺘﻬﺮ730
Köy; içindeki bütün binaları ile beraber yüz kırmızı altuna satılmıştır. Satış esnasında kadı huzurunda
‘’اﻓﺘﺨﺎر اﻟﺼﻠﺤﺎ ﻗﺪوة اﻟﻨﺠﺒﺎŞerefe’d-din Mesud İbn Yunus satıcıyı temsil etmiştir. Şerefe’d-din Mesud’un hüviyetine
de Konyalı Abdu’l-latif İbn Şücaü’d-din İbn İsmail şahadet ediyor. Satıcının amcası Sadre’d-din Ebu’l-Hayr
Mehmed İbn Yusuf İbn Şerefe’d-din Osman ile validesi İshak kızı731 da bu köyde hiç bir alakaları olmadığını
hakim huzurunda ikrar ediyorlar. Hakim bunların hüviyetlerini de Sarde’d-din Murad, Şehabü’d-din İbn Mevdud
ve Halil İbn Ömer’in şahadetleri ile tespit etmiştir. Bunlar aynı zamanda köyün yalnız Mehmed İbn Yusuf’a ait
olduğuna şahadet etmişlerdir. Kamertaş köyünü satan da alan da birer emirdirler. Birisinin sülale zinciri Zevvak
(Çeşniğir) Şerefe’d-din Osman’a ötekisininki de II.Kılıçaslan’ın onbir oğlundan Ereğili Meliki bulunan Sultan
Sencer’e bağlanmaktadır. Taşhun Paşa’nın, Ürgüb’deki732 mescidinin Türk tahta işçiliğinin şaheser bir örneği
olan mihrabı Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne nakledilmiştir. Müzenin eski müdürü Osman Ferid Sağlam bu
Taşhun Paşa’nın kim olduğunu tespit edemiyordu. İşte tarihin bir kör düğümünü çözmektedir. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’nün eski başkâtibi merhum Silleli Said; Konya Salnamesi’ne girmek üzere hazırladığı notlarda
Kamertaş Köyü öşrünün Şerefe’d-din Cåmii hademesine meşrut olduğunu ve bunu gösteren muhasebe
Kayıtlarının bulunduğunu söylemekte ve bizim naklettiğimiz satış hüccetine dayanarak da şöyle yanlış bir
hükme varmaktadır:
“Şeref Cami-i Şerifi, Melik Sencer ümerasından Şerefe’d-din nam zat 751 tarihinde Konya’da Kamertaş
nam mezrası aşarını vakfetmiş...”
Melik Sencer; babası II.Kılıçaslan h.588-m.1192 yılında öldüğü zaman Ereğli Hakimi ve Şerefe’d-din
de onun emirleri arasında bulunduğunu kabul ettiğine göre arada 163 yıllık bir zaman vardır ki hatasını açıkça
gösterir. Hüccete hem alıcı ve hem de satıcının nesep zincirleri üç göbeğe kadar tespit edilmiştir. Sencer’in 1192
de Ereğli Meliki olduğuna göre Çeşnigir Şerefe’d-din Osman’ın da ya kendisinin veyahut babasının emirlerinden
bulunmuş olması lazımdır.
Devlet Hatun’un m.1214 tarihli vakfiyesinde bu mescid gösterildiğine göre Mabedin yapıldığı zamanı
aşağı yukarı tespit ediyoruz demektir. Çeşnigir Şerefe’d-din Osman’ın ne vakit öldüğünü bilmiyoruz. Cami’in
önündeki türbesi bugün ayakta kalan Selçuk kümbetlerinden bambaşka, müstesna ve eşsiz bir Selçuk tipi idi.
Türbenin alt kısmı dört köşe idi. Sonra yüzleri sekizleşiyor ve daha sonra da muhruti kısım başlıyordu. Sekiz
yüzünden dördünde kitabe denilen beyzî kemerler, dördünde birer pençere vardı. Yüzlerin dörtten sekize
geçerken bıraktığı köşeler içten istalaktitlerle süslü idi.Kapısı kıbleye açılıyordu. Altında bir cenazelik bodrum
katı vardı. Buradan dört mail menfez bodrumun bozuk havasını dışarıya verirdi.
Ben yıkılırken bu türbeyi gördüm. Harç; taşı ve tuğlayı yekpare bir kaya haline getirmişti. Müşkilatla ve
dinamitle yıkılabilmişti. Türbenin içinde ve kapısında yazıldığı tarihi gösteren bir kitabe yoktu. Mescid bunun
kuzeyinde idi. Türbenin doğu yüzlerinden birisinde vaktile ‘1293 ’ﻓﻴﻬﺎ آﺘﺐ ﻗﻴﻤﺔ ﺳﻨﺔyazısı vardı. Bu, şimdiki
İrfaniye Medresesi’nin önünde ve eski Ziraat Bankası’nın bulunduğu yerdeki Hazinedar Yusuf Dâru’l-Huffaz’ı
yıkıldıktan ve kitapları buraya taşındıktan sonra yazılmıştı.
Şerefe’d-din Mescidi’nin ve minaresinin veyahut minarelerinin mimari tarzları hakkında rivayetlerden
başka yazılı bir kaynak gösteremeyeceğiz. Akıncı, Devlet Hatun mescitlerini yıkan zelzele burasını da harap
etmişti. Mescidin bir müddet metruk kaldığını ve bu sırada evlâdından emir Sadü’d-din’in Kamertaş köyünü
sattığını tahmin ediyoruz. Câmi’in eski hatibi Merhum Kafalı Zade Mustafa Efendi’nin anlattığına göre mabedin
730
-Buradaki kelime ‘’ﺑﻨﺎ ﺧﺪاgibi okunabilir.
731
-Bu ad iyi okunamıyor
732
-Ürgüb’ün Damsa Köyü’ndedir.
200
ilk bânisi Selçuk Emirleri’nden Şerefü’d-din’di. Bunun yaptırdığı câmi yıkıldığı ve yerine Karamanoğlu İbrahim
Bey ve sonra da Konyalı Memi Çavuş yenisini yaptırdıkarı halde iki şerefeli ve ince minare gibi çinili minaresi
1264 h. 1847 m. yılına kadar ayakta kalmıştır.733 Bu sene minare şiddetli bir rüzgarla devrilmiştir. Yeniden
yapılan minare, müezzin bir sabah ezanını okurken h.1290-m.1873 yılında rüzgardan tekrar yıkılmış ve müezzini
parçalanarak ölmüştür. Bu müezzinin mezarı minarenin dibinde idi. Taşında da ölüm şekli yazılı bulunuyordu.
H.1293-m.1876’da halk tarafından yapılan minare yine yıkılmıştı. Şimdiki minare ikinci meşrutiyetten evvel
yapılmıştır.
Eski minarelerin çinileri çok kıymetli olduğu için fena havalarda üstüne perde çekilirmiş. Bu muhafaza
şekli Osmanlılar’a da geçmişti. Meselâ Topkapı Sarayı’ndaki Bağdat, Ravan Köşkleri böyle muhafaza edilirdi.
Bu ağız haberleri tarihi buluşlarımızı teyit edecek mahiyettedir. İktisadi ve Turistik Konya’nın Şerefe’d-din
Câmii’ni 1223’de Şerefe’d-din Mesud’a734 Konya ve Rehberi’nin735 Şerefe’d-din adında meşayıhtan bir zata
yaptırmaları tamamen indi mütalâalardır. Konya’nın Sıhhi ve İçtimaî Tarihi, müellifinin de736 Şeyh Şerefe’d-din
hazretlerine yaptırmasında tabii bir isabet yoktur. Çeşnigir Şerefe’d-din Osman’ın vakfiyesi bize kadar
gelmemiştir. Fatih zamanında Karaman İli evkafını tespit eden ilyazıcı; Şerefe’d-din Câmii’ni görmüş, o vakit
câmi’in hatibi Seyid Mahmud imiş. Bezciler de üç dükkânla üç dükkân yeri ve harap iki dükkân, 3 gözlü bir
değirmen, Bezciler Hanı’nın bazı hisseleri Abdü’r-reşid’de737 bir tarla ile dört bağ camiin evkafı olarak
gösterilmiştir. Bunan yirmibeş sene sonra II.Bayezid zamanında yapılan Konya Tahririnde câmi’in vakfiyesi
görülmüştür Şerefe’d-din’in sülalesinden Hoca Paşa Kızı isminde bir kadın vakfiye mucibince bu vakfın
mütevellisi bulunuyormuş. Bu kayıtta da câmi yanında dükkân yerleri, Meram’da üç gözlü bir değirmen, bağ,
câmi civarında bezciler kervan sarayının bazı hisseleri ve 12 dükkân Mabedin geliri olarak yazılmıştır.
Fâtih’in Tahrir heyeti Şerefe’d-din’in Konya Bağları’nda738 ‘’روﻧﻘﻮشavlusunda bir de sarnıcı
bulunduğunu tespit etmiştir. Burada da Şerefe’d-din’in torunlarından Hoca Kızı Şah Melek mütevelli imiş,
yanındaki bir bağ, bir bahçe ve bir ev de bu sarnıca gelir olarak vakfedilmiştir. Defterde aynen şöyle
denilmektedir:
“Mezkûr Şerefe’d-din neslinden Şah Melik Bint-i Hoca şer’i mütevelli imiş şerân nesep ve tevliyetini
ispat edüp elinde şer’i mektup var.”739
III. Murad’ın Tahrir defterinde de şu malûmatı buluyoruz: ‘ وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ ﺷﺮف اﻟﺪﻳﻦ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﺑﻦ
ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪ اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﻪ ﺧﻤﺲ وأرﺑﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﺋﻪ. ’ﻣﺤﻤﺪ ﻣﻦ اوﻻد ﻗﺮﻣﺎن ﺗﻌﻤﻴﺮ اﻳﺘﺪﻳﺮدآﻠﺮﻧﺪن اوﻗﺎﻓﻰ ﺳﺒﻖ اﻳﺘﻤﺸﺪر
Bu heyette câmiin İbrahim Bey tarafından tamir ettirildiğine dair olan h.845-m.1441 tarihli vakfiyesini
görmüşler ve tespit etmişler. Büyük ve enerjik bir hükümdar olan Karamanoğlu İbrahim Bey (1424-1463)
Dedesinin adını taşıyan ilin birçok yerlerinde hayır ve irfan müesseseleri kurarken hükümet merkezindeki
Şerefe’d-din Câmii’ni imar etmek istemiştir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bir vakfiyesinden bu işe
muvaffak olduğunu da öğreniyoruz. Vakfiye Arapça’dır. 848 yılı Zilhicce’sinin başında tanzim edilmiştir.740
Hacı Ali Paşa İbn Alâe’d-din Paşa, Şeyh Mehmed Çelebi İbn Süleyman, Bahadır Ağa İbn Abdullah, vakfiyesinin
tescilinde şahit olarak bulunmuşlardır. Vakfiyede Karamanoğlu şöyle geçer: ‘ ﻗﺎهﺮ.. اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ واﻟﺨﺎﻗﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ
اﻟﺒﻐﺎة واﻟﻤﺘﻤﺮدﻳﻦ ﻋﻀﺪ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت ﻇﻞ اﷲ ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﻣﻠﺠﺄ اﻟﺼﻠﺤﺎء واﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ
’اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﻋﻤﺪ ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ اﻟﻘﺮﻣﺎﻧﻲ
Vakfiyede İbrahim Bey’in Konya’nın içinde At Pazarı yakınına yaptırdığı câmi’e Meram Deresi’nde
Recep Değirmeni diye meşhur olan değirmenile bu câmi’in batısına ve şimaline bitişik olan On iki dükkanı
vakfettiği kısaca yazılmış, bunu tevliyetinin soylu, soplu aziz ve muhterem ve makbul bir genç olan Hacı Ömer
Veledi şöhretiyle ünlenen Hoca Paşa İbn Hacı’ya, öldükten sonra evlâdına ve evlâdının evlâdına, eğer nesli
sönerse Konya hâkinin reyine meşrut olduğu da zikredilmiştir. İbrahim Bey; Şerefe’d-din’in Mescidi’ni tamir mi
etti, yoksa yeniden mi yaptırdı? Vakfiyedeki Arapça ibare aynen şudur: ‘ اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﺬي ﺑﻨﺎﻩ ﺑﺒﺎﻃﻦ ﻗﻮﻧﻴﻪ اﻟﻤﺤﺮوﺳﺔ داﺧﻞ
’ﻗﺮب ﺳﻮق اﻟﺨﻴﻞ
Bu ibareden câmi’i yaptırdığı anlaşılıyor. Fakat Topkapı Sarayı’ndan çıkan tahrir defteri Mabedin
İbrahim Bey tarafından tamir edildiğini tasrih ettiğine göre bizde vakfiyedeki ‘’ﺑﻨﺎﻩkelimesinde tamir manasını
çıkarmak istiyoruz. eski câmi’in batısı ve şimali dükkânlarla sarıldığına göre kapının doğuya açılmış olması
lazımdır. İbrahim Bey’in Dere’de vakfettiği Recep Değirmeni sonradan Çay Değirmeni adını almıştı. Konya
Evkaf Müdürlüğü tarafından bir kaç sene evvel beş bin liraya birisine satılmıştır. İbrahim Bey’in yaptığı cami de
733
-Mıtrakcı Nasuh’un, Sefer-i İrakeyn adlı tek nusha yazma eserindeki Konya resminde Kanunî zamanında Konya’da ikişer
şerefeli iki cami görülüyor bunlardan birisinin Şerefe’d-din Cami olduğunu tahmin ediyoruz. İkincisi ince minare idi.
734
-Sahife 134
735
-Sahife 82
736
-Sahife 34
737
-Evdireşe
738
-Bu sarnıç Kovanağzı’ndadır. Şimdi, Tavukçular Sarnıcı diye meşhurdur. Bu semte de Runkuş denirdi. Bu civarda bir de
hamam vardı. Hamamın kumlar altında bulunan enkazı son zamanlara kadar duruyordu.
739
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi no. 256, sahife 15
740
-Bayezid’in İlyazıcı Defteri’nde vakfiye tarihi 844 olarak gösterilmiştir ki bir istinsah hatası olması çok muhtemeldir.
201
harap olmuştu. Konya’nın, Yediler Sultan Mahallesi’nde oturan ve Arik Zade şöhretini taşıyan Eymür Oğlu
Mehmed Çavuş isminde hayır seven bir zengin bu câmii yenide yaptırmış ve neması ile cami müstahdemlerinin
maaşlarını ve Mabedin masraflarını karşılamak üzere 270 bin akça ayırmıştı Bu paranın vakfını tescil ettirmeden
de hayata gözlerini kapamıştı. Oğlu ve varisi Memi Çavuş, babasının ayırdığı bu paraya el koymuş bunun neması
ile Mabedin ve müstahdemlerin masrafını karşılamaya çalışırken paranın bir gün bitivermesinden korkarak
mevcut paranın 170 bin akçası ile cami civarında altlı üstlü birçok hücreleri, dükkanları ve ahırı ihtiva eden bir
han yaptırmış ve bunu vakfetmek üzere iken o da ölmüştür. Memi çavuş kendisine varis olarak; Oğlu Mustafa,
karısı Kamerşah Bint-i Mustafa, ve kızları Hatice ve Razıye’yi bırakmıştır. Hakim tarafından Mabedin
mütevelliğine tayin edilen Mustafa vârislerden geri kalan 90 bin akçayı toplamış ve h.1046-m.636 yılı Şaban’ı
ortalarında bir vakfiye tanzim ettirmiştir. İsmail, Mevlâna Ali ve Abdü’l-gani isminde üç şahidin huzurunda
yapılan bu Türkçe vakfiyeye göre câmi’in hatibine 2 imam ve iki müezzinine günde beşer, ser mahfile iki ve
Cuma günleri camide Kur’an okuyan dört hafıza birer, muarrife bir, ayyim ve ferraşına sekizer, câmi’ yaptıran
Mehmed Çavuş’un da câmi’e koyduğu kürsüde Cuma günleri va’iz edenlere beşer ve Mabedin mütemadi
tamirini yapana 53 akça verilecektir. Câmi’in vakfiyesini yaptıran Mehmed Çavuş değil torunu Mustafa
Çavuş’dur. Şu halde h.1046 tarihi camii’nin yapılma tarihi değil, vakfiyenin tescil tarihini göstermektedir.
Vakfiye açık bir Türkçe ile yapıldığı halde şimdiye kadar evkaf idaresi bu 1046 tarihini cami’in inşa tarihi gibi
almış ve h.1236 yılında da buna dayanan bir hakim de yanlış bir karar vermiştir.
Ben, vakfiyeyi ve kararları Evkaf İdaresi’ne gösterdim, hatalarını anlattım, şimdi alakadarlara düşen şey
gelecek tarihçileri ve mimari tarihi ile meşgul olanları şaşırtacak olan o yanlış kitabeyi Mabedin kıble
duvarından derhal sökmektir.
III.Murad zamanında h.992-m.1587 yılında Karamanoğlu‘nun yaptırdığı cami ibadete açıktı. Şu halde
bu günkü cami bu tarihten sonra yapılmıştır. Camiin imarisinde Sinan mektebinin tesiri pek açık görülmektedir.
Bilhassa mahfilleri Sinan’in eserlerinden bulunan İstanbul’daki Tophane Camii’in mahfillerinden kopya edilmiş
gibidir. Mabedin 1590’la 1615 yılları arasında yaptırdığı tahmin ediyorum, elimize güvenilir bir vesika
geçmediği için Konya’nın bu kıymetli eserinin mimarını tanıyamayacağız.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 12 Zilkade 1244 tarihli bir tedavül kaydına göre bu tarihlerde
camiin tevliyeti ve cüzhanlığı vakfın evladından Süleyman ve İsmail İbn Hasan kardeşlerde iken ikisi birden
öldükleri için bu cihetler İsmail’in oğlu Hafız Hüseyin’e tevcih edilmiştir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde
bulunan iki numaralı defterin doksan üçüncü sahifesindeki bir kayıttan Konyalı hayır severlerden İsmail Çelebi
bu cami’de cüz okutmak üzere çömlekçiler çarşısında bir dükkan vakfetmiştir. Cami’in üst mahfillerinden
birisinde eskiden bir taht-ı ravan varmış, bir hayır sahibi tarafından vakfedilen bu taht-ı ravan; iki katıra
yükletilerek damat evine gelin götürülürdü. Bu taht-ı ravan’ın ne olduğunu tespit edemedim.
202
Metinde vakfiyenin 344 satır olduğu tasrih edilmiştir. Vakfiyede Şeyh Vefa’nın kendisinin, babasının ve
Dedesinin adları ve sanları şöyle geçer: ‘ ﺻﺪر اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ اﻟﺸﻴﺦ ﻣﺼﻠﺢ اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﺎ اﻟﻮَﻓﺎء ﭼﻠﺒﻲ ﻣﺼﻄﻔﻰ اﻟﻤﺨﺘﺎر ﻋﻨﺪ
وهﻮ اﺑﻦ اﻟﻤﺘﻮﺟﻪ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﻤﻮﺟﺪ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ اﺣﻤﺪ ﻳﻦ اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﻐﺮﻳﻖ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﺤﺎج ﻳﺤﻴﻰ... اﷲ وﻋﻨﺪ رﺳﻮل اﷲ
’اﻟﺼﺪري اﻟﻘﻨﻮي
Bu vakfiyeye göre vakfın adı Muslihi’d-din Ebu’l-Vefa Çelebi Mustafa, babasındaki Şemse’d-din
Ahmed, Dedesininki Hacı Yahya’dır.
Konyalı Sadri şöhretini taşırdı. Dedesinin şehit olduğu anlaşılmaktadır. H.875-m.1470 tarihli vakfiyede
vakıf şöyle geçer:
“Mustafa Çelebi İbn ü’l-Hac Ahmed İbn ü’l-Hac Yahya Eş-Şehir Bi Veled-i Vefa.”
H.879-m.1474 tarihli vakfiyede İbn Vefa diye meşhur olan bu zatın adı Hacı Muslihi’d-din’dir.
Babasınınki Şemse’d-din, Dedesininki de Hacı Yahya şeklinde geçer.
İkinci h.875-m.1470 tarihli vakfiyede de şöyle geçer:
“Mefharu’l-Meşayih Mustafa Çelebi El-Hac Ahmed İbn ü’l-Hac Yahya Eş-Şehir Bi Veled-i Vefa”
H.885-m.1480 tarihli vakfiyede Şeyh Vefa şeklinde geçer.864 tarihli vakfiyede şu şahitlerin
adları vardır:
“Mevlâna İbrahim, Kemale’d-din Oğlu Sinan, Elvan Oğlu Mevlâna Mehmed, Mustafa Oğlu Mevlâna
Ali ve Muhyi’d-din, Mestçi İvaz Oğlu Seydi, Mahmud Oğlu Hacı Süleyman, Emir Oğlu Sinan, Şemse’d-din Oğlu
Esma, Mevlâna Abdullah Paşa.”
Vakfiyelerden ve diğer kayıtlardan öğrendiğimize göre camiin vakfı Muslihi’d-din Hacı Mustafa
Çelebi’dir. Dedesi Veled-i Vefa. İbn Vefa; Vefa Zade, Vefa Oğlu, kendisi Şeyh Vefa, Sultan Vefa şöhretini ve
Ebu’l-Vefa künyesini taşıyordu. Dedesine nispetle Vefa Zade de denilmiştir.
Vakfiyeye göre camiin tevliyetini hayatta olduğu müddetçe kedisine, sonra erkek ve kadın evladına
Misle-Hazzu’l-Ünseyn esasına göre şart koşmuştur.
Mescidin batısına üç, doğusuna iki dükkan muttasıldır. Bu mamureye Şeyh Vefa’nın yakınları, akrabası
ve sevenleri de bazı gelirler vakfetmişlerdir. Bunların arasında; ana baba bir kız kardeşi Bacı Hatun, halası Mâhî
Hatun ile Mahmud Çelebi’nin kızı Hatun Paşa, Ebi-Yezid’in Oğlu Abdullah, Okcı diye meşhur olan Yakub’un
kızı Ohlı Hatun, Şeyh Şemse’d-din Ahmed ve Bedre’d-din Mahmud ve Hacı Mahmud’un Oğlu Halil vardır.
Fatih’in Konya Evkafını tespit eden h.881-m.1476tarihli defterinde bu mamure şöyle geçmiştir:
“Vakf-ı Cami’i ve Hanikah-i Mürşidü’s-Salikin Şeyh-i Muhakkakin Hazret-i Şeyh İbn Vefa der nezd-i
Meram mukarrer bi hükmi şerif.” Bu defterden 25 sene sonra II.Bayezid adına Konya Evkafını tespit eden
defterde şöyle deniliyor:
“Vakf-ı câmi’i ve Hanikahı Mürşidü’s-Sâlikin Şeyh-i Muhakkakin Hazret-i Şeyh Vefâ der nezd-i Meram
mukadder bi ahkâm-i Sultan Mehmed ve padişah-ı alempenah.”
Dikkat edilirse Fâtih’in Tahrir emini vâkıfa Şeyh İbn Vefâ, Bayezid’inki Şeyh Vefâ diyorlar. Bu
defterlere göre mamureye gelir olarak vakfedilen şeyler şunlardır:
Said Eli’nde (Kadınhan) Kâfir Değirmeni’nin muayyen hissesi, Ilgın’a bağlı Yaka Salur Çiftliği,
tekkenin dervişleri için bir sürü koyun, Turut Değirmeni, Konya’da Hoca Ferruh’ta, Kâfir Ermes’te, Kavak’ta,
şehir çiftliğinde tarlalar, Meram’da Şeyh’in kendisinin, hemşiresinin ve kardeşi Ahmed’in, Şemse’d-din
Halife’nin, Değirmenci’nin, Halil’in, Şirî’n, Kaliçeci Zade’nin bağları ile Şeyh’in bağına bitişik dükkânlar ayrıca
Meram’da 20 dönümlük bağ ve bahçeleri, Fâtih’in hükmü ile; mescide vakfedilen bütün bağlara ve bahçelere
mevsiminde su verilecek ve vakfın işlerinde hizmet alanların hepsi her türlü vergiden muaf olacaklardır.
Cihan Hatun isminde bir kadın Şeyh Vefa Camiine Kur’an okutmak için ayrıca vakıflar yapmıştır.
Ümmi Hatun Çarıklar Köyü’nü kendi evladına ve Kur’an okutmak için bazı vakıflar tesis etmiştir. Evladı
kılmazsa bu köyün geliri Şeyh Vefa Camii’ne sarf edilecek.
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’ndeki 584 numaralı defterin 41 B yaprağında İstanbul’da metfun olan
Şeyh Muslihi’d-din’in (Sultan Vefâ) Dedesinin de İbn Vefâ diye meşhur olduğu kayıt edilmiştir.
İstanbul’da kendi adı ile anılan semtte câmi, medrese, imâret, türbe, hamam ve çeşmeden müteşekkil bir
mamure vardır. Hepsi yıkılmış yok olmuş şimdi yalnız türbesi ayakta kalmıştır. Avyan Sara’lı Hüseyin Efendi
h.88-m.1576 tarihinde yapılan câmii ve etrafını saran mamureyi Sultan II. Bayezıd’in Muslihi’d-din Hacı
Mustafa Vefâ Efendi’ye hibe ve hediye ettiğini ve burasının bir nanikah olduğunu, civardaki bütün evlere her gün
hususî bir memur ile yemek ile birer ekmek dağıtıldığını ve Şeyh’in h.896-m.1490 yılında vefat ettiğini ve
türbesinin yanında kendisinden sonra tekkeye şeyh olan ve h.910-m.1504 yılında vefat eden Ali Efendi’nin
metfun olduğunu yazar.741
Hadikatü’l-Cevâmi’a göre Şeyh Vefa; Zeyniyye’ye mensuptu. Câmii’in mihrabı önündeki halvet
hanesinin kapısı mihrabın içine açılırdı.Şeyh Vefâ’nın İstanbul’a ne vakit ve ne suretle geldiğini tetkik
edemedik.
İlk vakfiyesinin tarihi olan h.864-m.1459 yılında Konya Karamanoğulları’nda idi. Konya’yı Fatih
h.872-m.1467 yılında fethederek Osmanlı sınırları içine almıştır. Fatih Konya’yı aldıktan sonra eski Selçuk ve
741
-Hadikatü’l-Cevamî, cilt 1, sahife 130
203
Karamanoğulları payitahtının bütün zenginlerini, sanat ve ilim adamlarını aileleri ile beraber İstanbul’a sürgün
etmişti. Acaba Şeyh Vefâ da bu suretle mi İstanbul’a gelmişti. Yoksa Konya fethedildikten sonra büyük hemşeri
Nişancı Mehmed Paşa’nın (sonradan sadrazam olan) teşvik ve davetiyle mi gelmiştir? Bu ciheti kat’i alarak
tespit eden bir vesika henüz elimize geçmedi.
İstanbul’da Başvekâlet Arşivi’nde bulunan 251 numaralı ve 953 tarihli İstanbul evkafını tespit eden
defterde hanigahının 919 yılı Receb’inde Mevlâna Mehmed Feramürz tarafından tescil edilmiş bir vakfiyesi
vardır. Bu defterde Konyalı şeyhin adı, mahallesi yazılırken Nahiye-i Cami Hazret-i Ebü’l-Vefâ Zade
şekillerinde geçer.
742
-Sicill-i Osmanî, cilt 4,sahife 491.
743
-Osmanlı Sultanları Tarihi
204
edilmiştir. II.Bayezıd’ın Konya Defteri’nde de mescid aynı adla anılıyor. Yalnız burada mescid adına şu
vakıfların kaydedildiği görülür:
“Çay Sahrası’nda, Yeni Havlı’da iki bağ, orta ırmak yanında bir bağ bir ev, Karailyas Çiftliği, Tol
Köyü’nde bir tarla. Turgutoğulları’ndan Pir Hüseyin’de bu mabede bazı vakıflar tesis etmiştir.
TERCÜMAN MESCİDİ
Mescid; kendi adını verdiği Tercüman Mahallesi’ndedir. Kuzey ve güneyinde iki çıkmaz sokak vardır.
Kapısı kıbleye açılır. Mabedin duvarları ve sağır kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Kubbesinin üstünde tuğladan
çıkıntılar vardır. Mabet Şemse’d-din Erdem Şah Mescidi tipindedir. Kıble tarafına birisi mihrabın üstünden ikisi
yanlarından üç, sağ, sol ve kuzeyine birer pençere açılır. Ana kubbeye askılık yapan ve beyzî şekilde
nihayetlenen dört yarım kubbenin aralarındaki boşlukları dolduran ve istalaktitlere analık yapan mini mini yarım
kubbecikler tetkike şayandır. Mabedin sol duvarına yerleştirilen beş destekli alçı cüz rafı çok enteresandır. Eşine
başka yerde rastlamadık. Gerek rafın, gerekse desteklerin kenarlarına güzel bir sülüsle yazılar yazılmıştır.
Bunların üstleri kalın bir badana tabakası ile kaplandığı ve kazılması da tehlikeli olduğu için tamamını
okuyamadık. Rafın başında Fetih Suresi’nin ilk ayetleri okunduğuna göre diğer kısımlarda da bu surenin
mütebaki ayetlerinin dolaştığı muhakkaktır. Burada Mabedin banisini inşa tarihini ve mimarını bulamıyoruz.
Mabedin başka yerinde de bu aradıklarımızı gösteren bir kitabeye rastlamadık. Mescidin kuzeyinde küçük bir
mezarlık vardır. Burada da bizi aydınlatacak tek bir mezar taşı yoktur. Asırlardan beri insan gömüle gömüle
mezarlığın seviyesi mescidin penceresine kadar yükselmiştir. Mescidin batı tarafının eskiden geniş bir mezarlık
olduğu anlaşılmaktadır. Mescidin tam karşısında evi bulunan eski Şeriye Vekili Hadimli Hoca Mehmed Vehbi
Efendi’nin anlattığına göre de doğudaki sokak da yeni açılmıştır. Mescidin banisinin türbesi doğu tarafında 22
kapı numarasını taşıyan Konya Posta Memurları’ndan Arif’in evinin içinde idi. Halk Tercüman Dede diye
hürmet gösterirlerdi. Arif son zamanlarda türbeyi matbah haline getirmiştir. Burada da banisinin hüviyetini
aydınlatacak bir kitabe bulamadık. Fatih, Bayezid, Yavuz, Kanunî ve III.Murad’ın Konya Defterlerinde
Tercüman Mescidi’nin ve Tercüman Mahallesi’nin adlarına rastlanmaz. Mescidin daha eskiden başka bir adla
anılmış olması ve yapıt evkafı bulunmaması yüzünden bu defterlerde yer almadığı tahmin edilebilir.
Tipi, inşa malzemesinin ve mimarisinin hususiyeti mescidin yedinci hicret ve on üçüncü milat arasının
ilk yarısında yapıldığını söylemektedir. Bizim tahminimize göre mescidi I.Alâe’d-din Keykubad ve II.Gıyase’d-
din Keyhüsrev’in meşhur devlet adamlarından Zahirü’d-din Tercüman yaptırmıştır. Zahirü’d-din Tercüman;
h.627-m.1229 yılında Celale’d-din Harzemşah tarafından gönderilen sefaret heyetini karşılamak ve ağırlamak
için I.Keykubad tarafından seçilen heyet arasında bulunmuştu. Alâ’d-din Keykubad abbasi halifesi Müstansir
Billah’ın yardımcı olarak istediği askerin Malatya’da toplanmalarını emretmiş ve toplanan askere de Zahirü’d-
din Tercüman vasıtasıyla sancak-ı hümayun göndermişti.744 ‘’ﻇﻬﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﭘﺴﺮ آﺎﻓﻲZahirü’d-din Püser-i Kafi
şöhretini de taşıyan bu zat Selçuk Divanı Tercümanlarından idi. Tercümanlar Ecnebi Hükümdarlar’a gidecek
nameleri yazarlar ve lüzumu halinde Tercümanlık ederlerdi.745 Zahirü’d-din; Tercümanlıktan yetişen büyük bir
devlet adamı idi. Mabet Tercüman Mescidi adını taşıdığına göre Zahirü’d-din Tercümanlık yaptığı zamanlarda
yapılmıştı. Burada şöyle bir dilekte bulunacağım: Tercüman’ın şimdi matbah haline konulan türbesi civarında
ufak bir kazı yapılmalıdır. Eğer türbenin altında bodrum kat çıkarsa olduğu gibi muhafaza edilmelidir.746
TURUT MESCİDİ
Mescid; Kasım Kalfa’dan Şeyh Vefa yoluyla Meram’a giderken yolun solunda ve Cemel Ali Türbesi’nin
güney doğusundadır. Önünden şehir ırmağı akar. Mabedin altı taş, üstü zikzaklı bir şekilde tuğla ile yapılmıştır.
Tek sağır kubbenin üstünde tuğladan çıkıntı şeklinde süsler görülür. Mabetten kıble tarafa üç, soluna ve şimal
tarafına birer pencere açılır. Kubbenin dört köşesinde yarım kubbe şeklinde askılar vardır. Mescid, iyi muhafaza
edilmesi lazım gelen bir tarih yadigarıdır. Son zamanlarda Kavruğun Halil Efendi tamir ettirmiştir. Mabedin hiç
bir yerinde yapanı, yaptıranı ve yapıldığı tarihi gösterir bir kitabe yoktur. Bu mescidi de ittisalindeki
muallimhane gibi Cemel Ali yaptırmıştı. Cemel Ali; Mevlâna Celale’d-din Rumî’nin muasırlarından idi. Rivayete
göre Mevlâna’ya karşı derin bir saygısı vardı. Bu saygının bir tezahürü olarak Mevlâna’yı çocukluğunda sırtına
aldığı için kendisi ‘deve’ anlamına gelen Cemel ile şöhretleşmiştir.747
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde bulunan 552 numaralı defterde bu zate Hoca Ali denildiğini de
görüyoruz. Burada Gümenas Değirmeni’nde hissesi olduğu da tasrih ediliyor.
Cemal Ali Manzumesi’ne sonradan Turud isminde bir zat muallim ve imam tayin olunduğu, bundan
sonra mamure uzun yıllar burada vazife gören bu Turut’un adına nispet edildiği zannediliyordu. Hâlbuki semtin
adı olan Turut çok eskidir. Mevlâna zaman zaman Turut Bağları’nda istirahat ederdi. Kayıtlardaki ‘’ﺷﻴﺦ ﻃﻮردya
744
-Anadolu Selçukî Devletleri Tarihi, İbn -i Bibi’den tercüme, sahife 146
745
-Osmanlı Devleti Teşkilatına Methal, sahife 80-96 ve İbn -i Bibi Ayasofya Nüshası, sahife 106
746
-Lale Bahçesi’nde Kara Kemal Mezarlığı’nın içinde h.682’de ölen bir ‘’ﻇﻬﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﻳﻮﻧﺲin türbesi vardır.
747
-Sefine-i Nefise-i Mevlevîyan, sahife 215
205
Şeyh-i Turud şeklinde bir tesadüfü kabul etmek lazımdır. Şeyh Turud Kadın Hanı’ndaki türbesinde gömülüdür.
Turgutoğulları’ndan Ömer Bey İbn Hüseyin Bey h.827-m.1423 yılında türbe civarına bir zaviye yaptırmış ve
Said İli’nin Hatun Karyesi denilen Kadınhan Köyü’nü bu zaviyeye vakfetmiştir. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde
bulunan 2 numaralı defterde bu zaviyenin 827 yılı Rebiu’l-Evveli’nin ortalarında tanzim edilmiş vakfiyesinin bir
sureti kayıtlıdır.
Ömer Bey Vakfiyesi’nde; zaviyenin şeyhlik, mütevellilik ve nazırlığını da Şeyh Turut Oğulları’ndan
Turhan ve Durmuş’a ve bunların iyi ve salih erkek evlatlarına şart koşmuştur. Ömer bey; Kadınhanı
Karyesi’nden başka Zengicek’de Emir Yeri diye meşhur tarlalarını Orta Viran ‘’اوﻗﻮوﻳﻚ, Akçalar çiftliklerini,
Akşehir’in ‘’ﺳﻠﻨﺪköyündeki kendi adıyla anılan değirmenini de bu zaviyeye konuş göçenlere vakfetmiştir. Aynı
defterin 390ıncı sahifesindeki 1261 tarihli bir ilamda bu zaviye Hatun Hanı Derbendi’nde Turgut Oğlu Ömer
Bey Zaviyesi şeklinde geçmektedir.
Mevlâna’nın Mektupları’nda geçen Hoca Ali’nin Cemel Ali olduğunu tahmin ediyoruz.748
ZENBÛRÎ MESCİDİ
Mescid; Zenbûrî Mahallesi’nde Kütük Minare Sokağı’nın içindedir. Mabet tamamen tuğla ile
yapılmıştır. Mabedin kapısı kuzeye açılır, önünde ahşap örtülü bir son cemaat yeri vardır. Son cemaat yerinin
sağındaki minaresi de tamamen tuğla ile yapılmıştır. Minarenin alt kısmı sekiz yüzlüdür. Yüzlerin sonunu mavi
çiniden bir kuşak sarar ve bundan sonra gövde yuvarlaklaşır. Çinilerin birçokları dökülmüştür. Minare
şerefesinden itibaren yıkılmıştır. Şerefe altlarının; Hatuniyeye Mescidi’nin minare şerefesi gibi çinilerle süslü
bulunmuş olması çok muhtemeldir. Mabet; Hoca Hasan Mescidi tipindedir, yalnız onun minaresi solundadır.
Kalın minarelere Anadolu’nun birçok yerlerinde Kütük Minare derler; Konya’daki Hatuniye Mescidi’nin bir adı
da Kütük Minare Mescidi’dir. Akşehir’de de bir Kütük Minare Mescidi vardır. Fatih’in Karaman İli evkafını
tespit eden defterinde Zenbûrî şeklinde adlandırılmış ne bir mahalle ve ne bir mescid vardır. II.Bayezid, Yavuz
Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman ve III.Murad adlarına yapılan Konya Tahrir Defterleri’nde de bu adla bir
mescide ve mahalleye rastlamayız. Konya Müzesi’nde bulunan 970 ve 971 olaylarını ihtiva eden Şer’i Sicil
Defteri’nin tetkik edebildiğimiz kısımlarında da Zenburi Mahallesi yoktur. Şu halde bu mescide ve bu mahalleye
verilen Zenburi adı yenidir. Bizim tahminimize göre bu mescidin adı Fatih; II.Bayezid ve Yavuz’un Konya
Defterleri’nde geçen Karaaslan namı diğer ‘’رﻧﻜﺮﻳﺰMahallesi’ndeki İkinci Karaaslan Mescidi’dir. Zaten tetkik
ettiğimiz Karaaslan Mescidi’yle bu mescid arasında mesafe itibariyle de çok yakınlık vardır.
Avam; Musalla’daki Kız Kulesi’nde gömülü bulunan Gömeç Hatun’un adının bal peteği manasına gelen
Gömeç’e benzemesine istifade ederek hayallerini işleterek Gömeç’den bal arısına ve bundan da bu binanın
Sultan Alâe’d-din’in arıları için yapılmış bir salaş olduğuna nasıl intikal etmişlerse aynı hayal Zenburi’den de bu
mescide Sultan Alâe’d-din’in Arıcı Başı’sının yaptırdığına çıkmak imkanını bulmuşlardır.
Mescid; inşa malzemesi ve mimari hususiyeti itibariyle yedinci hicret asrının ilk yarısında yapılan
Mabetlere çok benzemektedir. Kara Aslan veyahut adını şimdilik tespit edemediğimiz bir adam adına yapılmış
olması çok muhtemeldir. Mimarını da maalesef tespit edemedik. Bir aralık mescitte bir iplikçi imamlık yaptığı
için ‘İplikci Mescidi’ adını da almıştır. Kara Aslan hakkında Karaaslan Türbesi’ne bakılsın. Mescid son yıllarda
tamir edilmiştir.
748
-Mektubât-ı Mevlânâ sahife 560, 53.mektub
749
-Kitabede imla hataları vardır. Kitabenin bu satırındaki ‘’اﻟﻴﻮمkelimesi Mevlânâ Şehri Konya, sahife112 de atlanmıştır.
206
babasının adı da zikredilirdi. Burasının bir zaviye olmadığını da üstündeki hükümdar unvanından öğreniyoruz.
Çünkü zaviyelerde; mesela, Hoca Fakıh, Şeyh Alaman ve Sadre’d-din-i Konevî Zaviyeleri’nde hükümdarın adı
zikredilmemiştir. Yalnız son vakıf Kayıtlarında burası ‘tekke maa mescid’ şeklinde geçer. Mabedin kapısından
girince sonradan açılan bir kapıdan ahşap örtülü kerpiç duvarlı iki pencereli bir türbeye geçilir. Burada adi
çamurla sıvanmış iki sanduka vardır. Türbenin hiç bir yerinde bu ölülerin hüviyetlerini ve ölüm yıllarını
aydınlatan hiç bir kitabe yoktur.
Mabedin hiç bir yerinde çini yoktur, mihrabı tam kıbleye gelecek şekilde yapılmamıştır. Sonradan adi
taşlarla ve kıbleye doğru bir mihrap uydurulmuştur. Eğer Mabedin üstündeki kitabe başka bir yerden
nakledilmişse bu bize binanın mescid olmak için değil başka bir maksatla yapıldığını göstermeye kafidir.
Bununla beraber h.1006-m.1597 yılında yazılan ve bir nüshası Konya Müzesi Kütüphanesi’nde 5/20 D.
numarada kayıtlı bulunan Regaibu’l-Menakıb adlı Şeyh Sadre’d-dini Konevî hakkında yazılan bir kitapta şöyle
bir hikaye vardır:
“Sadre’d-din-i Konevî’nin Oğlu Sa’dü’d-din Çelebi her gün hocası Şeyh Sadaka’nın Musalla’daki evine
ders almaya gider gelirmiş yolunun üzerindeki Zevle Sultan Mescidi de yeni yapılıyormuş. Kitabın diliyle;”Bir
gün Hoca Şeyh Sadaka’dan hanelerine varıp gelirken tarik üstünde dahil-i Konya’da Hisar Önünde Zevle
Mescidi demekle Arif nam mescid-i şerifin binasına iptida etmişlerdi. İki zira miktarı irtifa bulmuş iken Çelebi
Merhum bina-i mezkuru görüp tebessüm ve hadimlerine tekellüm edip demişler ki ne acep bu bina-i mükellef
kıbleden mihrabı muharref ve münharif başlamış demiş. Mimar başı buna itiraz edince Sa’de’d-din Çelebi bir
kerametle mimar başına ve ustalara kıbleyi gösterivermiş. Mimar başı hatasını anlayınca Mabede sonradan bir
mihrap uydurmuş. Sa’de’d-din Çelebi irken irmenin ve kemalin en yüksek derecesine birden vararak keramet
göstermenin kurbanı olarak Şeyh Sadaka’nın ve babasının dualarıyla (?) ölmüş ve hocasının evinin içine
gömülmüştür.”
347750 yıl önce yazılan bir kitapta yer alan bu hikaye bize binanın hiç olmazsa üç buçuk asırdan beri
mescid olarak kullanıldığını göstermesi bakımından fevkalade mühimdir.
Sa’de’d-din Çelebi’nin ölüm tarihini bilmiyoruz. Eğer bilseydik Mabedin inşa edildiği iddia olunan
tarihi aşağı yukarı tespite imkanı hasıl olurdu.
I.Alâe’d-din Keykubad h.616-m.1219’dan, h.634-m.1236 yılına kadar hükümdarlık etmişti.
Şu halde mescidin 1219’la 1236 yılları arasında yapılmış olduğunu kabul etmek lazımdır.
Bu mescidi yeni tarih meraklıları Sadi Bey Mescidi sanıyorlar. Sadi Bey Mescidi; -Bu kitabımızda
etraflıca izah ettiğimiz gibi- Alâe’d-din'in kuzeyindedir. Akcâmi adını taşır. Son senelerde Hacı Kaymak
Zadeler’in önayak olmalarıyla yeniden yapılmıştır. Sayın Doktor Süheyl Ünver’de bu hatayı almıştır.751 Konyalı
Merhum Ferit Uğur, Mimar Şahabe’d-din Uzluk,752 Mesud Koman gibi âlimlerde bu mescidi Şâdibey Mescidi
sanmışlar. Bunlardan bazıları Sadi Bey’e bir de hastane yaptırıyorlar. Bu mescidi de hastanenin bir odası olarak
alıyorlar. Konya Dârü’ş-Şlfâsı; Parsana civarında idi. Yıkıldıktan sonra da bu mescid dâr-üş-şifa olarak
kullanılmamıştır. Bu hususu eserimizin Konya Dârü’ş-Şifâsı kısmında incelediğimizden burada tekrarlamaya
lüzum görmedik.
Fâtih'in Konya Defteri’nde bu mescid, Zevle Mahallesi Mescidi şeklinde kısaca yer almıştır. ‘’زﻳﻮﻟﻪ,
‘’زوﻟﻪşeklinde adlandırılan bu zatın kim olduğu hakkında elimize hiç bir vesika geçmedi. Sonradan yanına
yapılan tekkede şeyhlik yapan birisi midir, yoksa mescid mahalleye nispet edilerek mi bu adı aldı? Şimdilik bu
hususta bir şey söyleyemeyeceğiz. Mahallenin yaşlılarından birisinin anlattığına göre Mescid; bir aralık ahır
halinde kullanılırken Dede bahçesine çokça devam eden Abdü’l-Vâhid Çelebi tarafından ufak bir tamirle ibadete
açılmıştır. Mescid 1960 yılında tamir edilmiştir.
NAMAZGAH-MEYDAN-BAYRAM YERİ
Bir çeşit açık hava toplantı ve ibâdet yeri olan Namazgah; Kalenderhane Mahallesi sınırları içinde,
Musalla'da Şeyh Halilî Türbesi’nin önünde ve doğusundadır. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nün 4526 umumî ve 42
yaprak numaralı bir kaydına göre Namazgahı üç tarafından kabristan, bir tarafdan kuyu mer'âsı
sınırlandırmaktadır. Selçukiler zamanında her şehir ve kasabanın Sultan Meydanı, (Meydan) denilen birer
toplantı yerleri vardı, müsait havalarda buralarda Bayram namazı kılınır, bayramlaşılır, Ordu uğurlanır ve
karşılanır, Yağmur dileği namazı kılınır, açık kürsülerden halka ders, nasihat ve direktif verilirdi. Bu
meydanların; büyük kütleleri savaşa hazırlamak, onların heyecanlarını kamçılamak hususunda büyük rolleri
olurdu.Birçok vakfiyelerde, arşiv vesikalarında, Selçuknamelerde adı geçen Konya'daki Sultan Meydanı'nın yeri
şimdiye kadar tayin edilememişti. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 4 numaralı defterin 203 üncü
sahifesindeki Emirşah Zade Pir Hüseyin Bey'in h.832-m.1428 tarihli Arapça vakfiyesi tarihin bu müşkülünü
halletmiştir. Kalenin; Halka Begüş Kapısı dışındaki Kalenderhane Zaviyesi’ne yaptığı vakıflar arasında bir de
tarla vardır. Bu tarlayı sınırlandırırken bu Sultan Meydanı’ndan ve Siracü’d-din-i Ürmevi'nin türbesinden de
750
-Bu tetkik 1944 yılında yapılmıştır.
751
-Selçuk Tababeti Tarihi sahife 67
752
-Konya Âbideleri sahife 9
207
bahsetmektedir. İbare aynen şudur: ‘ ﺑﺤﻮاﻟﻲ اﻟﻤﻴﺪان اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ اﻟﻤﻨﺘﻬﻴﺔ اﻟﺤﺪود اﻟﻰ اﻟﻄﺮﻳﻖ ﻣﻦ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﻐﺮﺑﻲ واﻟﻰ وﻗﻒ اﻟﺘﺮﺑﺔ
اﻟﻤﻄﻬﺮة اﻟﻤﻨﺴﻮﺑﺔ اﻟﻰ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﺮﺑﺎﻧﻰ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ ﻣﻦ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﺸﻤﺎﻟﻲ واﻟﻰ اﻟﻮﻗﻒ اﻳﻀ ًﺎ ﻣﻦ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﺸﺮﻗﻰ واﻟﻰ ﻣﻠﻚ وﻟﺪ اﺷﻜﺠﻲ ﻣﻦ
’اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﻘﺒﻠﻰ
Bu vakfiye böylece Sultan Meydanı’nı bize anlatırken Büyük Selçuk âlimi ve Kadılar Kadısı Ürmiye'li
Ebü’s-Sena Sirace’d-din Mahmud'un türbesinin bulunduğu yeri de açıkça göstermektedir. Bizim daha başka
kaynaklarda da rastladığımıza göre Sirace’d-din- bazılarının zannettikleri gibi- açık bir mezarı değil kapalı ve
mükellef bir türbesi vardı. Bu türbede işte bu namazgah civarında idi. Bu türbe Şeyh Halîlî Türbesi’nin doğu
tarafına rastlıyordu. Bakımsızlıktan ve tarihî hakikatleri kavrayamayan bazı Mevlevi gayretkeşlerinin suikastları
yüzünden harap olmuştu. Namazgah -Meydan- tanzim edilirken büsbütün yıkılmış ve kitabe taşı Şeyh Halilî
Türbesi civarında Cevherî'nin mezarı yanına kaldırılmıştı. Burada kaybolup gitmiştir.
Namazgah; dört tarafı duvarla çevrilmiş geniş bir sahadır. Sol köşesine yakın bir yerde bir taş mihrabı
vardır. Mihrabın üstünü tavus kuyruğu Şeklinde bir taş süsler, iki tarafından sekiz taş basamakla üstüne çıkılır.
Burası va’z ve hutbe kürsüsüdür. Bunun şarkında ikinci bir taş kürsü daha vardır. Beşer basamaklı iki
merdivenle üstüne çıkılır. Namazgahın kapısı sağdadır. Yekpare kapı kemerinin üstünde som beyaz mermerden
bir kitabe taşı vardır. Üstünde bozukça bir sülüs ile iki satır halinde şunlar okunur:
ﻋﻴﺪ اﻳﭽﻮن ﻳﺎﭘﺪي ﺣﺴﻴﻦ ﭘﺎﺷﺎ ﻣﺼﻼ ﺑﺮ اﺻﻮل
948 ﻳﺰدوم اوﻟﺪي دﻳﻮ ﺑﻮ ﺗﺎرﻳﺨﻨﻰ ﺧﻴﺮ ﻗﺒﻮل ﺳﻨﻪ
Bu kitabeye göre Kanunî zamanında h.948-m.1541 yılında Hüseyin Paşa eski Sultan Meydanı’na bu
yeni Bayram Yeri’ni çevirtmiştir.
Fatih’in, II.Bayezid’in ve III.Murad’ın Konya Tahrir Defterleri’nde Sirace’d-din Ürmevî’nin Oğlu Kadı
İmadü’d-din’in Dâru’l-Huffazı evkafı tespit edilirken Sirace’d-din’in meydan tarafında, Siraç Tarlası adını
taşıyan bir yeri bulunduğu da gösterilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Sirace’d-din’in Türbesi Sultan Meydanı’ndaki
tarlasının bir köşesine yapılmıştı. Oğlu da bu tarlayı Dâru’l-Huffaz’ına vakfetmiştir. Fatih zamanında İmadü’d-
din’in Dâru’l-Huffaz’ı harap olduğu için talebe Kadı İzze’d-din’in camiinde okurlardı. Dâru’l-Huffaz’ın vakıf
işlerini Sirace’d-din’in torunlarından Piri ve Mustafa müştereken idare ediyorlardı.
Son zamanlarda yayınlanan bir kitabın 410. sayfasında bu namazgahtan bahsedilirken Musalla Taşı diye
iki kitabe konmuştur. Bunlar musalla taşı değildir. Birisi namazın fazileti hakkındaki üç hadisi gösteren h.724-
m.1323 tarihli bir mescid kitabesidir. Buradaki; namaz kılan manasına olan musalli kelimesini, musalla gibi
okumuştur. Diğeri de Sadre’d-din-i Konevî Mezarlığı’nın 1304 tarihli kabristan taşıdır.
TÜRBELER
AKINCI TÜRBESİ
Bu türbe; Akıncı, Aslantaşı Mescidi’nin içinde idi.753 Mahruti ve çift kubbeli Selçuk Türbeleri tarzında
idi. Hicri 600-m.1202 yılından sonraki büyük ve korkunç bir deprem Konya’daki birçok abideleri yere sererken
bu türbeyi ve bitişiğindeki mescidi de yıktığını kabul edebiliriz. Bu zelzele Kütük Minare, Kıncı Sokağı Mescidi
gibi ilk Şerefe’d-din Camii’ni de yıkmıştı. Türbenin cenazelik kısmı 1932 yılına kadar mescitle beraber ayakta
idi. Bu yıl yıkılarak yeri Kız Öğretmen Okulu’nun bahçesine katılmıştır. Türbe yıkılırken cenazeliğinden Sahib
Ata Türbesi’ndekiler gibi 6 ceset enkazı çıkmıştır. Bunlardan bazılarının bozulmuş mumyalara benzediğini bu
mahallede türbenin yol aşırı iki ev ilerisinde bizim evimizin karşısında oturan Hoca Salih Efendi müşahedesine
dayanarak bana anlattı. Senelerce içinde namaz kıldığım mescidin kitabesinden başka türbenin tarihini ve
altındaki ölülerin hüviyetlerini, ölüm yıllarını gösteren her hangi bir kitabeye ve vesikaya rastlamadım. Mescidi
yaptıran Cemale’d-din İshak’ın babası Emir Ali’nin de bu türbeye veyahut önündeki kabristan’a gömülmüş
olmaları çok muhtemeldir. Türbenin şimal tarafındaki bahçesinde küçük bir kabristan vardı. Bazı Selçuk Prens
ve Prensesleri’nin de bu türbede gömülü bulunduklarını ve adını Selçuk Sarayı’nın Akıncı Kapısı’nın önünde
bulunmasından aldığını sanıyorum. Buradaki bir saray ve bir medrese de Kemaliye Medresesi olması muhtemel
Akıncı adını alıyordu. Selçukîler’in Cemale’d-din adlı bir av, Şikar Emirleri vardır. Amma bu camii yaptıran
Cemale’d-din midir tespit edemedik.754
ALÂE’D-DİN TÜRBESİ
Alâe’d-din Tepesi’nin en hakim noktasına kurulan bu türbe; altında büyük sekiz Selçuk Türk
Hükümdarı’nı gölgelediği için duyduğu gururu ve Konya’nın şerefli ve şanlı tarihini ufuklara ve göklere
müjdelemek için açılmış bir bayrağa benzer. Sabahın altun akisleri içinde uyanan, gurubun pembe bulutları
içinde yanan, bazen Konya Ovası’nın sonsuz seraplarına dalan bazen beyaz örtülü Takkeli ve Loras’ı kendisine
yastık yapan Alâe’d-din Türbesi’ni ben Türkler’in mukaddes çadırına benzetirim.
Ev ve barka bağlılığı ve misafir sevgisini mukaddes sayan ilk dedelerimiz çadıra taparlardı. Yüksek bir
yere kurdukları çadırın üstüne de misafir çağırdıklarını ifade eden bir bayrak dikerlerdi. Tekamül yollarında
753
-Bu kitabımızın Akıncı Mescidi bölümüne bakınız.
754
-Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar,s.27, 32.
208
ilerleyerek çadırdan evlere ve saraylara geçen Türkler altun tellerle dokudukları mukaddes bir çadırı
hükümdarlarının saraylarının üstüne kurarlardı.755 Selçuklular gibi daha başka Türk siyasi teşekkülleri bu
mukaddes çadırı küçülterek ve şemsiye haline sokarak ‘Cetr’ adıyla başlarının üstünde gezdirirlerdi. Mahruti
kümbetler ile ifadelerini işte bu kulsal telakkiden aldıkları için çadır şeklinde yapılıyorlardı.756
Alâe’d-din Türbesi Konya’ya hangi yönden girerse girsin; muhteşem ve davetkar endamıyla seyyahın
ve ziyaretçinin gözlerini ve gönüllerini üstünde toplar. Konya, Kayseri, Karaman gibi büyük Selçuk şehirlerinde
bu ayarda bundan büyük ve yüksek mahrutî bir türbe yoktur. Başka Selçuk şehirlerinde bulunduğunu da
bilmiyorum. Yerinin yüksekliğinden de mana alan Türbe her bakımdan eşsizdir, tektir. Türbenin üstü eskiden
tamamen mavi çinilerle kaplanmıştı. Eteğinde de beyaz yazılarla işlenmiş yine çiniden lacivert bir kuşak vardı.
Türbe bu durumuyla göklerin rengini üstünde teksif etmişti. Güneşten aldığı parıltıyı İskenderiye’nin efsanevi
aynası gibi çok uzaklara aksettirirdi. O; ihtişamlı, azametli ve çok güzel Selçuk baş şehrinin bir mavi boncuğu,
nazarlığı idi. Kem nazarları üstünde eritirdi. Türbe Alâe’d-din Camii’nin, Cami-i Atik-i Sultani’nin ilk nüvesini
teşkil eden kubbeli kısmın kuzey doğusundadır. Mabedin mihrabından kuzeye çekilen mevhum bir hattın bir az
doğusunda kalır. Batısında da şimale doğru bir az çıkmış olan diğer türbe vardır. Bedeni kırmızımtırak sert Sille
ve yer yer Gödene Taşı ile yapılan türbe sekiz yüzlüdür. Bedenin muayyen ayrılıkla iki yerinde hatıl gibi
kullanılan daha koyu renkli taşlar sülün endama kemer gibi yakışmıştır. Dört cephesine yarma şeklinde süslü taş
çerçeveli birer pencere açılır. Türbenin her yüzünün genişliği dışarıdan 5.50 metredir. Türbeden doğu kuzeyine
2.50 genişliğinde bir sahanlıktan 1.13 eninde 2.20 yüksekliğinde sonradan pencere haline konulan bir kapı açılır.
Halk buna Hacet Penceresi derler. Kapının önündeki sahanlığa soldan taş basamaklı merdivenle çıkılır. Kapının
altında türbenin mumyalığının, bodrum katının kapısı vardır. Bizim bir mecmuada ve bir İstanbul Gazetesi’nde
bu türbe hakkındaki neşriyatımız üzerine Tarih Kurumu tarafından buraya adi bir tahta kapı yaptırılmış ve üstüne
de şöyle bir levha asılmıştır.Türk Tarih Kurumu Konya Hafriyat Heyeti duvarlarla kapıyı yaptırmıştır.(1.8.1941)
Kapının iç söveleri mermerdir. Kemerinin bağlantı taşı çok enteresandır. Kapıyı üst tarafından hendesi
kabartmalarla süslü taşlar sarar. Kapının büyük kemerinin altında kitabe yerine gayr-i İslami devirlere ait üstüne
çiçekler, hendesi şekiller işlenmiş ortasında haç taşıyan bir mermer taş itina ile yerleştirilmiştir. Türbenin
mimari; Hıristiyan taşçı tarafından yapılan bu kıymetli parçayı atmaya kıyamadığı için salibin kollarını kazıtarak
buraya koymak sureti ile bir Bizans sanat eserinin ömrünü uzatmıştır. Bu, o devire gayr-i İslami de olsa her çeşit
sanat eserine karşı gösterilen büyük alakanın güzel bir örneğidir. Üstündeki yuvalardan anladığımıza göre salibin
ve etrafındaki süslerin üstüne vaktiyle kıymetli taşlar oturtulmuştu. Salibin üstünde de altun bir salip vardı.
Kemerin üstünde güzel bir yuva içinde bir küçük pencere vardır. Üstündeki beş çıkıntı saçak ayaklarıdır. Şimdi
bu saçak yok olmuştur.
Pencerenin üstünde Selçuk Sülüsü’yle Arapça şu iki satırlık kitabe okunmaktadır:
ﻋﻤﻞ ﻳﻮﺳﻒ اﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﻐﻔﺎر-1
اﻟﺠﻮﺣﻲ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻪ وﻟﺠﻤﻴﻊ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ-2
Kitabe bize bu türbeyi ‘’ﺟﻮﺣﺎCuhalı Abdu’l-gaffar Zade Mimar Yusuf’un yaptığını göstermektedir. Bu
kitabeyi şimdiye kadar yerli ve yabancı tarihçi ve alimler başka başka okumuşlar; Clemant Huart757 bu kitabenin
ikinci satırını ‘‘’اﻟﺤﻖ ﺣﺴﻦ ﺟﻴﺰ اﷲ ﻟﻪ وﻟﺠﻴﻊ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦşeklinde okumuş ve bunu manalandırmak için birçok
manasızlıklar yapmıştır. Konya ve Rehberi adlı anonim eserin müellifleri de mimarın vasfını ‘’اﻟﺤﺮﺟﻲşeklinde
okumuşlar: ‘ اﺳﻢ ﻧﻬﺮ ﻋﻠﻴﻪ آﻮرة واﺳﻌﺔ ﻓﻲ ﺳﻮاد ﺑﻐﺪاد ﺑﺎﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﺸﺮﻗﻲ ﻣﻨﻪ اﻟﺮاذان وهﻮ ﺑﻴﻦ ﺧﺎﻧﻘﻴﻦ: ﺑﺎﻟﻀﻢ واﻟﻘﺼﺮ وﻗﺪ ﻳﻔﺘﺢ
ﺣﺘﻰ ﺣﺮﻓﺖ دﺟﻠﺔ ﻋﻨﻬﺎ ﻓﺨﺮﺑﺖ واﺻﺎﺑﻬﻢ ﺑﻌﺪ ذﻟﻚ. ﻗﺎﻟﻮا وﻟﻢ ﻳﻜﻦ ﺑﺒﻐﺪاد ﻣﺜﻞ آﻮرة ﺟﻮﺣﺎ آﺎن ﺧﺮاﺟﻬﺎ ﺛﻤﺎﻧﻴﻦ اﻟﻒ اﻟﻒ درهﻢ...وﺧﻮزﺳﺘﺎن
’ﻃﺎﻋﻮن ﺷﻴﺮوﻳﻪ ﻓﺄﺗﻰ ﻋﻠﻴﻬﻢ وﻟﻢ ﻳﺰل اﻟﺴﻮاد وﻓﺎرس ﻓﻲ اوﻳﺎر ﻣﻦ آﺎن ﻃﺎﻋﻮن ﺷﻴﺮوﻳﻪ758
Konya Abideleri müellifi de bunu ‘el-meracı’ gibi görmüş:759
‘’اﻟﺠﻮﺣﻲşeklinde yazılan bu kelime ‘’ﺟﻮﺣﺎnın nispet şeklidir. Basra, Basri olduğu gibi ‘’ﺟﻮﺣﺎyi ‘ ﻣﻌﺠﻢ
’اﻟﺒﻠﺪانşu şekilde almıştır:760
Cuha; Bağdat ’ın doğusunda bir köydür. Cuha ve havalisi müthiş bir taun geçirmiştir. Cuha bin kere
seksen bin dirhem haraç veren zengin bir bölge idi.
Mısır civarında birde ‘’ﺧﻮﺧﻪHavha vardır. Fakat bir at mezarıyla şöhret alan bu yer daima ‘ ﺧﻮﺧﻪ
’اﻻﺷﻘﺮşeklinde zikredilir.761 Nispet halinde bunun da ‘’ﺧﻮﺧﻰşeklinde kısaltılması mümkündür. Fakat bizim
tahminimize göre türbenin mimari; Abbasiler’in baş şehri olan Bağdat’ın işte bu zengin Cuha kesimindendir.
Alâe’d-din Mamuresi’nin mimarlarının birisi de Dimeşklı Havlan Zade Mehmed değil midir ?
Kubbenin eteğini tam kapısının üstündeki yüzden başlamak şartıyla lacivert zemin üzerine beyaz ile
kabartma olarak yazılmış Kürsi Ayeti dolaşıyordu. Şimdi yalnız ikinci cephede ‘ ﻻﺗﺄﺧﺬﻩ ﺳﻨﺔ وﻻ ﻧﻮم ﻟﻪ ﻣﺎﻓﻰ اﻟﺴﻤﻮات
755
-Bu hususda Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar adlı, kitabımızın 210-211 sahifelerinde geniş
malumat vardır.
756
-Çetr hakkında İstanbul Sarayları adlı kitabımızın 1.cildinin 67-75 sahifelerine bakılmalı.
757
-Epıgraphie Arabe Dasie Mınure 31.nci kitabe
758
-Sahife 73.
759
-Sahife 53
760
-Cilt 3,sahife 161
761
- ‘’ﻣﻌﺠﻢ اﻟﺒﻠﺪانcilt 3,sahife 181
209
’وﻣﺎ ﻓﻰ اﻻرضüçüncüde ‘.... ﻳﺪﻳﻬﻢ ﻣﺎ......اﻟﺬي.....ذي.....’kalmıştır. Diğer cephelerde bazı döküntüler vardır. Bu çininin
altında türbenin kendi taşına çiçeklerle ve hendesi şekillerle süslenmiş bir zemin üzerine nefis bir sülüs ile
kazılmış bir kitabe vardır. Bu kitabe yalnız kapının bulunduğu cephede daha küçük harflerle iki satır halinde idi.
Farsça yazılan bu kitabenin bütün cephelerindeki parçaları dökülmüştür. Yalnız birinci cephede şu cümleler
kalmıştır: ‘... ’ﺟﻮن ﺑﺮ ﺟﻬﺪ ﻣﻠﻚ ﺟﻬﺎن آﺎﻣﺮان ﺷﺪ ﻣﺮا ﺳﻠﻄﺎن ﻣﻠﻚ ﺑﺮو762
Diğer cephelerde bazı kelimeler kalmıştır.
Birinci cephedeki iki satırlık Arapça kitabe şudur:
واﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ... ﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ763,... اﻣﺮ ﺑﻌﻤﺎرﺗﻪ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ-1
764
ﺳﻠﻄﺎن ﺑﻼد اﻟﺮوم واﻟﺸﺎم ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ أﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻋﺰ اﷲ-2
Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir:
“Bunun, türbenin imaretini (inşasını) Emirü’l-Mü’minin’in Yardımcısı’ Rum ve Şam Bilâdı’nın Sultanı,
Melikler’in ve sultanların medarı iftiharı, İslam ve Müslimler’in burhanı, din ve dünyanın izzeti müşriklerin
katili büyük sultan Kılıçaslan Zade Mesud’un Oğlu Kılıçaslan emretti. Allah kendisini aziz etsin.”
Kitabenin son satırındaki sağ olanlar için kullanılan ‘’اﻋﺰ اﷲdua cümlesinden de anlaşılıyor ki türbe
h.551-m.1156’dan, h.588-m.1192’ye kadar hükümdarlık yapan II.Kılıçaslan tarafından yaptırılmıştır. Fakat hiç
bir yerinde inşa tarihini gösteren bir kitabeye rastlamadık ya esasen kitabe yoktu veyahut bize kadar gelmemiştir.
Türbenin mahrutî kısmı tamamen mavi çinilerle kaplı idi. Cami’in damına çıkılıp ta tetkik edilirse yer yer bu
çinilerin kalıntılarına rastlanır. Bu çiniler üçken şeklinde ve uçları sivri tuğla halinde yapılmıştı. Bunlar kubbenin
yüzündeki harç tabakalarına gömülmek sureti ile kaplanırdı. Tuğlaların iyi yapışması için içlerinin birer tarafına
da oluk yapılmıştı. Şimdi türbenin önündeki molozların içinde bu tuğlalardan birçoklarını gördük. Bu çinilerin
ne vakit döküldüğü hakkında elimize henüz bir vesika geçmedi. Türbenin üç yüzü tamamen ve iki yüzü de
kısmen cami’in içinde kalmıştır. Cami tamir edilirken bu yüzlere insafsızca direk yerleri açılmıştır. Bu
muhteşem abide bakımsızlık ve ihmal yüzünden kubbesinden bedenine kadar yer yer çatlamıştır. Bilhassa
doğudaki ve kapı üstündeki cephelerindeki çatlaklıklar çok vahim bir şekil almıştır. Eğer acil bir tedbir
alınmazsa bu sanat abidesinin yerlere serilmesinden çok korkulur.
Türbenin doğu tarafında Mabedin içine açılan bir kapısı daha vardır. Dört basamaklı merdivenle çıkılır.
Türbe içerden 12 dilime bölünmüş bir daire şekli gösterir. Hacet penceresinin kıymetli oymaları ve kabartmaları
bulunan kapakları eskidir. Türbenin içinde hacet penceresinin önünden güneye doğru iki sıra halinde sekiz
sanduka vardır. Doğu taraftaki birinci sırada 6, ikinci sırada iki sanduka görülür. Sandukaların hepsi devirlerinin
çinileriyle kaplı idi. İkinci sıradakilerle birinci sıradan altıncı sandukanın çinileri tamamen soyulmuş ve yok
olmuştur. Diğer sandukaların çinileri de vaktiyle döküldüğü ve birbirlerine karıştığı için tamir esnada bunlar
sandukaların üzerlerine gelişi güzel yapıştırılıvermişlerdir. Bunlar yazıdan ve çiniden anlayan bir mütehassısın
nezareti altında sökülerek yeniden tasnif edilmeli ve yerlerine tekrar yapıştırılmalıdır. Kalbim burkularak
söylüyorum ki bu çinilerden birçok parçalar yok olmuştur. Tasniften sonra da birçok yerler açık ve çıplak
kalacaktır.
Türbelerin kapanmasından evvel birinci sırada pencerenin önünden itibaren ikinci sandukaya, Eş-Şehid
Ebu’l-Feth Kılıçaslan, üçüncü sandukaya amcası Aslan Ali, beşinci sandukaya ‘’اﺟﺪاد ﻋﻈﺎﻣﺪن آﻴﻘﺒﺎد ﺳﻠﭽﻮﻗﻰgibi
küçük etiketlerin asıldığı görülürdü. Diğerleri boştu. Sandukaların sayısına göre II. Kılıçaslan’ın yaptırdığı bu
türbenin cenazelik denilen katında sekiz ölü vardı. Bunların birçoğu mumya halinde idi. Biz bu türbeye yalnız
Konya Selçuk Hükümdarları’nın gömüldüğüne kaniiz. Buraya gömülen hükümdarların adlarını ve ölüm yıllarını
gösteren bir vesika elimize geçmedi. Çini kitabeler de çok karışıktır. Türbenin cenazeliğini gören ihtiyarlardan
işittiğime göre burada altı mumya vardı. Türbedarlar muayyen zamanlarda mumyaların örtülerini değiştirirler ve
temiz tutulmalarına riayet ederlerdi. Burası mübarek günlerde büyük ve muteber ziyaretçilere açılırdı.
Ziyaretçilerin mumyalardan bazılarının ellerini öptükleri de söylenir. Türbe II.Kılıçaslan tarafından yapıldığına
göre bu tarihten sonraki padişahların buraya gömüldükleri anlaşılmaktadır. Buraya gömülen hükümdarları tetkik
edelim:
Birinci Selçuk Hükümdarı Süleyman Şah’ın Halep için harp ederken intihar ettiği veyahut şehit
olduğu765 söyleniyorsa da cesedinin nereye gömüldüğünü tespit edemedik. Oğlu ikinci Selçuk hükümdarı
I.Kılıçaslan; 1107 Temmuz’unda (h.501) bir savaş esnasında kendisi zırhlı ve atı Bergüstevanlı766 olduğu halde
Habur Suyu’nda boğulmuştu. Sonra cesedi bu civardaki Şemsaniye Köyü’nde tabuta kondu. Meyyefarik’ıne
nakledildi. Atabeyi Mehmed orada kendisine bir türbe yaptırdı. Bu türbeye, Kubbetü’s-Sultan deniliyordu.
762
-Nokta ile gösterdiğimiz yerler; kitabe duvarla beraber çatladığı için yok olmuştur.
763
-Kırılan birinci kelimenin yerinde ‘’رآﻦve yahut ‘’ﻣﻐﻴﺚ, ikinci yerinde ‘’ﻓﺨﺮgibi bir kelime bulunuyordu. Bu kitabeyi Konya
ve Rehberi adlı eserin müellifleri (Sahife 73) birçok hatalarla ve atlamalarla okumuşlar. Birinci satırdaki ‘’ﺑﻌﻤﺎرﺗﻪyi ‘’ﺑﻌﻤﺎرةve
‘’ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻤﺸﺮآﻴﻦi atlamıştır.
764
-Bu cümle ‘’اﻋﺪ اﷲgibi de okunabilir. Yüksek bir merdivenle tetkik edilmesi lazımdır.
765
-Müneccim Başı Tarihi, cilt 2,sahife 56
766
-Bergüstevan, at zırhı demektir.
210
Oğlu Sultan Mesud; h.538-m.1144-1143 yılında babasının tabutunu Konya’ya getirmek üzere Amid’e
(Diyar-i Bekir) kadar getirdi ise de Gürcü akınları üzerine muvaffak olamamıştır. Tabutu eski yerine iade etti.
H.572-m.1177-1176 yıllarında ceset orada idi.767
Cesedin mumyalanmış olması çok muhtemeldir. Bu tabutun daha sonra Konya’ya getirildiği hakkında
bir vesikaya rastlamadık.
Üçüncü hükümdar Melik Şah’ın mezarını tespit edemedik.
Dördüncü Hükümdar I.Mesud; Amasya yakınında tesis ettiği Simere Kasabası’nda yaptırdığı türbeye
gömülmüştür.768
Şimdi harap olan bu türme Amasya’da Uç Mahallesi’nin batısındaki Narlı Bahçe’dedir. Tabutundan ve
sandukasından eser kalmamıştır.769
Beşinci Hükümdar II.Kılıçaslan; Aksaray’ı oğlunun elinden almak için muhasara ederken hastalandı.
Konya’ya dönerken 588 ylı Şaban’ının ortalarında 29 Ağustos 1192’de 80 yaşlarında olduğu halde öldü. Oğlu
I.Keyhüsrev onu kendi yaptırdığı; tetkik ettiğimiz şu türbeye gömdü. Bazı vesikalarda bu türbeye Konbet
Hane’de deniliyor. Bunun mumyalandığını kabul ediyoruz.770
Altıncı Hükümdar I.Keyhüsrev; h.607-m.1211 yılında Alaşehir önlerinde savaşırken öldürülmüştü,
cesedi tahnit edilerek Alaşehir’e gömülmüştü. Sonra babasının türbesine konuldu. Mumyasında kendisini
öldüren yaranın izleri açıkça görülüyordu.
Yedinci Hükümdar II.Süleyman Şah; ikinci sefer tedariki ile meşgul iken h.602 –m.1204 yılında
Konya’da ölmüş ve Dedesinin türbesine gömülmüştür.771
Sekizinci hükümdar III.Kılıçaslan; h.610(Şubat 1205)’da henüz buluğ yaşına erişmişken dahili savaşta
Konya’nın batısında Takkeli Dağ’ın üstündeki Kevele Kalesi’nde öldürülmüştür. Cesedi Dedelerinin türbesine
getirildi. Mumyalanıp mumyalanmadığını tespit edemedik.
Dokuzuncu Hükümdar I.Keykavus; 35 yaşlarında 616 yılı Şevval’ında (m.Kanun-u Sani-1220) Viran
Şehir’de veremden ölmüştür. Vasiyeti üzerine Sivas’ta yaptırdığı Daru’ş Şifa’nın yanındaki türbesine gömüldü.
Kardeşi onuncu hükümdar I.Alâe’d-din Keykubad; h.634-m.1236 yılında Kayseri’de Meşhed sahrasında
zehirlenerek öldü. Cesedi Konya’ya getirilerek mumyalanmış ve Kümbet Hane’ye gömülmüştür.
Oğlu II.Keyhüsrev; h.643-m.1246 yılında 25 yaşlarında Alâiye’de ölmüştü. Cesedi Konya’ya getirilerek
sultanlar türbesine gömülmüştür.772
On ikinci hükümdar II.Keykuvus; Bizans’ta menkub iken teyzesinin kocası Kırım Hanı Burke’in
istemesi üzerine Kırım’a gitmişti. Henüz yolda iken Burke Han ölmüştü. Oğulları bunun gelişini meşum sayarak
onu Bahçe Saray’a sokmadılar. Sahilde bir şehirde on sekiz sene yaşadı ve h.678-m.1278 yılında burada öldü.
Türbesinin nerede olduğunu tespit edemedik.
On üçüncü hükümdar IV.Kılıçaslan; 28 yaşlarında h.664-m.1268 yılında Uluborlu’da çadırda yay kirişi
ile pervane tarafından boğdurularak öldürüldü. Cesedi Konya’daki Dedelerinin türbesine gömüldü.
On dördüncü hükümdar II.Keykubad; Batu Han’a giderken Kıpçak yolunda zehirlenerek öldürüldü.
Cesedinin nere gömüldüğünü ve türbesinin nerede olduğunu tespit edemedik.
On beşinci hükümdar II.Keyhüsrev; İlhan’ın fermanı ile h.682-m.1283 yılında Erzincan’da katledilmiş,
cesedi Konya’ya getirilerek Sultanlar Türbesi’ne gömülmüştür.
On altıncı hükümar II.Mesud’un Amasya’da Havza Simresi’nde metfun olduğu söyleniyor.773
On yedinci hükümdar III.Keykubad; h.702-m.1302 başlarında İsfehan’da maiyetindekilerden birisi
tarafından yaralanarak öldürüldü. Mezarının nerede olduğunu tespit edemedik. On yedi Selçuk hükümdarının
sekizinin bu türbeye gömüldükleri anlaşılmaktadır.
Türbede altı mumya bulunduğuna göre III.Kılıçaslan ile III.Keyhüsrev’den başka isimlerin yukarıda
verdiğimiz altı hükümdarın cesetleri mumyalandığı anlaşılmaktadır. Anadolu Selçuk Hükümdarları’nın tahta
oturuş sıralarına göre yaptığımız şu tettiki hülasa edersek bu türbede mumyaları ve tabutları bulunan
hükümdarlar şunlardır:
II.Kılıçaslan’ I.Keyhüsrev, II.Süleyman Şah, III.Kılıçaslan, I.Keykubad, II.Keyhüsrev, IV.Kılıçaslan ,
III.Keyhüsrev
Hükümdar mumyalarının İstiklal Savaşı’ndan sonra bir suikaste maruz kaldığını üstadım Müzeler ve
Kütüphaneler Umum Müfettişi Merhum Ahmed Tevhid Bey’den dinlemiştim. Özet olarak diyordu ki:
“Konya Müze ve Kütüphaneleri’ni tetkik ederken bir gün Dede Bahçesi’nin arkasındaki Tac-ı Veziri
Türbesi’ndeki mezar kitabelerini okumaya gitmiştim. Türbenin içinde birçok cesetler gördüm. Bazılarını
767
- Müsameretü’l-Ahbar ve Müsayeretü’l-Ahyar, sahife 29 ve İslam Ansiklopedisi I.Kılıçarslan maddesi
768
-Müneccimbaşı cilt 2, sahife 560
769
- Amasya Tarihi. cilt 1 sahife 199,416
770
-İslam Ansiklopedisi Kılıçarslan II.maddesi Tarih-i Ebu’l-Fida cilt 3, sahife 82
771
-İbn -i Bibi Tercümesi, sahife 38
772
-Alâiye adlıkitabımız
773
-Amasya Tarihi, cilt 1,sahife 200
211
köpekler çekiştiriyordu. Bunlar mumyalardı. Birinin Alaşehir’de şehit olan Keyhüsrev’in mumyası olduğu
böğründeki hançer yarasından belli idi. Doğru Vali İzzet Bey’e gittim. Anlattım. Kaldıracağını vaat etti. Sonra
türbeye bir daha gittim. Mumyalar köpeklerin elinde idi. Yine İzzet Bey’i ziyaret ettim, ricamı tekrarladım.
Üçüncü gidişimde mumyalar yoktu. İzzet Bey’i gördüm.
- Beyefendi! Dedi. Mumyaları kaldırttım.
- Ne yaptınız? Dedim. Şu cevabı aldım:
- Feridiye Karakolu Komiseri onları gömdürmüş! Üstad Merhum bunların nereye ve nasıl gömüldüğünü
tespit edememiş. Öğrendiğime göre eski eserlere meraklı bir adama:
Selçuk Hükümdarları’nın parmaklarında yüzükleri vardır. Çok para eder! Demişler o da mumyaları
çuvallara doldurarak bu türbeye getirmiş ne yaptı ise yapmış, manevi değerleri kadar maddi değerleri de yüksek
olan Selçuk Hükümdarları’nın mumyaları böylece yok olup gitmiştir. 1944 yılında Tarih Kurumu türbeye tahta
kapı yaptırmış, Konya Müze İdaresi şimdi bu kapıyı tuğla ile ördürmüştür.
774
-Bu hususta Kitabeleri ve Abideleri İle Erzurum adlı kitabımızın 402 sahifesinde geniş malumat vardır.
775
-Kitabe yeni harflerle şöyle yazılır;
1-Bir Nihal-i Şecer-i Hazret-i Mevlânâ kim
2-Post-nişin-i Dergeh-i Ceddi O Vahid Çelebi
3-Arz-ı Hidmet eylebüp Hazret-i Ateşbaz’a
4-Etdi nezdinde bina tekye rızadır talebi
5-Çaker-i Kemteri Sıdkî iderek arz-ı niyaz
6-Dedi tarihini ‘bu gülşen-i feyz-i edebi’131
212
Şair Sıdkı776 Dede’nin bu tarih kitabesi bize şunları öğretmektedir: Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî
dergahı postnişini Vâhid Çelebi; Ateşbaz Türbesi’nin yanına son mısra’daki ‘’ﺑﻮ آﻠﺸﻦ ﻓﻴﺾ ادﺑﻰterkibinin ifade
ettiğini h.1315-m.1897 yılında bir tekke yaptırmıştır. Filhakika bu kapıdan girince solda gördüğümüz iki katlı
çatı örtülü bina Vâhid Çelebi’nin yaptırdığı tekkenin ayakta kalan parçasıdır. Sağda Ateşbaz’ın türbesi vardır.
Sekiz yüzlü türbenin altı tamamen muntazam ve kırmızımtırak kesme taş, mahrutî olan üst kısmı tuğla ile
yapılmıştır. Türbenin ve altındaki cenazelik, bodrum katının kapıları kuzeye açılır. Bu bodrum kapısının kemeri
yekpare taştır. Burada Ateşbaz’ın merkatı görülür. Üstüne tuğla ile bir sanduka yapılmış ve adi harçla
sıvanmıştır. Bu katın kapısının sağından ve solundan ikişer basamaklı taş merdivenli asıl türbenin kapısına
çıkılır. Türbenin dört köşesinde Parsana yolu üzerindeki Kesikbaş Türbesi’ninki gibi birer, müselles halinde
dışarıya taşan parçaları görünür. Türbenin mahrutî kubbesi, eşleri gibi çok yüksek ve sivri değildir. Bu bakımdan
Enteresan bir tiptir. Türbenin kıble tarafına tek bir penceresi vardır. Bu pencerenin; dış tarafından üstüne
yerleştirilen mermerde Selçuk Sulusuyla şu beş satırlık Arapça kitabesi okunur:
هﺬا اﻟﻘﺒﺮ-1
اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺷﻤﺲ-2
777
اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ ﻋﺰ اﻟﺪﻳﻦ ا-3
ﺗﺶ ﺑﺎز اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻓﻲ ﻣﻨﺘﺼﻒ ﺷﻬﺮ رﺟﺐ-4
ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ ﻏﻔﺮ اﷲ-5
Birçok noktalarda Arap Dili kaidesine aykırı düşen bu kitabeye göre burası 684 yılı Receb’inin
ortalarında ölen Ateşbaz Yusuf İbn İzze’d-din’in kabridir. Kitabede ‘’ﻗﺒﺮkelimesi şimdiki anlamına göre
‘’ﺗﺮﺑﻪmânasına kullanılmıştır.
Türbenin içi 47 yıl evvel Vahit Çelebi zamanında sıvanmış ve Tanrı’nın Peygamber’in ve dört yâr’in
isimleri yazılmıştır. Türbenin içinde kıble tarafında ve pencere önünde tahta bir sanduka ve baş ucunda yeşil
sarıklı bir Mevlevî sikkesi vardır. Tekkeyi evkaftan seneliği 35 liraya kiralayan Abdi Çavuş’un yardımı ile bu
sandukayı yerinden oynattım ve kaldırdım. Saman yığınlarının altından Selçuk tarzında yapılmış sülün endamlı
som mermer bir sanduka meydana çıktı. Sanduka, gerek işlenme tarzı ve gerek üstündeki yazıların nefaseti
bakımından bir sanat şaheseridir. Her yüzüne üç satır halinde kapı tarafında ki yüzünün üst tarafının besmele ile
başlamak suretiyle Kürsi Ayeti yazılmıştır.
Baş tarafına:
هﺬا اﻟﻘﺒﺮ
اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ
ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ ﻋﺰ اﻟﺪﻳﻦ
Ayak tarafına:
ﻓﻲ ﻣﻨﺘﺼﻒ
ﺷﻬﺮ رﺟﺐ
ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Yazılmıştır.
Bu kitabe ifade ettiği mana itibarı ile pencerenin üstündeki kitabenin aynıdır. Ateşbaz şöhretini taşıyan
bu zatın adı Şemse’d-din Yusuf babasının ki İzze’d-din’dir.
Şemse’d-din Yusuf; Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî’nin muasırıdır. Mevlâna’dan on bir sene sonra ve II.
Sultan Giyasü’d-din Mesud zamanında ölmüştür.
Bu zata mezar ve türbe taşlarına kadar geçen ‘Ateşbaz’ vasfının niçin verildiği hakkında şimdiye kadar
elimize güvenilir bir vesika geçmedi. Ateş oyunları yaptığı veyahut matbahda meşgul olduğu için böyle
vasıflandırıldığı hakkında ağız rivayetleri vardır. Kendisi aslen Lârendeli (Karamanlı) imiş, Mevlâna Celâle’d-
din-i Rumî ve bbası ile beraber Konya’ya gelmiştir. Mevlâna hizmetinde aşçılık yaptığı da rivayetler arasındadır.
Türbenin bahçesi eskiden çok mâmurdu. Ankara’da Kuyud-ı Hakaniye Arşivi’nde bulunan 256 numaralı Fâtih
devrine ait Karaman İli defterinde sahife 71’de Beyşehri’nde bir Ateşhar Mescidi’ne rastlıyoruz. Şemse’d-din
Yusuf ateş ile oynadığı gibi bu mescidin banisi de zahir ateşi yermiş.
776
-Sıdkî Dede Mesnevîhan ve Sultan Selim Camii’nin hatibi idi. Her Cuma hutbesini öteden beri zemin ve zamana göre
kendisi hazırlar ve söylerdi. Türkçe, Arapça ve Farsça bilirdi, aynı zamanda şairdi. 1933 yılında ölmüş ve Üçler mezarlığına
gömülmüştür.
777
- Doktor J.h.Löytved bu kitabeyi ve kapının üstündeki kitabeyi bir çok yanlışlarla okumuştur. Mesela ‘’ﺁﺗﺶ ﺑﺎزterkibini
‘ ’ﻳﺴﻴﺮşeklinde kopya etmiştir. Dördüncü satırdaki ‘’ﻣﻨﺘﺼﻒkelimesini de atlamıştır. Konia Inschrıften der seldschuıschen
Bauten sahife 28 Garbin ünlü müsteşriki Clemant Huart da Epigraphıe Arabe D’asıe Minaure adlı eserinin 82 ve 83.
sahifelerinde her iki kitabeyi Löytved’den daha bozuk bir şekilde ve birçok hatalar ile okumuştur. Başlarında büyük şöhret
haleleri taşıyan bu âlimlerin bütün hatalarını düzeltmek için sahifelerle yazı yazmak lazımdır. Biz burada yalnız işaret
etmekle iktifa ediyoruz. Bu meşhurların hatalarını görmek isteyenler kitabenin fotoğraf ile karşılaştırma yapabilirler.
213
Türbe; Şems-i Tebrizi türbe ve mescidinin 25 metre kadar doğu kuzeyindedir.
Altı muntazam kesme taşla üst kısmı tuğla ile yapılan, yuvarlak kubbeli bu türbeni kapısı batı tarafına
açılmaktadır. Kapısı beyaz mermerle kemerlenmiştir. Üç pencereden ışık alan türbenin kubbe üstü dışarıya taşan
münferit tuğlalarla süslenmiştir. Kapısının üstünde ve içinde hiç bir kitabesi bulunmayan, Osmanlı Türkleri’nin
Konya’daki ilk eserlerinden bulunan bu türbeyi şimdiye kadar hiç kimse dile getirememiş, yatanını, yaptıranını,
yatırını, yapıldığı tarihi tespit edememişti. Mehmet Önder; Kızlar Türbesi adı ile bilinen Karaman- Osmanlı
devri türbeleri tipindeki bu türbenin kime ait olduğunun bilinemediğini, söylüyor.778
Biz h.915-m.1505 tarihli vakfiyesine dayanarak bu türbenin Emir İshak için yapıldığını tespit ettik.
İçinde bulunan kitabeli mezar taşı yok edilerek burası zaviyenin ambarı haline getirilmişti.
İshak Bey’in karısı olduğunu tahmin ettiğimiz Hatice Hatun da kendi adını taşıyan torunu ve başka bir
kadın bu türbenin şimalideki başka bir türbede metfundurlar. Bu ikinci türbe 1944 yılında yıkılmıştır.
778
- Mevlânâ Şehri Konya, sahife 222
779
-Regaibü’l-Menakip. Konya Müze Kütüphanesi, no 5/20 D.S.71
780
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt M, sahife 179 ve 186.
781
-Menakib-i Hazret-i Mevlânâ Celale’d-din Rumî, sahife 26
782
-Bunun Turgudoğulları’ndan Pir Bey’in oğlu olduğunu tahmin ediyorum. Turguoğlu Türbesi’nde de: ‘ ﻧﻮ ﺟﻮان ﻧﺎزﻧﻴﻦ ﺣﺴﺎم
’اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﺣﺴﻦ ﺑﻚ ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻜﺒﻴﺮ ﻣﻴﺮ ﺣﺴﻴﻦ ﺑﻚin bir mezar taşı vardır.
214
Türbe; Fakıh Dede Mahallesi’nde Yunusoğlu Sokağı’nın sonunda ve girerken sağdadır. Türbenin alt
kısmı dört köşeli bir plana göre ve adi taşla yapılmıştır. Bir az sonra köşeler sekizleşmektedir. Bu kısım mahrutî
kubbe eteğine kadar muntazam kesme taşla, kubbe ise tuğla ile yapılmıştır. Kubbenin zirvesindeki taş alem
şayanı dikkattir. Türbenin altında cesetlerin konması için bir bodrum kat vardır. kapısı toprak altında kalmıştır.
Türbe yapılırken Bizans devrine ait mimari bir eserin döküntülerinden fazlaca istifade edilmiştir. Kapının bir
sövisi; üstünde salip bulunan bir lahit parçasıdır. Solundaki duvarda kullanılan bir taşta büyük bir tavuk kuşu
kabartma parçası göze çarpar. Kapının üstünde tuğladan kemer şeklinde örülmüş bir çerçevenin ortasında beyzî
bir kitabe taşı vardır. Kitabenin üstünü devrinin en kıymetli bir çini ve mozaik tablosu süsler. Sanatkâr mavi,
mor ve siyah renkli çinilerle buraya meşe dalları, incir yaprakları ve hendesi şekiller işlemiştir. Bu tabloda
çiçekli bir baharın canlandığı görülür. Süsler arasına kar şekillerine benzeyen parçalar vardır. Mimar Sinan bu
şekilleri İstanbul’da Sultan Selim Camii’nin kıble tarafında Yavuz’un Türbesi’nin karşısına yaptığı Şehzadeler
Türbesi’nin çinilerine tatbik etmiştir.
Nefis bir sülüs ile yazılan altı satırlık kitabesi şudur:
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ-1
اﻟﺸﻴﺦ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎرف اﻟﻤﺤﻘﻖ ﺑﺪﻗﺎﻳﻖ-2
اﻟﻌﻮارف واﻟﻤﻌﺎرف اﻟﻤﺘﻮﺟﻪ ﺟﻬﺔ اﷲ ﺑﺎﻟﻘﺎﻟﺐ واﻟﻘﻠﺐ-3
اﻟﻤﺘﻔﺮد ﻓﻲ زﻣﺎﻧﻪ ﺑﺎﻟﺘﻮﻓﻴﻖ واﻟﻮهﺐ اﻣﻴﺮ اﻟﺒﺪﻻ واﻟﻤﺠﺬوﺑﻴﻦ رﺋﻴﺲ-4
اﻟﻨﺠﺒﺎء واﻟﻤﺴﻠﻮﺑﻴﻦ ﺑﺮهﺎن اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﻓﻘﻴﻪ ﭘﺎﺷﺎ ﺑﻦ ﻋﻴﺴﻰ-5
ﻗﺪاﻧﺪرج ﻳﻮم اﻻﺛﻨﻴﻦ ﻓﻰ أواﺳﻂ ﺷﻬﺮ رﺑﻴﻊ اﻻول ﺳﻨﻪ ﺳﺘﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ-6
Kitabeye göre burası; ‘860 yılı Rebiü’l-evvel’inin ortasında Pazartesi günü ölen bilgin, bildiği ile amel
eden, bilinecek şeylerin bütün inceliklerine inen, kalbiyle kalıbıyla Tanrıya yönelen, Tanrı’nın yardımı ve
bağışıyla zamanında tek olan abdal ve meczupların emiri, Arısoylar’ın reisi, din ve milletin burhanı İsa Oğlu
Şeyh Fakih Paşa’nın Türbesi’dir.’ Son zamanlarda yayınlanan bir kitapta bu kitabe korkunç hatalarla
neşredilmiştir: İkinci satırdaki ‘’ﺑﺪ ﻗﺎﻳﻖkelimesi ‘’ﻗﺎﺑﻖ ﺑﺬ, üçüncü satırdaki ‘’اﻟﻤﻌﺎرفkelimesi ‘’اﻟﻤﻌﺮفyazılmış ve
dördüncü satırın sonundaki ‘’رﺋﻴﺲkelimesi okunamamış, son satırdaki ‘’ﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪi de ‘ ’ﺛﻤﺎﻧﻤﺎﺋﺔyapmıştır. Bu haliyle
kitabeyi de kendisinin doğru okuduğunu iddia etmiştir. Doktor j.h. Loytved bu kitabeyi üç yanlışla kopya
etmiştir: Üçüncü satırdaki ‘’ﺟﻬﺔkelimesini ‘’رﺣﻤﺔve beşinci satırdaki ‘’ﭘﺎﺷﺎ ﺑﻦkelimelerini ‘’ﭘﺎرﺳﺎokumuştur.
Buraya koyduğumuz fotoğraf ile okuyuşumuz karşılaştırılınca müsteşriklerin hataları kolayca anlaşılır. Filhakika
Farsça ‘parsa’ mütedeyyin ve salih adam anlamınadır, amma Arapça bir metinde bunun yer almasına imkan
olmadığı gibi yazının sitili de bunun böyle okunmasına katiyen müsait değildir. Müsteşrik bir şeyhe paşa
denilmesinin manasını anlayamamış olacak ki kelimeyi bu şekilde okumuştur. Hâlbuki Türkler ilk doğan çocuğa
da Paşa derlerdi.783 Konya’da Pir Esat Zaviyesi’ne vakıf tesis eden Muhsin Zade İbrahim ve Musa Paşalar’da
resmi devlet hizmetinde olmayan birer şeyh idiler. Bu kelime kadınlar için de kullanılır.784
Bu hususta vakfiyelerde, kitabelerde, tarih kitaplarında sayısız örnekler bulunabilir. Kitabede devrin
hükümdarı olan Karamanoğlu İshak Bey’in adı geçmiyor. Dikkat edilirse şeyhlerin ve din reislerinin türbe ve
hayır müesseselerinin kitabelerinde çok kere hükümdar adlarına yer verilmiyor. Hoca Fakıh, Şeyh Alaman Türbe
kitabelerinde olduğu gibi.
Türbenin üç tarafına açılan pencerelerin üstlerinde renkli mozaikler vardı. Kıble penceresininkiler
çalınmıştır. Sağdaki pencerelerin çinileri oldukça sağlam kalmıştır. Doğu penceresinin üstünde arta kalan bazı
mavi çini parçaları görülmektedir. İçeride tuğla ile yapılmış ve üstü beyaz harçla sıvanmış tek bir sanduka vardır.
Başucuna yerleştirilen mermerde dört satır halinde şu hadis okunur:
ﻳﺎ اﷲ ﻳﺎ ﻣﺤﻤﺪ-1
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم-2
اﻟﻤﺆﻣﻨﻮن ﻻ ﻳﻤﻮﺗﻮن ﺑﻞ-3
ﻳﻨﻘﻠﻮن ﻣﻦ دار اﻟﻰ دار-4
Bu kitabe; Akçeşme’nin arkasında Dede Bağı’ndaki Mahmud Çelebi Türbesi’nin kitabesine
benzemektedir. Türbenin arkası mezarlıktı. Doğusunda da Saraç Oğlu Medresesi vardı. Bu medreseyi Saraç
Zade Abdü’l-kerim yaptırmıştı. Konyalı antikacı Nure’d-din Rüştü bu medrese için bir tarih kıtası söylemişti.
Şimdi medrese yıkılmış ve yeri satılmıştır. Türbenin ittisalindeki çeşme ve namazgah gibi mescitte mimari
kıymetleri olmadığı için yıktırılmıştır. Fakıh Dede burada bir de zaviye yaptırmıştı. H.881-m.1476 yılında Konya
Evkafını yazan heyet İl Yazıcı Defteri’nde bu zaviyeyi tetkik ederken vakfiyesini görmüştür. O vakit zaviyeye
Süleyman Fakıh tasarruf ediyormuş, Altunba civarında bir vakıf bağı varmış. Türbenin çinilerinden biz şu
manayı çıkarıyoruz: Karamanoğulları Selçuklular’dan devir aldıkları çinicilik sanatını yaşatmışlar ve ona iyi bir
intişaf da vermişlerdir.
Burhane’d-din Fakih Paşa hakkında şimdilik daha fazla bilgimiz yoktur.
783
-Amasya Tarihi. Cilt 2 sahife 317
784
- Konya’da Hatice Paşa Bint-i Abdü’l-kadir’in bir zaviyesi vardır. Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi defter no:256
215
KEYKÂVUS KIZI TÜRBESİ
Bu mamure; Alâe’d-din Tepesi’nin kuzeyinde Ferhuniye Mahallesi’nde Başara Bey Mescidi’nin
yakınındadır. Adi taş ve kerpiçle yapılan binanın üstü kara örtülü damdır. Kapısının üstündeki mermerde beş
satır halinde talik ile yazılmış şu kitabe okunmaktadır:
اﺷﺒﻮ ﻣﺴﺠﺪ ﺷﺮﻳﻒ دروﻧﻨﺪﻩ آﻲ ﺗﺮﺑﻪ دﻩ دﻓﻴﻦ ﺧﺎك ﻋﻄﺮﻧﺎك اوﻻن-1
ﺁ ِل ﺳﻠﭽﻮﻗﺪن آﻴﻜﺎوس اﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺣﺮﻣﻲ وآﺮﻳﻤﻪ ﺳﻲ ﻓﺎﻃﻤﻪ وﺳﻮد-2
واﻟﺪﻩ ﻟﺮﻳﻨﻚ ﻣﻘﺒﺮﻩ ء ﻣﻨﻴﻔﻪ ﻟﺮﻳﺪر-3
روﻣﻲ1325 – ﺗﺎرﻳﺦ إﻋﻤﺎري ﺳﻨﻪ700 ﺗﺎرﻳﺦ ﻋﺘﻴﻖ-4
. اوﻗﺎف ﻣﺤﺎﺳﺒﻪ ﺟﻴﺴﻲ ﭘﺎﺷﺎ زادﻩ اﻳﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ وﻣﺘﻮﻟﻴﺴﻲ ﻣﻌﺮﻓﺘﻴﻠﻪ ﺗﺠﺪﻳﺪا اِﻋﻤﺎر اوﻟﻨﻤﺸﺪر-5
Bu kitabe bize yapının hüviyetini ve tesis maksadını biraz anlatmaktadır.
Burasını ikinci defa h.655-m.1257 yılından h.663-m.1264 yılına kadar hükümdarlık yapan
II.Keykavus’un kızı Hand Fatma Hatun; anası için türbe olarak yaptırmıştır. Bu türbe vakfiyelerde, vakıf tedavül
kayıtlarında ve arşiv vesikalarında Ferhuniye, Hatuniye, Keykavus Kızı, Hand Fatma Hatun, Fatma Hatun
Türbesi şekillerinde adlandırılmaktadır. Burasının kağıt üzerinde tespit edilmeyen ve fakat ağızlarda yaşayan bir
adı Süt Tekkesi’dir.
Burası ikinci meşrutiyetin ilk yıllarına kadar bir çöplük halinde idi. 1325 Rumî yılında Vâhid Çelebi’nin
de manevi yardımlarıyla bugünkü gördüğümüz bina yapılmış ve mescid halinde ibadete açılmıştır. İçinde üç
yatır vardır. Fakat hiç birinin kitabesi yoktur. Hand Fatma Hatun’un vakfiyesinden burada validesinin gömülü
olduğunu katiyetle öğreniyoruz. Fakat validesinin adı ölüm yılı belli değildir.
Kendisinin öldükten sonra buraya gömüleceği vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Üçüncü yatırın hüviyetini
açıkça gösteren bir vesika elimize geçmedi. Fatih ve II. Bayezid, I.Selim, Kanunî ve III. Murad zamanlarında
yapılan Konya Tahrirleri’nde Keykavus Kızı Türbesi’ne müstakilin rastlamıyoruz. Fakat bu Selçuk kızının
Dâru’l-Huffaz’ını faaliyet halinde görüyoruz. Fatih ve Bayezid İlyazıcı Defterleri’nde bu müessese ‘ دار اﻟﺤﻔﺎظ
’ﻓﺎرﺧﻮﻧﻴﻪ ﻓﺎﻃﻤﻪ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ785 şeklinde tespit ediliyor. Her iki devrin Tahrir Heyetleri vakfiyeyi
görmüşler. Fatih zamanında Dâru’l-Huffaz’ın mütevellisi; Fatma Hatun’un azatlı köle çocuklarından Mehmed
Çelebi, Bayezid zamanında yine azatlı çocuklarından Ahmed Çelebi ile Lütfi Çelebi idiler. Vakfiyeye göre
Dâru’l-Huffaz’ın geliri dörde taksim edilmektedir. Bir rub’u mütevelliye, bir rub’u mektepte okuyan hafızlara ve
türbenin kandilini yakana, mütebakisi de Hand Fatma Hatun’un azatlı kölelerine ve bunların çocuklarına
verilmektedir.
Fatih; defterine göre Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne tabi Kayser Oğlanı’ Ekizce’ Yenice’ Lârende’ye
Tabi Botsa’ Kızılcaköy’ Seydişehri’ne tabi Şeker Armudu’ Ova’786 Belviran’a tabi ‘ ’?آﻤﻮلViran Köyleri’nin ve
Konya’nın Selyıgar Çayı yakınındaki Hasan çiftliğinin Selver Irmağı mukataasının ve Bağ-ı Sultaniye bitişik bir
bağla yine Selverde bir tarlanın gelirleri bu Dâru’l-Huffaz’ın ve türbenin yaşamasına tahsis edilmiştir. Biz Hand
Fatma Hatun’un Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 596 numaralı defterin 146-151. sahifelerinde
134 ve 146 sıra numaralarında kayıtlı iki vakfiyesini bulduk. 151. sahifedeki vakfiyenin bir suretini de Konya
Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir numaralı defterin kırk ikinci sahifesinde gördük.
Her üç vakfiye de Arapçadır. Arapça bilinmeyen çok cahil bir katip tarafından kopya edildikleri için
çok zorlukla okunuyorlar, Gramer ve imla hatalarıyla oludurlar. Bazı yerlerini de ancak karinelerle okumak ve
mana çıkarmak mümkündür. Bazı atlamalar da vardır. 146 sıra numarasını taşıyan vakfiyeyi; Karaman
Kadıaskeri Mehmed İbn Mehmed imzalı fakat mühürsüz olan aslı ile karşılaştırmış, Konya Kadıları Mehmed İbn
Ahmed Eş-Şafi’i, Şeyh Ali İbn Mecdü’d-din şer’an uygunluğunu tasdik etmişler. İmza yeri açık kalan başka bir
kadı da kendisine arz edilen vakfiye suretinde bazı ilave ve tadiller gördüğü için Süleyman Şehri Kadısı Mehmed
İbn Ahmed İbn Süleyman tarafından tasdik edilen ve mütevellinin elinde bulunan seksen satırlık asıl nüsha ile
karşılaştırma yaparak onaylanmıştır.
Bu vakfiyelerde Fatma Hatun’un adı şöyle geçmektedir: ‘ اﻟﺴﺖ اﻟﺮﻓﻴﻌﺔ ﻣﻠﻜﺔ اﻟﻤﺨﺪرات ﺗﺎج اﻟﺨﻮاﺗﻴﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﺧﻮاﻧﺪ
’ﻓﺎﻃﻤﻪ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ ﻣﻌﻈﻢ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻲ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki suretle vakıflar arşivindeki 136 numaralı vakfiye bir nüshadan kopya
edilmiş olacaklar ki 866 yılı Cumadie’l-ula’sı başında tanzim edilmiş gibi gösteriliyorlar. Bu tarihlerde hata
olduğu pek aşikardır. Eğer bunlarda bir tahrif kastı yoksa mutlaka cahil kopyacının fahiş bir okuma hatası vardır.
II.Keykavus’un kızına iki asırdan fazla bir ömür bahşetmiştir. Herhalde bu tarih ‘’ﺳﺘﻪ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪolacaktır.
Katip ‘’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪyı ‘’ﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪgibi okumuştur. 146 sıra numarasındaki vakfiye h.700-m.1300 yılında tanzim edilmiştir
785
-Fatma Hatun Sultan Alâa’d-din Keykubad’ın kızı değil onun Oğlu’nun Oğlu’nun kızıdır. Birinci Keykubad Selçuklular
sülalesinin en kuvvetli, en büyük ve en çok ümrün eseri bırakan bir hükümdarı olduğu için Selçuk İmparatorluğu’nun ikinci
kurucusu sayılmış ve birçok şeyler ona nispet edilmiştir. Başka Selçuk hükümdarlarına ait birçok din, irfan ve içtimai yardım
müesseseleri onun eseri gibi gösterilmiştir. Anadolu’nun birçok yerlerinde Sultan Alâa’d-din Camileri, Mescidleri ve
Medreseleri vardır. İmparatorluk aileleriden birisinin nesebi tespit edilirken şecereyi kısaltmak için ortadaki Dedeleri
atlayarak zinciri en şerefli ve en büyük babaya bağlamak bir gelenektir. Mesela Osmanlılar’dan II.Bayezid yazılırken “Sultan
Bayezid İbn -i Mehmed İbn -i Murad İbn -i Osman” denildiği gibi bu da ihtisar maksadıyla “Fatma Hatun bint-i Sultan
Alâa’d-din” şeklinde tespit edilmiştir.
786
- Üç Belviran vardır:a-Ova Belviranı,b-Akbelviran, c-Dağbelviran
216
ki bugünkü türbenin üzerindeki tarihe uyduğu için bu tarih doğrudur. Selçuk Devleti’nin son çökme ve yıkılma
yılı olan 700 senesinde hayatta bulunan Fatma Hatun vakfını bu sene tesis etmiştir. Vakfiye, Azatlı kölelerinden
İftihare’d-din Cevher İbn Abullah, Melikü’l-Ümera Süleyman İbn Şerif, Sahib Ata Fahre’d-din Ali’nin
azatlılarından Seyfü’d-din İbn Abdullah, Ahmed İbn Hüseyin, Feysal İbn Balaban, Mehmed İbn Süleyman, İsa
İbn Abdullah, Eşref İbn Süleyman, İsa İbn Musa ve Konyalı Mehmed İbn Said’in şahadetleriyle tanzim
edilmiştir. Selçuk Hanedanı’nın bu en son vakfiyesi birçok bakımlardan önemlidir.
Türbe yapılan yer meşhur Selçuk Müneccimi Esirü’d-din’in evi idi. Vakfiyede bu; şu cümlelerle
gösterilmiştir: ‘’واﻧﻬﺎ وﻗﻔﺖ اﻳﻀﺎ اﻟﺪار اﻟﻤﻌﺮوﻓﺔ ﺑِﺄﺛﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ اﻟﻤﻨﺠﻢ اﻟﺘﻲ ﻓﻴﻬﺎ ﻗﺒﺮ أﻣﻬﺎ ﻋﻠﻰ ﻋﺘﻘﺎﺋﻬﺎ وﻋﻠﻰ اﻟﻤﺘﻮﻟﻰ
Müneccim Esirü’d-din; Emir Celale’d-din Karatâyî’nın zamanında adı birçok siyasi hadiselere karışan,
bir aralık bir sandık içinde deveye yükletilerek Baycu Noyan’a kaçan ve entrikalar çeviren bir adamdır.787
Evinin bahçe sınırları da Aligav Tekkesi’ne kadar ulaşıyordu. Fatma Hatun bu vakfiyesi ile Konya,
Antalya, Lârende, İstanos’daki birçok köy, çiftlik, üzüm bağı, köşk ve evlerini bütün haklarıyla, gelirleriyle
anasının türbesine Konya’da ikamet ve örfe göre muayyen zamanlarda türbede hizmet etmek şartı ile kanisinin
ve anasının Erkek ve kadın bütün azatlı kölelerine vakfetmiştir. Konya’dan ayrılan azatlıları bu vakfın gelirinden
istifade edemeyeceklerdir. Vakfiyede has isimler çok bozuk yazıldığı için bunları doğru olarak nakletmeye
imkan bulamıyorum. Vakfedilen yerler arasında Konya’ya bağlı Selver- Hasan’ Emir Aziz’ Beş Kilise’ Kayser
Oğlanı’ Ekizce’ Niğde’ye bağlı Kızıl Mescit’ Göktaş’ Lârende’ye bağlı Sübaruk’ Korucu’ Kamil Oklu’ Akviran’
Salur’ Kızılca’ Gurgurum’a bağlı Armutlu’ Aksaray’a bağlı Pelüt Ağacı köyleri ile Antalya’ya bağlı üç köy,
İstanos’a bağlı Hacı Köyü, Antalya ve Konya’da iki köşk, Konya’da Selver Kasrı Bağı ve Şaraphane denilen bir
ev vardır.
Son tedavül Kayıtlarında bunun evkafı arasında yalnız Konya’nın Hasan ve İsmil Köyler’i ile
Karaman’ın Gaferiyad Nahiyesi’ne bağlı Zosta ve Ilıca Kuyusu -diğer adıyla- Kızılcakuyu ve Seydişehir’e bağlı
Armudlu Çiftlikleri zikredilmektedir.
Vakfiyeye göre evkafın bütün gelirleri dörde bölünecektir. Bir bölüğü türbenin döşemesi, kandilleri,
mumları, yağları ve mübarek gecelerde verilecek sadaka, imam, müezzin ve ferraşın maaşları için ayrılacak, bir
bölüğü de evkafı için mütevelli tayin ettiği kendi azatlılarından Şücaü’d-din Uğurlu İbn Abdullah’a ve
ölümünden sonra evladına ve evladı evladına verilecek, geri kalan iki bölük de kendisinin ve anasının erkek ve
kadın azatlılarına ve kendilerinden sonra çocuklarına tahsis edilecektir. Fatma Hatun’un kendilerine dörtte bir
gelir vakfettiği azatlılar ve azatlı çocukları arasında çok enteresan adlar taşıyanlar vardır. Bunları aşağıya
sıralıyorum:
Fatma Hatun’un erkek azatlıları; İftiharü’d-din Gevher, Hoca Sabih İbn Abullah, Alemü’d-din Fakih
İbn Yakup’ Şemsü’d-din İbn Şücaü’d-din Uğurlu ve kardeşi Ali, Aksungur İbn Abdullah, Aybekir İbn Abdullah,
Alemü’d-din Şeyh İbn Abdullah, Osman İbn Karaca, Evren İbn Davud. Bu son iki adamın babaları Fatma
Hatun’un azatlılarıdır. Anasının da Fahru’d-din Ayaz İbn Abdullah ve Bedrü’d-din İbn L’ül’ü adlı iki azatlısı
vardır.
Fatma Hatun’un vakfettiği Müneccim Esirü’d-din’in evinde mütevelli Şücaü’d-din Uğurlu ve evlatları
ile Şücaü’d-din Uğurlu’nun ve kendisinden sonra çocuklarının tensip edecekleri Fatma Hatun’un anası’nın
azatlıları ve çocukları oturacaklardır. Vakfiyedeki bir şarta göre vakfın mütevellileri Şücaü’d-din Uğurlu’dan
sonra da bunun erkek ve kadın evladı olacaklardır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir kayda göre 1218 yılında vakfın tevliyetine Şücaü’d-din
Uğurlu’nun torunlarından Seyid Ömer ve İsmail isminde iki kardeş tesahup ediyorlardı. Bu yıl İsmail öldüğü için
hissesi kardeşine tevcih edilmiştir.
Yine Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan altı numaralı defterin yüz altıncı sahifesinde
okuduğumuza göre 25 Şevval 1331 tarihinde Cebeci Zade Ömer Efendi vakfiyeye aykırı olarak kendisi Şücaü’d-
din Uğurlu’nun neslinden olmadığı halde her nasılsa vakfın tevliyetini aldığı ve vakfa ihanet ve hıyanet ettiği
anlaşıldığı için Konya Evkaf Müdürü Hacı Fahri Bey mütevelli kaymakamı tayin edilmiş ve muhakeme
neticesinde Ömer Efendi mütevellilikten uzaklaştırılmıştır. Bir vakıf kaydına göre de Turgutoğlu Dâru’l-
Huffaz’ı; Fatma Hatun vakfına ilhak edilmiştir.788
Bu mahalleye ve türbeye niçin Ferhuniye denildiği anlaşılamıyor. Yalnız bir arşiv kaydında Ferhunde;
Fatma Hatun’un bir vasfı veyahut başka bir adı gibi gösterilmiştir. H.992-m.1584 yılında yapılan Konya
yazımında ve h.970 m.1562 tarihli bir Konya Şer’i Sicili’nde de bu mahallenin adı Ferhuniye Mahallesi olarak
geçmekte ve 21 erkek ve mükellef bulunduğu yazılmaktadır. Benim kanaatime göre ‘Ferhunde’ kelimesi avam
ağzında Ferhuniyye olmuştur.
787
-Anadolu Selçuki Devletleri Tarihi, İbn Bibi Tercümesi, sahife 247
788
-Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde; defter 1, sahife 25
217
Bu türbe; Konya’nın kuzeyinde Kalenderhane Mahallesi’nde Musalla Mezarlığı’nın başlangıcındadır.
Trenle Konya’ya girenlerin dikkatlerini çeken bu şaheser tarih yadigarı yanına sokulanların da gözlerini ve
gönüllerini büyüler, üstü dendanlı bir kale burcu ihtişamı ile durduğu için ona Kız Kulesi’de derler.789
Türbe bir kalenin tak kapısı halinde alt tarafı kısmen sekiz ve kısmen dokuz sıra muntazam kesilmiş, iri
kırmızımtırak taş, üstü tuğla ile yapılmıştır. 9.95 metre genişliğinde bulunan yüzü kuzeye, 7.95 metre enindeki
arkası kıbleye karşıdır. Türbenin duvarlarından itibaren derinliği 9.35 metredir. İrtifaı ise 12.35 metre kadardır.
Yapıya daha ihtişamlı görünüş temini için cephe asıl binanın iç tarafından birer metre kadar taşırılmıştır.
Cephe ve eyvan kemerinin içi tamamen çini ve mozaiklerle süslü idi. Asırlardan beri devam eden ilgisizlik ve
kadir bilmezlik, semtin meşhur kamçılı poyrazı pırlanta ayarındaki bu çinileri ya dökmüş veyahut sırlarını
yalamıştır. Cephenin iki yanlarını ve üstünü dörder köşeli çiniler, kemerin bir az içerlik olan yanlarını, bu yanları
saran sütuncukları, kemerin içini mavi ve siyah renkli mozaikler kaplıyordu. Buralara mozaiklerle hendesenin en
zor şekilleri işlenmişti. Kemerin içinde rüzgarların ve zamanın tahribinden kurtularak bize kadar gelebilen renkli
sırçalar binanın çinileri hakkında bir fikir vermeğe kafidir. Cephe açıktır, kemerin altındaki bağlantı ardıcının
parçaları hala görülmektedir.
Türbenin altı birçok Selçuk Türbeleri gibi cenazelik ve mumyalıktı. Şimdi bu bodrum katın tonoz
kubbesi çökmüştür. Yan duvarlarında kalan izler eski kubbenin şeklini bize pek ala söylüyor. Cenazelikten
türbenin sağına ve soluna mustatil birer yarık halinde ikişer hava deliği açılmaktadır. Bu delikler bu şekildeki
bütün türbelerde vardır. Cenazelikte hasıl olacak taaffünler, kötü küf kokuları bu deliklerden def edilirdi. Binaya
fevkalade bir dayanırlık ve burç hususiyeti vermek için dışarıdan sağına ve soluna asıl bina ile beraber yapılan
üçer köşeli birer payende vurulmuştur. Türbenin sağ, sol ve arka tarafındaki iskele deliklerinden öğreniyoruz ki
türbeyi üç tarafından zarif bir revak saçağı sarıyordu. Asırlardan beri devam eden ihmallere rağmen asıl yapı
bütünlüğünden hiç bir şey kaybetmemiştir.
O hala yüzü kirlenmiş bir inci deliksizliğini saklıyor. Türbenin ikinci katına mumyalık kapısının
üstündeki iki taraflı merdivenlerden çıkılırdı. Şimdi bu merdivenler yıkılmıştır. Fakat duvardaki izleri hala
görülmektedir. Binanın merdiven teşkilatı ve bodrum katının kapısı Memleket Hastanesi’nin arkasındaki
Kesikbaş Kümbeti’nin aynı idi. Konya’da 35-40 sene790 evvel türbenin altında üç dört merkat bulunduğunu
hatırlayanlar pek çoktur. Cenazeliğin tonoz kubbesinin sağlam halini ben de hatırlarım. Türbenin üstü tuğla ile
örülmüş beşikörtüsüdür. Kıble tarafında bir ağzı açık cüz dolabı vardır. Dolabın üstündeki ardıçlar bir çelik gibi
sertleşmiştir. Türbenin ikinci katının üç duvarı kemerin ayaklarına kadar sıvanmıştır. Sıvaların aralarında eski
devrin yeşil ve kırmızı renkli süs kalıntıları hala görülmektedir. Bu sıvalı kısmın bir az içerlik oluşu bana
burasının da vaktiyle Karaman’daki Hatuniye, Konya’daki Sırçalı Medrese Eyvanları’nınki gibi çinilerle
kaplanmış olduğu veyahut kaplanmak üzere hazırlandığı kanaatini veriyor. Türbenin üstü geniş taşlarla
kaplanmıştı.
Üç tarafında da kalelerdeki gibi dişler vardı, bu dişlerin yükseklikleri cephenin taşan kısmı ile ayni
seviyede idi. Şimdi bu dişlerin yer yer döküldüğü ve gedildiği görülmektedir. Birinci katın üstünde Gömeç
Hatun’un bir sandukası vardı, bu sandukanın çini ile kaplanmış olması çok muhtemeldir. Halk dilince bu yapının
adı Gömeç Ana Türbesi, Gömeç Hatun Türbesi, Kız Kulesi’dir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 4520 umumi ve 36 yaprak numarasını taşıyan bir kayıtta da bu bina
dört tarafı taşlık Gömeç Ana Tekkesi şeklinde gösterilmiştir. 881 h. 1476 m. tarihli Karaman İli İlyazıcı
Defteri’nin otuz ikinci sahifesinde Gömeç Hatun Türbesi kadim bir vakıf olarak tasnif edildikten sonra aynen
şöyle denilmektedir: ‘’وﻗﻒ آﻮرﺧﺎﻧﻪء آﻮﻣﺞ ﺧﺎﺗﻮن در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻋﺒﺪ اﻟﻌﺰﻳﺰ ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ
Vakıfları arasında Haccam791 Bağı ile Sultan Harmanı’nda bir tarlası vardır. Türbeye Gôrhane denilirdi.
Kuyûd-I Hakaniye Arşivi’nde bulunan bir vesikaya göre Mevlâna’nın içinde ders okuduğu medresenin banisi
olan Gühertaş’ın Karaaslan Köyü civarındaki türbesine de ‘’آﻬﺮﺗﺎش792deniliyordu. II.Bayezid’in Konya Tahrir
Defteri’nde de aynen şu kaydı buluyoruz: ‘ اوﻻد ﺷﺎﻩ ﻣﻠﻜﻪ ﻣﺸﺮوط. ’وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ آﻮﻣﺞ ﺧﺎﺗﻮن
Bunun altında Haccam Bağı ile Sultan Harmanı’ndaki tarlanın Dâru’l-Huffaz’a vakfedildiğini tespit
edilirken deniliyor ki: “El-an Sultan Cem tayyebe’l-lahu merkatehu’nun bahçesinin bazısı ol yer imiş ki icraye
almışlar.”
Memleket Hastanesi’nden Konya Orta Okulu’nun köşesindeki Kazıklı Tekke’ye kadar olan sahaya
“Sultan Harman”ı denilirdi. Burada Sultan Cem’in bir bahçesi de vardı. Bu bahçe kısmen de Gömeç Hatun’un
vakıf tarlası üzerine yapılmıştı. Burası Konya Kalesi’nin Ertaş Kapısı’nın dışına rastlardı. Kemale’d-din Oğul
789
-Biz bu türbenin küçük çapta bir benzerini Akşehir’in Reis Köyü’nde bulduk ve Nasreddin Hoca’nın Şehri Akşehir adlı
kitabımızda kitabesiyle beraber ilim alemine tanıttık. Bu türbede Uluğ Kutluğ Yavaşgel adlı bir Selçuk emir-i meclisi
medfundur (s.574)
790
-Bu tetkik 35-40 sene evvel yapılmıştır.
791
-Hacamat yapan,kan alan manasınadır.
792
-Kuyud-ı Kaime Arşivi 255 numaralı defter yine bu arşivde bulunan h.992-m.1584 tarihli ve 584 numaralı bir defterde
Gühertaş evkafı hakkında aynen şunlar yazılıdır:
‘ ﺗﺎرﻳﺦ ﺑﻨﺎء. وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء آﻬﺮﺗﺎش ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﺳﻴﺪ اﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﺻﺎﺣﺐ ﻣﺜﻨﻮي ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﻤﻨﻼ ﺧﻨﻜﺎر ﺑﻮ ﻣﺪرﺳﻪ دﻩ ﺗﺪرﻳﺲ اﻳﺘﻤﺸﻠﺮدر
(730) ’اﻟﻤﺪرﺳﺔ ﺳﻨﺔ ﺛﻼﺛﻴﻦ وﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ اﻟﻬﺠﺮﻳﺔ
218
Bey’in h.646-m.1248 tarihli vakfiyesi bize bu Gömeç Hatun Dâru’l-Huffazı’nın yerini de burada yani Parsana
civarında göstermektedir. Bu medrese bulunduğu yere ve mahalleye kendi adını vermişti. Hala Parsana da
Medrese Sokağı vardır.
Şimdiye kadar yerli ve Ecnebi alimler bu Gömeç Ana Türbesi hakkında kat’i bir şey söylemiyorlardı.
Buraya ölü gömüldüğü veyahut bir Selçuk Hükümdarı’nın arı kovanları konduğu için - yağmurdan ördeğe atlama
kabilinden-Gömeç Hane denildiğini ağız gelintilerine dayanarak yazıyorlardı. Bunların hiç birisi Konya’da bir de
Gömeç Ana Medresesi’nin bulunduğunu bilmiyorlardı. Biz bunu ilk defa geniş muhite tanıtmak hizmetini
yapıyoruz. Gömeç Ana Türbesi’den Gömeç Ana Medresesi’ne kadar olan saha Konya’nın en güzel havalı,
mektepli, medreseli, hamamlı, hastaneli mamur bir yeri idi. Burada Feneri Hamamı, Fenari Mektebi,
Kalenderhane, Haydarhane gibi içtimai yardım ve hıfzu’s-sıhha müesseseleri de vardı. Gömeç Hatun Medresesi
ve Türbesi ne vakit yapılmıştı ve Gömeç Hatun ne vakit öldü! Bu gün medresenin mahalleye verdiği adından ve
hüzünlü yadından başka hiç bir şeyi kalmamıştır. Türbenin üstünde de bir kitabeye rastlamadık. Belki çini
sandukasında bu müesseselerin yapıcı Gömeç Hatun’un ölüm tarihi yazılı idi. Maalesef bu gün böyle bir
sandukadan a eser kalmamıştır. Yalnız Konya Müzesinde Parsanadan getirildiği793 tespit edilen iki kitabe taşı
vardır. Bunlardan birisi 1051 numarada kayıtlıdır. 0.67x0.53 metre ebadındadır. Müze’nin defterinde Memleket
Hastanesi’nin karşısındaki köşeden getirildiği kayıtlıdır. Kitabe aynen şudur:
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ
ﻓﻲ اﻳﺎم اﻟﺪوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن
اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ
آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
( 635) ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﺷﻬﺮ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وﺛﻼﺛﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
İkinci kitabe taşı da müzenin 907 numarasında kayıtlıdır. 1.26x0.50 ebadındadır. Üstünde: ‘ ﻋﻠﻰ ﻳﺪ ﺁﻳﺎز
(618) ’ﻣﺘﻮﻟﻰ ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazılıdır.
Gömeç Hatun Osmanlı Hanedanı’nın Mehd-i Ulya dedikleri bir Selçuk Sultanı’dır. IV.Rükne’d-din
Kılıçaslan’ın karısı ve III.Gıyase’d-din Keyhüsrev’in anasıdır.
Feridun İbn Ahmed Sipehsalar’ın Menakib-i Mevlâna’sında, Eflaki’nin Menakıbu’l-Arifin’inde ve
Sultan Veled’in bir şiirinde hürmetle anılır.
Sipehsalar Tercümesi’nde Mevlâna’nın bir kerameti nakledilirken deniliyor ki: ‘ ﺳﻠﻄﺎن رآﻦ اﻟﺪﻳﻦ زوﺟﻪ ﺳﻲ
’ﺑﻮﻟﻮﻧﺎن ﻣﻠﻜﻪ ء ﺳﻴﺪﻩ آﻮﻣﺎج ﺧﺎﺗﻮن
Eflaki de Menakib-i Mevlâna’dan nakletmiş olacak ki Gömeç Hatun’u şöyle kaydeder: ‘ هﻢ ﭼﻨﺎن ﻧﻘﻠﺴﺖ آﻪ
’ﻣﻠﻜﻪء ﺳﻴﺪﻩ آﻮﻣﺎج ﺧﺎﺗﻮن آﻪ ﻣﻨﻜﻮﺣﻪ ء ﺳﻠﻄﺎن رآﻦ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻮد
Sultan Veled’in şiirinde de şöyle geçer:
آﻮﻣﺎج ﺧﺎﺗﻮن راز ﻣﺎ اي ﺗﺮﺟﻤﺎن ﺧﺪﻣﺖ رﺳﺎن
ازﻣﻦ ﺳﻼﻣﺶ در رﺳﺎن واﻧﻜﻪ ﺑﻲ آﻮﻳﺶ ﺑﻲ زﻣﺎن
II.Keyhüsrev’in Oğlu IV.Kılıçaslan birinci defa 1228-1229, müştereken 1249-1257, ikinci defa da 1257-
1264 yıllarında hükümdarlık etmiştir. 1264 senesi Moğollar tarafından öldürüldüğü zaman dul kalan Gömeç
Hatun’un iki buçuk bir rivayete göre altı yaşındaki Oğlu III.Keyhusrev tahta oturtulmuştu. Mevlâna Celale’d-
din-i Rumî bu üçük hükümdarın zamanında h.672-m.1273 yılında ölmüştü. IV.Kılıçaslan; Mevlâna’nın müridi
idi. Ona, ‘Oğlum’, deye hitap ederdi. Rükne’d-din’in kendi sarayında verdiği ziyafetlerde, ilmi müsahabelerde
bulunurdu.794
Gömeç Hatun; maddi güzelliklerini de kendisinde toplamıştı. Sultan Veled bir kasidesinde bu
güzellikleri anlatırken dedi ki:
“Ey Tercüman: Gömeç Hatun’un eşiğine köleler gibi başını koy da bizim hizmetlerimizi arz et! Benim
selamımı ilet ve her zaman yerde bir gülşen gökte bir ay olduğunu söyle. Güzeller onun yüzünün gölgesi
gibidirler. Etrafında dönüp dolaşıyorlar ve hepsi de:
-Ey ay yüzlü senin güzelliğin gibi cihanda güzellik yoktur, diyorlar. Tanrı sana burada şahlık orada
mahlık verdi. Bu dünyada ten vücut mülkini o bir dünyada can mülkini verdi. Şu halde iki alemde server, can ve
gönülde mehter, hak denizine cevhersin, Tanrı ömrünü ebedi kılsın. Allah sana ilhamlar verdi, huzur ve rahat
verdi. Bundan sonra tahtlar bulacak ve muradına ereceksin. Senin istikbalini Tanrı bize keşfetti. Bu maruzatımı
inle ve itimat et.”795
Elde edebildiğim tarihi membalarda Gömeç Hatun’un ölüm tarihi gibi Dâru’l-Hadis’ini yaptırdığı tarih
hakkında da açık ve kat’i bir şey bulamadık. Şu kısa incelemeden sonra hükmedebiliriz ki Parsana’dan Konya
Müzesi’ne nakledilen kitabeler Gömeç Hatun’un hayır müesseselerine ait değildir. Eğer bunlar şehirden ve Ertaş
Kapısı’ndan ve kale duvarlarından Parsana’ya nakil edilmiş değillerse orada h.618-m.1221 yılında I.Alâe’d-din
Keykubad zamanında ve h.635-m.1233 yılında da II.Keyhusrev zamanında yapılmış başka mamureler vardı.
793
-Eski vakıf ve arşiv kayıtlarında Varsana şeklinde geçen bu yerin adı sonradan ‘Parsana’ olmuştur.
794
-Menâkıb-i Hazret-i Mevlânâ Celâle’d-din-i Rumî, Sipehsâlar Tercümesi,sahife 90.
795
-Konya Mecmuası,No 9 sahife 70
219
H.618-m.1221yılı Konya dış surlarının yapıldığı tarihe rastlar, birinci kitabe bize mühim tarihi bir
hakikati ifşa ediyor. Tarihler h.634-m.1236’dan, h.644-m.1246 yılına kadar Selçuk tahtında bir fetret olduğunu
yazıyorlardı. Bu kitabe fetretin daha bir sene sonra başladığını tarih alemine haber veriyor.
Ereğli’de bir Göğmeç Oğlu Mescidi vardır. Bu mescid hakkında 1324 Rumi yılında Konya Vilayeti’ne
verilmiş istidalar gördüm. Bu mescide niçin bu ad verildiği yerinde tetkik edilecektir. Gömeç ve Gömac’ Türkçe
güzel bir addır. Arı peteğine, külde pişirilen bir çeşit ekmeğe denir.796 Gömmek kökünden doğmuştur.
Türbenin batısında kıymetli bir Selçuk mezar taşı vardır. Üstünde:
هﺬا ﻗﺒﺮ اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ
ﺧﻮﻧﺪ اﻟﻔﻘﻴﺮة اﻟﺤﺎﺟﻴﻪ
اﻟﻤﺤﺘﺎﺟﻪ اﻟﻰﻋﻔﻮ اﷲ
دار اﻟﻤﻠﻚ اﻟﺴﻌﻴﺪ ﻧﻮر اﷲ
ﺿﺮﻳﺤﻬﺎ ﻓﻲ ﻳﻮم اﻟﺴﺒﺖ اﻟﺴﺎدس
واﻟﻌﺸﺮﻳﻦ رﺑﻴﻊ اﻻول ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Gömeç Hatun Türbesi’nin doğu kuzeyindeki mezarlıkta Selçuk tarzında güzel bir mezar taşı vardır.
Başucunda: ‘ ’هﺬا ﻗﺒﺮSağında:‘ ’ اﻟﻤﺮﺣﻮم آﺮﻳﻢ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﻜﺮﻳﻢ ﺑﻦ ﺣﺴﻴﻦ اﻟﻨﺨﺠﻮاﻧﻲ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺒﺮدﻋﻲSolunda: ‘ ﻓﻲ ﺷﻬﺮ رﻣﻀﺎن
’اﻟﻤﺒﺎرك ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وارﺑﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ اﻟﻤﻮت ﺑﺎب آﻞ اﻟﻨﺎس داﺧﻠﻪAyakucunda: ‘’رﺣﻞ ﻣﻦ اﻟﺪﻧﻴﺎyazılıdır.
Türbe; 1950 yılında Konya ve Mülhakatı Eski Eserleri Sevenler Derneği tarafından tamir edilmiştir.
GÜHERTAŞ TÜRBESİ
Türbe; Konya’nın güneyinde Uluırmak Bağları ile Karaaslan Köyü arasında ve Karaaslan’a giderken
yolun solundadır. Türbenin doğusundan dere geçer. Diğer taraflarını da Hocaların Ali’nin tarlası sarar.
Türbenin yalnız bodrum katı ile şimal duvarı ayakta kalmıştır. Türbenin cephesi batıya doğrudur.
Bodrum katının kapısı da batıya açılır. Bodrum katının içinden eni 4,60 boyu 7,40 metredir. Türbenin dışarıdan
boyu 9,35 eni 7,30 metredir.
Bodrumun üstü tuğla beşikörtüsüdür. Türbenin duvarlarının alt kısmı ile cephesi iri muntazam kesme
taşla, üst tarafları tuğla ile yapılmıştır.
Asıl türbenin üst katında beşikörtüsü olduğu duvardaki kemer tırnaklarından anlaşılmaktadır. Birçok
belirtilerden öğreniyoruz ki türbe; Gömeç Ana ve Hoca Fakih’deki münhedim Şeker Füruş Türbeleri tipinde idi.
Kuzeyinde bir mescidin bulunduğunu da inşa tarzı bize söylemektedir. Mihrabın yeri hala bellidir.
Mihrabın solunda bodrum katının fena havasını dışarıya çıkaran künk menfezler görülmektedir. Bu
semtte doğup büyüyen 70-80 yaşındaki Konyalılar Türbenin mamur olduğunu bilmiyorlar. Babaları da
bilmiyorlarmış.
Türbenin halk arasındaki adı Selim Sultan Tekkesi’dir.
İnşa tarzından ve malzemesinden bunun yedinci Hicret asrına ait Selçuk eseri olduğu anlaşılmaktadır.
İçinde tek bir merkat vardır. Türbe senelerden beri bu civarda yapılan köprülere taş ocağı olmuştur. Çok
muvaffak bir mimari eser olan türbenin ayakta kalan parçalarının iyi muhafaza edilmesi lazımdır. Türbenin
vaktiyle çini ile süslü olduğunu gösteren bazı belirtiler vardır. Hiç bir yerinde inşa tarihi, banisi, ölüm tarihi ve
mimarını gösteren bir kitabe yoktur.
Fatih’in h.881-m.1476 tarihli Konya Evkafı’nın ve malikânelerinin sayım defterinde Gühertaş evkafına
ve malikanelerine rastlayamıyoruz. II.Bayezid adına yapılan Konya sayım defterinde bu türbe hakkında şu kaydı
görüyoruz:
“Vakf-ı Gôrhane-i Gühertaş Der civar-ı Karaaslan tarik-i Konya Ber muceb-i mektub-i kadı der
tasarruf-i Mevlâna Muslihi’d-din Zemin der nezd-i Aymanos ‘’اﻳﻤﻨﻮسTabi-i Konya.”
Farsça Gör mezar, kabir anlamınadır. Gôrhane mezarı ihtiva eden ev türbe demektir. Gôrabe ‘’آﻮراﺑﻪ
‘de böyledir. Kubbeli türbeye derler.
Yine bu defterde Musalla’daki Gömeç Hatun Türbesi’ne de, Gôrhane-i Gömeç Ana denildiğini eski
vesikalara dayanarak yazmıştık.
Ankara Kuyud-ı Hakaniye Arşivi’nde bulunan 255 numaralı ve 906 tarihli Konya Defteri’nde Konya’nın
Sahra Nahiyesi’ne bağlı Karaaslan Köyü yazılırken deniliyor ki:
“Karye-i Karaaslan maa zemin-i Gühertaş vakf-i türbe i celaliye(s.31).”
Yine bu kayıtlardan öğreniyoruz ki Gühertaş Türbesi; Karaaslan civarındadır. II.Bayezid zamanında
Mevlâna Muslihi’d-din, türbenin mütevelli ve türbedarı idi.
Aymanas’taki bir tarla da bu türbeye gelir olarak vakfedilmişti.
Gühertaş; Karaaslan civarında kendi adıyla anılan tarlasını da Mevlâna Celale’d-din-i Rumî Türbesi’ne
vakfetmişti.
Güher ‘’آﻬﺮFarsça, cevher manasına gevher’in hafifletilmiş şeklidir. Yukarıya naklettiğimiz vesikalarda
ve Mevlâna’nın Mektupları’nda Gühertaş şeklinde yazılmıştır. Yalnız biz bir yerde Gühertaç ve bir yerde de
Gevhertaş ‘ ’آﻮهﺮ ﻃﺎشşeklinde yazıldığına rastladık.
796
-Bu çeşit ekmeğebazı yerlerde ‘gömbe’ de denilir
220
İbn Bibi tercümesinde yapılan bir notta797 Matbu Divan-ı Sultan Veled’in iki yüz yirmi altıncı
sahifesindeki bir gazele göre dış Karaaslan Köyü Gühertaş Bedre’d-din tarafından Mevlevîler’e vakfedilmiş iken
Necibü’d-din’in bu vakfı bozdurduğu yazılmıştır. Fakat bizim tetkikimize göre Karaslan Köyü Mevlâna
Türbesi’nin vakfı arasında bize kadar gelmektedir. Hatıpzade h.906-m.1500 yılında II.Bayezid adına yaptığı
Karaman, Kayseriye ve İçel defterinde Celale’d-din Rumi Türbesi vakıflarını sayarken Karaaslan’ı da şöylece
göstermiştir:
“Karye-i Karaaslan nezd-i Karye-i Aymenos ‘”’اﻳﻤﻨﻮس798
Şu halde Sultan Veled gazelini ya yapılmak üzere olan bir vakfın bozulma istidadı gösterdiği bir sırada
nazmetmiş olacaktır. Yakutta Gühertaş; bir tesir altında bozduğu vakfını bu tesir zail olunca tekrar tesis etmiştir.
Gühertaş’ın bir de medresesi vardır.
Ankara Temyiz Dairesi’nde 158 numaralı odada bulunan Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü
Arşivi’ndeki 584 numaralı ve h.992-m1584 tarihli Karaman İli evkafını ve emlakini tespit eden bir defterde bu
medrese şöyle gösterilmiştir:
“Vakf-ı medrese-i Gühertaş İbn Abdullah. Seyyidü’l-Arifin Sahib-i Mesnevî Mevlâna Celale’d-din
Muhammedi’n-il Maruf bi molla Hünkar bu medresede tedris ‘’ﺗﺪرﻳﺲetmişlerdir. Tarihi binai’l-medrese ‘ ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺜﻴﻦ
’وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ اﻟﻬﺠﺮﻳﻪ799(69.D)
II.Bayezid adına Konya tarihini yapan eski Karaman Vilayeti Defterdarı Mustafa İbn Ahmed;
Mevlâna’nın içinde tedris ettikleri medresenin 630 yılında yapıldığını göstermek suretiyle bu ilim evine karşı
müstesna bir önem verdiğini anlatmak istemiştir. Yalnız muharrir vakfiyenin tarihini göstermemiştir.
Gühertaş’ın babasının adı da Abdullah’tır. Mühtedi olduğunda şüphe yoktur. Mevlâna 604 yılı Rebiü’levvel’inin
6 sında Belh’de doğduğuna ve h.672-m.1273 yılında da öldüğüne göre medrese yapıldığı zaman Mevlâna 26
yaşında idi. Bu medrese hakkında Mevlâna’yı yazarken daha geniş malumat vereceğiz.
Bedre’d-din Gühertaş; II.Keykavus’un Moğol düşmanı bir emir-i silahı idi. II.Sultan İzze’d-din
Keykavus İstanbul’a gittikten sonra Ali Bahadır ve oğulluğu Emir-i Ahür her taraftan kalabalık asker toplayarak
Konya’nın muhasarasına gelmişti Pervane Muine’d-din Süleyman; bazı Moğol beylerinin yardımı ile her ikisini
de Altunba’da800 mağlup ve perişan etmişti. Onların davetlerine uymuş olanlara ölüm şerbetini tattırdı. İleri
gelenlerden ve kalem sahiplerinden İzze’d-din Keykavus’un taraftarlığını gütmekte devam eden Müstevfi
Necibü’d-din, Müşrifü’l-Mülk Kıvamu’d-din’ Kadi-i leşker Seferi Hisarlı Celâle’d-din Has Kayıbey Kerimü’d-
din Alişar, Üstadü’d-dar Emirü’d-din Yakut ile beraber Emir-i silah Bedre’d-din Gühertaş da bağlanarak Moğol
Kumandanı Alıncak’ın yanına götürülmüş ve orada hepsi birden öldürülmüştü.801 Öldürüldüğü tarihi kesin olarak
bilemiyoruz. H.655-m.1257 yıllarında öldürülmüş olması çok muhtemeldir. Mevlâna’ya karşı derin saygısı ve
sevgisi vardı.
Emir-i silahlık; Selçukîler’de mühim bir memuriyet idi. Emir-i silah, silahhanenin muhafızı ve
kumananı idi. Merasim ve alaylarda hükümdarın silahını taşırdı.802
Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî’nin Sahib Fahre’d-din Ali’ye yazdığı ve Şeyh Cemale’d-din’e verilmesini
tavsiye ettiği Ahi Gühertaş hanikahının tetkik ettiğimiz Bedre’d-din Gühertaş’a ait olduğunu kabul edebiliriz.
Hanikahın da Gôrhane-i Gühertaş = Gühertaş Türbesi) ittisalinde bulunduğunu da tahmin ediyoruz.
Bu hanikah Fatih zamanında yıkılmış olacak ki Konya Evkafını tespit eden heyet buna
rastlamamışlardır.
Gühertaş Türbesi’ne niçin Selim Sultan denildiğini tevsik edecek hiç bir tarihi kayda rastlamadık.
Yavuz Sultan Selim; Tudlu Suyu’nu getirtmek, Ahmed Çelebi’nin çeşmelerini ihya etmek ve daha başka
hayır eserlerinin kurulmasını teşvik eylemek suretiyle Konya’ya karşı müstesna bir alaka gösterdiği gibi
Konya’da iki defa valilik yapan II.Selim’de Konya’da muazzam ve muhteşem bir imaret yaptırmıştı. Bu
Selim’lerden birisinin bu türbeye ve ittisalinde bulunduğunu tahmin etiğimiz hanikaha bir vakıf tesis ettikleri
veyahut burada bir ordugah kurdukları için böyle adlandırılmış olması çok muhtemeldir.
Avamın; Selim Sultan’ın bir az ilerideki türbede metfun Ahibaba’nın kızı olduğu hakkındaki ağız
haberleri hiç bir kıymeti olmamak lazım gelir.
Karaaslan’dan Konya Müzesi’ne iki kitabe nakledilmişse de bunların neler olduğunu öğrenemedik.
Bedre’d-din Gühertaş; I.Alâe’d-din Keykubad zamanında Karahisarü’d-devle de kale dizdarı idi. Orada
Mevlâna’nın Oğulları’nın sünnet düğünü yapıldı. Bu sırada Sultan Veled yedi, kardeşi Alâe’d-din altı yaşlarında
797
-İbn -i Bibi Tercümesi, sahife 268
798
-Bütün eski vesikalarda, şimdi Aymanas şeklinde telaffuz edilen bu yörenin adı daima Aymenos ‘’ﺁﻳﻤﻨﻮسimlasıyla
yazılmaktadır.
799
-Gühertaş Medresesi 630 yılında yapılmıştır. Benim notlarımda bu ‘’ﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪgibi gösterilmişse de doğrusu ‘’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪolacaktır.
Çünkü 730 da yapılan medresede Mevlânâ tedris edemezlerdi
800
-Konya’nın batısında Beyşehir yolundaki bu kervansarayın bugünkü adı (Altunapa hanı) dır.
801
-İbn Bibi Tercümesi, sahife 269
802
-Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, sahife 89
221
imişler. Düğünde Hükümdarda bulundu. Dizdar şöhretini taşıyan ve Sultan Alâ’d-din ’in lalası ve saray üstadı
olan Gühertaş’ı Eflaki şöyle tasvir ediyor: ‘’ﻣﺮدي ﺑﻮذ ﺑﺰرك وﺳﺮور وﻣﺘﻤﻮل وﺻﺎﺣﺐ ﺧﻴﺮات واﺳﺘﺎذ ﺳﺮاي ﺧﺎص803
Uzun boylu, asil, çok zengin, hayrat sahibi ve sarayın has üstadı demektir. Alimlerin Sultanı Baha Veled
Hazretleri padişahın ve birçok devlet adamlarının ve emirlerin de dinleyici olarak bulundukları Sultan
Mescidi’nde Alâe’d-din Camii’nde v’az ederken Gühertaş’ın içinden; ‘Maşallah Hazretin ne kadar parlak bir
zihni, kuvvetli bir hafızası ve geniş bir mütalaası var ki bu kadar söz söylüyor ve misaller getiriyor. Bu kadarı hiç
bir müfessire ve vaize nasip olmamıştır.’ şeklinde geçen bir düşünceyi keramet gözü ile görüp kendini derhal
ikaz etmişti. İçinin yıldırım süratiyle keşfedildiğini gören Gühertaş şaşkına dönmüş fırlamış Baha Veled’in
minberinin ayağını öpmüş, kendisinin kulu ve müridi olacağını izhar ve nedamet etmişti. Sultan Veled de
kendisine:
-O halde sen bu halin şükranesi olarak oğullarım için bir medrese yaptır,804 demişti.
Eflâki ilâve eder:
“Hüdavendigar’ın medresesinin inşasının ve bir takım vakıflar yapılmasının sebebi bu olay oldu. Ve...
Vücudunu tamamıyla bu hanedana vakfetti.”
Eflaki de medresenin Sultanu’l-Ulema’nın sağlığında mı, vefatından sonra mı? Ne vakit yapıldığını
açıklamıyor.
Konya Selçukîler devrinin Sultanu’l-Ulema ve Sultan Veled zamanlarına rastlayan başlıca üç Bedre’d-
din’i vardır. Birisi medrese yaptıran Bedre’d-din Gühertaş’tır. Birisi de Tebrizli Bedre’d-din’dir.805 Mevlâna
Türbesi’nin mimarıdır. Emir Alemü’d-din Kayser; Molla Hünkar’ın türbesini yaptırırken bunu kullanmıştır. Bu
aynı zamanda iyi bir kimyacı idi. Bir de Mevlevî ressam ve nakkaş Bedre’d-din Yavaş vardır ki Mevlâna’nın çok
sevdiği müritlerinden idi. ‘İlahi Dost’ diye tanınırdı.
H.761-m.1360’da ölen Eflaki; Gühertaş’ın yaptırdığı medreseyi görmüştür. Fakat yerini söylememiştir.
Bu medrese h.630 yılında yapılmıştı.
Gühertaş; Konya Suru’nun Ertaş Kapısı’nı da yaptırmıştı. Tahminimize göre bu kapı kendi adıyla
meşhur olmuştu. Zamanla halkın ağzında Gühertaş’ın ‘Ertaş’ haline gelmiş olduğunu sanıyoruz. Kapının
bulunduğu duvara bir de erkek heykeli yerleştirilmişti. Bunu da kendi adına uygun düştüğü için bilerek yaptığı
anlaşılıyor.
GÜREŞÇİLER TEKKESİ
(Gildanlı Baba Türbesi)
Bu türbe; Aksinle Mahallesi’nde Aksinle Mescidi’nin batısındaki mezarlığın içindedir. Ağaç örtülü
kerpiç bir yapıdır. Duvarları da damı bakımsızlıktan yer yer çökmüştür. İçinde adi tuğla ile yapılmış ve üstleri
sıvanmış iki sanduka vardır. Bunların baş taraflarına taştan küçük sarıklı birer serpuş konulmuştur. Gerek
türbede gerekse mezarlarda hiç bir kitabe yoktur. Türbenin etrafını saran mezarlıkta da kıymetli ve eski hiç bir
mezar taşı bulamadım. Yatanların hüviyetlerini tespit edecek bir vesika da henüz elimize geçmedi. Konya
Kütüphane Müdürü Bay Mesud Koman burada 1939 yılında Türk Spor Tarihi’ni ilgilendiren fevkalade kıymetli
bir spor taşı bulmuş ve kütüphaneye nakletmişti.806 Bu taş aynı zamanda asırlardan beri devam eden bir hatayı
düzelteceği için bulana ilim adına ne kadar teşekkür edilse azdır. Bu taş metruk ve harap türbenin bir köşesine
atılmıştı. Bu aşın bu günkü sporcuların kullandıkları sıklet aleti gibi pehlivanlar tarafından idman için
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mustatil bir taşın bir tarafı yarım daireye yakın bir halde yontulmuş, göbeğinden bir
kaç yırtmaç açılmış ve bu yırtmacın altına el ile kavramak için bir yer yapılmıştır. Taşın bir tarafının başı bir az
kırılmıştır. Her iki yüzünde ve başlarında Selçuk Sülüsüyle yazılar vardır. Kalan başında yalnız ‘pehlivan’
kelimesi okunur. Taşın bir yüzüne kırılan baştan başlanarak diğer başına kadar Farsça şu cümleler kazılmıştır:
‘.. ’ﭘﻬﻠﻮاﻧﺮا ﺟﻬﺎن ﺁﻓﺮﻳﻦ ﺑﻬﺮ ﺣﺎﻟﻲ ﺑﺎﺷﺪ ﺧﺪاوﻧﺪآﺎر807
Arkasındaki yazılar sökülememiştir.
Cihan pehlivanları veyahut cihan pehlivanı olmak isteyenler tarafından kullanılan veyahut bir hükümdar
tarafından bir cihan pehlivanına hediye edilen bu taş türbenin içine belki de kapısının üstüne asılmıştı. Taşın
kırılan kısmından sonra başlayan ‘’ﭘﻬﻠﻮاﻧﺮاkelimesinin birinci harfi olan ‘’پdüştüğü için iki gözlü ‘’هـnin
‘’لharfine yakın olan yalnız bir gözü kalmıştır. Kitabe okumakta mahareti olmayan birisi bu kelimeyi hayalinin
de yardımıyla ‘’آﻠﺪاﻧﻠﻰgibi hecelemiştir. İşte bundan sonra da türbede yatanın adı Gildanlı Baba olmuş ve böylece
yayılmıştır.
Konya Müzesi’nde bulunan 970 ve 971 yılları olaylarını tespit eden bir Şer’i Sicil Defteri’nde ve Ankara
Kuyud-ı Hakaniyye ve İstanbul Başvekalet Arşivleri’ndeki vesikalarda Konya mahalleleri arasında bir Güreşçiler
Mahallesi ve Güreşçiler Tekkesi vardır. Biz bu mahallenin yerini kesin olarak tayin edemiyoruz. 23 sene evvel
meydana çıkan ve spor aleti olduğu anlaşılan bu taşın verdiği ışıkla bu mahalleyi ve bu tekkeyi buluyor gibi
803
-Farsça, Menakıbü’l-Arifin, cilt 1, sahife 43 ve 44. ve Tercümesi cilt 1, sahife 43,44,331
804
-Farsça ibare şudur: ‘’ﺑﻬﺎء وﻟﺪ ﻓﺮﻣﻮذ آﻪ ﺑﺮاي ﺷﻜﺮاﻧﻪ ء اﻳﻦ ﺣﺎﻟﺖ ﺟﻬﺖ ﻓﺮزاﻧﺪان ﻣﻦ ﻣﺪرﺳﻪ ء ﺑﺴﺎز
805
-Ariflerin Menkibeleri cilt 1, sahife 151,152,210,418,420 ve cilt 2, sahife 142.
806
-Bu taş şimde Ankara Etnoğrafya Müzesi’ndedir. Konya Müzesi’ne kaldırılması temenni olunur.
807
-Cümleler noksan olduğu için biz bu kadar okuyabildik. Bununla beraber tam okuduğumuza hükmettik.
222
oluyoruz. İstanbul’da Veynık Şücae’d-din Camii ile Şeyh Vefa Camii arasındaki çeşmenin üstünde bir Güreşçiler
Tekkesi vardı eskiden hemen her kasabada sporu teşvik için kurulmuş böyle tekkeler vardı. Yazı istifinden ve
tarzından bunun Selçuklular devrine ait olduğu anlaşılmaktadır.
808
-Kitabe ilk defa doğru olarak tarafımızdan okunmuş. Yatırın hüviyeti de tespit edilmiştir. Kitabımız neşredilmeden evvel
elde edenlerden birsi diğer kitabeler gibi bunu da kendisine maletmiştir.
809
-Enderonlu’dur. Çakırcı başılık, İran sefirliği yapış h.969-m.1561 yılında ikinci Selim’in kızlarından Şah Sultan’la
evlenmiştir. H.971’de Bosna Valisi, h.978 Rumeli Beylerbeyisi, osnra kubbenişin vezir olmuş, 981 yılı Ramazan’ının
yirmisinde füc’eten ölmüştür. Sicill-i Osmani cilt 2, sahife 112.
810
-Peçevî Tarihi,cilt 1,sahife 445
223
Ünsî’nin Şahname-i Selçuk’unda da Konya’daki ariflerden bahis olunurken; ‘ ﺷﻴﺦ ﻋﺜﻤﺎﻧﻪ روم هﻢ ﻃﺎوس
’ﺑﺎﺑﺎŞeyh Osman-ı Rum hem Tavus Baba’ şeklinde beyitlere tesadüf ediyoruz.”
Ferid Uğur Merhum; adlarını verdiği kitaplardan naklettiği cümlelerle Tavus Baba’nın hüviyetini
aydınlatmış olmanın zevkini tadarak ölmüştür.
Fakat biz ‘’ﺗﺬآﺮة اﻟﻌﺒﺮ واﻵﺛﺎر ﻓﻲ ﺑﺤﺚ اﻻﻣﻢ واﻻﻣﺼﺎرın Farsça Selçukname ve Karamanname’nin Ünsî’nin
Şahname adlı eserlerinin bir meraklı tarafından tasnif edildiğini ve bazılarınca meçhul Konya abidelerini ve
Konya ile ilgili tarihi şahsiyetlerin hüviyetlerini aydınlatmış olmak için uydurulduğunu ispat ettik. Evet bu
kitaplar uydurmadır. Eğer Ferid Uğur sağ olsaydı bu hakikati öğrenince bir itizar yazısıyla bu makalesinin
yazılmamış gibi telakki edilmesini ilim alemine ilan ederdi. Çünkü haddini bilir bir ilim adamı idi.
Tavus Baba’nın hüviyeti şimdilik tamamıyla aydınlatılmış değildir.
811
-Hurrem kelimesinin son harfi olan ‘’مin sonradan düştüğü kalan izinden anlaşılmaktadır.
812
-Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir: Bu binayı Sultan Selim Han olu Sultan Süleyman Han’ın hükümdarlığı günlerinde -
Allah Ömrünü emn-ü eman içinde uzun kılsın- düstür-ı muazzam ve mufahham İbrahim Paşa Tanrı ikbalini nimetler içine
daim etsin Hamid olan Tanrı’nın rahmetine muhtaç, şehit merhum Hurrem ruhi için 934 yılında yaptırdı.
224
ﻗﺎل اﷲ ﺗﺒﺎرك وﺗﻌﺎﻟﻰ-1
ف ﻋﻠﻴﻬﻢ وﻻهﻢ ﻳﺤﺰﻧﻮن اﻟﺬﻳﻦ ٌ ن اوﻟﻴﺎء اﷲ ﻻ ﺧﻮ أﻻ إ ﱠ-2
ﺁﻣﻨﻮا وآﺎﻧﻮا ﻳﺘﻘﻮن ﻟﻬﻢ اﻟﺒﺸﺮى ﻓﻲ اﻟﺤﻴﻮة اﻟﺪﻧﻴﺎ وﻓﻲ اﻵﺧﺮة ﻻ
ﺗﺒﺪﻳﻞ ﻟﻜﻠﻤﺎت اﷲ-3
ذﻟﻚ هﻮ اﻟﻔﻮز اﻟﻌﻈﻴﻢ وﻻ ﻳﺤ ُﺰﻧْﻚ ﻗﻮﻟﻬﻢ ان اﻟﻌﺰة ﷲ ﺟﻤﻴﻌﺎ هﻮ اﻟﺴﻤﻴﻊ اﻟﻌﻠﻴﻢ ﺻﺪق اﷲ اﻟﻌﻈﻴﻢ-4
Asıl sandukada iki satır halinde şunlar okunur:
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ واﻟﺬﻳﻦ ﺁﻣﻨﻮا وﻋﻤﻠﻮا اﻟﺼﺎﻟﺤﺎت-1
ﻟﻨﺒﺆﱢﻧﻬﻢ ﻣﻦ اﻟﺠﻨﺔ ﻏﺮﻓ ًﺎ ﺗﺠﺮى ﻣﻦ ﺗﺤﺘﻬﺎ اﻻﻧﻬﺎر ﺧﺎﻟﺪﻳﻦ-2
ﻓﻴﻬﺎ ﻧﻌﻢ أﺟﺮ اﻟﻌﺎﻣﻠﻴﻦ اﻟﺬﻳﻦ ﺻﺒﺮوا وﻋﻠﻰ رﺑﻬﻢ ﻳﺘﻮآﻠﻮن-3
ﻚ إﻻ وﺟﻬﻪ ﻟﻪ اﻟﺤﻜﻢ وإﻟﻴْﻪ ﺗﺮﺟﻌﻮن ٌ ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ آﻞ ﺷﺊ ٍهﺎﻟ-4
Bunun altında da sağda:
ﺟﻬﺎن اى ﺑﺮادر ﻧﻤﺎﻧﺪ ﺑﻜﺲ
دل اﻧﺪر ﺟﻬﺎن ﺁﻓﺮﻳﻦ ﺑﻨﺪ وﺑﺲ
Solda: ‘ ’ﺁﻩ اﻟﻤﻮتbunu hoca unutmuş siz unutmayın
ﻣﻜﻦ ﺗﻜﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻠﻚ دﻧﻴﺎ وﭘﺸﺖ Arapça metinlerde ileriki sayfalarda var
آﻪ ﺑﺴﻴﺎر ﭼﻮن ﺗﻮ ﭘﺮور دو آﺸﺖ813
Altında da iki satır halinde:
ﻗﺎل اﷲ ﺗﺒﺎرك وﺗﻌﺎﻟﻰ-1
ﷲ
ِ ﻦ اﻟﺬﻳﻦ ﻗُﺘﻠﻮا ﻓﻲ ﺳﺒﻴﻞ ا
وﻻ ﺗﺤﺴﺒ ﱠ-2
İlaahirhi ayetleri yazılıdır.
Bu merkatın kıble tarafındaki iki metre uzunluğunda ve 0,68 metre enindeki ikinci sandukanın üstünde
üç satır halinde Besmele’ Kürsi Ayeti’ İhlas Suresi, ayak tarafında ‘ ’ﺁﻩ اﻟﻤﻮتyazılıdır. Bu sandukanın asıl
hörgüçlü kısmının boyu 1,73, eni 0,30, yüksekliği 0,40 metredir Bir de bu merkatın baş ucundan koptuğu tahmin
edilen bir taşın dört yüzünde de şu Farsça manzum kitabe okunmaktadır.:
روح ﺣﺎﺟﻲ ﻃﺎﻳﺮ ﻗﺪس ﺁﺷﻴﺎن-1
آﺮد ﻋﺰم ﻣﺮ ﻏﺰار از ﺟﻬﺎن-2
ﺳﺎل هﺠﺮت ﻧﻬﺼﺪ وﺷﺼﺪ وﻳﻚ ﺑﻮد-3
ﺷﻬﺮ ذي اﻟﻘﻌﺪﻩ ﺷﺐ ﻳﺎزدﻩ ﺑﺪان- 4
“Hacının ruhu dünyadan çayırlığa (cennete) Hicret’in 961. yılı Zilkade’sinin on birinci günü uçdu gitti.”
demektir.
Türbenin ortasında yatan, sanduka ve mezar taşında adı ve ölüm yılı yazılmamış zat şüphesiz adına
h.934-m.1527 m. yılında Sadrazam Frenk (Makbul) İbrahim Paşa tarafından bu bina yaptırılan Hurrem
Paşa’dır.
Hurrem Paşa; Fatih II.Sultan Mehmed’in has huddamından Bosna Beyi, Rumeli Beylerbeyi ve sonra
vezir olan ve h.912-m.1506 yılında ölen İskender Paşa’nın oğludur.814
Hurrem Paşa; Karaman Beylerbeyi idi. Kanunî Sultan Süleyman’ Ofen=Budin’i fethettiği sıralarda İçel
Sancak Beyi Hersek Zade Ahmed Paşa’nın Oğlu Mustafa Bey; Kadı Muslihi’d-din Bey ile Katip Mehmed Bey’e
sancağın Tahrir’ini yaptırırken vergilerin ağır tarh edildiği iddiası ortaya atılmış ve bu dedi kodu büyüye büyüye
halk arasında derin bir memnuniyetsizlik uyandırmıştır. ‘’ﺳﻮآﻠﻮنSülün Koca isminde bir ihtiyar Türkmen
tarlasına tarh edilen iki yüz akçadan yarısının affını istemişti. Talebi fena karşılanmış üstelikte sakalı kazınarak
bırakılmıştı. Sülün Koca; oğlu Sülün Şah ve haksızlığa uğradığını iddia eden Zünnün, Kilikya’daki gayr-i
memnun Bozok815 Türkmenleri’nin başına geçerek isyan etiler, Tahrir Heyeti’ni, Sancak Beyi Mustafa Bey’i
öldürdüler, tecavüzlerini Sivas’a kadar götürdüler.816
Karaman Beylerbeyi İskender Paşa Zade Hurrem Paşa, Peçevî’nin kalemiyle:
“Gayyur ve pür-sürur ve bazuy-u devlete itimat etmiş bir mağrur çelebi adam idi. Etrafa ilam-ı ahval
eti. Amma tevekkuf etmek lâzımken Bostancı Ali Bey ve Kayseriye Hâkimi Behram Bey ve züama ve erbab-ı
tımardan cemm-i gafir kimi şehit, kimi esir oldu.”
Hurrem Paşa; Kayseriye yakın Kurşunlu Boğazı civarında ölmüştü. Cesedi beylerbeylik merkezi olan
Konya’ya getirilerek Mevlâna Dergahı’nın avlusuna gömülmüştü.
Asiler Tokat tarafına kadar ilerleyerek Artık-Âbâd ve Kaz-Âbâd ovalarında toplanmaya başlamışlardı.
Amasya’da oturan Rumeli Beylerbeyi Hüseyin Paşa da bunlarla başa çıkamadı. Nihayet Diyaribekir Beylerbeyi’
Husrev Paşa asileri tepeledi. Fakat bu sırada Adana ve Tarsus’ta Domuz Oğlan ve Beğce817 Bey baş
813
-Ey birader dünya kimseye kalmaz, gönlünü cihane bağlama; yaratanına bağla. Dünya mülküne güvenme çünki o senin
gibi bir çoklarını besledi ve öldürdü. Gülistan, sahife 14
814
-Sicill-i Osmanî, cilt 1,sahife 345
815
-Peçevî, cilt 1, Sahife 118, Hammerin Osmanlı Tarihi, cilt 5, sahife 69. Solak Zade sahife 463
816
-Hammer ve Solak Zade bunların öldürülmeleri tarihini 12 Zilkade 933 olarak gösterirler. Mirat-I Kainat’ta 933 yılın
yazar. Cilt 2, sahife 497. Peçevî bu hadiseyi h.932-m.1525 yılı olayları arasında gösterir. Kara Çelebi Zade’de
Süleymanname’sinde sahife 95 de 932 yılı Zilka’de’sinde olduğunu yazar.
817
-Hammer ve Solak Zade bu adı Yenice, Peçevî, cilt 1, sahife 120’de Pence şeklinde zapdederler.
225
kaldırmışlardı. Bunlar da bastırıldı. Ertesi sene Karaman’da tertip olunan isyan daha ehemmiyetli olmuş bizzat
Sadrazam İbrahim Paşa’nın orada bulunmasını icap ettirmişti. Sadrazam’ın Aksaray’dan asilere çıkardığı kuvvet
mağlup bile olmuştu. Bu arada Karaman Beylerbeyi Mahmud Paşa ve Alaiye Beyi Sinan Bey818 ve Amasya Beyi
Koçi Bey ve Birecek Beyi Mustafa Bey’de ölmüşlerdi. Bu sırada Karaman Beylerbeyliği Koca İbrahim Paşa
Oğlu İsa Bey’e verilmiştir.
İbrahim Paşa, asileri imha etmişti. Bu muvaffakiyetten sonra İbrahim Paşa Tokat’ta asilere karşı zaaf
gösterenleri ve kaçanları bir divana toplayarak onları haşlamıştı. Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa’ya:
-Bir bölük çırılçıplak birer ser desteli torlak uşak ‘’اﺷﻖ819lardan niçin firar ettiniz, deyince Behram Paşa
dem beste kalıp katiyen nutka ve cevaba kadir olmadı.
Kanunî Sultan Süleyman garpta mühim savaşlarla uğraşırken onun fetihlerini, muvaffakiyetlerini
yurdun içinde vurmak ve sıfıra indirmek isteyenlerin bulunması af edilmemesi lazım gelen bir hareketti.
Karaman Beylerbeyi Hurrem Paşa bu vahameti ve işin ehemmiyetini takdir ettiği için vakıt geçirmeden ve
genişlemeden isyanı bastırmak istiyordu. Onun canla başla çalışı, sürati, vaktinde tedbir alışı ve nihayet bu
uğurda sıcakkanını döküşü Sadrazam İbrahim Paşa’nın dikkatini çekmişti. Ertesi sene bir türbe yaptırmak
kadirşinaslığını gösterdi. Hurrem Paşa’dan sonra Konya’da ölen Karaman Beylerbeyleri de Mevlâna
Haziresi’ne gömülmeye başladı.
İşte bu türbede gömülü olan Hurrem Paşa Sadrazam İbrahim Paşanın ve Padişahın takdirini kazanan
Karaman Beylerbeyi Hurrem Paşa’dır.
Yanındaki kabirde yatan Hacı’nın da Kanunî’nin ümerasından Hacı Bey olduğunu tahmin ediyoruz.820
Harem-i hümayundan çıkmış değerli bir idare adamıydı. Kitabesine göre h.961-m.1533 yılında ölmüştür.
Müracaat etiğimiz mehazlarda Hacı Bey’in ölüm yılını bulamıyoruz. Konya Âsâr-i Atika Müzesi
Rehberi821 adlı eserin müellifi, Hacı Bey’in kitabesindeki tarih mısraını ‘’ﺳﺎل هﺠﺮت ﺷﺼﺖ وﻧﻬﺼﺪ ﻳﻚ ﺑﻮدgibi yanlış
okumuş ve bundan Hacı’nın 1051 yılında öldüğü manasını çıkarmıştır. Biz ilk defa doğru okuyarak ilim alemine
sunuyoruz.
818
-Solak Zade Alaiyye Bey’i Mustafa Paşa diyor, sahife 465.
819
-Eski metinlerde ve tarih kitaplarında ‘’اﺷﻖşeklinde geçer.
820
-Peçevî,cilt 1, sahife 47
821
-Müze Rehberi, sahife 28
822
-Konıa Inschriften Der Seldschohischen Bauten, Berlin 1907
226
KALENDER BABA-ŞEYH EBUBEKİR TÜRBESİ
Türbe; Kalenerhane Mahallesi’nde Musalla Caddesi’nde Kerim Bayraktar’ın evinin bahçesindedir.
Türbe sekiz cepheli ve mahrutî kubbelidir. Türbenin yalnız temelinde bir sıra halinde taş kullanılmış, her tarafı
ve kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Kubbe eteğinde de saçak halinde bir sıra taş görülür. Türbenin bodrum katının
ve ikinci katın kapıları şimale açılır. Bodrum katının kubbesi taşla örtülmüştür. Burada üç geniş hava değiştirme
deliği vardır. Buradan sandukalar katına bu çeşit birçok türbeler de olduğu gibi geniş bir pencere açılmaktadır.
Bodrum katta tek bir yatır vardır. Üst katta bulunması lazım gelen sandukadan hiç eser kalmamıştır. Burası şimdi
ahır halinde kullanılmaktadır. İkinci kattan dışarıya sekiz pencere açılır. Mahrutun üstü yıkılmıştır. Mahrut
yüzlerden bir kısmı çökmüş, bazı yerlerine de asırlardan beri iç kubbenin üstünde toplanmış olan güvercin
gübresini almak için delikler açılmıştır.
Bu kıymetli eserin acil bir müdahale ile tamir edilmesi lazımdır. Türbenin hiç bir yerinde yapanı,
yaptıranı ve içinde yatan ölünün hüviyetini inşa ve ölüm tarihlerini gösteren hiç bir kitabe yoktur. Eğer çini
olması muhtemel bulunan sandukası bize kadar gelse idi meçhullerden bazılarını ve belki hepsini halletmek
mümkün olacaktı.
Türbenin halk dilinde yaşayan adı Kalender Baba’ Kesikbaş Türbesi’dir.823
Biz bu türbenin Ebubekir Niksarî isminde bir alim adına yapıldığını Turgut Oğlu Pir Hüseyin bey’in
h.833-m.1428 tarihli bir vakfiyesinden öğreniyoruz. Bu vakfiye de Pir Hüseyin Bey’in vakfettiği Kalenderhane
anlatılırken deniliyor ki: ‘ ﻋﻠﻰ ﻣﺼﺎﻟﺢ اﻟﺰاوﻳﺔ اﻟﻘﻠﻨﺪرﻳﺔ اﻟﺘﻲ ﻋﻨﺪ ﻣﺮﻗﺪ ﻗﻄﺐ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ واﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﻣﻨﺒﻊ اﻟﻤﻌﺎرف واﻟﻴﻘﻴﻦ اﻟﺸﻴﺦ اﻟﻜﺎﻣﻞ..."
اﺑﻲ ﺑﻜﺮ اﻟﻨﻜﺴﺎري ﻧ ﱠﻮ َر اﷲ ﻣﺮﻗﺪﻩ اﻟﻜﺎﺋﻨﺔ ﺑﻈﺎهﺮ اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ اﻟﻤﺬآﻮرة اﻟﺨﺎرج درب ﺧﻠﻘﻪ ﺑﻜﻮش اﻟﻤﺴﺘﻐﻨﻴﻪ ﻋﻦ اﻟﺘﺤﺪﻳﺪ ﺑﺸﻬﺮﺗﻬﺎ ﺑﻤﻜﺎﻧﻬﺎ وﺑﺎﺳﻤﻬﺎ
’اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﻠﻨﻜﺮ ﺧﺎﻧﻪ
“Niksarlı Şeyh Ebubekir’in ölüm tarihini tespit edecek bir vesika henüz elimize geçmedi.
KARAASLAN TÜRBESİ
Türbe; İç Karaaslan, İbn Şahin Mahallesi’nde çıkmaz sokakta, rahmetli Mehmed Salih Zade Ali
Efendi’nin oğlu Eyyüb’ün bahçesinin içindedir. Türbe mahrutî kümbet tarzındadır. Sekiz yüzlü olan binanın
kubbe eteğine kadar olan alt kısmı muntazam kesme taşla üstü tuğla ile yapılmıştır. Duvar taşlarından bazılarının
zamanla eriyerek döküldüğü görülmektedir. Kümbetin alem ayağının sivri kısmı yıkılmıştır. Mahrut kısmında da
yer yer çöküntüler hasıl olmuştur. Batıya açılan kapısının söveleri taştandır. Kapısının üstünde bozukça bir
Selçuk Sülüsü’yle şu iki satırlık Arapça kitabe okunmaktadır:
اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ ﻧﺠﻢ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻤﺎد اﻻ824 هﺬا ﺗﺮﺑﺔ-1
ﺳﻼم ﻗﺮا ارﺳﻼن ﺑﻦ اﺑﺮاهﻴﻢ ﻧﻮﱠر اﷲ ﻣﻀﺠﻌﻪ-2
Türbenin içine çini kaplamalı tek bir sanduka vardır. Sanduka çinilerinin renkleri ve süsleri itibariyle
işsiz denebilecek kadar muvaffak bir Selçuk eseridir. Kalbim burkularak kayıt etmek isterim ki bu pırlanta
ayarındaki çinilerin mühim bir kısmı ihmal, bakımsızlık yüzünden kırılmıştır. Sandukanın üst kısmını mavi
zemin üstünde beyaz ile kabartma olarak Kürsi Ayeti bir kuşak gibi sarmaktadır. Kuşağın altındaki 0,30 x 0,42
metre ebadında yeşil zeminli çinilerin üzerine mavi birer çini ile çakılmış gibi duran yıldız kabartmaları
sandukaya çok çekici ve müstesna bir ahenk vermektedir. Çinilerde bu günün moda kübik şekillerini buluyoruz.
Necme’d-din Karaaslan’ın ölüm tarihi; Sahib Ata’nın ki gibi sandukanın baş veya ayakucuna yazılmış olması
ihtimali vardır. Bu kısımdaki çinilerin bir kısmının kırılmış ve bir kısmının da çamurla sıvanmış olası yüzünden
bu tarihi tespit etmeğe imkân bulamadık.
Selçuklular’ın ve Karamanoğulları’nın birçok türbeleri gibi bunun da altında bir cenazelik bodrum katı
bulunması lazımdır. Bu katın methali de birçok eşitleri gibi türbe kapısının altına rastlıyordu. Türbenin etrafı
zamanla dolmuş olduğu için şimdi bu kapıdan hiç bir iz kalmamıştır. Yapılacak ufacık bir kazı ile bu methal
açılırsa içinde kaç yatır bulunduğu ve bunların mumyalanıp mumyalanmadıkları da meydana çıkar. Türbe şimdi
ev sahibinin bir üzüm, kavun, karpuz sergisi ve kiları halinde kullanılmaktadır. Türbenin ve sandukanın tamir
edilerek bir müze haline konulması temenni edilir.
Türbenin iç kubbesi tuğla ile örülmüştür. Dört yüzünden dışarıya birer penceresi açılır. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı defterin altıncı yaprağında 934 umum numarasını taşıyan bir kayda göre bu
türbe Kılıçaslan’ın vakfı bir türbe olarak gösterilmektedir. Yine buradaki bir kayda göre Karaaslan Mescidi’nin
vakfı da Alâe’d-din Keykubad’dır. Anadolu Selçuk Sultanları arasında dört Kılıçaslan ve üç Alâe’d-din
Keykubad vardır. Kayıtlarda bunlar tasrih edilmedikleri için söylenenleri tetkiksiz kabul edemeyiz.
Bu türbede yatan ‘’ﻧﺠﻢ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻤﺎد اﻻﺳﻼمunvanlarını taşıyan İbrahim Oğlu Karaaslan kimdir? Savaş
meydanlarında, din ve yurt uğrunda ölmeyenlerin kitabelerinde de ‘’ﺷﻬﻴﺪkelimesi kullanıldığı için bu kitabedeki
‘’اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪvasıfları da bizi aydınlatamıyor.
823
-Avam, İdam edilenlere öteden beri ‘Kesik baş’ diye gelmişlerdir. Kalender bir vasıftır. Kalenderhane civarında olduğu
için burada yatana da Kalender Baba denilivermiş olması çok muhtemeldir.
824
-Türbe kelimesi müennes olduğu için kitabenin birinci kelimesi olan ‘’هﺬاde ‘’هﺬﻩşeklinde yazılmalı idi.
227
Aksaraylı Kerimü’d-din Mahmud’un Selçukname’sinde bir Karaaslan görüyoruz. Bu Irak
Selçukluları’nın son hükümdarı825 Mugisü’d-din Tuğrul’un zamanında Irak tahtına oturan ve kendi adına beş
nevbet vurduran Atabey idi. Bir mülhit fedaisi tarafından öldürülmüştü.826
Bu tarihlerde Anadolu Selçuklular tahtında birinci Keyhüsrev oturuyordu.827
Tarihlerin bu Karaaslan’ın Irak’ta öldürüldüğünü tasrih ettiklerine göre bu türbedeki yatanın o olmadığı
açıkça anlaşılmaktadır.
Selçuknameler’de Anadolu Selçukluları devlet adamları arasında bir başka Karaaslan daha görüyoruz.
Bu I.Keykavus zamanında emir-i devat ve I.Alâe’d-din Keykubad zamanında vezirlik yapan Ziyae’d-din
Karaaslan’dır.828
Sahip Ziyae’d-din Karaaslan; I.Alâe’d-din devrinin mühim işlerini başarmıştır. İbn Bibi bize
Karaaslan’ı h.630-m.1233 yılında I.Keykubad zamanında Erzurum’da mühim bir vazife başında gösterdikten
sonra ondan bir daha bahsetmemiştir. Karaaslan Ahlat’tan göç eden Harzemlileri Erzurum yolunda Tuğtap
Ovası’nda vuran Moğulları takip etmek ve bu işi incelemek için gitmişti. Oradan Erzurum’a geçti. Tecavüzden
kurtulan Harzemilleri Kayseri’de bulunan sultanın yanına gönderdi. Bu hareketi hükümdarın fevkalade takdiri
ile karşılandı. 1233 yılında Mısırlılar’la ve daha sonra Şamlılar’la yapılan savaşlarda Harren’ Ruha’ Rakka’nın
fethinde, Diyar-i Bekir’in muhasarasında ve sultanın Kaan Oktay’a yolladığı heyet içinde buluyoruz. Alâe’d-din
Keykubad’ın ölümünden sonra da onun adına bir daha rastlamıyoruz.
Karaaslan’ın Erzurum’dan döndükten sonra h.631-m.1233 yılından evvel öldüğünü tahmin ediyoruz.
Bu Karaaslan’ın unvanı Ziyae’d-din’dir. Tetkik ettiğimiz Karaaslan’ınki ise (kitabesine göre) Necme’d-din
İmadü’l İslam’dır.
Mevlâna Celale’d-din-i Rumî’nin yazdığı bir tavsiye mektubundan829 Karaaslan’ın Mevlâna’dan daha
evvel ölmüş olduğunu öğreniyoruz.830 Mevlâna tavsiye mektubunda gönderdiği zatın ismini yazmaz fakat onu
şöyle tavsif eder: ‘’ﻣﻠﻚ اﻻﻣﺮا ﻧﻈﺎم اﻟﻤﻠﻚ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺪوﻟﺘﻴﻦ اﻟﺤﺴﻴﺐ اﻟﻨﺴﻴﺐ ﺗﺎج اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ اِﻓﺘﺨﺎر اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ
Biz bu tavsiye mektubunun Erzincanlı Kadı Şerefe’d-din Oğlu Pervane Tace’d-din’e yazıldığını tahmin
ediyoruz. Tace’d-din I.Alâe’d-din Keykubad zamanında pervane idi. Sahip Ziyae’d-din Karaaslan’la beraber
Ahlat’ın fethinde bulunmuştu. II.Giyasü’d-din Keyhüsrev zamanında pervaneliği muhafaza ediyordu. Bu
hükümdarın ilk yıllarında Sa’de’d-din Köpek tarafından Ankara’da recmettirilerek öldürülmüştü. Sa’de’d-din
Köpek bu yıl Sultan Keyhüsrev’in üvey validesi Melik’e Adile’yi de Ankara’da yay kirişiyle boğdurarak
öldürtmüştü.
Tace’d-din Pervane 1236 yılının sonlarında veyahut 1237 yılının ilk aylarında öldürtüldüğüne göre831
h.672-m.1273 yılında ölen Mevlâna kendisine tavsiye mektubu yazabilirdi. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü
Arşivi’nde 592 numaralı defterin yüz ikinci sahifesinde 91 sıra numarasına kayıtlı h.679-m.1280 tarihli Sahib Ata
vakfiyesinde de Karaaslan’a nispet edilen camiin adı şöyle: ‘ وﺟﻤﻴﻊ اﻟﺤﻮاﻧﻴﺖ اﻟﺜﻠﺜﺔ ﻣﻊ اﻟﺴﺮداب ﺗﺤﺖ اﻟﺠﻤﻴﻊ اﻟﻜﺎﻳﻨﺔ ﺑﺒﺎﻃﻦ
’ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺣﺬاء اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﻤﻨﺴﻮب إﻟﻰ ﻗﺮا ارﺳﻼن
Konya’nın güneyindeki Karaaslan Köyü bu türbede yatan zatın adını yaşatmaktadır. Meşhur Selçuk
ulusu Gühertaş’ın Türbesi de bu köyün sınırları içindedir.
Fatih, II.Bayezid, Yavuz ve III.Murad adına yapılan Konya Evkafı Tahrir Defteri’nde Karaaslan
Mescitleri’ne rastlıyorsak da bu türbeyi bulamıyoruz.
Bizim tahminimize göre bu türbede metfun olan Karaaslan; yukarıda tetkik ettiğimiz devat-darlık ve
sahiplik yapan Ziyae’d-din Karaaslan’dır. Hükümdarların, devlet büyüklerinin değişik unvanlarla anılıp
yazıldıkları hakkında birçok örnekler vardır.
KESİKBAŞ TÜRBESİ
Türbe; Medrese Mahallesi’nde Memleket Hastanesi’nin arkasına Parsana yolunun üzerindedir. Mahruti
kubbeli türbe, Selçuk mimarisinin bütün temizliğini ve hususiyetlerini muhafaza ederek bize kadar gelebilen
başlıca yadigârlarından birisidir. Alt kısmı tamamen kırmızımtırak Sille ve akımsı kesme iri Gödene Taşları’yla,
kubbesi de tuğla ile yapılmıştır. İki çeşit taşın kullanışı uzaktan abideye müstesna ve çok zarif bir durum temin
etmektedir. Türbenin cenazelik bodrum katı toprak seviyesinin biraz üstüne ve kapı hizasına kadar dört köşe
yapılmış, toprak üstünde dört köşesinde birer müselles çıkarma bıraktıktan sonra sekiz köşeye geçmiştir.
Müselles köşeler iskemle gibi oturmaya da yarayan istirahat yerleri de sayılabilir. Kapısı doğuya açılır. Kapı ile
ahenk dar olmak üzere üç yüzüne de geniş mermer çerçeveli birer büyük pencere daha yapılmıştır. Türbe ayrıca;
daha yukardan yarık halindeki sekiz pencereden de ışık alır. Kapısının som mermer çerçeveleri biraz yukarda
zarif ve yüksek kabartmalarla bir çelenk teşkil ederler. Kapıya iki tarafından mor mermerden ikişer basamaklı
825
-Bu zat 1177’den 1194’e kadar hükümdarlık etmiştir.
826
-Selçuki Devletleri Tarihi, sahife 120
827
-I.Keyhüsrev iki defa tahta çıkmıştır. Birincisi 1192 - 1196 ikincisi 1204 - 1210 tarihlerinde idi.
828
-İbn -i Bibi Tercümesi, Anadolu Selçuki Devleti Tarihi, sahife 70,137,169,170,171,172,173
829
-Mektubat-ı Mevlânâ Celale’d-din, 86.mektup, sahife 91
830
-İbn -i Bibi Tercümesi, sahife 169,171,172,177,182,188,189,192,193
831
-Kayseriye Şehri, sahife 7 ve Karahanlılar ve Anadolu Selçukluları, sahife 30
228
merdivenle çıkılır. Merdivenlerin ve sahanlığın kenarları kurdele şeklinde işlenmiştir. Bu merdivenin altında
bulunması lazım gelen bodrum katını kapısı toprak altında kalmıştır.
Ufak bir kazı ile meydana çıkarılabilir. Türbenin üstüne bir paratoner konmuştur. Bu kadirşinaslığı
överken deliksiz ve kusursuz kubbesine kalın demirlerin çakılmasını hiç de doğru bulmadığımızı ilave ederiz.
Türbenin sol tarafına vaktiyle saçak yapmak bahanesiyle ufak elikler açılmıştır. Sağ köşesindeki müsellesin de
bir sıra taşları düşmüştür. Telafisi mümkün olan bu noksanlar tamamlandıktan sonra türbe bir örnek müze
halinde ziyaretçilere arz edilebilir. Bir aralık türbe belediyenin barut deposu olarak kullanılmıştı. Türbenin hiç
bir yerinde yapanı, yaptıranı yapılan tarihi, içindeki yatırı ve yahut yatırları gösteren bir kitabeye rastlamadık.
Konya’da idam edilenlere Kesikbaş derler. Burada bir idam edilenin yattığını kabul ediyoruz. Şimdilik hüviyetini
tespit edemedik.
MEVLÂNA TÜRBESİ
Konya ile Mevlâna birbirinden ayrılmayan yekpareleşmiş bir varlıktır. Eskiler buna birbirlerinin lazım-ı
gayri-i müfariki derlerdi. Konya’yı anınca Mevlâna’yı, Mevlâna’yı anınca Konya’yı hatırlamamak mümkün
değildir.
Arapların şerefi yere değil, oturanlara veren büyük bir sözleri vardır. Hakikaten Mevlâna Konya’ya
şeref vermiş, Rum Selçukîleri payıtahtı Konya da ona büyük bir şöhret temin etmiştir.
Mevlâna Mamuresi; Konya’nın mimarisi ve tarihi çok karışık bir abideler manzumesidir. Bu bakımdan
İstanbul’daki Topkapı Sarayı’na çok benzer. Bu mamure zaman zaman, devir devir eski mimari bir tabir ile
mahv-ü ispat yoluyla birçok tâdillere, tağyirlere, haziflere, eklemelere uğrayarak bugüne kadar gelmiştir.
Mamurenin muhtelif parçalarının mimarisinde bir arapsaçı karışıklığı görülmektedir. Bu mamurenin mimarisi ve
tarihi birçok ciltlere gebedir. Birçok tarih mimari ve güzel sanat mütehassısları burada kendilerini uzun zaman
işgal edecek değerli ve bakir mevzular bulabilirler. Mevlâna Külliyesi, Alâe’d-din Manzumesi’nden daha
mühimdir. Alâe’d-din Tepesi’nde ve çevresindeki Selçuki Sarayları ve diğer abideler bu hanedan egemenliğini
kaybettikten sonra siyasi hakimiyeti ele alan diğer Türk devletleri tarafından ihmal edildikleri için birçokları bize
kadar gelememişlerdir. Karamanoğulları zamanında ihmal edilen Selçuklu Hanedanı’na mensup abideler
tamamen horlanmamış ise de çok ihmâl edilmişlerdir. Konya’yı fetheden Osmanoğulları’nın başkentleri
İstanbul’du. Konya merkezlik imtiyazını kaybetmişti.
Selçuklu ve Karamanoğlu Hanedanları Osmanlı Hanedanı için siyasi birer tehlike idiler. Osmanlılar
Konya’daki Selçuklu ve Karamanoğlu Hanedanları’na mensup sarayları, türbeleri ve abideleri yüz üstü
bıraktılar.
Fakat Konya’ya hükmeden bütün siyasi teşekküller, Konya’yı siyasi hakimiyetlerini sınırları içine
alamayan uzak yakın birçok Türk Müslüman devletler Mevlâna’yı sevmiş ve saymışlardır. O her devirde
merkezliğini feyiz ve irfan kutupluğunu muhafaza etmiştir. İşte bunun için onun adına yapılan abideler de bize
kadar gelebilmiştir. Selçuklular’ın ve Karamanoğulları’nın başkentindeki muhteşem saraylardan ve diğer
hanedan abidelerinden de bize kadar bütünlüklerini muhafaza ederek gelebilenler yok gibidir. Hatta; gibidir’i de
fazladır. Çünkü yalnız meşhur Keykubadiye Sarayı’nın eyvanının kuru bir temelinden başka bir şey kalmamıştır.
832
-Sahife 29
833
-Sicill-i Osmanî, cilt 4, sahife 371 ve Peçevî cilt 1, sahife 28
834
-Sefine-i Mevlevîye, cilt 1,sahife 121 de Pir Paşa’nın Konya’da Camii’n yanındaki türbede medfun olduğunu söylüyorsada
bu doğru değildir. Pir Paşa Silivri’deki camiin havlusunda gömülüdür. Türbesi yoktur. Biz bu kitabımızı yazdığımız 1944
yılına kadar bu Mehmed Bey’i kimse tespit edememişti. Kitabımızı vesilelerle gören birisi bunu da mehaz göstermeden
kendisine mal etmiştir.
229
Selçuklu Hükümdarlarının türbesi bile yerlere serilmek üzeredir.835
Biz bu rehberimizde Mevlâna Külliyesi’ni kısaca inceleyeceğiz, Çünkü müze memuru Zeki; Maarif
Vekaleti’nin müsaadesine rağmen bu abideler mecmuasının etraflıca tetkiki imkanını bize vermemiştir.
Bu mamurenin tarihi Anadolu Selçukluları’ndan I.Alâe’d-din devrine kadar çıkmaktadır. Bugünkü
manzumenin çekirdeğe buraya h.628-m.1230 m. yılında düşmüştür.
Eflâki’den öğrendiğimize göre Mevlâna’nın babası Ulemanın Sultanı Bahae’d-din Veled Konya’nın dış
kale duvarları yapılmadan evvel bir gün katırına binerek şehrin batısında bir gezintiye çıkıyor. Şimdi Mevlâna
Türbesi’nin bulunduğu yerde küçük bir tepe varmış, burada bir müddet eğlendi ve sonra dedi ki:
“Ben kendimin, yâranımın, çocuklarımın, beni takip edelerin ve torunlarının kabirlerinin burada
bulunmasını isterim.836
Bazı rivayetlere göre Sultan-ı Ulema bu gezisini I. Alâe’d-din Keykubad ile beraber yapıyordu.
Türbenin bulunduğu yerde Sultanların Gül Bahçesi vardı. Alâe’d-din çok saydığı Bahae’d-din Veled’in bu
arzusunu yerine getirmek için bahçeyi kendilerine bağışladı.
Konya’nın dış surlarının inşası h.618-m.1221 yılında tamamlandığına göre Bahae’d-din- Veled’in bu
gezintisi 618 yılından evvel oldu. Sultan-ı Ulema sur tamamlandıktan sonra Sultan Keykubad ile beraber yapılan
dış kaleyi gezmiş ve ona şehri selden ve düşman akınlarından koruyan kale duvarlarını ancak zulme uğrayanların
dua okları delik deşik edebileceği hakkında çok güzel bir ders vermişti.
Sultan-ı Ulema’nın bu mealde yazdığı bir kitabe de Kale kapılarından birisinin üstüne konulmuştu.
Konya surlarının inşasından 10 yıl sonra h.628-m.1230 yılında Sultan-ı Ulema hayata gözlerini
kapamıştı. Onu kendisinin işaret ettiği yere gömdüler. Bahae’d-din Veled’in ölümü Sultan Alâe’d-din
Keykubad’ı çok müteessir etmişti. Yedi gün sarayından çıkmadı. Kırk gün hasırda oturdu. Selamlık için atına
binmedi. İç kaledeki camide hatimler indirtti. Fakirlere sadakalar verdi. Halk için sofralar kurdurdu. Ve
mezarının etrafını değirmi bir duvarlı çevrilmesini ve bir mermere ölüm tarihinin kazılmasını emretti. 837
İşte Mevlana Türbesi’nin bulunduğu yerde yapılan ilk bina budur. Buranın üstü açık bir türbe olduğu
anlaşılmaktadır. Eflaki, bu ilk türbeyi şu satırlarla anlatmıştır. ‘ وﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﻓﺮﻣﻮدﻩ آﻪ آﺮد اآﺮد ﺗﺮﺑﺖ ﻣﺒﺎرك ﺷﻴﺦ
’ﺣﺮﻣﻲ ﺑﺮ آﺸﻴﺪﻧﺪ و ﺑﺮ ﺳﻨﻚ ﻣﺮﻣﺮ ﺗﺎرﻳﺦ وﻓﺎت را ﺛﺒﺖ آﺮدﻧﺪ838
Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu yerdeki ilk türbe bundan tam 732 yıl önce kurulmuştur.839
‘Mevlâna’nın Yedi Öğüdü’ mukaddimesinde Pervane Muine’d-din’in Bahae’d-din Veled’in mezarı
üstüne bir türbe yaptırma istediği halde oğlu Mevlâna Celâle’d-din’in; Gök kubbeden iyi türbe mi olur?
Şeklinde, bu müracaatı kabul etmediği söyleniyorsa da840 bizim incelerimizin verdiği sonunca göre Emir
Bedre’d-din Gühertaş h.630-m.1232 yılında Mevlâna için medrese kurarken Bahae’d-din Veled’in mezarı üstüne
de bir türbe yaptırmıştı.
İbn Batuta h.733-m.1332 yılında Karamanoğlu Bedre’d-din Mahmud’un841 Karaman tahtında otururken
Konya’ya uğradığı zaman, ‘Mevlâna Türbesi kurbindeki büyük bir zaviyede âyende ve revendeye it’am’
edildiğini yazıyorsa da zaviyeyi imaret diye kabul etmeye imkan yoktur.842
Eflâki; Mevlâna’nın gömüleceği yere getirildiğini anlatırken aynen: ‘ ﭼﻮن ﺑﺤﻈﻴﺮﻩء ﺣﻀﺮت وﺗﺮﺑﻪ ء ﻣﻨﻮر
’ﺁوردﻧﺪdemektedir.
835
-II.Abdü’l-Hamid zamanında bir Konya Maarif Müdürü saraya gönderdiği bir jurnalda şöyle hülasa ettiğimiz bir
huluskarlık çakmıştı:”Selçukî hükümeti ve Karaman Oğulları Osmanlı Hanedanı’nın amansız düşmanları idiler. Bu iki
aileden gelen hükümdarların hala Konya’da ve Karaman’da halk tarafından ziyaret edilen türbeleri vardır. Hanedan-ı Celil-i
Osmanî için daimi bir tehlike olan bu türbelerin yıktırılması ve yok edilmesi lazımdır. Bu husustaki fermanınızı bekleriz.”
Bereket versin ki bu tehlikeli jurnalı Baş Mabeyinci Sultan’a sunmamıştı. Eğer sunsaydı bu gün Konya’da ve Karaman’da
Selçukîler’e ve Karaman Oğulları’na ait tek bir yadigar ayakta kalmayacaktı.
836
-Menakıbü’l-Arifin. Hint baskısı, sene 1892 sahife 36’da aynen şöyle denilmektedir. ‘ رواﻳﺖ آﺮدﻧﺪ آﻪ ﭘﻴﺶ از ﻋﻤﺎرت آﺮدن رﺑﺾ
ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻣﺤﻞ ﻣﺮﻗﺪي آﻪ ﺣﻀﺮت ﺑﻬﺎء اﻟﺪﻳﻦ وﻟﺪ اﺳﻮدﻩ اﺳﺖ ﻣﺨﺘﺼﺮ ﺗﻠﻜﻲ ﺑﻮدﻩ اﺳﺖ روزي اﺷﺘﺮ ﺳﻮار آﺸﺘﻪ ﺑﺪان ﺟﺎﻳﻜﺎﻩ رﺳﻴﺪﻩ ﺳﺎﻋﺘﻰ ﻧﻴﻚ ﺗﻮﻗﻒ ﻓﺮﻣﻮدﻩ
“ ’اﺷﺎرت آﺮدﻩ اﺳﺖ آﻪ ﻗﺒﺮ ﻣﻦ وﻳﺎران وﻓﺮزﻧﺪان واﻋﻘﺎب واﺣﻔﺎد ﻣﻦ هﻤﻴﻦ ﺟﺎ ﺧﻮاهﺪ ﺑﻮدنBu cümlelerdeki ‘ ’ﺗﻠﻜﻰküçük tepe anlamınadır.
Hattat katır manasına ‘’اﺳﺘﺮEster kelimesini deve manasına ‘’اﺷﺘﺮÜştür şeklinde yazmıştır. Konya’da deveye binilmezdi.
İstanbul Pertev Paşa Kütüphanesi’ndeki Menakıbü’l-Arifin tercümesinde sahife 41’de bu fıkra şöyle dilimize nakledilmiştir:
“Böyle rivayet ve hikayet ederler ki Şehr-i Konya’nın henüz kalesi bina olunmazdan evvel Konya Kalesi’nin kenarındaki
eylevm Hazret-i Baha Veled ve sait evlad ve ehfadlarının kabr-i saadetleri andadırlar. Ol mevki bir tepecik idi. Bir gün hazret
bir estere (katıra) süvar olup ve zikrolunan mevzie reside olduklarında bir saat kadar tevekkuf buyurup badahu işaret edip
buyurdularki: Benim kabrim bu mevzide olup ve evlad ve a’kablarımın dahi kezalik işbu mevkilerde vaki olacaktır. Deyüp
cümlesinin yerli yerini tayin buyurdular.”
837
-İstanbul Pertev Paşa Kütüphanesi’nde bulunan Menakıbü’l-Arifin tercümesinde bu cümleler şöyle tercüme edilmiştir:
“Ve türbe-i saadetlerinin etrafını tamir edip ve mermerden bir sengi-i mezar tedarik ettirip ve üzerine tarihi vefatlarını tahrir
ettirip polat kalemle kazdırdı.
838
-Menakıbü’l-Arifin sahife 23 ve Menakıbü’l-Arifin Tercümesi yaprak 22.
839
-Bu yazı 1944 de yazıldı
840
-Mecalis-i Seb’a-i Mevlânâ,sahife 100
841
-Matbu Eflaki Menakibi, sahifi 355.
842
-İbn Batuta Seyahatnamesi
230
Alçakça duvarla çevriler yerlere ‘hazire’ denir. Açık mezarlara da bazen türbe denildiği varsa da bu
kelime çokça üstü kapalı yerler için kullanılır.
Öyle anlaşılıyor ki Sultan-u Ulema’nın türbesinin bulunduğu Sultan Bağı Mezarlığı’nın etrafına da
sonradan muhavvita denilen havlı duvarı çevrilmişti.
Hazire ve türbe kelimelerinin bir arada kullanılmasından ve daha başka işaretlerden de anlıyoruz ki
Sultan-ı -Ulema’nın mezarı üstüne kapalı bir türbe yapılmıştır.
Mevlâna’nın, babasının türbesinde namaz kıldığını, orada zikr-ü tespih ettiğini, murakabeye daldığını
ve divit kalem getirterek kendinden evvel ölen oğlu Alâe’d-din Çelebi’nin mezar taşına kitabe yazdğını da
Eflâkî’den öğreniyoruz.843
Eflâki’nin şahıs tayin edemeden zayıf bir söylenti halinde yazdığına göre bir gün ziyaretine gelen
Muine’d-din Pervane; Mevlâna’dan babasının mezarı üstüne nadir bir kubbe ve garip bir tak yapmasına müsaade
etmesini istemiş, Mevlâna da bu isteği, ‘Eflak kubbesinden daha iyisi olur mu’ şeklinde reddetmiştir.844
Bu rivayetin çok zayıf hatta zayıf değil büsbütün yanlış olduğunu ispat için elimizde kuvvetli deliller
vardır.
1-Eğer Mevlâna babasının mezarı üstüne türbe yapılmamasını istemişse onun istekleri etrafındakiler
tarafından birer nas mahiyetinde telâkki edildiği için türbe yapılmazdı. Hâlbuki Gühertaş; Bahae’d-din Veled’in
mezarı üstüne türbe yapılmıştı. Bugün de türbe vardır.
2-Eğer Mevlâna babasının mezarı üstüne türbe yapılmasını istememişlerse, kendilerine de türbe
yapılmasını istemezlerdi. Hâlbuki O sağlığında kendisinin mezarı üstüne türbe yapılmasını yakınlarına ve
dostlarına tavsiye etmişti. Sözlerine güvenilir birçok kimselerin rivayetlerine dayanan Eflaki; Mevlâna’nın şöyle
bir tavsiyesini yazar:
“Mevlâna bir gün dedi ki:
- Yâranım! Bizim türbemizi çok yüksek yapınız ki tâ uzaklardan görünsün. Bizim velâyetimize
inananlar türbemizi çabuk görsünler. Tanrı onları acıdıkları arasında yapsın. Her kim tam bir aşk ile riyasız bir
sadakat ile mecazsız bir hakikat halinde türbelere gelir dua ederse Tanrı onun dünya ve ahirete ait her şeyi
hacetlerini kabul eder.”
Yine Eflaki; sahih bir rivayete dayanarak Mevlâna’nın; ‘Bizim türbemiz yedi defa yapılacaktır. İmar
edilecektir’ şeklindeki sözlerini naklediyor.845 Bu gün de Mevlâna’nın mezarı üstünde bir türbe vardır. Dün de
vardı.
Mevlâna Celale’d-din-iRumî 672 yılı Cumadie’l-Ahire’sinin beşinci günü hayata gözlerini kapamıştı.
Onu Sultan Bağı Mezarlığı’nda babasının yanına gömdüler. Selçuk vezirlerinden ve Mevlâna’nın ve ailesinin
yakın dostlarından ve kendisine saygı besleyenlerden Abdullah oğlu Alemü’d-din Kayser bir gün Mevlâna’nın
oğlu Sultan Veled’e müracaat ederek Mevlâna’nın mezarı üstüne bir türbe yaptırmasına müsaade edilmesini
istedi. Otuz bin dirhem (gümüş para) kadar bir para sarf edebilecekti. Tasarlanan plana göre türbe bu kadar para
ile yapılamazdı. Buna rağmen Sultan Veled müsaade etti. Alemü’d-din Kayser o gece sultanın daracası üstüne
çıkarak yüksek ve güzel bir sesle seçilmiş manzum parçalar okudu. Mevlâna’nın en yakın müritlerinden ve
kendisine derin ve sarsılmaz bir saygı ile bağlı olanlardan Pervane Muine’d-din ile karısı Gürcü Hatun’u
coşturdu. Büyük mürşitlerini ve metbualarını saygı ile selamladılar, onun ölmez hatıralarını bir daha andılar. Ve
sabahleyin Sabih ismindeki uşaklarını Alemü’d-din Kayser’e göndererek sıraya çağırttılar. Kendisini takdir ve
tebrik ettiler. Türbenin yapılması için seksen bin sultanî dirhem verdiler. Kayseri gelirinden de elli bin dirhem
ayrıldı. Türbenin türbedarı ve kapıcısına ve daha başka hizmetlerde kullanılacak olanlarla Mevlâna’nın kendi
adına Gühertaş’ın yaptırdığı medresedeki yaranına devamlı gelirler tesis ettiler. Alemü’d-din Kayser türbesinin
inşasını aynı zamanda iyi bir kimyager olan Tebrizli mimar Bedre’d-din’e havale etti.846
Bedre’d-din; Mevlâna sağ iken hemşeri Eflatun ile beraber Konya’ya gelmiş ve Sultan Veled vasıtası ile
Mevlâna’ya takdim edilmişti. Bilinen geliri pek az olduğu halde her gün bin sultani dirhem sarf edecek kadar
cömertlik gösteren bu adamın kimyagerlik sanatını kullanarak bu paraları yaptığı iddia ediliyordu. Mevlâna onun
bu hünerini tasvip etmemişti. Alemü’d-din Kayser gibi Muine’d-din Pervane ve karısı Gürcü Hatun’un Mevlâna
Türbesi gibi Medresesi için tesis ettikleri vakıfların vakfiyeleri bize kadar gelmemiştir. Türbenin inşa tarihini de
843
-Hint basması Menakibü’l-Arifin, sahife 35, ibare aynen şöyledir: ‘ ﻣﻠﻚ اﻻدﺑﺎء ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺴﻠﻢ رواﻳﺖ آﺮد آﻪ روزي ﺣﻀﺮت ﻣﻮﻻﻧﺎ
ﺑﺰﻳﺎرت ﺗﺮﺑﺖ واﻟﺪش ﻣﻮﻻﻧﺎي ﺑﺰرك ﺑﻬﺎء اﻟﺪﻳﻦ وﻟﺪ ﺁﻣﺪﻩ ﺑﻮد ﺑﻌﺪ اراﻧﻜﻪ ﻧﻤﺎز آﺬارد واوراد ﺧﻮاﻧﺪ وﺳﺎﻋﺘﻰ ﻳﻚ ﻣﺮاﻗﺒﺖ ﻧﻤﻮدﻩ ازﻣﻦ دوﻳﺖ وﻗﻠﻢ ﺧﻮاﺳﺖ ﭼﻮن
’ﺑﻴﺎوردم ﺑﺮ ﺧﺎﺳﺖ وﺑﺮ ﺳﺮآﻮر ﻓﺮزﻧﺪش ﭼﻠﺒﻲ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺁﻣﺪﻩ ﺑﻴﺘﻰ ﺑﺮ ﺁن ﺗﺮﺑﺖ ﻣﺨﺼﺺ آﺮدﻩ ﺑﻨﻮﺷﺖ
844
-Menakibü’l-Arifin, sahife 363, ibare şudur: ‘ ﻣﺮد اﺳﺖ آﻪ روزي ﺧﺪﻣﺖ ﻣﻌﻴﻦ اﻟﺪﻳﻦ ﭘﺮواﻧﻪ ﺑﺰﻳﺎرت ﺁﻣﺪﻩ ﺑﻮد واﺟﺎزت ﺧﻮاﺳﺖ آﻪ ﺑﺎﻻي ﺗﺮﺑﻪء
’ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻌﻠﻤﺎ ﻗﺒﻪء ﻧﺎدر وﻃﺎﻗﻲ ﻏﺮﻳﺐ ﺑﻨﻴﺎد آﻨﺪ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻓﺮﻣﻮد آﻪ از ﺗﺒﻪء اﻓﻼك ﻧﺨﻮاهﺪ ﺑﻮدن
845
-Menakıbü’l-Arifin, sahife 245 ve Menakıbü’l-Arifin Tercümesi İstanbul Pertev Paşa Kütüphanesi numara 511 yaprak 85
846
-Menakıbü’l-arifin sahife 232 ve 233 Sultan-I Ulema’nın ve Mevlânâ’nın asırdaşları arasında üç sanatkar Bedre’d-din
tanıyoruz. Birisi Mimar Bedre’d-din Ali’dir. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 584 numaralı defterin 288.
sahifesinde bulunan Sivas Şifaye Medresesi’nin h.628-m.1221 tarihli vakfiyesinde bunun adı geçmektedir. Bu mimarın vefat
tarihini bilmiyoruz. İkincisi nakkaş şöhretini taşıyan Bedre’d-din Nüvaziş’tir. Eflakî de bu zatın adı ve sanı şöyle geçer: “Yar-
ı Rabbanî Şeyh Bedre’d-din Nüvaziş-el-maruf binakkaş.” (sahife 145) Üçüncüsü de Mevlânâ Türbesi’nin mimarı Kimyager
Tebrizli Bedre’d-din.
231
kesin olarak bilmiyoruz. Üstünde bulunduğunu tahmin ettiğimiz kitabesi de bize kadar erişmemiştir. Türbenin
h.673-m.1274 yılı içinde tamamlandığını tahmin ediyoruz.
Bu türbenin yapılış tarzı ve teferruatı hakkında yazılı ve sarih ifadeli bir tarihi kaynak ve arşiv vesikası
henüz elimize geçmedi. O vakit ki Selçuk türbe mimarî tarzını ve Mevlâna Türbesi’nin uzaklardan görünebilmesi
için çok yüksek yapılması hakkındaki tavsiyesini ve Mevlâna’nın II.Kılıçaslan tarafından yaptırılan Alâe’d-din
Tepesi’ndeki üstü mavi çini ile kaplı mahrutî türbeyi bir kıtasında anışını göz önünde bulundurursak Mevlâna
Türbesi’nin nasıl yapılmış olduğu hakkında bir fikir edinmiş oluyuz. Bu günkü kubbenin de ilk ve eski kubbe
taklit edilerek yapıldığı hakkındaki tarihi rivayetlerde bu fikri kuvvetlendirir.
Kubbe; taştan dört kalın fil ayağı ve dört taş kemer üzerine tutturulmuştur. Bundan 139 yıl kadar sonra
h.812-m.1409 yılında Karamanoğlu II. Mehmed zamanında yenilen Akşehir’deki Mahmud Hayran Türbesi’nin
planı Mevlâna Türbesi’nden iktibas edilmiş gibidir.847 Mahmud Hayran Türbesi dört yığma sütun ve dört taş
kemer üstüne oturtulmuş, yalnız onun kemer araları duvar şeklinde örülmüştür. Bugünkü Mevlâna Türbesi’nin
üç yanı açıktır. Yalnız kıble tarafı duvar halindedir.
Mimar Bedre’d-din’in yaptığı türbeden bize kadar bir şeyler gelebilmiş midir? Bu hususta katiyet ifade
eden bir hüküm verebilmek ve bir kanaat izhar edebilmek için bugünkü türbenin inşa malzemesini, etrafına olan
bağlantılarını, iç kubbesi ile kemerlerini ve fil ayaklarını örten sıvaları ve alçı süsleri sıyırarak iyice incelemek
lâzımdır.
Mimar Bedre’d-din; Mevlâna’nın Türbesi’ni yaparken Sultan-ı Ulema’nın ve Mevlâna’dan evvel ölen
oğlunun türbesini de yenilemedi mi? Bu hususta tarihi membalarda bir işaret bulamıyoruz. Mevlâna’nın Türbesi
yapıldıktan sonra Selçuk İmparatorluğu çözülme ve parçalanma kasırgalarının tehdidi altında kalmıştı. Türbenin
inşasından sonra bu imparatorluk ancak çeyrek asır kadar ayakta durabildi. Bukadarcık bir zaman; itina ile
yapılan bir bina üzerinde yenilenmeye lüzum gösterecek bir tahrip yapamazdı. Bu rubu’ asır içinde Konya’da,
eserleri yere seren bir zelzele olduğunu da hiç bir me’hazda görmedik. Bu müddet içinde türbede ufak tefek
tamirler ve belki de bazı ilaveler yapıldığı kabul edilebilir. Çünkü 733 h. 1532 m. yıllarında Konya’ya uğrayan
İbn Batuta; Mevlâna Türbesi’nin yakınındaki bir zaviyede konup göçen misafirlere yemek çıkarıldığını
söylemektedir. Bu zaviyeyi Gühertaş mı yapmıştı. Muine’d-din Pervane’nin yardımı ile mi kurulmuştu, yoksa
bu çeyrek asır içinde bir başkası tarafından mı yapılmıştı? Bu karanlık noktaları aydınlatacak vesikalar da henüz
elimize geçmedi.
Şikarî; Karaman Tarihi’nde Karamanoğulları’ndan Mirza Halil Bey Zade Alâe’d-din Bey’in Silifke
hareketini yazarken der ki:
“Alâe’d-din’ Karaman Beyleri ile Silifke sahrasına eriştiler. Alâe’d-din ahdeyleyip, eğer kâfiri kırıp
Görkes Kalesi’ni alacak olursam gaza mali ile Mevlâna’nın üzerine bir Yeşil Türbe yaptırayım, dedi. Sonra Yeşil
Türbe’yi bünyad eyledi.”848
Eski Kütüpnaneler Müdürü Merhum Hasan Fehmi Turgal’da Karamanoğulları Tarihi başlıklı bir
yazısında Şikarî’den alındığı anlaşılan bir yazısında:
“Memleket; Alâe’d-din Bey İbn Halil Bey’in tek başına elinde kalınca Görkes Kalesi tarafına gazaya
gitmek üzere yola çıktı. Daha önce Mevlâna’nın Türbesi’ni ziyaret ederek yardım ve himmet dilemiş, torunu Ulu
Arif Çelebi’ye karşı muzafferin dönünce gaza malinden türbeye bir kubbe-i aliyye inşa eylemeyi vaat ve
nezreylemişti. Sonra mansur ve muzaffer olarak Adana ve Tarsus yoluyla Konya’ya dönmüştü. Nezrettiği gibi
Mevlâna’nın kabri üzerine Yeşil Kubbe’yi kurdurmuş, fukarasına azim meblâğlar dağıtmış, evladına mühim
teberrularda bulunmuştur.”849diyor.
Şikarî’nin bu pek açık ve kati ifadesi karşısında Mevlâna üstüne yeşil mahrutî kubbeli türbeyi
Karamanoğlu Alâe’d-din Bey’in yaptırdığına hükmetmek lazım geliyor. Bizim tahminimize göre bu gün ayakta
duran Yeşil Türbe’nin fil ayakları, kemerleri, cenazelik ve mumyalık denilen bodrum katı daha kısa bir ifade ile
türbenin mahrutî kubbesinden başka kısımları Alâe’d-din Bey’in eseridir. Öyle anlaşılıyor ki Alâe’d-din Bey;
Tebrizli Bedre’d-din’in yaptırdığı türbeyi yıktırmış ve şimdilik ismini veremeyeceğimiz bir mimara bu türbeyi
yaptırmış. Yeni türbenin planına Tebrizli Mimar Bedre’d-din’in planının esas tutulmuş olması çok muhtemeldir.
Mevlâna Türbesi’ni yapan mimar biraz sonra da Akşehir’deki Mahmud Hayran’ın türbesini yapmıştı.
Bu mimarın veya çini amilinin adı Aslı Oğlu Abdullah Oğlu Ahmed’dir.
Mevlâna Türbesi’nin eski kubbesi hakkında tam bir fikir edinmek isteyenlerin Mahmud Hayran
Türbesi’nin yıkılmadan bize kadar erişen kubbesini görmelerini tavsiye ederiz.
Alâe’d-din Bey’in Mevlâna’ya ve hanedanına kopmaz bir iç bağı ile derin bir aşk ile bağlandığını
gösteren birçok vesikalar vardır.
847
-Türbe’yi, Mahmud Hayran’ın torunlarından Seydî Muhyi’d-din İbn Seydî Ali, İbn Seydî Muhyi’d-din İbn Seydî Mahmut
yenilettirmiştir. Çinilerinin amili ve belki de türbenin mimarı Ahmed İbn Abdulah’tır. Bu türbe hakkında Akşehir adlı
kitabımızın 422-440. sahifelerinde geniş malumat vardır.
848
-Karaman Tarihi, İstanbul Fatih Ali Emirî Kütüphanesi; tarih kısmı no: 458 sahife 49
849
-Konya Mecmuası, sayı 11,sahife 672
232
Hususî koleksiyonumuza ve arşivimize koymaya muvaffak olduğumuz Karamanoğulları’a ait şimdiye
kadar neşredilmeyen ve görülmeyen vakfiyeleri arasında Alâe’d-din Ali Bey’e dair iki vakfiye vardır. Bu
vakfiyelerden biri h.766 ikincisi de h.769 yıllarında tanzim edilmiştir.
Alâe’d-din Ali Bey’in babası Mirza Halil Bey de h.772-m.1370 yılında Karaman’da Mevlâna’nın
anasına mensup zaviyeyi ve onun içindeki oğlu Süleyman Bey Türbesi’ni yaptırmıştı. Şimdi bu mamurenin
kitabesi yenilenen zaviye, camiin ve Mader-i Mevlâna Türbesi’nin kapısı üstündedir. Kitabede Mevlâna şu
saygılı kelimelerle anılmaktadır:
“Kutbü’l-Arifin Sultanu’l-Âşıkiyn Mevlâna Celâlü’l-Milleti ve’l Hakk’ı ve’d-din”
Mevlâna ve ailesine karşı olan sevgi ve saygıyı Alâe’d-din Bey babasından tevarüs etmişti.
766 yılı Cumadie’l-ula’sının başlarında tanzim edilen vakfiyesi ile Alâe’d-din Bey Lârende’ (Karaman)
de Buğday Pazarı’ndaki bir fırın ile Gazi Köprüsü ve Hammal Hüseyin Mescidi yanlarındaki tarlalarını
Karaman’daki içinde biraderinin merkatı de bulunan Mevlevîyye Zaviyesi’ne vakfetmiştir. Vakfiyede adı sanı
şöyle geçer:
‘ ان ﺻﺎﺣﺐ اﻻﻣﻦ واﻻﻣﺎن ﻣﻐﻴﺚ اﻟﻤﺴﺎآﻴﻦ واﻟﻤﻠﺤﻮﻓﻴﻦ ﻟﻴﺚ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻣﻌﻴﻦ اﻻﻣﺔ ﻧﺎﺻﺮ اﻟﻤﻠﺔ ﻗﺎهﺮ اﻟﻄﻐﺎة ﻗﺎﻣﻊ اﻟﺒﺪﻋﺔ ﻋﻼء
اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﻔﺨﺮ اﻻﻣﺮا ﻗﺎﻟﻊ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ اﻋﺪل اﻟﻮرى ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻚ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﻋﻈﻢ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﺑﻲ اﻟﺨﻴﺮات ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺼﺪﻗﺎت
’اﻟﺠﺎزﻣﺎت ﻣﻴﺮزا ﺧﻠﻴﻞ ﺑﻚ ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻻآﺮم ﺑﺪر اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻲ ﻗﺮﻣﺎن ﺑﻚ850
H.769-m.1367yılında tescil ettirdiği vakfiye ile de Lârende de şimdi çiftlik halinde bulunan Selerek
Köyü ile Bozkuş Çiftliği’ni; Kutbu’l-Aktab Mevlâna Celâlü’l-Hakk-ı ve’ş-Şeriat-ı ve’l-Milleti ve’d-Din’in
Karaman’daki zaviyesi şeyhine vakfetmektedir. Bu vakfiyede kendisi şöyle anılmıştır:
‘ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻤﻌﻈﻢ واﻟﺪﺳﺘﻮر اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺴﺘﺨﺪم ارﺑﺎب اﻟﺴﻴﻒ واﻟﻘﻠﻢ ﺑﺎﻧﻰ ﻗﻮاﻋﺪ اﻟﺤﺴﻨﺎت ﻧﺎﺷﺮ اﺻﻨﺎف اﻟﺨﻴﺮات واﻟﻤﺒﺮات ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻚ
اﻣﺮ ﺑﺎﻧﺸﺎء اﻟﺰاوﻳﺔ اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﺟﻨﺐ اﻟﺰاوﻳﺔ اﻟﺘﻲ ﺑﻨﺎهﺎ اﺑﻮﻩ اﻟﺴﻌﻴﺪ... ﺑﻦ ﻣﻴﺮزا ﺧﻠﻴﻞ ﺑﻚ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻚ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن ﺧﻠﺪ اﷲ ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ وأﺑﺪ ﻣﻤﻠﻜﺘﻪ
’ﺑﻤﺪﻳﻨﺔ ﻻرﻧﺪﻩ وﻓﻴﻬﺎ ﻣﺮﻗﺪ اﺧﻴﻪ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﻤﻘﺘﻮل ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻚ
“El-Emirü’l-muazzam ve’d-düstûrü’l-a’zam müstahdim-i erbabe’s-seyf-i ve’l-kalem bâni-i kavâidi’l-
hasenât nâşir-i esnafi’l-hayrât ve’l-meberrât Alâe’d-din Bey İbn Emirza Halil Bey İbn Mahmud Bey İbn
Karaman hallede’l-lahü saltanatehu ve ebbede memleketehu.. Emre bi inşai’z-zaviyeti’l mübareketi cenbe’z-
zaviyet-i’lleti benaha ebuhu’s-said bi medineti Lârende ve fiha merkatü ahihi el-emir-ü’ş-Şehid el-maktul
Süleyman Bey”
Mevlâna’ya ve hanedanına büyük bir saygı besleyen Alâe’d-din Bey mânevi metbuu ve mürşidi içinde
muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Alâe’d-din Bey’in yaptırdığı türbenin kitabesi ve ne de vakfiyesi bize kadar
gelmemiştir. Fâtih’in Karaman İli Evkafı’nı yazan Tahrir Heyeti bu vakfiyeyi ve Karamanoğlu İbrahim Bey’in
bu vakfiyenin hükümlerini yürürlükte tutan fermanını gömüştür. Hayır müesseslerinden bir abide bir mamure
tamir edildiği veyahut yenilendiği ve yeni gelirler ve vakıflar tesis olunduğu zaman eski vakfiyelerinin yok
edilmesi bir kaide halini almıştır. İşte Alâe’d-din Bey’in vakfiyesi de Mevlâna Mamuresi’ni yenileyen, tamir
eden Osmanlı hükümdarları zamanında yok edilmiş ve onların gelirleri hâkani defterlere kaydolunmuştur.
Düvel-i İslamiye müellifi ve mütercimi Karamanoğulları’nı yazarken pek çok hatalar işlemişlerdir.
Halil Edhem Bey burada851 Alâe’d-din Bey’in beyliğini h.873-m.1391 başlattırıyorsa da bizim bulduğumuz
vakfiyeler Alâe’d-din Bey’in h.766-769 yıllarında hükümdar olduğunu göstermektedir.852
Alâe’d-din Bey h.783-m.1381 yılında I.Murad’ın kızı Nefise Sultan’la evlenerek Osmanlı hükümdar
ailesine damad olmuş ve 10 sene sonra da bir Osmanlı veziri olan Timurtaş Paşa tarafından öldürülmüştü.
Alâe’d-din Bey Mevlâna Türbesi’ni Osmanlı hanedanına damat olmadan evvel mi sonra mı yaptırmıştı? Bu
hususta kati bir şey söyleyecek vaziyette değiliz. Şurası muhakkaktır ki, Alemü’d-din Kayser’in yaptırdığı türbe
100-110 yaşını bulmuştur. Alâe’d-din Bey çöken ve yıkılan Selçuklu rakip hanedanın Alâe’d-din Türbesi’ndeki
mavi çinili hükümdar türbesine karşı mâneviyat ikliminin sultanı Mevlâna için yeşil çinili bir türbe yapmıştı.
Konya’yı Osmanlı sınırları içine alan İlk Osmanlı hükümdarı II.Sultan Mehmed’in Mevlâna Mamuresi’nde
herhangi bir tamir, tadil yaptığı hakkında hiç bir vesikaya rastlamıyoruz. Fâtih; Konya Kalesi’ni tamir
ettirmişti.853
Mevlâna’nın torunlarından Konyalı Nişancı Mehmed Paşa Konya Kalesi için söylediği tarih
manzumesini Arapça Osmanlı Tarihi’ne geçirmiştir. Eğer Fâtih Mevlâna Mamuresi’ni tamir etseydi veyahut
herhangi bir ilâve yapsaydı Nişancı Mehmed Paşa bunu tarihine muhakkak geçirirdi.
850
-Halil Edhem Bey Bedre’d-din’nin, Mahmud’un lakabı olmasında şüpheye düşüyordu. Vakfiye onun tereddütünü
gidermeye kafidir. Bu aile hakkında neşretmek tasavvurunda bulunduğumuz Tarihi Karaman Rehberi ve Karamanoğulları
adlı eserlerimizde beynelmilel ilim aleminin düştüğü tarihi fahiş hataları düzeltecek malumat vereceğiz. Baş Vekalet
Arşivi’nde 1 numarada kayıtlı Ermenek ve İçel defterinde Karamanoğulları hakkında malumat vardır.
851
-Düvel-i İslamiyye, sahife 297
852
-Akşehir adlı kitabımızın 69,70,71,72,73,76,78,79,81,83,84 ve 88. sahifelerinde Karaman Oğulları vakfiyeleri
neşredilmiştir.
853
-Bihiştî Tarihi Kilisli Rifat’ın kopya ettiği nüshanın 128. sahifesinde Fatih devri olaylarını yazarken Konya’nın Takkeli
Dağı üzerindeki kaleyi; Kevele şeklindeki harekeler ve Fatih’in Konya’nın ehmedekini yani iç kalesinin tamiri de şöyle
anlatır: “Ve hem Kevele kalesini nüvvab-i kamyap bab-ı saadet - maap karındaşı İshak Bey elinden almış idi İttifak
Hüdavendigar kâmkâr Konya Hisarı’nın Ehmedek’in yapmağa emredip bir miktar benna ve hizmetkârlar göndermişti.
233
II.Sultan Mehmed’in dönme vezirleri zengin Karaman İli’ni Osmanlı sınırları içine sokarlarken bu ilin
muhteşem ve sayısız mamurelerini yalnız yakıp yıkmakla kalmamışlar büyük insan kütlelerini, bilginlerini,
sanatkarları da dahil olduğu halde bir ihraç metaı gibi İstanbul’a Rumeli’nin birçok yerlerine sürmüşler,
götürmüşlerdi. Fatih’in merkezi Konya olan Karaman Eyaleti’ne vali olarak gönderdiği Şehzade Mustafa ve
Sultan Cem zulüm görmüş, içlerinin en ince noktaları kırılmış olan bu eyalet halkına yeni bağlandıkları devleti
sevdirmek için geniş ölçüde imar faaliyetine geçmişler, halka iyi görünmek için birçok fedakârlıklar yapmışlardı.
Muhite intibak etmeye çalışmışlardı. Filhakika açık fikirli, aydın, sportmen, cesur ve edip bir şehzade olan
Sultan Cem’i Konyalılar çok sevmişlerdi. O’nun şahsında yeni hükümete ısınmışlardı. Sultan Cem ata binmeyi,
ok atmayı, gürz sallamayı burada geliştirmişti. Sultan Alâe’d-din’in Konya ve Karaman’da bulunan ve birer
rekor hatırası olarak saklanan gürzlerini ağırlaştırmak için yeni demir halkalar ilave ederek muvaffakiyetle
kullanmıştı.854
Sultan Mustafa ve Sultan Cem birçok hayır müesseseleri ve bu müesseselere mensup olan kimseler için
vergi muaf nameleri vermişlerdir. Sultan Cem Mevlâna Mamuresi’ne vakfedilen bir tarlayı bahçe haline
getirmek suretiyle imar etmişti. Fatih zamanında Konya yeni işgal edilmişti. İstilacı devletin buradaki faaliyeti
daha ziyade askeri sahalara inhisar ediyor, tekrar elden çıkmaması için kalelerin, burçların tamirine ehemmiyet
veriliyordu. II.Bayezıd zamanında Konya’nın vaziyetinde normalliğe doğru bir kayma vardı. Başta Sadrazam
Konyalı Nişancı Mehmed Paşa855 olduğu halde bütün Konyalılar ve Karaman eyaleti Fatih’ten boş kalan tahta
çok sevdikleri ve kendilerinden saydıkları Sultan cem’in geçmesini istiyorlardı.
Bu hususta birçok mal ve can fedakarlığı yaptılar. Cem’in feci akıbeti onları çok müteessir etti. II.
Beyazid; Cem’i takip için Konya’ya gelmiş ve otağını Filabat856 Çayırı’nda kurmuş ve Dedesi Fatih zamanında
Saruhan Valiliği’nde bulunan büyük Oğlu Abdullah’ı; Cem’in yerine Karaman Eyaleti Umumi Valiliği’ne tayin
ederek kendisi Ilgın yoluyla İstanbul’a dönmüştü.857 Şehzade Abdullah Lârende’de ve Konya’da Mısır’a kaçan
amcası Cem’in çok sevilen Konya’ya dönmemesi için Gedik Ahmed Paşa ile çalışıyordu.
Dışardan gelecek tecavüzün bir iç tehlike ile birleşerek muzaffer olmaması için müstevli devleti
buralarda çok yumuşak bir siyasetle temsil ediliyordu. Halkı Osmanlı hâkimiyetine ısındırmak için birçok
vergileri af ediyordu. Karamanoğlu Kasım bey’le anlaşan Cem tekrar Anadolu’ya dönmüştü.
Bayezid858‘ Lârende’de bulunan şehzadesinin vaziyetini tehlikeli görmüştü. onu bir işaretle Konya’ya ve
oradan da Karahisar’a getirtti. Sonra Cem; Konya’yı sardı, Karaman Beyler Bey’i Ali Paşa Konya’yı iyi müdafa
etti. Şehzade Abdullah’ın ısındırıcı ve yumuşak siyaseti Konyalılar’a kalelerini eski valilerine karşı iyi müdafaa
ettirdi.859 Cem; Konya’yı alamadı, nihayet mağlup olarak Görges Limanı’ndan Rodos Şövalyeleri’ne sığındı.
Karamanoğlu Alâe’d-din Bey Görges Kalesi’nden aldığı ganimet ile Mevlâna Türbesi’ni yaptırmıştı. Bu kaleden
bir şehzadenin karısı da türbenin imarı için geniş bir imkân hazırlıyordu.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde bulunan ve Yavuz adına Kemal Paşazade tarafından yapılan Dimeşkli
Hüsam tarafından yazılan h.924-m.1418 m. tarihli defterde Konya Mahalleleri tespit edilirken, Mahalle-i
Gebran’ın860 sonunda şöyle bir kenar yazısı okuyoruz:
“Nefs-i Konya halkı sabıkan Karamanoğulları üzerlerine gelip muhasara edecek Âl-i Osman’a
istikamet ettikleri sebepten Sultan Bayezid Han merhum Konya halkını avarız-ı divaniyeden ve tekalifi ürfiyen
muaf kılıp ellerine muafiyetnameler verip padişah-ı alempenah dahi mukarrer kıldı.861
İşte bu kayıt bize gösteriyor ki Karamanoğulları’na ve Cem’e mukavemet eden Konyalılar’ı II.Bayezid
çok seviyordu. Onların bütün divanı ve ürfi vergilerini af etmişti. Tahmin ettiğimize göre tahta oturduğu yıl
kardeşini tenkil için Konya’ya gelerek Filabat Çayırı’nda otağ kurduğu zaman Mevlâna Türbesi’ni sık sık
ziyaret etmişti.
Şehzade Abdullah’da babasının verdiği direktif dairesinde Konyalılar’a karşı çok iyi hareket etmişti.
İstanbul Baş Vekalet Arşivi’nde bulunan II.Bayezid devrine ait tarihsiz bir Konya Tahrir Defteri’nden
öğreniyoruz ki Şehzade Abdullah; değerli adamlara birçok tımarlar vermiş, birçoklarının vergilerini af etmişti.
Mesela Konya Dâru’ş-Şifâ’sının vakfı olan Hatıp Köyü’nü Dâru’ş-Şifâ harap olduğu için Tabip Lütfi Çelebi’ye
854
-Vâkıat-ı Sultan Cem, sahife 2. Hammer, cilt 3, sahife 138’ de der ki: “Cem gürzü sühûletle kullanmasından dolayı birinci
pehlivan ünvanını almıştı. Mutad üzre pek ateşli olan Karaman ahalisi ve İçel dağlıları o tabiatta bir şehzadenin vilayeti
sayesinde Fatih’in kendilerine tahmil etmiş olduğu zincire mutiâne gerd-endâde oldular.
855
-Nişancı Paşa Fatih ölünce tahta geçmesi için Cem’e gizlice mektup yazmıştı fakat Bayezid’in taraftarlarının eline geçtiği
için bir gün sonra şehit edildi.
856
-Eski vesikalarda ‘’ﻓﻠﻴﺒﺎت ﻓﻠﺒﺎت ﻓﻼﺑﺎت ﻓﻼﺑﺎد ﻓﻴﻞ اﺑﺎدşeklinde yazılan bu kelime ile kastedilen yer Konya’nın doğusundaki
çayırdır. Konya’da birde Filoros ‘’ﻓﻠﻮروسvardır. Aşık Paşazade Tarihi, sahife 221. Hayrullah Efendi Tarihi, cilt 9 sahife 71.
857
-Tacü’t-Tevarih, cilt 1, sahife 14. Sicill-i Osmanî sahibi, cilt 1 sahife 46’da Sultan Cem’den sonra Konya’ya Sultan
Şehinşah’ın vali tayin edildiğini söylerken hata ediyor. Şehinşah’tan evvel Abdullah vali olmuştu.
858
-Topkapı Sarayı Arşivi’nde bularak neşrettiğimiz vesikalara göre II.Bayezid’de Amasya’dan Konya’ya nakil edilmiş ve
geldiği gün berş, (benk) denilen esrarlı bir ma’un yemişti. Ölümden zor kurtarılmıştı. II.Bayezid şehzadeliğinde bir çeşit
esrarkeş idi.
859
-Tacü’t-Tevarih, cilt 1, sahife 218
860
-Gebr, Rum, Ermeni gibi gayr-i müslümlere denir. Bu kelime dilimize daha ziyade gavur şeklinde yerleşmiştir.
861
-Defter numarası 63, sahife 21
234
tımara vermiş, Hatunsarayı’na bağlı Ertaş ile Üç Kilise ve Bekirler Köyleri’ni kendine has iken bunları Konya
Ehmedek’nin (İçkale) muhafızlarına bırakmıştır.
Şehzade Abdullah’ın Konya Valiliği çok uzun sürmedi. H.888-m.1483 yılında öldü.862 Yerine
Karamanoğlu ailesine mensup bir anadan doğan Şehzade Şehinşah Konya Valiliği’ne tayin edildi. Şehzade
Şehinşah Konya’da çok sevildi. O’nun Konya’da anasından kalma birçok emlâki, çiftlikleri vardı. Konya’nın
imarına çok çalıştı. Konya’yı bol içecek suyuna kavuşturmak isteyenlere yardım etti. Konya’nın Sahra
Nahiyesi’ne bağlı Gündük diğer adı ile Yeniceköy Şehinşah’ın anasının malikanesi idi. Oğluna bağışlamıştı. O da
Konya’ya su getiren ve dört çeşme yapan kethüdası Ahmed Çelebi’ye vermişti. Ahmed Çelebi de bu köyü;
çeşmelerine vakfetmişti.863
Konya Kalesi’nin Ertaş Kapısı civarında bir de mescit yaptırdı. Şehzade Şehinşah babasından bir sene
evvel h.917-m.1511 yılında eyalet merkezi olan Konya’da öldü.864 Onu çok seven Konyalılar bir mersiyelerinde
şöyle ağlıyorlardı:
“Beyler gelün figan edelim şahımız kanı
Sultan-ı taht-ı Konya Şehinşah’ımız kanı.”
Yerine Oğlu Niğde Beyi Mehmed, Konya Valiliği’ne getirildi.865
Konyalılar Karamanoğlu sülalesinin bu yadigarını da çok sevmeye başlamışlardı. Fakat dedesinin
ölümü üzerine tahta geçen I.Selim onu öldürttü.
II.Bayezid Konyalılar’ın ve bugünkü İslam Dünyası’nın istisnasız saygı besledikleri Mevlâna’nın
Külliyesi’ni esaslı bir surette imara karar verdi. Bu mamurenin gelirlerini arttırmak için vakıf köylerinden
birçoklarına muafnameler verdi. İstanbul Başvekalet Arşiv’inde bulunan ve Kânunî devrine ait 399 numaralı bir
defterde Mevlâna Türbesi’nin vakfı olan Kara Aslan Köyü ile Gühertaş tarlaları kaydedilirken deniliyor ki:
“Hazret-i Mevlâna Celale’d-din evkafını reayası türbe-i şerife ye hizmet edip esvap taşıyanı avarızdan
muaflardır.”
Kemalpaşa Zade’nin Karaman İli Tahrir Defteri’nde Mevlâna evkafından olan Ağaçlı Avşar
Köyü’ndeki bütün reayanın avarizini II.Bayezıd’in af ettiği gösterilmiştir.
Bayezid’in Mevlâna Mamuresi’nde mühimce bir onarma ve nakışlama yaptığı muhakkaktır. Fakat
bunun hakkında hal tercümesi kitaplarında ve tarihlerinde herhangi bir işaret bulamıyoruz. Meselâ Aşık Paşa
Zade Lutfi Paşa tarihlerinde, Tacü’t-Tevarih’te, Hammer’in Osmanlı Tarihi’nde, Solakzade, Hayrullah
Efendi’nin tarihinde, Nişancı Tarihi’nde; II.Bayezid’in hayır eserleri ve imar faaliyetleri arasında Mevlâna
Mamuresi’ni tamir ettiği hakkında hiç bir kayda rastlamıyoruz. Arşivlerimizde de Mevlâna Mamuresi’ni
onardığı hakkında hiç bir vakfiye bulamadık. Yalnız Mevlâna Türbesi’nin kıble duvarının içinde 3.98 metre
enindeki duvarda iki satır halinde nefis bir sülüs ile yazılmış şu tarih parçasını okuyoruz: ‘’
ﻧﻘﺸﺖ اﻟﻘﺒﺔ اﻟﺨﻀﺮاء ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﺆﻳﺪ ﺑﺘﺄﻳﻴﺪ اﷲ اﻟﻤﺴﺘﻌﺎن ﺳﻠﻄﺎن ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﺎن-1
ﻋﻠﻰ ﻳﺪ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﻮﻟﻮى ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺤﻠﺒﻲ واﻧﺸﺪ ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺨﻪ هﺬﻳﻦ اﻟﺒﻴﺘﻴﻦ-2 866
Bu kitabenin açık ifadesinden öğreniyoruz ki Yeşil Kubbe’nin içi II.Bayezid zamanında sanatkâr
Mevlevî Mehmed Zade Halepli Abdu’r-rahman tarafından nakşedilmiştir. Bu tezyin tarihini göstermek için
söylenen dört mısralık kitabede bunun altına yazılmıştı. Bir zelzeleden sonra duvardaki bu tarih mısraları
bozulduğu için sıvanarak üstüne yeşil bir boya çekilmiştir. Eğer tarih manzumesi bize kadar gelseydi;
nakışlanma işinin tarihini kati olarak öğrenebilirdik. Biz bu işin Sultan Şehinşah’ın valiliğinin son yıllarında
yapıldığını tahmin ediyoruz.
Bayezid zamanında türbenin yalnız nakışlanması ve ufak tefek iç tamirleri mi yaptırılmıştı?
İnşa halinde her hangi bir mühim tesis ve ilâve olsaydı tarihler bunu bize bildirirlerdi. Yeşil Kubbenin
şimalindeki içi istalaktitli kubbe ve diğer merkatların ve dehlizi örten kubbelerin kimin tarafından yaptırıldığı
çok incelenmesi lazım gelen bir mevzudur. Bunların Bayezid tarafından yaptırıldığını kabul etmiyoruz. Çünkü
kitabede yalnız nakıştan bahsedilmiştir. Bu ilavelerin Karamanoğulları’nın son zamanlarında ilave edilmiş
olmasını kabule mütemadiyiz. Oldukça mühim telakki edilen bu inşaatı Osmanlılar yapsalar da vakanüvisler ve
tarihçiler bunu muhakkak kaydederlerdi.
Yavuz Sultan Selim Mevlâna Dergâhı’na h.918-m.1512 yılında Tutlu’dan su getirmiş ve bahçesine bir
şadırvan yaptırmıştır. Yavuz; şark, Arabistan ve Mısır seferlerine gidip gelirken Mevlâna Türbesi’ni ziyaret etmiş
ve bu zata ve hanedanına karşı duyduğu derin saygıyı göstermiştir. Yavuz’un bu mamureyi tamir ettiği ve bazı
tesisler ve ilaveler yaptığı hakkında şimdilik fazla malumatımız yoktur.
Mevlâna Mamuresi’ne karşı en büyük alakayı Kanunî Sultan Süleyman göstermiştir. Burada birçok yeni
tesisler ve birçok onarmalar yapmıştır. Nişancı Mehmed Bey Tarihi’nde h.957-m.1550 yılında; ‘nefs-i medine-i
862
- Sicill-i Osmanî, cilt 1,sahife 52. Solakzade, sahife 292’de 888 yılı Zilka’de’sinin başlarında öldüğü söyler.
863
-İstanbul Başvekalet Arşivi, defter numarası 40
864
-Tacü’t-Tevarih, cilt 1 sahife 212. Sicilli Osmanî, cilt 1 sahife 46. Solakzade sahife 271.
865
-Hayrullah Efendi Tarihi, kitap 9, sahife 138
866
-Bu satırlar dilimize şöyle çevrilir: “Yeşil Kubbe Mehmed Han’ın oğlu, kendisinden yardım istenen tanrı tarafından
saltanatı teyid edilen Sultan Bayezid’in hükümdarlığı zamanında zayıf kulu Halepli Mevlevî Mehmed Oğlu Abdu’r-Rahmanın
elleriyle nakşedilmiştir.Nakış tarihi hakkında şu iki beyit söylenmiştir:
235
Konya’da, sultan-ı manevi sahib-i Mesnevî Hazret-i Mevlâna Celale’d-din Rumî mezar-i pür envari kurbinde bir
cami-i refi ve mescid-i meni’ yaptığını söylüyor.867 Kara Çelebi Zade’ Süleymanname’sinde; ‘Konya’da
mahrem-i esrar-ı kayyum-i Mevlâna Celale’d-din Rumî’nin evrah-ı şerifeleri için nice buk’a-i hayrat ihdas
olunmuştur.’der.
Peçevî de; ‘Konya’da Hazret-i Celale’d-din Molla Hünkar kuddis-e sirruh-u merkat-i münevverleri
kurbinde iki minareli bir âlî câmi ve semâhane ve mescid-i lâtif ve imaret-i mamure ve darüz’ ziyafe ve dervişan
için hucerat-i saire’868 yapıldığını yazar.
Solakzade de; ‘Konya’da Celale’d-din Rumî ruh-i şerifleri için iki minareli bir camii latif ve yine mezar-
ı Mevlâna’da bir mescid-i münif’ yapıldığını kaydeder.869
Evliya Çelebi bu mamure hakkında kitabının iki yerinde malumat vermektedir. Bir yerde, Kanunî’nin
Anadolu’daki hayır eserlerini sayarken; ‘Konya’da Hazret-i Celale’d-din merkat-i pür envari kurbinde iki
minareli bir camii ali ve bir medrese ve bir mescid-i latif ve semahane ve bir imaret-i mamure ve bir darü’z-
ziyafe ve dervişler için müteaddit hücreler yapıldığını’ yazar. Bir başka yerde daha geniş malumat verir.
Çelebi’mizin; ‘Evsaf-ı âsitane-i Hazret-i Mevlâna’ başlıklı yazısını buraya aynen alıyoruz:
“Bina-i Sultan Süleyman Han’dır: Daha nice mülûk ve selatin bu asitaneyi tamir ve termim etmiştir.
Süleyman Han Bağdat fethine giderken iki yüz kese masraf koyup Bağdat -ı bihişt âbâdı feth edip gelince
evvela Sultan-ı Ulema ferzendi Molla Hünkar’ın sandukalarını zerendûze müstağrk edip sim şebekeler ve canib-i
erbaasında hüsn-i hat kelam-i izzetler ve sîm evani, şemadan ve buhurdan ve gülabdan, çirağdanlar ile araste ve
nice bin zî kıymet kanadil ve müsanna maslubat ile pirasta edip Hazret-i Sultan-ı Ulema’nın sandukasını
cümleden ali ve Molla Hünkar’ınkini andan alçakça edip ser-i saadetleri Mevlevî külahları üzere beyaz destar-i
Mevlevî’ler, keşmirî ve lâhûrî şallar ve taylasan-i sünnet-i Muhammedî ile mehabet ve salabetli öyle kabr-i
mevzundur ki harem-i şeriften gören adama vehim tari olup adeta bir dehşet hasıl olur”
“Kilar, fırın, matbah darü’t-team dahi hayrat-ı Han Süleyman’dır.
“Bu tekkenin kurbinde iki minareli bir cami ve bir medrese bir imaret-i darü’z-ziyafe asar-ı Süleyman
Han’dandır. Bu hayratın hepisi de kargir bina olup kubbab-ı aliye mebni ve serapa nilgün resas-ı halis ile mestur
bina-i azîmlerdir.”870
Hammer Osmanlı Tarihi’nde kısaca şu malumatı verir:
“Konya’da dergah-ı Mevlâna’da iki minareli bir cami ile dervişan için bir semahane onların
ikametlerine mahsus hücreler, fukara için imaret yaptırmıştı.”871
Tarihcilerin Mevlâna Mamuresi hakkında verdikleri malumatın bir kısmı hatalı, bir kısmı noksan ve bir
kısmı da fazladır.
Mamurenin batısındaki çifte minareli Mabedin Mevlâna Külliyesi ile komşuluktan başka bir alakası
yoktur. Bu camii kuzeyindeki misafirhaneyi (imarethaneyi) sonra Sultan II.Selim yaptırmıştır.
Müelliflerin Kanunî’nin eseri sandıkları bu mamureyi II.Selim yaptırmıştı, bir daha tekrarlayalım:
Bunun Mevlâna Dergahı ile sınırdaşlıktan başka bir alakası yoktur. Vakfiyesine göre Mevlâna Hanikahı’nda
bulunan fakir dervişlere burada yemek verilmektedir.
Kanunî Süleyman türbenin kuzey bitişiğine bir minareli mescid ve semahane ile dervişler için hücreler,
fırın, kiler, matbah ve taamhane’den müteşekkil bir dârü’z-ziyafe, postnişinler için hususi bir daire, türbenin
içinde de ve bilhassa sandukalar üzerinde geniş ölçüde tamirler ve tadiller yaptırdı.
Büyük ve dahi seyyahımız Evliya Çelebi’nin verdiği tafsilat sonraki tarihçilerin yaptıkları birçok
hataları düzeltmektedir.
Bu gün Sultanu’l-Ulema’nın merkatı üzerinde bulunan Mevlâna’ya ait yüksek tahta sanduka Evliya
Çelebi’nin zamanında da burada idi. Çelebi’miz kitabesini tetkik etmeden bunun Kanunî tarafından oğlu
Mevlâna’nın sandukasından daha yüksek olarak yapıldığına hükmetmiştir. Bundan şunu anlıyoruz; Kanunî
sandukaları tamir ettirir ve üstlerine puşideler yaptırırken yan yana yatan Mevlâna ile Sultan Veled’in
sandukalarını aynı seviyeye indirmek için Mevlâna’nın yüksek sandukasını babasının merkatı üzerine
kaldırmıştır.872
Matbu Nişancı Tarihi’nin verdiği malumatın birçoklarının tarihlerinde fahiş hatalar işlendiği Sultan
Selim Camii ve Mevlâna Medresesi’nin h.957 tarihinde yapıldığı hakkındaki malumatı biz doğru bulmuyoruz.
Bunların Kanunî zamanında h.973-m.1565 yılında yapılmış olduğu hakkındaki kanaatimizi şu vesika ile teyit
ediyoruz:
867
-Tarih-i Nişancı Mehmed Paşa, sahife 266
868
-Peçevî, cilt 1, sahife 426
869
-Solakzade, sahife 587
870
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 1, sahife 160 ve cilt 3, sahife 262
871
-Devlet-i Osmaniye Tarihi, cilt 6, sahife 153
872
-Matbu Evliya Çelebi’nin 3.cildinin 24. sahifesinde Mevlânâ ile Sultanu’l-Ulema’nın yan yana yatır gibi göstermesinde
kitabını anlayışlarına göre yeni dile çevirenlerin yaptıkları bir hata gibi kabul etmek insaflıca bir hareket olur. Matbu
nüshadaki şu cümleler de Kilisli Rifat ile Necip Asım’ın bir haltı gibi kabul edilmelidir. Bu kabirler semahanenin kıble canibi
köşesinde olup dört çevreleri şebiklidir. Üzerlerinde başka kubbeleri yoktur.
236
اﻣﺮ ﺑﻌﻤﻞ...
هﺪا اﻟﻤﻘﺎم واﻟﻤﻨﺎزل ﻣﻮﻻﻧﺎ
ﻗﺪس ﺳﺮﻩ ﺷﺎﻩ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن
973
1- ... Emre bi ameli
2- Haze’l-makam-i ve’l-menazil-i Mevlâna
3- Kuddüse sırrüh Şah Sultan Süleyman
973 873
Kitabedeki; makam ve menazil kelimeleri Kanunî devrindeki yapıları içine alacak kuvvettedir. Kanunî
tarafından yapılan tesislerin ve ilavelerin mimarının Mimar Sinan olduğu hakkındaki yazılar doğru değildir. Bize
kadar gelebilen yazma ve basma bütün Tezkeretü’l-Bünyan ve Tezkeretü’l-Ebniye’lerdeki listelerde Konya’da
Sinan tarafından yapılmış her hangi bir abide görmüyoruz.
Mevlâna Dergahı müze haline konulmadan evvel umumi kapısının üstünde üç satır halinde orta bir talik
ve bozuk bir imla ile şu altı mısralık Türkçe tarih kitabesi okunuyor:
ﻳﺎﭘﻮپ ﺑﻮ ﺧﺎﻧﻘﺎهﻰ اورد ﺑﻨﻴﺎد ﺷﻬﻲ ﺳﻠﻄﺎن ﻣﺮاد ﺧﺎن ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻢ ﺧﺎن
اوﻗﻴﻨﻪ هﺮ ﺳﺤﺮ ورد اوﻟﻪ ارﺷﺎد اوﻻﻟﺮ ﻣﻮﻟﻮﻳﻠﺮ ﺑﻮﻧﺪﻩ ﺳﺎآﻦ
آﻮروب دل ﺑﻮ ﺑﻨﺎى دﻳﺪ ﺗﺎرﻳﺦ 992 ﺑﻴﻮت ﺟﻨﺖ ﺁﺳﺎ اوﻟﺪي ﺁﺑﺎد
Şeh-i Sultan Murad Han İbn Selim Han - Yapıp bu hanikahı urdu bünyad
Olalar Mevlevîler bunda sakin - Okuna her sehar vird ola irşad
Görüp dil bu binayı didi tarih - Büyut-i cennet-âsaâ oldu abad 992.
Kitabede bazı kelimelerde harfî hereke yerine resmî hareke kullanılmış ‘’اوردىkelimesi ‘’اورد, ‘’آﻮروب
kelimesi ‘’آﻮرب, ‘’ﺑﻨﺎﻳﻰkelimesi binay ‘’ﺑﻨﺎى, ‘’دﻳﺪيkelimesi ‘’دﻳﺪşeklinde yazılmıştır.874 Birinci mısraın baştaki
‘’ﺷﻪkelimesi de vezin zaruretinden olacak ‘’ﺷﻬﻲgibi kazılmıştır.
Kitabenin son mısraı ebcet hesabına vurulunca h.992-m.1584 yılı çıkar ki Mevlevî Hanikahı’nın bu
tarihte III.Murad tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. İfadenin katiyetine göre III.Murad hanikahı yeniden;
ismini tespit edemediğimiz bir mimara yaptırmıştır. Mimar Sinan o vakit hassa mimarları başı idi. Bundan şunu
da çıkarmak mümkündür ki Kanunî Sultan Süleyman semahane ve mescidi yeniden yaptırmış, türbe ile zaviyeyi
tamir ettirmişti.
II.Selim zaviyenin önüne, cami, imarethane yaptırmış, III.Murad da eski hanikahı yıktırarak
yenilemiştir. Medresesi IV.Mehmed zamanında h.1060-m.1650 yıllarında ayakta idi. Türbe şadırvanının
üstündeki kitabe taşı Tutlu Suyu yolunu ve şadırvanını yaptıran ve tamir eden Osmanlı Hükümdarları’nın bir
levhası haline gelmiştir. Yavuz’un tarih kitabesinin altında ve tam ortada sene 1004 tarihi görülmektedir. Bu
tarihin sağındaki ve solundaki kitabe taraklanarak yerine Abdü’l-Aziz’in bir kitabesi hakkedilmiştir.
III.Mehmed’in de h.1004-m.1595 yılında Tutlu Suyu ile meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Abdü’l-Aziz’de
h.1285-m.1868’de şadırvanı yeni tarzda ihya etmiştir. Bayezid’den başlayarak sıra ile ve fasılasız altı Osmanlı
Hükümdarı Mevlâna Mamuresi’nin inşa, tamir ve ihyası ile meşgul olarak Mevlâna’ya karşı duydukları saygı
borcunu ödemişlerdir.
IV.Murad h.1044-m.1634 yılında Revan Seferi’ne giderken Konya’ya uğradığı zaman Mevlâna
Türbesi’ni ziyaret etmiş, dergah postnîşini Ferruh Çelebi Zade Ebubekir Çelebi’ye875 samur giydirmek,
hediyeler vermek suretile iltifat, Mevlâna Dergahı’na o havalinin Zimmîler’inin cizyesini vakf ve hanikahın
matbahına her sene Suğla gelirinden 1000 kuruş verilmesini Suğla Voyvodası’na emretmiştir. Naima padişahın
Konya’ya geldiğini anlatırken derki:
“Konya’nın iç kalesi -ki Ehmedek demekle meşhurdur-Padişah yalnızca vardıkta handek üzerine
kurulmuş olan ağaç köprünün üzerine at ile çıkıp kaleye doğru yöneldikte Kale Dizdarı İhtiyar Arnavut kalenin
üstünden haykırıp:
-Bre Ağa aşağı inip piyade yürü, bu padişah kalesidir, buna at ile çıkılmaz! deyü çağırıp azar eyledi.
Dizdarın bu hareketinden padişah mahzuz olup ba’dehu dizdar padişahı bildikte hak-i payına yüz sürdü. Padişah
dahi kaleye girip cebehaneyi vesair eşyasını seyreyledi. Kale-i mezbure Sultan İzze’d-din Keykâvus İbn
Keyhüsrev-i Selçukî binasıdır.” 876
IV.Murad h.1048-m.1638’de Bağdat seferine giderken tekrar Konya’ya uğradığı zaman Çelebi’nin
Mevlâna Matbahı’na tayin edilen parayı kendisi aldığını tespit etiği için onu İstanbul’a sürgün etti. Ebubekir
Çelebi İstanbul’da bir müddet Bayram Paşa’ya misafir oldu ve h.1052-m.1642 yılında öldü. Yeni kapu
Mevlevîhanesi’ne gömüldü. Sâkıb Dede pek doğru hareket eden IV.Murad’ı manasız bir şekilde itham etmek
gayretkeşliğinde bulundu.
873
-Konya Âsar-i Atika Müzesi Rehberi, sahife 22
874
-Âsâr-i Atika Müzesi Rehberi’nin 29. sahifesinde bu kitabedeki ‘okuna’ kelimesi ‘okuya’ gibi yanlış kopya edilmiştir.
875
-Ebubekir Çelebi 1630’dan 1640 yılına kadar şeyhlik yapmıştır. Sefine-i Mevlevîyan, sahife 164.
876
-Naima Tarihi,cilt 3, sahife 240 ve 338 babalarının adları Keyhüsrev olan iki Keykavus vardır. Naima bunların hangisi
olduğunu tasrih etmemiştir.
237
Mevlâna Mamuresi’nin h.1060-m.1650 yılında IV.Mehmed zamanında Melek Ahmed Paşa tarafından
esaslı bir surette tamir edildiğini Evliya Çelebi şöyle anlatır:
“Bu hakir-i pür taksir 1060 tarihinde Melek Ahmed Paşa Efendi’miz sadrazam iken ferman-ı padişahî
ile bu âsitaneyi tamir ve termim edip evkafnamelerine nazar eylediğimde hesap ve nesepleri bu güne tahrir
olunmuştu.”877
Evliya Çelebi o vakit mamurenin bize kadar gelmeyen vakfiyelerini de görmüştür.
Mevlâna Türbesi’nin yeşil çinili mahrutî kubbesi Abdü’l-halim Çelebi Zade II.Bostan Çelebi’nin
postnîşinliği zamanındaki şiddetli bir zelzelede tamamen yıkılmış, türbenin yalnız alt kısmı kalmıştı.878 Kubbeyi
kendi parası ile yeniden yaptırmak istiyordu.
Sefîne-i Mevleviyân’ın söylediğine göre yıkılan kubbe bir hükümdar eseri olduğu ve bir hükümdar
yapısının yine bir hükümdar tarafından yenilenmesi bir anane haline geldiği için vaziyeti II.Sultan Mustafa’ya
bildirerek müsaade istemişlerdi. Padişah:
“Onların intisab-i nesebiyyeleri kafidir. Bu tamir hizmeti dahi bizlerindir ki Sultanu’l-Arifiyn’e vesile-i
intisabımız olsun!” demiş ve evvelki gibi yapılması hususunda da mimarbaşıya emir vermiş iken Sadrazam
Amca Hüseyin Paşa; türbeyi tamir şerefinin kendisine verilmesini padişahtan istemiş ve aldığı müsaade üzerine
de türbenin mahrutî ve dilimli kubbesini eski şeklinde yaptırmıştır. Hüseyin Paşa bu vesile ile mamurenin diğer
parçalarını da esaslı bir surette tamir ettirmiştir. Sâkıb Dede bu tamir için 48 mısralık bir tarih manzumesi
yazmıştır ki tarih mısraları şunlardır:
ددي ﺗﺎرﻳﺨﻨﻲ ﺑﺎدى ﻧﻈﺮدﻩ ) ﺛﺎﻗﺐ( ﺣﻴﺮان
1110 آﻮروك آﺎﻣﻠﺪﻩ اوﻟﻤﺶ ﻧﻪ ﻗﺒﺎب اﻟﻄﻒ ﻣﻴﻨﺎ
“Dedi tarihini badiyy-i nazarda Sâkıb’ı hayran
Görün kamilde olmuş nüh kubab-ı eltaf-i mina,1110.879
İstanbul Yenikapu Mevlevîhanesi Şeyhi Konyalı Necip Dede bu tamir için şu tarih mısralarını
söylemiştir:
ﻧﺴﻴﺒﺎ ﻣﻠﻬﻤﻰ ﻏﻴﺒﻲ دﻳﺪي ﺗﺎرﻳﺦ ﺗﺠﺪﻳﺪن
1110 ﻳﻨﻪ ﻣﻴﻨﺎ ﻳﺎﭘﻠﺪي ﻗﺒﻪء ﭘﺮ ﻧﻘﺶ ﻣﻮﻻﻧﺎ
Nesiba880 mülhimi-i gaybî dedi tarih-i tecdidin
Yine mina yapıldı kubbe-i pürnakş-i Mevlâna (h.1110-m.1698)
Sâkıb Dede de Yeşil Kubbe’nin eski tarzda yapıldığını şu mısralarıyla pek güzel söylemektedir:
آﺮاﻣﺖ آﻮﺳﺘﺮوب ﻳﻌﻨﻲ ﺟﻨﺎب ﻗﺒﻪ ء ﺧﻀﺮا
آﻮرﻧﺪي ﺷﻜﻞ اوﻟﺪﻩ ﺗﻤﺜﻠﺪن اﻳﺪوب ﻣﻴﻨﺎ
آﻮرﻳﺪى ﻣﻨﻜﺮان ﺣﺸﺮ اﺟﺴﺎد اول ﺗﻤﺎﺷﺎﻳﻲ
اﻳﺪوب اﻗﺮار دﻳﺮﻟﺮدى ﺑﻠﻰ أﻻن ﺁﻣﻨﺎ
“Keramet gösterip yani Cenâb-ı Kubbe-i Hadra
Göründü şekli evvelde temessülden edip mina
Göreydi münkiran-i haşr-i ecsad ol temaşayi
Eip ikrar derlerdi belâ el-âne amennâ.
Mevlâna Mamuresi II.Mahmud zamanında esaslı bir tamir görmüş bazı yenilenmeleri yapılmıştı.
Matbah yeniden yapılmıştır. Altunba Medresesi’nden de buraya bir mermer direk getirtilmişti. Mamurenin kıble
kapısının üstünde II.Mahmud’un Adli’li güzel bir tuğrası vardır. Bu tuğrayı nefis bir çelenk kabartması
çerçevelemektedir. Tuğranın üstünde tabii bir hilal vardır.
II.Mahmud zamanındaki tamirde Yeşil Kubbe’nin çinileri Kütahya’da yapılan çinilerle değiştirilmiştir.
Matbahın Sultan Selim Camii tarafındaki duvarlarının dışındaki; Maşallah-1284, kitabesi de bize
Mevlâna Mamuresi’nde Abdü’l-aziz zamanında h.1284-m.1867 yılında bazı tamirler ve ilaveler
yapıldığını göstermektedir.
Mevlâna Mescidi’nin son cemaat revak kemerlerinden birisinin üstündeki 10 Muharrem 1307-m.1889
da bu mamuredeki bir tamire aittir. Bu tamir II.Abdü’l-hamid zamanında yapılmıştır. Minarenin kaidesine
hakkedilen h.1337 -m.1918’de bir başka tamirin tarihidir ki bu tamirde V.Mehmed zamanında yapılmıştır.
877
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 3, sahife 26
878
-II.Bostan Çelebi, 1669 yılında doğmuş 62 yıl yaşamıştır.1679’da postnişin olmuş 27 yıl bu vazifeyi yaptıktan sonra
1705’de ölmüştür.
879
-Sefine-i Mevlevîyan, sahife 145. Müellif Hazret-i Mevlânâ Türbesi’nin Sultan Alâa’d-din ‘in eseri olduğunu hiç bir
vesikaya dayanmadan kaydeder. Bu zat eserinde pek çok dikkatsizlikler yaptığı ve hatalar işlediği için bunu da onların birisi
olarak kabul ediyoruz.
880
-Osmanlı Müellifleri, cilt 2 sahife 450. Ve Sicill-i Osmanî, cilt 4 sahife 660’da Yusuf Nesip Dede hakkında İstanbul’da
ölmüş ve Yenikapu Mevlevîhanesi’ne gömülmüştür. Rişte-i Cevahir adlı matbu eseri meşhurdur. Sefine-i Mevlevîyan, cüz 2,
sahife 226’da bu zat hakkında malumat vardır.
238
V.Mehmed zamanında Yeşil Kubbe’nin çinileri Kütahya’da yapılan yenileriyle değiştirilmişti. Eski
çiniler de sandukalara konarak bir yerde muhafaza altına alınmıştı. Sonra bunların kaybolduğu öğrenildi.
Yeşil Kubbe’nin mahrut eteğinde güzel sülüs ile Kürsi Ayeti dolaşmaktadır. İnhitat devrine ait olan yeni
çinilerin yer yer sırları dökülmüştür. Kubbe tamire muhtaçtır.881
Abdülkadir Erdoğan bir yazısında Yeşil Kubbe’nin 12 defa tamir gördüğünün tarihen sabit olduğunu
söylemektedir.882
Mevlâna ile Oğlu Sultan Veled’in sandukalarını örten kıymetli örtüyü II.Abdü’l-hamid ithaf
etmiştir.Üstüne som sırma ile ve Hüseyin Sırrı’nın hattı ile şu kitabe işlenmiştir:
“İşbu pûşîde-i şerif sultanu’l-berreyn-i ve’l-bahreyn Hadimü’l-Haremeyn-i’ş-Şerifeyn es-Sultan İbn ’s-
Sultan es-Sultanu’l-Gazi Abdü’l-hamid Han-ı Sani İbn’s Sultan Abdü’l-mecid Han Hazretleri cânib-i hilâfet
penahilerînlerinden tecdîd buyrulmuştur. 1312”
Mevlâna Mamuresi 1926 yılında müze haline getirilmiştir.
Mevlâna Türbesi’nin altında birçok Selçuklu, Karamanoğlu türbeleri gibi cesetlerin veyahut
mumyaların konması için bodrum kat var mıdır? Biz buna müspet cevap vermek isteriz. Bu katın kapısı da
şimdiki gümüş merdivenin altına rastlamaktadır.
Selçuk Hükümdarları’ndan birçoklarının, Sahib Ata ve Karatâyî gibi bazı Selçuk Uluları’nın cesetleri
mumyalanmıştır.
Türk tasavvuf ve ilim adamlarının mumyalandığı hakkında elimize henüz hiç bir vesika geçmemiştir.
Mevlâna’nın mumyalandığı hakkında da hiç bir işaret yoktur. Mevlâna da bunu istemezdi zaten.
Gelenek de buna muhaliftir. Yazdıklarının mübalağasız yüzde yetmiş beşi tashihe muhtaç olan Sâkıb
Dede’nin, Sefine-i Mevleviyân’ında II.Ebubekir Çelebi’nin İstanbul’a sürülmesini haksız göstermek maksadı ile
uydurulmuşa benzeyen bir hikaye vardır:
“ IV.Murad; Mevlâna’ya ve ailesine derin saygı gösteren bir hükümdardır. Revan Seferi’nde Konya’dan
geçerken çok girişken ve büyükleri avlamakta maharetli bir adam olan Ebubekir Çelebi Konyalılar’ın bazı vergi
yüklerini hafifletmek için padişahla temas ederken yalnız kendi menfaatini göz önünde tutmak sureti ile
hemşehrilerine oyun oynamış ve padişahın Mevlâna Mamuresi’ne yaptığı vakıfları ve tesisleri de kendi boğazına
geçirmiştir. Konyalılar’ın şikayeti üzerine padişah vaziyeti inceletmiş, kendisini idama karar vermişti. Fakat bazı
şefaatlerle ve iltimaslarla İstanbul’a sürülmüştü. Şimdi bu münasebetle Sâkıb Dede’nin uydurduğu masalı
dinleyelim:
“Sultan Murad İstanbul’daki rüsum ulemasından Kadızade’nin tesiri altında kalarak ve Bağdat
Seferi’ne giderken Konya’ya uğramış ve mütenekkiren Mevlâna Türbesi’ne girmiş ve türbedara:
“Evliyayı kiramın beden-i mübarekleri hayatta gibi tagayyür şaibesinden uzak kalır. Ben de
Mevlâna’nın cesedini görmek isterim. Eğer çürümüş ise türbesini yıkacağım, derviş hücrelerini, medrese odaları
haline getireceğim, demiş ve Mevlâna’nın Sandukası’ndaki kabartmaları, nakışları seyretme bahanesiyle tespih
bulunan elini sandukanın bir yerine sokmuş ve tespih burada koparak daneleri Mevlâna’nın merkatı içine
kaçmıştır. Sultan Murad; Çelebi Ebubekir’e sandukayı açarak daneleri çıkarmasını emretmiş, o da bu teklifi
kabul etmediği için İstanbul’a Yenikapıya sürdürmüştür. Bundan sonra padişah Mesnevîhan ve Tarikatçı
Dedeler’e aynı teklifi yapmış onlar da imtina edince kendisi sandukaya el atmış ve iki parmak kadar da çatlatmış
iken kubbe-i hadra zelzeleye tutulmuş gibi sarsılmış, padişah; üstüne sıva, tuğla ve çini parçaları yağmaya
başlayınca korkmuş ve oradan uzaklaşmış amma tespih tanelerinden de vazgeçmemiş, nihayet Mevlâna’nın
torunlarından bir kız çocuğunu sokmuşlar, O; büyük dedesinin cesedini gördüğü için dehşet içinde kalmış,
kendisine sorulan şeylere cevap vermemiş, dili tutulmuş, üç gün sonra da ölmüştür.”
Bu haberin uydurma oluşunu gösteren en kuvvetli delil şudur:
Bu gibi türbelerde ceset ve n’aş sandukanın altına değil, türbenin bodrum katına konur. Sandukalar bu
katın üstüne yerleştirilir. Sandukanın içine düşen tespih tanesi pek kolaylıkla alınabilir. Nerede kaldı ki
IV.Murad zamanında Mevlâna’nın tahta sandukası babası Sultanu’l-Ulema’nın üstüne nakledilmişti. Bu da Sâkıb
Dede’nin uydurmacılığını, kara taassubunu ve gayretkeşliğini gösteren başka bir delildir.883
Osmanlı Hükümdarları’nın ve devlet büyüklerinin Molla Hünkar Mamuresi’ne karşı derin bir saygı
gösterdiklerinin sayılmaz delilleri vardır. Mevlâna Türbesi Mahallesi’nde oturanlar mükerrer fermanlar,
hükümlerle, şer’i mektuplarla bazı vergilerden af edilmişlerdir.
Kara Bostan Çelebi zamanında Hoşap şöhretini taşıyan bir imam; Türbe Mahallesi’ndekilerin de her
türlü vergiye tabi olmaları için İstanbul’a alakadarlara mahzarlar göndermişti. Damat Mustafa Paşa ile Dâru’s-
Saade Ağası Yusuf Ağa bu tezviri dinlememişlerdi. Neticede Hoşap İmam idama mahkum edilmişti. Kara
Bostan bunu affetmek büyüklüğünü göstermişti.
Konya Kadısı Luhumi Sultan Selim Camii mütevellisinden rüşvet (gevik) almış ve Mevlâna Dergahı’na
gitmiş matbahların zaviye bahçesinin Sultan Selim Mamuresi’ne ait toprağa taştığını ileri sürerek Aşçıbaşı Cafer
881
-Biz bu satırları yazdığımız 1944 de böyle idi. Sonra kubbe tamir edilmiş fakat müteahhid fena çiniler kullandığı için yer
yer patlamış ve dökülmütür. İş mahkemeye intikal etmiştir.
882
-Türk illüstrasyonu
883
-Sefine-i Mevlevîyan, sahife 167
239
Dede’yi de dinledikten sonra Mevlâna Mamuresi mütevellisini Sultan Selim Camii mütevellisine yer mukataası
vermeye mahkum etmiş ve parayı da tahsil ettirmişti.
Hâlbuki Sultan Selim Camii’nin işgal ettiği yer bile Mevlâna Evkafı’ndan idi. O vakit Konya’da bulunan
Mevlâna müritlerinden bir zat bu haksızlığı Sadrazam Köprülü Zade Mustafa Paşa’ya anlatmış884 O da işin
tahkikini Şeyhülislam Ebu Said Zade Feyzullah Efendi’ye havale etmişti. Feyzullah Efendi; derhal Luhumi’yi
azletmişti.
Çelebi’ye açık bir tayin tezkeresi göndererek Luhumi’nin yerine getirilecek kadıyı kendisinin seçmesini
de rica etmişti.885
Şimdi Yeşil Kubbe ile bunun kuzey, doğu ve batı tarafındaki kubbelerin altlarında gömülü olanları tespit
edelim. Biz burada kitabeli kitabesiz, tahta, taş ve çini sandukalı altmış beş merkat saydık. Merkatların ve
sandukaların hazırlanmasında, konulmasında bir intizam yoktur. Bunlar sıralar halinde değillerdir. Gümüş
Kapı’dan girince sağdaki hazirenin içinde Mevlâna’nın Yeşil Kubbesi altına kadar altı sıra halinde 32 sanduka
vardır.
Birinci sıradaki altı âdi sanduka Horasan Erleri denilen Sultanu’l-Ulema ile beraber Konya’ya gelen altı
Horasanlı Türk’e aittir. Bunların isimleri ve hüviyetleri hakkında güvenilir bir vesikaya rastlamadık. Bunlar
eskiden kapıdan girince sol tarafta, mescidin kıble tarafında idi. Dergah müze yapıldıktan sonra yerlerinde eser
teşhir edebilmek için sandukaları bu tarafa nakledilmiştir. Âdi tahtadan yapılan sandukaların tarihî ve sınâî hiç
bir kıymetleri yoktur. Diğer sırada gayr-i muayyen fasılalarla altışar sanduka vardır.
Mevlâna’nın Yeşil Kubbesi altında kendisi ile Oğlu Sultan Veled’in merkatları vardır.
Bundan sonra türbenin eni genişler, ölüler yeri tek kubbeden çift kubbeye geçer. Burada Mevlâna
Türbesi’nin sol şimal fil ayağının önündeki birinci sırada üç, Sultanu’l –Ulema’nın merkatının bulunduğu sırada
12, üçüncü sırada 11 sanduka vardır. Sandukaların aralarında hiçbir intizam yoktur. Burada Sultanu’l-Ulema
Hanedanı’ndan ve hariçten 65 kişinin merkatı ve makamı vardır. Bunlardan 11 kadınla 36 erkeğin hüviyetleri
bellidir. Diğerlerinin hüviyetleri henüz tespit edilememiştir.886
Türbede hüviyetleri belli olan şu 36 erkeğin sandukaları varır:
1-Sultanu’l Ulema Bahae’d-din Veled
2-Mevlâna Celâle’d-din-i Rumî
3-Sultan Veled
4-Şemse’d-din Yahya
5-Hüsâme’d-din Çelebi
6-Konyalı Salaha’d-din Zerkûb
7-Sipehsalar Feridun Çelebi.
8-Celale’d-din Çelebi Oğlu Alâe’d-din Çelebi
9-Sultan Veled Zade Vacid Çelebi
10-Sultan Veled Zade Ulu Ârif Çelebi
11-Sultan Veled Zade Âbid Çelebi
12-Sultan Veled Zade Büyük Zâhid Çelebi
13-Bey Temur oğlu Şeyh Kerimü’d-din
14-Âbid Çelebi Zade Zâhid Çelebi
15-Hüseyin Çelebi Zade Kerimü’d-din Çelebi
16-Kerimü’d-din Çelebi Zade Gaalip Çelebi
17-Ethem Çelebi ğlu Münib Çelebi
18-İbrahim Çelebi oğlu Hüseyin Çelebi
19-Yakup Çelebi Oğlu Âdil Çelebi
20-Ethem Çelebi Veled zade osman Çelebi
21-Mevlâna’nın Oğlu Emir Âlem Çelebi
22-Mehmed Çelebi Veled zade Mehmed Said Hemdem Çelebi
23-İsmail Çelebi Veled Zade Hacı Mehmed Çelebi
24-Ferruh Çelebi Zade birinci Bostan Mustafa Çelebi
25-Abdü’l-halim Çelebi Zade ikinci Hacı Bostan Çelebi
26-Karabostan Çelebinin hafidi
27-Ata Çelebi
28-Hemdem Said Çelebi Zade Abdü’l-vahit Çelebi
29-Hemdem Said Çelebi Zade ikinci Mahmud Çelebi
30-Hemdem Said Çelebi Zade Mustafa safvet Çelebi
31-Hemdem Said Çelebi Zade Celale’d-din Çelebi
884
-Hadikatü’l-Vüzera, safie 116.
885
-Sefine-i Mevlevîyan, cüz 1, sahife 186
886
-Konya sayı 32’de burada 64 sanduka bulunduğunu söylüyor. Bu hususu tekrar tekkike imkan bulamadım.
240
32-Hemdem Said Çelebi Zade Kamer-üd-din
33-Celale’d-din Çelebi Zade Salâh-ed-din Çelebi
34-Celale’d-din Çelebi Zade Âbid Çelebi
35-Sadre’d-din Zade Hüsâme’d-din Hasan
36-Karaman Beyler Beyi Hasan Paşa
241
اﻟﺼﺪر اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﺷﻴﺦ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ-2
ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻌﻠﻤﺎء واﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﺟﻼل اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ-3
ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ اﻟﺒﻠﺨﻲ اﻓﺎض اﷲ ﺑﺮآﺎﺗﻪ-4
ﺺ وﻟﺪﻩ ﻣﻦ آﻞ ﻋﻨﺎﻳﺘﻪ
َ ﺼ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ وﺧ ﱠ-5
اواﺧﺮ ﺷﻮال ﺳﻨﺔ ﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-6
Kitabeye göre Alâe’d-din Mehmed 660 yılı Şevval’inin sonlarında m.1261 ölmüştür.
5-Mevlâna Celale’d-din Rumî’nin sandukasıdır. Bu sanduka şimdi Sultanu’l-Ulema’nın merkatı
üzerindedir. Yukarıda da izah etiğimiz gibi Kanunî; Mevlâna Mamuresi’ni tamir ettirirken Mevlâna ile Oğlu’nun
sandukalarını aynı seviyede yapmak ve bir pişîde ile üstlerini örtmek için Mevlâna’nın yüksek sandukasını
kaldırarak babasının merkatı üzerine koydurmuştur.
Cevizden yapılan bu sanduka Selçuk Oymacılık Sanatı’nın şaheser bir örneğidir. Büyük Türk Mimarı
Selim Zade Abdü’l-vahit bu sert ağaca hendesînin en zor şekillerini işlemiş ve nefis yazıları kabartma şeklinde
kazmıştır. Sandukanın boyu 2,90, eni ön taraftan 1,26 baş taraftan yüksekliği 2,70 ayak ucundan 2,12 metredir.
Sandukanın baş tarafında diğer hörgüçlü kısmından yüksekçe ve üst kısmı beyzî bir şekilde nihayetlenen bir
kitabe levhası vardır.
Taş, tuğla, çini ve tahtadan yapılmış Selçuk Uluları’na ait birçok sandukalarda böyle yüksek kısımlar
vardır. Konya’daki Pir Esad’ın ve Şeyh Alaman’ın taş ve tuğla ile yapılan sandukaları da böyledir. Sandukanın
baş tarafındaki beyzî levhanın sağından başlayarak soluna kadar yarım daire şeklinde Besmele ile ‘Velayuhîtûne
bi şey’in’e kadar Kürsi Âyeti ve bu yarım dairenin veteri üzerinde yine Besmele ile: ‘ وﺑﻪ ﻧﺴﺘﻌﻴﻦ واﻟﻌﺎﻗﺒﺔ ﻟﻠﻤﺘﻘﻴﻦ وﻻ
’ﻋﺪوان إﻻ ﻋﻠﻰ اﻟﻈﺎﻟﻤﻴﻦyazılıdır.
Bunun altındaki bir çerçeve içinde yedi satır halinde şu kitabe okunur:
ﻗﺪ ﺳﻌﺪ ﻣﻦ زار هﺬا اﻟﻤﺮﻗﺪ وهﻮ ﻣﻘﻴﻞ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻠﻤﺎء اﻟﻤﺸﺎرق واﻟﻤﻐﺎرب-1
ﻧﻮ ُر اﷲ اﻻزهﺮ ﻓﻲ اﻟﻐﻴﺎهﺐ اﻻﻣﺎم اﺑﻦ اﻻﻣﺎم اﺳﻄﻮان اﻻﺳﻼم هﺎدى-2
اﻷﻧﺎم اﻟﻰ ﺣﻀﺮة ﻋﺰة ذي اﻟﺠﻼل واﻻآﺮام ﻣﻮﺿﺢ ﻣﻌﺎﻟﻢ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻌﺪ-3
اﻧﺪراس ﺁﻳﺎﺗﻬﺎ ﻣﻨﻴﺮ ﻣﻨﺎهﻴﺞ اﻟﻴﻘﻴﻦ ﺑﻌﺪ اﻧﻄﻤﺎس ﻋﻼﻣﺎﺗﻬﺎ ﻣﻔﺘﺎح ﺧﺰاﺋﻦ-4
اﻟﻌﺮش ﺑﺤﺎﻟﻪ ﻣﻈﻬﺮ آﻨﻮز اﻟﻔﺮش ﺑﻘﺎﻟﻪ ﻣﻨﻤﻨﻢ ﺑﺴﺎﺗﻴﻦ ﺿﻤﺎﺋﺮ اﻟﺨﻼﺋﻖ ﺑﺄزاهﻴﺮ اﻟﺤﻘﺎﺋﻖ-5
ﻧﻮر ﻣﻘﻠﺔ اﻟﻜﻤﺎل ﻣُﻬﺠﺔ ﺻﻮرت اﻟﺠﻤﺎل ﻗﺮة اﻃﺒﺎق اﺣﺪاق اﻟﻌﺸﺎق ﻣﺤﻠﻰ اﻋﻨﺎق-6
ﻋﺎرﻓﻲ اﻻﻓﺎق ﺑﺎﻃﻮاق ﻣﺤﺒﺔ اﻟﺨﻼق ﻣﺤﻴﻂ اﺳﺮار اﻟﻔﺮﻗﺎﻧﻴﺔ ﻣﺪار اﻟﻤﻌﺎرف اﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ-7
Bu kitabenin devamı yine yedi satır halinde 0,55x0,32 metre ebadındaki ikinci bir çerçeve içine
kazılmıştır:
ﻗﻄﺐ اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﻣﺤﻲ ﻧﻔﻮس-1
اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﺟﻼل اﻟﺤﻖ واﻟﻤﻠﺔ-2
واﻟﺪﻳﻦ وارث اﻻﻧﺒﻴﺎء واﻟﻤﺮﺳﻠﻴﻦ-3
ﺧﺎﺗﻢ اﻻوﻟﻴﺎء اﻟﻤﻜﻤﻠﻴﻦ ذى اﻟﻤﺮاﺗﺐ-4
واﻟﻤﻨﺎزل اﻟﻌﻠﻴﺔ واﻟﻤﻨﺎﻗﺐ واﻟﻔﻀﺎﺋﻞ-5
اﻟﺴﻨﻴﺔ ﻣﺤﻤﺪ اﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ-6
اﻟﺒﻠﺨﻲ ﻋﻠﻴﻪ ﺗﺤﻴﺔ اﻟﺮﺣﻤﻦ وﺳﻼﻣﻪ-7
Sandukanın ayak tarafındaki mustatil içinde de bunu tamamlayan şu yedi satır okunur:
وﻗﺪ اﻧﺘﻘﻞ ﻗﺪس اﷲ-1
ﻧﻔﺴﻪ وروح رﻣﺴﻪ-2
ﻓﻰ ﺧﺎﻣﺲ ﺟﻤﺎدي اﻻﺧﺮ-3
ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-4
هﺬا اﻟﻀﺮﻳﺢ ﻣﻦ ﺻﻨﻌﺔ-5
ﻋﺒﺪ اﻟﻮاﺣﺪ ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻢ-6
اﻟﻤﻌﻤﺎر ﻋﻔﺎ اﷲ ﻋﻨﻪ-7
Kitabelere göre Mevlâna Celale’d-din Rumî 672 yılı Cumade’l-Ahir’inin beşinci günü ölmüştür. Bu
sandukayı da Selim Zade Mimar Abdü’l-vahit yapmıştır. Sandukanın hörgüç kenarlarında ve kaidenin üstündeki
pervazlarda ve kaide serpmelerinde Mevlâna’nın manzumelerinden seçilmiş kırk beyit hakkedilmiştir.887
Sandukanın ön yüzünden başlayarak; Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’inden seçilmiş şu dokuz beyit etrafını
sarmaktadır:
آﻤﺎن ﻣﻴﺮآﻪ ﻣﺮا درد اﻳﻦ ﺟﻬﺎن ﺑﺎﺷﺪ - ﺑﺮوزﻣﺮك ﭼﻮ ﺗﺎﺑﻮت ﻣﻦ روان ﺑﺎﺷﺪ-1
ﺑﺪوغ دﻳﻮ در ﺁﻓﺘﻲ درﻳﻎ ﺁن ﺑﺎﺷﺪ - ﺑﺮاي ﻣﻦ ﻣﻜﺮى وﻣﻜﻮ درﻳﻎ درﻳﻎ-2
ﻣﺮا وﺻﺎل ﻣﻼﻗﺎت ﺁن زﻣﺎن ﺑﺎﺷﺪ - ﺟﻨﺎزﻩ ام ﭼﻮ ﺑﻴﻨﻰ ﻣﻜﻮ ﻓﺮاق ﻓﺮاق-3
آﻪ آﻮر ﭘﺮدﻩء ﺟﻤﻌﻴﺖ ﺟﻨﺎن ﺑﺎﺷﺪ ﻣﺮا ﺑﻜﻮر ﺳﭙﺎري ﻣﻜﻮ وداع وداع-4
ﻏﺮوب ﺷﻤﺲ وﻗﻤﺮ را ﭼﺮا زﻳﺎن ﺑﺎﺷﺪ - ﻓﺮوﺷﺪن ﺟﻮ ﺑﺪﻳﺪي ﺑﺮﺁﻣﺪك ﺑﻨﻜﺮ-5
ﻟﺤﺪ ﭼﻮ ﺣﺒﺲ ﻧﻤﺎﻳﺪ ﺧﻼص ﺟﺎن ﺑﺎﺷﺪ - ﺗﺮا ﻏﺮوب ﻧﻤﺎﻳﺪ وﻟﻲ ﺷﺮوق ﺑﻮد-6
ﭼﺮا ﺑﺪاﻧﻪء اﻧﺴﺎﻧﺖ اﻳﻦ آﻤﺎن ﺑﺎﺷﺪ- آﺪام داﻧﻪ ﻓﺮو رﻓﺖ درزﻣﻴﻦ آﻪ ﻧﺮﺳﺖ-7
ز ﭼﺎﻩ ﻳﻮﺳﻒ ﺟﺎﻧﺮا ﭼﺮا ﻓﻐﺎن ﺑﺎﺷﺪ- آﺪام دﻟﻮ ﻓﺮو رﻓﺖ وﭘﺮ ﺑﺮون ﻧﺎﻣﺪ-8
887
-Bu parçalar Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi’nin 3 ncü ve Konya Mecmuası’nın 32. sayısında neşredilmiştir.
242
آﻪ هﺎى وهﻮى ﺗﻮ در ﺟﻮ ﻻ ﻣﻜﺎن ﺑﺎﺷﺪ- دهﺎن ﭼﻮ ﺑﺴﺘﻲ ازﻳﻦ ﺳﻮى ﺁن ﻃﺮف ﺑﻜﺸﺎ-9
Gazel dilimize şöyle çevrilir:
1-Ölüm günü tabutum yürüyünce şu dünyanın derdi ile dertleniyor sanma!
2-Bana ağlama, yazık yazık deme! Şeytanın tuzağına düşersem işte üzülmenin sırası o zamandır!
3-Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme! Benim kavuşma zamanım o vakit olacaktır.
4-Beni toprağa koyunca elveda, elveda deme! Kabir cennetler topluluğunun perdesidir.
5-Gurubu gördün ya doğmayı da seyret! Güneşle aya bakmaktan ne zarar gelir?
6-Sana batış görünür amma o doğmaktadır. Kabir saptırması hapis gibi görünür amma canın
kurtuluşudur.
7-Hangi tohum ki yere ekildi de çıkmadı! Niçin insan danesi hakkında yanlış bir zanna kapılırsın?
8-Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da dolu çıkmadı! Can Yusuf’u (Peygamber) neden kuyudan ziyan
görsün, niçin figan etsin?
9-Bu tarafta, dünyada ağzını kapadın mı o tarafta aç! Artık senin hay huyun mekansızlığın
boşluğundadır.
Sandukanın alt kısmında da şu on beyitlik gazeli okuduk:
ازان آﺮ ﻧﺎي ﭘﺰى ﻣﺴﺘﻰ ﻓﺰاﻳﺪ زﺧﺎك ﻣﻦ اآﺮ آﻨﺪم ﺑﺮاﻳﺪ-1
ﺗﻨﻮرش ﺑﻴﺖ ﻣﺴﻨﺎﻧﻪ ﺳﺮاﻳﺪ - ﺧﻤﻴﺮ وﻧﺎﻧﻴﺎ دﻳﻮاﻧﻪ آﺮد-2
ﺗﺮا ﺧﺮﭘﺸﺘﻪ ان رﻗﺼﺎن ﻧﻤﺎﻳﺪ - اآﺮ ﺑﺮ آﻮر ﻣﻦ ﺁي زﻳﺎرت-3
آﻪ در ﺑﺰم ﺧﺪا ﻏﻤﻜﻴﻦ ﻧﺸﺎﻳﺪ ﻣﻴﺎ ﺑﻰ دف ﺑﻜﻮر ﻣﻦ اى ﺑﺮادر-4
دهﺎن ﺁﻓﻴﻮن ان دﻟﺪار ﺧﺎﻳﺪ - زﻧﺞ ﺑﺮ ﺑﺴﺘﻪ ودر آﻮر رﻓﺘﻪ-5
ﺧﺮاﺑﺎﺗﻰ ز ﺟﺎﻧﺖ در آﺸﺎﻳﺪ - ﺑﺪرى زان آﻔﻦ ﺑﺮ ﺳﻴﻨﻪ ﺑﻨﺪى-6
زهﺮ آﺎرى ﺑﻼ ﺑﺪآﺎر زاﻳﺪ - زهﺮ ﺳﻮﺑﺎﻧﻚ ﭼﻨﻚ وﭼﻨﻚ ﻣﺴﺘﺎن-7
هﻤﺎن ﻋﺸﻘﻢ اآﺮ ﻣﺮآﻢ ﺑﺴﺎﻳﺪ - ﻣﺮاﺣﻖ ازﻣﻰ ﻋﺸﻖ ﺁﻓﺮﻳﺪﺳﺖ-8
ﺑﻜﻮ از ﻣﻲ ﺑﺠﺰ ﻣﺴﺘﻰ ﭼﻪ ﺁﻳﺪ ﻣﻨﻢ ﻣﺴﺘﻰ واﺻﻞ ﻣﻦ ﻣﻰ ﻋﺸﻖ-9
ﺑﭙﺮد روح ﻣﻦ ﻳﻜﺪم ﻧﻴﺎﺑﺪ - ﺑﺒﺮج روح ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﺗﺒﺮﻳﺰ-10
243
آﺎر ﺣﻖ وآﺎر آﺎهﻦ ﺁن ﺳﺮاﺳﺖ هﺮ آﺠﺎ اﻳﻦ ﻧﻴﺴﺘﻰ اﻓﺰون ﺗﺮاﺳﺖ-12
ﺑﺮ هﻤﻪ ﺑﺮدﻧﺪ دروﻳﺸﺎن ﺳﺒﻖ - ﻧﻴﺴﺘﻰ ﭼﻮن هﺴﺖ ﺑﺎﻻ ﺗﺮ ﻃﺒﻖ-13
ﻧﻴﺴﺖ ﻏﻴﺮ ﻧﻴﺴﺘﻰ در اﻧﺠﻼ زاﻧﻜﻪ آﺎن و ﻣﺨﺰن ﺳﺮ ﺧﺪا-14
آﺎن اﺟﻞ آﺮآﺴﺖ وﺟﺎن ﺗﺴﺖ ﻣﻴﺶ- ﭼﻮن ﻧﻪ ﺷﻴﺮي هﻴﻦ ﻣﻨﻪ ﺗﻮﭘﺎى ﭘﻴﺶ-15
اﻳﻤﻦ ﺁآﻪ ﻣﺮك ﺗﻮ ﺳﺮ زﻳﺮ ﺷﺪ - ورزاﺑﺪاﻟﻰ وﻣﻌﻴﺸﺖ ﺷﻴﺮ ﺷﺪ-16
ﺧﻞ ﺷﻮد ﺧﻤﺮش از ﺗﺒﺪﻳﻞ ﻳﺰدان - آﻴﺴﺖ اﺑﺪال ﺁﻧﻜﻪ او ﻣﺒﺪل ﺷﻮد-17
ﻧﻴﺴﺖ آﺸﺘﻪ وﺻﻒ او در وﺻﻒ هﻮ - هﺴﺖ از روي ﺑﻘﺎي ذات او-18
ﻧﻴﺴﺖ ﺑﺎﺷﺪ هﺴﺖ ﺑﺎﺷﺪ در ﺣﺴﺎب ﭼﻮن زﺑﺎﻧﻪء ﺷﻤﻊ ﭘﻴﺶ ﺁﻓﺘﺎب-19
ﺑﺎﻋﺮوس ﺻﺪق وﺻﻮرت ﺟﻮن ﺗﺘﻖ ﻣﻲ ﭘﺮد ﭼﻮن ﺁﻓﺘﺎب اﻧﺪر اﻓﻖ-20
ﺟﺰآﻪ ﻳﺰداﻧﺸﺎن ﻣﺪاﻧﺪ ﺁز ﻣﻨﻮن اﻧﻬﻢ ﺗﺤﺖ ﻗﺒﺎﺑﻲ آﺎﻣﻨﻮن-21
- ﺧﺘﻢ آﻦ واﷲ أﻋﻠﻢ ﺑﺎﻟﺼﻮاب در ﺧﻮر درﻳﺎ ﻧﺸﺪ ﺟﺰﻣﺮك ﺁب22
Bunları da sırası ile dilimize şöyle çevirdik:
1-Ben Padişahın şahiniyim. İyiyim, izim temizdir. Mundar şeylerden uzağım, kerkes kuşu değilim
(Mesnevî. c.1. beyit 4140)
2-Ben can şahiniyim. Yüzerce suret gösteririm. Deveyi yaralarım. Fakat Salih’i değil. (Mesnevî c. 4.
beyit 2648)
3-Salih Peygamber mehabetini gösterince dağın tepesi yüzlerce deve doğurur. (Mesnevî c. 4. beyit
2649)
4-Devlet gözünü mutlak sihir göstermektedir. Ruh Mansur Hallaç olmuş Ene’l-Hakk demektedir.
(Mesnevî c. 5. beyit 2536)
5-Sevgilinin sureti gizlenince gitti de sevgilinin manası ile çift oldu. (Mesnevî c. 6. beyit 4617)
6-Şu görünen cisim sonunda gitmek için, yok olmak için kurulmuştur. Fakat mana ebediyen şad
yaşayacaktır. (Mesnevî c. 6. beyit 873)
7-O azarlayış, itab olduysa bile ancak tene olmuştur. Dost ise incinmeden sevgili tarafına gitti. (Mesnevî
c. 6. beyit 4874)
8-Ben tenden o candan soyundu. Artık kavuşmanın son haddinde salınmaktayım. (Mesnevî c. 6. beyit
4619)
9-Tanrı hazinesinin destgahı yokluktadır. Varlıkla mağruru olmuşsan, aldanmışsan yok nedir ne
bileceksin? (Mesnevî) c. 3. beyit 4515)
10-Bütün ustalar hünerlerini göstermek için yokluk ararlar. Kırılacak yok olacak yer isterler. (Mesnevî
c.6. beyit 1469)
11-Nihayet bütün ustaların ustası Samed olan Tanrı’nın iş yeri de yokluktur. (Mesnevî c.6. beyit 1469)
12-Bu yokluk nerede daha fazla ise Tanrı’nın işi de, tezgâhı da oradadır. (Mesnevî c.6. beyit 1460)
13-Yokluk mansıpların en yükseğidir. Bunun için Dervişler “Fakirler” herkesi geçmişlerdir. (Mesnevî
c.6. beyit 1461)
14-Bunun içindir ki Tanrı’nın sırrının mahzeni ve madeni yokluktan başka bir yerde kendisini
göstermez. (Mesnevî c.6. beyit 1367)
15-Eğer aslan değilsen kendini topla, ayağını ileriye atma! Çünkü ecel kurttur. Canın ise bir koyundur.
(Mesnevî c.3.beyit 3998)
16-Eğer iyi adamlardan isen, koyunun aslan kesilmiş ise güvenerek gel, ölümün alt olmuş demektir.
(Mesnevî c.3.beyit 3999)
17-Abdal (İyi adamlar) kimdir? Kendisi ruha dönen, şarabı Tanrı’nın değiştirmesi ile sirke olan
kimsedir. (Mesnevî C. 3. B. 4000)
18-Kendi varlığı Tanrı’nın baki olan Zatının varlığındandır. Onun vasfı Tanrı’nın vasfında yok
olmuştur. (Mesnevî c.3.beyit 3670)
19-Güneşin önündeki mum ışığı gibi bir hesap da yoktur, Bir bakımda vardır (Mesnevî c.3.beyit 3671)
20-Güneş gibi doğruluk gelini ile ufukta uçar, sureti de gelin duvağına benzer. (Mesnevî c.3.beyit 3671)
21-Muhakkak ki onlar benim kubbelerimin altında gizlidirler. Bu yüzden de onları Tanrıdan başka
kimse bilmez (Mesnevî c.3.beyit 3667)
22-Su kuşundan başkası denizde yüzemez. Böylece bitsin. Allah doğrusunu daha iyi bilir. (Mesnevî
c.3.beyit 3384)
Sandukanın sağ cephesinde süsler arasında şu kitabe okunur: ‘’ﻋﻤﻞ هﻤﺎم اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ آﻨﺎك اﻟﻘﻨﻮي
Türkçe’si; Konyalı ‘’آﻨﺎكOğlu Hümâmü’d-din Muhammed yaptı demektir.
Sanatkarın babasının adı Künnak’ Günak’ Kinak şekillerinde okunabilir. Birinci okunuşa göre Künkçü
‘su borucusu’ manasınadır. Tarihi vesikalarda böyle adlı Türkler’e ve Müslümanlar’a rastlanmıştır.
Bu kitabeye göre sandukanın iki sanatkarın eseri olduğu anlaşılmaktadır.
Birisi Selim Oğlu Mimar Abdü’l-vahit, ikincisi de budur. Öyle anlaşılıyor ki ‘Darih’ denilen sandukanın
planını, resimlerini, desenlerini mimar hazırlamış, Hümâmü’d-din de bunu tatbik etmiş yani işlemiş ve yapmıştır.
Sandukanın yere oturan, kısmen kopmuş ve çürümüş olan yerinin meyilli pervazında kufi bir yazı vardır.
244
Türbede tam ışık olmadığı için tamamını okuyamadık. Bunun karşısında da: ‘ ﻖ ﻓﻼ ﺗﻐﺮﻧﻜﻢ اﻟﺤﻴﻮة اﻟﺪﻧﻴﺎ وﻻ ٌ ﷲﺣِ ن وﻋ َﺪ ا
إﱠ
’ﻳﻐﺮﻧﻜﻢ ﺑﺎﷲ اﻟﻐﺮورayeti yazılıdır.
Bu sanduka Konya’daki Alâe’d-din Camii’nin minberi, Akşehir’deki Seyid Mahmud Hayran’ın
Türbesi’nden çalınarak Almanya’ya kaçırılırken yakalanan ve şimdi İstanbul’a Türk ve İslam Eserleri
Müzesi’nde bulunan Mahmud Hayran, Necme’d-din Ahmed ve Seyyid Ali’nin ve yine Akşehir’deki İbrahim-i
Maruf-i Türbesi’nden aşılarak Almanya’ya götürülen İbrahim-i Marufi’nin sandukaları gibi abanoz ağacından
yapılmıştır.888 Necme’d-din Ahmed’in sandukasını Dülger Halil Oğlu Rüstem yapmıştır.
Biz yurdumuzda yapıcıları belli olan bazı ahşap minberleri topladık. Onları da buraya sıralamayı faydalı
bulduk:
Konya’daki Alâe’d-din Camii’nin minberini Ahlatlı Hacı Mengü Birdi, Ankara’daki Alâe’d-din
Camii’nin minberini h.594’de Dülger Ebubekir Oğlu İbrahim, Aksaray’daki Ulu Cami’in minberini Mimar Hoca
Novuştekin, Harput’taki Sara Hatun Camii’nin minberini Kazvinli İsmail Oğlu Ebu Said, Siirt’teki Ulu Camii
minberini Hacı Ömer ve Hacı Mehmed kardeşler, Divriği’deki ve Afyon Karahisar’daki Ulu Camii’lerin
minberini Tiflisli İbrahim Oğlu Ahmed, Malatya’daki Ulu Camii minberini Malatyalı yapıcı Ebubekir Oğlu
Yakup, Ankara’daki Ahi Şerafe’d-din ve Kızıl Camiler’in minberlerini Dülger Ebubekir Oğlu Mehmed,
Çorum’da Ulu Camii minberini Ankaralı Abdullah Oğlu Tud ile Ebubekir Oğlu Mehmed, Birgi’deki Ulu Camii
minberini Abdu’l-vahit Oğlu Muzaffere’d-din, Niğde’deki Sungur Bey Camii’nin minberini Hoca Ebubekir,
Manisa’daki Ulu Camii minberini Ayıntaplı Abdü’l-aziz Zade Hacı Mehmed, Çorum’daki Muzaffer Paşa Camii
minberini Muzefferü’d-din Beyler Çelebi, Bursa’daki Ulu Camii minberini Dakkî Oğlu Abdü’l-aziz Oğlu Hacı
Mehmed, Ankara’daki Ahî Elvan Camii’nin minberini Dülger Bayezid Oğlu Mehmed, Siirt’teki Ulu Camii
minberini Erzurumlu Ziya ve Musullu İlyas yapmışlardır.
6-Mevlâna Celale’d-din Rumî’nin Oğlu Muzafferü’d-din Emir Alim Çelebi’nin merkatı kitabesidir. Bu
sanduka Mevlâna’nın Yeşil Kubbesi’nin batı tarafından birinci sıradadır. Sanduka kakma tarzında nefis açık ve
koyu mavi Selçuk çinileriyle kaplıdır. Kitabeleri kabartma halindedir. Baş tarafında Arapça şu beş satırlık kitabe
vardır:
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ ﺷﻤﺲ-1
ﻣﺸﺎرق اﻟﻤﻌﺎﻟﻲ ﺗﺎج ﻣﻔﺎرق اﻻﻋﺎﻟﻰ-2
ﻣﻈﻔﺮ اﻟﺪﻳﻦ اﻣﻴﺮ ﻋﺎﻟﻢ ﺑﻦ-3
ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻤﺤﺒﻮﺑﻴﻦ ﺟﻼل-4
اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ-5
Kitabe ayak tarafında beş satır halinde şöyle devam eder:
اﻟﺒﻠﺨﻲ ﻗﺪس-1
اﷲ ﺳﺮهﻢ ﻧﻘﻞ ﻣﻦ دار اﻟﻐﺮور-2
اﻟﻰ دار اﻟﺴﺮور ﻓﻰ ﺳﺎدس ﺟﻤﺎدى-3
اﻻول ﺳﻨﺔ ﺳﺖ وﺳﺒﻌﻴﻦ-4
وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻤﺤﺒﻴﻬﻢ-5
Sandukanın alt tarafında Besmele ve Kürsi Ayeti yazılıdır.
Kitabeye göre Emir Alim Çelebi 676 yılı Cumadie’l-ula’sının altıncı günü ölmüştür. Sandukanın çinileri
sağlam bir halde bize kadar gelmiştir.
7-Mevlâna’nın torunu Celale Hatun’un sanduka kitabesidir. Emir Alim Çelebi’in solunda bulunan bu
sanduka da kakma tarzında kıymetli Selçuk çinileriyle kaplanmıştır. Yazıları kabartmadır.
Baş tarafında üç satır halinde şu kitabe vardır.
هﺬﻩ ﻗﺒﺮ اﻟﺴﺖ1
اﻟﺰاهﺮة اﻟﺬات اﻟﻄﺎهﺮة2-889
ﺟﻼﻟﻪ ﺧﺎﺗﻮن ﺣﻔﻴﺪة ﺳﻠﻄﺎن3
Kitabenin sonu ayak tarafında şöyle devam eder:
اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻤﺤﻘﻘﻴﻦ ﺟﻼل اﻟﻤﻠﺔ1
واﻟﺪﻳﻦ ﻗﺪس اﷲ روﺣﻬﻤﺎ2
ﻓﻰ ﻏﺮة ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻰ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ3
Kitabeye göre Celale Hatun 682 yılı Muharrem’inin başına ölmüştür. (m.1283)
Mevlâna’dan dört sene sonra ölen Emir Alim ve on sene sonra ölen Celale Hatun’un ve onların
yanındaki başka bir sandukasında üstlerinin çinilerle kaplı olmasından anlıyoruz ki bunlarda üstü kapalı bir
türbeye gömülmüşlerdir. Çünkü açığa gömülen ölülerin üstüne çinili sanduka yapılmazdı. Şu halde Yeşil
Kubbe’yi yenileyen Karamanoğlu diğer merkatların üstlerine de kubbeler yaptırmıştı. Yeşil Kubbe’nin alt
kısımlarındaki taşlar diğer duvarların taşlarına benzemiyor.
8-Çelebi Hüsâme’d-din’in kitabesidir.
888
-Akşehir, s.365,403,424,442.
889
-Ferid Uğur ‘’اﻟﺬات اﻟﻄﺎهﺮةyi ‘ ’اﻟﺪار اﻟﻄﺎهﺮةgibi yanlış okumuştur.
245
Gümüş Kapı’dan girilince sağdan ikinci sıradaki birinci sanduka bunundur. Sanduka taş ve tuğla ile
yapılmıştır. Üstü kireçli harçla sıvanmıştır.
Baş tarafına yerleştirilen mermerde Selçuk Sülüsü ile şu yedi satırlık Arapça kitabe okunur:
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ ﺷﻴﺦ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ ﻗﺪوة اﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ إﻣﺎم-1
اﻟﻬﺪى واﻟﻴﻘﻴﻦ ﻣﻔﺘﺎح ﺧﺰاﺋﻦ اﻟﻌﺮش اﻣﻴﻦ آﻨﻮز اﻟﻔﺮش-2
890
اﻟﺪوران اﺑﻮ اﻟﻔﻀﺎﺋﻞ ﺿﻴﺎء اﻟﺤﻖ اﻟﺰﻣﺎن اﺑﺎﻳﺰﻳﺪ891 ﺟﻨﻴﺪ-3
ﺣﺴﺎم اﻟﺪﻳﻦ ﺣﺴﻦ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻦ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺎﺧﻰ ﺗﺮك-4
رﺿﻲ اﷲ ﻋﻨﻪ وﻋﻨﻬﻢ اﻻرﻣﻮى اﻻﺻﻞ ﺑﻤﺎ ﻗﺎل اﻣﺴﻴﺖ آﺮدﻳﺎ-5
واﺻﺒﺤﺖ ﻋﺮﺑﻴ ًﺎ ﻗﺪس اﷲ روﺣﻪ ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﻳﻮم اﻻرﺑﻌﺎء-6
ﻓﻰ ﺛﺎﻧﻰ ﻋﺸﺮ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ ﺷﻌﺒﺎن ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-7892
Kitabeye göre Ahi Türk diye meşhur olan Hüsâme’d-din Hasan Çelebi’nin 683 yılı Şaban’ının on ikinci
Çarşamba günü öldüğü anlaşılmaktadır. (m.1284)
9-Beytimurzade Sandukası kitabeleridir.
Sanduka tuğla ile yapılmış, üstü kireçli harçla sıvanmıştır. Merkat Sultanu’l-Ulema’nın kuzeyindedir.
Baş taraftaki mermere şu dört satırlık tarih kitabesi kazılmıştır:
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ اﻟﺸﺮﻳﻔﺔ ﻓﺨﺮ اﻻﺻﺤﺎب اﻟﻌﺎرف-1
اﻟﻔﺎﺋﻖ واﻟﻌﺎﺷﻖ واﻟﺼﺎدق ﺷﻴﺦ آﺮﻳﻢ اﻟﺪﻳﻦ-2
اﺑﻦ اﻟﺤﺎﺟﻰ ﺑﻜﻤﺘﺮ اﻟﻤﻮﻟﻮي رﺣﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ-3
ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﺷﻬﺮ ذي اﻟﺤﺠﺔ ﺳﻨﺔ إﺣﺪى ﺗﺴﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-4 893
Kitabeye göre Beytimurzade Mevlevî Şeyh Kerimü’d-din 691 yılı Zilhicce ayında ölmüştür. (m.291)
10-Mevlâna Celale’d-din Rumî’nin refikası ‘Güra Hatun’un sanduka ve kitabesidir.
Sanduka taş ve tuğla ile yapılarak üstü kireç ve alçılı harçla sıvanmıştır. Baş tarafındaki mermere şu
kitabe kazılmıştır:
اﷲ اﻟﺒﺎﻗﻰ-1
اﻧﺘﻘﻠﺖ اﻟﻤﺨﺪرة اﻟﻤﺼﻮﻧﺔ ﻧﻘﻴﺔ اﻟﺬات-2
ﻣﺮﺿﻴﺔ اﻟﺼﻔﺎت رﻓﻴﻌﺔ اﻟﻘﺪر ﻣﺸﺮوﺣﺔ اﻟﺼﺪر-3
ذى اﻟﻬﻤﺔ اﻟﻌﺎﻟﻴﺔ واﻟﻤﻨﺎﻗﺐ اﻟﻤﻌﺎﻟﻴﺔ ﻋﺼﻤﺔ-4
اﻟﺪﻳﻦ اﻟﻤﺨﺼﻮﺻﺔ ﺑﺼﻔﺎت اﻟﻌﺎﻣﻠﻴﻦ ﻣﺮﻳﻢ اﻟﺜﺎﻧﻰ-5
ﺑﺤﺮ اﻟﻤﻌﺎﻧﻲ ﻣﻘﺒﻮﻟﺔ اﻟﺤﻖ ﻣﺤﻤﻮدة اﻟﺨﻠﻖ واﻟﺨﻠﻖ-6894
Kitabe ayak tarafındaki mermerde şöyle devam etmektedir:
ﺻﺎﺣﺒﺔ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻗﺪس اﷲ ﺳﺮﻩ-1
آﺮا ﺧﺎﺗﻮن رﺿﻰ اﷲ ﻋﻨﻬﺎ اﻟﻰ-2
ﺣﻈﺎﻳﺮ اﻟﻘﺪس اواهﺎ ﻣﻦ دار اﻟﻬﻮان-3
اﻟﻰ ﺟﻮار اﻟﺮﺣﻤﻦ اﺧﺮ ﻳﻮم اﻟﺨﻤﻴﺲ اﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﺸﺮ-4
ﻣﻦ ﺷﻬﺮ رﻣﻀﺎن ﻣﻦ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ اﺣﺪى وﺗﺴﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-5
Kitabeye göre Güra Hatun kocasından 19 sene sonra 691 yılı Ramazan’ının onüçüncü Perşembe günü
ölmüştür. (m.1291)
Güra ‘’آﺮاGüre895 ‘’آﺮﻩbu gün dilimizde ‘gür’ şeklinde yaşayan Türkçe birer kelimedirler. Feyizli,
azametli, sabur, kavî, mebzul, tendürüst anlamlarındadır. Bunların sonlarına bazen bir tasgir edatı ‘ç’ eklenerek
Güraçe, Güreçe denir. Bilhassa Selçukîler devrinde de Osmanlılar’ın ilk zamanlarında
Güra ve Gürace adını taşıyan pek çok kadınlar vardır. 687 yılında ölen Fahre’d-din Ali’nin kızının adı
da Güra idi. Konya Müzesi’nde bulunan 0,30x0,73 metre ebadındaki mezar taşının bir yüzünde:
آﺮا ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ-1
ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ-2
رﺣﻤﻬﻢ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ-3
diğer yüzünde:
... اﻟﺠﻤﻌﻪ-1
رﺑﻴﻊ اﻻول ﺳﻨﺔ-2
ﺳﺒﻊ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-3
Konya Müzesi’nde 945 numarada kayıtlı ‘’آﺮﻩ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﺣﺴﻴﻦe ait başka bir taş vardır.
890
-Bu zat ‘’اﺑﺎﻳﺰﻳﺪi de ‘’ﺑﺎﻳﺰﻳﺪşeklinde yanlış kopya etmiştir.
891
-Ferid Uğur Konya Mecmuası’nın üçüncü sayısının 1752. sahifesindeki yazısında bu kelimeyi yanlış olarak ‘’ﺟﻴﺐşeklinde
okumuştur.
892
-Hüsame’d-din Çelebi hakkında Sarı Abdullah Efendi’nin Mesnevi Şerhi’nin 66. sahifesinde geniş malumat vardır.
893
-Bu kelimeyi Ferid Uğur ‘’اﻟﻌﺎرﻓﻴﻦşeklinde yanlış okumuştur. Müze müdürü kitabelerini birer etiketle sandulkaların üstüne
asmıştır. Fakat bunları hemen hepsi fahiş hatalarla ve noksanlarla doludur.
894
-Bu sandukayı tetkik ederken bu yüz kapalı idi. Açık iken bu kitabeyi gören bir zat bu şekilde okumuştur. Biz de ondan
iktibas ettik.
895
- Bu ad 357 ve 358. sahifelerde Küra gibi yanlış yazılmıştır.
246
Bursa’daki bir mezar taşında ve Konya’da Hoca Fakıh Mezarlığı’ndaki bir taşta Gürece ‘ ’آﺮﺟﻪadlarını
gördük. Bunların bazılarında bu ad bizim okuduğumuz gibi harekelenmişti.
11-Sanduka tuğla ve taşla yapılmış, üstü kireçli harçla sıvanmıştır. Bu sanduka Mevlâna’nın Oğlu
Alâe’d-din Mehmed’in merkatının yanındadır. Baş taraftaki taşta dört satırlık şu sülüs kitabeyi okuduk:
ﺗﺮﺑﺔ اﻣﻴﺮ ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﻳﺤﻴﻰ-1
ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺷﺎﻩ ﺑﺮادرر ﻣﺎدرى ﺑﺎ او-2
ﻻد ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻗﺪس اﷲ ﺳﺮﻩ اﻟﻌﺰﻳﺰ-3
در ﺗﺎرﻳﺦ هﻔﺘﻢ رﺑﻴﻊ اﻻﺧﺮ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻲ وﺗﺴﻌﻴﻦ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-4
Kitabeye göre Mehmed Şah Oğlu Emir Şemse’d-din Yahya 692 yılı Rebi’ü-l Ahir’inin yedinci günü
ölmüştür. (m.1292)
12-Mevlâna’nın kızı Melike Hatun’un sanduka kitabesidir.
Sanduka kireçli harçla sıvanmıştır. Başındaki taşta şu yedi satırlık sülük kitabeyi bulduk:
اﷲ اﻟﺒﺎﻗﻲ-1
896
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ اﻟﺴﺖ اﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ اﻓﺘﺨﺎر ﻣﺨﺪرات-2
اﻟﻌﺎﻟﻢ ﺗﺎج ﻣﺴﺘﻮرات ﺑﻨﻰ ﺁدم ﻣﻠﻜﻪ ﺧﺎﺗﻮن-3
اﺑﻨﺔ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ واﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﻗﻄﺐ اﻻوﺗﺎد-4
واﻟﻤﺤﻘﻘﻴﻦ وارث اﻻﻧﺒﻴﺎء واﻟﻤﺮﺳﻠﻴﻦ-5
ﺟﻼل اﻟﺤﻖ واﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﻗﺪس اﷲ-6
ﺳﺮهﻤﺎ ﺛﺎﻧﻰ ﻋﺸﺮ ﺷﻌﺒﺎن ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ-7
Kitabeye göre Melike Hatun 703 yılı Şaban’ının on ikinci günü ölmüştür.
13-Kadı Tace’d-din’in kızı Melike Hatun’un sanduka kitabesidir.
Sanduka çini ile kaplanmıştır. Taşa kazılan kitabenin üç satırı toprak içine gömülmüştür. Ben dışarıya
çıkarttım, yedi satırlık Arapça kitabe şudur:
اﷲ اﻟﺒﺎﻗﻰ-1
اﻧﺘﻘﻠﺖ اﻟﺴﺖ اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﻤﻈﻠﻮﻣﺔ اﻟﺴﻌﻴﺪة-2
اﻟﺸﻬﻴﺪة ﻣﻘﺒﻮﻟﺔ اﻻوﻟﻴﺎ ﺗﺎج اﻟﻤﺨﺪرات اﻓﺘﺨﺎر-3
اﻟﻤﺴﺘﻮرات ﻣﻠﻜﻪ ﺧﺎﺗﻮن ﻧﻮر اﷲ ﺿﺮﻳﺤﻬﺎ-4
اﺑﻨﺔ اﻗﻀﻰ اﻟﻘﻀﺎة ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺗﺎج اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ-5
ادام اﷲ ﻓﻀﺎﺋﻠﻪ ﻣﻦ دار اﻟﻐﺮور اﻟﻰ دار اﻟﺴﺮور-6
ﻟﻴﻠﺔ اﻻرﺑﻌﺎء ﺳﺎدس ﻋﺸﺮ ﺟﻤﻴﺪ اﻻﺧﺮ ﺳﻨﺔ اﺣﺪى وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺒﻌﻤﺎﺋﻪ-7
Kitabeye göre Melike Hatun 731 yılı Cumadie’l-Ahire’sinin on altıncı Çarşamba günü ölmüştür.
Öldüğü zaman babası kadılar kadısı Tace’d-din sağ idi.
896
-Ferid Uğur, Konya Mecmuası’nın 32. sayısında sahife 1755’de bu satırı şu feci şekle sokmuştur: ‘ هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ اﻟﺴﺖ اﻟﺰﻳﻨﺔ ﺑﺎ
’اﻓﺘﺨﺎر ﻣﺨﺪراتDoktor Feridün Nafiz’de bu hatayı Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü adlı eserinin 106. sahifesinde iktibas etmiştir.
Mevlânâ Şehri Konya isimli kitap, sayfa 308’de ‘’اﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔkelimesi ‘’اﻟﺰﻧﺎﻧﻴﺔokunmuştur.
897
-Karamanoğlu İbrahim Bey.
898
-Bu köy Bayezid Defteri’inde Ağaçlı Salur şeklindedir.
247
6-Hatunsarayı’na bağlı Kayı Üyüğü Köyü.
7-Hatunsarayı’na bağlı Boyalı Köyü.
8-Hatunsarayı’na bağlı Aydoğdu Köyü.
9-Konya’ya bağlı Aymanos (Aymanas) Köyü.
10-Ilgın’a bağlı Saraycık Köyü.
11-Sudiremi’ne (Sille) bağlı Başara Köyü.
12-Sudiremi’ne bağlı Giryat Köyü.
13-Sudiremi’ne bağlı Halil Hacı Köyü.
14-Sudiremi’ne bağlı Kiçimusine (Kiçimusla) Köyü.
15-Konya’ya bağlı Filoras Köyü.
16-Akşehir’e bağlı Zimmiyan-i Monos ‘’ذﻣﻴﺎن ﻣﻮﻧﻮسKöyü.
17-Aksaray’a bağlı Yendiyin ‘’ﭘﻨﺪآﻴﻦKöyü.
18-Aksaray’a bağlı Yalman Köyü.
899
-İkinci Bayezid’in Tahrir Defteri’inde bu çiftlik Dernezd-i Zaviye şeklinde gösterilmiştir. Şimdiki Karaciğan
Mahallesi’inde olduğu anlaşılmaktadır. Bu Karacığan Horozlu Han’ına kadar uzanır.
900
-Şimdiki adı Selver’dir.
901
-Bir vesikada bu Nişaburlu Zeynep Ana gibi yazılmışsa da bixzim yazdığımız doğrudur.
902
-Gede Kılas, Meram’ın altında eski Mollaoğlu Köşkü’nün karşı tarafına rastlayan yötenin adıdır. Bu yörede bir de aynı adı
taşıyan değirmen vardır. Bu yörenin bir adı da Koçaş idi.
903
-Bu bağın Bedreddin Nakkaş’dan geçmiş olması muhtemeldir.
904
-Şimdi Bitcimez şeklinde meşhur olan semtin adı böyledir. Toprağı iyi olmadığı için bitmez şeklinde adlandırılmıştı.
Bityemez de denir.
905
-Pîr Paşa Camii’nin ittisalinde yanlış olarak halk tarafından Siyah Sersultan ‘’ﺳﻴﺎﻩ ﺳﺮ ﺳﻠﻄﺎنdenilen Siyavuş Türbesi bir
Selçuk eseridir. Burası ve yeri tamamen Mevlânâ’nın vakfıdır. Pir Paşa tekke ve camii yaptırmadan evvel Mevlânâ
Mamuresi gelirinden bir dönümlük yere evler yaptırmıştı. İstanbul Başvekalet Arşivi’inde bulunan 387 numaralı tapu
defterinde bu zaviye şöyle tespit edilir: ‘Vakf-ı Türbe-i Siyavüş şah derkurb-i türbe-i Mevleviyye der Konya hücreler tamir
olunup muhavvitası (havlısı) ile kurbinde Celaliye Vakfı’ından bir dönüm yere evler yapılıp türbe-i mutahhareye ayende ve
revende huzuri için ol evlerde konup hizmet ederlerdi.’
248
12-Sahib İsfahanî Zemini.
13-At Pazarı yanındaki mescidin önündeki zemin.
Burada, mezkur bağlara ve yerlere vefa edecek miktar su için sabıkan ümera-i mütekaidimin mektupları
görülüp mukarrer kılındı, kaydı da görülmektedir ki bağlara ve tarlalara verilen sulardan dolayı bir vergi ve
resim alınmayacaktır. Vakfedilen çiftliklerden Karacığan Çiftliği’nin üstüne de medrese vakfı olduğu
kaydedilmiştir.
“Vakf-i cami-i türbe-i mukaddese-mukarrer” başlığı altında da şunlar vakfedilmiştir:
1-Said Vilayeti’ne tabi Çavuş Köyü.
2-Türbe yanında Çardak Dolabı Zemini.
3-Seydi Ali Dolabı Zemini.
4-Pambukçu Zemini.
5-Kevele civarında zemin.
6-Konya Otlağı.
7-Konya şehri içinde müteaddit dükkanlar zemini.
Bu defterde Türbe Mahallesi’nin tamamı ve Lârende’deki Sekiz Çeşme Hamamı’nın on sehimden bir
sehminin de Mevlâna Türbesi’ne vakfolduğu tasrih edilmektedir. Mukataaları da türbeye vakıftır.
Bu defterde Türbe Hamamı’nın vakfedildiği hakkında bir şey yoktur.
II.Bayezid adına h.906-m.1500 yılında Hatıp Zade Haydar’a yaptırılan Konya Evkafının Tahrir
Defteri’nde de Mevlâna Mamuresi başta yer alır. Fatih’in Tahriri’nden906 tam 25 sene sonra yapılan bu
Tahrir’de türbenin gelirleri arasında fazla olarak şunlar da vardır:
1-Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Balıklagu Mezrası.
2-Fahrü’n-nisa yanında tarla.
3-Fahrü’n-nisa yakınında tarla.
4-Hergele Otlağı yanında tarla.
5-Şeyh Ata yeri diye meşhur olan tarla.
6-Karaaslan Köyü.
7-Akşehir’e tabi Fonos ‘’ﻓﻮﻧﻮسKöyü.
8-Hatunsarayı’na bağlı Dinorna 907 Köyü’nde tarla.
9-Arif Çelebi yerleri demekle meşhur üç kıta dolap yeri.
10-Akbelviran’a tabi Gödelson Köyü’nde tarla.
11-Lârende’ye bağlı ‘’?اﻳﺪﻩ ﻣﻮدda tarla.
12-Lârende vadisinde harap Yeni Değirmen.
13-Mesnevî han evlerine mutasıl Arif Çelebi Hanı.
14-Çar Duvar Bağı Zemini.
15-İsfahan Şah Hatun Hanı.
16-Sultan Bağ ki, el’an mekabirdir. Bilfiil mutasarrıflardır.908
17-Karaca Mehdi Tarlası.
18-İğciler ‘’درارÇarşısı’nda dükkan yerleri.
19-Hüşgörü’de bağ.
20-Konya’da Sungur Hamamı karşısında dükkanlar.
21-Konya’da Sağrıcılar’da bir dükkan.
22-Meram Deresi’nde Temelli ‘’ﺗﻤﻠﻠﻰdeğirmeni.909
23-Meram Deresi’nde Şıhne Değirmeni.
24-Konya haricinde İsiliye Yolu üzerinde tarla910
25-Aksaray’da Kara Kemal Baba’nın vakfettiği mescid dükkanları.
26-Moytap Çarşısı’nda Kara Hasan eliyle değiştirilen dükkanlar.
27-Konya’da Ahmed Han’da tarla.
906
-İstanbul Başvekalet Arşivi’inde bulunan İkinci Bayezid devrine ait 40 numaralı Konya Defteri’inde vakıflar, köyler
hakkında geniş malumat vardır ki buraya hülasa halinde çıkarıyoruz: ‘Said İli’ne bağlı Lodya? Köyü reaya öşri ile piyadegân
öşrünün yarısı, Sille’ye bağlı Giryat Köyü’nün yarı öşrü Said İli’ne bağlı Çavuş Köyü’nün yarı öşrü Hatunsarayı’na bağlı
Aydoğdu Köyü’nün (diğer adları da Yenice ve Suluağıl’dır) öşrü Türbe-i Mevlânâ’ya vakıftır. Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne
bağlı Salurlu Mescid yarı öşriyle ürfiyesi.’ Kemal Paşa Zade’nin Yavuz adına yaptığı h.924-m.1518 tarihli Konya Yazım
Defteri’inde Ağaçlı Avşar’ın timar ve türbe rusumunun serbest olarak Türbe-i Mevlânâ’ya vakfolduğu ve reayanın Bayezid’in
fermaniyle avârizden muaf bulundukları tasrih edilmiştir.
907
-Bu köy Hatunsaray Kavağı’nın cenubundadır. Şimdi bir harabe halindedir.
908
-Bu bağın türbenin güneyindeki mezarlık güneyindeki mezarlık yeri olduğunu tahmin ediyoruz.
909
-Bazen Demeli ‘’دﻣﻠﻠﻰşeklinde yazılan bu değirmene Midilli Değirmeni de derler.
910
-Vesikada İsiyle ‘’اﺳﻴﻠﻴﻪgibi yazılmıştır. Şimdiki adı Sille.
249
28-Türbe civarındaki Türbe Hamamının üçte bir hissesi. Buradaki bir derkenarda bu hamam hissesinin
vakıf Cemale’d-din tarafından türbe önündeki çeşmeye vakfedildiği gösterilmiştir. Oğlu Muhyi’d-din
Çelebi de hasbî mütevelli imiş.
29-Türbe Mahallesinin koyun ve arus resmi.
30-Türbe için yapılan nezirler ve kurbanlar.
31-Akşehir’deki ve köylerindeki dükkanlar ve bağlar.
32-Turut Civarı’nda bağ.
Bu defterde Hatunsarayı’na bağlı Boyalı’ Kayı Öyüğü köyleri yoktur.
İstanbul Başvekalet Arşivi’nde bulunan 63 numaralı Yavuz Sultan Selim’in Konya Defteri’’nde
Karaaslan Köyü ile Gühertaş tarlalarının Türbe-i Mevlâna’ya vakfolduğu ve reayasının Sultan Bayezid nişaniyle
avarızdan muaf bulunduğu yazılmaktadır.
Türbe Hamamı’nın Mevlâna Türbesi’nin önündeki çeşmeye vakfedildiği II.Bayezid’in defterinden
anlaşılmaktadır. Akşehir’deki Mavras Hamamı’nın üç sehminin Gühertaş tarafından Mevlâna evladına
vakfedildiğini Fatih devrine ait bir arşiv vesikasından öğreniyoruz.911
İstanbul Başvekalet Arşivi’nde bulunan Kanunî devrine ait tarihsiz 387 numaralı Konya Evkafını tespit
eden defterin yirmi üçüncü A yaprağında; “Vakf-ı türbe-i Sultanu’l-Arifiyn şeyhü’l-muhakkikin Hazret-i
Mevlâna Celale’d-din” başlığı altında türbeye gelir olarak tespit edilen evkafı da buraya sıralamayı faydalı
buluyoruz:
1-36 erkek nüfuslu ve 26 haneli Konya’ya tabi Mescidli Salur Köyü’nün örfüyesi ile nısıf öşrü ki senelik
tutarı 5736 akçadır.
2-37 mükellef erkek nüfuslu ve 24 haneli Konya’ya tabi Ağaçlı Avşar Köyü’nün 5244 akçalık geliri.
3- Saideli’ne tabi ‘’ﻣﺎوﻟﻪköyünün reaya öşrüyle piyade öşrünün nısfı ki senelik tutarı 1899 akçadır.
4- Said İli’ne bağlı Kilise İni Köyü’nün reaya öşrü ile piyadegan öşrünün yarısı ki senelik geliri 1540
akçadır.
5-Hatunsarayı’na bağlı Kavak Köyü ki 34 mükellef erkek nüfuslu ve 22 haneli köyün senelik geliri
5454 akcadır.
6-Hatunsarayı’na bağlı Andugı namı diğer Yenice Köyü ki senelik hasılı 2590 akçadır.
7-Sudiremi’ne (Sille) bağlı Kiçimusla Köyü’nün öşrü ki senelik tutarı 1045 akçadır.
8-Sudiremi’ne bağlı Hacı Halil Köyü’nün 770 akça tutan öşrü.
9-Sudiremi’ne bağlı Giryat Köyü’nün yarı öşrü ki tutarı 833 akçadır.
10-Konya’ya tabi Aymanos köyü ki serbesttir. 86 nefer 63 haneden müteşekkildir. Senelik 2290 akçalık
öşrünün tamamı.
11-Konya’ya tabi 35 nefer 24 haneli Filoras Köyü’nün öşri ki senelik tutarı 3985 akçadır.
12-3 hanelik Karaaslan Köyü’nün 1170 akcalık senelik geliri.
13-Konya’ya tabi 7 evli 10 mükellef nüfuslu Balıklavı912 Köyü’nün 2290 akçalık öşrü.
14-Mevlâna Zaviyesi yakınındaki Karacığan Mezrası’nın 3000 akça tutan öşrü.
15-Türbe civarındaki Türbe Hamamı’nın üçte bir hissesi ki senelik tutarı 3000 akçadır. Bu hamamın
baki iki sülüsü vakfın meşru mülküdür.
16- Türbe Mahallesi’nin ağnam resmi ki senelik tutarı 1580 akçadır.
17- Türbe-i Mevlâna’ya yapılan nezirlerle kurbanlar ki senelik tutarı 10000 akçadır.
Bu deftere göre senelik geliri 1650 akça olan 14 bağ senelik geliri 470 akça olan 13 dükkan yeri, senelik
geliri 790 akça olan 22 dükkan, senelik geliri 700 akça olan 3 dolap yeri, senelik geliri 450 akça olan 3
değirmen, geliri 1640 akça tutan 12 kıta yerlerdeki 6 dolap yeri.
Türbe-i Celaliye Camii Evkafı da şöyle sıralanmıştır:
1- Said İli’ne bağlı Çavuş Köyü’nün 1082 akça tutan nısıf öşrü.
2- Konya civarında Hergele Mezrası ki senelik hasılı 1000 akçadır.
3- Konya Çarşısında senelik geliri 48 akça olan 7 dükkan yeri.
4- Türbe civarında senelik gelir i100 akça tutan Çardak Dolabı Yeri ile senelik geliri 350 akca tutan
diğer iki kıta yer.
5- Senelik geliri 7000 akça tutan Konya Baş Hanesi’nin mukataası.
6- Senelik geliri 30000 akça tutan Koçhisar Tuzlası, Saliyane Mukataası. Bu hususta Yavuz Sultan
Selim’in hükmü hümayunu varır.
Defterde; türbe ve camiin bütün gelirleri şöyle toplanmıştır:
6 köy, 1 mezra, 1 hamam, 14 bağ, 23 baş hane ve dükkan, 3 değirmen, 34 parça tarla, 238 nefer, 167
ev, 11 dolap umumi gelir yekunu 96766 akçadır.
911
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi defter no 256.
912
-Konya’nın Aslım tarafındaki göl halini alan yerde balık bulunurdu. Bu köt halkı burada balık avlarlardı.
250
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivinde bulunan 104 numarada kayıtlı h.992-m.1584 tarihli Konya Tahrir
Defteri’nde Türbe-İ Celaliye Mahallesi’nde 213 mükellef erkek ile 18 Mevlevî Dervişi bulunduğu
kaydedildikten sonra deniliyor ki:
“Hazret-i Mevlâna Celale’d-din Mahallesi’nde sakin olanlar avârızı divanîyeden muaf olmak için
selâtin enarallahü berahinehüm ve saadetli padişahımız 913 hazretlerinden ellerinde olan müteaddit ahkâm-ı şerife
mucibince defter-i cedide avârızdan kemakân muaf kaydolundular ve resm-i ağnam ve bedava ve resm-i
ârusaneleri Mevlâna Celale’d-din Türbesi vakfıdır.”
Birçok vergilerden muaf oldukları için Türbe Mahallesi nüfus itibariyle Konya mahallelerinin en
kalabalığı idi.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki vakfiyeler defterinin atmış birinci sahifesinde Mevlâna Mamuresi’ne
ait bir kayd-ı hâkanî sureti vardır. Kaydın serlevhası şudur: ‘ ﺟﺎﻣﻊ وﺗﺮﺑﻪء وزاوﻳﻪء وﻣﺪرﺳﻪء واﻗﻒ اﺳﺮار ﻣﻌﻨﻮى آﺎﺷﻒ
’ﺁﺛﺎر ﻣﺜﻨﻮى ﺣﻀﺮت ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺟﻼل اﻟﺪﻳﻦ روﻣﻲ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺒﻠﺨﻲ اﻟﺮوﻣﻲ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﻤﻨﻼ ﺧﻨﻜﺎر در ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ ﻧﻤﺴﻜﺎت ﺷﺮﻋﻴﻪ واﺣﻜﺎم ﻣﺮﻋﻴﺔ
“Cami-i ve türbe-i ve zaviye-i ve medrese-i vâkıf-ı esrar-ı manevî kâşif-i asar-i Mesnevî Hazret-i
Mevlâna Celale’d-din Rumî Muhammedini’l-Belhiyyi’r-Rumî el-maruf bi Molla Hünkar der Konya Ber-mu’ceb-i
temessükât-ı şeriyye ve ahkâm-ı meriyye.”
Burada Fatih, Bayezid, Yavuz, Kanunî ve III.Murad devrindeki Karaman İli Defterleri’nde gördüğümüz
bütün gelirler sıralanmıştır. Buradaki bazı kayıtlardan vakfedilen yerleri daha iyi öğreniyoruz.
Mesela Dolap Üyüğü Tarlası’ Ağaçlı Avşar Köyü yanındadır. Burada fevkalade ehemmiyetli haiz olan
bir kayıt daha vardır ki o da şudur:
“Nısf-ı mahsuli zemin-i Dâru’ş-Şifâ. Beher sene ve nısf-ı aher vakf-ı Dâru’ş-Şifâ. Hisse-i nısıf an icare.
30 akça.”
‘ ﺁﻗﺠﻪ30 ’ﻧﺼﻒ ﻣﺤﺼﻮل زﻣﻴﻦ دار اﻟﺸﻔﺎ ﺑﻬﺮ ﺳﻨﻪ وﻧﺼﻒ ﺁﺧﺮ وﻗﻒ دار اﻟﺸﻔﺎء ﺣﺼﻪء ﻧﺼﻒ ﻋﻦ اﺟﺎرﻩ
Bu kayda göre Konya Dâru’ş-Şifâsı’nın yerinin yarı geliri Mevlâna Mamuresi’nin vakfıdır. Diğer yarısı
da Dâru’ş-Şifâ’nın kendisine vakfedilmiştir. Bu Dâru’ş-Şifâ Türbe Caddesi’nde şimdiki Askeri Hastane’nin-
Belediye’ye ait Hal Binası- bulunduğu yerde idi. Arkasında yani kuzey tarafında da Şekerriz Hanı var.914
Bu vesikada daha başka yerler de daha vazıh bir surette gösterilmiştir.
Kovanağzı’nda, Akköprü’de, Hasan Köyü’nde, bağ arasındaki tarlalar gibi Sadırlar’daki tarlanın
ekilmekte olduğu da tasrih ediliyor. Sultan Cem’in Bağ Yeri de Mevlâna’nın evkafı arasındadır. Tetkik etiğimiz
vesika tanzim edilirken Sultan Cem Bağı’da ekilmekte idi. Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid’in meşhur
Konya915 Vakaları’nda Şehzade Selim’in orduları Cem Bağı önünde çadır kurmuşlardı.
Bu vesikada Mevlâna Mamuresi’ndeki müstahdemlerin maaş ve ücretleri de yazılmıştır. Mütevelliye
her gün 30, seccade şeyhine 20, mescid imamına 5, üç müezzinden her birisine senede 2160, Mesnevîhan’a
günde 6, türbe civarındaki Celaliye Medresesi müderrisine günde 20 akça verilecektir. Burada Kanunî Sultan
Süleyman’ın Camii müstahdemlerinin maaş ve yevmiyeleri de ayrıca zikredilmiştir.
Vesikanın medrese hakkındaki fıkrası aynen şudur:
“Müderris-i medrese-i Türbe-i Celaleyi der civarı türbe. Merhum Sultan Süleyman tamir etmiştir. Yevm
20)
ﻣﺪرس ﻣﺪرﺳﻪء ﺗﺮﺑﻪء ﺟﻼﻟﻴﻪ در ﺟﻮار ﺗﺮﺑﻪ
20 ﻣﺮﺣﻮم ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺗﻌﻤﻴﺮ اﻳﺘﻤﺸﺪر ﻳﻮم
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ne gönderilen ve cahil bir hattat tarafından okunamayacak bir halde deftere
geçirilen bu kayd-ı hakanî suretinin aslını biz Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’ndeki 254 numaralı ve h.992-
m.1584 tarihli III.Murad defterinde bulduk.916
Burada Mevlâna Türbesi’ne nezredilen kurban ve seccade gibi şeyler her Pazartesi günü satıldığı ve her
sene bunlardan beş bin akçalık ve Türbe Hamamı’ndan da her sene dört bin akçalık gelir temin edildiği
yazılmaktadır.
Nezir akçasının her sene arttığı görülmektedir. Kanunî devrindeki nezir bedelleri ancak bin akça
tutuyordu.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan üç numaralı defterin üç yüz doksan ikinci sahifesinde 15
Cumadie’l-ula 1294 tarihli bir ferman sureti kayıtlıdır. Bu fermanda Mevlâna Mamuresi’nin Konya’nın Sahra
Nahiyesi’ndeki vakıf köylerinin sınırları bildirilmektedir.
Burada şimdiye kadar şark ve garp ilim alemine meçhul kalmış bir eşsiz vesikayı da okuyucularıma
veriyorum. Bu 644 yılı Cumadie’l-ahire’sinin ortalarında tanzim edilmiş bir vakfiyedir. Ankara Vakıflar
Müdürlüğü Arşivi’ndeki 599 numaralı defterin kırk dördüncü sahifesinde 14 sıra numarasında bir sureti kaydı
bulunan bu vakfiyenin altına Mevlâna Celale’d-din Rumî şahit sıfatıyla imzasını koymuştur. Onun yanında da
yine şahit sıfatıyla Muhakkik-i Tirmizî’nin imzası vardır. Vakfiye Kayseriye’de tanzim edilmiştir.
913
-Defter Üçüncü Murad adına ulemadan Mustafa İbn Ahmed tarafından yazılmıştır.
914
-Bu yazı 1944 yılında yazılmıştır.
915
-Karaçelebi Zade’nin Süleymannamesi. Sahife 174. Tarihçi Konya’yı anlatırken Darü’l-Mülk-ü Yunan Konya demektedir.
916
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi defterno 254, sahife 4
251
Vakıf II.Gıyase’d-din Keyhüsrev İbn Keykubad’ı evvel’dir.917 Vakıf Kayseri’de bazı köyleri Erciyes’ten
inen su ile suyollarını vakfetmektedir.
Mevlâna Türbesi asırlar boyu, klasik mimari ifade ile mahıv ve ispat yolu ile birçok binalarla
zenginleştikten sonra 633 m2’lik yer kaplayan bir manzume haline geldikten sonra bazı yerler ve bazı tesisler
yeni adlar almışlardır. Bunları sıralamayı faydalı buluyoruz:
917
-Kopyacı vakfın adını, sanını yazrken Keyhüsrev İbn kelimelerini atlamıştır.
252
Gümüş Kapı’dan yatırların bulunduğu yere girilir. Buraya Huzur-i Pir Dahil-i Uşak, Kademat-i Pir)
denilirdi.
10-Kutupların Kubbeleri:
Sultanu’l-Ulema’ın Mevlâna’nın, Sultan Veled’in ve diğer Mevlevî ulularının ve kutuplarının
sandukalarının üzerlerini örten kubbelerin hepsine birden “Kubabu’l-Aktab - Kutupların Kubbeleri” denirdi.
11-Post Kubbesi:
Mevlâna’nın ve Sultan Veled’in sandukalarını örten Yeşil Kubbe’nin “Kubbe-i Hadra” şimalindeki içi
muhteşem istalaktitlerle süslü kubbeye “Post Kubbesi” denilir. Bu kubbenin zemini merkatların bulundukları
yerden aşağıdadır. Semalardan evvel postnîşinler bu kubbenin altında yüzleri Gümüş Kapı’ya dönük oldukları
halde oturdukları için kubbe böyle adlandırılmıştır.
12-Gümüş Kafes ve Gümüş Merdiven:
Post Kubbesi’nin altındaki ‘Huzur-i Pir’i; yüksekçe bulunan Mevlâna’nın merkatının bulunduğu yerden
ayıran kısmında sanatkarane işlenmiş kapılı bir Gümüş Kafes vardır. Şair Mani’nin nazmettiği 32 beyitlik bir
kitabe bu kafesin üst kısmına Hakkâk Mirza Ali tarafından kazılmıştır. Kafesi Kalemkâr İlyas yapmıştır. Bu
kafes h.1006 tarihinde Maraş Beylerbeyisi Mahmud Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kitabeyi buraya alıyoruz:
ALLAH
Lâilâhe İllallah Muhammedü’r-Rasulullah
Şah-ı Cemşid-haşem hüsrev-i hurşid-i alem
Daver-i taht-i akalim-i cihan-ârayî
Tâc-bahşende-i herşah-i diyar-i İslâm
Tâc-hâhende-i her memleket-i Tersâyi
Rayet-efruz-i meyadin-i memâlik-gîri
Meş’al-efruz-i sera-perde-i milk-ârâyi
Asman-mertebe Sultan Muhammed Han kim
Bende etti niçe İskender ile Dârâ’yi
Ol ki bâzû-yi cihan-gîri ile kıldı esir
Padişahan-i cihan-dâr-i ata-bahşayi
Niyyet etti ki kıla kafir-i bî dine gaza
İrgöre çarh-i berine âlem-i bâlâyi
Diledi kim elde küffar ile ceng-ü peygâr
Tuta avaz-i gaza bu felek-i minayi
Ele alup sala şemşir-i gazayi tâ kim
Göstere kafir-i bî dine yed-i beyzâyi
Etti pes kahr-i adu niyetine gerdun-say
Mehçe-i râyet-i mansur-i cihan-ârâyi
Oldu Beylerbeyiler dahi gazaya memur
Diktiler her birisi rayet-i gerdun-sayi
Cümleden birisi ol Sahib-i hulk-i Mahmud
Vüzerâ zümresinin âsaf-i sâhib-râyi
Ol ki namı gibi evsaf-i şerifi mahmud
Âsaf-i Padişeh-i memleket-i Dârâ’yi
Mi-i miranı idi Mar’aş’ın ol esnada
Adl ile kenduye kul etmiş idi dünyâyi
Sefere âzim olub eti gönülden tasmim
Ki ziyaret kıla bu türbet-i ruh-efzayi
Kühl ede Çeşm-i cihan-binine rağbetler ile
Hâk-i pay-i harem-i hazret-i Mevlâna’yi
Yüzünü sürdü gubar-i der-i Mevlâna’ya
Eyledi geldi ziyaret bu mübarek cayi
Sıdk ile ruh-i şerifinden edüb istimdad
Dedi ey cenne-i alâda kalan me’vayi
Halkı sır-teşme edüb ettiren âheng-i neva
Salan âfâka sema ile sâda-yi nâyi
Ahdım olsun ki eğer hazret-i şah-i Cem-cah
Feth edüb memleket-i küfrü kırub adayi
Tahtına devlet ü ikbal ile mansur gelüb
Lütf ile emrine mahküm kıla dünyayi
Ben dahil olursam vüzera zümresine
Der-i Devletde bulub mertebe-i ulyayi
253
Harcedüb mamelikim bezl kılub makdurum
Simden eyliyeyim bu kafes-i zibayi
Niyetin muhkem edüb kıldı tevekkül Hakka
Etti rehber harem-i halık-i bi hemtayi
Nâgehân hazret-i Belkıs-i zaman Meryem-i ahd
Ki ona verdi Huda mertebe-i ulyayi
Hazret-i Vâlide Sultan gül-i bağ-i İsmet
Duydu çün niyyet-i Paşay-ı mübarek - Cayi
Hayr-hah olduğunu bildi şeh-i devrane
Güş edüb hayli pensed eyledi bu mânayi
Zimme-i himmetine vâcib-ü lazım gördü
Ki vezir eyleye gayriler ile paşayi
Hamdü lillah ki bulub cümle müradata vusül
Etti Simin kafes-i merkat-i Mevlâna’yi
Berekâllah zihi sîm kafes kim göricek
Etti alüfte nice tuti-i şeker-hayi
Kafese koydu Tutup murg-i neâyi derler
Seyredenler göricek bu kafes-i ra’nâyi
Bülbülan-i Çemen-i kudrs olub meftünu
İregörürler göğe feryad ile vâveylayi
Dedi tarihini Mânî-i şikeste-hâtır
Sîm kıldın kafes-i merkat-i Mevlâna’yi
13-Mirac-i Simpaye:
Gümüş Basamaklı Merdiven, manasına gelen bu ad Gümüş Kafes’in ve mermer şebekelerin altındaki
gümüşle kaplanmış iki basamaklı merdivene verilmiştir. Mevlâna’yı sevenler, Mevlevîler bu eşikleri öperlerdi.
Gümüş Kafes’in ve eşiğin altında Mevlâna’nın naşının konduğu cenazeliğin kapısı vardır.
Mevlâna’nın ve Sultan Veled’in cesetleri toprağa saptırma içine mi gömüldüler yoksa tabutları
cenazelikte bulunan ısgaralar üzerine mi kondu? Dede, baba ve oğlu bir cenazelikte mi yoksa ayrı ayrı odalarda
mı ebedi uykularını uyuyorlar? Bu cihet tetkike muhtaçtır. Mumyalanmadıkları muhakkaktır.
14-Meydan-i Şerif:
Mevlevî dergah ve zaviyelerinde çok kere matbahın yanındaki genişçe odaya ‘Meydan-ı Şerif’ derler.
Sabah namazından evvel Tarikatçı ve yahut Aşçı Başı ile bütün Dedeler burada kıdem sıralarına göre yer
aldıktan ve kahve içtikten ve çörek yedikten sonra murakabe yaparlardı. Yani herkes mürşidinden feyiz almak
için kalbini Allah’tan başkasından boşaltırdı. Bütün canlar buraya otururlarken yerlere kapanarak öperlerdi.
15-Postlar:
Burada yani Meydan-i Şerif’te kırmızı, kara ve ak post bulunurdu. Cephedeki kırmızı post şeyhin,
sağındaki kara post Kazancı Dede’nin, akı da Aşçı Başı’nın idi. Yeniçerilik teşkilatındaki aşcı ustası gibi
Mevlevîler’in aşçı başının da tarikatta mühim yeri vardı.
254
994 اوﻟﺪى ﻣﺮﺣﻮﻣﻪ ﻣﻘﺎﻣﻲ ﺟﻨﺖ-8
Mir-i Miran Murad Paşa’nın
Kılı bir duhteri hafya rıhlet
Mürg-ı ruhı olub uçmağa revan
Rahmet-i Hakk’a bulubdur vuslat
Ey Neccamî göricek türbesini
Tab’ıma geldi o dem bir halet
Düşdü irub feyz-i huda tarihi
Oldu merhume makamı cennet
Kitabeye göre bu türbe Beyler Beyi Murad Paşa’nın h.994-m.1584. yılında ölen kızı Fatma
Hatun’undur.918
Şimdiye kadar Konya tarihi ile meşgul olanlardan hiç birisi burada kızı gömülü olan Murad Paşa’nın
kim olduğunu tespit edememiştir.
“Konya Âsari Atika Müzesi Rehberi adlı bir kitap yazan Konya Müzesi eski müdürü Mehmet Yusuf da
Murad Paşa’nın hüviyetini tespit edemediği için ‘Burada mir-i mirandan Murad Paşa isminde bir zatın bir kızı’
metfun olduğunu söylemekle iktifa etmiştir.
Biz bu Murad Paşa’nın kim olduğunu tespit etik. Bu Murad Paşa Karaman Eyaleti Beyler Beyisi idi.
Eyalet merkezi Konya olduğu için ölümünden sonra ailesi Konya’ya yerleşmişti.
Murad Paşa Antalya’nın içinde bir cami, kasaba dışında bir imaret Dizdar Alanı ve Çütayı’nda bir han,
İspantus Nehri üzerine Karahisar-ı teke ile Manavgat arasında bir köprü yaptırmıştı.
Murad Paşa’nın Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde 596 numaralı defterin 67 B. yaprağında bir
vakfiye sureti kayıtlıdır.
Bu vakfiyenin kitap halinde ciltlenmiş fevkalade nefis orijinal nüshası da vakıflar arşivinin kasasında
saklıdır. Arapça olan bu vakfiye 982 yılı Cumadie’l-ula’sının ortalarında kendisine vasi tayin ettiği kethüdası Ali
Ağa İbn Abullah tarafından tescil ettirilmiştir. Vakfiyenin birinci sahifesinde II.Selim’in çok güzel bir tuğrası ve
sahifesinin başında Anadolu Kazıaskeri Mehmed İbn Mehmed’in kendi el yazısı ve mührü ile tescili vardı.
Sağında Konyalı Şeyhülislam Hamid İbn Mehmed Efendi’nin yine el yazısı ile tasdik satırları okunur. Vakfiyede
vakfın adı ve sanı şöyle geçer: ‘’اﻣﻴﺮ اﻻﻣﺮاء اﻟﻜﺮام ﻗﺎﻳﺪ ﺟﻴﻮش اﻻﺳﻼم اﻟﻤﻨﺘﻘﻞ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﻼم ﻣﺮاد ﭘﺎﺷﺎ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﺴﻼم
Paşa; hayatta iken Kapı Ağası Mahmud Ağa İbn Abullah’ı evkafına mütevelli yapmıştı. Vakfın tesciline
şunlar da şehadet etmişlerdir:
“Hüdaverdi İbn Abdullah, Veli Ağa İbn Abdullah, katibü’l-defter Ömer Çelebi İbn Yahya Çelebi, zaim
Mehmed kethüda İbn Ali, katib Nebi Çelebi İbn Sinan bey, zaim Piyale Ağa İbn Abdullah, zaim Cafer Ağa İbn
Abdullah, zaim Rizvan Ağa İbn Abdullah, zaim Recep Ağa İbn Carullah, aşçıbaşı Hasan Ağa İbn Abullah,
silahtar Sinan İbn Abdullah, silahdar Gazenfer Ağa İbn Abdullah, Keyvan Ağa İbn Abdullah, Piyale İbn
Abdullah, Ahmed Ağa İbn Abdullah, Bektemur İbn Hüseyin, Hamza İbn Abdullah, Yunus İbn Abdullah, Sefer İbn
Abdullah, Kapu Ağası diye meşhur Mahmud Ağa’nın evkafının mütevellisi Hüseyin İbn Abdullah.”
Bu şahitlerin içinde sonra paşa olanlar, devlet ve saray idaresinde mühim işler alanlar vardır.
Antalya’da Murad Paşa Camii’nin kapısı üstünde şu kitabeyi okuduk:
رﺣﻤﺖ ﺣﻖ رواﻧﻨﻪ واﺻﻞ - اوﻟﻪ داﺋﻢ ﻣﺮاد ﭘﺎﺷﺎﻧﻚ
ﻗﻠﺪى ﻋﻘﺒﺎ ﺛﻮاﺑﻨﻪ ﺣﺎﺻﻞ - ﻳﺎﭘﻮب ﺑﻮ ﺟﺎﻣﻌﻲ ﻣﺮاد اﻳﺪوب
919
978 ﺟﻨﺖ ﻋﺪن اآﺎ ﻣﻨﺰل - اﻳﺪﻩ ﺧﻴﺮاﺗﻲ ﺧﺪا ﻣﻘﺒﻮل
Cami vakfiyenin tarihinden dört sene evvel yapılmıştır. Cami yapılırken Murad Paşa’nın ölmüş olduğu
anlaşılmaktadır.
Fatma Hatun’un babası Murad Paşa’nın; Kuyucu Murad Paşa olduğu sanılmış Konya abideleri ile
meşgul olanlar bu hususta konu harici uzun yorumlarda bulunmuşlardır.
Konya Müzesi Müdürü Mehmet Önder; Mevlâna ve Türbesi adlı eserinde ‘Kuyucu Murad Paşa kızı
Fatma Hatun Türbesi’ demektedir. Selefi Zeki Oral da Anıt sayı 4’deki makalesinde bunun; Murad Paşa’nın kızı
olduğunu kuvvetli bir ihtimal olarak ileri sürüyor.
Bu; Konya Beyler Beyisi Murad Paşa’nın kızıdır. Paşa 978 yılından evvel ölmüştür. İstanbul’da
Başvekalet Arşivi’nde 60 numaralı mühimme defterinde 542 numarada kayıtlı Antalya Kadısı’na hitaben yazılan
17 994 tarihli bir hükümde aynen şöyle söyleniyor:
“Antalya kadısına hüküm ki südde-i saadetime arzuhal sunulup mukaddema Karaman Beyler Beyisi
iken fevt olan Murad Bey’in nefs-i Antalya’da vaki olan cami-i şerif ve imaretinin mütevellisi Hüseyin
mukaddema 10 yıldan mütecaviz mütevelli olup bir sene muhasebesini göndermeyip asil maldan nice yüzbin
akce ekl ve belg eylemekle ve imareti kapatıp vakfın külli zararı olduğu ilam olunmağın mezburun muhasebesi
918
- Konya Müzesi Arşivi’ndeki şeriyye sicillerinden birisinden bu ad çıkartılmıştır. Bu kitabe Mevlana Şehri Konya ‘da
(sahife:314’de) ve Anıt (sayı4, Sahife: 2’de) yanlış okunmuştur. Mesela her ikisinde de ‘’ﺣﻴﻔﺎkelimesi ‘ ’ﺧﻴﻔﺎokunmuştur ki
mana çok değişir.
919
-Antalya Livası Tarihi sahife 104’de de kitabe vardır.
255
görülüp teftiş olunmak için südde-i saadetimde huzuru lazım olmağın buyururum ki; Vardıkta mezburu getürüb
ve dahi vakf-ı mezburun irat ve masraf defterlerini getirtip alıp derkise edip mühürleyip dahi mezküri ile südde-i
saderime gönderesin ki vakf-ı mezburun muhasebesi görülüp icrayı hak ola.”
İşte bu vesika bize Konya Beylerbeyisi Murad Paşa’nın kim olduğunu gösteriyor. Kuyucu Murad Paşa
h.1032-m.1622 yılında ölmüştür.
Hal tercümesi kitapları Osmanî; Murad Paşa’yı zapt etmemişlerdir. Devşirme olduğu anlaşılmaktadır.
Antalya Livası Tarihi müellifi de bu Murad Paşa’yı Kuyucu Murad Paşa sanmış ve birçok yanlış malûmat
sıralamıştır.
Murad Paşa Kızı Türbesi yapılırken Ağırnaslı Büyük Sinan Hassa Başmimarı idi.
Sinan mimarisinin bütün hususiyetlerini taşıyan türbenin mimarının adını veremeyeceğiz, çünkü bu
hususu tenvir edecek bir vesika henüz elimize geçmedi. 920
MURSAMAN TÜRBESİ
Tekke; Konya’nın yarım saat batısında Hoca Cihan Köyü’nün bir az altındadır. Mursaman Türbesi;
İstanbul tarafından trenle Konya’ya gelenlerin çıplak bir sahada gözlerine ilişen abidelerinden birisidir. Türbenin
temel kısımlarının dışı adî taşla diğer tarafları ve kubbesi tamamen tuğla ile yapılmıştır. Türbenin cenazelik
denilen bodrum katının kapısı güneye açılır. Bu kat kuzeyden güneye doğru beşikörtüsü şeklinde yapılmış ve
tam ortasında takviye ayakları yerini tutmak için ayrıca tuğla bir kemer eklenmiştir. Katın karşı tarafında üç,
sağında ve solunda ikişer hava deliği görülür. Ortadaki sanduka adi taşla yapılmış ve üstü sıvanmıştır. Kitabe ve
çiniden hiçbir eser kalmamıştır. Buraya beş basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kapının soluna eski bir mimari
eserden alındığı anlaşılan büyük bir taş yerleştirilmiştir. Eskiden bu kapının üstündeki bir sahanlıktan türbenin
ikinci katına çıkılırdı. Şimdi bu merdiven yok olmuş ve kapı yeri de taşla yapılmıştır. Kapının iki tarafında
tuğlaların hususi bir tarzda işlenmelerinden doğmuş çok güzel şekiller vardır. Türbenin ikinci katından üç
tarafına ikişer sıra halinde dokuz pencere açılır. Batı tarafındaki pencerelerden birisi kapı haline getirilmiştir.
Derin ve mevzun kubbesi sağırdır. Dört köşesinde mini mini yarım kubbeler dört köşeden yuvarlağa intikal eden
yapıya askılık yaparlar. Kubbenin üstünde tuğladan kabartma ve çıkartma süsler vardır. Kubbede ve duvarlarda
yer yer çatlaklar ve oyuntular görülmektedir. Birçok yerlerinin ardıç hatılları alınmıştır. Kubbe dışarıdan;
Abdü’l-aziz Mescidi’nin kubbesi gibi iki boğumlu görülmektedir. Şaheser ve örnek bir tip olan türbenin umumî
durumunu tehlikelidir. Esaslı bir tamir yapılmazsa şiddetli bir kış bu tarih yadigarını yerlere serebilir. Türbenin
yanında yapı döküntülerinden ve iki kör kuyudan başka bir şey kalmamıştır.
Kuzeyine sonradan kerpiçle bir küçük han yapılmıştır. Türbenin hiçbir yerinde yapılış tarihini ve
mimarını, içindeki yatırın adını ve ölüm tarihini gösteren hiç bir kitabe yoktur. Halk buraya Murasaman Tekkesi
derler. Okumuş eski Konyalılar bu kelimenin mir-i zaman’dan veyahut mir-i zeban’dan bozma olduğunu
söylerler. Burada yatanın bir bey veyahut hazır cevaplı, nükteci, bir şair olduğunu rivayet ederler. Bu türbenin;
Sadre’d-din-i Konevî’ye şimdiki câmi ve türbenin yerinde bulunan konağını hediye eden Meşhur Konyalı zengin
Hoca Cihan’a ait olduğu da söyleniyor. Ben bu ağız haberlerinden en sonuncusunu tercih ediyorum. Burada
yatan zat üstündeki köye ve yöreye adını veren Hoca Cihan’dır. Hoca Cihan; Sadre’d-din-i Konevî’nin ve
Mevlâna’nın muasırlarındandı. Ali Han isminde saralı bir oğlu vardı. Çok zengindi, kölelerinin sayısını bile
bilemezdi. Oğlunun hastalığına zamanın tabipleri deva bulamamışlardı. Sadre’d-din-i Konevî onu hususî bir
tarzda tedavi etmişti. Hoca Cihan’da onu oturduğu konağı derhal boşaltarak hediye etmişti. Hoca Cihan’ın
karısının adı da İsmihan idi.
Ben Mursaman’ın mir-i zeban veyahut mir-i zaman’dan bozma olduğunu kabul etmiyorum. Bunun
Horasanlı ve yahut ‘’ﺧﻮر ﺳﺎﻣﺎﻟﻰdan bozma olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü Fatih Bayezid, Yavuz, Kanunî ve
III.Murad zamanlarındaki Karaman İli Tahrir Defteri’nde şehrin batı tarafında böyle iki meşhur yer vardır. Hoca
Cihan Türbesi, Horsamalı’da yapılmıştır. Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan 256 numaralı defterde
Lala Ruzbe Hanıkahı’nın gelirleri arasında ‘’ﺧﻮر ﺳﺎﻣﺎﻟﻰda bir tarlası olduğu gösterilmektedir. Ruzbe’yi Horozlu,
Sa’dü’d-din-i-Zazadın yapan halk ağzının Horasanlı veyahut Horsamalı’yı Mursaman yapması çok görülmez.
Türbenin kıble ve batı taraflarını geniş bir mezarlık sarar, biz burada Selçuk ve Karamanoğlu ve
Osmanlılar’ın ilk devirlerine ait hiç bir mezar taşı bulamadık. Mezarlık son zamanlarda bir duvarla çevrilmiştir.
Eskiden mezarlığın tam içinden yol geçerdi. Türbenin önünde de bir çıngıraklı kuyu vardı. Burada Sille
Taşı’ndan yapılmış çok iri mezar taşları vardır. 13 Kanunusani 1926 yılında ölen eski Konya Valisi Mustafa
Kazım buraya gömülmüştür. İstanbul’daki Hürriyet-i Ebediye, Konya’daki Ziraat Abideleri’nin, lisenin büyük
mimarı Muzaffer Bey’in kemikleri de Sadre’d-din’i Konevî mezarlığı tahrip edilirken buraya nakledilmiştir, fakat
yeri belli değildir. Burada 1241’de ölen Cıvan Oğlu Koca Osman Ağa’nın ve yine o aileden 1283’te ölen
Hasan’ın, 1270’de ölen Topal Ali Zade Mehmed’in, 1268’de ölen Hacı Enik Oğlu Ali’nin mezar taşları vardır.
Burada 1327’de ölen Mevlâna Dergahı’nın katibi Nuri’nin de güzel bir mezar taşı vardır. Kitabesi şudur:
ﺟﺎﻧﺸﻴﻦ ﺣﻀﺮت ﻣﻼى روﻣﻚ آﺎﺗﺒﻰ
اهﻞ دل ﻧﻮرى اﻓﻨﺪى اﻳﻠﺪي ﻋﺰم ﺑﻘﺎ
920
-Anıt Dergisi’nin dördüncü sayısında bu hususta malûmat vardır.
256
ﻳﻜﺮﻣﻰ اﻳﻜﻰ ﺳﺎل او ﺧﺪﻣﺘﻠﻪ اوﻟﻮب اوﻗﺎﺗﻜﺬار
ﭘﻴﺸﻪ ﺳﻲ ﺑﺮ آﻴﻤﺴﻪ ﻳﻰ اﻳﻨﺠﺘﻤﻪ ﻣﻜﺪى داﺋﻤﺎ
آﻮش اﻳﺪن ﺗﺎرﻳﺦ ﻣﻨﻘﻮﻃﻦ اوﻟﻮر ﺁﻣﻴﻦ ﺧﻮان
ﻣﻨﺰﻟﻦ روﺷﻦ اﻳﺪﻩ ﻧﻮرى اﻓﻨﺪﻳﻨﻚ ﺧﺪا
1327 ذى اﻟﻘﻌﺪﻩ ﺳﻨﻪ2 ﻓﻰ
Nuri Efendi’nin mezarının yanında yeni ve fakat çok kıymetli bir mezar taşı daha vardır. Bu, Konya
Merkez Jandarma Takım Kumandanı Birinci Mülazım Ali Rıza’nın karısı ve Beşiktaş’ta oturan Kuşçubaşı Hacı
Mustafa’nın kızı Mükerrem Hanıma aittir. 30 Kanunu-evvel 1920’de ölmüştür. Baş taşında şu manzume
okunmaktadır:
اﺟﻠﻚ ﺑﻴﻠﻤﻚ اﻳﭽﻴﻦ ﻣﻘﺼﺪﻳﻨﻰ
آﺰﻩ ﻟﻢ آﻞ ﺷﻮ ﻗﺎدﻳﻦ ﻣﺮﻗﺪﻳﻨﻰ
ﺑﻮ ﻗﺎدﻳﻦ ﺗﺸﻨﻪ اﻳﻜﻦ ﻋﺎﺋﻠﻪ ﻳﻪ
دوﺷﺪي ﺑﺮ ﻓﺎﺟﻌﻪ ﻟﻰ هﺎﺋﻠﻪ ﻳﻪ
ﻳﻮﻣﻮﻳﻮرآﻦ او آﻮزل آﻮزﻟﺮﻳﻨﻰ
دوﻳﻤﺎدي آﻴﻤﺴﻪ ﺑﻮﻏﻮق ﺳﻮزﻟﺮﻳﻨﻰ
اﻳﻜﻲ اوﻻدي ﻣﺘﻴﻦ اﻳﻠﻪ ﻣﺒﻴﻦ
ﺁﻧﻨﻪ ﺳﺰ ﻗﺎﻟﺪى آﻮﭼﻮآﺪن ﻧﻪ ﺣﺰﻳﻦ
زوﺟﻲ ﺑﺮ ﻳﺎﻧﺪﻩ ﺧﺮاب اوﻟﺪى ﺧﺮاب
ﭼﻜﻴﻴﻮر ﻣﺘﺼﻞ ﺁﻻم وﻋﺬاب
آﻨﺞ اﻳﻜﻦ اوﻟﺪي ﻣﻜﺮم هﻴﻬﺎت
ﻳﻴﻘﺪى ﺑﻮ ﻋﺎﺋﻠﻪ ﻳﻰ ﺁﻩ ﺑﻮ وﻓﺎت
Mursaman Türbesi de halkça sınanmıştır. Ben tetkik ederken türbe tavanının mini mini taş hevekleri ile
dolu olduğunu gördüm. Sıtmadan kurtulmak isteyenler bir mini mini taşa bez parçası bağlayarak tavana
asarlarmış, bu aynı zamanda Ayırt Tekkesi imiş; hasta çocuklar buraya götürülür sandukanın yanına yatırılmış,
eğer çocuk ağlarsa kurtulur, uyursa ölürmüş, eski halk inanışlarını ve folklorunu tetkik edenlere malzeme
vermek için bunları kayıt etmekte fayda umuyoruz.
Hoca Cihan; Mevlâna’nın dostlarındandı Mevlâna’dan ve Sadre’d-din-i Konevî’den evvel ölmüştü. Mevlâna bir
mektubunda ondan şeklinde bahsetmektedir. ‘’روح ﻣﺒﺎرك ﺧﻮاﺟﻪء ﺟﻬﺎن آﺮﻳﺰان از ﺟﻬﺎن921 “Ruh-ı mübârek Hoca-yı
cihân girizân ez cihân”922
921
-Mektubat-ı Mevlânâ Celale’d-din. Sahife 79,72. mektup.
922
- YN: “Ruh-ı mübârek Hoca-yı cihân girizân ez cihân” Hoca Cihan'ı ilk önce cihan'ın hocası olarak tavsif ediyor, ardında
da onun cihandan kaçındığını ifade için, ‘girizan ez cihan’ yani ‘cihandan kaçınan’ diyor. Buradan Hoca Cihan’ın tasavvuf
ehli veya dervişane biri bu sebepten Hazret-i Mevlana’nın iltifatına mazhar olduğu da çıkabilir.
257
sağındadır. Şimdi Haydar Kızı Fatma’nın vârislerinde bulunan bir evin içindedir. Türbe kerpiç yapı ve kara dam
örtülüdür. Sokağa olan penceresinin üstünde eski mimarî bir eserden getirildiği anlaşılan oymalı bir firiz görülür.
Türbenin içinde yere tespit edilmiş ve yeşile boyanmış uzun bir tahta sanduka vardır. Üstüne yeşil bir çuha
örtülmüş, baş ucuna beyaz dilimli ve yeşil sarıklı bir serpûş geçirilmiştir. Türbenin içinde ve dışında ölünün
hüviyetini, ölüm tarihini gösteren hiç bir Kitabe yoktur. Yalnız ayakucunda üstüne nezircilerin tuz koydukları
kısa bir sütun parçası gördüm. Sanduka döşemeye adamakıllı çakıldığı ve tespit edildiği için altında Ateşbaz
Veli’ninki gibi Kitabeli bir mermer sandukanın bulunup bulunmadığını anlamak mümkün olmadı.
Sokakta penceresinin önünde devrine ait olduğu yapılış tarzından ve yazı hususiyetinden anlaşılan yarım bir
mezar taşı vardır. Bu taş türbenin karşısındaki derenin kenarında imiş, bu gibi taşlara musallat olanlardan birisi
yazılarını taraklamış, kaçırmak üzere iken de buna muvaffak olamamıştır. Sol tarafında ölünün ismini ve
hüviyetini gösteren satırlar tamamen kazınmıştır. Sağ tarafındaki iki satırdan birincisinde; ‘ اﻟﻤﺆﻣﻨﻮن ﻻ ﻳﻤﻮﺗﻮن ﺑﻞ
’ﻳﻨﻘﻠﻮن ﻣﻦ دار اﻟﻰ دار
İkincisinde de: ‘.... و... ’ﻓﻲ ﺗﺎرﻳﺦ ﺷﻬﺮ رﺑﻴﻊ ﺁﺧﺮ ﻟﺴﻨﺔ ﺳﺒﻌـyazılıdır.
Fatih devrinde Karaman İli Vakıfları’nı tespit eden heyet h.881 m.1476 yılında burasını “Sultan Pirebî”
zaviyesi şeklinde adlandırıyorlardı. Karamanoğlu İbrahim Bey’in Abdal Hacı adına bir mukarrernâme verdiğini
ve Derviş Mürsel’in de tahrir zamanında mütevelli bulunduğunu kaydediyorlar. Ruzbe, Has Irmak yanlarındaki
iki zemin de gelirleri arasında görülmektedir. II.Bayezid’in defterinde, Vakf-ı Zaviye-i Sultan Pir Ebî der-zâhir-i
Ankara şeklinde tespit edilmiştir. O vakit zaviyenin tasarrufu Şehzâdenin berâatıyla Derviş Veysi’ye verildiği de
yazılmaktadır. Zaviyenin o vakitteki gelirleri şunlardı: Tarhal’da bir bağ, Ayvacı Bahçesi, şehirde zaviye
yanında ve Has Irmak’ta zeminler. III.Murad’ın Ankara defterinde, Zaviye-i Şeyh Pir Ebî şeklinde
gösterilmiştir.923 Bizim tahminimize göre Pir Ebî Türbesi; Hoca Fakıh’ Mursaman Türbeleri gibi kubbeli, kârgir
yapı idi. Civarındaki mimarî döküntüler bize bunu söylüyorlar. Sonra yıkılmış ve bu günkü kerpiç bina
yapılmıştır.
Ufak bir kazı yapılırsa belki de türbenin altında cenazelik, bordum kat bulunacaktır. Burada yatan bir Selçuk
prensi, bir Selçuk âlimi, devlet adamı mı veyahut Hoca Fakıh gibi bir şeyh mi? bunu katiyetle tespit edemiyoruz.
Ağız haberlerine göre, Pir Ebî; h.618- m.221 yılında ölen Hocafakıh’ın müritlerinden ve talebesinden imiş.
Hoca Nasreddin ile Hoca Cihan’da samimi arkadaşlarından imişler. Bir gün hocalarının kuzusunu kesip
yemişler. Hocaları da bunlara inkisar etmiş:
Nasreddin’e :
- Sen dünyalar durdukça âleme gülünç ol,
Pirebî’ye :
-Senin de daima kemiklerin kaynasın.
Hoca Cihan’a da:
-Çocuklar seni mezarında rahatsız etsinler!.. demiş.
Bu ağız haberinde hakikat var mıdır.? Yoksa bir yakıştırma mıdır? Bu hususta kesin bir şey söyleyemeyiz.
Halk, eskiden Pir Ebî’nin sınangan bir ermiş olduğuna inanırlar; sıtmalılar, türbesine gider, oradaki kazanlarda
kaynayan suların içine iri kemikler atarak bunu dökünürler ve sıtmalarını bırakırlarmış. Hoca Fakıh’ın;
kemiklerinin kıyamete kadar kaynaması hakkındaki inkisarı da böylece tahakkuk edermiş.
Ankara Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 4 numaralı defterin 161-162. sahifelerinde Pir Ebî Zaviye’sine ait
iki Türkçe vakfiye vardır. Birincisi 1296 yılı cümadel-uhrâsının yirmi sekizinci günü Konya Kadı Vekili Seyid
Mehmed Emin tarafından tanzim edilmiştir. Ankara’nın Baba Sultan Mahallesi ahalisinden Mehmed Zahit’
Lârende kapısı hâricinde vâki Pir Ebî Hazretleri zaviyesine 6000 kuruş vakıf etmektedir. İkinci vakfiye de aynı
gün ve aynı tarihte tanzim edilmiştir. Bununla Ankara’nın Kuzgunkavak Mahallesi’nde oturan Hacı İbrahim İbn
Hacı Mehmed zaviyeye 2000 kuruş vakfetmektedir.
923
- Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, No. 584, Yaprak 16 B
258
وﻟﻰ اﷲ ﻓﻰ اﻻرض ﺷﻴﺦ اﺳﻌﺪ رﺣﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ
ﺗﻮﻓﻰ ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻴﻦ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Bu Kitabe Şeyh Esad’ın h.662 -m.1263 yılında vefat ettiğini göstermektedir. Sandukanın solunda, ayak
ucuna doğru mini mini bir tahta sanduka vardır Halk bunun altında Şeyh Esad’ın kedisinin gömülü olduğunu
söylerler. Şeyh Esad’ Pisili Sultan şöhretini de bu kedisinden almaktadır. Şeyh Esad Peygamberimizin: ’Kedi
sevmek imanın kemâlindendir’ anlamına gelen bir sözüne uyarak kedisine karşı büyük bir zaaf ve sevgi
gösterirmiş, vasiyeti üzerine de kedisi yanına gömülmüştür.
Şeyh Esad’ın sandukasının evvelce çini ile kaplanmış olması çok muhtemeldir. Bugün türbenin hiçbir
yerinde çini izlerine rastlanmaz.
Türbenin kıble tarafında kerpiç yapı bir türbedar odası ve genişçe bir havuz vardır. Türbenin örtme kısmında
(revak’ında) toprak sıvalı ve harap on bir sanduka ve lahit saydım. Burada çok kıymetli ve müzelik Selçuk
Taşları görülmektedir. Bunların birçoklarının üstleri sıvanmış, bir kısmı toprak içine gömülmüştür.
Sandukaların bazılarının baş, bazılarının ayak ve pehle ,yan taşları, kaybolmuş veyahut karışmıştır. Bunların
temizlenmesi, bir taş müzesi haline getirilmesi temenni edilir. Burada 919’ da ölen Mehmed Çelebi İbn Mevlâna
Şems’üd-din’in, Rasim Paşa İbn Osman Ferraş’ın, Fatma Hatun Bint-i İbrahim Çelebi’nin ve Aye Hatun’un
mezar taşları vardır.
Pir Esad’dan üç sene sonra vefat ettiği anlaşılan Mehmed İbn Ali’nin mezar taşında şu Kitabe okunnur :
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم
اﻟﻤﺆﻣﻨﻮن ﻻﻳﻤﻮﺗﻮن ﺑﻞ ﻳﻨﻘﻠﻮن ﻣﻦ دار
اﻟﻰ دار ﺗﻮﻓﻰ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﺤﺘﺎج
اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد
ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻦ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻪ وﻟﻮاﻟﺪﻳﻪ وﻟﺠﻤﻴﻊ
اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻓﻰ ﻏﺮة رﺑﻴﻊ اﻻﺧﺮ ﺧﻤﺲ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
( 665)
Eski vakıf Kayıtlarından ve vakfiyelerden türbenin yanında bir tekke bulunduğunu da öğreniyoruz.
Ankara Vakıflar Müdürlüğü’nde bu tekkeyi ve türbenin doğusundaki mescidi Sultan Alâad’din’in vakfettiğini
gösteren bir kayıd gördük. Anadou Selçuk Hükümdarları içinde üç Alâe’d-din vardır. Bu tekkeyi tesis edenin
hangisi olduğunu açıkça gösteren bir vesika elde edemedik. Şeyh Esad; IV.Kılıçaslan zamanında ölmüştür. Fâtih,
II.Bayezid, Yavuz, Kanunî ve III.Murad devrinin Karaman İli Yazım Heyetleri de tekkenin eski bir vakfiyesini
görmemişler. Zaviyenin II.Alâad’din Keykubad zamanında tesis edilmiş olması çok kuvvetli bir ihtimaldir.
Pir Esad Zaviyesi hakkında bize kadar iki vakfiye gelebilmiştir; birincisi 844 senesi Muharreminin ilk
günlerinde tanzim edilmiştir. Bu vakfiye Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivinde 585 numaralı defterin
98’inci sahifesinde ve 100 sıra numarasında kayıtlıdır. Aslına uygun olduğu Ankara kadı vekili Müftizâde
Mustafa Necip tarafından tasdik edilen bu vakfiye ile Musa Paşa İbn Efendi Seyyidî Ankara Sahrasına bağlı
Yakupviran ve Hacı İbrahim’ Hacı Yunus’ Tahta köprü’ Hızır köy’ Akköprü’ Aymanas ve Yağlıtaş çiftliklerini ve
Kalıkviran Köyü’nü bütün haklarıyla ve sınırlarıyla Pir Esad Zaviyesi’ne vakfetmektedir. Vakfiyede zaviyenin
Pir Esad tarafından yapıldığı tasrih edilmektedir. Şeyh Musa hayatta kaldıkça zaviyenin hem şeyhi ve hem de
mütevellisi olacak, ölümünden sonra şeyhlik ve mütevellilik en iyi ve sâlih oğluna ve oğullarının oğullarına
verilecektir.
Vakfiyede vâkıf ‘ ’ﻋﻤﺪة اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ واﻟﺴﺎﻟﻜﻴﻦşeklinde tavsif edilmiştir. Vakfiyede 13 şâhidin imzaları vardır.
İkinci vakfiye 882 yılı Ramazanında tanzim edilmiştir. Vâkıf Karamanlı Muhsin Zâde şöhretini taşıyan
Karaman Kadı Askeri İbrahim Paşa İbn Mehmed İbn Muhsin’dir. Bu vakfiye de Ankara Vakıflar Umum
Müdürlüğü Arşivi’nde 581 numaralı defterin 491. sahifesinde 467 sıra numarasında kayıtlıdır.924
İbrahim Paşa bu vakfiyesiyle Belviran köylerinden Sakarlar köyünün tamamını Pir Esad Zaviyesi’nde
pazartesi ve perşembe günleri Kur’an’dan dört cüz okunması için vakfetmiştir. Hayatta iken tevliyet kendisine,
öldükten sonra oğullarının en iyisine, oğulları bulunmazsa akrabasının en iyisine ve bunlar da bulunmazsa âzadlı
kölelerinin en sâlihine ait olacaktır.
Fatih; Karaman İli Evkafı’nı ve emlâkini tespit ettirirken yazım heyeti h.881 m.1476 yılında vâkıf Musa
Paşa’yı zaviyede şeyh olarak buluyorlar. Evkafını da şöyle tespit ediyorlar :
’Mescidin yakınında, Tahta Köprü’de, Aymanas Yolu üzerinde Ak Köprü’de, Aymanas’ta ve Kara Piri’de
tarlalar, Hacı İbrahim Piri Çiftliği, Ankara’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Yakupviran Çiftliği. Bu çiftliğin öşrünün
yarısı, Konya’daki Serverağa Çeşmesi’ne verilecektir.’
Fatih’in yazım heyeti Şeyh Musa’nın elinde Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından h.850- m.1446 yılında
verilmiş bir muafnâme görmüştür. Buna göre tâ Sultan Alâad’din zamanından beri bu vakfa meccanen su
veriliyormuş. Aynı zamanda gerek zaviyenin şeyhi ve gerek hademesi, öşür, kapçuru ağnam, nüzûl ve diğer
vergilerden muaf imişler. Fâtih de bu muâfiyetleri aynen kabul etmiştir. II.Beyazid’da Karamanlı İbrahim
Paşa’nın vakfını aynen kabul etmiştir. 925
924
-Bu vakfiyenin Konya Vakıflar Müdürlüğü’nün 4 numaralı defterinin 12. sahifesinde hatalı bir sureti kayıtlıdır.
925
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, 255 numaralı defter.
259
Ankara Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bir numaralı vakıf Kayıtlar defterinde yüz sekseninci sahifesinde
İbrahim Paşa vakfiyesinin bir sureti ve altında da bazı tedâvül Kayıtları vardır. 4 Şevval 1243 tarihli bir
muhasebe kaydından Pir Esad’ın bir Dâr’ül-huffâzı bulunduğunu öğreniyoruz. İbrahim Paşa da burada Gürcü
Oğlu şeklinde vasıflandırılmaktadır. Ankara Vakıflar Müdürlüğü’ndeki üç numaralı defterin dörtyüz dokuzuncu
sahifesindeki Yakup Viranı Köyü’nün yarısının Pir Esad Zaviyesi’ne vakfolunduğu hakkında tuğralı bir kayd-ı
hâkânî sureti vardır. Şimdi zaviyeden hiç bir eser kalmamıştır. Yalnız türbenin doğusundaki kerpiç yapı ve kara
örtülü mescid bu gün de ibadete açıktır. Son cemaat yerinde ve musallâ taşının ayaklarında eski manastır ve
puthane kemerlerinde, kapılarında ve burçlarda kullanılan kısa ve bodur sütunlar vardır. Mescidin önündeki
çeşme 1310 yılında yeniden yapılmıştır.
Pir Esad Mahallesi çok genişti. Bu gün bu eski mahalle Pir Esad Kabasakal’ Pir Esad Abacı Seyid’ Pir
Esad Hacı Hüseyin adlı üç mahalleye bölünmüştür.
Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivinde, 1255 Anadolu başlar defterinin üçyüzkırk üçüncü sahifesinde bulunan
1124 tarihli Yeniçeri çavuşlarından Ab’dül-fettah İbn Mustafa Ağa’nın Çadır Çeşme civarında yaptırdığı
medresenin yerinin de Pir Esad Vakfı’na ait olduğu anlaşılmaktadır. Türbenin kuzey ve batı tarafı geniş bir
mezarlıktı. Şimdi burası meydan hâlindedir.
Pir Esad Zaviyesi’ne vakıf yapanlardan İbrahim Paşa çok zengin bir ailenin çocuğu idi. Fâtih Karaman
İli’ni yazdırırken Karamanoğlu Mehmed ve İbrahim Bey’lerden İbrahim Paşa’nın babasına mâlikâne olarak
verilmiş birçok köylerin bulunduğunu tespit ettirmiştir.
926
-Halk, Sadirler’i 'Sedirler’ yapmıştır.
927
-Bu inceleme 1944’te yazılmıştır.
928
-Keşfü’z-Zünûn, c. 1, s. 587. İstanbul baskısı.
929
İsmail Habip Adana mıntıkası Maarif Mecmuası’nda Niğde’de Hatiroğlu Çeşmesi münasebetiyle, Ebubekir’in meşhur
mersiyesini Kütüphaneler Umum Müdürü Merhum Hasan Fehmi Turkal’dan alarak ilk defa neşretmiştir. Hamdi Zâde
Abdülkadir Erdoğan da sonradan Babalık’ta bunun bir fihristini neşretmiştir.
260
yazma nüshaları, Doktor Nafiz Uzluk’un kütüphanesinde de bunların karşılaştırılması ile meydana getirilmiş
mükemmel bir nüshası vardır. Ankara Maarif Kütüphanesi’ndeki h.677-m.1277 tarihli ve müellif elyazısı
nüshasının bazı yaprakları kaybolmuştur. Bu bir münşeat kitabıdır. İçindeki mektuplardan müellifin yaşadığı
devre ait birçok tarihî hakikatler ortaya çıkacaktır. Bunun bastırılması herhalde Selçuk tarihine mühim şeyler
kazandıracaktır.
Esad Efendi Kütüphanesi’ndeki nüshada müellif kendisini şöyle takdim eder:
‘ ‘ ﻣﺤﺮر اﻳﻦ رﺳﺎﻻت اﻟﺮاﺟﻲ ﻋﻔﻮ رﺑﻪ اﻟﻘﺪﻳﺮ اﺑﻮﺑﻜﺮ ﺑﻦ اﻟﺬآﻲ اﻟﻤﺘﻄﺒﺐ اﻟﻘﻨﻮى اﻟﻤﻠﻘﺐ ﺑﺎﻟﺼﺪر
Buradaki lâkap bu gün yaşayan lâkabın aynıdır. Bu gün bu büyük adamın türbesine Sedir Sultan
Türbesi ve Mahallesi’ne de Sedirler Mahallesi diyorlar. Aynı devirde yaşayan Sadre’d-din Konevî adıyla
karıştırılmamak için biz de buna Sadîr-i Konevî, Şeyh Sadır diyoruz.
Ankara Maarif Kütüphanesi’ndeki nüshasının sonunda büyük hekimin el yazısından çıkmış 33 beyitlik 676
yılında söylenmiş Farsça bir mersiye vardır. Başlığı şöyledir:
‘ 'اﻳﻦ ﻣﺮﺛﻴﻪ ﺑﺮﺳﺒﻴﻞ ﻋﻤﻮم در ﺣﻖ اﻣﺮاى روم آﻪ اﻳﺎم دوﻟﺘﻨﺸﺎن در ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ ﺳﺖ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ ﺑﺎﻧﻘﺮاض اﻧﺠﺎﻣﻴﺪ در ﻗﻠﻢ ﺁﻣﺪ
Sadır-ı Konevî Selçuklular devrinin büyük ve içli bir vatan ve istiklâl şairidir.
Moğol İstilâsı karşısında duyduğu büyük azabı mısra’larına ağlatmıştır. Mersiyede yurdunun uğradığı acı
felâketleri anlatırken hayata gözlerini kapayan kahramanları büyük bir saygı ile anar. Mersiyede şunlar adlarıyla
yer alıyorlar:
“Yunus Hoca. Hatır oğlu Şerefed-din…”
İki Konyalı Sadir’ler birisi şehrin batısında, diğeri doğusunda birer kutup gibi yer almışlardı. Sadre’d-din’i
Konevî’nin Türbesi mâmurdur. Adaşınınkini de imar etmek lâzımdır. Konya Doktorları bu büyük Türk Hekimi
için hususî bir gün kabul etmeli ve onun aziz hatırasını anmalıdırlar.
Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi’nde bulunan h.992 m.1524 tarihli bir il yazıcı defterinde Sadirler Mahallesi
tespit edilirken buraya Şeyh Sa’di ile Konya’ya gelen bir cemaat yerleştirildiği de ehemmiyetle tebarüz
ettirilmiştir. III.Murad zamanında bu mahallede Şeyh Sa’di cemaatinden 28 mükellef erkek vardı.
261
ve hadislerle inşa Kitabesi okunur 930
ﻗﻮﻟﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ وﺗﻌﺎﻟﻰ ﻻ ﺗﺤﺴﺒﻦ اﻟﺬﻳﻦ
ﻗﺘﻠﻮا ﻓﻰ ﺳﺒﻴﻞ اﷲ اﻣﻮاﺗ ًﺎ ﺑﻞ أﺣﻴﺎء ﻋﻨﺪ رﺑﻬﻢ
ﻳﺮزﻗﻮن ﻓﺮﺣﻴﻦ ﺑﻤﺎ ﺁﻧﻴﻬﻢ اﷲ ﻣﻦ ﻓﻀﻠﻪ
وﻳﺴﺘﺒﺸﺮون ﺑﺎﻟﺬﻳﻦ ﻟﻢ ﻳﻠﺤﻘﻮا ﺑﻬﻢ ﻣﻦ ﺧﻠﻔﻬﻢ
وﻗﺎل ﻣﻦ ﻳﺨﺮج. ف ﻋﻠﻴﻬﻢ وﻻهﻢ ﻳﺤﺰﻧﻮن ٌ ﻻﺧﻮ
ﻣﻦ ﺑﻴﺘﻪ ﻣﻬﺎﺟﺮًا اﻟﻰ اﷲ ورﺳﻮﻟﻪ ﻟﻢ ﻳﺪرآْﻪ اﻟﻤﻮت
ﻓﻘﺪ وﻗﻊ أﺟﺮﻩ ﻋﻠﻰ اﷲ وآﺎن اﷲ ﻏﻔﻮرًا رﺣﻴﻤ ًﺎ
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم ان ارواح اﻟﺸﻬﺪاء ﻓﻰ ﻃﻴﺮ
ﺻﻔﺮ ﺗﺄآﻞ ﻣﻦ ﺛﻤﺮ اﻟﺠﻨﺔ وﻗﺎل ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم
ﺿﻤﻦ اﷲ ﻋﺰ وﺟﻞ ﻟﻤﻦ ﺧﺮج ﻓﻲ ﺳﺒﻴﻠﻪ
ان ادﺧﻠﻪ اﻟﺠﻨﺔ ﺻﺪق رﺳﻮل اﷲ931 ﻻﻳﺨﺮﺟﻪ اﻻ ﺟﻬﺎد ﻓﻲ ﺳﺒﻴﻠﻰ وﺗﺼﺪﻳﻖ ﺑﺮﺳﻠﻰ ﻋﻠﻰ ﺿﺎ ِﻣ ٍﺮ
ﺟﺪد هﺬﻩ اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﻓﻰ ﺷﻬﺮ ﻣﻔﺘﺘﺢ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﻪ اﺛﻨﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ اﻟﻬﺠﺮﻳﺔ
Kitabelerin Tanrı yolunda gaza ederken şehit düşenlerin o bir dünyadaki yüksek derecelerini ve ecirlerini
müjdeleyen âyetlerden ve hadislerden seçilmiş olmasından anlaşılıyor ki Sahib Ata; Cimri hâdisesinde
Akşehir’in Nıdır Köyü932 civarındaki Kozağaç’da ölen oğullarının cesetlerini, belki de mumyalatarak, buraya
getirip gömmüştür.
Tarih Kitabesi şöyle tercüme edilir:
‘Bu mübârek Mamure 682 hicret yılı Muharreminin başında yenilendi. ‘’ﻋﻤﺎرةİmâret; aşhane, câmi, mescid,
han, hamam, türbe, hanikah, kervansaray gibi bütün hayır, içtimaî yardım ve irfan müesseselerini içine alan
geniş mefhumlu bir kelimedir. Hangi müessese üstüne konulmuşsa o müessesenin hususî manasını alır. Burada
türbe kastedilmiştir. Bu sarâhat karşısında acaba câmi ve hanikah da tecdit edilmiş midir? Şeklinde bir şüpheye
düşmeye mahal yoktur. Esasen onların Kitabeleri de vardır. Başlarken de yazdığımız gibi Sahib Ata şehit
yavrularının hâtıralarını ta’ziz etmek ve kendi cesedini de onların yanına koydurmak için bu türbeyi yeniden
yaptırmıştır.
Kemerin köşelerindeki boşluklarında iki büyük mavi göbek birer nazarlık gibi gözleri üstüne çekerler. Bu
göbekleri hendesî ve nebâtî şekillerle, yıldızlarla süslü çiniler kucaklar. Türbeyi tek bir sağır kubbe örter.
Türbenin duvarları sağına ve soluna açılan alt pencerelerin üstlerine kadar altışar köşeli yeşil tuğlalarla
kapanmıştır.
Kubbe askılarıyla, askıların hizalarına kadar duvarları; siyah ve yeşil çinilerden zambak şeklinde yapılan
zincirler süsler.
Kubbe kasnağının yeşil zemin üzerine mor ile ve kûfî hat ile Besmele ve Âl-İ İmran Sûresi’nden bazı âyetler
yazılmıştır. Kubbenin fener askısı yerinde de aynı cins hat ile yazılmış ‘’ ُﻗ ْﻞ آ ٌﻞ ﻳﻌﻤ ُﻞ ﻋﻠﻰ ﺷﺎ ِآ َﻠﺘِﻪokunur.
Türbeden hanikaha açılan üst pencerenin sövelerinin kemer üstlerinin çerçevelerini Mühr-i Süleyman’
zambak ve hendesî şekillerdeki çiniler tezyin eder.
Pencereye yekpâre kesme bir çini şebeke geçirilmiştir. Şebekenin tam ortasında ve üstünde sekizer şualı iki
yıldız vardır. Çinilerde mavi, siyah ve beyaz renkler kullanılmıştır.
Kemerin üstendeki yeşil zeminli çini üzerine mor ile Tuslu Firdevsî’nin şu iki mısraı yazılmıştır:
ﭘﺮﺳﺘﻴﺪن داد آﺮ ﭘﻴﺸﻪ آﻦ
ز روز آﺬر آﺮدن اﻧﺪﻳﺸﻪ آﻦ933
‘Âdil Tanrı’ya tapmayı âdet et, geçen günden de endişe duy’ anlamına gelen bu mısralar Tokat’taki Timur
oğlu Emir Nured-din Bey’in türbesinin 713 tarihli ve Niksar’daki Çöreği büyük zaviyesinin tarihsiz kitabeleri
altında da yazılıdır 934
Türbenin batı tarafına açılan kapısı 35 sene evvel türbede yapılan çini ve halı hırsızlığından sonra örülmek
suretiyle kapatılmıştır. Türbenin asıl kapısı bu idi. Şimdi bunun yerine bir pencere yapılmıştır. Bunun üstündeki
pencere eskidir. Aşırılan çini şebekesi yerine tahtadan taklidi geçirilmiştir.
Türbenin içinde üçerden iki sıra halinde altı sanduka vardır. Batı tarafındaki birinci sıradakilerden
başlayarak bunları birer birer görelim:
1-Sağdan birinci sanduka hayır sahibi Sahib Ata’nındır. Diğerlerinden yüksekçe yapılmıştır. Sandukanın
930
-Kemerin re’sine kadar Âl-i imran ve Nisa Sûreleri’nden üç âyet, re’sinden aşağıya kadar da iki hadis ve tarih kitâbesi
yazılmıştır.
931
- ‘ ’ﺿﺎﻣﺮzamır ‘arık’ manasındadır. Dr. J. H. Löytuen bu kelimeyi ‘‘ ’ﻣﺮﺿﺎﻩmirzah’ şeklinde okumuştur. (Konia Inchriften
Der Seldshuki) sahife: 68
932
-Bu köy eski vesikalarda ve metinlerde ‘’ﻧﺪرşeklinde yazılmaktadır. Yerliler de bunu ‘Nıdır telaffuz ederler. Bu hususta
Akşehir Adlı Kitabı’mızın kırk altı-kırk beşinci sahifelerinde geniş malûmat vardır.
933
-Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası, cüz 36, s. 729. Şerh-i Bostan-i Sa’dî, Matbaa-i Âmire 1288,s. 426 ve İnşa ve İnşaat,
s. 5.
934
-Timur oğlu Türbesi’nin altında şu iki mısra da vardır:
ﺑﺘﺮس از ﺧﺪاء ﻣﻴﺎزارآﺲ
رﻩ رﺳﺘﻜﺎرى هﻤﻴﻦ اﺳﺖ وﺑﺲ
262
kaidesi gibi hörgüçlü kısmı da tamamen çini ile kaplanmıştır. Yazıları da Alâad’din Türbesi’ndeki
sandukalarınki gibi kabartmadır. Gerek bunun ve gerekse kıble tarafındaki iki sandukanın altlarının çinileri mor,
hörgüçlü kısımlarının yeşil ve kahve renklidir.
Mor çinilerin hadd-i fasılları da yeşil ile zıhlanmıştır. Sandukanın kaide kısmının boyu 2,33, eni 0,80, ikinci
kısmının boyu 2, eni 0,52 metredir. Sahib Ata’nın sandukasının baş ucundaki 0,30 x 0,35 metre ebadındaki
levhada dört satır halinde şu hadis yazılıdır.
ﺴﻠﻢ اذا ﻣﺎت
ﻗﺎل اﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ اﻟ ﱠ-1
اﺑﻦ ﺁدم اﻧﻘﻄﻊ ﻋﻤﻠﻪ اﻻ ﻋﻦ ﺛﻠﺚ-2
ﺻﺪﻗﺔ ﺟﺎرﻳﺔ وﻋﻠﻢ ﻳﻨﺘﻔﻊ ﺑﻪ ووﻟﺪ ﺻﺎﻟﺢ-3
ﻳﺪﻋﻮ ﻟﻪ-4935
Ayakucunun çini Kitabesi kısmen kırıldığı için Kitabenin birinci satırı yok olmuştur. Kalanları şunlardır:
.................................. -1
اﻟﻔﻨﺎ اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎ اﻟﺼﺎﺣﺐ اﻟﻤﻌﻈﻢ-2
ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻧﻮﱠر اﷲ ﻣﺜﻮاﻩ-3
ﺛﻤﺎﻧﻴﻦ ﺳﺘﻤﺎﻳﻪ936 ﻓﻰ اَواﺧِﺮ ﺷﻮال ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ-4
Kırılan birinci satır şöyle tahmin ve kabul edilebilir: ‘’اﻧﺘﻘﻞ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﻣﻦ دار
Şu halde Kitabenin Türkçesi şöyledir:
‘Merhum ve mağfur Hüseyin’in Oğlu Sahib-i Muazzam Fahred-din Ali 984 yılı şevvalinin sonlarında fenâ
dârından baka mülküne göçtü. Allah kabrini nurla doldursun.’
Kitabenin tarih cümlelerinde Arap kaidesine uygunsuzluklar görülür. Rakamları gösteren kelimelerin
aralarında bulunması lâzım gelen ‘’وlar konmamıştır.
Bilhassa mezar Kitabelerinde ‘ط ﺟَﺎهِﻞ ٍ ﺧﻄﱠﺎ
َ ‘’ ُآ ﱡﻞKüllü hattâtın câhil’ sözünü doğrulayacak birçok örnekler
vardır. Bunlardan birisi büyük vezirin tetkik ettirdiğimiz şu Kitabesidir.
Ya hattat veyahut çini kalıpçısı tarafından Kitabe müsveddesindeki ‘’ﺳﺒﻊkelimesinin ‘’ارﺑﻊgibi yazıldığı
kanaatindeyiz. Çünkü Sahib Ata 684 yılında değil, 687 yılında öldü. Devrinin tarihçisi Kerim’üd-din Mahmud
Aksarayî de Sâhib’in ölümü için söylenen tarih kıtasında şu mısraların bulunduğunu yazar:
آﻪ ﻣﺮك ﺻﺎﺣﺐ آﺸﺖ ﺁن ﻗﻀﺎي ﺣﻖ ﺻﺎدر- دوﺷﻨﺒﻪ ﺧﺎﻣﺲ ﻋﺸﺮﻳﻦ ﺑﺪازن ﺷﻮال
937
ﺑﻘﺮب ﺧﻄﻪء ﺁﻗﺸﻬﺮ در دﻩ ﻧﺎدر - ﺑﺴﺎل ﺷﺸﺼﺪ وهﺸﺘﺎد وهﻔﺖ ز هﺠﺮت
Sanduka Kitabesi ile tarih kıtası Sahib’in olduğu ayda ve günlerinde birleşiyorlar. Bu da bizim
tahminimizdeki isabeti gösterir.
Sanduka kaidesine ve üstündeki musannam 938 kısma fırdolayı Bakara Suresi’nden Kürsi Âyeti, ‘ ﺁﻣﻦ
’اﻟﺮﺳﻮلsonra: ‘’رﺑﻨﺎ اﻏﻔﺮ ﻟﻰ وﻟﻮاﻟﺪي ﻳﻮم ﻳﻘﻮم اﻟﺤﺴﺎبduası yazılmıştır.
2-Sahib Ata’nın önündeki ikinci sandukanın çinileri de renk, desen ve yazı itibariyle birinci sandukanın
çinilerinin aynıdır. Baş ve ayakuçlarındaki kitabe çinileri kırılmıştır. Baş ucunda Kitabenin son satırının yalnız:
‘’ﺳﻌﻞ اﻟﺠﻨﺔ ﻣﺜﻮاﻩkalmıştır.
Ayak tarafı da tamamen kırılmış, yerine başka ve yabancı çiniler yapıştırılmıştır. Sonra ‘ ’اﷲ ﺑﻐﻔﺮاﻧﻪkalmıştır.
‘’ﻣﺜﻮاﻩdaki zamirin müzekker oluşundan bu sandukanın erkeğe ait olduğunu kabul etmek lâzımdır. Sandukanın
âyetlerinin sonundaki ‘’اﻟﻠﻬﻢ اﻏﻔﺮ ﻟﻪdua cümlesi de bunu teyit eder.
Bunun Karamanoğlu Mehmed ve Cimri isyanında Kozağaç’ta Adayan Çayı’nın içinde Karamanoğlu
Mehmed Bey’le süvari olarak cenkleşirken Sarı Oğlan tarafından939 başı koparılmak suretiyle öldürülen Sahib
Ata’nın büyük oğlu Tac’ed-din Hüseyin Bey’in olduğunu kabul ediyoruz.
Türbenin kemerindeki şahadetin derecelerini yüceleyen âyet ve hadisler gibi yanındaki sandukanın da aynı
ustanın elinden çıkmış olması iddiamızı teyit eder.
3-Üçüncü sanduka ikincisinin aynıdır. Bir ustanın elinden çıkmışa benzer. Yalnız bunun yan tarafı ile baş
Kitabesi kısmen kırılmıştır. Şimdi başucunda:
......................... -1
........................ -2
اﻻﻋﻈﻢ ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ-3
اﻟﺤﺴﻴﻦ ﺟﻌﻞ اﷲ ﻣﺜﻮاﻩ-4
Yazılıdır.
Ayakucundaki şu kitabe sağlamdır:
935
-Bu kitabenin Türkçesi şudur: ‘Peygamber Aleyhissalâm buyuruyor: 'Âdem oğlu ölünce ameli kesilir. Yalnız devam eden
sadakası, faydalanılan ilmi ve kendisine dua eden sâlih çocuğu varsa hayırlı amel devam eder.’
936
-Biz ilk tetkikimizde burada ‘‘’رRe’ olmadığını not defterimize kaydetmişiz. Fakat sonra şüpheye düştük, bir daha
görülmesi lâzımdır.
937
-Bu dört mısraın Türkçesi şudur: ‘Hicretin 687’nci yılı Şevval ayının 25’inci Pazartesi günü Akşehir Vilâyeti’nin
yakınındaki Nadir Köyü’nde Sahib’in ölümü hakkın kazasından sâdır oldu. Aksarayî Tercümesi, s. 227’
938
-Kabrin hörküçlenen, balıksırtı yerlerine ‘‘ ’ﻣﺴﻨﻢMüsennem’ derler.
939
-İbn Bibî Tercümesi, s.295 ve 300. Akşehir adlı kitabımız, s. 46-51.
263
ﻳﻮم اﻟﺠﻤﻌﻪ-1
اﻟﺤﺎدى واﻟﻌﺸﺮون ذي-2
اﻟﺤﺠﺔ ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وﺳﺒﻌﻴﻦ-3
وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ اﻟﻰ ﺟﻮار اﻟﺤﻖ-4
ﺗﻐﻤﺪﻩ اﷲ ﺑﻐﻔﺮاﻧﻪ-5
Baş ve ayakucundaki müzekker zamirlerden bunun bir erkek ve baş kitabesinin üçüncü satırından da Sahib
Ata’nın oğlu olduğu kati olarak anlaşılmaktadır. Fakat adı kırılmıştır. Biz bunun Cimri isyanında Akşehir’in
Kozağaç köyü civarında şehit düşen Sahib Ata’nın küçük oğlu Nasr’ed-din Hasan olduğunu kabul ediyoruz.
Bu kitabedeki tarih ve son zamanlarda bulunan Cimri’ye ait bir gümüş sikke de Kozağaç hâdisesinin 675’te
olduğunu ortaya koymak suretiyle bazı tarihçilerimizin ifadelerindeki ibham kaldırılmış ve bazılarının hataları
düzelmiştir.
İkinci sıradaki üç sandukanın çinileri başkadır. Bunlar mozaik halindedir. Bunları da görelim :
1-Sâhib Ata’nın ayak ucundaki sandukanın kaidesinin boyu 2,40 üst kısmının boyu 1,70 metredir. Etrafını
kûfî ile yazılmış âyetlerin sardığı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bu sandukanın baş ucunda Kitabe yoktur. Ayak
ucunda şu Kitabe okunur:
هﺬا ﻗﺒﺮ اﻟﺴﺘﺔ-1
اﻟﻤﻌﺼﻮﻣﺔ ﻣﻠﻜﻪ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ اﻟﺼﺎﺣﺐ-2
اﻻﻋﻈﻢ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻧﻮﱠر اﷲ ﻗﺒﺮ-3
هﻤﺎ ﻓﻰ ﻣﻨﺘﺼﻒ ﺷﻌﺒﺎن ﺳﻨﺔ اﺣﺪ ﺗﺴﻌﻴﻦ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-4
Kitabe bu sandukanın 691 yılı Şabanın ortasında m.1292’de ölen Sahib Ata’nın kızı Melike Hatun’a ait
olduğunu göstermektedir.
İkinci ve üçüncü lahitlerde hiç bir Kitabe yoktur. Bunların çinilerinin çalındığı ve Avrupa’ya aşırıldığı için
yerlerine bu günkü çiniler kaplanmıştır.
Kıymetli Meskûkât ve tarih âlimi Ahmet Tevhid Bey merhum 1313 mâlî yılı beşinci sandukada şu Kitabenin
bulunduğunu tespit etmişti:
اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﻤﻘﺘﻮل ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ-1
940
ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﺣﺴﻦ ﺑﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﺳﻨﻪ ﺳﺘﺔ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ-2
ﻓﻲ ﻏﺮة ﺟﺎ
Bu Kitabeye göre Sahib Ata’nın oğlu Hasan’ın oğlu, 686 yılında şehid düşen Şemse’d-din Mehmed’in
tabutu de dedesinin yaptırdığı türbede941 Kozağaç şehidi babasının ayak ucuna konulmuştur. Sahib Ata; torununu
Sivas’taki evkafına mütevellî yapmıştı. Şemse’d-din Mehmed; Afyon Karahisari’nda Selçukluların emîri idi.
Germiyan kumandanlarından Emir Bozkuş Bahadır tarafından 1287 yılında öldürülmüştü.
3-Sahib Ata ailesinden birisine ait olduğu muhakkak bulunan bu sandukanın altındaki ölünün hüviyetini
kesin olarak tespit edecek bir vesika henüz elimize geçmedi.
Türbenin mimarını da hanıkahınki gibi tespit edemiyoruz. Külük; adını yalnız câminin tak kapısına
yazmıştır.
Büyük sanatkâr Konyalı Külük’ün bu tarihlere kadar yaşadığını da tahmin edemiyoruz. Konya’daki en son
eseri olan İnce Minare Külliyesi’ni yaptıktan sonra öldüğünü zannediyoruz. Onun yerini yine Sahib Ata’nın
hemşeri mimar ve nakkaş ’آﺎﻟﻮﻳﺎنalmıştı.
Senbat Zade Külükvan ’آﻠﻮآﻮان622’de Antalya Sur’unu tamir ederken Hıristiyan’dı. H.656 yılında Lârende
Câmii’ni yaparken ihtida etmiş ve adının sonundaki iki harfi atarak Külük olmuştu.
İnce Minare’yi ve Nizamiye Medresesi’ni Müslümanken yapmıştı.
Eğer Anadolu’daki Kitabeler, ilmî bir şekilde toplanmış ve bir arada neşredilmiş olsaydı büyük üstadın daha
ne gibi eserler yaptığını öğrenmiş olur ve daha derli toplu mütalea yürütmek imkânını bulurduk.
Sahib Ata; İnce Minare Vakfiyesi’nde Külük’ten sonra evkafının mütemâdî tamiratına bakacak mimarın da
kendi âzadlılarının çocuklarından olmasını tavsiye etmişti. Kalüyan’da onlardan birisidir. Kendisini yetiştirmişti.
Eflâkî; Kalüyan’ın ve meslekdaşı Aynü’d-devle’nin Rum olduklarını söyler. Kalüyan aynı zamanda kuvvetli
bir nakkaştı. Ayasofya’daki bir resmi görmek için İstanbul’a kadar gelmiş ve onu aşırarak Konya’ya getirmiş ve
Mevlâna’ya göstermişti.
Mimar Külük’ün Konya’da sonradan Sadre’ddin-i Konevî’ye geçen bir bağı ve kendi adını taşıyan bir
mahallesi vardı. 942
Türbenin cenazelik ve mumyalık denien bodrum katının kapısı güney tarafında hanikaha açılan pencerenin
önündedir.
Buradaki döşemeye açılan bir kapaktan aşağıya bir merdiven kurularak inilebilir.
940
-Sahib Ata ve Oğulları, s. 59
941
-İsmail Hakkı Uzunçarşılı , Anadolu Beylikleri adlı eserinde Şemse’d-din Mehmed’in Tace’d-din Hüseyin’in oğlu olduğunu
söylüyorsa da kitâbe bu hatayı düzeltmektedir.
942
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter numarası 556, s. 115.
264
Üç dört metre kadar aşağıda bodrumun yedi taş basamaklı merdiveninden inince mumyalığın 1,40 metre
yükseklikte ve 0,95 metre enindeki tuğla kemerli kapısına vâsıl olunur. 6,30 metre boy ve 5,5 metre enindeki
bodrumu tuğladan tonoz bir sakf örter. Duvarlarda bozuk havayı dışarıya def edecek künk menfezler görülür.
Ben buraya bir defa yalnız bir defa oğlum Ayhan ile beraber iki defa indim. Dedelerimizden ve yaşlı
ihtiyarlardan tevatüren gelen ağız haberlerine göre yarım asır evveline kadar burada Sahib Ata’nın mumyası
sağlam bir halde duruyor, türbedarlar tarafından tabutunun örtüsü her sene değiştiriliyordu.
Selçukîler ve daha başka devlet kuran Türkler ulularının, hükümdarlarının cesetlerini mumyalarlardı. Bu
hususta Yedi Gün mecmuasının Yüzyirminci sayısında bazı neşriyat yaptım. Mabedin müezzini 22 seneden beri
buraya kimsenin inmediğini söylüyor. Ve benden yardımını da esirgemiyordu. Birinci Cihan Harbi’nden sonra
Konya’yı işgal eden İtalyanlar tarafından Sahib Ata’nın mumyasının aşırıldığını da söyleyenler vardır.
Şimdi ölüler mahzenini görelim :
Mahzende uzun zamandan beri ihmal edildiğini gösteren bir perişanlık ve dağınıklık göze çarpar. Her
tarafında çürümüş, ufalanmış, dağılmış tahta parçaları görülür. Kapıdan girince sağda sıra ile kemikleri ve baş
tasları bembeyaz iskelet haline gelmiş üç ceset vardır.
Bunların kafaları çok küçüktür. Tabutları çürümüş, kemikleri olduğu gibi kalmıştır. Bunlardan üçüncü
cesedin vaktiyle mumyalandığı anlaşılıyor. Karın tarafına toplanan derisini alarak inceledim. Deri rutubetten
yumuşak bir budisiyet halini almış ve elpimiştir.
Solda da üç tahta sanduka vardır. Bunların üçünün de kapaklarını açtım; hepsi de etleri dökülmüş kuru
iskelet halindedirler. Hepsinin de kafatasları var. Tabutların yere gelen kısımları çürümüş ve dağılmıştır.
Sol köşede duvarın dibinde biraz toprağa gömülmüş, diğerlerine benzemeyen itina ile yapılmış bir tabut
gördüm. İşte bu Sahib Ata’nın tabutu idi. Ahşap tabut Mısır Tabutları şeklinde yapılmıştı. Tabutun üstü yoktu.
Cesette mumya eserleri vardı. Son çeyrek asır içinde türbenin bu kısmı su almaya ve duvardan rutubetli harçlar
dökülmeye başladığı için maalesef bu büyük adamın mumyası bozulmuş ve çürümüştür. Tabutuna göre Sahib
Ata’nın ufak tefek bir adam olduğu anlaşılmaktadır.
Tarihler; Taced’din Hüseyin Bey’in Kozağaç deresinde Cimri asileri tarafından başının koparıldığını
yazıyorlardı. Demek ki sonradan başı da bulunmuş, cesedi ile beraber gömülmüştür. Yukarıda altı sanduka
olduğu halde mahzende yedi ceset vardır. Hüviyeti tespit edilemeyen ölülerin sayısı ikiye çıkıyor demektir.
943
-Buradaki kelime taşla ezilmiştir, iyi okunamıyor. Kitâbeyi bir kerre de Eski Güzel San’atlar Akademisi profesörü İsmail
Hikmet’le tetkik etmiştik. O kırılan kelimenin ‘’ﻣﺴﺘﻮﻓﻰolması ihtimalini ileri sürdü. (Sene 1944)
265
vasfı da okunamayacak bir halde ezildiği için emir sipehsalarlığa, (Başkumandanlığa) kadar 944 yükselen bu
zatın yaşadığı devri kesin olarak tespit edemiyoruz. Bunun Emir Karaaslan’ın babası olduğunu tahmin ediyoruz.
Fakat Karaaslan’ın Kitabesinde de ölüm tarihi gösterilmemiştir.
SEYFİYE-KARASUNGUR TÜRBESİ
Türbe; Çifte Merdiven Mahallesi’ndedir. Kız Öğretmen Mektebi’nin karşısındaki sokaktan Şem-i Tebrizî’ye
giden yolun solundaki ilk çıkmazın içindedir. Medresesinden hiç eser kalmadığı için şimdi türbesini tetkik
edelim:
Sekiz yüzlü ve mahrutî kubbeli türbe Selçuk tarzının en müstesna bir tipidir. Yüzleri kubbe eteğine kadar
tamamen kırmızımtırak taşla, köşeler kubbe ve kubbe eteği de tuğla ile yapılmıştır. Taş yüzlerden üçünün üstüne
derz şeklinde işlenen hendesî şekiller, binaya fevkalâde ve çekici bir durum temin etmiştir. Her yüzünde birer
pencere vardır. Pencereler Konya Kalesi’nin burçlarında kullanılan bodur mermer sütunların ortaları mustatil bir
şekilde delinmek suretiyle hazırlanmıştır. Yüzlerde sekizer iskele deliği göze çarpar. Bunların muhtemel
tamirlerde kullanılmak için mi yoksa başka bir maksatla mı yapıldığı anlaşılamıyor. Türbenin kapısı batıya ve
çıkmaz sokağa açılır. Kapısının üstünde de bir tek penceresi vardır. Kümbedi sağından polis Seyid Ali’nin,
solundan Hacı Osman’ın Şerife Abla’nın evleri ve bahçeleri sarar. Şerife Abla’nın bahçesi tarafındaki yüzün alt
tarafı feci bir şekilde tahrip edilerek dolap haline konulmuştur. Türbenin alt kubbesi içinden sıvanmıştır. Şimdi
burası ahır olarak kullanılmaktadır. Altındaki cenazelik bodrum kattan türbeye açılan deliği komşular kör kuyu
sanarak senelerden beri çöplüklerini dökmekte devam ediyorlar 945 İçinde yatan zâtın kemikleri ve belki de
mumyası senelerden beri çöpler altında kalmıştır. Bu şaheser âbidenin bir an evvel kurtarılması temenni edilir.
Türbenin mahrutî yüzlerinde yer yer çöküntüler ve delikler hâsıl olmuştur. Alem yatağına leylekler yuva
yapmıştır. Seyfiye Medresesi; türbenin kuzey tarafında ve bitişiğinde idi. Kapısı saray sokağına açılırdı. Arsası
son zamanlarda satılmıştır. Harçlı kemerleri hâlâ durmaktadır. H. 881-m.1476 M. tarihli Fâtih Tahrir
Defteri’’nde bu medreseden kısaca şöyle bahsedilmiştir: ‘’وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء ﺳﻴﻔﻴﻪ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻣﻘﺮر946
Burada medresenin Hatıp Köyün’den geliri olduğu da kaydedilmiş ise de sonradan Mensuh işareti
çekilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki medrese Fatih zamanında yıkılmış bulunuyordu. H.906-m.1500 M. tarihli
II.Bayezid’in Konya evkafını tespit eden defterinde bizi aydınlatan şu çok kıymetli mâlûmâtı buluyoruz: ‘ وﻗﻒ
’ﻣﺪرﺳﻪء ﺳﻴﻔﻴﻪ ﻣﻘﺮر در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺧﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﺷﺮﻳﻒ
’Bundan akdem medrese-i mezkûrenin binası münhedim olacak Hazret-i Mevlâna Celâle’dd-in
Kaddesallahü Sırrahül’aziz medresesine ilhak olunmuş imiş. Hâliyen medrese–i mezbûre tamir olunacak ilhâk-ı
mezkûr fesholup gine Medrese-i Seyfiye mukarrer olup hükm-i hümayun sadaka olunmuş’
Burada Hatıp Köyü ile Hatıplı Oğlu Çiftliği’nin öşrü ve At Pazarı’ndaki dükkânların yerleri de medresenin
geliri olarak gösterilmiştir.
Bu Kayıtlardan öğreniyoruz ki medrese belki de Selçuklular zamanında yıkılmış ve evkafı Mevlâna
Medresesi’ne ilhak edilmiştir. II.Bayezid zamanında medrese tamir edildiği için eski evkafı da kendisine tahsis
olunmuştur.
III.Murad zamanında medrese faaliyette bulunuyordu. Medresenin ne vakit yok edildiği kat’i olarak
anlaşılamıyor. Medresenin inşa tarihi gibi mimarını da bilemiyoruz. Ayakta kalan türbenin de hem mimarı hem
de inşa tarihi tespit edilememiştir. Medresenin bânisi Emir Seyfe’ddin Karasungur’un ölüm tarihini gösteren
hiçbir Kitabe bulamadık. İhtimal ki ölüm tarihi türbenin içindeki çinili sandukası üzerinde idi. Şimdi bu
sandukadan da eser kalmamıştır.
Seyfe’d-din Karasungur; Karatâyî’nın ve Kemale’d-din Turumtaş’ın biraderidir. Karatay’ı h.651-m.1235
tarihli vakfiyesinde hayatta iken kendisinin bütün hayır eserlerine mütevelli olacağı, vefatından sonra bu
tevliyetin kardeşi Seyfe’d-din Karasungur’a, bundan sonra da biraderlerle Kemal’ed-din Turumtaş ve Seyfe’d-
din Karasungur’un erkek evlâdına ve evlâdının evlâdına verileceği tasrih edilmektedir. Karatay’ı, vakfiyesinde
kardeşini şöyle tespit ettirmiştir : ‘ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺻﻔﻬﺼﺎﻻر اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎدل اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻟﻤﻨﺼﻮر اﻟﻤﻈﻔﺮ اﻟﻤﺠﺎهﺪ ﺳﻴﻒ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻤﺪة اﻻﺳﻼم
ﷲ ﻋﻤْﺮﻩُ ’واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻇﻬﻴﺮ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻣﻠﻚ اﻻﻣﺮاء ﻗﺮا ﺳﻨﻘﺮ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻣﺎدام ﻓﻲ ﻗﻴﺪ اﻟﺤﻴﻮاة ﻃﻮﱠل ا947
Vakfiyeye göre Seyfe’d-din Karasungur h.651m.1235. tarihinde Emîr-i İsfehsalar idi. Emîr İsfehsalarlık
gerek Büyük Selçuklular’da ve gerekse Anadolu Selçukluları’nda bu günkü başkumandanlık vazifesine tekabül
eden mühim bir memuriyet idi 948.
Seyfe’d-din Karasungur’la Mevlâna’nın arasında samîmî bir münasebet vardı. Mevlâna bir mektubunda
ondan şu şekilde bahseder: ‘ اﻣﻴﺮ اﺟ ﱢﻞ ﻋﺎﻟﻢ ﻋﺎدل ﻣﺆﺳﺲ اﻟﺨﻴﺮات ﻣﻘﺪم اﻟﺤﺴﻨﺎت ﻗﺎﻣﻊ اﻟﻈﻠﻤﺔ ﻣﻌﻴﻦ اﻟﻤﻈﻠﻮﻣﻴﻦ ﻣﺮﺑﻰ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻣﺤﺐ...
... ’اﻟﻔﻘﺮاء ﺳﻴﻒ اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ اﻟﻎ ﻗﺘﻠﻎ949
944
-Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 59 ve 113
945
-Bu kitap 1944 yılında yazıldı.
946
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, Defter 250. s. 22
947
-Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi, 574 numaralı defterin 31’inci sahifesindeki vakfiyesinden.
948
-Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s.59, 113 Bu kelime eski metinlerde ‘ ، اﺳﻔﻬﺴﺎﻻر، ﺳﭙﻬﺴﺎﻻر، ﺳﭙﻬﺴﻼر
’اﺻﻔﻬﺼﺎﻻرşekillerinde geçer.
949
-Mektûbât-ı Mevlânâ Celâle’d-din, s. 114. 109’uncu mektup.
266
IV.Kılıçaslan’ın kızı Selçukî Hatun’u Argon Han’a gelin götüren heyet Kayseri’den geçerken Seyfe’d-din
Karsungur; Hatıroğlu ile beraber Suriye hududunda Elbistan taraflarında bulunuyordu. Pınar başında adaşı
câmedâr Seyfe’d-din Ebubekir ve Türk Eroğlu Rumeri ile beraber Melik Zâhir Beybars’ın bir müfrezesine esir
düşmüştü 950 .
Seyfe’d-din Karsungur’un h.675-m.1276.yılında sağ olduğu anlaşılmaktadır. Esaretten ne vakit döndüğü ve
nerede öldüğü kat’i olarak tespit edilememektedir.
Lala Ruzbe Medresesi harap olduktan sonra bir aralık gelirinin Seyfiye Medresesi’ne tahsis edildiği arşiv
Kayıtlarından öğrenilmektedir. Seyfiye Medresesi Gühertaş Medresesi’nin arkasında idi.
950
-İbn Bibî Tarihi tercümesi, s. 81.
951
-Tıpkı basım. Sahife 51 Ankara 1952 Tercümesi’nde Hoca Müslim şeklinde sahife 33’de yanlış geçmektedir.
952
-Faksimile baskı. Sahife 608 ve 630. Ankara, Tarih Kurumu Basımevi 1956 ve Nuri Gençosman Tercümesi, sahife 249 ve
263.
953
-Tıpkı basım. Sahife 39. Tarih Kurumu Basımevi 1944 Ve Nuri Gençsman Tercümesi, sahife 135.
267
Hoca Muslih; Karatâyî gibi divana (Vekiller heyetine) dâhil yüksek rütbeli bir devlet adamı idi. Tarihçi
buradaki Hâdim vasfı ile bir nevi Lalalık ve Atabeylik kasdetmiştir. İlk zamanlarda Lalalık ve Atabeylik unvanı
yalnız şehzadeleri yetiştirenlere verilirdi. Sonra bu hükümdar tarafından arzu ettiğine bir mansıp olarak
verilmiştir.
Muslih; o zaman Hâdim Muslih şeklinde meşhur olmuştu.
Üç kardeş hükümdardan Keykâvus İlhanlı Hükümdarı’na giderken Karatâyî’nın Kayseride ölmesi 954
üzerine geriye dönen hükümdarı karşılayacak heyet arasında Emir Lala Bedre’d-din Muslih’in de bulunduğunu
İbn Bibi yazıyor.
Bu sıralarda Muslih; üç kardeş hükümdarlardan II.Alâed’din’in Lalasi’ Atabeyi idi.
Aksarayî Üçkardeşin Saltanatı bahsinde ’Sultan II.Alâe’d-din’in Kardeşine Yazdığı Mektup’ başlıklı
bendinde hülâsa olarak şunları söyler:
’Karatayî öldükten sonra II.Alâad’din’i tutan emîrler onun İlhanlı Hükümdarı’na giderek Selçuk saltanatının
babasının vasiyeti üzerine kendisine verilmesini tavsiye ettiler. Diğer iki kardeşi de bu seyahatı Anadolu’ya iki
defa saldıran İlhanlılar’ı yatıştırmak için bu seyahati tasvip ettiler. Keykubad yola çıktı. Lala’sı (Atabey’i)
Muslih de kendisine refakat ediyorlardı.
Ana yurtta kalan diğer iki kardeş hükümdar o yola çıktıktan sonra fikirlerinden caymışlar ve kardeşlerinin
arkasında gizlice hafiyeler, casuslar ve suikastçiler gönderdiler. Onlar Keykubad’ın lalası Hâdim Muslih’i birçok
para, ikta ve tımar vaatleri ile kandırdılar.’
Aksaraylı Tarihçi’nin bu olayı nakleden satırlarını aynen tercüme ediyoruz :
’Hâin ve müfsid lala öldürücü zehirlerle o sultanın ve sultan zâdenin canına kıydı. Kendi iyiliğini onun
sohbetlerinden, telkinlerinden bekleyen zavallı sultanın hayatı yine o hâinin eliyle sona erdi.”
Tarihçi burada Muslih için Müfsid kelimesini kullanıyor.
İbn Bibî; Keykubad’ın esrarlı ve ânî ölümünü daha genişçe yazmış ve bu ânî ölümün sebebi hiçbir suretle
anlaşılamamaştır, demiştir. Yine bu tarihçinin anlattığına göre İlhan Hükümdarı Mengü Kaan; Keykubad’ın
ölümünden çok müteessir olmuş, tahkikat yaptırmış fakat hiç bir şey çıkmamıştır. Tarihçi’ Hoca Bedre’d-din
Muslih’i Muslih Lala şeklinde yazmıştır. Bedre’d-din’in ölüm tarihini tespit edemedik. 658 yıllarından sonra
ölmüş olması kabul edilebilir.
954
-Paris yazması Selçuknâme, Karatâyî’nın 28 Ramazan 652 m.1254’de Kayseri’de öldüğünü ve tabutunun Konya’ya
getirildiğini yazar. Aksaraylı’da h. 656-m.1258 yılında öldüğünü söyler. Nuri Gençosman tercümesi, s. 134.
955
-Mevlânâ Şehri Konya’da (s. 318)’de bu ‘’ﺗﺎرﻳﺦ اﺣﺴﺎنokunmuştur.
956
-Sahife 26.
268
Türbe; Sinan’ın Mimar Başılığı zamanında yapılmıştır. Fakat mimarı mâlûm değildir. Türbe şimdi Konya
Şer’î Siciller Deposu halinde kullanılmaktadır. İçindeki sandukada hiç bir Kitabe yoktur.
Biz bu Sinan Paşa’nın hüviyetini tespit ettik. Sicill-i Osmanî sahibi bunun hâl tercümesini bir senelik bir
hata ile şöyle yazar:
“Sinan Yusuf Paşa - Gürcistan’da Tiflis Hanı idi. Lala Mustafa Paşa serdarlığında gelip Müslüman oldu.
İsmi Yusuf tesmiye olunup sonra paşa oldukta Sinan telkin olundu. Sultan Murad Hân-ı Sân’înin evâilinde fevt
oldu.” 957
Sinan Yusuf Paşa’nın Karaman beyler beyliği yaptığı ve II.Selim’in son hükümdarlık yılında öldüğü
anlaşılmaktadır. Son mısradaki ‘’ﺳﻴﺎﻩ ﭘﻮش وﻟﻰdan Mısır’a intikal ettiği manasını çıkarmak doğru bir tahmin
değildir.
SİYAVÜŞ TÜRBESİ
Türbe; Pir’i-Paşa Mahallesi’nde Pir Mehmed Paşa Câmii’nin solundadır. Şimal doğu köşesinden câmiye
bitişiktir. Türbenin kapısı camiin son cemaat yerine açılmaktadır. Türbenin yalnız temelleri taştır. Kubbe eteğine
kadar olan kısmı dört köşeli, üstünün mahrutî kısmı sekiz köşeli olarak tuğla ile yapılmıştır. Fakih Dede
Kümbeti’nin tipine yakındır. İç kubbesi çökmüştür. Türbeden dört tarafa birer pencere açılmakta idi. Kapısının
da eskiden şimale açıldığı anlaşılmaktadır. Pencere kenarları eskiden çinilerle süslü idi. Yer yer çini parçaları
hâlâ görülmektedir. Kümbetin bodrum katının kapısı toprak altında kalmıştır. Türbenin içinde bir tek tahta
sanduka vardır. Türbe ve sandukanın hiçbir yerinde inşa ve yatırının ölüm tarihlerini gösteren hiç bir Kitabeye
rastlamadık. Vakfiyesini de bulamadık. Halk burada yatanı Siyah Pûş-i Veli ‘’ﺳﻴﺎﻩ ﭘﻮش وﻟﻰşeklinde adlandırıp
vasıflandırıyorlar. Biz Siyah Pûş adının halk ağzında Siyavüş’den bozulma olduğuna kaniiz. Bu türbenin arşiv ve
müze vesikalarında Siyavüş Sultan ve Sultan Siyavüş, Şah Siyavüş, Siyavüş Şah Türbesi şeklinde adlandırıldığını
görüyoruz.
Fâtih adına h.881-m.1476 yılında Karaman İli Evkafı’nı tetkik eden Musli’-id-din ve Kasım Efendiler
Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî evkafının Vakf-ı Sultanü’l-Arifîn Hazret-i Mevlâna Celâle’d-din-i Kaddesallah-ül-
Aziz, vakfiye ve İbrahim beyden mukarrernâme görüldü. Şeklinde tespit eder ve vakfedilen zeminleri sayarken
aynen şöyle diyorlar:
‘Zemin-i Dolab-i Sultan Siyavüş derpiş-i türbe-i mutahhara’ 958
H.906-m.1500 yılında II.Bayezid adına Konya evkafını tetkik eden il yazıcı da bu zemini Fâtih’in tahrir
heyeti gibi aynı ibareyle tespit etmiştir959
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan ve h.992-m.1584 yılında III.Murad adına Konya evkafını yazan
254 numaralı defterin dördüncü sahifesinde yine Mevlâna câmi, türbe ve medresesi evkafı sayılırken şöyle
denilmektedir :
‘Zemin-i Dolab-ı Sultan Siyavüş der nefs-i türbe-i Celâliyye nıfsı Piri Paşaya icare olup üstüne tekke bina
eylemiş ve nısf-ı âhari mahalle olmuştur. Arz icaresi verir.” denilmektedir. Yine aynı arşivde bulunan 584
numaralı defterde yine Mevlâna’nın câmi, türbe, zaviye ve medrese evkafı tespit edilirken bu türbe şöyle
yazılmaktadır :
‘Zemin-i Dolab-ı Sultan Siyavüş der nefs-i türbe-i Celâliyye, nıfsın Piri icareye alıp üstüne tekke bina etmiş
ve nıfs-ı ahari mahalle olmuştur. Arz icaresi verir.Fî sene an icare-i arz 200.’
Arşivin 255 numaralı ve h.906-m.1500 tarihli defterinde bu türbenin gelirleri yazılırken bizi daha çok
aydınlatan şu malûmat verilmektedir :
‘Vakf-ı türbe-i Siyavüş şah der kurb-i türbe-i Mevleviye-i celâliye der Konya. Mezkûr türbeyi Mehmed
Çelebi el-mevleviyyün-nesil şehzade tâle bekaühû’nun izni ile tamir edip türbe-yi mezbûrun muhavvitası ile ve
kurbinde olan bir dönüm yer ki türbe-i mütahhare-i celâliyenin vakfındandır. Tamir olan türbeye verilip bazı
bahce edip ve birkaç evler yapıp türbe-i mütahhareye gelen âyendeye ve revendeye huzur için ol evlerde konup
hizmet ederlermiş.’
Bu kayda göre Pir Mehmed Çelebi henüz vezir ve paşa olmadan evvel Konya’da umumî vali bulunan
şehzadenin müsaadesi ile bu türbeyi h.906-m.1500 yılından evvel tamir ettirmiş ve Mevlâna evkafından aldığı
bir dönüm yerin bir kısmını bahçe haline koymuş bir kısmına da gelip gidenlerin istirahatları için evler
yaptırmıştı. O vakit türbe bir avlu içindeydi. Türbe; Pir Mehmed Paşa’nın zaviye ve câmiinden çok evvel
yapılmıştır. Pir Mehmed Paşa buraya evvelâ zaviye, sonra h.930-m.1523 yılında da câmi yaptırmıştır.
III.Murad adına yazılan h.992-m.1584 tarihli Konya Defteri’nde bu türbe hakkında şu malûmatı buluyoruz :
‘Vakf-ı türbe-i Siyavüş der kurb-i türbe-i celâliye, türbe hâliyen Piri Paşa binâ eylediği zaviyenin içindedir.
Mahsus-ı vakfı mâlûm olmadı deyu mestûr der defter-i atik.’
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan vakfiye defterinin 61’inci sahifesinde Mevlâna evkafı tetkik
edilirken bu türbe hakkında da şu kayıt düşülmüştür:
957
-Sicill-i Osmanî, cilt 3, s. 108.
958
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter numarası 256.
959
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter numarası 255.
269
‘Zemini Dolab-ı sultan Siyavüş der nefs-i türbe-i celâliyye nıfsın Piri Paşa icareye alıp üstüne tekke bina
etmiş ve nıfs-ı âhari mahalle olmuştur. Arza İcare verirler.’
Yukarıya sıraladığımız vesikalardan anlaşıldığına göre burada Sultan Siyavüş’ Siyavüş şah adına yapılmış
bir türbe ve bunun ittisalinde Siyavüş’ün dolap yeri vardır. Dolabın yeri sonradan Mevlâna Mamuresine
vakfedilmiştir. Bunu da Gühertaş’ın vakfettiğini bir ihtimal olarak ileri sürebiliriz.
Bu Siyavüş kimdir? Bu zata verilen Şah ve Sultan vasıfları kendisinin mutlaka bir prens ve sultan olduğuna
delâlet etmez.
Çünkü halkın; Tanrı’nın velilerini de böyle vasıflandırdığı vardır. Yapı; malzeme ve mimarî bakımından hiç
şüphe götürmeyen bir Selçuk eseridir. Biz Selçuk tarihinde birisi hakiki, diğeri düzmece iki Siyavüş tanıyoruz.
Birisi II.Keykâvus’un oğlu Siyavüş, ikincisi de bunun adı takılarak Selçuk tahtına tırmanan ve kötülüğünden
dolayı sonra Cimri adını alan adamdır. Görebildiğimiz eserlerin içinde yalnız Paris nüshası Farsça Selçuknâme
ile Rıza Nur’un Türk Tarihi Keykâvus’un böyle bir oğlu olduğunu kabul ediyorlar.
Selçuknâme’de Sultan İzze’d-din Keykâvüs’ün oğullarının Kıpçak memleketinden gelmeleri başlığı altında
deniliyor ki :
‘İzze’d-din oğullarından evvelâ Anadolu’ya gelen kimse Melik Siyavüş idi. Bu Sinop’a gelip girdi. Haber
Sultan Gıyase’d-din’e onun bir gün şehirden dışarıya çıktığı zaman haber verildi. Onu yakalattı. 678 senesinde
Burglu Kalesi’ne hapsetti.’ 960
Türk Tarihi’nde de bu adam şöyle anlatılıyordu:
‘Nihayet Mehmed Bey; İzze’d-din Keykavus’un oğullarından Gıyase’d-din Siyavüş olduğunu, Kırım’dan
geldiğini iddia eden Cimri nâmında birine elbisesini çıkarıp sultan elbisesi giydirerek biat etti.’ 961
Aksarayi Tezkeresi’nde, İbn Bibî’de ve Sahaifü’l-Ahbar’da kısaca onun İzze’d-din Keykâvus’un oğlu
olduğunu iddia ettiği yazılıyor. İsmi söylenmiyor.
Başta Düvel-i İslâmiye olduğu halde başka eserlerde II.Keykâvus’un Feramürz, Kılıçaslan ve Mes’ud
isminde yalnız üç oğlundan bahsedilmektedir.
Bir adamın başkasının adını kullanabilmesi ve ondan istifade edebilmesi için her halde öyle bir adamın
bulunması lâzımdır.
İşte soysuz Cimri de Keykâvus’un oğlu Siyavüş’ün adını kendisine muvaffakiyet âmili yapmıştır. Paris
nüshası Selçuknâme’de Cimri’nin Keykâvus’un oğlu Mes’ud adına meydana çıktığı yazılıyorsa da bunda bir
sehiv olduğu muhakkaktır. Çünkü Cimri’nin yeni bulunan bir parasında adı, unvan ve künyesi Gıyasü’d-dünya-
v’ed-din Ebü’l-Feth Siyavüş İbn Keykâvus şeklinde tespit edilmektedir. Paris nüshası Selçuknâme’de Cimri’nin
678 yılı Muharreminin on yedinci Cuma günü Burglu’da yakalandığı ve diri diri derisinin yüzülerek içine saman
doldurulup Konya’ya gönderildiği tasrih edilmektedir. Buna niçin Cimri denildiği de şöyle izah olunuyor:
‘Bu adam çok tahribat yaptığından Konya halkı bu habere sevindi, bu herifin adını Cimri koydular.’ 962
Cimri’nin Afyon Karahisar’da mı, Burglu’da mı, yoksa savaş meydanlarında mı yakalandığı hakkında
mehazlerimizde geniş malûmat yoktur. Fakat Cimri’nin ot doldurulmuş derisinin Konya’ya getirildiği ve
şehirlerde gezdirildiği muhakkaktır.
Tetkik ettiğimiz türbenin bu sahte Siyavüş adına yapıldığı kabul edilemez. Filhakika Selçuklular’ın
inhilâlinden sonra Karamanoğulları Konya’yı baş şehir yaptılar. Fakat dedeleri I. Mehmed’in sahte hükümdar
Cimri’nin mahiyet anlaşıldığı ve adına bir türbe yapmakta da hiç bir fayda umulmadığı için onun adına türbe
yaptıklarını kabul etmek akıl kârı değildir.
Bu türbenin II.Kekyâvus’un oğlu Siyavüş namına yapıldığı muhakkaktır.
Siyavüş; h.678 yılında Sinop’a dönmüş ve Burglu Kalesi’ne hapsedilmişti. III.Gıyase’d-din; Cimri ve
Karamanoğlu Mehmed Bey’i imha ettikten sonra kendi adı kanlı isyanlara, baş kaldırmalara vesile olan
amcazadesi Siyavüş’ü Konya’ya getirtmiş ve işini bitirtmişti. II. Mes’ud’un şehit biraderi adına bu gördüğümüz
türbeyi yaptırmış olması en kuvvetli ihtimaldir.
Siyavüş; h.678-m.1279 yılının son aylarında veyahut h.679 m.1280 yılının ilk aylarında öldürülmüştür.
Türbenin de bu yıllarda yapılmış olması kabul edilebilir.
ŞEKERFÜRUŞ TÜRBESİ
Hocafakih’de Köle Hasan Han’ının arkasında Mehmed Salih’in Ali Efendi’nin bağının içindedir. Türbe,
Gömeç Hatun Türbesi’nin tipine yakın bir plânla yapılmıştır. Beşikörtüsü kemerinin yüzleri ve içleri çinilerle
kaplı idi. Muhteşem bir tak = Eyvan halinde yükselen türbenin çinili kısımları evlerin ve hanın seviyelerini
aşarak kendisini yoldan geçenlere gösterirdi. Ben türbenin bu halini bilirim, gördüm. Bakımsızlık ve ihmal
yüzünden h.1306-m. 1888 yılında kemeri çökmüştü. Konya ulemasından Abdü’l-basir Efendi ile Gevraki Hoca
960
-Farsça ibare aynen şudur: ‘ از ﻓﺮزﻧﺪان ﻋﺰاﻟﺪﻳﻦ اﻣﺪ ﻣﻠﻚ ﺳﻴﺎوش ﺑﻮد وﺳﻴﻨﻮب ﺑﺪر ﺁﻣﺪ ﺧﺒﺮ ﺑﺴﻠﻄﺎن ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ رﺳﻴﺪ از ﺑﻴﺮون ﺁﻣﺪن او ﻓﺮﺳﺘﺎد
’اورا آﺮﻓﺘﻨﺪ ﺑﻘﻠﻌﻪء ﺑﻮرﻏﻠﻮ ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪFeridun Nafiz kopyası.
961
-Türk Tarihi, c. 3, s. 105.
962
-Aksarayî’de Cimri’nin yakalandığı zaman Devle Karahiser-ı Afyon’da bulundağa söyleniyor. Sahife 210. Sahayifü’l-
Ahbar Tercümesinde bu Develü Karahisar gibi yazılmıştır. Sahife 44. İbn Bibî sahife 299. Sultan Giyase’d-din Keyhüsrev’in
Melifdon’den sonraki Sakarya Köprüsü’nün önünde Cimri ile savaşıldığını yazıyor.
270
türbeyi tamir ettirmişlerdi. Mehmed Salihin Ali Efendi bu âbideyi bahçesinden söküp atmak istiyordu. Taşlarını
Hoca Fakıh ‘da yapılacak bir çeşmede kullanmak bahanesiyle bu eşsiz Türk Âbidesi’ni yıkmıştır. Çinilerinin bir
kısmı Hoca Fakıh Mescidi’nin avlu duvarlarında kullanılmış, bir kısmı da yok edilmiştir. Şimdi türbenin yalnız
cenazelik denilen alt kısmı kalmıştır. Burası da bir sel savağı haline getirilmiştir. İçerisi kumlarla dolmak
üzeredir. Ben türbenin bodrum katını tetkik ettim. Sekiz dılığlıdır. Dört yüzünde künkden iki hava deliği vardır.
Âbidenin ayakta kalan bir kısmı bile büyük bir kıymet ifade etmektedir. Bu haliyle olsun saklanması temenni
edilir. Türbenin eyvanı kıbleye, Hoca Fakıh Türbesi’ne karşı idi. Üç metre kadar olan alt kısmı kesme taşla, üstü
tuğla ile yapılmıştı. Türbenin bulunduğu saha Sahib Ata’nın bağı idi. Abdülkadir Erdoğan 284 sayılı 20 Şubat
1330 tarihli Babalik Gazetesi’ndeki bir yazısında önündeki hanın Şekerfüruş’a ait olduğunu söylüyorsa da bu
teşhisi tarihî hakikate uygun değildir. Hanı yazarken bu meşhurlaşan yanlışı düzeltmeye çalıştık. Bu türbenin
Selçuk Veriz-i Âzam’ı Sahib İsfahanî’ye ait olduğunu tahmin ettiren bazı vesikalar elimize geçti. Konya’nın bu
meşhur semtinde Sahib İsfahanî’nin de bağ ve bahçesi vardı. Biz türbenin Şekerfüruş’a ait olması hakkındaki
tevatür halindeki söylentiyi kabul ettik. Türbenin hiç bir yerinde ölünün ve yapanın adını, ölüm tarihini gösteren
hiç bir Kitabe yoktur. Hoca Fakıh Mescidi’nin imamı Ahmed Mor’un dedelerinden işittiğine göre Şekerfüruş;
Ahmed Fakıh’ın talebesinden ve müritlerinden imiş; onun için türbesini buraya yaptırmıştır.
963
-Konia, Insehrıften der seldschisehen bauten,s. 75
964
-Konya ve Rehberi , s. 90
965
-Konya Mecmuası’nın 88. sayısında da kitâbe hatalarla çıkmıştır.
966
-Dilimizde Abdal şeklinde ve müfred gibi yerleşen bu kelime Arapça iyi, sâlih adam, derviş mânâsına ’ﺑﺪﻳﻞkelimesinin
cem’idir. Tasavvuf dilinde mürşide denilir. Biz saf meczup adamlara da budala ve abdal deriz. (Lehce-i Osmanî ve Ahterî)
Kitâbede de abdal kelimesi müfred gibi kullanılmıştır. Doğrusu ’ﻣﻦ اﺑﺪال اﷲşeklinde yazılmalı idi.
271
’واﻟﻐﺮب اﻟﻔﻘﻴﻪ اﺣﻤﺪyazılı olduğunu görmüştük.
Bizim tahminimize göre Şeyh Alaman burasını ittisalindeki zaviye için küçük bir mescid olarak yaptırmıştı.
Sonra kendisi içine gömülmüştür. Şeyh Alaman; Fakih Ahmed’in bendelerinden ve müritlerinden idi. Türbenin
doğu şimalinde bir de mektep vardı. Yekpâre taş kemerli kapısı hâlâ durmaktadır.
Mektebin üstündeki bir Kitabe şimdi Konya Müzesi’nin 1067 numarasında muhafaza edilmektedir. Bozukça
bir sülüsle yazılan beş satırlık Farsça ile karışık Arapça Kitabe şudur :
967
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ-1
968
ﺑﺮﺳﻢ ﻗﺪوة اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ ﻗﻄﺐ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﺳﻴﺪ اﺣﻤﺪ-2
وﻣﻠﻚ اﻟﻤﺸﺎﻳﺦ ﻓﻘﻴﻪ اﺣﻤﺪ وﺳﻴﺪ اﺑﺮاهﻴﻢ ﻋﺮب-3
ﺧﺪاش ﺑﻴﺎﻣﺮزادآﻪ هﺮ آﻪ ﺗﺎﺑﺴﺘﺎن اﻳﻨﺠﺎﻳﻜﻪ-4
ﺑﺎﺷﺪ زﻣﺴﺘﺎن
اﻳﻨﺠﺎ ﺑﺎﺷﺪ ﻓﻰ ﺷﻬﺮ رﻣﻀﺎن اﻟﻤﺒﺎرك ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ-5
و ﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Bu Kitabe sonradan yerine mekteb kurulan zaviyeye aittir. Kitabeye göre zaviye âlemin kutbu, şeyhlerin
önderi Seyid Ahmed, meşayihin meliki Fakih Ahmed ve Seyid İbrahim Arap adlarına 687 senesi Ramazanında
yapılmıştır.
Kitabenin içindeki Farsça cümleler dilimize şöyle çevrilebilir: ’Tanrı yaz, kış burada olanları yarlıgasın. Bu
cümleleri, Allah yazın burada oturup da kışın da kalanları yarlıgasın’ şeklinde anlamaya ibarenin müsait
olmadığını eski Kayseri Mevlevî Şeyhi Üstad Ahmed Remzi Efendi gibi Fârisî lisanının inceliklerine vâkıf
olanlar söylüyorlar.
Kitabede zaviyeyi kurduranın adı yoktur. Aşağıda izah edileceği gibi bu zaviye Kitabede adı geçen İbrahim
Arab’ın oğlu tarafından yaptırılmıştır. Her iki Kitabede de devrin hükümdarının adının zikredilmeyişi dikkate
şâyândır. Seyid Ahmed ve Şeyh Alaman eski ’ﻗﺮب ﺳﻠﻄﺎن ﺁﺗﺶ ﺳﻮزان ﺑﻮدhikmetinin verdiği bir istiğnâ ile mânevî
devlet ve zevki tercih ettikleri için hükümdar II.Gıyase’d-din Mes’ud’un adını Kitabelere koydurmamıştır.Bu
zaviye Hoca Fakıh Ahmed’in ölümünden 69, Mevlâna’nın ölümünden 15 sene sonra yapılmıştır.
Mevlâna’nın mektuplarında ne Şeyh Alaman’ın, ne de Seyid ve Fakıh Ahmed’lerle İbrahim Arab’ın adlarına
rastamıyoruz.
Seyid Ahmed; bu zaviyeyi tarikatının mürşitleri ve kutuparı olan üç büyük adam adına babası, dedesi ve
büyük dedesi adlarına, Şeyh Alaman da; mescidi; Fakıh Ahmed adına yaptırmışardı.
Fâtih; Konya evkafını yazdırırken tarhir heyeti Şeyh Alaman adına ne bir türbe, ne bir zaviye, ne de başkaca
bir hayır eseri tespit etmişlerdir.
970 ve 971 olaylarını ihtiva eden Konya şer’î sicilinde Şeyh Alaman ve Mevlâna Arap ve h.992-m.1584
yılında yapılan Konya yazımında Konya Mahalleler’i arasında Şeyh Ahmed ve Arapbaşi nâm-ı diğeri Pir Sultan
Mahalleler’i vardır.
Aladam anlamına gelen Alman veyahud Alaman; Karaman gibi Türkçe güzel bir ad iken her şey Arapçılık
zaviyesinden görülmeye başladıktan sonra bu da ’ ﻋﻠﻤﺎنve ’ﻋﺎﻟﻤﺎنgibi yazılmaya başlamıştır.
Burası Sadirler ve Araplar Mahalleler’i gibi tâ Selçuklular zamanında da şehrin doğusunda kalabalık bir
mahalle idi.
Bitcimez969 ‘de Yediler Mezarlığı’nın 200 metre kadar karşı tarafında âdî kerpiçle yapılmış Arap Türbesi,
Arap Sultan Türbesi adını taşıyan bir türbe vardır. Hiç bir yerinde Kitabesi bulunmayan bu türbenin Şeyh
Alaman’a mânevî rehberlik yapan, adına zaviye kurduranlardan birisi olan Seyid İbrahim Arab’a aiddir. Konya
Vakıflar Müdürlüğü’ndeki bir kayda göre burası eskiden bir zaviye idi.
Konyalı Büyük Doktor Sadrü’d-din’in türbesi de bu civarda olduğu nazara alınırsa vaktiyle havasının
güzelliğiyle şöhret alan bu mahallelerin Selçuklular zamanında çok mâmur olduğu anlaşılır.
Burada şunu bilhassa belirtmek isteriz ki iki Fakıh Ahmed’i biribirine karıştırmamak lâzımdır. Hoca Fakıh
Türbesi ve Mescid’i’ne bakılsın.
Konya Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde bulunan 1 numaralı defterin Yüzonaltıncı sahifesinde kayıtlı bulunan
29 Rabiülevvel 1024 tarihli Türkçe bir ilâma göre zaviyenin bânisi Şeyh Ahmed İbn İbrahim Zeyn’ül-Arab’dır.
Fakih Ahmed’le Seyyid Ahmed dedeleridir. Dedelerinden ve babalarından bu zaviyenin mütevelliliği kendisine
gelen Abdü’l-ahad İbn Ebi Fakih isminde bir zât Konya kadısına müracaat ederek:
‘Ben, kutb-ül-ulemâ ve mürşid-ül-fukara, şeyh Ahmed İbn İbrahim Zeynü’l-arab Hazretleri’nin
zaviyelerinde eben an ceddin evlâdiyet üzre zaviyedar ve mütevelliyim. Zaviyenin vakfiyesi Konya’ya Celâlî
İstilâsı’nda ve Kaht-ü Galâ zamanında zâyi oldu. Bu yüzden bütün evkafı mülke mübeddel olmuştur. Bu
sebepden âhirette muâteb ve belki muazzeb olmadan havf olunur...’ demiş ve vakfiye yerine kaim olmak üzere
bir kadı ilâmı almıştır. Bu defterdeki bir kayda göre h.1255 yılında vâkıfın evlâdından Süleyman çocuksuz
967
-Konya Rehberi bu kitâbeyi de 10 fahiş yanlışla okumuştur. Sahife 90. Doktor Loytved kitâbenin Farsça kısmını hiç
okuyamadığı için açık bırakmıştır.
968
-Mevlânâ Şehri Konya Adlı Kitap’ta bu Seyyid ’ﺳﻴﺪkelimesi ’اﻟﺴﻌﻴﺪolmuştur ki yanlıştır. 4. mısraı da yanlış kopya
edilmiştir.
969
-Eski kayıtlarda burasının Bitmez şeklinde adlandırıldığını görüyoruz. Burada İlaldı Hatun’un evkafı vardı.
272
öldüğü için torunu Hacı Mustafa zaviyeye mütevelli tayin edilmiştir.
280 Sayılı ve 17 Rebiulevvel 1333 tarihli Babalik Gazetesi’nde Abdülkadir Erdoğan’ın; Yazıcı zâde’nin
matbû Selçuknâme’sindeki sakat bir ifadeye kapılarak Bizans’a sığınan Gıyase’d-din Keyhüsrev’i Almanya’ya
gitmiş gibi yazması ve Şeyh Alaman’ı da onun oradan getirmiş ve sonradan ihtidâ etmiş gibi göstermesi tarihî
hakikatlara uymadığı için katiyen doğru değildir.
998
( ﻗﺒﻪ ﻧﻚ اوﻟﺪى ﺗﺎرﻳﺨﻰ ) روﺿﻪ
ﭘﻨﺠﻴﻨﻲ ﻃﺮح اﻳﺖ اﻳﻠﻪ ﺣﺴﺎﺑﻰ
Kitabe taşı üçüncü ve yedinci mısraların kazıldığı yerden çatlamış ve ikiye bölünmüştür. Bu Kitabeye göre
Şeyh Halîlî ‘’وي اوﻟﻴﺎﺋﻰ ﺗﺤﺖ ﻗﺒﺎﺑﻰcümlelerinin ifade ettiği h.998-m.1589 yılında 9 Muharrem’de ölmüş ve h.1006-
m.1597 yılında da türbesi yapılmıştır. Türbenin yapılış tarihi ‘ ’روﺿﻪkelimesinin ifade ettiği (1011) rakamından 5
çıkarılmak suretiyle elde edildiğini son iki mısraından öğreniyoruz.
Şeyh Halilî; III.Murad zamanında ölmüş. Türbesi; III.Mehmed zamanında yapılmıştır. Halîlî mahlası, adı
Mustafa Muhlis, babasınınki Yusuf’tur. Türbe yapıldığı zaman İstanbul’daki Yeni Câmi’in mimarlarından olan
Davud Ağa Ser-Mimaran-ı Hassa idi. 1599’da ölmüştü. Konya’ya Şeyh Halilî Türbesi’ni kazandıran mimarın
adını maalesef veremiyoruz. Çünkü mimarı hakkında henüz hiçbir vesika elde edemedik.
Şeyh Halîlî’nin Ravzatü’l–İman adlı bir divanı vardır. Şeyhin şiirde o kadar muvaffak olmadığı görülür 970.
Şeyh Halilî Türbesi’nin önü Bayram yeri, üç tarafı mezarlıktır. Bayram yerinin kapısı önlerinde Selçuk
tarzında yapılmış yekpâre ve çok kıymetli bir mezar taşı vardır. Üstünde nefis bir sülüs ile üç satır halinde Fâtiha
ve Âyetü’l-Kürsî, baş tarafında:
اﻧﺘﻘﻞ
ﻣﻦ دار اﻟﻐﺮور
970
-Bu divanın bir yazma nüshası Doktor Feridun Nafiz Uzluk’tadır.
273
اﻟﻰ دار اﻟﺴﺮور وهﻮ
اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر
اﻟﺮاﺟﻰ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ
Ayak tarafında da:
هﺬا ﺗﺮﺑﺔ
ﺣﺴﺎم اﻟﺪﻳﻦ ﺣﺴﻴﻦ ﺑﻦ
ﻣﻨﻮﺟﻬﺮ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺠﻮهﺮي
ﻧﻮﱠر اﷲ ﺿﺮﻳﺤﻪ ﻓﻰ ﺛﺎﻟﺚ
ذى اﻟﺤﺠﺔ ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ ﻋﺸﺮﻳﻦ وﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ
Yazılıdır.
Kitabeye göre bu taş 724 yılı Zilhiccesinin 3’üncü günü ölen Cevherî diye maruf Hüsam’ed-din
Hüseyin İbn Menuçehr’e aittir.
Şeyh Halilî Türbesi’nin karşı taraflarında Bayram yerinin şimaline doğru Ürmiyeli Sirace’d-din’in türbesi
bulunuyordu. Hüseyin Paşa tarafından meydan yapılırken esasen harap olan türbenin büsbütün yıkıldığını
tahmin ediyoruz. Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 4 numaralı defterin 203. sahifesindeki Pir Hüseyin
Bey’in h.832-m.1428 tarihli bir vakfiyesinde Sirace’d-din’in türbesinin Meydan, Bayram yeri, yakınında olduğu
tasrih edilmektedir.
Fâtih; Konya evkafını yazdırırken Sirace’d-din’in oğlu kadı İmad’ed-din’in de Dârü’l-Huffaz’ını tespit
ettirmişti. O vakit Dârü’l-Huffazharap olduğu için hafızlar Kadı İzzedd’in Câmii’nde okuyorlarmış. Kadı İzze’d-
din’in evlâdından Piri ile Mustafa Dârü’l-Huffaz’ın mütevellisi idiler. II.Bayezid’in Konya tarhir defterinde de
Sirace’d-din-i Urmevî’nin Meydan, Bayram yeri, tarafından Siraç Yeri şöhretini taşıyan bir tarlası ile bir bağı
bulunduğunu görüyoruz. Kadı İmad’ed-din’in evlâdından Mahmud Çelebi de Dârü’l-Huffaz için mushaf ile
beraber Siraç yerinden arazi vakfettiği bu defterlerde görülmektedir. Sirace’d-din’in oğlu İmad’ed-din’in ve
torunlarının da kendi türbesi içine veyahut civarına gömülmüş olmaları çok muhtemeldir. Fakat bunardan da
hiçbirisinin mezar taşına ratlayamıyoruz. H.594-m.1197. yılında Ürmiye’de doğan ve h.682-m.1283’de
Konya’da ölen Sirace’d-din; Celâle’d-din-i Karatâyî’nın 652 tarihli vakfiyesinde, Kuyud-i Kadime Arşivi’nde
bulunan 582 numaralı ve h.992-m.1584 tarihli defterde, Ankara Vakıf Kayıtlar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde 608
numaralı defterin 148’inci sahifesindeki kuyud-i hâkâniye suretinde ve Sahib Ata Fahred-din Ali’nin
vakfiyelerinde: ‘’اﺑﻮ اﻟﺜﻨﺎ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﺑﻰ ﺑﻜﺮ ﺑﻦ اﺣﻤﺪ اﻻرﻣﻮىşeklinde geçer. Adı Mahmud, künyesi Ebü’s-Senâ’dır.
İbn Bibi’de ‘’اﺑﻮ اﻟﺜﻨﺎ ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد اﻻرﻣﻮى971 şeklinde yazılır. Mevlâna Celâle’d-din-i-i Rûmî; oğlu
Alâad’din Çelebi’nin terekesi hakkında yazdığı bir muktupta Sirace’d-din-i Ürmevî’yi saygılı bir dille şöyle
anmaktadır: ‘’ﻣﻨﺒﻊ اﻟﻔﻀﻞ واﻟﻜﺮم ﻗﺎﺿﻰ اﻟﻘﻀﺎة اﻓﻀﻞ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﺼﺪر اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﺒﺪر اﻟﻨﺤﺮﻳﺮ اﻟﻤﺤﻘﻖ اﻟﻤﺪﻗﻖ ﺳﺮاج اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ972
Metaliü’l-l-Envar ‘’ﻣﻄﺎﻟﻊ اﻻﻧﻮارadlı bir eserinden öğrendiğimize göre Sirace’d-din; ‘Siyavüş İbn Keykâvus’
adıyla Konya’da tahta geçen meşhur Cimri’yi ve Karamanoğlu Mehmed Bey’i Konya’dan kovmak için fetva
vermişti. Aksaraylı Kerimü’d-din Mahmud bu Konya Kazılkuzatı’nı çok öğmüştür.973
Sirace’d-din; Şeyh Sadre’ddin-i Konevî ve Mevlâna Celâle’d-din-i-i Rûmî ile muâsırdı. Hükümdar
saraylarında verilen ziyafetlerde, hususî buluşmalarda, musahabelerde bulunurlardı. Sirace’d-din’in ilk
zamanlarda Mevlâna Celâle’d-din-i ile bazı ihtilâflara düştüğü görülüyorsa da 974 sonunda Celâle’d-din-in
yakınlarından ve hürmetkârlarından olmuştu. Sipehsâlâr; Menakib’inde Sirace’d-din’den “Hazret-i
Hüdâvendigârın mukarriplerinden bulunan Mevlâna Sirace’d-din hazretleri...” şeklinde bahseder.975Sadre’ddin-i
Konevî; Mevlâna Celâle’d-din-i-i Rûmî’nin cenaze namazını kıldırırken geçirdiği fenalık üzerine cenaze
namazının kıldırılması Sirace’d-din’e teklif edilmişti976 .
Mevlâna’nın sevmediği bir adama kendi cenazı namazının kıldırılmayacağı pek tabii iken son zamanlarda
tetkikleri az bazı Mevlevîlerin Sirace’d-din’in türbesi zannıyla Şeyh Halilî’nin türbesini taşladıkları ve tahrip
ettikleri görülüyordu. Kadı Sirace’d-din’in İmad’ed-din’den başka Ömer isminde bir oğlu daha bulunduğunu ve
bu Ömer’in torunu Bedre’d-din Mahmud’un da Atabekiyye Medresesi arkasında Kutlumelek Hatun’un yaptırdığıı
Dârü’l-Huffaz’a İbn Sina’nın ‘’آﺘﺎب اﻟﻨﺒﺎﺗﺎت ﻣﻦ آﺘﺎب اﻟﺸﻔﺎadlı eserini vakfettiğini görüyoruz. Şimdi Konya Müzesi
Kütüphanesi’nde bulunan bu kitabın başındaki vakfiyede bu zatin adı şöyle geçer: ‘ اﻻﻣﺎم اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎﻣﻞ واﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﻜﺎﻣﻞ
ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﭼﻠﺒﻰ ﺑﻦ اﻻﻣﺎم اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ رب اﻟﻐﻔﻮر ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻋﻤﺎد اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﻋﻤﺮ ﺑﻦ اﻟﻘﺎﺿﻲ
’ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ
Atabekiyye Medresesi 30 sene evvel yıkılmıştı. Aligâv Tekkesi’nin doğusuna düşen Dârü’l-Huffaz daha
eskiden yıkılmış ve yeri Sultan Cem’in bahçesine ilhak edilmişti.
971
-İbn Bibî Tercümesi, s. 296.
972
-Mektubat-ı Mevlânâ Celâle’d-din-i Rumî, s. 36. Otuzikinci mektub
973
-Selçukî Devleti Tarihi, s. 202
974
-Mezahib ve Turuk-i İslâmiyye Tarihi, s. 111 ve Menakıbü’l-Ârifin Konya Müze Kütüphanesi
975
-Menakıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâle’d-din Rûmî, s. 87,97,105
976
-Menakib-i kutb’il-arifin’de Sadre’d-din’i Konevi’nin iki defa fenalık geçirdikten sonra cenaze namazını yine kıldırdığı
söylenmektedir.
274
ŞEYH HASAN-I RUMÎ TÜRBE VE ZÂVİYESİ
Bu Mamure; Osman Rumî Mahallesi’nde Osman-ı Rumî Zaviye ve Türbesi’nin kuzeyinde idi. Şimdi bu
mahalledeki çıkmazın içinde Hasan Rumî’nin yalnız 11 kapı numarasını taşıyan türbesi kalmıştır. Türbenin
batıya açılan kapısını geniş mermerler sövelemektedir. Türbenin alt kısmı muntazam kesme taşla yapılmıştır.
Kubbesi tuğladır. Üstünde de tuğladan süsler görülür. Kubbe eteğindeki izlerden şöyle bir mana çıkarmak da
mümkün oluyor. Eskiden bu türbenin üstünde mahrutî bir kubbe vardı. Bu dış kubbe yıkıldığı için yalnız iç
kubbe kalmıştır. Sadre’ddin-i Konevî civarında Pir Hüseyin türbesi için de böyle diyenler vardır. O halde
kubbelerin üstlerindeki tuğla çıkartmaların, süs olmaktan ziyade kubbeye daha ziyade dayanıklılık vermek için
yapılmış şeyler olduğunu kabul etmek icap edecek. Türbenin kuzey tarafındaki taş kemerden öğreniyoruz ki
türbenin önü eskiden açıkmış, sonradan kerpiçle kapatılmıştır. Halk buna, Şeyh Rumî’ Şeyh Hasan-ı Rumî
Tekkesi diyorlar. Fakat burada bir zaviyenin bulunduğunu bilenler ve hatırlayanlar yoktur. İçerde iki sanduka
vardır. Gerek bu sandukaların üstünde, gerekse türbenin kapısında bu türbeyi yapanın, yaptıranın ve yatanların
hüviyetlerini ve ölüm yıllarını gösterir hiç bir Kitabe yoktur.
Şeyh Hasan-ı Rûmî Zaviyesi’nin daha Karamanoğulları zamanında yıkıldığı için evkafının tımara verildiği
arşiv vesikalarından öğrenilmektedir. Fâtih’in Karaman İli Evkafı’nı tespit eden defterinde bu zaviye, Şeyh
Hasan-ı Rûmî Zaviyesi, şeklinde gösterilmekte ve evkafının da Sarı Yakub’un oğlu Mehmed Çelebi’ye tımara
verildiği kayıt edilmektedir. Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Koçaç Köyü’nün öşrü bu zaviyenin gelirini
teşkil ediyordu. II.Bayezid adına yazılan h.904-m.1498 tarihli Konya Evkaf Defteri zaviyenin vaziyetini daha iyi
aydınlatmaktadır. Bu defterde hulâsaten şunlar söylenmektedir: Defter-i Köhne’de yazıldığına göre Hasan-ı
Rumî, zaviyesi Karamanoğulları zamanında yıkıldığı ve yok olduğu için Karamanoğlu zaviyenin vakfı olan
Koçaç Köyü’nü Sarı Yakub’a çiftlik yapmak üzere vermiştir. Sonra da vakfiyeti mensûh tutularak Sarı Yakub’un
oğluna tımara verilmiştir. II. Bayezid bu köyün vakfiyetini iade ederek yine Sarı Yakub Zâde’ye vermiştir. Şeyh
Hasan-ı Rumî’nin Şeyh Osman-ı Rumî’nin kardeşi olduğu söylenmektedir.
Bu hususta Şeyh Osman-ı Rumî Türbesi’ne bakılsın.
275
Konevî’ye, Mevlâna Celâle’d-din-i’e ve Şeyh Hasan’a denildiği gibi Anadolu’lu anlamına Rûmî denilmektedir.
Celâle’d-din-i Rûmî Şam’da Berraniye Medresesi’nde bulunduğu zaman sohbet ettikleri Şemse’d-din-i Tebrizî,
Şeyh Muhyi’d-din-i Arabî, Evhade’d-din-i Kirmanî, Sadre’ddin-i Konevî, Sade’d-din-i Hamevî gibi büyük
adamlar arasında Şeyh Osman-ı Rumî de vardı.977
Sadre’ddin-i Konevî ve Celâle’d-din-i Rûmî gibi sonra Konya’ya gelmiş, bir zaviye yapmış ve sonra buraya
gömülmüştür.
Fâtih’in Karaman İli Defteri’nde Şeyh Osman-ı Rûmî evkafı arasında bulunan Akşehir’deki Mavros
Hamamı’nın adı bu gün Mavras şeklinde yaşamaktadır. Orta hamam da denir. Bu hamam Akşehir’in Selçuk
Mahallesi’ndedir. Avlonyalı Konya Valisi Ferid Paşa zamanında h.1318 yılında yenilenmiştir. Bu hamamın 12
sehimden bir buçuk sehmi Şeyh Osman-ı Rûmî zaviyesine, üç sehmi de Mevlâna’nın kendisine ve evladına;
Mevlâna Medresesi’ni yaptıran Gühertaş tarafından vakfedilmiştir. Fâtih defterinde de buraya Vakf-ı Kadim
denilmektedir. 978
İncelediğimiz Mamure kalıntısının çok kıymetli bir Selçuk eseri olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Türbe 1959
yılında dede yâdigârı seven Konyalılar tarafından tamir edilmiştir. Mevlâna Şehri Konya adlı kitapta, s.76’da bu
türbenin Karamanoğulları devrinde XV. yüz yılda yapıldığı ve Osman-ı Rûmî’nin de Karamanoğulları devri
meşayıhından olduğu söylenirken tabii çok hata ediliyor.
ŞÜCAE’D-DİN TÜRBESİ
Bu türbe; Kalenderhane Mahallesi’nde Musallâ Mezarlığı’nın içinde Şeyh Halîlî Türbesi’nin güney
batısındadır. Kırmızımtırak kesme taşla yapılmıştır. Üstünü tuğladan 16 dilimli sağır bir kubbe örter. Kubbenin
eteğinde içerden bir istalaktit dolaşır. Güneye açılan kapısının söveleri som mermerdendir. Kapının kemeri
zıvanalanmış taşlarla örtülmüştür. Türbe; doğu, batı ve kuzeye açılan üç pencereden ışık alırdı. Batı penceresi
sonradan kapatılarak dolap haline getirilmiştir. Türbenin cenazelik ve mumyalık denilen bodrum katı yoktur.
977
-Menakıb-i Hazret-i Mevlânâ Celâle’d-din-i Rûmî, Sipehsalar Tercümesi, s. 26
978
-Bu hamam hakkında Akşehir Adlı Kitabı’mızın 414’üncü sahifesinde mâlûmat vardır.
979
-‘Rağaibü’l-Menakıp’ Konya Müze Kütüphanesi, No. D 5/20
980
-Bu değirmen yıkılarak yerine başka değirmen yapılmıştır.
981
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter No. 255
982
-Konia Inschriften der seldschukıschen bauten, s. 76
276
Duvarlarındaki ve pencere içlerindeki izlerden vaktiyle içinin çinilerle kapatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Sabık
Ankara Etnoğrafya Müzesi Müdürü Osman Ferit Sağlam 1917 yılında türbeyi tetkik ederken pencere içlerinde
sökük binlerce yeşilimsi çini parçası bulunuyormuş 1918 yılında bu çinilerin tamamen aşırıldığını görmüştür.
Kapı aralığının tavanında çok nefis bir tezhip ve nakış işi varmış; şimdi o da yok olmuştur. Eser küçük olmakla
beraber üstünde Selçuk mimarisinin bâriz hususiyetlerini yaşatmaktadır. Ortada ebrulu mermerden yapılmış
Selçuk tarzında yekpâre bir sanduka vardır. Taşın iki tarafına hendesî şekillerin, yaprak ve çiçeklerin kabartma
olarak süslediği bir zemin üzerine nefis bir sülüs kırmasıyla şu Farsça iki beyit yazılmıştır:
ﭼﻮن ﺷﺪ ﺷﺠﺎع اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺤﻖ
ﺑﺎدا ﺟﻨﺎن ﻣﺄواى او
ﺗﺎرﻳﺦ ﻧﻘﻞ روح ﺁن
دادﻩ ﺑﻬﺸﺖ ﺑﻪ ﺟﺎى او
Kitabenin son tarih mısraı ebcet hesabına vurulunca bu taşın altında ebediyet uykusuna dalan Şüca’-ed-
din’in h.749-m.1349 yılında öldüğü anlaşılmaktadır.983Bu türbede yatan zat II.Sultan İzze’d-din Keykâvus’un kızı
Hand Fatma Hatun’un azatlı kölelerinden kendisinin vakfına mütevelli tayin ettiği Şüca’-ed-din Uğurlu İbn
Abdullah’dır. Bunu Hand Fatma Hatun’un h.700-m.1300 tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz. Bunun Şemse’d-din
ve Ali isminde iki de oğlu vardı. Bunlar da kendisinden sonra Ferhuniye Vakfı’na mütevelli ve nâzır olmuşlardı.
Türbe Selçuk Devleti’nin çözülme ve çökme devrinde yapılmıştır. Bu çöküntü devrinde Selçuk baş şehrinin
siyasi durumunu ipham ve anarşi bulutları sislendirdiği için bu türbeyi biz bir Selçuk eseri olarak kabul
edebiliriz. Esasen Karamanoğulları’nın henüz karakterleri billurlaşmış bir mimarileri yoktu.
Türbe kapısının önünde, üstünde, beş satırlık Yunanca Kitabe bulunan bir sütun parçası vardır.
Türbenin arkasında Selçuk tarzında çok muntazam yapılmış beş mezar daha vardır, fakat bunların
hiçbirisinin Kitabe taşları kalmamıştır. Türbenin civarındaki mezarlarda bazı kıymetli sütun parçaları göze
çarpar. Türbenin yanında bir de kuyu vardır.
Fâtih, II.Beyazid, Yavuz Sultan Selim, Kânuni ve III.Murad devirlerinde yapılan Konya tahrirlerinden
buradaki Şeyh Sadaka Zaviyesi’ne ve Sirace’d-din-i Ürmevî Türbesi’ne rastlanırsa da Şüca’ed-din Türbesi bu
defterde yer almamıştır.
983
-Bu kitâbe şimdiye kadar şarklı ve garpli âlimler taraından doğru okunamamıştı. Âbidenin Konya Müzesi’ndeki tescil
defterindeki okunuşu da yanlıştır. Bu yanlış okunuşla Şüca’ed-din’i daha muahhar devrin adamı gibi gösteriyorlar. (Mevlânâ
Şehri Konya’da kitabeyi yanlış okumuş ve yanlış hesaplayarak eseri Kânunî devrine nisbet etmiştir.)
984
-Bu tetkik 1944 yılında yapılmıştır.
985
-Konia İnschrften der seldschukısıhen bauten Berlin,1907.
277
anlaşılmaktadır.
Mahmud Bey’in bir oğlu daha vardır. Onun mezar taşında da şu Kitabeyi okuduk:
اﻧﺘﻘﻞ ﻣﻦ دار اﻟﻔﻨﺎء اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎء-1
986
اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر ﺷﻴﺦ ﺻﻮرﺗﻲ-2
اﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد اﺑﻦ ﺗﺎج وزﻳﺮى ﺟﺪﻩ-3
ﺗﻐﻤﺪﻩ اﷲ ﺑﻐﻔﺮاﻧﻪ-4
ﻋﺸﺮﻳﻦ رﻣﻀﺎن ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ ارﺑﻌﻴﻦ ﺳﺒﻌﻤﺎﻳﻪ-5
Kitabenin Türkçesi şudur:
‘Merhum ve mağfur dedesi Tac-i Vezirî oğlu Mahmud oğlu Şeyh Suretî fenâ dârından (dünyadan) baka
dârına (ahirete) 743 yılı Ramazanının 20’sinde göçtü.Allah onu mağfiretiyle örtsün.’
H. 743-m.1324 yılında ölen Şeyh Suretî; Tac-i vezirî’nin torunudur. Kitabe sakat bir Arapça ile
hazırlanmıştır.
Şeyh Suretî; kardeşi Kasım Bey’den beş sene sonra vefat etmiştir. Her iki kardeş Karamanoğulları’ndan
Burhan’ed-din Paşa Musa’nın hükümdarlığı zamanında ölmüşlerdir987 .
Türbedeki üç sandukanın ikisinin altında gömülü olanları tespit ettik. Kitabesi bize kadar gelmeyen üçüncü
yatırın Tac-i vezirî’nin kendisi olduğu anlaşılıyor. Onun ölüm yılını tespit edecek bir vesika henüz elimize
geçmedi. Medresesi h.637-m.1239 yılında yapılmıştır.
Fâtih ve Bayezid Devri’nin Konya evkafını tespit eden defterlerde vâkıfın adı Tac-ı Vezir şeklinde
geçmektedir. Fâtih Devrin’de medresenin müderrisi ve vakfın mütevellisi Tac-i Vezirî’nin torunlarından
Mehmed oğlu Ali, II.Bayezid zamanında bunun kardeşi Mevlâna Alâa’d-din idi. III.Murad adına 992 H. 1584 M.
yılında Konya evkafını tespit eden defterde medresenin bânisinin I.Alâa’d-din Keykubad’ın oğlu Keyhüsrev’in
ümerâsından olduğunu kaydettikten sonra aynen şunları söyler :
‘Hâliyen Tac-i Vezir diye meşhurdur. Vâkıfın mezarı medressi kurbinde bir kubbe içindedir. Hanikahı dahi
var imiş. Hâliyen nâmalûm vakıfnâmesi mevcuttur. Sultan Gıyase’d-din Keyhüsrev eyyâmında bina olunmuştur.’
II.Keyhüsrev h.634-m.1236’den h.644-m.1249 yılına kadar hükümdarlık yaptığına göre medrese onun
hükümdarlığı zamanında h.637-m.1239 yılında yapılmıştır.
III.Murad defterinde vâkıfın adı şöyle geçer:
988
‘Vakf-ı Medrese-i Tac’ed-din Mahmud İbn Vezir İbn Muhammed min ümerâ-i Sultan Gıyase’d-din İbn
Alâe’d-din Keykubad’üs Selçukî’
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki vakıf defterlerinin beşinci cildinin İki yüzotuzüçüncü sahifesinde bu
vakfa ait bir emr-i âli sureti vardır. Bunda da vâkıfın adı şöyle geçer: ‘ وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء ﺗﺎج اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد اﺑﻦ اﻟﻮزﻳﺮ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ
’)ﻣﻦ( اﻣﺮاء اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻲ واﻗﻔﻚ وﻗﻔﻨﺎﻣﻪ ﺳﻲ ﻣﻮﺟﻮددر
‘Vakf-ı Medrese-i Tac’ed-din Mahmud İbn’ül-Vezir İbn Mehmed min-ümera’is-sultan Alâe’d-din Keyhüsrev
İbn Alâe’d-din-i Keykubad’is-Selçukî’ vâkıfın vakıfnâmesi mevcuttur.’
Keyhüsrev’in unvanı Gıyase’d-din’dir. Bu hatalara bakarak vâkıfın adının yanlış yazılmış olmasına
hükmediyoruz.
Bu emr-i âliye göre Tac-i Vezir Vakfı’nın mütevellisi, evladından Abdullah Halife h.1190-m. 1776 yılında
Divan-ı Hümayun’a arzuhal sunarak bu medresenin 664 yılında medreselikten çıkarak zaviye olduğunu
söylemiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 3 numaralı defterin 460’ıncı sahifesinde bir Defter-i Hâkânî kaydı vardır.
Bunda da aynen şöyle söyleniyor:
‘ ﻣﺪرﺳﻪء ﺗﺎج اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﻻﻻ ﺑﻦ ﺳﻴﺪ اﺣﻤﺪ ﻣﻦ اﻣﺮاء اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ]ﺳﻠﻄﺎن ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ اوﻻﺟﻖ [ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد
وﻗﻔﻨﺎﻣﻪ ﺳﻰ. ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ دﺧﻲ وار اﻳﻤﺶ ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ ﻧﺎ ﻣﻌﻠﻮم. واﻗﻔﻚ ﻣﺰارى ﻣﺪرﺳﻪ ﻗﺮﺑﻨﺪﻩ ﺑﺮ ﻗﺒﻪ اﻳﭽﻨﺪﻩ در. ﺳﻠﭽﻮﻗﻲ ﺣﺎﻟﻴ ًﺎ ﺗﺎج اﻟﻮزﻳﺮ اﻳﻠﻪ ﻣﺸﻬﻮردر
637 ’ﻣﻮﺟﻮد وﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ] ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ اوﻻﺟﻖ[ آﻴﺨﺴﺮو اﻳﺎﻣﻨﺪﻩ ﺑﻨﺎ اوﻟﻮﻧﻤﺶ ﻓﻰ ﺗﺎرﻳﺦ
‘Medrese-i Tac’ed-din Mahmud lala İbn Seyyid Ahmed-min Ümerâ’is-Sultan Alâe’d-din (Gıyase’d-din
olacak) Keyhüsrev İbn Alâe’d-din Keykubad-i Selçukî hâliyen Tac’ül-vezir ile meşhurdur. Vâkıf’ın mezarı
medrese kurbinde bir kubbe içindedir. Hanikah dahi var imiş. Hâliyen nâmâlûm. Vakıfnâmesi mevcut ve Sultan
Alâe’d-din (Gıyase’d-din olacak) Keyhüsrev eyyamında bina olunmuş fi tarih 637.’
Bunun altında şunlar yazılıdır :
‘Medrese olmaktan ref’ olunup şart-ı vâkıf mucebince zaviye olmak ferman olunup aslah-ı evladına meşrut
olmağın Kamerşah nâm hatun ile oğlu Mehmed berat-i hümâyun ile mutasarrıftırlar. Tarih-i berat-ı hümayun
sene 964.’
Bunun üstünde şunlar okunur:
‘Vakf-ı şerif-i mezbûrun murûr-i eyyâm ile ve tedâvül-i eyâdi ile vakfiyesi zâyi olmağın yedlerinde mevcud
suret Defterhaneye kaydolundu.’
986
-Löytved bu kelimeyi okuyamamıştır. İlk defa tarafımızdan okunmuştur.
987
-Paşa Musa’nın h.745-m.344 yılında öldüğünü tespit ettik.
988
-Bu kelimeler iyi yazılmamış. Şüphelidir.
278
Bu defter-i hâkanî sureti bize medresenin h.637-m.1239 yılında yapıldığını ve Mamurenin vakfiyesinin
kaybolduğunu, bütün muamelenin ellerindeki kayd-ı hâkanî suretine dayanılarak yapıldığını öğretmektedir.
Bizim kanaatımızca kayd–i hâkanî suretini ilk çıkaran zat asıl defteri iyi okuyamamaştır. Bu yüzden yanlışlıklar
ve mânasızlıklar devam edip durmuştur.
Vakıf sahibinin adı Tac-i Vezir Mehmed’dir. Bu mezar taşından alınmıştır. Diğerleri vakfiyenin, vakfiye
suretinin ve defter-i hâkanî kaydının iyi okunamamasından doğmuş yanlış adlardır.
Konya Kalesi’nin Sille tarafına kuzeye açılan Ertaş Kapısı harici Konyalılar’ın yazlık eğlence yerleri ve
mesireleri idi. Burada pazar da kurulurdu.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki 1 numaralı evkaf defterinin Yüz atmışbirinci sahifesinde gördüğümüz
h.1149 tarihli bir hüccetten öğrendiğimize göre halk buralarda çok toplandıkları için ziraata mâni oluyorlarmış.
Tac-ı Vezirî türbedarlığının zaman zaman Sadre’ddin-i Konevî evlâdına verildiği görülmektedir. Sadre’ddin-
i Konevî mütevellisinde gördüğüm h.1229-m.1913 tarihli tecdîd edilmiş bir berattan öğrendiğimize göre Tâc-ı
Vezîrî Türbesi türbedarlık nısıf hissesi Konevî evladından Hafız Seyyid Abdullah’a aittir 989
Tac-i Vezirî’nin medrese ve türbesi yanında bir de mescidi bulunduğunu arşiv vesikalarından öğreniyoruz.
Vâkıf bunun için de ayrıca gelirler vakfetmiştir.
Medrese, mescid bırakan ve tetkik ettiğimiz türbede gömülü bulunan zatın kim olduğu hakkında muasır
kaynaklarda kandırıcı malûmat bulamıyoruz. Medrese h.637 tarihinde II. Keyhüsrev zamanında yapılmıştır. İbn
Bibî bu tarihlerde yaşayan bir Tac’ed-din adı veriyor. Bunun Kadı Şeref’ed-din’in oğlu Pervane Tac’ed-din
olması ihtimali hatıra geliyor.
Sade’d-din Köpek; bunun bir çalgıcı kızı ile nikâhsız yaşadığnı ve Selçuk hanedanının kadınlarına ve
kızlarına de el uzatabileceğini bir içki âleminde Sultana söyleyerek onun idam edilebileceği hakkında bir ferman
almıştı. Tac’ed-din çok yakışıklı bir adamdı. İdam fermanını alınca Köpek; Ankara’ya geldi. Tac’ed-din orada
idi. Tevkif ettirdi ve göbeğine kadar toprağa gömdürerek recmetmek, taşlamak suretiyle öldürttü 990. Fakat bu
Tac’ed-din h.635m.1237 yılından evvel idam edilmişti. Hâlbuki medrese bu tarihten iki sene sonra yapılmıştır.
Eflâkî Dede Âriflerin Menkibeleri’nde bir Vezir Tac’ed-din’in oğullarından bahseder. Fakat isimlerini vermez.
İsimlerini de verse idi bizi aydınlığa götüremeyecekti. Yeni ve kandırıcı vesika buluncaya kadar Vezir Tac’ed-
din Mehmed’in hüviyeti bilinmezlik perdesinin arkasında kalacaktır.
989
-Buralarda gördüğüm bir başka vesikadan öğrendiğime göre Kadın Yokuşu ile Meram Bağları arasında bulunan Sultan
Bağı’na halk Bostan Ağa Bağı derlermiş.
990
-Anadolu Selçukî Devleti Tarihi, Genç Osman Tercümesi, s. 94.
991
- ’اﺑﻦkelimesi Arap kaidesine göre iki alem arasında bulunmadığı ve bilhassa satır başında yer aldığı için elif ile ’اﺑﻦ
şeklinde yazılmak icap ederdi. Yanlış yazılmıştır.
992
-Hicce sene anlamınadır. Fâtih’in 881 tarihli tahrir defterinin başındaki kanunnâmenin tarihi atılırken de kullanılmıştır.
993
-Sahife 70.
279
Şimdi türbenin içinde hiçbir sanduka kalmamıştır. Yalnız hendesî oymalarla süslü mermer bir sanduka
zemini görülmektedir.
Eskiden burada üçü büyük, üçü küçük altı sanduka bulunduğunu Sadre’d-din Konevî torunlarndan öğretmen
bay İbrahim Demirtaş ve daha yaşlı adamlardan tahkik ettim.
Konya ve Rehberi türbede Pir Hüseyin Bey’den başka Ahmed Bey’ Ömer Bey’ Nefise Hatun’ Bağdat Hatun’
Sultan Hatun’ Hondî adlı altı kişinin daha metfun olduğunu söyler. 994
Abdülkadir Erdoğan da Türk İsllüstrasyonu adlı mecmuada Hüseyin Bey’in bu türbeyi h.833 yılında
yaptırdığını söylerken iki senelik bir sehiv yapıyor ve burada Pir Hüseyin Bey’den başka Hüseyin Bey
evladından ve Turgutoğlu Hanedanı’ndan altı zatın daha metfun olduğunu söylüyor. Frıdrıch Sarre ve doktor J.
H. Löytved, Huart gibi yabancı tarihçiler ve âlimler bu türbe içinde Pir Hasan Bey’in, Fatma Hatun’un, Sultan
Ahmed İbn Mustafa’nın ve ‘’ﺧﻮب اﺳﻠﻢHatun’un mezar taşlarından bazı Kitabeler ve Kitabe parçaları
naklediyorlar. Bunlardan birisi Pir Hasan Bey’in Selçuk tarzında mermer sandukasıdır. Bu sanduka şimdi Konya
Müzesi’ndedir. 1,75 metre boyundadır. Sandukanın iki tarafında dörder satırda nefis bir yazı ile Kürsî âyeti ve
daha başka âyetler yazılıdır. Sağ yüzünde beşinci satır halinde: ‘ ﺗﻮﻓﻰ ﻣﻦ دار اﻟﻔﻨﺎ اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎ اﻟﻤﺮﺣﻮم اﻟﻤﻐﻔﻮر اﻟﺴﻌﻴﺪ
’اﻟﺸﻬﻴﺪ ﻣﻔﺨﺮ اﻣﺮاء واﻻآﺎﺑﺮ ﻧﻮﺟﻮان ﻧﺎزﻧﻴﻦ
Sol tarafta yine beşinci satır halinde : ‘ ﺣﺴﺎم اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﭘﻴﺮ ﺣﺴﻦ ﺑﻚ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻜﺒﻴﺮ ﭘﻴﺮ ﺣﺴﻴﻦ ﺑﻚ ﻃﻴﱠﺐ اﷲ ﺛﺮاﻩ وﺟﻌﻞ
’اﻟﺠﻨﺔ ﻣﺜﻮﻳﻪ وﻧﻮﱠر ﻗﺒﺮﻩyazılıdır.
Taşın başında: ‘’ﺗﺎرﻳﺨﻪ ﺳﺎدس ﻋﺸﺮ – ﻣﻦ ﺷﻬﺮ رﻣﻀﺎن اﻟﻤﺒﺎرك – ﺳﻨﺔ اﺛﻨﻰ ﻋﺸﺮ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﺋﻪ
Ayak tarafında da : ‘ واﻟﻘﺒﺮ ﺑﺎب وآﻞ اﻧﺎس داﺧﻠﻪ- ’اﻟﻤﻮت آﺄس وآﻞ ﻧﺎس ﺷﺎرﺑﻪyazılıdır.
Kitabeye göre Emîr Pir Hüseyin Bey’in Oğlu Emîr Hüsam’ed-din Pir Hasan Bey 812 yılı Ramazanının
16’ncı günü ölmüştür.995
Civan-ı Nâzenin vasfından genç yaşta öldüğü anlaşılmaktadır Sadre’ddin-i Konevî’nin batısındaki Kirmanli
Mezarlığı’nda Selçuk tarzındaki bir taşta Nevcivan has isim olarak kullanılmıştır. Bu Nevcivan’da h. 865 yılı
Zilkadesinin başında ölmüştür.
‘’ﺧﻮب اﺳﻠﻢ ﺑﻨﺖ ﻳﻮﺳﻒHatun’un mermer sandukası şimdi Sadre’ddin-i Konevî Türbesi’nin yanına atılmıştır.
Burada 795 tarihinde Pirev Ağazâde Tayhasan’ın Selçuk tarzındaki sandukası da görülür.
Sadre’ddin-i Konevî türbesinin içine; Selçuk tarzında yapılmış küçük bir mermer sandukanın bir parçası
atılmıştır. Baş tarafında Vefatü’l Merhum Sultan Ahmed İbn Mustafa yazılıdır. Kenarlarında Kürsî âyetinden
parçalar okunur. Taşın ayak kısmı yok olduğu için Şehzade Sultan Ahmed’in vefat tarihini tespit edemiyoruz.
Bu Sultan Ahmed’in; h.960-m.1552 yılında Ereğli’nin Aköyük denilen bir yerinde babası Kanunî Sultan
Süleyman tarafından Otağ-ı Hümayun önünde Zal Mahmud Paşa’ya boğdurulan Şehzade Mustafa’nın oğlu
olduğunu tahmin ediyoruz. Şehzade Mustafa; Konya Valiliği yapmıştı.
Oğlu da o sıralarda ölmüş olacaktır. Demek ki sultan o vakit Pir Hüseyin Bey Türbesi’ne gömülmüştü.
Osmanlı Hanedanı’ndan II.Sultan Mustafa’nın Ahmed adlı iki şehzadesi olmuştur. Birincisi h.1110-
m.1698’de doğmuş h.1111-m.1699’de ölmüş. H.1114-m.1702’de doğan başka bir şehzadesine yine aynı ismi
vermiş ise de o da bir müddet sonra ölmüştür.
Pir Hüseyin Bey Mamuresi Fâtih adına Konya evkafını tespit eden Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde’ Vakf-
ıTürbe-i Pir Hüseyin Bey der nefs-i Konya ‘’وﻗﻒ ﺗﺮﺑﻪء ﭘﺮ ﺧﻮﺳﻦ ﺑﻚ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪşeklinde yazılmıştır. Ahî Murad
Hamamı ile 996 Hoşafçılar’da bir dükkân, Köşk Kavak’ta tarla ve Karahüyük’te Doğan Bağı yanında bir bağ
türbenin gelirleri arasında gösterilmektedir.
Karamanoğullarından kız alan bu ailenin emîrliklerinde bulunan Turgutoğulları ailesi - erkekli, dişili -
Karaman İli’nde medrese, Dârü’l-Huffaz, mescid, zaviye kalenderhane gibi birçok irfan ve ictimaî yardım
müesseseleri yapmışlardı. Bunlar eserlerini daha ziyade Konya’de teksif etmişlerdi.
Turgutluoğlu Emir Şah Bey Konya’da Türbe ve Mescid yaptırmıştır. Fâtih adına Karaman İli Evkafı’nı
tespit eden Muslih’id-din Efendi; Emir Şah’ın bu vakfını yazarken aynen şunları söyler :
‘Vakf-ı Türbe ve Mescid-i Emir Şah der nefs-i Konya, mukarrer mektub-ı şer’î ve defter-i köhnede, mescide
kim mülâzemet ederse vakfa tasarruf ede deyu mukayyed’
Bu türbe ve mescid bize kadar gelmemiştir. Bu türbenin Sadr’eddin Konevî Mezarlığı’nın içinde
bulunduğunu ve Sadre’ddin-i Konevî Türbesi’nin kapısının aralığına yerleştiliren bir taşın da bu türbeden
alındığını tahmin ediyoruz. Türbe çok evvel yıkılmıştır. Mescid türbeden daha evvel yok olduğu için yerini
tespit edemiyoruz.
Emir Şah Bey’in oğlu Pir Hüseyin Bey’in vakfiyeleri, Kitabeleri ve arşiv vesikalarından bize kadar gelebilen
şu eserlerini tespit edebiliyoruz:
1-Ilgın’da çarşı içinde Çukur Câmi adını taşıyan Mâbedi yaptırmıştır. Bu Mabedin Konya Vakıflar
994
-Bizim tahkikimize göre bu hatunların mezarları bu türbenin havlusundeki mezarlıkta idi.
995
-Huart bu kitâbeyi tam okuyamamış ’ﻧﻮﺟﻮان ﻧﺎزﻧﻴﻦi de’ ﺑﻮ ﺟﻮان ﻧﺎﻣﺮادgibi yanlış okumuştur. Sahife 70. Doktor J. H.
Loytved’de Konia İnsehriften der Seldehulaishen adlı eserinde kitâbeyi kopya ederken üç hata yapmıştır.
996
-İstanbul Fâtih Millet Kütüphanesi’nde 458 numarada kayıtlı Şikârî tarihinden öğrendiğimize göre Ahi Murad Antalya
Dizdarı imiş, kale önünde Karaman Oğlu Mehmed Bey’in öldürülmesini hazırlamıştır. Bu zat Konya’da kendi adını taşıyan
hamamı yaptırmıştır. (Sahife 160)
280
Müdürlüğü’nde üç numaralı defterin Üçyüzdoksansekizinci sahifesinde 826 yılı Şevvalinin 23’üncü günü tanzim
edilen Arapça bir vakfiyesi vardır. Vakfiyede Hüseyin Bey şöyle anılıyor:
‘El Emirü’l-Kebîr Zü’l-Kadri’l-hatir Seyyidü’l-Ümerâ-i Vel-ekâbir Havli’l-Meali v-el-mefahir sahib-ül-
hayrat-i v-el-hasenat râgıb-ül-sadakati v-el-meberrat el med’uv bi Hüseyin bey. Benâ min ahles-i mâlihi ve
enfes-i menâlihi El-câmi-üş-şerif v-el-Mabet-ül-münif fî medine-i Âb-ı Germ-il-mahrusa’
Vakfiyeye göre hayatta iken vakfın mütevellisi kendisi olacak öldükten sonra oğlu Turgut bu vazifeyi
alacaktır.
2-Konya’da Lengerhane diye maruf olan Halkabegûş Kapısı dışındaki Kalenderiye Zaviyesi için mühim
gelir vakfetmiştir. Bu tesise ait 832 yılı Recebinin onunda tanzim edilen Arapça vakfiyesinin bir sureti Konya
Vakıflar Müdürlüğü’ndeki dört numaralı defterin İkiyüzüçüncü sahifesinde kayıtlıdır.
Adı ve sanı vakfiyede şöyle geçer: اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻣﻠﻚ اﻻﻣﺮاء واﻻآﺎﺑﺮ ذى اﻟﻤﺤﺎﻣﺪ واﻟﻤﻔﺎﺧﺮ زﻋﻴﻢ اﻟﺠﻴﻮش ﻣﻘﺪم اﻟﻌﺴﺎآﺮ
’ﻧﺎﺋﺐ اﻟﺤﻀﺮة اﻟﻌﻠﻴﺎ ﻓﻰ اﻣﻮر اﻟﺪﻳﻦ واﻟﺪﻧﻴﺎ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت ﭘﻴﺮ ﺣﺴﻴﻦ ﺑﻚ اﺑﻦ اﻻﻣﻴﺮ اﻻآﺒﺮ اﻟﻤﺮﺣﻮم واﻟﻤﻐﻔﻮر اﻣﻴﺮ ﺷﺎﻩ ﺑﻚ
Vakfiyeye göre vakfın mütevellisi hayatta iken kendisi, öldükten sonra oğlu Turgut Bey olacaktı.
O vakit Kalenderiye zaviyesinin şeyhi kalenderiye taifesinin reisi Şeyh Bedre’d-din Mahmud İbn Süleyman-
il-Cevlakî idi.
Kalenderiye zaviyesi Kazıklı Tekke adını alıyordu. Son bakiyesi Ferid Paşa’nın Konya Valiliği zamanında
yıkılmış ve yok olmuş997
3-Pir Hüseyin Bey’in eserlerinden birisi de kendi emriyleh. H.835-m.1431 yılında yapılan bu türbedir.
Türbenin vakfiyesini Fâtih’in Konya Evkafı’nı tespit eden il yazıcı görmüştür. Türbenin inşasından dört sene
evvel tanzim edilmiştir.
4-Pir Hüseyin Bey’in hayır eserlerinden birisi Konya’da yaptırdığı Dârü’l-Huffaz’dır. Ankara Kuyud-ı
Kadime Arşivi’nde 584 numarada kayıtlı ve III.Murad adına yapılan h.992-m.1584 tarihli defterde bu Dârü’l-
Huffaz’ Vakf-ı Darü’l-Huffaz-ı Pir Hüseyin Bey İbn Emir Şah Bey İbn Turgut şeklinde gelirleriyle beraber tespit
edilmiştir.
Bu Dârü’l-Huffaz çok eskiden yıkıldığı ve yok olduğu için yerini ve inşa tarihini bilemiyoruz.
5-Pir Hüseyin Bey Konya’da tamir ettirdiği Amber Reis Câmii için vakıf tesis ettiği gibi Şeyhalaman
Mahellesi’nde mektep ve mescit de yaptırmıştır998
Turgut oğlu Ahmed Bey’in vakfiyelerine ve arşiv vesikalarına göre bildiğimiz hayır eserleri şunlardır :
1-Konya’da Altunba Medresesi ittisaline yaptırdığı İplikçi câmii. Bu câmiin 834 yılı zilkadesi evvelinde
tanzim edilen vakfiyesinin bir sureti Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 582 numaralı defterin
İkiyüzotuzaltıncı sahifesine kayıtlıdır. Bu hususta İplikçi Câmii’ni yazarken daha geniş malûmat vardır.
2- Ahmed Bey; Sadre’ddin-i Konevî Zaviyesi yakınında bir de Dârü’l-Huffaz yaptırmıştı. III.Murad’ın 992
H. 1584 M. tarihli Konya defterinde bu Dârü’l-Huffaz şöyle tespit ediliyor :
'Vakf-ı Dârü’l-Huffaz-ı Ahmed Bey der nefs-i Konya der kurb-i zaviye-i Şeyh Sadre’d-din’
Bu Dârü’l-Huffaz da bize kadar gelmemiştir. 90 yaşındaki Konya’lılar böyle bir irfan müesesesinin adını
bile duymamışlardır. Dârü’l-Huffaz, II.Bayezid adına yapılan h.906-m.1500 M. tarihli Karaman İli Evkaf
Defteri’nde de görülür. O vakit mütevellisi Mevlâna Bedre’d-din idi.
Tevliyet hissesi gelirin yedide biri idi. Zengicek’e bağlı Maydos Köyü ile Maydos Çiftliği ve Meram’da bir
değirmen bu Dârü’l-Huffaz’ın gelirleri arasında idi. Konya kapılarından Ertaş Kapısı’nın yanında bir de dolap
yeri vardı. Sultan Cem üstüne bir köşk yaptırmış, sonra bostancı İnsan’a satmıştır. Ahmed Bey’in vakfına her yıl
150 akçe yer mukataası verilirmiş.
3-Ahmed Bey’in bir de türbe yaptırdığını Fâtih adına yapılan Konya Tahrir Defteri’nden öğreniyoruz. Bu
türbe bize kadar gelmemiştir.
Saidili’ne tâbi Zengi Köyü’nden ve Konya’daki Ahî Murad Hamamı hisselerinden geliri vardı. Bu hamamın
yerinin mukataası Haydarhane Zaviyesi’ne meşrut idi.
Turgut oğlu Ömer Bey de birçok hayır müessesesi vakfetmişti. Tespit edebildiklerimiz şunlardır :
1-Saidili’ne bağlı Hatun Karyesi 999 karşısına bir zaviye yaptırmıştı. Vakfiyesinde zaviyenin şeyhliğini,
nâzırlığını ve mütevelliliğini Şeyh Turgud’un oğulları Turhan ve Durmuş’a şart koşmuştur.
Bu zaviyenin 827 yılı Rebiülevvelinin ortalarında tanzim edilen Arapça vakfiyesi Ankara Vakıflar Umum
Müdürlüğü Arşivi’nde (1267 Anadolu başlar) defterinin 235. sahifesinde kayıtlıdır 1000
Vakfiyeyi Konya kadı vekili kadızâde Hacı Mehmed Emin Efendi aslına tatbik ve Konya kadıları İsa,
Mustafa Efendiler de şer’e uygunluğunu tasdik etmişlerdir. Vakfiyede Ömer Bey’in adı şöyle geçmektedir :
(El- Emirü’l-Müfahham sahib-ül-hayrati v-el-hasenat el-med’uv bi Ömer Bey İbn Hasan Bey İbn Turgut
Bey)
2-Fâtih adına yapılan Konya Evkaf Defteri’nde Ömer Bey’in kendisine bir de türbe yaptırdığı
anlaşılmaktadır. Ilgın’a bağlı Ildaş Köyü’nü de bu türbeye gelir olarak vakfetmiştir. Bu türbe de yıkılmış ve yok
997
-Karaman’da da bir Kalenderhane vardı. Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi, defter numarası 265.
998
-Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi, 552 numaralı Kaf ve Kâf hurufat defteri.
999
-Kadınhanı
1000
-Bu vakfiyenin bir sureti de aynı arşivin 601 numaralı defterin 189. sahifesinde 248 sıra numarasında kayıtlıdır.
281
olmuştur.
Turgutoğlu hanedanından Yusuf Şah Bey’in kızı Sultan Hatun’da şunları vakfetmiştir :
1-Sultan Hatun dedesi yani ana babası Pir Hüseyin Bey’in türbesi için gelir olarak Zengicek’e bağlı iki köy
vakfetmiştir. 850 yılı Cumadie’l-Ûlâsının dokuzunda Konya Kadısı Ahmed İbn Yakub’un tanzim ve Konya kadı
vekili Hacı Mehmed Emin Efendi’nin aslına uygunluğunu tasdik ettiği vakfiyesinin bir sureti Ankara Vakıflar
Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 601 numaralı defterin 237. sahifesinde kayıtlıdır. Vakfiyede Sultan
Hatun; (El-azîzet-ür-refia Sultan Hatun bint-i Yusuf Şah Bey) şeklinde tespit edilmiştir.
Hayatta iken vakfın mütevellisi kendisi, sonra evladı olacak, eğer evladından kimse bulunmazsa tevliyet
Emir Ahmed Bey İbn Pir Hüseyin Bey’e, bunlar du bulunmazsa hemşiresinin oğlu Ömer İbn Hüseyin İbn
Ahmed’e ve bunların evladına verilecektir.
Fâtih ve II.Bayezid ve III.Murad adına Konya Evkafı’nı tespit eden il yazıcılar, Vakf-ı Türbe-i Sultan Hatun
der nefs-i Konya şeklinde yazıyorlar.
Zengicek’e tâbi Saray’ ’ﺻﻮﻟﻤﻨﺪﻩSolmanda, ’آﻼتKilat ve Suvarık Köyler’i türbeye vakfedilmiştir. Fâtih
Defteri’nde aynen şöyle deniliyor :
Tevliyet mademki kendi kayd-ı hayttadır, kendi ola, ba’dehû Ahmed Bey ve Ömer Bey evladından ola.
Ba’dehû bi-hükm-i hâkimi’l-vakt ola. Cihet-i tevliyet südüs, bâkî huffâzınki düşenbih ve pencüşenbih
hatmederler.
III.Murad Defteri’nde de şunları okuyoruz:
‘Vakf-ı türbe-i Sultan Hatun bint-i Yusuf Şah bey İbn Ahmed Ağa an evlâd-ı Turgut ber mûceb-i vakıfnâme
bi imza-i Mevlâna Ahmed İbn Yakup el-kadı Bi Konya fî tarih-i seneti hamsin ve semâne mie = 850’
2-Sultan Hatun bir de zaviye yaptırmıştı. II.Bayezid zamanında Mevlâna Tac’ed-din bu zaviyenin
mütevellîsi idi.
Turgutoğulları’ndan Pir Hüseyin Bey’in kızı Bağdat Hatun da şunları vakfetmiştir :
1- Bağdat Hatun Konya’da bir Dârü’l-Huffaz yaptırmıştı Bu Dârü’l-Huffaz II.Bayezid’in, III.Murad’ın
Konya Defterleri’nde ‘Vakf-ı Dârü’l-Huffaz-ı Bağdat Hatun bint-i Hüseyin Bey İbn Emir Şah Bey der Konya’
şeklinde kayıtlıdır. Vakfiyesinde tevliyet Ömer Bey İbn Hasan Bey’e şart koşulmuştur. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’ndeki 1 numaralı defterin 167. sahifesinde de bu Dârü’l-Huffaz hakkında bazı tedâvül kayıtları
vardır.
Turgutoğlu ailesinden Nasuh Çelebi kızı Nefise Hatun da hayır seven bir Türk kadını idi.O da türbe ve
Dârü’l-Huffaz yaptırmıştı.
1-Fâtih’in il yazıcısı onun türbe vakfını şöyle tespit etmiştir :
‘Vakf-ı türbe-i Nefise Hatun der nefs-i Konya, Şart-ı vâkıf bu üzere ki altı hâfız düşenbih ve pencüşenbih
Kur’an okuyalar.’
Zengicek Köyü’nden bir kısım gelir bu vakfa tahsis edilmiştir.
2-Nefise Hatun’un yaptırdığı Dârü’l-Huffaz da bize kadar gelmemiştir. Fâtih’in Karaman İli Defterhane
Defteri’nde bu Dârü’l-Huffaz’ın tevliyet cihetinin Turgut oğlu Ömer Bey İbn Hasan Bey’e şart koşulduğu
zikredilmektedir. Tevliyet hissesi umumî gelirin altında biridir. III.Murad’ın Konya evkaf defterinde ise bu
Dârü’l-Huffaz şöyle gösterilmiştir :
‘Vakf-ı Dârü’l-Huffaz-ı sitti Nefise Hatun bint-i Nasuh Çelebi’
Turgutoğulları’ndan Ömer Bey’in kızı Paşa Hondi ‘’ﺧﻮاﻧﺪىHatun da bazı vakıflar tesis etmiştir.
1-Paşa Hondi Hatun Konya’daki Dârü’l-Huffazı için Ilgın’a bağlı İldas ‘’اﻳﻠﺪاسKöyü’nü gelir olarak
vakfetmektedir. Konya’daki Kemer Değirmeni de bunu vakfıdır. Bu değirmenin son zamanlarda Ahmed isminde
bir mütevellisi vardı. Konya Vakıflar Müdürlüğü 19 sene evvel bu değirmeni 7300 liraya Molla Fâni zâde
isminde birisine satmıştır. Fâtih zamanında Dârü’l-Huffaz’ın mütevellisi Mevlâna Muslih-id-din idi.
Tevliyet ciheti umumî gelirin altıda biridir.
Turgut oğlu Hüseyin Bey’in Emine isminde bir kızı daha vardı. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü
Arşivi’ndeki 1210 tarihli tevcih defterinde Emine Hatun’un da Konya’da Dârü’l-Huffaz yaptığını öğreniyoruz.
Turgutoğulları hanedanından Ahmed Bey’in kızı ‘’ﺧﻮاﻧﺪىHondi Hatun da babası Ahmed Bey’in türbesi için
bir vakıf tesis ve Zengî karyesinden bazı gelirler tahsis etmiştir.
1-Bunun Konya Vakıflar Umum Müdürlüğü’ndeki 1 numaralı defterin 25. sahifesinde 863 yılı
Rebiülâhirinin 7. günü tanzim edilmiş Arapça bir vakfiyesi vardır. Vakfiyede adı ve şöhreti şöyle geçer :
'Mefharü’l-havâtîn Hondi Hatun binti-il-merhum Ahmed Bey’
Tevliyeti; kocası Mahmud Bey’den olan oğlu Kasım Bey’e vermiştir. Saideli Kadınhan livasına bağlı Sulu
Zengi Köyü’ndeki hissesini türbeye gelir olarak vakfetmiştir.
Halil Ethem Bey Düvel-i İslâmiyye’de sahife 301, Mahmud Çelebi’yi Karamanoğlu hanedanı ailesi zinciri
içinde gösterirken der ki :
'Bir rivayette kızının zevci ve Câmiü’d-Düvel’e nazaran Kasım Bey’in kız kardeşinin oğlu.’
İşte bu vakfiye bütün tereddütleri ve hataları gidermiş, vaziyeti aydınlatmıştır. Kasım Bey; Hondi Hatun’un
oğlu, kocası da Mahmud Çelebi’dir. Mahmud Çelebi de Karamanoğulları’ndandır.
Hondi Hatun’un vakfiyesinin bir sureti Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 591 numaralı
282
defterin 109. sahifesinde Yüzsekizinci sıra numarasında kayıtlıdır. Vakfiyede Ahmed Bey’in türbesinin üç tarafı
kabristan ve kıble tarafı yol olarak gösterildiğine göre Ahmed Bey; Pir Hüseyin Bey’in türbesinde gömülü
değildi. Müstakil bir türbesi vardı. Bu da bize kadar gelmemiştir.
Bazıları bu Ahmed Bey’in Karamanoğlu adına İstanbul’a gelerek Fâtih Mehmed’in İstanbul fethini tebrik
ettiğini yazarlar. Şikârî de bu gelen adamın Ahmed Paşa olduğunu kaydettikten sonra der di:
'İbrahim hanın bir veziri var idi. Ahmed Paşa derlerdi. İstanbul’a mubârek bâde gönderdi. Sultan Mehmed,
Ahmed Paşa’yı tenhaya çekip bir miktar zehir verip dedi ki: Eğer Karamanoğlu İbrahim Bey’i öldürecek olursan
sana Karaman diyarını vereyim dedi. Ahmed Paşa zehiri alıp Lârende’ye geldi. Akşehir’den bir miktar yaş üzüm
alıp zehiri bir salkım üzüm içine zarâfetle koyup bir tabağa gayri üzüm koyup İbrahim Han’ın önüne koydu.
İbrahim Han taze üzüm görüp haz edip ekl etti. O saat canına kâr edip yıkıldı. 26 gün yatıp vefat eyledi.’
Rivayete göre Ahmed Paşa sonra İstanbul’a kaçmış Fâtih’de onu kendi sultanına hayrı olmayanın başkasına
hayrı mı olur diyerek öldürtmüştür. 1001
Şikârî biraz sonra Ahmed Paşa’ya tekrar rol verir. Eğer bu Ahmed Bey; Şikârî’nin Ahmed Paşa’sı ise onun
İstanbul’da gömülü olması lâzım gelir. Gerçi Turgut Bey’e de Paşa asfı kullanılmıştır. Belki Ahmed Bey’e de
Paşa deniyordu. Fakat daha sonraki vakıf kayıtlarında Ahmed Bey’in Konya’daki Şimdi yok olan türbesinde
gömülü olduğunu görüyoruz.
Bunun Konya’da bir de Dârü’l-Huffaz yaptırdığı Fâtıh’in İl Yazıcı Defteri’ndeki 'Vakf-i Dârü’l-Huffaz-ı
Hondi Hatun ki babası Ahmed Bey türbesinde okunurmuş’ şeklindeki kayıttan anlaşılmıştır.
III.Murad’ın Karaman İli Defterhane defterinde bu Dârü’l-Huffaz şu şekilde kayıtlıdır:
‘Vakf-ı Dârü’l-Huffaz-i Hondi Hatun bint-i Ahmed Bey, Alâiyye beyi Dârü’l-Huffaz’ı diye mâruf, Berây-i
tilâvet-i Kur’an der türbe-i Ahmed Bey el-mezkûr.’
Bu kayıttan öğreniyoruz ki Ahmed Bey; Alâiye Bey’i idi.
Bu aileden üçüncü bir Paşa Hondi Hatun vardır. Bu Alâad’din Paşa’nın kızıdır. Fâtih’in ve II.Bayezid’in ve
III.Murad’ın Karaman İli İl Yazıcı Defterleri’nde bu hatunun Konya’da Dârü’l-Huffaz yaptırdığı tasrih
edilmektedir. III.Murad’ın Defteri’nde bu hatun şöyle gösterilmektedir:
'Paşa Hondi Hatun bint-i Alâe’d-din min evlâd-ı Turgut Paşa.’
Şu halde bu ailenin reisine Turgut Paşa’da deniliyormuş.
Hondi Hatun; Müstevfi Hamamı’ndaki bir hissesini ve Zengi Köyü’ndeki hisselerini bu Dârü’l-Huffaza
vakfetmiştir. H.992m.-1584 tarihli III.Murad’ın Konya Defteri’nde bu hamam hakkında:
'Hâliyen nısfı Piri Paşa evkafına mülhak olmuştur. Hamam harap olmağın kadı izni ile Nasuh Çelebi tamir
etmiş, nısfı mülkü olmuş ve Piri Paşa’ya satılmış. Ol dahi Konya’da İmâretine vakfeylemiş’ deniyor II.Bayezid
defterinde bu Dârü’l-Huffaz’ın h.871-m.1466 tarihli vakfiyesi olduğu ve Akşehir Köyleri’nden Deli Köy, Orta
Köy ve Yenice Köyü adlı üç köyün de bu Dârü’l-Huffaz’a vakfedildiği açıkça gösterilmiştir.
Pir Hüseyin Bey’in Mustafa Bey isminde bir oğlu bulunduğunu ve Konya’nın Sahra nahiyesine bağlı ‘ روم
’دآﻴﻦRum Değin Köyü’nde bir câmi yaptırdığını Fâtih adına yapılan Konya Tahrir Defteri’nden öğreniyoruz.
Vakfiyesi de görülmüştür. II.Bayezid’in h.906-m.150 tarihli Karaman İli evkaf defterinde bu câmi hakkında şu
malûmatı buluyoruz :
’Vakf-ı câmi-i Mustafa Bey İbn Pir Hüseyin Bey mir-i Alâiyye der karye-i ‘’روم دآﻴﻦmukarrer bi hükm-i
nâfiz, tevliyet der tasarruf-ı Mahmud Bey İbn Mir-i Alâiyye ber mûceb-i vakfiye-i mer’iyye hisse-i tevliyet südüs
el’an tevliyet-i mezkûre oğlu Kasım oğlu Mehmed tasarrufunda bi-hükm-i şerif’
Mustafa Bey’in Alâiye Beyi olduğu da bu kayıttan anlaşılmaktadır.
Turgutoğulları’ndan Pir Hüseyin Bey’in torunu olduğunu tahmin ettiğimiz bir Erdoğdu Bey vardır. 1002Onun
da Konya’da bazı vakıflar tesis ettiğini Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan 1 numaralı defterin 24.
sahifesindeki 898 yılı Rebiü’l-Âhirinin başında tanzim olunan Arapça vakfiyesinden öğreniyoruz.
Vakfiyede kendisi Seyyidü’l-Ümerâ-il-ebrar el-med’uv bi Erdoğdu Bey İbn Turgut Bey şeklinde geçer.
Devlet Han Köyü’ndeki İlhan Değirmeni tesis ettiği gelirler arasındadır.
Şu incelemeden öğreniyoruz ki Emir Şah’ Pir Hüseyin’ Ahmed ve Ömer Beyler’le Sultan ve Nefise
Hatunlar’ın türbe vakıfları vardır. Emir Şah’ Pir Hüseyin ve Ahmed Beyler’in müstakil türbeleri olduğu
muhakkaktır. Mezara, sandukalı açık merkatlara de türbe denildiği vardır. Acaba Turgut ve oğullarından geri
kalan üçünün de müstakil türbeleri var mı idi, yoksa bunların türbeleri açık mı idi? Bu hususta katiyet ifade eden
bir sonuca varamadık.
Yukarıya sıraladığımız malûmata göre Turgutoğulları’ndan hayır müessesesi kuran ve bu müesseselere
mütevellilik yapanların aile şeceresini şöylece tespit etmek mümkündür:
Turgutoğulları tetkik edilmesi lâzım gelen bâkir bir mevzudur. Gelecekler bu aile üzerinde incelemeler
1001
-Şikârî Tarihi, İstanbul Ali Emiri Efendi Kütüphanesi, numara 458, s. 169.
1002
-Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 605 numaralı defterin 16. sahifesinde 229 sıra numarasında
Erdoğdu Bey’in 958 tarihli Arapça bir vakfiyesi vardır. Fakat o Erdoğdu Bey bizim tetkik ettiğimiz Erdoğdu Bey değildir. Bu
zat Lârende’de Dârü’l-Huffaz, mektep ve Sinanlı Köyü’nde mescid yapan Emin’üd-din zâde Ahmed Bey’dir ki vakfiyede adı
ve diğer adı şöyle geçer. 'İftihar-ül ümera-i vel-ekâbir Emin’id-din Zâde Ahmed Bey nâm-ı diğer Erdoğdu Bey es-sakinü fî
beldet-i Lârende’ Karaman’da hâlâ Emin’id-din Zâde Sarayı yeri meşhurdur. Bir sur kapısı da bu adı alır.
283
yaparlarken eminim ki benim bu şecerem üzerinde de duracaklar ve belki de noksan ve hatalı bulacaklardır.
TURGUT BEY AİLESİ ŞECERESİ
Turgut Bey
Mehmed Bey
1003-
Hondi Hatun’un kocası Turgut Oğlu Mahmud Bey’dir.
1004
-Sefine-i Mevleviyan, c. I, s. 215, Mısır
284
Birçok dükkânlar, fırınlar ve geniş bir çarşı vardı.
Turud adı çok eskidir. Sipehsalar Menakıb’inde Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî’nin sık sık Turud ve
civarında gezintiler yaptığı görülmektedir1005 Şeyh-i Turut’un Mevlâna’nın muâsırı olduğunu tahmin ediyoruz.
Bu tekkede şeyhlik, mektebinde hocalık ve mescidinde imamlık yaptığı için şöhretini hem bu manzûmeye ve
hem de bu semte vermiştir.
Eskiden Dede Bağı’na İdiris Bağı denildiğini arşiv vesikalarından öğreniyoruz.
Türbe; Konya merkez nahiyesine bağlı Durunday civarındaki Lâle Bahçesi yöresinde Kara Kemal
Mezarlığı’nın içindedir. Türbe şimdi kerpiçle yapılmış ve ağaçla örtülmüş bir kara yapı halindedir. Türbenin bu
feci durumu büyük Selçuk Tabibi Sadır-ı Konevi'ninkine pek benzer. Türbenin eskiden Selçuk tarzında kubbeli
bir bina olduğu ve altında da bodrum katı bulunduğu birçok döküntülerden ve belirtilerden anlaşılmaktadır.
Bodrum katı hâlâ da durmaktadır. Doğu tarafındaki harçlı duvar eski türbenin bir kalıntısıdır. Türbenin içinde
Selçuk tarzında 1,67 boyunda mermer bir sanduka vardır. Sandukanın hörgüç kısmı yer yer kırılmıştır.
Sandukanın altında gödene taşından iki parçalık bir kaide vardır. Baş tarafına sülüs ile ‘’ﺗﻮآﻠﺖ ﻋﻠﻰ اﷲyazılmış ve
buraya bir de mumluk kazılmıştır ki ben böylesine ilk defa rastlıyorum. Sandukanın iki tarafına ikişer satır
1005
-Menakib-i Hazret-i Mevlânâ Celâle’d-din-i Rûmî,s. 85
285
halinde Kürsî âyeti yazılmıştır. Sağ tarafın birinci satırı besmele ve ‘’اﷲ ﻻ إﻟﻪ إﻻ هﻮ اﻟﺤﻲ اﻟﻘﻴﻮمikinci satırı ‘ آﻤﺎ أﻧﺰل
... ’إﻟﻴﻪ ﻣﻦ رﺑﻪsol tarafın birinci satırı ‘... ’ﻳﻌﻠﻢ ﻣﺎﺑﻴﻦ اﻳﺪﻳﻬﻢikinci satırı ‘... ’ﻻﻳﻜﻠﻒ اﷲ ﻧﻔﺴ ًﺎ إﻻile başlar.
Sandukanın başucunda:
هﺬﻩ ﺗﺮﺑﺔ
اﻟﻤﺮﺣﻮم ﻇﻬﺮ اﻟﺪﻳﻦ
ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﻳﻮﻧﺲ ﻧﻮﱠر اﷲ ﻗﺒﺮﻩ
Ayakucunda da: ‘’اﺛﻨﻰ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazılıdır. Bu Kitabe bize burada h.682-m.1283 yılında ölen Yunus
Oğlu ‘’ﻇﻬﺮ اﻟﺪﻳﻦAli'nin metfun olduğunu göstermektedir. Bu Selçuk ulusunun hüviyetini aydınlatacak güvenilir
bir vesika elimize geçmedi. Bunun Tercüman Mescidi'nin bânîsi Zahr’üd-din ‘’ﻇﻬﺮ اﻟﺪﻳﻦolması ihtimali vardır.
Fakat onun türbesinin de mescidi civarında bulunduğu rivayetini o mescidi yazarken tespit etmiştik.
Durunday; büyük ve meşhur Selçuk Devlet Adamı Turuntay'ın adını yaşatan bir semttir. Selçukiler
zamanında bu semt gül ve Lâle Bahçeleri’yle şöhret bulmuştu. Türbenin bulunduğu yerlerde bilhassa Lâle
yetişirdi. Buraya Lâle Yeri- Lâle Bahçesi denilirdi. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan
Anadolu Başlar 1255 numaralı defterin 343.sahifesinde bulunan bir vakfiyede buraya Lâle Yeri denildiği
görülmektedir. Son zamanlarda Karpuzoğulları tarafından tamir edilen Lâle Bahçesi Câmii’ne h.1124-m.1712
yılında Abdülfettah Çavuş tarafından minber konulmuştur.
MEDRESELER ve DÂRÜ’L-HADİSLER
1006
-Beyşehri’ne Süleyman Şehri denildiği gibi Süleymaniye’de denilmektedir.
286
Medresenin inşa tarihi gibi mimarının adını da maalesef veremiyoruz. Çünkü bize kadar ne vakfiyesi, ne
de hiçbir Kitabesi gelmiştir. Yalnız medresenin muhteşem bir törenle açıldığını bu törende Mevlâna Celale’d-
din-i Rûmî, Şeyh Sirace’d-din-i Ürmevî, Muinü’d-din Pervane gibi Konya'nın en seçkin ve ergin âlimleri,
emirleri ve devlet adamlarının bulunduğunu ve ilk müderrisliğine Mardinli Şerefe’d-din'in Karatâyî
Medresesi’nden naklen tayin edildiğini Eflâkî'den1007ve Mektubat-ı Mevlâna'dan öğreniyoruz.1008
Şurası muhakkaktır ki Atabekiyye Medresesi yapıldığı zaman Celâle’d-din-i Karatâyî ölmüştü. Mevlâna
Celale’d-din-i Rûmî; Karatâyî Medresesi’nden Atabek Medresesi’ne nakledilen Mardinli Şemse’d-din'in yerine
Efsahü’d-din'in tayinini tavsiye eden mektubunda Karatay'dan 'Rahmetli' diye bahsetmektedir. Biz medresenin
h.654-m.1256 M yılından sonra yapıldığını tahmin ediyoruz.
Bir Konyalı ve su katılmamış Türk olan Fahre’d-din Aslandoğmuş; adı gibi aslanca hareketleriyle
tanınmış bir Selçuk Emiri idi. Aslandoğmuş; Emir-i Ahur iken birçok dahili isyanları bastırmış, Selçuk tahtına
varis olmak isteyen Keykâvus’ Kılıçaslan ve Keykubad kardeşlerin anlaşarak yurdun içindeki vahdeti
bozmamalarına çalışmış, sonra Sultan Rükne’d-din ile İzze’d-din'in anlaşmalarını temin etmiş, Moğol
düşmanlığıyla tanınmış bir emir idi. Aksaray civarında Alâe’d-din Hanı yakınlarında Moğollar’la harp eden
Selçuk askerinin kumandanları arasında bulunuyordu. Sahip Kadı İzze’d-din burada şehit olduktan sonra kendisi
Burglu karyesinde bulunan Sultan Rükne’d-din'in yanına gitmiş ve onu oradan çıkararak Konya'da tahta
oturmasını temin etmişti.1009
H.656 tarihinden sonra Aslandoğmuş'un adına Selçuknâmeler’de rastlamıyoruz. Bundan sonra öldü mü,
yoksa oturak mı edildi; bu hususta kat'i bilgimiz yoktur. Kadı İzze’d-din ile Fahre’d-din Aslandoğmuş çok
sevişirlerdi onun için Mamurelerini de karşılıklı kurmuşlardır.
Atabekiyye Medresesi'nin arkasında meşhur Kadı Sirace’d-din-i Ürmevî'nin torunu Bedre’d-din
Mehmed İbn İmadü’d-din Mehmed İbnÖmer İbn Sirace’d-din'in karısı Mutlu Melek Hatun'un bir Darü’l-Huffaz’ı
vardı.1010 Şimdi ondan da iz ve eser kalmamıştır.
Mevlâna; mektuplarından birisinde Fahre’d-din Aslandoğmuş'dan şöyle bahsetmektedir: ‘ ﻣﺪرﺳﻪء اﻣﻴﺮ اﺟ ّﻞ
’ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ارﺳﻼﻧﺪوﻏﻤﺶ1011 Fahre’d-din Aslandoğmuş'un türbesi tam Kadı İzzeddin'in türbesinin karşısında idi. Bu
medresenin son müderrisi Ebubekir'in Oğulları’ndan öğrendiğimize göre türbe eskiden ehramı kubbeli imiş.
Kubbesi sonradan yıkılmıştır. Açık türbede üç sanduka vardı. Sonra buraya 1330 R. yılında ölen son müderris
Ebubekir Sami Efendi gömülmüştü. Medreseye Koçbekir Ağazade'nin torunu Ebubekir Sami Efendi müderris
olduktan sonra Ağazade Medresesi adı galebe etmişti.
Ebubekir Sami Efendi'nin aile şeceresi şöyledir:
Ahmed
Ahmed
Osman Turan'ın Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar'ında Aslandoğmuş hakkında malûmat
vardır. (Sahife 66,67,70)
1007
-İbn Bîbî Tercümesi sahife 243 Not:2
1008
-Mektubat-ı Mevlana Celale’d-din-i Rumi. sahife 91ve 95. mektub
1009
-Anadolu Selçuki Devleti Tarihi. Sahife 218,242,244,245,257,259
1010
-Konya Mecmuası. Sayı 51 Sahife 95
1011
-Mektubat-ı Mevlana Celale’d-din-i Rumi.Sahife 95
1012
-Koçbekir Ağa’yı Sultan Mahmut Çumra’da çadırında namaz kılarken öldürülmüştür.
287
edilmiştir. İttisalinde cadde üzerinde bir de mescidi vardı. Kapısının üstündeki taşta üç satır halinde şu tâlik
Kitabe okunurdu:
ﺧﺪﻳﻮ ﭘﺎك ﺳﻴﺮت ﺁﺻﻒ ﻣﻤﺪوح ﺧﺼﻠﺖ آﻴﻢ-1
درآﺎهﻰ اﺳﺘﻌﻼ1013 ﻗﺒﺎب ﭼﺮﺧﻪ اﻳﺘﻤﺶ ﺳﻠﻢ
زﻣﻴﻦ ﻣﻌﺪﻟﺘﺪﻩ هﻤﺖ واﻻﺳﻰ ﻧﺠﻢ اﻓﺸﺎن
ﺑﻨﺎى ﺧﻴﺮدﻩ ﻣﻌﻤﺎر رأﻳﻰ هﻨﺪﺳﻪ ﭘﻴﺮا
ﻧﻘﻮد ﻓﻜﺮى ﻣﺼﺮوف اوﻟﻤﻪ دﻩ اﺣﻴﺎى ﺧﻴﺮاﺗﻪ-2
ﺧﺼﻮﺻﺎ اﻳﺘﺪى ﺑﻮ زﻳﺒﺎ ﻋﺒﺎدﺗﺨﺎﻧﻪ ﻳﻰ اﻧﺸﺎ
ﻋﺒﺎدﺗﺨﺎﻧﻪء دار اﻟﻔﻴﻮض ﻋﻠﻢ وﻋﺮﻓﺎﻧﻜﻢ
ﻧﻘﻮش ﺳﻘﻒ وﺳﻄﺤﻰ ﻧﻘﺸﺒﻨﺪاﻧﻪ ﻓﻴﺾ ﺑﺨﺸﺎ
ﻗﻨﺎدﻳﻠﻲ ﺿﻴﺎﺳﻦ اﺧﺬ اﻳﺪر ﺷﻤﺲ ﺣﻘﻴﺘﺪن -3
آﻪ اوﻟﺪى ﺳﺎﻳﻪ ﺳﻰ هﻤﺴﺎﻳﻪ ء ﺧﻮرﺷﻴﺪ ﻣﻮﻻﻧﺎ
ﺟﻤﺎﻋﺖ اوﻗﻮﺳﻮن ﻣﺪﺣﺖ ﺑﻮ زﻳﺒﺎ ﺗﺎم ﺗﺎرﻳﺨﻢ
زهﻰ ﺑﻮ ﻣﺴﺠﺪى اﻳﺘﺪى ﺑﻨﺎ ﺳﺎﻣﻰ ﺑﻜﺮ ﭘﺎﺷﺎ
Kitabeyi yeni harflerle okuyalım:
1- Hıdiv-i pâk-sîret Âsaf-ı memdûh-haslet kim
Kubab-ı çarha etmiş süllem-i dergâhı isti'la
Nâzım Midhat'ın hazırladığı tarih manzumesinin son mısraı ebcet hesabına vurulursa medresenin
h.1266-m.1845 yılında Sami Bekir Paşa tarafından yapıldığı anlaşılır. Konya Valisi olan Sami Bekir Paşa
Nakşibendî Tarikatı’na mensup idi. Medresesini Nakşibendi Tarikatı’na mensup olanlar için yapmıştı.
Medresenin ilk müderrisliğine Hacı Himmet Efendi tayin edilmişti. H.1279-m.1862 yılında vefat
etmiştir. İkinci müderrisi Bozkırlı Büyük Âlim Nakşibendî Tarikatı’nın Mürşitlerinden Mehmed Baha’ed-din
Efendi idi.
Medresenin 14 odası ve bir dershanesi vardı.
1327 tarihinde Konya'da son devrin dejenere medreselerini ıslah için Islah-ı Medaris-i İslâmiyye Cemiyeti adlı
bir cemiyet kurulmuştu. Bu cemiyet bu medresede memleketi çöktüren, felâketlerini hazırlayan son devrin
medreselerinin düşmanı bir medrese açmış idi. Sonra adına kısaca Islah denilen bu medresede İslâm esaslarına
göre ders okutuluyordu. Madde ve manayı birleştiren, kültürlü İslâm Âlimleri yetiştirmek üzere kurulan bu
medresenin üç tarafındaki odalar h.1328 tarihinde yıktırılarak yerlerine ikişer katlı modern hücreler, dershaneler,
konferans salonları yaptırıldı. Medresede Arap Dili gibi garp dilleri de öğretilirdi. Kimya ve fizik laboratuarı,
rasat âletleri vardı. İslâmiyet, taassubu men ve ilmi kimde ve nerede bulunursa bulunsun almayı emrettiği için
garp dilleri hocalarının içinde Hıristiyanlar da vardı. Meselâ Fransızca öğretmeni bir Ermeni idi. Arapça hocası
Camiü’l-Ezher'den getirilmişti. Beyşehir Müftisi Ömer Lütfi Efendi.
Beynelmilel bir ilim otoritesi olan Şeyh Zade Ziya Efendi merhum bu medresenin aynı zamanda fizik,
kimya ve kozmografya, kardeşi Rifat Efendi merhum da mantık öğretmeni idiler. Medresenin gayesi İslâm'ın ve
memleketin istediği çapta bilgin yetiştirmekti. Tahsil müddeti 12 sene olan medrese idaresi talebesini Londra'ya
göndererek Kembriç Üniversitesi’ni de tamamlatmak istiyordu.
Medrese yedi sene devam etti. Birinci Cihan Harbi esnasında İttihad ve Terakki Partisi’nin
düşmanlığı ile kapatıldı. Başka bir ifade ile bu modern ilim yuvası siyasi rekabete kurban gitti. Konya'nın seçkin
ilim adamları, mebusları ve bazı senatörleri buradan feyz almışlardı. Bu eserin naçiz müellifi de mektebin ilk ve
1013
- Son zamanlarda yayımlanan bir kitabın 189. sayfasında ‘Merdiven’ manasına gelen Arapça ‘Süllem’ kelimesinin
‘Müslim’ gibi okumuştur.
1014
-Son zamanlarda yayınlanan bir kitabın 189 S.’da Merdiven mânasına gelen Arapça ‘Süllem’ kelimesini ‘Müslim’ gibi
okunmuştur.
288
son talebesi ve ilk sınıfların öğretmeni idi. İttihat ve Terakki İktidarı’nın bir Şeyhü’l İslâm’ı bu medresenin
taklitlerini kurdurmuştu. Medresenin bahçesinde mermerden şaheser bir Roma lahdi vardı. Bu lahdi Selçuk
devrinin seyyahlarından Herevî Konya'da yetişen o günkü dünya çapında meşhur olan bir çeşit kayısıya adını
veren Selçuk emirlerinden Kamerü’d-din'in bahçesinde görmüştü. Lahit som ak mermerdendi. Dört yüzünde
dilimleri vardı. Eski eser mütehassısları bu lahde yüksek kıymet biçiyorlardı. Konya'daki Alman Konsolosu lahit
kendilerine verildiği takdirde medreseyi yeniden yaptıracaklarını söylemişti. Medrese yıkılırken bu sanat
pırlantası da paramparça edilmiştir.
Lahdi ilk görenler bunun kapağının üstünde uzanmış yarı çıplak yan yana bir tül altında yatan bir kadın
bir erkek kabartması bulunduğunu kitaplarına geçirmişlerdir.
Bekir Sami Paşa Konya Valisi idi. H.1275-m.1858 yılında Selanik Valisi iken ölmüştür.1015
GÜHERTAŞ MEDRESESİ
Mevlâna'nın Hanıkahı-Mevlâna'nın İkametgâhı
Bu medrese; Konya'nın Ehmedek’i (İç Kalesi) ile Dış Kalesi arasındaki şehirde, Alâe’ddin Tepesi’nin
kuzey doğu taraflarında idi. Yeri hakkındaki mütalaalarımızı aşağıda yazacağız.
Bu medreseyi Sultan I.Alâe’d-din Keykubad'ın lalası Gühertaş, âlimlerin sultanı Baha’ed-din Veled'in
oğulları ve torunları için yaptırmıştı.
Bu medrese ne vakit yapılmıştı? Doğulu ve batılı hiçbir bilgin ve tarihçi şimdiye kadar bu soruyu doğru
bir şekilde cevaplandıramamıştı. Biz ilk defa ilim âlemine sunuyoruz:
Bu medrese; Âlimlerin Sultanı'nın vefatından iki sene sonra h.630-m.1232 yılında yapılmıştır. Bu;
Ankara'da Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü'ne bağlı kadim kayıtlar arşivinde 584 numarada muhafaza edilen
ve h.992-m.1584. yılında III.Murad adına Konya Vakıfları’nı tespit eden defterde şöyle yazılmıştır:
‘Vakf-i Medrese-i Gühertaş İbn Abdullah. Seyyidü’l-Ârifîn Sahib-i Mesnevî Mevlâna Celale’d-din
Muhammedini’l-maruf bi Molla Hünkâr bu medresede tedris etmişlerdir. Tarih-il-bina senete selâsin ve sitte
miyet-il-hicriyye 630’
Tahrir emini; yanında kâtibi bulunduğu halde cami, mescid, medrese, Dâru’l-Hadis, Dârul’-Kurra,
Dâru’ş-Şifâ, mekteb, han, hamam, kervansaray, köprü gibi bütün vakıf müesseselerini gezer, mütevellilerini
bulur. Ellerindeki vakfiyelerini, temessüllerini, padişahlar tarafından verilmiş mukarrernâmelerini ve başka
vesikaları birer birer görür. Bunların özetlerini defterine geçirir. Bunu yaparken vakfiyenin tarihini, vâkıfını,
vakfiyeyi tescil edenin adını, vakfedileni, mütevellisini vesair müstahdemlerini, gelirlerini inceleyerek defterine
yazar. Vesikaları tekrar ilgilisine verir.
İşte III.Murad adına Konya Vakıflar’ını tespit eden Karaman Vilayeti Defterdarı Ahmed Oğlu Mustafa
böyle yapmış, kâtibi Hattat Mehmed Oğlu Kadri de bunu il yazıcı defterine yukarıda naklettiğimiz şekilde
yazmıştır. Vâkıfın defterdeki adı Gühertaş'dır. Gevhertaş değildir. Gevhertaş denilmesi yanlıştır.
Kendisinin ihtida etmiş bir hayırsever olduğu da babasının adının Abdullah olarak gösterilmesinden
anlaşılmaktadır. Belki de Konyalı bir gebr Hıristiyan çocuğu iken Selçuklular’ın Gılmanhâneler’ine
Oğlanlarocağı alınarak Müslüman edilmiştir. Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî bu medresede ders okutmuştur.
Medrese h.630 yılında yapılmıştır. Bir daha tekrar edelim: Bu bilgi deftere medresede vakfiye ve mütevelli
görülerek yazılmıştır. Bu tarihte medrese faaliyette idi. Medrese yapılıp tamamlandığı zaman Mevlâna 26 ve
bazı rivayetlere göre 30-35 yaşlarında idi.1016 ki bir medrese müderrisi olabilecek yaş denebilir.
Mehmet Önder’ Mevlâna Şehri Konya adlı kitabında s.263'te bu medrese hakkında şu malûmatı
sıralamıştır:
‘Sultanu’l-Ulema kısa bir süre sonra Alâe’d-din Keykubad'ın Lalası Emir Bedre’d-din Gevhertaş'ın
yaptırdığı medreseye taşınmış, ders ve vaazları etrafındaki müritleri tarafından toplanarak Maarif adlı üç ciltlik
büyük eseri meydana gelmişti.’
Mehmet Önder; Mevlâna'nın babasını: henüz yapılmayan ve var olmayan bir medreseye taşınmış
göstermiştir. Mevlâna Müzesi'nin Müdürü Mevlâna'nın Konya'daki evi ve medresesi adlı broşüründe de (s.4) der
ki:
‘Emir Bedre’d-din ,Sultanu’l-Ulema ve çocukları için bir medrese yaptırmış ve zengin vakıflar
bağlamıştı.’
Mehmet Önder; Yeni Konya Gazetesi'nde neşrettiği 4 gün devam eden ‘Sultan Veled Medreses’i başlıklı
yazısının birincisinde; ’13. yüzyıl Selçuklu Devri’nde Hazret-i Mevlâna'nın pederleri Sultanu’l-Ulema Bahaü’d-
din Veled'e Emir Bedre’d-din Gevhertaş tarafından bir Medrese yaptırıldığını Eflâkî Dede Maruf eserinde
zikretmektedir.’ diyor. İkinci yazısında da bunu biraz daha açıklıyor ve şunları söylüyor:
1015
-Sicil-i Osmanî cilt3, sahife 7
1016
-Mevlânâ Celale’d-din-i Sahife 44. Abdülbaki Gölpınarlı
289
‘Bedre’d-din Gevhertaş'ın Sultanu’l-Ulema ve çocukları için yaptırdığı medrese kuvvetli bir ihtimalle
h.607-m.1210 tarihinde Akıncı nam kimse tarafından yaptırılan Hazret-i Mevlâna'nın ikamet ettiği ve ders
verdiği Çiftemerdiven Mahallesi’ndeki Akıncı Medresesi civarında olması gerekir.’
Mehmet Önder; Konya Maarif Tarihi adlı eserinde de Velediyye-Sultan Veled Medresesi başlığı altında
bu yanlış malûmatı tekrarlamaktadır.
Şahabe’d-din Uzluk’da Mevlana'nın Türbesi adlı eserinde s.155: ‘683'de Emir Bedreddin Gevhertaş;
Sultan Veled Medresesi'ni inşa ettirmiş ve türbe için kendi malından Dış Kara Aslan'ı vakıf bağladı.’ diyor.
Gühertaş; Sultan Veled Medresesi'ni değil kendi adını taşıyan medreseyi Âlimlerin Sultanı'nın oğulları
için h.630. yılında yaptırmıştı, h.683. yılında değil.
H.881-m.1486 yılında Fatih adına Konya Evkafı tespit edilirken tahrir emini; Gühertaş'ın
Medresesi’nden bahsetmediğine göre o vakit medresenin harap olduğu, faaliyette bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hatıp Zâde Nasuh Oğlu Haydar tarafından h.906-m.1500 yılında II.Bayezid adına yapılan Konya
Tahriri’ni gösteren, Mücmel Evkaf-i Vilayet-i Karaman ve Kayseriyye ve İçil Defteri’nde Gühertaş Medresesi
şöyle yazılmıştır:
‘Vakf-i medrese-i Sultanu’l-ârifin Şeyhü’l-Muhakkıkîn Hazret-i Mevlâna Celale’d-din-i mukarrer.. Der
tasarruf-i Mevlâna Seyyidi Ahmed maa berat-ı padişah-ı âlem-penah, hullidet hilâfetühû’
Şehre bağlı Ruzbe’ Horozlu Hanı yanındaki Karaciğan Çiftliği ile Dârü’ş-Şifa civarındaki bir ev yeri
bu medresenin gelirleri arasında gösterilmiştir. O vakit ki müderrisinin adı da Seyyidî Ahmed idi.
Bu tahrirden evvel Medrese harap olduğu için Fatih'in Konya Defteri’nde yer almamıştır. Çeyrek asır
içinde belki de II.Bayezid tarafından tamir ettirildiği için kendi adına yapılan yazım defterinde gösterilmiştir.
Yıkılan, yok olan veyahut istifade edilemeyecek bir hale gelen hayır müesseselerinin gelirleri çok kere Mevlâna
Mamuresi'ne tahsis edilirdi. Meselâ II.Bayezid'in Defteri’nde Karatâyî'nın kardeşi Seyfe’d-din Sungur'un Seyfiye
Medresesi yıkıldığı zaman gelirinin Mevlâna Celale’d-din-i Rûmî Medresesi'ne verildiği yazılmaktadır.
İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde bulunan 387 numaralı tapu defterinde Lala Ruzbe'nin Alâad’din
Tepesi'ndeki hanikahı yıkıldığı zaman bunun gelirinin 926 yılı Recebinin Yedisinde de Mevlâna Celâle’d-din
evkafına ilhak olunduğu gösterilmiştir. Yaprak 23, Lala Ruzbe Hanıkahı'nın gelirleri şunlardı:
Konya'nın Sahra Nahiyesine bağlı Fıkralar ve Sivrice Üyük Köyler’i ile Tıraşcı Çiftliği ve altı tarla.
Fıkralar Köyü’nün başka adı Çukurköy dür.
Gühertaş; bu medreseyi niçin yaptırmıştı ?
Şimdi bu soruyu cevaplandıralım:
Âriflerin Menkıbeleri’nin müellifi Eflâkî Dede’ Hikaye nakledilmiştir ki başlıklı bir bendinde şunları
yazar:
“Dizdar diye tanınan Emir Bedre’d-din Gevhertaş, Alâad’din Keykubad'ın lalası idi. Uzun boylu, asil,
hayrat sahibi, zengin, sarayın has üstadı büyük bir adamdı. Onun inanışının ve mürit olmasının sebebi şu
olmuştur:
Bir gün Baha Veled Hazretleri, sultanın mescidinde1017 vaaz ediyordu. Bütün bilginler, fakihler, emirler
ve sultan orada idiler.
Baha Veled bir ayetin inişi sebebini, onun tahkikini ve her kelimenin sırlarını türlü türlü tefsir ediyor ve
sözü genişletiyordu. Bedre’d-din Gevhertaş'ın içinden:
Maşallah, Hazretin ne kadar parlak bir zihni, kuvvetli bir hâfızası ve geniş bir mütalaası var ki bu kadar
söz söylüyor ve misaller getiriyor. Bu kadarı hiç bir tefsirci ve vâ’ıza nasib olmamıştır !..’ diye geçmişti. Bunun
üzerine Baha Veled minberden:
Emir Bedre’d-din bir aşır oku! Diye işaret buyurdu. Emir Bedre’d-din’de Sultanu’l-Ulema'nın dehşet ve
heybetinin çokluğundan birdenbire, ‘Mü'minler felâh buldular’ suresine başladı.
Baha Veled:
Bedre’d-din şimdi dinle ve bak hazırlanmaksızın ve uzun uzun mütalaa etmeksizin bu ‘gad efleha’l-
mü’minun’ ‘gad’ kelimesi hakkında kaç cuma ne kadar açıklamalar yapacak ve ondaki manalar hakkında söz
söyleyeceğim! Buyurdu.
Baha Veled Hazretleri'nin bu kerametini gören halktan feryat yükseldi. Bedre’d-din Gevhertaş derhal
gidip kalbinden geçeni Sultanu’l-Ulema Hazretleri’ne anlattı ve eğilerek minberin ayağını öpüp kul ve mürid
oldu. Baha Veled Hazretleri’de:
O halde sen bu halin şükranesi olarak oğullarım için bir medrese yaptır! Dedi.
Hüdavendigâr'ın Medresesi’nin inşasının ve birtakım vakıflar yapılmasının sebebi bu olay oldu. Emir
Bedre’d-din ayakta oldukça nail olduğu bu nimetin tatlılığından faydalandı. Kendi vücudunu tamamıyla bu
hanedana vakfetmiştir.”1018
1017
-Alâe’d-din Camii’ne Sultan Mescidi, Kale Mescidi de denirdi
1018
-Menâkıbü’l Ârifîn, Cilt 1, Sahife 43-44 Türk Tarih Kurumu Matbaası, Ankara 1959 ve Tahsin Yazıcı Tercümesi cilt 1,
Sahife 43-44
290
Eflâkî, Âlimlerin Sultanı'nın naklettiği bu vaazının ve bu olayın tarihini yazmıyor. Bizim yukarıda
söylediğimiz gibi Gühertaş Medrese’yi; onun vefatından iki sene sonra yaptırmıştır. Eflâkî Farsça metinde Baha
Veled'in oğulları için ‘Ferzendan’ kelimesini kullanmıştır. Farsça’da ‘Ferzend’ evlat anlamınadır. Çok defa
erkek evladına denir.1019 ‘Ferzendan’ bunun cem'idir. Naci Lügatı'nda bu kelime ‘Erkek evlat, oğul’ şeklinde
izah edilmiştir.
Eflâkî vaazı ve neticesini böylece naklediyor. Âlimlerin Sultanı'nın mana gözü ile Gühertaş'ın içinden geçenlerin
iyimser şeyler olduğunu gördüğünü söylüyor. Fakat bazı ağız rivayetleri bunun aksinedir:
Kafasından şu anlama gelen şeyler geçiyormuş:
‘Bu vaazlar bazı şeyler ezberlemişler, onları her yerde tekrarlayıp dururlar!
Böylece kötümser bir düşüncenin yakalanmış olması akla ve mantıkın seyrine daha uygun düşer gibi.
Her neyse...
Gühertaş'ın yaptırdığı bu Medrese nasıl bir bina idi?
Bazı tarihi işaretlerden çıkardığımız manaya göre bu Medrese İnceminare’ Karatâyî ve Sırçalı Medrese
ve Dârü’l-Hadisleri gibi muntazam kesme taş yapılı, kubbeli, eyvanlı, muhteşem bir bina değil, kara örtü
denilen, damına çıkılıp oturulan, abdest alınan, yemek yenen, belki yazın sıcak günlerinde geceleri yatılan bir
yapı idi. 20. asrın ilk yarısına kadar gelen Konya Medreseleri’nin hemen hemen hepsi saydıklarımız hariç böyle
damlı yapılar idi.
Menkıbe kitaplarında ve bazı tarihî kaynaklarda Mevlâna'nın ve başkalarının Konya Medrese
damlarında oturup sohbet ettiklerini görüyoruz.
Eflâkî; menakıbında Mevlâna'nın ulu arkadaşlarından Çelebi Bedre’d-din ile kardeşi Şemse’d-din'in bir
gün Lala Medresesi'nin damında oturup sohbet ettiklerini yazar.1020
Pamukçular’ Pembefürûşan’ Altunaba Medresesi’de böyle direk örtülü ve düz damlı idi.1021
Gühertaş Medresesi'nde kaç oda vardı, ne kadar talebe oturabilirdi? Bu hususları bize nakleden hiç bir
vesika yoktur. Yalnız medresenin havuzu ve ‘Sahn’ı bulunduğunu, dam örtülü olduğunu söyleyen kaynaklar
vardır.
Bir medresenin havzı'nın ve sahnı'nın bulunmasından Mevlâna'nın Medresesi’nin de meselâ Karatâyî
Medresesi gibi kubbeli ve eyvanlı yapılmış olması manasını çıkarmak doğru değildir.
Konya'daki medreselerin hemen hepsinin ‘Sanh’ları, avluları, çoğunun bahçelerinde havuzları vardı.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi böyle oluşlarından onların hepsinin de Karatâyî gibi muhteşem mimari eser
oldukları manasını çıkarmaya imkân yoktur. Mehmet Önder'in Mevlâna'nın medresesinin bize kadar gelen
yukarıda yazdığımız muhteşem Selçuki Medreseler’i tarzında olduğunu zannetmesi doğru değildir.1022
Arapça olan ‘Sahn’ kelimesi ile daha ziyade avlu, düz yer, geniş saha kastedilir.1023
Fatih'in İstanbul'da yaptırdığı camiinin avlusundaki sekiz medreseye ‘Sahn-i Seman’ derlerdi. Sekiz
Avlu Medresesi manasındadır. Bu kelimelerden yalnız sofa ve orta manasını çıkarmak doğru değildir. Eflâkî
Dede Menâkıbü’l Ârifîn'inde iki yerde Mevlâna Medresesi'nin sahnından bahsetmiştir.1024 Tahsin Yazıcı’da
bunlardan birisini ‘Medrese avlusu’, birisini de ‘Medrese Sahanlığı’ şeklinde dilimize çevirmiştir.
Medresenin kapısının bir bahçeye açıldığını, medresenin yanında ‘Cemaat hane’1025 denilen bir
toplantı, zikir yerinin ve Mevlâna'nın evinin de bulunduğunu Eflâkî Dede bize haber veriyor. Bir yerde diyor ki:
‘Bir gün Mevlâna Hazretleri mübarek medresenin sahanlığında (sahnında) geziniyor ve bilgiler
saçıyordu. Arkadaşların bir kısmı ayakta durmuş, bir kısmı da oturmuştu. Birdenbire bir kadının koltuğunda bir
beşik olduğu halde cemaat haneden çıkarak Hüdavendigâr'ın evine doğru gittiği görüldü.
Bu kimin beşiği? Diye sordu.
Kadın da:
Emir Arif’indir! Diye cevap verdi.1026
İki sahife aşağıda Mesnevîhan Sirace’d-din'den naklederek şunları yazar:
‘Bir gün Hakk’ın halifesi Hüsame’d-din ile birlikte Hüdâvendigâr'ı ziyaret etmek için medreseye
gitmiştik. Birdenbire bahçenin kapısı açıldı. Bir de baktım ki Çelebi Emir Arif'i küçük bir arabaya oturtmuşlar,
lalası da onun arabasını çekiyor. Mevlâna hemen yerinden kalkarak arabanın ipini mübarek omzuna koydu:
Ârif'e küçük bir öküzlük edilebilir! Dedi. Bunun üzerine Çelebi Hüsame’d-din’de kalkarak arabanın bir
tarafını tuttu. Bir iki defa medresenin sahnını (avlusunu) dolaştılar. Çelebi Arif tatlı tatlı gülüyor ve seviniyordu.
1019
-Freng-i Ziya.
1020
-Ferheng-i Ziya
1021
-Menâkıbü’l Ârifîn. Cilt1 Sahife 377 ve Tahsin Yazıcı Tercümesi cilt1, s.5
1022
-Mevlânâ’nın Konya’daki evi ve medresesi. Sahife 5
1023
-Türkiye Maarif Tarihi. Cilt 1 Sahife 83 Not 2’de bu kelime hakkında geniş malumat vardır.
1024
-Menâkıbü’l Ârifîn’de
1025
-Üsküdar’da İsmail Ağa Camii’nin kapısında kitabeden böyle yerlere Cemiyethane’de denildiğini öğreniyoruz. Teklerde
toplanarak âyin yapılan yerlere de böyle denirdi.
1026
-Mevlânâ’nın torunu ve Sultan Veled’in oğlu Ârif Çelebi’dir. H.670-m.1271.’de doğmuş ve h.719-m. 1320 yılında
Mevlânâ’nın vefatından 47 sene sonra 49 yaşlarında ölmüştür.
291
Gühertaş'ın yaptırdığı bu medresenin mimari kıymeti olmayan adî bir yapı olduğunu ispat eden
vesikalar da vardır. Eflâkî bize bunu da haber veriyor:
Emîr Tâce’d-din; bu medresenin yanına Mevlâna'nın müsaadesini aldıktan sonra müritler için bir âşıklar
evi ve tabhâne ‘dinlenme yurdu’ da yaptırmıştı. Bu derviş ve âşıklar yurdunun da üstü direklerle örtülü idi.
Çünkü Mevlâna; Emir Tâce’d-din'in teklifini dinledikten sonra şöyle demişti:
Biz bu Yokluk arsasında Âd ve Semud Kavmi gibi yıkılıp yok olan köşkler, dört duvarlı ve damlı binalar
yapmak istemiyoruz. Biz Nuh ile Halil Peygamberler gibi cennet sahalarında aşk köşklerinden başka bir şey
istemiyoruz.’1027
Eflâkî; Mevlâna'nın bu sözünü naklettikten sonra şunları yazar:
Mevlâna bundan sonra:
‘Mana ehline, vallahi bu dünyada ben bir karış yer imar etmedim ve hiç para biriktirmedim!.. diye
yemin eden Peygamber'e uymak vacip olan ödevlerdendir.’ buyurdu. Emir Tâce’d-din; Mevlâna'nın huzurundan
çıktıktan sonra kendi sarayına gitti. Cizye parasından üç bin dinarı (altını) keselere koyup adamları ile dostların
hamam parası yapmaları için Mevlâna'ya gönderdi. Mevlâna bunu kabul etmedi ve çok canı sıkıldı. Sonra, biz
nerede, dünya meşgaleleri nerede? buyurdu.
Şiir: “Ben kendim gibi bir adam isterim’ ben bir gümüş tenli isterim ve Para'nın çirkinliğinden artık
bıktım.”
Parayı böylece alıp tekrar götürdüler. Neticede Tâce’d-din; Sultan Veled'in bu hususta şefaatine iltica
ederek medresesinin yanında hizmetkârlar için dervişlere yaraşır basit birkaç ev yapmak üzere Mevlâna'nın
müsaadesini rica etti. Sultan Veled'in de delaletiyle bu evleri yaptılar. Yine melek karakterli, sâlihlerin seyyidi,
gizli veli Şeyh Bedre’d-din Neccar-i Mevlevî hikâye etti ki:
Ben yeni bülûğa ermiş bir çocuktum. Bu binayı yapan mahir dülgerlerin yanında bulunuyor ve bu
binalar yapılırken onlarla beraber çalışıyordum. Ustalar tabhânenin damını örttüler. Büyük sofanın damını
yapmaya çalışıyorlardı. Ağaçların hepsini ölçtükleri vakit onlardan bir direğin yarım arşın kısa olduğunu
gördüler. Bunun yerine şehirde başka bir ağaç aradılarsa da bulamadılar. Usta ve maiyetindeki bütün dülgerler ne
yapacaklarını şaşırdılar. Mevlâna birdenbire sema'dan çıkıp bizim odaya geldi. Ve ustalar ne yapıyorlar diye
sordukları vakit hepsi baş koyarak bu ağacın kısa olduğunu söylediler. Mevlâna: Hayır hayır! Böyle güzel bir
ağaç kısa olamaz. Siz onu yanlış ölçmüşsünüz! Dedi. Benim ustam ayağa kalkıp Mevlâna'nın önünde tekrar
ölçtü. Fakat eskisi gibi ağaç yine kısa geldi. Bunun üzerine Mevlâna yaklaşarak ağacı okşadı ve böyle düzgün bir
ağaç nasıl kısa olur? Bu dülgerlerimizin ölçüde yaptıkları hatadandır! dedi. Ve sonra Şimdi gel, bir daha ölç,
diye buyurdu. Ustalar aynı arşın ile tekrar ölçtüler, bir de baktılar ki bu ağaç diğerlerinden yarım arşın uzundur.
Ustalar ve müritler bağırarak kendilerinden geçtiler ve hepsi hayret secdesine kapandılar. O sırada Mevlâna
ortadan kayıp olup gitmişti. Ustalar, sofayı aynı günde tamamladılar.’1028
Bilindiği gibi medreseler talebenin oturup kalkması, yiyip içmesi için tahsis edilen müteaddit
hücrelerden ve dershaneden teşekkül ederdi. Bazen medresenin bitişiğinde müderrislerin ailece oturmaları için
meşrûte daireler de olurdu. Gühertaş Medresesi'de böyle idi. Medrese odalarında çile çıkarıldığı da olurdu.
Eflâkî; Muînü’d-din Pervane'nin damadı Tâce’d-din; Mevlâna'ya müracaat ederek medresenin bir odasında çile
çıkarmasını istemişti. Medresede başka çile çıkaranlar da vardı.1029 Şeyhleri ve mürşitleri de Mevlâna idi.1030
Mevlevîler çile çıkarılan yere Âsitâne derler. Mevlevîler’in ilk âsitâneleri Gühertaş Medresesi olması
lâzımdır.
Şems-i Tebrizî; medresenin yapılmasından 12 sene kadar sonra Konya'ya geldiğine göre yine Mevlâna
kendisine bu Medresede ve yanındaki evinde yer ayırmıştı. Şems'i; besleme kızı Kimya ile burada evlendirerek
evinin kışlığında bir mevsim geçirmiştir. Şems, buradan alınarak öldürülmüştür.
Bir gün Mevlâna; Medresesi’nin bir hücresinin duvarına bir çivi çakıldığını görmüştü. Bundan çok
müteessir olduğu için şunları söylemiştir:
‘Bu Medrese evliyanın meskenidir. Bu hücre Mevlâna Şemse’d-din'indir. Buraya mıh çakmak benim
ciğerime çakmak gibidir. Medreseye son derece hürmet etmek lâzımdır.’1031
Gühertaş Medresesi'nin vakfiyesi bize kadar gelmemiştir. Fâtih adına Karaman Eyaleti Evkafı’nı
tespit eden bir İl Yazıcı Defteri’nde Akşehir Vakıfları yazılırken buradaki Mavras Hamamı’nın üç sehminin
Hazret-i Mevlâna evlâdına Gühertaş tarafından vakfedildiği ve vakfiyesinin görüldüğü söylenmektedir. İbâre
şudur:
‘Mezkûr hamamın üç sehmi Hazret-i Mevlâna Celâle’d-din evlâdına vakf-ı evlâd imiş. Batnen ba'de
batnin. Vâkıf Gühertaş. Vakfiye görüldü.’
II.İzze’d-din Keykâvüs'ün müstevfisi Necibü’d-din tarafından bir sınır ihtilâfı yüzünden Gühertaş'ın
1027
-Menâkıbü’l Ârifîn. Cilt 1, Sahife 263-264 Tahsin Yazıcı Tercümesi
1028
-Menâkıbü’l Ârifîn. Cilt 1, Sahife 264
1029
-Konya’daki Bekir Sami Paşa Medresesi’nde burası yıkılıp kaldırılıncaya kadar medresenin Nakşibendiyye Tarikadı’ndan
bazılarının odalarında ve caminin hücrelerinde çile çıkardıklarını bilirim.
1030
-Menâkıbü’l Ârifîn. T.Y. Tercümesi , Cilt 1, Sahife 362 ve Menâkıb-ı Hz. Mevlânâ Celâled’din Rûmî, S.98 ve 124
1031
-Menâkıbü’l Ârifîn. C.1,s.326
292
bu medreseye ve Mevlâna'nın evladına vakfettiği Kara Aslan Köyü’nün vakfiyetinin bozulduğunu Sultan
Veled'in bir gazelinden öğreniyruz. Fakat Sultan Veled'in teşebbüsü ile Köy tekrar vakfiyetine dönmüştür.
Osmanlı vesikalarında Kara Aslan Köyü’nün Medreseye ve Mevlâna'nın evlâdına vakfedilmiş olarak
gösterilmesi bunu ispat etmektedir.
Sultan Veled sâhib-i a'zamın sülalesinden Emir Tâce’d-din için yazdığı 30 beyitlik arzuhal ve şikâyet
manzûmesinde Gühertaş tarafından duacılara, fakihlere vakfedilen Kara Aslan Köyü’nün Necib tarafından
gasbedildiği belirtilmekte ve çabucak bu köye karşılık bir başka köyün verilmesi istenmektedir. Manzumede
Necib'in köyü aldıktan iki gün sonra Hakk’tan cezasını gördüğü de zikredilmektedir. 1032
Bu Farsça manzumenin beyitlerinin ilk harfleri toplanınca Tâce’d-din çıkmaktadır.1033
1032
-İbn Bîbî’nin bir haberine göre Necibü’ddin Gühertaş’la beraber ölkdürülenler arasında bulunmaktadır.
1033
-Dîvan-ı Sultan Veled, S. 266 İstanbul 1941
1034
-3 Ekim 1952 tarihli Yeni Konya gazetesi ve Mevlana’nın Konya’daki evi ve Medresesi Sahife 8.
1035
-3 Ekim 1952 tarihli Yeni Konya gazetesi ve Mevlana’nın Konya’daki evi ve Medresesi Sahife 8
293
Eflâkî, Menakıb’inde sayısız tarih hataları işlemiştir. Bunlardan birisini de Şems-i Tebrizî için bir
mezar ararken yapmıştır. Diyor ki: ‘ در ﻣﺪرﺳﻪ ء ﻣﻮﻻﻧﺎ در ﭘﻬﻠﻮى ﺑﺎﻧﻰء ﻣﺪرﺳﻪ اﻣﻴﺮ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ آﻬﺮﺗﺎش دﻓﻦ آﺮدﻧﺪ واﻳﻦ ﺳﺮﺳﺖ
’هﺮآﺲ را ﺑﺪﻳﻦ وﻗﻮﻓﻰ ﻧﻴﺴﺖ
Türkçesi şudur:
‘Şems'i Mevlâna'nın medresesinde medresenin bânîsi Emir Bedre’d-din Gühertaş'ın yanına defnettiler.
Bu bir sırdır. Herkes bunu bilmezler.’ 1036
Mehmet Önder'e göre Şems, biraz aşağıda yerini söylediğimiz Gühertaş Medresesi'nin içinde
Gühertaş'ın mezarının yanında gömülmüş olması lâzımdır. Yâni Gühertaş Medresesi'ni, Şems Zaviyesi'nde
aramak icabeder. Şems'in nerede gömülü olduğunu Şems Zaviyesi'ni yazarken genişçe inceledik.
Gühertaş'ın Medrese’sine muhtelif devirlerin arşiv vesikalarında Medrese-i Mevlâna’ Medrese-i
Gühertaş’ Medrese-i Celâliye’ Medrese-i Mevlâna Celâle’d-din denildiğini görüyoruz. Osmanlılar’ın Konya'yı
aldıktan sonraki ilk vesikalarda vakfiyesi görülerek Medrese, Abdullah Oğlu Gühertaş Medresesi şeklinde
adlandırılmıştır. Mevlâna Türbesi civarındaki medrese yapıldıktan sonra Gühertaş'ın Medrese’sine, Eski Mulla-
Mulla-i Atik Medresesi Türbe yanındakine de Yeni Mulla- Mulla-i Cedid Medresesi denilmiştir.
Konyalılar ve bazı eski vesikalar ve metinler Mevlâna'ya Hazret-i Mulla, evlat ve ahfadına Mulla
Oğulları, postnişin çelebilere Mulla Oğlu dediklerine göre eski ve yeni medrese adlarındaki Mulla ile Mevlâna
kastedildiğinde hiç şüphe yoktur.
Gühertaş'ın medresesi Seyfiye Kümbedi’nin Sokak aşırı batısında, şimdiki Kız Öğretmen Okulu'nun yine
yol aşırı doğusunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Vakıflar Umum Müdürlüğü'nde ve Konya Vakıflar
Müdürlüğü'ndeki bazı kayıtlara göre bu medrese h.1277-m.1860 yıllarında faal idi. Bundan 25 sene kadar sonra
talebe oturamayacak kadar harap olduğu için yüz üstü bırakılmıştır. Evkaf idaresi, enkazından bir kısmı ile
Mahkeme Hamamı’nı tamir ettirmiş, bir kısmını da satmıştır. Bitişiğinde evi bulunan bir Ermeni, arsasına
tecavüz ettiği iddia olunarak Vakıflar İdaresi tarafından mahkemeye müracaat edilmiştir. 1918 yıllarında
Gühertaş'ın yadigârından taş üstünde taş kalmamıştır.
Mahkeme tarafından bir Ermeni kalfaya medrese arsasının planı ve krokisi yaptırılmış, komşularının
tecavüzleri tespit edilmiştir.
Medresenin ve bahçesinin Kız Öğretmen Okulu'nun bahçesine kadar uzandığı ve Kız Öğretmen
Okulu'nun önünden geçen yolun Mevlâna Medresesi'nin arsasına ait olduğu iddiası kabul edilemez. Çünkü bu
yol çok eskidir. Konya Sarayı'nın Akıncı kapısından ve Şehitler Çeşmesi’nden gelen yollar doğruca Akıncı
Mescidi, Kadı İzze’d-din ve Atabekiyye Medreseler’inin önlerinden geçerek Konya Kal'esi’nin Halkabegûş
Kapısı’na doğru ilerlerdi.
Evkafa ait arsalar çeşitli şekillerde yağma edilirken menfaatler mukabilinde yanlış kroki ve planların tanzim
edilmiş olmaları daima göz önünde tutulmalıdır. Biz bir Ermeni kalfa tarafından çizildiği iddia olunan krokinin
doğruluğundan şüpheliyiz.
Mevlâna; Altunba-Pamukçular Medresesi’nden Gühertaş Medresesi’ne gelirken Şems-i Tebrizî ile
buluştukları yere bazı tarihî kaynaklarda bir âyetteki iki denizin karıştığı ve kavuştuğu yer anlamına Merace’l-
Bahreyn terkibinin kullanıldığı görülüyor. Bu; iki ilim ve mana denizinin kavuştukları yer için çok güzel
seçilmiş bir addır. Burasının neresi olduğu hakkında ihtilâf vardır. Büyük Türk ve İslâm Âlimi üstadım Şeyh Zâde
Ziya Efendi merhum burasının eski Paşa dairesiyle Çumralı Salim Efendi'nin evlerini ayıran sokağın içinde
Ağazâde Tevfik'in eski evinin önünde olduğunu söylerdi. Bu yol Hatuniye'ye, Şems-i Tebrizi'ye, Seyfiye
Medresesi'ne ve Akıncı Mescidi'ne giden yolların başıdır.
Bazıları da burasının Selçuk Oteli’nin yanına rastladığını söylerler. Burada Selçuk ve Sincari Mescitleri,
eski kabristan, İbrahim Bey İmareti’nin odun ambarları vardı. Gerçi bu yol da Akıncı Mescidi’ne ve Kız
Öğretmen Okulu'na çıkar amma biz; bildiğini iyi bilen ve güvenilir bir ilim otoritesi olan Ziya Efendi merhumun
rivayetini tercih etmek istiyoruz.
1036
-Menâkıb’ı tercüme eden Tahsin Yazıcı Farsça metnindeki medresenin bânisi manasına gelen, ‘Bânî-i Medrese’ terkibini
‘Medresenin Mimarı’ şeklinde çevirmiştir. ‘Gühertraş Medresesi’nin mimariı, değil Bânisidir.
294
Ata’da ehmedekin1037 batısında bu toprakların Türklüğü’nü gelecek nesillere haykıracak olan bir irfan, içtimai
yardım ve din müessesesi kurdurmak istiyordu. Yetiştirdiği ve sonra hürriyetini vererek azat ettiği kölesi Mimar
Külük daha evvel yapılan Alâad’din Manzumesi'ni, Bedre’d-din Muslih'in, Karatâyî'nın Altunba'nın medreseleri,
Hacı Ferruh'un Akça Gizlenmez ve Devlet Hatun'un mescitleri gibi kıymetli mimari eserleri göz önünde tutarak
bu manzumeyi yapmıştır. Külük; külliyenin tak kapısında Konya'nın yerli taşını tercih etmiştir.
Mamureye Ruzbe Hanı ve yahut Kiçimusa civarındaki yumuşak ve hafif taştan heybetli, ihtişamlı bir
tak kapı yaptırmıştır. Bu kapı plânı ve işçiliği itibariyle eşsizdir.
Türk sanatkârının elinde taş; ipek bir kordelâ olmuştur. Mimar içinin en ince duygularını bu taka
aksettirmiştir.
Tak kapının, portalin genişliği 6, derinliği 1,70, asıl kapının genişliği 1,70, yüksekliği 2,50 metredir.
Kapının bulunduğu cephenin minareye kadar olan genişliği 5,70 metre tutmaktadır. Kapı mamurenin sol kısmına
nazaran 5,30 metre dışarıdadır. Plânına göre kapının sağında mektep, minare ve daha sonra da mescid vardır.
Mabedin cephesi muntazaman kesme taşla, diğer kısımları âdi taşla yapılmıştır. Yalnız sonradan bazı
gözemelerle tuğla ile karışık taş kullanılmıştır.
Tak kapının iki yanlarında birbirlerini tanzir eden onar çeşit oyma kabartma sütuncuk, şerit, yazı,
yaprak ve göbek şeklinde süsler görülür.
Şimdi sağ tarafın en sonundan başlayarak kapıya doğru bunları birer birer görelim:
1-Takın en sonundaki köşede taş, yukarıdan aşağıya doğru uzatılmış boz renkli üç kaytan şekli arz eder.
Bu kaytanlar biraz yukarıda biri birinden geçmesi ve düğümlenmesi ile çok cazip bir âhenk temin edilmiştir.
2-Yaprak kabartmalarla süslü bir kısım.
3-İnce bir pervaz.
4-Kitabe şeridi. Bu şeride aşağıdan yukarıya doğru girift ve nefis bir Selçuk sülüsüyle Fetih Sûresi
yazılmıştır.1038 Şerit surenin altıncı âyeti bitmeden saçağa ulaşmakta ve saçağın altındaki iki kemerciğin sol
tarafından onuncu âyetin sonlarından başlayarak asıl kapının solundaki şeride ve on üçüncü âyette
bitmektedir.1039 Şeridin başlangıcı kırılmıştır. Bittiği yerden de, 1,80 metrelik kısmı yok olmuş ve yerine tamir
esnasında düz taş geçirilmiştir.
5-Üstlerinde kabartma süsler bulunan ve sonları birer kum saati ile biten ve asıl takın bünyesine oyulan
iki sütuncuktur. Bunların kum saatleri kısmen bozulmuştur. Sütuncukların üstünde sonu bir yaprakla biten bir
süs ve onun üstünde de saçağa kadar tırmanan yuvarlak bir kabartma vardır.
6-Bu sütuncukların boyunda takın asıl kemerini tutan yine oyma bir sütun görülür. Sütunun yüzü
hendesî şekillerle, yapraklarla ve zambaklarla bezenmiştir. Zarif sütun başlığına dayanan nebatî kabartmalı kısım
takın kemerine doğru ikiye ayrılarak uzanır ve burada iri bir kabartmaya çerçevelik yapar.
7-Bu çerçevenin altında ve kemerin boşluğunda kabartma ve oyma bir enginar kökeni görülür. Köken
zarif bir saksıya dikilmiştir.
Sâkın başlangıcında bir tabiî hilâl görülür. İki mücessem meyvesi bulunan enginar o kadar güzel
resmedilmiş ve kazılmıştır ki insan koparmak için elini uzatacağı gelir. Bu kabartmalar Konya'nın zirâî tarihi
bakımından da fevkalâde mühimdir. Demek ki o devirde Selçuklu dedelerimiz enginarı biliyorlardı ve Konya'da
yetiştiriyorlardı. Son zamanlarda İstanbul'da Maltepe'de bulunarak Ayasofya Müzesi’ne nakledilen Bizans'ın ilk
devirlerine ait bir sütun başlığında da enginar görülmüştür.
8-Enginar saksısının solunda ve kapı kemerinin yaptığı müsellesteki boşluğu dolduran sade göbeğin
üstünde tak kemerine kadar yükselen hendesî ve nebatî kabartmalı bir süs vardır.
9-İkinci yazı kurdelesidir ki kapının sağından başlayarak beyzî kemerin bağlama taşından biraz sola
atlar, burada zarif bir düğüm halinde yukarıdan inen şeridin altından geçer ve yine sağdan saçağın altındaki
yarım göbeğe doğru tırmanır. Bu kurdeleye da girift bir sülüs ile Yâsin Sûresi işlenmiştir. Yazı kurdelesi kapının
sağından ve solundan 1,80 metre yüksekliğe kadar bozulduğu için bu gün sûrenin üçüncü âyetinden bir kelime
noksanıyla1040 başladığı görülür. Sûre böylece bir kurdele düğümüyle kemerin üstünden sağa atlayarak saçağa
dayanır ve orada kesilir. Sonra tak'ın solundaki kurdelenin içine girerek Otuz birinci ayette nihayet bulur.
Âyetlerin sonradan yapılan saçağın altında birdenbire kesilerek birkaç âyet sonra tekrar devam etmeleri şeritlerin
vaktiyle yukarıdaki kemerciklerin üstlerinden de geçtiklerini gösterir. Bizim tahminimize göre bütün bunların
üstünde âbidenin bir de inşa tarihini, bânîsini gösteren Kitabesi vardı.
Bu, zamanla ya erimiş ve bozulmuş yahut yıkılmıştır. Hanikahına, Lârende Camii'ne büyük inşa
Kitabeleri koyan Sahib Ata bu âbidesine de muhakkak bir Kitabe koydurmuştu. Bu Kitabenin minarenin
küpünün üstüne çini ile konmuş olması da muhtemeldir. Maalesef bu da bize kadar gelmemiştir.
10-Büyük kemerin üstündeki yarım daire şeklinde aşağıya doğru sarkan kabartmanın sağında ve
solunda birer yuvarlak madalyon görülmektedir. Nefis bir sülüs ile sağdakine ‘’ﻋﻤﻞ آﻠﻮك, soldakine de ‘ اﺑﻦ ﻋﺒﺪ
1037
-Ehmedek iç kale demektir.
1038
-Sûre ‘... ﻓﺘﺤﻨﺎ ﻟﻚ ﻓﺘﺤ ًﺎ ﻣﺒﻴﻨ ًﺎ...’şeklinde başlar.
1039
- ‘’ﻟﻠﻜﺎﻓﺮﻳﻦ ﺳﻌﻴﺮًاile biter.
1040
-Sûre ‘’ﻟﻤﻦ اﻟﻤﺮﺳﻠﻴﻦile başlar ve solda ‘’اﻧﻬﻢ ﻻ ﻳﺮﺟﻌﻮنile biter.
295
’اﷲkazılmıştır ki ‘Abullah Oğlu Külük 1041yaptı’ anlamınadır. Bu madalyonlar bize Mabedin mimarını
göstermektedir.
Mimarın adını eski Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü merhum Abdülkadir Erdoğan ile Loytved1042
‘’آﻠﻮلve Clémant Huart ise ‘’آﻠﻮسşeklinde yanlış okumuşlardır.1043
Kapıdan 3,65 metre derinliğinde ve 3,80 metre eninde bir dehlize girilir. Üstünü manastır tavanı denilen
şekilde tuğla ile örülmüş tonoz bir kubbe örter, sağında ve solunda birer bekleme yerini andıran kemerli kısımlar
görülür. Soldan dışarıya açılan bir pencere de sonradan kapatılmıştır. Dârü’l Hadis'in iç kapısı en ve yükseklik
itibariyle dış kapıya bir eş yapmaktadır. Buradan Dârü’l-Hadis'in, büyük ve ana tek bir kubbenin örttüğü
sahanlığına girilir. Kubbenin üstünde Karatâyî Medresesi'nde ve Sahip Ata Hanikahı'nda olduğu gibi bir ışıklık
vardır. Medreseden kuzeye ve güneye, hücrelerin üstlerinden ikişer pencere açılmaktadır. Kubbe; mavi, lacivert,
siyah, koyu yeşil renklerle sırlanmış tuğlalarla örülmüştür. Muhtelif şekillerde işlenen renkli tuğlalar, kubbeye
başka yerde eşine ve benzerine rastlamadığımız bir fevkalâdelik vermiştir. Burada da Karatâyî Medresesi’nde
olduğu gibi hâkim renk mavidir. Selçuklular göklerin müka’arlığını tanzir eden kubbelerde daima semanın
rengini hâkim kılmışlardır.
Kubbenin kasnağını siyah ile ve çiçekli bir kûfî hat ile mükerreren yazılan ‘’اﻟﻤﻠﻚ ﷲcümlesi
süslemektedir. Kubbenin köşelerinde Karatâyî Medresesi’nde olduğu gibi dörder müsellesin huzmelediği ve
ayırıcı noktalarını mavi zemin üzerine siyahla işlenmiş çini zambakların süslediği dört askı vardır. Kubbede yer
yer çatlaklıklar ve yağmur övüntülerinden müteessir olan yerler vardır.
Sahanlığın batısında beşik şeklinde tonozla örtülen ve dershâne vazifesini gören önü açık 7,40 metre
derinliğinde ve 6 metre eninde bir eyvan vardır. Buradan batıya bir pencere açılır. Sağındaki odaya açılan kapısı
sonradan örülmüştür. Bu kısmın duvarlarında ve sakfında çini kullanılmıştır. Yalnız donuk sırlı mavi ve siyah
renkli tuğlalarla örülen kemerin iç ve dış yüzleri yeşil sırlı tuğlalarla süslenmiştir.
10,90 x 10,90 metre ebadındaki sahanlığın ortasında bir havuz vardır. Bu Dârü’l-Hadis ile beraber
yapılmıştır. Karatâyî Medresesi’ndeki gibi sonradan ilâve edilmemiştir.
Eyvanın sağında ve solundaki yuvarlak kubbeli odalar yıkılmıştır. Bunların dışarıdan istinat tırnakları
ve askı yerleri görülmektedir. Sahanlığın sağında ve solunda beşikörtülü dörder hücre vardı. Ana kubbe altına
açılan kapıların üstlerindeki sivri kemerli pencereler sonradan kapatılmıştır. Bu hücrelerden dışarıya da birer
pencere açılır. Sağdaki ilk iki hücrenin arkalarına mescid rastladığı için bunların arka pencereleri yoktur. Hücre
kapılarının önleri 1'er, yükseklikleri 1,67'şer metredir. Hücre pencerelerinin üst yanlarındaki müselleslere çiniden
yıldızlar vesaire süsler serpilmiştir.
Dârü’l-Hadis'in kapısından girince sağındaki kapı mektebe açılır. Mektepten de tak kapı ile minare
arasından doğuya doğru açılmış iki pencere vardır. Mimar bu kapıyı tanzir etmek için umumi kapının, girince
soluna da ağzı açık şeklinde bir kısım yapmıştır.
Hücrelerin iki sağdakinden başka hepsinin üstleri dışarıları yıkıldığı için kapıları örülmüştür.
Ön kapının üstüne mavi zeminli çini üzerine siyah ile ve hatt-ı kûfî ile Besmele ve Kürsi Âyeti
yazılmıştır. Hattat, yazı âhengine ve insicamına o kadar dikkat etmiştir ki bazen bir panoda bitmeyen bir
kelimenin harflerini diğer panoya almak mecburiyetini duymuştur.
Şimdi eyvanın sağındaki hücre kapısından başlayarak sola doğru kapıların üstlerindeki yazıları birer
birer görelim :
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ اﻟﻠـ-1
ـﻪ ﻻ اﻟﻪ اﻻ هﻮ اﻟﺤﻰ اﻟﻘﻴﻮم ﻻ ﺗﺎ-2
ﺧﺬﻩ ﺳﻨﺔ وﻻ ﻧﻮم ﻟﻪ ﻣﺎﻓﻲ اﻟﺴﻤـ-3
وات وﻣﺎ ﻓﻰ اﻻرض ﻣﻦ ذا اﻟﺪي ﻳﺸـ-4
ﻓﻊ ﻋﻨﺪﻩ اﻻﺑﺎذﻧﻪ ﻳﻌﻠﻢ ﻣﺎﺑﻴﻦ-5
اﻳﺪﻳﻬﻢ وﻣﺎ ﺧﻠﻔﻬﻢ وﻻ ﻳﺤﻴـ-6
ﻃﻮن ﺑﺸﺊ ﻣﻦ ﻋﻠﻤﻪ اﻻ ﺑﻤﺎ ﺷﺎء-7
وﺳﻊ آﺮﺳﻴﻪ اﻟﺴﻤﻮات واﻻ-8
رض وﻻ ﻳﺆدﻩ ﺣﻔﻈﻬﻤﺎ وهﻮ اﻟﻌﻠـ-9
1044
ى اﻟﻌﻈﻴﻢ ﻻ إآﺮاﻩ ﻓﻲ اﻟﺪ-10
Soldaki hücrelerin yerlerine sonradan kerpiç duvarlı ve kara örtülü odalar yapılmıştır.
Şimdi Mamurenin, vasfını bütün müesseseye ad yapan minaresine geliyoruz. Önündeki iç kale
duvarlarının yüksekliğini, kubbenin azametini ve Takkeli ve Karaburga Dağları’nı fon yapan arkasındaki
1041
-Külük, kuvvetli yük hayvanı, at anlamında Türkçe kelimedir. Bu zat ihtida ettikten sonra adı Külük’e çevrilmişti.
Konya’da bir Külük Bağı ve mahallesi vardı. Hoca Fakıh’daki Küllük Yusuf Ağa yaptırmıştı. Kayseri’de de Külük Şemse’d-
din’in hayır eserleri vardır. Bazı eski metinlerde bu ad ‘’آﻮﻟﻮكşeklinde görülmektedir.
1042
-Konia İnschriften der Seb Seldschukischen Bauten (Berlin. 1917 s.6 Epigraphie Arabe D’asıemıneure No.30)
1043
-Büyük Türkçe Lugat’inde Külük’ün Batı Türk Lehçesi’nde rüzgar, yel, dalga, talaz; Çağatay Lehçesi’nde Külük ve
Külek’in binek hayvanı, yelken gemisi, kayık anlamına geldiği söylenmektedir. Arapça Külu yorulmak ve Kelûl
manasındadır.
1044
- ‘’ﻳﻦi yoktur.
296
genişliği ince zevkine ölçü yapan Mimar Külük; mescitle medresenin ana kubbesi arasından çok uzun ve iki
şerefeli bir minare yükseltmiştir. Bu minarenin heybetine, abidenin umumî ahengiyle fevkalâde kaynaşmasına,
ihtişamına hayret etmeyen hiç bir ecnebi âlim ve mimar yoktur. Yalnız Güstav Mendel gibi Türk’ün her şeyini
gayri İslâmi ve gayr-i millî köklere, hatta Ermeniler’e dayamak isteyen garazkâr, minareyi yapının umûmî
âhengine pek de uygun bulmadığını söyleyerek sözde Türk’ün bu pırlanta eserini kötülemek istemiştir.1045
Külük; taşlı sırlı tuğla ve kâşilerin inşa malzemesi olarak alınmasından doğan Selçuk Mimarisi’ne
şaheser bir örnek vermek için minarenin küpüne kadar kısmını muntazam kesme taşla, üstünü sırlı ve sırsız
tuğla ile yapmıştır. Minarenin cepheden kaidesi 3,20 metredir. Yerden biraz yükseldikten sonra kaideye yan yana
2,20 boy ve 0,55 metre eninde iki taş pano yapmıştır. İçleri yapraklarla süslenen panoların dışarıya doğru zarif
bir şekilde kıvrılan birer akand yaprağı vardır. Yaprakların uçları kırılmıştır. Panoları ikişer kaytan halinde
kabaran, yanlarında ve beyzî tepeleri üstünde zarif birer şekilde birbirini kesen çerçeveler süslemektedir.
Panoların üstünde minarenin ince bir yarma halindeki penceresi görünür. Bundan sonra küpün mavi sırlı
tuğlalarla süslü tuğla kısmı başlar. Biraz sonra da eskiden çini ile kaplanmış iken şimdi harçla sıvanan ve bir
Kitabe yuvasına çok benzeyen yer gelir. Biz burada minarenin inşa tarihini gösteren çini bir Kitabenin
bulunduğunu tahmin ediyoruz.
Nazarlar bundan sonra minarenin sekiz muhaddep yüzlü ve çubuklu tuğla kısmına atlar. Satıhları;
başları ehrami şekilde nihayetlenen mavi ve mor sırlı tuğladan yapılmış kabaraların verdiği muhtelif şekiller
süslemektedir. Her sathı diğerinden, üstünde fasıllarla yarım daire şeklinde mavi bilezikler bulunan birer zıh
ayırır. Zıhları iki tarafından lacivert çiniler ayırmaktadır. Minarenin çinilerinde de hâkim renk mavidir. Bundan
sonra birinci şerefe gelir. Şerefe altının zengin istalaktitleri daha evvelce döküldüğü için harçla sıvanmıştır.
Şerefeyi muhtelif hendesî şekillerden şebekeleştiren, ortalarında yıldızlar bulunan bir korkuluk sarar. Sülün
endamlı minarenin bugün ayakta yalnız buraya kadar olan kısmı kalmıştır. 55 metre kadar tahmin edilen
minarenin üst kısmı ve ikinci şerefesi 1901 yılı teşrini sânisinin Yirmi yedinci Çarşamba günü üstüne düşen iki
yıldırımla yıkılmıştır. Minarenin alt kapısı kuzeye, şerefe kapıları batıya açılır. Daha evvel çekilen fotoğrafına
göre tuğla yüzler birinci şerefeden sonra daha sertleşir ve ikinci şerefeye kadar yükselirdi. Bu şerefenin altındaki
istalaktitler pek muhteşemdi. Bu kısımda da yüzlerin arasında çinili zıhlar vardır. Şerefeden sonra külâh altına
kadar bu zıhların hazfedildiği görülür. Minare; batan, doğan güneşin akisleri, zevâlin keskin ışıkları altında
bukalemun pırıltılarıyla gönülleri ve gözleri büyülerdi. Sahip Ata; manzume arasındaki minareye müstesna ve
yüksek bir kıymet verdiği için vakfiyesinde bilhassa belirtmiştir. Yıldırımda arkasındaki mescidin tek sağır
kubbesi de sakatlanmıştı. Tamir edilmesi mümkün olan mescid 1929'da bir tecavüze uğrayarak tamamen
yıkılmıştır.
Mescidin kıble duvarındaki mihrap yeri hâlâ görülür. Minarenin sağ tarafından doğuya açılan bir
kapıdan mescidin yazlığına ve buradan da başka bir kapı ile asıl mescide girilirdi. Mescidin duvarlarını yarısına
kadar kıymetli çiniler süslerdi. Kıble duvarına güzel sülüs ile yazılan levhaların izleri yer yer göze çarpar.
Mamurenin aşağıda göreceğimiz vakfiyeleri h.664,666 ve 679 yıllarında tanzim edilmiştir. İnşadan bir müddet,
hatta uzun bir müddet sonra tanzim edilen ve inşadan evvel de tescil ettirilen vakfiyeler görüldüğü için vakfiye
tarihlerini inşa tarihi olarak kabul edemeyiz.
Bu Mamure muhtelif devirlerde birçok tamirler görmüştür. Hattat Hamdi Zâde Mahbub Efendi h.1293-
m.1876 yılında yapılan bir tamir için 26 mısralık bir tarih manzûmesi yazmıştır. Son iki mısraı şudur:
ﭼﻴﻘﺎردم ﺑﻦ دﻩ ﺑﺮ ﻣﺤﺒﻮب ﻣﺠﻮهﺮ ﺗﺎرﻳﺦ ﺗﻌﻤﻴﺮ
1293 ﺑﻬﺸﺖ ﺁﺳﺎ ﻧﻮ اﺣﻴﺎ اوﻟﺪى ﺑﻮ دار اﻟﺤﺪﻳﺚ ﻳﺎ هﻮ
1045
-Yeni Mecmua sayı 25 sahife 110’da Vahid Bey’in tercümesi.
1046
-Sahib Ata ile oğulları. Sahife 70.
1047
-Bu kitap 1944 yılında yazılmıştır.
297
Filhakika vakfiyenin birçok yerleri atlanmıştır. Birçok yerleri boş bırakılmıştır. Yazılan yerlerin ancak
bazı kısımlarından mana çıkarmak mümkün olmaktadır.
Vakfiye 679 yılı Ramazanının son on gününde Konya Kazı'l-Kuzatı Ebü’s-Sena Sirace’d-din Mahmud-i
Ürmevî tarafından tanzim edilmiştir.1048
Vakfiyede Sahip Ata şöyle anılmaktadır: ‘ ﻣﻠﻚ اﻟﻮزراء ﻓﻰ اﻟﺸﺮق واﻟﻐﺮب ﻣﻠﺠﺄ... اﻟﺼﺎﺣﺐ اﻻﻋﻈﻢ واﻟﺪﺳﺘﻮر اﻟﻤﻌﻈﻢ
اﻟﺨﻼﻳﻖ ﻣﻐﻴﺚ اﻻﻧﺎم آﻬﻒ اﻟﻮرى اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎدل اﻟﻤﺤﺴﻦ اﻟﻤﻨﺼﻒ اﻟﻤﺸﻔﻖ ﻓﺨﺮ اﻟﺪوﻟﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﻣﻌﻴﻦ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻋﻴﻦ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﺑﻮ
(2) ’اﻟﻤﺤﺎﻣﺪ واﻟﻤﻨﺎﻗﺐ واﻟﻤﻔﺎﺧﺮ واﻟﻤﻜﺎرم ﻋﻠﻰ ﺑﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﺑﻦ اﻟﺤﺎج اﺑﻰ ﺑﻜﺮ اﻟﻘﻮﻧﻮى1049
Vakfiyenin tarihinde Konya Selçuk tahtında III.Kılıçaslan'ın oğlu Keyhüsrev bulunuyordu.
Vakfiyede ne hükümdarın adı ve ne de evsafı doğru yazılabilmiştir. Yalnız Tâc’ı âl-i Selçuk doğru
okunabiliyor. Vakfiyede Mamurenin mahiyeti ve kurulduğu yer şöyle tespit edilmiştir: ‘ وﻗﻒ اﻟﻮاﻗﻒ اﻟﻤﺬآﻮر ادام اﷲ
أﺳﺴﻬﺎ ﺑﺒﺎﻃﻦ دار اﻟﻤﻠﻚ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺣﻤﺎهﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﻰ ﻃﺮﻳﻖ ﺑﺎب اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻗﺮب ﺳﻮق.... ﺧﻴﺮاﺗﻪ وﺗﻘﺒﻞ ﻣﻨﻪ اﻋﻤﺎﻟﻪ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺒﻨﻴﺔ اﻟﺘﻰ
دار اﻟﺤﺪﻳﺚ وﻣﻜﺘﺒﺎ وﻣﺴﺠﺪًا ﻣﻊ اﻟﻤﻨﺎرة اﻟﻤﺘﺼﻠﺔ ﺑﻬﺎ.... ﻓﺠﻌﻠﻬﺎ... ’اﻟﺤﻄﺐ ﺣﺬاء اﻟﺨﻨﺪق
Bu kayıd bize Dârü’l-Hadis, mektep, mescid ve minareden teşekkül eden Mamurenin Odun pazarı
yakınında Sultan kapısına giden yolun üzerine İç kalenin önündeki hendeğin hizasına kurulduğunu
göstermektedir. Başka bir vesikadan Konya Un kapanı’nın da bu civarda bulunduğunu öğreniyoruz.
Sahip Ata; manzumenin içinde önemli ve muhteşem bir mevki tutuğu için minareyi vakfiyesinde ayrıca
zikretmiştir. Filhakika bu şaheser minare sonradan Mamureyi kendi mevzun endamından alınan bir vasıfla
ünlendirmiştir: İnce Minare
Sahip Ata; bu Mamure için 6631050, h. 664, 666 ve 679 tarihlerinde muhtelif şehir ve kasabalarda
muhtelif vakıflar tesis etmiştir.
Tetkik ettiğimiz h. 679-m.1377tarihli vakfiye muhtelif zamanlarda yapılan vakıfların hepsini içine alan
son vakfiyedir.
Vakfiyede vakfedilen yerlerin adları okunamayacak ve mana çıkarılmayacak kadar feci hatalarla kopya
edildiği için bunları tam olarak sınırlarıyla beraber veremeyeceğimiz için çok üzülüyoruz. 660 yılında vakfedilen
yerler şunlardır:
1-Kırşehir'e bağlı ‘?’ﻗﻠﻴﺤﺎنköyünün tamamı, bu köyün sınırları üzerinde Karaağaç’ Karatimür’
İnançini’ Bademözü, ‘’ﺧﻄﺎبini köyleri vardır.
2-Konya köylerinden ‘’اردشın yarı hissesi bu köyün sınırları üzerinde Ak'in’ Altuntaş, ‘’ارﺧﻮشKöyler’i
vardır.
3-Burglu ‘’ﺑﺮﻏﻠﻮya bağlı ‘’ﺗﺘﺶköyü.
4- Konya'nın dışında Nizame’d-din Hurşid bakla = sebze bahçesinin yarı hissesi.
5- Konya'nın dışında İdris Oğlu diye maruf ‘’ﻣﻠﻴﺴﻴﺎköyündeki tarlanın tamamı.
6-Konya'nın dışında Bedre’d-din Yahya İbnZekeriyya tarlasının tamamı.
7-Karahüyük tevabiinden ‘’ﺷﻔﻮرﻩköyünün tamamı1051
1048
- Vakfiyede bu zat şöyle geçmektedir: ‘ ﻋﻼﻣﺔ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻓﻀﻞ اﻟﻤﺘﺄﺧﺮﻳﻦ ﻗﺪوة اﻟﻤﺤﻘﻘﻴﻦ ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻌﻠﻤﺎء ﺷﺮﻳﺢ اﻟﺰﻣﺎن ﺷﻴﺦ ﻣﺸﺎﻳﺦ اﻻﺳﻼم...
’واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻗﺎﺿﻰ اﻟﻘﻀﺎة ﻓﻰ اﻟﻤﻤﺎﻟﻚ ﺳﺮاج اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ ﺣﺠﺔ ﻋﻠﻰ ﺧﻠﻘﻪ ﻧﺎﺻﺢ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﺑﻮ اﻟﺜﻨﺎء ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﺑﻰ ﺑﻜﺮ ﺑﻦ اﺣﻤﺪ ا ُﻻرْﻣﻮى
1049
-Kopyacı evsaftan birçoklarını yanlış yazmış ve bazı kelimelerini atlamıştır. Biz karinelerle bu hatları düzelterek ve
noksanlarını tamamlayarak yazdık.
1050
-Bu yılın birer hanesi şüphelidir.
1051
-Bu tuhaf vakfiyenin bu köyü vakfeden satırları yerinden asyrılarak matbu gazete sütunlarında yerini şaşıran serseri
satırlar gibi vakfiyenin tevliyet şartları arasında mânasız birt şekilde yerleşmiştir.
1052
-İnce Minare Mamuresi bu mahallede yapılmıştır. Demek ki bu mahalle eskiden bit Türk doktorunun adını taşıyordu.
1053
-Barhane olması muhtemeldir.
298
Vakfiyeye göre vâkıf hayatta iken Mamuresinin mütevellîsi kendisi olacaktır. Vefatından sonra tevliyet erkek
evladının en sâlihine, bunlar bulunmazsa azatlılarının ve bunlar bulunmazsa azatlılarının oğullarının en sâlihine,
bunlar da bulunmazsa Konya hâkiminin tayin edeceği kimseye verilecektir. Evkafın gelirinin üçte biri
mütevelliye tevliyet ve nezaret hakkı olarak ödenecektir. Sahip Ata Vakfiyesi’nde müessesenin mimarına ve
câbisine (tahsildarına) her ay vakfettiği on bin dirhemden otuzar dirhem verilmesini ve mimarla câbinin
(tahsildarın) kendi azatlılarının en eminlerinden ve tayin edildiği işe devam edenlerden olmasını da şart
koşmuştur. Câbi ile mimara ayrıca her gün yarım ekmek de verilecektir. Vâkıfın azatlılarından Seyfe’d-din
Sungur İbn Abdullah1054 Mamurenin kâtibi olacaktır. Buna da tahsisattan her gün yarım ekmek verilecektir.
İnce Minare Mamuresi; h.881-m.1476 yılında Fâtih adına Konya Evkafı’nı tespit eden defterde şöyle
kaydedilmiştir: ‘ وﻗﻒ دار اﻟﺤﺪﻳﺚ وﻣﺴﺠﺪ ﻣﻊ ﻣﻨﺎرﻩ وﻣﻜﺘﺒﺨﺎﻧﻪ ء ﺧﻮاﺟﻪ ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﺻﺎﺣﺐ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺣﺼﻪء ﻣﺤﺪﺛﻰ ﺛﻠﺚ وﻗﻒ
’ﻗﺪﻳﻢ ﻣﻘﺮر1055
Bu kayda göre Dârü’l-Hadis'te hadis okutan hoca umumi gelirin üçte birini almaktadır. Bu deftere göre
bu Mamurenin geliri şunlardır:
ﺧﻠﻔﻪ 1-Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Karahüyük Köyü ile ‘’آﻮﭼﺎت1056çiftliğinin öşrü.
Hoca 2-Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Akça Viran Köyü’nün öşrü.
1057
unutmuş3-Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı ‘’ﺳﻴﻐﻮرﻩSigore köyünün öşrü.
buradan 4-Konya'nın dışında Kürden havalisindeki zemin.
alın 5-Meram havalisinde ‘ ’ﺧﻠﻔﻪbağı şöhretini taşıyan ‘’دفveya ‘’ذفbağı.
Tahrir zamanında bağ harap imiş, ihyasına teşebbüs edilmiştir. Bu bağın Turut'daki Mevlevî bağı
olacağını zannederiz.
II.Bayezid'in Konya Tahrir Defteri’’nde bu Mamure hakkında şu malûmatı buluyoruz: ‘ وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء دار
اﻟﺤﺪﻳﺚ ﻣﻊ ﻣﺴﺠﺪ وﻣﻨﺎرﻩ وﻣﻜﺘﺐ ﺧﺎﻧﻪء ﺻﺎﺣﺐ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺗﺪرﻳﺲ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺧﻴﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ ﺑﺤﻜﻢ ﭘﺎدﺷﺎﻩ ﻋﺎﻟﻤﭙﻨﺎﻩ واﻗﻒ
ﺗﻮﻟﻴﺖ در. ﻣﺬآﻮر اﻣﺎم وﻣﺆذن ﻣﺴﺠﺪﻩ در. ﺷﺮﻃﻨﺪﻩ اﻳﻜﻲ ﻣﻌﻴﺪ وﺑﺮ ﻣﺆذن اﻵن ﺑﺮات ﭘﺎدﺷﺎهﻰ اﻳﻠﻪ اوچ ﻧﻔﺮ آﻤﺴﻨﻪ ﻣﺘﺼﺮف واﻣﺎم دﺧﻰ وار
’ﺗﺼﺮف ﻣﺼﻠﺢ اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﭘﺎدﺷﺎهﻰ
Bu deftere göre de Mamurenin gelirleri şunlardır:
1-Meram'da ‘’ذفbağı ve buradaki harım.
2-Tahta Köprü’de tarla.
3-Gedekılas (Aşağı Yaka) da tarla.
4-Delikli Taş'da tarla
5-Akşehir'e tâbi ‘’اوزىÖzi Köyü1058
Bu köyün altında şu satırlar vardır: ‘ وﻗﻒ دار اﻟﺤﺪﻳﺚ اﻟﻤﺰﺑﻮر ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻔﻴﻪء ﺷﺮﻋﻴﻪ وﺗﺬآﺮﻩء ﺣﺎج ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ
اورﻣﻮى وﻣﻘﺮر ﻧﺎﻣﻪ ء اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ وﻣﻮﻻﻧﺎ ﻣﺆﻣﻦ ﺧﻠﻴﻔﻪ ﻗﺮﻣﺎن اوﻏﻠﻰ زﻣﺎﻧﻨﺪﻩ دار اﻟﺤﺪﻳﺚ ﻣﺪرﺳﻰ اوﻟﻮب ﻗﺮﻳﻪء ﻣﺰﺑﻮرﻩ ﻳﻰ ﺗﺼﺮف اﻳﺘﺪﻳﻜﻨﻪ
وﻗﻔﻴﻪ ﺳﻨﻪ دﺧﻰ ﺷﻬﺎدت اﻳﻠﺪى. …“ ’اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻜﺘﻮﺑﻰ وارve Mevlâna Mü'min Halife Karamanoğlu zamanında Dârü’l-
Hadis müderrisi olup karye-i mezbûreyi tasarruf ettiğine İbrahim Bey'in mektubu vardır. Vakfiyesine dahi
şahadet eyledi ve Karamanoğlu zamanında karye-i mezbûre ortakçı olup öşrü vakfa verilir imiş. Bu hususiyet
hazret-i padişaha arzedilip öşrü yine vakfa emir olundu diye Defter-i köhnede mastur ol üzere Defter-i cedide
kayıd olundu.”
II.Bayezid'in tahrir heyeti Mamurenin vakfiyesini ve bu şartları defterine kaydetmiştir.
III.Murad'ın h.992-m.1584 tarihli Karaman İli Evkaf Defteri’nde bu Mamure şöyle yer almıştır: ‘ وﻗﻒ
اﻧﺸﺎء ﺻﺎﺣﺐ اﻋﻈﻢ ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﺣﺴﻴﻦ وزﻳﺮ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻰ در ﻧﻔﺲ. ﻣﺪرﺳﻪء دار اﻟﺤﺪﻳﺚ ﻣﻊ ﻣﺴﺠﺪ در ﺟﻨﺐ ﻗﭙﺎن
’ﻗﻮﻧﻴﻪ
Bu kayıttan da Selçuklular zamanında Un Kapanı’nın da bu civarda olduğunu öğreniyoruz. Sahip
Ata'nın Sadre’d-din-i Konevî civarında Çeşme Kapısı’nda da bir Dârü’l-Huffâzı, mescidi ve çeşmesi vardı. Sahip
Ata şehre de kırk çeşme yaptırmıştır. Konya'ya tâbi ‘’ﺗﻮﺗﺴﺘﺎن1059çiftliği, çeşme yanındaki Sahib'in evlerinin yerleri
Filabad Yolu’nda1060 bir bağ bu hayır eserlerinin gelirlerini teşkil ediyordu. Bu Darü’l-Huffaz, Karamanoğlu
İbrahim Bey zamanında yıkıldığı için Dârü’l-Hadis'e ilhak olundu ve Mü'min Halife de buraya muhaddis,
müderris tayin edilmişti.1061
Bu deftere göre 927 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman bu Dârü’l-Huffâz’ın ve mescidin muallim ve
müstahdemlerinin vazifelerini şöyle tespit etmiştir:
Müderris 30, Talebe 7, imam 2,5, müezzin 2,5, tahsildar 5, nâzır ve kâtip 2, hatip 7 akça alacaklar. Bu
deftere göre müderris aynı zamanda hasbî nâzır olacaktır.
1054
-Karatayi’nin kardeşlerinden birisinin adı Seyfed’din Sungur’dur.
1055
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter numarası 255
1056
-Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Çat Köyü olması muhtemel.
1057
-Başvekalet Arşivi’nde 399 numaralı tapu defterinde bu ad ‘’ﺻﻮﻏﺎرﻩSugare şeklinde yazıyor. Sahra Nahiyesi’ne bağlıdır.
1058
Bu Akşehir Erzincan Akşehir’dir.
1059
-Tutlu Suyu’nun bulunduğu yer Sahib Ata’nın evkafından idi.
1060
-Filabad ‘’ﻓﻼﺑﺎدÇayır ve Sahra yöresinin eski adıdır. Şikarî Tarihi’nde bu ad Felekabâd şeklinde yanlış yazılmıştır.
İstanbul Fatih Milli Kütüphanesi yazma nüsha.
1061
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, 255, 256, ve 584 defter numaraları.
299
İnce Minare Dârü’l-Hadisi 1954 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nca kısmen tamir edilmiştir. 1956
yılında Selçuklular Devri Taş ve Ahşap Müzesi haline getirilmiştir.
1062
-Sahib Ata ile oğullarının hayrat ve eserleri. Sahife 71
300
1-İplikçi Camii'nin kıble tarafının sol tarafında ve cami duvarından beş metre açıkta çeşme.
2,80 boy ve 2,40 eninde olan bu çeşmenin ayna taşından yukarı tarafı kırılmıştır.
Çeşmenin yüzü kıbleyedir. Gerek ayna taşı gerekse havuzu başka bir mimari eserin enkazından
uydurulmuş şeylerdir. Yanında gayr-i İslâmî devirlere ait bazı sütun başlıkları ve kaideleri vardır. Çeşmenin
seviyesi ilk İplikçi Câmii'nin seviyesindedir. Son medrese ilk medresenin 2,5 metre aşağıda kalan enkazı üzerine
yapılmıştır.
2-İplikçi Câmii'nin kıble duvarına sol taraftan bitişik, duvarları ve kubbesi tamamen tuğla ile yapılmış
olan 6,30 metre boy ve 7,30 enindeki odadır. Şimdiki zeminden 1,20 metre yükseklikte olan kapısı doğuya açılır.
Âdi taş çerçeveli olan kapının genişliği 1,10, yüksekliği 2 metredir. Kıble tarafına da bir pencere vardır.
Kubbenin dört köşesindeki askılarından, inşa malzemesinden bu odanın altıncı hicret asrının son yarılarında
yapılmış olduğunu anlamak mümkündür. İplikçi câmii'nin sol kanadı yani ilâve kısmı sonradan bu odaya
yapıştırılmıştır. Mabetten kıble tarafına mihrabın üstünden ve sağından pencereler açıldığı halde önünde oda
bulunduğu için sol tarafına pencere açılamamıştır. Bu tenazursuzluk da odanın Mabetten evvel yapıldığını
göstermeğe kâfidir.
3- Bu odanın batı tarafında ve yine Mabedin kıble tarafına bitişik bir bina kalıntısı vardır. Tamamen
tuğla ile yapılan 9,60 metre boyu ve 3,50 metre uzunluk ve derinliği olan bu binanın temel teşekküllerine göre
iki oda ile bunların sonunda minare ve yahut ikinci bir kat merdivenine benzeyen helezoni basamaklar olduğu
anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde tasrih edildiğine göre medresenin içinde namaz kılınırdı. Belki de medresenin İnce
Minare gibi müstakil bir mescidi vardı. Şimdi görülen enkaz da o mescidin minaresine aittir. Buradaki kazı
genişletilir, eski medresenin temelleri ortaya çıkarılırsa hem bu bina bakiyesinin mahiyeti anlaşılır, hem de en
eski bir Selçuk Medresesi’nin planı elde edilmiş olur. Fatih'in h.881-m.1476 yılında Konya evkafını tespit eden
defterinde Altunaba Medresesi’; medrese listelerinin başında yer almakta ve aynen şöyle denilmektedir: ‘ وﻗﻒ
’ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎ ﻣﻘﺮر ﺗﺪرﻳﺲ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺣﺎﺟﻰ ﻣﺤﻰ اﻟﺪﻳﻦ وﻗﻒ ﻗﺪﻳﻢ وﻗﻔﻴﻪ دﻓﺘﺮﻧﺪﻩ ﻣﺜﺒﺖ
Bunun üstünde ‘’ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮنyazılıdır.
Bu deftere göre medresenin gelirleri şunlardır:
1-Konya'ya bağlı ‘’ارﻗﻮدErkud Köyü1063
2-‘’ ﺻﻮ درمSudiremi'ne - Sille'ye bağlı Altunba Çiftliği.
3-Lârende'ye bağlı Dağ Saraycık Çiftliği.
4-Konya'nın içinde ‘’ﭘﺎزار رﺷﺘﻪİplik Pazarı
5-İplik Pazarı’na bitişik dükkânlarla fırın ve hâne, Nizame’d-din hanında, Eski Pazar’da, kervansaray
ve dükkân yerlerinin mukataalariyle Abdü’r-reşid'de, evdireşe tarla ve Altunba Bağı. Bu bağın harap olduğu da
altına yazılmıştır.
II.Bayezid'in h.906-m.1500 tarihli Konya Tahrir Defteri’’nde de bu medrese hakkında aynen şunları okuyoruz:
وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺣﺴﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﺷﺮﻳﻒ
ﻣﺰرﻋﻪء آﺪﻩ آﻼس ﺗﺎﺑﻊ ﻗﻮﻧﻴﻪ
اﻳﭙﻠﻚ ﭘﺎزارﻳﻨﻪ ﻣﺘﺼﻞ. زﻣﻴﻦ دآﺎآﻴﻦ
ﭘﺎزار رﺳﻦ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
اوچ دآﺎن ﻳﺮﻧﺪﻩ آﺎرﺑﺎﻧﺴﺮاﻳﻪ ﻳﻮل اﻳﻠﻤﺸﻠﺮ. ﻋﻦ ﺧﺎن ﻧﻈﺎﻣﻴﻪ
زﻣﻴﻦ ﺧﺎﻧﻬﺎء در ﻗﺮب ﭘﺎزار رﺷﺘﻪ
دآﺎن در ﭘﻴﺶ ﺣﻤﺎم ﺳﻨﻐﻮر
ﻗﻄﻌﻪ وﺑﺮ آﺎرﺑﺎﻧﺴﺮاي در ﭘﺎزار آﻬﻨﻪ3 زﻣﻴﻨﻬﺎء دآﺎآﻴﻦ
ﺑﺎغ ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎ. زﻣﻴﻦ ﻓﺮون
Bu tahrir Altunaba Medresesi’'ni şu noktalarda daha iyi aydınlatmaktadır:
Na'linci Medresesi’nin vakfı olan ve şimdiki belediye binasıyla Maarif evlerinin bulunduğu yerleri de
kaplayan meşhur Nizamiye Kervansarayı yapılırken Altunaba Medresesi’’nin üç dükkânı yıkılmış ve
yerlerinden kervansaraya kapı açılmıştır. Bu defterde ‘ ’ﭘﺎزار رﺳﻦİplik Pazarı ‘’ﭘﺎزار رﺷﺘﻪşeklinde anılan pazarın
bir pazar mı, yoksa başka başka pazarlar mı olduğu tasrih edilmiyorsa da Farsça ‘’رﺳﻦİp, ‘’رﺷﺘﻪİplik demek
olduğuna göre bizce hepsi ile bir pazar kastedilmiştir. III.Murad'ın h.992-m.1584 tarihli Tahrir Defteri’ medrese,
vâkıfı ve vakfiyesi hakkında bize şu malûmatı veriyor: ‘ وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﻟﺘﻮﻧﺒﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ آﻪ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد
’ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻰ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪء اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺛﻤﺎن وﺗﺴﻌﻴﻦ وﺧﻤﺴﻤﺎﻳﻪ
‘Vakf-ı Medrese-i Altunba İbn Abdullah Es-sultanî ki Kılıcaslan İbnMesud İbnKılıc-aslan Es-Selçuki
ber muceb-i vakıfnâme El-muverrah bi-tarih-i semane ve tis'in ve hamse mie. Karye-i Arkıd tâbi-i Konya öşrü
vakf-ı Medrese. Hasıl 2640. Mezrea-i Altunba Tâbi-i Sudiremi (Sille). Öşrü vakf-ı Medrese. Hasıl 800.
Mezrea-i Dağ Saraycık tâbi-i Lâdik öşrü vakf-ı Medrese-i Altunba. Hasıl 1480. Mezrea-i (Gedekıle-‘ )’ آﺪآﻠﻪtâbi-
i Konya. Hâsılı (okunamadı). Zemin-i dekâkin der pazar-ı iplik. İcare. Fi sene 360 An mahsul-i han-ı Nizamiyye
üç dükkân yerinde kervansaraya yol eylemişler. Fi sene ber vech-i nakd verilir.
Hânehâ der pazar-ı rişte. Fi sene 44.
1063
-Başvekalet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanunî Devri’ne ait tapu defterinde bu köy ) şeklinde yazmıştır. Örşü
Altunaba Medresesi’nin vakfıdır. Elli mükellef nüfusu vardır.
301
Bağ-ı Altunba öşür 400
Zemin der Abdü’r-Reşid 3 kıta. Fi sene 170 yekün 1219’
Bu kayda göre Altunba'nın babasının adı Abdullah'tır. Vakfiyesi 598 tarihlidir. Kendisi ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰEs-
sultanî şeklinde vasıflandırılmaktadır. Bu vasfı da Kılıcaslan İbn Mesud İbn Kılıc-Aslan'a mensubiyetinden
dolayı almıştır. Belki bu hükümdarın azatlılarından idi. Bu defterin masraf kısmında medresenin gelirlerinin
tevzi şeklini gösteren şöyle bir kayıt vardır: ‘ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ ﺗﻮزﻳﻊ ﻧﺎﻣﻪ ﺧﺪاوﻧﺪآﺎر ﺟﻬﺎن ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺧﺎن اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﻣﺤﺮم
’اﻟﺤﺮام ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﻋﺸﺮﻳﻦ وﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪ
III.Murad'ın Konya Defteri’nde İplikçi Camii yandıktan sonra tamir ve termim edildiği yazıldığı halde
ittisalindeki Altunaba Medresesi’ hakkında böyle bir kayda rastlamadık. Altunaba Medresesi’'nin h.992-m.1584
yılına kadar ayakta bulunduğu muhakkaktır. Ne vakit yıkılıp yok olduğunu tespit edecek bir vesika henüz
elimize geçmedi. medresenin Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan 4 numaralı defterin Otuz dördüncü
sahifesinde 598 yılı Recebinde tanzim edilmiş 6,5 sahifelik Arapça bir vakfiyesi vardır. Vakfiyede Altunaba
şöyle anılmaktadır: ‘ اﻻﻣﻴﺮ اﻻﺳﻔﻬﺎر اﻻﺟ ّﻞ اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻌﺎﻣﻞ اﻟﺰاهﺪ اﻟﻤﺠﺎهﺪ اﻟﻤﺮاﺑﻂ ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﺿﻴﺎء اﻻﺳﻼم ﺑﻬﺎء اﻟﺪوﻟﺔ ﻣﺠﺪ اﻻﻣﺮا
) اﻟﻤﺮﺗﻀﻰ ؟( اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ ﺿﻌﱠﻒ اﷲ ﺟﻼﻟﻪ وزاد ﻋُﻠﻮﱠﻩ وإﻗﺒﺎﻟﻪ اﻧﻪ وﻗﻒ وﺣﺒﺲ واﺑّﺪ وﺳﺒّﻞ واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﺑﻮ ﺳﻌﻴﺪ ﺁﻟﺘﻮﻧﺒﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ
وﺧﻠّﺪ ﻓﻰ زﻣﺎن اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺴﻌﻴﺪ اﻟﺸﻬﻴﺪ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻏﻴﺎث اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻓﺨﺮ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ اﺑﻰ اﻟﻔﺘﺢ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ
ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻲ ﻧﻮﱠر اﷲ ﻣﻀﺠﻌﻪ وﺟﻌﻞ اﻟﺠﻨﺔ ﻣﺜﻮاﻩ وﻣﺮﺟﻌﻪ واﻳﻀﺎ ﻓﻰ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﺳﻴﺪ
آﻤﺎل اﻟﻤﻠﺔ اﻟﺒﺎهﺮﻩ ﻣﻐﻴﺚ.. ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺎﻟﻢ آﻬﻒ اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﻧﺼﻴﺮ اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ ﻗﺎﺗﻞ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺸﺮآﻴﻦ ﻗﺎهﺮ اﻟﻜﻔﺮة واﻟﻤﺘﻤﺮدﻳﻦ
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﻮﻗﺖ واﻟﻘﺮن ﺳﻠﻄﺎن اﻟﺒﻼد واﻟﺰﻣﺎن اﺑﻰ اﻟﻔﺘﺢ ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن.. اﻻﻣﺔ اﻟﺰاهﺮﻩ ﺑﺮهﺎن ﺧﻠﻴﻔﺔ اﷲ
’اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻋﺰ اﷲ اﻧﺼﺎرﻩ
Bu satırların ifade ettiği manaya göre Şemse’d-din Ebu Said Altunba İbn Abdullah; Medresesi’nin
vakfını kısmen II.Kılıçaslan İbn Mesud-i Evvel zamanında ve kısmen de II.Kılıçaslan'ın oğlu Süleyman
zamanında tesis etmiştir. Vakfiyenin tanzim edildiği yıl Selçuk tahtında II.Süleyman İbn Kılıçaslan
oturuyordu.1064 Vakfiyeye göre medresenin II.Kılıçaslan zamanında yani h.593-m.1196 'den evvel yapılmış
olduğu kabul edilebilir.
Fatih'in Konya Tahrir Defteri’nde Konya'nın içinde başta Altunaba Medresesi’ olmak üzere şu on bir
medrese ve Dârü’l-Hadis sayılmaktadır:
1-Altunaba Medresesi’.
2-Karatâyî Medresesi.
3-Seyfiye Medresesi.
4-Tac vezir Medresesi.
5-Nizamiye Medresesi.
6-Kemaliye Medresesi.
7-Muin Medresesi.
8-Kazi Hürremşah Dârü’l-Hadisi.
9-Atabey Medresesi.
10-Sahib Ata = İnce Minare Dârü’l-Hadisi.
11-Kadı Mürsel Medresesi.
Bu yüksek ilim evlerinden bugün bize kadar ancak Karatâyî’ İnce Minare gelebilmiştir. Selçuklular ve
Karamanoğulları zamanında yapılan diğer medreselerin hepsi yıkılmıştır.
Altunaba yapılış tarihi itibariyle Konya'daki Selçuk Medrese ve Dârü’l-Hadisleri’nin en eskilerinden
birisi idi. Vakfiyesinde Medrese Konya'nın dışında gösterilmiştir.
Konya'nın suru h.618-m.1221 yılında tamamlandığına ve ilk Konya'da Alâad’di'n’i saran iç kalenin Ehmedek'in
içinde bulunduğuna göre medresenin böyle gösterilmesi tabiidir. Altunaba Medresesi’ Konya'nın ilk irfan
müesseselerinden birisi olmak şerefini kazandıktan başka Sultanu’l-Ulema ile oğlu Celâle’d-din-i Rûmî'nin
Konya'ya geldiklerinde ilk indikleri medrese olmak mazhariyetine ermiş bir ilim evidir. Sultanu’l-Ulema uzun
müddet burada neşriyat yapmış, Celâle’d-din Rûmî bilgisini ve feyzini burada arttırmıştır.. Eflâkî; Sultanu’l-
Ulema'nın hayatını yazarken aynen şunları söyler: ‘ هﻤﺎﻧﺎ آﻪ در ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎ ﻧﺰول ﻓﺮﻣﻮد وآﻮﻳﻨﺪ هﻨﻮز در ﻗﻮﻧﻴﻪ ﻏﻴﺮ ﺁن
’ﻣﺪرﺳﻪ دﻳﻜﺮ ﻧﺒﻮد وﺑﺎروى ﺷﻬﺮ را ﻧﺴﺎﺧﺘﻪ ﺑﻮدﻧﺪ1065
Türkçesi şöyledir:
‘Sultanu’l-Ulema Konya'ya geldiklerinde Altunaba Medresesi’ne indiler. O vakit Konya'da bu
Medreseden başka bir Medrese bulunmadığı söylenir. Şehrin kalesi de (Dış kalesi) henüz yapılmamıştı.’
medresenin Konya'nın dışında yapıldığında vakfiye ile Eflâkî birleşiyorlar.
Bize kadar gelen söylentilerine göre de bugün ayakta duran oda Sultanu’l-Ulema'nın ilk konaklandığı
ve konuklandığı yerdir.
1064
-II.Kılıçaslan h.551-m.1221 yılında tamamlandığına ve II.Süleyman‘da h.593-m.1196’dan h.600-m.1203’e hükümdarlık
yapmıştır.
1065
-Eflâkî Menakipnamesi, Feridun Nafiz Yazması, Sahife 13. Tahsin Yazıcı Tercümesi .C.1 ,s.26
302
H.1284-m.1867 yılında Mevlâna Dergâhı'nda matbah tamir edilirken Altunaba Medresesi’’nin
enkazından büyük bir sütun alınarak burada kullanılmıştır. Bu medresenin müderrisleri eskiden Mevlevî
kıyafetinde gezerlermiş.1066
Altunaba Medresesi’nin vakfiyesi, bize kadar gelebilmiş en eski Selçuk vakıfnâmelerinden birisi olduğu
için Konya tarihi bakımından yüksek bir kıymet taşır.
H.598-m.1210 yılında tanzim edilen vakfiyenin orijinali kimdedir? Bize kadar gelmiş midir? Bunu
bilmiyoruz. Bu mühim vesika Arapça bilmeyen câhil bir kâtip tarafından fena bir yazı ile Konya Vakıflar
Müdürlüğü'ndeki deftere geçirilmiştir.1067 Vakfiye o kadar fena yazılmıştır ki kuvvetli Arapça bilmedikçe
sökmeye imkân yoktur. Bilhassa has isimleri tespit etmek çok zordur. Vakfiye eski Konya'nın ve Konya
civarının birçok karanlık yerlerini aydınlatmaktadır. Medrese; Konya'nın haricine yeni çarşıda yapılmıştır.
medresenin bir tarafında Konyalı Boyacı Salim Zade Hoca Yusuf'un, bir tarafında tüccardan Tebrizli Hoca Ebü’l-
Fazl Abdü’l-Cebbar'ın1068 mescitleri vardı.
Hoca Yusuf'un mescidi bize kadar gelmemiştir fakat bugünkü İplikçi Camii’ni ilk kuran zat bu Hoca
Ebü’l-Fazl 'dır. Bu zatın yaptırdığı ilk camiin çini mihrabı da bu sene meydana çıkarılmıştır.1069
Fatih, II.Bayezid defterlerinde bu cami'e; Ebü’l-Fazl Camii diye meşhur Ahmed Bey Camii denildiği
tasrih edilmektedir. Şu halde Ebü’l-Fazl; ‘’اﺑﻮ اﻟﻔﻀﻞhem Ahmed Bey'in hem de cami'in ilk bânîsinin künyesidir.
Şimdiye kadar bu yanlış anlaşılmıştır. Ahmed Bey'in tahrif edilmiş vakfiyesinde de öyle gösterilmiştir.
İttisalinde bulunduğu için İplikçi şöhretini alan camiin Altunba ile duvar taşlıktan başka hiç bir alâkası yoktur.
Konya ve Rehberi adlı eser gibi birçok eski ve yeni tarihçiler bu camii Altunba'ya nispet etmekle büyük hata
işliyorlardı.1070
Altunba; Medresesi’ni: Hanefi ve Şafi'i fakihlerle, mütefakkihlere ve müteferrik müteallimlere tahsis
etmektedir. Vakfiyenin tasnifine göre medresenin ilk talebesine müteallim, yüksek talebesine de mütefakkıh
denilmektedir. Altunba; vakfiyesiyle medresesi için muhtelif yerlerde bir han, 45 dükkân, bir tarla, bir köy, bir
bostan vakfetmiştir.
Han; medresenin yanında, kapısı da medreseye muvâzidir. İttisalinde ve civarında dükkânlar vardır.
Bunların sınırları üzerinde Konyalı Hoca Eyyup İbn Ali'nin, Konyalı Boyacı Osman İbn Veysel'in, Şafi İbn
Ahmed 'in, muhtesib-i sultanî Konyalı Fahre’d-din Yunus İbn Hasan'ın, Kağıtçı Tacir Hacı Yusuf İbnSütekin'in,
Konyalı Nure’d-din Gazi'nin’ Alemdar-ı Sultanî Emir Şihabe’d-din Mehmed İbnMahmud'un’ Pamukçu Konyalı
İsmail İbn Abdü’s-samed Ali'nin’ Haffa’f-i Sultanî Konyalı Hoca Gazi İbn Ali'nin bir mescid bânîsi olan Hacı İsa
İbn Mahmud'un mülkleri vardır. Vakfiyede Altunba'nın hususi bir çarşısı bulunduğu da tasrih edilmektedir.
Vakfedilen dükkânların sınırları gösterilirken Konya'nın eski çarşısının ve Konya Kasrı'nın
ortasında, Taht Mahalles’i1071ndeki Cami-i Atik'in ve yine Konya'nın içinde Medrese-i Sultaniye'nin adları
geçmektedir.
Bu Kayıtlara göre Konya'da Suk-i Cedid’ Suk-i Atik diye iki çarşı, Konya Kalesi’nin içinde bir Medrese-
i Sultaniye vardır. Şu halde Eflâkî'nin naklettiği rivayetin hilâfına olarak Konya'da Altunaba Medresesi'nden
evvel bir Selçuk hükümdarı tarafından yapılmış bir medrese vardır. Alâad’din Tepesi’ndeki kasrın içinde cami o
vakit Cami-i Atik şöhretini taşıyordu. Sonradan Alâad’din Camii adını almıştır.
Altunba'nın vakf ettiği arazi Konya Sahrası’nda ‘’آﻨﺪ ﻋﻠﻰKend-i Ali’nin1072 yolundadır. Bu tarla
sınırlandırılırken Türk ismi taşıyan bir Rum’un da adı geçer ki bu; Konyalı Kosti Oğlu Aslandoğmuş'tur.1073
Vakfiyede adı geçen üç köy şunlardır:
1-Gedekala ‘’آﺪاآﻠﻪKöyü’dür. bu Konya'nın batısındadır. Bir tarafında dağ, bir tarafında kilise denilen
arazi, bir tarafında ‘’آﻨﺪ ﻳﺎﻗﺎﺳﻰKend Yakası Köyü vardır. Bir tarafı da ‘’ﺗﺮﻏﻮدköyünün bostanlarına ve tarlalarına
dayanır. Burası şimdi Turut dediğimiz yerdir. Türk Ve İslâm Eserleri Müzesi’ndeki vakfiyede bu ad
‘’ﻃﺮﻋﻮتyazılmıştır.
Bu medresenin Defter-i Hakani kaydında ve daha sonraki tarihî vesikalarda bu köyün ve yörenin adı
Gedekalâs ‘’آﺪﻩ آﻼسdır. Bu şimdiki Yaka ve Aşağı Yaka yöresine tekabül eder ve Hocacihan'ın üstüne kadar ve
1066
-Mecalis-i Sab’a Mevlânâ, sahife 23
1067
-Yeni bir kopya olan tomar halindeki bir sureti de İstanbul Eski Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde 3416 numarada
muhafaza edilmektedir.
1068
-Bu zatın ismi vakfiyenin başka bir yerinde ‘’ﺧﻮاﺟﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﺠﺒﺎر اﻟﺘﺒﺮﻳﺰي اﻟﺘﺎﺟﺮve ‘’ﺧﻮاﺟﻪ اﺑﻮاﻟﻔﻀﻞ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﻟﺠﺒﺎر اﻟﺘﺒﺮﻳﺰىgibi
yazılmıştır.
1069
-Bu yazı 1944’de yazılmıştır.
1070
-Konya ve Rehberi, sahife 88, Mevlânâ Şehri Konya sahife 84, camiinde Altunaba tarafından yapıldığını söylemek
suretiyle kökleşmiş hataları tekrarlamışlardır.
1071
-Vakfiyede bu kelime ‘’ﺗﺨﺘﻰgibi yazılmıştır.
1072
-Başvekalet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanûnî Devri’ne ait tapu defterinde Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı bir
köye ‘’ﻗﺎﺑﺾ ﻋﻠﻰKabız Ali Köyü deniyor. Lala Paşa Darü’l Hadis’ine vakıftır.
1073
-Konya Mahalleleri’ni gösterdiğimiz gibi Konya’daki Gayr-i Müslüm’lerin ekserisi Türk adlarını taşırlar. Bunların
Hıristiyan Türkler olduğu anlaşılmaktadır.
303
Sille'nin yanındaki Manastırın topraklarına kadar uzanırdı. O vakit Hocacihan'ın, Alavardı'nın ve Hoca Fakıh'ın
adları da başka idi. Bu yerler daha sonra yaşayanların adları ile adlandırılmışlardır.
2-Seracık = Saracık Köyü’dür. Bu köyün sınırları üzerinde ‘’ﻗﺮﻟﻮ اوىKarlıova, veyahut Karluevi’ Kozlu
Dere’ Ovacık 1074 köyleriyle İzli pınar dağının sath-ı mâili vardır ki bu dağdan bir pınar kaynar.
Geçen köy adlarına göre bu Saracık’ Seydişehri'nin Çavuş Nahiyesi’ndeki Saracık'a benziyor. Çünkü bu
nahiyenin köyleri arasında Kozlu, Saracık Köyleri vardır. Ovacık da Kozlu'nun cenubundadır. Fakat bizim tetkik
ettiğimiz Saracık orada değildir.
Fâtih'in Konya Defteri’nde bu medresenin vakıfları arasında Lârende'ye bağlı bir Dağ Saraycık Çiftliği
vardır.
Bir başka Tapu defterinde bu Ladik gibi yazılmıştır. Konya Vakıflar Müdürlüğü'ndeki 4 numaralı
defterde bu medresenin hesabı yapılırken ‘’ﻣﺰرﻋﻪء دﻳﻮﻟﻪ در ﻗﻀﺎء اﺳﺐ آﺸﺎن ﺳﺮاﻳﺠﻖşeklinde bir kayıt düşülmüştür.
Buradaki Saracık Köyü Takkeli Dağ’ın doğu eteğindeki Saray Köyü’dür. Kanuni devrine ait Konya Tapu
Defterleri’nde bu köyün adı Saraycık şeklinde geçer.1075 Buna Dağ Saraycık da derler.
3-Konya'nın batısındaki ‘’آﻨﺪ ﻳﺎﻗﺼﻰKend Yakası Köyü’dür. Sille'nin doğu cenubundaki taş ocaklarının
bulunduğu yere bugün de Ken Yakası denilmektedir. Eskiden burada bir köyün bulunduğu anlaşılmaktadır.
Esasen bu civarda sık sık eski Mamurelerin harâbelerine, örenlere rastlanmaktadır. Bu köyün hududunda
‘’اﻣﺎﻻdiye mâruf olan ‘’ﻣﺎﺗﻜﻰve ‘’ﺑﻄﻠﻤﺘﺎköyleriyle ‘’ﭘﺎﻟﻮسkilisesi, Arpa Çimen denilen ağaçlık tarla ile ‘ = ﺻﺮﻳﻞ
’ﻗﻮربdenilen arazi parçası Hacı Muhtar Hanı denilen Ak Yokuş Hanı’nın arazisi vardır. Şimdiki Saray Köyü’nün
kuzeyinde bu gün de Malas ismini taşıyan bir yer vardır. ‘’ﭘﺎﻟﻮسde şimdiki Eflatun Manastırı’dır. Vakfedilen
bostan da Konya'nın kıble tarafındaki Selver'dedir. Sınırı üzerinde Rum Polas ‘’ﭘﺎﻟﻮسpatriğinin ağaçlığı varır.
Vâkıf; medresenin gelirinin sarf şeklini de şu şekilde sıralamıştır:
1-Gelir ile evvelâ vakfedilenlerin tamir ve termimi yapılacak,
2-Artanla medrese tamir ve termim edilecektir,
3- Medresede dershanenin hasırı ve döşemesi temin edilecek,
4- Mütevelliye her sene Sultanî dinar (altın) ile 400, nâzıra 300 dinar verilecektir. Bunların tediye şekli
aylık taksitlerle olacak,
5-Medresenin Hanefî Mezhebi’nden olan müderrisine her sene 800 dinar aylık taksitler halinde
verilecektir.
6- Mütefekkih ve müteallim olan - yani ihzârî ve yüksek tahsil gören talebe için tayin edilen muide
senede 240 dinar verilecek,
7- Üç müsteid fakihe her ay 15 dinar verilecektir,
8- Medrese talebesinden orta mütefekkıhlerden 15'ine her ay onar, yirmi mübtedî talebeye beşer dinar
verilecektir,
9- Medresede namaz kıldıracak olan Hanefi bir imama 200,
10- Medresede ezan okuyacak müezzine 100,
11- Medresenin ferraşına 5 dinar verilecek,
12- Medresenin tenviri için yaz ayları için bir, kış ayları için 2 batman bezir yağı alınacak,
13- Medresenin mescidinde Şabanın yarısı, Regaip ve Ramazan gecelerinde yakılmak üzere bir buçuk
batman bal mumu alınacak, Matbahın diğer ihtiyaçları için de her gün üç dinar harcanacak,
14- Müteallimin için kışlık odun alınacak,
15- Her sene 100 dinarlık kitap alınarak medresenin hâfız-ı kütübüne teslim edilecek,
16- Bunlardan artan para ile her sene münasip şekilde fukaraya ekmek ve gıda maddesi alınarak
dağıtılacak,
17- Hayatında iken medresenin umumi nezareti vâkıfındır,
18- Medresenin müderrisi ve burada cemaatle namaz kıldıran imam mezhep itibariyle Hanefi olacaktır.
19- Medresede beş sene ikamet edip de kendisinde tedris ve talim kabiliyeti görülmeyen ve şer'î
mazerete dayanmadan derslere devam etmeyen talebe medreseden çıkarılacaktır.
20- Her Ramazan günü ders başlamadan evvel Kur’an'dan bir parça okunarak zamanın Sultanına,
Vâkıfına ve Müslümanlar’a dua edilecektir,
21- Vakfedilen mülkler üç seneden fazla kiraya verilmeyecek, Cündî olsun olmasın kirasını ödemekte
zorluk gösterenlere de kiralanmayacaktır. Kirada ihtikâr yapılmayacak,
22- Eğer medrese yıkılırsa geliriyle tekrar yapılacaktır. Tamiri ve yeniden yapılması mümkün olmazsa
ve yahut geliri kifâyet etmezse Gallesi; mütevelli ve nâzırın münasip göreceği şekilde fakirlere sarf edilecektir,
24- Vâkıfın hayatında ve öldükten sonra medresenin mütevellisi İplikçi Necibü’d-din Ayaz1076 Nazırı’da
vâkıfın azatlılarından Ruzbe Şemsi'dir. İplikçi Ayaz'ın vefatından sonra oğullarından hâkimin en salahiyetli
1074
-Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki surette bu köy ‘’ﻗﻮﺟﻖKovacık şeklinde geçiyor.
1075
-Başvekalet Arşivi 399 numaralı tapu defteri.
1076
-Vakfiyede Ayaz şöyle tavsif edilmiştir: ‘ زﻳﻦ اﻟﻜﺘﺎب، ’ﻧﺠﻴﺐ اﻟﺪﻳﻦ ﺟﻤﺎل اﻻﺳﻼمNazır hakkında da ‘ زﻳﻦ اﻻﻣﻨﺎ ﻓﺨﺮ اﻟﻨﻘﺒﺎ، ﺣﺎﺟﺐ اﻟﻮاﺣﺪ
’ روزﺑﺔ اﻟﺸﻤﺲdenilmektedir.
304
gördüğü birisi yerine mütevelli, Ruzbe ölürse onun yerine vâkıfın kölelerinden hâkimin tensip edeceği birisi
hazır olacaktır.
Altunba; Vakfiyesi’nde medreseden başka iki hayırlı iş için de vakıflar tesis etmiştir. Birisi beş vakit
namaza devam ve dinin erkânına riayet ederek ölen fakirlerin mezarlarına konuncaya kadar techiz ve tekfin ve
sair masrafları da Altunba'nın tesis ettiği vakıflardan ödenecektir. Bu masrafları karşılamak için de Konya'nın
içinde Saffar (Bakırcı) Yusuf İbn Süleyman Mahallesi’nde iki dükkânla, aynı mahallede Sabunhane olarak
kullanılan dört daireli bir çömlekçi kârhânesi ve eski çarşıda bir birine muttasıl iki dükkân vakfedilmiştir. Yeni
çarşıdaki dükkanların sınırları tespit edilirken tüccardan Çavuş diye maruf Konyalı Hoca Hasan İbn
Mehmed'in1077 ve yine Konyalı Saffar (Bakırcı) Yusuf İbn Süleyman'ın yaptırdığı mescidin adları geçmektedir.
Eski Çarşı’daki iki dükkânın hududu üzerinde de Tebrizli Tüccar Hacı Muhtar İbn Abullah'ın
Konya'nın garbinde Gurgurum Caddesi üzerindeki hanına Götüdelik=Akyokuş Hanı vakfettiği dükkânların ve
Konyalı iki emirin kızlarının adları zikredilmektedir. Büyük bir teessürle kaydedelim ki bu emir zâde hatunların
adları okunamayacak kadar feci bir şekilde kopya edilmiştir. Bunları aşağıda ayrıca yazacağım.
Altunba; medreseden sonra ikinci hayrını da gerek bu diyardan, gerekse yabancı yerlerden olsun
Mecusilik’ Nasranilik ve Yahudilik’ten dönerek İslâm’ı kabul edenler için tesis etmiştir.
Bunların ihtida ettikten sonra hitanları, elbise, ayakkabı, yemekleri ve namazda okuyacak kadar Kur’an
öğrenmeleri için lâzım gelen bütün masrafları Altunba'nın vakfından karşılanacaktır. Bunlar için de Altunba;
Yeni bahçedeki debbağların oturdukları handaki beşte bir hissesini vakfetmiştir. Bu han altlı üstlü 18 odalıdır.
Bu hanın sınırları sayılırken de Emir ‘’ﺑﺮﻣﻮﻧﻲBermunî'nin kızının tarlası da geçmektedir.
Altunba; bu vakfiyesi ile medreseden başka Konya civarında Cisr Köprü diye ‘’ﺟﺴﺮmaruf ‘ ارﻗﻮد
’ﺻﻮErkutsu mevkiinde yaptırdığı hanını da vakfetmiştir. Bu han şimdi Konya'nın üç saat batısındaki Altunba
Hanı’dır. Semt sonradan vâkıfın adıyla şöhret almıştır. Fatih'in Konya Defteri’nde de bu köy Erkud
‘’ارﻗﻮدşeklinde geçmektedir. Bu köy ve su aşağıda ayrıca izah edilecektir. Bu han için de Konya'nın eski
çarşısındaki iki dükkân vakfedilmiştir. Bu dükkânların gelirleriyle evvelâ han tamir ve termim edilecek, artan
paradan hancının maaşı verilecek sonra da hanın tenviri için bezir ve yolcuların ısıtılması için odun satın
alınacaktır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan 4 numaralı defterde Altunaba Medresesi'nin senelik hesaplarını
gösteren Kayıtlar vardır. Bu hesaplara göre medresenin evkafı şunlardır:
1-Sudiremi'ne = Sille'ye bağlı, Gicimusına Köyü yanındaki Altunba Çiftliği,
2-Konya civarında Gedekalâs Çiftliği,
3-Abdü’r-Reşid’ Büyük Aymanas - diğer adıyla Etmek Koçu Çiftliği,
4-Esbkeşan'da Devle Mezreası (Saraycık),
5-Etmek Koçu'da bağlar,
6-Konya'nın dışında Kazgan Sınırı denilen yerdeki İplikçi Bağları,
7-İplikçinin Kır Bağları.
Bunların senelik geliri 7161 kuruş 30 para tutuyordu.
1077
-Bu İplikçi ve Sadre’d-din Konevî civarındaki iki mescidin bânisi olan Hoca Hasan’dır. Mescitlerden birisi ayaktadır.
Diğerinin yerine Hacı Hasan Cami yapılmıştır.
1078
-İbn Bibi Tarihi Tercümesi, sahife, 115,116,148,149,150,188,189
1079
-Alâe’d-din Keykubat, Altunaba’nın muvakkiyetli siyaseti üzerine Melik Adil’in kızıyla evlenmiştir. İbn Bibi Tercümesi
117,118
305
götüren Köpek; bir gün divanda, Keyhüsrev'e babasından yâdigâr kalan büyük devlet adamı Altunba'nın
sakalından yakalayarak aşağıya sürüklemiş ve bir yatakçı candara teslim etmişti.1080 Altunba Vakfiyesi ve arşiv
vesikalarına göre II.Kılıçaslan zamanında devlet işlerinde rol sahibi bir adamdı. I.Alâe’d-din 'e gelinceye kadar
II.Kılıçaslan'dan sonra I.Keyhusrev'in, II.Süleyman'ın, II.Kılıçaslan'ın ve I. Keykâvus'un zamanlarında mühim
devlet işlerinde vazife almış, I. Alâe’d-din Keykubad ve Atabeyi olduğu II.Keyhüsrev zamanında çok mühim ve
faal bir rol oynamış ve nihayet Alâe’d-din 'in torunlarına da yetişmiştir.
Devlet işlerinde en aşağı altmış, altmış beş yıl hizmet etmiştir. Şemse’d-din Altunba'nın h.635-m.1237
yıllarında öldüğü anlaşılıyor. Nereye gömüldüğünü tespit edemedik. Atabey Altunba; Selçuk başşehri Konya'da
ilim ve irfanı hâkim kılmaya çalışan kıymetli bir emir ve kumandandı. O medresesinden ve teferruatından başka
Konya'nın üç saat batısında kendi adıyla anılan yerde muazzam Kervan Saray yaptırmıştı.
1080
-İbn Bibi Tarihi Tercümesi, sahife 192’de aynen derki, Şemse’d-din Altunaba’ nın beyaz sakalından yakalayarak devlet
büyükleri arasından aşağıya sürüklendi. Onu bir candara teslim etti. Şemse’d-din dışarı götürülünce derhal şehid edildi..
306
Altunba Vakfiyesi’nde Konya Ovası’nda beyaz arazi denilen yerleri sınırlandırırken bu köyün adı geçer.
Konya Eski İdarî Teşkilatı’nda Sahra Nahiyesi’nde bir diğer adı Yenice Köyü olan bir ‘’آﻮﻧﺪكGündek Köyü
vardır. Gündoğdu Köyü yoktur. Biz vakfiye suretinde bunu Kend-i Ali okuduk. Osman Turan'ın neşrettiği surette
de böyle okunabilir.
Konya sahrasında Kabız ‘’ﻗﺎﺑﺾAli Köyü vardır. Başvekâlet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Konya
Tapu Defteri’nin onuncu yaprağında kayıtlı olan bu köyü Osman Turan Bey yanlış olarak Gündoğdu okumuştur.
2- Saracık Köyü.
Bu köy Altunaba Medresesi’ne gelir olarak vakfedilmiştir. Son tapu defterlerinde bu köy Lârende'de
Konya Lâdik’inde ve Esbkeşan - Saraycık kazasında Divle Mezrası şeklinde gösterilmiştir. Bizce bu köy eskiden
Saracık, şimdi Saray adını taşıyan köydür. Takkeli Dağ’ın Kevele dağının doğu eteğinde hâlâ vardır.
Eski eser döküntüsüyle meşhur ve çok eski bir köydür. Civarında da birçok köy ve yapı harâbeleri
görülür. Altunba; buraları vakfederken birçok yerler ve köyler Bizans'tan kalma eski adlar taşıyorlardı. Bu civar
Türklerin Deyr-i Eflatun dedikleri ve eskiden 14 Bizans vilâyetinin patriğinin oturduğu kiliseler ülkesi idi.
Buralarda yer yer su membaları ve kesif ormanlar vardı. Gayr-i İslâmî Konya'nın birçok Mabetleri burada idi.
Sille de buraya dahildi. Buradan Konya'ya kadar olan sahrada birçok köy ve yöre vardı. Sonra bunlar adlarını
değiştirmişlerdir. Hocacihan’ Alavardı’ Dahıllar’ Yaka’ Aşağı Yaka’ Hoca Fakıh adları vakfiyenin tanziminden
sonra Türkler tarafından verilmiş adlardır. İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde 399 numarada kayıtlı Kanuni devrinin
Konya Tapu Defteri’nde bu köy Sudirem’ Sille'ye bağlı, ‘’ﺳﺮاﻳﺠﻖ آﻮﻳﻰSaraycık Köyü şeklinde geçmektedir.
Bazı vesikalarda, Dağ Saraycığı şeklinde görülmüştür. Bu köy Altunba'nın bu civarda vakfettiği
yerlerle de sınırdaştır.
3- ‘ ﻃﺮﻏﻮت- ’ﺗﺮﻋﻮدTurgut Köyü.
Osman Turan Bey orijinalinde ‘’ﻃﺮﻋﻮتşeklinde geçen bu köyün adını Arap harflerine çevirirken
‘’ﻃﺮﻏﻮتTurgut şeklinde yanlış yazmıştır. Sınırlarına göre bu köy Meram'ın ve Şeyh Vefa'nın yanındaki meşhur
Turut Köyü’dür. Bizim tetkik ettiğimiz vakfiye suretinde bu köy ‘’ﺗﺮﻋﻮتyazılmıştır. Turut çok eski bir yerdir.
Mevlâna Celale’d-din-i Rûmî zamanında da bu günkü adını taşıyordu.
4- ‘’اﻳﺘﻜﻴﻦAytekin köyü. Bu Osman Turan Bey'in okuyuşudur.
Bu köy Altunaba Medresesi’ne vakfedilen Kent yakası köyü sınırlandırılırken geçmektedir. Bu da
bugünkü Parsana ile Hocacihan ve Manastır arasında idi. Bugün bu civarda böyle bir köy yoktur. Eğer kopyacı
doğru yazmışsa bu köy zamanla yok olmuş veyahut ad değiştirmiştir. Vakfiyede bu köy şöyle yazılmıştır.
‘’اﺳﺘﺴﻜﻰBu köy ‘’ﻻﻣﻼşeklinde mâruf imiş... Bizim gördüğümüz surette ‘’ﻣﺎﺗﻜﻲdır.
Kopyacı bunu da uydurmuştur. Saray Köyü’nün şimalinde bu gün de Mala ismini taşıyan bir yer vardır.
Ve ayrıca bir de Malas Köyü vardır. Kevele Kalesi - Takkeli Dağ’ın etekleri eskiden ormanlarla kapanmış, sulu
birçok Mamurelerden teşekkül ediyordu. Malas’a böyle idi. Ormanlar yavaş yavaş yok olmuştur.
5- ‘’آﺪآﻠﻪKedekale şeklinde yer alan, başka vesikalarda ‘’آﺪآﻼسşeklinde yazılan bu köyün adı
Rumca’dır. İkinci cüzü 'iyi' manasına olan Rumca Kala'dır. Rumca’da birçok kelimelerin sonuna ‘S’ eki getirilir.
Kedekalas olur. Bu köyün arazisi Takkeli Dağ’ın doğusunda geniş saha işgal ediyordu. Alavardı'yı içine alırdı,
bir taraftan Deyr-i Eflatun denilen Pavlos manastırına bir taraftan da Yaka'ya, Kürden ve Aşkan'a kadar uzanırdı.
Fatih, II.Bayezid zamanlarında da bu ada rastlanmaktadır. 2 Şaban 1231 tarihli bir fermanda Kavak
değirmeninden ikiye ayrılan ırmağın birinin adı da Gedekalas Irmağı’dır.
Daha sonraları bu ada rastlanmaz olmuştur. Bu köyün adı bir aralık yalnız bir çiftlikte yaşamıştır.
Başvekâlet Arşivi'nde 63 numaralı Tapu Defteri’nde bu köyün Kanuni'den sonra halkının dağılmaya başladığı
yazılmaktadır. Vakfiyede bu köyün Konya'nın batısında olduğu tasrih edilmiştir. Osman Turan Bey'in bu köyün
Akşehir'deki Gedil olduğu hakkındaki mütaleası yanlıştır. (Belleten, sayı 42, s. 205)
6- ‘’ارﻗﺖErkut Köyü.
Görebildiğimiz her iki Altunba Vakfiye Sureti'nde bu köy böyle yazılmıştır. Fatih'in ilk Konya evkafını
tespit eden defterde ‘’ارﻗﻮدErkud şeklindedir. Başvekâlet Arşivi'nde 299 numarada kayıtlı Kanuni devrine ait bir
tapu defterinde Yirmiyedinci sahifede 50 mükellef nüfus bulunan bu köy şöyle yazılmıştır. ‘ ﻋﺸﺮى وﻗﻒ-ﻗﺮﻳﻪء ارﻗﺪ
’ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﻟﺘﻮن ﺑﺎKarye-i Erkut Öşrü vakf-ı Medrese-i Altunba.
Bu köy eski idarî teşkilatta Konya'nın Ova Sahra Nahiyesi’ne bağlı idi.1081 Şimdi bu köyün adı bile yaşamıyor.
Yine bu vakfiyede ‘’ارﻗﺖ ﺳﻮErkutsu vardır. Kopyacı; Osman Turan neşri vakfiye suretinde bunu yanlış
olarak ‘’ارﻗﺖ ﺳﻮرşeklinde yazmıştır. Burada bir de köprü vardır. Arkutsuyu ve bu köprü Konya'nın batısındadır.
Bu su Meram Çayı’na akar. İşte Altunba; Hanı’nı burada kurmuştur. Han hâlâ ayaktadır. Yerlilerin konuşması
ile adı da Altunapa Hanı’dır. Han; Konya - Beyşehir yolu üzerinde Konya'dan 21 kilometre uzaktadır. Osman
Turan Bey vakfiyedeki Erkut'u, Arkıt okuyarak Altunaba Hanı’nı bugün Arkıt Hanı adını taşıyan köye
1081
-O devirde Sahra Nahiyesi’nde şu köyler vardır: Karaaslan, (Gühertaş yerleri ile beraber) Saraçlar, Çakımlık,Karahüyük,
Tıraşçı, Oplu, Sarlak, İrlik, Kigi, Alpı, Musakoçaş, Güvarcinlik, Akçakuyu, Çamköy, İsmil, Gündük (diğer adıyla) Yeneceköy,
Fıkralar (diğer adıyla) Çukurköy, Çumra, Ervan, Mahmutlar (diğer adıyla) Münecccim Başı, Rumdeğin, Karkın, Agçaviran,
Sogore, Büyükalan, Küçükalan, Kayseroğlan, Okçu, Dinlendik, Viranlısalur, Keylik, Karpuzlu Dinek, Balıklağu, Ağaçlıavşar,
Kapızali, Erkud, Karadigin, Pamukçu, Silye, Maescidlisalur, Azaban-i Haymana. Bu köylerden birçoğu bugün yoktur.
Bunların adlarını bile duyanı görmedik.
307
kurdurmak suretiyle büyük bir hata işlemiştir. Bu, Arkıt Hanı Köyü yenidir. Burasını h.1133 yılında III.Sultan
Ahmed 'in damadı ve Sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa kurdurmuştur. Bugünkü köyün bulunduğu mıntıka
Anadolu'nun yegâne kapısı ve geçit yeri idi. Eşkıya türemişti.1082 Serbest geçilemiyordu. Buraya yarımşar saat
mesafede şu üç köy vardı: Kerkeç’ Arkıt’ Şerefli.
İbrahim Paşa’ bu geçitteki tehlikeyi önlemek için buradaki köprünün hemen önüne cami, mahkeme,
mektep, çarşı, medrese, çeşme, kuyu, 14 dükkân ve muazzam bir hanla teferruatından müteşekkil bir Mamure
kurmuş ve üç köyün halkını buraya gelmeye teşvik etmiştir.
Köyler derhal buraya nakledilmiştir. Şimdi köylerin yalnız harabeleri kalmıştır. Bundan sonra da
Anadolu'nun bu mühim geçidine huzur ve asayiş sağlanmıştır. Ankara'da Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi'nde,
Haremeyn I Defteri’nde 113. sıra numarasında İbrahim Paşa'nın h.1133-m.1720 tarihli bu yeni kasabanın bir
vakfiye sureti kayıtlıdır.1083 Vakfiyede yeni kurulan Mamure ‘’اﻟﻘﺼﺒﺔ اﻟﺠﺪﻳﺪة اﻟﻤﺴﻤﺎة ﺑﺎرﻗﺪArkıd adı verilen yeni
kasaba şeklinde yer almıştır.
Fatih'in h.881m.1476 tarihli Konya Evkafı’nı tespit eden defter de Konya'ya bağlı senelik geliri 8640
akça olan Erkud Köyü ile Sudiremi'ne, Sille’ye, bağlı Altunba Mezraası’nın Altunaba Medresesi’ne
vakfedildiğini söylemektedir. Konya Evkaf Müdürlüğü'ndeki bir defterde Altunba evkafının hesabı görülürken bu
çiftliğin Sudiremi'ne bağlı Kiçimusina Köyü’nün yanında bulunduğu tasrih edilmektedir. Altunba zamanında
Kiçimusina Köyü’nün adı başka idi. Sonradan bu adı almıştır. Osman Turan Bey Sille nahiyesinin adının
Sudiremi olduğunu tespit edemediği için bunu Sudur şeklinde yanlış yazmıştır.1084
Başvekâlet Arşivi'nde 339 numarada kayıtlı Kanuni devrine ait Konya tapu defterinde Sudiremi'ne bağlı
köyler sayılırken bir de Çukurçimen Köyü geçer. Buradaki Salarlu Çiftliği sınırlandırılırken bunun Altunba
Köprüsü yanında bulunduğu tasrih ediliyor. Zaten vakfiyede Altunba Hanı’nın köprü yanında bulunduğu
yazılıyor. Demek ki hanın civarındaki köprüyü de Altunba yaptırmıştı.
7- ‘’آﻨﺪ ﻳﺎﻗﺎﺳﻰKendyakası. Bu köy Osman Turan Bey’in neşrettiği vakfiye suretinde ‘’آﻨﺪ ﻳﺎﻗﻔﺲgibi geçer.
O ‘’آﻨﺪ اﻓﻘﺲşeklinde almış, bizim gördüğümüz surette ‘’آﻨﺪﻳﺎﻗﺼﻰşeklindedir. Yukarıda izah ettiğimiz gibi bugün
Sille’nin doğu cenubundaki taş ocaklarının bulunduğu yere Kenyakası ve buradan çıkan taşa da Kebtaşı denir.
Sille'de Mezar Yakası adlı bir de mahalle vardır.
8-Arpa Çimen Köyü.
Vakfiye suretlerinde Altunaba Medresesi’ne gelir olarak vakfedilen Kend Yakası Köyü sınırlandırılırken
Arpa Çimen Köyü’nün adı da geçer. Bu köyün bugün adı bile geçmez. Bu köyün de Takkeli Dağ’ın ve Eflatun
Manastırı’nın doğusunda Sille Kırı’nın altlarında bulunduğu muhakkaktır.
Şimdi buralarda Parsana’ Yazır Yaylaları vardır. Sudiremi'ne bağlı bir Çukurçimen Köyü de vardır ama
o Altunba Köprüsü’nün yanında idi.
9- ‘’زﻳﻮﺑﻮﺗﻤﻮنKöyü,
Bu köyün adı da Altunaba Medresesi’nin vakfı Kend Yakası sınırlandırılırken geçiyor.
Osman Turan Bey bunu ‘’دﻳﺮ ﺑﻮﺗﻤﻮنokumuştur. Kopyacının bunu da yanlış yazdığı muhakkaktır. Bu bir
manastır adıdır. Eflatun Manastırı’nın doğusundaki sahada eskiden pek çok köy bulunduğu anlaşılıyor. İşte bu
köy de Hıristiyan azizlerinden birisinin adını taşıyan bir kiliseden manastırdan almıştır. Eflatun Manastırı
buralara Hıristiyanlık girdikten sonra 14 eyaletin patrik merkezi olduğu için bu kutsal mıntıkada birçok kiliseler
ve manastırlar vardır. Bunlardan birisi de yine bu vakfiyede geçen ‘’ﭘﺎﻟﻮسPolos Beyası ‘’ﺑﻴﻌﻪKilisesi idi.
10- ‘’ﺑﻄﺎﻣﻨﺎBatamna Köyü.
Osman Turan Bey böyle okumuş, bizim gördüğümüz surette ‘’ﺑﻄﻠﻤﻨﺎşeklindedir. Bu köyün adı da Kend
Yakası Köyü’nün sınırları arasında geçer. Bunun da yanlış kopya edildiği muhakkaktır. Bu köy de Sille Kırı
taraflarında idi.
11- ‘’ﻗﺮﻟﻮ اوىKarlı Evi Köyü.
Osman Turan Bey bunu ‘’ﻗﺰﻟﻮ اوىşeklinde yazmıştır. Bu köyün adı da Medreseye vakfedilen Saracık -
Saray Köyü zikredilirken şöyle geçiyor: ‘ﺷﻌْﺐ ﻗﺮﻳﺔ ﺗﻌﺮف ﺑﻘﺮﻟﻮ اوى ِ ’Arapça ‘Şi’b’ iki dağ arası, kaya yarığı, dağ
arasındaki yol, kuytu yer, dere, vadi manalarınadır. Buralarda meselâ Kevele Kalesi’nin civarında birçok
mağaralar, dağ yarıkları vardır. Buralar Frigyalılar zamanından beri meskûn ve mâmur yerlerdi. Eğer kopyacı bu
adı yanlış yazmamışsa bu köy de bize kadar gelmemiştir. Burada yine ‘’ﻗﻮزﻟﻮ درﻩKozlu Dere adlı bir vadi de
vardır. Buradaki ağın eteğinde ‘’اﻳﺰﻟﻮ ﭘﻴﻜﺎرİzlû Pınar adlı bir memba vardı. Bu pınar da Takkeli Dağ civarındadır.
Kevele Kalesi’nin içinde de bir kükürtlü kaynak vardı.
MAHALLELER:
Vakfiyede Bakırcı Süleymanoğlu Yusuf’ Meydanî ve Tahtî Mahalleleri geçer. Bugün bu adları taşıyan
mahalleler yoktur.
1-Bakırcı Mahallesi.
1082
-Reşid Tarihi cilt5 , sahife 281. 1132 yılı olayları.
1083
-Akşehir adlı eserimizin 642-645’inci sahifelerine bakılsın.
1084
-42 sayı Belleten , sahife 206.
308
Konya'nın iç kalesinin varoşunda idi. Şimdi böyle bir mahalle yoktur.
2- Tahtî Mahallesi.
Bu, iç kalede idi. Selçuk Sarayı’nın bulunduğu mahalleye derlerdi. Bu mahalle sadece Taht Mahallesi
şeklinde de anılırdı. Şimdi böyle bir mahalle yoktur. Osman Turan Bey bu mahallenin adını ‘’ﺑﺨﺘﻨﻰBahtini
şeklinde yanlış okumuştur.
3-Meydanî Mahallesi ‘’ﻣﻴﺪاﻧﻰ
Vakfiyede bu mahallenin de Konya Selçuk kasrının varoşunda bulunduğu açık yazılmıştır. İç kalenin
meydanı bulunan bir mahallenin adı olacak. Amma okunuşuna güvenemiyoruz. Tabii şimdi yok olmuştur.
HANLAR:
Vakfiyede şu hanların adları geçiyor:
İki Altunba Hanı’ Dürü’d-din ‘’ﻣﻠﻤﺎنHanı’ Debbağlar Hanı’ Biremoni Hanı’ Hacı Bahtiyar Hanı’
Bedreddin Hanı.
1-Altunba Hanı.
Vâkıf Altunba; iki han vakfetmiştir. Birisi Yeni çarşıda ve medresenin sınırları içindedir. Kapısı da
medrese kapısının açıldığı sokağa açılır. Bu hanın ittisalinde yine kendisinin gelir olarak vakfettiği on dükkân
vardır. Bu han medreseye gelir olarak vakfedilmiştir.
İkincisi de Erkud Suyu civarındaki hâlâ kendi adı ile anılan handır. Bu bir hayır ve içtimai yardım
müessesesidir. Konya'nın batısında ve Konya'dan itibaren Beyşehir yolu üzerinde ilk merhaledir. Bundan sonra
Kızılören ve Ha önü (Kandemir) hanları gelir.
1085
-Kopyacı kız manasına gelen ‘Bint’ kelimesini, ‘ev’ manasına ‘’ﺑﻴﺖyazmıştır. Bunun verdiği adların doğruluğuna nasıl
inanılır.
309
Raziyye Hatun h.620tarihinde Kadınhanı'ndaki hanı yaptırmıştır. Bu han; Hatuniye Camii'ni yaptıran
Biremoni ailesinden bir hatunun ikinci hanıdır. Fakat bu han bize kadar gelmemiştir.
5-Hacı Bahtiyar Hanı.
Bu han vakfiyede (Sahife 4, satır 5'te ve sahife 12, satır 17'de) şöyle geçer: ‘ اﻟﻰ دآﺎن وﻗﻔﻪ اﻟﺤﺎج ﺑﺨﺘﻴﺎر ﺑﻦ ﻋﺒﺪ
’اﷲ اﻟﺘﺒﺮﻳﺰى اﻟﺘﺎﺟﺮ ﻋﻠﻰ اﻟﺨﺎن اﻟﻜﺎﺋﻦ ﺑﺼﺤﺮاء ﻗﻮﻧﻴﻪ اﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﻘﺒﻠﻰ ﻣﻨﻬﺎ ﻋﻠﻰ ﺟﺎدة ﻏﺮﻏﺮوم
Altunba'nın; çarşıda vakfettiği dükkânların birisinin bir sınırı; Hacı Bahtiyar’ın Konya'nın Sahra
Nahiyesinin kıble (cenup) tarafında yaptırdığı hana gelir olarak vakfettiği dükkâna dayanmaktadır. Eğer kopyacı
‘’ﻏﺮﺑﻰGarbi kelimesini ‘’ﻗﺒﻠﻰgibi yanlış okumamış ise bu han Akyokuş Hanı’dır. Bu han, Beyşehir'le Seydişehir
arasındaki Gurgurum Yolu üzerinde idi.1086
Şimdi bu yol Akyokuş'tan geçer. Vakfiyenin dördüncü sahifesinde Konya'nın garbindeki Kent Yakası
Köyü sınırlandırılırken bu hanın adı geçtiğine göre kopyacının (batı) yerine (güney) yazdığı anlaşılmaktadır.
YER ADLARI:
Vakfiyede şu yer adları geçer: ‘ ﺟﻨﺪر، ’ﺟﻨﺪرﻩCandar
1-Bu yer adı; neşredilen vakfiyede iki yerde geçer. (Sahife 3, satır 1 ve sahife 6, satır 8'de)
Birincisi ‘’ﺟﻨﺪرﻩikincisi de noktasız harflerle ‘’ﺣﺪﻳﺮﻩşeklindedir.
Bu yer çarşıdadır. Şöyle geçer: ‘’وﻣﻦ ذﻟﻚ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﺪآﺎن اﻟﻮاﺣﺪ ﺑﺎﻟﺠﻨﺪرﻩ اﻟﻜﺎﻳﻦ ﺑﺎﻟﻤﻮﺿﻊ اﻟﻤﺬآﻮر
İkincisi şöyle zikredilir: ‘’وﺟﻴﻊ اﻟﺪآﺎن اﻟﻮاﺣﺪ اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺎﻟﺠﻨﺪرﻩ اﻟﻤﺬآﻮرة
Osman Turan Bey bunların ikisini de ‘’ﺟﻨﺪرﻩolarak kopya etmiştir. Hâlbuki birisi ‘’ﺟﻨﺪرﻩdenilen yerdeki
dükkândan, ikincisi ise ‘’ﺣﻨﺪﻳﺮﻩdiye mâruf olan dükkândan bahsetmektedir. Cendere Yunanca bir kelimedir. Biz
bu yerin adının ‘’ﺟﺎﻧﺪارCandar olduğunu zannediyoruz. Zaten Konya'da bu ad biraz tahrifle Çandır şeklinde bir
yörede yaşar.
2- ‘’ﺳﻠﻮارSelvar
Altunba Vakfiyesi'nde bu ad Konya'nın kıble tarafında bir bostan vakfedilirken iki yerde geçer. (Sahife
5, satır 9 ve 10) Bu bostanın bir sınırı üzerinde Rum Patrik Liyanos'un oğlu Kosti'nin ağaçlığı, ormanı vardır. Bu
ad bugün de Selver şeklinde aynı yerde yaşamaktadır. Eskiden Konya ve civarında sık sık ağaçlıklar ve korular
vardı.
3- ‘’ﺟﺒﺮﺋﻴﻞve yahut ‘’ﺻﻴﺮﻳﻞyeri
Bu neşredilen vakfiyede (Sahife 4, satır 2'de) Konya'nın batısındaki Eflatun Manastırı civarında
gösterilmektedir. İbare şudur: ‘’وﺗﻤﺎﻣﻪ ﻳﻨﺘﻬﻰ اﻟﻰ اراﺿﻲ ﻗﺮب ﺗﻌﺮف ﺟﺒﺮﺋﻴﻞ
İbarede atlamalar olduğu anlaşılıyor.
Bizim gördüğümüz vakfiye suretinde ‘’ﺻﻴﺮﻳﻞşeklindedir. Bu da Konya'nın batısında Takkeli Dağ’ın
eteklerindeki bir yerin adıdır. Doğru okunmadığına kaniiz.
4- Kilise
Konya'nın garbinde Takkeli Dağ’ın şark eteklerinde bir yerin adıdır.
ÇARŞILAR ve KÂRHÂNELER:
Konya'da şu çarşılar ve Kârhâne’ler vardır:
Eski Çarşı’ Muhdes (Yeni) Çarşı’ Altunba Çarşısı’ Sabunhâne’ Çömlekçiler Kârhânesi’ bir de adı Allama
gibi okunan çarşı.
HAS İSİMLER:
Vakfiyede Altunba'dan başka 43 kadar insan ismi geçmektedir. Bunların yalnız dördü Hıristiyan, diğerleri
Müslüman’dır. 125 yıl içinde Konya Müslümanlaşmış gibidir.
1-Kılıçaslan İbn Mesud İbn Kılıçaslan, Beşinci Selçuk Hükümdarı. (1156-1192)
2-Süleyman İbn Kılıçaslan İbn Mesud İbn Kılıçaslan , 7. Selçuk Hükümdarı. (1196-1203)
3-Konyalı SAlim Oğlu Hoca Yusuf. Boyacı.
4-Tebrizli Hoca Abdü’l-cebbar. Tacir ve câmi sahibi.
5-Veled-i Mehmed. Abdü’l-cebbar'ın kardeşi.
6-Necme’d-din İbn Mehmed İbn Hüseyin. Kadı.
7-Manosya. Bir Hıristiyan olacak.
8-Konyalı Ali Oğlu Hoca Eyup.
9-Konyalı Veysel Oğlu Osman. Boyacı.
10-Konyalı Hasan Oğlu Fahre’d-din Yunus. Selçuk Devleti’nin muhtesibi.
11-Sütekin Oğlu Hacı Yusuf . Tacir.
12-İbn Gazi Haydarî.
13-Mahmud Oğlu Emir Şahabe’d-din Mehmed. Alemiyy-i Sultanî.
14-Konyalı Muhalli Oğlu Abdu’r-rahman Oğlu İsmail. Attar.
1086
-Gurgurum’u buradaki Keykubadiye Sarayı’nı ilk defa biz ilim alemine tanıttık. Sarayın yerini gösterdik Alanya adlı
kitabımızın 76-79’uncu sahifelerine dikkatli bakılsın.
310
15-Konyalı Mahmud Oğlu Şaz Büheyr. Saraç.
16-Tebrizli Mehdan İbn Mahmud.
17-Behram İbn İsa. Tebrizli külâhcı.
18-Nikola diye mâruf Konyalı Rum. Vasil Oğlu ‘’آﻠﻮﻳﺎنKaluyan.
19-Konyalı ‘’آﻮﺳﺖKosti Oğlu Aslan doğmuş 1087
20-Konyalı ‘’ارﺗﻤﺶArtmış Oğlu Doğan.
21-Konyalı Berdiyar ‘’ﺑﺮدﻳﺎرOğlu, Ali Oğlu Hoca Gazi. Sultanî Mestçi. (Haffâf-i Sultanî)
22-Tebrizli Hoca Ebu’l-Fazl Abdü’l-cebbar. İplikçi Câmii’nin bânîsi.
23-Necibü’d-din Ayaz. Altunba'nın evkafının mütevellisi.
24-Rûzbe Şemsi. Altunba'nın azatlı kölelerinden evkafının nâzırı.
25-Bakırcı Süleyman Oğlu Yusuf . Konya'da mescidi ve kendi adını taşıyan bir Mahallesi vardır.
26-Konyalı Mehmed Oğlu Hoca Hasan . Bu caris Çamcı diye mâruf bir tâcir idi.
27-Hac İbn Aşir İbn Abdullah. Bu tacirdir. Hoca Ali İbn Abdullah ‘’اﻟﺤﻮاﻳﻰnın azatlı kölesi.
28-Konyalı Emir Biremoni'nin Kızı Zümrüt’ Raziyye veya Zümre Hatun , bunun Konya'da bir hanı vardır.
29-Tebrizli Abdullah Oğlu Bahtiyar. Konya’nın batısındaki - Yeni adıyla - Akyokuş Hanı’nın Bânîsi.
30-Konyalı Alman Oğlu Yan Oğlu Tedosyos. Bu bir Rum Hıristiyan Çiftçi idi.
31-Hasan Boyacı.
32-Bedre’d-din Belman veyahut Dürri’d-din Yelman. Konya'da bir han sahibi.
33-Kadı Hasan Oğlu Ali. Vâkfın şahiti.
34-İmam Osman Oğlu Ali. Vâkfın şahiti.
35-Hatıplı Alemdar Oğlu İsmail Oğlu Ali. Vâkfın şahiti.
36-Malatyalı Hüsn’üd-devle Oğlu Bahtiyar. Vâkfın şahiti.
37-Mürekkebci Hüsam Oğlu Hüseyin Oğlu Mehmed. Vâkfın şahiti
38-Malatyalı Muhtesip Hasan Oğlu Ebubekir. Vâkfın şahiti
39-Yusuf Oğlu Şir Oğlu Veled Ali. Vâkfın şahiti
40-Malatyalı Hasan Oğlu Mehmed. Vâkfın şahiti
41-Aydoğmuş Oğlu Ali. Vâkfın Şahiti.
42-İbrahim Oğlu Mehmed. Vâkfın şahiti.
43-Aydoğdu (?) Oğlu Mehmed Oğlu Mahmud. Vâkfın şahiti.
1087
-Türk adı taşıyan bir Hıristiyan
311
vesikadır.’1088
Altunba; fakirlerin techiz ve tekfinleri için bu gün de Müslümanlarca mâlûm olan şeylerden başka hiçbir
şey vakfetmiş değildir. Eğer Hanut kelimesini Osman Turan Bey gibi anlarsak Konya Mezarlıkları’nın mumyalarla
dolu olması lâzım gelirdi. Hâlbuki Konya'da ancak altı Selçuk Hükümdarı ile Sahip Ata'nın, Karatâyî'nın
mumyalarının bulunduğu biliniyor.
1088
-Belleten, sayı 42 sahife 208
1089
-Konya Suru’nun Taş Kapu adlı başka bir kapısı daha vardı.
1090
-İlaldı Hatun Darü’l-Huffazı şimdi yok olmuştur. Ankara Kuyud-i Kaime Arşivi 225 numaralı II.Bayezid Defteri Şazbey
Hamamı’nın 12 sehimden 7 sehmi İlaldı Hatun Vakfı idi.
1091
-Ankara Kuyud-ı Kaime Arşivi defter no 584 yapak 6
312
4-Bu taşın yüzünde ‘ اﻟﻤﻐﻔﻮرة ﺳﻌﻴﺪة/ ’ﺗﻮﻓﻴﺖ اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔiçinde ‘ ﺧﺎص ﭘﺎﺷﺎ ﻧﻮر/ ﺑﻨﺖ اﻟﻤﺮﺣﻮم... اﻟﺸﻬﻴﺪة ﺣـ
’ﻗﺒﺮهﻤﺎyazılıdır.
KARATÂYÎ MEDRESESİ
Karatâyî Medresesi Ferhuniye Mahallesi’nde Alae’d-din Köşkü’nün kuzeyinde Tolaltı Sokağı’ndan
Memleket Hastanesi’ne giderken soldadır. Bu medrese Rum Selçukiler’i başşehrinin baş eserlerinden birisidir.
Karatâyî Mamuresi; Selçuk Mimarisi’nin; taşı, sade ve sırlı tuğlayı, çiniyi birbirine kaynaştıran ve ahenkleştiren en
mütekâmil bir tipidir.
Konya'daki Selçuk Eserleri’ni iri daneli bir inci tespihe benzetirsek Karatâyî Medresesi onun pırlanta
imamesidir.
Medresenin muhteşem ve heybetli kapısı Türk yapı ananesine uyularak doğuya açılmıştır. Türk
sanatkârının eli katı ve âsi taşları bir bal mumu gibi yumuşatmış, onlara hendesenin en zor şekillerini vermiş,
mermerden ve renkli taşlardan bir şiir yaratmıştır.
İnsan bu güzel eser karşısında bediî heyecanın en yükseğini duyuyor, ta gönlünde büyüleniyor. Bu
şiirleşen taş veyahut taşlaşan şiir karşısında vecdin, istiğrakın cezbesine kapılmamak mümkün değildir.
Tak kapının eni 7,47, derinliği 2,17 metredir.
Portalin derinliği 0,50, eni 3,43, asıl kapının ise eni 1,50 yüksekliği 2,47 metredir.
Mimar, bu tak kapıda Sahip Ata'nın Darü’l-Hadis ve Hankah kapılarında ve Bedre’d-din Muslih'in Sırçalı
1092
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi 984 numarada kayıtlı 992 tarihli defter yaprak 9 B.
1093
-Ariflerin Menkıbeleri cilt 2 sahife 458
1094
-İbn Batuta Seyahatnamesi cilt 1 sahife 322
313
Medrese kapısında kullanılan Kiçimusuna1095 ve Ruzbe Hanı civarındaki yerli ve yumuşak taş yerine ak mermerle
sert başka taşları tercih etmiştir. Bu tak kapı Sultan Alâe’d-din Camii'nin üstünde h.917-m.1220 tarihli Kitabeyi
taşıyan şimaldeki kapalı avlu kapısının tekâmül etmiş ve daha inceleşmiş bir kopyası gibidir.
Eğer bir abideye; vesikaya dayanmadan mimar yakıştırmak ve uydurmak cesaretinde bulunabilseydik
tereddütsüz diyebilirdik ki bu medreseyi de I.Keykubad adına Alae’d-din Mamuresi’ni yapan mimar Havlan-i
Dimeşkî yapmıştır.
Medresenin asıl kapısının çerçevesi som mermerden ve oluklu olarak yapılmıştır. Kapının üstünde beyaz
mermer ve mor taştan yedi parça halinde zıvana ile biri birine geçen ve altında hafif bir boşluk bırakan düz kemer
vardır.
Kapının çerçevesini ve üstündeki sathı üç taraflı som mermerden Kitabeli bir süs sarar. Bu kısmın üzerine
yaprak halinde 37 şekil işlenmiştir. Ve hepsine girift bir Selçuk Sülüsü’yle Peygamber’in az kelimeli çok manalı ve
ifadeli büyük sözleri kazılmıştır.
Kapının sağ tarafındaki 13 yaprakta aşağıdan yukarıya doğru şu hadisler okunur:
1- ‘’ﺑﺎﻟﻨﻴﺎت1096 ‘’اﻻﻋﻤﺎلAmellerin kıymetleri niyetlere bağlıdır. Her kesin niyet ettiği ne ise eline geçecek
odur.’
2- ‘ ﺑﺎﻻﻣﺎﻧﺎت- ‘ ’واﻟﻤﺠﺎﻟﺲMeclislerde emniyet bulunmalıdır.’ Yani orada konuşulanların, yabancılara
sızmamasından emin olunmalıdır.1097
3- ‘‘’اﻟﻤﺴﺘﺸﺎر ﻣﺆﺗﻤﻦDanışılan adam emin olmak gerektir.’ 1098
4- ‘‘’اﻟﻌﺪة ﻋﻈﺔZamanın her çeşit olaylarına karşı para ile ve silahla hazır bulunmak en iyi bir öğüttür.’1099
5- ‘ ’اﻟﻌﺪة دﻳﻦAdamak borçtur.’
6- ‘‘’اﻟﺤﺮب ﺧﺪﻋﺔSavaş aldatmaktır’
7- ‘‘’اﻟﻨﺪم ﺗﻮﺑﺔNâdim olmak tevbedir.’
‘’اﻟﺠﻤﺎﻋﺔ رﺣﻤﺔTopluluk ayn-ı rahmettir.
9- ‘‘’اﻟﻔﺮﻗﺔ ﻋﺬابAyrılık azaptır.’
10- ‘‘’اﻻﻣﺎﻧﺔ ﻏﻨﻰEmniyet edilebilmek zenginliktir.’
11- ‘‘’اﻟﺪﻳﻦ اﻟﻨﺼﻴﺤﻪDin nasihat demektir’
Kapının köşelerinde ve üstündeki 11 yaprakta şunlar okunur:
1- ‘‘ ’اﻟﺤﺴﺐ اﻟﻤﺎلHaseb, şeref mal iledir.’
2- ‘ اﻟﺘﻘﻮى- ‘’اﻟﻜﺮمKerem, ihsan, takva iledir.’
3- ‘ ﻗﺒﻞ اﻟﻜﻼم-‘’اﻟﺴﻼمSelâm laftan önce gerektir.’
4- ‘‘’اﻟﺴﺆال ﻧﺼﻒ اﻟﻌﻠﻢSormak (sormasını bilmek) öğrenmenin (ilmin) yarısıdır.’
5- ‘ اﻟﻌﺒﺎدة-‘’اﻟﺪﻋﺎء هﻮDua ibadettir.’
6- ‘ﻦ اﻟﺪِﻳﻦ
ُ ﺷ ْﻴ ُ ‘’اﻟ َﺪ ْﻳBorç dinin arıdır.’1100
َ ﻦ
7- ‘‘ ’اﻟﺘﺪﺑﻴﺮ ﻧﺼﻒ اﻟﻌﻴﺶTedbir geçimin yarısıdır.’
8- ‘‘’اﻟﺘﻮدد ﻧﺼﻒ اﻟﻌﻘﻞSevmek aklın yarısıdır.’
1095
-Fatih devrine ait eski vesikalarda bu köy, Kiçi Musine ‘’آﭽﻰ ﻣﻮﺳﻨﻪşeklindedir. Musna kelimesi her şeyi Araplaştırma ve
Arapçalaştırma cereyanından sonra Muhsine ‘’ﻣﺤﺴﻨﻪşeklinde sokulmuştur.
1096
-Bu işaretler Hadisin iki yaprağa bölündüğünü gösterecektir. Bu hadisin meşhur rivayeti ‘İnneme’l-amalü’bin-niyat’ dır.
Hadis alimlerinin, Ümmü’l-Kava’nin (Kanunların anası) dedikleri bu hadis beş şekilde rivayet edilmiştir. Birisi de El-A’mal’ü-
bin-niyyattır. Bürhanü’l-Müttakin. Cilt 1. sahife 59. Kırk hadis - Ahmed Naim. Sahife 11,1001 hadis şerhi. Sahife 11 Birçok
hadis kitapları bu hadisi birinci hadis olarak alırlar. Kastalani Cilt 1. Sahife 69 Askalani Cilt 1. Sahife 9. Ayni, Cilt 1. Sahife 21
Buhari Cilt 1, Sahife 2. Bu gibi hadislere, Cevamiü’l-Kelim ‘’ﺟﻮاﻣﻊ اﻟﻜﻠﻢdenir.
1097
Buna Nabi; Camiden şöyle tercüme etmiştir: ‘Eyolan Mahrem-i Mecalis-i üns-Etme nakl-i Sühanki afettir.’
1098
1001 Hadis Şerhi 417. İstişareye çağrılan adam emin olmalıdır. Bu hadis bazen mabediyle beraber şöyle rivayet edilir:
‘ ’اﻟﻤﺴﺘﺸﺎر ﻣﺆﺗﻤﻦ ﻓﺎن اﺳﺘﺒﺸﺮ ﺑﻤﺎ هﻮ ﺻﺎﻧﻊ ﻟﻨﻔﺴﻪNabi; Bu hadisi Cam’i’den şöyle dilimize çevirmiştir:
ﺳﻨﺪن اﻳْﻠﺮﺳﻪ راﻩ ﺧﻴﺮى ﻧﻬﺎن - ﻣﺴﺘﺸﺎر اﻳﻠﺪﻳﻜﻚ آﻤﺴﻨﻪ اآﺮ
اوﻟﺴﻪ دﻩ ﺧﻠﻘﺘﺪﻩ اهﻞ اﻣﺎن - ﺳﻜﺎ ﻧﺴﺒﺖ ﺧﻴﺎﻧﺖ اﻳﺘﻤﺶ اوﻟﻮر
1099
-Abdülkadir Erdoğan Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası Sayı 33. Sahife 532 de bunları şöyle okumuştur: gibi yanlış
okumuştur: ‘’اﻟﻌﺪة ﻋﻈﺔyi ‘ ’اﻟﻌﺪة ﺧﻄﻴﺔve ‘ ’اﻟﻨﺪم ﺗﻮﺑﻪyi ‘ ’اﻟﻨﻮم ﻧﻮﺑﻪve ‘’اﻟﻔﺮﻗﺔ ﻋﺬابi ‘ ’اﻟﻐﺮﻓﺔ ﻋﺬابve ‘’اﻟﻮﻟﺪ ﻣﺒﺨﻠﺔ ﻣﺠﺒﻨﺔyi ‘ اﻟﻮﻟﺪ ﻣﻨﺠﻠﻪ
’ﻟﺠﻨﺒﻪve ‘’اﻟﺒﺬاء ﻣﻦ اﻟﺠﻔﺎyı ‘ ’اﻟﺒﺪاء ﻣﻦ اﻟﺠﻔﺎgibi yanlış okumuştur.
1100
-1001 Hadis Şerhi sahife 186, bu hadisi Münifi Cami'den şöyle tercüme etmiştir:
اوﻟﻤﻪ وار اﻳﺴﻪ دﻳﻨﺪﻩ ﺗﻤﻜﻴﻨﻚ - ﭘﻨﺠﻪء ﺳﺨﺘﻜﻴﺮ دﻳﻨﻪ اﺳﻴﺮ
ﻟﻜﻪ دار اﻳﺘﻤﻪ ﺟﺎﻣﻪ ء دﻳﻨﻚ - ﺻﺎﻗﻴﻦ اوﺳﺎخ دﻳﻨﺪن زﻧﻬﺎر
314
3-‘‘’ اﻟﺸﺮ ﻟﺠُﺎﺟﺔşer; inat etmek, öneyilik yapmak demektir.’ 1101
4-‘‘’ اﻟﺴﻤﺎح – رَﺑﺎحMüsamaha bir kazançtır.’ 1102
5-‘‘’اﻟ ُﻌﺴْﺮ ﺷُﻮمSolak kimse hayırsız ve meş'umdur.’
6-‘‘’اﻟﺤﺰم ﺳﻮء اﻟﻈﻦİhtiyatlı ve iyi re'yli olmak sûizan ile mümkündür.’
7-‘ٌﺨ َﻠ ٌﺔ َﻣﺠْﺒ َﻨﺔ
َ ‘’ اﻟﻮَﻟ ُﺪ َﻣ ْﺒÇocuk sahibi olmak bir nevi pahillik, korkaklık demektir.’
8-‘‘’ اﻟﺒﺬاء ﻣﻦ اﻟﺠﻔﺎAğız kokusu cefadır.’
9-‘ هﻮ اﻟﺪواء-‘’ اﻟﻘﺮﺁنKur’an devânın ta kendisidir.’
Molla Câmi Hadis-i Erbain Tercümesi’nde bu hadislerden birçoklarını nazmen Farsça’ya çevirmiştir.1103
Portal’in sağında ve solunda oyulmak suretiyle yapılan burma iki sütun ve üstlerinde Korent nizami gibi
akant ve enginar yapraklı başlıklar görülür. Sütunların dışlarında beyaz mermerlerle ve renkli taşlarla mozaik
şeklinde işlenmiş iki pano vardır. Bunlarda Oğuz Han'ın 24 kolundan Afşar Oymağı’nın Kutlu Ongun'u olan
İsvastika'dan yapılmış kabartma süsler görülür. İsvastika’lar ikişer sıra halinde sekizer def a tekrarlanmıştır.
Garpta Gruva Gamme, Gamalı haç ve Çengelli haç da denilen bu mukaddes işaretlerin bacakları
yekdiğerine yapıştırılmak suretiyle müstesna bir âhenk temin edilmiştir. İşaretlerin ortalara rastlayan üçer yerine
tavla zarı şeklinde renkli taşlar oturtulmuştur. Uç tarafları ince ve zarif kabartmalarla süslenmiştir. Bunların
üstlerinde fevkalâde câzip ince çerçevelerin sardığı iki mustatil vardır. Sağdakinde çok yüksek ve nefis bir sülüs ile
Neml Sûresi’nin ‘ي وان اﻋﻤﻞ ﻲ وﻋﻠﻰ واﻟﺪ ﱠ
’رب اوزﻋﻨﻰ ان اﺷﻜﺮ ﻧﻌﻤﺘﻚ اﻟﺘﻰ اﻧﻌﻤﺖ ﻋﻠ ﱠyazılıdır.
Soldakinde bu âyet tamamlanmaktadır. ‘’ﺻﺎﻟﺤ ًﺎ ﺗﺮﺿﺎﻩ وادﺧﻠﻨﻰ ﺑﺮﺣﻤﺘﻚ ﻓﻲ ﻋﺒﺎدك اﻟﺼﺎﻟﺤﻴﻦ
Yazıların aralarına yapraklar ve çiçek dalları serpiştirilmek suretiyle insica m arttırılmıştır.
Kapının üstünde kemere doğru daralan dişili ve erkekli mukattarlar, Türk Taşçılığı’nın o devrin başka
yapılarında rastlanmayan yüksek örnekleridir. Altı sıra halindeki bu oyma ve kabartmaların her sırasında başka
başka şekiller kullanılmak suretiyle yeknesaklık giderilmiş ve çok çekici bir üslûp yaratılmıştır. Dişi tarafı galip
gibi görünen bu istalaktit salkımları bütün vuzuhları ve temizliklerini muhafaza ederek bize kadar gelmişlerdir.
Yalnız en üstteki sırada ortadaki bir salkım patlamıştır. İstalaktit müsellesinin iki tarafında; açılan bir sahnenin
dantelli perdelerine benzeyen oymalar dikkate çarpar. İstalaktitlerin üstündeki beyaz kemer iki renkli birbirine
geçen iki şerit gibi ak ve mor mermerle örülmüş ve işlenmiştir. Karşıdan bakan, kemerin, ayrı ayrı taşlarla
yapıldığını değil iki renkli taşın mum gibi eritilerek birbirine geçirildiğine hükmeder. Şerit lokmalarının
geçmelerinde yüksek bir itina ve titizlik gösterilmiştir. Kemerin bağlantı taşının tam üstüne mermerden bir göbek
oturtulmuştur. Kemerin iki yanlarındaki üçgenler birer kabartma göbekle ve mor, beyaz taşlardan geçme şekillerle
beslenmiştir. Tak kapıyı dört tarafından oyma ve kabartma hendesi şekillerle, yıldızlarla bezenmiş bir çerçeve
sarar. Kemerin üstünde kapıyı boydan boya dolduran bir Kitabe vardır. Kitabe on parça taş üzerine Selçuk Sülüs’ü
ile hakkedilmiştir. Hattat kitabeyi ayrı ayrı taşlar üzerine istif etmek mecburiyetinde kaldığı için bazı harflerin ve
kelimelerin daha büyük yazılmış olmasından bazı parçaların sonradan yapıldığı manalarını çıkarmak doğru
değildir. İstif ve karakter itibariyle yazı birdir. Kitabeyi okuyalım:
اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﻓﻲ اﻳﺎم دوﻟﺖ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻇﻞ اﷲ ﻓﻰ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻋﻼء1105 اﻣﺮ ﺑﻬﺬﻩ1104 ﻗﺎل اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ان اﷲ ﻻ ﻳﻀﻴﻊ اﺟﺮ اﻟﻤﺤﺴﻨﻴﻦ
اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎذ ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺸﻬﻴﺪ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻰ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ
ﻓﻲ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ ﺗﺴﻊ وارﺑﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ ﻏﻔﺮ اﷲ ﻟﻤﻦ اﻋﻤﺮﻩ
Kitabeyi dilimize şöyle çevirebiliriz:
“Ulu Tanrı, buyuruyor ki ‘Allah iyilik yapanların ecrini sevabını katiyen zayi etmez.’ Bu mübarek
Mamurenin kurulması 649 yılı aylarında Kılıçaslan Oğlu Mes’ud Oğlu Kılıçaslan Oğlu Şehid Sultan Keyhüsrev
Zâde Tanrı’nın yer yüzünde gölgesi, din ve dünyanın ulusu fetih babası Sultan Keykavus'un hükümdarlığı
günlerinde Abdullah Oğlu Karatâyî emretti. Tanrı bunu yaptıranı mağfiret etsin."
Kitabenin bir fotoğrafını buraya koyuyoruz. Şimdiye kadar bu medrese hakkında yazı yazan yerli ve
ecnebî tarihçi ve âlimlerin hiçbirisi bu Kitabeyi doğru okumaya ve doğru kopya etmeye muvaffak olamamışlardır.
Cléman Huart1106 Kitabede son Kılıçaslan’dan evvelki ‘’ﺑﻦve ‘’ﻇﻞ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰdan sonra ‘’ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻰkelimelerini
unutmuş ve ‘’ﻓﻰ اﻟﻌﺎﻟﻢde ‘’ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻰgibi yazmış ve sonra kendi kendine bu yanlış okuyuş üzerinde tefsirler yapmıştır.
1101
1001 Hadis Şerhi. No.398 S.166. İnsanın ihtiyatlı olması ve her kese emniyet göstermesi lazımdır. Nabi bu hadisi şöyle
dilimize çevirmiştir:
دﻗﺖ اوﻟﻨﺴﻪ ﺑﺪ آﻤﺎﻧﻠﻘﺪر - ﻣﻌﻨﻰ ﺣﺰم واﺣﺘﻴﺎط ﻗﺪر
ﺧﺮﻣﻦ دﻳﻨﻪ ﭘﺎﺳﺒﺎﻧﻠﻘﺪر - اﻧﺘﺒﺎﻩ ﺑﺼﻴﺮت اوزرﻩ ﺳﻠﻮك
1102
-Nabi bu hadisi Cam’i’den şöyle tercüme etmiştir:
ﺟﻮد و ﻋﻔﻮ وﺳﻤﺎح وﻟﻄﻒ آﺮم - ﺣﻖ ﺑﻮدر آﻴﻢ ﺻﻔﺎت ﻋﻠﻴﺎدر
اوﻟﻪ ﺳﻦ روز ﺣﺸﺮدﻩ ﺧﺮم- ﻧﻪ ﺷﺮﻓﺪر ﺑﻮ آﻮن اوﻟﻮب ﻣﻤﺪوح
1103
-Milli Tetebbular Mecmuası’nın ikinci yılı dördüncü sayısında Cam’i'nin bu Kırk Hadis’inden Nevai, Nabi ve Şerifi
taraflarından Türkçe’ye nazman çevrilen parçları neşredilmiştir.
1104
- Tövbe Suresi
1105
İstif zaruretinden dolayı hattat ‘ ’اﻣﺮkelimesini ‘’اni aynı zamanda ‘’اﻟﻌﻤﺎرةın ‘’اi yerinde kullanmıştır.
1106
-Epigrafphıe Arabe D'asıe Mıneure No.35
315
Doktor J.H.Loytved1107’de ‘’ﻗﺮﻩ ﻃﺎىyı ‘’ﻗﺮﻩ ﻃﻠﻰokumuştur.
Mes’ud Koman ve Ferid Uğur'un Konya Mecmuası'ndaki yazılarında Birinci Kılıçaslan’dan sonra, İbn
Mes’ud İbn Kılıçaslan kelimeleri unutulmuş ve Karatâyî’da Karatay okunmuştur.
Eski Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir Erdoğan’da1108 Kitabedeki Mes’ud İbn
Kılıçaslan’ı atlamıştır. Konya ve Rehberi adlı anonim eserde de Kitabe birçok noksan ve hatalarla kopya edilmiştir.
Bu eserde kapının kenarlarındaki hadisler de birçok fahiş yanlışlarla kopya edilmiştir ki bizim okuyuşumuzl a
karşılaştırılınca bu hatalar düzeltilebilir.1109
Mimar Kemaleddin merhum bir makalesinde, bu kapı hakkında şunları söylemektedir:
‘Karatay Medresesi’nin mermer kapısı her türlü manasıyla mükemmel bir eser-i mimarîdir. Âl-i Selçuk
devrinde Türk üstatlarından filvâki bu kapıdan daha büyük ve daha müzeyyen nice âsâr meydana getirilmiştir. Her
halde âsâr-ı mezkûr içinde bu kapı tenâsübünün fevkalâdeliği, taş kesmelerinin suret-i halli ve müzeyyenat ve
teferruat-ı mimariye sinin tanzimindeki kudret ve maharet nokta-i nazarından bir mevki-i mümtaz tutmaktadır. Türk
meslek-i mimarisinin sekiz asır evvel teessüs ve tekemmül etmiş kavâidini bu kapının tetkikiyle öğrenmelidir.
Tekmil bu kavâid-i mimariyeye Türk mimarları Âl-i Osman devrinin en parlak zamanlarına kadar kemâl-i hürmetle
riayet etmişler...’1110
Kitabesine göre medrese h.649-m.1251 yılında II.Keykavus, IV.Kılıçaslan ve II.Keykubad kardeşlerin
ortaklama hükümet sürdükleri h.647-m.655zamanında II.Keykavus adıyla yapılmıştır.
Tak kapıdan içeri girip arkamızı medreseye çevirerek kapının arkasına bakarsak burada iki kubbe askısı ve
kubbe tırnakları görürüz. Kapının iç tarafı da muntazam kesme taşlarla yapılmış ve süslenmiştir. Kubbe askılarının
dilimlerinde mavi, koyu vişneçürüğü çinilerin kalıntıları da dikkati çekmekte ve oradaki kubbeli methalin içinin de
çinilerle bezenmiş olduğunu bize söylemektedir. Tak kapıdan medresenin kapısına kadar 7,5 metrelik bir kısım
vardır.
Kapıdan girince sağda duvar dibinde 2,40 metre uzunluğunda, üstünde Yunanca bir satırlık Kitabe bulunan
bir taş vardır. Üstündeki kabartma bir resmin taraklanarak yok edildiği ve bunun eski bir mimari eserden
getirildiği anlaşılmaktadır.
Methalin karşısındaki 1,40 metre eninde ve iki metre yüksekliğindeki kapıdan asıl medresenin kubbe
altına, sahanlığa girilir. İçeriye girince göğün, mavi rengi ile, yıldızlarıyla kehkeşâni ile, alâim-i semâlarıyla kubbe
halinde küçülerek, minyatürleşerek aşağıya indiği görülür.
Haşmetli kubbenin çinileri, renkleri, çiçekleri, sırlı tuğlaları, yazıları, hendesî şekilleri, yapı malzemesinin
cinsleri, umumi ahengi insanı bediî heyecanın câzibesine bir mıknatıs gibi kaptırır.
En kudretli kalem, en geniş muhayyile ve en mâhir fırça bile buradaki renkleri, şekilleri ve bunların
imtizacından doğan âhengi tasvir ve tersimde zorluk çeker. Kubbe 12 x 12 metre ebadındaki sahanlığı örter. Batı
tarafındaki Kavs-i Kuzah kemerli önü açık kısım medresenin dershanesi ve mescididir. Eni 6,33, derinliği 7,80
metredir.1111
Beşikörtüsü sakfı ile duvarları tamamen sırlı tuğlalarla süslenmiştir. Batı tarafındaki pencereden ışık alır.
Hâkim renk burada da mavidir. Kemerin iki tarafındaki kabartma ve iri çivi başı şeklindeki sırlı tuğlalar çok
nefistir. Buranın vaktiyle aşırılan çini mihrabı yerine pek âdi bir mihrap yapılmıştır.
Dershanenin ve mescidin kemerine çiçekli mavi zemin üzerine lacivert ile Besmele ve Kürsi Ayeti
yazılmıştır. Yazı nefis Selçuk Sülüs’üdür.
Dershanenin sağında ve solunda sağır kubbeli birer oda vardır. Sağdaki tamamen yıkıldığı için kapısı
örülere k kapatılmıştır. Soldaki türbedir.
Sağlam olarak bize kadar gelmiştir. Her ikisinin kapılarının enleri 1,27, yükseklikleri 1,80 metredir.
Soldaki odanın ortasında tahta sandukalı bir merkat görülür. Eskiden bu sandukanın üstünde çini kaplı
olduğu anlaşılmaktadır. Buradan batıya yukarıdan bir, kıble tarafına birisi alttan, diğeri üstten iki pencere açılır.
Kubbe zikzaklı bir şekilde örülen tuğlalarla süslenmiştir. Türbenin eşiğinde ve kapı aralığında kullanılan çinilerin
sonradan konmuş olduğu tahmin edilebilir.
Türbenin bir bodrum katı bulunduğu muhakkaktır. Bu katın kapısı ufak bir kazı ile meydana çıkabilir. Kapı
dışarıya açılırdı.
Ana kubbenin kuzey ve güneyindeki üçer kapıdan doğudan batıya doğru beşikörtüsü sakıf ile örtülen altı
hücreye geçilirdi. Şimdi bu hücrelerin hepsi yıkılmış, yalnız ana kubbenin duvarlarının dışında kemer ve kubbe
ayaklarının izleri kalmıştır. Bu hücrelere açılan kapılar da tamamen kapatılmıştır. Medresenin batı kuzeyinde
umumi methalini tanzir eden kapının da sonradan örüldüğü görülmektedir. Bu iki kapı arasında bir çeşme vardır. İki
yanlarında âdi taştan sütuncuklar bulunan bu çeşmenin suyunu Yavuz Sultan Selim getirtmiştir. Çeşmenin suyu,
zikzaklı bir taş olukla ortadaki 3,7 0 x 3,70 metre ebadında 0,68 metre derinliğindeki havuza akardı. Çeşme gibi
1107
-Konia Insehriften Der Seldsehukisehen Bauten.
1108
-290 sayı ve 2 Nisan 1331 tarihli Babalık Gazetesi’ndeki, Karatay Medresesi makalesi. Bu yazıyı yazarken 1410.1994 de
Üstad Abdülkadir Erdoğan'ın tanrının rahmetine kavuştuğunu teessürle öğrendim.
1109
-Konya ve rehberi, sahife 76
1110
-Yeni mecmua, sayı 2, sahife 50
1111
-Burasının önü eskiden Bağdadi ile bölünmüş ve bir oda haline getirilmişti.
316
havuzu da bir Osmanlı eseridir. Tahminimize göre buradaki bir kuyu bozularak yerine yapılmıştır. Medresenin
kubbeyi tutan bütün duvarları eskiden tamamıyla altı köşeli yeşil satıh çinileri ile kaplı idi. Bunlar dökülmüş
veyahut aşırılmış olduğu için yerler i kireçli harçla sıvanmıştır.
Ana kubbenin altındaki ön kapının üstlerine mavi çiçekli zemin üzerine sülüs ile Kuran’dan âyetler
yazılmıştır. Türbenin yanındaki birinci hücre kapısından başlayarak yazılanları okuyalım:
1. hücre kapısı üzerinde: ‘’ﺗﻮآﻠﺖ ﻋﻠﻰ اﷲ ﷲ ﻣﺎﻓﻰ اﻟﺴﻤﻮات وﻣﺎﻓﻰ اﻻرض وان
2. kapı üzerinde: ‘’ﺗﺒﺪوا ﻣﺎﻓﻰ اﻧﻔﺴﻜﻢ او ﺗﺨﻔﻮﻩ ﻳﺤﺎﺳﺒﻜﻢ ﺑﻪ ﻓﻴﻐﻔﺮ اﷲ ﻟﻤﻦ ﻳﺸﺎء
3. üzerinde: ‘ﺊ ﻗﺪﻳﺮ ﺁﻣﻦ اﻟﺮﺳﻮل ﺑﻤﺎ ٍ ’ﻳﻌﺬب ﻣﻦ ﻳﺸﺎء واﷲ ﻋﻠﻰ آﻞ ﺷ
4. umum i kapının üstündeki Kitabe kırılmış ve yok edilmiştir.
Çeşmenin üstünde: ‘ ﻣﻠﺌﻜﺘﻪ وآﺘﺒﻪ ورﺳﻠﻪ ﻻ ﻧﻔﺮق ﺑﻴﻦ اﺣﺪ ﻣﻦ رﺳﻠﻪ وﻗﺎ...’
Çeşmeden sonra kapının üstünde: ‘’ﻟﻮ ﺳﻤﻌﻨﺎ واﻃﻌﻨﺎ ﻏﻔﺮاﻧﻚ رﺑﻨﺎ واﻟﻴﻚ اﻟﻤﺼﻴﺮ ﻻ
Umumi kapının mütenazırı olan kapısı üstünde: ‘... ’ﻳﻜﻠﻒ اﷲ ﻧﻔﺴ ًﺎ اﻻ1112
Medresenin sağdaki birinci ve ikinci hücrenin kapılarının üstleri yıkılmıştır.
3. kapının üstünde: ‘’ﻗﺒﻠﻨﺎ وﻻ ﺗﺤﻤﱢﻠﻨﺎ ﻣﺎﻻ ﻃﺎﻗﺔ ﻟﻨﺎ ﺑﻪ واﻋﻒ ﻋﻨﺎ وا
4. kapının üstünde: ‘’ﻏﻔﺮ ﻟﻨﺎ وارﺣﻤﻨﺎ اﻧﺖ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻓﺎﻧﺼﺮﻧﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻘﺮم اﻟﻜﺎﻓﺮﻳﻦyazılıdır.
Kümbeti içinden, üstündeki ışık pencerelerine kadar iki sıra halinde kûfî yazı sarar.
Âsumanı tanzir eden kubbede hâkim renk mavidir Burada açık lacivert, koyu lacivert, siyah ve yeşil çiniler
de kullanılmıştır. Kubbenin kasnağında ve pencerelerinin altındaki kûfî yazılar Bakara Sûresi'nden bazı âyetlerdir.
Kubbenin içini kasnağından ışık pencerelerine kadar saman uğrusunu andıran kaplama çinili satha dört sıra
halinde on ikişer tüveycli ve yirmi dörder dilimli veyahut yapraklı çiçeklerin serpildiği görülür. Bunlardan en alt
sıradakilerle en üsttekiler yarımşardır.
Kubbenin askılarını beşer müsellesin huzme halinde toplanmasından teşekkül eden birer büyük çinili
üçgen süsler, fevkalâde bir muvaffakiyetle işlenen bu çiniler istalaktit yerlerini tutmuştur. Askılardaki beşer
müsellesin her birine Hazret-i Muhammed (Aleyhisselam) ile dört yâri olan Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali'nin
adları mükerrer surette ve kûfî hat ile yazılmıştır.
Mimar Kemal Bey merhum bu tezyin usulün ü şu satırlarla anlatmıştır:
‘Karatay Kubbesi’nin müzeyyenat-ı dâhiliyesine gelince İslâm âsârı içinde bu cinsten bir misli daha
bulunmayacak surette bir güzelliği ve pek çok yükselmiş bir marifet ve mahâret-i sınâiyyeyi hâizdir:
Birbirleriyle en âhenkdar bir surette izdivaç edebilecek renklerdeki çini levhalarının hendesî tezyinatı, çiçeklerin ve
kûfî güzel yazıları meydana getirmek üzere işgal edecekleri yerlere ve şekillere göre gayet muntazam kesilerek
veyahut o şekillerde evvelce ihzar olunarak bunları birbiri yanına ve duvar veya kubbenin iç yüzüne bu sanata
mahsus mükemmel bir harç ile tutturulması suretiyle husûle gelen çini satıh tezyinatı Selçuklular tarafından
muhabbet ve evleviyetle kullanılan ve son derece terakki ettirilen bir tarz-ı tezyindir.’1113
Karatâyî Medresesi'ne ait müze ve arşiv vesikalarını da buraya sıralayalım:
1-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde bulunan Fâtih adına yazılmış h.881-m.1476 tarihli İl Yazıcı
Defteri’nin Yirmi birinci sahifesinde Karatâyî Medresesi hakkında şu mâlûmâtı buluyoruz:
‘Vakf-ı medrese-i Karatâyî der nefs-i Konya mukarrer tevliyet der tasarrufu-ı Alae’d-din an evlâd-ı
Karatâyî. Vakfiye görüldü. Bi-hükm-i Hümayun.’
Bu defterde medresenin evkafı da şöyle sıralanmaktadır:
A- Hatunsarayı'na bağlı ‘’ﻣﻜﺮﻳﻠﺮKöyü’nün bir kısım hâsılatı.
B- Hatunsarayı'na bağlı Gömse Köyü’nün bir kısım hâsılatı.1114
C- Hatunsarayı Köyü.
D- Hatunsaray'a bağlı Ördüzü ‘’اوردوزى1115 Köyü’nün bir kısım hâsılatı.
E- Hatunsarayı'na bağlı Gürvat ‘’آﻮروات1116 Köyü’nün bir kısım hâsılatı.
F- Hatunsarayı'na bağlı Yarekin1117 Köyü’nün bir kısım hâsılatı.
G- Saideli'ne bağlı Ucukayı1118 Çiftliği’nin bir kısım geliri.
H- Konya'da Hoca Ahmed Fakıh civarında tarla.
İ- Konya'da Hoca Ahmed Fakıh civarındaki tarlaya bitişik bağ.
K- Hoca Fakıh Türbesi’nin karşısındaki hana bitişik tarla ki ortasından ırmak geçer.
L- Dolap Yeri.
1112
-Sonu kırılmıştır.
1113
-Yeni Mecmua sayı iki sahife 31.
1114
-Gömse; Hatunsaray’ın 35 kilometre kadar doğusunda bir köydür. Bu köy zamanla çiftlik haline gelmiş ve Konya
Mebusu merhum Mehmed Efendi’ye geçmişti. Şimdi taş üstünde taş kalmamıştır.
1115
-Şimdi böyle bir köy yoktur. Köy adını Ördüyzü Irmağı’na bırakarak yok olmuştur. Bu su Hatunsaray’ın güneyinde
Çomaklar’la Ekizli arasındadır.
1116
Şimdiki telaffuzu Civrat'dır Burada, Gürvatlı gibi yazılmıştır.
1117
-Seydişehri’nin Çavuş Nahiyesi’ne bağlı bu adı taşıyan bir köy vardır.
1118
Bu köy Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki 608 numaradaki defterde Ucukaya ‘’اوﺟﻰ ﻗﻴﺎşeklindedir. Bu
çiftlik sonradan Yenicekaya adıyla bir köy olmuştur. Köy Kadınhanı Kazası’na bağlıdır.
317
M- Kurbağa Çukuru’nda Devlet Meydanı tarafında tarla.
N- Aksaray Kapısı’ndaki evlerin mukataaları.
2- Aynı arşivde 255 numarada kayıtlı bulunan II.Bayezid'in h.906-m.1500 tarihli Karaman Ili Tahrir
Defteri’nde de Karatâyî Medresesi şöyle tesbi t edilmiştir:
‘Vakf-ı medrese-i Karatâyî der nefs-i Konya mukarrer tedris der tasarruf-ı Mevlâna Abdullah-iş-şehîr be
Sofcu zâde Bi-hükm-i Şerif. Tevliyet der tasarruf-ı Mevlâna Lutfullah an- evlâd-ı Karatâyî cihet an hâsıl bi-hükmi
Halledellah-ü mülkehu.’
Bu defterde de medrese için Fâtih Defteri’ndeki gelirler tespit edilmektedir. Burada fazla olarak şunlar
da gösterilmektedir:
A-Boyacılar Dolabı yanında çukur tarla.
B-Terziler Çarşısı’nda dükkân yerleri.
C-şeyh Alaman civarında tarla.
3- Aynı arşivin 584 numarasına kayıtlı III.Murad'ın 992 tarihli Karaman Ili Evkaf Defteri’nde de bu
medresenin evkafı şöyle gösterilmiştir:
‘Vakf-ı medrese-i emir Karatâyî İbn Abdullah ber -mûceb-i kitâb-i vakf-il-müseccel bi- imza-il-Kadi
Ebü’s-Sena Mahmud İbn Ebubekir İbn Ahmedi’l-Ürmevî El-Hâkim Bi Konya Fi seneti İsnâ ve Hamsin ve Sittemie
tevliyet evlâdı1119 vakafe neslen ba'de neslin ba’del inkıraz evlâdı ahaveyne takdimi uteka ve evlâd-ı utekaye ber-
mûceb-i kitâb-ı vakf.’
Bunun altında şöyle bir kayıt da vardır: ‘Hâliyen bu medrese dâhilindeki mescitten ve evkafından eser nâ-
ma'lûm.’
Bu kayda göre medresenin içinde bir de mescit varmış fakat daha III.Murad zamanında bu mescit yıkılmış
ve gelirleri de kaybolmuştur.
Demek ki Karatâyî Mamuresi geniş ve teferruatlı bir müessese imiş; yıkıla yıkıla, bu günkü hâle
gelmiştir.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü'nde bulunan 607 numaralı defterin 177 sıra numarasında
Defterhaneden çıkarılan 26 Recep1324 tarihinde irade-i âliyye ile kaydedilen bir kayd-ı Hakanî sureti vardır ki onu
da aşağıya alıyorum:
‘Vakf-ı nahiye-i Konya der livâ-i Konya’
1-Karye-i nefs-i Hatunsarayı kitab-ı vakfta ‘’آﻮﻗﻮ آﻠﻴﺎile masturdur. Öşr-i reâyâ mea nısf-ı öşr-i Müslüman
vakf-ı medrese-i Karatâyî mea öşr-i çiftlik der karye-i mezkûre.
2-Karye-i Gömse tâbi-i Hatunsarayı öşr-i reâyâ mea nısf-ı öşr-i Müslüman vakf-ı medrese-i Karatâyî.
3-Karye-i Kirvat öşr-i reâyâ mea nısf-ı öşr-i Müslüman vakf-ı medrese-i mezkûre1120
4-Karye-i Ördüözü tâbi-i Hatunsarayı öşr-i reâyâ mea nısf-ı öşr-i Müslüman.
5-Karye-i Yarekin ‘’ﻳﺎراآﻦtâbi-i Hatunsarayı nısf-ı-öşr-i-vakf-ı medrese-i mezkûre.
6-Karye-i ‘?’ﻣﻜﺮﻳﻠﺮtâbi-i Hatunsarayı.
7-Mezraa-yi Ucikaya tâbi-i Said ili nezd-i sınur-ı karye-i Sarayini.
8-Karye-i Kışlacık1121 tâbi-i Hatunsarayı nısf-ı öşr-i vakf-ı medrese-i mezkûre.
9-Zemin-i Çukur der civar-ı dekâkin-i debbağan.
10-Kıtta-ı arz-ı zemin-i Çukur, hâliyen bağlar olmuştur.
11-İcare-i zemin-i hânehâ der mahalle-i Çavuş.
12-İcare-i zemin-i hânehâ der mahalle-i mezkûre der kurb-i Kalenderhâne.
13-Zemin-i dekâkin der pazar sûzen-geran.
14-Zemin Kurbağa çukuru der cânib-i meydan-i Divler.
15-Zemin der nahiye-i’’? ﻳﻮل
16-Çayır-ı Kürden der Karye-i Hatunsaray ber mûceb-i hücce-i Seyyid İsa Kadı-i Gülnar ve Kadı Hacı
Çelebi el-mütevellî bi Konya.
17-Âsiyab der kurb-i Hatunsarayı bab 1 ve der kurb-i Ördüözü bab 1, Medrese talebesinin taamları
İbrahim Bey imâretinden verilir.
KARATÂYÎ VAKFİYELERİ
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi'nin 577 numaralı defterin Yirmisekizinci sahifesinde 21 sıra
numarasında kayıtlı 651 yılı Cumadie’l-Ulâ ortasında tanzim edilmiş bir vakfiye sureti vardır. Bunun altında 652
yılı Cumadie’l-Âhire’sinin nısfında ve 66 0 yılı Recebinin beşinde tanzim edilmiş iki zeyl vakfiyenin suretleri
1119
-Bu vakfiye bize kadar gelmediği anlaşılıyor. Buna göre Karatay’ın evladı vardır.
1120
-Bu, Konya'nın Çumra Kazası’nın Akviran Nahiyesi’ne bağlı Kirvat - Girvat Köyü’dür. Fatih'in Karaman İli İl Yazıcı
Defteri’nde ise Güratlı gibidir. Tahminimize göre bu köy adını Alaiyye’nin eski beyi ve Sultan I Alaeddin'in kayın babası
Kirvat’dan almıştır. Bu hususta Akşehir ve Alanya adlı kitaplarımızda geniş malumat vardır.
1121
-Şimdi Akviran’a bağlı bir mevki ve meradır. Eski köy harabesi vardır
318
kayıtlıdır.Vakfiyeler Arapça bilmeyen câhil bir kâtip tarafından fâhiş hatalarla kopya edilmiştir. Asıl vakfiyenin
başında vakfiyeyi tanzim eden Kadı İzze’d-din kendisini şöyle takdim etmektedir: ‘ واﻧﺎ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻨﺤﻴﻒ اﻟﺮاﺟﻰ اﻟﻰ
رﺣﻤﺔ رﺑﻪ اﻟﻠﻄﻴﻒ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد اﻟﺮازى واﺷﻜﺮ اﷲ ﻋﻠﻰ ﺟﺰﻳﻞ ﻧﻌﻤﻪ وﺣﺮر ذﻟﻚ ﻓﻰ اﻟﺨﺎﻣﺲ واﻟﻌﺸﺮﻳﻦ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ ﺟﻤﺎدى اﻻول ﺳﻨﺔ اﺣﺪى
’وﺧﻤﺴﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
Vakfiyenin altını el yazıları ile imzalayan ve makama uygun cümleler yazan şahitlerden bazıları Kadı İzze’d-din'i
şöyle tavsif ederler: ‘ ﻣﻮﻻﻧﺎ اﻟﺼﺪر اﻟﻤﻌﻈﻢ اﻟﺼﺎﺣﺐ اﻻﻋﻈﻢ ﻗﺎﺿﻰ اﻟﻘﻀﺎة واﻟﺤﻜﺎم ﻣﺤﻴﻰ اﻟﺴﻨﺔ ﻗﺎﻣﻊ اﻟﺒﺪﻋﺔ ﻋﺰ اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ ﺣﺠﺔ
’اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ
Vakfiyede devrin hükümdarı da şöyle anılır: ‘ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻣﻮﻟﻰ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ ﺳﻠﻄﺎن ارض اﷲ ﺣﺎﻓﻆ......
ﺑﻼد اﷲ ﻣﺤﺮز ﻣﻤﺎﻟﻚ اﻟﺪﻧﻴﺎ ﻣﻈﻬﺮ آﻠﻤﺎت اﷲ اﻟﻌﻠﻴﺎ ﻗﻄﺐ ﺳﻤﺎء اﻟﺨﻼﻓﺔ ﻣﻌﺪن اﻟﻌﺪل واﻟﺮأﻓﺔ آﻬﻒ اﻟﺜﻘﻠﻴﻦ ﻏﻮث اﷲ ﻓﻰ اﻟﺨﺎﻓﻘﻴﻦ ﻋﺰ اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻏﻴﺎث
اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﺗﺎج ﺁل ﺳﻠﭽﻮق ﺳﻠﻄﺎن اﻟﺒﺮ واﻟﺒﺤﺮﻳﻦ اﺑﻰ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻜﺎوس ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻳﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد
’ﺑﺮهﺎن اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
Vâkıfın ad ve vasıfları şöyle geçer: ‘ اﻻﺗﺎﺑﻚ اﻻﻋﻈﻢ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻤﻜﺮم اﻟﻜﺒﻴﺮ اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻤﺆﻳﺪ اﻟﻤﻨﺼﻮر اﻟﻤﻈﻔﺮ اﻟﻤﺠﺎهﺪ اﻟﻤﺠﺘﻬﺪ اﻟﻨﻘﻲ اﻟﺘﻘﻲ
اﻟﺰاهﺪ اﻟﻌﺎﺑﺪ اﻟﻌﺎرف اﻟﺴﺎﻟﻚ ﻋﻀﺪ اﻟﺪوﻟﺔ ﻋﻤﺪة اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﺳﻴﺪ اﻟﺰهﺎد وﻗﻄﺐ اﻟﻌﺒﺎد ﻣﻠﻚ اﻻﻣﺮاء واﻻﺑﺪال ﻣﻐﻴﺚ اﻟﺤﻖ ﻣﻌﺪن اﻻﺣﺴﺎن زﺑﺪة اﻻزﻣﺎن ﻗﺪوة
اﻻوﻟﻴﺎ ﺗﺎج اﻻﺻﻔﻴﺎ ﻣﻘﺼﺪ اهﻞ اﻻﻓﺎق اﺷﻔﻖ اﻟﺨﻼﺋﻖ ﺑﺎﻻﺗﻔﺎق ﻣﺤﺘﺎج ﺣﻀﺮت رب اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﻣﺤﻴﻰ اﻟﺴﻨﺔ ﻓﻰ اﻻرض ﻗﺮاﻃﺎﻳﻰ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ اﻣﻴﺮ اﻣﺮاء
’اﻟﻄﺸﺖ واﻟﺪواة
Bu vakfiye kopyasında da Karatâyî'nın son vasfını Emiri’l-Ümerâ-it-tıp-ve’d-devâ- ‘ اﻣﻴﺮ اﻻاﻣﺮء اﻟﻄﺐ
’واﻟﺪواgibi yazmışlar. Selçuk divan ve saray teşkilâtında tıp ve devâ emîr-ül-ümerâsı gibi bir mansıp ve memuriyet
bulunmadığı gibi Karatâyî'nın da tıp ile deva ile hiç bir alâkası yoktur.
Bazıları bu kopya hatasına dayanarak Karatay'ın hekimler başı olduğunu ve bu vakfiyenin karşısındaki
kardeşi Kemâle’d-din Turumtaş'ın Medresesi’yle hiçbir ilgisi olmadığı halde bu medrese'nin bir Dârü’ş-şifâ
olduğunu iddia etmişlerdir.1122
Karatâyî'nın torunlarından olduğunu kabul ettiğimiz kıymetli hemşehrimiz Namdar Rahmi'de bulunan ve
bir bez üzerine yine câhil bir hattat tarafından istinsah edilen Karatâyî Vakfiyesi'nde bu son vasfın birinci cüz'ü
bizim okuduğumuzu kuvvetlendirecek şekilde şöyle yazılmıştır: ‘’اﻣﻴﺮ اﻻﻣﺮاء اﻟﻄﺸﺖ واﻟﺪواة
Doğrusu bizim yukarda yazdığımız gibi: ( ) اﻣﻴﺮ اﻣﺮاء اﻟﻄﺸﺖ واﻟﺪواةdır.
Vakfiyede Karatâyî'nın Medresesi’ni kardeşi Emir Kemâle’d-din Turumtaş'ın Medresesi kapısının hizasına yaptığı
tasrih edilmekte ve şu parlak vasıflarla övülmektedir: ‘ ﺑﺒﺎﻃﻦ دار اﻟﻤﻠﻚ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺪرب ﺣﺬاء ﻣﺪرﺳﺔ اﺧﻴﻪ اﻻﻣﻴﺮ اﻟﻜﺒﻴﺮ آﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ
ﺗﺮﻣﻀﺎش رﺣﻤﻪ اﷲ اﻟﻤﺴﺘﻐﻨﻰ ﻋﻦ اﻟﺘﺤﺪﻳﺪ ﻟﺸﻬﺮﺗﻬﺎ واﻧﻔﺮادهﺎ ﺑﺎﻟﻤﻮﺿﻊ اﻟﻤﺬآﻮر ﻋﻠﻴﺔ اﻟﺒﻨﺎء واﺳﻌﺔ اﻟﻔﻀﺎء ﻋﺮﻳﻀﺔ اﻟﺮﻓﻌﺔ ﻃﻴﺒﺔ اﻟﺒﻘﻌﺔ آﺎﻧﻬﺎ
’اﺣﺪى اﻳﻮان اﻟﺠﻨﺎن وﺿﺤﻜﺖ ﻋﻦ اﻟﻌﺒﻘﺮى اﻟﺤﺴﺎن
Karatâyî, Medresesi’ni, dört imamın mezheblerinden âlimler, fakıhler ve eşrafa vakfetmiş ve müderrisinin
Hanefî Mezhebi’nden Hilâf’ Usul’ Tefsir’ Hadis ve şer'î ilimler’in hepsini bilir olmasını da şart koşmuştur.
Karatâyî, Medresesi için gelir olarak şu emlâki vakfetmektedir:
1-Divriği'nin1123 ‘’ﻳﺠﺮن ﻟﺒﺼﺎKöyü.
2-Konya Kalesi’nin Çaşnigir Kapısı’nın dışındaki tarlanın tamamı. Bu tarlanın sınırlarından birisi
üzerinde Kamerü’d-din'e1124 nispet edilen makbere vardır.
3-Konya'da Buğday Pazarı yakınında birbirine bitişik üç dükkân, tarla ve hanın tamamı.
4-Konya'da medresenin yanında Sultan Kapısı’ndaki hücre ile beraber beş dükkânın tamamı. Bu
dükkânların sınırlarından birisinin üstünde umumi yol, ikisinin ortasında medresenin hususi yolu, dördüncüsünün
üzerinde Necme’d-din Behram şah'ın mülkü vardır. Bu emlâk ancak alâkadarın izni ile bir, iki ve nihayet üç
seneliğine kiraya verilebilecektir.
Bu emlâkin geliri ile evvelâ bunların yıkıkları, gedikleri termim edilecek, artan para ile medresenin icap
eden tamirleri yapılacak, bundan artan ile medresenin hasırı, kandil yağı, mumu, döşemesi temin edilecektir. Bunlar
sağlandıktan sonra kalan para on müsâvî parçaya ayrılacak ve şu şeklide sarf olunacaktır:
Bir sehim Hanefî Mezhebi’nden muttakî ve âlim müderrise, bir sehim mütevellîye.
1,5 sehim yine Hanefi Mezhebi’nden muide, yine 1,5 sehim vâkıfın oğlan kardeşlerinin evlâdından olan ve
vazifelerine devam eden birer bevvapla ferrâşa.
Geri kalan 7 sehim de müderris ve mütevellînin münâsip görecekleri fakihlere ve dört mezhepten İmamlara
verilecektir. Bunların gece ve gündüzün tayin edilen zamanlarında kendilerine verilen müzâkereciliği ve
nöbetçiliği yapmaları lâzımdır.
Karatâyî, vakfiyesine şu iki şartı da koşmuştur:
1-Haftada beş gün medresede tedris için hazırlanan yerde müderris, muîd, fakihler ve mülâzimler hazır
bulunarak ders okutacaklar ve okuyacaklar.
2-Vâkıfın medreseye koyduğu cüz halindeki Kur’an-ı Kerim'den vâkıfın birader zâdeleri her pazartesi ve
perşembe günleri mümkün olduğu kadar Kur’an okuyacaklar ve sevabını Hazret-i Peygamber'in, geçmişlerinin ve
bütün mü'minlerin ruhlarına bağışlayacaklar.
Vakıfnâmeye göre hayatta bulundukça medresenin mütevellisi kendisi olacak, öldükten sonra tevliyet
1122
-Burada Kemale’d-din adı Turumtaş şeklinde doğru yazılmıştır.
1123
-Bu köyün adı okunamıyor. Burada bir köy adı zikredildiği halde aşağıda iki köyden bahsedildiği görülmektedir.
Anlaşıldığına göre kopyacı okuyamadığı için bir köyü atlamıştır. Bunun Divrigi’ye bağlı Hornavul Köyü olacağını zannederim.
1124
-Bu Kamerü’d-din meşhur kayısıya adını veren zattır.
319
kardeşi Emir Sipehsâlar Seyfe’d-din Karasungur'a verilecektir.1125
Bundan sonra tevliyet vâkıfın kardeşleri Kemâle’d-din Turumtaş ve Karasungur'un en reşid ve en sâlih
erkek evlâdına intikal edecektir.
Eğer bunlardan şerâiti hâiz kimse bulunmazsa azatlılarının en sâlih ve reşit erkek evlâdı mütevellî
olacaktır, bunlar da bulunmazsa tevliyet hakkı Zevilerham'ın en reşit ve en iyi olan erkek çocuklarınındır.
Bunlar da bulunmazsa tevliyet işi Konya Kadısı'na şar t koşulmuştur.
Eğer medrese yıkılır ve gelirinin fazlasıyla tamir edilemezse hâsılâtı Antalya Yolu’nda içinde câmi bulunan
kalenin dışında yaptırdığı Dârü’s-Sulehâ’ya -hususi şartlarına göre- sarf edilecektir.
Eğer Dârü’s-Sulehâ’da yıkılır, tecdidi mümkün olmazsa parası vâkıfın Konya'da Elbistan1126 Yolu üzerine
yaptırdığı han'ın mesâlihine -vakfiyesine göre- sarf edilecektir. Eğer bu han da yıkılır, yenilenmesi mümkün
olmazsa gelirleri zaruri masraflarından artan hâsılâtı fakir ve muhtaç Müslümanlar’a dağıtılacaktır.
Vakfiyenin başında Kadı İzze’d-din tescilin 25 Cumadie’l-Ûlâ’da yapıldığını söylerken vakfiyenin altında
bunun Cumadie’l-Ûlâ’nın yarılarında yapıldığı yazılıdır. Bizce yukarıdaki tarih 15 Cumadie’l-Ûlâ olmalıdır. Bunda
da bir kopya hatası vardır.
Vakfiyenin altında şu elli bir şahitin imzaları vardır:
1-Mehmed İbn Abbas
2-Yahya İbn Mehmed
3-Tebrizli Ali İbn Mahmud
4-Abdu’r-rahman İbn Salih Es-simcurî
5-Nişaburlu Mehmed İbn Hüseyin
6-şirazlı Abdullah İbn Mehmed
7-Semerkantlı Şeyh Ebubekir İbn Hacı Mehmed
8-Nişaburlu İsmail İbn Hasan
9-Belhli Sefer İbn Mehmed
10-Halil İbn Ahmed
11-Nişaburlu şeyh Ahmed İbn Mehmed
12-Katip şeyh Abdü’l-Mü'min İbn Mehmedi’l-Hoyi ‘’اﻟﺤﻮﻳﻰ
13-Ahmed İbn Mehmed Er-revanî
14-Pîri Mehmed İbn Abdullah Es-simcurî ‘’اﻟﺴﻤﺠﻮرى
15-Buharalı Ahmed İbn Veli
16-Abdullah İbn Mehmed ‘’اﻟﺤﻮرى
17-Semerkantlı Mustafa İbn Nurullah
18-Mustafa İbn Veli
19-Tebrizli Seyyid Mehmed İbn Hızır
20-Bağdatlı Ebubekir İbn Ahmed
21-Osman İbn Nurullah ‘’اﻟﺠﻴﻠﻰEl-cîlî
22-Nişaburlu Ali İbn Mehmed
23-Tebrizli Mehmed İbn Yusuf
24-Belhli Ahmed İbn Şemse’d-din
25-Basralı Ali İbn Mevlüd
26-Basralı Yunus İbn Nurullah
27-Tebrizli Mehmed İbn Kasım
28-Simcurî İsa İbn Hacı
29-Bağdatlı Ahmed
30- Abdü’l-câmi İbn Abdu’r-rahman İbn Mehmedi’l-Hoyı
31-Mahmud İbn Mehmed İbn Mahmud Es-surî
32-Mehmed İbn Ali İbn Hüseyin El-Caferî
33-Mustafa İbn Hibetullah İbn Muzaffer
34-Ali İbn ‘’ﻳﺮآﺎﻧﺎﻩİbn Ali
35-Mahmud İbn Ali İbn Huseyni’s-Sincarî
36-Muhtesibü’l-Asâkir Hâfız Ebuseyid İbn İlyas
37-Katip Abdullah
1125
-Vakfiyede Karasungur şöyle anılmaktadır: El-emirü’l İsfehsalar el-kebir el-alim el-adil el-müeyyed el-mansur el-muzaffer
el-mücahid Seyfe’d-din Ümdetü’l-İslam ve’l-Müslimin zahirü’l-mülük ve’s-selatin melikü’l-ümera Karasungur İbn Abdullah
1126
-Vakfiyede bu kelime ‘’اﺑﺎﻟﺴﺘﺎنşeklinde yazılıdır. H. 635-m.1240 yılında yapılan bu Kervansaray Kayeri Vilayeti’nin Bünyan
kazasının Zamantı Nahiyesi’ne bağlı Karatay köyü’ndedir. Zamantı Nahiyesi’nin bugünkü merkezi olan Elbaşı Köyü’ne 6,5
kilometre mesafededir. 645 yılı Rebiü’l-evvelinin ortasında yazılan tomar halindeki orijinal vakfiyesi Ankara Etnoğrafya Müzesi
tarafından satın alınmıştır.
320
38-İbrahim İbn İzze’d-din El-esvedî
39-Abdullah İbn Ömer İbn Mehmed
40-Musa İbn Ali İbn Sabiri’l-Harzemî
41-Necme’d-din
42-‘’اﻟﺘﻮﻓﻴﺮilm-i ‘’ﻋﺰم ﺳﺎﻟﻪ ى
43-İbrahim İbn Suad
44-Yusuf İbn Abdullah
45-Abdu’r-rahman İbn Hamza
46-Yusuf İbn ‘’اﻟﺴﻨﻮﻳﻰ
47-Ahmede İbn ‘’اﺳﻴﻼ
48-Mehmed İbn Hibetullah İbn Muzaffer
49-İshak İbn Ahmed İbn Abdülmelik
50-Mahfil emini Ali İbn Mehmed
51-Yusuf İbn Nuh İbn İsmail
şahitlerin çoğu şarklı ve Türk’tür.
652 yılı Cumadie’l-Ulâ’nın ortasında tanzim edilen birinci zeyil vakfiyenin metninde, yukarısında tescil
eden kadının imzası bulunduğu tasrih edildiği halde kopyacı her nedense bunu evkaf siciline geçirmemiştir. Bu
vakfiyede vâkıfın adı şöyle geçer: ‘Melikü’l-Ümerâ-ir-Rabbânî Es-saîd Celâle’d-din Karatâyî İbn Abdullah
Kaddesallahü Rûhahu ve nevvere darihahu.’
Bu kayda göre zeyl vakfiye yapılırken yani h.652-m.1254 yılı Cemadie’l-Âhire’si Onbeşinden evvel
Karatâyî ölmüş bulunuyordu.
Aksaraylı Kerimü’d-din Mahmud; Selçuklu Devletleri Tarihi'nde Yüzotuzdördüncü sahifesinde Celâle’d-
din Karatâyî'nın h.656-m.1258tarihinde öldüğünü yazar. Halil Edhem Bey merhum Kayseriyye şehri'nde, sahife
95'te, 653'te ölmüş olduğunu kaydeder.
İbn Bibî Tercümesi sahife 249'da vefat tarihini yazmaz. Yalnız Kadı İzze’d-din'in ölümünü yine tarih
göstermeden anlatırken, ‘Bu haller cereyan ettiği sırada Celâle’d-din Karatâyî'nın Kayseri'de Tanrı'sına kavuştuğu
haberi geldi’ der.
Konya Mecmuası'nda Karatâyî'nın, h.652-m.1254 yılı Ramazan Ayı’nın Yirmi sekizinci günü Kayseri'de
hastalanarak öldüğü ve tabutunun Konya'ya getirilerek Medresesi’ndeki türbesine gömüldüğü söyleniyor. Hâlbuki
652 yılı Cumadie’l-Âhiresi’nin ortasında yapılan vakfiyesinde kendisinin öldüğü zikrediliyor. Hicrî senelerde
yılbaşı Muharrem'den başladığına ve Ramazan da Cumadie’l-Âhire'den iki ay sonra geldiğine göre Mesut Koman
ve Ferit Uğur'un verdikleri bu haberin de doğru olmaması lâzımdır. Karatâyî, birinci vakfiyenin tarihi olan 651 yılı
Cumadie’l-Ulâ’nın ortalarında sağ olduğu muhakkak bulunduğuna göre bizce en doğru olan şey onun vefat ayını ve
gününü gösteren güvenilir bir vesika çıkıncaya kadar 652 Cumadie’l-Âhiresi’nin ortasından evvel öldüğünü kabul
etmektir.
Emir İspehsâlar Şemse’d-din Mehmed İbn Ömer İbn Mehmet ‘’اﻟﺨﻠﻘﺎنEmir İspehsâlar Tace’d-din
Mahmud İbn Ali İbn El-Hüseyin Es-Sincarî’ Emîr-i Kebir Hüsame’d-din İbrahim İbn Seade ve şahabe’d-din Bürka
‘’ﺑﺮآﺎŞah İbn Mevdut İbn Devletşah ve Yahya İbn Yusuf bini Said-i Sincanî ‘’اﻟﺴﻨﺠﺎﻧﻰhep birden Konya Kadısının
huzuruna giderek; merhum Karatâyî'nın aklı başında ve sıhhati yerinde iken Konya'da yaptırdığı Medresesine şu
dört Köyü vakfettiğini söz birliği ile söylemişler ve bunun tescilini istemişler:
1-Gömse
2-Kirvat (Kirfard)
3-Megriler ‘’ﻣﻜﺮﻳﻠﺮ
4-Ördüyzü
Bunlar Konya'nın köyleridir ve hepsi de birbirine sınırdaştır.
Kadı da bu şahadet üzerine vakfiyesini tanzim, yukarısını imzası ile tasdik ve bu suretle tescil etmiştir.
Vakfiyede dört Köyün sınırları üzerindeki bütün köyler zikredilmiştir. Fakat kopyacı bunları o kadar hatalı
yazmıştır ki doğru okumaya imkân yoktur. Yalnız bunlardan Çomaklar'la Kavak Köyleri doğru okunabilmiştir. Bir
de o vakit şimdiki Üçkilise; Sungurkilise adını alıyormuş.
5 Recep 666 tarihini taşıyan ikinci zeyl vakfiyede Sadr-i Kebir Tâce’d-din Mahmud İbn Ali İbn El-Hüseyin
Es-sincarî ile ulemâdan şeyh Erşede’d-din İbrahim İbn Yahya tarafından tezkiye edilen Şerefe’d-din Mehmed İbn
Ömer ‘’اﻟﺒﺴﺘﻰnin kadı huzurundaki şahadetleri üzerine tanzim edilmiştir.
Bunlar, Karatâyî'nın hayatta iken medreseye devam ederek sabah, akşam Kur’an-ı Kerim okuyan iki
hâfıza Medresesinin gelirinden ayda 60' ar dirhem ve medresenin içindeki sikayenin (şadırvanın) içini temizleyen
ve süpüren bir adam için de ayda 30 dirhem verilmesini vakfettiğini söylemişler ve bunu şahadetleri üzerine de
vakıf tescil olunmuştur.
Metinde tasrih edildiği halde surette bu tescili yapan kadı'nın adı vakfiyenin üstünde yoktur. Bu da
kopyacının ihmaline kurban gitmiştir.
Karatâyî Vakfiyesindeki Köy ve Yer Adları
Karatâyî'nın üç medrese vakfiyesinde geçen köy ve yer adları Konya Tarihi'ni aydınlattığı için çok
321
mühimdir. Biz bu kitabımızı 1944'te yazmıştık. Kitap derhal neşredilecekti. Bulduğumuz arşiv ve müze
vesikalarını meraklı tanıdıklarımıza açmakta, bulundukları yerleri, şahısları söylemekte hiç bir beis görmemiştik.
Kitabımız tetkik mülâhazası ile şuna buna verilmişti. Kıymetli bilgin Osman Turan Bey’de 1948 yılında
Belleten'in yedinci cildinin 45. sayısında bizim bulduğumuz vakfiyeleri faksimile olarak neşretmişti. Has isimlerde
ve bilhassa yer adlarında hatalar yapmıştır. Yanlışların gelecek nesillere kadar gitmemesi için bunları doğru olarak
yazacağız:
Evvelâ şunu bir daha belirtelim ki vâkıfın adı Karatâyî'dır. Karatay değildir. Medresenin Kitabesinde bu
açıkça görülmektedir. Vakfiyede de, Karatâyî'dır.
El-Evâmirü’l-Âliyye Fi’l-Umûri’l-Alâiyye'nin1127 birçok yerlerinde ve Tarih-i Âl-i Selçuk Der Anadolu’da
Karatâyî’dir.
Konya Osmanlılar’a geçtikten sonra Fâtih, II.Bayezıd, Kanunî ve III. Murad adına yapılan bütün evkaf
tahrir defterlerinde de Karatâyî'dır. Menâkıbü’l-Arifîn Tercümesi’nde, Karatai, Karatâyî1128‘ Farsça metninde de
‘’ﻗﺮﻩ ﻃﺎﺋﻰKaratai’dir.1129
Konya Vakıflar Defteri’nin 4. cildinin 117. sahifesinde Sille'deki, Karatâyî Köyü’ndeki bir mescitten
bahsedilirken de adı doğru yazılmıştır.
Karatâyî’'nin Antalya'da Dârü’s-Süleha’sının ve Konya'da kendi evinin bulunduğu mahallenin adları
Karatâyî'dır. Kayseri'nin 40 kilometre doğusunda Bünyan Nahiyesi’nde kendi adını taşıyan kervansarayın
bulunduğu köyün adı Karatâyî Köyü’dür.
Konyalılar’ın çoğu da bu medresenin adını, Karadayi Medresesi şeklinde söylerler.
Ben de bu medresenin bulunduğu mahalde doğdum. Çocukluğumda bu medreseye Karatâyî Medresesi
derlerdi. Türk Dili’nde ‘D’ nin ‘TE’ ye ‘TI’ ya çevrilmesi ve yahut aksi olağan şeylerdendir. Türkler ananın erkek
kardeşine Dayi-Tayi derler. Ve bunu Arap harfleriyle Dayı ‘’ﻃﺎﻳﻰ‘ ’داﻳﻰşeklinde yazarlar. Garp Türk Lehçesi’nde
birinci şekil kullanılmaktadır. Eskiden Cezayir ve Mağrip Ocakları’nı idare eden başlara Dayı denirdi. Türkler bu
kelimeyi has isim olaraktan kullanmışlardır. İstanbul Fâtihleri’nden birisinin adı, Dayı Karacabey’dir; Fâtih'le
beraber Belgrat Kalesi’ni muhasara ederken h.860-m.1455 yılında orada şehit olmuş, cesedi Mihaliç'e,
Karacabey'e getirilerek gömülmüştür.1130
Osmanlılar’ın İl Yazıcı dediğimiz tahrir eminleri bütün evkafın vakfiyelerini ve mütevellilerini görerek
defterlerine geçirirler. Bu arada has adların alâkalılar tarafından nasıl kullanıldığını kulaklarıyla duyarlar. Bunların
resmî devlet defterlerinde hata etmelerine ihtimal verilemez. Osmanlı Devleti’nin Istanbul'daki Defterhâne
Hazineleri’nde padişahların mühürleri altında saklanan bu defterlerin hepsinde medresenin yapıcısının adı
Karatâyî ‘’ﻗﺮﻩ ﻃﺎﻳﻰşeklinde yer almıştır. Son otuz kırk seneden beri tarihçilerin bu adı yanlış yazmaları yüzünden
medreseyi yapan Selçuk Emîri’nin adı Karatay şeklinde yerleşmeye başlamıştır. Osman Turan Bey medrese
Kitabesini, yanlış okuyanlardan kopya etmiştir.
Son nâşir Mehmet Önder Bey’de Mevlâna şehri Konya'sında Kitabeyi hem yanlış ve hem de çok noksan
okuyanlardan kopya etmiştir.1131
Şimdi asıl vakfiyedeki yer ve şahıs isimlerini görelim:
1-Karatâyî; medresesi için Konya dışında kalenin Çeşnigir Kapısı’nın önündeki tarlasının hepsini
vakfetmiştir. Bu kapı Parsana tarafına açılırdı. Buna Ertaş Kapısı’da denilirdi Bu tarlanın sınırlarının birisinin
üzerinde Kamere’d-din'in türbesi vardır. Biz bunun Konya'nın meşhur kayısısına adını veren Selçuk emiri olduğunu
zannediyoruz. Parsana'ya giderken yolun solunda gördüğümüz mahrutî türbenin de buna ait olması çok
muhtemeldir.
2-Vakfiye bize Konya Buğday Pazarı’nı da öğretiyor. Bu pazar İnce Minare civarında idi.
3-Karatâyî kendi medresesinin yanında hücreleriyle beraber vakfettiği dükkânları tescil ettirirken bunların
medrese yanındaki Sultan Kapısı'nda olduğunu söylüyor. Selçuk Sarayı’nın büyük merasim kapısı burada idi. Kapı
iç kaleden kuzeye açılırdı.
Birinci zeyl vakfiyeyle Karatâyî Medresesi için dört köy vakfediyordu.
Bu köylerin hepsi Konya'nın cenûbuhda eski idare teşkilâtında Konya'nın Hatunsaray Nahiyesine bağlıdır.
Yalnız Karatâyî; bu vakfiyesini yaparken bu yer Hatunsaray adını almamıştır. Vakıflar Umum Müdürlüğü'ndeki bir
vesikadan öğrendiğimize göre bu köye Kokogulya? ‘’آﻮﻗﻮآﻠﻴﺎderlermiş. Sonra Hatunsarayı adını almıştır.
Bu arşiv vesikasında aynen şöyle söyleniyor:
‘Karye-i nefs-i Hatunsarayı kitab-ı vakıfta ‘’آﻮﻗﻮآﻠﻴﺎile mesturdur.’
Biz vakfiyelerin çok eskiden bazı tahriflere uğradığını kabul etmek istiyoruz.
Karatâyî'nın kıymetli bilgin merhum dostum Namdar Rahmi'de bulunan bez üzerine yazılmış vakfiyelerin
bezleri yıkanarak tekrar yazıldığını ve bazı yerlerinin üstlerine sonradan geçildiğini gördüm. Demek ilk vakfiyede
Hatunsarayı'nın eski adı varmış.
1127
-Tıpkıbasım. Sahife 233, 426 Tarih Kurumu Basım Evi 1956
1128
-Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin Yazıcı Tercümesi. Cilt 1 Sahife 227, 618 ve cilt 2 sahife 160,161.
1129
-Tahsin Yazıcı tabi. Sahife 209, 228
1130
-Bu hususta, Karaca Bey Mamuresi adlı eserimizin 172. ve 173. ve müteakip sahifelerinde geniş malumat vardır.
1131
-Sahife 130
322
Hatunsarayı'nın bulunduğu mümbit saha eskiden çok mâmurmuş. Eski medeniyetin mimarî döküntüleri,
Kitabeleri, heykel parçaları bu havaliye serpilmiş ve saçılmış duruyor. Bunları dillendirecek arkeologları,
tarihçileri, müzecileri bekliyor.
Burada yeryüzüne serpilmiş, eski ihtişamlarına ağlayan birçok köy ve köprü harabeleri vardır. İşte bu
zengin bölge tamamen Karatâyî'nın eline geçmiş, o da vakfetmiştir.
Hatunsaray'ın reâyâsının öşrü ile Müslümanlar’ın1132 yarı öşrü medreseye vakfedilmiştir.
Şimdi Vakıflar Umum Müdürlüğü'ndeki zeyl 1. suretine göre köyleri görelim.
1- ‘’آﻮﻣﺴﻪGömse Köyü.1133 Bu köy eski idari teşkilatta Konya'nın Hatunsaray Nahiyesi’ne bağlı idi.
Başvekâlet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanuni devrine ait Tapu Defteri’nde şunları okuyoruz:
‘Karye-i - Gömse Öşr-i reaya mea öşr-i Müslüman vakf-ı medrese-i Karatâyî’
Gömse, Hatunsarayı'nın 35 kilometre kadar doğusunda bir köy idi. Köy dağılmış, çiftlik haline gelmişti.
İkinci Meşrutiyet Devri Konya Mebusları’ndan Mehmed Emin Efendi’ye ve sonra da Hatunsaraylı’lara geçmiştir.
Köy harabesi ayaktadır. Gömse'nin dokuz gözlü muhteşem Selçuk taş köprüsü de harap ve metrûk bir haldedir.
2- ‘’آﻮراﻟﻤﺎGöralma Köyü.
Bu köy de Osmanlı Idaresi Teşkilatı’nda Hatunsarayı'na bağlı idi. Kanuni'nin Tapu Defteri’nde bu ad
‘’آﻮرا ﻟﻤﺎşeklinde yazılmıştır. Gömse Köyü gibi medreseye vakfedilmiştir. Bu köy de bugün yok olmuştur. Harabesi
görülüyor. Bu adın şimdiki Avalama Köyü olması da muhtemel.
3- ‘’ﻣﻜﺮﻳﻠﺮMegriler Köyü.
Bu da aynı defterlerde Hatunsaray'a bağlı medrese vakfı olarak gösterilmiştir. Köy yok olmuş, harabesi
kalmıştır.
4- ‘’اوردى وزىÖrdüyzi.
Bu da Selçuklu’lar zamanında zengin ve muhteşem bir köydü. Fâtih , II. Bayezid ve Kanuni tapu
Defterleri’nde vardır. Hatunsarayı'na bağlı ve öşrü medresenin vakfı idi. Köy yok olmuş, yalnız adı )Ördü Yüzü
Irmağın’da kalmıştır. Bu su Hatunsarayı güneyinde Çomaklar ile Ekizli arasından akar.
Karatâyî'nın vakfettiği bu dört köy bir biri ile sınırdaştır.
Vakfiyede bu köylerle hemhudud olan şu köyler de sayılıyor:
1-Zoldira Köyü ‘’زوﻟﺪﻳﺮﻩ1134
Bu Zoldira Köyü Hatunsaray'ın şimal batısında çeyrek saatlik bir yerde idi. Yalnız harâbeleri kalmıştır.
Köyün güney eteğinde Kilise pınarı adlı güzel bir su vardır. Zoldira'nın güneyinde Ay altı, Keten obası dağında iki
in vardır. Bunlardan birisi Küçük Katerin diğeri Büyük Katerin adını taşırlar, buralar tarihi aydınlatacak eski
eserlerle doludur.
2 – ‘’ﭼﺘﺪىÇatdı Köyü.
Konya'nın Osmanlılar devrindeki eski idari teşkilatında böyle bir köy yoktur. Biz bunun ‘’ﭼﺖÇat olduğunu
sanıyoruz. Konya'nın Hatunsaray Nahiyesi’nde Çat Köyü’ Eksile ile Hatunsarayı arasında Çat Deresi vardır.
3- ‘’آﻨﺪ ﺑﻜﻰKend Beyi veyahut Kend Yeni Köyü.
Elimizdeki tarihî tapu defterlerinde ve yeni idare teşkilatımızda böyle bir köy adına rastlamadık. Kopyacı
bunu muhakkak yanlış yazmıştır.
4- ‘’ﻗﺎواقKavak Köyü.
Hatunsarayı'na bir buçuk saatlik iki yüz evli bir köydür. Burada zahire kuyusu ve in kazmaya müsait Por
denilen yumuşak taşlı sahalar vardır. Biz burada bu çeşit elli zahire kuyusu saydık. Birçok da in vardır.
Kavak'la Hatunsaray arasında tam Gömse Köprüsü hizasında tarihî bir yatır vardır Osman Mezarı derler.
Kavak Camii’nin duvarında h.612-m.1215 tarihini taşıyan beş satırlık bir kervansaray Kitabesi bulduk. İlim âlemine
tanıttık.1135
Burada birçok Latince ve Yunanca Kitabe parçaları, eski ve Gayr-i İslâmî devirlerin mimarî döküntüleri vardır.
Mescidin karşısındaki Hacı Hatıb Efendi'nin evinin merdiveninde 0,60 x 1,35 metre ebadında bir Latince Kitabe
gördük.
5- ‘’ﺳﻨﻘﺮ آﻠﻴﺴﺎSunkur Kilise Köyü.
Eski ve yeni idare teşkilatımızda bu adı taşıyan bir köy yoktur. Bu havalide sonra adıOrhaniye yapılan bir Üç Kilise
Köyü vardı.
6- ‘’اﻟﺪرافEldiraf..? Köyü.
Kopyacı bu köyün adını okuyamamış, uydurmuştur. Bu; eski Osmanlı İdari Teşkilatı’nda Hatunsarayı Nahiyesi’ne
bağlı ‘’دآﻮرﻧﻪDinorna Köyü’dür.
Başvekâlet Arşivi'nde 399 numaralı Tapu Defteri’nde ve Fâtih Defteri’nde adı geçer. III. Murad
zamanında köy mâmur idi. Sonra köy boşalmış ve şimdi akıllara durgunluk veren bir harabe haline gelmiştir. Her
yerinde Yunanca Kitabeler vardır. Tarihî köprüsünün başında 0,40 x 0,85 metre ebadında her iki tarafında Yunanca
1132
-Osman Turan Bey ,Müslüman kelimesini hep yanlış olarak Müselliman okumuştur. Eski Konya Defterleri’nde Reaya ile
Gayr-i Müslimler ve Müslüman ile İslamlar kastedilmiştir. Arşiv defterlerinde bu hususta malumat vardır.
1133
-Osman Turan Bey bunu Kömse okumuştur.
1134
-Vakfiyede Zordila ‘’ذوردﻳﻠﻪşeklinde yazılmıştır.
1135
-Akşehir adlı kitabımızda 1945 yılında fotoğrafını da neşrettik. Sahife 386.
323
yazı bulunan bir taş gördüm. Harabenin sonlarında 0,60 x 1,35 metre ebadındaki bir taşın üzerinde iki sıra halinde
kabartmalar vardır. Altındaki madalyonun üstüne üç insan resmi yapılmış ve dokuz satırlık Yunanca kitabe
hakkedilmiştir.
Burası bir Kitabeler ve eski eserler müzesi halindedir.
Dinorna'nın şimalinde Kuyucak adlı bir köy vardı. O da terk edilmiş ve harap olmuştur. Şimdi davar
sıvalıdır. Burada da 2,20 metre boyunda Yunanca Kitabeli bir taş gördüm. Bunların müzelere kaldırılmaları
lâzımdır.
7- ‘’اآﺴﻴﻠﻪEksile Köyü.
Bu köy Hatunsarayı'nın cenubundadır.
8- ‘’ﺣﺒﺶKöyü.
Yeni ve eski idari teşkilatımızda böyle bir köy adına rastlamıyoruz.
Kopyacı bu adı da yanlış yazmıştır.Kanunî devrinin Hatunsaray Nahiyesi’nde şu köyler vardı:Meğriler’
Gömse’ Ördözi’ Sahne’ Karahüyük’ Girvat’ Dinorna’ Kışlacık’ Erdeş’ Göralma’ Yenil diğer adı ile Aydoğdu’
Yanekin’ Beyat’ Ağin
Tetkik ettiğimiz bu köy bunlardan hiçbirisine benzemez.
Belki de bu köy adıyla beraber yok olup gitmiştir.
9- ‘’ﭼﻮﻣﻘﻠﺮÇomaklar Köyü.
Bu köy bugün Çumra'ya bağlıdır, eski adını taşıyor.
10- ‘’ﻳﺎن دﻳﻜﻴﻦYandiğin1136
Bu köy bugün yoktur. Veyahut kopyacı yanlış yazmıştır.
11- ‘’آﺮﻓﺎردGirfard Köyü.
Bu köy I.Alâe’d-din Keykubad'ın kayın pederi Kalanoros-Alâiye Beyi Girvard'ın adını taşımaktadır. Köy
bugün aynı adla yaşamaktadır. Bu bazen Girvad şeklinde de yazılırdı. Kanunî devrinde bu Köyün 54 mükellef
erkek nüfusu vardır. şimdi, Girvat şeklinde söylenir, Hatıb'a bağlıdır.
12- ‘’ﻳﺎن اآﻴﻦYanegin Köyü.
Kanunî devrinin Konya Tapu Defteri’nde, sahife 59’da bu köyün yarı zemininin Karatâyî Medresesi'ne
vakfolduğu yazılmaktadır.1137 Vakfiyede burası köy değil bir yer adı olarak geçmiştir.
13- ‘’ﭼﺎﻟﻤﻨﺪﻩÇalmanda Köyü.
Seydişehri'ne bağlı bir köydür. Hâlâ aynı adı taşır.
14- ‘’ﻗﺮو آﻮلKurugöl Köyü.
Bu köy bugün yoktur. Eski Konya Idarî Teşkilatı’nda böyle bir köy vardır. Konya'da da ayrıca bir Kurugöl
Mahallesi vardı. Bunun ‘’ﻗﺮﻩ دآﻦKaradiğin olması muhtemeldir. Kopyacı yanlış yazmıştır.
Vakfiyede geçen Dumlupınar'ın bugün yerini bilemiyoruz.
Vakfiyede Karatâyî Medresesi'ne yalnız dört köy vakfedildiği tasrih edildiği halde Fâtih, II. Bayezid ve
Kanuni devrinin Konya Evkaf Defterleri’nde, hâkanî defterlerde bu köylerden başka Kışlacık Köyü’nün de
medresenin evkafı arasında bulunduğu görülmektedir.
Kışlacık Köyü Kanunî'nin Konya Tapu Defteri’nde Hatunsarayı Nahiyesi’ne bağlı ve öşrünün yarısının
Karatâyî Medresesi'ne vakfolduğu yazılmaktadır. (No. 399, sahife 47)
Bu köy de zamanla yok olmuştur. şimdi Akviran'a bağlı bir Kışlacık mevkii vardır. Burada köy harâbeleri
görülmektedir.
Girfard Köyü de asıl vakfiyede vakıf köyler arasında yok iken Osmanlı Tapu ve Hâkanî Defterler’de
medresenin vakfı olduğu gösterilmiştir.
Fâtih ve Bayezid Defteri’nde bu Köyün adı ‘’آﻮر واتGürvat şeklinde gösteriliyor. Bugün Girvat şeklinde
söylenir.
Osmanlı Tapu Defterleri’nde Saideli'ne, Kadınhanı’na bağlı Ucukaya veya Avcıkaya Çiftliği’nin de
medresenin vakfı olduğu gösteriliyor.
Bu ad Fâtih'in Evkaf Defteri’nde ‘’اوﺟﻰ ﻗﺎﻳﻰşeklindedir ki Avcikayi gibi okunabilir. Bugün bu adı taşıyan
bir çiftlik tespit edemedik.
Vakfiyede bulunmayan köylerin ve yerlerin sonradan medresenin vakfı olarak gösterilmesi bizim
vakfiyede çok eskiden yapılmış tahrifler bulunduğu hakkındaki kanaatimizi kuvvetlendirmektedir.
Allah Celâl Lafzı’nın önüne getirilen ve kul mânasına ‘’ﻋﺒﺪabd ile yapılan has baba adından,
kervansarayının vakfiyesinden, arşiv vesikalarından, tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, Karatâyî bir mühtedi
dönmedir.1138
O vakit Konya'da, Anadolu'da Hıristiyanlık’tan başka yaygın bir din olmadığı için Karatâyî ve iki oğlan
1136
-Osman Turan Bey bu köyü ‘’ﻳﺎرادﻳﻠﻤﺶYaradılmış okumuştur.
1137
-Başvekalet Arşivi numara 339.
1138
-Dönmeler’in Gayr-i Muslim babalarının adları, tanrının güzel isimlerinden birisinin önüne (Abd) kelimesi getirilmek
suretiyle yapılırdı. Abdullah, Abdulmenan, Abdulkerim, Abdulhalık, Abdünnasır, Abdüssamed.. gibi. Bazen bir mühtedinin
babasının adı vesikalarda ayrı ayrı görülürdü. Mimar Sinan’ınki, Sokullu’nunki gibi... Bu hususat, Karacabey Mamuresi adlı
eserimizin 138-139 ve Mimar Koca Sinan adlı kitabımızın 145. sahifelerinde geniş malumat vardır.
324
kardeşleri Hıristiyanlık’tan dönmüşler, hak dinini kabul etmişlerdir. Babasının ve belki de anasının Hıristiyan
olarak öldükleri muhakkaktır. Karatâyî; Anadolu Selçuk hükümdarlarının Mu'tak azatlı kölelerinden birisinin
oğludur.
Kölelerin en kıymetlileri ailece olanlarıdır. Yani ana, baba, büyük ana, büyük baba, oğul, kız, amca, teyze
vesaire gibi.
Bir arada her hangi bir savaşta elde edilen veyahut satın alınan kölelerdir. Böyle bir aileye sahip olan
bahtiyar sayılırdı. Ailece olan köleler, çok çalışkan ve dürüst olmaya mecbur oldukları için makbul sayılırlardı.
Sahibi; onlardan yüksek randıman almak için fertlerinden birisini ayırarak satmak istediğini söylemek
sureti ile müthiş bir baskı altında tutabilirdi. Köle sahibi; aile büyüklerine oğlunuzu, kızınızı veyahut baba ve
ananızı satarım ha! Dedi mi onları zelzeleye uğratırdı. Bunun için canla başla, sadâkatle çalışırlardı.
Böylece köleler azat edildikten sonra da efendilerine bağlı kalırlardı. Mimar Koca Sinan Osmanlılar’ın
Avrupa'daki savaşlarında elde edilmiş esir bir ailenin çocuğu idi. Bu ailenin sahibi; Maktul Frenk İbrahim Paşa idi.
Sinan, onun azatlı kölelerinden idi.
Mimar Sinan, bunu kendi vakfiyesinde açıkça söylemiştir.1139
Karatâyî’da h.643-m.1245 tarihli han vakfiyesinde vakıf gelirlerinin dağıtımını anlatırken; erkek, kadın,
Müslim ve kâfir kendi akrabasından kazançtan kalmış, acze düşmüşlere her sene 120' şer dirhem (para) ve 24'er
Müd buğday verilmesini şart koşmuştur.1140
Vakfiyelerine göre Karatâyî'nın iki oğlan kardeşleri, bunların oğul ve kızları, akraba ve taallukatı vardır.
Ailesi çok kalabalıktır. Bunların içinde Müslüman olanlar ve Hıristiyan kalanlar da vardır. İslamiyet'te cebir ve
ikrah olmadığı için akraba ve taallukatı İslâmiyet’i kabule zorlamamışlardır.
Karatâyî, Konya Selçuk Hükümdarları’nın âzat edilmiş ve Konya'ya yerleşmiş bir ailenin çocuğudur.
Evleri de Selçuk Sarayı’nın doğuya açılan, Derb-i Sultan Akıncılar Kapısı denilen kapının önüne rastlayan, zaman
zaman Esediyye Mahallesi, Akıncılar Mahallesi’ Aslantaş Mahallesi şeklinde anılan mahallede idi. Bu mahallede
Selçuk Sarayı’nın ve ordusunun mensupları, hükümdarın saray ve Mabet hizmetinde çalışan Ermeni köleleri ve
azatlıları otururlardı. Akıncı askerlerin kışlaları da bu civarda idi. Karatâyî; Medresesini bu kapının hemen y anına
ve oturduğu mahalleye yaptırmıştı.
Ermenistan savaşlarında alınan ve hükümdarın hissesine düşen esir ailelerin erkekleri kışın Selçuk
Sarayı’nın ve camiinin damlarındaki karları kürür, buraların mütemadi tamirlerini yaparlardı.
Azat edilenler bu hizmetleri karşılığında her türlü dînî ve örfî vergilerden affedilmişlerdi. Bunların Alae’d-
din Tepesi’nin güneyindeki kiliselerine de yardım yapılırdı. Ermenistan'dan alınan bu padişah köleleri ve azatlıları
Selçuk Sarayı’nın en emin adamları idiler. Bunların çoğu Türk ismini taşırlardı. Bunlara ‘Rûmî bâ şekl-i Ermenî’
denirdi. Ermeni şeklinde Rumîler, Anadolulular’ demektir. II.Sultan Mehmed Konya'yı aldığı zaman İstanbul'a
sürgün ettiği adamları arasında Karamaniyan bâ şekl-i Ermeniler de vardı ki Ermeni şeklinde Karamanlılar
demektir. Selçuklular devrinin bu Ermeniler hakkındaki klişesi Fâtih devrine kadar uzanmıştır. Bunlar Ermenice
bilmeyen, Türkçe’den başka dil kullanmayan, Ermenistan'da Hıristiyan Ermeniler’in içinde kaldıkları ve onların
dinlerini Hıristiyanlığı kabul ettikleri için kendilerine Ermeni denilen insanlardı.
Benim dedelerim, Selçuk ordularının nalbantları idiler. Akıncılar Kapısı’nın önünde bu mahallede
otururlardı. Ben de burada doğdum, büyüdüm, hâlâ evimiz de buradadır. Komşularımız işte bu Ermenice
bilinmeyen Ermeniler’di. Evet bunlar Ermenice bilmezlerdi. Osmanlı Devleti zaafa uğradıktan sonra Osmanlı
sınırları içinde Gayr-i Müslim ekalliyet unsurları arasına düşmanlarımız tarafından milliyet cereyanı girdikten
sonr a gençleri Ermenice öğrenmeye başlamışlardı.
Mimar Sinan'ın devşirilmeden evvel oturduğu Kayseri'nin Ağırnas Köyü’ndeki Ermeniler’in çoğunun
adları da Türk adları idi. Onlar da Ermenice bilmezlerdi.
Bunlar Abbasoğulları zamanında Orta Asya'dan getirtilerek Sugur denilen Bizans sınırlarına ve sınır
şehirlerine yerleştirilen Müslüman Oğuz Türkleri’dir. Abbasi askerleri Bizanslılar’la savaşırlar, İslâm devletinin
sınırlarını korurlardı. Bu sınır şehirlerinin ve meskûn yerlerinin zikzaklı talihleri vardı. Bazen Türkler Abbasi
askerleriyle beraber Bizans sınırlarından girerler, fetihlerde bulunurlar bazen da Bizanslılar’a mağlup olarak onlara
aileleriyle esir düşerlerdi.
Bunlardan Bizanslılar’ın zoru ile Hıristiyanlığı kabul edenler de olurdu. Bu yerlerde nüfusun çoğunluğunu
Ermeniler teşkil ederdi. İşte bunlar Türk adlarını muhafaza ederek Hıristiyan olurlardı. Ermenice bilmezlerdi.
Selçuk hükümdarlarının saraylarının ve mabetlerinin karlarını kürüyenler muhtelif Ermenistan seferlerinde esir
alınmış Oğuz Türkleri idiler. Selçuk hükümdarlarından bazıları meselâ Kılıçaslan’ ‘Sultan-ı Bilâdi’r-Rûmi-i ve’l-
Ermeni ve’l-Efrenci ve’ş-şam’ şekillerinde tavsif edilirlerdi.
Elimize geçen eski bir vesikada Karatâyî ‘Eş şehri’ şeklinde gösterilmiştir ki şehirli, yani Konyalı
demektir. O vakit Selçuklular’ın baş şehri Konya pek meşhur idi. şehrî tavsifi görülünce Konyalılık’a intikal
edilirdi. Osmanlılar’ın payitahtı İstanbul'da yetişen büyüklerin hal tercümelerini yazan kitaplarda İstanbullular’a
1139
-Mimar Koca Sinan. Sahife 29
1140
-İbare aynen şöyledir: ‘ ان ﻳﺼﺮف اﻟﻰ آﻞ ﻣﻦ اﻟﺘﺠﺎء اﻟﻰ اﻟﺨﺎن اﻟﻤﺬآﻮر ﻣﻦ اﻗﺮﺑﺎء اﻟﻮاﻗﻒ اﻟﻤﺬآﻮر او ﻣﻦ ﻋﺘﻘﺎﺋﻪ اﻟﻔﻘﻴﺮ.... وﺷﺮط اﻟﻮاﻗﻒ اﻟﻤﺬآﻮر
ذآﺮًا آﺎن أو اﻧﺜﻰ ﻣﺴﻠﻤ ًﺎ آﺎن أوآﺎﻓﺮًا...’اﻟﻌﺎﺟﺰ ﻋﻦ اﻟﻜﺴﺐ ﻓﻰ آﻞ ﺳﻨﺔ ﻣﺎﻳﺔ درهﻢ وﻋﺸﺮون درهﻤ ًﺎ
325
şehrî de denildiğini görüyoruz.1141
Karatâyî bir Konyalı idi. Belki de Osmanlılar’ın Yeniçeriler’ini yetiştiren bir müesseseye benzeyen
Selçuklu Gülamhâneler’inde yetişmişti. Üçkardeş de iyi yetişmişler ve Selçuk Devleti’nin mühim
memuriyetlerinde bulunmuşlardı.
Karatâyî'nın ne vakit ihtidâ ettiği, devlet hizmetine ne vakit ve kaç yaşında girdiği, kaç yaşında öldüğü
hakkında henüz elimize vesika geçmedi.
Karatâyî'nın h.612-m.1512 yılından h.625-m.1252 yılına kadar tam 40 sene devlet hizmetinde bulunduğu
anlaşılmaktadır. İlk memuriyeti I.Keykavus zamanında başlar. Karatâyî, 652 yılı Ramazanı’nın sekizinci günü,
birinci teşrin 1254’de Kayseri'de ölmüş, cesedi tahnit edilerek Konya'ya getirilmiş, medresenin içinde sol tarafta
hazırlattığı türbesine konmuştur. Mumya, bir demir ıskara üzerindeki tabut içindeydi. Pamuklara sarılmıştı.
Her sene türbedarı tarafından pamukları ve üstündeki örtüsü değiştirilirdi. Bayramlarda, mübarek günlerde
ziyaret edilirdi. Karatâyî ailesinin torunlarından medresenin son mütevellisi Rahmi Efendi bizim mahallemizde,
yani Akıncılar Mahallesi’nde otururdu. Komşumuzdu. Temaslarımız sıktı. Bir gece bizim evde komşuların da
bulunduğu bir toplantıda şunları anlattı:
“Küçüktüm, bir bayram günü babamla beraber, dedem Karatay'nın Türbesi’ne ziyarete gittik. Mumyası
diri gibi idi. Babam ve büyükler uzanmış haldeki elini öptüler. Ben de öpmek için ele yapıştım, yüksekte olduğu
için asılmışım, dedemin eli koptu. Elimde kaldı !.. ”
110, 120 yıl kadar evvel Karatâyî'nın mumyası duruyor ve ziyaret ediliyordu. Sonra türbenin altındaki
mumyalık kapısı kapanmış ve böylece kalmıştı. Mumya çürüdü mü, yoksa hâlâ duruyor mu? Ufak bir kazı ile
hakikat meydana çıkacaktır.
Kıymetli şair ve Öğretmen Merhum Namdar Rahmi; Rahmi Efendi'nin oğludur. Tomar halindeki
vakfiyelerini de onda gördüm ve tetkik ettim. Geçenlerde vefat eden Baha Karatâyî; Namdar'ın ağabeysi,
Sadreddin de küçük kardeşidir. Fatma isminde bir de kız kardeşleri vardı. Karatâyî ailesinden gelen mütevelli
Rahmi Efendi'nin evi eğer sonradan alınmamış ise Karatâyî'nın eski evlerinin yerine yapılmış demektir. Bunun
böyle olması kuvvetli bir ihtimaldir.
KEMALİYE - KÜÇÜK KARATÂYÎ – KEMALE’D-DİN
TURUMTAŞ MEDRESESİ
Bu medrese, Akıncı Mahallesi’nde, Alae’d-din Köşkü’nün kuzeyinde, Tolaltı Sokağı’nda Büyük Karatâyî
Medresesi’nin doğusunda ve tam karşısındadır. Buna Kemaliye, Kemale’d-din‘’ﺗﺮﻣﺘﺎشTurumtaş, Küçük Karatâyî
Medresesi adları da verilir.
Türbeleri ve tekkeleri kapatan, medreseleri hususi idarelere devreden kanunun yürürlüğe girdiği zaman
medrese kerpiç duvarlı ve kara örtülü idi. Bu kara toprak yığını arasında asıl ve eski binanın bazı parçaları çöplüğe
düşmüş bir pırlanta gibi gönülleri çekiyordu. Son zamanlarda kerpiç kısımları yıkılmış, eski binadan kalan kısmın
da üstü örtülmek suretiyle ömrü uzatılmıştır.
Medresenin umumi kapısının, girerken sağ tarafında eski medresenin methalinden bir parçanın hâlâ ayakta
kaldığı görülmektedir. Burada kurdele gibi işlenmiş bir sütun ile kemer ayağı ve tırnakları ve yığma bir sütun
vardır. Bu kapının tam karşısında da eski medresenin eyvanından bir parça kalmıştır. Medrese Büyük Karatâyî
Medresesi ve Sahip Ata Dârü’l-Hadisi gibi avlusu kapalı bir tip mi idi, yoksa Kayseri'deki Hand Hatun ve
Sahibiye Medreseleri gibi avlusunun ortası açık mı idi? Bunun ancak mütehassısları tarafından yaptırılacak bir kazı
ile tespit edilebileceğini sanıyorum.
Bu gün ayakta kalan eyvanın üç duvarı da gönül ve göz büyüleyen mavi ve mor çinilerle ve mozaiklerle
kaplıdır. Eskiden üstünün beşikörtüsü olduğu kalan mermer ayaklarından anlaşılmaktadır.
Buradan doğuya bir pencere açılmaktadır. Burası Mamurenin bir mescidi halinde kullanıldığı mihrabından
anlaşılmaktadır.
Mihrabın ve duvarların alt kısmının çinileri dökülmüştür. Pencere kemerinin üstlerinde altı ayaklı
isvasdıkaya benzeyen mavi çiniler görülür. Eyvanın doğu duvarındaki çinilerin desenleri karşılıklı diğer iki
duvarınkilerinden farklıdır. Eyvanın kıble tarafında türbe vardı. Bunun kireç ve horasanlı harçla yapılan kalın
temelleri hâlâ görülmektedir. Eskiden burada çamurla sıvalı bir sanduka vardı. şimdi kalmamıştır. Türbenin altında
cenazelik denilen bir bodrum katının bulunduğunu tahmin ediyoruz. Yapılacak bir kazı bunu da hall edecektir.
Karatâyî mumyalı idi, belki kardeşinin mumyası çıkacaktır. Selçuk devrinin bu kıymetli ve pırlanta yâdigârı bir
zelzeleden mi yıkıldı yoksa ihmale mi kurban gitti? Burasını kestiremiyoruz. Medresenin doğusundaki Akıncı
Mescidi’de Selçukî eseri idi. O da bu âkıbete uğramıştır. Eski ve harçlı kalın temelleri duruyordu. Bu mescit, yeri
Kız Öğretmen Mektebi'nin bahçesine katılmak için yıkılırken türbesinin bodrum katı ve burada altı ölünün kemikleri
meydana çıkmıştı.
Fâtih'in Karaman İli Tahrir Defteri’nde bu medresenin adı Kemaliye olarak tespit edilmiştir. Mütevellisi
Sinan Kasap'tır. Medrese'nin vakfiyeti hakkında Karamanoğlu İbrahim Bey'in de bir mukarrer namesi görülmüştü.
1141
-Vesikaların bulundukları yerleri sıralıyoruz: Başbakanlık Arşivi M. Cevdet Tasnifi 20433 numarası evkaf defteri. Sene
1059 Konya’nın İç Kalesinde 139 Ereni zimmi var idi. Bunlar Cami'in damının karını kürüyecek ve tamirlerini yapacaktı.
Ayni arşivin 701 numaralı ve 1001 tarihli Mühimme Defteri’ndeki hüküm.
326
Sudiremi'ne Sille'ye bağlı Sızma1142Köyü Said İli’ne (Kadınhanı) bağlı Kozağacı Çiftliği ve Kırşehir'deki bir
değirmen bu medresenin evkafı arasındadır. II.Bayezid'in Tahrir Defteri’nde de aynı şeyleri görüyoruz. Yalnız o
vakit medresenin mütevellîsi Karatâyî evlâdından Lutfullah, müderrisi de Mevlâna Hacı Tâce’d-din idi. Mütevellî
vakfın gelirinin altıda birini alıyordu. Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde bulunan h.992-m.1584 tarihli defterde adı,
Kemâle’d-din ‘’ﺗﺮﻣﺘﺎسTurumtas İbn Abdullah Medresesi şeklinde gösterilmektedir. Buradaki kayda göre
medresenin evkafını 943 yılı Muharreminde yapılan bir vakfiye ile Kemâle’d-din'in ammisi Emir Karatâyî İbn
Abdullah tayin etmiştir.
Biz bu kayıtta iki zühul veyahut istinsah hatası buluyoruz:
Karatâyî, Kemâle’d-din Turumtaş'ın amcası değil biraderidir. Vakfiyesi 943 tarihli değil 646 tarihlidir. Bu
vakfiyenin Selçuklular zamanında alınmış bir kopyası Karatâyî ailesi evlâdından Konyalı Muallim Namdar Rahmi
Bey' de dir.1143 Orijinali kadar kıymetlidir. Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde bulunan 104 numaralı defterdeki bir
kayıtta Sızma) Köyü öşrünün Kemaliye Medresesinin vakfı olduğu açıkça gösterilmiştir. Bu medresenin vakfiyesi;
karşısındaki Büyük Karatâyî Medresesi’nin inşasından üç sene evvel tanzim edilmiştir. Bazı vakfiyelerin bir hayır
müessesesi yapılmadan evvel veya yapıldıktan sonra da tanzim edildikleri görüldüğü için 646 tarihini kat'i olarak
Kemaliye Medresesi’nin inşa tarihi gibi kabul edemeyiz.
Karatâyî, kendi medresesinin vakfiyesini de kendisinden sonra tevliyeti biraderi Kara Sungur'a ve bundan
sonra onun ve diğer kardeşi Kemâle’d-din'in oğullarına şart koştuğuna göre Kemâle’d-din'in h.649-m.1539 yılından
evvel öldüğü anlaşılmaktadır.
Medrese ve türbe tamamen yıkıldığı ve eğer varsa Kitabeleri de bize kadar gelmediği için ne medresenin
inşa, ne banisinin ölüm tarihleri, ne de mimarı hakkında kat'i bir şey söylenemez. Bir vesika çıkıncaya ve
görülünceye kadar bir esere mimar bulmak ve yakıştırmak ilmî bir şey olamaz.
Karatâyî'ye ait bir vesikadan kendisinin‘’ﺷﻬﺮىŞehrî yani Konyalı olduğunu öğreniyoruz. Karatâyî'nın
Kemâle’d-din'den başka Seyfiye Medresesi’nin bânîsi Karasungur isminde bir kardeşi daha vardı. Bunun unvanı
Seyfe’d-din, Karatâyî'nınki Celâle’d-din, Turumtaş'ınki de Kemâle’d-din'dir. Karatâyî ve Karasungur isimlerinde
Hoca buradaki Arapça
hiç tereddüt ibareyi atlamış
etmediğimiz yapcek bir şey
halde Kemâle’d-din'in asıl yok:’=(
ismi şimdiye:’=( :’=(
kadar kat'i :’=(
olarak telaffuz edilememiştir. Çünkü
bu isim muhtelif vesikalarda noktalı ve noktasız olarak şöyle yazılmaktadır: ‘ ، ﺑﺮﻣﺎس، ﺑﺮﻣﺎش،ﺑﺮﻣﺘﺎس
رﻣﻀﺎى، رﻣﺘﺎى، رﻣﻨﺎس، رﻣﺪاش،رﻣﺘﺎش،رﻣﺘﺎس،’رﻣﺎس
Biz bu adı Turumtaş ‘’ﺗﺮﻣﺘﺎشşekline okumak istiyoruz. Bizi bu okuyuşa sevk eden de Kayseri Müzesi'nde
bulduğumuz ve bu zatın torunlarından birisine aid olduğunu tahmin ettiğimiz bir mezar taşıdır. Bir tarafında Farsça
bir kıt'a yazılı olan bu taşın bir tarafında da:
‘ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﺑﺮﻣﺘﺎس ﻧﻮّر اﷲ روﺣﻬﻢ1144 ﺣﻮم اﻟﻤﻈﻠﻮم اﻟﺸﻬﻴﺪ اﻟﻤﻘﺘﻮل اﻣﻴﺮ اﻋﻈﻢ زﻳﻦ اﻟﻌﺎﺑﺪﻳﻦ ﺑﻦ اﻣﺮﻩ...’
ve yan tarafında da:?????????yazılıdır. Bu taşta öldürüldüğü ve şehit edildiği anlaşılan Büyük emir
Zeyne’l-Abidin'in dedesinin adı ‘’ﺑﺮﻣﺘﺎسşeklinde yazılmıştır. Birinci harfin noktası yoktur. ‘’بve ‘ ’تgibi okunabilir.
Son harf ‘’سgibidir. Kitabede birçok harflerin noktaları konmamıştır. Biz bunun ‘’شolduğunu kabul etmek
istiyoruz.Türkçede 'kemâl' manasına Turam, 'muhasara etmek' manasına Toramak gibi kelimeler vardır.1145
Adı Torumtay, Turumtay ve Durunday gibi okunan bir Selçuk Emiri ve Konya’da Durunday adlı bir yöre
vardır.1146 Bu adın dördüncü harfinin ‘T’ olduğunda hiç şüphe yoktur. Çünkü Kayseri Kitabesi’nde noktası
konulmuştur. Bazı vesikalarda bunun Türk Dili icabına göre ‘D’ ye kalbedildiği de görülmektedir. İşte bu
incelemeye göre bu adı Torumtaş yahut Turumtaş şeklinde okumak lâzımdır. Konyalılar bunun ilk hecesini ‘Tu’
şeklinde aldıklarına göre ben de Turumtaş'ı tercih ettim. Lügat manası da‚ Kal'a kuşatan, ağır taş’ dır.
Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî bu zata İmâdü’d-din ve Mecdü’d-din adlı iki imamın kusurlarını af etmesi
için yazdığı Arapça bir mektubunda şu hürmetli tavsifleri kullanmaktadır: ‘ ﻣﻮﻻﻧﺎ وﻟﻲ اﻻﻳﺎدى اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻌﻼﻣﺔ اﻟﻤﺤﻘﻖ اﻟﺮﺑﺎﻧﻰ
راﻓﻊ ﻣﻨﺎر اﻟﻬﺪى ﻣﻄﻬﺮ اﻟﺬات ﻣﺠﻤﻞ اﻟﺼﻔﺎت ﻋﻴﻦ اﻟﻔﻀﻞ واﻧﺴﺎﻧﺔ اﻟﺴﺮ اﻻآﺒﺮ واﻟﻨﻮر اﻻﺑﻬﺮ واﻟﺤﻖ اﻻﺷﻬﺮ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺴﻌﺎدﺗﻴﻦ ﻓﻰ اﻟﺤﻴﻮﺗﻴﻦ ﺑﺮهﺎن
’اﻟﺴﻔﺎرة ﻓﻰ اﻟﺤﻀﺮﺗﻴﻦ اآﻤﻞ اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi'nde 577 numaralı defterin otuzuncu sahifesinde kayıtlı olan
Karatâyî'nın h.651-m.1544 M. tarihli Arapça vakfiyesinde kendi Medresesinin yerini tarif ederken bu medreseden
ve bânîsinden şöyle bahsedilmektedir: ‘’ﺑﺒﺎﻃﻦ دار اﻟﻤﻠﻚ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺪرب ﺣﺬاء ﻣﺪرﺳﺔ اﺧﻴﻪ اﻻﻣﻴﺮ آﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺮﻣﺘﺎس رﺣﻤﻪ اﷲ
Bu kayda göre Karatâyî Medresesi, Kemâle’d-din Medresesi'nin tam kapısının hizasına ve karşısına
yapılmıştır. Kendisi Emir'dir. Vakfiye yapılırken de ölmüş bulunuyordu.
Bu medreseye bulunduğu mahalleye nispetle Akıncı Medresesi denildiğini de sanıyorum. Çünkü bu
medrese ile yıkılan Akıncı Mescidi arka taraflarından birbirlerine sınırdaş gibi idiler. Burada bir de Akıncı sarayı
vardı. Mevlâna, Dîvan-ı Kebîr’inde bu Akıncı'dan ve türbesinden şöyle bahseder:
ز ﺁواز ﺳﻤﺎع ﻣﻦ’ ﺁﻗﻴﻨﺠﻰ ‘ هﻢ ﺷﻮد زﻧﺪﻩ
ﺳﺮ از ﺗﺮﺑﻪ ﺑﻴﺮون ارد ﻗﻮال اﻧﺪاز ﻣﺴﺘﺎﻧﻪ
1142
-Bayezid Defteri’nde bu ad Suzma ‘’ﺳﻮزﻣﺎşeklindedir. Bu günkü telaffuzla Sızma’dır.
1143
-Biz bu vakfiyenin; üzerinde başka vakfiye yazılı bulunan bir bez yıkanarak yeniden yazıldığına, belki de tahrif kastıyla
yapıldığına kaniiz. Bu vakfiye 99 satırdır. Boyu 4,95 eni 0,37 metredir. 2,5 metrelik kısmı yazılıdır.
1144
-Bu ad ‘’اﻣﻴﺮﻩgibi yazılmıştır. Biz bunu İmre gibi okumak isteriz.
1145
-Tarama Dergisi.
1146
-Yöre ve adını bu kumandandan almıştır.
327
Mevlâna zamanında Akıncı ölmüş bulunuyordu.
Akıncı Mescidi’nin mihrabında güzel alçı işleri vardı. şimdi Konya Müzesi'nde bulunan ve kapı üstünden
indirilen 0,47 x 0,45 ebadındaki bir mermerde şu Arapça Kitabe okunmaktadır:
1147
-Huart Epıgcaphıs Arabe Dasıemınurre adlı eserinde (sahife 82) kitabenin sonuna ‘’ﻳﻌﺮ ﻋﺎgibi manasız bir kelime de ilave
etmemiştir.
1148
-Şimdiki adı Evdireşe’dir.
1149
-Mecalis-i Seba-i Mevlana. Sahife 54
1150
-Selçuk Tababeti Tarihi. Sahife 65
328
... ’ﺑﻈﺎهﺮهﺎ ﺑﺎﻟﺠﺎﻧﺐ اﻟﺸﺮﻗﻰ ﻋﻠﻰ ﻃﺮف اﻟﺨﻨﺪق
Bu satırlarda Turumtaş'a şöyle dua ediliyor:
“Allah iki cihanda (Dünya ve ahrette) onun hatasını- kurtuluşunu güzel yapsın. Emellerini isaf etin!..“
Vakfiye yapılırken Turumtaş'ın sağ olduğu muhakkaktır.
Amma ya ağır hasta veyahut zan ve nezâret altında idi. Sözün gelişinden öyle anlaşılıyor.
Belki de ölünce bu mescit v e zaviye tamamlanmıştır. Bu vakfiyenin tarihinden üç sene sonra tanzim
edilen vakfiyesinde Karatâyî tevliyetin kendisinden sonra kardeşi Karasungur'a, ondan sonra iki kardeşin evladına
şart koşmuştur.
Fâtih'in, Bayezid'in, Kanuni'nin ve III.Murad'ın Konya Evkaf Defterleri’nde Sızma'nın Turumtaş'ın
Medresesi’ne ve mescidine vakfedildiğini görüyoruz. Bu da mescit ve zaviyenin tamamlandığını veyahut bu zaviye
ve mescidin hemen medresenin ittisalinde bulunduğunu göstermektedir.
II.Bayezid zamanının Konya Evkaf Defteri’nde şöyle bir kayıt gördük:
“Hâliyen bu medrese dâhilindeki mescitten ve evkafından eser nâ-ma'lûmdur.”
1151
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt3, sahife21.
1152
-Bu incelme 1944 yılında yapılmıştır. 1964’e gmre 64 yıl önce.
1153
-Konia İnschrıften der Seldscukıschen Bauten. S. 74
1154
-Sahife 91
1155
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi , Defter no 256, Sahife 23.
329
II.Bayezid'in Tahrir Heyeti de medreseyi ve evkafını aynen tespit etmiştir. O vakit müderrisi Mevlâna Hacı idi.
Medresenin yanındaki dükkânlar da harap bir halde bulunuyordu.
III.Murad'ın Konya Tahrir Defteri’nde daha geniş ve bu müessesenin bânîsi ve inşa tarihini esaslı bir surette
aydınlatan şu mâlûmâtı buluyoruz: ‘ وﻗﻒ ﻣﺪرﺳﻪء اﻣﻴﺮ ﻧﻈﺎم اﻟﺪﻳﻦ اﺑﻰ اﻟﺤﺴﻦ ﻋﻠﻰ اﺑﻦ اﻳﻞ ﺁﻟﻤﺶ ﺑﻦ ادرﻳﺲ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺧﻤﺲ وﺛﻠﺜﻴﻦ
’وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Bunun üstüne de şu derkenar yazılmıştır: “Defterde Nizamiye diye mesturdur. Beynennas Na'linci diye
ma'ruf ve meşhurdur.” Bu kayıt bize medreseyi yapanın adının Nizame’d-din Ebü’l-Hasen Ali İbn İlalmış İbn İdris
olduğunu ve h.635-m.1237 yılında yapıldığını göstermektedir. Anadolu Selçukî Devletleri Tarihi adıyla İbn
Bibi'den tercüme edilen eserde bu ad İletmiş Oğlu Nizame’d-din Ali şeklinde yazılmasında her halde kopya hatası
vardır. Tâbi' de sonradan bunun farkına varmıştır.1156 Müstensih İlalmış'ı, İletmiş gibi yanlış okumuştur. Burada
emirin künyesi ve dedesinin adı da zikredilmiştir.
Emir Nizame’d-din'in h.654-m.1256 yılında Üstâd-ı Dâr olduğu ve II.Sultan İzze’d-din Keykavus'un
ordusu bozularak Konya'dan kaçtığı zaman harp meydanından geldiği ve şehrin asayişini temin ettiği
anlaşılmaktadır.1157
Bu medresenin şimalinde, şimdiki inhisar idaresinin ön taraflarında Selçuk Cami'i vardı. Nizamiye
Hanı'nın 12 sehimde bir sehmi bu medresenin vakfı idi. Karamanoğlu İbrahim Bey imaretini kısmen Nizamiye
Medresesi'nin toprakları üzerine kurmuştu. Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan 3 numaralı defterin
Beşyüzyirminci sahifesinde bu medresenin berat ve muhasebe kayıd suretleri vardır.
Halil Edhem Bey'in; Nizamiye Medresesi'ni Sahip Ata'ya nispet etmesinin manasını anlayamadık. Kemal
Paşa Zâde 942 yılında Konya umumi tarihi arasında Konya köylerinden Büyük ve Küçük Alan ve Okçu Köyleri’nin
nısfının Nizamiye ve nısfının da Karamanoğlu İbrahim Bey'in imaretinin vakfı olduğunu tespit etmiştir.1158
Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde 1563 umumi ve 2 varak numarasını taşıyan bir kayıtta burası Na'linci
Tekkesi olarak gösterilmiştir. Tekkeyi o vakit; Dârü’l-Muallim’in, Hoca Abdullah Efendi'nin milki ve yol
sınırlandırıyormuş. Burasının ne vakit tekke haline getirildiğini tespit edecek vesika bulamadım.
III.Murad zamanından beri burasının Na'linci Medresesi adını aldığı anlaşılıyor. Bu Na'linci'nin burada
müderrislik yapmış olması çok muhtemeldir.
Son zamanlarda yıkılan kubbeli kısmın asıl medresenin ittisalinde Emir Nizame’d-din'in türbesi olduğunu
zannediyoruz. Asıl medrese daha evvel yıkılmıştı. Belediyenin önünden eski Maarif Evleri’nin sonuna kadar devam
eden yol, bu medresenin arsası üzerinde açılmıştı. Eski Dârü’l-Muallim Binası da kısmen medresenin yerinde idi.
İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde 399 numarada kayıtlı Kanuni devrine ait Tapu Defteri’nde Konya'nın
Sahra Nahiyesi’ne bağlı, Alanı Büzürk = Büyük Alan ve Alan-i Küçük = Küçük Alan ve Okcu’ Göğercinlik’ Akça
kuyu Köyleri öşürlerinin yarılarının Nizamiye Medresesi’nin vakfı olduğu yazılıdır.
H.635-m.1237yılında II.Sultan Keyhüsrev zamanında yapılan medresenin bânîsinin; Mehmet Önder’in
Mevlâna şehri Konya, sahife 122' de ve Konya Maarif Tarihi, sahife 14' de adlı kitaplarında Birinci Keykavus
zamanında, emirlerinden Nizamü’d-din Ahmed olduğunu söylüyor.
Biz yukarıda verdiğimiz resmî arşiv vesikalarıyla medresenin Emir Nizame’d-din Ali tarafından
yapıldığını ispat ettik. Öteden beri süregelen fahiş hata da böylece düzeltilmiş oldu.
1156
-Sahife 259
1157
-Bize kadar gelebilen tek bir orijinal Selçuk Milknamesi olan 660 tarihli bir vesikada Nizame’d-din-Pervane Mescidi
İmamı Kerime’d-din’inde şahit sıfatı ile ve kendi el yazması ile imzası vardır.
1158
-İstanbul Başvekalet Arşivi. Defter no.63
1159
-Ariflerin Menkıbeleri c1, s 91 T. Yazıcı Tercümesi
1160
-Eflâkî’de Şekerciler Hanı, Sipahsâlar’da Pirinççiler Hanı, s. 119. Menâkıb-ü Mevlânâ Celale’d-din-Rûmî
330
ve beher medresede ders-i şeriflerinde Cemî-i Ulemâ ve Eimme ve Sulehâ Rikabı’nda derse iki yanlarında piyade
giderlerdi... Bir gün Pembe Furûşan Medresesi’nden dersten sonra teşrif edip gelir idi. Şems-i Tebrîzî ile temasları
ol gün oldu.
Bazı kaynaklar Mevlâna'nın Şems ile sokakta, sonra ’Merace’l-bahreyn’ (iki denizin kavşağı) denilen bir
yerde buluştuklarını anlatırlarken onun Altunaba Medresesi'nden dönmekte olduğunu söylüyorlar. O halde
'Pamukçular Medresesi’ yukarıda dediğimiz gibi Altunaba Medresesi’nin başka bir adı olmak gerekir. Bu tarihlerde
Mevlâna, Altunba (İplikçi) Gühertaş’ Akıncı Medreseleri’nde ders veriyordu. Eflâkî Dede bir yerde der ki:
“Mevlâna müritlerine daima:
-Ben ne halde olursam olayım bir kimse benden bir fetva almak veya bir şey sormak için gelirse sakın
mâni olmayın, her halde bana bildirin ki medreselerin aidatı bize helal olsun ve takva hanedanından fetvanın
kesilmesini istemiyorum diye vasiyet ederdi.”1161
Mevlâna'nın ders okuttuğu Dördüncü medresenin Kadı İzze’d-din Medresesi olduğunu zannediyoruz.
Altunaba Medresesi daha çok makam-i fetva idi. Mevlâna daha çok orada oturur, fetvalarını verir, dînî sualleri
cevaplandırırdı.
Babası Sultanü’l-Ulemâ’da ölünceye kadar bu medresede oturmuşlardı. Mevlâna da bu medresede h.630-
m.1232 yılına kadar devamlı oturmuşlar sonra Gühertaş'ın yaptırdığı medreseye nakletmişlerdi.
Eğer Pamukçular Medresesi Altunaba Medresesi ise bu da dam örtülü âdi bir yapı idi. O halde şimdiki
İplikçi Camii'nin kıble tarafındaki muntazam kesme taşla yapılmış kubbeli tek binanın da o medreseye ait
olmaması yani onunla beraber yapılmış bulunmaması lâzımdır.
Bazı garplı tarihçiler bu kubbeli bina ile yanında bulunan yapı döküntülerinin bir Roma Kilisesi’ne ait
olduğunu söylüyorlar ki son incelemelerimizle biz de bunun doğru olduğunu kabul etmek istiyoruz.
SIRÇALI MEDRESE
(MUSLİHİYYE MEDRESESİ)
Medrese, Alae’d-din Tepesi’nin güneyinde Gazi Alemşah Mahallesi’nde kendi adını verdiği caddede ve
74 numaralı sokağın başındadır. 14 kapı numarasını taşır. Medresenin kapısı Türk yapı türesine uyularak doğuya
açılmıştır. Medresenin 17 metrelik bir yüzü vardır. Derinliği de 30,50 metredir.
Medresenin önünden geçenler bu azametli ve ihtişamlı tak kapı karşısında gözlerinin ve gönüllerinin
büyülendiğini duyarlar. Türk işçisinin eli; taşa bir bal mumu gibi hendesenin en zor şekillerini işlemiş, ruhundaki
bütün incelikleri aksettirmiştir. Kiçi Musna'nın taşları sanatkârın elinde çiçek demetleri gibi şiirleşmiştir.
Medreseye umumi heyetiyle ve terkibin en geniş manasıyla Selçuk Mimarisi’nin bir şaheseri denebilir.
Kapının önünde 7,10 metre eninde ve 2 metre derinliğinde tak halinde Kiçi Musna taşından yapılmış bir
antre=portal vardır. Mimar başka yerden getirilen mermer ve diğer renkli taşlar yerine yerli taş kullanmayı tercih
etmiştir. Takın geniş kemerini, yonca yaprağı şeklinde dantel gibi işlenmiş taşlar süslemektedir. Kemerin altlarında
sütun başlığı yerinde akant yapraklarıyla bezenmiş, kedisinden oyma sütunlar görülür. Kemerin üstünün ve yan
taraflarının dört sıra halinde hendesî kabartmalarla süslendiği görülür. Sütunların ve kemerin üstlerinde muhtelif
tarzda tezyin edilmiş tabak şeklinde kabartmalar vardır. Antrenin sağında ve solunda 0,65 metre eninde ve 2,40
metre yüksekliğindeki tamamen taştan yapılmış istalaktitli mihrapçıklar taka müstesna bir durum veriyorlar.
Mihrapçıkların yanlarındaki sütuncuklarla üstlerindeki istalaktitler
اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ de pek
hoca y harfini zariftir.
atlamış Takın sol tarafının alt
siz unutmayın
kısmındaki taşların ,yağmurların ve donların tesiriyle erimiş ve dökülmüş olduğu göze çarpıyordu, bunlar geçen
sene (1943'te) tamir edilmiştir. Medresenin 9 taşın zıvanalanarak birbirine geçmesinden doğan kemerli kapısının
üstünde mermer bir Kitabe ve Kitabenin iki yanında istalaktitli birer pencere vardır. Oldukça güzel bir Selçuk
Sülüsü’yle yazılan yedi satırlık Arapça Kitabe şudur:
1161
-Ariflerin Menkıbeleri c1, s 325
331
1162
اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ-1
رﺳﻢ ﺑﻌﻤﺎرة هﺬﻩ اﻟﻤﺪرﺳﺔ-2
اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﻓﻰ دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻇﻞ اﷲ ﻓﻰ-3
اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ ﻋﻼء اﻻﺳﻼم واﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ اﺑﻰ اﻟﻔﺘﺢ-4
آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻟﻔﻘﻴﺮ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ رﺑﻪ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺼﻠﺢ-5
ﻣﻦ اﺻﺤﺎب1163 ادام اﷲ ﺗﻮﻓﻴﻘﻪ ووﻗﻔﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻔﻘﻬﺎء واﻟﻤﺘﻔﻘﻬﻴﻦ-6
اﺑﻰ ﺣﻨﻴﻔﺔ رﺿﻲ اﷲ ﻋﻨﻪ ﻓﻰﺳﻨﺔ ارﺑﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-7
Kitabenin üstündeki Es-sultanî ‘’’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰkelimesi tuğra yerinde kullanılmıştır. ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎنve ‘’ﺳﻠﻄﺎنkelimeleri
böyle kullanılır. Buna meselâ Ilgın'daki Sahip Ata Hamamı'nın, Zazadın Hanı'nın Kitabelerinde ve Ankara Vakıflar
Umum Müdürlüğü Arşivi'nde bulunan h.660-m.1261 tarihli orijinal bir mülknâmenin üstünde de rastlanır.
Kitabeye göre Bedre’d-din Muslih bu medreseyi h.640-m.1242 yılında I.Alâe’d-din Keykubad'ın Oğlu
II.Keyhüsrev'in zamanında1164 Hanefî mezhebinden bulunan fakihler ve talebe için yaptırmıştır.
Kitabede Selçuklular devrinde Konya Medreseleri’nde, İmam-ı Azam Ebu Hanife Mezhebi Fıkhı’nın hâkim
bulunduğu bilhassa tebârüz ettirilmiştir. Bu Kitabeyi Doktor J. H. Löytved1165 üç mühim hata ile okumuştur:
Beşinci satırdaki ‘’ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺼﻠﺢi ‘’ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﻣﺼﻠﺢaltıncı satırda ‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻬﻴﻦi ‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻴﻦgibi okumuş. ‘ اﺑﻰ
’ﺣﻨﻴﻔﻪden sonra da bir ‘’اﻟﻨﻌﻤﺎنilâve etmiştir.1166
Clémant Huart’da, Epigraphie Arabe D'asie Mineure1167adlı eserinde Kitabeyi okurken şu beş hatayı
işlemiştir:
Dördüncü satırdaki ‘’ﻋﻼءkelimesini ‘’ﻋﻠﻢbeşinci satırın sonundaki ‘’ﻣﺼﻠﺢi ‘’ﻣﺼﻠﻰ, ‘’اﻟﻔﻘﻴﺮi ‘ ’اﻟﻌﺒﺪve altıncı
satırdaki ‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻬﻴﻦi ‘ 'اﻟﻤﺘﻔﻘﻴﻦve son satırdaki ‘ ’ارﺑﻌﻴﻦi ‘ ’ارﺑﻌﻪgibi okumuştur.
‘Konya ve Rehberi’ adlı eserin müellifleri de Kitabeyi üç yanlışla ve noksanla kopya etmişler:
Beşinci satırdaki ‘’ﻗﺴﻴﻢkelimesini okuyamadıkları için atlamışlar.
Altıncı satırdaki ‘’وﻗﻔﻬﺎi ‘’وﻓﻘﻬﺎokumuşlar. Hanefi'den evvelki ‘’اﺑﻰkelimesini unutmuşlar ‘Tarihi-Turistik
Konya Rehberi’1168 adlı kitapta bu Kitabe karma karışık bir şekilde kopya edilmiş ‘’ﻗﺴﻴﻢkelimesi atlanmış ‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻬﻴﻦ,
‘’اﻟﻤﺘﻘﻴﻦve ‘’ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ‘ ’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪşekillerinde yazılmıştır. Mevlâna Şehri Konya adlı kitap da Kitabeyi bizim
müsveddelerimize göre düzeltmiştir.
Tak kapısının sağındaki iri kesme taşla yapılan dış duvarı aslî heyetini muhafaza etmiştir. Solundaki
duvarın taşları kısmen yıkılmış, kısmen aşınmış üstüne sonradan kerpiç bir duvar ilâve edilmiştir.
Kapıdan girince insan kendisini fırtınaya tutulmuş, perişan bir bahar bahçesi içinde sanıyor. Filhakîka
baharın renklerini yaşatan çini ve sırlı tuğla parçalarında, çöken panolarda eski ihtişamlarına ağlayan hüzünlü bir
edâ var. Hüsn olur ki seyrederken ihtiyar elden gider. Evet gözler âbidenin renklerine ve çiçeklerine dalarken
yumruklar kendi kendine sıkılıyor ve pırlanta eseri bu hale getirenlerin kafalarını arıyor. Çöküntü ve çözülme
devirlerinin ihmali âbideyi bu yürekler acısı hale getirmiştir. Kapıdan girince üstümüzde 5,20 metre derinliğinde
renkli tuğlalarla süslenmiş beşikörtüsü bir tonoz vardır. Sağda türbenin kapısı görünür. Bodrum katına beş
basamaklı merdivenle inilir. Kubbesi sekiz dılı'lıdır. Türbenin ikinci katının kapısı da bodrum katının kapısı üstüne
rastlar. Sağından ve solundan ikişer basamaklı merdivenle çıkılır. Türbede üç sanduka vardır. Sandukalar mustatil
şeklinde siyah, mor ve mavi çinilerle ve mozaiklerle kaplanmıştı. İhmal yüzünden çiniler ve mozaikler yer yer
dökülmüş olduğu için sonradan üstleri kireçli harçla sıvanmıştır. Sandukalarda bulunması icap eden Kitabelerden
meydanda hiç bir eser yoktur.
Türbenin kubbesine de sandukalardaki çinilerin cinslerinden mozaik tuğlalarla muhtelif şekiller verilmiştir.
Sanatkâr sandukalarda kubbenin renklerini ve desenlerini aksettirmek sureti ile büyük bir âhenk yaratmıştır.
Türbeden sağa bir ve medresenin içine birisi alttan, birisi üstten iki pencere açılmaktadır.
Umumi kapıdan girince solda ve tüm türbenin karşısında bir oda daha vardır. Üstü beşikörtüsü tonozdur,
sokak tarafında sonradan kapatılan pencere veyahut ocak yeri görülür. Burasının sonradan bölündüğü de
anlaşılmaktadır.
Türbe ve karşısındaki odaya kapı veren, üstü renkli tuğlalarla örülen ve kenarları renk renk mozaiklerle
süslenen tonozun üstünde bir oda vardı.
Bu odanın pencereleri kapının üstünden antreye açılıyordu. Türbenin batısında ve ittisalinde iki fil ayağına
ve türbeye dayanan muhteşem bir revak kemeri vardır. Kemerin yüzünde karşıdaki eyvanı tanzir eden çiniler ve
1162
- Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir: “ Bu medrese mamuresini 640 yılında Emira’l-Mü’minin ortağı fetih babası alemde
Tanrı’nın gölgesi İslam ve Müslümalar’ın yücesi din ve dünyanın yardımcısı Keykubat oğlu Keyhüsrev’in hükümdarlığı
zamanında Tanrı’nın rahmetine muhtaç Besre’d-din Muslih-Allah tevfikini idame ettirsin- kendi adına Abu Hanife
(radiyallahuanh) ashabından fakihler ve mütefekkihler için yaptırmıştır.”
1163
- ‘ ’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰkelimesinin son harfleri yer darlığından dolayı çok sıkıştırılmıştır. Son iki harfi kelimenin altında daha küçük
harflerle yazılmıştır. Bunu ‘mütekkih’ okumak doğru değildir.
1164
-İkinci Keyhüsrev h.634-m.1236 yılında h.644 –m.1246 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır.
1165
-Konia İnschriften der Seldschukischen Bauten Sahife 39
1166
-Konia İnschriften der Seldschukischen Bauten Sahife 39
1167
-Sahife 65
1168
-Sahife 65
332
yazılar vardı. Bunlar yer yer dökülmüş ve yazılar okunmaz bir hale gelmiştir. Bu revak Medresenin kuzey ve
güneyindeki odaların ve türbenin önlerini sarar ve şimdi yok olan ana kubbeyi tutardı. Bu kubbe aynı zamanda
eyvanın sağ ve solundaki odaların önlerindeki payandalara da dayanırdı. Antrenin üstünde muhteşem eyvana
nazirelik yapan bir kısım vardı. Burası tamamen yıkılmıştır. Yalnız sağında kubbe askısının bir parçası kalmıştır.
Buradaki istalaktit yaprakları renk renk mozaiklerle süslenmiştir ki ben bu kadar nefis istalaktitlere başka yerde
rastlamadım. Medresenin sağ ve sol dılı’larında karşılıklı ve ikişer katlı dörder oda vardı. Soldakilerin bodrum
katları hâlâ durmaktadır. Sağdakilerin de kemer tırnakları ve kemerleri görülmektedir. Odaların üst katları yıkıldığı
için buralara sonradan kerpiç duvarlı odalar yapılmıştı. Medreseyi örten ana kubbe Sahip Ata Hankahı’nın İnce
minare Dârü’l-Hadisi’nin ve Karatâyî Medresesi’nin kubbeleri gibi yüksekti. Bu kubbenin ne vakit yıkıldığını kat'i
olarak tespit edemiyoruz. Medresenin yazılı çini panolarından iki parçası Başarabey Mescidi’nin tamiri esnasında
dış kapısının iki tarafında süs olarak kullanılmıştır. Birçoklarının da İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarında çalınarak
Almanya'ya götürüldüğü anlaşılmaktadır.
Umumi kapının tam karşısına rastlayan ve mescit olarak kullanılan muhteşem eyvanın derinliği 6,60 eni
altı metredir. Yine çini istalaktitli mihrabın eni 2,30 yüksekliği 2,60 metredir. Eyvanın batı duvarındaki çinileri
beyzî bir şekilde çerçeveleyen kısımda mavi çiçekli bir zemin üzerine mor çini ile ve nefis bir sülüs ile Besmele ve
Kürsi âyeti yazılmış bulunuyordu. Şimdi sağında yalnız:
) ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ اﷲ ﻻ اﻟﻪ اﻻ
(.... هﻮ اﻟﺤﻲ اﻟﻘﻴﻮم ﻻ ﺗﺄﺧﺬﻩ ﺳﻨﺔ وﻻ
Solunda da: ‘ﺳﻊ آﺮﺳﻴﻪ اﻟﺴﻤﻮات واﻻرض وﻻ ﻳﺆدﻩ ﺣﻔﻈﻬﻤﺎ وهﻮ اﻟﻌﻠﻰ اﻟﻌﻈﻴﻢ...’kalmıştır. Eyvan kemerinin dışında
yine iç içe iki çini kitabe vardır. İç kitabede de yine mavi zemin üzerine mor çini ile ve aynı sülüs ile sağdan
yukarıya doğru: ‘’ﺗﻮآﻠﺖ ﻋﻠﻰ اﷲBesmele ve Fetih Sûresi yazılı idi. Şimdi sağında yalnız: ‘ ﺗﻮآﻠﺖ ﻋﻠﻰ اﷲ ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ
... ’اﻟﺮﺣﻴﻢ اﻧﺎ ﻓﺘﺤﻨﺎ ﻟﻚ ﻓﺘﺤ ًﺎ ﻣﺒﻴﻨ ًﺎ ﻟﻴﻐﻔﺮ
Ve solunda da: ‘... ﺟﻨﻮد اﻟﺴﻤﻮات واﻻرض وآﺎن اﷲ ﻋﻠﻴﻤ ًﺎ ﺣﻜﻴﻤ ًﺎ ﻟﻴﺪﺧﻞ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ واﻟﻤﺆﻣﻨﺎت...’kalmıştır.
Mor çiçekli zemin üzerine mavi ile yazılan ikinci Kitabe daha geniş bir kavis halinde idi. Medresenin yıkılan büyük
ana kubbesine kadar yükseliyordu. Üst kısımları yıkılmıştır. Şimdi sağında yalnız: ‘ اﻟﺴﻤﻮات وﻣﺎ ﻓﻰ اﻻرض وان ﺗﺒﺪوا...
.. ’ﻣﺎﻓﻰ اﻧﻔﺴﻜﻢ اوﺗﺨﻔﻮﻩ ﻳﺤﺎﺳﺒﻜﻢ ﺑﻪ اﷲ ﻓﻴﻐﻔﺮ ﻟﻤـ
Solunda: ‘... اﻧﺖ ﻣﻮﻻﻧﺎ.. ﻋﻠﻰ اﻟﺬﻳﻦ ﻣﻦ ﻗﺒﻠﻨﺎ رﺑﻨﺎ وﻻ ﺗﺤﻤﻠﻨﺎ ﻣﺎﻻ ﻃﺎﻗﺔ ﻟﻨﺎ ﺑﻪ واﻋﻒ ﻋﻨﺎ...’kalmıştır. Mihrabın üstünü ve
yanlarını saran mor çini Kitabe yer yer kırılmış, üstü sıvanmış ve dökülmüş olduğu için buradaki âyetleri tam olarak
okumaya imkân yoktur. Yalnız sol tarafında ‘..’وهﻮ اﻟﻌﺰﻳﺰ اﻟﺤﻜﻴﻢokunabilmektedir.
Friedrıch Sarre 1895'te Anadolu'da yaptığı seyahat dolayısıyla Sırçalı Medrese’yi de tetkik ve bu
kitâbeleri de bazı hatalarla kopya etmiştir.1169
49 seneden beri medresenin çini yazılarındaki tahrip pek fazla ilerlememiştir. Yalnız eyvanın dışındaki
birinci Kitabenin başında âyetin ‘’ﻣﻊ اﻳﻤﺎﻧﻬﻢkelimeleri yok olmuştur. Buraya koyduğumuz eski bir resimde eyvanın
sol tarafında ve ittisalindeki kapı üstünün çinilerini tam olarak göstermekteyiz.
Medrese, mozaiklerinde1170 ve çinilerdeki tenevvü itibariyle Konya'daki abidelerin başında yer alır.
Çinilerinde mavi, açık mavi, siyah, beyaz, yeşil, eflatun, vişne çürüğü renkleri kullanılmıştır. Mavi renk hepsine
hâkimdir. Medresenin çini itibariyle en zengin kısmı eyvanı ile iki yanlarındaki oda cepheleridir. Sağdaki odanın
penceresi üstüne nefis bir kûfî ile ve mavi renkle ‘’اﻟﺸﻜﺮ ﷲve soldakinin üstüne de‘’اﻟﻌﻈﻤﺔﷲyazılmıştır.
Yazıların uzun harflerinin üstlerine mor ile süsler yapılmıştır. Bu levhaların üstlerinde pencere
genişliğinde yukarılara kadar devam eden çini panolara hendesî şekiller işlenmiştir.
Bu pencerelerin sollarındaki ve eyvanın beyzî kemerinin altındaki kakma çini sütunlar cidden nefistir. Bu
sütunlardan soldakinin başında ‘’اﻟﻤﻠﻚ ﷲyazılmıştır. Beyzî kemerli eyvanın beşikörtüsü tavanına muhtelif, renkli ve
dört köşeli mini mini tuğlalarla çekici şekiller işlenmiştir. Tavanın kenar süsleri de buraya başka bir câzibe verir.
Eyvanın mihrap üstüne kadar olan üç tarafı vaktiyle büyük çinilerle kaplı idi. Şimdi bunlar dökülmüş, yalnız mihrap
kalmıştır. Mihrabın istalaktitlerinde altı şualı yıldızlar vardır. Eyvanın batı duvarının üst kısmındaki çini pano,
renklerin ve hendesî şekillerin mezci ve âhenkleştirilmesi bakımından eşsizdir. Hendesî şekiller siyah renkli birer
yıldız etrafında toplanıyorlar. Büyük Türk mimarı Sinan bu çinilerin renklerini ve desenlerini İstanbul'da
Kadırağa'daki Sokullu Camii'nin çinilerinde kullanmıştır. Eyvanın kemerinin içindeki çiniler ve mozaiklerde da
sanatkâr başka başka hünerler göstermiştir. İnsan renkli sırçaların âhengi karşısında bedii zevkin en yüksek
heyecanlarını tadıyor. Çinilerin nefâsetinden dolayı âbide Sırçalı şöhretini almıştır. Kemerin solundaki altı köşeli
çini madalyonun içinde beyaz zemin üzerine mor çini ile ve Selçuk Sülüsü ile dört satır halinde şu Kitabeyi
okuyoruz:
ﻋﻤﻞ
ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ
ﻋﺜﻤﺎن اﻟﺒﻨﺎ اﻟﻄﻮ
1169
-Rise in Kleinasien, Sommer 1895 S. 54 Aynı müellif Konia Seldchukısch Denkmaler adlı eserinin on birinci sahifesinde Sırçalı
Medrese’nin planını yapmıştır. CH. Texter’de Asıe Mıneure adlı kitabının ikinci cildinin 92. sahifesinde bu medresenin planını
yapmıştır. Burada medreseye ait renkli bir de çini pano vardır.
1170
-Mozaik kelimesini sırlı tuğla anlamına kullanıyoruz. Mimar Kemal B.Merhum buna muarızdır.
333
ﺳﻰ
Bu Kitabe bize bu âbidenin Toslu Mimar Osman Oğlu Mehmet Oğlu Mehmet tarafından yapıldığını
göstermektedir.1171 Konya ve Rehberi adlı eserde bu Kitabe noksan okunmuştur.1172 Mimarın babası Mehmed'in adı
atlanmıştır.
Bu büyük Selçuk Mimarı Mehmed'in hayatı ve eserleri hakkında maalesef fazla bir şey bilmiyoruz. Yalnız
eserden müessire atlamak suretiyle bunun sanatında en yüksek deha derecesine eriştiğine hüküm ediyoruz.
Medresenin bânîsi, sağ tarafında ve ittisalindeki yer altı Hıristiyan Mabedine dokunmamak suretiyle din
hürriyetine ve eski eserlere hürmet ettiğini de göstermiştir.
Ben 8 Teşrinievvel 1943'te medreseyi tetkik ederken Ankara inşaat usta okulundan çıkmış Mehmet Ölçer
ile Hadi Ulusoy'un türbe önündeki fil ayağının alt kısmı ile eyvanın sağındaki odanın duvarlarını tamir ettiklerini
gördüm.
Fâtih'in h.881-m.1476 yılında yaptırdığı Karaman İli Tahrir Defteri’nde bu medresenin adına
rastlanamıyor. H.906-m.1500 Yılında II. Bayezid adına yazılan Konya Evkaf Defteri’nde de yoktur. Yalnız h.992-
m.584 M. yılında III. Murad adına yazılan defterde şöyle bir kayda rastlıyoruz:
“Vakf-ı Medrese-i Sırçalı Celâle’d-din Mahmud İbn Emiri’l-Hac İbn Hüseyin sahibi-i divan..1173 Mesâlih-i
Hankah ve medrese ve mektep ve Dârüt'taâm der Konya ber mûceb-i vakıfnâme el-müverreh bitarih-i sene erba'a
ve seb'in sittemiye ‘’ارﺑﻊ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪzikrolunan buk'alar münhedim olduktan sonra Defter-i Atik mûcebince vakıf
medreseye ilhak olunmuştur. Ba'dehu emr-i sultanî ile müstakil medrese ismiyle yevmî 20 akça ile sadaka
buyrulmuş şimdiki halde mahallinde Sırçalı Medrese ile mârufdur.”1174
Filhakîka, Fâtih adına Konya Evkafı’ tespit edilirken, Emirü’l-hac Zâde Müstevfî Celâle’d-din'in hankahı
yıkıldığı ve gelirinin sarf edilecek yeri olmadığı için 880 yılında evkafı Seyid Mehmed isminde birisine tımara
verilmişti.1175
Müstevfî Celâle’d-din'in hankahı, mektebi, medresesi Dârü’t-Taâmı Abdü’l-mü'min Mescidi’nin ittisalinde
ve civarında idi. Bu günkü mescit o Mamurenin ayakta kala yegâne parçasıdır. Bunun inşa tarihi gibi vakfiyesinin
tanzim tarihi de h.674'dir.
Hâlbuki tetkik ettiğimiz medresenin inşa tarihi h.640'dir. İki inşaat arasında 34 senelik bir fark vardır.
Bizim şu Kayıtlardan anladığımıza göre Müstevfî Celâle’d-din'in Mamuresi yıkılmış, gelirleri tımara
verilmişti. Bu sırada Sırçalı Medresesi’nin de evkafı yok olmuştu. Hükümdarın iradesiyle Müstevfî Mamuresi’nin
bütün gelirleri Sırçalı Medresesine tahsis edilmiştir.
Bu medresenin vakfiyesi bize kadar gelmemiştir. Yalnız Abdü’l-Mü’min mescidinin batısında 5-10 sene
evvel temel kazdırılırken eski bir Hamamı n enkazına rastlanmıştır. Bu enkazı gören Suluhan müsteciri İskender
Ağa bu hamamın Bedre’d-din Hamamı olduğunu bana söyledi. Müstevfi Celâle’d-din Mamuresi'ni yıkan ve yok
eden herhangi bir âfet, ittisalindeki Bedre’d-din Muslih Hamamı’nı da ortadan kaldırmıştı. Sonra Müstevfi'nin geliri
Bedre’d-din Medresesi’ne tahsis edilmiştir.
Fâtih, II. Bayezid zamanında Sırçalı Medresesi'nin geliri olmadığı için Konya Defterleri’nde yer
almamıştır.
Fâtih Defteri’ne göre Meram Hamamı’nın üç rubu zemin mukataası, Konya'da birçok Debbağ Dükkânı’
Kökez Çiftliği’ Emir Ahur Dolabı’ Köy Değirmeni ve Tuz Pazarları’nın yerleri, Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı
Karbuzlu Dinek1176 Köyü’nün öşrü, Lârende'de Bekir Çelebi Bağı ve Bükrece Değirmeni’nin yerleri Müstevfî
Celâle’d-din'in evkafındandır. Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan üç numaralı defterin 372. sahifelerinde
bulunan 9 Zilhicce 1189 tarihli bir hükümden öğrendiğimize göre bu tarihlerde Sırçalı Medresesi'nde Eşenleri Zâde
demekle mâruf Esseyid Ahmet Efendi İbn Müfti Elhac Mehmed Efendi, Veliyyü’d-din ve Seyid Abdullah Efendiler
Sırçalı Medresesi'nde müderris buluyorlardı. Bu defterin 375. sahifesinde de bu medreseye ait bazı Kayıtlar vardır.
Bu medrese çinilerinin nefâsetinden dolayı Sırçalı şöhretini almıştı. Konya'da böyle anılan daha birkaç eser vardı.
Bunlardan birisi Sırçalı Mescit’tir. Tahta Tepen Mahallesi’ndeki Demirci Hacı Mescidi’nin eski Kayıtlardaki adı
Sırçalı Mescit’tir.
Konya Vakıf Müdürlüğü'nde bulunan 4 numaralı defterin 190. sahifesinde 1250 tarihli bir berat suretinde
şöyle denilmektedir:
Konya'da Miskinler Tekkesi demekle mâruf Sırçalı Sultan Vakfı Bu kayda göre Sırçalı, bir hayır sahibinin
adı gibidir. İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde bulunan ve Kemal Paşa Zâde tarafından yapılan h.924-m.1518 tarihli
Konya Tahrir Defteri’nde Konya Sahrası’na bağlı 68 köy sayılırken burada bir Sırçalı Köyü’nün adı da geçer. Bu
köye Sırçalı'nın Oğlu Seydi Cebeli suretiyle tasarruf ediyordu. Şu tetkike göre Sırçalı, aynı zmanda insan adıdır.
Medreseyi yaptıran Bedre’d-din Muslih kimdir? Şimdiye kadar bu medreseyi tetkik eden şarklı ve garplı
1171
-Küstau Mendeı bu zatın yalnız çini amili olduğunu kabul ediyorsa da bizce doğru değildir. Yeni Mecmua sayı 9 sahife
195
1172
-Sahife 65
1173
-Noktalı yerler silinmiştir, okunamıyor
1174
-Ankara Kuyud-ı Kaime Arşivi defter 584 Yaprak 19.B.
1175
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi. Defter 256 Sahife 43 üstüne sonradan ‘’وﻗﻒ ﻣﻨﺴﻮخVakf-ı mensuh yazılmıştır.
1176
-Başvekalet Arşivi’nde 399 numaralı defter
334
âlimlerden hiçbirisi bunun tarihî hüviyetini tespit edemediler. Bunun Bedre’d-din Gühertaş olduğunu tahmin
edenler vardır. Hâlbuki Bedre’d-din Gühertaş'ın1177 Medresesi h.630-m.1232 tarihinde yapılmıştı. O medreseyi
yazarken izah ettiğimiz gibi yeri de burası değildir. Sırçalı Medrese'nin yapıldığı asırda Selçuknâme’ Mektûbât-ı
Mevlâna ve Sipehsâlar Menakıbı'nda daha bazı Bedre’d-dinler vardır. Fakat hiçbirisinin adının ikinci cüz'ü Muslih
değildir.
Bizim tetkikimize göre bu medresenin bânîsi Lala Atabey Bedre’d-din Muslih'dir. Türbesini yazarken izah
ettik. Bu medreseye yaptırana nispet edilerek Muslihiyye adı da verilir.
1177
-Eflaki de Gühertaş şöyle tavsif edilmiştir: ‘ اﻣﻴﺮ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ آﻬﺮﺗﺎش اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﺪزدار آﻪ ﻻﻻء ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻮد ﻣﺮدى ﺑﺰرك
’وﺳﺮور وﻣﺘﻤﻮل وﺻﺎﺣﺐ ﺧﻴﺮات واﺳﺘﺎد ﺳﺮاى ﺧﺎص
1178
-Parsana’nın ilk adı böyle idi. Şimdi Sille Kırı’nda bir Parsana Yaylası vardır. Onun eski adı da Varsana idi. Ayazma’da
manastırın yanındadır.
1179
-Taçveziri Türbesi’ne bakılsın.
1180
-Bu eşsiz ve çok kıymetli kitabın bir çok yaprakları karışmış ve bazılar ıda yok olmuştur. Biz uzun bir çalışma ile kitabın
yapraklarının nasıl sıralanacağını tespit ettik.Bu resme göre Konya Sahrası’na Kemrelik Beli’nden iniliyordu. Belin iki
tarafındaki tepelerde kaleler vardı. Kalenin sardıı Konya şehrinin içinden iki çift şerefeli cami görülüyor. Bunlardan birisinin
İnce Minare olduğu muhakkaktır. İkincisinin eski Şerefeddin Camii’nin veyahut Hatuniye’nin minaresi olduğunu tahmin
ediyoruz. Kalenin 32 burcu ve doğuya açılan kapısı görülmektedir. Bu resim kitabımızın 651 S. dedir.
335
edilmiştir. Kale dışında Mevlâna Manzûmesi’nin çok güzel bir resmi vardır. Altına Mevlâna Hazret-i Molla Hünkâr
yazılmıştır. 633. sayfasındaki bu resimde Mevlâna'nın mahrutî türbe kubbesi ile mescidin ve semâhânenin çift
kubbeleri, tek şerefeli minare ve son cemaat yerini örten 4 kubbe görülür. Türbe ve mescidin önünü Muhavvıta
denilen avlu duvarı çeviriyor. Ortada Yavuz'un yaptırdığı fıskiyeli şadırvan vardır. Manzûmenin batısında hiçbir
bina yoktur. Solunda Dârü’ş-Şifâ veyahut Dârü’z-Ziyâfe olduğunu tahmin ettiğimiz iki kuleli bir bina vardır. Sonra
da Pir Mehmed Paşa'nın h.930-m.1524 yılında yaptırdığı minareli camii görülür. O vakit cami ve türbenin kapısı
kıbleye açılıyormuş. Sonraki tamir ve tadillerde batıya açıldığı anlaşılmaktadır.
III.Murad, babası Sultan II.Selim tarafından yaptırılan Sultan Selim Camii ile Selimiye İmareti'nin vakıf
gelirlerinin sû-i istimal edildiğini öğrenmiş, hem bu sû-i istimâli önlemek ve hem de Mevlâna Manzûmesi'nin
binalarında, su yollarında, şadırvan ve çeşmelerinde tamir ve termime muhtaç olanlarını onarmaya ve aynı zamanda
manzûmeye bir Cemiyyethâne ve hücreler ilâve etmeye karar vermiş ve derhal işe başlamıştır.
Tamirlere ve yeni yapıların inşasına h.990-991-m.1582-1583 yıllarında başlamıştır.Bina eminliğine
Dergâh-ı Muallâ müteferrikalarından İbrahim Ağa tayin edilmişti.
H.992 yılında inşaat bitmiş, yalnız kubbelerin ve damların kurşunlama işi kalmıştı. Kurşunlar İstanbul'dan
gönderilmiştir. Bu tarihte türbe-i şerifenin mütevellîsi Abdi idi.
İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 53 numaralı Mühimme Defteri’nin 233 sıra numarasında kayıtlı 21 Zilhicce
992 tarihli bina emini İbrahim'e gönderilen bir hükmü aşağıya alıyorum:
‘Dergâh-i Muallâ Müteferrika başlarından Konya'da hankah-i şerifede bina emini olan İbrahim'e
hüküm ki: Hâlen memur olduğun bina hususu itmâme karîb olup kurşunu hazır olmağla nâ-tamam kalıp hâlen
lâzım ve mühim olan kurşun mahrûse-i İstanbul'dan irsal olunup bina-yı mezbûr ahvâli bertaraf oluncaya değin
bina kâtibi ve mutemedleri ve sâir hademesi ber karar-ı sâbık istihdam olunmalarını emredüp buyurdum ki...
Vardıkta emrim mûcebince memur olduğun bina ahvâli itmâma erişinceye değin kâtib ve mutemedler vesair
hademesinine vechile istihdam ede gelmiş isen ber-karar-ı sâbık istihdam edüp vakti ve zamanı ile itmâme
eriştiresin’1181
Aynı defterin 672 numarasında aynı tarihi taşıyan ve İstanbul Başdefterdarı Mahmud'a yazılan şu hükmü
görüyoruz:
‘Âsitâne-i Saâdet Başdefterdarı olan Mahmud'a hüküm ki: Bundan akdem Konya'da hankah-i şerifte bina
olunan hücerat ve cemiyethâne mühimmatı için irsâli ferman olunan 600 kantar kurşun kurşuncuları ve itmame
erişinceye değin masrafı ve mahalli-i memura varıncaya değin kirası için binay-ı mezbûr masrafından bâkî kalan
8220 akçanın üzerine Hazine-i Amirem’den cemi-i ihracatı tekmil olunan bina-i mezbûrun mahrûse-i İstanbul'da
olan kâtibine teslim olunup bina emini olan varup vâsıl oluncaya değin ferman olunan kurşun muaccelen mahall-i
memura varup irsal olunmasını emredüp buyurdum ki... Vardıkta bu bapta bizzat mukayyed olup mukaddema irsali
ferman olunan kurşunu ve kurşuncuları ve mahalline varıncaya değin kirası vesair lazım ve mühim olan ihracatı ile
bina emini Konya'ya varıncaya değin ber vech-i isti'cal bina kâtibi ile irsal eyliyesin diye emir yazıldı.’
Yine aynı numaralı defterin 672 sıra numarasında aynı tarihli Konya Kadısı'na ve Mevlâna Türbesi
Mütevellisi Abdi’ye hitap eden şu hükmün yazıldığını görüyoruz: ‘Konya Kadısı’na ve Türb-i şerifte mütevelli olan
Abdi'ye hüküm ki: Molla Hünkâr evladından... Okunamadı hâlen nefs-i Konya'da hankah-i şerifde bina emini olup
dergâh-i seâdet-meâbın müteferrikalarından olan iftiharü’l-emâcid-i ve’l-ekârim İbrahim zîde mecdühu marifeti ile
hankaha ve şadırvanın su yoluna vesâir sularına ve bilcümle hankah-ı şerife müteallik âsâr olmağa kaabil ne makule
nesneler vardır. Bizzat üzerlerine varup görüp ne miktar akça ile tekmil olunmağa kaabil ise tahmin olunup
müşarunileyh bina emini ile vukuu ve sıhhati üzere muaccelen arzolunmasını emredüp buyurdum ki... Vardıkta bu
bapta bizzat mukayyed olup ferman-ı hümâyunum üzere hankah-i şerife müteallik ne makule hayrat olmağa kaabil
nesneler var ise görüp ne miktar akçe ile tamir ve termim olunmağa kaabil ise tahmin ettürüp müşârunileyh ile
vukuu üzere mufassal ve meşruh yazub südde-i seâdetime arz eyliyesin. Sonra ne veçhile emrim sâdır olursa
mûcebi ile amel oluna.’
Bu hüküm bize türbenin, hankahın, şadırvanın ve Yavuz'un getirttiği diğer çeşme sularının yollarının ve
eser denebilecek ne var ise hepsinin III.Murad tarafından tamamen tamir ve restore edileceğini pek açık
göstermektedir.
Sultan Murad yeni yaptırdığı hücrelerin odaların medrese ve cemiyethânenin (toplantı yerinin) de dershane
olarak kullanılmasını emretmiştir. İşte Mevlâna Manzûmesi arasına medrese bu tarihlerde girmiştir. Yukarıda da
söylediğimiz gibi bu külliye arasında o vakte kadar bir medresenin bulunmadığını sanıyoruz. Sultan III.Murad
Mevlâna'nın vakıf gelirlerinde sû-i istimaller yapıldığını mütevellînin ve adamlarının evkafı ekl ve bel ettiklerini
(Evkafını yiyip yuttuklarını) öğrendiği için Mevlâna Evkafı’nın nâzırlığına Dârü’s-Seâde Ağası Mehmed Ağa'yı
tayin etmiştir.
Bunu Başvekâlet Arşivi'nde 64 numarada kayıtlı Mühimme Defteri’nin 425 sıra numarasında yazılı 17
Zilhicce 996-m.1587 tarihli şu hükümden öğreniyoruz:
‘Dârü’s-Seâdetim ağası Mehmed dâme ulüvvuhu'ya hüküm ki; Konya'da âsûde olan Sultanü’l-Ulemâ-il-
fâzılîn burhân-il-etkıyâ-il-vâsilîn Hazreti Mevlâna Celâle’d-din kuddise sırruhü’l-azîzin evkafı nezâretini sana
1181
Bu hükümler ilk defa tarafımızdan neşredilmiştir.
336
tefviz edüb buyurdum ki Mevlâna-i müşârunileyhin evkafına sen nâzır olub cüz'î ve küllî evkaf-ı mezbûreye
müteallik olan hususların görüp gözedib eğer tevliyeti ahvaldir ve eğer nâzırları ve câbileri (tahsildarları) ve sair
mürtezikaları ve bilcümle cüz'î ve küllî evkafına müteallik olan mevaddi görüb gözedüb arza muhtaç olanların
yazub bildiresin ve bilcümle evkaf-ı mezbûreye mütevelli olanları getirdüb zaman-i tevliyetlerinin makbuz ve
masrafların müfredat defterlerinden yerli yerinde görüb her kimin zimmetinde vakıf malı çıkarsa kusursuz vakf
için tahsil ettiresin ve evkafın asla bir hususta dakika fevt etmeyüp müşarunileyhe olan hizmeti seâdet-i dâreyn
mülahaza edüb envâ-i mesâî-i cemîleni zuhûra getiresin ve Mevlevilerin sâkin oldukları hücre mukaddemâ
medrese olmak emrolunmuştu. Hâlen medrese olmaktan feragat olunub üslûb-i sâbık üzere mevlevîlere
verilmeye emrim olmuştur. Ol babda dahi ferman-i şerifim mûcebince amel edüb üslûb-i sâbık üzere Mevlevileri
iskan ettiresin. Emir kapucular başı Mehmed Ağa Hazretleri’ne gönderildi.’
İşte bu hüküm açıkça gösteriyor ki Sultan Murad'ın yaptırdığı hücreler medrese odaları halinde
kullanılıyordu. Bu dört sene kadar devam etmişti. Bu arada bazı odaların arkalarına, yani batı tarafına hücreler
ilâve edilmiş ve o daların bu tarafa olan pencereleri kapı haline getirilmişti.
Padişahın Mevlâna evkafı nâzırlığına Mehmed Ağa'yı tayin etmesi, aynı defterin 425 sıra numarasında
kayıtlı aynı tarihli bir hüküm ile de Konya Kadısı’na bildirilmiştir. Bu hükümde Mevlâna Evkafı’nın
mütevellilerinin evkaf gelirlerini yedikleri tasrih edilerek Mevlâna'nın ve kendi babası Sultan Selim'in evkafının
tanzimi ve sû-i istimallerden korunması için Mevlâna'nın Mütevellisi Abdüsselâm'ın ve adamı Keyva'nın ve diğer
alâkalıların hesaplarının Kapıcılarbaşı Mehmed Ağa tarafından tayin edilen saray kapıcılarından Bölük Başı Mustafa
ve Süleyman Ağalar’ın gönderildiği bildirilmektedir. Eğer sû-i istimalleri çıkarsa ceza tertip edilmek ve haklarından
gelinmek için isimlerinin bildirilmesi de ayrıca istenmiştir.
İnşasından sonra dört sene kadar medrese olarak kullanılan derviş odalarını h.992 yılında III.Murad'ın
yaptırdığını gösteren taş üzerine yazılmış bir Kitabe bize kadar gelmiştir. Türbenin batıdaki dervişan (dervişler)
kapısının üzerinde bulunan bu Kitabe şimdi yerinden kaldırılarak müzeye konulmuştur. Biz tekrar yerine asılmasını
uygun buluruz.
Konya Maarif Tarihi adlı eserde bu medrese ‘Velediyye Sultan Veled Medresesi’ şeklinde adlandırılmış ve
şu tamamlayıcı bilgi verilmiştir:
‘Konya Mevlevî Dergâhı’nın batı yönünde ve Sultan Selim Camii’nin tam karşısında idi. Selçuklu
Hükümdarı I. Alâe’d-din Keykubad devrinde, Keykubad'ın lalası ve emirlerinden Bedre’d-din Gevhertaş
tarafından Sultanü’l-Ulema Bahâe’d-din Veled ve çocukları için yaptırılmıştır.’1182
Gühertaş Medresesi ni yazarken söylediğimiz gibi bu zat medresesini h.630-m.1232 yılında yani
Sultanü’l-Ulema'nın vefatından iki sene sonra Konya'nın bir başka yerinde yaptırmıştır.
Sultan III.Murad'ın dört sene sonra dervişlere tahsis ettiği medresenin Bahaiyye Mektebi'nin yerinde
yaptırılan bir binada tekrar faaliyete geçtiği bize kadar gelen vesikalardan anlaşılmaktadır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan 61 numaralı Vakfiye defterindeki h.1248 tarihli bir kayıtta bu
medreseye Medrese-i Celâliye denilmektedir. Müderrisi her gün 20 akça alıyordu.
Ankara'da Kuyud-i Kadime Arşivi'nde bulunan III.Murad adına 992 Rebiü’l-Âhiri’nde Konya Evkafı’nı
tespit eden defterde bu medrese görülmektedir. Yukarıda söylediğimiz gibi bu tarihten dört sene sonra medrese
odaları dervişlere tahsis edilmiştir.
Sıdkı Dede'nin buraya verdiği adın ya teberruken veyahut da Gühertaş'ın Sultanü’l-Ülemâ'nın oğulları için
yaptırdığı medresenin burada bulunduğu hakkındaki yanlış bilgiye dayanılarak verildiğini sanıyoruz. Bu
medresenin h.1045-m1635 yılında tamir edildiğini kapısının üstüne konan şu Farsça Kitabeden öğreniyoruz:
هﺮ آﻪ ﺁﻣﺪ اﻳﻦ ﻣﻘﺎﻣﺮا ﺷﺪ ﻋﺎرف
زﻻل ﺣﻜﻤﺖ ﻧﻮﺷﺪ از ﻣﻌﺎرف
ﻋﻠﻢ ازل ﻧﻄﻖ ﻟﻘﺎدر اﻳﻨﺠﺎ
درﻣﺸﺘﺎق ﺗﺎرﻳﺦ ﺷﺪ ﺻﺤﺎﺋﻒ
1045
Medresenin h.1114-m.1702 yılında faaliyette bulunduğu şer'î sicil kayıtlarından öğrenilmektedir. H.1282-
m.1882 yılında da medrese açıktı. Abdu’r-rahman isminde bir müderrisi vardı. Bundan sonra medresenin terk
edildiği anlaşılmaktadır.
Vahit Çelebi'nin teşebbüsü ile h.1306-m.1888 yılında yerine bir mektep yaptırılmıştı. Kapısının üstüne de
Sıdkı Dede'nin mermere kazılan şu dört mısralık tarih Kitabesi konmuştu:
Medrese-i Sultan Veled idi an aslın bu mahal
şimdi mektep oldu Ferzendân-i Mevlâna'ya has
Post nişîn Vahit Efendi'dir sebeb inşâsına
Sıdkı’ya tarihi (mekteb-i mes'adet-efzâ menas)1183
1306 ( ﺻﺪﻗﻴﺎ ﺗﺎرﻳﺨﻰ ) ﻣﻜﺘﺐ ﻣﺴﻌﺪت اﻓﺰا ﻣﻨﺎص
Bu Kitabenin tarih cümleleri ebcet hesabına vurulunca 1306 yılı çıkar ki altına da rakamla yazılmıştır.
1182
-Konya Maarif Tarihi S.19
1183
-Arapça ‘’ﻣﻨﺎصsığınacak yer anlamındadır.
337
Sıdkı Dede bu Kitabesiyle mektebin Mevlâna'nın torunlarına mahsus olarak yapıldığını yazarken burasının
yerinin Sultan Veled Medresesi olduğunu da biraz yukarıda yazdığımız gibi yanlış olarak söylüyor. Mektebe
Bahaiyye adı verildiğini de bize kadar gelen adından öğreniyoruz. Cumhuriyet İnkılâbı’ndan sonra adı İnönü
Mektebi ne çevrilmişti. Mektep 1951 yılında meydan açmak bahanesiyle Sultan Selim İmâret Manzûmesi'yle
beraber yıkılmıştır.1184 Harf inkılâbından sonra mektebin Kitabesi gizlenmişti. Biz mektebi r.1335 ve m.1944
yıllarında iki defa incelemiş ve not almıştık. Mektebin altında derviş hücrelerinin yapı malzemesine benzeyen
malzeme ile yapılmış bazı odalar ve parçalar vardı. Hücrelerden buraya açılan pencerelerin örülmek suretiyle
kapatıldığını görmüştük.
Yukarıda yazdığımız gibi III.Murad'ın hükümlerinde medrese olarak kullanılan derviş odalarına yalnız
medrese denilmiştir. Buraya Sultan Veled Medresesi adı ya Sıdkı Dede'nin zühulünden veyahut teberruken
verilmiştir.
Bir asır kadar evvel Konya âbidelerinden bazılarının resmini yapan Hüsn-i Yusuf Bey Medrese-i
Celâliye'nin de resmini yapmıştır. Medrese II.Selim'in İmarethânesi-Tabhânesi ile derviş odaları arasında
görülmektedir. (Bu resim kitabımızın imâretler kısmındadır)
1184
-Mektebin önünde Yavuz'un bir çeşmesi vardı.
338
edilen Konya mahalleleri arasında Mahalle-i Ali Gâv ve nam-ı diğeri Postpûş ‘’ﭘﻮﺳﺖ ﭘﻮشde vardır. Bir başka
kayıtta da bu mahalle ve bu zaviye Postinpuş adını alıyor. ‘’ﭘﻮﺳﺖve ‘’ﭘﻮﺳﺘﻴﻦFarsça ‘hayvan derisi=pösteki’ demek
olduğuna göre ‘postpuş, postinpuş pösteki’ post bürünen, örtünen manasına gelir.
Fâtih'in İlyazıcı Defteri’nde bu zaviye hakkında aynen şunları buluyoruz: ‘ وﻗﻒ زاوﻳﻪء ﻋﻠﻰ آﺎو درﻗﻮﻧﻴﻪ در
ﺗﺼﺮف دروﻳﺶ ﺣﺴﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﻋﺰ ﻧﺼﺮﻩ زﻣﻴﻦ دوﻻب ﻋﻠﻰ آﺎو در ﻧﺰد زاوﻳﻪ ﺷﻬﺰادﻩ ﻃﺎل ﺑﻘﺎﻩ ﺧﺎﺻﻪ ﺑﺎﻏﺠﻪ اﻳﺪوب اﺟﺎرﻳﻪ ﺑﺎﻏﻼﻣﺸﻠﺮ ﺑﺎغ ﺣﻮاﻟﻰ
’ﺳﻠﻴﻐﺎر1185
‘Vakf-ı zaviye-i Ali Gâv der Konya der tasarruf-ı Derviş Hasan bi hukm-i azze nasruhû zemin-i dolabı-ı
Ali Gâv der nezd-i zaviye şehzâde tabe bekahu Hassa bağça idüb icâreye bağlamışlar bağ havali-yi Selyıgar’
Karaman Defterdarı Mustafa Efendi'nin 992 yılı Zilhiccesinin başlarında yaptığı Konya yazımında da şu satırları
okuyoruz: ‘ زراﻋﺖ55 زﻣﻴﻦ ﺑﺎغ در ﺣﻮاﻟﻰ ﺳﻠﻴﻐﺎر ﻓﻰ ﺳﻨﺔ800 وﻗﻒ زاوﻳﻪء ﻋﻠﻰ آﺎو درﻗﻮﻧﻴﻪ زﻣﻴﻦ دوﻻب ﻋﻠﻰ آﺎو ﻓﻰ ﺳﻨﻪ در دﻓﺘﺮ ﻋﺘﻴﻖ
ﺷﻬﺰادﻩ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻢ ﺳﺮاﻳﻪ اﻟﺤﺎق اﻳﺘﺪﻳﺮﻣﺸﻠﺮ. ’اوﻟﻨﻮر1186
Gerek Fâtih, gerek III. Murad zamanlarında zaviyenin adı Ali Gâv Zaviyesi’dir. Fâtih'in zamanında Derviş
Hasan burada şeyhti. Zaviyenin yanında dolaplı bir bahçe vardır. O vakit yâni h.881 –m.1476 yılında Konya'da
vali bulunan şehzade burasını kiralayarak Has Bahçe yapmış.
Zaviyenin Konya'nın Selyıgar1187 havalisinde vakıf bir bağı da vardı. III. Murad defterinde şehzade
Selim'in zaviyenin yanındaki bahçeyi saraya ilhak ettiği anlaşılıyor. Demek ki zaviyenin yanında Konya'da valilik
yapan şehzadelerin bir sarayları vardı. Bizim kanaatimize göre bu saray Atabekiyye ve yıkılan Akıncı Mescidi'nin
kucakladığı saha içinde idi. Selçuklular ve Karamanoğulları’ndan devr alınan bu saray Akinci Sarayı adını
taşıyordu. Topkapı Sarayı’ndan çıkan bu defterlerde Konya tarihinin birçok karanlık dehlizlerini aydınlattıkları gibi
tuttukları projektörlerin ışık tufanı altında bize bazı vesikalar da ‘‘ ’ﻗﺮار آﺎﻩ وﻻتkarargâh-ı vülat= valilerin
karargâhı’ şeklinde adı geçen bu Türk sarayının yerlerini de gösteriyorlar.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'ndeki üç numaralı defterde bu zaviyenin tedâvül Kayıtları, sonradan tesis
edilen evkafının vakfiyesi ve bir de Kuyud-i Hâkaniyye kaleminin 54 sayılı bir kayıt sureti vardır. Bu kayıt 584
numaralı defterden çıkarılmıştır ki biz suretini yukarıya koyduk.
Buradaki başka bir kayda göre, Konya'da vâki evliyaullahtan Aligâv Sultan Türbe-i şerifesinin tevliyet ve
zaviyedarlığına meşruta altı dönüm tarlanın hâsılâtından müstakillen mutasarrıf olan Süleyman Dede'nin hayat ve
memâtı belli olmadığından bu cihet 12 şevval 1125 tarihinde Hazreti Mevlâna Ser-tabbahı Mehmed Nesip Dede'ye
beratla tevcih edilmiştir.
Rumeli Hisarı'nda Hacı Kemâle’d-din Mahallesi’nde İstanbul pâyelilerinden Es-seyyid Muhammed Sa-
e’d-din Efendi'nin yalısında oturan şeyhülislam Sade’d-din Efendi'nin kethudası Abdülkadir İbn Hacı Ahmed İbn
Abdülkadir de 15 Ramazan 1271 tarihinde tescil etirdiği Türkçe bir vakfiye ile Aligâv Sultanın Türbesi’ne ve
nezdinde vâki kabristanda metfun umde-i âşıkîn Es-seyyid Ali Kemter Dede'nin kabrine her gece birer kandil
yakılmak ve zaviyede aşura pişirilmek şartı ile 750 kuruş vakfetmiştir.
8 Temmuz 1330 tarihli bir tezkireden öğrendiğimize göre tezkerenin tarihine kadar bu vakfın mütevellisi
Şems-i Tebrîzî'nin türbedarı Ahmed Dede idi. Her ay 20 kuruş alıyordu. Bundan sonra bu para aynı türbenin
postnişîni diğer Ahmed Dede'ye verilmiştir. Bu Kayıtlar bize açıkça gösteriyor ki bu arada iki Ali vardır. Birisi
zaviyenin içindeki türbede gömülü olan Aligâv, ikincisi de türbenin kıble tarafındaki açık türbede ebedî istirahata
çekilmiş olan Ali Kemter Dede'dir. Bu Aligâv ve Ali Kemter kimlerdir? ‘’آﺎوGâv Farisi'de, Öküz anlamındadır.
Aligâ’ Öküz Ali demektir. Niçin bu zâta böyle denmiştir? 59 sene evvel Gâv’ın Öküz manasına geldiğini bilmeyen
ninem Fatma Hanım'dan1188 şöyle bir hikâye dinlemiştim:
“Selçuk Sultanı Konya Kalesi’ni gâvurdan alamamış, Aligâv Tekkesi’nde yatan zat bir gün öküz postuna
bürünerek sığırlarla beraber kale kapısından içeriye girmiş, gece kapıyı Türk askerine açmış, onlar da kaleyi
fethetmişler. Bu dede öldüğü zaman da buraya gömülmüş..”
Bu, Gâv’ın Öküz manasına geldiğini bilen bir adam tarafından mı uyduruldu? Yoksa beygir içinde
Turova'yı fetheden kahramanlar gibi Ali Dede’de öküz postakisine bürünerek Konya Kalesi’nin Türk askerine
açılmasını mı temin etmiştir?
Bu zaviyeye verilen Postinpuş (pösteki bürünen) adı da ninemin hikâyesini teyit ediyor. Konya da bir
Kürkçüler Hamamı vardı. Birçok vesikalarda bunun adı da Postdûz Hamamı ‘’ﭘﻮﺳﺖ دوز ﺣﻤﺎﻣﻰ, Postindûz ‘’ ﭘﻮﺳﺘﻴﻦ
دوزşeklinde geçer ki Kürkçü’ Farsça ifade edilmiştir. Aligâv'a niçin bu ad verildi? Bu, hakikaten Konya fâtihleri
arasında mıdır? Bunun şimdilik kesin olarak tespitine imkân bulamadık.1189 Pek müstesna bir yapı tipi gösteren
zaviyenin içinde yatan da Konya fâtihi ise bu âbideyi daha iyi saklamamız, bu günkü perişan durumundan
1185
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi defter No.sı 256 9 - 26
1186
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi defter no. 284 kayıt yeni harflere şöyle çevrilir: Vakf-i Zaviye-i Ali Gav der Konya zemin-i dolab-ı
Ali Gav fi sene der defter-i aik 800, zemin-i bağ der havliyy-i Selyıgar fi sene 55 ziraat olunur. Şehzade Sultan Selim saraya ilhak
ettirmişler.
1187
-Konya’daki Selbasan mevkiinin eski adı olacak.
1188
-Akıncı Mahallesi’nde ve Akıncı Mescidi’nin yanındaki evimizde oturan nenem Fatma Hatun 85 yaşında ölmüştü.
1189
-Bu Ali Gavın XV.yüz yılda Hacı Bayram-ı Veli ahfadından Ali Gav Baba’nın şeyhlik ettiği ve ölünce buraya gömüldüğü
hakkındaki iddiaya çok tetkike muhtaç buluyoruz. Bayram-ı Veli ve torunu ile Bektaşiliği bir arada mütalaa biraz tuhaf oluyor. Bu;
Konya’da uydurulan kitaplardan alınmış bir bilgiye benziyor.
339
kurtarmamız lâzımdır.
Murad Hudavendigâr'ın âlimleri arasında padişahın teveccühünü kazanmış bir Postinpuş görüyoruz.
Padişah bu zat için Yenişehir'de bir de zaviye yaptırmıştır. Bu meczup İran'dan gelmiş Bursa'yı vatan tutmuştu.1190
Acaba bu zat şarktan gelirken Konya'ya uğrayarak Aligâv Tekkesi'nde şeyhlik yaptığı için mi burada adı kalmıştı?
Mehazlerimiz bu hususta da bizi aydınlatamıyorlar.
Ali Kemter Dede ile Kınacı Sokağı Mescidi’nin üstündeki h.604-m.1207. tarihli Kitabedeki Kemter’in
arasında münasebet aramaya lüzum yoktur. Ali Kemter Dede bir Bektaşi’dir. Aligâv Zaviyesi'nin önündeki Bektaşi
serpûşlu mezar taşında güzel bir tâlîk ile şu Kitabe okunur:
ﻳﺎهﻮ
ﺷﻤﻊ ﺑﻜﺘﺎش وﻟﻰ ﭘﺮواﻧﻪ ﺳﻰ
هﻢ ﻣﺤﺐ ﺻﺎدق ﺁل ﻋﺒﺎ
اﻳﺪوب راﻩ ﻓﻨﺎدﻩ ﻣﺤﻮ وﺟﻮد
ﺟﻤﻌﻴﻠﻪ ﺑﻮﻟﻤﺶ اﻳﺪى ﻋﻴﻦ ﺑﻘﺎ
ﺑﻴﻚ اﻳﻜﻴﻮز واﻟﺘﻤﺶ ﺑﺮ ﺳﻨﻪ ﺳﻰ
1261 ﺳﻨﻪ اوﻟﺪى ﻓﺮدوس ﺁﺷﻴﺎن آﻤﺘﺮ ﺑﺎﺑﺎ
1190
Şekayık Tercümesi sahife 45.
1191
-Kelimelerin bir çokları noktasızdır. Biz noktaladık. Sonsuz ve devamlı kılsın manasına ‘Ebede’‘’اﺑﺪkelimesini de kitabımızda
sehven ‘’اﺑﺪgibi yazmıştık. Kitaplarımıza konan zat bunu aynen kopya etmiştir.
1192
-Ebu İshak İbrahim; Şehriyar'ın oğludur. Kitabede İbrahim'den sonra ‘’اﺑﻦkelimesinin bulunması lazımdır. Kitabe doğru
olarak ilk defa tarafımızdan okunmuştur. Konya ve Rehberi S.85’de bir çok atlama ve yanlışlarla neşredilmiştir. Sene 1944,
daha sonra kitabe kitabımızı tetkik bahanesiyle ele geçiren birisi tarafından da neşredilmiştir. Bu zat bir çok kitap, vesika ve
kaynaklarımızı kendine mal ederek neşretmiştir. Konya adlı kitap da S.171’de kitabeyi beş atlama ve hata ile kopya etmiştir.
Alman Alimi Dr.J.H.Lotved de kitabeyi diğer bütün kitabeler gibi feci yanlışlarla okumuştur. Halil Edhem Bey’de bir
yazısında bu yanlış okuyuşu iktibas etmiştir.
340
ﻗﺎهﺮ اﻟﺰﻧﺎدﻗﺔ واﻟﻤﻠﺤﺪﻳﻦ ﺟﻼل، ﺗﺎج اﻟﻤﻠﻮك واﻟﺴﻼﻃﻴﻦ، ﻇﻞ اﷲ ﻓﻰ اﻟﻌﺎﻟﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ، ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ اﻟﻤﻌﻈﻢ، اﻻﻋﻈﻢ
ﺟﻤﺎل اﻟﺴﻠﻄﻨﺔ اﻟﺰاهﺮ، ’اﻟﺪوﻟﺔ اﻟﻘﺎهﺮﻩgibi vasıflarla anılmaktadır. Ebu İshak için de şu saygı cümleleri kullanılmaktadır:
‘’ﺷﻴﺦ اﻟﻜﺎﻣﻞ اﻟﺴﺎﻟﻚ اﻟﺴﻴﺪ اﻻﻗﻄﺎب واﻟﺴﺎﻟﻜﻴﻦ ﻣﺮﺷﺪ اﻟﻜﺎﻣﻞ واﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﻗﻄﺐ اوﻟﻴﺎء اﷲ ﻓﻰ اﻟﻌﺎﻟﻤﻴﻦ ﺗﺎج اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ اﻟﺸﻴﺦ اﺑﻮ اﺳﺤﻖ اﻟﻜﺎزروﻧﻰ
Vakfiye azatlılarından Balaban Ağa İbn Abdullah'ın vekâleti ile tanzim edilmiştir. Vakfiyeye göre
Mehmed Bey Halis malından yaptırdığı zaviyeye Hacı Ahmed Zâde Hacı Hasan 'ı şeyh ve kardeşi Hacı Yusuf 'u da
mütevelli tayin etmiştir. Bu iki kardeşin çocukları ve çocuklarının çocukları da kendilerinden sonra bu tekkeye şeyh
ve mütevelli olacaklardır. Eğer nesilleri sönerse şeyhlik ve mütevellilik Konya Kadısı’nın münasip gördüğü
kimselere verilecektir. Mehmed Bey Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı ‘Eka’1193 diğer adıyla Saraçlar Köyü’nü bu
zaviyeye vakfetmiştir. Gelirin beşte biri mütevelliye verilecek, kalanının yarısı zaviyenin şeyhi, kâtibi, nâzırı ve
tahsildarına, yarısı da zaviyeye gelip gidenlere harcanacaktır.
Eğer zaviye yıkılır ve bir daha yapılmazsa bütün geliri Müslüman fakirlere dağıtılacaktır. Fâtih'in
yaptırdığı h.881 tarihli Karaman İli Tahriri’nde1194 bu zaviye faaliyette ve Mahmud'un idaresinde idi. II.Bayezid'in
h.906-m.1500 tarihli yazımında da Mahmud'un Oğlu Celâl ile Pîrî müştereken tasarruf ediyorlardı.
Şeyh Hasan ve Hacı Yusuf 'un evlâdından Celâl Sinan’ Ayşe’ Humar’ Nefise ve Pîrî isminde beş kişi vardı.
Karamanoğlu İbrahim Bey'in de tekkenin vakfiyeti hakkında bir mektubunu Fâtih'in Tahrir Memurları görmüşler.
Ankara Kuyud-i Hakaniyye Arşivi'nde 584 numarada kayıtlı bulunması ve III.Murad zamanında h.992-
m.1582 yılında yapılan Karaman eyaleti yazımında: ‘ وﻗﻒ زاوﻳﻪء ﻣﺮﺷﺪ ﺁﻓﺎق ﺷﻴﺦ اﺑﻮ اﺳﺤﻖ اﻟﻜﺎزروﻧﻰ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺮﺣﻤﺔ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻚ
ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ وﻗﻒ ﻧﺎﻣﻪ اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﺗﺴﻊ ﻋﺸﺮ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ. ’وﻋﻠﻰ ﺑﻚ وﻟﺪان ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺑﻚ ﺑﻦ ﻗﺮﻣﺎن وﻗﻒ اﻳﺘﻤﺸﻠﺮدر
denilmektedir. Bu kayıttan öğreniyoruz ki tekkeye Mehmed Bey'den başka kardeşi Ali Bey’de bazı vakıflar tesis
etmiştir. Ali Bey'in vakfiyesi bize kadar gelmediği için neler vakfettiğini bilmiyoruz.
Mehmed Bey tekkenin vakfiyesini 819 tarihinde tanzim ve tescil ettirmiştir. Kitabeye göre tekke 2 sene
sonra tamamlanmıştır. I.Murad'ın kızı Nefise Sultan'dan doğan Mehmed Bey; h.818-m.1415’de Osmanlılar’a esir
olup bırakıldıktan bir sene sonra bu vakfiyeyi yaptırmış ve Mısır Sultanları’ndan Sultane’l-Müeyyed şeyh'in
himayesini kabul ederek onun adına sikke bastıktan ve hutbe okuttuktan bir sene sonra da tekkeyi ikmal ettirmiş ve
ertesi sene de Mısırlılar’a esir düşmüştür.
Tekkenin içinde gömülü bulunan zatın tekkenin şeyhi Hacı Hasan olduğu söyleniyor. Tekkenin kapısının
solunda da birkaç yatır vardı. şimdi onlar kaldırılmıştır. Kapının önünde akant yapraklı bir sütun başlığı ile Sille
taşı’ndan bir sütun ve daha başka dört sütun başlığı gördüm. Bunlar da tekkenin eskiden kârgir yapı olduğunu
gösteren alâmetlerdir.
Adına tekke yapılan zat, İran'ın Kâzerun şehri’nden büyük bir mutasavvıf ve âlimdir. Konya Müzesi
Kütüphanesi’ne B. 4/35 numarada kayıtlı1195 ‘’ﺗﺬآﺮة اﻟﻤﺮﺷﺪ اﺑﻮ اﺳﺤﻖ اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﺷﻬﺮﻳﺎر آﺎزروﻧﻰTezkiretü’l-Mürşid Ebu
İshak İbrahim İbn şehriyar-i Kazeruni adlı kırk bâb üzerine tertip edilen kitapta şöhreti o günkü İslâm âlemini tutan
bu büyük adam hakkında çok geniş malûmat vardır.
Bu eserde sahife 276 kendisinin ağzından dinlenen hikâyeler ve şiirler de tespit edilmiştir. Bu kitaba göre
şeyhin adı İbrahim, künyesi Ebu İshak, babasının adı da şehriyar'dır. Şehriyar'ın babası Zazen Ferruh’ dedesinin
adı Hurşid'dir. Zazen Ferruh ile Hurşid Gebr Mecusi ve Gayr-i Müslim olarak ölmüşlerdir. Şehriyar İslâmiyeti
kabul ettikten sonra üç oğlan iki kız çocuğu olmuştur. Oğlandan birincisinin adı Mehmed'dir. Bu hâfız olmuş ve
Hicaz'dan dönerken ölmüştür. İkincisininki Ebu İshak İbrahim'dir. Üçüncüsününki Hasan 'dır ki bu da Kazerun'da
ölmüştür. Kızlarının adları Meygün ve Hatice'dir. Her ikisi de bir anadan doğmuşlardır. Bir rivayete göre Hatice
başka bir anadandır.1196 Ebu İshak; Kâzerun'da 352 yılı Ramazanı’nın On beşinci Pazartesi günü m.963, ‘Hasan İbn
şehriyar Evi’ şöhretini taşıyan bir evde Mehdi Kızı Banuye'den doğmuş ve 426 yılı Zilkadesinin Sekizinci Pazar
günü 72 ve bir rivayete göre 73 yaşlarında ölmüştür. Ebu İshak İbrahim'in anası Kâzerun'un Aşağı Ehrincan ve
babası Yukarı Ehrincan Köyü’nden idiler. Anası Müslüman bir ailenin kızı idi.1197 Anasının anlattığına göre Ebu
İshak karnında altı aylık iken konuşur ve zikredermiş.
Kazerun; İran'da Şiraz'a iki günlük mesafede büyük bir şehirdir. İbn Batuta Ebu İshak'ın kabrini ve
1193
-Saraçlar Köyü’nün Fatih zamanından beri iki adı vardır. sonra köy Saraçoğlu adını almıştır. Konya’nın merkez
nahiyesine bağlıdır. Selçuklular, Karamanoğulları devrinde hiç adını değiştirmemiştir. Osmanoğulları’nın bütün Konya
Evkaf ve Tapu Defterleri’nde eski idari teşkilatta Sahra Nahiyesi’ne bağlı bu köyün Ebu İshak zaviyesinin vakfı olduğu
açıkça yazılır. Mesela Başvekalet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanuni’nin Konya Topu Defteri’nde aynen şöyle denir:
‘Karye-i Aka nam-ı diğer Saraçlar vakf-ı zaviye-i Ebu İshak tabi-i Nahiye-i Konya’ M. Zeki Oral Anıt Dergsi’nde Sayı 8.
sahife 14’de vakf edilen Saracık Köyü’nün bugün Seydişehrin Çavuş Bucağı’na bağlı ve buraya hudut gösterilen Rumdiğin
Köyü’nün de aynı bucağa bağlı olduğunu söylerken hata etmiştir. Seydişehirdeki köyün adı Rumdiğin’dir. Fatih’ten kanuniye
kadar bütün Konya Defterleri’nde Konya’nın sahra nahiyesine bağlı bir Rundiğin Köyü vardır. Yine Sahra Nahiyesi’ne bağlı
Salur Köyü’de Saraçlar Köyü’nün sınırı üzerinde idi.
1194
-Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi 556 numaralı defter
1195
-Kütüphanenin fihristinde ‘’ﺗﺬآﺮة اﻻوﻟﻴﺎ ﻻﺑﻰ اﺳﺤﻖ آﺎوروﻧﻰşeklinde yanlış gösterilen kitabın asıl adının ‘ ﺟﻤﻌﻴﺖ ﻓﺮدوس اﻟﻤﺮﺷﺪﻳﻪ
’ﻓﻰ ﺁﺛﺎر اﻟﺼﻤﺪﻳﺔolduğu anlaşılmaktadır. Kitabın sonunda duadan sonra şunlar yazılıdır: ‘ ﻗﺪ ﺗﻤﺖ ﺗﺬآﺮة اﻟﺸﻴﺦ اﻟﻤﺮﺷﺪ اﺑﻰ اﺳﺤﺎق ﺑﻦ
’اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ ﺷﻬﺮﻳﺎر اﻟﻜﺎزروﻧﻰ ﻗﺪس اﷲ روﺣﻪ اﻟﻌﺰﻳﺰ
1196
-Kitab-ı Firdevsi’l-Mürşidiye, S. 14, İstanbul 1940
1197
-Zeki Oral Annesinin de döndüğünü yani sonradan Müslüman olduğunu söylerken hata etmiştir. Anıt Dergisi ,Sayı 8,
sahife 12.
341
tekkesini ziyaret etmiştir. Buraya gelenler burada üç gün misafir olmadan ve şeyhine arzularını bildirmeden
gidemezlermiş. Misafirlere et, buğday ve yağ ile pişirilen ve yufka ile yenen keşkek ikram ederlermiş. Tekkede iki
yüz kadar fakir barınırmış,. Ebu İshak'ın Çin ve Hindistan'da büyük şöhreti vardır. Çin Denizi’nde seyahat edenler
fırtınadan ve korsanlardan kurtulmaları için Ebu İshak'ın kabrine adaklar yaparlarmış, bu adaklar yazı ile yapılırmış,
Hind'den ve Çin’den bir gemi gelsin de bunun içinde tekke için adanmış binlerce altun getirmesin olmazmış.
Tekkenin şeyhi fakirlerin ellerine kendi gümüş mührü ile ve kırmızı mürekkeple mühürlenmiş açık vesikalar
verirmiş. Bu vesikalarda adakçıların bunun hâmiline para verecekleri yazılı imiş. Fakir, bir adakçıyı bulunca bu
vesikayı gösterir ve arkasından da makbuzu yazarmış. Hind Hükümdarları’ndan biri Ebu İshak'a on bin altun
adamıştı. Bir fakir Hindistan'a kadar giderek bu adağı almıştır.1198 Kâzerun'un şiraz ile Bahreyn arasında büyük bir
şehir olduğunu ve buraya Arap olmayanların Dimyati dediğini, burada iyi bir keten dokunduğunu, şehirde büyük
saraylar, köşkler, bostanlar, hurmalıklar ve büyük Simsarhaneler (Borsalar) bulunduğunu, şiraz'la arası 10 dönüm
bulunduğunu yazıyor.
İstahrî’de Kâzerun'un Sabur Ülkesi’nin en büyük şehri olduğunu, burada Irak'da ve Kirman'da bile
yetişmeyen Ceylan adlı hurmalar yetiştiğini söylüyor.
Ebu İshak, Kur’an-ı Kerim'i iki kişiden okumuştur. Birisi Basralı Ebi Temam diğeri de Şamlı Eba Ali
İshak İbn Muhammed'dir. Ebu Ali'nin kazeruni valilerinden Servek Camii'nde bir mektebi vardı.1199
Kâzerun'da iyi bir tahsil görmüş, tasavvufta Firuzabad Ebu Ali İbn Hasan 'a intisap ederek yetişmiş, bal
alacak arı gibi büyük adamlar aramış; Şiraz'da, Basra'da, Mekke ve Medine'de Eshab-ı Hadis'ten büyük adamların
şöhretine koşmuş ve onlardan birçok hadis rivayet etmiştir.1200
Ebu İshak, h.370-m.980 yılında bir mescit yaptırmak istemişti. Gebrler (kâfirler) mâni olmuşlar ve
kendisine okla tecavüz etmişlerdi. Ebu İshak'ın Kazerun'da bir hankahı vardı. Birçok kimseleri irşat ve 24000 kişiyi
Müslüman etmişti.
Vefatından dört ay evvel Şehr-i Köhne’ye bir cenaze namazı kılmağa gitmişti. Döndüğü zaman hastalandı.
Hastalığı dört ay sürdü. Vefatından evvel Müslüman ettiği adamların isimlerini yazdığı sahifelerle beraber
kendisine atılan okun da beraber gömülmesini vasiyet etmişti. 426 Hicret yılı Zilkadesi’nin sekizinci Pazar Günü 72
bir rivayete göre 73 yaşlarında vefat etti. Cemaat çok olduğu için cenaze namazı nöbetle kılınmıştı. şeyhin
halifelerinden Ebu Bekir Mehmed İbn Abdülkerim İbn Ali Saad İbn Ebu Ishak Siyer ve Menâkıb-ı hakkında Arapça
bir kitap yazmıştır.
Mahmud İbn Osman Hani; Ebu Ishak hakkında Firdevsü’l-Mürşidiyye Fi Esrari’s-Samedaniyye adlı kırk
bâblı bir kitap yazmış ve bu eser bazı ilâve ve tadillerle şevkî şöhretli Mehmed İbn Ahmed tarafından dilimize
çevrilmiştir.
Bunun Süleymaniye (Esad Efendi Kütüphanesi)’nde 2429 numarada iyi bir nüshası vardır. 106 yapraktır.
Bunu h.961-m.1553 yılında imam ve hatiplerden Nasrullah İbn Mehmed kopya etmişti. Firdevsü’l-
Mürşiddiyye Fi Esrari’s-Samedaniyye'nin Ayasofya Kütüphanesi'nde 2453 ve 2454 numaralarda Konya Müzesi
Kütüphanesi'nde ve daha bazı kütüphanelerde yazma nüshaları vardır.
‘’آﺘﺎب ﻓﺮدوس اﻟﻤﺮﺷﺪﻳﺔ ﻓﻰ اﺳﺮار اﻟﺼﻤﺪﻳﺔ –ﺳﻴﺮت ﻧﺎﻣﻪء ﺷﻴﺦ ﻣﺮﺷﺪ اﺑﻮ اﺳﺤﻖ آﺎزروﻧﻰ
Kitab-ı Firdevsi’l-Mürşidiyye Fi Esrari’s-Samediyye-Siyretname-i şeyh-i Mürşid Ebu İshak Kazeruni
1942' de İstanbul'da basılmıştır.
Bu hususlarda Âbideleri ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi adlı kitabımızın 393 ve 399. sahifelerinde geniş
malûmat vardır.1201
Ebu Ishak; tafsilatlı menakıbnâmesi bize kadar gelen, Tanrı yolunda cihadın farz olduğunu bilerek İ’lâ-yi
Kelimetillâh için büyük gayretler sarf eden bir İslâm Lideri'dir. İslâm’ın sosyal adâletinin tesisinde,
Müslümanlar’ın kardeş olduğunun bütün müminlerce bilinmesinde büyük gayretler sarf etmişti. İslâm milletleri
arasında sosyal ve iktisadî bir dayanışma olmalıdır. Onun bu fikri daha kendi sağlığında adına nispet edilen bir yol,
tarikat olmuştur: İshakiyye-Kazerüniyye Tarikatı. Kendi hayatta iken İslâm dünyasında 65 kadar hankah, zaviye
kurmuştur.1202
Onun müritleri bir ordu disiplini içinde İran'da ve mücavir memleketlerde gaza ve cihad için
çalışmışlardır. Onun dâîleri (propagandacıları) Hind'e ve Çin'e ve diğer İslam memleketlerine kadar gitmişler,
mürşitlerinin maksat ve gayelerini yaymışlar, tarikatlarına müritler sağlamışlardır.
Bunlara Gazi derlerdi. İslâm Bayrağı’nı geniş küfür ülkelerine götürmek için tabl ve alemleriyle savaşlara
iştirak ederlerdi. Bu imanlı, azimli ve enerjik tarikat, İslâm dünyasında geniş inkişaf sahası bulmuştur.
Anadolu Beylikleri’nin topraklarında Kazeruni mürşit adına zaviyeler, hankahlar kurulmuştur. Biz
bugünkü siyasi sınırlarımız içinde birçok Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi tespit ettik. Konya'dakinden başka
1198
-Mu'cemü’l-Büldan , c. 7, s. 200
1199
-Firdevsü’l-Mürşidiyye'nin mütercimi Şevki bu mektebin hala ayakta olduğunu yazıyor.
1200
Nefehatü’l-Üns. Sahife 298 İstanbul 1289
1201
-Burada Ebu İshak'ın Konya Tekkesi’nin kitabesinde bazı tertip sehivleri vardır. Tashih edilmesini okuyucularımdan rica
ederim.
1202
-Profesör Adnan Erzi'nin, Vakıflar Dergisi sayı 2 Sahife 428-423 de Bursa'daki İshaki Dervişler’in zaviyesine mahsus
vakfiyesi hakkında güzel bir tetkik yazıları vardır. Fuad Köprülü'nün İshakiler hakkında bu makaleleri intişar etmiştir.
342
Erzurum'da, Bursa'da, Edirne'de, Malazgirt'in Kozlubaba Köyü’nde hankahları vardır. Biz Konya'dakinden başka
Bursa ve Erzurum’da kilerini yerlerinde inceledik, kitabelerini aldık. Vakfiyelerini, arşiv vesikalarını bulduk.
Erzurum adlı kitabımızda bunlar hakkında geniş malûmat verdik.
Evliya Çelebi; Ebu İshak'ın Erzurum'daki hankahında gömülü bulunduğunu söylerken hata etmiştir.1203
Ondan sonraki tarihçiler bu hatayı geniş muhite yaymışlardır. Erzurum'daki tekke kalenin burçlarından
birisinin içinde kurulmuş bir zaviyedir. Evliya Çelebi; Ebu İshak'ın Bursa'ya ve Edirne'ye geldiğini de söylemek
suretiyle katmerli bir hata işlemiştir. Buralara gelen mürşid Ebu Ishak değil, onun tesis ettiği Gazacı ve Cihatçı
tarikatıdır.1204
Bursa'da kendi adını taşıyan Ebu İshak Mahallesi’ndeki sokakta bir Ebu İshak Camii ve Zaviyesi vardır.
Biz 1946 yılında burasını tetkik ederken bu Mamure harap bir halde idi. Kapısının üstündeki Arapça iki satırlık
Kitabesinden öğrendiğimize göre bu zaviyeyi ilk defa Yıldırım Bayezid yaptırmış, h.884-m.1479 yılında Ebu
İshak'ın ashabından ve yakınlarından Muînü’l-Karşî'nin gayreti ile Fâtih Sultan Mehmed tarafından bu zaviye
yenilenmiştir. Yıldırım Bayezid Hankahı h.802-m.1399 yılında kurulmuştur. İstanbul'da Bayezid İnkılâp
Kütüphanesi’nde Muallim Cevdet Kitapları arasında Yıldırım Bayezid'in 804 yılı Ramazanının ortalarında tanzim
edilmiş Arapça bir vakfiyesi vardır.
25,8 x 310 santim ebadındaki vakfiyenin metni 65 satırdır.
Yıldırım Bayezid; Karamanoğlu Mehmed Bey'den 19 yıl önce Osmanlı Beyliği’nde İshaki Zaviyesi'ni
kurmuştu. Edirne'deki Ebu İshak Zaviyesi çifte şerefeli câmiin yol aşırı kıble tarafında idi. Evliya Çelebi der ki:
“Tekke-i Ebu İshak-ı Kazeruni. Cümle fukarası İshakîler’dir ki silsileleri Nakşibendi Hocagâne
Müntehîdir.“
Kozlu Baba'daki zaviyenin bugünkü durumunu tetkik edemedik. Memleketin umumi tarihi coğrafyası
yazıldığı zaman yurdun başka yerlerinde de İshakï Zaviyelerin bulunduğunun meydana çıkacağını sanıyoruz.
1203
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cilt 3 sahife 456 ve Cilt 5 sahife 43
1204
-Evliya Çelebi bunların Nakşibendi Tarikatı’na mensup olduğunu da söyler.
1205
-Akşehir’deki (Hızırlık) için Akşehir adlı kitabımızın (245) sahifelerinde geniş malumat vardır.
1206
-Oğul Bey'in dedesi bazı nüshalarda Mezit bazılarında da Ferid gibi yazılmıştır. Doğrusu Mezid dir. Konya'daki Mezid
Darü’l-Huffazı bu zate ait olsa gerek.
343
şahitin imzaları vardır: ‘ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ، ﻋﺜﻤﺎن ﺑﻦ ﺣﺴﻴﻦ ﺑﻦ ﻋﺜﻤﺎن اﻟﻘﻨﻮى، اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻤﺎردﻧﻰ، ﺷﻤﺲ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻘﻨﻮى
ﺷﻴﺦ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ، اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻦ اﺑﻰ ﺑﻜﺮ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ، اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﻳﺤﻴﺎ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد ﺑﻦ اﻟﻌﻄﺎر، ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﺳﺮاج اﻟﺪﻳﻦ، اﻏﻮﻟﺒﻚ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﻮد، ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻘﻨﻮى
ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ اﺳﻤﺎﻋﻴﻞ اﻟﻌﻄﺎر، ﻋﻤﺎد ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ، ﭘﻮﻻد اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ.. دوﻟﺘﺸﺎﻩ ﺑﻦ، ’ﺷﻴﺦ ﺣﺴﻦ اﻟﻘﻨﻮى
Vakfiyeye göre Kemâle’d-din Oğul Bey; Ertaş diye mâruf olan Çaşnigir Kapısı dâhilindeki Hizirilyas
Zaviyesi'ne şunları vakfetmiştir:
1-Zaviyenin altındaki bahçedeki hissesini. Bu bahçeyi kısmen Çaşnigir Bedre’d-din'in1207ve Isfahanlı
Sahib'in evler i sınırlamaktadır.
2-Akşehir'de bir köy
3-Konya'nın içinde Hoca Hasan -ı Sultanî Hanı’na bitişik altı dükkân. Bu dükkânların doğusunda Hoca
Hasan Mescidi1208 ve cadde bir tarafında da Ebu’l-Fazl (İplikci) Camii vardır.
4-Yine burada Hoca Hasan hanının karşısında sınırları bir taraftan vakfa, öbür taraftan Ebu’l-Fazl'ın evine
müntehi olan iki dükkân vardır.
5 Konya'da Doğancılar Çiftliği.
6-Kırk Kilise ve Sandıklı Köyleri’ndeki hisseleri
7-Konya hâricinde dört tahta1209 bağ.
8-Konya'nın içinde ‘’ﻗﺮﻏﻮmescidinin yanında ve Ağa Hamamı’nın1210 karşısındaki arsa.
9-Konya'nın içinde bir tarafta Lala Ruzbe ve Şemse’d-din Gazi Vakıfları bulunan bir dükkân.
10-Şehir hâricinde.1211 Hankahı karşısındaki bir tarla.
11-Konya'nın içinde bir sınırında Çaşnigir Bedre’d-din'in ve Zehra Hatun'un mülkleri bulunan altı ev.
12-Ertaş Kapısı’nın haricinde Ğömeç Hatun Medresesi’nin, Dârü’ş-Şifâ vakfının ve hamam arazisinin
sınırlandırdığı tarlanın tamamıdır.
Kemâle’d-din Oğul Bey hayatta iken vakfının mütevellî ve nâzırı kendisi, öldükten sonra oğullarının ve
oğullarının oğullarının en büyüğü ve en iyisi, eğer evladı bulunmazsa azatlılarının çocukları olacaktır. Vakfın geliri
ile evvelâ zaviye ve evkafın imarı temin edilecek , geri kalanı da dokuz hisseye ayrılarak üçü tevliyet hakkı, beşi
erkek ve kadın evlâdına nezâret hakkı, biri de Peygamber’in ve vâkıfın ruhu için Kur’an okuma hakkı olarak
verilecektir.
Bu vakfiyeye Selçuk Tarihi’nin şimdiye kadar ilim âlemine tamamen kapalı kalan birçok noktalarına
projektör tutmaktadır. Bunları kitabımızın başka yerlerinde ilgili âbidelerle beraber tetkik edeceğiz. Burada şu
büyük hakikati ilim dünyasının önüne koyuyoruz:
Parsana ile Musallâ'daki Gömeç Hatun Türbesi arasında, Gömeç Hatun Medresesi, Fenari Hamamı,
Fenari Mektebi, Dârü’ş-Şifa ve hankah vardı. Buraya Gömeç Ana Medresesi’nden dolayı Medrese Mahallesi,
bazen da Hankah Mahallesi denirdi. Halen de bu mahalle Medrese Mahallesi adını taşır. Buradaki mektebin aslı
Fenari Mektebi’dir.
Fâtih'in İlyazıcı Defteri’nde bu zaviye; Hızırilyaslık Vakfı şeklinde geçer. Hoşafçılar Çarşısı’nda Ebu’l-
Fazl (İplikci) Camii’ne bitişik dükkânların yer mukataalarının bu vakfa ait olduğu tasrih edilir. H. 906-m.1500
tarihli II.Bayezid Tahriri’nde de vaziyet aynıdır.
Yalnız bu yazımda tevliyetin oğullarında olduğu gösterilmiştir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü’nde bulunan bazı kayıtlarda bu tekke ve yanındaki mezarlığın Timur Emir
Bey'e ait olduğu gösterilmiştir. 21 Şubat 1292 yılında Kemal Mühürlü bir tezkere ile Konya Evkaf
Muhasebeciliği’ne yazılan 49 numaralı bir tezkerede Hızırilyas Zaviyesi'nin evlâdiyet ve meşrutiyet üzerine tevliyet
ve nezaret ve cüz okuma ücretlerinin Mehmed Oğlu Süleyman'da olduğu ve bu adamın cüzhanlık yapmaktaki aczi
dolayısiyle bu zaviyenin Hacı Hafız Süleyman Efendi'ye tevcih edildiği bildirilirken şöyle bir müşkülün
halledilmesi de istenilmektedir:
Konya'da Emir Nasib demekle meşhur Seyyid Hızır'ın vakfının günde on iki akçe ile cüzhanlığı 10 Şaban
1134 tarihinde Osman Efendi'ye tevcih edilmiştir. Hızırilyas Zaviyesi hakkında evkaf nezâretinde bir kayıd yoktur.
Taşkapı1212 içindeki Hızırilyas Zaviyesi vakfından Konya Çarşısı’na on iki dükkânın gelirinin dokuza ayrılarak bir
sehminin Kur’an okuyana verilmesi hakkında Defter-i Hakani’de bir kayıt vardır. Hızır İlyas ve Emir Naib denilen
Seyyid Hızır başka başka mıdır, yoksa aynı vâkıf mıdır?
Konya Vakıflar Müdürlüğü bu müşkili nasıl halletti bilmiyoruz ama bizim tetkikimize göre Naib Hankahı
ile Hızırilyaslık ayrı ayrıdırlar. Fakat bunların birbirine muttasıl olması ihtimali vardır. Fâtih'in ve II.Bayezid'in
1207
-Vakfiyede Bedre’d-din için ‘’ذواقZevvak vasfı kullanılmıştır. Bu Selçuk ve Osmanlı Teşkilatı’ndaki Çeşnigir’ in
Arapçası’dır. İstanbul'da Hırka-i Şerif civarında Çaşnigir Osman Efendi’nin bir türbesi vardır. Profesör Doktor Süheyl ve
daha başkaları Osman Efendi’nin mezar taşındaki Zevvak kelimesini cerrah gibi yanlış anlamışlar ve yanlış yazmışlardır.
1208
-Şimdi kütüphane olarak kullanılan camiin yerindeki mescit. Eskiden burada bir de han vardı. Bu mescitle İplikçi Mescidi
arasında bir de hamam bulunuyordu.
1209
-Konya'da Bağ Mikyası’nda Tahta hala kullanılmaktadır. Puşta olmayan düz bağlıklara tahta denir.
1210
-Bu hamam Sazbey Ağa Hamamı’dır.
1211
-Bu hankahın ismi Hacegi, Hocalı gibi okunabilir. Her halde cahil Müstensih bunu da uydurmuş, biz doğrusunu
bulamadık.
1212
-Ertaş Kapısı’na, Taşkapu denildiği de vardır.
344
Konya Tahrir Defterleri’nde Naib Hankahı ile Hızırılyaslık Vakıfları’nı ayrı ayrı göstermişlerdir. III.Murad'ın
Tahriri’nde de bu hankahın bulunduğu fakat geliri olmadığı için şehirdeki salih kimselerin oturmasına tahsis
edildiği bildirilmektedir. II.Bayezid Devri Tahriri’nde Akşehir'de ‘’ﺑﺮﻣﺪKöyü’nün de bu hankahın bir geliri olduğu
gibi Hoca Fakıh civarında, Meydan'da, Selver'de, Alakapı'da, Hoca Fakıh' de tarlaları ve Meram'da bir de bağı
bulunduğu açıkça gösterilmiştir. Mukbil Hankahı’nın yeri de bu vakfındır.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan 6 Mayıs 1314 tarihli mütevelli vekili Sarı Hafız Zâde Seyyid
Ahmed'in mührünü taşıyan istidada, “Hızırilyas Hazretleri’nin türbe-i şerifesi akdemden vukû bulan keşfiyat
üzerine yeniden inşa kılınmış ise de keşf-i evvelinde gösterilen 1095 kuruş idare edemediğinden...” denildiğine göre
bu günkü türbe binasının ömrü ancak 64 yıllıktır.
Selçuklular devrinde yaşadığı muhakkak olan bu türbedeki gömülü zatın Emir Timur mu, yoksa Naib
Seyyid Hızır mı1213 olduğu hakkında kesin bir netice elde edemedim.
Türbenin adının delâletiyle bu zatın Seyyid Hızır olabileceği hakkındaki ihtimal daha kuvvetlidir.
Akşehir'deki Hıdırlık'ta da bir türbe vardır. Tarih adesesi; altında Yunus veyahut İmre adlı herhangi bir yatırı
bulunan her sandukayı, Yunus Emre gösterdiği gibi bizden uzaklaşan bir türbesi veyahut herhangi bir hayır eseri
olan her Hızır ve İlyas adlı adamı da Hızırilyas şeklinde büyütmektedir. Karaman'daki ve Akşehir'deki Şıh
Yunuslar; Yunus Emre oldukları gibi Akşehir'in batısında bir dağın eteğindeki türbede yatan Hızır’da buraya
Hızırlık adını verdirmiştir. Buraya Aya Bakan Türbesi’de denir. Hızır İlyaslık Türbesi 1960 yılında Konya Eski
Eserleri Sevenler Derneği tarafından tamir ettirilmiştir.
1213
-Mektubat-ı Hazreti Mevlânâ, sayfa 22, Bir Naib Bey adı geçer. Mevlânâ kendisini ‘’اﻟﻎ ﻗﺘﻠﻎ ﻧﺎدرة اﻟﺰﻣﺎن ﻧﺎﺷﺮ اﻻﺣﺴﺎن ﻧﺎﻳﺐ ﺑﻚşeklinde
tavsif eder. Mektubat’ı bastıran Dr. Feridun Nafiz bunun Emir Mikail olduğunu söyler. Sahife 172.
1214
-Başvekalet Arşivi 309 numaralı Kanûnî Devri Tapu Defteri.
345
Üsküdar'da Karacaahmet de bir Miskinler-Cüzamlılar Tekkesi vardı.
1215
-Selçuki Devletleri Tarihi- Aksarayi Tercümesi. Sahife 162, 173, 176, 179, 181 ve 226 ve Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin
Yazıcı Tercümesi. Cilt 1 sahife 142, 624 ve 625.
1216
-Müstevfi Hamamı’na bakınız.
1217
-Müstevfi Hamamı’na bakınız.
1218
- Mevlana Şehri Konya’da bu kitabede 5 yanlışlık yapmıştır. Şöyle ki: ikinci satırdaki ‘ ’اﻟﻤﺒﺎرآﺔkelimesi ‘ ’اﻟﻤﺒﺎركve ‘’اﻟﻤﺘﻘﻴﻦ
‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻴﻦve yedinci satırdaki ‘ ’دوﻟﺘﻪkelimler ‘ ’رﺣﻤﺔ رﺑﻪ دوﻟﺔterkibi ‘ ’رﺣﻤﺔ اﷲve ‘’اﺑﺪkelimesi ‘ ’اﻳﺪve dokuzuncu satırdaki ‘ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ
’ﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazılmıştır (s.92). Aynı müellif Tarihi Turistik Konya Rehberi adlı kitabında bu kitabeyi sekiz yanlışla kopya etmiştir
(s.63). Her iki kitapta da kitabenin tarihinde onar sene hata yapmıştır.
Kitabenin tarihini ‘ ﺛﻤﺎن وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ678’ yazmıştır. Bizim okuyuşumuzla karşılaştırınız. Kitabenin tercümesi de bütün
kitabelerinki gibi yanlış ve yavandır. Sahibata Hayatı ve Eserleri s.47’de de kitabede hatalar işlenmiştir.
1219
-Sahife 77
346
satırdaki ‘’اﻟﻤﺘﻘﻴﻦi ‘’اﻟﻤﺘﻔﻘﻴﻦve yedinci satırdaki ‘’اﺑﺪi ‘’اﻳﺪve tarihini de on yıl fazlasıyla‘’ﺛﻤﺎن وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
okumuşlar.1220 ‘Sahibata İle Oğullarının Hayat ve Eserleri’ adlı kitap da bu tarih yanlışlığını işlemiştir.1221
Bizim yerli tarihçilerin kendilerine, ‘Konia Inschrıften er seldeschukıschen bauten’ adlı kitabını kaynak
yaptıkları doktor J.H.Löytved’de bu Kitabenin tarihini 678 ve ‘’اﺑﺪkelimesini ‘’ اﻳﺪgibi okumuştur.
Kapıdan 9,60 metre uzunluğunda ve 3,40 metre eninde bir dehlize girilir. Dehlizin üstünü iki tarafları
beşikörtüsü ve ortası sekiz yüzlü enteresan bir sakif örter, sağında sonradan açılan bir kapı, solunda da bir penceresi
vardır.
İç kapısından büyük bir kubbenin örttüğü hankahın sahnına girilir. Kubbenin üstünde Karatâyî
Medresesi'nin ve İnce Minare'nin ki gibi sekiz pencereli bir ışıklık vardır. Mor, açık mavi ve sarımtırak tuğlaların
muhtelif şekillerde kullanılmasıyla kubbenin içinde çok cazip bir durum temin edilmiştir. Kubbenin kasnağında
mütemadiyen tekerrür eden kûfî yazılar kubbenin âhengini tamamlamaktadır. Kasnağın birkaç yerinden çatladığı
görülmektedir.
Kubbe askılarının altlarına rastlayan dört köşede 1,20 metre eninde ve 1,60 metre yüksekliğinde kemerli
birer kapı vardır. Bunlardan yalnız doğu kuzeyden türbe dehlizine açılan kapı şimdi faaldir Diğerlerinin hepsi
örülmek suretiyle kapatılmıştır. Bu kapılardan hankahın şimdi yok olan üç odasına geçilirdi. Kapıların üstlerinde
hendesenin en zor şekillerinden yapılmış çok kıymetli kesme çini şebekeler varı. Bunların hepsi de çalınmış ve
yahut kırılmıştır. Kuzey batıdaki pencerenin ütünde bunların kalıntılarına rastlanır. Şimdi bu çini şebekelerin
yerlerine tahtadan taklidileri geçirilmiştir. Pencerelerin kemer üstlerini de kıymetli çiniler süslemektedir.
Kubbenin etrafında dört oda, üç sofa ve bir de antre dehlizi toplanmıştır. Sofaların derinlikleri ve enleri muhteliftir.
Kıble tarafındaki sofanın derinliği 4,20, genişliği de 5,60 metredir. Burada 2,45 metre yüksekliğinde ve 1,90 metre
eninde alçı bir mihrap vardır. Buradan kıble tarafına iki pencere açılır. Mihrabı, iç içe iki yazılı çerçeve sarar iç
çerçevesinde: ‘’اﻟﻤﻠﻜﻰ اﻟﻨﺎﺻﺮى اﻟﻜﺒﻴﺮى اﻟﻐﺎزى اﻟﻤﺠﺎهﺪ اﻟﻤﺮاﺑﻄﻰ اﻟﻌﺎﻟﻤﻰyedi defa tekerrür etmektedir.
Dış çerçevede:‘’ اﻻﺟﺮ اﻟﻤﻘﻴﻢ واﻟﺨﻴﺮ اﻟﻌﻤﻴﻢ واﻟﻨﻌﻤﺔ اﻟﻜﺜﻴﺮة اﻟﻜﺎﻣﻠﺔ اﻟﺸﺎﻣﻠﺔnin 13 defa tekrarlandığı görülmektedir.
Birinci çerçevedeki evsaf Mısır Eserleri’nde de çokça kullanılmıştır. Akşehir'de Mahmud Hayran'ın Türbesi’nin
kapısında ve Konya'da Gildanlı Baba Tekkesi’nde bulunan bir Selçuk spor taşında bu sıfatların kullanıldığını
gördük. Ankara Cami ve Mescitleri’nin birçoklarının mihrapları da bunlarla süslenmiştir. Bu sofa gibi diğer üç
sofanın duvarları da 2,74 metre yüksekliğine kadar altışar köşeli yeşil çinilerle sıvama halinde kaplanmıştır.
Batı sofanın genişliği 5,90 , derinliği 7 metredir. Buradan batıya üç sıra halinde üç pencere açılır. En
üstündeki yuvarlaktır. Orta pencerenin yanlarını hurda çiniler süsler. Bu dıl'ın kuzey duvarlarından bir kısım
çinilerin söküldüğü görülür. Kuzey sofanın genişliği 5,60, derinliği 2,35 metredir. Bu sofanın tam ortasından
türbenin cenazelik ve mumyalık denilen katına bir delik açılmaktadır. Üç metre derine inildikten sonra buradan 5
taş basamaklı merdivenle bodrum kata girilir. Bu sofanın kuzeyinden türbeye açılan pencerenin üstünde Türk
çinicilik sanatının çok muvaffak bir eseri olan müşeblek pencere vardır. Siyah ve mavi renkli çinilerle yapılan
hendesî şekillerin ortadaki beş şualı bir yıldızın etrafında toplandığı görülür. Pencerenin yanlarını ve üstünü de
sağlam kalan çiniler tezyin eer. Bu pencerenin türbe yüzünde de başka şekilde işlenmiş yine bir kesme çini şebeke
vardır. Dılı'ların köşelerinden kapılara verilen açıklıkların genişliği 1.90 kapısının sağında 1 ve solunda iki dükkân
vardı. Kapı kemerleri ve izleri hâlâ görülmektedir. Sağdakinin önüne sonradan birisi gömülmüştür. Hüviyetini ve
ölüm tarihini gösteren hiç bir Kitabe yoktur. Buradaki dükkânın arkasında kuzeyden güneye doğru beşik örtülü üç
odanın bulunduğunu kemer izlerinden anlıyoruz. Buraya antreden bir kapı vardı. Hankahın güneyindeki odaların
yerlerine komşular tarafından tecavüzler olmuştur.
Avam ağzı, hankah kelimesini Henargâh; Energâh şekline sokarak burayı öyle adlandırır. Zaviye şimdi
yalnız mescit halinde kullanılmaktadır.
H.881-m.1476 yılında Fâtih II.Mehmed adına Karaman İli Evkafı’nı tespit eden il yazıcı Sahip Ata'nın bu
Mamuresi hakkında şunları yazar: ‘ ﻣﻘﺮر ﺧﻄﺎﺑﺖ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ دوﻟﺘﺨﺎن. وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﺗﻮرﺑﻪء ﺻﺎﺣﺐ ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ
ﺣﺼﻪ ء ﺗﻮﻟﻴﺖ رﺑﻊ ازهﻤﻪ اوﻗﺎف. ’ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ ﻋﻦ اوﻻد ﺻﺎﺣﺐ
Bu satırların üstünde de üç satırlık şu kenar yazısı: ‘’ﻣﻘﺮر ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن واﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻚ ﻣﻜﺘﻮب )ﻣﻜﺘﻮﺑﻰ( آﻮروﻟﺪىokunur.
Bu kayda göre Sahip Ata'nın cami, hankah ve türbeden teşekkül eden bu Mamuresinin Fâtih zamanında
hatibi Devlet Han,1222 mütevellisi de Sahip Ata'nın evladından Abdu’r-rahman idi. Tevliyet hıssası da umumi gelirin
dörtte biri idi. İlyazıcı vakfın durumunu tespit ederken vakfiyesini ve Karamanoğlu İbrahim Bey'in mukarrer
nâmesini de görmüştür. Bu deftere göre Mamurenin gelirleri şunlardır:
1-Lârende Kapısı’nın dışındaki Sultan Hamamı’nın gelirinin bir kısmı,
2-Hankah’a muttasıl 4 dükkânın zemin mukataaları,
3-Konya'nın içinde 5 dükkânın zemin mukataaları,
4-Aksinle yanında bir kıt'a tarla,
5-Turud Yolunda Buzhane Zemini1223
1220
-Sahife 62
1221
-Sahife 46
1222
-Devlethan kıymetli bir Türk Âlimi idi. Beyhekim Mescidi’nin bulunduğu mahalleye de kendi adı verilmişti.
1223
-Bütün eski vesikalarda buzhane Farsça Yahdan ‘’ﻳﺨﺪانşeklinde geçer. İstasyon’un batısındaki buzhanelerden birisi de
Altunba'nın 598 tarihli vakfiyesinde geçer. Bu Hacı Abdurrahman isminde bir zata aittir
347
6-Meydan'da (Musallâ'da) üç kıta tarla,
7-Abdü’r-reşid (Evdireşe) 'de üç kıta zemin bir müdlük,
8-Aymanas'da üç kıta zemin iki müdlük,
9-Abdü’r-reşid'de bir kıt'a bağ,
10-Pelüt Ağacı'ndabir kıt'a zemin bir müdlük,
11-İsfihanî- iKüçük'te bir kıta zemin bir müdlük,
12-Akkerban Saray yanında iki kıt'a zemin, yarım müdlük
13-Sırçalı'da bir kıt'a bağ,1224
14-Balî Çelebi'de bir kıta zemin, bir müdlük,
15-Birlakacı Bağı’nda bir kıza zemin , bir müdlük,
16-Karahüyük Yolu’nda bir kıt'a bağ,
17-İbn Sofi'de bir kıt'a zemin, bir müdlük,1225
18-Gedekılas (Aşağı yaka ve Alavardı) 'da bir kıta bağ.
II.Bayezid adına h.906-m.1500 yılında yapılan Konya Tahrir Defteri’nde bu Mamure hakkında şu satırları
okuyoruz: ‘ ﺣﺼﻪء ﺗﻮﻟﻴﺖ رﺑﻊ ﺣﺎﺻﻞ واوﻻد.وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﺗﺮﺑﻪء ﺻﺎﺣﺐ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ درﺗﺼﺮف ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ ﻋﻦ اوﻻد ﺻﺎﺣﺐ
ﺷﺮﻋﻰ ﻣﻜﺘﻮﺑﻰ وار اﺑﺮاهﻴﻢ ﺑﻜﻮك ﺁﺗﺎﺳﻰ. ﺻﺎﺣﺒﺪن ﺧﻮﻧﺪ ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ ﺳﻴﺪ اﺳﺪ اﷲ ﺻﺎﺣﺐ ﻗﻴﺰى ﻧﺴﻠﻨﺪن در دﻳﻮ ﺣﺼﻪ ء ﺗﻮﻟﻴﺖ ﺣﻜﻢ اوﻟﻨﻤﺶ
ﻣﺬآﻮر ﻋﺒﺪ.ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻜﺪن )ﻗﺮﻣﺎن اوﻏﻠﻰ( وﺳﻠﻄﺎن ﻣﺼﻄﻔﺎﻧﻚ وﺳﻠﻄﺎن ﺟﻤﻚ وﺳﻠﻄﺎن ﻋﺒﺪ اﻟﻠﻬﻴﻚ ﺻﺎﺣﺒﻚ ﻧﺴﻠﻨﺪن در دﻳﻮ ﻣﻘﺮر ﻧﺎﻣﻪ ﻟﺮى واردر
’اﻟﺮﺣﻤﻦ دﺧﻰ اﻋﺘﺮاف اﻳﺪوب ﺗﺼﺪﻳﻖ دﻳﻮ دﻓﺘﺮ آﻬﻨﻪ دﻩ ﻣﺴﻄﻮردر
II.Bayezid zamanında Mamurenin mütevellisi Sahip Ata'nın kızı tarafından torunlarından Seyid
Eseddullah'ın kızı Hand Hatun'un evladından Abdu’r-rahman idi. Karamanoğlu Mehmed Bey'in ve Osmanlılar’ın
Konya Valileri Sultan Mustafa’ Sultan Cem ve Sultan Abdullah'dan bu hususu tasdik ve kabul eden
mukarrernâmeleri de vardır.
II.Bayezid Defteri’nde şöyle bir hüküm hulâsası kayıtlıdır: ‘ ﺻﻮرت ﺗﻮزﻳﻊ ﺑﺤﻜﻢ هﻤﺎﻳﻮن ﻋﺎﻟﻴﺸﺎن ﻋﺎﻟﻢ ﭘﻨﺎﻩ وﻗﻒ ﺣﻤﺎم ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ
ﺑﺮ رﺑﻊ ﻣﺬآﻮر ﺟﺎﻣﻌﻚ اهﻞ وﻇﺎﺋﻔﻨﻪ ﺗﻌﻴﻴﻦ اوﻟﻨﻮب ورﺑﻌﻰ دﺧﻰ ﻣﺘﻮﻟﻰ ﺗﺼﺮف اﻳﺪر اﻳﻤﺶ ﻧﺼﻒ ﺑﺎﻗﻰ. ﺻﺎﺣﺐ آﻪ ﺳﻠﻄﺎن ﺣﻤﺎﻣﻰ دﻳﻤﻜﻠﻪ ﻣﻌﺮوﻓﺪر
ﺻﻜﺮﻩ ﺷﻬﺰادﻩ ﻃﺎل ﺑﻘﺎهﻨﻚ ﺧﻮاﺟﻪ ﺳﻰ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻣﺤﻰ اﻟﺪﻳﻦ ﻣﺬآﻮر ﺧﺎﻧﻘﺎهﻚ ﺣﺎﺻﻠﻨﻰ. ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﺟﺰء ﺧﻮان وﺳﺎﺋﺮ ﻣﺼﺎرف ﺧﺎﻧﻘﺎهﻪ ﺻﺮف اوﻟﻨﻮرﻣﺶ
ﺑﺎﻗﻰ. ورﺑﻊ اﺧﺮى ﻣﺘﻮﻟﻰ ﻳﻪ ﺟﻬﺖ ﺗﻮﻟﻴﺖ ﺗﺼﺮف اﻳﺪﻩ، ﺗﻔﺘﻴﺶ اﻳﺪوب درآﺎﻩ ﻣﻌﻼﻳﻪ ﻋﺮض اﻳﺘﻤﺶ ﺑﺮ ﻗﺮار ﺳﺎﺑﻖ ﺑﻌﺪ اﻟﺮﻗﺒﻪ رﺑﻊ ﺧﺪﻣﺖ ﺟﺎﻣﻊ
’ﻧﺼﻒ ﺣﺎﺻﻠﻰ ﺷﻴﺦ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ اﻟﻨﺪﻩ اوﻟﻮب ﺟﺰء ﺧﻮاﻧﻨﻪ وﺳﺎﺋﺮ ﻣﺼﺎرف ﺧﺎﻧﻘﺎهﻪ ﺻﺮف اﻳﺪﻩ دﻳﻮ ﺣﻜﻢ ﺷﺮﻳﻔﻠﻪ ﻣﻘﺮر
Bu satırları yeni harflerle de okuyalım:
‘Suret-i tevzi be hükm-i Hümayun-ı âlîşan-i âlempenah vakf-ı hankah-ı Sahib ki Sultan Hamamı
demekle marufdır. Bir rub' mezkûr camiin ehl-i vezâifine tayin olub ve rub' dahi mütevelli tasarruf edermiş.
Nısf-ı bâkî hankan ve cüzhâna ve sâir mesârif-i hankaha sarf olunurmuş. Sonra şehzâde tâle bekahû'nun Hocası
Mevlâna Muhyi’d-din mezkûr Hankahının hasılını teftiş edüb Dergâh-ı muallâ'ya arz etmiş ber karar-ı sâbık
Ba'der-rekabe rub'ı hıdmet-i câmi ve rub'-ı âharı mütevelli cihet-i tevliyet tasarruf eder. Bâkî nısf-ı hâsıl şeyh-i
hankah elinde olub hankah cüzhânına ve sair mesârif-i hankaha sarf ede diye hükm-i şerif mukarrer.’
Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi'nde bulunan h.992-m.1584 yılında III.Murad adına yapılan Konya Tahrir
Defteri’nde bu Mamure şöyle tespit edilmiştir: ‘ وﻗﻒ ﺟﺎﻣﻊ وﺧﺎﻧﻘﺎﻩ وﺗﺮﺑﻪ ء ﺻﺎﺣﺐ اﻋﻈﻢ ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﺣﺴﻴﻦ وزﻳﺮ ﺳﻠﻄﺎن ﻗﻠﺞ
’ﺁرﺳﻼن ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻰ در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
‘Vakf-ı câmi ve hankah ve türbe-i sahib-i a'zam Fahre’d-din Ali İbn Hüseyin vezir-i sultan Kılıçaslan
İbn Keyhüsrev İbn Keykubadi’s-Selçukî der nef-i Konya"
Yine bu defterde hamam gelirinin tevzi şekli de şöylece yazılmıştır: ‘ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ ﺗﻮزﻳﻊ ﻧﺎﻣﻪ ﺑﺎﻣﺮ ﺧﺪاوﻧﺪآﺎر ﺟﻬﺎن ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن
’ﺧﺎن اﻟﻤﻮرخ ﺑﺘﺎرﻳﺦ ﻣﺤﺮم اﻟﺤﺮام ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﻋﺸﺮﻳﻦ وﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪ
Demek ki hamamın gelirini 927 yılında Kanuni Sultan Süleyman Mamurenin muhtelif hizmetleri arasında
vakfiyesine uygun bir şekilde tevzi etmiştir.
SÖYLEMEZİN TEKKESİ
Germiyanoğulları’ndan adliye nâzırı Abdu’r-rahman Nure’d-din Paşa Vakıflar Umum Müdürlüğü'nde
Müceddet Anadolu 9-17 numaralı defterin 595 sıra numarasında kayıtlı 15 Şaban 1320 tarihli Türkçe bir vakfiyesi
ile Konya'da İstasyon Caddesi’nde sağ tarafı umumi yol, sol tarafı Meram Şosesi, arkası Hacı Mehmed Ağa Oğlu
Ali Ramiz Efendi'nin arsası ve cephesi umumi yol ile sınırlandırılan iki arsası ve bahçesi ile evin orada, kendi türbe
ve zaviyesinde oturan Hindistan'ın Allahâbad vilayeti ahalisinden Aziz Fazıl Hüseyin Efendi İbn Cevher Ali'ye
hayatı boyunca kendisi sonra Hüseyin Efendi'nin şakirtlerinden Hacı Abdullah Efendi oturmak şartı ile vakfetmiştir.
Bunların vefatından sonra paşa veyahut evladından birisinin intihap edeceği kimse oturacaktır. Burada oturacakların
Kadiri, Nakşibendi Tarikatı’na mensup olmaları şart koşulmuştur.
Hüseyin Efendi; Konya'da, ‘Söylemez’ oturduğu yer de, ‘Söylemezin Tekkesi’ diye meşhurdu. Hüseyin
Efendi bir gece öldürülmüştür.
Vakfiyeye göre Abdu’r-rahman Paşa'nın babasının adı Seyid Ali Paşa, onun babasınınki Seyid Mustafa
1224
-Ankara Kuyud-i Kadime Arşivi , 256 Nolu defter, Sahife 10.
1225
-Sırçalı Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı bir köy idi. İstanbul'da Başvekâlet Arşivi 63 numaralı ve 924 tarihli ilzyazıcı
defteri.
348
Bey'dir. Abdu’r-rahman Paşa'nın üç oğlu vardı. Faiz ve Asım Beyler ceza hâkimi idiler. Üçüncüsü Mısırlı bir
prenses ile evli idi.
1226
-Buradan bir ad kazılmıştır.
1227
-Bu çeşit hastalar; bu sudan Tığtap ile içilir v e kalplerinin üstüne de türbedeki bir tokmakla bastırılırsa yürek
kalkmalarının geçeceğine inanırlardı.
349
‘Zaviye-i Şems-i Tebrîzî Rahmetullahi aleyh der batn-ı Konya. Tevliyet Hazreti Mevlâna Celâle’d-din
evlâdından Ârif Çelebi'ye şart koşmuş ba'dehu evlâda ve evlâdı evlâdına batnen ba'de batnın ve neslen ba'de neslin
mutasarrıf olalar. Deyu vakfiyelerinde mastur. El'an Ârif Çelebi evlâdından Ahi Oğlu Mehmed Çelebi
tasarrufundadır. Deyu defter-i kadimde mastur. Ol üzre defter-i cedide dahi kaydolundu.’1228
Bu defterde Şems-i Tebrizi Türbesi'nden bahsedilmemektedir.
Burası gelip konan ve göçen yolcuların istifadeleri için kurulmuş bir zaviyedir.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'ndeki dört numaralı defterin 106'. sahifesinde kayıtlı Arapça bir vakfiye sureti
bulduk. Mevlâna Şemse’d-din Ahmed Çelebi İbn Mahmud, Mehmed Çelebi İbn Ahi’ Lutfi İbnHhacı Muhyi’d-din'in
şahitlikleri ile 915 yılı Zilkadesi’nin evvellerinde tanzim edilen bu vakfiye ile Abdü’r-rezzak Oğlu Emir Ishak Bey;
Şems-i Tebrîzî için bazı vakıflar tesis etmiştir. Vakfiyenin başına şunlar yazılmıştır:
‘Eshab-ı hayrattan İshak Bey İbn Abdü’r-rezzak el-metfun bidâiret-i Şems-i Tebrîzî kuddise sirruhu
evkafının vakfiye-i şerife suretidir.’
Vakfiyede İshak Bey hakında şu vasıflar kullanılmıştır:
‘El Emirü’l mükerrem, En-necîbü’l müfehham merci-i erbab-is seyf-i v-el-kalem, kâfil-i mesâlih-il-ibâd,
kâmilü’l-iymân-i v-el-itkan’
Kendisinin bir bey, bir sancak beyi olduğu anlaşılıyor. Vakfiyeden anlaşıldığına göre İshak Bey bir gün
Şems-i Tebrizi’nin türbesi'ne gelmiş, buradaki Kur’an-ı Kerim'den tefe'ül etmiş, çıkan âyet-i kerimede iyilik
yapanların hesap günündeki, mahşerdeki iyi âkıbetlerinden bahsedildiğini görünce Şems-i Tebrizi Mamuresi için
hayırlar yapmaya karar vermiştir. Kendi merkatının de burada bulunmasını bilhassa rica etmiştir.
İshak Bey zaviyenin mescidini, kıble tarafından yeni bir bina ilâve edilmek suretiyle genişletmiş ve buraya
otuz cüzden müteşekkil bir Kur’an-ı Kerim koymuştur. Buradaki Dârü’l-Huffâz’ı da genişletmiş ve batı tarafına
ayrıca iki mükemmel oda yaptırmıştır. Burası yerli ve misafir fakirlerin ikametlerine tahsis edilmiştir.
Kur’an öğrenmek için ayrıca mektep ve bir de dershane yaptırmıştır.
Mektebe her sene Sultan Bayezid'in gümüş parasından elli dirhem verilmek üzere bir hoca tutulmasını da
şart koşmuştur. İshak Bey; yaptırdığı ve ilâve ettiği yerlerin kıyamete kadar yaşamasını sağlamak için de şunları
vakfetmiştir:
1-Niğde'nin ‘’ﺗﻜﻨﻠﻮTikenli Köyü.
2-Aynı köyde Marmara’ Salur ve Kara Ağıl Çiftlikleri.
3-Ağın Köyü.
4-Konya'ya bağlı Çeltik Köyü.
5- Lârende (Karaman)'da Kuş Doğan Çiftliği.
Vâkıf İshak Bey'in hüviyeti hakkında tamamlayıcı ve aydınlatıcı bilgi edinilemedi.
Şems âşığı bir Konyalı olduğu kendi adını taşıyan torununun ve karısı olduğunu tahmin ettiğimiz Hatice
Hanım'ın Şems Mezarlığı içindeki müstakil bir türbede gömülü olduklarını tespit ettik.
Kendisi için de Şems Türbesi'nin doğu şimalinde bir türbe yaptırmıştır. O türbe de bize kadar gelmiştir. 1229
Esefle kaydedelim ki bu türbenin içindeki yatırın sandukası ve Kitabesi bize kadar gelmemişir. Aynı
ailenin ikinci türbesi de 20 sene evvel 1944 yılında yıkılmıştır. Torunu İshak Bey yıkılan türbede metfundu.
Şems Mezarlığı yıkılıp kaldırılmadan evvel biz burada gömülülerden Kitabeli mezar taşları bulunanları
tespit ettik. Bazılarını buraya alıyoruz:
H.1162’de ölen Bekir Paşa, 1179' da ölen Çelik Paşa, 1213' de ölen Süleyman Paşa, 1197' de ölen
Mehmed Kethüda, 1290' da ölen Müderris Karamanlı Sarı Hâfız, 1293'te ölen Şeyü’l-Kurra ve Müderris Kafalı
zâde Hacı Hasan , 1299' da ölen Hafız Abdullah Oğlu Ali Çavuş, 1303' de ölen Kafalı Zâde Hacı Hasan'ın Karısı
Fatma, 1223' de ölen Ölmez Zâde Mustafa Efendi, 1222' de ölen Nakip Başçavuşu Niğdeli Hafız Mehmed, 1212' de
ölen Abdi Paşa'nın mühürdarı Diyaribekirli Hacı Ahmed Ağa, 1329' da ölen Konya Nümune Çiftliği Müdürü
Üsküdarlı Neşet Bey, 1279' da ölen Bekir Sami Paşa Hankahı Postnişini Nakşibendi Tarikatı’na mensup Hacı
Himmet Efendi ile torunu Mustafa, 1319' da ölen Hacı Himmet Efendi'nin birinci karısı Fatma, 1329' da ölen Saatçi
Ali Galip, 1336' da ölen Hüsnü Efendi mahdumu Ali Efendi’ 1317' de ölen Denizlili Ebe şerife’ 1332' de ölen
Derviş Bekir Oğlu Hacı Seyid Osman, 1334' de ölen Gözlülü Hacı Halil Ağa zâde Hüseyin Ağa, 1322' de ölen Hacı
Halil Ağa'nın Damadı Hasan Efendi, Şerafettin Camii Hatibi Ahmed Efendi'nin kızı Emine Hatun’1230 1320'de ölen
Ankaralı Kolağası Seyid Mehmed Ağa, 1326' da ölen Gözlülü Hacı Halil Ağa'nın karısı Fatma Hanım 1331' de
ölen Konya Düyûn-u Umumiye Müdürü Çerkes Hacı Tevfik Bey'in mahdumu Yahya, 1335' de ölen 12'.nci Kolordu
Esliha ve Mühimmat Deposu Kumandanı Yüzbaşı Ahmed Kadri Bey'in karısı Hayriye Hanım. 1332' de ölen Konya
Rüşdiyye-i Akerisi Muallimi Mülâzım-ı Sânî Faik Sabri 1333'de ölen Geduslu Hacı Muhsin Efendi, 1321'de ölen
Hadimi Sülâlesinden Fatma Hanım, 1221'de ölen İbad Efendi Zâde Es-seyyid İbad İbn Abdu’r-rahman’ ......1231’de
ölen Mir İbrahim, 1325' de ölen Basmahane Tefrik Memuru Basmacı Mehmed, 1309' da ölen Mustul Dede
Mahdumu Sadık Ağa’ 1334' de ölen Selanik Eski Tefriş Memuru Köprülü Emin’ 1148'de ölen Hendekci Zâde
1228
-Bu yazı 1944 de yazılmıştır.
1229
-İshak Bey Türbesi’ne bakılsın.
1230
-Ölüm tarihi kırılmıştır.
1231
-Ölüm tarihi kırılmıştır.
350
Mustafa.
Tetkik ettiğimiz mezar taşlarına göre - türbeler müstesna - Şems Mezarlığı’nın çok eski olmadığı
anlaşılmaktadır. Devlet çöküntü devrine girdikten sonra birçok Mabetlerin avluları gelişi güzel ve plansız kabristan
haline getirilirken Şems Türbe ve Zaviyesi'nin geniş bahçesi de kabristan yapılmıştır. İshak Bey'in buraya gömülmek
için geniş vakıflar tesis etmek lüzumunu duymuş olması da bunu teyit eder.
Şems Kimdir ? Mezarı Nerededir?
İlâhî bir sevkle Konya'da Mevlâna'yı bulan, ona mana ve kemâl âleminin geniş ufuklarını gösteren, onu
erdiren olduran, pişiren Tebrizli Şemse’d-din Muhammed'in hayat safhaları gibi Konya'dan gayıp oluşu da çok
meçhullü bir muâdele olmaktan henüz çıkmış değildir.
Bilhassa onun kayboluşu, 20. asır ilminin istediği gibi tespit edilmiş ve billurlaşmış değildir. En galip
ihtimal onun bir suikaste kurban giderek öldürülmüş olmasıdır. Bu suikasti Mevlâna'nın ortanca Oğlu Alâe’d-din
Çelebi hazırlamıştır. Bilgili, çok yakışıklı, görenleri ve bilhassa kadınları ilk bakışta kalplerinden fetheden Alâe’d-
din Çelebi'nin bu fena âkıbeti hazırlamakta kıskançlığın mühim tesiri olmuştur.
Büyük bilgin, ergin halkçı Mevlâna'yı; din mezhep ayırt etmeksizin bütün Konya seviyordu. Tedris
halkasından faydalanan talebesi, vaazlarından nasiplerini alan Müslümanlar, hikmetli musâhabelerine doyamayan
keşişler, Hıristiyanlar, Yahudiler, esnaf, pazar halkı herkes onu arıyorlardı.
Mevlâna, Şems'in mana projektörlerinin aydınlattığı geniş yollarda zevahir dünyasını kaybetmişti. Âlâyişe,
şöhrete, tantanaya arkasını çevirmişti. Şems; O'nu yolunun icabına göre imtihan ediyordu. O'nu ellerinde testilerle
şaraplıya gönderiyordu. Mevlâna taşlanıyordu, levm ediliyordu. Evinde yetiştirdiği, terbiye ettiği Kimya ismindeki
pırlanta gibi güzel kızı Şems istemişti. Buna nikâhlamıştı. Mevsim kıştı. Mevlâna, ailesi ile medresede oturuyordu.
Medresenin Tabhâne (dinlenme yeri)’nin ortasına bir perde çekerek burasını Şems'e terk etmişti. Alâe’d-din Çelebi
anasının babasının elini öpmeye gelirken Şems'in bulunduğu tabhâne perdesinin önünden geçerdi. Şems, harem
edeplerine uyulmasını istiyordu. Bu bir çeşit kıskanmakla da ifade edilebilir.
Sipehsâlar bu hususta der ki:
“Mevlâna'nın ortanca mahdumları olup güzellikte, letâfette, ilm ü fazılda dünyanın en nâziği olan Hazret-i
Çelebi Alâe’d-din peder ve validesinin mübarek ellerini öpmek için her geldiği vakit sofanın sahnından geçerek
dinlenme yerine giderdi. Mevlâna Şemse’d-din'in velâyeti gayreti cûş’a geldi. Birkaç defa ona şefkat ve nasihat
yollu:
Ey göz nuru ! Gerçi için ve dışın âdâp ile süslüdür Amma bundan sonra bu evde hesaplı hareket
etmeniz lazım!” dedi.
Bu söz ona ağır geldi. Zaten Sultan Veled Hazretleri hakkında Şems'in fazla inâyeti ve muhabbeti onun
hatırını bulandırıyordu. Buna Şems'in bu ihtarı da eklenince dışarıya çıktı. Keyfiyeti bir taifeye anlattı. Onlar da
fırsatı ganimet bilerek içlerindekini dışarıya vurdular ve tuhaf şey! Yabani, Hudavendigâr'ın evine girmiş, ev
sahibinin gözbebeğini kendi evine sokmuyor! dediler.
Velhasıl bunlar fırsat buldukça Hazret-i Şems'i istihfaf ederler, onu incitecek hareketlerde bulunurlardı.
Şems, bir zaman bu grubun hareketlerini, lütuf ve ihsanları ve hilimleri sebebiyle Hudavendigâr'a
açmadılar. Artık tecavüzler haddini aşıyordu. Sultan Veled'e bunlar hakkında kısa bilgi verdikten sonra dedi ki:
Mâlûm olsun ki bu defa bu taifenin hareketleri sebebiyle öyle gaip olacağım ki benim izimi bir kimse
bulamaz.
Ve hem o müddet de birdenbire kayboldular. Hazret-i Hudavendigâr sabahleyin medreseye geldiler yerini
boş bulunca bulutlar gibi coşup Sultan Veled'in halvet yerine giderek bağırdılar:
Behâe’d-din ne uyuyorsun, kalk şeyhini ara! Zira yine can burnumu onun güzel kokularından hâlî
buluyorum!
Bir hayli müddet onun vücud-ı şeriflerini aradılar, sordular, o taifeden ümidini kestiler, nazarlarını onların
üzerinden kaldırdılar. Gece ve gündüz onun ayrılığı ile gazeller söylediler, âkıbet o vaktin kutbunun gaip oluşunu
hazırlayanlar ve teşvik edenler te'dip sillelerini yediler. Onun inayetinden mahrum kaldılar. Birçok aramadan sonra
Hudavendigâr, Şam'a gitti. orada onu aradılar, bulamayınca Konya'ya dönüp yine sema ile, hakayıkı neşr ile,
kalplerini tasfiye ile meşgul oldular.”1232
Sipehsâlar'ın ifadesinde Şems'in öldürüldüğü, yok edildiği ve sonra cesedinin bir kuyuda bulunarak bir
yere gömüldüğü hakkında bilgi yoktur.
Kendisinden sonra Mevlâna'nın menakıbını yazan Eflâkî'de Sipehsâlar'ın verdiği bilgiyi teyit eden ve
kuvvetlendiren malûmat vardır.
Mevlâna, Şems'in arzusu üzerine Kimya'yı kendisine nikâhlamıştı. Kimya bir defasında kendisine darılarak
Meram Bağları’na gitmişti.
Mevlâna, medresedeki kadınlara:
Haydi gidin! Kimya Hatun'u buraya getirin. Mevlâna Şemse’d-din'in gönlü ona bağlıdır! Demiştir.
Eflâkî, Mevlâna Şemse’d-din'in kadınlar hakkındaki bir görüşünü de şöyle anlatmıştır:
Sultan Veled'den nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlâna Şemse’d-din iyi ve namuslu kadınları övüyor ve
1232
Sipahsâlar Farsça metin sahife 68 ve Tercümesi Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâle’d-din Rûmî. S.124.
351
onların iffet ve ismeti hakkında:
Bununla beraber bir kadına arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birden bire dünya üzerine düşse ve
yer yüzünde intiaza gelmiş (kalkmış) bir tenâsül âleti görse deli gibi kendini oradan aşağı atar, bu âletin üstüne
düşer. Çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur.’ 1233
Eflâkî, Sultan Veled'in naklettiği bu haberden sonra şunları yazmaktadır:
Yine nakledilmiştir ki: Mevlâna Şemse’d-din'in nikâhlısı olan Kimya Hatun çok güzel ve iffet sahibi bir
kadındı. Bir gün kadınlar Şems'ten izin almaksızın Sultan Veled'in büyük annesi ile birlikte Kimya Hatun'u gezmek
maksadı ile bağa götürdüler. Birdenbire Mevlâna Şemse’d-din eve geldi. Onu bulamadı. Sultan Veled'in büyük
annesi ile birlikte kadınların onu gezmeye götürdüklerini söylemişlerdi. Mevlâna Şems fena halde kızdı. Kimya
Hatun eve gelince hemen boynu tutuldu, kuru bir odun gibi hareketsiz kaldı. Üç gün feryad-ü figan edip öteki
dünyaya göçtü. Mevlâna Şems’de Kimya Hatun'un ölümünden yedi gün geçtikten sonra 644 Şabanında tekrar Şam'a
gitti.’1234
Mevlâna Şems, Kimya'yı çok seviyordu.
Sipehsâlar'ın ve Eflâkî'nin sözlerinin gelişinden anlaşılıyor ki onu çok kıskanıyordu. Bilhassa Çelebi
Alae’d-din'den...
Kimya'nın ölümü Şems'in muhalifleri arasında geniş tepkiler uyandırmıştı:
Adam nihayet zavallı Kimya'yı da öldürdü! Diyorlardı. Kıskançlar Şems'e karşı olan baskılarını
arttırmışlardı. O da Konya'dan ayrılmak mecburiyetinde idi. Mevlâna Şems'in bu, Konya'dan ikinci gidişi idi.
Mevlâna, bu ayrılıştan da çok müteessir olmuş, yanıp yakılmıştı. Hüzünlü şiirler, gazeller söyledi. Nihayet oğlunu
bol para ile bir heyetle Şam'a gönderdi. Şems, Sultan Veled'le beraber 645 yılı Muharreminin başlarında (8 Mayıs
1247 'de) Konya'ya gelmiş ve sevenleri tarafından parlak bir şekilde karşılanmıştı. Bu Şems'in Konya'ya ikinci ve
son gelişi idi. Kıskançlar, tezvirciler yine faaliyete geçtiler:
Yine geldi! Dediler.
Kimya'nın ölümü de, muhalifleri idare eden Çelebi Alâe’d-din'in garezini arttırmıştı. Kalbindeki gizli ateşi
körüklemişti.
Mevlâna Şems'in vücudu izâle edilmeli idi.
Mevlâna Şems bu defa da Konya'dan 645 yılı Recebine (1244 yılı Kasım) kadar ancak yedi ay kadar
kalabilmişti.
Devrin en yakın adamı Sipehsâlar bu hususta kati bir şey söylemez. Öldürüldü mü, korkutularak Konya'dan
uzaklaştırıldı mı?
Eflâkî onun öldürüldüğünü açıklıyor. Diyor ki:
Yine şeyhimiz âriflerin sultanı Çelebi Ârif Hazretleri, kendi annesi Fatma Hatun'dan rivayet etti ki,: Mevlâna
Şems, şehitlik derecesi ile müşerref olunca o alçaklar onu bir kuyuya atmışlar. Sultan Veled Hazretleri bir gece
Mevlâna Şems'i rüyasında görmüş. Şems, rüyasında ona:
Filân yerde uyumuşum! dedi. Sultan Veled gece yarısı kendisi ile içli dışlı olan müritlerini topladı. Hep birlikte
gidip Şems'in mübarek vücudunu dışarı çıkardılar. Gül suyu, misk ve amber sürerek Mevlâna'nın Medresesi'nde,
medresenin mimarı Emir Bedre’d-din'in yanına gömdüler. Bu kimsenin bilmediği bir sırdır.1235”
Eflâki bunu hikâye etmeden evvel bazı arkadaşlarından duyduğu başka bir haberi şöyle nakleder:
“Mevlâna Şems; cemaatten darbe yedikten sonra kaybolduğunda söz birliği ediyorlar. Bazıları onun büyük
Mevlâna'nın yanında gömülü olduğunu rivayet ederler.”
Eflâkî, has isimleri ve bilhassa adaşları biri birine karıştırmakta rekor derecesinde hâfıza ve muhâkeme
kıtlığına sahip bir Mevlevî muhibbidir.1236
Biz bu kitabımızda Hoca Fakıh ve Şeyh Alaman Türbeleri’ni yazarken anlattığımız gibi o iki Hoca Fakıh'i biri
birine karıştırarak ilim âlemini asırlarca dalâlete düşürmüştür. Eflâkî, Mevlâna Şems'in yok edilmesinden 109 yıl
sonra kitabını tamamlamıştır.1237
O tarihlerde Konya'da bir Mevlâna Şems Türbesi bulunmadığı muhakkaktır. Olsaydı onun nerede gömülü
olduğu hakkındaki rivayetleri ya nakletmezdi veyahut etse de Şems’in Türbesi şimdi şuradadır! derdi. Mevlâna,
oğlu Çelebi Alâe’d-din'in cenaze namazında bulunmamıştı. Ona dargın ve küskündü. Eflâkî, Mevlâna'nın
çocuklarını sayarken der ki:
“İkincisinin adı Alâe’d-din Muhammed idi. Bu ikincisi bir takım cahillerle birleşerek Mevlâna Şems-i
Tebrîzî'ye kastedip babasına âsî oldu.” 1238
Başka yerde de Mevlâna, babasının kabrini ziyaret ve dua ettikten ve bir saat murakabede kaldıktan sonra
küskün olduğu oğlunun mezarının başına gelmiş ve Fahre’d-din Muallim'den divit kalem isteyerek sandukasının
1233
Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin Yazıcı Tercümesi. Cilt 2 Sahife 6 A
1234
Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin Yazıcı Tercümesi. Cilt 2 Sahife 75 Tarihi Aralık 1246’ya raslar.
1235
-Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin Yazıcı Tercümesi. Cilt 2 Sahife 142
1236
-Çelebi Alâ’ad-din suikast hazırladığı yıllarda 20 yaşlarında bir delikanlı idi. Şems yok edildikten 15 sen sonra 630 yılı
Şevvalinin sonunda öldürüldü. Ekim 1961
1237
-Eflâki kitabını h.718 yılında yazmaya başlamıştır. H.754-m.1358 yılında bitirmiş ve h.761-m. 1360’da ölmüştür.
1238
-Ariflerin Menkıbeleri cilt 2 sahife 465
352
üzerine bir beyit yazdıktan sonra1239 şunları söylediğini yazıyor:
“Gayb âleminde gördüm ki mürşidim Mevlâna Şemse’d-din-i Tebrizî’ Çelebi Alâe’d-din ile sulh oldu. Ve ona
bağışlayıp şefaat etti. Ve rahmet edilenlerden oldu!..” 1240
Bugün Mevlâna Türbesi'nin içinde Şems-i Tebrizi'ye nispet edilen bir makam bulunduğunu söylerler. Ve
Kitabesiz bir mezar da gösterirler. Bu makamın burada gömülü bulunan Mevlâna'nın çocuklarının ana bir kardeşleri
yani üvey oğlu olan ve h.629 yılında ölen Emir Şemse’d-din'in adından galat olarak mı söyleniyor, yoksa Eflâkî'nin
rivayetine dayanılarak mı söyleniyor?
Bizce bu, Eflâkî'nin isim karıştırmaktaki hatalarından doğmuş bir yakıştırmadır.
Kitabeyi okuyanlar bunun Şems-i Tebrîzî olmadığını görünce, burada bir makam vardır şeklinde tevile
sapmışlardır.
Eflâkî'nin ikinci haberi yani Şems'in, Mevlâna'nın Medresesi’nde Medresenin Mimarı Emir Bedre’d-din'in
yanında gömülü olması hakkındaki bir rüyaya dayanan haberi de isim benzerliğinden yapılmış kocaman bir hatadır.
İlim âlemine ilk defa bu kitabımızla sunduk ki Mevlâna Medresesi'ni Gühertaş Bedre’d-din h.630-m. 1232
yılında yaptırmıştır.Gühertaş mimar değil Alâe’d-din Keykubad'ın lalası, dizdar ve saray-ı has emiri idi.
H.655-m.1257 yıllarında ölmüştür. Türbesi Karaaslan'dadır.1241
Şems-i Tebrîzî'nin gaybûbeti, ölümü h.645-m.1247 yılında olduğuna göre henüz yapılmayan bir türbeye nasıl
gömülür? Gühertaş'ın türbesi'ni bize bütün teferruatı ile bildiren Fâtih'in, II. Bayezid'in, Kanuni'nin ve III.Murad'ın
Konya Evkafı’nı tespit eden defterlerinde bir Şems-i Tebrîzî'den hiç bahsedilmez. Mevlâna Celâle’d-din-i Rûmî'nin
türbesini vefatından sonra Alemü’d-din Kayser; mimar Tebrizli Bedre’d-din'e yaptırtmıştır.1242 Bu mimar aynı
zamanda kimya ve simya mütehassısı idi. Mevlâna'nın irşadı ile bunlardan vazgeçmiştir. Mevlâna'nın türbesi h.673-
m.1274 Yıllarında tamamlanmıştır. Şems-i Tebrizi'nin kayboluşu ile Mevlâna Türbesi'nin inşası arasında 25 yıl
kadar bir zaman geçmiştir. Gühertaş Medresesi, Mevlâna Türbesi'nden 43 yıl önce yapılmıştır.
Buraya bir nokta koyarak mu'tarıza içinde büyük bir hatayı daha düzeltmek isteriz:
Mevlâna Şehri Konya adlı kitapta sahife 263'te Sultanü’l-Ulemâ'nın vefatından iki sene sonra Gühertaş
tarafından yaptırılan Mevlâna'nın Medresesi'ne Sultanü’l-Ulemâ'nın taşındığı yazılıyor. Eflâkî'nin ifadesinden
Bedre’d-din Gühertaş'ın Mevlâna adına yaptırdığı medresenin mimarının Tebrizli Bedre’d-din'in olduğu manası
çıkıyor. Konya'nın Akıncı sonraki adı ile Çifte Merdiven Mahallesi'nde âdi dam örtülü olarak yapılan Mevlâna
Medresesi'nden bize kadar hiçbir şey gelmemiştir. Bu günki Şems-i Tebrizi Zaviyesi'nin bulunduğu mahallenin eski
adı Biremuni diğer adı ile Karatâyî Mahallesi idi.
Mimar Tebrizli Bedre’d-din; Mevlâna'ya intisap ettikten sonra onun müritlerinden olmuş ve ihtiyarladıkça Şeyh
Bedre’d-din-i Tebrizî’ Şeyh Tebrizî şekillerinde meşhur olmuştur. Biz öyle tahmin ediyoruz ki mimar şeyh Bedre’d-
din şimdi Şems'e nispet edilen türbeye gömülmüştür. Son yapılan araştırmalarda burasının kuyu değil bir cenazelik
olduğu anlaşılmıştır.
Mimar Bedre’d-din buraya gömülmüş ve türbesi de Tebrizi şeklinde anılmaya başlamıştır. Sonra türbe, meşhur
Tebrizli Mevlâna Şems'e nispet edilir olmuş ve bu yanlış bugüne kadar gelmiş, böylece de devam edip gideceğe
benzer.
Gühertaş'ın Mevlâna için yaptırdığı medresenin Şems Zaviyesi yerinde bulunduğu katiyen iddia edilemez.
Eflâkî'nin tetkik ettiğimiz kaydındaki Bedre’d-din adı eski ve yeni birçok yazarları tarihçileri şaşırtmıştır. Konya'da
bânîsi ve yahut vâkıfı, bu adı taşıyan medrese ve mescitlerde Şems-i Tebrizi'nin mezarı ve son zamanlarda da
Mevlâna'nın Medresesi aranmıştır.
Eski Biremoni, Karatâyî, Esediye Mahallesi’nde şimdiki Kınacı Sokağı’nın içindeki Kütük Minare'nin 627
tarihli Kitabesindeki Bedre’d-din-i Biremuni İbn Mahmud adından; Mevlâna Medresesi’ne intikal edilmiştir.
Bennâ Mimar Toslu Mehmed tarafından Lala Bedre’d-din Muslih1243 adına yapılan medresenin türbesinde
Şems'in mezarı bulunduğu söylenmektedir.
Mevlâna'nın Medresesi yapılırken henüz bülûğa ermiş bir Bedre’d-din daha vardır. Eflâkî bunu Dülger
manasına Arapça Neccar ile şöyle tavsif etmiştir:
Bedre’d-din Neccar-i Mevlevi’(Mevlâna'nın Türbesi) müellifi bunu Mevlâna'nın Türbesi’nin mimarı
Bedre’d-din-i Tebrizî ile karıştırmış, Eflâkî'nin bahsettiği bu dülgeri Tebrizli mimarın küçüklük hali olarak kabul
etmiştir.1244
Mehmet Önder’de Mevlâna'nın Şehri Konya adlı kitabında sahife 325'de Eflâkî'nin yukarıya aynen
naklettiğimiz haberini kendi arzusuna göre tağyir ederek diyor ki ‘Eflâkî'nin Sultan Veled'den naklettiğine göre
Şems'in mezarı Mevlâna'nın medresesi ve medresesinin bânîsi Emir Bedre’d-din Gevhertaş'ın türbesi civarındadır.
1239
-O beyit şudur: ‘ ﻓﻴﻤﻦ ﻳﻠﻮذ وﻳﺴﺘﺠﻴﺮ اﻟﻤﺠﺮم- ’ان آﺎن ﻻ ﻳﺮﺟﻮك اﻻ ﻣﺤﺴﻦ
1240
-Mevlânâ’nın Mektupları sahife 11
1241
-Kitabımızın Bedre’d-din Gühertaş Türbesi kısmına bakılsın.
1242
-Mevlânâ Şehri Konya adlı kitapta sahife 289’da Mevlânâ Türbesi ‘nin Mimar Bedre’d-din ile Mİmar Abdü’l-Vâhid
tarafından yapıldığı söylenirken de büyük hataya düşmüştür. Abdü’l-Vâhid yanlız Mevlânâ’nın muhteşem ceviz sandukasını
yapmıştır. Türbeyi değil.
1243
-Müsameretü’l Ahbâr. Sahife 39 Tarih Kurumu Matbaası 1942 ve El-Evamürü’l-Alâiye s. 608,680
1244
-Mevlânâ’nın Türbesi sahife 40
353
Mevlâna Medresesi’nin yerinin bu civarda oluşu, Şems'e ait türbenin burada bulunduğunu teyit etmektedir.’
Eflâkî'nin ibaresini bir daha tekrarlayalım:
“Şems'i Mevlâna'nın Medresesi’nde, medresenin mimarı Emir Bedre’d-din'in yanına defnettiler.”
Yukarıda da izah ettik. Bedre’d-din Gühertaş mimar değildir. Eğer Eflâkî, kitabında mimar Bedre’d-din ile
Bedre’d-din Gühertaş'ı kastetmiş ise o halde Şems-i Tebrizi'nin mezarı Karaaslan'da olması lâzımdır.
Bu Bedre’d-dinler’den başka bir mimar Bedre’d-din Ali daha vardır. Sivas'taki Şifahiye Medresesi'nin 618
tarihli Arapça vakfiyesinde adı geçer. Bunun da ne vakit vefat ettiğini tespit edemedik.
DÂRÜ’L-HUFFAZLAR
Selçukîler, Karamanoğulları ve Osmanoğulları zamanında Konya'da birçok Dârü’l-Huffaz var idi. Kur’an-
ı Kerim öğrenme, okuma ve ezberleme ve İslâmî bilgi edinme okulları olan bu irfan müesseselerinin içinde mimarî
kıymeti olanları da pek çok idi. Biz arşiv vesikalarında ve tarihî kaynaklarda birçok Dârü’l-Huffaz'a rastladık.
Bunların çoğu Karamanoğulları zamanında yapılmıştır. Biz Konya'da şu Dârü’l-Huffazları tespit edebildik:
Ahmed Zerger (Kuyumcu) Dârü’l-Huffazı, Hacı Yahya Dârü’l-Huffazı, Demir Kapı Dârü’l-Huffazı,
Ferhuniyye Dârü’l-Huffazı, Handi Hatun Dârü’l-Huffazı’ İlaldı Hatun Dârü’l-Huffazı’ Hoca Salman Dârü’l-
Huffazı’ La'l Paşa Dârü’l-Huffazı’ Kadı İmade’d-din Dârü’l-Huffazı ‘ Sâhib Atâ Dârü’l-Huffazı’ Hacı Ali Sayrafi
Dârü’l-Huffazı’ Sungur Ağa Dârü’l-Huffazı’ Hasbey Dârü’l-Huffazı’ Sade’d-din Ömer İbn Köpek Dârü’l-Huffazı’
Yusuf Ağa Dârü’l-Huffazı’ Hoca Mezid Dârü’l-Huffazı’ Pir Hüseyin Bey Dârü’l-Huffazı’ Şükran Dârü’l-Huffazı’
Hoca İbrahim Dârü’l-Huffazı’ Hacı Hasan Dârü’l-Huffazı’ Bağdat Hatun Dârü’l-Huffazı’ Hoca Ömer Dârü’l-
Huffazı’ Sitti Nefise Dârü’l-Huffazı’ Sudun Ağa Dârü’l-Huffazı’ Paşa Honti Dârü’l-Huffazı’ Pir Ali Dârü’l-Huffazı,
Nasuh Çelebi Dârü’l-Huffazı’ İshak Bey Dârü’l-Huffazı.
1245
-Dededi Sultan hakkında Akşehir adlı kitabımızın 590. sahifesinde geniş malumat vardır.
1246
-Bir defterde Sultan Alâa’d-din’in kızı gibi gösterilmiştir.
354
için Ilgın'a bağlı İldeş Köyü’nü vakfetmiştir.1247
6-İlaldi Hatun Dârü’l-Huffazı:
Fâtih, II.Bayezid, Kanuni ve III.Murad Konya Vakıf Defterleri’nde bu Dârü’l-Huffaz şu şekilde geçer:
‘Vakf-ı Dârü’l-Huffazı İlaldı Hatun bint-i Sultan Mehmed İbn Yıldırım Han min Âl-i Osman’
Bu Dârü’l-Huffazı Yıldırım Bayezid'in oğlu Çelebi Sultan Mehmed'in kızı İlaldı Hatun yaptırmıştı. Bu
kayıtlar bize şimdiye kadar meçhul kalan bir tarihî hakikati açıklıyor. şarklı ve garplı hiç bir tarihçi Çelebi Sultan
Mehmed'in Karamanoğulları ile evlenen kızlarının adlarını tespit edememişti. Karamanoğlu İbrahim Bey'in
anasının adı da mâlum değildi. Çelebi Sultan Mehmed'in kızı İlaldı; Osmanlı Prensesi Nefise Sultan'dan doğan
sultan, Karamanoğulları’ndan birisiyle evlenmiş ve bu Dârü’l-Huffazı yaptırmıştı.
İbrahim Bey'in anasının adı İnci Hatun'dur. Mut'taki türbesinde gömülüdür. şimdiye kadar
Karamanoğulları şecereleri hakkında doğru hiçbir yazı ve kitap çıkmamıştır. Biz vakfiyelere, arşiv vesikalarına ve
Kitabelere göre bir Karamanoğulları şeceresi hazırladık. Allah kısmet ederse yayınlayacağız.
İlaldı Hatun, Dârü’l-Huffazı’na: Konya'daki şadi Bey Hamamı’nın on iki sehminden yılda on bin akçe
tutan Yedi Sehmini1248 Hamamın karşısındaki dükkânlarını vakfetmiştir. Fâtih zamanında vakfın mütevellisi Veled-i
Ahi Ali idi. II.Bayezid zamanında tevliyet Mevlâna Nizâmî'nin oğulları Hüsrev ve Cafer Çelebi'lere geçmiştir. İlaldı
Hatun'un Dârü’l-Huffazı yanında bir de mescidi vardır. Dârü’l-Huffaz Karamanoğulları devri eseri idi.
7-Hoca Salman Dârü’l-Huffazı (Sekman):
Bu Dârü’l-Huffazı yaptıranın adı bazı vakıf kayıtlarında Sekman, Selman şekillerinde de geçer.
Bir vakıf defterinde ‘Salman’ şeklinde yazılmıştır. Biz de bunu kabul ettik. Babasının adı Emir İshak'tır. Tevliyetini
kendi evlâdına şart koşmuştur.
Postin-dûz Kürkçüler Hamamı’nın üçte iki geliri bu Dârü’l-Huffazı’a vakfedilmişti. Bu da
Karamanoğulları devri yapısı idi. Bu Dârü’l-Huffazı Hükümet civarında Hoca Hasan Camii yakınında idi.
8-La'l Paşa Dârü’l-Huffazı:
La'l Paşa Dârü’l-Huffazı Beyhekim Mahallesi’nde Beyhekim Mescidi’nin arka tarafında idi. Fevkani olan
binaya yedi sekiz taş merdivenle çıkılırdı. Üstünü sağır bir kubbe örterdi. 55 sene evvel Eski mektep adını taşırdı.
Sibyan mektebi halinde açıktı. Sonraları yıkılmıştır. Mektebin ittisalinde Paşa'nın bir de zaviyesi vardı. Zaviye ve
Dârü’l-Huffaz’ Karamanoğulları zamanında yıkılmıştı. Geliri ile çocuklara başka bir yerde ders verilirdi. Kanuni
zamanında h.964-m.1556 tarihinde yukarıda yazdığımız bina yapılmıştı. Bu tarihi taşıyan bir de vakfiyesi vardı.
Konya'nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Akçaviran ve Kabızalii köyleri ile Konya'da Horasanlı Avlusu’nda bağ
Hamamı’nın yeri mukataası ve yine Konya'da Gedekalas Değirmeni’nin yer mukataası bu mektebe gelir olarak
vakfedilmişti. La'l Paşa'nın; Hatunsarayı'na bağlı şahne Köyü’nde bir camii vardı. Burada bir gözlü değirmenle
Akviran'da ve civar köylerdeki tarlalar bu camie vakfedilmişti. La'l Paşa'nın Lârende (Karaman)’de hayır eserleri
vardır.
9-Sahip Ata Dârü’l-Huffazı:
Sahip Ata'nın yaptırıp vakfettiği bu Dârü’l-Huffaz Konya'nın şimalinde, kalenin Çeşme Kapısı’nda idi.
Yanında mescidi ve Kırk Çeşme denilen çeşmesi vardı.
Konya'ya bağlı Bostan Çiftliği, çeşme yanında Sahip Ata evlerinin yer mukataaları, Filabad denilen
Hocacihan'da bağ ve yol üzerinde tarla bu manzûmenin gelirleri arasında idi.1249
Mektep ve mescit Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında yıkılmıştı. Mütevellisi Sahip Ata'nın evlâdından
Abdu’r-rahman idi. Geliri Sahip Ata'nın medresesine eklenmişti. Osmanlılar da bunu kabul etmişleri. Kanuni
Sultan Süleyman Muharrem h.927-m.1520 tarihli bir emri ile Sahip Ata'nın bütün gelirlerini ayakta kalan eserlerine
dağıtmıştır. Kanuni'nin Karaman eyaleti umumi valisi olan şehzâdesi; hocası Mevlâna Muhyi’d-din'e vakfın
gelirlerini teftiş ve babasının emirleriyle tevzi ettirmiştir.
10-Sungur Ağa Dârü’l-Huffazı:
Bu Dârü’l-Huffaz, iç kalede idi. Burada bir de hamamı vardı. Bu Dârü’l-Huffaz ve hamam iç kalenin şimal
taraflarında ve şadi Bey'in mescidinin yol ve duvar aşırı karşı taraflarında 18. asra kadar ayakta kaldığını ve h.978-
m.1570 yılında esaslı bir tamir gördüğünü arşiv ve şer'î sicil Kayıtlarından öğreniyoruz.
Evliya Çelebi de mescit ittisalindeki hamamı görmüş ve adını kitabına geçirmiştir.
Tevliyetini hayatta oldukça kendisine, vefatından sonra azatlı kölelerinden Ürkmez'e şart koşmuştur. Kendi
adını taşıyan hamam gelirinin bir kısmını, hamama bitişik şerbetçi ve keşkekçi dükkânlarını gelir olarak vakfetmişi.
Konya'da kendi adı ile anılan bir de bahçesi vardı.
Konya vali-i umumisi şehzade, bu bahçeyi vakfiyesinde yazılı olmadığı için sattırmıştır.
11-Sade’d-din Ömer Dârü’l-Huffazı:
Biz bu Dârü’l-Huffazı, Konya Müzesi'nin 908 envanter numarasında kayıtlı 0,58 x 0,85 santim ebadındaki
bir taş Kitabeden öğreniyoruz. Bu Dârü’l-Huffaz’ın nerede olduğunu tespit edemedik. Dârü’l-Huffaz h.667-m.1268
1247
-Kitabımızın Turgutoğlu Pîr Hüseyin Bey Türbesi bendinde geniş malumat vardır.
1248
-Üçüncü Murad adına yaptırılan Konya Evkaf Defteri’inde Şadi Bey Hamamı yerine Pîri Bey Hamamı’nın vakfedildiğini
gösteriyor. Şadi Bey Hamamı’nın adı bir ara Pîri Hamamı mı oldu diye insanda bir şüphe hasıl oluyor.
1249
-Bu yerin adı Fatih Defteri’inde Felebat, Bayezid Defter’inde Hocacihan şeklinde geçer. İlk isim daha sonraları az
zikredilir olmuş.
355
yılında Sultan Kılıçaslan'ın Oğlu III. Keyhüsrev zamanında yapılmıştır. 7 satır halindeki Kitabenin birinci ve
üçüncü satırlarında Besmele ve ‘Fî Büyûtin’ âyeti yazılıdır. Diğer satırlarında şunlar okunur:
اﻣﺮ ﺑﻨﺎء هﺬﻩ اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﻓﻰ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن-4
اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻰ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ-5
اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﻟﺤﺎج ﺳﻌﺪ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻤﺮ ﺑﻦ آﺒﻚ-6
وﺟﻌﻠﻬﺎ ﻣﺴﻜﻨﺎ ﻟﻠﺤﻔﺎظ ﺗﻘﺒﻞ اﷲ ﻣﻨﻪ ﻓﻰ ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ-7
Biz Kitabedeki Sade’d-din Ömer 'in babasının adını ‘’آﭙﻚKöpek gibi okumak istiyoruz. Vaktin müze
müdürü bize bunları esaslı bir surette tetkik ettirmemişti.
Bu Dârü’l-Huffazı; Zazadın Hanı'nın Bânîsi Meşhur Selçuk Mimar ve Veziri Sade’d-din Köpek'in
Oğlu’nun yaptırmış olması mümkündür.1250
12-Has Yusuf Ağa Dârü’l-Huffazı:
Bunu Karamanoğlulları’nın azatlı kölelerinden Has Yusuf Ağa yaptırmıştır. Konya, Osmanlıoğulları’na
geçdikten sonra Fâtih'in yaptırdığı Karaman Eyaleti Tahriri’nde Dârü’l-Huffaz’ın mütevellisi Yusuf Ağa'nın azatlı
kölelerinden Sungur Ağa idi. Belviran'a bağlı Cam Melek Köyü gelir olarak vakfedilmiştir. Vakfiyesi görülmüştür.
Karamanoğlu İbrahim Bey; nişanıyla (emriyle) gelirin ürfiyesine Konya Kadısı tasarruf ediyordu. II.
Bayezid'in Konya Vakıf Defteri’nden öğrendiğimize göre Fâtih tahririnden 25 yıl sonra Dârü’l-Huffaz’ın
mütevellisi Konya Kadısı idi. Sungur Ağa evlatsız öldüğü için zamanın Kadısı tevliyeti üzerine almıştı. Bayezid
Defteri’ne göre Ilgın'a bağlı Afşar Köyü ile Ermenek'te bir değirmen Dârü’l-Huffaz’ın vakfı idi. Bu Yusuf Ağa'nın
Hoca Fakıh'te çeşmesi vardır.
13-Hoca Mezid Dârü’l-Huffazı:
Osmanlılar Konya'yı aldıkları zaman bu Dârü’l-Huffaz yıkılmış, adı bile unutulmuş, burasını Emir
Süleyman isminde birisi mülk haline getirmiş, Emir Süleyman'ın kızı Sitti Hatun’da burayı 20.000 bin akçaya Baki
Hoca'ya satmıştır.
II. Bayezid burasının vakfolunduğunu tespit ettirerek ihya etmiştir. Daha sonra Hoca Mezid'in resmî defter
harici birçok vakıfları bulunarak tespit edilmiştir. Bunların mütevellileri Hoca Mezid'in oğulları Emir Ali ve Hamid
Çelebi idiler.
Gelirleri şunlardır:
Beyşehri'nde Çubuklu tarafında tarla, Beyşehri'nde Hocacihan Köyü, kendi adı ile anılan Hoca Mezid
değirmeni.
14-Pir Hüseyin Bey Dârü’l-Huffazı:
Bu Dârü’l-Huffaz, Turgutoğulları’ndan Pîr Hüseyin Bey yaptırmıştır. Vakfiyesinde adı,Pîr Hüseyin Bey
İbn Emir şah İbn Turgut şeklinde geçer. H.831 tarihli vakfiyesi vardır. Dârü’l-Huffaz yıkılıp yok olmuştur. Ahi
Murad Hamamı, Hoşafçılar'da dükkân, Köşk Kavak'ta bağ, Karahüyük'te Kovan bağı yanındaki bağ, Dârü’l-
Huffaz’ın gelirleri arasında idi.
15-Şükran Dârü’l-Huffazı:
Bu Dârü’l-Huffaz’ın yerini tespit edemedik. Bunun da bir Karamanoğulları devri eseri olduğu
muhakkaktır.
16-Hoca İbrahim Dârü’l-Huffazı:
Bu da Karamanoğulları devrinde yapılmıştır. Fâtih'in ve II.Bayezid'in vakıf defterlerinde vardır.
Mütevellisi Sitti Hatun idi. Attarlar çarşısındaki dükkânları vakfetmişti.
17-Hacı Hasan Dârü’l-Huffazı:
Fâtih Konya'yı aldığı zaman bu Dârü’l-Huffaz açıktı. Sonraki kayıtlarına rastlayamadık.
18-Bağdat Hatun Dârü’l-Huffazı :
Bu Dârü’l-Huffazı Turgut Oğlu Hüseyin Bey'in kızı Bağdat Hatun yaptırmıştı. Yıkılıp yok olmuştur.
Fâtih zamanında mütevellisi, evlâdından idi. Zengicek nahiyesine bağlı bir köy vakfı idi.
19-Hoca Ömer Dârü’l-Huffazı:
Karamanoğulları devri eseri olan Hoca Ömer Dârü’l-Huffazı’na Kanuni Defterleri’nde rastlayamıyoruz.
20-Sitti Nefise Dârü’l-Huffazı:
Nasuh Çelebi'nin kızı Sitti Nefise Hatun; yaptırdığı bu Dârü’l-Huffazı için Konya'ya bağlı Zengicek
Köyü’nden gelirler vakfetmiştir. Nefise Hatun'un türbesi Konya'dadır. Nasuh Bey, İçel Livasi Beyi idi. Onun da
Dârü’l-Huffazı vardı.
21-Sudun Ağa Dârü’l-Huffazı:
Sudun Ağa'nın Dârü’l-Huffaz’ı Fâtih ve Bayezid devirlerinde vardı. onun Konya'da çeşmeleri de vardır.
Dârü’l-Huffazı’na Konya'daki Hoca Süleyman Dolabı’nı vakfetmiştir.
22-Paşa Hondi Dârü’l-Huffazı:
Bu Dârü’l-Huffazı Turgutoğulları sülalesinden Alâiye Beyi Alâe’d-din Ahmed Bey'in kızı Paşa Hondi
Hatun yaptırmıştır. H.871m.1466 tarihli vakfiyesi vardır. Konya'daki Müstevfi Hamamı’ndaki hissesini, Said
1250
Sade’d-din Köpek Kervansarayı ‘na bakılsın.
356
Vilayeti’ne (Kadınhanı) bağlı Zengi Köyü’ndeki hissesini, Akşehir'e bağlı Deli’ Orta ve Yenice Köyleri’ni
vakfetmiştir.
II. Bayezid zamanında mütevellisi , evlâdından Erdoğdu Bey idi. Bu Dârü’l-Huffaz’ın bir adı da Alâiyye
Beyi Dârü’l-Huffazı idi.
23-Pir Ali Dârü’l-Huffazı:
şeyh Ali'nin oğlu Pîr Ali'nin Dârü’l-Huffazı’na Fâtih Vakıf Defterleri’nde rastlanmaktadır.
24-Hacı Ali Dârü’l-Huffazı:
Ahmed'in oğlu Hacı Ali'nin Dârü’l-Huffazı Konya'da Ali Hoca Mahallesi’nde idi. Hacı Ali'ye, Ali Hoca’da
denirdi.
Konya'da Floros' da bir bağ vakfetmiş ve gelirinin vakfın mütevellisine ve müstahdemlerine tevziini
Konya Kadısı’na bırakmıştır.
25-Nasuh Bey Dârü’l-Huffazı:
İçel Livası’nın Sâbık Beyi Nasuh Bey; bu Dârü’l-Huffazı için mühim vakıflar t esis etmiştir. H. 715-
m.1315 tarihli vakfiyesi vardır. Kızı Sitti Hafize Hatun'un da Konya'da Dârü’l-Huffazı vardı. Nasuh Çelebi'nin
Dârü’l-Huffazı yanında mescidi ve mektephanesi de vardır.
26-İshak Bey Dârü’l-Huffazı:
Abdü’r-Rezzak oğlu İshak Bey'in Dârü’l-Huffazı bir Osmanlı devri eseri idi. O da yok olmuştur. Konya
Kadısı Abdullah Oğlu Sinan'ın 915 ylı Zilkadesinde tanzim edilmiş vakfiyesi vardır. Bunun mescidi ve mektep
hanesi de vardı.
27-Kadi İmâdü’d-din Dârü’l-Huffazı:
Kadı İmâdü’d-din'in Dârü’l-Huffazı Fâtih Konya'yı aldığı zaman harap idi. Karamanoğlu İbrahim Bey'in
vakıf defterinden öğrendiğime göre Dârü’l-Huffaz harap olduğu için geliri Kadı İzze’d-din vakfına ilhak edilmiş idi.
İmâdü’d-din, meşhur Kadı Ürmiyeli Siracü’d-din'in oğludur. Fâtih'in Tahrir Emini bu Dârü’l-Huffaz’ın tevliyeti
evlâdından Pîrî ve Mustafa isminde iki kardeşte bulunduğu ve ellerinde yerlerinden, bağlarından öşür, nüzül, haraç
ve çift resimlerinden muaf oldukları hakkında Karamanoğlu İbrahim Bey'in mektubu bulunduğunu yazıyor, Tâc-i
Vezirî Köprüsü yanında çayır ucunda, Meydan'da (Musallâ'da) yerler ve bağlar bu Dârü’l-Huffaz’ın gelirleri
arasında idi.
Hacı Ali Sayrafî Dârü’l-Huffazı- Muallimhâne
Hacı Ali Dârü’l-Huffazı, Şerefşirin Mahallesi’nde ve Şerefe’d-din Camii'nin tam karşısındadır. Dârü’l-
Huffaz muntazam kesme taşla, sağır kubbesi tuğla ile yapılmış ve sonradan kurşunla kaplanmıştır. Güneye açılan
kapısının mermer kemeri yedi zıvanalı taşla işlenmiştir. Kapının üstündeki Kitabe yeri boştur. Eskiden kapının
önünde mini mini bir kubbenin bulunduğu, kapının yanlarındaki kemer tırnaklarından anlaşılmaktadır. Dârü’l-
Huffaz’dan kuzeye ve güneye ikişer, sağa ve soluna üçer pencere açılır. Dârü’l-Huffaz’ın şimal tarafında bir de
ocağı vardır.
Binayı devrinin bize temiz olarak g ele kıymetli bir yâdigârı gibi kabul etmeye mütemâyilim.
(Muallimhâne) adını da alan binanın sağındaki çeşme Yavuz'un Konya'da yaptırdığı on bir çeşmeden birisi idi.
Aynataşı yekpâre idi. 53 sene kadar evvel önüne konulan havuz Akmescit önünde Alae’d-din Tepesi’nin eteğinde
bir hamamdan alınmış büyük bir Kitabe taşından yapılmıştı. Havuzun altında yazılar duruyordu. Dârü’l-Huffaz’ın
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi'nde 594 numaralı defterin Onikinci sahifesinde 832 ylı Recebinin
başlarında tanzim edilmiş Arapça bir vakfiyesi vardır. Bu vakfiyenin bir suretini de Konya Vakıflar
Müdürlüğü'ndeki beş numaralı defterin 382. sahifesinde bulduk. Vakfiyede vâkıf, El-hac Ali İbn Mehmed İbn Salih
şeklinde geçer. Dârü’l-Huffaz’da Cuma ve bayramlardan başka her gün on talebe tecvid üzerine Kur’an okumasını
öğrenecekler ve ezbere çalışacaklardır. Dârü’l-Huffaza alınacak talebeyi Reisü’l-Huffaz seçecektir.
Bunların yaşları 16 'dan aşağı olmayacaktır. Eğer vâkıfın evlâdından ehliyetleri olursa bunlar tercihen
alınacaklardır. Vâkıfın erkek evladının en büyüğü ve en iyi Kur’an okuyanı Reisü’l-Huffaz seçilecektir. Eğer
vâkıfın erkek evlâdı bulunmazsa Konya Kadısı'nın seçeceği adam reisü’l-huffaz olacaktır. Hacı Ali, Dârü’l-
Huffazı’nın ve talebenin masraflarını karşılamak için Dârü’l-Huffaz’ın yanındaki hamamın bitişiğindeki dükkânla
iki çiftlik vakfetmiştir. Bunların birisi Konya’nın bir saat doğusunda Hasan Köyü Çiftliği öteki de şehrin dört saat
batısındaki Devletşah Çiftliği’dir.1251 Bu ikinci çiftlik Kiçi Musine Köyü sınırı üzerinde ve Başara Irmağı
kenarındadır.
Dükkânın geliri talebeye sarf edilecek, çiftliklerin hâsılatı da beşe bölünerek, ikisi Dârü’t-Ta'lîmin
tamirine, ikisi şeyh-i huffaza, birisi de mütevelliye-ki bu aynı zamanda şeyh ve muallimdir- verilecektir.
Gerek Konya Vakıflar Müdürlüğü'ndeki gerekse Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü'ndeki vakfiye
suretleri imlâ hataları ile doludur. Kopyacı has isimleri okunamayacak kadar karıştırmıştır. Vakfiye Türk
Arapçasi’yle ve bozuk bir üslûpla yazılmıştır. Bir yerinde yazıldığı devrin ağzına uymayan ‘ ﻟﺒﻘﺎء.. وﻻزدﻳﺎد دوﻟﺘﻪ
’اﻟﻤﻤﺎﻟﻚ اﻻﺳﻼﻣﻴﺔ وﻇﻬﻴﺮًا ﻟﺸﺮﻳﻌﺔ اﻟﻤﺤﻤﺪﻳﻪgibi cümleler v ardır. Bu cümlelerin yukarı taraflarına bağlantıları da zayıftır.
Ya müstensih okuyamadığı için bazı cümle ve kelimeleri atlamıştır veyahut sonradan vakfiye bir tahrife uğramıştır.
1251
-Bu iki çiftlik Selçuk Sarayı Teşkilat’ına mensup Devlet Şah İbn Polat idi. Bu zat Oğul Bey İbn Sungur’un 646 tarihli
Hızır İlyas Vakfiyesi’ne şahit sıofatı ile imza koymuştur.
357
Bizim bu ikinci mütalaamızı ve tahminimizi kuvvetlendirecek sebepler de vardır.
Fâtih'in Konya Evkafı’nı tespit ettiren ve Topkapı Sarayı’nda mühür altında muhafaza edilerek her türlü
tahrifden uzak kalarak bize kadar gelen Tahrir Defteri’nde şöyle bir kayıt görüyoruz: ‘ وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ ﺣﺎﺟﻰ ﻋﻠﻰ
واﻗﻒ ﺷﻮﻳﻠﻪ ﺷﺮط اﻳﺘﻤﺶ آﻪ ﻣﺘﻮﻟﻰ آﻨﺪى اوﻻ ﻣﺎداﻣﻜﻪ ﺣﻰ. ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﺻﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﺷﺮﻳﻒ ﺗﻮﻟﻴﺖ ﺧُﻤﺲ. در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ1252ﺻﻴﺮﻓﻰ
ﺑﻌﺪ اﻻﻧﻘﺮاض ﻗﺎﺿﻰ ﻗﻮﻧﻴﻪ، ﺑﻌﺪﻩ اوﻻدى. ’در
Burada Dârü’l-Huffaz için çift Fenarî hamamile hamama muttasıl bahçe ve bir dükkânın vakfedildiği
görülmektedir.
Fâtih'in Tahrir Heyeti Sarraf Hacı Ali Dârü’l-Huffaz’ını ve evkafını böylece tespit ediyorlar. II.Bayezid'in
Tahrir Heyeti de bunu Hacı Ali Dârü’l-Huffaz’ı şeklinde yazıyorlar. Bunlar Dârü’l-Huffaz’da on hâfız, bir nâzır, bir
bevvap bulunacağını tasrih ve vakfın evlâda meşrut olduğunu tespit etmişler, bu deftere göre çift Fenari
Hamamı’nın bazı hisseleri ile içinde (Kârgâh) bulunan bir bağın yarısı, hamama muttasıl bir ve Dârü’l-Huffaz’a
muttasıl başka bir dükkânla bir bahçe ve Aymanas'ta bir tarla Dârü’l-Huffaz’a vakfedilmiştir.
III. Murad'ın Konya Tahrir Defteri’nde ise aynen şunları okuyoruz: ‘ وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ ﺣﺎﺟﻰ ﻋﻠﻰ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﺻﺎﻟﺢ
’ درﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﺮ ﻣﻮﺟﺐ آﺘﺎب اﻟﻮاﻗﻒ اﻟﻤﻮرخ ﻓﻰ رﻣﻀﺎن اﺛﻨﻴﻦ وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ
Burada Dârü’l-Huffaz’a, Fenari Hamamlari’yle1253 Dârü’l-Huffaz’a muttasıl bir dükkân, hamama muttasıl
bir bağ ve üç tarlanın vakfedildiği görülüyor. Gerek Fâtih, gerek II.Bayezid Tahrir Defterleri’ndeki Dârü’l-
Huffaz’ın bizim tetkik ettiğimiz müessese olduğunu gösteren cihetleri vardır. Fakat III. Murad'ın Tahrir
Defterleri’nin bunu bütün açıklığı ile ortaya koyduğunu görüyoruz. Fenari Hamamı, Musallâ'da Gömeç Ana
Türbesi’nin batısında idi. Ya hamam yıkıldıktan sonra Dârü’l-Huffaz’a yeni bir gelir temin edilmek için başkası
tarafından elimizdeki vakfiyelerdeki gelir menbaları vakfedilmiştir veyahut Hasbeyoğlu Mamureleri’ninki gibi bir
tahrif yapılmıştır. Tahrir Heyeti’nin gördüğü vakfiye 832 yılının Ramazanı’nda tanzim edilmiştir. Elimizdeki
suretler de aynı yılın Recep ayı gösterilmiştir. Konya'da bir de Hacı Ali İbn Ahmed'in tesis ettiği Dârü’l-Huffaz var
idi.
Muallimhâne bir ara Sağlık Müzesi olarak kullanılmıştır. şimdi Müftülük Dairesi’dir. 1961 yılında tamir
edilmiştir.
Hasbeyoğlu Dârü’l-Huffazı :
Gazi Alemşah Mahallesi’ndedir. İki kapı numarasını taşır. Sırçalı Medresesi Caddesi’nden kendi adını
verdiği sokağa sapıp beş on adım ilerleyince doğuda güneş ihtişam ile gözleri ve gönülleri kamaştıran bir sanat
şaheserinin yükseldiğini görürüz. Bu, Konya'da eşine hiç rastlamadığımız müstesna bir tiptir. Garplılar bu asil
Türk eserine bilmem neden Ayasofya Mescidi demişler. Teferruatındaki ince işçilik dolayısı ile İstanbul'daki Büyük
Ayasofya Mâbedi’ne benzediği için böyle şöhretlendirilmiş olsa gerek.
Cephesindeki ince kabartmaları, kapısındaki dantelleşen taş işçiliğini yüksek bir sanatkâr elinden çıkan bir
yüzük halkasına, üstündeki kubbeyi de pırlanta bir kaşa benzetiyorum. Kapısının önündeki sahanlığa iki tarafından
ikişer taş basamaklı merdivenle çıkılır. Kapının eşiği, söveleri ve kemeri dört beyaz som mermerden yapılmıştır.
Sövelerdeki ve bir dantel gibi işlenen kemerdeki kabartmalar v e bunların heyet-i umumiyesinden doğan âhenk
fevkalâde câziptir. Kapının sağında yine mermer söveli bir pencere vardır. Ben kapının sağında 11, solunda 18
parça, üzerlerinde hendesî kabartmalar ve işlemeler bulunan muntazam kesme mermer saydım. Taşların üst üste
konuşundan ve bazı yerlerdeki âhenksizlikten ve nispetsizlikten öğreniyoruz ki, kapı ve pencere söveleri de dâhil
olduğu halde bu taşlar ya daha evvel başka bir mimarî eserde kullanılmıştır, yahut yine burada bulunan başka bir
bina bir zelzelede yıkıldıktan sonra, Hasbeyoğlu bunu, eski mimarların manalı bir ifadesiyle- mahv ve ispat-
yoluyla tamir ve ihya etmiştir. Bazıları1254 ön cephedeki mermerlerin kaplama olduğunu ve üst kısmının
döküldüğünü söylüyorlarsa da bu kabul edilemez. Çünkü taşlar kaplama değildir, taşların duvarın ta içerlerine kadar
gömüldükleri görülmektedir. Taşların işçiliği ‘’ﺣﺎﺟﻰ ﻓﺮخAkçe Gizlenmez Mescidi’nin iç kapısının yanlarındaki nâ-
tamam parçalara çok benzemektedir. Bu taşlarda Selçuk işçiliğinin bâriz hususiyetleri göze çarpmaktadır.
Kapısının üstündeki ak mermerde nefis bir sülüs ile şu iki satırlık Arapça Kitabe okunur:
اﻧﺸﺎ هﺬﻩ اﻟﺒﻘﻌﺔ ﻓﻰ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻤﻠﻜﺘﻪ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات-1
1255
واﻟﺤﺴﻨﺎت ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ اﻟﺤﺎج ﺧﺎﺻﺒﻚ اﻟﺨﻄﻴﺒﻰ اﻋﻠﻰ اﷲ ﺷﺎﻧﻪ وﺟﻌﻠﻬﺎ دار اﻟﺤﻔﺎظ ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ وﻋﺸﺮﻳﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ-2
Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir:
‘Bu buk'ayı 1824 yılında Mehmed İbn Alâe’d-din'in hükümdarlığı zamanında-Allah memleketini muhalled
etsin- hayrat ve hasenat sahibi Hatıplı Hacı Hasbeyoğlu Mehmed- Allah şânını yüceletsin- inşa etti ve Dârü’l-
Huffaz yaptı’ Kitabeye göre burasının h.824-m.1921 yılında Karamanoğlu II. Mehmed Bey zamanında Hatıplı
Hasbeyoğlu Mehmed tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kubbesinin kasnağında da fevkalâde câzip bir âhenk vardır. Dört köşedeki kubbe askılarının hâriçte
bırakacağı göz tırmalayıcı vaziyeti gidermek için Türk mimarı her yüzde ikişer müselles şeklinde parçalar yapmış
1252
- Sayafî Arapça ‘Sarraf’ demektir.
1253
Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi, defter no 104
1254
-Konya ve Rehberi sahife64
1255
-Mevlana Şehri Konya adlı kitab. Sahife 172’de bu kitabeyi perişan bir hale sokmuştur. Birinci satırdaki ‘’ﻣﻤﻠﻜﺘﻪyi
‘’ﻣﻤﻠﻜﻪve ikinci satırdaki ‘Yüceltsün’ anlamına olan ‘’اﻋﻠﻰkelimesi ‘’ﻋﻠﻰve tarih gösteren ‘ ﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ800’ kelimesini de
‘’ﺳﺘﻤﺎﺋﻴﻪyapmış, eserin yapılış yılını 100 yıl öne alınmıştır.
358
ve bunların üst kenarlarını mavi çinilerle zıhlandırmıştır. Kubbe kasnağından dört tarafına beyzî kemerli birer
pencere açılır. Pencere kenarlarında da mavi çiniler vardır. Binanın kubbe eteğine kadar olan diğer üç yüz ü de
muntazam kesme taşla yapılmıştır.
Dârü’l-Huffaz’ın kıble tarafında bir parçasının daha bulunduğunu duvardaki ek yerlerinden açıkça
anlıyoruz. Vaktiyle kubbe eteğini mavi bir çini kuşak sarıyormuş. Muallimhânenin sağına yapışan kerpiç ve tufeylî
bina derhal kaldırılmalıdır.
Friedrich Sarre1256 Clémant Huart1257Doktor J. H. Löytved1258 gibi müsteşrikler ve âlimler bu âbideye
lâyık olduğu ehemmiyeti vermişlerdir. Bunlar, Konya ve Rehberi müellifleri Kitabeyi okurlarken bazı hatalar
yapmışlardır. İsteyenler bizim okuyuşumuzla ve Kitabenin fotoğrafı ile karşılaştırma yaparlarsa hataları
öğrenebilirler Konya ve Rehberi ayrıca Dârü’l-Huffaz’ın h.814 yılında yapıldığını söylemek suretiyle daha büyük
ve katmerli bir hata işlemiştir.
Dârü’l-Huffaz’ın çini mihrabının bazı parçaları aşırılmıştır. Bu mihrap Karamanoğulları’nın
Selçukîler’den devir aldıkları çiniciliği muvaffakiyetledevam ettirdiklerini göstermesi itibarı ile çok mühimdir. Bu
çeşit çinilere Fakih Dede Türbesi’nde de rastlamıştım.
Dârü’l-Huffaz’ın Türk Tahta Oymacılık Sanatı’nın muvaffak bir örneği olan kıymetli kapısının üstüne
büyük çivilerle âdi teneke parçaları çakılmıştır. Bunların sökülmesi lâzımdır.
Hasbeyoğlu'nun Meram'daki camiinin de Karamanoğlu Mehmed Bey zamanında yapıldığı anlaşılıyorsa da
inşa tarihi mâlûm değildir. Meram Hamamı Dârü’l-Huffaz’dan üç sene sonra Karamanoğlu İbrahim Bey
zamanında yapılmıştır.
Her nasılsa evkaf nazırlığınca evvelce tescil edilmek sureti ile yürürlüğe giren 1313 tarihli yanlış, noksan
ve tahrifli Arapça vakfiyede Dârü’l-Huffaz’dan hiç bahsedilmemektedir. Belki de alâkadarlar Dârü’l-Huffaz’ın
masrafından kurtulmak için tasnif ettikleri vakfiyede buna yer vermemişlerdir.
İkinci bir ihtimal daha vardır: Hasbeyoğlu belki de Dârü’l-Huffazı için ayrı bir vakfiye yapmıştı ki biz bu
vakfiyeyi bulamıyoruz. Elde ki sakat vakfiyenin sonlarında bazı kitapların da vakfedilmiş olduğu nazarı itibare
alınırsa birinci ihtimal kuvvetlenir.
Fâtih'in, II. Bayezid'in ve III. Murad'ın Konya Evkafı’nı tespit eden İl Yazıcı Defterleri’nde bu Dârü’l-
Huffaz’da yer almıştır. Dârü’l-Huffaz’ın;, Meram Değirmen ve Hamamı’ndan üçte birer nispetinde geliri vardır.
Çaşnigir , bağının gelirinin üçte biri de bu Dârü’l-Huffaz’ın vakfıdır. Bu defterlerde Dârü’l-Huffaz hemen
Meram Zaviyesi’nin yazıldığı yerde zikredildiği için vakfiyelerinin müşterek olduğu hakkındaki tahminimiz biraz
daha kuvvetlenmektedir. III. Murad'ın yazımı, Dârü’l-Huffazı, ‘Dârü’l-Huffaz-ı Mehmed Çelebi İbn Hacı Hasbey’
şeklinde tespit etmiştir. Eğer vakfiyesi elimizde olsaydı Dârü’l-Huffaz’ın şartlarını da öğrenebilirdik. Dârü’l-
Huffaz’ın güney ittisalindeki- şimdi yok olan- binanın kütüphane veyahut muallim meşrutası olması çok
muhtemeldir.
Dârü’l-Huffaz’ın alt kısmında bir bodrum kat vardır. Burası bir medfen mi yoksa Dârü’l-Huffaz ve
müştemilatının odun vesaire deposu mudur? Açılarak incelenmesi lâzımdır.1259
Konya Müzesi'nde 939 numarada Hasbeyoğlu'na ait bazı yerleri okunan ve fakat tatmin edici bilgi
vermeyen taş bir vakfiye vardır.
AKİF PAŞA MEKTEBİ
Mekteb, İstanbul Caddesi’ndedir. İki katlıdır. Taşla yapılmıştır. Mektep Konya Suru’nun Aksaray Kapısı
önlerine kurulmuştur. Biraz kuzeyindeki Esed Efendi Hanı da böyle kal'a duvarı enkazı üzerine yapılmıştır.
Mektebin avlu kapısının sağındaki levhada, ‘Akif Paşa Ilk Okulu , sene 1877’ yazılıdır. II. Abdü’l-Hamid
zamanında Konya'nın yetiştirdiği kıymetli öğretmenlerden Hoca Sarı Ali Efendi tarafından, Füyûzât-i Hamidiye
adıyla burada bir rüşdiye tesis edilmişti. Bu satırların muharriri İbrahim Hakkı Konyalı da rüşdiye tahsilini bu
mektepte yapmıştı. Avlu kapısının solundaki parmaklık duvarında güzel bir tâlîk ile şâir Nezih'in şu dört satırlık
tarih Kitabesi okunur:
ﺁﺻﻒ ﻋﺎآﻒ هﻨﺮﻣﻨﺪ ﻓﻼﻃﻮن ﻣﺸﺮﺑﻰ
ﻗﻮﻧﻴﻪ دﻩ ﻳﺎد اﻳﺘﺪﻳﺮر ﻧﻴﺠﻪ ﻣﻌﺎرف ﻣﻜﺴﺒﻰ
ﭼﻴﻘﺪى ﺑﺮ ﺷﺎآﺮد ﻧﺰﻳﻬﺎ ﺳﻮﻳﻠﺪى ﺗﺎرﻳﺨﻨﻰ
ﺳﻌﻰ واﻟﻰ ﻣﮋ ﺑﺎد ﺗﺠﺪﻳﺪ ﻗﻴﻠﺪى ﻣﻜﺘﺒﻰ
1296 ﺳﻨﻪ1260
Âsaf-ı Âkif-i hüner-mend-i Felâtun-meşrebi
Konya'da yâd etdirir nice maârif meksebi
Çıkdı bir şâkird Nezîhâ söyledi târîhini
Sa'y-ı vâlî müjde bâd tecdîd kıldı mektebi
1256
-Epigraphie Arabe Dasıe Mıneure S.54
1257
-Konia Inshrıften der Seldchuskishen Baurten S. 82
1258
-Konia Selchukısche Bauedenk Naler. S. 19
1259
-Bu yazı 1944’de yazılmıştır.
1260
-Mevlânâ Şehri Konya ‘da sahife 378’de bu kitabe çok yanlış okunmuş ve meselâ ‘’’اﻳﺘﺪﻳﺮر ﻧﻴﺠﻪettirir nice’yi
‘‘’اﻳﺘﺪﻳﺮﻧﺠﻪitirince’ okunmuştur. Üçüncü mısradaki ta’miye nazara alınmamıştır.
359
Sene 1296
Kitabenin son mısraı ebcet hesabına vurulunca 1297 rakamları bulunur. Bundan üçüncü mısradaki işaret
üzerine ‘bir’ çıkarılınca mektebin h.1296-m.1878 yılında Âkif Paşa'nın Konya Valiliği zamanında yenilendiği
anlaşılır. Burdurlu Ahmed Paşa tarafından yaptırılan ilk mektep 1284 'teki meşhur çarşı yangınında yanmıştı. Sonra
Âkif Paşa kârgır olarak yenilemiştir. Âkif Paşa'nın Oğlu Reşid Paşa’da 1316 tarihinde Sivas Valiliği zamanında
mektebi tamir ettirmiştir.
Konya'mızın birçok münevverleri ve meşhurları bu mektepten feyiz almışlardır. Mektebin sokak aşırı
köşesindeki Nâfia Dairesi’nin bulunduğu yerde de Hamidiye Mektebi var idi. Tahir Paşa Zâdelerden Ali Râmiz Bey
karısı Rüveyde Hanım adına altına 1312 yılında bir çeşme yapılmıştı.
İMÂRETLER
1261
-Konya Kadısı’nın mühründe ‘1031 ’ﺣﺴﺒﻰ اﷲ وﺣﺪﻩ وآﻔﻰ اﺣﻤﺪ ﺑﻦ ﻣﺼﻄﻔﻰyazılıdır.
360
Vakfiyede İbrahim Bey; Konya'nın içinde Nizâmiye Medresesi’nin yakınında Nakışlu denilen yere mutbah, fırın,
ahır, odunluk, ambar ve tabhâne (dinlenme yeri) mescit, minare, kilerden ibaret İmaret yaptırdığı genişçe izah edildikten
sonra gelirleri de sıralanmıştır.
İmârete Konyalı ve garip her fakir kimse inebilecek ve konuklanabilecektir.
İbrahim Bey; İmaretin mütevelliliğini Konya kadılarına şart koşmuştur. Mütevellisi, umumi gelirinin onda birini
alacaktır.
İmaretin gelirlerinden bazıları şunlardır:
1-Konya'da Buğday’ Arpa ve Un Çarşısı’nın ve Un Kapanı’nın bulunduğu geniş avlu.
2-Sarayini ve Zengi Köyleri.
3-Konya Sahrası’na bağlı Güvercinlik Köyü’nün yarı öşrü.
4-Çumra Köyü’nün öşrü.
5-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Okçu Köyü’nün yarı öşrü.
7-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Küçükalan’ Büyükalan Köyleri’nin yarı öşrü.
8-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı İrvat-Girvat Köyü.
9-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Akçakuyu Köyü.
10-Konya Sahra Nahiyesi’ne bağlı Viranli Salur Köyü.
Vakıflar Umum Müdürlüğü'nde 796 numarada kayıtlı Evkaf-ı Haremeyn Şurut Defteri’nin 83. sahifesindeki bir
kayıttan öğrendiğimize göre Karamanoğlu İbrahim Bey'in Konya'da mahkeme kurbinde imaret ve medresesi
müsekkafâtından hamam ve kapan han demekle maruf hanın su yolları harap olduğundan su yolları ve hamamın külhanı
tamir ve termin edilmiştir. Padişahın irade tarihi 13 Zilhicce 1168'dir.
1262
-Bu inceleme 1944 yılında yapılmıştır.
1263
İmarethane Ferid Paşa’nın valiliği zamanında Buğday Pazarı idi. Paşa buradan kıble tarafındaki bahçeye de bir kapı
açılarak pazarın genişletilmesini istiyordu. Çelebi Efendi buna muvafakat etmemiştir. İşte bundan sonra Ferid Paşa şimdiki
Buğday Pazarı’nı yaptırmıştı. Konya’nın ilk Sipahi Pazarı Kürkçü Mahallesi’nde Karahüyüklü Medresesi’nin bulunduğu
yerde idi. Sonra şimdiki Sipahi Pazarı’nın karşısına daha sonra da İmarethane’ye nakledilmiştir. Konya’nın Selçukiler
devrindeki Buğday Pazarı da İnce Minare civarında idi.
1264
-Bu katipler içelde meşgul olacaklar ve emirlerinde de üç tahsildar bulunacak.
361
.. ’اﻟﺴﻠﻄﺎن اﺑﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﺴﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺧﺎن
Vakfiyenin üstünde Rumeli Kadi Askeri Abdu’r-rahman İbn Seydi Ali'nin tasdiki vardır. Tasdik satırlarının
solunda da şu dört satırlık kenar yazısı okunur:
‘Vakfiye-i ma'mûlün bihâsının sureti Haremeyn-i Şerifeyn muhâsebesine kayıd ve ba'de’l-kayd hıfz olunup bu
makûle müfredat iktiza eden mevad andan derkenar ve asıl vakfiyesi âsitânesinde seccadenişîn olanlarında ve türbesinde
hıfzolunmak bâbında ferman-i âlî sâdır olmuştur Fî 27 z 1125’
Bu kenar yazısında vakfiyenin h.1125-m.1713 yılında bir sureti Haremeyn Defteri’ne kayıt edildikten sonra
aslının II.Selim'in İstanbul'da Ayasofya'daki türbesinde saklandığı anlaşılmaktadır. Defterdeki suret imlâ ve istinsah
hatalarıyla doludur.
Kopyacı en büyük hatayı- eğer hususi bir kasıt yoksa- vakfiyenin tarihinde yapmıştır.
Bakınız vakfiye nasıl bitiyor: ‘’ﺟﺮى هﺬا اﻟﺤﻜﻢ واﻟﺘﺴﺠﻴﻞ وﺗﻘﺮر وﺗﺤﻘﻖ ذا اﻟﻮﻗﻒ واﻟﺘﺴﺒﻴﻞ ﻓﻰ اﻟﻴﻮم ﻣﻦ ﺷﻬﺮ ﻣﻦ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ وﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪ
II.Selim şehzadeliği zamanında iki defa Konya'da valilik yaptı. H.974-m.1566'den h.982-m.1574'ye kadar da
hükümdar oldu. Vakfiyesinde hükümdarlık vasıfları tasrih edildiğine göre imârethânenin de hükümdar bulunduğu sekiz
yıl içinde yapılmış olması lâzımdır. Kopyacı yapılış tarihini ifade eden rakamların birler ve onlar hânelerini unutmuştur.
Bu unutulma ‘’ﺗﺴﻌﻤﺎﻳﻪden evveli atıf ‘’وından da anlaşılmaktadır.
Mimar Sinan'ın eseri olan II.Selim Türbesi kapatılmıştır. Hususi müsaade ile ben içinde araştırma yaptım.
Orijinal vakfiyeyi orada bulamadım. Topkapı Sarayı'na alınmış olması ihtimali vardır. Umumi harbin doğurduğu ihtiyati
tedbir dolayısı ile Saray Müzesi'nde tetkikat yapmağa imkân bulamadığım için vakfiyenin hakiki tarihini maalesef
şimdilik tespit edemiyorum.
Padişah vakfiyenin tanzimi ve tescili işini; vekili sıfatı ile sadrazam Cemâle’d-din Sinan Zâde Mehmed Paşa'ya
emretmiştir.
Vakfiyede imâret ve teferruatı şu cümlelerle tespit edilmiştir: ‘ ﻓﺒﻨﻰ ﺷﻴﺪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻣﺒﺎﻧﻰ دوﻟﺘﻪ اﻟﺰاهﺮة واﺑﺪ اﻋﻮام ﺳﻠﻄﻨﺘﻪ اﻟﻘﺎهﺮة ﺑﺒﻠﺪة
ﻣﻦ اﻃﻴﺐ اﻣﻮاﻟﻪ واﻧﻔﺲ ﻣﻨﺎﻟﻪ ﺟﺰاﻩ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﺧﻴﺮًا.. ﻗﻮﻧﻴﻪ اﻟﻤﺤﻤﻴﺔ ﺣﻔﺖ ﺑﺎﻟﻤﻴﺎﻣﻦ اﻟﻌﻠﻴﺔ ﺑﻘﺮب ﻣﻦ ﺗﺮﺑﺔ ﻗﻄﺐ اﻻﻗﻄﺎب … ﻣﻮﻻﻧﺎ اﻟﺸﻴﺦ ﺟﻼل اﻟﻤﻠﺔ واﻟﺪﻳﻦ
ى اﻻﺧﻴﺎر اﻟﻮاردﻳﻦ واﻃﻌﺎم اﻟﻔﻘﺮاء واﻟﻤﺴﺎآﻴﻦ دار ﺿﻴﺎﻓﺔ ﻣﺴﻤﺎة
ِ ﻓﻰ ﺣﺎﻟﻪ وﻣﺂﻟﻪ ﻻﺣﺎﻃﺔ ﻋﻠﻢ اﻟﺸﺮﻳﻒ ﻋﻠﻰ اﻻﺧﺒﺎر اﻟﻮاردة ﻓﻰ ﺣﻖ اﻟﻤﻀﻴﻒ وﻻهﺘﻤﺎﻣﻪ ﻓﻰ ﻗَ ْﺮ
وﻋﻠﻰ.. ﺑﺎﻟﻌﻤﺎرة ﺗﻘﺼﺮ ﻋﻦ ﺗﻌﺒﻴﺮ ﺣُﺴﻨﻬﺎ اﻟﻌﺒﺎرة ﻣﺘﺴﺎوﻳﺔ اﻻﺿﻼع ﻣﺘﻨﺎﺳﺒﺔ اﻻوﺿﺎع ﻣﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﻠﻰ ﻣﻄﺒﺦ ﻋﻤﻴﻢ اﻟﻤﻮاﺋﺪ ﻋﻈﻴﻢ اﻟﻌﻮاﺋﺪ ﻣﻈﻬﺮ اﻧﻮاع اﻻﻃﻌﻤﺔ
آﻴﻼر آﺎﻣﻞ اﻻواﻧﻰ واﻻدوات َﻣﻤْﻠ ﱞﻮ ﺑﺠﻤﻴﻊ اﻟﺤﻮاﻳﺞ واﻟﻤﺄآﻮﻻت وﻋﻠﻰ اﻧﺒﺎر ﺗﺎم اﻟﻠﻮازم واﻵﻻت ﻣﺸﺤﻮن ﺑﺎﻟﺤﺒﻮﺑﺎت واﻟﻐﻼت وﺑﺎﻗﻰ اﻟﺤﻮاﺻﻞ واﻟﻤﺤﺼﻮﻻت
وﻋﻠﻰ اﺻﻄﺒﻞ وﺳﻴﻊ رﻓﻴﻊ اﻟﺒﻨﻴﺎن وﻏﻴﺮ ذﻟﻚ ﻣﻦ اﻟﻤﺮاﺳﻢ واﻟﻤﺮاﻓﻖ اﻟﻤﻨﻴﻌﺔ اﻟﺤﻴﻄﺎن وﻋﻠﻰ ﺑﻴﻮت ﻣﺘﻌﺪدة ﻣﻌﺒﺮة ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺘﺎﺑﺨﺎﻧﻪ ﻟﻠﻤﺴﺎﻓﺮﻳﻦ اﻟﻮاردﻳﻦ اﻟﻰ هﺬﻩ
’اﻟﺒﻘﻌﺔ واﻟﺼﺎدرﻳﻦ وﻋﻠﻰ اﻟﻜﻨﻴﻒ واﻟﻤﺤﻄﺐ وﺳﺎﺋﺮ ﻣﺎ هﻮ أﻟﻴﻖ وأﻧﺴﺐ
Güzelliğini ifade ve tasvir için tabir bulunamayan mütesavi dılı'lı, mütenâsip durumlu imâret; Celâle’d-din-i
Rûmî Türbesi'nin yakınına kurulmuştur. İmâret şu kısımlardan teşekkül etmektedir:
1-Bir matbah ki sofraları umuma açık, aidatı bol, yemekleri ve nimetleri çeşitli.
2- Bir kiler ki kapları, elet ve edevâtı tam, her türlü yiyecek ve havayiçle ağzına kadar dolu.
3-Bir ambar ki her çeşit lüzumlu âlât ve levazım ile hububat ve türlü türlü mahsullerle doludur.
4-Bir ahır ki yüksek kapılı ve çok geniştir.
5-Bir tabhâne ki imârete gelip konanları ve misâfirleri ağırlamak için müteaddit odaları ihtiva eder.
6-Abdesthâne,
7-Odunluk,
8-Bunlardan başka misâfirlerin, yolcuların ve hayvanların istirahatları için münasip ve lâyık olan sağlam duvarlı
birçok yerler.
Vakfiyede imâretin dılı'larının müsâvi olduğu gösterildiğine göre murabba bir plan üzerine yapıldığı
anlaşılmaktadır.
İmaretten istifade edecekler hakkındaki cümleleri vakfiyeden şöyle tercüme edebiliriz:
Bütün fakirler, yoksul halk, yolcular buraya konan ve inen bütün muhtaçlar, garipler ve diğer misafirler.
Bunlar hangi beldeden ve nereden gelirlerse gelsinler ve kim olurlarsa olsunlar imâretten kayıtsız ve şartsız
istifade edebilirler. Hükümdar imâretin ve müstahdemlerin umumi masraflarını karşılamak için aşağıdaki gelirleri
vakfetmiştir:
1-Silifke Kazası’na bağlı Kargucak’ Kebez’ İbliler ve Ortaviran Köyleri’nin tamamı.
2-Silifke'de Tekfur Irmağı’ndan sulanan Çeltik Çiftliği
3-Çeltik Çiftliği’nin yanında olduğu için ahalisi bu çiftlikte çalışan ‘’ﺟﻼهﻠﺮCullahlar Köyü’nün tamamı.
4- Mut Kazası tevabi’inden ‘ ’ﺻﻮﺻﻮنSoson Köyü’nün tamamı.
5-Mut Kazası’ndaki Çömlek Çiftliği’nin tamamı.
6-Konya'nın Sahra (Ova) Nahiyesi’ndeki ‘’ﻗﺎﺑﺾ1265 Kabız Ali Çiftliği’nin tamamı.
7-Bayburt Muzafatı’ndan Karakaya, Gencik Köyleri’nin tamamı.
8-Bayburt Muzafatı’ndan Aşağıkayı diye mâruf olan şu yedi köyün temamı: -Çadır Dik -Gazi Kurd'a intisapla
mâruf Gazi Kurt, -Susuzca adıyla mâruf Göçi, -İbrim, -Çetük, -Gök Köy, -Parlak diye mâruf Oğuzhanlu.
9-Yine Bayburt Kazası’na bağlı ve Kayı diye mâruf olan şu on köyün tamamı: -Göcü -Hamir Öyüğü -Ortaca -
Saruhanlar -‘’ﺗﻮﺳﻦTosun -‘’ﻗﻮﻣﺎروﻟﺮKomarolar -Kızılviran -Kum Tömek -Süleler -Ilıca
10-Konya'da Kepeçal Cemaati’nin tasarrufunda bulunan Kepeçal Çiftliği.
1265
-Kabız Selçuk, Divan Teşrifat’ında mühim bir memuriyetin vasfıdır.
362
11-Kayı Cemaati’nin tasarrufunda bulunan Kör Kuyu Çiftliği
12-Kayı Muzafatı’ndan Hacı Hamza isminde bir adama nispetle meşhur, Büyük Evli Cemaati’nin tasarrufunda
bulunan Hacı Hamza ve Köse Çiftlikleri
13-Kayı Aşireti’nin tasarrufunda bulunan Tutuk ve Karabaşlı Köyleri,
14-Turgut Kazası’na bağlı Çeltik Köyü’
15 Mut Kazası’na bağlı Tura Köyü’
16-Divanlar diye mâruf Kınıklı Köyü.
17-Kayı Aşiretinin tasarrufunda Eymürdar Çiftliği.
18-Kayı Aşireti’nin tasarrufunda ‘’ﻗﺎﻟﺪاكKöyü.
19-Silifke'de ‘’ﺻﻮ ﺣﻤﺔdiye mâruf çarşısının geliri,
20-Kayı Aşireti’nden Alemdar Kolu’nun mahsulleri,
İmaret yapıldıktan sonra Konya Kadısı İnam Efendi hükümdara şöyle bir arzda bulunmuştur:
‘Matbah, Mevlâna Zaviyesi'nde oturan dervişlere çok yakındır. Yemeklerin kokusu oraya kadar ve civar evlere
gider, bilhassa Ramazan aylarında istedikleri kadar yemek tedarik edemeyen dervişler bundan müteessir olurlar; bunlara
da imârette pişen yemeklerden verilmelidir.’
II.Selim bu teklifi derhal kabul etti. Her gün 25 muhtaç Mevlevî dervişine ve civar komşulara imâretten yemek
verilmesini ve bunların yemekleri için vakfiyedeki miktara her sene 12057 gümüş dirhem zam edilmesini vakıfnâmesine
bir madde halinde koydurmuştur.
İmâretin matbahında her gün sabah, akşam iki öğün yemek pişirilecek ve misâfirlere dağıtılacaktır. Cuma ve
mübarek gecelerde ayrıca nefis taamlar pişirilecektir. Her gün imârete otuz beş okka koyun eti, Karaman ili kilesi ile iki
buçuk kile buğday unu, 15 okka iyi pirinç alınacaktır. Bundan başka her gün soğan, iyi tuz, biber, temiz nohut için dört;
mum ve kandil yağı için bir; süt için 20; kapları kalaylatma ve değirmen ücreti gibi müteferrik masrafları karşılamak
üzere üç dirhemlik bir tahsisat ayrılmıştır. İmârette bayram günleri, Cuma, Ramazan, Reğaib ve Berat geceleri Zerbaç,
Dane, Zerdeç ve Ekşi denilen nefis yemekler pişirilecektir.
Bu yemekler ve tatlılar pişirildiği zaman dane için her gün 35 okka iyi pirinç, 12 okka iyi sade yağı, Zerdeç için
her gün 25 okka iyi pirinç ve yirmi beş okka bal ve Karaman okkasiyle sekiz okka halis sade yağı, Zerbaç için her gün
otuz beş okka bal, on sekiz okka nişasta, beş okka ceviz, altı okka kuru incir, on beş okka kırmızı üzüm ile kişniş, on beş
dirhem zaferan ki otuz gümüş dirhem eder, 14 okka erik ve zerdalü, ekşi için her gün on sekizer okka pirinç ve nardenk
denilen iyi pekmez, yedi okka kara üzüm, yedi okka zerdali, yedi okka erik ve bir okka halis tereyağı verilecektir.
Eğer imârete eşraftan gelen olursa eslâfın yaptıklarına ve geleneğe göre bunlara ilk gün buğday çorbası, zerdaç,
biberli pirinç, ikinci gün biberli pirinç, ekşi ve çorba verilecektir. Zerbaç Cuma akşamlarından başka verilmez.
Bir misâfir öğle ezanından evvel gelirse o gün imâretin yemeğinden istifade edebilir. Öğleden sonra gelen
misâfir, ikinci günün listesine girecektir. Yemek esnasında her sofraya altında bütün eti bulunan bir sahan pilav, sonra
muayyen yemekler verilir. Vakfiyede müstahdemlere verilecek maaş miktarları, bunların vazifeleri ayrı ayrı
gösterilmiştir.
İmâret Mimar Sinan'ın hassa mimarbaşılığı zamanında yapılmıştır. Fakat ne matbu Tezkeretü’l-Bünyan ve
Tezkeretü’l-Ebniyeler’de ne de bunların bize kadar gelebilen yazma nüshalarındaki listelerde bu imâretin adına
rastlamıyoruz, fakat bu eserlerde aynı hükümdarın Karapınar'daki Mamuresi vardır.
Şurasını tebârüz ettirmek isteriz ki bize kadar gelebilen matbu ve yazma bütün ‘’ﺗﺬآﺮة اﻻﺑﻨﻴﻪ ﺗﺬآﺮة اﻟﺒﻨﻴﺎنler
yanlışlarla doludur. Doğru ve güvenilir bir nüsha meydana çıkıncaya kadar Konya İmâreti'nin mimarı meçhul kalacaktır.
İmâretin asıl, Tabhâne denilen misâfirlerin yatıp dinlenecekleri muntazam, kesme taşla yapılmış kısmı Mevlâna
Türbesi tarafında doğuda idi. Pek muhteşem kapısı vardı. Mevlâna Manzûmesi derviş odalarının bacalarına uygun
bacaları vardı. Bir kısmı da iki kat halinde idi. Sonradan buraya, Tabhâne-Kurşunluhan denir olmuştu. Ressam Hüsn-i
Yusuf Bey bir asır evvel bu hanın bir resmini yapmıştır. Sayın Profesör Süheyl Ünver'in koleksiyonundan aldığımız bu
resmi koyuyoruz.
Tabhâne ile dervişler odası arasında III.Murad'ın medrese olarak yaptığı, sonra vazgeçtiği kısım daha alçaktı. Bu
da resimde açıkça görülüyor. Kapısının üstünde Kitabesinin bulunduğunu da sanırız.
Evliya Çelebi, eserinin iki yerinde bu imâretin Kanuni Sultan Süleyman'ın eseri olduğunu söylerken büyük hata
işlemiştir.1266
Bir yerde: ‘Mevlâna Celâle’d-din Rûmî Tekkesi’nin kurbinde iki minareli bir cami ve bir medrese bir imareti Dârü’z-
Ziyafe âsâr-ı Süleyman Han’dandır’ diyor. Bir başka yerde Konya'nın imâretlerini sayarken şunları yazar: ‘11 adet
Dârü’z-Ziyafesi olup nimeti her an mebzul olanları İmâret-i Tekke-i Hazret-i Mevlâna ile İmâret-i Sultan Süleyman
Han'dır.
İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde bulunan 48 numaralı mühimme defterinin 100 sıra numarasında kayıtlı 23 Recep
990 tarihli bir hükümden öğrendiğimize göre Sultan III. Murad babası tarafından yaptırılan imârethâne evkafına elli bin
akçelik bir gelir ilâve etmiştir.
II.Sultan Selim'in Karapınar'daki, Sultaniye Camii, hamam ve imâretten müteşekkil Mamuresinin h.992-m.1584
yılında tanzim edilmiş Başvekâlet Arşivi'nde 424 numarada muhafaza edilen bir defterde bu vakfın gelirleri mufassal bir
1266
-Evliya Çelebi Seyehatnamesi, C.3,S.24
363
surette kaydedilmiştir. Bu defterde bu Mamurenin Eski İl, Lârende ve Belviran'daki bütün evkafı kopya edilmiştir.
Karapınar Câmii’nin kapısındaki Kitabe h.971-m.1563yılını gösterir ki II.Selim'in şehzadeliği zamanına rastlar.
Arapça Kitabe şudur:
رﺑﻨﺎ ﺗﻘﺒﻞ ﻣﻨﺎ هﺬا اﻟﺒﻨﺎ
وﺗﺐ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﺑﻔﻀﻠﻚ واهﺪﻧﺎ
ﻓﻠﻤﺎ ﺗﻢ هﺬا اﻟﺠﺎﻣﻊ اﻟﺸﺮﻳﻒ
ﺗﻘﺒﻠﻪ رﺑﻨﺎ اﷲ اﻻﻋﻠﻰ
ﻓﻘﺎل اﻟﻬﺎﺗﻒ اﻟﻐﻴﺒﻲ ﺗﺎرﻳﺨﻪ
ﺲ ﻋَﻠﻰ اﻟ ﱠﺘﻘْﻮىَ ﺳﺠ ٌﺪ ُأ ﱢ
ِﺴ
ْ ِا ﱠﻧ ُﻪ َﻟ َﻤ
Son mısra ebcet hesabına vurulunca h.971 tarihi çıkmaktadır.
Mimar Sinan devrinin bu pırlanta bergüzârı, meydan açma bahanesiyle 1958 yılında Türbe Hamamı gibi
yıktırılarak yeri meydan haline getirilmiştir.
Bu elem ve keder verici haller eski eser sevenlere kan ağlatmaktadır.
Meydan, sokak kazanacağız derken yurdun tapu senetleri olan tarihî âbidelerimizin mukadderâtını kör kazmaya
terk ederek harıl harıl yıkıyoruz.
Sultan Selim İmareti'nin 996 yılı şevvalinin ortalarında aslından kopya edilen 34 yapraklık bir vakfiye sureti
Konya'da Sayın İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde mahfuzdur. Her sahifesinde dokuzar satır bulunan bu suret tamamdır.
Fakat asıl vakfiyenin tarihi bunda da yoktur.
1267
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi, cilt 3 sahife19
1268
-Nüzehtü’l-Kulüb, Bombay tab’ı sene 1311,sahife 305
364
“Âb-u havası memdûh-ı âlemdir. Maarretü’n-Numan ve Haleb-i Şehba havasından nâziktir, derler.
Hakka ki vakt-i seherde bâ’d-i sabâsında insan hayat-i taze bulur. Kale hâricinde su taksimi için bir kubbe bina
olunmuştur. O kubbede 366 lüle su taksim olunup şehirde cami, mescit han, hamam ve ayan saraylarına hep
andan gider. Çeşmeleri çoktur. Menbaları hep Cebel-i Meram’da olup taksim kubbesinden gelir. Üç yüzü
mütecâviz sebil-i şarab-ı tahûru vardır. Letâfet-i âb ü havasından cümle halkı tendürüst ve kaviyyülbünyedir. Ol
kadar müsin ve muammer olurlar ki kuvvetleri gitmiş, ömrü 170’e yetmiş tâb-ü tüvanları bitmiş oldukları halde
yine dinç olurlar.”
Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sında da şu satırları buluyoruz:
“Bu şehrin intihâ-yı garbîsinde iki çatal dağları vardır. Zeyl-i şarkîsine karîb düz yere akar sulu bağlı ve
bahçesi sur-ı mâmûru vardır. Cânib-i cenûbunda ol dağlar eteğinde Meram nam bahçe ve mesiresi olup dağdan
şehre ve Meram’a nehirleri cârî olur. Mezari ve besatin-i şehri sakyettikten sonra şehrin sahra cânibine bu suların
ayağı inip bir göl olur. Ve ol göl dağları ihâta eder. Şehrin suyu dağdan gelir. Anın için bâb-ı surda bir kubbe-i
azîme vardır. Hariçten üç yüz lüle âb-ı cârî olup şehre münkasimdir.”
Ebubekir Efendi de Coğrafya’sında şunları söyler:
“Suyu dağdan gelir, kalenin bir kapısında büyük bir kubbe vardır. Üç yüz kadar lüle âb-ı cârî şehre
taksim edilmiştir.”
Hammer Konya’yı anlatırken şöyle der:
“Büyük Alâa’-din’in başlıca inşaatı kale, vâsi bir su hazinesi, şehrin duvarları ve kendisinin
türbesidir.”1269
Eski ve yeni tarihçilerin Konya Kalesi’nin batı kapısının önünde bulunduğunu söyledikleri büyük su
kubbesi; istasyonun üstündeki eski Havzan’dır. Bu su santralı; semtine Havzan Yöresi adını verdirmiştir. Meram
suyu şehir ırmağı yoluyla açıktan bu maksime gelir ve buradan toprak künklerle şehrin muhtelif semtlerine
dağılırdı.Künklerin temizlenmesi için kolların üstüne sık sık bacalar konurdu. Çay suyu bulandığı zaman
çeşmelerin suları da bulanık, bazen âdetâ çamurlu akardı. Suyolcular bundan sonra ‘kurbağa’ dedikleri, içine
saman doldurulmuş küçük torbaların uçlarına uzun ipler bağlayarak künklerin içine salarlar; ileri geri çekerek ve
bırakarak zife denilen teressubatını temizlerlerdi. Ben bu bacaları ve temizleme tarzlarını gördüm.
Havzan’ın üstündeki kubbe bir zelzeleden sonra çökmüştür. Bizim yetiştiğimiz zamanda Havzan’dan su
22 künkle muhtelif semtlere taksim ediliyordu. I.Alae’d-din devrine ait iri Kitabe taşları da vardı. Evkaf idaresi
bir Kürd’e satmıştır. Bu tarihî maksimin olduğu gibi muhafaza edilmesi lâzımdı. Havzan’ın alt kısımları hâlâ
duruyor. Bir müdahale ile kurtarılması lâzımdır. Mâlî 1341 yılında yörenin yardımı ile eski Havzan’ın
enkazından doğu tarafında bir çeşme yapılmıştır. Çeşmenin cephesine eski Havzan’a ait iki Kitabe parçası
konulmuştur. Sağdakinin ebadı 0.46 x 0.70 metredir ve üstünde iki satır halinde:
… ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻋﻼ اﻟﺪﻧﻴﺎ-1
… ﻓﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ آﻴﺨﺴﺮو-2
yazılıdır. 0.67 x 0.70 metre ebadında soldaki ikinci parçanın üstünde de yalnız ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰokunmaktadır.
Tarih kitaplarının tasrihine ve Kitabedeki Keykubad İbn-i Keyhüsrev adına bakarak hükmedebiliriz ki
bu Havzan’ı I.Alâa’-din Keykubad yaptırmıştı. Kitabe parçalarında tarih olmadığı için inşa tarihi hakkında kesin
bir şey söyleyemeyeceğiz. Fakat kale ve cami ile beraber 617-618 yıllarında yapılmış olduğunu kabul edebiliriz.
Konya Valisi Kel Hakkı Hasan Paşa’nın zamanında h.1264-m.1847 yılında Zindankale’nin batısında
ikinci bir Havzan yaptırılmış ve buraya Şevk-Âbâd Bahçesi adı verilmiştir. Su buraya eski Havzan’dan geniş
tahta oluklarla istasyonun kuzeyinden getirilmiştir. Vâlidemin babası Atazade İbrahim Ağa’nın babası Rüstem
Efendi yeni yolun inşasına memur edilmiş ve güzergâha da karakavaklar dikmişti. Otuz beş sene evvelisine
kadar olukların seddi ve bulutlarla öpüşen yaşlı karakavaklar duruyordu. Karakavakların Altı Mesiresi,
Konyalılarca pek meşhurdu. Bu yaşlı hatıralar, tarih yâdigârları da kör baltaya kurban gitmişlerdir.
Selçuklular devrinde birçok emirler, devlet uluları ve memleketin yüze gelen hayır sahipleri Konya’ya
su akıtmışlar birçok çeşmeler ve sikayeler (sebiller) yapmışlardır. Sâhib Ata bunların başında gelir. O şehre kırk
çeşme getirtmişti. Kapı Çeşmesi ve Dâru’l-Hadisi yanında -biraz tahrif ile - adını mahalleye bıraktığı sikayesi1270
pek meşhurdu.
Karamanoğulları’ndan Dizdar Ahi Murad; Konya’ya hem hamam yaptırmış, hem de muhtelif
çeşmelere su akıtmıştı. Karamanoğulları devri adamlarından Server Ağa İbn-i Abdullah; Konya’ya hususi bir
surette su getirtmiş. Deli Kapı denilen Lârende Kapısı’nın içine Mücellid ve Kale-i Cerp Mahalleleri’ne birer
çeşme yaptırmıştı.
Yakup Viranî Köyü’nün yarı geliri ile Kürkçüler Hamamı’nın üçte bir geliri bu çeşmelere
vakfedilmişti.1271
Karamanoğulları devri adamlarından Veled Oğlu Ömer Bey de Konya’da çeşme yaptırmıştı.
Fâtih’in ve III.Murad’ın il yazıcıları bu çeşmenin vakfiyelerini görmüşler ve tetkik etmişlerdi.
1269
-Osmanlı Tarihi, cilt 3 sahife 95.Türbeyi II.Kılıçarslan yaptırmıştır.
1270
- Bu çeşme Sakahane Mahallesi’nde idi. Avam, Sikayehane veyahut Sikaye’yi Sakane şekline sokmuştur.
1271
- Ankara Kuyu-u kadime Arşivi’nde bulunan 256 ve 584 numaralı Fatih ve III.Murad’ın Konya Defteri ile Konya Vakıflar
Müdürlüğü’nde bulunan 3 numaralı defterin 229. sahifelerinde kayd-ı hakani suretleri.
365
Yine Karamanoğulları devri adamlarından Külük Yusuf Ağa da Hocafakıh Zaviyesi’nin ittisâline bir
çeşme yaptırmıştı. Çeşmenin civarında Karamanoğlu İbrahim Bey’in eski sarayı vardı.
Karamanoğulları devri adamlarından ‘’ﺳﺪونSüdün Ağa da Konya’ya çeşme yaptıran hayır
sahiplerindendir. Südün Ağa’nın Konya’da Dâru’l-Huffaz’ı da vardır. Ankara Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde
bulunan h.881-m.1476 tarihli il yazıcı defterinde bu çeşmeyi buluyoruz. Konya Müzesi’nde Südün Ağa’nın kızı
Nefise Hatun’un güzel bir mermer mezar taşı vardır. Nefise Hatun h.879-m.1474 yılında ölmüştür.1272
Osmanlı Hükümdarları’ndan Yavuz Sultan Selim Konya’nın su işleriyle bilhassa ve ehemmiyetle
meşgul olmuş, taştan yapılmış lağımlarla Dutlu Suyu’nu şehre akıtmış ve birçok çeşme ve şadırvan yaptırmıştır.
Karatâyî Medresesi’nin içindeki çeşmeyi de o yaptırmıştır. Sultan Şehinşah’ın hususî adamlarından Ahmed
Çelebi İbn-i Yusuf Ağa h.923-m.1517 tarihli Kemal Paşa Zâde tarafından tasdik edilen bir vakfiyesiyle
Meram’dan Konya’ya husûsî bir mecrâ ile su getirmiştir. Konya’da Ahi Murad Hamamı’nın yanına, Kadı
Mürsel, Şerafe’d-din Câmileri’nin yanlarına ve yeni Tahta Kale’ye dört çeşme yaptırmak istemiştir. Hayatta iken
üç çeşmeyi Konya âyanından Mehmed İbn-i Dursun’un tevliyet ve nezâretiyle yaptırmış, dördüncüsü Şerafe’d-
din Câmii’nin yanındakini de Hemdem Paşa yaptırmıştır. Bu sıralarda kâtip Hüsâme’d-din Dimeşkî ile Konya’yı
yazmaya gelen Kemal Paşa Zâde Yenice Köyü’nün bu çeşmeye vakfedilmiş olmasını kabul etmemiş, Yavuz’a
arz etmiş, o da bu köyü kendi adına Ahmed Çelebi çeşmelerine vakfetmiştir.
Vakfiyede suyun Meram’dan hususi bir surette getirildiği şöyle anlatılmıştır: ‘ ﻓﺎراد ان ﻳﺠﺮى اﻟﻤﺎء ﻓﻰ اﻟﻤﺪﻳﻨﺔ
’ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺣﻤﻴﺖ ﻋﻦ اﻟﻤﺤﻨﺔ واﻟﺒﻠﻴﺔ وﻳﺠﻌﻠﻬﺎ ﻋﻴﻮﻧﺎ ﻓﻰ ارﺑﻌﺔ ﻣﻮاﺿﻊ … ﻓﺎﻧﺰل ﻣﺎﺋﻬﺎ ﻣﻦ اﻟﻤﺎء اﻟﻌﺎم اﻟﺠﺎرى ﻣﻦ وادى اﻟﻤﺮام1273
Seyyid İbrahim Ağa’nın oğlu Ömer Ağa da h.925-m.1519 yılında tanzim edilen vakfiyesiyle Konya
Kalesi’nin Yeni Kapı civarına çeşmeler yaptırmıştı. Ömer Ağa Sille’deki Yeni Han’ı bu çeşmelere gelir olarak
vakfetmiştir.1274
Kanunî’nin Konya Beylerbeyisi Ali Paşa da h.963-m.1555’de Akçeşme ile Fakihdede Çeşmesi’ni yaptırmıştı.1275
Kanunî devrinin adamlarından Yatakçı Zade Emirza Bey de h.944-m.1537 yılında Çadırşı Çeşme’yi
yaptırmıştı. Konyalı Hasan Mehmed’le kızı Hasibe h.1061-m.1650 yılında Sulu Han civarında bir çeşme
yapılmasını vasiyet etmişlerdi. Nakıpoğlu Camii’nin bânîsi Müftü İbrahim Efendi şehrin muhtelif yerlerinde dört
çeşme yaptırmış ve akıtmıştır. Şehirde bunlardan başka, daha birçok çeşmeler yaptırılmıştı.
Selçukîler, Karamanoğulları ve Osmanlılar’ın ilk zamanlarında Konya’da birçok çeşmeler yaptırıldığı
halde Kanunî devrinde yapılan bir Karaman İli İl Yazıcı Defteri’nde şehirde yalnız sekiz çeşme ile sekiz hamam
tespit edilmiştir.
Şarlteksiye Konya’yı anlatırken:
“Âl-i Osman sülâlesinin teessüsünden beri Konya mebanî ve tezyinat-ı mimariyesinin azaldığı ve
zayıfladığı görülür.”1276diyordu.
Filhakika Osmanlılar devrinde Konya ihmal edile edile ve unutula unutula dev yuvasında uyuyan bir
cüceye dönmüştü. Yalnız Sahip Ata’nın 40 çeşme akıttığı göz önüne getirilirse eski Selçuk payitahtının ne kadar
gerilediği ve küçüldüğü hayretle görülür.
Kanunî devrinde sayısı on bire inen hamamlardan yedisinin bugün yerleri bilinmiyor. Adları bile
unutulmuştur.
Konya’nın su ihtiyacı yazın Meram’ın çay suları şehre kadar inmediği zamanlarda bostanlar kuyulardan
ve dolaplardan sulanırdı. Konya’da pek çok su dolapları vardı. Siyavüş Sultan Dolabı, Cem Sultan Dolabı
meşhur dolaplar arasında idi. Bazı hamamların suları çarklarla kuyudan temin edilirdi. Şimdiki Postane’nin
yerinde bulunan bir hamamın vakfiyesinden suyunun çarklarla temin edildiğini öğreniyoruz.
Evliya Çelebi Konya’da 2700 kuyu saymıştır. Konya ve çevresinde birçok da sarnıç vardır. Bugün de bu
sarnıçlardan istifade edilmektedir.
Şerafe’d-din Câmii’nin bânîsi Şerefe’d-din Zevvak’ın yöresindeki Tavukçular Sarnıcı bunların
meşhurlarındandır.
19. asrın son yarılarında nüfusu artan Konya’da müthiş bir içme suyu sıkıntısı baş göstermişti.
Açıktan akarken geçtiği köylerin, bağların lağımları ile pislenen suyun birçok hastalıklar getirdiği
anlaşılıyordu. Aydınlanan kafalar bu sıhhî mahzurları görüyorlardı. Nihayet Konya’nın kudretli ve enerjik valisi
Avlunyalı Ferid Paşa şehrin su ihtiyacını karşılamaya karar verdi. Mukbil’den başlayarak Dutlu, Hatıp ve
Çayırbağı membalarında incelemeler yaptı. En iyi çeşme suyu olan Çayırbağı Suyu’nun Konya’ya akıtılması
kararlaştırıldı.
1272
-Kitabe aynen şudur: ‘ اﻧﺘﻘﻠﺖ ﻣﻦ دار اﻟﻔﻨﺎ اﻟﻰ دار اﻟﺒﻘﺎ واﻟﺠﺰا اﻟﻤﺮﺣﻮﻣﺔ اﻟﻤﻐﻔﻮرة اﻟﺴﻴﺪة اﻟﺸﻬﻴﺪة اﻟﻤﺒﺮورة اﻟﻤﺤﺘﺎﺟﺔ اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻧﻔﻴﺴﺔ
’ﺧﺘﻮن ﺑﻨﺖ اﻟﻤﺮﺣﻮم ﺳﺪن ﺁﻏﺎ ﻃﺎﺑﺖ ﺛﺮاهﺎ وﺟﻌﻞ اﻟﺠﻨﺔ ﻣﺜﻮاهﺎ ﻓﻰﻳﻮم اﻟﺨﺎﻣﺲ واﻟﻌﺸﺮﻳﻦ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ ﺟﻤﺎدى اﻻﺧﺮﻩ ﺳﻨﺔ ﺗﺴﻊ وﺳﺒﻌﻴﻦ وﺛﻤﺎﻧﻤﺎﻳﻪ هﺠﺮﻳﻪ ﻧﺒﻮﻳﺔ
1273
- Bu vakfiyenin bir sureti Konya Vakıflar Umum Müdürlüğü’ndeki 3 numaralı defterde kayıtlıdır.
1274
-Konya Vakıflar Müdürlüğ’ndeki 4 numaralı defterin 154. sahifesinde bu çeşmenin vakfiyesi vardır.
Ankara Vakıf Umum Müdürlüğü Arşivi’nde ‘1267 Anadolu Başlar Defteri’nin 136. sahifesinde de bu vakfiyenin bir
sureti kayıtlıdır.
1275
-Ali Paşa, Fakih Dede Mescidi’ni cami yaptırmış buraya bir de tefsir yazılı Kuran vakfetmişti. Akçeşme’nin arkasındaki
Mahmut Dede Bahçesi’ni de bu paşa vakfetmiştir.
1276
-Küçükasya cilt:3, sahife:205
366
Konya’nın batı güneyine düşen Çayırbağı Menbaı şehre 19 kilometredir. Ferid Paşa; yol parasından on
sekiz bin altın liranın mali 1317 yılı su işine sarf edilmesi için Padişah’tan irade almış ve derhal işe başlamıştır.
Su, demir borularla Alâa’d-din Tepesi’nin doğu tarafına yapılan 500 tonluk kârgir depoya akıtılmıştır. Buradan
şehrin muhtelif yerlerine serpiştirilen elli çeşmeye dağıtılmıştır.
Su işi Su Komisyonu adı ile şehrin eşrafından ve tanınmış adamlardan terekküp eden bir heyete tevdi
edilmiştir. Bu mahalli idare; faaliyetini genişletmek için her çeşit teberruları, tesisleri ve yardımları kabul
ediyordu. Temiz bir suya kavuşan şehrin sıhhî durumunda fevkalâde iyilikler görülüyordu. Halk iyi su içmenin
zevkine varmıştı. Yardımlarını genişlettiler. Meşrutiyetin ilan edildiği 1324 mâlî yılı, Cevad Bey’in valiliği
zamanında çeşmelerin sayısı 150’ye çıkarıldı. İki sene sonra bu miktar halkın ihtiyacına cevap veremiyordu. İlk
müteşebbislerin daha geniş kuturlu bir boru tercih etmemelerinin büyük bir hata olduğu anlaşıldı. 1326 mâlî
yılında Mukbilbey Pınarı ve Sütlü kaynak sularının birleştirilerek demir boru ile şehre indirilmesine karar verildi.
Derhal faaliyete geçirilerek bir taraftan şehirden Kadı Yokuşu’na kadar diğer taraftan da şehirden gelen boru ile
birleşmek üzere membalardan şehre doğru demir boru döşendi. Arada bir buçuk kilometrelik bir açık kaldı.
Birinci Cihan Harbi patladığı için boru tedarik edilemedi ve bu iş de 1340 yılına kadar yüzüstü kaldı. Bu yıl
boruların döşenmesi tamamlanmıştı. Bir kanun ile yurttaki bütün içme suları Belediyelere veriliyordu. Konya
Belediyesi Alâa’d-din Tepesi’ndeki eski deponun batı güneyinde betondan 250’şer tonluk iki depo daha yaptırdı.
Fakat bunlar çatladığı ve kullanılmaz bir hale geldiği için su eski depoya akıtılmış, o da hasara uğradıktan sonra
doğrudan doğruya ana borularla çeşmelere verilmiştir.
Belediye 1944 yılında hasara uğrayan depoları yıktırmış ve eski depoyu da tamir ettirmiştir.
Şehrin nüfusu artmakta devam ediyordu, yeni ve mütekâmil yaşayış şekilleri daha bol suya ihtiyaç
hissettiriyordu. Konya Belediyesi, Belediyeler Bankası’ndan borç alarak 1937 yılında yine çelik borularla şehrin
14,5 kilometre cenup batısındaki Dutlu Membaı’ndan su aldı. Şehrin en uzak yerlerine, güzergâhtaki yörelere
çeşmeler yaptırıldı. 1944 yılında şehirdeki umumî çeşmelerin sayısı 420 idi.
Bu su da mütemâdiyen değişen hayat şartlarına ve şehrin durmadan artan nüfusuna cevap
verememektedir. Bunun için belediye ihtiyat tedbiri alarak çeşmelerin adedini 420’den 290’a indirmiştir.
Çayırbağı Membaı’nın yanında ikinci bir memba daha vardır. Daha geniş çelik bir boru ile bu su da
getirilirse Konya istikbâlin duyacağı bütün ihtiyaçlara cevap verebilecek bir su hazinesini elinde tutmuş
olacaktır. Üç su, meselâ Çarıklar’ın altında tesis edilecek bir büyük depoda toplanırsa buradan şehre kadar
uzanan iki hattın boruları da tasarruf edilmiş olur. Memnuniyetle öğrendiğimize göre yapılan bir hesaba nazaran
Çayırbağı saniyede depoya 16, Dutlu Suyu 25 ve Mukbil Pınarı 19 litre su akıtmaktadır. Hepsi toplanırsa
saniyede 60 litre su eder. 24 saatte bu pınarların Konya’ya 5184 metre mikabı su temin ettikleri anlaşılır ki 1940
yazımında şehrin nüfusu 56.698 olarak tespit edildiğine göre dağıtımdaki tabii olan kaçırma payı hâriç tutulmak
şartı ile adam başına 70 litre su isabet etmektedir.1277
Mukbil, Dutlu, Çayırbağı membaları Konya’nın tabiî birer mesiresidirler. Mukbil Konya’ya 11.5,
Çayırbağı 25 kilometrededir, Dutlu ve Çayırbağı arasında Konya’ya 17 kilometre olan bir de Hatıp Membaı
vardır. Manzaralarıyla, canlara can katan temiz billur sularıyla gözleri ve gönülleri büyüleyen bu kaynakları her
Konyalı’nın ve her turistin görmesi lâzımdır.
Fâtih’in Karaman İli Defteri’nde Mukbil Bağı’nın adı geçer. Birçok Selçuk devri vesikalarında ve
menkıbelerde geçen Mukbil Pınarı ve Bağı ile Turut kadar meşhurdur.
Selçukîler devrinde bu suyun bir kısmının toprak künklerle Konya’ya kadar indiği de söyleniyor. Bu
tarihî rivayet o civarda yapılacak ufak bir yer altı araştırması ile tevsik edilebilir.
Pınarın, Çelebi Hüsâme’d-din’in bahçesinin içinden geçtiği de bir rivayettir.
Dutlu Pınarı; Sahib Ata’nın vakfiyesinde Tutistan ‘’ﻃﻮﺗﺴﺘﺎنşeklinde geçer. Sahib Ata’nın bu suyu
künklerle Konya’daki kırk çeşmelerine indirmiş olması çok kuvvetli bir ihtimaldir. Selçuk devrinin meşhur
Tutistan Mesiresi sonra Dutlu diye dillere destan olmuştur. Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı lağım teşkilâtını
şimdi de Dutlu’da görmek mümkündür.
Pınarın batısında muntazam bir Selçuk Hanı vardır. Dutlu Hanı denilen bu kervansarayın yalnız bazı
duvarları ve tonoz enkazı ayakta kalmıştır. Bulumya’ İnice’ İret’ Beyşehir ve Seydişehir yolları üzerinde bulunan
bu han, eskiden pek meşhurdu.
Dutlu’nun şimalinde tarihî inler de vardır. Menbada görülen çeşme yenidir. 01.06.1937 tarihinde
yapıldığı üstündeki Kitabeden anlaşılır. Tarihi Sahib Ata devrine kadar çıkan Tutistan Çiftliği sonradan
Mecidiyeler’e geçmişti.
Büyük ve Yanık Frigya’nın son büyük şehri olan İconiumlular Sibel Mabûdesi’ne ve Diyonisos’a
taparlarken şarap ilahının bayramlarını Hatıp Menbaı’nın yeşil ve zümrüt sath-ı mâillerinde tes’id ederlerdi.
Menbadaki tabiî mağara; su perileri Silen’lere tahsis edilmişti. Buralarda şarap küpleri saklanır ve
Diyonisos ayinlerinde halka meccânen dağıtılırdı. Sert bir dağın güneşe ve Konya Ovası’na bakan eteğindeki
mağaranın içinden soğuk ve billur gibi bir su kaynar ve tatlı bir zemzeme ile yamacın eteğindeki çakılların
1277
-Bu yazılar 1944 yılında yazılmıştır.
367
üstüne dökülür, mecradaki çakıllar o kadar temiz ve o kadar beyaz ki güneşin ışığı altında pırlanta gibi akisler
yaparlar.
Hatıbın Suyu şimdi serseridir. Köyün bostanlarını sular, bir de değirmen döndürür, su başı Konya’ya 17
kilometredir. Çayırbağı’ndaki suyun tamamı geniş bir boru ile Konya’ya alınır ve bu da az görülürse yolda Hatıp
Suyu ile katıklaştırılabilir.
Çayırbağı; mevkii, havası ve manzarası itibariyle Meram’dan çok iyidir. Meram’ın Gedabad’ı burada
daha devamlıdır. Şimal rüzgârlarına karşı daha kapalıdır. Cevizi ve kayısısı da suyu kadar meşhurdur. Konya’ya
akan menbaın üstü bir çatı ile örtülmüştür. Artan su köyün bostanlarını sular. 1 Ağustos 1944 günü saat 8.45’te
bir otomobille Konya’dan hareket ederek üç menbaın sularını mahallinde tetkik ettik. Menba’da Çayırbağı
Suyu’nun derecesi 15, Dutlu 16, Meram’da köprü başında Mukbil’in 17 idi. Suların dereceleri alınırken muhitin
tabiî hararet derecesi sıfırın üstünde 28 idi. Alınan sular tetkik için uçakla Ankara’ya gönderilmişti.
ALÂA’D-DİN SU DEPOSU
Depo; Alâa’d-din Tepesi’nin doğu sath-ı mâiline kuzeyden cenuba doğru taşla yapılmıştır. Kuzey ve
cenup taraflarına yukarıdan birer pencere açılmıştır. Su taksimini yapacak kısım deponun doğu yönündedir. İki
yanlarında birer de çeşme vardır. Maksimin kemerli kapısının önünde mermer bir Kitabe vardır. Edirnekapılı Ali
Usta tarafından İstanbul’da hazırlanan bu talîk Kitabe taşı gerek yazı nefâseti ve gerekse kazılması itibariyle çok
kıymetli bir sanat eseridir. Yazılar evvelâ taşa oyulmuş, sonra mavi bir taşla içleri mozaik şeklinde
doldurulmuştur. Kitabenin Abdülhamit’in adını taşıyan ilk mısraları Meşrutiyet İnkılâbı’ndan sonra kazınmak
teşebbüsü ile kısmen tahrip edilmiştir. Yeni harflerin kabulünden sonra da yanlarındaki çeşmelerin üstündeki
Kitabeler kazınmıştır. Şimdi Kitabeyi okuyalım:
1- Şeh-i sahib kerem âlî-himem Abdü’l-Hamid Han kim
Hemare âb-ı lütfun bezleder a’lâ vü ednâya
Eşedd-i ihtiyâcı arz olunca Konya’nun suya
Buyurdu başlanılsın iktizâ-yı hâl icrâya
KONYA ÇEŞMELERİ
1344 yılında Konya’da 404 çeşme, 3 havuz, 5 şadırvan vardı. Havuzlar Hükümet Meydanı’nda, Odun
Pazarı’nda, Dede Bahçesi’nde idi.
Kapı Camii’nin yanında ve Türbe önünde birer, Aziziye Camii’nin yanında iki, Mevlâna Dergâhı’nın avlusunda
bir şadırvan vardı.
Kitabeleri, yapıları ve yaptıranları itibari ile mühim olan bazı çeşmeleri alfabe sırası ile aşağıya
alıyoruz. Yapı, Kitabe değeri ve tarihî yâdı olmayan ve çoğunun üstünde ‘Besmele’ ve ‘Vesekahüm Rabbühüm
Şeraben Tahura’ ile tarihlerinden başka hiçbir Kitabesi bulunmayan çeşmeleri sıralamaya lüzum görmüyoruz.
1278
-Miladi 1902 yılına rastlar.
368
AKÇEŞME
Çeşme, kendi adını verdiği mahallede Kerimdede İlkokulu’nun batısındadır. Arkasında Dede Bahçesi -
İnel Dede- Türbe ve Zaviyesi vardır.
Çeşme Osmanlı çeşme mimarisinin güzel bir örneğidir. Çeşme eskiden kemerli ve daha aşağıda idi.
Kemerinin içi ve zemini taşla doldurulmak suretiyle asaleti ihlâl edilmiştir.
Üstündeki mermerde girift bir sülüs ile üç satır halinde şu manzum Kitabe okunmaktadır:
ﻋﻨﺎﻳﺖ ﺧﺪادن اﻳﺮوب ﺑﺮ وﻟﻰ-1
آﺮﻳﻢ1279 ﻋﻠﻰ ﭘﺎﺷﺎ ﻟﻄﻒ ﻣﺒﺮاﺗﻰ
ﺳﺒﺤﺎن ﻋﺰﻳﺰ ﻧﻬﺎﻳﺘﺪﻩ ﻟﻄﻒ اﻳﺪوب-2
اﻗﺘﺪى ﺑﻮ ﺷﻬﺮ اﭼﺮ )اﻳﭽﺮﻩ( ﻋﻴﻦ ﻋﻈﻴﻢ
ددى اآﻪ )اآﺎ( اوﻟﺪم ﻋﻄﺎ-3
1280
اُﺟﺮِى اﻟﻌﻴﻦ ﻣﻦ ﻣﺎ ِء ﻧﻬ ِﺮ اﻟﻨﻌﻴﻢ
Kitabenin son Arapça tarih mısraı ebcet hesabına vurulunca çeşmenin h.963-m.1555 yılında Ali Paşa
tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Çeşmenin mimarını tespit edemiyoruz.
Yapıldığı zaman Mimar Sinan hassa baş mimarı idi.
Konya Valisi Ali Paşa’nın1281 Fakih Dede Mahallesi’nde de aynı tarihte yaptırdığı bir çeşmesi daha
vardır.
BALIKLI ÇEŞME
Bu çeşme; İhtiyare’d-din Mahallesi’nde 44 numaralı sokağın başındadır. Ayna taşının üstüne
yerleştirilen 110 x 22 santimetre ebadında mor bir taşın üstüne başlar biribirine dönmüş iki balık kabartması
yapılmıştır. Balıkların ortasına şu Yunanca harfler yazılmıştır : ağa
Çeşmenin üstünde Bizans devrine ait üç köşeli ve kabartmalı taş vardır.Üstünde aynı şekilde balık
kabartmaları olan ve ortasında ‘’ﺳﻨﻪء ﺛﻤﺎن ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪyazılı bir taş da Konya Müzesi’nde 873 numarada kayıtlı
bulunmaktadır. Bu taş kalenin Lârende Kapısı civarındaki burçların birisinin üstünde idi. Oradan alınarak Rum
Mahallesi’ndeki bu çeşmenin üstüne yerleştirilmişti. Sonra bunun tarihî kıymeti bulunduğu nazar-ı dikkati
1279
- Kelimenin okunuş şekli şüphelidir. ‘Meberreti’ olacak galiba.
1280
-‘Mevlana Şehri Konya’ kitabında kitabe bir çok hatalarla kopya edilmiştir. Son tarih mısraı da şu şekilde yanlış
yazılmıştır. ‘’ﺟﺮى اﻟﻌﻴﻦ ﻧﻬﺮ ﻣﻦ ﻣﺎء اﻟﻨﻌﻴﻢTabi bu okunuşa göre tarih de yanlış çıkar. Üçüncü mısrada şu feci şekle sokulmuştur.
‘Nihayet arz-ı seha lütfedüp’
1281
- Sicill-i Osmani, Cilt: 2, Sayfa: 500
1282
-Ayrıca Argıthanı vardır. Bunu 3. Sultan Ahmed’in sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa yaptırmıştır. Bu hususta Akşehir
kitabımızın 632-636 sahifelerinde geniş malumat vardır.
369
çektiği için söktürülerek Mekteb-iSultani’deki müzeye kaldırılmıştır. Rumlar sökülen taşın yerine bu taşı
işleterek koymuşlardı. Taşın bu macerasını bilmeyen yerli, yabancı, birçok meraklılar ve âlimler bunu bir Selçuk
veyahut Bizans Çeşmesi sanıyorlardı. Bu satırlarla vaziyeti aydınlatmış oluyoruz.
CELÂL ÇEŞMESİ
Çeşme; Civar Mahallesi’nde Mevlâna Celâle’d-din Türbesi’nin kuzey tarafında 256 numaralı sokağın
başındadır. Çeşme yenidir. Üstündeki taşta dört satır halinde sülüs ile yanlış imlâlı şu perişan mısralar okunur:
ﭼﺸﻤﻨﻚ اﺳﻢ ﺟﻼل ازآﺎر ﻣﻮﻻﻧﺎﻳﺪر -1
ﺑﺎ ﺧﺼﻮص ﻗﺮﺑﻴﺘﻰ ﺟﻴﻮار ﻣﻮﻻﻧﺎﻳﺪر
ﺑﻮﻧﺠﻪ وارﻳﻦ ﺧﺮج اﻳﺪوب ﺣﻖ ﻳﻮﻟﻨﻪ ﺗﻌﻤﻴﺮ اﻳﺪن -2
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮاﺗﻪ ﺑﺎرى ﻳﺎر ﻣﻮﻻﻧﺎﻳﻪ در
اوﻗﻚ اوچ اﺧﻼﺻﻠﻪ ﺑﺮ ﻓﺎﺗﺤﻪ اﺣﺴﺎن اﻳﺪك -3
ﺣﺎﺟﻰ ﻋﺒﺪ اﻻﺣﺪ آﻪ اﻗﺮار ﻣﻮﻻﻧﺎﻳﻪ در
آﻴﻢ اﻳﺠﺮ ﺳﻪ ﻋﺎﻓﻴﺖ اوﻟﺴﻮن ﺑﻮ ﺻﻮدن ﺷﻤﻌﻴﺎ -4
اﻧﺘﺴﺎﺑﻰ ﻣﺠﺪ اﻳﻠﻪ ﺧﻨﻜﺎر ﻣﻮﻻﻧﺎﻳﻪ در
1294 ﺗﻌﻤﻴﺮ1235 ﺳﻨﻪ
1-Çeşmenin ismi celâl ezkâr Mevlâna’yadır
Bâ-husus kurbiyyeti civar-ı Mevlâna’yadr.
2-Bunca varın harcedüb Hak yoluna tamir eden
Sahib-ül hayratta Bari yâr-i Mevlâna’yadır
3-Okun üç İhlâsla bir Fâtiha ihsan edin
Hacı Abdü’l-Ahad ki ıkrar-ı Mevlâna’yadır
4 Kim içerse âfiyet olsun bu sudan Şem’iyâ
İntisabı mecd ile Hünkâr-i Mevlâna’yadır.
Sene 1235 - Tamir 1294”
Şair Şem’î’nin nazmettiği bu Kitabeye göre çeşmeyi h.1235-m.1819 yılında Hacı Abdü’l-Ahad isminde
bir hayır sahibi tamir ettirmiş, 1294’te de ikinci bir tamir görmüştür. Eskiden bu çeşmenin suyu Dutlu Suyu idi.
ÇADIRLI ÇEŞME
Çeşme; Fakih Dede Mahallesi’nde Buğday Pazarı civarında 183 numaralı Gevrakî Sokağı’nın
başındadır.
Çeşme eskiden daha önde idi. Yol tanzim edilirken buraya kaldırılmıştır. Gevrakî Zâde Mustafa
Efendi1283 tamir ettirdiği için yeni bir adı da Gevrakî Çeşmesi’dir. üstünde iki Kitabe vardır. Birinci tâlik iki
satırlık Kitabe şudur:
“Maşaallah
Besmele’yle iç suyun ayn-i şifa
1283
-Çeşmeyi tamir ettiren Mustafa Efendi Konya’nın Gevraki Köyü’nden Konya Müftüsü Abdülkadir Efendi’nin oğludur.
Gevraki Hoca 62 yıl önce Konya’da ölmüştür. Çeşme civarında hacı namzetleri ve yabancı kervanlar çadırlar kurdukları için
çeşmeye Çadırlı Çeşme denilmiştir.
370
Gevrakî Mustafa Efendi tarafından olunmuştur inşa.
1341-1339”
Bunun altında çeşmenin iki satır halinde şu sülüs Kitabesi okunur:
ﺑﻨﻰ هﺬﻩ اﻟﻌﻴﻦ اﻟﺠﺎرى ﻃﺎﻟﺒﺎ ﻟﺮﺿﺎء رﺑﻪ اﻟﺒﺎرى-1
ﺑﻚ ﺑﻦ ﻳﺘﻘﺠﻰ ﻣﻦ اﻧﺎم اﻟﺪوﻟﻪ ﻟﺴﻠﻄﺎن1284 اﻣﺮزا-2
ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺑﻦ ﺳﻠﻴﻢ
944 ﺧﻠﺪت ﺧﻼﻓﺘﻪ ﻓﻰ ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻨﻪ
Kitabenin ikinci satırında karine ile anlaşılacağı zannı ile bazı harflerin noktaları konmamıştır. Emirza
Bey’den sonraki iki harf ‘’ﺑﻦgibi de ‘’ﺗﺮve ‘’ﺑﺮgibi de okunabilir. Ben bunu ‘’ﺑﻦ ﻳﺘﻘﺠﻰşeklinde okudum Yatıkcı’dan
sonraki kelime ‘’ﻣﻦdir. Ondan sonraki kelimenin ikinci harfi yine noktasızdır. Bu; halk, oğlan mânasına gelen
‘’اﻧﺎمgibi de okunur, ‘’اﻳﺎمgibi de okunur. Ben birinci şekilde okumayı tercih ettim. Çünkü eyyam okunduğu takdir
de evveline ‘’ﻓﻰharf-i cerri gelmesi lâzımdır. Şu halde Kitabenin manası şöyledir:
“Bu akar suyu (çeşmeyi) Tanrı’nın rızasını isteyerek Sultan Süleyman İbn-i Selim Han’ın Allah
hilafetini muhalled kılsın- kullarından Yatıkcı Zâde Emirza Bey 944 yılında yapmıştır.”
Bu çeşme; Yavuz’un Şems Mahallesi’ndeki çeşmesinden sonra Konya’da üstünde bir hükümdar adı
taşıyan ikinci çeşmedir.
Kitabede çeşmeyi yaptıranın adı olan ‘’ﻳﺘﻘﺠﻰiki türlü ‘’ﻳﺎﺗﺎﻗﺠﻰYatakçı veya Yatıkçı ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰşeklinde
okunabilir. Konya’da gece bekçilerine Yatakçı dendiği gibi yatak yapana da denir.
Selçuk ordu teşkilâtında yatakçı; bir sınıf askerin vasfıdır.1285 Osmanlılar’da bunlara Çadır Mehterleri
derler. İkinci okuyuşa göre ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰyatıkçı; toprak bardakçı, testici demek olur. Bu çeşmenin şer’î sicil ve tedâvül
kayıtlarının ve arşiv vesikalarının birçoklarında bu ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰşeklinde yazılmıştır. Yalnız bir tanesinde
‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰyazıldığını birisi naklediyor. Eğer bunda bir yazış hatası veyahut bir uydurma yoksa ikinci okunuş şeklini
kabul etmek doğru olur.
Konya Müzesi idaresindeki bu çeşmenin fişinde bu kelime tırtıkçı gibi tespit edilmiştir ki yankesici
demektir. İstanbul Başvekâlet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanunî devrine ait Konya Tapu Defteri’nde
Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı Karahüyük Köyü yazılırken aynen şöyle deniyor:
“Karye-i Karahüyük. Mezkûr karyeden beş yüz dönüm yer mülk-i veled-i ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰber mûceb-i defter-i
köhne ve hüccet-i şer’iyye mea mukarrernâme İbrahim Bey ve Sultan Selim Han mezkûr karyenin tamamen
mülkiyetinde ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰevlâdından Seydî Ahmed’in beytü’l-malden satın aldığına elinde hüccet-i şer’iyyesi ve
İbrahim Bey’den mukarrernâmesi var amma Haydar Çelebi defterinde heman beşyüz dönüm yer mülk kayd
olunduğu sebebden yine mezkûr Seydî Ahmed’e beşyüz dönüm yer mülk kayd olundu.”
İşte bu vesikada kelime ‘’ﻳﺎﺗﻴﻘﺠﻰşeklinde geçiyor.
1284
- Bu kelimeyi ‘Mevlana Şehri Konya’ sayfa:2’de ve Zeki Oral Anıt Dergisi sayfa: 3,16 aslına uymayarak ‘’اﻣﻴﺮزاşeklinde
kopya etmiştir.
1285
-Osmanlı Devlet Teşkilatlarına Methal, sayfa:108
1286
- Mevlana Şehri Konya, kitabında bu kitabe şu şekle sokulmuştur. “deyin Ali Paşa Çeşmesi, oldu ma-i leziz-i ayn-i Firat.
Sayfa: 225
371
FERHUNİYE ÇEŞMESİ
Çeşme;Tâc-ı Vezirî Türbesi yakınında 399 numaralı sokağın karşısındadır.
Siyahımsı mermerden ayna taşında tâlık ile iki satır halinde şu Kitabe okunur:
“Ferhuniye’ye ferah bahşetdi Yezdan
Şefâat ede mahşerde nebiyy-i zîşan
Kim içerse olur derdine derman
Lafz-i ‘’ﺧﺬ ﻣﺎء1287 tarih oldu ey ihvan
1342 Halid”
Çeşmenin üstüne mavi çiniden iki Mevlevî Sikkesi konmuştur. Ortada daha eski devirlere ait bir başka
çini vardır. Bu çini sikkeleri Hasip Dede koydurmuştu.
Çeşme halkın yardımı ile yapılmıştır. Halk; Hasip Dede’nin yaptırdığı zehabını gidermek için çinileri
kırmışlardır. Kitabenin altındaki imza sahibi Halid, Konya’nın meşhur taşçılarındandır.
1287
- ‘Su al’ anlamına gelen Arapça bu terkip ebcet hesabına vurulunca 1342 çıkar.
372
üçüncü çeşmesidir. Bu çeşme h.1326-m.1908 yılında yıktırılarak ikinci bir çeşme daha ilâve edilmek suretiyle
yenilenmiş ve eski Kitabesi yine kullanılmıştır. Şimdi yalnız birisinden su akar.
HARMANCIK ÇEŞMESİ
Çeşme; Harmancık Köyü’nde câmiin kuzeyindedir. Çeşme Dutlu Suyu güzergâhında olduğu için suyu
da Dutlu’dan alınmıştır. Ayna taşının üstünde güzelce bir talik ile üç satır halinde şu Kitabe okunur:
ﻣﻨﺒﻊ ﻓﻴﺾ اﻟﻪ ﻣﺮﺷﺪ ﻋﺎﻟﻤﭙﻨﺎﻩ-1
ﺣﻀﺮت ﭘﻴﺮ دﺳﺘﻜﻴﺮ ﺣﺮﻣﺘﻨﻪ ﺑﻮ ﻣِﻴﺎﻩ
اوﻟﺪى ﺟﺎرى اﺷﺒﻮ ﭼﺸﻤﻪ ﭼﻮن ﺁب ﺣﻴﺎت
ﺗﺸﻨﻜﺎﻧﻰ ﻗﻴﻠﺪى ﺳﻴﺮاب ﻣﺠﺮاﺳﻰ ﺗﺎﺑﺪرآﺎﻩ-2
ﺑﻴﻚ اﻳﻜﻴﻮز ﺳﻜﺴﺎن ﺁﻟﺘﻰ ﺗﺎرﻳﺨﻨﺪﻩ ﺷﺪ ﺑﻨﺎ
اَﻋﻤﺎل اهﻞ ﺧﻴﺮ ﻣﻘﺒﻮل اوﻟﻪ در ﺑﺎرآﺎﻩ
1286
Menba-i feyz-i ilâh mürşid-i âlem-penah
Hazret-i pîr-i dest-gîr hurmetine bu miyah
İ
İSMAİL AĞA ÇEŞMESİ
(Sille’de)
Çeşme, Sille’nin, Çay Mahallesi’ndedir. Ayna taşında şu Kitabe okunur:
“Ne zîbha mevki’de etdiler icra
Muvâfıktır nazm-i celîle şeraben tahura
Sahibü’l-hayrat Bostancı Zâde İstanbullu
KADI ÇEŞMESİ
Pınarî Mahallesi’nde Pınarî -diğer adıyla Hacegî- Mescidi’nin tam karşısındadır. Bu çeşmenin üstünde
tâlik ile beş satır hâlinde şu Kitabe okunmaktadır:
1288
ﻋﻤﺮ وﺟﺪد هﺬا اﻟﻌﻴﻦ-1
واﻟﺨﺎن اﻓﺘﺨﺎر اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻌﻈﺎم-2
ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺣﻔﻈﻰ ﻋﺒﺪ اﻟﺮﺣﻤﻦ-3
اﻟﻘﺎﺿﻰ ﺑﻤﺪﻳﻨﺔ ﻗﻮﻧﻴﻪ-4
واﻟﻒ1289 .. ﻓﻰ ﺳﻨﺔ اﺣﺪى-5
Bu Kitabeye göre h.1??1 yılında Konya Kadısı Hıfzı Abdurrahman Efendi bu çeşmeyi ve hanı tamir
ettirmiş ve yenilenmiştir. Kitabeden öğreniyoruz ki bu çeşmenin ittisalinde veyahut üstünde bir de han varmış
Hıfzı Abdurrahman Efendi hem çeşmeyi hem de bu hanı yeniletmiştir. Şimdi ne çeşmenin yanında ve ittisalinde,
ne de bu civarda bir han vardır. Mahallenin yaşlıları da burada bir han bulunduğunu bilmiyorlar. Bizim
tahminimize göre çeşmenin güney batısında eskiden gölcük halinde bulunan yerde bir han vardır. Yıkılmış ve
temel taşları da sökülmüş olduğu için burada derin bir çukur hâsıl olmuştu. Buraya eski Belediye Başkâtibi
Kâmil Bey Merhum bir ev yaptırmıştır. Bu çeşmenin Sahib Ata’nın sikayesi (musluğu), yerine yapılmış olması
da uzak bir ihtimal değildir.
1288
- Mevlana Şehri Konya’da bu kitabe hiç okunamamış gibidir. Birinci satır ‘’ﻋﻤﺮ هﺬا اﻟﻌﻴﻦikinci satırda ‘’وﻗﺖ اﻟﺤﺎلşeklinde
manasızlaştırılmıştır. Sahife: 229.
1289
- Kitabenin bu kısmı kırılmıştır. Onlar ve yüzleri yok olmuş.
373
KAPU ÇEŞMESİ
Konya-Meram yolunun üstünde Şeyh Sadre’d-din-i Konevî Mamuresi’nin doğusunda ve İmam-I Bağavî
Türbesi’nin kuzeyindedir. Ziraat Âbidesi’nden kuzeye giden yolda bu çeşmenin önüne çıkar. Çeşme, muntazam
kesme taşla yapılmıştır. Üstünde, yukarı tarafı kemerin altına fazla giren bir mermerde bozuk bir Selçuk sülüsü
ile şu dört satırlık Arapça Kitabe okunur.:
.… ﻋﻤﺮ هﺬا اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﻤﺒﺎرك اﻟﻌﺒﺪ-1
اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﺮاﺟﻰ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ-2
اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ … ﺑﺪرﻩ ﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮد-3
اﻟﻘﻮﻧﻮى
ﻓﻰ اﻟﺘﺎرﻳﺦ ﺟﻤﻴﺪى اﻻول ﺳﻨﺔ-4
ﺛﻠﺚ ﻋﺸﺮ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
Bu Kitabeye göre; ‘Tanrı’nın rahmetine muhtaç zayıf kulu Konyalı Mesud Zâde’ 613 yılı Cumadie’l-
ulâ’sı’nda bu mescidi yapmıştır.
Çeşmenin üzerinde gördüğümüz bu Kitabenin başka bir mescide ait olduğu anlaşılmaktadır. Yıkılıp
yok olan bu Mabedin Kitabesi buraya konuvermiştir.
Çeşme, Konya Kalesi’nin, adını verdiği ve adını aldığı bir kapısının önünde idi. Onun için bu çeşmeye
Kapu Çeşmesi’ izleri hâlâ duran surun buradaki kapısına da Çeşme Kapısı denilmiştir.
Bizim tahminimize göre bu Kitabe Zindankale’nin güney taraflarında Darbhâne Civarı’nda bulunan
Kapturga Mescidi’ne aittir.
Bu çeşmeyi Sahib Ata yaptırmıştı. Fâtih adına h.881-m.1476 yılında yapılan ve Kuyud-i Kadime
Arşivi’nde 256 numarada kayıtlı bulunan Karaman İli Tahrir Defteri’nde bu çeşmeden şöyle bahsedilmektedir:
‘’وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ وﻣﺴﺠﺪ و ﭼﺸﻤﻪ در ﺑﺎب ﭼﺸﻤﻪ ﺧﻮاﺟﻪ ﺻﺎﺣﺐ
II.Bayezid’in bundan yirmi beş sene sonra yapılan Karaman İli Tahrir Defteri’nde de bu çeşme
hakkında şu malûmatı buluyoruz: ‘ وﻗﻒ دار اﻟﺤﻔﺎظ وﻣﺴﺠﺪ و ﭼﺸﻤﻪ در ﺑﺎب ﭼﺸﻤﻪ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺑﻘﺮق ﭼﺸﻤﻪ ﺗﻮﻟﻴﺖ در ﺗﺼﺮف ﻋﺒﺪ
’اﻟﺮﺣﻤﻦ ﻋﻦ اوﻻد ﺻﺎﺣﺐ
Sahib Ata’nın yaptırdığı bu çeşmeye Kırk Çeşme adı da verilmektedir. Bundan şunu da anlamak
mümkündür: Demek ki Sahib Ata Fahre’d-din Ali Konya’da kırk çeşme yaptırmıştı. Bunlardan birisi surun
kapısı dışında bulunan bu çeşme idi. Sahib Ata’nın şimdi Sakahâne adını alan mahallede de bir sikayesi vardı.
Arapça ‘’ﺳﻘﺎﻳﻪmusluk, yol üzerlerine yapılan ve içine su konulan kap, sebil anlamınadır. Sahib Ata’nın
bu mahallede böyle bir sebili bulunduğu için Sikayehâne adı verilmişti. Halk ağzı bu kelimeyi Sakahâne şekline
koymuştur.
Nasıl ki burada bulunan Keykâvus kızı Fatma Ferhunde Hatun’a ait Mamureye ve adını verdiği
mahalleye evvelâ Ferhunde Mahallesi denilirken sonra bu ad Ferhuniyye’ ye dönmüştür.
Sahib Ata’nın bu çeşmenin arkasında kendi evleri vardı. Fâtih zamanında Sahib Ata’nın sarayı yıkılmış,
yeri bostan haline gelmişti. Fâtih’in Konya Defteri’nde bu husus şöyle tasrih edilmiştir:1290 ‘ ﺧﺎﻧﻬﺎء ﺻﺎﺣﺐ در ﻧﺰد
’ﭼﺸﻤﻪ اﻻن ﺑﻮﺳﺘﺎﻧﻠﻘﺪر
“Hânehâ-i Sâhib der-nezd-i çeşme el’an bostanlıktır.”
Bu çeşmenin ve buradaki Dâru’l-Huffaz ile mescidin müşterek gelirleri arasında Sahib Ata’nın buradaki
evleriyle Konya’daki Tutistan Çiftliği’ Filabad Yolu’nda ve Hasan Köyü’ndeki zeminler vardır. Konya Vakıflar
Müdürlüğü’ndeki bir kayda göre çeşmenin arkasında son zamanlara kadar Sahib Ata evkafına ait bir arsa vardı.
1290
- Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi, no: 256, sayfa:17
374
KAVAKLI ÇEŞME- MÜSEVVİD ÇEŞMESİ
Çeşme; Aksinle Mahallesi’nde, Aksinle Caddesi’ndedir. Ayna taşının üstünde tâlîk ile şu yedi satırlık
manzum Kitabe okunur:
ﺴﻮﱢد اﺟﻠﻪ اوﻟﺪى ﻗﺮﻳﻦ َ ﻋﺰم ﺑﻘﺎ اﻳﺘﺪى ُﻣ-1
ﻣﺴﻜﻨﻨﻪ ﻗﻴﻠﺪى ﻗﺮار ﺑﻮﻳﻠﻪ اﻳﻤﺶ اﻣﺮ ﺣﻜﻴﻢ-2
ﺟﻨﺖ ﻣﺄواﻳﻪ دﺧﻮل رؤﻳﺖ ﻳﺰداﻧﻪ هﻤﻴﻦ-3
داﺧﻰ ﺷﻔﺎﻋﺖ ز ﻣﺤﻤﺪ ﺟﻤﻠﻪ ﺳﻨﻪ اوﻟﺪ ﻋﺰﻳﻢ-4
اﺗﻤﻪ ﺳﻜﻮت روﺣﻨﻪ ﺑﺮ ﻓﺎﺗﺤﻪ ﻗﻞ اوﻟﻪ اﻣﻴﻦ-5
1291
‘ ﺐ ﺳﻠﻴﻢ
ٍ ﺑﻴﻠﻜﻪ ﺗﻤﺎم ﺗﺎرﻳﺨﺪر ‘ ا ْذ ﺟﺎ َء رﺑﻪ ﺑﻘﻠ-6
ﻣﺴﻮد ﻣﺤﻤﺪ اﻓﻨﺪى روﺣﻨﻪ ﻓﺎﺗﺤﻪ-7
1189 ﺳﻨﻪ
KAVAKLI ÇEŞME
(Sille’de)
Çeşme, Sille’nin Kayabaşı Mahallesi’nde kilisenin önündedir. Ayna taşında altı satırlık Rumca bir
Kitabe vardır. 1865 yılında yapılmıştır.
Çeşmenin arkasında büyük bir su deposu görülür.
Çeşme klasik Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir.
KAYIYÜĞÜ ÇEŞMESİ
Çeşme, Kayıyüğü Camii’nin kuzeyindeki meydandadır. Muntazam kesme taşla yapımıştır. Ayna taşının
üstünde iki Kitabe vardır. Birisi 0.64 x 0.30 metre ebadındaki bir taşta sülüs ile üç satır halindedir. Şair
Şem’î’nin yazdığı bu Kitabe h.1240-m.1824 tarihini taşır. Kitabe bozuk imlâ ile yazılmıştır. Kopya ediyoruz:
ﺑﻮ ﺻﻮدن اﻳﭽﻦ ﺑﻴﻠﻮر ﺁب ﺣﻴﺎﺗﻚ دادﻧﻰ
ﻋﺎﻓﻴﺖ اوﻟﺴﻮن ﺣﻀﺮ ﺑﻴﻠﻮرﺳﻪ آﺮ اوﺳﺘﺎدﻧﻰ
ﺗﺸﻨﻪ اﻳﺴﻚ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮاﺗﻪ اﻳﻠﻪ ﺳﻦ دﻋﺎ
ﺣﻖ ﺑﻴﻠﻮر ﺗﻌﺪادﻧﻰ1292 اﺟﺮﻳﻨﻪ اوﻻن ﺳﻮاﺑﻚ
اوﻗﻮ اوچ اﺧﻼﺻﻠﻪ ﻓﺎﺗﺤﻪ اى ﺷﻤﻌﻴﺎ
ﺧﻴﺮﻟﻪ ﻳﺎد اﻳﻠﻪ ﻗﺎﻟﻘﺎﻧﺠﻰ ﺣﺴﻴﻦ اﺟﺪادﻧﻰ
1240 ﺳﻨﻪ
“Bu sudan içen bilür âb-ı hayâtın dadını
Âfiyet olsun Hızır bilürse ger üstâdını
Teşne isen sâhibü’l-hayrâta eyle sen duâ
Ecrine olan sevabın Hak bilür ta’dâdını
Oku üç İhlâsla Fâtiha ey Şem’iyâ
Hayırla yâd eyle Kalkancı Hüseyin ecdadını
Sene 1240
İkinci Kitabe 0.20 x 0.74 metre ebadındaki bir taşa tâlîk ile üç satır halinde kazılmıştır. Onu da
yazıyoruz:
ﻧﺴﻞ ﭘﺎك ﺷﻴﺦ ﺣﺴﻴﻦ ﺧﺎﻧﺪان
ﻳﺎﭘﺪى ﺑﺮ ﭼﺸﻤﻪ آﻪ ﺻﺎﻓﻰ دوران
ﻳﻮل ﺣﺮارﺗﻴﻠﻪ اﻳﭽﻦ ﺗﺸﻨﻪ ﻟﺮ
درﻟﺮ اﺟﺪادﻧﻪ رﺣﻤﺖ ﺑﻰ آﻤﺎن
دى ﻟﻄﻴﻔﻰ ﻓﻜﺮ اﻳﺪوب ﺗﺎرﻳﺨﻨﻰ
ﻟﻮﻟﻪ دن ﺁب ﺣﻴﺎت اوﻟﻤﺶ ﻋﻴﺎن
1255 ﺳﻨﻪ
1291
- Parantez içindeki ayet abced hesabıyla 1187 senesini tutmuştur. Hâlbuki altında 1189 vardır.
1292
- Böyledir.
375
Yaptı bir çeşme ki sâfî devran
Yol harâretiyle içen teşneler
Derler ecdâdına rahmet bîgüman
De Lutfî fikr edüp târihini
Lüleden âb-ı hayat olmuş ayân
Sene 1255” 1293
Kitabelere göre çeşme; Şeyh Hüseyin’in ruhunu şâd etmek için evlâdından kendi adını taşıyan Kalkancı
Hüseyin tarafından yaptırılmış, 15 yıl sonra suyu artırılmış ve tamir ettirilmiştir. Çeşmenin önünde hayvanların
sulanması için uzun bir taş oluk vardır.
KOVANAĞZI ÇEŞMESİ
Çeşme; Kovanağzı Yöresi’nin altıncı kısmında Kovanağzı Camii’nin karşısındadır. Ayna taşının
üstünde sülüs ile şu dört satırlık Kitabe okunur:
ﻋﻄْﺸﺎﻧﻪ ﻗﻄﺮﻩ ﺳﻰ ﻣﺎء ﻧﺒﻌﺎﻧﻚ
َ ﺁب ﺣﻴﺎﺗﺪر
اوﻧﻮدوﻟﻤﺎز ﻧﺎﻣﻰ آﻴﺘﺴﻪ دﻩ ﺟﺴﻤﻰ ارﺑﺎب ﺳﻘﻴﺎﻧﻚ
آﻮﺳﺘﺮ ﺳﻨﻚ ) ﺗﺎرﻳﺦ ﻋﻴﻦ ( ى هﻤﺎن اآﻼﺳﻴﻦ ﻧﻈﺎرك
1343 1341
Âb-ı hayattır atşâna katresi mâ-i nebe’ânın
Unutulmaz nâmı gitse de cismi erbâb-ı sukyânın
Gösterir seng-i (târîh-i ayn)ı hemân anlasın nezzârın
1341 1342”
MÜFTİ ÇEŞMESİ
Çeşme, İçkaraaslan Mahallesi’nde ve Karaaslan Kümbeti’nin kuzeyindedir.
Üstünde girift bir tâlîk ile iki satır halinde şu manzum Kitabe okunur:
1293
- Son mısraı hesaba vurulunca 1055 çıkıyor. Bir notumuza 1255 almışız ya bizde yahut tarihte bir hata olacak.
376
زهﻰ اﻋﻼ ﻣﺴﻠﺴﻞ ﭼﺸﻤﻪ ﺗﺠﺪﻳﺪ اﻳﻠﺪى اوﻟﻜﻴﻢ -1
ﺟﻬﺎن ﻗﻠﺪى ﺑﻮ ﻋﻴﻦ اﻟﺤﻴﺎت ﺧﻴﺮﻳﻠﻪ ﺷﺎدان
زﺑﺎن ﻟﻮﻟﻪ دن ﺟﺎرى ﺷﻜﻴﺒﺎ ﺧﻮﺷﺠﻪ ﺑﺮ ﺗﺎرﻳﺦ -2
اﻗﻴﺘﺪى ﭼﺸﻤﻪ ﻳﻰ ﺟﻮدى ﺟﻬﺎﻧﻪ اﻳﻠﺪى اﺣﺴﺎن
1155
SAATÇİ ÇEŞMESİ
Bâb-ı Aksaray Mahallesi’nde Bâb-I Aksaray Caddesi’nde eski Başaralı Oteli’nin karşısındaki
köşededir. Üstünde tâlîk ile şu üç satırlık Kitabe okunur:
ﻗﻮﻟﻪ ﻣﺎء ﻧﻮ ﺟﺎرى - ﻣﻴﺴﺮ اﻳﻠﺪى ﺑﺎرى
ﺑﻮ ﻋﺒﺪك ﺁﻧﺠﻖ اﻓﻜﺎرى - ﻣﺮادى ﺑﺮ دﻋﺎ ﺁﻟﻤﻖ
ﻣﺪد ﻳﺎ ﺣﻀﺮت ﺑﺎرى - رﺿﺎآﻪ ﺳﻦ ﻣﻮاﻓﻖ ﻗﻴﻞ
1294
- Mevlana Şehri Konya adlı kitapta bu kitabe çok yanlış okunmuştur. İstenirse karşılaştırılabilir. Syafa: 227
377
ﻳﺎﭘﻠﺪى ﻃﺮز ﻣﺴﺘﺜﻨﺎدﻩ زﻳﺒﺎ ﭼﺸﻤﻪء واﻻ
1301
“İdüb dil-teşnegânı âb-ı lûtfı serteser irvâ
Said Paşa bu dilcû çeşmesârı eyledi icrâ
İânât-ı ahâlî yaptı bu tarh-ı dil-ârâyı
Delil-i hayr olup Mîr Necati eyledi inşâ
İçenler nâzımını hayır duadan etmesin mahrum
Revan oldukça âb-ı tahûru mâ-ül-hayat-âsâ
Çıkar bir mısra-ı rengin ile tarih-i cevherdar
Yapıldı tarz-ı müstesnada zîbâ çeşme-i vâlâ
1301”1295
1295
- Mevlana Şehri Konya’da kitabe çok yanlış kopya edilmiştir. Bilhassa Arap harfleri ile yazılan tarih mısraı başka
rakamlar çıkarır. Diğer yanlışları anlamak için karşılaştırmak lazımdır. Sahife: 238
1296
- Mevlana Şehri Konya’da sahife: 230’da kitabe çok yanlış alınmış, bilhassa tarih mısraı şöyle yazılmıştır ki hesap doğru
çıkmaz: ‘ ’ﻣﺎﺋﻰ اﻳﭽﺪى ﺑﻮ ﭼﺸﻤﻪ دن اوﻟﺪى ﺻﻮﻳﻰ ﻋﻴﻦ ﺣﻴﺎتbizim okuyuşumuzla karşılaştırın.
1297
- ‘’ﺟﻨﺘﺪﻩböyle yazılmıştır.
378
Serdengeçdi Haseki1298 Ömer Ağa
Ve karındaşı Es-Seyyid Mehmed
Rûhiyçün Fâtiha
fî târih sene 1212”
Kitabeden; Serdengeçti Haseki Ömer ile biraderi Mehmed’in h.1212-m.1806 yılında çeşmesini
yaptırdıktan 6 sene sonra öldürüldükleri anlaşılmaktadır.
SULUHAN ÇEŞMESİ
Çeşme; Eski At Pazarı’nda, Lârende Caddesi’nde Suluhan Kapısı’nın sağındaki duvara yapılmıştır. Dar
bir cephesi vardır. Üstünde iki Kitabe görülür. Altındaki yani ayna taşının üstündeki tâlîk üç satırlık Türkçe
Kitabe şudur:
ﺟﺎﻧﺸﻴﻦ ﺣﻀﺮت ﻣﻮﻻﻧﺎ رﺷﺎدﺗﻠﻮ -1
ﻋﺒﺪ اﻟﺤﻠﻴﻢ ﭼﻠﺒﻰ اﻓﻨﺪى ﺣﻀﺮﺗﻠﺮى ﻃﺮﻓﻨﺪن -2
1339 اﻧﺸﺎ اﻳﺘﺪﻳﺮﻟﻤﺸﺪر -3
1298
- ‘’ﺧﺎﺻﻜﻰböyle yazılmıştır.
1299
- Mevlana Şehri Konya’da sahife 229’da bu kelime ‘’ﻧﺒﻴﻪokunmuştur ki tabi ki yanlıştır.
1300
- Kelimeler kısmen ezilmiştir.
1301
- Mevlana Şehri Konya, sahife: 232’de bu kelime ‘Temiyyedir’ şeklinde yanlış okunmuş ve son mısraın hesabı da yanlış
yapılmıştır.
379
Son mısra ebcet hesabına vurulunca çeşme ve medresenin h.1258-m.1842 tarihinde Memiş Paşa Zâde
Süleyman Bey tarafından yapıldığı anlaşılır. Manzumeyi Şâir Vahdî hazırlamıştır. Medresenin 20 odası ve bir
dershanesi vardır.
Medrese son müderrisine nispetle Davaslı Hoca Medresesi adını taşırdı.
Süleymaniye Medresesi’nin Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde Anadolu Başlar Defteri’nde 12617
numarada ve 349. sahifesinde Türkçe bir vakfiye sureti kayıtlıdır. Vakfiyede vakıf şöyle geçer:
“mahallesinde sâkin İstabl-i âmire pâyelularından izzetli Süleyman Bey İbnü’l-Merhum Memiş Paşa”
Vakfiye 13 Recep 1272’de tanzim edilmiştir. Medrese Şems-i Tebrizî Mahallesi’ndedir. Bir tarafında
eski bedesten, bir tarafında Sami Paşa Medresesi, bir tarafı Sipahi Pazarı’na geçen yol, dördüncü tarafında da
umumi yol var idi.
ŞEREFŞİRİN ÇEŞMESİ
Çeşme, Şerefşirin Mahallesi’nde 309 numaralı sokağın başındadır. Çeşme, muntazam kesme taşla
yapılmıştır. Ayna taşı bir fıskiye göbeğidir. Üstünde tâlîk ile şu beş satırlık Kitabe okunur:
ﻟﻄﻒ ﺑﻰ ﭘﺎﻳﺎﻧﻦ ﺳﻴﺮ اﻳﻠﻪ ﺣﻘﻚ آﻴﻢ ﺑﺰﻩ
ﻳﻮق اﻳﻜﻦ اﺣﺴﺎن اﻳﺪر ﺑﺮ ﭼﺸﻤﻪ ء ﻋﻴﻦ ﺻﻔﺎ
ﻋﺼﺮ ﺷﻮآﺖ ﺛﺎﻧﻰ ﻋﺒﺪ اﻟﺤﻤﻴﺪ در ﻋﺼﺮﻣﺰ
ﺳﻠﻄﻨﺖ ﺑﺎﻏﻨﻰ داﺋﻢ ﻋﻤﺮن اﻓﺰون اﻳﺖ ﺧﺪا
ﺣﺒﺬا اهﻞ ﻣﺤﻠﻪ اﻳﺘﺪﻳﻠﺮ ﺳﻌﻰ ﺑﻠﻴﻎ
ﺸﺮُوا ﻣﻘﺒﻮل اوﻟﻪ اﻋﻤﺎﻟﻠﺮى ﻳﻮم اﻟﺠﺰا
َﺑ ﱢ
ﭼﻮن ﺳﺰا ﺁﻟﺘﻮن ﻗﻠﻤﻠﻪ ﻓﺨﺮى ﺗﺎرﻳﺨﻦ ﻳﺎزار
اﻳﻬﺎ اﻟﻨﺎس اﻳﭽﻴﻜﺰ ﺑﺮ ﭼﺸﻤﻪ دن ﺻﻮﻳﻰ ﺷﻔﺎ
ﺳﻨﻪ1301
1302
- Mevlana Şehri Konya, sayfa: 238’de kitabe birçok yanlışlarıyla çıkmıştır. İkinci mısradaki ‘1’i ‘bu’ , dördüncü satırdaki
‘ömrün’ kelimesini ‘umran’, beşinci satırdaki ‘beşşiru’ yu ‘beşşeru’ yapmışlardır.
380
Kitabeye göre çeşme h.926-m.1519 yılında Selim Şah Han İbn-i Bayezid Han’ın emriyle yapılmıştır.
Çeşme ya Yavuz’un son saltanat yılında ölümünden biraz evvel yapılmıştır. Yahut oğlu tarafından ikmal
ettirilerek üstüne babasının adı konulmuştur. Çünkü İstanbul’daki cami ve türbesini Kanunî yaptırdığı halde
babasının bu yoldaki arzusunu bildiği için üstüne babasının emriyle yapıldığını yazdırmıştır.
“Konya’da üstünde hükümdar ismini taşıyan bundan başka yalnız bir çeşme daha vardır. Taşıdığı isim,
Osmanlı hükümdarlarının en büyüklerinden birisinin olduğu için de ifade ettiği kıymet daha yüksektir. I.Sultan
Selim’in Konya su işlerine çok ehemmiyet verdiği anlaşılmaktadır. Yavuz bundan başka Konya’da 9 çeşme ile bir
şadırvan daha yaptırmıştır. Ankara Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde bulunan h.992-m.1584 tarihli Konya Tahrir
Defteri’nden Yavuz’un çeşmeleri hakkında şu satırları naklediyoruz: ‘ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻢ ﺧﺎن ﺑﻦ ﺳﻠﻄﺎن ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ ﺧﺎن ﺑﺮاى...وﻗﻒ
’ﻣﺼﺎﻟﺢ ﻣﺎوراﻩ ﺁب ﭼﺸﻤﻬﺎ در ﺷﻬﺮ ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺧﺼﻮﺻﺎ ﺗﺮﺑﻪء ﻣﻨﻮرﻩء ﺟﻼﻟﻴﻪ ﻗﺪس
“Zikrolunan çeşmenin menba’ı Karye-i Dutlu’da ziraata ve maadaya sarf olunmayıp hilaf-ı emir
isti’mal edenin hakkından geline. Asla, şehir hânelerinden gayriye sarf olunmaya. Çeşme bunlardır ki zikrolunur:
ﭼﺸﻤﻪ در داﺧﻞ ارﻃﺎش ﻗﭙﻮﺳﻰ -1
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار ﻣﺪرﺳﻪء ﺁﺗﺎﺑﻚ -2
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار زاوﻳﻪء ﺷﻤﺲ ﺗﺒﺮﻳﺰى -3
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار ﻣﺤﻠﻪء دﺑﺎﻏﺎن -4
ﭼﺸﻤﻪء ﻣﺤﻠﻪ ء ﻗﻠﻨﺪر ﺧﺎﻧﻪ ﺑﻴﺮون ﺳﻮر ﻗﻮﻧﻴﻪ -5
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار ﺟﺎﻣﻊ ﺟﺪﻳﺪ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن ﺧﻠﺪ ﻣﻠﻜﻪ -6
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار ﺧﺎﻧﻘﻪ ﻣﺴﻜﻨﺎن -7
ﭼﺸﻤﻪ در ﺟﻮار ﺟﺎﻣﻊ ﻗﺮا ﻳﻮك ﺑﻴﺮون ﺳﻮر ﺷﻬﺮ -8
ﺷﺎدروان ﺗﺮﺑﻪء ﻣﻮﻟﻮى ﺟﻼل ﻗﺪس ﺳﺮﻩ -9
ﭼﺸﻤﻪء درون ﻣﺪرﺳﻪء ﻗﺮاﻃﺎﻳﻰ -10
ﭼﺸﻤﻪء در ﺟﻮار زاوﻳﻪء ﭘﻴﺮ ﭘﺎﺷﺎ -11
Şimdi Yavuz’un yaptırdığı çeşmeleri birer birer gözden geçirelim:
1-Ertaş Kapı’nın içindeki çeşme; Musallâ Caddesi’nde yıkılan Guraba Hastanesi’nin doğu köşesinde
idi. Sonra yenilenmişti. Şimdi yıkılıp kaldırılmıştır. Kitabesi Konya Müzesi’ndedir.
2-Ata Bey Medresesi’nin önünde ve Kadı İzze’d-din Camii’nin tam karşısında idi. Bu da 121304 sene
kadar evvel yıkılmıştır.
Bu çeşmenin arkasında kuzeye doğru Atabey Aslandoğmuş’un açık bir türbesi vardır.
3-Şems-İ Tebrizî Zaviyesi civarındaki şimdi tetkik ettiğimiz çeşmedir.
4-Debbağlar Mahallesi’ndeki çeşme idi. Bu çeşmenin bulunduğu sokak kapatılarak yerine İsmet Paşa
Mektebi yapılmıştır.
5-Konya suru haricinde Kalenderhâne Mahallesi’ndeki çeşme de bazı tadil ve tamirlere uğramışsa da
yaşamaktadır.
6-Yeni Sultan Süleyman Camii yanındaki çeşme, Sultan Selim Camii’nin şimalindeki Dumlu Pınar
Mektebi’nin köşesinde idi. Şimdi yıkılmıştır.
7-Miskinler Tekkesi’nin yanındaki çeşme de eski Koyun Pazarı’nda idi, yıkılmıştır.
8-Konya Suru’nun dışında Karayüğ Camii’nin yanındaki çeşme Karayüğ Köyü Camii’nin yanında hâlâ
ayaktadır.
9-Mevlâna Celâle’d-Din-i Rûmî Türbesi’nin içindeki şadırvan da bazı zararlı tadillere rağmen hâlâ
yaşamaktadır. Üzerinde bir meşrebeliği bulunan bir musluk taşının üstünde iki Kitabe vardır. Birincisi tâlîk
iledir, h.918 tarihini gösterir. Altındaki sülüs Kitabe şadırvanın h.1004 ve 1285 tarihlerindeki tamirlerine işaret
etmektedir. Üstündeki üç satırlık Kitabe şudur:
ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻢ ﺑﻦ ﺑﺎﻳﺰﻳﺪ اوﻟﺪر رﻩ دﻳﻦ دﻩ ﺳﻌﻴﺪ -1
ﺷﺎدروان اﺟﺮا اﻳﺪوب درآﺎﻩ ﻣﻼدﻩ روان
ﻧﺎﻇﺮدر اوﻗﺎﻓﻨﻪ دار اﻟﺴﻌﺎدﻩ ﺁﻏﺎﺳﻰ -2
ﺗﺠﺪﻳﺪ اﻳﭽﻮن ارﺳﺎل اﻳﺪوب ﺑﻮاب ﺳﻠﻴﻤﺎﻧﻰ هﻤﺎن
دورﻧﺪﻩ ﺷﺎﻩ آﺸﻮرك ﺳﻌﻴﻴﻠﻪ اﺗﻤﺎﻣﻪ اﻳﺮوب -3
‘ اﻟﻬﺎﻣﻠﻪ ﺗﺎرﻳﺨﻨﻲ دﻳﺪم ﺁآﺎ ‘ ﺣﻮض ﺟﻨﺎن
İkinci Kitabe şudur:
ﺷﻬﻨﺸﺎﻩ ﺟﻬﺎن ﻗﻄﺐ زﻣﺎن ﻋﺒﺪ اﻟﻌﺰﻳﺰ ﺧﺎﻧﻰ -1
( 1004 )
ﺳﺮﻳﺮ ﺷﻮآﺘﻨﺪﻩ ﺣﺸﺮﻩ دك داﺋﻢ اﻳﺪﻩ اﷲ
ﺑﻮ ﺷﺎدرواﻧﻰ اﺣﻴﺎ ﻗﻴﻠﺪى ﻧﻮ ﻃﺮز اوزرﻩ ﺑﻴﻤﺎﻧﻨﺪ -2
ﺟﻨﺎب ﺑﻴﺮﻩ ﺗﻌﻈﻴﻤ ًﺎ او ﺳﻠﻄﺎن ﻓﻠﻚ درآﺎﻩ
دوﺷﻮردى ﺣﻴﻦ اﺗﻤﺎﻣﻨﺪﻩ ﻏﺎﻟﺐ ﺑﺮ آﻮزل ﺗﺎرﻳﺦ -3
1303
- Mevlana Şehri Kony, sayfa: 224’de bu kitabe bir çok yanlışlarla kopya edilmiştir. Birinci satırdaki ‘’هﺬاyı ‘’هﺬﻩyapmış,
ikinci satırdaki ‘’ﺑﻦden sonraki ‘’ﺳﻠﻄﺎنların birisi atlanmıştır.
1304
- Bu kitabın müsveddesi 1944’de hazırlanmıştı. Bu sene 1962 yılında yeniden gözden geçirildi.
381
ﺑﻮ ﺷﺎدرواﻧﻪ زﻣﺰم اﻳﻠﺪى اﺟﺮا ﺷﻪ ﺟﻤﺠﺎﻩ
1285
1305
- Konya Rehberi adlı eserde bu kitabeler birçok hatalarla kopya edilmiştir.
1306
Mevlana Şehri Konya adlı kitapta, sayfa: 232’de manzum kitabe mensur gibi karışık yazılmış ve buradaki bir sayı
indirileceği hiç hesap edilmemiştir. Kitabenin 2. satırının son kelimesi olan ‘’آﻮركkelimesini anlayamamış ve yeni harflere
çevirememiştir. Bu ‘görün’ dür. Yani ‘bakınız görünüz’ demektir.
382
HANLAR ve KERVANSARAYLAR
1307
-Başvekalet Arşivi’nde 339 numarada kayıtlı Kanumi Devri’ne ait Tabu Defteri’nde ‘’ارﻗﺪArkıd Köyü’nün Konya Sahre
Nahiyesi’ne bağlı ve Altunba Medresesi’nin vakfı olduğu yazılmaktadır. O vakit köyün elli mükellef erkek nüfusu vardı. Bu
ad muhtelif vesikalarda ‘ ارﻗﺖ، ارﻗﺪ، ’ارﻗﻮتşeklinde yazılıdır. Bunu Ilgın civarındaki Arkıthanı ile hiç münasebeti yoktur.
383
Kitabeyi bir de yeni harflerle okuyalım:
“1- Eûzü billâh ve sekaahüm rabbühüm şerâben tahûra
2- İlâhî kusurumuzla temenni kıldım rızânı kabul eyle ya Hüda’m
3- Olsun.... 1308 Muhammed ruhuna ihdam
4- Cemii şüheda.... Kerbela’da Hüseyn’e ihdâm
5- İlâhî bu çeşme... bânîsi ki dâreynde saîd eyle
6- İçirüb havz-ı kev... cehennemden baîd eyle
7- Binâsın kasdeyledim bihamdillâh oldu temam
8- İlâhî sebeb olanın mekânın eyle Dârü’s-Selâm
Sene 1229”
1308
-Kitabenin noktalı yerleri kırılmıştır.
1309
- Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir: “Allah’a tevekkül ediyorum. Bu ribat’ın yapılışı 607 muharreminde büyük sultan
Emirü’l-Mü’minin’in yardımcısı Gıyadu’d-dünya ve’d-din Ebu’l-feth Keyhüsrev İbn Kılıçarslan’ın hükümdarlığı
günlerindedir. Sahibi Tanrı’nın rahmetine muhtaç fakir zaif kulu İğdişler kulu Emir-i Hacı İbrahim İbn Ebu Bekir’dir. Ribat’ı
Abdu’r-rahman oğlu Osman yapmıştır. Mevlana Şehri Konya (s. 449)’da bu kitabeyi birçok yanlışla kopya ettirmiştir. İkinci
satırdaki ‘’ﻗﻠﺞı ‘ ’ﻗﻠﻨﺞyapmış, 4. satırdaki ‘’اﺑﺮهﻴﻢi ‘ ’اﺑﺮاهﻴﻢ3. satırdaki ‘’ﺻﺎﺣﺒﻪyi ‘ ’ﺻﺎﺣﺐyazmış ve ‘ ’اآﺪﺷﺎنkelimesini ‘’اﻟﺬﻳﺸﺎن
gibi korkunç bir şekle sokmuştur.
1310
-Epigraphie arace dasie minevrev. S:22
384
geniş bir antre vardı. Şimdi tamamen yıkılmış ve enkazı şuraya buraya serpilmiştir. Cumhuriyet İnkılâbı’na
kadar hanın önündeki yıkılan kısımda bir jandarma karakolu vardı. Burası Arkıt Derbendi gibi tarihin tehlikeli ve
kanlı bir geçidi idi. Han iyi muhafaza edilmesi lazım kıymetli bir Selçuk tiptir.
Bugün Tömek Nahiyesi’ne bağlı olan Şadiye Köyü’nün ve Dokuzun Hanı’nın bulunduğu saha eskiden
Sille’ye bağlı ‘’ﺑﺎغ ﻗﻮﺗﻠﻮBağı Kutlu1311 Köyü sınırları içinde idi. Karamanoğlu İbrahim Bey’in bir vakfiyesinde bu
han Dokuz Hanı)şeklinde adlandırılmıştır.1312
‘’اﻣﻴﺮ اآﺪﺷﺎنEmir-i İğdişan Hacı İbrahim’in yaptırdığı bu hanın niçin ve ne vakitten beri Dokuzun Hanı
veyahut Dokuz Hanı adını taşıdığı hakkında güvenilir bir vesika elde edemedik. Ağız rivayetlerine göre hanın
önündeki su bir adama dokuz gün geçit vermediği için bu hana böyle denilmiştir. Bizim tahminimize göre han,
Oğuz Boyu’ndan olan Selçuklar zamanından beri Türklerce kutlu sayılan dokuzu kendisine ad yapmıştı.
Oğuzların bir boyu Dokuz Oğuz adını taşımıyor mu?1313
Fâtih’in Konya vakıflarını tespit eden defterinde 1314Konya’nın içinde bir Emir-i İğdişan Türbesi
bulunduğu şöyle tespit edilmiştir: ‘’وﻗﻒ ﺗﻮرﺑﻪء اﻣﻴﺮ اآﺪﺷﺎن در ﻧﻔﺲ ﻗﻮﻧﻴﻪ
Bu defterde türbe yanındaki üç, Gedeklas ile Fahrü’n-Nisa’da birer kıt’a zemin türbenin evkafı olarak
gösterilmiştir. Biz bugün Konya’nın içindeki bu türbenin yerini tespit edemedik. Fâtih’den sonraki Konya Tahrir
Defteri’nde de adına rastlamadığımıza göre türbenin Fâtih’den sonra yıkılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Selçuknâmeler’de rastladığımıza göre iğdişan emirliği’nin Selçuk ordu teşkilâtında mühim bir memuriyet olduğu
anlaşılmaktadır.
İğdişin lügat manası husyeleri sökülmek, söndürülmek veyahut başka suretle erkekliği izâle edilen
hayvan ve insan veyahut karışık soylu insan demektir. Selçuknâmeler’den bu kelimenin ikinci manada
kullanıldığı açık olarak anlaşılmaktadır.
Lügat-i Çağatay; iğdişi şöyle izah eder: Aygırı başka, kısrağı başka cinsten olan attan türeyen at, insan
için dahi müsta’meldir. Ahta, burma at. Filhakika Katmer ‘’آﺘﺎب اﻟﺴﻠﻮكTercümesi’nde karışık soylu insanlara
iğdiş denildiğini tasrih etmiştir.1315 Vassaf da Tarihî Lügat’inde ana babadan birisi Türk olmayan inanlara iğdiş
denildiğini söylüyor. İbn-i Mühenna da ‘’ﻣﻮﻟﻮدkelimesini iğdiş şeklinde tercüme etmiştir. Ahterî’ye göre
‘’ﻣﻮﻟﺪmüvelled’in manası Araplar’ın içinde doğup büyüyen fakat Arap olmayan insandır. Arapça Kamus’daki
iğdiş kelimesinin manası şöyle hulâsa edilebilir:
Hâlis Türk olmayan, melez insan. Aslı Arap olmayan fakat Araplar içinde doğup büyüyen cariyelere
‘’ﻣﻮﻟﺪﻩve ‘’وﻟﻴﺪﻩdenilir.
Bazı tarihî Kayıtlarda ve Kitabelerde (Emir iğdişan)’ın Türkçesi olan (İğdiş başı)’nın kullanıldığını
görüyoruz.1316
I.Keykâvus kardeşi I.Alâa’d-din Keykubad’ı Ankara’da sardığı ve Ankaralılar Keykubad’ı teslim
etmeğe karar verdikleri zaman Alâa’d-din Keykubad saltanat sarayından kaldırılarak iğdişlerden birinin evine
götürüldü. Etrafına nezâretçiler konuldu.1317
İbn-i Bibi; II.Gıyasü’d-din zamanında Babaî türedillerinin baş kaldırmasını yazarken asi Sivas halkının
topluluklarını bozmuş olduğunu ve İğdiş Başı ile Sivas’ın ileri gelenlerini öldürttüğünü aynen şöyle kayıd eder:
‘’اهﺎﻟﻰ ﺳﻴﻮاس ﺟﻤﻌﻴﺖ آﺮد وﺑﺪﻓﻊ اﻳﺸﺎن روى ﻧﻬﺎدﻩ ﻟﺸﻜﺮ ﺳﻴﻮاس را ﻧﻴﺰ ﻣﻨﻬﺰم آﺮداﻧﻴﺪﻧﺪ واآﺪﻳﺸﺒﺎﺷﻰ را ﺑﺎ دﻳﻜﺮ ﻣﻌﺘﺒﺮان هﻼل آﺮدﻧﺪ1318
Moğollar; Köse Dağı Savaşı’ndan galip çıkınca Orta Anadolu’ya doğru yürüyerek Kayseri’yi
sarmışlardı. Bu sırada kalede bulunan İğdiş Başı Haçik Oğlu hıyanet ederek geceleyin Moğol Kumandanı Baycu
Nuyin’e haber göndererek kendisine tımar vereceği vaatiyle Kayseri Kalesi’nin düşmesine sebep olmuştu.
İbn-i Bibi bunu şöyle anlatır: ‘ ﭘﺴﺮ ﺧﺎژوك اآﺪﺷﺒﺎﺷﻰ ﺑﺸﺐ ﻧﺰد ﺑﺎﻳﺠﻮ ﻗﺎﺻﺪ ﻓﺮﺳﺘﺎد واﻣﺎن ﺧﻮاﺳﺖ ﭼﻮن ﻣﻴﺴﺮ ﺷﺪ هﻢ در...
’ﺷﺐ از راﻩ ﭼﺮآﺎب ﺑﻴﺮون ﺁﻣﺪ وﺑﻠﺸﻜﺮ آﺎﻩ ﻣﻐﻮل رﻓﺖ
Kayseri’nin düşmesine sebep olan adamın Haçik Oğlu’nun bir Ermeni Zâde olduğu anlaşılmaktadır.
Bizim tahminimize göre Selçuklular’da, İğdişler Osmanlı saraylarındaki Tavaşîler ve Harem Ağaları’na
benzeyen bir çeşit teşekkül idi. Bunların; Yeniçeriler’e benzeyen bir çeşit devşirme olduklarını tahmin edenler de
vardır.
İbn-İ Bibi Tercümesi’nde bu adamın adı şöyle geçer:
“Fakat bu sırada Kayseri Kazası’nın İğdiş Başısı Hacekiyan gece Baycu’nun yanına elçi göndererek
ondan eman dilemişti.”1319
1311
-Bu köyün bugün yaşayan adı ‘Bağrı Kurtlu’ dır ki, ‘Bağıkutlu’Dan bozulmuştur. Başbakanlık Arşiv’nde 339 numarada
kayıtlı Kanuni Tapu Defteri’ndeki bu köy ‘Yağlı Kutlu’şeklindedir. Öşrü Karamanoğlu İbrahim Bey’in çeşme vakfı idi.
1312
-Konya Vakıflar Müdürlüğü ikinci defter. S: 269
1313
-Bu hususta İstanbul Sarayları adlı sersimizin 54. sayfasında geniş malumat vardır.
1314
-Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi. Defter numarası 256. S:42
1315
-Kitabü’s-süluk Tercümesi. Cilt: 2., sahife: 5 notu.
1316
- Bu kelime Selçuknamaler’de ‘ اآﺪﺷﺒﺎﺷﻰ، ’اآﺪﻳﺸﺒﺎﺷﻰşeklinde yazışmıştır.
1317
-İbn Bibi Tercümesi. Sahife: 58. mütercim buradaki ‘İğdişi’ yanlış olarak ‘eşraf’ gibi tercüme etmiştir. Farsça İbn Bibi.
Sahife: 50
1318
- İbn Bibi Tercümesi. Sahife:208 ve Farsça İbn Bibi. Sahife: 229
1319
- İbn Bibi Tercümesi. Sahife: 220
385
Eğer bu tercümede bir hata yoksa iğdiş başı Ermeni Zâde değil Hacekiyan isminde halis bir Ermeni’dir.
Mevlâna tavsiye mektuplarından birisinde bir emir-i iğdişan’a tesadüf ediyoruz.1320 Bu mektuptan Sivas İğdişler
Emîri’nin müsadere ve divanî hakların mutalebesinde ifrat yaptığı anlaşılmaktadır. İbâre aynen şudur: ‘ اﻣﻴﺮ اآﺪﺷﺎن
... ’ ﺳﻴﻮاس اﻓﺮاط ﻣﻰ آﻨﺪ در ﻣﻄﺎﻟﺒﻪء ﻣﺼﺎدرات وﺣﻘﻮق دﻳﻮاﻧﻰ از ﺧﺪﻣﺖ ﺷﻤﺎ ﭘﻴﺶ اﻣﻴﺮ اآﺪﺷﺎن1321
Bu mektup bize iğdişlerin Selçuklular’ın başşehrinden başka yerlerde de iş alan bir teşekkül olduğunu
öğretmektedir. Yalnız bu mektupta bu emîrin adı zikredilmemiştir. Hanın bânîsi Emir-İi İğdişan Ebubekir Zâde
Hacı İbrahim adına elimizdeki Selçuknâmeler’de rastlamadığımız gibi ölüm tarihini tespit eden bir vesika da
henüz elimize geçmedi.
KANDEMİR HANI
(Yazıönü Hanı)
Han, Konya’nın sekiz saat batısında ve Kızılören Köyü’nün önündeki yazının (ovanın) ortasındadır.
Han, Konya’dan Beyşehir’e giden yolun üzerinde üçüncü merhale ve konak yeridir.
Han, tepeleri bazen pek dikleşen ve sertleşen bir dağ zincirinin ortasındaki yazının önüne yapıldığı için
bu günkü yaşayan adı Yazı Önü Hanı’dır.
Hanın kapısı; batısındaki yazıya açılır. Önünde bir çıngıraklı kuyu ve geniş bir çayırlık ve harman yeri
vardır. İçi dışı, kubbeleri ve kemerleri tamamen muntazam kesme taşla yapılan han; Selçuk mimarîsinin bir şah
eseridir. Bu da Altunba ve Kızılören Hanları gibi üç kısımdan müteşekkil bir plan üzerine yapılmıştır. Yalnız o
iki handa ön kısımlar dar, arkaları genişti. Bunda onların aksine ön kısmı geniş, arka kısmı dardır. Hanın boyu
dışarıdan 56, eni cepheden 26, arkadan 18 metredir. Geniş kısmın boyu 42 metredir. Hanın cephesinde 15 metre
genişliğinde iki katlı bir çıkıntı vardır. Bu taşkın kısım hana aynı zamanda muhteşem bir antre yapar. Antrenin
uzunluğu 2,80 eni 4,80 metredir. Antrenin solunda beş metre eninde ve 3,70 metre derinliğinde dört kemerin
üstünde yükselen mescit vardır. Mescidin altı sekiz dılı’lı taştan tonozludur. Bugün kubbesi yıkılan mescidin
1320
- Maktubat-ı Mevlana Celaleddin. Sahife: 105 Karamanoğlu İmareti Vakfiyesi’nde ‘Çelebi İbn İğdiş Başı’ adlı bir şahidin
adı geçer.
1321
- Belleten sene 1937, sahife: 105 Karamanoğlu İbrahim Bey’in karaman imareti vakfiyesinde ‘Çelebi İbn-i İğdişbaşı’ adlı
bir şahidin adı geçer.
1322
- Kitabe dilimize şöyle çevrilir: “ 612 ylılnda rebiü’l-evvelinin başında, Galip Sultan, din ve dünyanın izzeti, fetih babası,
Emirü’l-mü’minin bürhanı Kaykavus İbn-i Kayehüsrev’in hükümdarlığında zaif kulu Tanrı’nın rehmetine muhtaç, Seyfe’d-
din Uluğ vali bey Ferruh bu hanı emretti ve yaptırdı.”
1323
-Ilgın’da gördüğümüz bir mezar taşında aynen şöyle söyleniyor: ‘“’اﻟﺐ اﻟﻎ ﻗﺘﻠﻎ ﺑﻬﺎﺗﻮرUlu, Kutlu, Kahraman Asker”
manasınadır. İşte buradaki ‘Uluğ’ da böyledir. Bu mezar taşı daha sonra Konya Müzesi’ne getirilmiştir.
386
cebheye ve dam tarafına birer penceresi ve hanın içine de bir kapısı vardır. Kapısının üstündeki yekpâre
mermerde taşçı, sanatının bütün inceliklerini göstermiştir. Mihrabı da Selçuk devri taşçılık sanatının muvaffak
bir eseridir. Antrenin üstünde yanındaki odaya bir kapısı ve cepheye penceresi açılan bir oda vardır. Bunun da
sakfi çökmüştür. Methalin sağında bir ambar odası, üstünde sakfi çökmüş iki pencereli başka bir oda vardır. Bu
odaya da mescidinki gibi hanın içinde bir taş merdivenle çıkılırdı. Şimdi ikisinin merdivenleri de yıkılmıştır.
Odanın içi oymalarla, hendesî şekillerle süslenmiştir.
Hanın, ortası geniş avlu olan yazlık kısmına 3,17 metre en ve 3 metre yüksekliğindeki taş kemerli bir
kapıdan girilir. Kapının solunda mescidin altına rastlayan duvarda bir sebil görülür. Sebilden hem içeriye ve hem
dışarıya birer musluk vardır. İçeriden 25 metre boy ve 24 metre eninde olan yazlığın iki taraflarında araları
bölünmüş kavs-i kuzah gibi yüksek kemerli ve beşik örtülü dörder örtme vardır. Bölmelerin araları beşer,
derinlikleri altışar metredir. Üstü açık olan avlunun eni de 12 metredir. Hanın kışlık kısmına açılan kapısının
üstünde bulunan 0,85 x 0,50 metre ebadındaki mermerde nefis bir sülüs ile şu dört satırlık Arapça Kitabe
okunur:
ﻓﻰ اﻳﺎم اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﺷﺎهﻨﺸﺎﻩ -1
اﻻﻋﻈﻢ ﺳﻴﺪ ﺳﻼﻃﻴﻦ اﻟﻌﺮب واﻟﻌﺠﻢ -2
آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆ1324 اﺑﻮ اﻟﺤﺎرب -3
1325
ﻣﻨﻴﻦ اﻣﺮ ﺑﻨﺎﻩ اﻻﻣﻴﺮ ﻗﻨﺪﻣﻴﺮ ﻓﻰ ﻣﺤﺮم ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ -4
Kitabeye göre han 603 yılı Muharrem’inde (m.1206) Sultan I.Keyhüsrev’in1326 ikinci defa hükümdarlığı
zamanında Emir ‘’ﻗﻨﺪﻣﻴﺮKandemir tarafından yaptırılmıştır.
Hanın üçüncü kısmını teşkil eden kışlığı üç boğdam üzerine yapılmıştır. İçerden 26 metre boy, 15,60
metre eninde olan bu kısmın sağında ve solunda üçer metre 60’ar santim eninde altışar kemerli birer kanat
vardır. Orta boğdam altı metre enindedir. Boğdamların hepsinin sakfi muntazam kesme taşla örtülmüş
beşikörtüsüdür Bu boğdamların sakflerini on fil ayağı ile duvarlara gömme olarak yerleştirilen kemer tırnaklar
tutmaktadır. Orta boğdamın üstü tamamen çökmüştür. Sağ ve sol boğdamlardan da ikişer gözün üstleri kısmen
yıkılmışır. Fil ayaklarında eski kale burçlarında dendanlık yapan bodur sütunlar kullanılmıştır. Han, umûmî
heyeti ile Altunba ve Kızılören Hanları’ndan daha sağlamdır. Bu handa da gayr-i İslâmî devirlere ait mimarî
eserlerin yıkıntılarından faydalanılmıştır. Dedelerimizin yurtseverliğinin, yurda bağlılıklarının taşlaşan birer
âbidesi olan bu hanları tamir ederek iyi saklamamız lâzımdır. Maalesef şimdiye kadar bu hanlar şarklı ve garbli
hiç bir ilim ve tarih adamı tarafından tetkik edilmemiştir.
Bize kadar gelebilen Selçuknâmeler’de ve muhtelif vesikalarda hanın bânîsi olan ve emirliğe kadar
yükselen Kandemir hakkında bir satırlık bile malûmat bulamıyoruz.
Mimarını da tespit edemedik. Ölüm tarihi ve mezarı gibi resmî hüviyeti de şimdilik meçhul kalan bu
hayır seven büyük adamı şu satırlarımızla biz ilk defa tarih ve ilim âlemine takdim etmiş bulunuyoruz. Han,
yapılış tarihi itibariyle bizim Konya’da tetkik edeceğimiz hanların en eskisidir. Fâtih’in, II.Bayezid’in,
III.Murat’ın Karaman İli Tahrir Defterleri’nde bu han hakkında hiçbir kayda rastlamadık. Hanın yapıcısı
Kandemir’in de başka bir hayır eserini göremedik. Hanın etrafında eskiden mâmur köyler vardı. Hanın
kuzeyinde İymir Gaziler, güneyinde İlalmış köyleri vardı. Bunlar zamanla dağılmış ve hepsi Kızılören’e
toplanmışlardır. Köylerin örenleri (harâbeleri) hâlâ görülmektedir.
Biz bu incelememizi 1944 yılında yaptık. Bu hanlar hakkında 1951 yılında Tarih Hazinesi adlı
mecmuamızın 11. sayısında “Konya Beyşehir yolunda ilk Selçuk hanı” başlığı altında (sahife 564-570) geniş
malûmat verdik ve Kitabelerini de neşrettik. Bu yazıya (12) de resim koyduk.
KIZILÖREN HANI
Konya’nın yedi saat batısında Beyşehir Yolu’nun üstündedir. Altunba Hanı’na dört saattir. Halk buna
Hanönü Hanı da diyorlar. Hanın kapısı Türk yapı an’anesine göre doğuya açılır. Han, plan itibariyle Altunba ve
Dokuzun Hanları’na benzemektedir. Hanın iç, dış duvarları, kemerleri ve tonoz kubbeleri tamamen muntazam
kesme taşla yapılmış ve örülmüştür. Bunda da Altunba ve Yazı Önü Hanı gibi tek bir tuğla bile kullanılmamıştır.
1324
- Bunun ‘’اﺑﻮ اﻟﺤﺮبşeklinde yazılması lazımdı. Kelimenin sonundaki ‘’بye nokta konmadığı için ‘’اﺑﻮ اﻟﺤﺎرثgibi de
okunabilirse de mana çıkmaz.
Mevlana Şehri Konya adlı kitap, sayfa: 446’da bu hanın kitabesini neşir ve diğer Konya Kitabeleri gibi bunu da perişan
etmiştir. Şöyle ki 3. satırdaki ‘’اﺑﻮ اﻟﺤﺎربi ‘’اﺑﻮ اﻟﺤﺎرس, ‘’ﻗﻠﺞi ‘’ﻗﻠﻨﺞyapmış ve 4. satırdaki ‘’ﻗﻨﺪﻣﻴﺮi ‘’ﻗﺘﻠﻮغşeklinde yazmış, bundan
sonrasını da hiç okuyamamıştır.
1325
- Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir: “ Bu hanın inşasına 603 muharreminde Emirü’l-mü’minin’in yardımcısı Arap ve Acem
sultanlarının efendisi şahinşah-ı a’zamsultan-ı muazzam Kılıçarslan’ın oğlu Keyhüsrev’in hüküm sürdüğü günlerde Ebü’l-
harab Emir Kandemir emretmiştir.”
1326
-I.Keyhüsrev birinci defasında h.588-m.1192, h. 593-m.1191 yılına kadar ikinci defasında h.601-m.1204 yılından h.607-
m. 1210 yılına kadar hükümdarlık etmiştir.
387
Antreden girince sağda ve solda birbirlerine geçen ve avluya altışar kemerle açılan beşikörtüsü tonozlu
birer kanad vardır. Sol kanat tamamen, sağ da kısmen çökmüş ve yıkılmıştır. Bu kısmın içten boyu 26, eni 17,60
metredir. Hanın üç boğdam üzerine yapılan kışlık kısmının içten eni 16, boyu 24 metredir.
Bu boğdamları 10 fil ayağı ile duvarlara gömme halinde yerleştirilen kemer tırnakları tutmaktadır.
Sağdaki ve soldaki boğdamların sakıfları tamamen çökmüş ve yıkılmıştır. Yalnız sol boğdam sağlamdır.
Boğdamların aralarına vurulan tahkim kemerleri fil ayaklarının üstlerine yarılarına kadar gömülen burçlarda diş
olarak kullanılan bu bodur sütunlar üzerlerine oturtulmuştur.
Hanın inşa tarzında Kandemir Hanı’nda gördüğümüz intizam yoktur. Bununla beraber Emir-İ İğdişan
‘’اآﺪﺷﺎنHanı’ndaki laubalilikler de görülmez. Han çok harap olmasına rağmen iyi muhafaza edilmesi lâzım gelen
bir Selçuk yadigârıdır.
Hanın kışlık kapısı da Altunba Hanı’nınkine benzemektedir. Kapının kemeri on taşla örülmüştür.
Üstünde 0,80x1,20 metre ebadında mermerden bir Kitabe vardır. Kötü bir sülüs ile yazılan Kitabenin orta
kısımları dondan müteessir olduğu için okunmaz bir hale gelmiştir. Taşları üst üste koymak suretiyle tehlikeyi
göze alarak Kitabenin okunabilecek kısımlarını çıkartmaya muvaffak oldum. Kitabenin üstüne yarım daire
şeklinde: ‘’ﻓﻰ دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎyazılmıştır. Altında da şunlar okunur:
ﻟﻌﻤﺎرة1327هﺬا -1
اﻟﺮﺑﺎط ﻓﻰ اﻳﺎم د -2
وﻟﺔ اﻟﺴﻄﺎن اﻟﺒﺮ و -3
اﻟﺒﺤﺮ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ -4
ﻗﻠﺞ ارﺳﻼن ﻧﺎﺻﺮ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ -5
1328
......................... -6
............................. -7
ارﺑﻊ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ................... -8
Kitabenin alt kısmında hanın bânîsi ve mimarını gösteren satırlar bozulduğu için şimdilik bu büyük
hayır severin ve Türk mimarının adlarını veremeyeceğiz. Yalnız kervansarayın h.604-m.1207 yılında Kandemir
Hanı’nın inşasından bir sene sonra I.Gıyase’d-din Keyhüsrev’in ikinci defaki hükümdarlığı zamanında yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Altunba Hanı’nın da bu hükümdar zamanında yapıldığını kabul ediyoruz. Bu hanlardan şu manayı
çıkarmak mümkündür:1329
I.Keyhüsrev, Konya-Beyşehir Yolu’na büyük bir önem vermiştir. Bu Kitabede başka Kitabelerde
görülmeyen bir hususiyet vardır. O da üstüne tuğra yerine ‘’دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎyazılmış olmasıdır.
Şimdiye kadar bazı milknâme ve Kitabelerin üstlerinde ‘ ﺳﻠﻄﺎﻧﻰ، اﻟﺴﻠﻄﺎن، ’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰgörüyorduk. Böylesine hiç
rastlamamıştık. Hanın biraz aşağısında bir dere içinde bu hanın banisi tarafından yapıldığı anlaşılan bir çeşme
vardır. Çeşmenin sağ kısmı yıkılmıştır.
KİREMİTLİ HAN
Bu han, Sultan II.Bayezid tarafından Mevlâna Manzumesi civarında yaptırılmıştır.
Bu han, h.1078-m.1667 yıllarında harap olmuştur. Mütevellisi de kalmamıştı. H.1074 –m.1663 yılında Konya
Kadısı Ömer Efendi, Satılmış isminde birini bu hana mütevelli tayin etmiş, kendisine berat da verilmiştir.
Satılmış kendi parası ile hanı tamir ettirmiştir. Bir ara Mehmet isminde birisi askerî mahiyette bir müdahale ile
Satılmış’ın elinden almıştır.
Satılmış’ın şimdi Başvekâlet Arşivi’nde henüz tasnif edilmeyen evrak arasında bulduğumuz 13 satırlık
20 x 83 cm. ebadında 17 Muharrem 1078 tarihli bir arzuhâlinden yukarıda verdiğimiz mâlûmâtı bulmaktayız.
Arzuhâlin incelenmesi sonunda, Anadolu Muhasebesi’nde ve divanda hanın kaydı bulunamamıştır. Yalnız
Konya Şer’î Sicilleri’nde muhtelif vesilelerle adı geçmektedir.
II.Bayezid, hanı ne vakit yaptırmış? Hükümdarlığının ilk yılında yaptırdığını söyleyenler vardır.
Başvekâlet Arşivi’nde elimize geçen bir vesikadan Bayezid’in şehzadeliği zamanında Amasya Umumi
Valiliği’nden Konya’ya geldiğini veya getirildiğini öğreniyoruz. Arşivin 6366 numarasında kayıtlı Şehzade
Bayezid’in lalası Murad ve defterdarı Hacı İvaz Paşa taraflarından Fâtih Sultan Mehmed’e sunulan h.855-
m.1451 tarihli bir arizada:
“Abaza Paşa’nın biladerzâdesi Mehmed ve daha bazı kötü ve fesatçı kişiler Şehzade’yi saptırıp afyon ve
berşiş1330 yemeyi öğrettikleri ve emaret işlerini ihmal ettiğini tespit ettikleri, bu zararlı şeyleri yememelerini
1327
- Burada ‘’ﻩnoksandır. İbare şöyle olması lazımdır. ‘’هﺬﻩ اﻟﻌﻤﺎرةkitabede diğer gramer hataları da vardır.
1328
- Kırılan ve silinen kısımların kaç satır olduğu sa kati olarak tespit edemedik. Son satırla, üstündeki satırın başında kalan
kelimelerden de tam bir mana çıkaramadık. Bu kitabenin müsait vasıta ile tekrar tetkik edilmesi lazımdır. Kalan kısım
dilimize söyle çevrilebilir: “Bu ribat mamuresi deniz ve karanın sultanı, Emirü’l-mü’minin’in yardımcısı fetih babası
Kılıçarslan oğlu Keyhüsrev zamanında 604 tarihinde yapılmıştır.
1329
- Bu ve diğer hanlar hakkında Tarih Hazinesi Mecmuası’nın 11. sayı, 564,570’deki yazımıza bakılsın. Burada hanların
kitabeleri de ilk defa tarafımızdan ilim alemine sunulmuştur.
388
münasip bir şekilde kendisine bildirdikleri halde yine bunları yemekten vazgeçmediğini, bunun üzerine Şehzade
ile beraber Konya’ya geldiklerinde yanındaki müfsitleri uzaklaştırmaya karar verdikleri, fakat Konya’ya gelince
Şehzade’nin burada mühim miktarda berşiş yiyerek hastalandığı, bir gün bir gece baygın bir halde yattığı fakat
sonra kusmak ve ishal olmak suretiyle tehlikeyi atlattığı, bunun için yanındaki müfsitlerle beraber yediği terkibi,
macunu, Silahtar Başı Ali ile İstanbul’a gönderildiği bildirilmektedir.
Bu vesika bize Bayezid’in Konya’ya getirildiğini haber veriyor. Amma Umumî Valilik’le mi, yoksa bir
müddet Amasya’daki kötü muhitinden uzaklaştırmak için mi getirildiği belirtilmemiştir.
Topkapı Sarayı Arşivi’nde 9939 numarada kayıtlı Şehzade Bayezid’in babası Fâtih Sultan Mehmed’e
gönderdiği el yazısı; ‘ekallü’l-ibâd kemîne Bayezid’ imzalı fakat tarihsiz bir mektubunu bulduk. Şehzade bu
mektubunda özetle şunları söylüyor:
“Def’-i semen, (yağı, şişmanlığı gidermek) için eskiden müferrihattan bazı şeyler kullanır gibi idim.
Amma sonradan faydasından ziyade zararını gördüğüm için yavaş yavaş terk ediyordum. Az bir şey kalmıştı.
Allah’a çok şükür şimdi ondan tamamen kurtuldum. Fakat bazı kimseler bunu mübâlağalı bir şekilde
göstermişler ve kendi yaptıkları pek kötü şeyleri bana nispet etmişlerdir. Bu kötü şeylerden Allah’a sığınırım.
İnşallah onlar cezalarını Hak’tan görürler. Lalalarımın sâyelerinde bu tarafta bütün işler gereği gibi intizamını
bulmuştur. Yalnız vâlidemin cemaatinde ulûfe, kışlık, yazlık ve yiyecek harçlarında hayli israf vardır ve bu
çoktan beri devam etmektedir. Bu husus Sultanım tarafından; bizden haber alınmamışçasına kendisine ne yolda
hareket etmesi lazım geldiği tembih edilsin. Fakat buna kimse muttali olmasın. Huzurunuza gelip eşiğinize
yüzümü sürmeğe pek fazla iştiyâkım vardır. Kulunuza müsaade olunursa devletli ayağınızın toprağına yetişmek
suretiyle saâdet bulayım.”
II.Bayezid’in şehzadeliğinde esrarlı ve afyonlu macunlar ve içkiler kullanmakta pek ileri gittiği
anlaşılmaktadır.
Şehzade’nin Konya’ya ne tarihte geldiği, ne kadar kaldığı ve niçin ayrıldığı hakkında henüz elimize bir
vesika geçmedi.
Bayezid’in berş ve afyondan terkib edilmiş nice tuhaf keyif verici şeyler kullandığı Münşeat-i
Feridun’daki Fâtih’in Fenari zâde Ahmed Bey’e yazdığı bir hükümden de anlaşılmaktadır.1331
Hammer’in Devlet-i Osmaniye Tarihi’nin zeylinde (cilt 3, sahife 353) Ahmed Bey’e gönderilen bir
hüküm hulâsa olarak verilmiştir.
Fâtih’in gönderdiği hükümlerin ve muhtelif kimselerin biri birlerine yazdıkları ve padişaha sundukları
arzların son derece gizli tutuldukları metinlerindeki sarâhatlerden anlaşıldığına göre Şehzade’nin Konya’ya ne
sıfatla geldiği veya getirildiği şimdiye kadar meçhul kalmıştır. Böyle bir zamanda Şehzade’nin han
yaptıramayacağı muhakkaktır. Şimdi bu han yoktur.
PAMUKÇU HANI
Selçuklular’ın, Karaman Oğulları’nın ve Konya’yı sınırları içinde alan Osmanoğulları’nın idari
teşkilatında Konya’nın Sahra Nahiyesi’ne bağlı köyler arasında bir de Panbukcu Köyü vardı. Kanunî adına
yazılan bir Konya tapu defterinde bu köyün Konya’daki Mü’min Halife Mescidi’nin vakfı olduğu
yazılmaktadır.1332
Konya’dan Hatunsarayı’na giderken yolun soluna rastlayan bu han, üç boğdam üzerine taştan
yapılmıştır. Hanı altı fil ayağına, kemerlere ve duvarlara dayanan bir sakf örtmektedir. 3,28 metre eninde ve 3,20
metre yüksekliğinde, kıbleye açılan bir kapısı vardır.
Hanın dıştan eni 7,20, derinliği 8,80 ve kemerlerin araları 2’şer metredir.
Hanın sağ ve sol duvarlarını dışarıdan üçer payanda desteklemektedir. Hanın bir Selçuk eseri olduğu
anlaşılmaktadır. Fakat yapanı, yaptıranı ve tarihini gösteren Kitabe yoktur. Bu hususları aydınlatan bir vesika da
henüz elimize geçmedi.
1330
- ‘Berş’, ‘Berşiş’ ‘Berç’ keten yaprağı ile ‘esrar’ yapılmış bir çeşit şurup ve macundur. Afyon ile yapılan macunda ‘Benk’
ve bunu kullanana da ‘bengi’ derler.
1331
-Münsiat-ı Feridun, C.1, Sahife: 263
1332
- Başvekâlet Arşivi, Tapu Defteri, No:339
389
Avam dili r harfi ile başlayan recep ve ramazan adlarını ‘’ارﺟﺐirecep, ‘’ارﻣﻀﺎنiramazan yaptığı gibi Ruzb’yi de
evvelâ ‘’اروزﺑﻪiruzbe sonra da ‘ ﺧﻮروﺳﻠﻮ-’اوروزﻟﻮOruzlu ve Horozlu yapmıştır. Konya’nın halk ağzı ‘ ﻋﺒﺪ
’اﻟﺮﺷﻴﺪىAbdü’r-Reşid’i, Evdireşe, ‘’ﺳﻌﺪ اﻟﺪﻳﻨﻰSa’de’d-din’i Zazadın yapmamışlar mıdır?
Han, Kadınhan-İstanbul şosesi üstündedir. Hâlen Konya-Ankara Yolu üzerindedir.
Hanın kapısı eski Türk yapı töresine uygun olarak doğuya açılmaktadır. Han, hemen hemen dört köşeli
bir plan üzerine muntazam kesme Sille ve Gödene taşları ile yapılmıştır. Dıştan boyu 28,5 ve eni 28 metredir.
Yüksekliği de 7 metredir.
Hanın yüksek taş kemerli ve basit bir antresi vardır.
Kapısının üstüne konan som Kitabelik mermere her nedense tarih Kitabesi kazılmamıştır. Han, 3
boğdam hâlindedir. Kapıdan 4,30 metre genişliğindeki orta boğdama girilir. Bu boğdamın tam ortasında asıl
binadan 3,5 metre kadar yükselen sekiz yüzlü ve sekiz pencereli bir kule vardır. Kulenin içi tuğla ile, dışı
muntazam kesme taşla yapılmıştır. Üstünü de mini mini kubbe örtmektedir.
Bu, Konya sahrasında bilhassa kışın şiddetli ve fırtınalı günlerinde barınacak yer arayan yolcuları sekiz
ışıklı gözü ile çağıran Fener Kulesi’dir. Zazadın Hanı’nda da böyle bir kule vardır.
Orta boğdamın sağ ve solunda dörder metre otuzar santim aralıklı beşikörtülü beşer göz vardır. Bu
gözlerde biri birilerine üçer metre 90’ar santim genişliğindeki ikişer kemerle geçit verirler. Bu kemerler 16 fil
ayağı ile yan duvarlara dayanmaktadır.
Boğdamların hemen hemen hepsinin duvar taraflarından gedikler açılmıştır. Sağdaki boğdamın sol
bölümünün sakfı ise tamamen çökmüştür. Hanın duvarlarının kalınlığı 1,30 metredir. İç ve dışları muntazam
kesme taşla yapılmış, içleri harçlı molozla doldurulmuştur. Hanın kuzey, güney ve batı duvarları dışarıdan ikişer
payanda ile takviye edilmiştir. Duvarların dışlarındaki muntazam kesme taşların hemen hemen hepsi sökülmüş
ve aşırılmıştır. Şimdi hanı, harcın iyiliğinden dolayı yekpareleşen molozlarla fil ayağı sütunlar ayakta
tutabilmektedir.
Fener Kulesi’nin dış kaplamaları da soyulmuş, doğusundaki ve batısındaki kemer örtüler de tamamen
yıkılmıştır.
Bu tarihî hana âcil ve kurtarıcı bir yardım yapılmazsa yerlere serilecektir. Bu takdirde Türk mimarisi asil ve
muhteşem bir eserini kaybetmiş olacaktır.1333 Hanın duvarlarının üstlerinde ve kemerlerdeki taşlarda birçok
işaretler gördük.
Bunların içinde majüskül e ve b harflerine benzeyenleri olduğu gibi Oğuz Han’ın Afşar Kolu’nun ongunu olan
isvastika’lar, mühr-i Süleyman’lar gördük. Biz gruvagamme de denilen bu çengelli haç’ların bazı gayr-i müslim
akalliyet askerleri tarafından son yıllarda yapılmış olduğunu zannetmiştik. Hâlbuki hanı; Hitler’in zuhûrundan
yarım asır evvel tetkik edenler bile bu işaretleri görmüşlerdir.
Bunlar taşçıların damgalarıdır. Büyük Osmanlı âbidelerinde, meselâ İstanbul’daki Süleymaniye
Camii’nde çalışan ustalar da işledikleri taşların içerde kalacak taraflarına kendi işaretlerini kazarlardı. Selçuklu
ustalar bunları taşların görünecek yüzlerine kazmışlardı.
Hanın hiçbir yerinde yapıldığı tarihi, mimarını ve yaptıranı gösteren bir Kitabe yoktur. Ruzbe’nin
Konya’da bir medrese ve hankahı da vardı. Fakat bunlardan hiçbirisi bize kadar gelmemiştir.
Fâtih adına Karaman İli’ni yazan heyet Ruzbe Hanikahı hakkında aynen şunları kaydetmiştir:
‘واﻟﺪ ﺑﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺤﻜﻢ ﺷﺮﻳﻒHoca
ﻣﺤﻰ اﻟﺪﻳﻦ
bunu در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻﻧﺎ. ’وﻗﻒ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﻻﻻ روزﺑﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻻﻻء ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ
“Vakf-ı hankah-ı Lala Rûzbe İbn-i Abdullah Lala-yı Sultan Alâa’-din der tasarruf-ı Mevlâna Muhyi-d-
din Vâlid-i Bedre’d-din bi-hükm-i unutmuş
şerif.”.1334
Hankahın Konya’nın napcez???
Sahra Nâhiyesi’ne bağlı Fıkralar1335 ve ‘??????’köyleri ile Traşçı Çiftliği’nden
gelirleri vardır. Sahtiyan Boduk’ta iki, Hızır Mescit’te ve Yahdan=Buzhâne Önü’nde ve ‘’ﺧﻮرﺳﺎﻣﺎﻟﻰ
Horsamalı’da ve Ehmedek (İçkale) yanında birer kıta zemin de hankahın evkafı arasındadır.
Defterde bu kayıtların üstüne sonradan mensuh işareti çekildiğine göre hankahın vakfiyeti bir ara
feshedilmiştir.
II.Bayezid’in h.906-m.1500 tarihli Konya İl Yazıcı Defteri’nde de bu hanikah şöyle tespit edilmiştir:
“Vakf-ı hankah-ı Lala Ruzbe İbn-i Abdullah Lala-yı Sultan Alâa’-din der batn-ı Ehmedek-i Konya der
tasarruf-ı Mevlâ Şücâ mea berat-i padişah-ı âlempenah hullidet hilâfetühu.”
‘ وﻗﻒ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﻻﻻ روزﺑﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻻﻻء ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ در ﺑﺎﻃﻦ اﺣﻤﺪك ﻗﻮﻧﻴﻪ در ﺗﺼﺮف ﻣﻮﻻ ﺷﺠﺎع ﻣﻊ ﺑﺮات ﭘﺎدﺷﺎﻩ ﻋﺎﻟﻤﭙﻨﺎﻩ
’ﺧﻠﺪت ﺧﻼﻓﺘﻪ
Bu defterdeki hankahın gelirleri Fâtih defterindekilerinin aynıdır. Yalnız burada hankahın Konya’nın iç
kalesinin (Ehmedek) içinde bulunduğu tasrih edilmiştir. III.Murad’ın h.992-m.1584 tarihli Konya Tahrir
Defteri’nde de bu hanikahın şu şekilde yazıldığını görüyoruz:
“Vakf-ı hankah-ı Lala Rûzbe İbn-i Abdullah Lala-yı Sultan Alâa’-din-i Selçuk.î”1336
‘’وﻗﻒ ﺧﺎﻧﻘﺎﻩ ﻻﻻ روزﺑﻪ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ اﷲ ﻻﻻء ﺳﻠﻄﺎن ﻋﻼء اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺴﻠﭽﻮﻗﻰ
1333
- Biz bu yazıları 20 sene evvel yazdık son senelerde han tamir edilmiştir.
1334
-Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi, defter no: 256, sahife:36
1335
- Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi, defter no: 255
1336
- Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi, defter no: 284, yaprak6
390
Konya’nın iç kalesi şimdiki Alâa’d-din Tepesi’nin bulunduğu sahaya rastladığı için bu hankah da
burada idi.
Ruzbe’nin Medresesi Fâtih Defterinde aynen şöyle yazılıdır:
“Vakf-ı medrese-i Lala. Harap olduğu sebepten tımar emrolundu mezkûr Seyyid Mehmed1337 adına
tarih-i mezkûrda”1338
Medresenin Ilgın’a tâbi Bulcuk ‘’ﺑﻮﻟﺠﻮقKöyü’nden ve medresenin hareminin ve Pazar-i Rişte (İplik
Pazarı) Zemini’nin mukataalarından gelirleri vardı. Bu kaydın üstüne sonradan mensuh işareti çekilmiştir.
II.Bayezid’in Konya Defteri’nde bu medrese hakkında daha geniş malûmat bulduk. Bunu aynen buraya alıyoruz:
“Vakf-ı medrese-i Lala der nefs-i Konya buk’ası harap olduğu sebepten tımara emrolunmuş imiş. El’an
padişah-ı âlempenah hullidet hilâfetühû vakfiyeti mukarrer edip Seyyidî Mahmud’a sadaka olunmuş, elinde
hükm-i şerif var, deyü; köhne defterde mukayyed olan Mevlâna Muhyi’d-din’e Hankah-ı Lala meşihati deyu
hükm-i Hümâyun sadaka olunmuş lâkin hankah dahi yok. Küllî buk’ası münhedim rakabe ile dahi imâretine
mecal yok. Vecih oldur ki buk’a ilhak oluna.”
Bu defterde medresenin gelirleri aynen tespit edilmiştir. Yalnız medresenin avlusu yıllığı 60 akçe
mukataa ile yerine dolap1339 yapılmak üzere Bostancıbaşı İnsan’a verildiği de ayrıca yazılmıştır.
III.Murad’ın Konya Defteri’nde ise medrese hakkında şu tamamlayıcı mâlûmâtı buluyoruz:
“Vakf-ı medrese-i Lala. Buk’ası harap olmuştur. Cihet-i tarik ile tasarruf olunur. Medrese-i Seyfiyye’ye
ilhak olunmak münasiptir. Deyü defter-i atikte masturdur. Hâliyen emr-i şerifle öşrü medrese-i mezbûre
vakfolup...”
Bu kayıtlardan öğrendiğimize göre Lala Ruzbe’nin Konya’nın İçkalesinde bulunan hankahı gibi
medresesi de II.Bayezid zamanında yıkılmış ve yerleri bile kaybolmuştur. III.Murad zamanında bu medresenin
geliri Karatâyî’nın biraderi Seyfe’d-din Karasungur’un Çifte Merdiven Mahallesi’ndeki Seyfiyye Medresesi’ne
ilhak edilmişti.
Hankah ve medrese gibi hanın vakfiyeleri bize kadar gelmediği için bunların yapıldıkları tarihler
hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olamıyor. Yalnız Ruzbe’nin bunları lalalığı zamanında yaptırdığı
anlaşılmaktadır. Bu üç hayır, içtimai yardım ve irfan müessesesinin vakfiyelerinin müşterek olduğunu
zannediyoruz.
Ruzbe’nin unvanı Esedü’d-din ‘’’اﺳﺪ اﻟﺪﻳﻦdir. II.Keyhüsrev 644 yılı Safer’inin 23. günü öldüğü zaman
Esedü’d-din Ruzbe ‘’اﺳﺪ اﻟﺪﻳﻦ روزﺑﻪcamedar idi. Sahib Şemse’d-din Mehmed, Celâle’d-din Karatâyî, Has Oğuz ve
Pervane Fahre’d-din Ebu Bekir’den müteşekkil; münhal hükümdarlığa getirilecek şehzadeyi tespit edecek heyet
arasında bulunuyordu. Bu heyet Keyhüsrev’in büyük oğlu II.İzze’d-din’i tahta oturttular. Cülûstan sonra yeni
tevcihte Ruzbe’ye atabeylik (lalalık) verildi.
Memleket işleri pek güzel idare ediliyordu. Bu sırada melikü’l-ümerâ olan Has Oğuz kızını Ruzbe’nin
kız kardeşinin oğlu Mübarizü’d-din Bayram’a vermek suretiyle bir hısımlık tesis etti. El ele veren bu iki adam
halk arasında mühim bir nüfuz yaptılar. Hükümet reisi Şemse’d-din ile Pervane Ebubekir bunların nüfuzlarını
kıskandılar ve nihayet Ruzbe ile Has Oğuz’u; kuzu ‘’ﻗﻮزىparalası ile Sahib Şemse’d-din’in sarayında
boğazlattılar. Evlerini yağmalattılar. Yakınlarını da öldürttüler.1340
Ruzbe ile Has Oğuz’un öldürüldükleri tarih kesin olarak bilinemiyorsa da Keykâvus’un birinci defaki üç
sene süren hükümdarlığı zamanında öldürüldükleri muhakkaktır. Bunların 647 yıllarının başlarında öldürülmüş
olmaları çok muhtemeldir.
Ruzbe; lala, (atabey) olduktan sonra hankah, medrese ve hanını yaptırmıştı. Öldürüldüğü zaman hanı
esas itibari ile bitmiş idi. Hatta Kitabesini kazdıracağı taşı da hazırlatmıştı. Fakat buna imkân bulamadan kafası
koparıldığı için taş şimdi gördüğümüz şekilde yazısız kalmıştır.
Hanın h.647-m.1249 yılında tamamlanmış olmasını tereddütsüz kabul edebiliriz.
İbn-i Bibi; Has Oğuz’un bir Rum dönmesi köle olduğunu tasrih eder. Ruzbe hakkında da; ‘Gerçi fazla
bir fazileti yoktu lâkin iktidarı, zekâsı, namusluluğu ve dindarlığı ile zamanın da biricik adamı idi.’1341 der.
Ruzbe’nin babasının adı Abdullah’tır. Biz bunun da ihtidâ etmiş bir Hıristiyan köle olduğunu tahmin
ediyoruz. Selçuk gılmanhânelerinde yetişmiştir.
1337
-Müstevfi Celele’d-din’in Abdü’l-Mü’min Mescidi ittisalindeki hangahı da harap olduğu için 880 yılı zilkadesi evvelinde
Seyyid Mehmet’e tımara verilmişti. Bu da öyle yapılmıştır.
1338
- Ankara Kuyud-u Kadime Arşivi, defter no: 256,sahife:43
1339
- Vesikalarda geçen ‘dolap’ larda ‘su dolapları’ kasdedilkir.
1340
- İbn Bibi Tercümesi. Sahife 231
1341
- İbn Bibi Tercümesi. Sahife232
391
Han, Karaman ilinin ova denizinde Selçukîler’in ve Karamanoğulları’nın başşehri ve medeniyet merkezi
olan Konya’ya doğru yol alan muhteşem ve muazzam bir diretnavıta benzer. Fener kulesini geminin kısa ve kalın
bacasına benzetiyoruz. Konya ve çevresi halk dilinde “Zazadın’ın yapısı, sultan hanının kapısı” şeklinde yaşayan
ve vecizeleşen bir söz bize bu mimarî tarih yâdigârının yapısındaki müstesnalığı göstermeye kâfidir. Halk,
öteden beri kervansarayın gözleri ve gönülleri büyüleyen muazzam ve heybetli yapısı karşısında duydukları
heyecan ve hayranlığı bu şekilde ifade ediyorlardı.
Etrafında taştan, taş ocağından ve eski mimarî eser harabelerinden hiçbir iz bulunmayan hanın, yalnız taşla,
hem de muazzam ve muntazam kesme taşlarla yapılması, insanların ne kadar hayretlerini uyandırsa yeridir.
Han, 104 metrelik yüzünü Konya ovasının sonsuzluğuna çevirmiştir.
Bu boşlukta kışın kar fırtınaları, yazın seraplar donduran ve yakan hükümlerini sürerler.
Donan ve kavrulan kervanlar, yolcular ve askerler -mevsimine göre- bu hanın kucağında sıcak bir hava
veyahut dinlendiren bir vaha serinliği bulurlar.
Hanın bir sıra beyaz mermer ve bir sıra sert ve siyahımsı bir çeşit taşla yapılan ve cenuba açılan 8,20 metre
genişliğindeki kapısı bir tak halindedir. Antresinin üstünü birisi beyaz birisi siyah 17 taşın örülmesiyle doğan
kemerli bir kısım örter. Kemerin üstünü kavis halindeki hendesî kabartmalar süsler. Ayrıca iki sıra ve zincirleme
devam eden kabartmalı ve oymalı iki süsü de antreye müstesna bir durum vermektedir. Antrenin sağ ve sollarına
-bu çeşitlerinde çok kere bulunan- mihrapçıklar yapılmamıştır. Asıl kapının söveleri som mermerdendir.
Ak mermer ve siyah taşların mütenaviben geçirilmesi ile yapılan kemer cidden çok muvaffak bir eserdir.
Kapının üstünde beyaz ve siyah taşların kavs şeklinde çerçevelediği celî sülüs ile kazılmış bir Kitabe vardır.
Kitabe taşı esasen dört parça iken son zamanlarda sekize ayrılmıştır. Kitabenin kaç satır olduğunu kat’i olarak
söylemek mümkün değil. Biz bunun beş satır olduğunu tahmin ediyoruz. Şimdi dört satırlık kısmı kalmışsa da
birinci satırın da üst kısmı kopmuştur. Biz bu Kitabeyi şöyle okuduk:
.... ﻟﻤﺎ اﺷﺘﻤﻞ اﻟﻔﻀﻞ و ]اﺣﺘﻔﻞ [ اﻟﻔﻴﺾ -1
واﺗﺼﻠﺖ ﺑﻪ ﻣﺮاﺣﻢ اﻟﺤﻀﺮة اﻟﻤﻄﻬﺮة وﻣﻜﺎرم اﻟﺪوﻟﺔ اﻟﻤﻨﻮرة -2
اﻟﺴﻠﻄﺎن اﻻﻋﻈﻢ ﻣﺎﻟﻚ رﻗﺎب اﻻﻣﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ -3
اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ]و[ ﺑﻦ آﻴﻘﺒﺎد ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ آﻮﺑﻚ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺳﻨﺔ ارﺑﻊ ﺛﻠﺜﻴﻦ ﺳﺘﻤﺎﺋﻪ -4
Merhum Ferid Uğur Konya Mecmuası’nın Eylül 936 tarih ve 1 sayılı nüshasında ‘Selçuk
Kervansaraylarından Zazadın Hanı’ başlığı altında neşrettiği makalesinde (sahife 38) bu Kitabenin ilk iki
satırını hiç okuyamamış, son satırına da Mehmed’den sonra bir ammerehû1342 ‘’ﻋﻤﺮﻩilâve etmiştir. 1343
Bu Kitabeye göre Mehmed oğlu Köpek’in yaptırdığı han; h.634-m.1236 yılında I. Alâe’d-din oğlu
Keyhüsrev zamanında tamamlanmıştır. Kapısının eni 2,70 ve yüksekliği 3 metredir. Kapıdan sonra beyaz ve
siyah mermerlerle kaplanmış beşikörtüsü bir dehlizden hanın içine girilir. Bu dehlizin üstü mescit’tir. Mescidin
kubbesi çökmüştür. Kitabenin tam arkasına rastlayan taş mihrabının istalaktit parçaları hâlâ durmaktadır.
Mescide dehlizden çıkınca solumuzdaki duvarda izleri kalan 11 taş basamaklı bir merdivenle çıkılırdı. Şimdi zor
çıkılmaktadır.
Dehlizden hanın meydanına ve yazlığına girilir.
Sol tarafta hanın kapalı ikinci kısmı vardır. Meydanın uzunluğu 52, eni 18 metredir. Meydanın uç
tarafında önleri açık ve kapalı olmak üzere irili ufaklı 27 oda, ambar, depo ve ahırlar vardır.
Şimdi yazlık kısmın hana giriş itibarı ile sağındaki dıl’ın oda ve örtmelerini ve duvarlarındaki başka
mimari eserlerden getirilen ve üstlerinde kitabe, resim ve salip taşıyan taşları görelim.
Birinci bölüm kapalıdır. İkincisi açıktır. Duvarındaki taşlardan birisinde bir salip ve bir insan başı
kabartması vardır. Üçüncüsünün önü açıktır. Kapalı olan dördüncü bölümün duvarında kabartma bir salip
parçası; sonuncusunda da dört tarafında kuş ve Yunanca birer harf bulunan salip görülür. Bundan sonraki
bölümlerin de önleri açıktır. Yedincisinde bir salip tespit ettim. Bunların hepsinin üstü taşla beşikörtüsü şeklinde
örtülmüş tonozdur.
Meydanın doğu dıl’ında altı oda vardır. Bunların hepsinin önleri kapalıdır. Yalnız doğudaki son
bölümün önü açık bırakılmıştır. Birinci odanın üstünü çapa işareti şeklinde sekiz yüzlü tuğla bir sakıf
örtmektedir. Diğer odaların üstleri beşikörtüsüdür. Birinci odanın sol duvarı kısmen yıkılmıştır. İkinci odanın
meydana kapısı yoktur. İçten bir kapı ile meydana kapısı açılan üçüncü odaya bağlanır. Buradan dördüncü odaya
bir kapı açılır.
Beşinci müstakil odanın kapısı sol dıl’ın kemeri altına açılır. Bunun da sol duvarı yıkılmıştır. Altıncı odanın önü
açıktır. Buranın duvarında bir salip ile sekiz satırlık Yunanca bir kitabe gördüm. Son odanın batı duvarında da
Yunanca bir kitabe vardır. Buradan son dıl’a geçiyoruz.
Buradaki beş bölmenin önleri açıktır. Kemerlerin ön kısımları da yıkılmıştır.
İkinci gözde çift salipli bir taş, üçüncüsünde Yunanca bir kitabe dördüncüsünde bir salip ve firiz
parçaları, altıncısında bir salip vardır.
1342
Kitabenin son satırının ‘’اﻟﻀﻌﻴﻒkelimesinden sonraki kısmı ezilmiş olduğu için zorca okunmaktadır.
1343
Mevlana Şehri Konya’da sahife 447 de karışık, manasız bir halde kopya ettirilmiştir.
392
Önü açık olan yedinci gözde altı satırlık oyma Yunanca bir kitabe ile üstünde ayakta uran iki ve
iskemleye oturan bir insan kabartması ve iki satırlık Yunanca kitabe bulunan bir taş vardır. Burada bulunan üç
salibin iki yanında kanatlarını açmış iki kuş taşıyan başka bir taşla beş satırlık Yunanca başka bir kitabe de
ehemmiyetli eserlerdir.
Önleri kapalı olan 9.,10. ve 11. odaların üstleri çökmüştür. Son odanın dışındaki dokuz basamaklı taş
merdivenle hanın üstüne çıkılır.
Hanın sol batı tarafındaki üstü örtülü kısmın kapısı da dış kapı gibi muhteşem bir tak halindedir.
Genişliği 7, yüksekliği 6.5 metre olan kapının üstünde 11 ak mermer ve siyah taştan çatılmış bir kemer
vardır. Kemerin üstündeki süslü ve kavisli bir çerçevenin ortasına yerleştirilen 1 x 1.2 metre ebadında yekpare
mermeren celi bir selçuk sülüsü ile beş satır halinde şu kitabe okunur:
1344
اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰ -1
ﻓﻰ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻻﻋﻈﻢ -2
ﻋﻼء اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﻘﺒﺎد ﺑﻦ -3
آﻴﺨﺴﺮو ﻗﺴﻴﻢ اﻣﻴﺮ اﻟﻤﺆﻣﻨﻴﻦ
اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ -4
آﻮﺑﻚ ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﻋﻤﺮﻩ ﻓﻰ ﺷﻬﻮر ﺳﻨﺔ -5
ﺛﻼث وﺛﻠﺜﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ1345
Kitabeye göre hanın inşasına 633 H. yılında I.Alâe’d-din Keykubad’ın hükümdarlığı zamanında
Mehmed oğlu Köpek tarafından başlattırılmıştı. Dış kapının üstündeki 634 tarihli kitabeye göre bu kitabeden
böyle mâna çıkartmak zarureti vardır.
Köpek; hanını yaptırmaya başladığı zaman II. Alâe’d-din Keykubad hükümdardı. Han; Keykubad’ın oğlu II.
Keyhüsrev zamanında tamamladığı için de dış kapısına bu hükümdarın adı kazdırılmıştır.
Hanın bu örtülü ikinci kısmının uzunluğu 35, eni 25 metredir.
Bu kısmın ortasında baş kemerin tuttuğu altı boğdamlı 3.60 metre eninde diğer taraflardan yüksekçe
tavanlı bir bölüm vardır. Dördüncü ve beşinci kemerlerin üstünde hanın muhteşem fenerliğinin yükseldiği
görülür. Bu kısmın dört tarafından dışarıya bir pencere açılır. Kubbesinin köşeleri istalaktitlidir. Bu ana kısmın
sağında ve solunda beşikörtülü ve yan yana ikişer gözlü iki bölüm daha vardır.
Bu iki kısmın kemerlerinin araları 3.40, irtifaları 2.40 metredir. Ortadaki ana bölümün fener kulesinden
başkasının üstleri çökmüştür. Diğer kısımlarda da yer yer çöküntüler başlamıştır. Bu kısmın kemerleri ve tonoz
kubbeleri yan duvarlarla yirmi fil ayağına dayanır. Hanın bu kısmının kemerlerinde, fil ayaklarında ve
duvarlarında büyük bir itina ve titizlikle işlenmiş muntazam taşlar kullanılmıştır. Burada Dokuzun Hanı’nın
malzemesindeki laubalilik ve perişanlık yoktur. Bazı taşlarda ustaların işaretleri de görülür. Ben bu kısmın
üstüne de çıktım. Ana boğdamın kapıdan girince ikinci kemerinde kullanılan bir taşın dam tarafında nefis bir
insan kabartması tespit ettim. Hanın duvarlarının iç ve dış kaplama taşları bize kadar sağlam olarak gelmiştir.
Son zamanlarda olukların üstünden başlamak suretiyle taşların yıkılarak yerlere atıldığı ve buradan başka yerlere
kaçırıldığı görülmeye başlanmıştır. Selçuk mimarisinin bu şaheseri pek büyük olmayan bir fedakârlıkla eski
ihtişamını alabilir. Bundan sonra da mesela devletin bir buğday ambarı ve turistik bir mahal mahal halinde
kullanılmak suretiyle de iyi saklanması temin edilebilir.
Şimdi kervansarayı dışından tetkik edelim.
Hanın boyu 104, doğudan eni 40, batıdan eni 28 metredir. Han; üç muhtelif genişlik üzerine yapılmıştır.
Cephesini kapının sağından 3, solundan 2, doğudan ve kuzeyden üçer payende desteklemektedir. Hanın dış
duvarlarında da eski mimari eserlerden getirilmiş bazı kıymetli taşlar kullanılmıştır. Kapının sağından birinci
payendeye kadar olan kısımda üstünde ağaç, salip ve başka kabartmalar bulunan temiz bir mermerle, tek salipli
bir taş, ikinci bölümde bir salip kabartması, üçüncüsünde altı satırlık Yunanca bir kitabe görülür.
Doğu duvarda üstlerinde salip bulunan dört taş vardır. Şimal duvarında üstünde üzüm kabartması
bulunan kıymetli bir taşla iki salipli başka bir parça tespit ettim. Cenup duvarında iki salip kabartması ile altında
iki satırlık Yunanca kitabe bulunan iki büst ve ayrıca altı satırlık bir kitabe vardı. Kapının solundaki duvarda
pencere üstünde dört salipli ve Yunanca kitabeli bir parça ile 12 satırlık Yunanca bir kitabe ve başka bir
pencerenin üstünde akant yaprakları ile süslü bir mimari eser görülür.
Hanın olukları taştandır.
Birer yarık halindeki pencerelerinin sövelerinde kale burçlarının mazgal taşları kullanılmıştır.
1344
Selçuklular’a ait mülkname, vakfiye ve kitabelerde çokça görülen bu ‘Essultani’ ‘ ’اﻟﺴﻠﻄﺎﻧﻰtuğra gibi kullanılmıştır.
Ankara Vakıf Kayıtlar Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan ve Dolap 243 de kayıtlı 660 tarihli orijinal bir mülknamenin başında da
Türklerce kutlu sayılan al ile ‘Essultan’ ‘’اﻟﺴﻠﻄﺎنvardır Vakıf kayıtlarına vakfiye diye geçen bu orijinal eserin bir mülkname
olduğunu tespit ettik ve bir kaç makale ile ilim âlemine tanıttık. İlkyazım 14 Ağustos 1943 de Yeni Sabah Gazetesi’nde
çıkmıştır.
1345
Kitabe dilimize şöyle çevrilebilir: “Bu binayı 633 yılı aylarında emir Ulmü’mini’nin ortakçısı din ve dünyanın şerefi,
fetihler babası Keykubad İbn-i Keyhüsrev’in hükümdarlığı zamanında tanrının rahmetine muhtaç, zayıf kulu Mehmed oğlu
Köpek yaptırmıştır.”
393
Han; umumi durumu ile fevkalade muvaffak bir mimari eserdir. Dedelerimizin bu yadigarı ile ne kadar
övünsek ve göksümüzü kabartsak yeridir.
Hanın banisinin tarihe geçen klişe adı Sa’de’d-din Köpek’tir. Bunun akıbeti hanının üç saat güneyindeki
hanın banisi Ruzbe’nin akıbetinin aynıdır. Bu da feci şekilde öldürülerek cesedi bir kafes içinde Kubad Âbâd
Kalesi’nin yüksek bir burcuna asıldı. Halka teşhir edilirken zinciri koparak yere düşen kafes seyircilerden birisini
öldürmüştü.
Manzarayı köşkünden seyreden II. Keyhüsrev bunu görünce:
“ Vay uğursuz alçak dedi, ölümünden sonra da kan döküyor.” 1346
Feci şekilde ölen bu Sa’de’d-din Köpek’in kim olduğunu kısaca tetkik edelim:
Sa’de’d-din Köpek; I.Alâe’d-din Keykubad’ın tercümanı idi. Sonra av emiri ve mimari oldu. 1347
Sultan Alâe’d-din Kayseri’de Keykubadiyye Sarayı’nda Erzincan meliki Alâe’d-din Şahı kabul ettikten
sonra Konya’ya dönmüş ve buradan da mesafeler yutan soy atı ile sahil taraflarına doğru açılmıştı. Ağırnas’a
gelince önünde cenneti gölgede bırakan bir mesire açılmıştı.
Mimarı, Sa’de’d-din Köpek’i çağırarak, burada Sedery ve Havernak Sarayları’nı geride bırakacak bir
saray yükseltmesini emretti.
İbn-i Bibi’nin ifadesiyle. “Mimar burada lâtif ve gönül okşayıcı şekillerle yuvarlak kemerler üzerinde
yüksek kubbeleri, feleğin yüce kümbeti ile beraber görünen, firuze ve lacivert nakışlı döşemeleriyle semanın
firuze renkli çehresini maileştiren, temaşası cana canlar katan bir sarayının inşasına başlandı. Latif bakirelerin
ruhlarından daha ziynetli, kanaat sahrasından daha geniş, istenildiğinden daha mükemmel olan bu saray kısa bir
müddet içinde sultanın arzusu veçhile ikmal edildi. Alâe’d-din Keykubad: sarayı beğendikten sonra birkaç gün
içinde oturduktan sonra dizginini Antalya ve Alâiyye taraflarına çevirdi.”1348
Sa’de’d-din Köpek aynı zamanda kuvvetli bir kumandandı. Şam askerleriyle yapılan savaşta Türk
askerlerinin sol kanadından sağ kanadına geçmek suret ile harbin talilini Türklerin lehine çevirmişti.
Köpek; Alâe’d-in’in kıymetli elemanları arasında idi. Oğlu Keyhüsrev’in zamanında da bu mevkiini
kaybetmedi.
II. Keyhüsrev; babasının ölümünü öğrenince tahta geçmek hususunda kendisine müzaheret edecekleri;
birer ulak ile davet ederken Sa’ed-din Köpek’i de getirmişti.
Mimar ve şikâr emiri Sa’de’d-din Köpek yeni hükümdarı fitillemek sureti ile Selçuk devleti emrindeki
Harzemliler’i kırmaya başladı. Devlet hizmetinden ayrılan Harzemliler cephe aldılar. Sa’de’d-din Köpek fitne
makinesini işletiyordu.
Parmağında hükümdarın yüzüğü olduğu halde divana kadar girerek ihtiyar vezir Şemse’d-din
Altunba’nın aksakalından keçi gibi yakalıyor ve dışarıya aldırdıktan sonra kafasını koparıyordu. Kardeşlerinin
anası Melike Adilliye’yi Ankara Kalesi’nde yay girişi ile boğdurmuştu. Köpek; bir şimşek gibi Ankara’ya giderek
Tace’d-din Pervane’yi de beline kadar toprağa gömmüş ve taşlatarak öldürtmüştü. Bu üç katilden sonra Köpek;
bütün emirleri korkutmuştu. Köpek; Sultan’ı o kadar büyülemişti ki Çetr’in1349 siyah rengini yeşile çevirtmek
teşebbüsüne bile başvurmuştu.
Köpek; iktidar mevkiinde kontrolsüz kalınca Fatihlik hisleri de galeyana başladı. Filhakika Samsat
Kalesi’ni aldı, emri altında çalışanları ihsanlara gark etmek sureti ile onları kötü gayelerinin tahakkukunda
kolayca kullanabiliyordu.
Samsat Kalesi’ni fethettikte n sonra Kaymeri’yi de tevkif ettirdi. Büyük feylesof ve siyaset adamı
Kemale’d-din Kamyarı; Konya’nın Kevele- Takkeli Dağ Kalesi zindanlarında boğdurdu. Köpek’in gazap ve kin
ateşi gün geçtikçe sirayetini genişletiyordu. Zulmü ve işkencesi artıyordu. Sultan; yurt büyüklerinin böyle birer
bahane ile öldürülmelerinden müteessir olmuştu. Köpek; bunu sezdiği için Sultan’ın yalnız kaldığı zamanlarda
bile yanına daima boynunda asılı kılıcı ile girip çıkıyordu. Sultan bu vaziyetinden de şüphelenmeye başlamıştı.
Gizlice Sivas’tan Candar Karacay’ı istetti. Köpek; Karaca’dan çekinirdi. Karaca; Keykubadiye Sarayı’na
gideceğine doğruca Köpek’in köşkü’ne gitti. Köpek; onu görünce:
“Sultanla görüşmek için mi geldiniz!” dedi. Karaca cevap verdi:
“Ben Melikü’l-Umera’nın izni olmadan nasıl sultanın huzuruna varmaya cesaret edebilir ve kendimi
sultanın yakınları arasında sayabilirim. Bundan böyle sığınacak ve yardım dileyecek bir makam olarak ancak
Melikü’l-Umera’yı tanırım!”dedi.
Karaca; bu idaresi ile Köpek’in şüphelerini gidermişti. Köpek; onu içki sofrasına alıkoydu. Misafir etti.
Sabahleyin saraya götürerek hükümdara takdim etti. Hükümdar; Karaca ile yalnız kalınca arzusunu açtı.
Köpek’in öldürülmesi için sarayda bir içki sofrası kurulması ve oraya Köpek’in de davet edilmesi kararlaştırıldı.
Sultan; Emir Candar’ın şerefine içti, o da kadehini boşalttı. Hazırlanan plana göre bir aralık Candar; su dökmek
bahanesiyle dışarıya çıktı. Köpek’i bekleyecekti. Köpek; geldi, ona ihtiram gösterir gibi ayağa kalktı ve yanından
1346
Sahaifü’l Ahbar Tercümesi, sahife 31
1347
İbn-i Bibi Tercümesi, sahife 134 ve 135
1348
İbn-i Bibi Tercümesi, sahife 134 ve 135 Sahife 135 bu sarayın adı Kubadabad idi. Kayseriye’de kininki ise Keykubadiyye
idi.
1349
Çetr hakkında İstanbul Abideleri adlı kitabımızda kandırıcı malumat vardır.
394
geçerken çomağını başına indirmek istedi. Emir-i Alem kılıcını sıyırarak Köpek’e hücum etti. Köpek; can acısı ile
kendisini sultanın şaraphanesine attı. Şarapdarlar onu kana bulanmış bir halde görünce hepsi üstüne kılıç
üşürdüler. Pis canını mundar cesedinden ayırarak cehennemin dibine yolladılar.1350
Cesedini de Kubadâbâd burcuna astılar.
Sa’de’d-din Köpek’in anası Konya eşrafından birinin kızı idi. Adı Şehnar idi. Merhum hükümdar
Alâe’d-din Keykubad’ın babası I.Keyhüsrev vaktiyle bu kadının zehirli kâküllerinin cazibesine tutulmuş, onu
mecnun gibi sevmişti. Şehnar’ı bir gece gizlice onun halvetine götürmüşler, sonra naz ve ikramla geri
getirmişlerdi. Bunu Şehnar’ın ninesinden başka kimse bilmiyordu. Şehnar; Sa’de’d-din Köpek’in babasına
verildiği zaman iki aylık gebe idi. Kurnazlıkla ve hile ile günahını gizleyebilmişti. Yedi ay sonra Köpek’i
doğurmuştu.
İbn-i Bibi bunu anlattıktan sonra der ki:
“Ben dünyaya geldiğim zaman hatırlarda yerleşmiş olan bu karışık macerayı anlatırlar ve onun Selçuk
soyundan gelmiş olduğunu söylerlerdi.”
Köpek; birçok piçler gibi çok zeki idi. Mimarlıktaki kudreti her hünerinin üstünde idi. Hanı; bunun
yaşayan bir delilidir.
Konya Müzesi’nde 908 numarada kayıtlı 0.55x0.58 metre ebadındaki bir mermer üzerinde Selçuklu
sülüsü ile yedi satırlık şöyle bir kitabe okunmaktadır:
Konya’da şimdi yok olan ve adı bile bilinmeyen bu Dârü’l-Huffaz’a ait olan h.667 tarihli bu kitabede
adı geçen Sa’de’d-din Ömer’in babasının adı kitabede noktasız olarak ( ) gibi yazılmıştır. İki( )harfi arasındaki
harfin üstünde ufak bir bere bulanmasına rağmen biz bunun Köpek gibi okunması ihtimalini çok kuvvetli
buluyoruz. Bu takdirde Ömer Sa’de’d-din Köpek’in oğludur. babasının, hanının ikmalinden 33 sene sonra
Dârü’l-Huffaz’ını yaptırmıştır.
ﺑﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﻴﻢ -1
ت أذِن اﷲ أن ﻳُﺮﻓ َﻊ وﻳُﺬآ َﺮ ﻓﻴﻬﺎ اﺳﻤﻪ ُﻳﺴَﺒﺢ
ٍ ﻓﻰ ﺑﻴﻮ -2
ﻟﻪ ﺑﺎﻟ ُﻐﺪُو واﻵﺻﺎل رﺟﺎل ﻻﺗﻠﻬﻴﻬﻢ ﺗﺠﺎر ٌة وﻻ ﺑﻴ ٌﻊ -3
اﻣﺮ ﺑﻨﺎ هﺬﻩ اﻟﻌﻤﺎرة اﻟﻤﺒﺎرآﺔ ﻓﻰ اﻳﺎم دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن -4
اﻟﻤﻌﻈﻢ ﻏﻴﺎث اﻟﺪﻧﻴﺎ واﻟﺪﻳﻦ اﺑﻮ اﻟﻔﺘﺢ آﻴﺨﺴﺮو ﺑﻦ ﻗﻠﺞ ﺁرﺳﻼن ﺧﻠﺪ اﷲ ﻣﻠﻜﻪ -5
اﻟﻌﺒﺪ اﻟﻀﻌﻴﻒ اﻟﻤﺤﺘﺎج اﻟﻰ رﺣﻤﺔ اﷲ اﻟﺤﺎج ﺳﻌﺪ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻤﺮ ﺑﻦ آﺒﻚ -6
وﺟﻌﻠﻬﺎ ﻣﺴﻜﻨﺎ ﻟﻠﺤﻔﺎظ ﺗﻘﺒﻞ اﷲ ﻣﻨﻪ ﻓﻰ ﺗﺎرﻳﺦ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ وﺳﺘﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﺋﻪ -7
Bu Dârü’l-Huffaz’a h.881-m.1476 tarihli Fatih’in Karaman İli Tahrir Defteri’nde rastlamadığımıza
göre Konya, Osmanlı sınırları içine alınmadan evvel yıkılıp yok olduğu anlaşılmaktadır.
KONYA HAMAMLARI
Bugün Konya’da yalnız dört hamam faaliyettedir.
Sahibata Sultan Hamamı’ Mahkeme Hamamı’ Ahmet Efendi Hamamı’ Meram Hamamı.
Biz arşiv vesikalarında ve tarihi kaynaklarda Konya’da birçok hamam daha tespit ettik. Fâtih’ Konya’yı
fethettikten sonra h.881-m.1476 M. yılında yaptırdığı ve 25 yıl sonra oğlu II. Bayezid tarafından tekrarlanan
Konya Evkafı Tahrir Defterleri’nden ve daha eski vakfiyelerden öğrendiğimize göre Konya’da şu hamamlar
vardı:
1- SUNGUR HAMAMI:
Bu hamam Batn-i şehirde, yani Ehmedek denilen iç kalede idi.
Evliya Çelebi Konya’yı tetkik ederken Konya’nın en meşhur hamamının kale içindeki Sungur Hamamı
olduğunu söylüyor.1351
Bu hamam; İç Kale’nin şimal taraflarında idi. Ben 55 sene evvel bu hamamın taş ocağı halinde
kullanıldığını gördüm. Hamamı Sungur Ağa; Konya’daki Darü’l-Huffaz’ı için yaptırmıştı. Hamamın
bitişiğindeki şerbetçi dükkanı da Darü’l-Huffaz’ın vakfı idi. Fatih ve II. Bayezid adına yapılan Konya Vakıf
Tahrir Defterleri’nde bu hamam vardır.
Vakfiyesine göre Sungur Ağa hayatta iken vakfının mütevellisi kendisi, öldükten sonra azatlı kölelerinden
Ürkmez ve bunun evladı olacaktır. II. Bayezid zamanında vakfın tevliyet hissesi ikiye bölünmüş, birisi Mevlâna
Türbesi’ne ikinci yarımı da Ürkmez’in evladına veriliyormuş. Bayezid Defteri’nde Konya Sahra Nahiyesi’ne
bağlı Alp Köyü, hamamın yanındaki keşkekçi dükkanı, hamamın şarkındaki iki arsa ile imarete varıncaya kadar
olan boş arazi, çeşme yakınındaki arsa da Darü’l-Huffaz’ın evkafı arasında gösteriliyor. Şehrin içinde bir de
sungur bahçesi varmış, oda vakıfmış. Fakat Konya vali-i umumisi Şehzade Cem; bu bahçe vakfiyede kayıtlı
olmadığı için sattırmış.
1350
İbn-i Bibi Tercümesi, sahife 198 ve Sahaifü’l-Ahbar tercümesi sahife 31
1351
Evliya Çelebi Seyahatnamesi cilt 3 sahife 21. Çelebimize göre Konya ayan saraylarında da 80 kadar hamam vardı.
395
2- FENARİ HAMAMI:
Bu çift hamam da Fatih ve II. Bayezid’in Konya Vakıf Defterleri’nde yer almıştır.
Bu hamamın yarısı Konya’nın içinde Sayrafi Hacı Ali Darü’l-Hufazı için vakfedilmiştir. III. Murad adına
yapılan h.992-m.1584 tarihli Konya Vakıf Defteri’nde kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı ve birbirine bitişik olan
bu hamamın Hacı Ali adına 832 yılı ramazanında tanzim edilmiş bir vakfiyesi vardır. Bu hamam Konya’nın
şimalinde Ertaş Kapısı dışında Gömeç Hatun Türbesi yakınında idi.
Hamamın yarısı da h.915-m.1509 tarihli bir vakfiye ile Molla Fenari’nin Parshane civarında yaptırdığı
mektephanesine vakfedilmişti.
6- MÜSTEVFİ HAMAMI:
Bu hamamı; Turgut Paşa’nın oğlu Alâe’d-din Paşa’nın kızı Hunt Hatun h.871-m.1466 tarihli
vakfiyesiyle Konya’daki Darü’l-Huffaz’na vakfetmiştir.
H.992-m.1584 tarihli Konya Vakıf Defteri’nden öğrendiğimize göre bu tarihlerde hamamın yarısı Pir
Paşa Camii ve zaviyesi’ne vakfedilmiştir. Defterde aynen şöyle söyleniyor:
“Haliyen nıfsı Pir Paşa evkafına mülhak olmuştur. Hamam harap olmağın kadı izni ile Nasuh Çelebi
tamir etmiş, nıfsı mülkü olmuş ve Pir Paşaya satılmış ol dahi Konya’da imaretine vakfeylemiş.”
Hamam; Konya’da hükümet konağı yanındaki Alevi Sultan mescidinin h.874-m.1469 tarihli
vakfiyesinde şöyle geçer. ‘’ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺴﺠﺪ اﻟﺬى ﺑﻨﺎﻩ اﻟﺴﻴﺪ ﺻﺪر اﻟﺪﻳﻦ ﺑﺒﺎﻃﻦ ﻣﺪﻳﻨﻪء ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺑﻘﺮب اﻟﺤﻤﺎم اﻟﻤﺴﺘﻮﻓﻰ
Bu hamamı; Selçuk Devleti’nin emirlerinden Emirü’l-Hac oğlu Celale’d-din Müstevfi yaptırmıştı.1352
Demek ki bu hamam; Hükümet Konağı civarında Hacı Hasan Camii ile Alevi Sultan Mescidi yakınında
idi. bazı arşiv vesikalarında bu hamama, Eski Pazar Hamamı da demirmiş. İplikçi Camii civarında Konya’nın
eski pazarı vardı.
Eski arşiv vesikalarında hamamın bulunduğu mahalle Şemsi Tebrizi Mahallesi şeklinde geç er.
8- GÜHERTAŞ HAMAMI:
Biz bazı arşiv vesikalarında ve vakfiyelerde Konya’da bir Gühertaş Hamamı’nın adına rastlıyoruz.
Fakat yerini tespit edemedik.
1352
Müstevfi Celale’d-din Hankahı’na bakınız.
396
9-ŞAHNE HAMAMI:
Hamamın yerini tespit edemedik.
Hamamın ittisalindeki arsa; Mevlâna Celâle’d-din Vakfının gelirleri arasında idi. Hamamın banisi adına
Hatunsarayı’na bağlı bir de Şahna Köyü vardı. La’l paşa bu köye cami ve zaviye yaptırmıştı. Bu köy şimdi
yalnız harabesi kalan tarihi Digorna Köyü civarında idi. Bu köylerde ve diğer Konya köylerinde oturan
Gebrlerin (Hıristiyanlar) çoğu Türk adları taşırlardı. Bu isimlerin bazılarını buraya alacağım:
Turgut’ Aykud’ Turmuş’ İnebey’ Saru’ Yahşi’ Aslan’ Yağmur’ İvaz’ Emre’ Kara’ Toğan’ Anduk’
Tursun’ Babanur’ Evren’ Sinan.
Sille’de meşhur Selçuk ressamı ve mimarı Kaloyan’ın adını taşıyan bir Hıristiyan vardı. oğlunun adı Turmuş’dur.
Bu Turmuş’un iki oğlu vardır. Birisinin adı Sinan, diğeri dedesinin adını taşıyor.
Hatunsarayı’nın Gebrleri de Türk ve Müslüman adlarını taşıyorlar:
Armağan- Güller’ Aslan’ Ayvat’ İlbey’ İnebeyi’ Oruzbey’1353 Balı’ Buldu’ Yoros’ Hıdır’ Bahsayış’ Günlü’
Murat’ Tanrıvermiş’ Sevindük’ Hudavermiş gibi.
Hamam sahibinin Konya’da meramda bir de Şahne değirmeni vardır. Bu değirmenin dörtte bir geliri
Konya’daki Veliyü’d-din Türbesi’ne vakfedilmiş olduğunu Şehzade Cem’in bir beratından öğreniyoruz.
1353
Selçuk emiri mühtedi Ruzbe’nin adı. Selçuk çok kere ‘R’ ile başlayan Ramazan ve Recep gibi isimlerin başlarına bir
Hemze getirirler ‘Ruzbe’ ve ‘Uruzbe’ olmuştur.
397
isminde birisine seneliği 36 bin liraya kiralanmıştır. Hamamın her iki kısmında da 21rer kurna vardır. Hamamın
soğukluğu yeniden yapılmıştır.
Hamamın hiçbir yerinde yapıldığı tarihi, yapanı ve yaptıranı gösteren hiçbir kitabe yoktur. Hamam;
h.656-m.1258/h.678-m.1279 yıllarında batısındaki Sahib Ata Hankahı’ Mescidi ve Türbesi için gelir olarak
yaptırılmıştır. Mescidi, hankahı ve türbeyi mimar Külük İbn-i Abdullah yapmıştır. Bu hamamın da aynı mimarın
eseri olduğunu kabul ediyoruz. Kuyud-i kadime Arşivi’nde bulunan Fatih devrine ait Konya Evkaf Defteri’nde bu
hamam, Sultan Hamamı şeklinde adlandırılıyor.
Karamanoğlu Mehmed Bey’in zamanında Sahib Ata Manzumesi’nin mütevellisi vakıfın kızı
sülalesinden Seyyid Esedullah’ın kızı Hant Hatun imiş. Konya Osmanlılar’a geçtikten sonra Konya umumi
valileri Şehzade Mustafa’ Şehzade Cem ve Şehzade Sultan Abdullah da bu hatun’un Sahib Ata’nın neslinden
olduğunu tasdik ederek eline mektup verdiklerini de Fatih’in İl Yazıcı Defteri’nden öğreniyoruz.
2- MAHKEME HAMAMI:
Konya’nın tarihi Mahkemesi yakınında bulunduğu için sonradan böyle adlandırılmıştır. İlk adı
Hamman-ı Cedid (Yeni hamam) idi. Şerafeddin Camii’nin yol aşırı kuzeyindedir. Kadınlı, erkekli birbirine
bitişik ikişer büyük ve dörder küçük kubbeden ibaret olan hamamlarda 11rer kurna vardır. Soyunma yerlerinin
kubbeleri yıkıldığı için buralar sonradan ahşap kubbe ile örtülmüşlerdir. erkekler kısmının soğukluğunda üç
metre kutrundaki beyaz ve mor mermerlerden yapılmış zıvanalı ve kadehli havuz kıymetli bir tarih yadigarıdır.
Kadınlar tarafınınki de 1.5 metre yüksekliğinde ve yapraklar şeklinde nefis fıskiyeli bir havuzdur. Hamamın
kubbelerinin etekleri istalaktitlidir.
Mahkeme Hamamı’nı Karamanoğlu İbrahim Bey Konya’daki medresesi ve imareti için yaptırmıştı.
Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 796 numaralı defterin 83. sahifesindeki Nişan-ı
Hümayun’dan öğrendiğimize göre hamamın külhanı h.1168-m.1754 yılında tamir edilmiştir. Hamamın daha
sonra da çok tamirler geçirdiği kayıtlarla sabittir.
Karamanoğlu İbrahim Bey’in imaretine vakfedilen bu hamamın vakfiyedeki adı Hamam-ı cedid (Yeni
Hamam) idi.1354
Hamamın önündeki eski kuyuya Hergele Kuyusu, meydana da Hergele Meydanı derlerdi. Surun
içindeki Konya’nın sığırları ve davarları otlamak için Telli ve AT Pazarı Kapıları’ndan çıkarlar ve girerlerken bu
kuyudan sulandıkları için Hergele Kuyusu adı verilmiştir. Kesilen başlar bu kuyunun etrafındaki ibret taşlarında
teşhir edilirlerdi. Bu tarihi kuyu şimdi kapatılmıştır.
Biz 1944’de hamamı tetkik ederken mütevellisi Burhan Bey isminde Şeyh Ahmed’in torunlarından bir
zat idi. Hamam Aziziye Camii’nin banisi Müsahib-i Şehriyari Mustafa Paşa tarafından Mabede gelir olarak
yaptırılmış ve mütevelliliğine Şeyh Ahmed Efendi tayin edilmiştir.
Hamam; yaptıranın adı ile değil mütevellisinin adı ile adlandırılmıştır. Vakıfname şartlarına göre
Mabedin mütevellileri; Ahmet Efendi’nin erkek evladı ve evladının evladı olacaktır. Hususi arşivimizdeki İkinci
kanun 1928 tarihli Konya Mahkeme-i Asliyesi’nden verilen 542 karar ve 845 esas numaralı bir ilama göre bu
tarihlerde Şeyh Ahmed Efendi vakfının mütevellisi İbrahim Efendi imiş. Hâlbuki Ahmed Efendi’nin torunlarından
Leyla Hanım’ın Şeyh Ahmed Efendi’nin torunu olduğu ilamla sabit olduğundan mütevelliliğin buna verilmesi
kararlaştırılmıştır.
Leyla Hanım mahkemeye h.1087 Cümade’l-ula ayı başlarında (M.1676 ) tanzim edilmiş vakfiyesini de
ibraz etmiştir.
Leyla Hanım’ın mütevellilik şeceresi şöyledir:
1354
Kuyud-i Kaime Arşivi 256 numaralı ve h.881 tarihli defter.
398
Babası Murhane’d-din, onun babası Seyid Ahmed, onun babası Abdülkadir onun babası Şeyh Ömer,
onun babası Şeyh Ahmed Efendi’dir. Hamamın erkekler tarafının kubbesi, soyunma yeri 1961 yılı kışında
çökmüştür. Şimdi yalnız kadınlar tarafı açıktır.
KİLİSE VE MANASTIRLAR
BÜYÜK KİLİSE
(Sillede)
Roma imparatorlarından Trayan devrinde İconium Şehri çok önem kazanmıştı. Burada birçok
Yahudilerle Rumlar otururlardı.
Pavlos Hıristiyanlığı neşr için Kapadokya’ya seyahat ederken İconium’da da durarak yabancıları ve
putlara tapanları Hıristiyanlığa davet etmişti. Havariyon’un hal tercümelerine göre Yahudilerin çıkardıkları bir
ayaklanma sonunda Pizidi’nin Antiyoş Şehri’nden kovulan Pavlos ve Barnaba İconium’a çekilmişler ve halkın
dili ile kendilerine din telkin etmişlerdir. Bu iş Lilaoni’nin başka şehirlerinde de devam etmiştir. İlk kilisenin
tarihinde mühim bir olay olan bu telkin İconium’a birçok yeni yeni müptedi Hıristiyan celbetti. Patriklik makamı
halinde olan bu merkez Likaoni’nin 14 büyük şehrine hakim idi.1357
Şarl Teksiye Konya’da Hıristiyanlığın o parlak devirlerine ait âbidelerin görülmediğini yazıyor ve
şunları da iilave ediyor:
“Burada Müslüman idaresinin teessüsü Hıristiyanlığın büsbütün harabiyetini mucip olmamıştır.
Bu şehir daima bir Rum başpapazına makar olmuştur. Hıristiyanlarla Ermeniler 1358burada hala çokça
bulunurlar. Şimdiki İconium şehrinin içine yeni mahalle ve ticaret yerlerine gelince Müslümanların bir harabeyi
öylece bırakmak suretiyle idameleri ile bir yeri hiç, bir zaman tamir ihtiyacını hissetmemeleri bu şehri enkazlar
1355
İbrahim Bey h.827-m.1424’den h.868-m.1463 yılına kadar hükümdarlık yapmıştı.
1356
Hasbeyoğlu Darü’l-huffazı’na da bakılsın
1357
Pavlos; Hazret-i İsa’dan iki sene sonra Tarsus’ta doğmuş ve millattan 66 yıl sonra Roma’da idam edilmiştir. Evvelce
İsa’yı münkir iken sonra onun en yakın havarisi olmuştur. İncil’in ilavesi olan Amal-i Rusül hal tercümesi ile doludur.
1358
Küçük Asya, Ali Suad Tercümesi cilt 3 sahife 205
399
içinde bırakmıştır. Ermeni ve Rum’dan bir kaç fakir ailenin bile şehirden iki fersah uzakta Sille denilen yazlıkta
yerleri vardır..1359
(Alâeddin Köşkü’nün sol tarafında Kayseri mimari tarz-ı kadiminde yapılmış mahruti damlı bir küçük
kilise binası hala mevcuttur.)
Konya’da Alâe’d-din Tepesi’nin güney sath-ı mailinde bir birine bitişik Rum ve Ermeni kiliseleri ve
mezarlıkları vardı. Bunlar İstiklal Savaşından sonra saat kulesi olarak kullanılan tarihi kilise binası ile birlikte
yıktırılmıştır.1360
Bu iki kilisenin altında Fransızların yaptırdıkları kilise hala ayaktadır. Fransız mektebinin kilisesi idi.
Zindankale’nin şimalinde de bir Fransız mezarlığı vardı.
Manastır denilen yerdeki Eflâtun Deyri’den başka Sille’de de kiliseler vardır.
Manastır’ın bulunduğu yerle Sille ve civarındaki dağlar; kazılırken ve oyulurken çok yumuşak olan ve
hava ile temasında sertleşen bir çeşit taştan ibarettir.
Çok eski insanlar bu dağların sath-ı maillerini kolayca işleyerek birçok meskenler ve mabetler
yapmışlardır. Eflatun Manastırı civarı ve Sille böyle meskenlerle ve mabetlerle doludur.
Bazı mesken ve mabetler sundurmalı şahnişinli, balkonlu müteaddit katlardan teşekkül etmiştir.
Sille’nin kolayca çıkarılabilen başka taşları da vardır. Konya mebanisinin birçokları sille taşı ile yapılmıştır.
Sille’nin Aya-elena adını taşıyan büyük kilisesi de bu yerli taşla yapılmıştır.
Bu kilisenin çok eski bir tarihi vardır,
Eflatun Manastırı, Sille’deki diğer oyma kiliseler ve bu kilise buralara birçok turist çekebilir.
İsa’nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena 1361 haç için
Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk Hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görmüş,
Hıristiyanlara Sille’de bir mabet yaptırmaya karar vermiştir.
Mihail Arhankolos adına bu kilisenin temelini atma töreninde bulunmuştur. Kilise asırlar boyu mahv ve
ispat yolu ile birçok tamirler görmüş ve tadillere uğrayarak bize kadar gelmiştir. Kilisenin iç kapısının üstünde
Yunan harfleri ile yazılmış Türkçe bir tamir manzumesi bize kilisenin tarihi hakkında kısa malumat vermektedir.
Yedi satırlık bu tamir kitabesi Türk harflerine çevrilerek içeriye asılmıştır. Biz de buraya alıyoruz:
1- 327 tarihinde bu şerif kilisemizi Aya-elena
2- Mihail Arhankolos ismine kurdu temeli.
3- Halen kilisemizin üçüncü tamiri şevketlü
4- Sultan Mahmud efendimizin ihsan eyledi emri1362
5- Epit Robos Sarraf Hacı İliya oldu tekmil nazırı
6- Mihail Arhankolos’un şefaati ile Hakk teala
7- İmdad edenler ve zahmet çekenlere verecek ecri
189 Şubat 1833
Bunun üstünde duvara mürekkeple yazılmış şu üç satırlık kitabe okunur:
1- İşbu kilisenin dördüncü tamiratı
2- Sultan Mecid efendimiz hazretleri zamanında
3- Umum Hıristiyanların gayreti ile olmuştur.
Kitabeler bize kilisenin kısa bir tarihini ve tamir tarihlerini vermektedir.
Karamanlı dediğimiz Rumların pek çoğu Rumca bilmezlerdi. Yalnız Yunan harflerini okuyup
yazarlardı. Kitapları, gazeteleri Yunan harfleriyle Türkçe çıkardı. Konya’da mahallemizde Rumlar vardı.
Ellerinde Yunan harfleriyle Türkçe gazeteler ve kitaplar görürdüm. Bunlarla meşgul olan tarihçiler bu şekilde
çıkan gazete ve kitapların sayılarının pek yüksek olduğunu tespit etmişlerdir. Bunların birçokları bilhassa
Abbasiler zamanında çeşitli savaşlarda Bizanslılara esir düşmüş Oğuz Türkleridir. Bunların dedeleri ve nineleri
zorla Hıristiyan edilmişlerdir.
Bunlar iskan edildikleri yerlerde mesela Küçük Ermenistan’da İconium gibi İç Anadolu’da komşularının
kültürleriyle haslanmışlardır. Fakat birçokları Türk adlarını değiştirmemişler, Ermenice ve Rumca bile
öğrenmemişlerdir.
Fatih Konya’yı aldıktan sonra İstanbul’a sürülen Karamanlı Rumlar ve Ermeniler gibi Ermeni şeklinde
Karamanlılar da vardı. Topkapı Sarayı’nda bulunan bir vesikada bunlara Karamaniyan ba şekl-i Ermeni
deniliyor. Bunlar Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Ermenilerin içinde kalmış Türklerdir. Çoğu Türk adını taşırlar. I.
Alâe’d-din Keykubad küçük Ermenistan’daki fetihlerinden böyle birçok esir Ermeni ailesi getirmiş bunları azat
etmiş, sarayının Sultan Kapısı denilen Akıncılar Kapısı civarına oturtmuştu.
1359
Şimdi hiç Rum yoktur. İki elin parmağı ile sayılacak kadar Ermeni vardır.
1360
Yıktırılırken bir belediye memuru ölmüştür.
1361
Şarki Roma İmparatoru Büyük Kostantin’in anasıdır. Oğlu ile beraber Hıristiyanlığı kabul etmiş ve milattan sonra 328
yılında ölmüştür. Hıristiyanlarca eizzeden sayılır. Her sene Ağustosun 18. yortusu yapılır. 318 de Hıristiyan oğlu Kostantin
ise m.337 yılında ölmüştür. Konya’daki kiliseyi işte bu kadın yaptırmıştır.
1362
Eski devirlerde hükümdarların hususi müsaadeleri olmadıkça hiç bir kilise tamir edilemezdi.
400
Bunlar; Sultan Sarayı ve Alâe’d-din Câmii’nin kışın karlarını kürürler, daimi tamiratına bakarlardı.
Kendilerinin kiliseleri vardı. yine böyle Abbasiler’in Sugür denilen serhat şehirlerinde Bizanslılar tarafından esir
edilerek Rumların bulundukları yerlere iskan ve Hıristiyanlığı kabule icbar edilenler de asıl Türk adlarını
değiştirmeden yaşamışlardır. Bunlar Rumca bilmezlerdi. Böylelerine de Karamanlı denilmiştir.
Bunlar Osmanlıların Karaman eyaletinde bulundukları için böyle meşhur olmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu zaafa uğradıktan, çöküntü ve parçalanma devri başladıktan sonra dış düşmanlar
imparatorluğun her tarafına propagandacılar göndermişlerdi. Bunların arasında Milliyet duyguları uyandırmaya
başladıktan sonra gençleri Ermenice ve Rumca öğrenmişlerdir. İşte bundan sonradır ki Anadolu’nun felâketli
devirleri başlamıştır.1363
İlhanlılar Konya Selçukîleri’ni kendilerine ram ettikten sonra imparatorluğun ovalardaki bütün şehir,
kasaba ve köylerine hâkim olmuşlar fakat dağlık sahalardaki beyliklerde ve yerlerde tam mânası ile siyasi
hakimiyet tesis edememişlerdir.
Anadolulu birçok Hıristiyanlar bunların zamanında Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Eski Sille’de çok
eski ve otantik Rumlar vardı. Bunlardan bir kısmı Müslüman olmuşlardır. Bu Müslümanların hepsi de Rumca
bilirlerdi. Bundan otuz kırk sene evvel Konya’nın dağ köylerinde Rumca bilen ihtiyarlara çok rastlanırdı. Sille;
Konya’nın bir yazlığı idi. Karamanlı Rumlardan da buraya yerleşenler olmuştur. İşte bunlar Sille’de Türkçe’yi
hâkim kılmışlar ve on altı asırlık kilisenin kapısına bile Türkçe kitabe koymuşlardır.
Sille’nin mahalli ve katıksız bir Rumca’sı vardı. Bu en eski Rumca’nın tetkiki için Yunanistan’da hususi
enstitüler meşgul olmaktadır.
Konya, Gebran (Hıristiyan) mahallesindeki Gayr-i Müslimlerin çoğunun adları Türk adı idi. Meselâ
h.992-m.1584tarihli III. Murad devrine ait bir mufassal Konya defterinde bu mahalledeki Hıristiyanlar arasında
şu Türk ve Müslüman adlarını görürüz:
Aslan’ Kaplan’ Polat’ Hüsrev’ Yağmur’ Durmuş’ Asıl Bey’ Yusuf Durmuş’ Küpeli’ Karagöz’ Timur’ Ahi’ Odun’
Hüdaverdi’ Kadelü’ Davut İmret’ Gürcü’ Döğer’ Düğenci’ Safet’ Çöğür’ Murat ‘ Paşa’ Demirci’ Ayvat’
Sayvan’ İlyas’ Bahşi’ Satı’ Sarı’ Eymürşah’ Yavaş’ Ulaş’ Kul’ Bostan.
Bu mahallede vergi ile mükellef 53 kişi vardır. Bunlardan dördünün adı Polat, beşininki Turmuş’
üçününki Aslan, altısınınki, Yağmur’dur.
Defterde şöyle bir kayıt ta vardır:
‘16 Nefer hizmetkâr-ı saray avârizdan muaftırlar. Matekaddemde iade geldikleri üzre sarayın (Alâeddin
Sarayı’nın) karın kürümeyi ve lazım gelen hizmetlerine muavenet edeler, ziyade teklif olunmaya diye defter-i
atikte mukayyettir” sahife 29.
Kitabımızın bir başka yerinde izah ettiğimiz gibi bu Gebrler Sultan I. Alâe’d-din’in âzatlı kölelerinin
çocuklarıdır. Selçuk sarayının bunlara itimadı çoktur.
Şimdi kiliseyi görelim:
Muntazam kesme taşla yapılmıştır. Cenup doğuya ve kuzeye açılan iki havlu kapısı vardır. Birinci
kapısından girilince solda kısmen kayaya oyulmuş müstahdem odaları vardır. Bazılarının ön kısımları
çökmüştür, Şimale açılan ana kapıdan son cemaat yerine girilir. Buradan kilisenin şirvanlar halinde ikinci
kısmını teşkil eden kadınlar mahfeline merdivenle çıkılan kısımlar vardır. Eskiden Hıristiyanlar da kilisede
kadın erkek ayrı ibadet ederlerdi. Son cemaat yerinden üstünde Yunan harfleri ile Türkçe tarih kitabesi bulunan
kapıdan asıl Mabede girilir.Mâbedi eteklerinde pencereler bulunan silindir bir kubbe örter. Kubbeyi dört fil ayağı
tutar. Kubbenin sağ ve sol taraflarını tonoz kubbeler kanatlandırır.
Mabedin apsidini yarım daire şeklinde dışarıya taşan bir kubbe örter.
Solda birinci fil ayağının önünde çok muvaffak olmuş ahşap bir vaaz kürsüsü vardır. Apsid’le asıl
mabedi ayıran kısmın alçı ve ahşap bölme kafesi de kıymetli bir sanat yadigarıdır. Duvarlardaki Kubbe içindeki
renkli Hazret-i Meryem, Hazret-i İsa, Havariyyon ve Aziz resimleri de iyi sanâtkarların ellerinden çıkmıştır.
Ana kubbenin altında ve tam ortada yuvarlak bir taşın altındaki mahzene yerleştirilen madeni bir sandıkta kadın
erkek bir çift iskelet vardır.
Tehcir esnasında bunlar Yunanistan’a götürülmüştür: Kasa halindeki ölü kabı son zamanlara kadar
Konya’da Şerefe’d-din Camii’nin duvarı dibinde duruyordu.
Bu kemikler Mabedin bir tamirini yapanlara aittir. Fakat isimlerini ve ölüm yıllarını tespit edemedim.
Mabet I.Cihan harbinde askeri sıhhiye deposu halinde kullanılmıştır. Burada bir Alman mütehassısın
idaresinde sun’i el, kol, bacak ve ayak yapılırdı. Daha sonra askeri mühimmat deposu yapılmıştır. Biz tetkik
ettiğimiz zaman mabet boş ve metruk idi. Burasının bir mahalli müze halinde açılmasını tavsiye etmiştik.
EFLATUN MANASTIRI
Yalnız Manastır da denilen bu yer tarihi Kevele Kalesi’nin Takkeli Dağ’ın eteklerinden birisinin mail
sathında, Sille ile Akyokuş arasında ovayı ve Konya’yı görüş açısına alan hakim bir yerde dere içindedir. Çok
1363
Cami Bey’in ‘Anadolu’da Hıristiyan Selçuk’ adlı kitabında bu hususta geniş ve kandırıcı malumat vardır.
401
eski bir tarihi vardır. Burası Frigyalılar’ın zamanında yer tanrısı Kübele’nin su perileri olan Silenler’e tahsis
edilmişti. Silenler şarap tanrısı Diyonisos’un nedimleri idiler. Sille de adını bunlardan almıştır. Yer tanrısının
tapınakları daima yüksek dağlarda olurdu. Takkeli Dağ’ın üstünde de mabetleri vardı. Bu topraklara Hıristiyanlık
geldikten ve yerleştikten sonra Kübele mabetleri kilise ve manastır yapılmıştır.1364
Anadolu Selçuklu lar’ı Konya ve havalisini işgal ettikleri zaman burası bir Hıristiyan Mabeti idi.
Sen Pol Konya’ya bir Hıristiyan daisi (propagandacısı) olarak gelmiş, burada Hıristiyanlığı yaymıştı.
Daha sora Konya (Lycaonya)’nın bir patrik merkezi haline gelmişti. On dört büyük şehrin kiliseleri Konya’daki
patriğe bağlı idiler. Miladın 235. yılında Konya’da ruhani bir meclis bile toplanmıştı. Selçuklular’ın ilk
devirlerinde ve Mevlâna’nın yaşadığı zamanlarda bu manastırın Hıristiyanlık âleminde yayılmış bir şöhreti varı.
Zamanının en kudretli keşişleri bu manastırda oturuyorlardı.
İlmi musahabesiyle İslamiyet’i neşretmeyi, imparatorluk topraklarındaki gayr-i müslim unsurlarla
ahenkli bir geçim düzeni kurmayı bir vazife bilen Mevlâna Celale’d-din-i Rumi zamanında Eflatun
Manastırı’nda bilgileriyle adları Hıristiyanlık alemine yayılmış papazlar vardı.
Mevlâna bunlarla ilmi münasebetler kurmuş, onları irşat etmişti. Menakibü’l-Arifin’in yazdığına göre
Mevlâna’nın tanıştığı manastırın yaşlı baş papazı devrinin en büyük din alimi idi.
İstanbul’dan, Frengistan’dan, Sis’ Canik ve daha başka yerlerden akın akın gelenler dini müşküllerini
burada çözerlerdi. İşte bu baş rahibin anlattığına göre Mevlâna bir gün içinden soğuk bir su çıkan bu manastırın
ayazmasına gelmiş, yedi gün burada kalmış, başpapazla muhasebe etmiştir.
Başpapaz; Mevlâna’nın kudretini, ilmin enginliğini, faziletini muhitine yaymıştır. Yine bu baş papazdan
nakledildiğine göre Mevlâna bir sefer de burada tam kırk gün bir hücrede halvet halinde kalmıştır. Bu sırada ilmi
münasebetler irşatlar ilerlemiş ve başpapaz; İslamiyet’i kabul ederek Hünkar’a iyi bir mürit olmuştur.1365
İşte bundan sonra burada iki mabet bulunuyordu. Birisi manastır diğeri de mescittir. Bu yerler asırlar
boyunca Hıristiyanlarla Müslümanların müşterek bir ibadetgahı haline gelmiştir. Mevlâna gibi daha sonraki
çelebiler de sık sık buraya giderler, Kevele Kalesi dizdarı ve muhafızları da buraya inerek onlarla konuşurlar,
ilmi ve dini neşir yaparlardı.
Eflatun Manastır Mescidi; Kevele Kalesi’nin bir dini mektebi haline gelmişti.
Arif Çelebi de bir ara burada üç gün üç gece kalarak keşişlerle sohbetler yapmış, onları irşat etmiştir.
Eflaki Dede bu Mabeti Deyr-i Eflatun şeklinde adlandırır. Hıristiyanlar Afyon Hariton derlerdi.
Alaeddin Tepesi’nde sonradan Saat Kulesi olarak kullanılan Hıristiyan kilisesi de mescide çevrildikten sonra
Eflatun Mescidi adını almıştı.
Bu Manastır Mescidi için Selçukîler zamanında birçok vakıf tesis edilmişti. Ankara Kuyud-i Kadime
Arşivi’nde bulunan 256 numaralı Fatih Devri Konya İl Yazıcı Defteri’nde bu manastırın evkafı tespit edilmiştir.
Bir bağ, bir ev ve dört arsa Manastırın vakfı olarak gösterilmiş ve fakat üstüne ‘Mensuh’ diye
yazılmıştır ki, Fatih; Kevele Kalesi’ni yıkarken bu mescidin de cemaatini kaybettiği anlaşılmaktadır.
F.Hasluk ‘Bektaşilik Tetkikleri’ adlı kitabında bu manastır hakkında şunları yazar:
“Konya’nın bir saat şimalinde kayalık bir boğaz içinde Afyon Hariton isimli bir Rum manastırı vardır.
İşte bu manastır üç tarafından duvarla muhat olup dördüncüsü uçurum teşkil eden bir yardır. Bu duvarlar
dahilinde üç kilise vardır. Tamamen veya kısmen kayalar içine oyulmuştur. Bunların yanında aynı tarzda inşa e
ilmiş bir ufacık mescit vardır. Mescit şekli bir odadan ibarettir. Manastıra memur Hıristiyanlar bunun
mevcudiyetini şöyle bir menkıbe ile izah ederler:
Celâle’d-din’in oğlu manastırın üst yanındaki yardan düşmüş ve esrarengiz bir pir tarafından tehlikeden
kurtarılmıştır ki bu zat sonra kilisedeki tasvir sayesinde Ayon Hariton olmak üzere teşhis edilmiştir. Bu keramet
el’an Celâle’d-din’in halifeleri tarafından -Mevlevî Tarikatı’nın reisi daima müessisin sülalesindendir- Her sene
bir miktar kandil yağı hediye getirilmek sureti ile tezekkür edilmekte ve bundan maada Çelebi tarafından senede
bir gece bu mescitte ibadet edilmektedir. Hıristiyan rivayeti bu suretle Celâle’d-din’i Ayon Hariton’un kerameti
ile hiç olmazsa yarı Hıristiyanlığa girmiş gibi göstermektedir. Diğer taraftan Mevlevî rivayeti Ayon Hariton
keşişinin Celâle’d-din’in kerametleri sayesinde onun felsefesine uyarak ihtida etmiş olduğunu beyan ve iddia
etmektedir.
Bundan maada dikkate şayandır ki Ayon Hariton Manastırı Mevlevîler’in mukaddes kitaplarında
Eflatun Tekkesi olarak gösterilmiştir.” 1366
Bu manastırın içinde Selçuk devletinde hizmet alan emirlerin de gömüldükleri bize kadar gelen bazı
mezar taşı kitabelerinden anlaşılmaktadır. Buradan çıkarılan ve şimdi Konya Müzesi’nde bulunan Selçuk
tarzındaki bir mezar taşı bize bunu öğretmektedir. Bu taş Selçuk devleti hizmetinde Emir Aslan şöhreti ile vazife
gören Prens Komnanos’a aittir. M.1297-h.679 yılına ölmüş ve buraya gömülmüştür. Mavrozom isminde bir
Bizanslı aileye mensuptur.1367
1364
Kitabımızın Takkeli Dağ Kevele Kalesi bölümüne bakılsın.
1365
Ariflerin Menkıbesi Cilt 1 S.321,609 ve cilt 2 S.365
1366
‘Bektaşilik Tetkikleri’ Sahife 138-139
1367
El-evamirü’l-Alaiyye sahife 324 bu şöyle yazılmıştır: ‘’آﻤﻨﻨﻮس ﻣﻔﺮ زوم
402
Selçuk kaynaklarında adı ‘’آﻤﻨﻨﻮ ﻣﻔﺮ زومşeklinde geçer.1368
Selçukîler’e büyük hizmetleri dokunan Emir Aslan’ın Konya’da bazı vakıf müesseseleri de vardır.
Meram’daki Gümenas Değirmeni onundur. Halk dili; adını bu şekle sokmuştur. Konyalılar ‘Kaf’ ve ‘Kef’
harflerini biraz yumuşatarak ‘Gayn’ ve farisi kafa yaklaştırarak konuşurlar. Kevele’yi Gevele yaptıkları gibi.
Komnanosı’da Gümenas yapmışlardır.
Sultan I. Alae’d-din’in kayınpederi eski Kalanoros (Alaiye beyi) Hıristiyan Kirvard’ında (Eğer
Müslüman olmadıysa) bu manastırda gömülü olması tahmin edilebilir. Sultan Alae’d-din Alaiye’yi alırken,
Kirvard; kalenin anahtarı ile beraber kızını da hükümdara zevceliğe takdim etmiş, zafer şenliği ile beraber düğün
de yapılmıştı. Sonra Mahperi Hand Hatun’u adını alan bu kadın Kayseri’deki türbesinde gömülüdür. Kalenin
beyi Kirvard’da Konya Akşehiri’nde oturmaya memur edilmişti. Akşehir adlı kitabımı yazarken bunun mezarını,
türbesini aradım, bulamadım. Tarihi kaynaklarda da bir işaret yoktur. Konya’da kendi adını taşıyan bir köy
bulunduğuna göre kızı Mahperi Hatun’un ve torunu Keyhüsrev’in şefaatleri ile sürgün hayatından af edilerek
başkentte yerleşmiş ve bazı vakıflar tesis etmiş olması da muhtemeldir.
1368
Halil Edhem Bey merhum ‘Kayseriye Şehri’ adlı eserinin 21 ve 50. sahifelerinin notları da, İbn-i Bibi’de ‘’ﻣﻔﺮ زوم
şeklinde geçen bu adın Mavrozomis’den bozma olduğunu söylüyor. Bunun aslan Bizanslı Mavrozomis ailesinden ve Trabzon
İmparatoru Yuanis’in oğlu Mikail olduğunu, Keyhüsrev’in İstanbul’da bulunduğu sırada Mavrozomi ailesinden bir kız aldığı
için Selçuk ailesine garabeti bulunduğunu kendisi de Müslüman olarak Emir Aslan adını aldığını ve birinci Keyhüsrevin kız
kardeşi ile evlendiğini, mezar taşına da Mavrozom ailesine mensup bulunduğunun yazıldığını söylüyor.
1369
Ariflerin Menkıbeleri. Tahsin Yazıcı Tercümesi, cilt 1 sahife 321, 609. sahifede de bu Eflatun Manastırı’ndan bahis
vardır.
403
Yukardan sızan ve dereden gelen sular zamanla bu manzumenin hücrelerini çatlatmakta ve yıkmaktadır.
Bunların az bir masrafla önleneceğini tahmin ediyoruz.
Adı Araplar tarafından Eflatun’ Filaton şekline sokulan Platon meşhur Yunan Hakimi Sokrat’ın şakirdi
ve Aristo’nun hocasıdır.
Milattan 430 yıl önce Yunan’ın Egine Adası’nda doğmuş ve 82 yaşında Atina’da ölmüştür. Hiç
evlenmemiştir. İyi ahlaklı olduğu için ‘İlahi’ lakabı ile meşhur olmuştur. Asıl ismi Aristoklis idi. Geniş omuzlu
olduğu için bu manaya gelen Platon vasfı adını galebe çalmıştı.
Atina’da yeni bir hikmet, felsefe ve fikir akademisi kurmuştu. Madde’nin fani’liğine, Tanrı’nın
tekliğine, ruh’un varlığına inanırdı. Birçok kitabı vardı. Bir kısmı Arapça’ya çevrilmiştir. Klasik İslam
eserlerinde ‘Eflatun-i ilahi-Eflatun-i hakim’ şekillerinde anılır.
İtalya’ya, Sicilya ve Mısır’a seyahatler yapmış fakat Konya’ya hiç uğramamıştır.
İçinde felsefe ve hikmet okutulan veyahut Eflatun huylu kimseler bulunan yerlerin kendisine nispet edilerek
anıldığı vardır. Fakat mezarının ve türbesinin Konya’da olduğu uydurmadır.
Alaeddin Tepesi’ndeki eski kiliseye Mescit-i Eflatun’ Makam-I Eflatun’ Rasatgahı Eflatun denildiği eski bazı
kaynaklarda görülmüştür.
Konya havalisinde bir de Eflatun Pınarı vardır.
Eflatun adının Yunanca başka bir adın Türklerin ve Müslümanların tahrifi ile bu şekiller almış olması
da mümkündür.
PANAYA KİLİSESİ
(Sille’de)
Mabet; Sille’yi güneyden kapayan dağın eteğindedir. Kayalara oyulmuştur.
İki kısımdan teşekkül eden kilisenin altında bir de bodrumu vardır.
Kilisenin dışarıya Mormi - Kurtuluş Mahallesi’ne pencere açılır. Ön kısmında ayrıca şahnişinler
görülür.
Kilisenin birinci kısmına dört, ikinci kısmına altı sütun oyulmuştur. Birinci kısmın eni 9.10m. Boyu
10m. Yüksekliği 4 metredir. Sütunların aralarında üçer metrelik açıklık vardır. Bu kısımda yer yer yıkıklar ve
çöküntüler görülür.
İkinci kısmın boyu 10, eni 6.20 metredir.
Kilisenin her tarafında sütunlarına ve duvarlarına yapılmış renkli İsa’ Meryem ve eizze resimleri
görülür. Bunların birçokları silinmiş, bozulmuş bir haldedir. Batısında vaftiz yeri vardır. Bir sütuna bir salip
yapılmıştır.
Mütehassıslar kapısının üstündeki renkli tablo gibi diğer resimlerin hepsini de muvaffak olmuş sanat
eserleri sayıyorlar. Mabedin inşa ve oyuluş tarihi gibi resimlerin yapılış tarihini de tespit edemedim.
Mabet müstakil bir cilde gebedir. Tehcirden sonra terk edilen mabet bir ahır halinde kullanılmıştır.
1944’de biz burasını tetkik ederken içinde sığırlar ve koyunlar vardır. Mabedin Eflatun Deyri gibi Konya’nın ilk
Hıristiyanlar devrine kadar çıkan bir tarihi bulunduğunu sanıyoruz.
Eski devirlerden beri burası Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında müşterek bir sınanmış yer gibi kabul
edilmiştir. İç Kakma hastalığına uğrayanlar bir gece burada yatarlarsa şifa bulacaklarına inanırlardı.
Mabette böyle hastalara hazırlanmış yataklar vardı. Rahip ve rahibeler hastalara bakarlar, yemeklerini
de verirlerdi. Kilisenin önünde bir de çeşme vardı. Harabesi kalmıştır.
Sille’de bu tetkik ettiğimiz kiliselerden başka daha birçok kayalara oyulmuş ve müstakilin yapılmış
mabetler, manastır ve ayazmalar vardı. Kiliseye girerken derenin sağındaki büyük kilise şimdi bir depo
halindedir.
Hakim tepenin üstündeki tonoz yapı kilisede yer yer çöküntüler kaplamıştır.
Yine kayalara sanatkarane oyulmuş iki katlı bir kiliseyi Musa Çavuş’un Ali’nin kızı Gümüllü Sıddıka
bir ev halinde kullanıyordu. Bu Mabedin uzunluğu 44,45 eni 3,60 metredir.
404
Bu Mabedin altında ayazması da varmış. Son zamanlarda suyu çekilmiştir.
Sille’nin oyulmaya müsait kayalarına ilk insanlar birçok meskenler ve mabetler oymuşlardır. Buralarda
Cybel-Sibel Tanrısı için oyulmuş mabetler de vardır.
Sille’de adını aldığı Diyonisosun nedîmlerinden ve su perilerinden Silenler’in de hatıralarını taşıyan
tapınaklar bulunduğu muhakkaktır.
Hıristiyanlık buralarda yayıldıktan sonra ilk tapınma yerleri Hıristiyan ibadethanelerine çevrilmiştir.
SARNIÇLAR
KONYA SARNIÇLARI
Anadolu Selçukîleri’nin baş şehri Konya’dan güneş ışınları gibi huzmeler halinde yurdun her tarafına
ana yollar açılırdı. Bu yolların üzerlerinde hanlar, kervansaraylar ve ribatlar bulunduğu gibi kaynaklar bulunan
yerlere sarnıçlar, susuz yerlere de kuyular yapılmıştır. Çok soğuk olan yerlerde (Mesela Erzurum gibi yerlerde)
çeşmelerin yer sathına yakın olan yerlerine kadar ağaç künkler döşenirdi. Çeşmelerin ülükleri (ağızları) çok kere
üst tarafları açık taştan yapılırdı. Sarnıçlarda iki çeşit olurdu. Bir kısımlarına taş merdivenlerle inilerek bir
kısımlarından da kovalarla su alınırdı. Sarnıçlar sular çok temiz olduğu zamanlarda kışın veyahut son baharda
doldurulurdu. Sarnıçların çoğu zamanlarda kışın veyahut son baharda doldurulurdu. Sarnıçların çoğu muhitlerine
ve bulundukları yerlere birer sene su verecek hacimde yapılırdı. Kuyu ve sarnıçlardan su çıngırık denilen kalın
ve üstü çatal bir ağacın üstüne tespit edilen uzun ağacın bir tarafına kova takılmak suretiyle alınırdı. Ağacın öbür
tarafına denk sağlamak için bir ağırlık tespit edilirdi.
Anadolu’nun steplerinde ve bilhassa eski Karaman eyaletinde bu çeşit kuyu ve sarnıçlara çokça
rastlanır. Çeşme, kuyu ve sarnıçların önlerinde hayvanları suvarmak için yalaklar bulunurdu.
Bazı sarnıç ve kuyulardan su çıkrıkla alınırdı. Çıkrık bulunmayan yerlerde su bir makara ile hayvanlar
veyahut insanlar tarafından çekilirdi. Bazı kuyu ve sarnıçlardan su çift kova ile çekilirdi.
Yollarda kuyu, sarnıç ve çeşmeler hanlardan çok olurdu. Bunların birçoğu hayırseverler tarafından
yapılmış, zengin gelirler sağlamıştı. Mühim yerlerdeki köprü, sarnıç ve çeşme gibi hayır ve içtimai yardım
müesseselerinin mütemadi tamirleri ve bakımları için civarlarındaki bazı köylerin halkı her çeşit vergiden muaf
utulurdu.
Konya’nın yöre yollarında ve yöre içlerinde birçok sarnıçlar vardı.
Konya Beyşehir yolu üzerinde Hoca Fakih’ Akyokuş’un altında Divler Sarnıçları vardı. Hoca Fakıh
Sarnıcı burada zaviyesi ve türbesi bulunan Ahmed Fakih adına, Akyokuş’un başındakini de buradaki
kervansarayı bulunan Tebrizli Hacı Bahtiyar tarafından yapılmıştır. Bu sarnıç Altunaba Medresesi ve hanı
yapılmadan evvel vardı. Altunaba vakfiyesinin tarihi H.598’dir. Büyüklüğünden dolayı Divler Sarnıcı adını alan
bu muhteşem sarnıç orijinal bir Selçuk eseridir. Konya’dan kalkan kervanlar, askerler ve davarlar bu sudan
istifade ederlerdi. Hoca Fakih’te aşağı yakaya, Sahibata’nın Dahiller denilen bağına ve yukarı yakaya giden
yolun üzerinde, Alavardı da aynı adı taşıyan bir sarnıç ile daha yukarıda yolun aşağı ve yukarı yakalara ayrıldığı
noktada suyunun nefaseti ile meşhur bir kuyu vardı. Bu kuyu evvela çıngıraklı idi. Sonra çift kovalı bir hale
getirilmişti. Bunu 90 sene evvel dedem merhum Nalbant Hacı Mustafa Ağa yaptırmıştı. Konya’nın en derin
kuyularındandı. Sahibata Dahiller’deki sarayının içine ve önüne Damla Dağı’ndan getirdiği su ile havuzlar ve
çeşmeler yaptırmıştı. O devirde yaka; Konya’nın bir mahallesi halinde idi. Eski vesikalarda buraya ‘Sahibin
yakası’ deniliyor.
Köyceğiz’de ve diğer yörelerde sayılamayacak kadar çok sarnıç vardır. Selçuk Sarnıçlarından birisi de Konya’da
Kovanağzı’ndaki Şerefeddin Sarnıcı idi.1370 Bu sarnıcın bulunduğu yere eskiden Rumkuş derlerdi. Antalya’da da
bir Rumkuş köyü vardı. Bu köy Sahib Ata’nın evkafı arasında idi. Son yıllarda ilk cüz’i olan ‘Rum’ kelimesinden
dolayı adı Türkkuş’a çevrilmiştir. Has isimler böyle gelişi güzel değiştirilmemelidir.
Hatıb’ın altındaki 1,60x3,60 metre ebadındaki 16 taş merdiven ile inilen sarnıç gibi yarım saat ötedeki
11 basamaklı diğer sarnıç Hatup Hatunsaray Yolu üzerindeki karakteristik Selçuk eseridir.
Hatunsaray’da Gavuryüğü-Gedikağzı denilen yerdeki 13 merdivenle içine inilen sarnıcın eski bir inden
bozularak yapıldığı anlaşılmaktadır. Sarnıcın üstünde bir de pınar vardır. Kışın sular donduğu zaman sarnıcın
suyundan istifade edilir. Alaeddin Camii’ndeki ikinci türbe de sonradan merdivenli bir sarnıç haline getirilmiştir.
MALAS SARNICI
Sarnıç, Konya’nın üç saat şimal batısında yol üzerindedir.
Civarda Ak Han vardır. Sarnıcın çok eski bir Selçuk eseri olduğu yapı malzemesinden, inşa tarzından ve
harcından anlaşılmaktadır. Malas Altunba Vakfiyeleri’nde adı geçen Konya’nın en eski köylerinden birisidir.
Sudiremi’ne (Sille’ye) bağlı Malas Köylü Hacı Ali Zade Hasan Ağa Konya’da Hoca Hasan Ağa
Mahallesi’nde h.1152-m.1739 yılında sekiz oda, bir dershaneden mürekkep bir medrese yaptırarak vakfetmiştir.
Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde 1267 Anadolu Başlar Defteri’nin 201. sahifesinde Türkçe bir vakfiyesi vardır.
1370
- Bu sarnıç ayrıca yazılmıştır. Oraya bakılsın.
405
ŞEREFE’D-DİN SARNICI
Sarnıc, Kovanağzı’nda1371 Gümüş Irmağı’nın önündedir. Buna Tavukcuların Sarnıcı da derler. Sarnıç
suyunu Küçük Çay’dan ayrılan Gümüş Irmağı’ndan alır. Küçük Çay’ın bir ayağı da çayır ırmağıdır. Sarnıç tuğla
ve taşla yapılmıştır kıble tarafındaki duvarda fevkalade nefis iki göbek taşı ile sanatlı bir firiz kullanılmıştır.
Bunların başka mimari bir eserden alındıkları anlaşılıyor. Fatih’in h.881-m.1476 tarihli Konya Tahrir
Defteri’nde bu sarnıç hakkında şu satırları okuyoruz: ‘ ﺑﻤﻜﺘﻮب. وﻗﻒ ﺻﺎرﻧﺞ ﺷﺮف اﻟﺪﻳﻦ در ﺣﻮﻟﻮى روﻧﻘﻮش در ﺑﺎﻏﺎت ﻗﻮﻧﻴﻪ
’ﺷﺮع
“Mezkûr Şerefe’d-din neslinden Şah Melek binti Hoca şerî mütevellisi imiş. Şer’an nesep ve tevliyetini
ispat edüp elinde şer’i mektup var.”
Vakıf sarnıcın yanındaki bir bağ bir bahçe ve evi de bu sarnıca gelir olarak tesis etmiştir. Şu kayıttan
öğrendiğimize göre bu sarnıcın bulunduğu yere eskiden Runkuş Havlısı derlermiş. Antalya civarında da bir
Rumkuş Köyü vardı. Son zamanlarda başındaki ‘Rum’ kelimesinden korkularak adı Türkkuş yapılmıştır. Bu ad
değiştirmeler tarihçileri şaşırtacağı için hiç de doğru değildir.
Meram’da Meram Camii’nin önünde de bir sarnıç vardır.
KÖPRÜLER
ÇARŞAMBA KÖPRÜSÜ
Çarşamba Çayı üzerinde bulunan bu köprünün bir Selçuk eseri olduğu anlaşılmaktadır. Fatih’in h.881-
m.1476 tarihinde Konya evkafını tespit ettiren evkaf defterinde şunları okuyoruz:
“Vakf-ı Cisr-i Çarşamba. Bi hükm-i şerif benam-i Şemse’d-din Ez Karye-i( )1372 tabi-i sahra”
25 sene sonra II.Bayezid adına yapılan Konya Evkafı’nın sayım defterinde de şu kaydı bulduk:
“Vakf-ı Cisr-i Çarşamba tabi’i sahra-i Konya mukarrer bi hükm-i şerif be namı İbrahim Paşa İbn-i
Şemse’d-din”
آﻜﻲhoca unutmuş
“Karyey-i Gâne tabi-i sahra”
Bu köy köprünün mütemadi tamiri için vakfedilmiştir. Fatih zamanında köprü vakfının mütevellisi
Şemse’d-din, II.Bayezid zamanında paşa idi. Karamanoğlu İbrahim Bey’in bu köyün Çarşamba Köprüsü’nün
vakfı olduğu hakkında mukarrer namesi vardır.
Bu köprünün Bozkır’daki Çarşamba Köprüsü olduğu anlaşılmaktadır. Buna muahede köprüsü denildiğini Hakkı
Ediz’den öğrendim.
GÖMSE KÖPRÜSÜ
Karatâyî Vakfiyesi’nde medresenin gelirleri arasında vakfedilen şimdi harabesi kalan Gömse Köyü’ne
yol veren muhteşem bir Selçuk köprüsü vardır. Köy ve civarında meskun ve mamur yerler yok olduktan sonra bu
kemerli ve dokuz gözlü köprü de terkedilmiştir. Seller gözlerden birisini kapatmıştır.
Uzunluğu 29m., eni 4 m. olan köprü kaya parçaları üzerine inşa edilmiştir. 6. ve 7. gözlerin arası
yıkılmıştır. Köprüde eski mimari eserlerin döküntülerinden istifade edilmiştir. Birçok sütunlar, sütun başlıkları,
kabartma resimli ve kitabeli taşlar kullanılmıştır. Köprü eski eserleri de üstünde toplayan bir müzedir.
Birinci gözün altında kitabesi bozulmuş bir taş vardır. Gözün iç tarafında 0,60x0,56 metre ebadındaki
bir taşta 9 satırlık Latince bir kitabe buldum. Kitabe çok güzel okunuyor. Dördüncü kemerle üçüncü kemerin
arasında 1,10x0,63 metre ebadındaki bir taşta bir çardak altında 6 kişilik bir grup resmini ve kitabe tespit ettim.
Köprünün karşısında yeni bir han vardır. Önünde akant yapraklı büyük ve güzel bir sütun başlığı
görülür. Köprünün önündeki harabeler arasında taşlara oyulmuş zahire ambarları vardır. Bu köprünün başında
eskiden bir kervansaray bulunduğunu yaşlı Kavak ve Hatunsaray Köyleri’nden dinledim. Bu köprü
Hatunsaray’la Gömse arasındadır. Kavak Köyü’nde yazlık köy mescidinin duvarında bulduğumuz h.612 tarihli
kitabenin Gömse Kervansarayı’na ait olduğunu tahmin ediyoruz.
Köprü; Karatâyî Medresesi’nin inşasından 37 sene evvel yapılmış demektir.
MERAM KÖPRÜSÜ
Meram’da Meram Çayı’nın üstüne kurulan köprü muntazam kesme taşla yapılmıştır. Beş gözlüdür.
Gözlerin dere tarafındaki kısımları birer sandal burnu gibi sivri yapılmıştır. Bu da sellerin getirdiği ağaçların
çabucak kayarak gözlerin kapanmamasını sağlamak içindir. Köprünün hiç bir yerinde yapıldığı tarihi, yaptıranı
ve yapanı gösteren bir kitabe yoktur. Bunun bir Selçuk eseri olduğunu kabul ediyoruz.
Köprünün kuzey tarafında geçişe nazaran sol başında taşla kazılmış bir gayr-i İslamî kitabe vardır. Biz
1944 yılında köprüyü tetkik ederken bu taşı görmüştük. 1963’de taşın buradan alındığını gördük. Müzeye
nakledildiğini sanıyoruz.
1371
- ‘Kovanağzı’ Kovan ağası’ndan bozmadır.
1372
- Bu köy Başvekalet Arşivi’nde 399 numarada kayıtlı Kanuni’nin bu defterinde ‘’آﻜﻲşeklinde yazılmıştır. Öşrünün
Çarşamba Köprüsü’nün vakfı olduğu tasrih edilmiştir. Biz bunu ‘Geni’ şeklinde okuyoruz.
406
DEĞİRMENLER
KONYA DEĞİRMENLERİ
Biz Konya ve civarında şu su değirmenlerini tespit ettik:
1- Mahmud Efendi (Mülk)
2- Kasım Halife (Vakıf)
3- Turut (Mecidiye diğer adı ile Baruthane Medresesi’ne vakıf idi şimdi sahipli çalışmaz haldedir.)
4- Meram (Hatiboğlu Vakfı)
5- Sinan Değirmeni (Meram Köprüsü başında idi, yarısı vakıf yarısı mülk idi)
6- Yukarı Hocalar (12 sehimde 7 si mülk idi.)
7- Aşağı Hocalar (Mülk)
8- Çeşnigir Değirmeni (Şerefe’d-din Camii’nin vakfıydı, şimdi mülk)
9- Çay Değirmeni (Şerefe’d-din Camii’nin vakfıydı, şimdi mülk)
10- Ulaş (mülk, arsa halinde)
11-Yeni Değirmen (Kadın Yokuşu’nda Sultan Bağı’ndadır. Şeyh Sadre’d-din vakfıydı, sonra mülk olmuş)
12- Maarif Değirmeni (Delik taşta sanayi mektebine gelir olarak Konya Valisi Ferid Paşa tarafından
yaptırılmıştır. Yanmıştır.)
13- Gümenas diğer adı ile Midilli Değirmeni (Misk-i Emir Tekkesi’nin hissesi vardı. Sonra mülk olmuş, şimdi
arsa halinde)
14- İniş Değirmeni
15- Kavak Değirmeni (12 sehimde beşi hükümet konağı içindeki mescidin vakfı idi. Sonra mülk olmuş, şimdi
arsa halinde)
16- Yaka Değirmeni
17- Kemer Değirmeni (Turgutoğlu’nun vakfıydı, sonra mülk olmuş.)
18- Sinoplu Değirmeni (Mülk)
19- Kayadibi Değirmeni (Mülk, şimdi arsa halinde)
20- İlahi Değirmeni (Sahipli idi, yeri tarla halindedir)1373
21- Altunba Değirmeni (Bu değirmene Gâvurun Değirmeni derler. Metruk emlakten idi, şimdi sahipli)1374
22- Palamut Değirmeni (Bu değirmen Debbağlar Tekkesi’nin yanında idi. Burada kışın palamut ezerlerdi)
23- Sahra Değirmeni (Bu değirmen şehrin içindeydi. Kışın çalışırdı)
24- Üzemiş Değirmeni (Bu değirmen çok eskiden yıkılarak yerine başkası yapılmıştır.
25- Sinap (Sinop) Değirmeni (Mülk)
26- Hocalı Değirmeni Ali (Mülk)
27- Karagöz Değirmeni (Mülk idi, belediye tarafından yıktırılmıştır.)
28- Değirmenköy Değirmeni (Mülk)
29- Kiçi Muhsine (Gici musla) Değirmeni.
30- Çayırbağı - Yukarı Değirmen (Mevlâna Türbesi vakfı idi şimdi sahipli)
31- Çayırbağı Orta Değirmen (Vakıf idi şimdi mülk)
32- Çayırbağı Aşağı Değirmen (Mülk)
33- Hatıp Değirmeni (Mülk)
KÜTÜPHANELER
1373
- Bu değirmen çok güzel un öğütür. Konya’da “ila değirmeni gibi öğütür” sözü darb-ı mesel haline gelmiştir.
1374
- Değirmen Altunaba Hanı civarındadır. Buraya eskiden Erkut derlerdi.
407
Bu kitabe bize kütüphanenin inşasına h.1210-m.1795 yılına Bina emini Mehmed Sadık’ın nezareti
altında devam edildiğini göstermektedir. Camiin batı tarafındaki son penceresi genişletilerek kütüphaneye kapı
yapılmıştır. Kütüphanenin dışarıya başka kapısı yoktur. Sonradan kuzeye açılan ilk pencere ikinci bir kapı
haline konulmuştur. Bunun ve karşısındaki pencerenin içlerinde mermerden yapılmış çok zarif abdestlikler
ﺐ َﻗ ﱢﻴ َﻤﺔٌ‘ vardır. Kütüphanenin kıble duvarının üstünde de celi sülüs ile
’kazılmıştır.ﻓِﻴﻬَﺎ ُآ ُﺘ ٌ
Gerek bundan ve gerekse kapının iç ve dışındaki kitabe tarihlerinden öğreniyoruz. Kütüphaneye h.1209-
m.1794’de başlanmış ve h.1210-m.1795’de tamamlanmıştır.
Kütüphane kapısının cami tarafındaki üstünde güzel ir nesih ile ve dört satır halinde şu manzum kitabe okunur:
ﺑﻮ آﺘﺒﺨﺎﻧﻪ ﻳﻰ اﺧﻼﺻﻠﻪ ﻳﻮﺳﻒ ﺁﻏﺎ -1
ﻗﻴﻠﺪى اﺣﻴﺎي ﻋﻠﻮم اﻳﺘﻤﻜﻪ ﺗﺄﺳﻴﺲ وﺑﻨﺎ
ﺳﻌﻰ ﺧﻴﺮاﺗﺪن اوﻟﺪر آﻪ هﻤﺎن ﻣﻘﺼﻮدى -2
ﻋﻠﻤﻪ ﺧﺪﻣﺖ اﻳﻠﻪ ﺣﻘﺪن اﻳﺪﻩ ﺗﺤﺼﻴﻞ رﺿﺎ
اﺳﺘﻔﺎدﻩ اﻳﺪن ارﺑﺎب ﻓﻀﺎﺋﻠﺪن هﻢ -3
داﺋﻤﺎ ﻋﺮض ﻧﻴﺎز اﻳﺒﻪ اﻳﺪر ﺑﻮﻳﻠﻪ رﺟﺎ
ﻳﺎ اِﻟﻬٰﻰ ﻗﻴﻠﻪ ﺳﻦ ﺳﻌﻴﻨﻰ ﻣﺸﻜﻮر دﻳﻮ -4
اﻳﺪﻩ ﻟﺮ رﻓﻌﺖ دا َرﻳْﻨﻰ اﻳﭽﻮن ﺧﻴﺮ دﻋﺎ
ﺳﻨﻪ 1209
Yusuf Ağa’nın Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki beş numaralı defterin 290. sahifesinde 1209 yılı
cümadie’l-ahiresinin 25. günü tanzim edilen Türkçe bir vakfiyesi vardır. Vakıf bu vakfiyede şöyle anılmaktadır:
“Evvelce darphane emini iken sonra valide sultan kethüdası olan Devletlü atufetlû Yusuf Ağa İbn-i Merhum el-
mağfur İsmail ağa
vakfiyede kütüphaneyi niçin tesis ettiği de şöyle anlatılmaktadır:
1375
- Mevlana Şehri Konya’da bu kelimeler ‘Kesyhüsrev’e şan’ şeklinde yanlış kopya edilmiştir.
408
“Ulemâ-i alem ve talebe-i kirâmın kasreti ve nüsâh-i nevâdîr-i nefîsenin kılleti olan bir belde-i
tayyibeden eşbah ve nezairi nadir kütüp ile meşhun müceddeden bir kütüphane-i mergub-ı behcet nümûn
binasına halisen livechillahi’l-kerim niyet ve erbâb-ı vukuftan ol veçhile bir hayri’l-mevkı ve ahseni’l-mevakıf
istihbar ve tefahhusa mubaderet üzere iken ezkadim darü’l-ulum ve mecmai fühul-i kurun olan medine-i
bimedani-i Konya’da nedret-i kütübü’l-nefise…”
Yusuf Ağa; bir kütüphane yaptırmaya karar verdikten sonra bir yer arıyordu. Asırlardan beri ilim
merkezliğini muhafaza eden Konya’nın nadir ve kıymetli kitaplara son derece muhtaç olduğunu gördü ve burada
bir kütüphane yaptı.
Vakfiyede rehin ve kefil almak suretiyle de olsa kütüphaneden her hangi bir kitabın dışarıya
çıkarılmaması için kat’i ve şiddetli cümleler kullanılmış ve bu şarta riayet etmeyenlere fena dualar yapılmıştır.
Yusuf Ağa’nın Kütüphanesi güney bitişiğindeki medresesi tamamen yıkılmıştır. Ayakta ve Üçler
Mezarlığı tarafına açılan havlı kapısının üstündeki mermerde şu iki satırlık sülüs kitabe okunur.
ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺨﻴﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت ﻳﻮﺳﻒ ﺁﻏﺎ
1212 آﺘﺨﺪاى ﺣﻀﺮت واﻟﺪﻩ ﺳﻠﻄﺎن ﻓﻰ ﺳﻨﻪ
Medresenin de Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki beş numaralı defterin 293. sahifesinde 15 şevval 1212
tarihinde tanzim edilmiş Türkçe bir vakfiyesi vardır. Vakfiyede medresenin ‘Celâle’d-din’i Rumi vakıflarından
tulen ve arzan bihesab-ı terb’i 2500 zira arsay-ı müfereze üzerine senevî 720 akça mukataa-i zeminle
yaptırıldığı’ tasrih edilmektedir. Medresenin talebesi yemeklerini yakınındaki Sultan Selim İmareti’nden temin
ederlerdi.
Yusuf Ağa’ Giritli’dir. Babası fakir bir adamdı. Kendisi Serhad Girit Ağası Süleyman Ağa’ya ahiretoğlu
diye kapılandırılmış ve İstanbul’a gönderilmiştir. Süleyman, Yeniçeri Ağası olunca Yusuf’u mühürdar, sonra
hazinedar ve daha sonra kethüda yapmıştır. Bir aralık Gelibolu Baruthanesi’ne ve darphaneye nazır ve h.1205-
m.1790 yılında Valide Sultan’a kedhuda olmuştur.
Sicill-i Osmani sahibine göre h.1221 –m.1806 yılında Valide Sultan ölünce hacca gitmiş ve o aralık Bursa’da
ikamete memur edilmiştir. 1222 rabiü’l-ahirinin 17’sinde orda öldürülmüştür. (Haylice servet bırakıp tedbir ve
tasarrufu umuru dünyeviyesine müteallik idi. Köşk ve saire yaptırdı ise de hayratı yoktur.1376 Mehmed Süreyya
Bey; bu hükmünde hata etmiştir. Çünkü Yusuf Ağa; Konya’ya yazma eserler itibariyle de çok zengin bir
kütüphane ile bir darü’l-ilim hediye etmişti. Bunlar adını saygı ile andırmaya kafidir. Yusuf Ağa’nın Mehmed’
Mustafa ve Mehmed Münir isminde üç oğlu vardı. Ömer’ Ahmed ve Mustafa isminde üç de kardeşi vardı.
Arşiv vesikalarından öğrendiğimize göre Sadre’d-din Konevi’nin çoğu Muhyiddin-i Arabi’nin
eserlerinden müteşekkil zengin bir yazma eserler kütüphanesi vardır. Bunların çoğu İstanbul’a Türk ve İslam
Eserler Müzesi’ne nakledilmiştir.
Son senelerde Mevlâna Müzesi’nde 1625 yazma ve beş bin kadar basma kitaptan müteşekkil zengin bir
kütüphane açılmıştır. İzzet Koyunoğlu Müzesi’nde de eşsiz ve nadir yazmalardan müteşekkil bir kütüphane
vardır. Selçuk medreselerindeki kütüphaneler bize kadar gelmemiştir.
KONYA VE CİVARINDA
SINANMIŞ YERLER
Eski Konyalıların; şefaatleri ile şifa umulan, sınanmış bazı ziyaret yerleri vardır. Konya folkloru ile
ilgilenenlere faydalı olur ümidiyle aşağıya sıralıyoruz:
1-Akıl hastaları: Bozkırın Avdan Köyünde’ki tekkeye,
2-Kuduz köpek ısıranlar (Dalayanlar):Konya’nın Gilisira Köyü civarındaki İlyas Baba Tekkesi’ne,
3-Bağa-Ur hastaları: Beyşehir ile Seydişehir kazaları arasında bulunan Göyrekli Köyü’ne,
4-Vaktinde yürümeyen çocuklar: Konya’da Sadre’d-din-i Konevi Türbesi civarındaki İmam-ı Bağavi’ye,
5-Yüzünde ve vücudunda sivilce çıkanlar ve kaşınanlar: Konya’da Tuzcular içindeki Bulgur Dede Tekkesi’ne,
6-Temregi hastalıkları için: Konya’da Asmalı Mescit yanında Temrevi Baba Türbesi’ne,
7-Ağrı ve sızı çekenler: Karaman Kazası’nın İbrala Köyü’ndeki tekkeye,
8- Ağzı ve yüzü çarpılanlar: Kadınhanı’nın Midanlı Köyü’ne,
9-Tabak hastaları: Konya’da Sırçalı Mescit yanındaki Tabakhane’ye,
10-Yarım ağrılılar: Hadim Kazası’nın Dedem Köyü’ne,
11-Yürek kakkını hastaları: Konya’da Şems-i Tebrizi Türbesi’ne,
12-Isıtmalılar: Konya’da söylenmez tekkesi civarında Pirebi Tekkesi’ne,
13-Yılancık hastaları: Sarayönü’ndeki tekkeye,
14- Hasta çocukların ölüm kalım durumlarını öğrenmek için: Konya’ya bağlı Hocacihan Köyü’ndeki Mursaman
Tekkesi’ne,
15-Kızılyel hastaları: Konya’da Araplar Mahallesi’nde Akcami yanındaki bir evde bulunan kuyuya,
1376
- Sicilli Osmani. C:4, sahife:669
409
16- İstiska ve yorgaca hastaları: Konya’da Evdireşe Köyü yanında Hasan Köyü’ne,
17- Hafagan hastalığına yakalananlar: Konya Akyokuş’taki türbeye,
18- Murad dileyenler: Konya’da Meram’daki Tavus Baba’ya (Muradı olursa bu türbeye 1 kilo tuz hediye ederdi)
19- Sütü kaçan anneler: Konya’da Dede Bahçesi civarındaki Süt Tekkesi’ne,
20- Çocuğu olmayanlar: Bozkır’ın Erdoğan Köyü Tekkesi veya Konya’nın Hatunsarayı yolu üzerinde bulunan
Şeyh Hasan Tekkesi’ne,
21- Sarılık hastaları: Bozkır yolu üzerinde Sarıkız Köyü’ndeki yatara,
22-Karasevdaya tutulanlar: Konya’da lise binası arkasında Tahir İle Zühre Tekkesi’ne götürürler veya giderlerdi.
Yukarıda yazılı tekkeler ve buralardaki yatarlara, ocaklardan adamlara adaklar yapılırdı. Ağızları
çarpılanlar ocaktan adama müracaat ederler o da bir pabuçla ağızlarını düzeltirdi. Kuduz köpek ısıranlar da
ocaktan olanların evlerindeki köpek başı ile tedavi edilirlerdi.
Yürek kakkını hastaların göğüslerine, kalplerinin üstüne Şems Tekkesi’nde bir kaşık ile basarlardı.
Mursaman’a götürülen hasta çocuklar türbenin içine yatırılmış, uyuması ölümüne, ağlaması yaşamasına
delalet edermiş.
1377
-Barutun icadı ve tarihi gibi icad edildiği yerde kesin olarak bilinmiyor. İlk barut fabrikasının ‘Barut Değirmeni’ adıyla
m.1420 yılında Oğusburg’da icad edildiği söyleniyor. Tarih-i Esliha, Ahmet Muhtar Paşa, Cilt:1, Sahife: 35,32
Osmanlı Topçuları,sahife:87, Ahmet Muhtar, İstanbul 1315
410
Son mısraın noktalı harfleri ebcet hesabına vurulunca 1301 rakamı çıkar ki bu altına da yazılmıştır.
Kapının üstündeki tuğra harf inkılâbından sonra kazınarak yok edilmiştir.
İkinci meşrutiyetten sonra h.1337-m.1918 yılında kalhaneye bir siyah barut imalathanesi ilave edildiğini
de kapısı üzerindeki şu ikinci kitabeden öğreniyoruz:
وﻳﺮدى ﻣﻠﺖ ﻣﺴﺎﻋﺪﻩ ﻗﺎﺋﻤﻤﻘﺎم ﺣﺎﺟﻰ ﺷﻜﻴﺒﻪ -1
ﺑﺮ ﺑﺎروﺗﺨﺎﻧﻪ ﻋﻼوﻩ اﻳﻠﺴﻮن ﻗﺎﻟﺨﺎﻧﻪ ﻳﻪ
ﺗﺒﺸﻴﺮ اﻳﺪﻳﻠﺴﻮن ﺁرﺗﻖ اﺻﺤﺎب اﺣﺘﻴﺎﺟﻪ -2
1337 - ﺳﻴﻪ ﺑﺎروت اﻋﻤﺎل اوﻟﻨﻮر ﺑﻮرادا
Baruthane, 1298 yılına kadar Ermeni mültezimler tarafından idare ediliyordu. H.1301 yılından sonra
Tophane Müşirliği’ne bağlanmış ve askeri idareye geçmiştir. Biz bu satırları yazarken askeri idarede idi.1378
Birinci cihan savaşından sonra mütareke yıllarında burası İnhisarlar (Tekel) idaresine bırakılmış ve 15 sene
kadar muattal kalmıştır. 1935 yılında tekrar askeri fabrikalar idaresine geçmiştir. Kayseri’de de böyle bir
güherçile fabrikası vardı.
Konya Güherçile Fabrikas’ında 180 bin kilo kadar güherçile vardı. 50 bin kilosu tasfiye edilmiş idi.
Geri kalanlar da tasfiye edildikten sonra Küçük Yozgat Fabrikası’na gönderilmiştir. Toplanan mallar maliye
hazinesi hesabına devredilmiştir.
Fabrikanın müdürü emekli miralay Albay Şekip Sü fabrikayı gezdirerek bize şu bilgiyi verdi:
“Güherçile yaz mevsiminde toplanır. İşe Haziranın sonunda başlanır. Kanun aylarına kadar devam eder.
Güherçileyi toprağın yüzünden çorakçı tacirler toplarlar. Şimdi 60 kadar güherçile ocağı vardır. Güherçile iki
çeşittir: Ham güherçile, saf güherçile. Senede ortalama 300 bin kilo kadar güherçile toplanır. Bazı yıllar bu 500
bin kiloya kadar çıkar. Kilosu her sene değişir. Fiyatlarda rayice göre değişir. Birinci cihan harbinden evvel
yüzde yüz ayarındaki güherçilenin kilosu 3 kuruşa alınırdı. Fiyatlar yavaş yavaş yükseldi. Burada imalat
başlayınca 20 kuruşa satın alındı. Zamanla bu fiyat 25 kuruşa yükselmiş, şimdi 100 kuruştur.
Güherçile toprak sathından toplanır. Sonra sürgü teknelerine konarak üstlerine su dökülür. Sürgülerin
altlarında kamıştan ıskaralar vardır. Bu teknelerden süzülen sular kaynama kazanına bir tulumba ile suyu
tebahhur ettikten sonra koyulan şerbet kısmı soğutma olukları denilen oluklara nakledilir. Burada hasıl olan
teressübat ham güherçiledir. 10 amele ile bir günde 1500 kilo güherçile çıkarılır.
Tasfiyehanede 9 kazan vardır. Ham güherçile yarı yarıya su ile kazanlara konur. Burada en aşağı beş
saat kaynar, sonra oluklarla taş bir havuza akıtılır. Burada teressübat yapar. Sonra bu teressübat mail satıhlar
üzerindeki tahtalara alınır, suları süzülür bembeyaz bir mahsul elde edilir. Güherçile bundan sonra her gün bir,
büyük tekneye nakledilir, burada bol su ile yıkanır. Ecnebi maddeler akıtılır. Burada altı tekne vardır Birisi dolar,
birisi boşalır, sonra bunlar çuvallara doldurulur.
Saf güherçile boyacılıkta ve eczacılıkta kullanılır. Kilosu bugünkü piyasaya göre 150 kuruşa mal olur.
Güherçile iki çeşittir: Birisi sodalı, birisi potaslıdır. Bizimkiler potaslıdır. Kara barut, sodalısı ile
dumansız barut yapılır. Sodalı güherçile kolay elde edilir.”
Müdürün söyledikleri bitti.
Biz farikada depolarda keten helvası gibi bembeyaz güherçileler gördük. Güherçile bu halde iken kibrit
çalınsa hafif hafif yanar.
Trihi güherçile fabrikası ve baruthane 1958 yılında belediye tarafından istimlak edilmiş yıktırılarak
yerine sebze hali yapılmıştır. Kitabelerini Mevlâna Müzesi’nde gördüm.
BUĞDAY PAZARI
Buğday Pazarı; h.1319-m.1901 yılında yapılmıştır. Pazarın doğu kapısının üstünde üç satır halinde şu
kitabe okunur:
1- Tacidâr-ı devran elgazı Sultan Abdülhamid han-ı sani efendimiz hazretlerinin devr-i saltanatlarında.
2- Vali-i vilayet devletlü Ferid Paşa hazretlerinin semere-i himmet-i umranperveranleri olarak,
3- Hayyızaray-ı husul müessesat-ı nafiadan biri de müceddededen inşa olunan İşbu Buğday Pazarı’dır. Sene
h.1319 sene r.1317.
Batı kapısı üzerinde iki satır halinde şu talik kitabe varır:
Tacidar-ı devaran elgazı Abdülhamid han-i sani efendimiz hazretlerinin devr-i saltanatlarında vali-i
vilayet devletlü Ferid Paşa hazretlerinin asar-ı bergüzîdelerinden biri de işbu Buğday Pazarı’dır. Sene r.1317
sene h.1318 .
Buğday Pazarı buraya naklinden evvel türbe önünde II.Sultan Selim’in imarathanesinde idi.
Kitabelere göre Buğday Pazarı h.1319-m.1901 yılında Konya Valisi Avlonyalı Ferid Paşa zamanında
yapılmıştır.
MUVAKKİTHANE
1378
1944 yılında
411
Muvakkithane; Civar Mahallesi’nde Sultan Selim Camii ve Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin batısındadır.
Sille ve Gödene taşı ile yapılmıştır. Kapısı ve iki penceresi kuzeye açılır. Kapısının üstünde göbekli ve zarif
yekpare bir mor taş vardır. Üstündeki mermere talik ile şu dört satırlık kitabe kazılmıştır:
ﺳﺎﻋﺖ هﺮ روزﻳﻨﻲ ﻣﺴﻌﻮد اﻳﺪﻩ داﺋﻢ ﺧﺪا
ﺣﻀﺮت ﻋﺒﺪ اﻟﻌﺰﻳﺰ ﺧﺎﻧﻚ اﻟﻰ ﻳﻮم اﻟﺒﻘﺎ
ارﺗﻔﺎع ﺁﻟﺪﻗﺠﻪ ﺑﺎق ﺗﺎرﻳﺨﻪ ﺟﻮهﺮ ﻧﺎﻇﺮا
ﺑﻮ ﻣﻮﻗﺘﺨﺎﻧﻪ ﺟﺎﻳﻰ آﻮر ﺟﺪﻳﺪ و َﻧ ْﻮ ﺑِﻨﺎ
1290
Saat-i herruzini mesud ede daim Huda
Hazret-i Abdülaziz Han’ın ila yevmi’l-beka
İrtifa aldıkça bak tarihe cevher nazıra
Bu muvakkıthane cây-ı gör cedid-ü nevbina
Kitabenin son mısraındaki noktalı harfler ebcet hesabına vurulunca 1290 rakamı bulunur ki
muvakkithanenin bu tarihte yani m.1873 yılında Sultan Abdülaziz’in hükümdarlığı zamanında yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bina oldukça muvaffak bir eserdir. Geliri Sultan Selim Evkafı’ndan temin edilmektedir.
Muvakkıthane meydan açma bahanesiyle hamam yıkılırken yıktırılmıştır.
Kitabeye göre bu bağı h.1264-m.1846 yılında Sultan Abdülmecid’in hükümdarlığı zamanında Konya
Valisi Hasan Hakkı Paşa yaptırmıştır.
Bağın içinde beş parça büyük taş kalmıştır. Birisinin üstünde Yunanca bir kitabe vardır Bir aralık Hacı
Yorgi’nin tesahüp ettiği bağ şimdi Silleli Hakkı tarafından satın alınmıştır. Bu bağ ikinci bir Havzan olarak
yapılmıştı. Hasan Paşa’nın Konyalılar arasındaki şöhreti Kel Hasan Paşa’dır.
KONYA MÜZELERİ
Türkler maddi ve manevi kıymeti olan her dede yadigârını kutlu bir emanet gibi saklarlardı. Bunların
saklandığı yere eskiden ‘hazine’ derlerdi. Topkapı Sarayı’ndaki ‘Hazine-i Humayun’ bir müzeden başka bir şey
değildi. Mısır’da Türk Memlük hükümdarlarının yardımlarıyla zenginleşen bir ‘Hazine-i Yusuf’ vardı. Buna
‘Firavunların Hazinesi’ de denirdi. Tebriz’de şarkın kıymetli eserlerini ve hatıralarını saklayan bir hazine vardı.
I.Sultan Selim ‘Hazineyi Yusuf’u ve Şah İsmail’in Tebriz’deki hazinesini getirerek Topkapı Sarayı’ndaki
hazinesine koymuş ve ağzını yüzük mührü ile mühürledikten sonra:
“Ben hazineyi altınla, kıymetli eşya ile doldurdum. Böyle kaldıkça benim mührümle mühürlensin. Orası
boşalırsa veyahut mangırla doldurulursa o vakitte onu dolduranın mührü ile mühürlensin!” demiştir.
Konya Selçuklu lrı’nın hazineleri de Selçuk sarayında idi. II.Kılıçaslan’ın yaptırdığı türbe de kutlu ve
değerli eserleri muhafaza edildiği bir hazineydi.
Hükümdarların sancakları ve mukaddes çetrler burada muhafaza edilirdi.
İbn-i Bibi; Cimri’nin Konya’ya gelişini anlatırken der ki:
“Konya ileri gelenlerine Cimri’nin sultanlığını kabul ettiklerine dair ant içirdiler. Şehir halkı can
korkusundan yemin etmişlerdi Konyalılar bu cülusu kutlamak için sultanlar türbesinden Alae’d-din’in çetrye
sancağın getirilmesini iltimas ettiler. Kale ahalisi onların tarafını tutmamış ise de bu teklifi kabul edip çetr ve
sancağı aşağı indirdiler.”1380
1379
- Mevlana Şehri Konya, sayfa: 436’da kitabe yanlış okunmuştur. Birinci mısradaki ‘’ﻣﻨﻘﺒﺖ,ı ‘’ﻣﻨﻘﻴﺐ, ‘’ﭘﺎﺷﺎىI
‘’ﭘﺎﺷﺎﻳﻰokunmuştur, karşılaştırılsın.
1380
- Anadolu Selçuki Devletleri Tarihi,sahife:293
412
Konya’nın bizce malum olan ilk müzesi Alaeddin Türbesi dediğimiz II.Kılıç-Aslan Türbesi’dir.
Müzecilik şarkta öldükten ve garp kanalı ile ‘Ba’sü ba’delmevt’ sırrına erdikten sonra yavaş yavaş Türkiye’ye de
girmeye başladığı zaman Konya Bedesteni’de bir müze haline getirilmişti. Eski silahların depo edildiği bu bina
da muhtelif devirlere ait kitabeler ve eserler de muhafaza altına alınmıştır.
Süleymaniye Medresesi’nin1381 batısında ve şimdiki Sanatlar Okulu’nun yerinde bulunan bedestenin
ittisalinde Sakahane Mescidi’nin banisi Davut Ağa’nın da bir mescidi vardı. Muntazam kesme taşla yapılan
bedestenin üstünü tuğladan yapılmış irili ufaklı birçok kubbeler örterdi. Muhteşem kapısı da büyük kilitlerle
kapatılırdı. Kapısının üstündeki som ak mermerde nefis bir sülüs ile iki satır halinde şu Farsça kitabe okunurdu:
وﻟﻰ ذو اﻟﻘﺪر ﻗﺪر ﻣﻮﻟﻰ - ﺑﺪور دوﻟﺖ ﺳﻠﻄﺎن ﺳﻠﻴﻤﺎن
1382
ﺑﺰازﺳﺘﺎن ﻗﺪرى زى ﻣﻮﻟﻰ - ﺑﻜﺮد اﻣﺎدﻩ ﺑﺰازﻳﻪ ﺗﺎرﻳﺦ
Kitabenin son mısraı ebcet hesabına vurulunca 945 rakamı çıkar.
Bedestenin; h.945-m.1538 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı zamanında yapıldığı
anlaşılıyor.
Bedesten yıkılmadan evvel etrafı olduğu için kapısı çukurda kalmıştı. Avlonyalı Ferid Paşa’nın valiliği
zamanında h.1319-m.1901 yılında başka yer yokmuş gibi Bedesten yerine Mekteb-i Sanayi yaptırılmıştı.
Bedestendeki eski eserlerde eski surun Halkabeguş Kapısı’nın tam karşısına, İddia Mektebi’nin
batısındaki köşeye yapılan tek odalı müze binasına nakledilmişti.
Kapısının üstüne konan 0,57x1 metre ebadındaki taşa nefis bir kûfi ile Müze-i “Hümayun şumesi.
Safarü’l-hayr 1317” yazılmıştır.
‘1317 ’ﻣﻮزﻩء هﻤﺎﻳﻮن ﺷﻌﺒﻪ ﺳﻰ – ﺻﻔﺮ اﻟﺨﻴﺮ
Şimdi bu taş Konya Müzesi’ne kaldırılmıştır.
1924 yılında binanın şimaline ikinci bir oda daha ilave edilmek suretiyle müze genişletilmişti. Şimdi
burada ortaokul müdürü oturmaktadır. İlave edilen odanın kapısının üstüne konan kitabenin üstü çimento ile
sıvanmıştı. Biz sıvasını kazıdık. Altından nefis bir kûfi hat ile şu kitabeyi bulduk:
ﻗﻮﻧﻴﻪ ﺁﺛﺎر ﻋﺘﻴﻘﻪ ﻣﻮزﻩ ﺳﻰ
1340 1317
Mevlâna Celaleddin Rumi Manzumesi 11 Eylül 1926 tarihinde Asar-I Atika Müzesi haline getirilirken
İdadi Mektebi Müzesi’ndeki eski eserler de buraya nakledilmiştir. 2 Mart 1927 günü halka açılmıştır.
Tekkeleri, türbeleri kapayan kanun yürürlüğe girdikten sonra Mevlâna Dergahı klişesiyle meşhur olan
Mevlâna Manzumesi 1926 yılında Mevlâna Asar-I Atika Müzesi adıyla Müze haline getirilmiş ve ziyarete
açılmıştır. 1954 yılında eserler yeniden tanzim edilerek adı Mevlâna Müzesi’ne çevrilmiştir.
Mevlâna Müzesi’ne batıya, Sultan Selim meydanına açılan ‘Dervişler Kapısı’ndan girilir. Türbenin ve
Üçler Mezarlığı’nın bulunduğu yer I.Alaeddin Keykubad zamanında Selçuklu hanedanının ‘Gül Bahçesi’ idi.
Sultanü’l-Ulema ve Mevlâna ile bu ailenin fertleri gömüldükten sonra burası türbe ve kabristan haline
konmuştur. Mevlâna Türbesi’nin güney, mescit ve semahanenin batı tarafları eski haline getirilmiş, bir gül ve
çiçek bahçesi yapılmıştır. Ziyaretçi baharı burada bütün renkleriyle ve çiçekleriyle buluyor, manevi zevkini
bunlarla tamamlıyor.
Buraları mevsimine göre yediveren güller, eşsiz ve nadir yıldızlar süsler, bir renk ve ahenk cümbüşü
içinde bedii zevkimizi okşar.1383
Müzede şimdi başlıca şu pavyonlar vardır:
1-Osmanlı devri Konya kitabeleri pavyonu,
2- Hat pavyonu,
3- Muhtelif tarihi eserler pavyonu,
4- Semahane pavyonu,
5- Yazma kitaplar, ciltler, seccadeler ve tespihler pavyonu,
6- Halı ve kumaş pavyonu,
7- Mevlevî matbahı pavyonu,
1381
- Bu medrese ilk batısındaki Bekir Sami Paşa Medresesi 1948 yıllarında yıkılarak yerleri bahçe halinde Sanat Okulu’na
ilave edilmiştir. Süleymaniye-DavazlıHoca- Medresesi’nin kapısı üzerindeki kitabe şimdi Konya Müzesi’nde 977 numarada
kayıtlıdır.
0,43x0,90 metre ebadındadır. Üstünde üç satır halinde şu kitabe okunur:
ﺑﺎرك اﷲ ﻣﺪرﺳﻪ ﺑﺎ ﭼﺸﻤﻪء ﺟﺎى ﻧﺠﺎت – ﻃﺎﻟﺒﺎﻧﻪ ﺑﺎغ ﻋﺮﻓﺎﻧﺪر اوﻗﻮ ﺑﻠﺒﻞ ﺻﻔﺎت1
’ﺑﺎﻧﻴﺴﻲ ﻣﻴﺮ ﺳﻠﻴﻤﺎن اﻟﻬﻰ ﻗﻴﻞ ‘ ﺛﺒﺎت- –ﺧﻮش ﻣﺤﻠﻴﻠﻪ ﺷﺮاﻓﺖ ﺑﻮﻟﺪى اول ﺧﻴﺮ اﻟﻌﻤﻞ2
–ﺣﻰ دﻳﻮب ﻓﻢ ﻟﻮﻟﻪ ﺳﻨﺪن ﻋﻠﻢ ﺁﻗﺮ ﺁب ﺣﻴﺎت- وﺣﺪﻳﺎ ﺗﺎرﻳﺦ ﺧﺘﻤﻴﺪر ﺑﻮ اﺧﺮ ﻣﺼﺮﻋﻰ3
1382
- Şimdi bu kitabe taşı Konya Müzesi’nde 937 numara ile saklanmaktadır.
1383
- Bahçenin sanatkarının adını duyurmak zevkli bir hizmet olur: Bu bay Hacı Zahir’dir.
413
Burada teşhir edilen taş kitabeler şunlardır:
Mukbil suyu kitabesi1384 915, Konya Bedesteni kitabesi 945, Mevlâna derviş hücreleri kitabesi 992,
Yusuf Ağa Medresesi kitabesi 1212, Ziyaiyye Medresesi kitabesi 1228, Hüseyin Paşa Mescidi kitabesi 1235, Mir
Süleyman Çeşmesi kitabesi 1252, Kubbe-i Hadra tamir kitabesi 1252, Ebu Bekir Sami Paşa’nın medresesi (Paşa
dairesi) kitabesi 1262, Konya Valisi Hakkı Hasan Paşanın Şevk-Abad Kasrı kitabesi 1264, Tevfik Paşa Çarşısı
kitabesi 1286, Muvakkıthane kitabesi (Abdülaziz devri), Köprübaşı Sıbyan Mektebi kitabesi 1290, Medrese-i
Fevziye kitabesi 1294, Konya Baruthanesi kitabesi 1304, Bir mezarlık kapısının kitabesi 1304, Sultan Veled
Medresesi yerinde yapılan Çelebi Mektebi kitabesi 1306, Amber Reis Camii’nin tamir ve inşaa kitabesi 1329,
baruthane ilave kitabesi 1327.
2- YAZI PAVYONU:
Türbenin kapısından Tilavet (Okuma odası) denilen bir kubbenin örttüğü küçük bir salona girilir.
Karşıdaki gümüş kapının sağına ve soluna çifte ‘Vav’lar yazılmıştır. Burası kubbe eteklerine kadar şöhretli
hattatların yazı levhaları ile süslenmiştir. Yer darlığından olacak sanat şaheserleri burada bir asar-ı atikacı
dükkanı istifine tabi tutulmuştur. Bunlar seyrekleştirilerek nöbetleşe asılsalar daha iyi olurdu. Kapıdan girince
üst tarafa asılan Yesari Zade’nin taliki ile yazılmış ‘Ya Hazret-i Mevlâna Kaddesallahü sirrehü’ levhasının
üstüne ve altına şu manzume yazılmıştır:
1384
- Rakamlar hicri kitabe tarihini gösterecektir.
414
H.1008-m.1599 yılında Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından yaptırılan gümüş levha
ile kaplı kapıdan Huzur-u Pîr denilen asıl türbenin methaline girilir. Buraya kitaplar, levhalar, madeni ve ağaç
eserler pavyonu denilebilir:
Ortadaki birinci pavyonda Mevlâna’nın Mesnevi adlı altı ciltlik 25618 beyitlik eserinin h.677, 687, 723
ve 773 tarihlerinde yazılmış nüshaları teşhir edilmektedir. Bunlar yazıları ve tezhipleri itibariye yüksek kıymet
taşırlar.
H.677-m.1278 tarihini taşıyan Mesnevi Selçukî devri hattatlarından Abdullah Zade Mehmed tarafından
yazılmıştır. Bu gün ilim alemince tanınan Mesnevi yazmalarının en eskisidir.
İkinci vitrinde Mevlâna’nın h.768-m.1366 tarihinde yazılmış Divan-ı Kebir adlı kitabının birinci cildi
ile, Mevlâna’nın oğlu Sulan Veled’in el yazısı ile Mesnevi’nin dördüncü ciltli ve h.732-m.1331’de kopya edilmiş
Sultan Veled Divanı teşhir edilmektedir. Bunlar da yazı ve tezhip itibariyle çok mühim eserlerdir.
Bu dehlizin sağında ve solunda zeminden biraz yüksek mezarlar vardır. Sağındakiler Mevlâna’nın
soyundan inen veyahut onun irşat ettiği (Kadınlı erkekli) kimselerin kabirleridir. Erkek ölülerin sandukalarının
baş taraflarına beyaz Sikke (Külah) konmuştur. Külahlara yeşil sarık sarılmıştır. Hatun kişilerin mezarları
sikkesizdir. Tahtadan, harçlı malzemeden ve taştan yapılan bu sandukaların bazılarında kitabeler vardır.
Kitabelerin birer kopyası sandukalara iliştirilmişti. Hemen hepsi de yanlıştı. Bizim bu kitabımızın müsveddeleri
görüldükten sonra bu kopyalar kaldırılmıştır.1385
Soldaki altı sandukanın altında uyuyanlara ‘Horasan Erleri’ derler. Bunların Mevlâna’nın babasıyla
beraber Belh’den geldikleri rivayet olunur. Bu altı sandukanın aralarına, yanlarına ve mescidin bölme duvarına
tanınmış bazı hattatların yazıları asılmış ve bazı tarihi yadigarlar konmuş ve serpiştirilmiştir.
İlk iki Horasan erinin ayakuçlarında ve güzel bir seccade üzerinde görülen ayaklı bakır mangala
benzeyen esere Konyalılar ‘Nisan Tası’ derler. Öteden beri dedeler her yıl Nisanda yağan yağmur sularıyla bu
kabı doldururlar, Mevlâna’nın sarığının ucunu içine batırırlar. Kur’an’dan ayetler ve dualar okuyarak üstüne
üflerlerdi. Bu su şifa niyetine dağıtılırdı. Bu yönden kaba; bir çeşit mübareklik ve kutsallık verilmiştir. Dört
parçadan teşekkül eden tunç kabın her tarafına altın ve gümüşle manzum, mensur Arapça’ Farsça yazılar dallar,
çiçekler, hendesi şekiller, hayvan resimleri kakılmıştır.Bunun aslında bir akıcı madde kabı olduğu anlaşılıyor.
Bütün parçalarıyla beraber 33 kilo 375 gram ağırlığındaki kabın kapağıyla beraber yüksekliği bir metre
otuz santimdir, ağzının kutru 78 santimdir. Büyüklüğüne göre buna ‘Kazan’ denilmesi daha uygun ise de ‘Tas’
şeklinde meşhur olmuştur. kapağındaki Arapça kitabede bunun ‘Ebü’l-Mücahit Şah Sultan’ için yapıldığı yazılı
ise de asıl kabın ortasını kuşatan yazıda ‘Ebu Said Bahadır Han’ için yapıldığı açıklanmıştır.
“Ey Saki” ile başlayan Arapça manzumede içki ve aşk sahneleri canlandırılmıştır. Buna bakılarak o
kazanın Ebu Said Bahadır Han’ın sarayı için yapılmış bir şarap kazanı olduğu kabul edilir. Ve böyle bir kabın
nasıl olup da Mevlâna’nın mübarek türbesine hediye edilebileceğini söyleyenler vardır.1386 Şiirlerdeki içki
alemini tasvir eden kelimelerden bunlarla manevi içkiyi ilahi aşk şarabını kastetmek mümkündür. Ama
resimlerde sakinin hükümdara kadehler sunduğu açıkça görülmektedir. Bu kap İran Moğolları
Hükümdarları’ndan, İlhanlılardan Ebu Said Bahadır Han için (1305-1335) Musul’da yaptırılmış ve 1333 yılında
Mevlâna Türbesi’ne Emir Sungur Ağa vasıtasıyla gönderilerek hediye edilmiştir.
Nisan Tası’nın yanına asılan bir levhada Mevlâna’nın şu manaya gelen Farsça dört mısraı yazılıdır:
“Gel, gel her ne olursan yine gel! Kâfir, Mecusi, Gebr, Putperest olsan da yine gel! Bizim dergâhımız
ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş isen bile yine gel!”
Sağda Türbenin kıble duvarında şu levha asılıdır:
ﻳﺎﺣﻀﺮت ﻣﻨﻼ وﻣﻮﻻﻧﺎى ﺑﻴﻬﻤﺘﺎ
1299 ﻣﺤﻤﺪ ﺻﺎدق
Mevlâna’nın merkatının baş ucunda on altı dallı bir şamdan vardır. Bu Osmanlı bakır işçiliğinin şaheser
bir örneğidir. Üzeri gümüş suyu ile galvene edilmiştir. 1.26 metre yüksekliğinde, kaidesinin kutru 0,72 metredir.
Çeşitli yapraklarla ve kuşlarla süslenen dalların uçlarında açılan laleler üzerine renkli mumlar, muazzam lale
şeklindeki göbeğine de iri bir mum dikilirdi. İri bal mumundan bol ve gür ışığı dibindeki dallardan serpilen
renkli ışıklar beslemek sureti ile etrafına alâim-i semalı bir hale yapardı. Bu şamdanın yapıldığı tarih gibi
yapanın adı da şimdilik meçhuldür. Mevlâna’nın mübarek merkatınin etrafını süsleyen altın ve gümüş kandiller
Selçukî ve Osmanlı devirlerinin hükümdarları, emirleri, Mevlâna sevenleri ve zenginleri tarafından hediye
edilmiş kıymetli eserlerdir.
Çinilerinden dolayı Arapça ‘Kubbe-i Hadra’ denilen Mevlâna ile oğlu Sultan Veled’i altına alan
kubbeye Türkler Yeşil Kubbe derler. Kubbenin üstündeki mahruti çadırı andıran kısmından dolayı böyle
adlandırılmıştır. Kubbenin mahruti kısmının çinileri son tamirden sonra döküldüğü için 1963 yılarında üstüne
muvakkaten tahta ve çinko kaplanmıştır. Mevlâna’nın ve oğlunun sandukalarının üstündeki som sırma ile
işlenmiş gözleri ve gönülleri avlayan örtü Sultan II.Abdülhamid’in hediyesidir. Sandukaların baş taraflarına koyu
yeşil sarık sarılmış birer Mevlevî külâhı (Sikkesi) konulmuştur. Post kubbesinden bakınca öndeki Mevlâna’nın
1385
- Kitabımızın Mevlana Türbesi bölümüne bakılsın.
1386
- Halil Edhem Bey merhum Türk Tarih Arkeologya ve Etnografya Dergisi, sayı:3, sahife: 147,150
415
sandukasıdır. Mevlâna ve Sultan Veled’in doğu tarafında; baş tarafı yüksek tahta sandukanın altında
Mevlâna’nın babası Sultanü’l-Ulema ebedi uykusunu uyumaktadır. Kitabımızın başka yerinde genişçe izah
ettiğimiz gibi Selçuklu devri ahşap sanatının bu şaheseri sanduka Mevlâna’nın üstünde idi. Sonra babasının
üstüne kaldırılmıştır. Baş tarafı yüksek olduğu ve üstüne de örtü örtüldüğü için insana ayakta duruyormuş gibi
görünür. Bundan dolayı da Mevlâna’nın nâşı marketine indirilirken saygısından dolayı babasının ayağa kalktığı
şeklinde yanlış rivayetler ortaya çıkmıştır.
4- SEMAHANE PAVYONLARI:
Post kubbesinin kuzeyinden büyük kubbenin örttüğü semahaneye geçilir. Burasını ve batısındaki
mescidi Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştır. Semahane Mevlevî ayininin yapıldığı yani dedelerin
döndüğü(sema yaptığı) yerdir. Buraya Meydan-ı Şerif ayinin yapılmasına da ‘mukabele’ denir. Semahanenin
doğusunda seyircilere mahsus üstte kadınlar, altta erkekler için mahfiller, kuzey tarafında ‘mutrip’ denilen saz ve
söz heyetine mutriplere mahsus hücre vardır.
Mutribin önünde post makamı denilen Mevlevî şeyhinin, çelebinin, tarikatçının, mesnevîhanenin,
aşçıbaşının, türbedar gibi Mevlevî ulularının postlarının serildiği yer vardır. Naat kürsüsü de buradadır.
Mahfellerin üzerindeki levhalarda Mevlâna’nın Mesnevîsinin ilk 18 beyti yazılıdır. Mevlâna bu beyitleri
Mesnevî kitabına kendi eliyle yazmış diğerlerini Çelebi Hüsame’d-din’e dikte ettirmişti. Semahaneye son
zamanlarda bir bankanın hereke fabrikasında dokutarak hediye ettiği iki parça halinde çok güzel bir halı
serilmiştir.
Semahanede eserler vitrinler için teşhir edilmektedir.
1387
- Tarih hazinesi adlı mecmuanın sayı: 4, sahife: 196-197’de Eski Konya Müze Müdürü Yusuf Akyurt’un be şamdan
hakkındaki makalesi görülmektedir.
416
olmak ise de bu bizce hürriyet ve saadettir. Sevgilimin boyunu, posunu bir kere görmek saadetine eren kimse bir
daha bahçelerdeki servileri temaşaya tenezzül etmez.”1388
Buradaki renkli, camlardan yapılmış kandiller de çok kıymetli tarih yadigârlarıdır. Birisinin ağız tarafını
El’alim’ler süslemektedir. Semahane kubbesinden sarkan zincirlere tutturulan kandiller XIX. yüz yıl eserleridir.
Gördüğümüz vitrinde türbeler ve tekkeler kapadıktan sonra Şems-i Tebrizi mescit ve zaviyesinden 9
Kanunu evvel 1926’da müzeye getirilmiş Şems’e nispet edilen Alem vardır. Müzenin 429 sicil numarasında
kayıtlı bulunan bu Alem tunçtandır. Üstünde ‘’اﷲCelâl lâfzı vardır. Armud biçimindeki gövdesinin ortasını
hendesi şekillerin ve yaprakların ördüğü bir şebeke süsler. Lafza-i Celal’ın altında ve sapın yanlarında ağızlarını
açmış birer ejder kafası vardır ‘’اﷲLafzının içinde ve şebekenin çerçevesinde Fetih Sûresi’nin bazı ayetleri
yazılıdır. Uzunluğu 0.37 ve gövdenin en geniş yerinde eni 0.145 metredir. Ağırlığı 1 kilo 80 gramdır. Rivayete
göre Şems-i Tebrizi bu alemi değneğinin başına takarmış. Tarihi kaynaklara göre aşıkların ve gezginlerin böyle
alemli asaları vardı.1389 O devrin birçok İran eserlerinde böyle ejder başları görülür. İstanbul’da askeri müzede
ejder başlı alemler vardır.
Buradan yürürken karşıdaki erkekler mahfelinde Mevlevî sema’ını tasvir eden bir kompozisyon vardır.
Mutrıpler hücresinde de sema’ı tasvir eden bir levha görülür. Mescitle Semahaneyi ayıran alçak duvarın
önündeki 4 numaralı vitrinde ağaç eserler arasındaki iki ceviz Kur’an rahlesi Selçuklu devrinin çok kıymetli
yadigârlarıdır. 374 envanter numarasında kayıtlı olan ceviz rahle Sahib Ata’nın Hadim Cemale’d-din tarafından
h.678-m.1279 yılında Mevlâna’nın ölümünden 6 sene sonra yaptırılarak Mevlâna’nın ölümünden 6 sene sonra
yaptırılarak Mevlâna Türbesi’ne hediye edildiği üstündeki Arapça şu vakfiye kitabesinden anlaşılmaktadır: ‘ وﻗﻒ
678 ’هﺬا اﻟﺮﺣْﻞ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﺮﺑﺔ اﻟﻤﻄﻬﺮة ﺳﻠﻄﺎن اﻟﻌﺎرﻓﻴﻦ ﺟﻼل اﻟﺤﻖ واﻟﺪﻳﻦ ﻗﺪس اﷲ ﺳﺮﻩ ﻋﺒﺪﻩ ﺟﻤﺎل اﻟﺪﻳﻦ اﻟﺨﺎدم اﻟﺼﺎﺣﺒﻰ ﻓﻰ ﺳﻨﻪ
Rahlenin dışı kabartmalarla içi renkli resimlerle süslenmiştir. İçindeki resimde Selçuklu Devleti’nin
arması mahiyetindeki çift başlı ‘Uhu Kuşu’ görülmektedir.1390 Bunu muhtelif pozlardan aslan tasvirleri
sarmaktadır. 375 numarada kayıtlı rahle de muhteşem bir Selçuk eseridir. üstünde kabartma halinde süsler ve
Selçuk yazısı ile hadisler vardır. Diğer rahleler, sedefle ve fil dişi ile işlenen çekmeceler Osmanlı devrinin bize
kadar gelen XVI., XIIII. yüzyıl hatıralarıdır.
Bundan sonraki 9 numaralı vitrin eski, yeni Mevlevî Musikisi’ne ait sazlara ve tarab aletlerine tahsis
edilmiştir. Burada keman, kemane, rebab, daire, halile (Çalpara) kudüm ve zahmeleri ile koleksiyon halinde şu
ney çeşitleri teşhir edilmektedir:
Davud, Şahmansur, Bolahenk, Mabeyn, Kıznayı, Şahnısfiye, Müstahsen, Dügah, Girift.
Bunların arasında meşhur neyzenlerden Aziz ve Emin Dede’lerle Neyzen Tevfik’in neyleri de vardır.
Burada Mevlevî Musikisi notaları ve güfte mecmuaları da teşhir edilmiştir.
Semahaneyi post kubbesinden ayıran civan kaşı gibi kemerin altına yekpare mermerden zincir ve kafes
halinde işlenmiş eserlerle çeşitli kandiller asılmıştır.
1388
- Tarih Hazinesi Mecmuası, sayı: 4, sahife:199
1389
- Tarih Hazinesi, sayı: 1, sahife: 43
1390
- Armalar ve kuşlar hakkında: Anıtları ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi kitabımızın 308-320 sahifelerinde geniş bilgi
vardır.
417
Kur’an, Mevlâna Cami’nin 944’de yazılmış Sübhatü’l-Ebrar’ı aynı tarihli Osmanlı yazması Hadikatü’s-Süeda,
XIX. asırda yapılmış Osmanlı padişahlarının tasvirleri, kubbe altının şimal tarafında 999luk iri taneli, ceviz
ıhlamur ağacından yapılmış iki zikir tespihi teşhir edilmektedir. Bunlardan siyah olanının Mevlâna’nn torunu
Ulu Arif Çelebi’ye ait olduğu söyleniyor.
Mescidin doğu tarafındaki vitrinde Mevlâna Dergahı’na ait bazı menkul yadigarlar teşhir edilmektedir.
Bunların arasında Menakibü’l-Arifin müellifi Eflaki’nin fildişinden yaptığı Kıblenüma, türbenin gümüş kapısının
gümüş anahtarları incili anahtar kesesi, murassa Lihye-i Saadet kutusu, gümüş şamdanlar teşhir edilmektedir.
Mescidin şimal tarafındaki duvara üstündeki nakışlara kuşa benzetilerek kuşlu halı denilen XV. asra ait bir Uşak
halısı asılmıştır.
Mescidin kıble tarafındaki vitrinlerde kilimler ve seccadeler teşhir edilmektedir. Birinci vitrinde görülen
kilim parçası bir Selçukî devri eseridir. Beyşehri’ndeki Eşrefoğlu Camii’nden getirilmiştir.
Burada şu kıymetli seccadeler de teşhir edilmektedir:
1- Müzenin 223 envanter numarasını taşıya 1.80x1.16 ebadındaki büyük seccade maddi ve manevi
değeri çok yüksek bir Selçuklu devri eseridir. Secde yerinde devrinin sülüsü ile ‘Allühü Ekber’ yazılıdır.
Yarısından sonra üç yerinde şu âyeti kerime okunur: ‘ ن اﻟﻔَﺠﺮ َ / ن ﻗُﺮﺁ
ّ ﻖ اﻟﻠﻴْﻞ ِا
ِ ﺴ
َ ﻏ
َ / ﺲ اﻟﻰ
ِ ك اﻟﺸﻤ
ِ َأﻗِﻢ اﻟﺼّﻠﻮ َة ِﻟﺪُﻟﻮ
’آﺎن ﻣَﺸﻬﻮدا
Üstünde bulutlar, hendes şekiller, çiçekler ve dallar vardır. Beher santimetre karesine 31 ilmek
düşmektedir. Seccade 650 bin ilmekle yapılmış demektir. Bir rivayete göre bu seccade h.622-m.1225 yılında
Sultan I. Alâe’d-din tarafından Mevlâna’ya düğün hediyesi olarak verilmişti. Bir başka rivayete göre başka bir
şark hükümdarı hediye etmiştir. Seccade 750 yaşını çoktan doldurmuştur.1391
2- Santimetre karesinde 144 ilmek bulunan ve 3 milyon ilmekle meydana gelen 1.77x1.11 metre
ebadındaki ipek seccade bu sanat’ın şaheser örneklerindendir. Bazı atkılarında gümüş sırmalı tellerde vardır.
secde yerinde Kâbe resmi görülmektedir.
Resmin iki tarafında bulutlar vardır. Ortası, dallarla, yapraklarla bir çiçek bahçesi haline getirilmiştir.
Kenarlarına güzel bir tâlik ile Farsça şu 8 mısra dokunmuştur:
آﺸﺖ اﻳﻦ ﺳﺠﺎدﻩ درﺟﺎ ﺑﺮ ﺗﻤﺎم - ز اهﺘﻤﺎم ﺧﺎدم ﺷﺮع ﻧﺒﻰ
ﻳﺎﻓﺖ اﺗﻤﺎﻣﻰ ﺑﭽﻨﺪان اهﺘﻤﺎم - در ﺟﻮار ﻣﺮﻗﺪ ﺳﺒﻂ رﺳﻮل
ﺣﺎﻣﻰ ﺷﺮع ﺁن ﺷﻪ ﻋﺎﻟﻴﻤﻘﺎم - ﺧﺎﺻﻪ ﺑﻬﺮ ﻣﻌﺒﺪ ﻇﻞ ﺧﺪا
ﺁﻧﻜﻪ ﺻﺪ اﺳﻜﻨﺪر اﺳﺖ اورا ﻏﻼم - ﺷﺎﻩ اﺳﻜﻨﺪر ﻧﺸﺎن ﺳﻠﻄﺎن دﻳﻦ
Bu mısralar dilimize şöyle çevrilir:
“Peygamber’in şeriatının hadiminin ihtimamıyla yerinde temam oldu. Peygamber’in torununun merkatı
civarında ihtimamlarla bitti, tamamlandı. Tanrı’nın gölgesi, yüce makamlı, şer’in hamisi olan padişahın mabeti
için bilhassa yapıldı. O dinin Sultanı, İskender sîretli bir şahtır ki yüz İskender onun kölesidir.”
Bu seccadenin ne vakit Mevlâna dergahına girdiği, kimin tarafından hediye edildiği hakkında henüz bir
vesika yoktur. Konya Müzesi’nin eski müdürlerinden Mehmed Yusuf Bey bunun ısfahanda yapıldığını
söylüyor1392 ve şunları ilave ediyor:
“Müzeyi ziyaret etmiş olan ecnebi ve yerli mütehassıslar bu seccadenin 600-700 senelik olduğunu
söylüyorlar.”
Burada XV yüz yılda Gördes’de yünden dokunmuş 1,64x1,18 metre ebadında beyaz mihraplı bir
seccade daha teşhir edilmektedir. Bir de XVII. yüz yılda Sivas’ta yapılmış ipek seccade vardır.
Seccadelerin arasındaki ahşap kapı Semahanedir. Üstünde ‘’ﻳﺎﻣﻔﺘﺢ اﻻﺑﻮاب ﻳﺎﻣﺴﺒﺐ اﻻﺳﺒﺎبyazılıdır.
1391
- Tarih Hazinesi Mecmuası, sayı: 12, sahife:617
1392
- Konya Asar-ı Atika Müzesi Rehberi
418
Bu pavyonlarda saydığımız kumaşlardan yapılmış giyim eşyası da teşhir edilmektedir. Bunlar da
renkleri biçimleri itibariyle tetkike değer eserlerdir.
Derviş hücrelerinin başlarındaki iki hücre örnek derviş hücreleri olarak tanzim edilmiş ve döşenmiştir.
8- Etnografya Pavyonu:
Bu pavyon; Mevlâna Müzesi’ne bağlıdır. Mevlâna Dergâhı’nın eski matbahında 1960 yılında
açılmıştır. Burada daha çok etnoğrafik eserler teşhir edilmektedir. Bunlar arasında Konya el sanatı eserleri,
dergâhın eski matbah takımları tekke eşyası, Konya kaşıkları, külâh ve keçeleri kadın erkek elbisesi, tespih ve
lüle koleksiyonları, halı ve kilimler, uçkur, peşkir çorap para ve saat keseleri yaşmaklar, ibrik ve leğenler, yer
almaktadır.
1393
- Alaiye, sahife 74,79
1394
- Erzurum Tarihi, sahife: 310-313
419
Bu Ongun; petrol rengi yeşil zemin üzerine nakledilmiştir. çiniler içinde üstünde devrinin yazılarıyla
sarayı tavsif ve tasvir eden yazılar vardır. Bir parçada bu sarayın ‘Saray-ı Cihan= Cihan Sarayı’ şeklinde tavsif
edildiğini görüyoruz.
Çinilerde baharın bütün renkleri, birçok çiçekler, yapraklar, dünyanın makbul kuşları, kara ve su
hayvanları canlandırılmıştır.
Saray panoları neşe ve şevk kaynağı sayılan kadın ve erkek giyiniş tarzlarını da gösterirler. Kanatlılar
arasında leylek, tavus, kartal, elma, erik kuşları da vardır.
Çinilerde ve mozaiklerde hendesinin birçok şekilleri de muvaffakiyetle kullanılmıştır.
Karatâyî Türbesi’nin içinde kitabeli mezar ve mabet çinileri vardır. Fakat bunların hemen hepsi param
parça bir haldedir
Birisinin üstünde şunlar kalmıştır:
............ ﺑﺴﻢ اﷲ -1
....... اﻟﻠﻬﻢ اﻏﻔﺮ ﻟﻌﺒﺪك -2
...... اﻟﻰ ﻋﻔﻮك ورﺣﻤﺘﻚ اﻟﻤﻌﻴﻦ -3
420
Selçuk hükümdarlarının ve Selçuk ulularının mumyaları da çeşitli şekillerde yok edilmiştir. Öyle
zannediyoruz ki bu gün Konya’da tek bir mumya kalmamıştır.
Muhterem dostum mütehassıs Doktor kıymetli sanatkar Muin Tayanç eski mezar taşlarının
üzerlerindeki süs motifleri toplamakta büyük bir maharet göstermektedir.
Konya’ya gittiğini, kabristanlarda Selçuk devri mezar taşlarına hemen hemen rastlamadığını, hayal
kırıklığına uğradığını bana yana yakıla anlattı.
Yarım asır evvel Konya kabristanları taş ormanı halinde idi.
55 yıl kadar evvel Yaka’daki bağımızdan mektebime gidip gelirken akşam sabah Garipler Mezarlığı’nın
içinden geçerdim. Burası pek kıymetli ve muhteşem Selçuk mezar taşları ile ve sandukaları ile dolu idi. Yol aşırı
Sadreddin-i Konevi mezarlığına kadar uzanırdı. Nerede o taşlar, o sanat pırlantaları?
Musalla’da, Yüksek Mezarlık’ta böyle idi. Alae’d-din Camii havlusunun mezarlığı Selçuk, Karaman ve
Osmanlı devrinin meşhur ve büyük ölülerinin mezar taşları ve sandukaları ile dolu olduğunu mahallemizde
olduğu için pek iyi bilirim.
Harf inkılâbını ve geçirilen çeşitli merhaleleri tarih düşmanlığı şekline sokan bedbahtlar Konya
abideleri’ni ve kabristan taşlarını, eserler üzerindeki tuğraları mahvetmişlerdir. Büyüklerine hürmet etmeyenlerin
kendilerinin de hürmet görmeyecekleri mealindeki çeşitli büyük sözleri ve sözlerin büyükleri bir tarafa itilmiş
gibidir.
Tarihi eserler; Avrupai anlamı ile kurulan 1317-1340 Rumi yılı Konya Asar-ı Atika Müzesi’nde
toplanmıştı. Taş vesikalar ve abideler de burada idi. Bunlar sonra Mevlâna Müzesi’ne kaldırılmışlardı. Bir ara
Zeki Oral’ın müze müdürlüğünde bulunduğu zaman taş vesikaların Alae’d-din Camii havlusuna perişan bir
şekilde atıldıklarını görmüştüm. O vakit ilgililerin dikkatlerini çekmiştim.
Kitabeler, resimler, yağmur, dolu, kar güneş altına ve çamurların içine gelişi güzel atılmışlardı.
Atılırken birçok kitabeler ve resimler parçalanmış bazıları silinmiş, ezilmişti. Böylece vesikaların birçokları
eriyip gitmişti.
Şimdi bunların İslami olanları Selçuklu devri taş ve ahşap eserleri müzesi haline getirilen Sahib Ata’nın
İnce Minare Darü’l-Hadisi’nde toplanmıştır.
Başlı başına bir Selçuk mimarisi, çinisi, hattı ve güzel sanatları müzesi olan İnce Minare bunları almaya
kâfi gelmediği için her birisi ayrı ayrı camekanlarda pamuklar içinde saklanması lazım gelen taş vesikalar,
kitabeli taşlar Darü’l-Hadis’in bahçesinde dört mevsimde değişen tabiatın her türlü tecillilerine ve afetlerinin
tesirine adeta arz edilmiştir.
Yağmur, kar, don ve müthiş güneş harareti kitabelerin, motiflerin birçoklarını eritmiş, patlatmış,
çatlatmış ve vuzuhlarını kaybettirmiştir. Bunların derhal tabiat afetlerinden uzak bir yerde muhafaza altına
alınmaları lazımdır.
Fatih’in yaptırdığı ve tamir ettirdiği Konya Kalesi’nin kapısı üzerine nişancı ve sonra sadrazamı
Mevlâna’nın torunlarından Konyalı Mehmed Paşa tarafından hazırlanan Arapça bir tarih manzumesini taşıyan
pırlanta kadar kıymetli som mermer taş iki parçaya ayrılmıştır Yirmi sene evvelinkine nazaran yazıları da donun
ve yağmurun tesiri ile erimeye başlamıştır.
Tabiat hemen bütün kitabeleri çeşitli afetleriyle eğelemeye devam etmektedir.
Bu müze şubesi 1956 yılında ziyarete açılmıştır.
Darü’l-Hadis’in içinde, methalde, kubbe altında taş, eyvanlı mescit ve dershanede ahşap eserler teşhir
edilmektedir. Kubbe altında teşhir edilen eserlerden mühim bir kısmı şimdi yok olan Ehmedek denilen
Konya’nın iç kalesi ile dış kalesinin kapı üstlerinden, burç ve bedenlerinden arta kalan yadigarlardır. Bunların
çoğu I.Alaeddin Keykubad tarafından bir çeşit varlık vergisi, şeklinde inşa yarışı ile yaptırılan dış kalede
kullanılmış gayr-i İslami devirlere aittir. Bunların çoğu Roma eserleridir. Frikyalılar’a ve eski Karaman iline
hakim olan başka kavimlere ait olanları da vardır.
Bunlar kale inşa yarışı devam ederken Selçuklu emirler, zenginler tarafından uzak, yakın gayr-i İslami
devirlere ait eski binalardan harabelerden ve döküntülerinden sağlanmışlardır.
Bunlar henüz ciddi ve ilmi bir tasnife tabi tutulmamışlardır. Çok eskiden yapılmış kaba taslak bir tasnif
yaşatılmaktadır. Müzenin adı burada yalnız Selçuklu devri taş ve ahşap eserleri teşhir edilmesini icap ettirirken
daha evvelki ve sonraki devirlere ait eserler de vardır. Ad, adlandırılana, klasik ifade ile isim müsammaya
uymalıdır. Burada teşhir edilen eserlerin başında Konya Kalesi’nin kalıntılarının çift başlı ve kulaklı yırtıcı
esatiri kuş Ongun gelir. Bu seksiyonun 881 numarasına kayıtlıdır. 1,20x0,98 metre ebadındadır. Renkli mermere
yüksek kabartma halinde hakkedilmiştir.
882 numarada tek başlı ve kulaklı bir Ongun kuş kabartması daha vardır.1395
Bunun bir Roma eseri olduğu anlaşılmaktadır. Atena’yı temsil ediyor.
Burada 880 numarada ortasında nefis ir sülüs ile ‘Es-Sultan’ yazısı ve yanlarında açık kanatlı birer kuş
bulunan bir kitabe parçası daha vardır. Bu da gösteriyor ki Selçuklular’ın kuştan bir Ongun’ları vardır. Kubad
1395
- Ongun kuşlar hakkında Abideleri ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi adlı eserimizin 308-318 sahifelerinde geniş malumat
vardır.
421
Abad ve Konya’daki Selçuk Kasırlar’ı harabelerinden çıkan çiniler ve alçı süsler üstlerinde de birçok kuş
ongunları görülmektedir.
Kulaklı ve çift başlı yırtıcı kuşun mukaddes olarak kullanılmasının çok eski bir tarihi vardır. Alaca
Hüyük kazısında çıkan çift başlı kuşla Alae’d-din Kalesi’nden arta kalan kuş arasında bir fark yoktur.
Artıkoğulları, Mengucekoğulları’ Konya Selçukuler’i ve İlhanlılar bu Ongun’u kullanmışlardır.
II.Murad’ın Tire’de, oğlu Fatih II.Sultan Mehmed’in Konya’da bastırdığı bakır paralar üstünde çift başlı
kulaklı kuşlar görüyoruz.
Erzurum Tarihi adlı kitabımızda genişçe izah ettiğimiz gibi ‘Uhu-Uğu-Pugu-Puhu’ kuşu Oğuz’un altıncı
oğlu Daghan’ın Ongunu’dur.
Bu Ongun’un tek ve çift başlı kullanıldığını da sanıyoruz.
892 numarada kayıtlı bir Selçuk kabartmasında başında sarıklı serpuş bulunan birisine avcı Ongun
kuşlardan birisinin sunulduğu görülmektedir.
886 numarada efsanevi Anka’ Kuşu’nun bir kabartmasını görüyoruz. Selçuklular’ın; balığı da bir süs
olarak kullandıklarını yine kaleden alınan 1221 numarada kayıtlı ortasında Arapça Konya Kalesi’nin yapıldığı
618 tarihini gösteren kitabenin iki yanlarındaki yazıya doğru dönmüş birer balık kabartmasından anlıyoruz.
887 numarada kayıtlı üstünde fil ve esatiri bir mahluk kabartması ve 890 numarada kayıtlı üstünde ejder
kabartmaları bulunan mimari döküntüler gayr-i İslami devirlerin hatıralarıdır.
Kubbe altına girince sağda ve solda teşhir edilen kanatlı kadın başlı mermer taş kabartmalar da yıkılan
Konya Kalesi’nden alınmışlardır.
Burada Konya Kalesi’nden nakledilmiş roma devri aslan heykelleri ve aslan heykeli başları da teşhir
edilmektedir.
Darü’l-Hadis’in aynı zamanda dershane olan mescidinde kıymetli ahşap eserler vardır. Bunların da
müzenin adına uygun olmayarak teşhir edildikleri görülüyor. Burada Selçukîler’ Osman’ Karaman ve
Eşrefoğulları devirlerine ait ahşap eserleri görüyoruz.
Burada 540–344 numarada Konya’da Beyhekim Mescidi’nin hendesi ve nebati kabartmalarla süslü ve kitabeli
Beyşehiri’ndeki Eşrefoğlu Camii’nden getirilmiş 1201 numarada ve Ermenek’teki Sipahi Camii’ne ait 1046
numarada kayıtlı pencere kanatları cidden çok muvaffak sanat yadigarlarıdır.
Konya’daki Karamanoğulları devri eserlerinden Hasbeyoğlu Dârü’l-Huffazı’nın muhteşem ahşap kapısı
da burada teşhir edilmektedir.
Kubbe altında Selçuklu ve Karamanoğulları devrine ait bazı kitabeli mezar taşları da vardır.
1001 numarada kayıtlı Karamanoğlu Ahmed Bey’in, 919 numarada Tacvezir’in torunu Şeyh Sureti’nin
(Ölümü 743) ve Konya’da çeşmeler yaptıran Südün Ağa’nın kızı Sitte Nefisi Hatun’un mezar taşlarını görüyoruz.
Darü’l-Hadis’in dışında güney tarafındaki açık havlusunda tarihin birçok kör düğümlerini çözecek eşsiz
tarihi kitabeler ve mezar taşları vardır. Fakat bunlar yukarıda da söylediğimiz gibi tamamen ihmal ve tabiatın
tahribine terkedilmiş durumdadırlar. Bunların derhal bir kapalı yere kaldırılmaları ve yahut üstlerinin sayvanlarla
örtülmesi lazımdır.
Bu eserlerin başında bizim yirmi sene evvel Konya’nın Kavaklı Köyü’nde bir camiin havlu duvarında
bularak bu kitabımıza yazdığımız ve 1945 de neşrettiğimiz ‘Nasrettin Hocanın Şehri Akşehir’ adlı kitabımızın
386. sahifesinde ilim alemine tanıttığımız Gömse Hanı’nın h.612-m.1215 tarihli Arapça kitabesi gelir.1396
Burada 1005 numarada Fahre’d-din Ali’nin 687 de ölen kızı Güra ‘’آﺮاhatun’un sanduka şeklinde mezar
taşı vardır. Baş tarafında:
آﺮا ﺧﺎﺗﻮن ﺑﻨﺖ
ﻓﺨﺮ اﻟﺪﻳﻦ ﻋﻠﻰ
رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ
Ayak tarafında da:
ﻓﻰ ﻳﻮم...
اﻟﺠﻤﻌﻪ
رﺑﻴﻊ اﻻول ﺳﻨﺔ
ﺳﺒﻊ وﺛﻤﺎﻧﻴﻦ وﺳﺘﻤﺎﻳﻪ
yazılıdır.
903 numarada Şeker Füruş Hasan’ın 619 tarihli Mescit Kitabesi, 936 numarada Fatih’in sadrazamı
Mevlana’nın torunlarından Konyalı Nişancı Mehmed Paşa’nın Konya Kalesi için yazdığı Arapça manzum Tarih
Kitabesi,1397 905 ve 906 numaralarda Nalıncı Baba Medresesi’nin kapı parçaları ve mimarını gösteren Külük
İbn-i Abdullah Kitabesi, Konya’da Akıncı Aslantaş Mahallesi’ndeki (Bizim mahallemiz) Akıncı Mescidi’nin
h.607 –m.1210 tarihi kitabesi teşhir edilmektedir.
1396
- Bu kitabenin varlığı bu kitabımızdan öğrenilmiş, Konya Müzesi’ne getirilmiş ve sonra da gökten zembille inmiş gibi
hiçbir me’haz gösterilmeden şurada burada neşredilmiştir.
1397
- Bu kitabe dikkatsizlik yüzünden iki parça olmuştur. Kar, don ve yağmurdan yazılar da erimeye başlamıştır.
422
Burada Selçuklu, Karamanoğulları devrine ait mezar taşları ve mimari tezyinat kalıntıları da teşhire
konulmuştur.
423
Alaeddin Tepesi’ndeki Rum ve Ermeni Kiliseleri’nin hatirelerinde kabristanlar vardı. Sille’de de birçok
Müslüman, Hıristiyan mezarlığı vardır.
Biz Konya kabristanlarında ve müzeleri de bulunan kitabeli mezar taşları için müstakil bir kitap
hazırlıyoruz. Neşredeceğiz.
424
Bu taşın yanında 796 numaradaki kitabeli taş tâ Hatunsaray yakınındaki Silistra Şehri adına dikilmiş bir
şeref abidesinin kaidesidir. Bu iki şehrin adlarının İncil’de geçtiğini ve Senpol’un Hıristiyanlığı yaymak maksadı
ile ziyaret ettiği şehirlerden bulunduğu söyleniyor.
Burada başında iki boynuzlu miğfer bulunan bir asker kabartması da vardır. Bu Bozkır’dan getirilmiştir.
Boynut kudret ve kuvveti ifade ederdi. Makedonyalı Büyük İskender’in miğferleri de iki boynuzlu idi.
Araplar buna ‘Zü’l-karneyn’ derler ki iki boynuzlu demektir.
İskender’in paralarının üstünde iki boynuzu bulunan miğferli başı süsler. Konya Arkeoloji Müzesi çok
zengindir. İlmi bir rehbere ihtiyacı vardır.
SAĞLIK MÜZESİ
1931 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından Şerefeddin Camii karşısındaki Hacı Ali
Muallimhanesi’nde açılan bu müze Alaeddin Bulvarı üzerindeki binasına nakledilmiştir. Hastalıklar mulajlarla
ve resimlerle izah edilmektedir. Her gün açıktır.
************************** S O N *************************
425