You are on page 1of 174

Celeste Bradley - Gönlünü Kimseye Kaptırma

www.CepSitesi.Net

Birinci Bölüm
Londra, 1813
Mortimer Applequist ile 7 Nisan 1813’te hayal gücü ve hiddet yüklü bir anda evlenmişti. O bir kocadan,
insanlar ilişkilerine fazlaca burnunu soktuğunda söz edilebilecek bir isimden öte bir şey değildi. En azından
bu açıdan Bayan Agatha Cunnington için oldukça uygun biriydi.
Yani şimdiye kadar.
Yolculuğunun başında Agatha sayamayacağı kadar çok kez durdurulup engellenmeye çalışılmıştı. Her
defasında iyi niyetli birileri onun kendi kendisine bu kötülüğü yapmamasını için çabalamıştı.
Sanki bir kadın kocasının gözetimi olmadan bir bilet alıp
Lancashire’dan Londra’ya seyahat edemezmiş gibi!
Oysa evli olduğunu ilan ettiğinden beri destek, nezaket ve saygıdan başka hiçbir şeyle karşılaşmamıştı.
Bir kocası olduğu yalanını neden yıllar önce uydurmamıştıki!
Çünkü zavallı Mortimer’ın yalnızca gerekli olduğunda bahsedilen bir isim olması fikrinden
hoşlanmıyordu. Yol culuk süresince onu defalarca gözünde canlandırmıştı. Ne de olsa Mortimer onun
yarattığı biriydi, öyle değil mi?
Uzun boyluydu ama iri değil. Seçkindi ama züppe değil. Esmerdi ama kapkara değil. Bir de yüzünü tam
olarak gözünün önüne getirebilmiş olsaydı, hayalinden uydurduğu eşinin her şeyinden memnun olacağına
hiç şüphesi yoktu.
Şehre vardığında Mortimer giderek daha da işe yarar hale gelmişti. Saygın bir semt olan Carriage
Square’de küçük bir ev -tamamen kendisine ait bir ev! - kiralarken ve bu ev için birkaç hizmetçi işe alırken
oldukça fayda sağlamıştı.
Her şeyden önemlisi Mortimer ona kayıp kardeşi -James’i araştırmak üzere gitmesi gereken her yere
gitmesi için izin vermişti.
Fakat Agatha bir an önce bir plan yapmazsa tüm bunlar bugün sona erebilirdi.
Büyük salondaki saat vurduğunda genç kadının içini daha da yoğun bir çaresizlik kapladı. Yeni evinin ön
holüne ilerlemek üzere döndü, gözü ne gül desenli duvar kağıdını ne de satın alırken büyüsüne kapıldığı
koyu renk ahşabın ışıltısını görüyordu şu an. Kollarını sıkıca kavuşturmuş, başı öne eğik halde endişe verici
düşünceler içinde kayboluyordu.
Hayatındaki adamlar neden onlara ihtiyaç duyduğunda etrafında olmazlardı ki!
Pearson’a kocasıymış süsü verebilirdi - hayır, o fazla yaşlı ve kabaydı. Peki ya Harry? Hayır, o da henüz
çocuk sayılabilecek kadar gençti. Pearson’a iyilik olsun diye Harry’yi işe almıştı ama kahyanın yeğeni hem
hantal hem de beceriksizdi.
Bir adama ihtiyacı vardı, hem de acilen!
Simon Montague Raines ya da bilinen adıyla Simon Rain, değiştirdiği kılığını kontrol etmek için Carriage
Square’deki evin hizmetçi girişinde durdu. Yüzü ve elleri kurumla kaplıydı, bir omzunda asılı duran uzun
süpürgelerde oldukça kullanılmış gözüküyordu. Bir zamanlar ekmeğini bu işten çıkardığı düşünülürse zaten
böyle olmaları gerekiyordu.
Şık girişi ve ovulmuş basamaklarıyla hedeflediği ev dışarıdan olabildiğince sıradan görünüyordu. Böylesi
zararsız bir görünümün ardında böylesi bir ahlaksızlığın saklı kalabilmesi hayret vericiydi. Kötülük,
yalanlar, hatta ihanet.
Kira sözleşmesi Bayan Mortimer Applequist adınayken, kira Simon’ın haftalardır takip etmekte olduğu
bir hesaptan ödeniyordu. Hesap, hainliğin ne demek olduğunu iyi bilen bir adama aitti.
Herhangi bir baş casus gibi aslında Simon da bu göreve ekibinden birini görevlendirmeli ve tarafsız,
mesafeli kalmalıydı.
Fakat Simon bu meselenin kişisel bir hal aldığını kendi kendine itiraf etmek zorunda kalmıştı. Biri
adamlarını öldürüyordu. Üstelik bu adamların kimlikleri birbirlerini bile nadiren tanıyabilecekleri kadar
gizliyken.
Yalancılar Kulübü’nde yalnızca iki adam üyeleri teker teker yok edecek derecede bilgiye sahipti. Simon
ve diğer bir adam. Haftalardır kendisinden haber alınamayan bir adam. Londra Bankası’ndaki hesabı aniden
kabaran bir adam. Simon’ın bankadaki kaynaklarına göre şu anda önünde durduğu evin kirasını ödeyip içini
dekore edebilecek kadar iyi kazanan bir adam.
Simon yüzünde acımasız bir gülümsemeyle çalı süpürgelerin saplarını kavrayarak son bir kez o nefret
edilen baca temizleyicisi rolünü oynamak üzere harekete geçti. Her şey İngiltere Krallığı’nı korumak içindi,
şüphesiz.
Durum giderek ümitsizleşiyordu. Agatha bütün sabah tüm üretkenliğiyle bir çözüm aramasına rağmen
henüz hiçbir çıkar yol bulamamıştı. On holde serili olan hah onun deli gibi dolanıp durmasından ötürü
neredeyse düzelemeyecek derecede aşınmış durumdaydı.
Hızla arkasına döndüğü sırada ayağı az önce orada olmayan bir engele takıldı. Şaşkınlıkla tökezledi ama
neyse ki düşmedi.
Hanımefendi! iyi misiniz? Geldiğinizi görmedim.
Agatha gözlerini kırpıştırdı ve önündeki karaltıya bir anlam vermek istercesine baktı. Siyah palto, siyah
süveter ve pazen sabahlığının kol kısmını saran siyah eller.
Elbisem!
Ah, hızlı karar vermek durumundaydım. Yere düşmeden önce kollarınızın mı yoksa poponuzun mu
kirlenmesini tercih edeceğiniz hakkında yani. Görünüşe bakılırsa yanlış karar vermişim.
Onunla dalga geçiyordu ve oldukça da kabaydı. Agatha adamı kovmak üzere kafasını kaldırdı ve...
Onun gece - ya da kurum - kadar karanlık yüzüne baktığında hayatı boyunca gördüğü en m» gözlerle
karşılaştı.
Kurum! Elbisesi kurumla kaplanmıştı, hem de tam Leydi
Winchell’i beklerken...
Kurum.
Baca temizleyicisi.
Adam.
Ona yeniden baktı. Bir tazı kadar formda görünüyordu. Tıpkı Mortimer gibi. Kurum bile düzgün fiziğini
gizlemeye yetmemişti.
Üzgünüm, hanımefendi. Bu çok güzel bir elbise... Ya da güzeldi diyelim. Kurum lekesinin çıkacağını pek
sanmıyorum ama...
Adam mükemmeldi.
Durum giderek ümitsizleşiyordu. Agatha bütün sabah boyunca Agatha, Kurumu dert etmeyin, diyerek
onun sözünü kesti. Benimle gelin.
Adam ona bakarak gözlerini kırpıştırdı ve Agatha adamın gözlerinin safir parlaklığından büyülenmeden
edemedi. Ardından onun kıpırdamadığını fark etti.
Hadi gel.
Adam yeniden gözlerini kırpıştırdı ve omuz silkerek genç kadının peşine düştü. Agatha onu döner
merdivenden yukarı çıkardı ve beraberce koridorda ilerlediler.
Kapalı bir kapının önüne varınca duraksayıp elini havaya kaldırdı. Bekle. İçeri girerken seni gören biri
oldu mu?
O güzel gözlerde çokbilmiş bir parıltı belirdi.
Mutfaktan girdim, benim gibi adamlar ön kapıyı kullanmaktan daha iyisini bilirler.
Agatha kafasını salladı. Sokaktaki insanları kastetmiyorum. Hizmetçilerden seni gören oldu mu?
Aslında beni içeri aşçı kadın aldı ama yüzüme bile bakmadı, dirseklerine kadar un içindeydi. Sırıttı. Eğer
biraz eğlence peşindeysen Simon Rain tam senin adamın. Tabii bir banyo yaptıktan sonra.
Agatha onu dinlemiyordu bile. Yeterince zaman var mıydı? Evet, evet, sana hemen bir banyo
hazırlayacağım.
Jamie için sevgiyle hazırladığı yatak odasının kapısını açtı.
Evden getirdiği ona ait birkaç parça eşyayı görmezden geldi. Onun kitaplarına ve kişisel eşyalarına bakarak
hayıflanmanın bir anlamı yoktu. Duygusallık bir süre bekleyecekti.
Chelsea Hastanesi Gönüllüler Yönetim Kurulu’ndaki en yetkili üç kadının Agatha ve hakkında çok şey
duydukları Mortimer’ı ziyaret etmesine bir saat kalmıştı.
Ah, neden çenesini kapalı tutmayı becerememişti ki?
Diğer kadınlar kocalarından bahsederlerken sadece susup dinlese olmaz mıydı sanki! Kocasıyla ilgili soru
sorduklarında belirsiz cevaplar vererek de pekala idare edebilirdi.
Bunun yerine Sevgili Mortie ile ilgili bütün özellikleri ve meziyetleri sıralayıp durmuştu. Mortimer son
derece hoş, cezbedici bir bilim adamı ve müzisyendi...
Ve evdeydi.
Pekala, böyle söylemek zorunda kalmıştı.
Leydi Winchell o yapmacık kibar gülümsemesini ve delici bakışlarını takınıp kocası yurt dışında
seyahatteyken bu - kadar genç bir eşin tüm gün hastanede erkekler arasında çalışmasının gerçekten uygun
olup olmadığını sorgulamıştı.
Şimdi de Leydi Winchell yanında iki saygın kadınla birlikte Mortimer ile tanışmaya geliyordu.
Agatha Leydi Winchell’in şüpheci tavrını hatırladı ve titremesine engel olamadı. Yakalanırsa bir daha asla
bu şehirde yalnız başına yaşamasına izin verilmezdi. Kendini onun koruyucusu ilan eden kişi birkaç gün
içinde onu evine gönderiverir ve Agatha amacına asla ulaşamazdı.
Seçimi gayet netti. Durumunu itiraf edip Appleby’ye ve onu orada bekleyenlerin yanma geri dönemezdi.
O halde yalan söyleyecekti. Yine.
Pekala, bu yola çıktıysa tüm riskler alınacaktı. Bir elini baca temizleyicisinin sırtına koyarak onu hafifçe
geniş yatak odasına doğru itti.
Şu paravanın arkasında soyun. Banyo işini hemen halledeceğim. Bu küçük oyuna hizmetçileri karıştırmasa
iyi olacaktı. Henüz yeni işe alındıklarından Mortimer’ı hiç görmemişlerdi. Agatha akşam yemeğine kadar
sözde kocasının yeni bir göreve çağrıldığını söyleyebilir ve her şey yeniden normale dönebilirdi.
Kapıyı şaşkınlık içindeki baca temizleyicisinin yüzüne kapatıp mutlu bir gülümseme takınarak tekrar
merdivenlere yöneldi.
Pearson, diyerek kahyaya seslendi. Olabilecek en harika sürpriz oldu. Bay Applequist evine döndü! Çok
yorulmuş ve hemen banyo yapmak istiyor.
Hazırlıkların sürmekte olduğu misafir salonundan gelmiş olan Pearson kırlaşmış kaşını kaldırıp sabahtan
beri kimsenin girmediğini bildiği ön kapıya soran gözlerle baktı.
Evet efendim. Bu gerçekten çok sevindirici bir haber. Şahsına bir uşak ayarlanana kadar Bay
Applequist’Ie benim ilgilenmemi ister misiniz?
Agatha elbisesindeki kurum lekelerini saklamak için kollarını kavuşturdu. Hayır, Pearson, buna gerek
yok. Kocamla ben ilgilenirim. Ne de olsa konuşacak... Çok şeyimiz olacak.
Bu adam ne diye kaşlarını kaldırıp ona hayretle bakıyordu ki şimdi? Bir kadın kocası ile konuşamaz
mıydı yani?
Nasıl isterseniz efendim. Nellie suyu hemen getirecek. Teşekkürler Pearson.
Nellie sıcak su dolu son kovayı getirdiği sırada Agatha üzerini değiştirmiş, saçlarını düzeltip hazırlanmıştı
bile. Hızlıca diğer yatak odasına geçti.
Bu oda evdeki odalar içinde en iyi döşenmiş olandı. Agatha’nın odasından katbekat daha iyiydi. Yeşil
renkli kadife kumaşlarla kaplı yatak ve kocaman şömine dikkat çekiyordu. Görünürde kimse yoktu, sadece
küvetin üzerinden yükselen buhar birinin varlığına işaret ediyordu. Yoksa adam gitmiş miydi?
Merhaba? Bay baca temizleyicisi? Orada mısınız?
Siz misiniz hanımefendi? Banyo hazır olana kadar bir tarafım dondu desem yeridir.
Odanın köşesinde duran doğuya özgü desenli paravanın arkasından bir hışırtı duyuldu.
Ah, hayır! Hayır, sakın dışarı çıkma... Ama bunu söylemek için artık çok geçti. Paravanın arkasından
çıkan adam neredeyse çırılçıplaktı.
Agatha arkasını dönmeliydi. Evet, kesinlikle arkasını dönmeliydi.
Fakat dönemedi. Yapabildiği tek şey orada öylece durup gözünü kırpmadan, nefes almadan adama
bakmak oldu.
Ellerindeki ve yüzündeki kurum lekeleri epeyce temizlenmiş olan adam bir Yunan heykeli kadar güzeldi.
Şairane bir kemik yapısına sahip yüzünde ışıldayan lapis mavisi gözleri, vücudu ve dağınık saçlarıyla
Agatha’nın haberdar dahi olmadığı rüyalarını süsleyen adamdı bu.
Sımsıkı kasları ince siluetini sarmalıyordu. Karın kasları hayranlık vericiydi. Omuzları çok geniş değilse
de biçimliydi. Güçlü kasları kollarından aşağı doğru, dar kalçasına sarılı havluyu tutan kocaman ellerine dek
uzanıyordu.
Agatha o ellerin büyüklüğüne gözlerini kırpıştırarak baktı. Aman Tanrım. Ayakları da bu kadar büyük
müydü? Bakışları aşağı doğru kaydı. Olamaz.
Jamie’nin çizmeleri ona asla uymayacaktı. Lanet olsun!
Sırıtışı kaybolan adam aşağı baktı. Ayaklarımın nesi var?
Çizmelerini görmeme izin ver.
Neden? Sesi kızgınlıkla yükseldi. Onlar benim. Ben bir şey çalmadım!
İşe yarayıp yaramayacaklarını anlamak için çizmelerini görmem gerek.
Adam paravanın arkasından çizmelerini almak üzere eğilirken hala ona ters ters bakıyordu.
Agatha ise bu manzara karşısında neredeyse dilini yutmak üzereydi.
Görmeme izin ver. Elini uzattı ve adam çizmelerini ona
verdi. Çizmeleri incelerken genç kadının kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı.
Bunlar gerçekten de iyi. Evet, bence yeterince iş görürler. Sen banyo yaparken ben de bunları Pearson’a
verip temizleteyim. Odadan çıkmak üzere arkasına döndü. Seni on beş dakika sonra alt katta bekliyor
olacağız. Kimseyle tek kelime etmeyeceksin.
Ama hanımefendi peki ya... Bakışlarıyla yatağı işaret etti. Anladınız işte...
Agatha önce yatağa, sonra adama baktı. Her ne kadar çok yorulacağını sanmasam da eğer istiyorsan daha
sonra biraz kestirebilirsin. Gülümsedi. Evet, bu işin üstesinden geleceksin. Yeni eşyaların sandalyenin
üzerinde. Şimdi acele et. Ve sakın unutma, tek kelime etmek yok.
Genç kadın dışan çıkıp kapıyı arkasından kapattı ve derin bir nefes aldı. Aman Tanrım. Aman Tanrım.
Bütün adamlar kıyafetlerinin altında böyle mi görünüyorlardı? Nedense, bundan pek emin değildi.
Baca temizleyicisinin cezbedici görüntüsünden kurtulmaya çalıştı. Şu anda önündeki soruna odaklanması
gerekiyordu. Yine de ikramları kontrol etmek üzere aşağı inerken o mükemmel vücudu banyoda hayal
edemeden duramıyordu.
Islak.
Köpüklerle kaplı.
Ah Tanrım.
Simon çoktan temizlenmiş olan bedeninin üzerinde süngeri gezdirirken alaycı bir şekilde gülümsedi. İşte
buradaydı... Bay Applequist’in evinde, Bay Applequist’in küvetin-deydi ve Bay Applequist’in karısı onu
aşağıda bekliyordu.
Eğer bu kadın gerçekten Bayan Applequist ise tabii.
Çünkü ev kirasının ve hizmetçilerin ücretlerinin ödendiği hesap bu kadına ait değildi. Söz konusu hesap
Simon’m casus arkadaşı, en iyi dostu, muhtemel hain James Cunnington’dan başkasına ait değildi.
James’in düşüncesi bile Simon’ın elindeki süngeri kupkuru yapacak kadar hırsla sıkmasına neden oldu.
Uzun yıllara dayanan bir dostluk ve güven, bir kese altın ve muhtemelen bir kadının çıkarları karşılığında
satılmış durumdaydı.
James aşık olmuştu ya da en azından şehvetle baştan çıkmıştı. Simon bunu kayıp arkadaşım en son
gördüğünde bizzat ondan öğrenmişti. James Simon’ın özel ofisinde onun tam karşısına oturup son
metresinden söz etmeye başlamıştı.
O inanılmaz biri Simon. Bir yılan kadar kıvrak, bir hayvan kadar şehvetli. Tanıdığım hiçbir kadına
benzemiyor. Yaptığı şeyler! Bu kadar enerji... James oturduğu sandalyede başını arkaya yatırmış ve
yorgunluk dolu bir tatminle iç çekmişti. Bitik durumdayım ama akşam olmadan toparlanacağıma eminim.
Sen de kendine böyle bir kadın bulmalısın ihtiyar.
Simon sadece homurdanmıştı. Cepheden gelen son raporlardan ötürü bu meydan okumaya cevap
veremeyecek kadar meşguldü.
Bir kadınla evlenmene gerek yok Simon. Hatta aşık olmana bile gerek yok. Fakat biraz eğlenmeye
ihtiyacın var. Kafanı dağıtmana yarayacak küçük bir mola. Şu tozlu ofisten çıkman için gereken şey bu.
Soğuk mezarında yatan kurucumuz kadar kaskatı kesilmeden önce biraz cananmalısın. James arkadaşının
tam arkasında asılı duran Daniel Defoe portresine sıra dışı bir şey görmüşçesine bakmıştı. Zamanında onun
da yeterince canlı olduğuna bahse girerim. Maceracı bir adamdı, onu hiçbir zaman kağıt yığınlarının
arkasında çürürken göremezdin.
Simon en sonunda kafasını kaldırıp ona bakmıştı. Yüzlerce roman ve siyasi eleştiri yazarken kağıt
yığınlarının arasında değil miydi yani?
Üstü ve danışmanının bu çıkışı yapabilmesinden memnun bir halde dostça gülümsemişti James haksız
çıkma pahasına da olsa.
Bir kız kardeşi ya da arkadaşı olup olmadığını öğrenebilirim. Hayır, teşekkürler, James. Senin geçtiğin
yollardan çoktan geçtim ve nadiren buna değer olduğuna karar verdim. Bu, insanı fazla savunmasız
bırakıyor. O nedenle hovardalığı sana bırakıyorum.
James öne doğru eğilerek bir haftalık casusluk raporlarını bir tarafa itmişti.
Ciddiyim Simon, daha çok gezmelisin. Biraz daha bakış açını değiştirmelisin. Hayatta Yalancılar
Kulübü’nden başka şeyler de var. Kahretsin, Avrupa’nın dışında Napolyon’u ve onun kaç atlı askeri ya da
Londra’da kaç casusu olduğunu umursamayan koskoca bir dünya var!
Simon genç arkadaşını süzmüştü. James’in anlamadığı o kadar çok şey vardı ki. Bağlılığı yüksek,
kavrayışı hızlı, iyi bir çalışandı ama riske attığı tek bir şey vardı: Kendisi. Yakalandığı anda Napolyon’un
ipinde sallanacak kişi o olacaktı. En azından Yalancılar Kulübü’nde Simon’ın pozisyonunu devralıp baş
casus görevini üstlenene kadar durum buydu.
Simon’ın işinde hataya yer yoktu. Adamlarının her birinin hayatı, hatta daha geniş bir açıdan bakıldığında
İngiltere’deki herkesin hayatı onun ellerindeydi.
Böyle bir yükün altındayken oyun oynamaya vakit yoktu. Hiçbir şey dikkatten kaçmamalı, asla vakit
kaybedilmemeliydi.
Yalancılar’ından birini, belki de James’i bir göreve gönderdiğinde ona en iyi ve en yeni bilgileri
verebilmesi için Simon’ın daima tüm ipuçlarına vakıf olması gerekiyordu.
Ancak böyle olduğu sürece adamlarından biri onun ülkesindeki hizmetler sırasında öldüğünde Simon
kendini elinden gelenin en iyisini yaptığını bilerek avutabilirdi. Muhtemelen bu günün birinde işe
yarayacaktı.
James’in bu gibi endişeleri olmadığı açıktı. Yeni görevini aldığında Simon’a yarım bir selam vererek
sırıtmış ve barın arkasında duran Jackham’dan son bir içki dilenmek üzere ıslık çalarak ofisten çıkmıştı.
Simon o günden sonra bir daha ondan haber almamıştı.
Sadece bu olsaydı merak edilir, suçlamaya gerek kalmazdı. Fakat daha sonraları birinin Simon’ın
adamlarının eşkalini ve bilgilerini karşı tarafa iletmekte olduğu ortaya çıkmıştı. Adamları birbiri ardına
ölmeye, yaralanmaya başlamıştı.
Simon James’in sadakatinden o kadar emindi ki bu bilgi sızıntısının emir-komuta zincirinde kendinden üst
seviyede birinden kaynaklandığını düşünmüştü ilk başlarda.
Fakat çok geçmeden yüklü miktarda bir para aniden James’in hesabına yatırılınca, bu meseleden
çıkarılabilecek en kötü sonucu çıkarmak zorunda kalmıştı.
Kendi adamı düşmana casusluk ediyordu. Bunun tam olarak nasıl olduğunu bilmenin bir yolu yoktu. Bir
casusu döndürmek için kışkırtmadan baştan çıkarmaya kadar birçok yol vardı. James’in metresinin adını
maalesef bula- masa da banka hesaplarını sürekli takip etmişti. Ve Bayan Applequist en sonunda James’in
parasını gönlünce kullanarak kendini açık etmişti.
İşte o zaman Simon harekete geçmişti.
Carriage Square’deki eve nasıl girebileceğine sadece bu sabah kafa yormuştu. Baca temizleyicisi numarası
gençliğinde pek çok kez işe yaramıştı ama bu çok uzun zaman önceydi.
Planını tüm detaylara dikkat ederek yapmış ve arka kapıyı çalmak için aşçının en meşgul olabileceği saati
seçmişti. Bayan Applequist için baca temizleyicisi diye mırıldanıp içeri girmesi bir olmuştu.
İçeri alınır alınmaz kahyaya bakınmıştı. Alt katlarda dolanan kır saçlı adamlar çağrılmadan gelen baca
temizleyicileri konusunda şüpheci olurlardı genellikle. Daha sonra yapacağı araştırmaları kolaylaştırmak
adına bir düzen oluşturabilmeyi - mesela üst kat pencerelerinden birini açık bırakabilmeyi - umuyordu. Ve
dürüst olmak gerekirse evin sahibesini de oldukça merak ediyordu.
Sonrasında birdenbire alımlı Bayan Applequist’e tosla-yıvermişti işte. Kadının biçimli hatları o kadar
etkileyiciydi ki Simon bir an için nefesinin kesildiğini sanmıştı.
Simon’ın şansına genç kadın onun amacıyla pek de ilgili görünmüyordu. Üstelik çoğu baca temizleyicisinin
genç A ya da fiziksel olarak pek gelişmemiş olduğunuda fark etmemiş görünüyordu. Kafasını kurcalayan
başka bir mesele olduğu belliydi.
Bu kadın neyin peşindeydi?
Banyoda oyalanmanın pek bir faydası dokunmadığına karar veren Simon vücudundan sular süzülerek ayağa
kalktı.
Havluyla göğsünü kurularken, paravanın arkasından çıktığında Bayan Applequist’in yüzünde beliren
ifadeyi hatırladı.
Kadın hiç duraksamamış olsa da Simon’ın beğeni kadar basit bir ifadeyle tasvir edemeyeceği şekilde
gözlerini kocaman açmıştı. Pekala, aslında bu durum karşılıklıydı, zira Bayan Applequist henüz olgunlaşmış
bir meyve gibiydi.
Evet, giyimi oldukça mütevaziydi ve evine de saygı duymamak imkansızdı. Öte yandan onun hatlarına
sahip bir kadının balo salonunda değil yatak odasında olması daha uygundu sanki. Sağlıklı ve iştahlı bir
kadındı o.
Ve Simon’ın da şimdiden iştahı kabarmış gibiydi. Bunu çok önemsediğinden değil elbette, fakat araştırma
konusu olan kişilerle ilişkiye girmemesi gerektiğini gayet iyi biliyordu.
Özellikle gerekli olmadığı sürece.
Misafir salonunda sabırsızlıkla bekleyen Agatha giderek panikliyordu. Evli olmanın bu kadar karmaşık
olacağını kim bilebilirdi?
Çay tepsisini beşinci kez düzeltirken şöminenin üzerindeki saate baktı. Misafirler yarım saat sonra burada
olacaklardı ve sayın baca temizleyicisi bu oyundaki rolünü öğrenmek üzere henüz aşağı teşrif etmemişti
bile.
Agatha dudağını ısırarak tüm bu çektiklerinin Jamie’yi bulmaya değer olduğunu kendine hatırlattı.
James Cunnington bir askerdi ve Agatha ondan en son haber aldığında Napolyon’a karşı savaşıyordu. Dört
yıl boyunca her hafta ona yazmıştı, iki ay öncesine kadar.
O günden beri Jamie’den bir satır bile gelmemişti. Ve Agatha orduya yaptığı bütün müracatlara rağmen bu
kadar zamandır hiçbir cevap alamamıştı.
Jamie’yi bulma ihtiyacı her geçen an daha da dayanılmaz bir hal alarak Agatha’yı eşyasını toplayıp
Appleby’yi terk ederek Londra’ya sürüklemişti. Kaçmasına yardımcı olan hizmetçilerin yerini mümkün
olduğu sürece gizleyeceklerinden emindi.
İtici Reggie onu bulmadan önce Agatha kardeşini bulmalıydı. Yoksa Appleby’ye geri dönmeye zorlanacak
ve Reggie’nin kötü amaçları doğrultusunda yargılanacaktı.
Mortimer ile evlenmesi kuşkusuz yolculuğunu kolaylaştırmıştı. Birçok kocanın uzakta olduğu bu savaş
zamanında kimse evli bir bayanın tek başına yolculuk etmesini ahlaki açıdan sorgulamamıştı.
Sevgili Jamie’den haber almak için Chelsea Hastanesi’ni araştırma fikri aklına geldiğinde de evli olması
sayesinde hastaneye girip gönüllü olarak yaralılara bakabilmişti.
Yine de başka bir isimle seyahat etmekle bütün dünyaya aslında olmayan bir kocanın varlığını ilan etmek
arasında ciddi bir fark vardı.
Merhaba sevgilim. İşte geldim.
Duyduğu sesle şu ana dönen Agatha başını kaldırdı... Ve bugüne kadar gördüğü en yakışıklı adamlardan
birini karşısında buldu.
Jamie’nin pantolonu kalçalarına biraz dar gelse de üzerine tam oturmuştu. Bu darlık günün modasına
uygun olsa da Agatha’nın aklını başında tutabilmesi açısından biraz fazlaydı.
Bakışlarını tehlikeli bölgelerden zorlukla kaçırdı ve baca temizleyicisinin dönüşümünü incelemeye devam
etti.
Jamie’nin kar beyazı gömleği ve koyu yeşil yeleğinde hiçbir kusur yoktu, fakat ceketin... Omuz kesimi ve
bele oturuşu mükemmeldi, kobalt mavisi rengi ise adamın gözlerini gereğinden fazla vurguluyordu.
Boyunbağı bir centilmenden çok bir korsana yakışacak şekilde bağlanmış, güçlü esmer boynunu biraz
fazla belir-ginleştirmişti.
Kısacası karşısında öldürücü bir uyum dikilmekteydi ve bu gerçekten hayret vericiydi.
Ne? Olmamış mı? Baca temizleyicisi omzunun üzerinden bakarak arkasını görmeye çalışıyordu. İyi
göründüğümü düşünmüştüm. Gerçekten.
Ah, hayır, harika, evet yeterince iyi görünüyorsun. Lütfen gel otur. Senden bir iyilik yapmanı isteyeceğim.
Adam hafifçe gülümseyince yüzünde beliren gamzelere dokunmamak için Agatha ellerini yumruk yapmak
zorunda kaldı.
Ona doğru çekildiğini hissediyordu. Bu kabul edilemeyecek kadar yersiz bir durumdu. Uygunsuz
olduğundan bahsetmeye bile gerek yoktu. Gerçekten, yoluna çıkan engellerin bir sonu gelecek miydi artık?
Karşısında duran adama öfkeli bir bakış atarak yüzündeki gülümsemenin silinmesine neden oldu. Bu
iyiydi. Sinirli halini bir süre daha koruyabilirse günün geri kalan kısmı onun için daha kolay geçebilirdi. Sert
ve kararlı bir tavıra ihtiyacı vardı şu anda.
Karşısında duran koltuğu işaret etti. Lütfen oturun Bay...
Rain. Simon Rain. Oturdu ve beklenti içinde genç kadına bakmayı sürdürdü.
Saatin vurmasıyla Agatha içinde bulundukları durumu açıklamak için fazla zamanı kalmadığını fark etti.
Bugün bana eşlik edecek bir centilmene ihtiyacım var. Bir şey yapmanız gerekmiyor, gerçekten, sadece
gülümseyerek konuklarımı selamlamanız yeterli. Gereken konuşmaları ben yapacağım. Arkasına yaslanıp
gülümsedi. İşte söyledim, diye geçirdi içinden.
Niçin? diye sordu adam kaşlarını çatarak. Yani size yardımcı olmak isterim hanımefendi, ama bu yine de
bana pek doğru görünmüyor.
Ah, hayır. Bunda yanlış olan hiçbir şey yok. Ben sizi kocam olarak tanıştıracağım, siz de hanımlara
başınızla selam verip on beş dakika kadar bizimle kalarak çay içeceksiniz. Ve tek kelime etmeyeceksiniz.
Kocanız mı? Aniden ayağa fırladı. Ama biz evli değiliz ki! Ya beyefendi öğrenirse? Kesin başıma bela
olur. Benim kadınım olsaydınız ben olurdum.
Olur muydunuz? Yani demek istediğim tabii olurdunuz, fakat Bay Applequist yüzünden endişelenmenize
gerek yok. O...
Giriş holünde gelen misafirlerin sesleri duyuldu. Agat- ha panik içindeydi. Ah, işler gerçekten ters
gidiyordu!
Pearson misafirleri içeri almak üzere kapıyı açtığı sırada, Öyle biri aslında yok Bay Rain! diye fısıldadı.
Ben evli değilim ve ortada başınızı derde sokacak hiçbir şey yok. Unutmayın tek kelime bile etmemelisiniz!
İkinci Bolüm
Gülümseyerek misafirleriyle ilgilenen Agatha’nın endişeden göğsü sıkışıyordu. Ya da muhtemelen korsesi
fazla sıkı bağlanmıştı. Sebep kesinlikle bacağına yaslı duran kaslı baldır veya burnuna gelmekte olan
tertemiz erkeksi koku olamazdı.
Yine de sebep her ne olursa olsun Leydi Winchell ve iki arkadaşının karşısında Bay Rain ile yan yana
otururken nefesi kesiliyordu.
Agatha’nın salonu renkli ve rahat bir ortam haline getirmek için gösterdiği çabaya rağmen Leydi Winchell
brokar kumaşla kaplı sandalyenin ucunda elbisesi her an lekelenecekmiş gibi oturuyordu.
Kadın hafifçe yüzünü buruşturarak fincanla tabağı bıraktı. Bu hareketi nane yeşili kıyafetinin içindeki zarif
duruşunu vurgularken, Agatha da biraz daha atletik görüne- bilmeyi arzuladı içten içe.
Bay Applequist... Sevgili Agatha bize sizden söz ettiğinde itiraf etmeliyim ki gerçek olamayacak kadar
harika olduğunuzu düşünmüştüm. Delici bakışlarını Agatha’ya çevirdikten sonra gözü genç kadının
eldivensiz ellerine kaydı. Nikah yüzüğünü takmadığını daha önce de fark etmiştim hayatım. Yoksa kayıp mı
ettin?
Yüzük. Agatha nikah yüzüğünü tamamen unutmuştu.
Ah, hayır, hayır kaybetmedim. Ama hastaneye giderken başına bir şey gelmemesi için özellikle çıkarıyorum.
App-lequist ailesinin nesilden nesile geçen bir yadigarı çünkü. Bir an için yüzüğü gözünde canlandırdı.
Yüzük safirdi. Tıpkı Mortimer’ın gözleri gibi... Bir dakika, o gözler Simon’a aitti.
Kahretsin. Kendi kandırmacasına bizzat inandığını fark etti.
Hmmm. Kadın etkilenmiş gibi görünmüyordu. Simon’a döndü. Sizin tek başınıza tüm yıldızları
çaktırdığınızı düşünüyor, biliyorsunuz değil mi bayım?
Tüm gözler Mortimer’a döndüğü sırada Agatha’yı yine bir panik dalgası sardı.
Mortie’m tabii ki yıldızları çaktırdı! En azından gözlerimin içindekileri! Tırnaklarını yanındaki adamın
koluna geçirdi. Simon o müthiş gülümsemesiyle dönüp ona baktığında, üç
kadından ikisi duyulur şekilde iç geçirdi. Yalnızca Leydi Winchell gözlerini kıstı.
Ah, bize seyahatlerinizden söz etmelisiniz Bay Apple-quist. Ancak bu sayede böylesi genç bir gelinden
nasıl ayrı kalabildiğinize ikna olabiliriz.
Agatha dehşete kapılarak baca temizleyicisinin cevap vermek üzere ağzını açışını izledi. Topuğuyla
adamın ayağını dürterken telaşla onun yerine cevap vermek üzere lafa girdi.
Ah, hayır! Benim basit yoldaşlığımın Hindistan’daki kaplan avlarıyla karşılaştırılabilecek bir yanı
olabileceğini sanmıyorum, değil mi sevgilim? Kadınların dikkati tekrar Agatha’nın üzerindeydi şimdi.
Güzel. Artık daha hızlı düşünmeliydi!
Anlattığı hikayelerle eskiden babasının dikkatini kolayca dağıtabilirdi. Daha dikkatli dinleyicileri de
elbette idare edebilmeliydi. Amacına ulaşabilmesi buna bağlıydı. Hikayesine heyecan katabilmek için sesini
alçalttı.
O güçlü hayvan ormanın içinde yol alırken bir filin üzerinde salındığınızı hayal edin. Topluluk avına
giderek yaklaşırken hissedilen gerilimi düşünebiliyor musunuz? Kaplana ateş etmek üzere silahını
doğrulttuğunda kim bilir nasıl görünüyordur.
Bayan Trapp ve Bayan Sloane kendilerinden geçmişti. Fakat Leydi Winchell için aynı şey söylenemezdi.
Hindistan’da kaplan avı mı? Gerçekten mi? Neredeyse bütün genç adamlarımız Napolyon şeytanıyla
savaşırken hem de.
Ama Mortimer özel bir görev nedeniyle orada bulunuyordu. Hint Prensi’ne bir mesaj götürmekle
görevliydi, diye uyduruverdi Agatha. Kaplan avı... Tam da... Kaplan prensin tek oğlunu kaçırdığı sırada
yapılmak zorundaydı! Mortimer çocuğu tek bir atışla kurtardı!
Tam da çocuk kaplanın ağzındayken mi, Bay Applequist? diye sordu Leydi Winchell ipeksi bir ses
tonuyla. Ne kadar... Keskin bir nişancısınız.
Ne kadar kahramanca, diye iç geçirdi Bayan Trapp.
Ne kadar kutsal, diye mırıldandı Bayan Sloane.
Agatha’nın yüzündeki gülümseme o an daha da yapaylaştı. Şu zorunlu on beş dakika hala dolmamış
mıydı? Daha önce hiç bu kadar uzun bir on beş dakika yaşamadığından emindi.
Bayan Applequist, harika kocanızı mutlaka yarın akşamki küçük davetime getirmelisiniz, dedi Bayan
Trapp.
Bay Rain bu teklife o karşı konulmaz gülümsemesiyle cevap verince Leydi WinchelPin yaşça daha büyük
olan arkadaşları iyice heyecanlandılar. Agatha ise gerildi. Hayır, bu olmamalı...
Ve oldu. Bay Rain başını soylu bir edayla eğerek her ikisi adına da daveti kabul etti.
Kahretsin! Parmakları uyuşana kadar kolunu sıktıysa da adam sakin bir şekilde gülümseyerek Agatha’nın
elini okşadı.
Agatha konuklarına zorlukla gülümsedi. Ah Mortimer’ın şaşkınlığına bakın. Her Salı annesini ziyaret
ettiğimizden Salı akşamları program yapamadığımızı unuttu. Ama yine de bizi davet etmeniz büyük incelik
Bayan Trapp.
Aman Tanrım. Son anda kurtarmıştı. Agatha rahatlamış halde bakışlarını Leydi WinchelPe çevirdi.
Kadının yüzündeki gülümseme Agatha’nın ürkmesine neden oldu. Parlayan gözleri Mortimer’ın üzerinde
dolaşıyor ve bu gözlerdeki açlık belirgin bir şekilde okunuyordu. Olamaz.
Sayın Lord ve ben haftaya danslı bir yemek düzenliyoruz Bay Applequist. Katılacak beylerin
maceralarınızı... Agatha’ya bir bakış fırlattı. Bizzat sizden dinlemekten keyif alacaklarını zannediyorum.
Agatha buna itiraz etmek üzere ağzını açmıştı ki Leydi
Winchell elini kaldırarak onu susturdu.
Tamam, tamam, bana teşekkür etmenize gerek yok. Sizin gibi genç çiftlerin sosyeteye dahil edilmelerinin
ne kadar zor olduğunu bilirim. Ayağa kalktı ve Agatha’ya zafer kazanmışçasına kibar bir biçimde
gülümsedi. Seni daha yakından tanımak için sabırsızlanıyorum Agatha. Sesi bir kedi mırıltısına dönüşmüştü.
Ve yakışıklı kocanı da.
Agatha onu dürtünce Bay Rain güven verici bir şekilde başını eğdi. Bayan Sloane ve Bayan Trapp
beğeniyle kıkırdadılar.
Agatha gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Böyle aptalca bir hareket yapmaktan ciddi anlamda
korkuyordu. Hanımlar sürekli geriye dönüp bakarak gitmek üzere harekete geçtiler.
Mortimer’a geride kalması konusunda uyarı dolu bakışlar atan Agatha konuklarına kapıya kadar eşlik etti.
Pearson şapka ve şalları hazırlamış halde girişte bayanları bekliyordu.
Davetinize katılabilmeyi umuyorum leydim. Mortimer’ın ne zaman gitmesi gerektiği önceden belli olmuyor
Ah, mutlaka katılacaksınız Bayan Applequist. Ne de olsa davet Salı günü değil.
Agatha kadının suratında beliren gülümsemeden söylediği tek bir kelimeye dahi inanmadığını anladı.
Leydi Winchell şapkasını başına yerleştirerek sert bakışlarla Agatha’yı süzdü. Bizi hayal kırıklığına
uğratmama -lısınız. Unutmayın, insanın doğru adımı atabilmesi için önüne böyle fırsatlar çok sık çıkmaz.
Saçlarını düzelterek salona doğru baktı. Kocan çok az konuşuyor. Umarım bir dahaki sefere daha konuşkan
olur. Beyefendiler de onun maceralarını duymak için sabırsızlıkla bekliyor olacaklar. Agatha bu son sözlerle
birlikte gelen soğuk tebessümün etkisiyle titredi. Kadınlar gittiğinde kollarını kavuşturup ısınmaya
çalışırken salona döndü. Şimdi ne yapacaktı?
Sanırım becerdim. Hiç de zor değildi. Gerçekten çok hoş hanımlar. Bay Rain halinden oldukça memnun
görünüyordu. Tam da istediğiniz gibi tek bir kelime bile etmedim.
Agatha’nın ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Bu adam harika gülümsemesi ve muhteşem anatomisi yüzünden
başına ne dertler açtığıyla ilgili hiçbir fikre sahip değildi.
Simon her şeyi berbat ettiğinin farkındaydı, fakat bu kadın da böylesi inandırıcı olmayan kuyruklu
yalanlar söyleyerek bunu hak ediyordu. Hindistan’da kaplan avı mı? Hint Prensi’nin oğlunu tek atışta
kurtarmak mı? Bu ne saçmalıktı böyle. O bile Mortimer dan nefret etmişti.
Ah ama Mortimer Applequist diye biri yoktu, öyle değil mi? Sadece tatlı Bayan Applequist ve yalan
söyleme eğilimi vardı. Kadın Drury Lane Tiyatrosu’ndaki bir aktristen daha evli görünmüyordu. Yatakta da
ancak bu kadar iyi olduğuna bahse girerdi.
Yine de kesinlikle sıradan bir kadın değildi. Biraz fazla cüretkar olmakla beraber çok güzel yalan
söylüyordu. Anlattığı hikayedeki en ince detayları desteklemek için oldukça ileri gidiyordu. Daha da
şaşırtıcı olanı gerçek leydilerin arasında hiç tereddüt etmeden var olmayı becerebilmesiydi.
Simon hayat boyu sınıf farkı yaşamaktan gelen çekingenliği yenip soyluymuş gibi davranmanın zorluğunu
deneyimlerinden biliyordu.
Bunların hepsini becerebilmek ciddi bir eğitim gerektirirdi. Muhtemelen Fransızlardan gelme bir eğitim.
Casusluk teşkilatlarında kadınların olduğunu hiç duymamıştı ama duymamış olması kadın casuslar olmadığı
anlamına gelmezdi. Napolyon hiçbir şey olmasa bile kesinlikle yaratıcıydı.
Simon için fark etmezdi. James Cunnington’ın aşığı ya da suç ortağı olması önemli değildi, bu kadının onu
James’e götüreceğinden emindi. Her halükarda görevini yerine getirmiş, evin düzenine gayet iyi hakim
olmuş durumdaydı. Üst kattaki uygun bir pencerenin mandalını açık bırakmayı bile başarmıştı. Bu gece
daha detaylı bir araştırma yapmak için bu yeterliydi. Bununla ilgilenmesi gerekecekti. Bu gece eve girdiğine
dair herhangi bir işaret bırakırsa, ilk akla gelecek şüpheli kendisi olurdu.
Kadının onu bulabileceğinden değil. Ama o kadını izliyor olacaktı. Kesinlikle.
Agatha’nın yanından geçerken kibarca başını eğdi. İşinize yaradığıma sevindim bayan. Banyo için
teşekkür ederim. ’’Eşyamı toplayıp hemen yola koyulacağım.
Misafir salonunun kapısı öyle hızlı kapandı ki az kalsın suratına çarpıyordu. Simon kapının kulpunu
tutmakta olan dolgun ele baktı.
Bu ne şimdi? işimiz bitti sanıyordum.
Bitmek mi? Bitmek mi? Başıma açtığın dertten sonra mı? Bu kadar etkileyici olmak zorunda mıydın?
Böyle... Böyle... Şey... Gülümsemen şart mıydı?
Kahretsin, adam yine gülümsüyordu.
Agatha midesinin kasıldığını hissetti.
Etkileyici miydim? Öyle miydim? Bir kelime bile etmeden mi? Bu nasıl oldu ki?
Sesi kısık ve flört eder gibiydi. Gözleri bir sırrı saklarmışçasına parlıyordu. Dudaklarının yalnızca bir ucu
kıvrılmıştı ve sadece buna bakmak bile Agatha’nın sıcaklamasına sebep oluyordu.
Midesindeki kasılma giderek tüm benliğini sarmaya başlıyordu.
Dudaklarını yalayarak nemlendirdi.
Adam hafifçe gülünce Agatha nefesini yüzünde hissetti. Tarçın kokuyordu. Acaba tadı neye benziyordu?
Aman Tanrım, ne yapıyordu böyle?
Adamın yanından geçip hızla odanın diğer tarafına doğru ilerledi. Evet, arada mesafe bırakmak daha
iyiydi. Adamın sıcaklığını cildinde hissedemeyeceği kadar uzak bir mesafe bırakmak.
Terleyen avuçlarını eteğine kurulayıp yine o yapmacık gülümsemeyi yüzüne yerleştirerek adama baktı.
Adama mavi renkli kadife kanepeye oturmasını işaret ederken kendi de Leydi
Winchell’in oturduğu sandalyeye ilişti.
Mesafe.
Bay Rain kanepeye doğru gitti ama oturmadı. Bunun yerine kanepenin arkasında durdu ve dirseklerini
kanepenin sırtına yasladı. Bir şey söylemeden Agatha’yı dikkatle inceliyordu ve gülümsemesi hala belli
belirsiz de olsa dudaklarında görülebiliyordu.
Oturabilirsiniz, Bay Rain. Agatha yeniden asil bir hareketle kanepeyi işaret etti.
Ah, biliyorum. Sadece beni yine tuzağa düşürmek isteyebilirsiniz diye kapıya giden yolda durmayayım
dedim. Sizi temin ederim Bay Rain, kimseyi tuzağa düşürmek gibi bir niyetim yok.
Kadına bak!
Aslında onu tuzağa düşürmek isterdi, öyle değil mi? Ah Tanrım ne yapıyordu böyle? Resmiyet ve öfke
aniden benliğinden silindi ve Agatha solgunlaştı.
Odayı, adamı ve içine düştüğü karmaşadaki çaresizliği görmek istemezmiş gibi elleriyle yüzünü kapadı.
Düşün. Hayır, pantolonun Bay Rain’e ne kadar yakıştığını değil, bu karışıklığın içinden nasıl çıkacağını
düşün!
Hastanede çalışmaya devam etmesine izin verilmeliydi. Londra ve hala savaştaki askerler ile
kurulabilecek en iyi bağlantı hastaneydi. Her fırsatta Jamie’yi sorabiliyor, kaybolan ve bulunan askerler
listesini ilk elden takip edebiliyordu.
Solgun görünüyorsunuz hanımefendi. Niye bilmiyorum. O kadınlar evli olduğunuzu düşünüyorlar şimdi.
Evet. Seninle evli, diye homurdandı Agatha ellerinin arasından. Leydi Winchell’in danslı yemeğine
gitmezsem hakkımda ne düşünürler? Oraya bir kavalyem olmadan gidemem, şimdi Mortimer ile de
tanıştılar.
Ve Leydi Winchell hiç kimsenin dedikodu olmaksızın böylesi bir daveti geri çevirmesinin mümkün
olmadığını biliyordu. Dedikodu demek, ilişkileriyle ilgili merak demekti, bu da Agatha’nın asla göze
alamayacağı bir riskti.
Her şeyi nasıl da berbat etmişti. Kahretsin, kahretsin, kahretsin!
Kabalık işe yaramıştı ama Agatha kafasını kaldırdığında bu karmaşanın başrol oyuncusunun hala
umursamaz bir tavırla kanepenin sırtına yaslanmış durmakta olduğunu gördü.
Olanlar için üzgünüm ama bunun benimle bir ilgisi yok değilmi? dedi adam ve gitmek üzere harekete geçti
Bekle! Belki de bu bir karmaşa değildi. Belki de bu bir mucizeydi.
Agatha’nın jamie’nin kaybolmasıyla ilişkilendirebileceği tek ipucu bir isimdi. Gerçek bir isim de değil
daha çok bir lakap. Jamie evi son ziyaret ettiğinde Agatha tesadüfen onun odasında bir mektup bulmuştu.
Şifreli bir mesaj olduğu belli olan mektup Griffin diye imzalanmıştı.
Sıradan bir askerin İngiltere’deki en ünlü casusla ne gibi bir ilişkisi olabilirdi? Agatha’nın buna dair hiçbir
fikri yoktu ama Jamie ile Griffin arasında bir bağlantı olduğu kesindi.
Griffin’i bulmak Jamie’yi bulmak demek olabilirdi. Ve sosyeteye girerse Griffin’i bulmak Agatha için
çok daha kolay olabilirdi.
Tabii bunun için Agatha’nın Mortimer’a ihtiyacı vardı.
Gitmeye kararlı olan Bay Rain hafifçe yana dönüp ona baktı. Agatha onu kalmaya nasıl ikna edebilirdi?
Hala bir kocaya ihtiyacım var gibi görünüyor. Yatağı kullanmakla ilgileniyor gibiydin. Eğer bana yardım
etmeyi kabul edersen bunu ayarlayabilirim. Kardeşini bulmasında ona yardımcı olursa hayatının geri
kalanını Jamie’nin yatağında uyuyarak geçirebilirdi bile.
Simon bu cesur teklif karşısında afalladı. Bayan Applequist olduğunu iddia eden bu kadın neyin
peşindeydi gerçekten? Bu kadının kim olduğunu anlamasına yardım edecek her ipucunu yakalamak isteğiyle
bakışlarını kadının üzerinde gezdirdi.
Görünürde keşfedilecek çok az şey vardı. Gardırobu biraz stil eksikliği çekiyor olsa da kaliteliydi. Hatları
sıradan ve kırsal bir çekicilikteydi. Son derece sıradan olduğu konusunda insanı şüpheye düşürecek hiçbir
ipucu yoktu.
Vücuduna bakana kadar.
Buna ilgisiz kalmak inanılmaz derecede zordu. Dolgun ve tatlı kıvrımları Simon’m kanını kaynatıyordu.
Onu daha yakından görme isteği duymadan incelemesi mümkün değildi, gerçekten acaba hayal ettiği kadar
vaatlerle mi doluydu bu kadın?
Göğüsleri korsesinden taştığı gibi Simon’ın ellerinden de taşar mıydı? Dolgun kalçaları Simon’a vaat
ettiği kadar çekici miydi? Henüz olgunlaşmış, erişilemez bir yasak meyve gibiydi.
Ağzı sulandı.
Doğru dürüst bir maaş kazanma fırsatını kaçırmak istemezsiniz
diye düşünüyorum Bay Rain. Ne de olsa baca temizlemek için yaşınız epey geçkin, öyle değil mi?
Öyle güzeldi ki...
Bay Rain?
Salyalarımın akıp akmadığını kontrol etsem mi acaba, diye düşündü Simon açlığını zorlukla bastırırken
ve hızla kaba baca temizleyicisi tavrına büründü yeniden.
Benden ne yapmamı istiyorsunuz? Kanuna aykırı bir şey yapmak ilgimi çekmiyor, hatalardan
hoşlanmam!
Tabii ki hayır. Fikir şu... Kanuna karşı gelmek falan yok. Az da olsa esnetmek denebilir ama inanın ciddi
bir şey değil. Ve sizi temin ederim ki tamamen iyi niyetli nedenlerden ötürü.
Bu iyi...
Ah Bay Rain, size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum! Sadece birkaç hafta sürecek, belki biraz daha uzun
ama çok değil. Ve sıkıntılarınızın karşılığını layıkıyla alacaksınız. Gözlerinin içi gülerek rahat bir nefes aldı.
Simon bakışlarını onun dekoltesinden uzaklaştırmak için kendisiyle mücadele ediyordu. Sıkıntı mı?
Kocası rolünü üstlenmeyi kabul mü etmişti? Dikkati o kadar dağılmıştı ki bunu yaptığının farkına bile
varamamıştı.
Kadın bir metres olamayacak kadar akıllıydı. Yaratıcılığı ve ısrarcılığı kesinlikle sıradan değildi. Simon
onu seyirciden suç ortağına, terfi ettirmek durumundaydı.
Lord Winchell’in evinde düzenlenecek bir parti onun planlarına da uygundu. Gözü kadının üzerinde
olabilecekti. Aynı zamanda Lord Winchell Simon’ın şüpheliler listesinde kesinlikle bulunan bir isimdi.
Adam hem Savaş Bürosu hem de sosyetede yüksek itibarlı bir konumda yer alıyordu. Winchell’in sadece
başbakana yakın konumu dahi onu araştırmaya değer kılıyordu. Yalancılar Kulübü’nün şu andaki kadro
eksikliği nedeniyle her bir adamı birden fazla amaca hizmet etmek durumundaydı. Bir taşla iki kuş vurmak
gerekiyordu.
Simon dağılan dikkatini toplayarak ortadaki soruna odaklanmaya çalıştı. Evet, bu planı kabul etmek onu
aradığı birçok bilgiye götürebilirdi.
Yine de merak ediyordu... Tam olarak neyi kabul etmişti?
Son derece hoş bir rüyaydı bu.
Sıcak bir nefes boynunu usulca okşayınca Agatha içini çekti. Isıyı teninde hissederek döndü, keyifle
gerinirken eli...
Karyolanın soğuk tahta direğine değdi.
Şehvetli rüyasından sıyrılarak yerinden doğruldu. Örgüsü açılmış saçları gözlerinin önüne dökülmüştü,
onları iki yana iterek sessizce durdu ve dinledi.
Oda her zamanki sıradanlığındaydı, sıkıcı mobilyalarına düşen gölgeler bile bir değişiklik yaratmıyordu.
Jamie’nin odasının aksine kendi odasını güzelleştirmek için pek bir çaba göstermemişti.
Evet penceresi hala baharın son serinliğine karşı gelmek üzere kapalıydı ve şömine de hala yanıyordu.
Peki neden titriyordu? Neden kesik kesik soluyordu? Ve neden ensesi hassasiyetle ürpermişti? Neden oda
hafif de olsa bir tarçın kokusuyla kaplanmıştı?
Simon.
Bay Rain, diyerek kendini azarladı, bunu unutmasan iyi olur. Ayrıca Bay Rain bir haftalığına koridorun
sonunda yer alan Jamie’nin odasına yerleştirilmişti.
Evde kalma fikri Bay Rain’in hiç hoşuna gitmemişti, bu yüzden Agatha onu öfkeli hiçbir erkeğin gelip de
iffetini korumaya yeltenmeyeceğine dair ikna edebilmek için akla karayı seçmişti. Gerçekten bulunabilecek
en pratik çözüm buydu.
Ve evde yeniden bir erkeğin olması onun kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. Derin bir ses, ağır adımlar,
boşluğu dolduran gerçek bir varlık. Agatha bir an için dudağını ısırdı. Jamie’yi ve babasını çok özlemişti.
Appleby’yi sevse de son birkaç yıl içinde burası sevgi dolu bir yuvadan çok kasvet dolu bir yük haline
gelmişti. Jamie savaşa katılmadan öncesinden beri, uzun bir süredir orada yaşamıyordu.
Ve zavallı babası iki yıl önce ölmüştü. Karısını bundan on beş yıl önce kaybetmesinin ardından kendini
kitaplarına ve matematiğe vermişti. Oğlu ve kızıyla birlikteyken bile aslında tam olarak orada değildi.
Koyun sürülerinin ve meyve bahçelerinin bakımı o kadar uzun süredir Agatha’nın sorumluluğundaydı ki
onları düşünmüyor olmak ona gerçekten tuhaf geliyordu. Tuhaf ama suçlulukla karışık bir rahatlama.
Ailesini geriye getirebilecek olsa hayatının sonuna kadar bu görevleri seve seve yapabilirdi. Eskiden
olduğu gibi. Agatha yanan gözlerini ovuşturdu.
İçindeki kararlılığı, acıya karşı bir kalkan gibi kullanıyordu.
Babası sonsuza dek gitmişti ama Jamie oralarda bir yerde olmalıydı. Ve onu bulmak Agatha’ya kalmıştı.
Bay Rain onların yerini alacak biri değil, sadece ona bu uğurda yardım etmek üzere gönderilmiş bir araçtı.
Çok yaklaşmıştı, biliyordu. Kardeşini bulduğu anı gözünde canlandırabiliyordu, muhtemelen ambulans
vagonları düzinelerce adamı getirdiği bir anda olacaktı bu karşılaşma.
Yarası o kadar da kötü olmayan bir adama su verirken kafasını kaldıracak ve Jamie’nin o pis gülüşünü
görüp alaycı sesini duyacaktı.
Burnum yine işime soktun, değil mi Bayan Cadaloz? Bir dakika olsun beni yalnız bırakamaz mısın!
Ve Agatha onun iyileşmesine yardım edecek, Jamie de hastaneden yürüyerek çıkacaktı. Çünkü yarası o
kadar da kötü olmayacaktı. Birlikte Appleby’ye geri dönecekler ve her şey eskisi gibi olacaktı.
Napolyon saldırmadan ve Jamie askere gitmeden önceki gibi. Baba|arı ölmeden önceki gibi.
Lord Fistıngham bir gün çıkıp babasından sonra şimdi de erkek kardeşi muhtemelen ölmüş olduğu için
kalan mirasın yönetiminin artık onda olduğunu açıklamadan önceki gibi. Ona oğlu Reginald ile evlenmesini
önerip varlığını ve arazilerini Fistingham’larla birleştirmesini salık vermeden önceki gibi.
İtici Reggie terli ellerini vücudunda, tiksinti verici dilini dudaklarının üzerinde gezdirmeden önceki gibi.
Agatha komşularının oğlu olan Reggie’den hayatı boyunca mümkün olduğunca uzak durmayı
başarabilmişti. Ona güven olmayacağını küçük yaşlarda öğrenmişti.
Bu eski hatıraları hızla kafasından uzaklaştırdı. O kadar hızlıydı ki minik elleriyle boğuştuğu ergen
Reggie’nin bulutlu bir günde beliren terli suratı göründüğü gibi kaybolmuştu.
O burada değil.
Burada bir zamanlar Appleby’de olduğu gibi güvendeydi. Ama oradaki güven de sonsuza kadar sürmemişti,
öyle değil mi?
Geçtiğimiz ay Lord Fistingham ile oğlu Reggie’nin Appleby’ye girmesine izin vermesinin tek nedeni onları
kırmak istememesiydi.
Ancak Lord kendi gündemini takip etmek için gelmişti.
Sen bir yetimsin tatlım. Yeryüzünde sana bakacak tek bir kimsen dahi yok. Senin düzenini kurduğunu
görmek benim görevim.
Jamie bana bakacaktır, Sayın Lordum, diye karşı koymuştu Agatha. Bu adam gibi eski kafalı birine kendi
kendine idare edebileceğini anlatmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktu.
Hata ediyorsun, Jamie ölmüş olmalı. Artık bu aptallığından kurtulmalı ve gerçeği kabul etmelisin.
Dünyada yapayalnız kaldın, açlıktan ölmeye mahkumsun.
O biraz zor, diye cevap vermişti Agatha soğuk bir sesle. Appleby’nin Fistingham’a nazaran daha iyi idare
edilmesi sayesinde çok daha yüksek bir gelir getirdiğinden emindi. Tabii adamın ayyaş oğlunun kumarda
kaybettikleri de cabasıydı.
Saçma. Hiçbir kadın yanında bir erkek olmadan ge-çinemez. Ama ben bu sorunu da hallettim. Baban da -
ah sevgili Jems’i ne kadar özlüyorum - böyle yapmamı isterdi.
Agatha ona saygısızlık etmemek için çabalıyordu. Lord Fistingham’m sevgili Jems diyerek andığı
babasının yanma yalnızca borç alması gerektiğinde uğradığını bilmiyordu sanki. Bunun üzerine babası boş
boş bakarak ona son derece cömert bir çek yazar ve bu paranın hesabını sormaz, geri ödemesini dahi
beklemezdi. Babasının rakamlar ve formüllerden başka bir şeyi umursamadığının farkında olan Agatha ise
onun bunu cömertlikten değil paraya hiç değer vermediği için yaptığını bilirdi.
Bay Fistingham daha sonra harikulade mülklerini nasıl Fistingham adı altında bir araya getireceklerine
dair yaptığı planı açıklamıştı. Adam konuşurken Agatha başını sallayıp onu dinlermiş gibi yapıyor ama
aslında o sırada kitaplarını aklından geçiriyordu.
Ta ki Lord Fistingham’ın planlarının bir evliliği içerdiğini fark edene kadar. Bu öyle bir teklifti ki
Agatha’nm reddetmesine asla izin veremezdi.
Agatha ilk başta evlenmek isteyenin Bay Fistingham olduğundan endjşelenmişti.
Sonraysa durum onun için çok daha korkunç bir hal almıştı.
Reggie ile hemen evleneceksin. Başka seçeneğin yok tatlım. Gördüğün gibi artık her şey benim
kontrolümde. Genç Jems de öldüğüne göre babanın vasiyeti gereği sen evlenene dek tüm yetkiler bana
verilmiş durumda. Evlendikten sonra da bu görev kocanın olacak.
Agatha panik içinde vasiyetin okunduğu anı hatırlamaya çalışmıştı, fakat o anla ilgili aklına gelen tek şey
hissettiği acıydı. Yine de bir an için adamın söylediklerinin doğruluğundan şüphe etmişti. Babasının kızının
güvenliğini bir yabancıya devretmiş olması mümkün müydü? Neden olmasın? Babası da zaten karısı
öldüğünden beri çocuklarına karşı bir yabancı haline gelmemiş miydi?
Ama ben Appleby’yi yıllardır yönetiyorum! Kuracağım ilişkilerde de bir sorun yaşayacağımı
sanmıyorum!
Ah, genç Jems’in bir süredir senin kahyalık yapmana izin verdiğinin farkındayım. Ne aptal çocuk! İşleri
fazla bir zarara sokmadığın için oldukça şanslı. Bunu söylerken ayağa kalkmış, o ana kadar yumuşak olan
ifadesi oğluna bakarken sertleşmişti. Evlenme vaktin geldi tatlım. Hadi Reggie, gelinini ikna et bakalım.
Evet baba. Reggie Agatha’ya zafer dolu bir ifadeyle gülümsemişti.
Lord odadan çıkarken anahtarı delikten çıkarmış ve ikisini içeride baş başa bırakıp kapıyı üstlerine
kilitlemişti. Kapı kilitlenirken çıkan ses hala Agatha’nın kulaklarında çınlıyordu.
İtici Reggie’nin ikna planı pek romantik sayılmazdı. Babası odadan çıkar çıkmaz Agatha’nın üzerine
atılmıştı. Pençelerini vücuduna sarmış, saçlarını çekmiş, bir hayvan gibi Agatha’ya sokulmuştu.
Agatha korkusuyla başa çıkmaya çabalarken bir yandan da ona karşı koymaya uğraşmıştı. Kapıyı kırıp
yardım etmeleri için hizmetçilerine seslenmeye de cesaret edememişti. Lordun oğluna elini sürenin
mahkemede işi zordu. Özellikle de yerel hakimin Lord Fistingham’ın ta kendisi olunca.
Reggie pantolonunu çözmeye çalışarak onu koltuğun üzerine fırlattığı sırada Agatha birden uzun zaman
önce olan bir şeyi hatırlamıştı. Ne yapması gerektiğini biliyordu!
Jamie gençken ona kendini nasıl koruyacağını Öğretmeye karar vermiş ve ona çok basit bir hareketle bir
adamı nasıl tamamen etkisiz hale getireceğini göstermişti.
Agatha bütün gücüyle onu tekmeledi. Üzerine çıkmaya çalışan Reggie’nin ağırlığı yüzünden dizi vurması
gereken yeri ıskalamış olsa da baldırı bu bölgeye yeterince kuvvetli bir darbe indirmeyi başarmıştı.
Bu gerçekten çok tatmin ediciydi. Yüzü yeşilden beyaza dönen Reggie nefesi kesilerek yere yuvarlanmıştı.
Agatha ise ustalıkla pencereden tırmanarak dışarı çıkmış ve düşmanını yerde kıvranırken bırakıp oradan
uzaklaşmıştı.
Ertesi sabah erkenden Appleby’yi terk ettiğinde, evin çalışanları hala halıdaki kusmuk lekelerini
temizlemeye çalışıyorlardı.
Agatha bunları düşünürken, morluklar geçeli bir hafta olmasına rağmen istemsizce kollarını sıvazladığını
fark etti.
Tüyleri ürpermişti.
Şuursuzca saçlarını yeniden örerken önündeki zorlu göreve odaklanmaya zorladı kendini.
Bir baca temizleyicisi bir hafta içinde bir beyefendiye nasıl dönüştürülür?
Bir soylu gibi Konuşmayı, yemek yemeyi, dans etmeyi, yürümeyi becerebilmesi gerekiyordu. Başarılı
olma olasılığı yok denecek kadar az olan korkutucu bir görevdi bu. Agatha örgüsünü bırakıp yeniden yatağa
uzandı.
T eker teker öğretecekti. Bütün akşamı onunla geçirmiş, ona ev ahalisiyle anlaşabilmesini sağlayacak
birkaç cümle öğretmişti. Adam çabuk öğreniyordu, bu da bir konuşmayı yönetebileceğine dair Agatha’yı
biraz rahatlatmıştı.
En kolayı adamın görünümünü değiştirmek olacaktı. Şu anda bile hiç fena görünmüyordu, hatta
dayanılmaz olduğu bile söylenebilirdi. Düzgün kıyafetler, birkaç tane görgü kuralı bu işi halletmeye
yetecekti.
Ne de olsa bu adama bir eş bulmaya çalışmıyordu. Bu adamla ilgili sıradan bir koca olması dışında ispat
etmesi gereken hiçbir şey yoktu.
Ah, bir de müzisyen olduğunu uydurmamış olsaydı...
Yastığına sarılarak kıvrıldı, uykuya dalana kadar da bu yalanla nasıl başa çıkacağının yolunu bulmaya
çalıştı.
Simon Agatha’yı görebilmek için gölgelerin arasından çıktı. Bu karanlıkta bile kıyafetinin izin verdiği
ölçüde boynunu ve uykudan pembeleşmiş yanaklarını seçebiliyordu.
Bu kadın neyin peşindeydi? Şu taşralı halleri ve tartışmasız cazibesiyle tam bir oyuncuydu. Simon
yardımlarının karşılığım bu akşam layıkıyla alacağını düşünmüştü aslında. Fakat genç kadın parıldayan
yüzüyle ona iyi geceler dilemiş ve şaşkın görünen Pearson’a kahvaltıyı sabah tam yedide hazırlaması
talimatını vermişti.
Simon metreslerle ilgili pek bir şey bilmezdi ama gündüzlerini uyuyarak geçiren ve geceleri aşıklarını
bekleyen tembel insanlar olduklarını düşünmüştü hep bu zamana dek.
Bu gece ev onundu. Hizmetçilerin yaşadığı bölümün kapısını kilitledikten sonra evin her bir köşesini
araştırmış ve kalmakta olduğu odada yer alan kitapların içinde yer alan sevgili plan ortağım James’e gibi
delil sayılabilecek notlar dışında hiçbir şey bulamamıştı.
Agatha çarşafların altında huzursuzca kıpırdanınca Si-mon tekrar karanlığa sığındı. Bu odada işi bitmişti,
bu evdeki bir haftası dolmadan önce daha yapacağı çok iş vardı. Gitmeliydi.
Bu odada onun ilgisini çekecek hiçbir şey yoktu. Yatakta yatmakta olan kadın dışında. Ve bu kadının
esrarını çözmek Simon’da giderek saplantı haline gelmeye başlıyordu.
Belki de saçlarına dokunabilmek için o örgüyü hiç açmamalıydım, diye düşündü girdiği gibi sessizce
dışarı çıkarken. Özellikle de baş döndüren kokusunu içine çekmek için üzerine eğilmesi kabul edilemezdi.
Londra sokakları asla uyumazdı, en azından Simon’m bulunduğu bölge. Gölgelerin arasından hızla ve
güvenle yürüyen Simon, Thames Nehri’nin kirli izlerini taşıyan nemli ve isli şehir havasını içine çekti.
Carriage Square’deki evin taze çiçek kokan odalarından sonra şehrin yüzüne çarpan bu pis kokusu Simon
için tanıdık olsa da pek hoş bir karşılama sayılmazdı.
Bu bölge şehrin ne en iyi ne de en kötü bölümüydü. Bazı binalar yıkılmış, yerlerine yenileri
yapılmaktaydı. Burada pek çok sınıftan Londralı bulabilirdiniz. Gün boyunca beyefendilerle dilenciler yan
yana yürümekte, hanımefendiler hayat kadınlarının yanından farkına bile varmadan geçip gitmektelerdi.
Fazla tehlikeli ve berbat olmayan bu yer, Yalancılar Kulübü için oldukça uygundu. Üst düzey bir namı
olmasa da gündüzleri bir erkek kulübü olarak hizmet veriyor, geceleri ise biraz düzensiz de olsa
İngiltere’nin en iyi casus teşkilatına yataklık ediyordu.
Simon yavaşladı. Yoldan geçen bir at arabasının ardından aşağı sokağa saparak civarda birilerinin olup
olmadığını kontrol etti. Gözleri karanlığa alıştı. Sokak lambalarının ışığı çok zayıftı ama Simon’m yolunu
bulmak için ışığa ihtiyacı yoktu.
Keskin bir şekilde kıvrılan sokağı hiç tereddüt etmeden döndü. Sonra durup önünde ne olduğuna baktı.
Elleri soğuk demire değdiğinde memnuniyetle hafif bir ses çıkardı.
Deneyimin verdiği rahatlıkla üzerinde hiç pencere olmayan iki tuğla duvarın arasına yerleştirilmiş olan
paslı merdiveni tırmandı.
Merdiven hiçbir yere ulaşmıyordu. Paslı demirin uçları kesikti. Tırmananı duvarın yarısına kadar
çıkardıktan sonra ona aşağı inmekten başka bir seçenek tanımıyor gibiydi.
Tabii tırmanan kişi en üst basamakta durup karşı duvar boyunca uzanan dar çıkıntıya atlaması gerektiğini
bilmiyorsa.
Son birkaç yıldır bu yolculuğu yaz kış demeden binlerce kez yapmış olan Simon basacağı yeri ezbere
biliyordu. Çıkıntıya iliştikten sonra tuğlaların içine gözle görülmeyecek şekilde oyulmuş girintilere
tutunarak dizlerinden başının üzerine kadar uzanan ağır demirlerle örtülü pencereye ulaştı. Demirler bir
gümrük kapısınınki gibi kocaman bir kilit ve kalın bir zincirle birleştirilmişti. Simon bunu açmak için
pencerenin sağ üst köşesinde duran küçük levyeyi kullanacaktı.
Kuvvetli bir tık sesi ve iyice yağlanmış menteşelerden gelen hafif gıcırtı sonrasında Simon pencereden
içeri girmişti bile.
Mutfağın üzerinde bulunan kilere ulaşır ulaşmaz pencereyi kapatıp ellerini ovuşturdu. İşte ofise yeni bir
ziyaret daha yapmıştı.
ÜçüncüBöüm
Bundan sadece birkaç saat sonra, sabahın erken saatlerindeki işleri yapmakta olan hizmetçinin yanından
geçip salona gitmekte olan Simon esnedi. Nellie ona neşeli bir gülümseme ve şaşkın bir kıkırdamayla
karşılık verdi.
Güneş henüz doğmamıştı ama Simon bütün işleri Agatha’nın yönetmesine izin vermemekte kararlıydı.
Agat-ha yedide dediyse, o kahvaltısını altıda yapacaktı. Kahvaltı odasının kapısını ardına kadar açarken
gelen esnemesi yarıda kaldı.
Günaydın Bay Applequist. İyi dinlenebildiniz mi?
Bayan Applequist giyinip hazırlanmış bir halde sarı renkli kahvaltı odasının masasında oturmakta ve
kızarmış ekmeğinden kestiği parçayı zarif bir biçimde çiğnemekteydi.
Simon gözlerine inanamıyordu. Gün yeni ağardığı sırada bahçede tırtıl arayan bir kuş kadar neşeli ve
enerjikti bu kadın. Esnemesini zorlukla bastırmaya çalışarak başını hafifçe salladı.
Peki ya siz? diye sordu, bir gece önce Agatha’dan öğrendiği şekilde konuşuyordu.
Mükemmel telaffuz edilen bu kelimeler karşısında Agatha’nın gözleri memnuniyetle kocaman açıldı.
Simon saçma bir şekilde kendisiyle gurur duyduğunu fark etti.
Elbette doğru düzgün konuşabiliyordu. Her zaman öyle değil miydi? Tamam, her zaman değilse bile
yıllardır böyle konuşuyordu. Bu kadından onay alması onu neden bu kadar sevindiriyordu ki?
Kahya odadan çıkınca Bayan Applequist fark edilir biçimde rahat bir nefes aldı.
Şimdi rahat davranabilirsiniz Bay Rain.
Simon ona bir bakış fırlatarak tabağını büfeden tepeleme doldurdu ve iç açıcı görünen sofrada onun tam
karşısına geçip oturdu. Ve ilk lokmasını ağzına attığı anda, bu kadının aşçısı benimkinden çok daha iyi, diye
düşündü.
Sessizce kahvaltılarını yaparlarken gizliden gizliye Agatha’yı izliyordu. Odaya girmeye başlayan güneş
genç kadının saçlarına kızılımsı bir ton veriyordu. Ne kadar tuhaf. Saçlarının siyah olduğunu sanmış, bu
kadar koyu bir kahve olduğunu anlamamıştı şu ana kadar.
Kahverengi saç, kahverengi göz. Gerçekten ne kadar da sıradan.
Onun tam anlamıyla sıradan bir kadın olmaması dışında, öyle değil mi? insanlar sıradan olanın farkına
varmazlardı ne de olsa.
Daha egzotik, daha frapan olanı arardı gözler, sıradan olanı görmezdi bile. Tıpkı kendisinin baca
temizleyicisi kılığı gibi. Bu o kadar gündelik bir görüntüydü ki neredeyse görünmezdi.
Okuduğu gazete parmaklarının arasında hışırdadı ve Agatha heyecanla yutkundu.
Neler oluyor? diye sordu Simon.
Şunu oku! diyerek gazeteyi maun masanın üzerinden ona uzattı.
Simon tereddüt ederek onun gözlerine baktı. Ne?
Sen... Sen okuma biliyorsun, değil mi?
Simon gazeteyi onun elinden homurdanarak kapacağı sırada baca temizleyicisi karakterinin aynı zamanda
cahil olabileceğine karar verdi. Hiç cevap vermeden arkasına yaslandı ve gazeteyi kadının okumasına
müsaade ederek onu dinledi.
Bu gazeteden ziyade bir dedikodu dergisi gibi bir şeydi. Leydi B ya da Leydi F’lerin bol bol adının geçtiği
ve evlilik haberlerinden, kıyafetlerden, casuslardan bahsedilen türden.
Casuslar. Ah, hayır, yine mi?
Sosyetenin Sesi İngiltere’nin en iyi kahraman casusuyla ilgili son zamanlarda bir haber alınamadığını
tespit etti. Kendisi krallığın en sıkı korunan sırrı olsa da Sosyetenin Sesi onun silah ve barut taşıyan
vagonları durdurmada hızlı davranarak İngiltere’nin Oğulları’na yapılması amaçlanan saldırıyı bozguna
uğrattığı haberini almıştır. Gecenin karanlığında hayatını riske atıp neredeyse intihar denecek bu görevi
yerine getirerek Napolyon’un kardeşlerimize karşı kullanacağı saldırı silahlarını imha etmiştir.
Simon buna benzer haberleri daha önce de pek çok kez duymuştu. Gizli organizasyonlarının çalışmaları bu
şekilde halkın tüketimine sunuluyordu. Halbuki tüm bunlar sadece adamlarının bilmesi gereken şeylerdi.
Öfkeyle yumruklarını sıktı.
Sonra, diyerek öfkesini bastırmaya çalışarak bakışlarını gazeteyi okumaya devam eden Agatha’ya çevirdi.
Övgüler giderek daha da abartılı bir hal alıyor, neredeyse alaycı bir havaya bürünüyordu.
Simon buna bir son vermek zorundaydı. Bu saçmalık da neyin nesi?
Bayan Applequist burun kıvırarak, Bu saçmalık burada olma nedenim, dedi. Birini arıyorum. O kayıp ve
ben onu bulmak zorundayım.
Kim bu kişi?
Adı James Cunnington. O benim... O benim için çok değerli biri, dedi Agatha.
James. Demek sonunda aşığının adını veriyordu.
Bunun benimle ne alakası var peki?
Sen benim yanımda olursan, sosyetenin içinde çok daha rahat hareket edebilirim. Sorular sorabilir,
araştırma yapabilirim. Bu yazıda adı geçen kişi Casus Griffin. Bundan önce çıkan yazılarda da en az bunun
kadar adı geçiyordu. Griffın’i bulabilirsem belki de James’e ulaşabilirim. Demek Griffin...
Yüzde yüz emin değilim. Takip edebileceğim sadece bir ipucu var elimde. Ben de oradan başlayacağım.
Bir zamanlar James’e ait Griffin imzalı bir mektup görmüştüm. Bu bir ipucu sayılmaz ki.
Evet, çok uzak bir ihtimal olduğunu biliyorum, ama ne olursa olsun James’i bulmak zorundayım. Sahip
olduğum bir tek o kaldı.
Simon, sesi hala yumuşak olsa da genç kadının çelik kadar sert kararlılığını algılayabiliyordu. Bu iyi
değildi. Bu kadın sadece aşığını arayan bir metres olsa bile bir ağacı sarsabilecek güçteydi.
Sadece tehlikeli değil, aynı zamanda kendisini de tehlikeye atar bir durumdaydı. Ne ile karşı karşıya
olduğu konusunda en ufak bir fikri dahi yoktu.
Bugün yapacak çok şeyimiz var Bay Rain. Gülümseyerek peçetesini kenara koydu. Kahvaltınız bitince
salonda bana katılın lütfen.
Simon başıyla onayladı, fakat kadın odadan çıkarken eteğinin kalçalarının etrafında hareket edişini
seyretmeden edemedi. Bakışlarını zorlukla başka tarafa çevirdi. Çok çok uzun bir hafta olacaktı.
Bu sırada yemeğin tadını çıkarabilirdi elbette. Çatalını kavrayıp iştahla bir kez daha kahvaltı tabağına
yöneldi.
Bu kadının etrafında olan bir adamın gerçekten gücünü koruması gerekiyordu. Ondan ne bekleneceğini
tahmin etmek biraz zordu.
Bunu yapmayacağım! Ne şimdi, ne de sonra. Ve bana bunu yaptırabileceğini düşünüyorsan avcunu
yalarsın!
Fırlayan peruk pudralar saçarak yatak odasının duvarına çarptı. Bayan Applequist ve sırrını tutma
koşuluyla işe aldığı yeni oda hizmetçisi Button, Simon’ın bu sabahki inadı sonucu oluşan durum karşısında
tavandan yerlere kadar inen pudra bulutuna bakakaldılar.
Monokl ve feci halde kırışmış olan boyunbağı ile yakalık Simon’m bu züppe kılığı protestosu sonucu bir
köşeye fırlatılmış halde duruyordu.
Bayan Applequist derin bir nefes aldı.
Yine.
Tamam Bay Rain. Belki de bu peruk biraz fazla. Ne de olsa mahkemeye çıkacak değilsiniz. Yakalık ve
monoklden de vazgeçersek en azından boyunbağma kendinizi alıştırabilir misiniz? Hiçbir centilmenin
sosyetede özenle bağlanmış bir boyun aksesuvarı takmadan bulunduğu görülmemiştir.
Pekala! Simon gülme isteğini bastırarak homurdandı. Bu lanet baca temizleyicisi rolünden zevk almaya
başlamıştı.
Çenesini yukarı kaldırarak Button’ın boyunbağını yeniden bağlamasına izin verdi. Ufak tefek uşağın elleri
titriyordu. Simon bir an için ona sempati duydu.
Bayan Applequist’in dramatik yalvarmaları ile Simon’ın bağırmaları arasında kalan adam kesin bir
tımarhanede olduğunu düşünüyordu.
Geçen son üç güne dönüp bakınca Simon yakın zamanda tam bir deli sayılabileceğine karar verdi. Uyanık
geçen her saniye hitabet çalışmaları, masa düzeni ezberleme ve dans dersleriyle geçmekteydi.
Gün doğumundan gün batımına kadar sanki daha önce yeterince çalışmamış gibi sürekli çalışıyordu. Tüm
bunları bilmeyen bir adammış gibi davranmak onları ilk defa öğrenmekten katbekat daha zordu.
Bayan Applequist onun için bir hizmetçi tutmak zorunda
kalmıştı ama bundan fazlasını riske atmaya hiç de niyetli değildi. Dersleri kendi hazırlıyor, onunla yemek
yiyor, onunla sürekli konuşuyordu.
ITyi telaffuz etmeyi unutmayın Bay Rain.
Gereksiz ekler kullanmayın Bay Rain.
Simon onun eğittiğini sandığı kadar cahil biri olsaydı şu anda çoktan saçma sapan konuşan bir aptala
dönmüş olurdu. Neyse ki değildi de zor da olsa beş çayına kadar bu küçük disiplin meraklısını
boğazlamadan durabiliyordu.
Ah ama o çaydan sonraki dans dersi saati geldi mi bu küçük işkenceci yumuşuyor ve neredeyse utangaç
birine dönüşüyordu.
Çay tepsisini yollayıp müzik kutusunu kurarken adeta bir dersliğe dönüşen salonun ortasına doğru yavaşça
yürüyor ve sessizce ona yanma gelmesini işaret ediyordu.
Simon daha önce hiç bu kadar güzel dans etmemişti. Eskiden bu işi bu kadar iyi yapması için hiçbir sebebi
olmamıştı. Bu nedenle başlardaki beceriksizliği bu kez numara değildi.
Aldığı eğitim sırlar ve gizlilik üzerine yoğunlaştığından Simon’ın stil ve sosyete konusundaki bilgisi o
kadar da derin değildi.
Button özenli boyunbağı bağlama merasimini tamamladıktan sonra Simon aynanın karşısına geçti. Aynada
gördüğü smokinli yansıması duraksamasına neden oldu. Button gelmiş geçmiş en yaratıcı adam değildi belki
ama bir oda hizmetçisi olarak tartışmasız bir dehaydı. Simon hayranlıkla aynadaki görüntüsünü inceledi.
Çok şıktı. Tam bir lord gibi görünüyordu. Bunun her zamanki tarzıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu.
Kendini böyle görmek onun için gerçekten tuhaf bir histi.
Button, sen bir harikasın! Bayan Applequist neşeyle ellerini çırptı. Ah Bay Rain, tam anlamıyla bir
beyefendi gibi görünüyorsunuz!
Dikkatli ol koca adam. Bu kadar hızlıı gelişme göstermemelisin. Tam bir çay yaprağı gibi görünüyorum!
diyerek suratını buruşturdu Simon. Boyunbağını ve yeleğini sert bir hareketle çıkarıp ekledi: Gerçekten
mecbur kaldığımda giyebilirim ama her gün olmaz!
Gömleğinin düğmelerini çözmeye başlayınca, Agatha’nın gözleri fal taşı gibi açıldı.
Simon düğmeleri çözmeyi bir türlü beceremeyince gömleği kafasından sıyırıp çıkarıverdi.
Agatha geriye doğru küçük bir adım attı ama gözlerini bir an bile ondan ayırmadı.
Gözleriniz bayram etti mi? diye homurdandı Simon.
Genç kadının nefesi kesildiğinde Simon kahkaha attı. Agatha bunun üzerine kıpkırmızı oldu ve hızla
arkasını döndü.
Button, Bay Rain’in çayını hazırlar mısın lütfen?
Hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Bakışları Simon’ınkilerle buluştuğunda gözleri bambaşka bir nedenden
ötürü irileşmiş ve gölgelenmişti.
Stratejik geri çekilişinin ardından Agatha Simon’ın odasının önünde bir an için durdu ve koridorun ahşap
kaplamasına yaslanarak soluklandı.
Bu ne zayıflık? Bu adamı planlarını gerçekleştirmede bir araç olarak kullanırken birdenbire erkeksi
cazibesinin gözlerini kör etmesine izin vermek de nereden çıkmıştı?
Ama çekiciydi, öyle değil mi? Ve bu çok rahatsız ediciydi. Yeni kıyafetlerini üzerine geçirdikçe onun her
genç kızın rüyalarını süsleyen ideal beyefendi olduğunu görüyordu. Ancak kendisi artık küçük bir kız
olmadığı gibi karşısındaki adam da bir beyefendi değildi.
Hanımefendi, sizin çayınızı da salona getirmemi ister misiniz?
Agatha Pearson’ın bakışlarını üzerinde hissetti. Herhalde
kadını bir çalı süpürgesi gibi duvara dayanmış halde görmek kahyanın garibine gitmişti. Evet, Pearson,
teşekkürler. Gülümsedi. Harika olur.
Canlandırıcı bir fincan çay fikri gerçekten kulağa çok hoş geliyordu. Bay Rain hala biraz fazla iştahlı
yiyiyorsa olsa da sofra adabı konusunda oldukça ilerlemişti. İnsan gerçekten genzinden o keyif dolu sesleri
çıkarmamalıydı; bu berbat şekilde rahatsız edici bir şeydi.
Bir çay molasının ardından Agatha yine dans öğretmeni rolüne bürünecekti. İçinden yine bir ısı dalgası
yükseldiğini hissetti. Bugün Bay Rain’e - hayır, Bay Applequist’e vals öğretecekti.
Evli bir çift olarak görüleceklerinden onunla skandal yaratacak şekilde dans etmeyi planlamıştı. Yalnızca
bekar kadınların vücutlarını dans ettikleri erkeğe yaslamaları ve kolları arasında dönüp durmaları hoş
görülmezdi.
Tanrım. Bu işin sonunu nasıl getirecekti bakalım.
Bayan Applequist onu öldürmek ister gibiydi. Simon onun hayal kırıklığını nasıl bastırmaya çalıştığını
bakışlarından anlayabiliyordu. Yeniden başladı.
Bir elinizi böyle koyun Bay Applequist. Sonra yavaşça yavaşça diyorum, kömür küreği tutarmış gibi
değil! yavaşça elimi alıp tam omuz hizasında tutarak...
Simon onu dinlemeyi bıraktı. Agatha’nın dudaklarını seyretmek daha çok ilgisini çekiyordu. Teker teker
incelendiğinde hatlarının pek çarpıcı olmaması garipti. Onu bu kadar çekici kılan, tüm bu hatların bir araya
geldiğinde oluşturduğu karışımdı.
Kesinlikle klasik bir güzelliği yoktu. Fakat kahverengi gözleri ve dolgun dudakları, pembe yanaklarıyla
bütünleştiğinde cazibenin gerçek tanımı ortaya çıkıyordu.
Simon onun özellikle dudaklarını beğeniyordu. Bayan Applequist şimdiki gibi gergin olduğu anlarda dilini
oldukça belirgin bir renge sahip olan bu dudakların üzerinde gezdirme eğilimi gösteriyordu.
İşte, yine yapıyordu. Simon onun gülümsemesinin dudaklarına ulaştığını bu zamana dek hiç görmemişti.
Evet konuklarını ağırlarken ya da evdeki çalışanlara kibar olması gerektiğinde nazik ifadelerini yakalamıştı
ama içten gelen bir gülümsemeyle henüz hiç karşılaşmamıştı.
Bu gülüşü görmek istedi. Hem de şiddetle. Artık zorla kadının ayaklarına basmaya çalışmaktan yorulmuştu
Benim geldiğim yerde dans sadece buna uygun giyinenler için yapılacak bir şey değildir biliyor musun?
Ne demek istiyorsun?
Annem pazarın kurulduğu günler Covent Garden’da çalışırdı. Gün bitip çoğu şey toplandığında sokak
çalgıcıları ve kemancılar bir araya gelip boş meydanda gece olana dek çalarlardı.
Henüz Covent Garden’daki pazarı görmeye fırsatım olmadı. Anneniz ne satıyordu?
Kendini. Ama Simon bu saçmalığı açık etmeyecekti.
Ah, şunu bunu işte.
Peki ya babanız?
Bu konudan konuşmamak daha iyiydi. Bir şey anlatmaya çalışıyorum ama!
Affedersiniz. Devam edin lütfen.
Kızmamıştı ki. Bir an bile. Tam aksine müzik eşliğinde salonda onu kollarında tuttuğu her an keyif
alıyordu.
Bay Rain? Bana pazar bittikten sonra çalmaya başlayan müzisyenlerden söz edecektiniz.
Hepimiz etraflarında toplanırdık, bilirsiniz işte, diğer insanlar evlerine döndükten sonra. Cebinde biraz
parası olanlar sona kalan turtaları ve sandviçleri alır dağıtırlardı. Bütün gün bağırmaktan kurumuş boğazları
ıslatmak üzere içkiler çıkardı meydana ve ortam birden neşeleniverdi.
Bazen neşeli olduğu kadar tehlikeli de olurdu tabii, fakat Agatha’nın bu kısmı öğrenmesine gerek yoktu.
Ve sonra dans edilirdi. Fırıncı önlüğüyle, satıcı kadınlar şapkalarıyla ne giydiklerini umursamadan sadece
eğlenmek pahasına dans edip dururlar ve gün güzel bir şekilde sona ererdi.
Bayan Applequist tek kaşını kaldırdı. Hayatım boyunca taşra danslarına katıldım Bay Rain ve hiçbiri bu
anlattığınız kadar eğlenceli değildi.
Taşrada olanları bilmesem de birinin Çingene olmadığı sürece annem ya da fırıncı kadar hızlı
dönebileceğini hiç sanmıyorum.
Agatha meraklanmıştı. Düşünceli bir ifadeyle, Dönmek mi? Bugüne kadar döndüğümü hiç
hatırlamıyorum, dedi.
Simon onu kollarının arasından çıkarıp geriye bir adım attı. Müzik kutusunda bir düğmeye basarak
çalmakta olan ağır müziği durdurdu.
Ama Bay Rain, henüz bitirmedik...
Simon ellerini kuvvetle çırparak ıslığıyla hareketli bir melodi tutturdu. Ardından cesaret verici bir
gülümsemeyle Agatha’nm ellerini tutup ritmi algılayana kadar onunla birlikte el çırptı.
Sonra bir adım geri giderek ayağıyla tempo tutmaya başladı, ona doğru bir adım attı, sonra bu hareketleri
tekrarladı.
Genç kadın kesinlikle ilgili görünüyor ve Simon’ın ayak hareketlerini izlerken elleriyle ritmi yakalamaya
çalışıyordu.
Sonunda onun bu işi kaptığını anlayan Simon onu ellerinden tutarak döndürmeye, bir yandan da coşkuyla
şarkı söylemeye başladı:
Durma dostum, git kızı al.
Elinden tut ve dönmeye bak.
Sana dönerse zaten şenindir.
Gelmezse de cam cehenneme!
Sıradakini al belki o iyidir.
O da olmazsa hakkın ikidir!
Agatha dönüyordu. Simon’ın çılgın şarkısına kendini kaptırmıştı. Sonunda başı dönünce durup Simon’ın
geniş göğsüne yaslandı. Hızla nefes alıp vererek, Siz delisiniz Bay Rain, dedi sırıtarak.
Beni onurlandırıyorsunuz Bayan Applequist. Dudaklarının kıvrımındaki samimiyet ses tonundaki
resmiyetle garip bir tezat oluşturuyordu.
Agatha onun kollarının arasında olmaktan hoşlandığını hissetti. Bu kadar yakınında durunca ne kadar uzun
boylu ve sağlam yapılı olduğu daha iyi fark ediliyordu. Danstan ötürü hala nefes nefeseydi. Her nefes
alışında adamm kokusunu da içine çekiyordu.
Temiz, keskin ve erkeksi. Tarçın ve tütün.
Tarçın?
Ne?
Tarçın kokuyorsunuz.
Agatha yutkundu. Sıcaklığı giysilerinden geçerek tenine değiyor, göğsünün ve midesinin sıkışmasına
neden oluyordu. Ne-neden? diye sorabildi sonunda.
Neden mi tarçın kokuyorum? dedi Simon yumuşak bir sesle.
Agatha başını evet anlamında salladı. Ne kadar garip, nefes alış verişi bir türlü düzene girmiyordu.
Gerçekten şimdiye dek hiç bu kadar şiddetli bir şekilde dans etmemişti.
Tarçın şekeri. Şekerciden aldığım kırmızı şeker parçaları. Onlara bayılıyorum.
Ah. Tabii ya. Şekerler. Tarçın. O sırada bir şey fark etti. Aman Tanrım! Harika! Mükemmel
konuşuyorsun.
Simon Agatha’nın gülüşünün ve yumuşak vücudunun etkisinden kurtulmaya çalıştı. Lanet olsun,
tamamen ağzından kaçmıştı. Genç kadının doğrulmasını sağlayarak geri çekildi.
Harika bir öğretmenim var, değil mi ama?
Ah, teşekkür ederim Bay Rain. Ellerini kızaran yanaklarına bastırdı. Ne yapıyorduk? Ah, evet, valste
kalmıştık. Müzik kutusuna yöneldi. Lütfen gelin Bay Rain.
Yine resmi adımlara dönmüşlerdi. Simon kazık gibi adım atıyor, Agatha’nın gözlerinde beliren koyuluğu
ve hareketten pembeleşmiş yanaklarını görmemeye çalışıyordu.
Nefes alıp verişi hala her zamankinden çok daha derindi. Cildi kadar yumuşak, sıcak ve güzel kokulu bu
nefesi ensesinde hissedebiliyordu Simon.
Göğsünü göğsünde bir kez daha hissedebilme arzusuyla farkında olmadan onu kendine çekti.
Bay Rain, birbirimize belli bir mesafede durmamız gerekiyor! Aramızda başka bir kişi daha varmış gibi.
Bu ifade Simon’ı buz gibi soğuk gerçeğe geri döndürdü. Aralarında bir değil binlerce şey vardı. Sırlar.
Yalanlar. Ve James. Birlikte dururlarken aniden ortaya çıkıveren bir dağ gibiydi James aralarında.
Ona neler oluyordu böyle? O sakin, mantıklı halleri nereye gitmişti Tanrı aşkına? Bu muydu kimliğini
gizleme? Güzel bir kadını güldürebilmekten öte bir kaygı taşımayan basitlikte bir adam olabilme ihtimaline
geri dönmek miydi?
Kenara çekildi. Şimdilik yeter.
Agatha’nm yüz ifadesi yumuşadı. Kimse her şeyi bir anda öğrenmenizi beklemiyor.
Daha dört günümüz var.
İyi. O zaman ben çıkıyorum. Biraz hava almam lazım. Agatha’nın yanından geçip kapıya yöneldi. Ne
kadar çabuk giderse o kadar iyi olurdu çünkü genç kadın istediği zaman
oldukça hızlı davranabiliyordu.
Bay Applequist...
Rain, diye düzeltti Simon aksi bir şekilde. Adım Rain. Bunu biliyorum Bay... Agatha rahatsız bir şekilde
kafasını salladı. Sizi böyle çağırmaya fazla alışmamalıyım. Size doğal olarak seslenebilir hale gelmeliyim.
Yoksa bu iş yürümez.
Karım olduğunuza göre bana ‘Simon’ diyebilirsiniz. Hatta ‘sevgili Simon’ çok daha hoş geliyor kulağa.
Sırıttı.
‘Sevgili Mortimer’ demek istediniz sanırım.
Lanet olsun. Bu ismi çok aradınız mı gerçekten? Mortimer kırık gözlükleri ve akan burnuyla dolaşan bir
velet ismi. Daha güçlü bir isim seçmeliydiniz, mesela...
Agatha tek kaşını kaldırarak, Simon gibi mi? diye sordu. Her halükarda Mortimer’a on basar.
Size hitap etmede bir sıkıntım yok Bay Applequist. Pek çok kadın kocasına böyle sesleniyor.
Öyle mi, siz nereden bileceksiniz ki? Bugüne kadar hiç evlenmediniz, yanılıyor muyum?
H’yi yine telaffuz etmediniz Bay... Dudağını ısırdı. Konu benim medeni durumum değil. Ayrıca istemiş
olsaydım çoktan evlenmiş olurdum. Size ‘Mortie’ diye sesleneceğim. Siz de bana ‘Agatha’ diyeceksiniz.
Uygun mudur?
Simon, Uygundur, diye geveledi. Ne demekti şimdi bu? İstemiş olsaydı çoktan evlenmiş olabilirdi
demek? O bir metresti. Hiçbir saygın erkek böyle bir kadını eve götürüp üzerine mutfak önlüğü geçirmezdi.
Ama o da pek saygıdeğer bir erkek değildi, öyle değil mi?
Ne düşünüyordu böyle? Karşısındaki sadece düşmüş bir kadın değil, aynı zamanda son derece kuşku
uyandırıcı bir durumun da parçasıydı.
Burada bir bilgi sızıntısını ortadan kaldırmak üzere bulunuyordu. Bu kadını günah yuvasından çekip
kurtarmak için değil. Bulunduğu yerde gayet mutlu olduğuna şüphe yoktu.
Hava. Hava alması gerekiyordu. Pearson’ın paltosunu getirmesini beklerken içinden lanetler savurarak ön
kapıda duraksadı. Paltoyu üzerine geçirir geçirmez şapka ve eldivenlerini kapıp kapıyı arkasından çarparak
hızla dışarı çıktı.
Dördüncü Bölüm
Mayfair’e ve biraz ilerisine kadar yürümek kendini toparlamasına yardımcı olmuştu, fakat hala güzel suç
ortağı ile ilgili kafasına takılan bazı düşünceler vardı. Kadını beyninden çıkarıp atmak istercesine başını
salladı. Yapacak işleri vardı.
Kulüp bulunduğu caddenin tam karşısındaydı ama Simon hala tereddüt ediyordu. On kapıdan içeri
Mortimer olarak mı girmeliydi?
Mortimer’ın kulübe gitmiş olması hiç de tuhaf olmazdı. Hatta bir miktar saygın bir davranış bile
sayılabilirdi.
Önünde durduğu bu gotik bina, içinde eşler ve annelerin bilmek istemeyecekleri türde bir kulüp
barındırıyordu. Tatminsiz adamların birlikte oturup, içip, oyun oynayıp, birbirlerine gerçek Londra’yı
anlatıp durdukları bir yerdi.
Gerçek bir hovarda asla burada vakit kaybetmezdi çünkü hiçbir kumarhane ya da genelevde burada servis
edilen yemekler ve kaliteli içkiler bulunmazdı. Oldukça nadiren içmesine rağmen Simon puro seçimi
konusunda kendisiyle övünürdü.
Aslında burası oldukça zararsız bir yerdi. En azından görünüşte. Ve Mortimer tam da Yalancılar
Kulübü’ndeki bu göstermelik kötülükten zevk alacak tipte bir gösterişçiydi.
Kararını veren Simon şapkasını gözlerine doğru indirdi ve kendi eğlencesi için mütevazı bir semte gelen
bir adamın züppe tavırlarıyla kaldırımı hızla adımlamaya koyuldu.
Kapıdaki görevli ona sıkıntılı bir bakış attı. Üzgünüm bayım, burası özel bir kulüptür, referansınız
olmadan sizi içeri alamam.
Simon adamın yüzünü görebilmesi için şapkasını tek parmağıyla kaldırdı. Aç şu kapıyı Stubbs, yoksa
maaşından keserim.
Görevli bu kez Simon’a dikkatle baktı.
Bay Rain! Buyrun Bay Rain! Si-sizi bu kılıkla tanıyamadım Bay Rain!
Simon sırıttı. Önemli değil, Stubbs. Zaten ön kapıyı hiç kullanmam bilirsin.
E-evet efendim. Yani ha-hayır efendim! Simon’a kapıyı açmak üzere harekete geçti.
Jackham buralarda mı, Stubbs?
E-evet efendim. Bayjackham en son gördüğümde ofi-sindeydi efendim.
Simon adama başıyla selam vererek kulübe girdi. Zavallı adamın kekelemesinden kurtulunca rahatlamıştı.
Kulübünün dumanlı erkeksi ortamına adım attığında daha da rahatladığını hissetti. Genç adamlar ve genç
lord- lar için içki servis edilen masaların bulunduğu dış odalarda olmak bile iyi gelmişti. Koyu yeşil duvarlar
ve koyu ahşap döşeme kasvetli ama sadeydi. Çiçek kokuları, çay servisleri ve dırdırdan uzak, erkeklerin
dünyasıydı burası.
Baştan çıkarılmayı saymıyordu bile.
Bilardo odasının hemen arkasındaki ofise girdiğinde Jackham tam da bu konuda homurdanıyordu.
Simon’dan yaşça büyük olan bu adam devasa bir masanın arkasında oturmaktaydı. Dağınık kızıl saçlarından
uzunca bir süredir burada olduğu anlaşılabiliyordu.
Burada birkaç piliç olsaydı iki katı zengin olmuştuk,
diye söylendi Jackham bakışlarını muhasebe defterlerinden çekip ona doğrultarak. Hangi
cehennemdeydin?
Simon Jackham’m cimriliğinden ötürü değiştirmediği yıpranmış kanepeye uzanırken sadece gülümsedi.
Gırtlağına kadar görgü kurallarına boğulduğu günlerin ardından Jackham’ın kaba saba konuşmasını duymak
ilaç gibi gelmişti.
Kuralları biliyorsun Jackham. Esrar yok, fahişe yok.! Ancak temiz kalırsak bu işte kalabiliriz.
Fahişeler yasa dışı değil ki. Kocalarının yataklarından gitmesini isteyen Londralı hanımlar tarafından resmi
olarak teşvik ediliyorlar.
Jackham, bu konuyu daha önce tartışmıştık. Herifler huysuzlanırsa sahne şovları getirebilirsin ama fahişe
kesinlikle olmayacak.
Simon kendisini terslediği zaman Jackham mırıldanmaktan öteye geçmeye cesaret edemezdi. Simon bu
konuda hiçbir zaman taviz vermeyecekti, işlediği birkaç - hmmm belki de biraz daha fazla - günahı vardı
ama böyle bir işin parçası olmayı kesinlikle reddediyordu.
Öyleyse günlerdir yüzünü göstermeyip burayı benim idareme bırakmanın nedenini anlat bakalım. Bu
işyerinin sahibi ben değilim biliyorsun. Burası senin.
İşim vardı.
Evet, öyle olduğu fark ettim, diye homurdandı Jack-ham. Bu işin iki gece önce Mayfair’de gittiğin işle
ilgisi yok, değil mi?
Simon yorum yapmadı.
Jackham’ın kara gözleri parıldadı. İyi bir parça. Sihirbaz için çok değerli, öyle değil mi? Simon’a göz
kırptı. Çatılarda gezdiğim gençlik günlerimi hatırlatıyor bu bana. Çuvalın elmaslarla dolu olduğunu duydum.
Bu konuyla ilgili bir şey biliyor musun Bay Rain?
Dinle Jackham. Fazla hikaye anlatmayı sevmediğimi bilirsin. Jackham’ın kafasını karıştırmak için bir
şeyler anlatmaya karar verdi.
O günleri gerçekten çok özlüyorum, diye iç geçirdi Jackham.
Yüzündeki acı dolu çizgiler bir an için yumuşadı. Simon onun Londra’nın damlarında şeytanla dans ettiği
günleri düşündüğünü anlamıştı. En güvenli binalara bile giren gölge gibi bir adamdı o zamanlar.
Büyük bir hırsızın inanılmaz heyecanlı hayatı. Aynı zamanda kötü bir biçimde bitmek zorunda kalan kısa
bir hayattı bu. Bazılarınınki darağacında, bazılarınınki ise hapiste biterdi.
Jackham için ise kaygan zeminde attığı yanlış bir adım dördüncü kattan kaldırımı boylamasına neden
olmuştu. Kırılan kemiklerinin acısıyla daha otuzlarındayken yaşlı bir adam haline gelmişti.
Bu Simon için her zaman aklında bulundurmaya dikkat ettiği bir dersti. Yaşlı Adam, yani baş casusun ta
kendisi, eğer onu kaldırımlarda bulup üzerindeki pisliği temizleyerek teşkilatta çalışmak üzere yetiştirmiş
olmasaydı, onun yolu da aynen buradan geçiyor olacaktı. Baca temizleyiciliği tüm o tırmanmalar ve
karanlıkta çalışmalar sebebiyle ne de olsa bir hırsızlık eğitimiydi. Birçok genç baca temizleyicisi, bedenleri
bacadan daha geniş bir çapa ulaştığında bunu en az bir kez denerdi.
Jackham’ın niye böyle düşündüğünü bilse de Simon bir hırsız değildi. Ne de olsa gecenin bir vaktinde
adamın birinin kasasını açmak üzere maskeli ve siyah giyimli adamların geldiğini kim görse bir şeyler
varsayardı.
O gece Jackham yalnızca mücevher çalan bir hırsız olduğunu itiraf ederek cömertçe çaldıklarını
paylaşmayı teklif etmişti. Simon resmi evrakları almış ama parayı alma konusunda tereddüt etmişti. En
sonunda bunun kendisine hırsız süsü verebilmek için gerekli olduğuna karar vermişti. Ayrıca hükümetin
darboğazındaki Yalancılar Kulübü’nün kasası da bir miktar nakit görse fena olmazdı.
O gece bir ortaklık doğmuştu. Simon evi seçerek rüşvet ve biraz da hileyle düzenlemeyi yapacak, Jackham
da gece yarısı baskını ve kasa açma konusundaki zekasını ortaya koyacaktı.
Yalancılar Kulübü zamanla çok gelişmiş ve Jackham aynı hızla tüketebildiği bir servetin sahibi olmuştu.
Düşüşün olduğu dönemde Simon görevi selefi Yaşlı Adam’dan devralmış ve Jackham’a satın almak üzere
olduğu kulübe bir müdür aradığını bildirmişti.
Tüm bu yıllar boyunca kulübün gerçek amacını Jackham’dan saklamak kolay olmamıştı. Arkadaşına
düşkünlüğüne rağmen Simon onun parayı reddedemeyen biri olduğu konusunda son derece gerçekçiydi. En
iyi arkadaşını satmak pahasına rüşvet alacak olsa dahi.
Bu yüzden Jackham içerideki odalardaki çocukların Simon’ın hırsızlık teşkilatının üyeleri olduğunu
sanıyor, neşeyle onların planlarına yardım edip hesapları tutarken, bir yandan da içkinin keyfini çıkarıyordu.
Kulüp onun hayata olan ilgisini yeniden canlandırmış, daha önce kaybettiği dünyanın tekrar bir parçası
olmasını sağlamıştı.
Simon anıların Jackham’ın kasvetli bir havaya bürünmesine neden olduğunu biliyordu. Biliyorsun
Jackham, dev bir yılanla dans eden kadın iyi bir parçaydı. Neden müşteriler için onu getirmiyorsun? Öndeki
adamlar için gösteri yaptıktan sonra bir tane de bizimkiler için yapar.
Jackham’ın gözleri ufukta beliren kar etme olasılığıyla parladı. Kadının çok seçkin hareketleri vardı, değil
mi? O zamanlar buraya hoş bir değişiklik getirmişti. Üstelik adamlar onu bir kez gördüler, şimdi yalan
söylemediklerini ispat etmek için arkadaşlarını da buraya getirmek isteyeceklerdir. Gözleri kısıldı. Bir hesap
yapacak olursak, sadece yarısı bile bir arkadaşını getirse, onlar da sadece üye olmak isteyecek olurlarsa...
Simon sırıttı. Jackham’ı hesaplarıyla başbaşa bırakıp onun düşüncelerini geçmişten kurtarabildiğine
sevinerek dışarı çıktı. Geriye bakarak kazanılacak hiçbir şey yoktu. Özellikle de önünüzde uzayıp giden bir
yol varken.
Simon’ın geleceğe uzanan yolu dümdüzdü. Yapılması gerekenin ne olduğunu ve bunu yapacak tek kişinin
kendisi olduğunu biliyordu. Dikkatini dağıtan şeyler ne kadar cezbedici olursa olsun.
Lanet olsun, fakat bu kadın çok çekiciydi, öyle değil mi?
Neredeyse gece yarısı olmak üzereydi ve Bay Rain hala geri dönmemişti. Agatha Carriage Square’deki
evde yerinde duramıyordu. Boş durmaya hiç alışkın değildi. Yıllarca arazinin bakımıyla uğraşmıştı. Son
birkaç gündür de Simon onun tüm vaktini ve düşüncelerini işgal eder durumdaydı.
Hayır, bu düşünceleri işgal eden Agatha’nın amacıydı.
Peki ya rüyalarım işgal eden kimdi?
Agatha bu düşüncelerden uzaklaşmaya çalışarak kafasını salladı. Rüyalarını kimse yönetmiyordu. Eğer
rüyalarına Londra sokaklarının gürültü patırtısı doluyorsa - bir çift mavi gözden bahsetmeye gerek yoktu
herhalde - bu tamamen şehir hayatına alışkın olmamasından ileri gelen bir durumdu.
Simon olmayınca kendisini meşgul edemediğini fark edip rahatsız olan Agatha mutfağa yöneldi. Aşçı
Sarah, kendine ait bu küçük ülkenin kraliçesi olarak Agatha’yı kısa zamanda eline bir çörek tutuşturarak
dışarı atıverdi.
Pearson da evin yönetimini başarıyla ele almış görünüyordu, dolayısıyla burada da Agatha’ya ihtiyaç yoktu.
Appleby’deki yardımcısına mektup yazabilirdi. Bayan Bell’e yapılması gerekenlerle ilgili bildirmeyi
unuttuğu talimatlar olmalıydı.
Hayır, dürüst olmak gerekirse ona söyleyebileceği pek bir şey yoktu. Baharın son günleri Lancashire’da
yılın en rahat dönemiydi. Elmalar henüz hafif yeşermiş misketler gibi olur, koyunlar da bahar başında
kuzuladıklarından bir ay evvel kırpılmış olurlardı.
Agatha yıllarca sürdürdüğü bu sıkıcı hayata geri dönmek istediğini sanmıyordu. Zamanı geldiğinde
Appleby’ye dönecekti elbette. Yine de koyun veya elma şarabı fıçısı saymadan ne kadar uzun zaman
geçirebilirse yanına kardı.
Tamamen mutlu sayılmasa da Londra’ya gelene kadar taşradaki hayatıyla ilgili pek bir şikayeti olmamıştı.
Kıpır kıpır tabiatını elinden geldiğince dışa vurmamaya çalışmış, kimseye belli etmemişti. Günlük işlerin
yapılmasında babası ona ihtiyaç duymuştu. Şimdi de Jamie’nin ona ihtiyacı vardı.
Tam olarak Jamie onu ihmal etmemişti belki ama Agatha’yı mutlu edecek kadar da sık ziyaretine
gitmemişti. Genç kadın bu süre zarfında ailesine duyduğu ihtiyacı Jamie’nin sadakatle yazdığı mektuplarla
gidermeye çalışmıştı hep.
Belki de çocuk sahibi olmalıydı. Çocuklara bayılıyor, bir bebeği kucağına aldığında gözleri doluyordu.
Öte yandan henüz Appleby’de evlenmeyi düşünebileceği bir kişi bile gelmiyordu aklına.
Ve İtici Reggie kesinlikle bu kişi değildi. Ne sahip olduğu unvan, ne de arazileri genç kadının ümrandaydı.
Evine bile yaklaşamazdı o adam. Saldırgan elleri ve yüzüne çarpan soluğu aklına gelince Agatha yine
korkuyla titredi.
Zihnini şu ana dönmeye zorlayan Agatha geçmişi unutmaya çalıştı. Eline geçen ilk fırsatı
değerlendireceğinden emin olduğu bu adamı düşünerek yeterince vakit harcamıştı. Ayrıca eğitmesi gereken
bir baca temizleyicisi vardı.
Üstelik bu adam harika bir gelişme göstermiyor muydu gerçekten? Bir insanın sahip olduğu potansiyeli
gün ışığına çıkarmasına yardım etmede ayrı bir tatmin vardı. Doğal bir yeteneği olduğunu fark etti Agatha,
belki de öğretmenlik yapmalıydı. Özellikle de birkaç gün içinde şu adama yaptırabildiklerine bakılacak
olursa!
Adamın da hakkını yememek gerekirdi tabii. Özü oldukça iyiydi. O gözler... O fizik... Upuzun bacaklar...
Ceketinin kuyruğunun belirginleştirdiği...
Tanrım burası nasıl da sıcak oldu böyle, diye kendi kendine mırıldandı Agatha eliyle yüzünü
yelpazelerken.
Simon’m yeni gardırobunu en iyi nasıl değerlendirebileceklerini görüşmek üzere Button’ın yanına
giderken,
Simon’ın vücuduna yaslanmanın neden Reggie’nin iğrenç ağırlığı altında ezilmeye hiç benzemediğini merak
etti.
Yemekli dans akşamı en sonunda gelip çattı. Agatha yine koşturuyordu. Bu iş başladığından beri acaba
kaç kilometre yol kat etmişti? Şömine hararetle yanıyor olsa da ani bir ürpertiyle kollarını sıvazladı.
Elbisesi yatağın üzerinde duruyordu ama genç kadın henüz onu giyme isteği duymayı başaramamıştı.
Eğer giyinip hazırlanırsa dışarı çıkmak zorunda kalacaktı. Dışarı çıkarsa Winchell’lerin evine gitmek
zorunda kalacaktı. Ve Winchell’lere giderse söylediği yalanlar herkesin içinde utanç verici bir biçimde en
sonunda ortaya dökülecekti.
Söz konusu olan tam olarak gururu değildi. Eve geri dönmek zorunda kalmak yeterince berbat bir durum
olurdu zaten. Eve utanç içinde geri dönmekse en beteri.
Elbisesinin önünde duran Agatha, yeşil renkli saten kumaşa bakarak kendini Leydi Winchell’in seçkin
kıyafeti karşısında hayal etti. Hoş, durumu sadece bu elbiseyle idare edebilirdi, zira Appleby’yi terk ederken
daha iyi bir kıyafete ihtiyaç duyacağını düşünememişti.
Bu yeşil elbise gerçekten elindeki tek elbiseydi. Geride bıraktıklarının arasında da daha iyisi yoktu zaten.
Hayatının tümünü taşrada geçirirken, Londra’da seçkinlerle aşık atması gerekeceğini düşünerek
hazırlamamıştı gardırobunu.
Yine de bu yeşil kumaş yeterince kaliteliydi. Agatha elbiseyi modaya daha uygun hale getirmek için tüm
öğleden sonrasını dikiş dikerek geçirmişti. Elini karnına bastırdı ve derin bir nefes almaya çalıştı.
Bu kadar dar giyinmekten nefret ediyordu ama elbise birkaç yıl önce dikilmiş, vücudunun bazı bölgeleri
de o zamandan bu yana bir miktar genişlemişti.
Şöminenin üzerindeki porselen saat çaldı. Artık hazırlanmaya başlasa iyi olurdu.
Nellie eteği kafasından geçirmesine yardım etti. Gerçekten acınası bir durumdaydı. Bay Rain’i biraz daha
hoş bir elbiseyle karşılamak ne kadar da güzel olurdu.
Simon yumruklarını açmaya çalıştı. Button sadece işini yapıyordu.
Bu sinirli hali aslında hizmetlinin endişeli ve telaşlı halinin tahammül edilemez boyutta olmasından ziyade
Simon’ın bu akşamki boy göstermeyle ilgili kuşkularından kaynaklanıyordu. Bu işi kıvırabileceğim elbette
biliyordu. Kimse onun kim olduğunu anlayamazdı. Anlayan olursa da kendi güvenliği için onun izin
verdiğinden fazlasını açık edemezdi.
Ayrıca iyi de görünüyordu. Tiksinç bir herif olmasına rağmen Mortimer’ın iyi giyinmeyi bilen biri
olduğunu itiraf etmeliydi. Agatha onun gardırobunu yenilerken hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Görünümü
son modaya uygundu.
Onu asıl rahatsız eden şey tüm dikkatlerin odağında olacak olmasıydı. Bunca yıldır mütevazı bir görünüş
sergi -ledikten sonra şimdi kalkıp da bu şekilde ön plana çıkması kendini biraz tuhaf hissetmesine neden
oluyordu.
Böyle bir işe neden kalkıştığından emin olamaması da onu endişelendiriyordu. Hafta boyunca her gece evi
aramış ama hiçbir şey bulamamıştı. Ne bir mektup, ne bir kelime, ne bir ipucu.
Tüm işaretler Applequist’lerin buraya sadece geçici bir süreliğine yerleşmiş olduklarını ortaya koyuyordu.
Ortada saklı bir kasa, gizemli bir duvar ya da gizli bölmeli bir çekmece falan yoktu. Ev tam olarak
göründüğü gibiydi.
Bir tek Agatha öyle değildi. Ondan bir şey saklıyordu. Tavırları fazla dostane, fazla özgüvenli ve rahattı.
Kadının tatlılığı onu ne kadar cezbederse cezbetsin Simon gardım şu
vals dersinden beri hiç indirmemişti.
Bu kadının bir profesyonel olduğunu itiraf etmeliydi. Keşke hangi meslekte bu kadar profesyonel
olduğunu bi-lebilseydi.
Button dertli dertli iç çekerek Simon’ın boyunbağını son bir kez düzeltti.
Sanırım bu şekilde idare etmek zorundayız, efendim.
Button ağlamaklı görünüyordu.
Simon aynada kendine baktı ama ters bir şey göremedi. Ufak tefek hizmetlinin mükemmeliyetçiliği
karşısında gözlerini devirmemeye çalışarak adamın omzunu sıvazladı.
Mükemmel bir iş çıkarttın Button. Tek kelimeyle harika. Ceketini düzeltip aynada kendine Ben-Mortimer-
buraların-kralı-benim bakışı attıktan sonra Agatha’yı bulmak üzere odadan çıktı.
Eğer bunu yapmak zorundaysa, tüm bunların bir an önce bitmesini diliyordu. Ve içten içe Agatha acaba ne
giydi diye merak ediyordu.
Lanet olasıca elbise o kadar dardı ki. Agatha giysinin yakasını kontrol etmek için parmak ucunda yükselip
küçük masanın üzerinde asılı duran yaldızlı aynaya baktı.
Evet, kesinlikle çok dardı. Simon için sipariş verirken neden kendini de düşünmemişti ki?
Hoş, bundan sonra yapacağı ilk iş buydu. Peki ama bu akşam ne yapacaktı?
Agatha elbisenin göğsünü açıkta bırakan cömert bölümüne bakakaldı. Dekoltesini kapatmak için içine bir
parça yerleştirmesi gerekecekti. Demode görünecekti ama yapacak başka hiçbir şey yoktu.
Her neyse, nasıl göründüğünün ne önemi vardı ki! Oraya eğlenmek için değil Jamie’yi bulmak için
gidiyordu.
Sen aklını mı yitirdin?
Agatha arkasını dönünce Simon’ın merdivenlerden kendisine ters ters bakmakta olduğunu gördü. Ya da
sadece belli bir bölgesine diyelim.
Ne demek istediğini anlamadığımdan eminim, dedi genç kadın ama galiba anlamıştı.
O şekilde hiçbir yere gitmiyorsun!
Simon’ın sesinin yükselmesine öfkelense bile kullandığı düzgün dilden ötürü gururlandı Agatha.
Gerçekten harika bir iş başarmıştı. Onun aslında eğitimsiz bir baca temizleyicisi olduğunu kimse
anlayamazdı.
Simon hızla merdivenlerden inip aşağıda ona katıldı. Bu hiç uygun bir kıyafet değil. Başka bir şey giy.
Bu duruma uygun olan tek kıyafetim. Agatha sakin bir şekilde aynaya döndü. Düşününce moda
dergilerinde bundan daha derin dekolteler gördüğünü hatırladı. Açıkçası bunun o kadar da cesur olduğunu
düşünmüyorum. Şehirli hanımların bu tip kıyafetleri her zaman giydiğini tahmin ediyorum.
Simon bu konuda Agatha’nın haklı olduğunu kabul etmek zorundaydı. İddialı olan genç kadının kıyafeti
değil vücuduydu. Elbisenin içinden fırlayacakmış gibi görünen o harika beyaz göğüslerden gözlerini
alamıyordu.
Ayrıca Agatha’nın güzelliğini Londra’daki bütün erkeklere sergilemesine de gerek yoktu. O zaten
inanılmaz derecede dikkat çekici bir bayandı.
Konu kapanmıştı. Bu gece yerine getirmesi gereken önemli bir görevi vardı ve şehvetli bakışlardan onu
korumaya çalışırken dikkatinin dağılmasını göze alamazdı.
Bir an önce üzerini değiştir, diye emretti.
Agatha sinirlendi. Simon dediğini yapacağını düşünüyorsa fena halde yanılıyordu. Hiç kimse ona ne
yapacağını söyleyemezdi. Ne babası, ne de Jamie. Gözlerini kısarak ona baktı.
Bu halimle gidiyorum. Pearson’ı çağırmak üzere döndü. Arabayı hazırlayın lütfen.
Pearson hemen pelerinini getirdi.
O zaman bensiz gideceksin, diyerek güldü Simon. Gülüşü hiç de hoş değildi. Birdenbire başım ağrımaya
başladı.
Kahretsin. Simon gerçekten ısrarcı görünüyordu. Tanrı onu ısrarcı adamlardan korusun.
Agatha ona tatlı bir gülümsemeyle karşılık verirken bakışlarında tehditkar bir ifade belirdi.
Pearson, sevgili kocamın baş ağrısı için bir ilaç getirir misin lütfen, dedi dişlerini sıkmamaya çalışarak.
Kapıya yöneldiği sırada Simon onu kolundan yakaladı. Agatha, doğrusunu istersen bu şekilde dışarı
çıkman hiç akıllıca değil. Sesi şimdi daha sakin, daha az emir verir gibiydi. Şeyini... Dekolteni biraz da olsa
kapatmanın bir yolu yok mu? Belki bir parça kumaş kullanarak?
Agatha durdu. Simon yanına gelmeden önce kendi de aynı şeyi düşünmüyor muydu? Bu adamın üzerinde
her şeyi unutturan bir etkisi vardı.
Bu gece aklına hakim olsa iyi ederdi. Simon’ın bakışlarının etkisiyle dağılıp başını belaya sokmamalıydı.
İsteksizce, Galiba haklısın. Hemen dönerim, diyerek merdivenlerden yukarı çıktı.
Arkasına baktığında Pearson’m uzattığı tadı iğrenç olan ağrı kesici toz paketini Simon’m gönülsüzce
aldığını gördü.
Winchell’lerin evinin önünde Simon genç kadının arabadan inmesine yardım ederken, eteklerini toplayan
Agatha tembihlerine soluk almadan devam ediyordu.
Başınla selam verme ölçün kadınların hangi sınıftan olduğuna göre değişir. Evli bir kadınla
tanıştırıldığında başını hafifçe eğmen yeterli olacaktır. Bir leydiyle tanıştığında ise ölçüyü kesinlikle
kaçırmamalısın. Bir miktar şaşırsan bile bu
yağcılık olarak görülür, özellikle de sana öğrettiğim cümlelerden birini kullanırsan.
Sabrı tükenmek üzere olan Simon dişlerini gıcırdattı. Kalabalık Londra sokaklarında bir saate yakın
süredir yol alıyorlardı ve Agatha tüm yolculuk boyunca dırdır edip durmuştu.
Sevgilim, bir eşin kocasına toplum içinde öğüt vermesi yakışık almaz. Etraflarında arabalarından inmekte
olan çiftlere manalı bir bakış attı. Cadaloz görünmek istemezsin, öyle değil mi? Yüzüne kondurduğu
tebessümle genç kadının elini alıp kolunun üzerine koydu ve onu lüks evin girişine uzanan yola yöneltti.
Ah, özür dilerim sevgilim. Hatırlattığın için teşekkürler, sevgilim. Agatha ona dik dik baktı.
Simon sırıttı. Eğer susmazsan boğazını sıkacağım. İki hafta boyunca her bir kelimemi düzeltmen, her
hareketimi eleştirmen, aldığım her lanet olası nefesi incelemen.
Beyefendiler yanlarında bir hanımefendi varken lanet olası demezler, diye hatırlattı
Agatha soğuk bir sesle.
Bir kelime daha edersen, beraberimde küçük güzel bir cesetten başka bir şey olmayacak! diye homurdandı
Si-mon.
İtiraz etmek üzere ağzını açtığı sırada genç kadının kafası bir kelimeye takıldı.
Güzel mi?
Simon onu güzel mi buluyordu? Bunun düşüncesi bile Agatha’nın Lord Winchell’in kocaman evine
neredeyse uçarak girmesine neden oldu. Yine de Simon ölçülü hızını korumaya devam ediyor, genç kadının
elini hoşuna gitse de gitmese de kendine uyması için sımsıkı tutuyordu.
Agatha aslında onun bu baskın tavırlarına müteşekkirdi, bu sayede ev sahibi ve sahibesini selamlamak
üzere kafasını biraz toplayabiliyordu.
Göğüslerini saklamasını istemişti ama onun güzel olduğunu düşünüyordu.
Bu iki düşünceyi bir araya getirmesiyle yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayıldı. Vals yaptıkları
öğleden sonra hissettiği sıcaklık Agatha’nın içinde yeniden yükselmişti.
Simon’ı paltoları ve pelerinleri almak üzere sıraya girmiş olan hizmetlilere doğru yöneltti. Oradan
gösterişli bir koridora girip büyük balo salonuna ilerleyen kalabalığa dahil oldular.
Bir baloya göre o kadar da süslü olmayan salonda, konuklar giderek bu geniş alandan daha çok
hoşlanmaya başlamışlardı. Agatha böylesi pahalı bir şıklık daha önce hiç görmemişti. Pembe ve altın
tonlarında parıldayan bu salona baktıkça genç kadının hafızasındaki Lancashire’da gördüğü toplantı salonu
görüntüleri giderek sönükleşiyordu.
Yüzünde heyecan ve keyif dolu bir gülümsemeyle Simon’a döndü.
Ne kadar güzel değil mi?
Simon ona doğru eğildi ve Bana sorarsan bu bir köpek ve midilli gösterisine benziyor, dedi.
Simon! Söz vermiştin! Agatha sırıtışını fark edip onun sadece şaka yaptığını anlayana kadar aklını
kaybedeceğini sandı.
Sinirli havasının dağılmış olmasına sevinen Agatha ona sevgiyle gülümserken Winchell’lerin yanına
varmışlardı.
Bulunduğu yerden ötürü duyduğu memnuniyetle hala gülümsemekte olan Agatha için Leydi Winchell’e
doğal bir biçimde gülümsemek pek zor olmadı.
Mükemmel kaşlarından tekini kaldıran Lavinia’nın dudakları soğuk bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bayan
Apple-quist! Muhteşem görünüyorsunuz. Taşrada o kadar uzun kaldıktan sonra giyecek uygun bir şey
bulamayacağınızdan çok endişe ediyordum.
İşte şimdi gülümsemesindeki doğallık silinivermişti, yine
de Agatha Leydi Winchell’in keyfini kaçırmasına izin vermemeye kararlıydı.
Leydi Winchell, sizin şıklığınızın yanında benimkinin lafı bile olmaz. Bu tarzı nereden buldunuz?
Tanıdığım birçok hanımefendi Fransız modasından yoksun kalmaktan ötürü çok dertli, fakat siz sanki hiç
savaşta değilmişiz gibi harika görünüyorsunuz.
Simon az kalsın boğuluyordu. Agatha az önce sosyetenin öncüsünü Fransız işbirlikçisi olmakla
suçladığının farkında mıydı? Leydi Winchell’in yüz ifadesinden de bu sözleri iltifat değil de bir kınama
olarak algıladığı belli oluyordu.
Gülümsemesi donan Leydi Winchell ölü bir fareye dokunuyormuşçasına Agatha’nm elini bıraktı ve
Simon’a döndü. Kadının ifadesiz suratında aniden bir ışıldama belirdi ve Simon kalakaldı. Kadının uzattığı
eli tuttu ve Agatha’nın öğrettiği biçimde başını eğerek selam verdi. Leydi Winchell’in orta parmağı
Simon’ın avcunun içini müstehcen bir biçimde okşamaktaydı.
Şimdi bu ilginç bir gelişme değil de neydi? Ellerine bakıp bakmadığını kontrol etmek üzere Agatha’ya göz
attı. Genç kadın pek mutlu görünmüyordu.
Sizi meşgul etmeyelim efendim, dedi Agatha. Eminim diğer misafirleriniz sabırsızlanıyorlardır. Ve kolunu
neredeyse omzunu çıkaracak bir hiddetle çekerek Simon’ı davetlilerin arasında çekiştirmeye başladı.
Senin sorunun nedir? diye patladı Simon kolunu Agatha’dan kurtarmaya çalışırken. Tam olarak senin
talimatlarını yerine getiriyordum.
Agatha durdu ve dönüp Simon’a baktı. Bu kadına dikkat et sevgilim. Bir şey biliyor. Bundan eminim.
Benden hep şüphelendi ama nedenini bilmiyorum.
Londra’ya geldiğinden beri bir yalanın içinde yaşıyor olmandan ötürü olabilir mi? Simon ceketiyle
manşetlerini düzeltirken genç kadının sessizliğini fark etmemiş ve onun yüzüne bakmamıştı.
Sen bunu nereden biliyorsun? diye fısıldadı Agatha.
Buyrun bakalım. Simon bir an için ne bilip ne bilmemesi gerektiğini anımsayamadı. Hmmm... Çünkü sen
herkese evli olduğunu söyledin ama değildin, ayrıca benim gerçek kimliğimi saklamak istedin...
Agatha rahat bir nefes aldı. Ah, şu yalan.
İşte. Demek daha fazlası vardı. Genç kadın hızla kalabalığın arasında ilerlemeye devam edince Simon
acaba başıma daha ne çoraplar örecek diye düşündü.
Müzik sona erince Simon nazik bir şekilde Bayan Trapp’i kocasının yanına bıraktı. Trapp ailesinin
kızlarına selam verdi, fakat kendisiyle yeniden dans etmek istediklerine dair gizliden gönderdikleri mesajları
görmezden geldi.
Bay Trapp’in omzunun üzerinden bakarken Agatha’nın yaşça büyük üniformalı bir adamın kollarında vals
yapmakta olduğunu gördü. Anlaşılan genç kadın bir süredir bir askeri bırakıp diğeriyle dans etmekteydi.
Bayan Applequist’in askerlerden hoşlandığı dedikodusunun çoktan başladığından emindi.
Bay Trapp’in kağıt oynama teklifini geri çevirip adamın yaptığı berbat şakaya kahkahalarla güldükten
sonra bir içki alması gerektiğini söyleyerek uzaklaştı. Biraz ilerleyip mermer bir sütunun arkasına
saklanarak soluklandı ve kalabalığı kolaçan etmeye başladı. Bu saatte parti bir miktar hareketlenmeye
başlamıştı ve yemeğe daha yarım saat vardı. Gizli işini yürütmek için mükemmel bir fırsattı bu.
Bay Applequist! Sizi yalnız yakalayabildiğim için çok şanslıyım. Arkasından duyulan kedi mırıltısını
andıran sesi tanımış olsa da o seçkin elin kalçasını kavrayabileceğini hiç beklemiyordu. Lanet olsun bu
Leydi Winchell’in hiç utanması yoktu.
Hızla dönerek bu tacizci eli yakaladı ve resmi bir selamlama için dudaklarına götürdü.
Yıldızları gölgede bırakıyorsunuz leydim. Güzelliğiniz karşısında kıskançlıktan ağlıyorlar. Agatha’nın
ona öğretmiş olduğu bu cümleyi kullanır kullanmaz dehşete kapıldı ve geri adım attı, ancak Leydi Winchell
bundan memnun olmuş görünüyordu.
Bana Lavinia diyebilirsin... Özel zamanlarda. Çok güzel konuşuyorsunuz Bay Applequist. İtiraf
etmeliyim ki şaşırdım. İlk tanıştığımızda oldukça suskun görünüyordunuz.
O gün egzotik bir hastalık nedeniyle sesim kısılmıştı leydim. İtiraf etmeliyim ki kabalık ettiğimi
düşünerek çok üzüldüm, fakat sevgili karım beni konuşturmamak için çok çaba gösterdi, bu sayede bir an
önce iyileşebildim. Ah, evet, şu küçük karın. Söyle bana Mortimer... Sana Mortimer diyebilir miyim?
Elbette, leydim. Beni onurlandırırsınız. Bir yılanın bir fareyi onurlandırmasından farklı değildi bu durum.
Söyle bana Mortimer, senin gibi çok seyahat eden bir adam böylesi bir... Bunu söylediğim için beni affet
ama... Tombul bir taşra sütçüsünde ne bulabilir?
Kırpıştırdığı kirpiklerinin ardında bu saldırgan sözlere nasıl bir tepki alacağını merakla bekliyordu Leydi
Winchell. Bu durum Simon’ın dikkatinden kaçmamıştı.
Bu bir sınav olabilir miydi? Simon rahatsızlığını bastırmaya çalışarak gülümsemeye devam etti. Bu kadın
belirli bir istikamete doğru ilerliyordu ve nereye gittiğini öğrenene kadar onu takip etmeye itirazı yoktu
Simon’ın.
Ah Aggie iyidir. Rahat bir tiptir, kolay memnun olur, fazla çıkıntısı yoktur. Bir erkek ev hayatında
karmaşıklık istemez, ne demek istediğimi anlamışsınızdır.
Size eşlik edecek daha zeki kişileri bulmanıza izin veriyor demek? Akıllıca bir plan. Eminim kocam da
aynını yapmış olmayı çok isterdi.
Hiç sanmam leydim. Sizin güzelliğinize kayıtsız kalabilecek bir adam henüz yeryüzüne ayak basmamıştır.
Kadın işveli işveli gözlerini kırpıştırarak göğüsleri Simon’ın koluna değecek kadar yaklaştı.
Ama gördüğünüz gibi bana kayıtsız kalmıyor. Tüm bunlar... Elini ihtişamlı salonu gösterecek şekilde
salladı. Bir kadının kadın olduğunu hissedemediği zaman olur. Kediye benzeyen yüzünde büzdüğü
dudakları son derece komik görünüyordu.
Durmadan ileri geri salınıp durmakta olan kadının sertleşen göğüs uçlarını Simon kol kaslarının üzerinde
hissedebiliyordu.
Sizden daha kadınsı biri daha olamaz leydim.
Simon banal iltifatlarla vakit doldururken hızlı düşünmeye çalışıyordu. Şu kadınla kocasının çalışma
odasına gidebilirse ciddi anlamda vakit kazanacaktı. Ve zaman giderek daha da önemli bir hal alıyordu.
Agatha kalabalığın arasında gezinerek Griffin’den haber almaya çalışıyordu. Lord Winchell ise
yandaşlarıyla birlikte sigara içilen salondaydı.
İşe koyulma zamanı gelmişti.
Leydi Winchell’e baygın bir bakış atarak kolunu onun göğsüne yasladı ve ileri geri kaydırdı. Söyleyin
bana leydim, bu yaşlı dostumuzdan birazcık intikam almayı hiç düşündünüz mü?
Ah, bir iki defa aklımdan geçmişti.
Böyle bir adam sürekli kağıt oynamakla meşguldür, öyle değil mi? Simon Winchell’in sanatsal faaliyetler
yaptığını biliyordu ama Mortimer’ın bunu bilmesine gerek yoktu.
Hayır, genelde koleksiyonlarıyla ilgilenir. Benim gibi bir kadının bir tablo veya bir heykelle zaman
geçirmeyi tercih eden bir adamla evlenmiş olması çok küçük düşürücü.
Utanç verici.
Simon iki parmağını kadının dekoltesinden içeri kaydırıp muzipçe kumaşla oynadı. Çok cesur bir kıyafet.
Bunu kolaylıkla sıyırıp lordun gözünün önünde onlarla nasıl oynayabilirim diye düşünüyorum da...
Lavinia’nın gözleri bu öneri karşısında kapanıverdi. Yap bunu! diye fısıldadı. Tam burada, hemen şimdi.
Oyna benimle!
Benim gibi bir adam için bu yeterli olabilir mi sizce? Geçmiş seyahatlerimde öğrendiğim birçok şey
varken niye basit bir oynaşmayla yetineyim ki?
Dikkatini çekmeyi başarmıştı. Kadının gözleri kocaman açılmış, şehvetle parıldamaya başlamıştı. Egzotik
geçmişin mi?
Sevgili Lavinia, seni öyle bir yolculuğa çıkarabilirim ki asla dönmek istemezsin. Batı Hint Adaları’nda
metreslerin sır olarak sakladığı bir tekniğe rastlamıştım.
Göster bana! Hemen! Elini tuttu. Yatak odam...
Simon elini hızla çekti. Lavinia, beni şaşırtıyorsun. Ben egzotik bir şeyler keşfetmek istediğini sanmıştım.
Bu anlayıştaki hiç kimse artık yatak kullanmıyor.
Öyle mi? O kadar da hayal kırıklığına uğramış görünmüyordu. Olan bir şey varsa o da kadının şehvet
seviyesinin giderek yükseldiğiydi.
Senin için kullanmayı düşündüğüm özel teknik, eğer yapabileceksen, birtakım özel donanımlar
gerektiriyor. Elbette bir masa ya da bir...
Kahvaltı odası. Acele et...
Bunu layıkıyla yapabilmem için ayrıca ... Bu kadını nasıl çalışma odasına sokacaktı?
Evet, ne istersen?
Mürekkep.
Mürekkep mi?
Erotik dövmecilik sanatını mutlaka duymuş olmalısın? Ama bu acıtmaz mı? Olacaklarla ilgili
endişelenmekten çok uzak bir haldeydi, adeta gözleri parlıyordu.
Kalıcı olarak yapıldığında evet, fakat bu yöntem bir çeşit kısa ömürlü dövme.
Aldığı alkol ve kapıldığı şehvete rağmen Lavinia şüphelenmeye başlamıştı. Simon dudaklarını büzdü ve
kadının göğüslerinin açıkta kalan kısmına yumuşak bir biçimde üfledi.
Ben senin cildine gizemli şekiller çizerken fırça ve mürekkebin yaratacağı hissi hayal et. Islak ve
kıvrılarak hareket eden fırça başlangıçta soğuktur, sonra cildinle temas ettikçe giderek ısınır ve bir insan
parmağı hatta dili gibi bir his verir.
Kadın şimdi hızla soluyordu, gözleri ise tamamen şehvetle buğulanmıştı. Kocamın çalışma odası. Bir
çalışma masası ve istediğin kadar mürekkep.
Kocan o masada her oturduğunda bu muzır intikamı düşünerek alacağın zevk de cabası.
Daha fazla abartmasına gerek yoktu. Kadın şu anda tamamen plan için hazır duruma gelmişti. Kolundan
tutup Simon’ı koridora götürdü ve neredeyse koşarak merdivenlere yöneldi.
Alt katta sağda, dedi hararetle. Yedinci kapı. Ben başka yoldan gidip seninle orada buluşacağım.
Çabuk ol tatlım. Simon kadının elini öptü ve koridorda ilerlemeye devam ederken göz ucuyla diğer yöne
doğru giden kadının eteklerinin salınışını gördü.
Kadın gözden kaybolur kaybolmaz Simon hızla merdivenlere yöneldi. Duvarları sıra sıra şamdanlarla
aydınlatılmış alt salonda kimseler yoktu. Simon kapıları sayarak koştu.
‘Yedi! Cebinden hızla bir kibrit çıkarıp duvardaki en yakın şamdandan yaktı. Kibrit yanar yanmaz
karanlık odaya daldı ve kapıyı arkasından kapattı.
Kapının yanındaki masada mumlar duruyordu. Simon en yakınındakini alıp yaktı, ardından kibriti
dikkatlice söndürerek cebine geri koydu.
Nereden başlamalıydı? Çabucak masaya yaklaştı, sessiz ve hızlı bir şekilde her bir çekmeceyi yerinden
çıkararak arkasını ve altını kontrol etti.
İçindekilere hiç bakmadı bile - kim buraya bir şey koyacak kadar aptal olabilirdi ki - bütün çekmeceleri
birer birer kontrol edip yerine yerleştirdi.
Hiçbir şey yoktu.
Dizlerinin üzerine çöküp ahşap döşemenin açıkta olmayan tüm yüzeylerini eliyle yokladı.
Yine hiçbir şey yoktu.
Duraksamadan masanın arkasındaki duvara yöneldi ve tabloların arkasını kontrol etmeye başladı. Çelik
kasayı bulduğu sırada hafif bir tıkırtı duydu. Tutmakta olduğu tabloyu yavaşça bıraktı ve dönerken
dirseğiyle düzeltti.
Kapı açıldı. Lavinia kurtlardan kaçıyormuşçasına kendini içeri atıp nefes nefese kapıya yaslandı.
Bu iş görür mü?
Ne iş görür mü?
Masa, dedi kadın nefes nefese. Şu teknik için kullanabilir miyiz?
Ah, evet mükemmel. Ben de tam mürekkep arıyordum.
Lavinia masaya doğru atılıp vahşi pençeleriyle çekmecelere saldırınca Simon geri çekilmek zorunda kaldı.
İşte! Mürekkep hokkası ve fırçayı Simon’ın ellerine tutuşturduktan sonra masanın üzerine çıktı. Vahşi bir
hırıltıyla öne doğru eğildi ve Simon’ın boyunbağma asıldı.
Beni nerede istiyorsun? diye sordu.
Şimdilik burası iyi. Lanet olsun, şimdi ne yapacaktı? Simon kadının buraya geliş hızına inanamıyordu.
Bütün yolu koşarak gelmiş olmalıydı. Başarmaya bu kadar yakınken şimdi çekip gidemezdi.
Hmmm. Tahrik olduğu sırada ne derece sersemleşiyordu bu kadın acaba?
Ağrı kesici tozu almak üzere elini ceketinin cebine soktu ve paketi kadının gözleri odaklanana kadar
salladı.
Bu nedir?
Bu o denli gizli bir madde ki ismi bile yok. Peru’nun en yüksek tepelerinde yetişen bir bitkinin kökünden
çıkarılmış, bakireler tarafından ay ışığında toplanmış ve zamparaların kafatasından yapılma kavanozlarda
saklanmış.
Kabul, bu biraz abartıydı. Lanet olsun, en az Agatha kadar iyi bir yalancı olup çıkmıştı. Fakat Lavinia
tamamen zokayı yutmuş durumdaydı. Şimdi oltayı çekmek gerekiyordu.
Ne işe yarayacak?
Bir tutamı bir kadeh konyakla karıştırılıp içildiğinde erotik zevki inanılmaz boyutlara taşıyacak. Bu...
Masadan fırlayan Lavinia hızla gidip odadaki küçük masanın üzerinde duran içki şişesini ve kadehleri
getirdi. Kadehlerden birini ağzına kadar içkiyle doldurduktan sonra sabırsızca Simon’a uzattı. Hadi dök!
Simon paketi dikkatle açarak bir miktar tozu içkiye karıştırdı.
Daha çok koy, diyen Lavinia uzanıp paketi elinden almaya çalıştı.
Simon paketi ondan uzaklaştırdı ve Lütfen leydim, bu yol deliliğe uzanır, dedi. Kendinizi asla bitmeyen
bir orgazmın içinde, sonsuza dek bir kendinden geçme halinin pençesinde düşünsenize. Kafasını salladı.
Ölümden beter bir son, hiç şüphesiz.
Kadın bu delice rahatlamayı yaşamaya dünden razı görünüyordu.
Bunun üzerine Simon parmağını sallayarak, Bakın leydim, bu konuda bana güvenmelisiniz, dedi. Eğer
konyağınızı içtikten sonra etkilerini hissetmeye başlamazsanız, işte o zaman size bir miktar daha vermeyi
düşünebiliriz.
Kadın kadehini kaldırdı ve içkiyi göz açıp kapayıncaya kadar bitiriverdi. Ancak durum Simon’ın
düşündüğü kadar kolay olmayabilirdi.
İşte, hiçbir şey olmadı. Biraz daha ver. Kadın kadehini tekrar doldurarak Simon’a uzattı.
Tozu kadehe boşaltan Simon konyağın yine nefes kesici bir süratte tükenişini seyretti.
Canın cehenneme, hiçbir şey hissetmiyorum. Hem de hiç. Kadın Simon’a şüpheyle bakıyordu.
Simon omuz silkti. Anlamıyorum. Şu anda art arda gelen dalgalarla zevkten titriyor olmanız gerekirdi.
Kadının gözleri büyüdü. Art arda gelen dalgalar mı?
Kesinlikle. Formül zamanla etkisini bir miktar kaybetmiş olmalı. Biraz daha versem bir sakıncası olmaz
zannediyorum.
Kadın paketi alıp elindeki kadehe boşalttı ve tozun içkinin içinde eriyişini seyretti. İçkiyi kafasına
dikerken Simon’dan uzaklaştı. Üzgünüm tatlım, pek paylaşma havasında değilim. Gözlerini kırpıştırdı,
sonra kafasını salladı ve kıkırdadı. Dalgalar, dalgalar, aman Tanrım.
Bir an için durdu, başı arkaya yatmış, gözleri ise kapanmıştı.
Mükemmel, her an kendinden geçebilir, diye düşündü Simon.
Kadın kafasını indirip gözlerini açtığında şaşırdı. Bu ne dayanıklılık! Çoğu erkek bile şimdiye dek çoktan
kopmuş olurdu.
Kadın gözlerini ona dikip, Şimdi hissediyorum, dedi. Zevki hissediyorum. Ona doğru usulca yaklaştı.
Dokun bana. Elbisemi vücudumdan yırtarak çıkar! İki eliyle elbisesinin yakasını tuttu ve çekti. Dikişlerin
yırtılmasıyla birlikte göğüsleri ortaya çıktı.
Simon onun dokunamayacağı kadar uzağında kalmaya özen göstererek mürekkep hokkası ve fırçayı aldı.
Kadın tahmininden daha hızlıydı. Kıkırdayarak kollarını Simon’ın boynuna, bacaklarını beline dolayıp
yüzünü göğsüne bastırdı.
Bu beklenmedik baskı karşısında Simon geriye doğru sendeledi. Dizlerinin arkası tam arkasında duran
kanepeyle temas edince kadın üzerindeyken düşmekten başka bir seçeneği kalmamıştı.
Kadın şimdi Simon’ın kucağında oturuyordu.
Sana dokunmak istiyorum. Çıkar şunu! Simon’ın gömleğini çekiştiriyordu.
Simon zamanla yarışıyordu. Konyağın kısa süre içinde etkisini göstermesi gerekiyordu. Tamam, dur
bakalım. Hiçbir şeyi yırtmanı istemiyorum. Bekle çıkarayım. Tereddüt içinde boyunbağını çıkarırken kadın
kıkırdayarak onun üzerinde sallanıyordu.
Ah, göğsünü çok beğeniyorum. Peki ya sen benim göğüslerimi beğeniyor musun?
Ellerini kendi vücudunda dolaştıran Lavinia önce göğüs uçlarıyla oynadı, sonra da ensesine uzanıp
saçlarını açtı. Kollarını başının üzerine kaldırdı ve baştan çıkarıcı bir biçimde geriye doğru kıvrıldı. Al beni,
diye fısıldadı. Ardından tamamen kendinden geçti.
Agatha partnerine gülümseyerek reverans yaptı. Bir sonraki dans için yanma diğer bir adam geldiğinde ise
yorulduğunu ifade ederek izin istedi ve oradan uzaklaştı.
Bu tam anlamıyla yalan sayılmazdı; hayran hayran seyredilmekten ve elden ele dolaşmaktan bitap
düşmüştü. Görünümünden ötürü böylesi bir ilgiden hoşlandığı sanılıyor olmalıydı. Böylesi bir saygısızlığa
nadiren rastlanılırdı.
Anlaşılan bu özgürlük madalyonunun iki yüzü vardı.
Ve Simon kendine düşen kısmı gayet iyi oynamıştı. Agatha gecenin ilk yarısını onun her bir hareketini
takip ederek geçirmiş ve kahkaha atarak erkeklerle sohbet edişini, kadınlara kur yapmasını izlemişti.
Ama sonra Griffın’in gerçek kimliği üzerine bol bol yapılan dedikoduları araştırabilmek üzere bu takibe
bir son vermek zorunda kalmıştı. Yine de bu süreçte bile gözünü Simon’ın üzerinde tutmaya çalışmıştı.
Tıpkı baloda bulunan diğer birçok kadın gibi. Agatha, Mortimer Applequist adında bir canavar yarattığından
endişe ediyordu. Simon’ın yüzünü taşıyan flörtsever, çekici bir canavar.
Peki ya şimdi nerelerdeydi bu adam? Genç kadın merdivenin üçüncü basamağına ilişip balo salonunu
gözden geçirdi. Etrafta bazısı uzun, bazısı kısa boylu koyu renk saçlı pek çok adam olmasına rağmen bir
kedi asaletine sahip olan Simon’a benzer kimse yoktu.
Dans etmiyordu. Kağıt da oynamıyordu. Yemek başlayalı yarım saat olmuştu.
Aslında Agatha buraya gelmesindeki amacın büyük bölümünü yerine getirmişti, bu yüzden daha fazla
burada kalmaları gerekmiyordu. Ayrıca onun yemekten önce ayrılmasının daha uygun olacağını düşünmüştü
zira yeni edindiği sofra adabı konusunda Simon’a pek fazla güvenmiyordu.
Bahçeye çıkmış olabilir miydi? Bunun için aklına bir sebep gelmiyordu. Yeşilliğe doğru uzanan
meşalelerle aydınlatılmış çakıl taşlı yollarda sadece çiftlerin gezindiği dikkatinden kaçmamıştı. İnsan
gecenin karanlığında yeşilliklerin arasında ne görebilirdi ki zaten? Yine de kontrol etmeliydi belki de. Balo
salonuna inen gösterişli merdivenlere yöneldi, bahçelere açılan büyük kapılar görkemli balo salonunun
diğer tarafındaydı çünkü.
O sırada yanından geçip salona giren iki kişi dikkatini çekti. Bu iki adamın kumar salonunun ve galerinin
önünden geçip koridora yöneldiğini gördü Agatha.
Eğer yanılmıyorsa bu adamlardan biri Lord Winchell’in ta kendisiydi.
Evin alt katlarında da bir sigara içme odası mı vardı? Bu ona söylenmemişti ama eğer sadece erkeklere ait
bir oda ise kimsenin ona böyle bir bilgi vermesi de gerekmiyordu zaten.
Adamları belli bir mesafede takip etmeye başlayan Agatha, Lord Winchell’in yanındaki adama
söylediklerini duyabiliyordu.
Çalışma odama gelebilirsen sana hastanenin yeni kanadı için çizdiğim planlan göstereceğim. Ne kadar
harika fikirlerim olduğunu anlayacaksın...
Hey Winchell baksana! Bu bana sözünü ettiğin tablo mu? Ne kadar muhteşem bir çalışma! O ne detay...
Sanatsal açıdan son derece güzel bir çalışmaydı ama Agatha’nm Simon’ı bulması gerekiyordu. Winchell
çalışma odasına gidiyorsa, Simon’ın ona orada eşlik edeceğini pek sanmıyordu.
Tam geri dönmek üzereyken yerde ayaklarının dibinde parıldayan bir şey dikkatini çekti.
Bir kol düğmesi. Eğilip alarak düğmeyi inceledi. Lapis işli altın.
Aman Tanrım, bu Simon’ın kol düğmesiydi. Agatha bu düğmeleri Simon’m göz rengiyle son derece
uyumlu bulduğundan bizzat seçmişti. Bir baca temizleyicisinin Winchell’lerin evinin koridorlarında sinsice
gezinmesinin nasıl bir amacı olabilirdi? Peki ya sen bundan farklı bir şey mi yapıyorsun, diye soran iç sesine
kulak veremeyecek kadar öfkelenmişti genç kadın.
Simon ikisinin de başını belaya sokacaktı. Yakalanırsa oyun bozulacak ve Agatha’nın sırları ortaya
çıkacaktı. Onca eziyete Simon gibi kötü yetiştirilmiş adi bir herif yüzünden amacından uzaklaştırılmak için
mi katlanmıştı? Geniş koridorun gölgelerine sığınarak sanatçıların yeteneklerini hararetli bir şekilde
tartışmakta olan iki adamın yanına doğru ilerledi.
Her an gülümseyerek yolunu kaybetmiş gibi yapmaya hazır bir vaziyette en yakın kapıya doğru ilerledi.
Kapının kulpunu çevirip hızlıca başını içeri uzattı, içeride kimse yoktu.
Bir sonraki odada da ürkütücü bir karanlıktan başka bir şeyle karşılaşmadı. Etekleri hışırdamasın diye
ayaklarını kaydırarak yavaşça yürüyordu. Eskiden mürebbiyesini atlatmak için de aynı tekniği kullanırdı.
Bir sonraki kapıya yöneldi. Kapıdan süzülen mum ışığını gördüğü anda Simon’ı bulduğunu anlamıştı.
Koridora hızlıca göz atarak Lord Winchell’i kontrol etti.
Lanet olsun! Adam giderek yaklaşıyordu. Neyse ki konuşmaya öyle bir dalmıştı ki onu fark etmedi.
Agatha hızla odaya girdi.
Simon’ı uyarmak için derin bir nefes almıştı ki aynı anda üç şey fark etti.
Bir: Pahalı döşemelerle kaplı devasa bir masanın bulunduğu bu oda kesinlikle Lord Winchell’in odasıydı.
İki: Kanepede sere serpe yatmakta olan yarı çıplak kadın hiç şüphe yok ki Lord Winchell’in eşiydi. Ve üç:
Bay WinchelFin kasasını açmakta olan yarı çıplak adam da hiç şüphesiz Simon’dı.
Arkasından gelen tıkırtı üzerine Simon Lavinia’nın uyandığını sandı. Agatha’nın şaşkınlık ve
aldatılmışlıkla dolu bakışlarıyla karşılaştığında ise kalbi sıkıştı.
Bir şey, o şüphe dolu bakışları Agatha’nın yüzünden silebilecek herhangi bir şey söylemek üzere ağzını
açtı. Fakat burada bulunma nedenini açıklayamadan genç kadın harekete geçti.
Agatha Leydi Winchell’in yatmakta olduğu kanepenin kollarına yapıştı ve ağır kanepeyi zorlukla
şömineye bakacak şekilde çevirdi. Hızla oradaki bir kucak battaniyesini çıplak uzuvlarını kapatacak şekilde
kadının üzerine örttü.
Sonra Simon’a dönerek kendini onun kollarına attı ve bir elini Simon’ın ensesine götürerek dudaklarını
dudaklarına yapıştıracak şekilde kendine çekti.
Şaşkınlıktan kaskatı kesilen Simon hemen onun öpücüğüne karşılık vermeye başladı. Dudaklarını
Agatha’nın sımsıkı kapanmış dudaklarına bastırarak diliyle bu düğümü açmaya çalışıyordu.
Agatha onu önce itti ama sonra yeniden kuvvetini toplayarak kendine çekti. Dolgun göğüsleri Simon’ın
tam hayal ettiği gibi onun çıplak göğsüne yaslanmıştı.
Bir yabancının evinde, bir yabancının çalışma odasında bulunuyor olduklarını ve neyin peşinde olduğunu
unutan Simon genç kadının yumuşaklığının çağrısına kaptırmıştı kendim.
Onu kendi bedenine yakınlaştırma ihtiyacıyla bir kolunu Agatha’nın beline dolayan Simon onu parmak
uçlarında yükselterek kendine doğru çekti. Diğer eliyle de saçlarını okşayarak dudaklarını dudaklarına
bastırıyordu.
Şaşkınlıkla hafifçe geri çekildi. Neden ona karşılık vermiyordu bu kadın?
Kapı açıldı.
Bingly, sana bunu göstermem gerek... Ulu Tanrım!
Bu adam Applequist değil mi?
Simon, Agatha kollarının arasında, donup kaldı. Ah, bu bir aşk gösterisi değildi yani!
Genç kadın WinchelPin geldiğini görüp onun çıplaklığını örtebilmek için kendini ona siper etmiş
olmalıydı. Aklı
Agatha’nm bu zekice hareketine müteşekkir olsa da vücudu bu yaptıklarının gerçek olmamasına isyan
ediyordu.
Ah! Agatha Winchell’e son derece inandırıcı panik dolu bir bakış atabilmek için kafasını çevirdi.
Ah, bu Bayan Applequist değil mi?
Ah, evet, şu yeni evliler işte Bingly, diye şaşkınlık ve utançla geveledi Winchell. Kendilerini
toparlamaları için onlara biraz zaman verelim, değil mi? Arkadaşını odadan dışarı çıkarırken konuşmasını
sürdürüyordu. Yeni sulu boyalarımı gördün mü? Çok yetenekli birini buldum...
Kapı arkalarından yavaşça kapanır kapanmaz Simon derin bir nefes aldı.
Winchell tekrar başını kapıdan uzattı.
Beş dakika, Applequist. Tanrı aşkına şu gömleğini giy be adam.
Bu kez kapı gerçekten kapanmıştı.
Agatha yüzünü Simon’m çıplak göğsüne bastırdı. Belli ki kahkahasını bastıramıyordu. Ya da Simon öyle
olduğunu sanıyordu. Tam anlamıyla afallamıştı.
Genç kadın geri çekildiğinde Simon onun bakışlarında sadece suçlayıcı ve öfkeli bir ifade görüyordu.
Sen bir hırsızsın! Basit bir salon hırsızı!
Agatha, çok az zamanımız var. Şu lakapları sonraya saklayabilir miyiz?
Hayır, şimdi söylemek istiyorum. Benim amacımı nasıl böyle umursamazca tehlikeye atabildin? Bu
yüzden geri gönderilebilirim... Lafını yarım bırakarak sustu.
Simon meraklanmıştı. Nereye? Nereye geri gönderilebilirsin?
Agatha tek kelime etmedi. Boş ver. Leydi Winchell’i ne yapacağız? Onu böylece burada bırakamayız...
Ona ne yaptın?
Ben hiçbir şey yapmadım. Sadece biraz fazla konyak içti.
Konyak insanın giysilerini eritir, değil mi?
Agatha’nın öfkeli bakışlarına rağmen Simon kıkırdaya rak başını salladı. Bazı durumlarda evet.
Onu burada bırakamayız. Yoksa lord başından beri burada olduğunu fark edebilir. O zaman seni boşu
boşuna öpmüş olurum.
Simon gerildi. Affedersin. Bunun senin için bu kadar büyük bir fedakarlık olduğunu bilmiyordum.
Hadi ama ne demek istediğimi biliyorsun. Tut şunu kollarından.
Lavinia’yı beraberce ayağa kaldırdılar. Tabii buna ayağa kalkmak denebilirse. Kadın kötü çakılmış bir
direk gibi sağa sola sallanıp duruyordu, başı ölü gibi yana düşüyordu. Acaba o hırsla gerçekten kendini
öldürmüş olabilir mi, diye düşündü Simon. Bu çok da umrunda değildi açıkçası. Yalnızca geri döndüğünde
kocasının onu bu halde bulması fazlasıyla uygunsuz olurdu.
‘Yan tarafta karanlık bir oturma odası var. Sen onu tut, hayır, ah çok ağır, sen koridoru kontrol ederken
ben onu tutarım.
Simon itiraz etmeksizin Lavinia’nın Agatha’nın payına düşen ağırlığını da devraldı. Bir yandan da az
önce olup bitenleri düşünüyordu. Agatha küçük bir profesyoneldi, öyle değil mi? Ne kadar soğukkanlıydı bu
kadın. Simon karşısındakinin büyük olasılıkla fazlasıyla görmüş geçirmiş bir kadın olduğunu hatırlattı
kendine yeniden.
En önemlisi de muhtemelen sadece sevgilisini bulmaktan ibaret olmayan bir görevin peşinde olduğunu da
açık etmişti bu kadın. Nereye gönderilmekten korkuyordu? Hapishaneye mi? Sömürgelere mi?
Koridorda kimse görünmüyordu, bu sayede hızla Lavinia’yı yandaki odaya taşıyıp tek başına oturup
içiyor süsü vermeyi başardılar. Simon içki şişesi ve tek bir kadehi Lavinia’nın ayaklarının dibine
yerleştirirken Agatha da yırtılmış elbiseyi elinden geldiğince toparlamaya çalıştı.
Sanırım bu elbiseyi de kendisi bu hale getirdi değil mi? Agatha en berbat kısmı saklamak için kendi şalını
kullanırken Simon’a kızgın bir bakış fırlattı.
Adım gibi eminim. Simon giyinirken masum masum gözlerini kırpıştırdı. Kol düğmelerinden biri kayıptı.
Herhalde ceketinin cebine koymuştu ve düşürmediğini ümit ediyordu. Tam o sırada düğmenin Agatha’nın
pembe av- cunun içinde parıldamakta olduğunu gördü.
Sanırım bunu koridorda düşürmüşsün.
Ah, ben de beni nasıl bulduğunu merak ediyordum. Gerçekten kafan çok hızlı çalışıyor.
Korkudan dehşete düşmem sayesinde olmuştur diyerek lafı yapıştırdı Agatha. Odayı son kez kontrol ettikten
sonra şöminenin üzerindeki saate baktı. Uç buçuk dakika. Açıklamam dinlemek için epey bir vakit var
Pek sayılmaz. Ben buradaki işimi bir türlü bitiremedim. Agatha bembeyaz oldu. Sakın böyle bir şeye
kalkışayım deme!
Genç kadına göz kırparak hayali şapkasıyla selam veren Simon harekete geçti. Agatha peşinden gidip onu
kolundan çekti. Yapma bunu Simon. Bunu yapmak zorunda değilsin. Hemen halledeceğim, sevgilim. Sen
orada dur ve Winchell erken gelirse kapıyı tıklat.
Bunu yapmana yardım etmeyeceğim! Oraya geri dönmeyeceksin...
Simon bütün itirazlarına rağmen burnundan soluyan Agatha’yı dışarıda bırakarak kapıyı kapadı.
Agatha boş koridora göz atarken kayıtsız bir ifade takınmaya çalıştı. Ancak içten içe sakin olmaktan çok
uzak bir ruh halindeydi.
Kalbi bir yarış atınınki kadar hızlı atıyordu. Ve bunun sebebinin az kalsın yakalanıyor olmalarından başka
bir şey olduğunu biliyordu. Simon’ın dudaklarının onunkilerle birleşmesi ayaklarını yerden kesmişti.
Dudaklarına içtenlikle sürtünen dilini ve sert kaslarına değen göğüslerinin nasıl ürperip sertleştiğini hala
hissedebiliyordu. Geniş çıplak omuzlarına sadece bir an için dokunmuştu ama kaslarının avuçlarındaki sıcak
hareketi hala aklındaydı.
Simon’ı arzuluyordu. Bütün hafta boyunca bunu kendine itiraf etmemeyi bir şekilde başarabilmişti. Bir
çekim olduğunun farkındaydı, fakat karnında ve daha aşağılarda hissettiği sızı Simon’ı ikinci bir kez
Winchell’in kanepesine yatırma isteği uyandırıyordu.
Bu karmaşıklık üzerine ciddi ciddi düşünmesi gerekiyordu. Daha sonra. Yakalanma tehlikesi bu kadar
yakınında olmadığı bir zaman.
Simon yeniden Winchell’in çalışma odasındaki kasanın yanına gitti. Neyse ki lordun dikkati ateşli aşıklar
yüzünden iyice dağılmıştı da kasayı gizleyen tablonun yamuk durduğunu fark etmemişti. Çünkü kasanın
kapağı ardına kadar açıktı.
Simon parmaklarını hızla tomarlarca evrak ve paranın arasında gezdirdi. Kasada delil olarak sayabileceği
herhangi bir şey bulamamıştı. Evet bazı önemli evraklar vardı, fakat Winchell’in Savaş Bürosundaki
konumu göz önünde bulundurulduğunda mülkiyetinde olmaması gereken hiçbir şey yoktu. Bu evrakların
oturduğu evde bulunması da ayrıca ilgi çekiciydi, ancak lord belli ki eve iş getiriyordu.
Kasayı yeterince araştırdığına kanaat getiren Simon demir kapağı kapatıp tabloyu düzeltti, ardından odaya
son bir kez göz attıktan sonra işini tamamladı. Yepyeni sorunlar yaratmadan her şeyi eski haline
döndürmüştü işte.
Artık işin en zorlu kısmı kalmıştı geriye: Agatha’yı basit bir salon hırsızı olmadığına ikna etmek.
Ne kadar saçmaydı! O her şey olabilirdi ama asla basit değildi.
Partiden ayrılma kısmı zorluydu. Agatha Lord Winchell’den özür dilerken kızarmamak için elinden ge leni
yaptı ama adamın bir büyükbaba edasıyla serzenişi Simon’ın kollarında nasıl da şehvetli göründüğünü fark
etmesine yol açtı.
Hain Simon ise gayet sakin ve rahat bir tavırla hafifçe başım eğerek pişmanlığını belirtti, erken
ayrılmalarıyla ilgili Agatha’nın baş ağrısını bahane etti. Sanki lord hiçbir şey görmemiş gibi!
Erken ayrılmalarının tek olumlu tarafı, lordun karısının akşam yemeğinde neden konuklara eşlik
etmediğinin merak edilmesiyle unutulacak olmasıydı. Tabii bundan önce ayrılmayı başarabilirlerse!
Arabalarının gelmesi birkaç dakika sürdü ama Agatha’ya bu dakikalar o gerginlikle saatler kadar uzun
geldi. Simon ilgisizce duvara yaslanmış elleri cebinde, son derece endişesiz görünüyordu.
Fakat arabaya binip yalnız kalır kalmaz Agatha onu nasıl endişelendireceğini çok iyi biliyordu!
Son birkaç dakikadır Agatha Simon’m bir baca temizleyicisi değil de gerçekten bir hırsız olabilme
ihtimalini düşünmeye başlamıştı. Durum böyle ise bu her şeyden önce onun evinde olmasının ardında da
kötü amaçlar olduğu anlamına gelirdi. Hain yılan neredeyse onu soyacaktı!
Neticede böyle bir şey yapmamıştı ama bundan emindi. Appleby’den getirdiği değerli bir şey yoktu.
Gümüşler bile kiraladığı evin eşyalarıydı ve bir şey kaybolmuş olsa Pear-son kesin fark edip Agatha’ya
haber vermiş olurdu.
Yani Simon bir şey çalmamıştı ama ona yalan söylemişti.
Winchell’lerin evinde yaptıkları nedeniyle onu polise şikayet edebilirdi. Elbette böyle bir şey
yapmayacaktı, fakat bu olasılığı düşünmek bile öfkeden deliye dönmüş ruh halini keyiflendiriyordu.
Yalan söylediği için Simon’ı en azından bununla tehdit etmeliydi. Suçunu ihbar etmekle ilgili tehditler
savurup ona dersini vermeliydi.
Peki ya böyle bir tehdit Simon’ı hizaya getirir miydi? Zararsız Mortimer numarası yapmaktan katbekat
tehlikeli bir konuda işbirliği yapmasını sağlar mıydı?
Bu gece Agatha’nın keşfettiği en önemli şey - henüz düşünmeye hazır olmadığı Simon’ın Öpücüğünün
beklenmedik etkisi dışında yani - iş haber ve dedikodulara geldiğinde hastanenin sosyal ortamlarla hiçbir
şekilde boy ölçüşemeyeceğiydi.
Bu gece Napolyon’a karşı verilen savaşla ilgili hastanede yaralıların arasında geçirdiği haftalar boyunca
öğrendiğinden çok daha fazlasını öğrenmişti.
Tabii ki orada çalışmaya devam edecekti. Yaralılara sağlayabileceği en ufak fayda bile buna değerdi. Ama
bu gibi davetlerde Simon yanında olursa hayal dahi edemeyeceği bilgi ve dedikoduya ulaşması mümkün
olacaktı.
Aslına bakılırsa bu geceki baloda neredeyse hastanedeki kadar çok üniformalı vardı. Subaylar tabii.
Yüzbaşı Cunnington’m şu anda bile nerede olduğunu bilecek kadar yetkili kişiler yani.
Öfke yerini heyecana bırakıyordu şimdi. Her yeri pör-sümüş yaşlı bir generalden koparabildiği en son
bilgi bütün geceyi katlanılabilir kılmıştı.
Ah şu Griffın! demişti adam çatlak sesiyle. Çapaklı gözlerini kızgınlıkla kırpıştırmıştı. Evet, elbette onu
duydum ve onunla ilgili çıkan haberleri de. Kısa boyu sayesinde bakışlarının Agatha’nın göğsü hizasında
kalmasından pek memnun görünüyordu. Eğer yetkim olsaydı bu bilgiyi sızdıranların kafasını uçururdum,
diye konuşmayı sürdürmüştü. Bu gençlerin hükümete hiç saygıları yok...
Sizin gibi değiller, efendim. Agatha ona yaklaşınca adam neredeyse göğüslerinin içine düşecekti. Bahse
girerim Napolyon bile sizin gibi bir adamdan Griffın’in kim olduğunu öğrenemezdi.
Ne Napolyon, ne de Kral George! demişti adam böbürlenerek. Tabii ben biliyor olsaydım...
Lanet olası bir boş olta daha.
Dans biterken Agatha içini çekerek generalin ellerinden kurtulmaya hazırlanıyordu ki, Yani emin
olsaydım, deyivermişti adam.
Bunu duyan Agatha oyuna geri dönüvermiş, adamla bir vals daha yapmaya başlamıştı bile. Övgüler, ilgi
ve hatırı sayılır bir dekolte en sonunda adamın Griffin ile ilgili teorisine götürmüştü onu.
Ortada gizlenmekte olan bir adam olduğu kesin görünüyordu... Rütbesi lorddan aşağı olmamalıydı. Her
seferinde ülkeyi haftalarca terk eden, sonra sessiz sedasız geri dönen gizemli bir adam. Keskin bakışlı ve sır
tutmasını bilen biri. Çok yüksek makamlarda dostları olan biri. Bu son sözler belirgin bir öfkeyle
söylenmişti.
Bu bir casusun gerçek tanımı değildi. Agatha bir casusun nasıl tanımlandığını bilmiyordu. Ama artık adını
biliyordu.
Şimdi bu adamın yakın çevresine girmesi, sonra da evine kendini davet ettirmesi gerekliydi. Ve sonra
da... Sonra ne yapacaktı?
Ona aslında Griffin olup olmadığını mı soracaktı? Planının saçmalığı moralini bozmuştu. Bir kraliyet
casusu onunla dedikoducu bir sosyete mensubu ile paylaşacağından fazlasını paylaşmazdı.
Daha ilham verici bir fikre ihtiyacı vardı.
Araba nihayet geldi ve Harry atlayarak onlara kapıyı açtı.
Simon ona yardım etmek için elini uzattı ama Agatha kendini hemen geri çekti. Şu hırsızlık olayıyla
yarattığı tehlikeden sonra onu yakınında istemiyordu.
Birdenbire cevap aklında beliriverdi. Oturup saatlerce düşünse bile bundan daha mükemmel bir plan
yapamazdı!
Simon’ın bundan hoşlanmayacağından emindi. Yine de onu reddetmeyecekti. Agatha’nın onu asla ihbar
etmeyeceğini bilemezdi.
Jamie’nin ekinleri mahveden yangınla ilgili talihsiz hikayeyi babasına anlatacağını söyleyip ona tehditler
savurmasından daha kötü değildi. Suçu en sevdikleri günah keçisi hayali Mortimer’a atacağına dair söz
verene dek Agatha haftalarca Jamie’nin atlarını ahırda temizlemek zorunda kalmıştı.
Ve sonunda yakalanmaktan kurtulmuş, babasının uygun olmayan arkadaşlardan uzak durma konusundaki
uzun söylevlerinden birini dinlemek zorunda kalmıştı. Zavallı babası sonuna kadar Mortimer’a inanmıştı.
Simon ceketinin kuyruğunu kıvırıp Agatha’nın karşısına oturdu ve tavana iki kez tıklatarak şoföre gitmeye
hazır oldukları işaretini verdi. Kafası tamamıyla karşısında oturmakta olan şu çekici küçük soruna takılmış
durumdaydı.
Bundan böyle bu kadınla özenle ilgilenmesi gerekecekti. Ona kızgın olduğu aşikardı. Yüzündeki parlak
gülümsemeden bu kolaylıkla anlaşılabiliyordu. Parlak gülümseme mi?
Simon ona tekrar baktı. Evet, genç kadın sanki Simon tüm sorunlarının çözümüymüş gibi neşeyle
gülümsemekteydi.
Ah, lanet olsun! Bu kesinlikle iyi değil.
Kesinlikle olmaz.
Agatha’nın gülümsemesi daha da genişledi. Ah, evet, olacak.
Bunu yapmayacağım.
Daha ne olduğunu bile bilmiyorsun.
Sinirden deliye dönmek yerine bu kadar sevimli davranıyorsan. .. Bu işin bir parçası olmak istemiyorum.
Dürüst bir adam rolü oynama lütfen Simon. Istesey- dim seni ihbar edebilirdim. Az önce hem Lord
Winchell’in çalışma odasını hem de karısını soydun.
Bunda inkar edilecek bir şey yoktu. Kahretsin. Baca temizleyici Simon kendi elleriyle kendini yok
etmişti. Artık baş hırsız Simon’ın rolü üstlenmesi gerekiyordu.
Evet, tamamen haklısın. Onurlu bir adam değilim. Fırsatların adamıyım ben.
Agatha gözlerini kıstı. Sana bunun on katını sağladım. Sana verdiğim eğitim olmadan WincheH’lerin
evine asla öyle rahatça giremezdin.
Beni kullandın. Bunu yüksek sesle söylemesi gerekmiyordu. Gülümsemesinin aniden kaybolmasından
Simon onun bunu düşündüğünü anlayabiliyordu.
Daha beter saldırılarda bulunmazsa, Agatha’nın suçlamalarının hiçbirini inkar etmesi mümkün değildi.
Geçen haftanın gereksiz saçmalıklardan ibaret olduğunu bilse, Agatha’nın öfkeden deliye döneceğinden
emindi.
Simon’ın kadınlarla ilgili bildiği bir şey varsa bu da bazen bizzat yalan söylüyor olsalar da yalancılara
karşı şiddetli bir alerjilerinin olduğuydu.
Agatha’yı daha güvenli bir alana çekmenin vakti gelmişti. Kafandan tam olarak ne geçiyor? Bunu
sorduğuna pişman olacağını bile bile sormuştu Simon.
Agatha eliyle Winchell’lerin arkada kalan evini gösterdi. Bunu bir daha yapmanı istiyorum.
Lord Winchell’in kasasını bir daha kurcalamamı mı istiyorsun?
Ne kasasını ne de karısını.
Sesinde hafif sahiplenici bir ton mu vardı? Evet ya. Bu çok memnun ediciydi. Yine de konuyla bir ilgisi
yoktu tabii.
Bir eve davet edilmemiz için elimden geleni yapacağım ve sen de bu akşam yaptığın gibi Mortimer olarak
bana eşlik edeceksin. Fakat bir yaramazlık yapılacaksa bu benim yönetimimle olacak. Yumuşak hatlı yüzüne
şaşırtıcı biçimde yakışan aksi bir bakış fırlattı.
Peki kimin kasasını kurcalayacağım?
Lord Etheridge’in kasasını.
Neden Lord Etheridge’den bir şey çalmak istiyorsun? Ondan bir şey çalmak istemiyorum. Amaç o değil.
Bir de gücenmiş görünmeye cüret ediyordu. Sanırım sana söylememde bir sakınca yok. İtaatkar biri değilsin
ama yine de söyleyeceğim. Sadece onun Jamie ile nasıl bir bağlantısı olduğunu öğrenmek istiyorum.
Özür dilerim ama yine hiçbir şey anlamadım.
Beni iyi dinlemeye kendini alıştırmalısın. Ben Griffin’i arıyorum. Lord Etheridge’in de nadiren uğradığı
bir evi var. Gelip gidiyor ama kimse oradan nereye gittiğini bilmiyor. Sosyal ilişkilerden kaçmıyor, fakat
hükümet görevlisi olan birkaç seçkin arkadaşı var. Şüphelenilecek biri olduğu açık. Kendini beğenmiş bir
ifadeyle arkasına yaslandı.
Lanet olsun! Şoke olmuştu. Lord Etheridge gerçekten tam şüphelenilecek adamdı. En önemlisi de bu adam
diğerleriyle birlikte Simon’m hazırladığı listede de yer alıyordu. Ekibindeki adamlar azalmış olmasaydı,
Etheridge çoktan tüm ayrıntılarıyla araştırılmış olacaktı şimdi.
Yine de kendi kaynaklarının Etheridge’in şüpheli tek bir hareketini bile tespit etmeleri epey sürmüştü.
Vay canına, bu kadın gerçekten iyiydi.
Agatha onun ne kadarını bilmesi gerektiğinden emin değilmiş gibi görünüyordu. Başka zaman olsa Simon
bunu eğlenceli bulabilirdi, fakat şu anda kendisinin ve adamlarının haftalar süren araştırmanın ardından
ulaşabildikleri sonuca bir gecede nasıl ulaşabildiğini anlamaya çalışmakla meşguldü.
Bu adam Griffin ise Jamie ile iletişim kurmuş olmalı. Lord Etheridge Jamie’nin şu anda nerede olduğunu
biliyor gibi görünüyor.
Yanılıyordu. Hem Griffin hem de James ile ilgili yanılıyordu. Ancak Simon bunu ona söyleyemezdi.
Yapabileceği tek şey onu bu çok tehlikeli korkunç plandan vazgeçirmeye çalışmaktı.
Bunu başaramazsa Agatha o güzel vücudu tuğla dolu bir çuvala tıkılıp Thames Nehri’ni boylama riskiyle
karşı karşıya kalabilirdi.
Agatha bekledi, fakat Simon’dan cevap gelmiyordu, adam öylece oturmuş arabanın pencerelerinden
yüzüne yansıyan ışıkta onu seyrediyordu. Genç kadın birden kendini çok yorgun hissetti.
Yalanlardan, Jamie’nin akıbetini bilmemekten, ayaklarına basıp duran adamlarla dans etmekten.
En azından bir şeyler yapabilirdi. Öne doğru eğilip ipek kumaşla kaplı ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını
ovuşturdu. Hissettiği rahatlamayla derin bir nefes aldı.
Lordundan generaline bu gece bir sürü adam ayak parmaklarının üzerinden geçmişti. İçlerinden bir
tanesinin bile Simon olmaması ne kadar üzücüydü. Ayaklarını püre yapsa bile en azından bunu eğlenceli
hale getirirdi o olsaydı.
İpek ayakkabılar için en uygun olmayan yer dans pistiydi herhalde. Orada çiftçi kadınların dayanıklı iş
ayakkabılarından giymek daha uygun olurdu.
Bunu hayal etmek gülümsemesine neden oldu. Böyle bir şey yapsa nasıl da dedikodusu yapılırdı. Yeşil
satenden çivili ayakkabılar. Aklından geçenleri Simon’a anlatmak için kafasını kaldırdı ama gözlerinde
belirmiş olan vahşi ifadeyi görünce donakaldı.
Simon öfkeden köpürmek üzereydi. Bu kadın onu bilerek mi tahrik ediyordu? Böyle öne doğru eğildiğinde
göğüslerini gözler önüne serdiğinin farkında değil miydi?
Cömert elbisesinin yarattığı kıvılcım, hızlıca yaptığı plan neticesinde onu öpmesi durumu tam bir
cehenneme çevirmişti. Simon’ın kulakları uğulduyordu.
Şalın nerede? Tanrım bu kendi sesi miydi? Boğuk ve tehlikeli tınılar barındıran sesi kendine bile yabancı
geliyordu.
Leydi Winchell’in üzerinde.
Agatha’nın şalı... Onu geride mi bırakmışlardı? Zihninin küçük bir parçası geride bir ihanet delili bırakmış
olmalarından rahatsız olduysa da büyük bir parçası az önce yaşadığı sahnelerle rahatlamasını sağladı.
Ve bu kez buna neden olan Lavinia’nın sıska bedeni değil... Agatha’nın dolgun, renkli, çıplak, istekli,
tapınılmak üzere ilkel bir tanrıça gibi görünen bereketli bedeniydi...
Evet, yapacak mısın?
Genç kadın içten bir ifadeyle öne eğildi, az önceki hareketlerinden ötürü elbisesi kırışmıştı. Simon
kumaşın altından göğüs ucunun pembeliğini görebiliyor ve içinde yükselen sıcaklığın giderek kontrol
edilemez bir hal aldığını fark ediyordu.
Ah, evet...
Agatha doğrularak sevinçle ellerini çırpınca Simon sesinin normalden yüksek çıktığını fark etti. O ana
kadar kalp atışları tutkuyla hızlanmış olan Simon birden başından aşağı buz gibi sular indiğini hissetti.
Lanet olsun.
İşte yine yapmıştı yapacağını bu kadın.
Su katılmamış bir nefret duygusu bir an için gözünü kör eden istekle savaştı ve kazandı. Simon yine onun
nasıl biri olduğunu görebiliyordu işte: Çıkarcı bir oyunbaz, ahlakı ya da erdemi olmayan bir kadın ve tabii ki
çok ama çok iyi bir yalancı.
Güzel vücudu sayesinde onu tam iki kez tuzağa düşürülüş, ellerinde tam anlamıyla beyinsiz bir oyuncağa
çevirmişti. Dillere destan kontrolünü yerle bir ettiği için bu kadını seve seve öldürebileceğini düşündü
Simon.
Peki ya şimdi tam olarak neyi kabul etmişti? Lord Etheridge’in kasasını açmayı, tabii Agatha o eve
girebilmelerini sağlarsa.
Söz konusu adam pek de sosyal bir kişi değildi. Neredeyse bir münzeviydi. Plan Agatha’nm sadık bir
evlilik yapması kadar düşük bir olasılıkla gerçekleşebilirdi. Yani büyük ihtimalle hiçbir zaman olmayacak
bir şeyden zarar gelmezdi.
Agatha’nm neşeli sorusuna homurdanarak cevap vermeye yetecek kadar kısa bir an düşüncelerinden
sıyrıldıysa da genç kadının Lord Etheridge’in var olmayan sosyal etkinlik takvimine nasıl dahil olacakları
üzerine saçma fikirlerini dinlemeye hiç niyeti yoktu.
Hayır, Simon’ın Lord Etheridge ile ilgili düşünceleri çok daha farklı bir boyutta ilerliyordu. Gizemli bir
adam olduğu doğruydu. Bir casus olabilir miydi? Bu mümkündü.
Öte yandan bu münzevi adam krallık için casusluk yapmıyordu. Böyle olsa Simon bunu mutlaka bilirdi.
Tabii Agatha’ya bunu söylemesi imkansızdı.
Genç kadının buna inanacağını da sanmıyordu zaten. Onun Londra sokaklarından çekip çıkardığı adi-
baca-temizleyicisi-hırsız-Simon mı kraliyetin baş casusu olacaktı?
Hayır, gerçeği öğreneceğine Simon’la ilgili bu berbat şeylere inanması daha iyiydi. Sevgili James’inin
Simon’ın hedef görevi olduğunu öğrenmesi hoş olmazdı. Ülkesine daha fazla ihanet etmeden Simon’ın bir
an önce bulmaya çalıştığı adamı James şu anda kayıptı.
Bul, tek başına ara, yargıla ve eğer gerekirse...
İnfaz et.
Hayır, Agatha’nm buna izin vereceğini sanmıyordu. Hem de hiç.
Altıncı Bölüm
James Cunnington tamamen kendi hayal gücünün tuzaklarında kaybolmuş uçuyor, düş kuruyordu.
Bilincini kaybetmenin getirdiği rahatlatıcı sis perdesinin ardındaydı. Önünde bir yılanın görüntüsü belirdi.
Jamesssss.
Yılanlar, iğrenç yaratıklar. Tiksindirici, aynı zamanda büyüleyici.
James? Mortimer Applequist kim? Bu ismi söylediğini duydum. Kim o?
Dili ağzına girip çıkarak bu ismi tekrarladı.
James? Soruya cevap ver. Mortimer Applequist kim?
Hiç kimse.
Bu iğrenç yaratığa az önce cevap vermemiş miydi?
Hayal aleminde parmaklarını dolayıp yılanın boynunu sıktı.
Ama ses devam ediyordu. Kim o? Söyle bana James?
Yalnız kalmak istiyordu. Düşünmeye ihtiyacı vardı. Burada berbat bir yanlışlık vardı ama ne olduğunu
düşü-nemiyordu bile. Şu lanet olasıca yılan bir uzaklaşsa belki düşüncelerini toparlayabilecekti.
Kimse değil, diye geveledi.
Kimse değil mi? Ne demek istiyorsun?
Kalın kafalı sersem! Kimse değil. Takma bir ad. Yakalanmak istemiyorsan, suçu Mortimer’a at.
Takma ad mı? Kimin takma adı? Senin mi?
Bazen benim, bazen de Agatha’nın. Hatta ekip bile birkaç kez Mortimer’ı günah keçisi olarak kullanmıştı.
Matematikçi babası bile acısından ve çalışmalarının içinde kaybol -muşluğundan bu numarayı yutmuş, böyle
bir insanın var olmadığını anlamamıştı. Onlara daima kimlerle arkadaşlık ettiklerine dikkat etmelerini ve
Applequist denen o çocuktan uzak durmalarını tembih edip dururdu. James ve Agatha da uslu uslu kafa
sallar kabul ederlerdi.
Agatha. İşte bu noktada hatırlaması gereken bir şey daha vardı. Şu lanet olasıca yılan izin verirse tabii.
Dumanlı boşluğa uzanarak şeytana sırtını döndü. Ses konuşmaya devam ediyor ama giderek silikleşiyordu.
James tekrar o hissiz boşluğa düştü. Artık dinlemiyordu.
Winchell’lerde az kalsın yakalanacağı uzun ve yorucu bir gecenin ardından Simon sabahın erken
saatlerinde uyanıp zinde bir şekilde merdivenlerden indi. Agatha’yı her zamanki gibi yumurtasının
üzerinden gazeteleri incelerken bulmayı bekliyordu.
Fakat Agatha dışarı çıkmak üzere hazırlanmış, giriş kapısının önünde gelen postalan inceliyordu. Görünen
o ki Applequist’ler dün gece Winchell’lerde bir hayli dikkat çekmişlerdi.
Simon durduğu yerden tepsinin üzerindeki kağıt ve süslü kartlardan oluşan yığını görebiliyordu. Pek çok
kadın böylesi bir ilgiye bayılırdı.
Tuhaf bir varlık olan Agatha ise bunlarla ilgilenmedi bile. Sosyetedeki konumunu yükseltmek gibi sığ
işlerde iddiası yoktu ve Simon bu konuda hakkını vermeliydi. Ama bu gerçekten sahip olduğu değerleri mi
gösteriyordu yoksa ne kadar profesyonel olduğunu mu?
Agatha bunun yerine sıradan bir kağıda yazılmış sayfalarca uzunlukta bir mektubu okumakla meşguldü.
Simon o kalın kaşların böylesine çatılmasına neden olan mektupta ne yazdığını merak etti.
Bunun Agatha’nın sırlarıyla ilgili bir şeyler içerdiğinden emindi. Büyük olasılıkla aşığının yeriyle ilgili
birtakım ipuçlarıyla doluydu. Ya da James Cunnington’ın son altı aydır neler yaptığıyla ilgili Simon’a ilham
verebilecek herhangi bir şeyle.
Genç kadın mektuptan başını kaldırarak, Günaydın, dedi. Pearson senin için kahvaltı hazırladı. Dalgın bir
şekilde tekrar mektuba döndü. İzin verirsen, şuna hemen bir cevap vermem...
Bunu söyler söylemez ondan uzaklaşarak ön taraftaki küçük salona girdi ve kapıyı kapattı. Şimdi mi cevap
yazacaktı? Şapkası kafasında pelerini üzerindeyken?
Acil olmalıydı, bu yüzden ilgi çekiciydi. Belki de dışarı çıktığında genç kadından bir ipucu koparabilirdi.
Daha da iyisi Agatha’nın mektubu orada bırakıp çıkması olurdu. Simon meraklı bir tavır takınarak masaya
doğru yürüdü ve davetiye yığınına göz attı.
Tabii ki Etheridge’den gelen bir şey yoktu. Hayat asla bu kadar kolay değildi. Yine de Simon
Applequist’leri ağırlamak isteyen isimlerin çokluğuna hayret etti. Albay karısından kontese parlamento
üyesi olan birçok kişiden davet vardı.
Agatha dün gece gerçekten iyi iş çıkarmıştı. Amacına nasıl da odaklandığını hatırlayınca genç kadına içten
içe hayran oldu. Onu balodaki bütün askerlerle dans ederken görmüştü. Ve bütün o adamların onun malum
güzelliğine nasıl hayran hayran baktıklarını da.
İkisi birlikte mükemmel bir makine gibi çalışmıştı. Simon böyle bir partnerle çalışmaktan ne kadar
hoşlandığını hatırladı. O ve Jackham da o geceye kadar aynen böyle durdurulamaz bir ikiliydiler.
Mortimer da elbette üzerine düşeni yapmıştı. Tabii evin
karanlık koridorlarında kaybolmadan önce. Havalı bir şekilde hanımları etkilemiş, şımarık bir erkeğin
olabileceği kadar berbat davranışlar sergilemişti.
Tam olması gerektiği gibi.
Simon kafasını salladı. Ne kadar gereksiz bir varlıktı. Bir parça beyni ve omurgası olan hangi adam buna
tahammül edebilirdi ki?
Agatha kapıda belirdi ve Simon onunla konuşmak için ağzını açamadan çantasına bir mektup sıkıştırıp
hızla evden çıktı.
Tanımıyor olsaydı genç kadının onu görmediğini düşünebilirdi Simon.
Kahvaltı salonunun kapısını açan Pearson meraklı bir ifadeyle tek kaşını kaldırıp Simon’ı süzdü.
Kahvaltınızın servis edilmesini ister misiniz, efendim?
Mutfaktan gelen kokular baş döndürücüydü ama Agatha’nın ne zaman döneceğini kim bilebilirdi? Simon
bu şansı kaçırmayı göze alamazdı.
Birazdan geleceğim Pearson. Bir an duraksadıktan sonra döndü, sormadan edemeyecekti. Bugün
haşlanmış yumurta mı var?
Evet efendim, domuz pastırmalı.
Kahretsin. Acele etse iyi olurdu. Küçük salona girerken, tüm bunlar bittiğinde Agatha’nın aşçısını çalabilir
miyim acaba, diye düşünüyordu. O zamana kadar çıkan yemekleri kaçırmamaya dikkat etmeliydi.
Mavi duvar kağıdıyla kaplı salon gün ışığıyla aydınlanmıştı. Agatha büyük olasılıkla ışık yakmakla zaman
kaybetmek istemeyip tüm perdeleri açmıştı.
Derin bir nefes alan Simon odada hala onun ılık ve tatlı kokusunu duyabiliyordu.
Vücudunun buna verdiği ani tepkiyi kararlılıkla bastırdı. Sertleşmesinin aklını veya iradesini
yönlendirmesine İzin veren tiplerden değildi.
Köşedeki küçük masanın üzerinde bir kırtasiye yığını vardı ve mürekkep hokkası açık bırakılmıştı.
Agatha’nın acelesi hiç şüphesiz Simon’ın şansı olacaktı. Acaba bastırarak mı yazıyordu el yazısını?
Simon pencereden süzülen gün ışığıyla aydınlanan en üstteki kağıdı alıp baktı. Ah, gerçekten epeyce
bastırarak yazıyordu!
Kağıdı alıp sönmüş şöminenin yanına gitti - yeni söndürülmüş olmasına rağmen şöminenin ilk günkü
kadar temiz olmasından Pearson’ın ne kadar titizlikle çalıştığı anlaşılıyordu - ve bacaya doğru uzanarak
parmak uçlarını tuğlaların üzerinde gezdirdi. Eline bulaşan siyah kuruma baktı. Mükemmel.
Temiz olan eliyle kağıdı şöminenin üzerine ters çevirip koydu ve kurumlu parmaklarını yazının üzerinde
gezdirdi. Hafifçe kabarık olan harfler kurumla birleşince ters de olsa net bir şekilde ortaya çıktı. Yazının
cümle ortasından başlayıp, ‘Sevgilerle, A’ diyerek bitmesinden, elindeki kağıdın Agatha’nın yazdığı cevabın
yalnızca son sayfası olduğu anlaşılıyordu.
Sevgi dolu bir cevap mıydı bu? Simon’ın gözleri kısıldı. James’e yazılmış olabilir miydi? Bu kadının
amacı da evli olması kadar sahte miydi?
Ya da belki de bugüne kadar Simon’a dürüst olmuştu ve kaçak james Cunnington’dan bir haber almıştı.
Onu takibe almalıydı. Yakın takibe.
Tabii aslında istediği kadar yakın bir takibe alamazdı...
Dışarıdan gelen sesler Simon’ın hızla kendine gelmesini sağladı. Bu çekici kadının şehvetli cazibesiyle
dikkatini dağıtmasına izin veremezdi. Elindeki ters yazı sıkışık ve gösterişli harflerle yazılmış olduğundan
okumakta zorlanıyordu.
Bir ayna gerekiyordu. Aceleyle odasına çıkmak üzere merdivenlere yönelirken kahvaltının mis gibi
kokusunu içine çekti.
Agatha pelerinini çıkarıp üzerine gönüllülere ayrılmış önlüklerden birini geçirirken gelen mektubu
düşüncelerinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hastaneye varana dek çantasındaki mektup bir taş kadar
ağırlaşmıştı.
Saklamak için uygun bir yer bulmaya vakti olmadığından mektubu yanına almak zorunda kalmıştı. Bu
belki de aptalca bir davranıştı ancak birinin okuyup Lord Fistingham’a yerini haber vermesi riskini göze
alamazdı.
Lordun şehre nadiren geldiğini bilse de Londra’daki soyluların birbirleriyle ne kadar yakın bir iletişimde
olduğunun yeterince farkına varmıştı. Dün geceki baloda tanıştığı insanların yarısı Lord Fistingham’ı bir
şekilde tanıyordu. Ve şimdi Agatha’yı da tanıyorlardı.
Her ne kadar yanında çalışanları seviyor, onlardan bir zarar görmeyeceğini biliyor olsa da hizmetlilerin
dedikodu yaptıklarını unutmamak gerekiyordu. Temkinli davranmak ve kendisiyle ilgili her türlü delili
saklamakta yarar vardı.
Hizmetçisinin gönderdiği mektupta lordun her geçen gün şüphelerinin daha da arttığı yazıyordu:
Bu adamı kandırmayı daha ne kadar başarabilirim bilmiyorum Bayan Agatha. Neredeyse her gün oğluyla
birlikte buraya gelip bazen saatlerce sizi bekliyor. Hasat olgunlaşmamış olmasına rağmen ona çilek
toplamaya gittiğinizi söyledim. Sonra Bayan Bloom’u ziyarete gittiniz. Ertesi gün lord bana Bayan
Bloom’dan onu haftalardır ziyaret etmediğinizi öğrendiğini söyledi. Gerçekten giderek daha da
şüpheleniyor.
Agatha’nın Jamie’yi bir an önce bulmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu arada Bayan Bell’e
verebileceği her türlü talimatı vermeye de devam ediyordu.
İtici Reggie’nin dokunuşunu teninde hissetmiş gibi ürperdi. Onun yerine sonsuza dek Simon’ı düşünmeyi
tercih ederdi. Gereklilikler yüzünden olsa bile dün geceki öpüşmeleri her aklına geldiğinde kalp atışları
hızlanıyordu. Ilık dudakları talepkar olmaksızın son derece cesaretlendiriciydi. Simon’ın onu öpmekten
hoşlandığından kesinlikle emindi.
O da Simon’ı öpmekten olması gerektiğinden biraz fazla hoşlanmıştı. İçgüdüsel olarak tarçın tadı
alabilmek umuduyla dudaklarını yaladı. Zihninde tekrar o karanlık çalışma odasına dönerek yarı çıplak
Simon’a yaslandığını hayal etti.
Pek iyi tanımadığı iki kadın vestiyer odasına girdiğinde, uzunca bir süredir odada öylece durarak o
öpüşmeyi yeniden yaşamakta olduğunu fark etti.
Ne kadar aptalca. Sanki aklında daha acil konular yokmuş gibi. Dikkatini işine verse iyi ederdi.
Vestiyer odasından çıkıp ilk kata yöneldi. Hastalık ve pansuman kokulan sayesinde en sonunda aklını dün
geceyle ilgili takıntılarından uzaklaştırabildi.
Simon’la geçirdiği bir hafta Agatha’nın burada olduğunda kendini nasıl hissettiğini unutmasına neden
olmuştu. Burada çalışanların farklı bir havası vardı. Bir taraftan dehşet dolu bir taraftan da mucizelerin
yaşandığı bir yer olan Chelsea Hastanesi’nde yüzlerde umut ve çaresizlik karışımı bir ifade yer almaktaydı.
Hastane odalarını, yatak ve koridorları dolduran askerler ise neredeyse çocuk sayılabilecek yaştaydı.
Ancak gözlerinde çocukluktan eser yoktu. Bazıları acısının üstesinden şakalarla gelmeye çalışıyor, kimisi
sessiz iç dünyasına çekilip duvarları seyrediyordu.
Hepsinin gözlerinde sonsuza dek onlarla yaşayacak olan ateşi, acıyı ve ölümü görebiliyordu Agatha.
içinde buharı tüten bezlerin olduğu tası bir yataktan diğerine taşıdı Agatha. Koğuşun uç tarafında Bayan
Trapp’in akrabası olduğunu hatırladığı genç dul Clara Simpson’ı gördü. Kadın sessiz ve hareketsiz duran bir
çocuğa kaşıkla yemek yediriyor, gözyaşları yanaklarından süzülürken ona cesaret verici sözler fısıldıyordu.
Clara’nın tüm çıplaklığıyla görülebilen duygularını görmezden geldi. Hastanede gönüllü ve hemşire olarak
görev yapmakta olan bütün kadınlar ümitsiz durumların acısını anlar ama asla bunlardan söz etmezlerdi.
Ölümün adını andıklarında onu davet edeceklerinden korkarmış gibi bir halleri vardı.
Ah güneşin parlak ışığı en sonunda beni buldu! Hiçbir hüznün gölgeleyemeyeceği canlılıktaki erkek sesi
tam arkasından geliyordu. Agatha yüzünde gerçek bir gülümsemeyle dönüp genç adama baktı. Collis
Tremayne onun en sevdiği hastaydı. Sadece herkesin sözünü ettiği yakışıklılığından ötürü de değil üstelik.
Collis bir zamanlar müzisyen olmayı hayal etmişti. Tabii bu üniforma giyip savaşa gitmeden önceydi. Bir
kolunun paramparça olmasına neden olan savaşa gitmesinden önce.
Kolunu tamamen kaybedeceği yönünde söylentiler vardı, fakat yetenekli ve uzuv kesmekten bıkmış
usanmış bir doktor genç askerin sol elinin hala kan dolaşımını kaybetmediğini ve sıcak olduğunu fark
etmişti.
Kolunu kesmeyin, diye talimat vermişti. Kütük gibi hissiz kalma ihtimali var ama en azından adam bütün
kalır. Sonra yaralarını dikmiş ve kemiklerini elinden geldiğince birleştirmeye çalışarak kolunu bir tahtaya
sabitlemişti.
Collis ameliyattan çıkıp koğuştaki yerine getirildiğinde Agatha ona bakmış ve sol kolunun ancak sağ
kolunu dengelemeye yarayacak bir süs eşyasından farklı olmadığını anladığında genç adamın gözlerinde
beliren ifadeyi görmüştü.
Bir süre sessizlik içinde yatan Collis bakışlarını tavana sa-bitleyip öylece durmuştu. Çok geçmeden de
dudaklarında cılız bir gülümsemeyle Agatha’ya dönüp, Evet, belli oldu.
Artık davul çalmayı öğrenmek zorundayım, demişti.
Ve bunu yapmıştı. Onu bir sonraki görüşünde kucağında askerlerin törenlerde kullandıkları türden yeni bir
davulla yatağında oturmaktaydı.
Koğuş arkadaşlarının cesaretlendirmeleri - bazen şikayet ettikleri de oluyordu tabii - ile Collis tek eliyle
davul çalmayı öğrenmiş, sağ elinin parmakları ile her iki değneğide mükemmel şekilde kullanmayı
becermişti.
Şimdi de elindeki sopaları tıklatarak Agatha’yı selamlamaktaydı. Çalamadığı zamanlarda tüm vaktini bu
sopaları parmaklarının arasında döndürüp antrenman yaparak harcıyordu.
Günaydın Collis. Agatha onunla şakalaşmadan edemedi. Şunları havada döndürürken dikkat etsen iyi olur.
Er Soames, bir daha burnuna fırlatırsan onları yakacağına yemin etmişti.
Soames cahilin teki. Perküsyon sanatının inceliklerinden anlamasına imkan yok. Agatha’ya doğru eğildi.
Seni özledim tatlı melek. Etrafa göz atıp fısıldadı. Kartları getirdin mi?
Collis, zaten evini, koyunlarını ve ilk doğan çocuğunu senden aldım bile. Bu hala yeterli gelmedi mi?
Sanırım. Hayal kırıklığıyla kendini yastıkların üzerine bıraktı. Bugün de muhtemelen kazanamayacaktım
zaten. Benim için desteyi bir kere karıştırsan? Seni çalışırken görmek tıpkı sanatını icra etmekte olan bir
sanatçıyı izlemek gibi.
Agatha onun yatağının kenarına oturup elindeki tası dizlerinin üzerinde sabitledi. Tamam, yapacağım.
Sonra beni rahat bırakacaksın ama söz mü?
Tek kelime etmem. Şüpheyle bakan kadına masum masum gülümsedi.
Agatha elbisesinin cebinden bir deste kağıt çıkardı.
Collis gülerek arkasına yaslandı ve etraftaki birkaç hasta
da onları seyretmek üzere döndü.
Erkeklerin iskambil kağıtlarına olan hayranlığı ne kadar da garipti. Jamie her zaman kağıt hilelerine
bayılırdı. Gençken Agatha’ya da birkaç numara öğretmişti. Eve seyrek gelişlerini beklediği sıralarda Agatha
bu numaraları çalışmış ve daha da fazlasını öğrenmişti. Hatta öğretmenini bile geçerek onu şaşırtmıştı.
Kartları kesen Agatha ellerini genişçe açtı. Sonra kartları tek tek Collis’in dizlerine konacak şekilde
uçurdu.
Collis gözlerini sevinçle yumarak, Vay be, ne kadın. Benimle evleneceğini söyle. Bugün çıkıyorum. Bana
evet demek için bugün son şansın tatlı melek, dedi.
Agatha ona diklenerek cevap verdi. Sen hiç durmayacak mısın? Daha önce de söyledim, ben zaten
evliyim. Bu yalanı gittikçe daha da rahat söylemeye başlamıştı. Bu pratik yapmaktan mı kaynaklanıyordu
acaba, yoksa Simon’a hissettiklerinin bununla bir ilgisi olabilir miydi?
Benimle kaç o zaman. Kocanın bizi asla bulamayacağı yerlere götürürüm seni. Güneşli bir yerde bolluk
içinde yaşarız ve on çocuk yapıp kendi kabilemizi kurarız.
Vay canına, bu çok yorucu geliyor kulağa, diye karşılık verdi genç kadın onun zevzekçe sırıtması üzerine.
Buradan ayrılınca nereye gideceksin? Bir keresinde Agatha’ya artık ebeveynleri ve kardeşleri olmadığını
söylemişti.
Dayım Dalton beni yanına alacak. Drury Lane orkestrasında çalmak üzere planladığım yeni kariyerimden
de hiç hoşlanmadı.
Tiyatrodan pek hoşlanmıyor desene.
Collis ona yan yan baktı. O tür bir tiyatrodan galiba. Neden bahsettiğiyle ilgili hiçbir fikri olmamasına
rağmen Agatha anlamış gibi başıyla onayladı. Londra’daki hayatla ilgili öğrenmeye fırsat bulamadığı o
kadar çok şey vardı ki. Nereden geldiği sorgulanmasın diye biliyormuş gibi davranmayı tercih ediyordu.
Collis... Bir hanımefendinin yanında böyle bayağı bir şeyden söz ettiğine çok şaşırdım. Agatha’nın
arkasından geliyordu ses.
Genç kadın bu gür sesin kime ait olduğunu görmek için öyle bir hızla döndü ki kucağındaki tas az kalsın
yere düşecekti. Tası hızla yakalamak üzere uzandı.
Ancak parmakları ucuz tenekeyi yakalayacağı yerde sıcak bir eli kavramıştı. Agatha şaşkınlıkla başını
kaldırdığında karşısında eğilmiş ve ona yardım etmeye çalışan uzun boylu adamı gördü.
Collis kıkırdayarak, Dalton Dayı bayanın üzerine eğilmekten vazgeçip ayağa kalkarsan seni Bayan
Applequist ile tanıştırmak isterim, dedi.
Hastasına azarlayıcı bir bakış fırlatan Agatha tası Dalton Dayı’nın ellerinden kurtarıp Collis’in eline
tutuşturdu.
Al bakalım, beladan uzak dur, diye mırıldandı.
Sonra mümkün olduğunca zarif bir biçimde ayağa kalktı. Uzun boylu adam çok yakınında duruyordu.
Agatha ayaktayken bile kafası ancak adamın boyunbağı hizasında kalıyordu. Zaten görebildiği tek şey de
bu bo-yunbağıydı.
Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum Dalton Dayı’nın boyunbağı, dedi kuru kuru.
Collis bunun üzerine homurdandı ama Agatha onun moralini bozmak istemediği için koca adam mesajı
alıp geri çekilene kadar kibarca bekledi.
Özürlerimi kabul edin Bayan Applequist. Sakarlığımı mazur görün. Karşısındaki geniş gövde geri çekildi
ve Agatha en sonunda adamın yüzünü görebildi.
Gözlerini kırpıştırdı. Pekala, Londra’da gerçekten yakışıklı adamlar vardı. Simon kadar olmasa da
karşısında durmakta olan adamı nefes kesici bulacak bir sürü kadın olduğundan emindi. Geniş omuzlarının
ve güzel hatlı çehresinin yadsınamaz bir çekiciliği vardı. Gözleri bir kurtun- ki gibi griydi. Cidden hatları
çok erkeksiydi adamın. Tabii insanın yakışıklı olması kadar davranışları da önemliydi.
Ve bu yakışıklı az da olsa kabaydı.
Agatha elini uzattı. Demek Dalton Dayı sizsiniz. Sonunda tanıştık. Boyunbağınız bana sizinle ilgili çok
şey söyledi!
Nihayetinde bu sözler adamın aksi bakışlarını biraz yumuşatabildi ve göğsünden derin bir kıkırtı yükseldi.
Yüzünde yarım bir gülümsemeyle Agatha’nın elini tutarak selamladı.
Vay canına, Bayan Applequist! Dayım gülümsedi! Çabuk gazetecilere haber verelim!
Tamam Collis, bunu yeterince konuşmuştuk sanırım.
Dalton’ın sesi yumuşaktı ama Collis derhal sesini kesti.
Agatha bundan etkilenmişti, bu arada Dalton Dayı’nın sımsıkı tuttuğu elini ondan nasıl kurtaracağını
düşünüyordu. Buz gibi bakışlarla Agatha’yı incelerken hala elini tutmakta olduğunu unutmuş gibi
görünüyordu.
Adım Montmorency. Dalton Montmorency. Ailemize dahil olmanızdan memnuniyet duyarız Bayan
Applequist, fakat bana dayı diye hitap eden Collis’e yeterince tahammül ediyorum zaten.
Şimdi anlamıştı! Bu güçlü ve etkileyici yabancı tek bir cümleyle Agatha’yı serseme çevirmeyi başarmıştı.
Genç kadın kabalık olup olmayacağını umursamaksızın elini hızla geri çekti.
Oldukça buyurgan bir tavrınız var bayım. Buna alışmam gerekecek. Kendi hayatını yönetmeye başlayalı
uzun zaman olmuştu ve kimseye hesap vermekten hoşlanmadığını çoktan fark etmişti. Bir çocuk gibi
azarlanmak sinirine dokunmuştu.
Yaptığını beğendin mi dayı? Bak, artık gülümsemiyor. Collis kendini yatağına bıraktı ve sağlam kolunu
bıkkın bir ifadeyle gözlerinin üzerine kapadı. Sanırım bayılacağım.
Korkarım eve hiç gidemeyeceğim. Kırılgan bir bayan edasıyla söyleniyordu.
Agatha gülümsememek için kendini zor tutuyordu ama sonunda dayanamadı. Hadi kalk bakalım seni
küçük şapşal. Gördüğüm kadarıyla yeğenime pek ısınmışsınız Bayan Applequist. Yasınızı unutmuş
gibisiniz. Dalton Montmorency’nin sesi yumuşak ama iğneleyiciydi. Kocanızı kaybedeli ne kadar zaman
oldu?
Çok fazla olmadı, en son kahvaltıda gördüğümde keyfi gayet yerindeydi, diye somurttu Agatha tası
Collis’in elinden alarak. Ah! Elini beline koyarak döndü ve Bay Montmorency’ye gülümsedi. Beni dul
zannettiniz galiba. Collis’in peşinde olduğumu mu düşündünüz yoksa? Yüzündeki şaşkın ifadeden büyük
ihtimalle öyle düşündüğü anlaşılıyordu. Bu arada Agatha’nın arkasındaki Collis zaferle coşuyordu.
Dayı, sanırım en sonunda dengine rastladın. Evli olması ne büyük talihsizlik. Bu kadınla madem
evlenemiyorum, bari yengem olsaydı, bu ne kadar harika olurdu.
Ah, kapa çeneni Collis. Agatha ve Bay Montmorency aynı anda söylemişlerdi bu sözleri. Sonra göz göze
gelerek kahkahalarla güldüler.
Medeni durumu da açığa çıktıktan sonra Bay Mont-morency rahatlamıştı. Yaptığı ayarlamalarla ilgili
Collis ile konuşurken Agatha bu adamın aslında serseri yeğenine duyduğu şefkati görebiliyordu.
Montmorency sandığından çok daha gençti aslında. Yüzündeki endişeli çizgiler gevşediğinde onun
Simon’dan daha büyük olamayacağını düşündü Agatha. Collis bu adamdan on yaş falan küçükse,
muhtemelen Dalton’m büyük kız kardeşinin oğlu olmalıydı.
Görevime dönmeliyim baylar. Collis eve dönüyor olmana sevindim ama seni çok özleyeceğimi itiraf
etmeliyim.
Collis’i yanağından öpmek üzere eğildi.
Genç adam Agatha’ya gülümsedi. Bizi ziyarete gelmelisin tatlı melek. Dayımla birlikte seni ve Bay
Applequist’i en kısa zamanda evimize davet edeceğiz, değil mi dayı?
Collis bundan çok keyif alırdım ama korkarım Bay Applequist eşinin o şekilde çağırılmasından
hoşlanmayacaktır...
Agatha onları tartışırken bıraktı ve sıradaki hastasının yanma giderken bu kez yüzünde gerçek bir
gülümseme vardı.
Yedinci Bölüm
Simon hızla Yalancılar Kulübü’nün kapısına doğru yürüdü ve Stubbs’a kısa bir selam vererek içeri girdi.
Ana odadan geçerken masa ve sandalyelerin boş olduğunu gördü ve müşterilerin hep geç kalkan tiplerden
olduğunu fark etti.
Mortimer’m kişiliği kadar gardırobunu da önemsemesi gerekmediğine şükrederek garsonların kapısından
mutfaklara geçti ve oradan gerçek Yalancılar Kulübü’ne ulaştı.
Bir masaya açtıkları haritanın başına toplanmış olan üç adamına başıyla selam verdikten sonra normalde
kendisine ait olup Jackham tarafından işgal edilmiş olan ofise doğru devam etti.
Simon’ın asıl ofisi tüm amaçların en gizli olanı aracılığıyla kazanılmıştı. Bu ofise girişi çok az kişi bilirdi.
Maalesef James Cunnington da bu birkaç kişiden biriydi.
Bir kez daha nasıl yanılgıya düştüğüne hiddetlenen Simon şapkasını ve paltosunu amaçladığından daha
sert bir hareketle çıkarıp askıya fırlatınca Jackham’ın orada durmakta olan şapkası yere düştü.
Jackham şaşkınlıkla başım kaldırdı. Simon eski dostu ve müdürüne uyaran bir bakış attı. Bugün duymak
istediği en son şey şu meşhur otokontrolünü kaybettiğinin söy-lenmesiydi.
Ah, merhaba Simon, dedi Jackham dikkatlice.
Yeni bir şey var mı?
Şu yılanlı gösteri sonrasında altı yeni çentik, pardon üye kazandık. Kurt et fiyatlarının arttığını söyledi ve
mutfağa yeni bir yardımcı gerekliymiş. Ah, bir de şu ufaklık Feebles uğradı ve senin için bir ipucu
bulduğunu söyledi. Simon sadece başını salladı, fakat içten içe dikkat kesilmişti. Feebles James’in davasında
görevlendirdiği adamdı. Yaptığı araştırmayla ilgili bilgilendirdiği tek adam oydu.
Banka hesaplarıyla ilgili araştırmayı yapan bu kurnaz yankesici şu anda belli kurumlarda James’in
eşgaline uyan her bir adamı araştırmakla görevliydi.
Simon yorgun bir halde kendini Jackham’ın ofiste tuttuğu eski kanepeye attı. Nerede olacağını söyledi mi?
Bugün öndeki caddede çalışıyor olacağını söyledi. Ben de parmaklarını adamların ceplerinden uzak tuttuğu
sürece bir sorun olmayacağını söyledim. Tatlı paralarını kulüpte harcamalarını tercih ederim.
Jackham onaylamaz bir ruh halindeydi. Sanki yankesicilerin kendisinin bir zamanlar olduğu türden yüksek
sınıf hırsızlarla boy ölçüşemeyeceğini düşünür gibiydi.
Simon görüntüde onun haklı olduğunu kabul etmek durumundaydı. Feebles kemik yapısı ve o uyumsuz
kıyafetleriyle son derece zavallı bir yaratık görünümündeydi.
Gidip onunla ilgilensem iyi olacak. Uzun sürmeyeceğini tahmin ediyorum.
Simon, Feebles’ı bulmak üzere hızla harekete geçmek istemesine rağmen ağırdan alıp kendini ön kapıya
yönelmeye zorladı. Stubbs’ı omuzlarından kavrayarak, Son birkaç saattir Feebles’ı gördün mü? diye sordu.
Evet, gördüm efendim. Önce şu köşede çalışıyordu, sonra bir alt sokağı deneyeceğini söyledi. Stubbs sağ
tarafı işaret etmişti.
Simon ona teşekkür edip diğer yayalara şapkasıyla selam vererek rahat tavırlarla sokaktan aşağı doğru
ilerledi. Çok geçmeden köşedeki sokak lambasına yaslanmış geçip gitmekte olan adamları kesmekte olan
Feebles’ı buldu. Günün iyi geçiyordur umarım.
Feebles biraz mahcup bir ifadeyle cevap verdi: Sadece çalışıyorum. Hızlı parmaklarla, Bay Rain.
Sakladığım bir şey yok.
Bana verecek neyin var?
Bu sabah Chelsea Hastanesi’ndeydim. Bay Cun-nington’ı hiçbir yerde bulamadım ama Ren Porter üçüncü
katta ve durumu iyi görünmüyor.
Porter mı? Kahretsin. Simon Porter’ın başının belada olduğunu bile bilmiyordu. Adamın gönderdiği son
rapor tam zamanında gelmişti ve bir sonraki raporun da yarın gelmesi gerekiyordu. Neler olmuş? Sana ne
dedi?
Sorun da bu efendim. Hiçbir şey söylemedi. Kafasından yaralanmış ve durumu kötü. Uyanmıyor ve
uyanacağını da zannetmiyorum.
Simon’ın içini kötü bir his kaplamıştı. İyi adamlarından biri daha kaderine kurban olmuştu.
Kim olduğunu biliyorlar mı?
Hayır efendim. Tek kelime etmedim. Onu John Day olarak adlandırmışlar. Ben de onu zorlukla tanıdım.
Şu kıvırcık saçları olmasaydı kendi annesi bile onu zar zor tanırdı.
Tamam. Onu sorduracağım ve hakkında ne bildiklerini öğreneceğim.
Adamlarının gerektiği zaman şehirde kullandıkları bazı odalar vardı. Ren orada bakılabilirdi. Paranın satın
alabileceği en iyi bakımı alacak, bir mucize olursa Simon da vicdanını rahat tutabilecekti.
Simon Feebles’ı başıyla selamlayıp ayrılmak üzereyken küçük hırsız ona seslendi. Bir şey daha var
efendim. Soruşturduğunuz o kadın, hani şu Cunnington’m hesabını kullanan?
Simon hızla geri döndü Ne biliyorsun?
Feebles Simon’a gaddar bir ifadeyle baktı. Fazla bir şey değil, Bay Rain. Sadece bu sabah birinci katta
biriyle tanıştım. Kadın sürekli oradaymış. Kendim de gördüm. Bugüne kadar adını öğrenememiştim.
Bayan Applequist? Hastanede mi? Neden orada ki? Tabii ya. James’i arıyordu elbette. Genç kadının ne
kadar akıllı olduğunun başka bir ispatı daha.
Teşekkürler Feebles, iyi iş çıkardın.
Sağ olun efendim. Başka bir şey bulursam size haber vereceğim.
Lütfen. Simon kafası başka yerlerde, adamı selamlayarak sokağa geri döndü.
Bu durumda kulübe yeniden gitmeyecekti. Hastaneye uğrayıp yaşayan ölü durumundaki bir adamı görüp
ondan af dilemeliydi. Orada Agatha’yı görme düşüncesi ise bu durumu hem daha beter, hem de daha
katlanılabilir kılıyordu.
Simon durdu, kafasını salladı ve yoluna devam etti. Aklından geçenleri şu anda gerçekten analiz etmek
istemiyordu.
Hastaneye vardığında resmi bir iş için oradaymışçasına ilerledi ve John Day’in yanına varıncaya kadar
kimse onu fark etmedi.
Ah Ren. Hiç iyi görünmüyorsun, diye fısıldadı.
Genç adamın durumu cidden iyi değildi. Ölü gibi hareketsiz bir şekilde yatmakta ama göğsünde çok cılız
bir kıpırtı görülmekteydi.
Feebles’ın Porter’ı tanımış olması bir mucizeydi. Yüzü şişmiş ve morarmış, kıvırcık saçları da gazlı bezle
gizlenmiş durumda olan Ren kendinden başka her şeye benzetilebilirdi.
Simon yatağın ayak ucundaki tabloyu inceledi. Bilincini kaybetmiş bir şekilde yatmakta olan John Day
için fazla umut olmadığı aşikardı. Ren Londra varoşlarında, limana yakın bir yerde bir tavernanın çıkışında
bulunmuştu. Bir doktor tarafından gemilerden inen yaralılardan oluşan bir topluluğa dahil edilmişti.
Bu kararın verilmesinde Ren’in giyiminin rol oynadığından emindi Simon. Fransız istihbaratı arayanların
dikkatini çekecek şekilde, hayal kırıklığına uğramış şansız bir adam profili çizmekteydi Ren.
Ya da en azından Simon böyle varsaymaktaydı. Kanalın diğer tarafında olduğu şüphe götürmezdi.
Simon nedense Ren’in kimliğinin anlaşılmış olduğu, cevabının da hızla ve neredeyse ölümcül bir şekilde
verildiği hissine kapılmıştı.
Tablo hafifçe bulanıklaştı. Simon gözlerini kapadı. Ren Porter’ın bu kadar kolay gitmesine izin
vermeyecekti. Simon onunla ilgilenecek ve adam bu kalabalık koğuşta alacağından çok daha özel bir ilgi ile
bakılacaktı.
Ren’in söz edilmeye değer bir ailesi yoktu. Taşrada yaşayan bir kuzeni vardı sadece. Kulüpteki söylenti
Londra’da bir kızla çıktığı yönündeydi, bu kız sağduyudan ziyade görselliğe sahip bir sarışındı.
Simon resmiyetinden şüphe ettiği bu ilişkinin uzun süreceğinden emin değildi. Eğer yaşarsa Ren’in
hayatına bedensel veya ruhsal olarak ne durumda devam edebileceğini kimse bilemezdi.
Doktorlar ve hemşireler ellerinden geleni yapmışlardı, fakat Simon hala mümkün olan her şeyin en
iyisinin yapıldığından emin olmak istiyordu. Binadaki herkes yaralılar arasında koşturup duruyordu.
Yetenek ya da bilgi yoksunu gönüllüler, yapabilecekleri her yardımı sunmaktaydılar.
Simon gözlerini açıp elini Ren’in omzuna koyarak söz verdi. Senin için geri geleceğim dostum.
Yönetici ofisleri aşağı kattaydı, ancak Simon bir an durup başka bir tanıdık yüz var mı diye yaralıları
inceledi. Geniş bir girişi olan koğuşun eşiğinde durup etrafa bakınırken Agatha’yı fark etti.
Genç bir adamın yatağının kenarına ilişmiş gülüyor ve kağıt oynuyordu. Adamın ayaklarının ikisi de
olmadığından yatakta onun için fazlaca yer vardı.
Yine kazandım Seamus, dediğini duydu.
Perilerin şansına sahipsiniz Bayan A. Siyah saçlı adam Agatha’ya yorgun yorgun gülümsüyordu.
Simon adamın yeşilimsi cildinde yanaklarının pembeleşmesiyle oluşan tezatı inceledi. Adamda
muhtemelen enfeksiyon başlamıştı. Zavallı çocuk muhtemelen ölmek üzereydi, çünkü ampütasyon sonucu
oluşan enfeksiyonla başa çıkabilen kişi sayısı pek azdı.
Hem periler hem de bugünlük senden yeterince para almış olmamın yardımı var, Seamus, dedi Agatha
iskambil destesini önlüğünün cebine yerleştirirken.
İşte gördün mü? Zavallı adama kazanma şansı vermiyorsun.
Bunun için bir gün daha beklemen gerekecek. Agatha öne eğilerek elini Seamus’un alnına dayadı. Ateşin
yine yükselmiş. Yatıp dinlenmezsen seni hemşireye şikayet edeceğim.
Seamus halsiz bir şekilde gülümseyerek iki elini havaya kaldırdı. Ah, hayır, bana bunu yapma. Söz
veriyorum, şimdi dinleneceğim.
Vücudunun büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasının verdiği dengesizlikle genç adam Agatha’nın
yardımıyla yerine uzandı. Yastığına kendini bırakıp gözlerini kaparken hala hafifçe sırıtıyordu.
Simon genç kadının yüzündeki şakacı ifadenin silindiğini gözlemledi. Agatha gözlerini kırpıştırarak genç
adamın üzerini örttü ve sessizce ayağa kalktı.
Agatha döndüğünde Simon onun gözlerini sildiğini ve derin bir nefes aldığını gördü.
Sonra genç kadın yeniden parlak bir şekilde gülümseyerek diğer yatağa yöneldi ve orada sabırsızlıkla
ziyaretini bekleyen başka bir askerle ilgilenmeye başladı.
Simon kapı girişinden geri adım atarak uzaklaştı ve koridorun duvarına yaslandı. Karşılaşmayı beklediği
bir sahne değildi bu. Agatha’nın koğuşları nadiren ziyaret ettiğini düşünmüş, onu bu halde göreceğini
aklından bile geçir-memişti.
Yaralı adamlarla kağıt oynamak, gülmek ve şakalaşmak ne kadar da basit bir şeydi. Herkesin yapabileceği
ama yapmadığı bir şeydi bu. İngiltere uğruna bu kadar çok şey veren bu genç adamlarla vakit geçirmek
üzere buraya gelmeyi kendisi bile akıl etmemişti.
Ren’in başucunda geçirdiği on beş dakika bile ona oldukça zor gelmişti. Agatha nasıl oluyor da bütün bu
adamlarla saatlerce ilgilenebiliyordu? Mahvolmuş hayatlar karşısında nasıl bu denli neşeli ve şakacı
davranabiliyordu? Ölümün karşısında?
Ve daha da önemlisi... Neden?
Agatha’nın motivasyonları konusunda ciddi anlamda yeniden değerlendirme yapması gerekiyordu.
Genç kadının James’e sadakat duyduğu kesindi. Ancak burada tüm zamanını ve enerjisini İngiliz
askerlerine adamaktaydı.
Simon’ın bu koğuşta gördükleri bir Fransız işbirlikçisinin yapacağı türden bir şey değildi. Gözyaşlarını
saklamak için arkasını dönen bu kadın düşman için Simon’ın yapabileceğinden daha fazlasını yapamazdı.
O zaman gerçek Agatha kimdi? James’in anlattığı vahşi metres? Simon’ın görev başında gözlemlediği
kusursuz profesyonel? Ya da kendini ölüm ve acıya vakfetmekte olan şefkatli bir kadın?
Bu sabah deşifre ettiği mektup onunla ilgili yeni sorular gündeme getirse de yalnızca onun masumiyetini
işaret ediyordu.
Son sayfa Lord Fistingham’ın sorularını nasıl savuşturabileceği konusunda Sevgili Bayan Bell’e verilen
talimatları içeriyordu.
Ona tedavi için Kendal’e gittiğimi söyleyin. Lancashire’ı terk ettiğimden söz etmemeye dikkat edin yoksa
Londra’ya geldiğimi hemen anlayacaktır. James’den en kısa zamanda haber alacağımdan eminim.
Lancashire. Yıllardır orada yaşamamış olsa da burası James’in geldiği yerdi. İlişkileri Simon’ın tahmin
ettiğinden öncesine dayanıyordu belli ki.
Peki Lord Fistingham kimdi? Başka bir aşık mı? Agatha’nın sevgisi için rekabet eden biri daha mı vardı?
James’in bulunamaması durumunda yedekte tuttuğu biri?
Hayır, buna inanamazdı. Kadının James’e duyduğu sevgi ortadaydı, Simon hayatı üzerine bahse bile
girebilirdi bu konuda. Bu sadece bir iş ilişkisi değildi. En azından Agatha için.
James gerçek hisleri olmadığını açıkça göstermişti. Agatha’nın memleketini terk edip Londra’da rahatça
elinin altında olmasını James mi ayarlamıştı? Kadını ne kadar üzebileceğini umursamaksızın arzu ettiğinde
kullanmak üzere?
James’in kötü karakteriyle ilgili bir delil daha bulmak Simon’ın yine öfkelenmesine neden oldu. James
onu iyi kandırmıştı. Agatha’yı ise daha da fena kandırmış görünüyordu.
Genç kadın eğer masumsa sadakatini yanlış adama veriyor olmamalıydı. Asıl soru gerçeği öğrendiğinde
nasıl bir tercih yapacağıydı. Aşığı mı, ülkesi mi?
Ren’in hastaneden çıkarılması için gereken işlemleri
yapmak üzere harekete geçti Simon. Porter’ın durumu için birçok soruya cevap vermesi gerekecekti.
Bunu yapanın kim olduğunu bildiğinden emindi.
James Cunnington leş gibi minderin üzerinde yuvarlandı. Burnunun dibindeki tahta duvarların arasından
süzülen güneş ışığından ötürü gözlerini kırpıştırdı. En azından sabah olduğunu düşündü.
İlaçla tutulduğu sis perdesinden kendini nadiren kurtarabiliyordu. Ama az da olsa ayık olabildiği anlarda
etrafındaki detaylara elinden geldiğince dikkat etmeye çalışıyordu.
Kokudan ve yan duvarın kavisinden ötürü bir gemide, büyük ihtimalle bir balıkçı teknesinde olduğunu
anlayabilmişti. Döşemelerin kıvrılmış olması ve her dalgada duyulan gıcırtı sesi ise geminin yeni olmadığını
ortaya koyuyordu.
Duvarda bulunan bir çatlak gözünü dayayarak bir santimlik alandan da olsa dış dünyayı görebilmesini
sağlıyordu. Görecek pek bir şey yoktu ama yine de biraz rahatlatıyordu bu onu. En azından su seviyesinin
üzerindeydi.
Zaman zaman uzaktan nal sesleri duyduğundan bir limanda olduklarını tahmin ediyordu. Fakat bu pek işe
yarar bir şey değildi çünkü deliğin olduğu taraf denize bakıyordu ve şu ana kadar açık denizden geçen başka
bir gemiye rastlamamıştı. Yani burası kirli Thames Nehri’nde bulunan bir liman değildi.
Adamların birbirlerine bağırıp çağırmasından ya da ona yemek verip döverkenki söylenmelerinden
geminin Fransızların komutasında olduğunu anlamıştı. Bir dolu yeni küfür öğrenmişti ama bunları kullanma
fırsatı bulabileceğinden pek emin değildi.
Acı suyla ve sert bir kalıp gibi görünen kokuşmuş balık ve pas kokan ekmekle uzun süre yaşayabilirdi.
Ancak el ve ayak bileklerinin bağlı olması vücudunu tamamen düzleştirmesine
engel oluyor ve uzun boyundan ötürü bu durum onun için berbat bir işkenceye dönüşüyordu.
Flalatın esnek olmadığını bilse de derisi parçalanabiliyordu. Deniz tuzu ile sertleşmiş kenevire dişlerin
işlemediğini de öğrenmişti. Bu işin sonunda öleceğini düşünüyordu.
İyi beslenmiş medeni bir adamdan yavaş yavaş katil bir hayvana dönüştürülmekte olduğunu anlamıştı.
Daracık hücresine girecek olan ilk adama saldırmak üzere olan bir hayvana.
James bu gerçeği oldukça kabul edilebilir buldu.
Dar ve alçak kapının önüne doğru gelen ayak seslerini duydu. Kahvaltı zamanı. Kahvaltı gün boyunca
yediği tek öğündü ama yine de hayranlıkla gözlemlediği bir ayrıntıydı.
Baygın numarası yaparak başını mindere yasladı. Pek de ayık sayılmazdı zaten. Fakat sessiz kalmayı
başarırsa yemeğini getiren adamın tiksintiyle atacağı bir iki tekmeden fazlasına uğraşmadan gideceğini ümit
ediyordu.
James’in Boğa adını taktığı bu iri yarı adam ekmeği mindere doğru fırlattı, kovayı pis bir suyla doldurdu
ve James’e şiddetli bir tekme atmak üzere harekete geçti.
Uyan! Uyan dedim seni tembel İngiliz!
James adamın hassas yerlerini tekmeleyeceğini umarak gözlerini kapalı tutmaya devam ediyordu. Ancak
Boğa ar-kasım dönüp de arka cebinde duran gazeteler gözler önüne serilince James’de kendini koruma
içgüdüsü bir anda kayboldu.
Haberler! Yerel bir gazeteden işine yarayacak bir sürü bilgi edinebilirdi. Nerede olduğu, tarih, savaşın
gidişatı...
Gazetelere ulaşmalıydı. Ama nasıl?
Öncelikle Tembel İngiliz’in uyanması gerekiyordu. James inleyerek halsiz bir şekilde yere yuvarlandı ve
ayaklarını toplamaya çalıştı.
Ne kadar halsiz olduğunu fark edince ürktü. Buradan bir an önce kurtulmazsa bir daha asla kaçmayı
becerebilecek enerjisi kalmayabilirdi.
Fransız adam homurdanarak döndü. James’i tekrar yere sermek üzere tekme atmaya hazırlandı. Eğilmiş
olduğu için ayağını yakalayıp adamı yere sermek James için oldukça kolay oldu.
Boğa yere düşerken yüksek sesle bağırdı. Kahretsin, bu geri kalan adamların koşa koşa gelmesine sebep
olacaktı.
Neyin peşinde olduğunu belli etmeden adamın cebindeki gazeteleri alabilmek için birkaç denemede
bulundu. İkisi birden yerde yuvarlanırlarken James bağlı ayaklarıyla gazeteleri minderinin altına itti.
Sonra da kamaraya doluşan diğer kızgın adamlar ve Boğa’nın kendisini güzelce benzetmesine izin verdi.
Sokak Fransızcalarıyla söverek James’i elden ele geçirip canına okudular.
Bayılmak üzereyken bile James hala tespit yapmaya çalışıyordu. Toplamda altı kişiydiler. Kahretsin. Bu
dayak hikayesi biraz sürecek gibiydi.
James adamların işleri bittiğinde bu dayağı hak edecek ne yaptığım hatırlayabilmek için dua etti.
Agatha ikinci kat koğuşundaki kontrolleri bitirmiş, mermer merdivenlerden giriş katındaki hole doğru
iniyordu, ikinci ve üçüncü katta yeni gelen birkaç adam vardı. Ancak hiçbiri Jamie değildi ve hiçbiri
Jamie’yi tanımıyordu.
Sabah geldiğinde ilk iş olarak hastanenin ön kapısına asılan kayıp listesine de bakmıştı. Her seferinde
olduğu gibi ölenler listesinde Jamie’nin adı olmadığını görene dek soluğunu tutmuştu.
Gri de olsa bir an önce temiz havaya çıkma isteğiyle son birkaç basamağı koşarcasına indi.
Agatha!
Genç kadın kapıyı açmak üzereyken aniden bu tanıdık sese doğru dönünce kaydı. Şu kaygan mermerin canı
cehenneme! Neyse ki düşmemişti ama kolları bir yel değirmeni gibi açılmıştı.
Sevgili Agatha, bazen ne kadar da erkeksi ve kaba görünüyorsun.
Lavinia. Aman ne harika! Yumuşak sesinden zehir saçıyordu. Zehirli bir yılan gibiydi. Zamanlaması da
müthişti!
Dün gece Simon’ı baştan çıkarmaya çalışan bu kadına doğru dönerken içinden yükselen kahkahayı
bastırmaya çalışıyordu Agatha. Dostça gülümserken Lavinia’nın sivri köpek dişleri açığa çıkmıştı, öyle ki
bu görüntü karşısında neredeyse kontrolünü kaybedecekti.
Sonunda geniş bir gülümsemeyle karşılık vererek, Ah, merhaba Leydi Winchell! dedi. Bu kadar çabuk
iyileştiğinize çok sevindim.
Lavinia’nın gözleri şüpheyle kısıldı. Dün gece hastalandığımdan haberin olduğunu bilmiyordum.
Kahretsin. Agatha birden ev sahibesinin kaybolmasından önce partiden ayrılmış gibi davranması
gerektiğini unutmuştu.
Ah, balodan erken ayrılacağımız için afifinizi isteyecektik ancak sizi aradık ve bulamadık... Başınız ağrıdığı
için odanıza çekildiğinizi düşünmüştüm.
Hmmm... Demek öyle.
Lavinia bir an düşündü ve Agatha işi aptallığa vurmaya karar verdi. Görünüşe bakılırsa kadın ona
inanmıştı.
Görevini bu kadar erken mi yerine getiriyorsun Agatha? Bu sözler üzerine şaşkınlık duymak şüphe
çekmekten daha iyiydi. Agatha sersem bir şekilde kafasını sallayarak içtenlikle gülümsedi. Ah, evet leydim.
Siz de bugün ziyaret için mi geldiniz?
Vekil Prens’in hastaneye yapacağı kraliyet ziyareti ile ilgili yönetimle görüşmeye geldim.
Vekil Prens mi?
Herhalde değerli imparatorluğumuzun yöneticisini ha-tırlıyorsundur? dedi küçümseyici bir ifadeyle.
Berbat bir
adam. Şimdiye kadar tanıştığım en beyinsiz adam. Başbakan olmasa İngiltere’nin Fransa’ya yenilmesi an
meselesi. Agatha böyle söylemesine rağmen kadının gözlerindeki ışıltıdan bu gibi yüksek mevkili bir
ziyaretten zevk aldığını anlayabiliyordu.
Leydi Winchell! Ve sevgili karım. İkinize de rastlamak ne kadar güzel.
Agatha sol tarafa bakınca yüzüne Mortimer gülümseme si yerleştirmiş onlara doğru gelmekte olan
Simon’ı gördü. Tanrı’nın belası ahmak!
Leydi Winchell, ne kadar iyi görünüyorsunuz. Dün gece balodan ayrılırken sizi göremediğimiz için çok
üzgünüz.
Tam da Mortimer’a uygun, yapmacık bir kibarlıkla davranıyordu. Agatha böyle bir risk aldığı için onun
kıçına sağlam bir tekme yapıştırma arzusu duysa da yüzünde mutlu bir gülümsemeyle öylece durmak
zorundaydı.
Si... Mortimer! Sevgilim, burada ne işin var? Bakışlarıyla ona dışarı çıkmasını işaret etmeye çalıştı ama
Simon onun elini alıp koluna götürdü ve gülümseyerek yeniden Lavinia’ya döndü.
Gözlerinden ateş saçsa da Leydi Winchell gülümseme konusunda Agatha’dan daha başarılıydı. Ah evet,
Lavinia olan biteni gayet iyi hatırlıyordu! Agatha onun bu işin peşini bırakmayacağını anladı. Hep birlikte
ne hoş bir yalancılar topluluğuydular böyle.
Bay Applequist. Sizi yeniden görmek ne hoş. Aslına bakarsanız birlikte geçireceğimiz bir sonraki akşamı
iple çekiyorum. İkiniz önümüzdeki hafta vereceğimiz oyun partisine gelmek istersiniz sanırım?
Agatha, Ah, ben kağıt oynamam, ama yine de teşekkürler Leydi Winchell, deyiverdi.
Lavinia soğuk bakışlarını Agatha’ya çevirince genç kadın yeniden onun bir yılan olduğunu düşündü. Tek
fark bu sefer kadının gülme eğilimi göstermemesiydi.
Tabii ki oynamazsın Agatha. Ne kadar aptalım. Kültür seviyesi yüksek bir toplantıda kendini rahatsız
hissetmeni istemem tabii. Yapacak daha... Kırsal bir şey düşünmeliyiz. Harika bir fikir leydim. Simon ağdalı
bir ifadeyle konuşuyordu. Davetinizi iple çekeceğiz.
Bundan eminim Bay Applequist. Eminim.
Lavinia buz gibi gülümsemeye devam ederek döndü ve zarif bir şekilde yürüyerek hastanenin içine doğru
ilerledi.
Agatha elini Simon’ın kolundan çekip önayaklaştı. Lanet olsun Simon ne yaptığını sanıyorsun? diye
homurdandı.
Seni, onun öfkesinden kurtardığımı sanıyordum. Muzipçe kıkırdayarak bakıyordu Agatha’ya.
Ah, bir an için Mortimer olmayı bırakır mısın? Ben durumla gayet iyi başa çıkabiliyordum. Bildiğimi
bilmiyor, böylelikle benim elim onun benim bildiğimi bilmemesinden ötürü daha güçlü.
İnanılmaz. Aslında ben bunu anlamıştım.
Simon ona yan yan sırıttı. Agatha diyaframında yine o tanıdık kuvvetli gerilimi hissetti. Ve biraz daha
aşağılarda.
Bu adam bu kadar çekici olmak zorunda mıydı? Hayatında gerçek bir çekim duyduğu tek adam serseri
hırsızın teki olmak zorunda mıydı?
Bu gerçekten çok can sıkıcı bir durumdu. Ve tamamıyla uygunsuz. Belki de Collis’in teklifini kabul
etmeliydi. Şu on çocuk konusunda biraz pazarlık etmeleri gerekirdi tabii.
İçini çekti. Önce Jamie’yi bulmalıydı. Sonra da Simon’la... Hmmm... Collis’le kaçmalıydı.
Burada olmanı neye borçluyuz?
Ah tabii ki... Seni görmeye geldim. Eğer istersen öğleden sonra seni dışarı çıkarırım diye düşünmüştüm.
Düşüncesi bile Agatha’yı çok mutlu etmişti. Sıradan bir çiftmiş gibi Simon ile öğleden sonra gezintisi.
Heyecanla elini tutup neredeyse fırlarcasına onu binadan dışarı çıkardı.
Hyde Park’ta mı gezeceğiz? Oraya henüz gitmedim. Bu
kez gerçek bir istek duyarak Simon’ın koluna girdi. Bir miktar suçluluk duysa da görevinin ağırlığının
omuzlarından kalktığını hissetti.
Sadece kısa süreliğine erkeğiyle birlikte dışarı çıkmış Londra’nın hayranlık uyandırıcı sokaklarında
gezinen bir bayan olmak istedi.
Jamie’nin buna itiraz etmeyeceğinden emindi.
Binadan çıktıklarında Simon’m iki kişilik at arabalarından kiralamış olduğunu gördü. Londra sokaklarında
pek sık rastlanıyordu bu arabalara.
Harry’yi neden getirmedin. Araba sürmeye bayılıyor. Simon ona bakmadı. Ah, dışarıda ne kadar
kalacağımızı bilemedim. Bütün günü bizi bekleyerek geçirmesi pek mantıklı gelmedi.
Anladım. Bir şey anlamamıştı.
Simon onun arabaya binmesine yardım ettikten sonra yanına oturdu. Dışarıdan bakıldığında oldukça yakın
ve samimi bir halleri vardı.
Nemli bir gündü. Agatha onun sıcaklığına neden bu kadar çekildiğini soruyordu kendi kendine.
Doğrusunu söylemek gerekirse yanına oturduğu andan beri tarçın kokusu almaktaydı ve ağzı duyduğu
istekle kurumuştu.
Biraz konuşarak düşüncelerini dağıtmak istedi. Bugün gelen davetlerin yalnızca yarısını bile kabul etsek
inanılmaz derecede meşgul oluruz. Ancak müzikallerin doğru adres olduğundan emin değilim. Erkek
konuklarla sohbet edebileceğim davetlere gitmeyi tercih ederim. Dans ve akşam yemeği toplantılarını seçsek
daha iyi olur sanki. Oralarda daha fazla fırsat buluruz.
Agatha, bir öğleden sonramızı da normal konulardan söz ederek geçiremez miyiz?
O zaman sanırım planımızdan bahsetmeliyiz..
Sevgili Agatha, bence bundan başka her şeyden konuşabiliriz.
Yeni öğrendiği görgü kuralları nasıl da içine işlemiş ve ona yakışmıştı. Bu harikaydı. Arabaya binmesine
nasıl da doğuştan bir centilmen edasıyla yardım etmişti! Konuşması ise Agatha’nm beklentilerinin
ötesindeydi.
Burnundan konuştuğu şu Doğu Londra şivesinden sonra sesi derinden, Agatha’yı ayak parmaklarına kadar
titretebilecek bir tınıyla yükselmekteydi. Genç kadın onu bütün gün mutlulukla dinleyebilirdi.
Peki o zaman ne hakkında konuşalım? Bana annen ve Covent Garden’daki pazar yeriyle ilgili bir şeyler
anlatmak ister misin?
Bugün pazar kurulduğuna göre neden sana Covent Garden’ı göstermiyorum?
Gerçekten mi? Ah bu fikre bayıldım!
O zaman göreceksin. Başını pencereden dışarı uzatarak şoföre yolu tarif etmeye koyuldu.
Sekizinci Bölüm
Pazar yeri Agatha’nın tam da düşündüğü gibiydi. Satılan mallar ve orada bulunan insanlar genç kadının
bugüne dek görmediği bir çeşitlilik ortaya koyuyordu.
Meydan kocamandı ve türlü türlü sebze meyvenin sergilendiği bölümler gerçek bir labirent
görünümündeydi.
Bundan fazlası da vardı tabii. Sergilenmekte olan parlak ürünlerin arasında çiçekçiler ve kurdele satıcıları
da vardı. Bir tanesi kedilerle, bir tanesi de rengarenk kuşlarla dolu iki kafesi olan bir adam da oradaydı.
Günün birinde birbirlerine yakın durabilirler mi sence?
diye ilgiyle sordu Simon’a.
Simon ona garip garip baktı. Gerçekten oldukça ilginç bir düşünceydi bu.
Simon pazar yerine bakan kilisenin önünde durmakta olan pejmürde kılıklı satıcı kadına fazlasıyla para
ödeyerek bir demet menekşe aldı. Asil bir selam vererek çiçekleri Agatha’ya uzattığında genç kadın kalp
atışlarının hızlanmasına engel olamadı.
Oradan uzaklaşırlarken Agatha arkasına dönüp baktığında paralarını saymakta olan kadının Simon’a az
önce hayatını kurtarmış gibi baktığını gördü. Çiçek satıcısının eteklerine tutunmuş duran çocukların sayısını
fark eden Agatha belki de durum gerçekten böyledir diye düşündü.
Cömert bir hırsız. Ne kadar da Simon’a uygun bir tanımdı.
Simon yine durdu. Agatha onun bakışlarını takip etti. Görebildiği tek şey baştan aşağı kurum içinde yere
oturmuş olan bir çocuktu. Çocuk anlaşılan elindeki çürümüş elmayı bile yiyemeyecek kadar yorgundu
çünkü bir satıcının el arabasının tekerine yaslanmış uyukluyordu.
Agatha kafasını kaldırıp Simon’a baktı. Simon etkilenmekten çok şaşırmış görünüyordu.
Ne? diye sordu Agatha yumuşak bir sesle. Benim görmediğim ne görüyorsun?
Kendimi. Bu söz Simon’ın ağzından o kadar sessizce çıkmıştı ki genç kadın zorlukla duyabildi.
Tekrar çocuğa baktı, dinlenirken çalınmasın diye fırçalarını ve bezlerini bacaklarının arasına almıştı. Daha
dikkatli bakınca yanaklarının çöküklüğü ve gözlerinin altındaki morluklar seçilebiliyordu.
Gerçek bir baca temizleyicisisin o zaman sen? Öyleydim. Ona bakabilmek için hatıralarından kurtulmaya
çalışır gibi bir hali vardı. Şu halimle bacalara sığamam, biliyorsun.
Agatha tekrar yerde oturan çocuğa baktı. Appleby’deki baca temizleyicisi refah içinde yaşayan, minyon ya
da iri yapılı olmasına bakmaksızın bütün oğullarının aile işine yardım etmesini isteyen bir adamdı. O adamın
gülen çocuklarıyla bu zayıf, yorgunluktan bitap düşmüş çocuk arasında kıyas dahi yapılamazdı.
Çok zor bir şey, öyle değil mi?
Simon omuz silkti. Meşakkatli bir iş ama bu işe sahip olabildiği için kendini şanslı hissettiğinden eminim.
Hala anıların etkisi altındaydı. Dar baca deliği, insanın genzine yapışan kurum, birbiri arkasına
temizlenen bacalar... Bazıları öyle sıcak olurdu ki tuğlalar ellerinin su toplamasına neden olurdu. Bazılarıysa
buz gibi soğuk olur, kemiklerini sızlatırdı. Günün sonuna doğru artık ayakta duramayacak hale gelene kadar
sürekli tırmanırdı. Ustaları işindeki sözde bir kusur yüzünden parasını ödememeye karar verdiği zaman
bastırmaya çalıştığı açlığı ise unutamıyordu.
Hatıralar içinde kaybolan Simon genç kadının yanından ayrıldığını görmedi bile. Eğilip uyumakta olan
çocuğun omzuna şefkatle dokunmakta olduğunu sonradan fark etti.
Çocuk sersemlemiş bir halde gözlerini kırpıştırarak Agatha’ya baktı. Simon onun kafasından neler
geçtiğini tahmin edebiliyordu. Çoğu hanım onun yanından geçerken eteklerini toplar ama asla eğilip ona
dokunmazdı.
Krem rengi ceketi ve şapkasıyla Agatha şu anda ufak baca temizleyicisine büyük olasılıkla bir melek gibi
görünüyordu. Simon da böyle düşünüyordu zaten.
Agatha çocuğun simsiyah elini kendi ellerinin arasına alırken eldivenlerinin ne hale geleceğini bile
düşünmemişti. Simon katlanmış kağıtların çocuğun eline geçtiğini gördü. Çocuğun mavi gözlerinin inanmaz
bir ifadeyle büyümesinden anlayabildiği üzere genç kadın ona para vermiş olmalıydı. Küçük baca
temizleyicisi elinde ne olduğuna göz ucuyla bile bakamamıştı.
Simon yine de çocuğun ilk fırsatta karanlık bir köşeye gidip hediyesinin ne olduğuna bakacağından
emindi.
Agatha onu neredeyse tapan bakışlarla izlemekte olan çocuğa gülümsedi. Başka bir fetih daha işte, diye
düşündü Simon. Bu kadın yüreğindeki iyilikle hayranlık toplamayı yeğliyordu.
Genç kadın Simon’ın yanına döndü. Bir şeyler alalım mı? Buradaki çekici ürünleri görünce iştahım
kabardı. Belki de akşam yemeği için şu harika yeşilliklerden alırız.
Marul satıcısına yöneldi ama Simon onu kolundan tutarak durdurdu. Bunu neden yaptın?
Agatha kahverengi gözlerini kaçırdı. Çünkü ona baktığımda seni gördüm.
Simon bu basit cevabın ona nasıl dokunduğunu görmesin diye Agatha’yı bıraktı. Genç kadın satıcıyla
pazarlık ederken nasıl da enerji doluydu. Sanki az önce marula vereceği paranın on katını bir saniye bile
düşünmeden vermemiş gibi. İtiraf etmeliydi ki eski dostu James’e bu harika kadına böyle davranmış olduğu
için daha çok öfkeliydi.
Birlikte yürümeye devam ettiler. Agatha Simon’ın yıllar önce algılamayı bıraktığı şeylerle ilgili yorumlar
yapıyor, Simon da onun bitmeyen merakını gidermeye çalışıyordu.
Simon ona arıcıdan biraz petekli bal aldı. Genç kadın balı ona tattırdı ve tatlılığından ötürü Simon’ın
ürpermesi üzerine kahkahalara boğuldu.
Ancak balın lezzeti Agatha’yı Appleby ve meyve bahçelerinde geçirdiği yaz mevsimlerine götürdü.
Hayatının her sabahında ekmeğinin üzerine elma çiçeği balı sürerdi.
Şu an en son istediği şey geri dönüp kötü niyetli insanların eline düşmek olsa da evinin özlemiyle yüreği
sızlıyordu. Londra’da görüp deneyimleyecek ne kadar da çok şey vardı.
Ve Simon vardı.
Simon yeniden pazar yerinde olmanın yarattığı hislere çok şaşırdı. Suçunu ve acısını tekrar yaşama
korkusuyla gençliğinden beri buraya gelmemişti.
Sesler, kokular ve çocukluğundan kalma görüntüler hala aynı olsa da tanıdığı hiç kimseye rastlamadı.
Aradan yirmi sene geçmişti ve bir sokak tüccarı her şey bir yana gerçekten zor bir hayat sürerdi.
Biraz rahatladığını hissetti, burası artık kimsenin ondan bir şey beklemediği bir yerdi.
Buradaki insanların savaş konusunda endişeli oldukları kesindi. Yarımadada gerçekleşmekte olan savaş
buradan uzaktaydı, ancak buradaki insanlar bir sonraki hafta pazar tekrar kurulana kadar kendilerini ve
ailelerini nasıl doyuracaklarını da düşünmek zorundaydılar.
Belki onun da yapması gereken şey buydu. Kısa vadeli amacına odaklanmak. Agatha’nın sırlarının köküne
inmek iyi bir başlangıç olabilirdi.
Bana nerede büyüdüğünü anlat Agatha.
Sen nasıl olup da bir hırsıza dönüştüğünü anlatırsan olur.
Aldığı yanıt oldukça sertti. Genç kadın söylerken gülümsemişti ama Simon onun ciddi olduğunu biliyordu.
Ona açılmadan ondan hiçbir şey alamayacaktı. Pekala. Anlaştık o halde. Sen bana hikayeni anlatacaksın,
sonra da ben sana benimkini. Tokalaşmak üzere elini uzattı.
Simon gülümsedi. Covent Garden’da hiçbir anlaşma, pazarlıkçılar önce ellerine tükürmezlerse geçerli
sayılmaz. Iyy. Avcuna bir daha eskisi gibi olup olmayacağını anlamak istercesine baktı, sonra ümit dolu
bakışlarını Simon’a doğru çevirdi. Mecbur muyuz?
Hayır, bir seferlik kaytarabiliriz. Genç kadının elini sıktı. Ama bu anlaşma her şeye rağmen bağlayıcıdır.
Agatha başıyla onayladı, ardından stantlar ve el arabalarından oluşan labirentin içinde yollarına devam
ettiler.
Pekala o zaman. Zengin bir adamın oğlunun hayatını kurtardım, o da beni ödüllendirdi ve... Beni okula
gönderdi diyecek oldu ama neyse ki son anda durabilmişti. Bana kilitler ve kasalarla ilgili her şeyi öğretip en
zor koşullarda bile yolumu bulmamı sağladı.
Agatha tereddütlü görünüyordu. Bu bir ödül müydü?
Günlerini bacalara tırmanarak, gecelerini de sokaklarda uyuyarak geçirmekte olan bir çocuğun açlıktan
ölmesini engellemek içindi bu.
Peki ya annen? O neredeydi?
Simon’ın annesi çocuğunun karnını doyurabilmek için onu kapı dışarı etmek zorunda kalan ve
ziyaretçilerini oğlunun gözü önünde eğlendirmeyen bir kadındı.
Oğlunun eline birkaç öğün yiyebilmesi için para tutuşturduktan sonra onu dışarı iterken gözlerinden utanç
okunurdu. Simon bunu hala anımsıyordu. Ve bu ona hala acı veriyordu.
Annem... O zamanlar benim için kayıptı.
Agatha koluna şefkatle dokununca, Simon bu düşüncelerden sıyrıldı. Üzgünüm Simon. Ben annemi çok
ama çok gençken kaybettim. Bu yüzden bu acının hiçbir zaman tamamen geçmediğini biliyorum.
Simon hızla kafasını sallayarak itiraz ederken öfkeliydi. Onu yanıltırken sempatisini kazanmak değildi
amacı. Henüz ölmemişti. O zamanlar hayattaydı. Ben şey yapıncaya kadar... Bir an için uzaklara baktı. Belki
de bunu o istedi... Bazen her şeye rağmen savaşmaya devam edeceğini hissederdim. Bir gün bütün bunların
biteceğini düşündüğünden eminim, ikimizin de hayatta kalabilmesi için fahişelik yapmak zorunda
kalmayacağı bir gün gelecekti. Genç kadının bakışlarında aşağılayıcı bir ifade aradı. Ama yoktu. Gözleri bir
dişi geyiğinki kadar yumuşacıktı. İçi yalnızlık duygusuyla dolan Simon aniden onun sıcaklığına dayanılmaz
bir ihtiyaç duydu. Bu kadın neden bir başkası değildi ki?
Sıradan, sırları olmayan biri. Hızla Simon’ın düşmanı haline gelmekte olan bir adama bağlı olmayan bir
kadın olabilseydi keşke.
Agatha onun yüzünü seyrediyordu. Simon hemen bakışlarını kaçırdı.
Baban neredeydi?
Simon ona dikkatle baktı ve şansını denemeye karar verdi. Bu gerçek kimliğini Agatha’ya açık etme
çabası değil hesaplanmış bir denemeydi.
Daha doğrusu babam kimdi? Küçük bir çocukken her türden adamı babam olarak hayal ederdim.
Centilmenler, lordlar, hatta kralın ta kendisi...
Agatha bir şey söylemedi, hatta bu sözlerden hoşnut olmadığını ortaya koyan herhangi bir tavır da
sergilemedi.
Simon sözlerine devam etti. Ama annemin müşterileri ancak beş kuruşu bulup da gelen sefil adamlardı.
Anlayacağın ya bir eskicinin ya da bir çobanın dölü olmalıyım.
Simon neden...
Sıra sende, dedi Simon sertçe.
Pekala, tamam. Bir süre sessizce Simon’ın yanında yürümeye devam etti.
Ona daha fazla yalan söylemeye mi hazırlanıyordu?
Jamie için Londra’ya gelene kadar bütün hayatım taşrada geçti. Evimin olduğu yer çok güzel bir bölge.
Özellikle baharda elma çiçekleri öyle bir kokar ki insan sarhoş bile olabilir. Sonra yaz gelmeden hemen önce
taç yaprakları dökülür ve birkaç gün boyunca mucizevi bir şekilde kar gibi çiçekler açar.
Simon genç kadının anlattıklarını hayal ederek gülümsedi.
Agatha ona biraz meydan okuyarak bakıyordu. Hayalperest ve aptalca buluyor olabilirsin ama
anlattıklarımın hepsi doğru. Küçükken taç yapraklarını toplayarak bir yığın haline getirirdim, sonbaharda da
dökülen yapraklarla aynı şeyi yapardım. Kendi kendine gülümsedi. Sonbaharda yaprak yığını biraz daha
küçük olurdu ama küçük bir kızın kendini pespembe bir kar bulutunun içine atabilmesi için yeterliydi.
Simon kendine engel olamıyordu. Küçük tombul Agatha’nın yapraklar içinde debelendiği hayaline
kaptırmıştı kendini.
Her zaman böylesi bir yaratık miydin? Agatha tek kaşını kaldırarak ona baktı. Ne demek bu? Doğada
vahşi ve özgürce koşuşan yavru bir geyik gibi.
Agatha başıyla onayladı. Evet, bir süre için öyleydim. Çok geçmeden pek de güvende olmadığımı anladım
ve eve yakın durmayı tercih ettim.
Neden güvende değildin?
İtici Reggie... Komşu toprak sahibinin oğlu. İğrenç bir adam ve küçükken de iğrenç bir çocuktu.
Kısa bir an sessizce yürüdü. Bir keresinde beni yalnızken yakaladı.
Çocuktum, on bir yaşında falandım, o da en fazla on ye-disindeydi.
Simon bunu duymak istemiyordu. Hayal etmekte olduğu küçük kızın hayatında elma çiçeklerinden başka
bir şey olduğunu öğrenmek istememişti.
Senin de söylediğin gibi özgürce koşuyordum. Bütün gün meyve bahçelerinde geziyor, iç çamaşırlarımla
derede yüzüyordum.
Agatha’nın adımları yavaşladı ve sesi yavaşlayıp bir fısıltıya dönüştükçe Simon kendini ona daha da
yaklaşırken buldu. Genç kadın ellerine bakıyor, Simon’ın ona aldığı portakalla oynuyordu.
Beni izlediğini fark etmemiştim. Büyük olasılıkla haftalardır takipteydi. Oldukça küçüktüm ama daha...
Büyük görünüyordum, yani anlıyorsun değil mi? Uzun boylu değildim ancak olgun görünüyordum.
Simon dehşet duygusunun damarlarında zehirli bir sarmaşık gibi yayıldığını hissediyordu. Bu çocuk-kadın
henüz çocukça dünyasında keyifle gezinmekteyken adamın biri kapkara kalbinden yükselen şehvetle onu
izlemekteydi.
Gerçek yaşını biliyor muydu?
Agatha sersemlemiş görünüyordu ama kafasını salladı. Elbette. Birbirimizi doğduğumuzdan beri
tanıyoruz.
Pislik. Agatha’nın hikayesini anlatmaya devam etmesine izin verirse katil olabileceğinden korktu Simon.
Reggie adında birinin katili.
Buna rağmen bir gün beni harabelerin olduğu yerde köşeye sıkıştırdı. Orada eski bir şato vardır... Yani tam
olarak şato sayılmaz, eski bir malikanenin yıkıntıları denebilir ama ben orayı bir şato olarak hayal ederdim.
Sık sık orada oynardım. Sanırım eninde sonunda oraya gideceğimi tahmin etmişti. Ani bir hareketle elindeki
portakalı Simon’a verip tezgahtaki kuru incirlere bakmaya başladı.
Simon elindeki yapış yapış meyveye baktı. Genç kadın hikayesini anlatırken sesi son derece rahat
görünüyordu ama portakalı neredeyse tamamen ezmişti.
Agatha elinde bir torba incirle geri döndüğünde kendini toparlamış gözüküyordu. Simon ondan devam
etmesini istemeli miydi? Buna hakkı olmadığını düşündü ama bir yandan da ne kadar berbat olursa olsun
gerçeği öğrenmezse asla huzur bulamayacağını biliyordu.
Sormasına gerek kalmadan Agatha sözlerine devam etti. Üzerime atılıp beni yere itti. Üzerimdekileri
yırttı... Benden çok daha büyüktü, yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Beni etkisiz hale getirdi ve bana...
Dokundu. İncirleri çantasına tıkmak için bir an durdu. Simon’a baktığında biraz solgun görünüyor olsa da
sakindi. Sadece birkaç dakika sürmüş olmalı ama bana saatler kadar uzun gelmişti. Daha da ileri gidebilirdi
ama çığlıklarım onu korkutmuş olmalı. Eğer istersem sesim epeyce yükselebiliyor. Ve Reggie de korkağın
tekiydi.
Sonra sessizleşti ama yürümeye devam ettiler. Kalabalığın içinde yürüyor olmalarına rağmen etraflarında
bir mahremiyet çemberi örülmüş gibiydi.
Simon da sessizdi, fakat sessizliğinin içinde öfke doluydu. Taciz ve ihanete uğramış bu çocuk büyümüştü
ve hala kullanılmakta, rencide edilmekte olan bir kadına dönüşmüştü.
Simon fahişelik konusundaki düşüncelerini, Jamie’nin de benimsediğini düşünmüştü bu zamana dek.
Ama burada tam aksini göstermekte olan bir delil vardı. James’in zevk için tuttuğu ve pek de fazla bir şey
hissetmediğini açıkça ifade ettiği bir kadın.
Bir kadınla evlenmek zorunda değilsin, Simon. Hatta birini sevmen bile şart değil.
Ama Agahta james’i seviyordu. Onu şefkatle Jamie diye çağırmasından, onu bulmakta son derece kararlı
davranıyor olmasından yeterince anlaşılıyordu bu.
James’in Reggie’den iyi bir tarafı var mıydı?
Agatha mahcup denebilecek bir şekilde gülümseyerek ona bakıyordu. Bunu daha önce kimseye
anlatmamıştım, Jamie’ye bile. Sana neden anlattığımı bilmiyorum. Reggie gibi insanlarla ilgili bir şeyler
biliyor olman sebebiyle olabilir.
Simon onun bakışlarına karşılık verdi ve kafasını salladı. Bunun inkar edilecek bir tarafı yoktu, o nedenle
alınmadı.
Agatha hoşnut bir şekilde yürümeyi sürdürdü. Londra’ya geldiğimden beri daha iyiyim ama o olaydan
sonra bir daha asla tam anlamıyla güvende hissetmedim kendimi. Dünya artık benim için eskisinden daha
karanlık bir yer. Derin bir nefes aldı. Dünyada kötülük de var. Bu kötülük sana değdiğinde seni değiştiriyor.
Değerli bir şeyi kaybediyorsun. Güçlüysen bunun içinden bilgeleşerek çıkabiliyorsun, fakat çoğu zaman
kaybediyorsun.
Geçmişten bir sayfa okur gibiydi. Simon içinde minnettarlık olduğundan şüphe ettiği bir sancı hissetti. Bir
adamın böyle şeyleri söze dökmesi uygun değildi. Gerçek bir erkek şaşmadan yoluna devam etmeliydi.
İlk defa bir kadının kendi başına güçlü olabildiğini, yüreğini korkmadan açabildiğim görüyordu.
Ve bazen Simon’ın yüreğini de.
Agatha pazar yerinde Simon’a İtici Reggie’yi anlattığına inanamıyordu. Etraftan birinin sözlerini duymuş
olma olasılığı bile kanını donduruyordu.
Öte yandan Simon ona oldukça yakın durmaya başlamıştı, belki de Agatha’nın utanmasına gerek yoktu.
Bütün bunları Simon’ın bilmesinden en ufak bir rahatsızlık duymuyordu. Bunları artık biliyor olması
yanlış gelmiyordu ona.
Hikayesini paylaşma aşamasına geldiğinde Agatha yalan söylemeye hazırdı. Bu kadar kolay yalan
söyleyebilir hale gelmesi ise artık onu endişelendiriyordu.
Fakat sonra annesinden söz ederken Simon’ın bakışlarındaki derin ıstırabı fark etmiş ve içinde ona
kendinden bir şey verme isteği uyanmıştı.
Doğruya karşılık kendi doğrusu.
Eve dönmeye hazır mısın, Agatha?
Puslu havada pazar yerinin üzerine yağmur yağmaya başlamıştı. Agatha kalıcı bir siperliği olmayan
satıcıların mallarını ıslanmaktan kurtarmaya çalışmasını izledi. Simon ona gülümsüyordu. İtici Reggie çok
çok uzaklardaydı artık.
Agatha da ona gülümseyerek karşılık verdi. Planımızla ilgili konuşmaya hazır mısın?
Simon’m yüzündeki aydınlık gülümseme Agatha’nın omurgasından geçerek saçlarına kadar yükselen bir
titreşim yarattı. El ele tutuşup parmaklan birbirine dolandığında ise genç kadın içinin ısındığını hissetti.
Oldukça hazırım Agatha. Planımızı arabada konuşacağız.
Simon ona dokunduğunda aklı başından gidiyor ve tek düşünebildiği şey onu yeniden öpmeyi ne kadar
çok istediği oluyordu. Bu kez gerçek bir öpücük.
Kalbi bu adama delice bağlanmaktaydı ve bu Agatha yi korkutuyordu. Simon’ıjamie gibi düşünmeye karar
verdi. Güvenebileceği, bağlanabileceği bir ağabey gibi.
Aşık olacağı biri değil.
Ertesi sabah mavi salonda planlarını oluştururlarken Simon tam olarak nasıl bir işin içine girdiğini ancak
anlamıştı. Agatha bazı generallerin bile sahip olmadığı ya da cesaret edemediği bir strateji yeteneğine
sahipti.
Her zamanki gibi keskin zekasını kullanırken son derece çekici oluyordu. Simon her zamanki sandalyesine
yayılmıştı, Agatha da onun yanında yerde oturmaktaydı. Aslında şu anda Simon’la pek ilgilenmiyordu.
Simon bundan nefret ediyordu.
Kucağında bir takvim, etrafında açılmış davetiyelerle birlikte Agatha elindeki deftere Londra’nın üst
tabakasındaki insanların ne işle uğraştıklarını ve sosyal bağlantılarını not ediyordu.
Simon bile Agatha’nın elindeki bilgilerin - bir miktar kısıtlı bile olsa - kusursuz olduğunu itiraf etmek
zorundaydı.
Genç kadın saçlarını geriye doğru tarayıp basit bir şekilde örmüştü. Tıpkı Simon onu uyurken izlediğinde
olduğu gibi. Üzerinde rahat bir kıyafet vardı. Giydiği çiçekli elbisesiyle yerde bir terzi gibi otururken beyaz
çoraplı ayak bilekleri görülebiliyordu.
Göğüslerinin elbisesinin altında özgürce hareket edişinden korse giymediği anlaşılıyordu. Simon bu
durumu görmezden gelmeye çabalamaktaydı.
Elinden tutup onu kendisiyle birlikte halının üzerine çekmek, bütün gün orada onunla yuvarlanmak istedi.
Gözlerini kırpıştırıp boğazını temizledi.
işimize bakalım.
O dosyaları nereden buldun?
Agatha öyle konsantre olmuştu ki Simon’a kafasını kaldırıp bakmadı bile. Dosya mı?
Simon farklı taraflarda olmasalar içinde bulunduğu duruma aşık olabilirdi. Karşısında bir baş casus kadar
keskin zekalı bir kadın, sahneye çıkabilecek yetenekte bir oyuncu ve bir erkeği her şeye inandırabilecek bir
vücut vardı.
Vatan haini James’in tarafında olmasa bu kadınla teşkilatında neler neler başarabilirdi kim bilir!
Dosya içinde biri hakkında resmi ve resmi olmayan birçok bilgi ya da dedikodu bulunduran bilgiler
topluluğudur.
En sonunda Agatha’nın ilgisini çekmeyi başarabilmişti.
Genç kadın ona kafası karışmış ama aynı zamanda etkilenmiş bir ifadeyle bakmaktaydı. Biraz geç de olsa
verdiği tanımlamanın canlandırdığı karaktere pek uymadığını anlamıştı Simon.
Button söyledi bana, diye çaresizce geveledi.
Ah. Agatha bunu bir an için düşünmüş göründü. Bu durumda bu göreve Button’ı getirsek iyi olur. Çoğu
şeyi zaten biliyor ve dedikodu toplamak için bir oda hizmetçisinden daha iyi bir seçenek olamaz.
Öyle mi? Nereden biliyorsun? Kurcala, daima kurcala.
Ah, orduya katılmadan önce James’in bir hizmetçisi vardı.
Agatha James’i o kadar uzun zamandır tanıyor muydu?
Yoksa bu sadece James’in onunla paylaştığı bir bilgi miydi?
Kahretsin, şu kadını sadece bir saat sorgulayabilse, James’in ona söylediği her şeyi öğrenebilse, bildiğinin
farkında bile olmadığı bilgileri ondan alabilse ne iyi olurdu.
Bir saat, parlak bir ışık ve bir doz afyon...
Hayır, bilgiye ne kadar ihtiyacı olursa olsun bir kadına eziyet edecek kadar alçalamazdı.
Ancak giderek bilgiye daha da muhtaç bir hale geliyordu. Düşman tarafında bir kuvvetlenme
oluşmaktaydı, bundan emindi.
Önsezi, zihnin bilgileri açıklanamayacak bir metotla bir araya getirmesini insanlar böyle tanımlıyorlardı.
Çoğu zaman doğru olması mümkün görünmeyen, çoğu insanın güvenmemeyi tercih ettiği bir şeydi.
Ama Simon biliyordu. Hem aldığı istihbarata güveniyordu hem de çoğu zaman olayları bilinçli bir şekilde
sorgulama yeteneğine sahipti. Fakat yıllar içinde edindiği deneyimlerle bazen bulguların belli bir hissin
etrafında bir araya geldiğini ve bu hisse güvenebileceğini öğrenmişti.
Kesinlikle bir şeyler olmak üzereydi. Kendisine bu işte bir görev düşeceğinden çok korkuyordu.
Öte yandan Agatha ev soymaya gitmek istiyordu.
Sanırım ilk kurbanımızı buldum. Başbakanın danışmalarından biri. Lord Maywell’in çalışma odasına
girebilirsek, Etheridge’in Griffın olduğunu ispat etmekte kullanabileceğimiz bilgilere orada ulaşma
olasılığımız yüksek.
Hep şu lanet olası Griffın. Şu ünlü Maywell yakutlarını da hatırlatmaya gerek yok sanırım.
Agatha kaşlarını çatarak ona baktı. Simon hiçbir şey almayacaksın ve bu kadar emek verdiğim her şeyi
tehlikeye atmayacaksın.
Neden?
Çünkü eğer yakalanırsan evli olmadığımız ortaya çıkabilir ve...
Hayır, demek istediğim James’i bulmak için bu kadar çok emek vermenin nedeni nedir? Belki de seni
isteyerek terk etti. Belki de sıvıştı ve başka bir yerde daha iyi bir hayat yaşıyor ve seni düşünmüyor bile.
Agatha başını eğip bir an için onu inceledi. Sanırım bunu anlamanı beklememeliyim. Uzun zaman yalnız
yaşamışsın. James beni asla terk etmez. Ben de asla onu yarı yolda bırakmam.
Başka bir adama yöneltilmiş tüm bu sadakat Simon’ı rahatsız etti. Özellikle de söz konusu olan her geçen
saat daha da suçlu görünen biri olunca.
Keşke Agatha James’e bu kadar güven duymasaydı. Ve keşke Simon’a daha çok güvenseydi.
Agatha oturmakta olduğu yerden kalktı ve kahyayı çağırmak üzere zili çaldı. Pearson sihirli lambadan
çıkmışçasına birden karşılarında beliriverdi.
Pearson, rica etsem Button’a bize katılmasını söyler misin?
Simon sadece tek bir kaşını kaldıran Pearson’ın nasıl bu kadar zengin bir ifadeye sahip olabildiğine hayran
oldu. Kahya çıktığında Agatha dönerek omzunun üzerinden Simon’a sırıttı.
Bunu uşak okulunda öğrettiklerini mi sanıyorsun?
Simon başını salladı. O tek sağ kaş bir onaylamama ifadesiydi korkarım.
Agatha onun tam önünde oturacak şekilde geri döndü. Peki sol kaş ne anlama geliyor?
Şiddetle onaylamama.
Agatha kafasını salladı. İki kaş birden olursa?
Bilmek istemezsin.
Pearson geri geldi ve salonun kapısını açıp, Bay But- ton sizi görmeye geldi efendim, dedi, işvereninin
yerde yakışıksız bir şekilde kıvrılmış olduğunu gördüğünde sol kaşı neredeyse saç çizgisine değecek kadar
kalkmıştı.
Simon ve Agatha’nın kıkırdayarak gülüşmesine gücenen Pearson burun kıvırarak çekildi.
Button’ın durumdan ne kadar rahatsızlık duyduğu belliydi. ikisinin önünde ellerini kavuşturmuş duruyor,
her geçen saniye rengi daha da soluyordu.
Agatha endişeli bir ifadeyle, Neyin var Button? diye sordu.
Simon kuru bir sesle Agatha’ya, Kovulmak üzere buraya çağrıldığını düşünüyor, dedi.
Saçmalık. Seni kovmuyorum, Button. Seni terfi ettiriyorum, ayrıca maaşına da zam yapıyorum.
Simon Button’ın bu sözler üzerine bayılacağından endişelendi.
Te-terfi mi? Ufak tefek hizmetli yastık kılıfı boyundaki dantelli mendilini çıkarıp alnını kuruladı. Tanrım,
öyle endişelendim ki...
Endişelenmene gerek yok. Sen bu şehirdeki en iyi oda hizmetçisisin, ayrıca konu gizliliğe gelince de
gerçek bir sır küpüsün. Ayağa kalktı ve Button’a oturmasını işaret etti. Zavallıcık, harap olmuşsun. Sana bir
fincan çay getirmelerini söyleyeyim.
Ah, hayır hanımefendi. Şimdi iyiyim. Bambaşka bir beklentiyle buraya geldiğim için gerildim biraz... Bir
an dramatik bir edayla ürperdi. Bay Rain gibi bir fiziğe, sizin gibi bir zevke ve cömertliğe sahip olan bir
işveren bulmam zor. Yeteneklerimi sergileyecek böylesi bir çalışma ortamı tekrar bulamam.
Sen de çok yeteneklisin Button, etrafına renk katıyorsun. Herkes neden Mortimer Applequist’in modanın
aynası olduğunu söylüyor sanıyorsun?
Button ağlamaklı bir hayranlıkla Simon’a baktı. Biliyorum. Bay Rain benim için çok önemli bir referans.
Ceketinin omuzlarına bir parça bile takviye gerekmiyor, hele o ceket kuyruğunun duruşu... Kusursuz, tam
anlamıyla bir cennet.
Button, tam bir terzi gibi konuşuyorsun.
Genç adam mendilini çırparak Agatha’ya döndü. Teşekkür ederim efendim. Bir gün Bond Street’te bir
erkek terzisi açmak en büyük hayalim.
Simon Agatha’ya artık sadede gel bakışını attı. Agatha da ona az sonra bakışıyla cevap verdi.
Button sen bunları hak ediyorsun. Öte yandan bir süre daha bizimle kalacağını ümit ediyorum. Çünkü sana
vereceğim özel bir görev var.
Bir görev mi efendim?
Button oldukça heyecanlanmıştı. Kahretsin. Ünlü olma hayalleri kuran bir amatör daha mı?
Londra’daki herkes hakkında her şeyi bildiğini biliyorum.
Yalnızca dikkate değer kişiler hakkında diyelim, diyerek düzeltti Button bu sözleri.
Kesinlikle. Şendeki bilgilere ihtiyacım var Button. Agatha defterini Button’ın eline tutuşturdu. İşte benim
listemdeki insanlar. Onlarla ilgili bildiğin her şeyi yazmanı istiyorum. En ince detaya kadar.
Agatha Button’ın diğer elini tutarak törensel bir edayla defterin üzerine bastırdı. Kendi güvenliğin adına
sana bundan fazlasını söyleyemem. Bu işte yokum diyeceksen, bunu şimdi söylemelisin.
Simon gözlerini devirdi. Biraz abartmıyor muydu? Button ise yüzündeki şeytani ifadeye bakılacak olursa
tamamen havaya girmiş durumdaydı.
Hayır efendim. Göreceksiniz görevimi sonuna kadar yerine getireceğim.
Teşekkürler, Button. Sana güvenebileceğimi biliyordum. Agatha öne doğru eğildi ve Button’ı iki
yanağından öptü. Sanki adamı yarın sabah savaşa gönderiyor gibi bir havası vardı.
Button ayağa kalkınca Simon adamın boyunun neredeyse on santim daha uzun göründüğüne yemin
edebilirdi.
Button resmiyet dolu bir ifadeyle, Yazmayı bitirdiğimde geri döneceğim efendim, dedi ve sonra durdu.
Bundan daha fazla kağıda ihtiyacım olabilir.
Agatha sakin bir ifadeyle başını salladı. Pearson gereken malzemeyi odana getirecek.
Button’ın ciddiyeti bir an için gözlerinde beliren şeytani parıltıyla bozuldu. Bundan nefret edecek.
Agatha gülerek, Biliyorum, diye cevap verdi.
Button kıkırdayarak Agatha ve Simon’ı selamladı. Koşar adımlarla odadan çıkarken gururla doluydu.
Kapı kapandığında Simon ağır ve alaycı bir edayla alkışlamaya başladı. Bir daha! Bir daha!
Agatha burnunu buruşturarak ona dik dik baktı. Ah, kapa çeneni Simon. Onun mutlu olmasını sağladım
işte. Posta yığınına geri dönerek Lord Maywell’in davetiyesini eline aldı. Bu davet bu gece. Sence aynı hafta
içinde yeşil elbisemi ikinci kez giymem uygun olur mu?
Ben nereden bileyim. Lanet olası şu oda hizmetçisi ben değilim ki, diye homurdandı Simon.
Zavallı küçük Simon. Agatha alaycı bir ifadeyle konuşurken uzanıp Simon’m oturduğu koltuğun koluna
yaslandı. ‘Yoksa o da mı bir öpücük istiyor?
Dudaklarını öpücük verecekmiş gibi uzatarak onunla dalga geçiyordu.
Ancak Simon ani bir hareketle başını eğip dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.
Dokuzuncu Bölüm
Ah şu açlık.
Duyduğu ihtiyacın sıcaklığı sel gibi akıp Agatha’nın nefesini kesiyor, isteğinin yoğunluğu içini eritiyordu.
Dudakları aralıktı, tıpkı Simon’ınkiler gibi. Genç kadın onun sıcacık dilinin dişleri üzerinde gezindiğini
hissedebiliyordu.
Simon onun alt dudağını emip hafifçe ısırdığında Agatha’nın aklı da, daha önce onu ağabeyi olarak görme
konusunda verdiği karar da uçup gitti. Şu anda tek düşünebildiği şey onun şehvetli dudaklarıydı. Simon
örgüsünden yakalayıp başını arkaya eğdiğinde genç kadının onun dudaklarını, dişlerini ve dilini arzulayan
boynu da ortaya çıktı.
Simon’ın dudaklarına teslim olmak Agatha’nın bugüne kadar yaptığı en kolay şeydi. Saçlarının arasında
gezinen eli yumuşak bir şekilde örgüyü çözmeye başladı. Göğsü de Simon’ın diğer elinin sıcaklığını
tadıyordu şimdi. Avcunun sıcaklığı elbisenin kumaşından geçerek cildine ulaşmakta, Agatha’nın son direnç
kırıntılarını da eritmekteydi.
Elini koltuğun koluna yaslayıp parmak ucunda yükseldi. Ona daha da yaklaşmak istiyordu. Tıpkı
Winchell’in çalışma odasında olduğu gibi.
Simon koltuktan kayıp yere, onun hemen yanma oturdu ve Agatha’yı kendine doğru çekti.
Evet. Agatha onun sertliğinin kendi yumuşaklığıyla buluştuğunu hissedebilmek için kıvranıyordu.
Hala yeterli değildi. Gergin bir şekilde ceketini omuzlarından aşağı itti. Simon onu bırakmaksızın önce bir
kolunu sonra da diğerini ceketten kurtardı. Ne kadar da yetenekliydi!
Artık Agatha onun sert kollarına ve göğsüne temas edebiliyordu. Elleri de Simon’ın üzerinde sahiplenici
bir edayla geziniyordu. Onun Simon’ı.
Onun.
Bir an sonra Agatha sırtüstü yatıyor, altındaki davetiye yığını hışırdıyordu. Simon onun üzerine eğilirken
tek dizini de bacaklarının arasına bastırmaktaydı. Onu orada hissetmek, içeri alabilmek için bacaklarını biraz
daha aralaması garip bir his uyandırıyordu.
Hiçbir korku duymaması çok şaşırtıcıydı. Bu bir saldırı değildi.
Bu... Bu sadece Simon’dı.
Agatha parmaklarını onun siyah saçlarının arasından geçirirken dudaklarını dudaklarına bastırdı.
Dudakları buluşup dilleri birbirine dokunurken genç kadının ona dair ihtiyacı da giderek artıyordu. Onu
içine almak ister gibiydi. Ne kadar yakınında olursa olsun bir türlü yeterli gelmiyordu.
Simon onun yumuşaklığında kaybolduğunu hissediyordu. Agatha onun altına uzanmış, sahip olduğu
zenginliği onunla paylaşmaktaydı. Ciğerleri onun kokusuyla, dudakları dudaklarıyla dolmuştu. Cildinin
ipeksi yumuşaklığına inanamıyordu Simon.
Kalbi heyecanla çarpıyordu. Göğüslerini okşarken çılgına dönmüşçesine onların tadına da bakmak
istiyordu. Dayanamayarak erkekliğini onun o yumuşak uyluklarına bastırdı. Onun içinde olma isteğiyle
kıvranıyordu adeta.
Agatha kendini cömertçe ona teslim etmiş, kollarını ona sımsıkı dolamıştı. Omuzlarını okşuyor, Simon’m
altında heyecanla kıvranıyordu.
Simon... Lütfen...
Ah, evet. Simon Agatha’nın üzerinde hareket ederek onun bacaklarının arasına yerleşti. Elbisesinin
üzerinden bacaklarının arasındaki sıcaklığı hissedebiliyor, erkekliği sızlayarak buna karşılık veriyordu.
Lütfen... Dur.
Durmak mı? Bu kelime şu anda hiçbir şey ifade etmiyordu. Yine de Simon ancak o anda Agatha’nın
arzuyla değil dirençle kıvranmakta olduğunu anlayabildi.
Hafifçe geri çekildi. Yüzü kıpkırmızı olan Agatha Simon’ın omzunun üzerinden arkasına bakıyordu.
Pearson kapının girişinde durmuş sabit bir şekilde ufka odaklanmıştı.
Ve her iki kaşı da saç çizgisine ulaşmış durumdaydı.
Simon dehşete kapılarak Agatha’ya baktı, fakat genç kadının da yardım edecek bir durumu yoktu.
Kıpkırmızı suratıyla kıkırdayarak Simon’ın da kontrolünü kaybetmesine sebep oldu. Her ikisi de
kahkahalara boğuldular.
Bayan Trapp ve iki kızı sizi görmeye gelmişler efendim, dedi Pearson gülümsemesini bastırmaya
çabalayarak.
Simon cevap veremedi. Agatha’dan uzaklaşarak halıda yuvarlandı. Bir eliyle gözlerini kapamış çılgınca
gülüyordu.
Agatha zorlukla, Teşekkür ederim Pearson. Bayan Trapp’e hemen geleceğimi söyleyebilirsin, diyebilmeyi
başardı.
Kapı kapandı ama Pearson hala kağıtların hışırdadığını duyuyordu. Agatha ortalığı toparlamaya
çalışıyordu. Simon hızla kalkıp ona yardım etmeye başladı. Hareket etmesi ağrıyan kasıklarına iyi
gelebilirdi.
Agatha ona bakmamaya gayret ediyordu. Olanlar üzerine düşünmek gerekecekti. Simon işleri epey bir
karıştırmıştı, yine de bunun tamir edilemez olmayacağını ümit ediyordu.
Simon gerçekten Pearson geldiği için müteşekkir olmalıydı. Yoksa çok klasik bir hataya düşmesi an
meselesiydi. İşi gereği hayatta kalmanın ilk kuralını neredeyse unutuyordu.
Asla bağlanma.
James Cunnington tekrar gözlerini ovuşturdu ve dikkatini toplayarak önündeki gazetelere odaklanmaya
çalıştı. Görüşü pek düzelmemişti, yine de en azından bugün harfleri seçebiliyordu.
Korktuğu üzere dövüldükten sonra gazeteleri aşırdığını unutmamıştı, fakat bunu hatırlamak da şu anda
bulunduğu durum nedeniyle son üç gündür pek bir işe yaramamıştı doğrusu.
En sonunda bedeni sızlayarak ve başı zonklayarak uyandığında neredeyse nefes almaya korkar hale
gelmiş, yazıları okuyamayacak derecede görüşünü kaybetmişti.
Dişlerini gıcırdatarak kendini okumaya zorladı. Yazılar gözünde uçuşuyor, bir netleşip bir
bulanıklaşıyordu.
N...E...Z..A....M... A... N. Ne zaman.
İngilizce.
James mindere uzandı. O kadar rahatlamıştı ki bir an için başındaki ağrıyı unutuvermişti.
Gazeteler İngilizceydi. Yani Fransa veya Portekiz’de değil, başından beri kendi ülkesindeydi. Gemiden
kaçmayı başarabilirse, herhangi bir balıkçı ya da Londra’ya gitmekte olan bir çiftçi ona yardım edebilirdi.
İlk defa gerçekten bu işten canlı çıkabileceğine dair içinde bir umut belirdi.
Geminin kenarına yaslanarak oturur duruma geçti. İçeri süzülen ışığın yardımıyla gazeteleri incelemeye
koyuldu.
Gazeteler çeşitliydi. Yerel çiftçi bürosundan bir sayfa Londra’ya yakın köylerden birinin sahilinde
olabileceğini işaret ediyordu.
Moda gazetesinden bir sayfa.
Ve Londra Times gazetesinden tam üç sayfa.
Gerçek haberler! James ışık kaynağına yaklaşmaya çalışarak odaklanmaya çalıştı. Kalp atışlarının hızını
bastırmaya çalışarak okuduğu ölenler listesi çıplak elleriyle gemiyi parçalayacak kadar öfke duymasına
neden oldu. Elindeki gazetelerin her bir kelimesini okudu.
Sayfalar birbirini takip etmiyordu, büyük olasılıkla Boğa’nın kendine sakladıklarından ibaretti. James bu
ızbandut herifin bırakın İngilizceyi, kendi dilindeki yazıları bile okuyabildiğinden şüpheliydi.
Moda sayfasını da, tarım sayfasını da okudu. Kendi diline duyduğu özlemin açlığıyla her bir kelimeyi
tekrar tekrar okudu.
Ancak üçüncü okuma turunda bir şey dikkatini çekti. Sosyete sütununda bahsedilen bir isimdi bu. Tam da
ilgilendiği bir isim.
Hangi soyluların nerede görüldüğü, ne giydiği, ne yaptığı ve ne konuştuğu ile ilgili bir yazıydı.
Ve işte oradaydı. Applequist.
Ve gecenin büyük bölümünü Carriage Square’den Bay ve Bayan Mortimer Applequist ile konuşarak
geçirdi.
Mortimer Applequist mi? Gerçekten böyle biri olamazdı! Olabilir miydi? Bu pek mümkün değildi. Hayır,
bu Agatha olmalıydı. Peki ya Mortimer rolünü kim oynamaktaydı? Ja-mes uzakta olduğu sürede Agatha
evlenmiş miydi?
Agatha böyle bir şey yapmazdı. Böylesi önemli bir şeyi o ortalarda yokken ve bilgisi olmadan yapacağım
hayal dahi edemiyordu. Eve geri döneceğini bilir ve onu beklerdi. Tabii James’in öldüğüne dair ikna
edilmediyse.
Bu doğru olsaydı, Mortimer diye birini uydurmaz ve onunla Londra’da gösteriş yapmazdı.
Hayır. Küçük akıllı kız kardeşi bunu özellikle yapmıştı. James’in eve dönmesi için bir işaretti bu.
O da zaten yoldaydı. Buradan kurtulmanın yolunu bulduğu anda...
İşin tuhaf yanı zihni berraklaşmıştı. Hatırlayabildiği kadarıyla kaçırıldığından beri zihni ilk kez verilen
ilaçların etkisinde değildi.
Onu kaçıran adamlar, döverek yeterince berbat hale getirdiklerinden emin olmanın rahatlığıyla ona ilaç
vermekten vazgeçmiş olabilirler miydi?
James içinde bulunduğu küçük cehenneme göz gezdirdi. Su kovası Boğa’nın dün gece bıraktığı yerde
durmaktaydı. Ekmekler için de durum farklı değildi. Zedelenen dişleri bu bayat şeyi ısıramayacak kadar çok
acıyordu...
Ekmek!
Acaba ekmekten olabilir miydi? Berbat ve acı tat yüzünden hep sudan şüphelenmişti. Ekmeğin tadına ise
dikkat etmemeye çalışmıştı. O çamurumsu şeyin tadı öyle hasta ediciydi ki şu havalı peynirlerden bir daha
ağzına süremeyecek kadar tiksinmişti.
Demek, ilaçlı olan ekmekti. Onu kaçıran adamların ekmeği onun için özel olarak pişirip sonra da etkisini
göstermesi için bozulana kadar beklettiklerinden kuşkulandı. Büyük olasılıkla içine fark edemeyeceği
şekilde bir toz kakıyorlardı.
Artık zihni de azmi de geri geldiğine göre kaçış planlarını yapmaya başlayabilirdi. Yemeği tamamen
bırakacak yaşamak için sadece suyu içecekti.
Fazla zamanı yoktu, ekmeği yemediği sürece birkaç gün içinde zayıf düşeceğini biliyordu.
İyicene düşünmenin zamanı gelmişti. James gazeteleri saklayıp tekrar tükenmiş biri gibi minderin üzerine
yığılı-verdi.
İçindeki profesyonel ise işe koyulmuştu bile.
Yeni bir balo salonu, yeni bir serüven. Üniformalı bir adamla yapılan yeni bir parmak ezici dans. Böyle
geçen dört akşamdan sonra Agatha tatbikatı artık ezberlemişti.
Vals yaptığı sert generale gülümsedi ve derin bir nefes alarak ev sahibinin dikkatini göğüs dekoltesine
çekmeyi amaçladı, sonra adamın arkasından üç parmağını kaldırarak Simon’a işaret verdi.
Kısa bir zaman sonra konuklara servis yapmakta olan garsonların balo salonunun çıkışlarında toplanmaya
başladıklarını, oradan da mutfaklara doğru gözden kaybolduklarını gördü.
Simon bu kez ne yaptı acaba, diye düşündü. Son üç akşamdır dikkatleri dağıtmak üzere yaptığı
numaralardan oldukça etkilenmişti Agatha.
Yine bir çanta dolusu fareyi gizlice serbest bırakmadığı sürece sorun yoktu. Agatha dün gece zavallı ev
sahibesinin yemeğin ortasında salonda gezen fareyi görünce ne kadar utanmış olduğunu düşünmekten
uyuyamamıştı.
Simon bir daha haşarat kullanmayacağına söz vermişti, fakat Agatha ona pek güvenmiyordu. Doğrusunu
söylemek gerekirse erkeklerin bu tip durumlarda kadınların neler çektiğini anlamasına imkan yoktu. Genç
kadın dünkü partide birinin kötü bir şaka yaptığı dedikodusunu yaymayı düşünüyordu, çünkü gerçekten
kimsenin evinde fare olduğunun düşünülmesine gönlü el vermiyordu.
General konuşuyordu ama Agatha onu dinlemek için kendini epeyce zorlamak zorunda kaldı. Jamie’ye
dair bir bilgi alabilmek için adamı çoktan zorlamış, onu meşhur Griffın konusunda konuşturmaya
uğraşmıştı. Ne yazık ki bu çabası sonucunda adam onun bütün savaş hikayelerini dinlemek istediğini
düşünmüştü.
Kronolojik olarak.
Bütün detaylarıyla.
Patlama efektleri eşliğinde.
Umarım Jamie onun için katlandığım eziyetlerin değerini bilir, diye düşündü. Bu geceden sonra Jamie ona
sonsuza dek borçlu kalacaktı.
Vals sona erdi. Agatha yorgun ve susamış olduğunu söyleyerek generali bir kadeh şampanya alması için
gönderdi.
Adam kalabalığın içinde kaybolur kaybolmaz Agatha koşarak oradan uzaklaştı. Simon bu kez ağırdan
almıştı. Genellikle kasaları çok hızlı kontrol ediyor, kimse bunun farkına bile varmıyordu.
Yetenekli bir hırsızdı ama Agatha biraz dikkatsiz olduğundan endişeleniyordu. Bu şekilde devam ederse
başını belaya sokabilirdi.
Agatha sayesinde artık en üst düzey evlere girebiliyordu. Bu mekanlarda önemsiz eşyalar değil
İngiltere’nin en seçkin mücevheri ve sanat eserleri bulunuyordu. Gerçekten oldukça
cezbediciydi bir durumdu.
Simon çok tehlikeli bir yoldaydı ve bu Agatha’nın marifetiydi.
Yani belki de tamamen değil.
Agatha kalabalığın içinden gülümseyerek geçip balo salonunun ön tarafına doğru ilerledi ve generalin
evinin ana bölümüne doğru uzanan merdivenleri çıkmaya başladı.
Koridorlarda gezinen tek bayan kendisi değildi. Birtakım meraklı tipler ayaklarını sürüye sürüye
kıkırdayarak burada gezinmekteydi.
Kafasındaki haritaya başvuran Agatha bayanlar tuvaletini geçerek köşeyi döndü. Bu koridorda ise ateşli
bir şekilde birbirlerine kenetlenmiş bir çiftten başka kimse yoktu.
Agatha kollarını kavuşturup en mazbut mürebbiye tavrını takındı. Boğazını temizledi.
Genç çift irkilerek ayrıldı, yüzleri kıpkırmızı olmuştu. Agatha Simon ile birlikte halıda yuvarlanırkenki
yakalanmalarını hatırlayınca gülmemek için dudağını ısırdı.
ikiniz utanmalısınız. Ailelerinize haber vermeyeceğim ama bundan sonra davranışlarınıza dikkat etmenizi
istiyorum. Konuşurken kaşlarını çatmıştı.
Evet efendim!
Tabii efendim, teşekkür ederiz.
Çift el ele tutuşarak balo salonuna döndü. Agatha uzak-laşırlarken birbirlerine fısıldadıklarını duydu.
Senin refakatçin miydi o?
Hayır! Ben de senin ailenden biri sandım...
Bu ikisinin geri gelip Agatha’nın ne tarafa yürümekte olduğunu görme ihtimali yoktu. Böyle bir sır iyi
saklanması gereken türdendi.
Button sayesinde yerini çok iyi bildiği çalışma odasına doğru hızla ilerlerken Agatha Simon’ın küçük
sırrını merak etti.
Ona bu gece sormak istemişti ama planı hazırlamak çok
vakitlerini almıştı. Ayrıca onu nasıl sorgulayabilirdi ki?
Bu arada Simon... Nereye gittiğini söylemeden her gün ortadan kaybolduğunu, döndüğünde de sorularıma
cevap vermediğini fark ettim.
Button’ın hizmetçi nüfusunda sahip olduğu bağlantılar sayesinde Agatha evin haritasını neredeyse ezbere
biliyordu. Çalışma odasını bulana dek kapıları saydı, sonra bulduğu parlak kapıya hızlıca üç kez tıklattı.
Hızla açılan kapı aralığından çıkan el onu kolundan yakalayıp karanlığa doğru çekti.
Gerçekten Simon, tiyatrovari hareketlere karşı bir eğilimin var.
Ilık bir el Agatha’nın ağzım kapattı. Elin sahibi alçak sesle kulağına fısıldadı. Kapa çeneni hayatım. Yalnız
değiliz.
Agatha’ya arkasından sarılmış olan Simon onu karanlığın içinde altından ışık süzülmekte olan diğer
kapıya yönlendirdi.
İnsanın bedeni alevler içinde yanarken aklını haneye tecavüz işine odaklaması oldukça zor oluyordu.
Ensesinde Simon’ın ılık nefesini hissederken salondaki öpüşmelerini anımsamaması imkansızdı.
Simon’a yaslanmış bu hali de altında kıvrandığı hali kadar heyecan vericiydi.
Burada. Simon onun kulağına duyulamayacak kadar alçak sesle fısıldadıktan sonra anahtar deliğinden
bakması için omuzlarından kavrayıp genç kadının eğilmesini sağladı. Agatha ışık süzülen anahtar deliğine
gözünü yasladı ve bulundukları yerin çalışma odası olamayacağını düşündü. Çalışma odasının şu anda
gözetlemekte oldukları yan oda olduğu açıkça görülüyordu.
Derken hışırtılar ve ayak sesleri duyarak başını biraz sol tarafı görecek şekilde çevirdi.
Bir deste kağıdı mum ışığında incelemekte olan adam ayakta duruyordu. Çok uzun boyluydu ve çok geniş
bir sırtı vardı. Genç kadının görebildiği kadarıyla akşama uygun giyinmişti ve saçları da koyu renkliydi.
O Etheridge. Simon’ın sesi Agatha’nın kulağını okşuyordu adeta.
Agatha Lord Etheridge’in ona doğru dönmesini dileyerek gözünü deliğe iyice yasladı. Çalışma odasındaki
adam sıkıntıyla iç çekerek elindeki kağıtları toparladı ve döndü.
Agatha öyle bir irkildi ki az kalsın düşecekti. Simon onu sıkıca tutup kendine bastırdı.
Ne? Ne gördün?
Agatha gözleriyle işaret etti ama tabii ki Simon karanlıkta onun mimiklerini göremiyordu. Lord
Etheridge...
Ne?
Lord Etheridge... Dalton Dayı’ymış.
Başından beri Etheridge’in salonuna girebileceğini mi söylüyorsun sen şimdi bana?
Çalışma odasının bekleme bölümünden yakalanmadan çıkmayı, her nasılsa mutfağını bir kırlangıç
sürüsünün basmasıyla dehşete kapılmış olan ev sahibeleri sayesinde başarmışlar ve onlara özürlerini bildirip
hızla Carriage Square’e dönmüşlerdi.
Agatha salondaki koltukta pişmanlıkla oturuyor, endişeli bir şekilde kucağındaki küçük yastıkla
oynuyordu. Simon öfkeden deliye dönmüş halde onun önünde volta atmaktaydı.
Bu hafta ilgi çekici bazı evraklar bulmuş olmasına rağmen aldığı riskleri düşününce kan beynine
sıçrıyordu. Bu işlere ne kadar da çok çaba harcamıştı...
Tamam bir kısmından zevk aldığını da kabul ediyordu.
Onun Lord Etheridge olduğunu bilmiyordum, bunu sana söyledim. Collis ona Dalton Dayı diye hitap
ediyordu ve Dalton Dayı bana kendini Dalton Montmorency olarak tanıttı. Ulu Tanrım, Simon. Bütün
soylular listesini ezbere bilmiyorum herhalde.
Ancak Simon biliyordu. Ve onun bütün adamları da.
Ama Agatha bir casus değildi. Simon bundan emindi artık.
Sanki casus olmaması bir suçmuş gibi ona dik dik baktı. Yastığın püsküllerini uzun, yavaş hareketlerle
sıvazlamakta, kadife ve ipekten kumaşı okşamaktaydı Agatha.
Simon kafasını salladı. Onun aptallığı yüzünden koca bir hafta harcamıştı.
‘Yani Dalton Dayı’nın Griffın olduğunu mu düşünüyorsun? diye sordu Agatha.
Şu adama Dalton Dayı demeyi kes artık. O senin dayın değil. Ayrıca neredeyse benim yaşımda.
Agatha uzun ve kalın bir yastıkla oynamaya başlayarak omuz silkti. Parmaklarının yastığın üzerinde
gezinişi Simon’ın kulaklarının zonklamasına neden oluyordu.
Aslında teknik olarak sen de benim dayım olabilecek bir yaştasın, yani benim annem senin ablan olsaydı.
Simon onun üzerine eğilip elindeki yastığı tutup çekti. Ben senin lanet olası dayın değilim!
Agatha ayağa fırlayarak onun önünde dikildi. Sen benim lanet olası dayım değilsin. Dalton Montmorency
de benim lanet olasıca dayım değil! Elleri belinde Simon’a öfkeyle baktı. Sana Dalton Montmorency’nin
lanet olası Griffın olduğunu mu düşünüyorsun diye sordum! Hayır, dedi Simon öfkeli bir ifadeyle.
Agatha homurdandı, elleri belinden aşağı düştü. Dönüp tekrar koltuğa oturdu. Ah, neden sana soruyorum
ki? Griffin ile ilgili senden daha çok şey biliyorum.
İşte bu gerçekten ağırdı. Gerçekten ağır. Simon, lanet olasıca Griffın ile ilgili bir uzmandı ve kadın tek bir
lafına bile inanmıyordu.
Simon yüzünü ovuşturdu. Agatha’nın neye inandığını neden umursuyordu ki? Aklını yitirmek üzereydi.
Agatha onun aklını yitirmesine neden olacaktı!
Bak, Aggie...
Bana böyle hitap etme. Bu takma adı James buldu. Bizzat bulduğun bir şey olmalı.
Sana takma adla hitap etme isteği falan taşımıyorum, diye homurdandı Simon. O adları mezar taşına
yazmak istiyorum!
Agatha ona ayıplayan bir ifadeyle baktı. Doğrusunu söylemek gerekirse Simon, bu tip bir duruma uzun
zamandır dahil olmadığını anlıyorum ama gerçekten biraz kendini tutmayı öğrenmelisin.
Ayağa kalkıp ellerini arkasında kenetledi. Bu hareket mükemmel göğüslerini iyice belirginleştirerek ne
yazık ki Simon’ın sersemlemesine neden oldu.
Ah evet, Simon onu gömmek istiyordu! Onu bedeniyle sarmalamak ve tıpkı Agatha’nın kendisini delirttiği
gibi vücuduyla onu çılgına çevirene dek onunla ilgilenmek istiyordu.
Ben yatmaya gidiyorum.
Simon pes etmiş bir halde gözlerini kapadı. Agatha ona ne yaptığını fark edemeyecek kadar kör olamazdı.
Bu yüzden Simon ipleri eline almak zorundaydı.
Çok güzel Agatha. Sen yatağına git, ben de dışarı çıkıyorum.
Onun yanından geçip doğruca kapıya yürüdü, paltosunu ve şapkasını bile almadan kapıyı çarparak dışarı
çıktı. Sertleşmesinin durumuna bakılacak olursa uzunca bir süre yatağa gitme olasılığı görünmüyordu.
Kilometrelerce yürüdükten sonra birden hala o küçük yastığı elinde taşımakta olduğunu fark etti.
Yastığın kadifesinde hala Agatha’nın tatlı ve limoni kokusunu duyabiliyordu. Tanrım, bu kadından hiç
kurtulamayacak mıydı? Simon lanet olasıca yastığı mazgala fırlatıp atmak istedi.
Ama bunun yerine yastığı burnuna dayayarak eğer saklarsam Pearson bunu fark eder mi acaba diye
düşündü.
Onuncu Bölüm
Perhiz işe yaramıştı. James Cunnington birkaç öğün atlamışken kafası ne kadar yerinde oluyorsa şimdi de
o kadar kendindeydi.
Onu kaçıran adamların iyice güçten düştüğüne inanıp onunla uğraşmayı bırakmasını sağlayabilmek için
minderin üzerinde olabildiğince hareketsiz yatıyordu. Son zamanlarda oldukça sıkıcı bir herif haline gelmişti
onlar için.
Her gün suyunu içiyor ama ekmeği yemiyordu. Açlıktan ölmekle yaşam arasındaki ince çizgide durmakta
olduğunun farkındaydı. Artık her şey hülyalı bir netlikteydi, zihni berrak ama bir miktar kopuktu.
Ölme olasılığını da sakince hesaba katarak kaçışını tüm mantıklı açılardan değerlendirebilmişti. İntihar
eğilimi göstermiyordu, sadece endişe duymuyordu, hepsi bu. Amaç dışarı canlı çıkmaktı ama
başaramayacağına dair hiçbir korkusu ve kaygısı yoktu.
Yeterince düşündükten sonra huysuz Boğaya girişmenin işe yaramayacağına karar vermişti. Böyle
bağlıyken onunla dövüşemezdi, gücü yherinde olsaydı bile Boğa’nın karşısında şansı olamazdı.
Vahşi ve saldırgan planları eledikten sonra küçük hücresinin iç duvarlarından birkaç döşeme tahtasını
yerinden çıkarmak en iyi çözüm gibi görünmüştü. Şanslıysa kendini kilitli olmayan bir oda veya ambarda
bulma olasılığı vardı.
Bütün mesele bu işi kimse fark etmeden sessizlik içinde nasıl yapabileceğiydi.
Daha da önemlisi, bu tahtaları nasıl sökecekti? Gemi oldukça eski ve bakımsızdı ama kendisinin de
gemiden bir farkı yoktu. Levyeye benzer bir alet bulamadığı sürece bu işi tırnaklarıyla yapmaya çalışmaktan
başka pek bir alternatif görünmüyordu.
Kamarada küflü yelken bezi, ondan daha da küflü samanla dolu olan minder ve su kovasından başka bir
şey yoktu. Delik deşik olmuş kovanın bir sapı olsaydı çivileri sökmede işe yarayabilirdi ama yoktu.
Yine de kovayla ilgili bir şey kafasını kurcalayıp duruyordu. Kovayı daha yakından incelemek üzere bağlı
elleriyle tutmaya çalıştı. Diyelim ki...
Ani bir hareketle kovanın içindekileri yere boşalttı ve altından tutarak kovanın bir kenarını döşemenin
köşesine sokmayı başardı. Belki de kovayı bir kanca olarak kullanabilirdi.
Titreyen elleriyle kovanın diğer ağzından güç vermeye çalıştı. Tahta en sonunda yerinden oynamıştı ama
bunu yaparken yüksek perdeden bir itiraz gıcırtısı patlatmıştı.
Fazla yüksek.
James deneyine bir süreliğine ara vermek zorunda kaldı. Kovayı bıraktığında tenekenin kenarının avcunu
çizdiğini fark etti. Büyük olasılıkla etine batmıştı, fakat bunu umursamayacak kadar bedeninden uzaklaşmış
durumdaydı James.
Keskin metal onun ilgisini daha çok çekmişti. Sırtı kapıya dönük minderin üzerinde oturmaktaydı. Biri
içeri girmeye kalkışırsa kapı onu itecek ve ne yaptığı görünmeyecekti. Kovayı dizlerinin arasına sıkıştırarak
tuttu, ellerini bağlayan ipi gerdi ve bu keskin metale sürtmeye başladı.
Birkaç dakika sonra bir gelişme kaydedip kaydetmediğini incelemek üzere durdu. Kalın ipin bazı
kısımları sıyrılmıştı. Bu dikkate değer bir gelişme değildi belki ama dişleriyle yaptığı denemelerden çok
daha başarılı bir sonuç vermişti.
Fırtınanın gürültüsü eski balıkçı teknesinin gıcırtısını bastırdı. James daha da kararlı bir halde çalışmasını
sürdürdü. İpleri kesmek saatler sürecekti.
Fark etmez. Zamanı vardı. Araçları da. Duyduğu seslerden anladığı kadarıyla doğa da ona gerekli fırsatı
sağlayacaktı.
Olabildiğince gürültülü, adamların dikkatini dağıtıp
onunla ilgilenememesini sağlayacak herhangi bir şeydi ihtiyacı olan. Belki de bir fırtınaydı.
Bir gümbürtü daha geldi, bu kez daha da yüksekti ses.
James zalimce gülümsedi ve ipleri kesmeye devam etti.
Simon dün gece eve gelmemişti.
Tabii Agatha da oturup onu beklememişti. Söylediği gibi doğruca yatağına gitmişti. Evet, kapısı hafif
aralık, bir kulağı Simon’ın odasında olarak hafif bir uyku çektiği doğruydu, fakat bu oturup birini beklemek
anlamına gelmezdi.
En sonunda kalktığında saat dokuzu geçiyordu. Simon’ın gelişini kaçırdığını ve onun kendisini
sabırsızlıkla aşağıda beklediğini varsayarak aceleyle hazırlandı.
Simon masada değildi, kahvaltı bitip Agatha çayını aldığında da hala ortalarda yoktu. Artık onu görme
isteği dayanılmaz bir hal almıştı, üstelik bugünkü postadan çok özel bir şey de çıkmışken.
Yarın akşam için Etheridge’lerin evinde resmi olmayan bir yemek daveti.
Elbette hemen kabul ettiklerine dair bir cevap göndermişti, ancak gösterişli bir imza taşıyan bu
davetiyenin son anda gönderilmesi Agatha’da kuşku uyandırmıştı aynı zamanda. Dalton Montmorency’nin
kendinden son derece emin olduğu şüphe götürmezdi. Tam bir erkeğe yakışacak şekilde.
Agatha sonradan aklına düşen bir fikre kadar bu açıklamayla tatmin olmuş görünüyordu.
Yarın akşam Lord Etheridge’in Griffın olduğunu anlamalarını sağlarsa - ve Agatha onu Jamie’nin yerini
söylemeye bir şekilde ikna edebilirse - artık Simon ile anlaşmasını sürdürmesi için hiçbir sebep
kalmayacaktı.
Jamie’nin güvenli bir şekilde evine dönmesini istiyordu.
Ama Simon’ın da yanında kalmasını arzuluyordu.
Sonsuza dek.
Carriage Square’deki evi arşınlayıp dururken düşünceleri işte buna odaklıydı. Güneş batmaya başlayana
kadar kendiyle tartıştı. Boş odada durmuş, hala duygularını inkar etmekteydi.
Lanet olsun. Neden kendini ikna etmeye çalışıyordu ki! Durumu tamamen ümitsizdi ve bunu inkar
etmenin anlamı yoktu. Tüm hikayeler bunu anlatmıyor muydu? İnsan kendini bir bütünün yarısı gibi
hissettiğinde, içi içine sığmadığında başına gelen şey bu değil miydi? Diğer yarısı gittiğinde içinde kabaran
o yoksunluk duygusu?
Evet, belki onu tanıyalı uzun zaman olmamıştı, fakat mükemmel bir beraberlikleri olduğunu biliyordu.
Onunla birlikteyken Simon’ ın onu anladığını biliyordu.
Onu gördüğü ilk anda cazibesine kapılmıştı. Önce görünüşünden etkilenmişti, itiraf ediyordu. Gerçekten
de o mükemmel erkeksilik etkilenilmek için değil de ne içindi ki?
Ayrıca bu görünüşün içindeki adam onu büyülüyordu. Daha önce de yakışıklı erkekler görmüştü. Dış
görünüşün her zaman insanın içinin de iyi olacağı anlamına gelmediğini anlamasına yetmişti bu. Simon
haftalardır evde onunla birlikte olmasına rağmen bu durumdan faydalanmamış- tı. Agatha’nın gizlice
sorguladığı Nellie bile onun sadece son derece kibar davranışlarından söz etmişti.
Simon bir hırsızdı. Agatha’nın hayal bile edemediği bir geçmişin ürünüydü. Aralarındaki sınıf farkı
nedeniyle genç kadın onu en son ilgileneceği biri olarak görmeliydi. Öte yandan centilmenliğin tanımı
kendinden zayıf olanlardan faydalanmayacak kadar onurlu ve güçlü olabilmek değil miydi?
Eğer öyleyse Simon gerçek bir centilmenken İtici Reggie’nin bununla uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Ayrıca Agatha başkalarının ne düşündüğüyle pek ilgilenmezdi. Jamie ile birlikte kendilerini neredeyse
yapayalnız bir şekilde yetiştirmek zorunda kaldıklarını düşündükçe o başkaları neredeydi diye aklından
geçirirdi.
Simon’ı diğer erkeklere tercih ettiyse, neden ona sahip olamayacaktı ki? Bunu çözmek Agatha’nın
arzularını kararlılığa dönüştürdü. Sanki bunun çok yararını görecekmiş gibi.
Bu adam için deli oluyordu ve burada oturmuş onu düşünüyorken Simon neredeydi? Bütün gece dışarıda,
hiç şüphesiz yine evlere girip çıkarak kendini inanılmaz tehlikelere atıyordu.
Aslında artık çalması için hiçbir sebep yoktu. Agatha babasından kalan yüklü bir mirasın sahibi olduğunu
ona nasıl söyleyebilirdi?
Aman Tanrım bunun için sokağa bir tabela dikmiyorsa sebebi Jamie’nin bunu açık etmemelerinin daha
doğru olacağına karar vermiş olmasıydı.
Yme de kafasında şu soruyu mırıldanan bir ses duyuyordu: Madem Jamie onun iyi bir evlilik yapmasını
istiyordu, neden bu kadar zaman boyunca onu Londra’ya hiç getirmemişti?
Saçmalık. Zaman içinde getirecekti elbette, Agatha bundan emindi. Jamie sadece bir servet avcısına yem
olmasını istememişti o kadar. Tek derdi çıkar sağlamak olan para delisi aşağılık adamın birine...
Aman Tanrım, belki de Simon’ın cazibesine bu kadar kapılmamalıydı.
Aşık olduğu hırsızın tek endişesinin küçüklüğündeki sefalete geri dönmemek olduğunu o anlıyordu ama
Jamie’nin bunu anlayabileceğinden emin değildi.
Servetiyle ilgili bir şeyler öğrenmeden önce Simon’dan ne hissettiğiyle ilgili bir itiraf duyabilirse ancak o
zaman ilgisinin gerçek olduğundan emin olabilirdi. Ah, bu sözleri onun dudaklarından duyabilmek ne kadar
da güzel olurdu...
Bu arzuyla yanıp tutuşurken aklına bir fikir geliverdi.
Simon onun sadece sıradan bir kadın olduğunu düşünerek duygularını itiraf ederse ve Agatha da Jamie eve
gelmeden önce öyle olmayı biraz deneyebilirse... Bu, meseleyi kolayca halledebilirdi, öyle değil mi? Lord
Fistingham bile bu küçük detayla alt edilebilirdi.
Salondaki öpüşme tam olarak bir sınav sayılmazdı. Tabii Jamie Simon’a tamamen karşı çıkmazsa ki
büyük olasılıkla karşı çıkacaktı. Reggie de ayrıca kendi planlarının bozulmaması için onun başka bir adamla
öpüşmesine kesinlikle müsaade etmeyecekti.
Hayır, olayı tamamen maskelemenin dışında hiçbir çıkar yol yoktu. Ve bu iş bu akşam olsa iyi olurdu...
Lord Etheridge’in kasasını da açtıktan sonra Agatha onu daha fazla yanında tutamayacağına göre.
Bu akşam.
Düşününce bir an nefesi kesildi. Simon’ın dudakları ve elleri zihninde belirdi, bedeni birden sıcaklamıştı.
Aman Tanrım, bekleyemeyecekti.
Bekaretini Simon’a verecek ve Simon da ona duygularını açtığında mutlu haberi öğrenecekti.
Agatha gülümsedi. Sahip olduklarını öğrendiğinde Simon’ın yüzünün alacağı şekli görmek için
sabırsızlanıyordu.
Ön salonun penceresine varınca geri dönüp tekrar odayı arşınlamaya başladı. Birini baştan çıkarmak için
ne giyilirdi acaba?
Gün ışığı bulutları aşıp binaların arasından süzülerek Jackham’ın ofisine ulaştığında saat öğlene
yaklaşıyordu. Simon Jackham’ın kanepesinden yuvarlanarak gerindi.
Oda yaşlanmakta olan bir bedenin çıkardığı seslerle dolmuştu. Simon kollarını ve omuzlarını ovuşturarak
yüzünü buruşturdu.
Evine gitmeliydi. Ne de olsa o evi alırken ve yeterince rahat edebilmek adına manastır gibi de olsa
döşerken hiçbir masraftan kaçınmamıştı.
Fakat bu görkemli ve sessiz ev ile Agatha’nın sıcak ve huzur verici küçük evi arasındaki fark acı
vericiydi. Bu yüzden eve gitmektense kulüpte gecelemek ona daha uygun görünmüştü.
Ancak sırtı onunla aynı fikirde değildi. Rahat bir yatakta geçirilmeyen tek bir gece ve... Formunu
kaybediyordu, hepsi buydu.
Belki biraz da... Yaşlanıyordu. İtiraf etmeliydi ki daha gençken bu kütürdemeler ve çıtırdamalardan eser
yoktu.
Bu işte on beş yıl geçirmek adamın canına okuyordu. En azından hala kariyeri elindeydi. Onunla birlikte
işe başlayan nice genç adam yaşadıkları sıkıntılarla kendini ateşe atmıştı.
Simon ise yanmamış çünkü uzun zaman önce buz gibi soğuk olabilmeyi öğrenmişti.
Soğuk mantık ve zorlu gerçekler onu yolunda tutmuş, başka hiçbir şeye yer bırakmamıştı.
Yine de artık işi devredeceği birini aramaya başlamaktan zarar gelmezdi. Artık James de ortalarda
olmadığına göre.
James’in kaybı acı veriyordu. Dost dediği birinin acı kaybı bir yana bu adamı ne kadar sevdiğini de yeni
yeni fark ediyordu. Karşısındakinin aklından geçenleri okuyabilme, iyiyle kötüyü ayırabilme yetisiyle.
Simon duyduğu acıyı derinlere gömdü ve şu anda mevcut olan soruna odaklandı.
Duruma bakılırsa ne yazık ki organizasyonda kendisinden başka doğru düzgün bir bakış açısına sahip hiç
kimse yoktu.
Düğümün içinde kıvrılan ipleri görebilen, hangi ipin ne zaman çekileceğini, hangisinin ne zaman
gevşetilmesi gerektiğini bilen ama resmin bütününü de asla kaybetmemeyi başarabilen birine ihtiyacı vardı.
Bu görev üstün bir görüş kabiliyeti gerektiriyordu. Ve şu anda bunu yapabilecek başka birini tanımıyordu.
Gerçi daha vakit vardı. Başka birini Yaşlı Adam’ın onu eğittiği gibi eğitmek yıllar alacaktı. Simon henüz
ağının merkezini terk etmeye niyetli değildi. Yeni bir genci yetiştirmek için zaman gerekliydi, tabii eğer
birini bulabilirse.
Simon kısa bir an üzerindeki bu ağır yükü devretmeye büyük bir özlem duydu. Bu iş olmasa nasıl bir
hayat sürerdi acaba? Sevgi dolu bir eşin vereceği rahatlık, kız ve erkek çocukların katacağı neşe, sırları
olmayan bir hayat?
Gün ışığında geçecek bir hayat?
Düşlerinden sıyrıldı. Saçmalık. Hocası olan Yaşlı Adam olmasaydı büyük olasılıkla ancak on üçüncü
doğum gününe kadar yaşayabilir, sahip olduğundan çok daha az rahatlık ve aile şefkati görürdü herhalde.
Simon buruşmuş ceketini silkeleyerek üzerine geçirdi. Bir an için Kurt’ün mutfağına girip bir dilim börek
araklamaya cesaret etsem mi diye düşündüyse de bunun yerine Agatha’nın aşçısından bir yemek koparmayı
tercih etti.
Yüzünü ovaladı. Önceki gece Agatha’ya kötü davranmıştı. Onu azarlamak yerine etkilemeye çalışmalıydı.
Şu anda onun yanında olmalı ve onu elinden geldiğince etkilemekle uğraşmalıydı.
Bu kadının sırlarını ortaya çıkarmanın vakti gelmişti. Onu baştan çıkarıp James’e olan sadakatini kıracak
kadar ileri gitmek gerekse bile.
Salondaki öpüşmelerine bakılırsa bu noktaya oldukça yaklaşmıştı bile. Lanetlenmeye az kaldı diye
fısıldadı vicdanı. Zevk almaya az kaldı diye fısıldadı içindeki şehvet.
Simon inleyerek şapkasını kaptı ve kulüpten hızla çıktı. Gece yarısı itibariyle Agatha’yı çıplak ve arzulu
hale getirmiş olma ihtimali onun için herhangi bir hareket planından öteydi. Bir rüyanın gerçekleşmesi gibi
bir şeydi bu, inkar etmenin anlamı yoktu.
Agatha’yı yatağında, kollarının arasında hayal etmek bedenindeki tüm ağrıları dindiriyordu. Yalnızlığın
burukluğunu taşıyan bir şehvetin ateşiyle yanmaktaydı vücudu.
Kulübün kapısının önünde bir an duraksadı ve orada olduğuna şükrettiği en yakın sokak lambasına
yaslanarak soluklandı. Birkaç derin nefes alarak kafasını temizlemeye çalıştı.
Dışarıdaki hava pek temiz değildi ama tanıdık kokular ve seslerle doluydu. Otomobil ve vagonların
gürültüsü, nal sesleri, sevgili Londra’sının her daim duyulan is kokusu.
Bu gerçekti. İşte bu dünyada yaşıyordu ve burayı korumakla görevliydi. Onun şehri, onun memleketi.
Savaşın getirdiği sıkıntılar ve casuslukla uğraşmak onun göreviydi.
Görev. Göreve odaklan.
James Cunnington’ı bul ve ne şekilde olması gerekiyorsa onu indir. Tehlikeli bir bilgi sızıntısını durdur ve
ülkeni koru.
Bu adamla arasında bir bağ olması çok büyük talihsizlikti, fakat bunun konuyla hiçbir ilgisi yoktu. Peşinde
olduğu adamın metresinin onu büyülüyor olması da çok büyük bir talihsizlikti, ancak bunun da konuyla
hiçbir ilgisi yoktu.
Biraz sakinleşmişti, yeniden buz gibiydi ve içindeki acımasızlık harekete geçmişti. Sanki tutmakta olduğu
lambanın demiri içine akıyor, Agatha’nın çekiciliğiyle kaynamakta olan kanını soğutuyordu.
Bir görevi vardı. Bu kez bunu unutmayacaktı.
Simon’ı baştan çıkarma kararı alan Agatha artık onun gelmesini telaşla beklemediğini fark etti.
Olabildiğince va-kite ihtiyacı vardı şimdi.
Önce odalarındaki çarşafların değiştirilmesi talimatını verdi zira gecenin nerede sonlanacağını
kestiremiyordu. Sonra banyo yaptı, suda kolayca buruştuğu aklına gelinceye kadar suyun altında uzunca bir
süre kaldı ve bu aklına gelir gelmez köpüklerin arasından fırlayarak Nellie’ye seslendi.
Saten sabahlığını giyip limon esansını sıktıktan sonra yatak odasında otururken düşüncelerine çekidüzen
vermeye çalıştı.
Bir dosya kağıdı aldı ve mürekkep hokkasının kapağını açtı.
Önce Simon’ı odana davet et. Hayır, böyle yaparsa av peşindeymiş gibi görünürdü. Bu yüzden onun
odasına gidecekti.
Ne zaman? Simon odasına çekilir çekilmez mi? Gece yarısı mı?
Tanrım, bu baştan çıkarma işi ne kadar da karmaşıktı. İnsan ırkının devam edebiliyor olması bir
mucizeydi.
Agatha eline aldığı kalemin ucunu kemirdi. Karar vermeliydi. Pekala o zaman. Simon’ın odasına git,
Button onun yanından ayrılır ayrılmaz.
Salondaki saatin vurduğunu işitti. Gün neredeyse bitmek üzereydi, henüz Simon ortalarda görünmüyordu.
Ya en sevdiği banyo esansını boşu boşuna harcadıysa?
Agatha paniğe kapılmak üzereydi ki koridorda Simon’ın tanıdık yürüyüşünü ve gür sesini duydu.
Kulağını kapıya dayamak üzere yerinden hoplayarak kalktı.
Bayan Applequist yemeğini odasında yiyecekse, ben de öyle yapacağım. Button yemeği yukarı
getirebilirsin. Sonra yalnız kalmak istiyorum.
Genç kadın Button’ın cevap verdiğini duydu ama ne dediğini anlayamadı. Simon’ın kapısı açılıp kapandı.
Agatha oturdu, gergin bir şekilde sabahlığının kuşağıyla oynuyordu. Saat henüz sekizdi. Erken istediği
yemeği masanın üzerinde soğumaktaydı. İştahı pek yerinde değildi bugün.
Az sonra Simon gecenin geri kalan bölümü için odasında yalnız kalacaktı. Yalnız, rahatlamış ve yatağa
girmeye hazır.
Bunu düşününce bedeninde ılık bir sızı hissetti. Sonra da buz gibi bir dehşete kapılıverdi. Ya tamamen
yanılıyorsa?
Taşrada yetişmiş, bu süre boyunca koyun yetiştiriciliği yapmıştı. Bir koç veya bir koyun kendini hazır
hissettiğinde basitçe harekete geçerdi. İnsanların da bu konuda ders almaya ihtiyacı yoktu elbette, yoksa var
mıydı?
Agatha Button’ın Simon’a yemeğini getirdiğini duydu. Kısa bir süre sonra Button tekrar dışarı çıktı.
Simon yemeğini bitirene kadar beklemeye karar veren Agatha yeniden odayı arşınlamaya başladı. Ne de
olsa insanın fiziksel bir aktiviteye girişmeden önce yediğini sindirmesi gerekirdi.
Bu düşünceyle kararlılığı yeniden sarsılan Agatha yatağına oturdu. Bunu yapmak zorunda değildi.
Planından vazgeçmesi için henüz geç değildi... Ama vazgeçerse Simon’ı kaybedecekti. Güzel hırsızını
kaybedecek ve onun nefes kesici gülüşünü bir daha asla görmeyecekti. Kahkahasının bedenini titretmesini
ya da dudaklarındaki tarçın tadını da bir daha asla hissedeme-yecekti.
Kurumakta olan ruhunu canlandıran o benzersiz birliktelik duygusunu bir daha asla hissedememek...
Kararlılığı yeniden güçlenen Agatha ayağa kalktı. Bu bir seçenek olamazdı.
Derin bir nefes aldı, sakin bir tavırla odasından çıkıp koridora adım attı.
Hiçbir mücadeleye stratejisiz girmeyen Simon bu ge ceyi planını hazırlamakla geçirecekti.
Fakat ne yazık ki Agatha’yı James’i yolda bırakmaya ikna edebilecek tek bir fikir gelmiyordu aklına.
Simon’ın tanıdığı James, Agatha’nın tanıdığını sandığı kişi, onun sevgisine çok daha layık bir adamdı.
James hem zengin hem de eğitimliydi. Simon her ne kadar maddi anlamda güvende ve iyi yetişmiş bir
adam olsa da alt sınıf bir ailede doğduğunu kabul etmek zorundaydı.
Toprak sahibi bir centilmen olan James, sosyetede özgürce hareket edebilirdi. Ve yine bir centilmen olan
James,
Agatha gibi bir bayanla asla evlenmez, onun sadece kalbini kırardı.
Simon ise... Hayır, o da Agatha ile evlenemezdi. Günün birinde onu gelini olarak tehlikeye atamazdı.
Ve James burada değildi.
Ama Simon buradaydı.
Genç kadın Simon ile daha iyi durumda olacaktı. Simon onu anlıyor, alçak ile yüksek arasında bir dünyada
yaşamanın neye benzediğini çok iyi biliyordu.
Ülkesi için bunu yapabilir, aynı zamanda Agatha’yı kendine kötülük etmekten kurtarabilirdi. Ama onunla
kalamaz ve onun masraflarını karşılayamazdı. Hayır, bu evi alacak ve ona hediye edecekti.
Sonra ona seçim hakkı tanıyacaktı. Agatha Simon’a bağımsız bir kadın olarak gelirse bunda bir kötülük
yoktu, değil mi? Akıllı deneyimli bir kadın, kendi kararını özgürce vermiş bir kadın?
Bütün bu yıllardan sonra kendisi için böyle bir şey istemesi çok mu yanlıştı? Agatha’nın ateşli, dolgun
bedeni ve paylaşımcı yaradılışından keyif almak?
Onun metresi olmayacaktı. Onun kadını, ortağı, eşi, her şeyi olacak, yalnızca adını alamayacaktı.
Onu öncelikle yatağa götürebileceğine, oradan da kalbine girebileceğine oldukça güveniyordu. Razı olsa
iyi ederdi.
Olmaz mıydı?
Simon neredeyse hiç dokunmadığı yemek tepsisini itip odayı arşınlamak üzere ayağa kalktı.
Bu odadaki hiçbir şey ona ait değildi. Kitaplar ve tuvalet masası James’in, kıyafetler ise Mortimer’ındı.
Lavabonun kenarına dikkatsizce saçılmış tarçın şekerlerinin dışında Simon’a ait olan en ufak bir şey bile
yoktu.
Tam da olması gerektiği gibi.
Simon raftaki kitapları bir kez daha dikkatle inceledi.
James’in Daniel Defoe’ya hayranlığını bildiği için bu kitaplar onu şaşırtmıyordu. Yalancılar’ın neredeyse
her üyesi bir noktada bu yoldan geçerdi.
Kimdi bu adam, bu yalancılar kralı? Bir yazar, şair, herkes bu kısmını biliyordu. Pek azı aslında onun usta
bir ajan olduğunu bilirdi.
Yüksek duygulan olan biri miydi yoksa buz gibi bir mantığı mı vardı? Sanatçı mı yoksa bir yalancı
mıydı?
Bir insan olmakla bir casus olmak arasındaki hiç bitmeyen çelişkiyle boğuşmakta olduğundan, her bir
Yalancılar Kulübü üyesi bu sorularla boğuşurdu.
Simon raftan Moll Flanders’ı seçti ve kitabı elinde tarttı. Kafasını hep kurcalayan soru... Bu adamın bu
kadar zamanı nereden bulabildiğiydi.
En sevdiği paragrafları aramak üzere kitabın kapağını açtı. İlk sayfada o tanıdık sert el yazısını buldu.
Canımdan çok sevdiğim
Jamie’ye...
A.
Canımdan çok sevdiğim...
Simon’ın yüreği buz gibi olmuştu. Agatha’yı böylesine sevdiği bir adamdan ayırabilmesi için nasıl bu
kadar alça-labilirdi?
Öfkeyle düşünürken farkına bile varmadan şöminenin önündeki sandalyeye çöktü, elindeki kitaba
görmeyen gözlerle bakıyordu.
Yapamayacaktı. Bu kadının sadık kalbini yalan söyleyerek kandıracak bir sonraki adam kendisi olamazdı.
Ne kendisi, ne de ülkesi için.
Yıllar boyu verdiği emekler sonucu sahip olduğu değerleri bir kenara atamazdı. Burada işi bitmişti.
Tek yapabileceği Yalancılar Kulübü’nün de bitmiş olmadığını ummaktı.
On Birinci Bölüm
Agatha titreyen parmaklarıyla Simon’ın kapısını tıklattı. Tanrım, tıpkı bir ağaçkakan gibi ses çıkarmıştı.
Gel.
Simon’ın tok sesi her zamankinden daha sakindi. Agatha sinirlerini kontrol altına almaya çabalayarak
odadan içeri süzüldü.
Simon elinde bir kitapla ateşin önünde oturuyordu. Hala giyinikti ama gömleğinin düğmeleri açıktı, saçları
da karışmıştı.
Ateşin aydınlattığı yüzünde bir an için acı dolu bir ifade gördü Agatha. Aniden içinde beliren rahatsızlıkla
duraksadı. Simon hafifçe gülümseyince bu rahatsızlık hızla kayboluverdi.
O ifade sadece bir ışık oyunuydu belki de.
O da Simon’a gülümsedi. Ne kadar mükemmel görünüyordu. Simon asla Agatha’nın onu yenmesine izin
vermeyecek ama aynı zamanda onunla birçok ilginç deneyimi de birlikte yaşayabilecek türden bir erkekti.
Ve inanılmaz güzeldi. Sadece ona bakarken bile Agatha nefesinin hızlandığını hissedebiliyordu. Üstüne
oturan siyah pantolonu ve dökümlü beyaz gömleğiyle müthiş görünüyordu.
Agatha yaklaşırken Simon ayağa kalkmadı. Bunun yerine oturduğu koltukta arkasına yaslandı ve uzun
bacaklarıyla gerindi. Genç kadın onun neredeyse çıplak halini bir kez görmüştü. Bu kaliteli giysilerin altında
neyin beklediğini biliyordu.
Onu yeniden çıplak görmek için sabırsızlanıyordu. Çırılçıplak.
Simon henüz konuşmamıştı, kafasını hafifçe eğmiş, Agatha’nın bir açıklama yapmasını beklermiş gibi
sessizce ona bakmaktaydı.
Karanlık ve sessiz bir evin içinde Simon’ın karşısında sabahlığıyla durmakta olduğunu düşününce,
durumu açıklamaya pek de gerek yok, diye içinden geçirdi Agatha.
Yine de o bir erkekti, her ne kadar mükemmel de olsa. Belki bir ipucu...
Bir karar verdim.
Simon elindeki kitabı yandaki masanın üzerine bıraktı. Ellerini karnının üzerinde kenetlemiş Agatha’ya
bakıyordu şimdi.
Hala tek kelime etmemişti.
Senin yatağında uyumak istiyorum. Birdenbire söyleyiverdiği bu sözlerle utancından kaskatı kesilerek
öylece kaldı Agatha.
En sonunda Simon’ın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Simon uzattığı bacaklarını toplayarak doğruldu ve
ayağa kalkacakmış gibi koltuğun kollarını kavradı. Ama yerinden kalkmadı.
Dikkatle Agatha’yı inceliyordu. Benimle odaları değişmek istediğini söylemeye çalışmıyorsun sanırım.
Hayır.
Ah.
Kobalt mavisi gözlerinde bir ışık parıldadı. Kederle karışık bir zafer pırıltısı gibiydi. Gecenin karanlığında
ışıldayan ateşin yansımalarıydı bunlar tabii.
Tamam o zaman. Agatha ona daha da yaklaştı. Neredeyse iki ayağının arasında duruyordu.
Simon kıpırdamadı. Karanlık bakışları Agatha’nın sabahlığından saçlarına doğru kayarken koltuğun
kollarını kavramaya devam ediyordu.
Reddedilme ve rezil olma korkusu başından beri ilk kez Agatha’yı sarmaya başlamıştı. Aslında Simon onu
henüz reddetmemişti. Pantolonundaki çıkıntıya bakılacak olursa yakın zamanda da pek reddedeceğe
benzemiyordu.
Anlaşılan Agatha’nm ona yol göstermesi gerekecekti. Birdenbire içinde yükselen yepyeni bir enerjiyle
kendini yeniden güçlü hissetmeye başlayan genç kadın gülümsedi.
Biraz daha yaklaşarak onun dizlerinin arasına girdi. Si-mon buna karşılık arkasına yaslandı, hala onu
izliyordu. Düğmeleri açık gömleğinin arasından yumuşacık cildini görebiliyordu Agatha.
Daha fazlasını görmek istiyordu. O geniş omuzları tekrar görmek, kaslarını hissedebildiği cildine
dokunabilmek istiyordu.
Eli sanki kendisine ait değilmişçesine uzanıp beyaz gömlekten içeri süzüldü. Simon’ın sıcak bedeni
Agatha’nın soğuk parmaklarının temasıyla titredi, kalbi hızla atıyordu. Genç kadının parmak uçlarının hafif
temasıyla bile Simon nefesinin hızlandığını hissedebiliyordu.
Agatha onun gömleğini kavrayarak hafifçe çekiştirdi. Si-mon onun bu hareketine öne doğru eğilerek
karşılık verdi. Genç kadın gömleği çıkarmak üzere harekete geçtiğinde Simon gözlerini kapatıp onun
kokusunu içine çekti.
Limon, çiçekler ve şehvet. Bunun üzerine Simon neredeyse donup kaldı. Şu anda baştan çıkarılıyordu.
Onu itip kendinden uzaklaştırmalı mıydı? Yoksa Agatha’nın bu eziyet edici yavaşlığına bir son verip kendi
sabırsızlığıyla kontrolü ele mi geçirmeliydi?
Genç kadının elleri usulca omuzlarında gezindikten sonra çıplak göğsüne indi. Çok cesur davranıyor olsa
da Simon’ın gözlerine bakamıyordu. Daha önce bir erkek vücudu görmemiş gibi inceliyordu onu.
Dudakları aralanmıştı ve ellerini Simon’ın göğsünün her bir noktasında dolaştırmaya öyle konsantre
olmuştu ki farkında olmadan bir dudağını dişlemekteydi. James’in bu kadına neden doyamadığını
anlayabiliyordu Simon.
Karşısındaki adama bugüne kadar gördüğü en muhteşem şey olduğunu hissettirmesi baş döndürücü bir
etki yaratıyordu.
Elleri en sonunda Simon’ın pantolonuna ulaştı. Genç kadın onun önünde diz çöküp her bir düğmeyi büyük
bir dikkatle yavaş yavaş çözdü. Simon o kadar sertleşmişti ki erkekliği bir anda gözler önüne serildi.
Agatha sakinliğini korurken verdiği tek tepki kalkan kaşlarıydı.
Aman Tanrım. Böylesi aklına bile gelmezdi. Tanrım, Tanrım.
Bu asla olamaz. Asla, asla, bin yıl geçse de gördüğü şey mümkün olamayacak kadar büyük ve...
Belki de insanlar tam olarak koyunlar gibi değillerdi.
Bu nefes kesici detayla daha sonra ilgilenmeye karar vererek bakışlarını çevirdi. Çömeldi ve dikkatini
Simon’ın ayakkabılarıyla çoraplarını çıkarmaya verdi.
Simon’m üzerinde pantolonu dışında bir şey kalmadığında geri çekilip ona baktı. Şey... Hala gözüne
oldukça büyük görünüyordu.
Simon onu seyretmeye devam ediyordu. Ona dokunmuyor, hiçbir şekilde ona karşılık vermiyordu.
Kendinden şüphe etmeye başlayan Agatha acaba şu anda gitmeli miyim diye düşündü?
Simon bunu Agatha’nın yüzünden okumuş olmalıydı ki ani bir hareketle öne eğildi ve onun yüzünü
ellerinin arasına aldı. Genç kadın onun bu dokunuşundan bütün vücuduna yayılan sıcaklığı hissedebiliyor,
temasına karşı konulmaz bir açlık duyuyordu.
Simon geri çekilerek onun gözlerine baktı. Bakışları sert, aynı zamanda sabırsızdı. Agatha, bunu ne kadar
ileri götüreceksin?
Ne? Tanrım, Simon. Sana lanet olası bir harita mı çizmem gerek?
Simon’ın dudakları tereddütlü bir gülümsemeyle kıvrıldı.
Hayır, sanırım nereye doğru ilerlediğimizi biliyorum.
Sonra Agatha’nın dudaklarına doğru uzandı.
Simon daha önce yanıp tutuştuğunu sandıysa da bu Agatha’nın öpüşüne teslim olmasının yanında solda
sıfır kalırdı. Ve en sonunda nefes almak üzere ayrıldıklarında, genç kadın başını geriye atıp Simon’ın
dudaklarına tama men teslim oldu.
Simon’ın görev bilinci duyduğu isteğin yoğunluğuyla zihninden uçup gitti. Tek düşünebildiği Agatha’ydı.
Yumuşak, ateşli, arzulu Agatha...
Ve coşkulu... İnanılmaz derecede coşkulu.
Simon genç kadının sabahlığını sıyırarak boynuna ulaştığında, Agatha pamuklu kumaşı sabırsızlıkla tek
omzundan aşağı itti.
Simon onu halıya yatırmak için oturduğu sandalyeden kayarak indi. Agatha onun altında kalana kadar
ateşin önünde yuvarlandılar. Agatha bedenini Simon’ın bedenine bastırıyordu.
Simon’ın dudakları genç kadının boynundan omuzlarına doğru indi. Agatha buz gibi titreyişlerle
sarsılıyordu.
Simon’ın çıkarmaya çalıştığı sabahlık Agatha’nın gövdesinden aşağı sarkıyordu şimdi. Simon onu
belinden tutarak incelemeye koyuldu. Onu hayranlıkla seyrederek, Ne kadar güzel... dedi güçlükle.
Göğüsleri kombinezonun kumaşı ardındaydı şimdi. Agatha onun önünde çıplak kalmaktan utanç
duymayarak çenesini kaldırdı. Simon ona bir eşya gibi değil de değerli bir mücevhermişçesine bakıyordu.
Simon da onu istiyordu.
Hem de her şeyiyle.
Agatha ellerini Simon’ın göğsünden çekip kombinezonuna götürdü. Gözlerini Simon’ınkilerden bir an
olsun ayırmadan kumaşı yukarıya doğru sıyırdı, göğüsleri tüm çıplaklığıyla Simon’ın gözleri önündeydi
şimdi.
Hayranlık dolu bir ifadeyle Simon bakışlarını onunkilere çevirdi.
İzin verir misin?
Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu Agatha’nın. Ne kadar da kibardı... Hiçbir zorlamada
bulunmaksızın...
Lütfen. Agatha gözlerini kapayıp başını geriye attı. Ateşin parıltıları altında kendini Simon’ın gözleri
önüne sermiş onun altında yatarken oda sanki etrafında dönüyordu.
Simon usulca genç kadının bacaklarının arasına yerleşti. Göğüslerini okşamaya başladığında ise Agatha
ürperip İçinde kabaran dayanılmaz bir coşku hissetti.
Agatha Simon’ın keşfine yardımcı olmaya çalışırcasına kollarını başının üzerine uzattı. Sıcak avuçları ona
dokunmaya devam ettikçe bedenindeki ısı karnının altında toplanıyordu adeta.
Simon göğüs uçlarını ağzına almak için eğildiğinde Agatha şaşkınlıkla sersemledi. Ve şaşkınlığı çok
geçmeden yerini tüm bedenine yayılan bir titreyişe bıraktı. Bundan Zevk alacağını nasıl da bilmişti?
Peki Agatha ona nasıl zevk verecekti? Simon’ın mutluluğu aniden onun için çok önemli olmuştu.
Neden sonra aldığı hazzı ve amacını unutturacak bir
düşünce kapladı zihnini. Bu gece buraya yaşanacakların ardından Simon’ın onunla evlenmek isteyeceğinden
emin olarak gelmişti.
Peki ya böyle bir şeyi Simon istemezse?
Ya onun başka amaçları varsa? Agatha’yla hiç ilgisi olmayan şeyler? Başından beri Simon’ı
yönlendirmişti, bu gece de bir istisna değildi. Eğer Simon’ı seviyorsa bunu ona nasıl yapabilirdi?
Bir anda kendinden nefret etti ve Simon’ı itip sabahlığını üzerine alarak kenara çekildi.
Özür dilerim.
Simon’ın yüzü gölgelenmişti. Neyin peşindesin?
Bir şeyin peşinde değilim Simon. Seninle oyun oynamıyorum, seni temin ederim. Şimdiye kadar belki
biraz yaptım ama şu an değil.
Neden söz ediyorsun?
Ah Simon. Özür dilerim. Seni alıkoyduğum için özür dilerim, sana şantaj yaptığım için özür dilerim. Sana
doğruyu söylemek yerine bu şekilde geldiğim için özür dilerim.
Doğruyu? Sesi düz, ateşin yansımasıyla aydınlanan yüzü
ifadesizdi.
Evet. Gerçeği bilmeyi hak ediyorsun. Bilmelisin ve kendi adına kendin karar vermelisin.
Peki nedir bu gerçek?
Gerçek Agatha’nın dudaklarından bir solukta dökülü-verdi. Seni... Seviyor olduğum, Simon.
Yüz ifadesi değişmeyen Simon kendini biraz geri çekerek, Beni seviyorsun... dedi.
Evet. Seni seviyorum ve sonsuza dek seninle olmak istiyorum. Bu gece buraya seni buna zorlamak için
geldim, fakat buna devam edemiyorum. Senin ne şekilde olursa olsun mutlu olmanı isteyecek kadar
seviyorum seni.
Mutlu?
Kes şunu. Benim kelimelerimi bana yönlendirmeyi bırak.
Seni seviyorum ve senin de beni sevmeni istiyorum. Ama buna karar verecek olan sensin, ben değilim.
Evet, bence de böyle olması daha uygun olur.
Simon’ın gözlerinde bir ateş belirdi. Agatha’nın içini titreten ve onu ümitlendiren bir ateş. Peki seviyor
musun?
Simon bir elini kaldırarak parmaklarıyla onun yanağını okşadı. Öyle yumuşak dokunmuştu ki Agatha
gözyaşlarına boğulabilirdi.
Peki James ne olacak?
Agatha başını eğerek acıyla gülümsedi. Buna çok sevineceğini söyleyerek seni kandıramam. Ama bence
zamanla alışacaktır.
Simon bakışlarını Agatha’dan ayırmaksızın başını yavaşça ona doğru yaklaştırdı. Dudaklarını onunkilere
usulca değdirdi. Agatha bu öpücüğün her anını hissedebilmek için gözlerini kapadı.
Yumuşacık, hafif bir öpüşün vaadi.
Simon geri çekilince genç kadın gözlerini açtı. Simon’ın gözleri hissettiklerinin yoğunluğuyla
koyulaşmıştı.
Seni seviyorum Simon.
Simon onu kendine çekti. Kollarını sımsıkı ona dolamış, çenesini Agatha’nm başına dayamıştı. Zorlukla
nefes alıyordu. Demek Agatha onu seviyordu. Duyguları içinden taşıyor gibiydi. Genç kadının başını geriye
itip dudaklarını hararetle dudaklarına bastırdı. Ona sahip olmak istiyordu, bedeninin de ruhunun da kendine
ait olmasını istiyordu.
İlkel dürtüler açığa çıkmıştı. Simon onun üzerindeki sabahlığı çekip çıkararak odanın diğer ucuna fırlattı.
Pantolonu ve minik kombinezon da hızla sabahlığın peşinden gitti.
Agatha onun için gerçekleşen bir rüyaydı. Onunla ve onun için yapmak istediği her şey zihninde tekbir
eylemde birleşmişti. Çok özel bir yerine dokununca, Agatha derin derin soluyarak ona karşılık verdi. Simon
burayı öpmeye başlayınca da devam etmesi için yalvaran küçük bir çığlık kopardı.
Çıplaktı ve Simon’a aitti. Simon dudaklarıyla ve elleriyle onu sarmıştı. Agatha’nın çıkardığı zevk dolu
sesler onu kamçılıyordu sanki.
Simon’ın ördüğü ağın içinde çırpınırken Agatha’nın başı dönüyordu. Dokunuşları hem sert hem de nazikti.
Agatha’yı okşuyor, bedeninde var olduğundan haberi bile olmadığı heyecanları yaşatıyordu ona.
Kocaman ellerini bacaklarının arasında gezdiriyor, onu coşkuyla okşayarak delirtiyordu. Sonra okşamalar
Agatha’nın boynuna ve yanaklarına ulaştı. Simon onun yüzünü tutup derin, uzun, kendinden geçirici
öpücüklere boğarak aklını başından almaya devam etti.
Agatha adeta ateşten bir denizde yüzmekte, Simon’ın dokunuşlarıyla kendinden geçmekteydi. Onu
hissetmek, onu tatmak, kokusunu içine çekmek şu anda benliğini kaplayan tek şeydi.
Simon rahatlamış ve neşelenmişti. Agatha’nın cildine dokunurken, Nasıl da tutkulu, diye fısıldadı. Nasıl
da içten. O en özel, hassas noktanın tadına bakmak üzere aşağı doğru kaydığında genç kadın uyluklarını
güvenle açtı ona.
Agatha tadı şeftali, giderek yükselen çığlıkları ise kulağına müzik gibi geliyordu. Tüm bedenini öpüp genç
kadının gözlerinin içine baktığında kollarının arasında bir tanrıçayı sarmakta olduğunu düşündü. Agatha da
en az onun kadar coşkuluydu, gözlerindeki pırıltı Simon’ın içine işliyordu.
Onu seviyordu. Geçmişinde ne olduğu, önceden kime sadakat duyduğu umrunda değildi Simon’ın. Onu
seviyordu ve Simon da çölde susuz kalmış bir adam gibi onun sevgisini kana kana içmekteydi.
Bedenini Agatha’nın inci gibi parıldayan zarif kıvrımlı bedenine bastırdı ve genç kadın olacaklara hazır bir
şekilde onu derinlerine aldı.
Agatha şaşkınlıkla kısa bir çığlık atınca Simon donup kaldı. Duyduğu ihtiyaçla kıvranırken karşılaştığı
duruma inanamayarak buz kesmişti. Bakire mi? Olamazdı. Agatha’nın omuzlarını sımsıkı tuttu, durduğu
uçurumun kıyısından kendini geri çekmeye çalışıyordu.
Agatha kıpırdamamayı başarabilseydi...
Genç kadın altında kıpırdanıyor, adeta yerinde duramıyordu...
Simon kendine hakim olamadı ve çaresizlik içinde inleyerek Agatha’nın üzerine yığıldı. Bedeni onu yarı
yolda bırakmış, kendini genç kadının içinde kaybetmişti.
Ve Agatha her bir kasılmada titriyordu.
Nefesi kesilen Simon’ın yapabildiği tek şey ona sımsıkı sarılmaktı. Ancak boşalmanın yarattığı sis
dağıldıktan sonra ne yaptıkları, dahası ne yaptığı gerçeği aniden belirginleşti.
Dirseklerinden destek alarak doğruldu ve Agatha’nın karışmış saçlarını yüzünden geriye itti. Genç
kadının yumuşacık gözleri irileşmiş, az önceki tutku yerini tereddüde bırakmıştı.
Canını acıttım mı sevgilim?
Agatha bir an için gözlerini kırpıştırdı ve sonra konuşabildi. Acıtmadın... Ama...
Ama acıdı. Ona sahip olmak için öyle bir telaş içindeydi ki Agatha’nın tam anlamıyla hazır olup
olmadığına idikkat edememişti. Bakire olduğunu da bu yüzden ancak sonra fark edebilmişti.
Dudaklarına yumuşacık bir öpücük kondurup yerden kalkabilmesi için onu serbest bıraktı. Islak bir havlu
almak için lavaboya kısa bir ziyaret, düşünebilmesi için gereken zamanı vermişti Simon’ a.
Geri döner dönmez şefkatle genç kadının bedenini temizledi, sonrasında sabahlığı alıp omuzlarına sararak
onu kollarının arasına alıp kaldırdı.
Kucağında Agatha’yla şöminenin önündeki sandalyeye
otururken, Başka bir aşığın yok, diye mırıldandı.
Bu bir soru değildi ama Agatha yine de cevapladı. Hayır, tabii ki yok.
Böyle bir düşünceye nereden kapıldın ki?
James’in metresi değilse kimdi bu kadın? Neden onu arıyordu?
Tam o sırada uzaktan bir gürültü duyuldu. Evin kapısının önünde, gecenin bu vaktinde içeri girmek
isteyen biri vardı. Simon endişelenmişti.
Adamları onun nerede olduğunu biliyorlardı. Kulüpte bir sorun çıkmış olabilir miydi? Adamlarından
birine bir şey mi olmuştu yoksa?
Simon geri çekildi ve genç kadının kaşının üzerine minik bir öpücük kondurdu.
Burada işimiz bitmedi. Hemen döneceğim. Pantolo nunu üzerine geçirip hızla odadan çıktı ve
merdivenlerin başına varınca pijama ve terlikleriyle Pearson’ın kapıyı açmış olduğunu gördü.
Kahya görünüşe bakılırsa içeri girmek isteyen birini kovalamaya çalışıyordu.
Ancak yağmurun altındaki adam var gücüyle onu itince Pearson geriye doğru savruldu.
Gelen adam öyle zayıftı ki derisinin altında kemikten başka bir şey yoktu sanki. Hareketsiz kaldığı anda
devrili-verecek kadar kötü durumdaydı. Son derece zayıf ve harap görünüyordu. Boğuk bir sesle, Aggie!
diye bağırdı.
Simon eski dostunu zorlukla tanıdı.
James! Arkadan Agatha’nın keskin çığlığı duyuldu.
Simon Agatha’nın yıldırım hızıyla yanından geçip merdivenlerden aşağı koşmasını, kendini James’in
kollarına atmasını izledi. James ona sımsıkı sarılmış, zayıflığı nedeniyle düşmemek için ona yaslanmıştı.
Pearson’ın elindeki mumun ışığında ikisi birbirlerine sarmalanmış duruyor- ken Simon arkalarında
karanlığın içinde kalakalmıştı.
Duyduğu acının boyutu şaşırtıcıydı. Ne düşünmüştü ki?
Aralarında olanları James’e açıklarlarken Agatha’nın yanında duracağını mı sanmıştı?
Peki şimdi ne demeliydi? Seni görmek ne kadar güzel, eski dostum. Kadınını çaldım. Ah, bu arada, vatana
ihanet etmekten tutuklusun. Büyük olasılıkla seni öldürmek zorunda kalacağım.
James çok geçmeden yüzüne bakmak için Agatha’yı kendinden uzaklaştırdı. Aşığının yatağından az önce
çıkmış olduğu belli olan genç kadının halini idrak ettiğinde gözleri kocaman gibi açıldı.
Aggie? Bu da nesi?
Ah! Simon basamakları inip onlara yaklaştı.
Merhaba, James.
Simon? Burada ne arıyorsun? O sırada James Simon’ın durumunu da idrak etti ve bakışları tehlikeli bir
hal aldı.
Seni aşağılık herifi Kız kardeşime ne yaptın?
Kız kardeş? Ah, hayır, olamaz.
Yaptığı hatanın büyüklüğü Simon’ın yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı.
Lanet olsun.
O, Simon Rain, az önce Griffin’in kız kardeşinin bekaretini bozmuştu.
Jamie’nin Simon’ın adını telaffuz etmesi Agatha’nın sevincini kursağında bırakmıştı. Bir adım gerileyip
önce bir adama sonra diğerine bakarken yüzündeki gülümseme uçup gitti.
Jamie? Anlayamıyorum. Simon’ı nereden tanıyorsun? Ağabeyi dehşet dolu bir bakış fırlatarak sertçe
Simon’a döndü. Seni sinsi. Demek kardeşimi avladın?
Jamie yumruğunu havaya kaldırıp yalpalayarak Simon’a doğru yaklaştı fakat o sırada bacakları onu
taşıyamadı ve Simon onu düşmeden yakaladı.
Agatha Simon’a baktı. Neden bahsediyor? Sinsi de ne demek oluyor?
Simon ona cevap vermedi. Agatha’ya bakan gözleri karanlıktı.
Jamie onun yerine cevap verdi. Sesi boğuktu ve öfkeden titriyordu. Alçak herif görevde demek. Seninle
birlikteyken bir yandan da çalışıyordu demek.
Agatha kafasını salladı. Hayır Jamie. Simon’ın bir hırsız olduğunu günler önce fark ettim. Bizimle ilgili
mutlu olmadığını biliyorum ama..
Ben bir hırsız değilim, Agatha. Simon bir elini ona doğru uzattı ama sonra eli boşluğa düşüverdi. Ben bir
istihbarat ajanıyım. Buraya ağabeyini tutuklamak üzere geldim.
Tutuklamak mı? Agatha ikisine birden baktı. Burada neler döndüğünü öğrenmek istiyorum. Fakat Jamie
çok kötü durumda. Şu anda yatakta olması gerekiyor ve bir doktor çağırmalıyız.
Hayır!
İki adam da buna aynı anda karşı koydu. Jamie kafasını sallayarak, Hayır, Aggie, dedi. Henüz değil.
Sanırım siz ikiniz bana olan biteni anlatmaya başlasanız iyi olur. Hemen şimdi.
Pearson yatak kıyafeti içinde her zamanki gibi asil bir edayla öne çıkarak, Size yiyecek bir şeyler
getireyim efendim. Sanırım Bay... İçin rahatlatıcı bir şeyler iyi olur.
Evet, Pearson. Sanırım biraz et suyu ve ekmek ağabeyime iyi gelecektir.
Bir de battaniye, diye ekledi James. Ve uzanacak bir yer.
Evet, dedi Agatha sertçe. Hadi salona geçelim.
Simonjames’in kanepeye uzanmasına yardım etti, sonra da şömineyi yaktı. James berbat durumdaydı.
Agatha kafasını karıştıran belirsizlikleri bir kenara bırakarak onun kendini rahat hissetmesini arzu ediyordu.
Harry kan çanağı gözlerle belirdi. Getirdiği yün battaniyelerle Agatha kanepeye yığılmış olan Jamie’yi
sarıp sarmaladı.
Pearson elinde çay ve dumanı tüten çorbayla içeri girdi. Agatha bir süre boyunca Jamie’nin titreyen
elleriyle çorbayı içmesine yardım etti.
Simon şömineyi yaktıktan sonra yanlarına dönüp sandalyenin koluna ilişerek ikisini izlemeye başladı.
Agatha Simon’a bakmaya dayanamıyordu. Buna inanmayı reddediyordu. Bu doğru değildi. Olamazdı. Bir
an için Simon’ın ona gerçekleri açıklayacağından emin oldu, evet belki James’i arıyordu, evet belki
tamamen dürüst davranmamıştı ama onu seviyordu, tıpkı az önce söylediği gibi.
Fakat aslında bunu tam olarak söylememişti, değil mi? Çok geçmeden titremesi kesilen James çorbanın
kalanını eliyle itti. Agatha’nın her ikisiyle de konuşmamak için herhangi bir bahanesi yoktu. Ayağa kalkıp
sabahlığına sıkıca sarındı. Simon, Jamie’yi neden arıyordun?
James cevap verdi. Buna hiç şaşırmadım Aggie. Ne de olsa haftalardır rapor vermemiştim.
Rapor vermek?
Simon ve ben birlikte çalışıyoruz, Aggie.
Simon’ın ismi onu ürpertiyordu. Bir adım ilerisinde duruyor olsa da Agatha ona bakamıyordu. Bu rahatsız
edici duygu giderek kötüleşiyor, Jamie’nin dönüşüne duyduğu sevinci söndürüyordu.
James sözlerine devam etti. Bir gece Fransızlar tarafından esir alındım. Şeyden dönüyordum... Bir hanımın
evinden. Kalabalıklardı, çok geçmeden beni yere indirdiler. Sonrasında tek hatırladığım, küçük bir teknenin
ambarında uyandığımdı. Beni çoğunlukla baygın tuttular. Ah, Jamie. Agatha derin bir iç çekti.
Ne kadar korkunç.
Jamie dalgın dalgın onun elini okşadı, bir yandan da endişe içinde Simon’a bakıyordu.
Benim anlamak istediğim neden Simon’ın araştırmasını senden saklamayı tercih ettiği.
Bir kız kardeşin olduğunu bilmiyordum James. Dosyalarının dışında tutmayı başardığın küçük bir detay.
Agatha’yı incelemeye karar verdiğimde bambaşka bir varsayım üzerinden ilerliyordum.
Peki ama beni neden araştırma gereği duydun ki? Bütün bunlarla benim ne ilgim var? En sonunda dönüp
Simon’a bakabilmişti.
Bu ev için James’in hesabındaki parayı harcıyordun. Kim olduğunu ve ne bildiğini görmek için geldim.
Neden?
Çünkü James’in iki tarafa birden çalıştığından ve bir hain olduğundan şüpheleniyorum.
Ne? Agatha ve James aynı anda ona döndüler.
Simon birbirine benzeyen bu iki çift kahverengi göze baktı. Tanrım, aptal olduğu kadar kördü de. Bu
benzerliği nasıl da fark edememişti?
İnkar edilemeyecek gerçekler var. Griffin’in faaliyetlerinin kamuya sızdırılması. James’in kayboluşu.
Aynı sırada James’in banka hesabına yüksek miktarda para yatırılmıştı, ayrıca adamlarım birbiri ardına
deşifre ediliyordu. Agatha buraya taşınmıştı ve parayı özgürce harcamaktaydı.
Agatha kaşlarını çattı. O benim paramdı, Simon. Appleby’den ayrılırken gayrimenkul hesabından aldım
onu. Simon başını salladı. Bu çok büyük miktarda paraydı, Agatha. Senin olamayacak kadar çok...
Agatha yalnızca başını eğerek onu süzdü. Simon gizliden gizliye bu şüphesinde de yanılmış olduğundan
endişelenmeye başlamıştı.
James telaşla atıldı. Simon, adamlarının kimlikleri açık ediliyordu dedin. Ne demek istedin? Simon
James’in gözlerindeki korkunun derinliğini görebiliyordu.
Bazıları öldü. Bazıları da çalışamayacak kadar kötü yaralandı. Aktif görevden tamı tamına on iki
adamımız eksildi. Hep düşündüm, dedi James sessizce. Baygınken böyle rüyalar gördüm. Beni bir an rahat
bırakmayan bir şeytan tarafından bitmeyen bir sorgulama vardı. Yine de hiçbir önemli bilgiyi vermediğimi
umuyordum. Titreyen elleriyle gözlerini ovuşturdu. Beni delirmekten kurtaran tek şey buydu.
Simon’m kafasındaki şüpheler yerini eski dostuna olan inanca bırakmaya başlamıştı. Simon konuştuğunda
sesi üzgün ama kızgınlıktan uzaktı. Ren Porter şu anda ölümle cebelleşiyor. Fransızlara onun kimliğini
açıklayacak bilgiyi bir tek sen vermiş olabilirsin.
James dayak yemişçesine sarsıldı. Aman Tanrım, Simon. Aman Tanrım. Keşke önce beni öldürmüş
olsalardı, diye fısıldadı.
Çektiği ıstırap oldukça gerçek görünüyordu, durumu da anlattığı hikayeyi destekliyordu şüphesiz.
James masumdu. James’e karşı bir tedbir almaya gerek kalmayacak olduğunu anladıkça Simon
rahatlıyordu. Öte yandan sorunun önemli bir kısmı hala çözülmemişti. James’i ne yapacaklardı?
Simon’m bile hesap vermesi gereken kişiler vardı. Kraliyet Dörtlüsü Simon’ın içgüdüleriyle pek
ilgilenmeyecekti. Somut deliller isteyeceklerdi. Anlattığın hikaye araştırılmak zorunda, James. O zamana
kadar ev hapsinde kalsan iyi olur. Üzgünüm ama masumiyetin ispatlanana kadar sana özgürlüğünü
veremem.
James yavaşça kafasını salladı. Bunu hak ediyorum. Kodesten çok daha iyi olduğu kesin. Zaten bir süre
ayağa kalkıp dolaşacak halim olmayacak gibi görünüyor.
Yastıklara kendini bırakırken gözlerinde acı dolu bir ifade vardı. Suçluluk ve pişmanlık içindeydi.
Simon Agatha’ya döndü. Bu yapmaya sabırsızlandığı bir açıklama değildi. Elinden tutup onu salondan
çıkardı.
Agatha soğuk girişte onun tam karşısında durup kollarını kavuşturdu. Büyümüş gözleriyle ihanete uğramış
gibi bakıyordu. Gerçeği öğrenmek isteyip istemediğinden emin olamayan kadınların korku ve ümit karışımı
bildik tereddüdüyle Simon’ın konuşmasını bekliyordu.
Simon onu kendine çekip ısıtmak istedi. Ama yapmadı. Buraya onu bulmaya geldim, seni buldum. Onun
metresi olduğunu sanmıştım. Gösterdiğinden fazlasını bildiğini düşünmüştüm. Hatta senin onunla işbirliği
yaptığından bile şüphelenmiştim.
Simon konuştukça Agatha’nm rengi soluyordu. Peki ya geçirdiğimiz haftalar?
Senin oynamakta olduğun oyun... Benim amacım açısından da uygundu. James’in yerini bulabileceğim bir
doküman, bir mektup, herhangi bir ipucu bulmayı amaçlıyordum.
Agatha dudaklarını nemlendirdi. Peki ya bu gece?
Simon ona yalan söylemek, bu gecenin bütün bunlarla hiçbir ilgisi olmadığını söylemek istedi. Ama artık
yalanlarla işi bitmişti.
Seni baştan çıkararak gerçeği öğrenmeyi denemeye karar vermiştim. Fakat sonra... Simon sustu. Sonra ne?
Sonra fikrini mi değiştirmişti? Sonra onu kendisi için mi istemişti?
İstediyse de bunun artık bir önemi yoktu. Karşısındaki kadın toprak sahibi bir centilmenin kız kardeşiydi.
Bir ley-diydi... Simon gibilerden daha üstündü.
Simon ise bir casustu. Sevdiği insanlara korku veren birinden başka bir şey değildi.
Agatha bir milim bile kıpırdamamış olsa da bir anda ondan kilometrelerce uzaklaşmıştı sanki. Çenesini
kaldırarak Simon’ın gözlerine soğukkanlılıkla baktı. Anlıyorum.
Sadece görevini yapıyordun.
Döndü ve ön kapıya doğru yürüdü. Pearson, diye seslendi. Bay Rain’e paltosunu getir lütfen. Acilen
buradan ayrılıyor.
Sonra kapıyı açtı ve dışarıdaki soğuk hava Simon’m iliklerine işledi.
Hoşça kaim Bay Rain. Kış yağmuru kadar soğuktu... Buz gibi tavırları Simon’ın içinin pişmanlıkla
burkulmasına neden oldu. Kendi aptalca hatası yüzünden başına bunlar geliyordu. Onun sıcaklığım bencilce
çalmaya çalışmıştı ve şimdi o sıcaklık her ikisini de terk etmişti.
Pearson Simon’m paltosuyla yaklaşırken Agatha kapıdan ayrıldı. Sessiz bir ağırbaşlılıkla döndü ve salona
girip aralarındaki kapıyı kapadı.
Simon Carriage Square’deki evden çıkıp kararlı bir tavırla aşağı doğru yürüdü.
Gecenin karanlığında ne sokağı, ne de sisi belirgin kılan sokak lambalarının ışığını görüyordu. Agatha’mn
gözlerindeki buz gibi acıdan başka bir şey düşünemiyordu.
Pişmanlıkla ve haftalardır yaptığı hatalarla derinden sarsılmıştı.
Her konuda yanılmıştı. Agatha’yla ilgili vardığı her bir lanet olasıca yargı tamamen yanlıştı.
Kendi varsayımlarıyla böylesine yanıldığına göre ne biçim bir casustu Tanrı aşkına! Kör. Aptal. Ve derin
bir utanç içindeydi.
Hayatı boyunca birçok günah işlemiş ama kimsenin kalbini kırmamıştı. Bugüne kadar.
Önünü görmez halde bir köşeyi daha döndüğünde alem yapan gençlerin arasında buldu kendini. Kenara
çekilerek bu gençlerin sendeleyerek yürümelerini, itişip kakışmalarını, birbirlerine erkekliklerini aşağılayan
ahlaksız hakaretler haykırmalarını seyretti.
Kafasını sallayarak etrafına baktı. Çeşitli kulüplerin bulunduğu lüks bir semtti burası. Yine ona ait
olmayan bir dünya. Simon’ın böylesi sığ eğlencelerle işi yoktu. Agatha’nın evinde yeri olmadığı gibi. Onun
işi krallığı korumak ve onu tehdit eden kim olursa olsun ona engel olmaktı.
Bu yalnızların işiydi. Bunu daha önce nasıl olup da fark etmediğine şaşırdı. Hiçbir kayıtta yer almayan
gizli bir kimlikten ibaretti... Arkadaşları ve ailesi olmayan bir hayalet adam. Bu dünyada tek bir amacı olan
bir adam.
Pekala. O zaman iş başına.
Birkaç dakika sonra Simon karanlığın içinden geçip sosyetik olmayan ama saygın görünümlü bir evin
bahçe duvarının dibinde buldu kendini.
Hızlıca etrafını kontrol ettikten sonra duvarın üzerinden atlayıverdi. Bahçeyi sarmakta olan çalılar fazlaca
büyümüştü, haliyle rahat bir gizlenme imkanı sunmaktaydı. Gürültü çıkarmamak için taş yoldan
yürümemeye gayret ederek yeşilliklerin karanlığında ilerlemeye devam etti.
Birçok evin aksine bu evin mutfak kapısına sağlam bir kilit konmuştu. Eğer isterse açabileceğinden emin
olmasına rağmen Simon bununla oyalanmadı bile.
Bunun yerine tuğlaları merdiven olarak kullanmayı tercih edip parmak ucunda üçüncü kat penceresine
tırmandı.
Pencereye ilişip camı itti, ardından akıcı bir hareketle pencere kenarına tutunup odanın içine atladı.
Bürodaki görevli ona bakmak üzere döndü, şaşkınlıkla bir elini kalbinin üzerine koymuştu.
Bunu yapmanızdan nefret ediyorum efendim!
Simon ceketini çıkarıp adama fırlattı. Üzgünüm Denny. Biliyorsun dayanamıyorum. Gevşek duran bo-
yunbağını da çıkarıp ceketin üzerine attı.
En azından bana nerede olduğunuzu söylemeliydiniz. Neredeyse meraklanmaya başlıyordum efendim.
Haklısın Denny. Biliyorum affedersin.
Denny, Button kadar dahi değildi, ancak Button’m sahip olduğu avantajlardan mahrum olduğu da bir
gerçekti. Hemen hemen on sekiz yaşındaydı ve zavallı eski torbacı hala vekilharç konumuna inanamıyor,
gereğinden fazla çalışma eğilimi gösteriyordu.
İşlerle ilgileniyordum, yerel bir mesele.
Gerçi geçtiğimiz iki hafta içinde kulübe en az yirmi mesaj göndermene bakılırsa biliyorsun sanırım.
Denny burun kıvırdı ama söylenmeyi kesti. Simon bazen kimin kime hizmet ettiğinden emin olamıyordu.
Hizmetçi çalıştırmak onlara hem ilgi göstermekten hem de onlardan annelik görmekten ibaretti.
Yine de sade evini o kadar nadir kullanıyordu ki Denny kendi başına bu işle yeterince iyi başa
çıkabiliyordu.
Simon burayı satsa iyi olurdu, bir ev olmaktan çok baş ağrısı vermeye başlamıştı çünkü. Carriage
Square’deki evin yarısı kadar bile sıcak değildi üstelik.
Agatha’nın buraya asla adım atmayacağı düşünülürse hiçbir zaman aksi olmayacaktı. Fakat bu ev olmazsa
Denny gibi sokakta bulduğu çocukları nereye koyacaktı?
Stubbs da bu yolla bulduğu hazinelerden biriydi, tıpkı Feebles gibi. Bu yankesici Simon’ın onu
şebekesinden ayırabilmek için vermek zorunda kaldığı rüşvetten çok daha fazlasını kazandırmıştı bugüne
kadar. İyi bir istihbarata o kadar çok ihtiyaç vardı ki Simon Feebles’ın yeteneğine sahip yankesicilerden
oluşan bir kadrosu olmasını çok isterdi doğrusu.
Denny arada sırada dramatik bir edayla burun kıvırıp Simon’a günahlarını hatırlatmak dışında görevlerini
sessizce yerine getirirdi.
Simon’m sabrı tükenmişti. Denny çok geç oldu. Neden artık yatmıyorsun? Yarın sabah zinde bir halde
erkenden ayakta olman gerekecek.
Bu sözler üzerine neşelenen çocuk yüzünü buruşturarak, Peki efendim, dedi. Süt kasasıyla birlikte yukarı
çıkayım ben o zaman.
İyi edersin. İyi geceler.
En sonunda pişmanlıklarıyla baş başa kalan Simon yatmadı. Bunun yerine sandalyesini şömineye
yaklaştırarak kaybettiği sıcaklığı bir nebze olsun bulmaya çalıştı.
Agatha’nın tam olarak ne yaptığını idrak etmesi için bir süre geçmesi gerekti. Genç bir kadın, bir
hanımefendi, kayıp ağabeyini bulabilme özgürlüğüne sahip olabilmek adına kendine bir koca uydurmak
zorunda kalmıştı. Aslında bu çok kahramanca bir eylemdi.
Ve bu geceki davranışları. Aşkına inanmıştı. Simon Rain’e olan aşkına. Hırsız, eski baca temizleyicisi ve
ucuz bir fahişeden olma babasız bir çocuğa.
Tabii artık aşık olmadığına bahse girebilirdi Simon. Bütün bu yaptıklarından sonra.
Onun bekaretini almış, hemen ardından kalbini kırmıştı. Bunu da pek usturuplu yaptığı söylenemezdi.
Bütün cehaleti ve şehvetiyle onu gereğinden fazla incitmişti. Agatha’nın dehşetle açılmış ifadesi her
gözünün önüne geldiğinde tüyleri ürperiyordu.
Simon açıkça... Şoke olmuştu. Bedeninin ihtiyaçları yüzünden duramayan, kontrolünü kaybeden türde bir
adam olduğunu görmek onu üzmüştü.
Ayrıca bu sadece bedensel bir ihtiyaç mıydı?
Bu düşünceden kurtulmak istedi. Elbette öyleydi. Agat- ha sevgi doluydu, yumuşacık bedeni ve
dizginlenemez coşkusuyla cennetten inmiş bir mutluluk gibiydi. Onun gibi bir kadın karşısında duygularını
kontrol edemeyecek hiçbir erkek yoktu.
Kendisi hariç. Simon kontrol konusunda ustaydı. Soğukkanlılık konusunda üzerine kimseyi tanımazdı.
Onun karanlık dünyasında Agatha’nın tatlılığı ve sıcaklığına yer yoktu.
Düşmanını çok iyi okuyabilme ve doğru adamı doğru göreve getirmedeki üstün yeteneği sonucu adamları
ona Sihirbaz adını takmıştı.
Ve daha önceleri nesneleri esrarengiz biçimde yok edebilme yeteneği nedeniyle de bu ismi ona
yakıştırmışlardı. İstediğinde kendisi de aynı şekilde yok olabiliyordu.
Gölgelerin adamı. Daima dünyalar arasında gezinen, ülkesi yararına yasal olan ile gerekli olan arasındaki
ince çizgide yürüyen adam.
Onu asla kendilerinden biri olarak kabul etmeyecek sınıf ayrımcısı vatandaşlarının iyiliği için.
Denemesine bile izin verilmezdi. Toplum içine karışmak için adi bir baca temizleyicisi olmayı mı yoksa
sonsuza dek burjuva arkadaşları arasında şüphe duyulacak fazla eğitimli bir sokak serserisi olmayı mı
seçmeliydi?
Ya da görünmez kalmaya devam ederek bir işe yarayabilir, hayatı böylece en azından bir anlam
kazanabilirdi.
Gerçekten pek de seçme alternatifi yoktu. Daha çok kader gibiydi bu. Kaderinin aklını kaybettirecek denli
yalnız olmayı gerektirmesi üzücüydü.
Daha önceleri yalnızlıktan bu denli rahatsızlık duymamıştı ama şu anda hissettiği rahatsızlığı reddedecek
kadar da iyi bir yalancı değildi.
Bunu daha fazla inkar edemezdi. Daha fazlasını istiyordu. Sıcaklık istiyordu, ateş ve yürek istiyordu.
Ve tutku.
Geçen birkaç haftadır birden fazla yanlış karar alma hatasına düşmüştü. Agatha’yı defalarca
küçümsemişti. Tutkuyu da öyle. Ve tutku içine sinsice yayılmıştı. Agatha’yla çarpıştığı andan itibaren onun
büyüsüne kapılmıştı. Tamamıyla onun etkisine girmişti. Baştan aşağı, bütünüyle karmakarışık olmuştu.
Tutku. Bunu nasıl olmuştu da görememişti?
Şimdi de onsuz yaşamak istemiyordu.
Agatha’yı istiyordu. Onun hayat boyu kollarının arasında olmasını istiyordu.
Kendine asla bu izni vermeyecek olması ise çok üzücüydü.
Benimle evlenmesini istemiştim.
Agatha sabahın ilk ışıkları kızarmış gözlerini acıtıyor-muşçasına başını salon penceresinden öteye çevirdi.
James kahvaltı tepsisinin kucağında olduğunu unutmuş, dinlenmekte olduğu kanepeden ona bakıyordu.
Genç kadının solgun benzi ve sessizce acı çekiyor olması onu korkutuyordu. Sevgili Aggie’si asla sessiz
kalmazdı.
Seninle evlenmesini mi istemiştin? Neden?
Ona aşık oldum.
James yüzünü buruşturdu. Lanet olsun. Duruma bak. Emin misin? Onu sadece birkaç haftadır tanıyorsun.
Agatha James’e baktı. Sen onu yıllardır tanıyorsun. Sen söyle. Ona aşık olmamam için bir neden var mı?
Simon’ın tanıdığı en kaliteli adamlardan biri olduğunu inkar etmenin anlamı yoktu. James şu anda onu
öldürmek istiyor olabilirdi ama onu asla kötüleyemezdi.
Bir rol üstlenmişti, diye hatırlatmadan duramadı. Belki de sadece bu rolden etkilendin.
Agatha bakışlarını indirerek ellerine baktı. Bütün gece bunu düşünmekten başka bir şey yapmadım. Ve
gerçekte var olmayan birine aşık olma ihtimalini düşünmek pek de hoş değil.
Odayı arşınlamaya başladı. Bu daha iyiydi. James hareket eden Aggie ile daha kolay baş edebilirdi.
Yine de emin değilim. Bu rolü oynarken Simon’ın kendisi de oradaydı bence. Belki de eskiden olduğu
gibiydi ya da olmak üzere olduğu adamdı, fakat oydu işte, hepsi aynı kapıya çıkar.
James elini saçlarının arasından geçirdi. Ne yapmak istiyorsun? Onu seninle evlenmeye zorlayabilirim.
Bu sözler üzerine Agatha öfkelendi. Beni bir eş olarak bu kadar mı istemiyor? İkna olması için böylesi bir
çabaya ihtiyacı varsa onu istemiyorum.
James bu noktada Simon’ı savunmak durumundaydı. Öyle değil Aggie. Simon için seninle evlenmek,
görevinin, kariyerinin sonu demek. Bunu daha önce defalarca söyledi ve ben ona inanıyorum. Evlenirse
karısı ve çocukları bir gün kendisine karşı kullanılabilir diye düşünüyor.
Agatha’nın anlamaya başladığını gören James sözlerine devam etti. Görmüyor musun? Onun durumunda
biri günün birinde ülkesi ve sevdikleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalabilir...
Genç kadın araya girdi. Ve o bir vatansever... İngiltere’yi seçmek zorunda kalacak, sonrasında ailesine
ihanet ettiği için hayatının sonuna kadar kendini suçlayacak.
Evet. James bir an için Agatha’yı tartarcasma baktı.
Bunu anladığına sevindim Aggie. Son bir ayda çok olgunlaştın, öyle değil mi?
Agatha bir ayağını altına alarak kanepede James’in dizlerinin dibine ilişti. Bir an onu üzgün bakışlarla
süzdü. Ben yıllardır büyümekteyim James. Sadece sen bunu görmek üzere orada değildin.
James yanıt vermedi. Onu terk edişinin hiçbir savunması yoktu. Mektup yazıyor oluşunun ona olan
bağlılığının bir göstergesi olduğunu söyleyip durmuştu kendine. Onu ziyaret edeceğine dair kendine hep söz
vermişti... İşler yoluna girer girmez ve bir sonraki görevi biter bitmez...
İşini çok seviyordu. Risk ve entrikayı seviyordu. Yalancılar Kulübü’nde sabotaj konusunda üzerine yoktu.
Bir aslan çevikliğiyle ilerleyen, bir kartal keskinliğiyle hedefi vuran, birbiri ardına imkansız görevlere
çağrılan adam, kudretli Griffin.
Açıkçası bunun bir saniyesini bile kaçırmak istememişti. Agatha onun düşüncelerini okuyormuşçasına
sersemlemiş bir ifadeyle, Başından beri senin Griffin olduğunu düşünmek... dedi.
James havayı dağıtmaya çalışarak, Ne? dedi. Ağabeyinin Napolyon’un gırtlağına dayanan bıçak olduğunu
düşünmüyorsun değil mi?
Agatha homurdandı. Bana böbürlenme James Cun-nington. Ben senin uzun donlu halini bilirim.
James yumruğunu kaldırıp kendini beğenmiş bir tavır takındı. Griffin don giymez! Griffin don giyecek
kadar insan değildir!
Hem de şalvar gibi olanlardan. Şalvar gibi ve yıkanmaktan grileşmiş olanlardan, dedi Agatha dalgın
dalgın. Sosyetenin Sesi bununla ilgilenir mi ne dersin?
Ayağını denk al Bayan Tahrik! Hala gıdıklanamayacak kadar büyümedin.
Büyüdüm.
James haklılığını ispat etmek üzere harekete geçti. Hala güçsüzdü, fakat Agatha yine de kendini korumak
için ellerini siper ederek geri sıçradı.
Tamam! Siz nasıl isterseniz Üstat Griffin.
Kardeşinin bakışlarındaki üzüntülü ifadeyi bir an için de
olsa yok edebilmenin mutluluğuyla James onun elini ellerinin arasına alarak arkasına yaslandı.
Yeniden yuvada olduğum için mutluyum.
Henüz yuvanda değilsin.
Agatha’ya gülümseyerek başını eğdi. Appleby sadece bir ev ve birkaç ağaç. Benim ailem sensin.
Genç kadın bu sözler üzerine gözyaşlarına boğuldu. James onu kendine çekti. Agatha onun yanına kıvrılıp
başını boynuna gömdü.
Onu bu kadar uzun zaman yalnız bırakmamalıydım diye düşündü James. Daha iyi bir ağabey olabilseydi
bunların hiçbiri olmayacaktı. Agatha savunmasız bir halde asla Londra’ya gelmeyecek, bekaretini
kaybetmeyecek...
Agatha, senin geleceğin hakkında konuşmalıyız. Simon’ın Mortimer Applequist olmadığını kaç kişi
biliyor? Agatha burnunu çekti ve omuz silkti. Hiç kimse. Hizmetçilerin bile mi? Bu harika bir haberdi.
Hayır. Pearson dün geceden sonra şüpheleniyor olmalı ama bir kelime bile etmedi. Dünyanın geri kalanı
da bu yalana tüm kalbiyle inanıyor. Simon oldukça ikna ediciydi.
.. Agatha dudaklarını birbirine bastırarak sustu. James dikkatle ona bakıyordu. Ne oldu?
Agatha öfkeden kıpkırmızı oldu. Şimdi fark ediyorum. O görgü derslerine hiç ihtiyacı yoktu aslında, değil
mi? James neredeyse kahkahalara boğuldu. Simon’ın mı? Ah, Tanrım, hayır. Her baloya götürebileceğin bir
centilmendir o...
Genç kadının daha da sinirlenmesine bakılacak olursa James iyi bir şey söylememişti.
O... O serseri! Kanepeden bir yastık kapıp duvara fırlattı. Çatalı nasıl tutacağını göstermek için onun elini
tuttum ben! Yılan! O inanılmaz bir... Sıçan... Yılan... Piçi James gözlerini kırpıştırdı. Sana bunu söyledi mi?
Bu adamı bir daha görürsem, onu öldüreceğimi Bir daha görmesem bile onu öldürebilirim!’ Bir yastık daha
duvara uçtu, duvardaki tablolardan biri yamuldu. Agatha kanepeye bir bakış fırlattı. Burada bir yastık eksik.
Sonra olduğu yere yığıldı. Mortimer’ı ben uydurdum, diye söylendi. Uydurduğum gibi de yok edebilirim...
Aggie, beni dinle. Simon sana bir piç olduğunu söyledi mi?
Ne? Evet, tabii. Annesiyle ilgili her şeyi anlattı bana, sokaklarda uyuduğunu... Başını kaldırıp James’e
bakarken rengi solmuştu. Bunları da mı uydurdu?
Hayır, Aggie. Uydurmadı. Ulu Tanrım, Simon annesiyle ilgili her şeyi ona anlatmış mıydı? James bile bu
detayları bilmiyordu.
Bu tek bir anlama gelebilirdi.
Tanıştıklarından bu yana geçen zaman içinde bu bir ilkti...
Simon aşık olmuştu.
On İkinci Bölüm
Günün büyük bir bölümünü Jamie’yle geçiren Agatha onu erken yatmaya ikna etti.
Şimdi ise kendi yatak odasında huzursuzca dolanıyor,
Jamie’ye yorgun olduğunu ve dinlenmek istediğini söylemiş olmasına rağmen gözü yatağını görmüyordu.
Duyduğu öfke onu bunaltıyordu ama yine de bu öfkeden aldığı güce sarılmakta ve Simon’ın yalanlarını
düşünerek bu öfkeyi beslemeye devam etmekteydi.
Simon’ın onunla evlenemeyecek olmasına, kendisinin de onu buna zorlayamayacak olmasına öfkeliydi.
Simon’ın evlenememesinin nedeni ülkesinin çıkarlarından başka bir şey olsaydı, Agatha onu bu kararından
vazgeçirmek için mücadele edebilirdi.
Doğruyu söylemek gerekirse onu elde etmek için elinden gelen her şeyi yapabilirdi. Yalan söylemek,
kandırmak, çalmak... Her şeyi yapabilirdi!
Ama Simon İngiltere için çok önemli - kendini fazlasıyla halkına adamış - bir adamdı.
Hangi ölümlü kadın bununla rekabet edebilirdi ki? Değerleri olan hangi kadın bununla rekabet etmek
isterdi?
Kendine dürüst olmalıydı... Hayat boyu bu adamın yüreğinde ikinci sırada olmaya katlanabilir miydi?
Bencilliği konusunda kendini kandırmayacaktı.
Giderek bu durumdan nefret edebilir ve büyüyen nefret aşkını zedeleyebilir, onun bütün hesap
kitaplarından bir gün tiksinecek noktaya gelebilirdi.
Hayır... Aslında babasının matematik ile ilişkisiydi şu anda düşündüğü.
Babası ve Simon aynı mıydı? Agatha ona ilgisini veremeyecek, aklı sürekli başka yerde olacak bir adama
aşık olmak gibi ölümcül bir hataya mı düşmüştü?
Aman Tanrım! Bunu yapacak kadar aklını mı yitirmişti?
Evet işte tam olarak bunu yaptığı aşikardı. Ve yine yapacaktı.
Simon ona ufacık bir ümit verse, bütün hayatını bir yana atıp memnuniyetle ona koşacak ve büyük
görevini tamamladıktan sonra Simon’dan arta kalanlarla idare etmeye razı olacaktı.
Ve bu onu mahvedecekti. Daha şimdiden Simon’ı ondan aldığı için ülkesine duyduğu öfke ile kendini
suçlamaya başlamıştı.
Ne diye basit bir adama aşık olamamıştı? Neşeli, karmaşık olmayan, genç Collis Tremayne gibi birine
mesela? Aniden iple çektiği Etheridge davetini hatırladı. Şu anda orada olabilirdi, Mortimer ile birlikte.
Tabii Mortimer artık partilere katılamayacaktı. O ölmüştü. Agatha’nın Simon’dan sonra mutlu bir yaşam
sürme ihtimalinin yitip gittiği gibi...
Tabii ya.
Hızla yazı masasına doğru yürüdü ve çekmeceden bir kağıt çıkardı. Acele ederse Harry’yi hemen
gönderebilir, yarınki baskıya yetiştirebilirdi.
Orada olup Simon’ın yüzünü görebilmeyi çok isterdi doğrusu.
Ertesi sabah Simon trafikle boğuşacak kadar sabırsız bir ruh halindeydi. Dün gece düşüncelerinde
Agatha’yla mücadele edip uyuyamadığmdan bu sabah her zamankinden geç kalkmıştı.
Kaldırımlar yayalarla doluydu, caddeler de arabalarla dolup taşmış trafik kilitlenmişti. Londra’nın sürekli
çoğalan halkı sabah turundaydı.
Aksi yönden gelen birinin omzuna çarpmasıyla homurdandı.
Affedersiniz başkanım, dedi tanıdık bir ses.
Simon başını kaldırıp baktığında kalabalığın içinde süzülerek ilerlemekte olan Feebles’ı gördü.
Adımlarını yavaşlatmadı, belirgin hiçbir tepki göstermedi ama elini usulca ceketinin iç cebine kaydırdı.
Parmakları bir kağıt parçasıyla buluştu. Az önce evden çıkarken orada olmayan bir kağıt parçasıyla.
Sabırsız bir tempoyla yürümeye devam eden Simon kafasını kaldırıp gotik cephesine bakmadan
Yalancılar Kulübü’ne girdi.
Girer girmez rahatladığını fark etti. Burada babasız bir baca temizleyicisi ya da bir kadının bekaretini
bozan soysuz herifin teki değil saygın bir liderdi.
Akimı karıştırdığı, yıllar önce ardında bıraktığını sandığı adamı tekrar hatırlamasına neden olduğu için
Agatha’ya kızıyordu. Bütün bunları hep onun için hatırlamıştı, ona en alçak yanını göstermek için...
Ve bu kadın onu yine de sevmişti.
Simon onu aklından, düşüncelerinden ve kalbinden çıkarmaya çalıştı. Kulüpte bundan fazlasıydı ne de
olsa. Bir sihirbazdı.
Kendini daha iyi hissederek mutfaktan geçti. Çoktan dumanı tütmeye başlamış olan yemeklerle mutfak
sıcacıktı.
Simon tam ortada durmakta olan üstü çiziklerle dolu kocaman masanın üzerinde soğumaya bırakılmış taze
ekmeklerden bir tane kaptı. Kurt bir şeyler mırıldandı ama Simon’m elleri boştu, ekmeği çoktan ağzına
atmıştı.
Jackham’ın ofisine yöneldiğinde her zamanki kayıtsızlığını takınmıştı.
Yaşlı dostu henüz ortalarda görünmüyordu - ağrıyan kemikleri yüzünden Jackham bugünlerde yataktan
zorlukla çıkıyordu - ama Simon bunu önemsemedi. Okuması gereken şeyler vardı.
Jackham’ın pejmürde kanepesine oturdu ve Feebles’ın hediyesini cebinden çıkardı.
Bugünkü gazete ilanlar bölümünü gösterecek şekilde katlanmıştı. Biri evlenmişti, birinin çocuğu
doğmuştu, biri de ölmüştü. Yalancılar Kulübü’nü ilgilendiren biri.
Simon parmağıyla satırları tarayarak isimleri inceledi. Bulduğunda, ağzı bir an için açık kaldı. Neden
sonra çenesi öfkeyle kapanırken yumruğunu sıktı. Elindeki kağıt buruşuk bir top haline gelmişti.
Evet biri ölmüştü.
Kendisi.
Agatha Bay Applequist’i öldürmüştü.
O serseri yaşamayı hak etmiyordu!
Biliyorum Aggie ama...
James iki eliyle yüzünü ovuşturdu. Bu iyiye işaret değildi. Genelde sabrı tükenmek üzereyken böyle
yapardı. Agatha onun tenkitlerine karşı kendini hazırladı. Kimse ona bu hayatta ne yapacağını
söyleyemezdi. Bu kişi sevgili ağabeyi olsa bile.
James derin bir nefes aldı ve odasındaki kahvaltı masasında karşısında oturmakta olan kardeşine
gülümsedi.
Agatha gözlerini kısarak, Bana sevimlilik yapma, Jamie. İşe yaramaz, dedi.
Sadece keşke böyle bir hikayeyi gazeteye göndermeden önce bana danışsaydın. Hala yaşayan bir adamın
öldüğünü iddia etmek açıkçası oldukça kötü bir durum. Özellikle de... Neydi o bir daha bakayım? Elindeki
gazeteye baktı ve okudu. Bay Applequist’in yaşamı dün yaşadığı erkeklere özgü dile getirilemeyecek trajik
bir olayla son bulmuştur. Görünüşte boğularak öldürüldüğü...
Agatha çatalıyla oynuyordu. Biraz fazla ileri gitmiş olabilirdi. Ama bu o anda harika bir intikam gibi
görünmüştü. Bana böyle yalanlar söylediği için boğazlanmalı! Ama Aggie, dikkatleri kendi üzerine bu
şekilde çekmek? Böyle bir incelemeyi göze alabilecek durumda değilsin şu anda. Evliliğinin bir uydurma
olduğunun fark edilmesi ve haftalardır evli olmadığın bir adamla yaşadığının ortaya çıkması seni
mahvedecek!
Bunların şu anda ortaya çıkması için hiçbir sebep görmüyorum. Kolayca Dul Bayan Applequist olabilirim,
üstelik öncekinden çok daha özgür olurum.
Ama bunu ispat edecek hiçbir yasal belgen yok.
Boş versene Jamie. Tanıdığın herkesten yasal belge mi istiyorsun? Tabii ki hayır, çünkü insanlar ne
söylersen ona inanıyorlar.
Evet, çünkü hiçkimse böylesi bir yalanı uyduracak kadar aklını yitirmiş olduğunu düşünemez! Bu yanlış!
Ah, şimdi bana ahlak dersi mi vermeye başladınız Bay Casus? Senin hayatın yalan, tıpkı Simon’ınki gibi!
Bana bir asker olduğunu söyledin. Bavulunda bir yüzbaşı kıyafetiyle dolaşıyordun!
Bavulumda ne taşıdığımı sen nereden biliyorsun?
İçine baktığım için tabii ki! Gerçekten Jamie, bu kadar saf olabilir misin? Jamie incinmiş görünüyordu.
Agatha onu yatıştırmaya çalıştı. Benim için endişelendiğini biliyorum.
Ama her şey yolunda. Ben Dul Bayan Applequist’im. Bakire bir bayan olmama gerek yok.
Dulların bile itibarlarını gözetmesi gerekir, Aggie. Sevgili ağabeyimin beni gözetmek üzere yanımda
olması iyi bir şey o zaman, değil mi?
Bu konuya gelince... Kimsenin burada olduğumu bilmemesinin daha yararlı olduğunu düşünüyorum.
Burada olduğum anlaşılırsa tehlikeye girersin.
Ah. Bu her şeyi değiştiriyordu. Neyse, fark etmez. Önümüzdeki günlerde birkaç ziyaretçim olacaktır ama
fazla patırtı olacağım sanmam.
Fakat sanılanın aksine oldukça büyük bir patırtı kopmuştu. Carriage Square’deki eve gözü yaşlı kadınlar
akın etmeye başladığında henüz öğlen olmamıştı.
Jamie bütün öğleden sonra yukarı katta hapis kalmıştı. Pearson ise Agatha’yı mutfaktaki bütün yemeklerin
aşçının gözyaşlarıyla ıslanmakta olduğu konusunda uyarmak zorunda hissetmişti kendini.
Agatha ona masraf gözetmeksizin mutfağa bir yardımcı almasını fısıldamıştı. Bundan emin değildi ama
Pearson’ın donuk bakışlarında belli belirsiz de olsa onaylayıcı bir bakış yakaladığını sanıyordu. Sonra gözü
yaşlı konuklarının yanına dönmek zorunda kalmıştı. Kadınlar çay tepsisinin etrafında toplaşmış
fısıldaşıyordu.
Dile getirilemeyecek durumlar yüzünden! Acaba alışılmadık... Bir şey mi yapmaya çalışıyordu dersiniz?
Biraz egzotik bir tipti, değil mi? Bütün o seyahatler falan. Belki de garip... Eğilimleri vardı?
Agatha şu haber metnini yazarken kendine bir miktar hakim olabilmiş olmayı diledi. Bu metni yazarken
inanılmaz haz duymuştu ama şimdi Jamie’nin dikkatleri üzerine çekmekle ilgili söylemek istediklerini daha
iyi anlıyordu. Silah temizlerken yaşanan bir kaza, merdivenlerden düşmek ya da basitçe ezilmek... Herhangi
başka bir şey çok daha uygun olabilir ve kolayca unutulabilirdi.
Agatha kakırtıların bastırılmaya çalışıldığı odaya başı dik bir şekilde girdi. Solgun yüzü ve kızarmış
gözleriyle numara yapmasına gerek yoktu. Son iki günü öfkeden kudurarak ve ağlayarak geçirmişti zaten.
Öfkesini sürekli besliyordu, bunu yapmazsa gözyaşlarına boğulup bir paçavraya dönüşecekti çünkü.
Simon’ın açıklaması gereken çok şey vardı, fakat ne yaparsa yapsın ondan nefret edemeyeceğini bilmek
Agatha’mn ondan daha da çok nefret etmesine sebep oluyordu.
Ziyaretçilerinin gözlerinde belirmiş olan meraklı ifadelere rağmen Agatha onları anlayışla karşılıyordu.
Ne de olsa bir kayıp yaşamıştı. Kalbini kaybetmişti.
Ürkütücü detayları koparabilme girişimlerini görmezden gelerek konuklarının taziyelerini sakin bir yüz
ifadesiyle kabul edip kimseye bir şey belli etmemeye çabalıyordu.
Aslında zihninde hikayesini daha da geliştirme fikriyle oyalanıyordu. Bu hikayeyle Simon’ı daha ne kadar
utandı-rabilirdi acaba?
Ama ikinci grup ziyaretçiler arasında Agatha’nın tanıdığı biri vardı. Bayan Trapp’in dul görümcesi Clara
Simpson. Siyah elbisesi gerçekten yas tuttuğunu gösteriyor, kadının şefkati hiçbir sahtelik taşımıyordu.
Gitmemizi istediğini biliyorum, dedi Clara alçak bir sesle. Nasıl hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Ama
herkes gittiğinde kalan sessizlik... Öyle şiddetli olacak ki. Size ‘yalnızca iyiler erken ölüyor’ demeyeceğim
ve size dikkatinizi acilen en yakınınızdaki bir erkeğe yöneltmenizi salık vermeyeceğim.
Agatha Clara’nın bu yalın ve içten halinden çok etkilenmiş, gerçek acının karşısında birden kendini alçak
ve ucuz hissetmişti.
Jamie haklıydı. Yaptığı yanlıştı.
Clara’nın gözlerine bakamayan Agatha, Pearson’ın ön kapıya doğru ilerlediğini gördü. Kahretsin, daha
fazla ziyaretçiye dayanamayacaktı.
Çok geçmeden Pearson salonun kapısında belirdi. Agatha onun renginin tamamen uçmuş olduğunu
görünce paniğe kapıldı.
Hanımefendi, Bay A...
Simon donup kalmış kahyanın yanından hızla geçip yüzünde hafif bir gülümsemeyle odaya girdi.
Bayan Trapp çığlık atarak olduğu yere yığılıp kaldı. Diğer kadınlar da çığlık çığlığaydılar.
Pearson, Bay Applequist geldi, efendim, dedi yüksek sesle, yaşanan karmaşayı bastırmaya çalışarak.
Ama ama o öldü!’’
Eli Clara’nm elinden sıyrılan Agatha Simon’a ters ters bakarak ayağa kalktı. Kalbi deli gibi atıyordu.
Öfkeden. Sadece öfkeden.
Hanımlar, hanımlar, lütfen! Ellerini kaldırmıştı. Bu beyefendi kocamın kardeşi... İkiz kardeşi. Simon’a
öldürücü bir bakış fırlattı. Ethelbert Applequist.
Kadınlar rahat bir nefes aldılar. Hep bir ağızdan ve yüksek sesle.
Agatha onların bu halleri karşısında gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu, fakat gözlerini
Simon’dan ayırmıyor, bakışlarıyla onu sözlerini onaylamaya zorluyordu.
Dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördü. Ethelbert mi?
Evet, Ethelbert, diye onayladı Agatha. Amerika’ya uzun bir yolculuğa çıkmadan önce taziyelerini
bildirmek üzere geldi.
Kadınlar yine hep bir ağızdan iç geçirdi. Duyarlı Bayan Simpson hariç. Agatha başka şartlarda
karşılaşsalar bu kadından oldukça hoşlanacağını düşündü. Gerçek bir ortamda.
Ama böyle bir kadın bir yalancıyla arkadaşlık etmek ister miydi?
Simon kadınları tek tek başıyla selamlarken, onlar da adamın asaleti ve yakışıklılığı karşısında
heyecanlanmışlardı.
Mortimer gibi bir adam daha olması ne kadar iyi Agat-ha.
Agatha söylenmemek için kendini zor tutuyordu. Bence tam olarak Mortimer gibi değil. Mortimer çok
daha yakışıklı ve çekiciydi.
Ah, tabii. Bu sözleri sarf eden kadın odanın diğer ucuna kaçıp tiyatro seyreder gibi onları izleyen grubun
arasına karıştı. Pearson bilet kesmeye başlasa hiç fena olmazdı.
Daha mı yakışıklı sevgili baldızım. Beni incitiyorsun.
Tabii ki Simon onu duymuştu.
Agatha kısık bir sesle, Senin casusluk yapman gerek miyor muydu? diye homurdandı. Napolyon şu anda
senin kapını çalıyordunr. Bir kapın var değil mi?
Simon hafifçe başını eğdi. Evet var. Saygın bir muhitte güzel bir evin bana ait bir kapısı var.
Senin adına çok sevindim. Lütfen oraya git. Hemen. Sanırım kalacağım. Sen ve ben konuşmalıyız.
Sanmıyorum. Ne de olsa ağzından yalandan başka bir şey çıkmıyor.
Çok üzgünüm Agatha, ben sadece...
Görevini yapıyordun. Tanrım, beni bu görev adamından uzak tut. Ben payıma düşeni aldım.
Kadınlar ikisini seyrediyorlar ve fısıldaştıkları kelimeleri ayırt etmeye çalışıyorlardı. Agatha hepsinin bir
an önce gitmesini diledi, kadınların ve Simon’ın.
Öfkeyle Simon’ı evden çıkarmaya yarayacak bir bahane bulmaya çalışıyordu.
Ama yaratıcılığı onu yolda bırakmıştı ve düşünebildiği tek şey bütün bunların ne denli zor olduğuydu.
Etrafına ördüğü yalanların hepsini idare etmeye çalışmak geceleri uykularını kaçırıyordu.
Aniden kapana kısıldığını hissetti.
Bulunduğu oda, buradaki insanlar sanki göğsünün üzerinde koca bir ağırlıktı ve onu nefessiz bırakıyordu.
On Üçüncü Bölüm
Simon bunu yüzünden okumuş olmalıydı ki yaklaşıp kolunu tutarak ona destek oldu.
Korkarım sevgili baldızım bugün için yeterince yoruldu. Hanımlar rica etsem bize biraz izin verirmisiniz...
Hala Simon’a hayran hayran bakmakta olan kadınlar toparlanarak gitmek üzere harekete geçtiler. Bayan
Simpson Agatha’nın elini hafifçe sıkarak, Lütfen beni arayın Bayan Applequist ya da ihtiyaç duyduğunuzda
haber gönderin, dedi.
Agatha konuklara gülümsemeye çalışırken bir anda kocasını kaybetmiş bir kadının mutlu görünmeye
çabalaması gerekmediğini hatırladı. İyi dileklere sadece başını sallayarak cevap vermesinin yeterli olduğunu
bilmek onu rahatlatmıştı. En sonunda kadınlar gitmiş oda boşalmıştı.
Simon onu mutfağa götürüp masaya oturttu. Panikten bütün unu yüzüne bulaştıran aşçı Agatha’ya hemen
bir çay getirdi. Mutfak sıcak ve o bitmek bilmeyen gürültüden sonra oldukça sakindi. Ocakta kaynayan
tencerelerin ve ateşin sesinden başka bir şey duyulmuyordu.
Simon, İç, diye emrederek porselen fincanı Agatha’nın titreyen ellerine tutuşturdu. Perişan görünüyorsun.
Tah-minimce uyumamışsındır da.
Onun güzel yüzünü bu kadar yakınında görmeye dayanamayan Agatha gözlerini kapadı ve fincandan
koca bir yudum aldı. Çay dilini biraz yakmıştı ama ısısı göğsündeki sıkışmayı rahatlatmış ve tekrar nefes
alabilmesini sağlamıştı.
Fincanı kenara koyduktan sonra başını kollarına dayadı. Ona bakmayacaktı. Ona sarılmayacak ya da ona
sarılması, sıcak ve güçlü kollarıyla onu sarması için yalvarmayacaktı.
Beni asla sevmedi. Beni asla sevmedi.
Onu seviyorum.
Nasıl bu kadar zayıf olabiliyordu? Bu kadınsı duygusallık da neyin nesiydi?
Ne kadar sinir bozucu, diye söylendi kendi kendine.
Dönmemi beklemediğini biliyorum.
Aslında dönebileceğini düşünmüştüm. Ben bambaşka bir şeye üzülüyorum. Agatha başını yavaşça
masaya vurdu ama bu bile Simon’ı aklından çıkarmasına pek yardımcı olmadı.
Beni bekliyor muydun?
Ah, evet. Bir sülükten kurtulmak o kadar kolay değildir.
Ah... Alçak bir sesle söylenmişti ama Agatha onun kırıldığını biliyordu. Onu incitiyor olmak kalbini
burkuyordu.
Özür dilerim. Kaba konuştum. Her geçen an daha da kabalaşıyorum galiba. Derin bir nefes alıp doğruldu.
Gözlerini açtı.
Simon gerçekten berbat görünüyordu. Güzel! En azından bu kadar mutsuz olan bir tek o değildi!
Hemen giyecek siyah bir şey bulmuşsun.
Simon, babam için iki yıl yas tuttum. Dolabımın yarısı siyah giysilerle dolu.
Hala neden bu şekilde ölmek zorunda olduğumu anlamıyorum.
Sana çok kızgındım... Kızgınım. Burada değildin, ben de hırsımı Mortimer’dan aldım.
Simon Agatha’ya uzun uzun baktı. Kulağa ne kadar acayip geldiğinin farkında mısın?
Simon acayiplik benim icadım, dedi Agatha bıkkın bir ifadeyle. Anladığını sanmıştım.
Simon sırıttı. Bu adam bir saniyenin onda birinden daha uzun gülümsemez miydi hiç?
Agatha onun gülümsediğini hayal dahi edemiyordu, bütün bir hayatı onu gülümseterek geçirmek en çok
istediği şeydi.
Lütfen artık söyler misin, neden buradasın? Ağabeyimin senden kaçtığından endişeleniyorsan, Jamie hala
burada, gördüğü işkencelerden dolayı aldığı yaralar ise hızla iyileşiyor.
Böyle bir şey asla düşünmedim.
Jamie’yi kontrol etmek için gelmediysen..
Seni görmeye geldim.
Lanet olsun. Kalbi neden bu adamın sözlerine bu kadar kolay kanıyordu? Agatha gözlerini kısarak baktı
ona.
Yine sinirlerimi bozuyorsun.
Agatha, ne olduğunu konuşmak zorundayız. Sana yaptığım şey...
Bana yaptığın mı? İnanılacak gibi değil. Seni kim soydu? Ben. Hadi onu geçelim. Beni kim soydu? Ben!
Ben ne yaptığımı gayet iyi biliyordum! Ona dik dik bakmaya çalıştı ama görüşü biraz bulanmıştı.
Ben de öyle.
Bu doğruydu. Simon onun ahlaksız bir metres, aşığının parasını serbestçe harcayan ve yabancı bir adamı
evine alan bir kadın olduğunu düşünmüştü. Ve Agatha başından beri ilk kez ona nasıl görünmüş
olabileceğini idrak ediyordu. Genç kadının söylediği ve yaptığı birçok şey de bu izlenimi pekiştirmişti.
Neredeyse niyeti olmamasına rağmen onu
kandırmış gibi görünüyordu.
Biliyorum. Ama ben hiçbir zaman bir metres olduğumu söylemedim. Jamie’nin benim ağabeyim
olduğunu bildiğini düşünmüştüm.
Simon orada öylece oturmuş Agatha’nın masaya dökülen çayının oluşturduğu desenleri izliyordu.
Anlıyorum. Fakat sana sahip olduğum gerçeğini hiçbir şey değiştirmiyor.
Unuttuysan hatırlatayım ben evli bir kadındım. Şimdi de bir dulum. Bundan sonra beraber olacağım adam
için bakire olmam biraz tuhaf görünürdü doğrusu.
Simon aniden başını kaldırdı ve bakışları Agatha’nın üzerine sabidendi. Genç kadın daha önce bir çift
mavi gözün etrafına böylesi bir ateş saçabileceğim hiç düşünmemişti.
Bundan sonra beraber olacağın adam mı?
Bu kadar şaşırmış görünmesine gerek yoktu. Sanki Agatha isterse başka bir adam bulamazmış gibi! Şu
anda düşünmekte olduğum bir evlilik teklifi aldığımı bilmeni isterim.
Kimden? Bu soru Simon’ın dudaklarından silahtan çıkan mermi gibi fırlamıştı.
Agatha sandalyesinde arkasına yaslandı. Bu yeni bir Simon’dı. Genç kadın bir anda onu bir casus ve
suikastçi ordusunu yönetirken hayal edebilmeye başladı.
Sorusunu yanıtsız bıraktı. Bu evlilik teklifini Simon oltaya gelsin diye uydurmuştu. Şimdi ise oltadaki
avın serbest kalmasını istediğinden pek emin değildi.
Agatha?
Reginald, diyerek içini çekti Agatha.
Hangi Reginald?
Reginald Peasley, Appleby’nin batısındaki komşum.
İtici Reggie mi?
Simon sinirle ayağa fırlarken Agatha’nm çay fincanını devirdi. Yapamazsın... Buna izin vermeyeceğim...
Agatha sadece başını kaldırıp ona baktı. Beni durdurmak için yapabileceğin hiçbir şey yok, Simon. Yaşım
yeterince ilerledi, kiminle nerede istersem evlenebilirim. Simon bu sözlerle irkildi, Agatha onun öfkesini
zorlukla kontrol edebildiğini görebiliyordu. Evlenip evlenmemesini neden umursuyordu ki? İkisi de
evleneceği kişinin o olmayacağını biliyordu zaten.
Birden çekip gitmesi için dayanılmaz bir istek duydu. Mortimer’ı neden öldürdüğümü gerçekten bilmek
istiyor musun? Seni özgür bırakmak için. Jamie senin kim olduğunu anlattı. Sen istesen bile seninle
evlenemem çünkü sen İngiltere’nin güvenliği için hayati önem taşıyorsun. Onu senden çalmayacağım, seni
ne kadar seversem seveyim. Bitkinlik hissi geri dönerek omuzlarına ve beynine çöreklenmiş, bir top ateşi
gibi patlamaktaydı. Titreyerek onun yüzüne bakmak üzere ayağa kalktı, parmaklarıyla masadan destek
alıyordu. Endişelenme. Reggie ile evlenmeyeceğim, Jamie istiyor olsa bile. Beni Appleby’de tutmak istiyor
bence... Ve... Bilmiyor. Başının ağrısına katlanmaya çalışarak Simon’ın yanında yürüdü. Kapıya
vardıklarında dönüp ona baktı. Gerçekten sorun ettiğimden değil ama ne kadar varlıklı olduğum öğrenildi
ğinde eminim erkekler konusunda bir sıkıntı çekmeyeceğim. Büyük olasılıkla içlerinden birini seçerim.
Ama James...
Appleby James’e verildi elbette. Bence iyi de oldu, koyunlar ve elmalardan yeterince nasibimi aldım ben.
Orası çocukluğumu geçirmek için çok güzel bir yerdi, ancak artık bir çocuk değilim. Londra şu anda benim
için daha uygun. Kısaca gülümsemeyi başardı. Mal varlığının yarısı bana verildi. Sanırım yaklaşık yirmi bin
paund civarında. O nedenle lütfen, hissettiğin her türlü sorumluluğun Mortimer ile birlikte gömülmesinde
bir sakınca görme. Artık ikinize de ihtiyacım yok.
James yatağında huzursuzca kıpırdandı ve okumakta olduğu kitabı elinden bıraktı. Bulunduğu oda
konforlu da olsa bir tür hapishaneydi ve buradan kaçmak istemeye başlamasının an meselesi olduğunun
farkındaydı.
Öğleden sonra geç saatlerdi ve küçük bir çocuk gibi yatağa gönderilmişti. Az önce Agatha gelip üzerini
bile örtmüştü!
Şakayla karışık isyan ediyordu, fakat Agatha pek de iyi bir ruh halinde görünmemişti gözüne. Kalıp birkaç
el kağıt oynamak isteyip istemediğini sorduğunda genç kadın bu teklifi reddetmiş ve başının ağrıdığını
söylemişti.
James bu konuda onu suçlayamazdı. Ziyaretçilerin vızıltısı yukarı kata kadar ulaşmıştı. James bu intikam
hareketinden kardeşinin pişman olduğunu hissedebiliyordu, ancak Agatha bunu asla itiraf etmeyecekti
elbette.
Çalman kapı James’e ilaç gibi geldi. Mutlulukla ziyaretçisine içeri gelmesini söyledi.
Fakat Simon geleceğini umduğu en son kişiydi.
Oldukça toparlanmış görünüyorsun, James.
Bir vatan haini için demek istedin herhalde.
Simon ondan şüphelenmesi için her türlü sebebi olduğunu hatırlatır bir edayla kaşını kaldırdı.
Hadi Simon. Beni bilirsin.
Sana güvenmek istedim, fakat aynı zamanda kaç tane kimliğin deşifre edildiğini de bulmam gerekiyordu.
Suçluluk hançeri James’e ağır bir şekilde saplanmıştı. Kaç kayıp var? diye sordu uzaklara bakarak.
James, mesele o...
Ama mesele buydu. James dikkatsiz davranmıştı. Yolunu değiştirmeye zahmet etmemiş, her gece
metresini ziyaret ederken aynı yolu kullanmıştı. Görevini hiçe sayarak. Tam bir aptal gibi. Aklı yanından
ayrıldığı kadını düşünmekle öylesine meşguldü ki takip edilip edilmediğini fark bile edememişti. Şarap ve
cinsel hazlarla fazlaca kendinden geçmiş, gölgelerin içinden ona saldıran adamlara karşı koyamayacak
hale gelmişti. Kaç kişi?
Ren Porter’ı da sayarsan beş.
Neden onu saymayalım ki?
Başından yaralı. Gözlerini bir daha açar mı bilinmiyor. Açarsa da kendinde mi olur, yoksa beyninden
vurulmuş bir emekli mi olur bilinmez.
Tanrım, zavallı Ren.
Hiçbir zaman ihtiyacımız kadar adamımız olmadı. Hiçbir zaman yeterli uzmana sahip olmadık. Şu anda
iki yankesici, bir bıçakçı, dört araştırmacı, üç çatı gözlemcisi ve bir sabotajcımız var, sen hariç.
Ve ben de şu anda armut ağacındaki lanet olasıca keklikten farksız, ev hapsinde yatmaktayım.
Garip olan kulübün şu anda hiçbir zaman getirmediği kadar kar getiriyor olması. Birçok görevi
destekleyecek durumdayız ama göreve gönderecek adamımız yok.
Bu harika. İlk defa Savaş Bürosun’dan fon ayrılması için yalvarmamız gerekmiyor ve bunu
kullanamıyoruz bile. Gerçekten bunu Jackham’a borçluyuz. Adam para kazanmadan duramıyor, hem
kendisi, hem de hepimiz için. Simon şöminenin önündeki koltuğun koluna yaslandı. İlk başladığım
zamandan oldukça farklı. Yaşlı Adam için çıktığım ilk birkaç görevin ‘devralımlar’ kapsamında yer aldığını
hiç anlatmış mıydım?
Hayır! Ne? Şaka yapıyorsun! Kulübü evleri soyarak mı kurdunuz?
Yalnızca bunu en çok hak edenlerden alarak... Seni temin ederim. Şarlatanlarla günahkarların bir
dosyasını tutardık ve asla kimsenin her şeyini almadık. Hiçbir şekilde bildirmek isteyecekleri şeyleri
almadık.
James güldü, sonra yeniden ciddileşti. Agatha hakkında konuşmaya geldin, değil mi?
Her şey hakkında konuşmaya geldim. Uyuşturucunun etkisi altındayken sana neler sorulduğunu
hatırlayabildiğin kadarıyla raporlamanı isteyeceğim. Kaçışın boyunca neler öğrendiğini de.
Simon yerinden doğruldu ve şöminenin önünde durdu. Halıya bakıyor, James’in yüz ifadesini görmesini
istemiyordu.
Ve Agatha hakkında... diye ısrar etti James.
Evet, Agatha hakkında... Simon’ın sesi ifadesizdi.
Ona gerçekten korkunç bir şey yaptın Simon.
Simon döndü, yüzü öfkeyle gölgelenmişti. Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun?
Baştan çıkarma taktiğini daha önce hiç kullanmamıştık. Bunun güvenilmez olduğunu söylemiştin. Daha
iyi yöntemler olduğunu, baştan çıkaranın çoğunlukla baştan çıktığını da.
Hala böyle düşünüyorum.
O zaman olanlar neydi?
Simon acı dolu bir kahkaha attı. Kendin söyledin. Baştan çıkaran baştan çıktı.
James şaşkınlığına engel olamadı. Asla bu kadar kolay olabileceğini düşünmemişti. O zaman ona
bağlandığını itiraf ediyorsun?
Delicesine.
Ama bu harika! O da senin için deli oluyor!
James, benim evlenemeyeceğimi biliyor. Daha sormadan reddetti beni.
James bu kısmı dikkatle ele alması gerektiğini biliyordu. Simon, senin bu konuya yaklaşımına hiçbir
zaman tam olarak ikna olmadım ben. Ülkene sadık olmaya devam edebilmek için kendi hayatından
vazgeçmen gerekeceğini düşünmüyorum.
Eğer istersen evlenebilirsin. Tüm Yalancılar için geçerli bu. Bu her erkeğin kendi adına vermesi gereken
bir karardır. Ben kararımı yıllar önce verdim.
Ama neden?
James, sen benim dostumsun. Ama dostlar bile sınırını bilmeli. Lütfen sınırı aşma.
James yüzünü buruşturdu. Aslına bakarsan sen benim kız kardeşimle bu sınırı çoktan aştın! Neyi niye
yaptığını biliyorum ama yanlış yapma, Simon. Bundan memnun değilim.
Evet, haddimi aştım. Onun sınırları olmayan bir kadın olduğunu düşündüm. Karım yapmak zorunda
olmayacağım bir kadın olduğunu sandım. Aile bağları öldüren bağlardır, en azından bizim mesleğimizde.
James dehşet içindeydi. O zaman benim kız kardeşim olmakla zaten tehlikede.
Evet öyle. Bunu başından beri bilmen gerekirdi, James. Neden ondan hiçbir zaman söz etmedin, bana bile?
Neden onu taşrada, güvenli olduğunu düşündüğün Appleby’de yalnız bıraktın?
Haklıydı. James bunu bilinçli olarak yapmamıştı, fakat Agatha konusunu kendine saklamıştı.
Bu pek işe yaramadı. Sana söylemiş olsaydım, bunların hiçbiri olmayacaktı.
Doğru. Ama yaptığımız birçok şey için de böyle düşünebiliriz. Yalancılar’a hiç katılmasaydın, o son
görevi al-masaydm... Saatlerce devam edilebilir buna. Olan olmuş tur, James.
Evet. Asıl soru şu, şimdi ne yapacağız?
Agatha’nın korunması gerektiğine karar verdim. Senin durumun henüz buna elverişli değil, fakat ben biraz
önce Mortimer’ın kardeşi olarak kabul edilir bir kimliğe kavuştum.
James sırıttı. Öyleymiş, duydum, Ethelbert.
Simon yüzünü buruşturdu. Kız kardeşin kanun tanımaz bir nişancı.
Ah, öyledir. Hatta oldukça ileri düzeyde olduğunu söyleyebiliriz.
Gerçek şu ki James, belirsiz bir süreliğine Carriage Square’e geri taşınıyorum.
Bu eve mi? Peki ya Agatha’nın itibarı ne olacak? Yeterince zarar vermedin mi sence? Bir dul bile
kayınbiraderi ileterek başına aynı evde oturamaz, onun yaşında bile olsa. Agatha başka bir adamı seçtiğini
söyleyene kadar benim korumam altındadır. Ben de onu şehrin diğer yakasından doğru dürüst koruyamam
değil mi? Sesi sadece bir iş meselesinden bahsediyormuşçasına mesafeliydi.
James hala şüpheliydi. Bu bir riskti. Appleby’de daha güvende olmaz mı?
Ellerini şöminenin çerçevesine dayamış durmakta olan Simon tereddütlü göründü. Agatha orada güvende
olmayacağını düşünüyor. Arkasını döndü. Etraftaki insanlar hiçbir zaman benim burada kaldığımı
bilmeyecekler, tıpkı senin burada olduğunu bilmedikleri gibi. Ziyaretçiler geldiğinde etrafta olacağım,
akşamları da herkesin görebileceği biçimde evden ayrılacağım.
James gözlerini kıstı. Duvarlara tırmanmaya bayılıyorsun değil mi?
Simon güldü. O da var tabii. İkimiz burada olduğumuz sürece Agatha Londra’daki herkes kadar güvende
olacak. Dışarı çıktığında ona eşlik edebilirim, sen de iyileştiğinde gece nöbetini paylaşırız.
James kollarım kavuşturdu. Gece olduğunda senin başında nöbet tutacağım Simon, bundan endişen
olmasın... Eminim. Ama ben de aynı şekilde gözümü açık tutacağım.
Simon Agatha ile bir süre yaşadıktan sonra tüm bağları koparma saçmalıklarını sıralayadursun, James eğer
yanılmıyorsa kız kardeşinin hala bu adamı istediğini düşünüyordu. Ve Agatha bir şey istediği zaman onu
alırdı. James arkadaşına bakarken, acaba onu bu konuda uyarmalı mıyım, diye düşündü.
Hayır. Öfkesi henüz tam olarak dinmemişti. Bırak sürünsün aşağılık herif, dedi kendi kendine.
On Dördüncü Bölüm
Ertesi sabah Agatha kahvaltı salonunda tek başına oturmuş önündeki yumurtayla oynuyordu. İştahsızlık
onun pek alışkın olduğu bir şey değildi. Simon’a sinirlenmek için bir sebep daha. Londra’nın en iyi aşçısına
sahip olmasına rağmen bu adam onu yiyeceklerden tamamen soğutmuştu.
Sarah’yı kırmak istemediği için kendini biraz yemeye zorladı. Fakat son lokmasını ağzına atarken
Simon’m ağır adımlarla içeri girdiğini gördü ve donup kaldı. Ceketinin kollarını düzeltmekle meşgul olan
Simon’m saçları nemliydi, yakın zamanda banyo yapmış olmalıydı.
Günaydın güvercin.
Boğazı ağzındakileri yutamayacak kadar kurumuş olan Agatha en sonunda ne yapıp edip yutkunmayı
başardı.
Ne...
Yemeye devam et güvercin, yumurtan soğuyacak.
Dün gece burada mı kaldın? Bağırmak istemiş olsa da sesi dehşet dolu bir fısıltıdan daha yüksek
çıkmamıştı.
Ah, evet. Bu eve geri taşındım. Arka taraftaki yatak odası biraz ufak ama Button’ı James ile paylaşacağım
için başka bir oda hizmetçisine gerek yok.
Servis masasından tabağını doldurup Agatha’nın karşısındaki sandalyeye oturdu. Yumurtasından bir
lokma al-diktan sonra çıkarttığı o tanıdık beğeni sesi genç kadının yaşadığı şoktan çıkıp acı duymasına
neden oldu.
Sandalyesini sertçe geri iten Agatha aralarındaki mesafeyi genişletti. Burada ne yapıyorsun?
Seni koruyorum.
Beni mi? Ben yanlış bir şey yapmadım.
Seni James’i kaçıranlar her kimse onlardan koruyorum. Komik olma. James Cunnington ve Agatha
Applequist arasında hiçbir bağlantı yok.
Ben bir bağlantı kurdum. Başkaları da kurabilir.
Genç kadın bunu inkar edemezdi. Başka bir yol denedi. Üzgünüm ama bunu kabul edemem. Ben bu evde
yeterince güvendeyim. Ve eğer değilsem, kendim koruma tutabilirim. Onların karşı tarafa
çalışmadıklarından emin olabilecek misin? Hizmetçilerin sadık ama eve yeni gelen çalışanlar olmayabilir.
Agatha aklına gelen her türlü bahaneyi deniyordu. İtibarımı zedeleyeceksin.
Sanki bu çok umrunda.
Lanet olsun. Simon onu fazla iyi tanıyordu.
Ayrıca ona da bir çözüm buldum. Gündüzleri ilgili kayınbiraderi oynayacağım. Akşamları da evden
ayrılmış gibi görüneceğim. Sonra gizli bir şekilde tekrar geri geleceğim, kimse bunu anlamayacak.
Jamie buna izin vermez!
Üzgünüm güvercin, çoktan planımı mantıklı buldu bile. Neden beni böyle çağırıp duruyorsun?
Güvercin mi? Sana kendi lakabımı bulmam gerektiğini söylemiştin. Güvercini sevmedin mi?
Hayır, hem de hiç sevmedim. Agatha sesinin sakin çıkması için çabalıyordu. Ondan etkilenmeyecekti!
Simon tek kaşını kaldırdı. Yazık. Sana çok yakıştığını düşünmüştüm.
Hiç de yakışmadı. Güvercinler basit ve pistir.
Ben onları sevimli bulurum, kendi tarzlarında oldukça sevimliler.
Agatha Simon’ın öfkesini hafifletmesine izin vermeyecekti. Öfkesi onu dik tutan tek şeydi şu anda. Bana
lakap takabilecek bir konumda bulunmuyorsun.
Simon tembelce gerinerek sandalyesinde arkasına yaslandı. Aramaya devam edeceğim o halde. En
sonunda doğru bir tane bulacağımdan eminim. Belki de balkabağı.
Faydası yoktu. Simon, eğer kalmak zorundaysan, lütfen...
Ne?
Lütfen özen gösterir misin...
Neye?
Agatha yenilmiş bir halde bakışlarını uzağa çevirdi. Bu kadar acı vermemeye, diye fısıldadı.
Simon cevap vermeyince genç kadın ona bakmaya zorladı kendini.
Karşısındaki adamın tüm şakacılığı kaybolmuştu. Bakışlarında Agatha’nın bizzat yaşamakta olduğu
eziyetin bir yansıması vardı.
Özür dilerim, Agatha. Öyle yaptığımı sanıyordum. Agatha içindeki acıyla boğuşuyor, gözyaşlarına teslim
olmamak için kendini zor tutuyordu. Savaşı tam kaybetmek üzereyken James odaya girdi.
Ah, Simon. Bu sabah açıklama yapmak üzere masaya senden erken gelebilmeyi ümit ediyordum.
Agatha şükranla bakışlarını ağabeyine çevirdi. Jamie, neden yataktan çıktın sen?
Beynimin can sıkıntısından kurumasını önlemek için. Aşağıda da yukarıdaki kadar iyi dinlenebilirim.
Ve burada Sarah’dan tatlı dilenmek daha kolay, diye ekledi Simon.
James yüzünü buruşturdu. Şimdiden deşifre olmuşum
bile. Agatha’ya döndü. Bu konuda sorun yok değil mi Aggie?
Emin değilim, dedi Agatha yavaşça. Ama fazla bir seçeneğim olmadığını görüyorum.
Senden uzak durmamı tercih edeceğini tahmin ediyorum, dedi Simon. Ama açıkçası bu mümkün değil.
Ziyaretçilerini seninle birlikte karşılayacağım. Ayrıca evden çıktığında da sana eşlik edeceğim.
Harika Simon. Neden saçlarımı tel tel yolmuyorsun? İşkencenin bu kadar nazik olması şart mı?
Amacım seni incitmek değil, Agatha. Seni korumak zorundayım. Lütfen anla. Sesi yumuşak ama aynı
zamanda acımasızdı.
İşin kötü tarafı Agatha durumu anlıyordu zaten. Simon’ın onu tanıdığı kadar o da Simon’ı tanıyordu.
Simon onu sevmiyor olabilirdi ama ona dair sorumluluk duyuyordu.
Onurlu davranmak genç kadının onun hakkında yanıldığı şeylerden biri olmuştu. Ancak Simon’ın onurlu
davrandığı, Agatha’yı durumun olanak verdiği ölçüde öncelikleri arasında üst sıralara yerleştirmekte olduğu
aşikardı.
Bununla beraber ulusal bir acil durum ortaya çıktığı anda Simon’m yıldırım hızıyla gideceğini de biliyordu
genç kadın. Bir adamın hayatında büyük bir amacı olduğunda duygusal konuların önemini yitirdiğini Agatha
öğreneli çok olmuştu.
Simon için kendisinden daha önemli bir durum ortaya çıkana kadar ona katlanmaktan başka şansı yoktu.
Deneyimlerine göre muhtemelen bu çok da uzun sürmeyecekti.
Pearson kapıda belirdi.
Hanımefendi, iki bey sizi görmek istiyor. Daha uygun bir zamanda gelmelerini söyleyeyim mi?
Agatha masadan kalmak için bu fırsatı kaçırmak istemedi. Gerek yok Pearson, şu an uygunum. Kim
gelmiş?
Bay Collis Tremayne isimli biri ve onun dayısı, Lord Etheridge.
Collis mi?
Genç kadının yüzü Simon’ı korkutan bir gülümsemeyle aydınlandı. Simon onu gülerken görmeyeli ne
kadar zaman olmuştu? En son o gece...
Collis Tremayne kim oluyordu da Agatha’yı gülümse-tebiliyordu? Genç bir adam olduğunu söylemişti
Agatha. Hastalarından biri. Peki ya Lord Etheridge olacak o adam burada ne arıyordu?
Simon peçetesini meydan okurcasına fırlatarak Agatha’yı takip etmek üzere ayağa kalktı.
Koridorda yürürken James’in arkasından güldüğünü duydu.
Konuklar ön salonda bekliyorlardı. Kapının kulpuna uzandığı sırada Agatha’ya yetişti Simon. İkisi de
içeride sürmekte olan tartışmayı duyabiliyorlardı.
Agatha içeri girip tartışmayı bölme konusunda duraksadı. Simon ona beklemesini işaret edince de hemen
elini kapının kulpundan çekti.
Bu durum Simon’a ne kadar iyi bir ikili olduklarını hatırlattı.
Keşke Agatha olduğu kişi olmasaydı...
Collis, benden sana miras kalacaklar dışında hiçbir varlığının olmaması bir yana, onun için çok gençsin.
Saçmalık. Yirmisini bir gün bile geçmediğine kalıbımı basarım.
Agatha Simon’ın kulağına fısıldamak için yaklaştı. Şu anda onu her zamankinden daha sevimli buluyorum
çünkü yirmi beşimi doldurdum.
Bu, yani genç kadının bu yavru köpekten hoşlandığını duymak, Simon’ın işitmek istediği en son şeydi.
Tabii çok geçmeden duyduklarını hesaba katmazsa.
Onunla evlenecek biri varsa o da benim. İyi bir koca olacak yaştayım ve vaad edebileceğim pek çok şey
var. Aman Tanrım, diye neşeyle fısıldadı Agatha. Sana kısmetimin açık olduğunu söylemiştim.
Simon genç kadının bu kendinden emin haline içten içe öfke duydu.
Tam o sırada Collis itiraz etmek üzere sesini yükseltti. Ama sabahtan beri beni onunla evlenme
kararımdan vazgeçirmeye çalışıyorsun!
Çünkü Bay Applequist daha mezarında soğumadan ona böyle bir şey teklif etmek son derece uygunsuz!
Bunu biliyorum. Ama o şimdi dul kaldı ve bildiğim kadarıyla bir ailesi de yok. Kim bilir belki maddi
sıkıntıları vardır? Sadece seçenekleri olduğunu bilmesini istiyorum. Anlayabildiğim kadarıyla kadınlar
seçenekleri olduğunu bilmekten hoşlanıyorlar.
O engin deneyimlerinde mi Collis? Hadi bakalım, şimdi bir seçeneği daha olacak. Ben.
Ama neden? Onunla sadece bir kez karşılaştın. Bence gayet uygun. Sosyeteye yeni giren bir yeni yetme
değil bir yetişkin istiyorum. Ve ondan hoşlanıyorum. Nadir rastlanan bir aklı var. Senin onu bana
yöneltmeye çalışacağını düşünürdüm Collis. Ne de olsa evlenirsem ve kendi ailem olursa sen de müziğinle
ilgilenme özgürlüğüne kavuşacaksın.
Simon sinirine hakim olamıyordu. Şunları duyuyor musun, sıkıntıdaki küçük kızı kim kurtaracak diye
paylaşamıyorlar.
Agatha dramatik bir tavırla iç çekti. Ben küçük bir kızım. Ne kadar da heyecan verici. Hep küçük bir kız
olmak istedim.
İyi, dedi Simon homurdanarak. Balkabağma göre hatırlaması daha kolay.
Agatha gözlerini kısarak ona baktı. Hayır.
Neye hayır? Küçük kıza mı?
Agatha gözlerini kapayıp kafasını salladı. Seni idare edebileceğimi düşünmüştüm bir de. Ne kadar aptalım.
Simon ona döndü. Hayır, sen...
Agatha’ya karşı çıkışı önlerindeki kapının birden açılmasıyla yarıda kaldı. Dalton Montmorency tek kaşını
kaldırmış ikisine bakıyordu.
Bayan A!
Collis Agatha’nın elini tutmak üzere atıldı. Simon genç adamın ona sarılabileceğini düşünerek gerildi,
ancak Collis sadece koltuğa kadar eşlik edip onun oturmasını bekledi. Simon gözlerini devirdi. Sanki
Agatha koltuğun nerede olduğunu bilmiyordu!
Ne yazık ki Agatha Collis’in ihtimamından etkilenmiş görünüyordu. Collis, beni görmeye geldin demek.
Nasılsın?
Her zamankinden daha iyi Bayan A, benim için endişelenmeyin. Asıl ben sizin için endişeleniyorum. Bay
A’nın başına gelen kazayı okuduğumda hemen buraya gelmek istedim.
Etheridge özür diler bir ifadeyle lafa girdi. Bayan App-lequist, onu evde tutan bendim. Doktor birkaç gün
daha yatak istirahati vermişti. Bu tavsiyeye uymasının önemli olduğunu düşündüm.
Doğru yapmışsınız, lordum. Agatha genç adama dönerek sevgiyle gülümsedi. Simon müdahale etmemek
için kendini zor tutuyordu.
Biliyorum. Genç adamın gülümsemesinde zerre pişmanlık yoktu. Simon onun sevimli biri olduğunu içten
içe kabullenmek zorunda kaldı. Agatha’ya iyi davranıyor vc kolayca itaat altına giriyordu. Genç kadın onun
üzerinde çoktan hakimiyeti ele almıştı.
Lord Etheridge Agatha’nın elini tutarak onu selamladı. Taziyelerimi kabul edin, hanımefendi. Doğruldu ve
Simon’ı sorgular biçimde süzdü. Siz de merhumun ailesinden misiniz, bayım?
Özür dilerim Lord Etheridge, Collis, size rahmetli eşimin kardeşi... Ethelbert Applequist’i takdim edeyim.
Agatha Simon’a verdiği ismi telaffuz ederken duraksamıştı.
Simon bu isimden nefret etmişti ama Etheridge’in kötü bakışlarında bir an yanıp sönen alaycı ifade bu
nefretinc çok daha derin bir boyut getirmişti şimdi.
Dışarıdan bakıldığında bu adam Agatha için mükemmeldi. Varlıklıydı, bir unvana sahipti. Dahası Agatha
o sersemce fikirlerinden birine kapıldığında ona karşı koyabilecek kadar güçlü ve hayatının geri kalanında
ona yeterincc iyi bakabilecek kadar güvenilir görünüyordu.
Simon daha önce kimseden bu kadar nefret etmemişti.
Neyse ki ziyaret çokfazla uzun sürmedi. Agatha Collis’in ısrarlarını tatlılıkla geri çevirdi ve Lord
Etheridge’e nazikçe -daha çok bir iş teklifine benzer önerisi için - teşekkür etti. Öte yandan geleceğini
planlamak için biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu da ekledi.
Konuştuğu anlarda gözlerinde beliren üzüntü o kadar gerçek görünüyordu ki Simon içinde yeniden
yükselen suçluluk duygusuyla savaşmak zorunda kaldı. İşte tanı olarak bu nedenle duygusal bağlardan
kaçınmayı seçmişti. Mutlaka biri acı çekecekti.
Simon Etheridge’in inceleyici bakışlarına bir kez daha maruz kaldıktan sonra iki adam evden ayrıldılar.
Simon Agatha’nın peşinden salona geri döndü.
O ufaklığı neden kesin olarak reddetmedin?
Bunu neden yapayım?
Hadi, Agatha. Onu bir haftada tüketirsin bunu biliyorsun.
Olabilir ama Dalton’ı tüketmem. O bir ufaklık değil.
Simon’ın şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Ciddi olamazsın. O olmaz!
Neden olmasın? Meydan okuyan gözleri acıyla parlıyordu. Şu anda Simon’a hiç olmadığı kadar güzel
görünüyordu.
İnatçı bir şekilde kafasını salladı. Ondan hoşlanıyorum. Biraz kibirli görünüyor olabilir ama onun
eğlenceli biri olduğunu düşünüyorum. Griffın olmadığını da hesaba katacak olursak belki ihtiyacım olan
böyle biridir.
Etheridge’in Simon gibi olmadığını kastediyordu. Sorumluluklarından feragat edemeyecek bir adam
değildi yani. Agatha tamamen haklıydı, fakat onun başka bir adama ait olabileceği düşüncesi bile Simon’ı
öfkeden deliye çeviriyordu.
Peki kimin nesi bu adam, neden Maywell’in çalışma odasındaydı?
Büyük olasılıkla çok iyi bir nedeni vardı.
Ne gibi bir nedeni olabilir ki?
Sen oradaydın ve iyi bir nedenin vardı. Ya da o zaman ben öyle düşünüyordum.
Rahatsız edici bir sessizlik oldu. Çıkarlar daima gelip aralarına giriyordu.
Agatha, ben asla...
Agatha elini kaldırdı. Dur. Biliyorum. Tekrar özür dilerim. Yaptığın her şey için mükemmel bir nedenin
vardı. Görevin.
Simon ona yaklaşarak parmaklarını yanağında gezdirdi. Hepsi görev içm değildi, küçük kız. Hepsi değil.
Agatha’nın gözlerinde titremekte olan yaşlar yanaklarından süzülmeden Simon arkasını döndü ve kendini
lanet olası bir korkak olmakla suçlayarak oradan uzaklaştı.
Günün geri kalan bölümü ardı arkası kesilmeyen ziyaretlerle geçti. Yorucu Trapp’ler yeniden geldiler ama
Agatha ilginç bulduğu Bayan Simpson’ın da onlarla olduğunu görünce sevindi.
Bayan Trapp’in yine Mortimer’ın ölümüyle ilgili korkunç detayları öğrenme çabası atlatıldıktan sonra
kadın gerçek aşkına geri döndü. Dedikodu.
Agatha kadının konudan konuya atlamasına çok sevindi çünkü bu sorgu faslı bitmiş demekti. Simon
odadan sıvışmadan önce sadece on dakika buna dayanabilmişti. Memnun olunacak başka bir şey daha.
Daha da iyisi, Bayan Trapp orada kalıp çenesiyle herkesi bastırdıkça, Agatha da o kadar az konuşmak
zorunda kalıyordu.
Orada öylece durup konuşmanın belli noktalarında şaşkın ya da inanmaz ifadeler takınması yeterli oluyor
ve öğleden sonrası gerçek üstü bir havaya bürünüyordu.
Agatha muhtemelen cehennemdeydi. Cehennem pekala birinin diğerlerine yalan söylediği, ceza olarak da
bu yalancılığı sonsuza dek devam ettirmek zorunda kaldığı kadınlarla dolu bir salon olabilirdi. Ah evet,
gerçekten çok inandırıcı bir ceza çekme tablosuydu bu.
Salonun hastanedeki yaralılar ve hemşireler tarafından gönderilen çiçeklerin kokularıyla dolması da fayda
etmiyordu. Suçluluğun tatlı kokusu.
Agatha’nm kahkahalara boğulmamak için kendini tuttuğu tanıdık bir isim gündeme geldi çok geçmeden.
Bayan Trapp, Leydi Winchell’i uzun zamandır mı tanıyorsunuz?
Hayır tatlım. Sen gönüllü olduğun sıralarda o da yönetim kuruluna yeni atanmıştı. Onunla ilgili yıllardır
bir şeyler duyarım tabii, anlıyorsun demek istediğimi. Benden pek bir
şey kaçmaz.
Bayan Trapp oturduğu yere iyice yerleşti ve Agatha özel bir bilginin gelmek üzere olduğunu anladı.
Sen şehirde yeni olduğun için bunu bilmiyorsundur hayatım ama Leydi Winchell...
Kadın öne doğru eğilip konuşmalarına kulak misafiri olan var mı diye etrafına bakındı. Tıklım tıklım dolu
olan salonun birdenbire sessizleşip bütün kadınların öne doğru eğildiğini gören Agatha histerik bir şekilde
kıkırdamamak için kendini zor tuttu.
Fransız.
Agatha gözlerini kadına dikti. Ama birçok insan öyle Bayan Trapp. Terör sırasında akın akın birçoğu göç
etti.
Doğru, doğru. Ama bu o havaları açıklamaya yetmez, biliyorsun. İngiliz soyu böyle abartılı hallere ihtiyaç
duymaz.
Kadın sanki tüm İngiliz kadınlar geviş getiren köylülermiş gibi konuşuyordu. Modern olanların stil ve
nezaket kurallarında tıpatıp Fransızları taklit etmekte olduğu belli ki tamamen dikkatinden kaçmıştı. Köşeli
kafaları ve büyük yumuşak gözleriyle Trapp’in kızlarının birer büyükbaş hayvanı andırdığını söylemek
yanlış olmazdı. Şu anda iki genç kadın da gözlerini dikmiş Agatha’yı izliyor, bir yandan da çenelerini bir
taraftan öbürüne kaydırarak birer dilim pasta daha çiğniyorlardı.
Agatha çaresizce bir olta daha atarken boğazından yukarı bir kıkırtı daha yükselmeye başlamıştı.
Kızlarınız çok... Çekici Bayan Trapp. Onlar için uygun eşler araştırdınız mı?
Bayan Trapp gururla kabardı. Elbette, Bayan Apple-quist. Her ikisi için de teklifte bulunan adayların
arasından en iyisini seçmek için kocamla birlikte değerlendirme yap-
maya çalışıyoruz. İnsan çocukları için mümkün olan en iyi fırsatları değerlendirmeli.
Sonra kadının yüzünde kendini beğenmişlikle karışık bir dehşet ifadesi belirdi. Çok özür dilerim tatlım.
Belki de sen hiçbir zaman kendi çocukların olmasının nasıl bir mucize olduğunu öğrenemeyeceksin.
Acı bir anda belirivermişti. Agatha’mn yüreğini bir hançer gibi deldi ve oraya yerleşti. Kendi çocukları.
Bayan Trap savaş nedeniyle evlilik piyasasında genç adam kıtlığı yaşandığına dair konuşmalarına devam
etti ama Agatha onu dinlemeyi bırakmıştı.
Doğruydu. Asla bir çocuğu olmayacaktı çünkü James ve Simon’a özgürlük pozları vermesine rağmen
kalbini verdiği adamın dışında başka biriyle evlenemeyeceğini gayet iyi biliyordu.
Onu eşi olarak istemeyen - isteyemeyen - bir adam. Agatha için gök mavisi gözleri ve simsiyah saçları olan
bir erkek evlat söz konusu olamayacaktı. Pembe taç yapraklarından kümeciklerin üzerine gülerek atlayacak
kız evlatlar da. Agatha içinde büyümekte olan acıdan kurtulabilme arzusuyla sığınacak bir yer arayarak çene
çalmakta olan kadına arkasını döndü ve Bayan Simpson’m içten bakışlarıyla karşılaştı.
Beatrice Trapp koca bir aptal, dedi Clara yavaşça. Ama amacı kaba olmak da değil.
Biliyorum, dedi Agatha kalbinin acıyla sıkışmasına dayanamayarak. Sadece bugüne kadar hiç böyle
düşünmemiştim. .. Başını salladı ve sustu.
Bayan Simpson Agatha’nm ellerini ellerinin arasına aldı. Umarım tüm umutlar kaybolmamıştır? Bay
Applequist’in geride kendinden bir şeyler bırakmış olabilme ihtimali var mı?
Belki de. Agatha bunu hiç düşünmemişti... O büyülü
gecede de, sonrasında da kızgınlık ve acıdan başka aklına hiçbir şey gelmemişti.
Bir ihtimal vardı...
En sonunda görev onu geri çağırmadan önce Simon ardında bir şeyler bırakabilirdi. Agatha’nm yüreği
kararlılıkla dolunca gerginliği de biraz çözüldü. Aşk ve evliliğe dair ümitlerini asla sona ermeyecek görevler
uğruna kurban etmiş olabilirdi ama yine de hamile kalırsa...
Tamam, bunun olma ihtimali hayli düşüktü. Yine de önündeki birkaç hafta içinde hamile kalabilirse çocuk
resmen bir kutsama, giden kocasından kalan bir hatıra olarak görünecekti.
Çocuğunu alıp Appleby’ye dönebilir, kimse bir şey anlamazdı. Simon bile. Appleby’de anlatmak üzere bir
savaş zamanı evlilik hikayesi uydururdu. Bu tip şeyler sürekli oluyordu. Jamie de hikayesini desteklerse - ki
destekleyeceğinden emindi - kimse ondan şüphelenmeye cesaret edemezdi.
Bu düşüncelerin verdiği güçle omuzlarını dikleştirdi.
Bayan Simpson onaylar bir edayla, Bir müddet bu ümide tutunun. Size kuvvet verecektir, dedi. Sonra geri
çekilerek daha yüksek bir sesle ekledi: Biraz solgun görünüyorsunuz Bayan Applequist. Hanımlar, bugün
için onu yeterince yorduk sanırım.
Kuşlarla dolu bir yuvanın dağılması gibi bütün kadınlar yasın tatsızlığını arkalarında bırakıp yeni
dedikodulara yelken açmak üzere odadan ayrıldılar.
Bayan Simpson sona kalmıştı, Agatha içgüdüsel bir hareketle elini onun elinin üzerine koydu. Teşekkür
ederim. Bana tahmin edebileceğinizden çok daha fazla yardımcı oldunuz.
Kadın sevinmiş görünüyordu. Agatha söylediği yalanlar nedeniyle yine kendinden nefret ederek içten içe
pişmanlık duydu. Bu yalan söyleme işi onu hızla hasta eder hale gelmişti.
Ama yapması gereken tek bir hainlik kalmıştı: Simon’ı bir kez daha baştan çıkarması gerekiyordu.
On Beşinci Bölüm
Simon üst katta James’ten alabildiği kadar fazla bilgi almak için uğraş veriyordu. James’e hikayeyi baştan
sona defalarca anlattırdı.
James bu türden soruşturmalara alışkındı ama yavaş yavaş sıkılmaya başlamıştı. Ateşin yanında oturduğu
sandalyeden bile Simon James’in renginin solduğunu ve yastıkların üzerine yığıldığını fark edebiliyordu.
Bilmiyorum Simon! Başka isimler verdiğimi hatırlayamıyorum, fakat öte yandan zaten herhangi bir isim
verdiğimi de hatırlamıyorum ki!
Düşün, James! Yalancılar’dan kimlerin deşifre olduğunu öğrenmeden bir adam daha göreve gönderemem.
O sırada James’in odasının kapısı çalındı ve Agatha elinde bir çay tepsisiyle içeri girdi. Bugünkü
ziyaretçilerin hepsi gitti. Yiyecek bir şeylere ihtiyacınız olacağını düşündüm.
Simon onun James’i dikkatle incelerken kendisine sadece göz ucuyla baktığını fark etti. Bu çok garipti.
Bugün erken saatlerde aralarındaki gerginliği az da hafiflettiklerini zannetmişti.
Üzgünüm Aggie ama yiyecek vaktimiz yok. Sayın Bay Kudretli izin verirlerse olabilir belki?
Haksızlık etme James, Simon da bu işten en az senin kadar rahatsızlık duyuyor. Tepsiyi James’in kucağına
bıraktı.
Simon tepside iki fincan ve Sarah’mn elinden çıkma ikisine yetecek kadar yiyecek olduğunu görünce
sevindi. Agatha’mn onu aç bırakmamak istediğini görmek Simon’ı biraz rahatlatmıştı. James Agatha’nın
doldurduğu fincanı aldı. Aggie, bir süre için başka konular düşünmek istiyorum. Bana Appleby’de neler
olduğunu anlat.
Hmmm, bu yıl kuzulama oldukça iyiydi, ayrıca et pazarında oldukça iyi bir ücret karşılığında satış yaptık.
Yünlerin kırpılması ise olaysız geçti, balyalanması şimdilerde bitmiş bile olabilir. James’in yanına oturmuş,
ellerini bir dizinin üzerinde kenetlemişti. Bu yıl meyve bahçelerinde pek don olmadı, o nedenle güzel bir
elma hasadı alacağımızı tahmin ediyorum...
Jamie sırıttı ve bir parmağıyla onun kolunu dürttü. Seni duyan da orayı Mott değil de senin işlettiğini
sanır, diye alay etti.
Agatha ağabeyine garip garip baktı. Bay Mott babamdan bir yıl önce ölmüştü. Babam bunu sana
söylemedi mi?
James şaşkınlıkla kafasını salladı. Hayır, hiç bahsetmedi. Araziyi o zamandan beri kim işletiyor?
Agatha kaşlarını çattı. Ben yapıyorum. Sana düzenli olarak rapor gönderiyordum.
James’in şimdi gerçekten rengi atmıştı. Beni sadece son olanlardan haberdar ediyorsun sanıyordum. Her
şeyi senin idare ettiğine dair en ufak bir fikrim dahi yoktu. Agatha ayağa kalkıp soğuk bir ses tonuyla,
Neredeyse dört yıldır Appleby’nin tüm kontrolünün bende olduğunu bilmeni sağlayacağım, göreceksin!
dedi.
Simon gerildi. Hayır, James. Sakın söyleme.
James söyledi. Aman Tanrım. Her şeyimi kaybetmedim değil mi?
Agatha irkildi. Simon James’in genç kadına vursa bu sözlerle verdiğinden daha büyük acı veremeyeceğini
biliyordu.
Yeni ağaçlar olgunlaştığında önceden topladığın hasadın üç katı kadar alanın olacak. Sürülerin her yıl
neredeyse ikiye katladı, kulübelerin mükemmel şekilde onarıldı ve evin de gayet iyi korundu. Keyfini
sürmeni dilerim.
Omuzlarını dikleştirip dönerek odadan çıktı. Simon kız kardeşinin arkasından bakan James’e göz atıp
kafasını salladı. Korkarım daha kötüsünü istesen de yapamazdın.
James yavaşça ıslık çaldı. Uç katı dedi. Lancashire’daki en büyük elma yetiştiricisi olacağım, dedi
hayranlıkla.
Onu incittin.
Aggie’yi mi? Ah, sanmam. James omuz silkti. Incit-tiysem de kısa zamanda geçecektir. Kız kardeşim asla
kin tutmaz.
Agatha kapıyı açıp sessizce yatağın yanma geldiğinde James Sarah’mn küçük keklerinden birini
yiyiyordu.
Gücüne kavuşmak için et suyu içmelisin. Bunu bitir, hepsini. Tepsiye büyük bir kase bıraktı, sonra da
resmi bir tavırla tekrar dışarı çıktı.
‘Yönetici türden biri, değil mi? dedi James umursamazca.
Simon ilk defa Yalancılar Kulübü’nün Agatha için nelere mal olduğunu anlamaya başlamıştı. Bu onunla
tanışmasından çok önce olup bitmişti. Güvenebileceği herkes tarafından terk edilmiş olmak kimbilir nasıl
hissetmesine neden olmuştu. Birden öfkelenerek James’e yüklendi. Bütün bu yük onun omuzlamadayken
onu asla terk etmemeliydin. O daha tam olarak büyümemişti bile.
Bu sözlere şaşıran James kendini savunabilmek için ağ-zındakileri yutmaya çalıştı. Ama başardı işte.
Onun dans ediyor, partilere gidiyor, genç adamlarla flört
ediyor olması gerekirdi. Sana ihtiyacı olduğunda sen nerelerdeydin?
Senin için çalışıyordum!
Bana başka bir sorumluluğun olmadığım söylemiştin. Her şey hallediliyor sanıyordum.
Böyle düşünmeyi seçtin çünkü işine geldi, dedi Simon küçümseyici bir tavırla. Şimdi bile ona evcil
hayvanın gibi davranıyorsun, o sahip olduğun her şeyi kurtarıp hak etmediğin halde tekrar senin kucağına
koymuşken bile. James kucağındaki tepsiyi kenara koydu. Gözlerini kısarak Simon’a baktı. Hadi o halde
biraz hak etmemekten bahsedelim. Sen onun bekaretini çaldın ve onun neredeyse tüm geleceğini elinden
alıyorsun.
Gerçek Simon’ın yüzüne bir yumruk gibi inmişti. Titreyerek arkasını döndü, sarsılmıştı. Evlenemem,
biliyorsun, dedi yavaş bir sesle.
James gözlerini ayırmadan onu izliyordu. Hayır, evlenmemeyi seçtiğini biliyorum.
Simon çenesini sıktı. Hiçbir şey bilmiyorsun.
O zaman Tanrı aşkına, aydınlat beni.
O tamdık acı bir anda geri gelmişti. Simon huzursuzca şöminenin önünü arşınlamaktaydı. Sana annemden
hiç söz etmedim.
Hayır. Tek bildiğim babanla evli olmadığı.
Covent Garden’da ucuz bir fahişeydi. Simon cesurca konuşuyordu. Yaşlı Adam için çalışmaya gittiğimde,
ilk kuryelik görevim Malta’ya tabur hareketlerinin haritasını teslim noktasından kulübe götürmekti.
Kendimden o kadar emindim ki. Aktarım noktasının ihbar edildiği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Orazumın üzerinden bir kez bile geriye dönüp bakmadım.
Sanırım hepimiz ilk görevimizde kendimizi biraz ölümsüz gibi hissederiz, dedi James usulca.
Ve görevi tamamlar tamamlamaz böbürlenmek için annenize koşar mısınız?
James’in yüzünde beliren dehşet ifadesini görebiliyordu. Hayır, Simon bunu yapmadın değil mi?
Yaptım. Teslimatı başarıyla tamamladım. Fransız ajanları istihbaratı taşıdığımı o zaman anlamış olmalılar.
Onları doğrudan anneme götürdüm. Takip edilmediğimden öylesine salakça emindim. Ama daha en iyi
kısmını anlatmadım. Sesi güçlükle duyulabilecek kadar cılızdı. Kurye çantamı yanlışlıkla orada unuttum.
Annemin eline paraları saymakla... Onu yaşadığı hayattan kurtarmakla öylesine meşguldüm ki...
Ondan bir şey satın aldığını düşündüler. Ah, Tanrım, Simon.
Simon derin bir nefes aldı. Kurye çantamın olmadığım birkaç durak sonra fark ettim. Geri koştum ama çok
geçti. Onu öyle bir dövmüşlerdi ki her tarafı kırılmıştı, lanet olası bir bez bebek gibi görünüyordu. Sadece
birkaç dakika daha yaşadı. Ne yaptığımı anlamama yetecek kadar uzundu. Oracıkta, kollarımda öldü. Sesi
şimdi bir fısıltıya dönüşmüştü. Kendi ellerimle.
James bir süre konuşamadı. Simon ateşin önündeki sandalyeye gömülmüş, avuçlarım gözlerine bastırmış
öylece duruyordu. Kontrolünü geri kazanıp gözlerini açtığında ise bakışları ayağının altında durmakta olan
halıya odaklandı.
Bu halı üzerinde Agatha’yla seviştiği anlar benliğini sardı. Tanrım, tam bir aptaldı. Şu halıyı kendi odasına
almak istiyordu. En azından tüm bunların içinde bir tane iyi şeyi kendine saklamayı arzu ediyordu.
Ama Simon... Artık on altı yaşında değilsin. Sen bir profesyonelsin. Sen Sihirbaz’sın.
Simon arkasına yaslandı, başı oturduğu sandalyede geriye düştü. James düşmanlarımızın Sihirbaz’ın
karısını ele geçirebilmek için neler yapabileceği hakkında bir fikrin var mı? Bana yakın olmak her şeyden
daha tehlikeli. Onun ölmesini mi istiyorsun?
James çenesini kaldırdı ve Simon’a ciddiyetle baktı. Hayır, tabii ki. Utanç ve kınama ile dolu olmayan bir
hayat yaşamasını isterim.
Hikayesine inandılar. Sen bile onun evlenmiş olduğunu düşünmüştün. Hiç kimse onu kınamadı.
Şansımızın sürmesini dileyelim derim.
Orası öyle. Simon ayağa kalktı. Hızla iyileşiyorsun. Feebles sokak nöbetinde. Benim biraz dışarı çıkmam
gerekiyor. Ve yarın sabah kulübe dönmem gerekecek. Dışarıdayken Ren’e de uğrayacağım, durumunu sana
da haber veririm.
Sonrasında mutsuz bir şekilde yemeğiyle oynamakta olan James’i yalnız bıraktı. Şu gizemli talip ile ilgili
netleştirmesi gereken küçük bir mesele vardı.
Etheridge’in şehirdeki evi çok güzel ve çok büyüktü. Simon orayı hemen yandaki boş evin çatısından
gözetliyordu. Evin arka bahçesinin de en az ön taraf kadar iyi korunduğunu, girip çıkan hizmetçilerin ise
fazla çalıştırılmış ya da hor görülmüş bir hallerinin olmadığını seçebiliyordu.
Simon’ın raporlarına göre adam sadece zengin değil aynı zamanda tam bir soyluydu. Serveti bir bahisçinin
ceplerinde değil, aksine sağlam bir biçimde İngiltere Bankası’nda durmaktaydı. Eğitimi aile bağlantıları
sayesinde karşılanmak yerine ciddi bilimsel kurumlarca tescil edilmişti. Lordlar Kamarası’ndaki koltuğunu
kendini ciddiyetle bu işe adayarak, ileri görüşlü bir liberalizmi teşvik ederek ve daha az şanslı olanları da
düşünerek kazanmıştı.
Hizmetçileri ona ölümüne sadıklardı ve ağızları da inanılmaz sıkıydı. Nadiren eğleniyordu, dahası şu
saygısız Collis dışında bir ailesi varmış gibi görünmüyordu. İyi giyinmekle birlikte kıyafetleri ve
aksesuvarları kesinlikle gösterişli değildi.
Ne bir metresi vardı, ne de aşırı derecede dine bağlı olduğunu gösteren bir kayıt. Ne günahkardı, ne de
aziz.
Gerçekten mükemmel bir beyefendiydi. Fakat Simon’ın kitabında böylesi bir mükemmellik o kadar
inandırıcılıktan uzaktı ki bu ancak daha gizli tehlikeleri barındıran bir maske olabilirdi. Hiçbir insan bu
kadar adil, bu kadar arınmış, bu kadar lekesiz olamazdı.
Tabii ki Simon’ın bu akşam sayın lordu araştırması sadece Yalancılar Kulübü’nün amaçları
doğrultusundaydı. MaywelPin çalışma odasına gerçek bir profesyonel gibi girerek varlığından hiç iz
bırakmamayı başaran bu adam elbette takip edilmeyi hak ediyordu.
Bu küçük araştırmanın Etheridge’in Agatha’ya talip olmasıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Tabii
Agatha’nın da adamın ilgisini belli bir derecede yanıtsız bırakmadığını da unutmamak gerekiyordu.
Simon bu düşünceyle içinde yükselen ateşi bastırdı. Etheridge’i bu gece enseleyebilirdi, böylelikle
Agatha’nın namussuz bir adamla ilişki kurma tehlikesi de ortadan kalkmış olurdu.
Pencerelerden süzülen ışıklar gecenin karanlığına göz kırparken Simon eve girmek üzere harekete geçti.
Bu zengin semtte evler sayfiyedeki malikaneler kadar geniş, arazilerin izin verdiği ölçüde birbirinden uzaktı.
En yakındaki pencere pervazını ayarlayıp kementini Etheridge’in çatısına atmış, iki ev arasında salman
halatları görünmeyecek şekilde sıkıca germişti.
Tavan arasında konaklayan hizmetlilerin odalarına çekilmeden önceki akşam saatleri bu türden işler için
uygundu.
Simon bu iş için akşam karanlığının mavisine saklanmayı, en belirgin hareketleri bile gizlemeyi
becerebilen sisin yükseldiği anlardan faydalanmayı seçmişti.
Ama gerçek şu ki bu sessiz geçişlerden, hatta halatın ayakkabılarının yumuşak tabanlarım ısıran o tanıdık
hissin-
den çok hoşlanıyordu. Özel olarak tasarlanmış ayakkabılarının taşlar üzerindeki sessizliğini, avına
yaklaşmak üzere açtığı kilitlerden gelen klik sesini dahi özlemişti.
Ayakları halatın birinde, elleri de diğerinde tutunarak boşluğu geçti. Oldukça hızlı hareket etmişti. Bu
karanlıkta düşük bir ihtimal de olsa görüldüyse, bakan kişinin onu ikinci kez baktığında göremeyeceği kadar
hızlıydı.
Usulca süzülerek taş duvardan rahatlıkla ikinci kata tırmandı. İnsanların ev cephelerinde ısrarla
kullandıkları çıkıntılardan yararlanarak yürüdü. Bu dekorasyon stili ne kadar da harikaydı.
Tabii ki pencere kilitliydi. Feebles’ın raporunda Etheridge’in aptal olduğuna dair bir satır bile yoktu.
İçeride saklanmakta olan servete yakışır sağlamlıkta bir kilit kullanılmıştı.
Şansına Simon kısa pantolonla gezdiği günlerde bu kilit tipi üzerine uzmanlık yapmıştı. Aradan bir dakika
bile geçmeden odaya girip duyularının karanlığa alışmasını beklemeye başlamıştı bile.
Etheridge’inki kadar büyük bir ev aslında Agatha’nınki gibi küçük bir eve göre daha rahat çalışılabilen bir
mekandı. Çalışma odasında yapılacak hızlı bir soygunun, o mesafedeki yatak odalarından duyulma ihtimali
çok düşüktü.
Etraf fazlasıyla karanlıktı, şehrin ışıkları Simon’ın yolunu aydınlatmak üzere içeri ulaşmıyordu.
Fazla seçeneği yoktu. Mum yakmak zorundaydı. Şöminede mumu yakmaya yetecek kadar kor kalmış
olmasını diledi. Çakmak taşı kullanmak için gereken süre fazla uzun gelebilirdi.
Cebindeki küçük mumu ve kükürt kibritini aramaya başladı ama sonra duraksadı.
Odada biri vardı. Simon hiçbir şey duymamış ya da kitaplar, mürekkep ve deri kokusundan başka bir koku
da almamıştı.
Ama yine de biliyordu. Yalnız değildi.
Pencereye doğru geri adım attığı sırada duyduğu kibrit sesini bir mum alevi takip etti ve Simon’ın
karanlıkta büyüyen gözlerini kamaştırdı.
Bay Applequist. Geçerken uğramanız ne hoş. Ya da ‘Bay Rain’ mi demeliyim?
Agatha Simon’ı tanımasa, sırf onu kızdırmak için özellikle bu geceyi dışarıda geçirdiğini düşünecekti.
Orada öylece, onu yeniden baştan çıkarmak üzere bekliyordu ve Simon ortada yoktu.
Yine.
Erkekler ve zamanlama eksiklikleri!
Tam onun sırası geldiğinde elindeki kağıtları fırlatarak masayı terk etti.
‘Yapma Agatha, yeniyordun. Jamie kelimelerini uzatarak konuşuyordu. Bu sefer ne yaptı?
Gecikti.
O bir çocuk değil Agatha. Dışarıdaki kocaman kötü dünyada başının çaresine bakabilecek durumda
olduğuna eminim.
Agatha sinirden James’e herhangi bir karşılık vermedi. Sataşıp şakalaşma havasında değildi bu gece.
Bu gece onun kendi standartlarına göre soyunu ölümsüzlüğe taşıyacağı geceydi. Bugüne kadar uydurduğu
yalanlar, James’i bulmak için çevirdiği numaralar, şu anda yapmaya niyetlendiği şeyin yanında solda sıfır
kalırdı.
Bir çocuk sahibi olacaktı.
Bunu mantıklı hale getirmeye bile zahmet etmiyordu. O günler geride kalmıştı. Simon’ı bir çocuk sahibi
olabilmek adına baştan çıkarmasında hiçbir asalet ve fedakarlık yoktu. Kendi çıkarlarından başka hiçbir şeye
hizmet etmiyordu.
Simon bunu öğrendiğinde ondan nefret edecekti. Jamie ise sonsuza dek bu sırrı saklayacağına dair yemin
edecek, bu da iki adamın arasının daha da çok açılmasına sebep olacaktı. Agatha bunun da sorumluluğunu
kabul ediyordu.
Çocuğunu alıp Appleby’ye dönecek, günlerini yün ve sirke üreterek hayatta kalmaya adayacaktı. Birkaç
gün önce ona hapis cezası gibi görünen şey şu anda işlemek üzere olduğu suçun bedelini ödeyebileceği tek
kefaretti.
Saçlarında lanolin yağı, ayakkabılarında elma kabuklarıyla geçireceği her bir güne değecekti bu.
Tabii şu lanet olasıca herif eve dönerse...
Simon esaslı bir konyak ile dolu kristal kadehi parmakları arasında çevirirken lüks bir sandalyede
oturmaktaydı. Mevcut koşullar düşünüldüğünde oldukça konforlu bir ortamda olduğu söylenebilirdi.
Öte yandan insanın kafasına doğrultulmuş bir silah varken gevşemesi pek de kolay olmuyordu.
Dalton Montmorency de oturuyordu. Ayaklarını devasa maun masasına dayamış, sol elinde masanın
rengiyle uyum içindeki konyak kadehini tutmaktaydı.
Sağ elinde ise Simon’ın yüreğini ağzına getirmekte olan parlak silah vardı. Dalton son yudumun keyfine
varmak üzere kafasını hafifçe geriye attığında bile hedefini şaşır-mamış«.
İlgisizce masanın üzerine bırakılan kadehten yükselen şıngırtıyla Simon yüzünü buruşturdu. Oysa paha
biçilemez kristalden ziyade kendiyle ilgili endişe duyması daha isabetli olurdu.
Yine de içindeki hırsızın Etheridge’in evindeki eşyaların sokaktaki değerini hesaplamasına engel
olamıyordu. Dalton ile kıyaslandığında James bile zavallı bir çoban gibi kalıyordu. Bu tatlı para nereden
geliyordu? Vatan hainliği doğru uygulandığı takdirde oldukça karlı bir iş olabiliyordu.
Lütfen içkini bitir de konuşmaya başlayalım. Dalton elindeki silahı cesaretlendirici bir edayla salladı.
Simon omuz silkerek kadehi kafasına dikti. Yalnızca bir an duraksamış ve pişmanlıkla son damlanın
boğazından aşağı akmasını beklemişti. Ölecekse de en azından Ethe-ridge bunu nitelikli bir şekilde
yapmasını sağlıyordu.
Etheridge bir kaşını kaldırdı. Tamam mı? Gecenin bir yarısı çalışma odamın penceresinden evime neden
gizlice girdiğinle başlayalım derim.
Bunu günün ortasında yapmam için kesinlikle aptal olmam gerek, öyle değil mi?
Her türlüsünü yapacak kadar aptalsınız, Bay Rain.
Rain mi? O da kim?
Sizsiniz... Bazen Mortimer ya da Ethelbert Applequ-ist... Tabii Simon Montague Raines’i de
unutmayalım, Yalancılar Kulübü isimli küçük yerin sahibi.
Simon gözle görülebilecek bir tepki vermemişti ama gizli kimliğinin bu kadar kolayca açığa çıkması
karşısında donakalmıştı. Yanlış bilmiyorsa, Etheridge bugün onu ilk defa görmüştü. Bütün bu gizli kimlik
katmanlarını bu kadar çabuk kırabilmesi nasıl mümkün olabilirdi ki? Yalancılar Kulübü’ye ilgili ne
biliyorsunuz? ‘Yalancılar Kulübü’yle ilgili her şeyi biliyorum, Bay Rain. Başbakan ile birlikte bu topluma
uymayan tipler topluluğundan Majesteleri’ne hizmet etmede nasıl yararlanılabileceğine karar veren
adamlardan biriyim. Simon’m ağzı açık kaldı. Sen Kobra’sın.
Şimdi şaşırma sırası Dalton’a gelmişti, içgüdülerinin kuvvetli olduğunu gösteren bu atağınla kendini ciddi
boyutta affettirdin Simon. Öncelikle senin zeki bir adam olduğunu gördüğüme sevindim. Nasıl bildin? Diğer
üçlünün kimlikleri bana bile henüz açıklanmadı.
Simon başını salladı. Kraliyet Dörtlüsü’ne ait tüm dosyalara sahibim, hem de yıllardır. Ne yiyip
içtiklerinden tutun, uykularında ne sayıkladıklarına kadar biliyorum. Bu yılın başlarında Spencer Perceval
suikaste kurban gidip de yerine Lord Liverpool başbakanlığa getirildiğinde, en sonunda Liverpool’un yerine
geçmek üzere başka bir üyenin seçileceğini biliyordum.
Muhbirlerin kaçırmış olmalılar, Perceval son nefesim verdiğinden beri tam yetki bana verilmiş durumda.
Şu lanet olası ekip yetersizliği yüzündendi yine. Benim eksikliğim, sayın lordum. Yalancılar kendi
alanlarının en iyisidirler.
‘Yalancılar’m isimlerinin çağrıştırdığı şeyden dahi fazlası olduklarından tam olarak emin değilim. Lord
Liverpool’un da selefine verilen özgürlüğe senin layık olduğuna dair şüpheleri var. Organizasyonunuzun
devamı için Başbakan’ın izninin gerekli olduğunu söylememe gc rek yok sanırım. Bilgi sızıntısının izini
bulman aylar aldı, bu süreçte birçok adamını kaybettin ve nihayetinde adanı gelip senin kapında beliriverdi.
Dalton gözlerini kısarak baktı. Bunun üzerine onun yakalandığını bildirmek yerine adamı hiçbir güvencen
olmaksızın ev hapsine aldın. Simon başını salladı. Bu silahı açıklıyor o halde. Çizgiyi aştığımı
düşünüyorsunuz.
Bayım, ben Lord Liverpool dışında kimseye güvenmem. Diğer üçlüye bile. Tek bildiğim senin şu anda
resmi görevde olabileceğin.
Simon sırıttı. Ne? Kudretli Lord Etheridge kendi adamlarından biri tarafından öldürülmekten mi
korkuyor? Bana bunun doğru olmadığını söyleyin.
Güç, yanlış adamların elinde çirkin bir şey haline gelebilir. Ben Majesteleri’ne ve vekil prense sadığım.
İngiltere için çalışırım, kendi zenginliğim için değil. Bazıları için bunu anlamak zordur.
Aynı taramaymışız gibi görünüyor. Simon ellerini iki yana açarak ekledi: Peki ya tüm bunlar? diye sordu.
Büyük bir kısmı miras kaldı, ben de birkaç yatırım yaparak varlığımı artırdım. Etheridge omuz silkti.
Sahip olduklarım nedeniyle benden şüphe duyulmasına alışkınım, Simon. Bu çok alışıldık bir durum.
O kibriti yakış tarzınız pek de alışıldık değildi. Etheridge hafifçe gülümseyerek küçük tahta bir ku- tucuk
çıkardı. Kabul etmeliyim ki bu oldukça ilginç bir buluş. Arkadaşım bir süredir üzerinde çalışıyor. Onları
Şeytan kibritleri diye adlandırmış. Kibritin kükürtlü ucunu zımparaya sürtüyorsun ve mucizevi bir şekilde
kendi kendini yakıyor.
Simon bu kibritlere sahip olma isteği duydu birdenbire. Böyle bir buluş Yalancılar’ın nasıl da işine
yarardı! Bunlardan edinmeliyim. Nereden tedarik edebilirim?
Ah, henüz üretimine yeni başlandı korkarım.
Ben ve Yalancılar’ım için üretilecek, dedi Simon kararlı bir ses tonuyla.
Etheridge kaşını kaldırmış elindeki küçük kutucuğa bakıyordu. Anlıyorum. Bunlar sen ve adamların için
paha biçilemez olurdu. Kutuyu Simon’a attı.
Simon açgözlü bir hevesle kutuyu havada yakalayarak cebine soktu. Teşekkür ederim.
Önemli değil.
Bu adam için önemsiz olduğu doğruydu. Simon o anda adamın bir şeyden rahatsız olduğunu hissetti. Siz
şimdi varlıklı, seçkin, güçlü bir vatanseversiniz. Bu adam ne kadar sağlam ayakkabı olabilirdi ki? Ve Agatha
Applequist ile evlenmek istiyorsunuz.
Tam olarak söylemek gerekirse Agatha Cunning-ton’la.
Ah, evet. Elbette onun aile bağlarıyla ilgili bilginiz vardır. Benim birincil bilgi sızıntımın sebebi olan
adamın kız kardeşiyle evlenmek istemeniz şaşırtıcı.
Tespit edebildiğim kadarıyla Bayan Cunnington bütün
bu işlerde tamamen suçsuz.
Öyle. Onun tek kusuru işleri yönetmeye fazlasıyla eğilimli olması. Kendi başına ağabeyinin yerini
bulabileceğini düşünüyordu.
Böylesine tehlikeli bir girişimde bulunmasına neden engel olmadınız? Kendini böyle bir riske atmasına
nasıl izin verebildiniz?
Bakışları kararsa da Simon ona yanıt vermedi. Bu çalımlı hergelenin Agatha’yla evlenmesi gerçekten çok
yararlı olurdu. Simon Etheridge’e kendisi kadar sersemleyip şaşkına dönmesi için sadece bir hafta
veriyordu.
Daha net konuşmak gerekirse Simon, eğer çalışma arkadaşlarımdan birinin amaçları doğrultusunda yolu
açmak için değilse, ne amaçla buradasın?
Sizin bir casus olma olasılığınızı araştırıyordum, dedi Simon. Oldukça şüphe uyandırıcı bir hayat tarzınız
var sayın lordum. Hoş bir miinzevilik. Ya tüm o yurtdışı yolculukları? Pek akıllıca bir davranış diyemeyiz
değil mi? Ellerini karnının üzerinde kenetleyip arkasına yaslanmıştı Simon, onu enseleyen adamı
inceliyordu. Bir casustunuz, değil mi? Bağımsız çalışıyordunuz.
Bu kez kızarma sırası Etheridge’deydi. Bu saçmalık, dedi. Benim nakliye işlerim var! Ayrıca
sosyalleşmiyorum çünkü aptal insanlar ve onların boş konuşmalarından nefret ediyorum...
Simon’ın sırıttığını görünce duraksadı ve yüzünü buruşturdu. Elindeki silahı, konyak kadehine
gösterdiğinden daha fazla bir saygı göstererek masanın üzerine bıraktı.
Seni ne kadar kıskandığımı bilmiyorsun Simon. Lord Liverpool’un yerini aldığımdan beri saha
çalışmasını nasıl özledim bilemezsin. Şimdiyse sadece politika ve saray entrikaları var.
Her bir saniyesinden nefret ederdim doğrusu. Bu yüzden
mi Maywell’in çalışma odasına girdiniz? Saha çalışmasını özlediğiniz için mi?
Lanet olasıca. Liverpool’un dediği kadar iyisin. Bunu nereden biliyorsun?
Tam arkanızdaydım. Simon küçümseyici bir şekilde gülümsedi. Agatha da öyle.
Etheridge şaşkınlık içinde ayağa fırladı. O da mı evlere giriyor?
Şimdiye kadar sahip olduğum en iyi mesai arkadaşı. Gördüğüm en yaratıcı yalancı ve en spontan, en
inandırıcı aktris olduğunu görme şerefine eriştim. Günlerce onun bu işte profesyonel olduğunu bile sandım.
Etheridge hayranlıkla dudaklarını büzdü. Ve bütün bu maharetler o küçük pakette. Simon’ı ölçen
bakışlarla baktı. Bayan Cunnington için nesiniz siz gerçekte?
En büyük kabusu. Simon bakışlarım uzağa çevirmek zorunda kaldı. Bir arkadaş.
Ardından Etheridge’e uyarı dolu bir bakış fırlattı. Onun incindiğini görürse çok kızacak bir arkadaş.
Etheridge başıyla onayladı. Bir arkadaş. Aynı zamanda bir gözetmen olmaksızın onunla haftalarca
yaşadınız. Ve bu kadın oldukça ateşli.
Simon ışık hızıyla odanın öbür uçundaydı şimdi, Etheridge’in boğazına yapışmıştı. Sesinde ölümcül bir
tını vardı. Bir daha onun hakkında bu şekilde konuştuğunu duyarsam o iğrenç dilini başından ayırırım ona
göre. Etheridge başını sallamayı başardı ve onayladığını göstererek iki elini havaya kaldırdı. Simon onu
serbest bıraktığında ise sakince boğazını ovuşturdu.
Sorumu yanıtladın. Bu hanım ile ilgili gerçek duygularını öğrenmek istemiştim. Sanırım oldukça açık bir
şekilde ifade ettin.
Seni üçkağıtçı hergele.
Hepimiz öyle değil miyiz? Lanet olasıca herif haklıydı.
OnAltınaBölüm
Saat dokuzu vurdu. Hizmetçiler Agatha’nın yalnız başına yaptığı kahvaltının bulaşıklarını topladılar.
Huzursuzlukla dolu düşünceleri yüzünden bütün gece uyuyamayan Agatha o kadar geç kalkmıştı ki Simon’ı
kaçırmıştı. Ve sadece ona eşlik etsin diye James’in de dinlenmesini bölmek istememişti.
Aşçının bugün misafirlere sunmak üzere ne hazırlamasını istersiniz efendim? Pearson karşısında
duruyordu.
Kahretsin. Ziyaretçilerle dolu bir gün daha. Agatha onlarla görüşmemek için hasta olduğunu söylemeyi
düşündü.
Her zamankinden, sanırım, Pearson. Oldukça beğeniyor gibiler. İçini çekti. Veya belki de daha az lezzetli
bir şey hazırlamalıyız. Çikolata kaplı salyangoz nasıl fikir?
Benim fikrimi mi soruyorsunuz, efendim?
Tanrı aşkına Pearson, hayır. Sesindeki onaylamaz ifadeyi duyabiliyorum zaten.
Doğrudur, efendim.
Agatha gözlerini kapadı. Tüm bunların bir günlüğüne durmasını sağlayabilir misin Pearson? Nefesim
daralıyor resmen.
Tabii efendim. Tanrı’ya bildireceğim.
Agatha kafasını kaldırdığında Pearson gitmişti. Bu bir şaka mıydı? Pearson şaka mı yapmıştı?
Yüce Tanrım, dünyanın sonu geliyor, diye mırıldandı.
Çok yazık, çünkü seni dondurma yemeye götürecektim.
Simon rahat bir tavırla kahvaltı odasına girerken beraberinde dışarıdaki taze bahar havasını da getirmişti.
Birdenbire gün genç kadına daha aydınlık ve keyifli gelmeye başlamıştı. Onu özlemişti, ne kadar da
sersemdi. Oyalanmadan planını hayata geçirmeye başlaması gerekiyordu ama bir an için sadece sevdiği
adam ile aynı odada olmak ona yetmişti işte.
Dalgın dalgın gülümsedi. Dışarı mı? Çıkamam, gelecek ziyaretçilerim var.
Fikrimi soracak olursan tam da bu yüzden dışarı çıkılmalı. Harika bir gün. Güneş parlıyor ve gökyüzü çok
net. Dışarı çık derim.
Bu çocuk oyununu hatırlayan Agatha’nın gülümsemesi daha da genişledi. Simon der ki ‘Dondurma
yemeye dışarı çık.’
Simon masaya yaslandı. Aynen öyle. Simon ne dersc daima onu yapmalısın.
Agatha ayağa fırladı. İki dakika sonra hazır olurum. Odadan çıktı, sonra başım kapıdan içeri uzatarak
ekledi: Sana böğürtleni ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim?
Simon daha önce hiç bu kadar böğürtlenli dondurma yemek istememişti, fakat birdenbire acilen o tadı, tek
bir tatlı damlanın tadını almazsa ölecekmiş gibi hissetmeye başlamıştı kendini.
Tabii bunun sebebi o pembe damlanın Agatha’mn çenesinden akmakta, hatta göğsüne damlamak üzere
olmasıyla alakalı olabilirdi.
Simon bir anda temkini de kariyeri de boş verip hiç tereddütsüz o damlayı takip edecek hale gelmişti.
Agatha’nın muhteşem göğüslerinin tatlı şuruba bulanmış çılgın hayali Simon’ı kapana kıstırmıştı. Masanın
kenarına sıkı sıkı tutunuyordu. Pantolonu patlamak üzereydi ve galiba
nefes alış verişi de hızlanmıştı.
Neyse ki şansı yardım etti ve Agatha gayri ihtiyari söz konusu damlayı mendiliyle sildi. Bunu yaparken
dikkati hala dondurmadaydı.
İnsanın kariyerinin bir mendilin hareketine endeksli olması berbat bir şeydi. Simon bu durumla ilgili
gerçekten bir şeyler yapmak zorundaydı. Bunu ciddi ciddi düşünmeliydi.
Daha sonra.
Çünkü Agatha’nın şeker, böğürtlen suyu ve buzdan oluşan bu donmuş karışımdan zevk almasını
seyrederken akıllıca cevaplar vermeye çalışmaktan öteye gidemiyordu. Genç kadının dili dondurmanın
etrafında dönüp duruyor, pembe dudakları dondurmayı külahından çekmeye çalışıyordu.
Tanrı korusun ama Simon gerçekten ölmek üzereydi. Agatha’nın uzun matem kıyafetiyle rahat edebilmek
adına arka tarafta sakin bir masa seçmesi çok isabetli olmuştu. Böylelikle Simon pantolonundaki kabarıklığı
insanların dikkatinden gizleyebiliyordu.
Ne düşünüyorsun? Suratında çok garip bir ifade var.
Dondurmasını son damlasına kadar bitirip sevimli sevimli mendiliyle dudaklarını temizlemekte olan
Agatha’nın bu sorusuyla Simon silkinip kendine geldi.
Dondurmana neredeyse hiç dokunmadın.
Simon genç kadının parmağıyla gösterdiği yönü takip ederek erimiş olan kendi limon aromalı
dondurmasına baktı. Kendisi de mi dondurma sipariş etmişti? Tanrım, dondurmadan nefret ederdi.
Böğürtlenli dondurma hariç. Böğürtlenli dondurmanın fanatiği olabilirim, diye düşündü.
Agatha, bana bir saniye izin verebilir misin? Cevabını beklemeksizin sandalyesini geriye itip koşar
adımlarla İtalyan dondurmacısından dışarı çıktı.
Agatha arkasına yaslanıp boş tabağını ileriye itti. Planladığı üzere Simon’ı arzudan deliye döndürebilmek
için elinden gelenin en iyisini yapmıştı.
Aslında tam olarak en iyisini değil. Yolda çok güzel vakit geçirmişlerdi, birbirlerine oldukça rahat
davranmışlardı, eskiden olduğu gibi.
Bu planını uygulamak için uygun bir zaman gibi görünmemişti, Agatha da kısa da olsa yalan ve
numaralardan uzak bir zaman geçirmekten mutlu olmuştu. Ta ki hamile kalmayı başarabilmesi için ne kadar
kısa bir zamanı olduğunu hatırlayana kadar.
Şimdi Simon’ın düşüncelerinin de bu yolda ilerlemesini sağladığı kesindi. Simon bu öğleden sonra ne
daha fazla şaka yapacak ne de kahkahalarla gülecekti. Aklında tek bir düşünce olacak, sadece onu düşün, bu
konuda iddiaya girebilirdi Agatha.
Simon gideli birkaç dakika olmuştu. Genç kadın bu dakikaları onun limonlu dondurmasını seyrederek
geçirmişti. Sonunda üzülerek kalçalarının daha fazla dolgunlaşmasına ihtiyacı olmadığına karar vermiş ve
görevlinin dondurmayı kaldırmasına izin vermişti.
Artık meraklanmaya başlıyordu ki Simon geri döndü ve tekrar oturmadan önce Agatha’ya sakin bir
ifadeyle gülümsedi.
Her şey yolunda mı?
Elbette. Simon’m gülüşü kaybolmamıştı ama gözlerine ulaşmıyordu. Her şey yolunda.
Bu gülüş artık Agatha’nın sinirine dokunmaya başlamıştı. Onun bu ilgisizliğine meydan okuyarak öne
doğru eğildi. Nezaket kurallarının canı cehennemeydi, şu anda bir görev üzerindeydi.
Uzanıp paltosunun üzerinden Simon’ın kolunu okşadı. Her zaman mavinin sana ne kadar çok yakıştığını
düşünmüşümdür. Gözlerinin rengini ortaya çıkarıyor.
Simon hafifçe başını sallamak dışında hiçbir cevap vermedi. Güçlükle yutkunduğu ise Agatha’nın
gözünden kaçmamıştı. Mükemmel. Biraz daha öne eğilerek sesini alçalttı.
Simon? Sende en çok hoşuma giden ne biliyor musun?
Simon onu daha iyi duyabilmek için yaklaştı ve merak edermiş gibi bir ses çıkarttı. Bunu yaparken hala o
lanet olasıca sakin ifade yüzünde durmaya devam ediyordu.
Agatha manşetin altından onun bileğine dokunmak üzere parmaklarını kımıldattı. En çok... içimdeyken
hoşuma gidiyorsun, diye fısıldadı.
Simon sanki Agatha ona tokat atmışçasına irkildi. Artık ilgisiz değildi, genç kadın bunu görebiliyordu.
Çenesi öfkeyle kasılmış, gözleri koyulaşmıştı.
Buna hemen bir son veriyorsun, diye gürledi.
Neden? O gece neler olduğunu seninle konuşmayı çok istediğime karar verdim.
Agatha...
Şu anda iffetli davranmanın gereği yok Simon. Yaptığımız şeyi yapmaya istek duyduysan, bununla ilgili
konuşmaya da istekli olmalısın.
Ben...
Motivasyonun neydi düşünmek gerek, doğru. Ama şimdi seni anlıyorum, bunun için bir sürü sebep var..’’
Agatha!
Sert ikazı diğer müşterilerin dönüp onlara bakmalarına neden olmuştu, Agatha onun dişlerini öfkeyle
sıkmakta olduğunu gördü. Simon elinden tutarak onu hızla dışarı, sokağa çıkardı.
Bir eliyle de Harry’ye arabayı ilerletmesini işaret etti.
Simon...
Eve git Agatha, akşam yemeğinde görüşürüz.
Onu arabaya bindirdi ve Harry’ye onu eve götürmesi için işaret verdi.
Araba ilerlerken Agatha başını camdan çıkararak Simon’ın ters istikamette caddeden aşağı doğru
yürüdüğünü gördü.
Genç kadının cesaretinden etkilenmiş gibi görünmemişti. Oysa Agatha emindi...
Ona bakmaya devam ediyordu. Ve Simon’ın hızla dönüp yanındaki çöp tenekesini yumrukladığını gördü.
Gülümsedi ve arabanın koltuğuna yerleşti. O kadar da ilgisiz kalamamıştı belki de.
Agatha kararlı bir tavırla sabahlığını giydi. Ev sessiz ve karanlıktı. Hizmetçilerden birkaçı hala ayakta
olabilirdi ama evin bu tarafına çağrılmadıkça gelmezlerdi.
Simon yemek için gelmemişti. Jamie de yorgun olduğunu söyleyince Agatha bir kez daha yemeğini
odasına istemişti.
Zamanı gelmişti. Bu işi halledecekti.
Olacak çocuğu için savaş veriyordu. Hiçbir şey ona engel olamazdı, ne vicdanı, ne sinirleri, ne de Simon
tarafından reddedilme korkusu.
Fazla zaman kalmamıştı. Kocası ölmüş bir kadının dokuz aydan fazla vakitte doğurmasına kimse
inanmazdı. Bir bebeği olmasını istiyordu ama çocuğunun bir piç olarak bilinmesi pahasına değil.
Böyle bir planı olduğunu bilse Simon’ın çok kızacağından emindi. Gayri meşru olarak geçirdiği çocukluğu
onun için berbat bir deneyimdi. Kendi çocuğuna da bunu yaşatacağı için Agatha’yı asla affetmezdi.
Bunu öğrenirse Simon’ı sonsuza dek kaybedebilirdi.
Ama zaten kaybetmemiş miydi?
Eli kapının kulpunda bir an için başını odanın kapısına yasladı. Bundan böyle kendine yalan söylememe
kararı doğrultusunda düşündü. Yüreğinin yeniden Simon ile olabilme isteği ile dolup taşıyor olmasının da bu
kararda büyük bir rolü olduğunu itiraf etmek zorundaydı.
Onu bütün gün etrafında görmek, onunla konuşmak, yemek yerken karşı karşıya oturmak dayanılmaz bir
acı veriyordu. Öylesine mutsuzdu ki başını geriye atıp çığlık çığlığa bağırma isteği duyuyordu.
Yatak odası bu durumun bedelini ödüyordu çünkü mutsuzluğuna dayanamadığı noktada Agatha epeyce
öfkeli oluyordu. Gecenin sonunda odanın diğer ucunu boylayan yastıklar ya da kırık vazo hakkında Nellie
bir kelime bile etmemişti.
Ama artık çaresizlik gözyaşlarına ve çocukça öfkelenmelere bir son vermeliydi. Çok geçmeden yeniden
Simon’ın kollarında olacaktı.
Ellerinin titremesi durdu ve nefesi normale döndü. Agatha başını kaldırıp kapıyı açtı.
Üçüncü odanın kapısını çalmadı. Bunun yerine cesurca odaya girdiğinde Simon elinde bir kitap yatağına
uzanmıştı. Bu oda diğerinden oldukça küçüktü, o nedenle şöminenin karşısında oturacak yer yoktu, ama
yine de sıcacıktı.
Simon’m gözleri karanlık ve ifadesi anlaşılmazdı, yavaşça kitabını kapadı ve yastıkların üzerinde
doğruldu.
Agatha, buraya gelmemelisin.
Ama geldim. Bu titrek ve nefes nefese ses onun muydu?
Gitmelisin.
Konuşabileceğine güvenemediğinden Agatha sadece başını salladı ve sabahlığını çıkarmak üzere harekete
geçti. Onu vücuduyla heyecanlandırabilirse bütün tedbirleri elden bırakmasını sağlayabilirdi.
Simon göz açıp kapayıncaya kadar yataktan kalkmış karşısına dikilmişti. Elleri Agatha’nınkilerin üzerine
kapanmış, kuşağı çözmesine engel olmaktaydı. Genç kadın
gözlerini kapatıp onun kokusunu içine çekti. Tarçm ve sıcaklık, harika bir adam.
Simon, teninin sıcaklığını hissedebileceği derecede yakınında duruyordu, Agatha ona yaslanmak için
dayanılmaz bir istek duydu. Gömlek ve pantolonu hariç üzerindekilerin hepsini çıkarmıştı Simon.
Gömleğinin açılmış yakasından atan nabzı seçiliyordu.
Beni gönderme.
Kahretsin. Yatağa erken gönderilmemek için yalvaran bir çocuk gibiydi. Sonra gururunu bir kenara
bırakıp onun güzel gözlerine bakmak üzere başını geriye attı.
Lütfen beni gönderme. Seni özlüyorum. Yutkundu. Bunu başarmalıydı. Bana dokunmanı istiyorum.
Simon ürperdi, Agatha’ya bakarken gözleri koyulaşmış-tı. Genç kadın bir elini kurtararak onun yüzüne
dokundu. Elmacık kemikleri ve çenesinde şefkatli dokunuşlarla geziniyordu parmakları.
Oğlunun da bu güzel hatlara sahip olması için dua ediyordu, bu sayede belli belirsiz de olsa her gün
Simon’ı anımsayabilirdi.
Ona hissettiklerinin yoğunluğu yüreğini acıtıyordu. Sözcükleri içinde tutamadı.
Seni seviyorum.
Bu bir hataydı. Söyler söylemez bunu fark etmişti.
Onu öpme isteğine engel olamayan Simon usulca Agatha’ya doğru eğilirken, bu sözleri duyar duymaz
sanki genç kadın onu ısırmış gibi birdenbire geri çekildi.
Gitmelisin küçük kız, dedi sertçe. Burada sana uygun bir şey yok.
Hızlı bir hareketle Agatha’nın arkasındaki kapıyı açtı ve onu sertçe koridora itti.
Kapı yüzüne çarpılmamıştı - sayılır - ama Agatha yüreği bu kapanışın içine sıkışmış gibi hissediyordu.
Çok büyük bir hata yaptığı açıkça ortadaydı.
Bir dahaki sefer kapıya bu kadar yakın durmamalıydı.
Simon kapıya yaslandı, bir eliyle sıkışan göğsünü ovuşturmaktaydı.
Agatha’nın şefkat dolu bakışlarıyla ona uzanan, halının üzerinde çıplak hayalinden başka hiçbir şey
göremeden elindeki aptal kitaba saatlerdir boş boş bakmaktaydı.
Sonra sanki onun ruhunu çağırmış gibi karşısında belirmiş, ona yeniden aşkını sunmuştu.
Bir erkek bununla nereye kadar başa çıkabilirdi? Onu yatağın üzerine itmek yerine kapıdan dışarı itmenin
verdiği gerilimden ötürü elleri hala titriyordu.
Agatha ona dokunmuş, onu neredeyse pes etme noktasına sürükleyen yumuşaklıkta bir şefkat ve arzuyla
yüzünü okşamıştı.
Yeniden onunla birlikte olabileceği düşüncesi zihnine üşüşmüştü şimdi. Bekaretini zaten kaybetmiş ve
bununla başa çıkabilmişti, artık hiçbir şey daha kötü olamazdı. Görevini biliyor ve saygı duyuyordu, ayrıca
ona gelmeyi kendi seçmişti.
Neden bu çözümü olmayan çıkmazın içinde mutlu bir kaçamak yapmasınlardı ki? Kendi istekleri
doğrultusunda seçim yapabilen akıllı bir kadındı o, baştan çıkarmakta olduğu aptal bir kız değildi.
Olabilirdi...
Hayır.
Görevi nedeniyle bir daha asla kimseyi tehlikeye atmayacağına yemin etmişti. Simon kimliği nedeniyle
Agatha’ya bir şey olursa vicdanıyla baş edemez, bunun hesabını asla ödeyemezdi. Yüzünü ovuşturdu,
kendini yatağa atıp sabit bakışlarla tavanı seyretmeye başladı. Çok uzun bir gece olacaktı.
Yine. Agatha bu kez onun şaşkınlığından yararlanacaktı.
Sessizce Simon’ın kapısını açtığında saat sabahın ikisini vurmuştu. Kapıyı arkasından kapatıp yatağa
doğru ilerledi.
Ateş hala biraz ışık veriyor, Agatha’nın kalbinin hızla atmasına neden olacak şekilde içerisini
aydınlatıyordu.
Çırılçıplak uyumakta olan Simon’ın huzursuzluktan ötürü geç saatlere dek uyanık kaldığı gergin
bedeninden anlaşılıyordu. Şimdi bile göğsündeki ve kollarındaki sert kaslar, ateşin loş ışığında muhteşem
gölgeler ve şekiller oluşturuyordu.
Agatha bu kez sabahlığının kuşağını çözerken tereddütsüzdü. İpekli kumaş bir anda omuzlarından
süzülerek ayaklarının dibine akıverdi.
Şimdi o da Simon kadar çıplaktı. Omzuna dokunmak üzere eğildi. Simon...
Simon öyle hızlı hareket etti ki Agatha’nın nefesi kesildi. Boğazına dayanmış bir dirsek ve midesine dayalı
bir dizle şiltenin üzerine çakılıvermişti adeta.
İşte bu. Simon tamamen çıplaktı. Aralarında bir tek buruşmuş saten çarşaf durmaktaydı. Agatha onun
göğsünün göğsüne dayandığını hissedebiliyor, nefesi yüzüne çarpıyordu.
Bir de rahat nefes alabiliyor olsaydı tüm bunlardan daha fazla keyif alabilirdi tabii.
Üzerinde hırlamakta olan vahşi hayvan çok geçmeden onun yüzünü fark etti.
Agatha!
Hızla geri çekildi. Güçlü elleriyle onu ayağa kaldırınca Agatha minnettarlıkla rahat bir nefes aldı.
Canını acıttım mı? Konuşabiliyor musun?
Agatha öksürerek boğazındaki sertliği yumuşatmaya çalıştı. İyiyim.
Rahatlayarak derin bir nefes alan Simon onu sıkıca kendine çekip kollarının arasına aldı.
Simon’ın sertliği ve sıcaklığıyla gevşeyen Agatha onun içine işleyebilmeyi diledi. Olmak istediği yer
burasıydı işte.
Ait olduğu yer.
Tam da bu yüzden ikinci kez kapı dışarı edildiğine gerçekten çok şaşırdı.
Ne yazık ki bu kez oldukça çıplaktı. Aceleyle odasına koşarken kafasında tek bir düşünce vardı.
Bu savaş demekti.
Şu lanet olasıca kapıyı kendine siper etmek zorunda mıydı?
Simon çaresiz bir halde ateşin önüne doğru yürüdü. Ayağı ipekten bir şeye takıldı. Sabahlık. Diz çökerek
onu eline aldı ve kararlı, hayranlık uyandırıcı, zorlukla karşı koyabildiği kadının arkasından fırlatmaya
niyetlendi.
Parmaklan yumuşak kumaşın üzerinde gezindiğinde Agatha'nın kokusu burnuna geldi. Arkasından
fırlatmak -veya daha da iyisi şöminede yakmak - yerine kumaşı yanağına götürdü.
Saklamak daha iyi olacaktı. Böylelikle Agatha belki de ait olmadığı yerlerde dolaşmamayı öğrenirdi.
Soğuk yatağına döndü. Çarşaflara limon ve çiçek karışımı bir koku sinmişti. Şanslıysa rüyasında onu
görecek ve erkenden uyanmayacaktı.
On Yedinci BöCüm
Ertesi sabah Agatha gün doğmadan giyinip aşağı indi ve salona girip kapı aralığından ön koridoru
dikkatlice izlemeye koyuldu.
Simon’ın aşağı indiğini henüz duymamıştı, fakat şu gizemli yere gitmek için her geçen gün evden daha da
erken çıktığından Agatha onu gözden kaçırmak istemiyordu. Si-mon bu kez onu dinleyecekti, genç kadın
bundan emindi.
Başı istemsizce aşağı düşüyor, gözleri kapanıyordu. Arkasında duran kanepe onu çağırıyordu. Agatha
kanepenin cazibesi ile mutfaktan gelmekte olan pastırmanın kokusu arasında savaş veriyordu adeta.
Yaşadığı bu çelişki şu anda ayık kalmasını sağlayabilen tek şeydi.
Salonun kapısı aniden açılınca Agatha sıçradı. Ben sadece...
Pearson sorgulayan bakışlarını üzerine dikip, Kahvaltınızı şimdi mi alacaksınız, efendim? diye sordu.
Agatha onun kaşlarına baktı, neyse ki olmaları gereken hizada duruyorlardı. Görünüşe göre
kayınbiraderini kapıların arkasından gözetlemesi gayet kabul edilebilir bir durumdu.
Henüz kahvaltı etmeyeceğim, teşekkürler. Bay Apple-quist henüz kalkmadı mı?
Kalktı efendim. Button yukarı çıkalı on dakika olmadı.
Button’ı mı çağırdı?
Beyefendi sabahları asla onu çağırmaz. Button’ın ona karşı öngörülü yaklaşmayı öğrendiğini
söyleyebiliriz.
Pearson’ın kaşlarını aşağıda tutmaya devam etmesine bakılırsa bu da makul bir durumdu.
Ah, demek öyle. Pekala, işine dönebilirsin Pearson.
Peki efendim. Pearson kapıyı bulduğu gibi bırakmaya özen göstererek dışarı çıktı.
Agatha nöbetine döndü. Çok geçmeden Simon’m tanıdık ayak seslerinin merdivenlerde duyulmasıyla
ödülünü aldı. Simon şapkasını ve paltosunu Pearson’dan almak üzere tam Agatha’nın görüş alanının içinde
durdu.
Gözlerinin rengini iyice vurgulayan lacivert paltosunu giyerken, Agatha bir an için durup tam bir
beyefendi gibi göründüğünü düşünerek onu izledi.
Bayan Applequist henüz uyanmadı mı?
Bayan Applequist henüz kahvaltıya oturmadı, efendim. Pearson’ın çok iyi olduğunu itiraf etmek
gerekliydi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu bir yalan değildi.
Agatha hızla salondan çıktı. Simon, seninle konuşmak istiyorum.
Simon irkildi ve ona doğru döndü. Agatha! Tanrım, bu kadar erken saatte ayakta ne yapıyorsun? Uyuyor
olacağını sanıyor... Sustu ve utanarak kızardı.
Dün geceki maceramdan sonra güzel bir uyku çekeceğimi mi düşünmüştün? Tatlı tatlı gülümsüyordu.
Simon artık onu çok iyi tanıyordu, bu yüzden geriledi. Bak küçük hanım...
Simon Rain, sen bir korkaksın. Hem de ürkek bir korkak. Bu konuşmadan kaçamayacaksın. Beni kendi
evimde çırılçıplak kapı dışarı edemezsin.
Simon gerilemeye bir son verdi. Son derece haklısın, küçük kız. Konuşmamızın zamanı geldi.
Ona salona geçmelerini işaret etti. Agatha önden ilerledi, bir yandan da göz ucuyla Simon’ın sıvışıp
sıvışmadığını kontrol ediyordu.
Simon arkasından salona girince Agatha durdu ve ona doğru döndü. Söze başlamak üzere tam ağzını
açmıştı ki...
Simon onu kollarının arasına çekip dudaklarını dudaklarına bastırdı. Agatha kendini bu öpücüğe
bırakırken yaşadığı şaşkınlık mutluluğa dönüşmüştü. Simon elleriyle onu kendine sertçe bastırıyor,
dudakları arzu ve şiddetle yanıyordu. Bu öpücükle sanki Agatha’yı fethediyordu. Ve Agatha ele geçirilmeye
gönülden razıydı.
Simon en sonunda dudaklarını onunkilerden ayırabildiğinde kızgınlığından eser kalmamış olan Agatha’nın
dizlerinin bağı çözülmek üzereydi. Genç kadın sersemlemiş bir halde başını kaldırıp ona baktığı sırada
Simon onun alnına hızlıca bir öpücük daha kondurdu.
Ve Agatha gözünü açıp kapayıncaya kadar arkasına dönüp hızlı adımlarla evden çıktı.
Lanet olsun. Şu hırsızlık sıvışması.
Agatha sersemliğinden kurtulup arkasından yetişmeye çabaladı. Pearson kapıda elinde pelerini ve
eldivenleriyle onu bekliyordu.
Belki biraz kahvaltı etmek istersiniz diye düşündüm efendim. Sakin bir tavırla genç kadının eline
pastırmalı yumurtalı sandviç gibi kokan bir paket tutuşturdu.
Agatha etkilenmişti. Pearson, eğer büyükbabam yaşında olmasaydın, seninle evlenirdim. Adamın buruşuk
yanağına bir öpücük kondurmak için parmak ucunda yükseldi.
Evet efendim. Bunu oldukça sık duyarım.
Neden, Pearson! Bu bir şaka değil mi?
Hayır, efendim. Uşakların şaka yapması kanunca yasaklanmıştır. Kapıyı açık tutmaktaydı. Bay Applequist
solunuzda kalan blokta yolun yarısına gelmiştir, efendim.
Teşekkürler, Pearson.
Yeni bir işbirlikçi kazanmış olma düşüncesinin verdiği cesaretle Agatha Simon’m peşine düştü. Bir
yandan da sandviçini yiyordu. İlk başta bu sinsice sıvışan hergeleyi yolda enseleyip ona tüm komşuları
ayağa kaldıracak türde bir azar çekmeye niyetlenmişti. Öte yandan Simon’m adımları oldukça uzundu ve
genç kadın bir süre sonra fazlaca hareketsiz olan şehir hayatının olumsuz etkilerini hissetmeye başlamıştı.
Bu yüzden varacağı yer her neresi ise oraya kadar onu takip etmeye karar vermişti.
Birkaç blok geçtikten sonra Simon ıssız bir sokağa dönerek mütevazı görünüşlü bir evin merdivenlerinden
çıktı. Agatha ona yetişmek için hızlandı.
Simon içeri alınır alınmaz hemen gözden kayboldu. Agatha tereddüt etti. Simon’ı yakalamak istiyor ama
gizli bir casusluk faaliyeti içindeyse bunun keşfedilmesine neden olma sorumluluğunu göze alamıyordu.
Belki de bekleyip neler olup bittiğini anlamaya çalışması daha iyi olurdu. Merakla yanıp tutuşuyor
olmasıyla hiçbir ilgisi yoktu tabii bu kararın. Yine de evin içini gö-zetleyemiyor oluşu üzücüydü. Giriş
katındaki pencerelere göz gezdirdi, perdelerin hepsi kapalıydı.
Özel hayatı sokaktan bu kadar gözler önüne serili olsa Agatha da böyle yapardı kuşkusuz, fakat bu durum
da gözetlemeyi oldukça zor bir hale getiriyordu.
Gözü bir harekete takıldı. İkinci katta üzerinde hemşire üniforması olan dolgun bir kadın perdeleri
açmaktaydı. Agatha hızlıca binanın gölgesine saklandı.
Oda içeriyi görebilmesi için fazla yukarıda kalıyordu ve pencere sabah serinliği nedeniyle hala kapalı
olduğu için Agatha hiçbir ses duyamıyordu.
Şansa bak. Olsun, er ya da geç buradan çıkacaktı Si- mon.
Evin karşı köşesine rahat bir tavırla yerleşmişti ki ön kapı açıldı. Kafasını taş duvarın arkasından uzatıp
dikkatlice gözetlemeye başladı. Bir dakika. Onu yakalamaya mı çalışıyordu yoksa?
Elbette. Kendini gösterirse, Simon’ın ilginç sırlarını nasıl öğrenebilirdi ki?
Simon hemşireyle vedalaşmak üzere durdu. İnancınızın yüksek olduğunu biliyorum, bayım. Onun için
elimden gelenin en iyisini yapacağım.
Tek ümit ettiğim şey onun yeniden kendi olabilmesi, Bayan Neely.
Zavallı çocuk. İstediğiniz gibi ona her saat başı ismiyle sesleniyorum, ayrıca ona okuyorum da.
Biliyorum, ona çok iyi bakıyorsunuz. Artık geriye sadece beklemek kalıyor.
Evet, efendim. Yarın yine gelecek misiniz?
Deneyeceğim.
Simon gitmek üzere arkasına döndü. Bakışları Agatha’nın saklandığı yere takıldı. Genç kadın hemen geri
çekildi. Onu görmüş müydü?
Nefesi kesilerek bir an bekledikten sonra tekrar baktı. Simon biraz uzaklaşmış, kendine özgü kedi
çevikliğiyle yürümeye devam etmekteydi.
Rahat bir nefes alan Agatha belli bir mesafeden onu takip etmeyi sürdürdü. Arkadan gerçekten de çok
yakışıklı görünüyordu. En sevdiği özelliklerinden biriydi bu. Ayrıca yürüyüş yapmak için hava harikaydı.
Agatha kendini gezintinin keyfine bıraktı. Ancak bir saat sonra keyfinden eser kalmamıştı. Simon onu bir
yarışa sürüklemiş gibiydi zira Mayfair ve ötesine uzanan sokaklarda aşağı yukarı gezinip durmaktaydılar.
Nerede olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu genç kadının. Ayakları ağrıyordu, üstelik çok da acıkmıştı.
Pearson’ın leziz sandviçi şu an uzak bir hatıraydı onun için.
Simon şimdi de dükkanların olduğu bir bölgenin içinden geçiyordu. Birçoğunda perde ve kıyafet
satılıyordu. Arada bir de baştan çıkarıcı bir restoran göze çarpıyordu. Agatha kararlılıkla direndi. Bu hiç
kolay değildi.
Saat ilerledikçe sokaklar giderek kalabalıklaşıyor, Agatha Simon’ın lacivert paltosunu ve ona uyumlu
lacivert bantlı siyah şapkasını gözden kaçırmamak için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalıyordu.
Birdenbire onu gözden kaybetti. Nereye gitmişti? Agatha görünme riskini göze alarak bir merdivene çıkıp
kalabalığı bakışlarıyla taradı.
Yoktu. Simon’ı yine kaybetmişti.
Ve bu kez kaybolmuştu.
Simon eline bir miktar para sıkıştırarak adamla tokalaştı ve yeni kahverengi kaşe paltosunu giyip ona
uyumlu kahverengi kürk şapkasını takarak neşeyle Yalancılar
Kulübü’nün yolunu tuttu.
Onu takip eden kişi şu anda büyük olasılıkla lacivert paltolu birini aramaktaydı. Bu kez onları
kaybettiğinden emindi. Düşündüğünden uzun sürmüştü. Önce yorarak, sonra kafalarını karıştırarak onlardan
kurtulmaya çalıştıysa da ona parazit gibi yapışmışlardı.
Palto değiştirmek kitapta yazan en eski, aynı zamanda en iyi numaralardan biriydi. Göz, renk gibi belirli
bir şeye alıştıktan sonra sadece o rengi takip etmeye başlardı. Rengi değiştir, kuyruğundan kurtul.
Agatha’nın evinden çıkar çıkmaz bir kuyruğu olduğundan şüphelenmişti zira takip edildiğini hissetme
yeteneği uzun zaman önce gelişmişti. Bunun kimin suçu olduğu konusunda ise neredeyse emindi.
Kahretsin! Etheridge gerçekten şüphe uyandırıcı bir tipti. Simon ıslık çalarak havalı bir biçimde kulübe
girdi, esnemekte olan Stubbs’m omzuna dokunarak selam verdi. Ethelbert rolünü oynamak ona her zamanki
sabah tırmanışlarına keyifli bir ara verme fırsatı sunuyordu.
Günaydın Bay Ra... Yani Bay Applequist.
Günaydın Stubbs. Bugün erkencisin? Jackham geldi mi?
Evet efendim. Beni buraya sizi beklemem için gönderdi. Kapı görevlisinin işi kapıda beklemektir dedi.
Sağlam adamsın. Sen olmasan ne yapardık biz?
Evet efendim. Teşekkür ederim efendim.
Simon bugün kulübüne yepyeni bir amaçla adım atmıştı. Şanslı bir Yalancı’ya vermek üzere yeni bir
görev vardı. Seçkin Lord Etheridge ya da Dalton Montmorency ile ilgili durumu aydınlatmanın zamanı
gelmişti. Kraliyet Dörtlüsü’nün güçlü üyesinin kimliği hala bilinmeyenlerle doluydu çünkü.
Ve Simon bilinmeyenli denklemlerden nefret ederdi.
Agatha Simon’m gözden kaybolduğu kapıya doğru yaklaştı. Kapının önünde on yedi yaşlarında görünen
gri-lacivert üniformalı bir genç beklemekteydi. Agatha’yı görünce kapıyı açmak gibi bir harekette dahi
bulunmamıştı.
Görünürde hiçbir işaret ya da tabela yoktu. Çift kanatlı kapının sergilediği tek işaret her bir kanadına özel
olarak kazınmış kuş motifiydi. Kuşun son derece dikkat çekici görünen kuyruğu Agatha’nın hafızasında bir
şey çağrıştırmıştı. Ah, bu bir yalancı kuşu, dedi yüksek sesle.
Çocuk da dönüp kapıdaki motiflere baktı. Bu o mu yani? Ben de sadece sıradan bir sülün olduğunu
düşünmüştüm. Agatha’ya döndü. Yolunuzu mu kaybettiniz, bayan?
Simon Rain ile görüşmek istiyorum, dedi Agatha dikkatle.
Bay Jackham mı demek istediniz?
Hayır, Simon Rain demek istedim.
Çocuk Agatha’yı şüpheyle süzdü. Bay Rain’i ne için görmek istemiştiniz?
Tam o sırada esen rüzgar pelerininin önünü açarak çocuğun Agatha’nın fiziğini görmesine neden oldu.
Vay canına! Gülümsemesi biraz daha samimileşmişti. İş görüşmesi için gelmiş olmalısınız. Neden
söylemediniz? Biraz yaklaştı. ‘Yılanlı gösteriden daha mı iyi?
Bu soruya verilebilecek iki cevap olasılığı vardı. Agatha pelerinini düzeltti ve ciddi bir edayla, Oldukça,
dedi.
Vay canına. Meraktan nefesi kesilmişti. Agatha’ya bir an daha gözlerini ayırmadan baktıktan sonra,
Sanırım Bay Rain ile şimdi görüşmek istiyorsunuz, dedi.
Evet, teşekkür ederim. Agatha çocuğun düşen jetonunun sesini neredeyse kulaklarıyla duyabiliyordu.
Çocuk soylu denebilecek bir tavır takınarak kapıyı açıp onu içeri aldı ve pelerinini teslim aldıktan sonra
yaldızlı çivilerin yan yana sıralanmış olduğu askıya astı. Boğazını
temizleyip, Lütfen burada bekleyin, ben sahibi çağırayım, dedi.
Sahip mi? Sadece bir baca temizleyicisi-hırsız-casus değildi demek ki.
Agatha’nın niyeti çocuğu takip ederek doğruca Simon’ın yanına gitmekti, fakat çocuğun girip gözden
kaybolduğu kapı aralığından kafasını uzattığı anda hayatında gördüğü en iri adamın homurdandığını duydu.
Adam bir elinde korkutucu bir bıçak, gözlerinde ise daha da korkutucu bir bakışla kocaman bir kütüğün
önünde durmaktaydı.
Agatha çabucak geri çekildi ve beklemesi söylenen odayı tedirgin bir halde incelemeye koyuldu. Değişik
tipte masalar vardı, bazıları küçük ve alçak, bazılarıysa daha büyük ve yuvarlaktı, etrafları sandalyelerle
çevirliydi. Yemek masaları? Hayır, kumar masaları.
Bir kumar cehennemi? Oda büyüktü, sınırları farklı mobilyalar kullanılarak birbirinden ayrılmış alanlardan
ibaretti. Kabarık döşemeli sandalyelerin durduğu taraf dinlenme alanı olmalıydı. Diğer tarafta oyun ve
bilardo masaları vardı. Dar uzun odanın en uzak ucunda ise kadife perdelerle çevrelenmiş bir platform
bulunuyordu.
Burası belli ki sahneydi. Ah evet, şu yılanlı gösteri. Bir yılanla nasıl bir gösteri yapılabilirdi ki?
Affedersiniz, Bayjackham, Bay Rain. On kapıda sahiple konuşmak isteyen bir kadın var. Stubbs odadan
içeriye doğru bir sır verecekmiş gibi eğildi. Çok iyi görünüyor, efendim. Tıpkı bir rüya gibi, ne demek
istediğimi anlarsanız.
Jackham Stubbs’m demek istediğini anlamaya gönüllü görünüyordu, fakat Simon elini kaldırdı.
Jackham, bu olayı biraz abarttın. Kulüpte çalışan kızlar istemiyorum.
Stubbs başını iki yana salladı. Özür dilerim efendim. Kadının bir gösterisi varmış. Yılanlı gösteriden
tartışmasız çok daha iyi olduğunu söylüyor. İsabetli bir seçim gibi göründü bana.
Jackham yalvaran gözlerle Simon’a bakıyordu. Simon dayanamayıp bir kahkaha attı. Pekala o zaman ne
numarası varmış bir bak. Ama ona iş vereceksen, kulübün kurallarını iyi anladığından emin ol.
Ah, tabii ki anlatırım. Jackham Simon’m aylardır gördüğünden çok daha hızlı bir şekilde yerinden fırladı.
Görünüşe bakılırsa topallık para söz konusu olunca hiçbir şeye engel değildi.
Jackham’ın geri gelmediğinden emin olana kadar bekledikten sonra Simon bacaklarını uzatarak gerindi.
Farkına varmadan esnemeye başlamıştı.
Agatha’nm odasına gizlice girmediği gecelerde bile iyi uyuyamıyordu.
Eski günlerin hayali sürekli geri geliyordu. Adamlarının teker teker ölmesine seyirci kaldığı, onları ölüme
gönderdiğini bile bile onlara yardım edemediği günlerin.
Ren Porter’ın da durumu ortadaydı. Gözleri açık ama görmeyen bir halde heykel gibi Simon’a doğru
ilerliyordu kabuslarında.
Simon bu suçlulukla dolu uyku yolculuklarına alışkındı. Yıllardır onlarla yaşamaktaydı.
Onu zayıf düşüren asıl Agatha’nın erotik görüntüleri oluyordu. Aynı tema sürekli tekrarlanmaktaydı. Genç
kadın ona geliyor, Simon da onu alıyordu.
Tekrar tekrar, geceler boyu, insanoğlunun bildiği tüm biçimlerde aynı düşü görüyordu. Çaresizliğinin
yaratıcılığıyla ürettiği birkaç yeni biçim de oluyordu içlerinde.
Bazen sert ve öfkeli oluyor, Agatha’nın gücüne duyduğu içerleme ön plana geliyordu. Bazen de ağır ağır,
yumuşak ve şehvetli... Öyle ki bu gibi zamanlarda uyandığında fark ettiği yalnızlıkla içi burkuluyordu.
Lanet olsun, her defasında uyanıyordu. Her lanet olası rüyada, tam doyuma ulaşacağı sırada. O ana dek
Agatha’yla beraber hareket ediyor ve genç kadın onun altında, bazen de üzerinde çığlık atarken birdenbire...
Birdenbire acı içinde kıvranarak bilinci yerine geliyordu. Sonrasında geçen uykusuz saatler onu acı içinde,
ter içinde sabahın ilk ışıklarına kadar uyarılmış halde perişan ediyordu.
Bu işkence biraz daha devam ederse yürümekte zorlanmaya başlayacaktı.
Düşüncelerinden kurtulmaya çalışarak silkindi ve ayağa kalktı. Koridordan gelen ayak seslerini kısa bir an
dinledikten sonra şöminenin üzerindeki oymalı rozete bastı.
Şömine ve kitap raflarının arasında dar bir geçit belirdi. Çabucak buradan içeri süzülen Simon, tavan
arasındaki giz li ofisine bu geçit vasıtasıyla ulaşmaya devam etmek istiyorsa, Agatha’nın aşçısıyla olan
ilişkisini bir kez daha gözden geçirmesi gerektiğini düşündü.
Feebles kelimenin tam anlamıyla öfkeden deliye dönmüştü. Kadını yaklaşık iki saat boyunca takip etmiş
ve bu takip Yalancılar Kulübü’nün kapısında sona ermişti. Halbuki kulübe yarım saatte yürüyebilirdi.
Ayaklarını sürüyerek yanına gittiğinde Stubbs duvara yaslanmış duruyordu.
Kadın milleti! Feebles iğrenerek başını salladı.
Ben bilmem, diye yanıtladı Stubbs rahat bir tavırla.
Bay Rain onun içeride olduğunu biliyor mu?
Tabii ki. Kendim söyledim.
Tamam o zaman.
Feebles ellerini ceplerine sokarak dönüp gitmeye hazırlandı. Gözün bu kadının üzerinde olsun diyor bana.
Simon’m tonlamasını taklit ediyordu. Bu kadını korumamız gerekli. Hah!
Bu kadın başının çaresine gayet iyi bakıyor.
Lanet olasıca Sihirbaz ona hiç zahmet etmemesini, bir çeşit yakala yakalayabilirsen oyunu oynadıklarını
söyleyebilirdi.
Kendi kendine söylenerek ayaklarını sürüye sürüye uzaklaşan Feebles, Carriage Square’deki evi
gözetleme görev noktasına geri döndü.
Mutfaklara ait kapı açıldığında Agatha, Simon’m takip edilmekle ilgili sinirini kendi birkaç şikayetini dile
getirerek savuşturmaya hazırlanıyordu.
Ancak kapı girişinde saçları ağarmış, belirgin bir biçimde topallayan ve ona tuza yatırılmış bir
balıkmışçasına bakan bir adam belirmişti. Genç kadın açık kalan ağzını kapatıp adamı süzerken temkinliydi.
Simon bu adamı onu korkutup kaçırmak için mi göndermişti?
Pekala, sana bir bakalım o zaman, dedi adam ve parmağını havada çevirdi.
Neler olduğunu anlayana kadar tek kelime etmemeye karar veren Agatha itaat ederek çevresinde döndü.
Yüzü yeniden adama döndüğünde, adamın yüz ifadesi kesinlikle' çok daha onaylayıcıydı.
Bunların hepsi senin mi? Ekstra bir dolgu veya benzer bir şey?
Dolgu mu? Ne iyi fikir ama! Tabii ki benim!
Huysuzlanmanın gereği yok. İnsanın neyle muhatap olduğunu bilmeye hakkı var.
Doğrusunu söylemek gerekirse adam her ne kadar görünümünü beğenmiş gibi görünse de karşılaştığından
etkilenmişe benzemiyordu. Henüz çok ciddi bir tehdit altında olmadığına karar veren genç kadın
rahatladığını hissetti. Ayrıca o topallıkla istese de Agatha’yı yakalayamazdı.
Kendini daha iyi hissedince adama gülümsemeyi bece-
rebildi. Adam gözlerini kırpıştırarak ellerini ovuşturdu.
Tatlı kızmışsın, tam Stubbs’ın söylediği gibi. Sem uyarmalıyım, kulübün kuralları fahişeliğe izin vermez.
Eğer bunun peşindeysen, buradan uzayabilirsin hemen. Fahişelik mi? Fahişelik mi? Agatha’nın afallamış
yüz ifadesi onun yerine durumu açıklamış olmalıydı ki adam başını salladı. İyi o halde. Birbirimizi
anlıyoruz. Söyle bakalım, benim için neyin var?
Bu da nereden çıkmıştı. Hmmm... Tam olarak neyi kastediyorsunuz ?
Aman Tanrım, bir hanımefendi gibi konuşuyorsun. Bu kibar konuşmaları nereden öğrendin güzel kız?
Hmmm... Her zaman böyle yapabilme yeteneğim olmuştur. KraPın taklidini yaparken görmelisiniz beni
bir de. Adam kaşlarını çattı. Numaran bu mu? Deli Kral’ın taklidini yapmak? Bu tarz bir eğlence için fazla
bir talep alacağımızdan şüpheliyim.
Agatha en sonunda adamın onun bir iş istediğini sandığını anlamıştı. Ağzının payını vermek üzere
dudaklarını araladı, sonra hemen durdu.
Burada işe kabul edilmeyi becerirse ne olurdu? Mekanın nasıl işletildiğini ve bunda Simon’ın nasıl bir
payı olduğunu anlama fırsatı yakalayabilirdi.
İyicene meraklanmıştı. Simon’ın gizli hayatını görmek, sakladığı şeyin ne olduğunu öğrenmek istiyordu.
Tüm bunları kendi kendine öğrenebilmesi için işte önüne bir fırsat çıkmıştı.
Eğlence. Kendini bir şarkıcı ya da bir müzisyen olarak sunması pek mümkün değildi açıkçası. Annesi
ölünce piyano derslerine aniden son vermişlerdi. Babası tüm bunları tamamen unutmuş gibiydi, Agatha da
ona hatırlatmamıştı. Erkeklere ait bir kulübü eğlendirebilecek hikayeler bilip bilmediğini düşündü. Buraya
kağıt oynamak, içmek ve sinsice hareketler yapmak için geliyor olmalıydılar...
Kağıtlar! Kağıtlarla aram çok iyidir.
Adam düşünceli düşünceli kaşlarını çattı. Bir krupiye? Vay, vay, vay...
Genç kadın krupiyelik yapmayı aklından bile geçirme mişti. Gerçekten de kağıt dağıtması için birini mi
çalıştırıyorlardı? Adamlar neden bunu sırayla yapmıyorlardı ki? Belki de bu işlerin adil...
Ah, sizin için hile yapmamı istiyorsunuz!
Adamın gözleri bir an için öyle büyüdü ki Agatha oıııı gücendirdiğini sandı. Fakat bu soğuk gözlerde
beliren neşe öyle belirgindi ki en sonunda onun zaafını bulduğunun ispatıydı.
Yapabilir misin? O kadar iyi kağıt dağıtabilir misin? Bu zavallı herifleri kandırabilir misin?
Yapabilir miydi? Eğer iddialı olduğu bir konu var ise o da kesinlikle kağıt oyunlarında hile yapmaktı.
İnsan erkeklerin çoğunlukta olduğu bir evde büyüyünce bazı konularda üstünlük kazanmayı öğrenmek
zorunda kalıyordu. Beni denemek ister misiniz? Adam onun eline bir deste kağıt verip öyle bir hızlı masaya
oturmuştu ki Agatha önündeki yeşil çuhayı bir aıı bulanık görmüştü.
‘Yirmi bir için dağıt, diye buyurdu adam.
Agatha desteyi karıştırmaya başladı. Bir miktar gösterip yapmaya karar vererek bunu öyle hızlı yaptı ki
kağıtlar neredeyse görünmez olmuştu. Sonra da kartları yay gibi bir elinden diğerine geçiriverdi. Bu elbette
çok etkileyici bir görüntüydü, fakat aynı zamanda Agatha’ya kağıtların altına göz atma olanağı tanımıştı.
Yüksek mi yoksa düşük mü istersiniz?
Önce düzgün bir başlangıç yap, bahse gireyim, sonra da kaybetmemi sağla.
Agatha adama onaylayan bir ifadeyle gülümsedi, bu onun
da en sevdiği taktiklerdendi. Bir üçlü açtı, sonra bir kart daha açarken kartları aklında tutup adamla sohbet
etmeye koyuldu.
Günümüz kağıt destelerinin aslında yalnızca çocuklar tarafından kullanılmak üzere icat edildiğini biliyor
muydunuz? Söylediğinin doğru olup olmadığıyla ilgili kendisinin de bir fikri yoktu ama önemli olan eğitim
vermek değil dikkatleri dağıtmaktı. Ama mucit desteyi çocuklara verdiğinde, onların bütün kağıtları
hatırlayamadıklarını gördü.
Flörtçü bir edayla öne eğilince, adam bakışlarını Agatha’nın elbisesine çevirmeden edemedi. Tanrım,
erkekler ne kadar da tahmin edilebilir yaratıklardı.
Adamı böyle meşgul ederken, ona elindeki desteden mümkün olan en kötü kağıdı uzattı. Adam dalgın
dalgın kağıdı eline aldı ve bakmadan elindeki diğer kağıtların arasına karıştırdı.
Yirmi bire ne kadar yakınsınız, efendim?
Adam eline baktı. Aman Tanrım! Kartları çuhanın üzerine fırlattı.
Agatha kağıtlara bakmak üzere eğildi. Hmmm. O ikili de nereden gelmişti öyle? Anlaşılan biraz çalışması
gerekiyordu. Yine de adamın eli tümüyle berbat kağıtlardan ibaretti. Ve bu kağıtları eline gülümseyerek
almıştı. Şimdi ise gözlerini o berbat kağıtların üzerinde tutmakta zorluk çekiyordu.
Bu numarayı dolu bir masada da yapabilir misin? Bunu bütün gece yapabilir misin? Peki ya adamın
birinin bir miktar kazanmasına izin verip, ardından diğerlerinin ona yetişmesini sağlayıp, en sonunda hepsini
birden indirmeyi becerebilir misin?
Bu kadar aleni bir şekilde yapmak istemem. Belki bu miktar içtiklerini gördükten sonra?
Ah, sen gerçekten akıllı bir kızsın. Giyecek pırıltılı bir
kıyafetin var mı? Şöyle mekana kalite katacak güzel bit şeyler. Ama kısa bir şey mesela, akıllarını
kağıtlarından uzaklaştıracak türden?
Ah bayım, beni utandırıyorsunuz, dedi genç kadın alaycı bir ifadeyle. Bana kağıtlara bakmadığınızı mı
söylemek istiyorsunuz?
Jackham’m yüzü aydınlandı. İşte bu! Bakarken yakalarsan, asla baktıklarını itiraf etmeyecekler, değil mi?
Tanrım, sen bir hazinesin? Elini uzattı. Benim adım Jack- ham. Yalancılar Kulübü’ne hoş geldiniz, Bayan...
Agatha’nm zihni tamamen boşalmıştı. İsim, isim, herhangi birinin ismi...
Nellie Berth! deyiverdi içinden Carriage Square’deki küçük hizmetçisine bir özür göndererek. Bu
tamamen zararsız bir ödünç almaydı sadece.
Pekala, Bayan Berth, işe alındınız. Şimdi, mekan sahibinin bazı standartları olduğunu bilmenizi istiyorum.
Burada fahişelik yok, dediğim gibi. Bunu söylerken biraz kızarmıştı. Bunun dışında kendinize ait
zamanınızda ne yapacağınıza karışmayız. Ama kulüp sınırları içerisinde, daima bir hanımefendi gibi
olmanız gerekli.
Sanırım halledebilirim, dedi Agatha aksi bir şekilde. O zaman anlaştık. Bu gece başlayabilirsin ama
başlangıçta biraz yavaştan al. Herifler mutlu olsun, biraz oradan biraz buradan kırparsın. Omzunun
üzerinden bakıp usulca ekledi: Bir şey daha var... Arka salondakileri dolandırmak yok, bunu sakın unutma.
Müşteriler ön tarafta olurlar, Sihirbaz’m adamları ise arkada dururlar ve biz bunun böyle devam etmesini
istiyoruz.
Agatha ciddi bir ifadeyle kafasını salladı ama meraklan-mıştı. Arka salondakiler mi? Sihirbaz kimdi?
Simon mı?
Yüce Tanrım, casusların çemberi bir kumarhane cehennemiyle mi çevriliydi? Yalancılar Kulübü. Ne
kadar sapkın ve
bir o kadar kutsaldı.
Pelerinini giydikten sonra Jackham’a kibarca el sallaya rak dışarı çıktı ve Simon’ın bilmesini istemediği
bir şeyle karşı karşıya kaldığını anladı.
Şimdi eve nasıl geri dönecekti? Genç kapı görevlisinin yerine dönmüş olduğunu gördü.
Bay Stubbs, bana bir araba çağırmanızı rica edebilir miyim?
Çocuk bu isteğini yerine getirmek için adeta koşar adımlarla yanına geldi. Keskin ıslığı havada çınladı ve
küçük bir araba neredeyse anında önlerinde durdu. Agatha sürücüye adresi verdi, sonra da Stubbs’m
yardımıyla araca bindi. Umarım yakında yine gelirsiniz bayan.
Agatha gülümsedi. Bu gece geri geleceğim.
Bu haberi yayacağım, emin olun. Küstahlık ettiğimi düşünmezseniz, küçük hanım, bu gece ne giyeceğinizi
bana söyleyebilir misiniz?
O anda Agatha ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu anladı. Hay aksi. Bir kumarhanede krupiyelik
yapacak bir hanımefendi ne giyebilirdi ki? Hmmm... Dar bir şeyler? Evet! Stubbs’ın kurduğu hayalle
verebileceği en düzgün yanıt buymuş gibi görünüyordu.
Agatha kıkırdarken araba hareket etti. Görünüşe bakılırsa genç kadın birini daha fethetmişti. Bu çocuk da
Agatha’dan - bambaşka nedenlerden ötürü de olsa - en az Button kadar etkilenmişti.
Button! Tabii ya! Kumarhanede geçireceği bir gece için onu biri giydirecekse, bu kişi tabii ki Button’dı.
Anlayamıyorum, efendim. Bir kumar salonunda kadın krupiye mi? Böyle bir kostümü neden isteyesiniz?
Agatha içini çekti. Button’ın kasten pürüz çıkardığını düşünmüyordu, ama yine de adam sabrını
zorlamaktaydı şu anda.
Bu bi-bir çeşit salon tiyatrosu için. Sessiz sinema oyunu gibi.
Button’ın gözleri parladı. Görünüşe bakılırsa Agatha onun zayıf noktasını bulmuştu.
Tiyatro! Ah, hanımefendi, size tam olarak neyin gerektiğini biliyorum. Biliyorsunuz kariyerime Drury
Lane’de başlamıştım, dedi alçakgönüllülükle. Normalde insanın işverenine söyleyeceği türden bir şey değil
bu ama size güvenebileceğimi düşünüyorum efendim.
Aynen öyle. Agatha sırıttı. Ekibi çok daha ilginç bir hal almamış mıydı? Bir baca temizleyicisi, mimikli
bir kahya ve kostüm delisi bir oda hizmetlisi.
Dünyaları fethedebilirdi bu ekiple. Ah Tanrım!
Kendimi sana teslim ediyorum Button. Göster kendini.
O gece masasında oturan Simon boynunu esnetmek üzere başını çevirip gerindi. Rafta duran saat dokuzu
gösteriyordu ama bu doğru olamazdı, değil mi?
Lanet olsun! Agatha meraktan halıyı arşınlayarak delmiş olmalıydı şimdiye kadar. Gerçi bu garip bir
tatmin hissi veriyordu: Onu bekleyen biri olduğunu düşünmek. Rahatlatıcıydı da. Tabii bu sabahki
numarasıyla genç kadının öfkeden çıldırmış olma olasılığı bu tatlı fantezinin bir parçası değildi.
Simon aklından geçen bu fikri bir an evvel bastırması gerektiğini düşünerek eve gitmemeye karar verdi.
Jackham gecenin bu saatinde muhtemelen aşağıda, müşterilerin para harcamalarını seyrediyor olurdu.
Simon ofise girme riskini göze alacaktı.
Pencereden girme veya mutfaklardan geçip o dar kapıdan sığmaya çalışma havasında değildi.
Karanlık geçitten geçmek üzere şömineye doğru ilerleyen Simon etrafa kulak kabarttı. Duvarın diğer
tarafından tek bir ses bile gelmiyordu. Kolu bir milim kadar açtıktan sonra donup kaldı. Jackham’ın
ofisinden ışık geliyordu. Cimri Jackham kullanmadığı zaman asla lambayı yakmazdı.
Ama bu bir lamba ışığı değildi. Işık solgun ve titrekti.
Bir mum gibi.
Jackham mum kullanmazdı. Mumu tehlikeli bulur ve ona para vermeyi müsriflik olarak görürdü. Peki
Jackham’ın ofisindeki kimdi?
Mum söndü.
Simon geçitten eğilerek dışarı çıktı ve saldırmaya hazırlandı.
Davetsiz misafirin kim olduğunu anlayabilmek için bir hışırtı veya nefes sesi duymaya çalıştı. Sonra
doğruldu. Lanet olsun. Her kimse onu kaçırmıştı.
Hızlı ve sessiz bir biçimde kapıya doğru yürüdü. Mum içerideki kişi dışarı çıkarken söndürülmüş
olmalıydı zira yanmış fitilin kokusu kapının hemen yanında çok daha kuvvetli duyuluyordu.
Sonra Simon’ın burnuna başka bir koku daha geldi. Limonlu, çiçeksi bir koku. Çok ama çok iyi bildiği bir
esans.
Agatha?
Simon görülüp görülmeyeceğini umursamadan dışarı fırladı. Kokuyu takip ederek aşağı, Yalancılar’ın
Odası’na giden kısa koridora doğru ilerledi. Esas işler burada yapılırdı.
Agatha burada değildi ama kokusu tütün dumanının içinde asılı kalmış, hissedilebilir varlığı ise
Yalancılar’ın büyülenmiş gülümseyişlerine yansımıştı.
Cherchez la femme. Kadının peşine düş. Ne kadar da doğru bir laftı.
Nasıl içeri girmişti?
Hangi ikiyüzlü, üçkağıtçı numarayla onun dünyasına sızabilmişti?
Simon hışımla mutfaktan geçerken Aşçı Kurt’ün aptal sırıtışına öfke saçan gözlerle baktı. Kurt’e aşçı
denmesinin sebebi bir şef olmasından değil İngiltere’deki en korkunç bıçak kullanıcısı olmasından ileri
geliyordu.
Kurt’ü de mi etkilemişti?
Tanrım, bu kadın delirmiş miydi?
Simon oyun salonuna girmeden önce bir an durdu. Tanınmak istemediği için o odaya asla girmezdi.
Şimdiyse bu iki kat tehlikeli hale gelmişti çünkü Mortimer ve Ethelbert olarak edindiği yeni çevreden bazı
imtiyazlı genç adamlar kulübünün müdavimleriydi.
Pekala, içeri Ethelbert olarak girecekti. Ceketini düzeltti, sonra ceketinin önünü açtı. Hala gündüz
kıyafetleriy- leydi ama bu kırışık kıyafetlerle görünmekten daha iyiydi. Kibirli bir havayla şapkasını yana
yatırarak mutfak kapısından çıktı.
Kimse farkına varmadı. Herkes Yirmi Bir masasının etrafına toplanmıştı. Aynı anda bu kadar kişi
oynayamayacağına göre ya biri müthiş şekilde kazanıyordu ya da bu işte başka bir bit yeniği vardı.
Hızla kapıya yönelerek şapkasını Stubbs’a uzattı.
BayR...
Applequist, Stubbs, Applequist. Nerede o?
Ah, Bayan Berth mi?
Kim?
Nellie Berth, yeni krupiyemiz. Bayjackham size söz etmedi mi efendim? Çok iyi fikir, öyle değil mi
efendim? Kadın bir krupiye ve en az fahişeler kadar iyi iş çıkarıyor.
Simon bu ismin Agatha’nm hizmetçisine ait olduğunu anladı. En azından bu küçük çatlak takma isim
kullanmayı akıl etmişti.
Fakat almakta olduğu risk inanılmaz derecede büyüktü. Bu adamların bazıları haftalardır balolarda yemek
yiyip dans etmiş olduğu adamlardı. Mutlaka onu hatırlayacak biri çıkacaktı.
Simon kalabalığın içinden geçip masaya elinden geldiğince yaklaşmaya çalıştı. Diğerlerinin başının
üzerinden etrafı görebilecek kadar uzun boyluydu.
O anda midesine yumruk yemiş gibi oldu.
Çünkü karşısında otuz erkekle aynı anda flört etmekte olan, tüyler ve ipeklerle bezeli son derece seçkin
ama bir o kadar da cesur bir kıyafetin içinde Agatha durmaktaydı. Enerjik, rengarenk boyanmış bir yaratık.
Fantezi ve tutkuya hizmet eden bir yaratık.
Kiralanacak bir yaratık.
Dimdik durarak Agatha’mn muzip bakışlarının kendisine çevrilmesini bekledi. Genç kadın kazanmakta
olan oyuncuya doğru eğildi ve ilgisizce elindeki destenin kenarını boynuna değdirdi.
Adam bu muhteşem tene gözlerini ayırmadan içine düşecekmiş gibi bakıyordu. Simon adamın kafasına
arkadan patlatmak için karşı konulamaz bir istek duydu. Bu sırada Agatha’nm destenin altından bir kağıt
arakladığından emindi.
Hile yapıyordu. Simon neden şaşırmamıştı ki buna?
Sonunda Agatha onu gördü. Belli belirsiz irkildi. O kadar boyanın altından ifadesini görebilmek oldukça
zordu ama Simon onun renginin biraz solduğunu fark edebiliyordu. Endişelense iyi ederdi çünkü Simon
hayatı boyunca bu kadar serinkanlı bir öfke duyduğunu hatırlamıyordu.
Fakat Agatha ona cesurca göz kırparak oyununa döndü.
Ah, bayım. Jackham yanma gelmişti. Yeni hazinemizi keşfetmişsiniz. Bir oyuna ne dersiniz?
Jackham dikkatli davranıyordu. Simon’ı daha önce bu katta hiç görmemişti ve bu konuya nasıl yaklaşması
gerektiğini bilemediği açıkça görülüyordu.
Adım Ethelbert Applequist, adamım. Simon gözlerini Agatha’dan ayırmadan homurdanmıştı. Oldukça...
Enteresan. Nereden buldunuz onu?
Bu öğleden sonra çıkageldi. Sahiple aşağı yukarı aynı zamanlarda. Kapıdaki görevli gelip bizim için
gösteri yapmak istediğini söylemişti.
Lanet olsun. Agatha tüm yol boyunca onu takip etmiş olmalıydı. Simon yine onu ve yapabileceklerini
küçüm-semişti.
Peki bu hanımefendi sizin ofisinizde ne arıyormuş, bayım? Simon sakin bir sesle konuşuyordu.
Ah, bir deste kağıt arıyormuş. Kağıtların belini bükmeye gelmiş.
Simon bu kadının cazibesine tekrar tekrar kapılmış biri olarak Jackham’m saflığına kızamadı bile.
Jackham yüzünde aptal bir sırıtışla Agatha’yı süzmeyi' devam ediyor, kafasını okşamak ile bu gece onu
kiralamak arasında gidip geliyor gibiydi. Hepsi çuvallamıştı... Jackham, Stubbs, Kurt.
Simon Agatha’yı saçından sürükleyerek kulüpten çıkarma isteği duydu. Onu nehre atmak istedi ama böyle
bir şey yaparsa kendi adamları tarafından ipte sallandınlacağından korkuyordu.
Tabii şu anda etrafını sarmış olan koruyucuları sonsuza dek orada kalmayacaklardı. Simon er ya da geç
Agatha’yı yalnızken yakalayacaktı.
İşte o zaman onun bu küçük macerasından pişmanlık duymasını sağlayacaktı.
Simon masaya geldikten sonra gece Agatha için bir yandan zorlaşmış bir yandan da güzelleşmişti.
Yakışıklı yüzünde beliren ifade neredeyse genç kadının kanım dondurmuştu. Fakat Agatha onun bunu
özellikle yapmaya çalıştığına karar vererek bu korkunun üstesinden gelmişti.
En azından böyle olduğunu umuyordu. Gerçekten ne kadar kızmış olabilirdi ki? Agatha’nın yaptığı tek şey
onu takip etmekti.
Ve içeri girmek için yalan söylemişti.
Ve kirlenmiş bir güvercin gibi giyinmişti. Yine de oldukça pahalı bir kostümdü bu.
Bir zamanlar Jamie’nin gösterdiği tepkiyi hatırladığında artık çok geçti. O gün Agatha Jamie’yi nehrin
yakınındaki büyük ağacın içindeki gizli yerine kadar takip etmişti. Jamie kıkırdayarak onunla alay eden
kardeşine çok sinirlenmiş, öfkesi haftalarca sürmüştü.
Gizli bir yerin güzelliği, gizli kalmasında yatıyordu anlaşılan. Başka biri bunu öğrendiğinde, artık orayı
istediği zaman bulabilir hale geliyor ve bütün eğlence sona eriyordu.
Tıpkı Reginald’ın bir saatlik ziyaretiyle birlikte harabelerin Agatha için anlamını yitirmesi gibi.
Ama Simon çocuk değildi. Burası da gizli bir şato değildi. Her gün birçok insan burayı ziyaret ediyordu.
İkisi aym şey sayılamazdı.
Sayılır mıydı yoksa?
Sona kalan birkaç oyuncu da en sonunda gidince - bu sevimli çocukları müşteri olarak adlandırmak
Agatha’nm içine sinmiyordu - Jackham işletmenin payını hararetli bir coşkuyla sayarak eline aldı.
Agatha çok yorulmuştu. Yüzü sürekli gülümsemekten acıyor, Button’m hazırladığı dar korse etine
batıyordu. Gitmek istiyordu fakat Jackham kulüp sahibinin onunla görüşmek istediğini söylemişti.
Pekala, o da kulüp sahibiyle görüşmek istiyordu zaten.
Stubbs oyun odasında beceriksizce yerleri silerken esniyordu. En sonunda bu işi bırakıp mutfakta yardım
etmek üzere Kurt’ün yanma gitti.
Agatha platformun üzerinde gezinmeye başladı. Stubbs en sonunda ona yılanlı gösteriden bahsetmişti.
Agatha yarı çıplak bir kadının omzunda çelenk gibi asılı koca bir yılanla dans ettiğini canlandırabiliyordu
artık gözünde.
Simon ona yaklaşırken, Agatha parmaklarını dudaklarında gezdirerek olasılıkları değerlendirmekteydi.
Omzunun üzerinden ona baktı, sonra yeniden sahneyi arşınlama işine devam etti.
Merak ediyorum, dedi dalgın dalgın. Çok büyük bir yılan mıydı?
Ah, evet. Simon cevap verirken rahattı. En az on metre vardı. Zavallı kadının onu kaldıramayacağını
düşünmüştüm. O anı düşünerek gülümsediğinde Agatha ona vurmak istedi. Gerçekten iyi bir gösteriydi.
Bir dahaki sefere kesinlikle gelip izleyeceğim. Ho-murdandığımn farkına varan Agatha, sinirlerini
yatıştırmaya çalıştı.
Senin bu akşamki gösterin kadar eğlenceliydi diyebilirim. Söylesene dul Bayan Applequist olarak
tanınabileceğin hiç mi aklına gelmedi?
Sen bile beni zorlukla tanıdın. Üstelik beni bu adamlardan çok daha sık görmene rağmen. Tam olarak
söyle mek istediği gibi ifade edememişti durumu. Başım dikleştirerek onun yüzüne bakmak üzere döndü.
Demek başka bir sırrın daha var.
Demek beni takip ettin. Gizli takipte oldukça iyisin. Hadi Simon, kılık değiştirmenin gerçekten işe
yarayacağını düşünmemiştin, değil mi? Altı yaşımdan beri kimsr beni bu numarayla kandıramadı. Kıyafeti
değil adamı takip etmem gerektiğini biliyorum. Demek bu sıra dışı eğitimine erken yaşlarda başladın. Senin
gibi. Baca temizleyicisi, hırsız, casus. Ve şimdi de bir kumarhane patronu.
Ah, sahibi diyelim. Jackham burayı benim için işletiyor. Ve burası bir kumarhane değil bir erkekler
kulübü. Doğru ya. Yalancılar Kulübü. Bu durumdan da tüm erkeklerin üyelik için gereken koşullara sahip
olduğunu anlıyoruz. Tehlikeli bölge. Konuyu değiştirme zamanı. Senin konumunda kanuna karşı gelmek
biraz garip olmuyor mu? Simon omuz silkti. Kağıt oyunları ve içkinin yasadığı bir
tarafı yok. Şeytani bir gülümsemeyle ona baktı. Veya dans eden yılanların.
Tabii... Agatha düşünceli düşünceli ona bakıyordu. Bütün kadınlar er ya da geç yılanlarla dans ederler,
öyle değil mi?
Simon elini göğsüne vurdu. Ah! Tam isabet!
Sonra ona doğru bir adım attı. Agatha gözlerindeki öfkeyi görebiliyordu. Ah. Ne de olsa onun gizli ağacını
keşfetmişti değil mi?
Küçük casus kulübünün gizemini bozduğum için üzgünüm, Simon. Sırlardan böylesine çocukça bir zevk
aldığını bilmiyordum.
Bunun için mi kızgın olduğumu sanıyorsun?
Elbette. Bana göre bu oldukça çocukça.
Simon bunu duyunca kontrolünü kaybetti. Yaklaşıp omuzlarından kavrayarak onu kendine çekti. Ele
geçiri-lemez bir kadınsın! Emirlere itaat etmiyor, güvenlik alanının dışına çıkıyorsun, Londra sokaklarında
özgürce dolaşıyor, bir fahişe gibi giyiniyor, her an senin kim olduğunu anlayabilecek otuz adamın arasında
eğlenip o güzel küçük boynunu tehlikeye atabiliyorsun ve küçük sırrımı öğrendin diye kızdığımı mı
sanıyorsun? Simon buna inanamıyordu. Agatha sesini yükseltecek kadar öfkelendirmişti onu. Ah... Şu
mesele... diye mırıldandı genç kadın.
Simon çaresiz bir halde sinirlerine hakim olmaya çabaladı. Tam olarak bu işte. Ne halt ettiğini
düşünüyordun acaba?
Agatha kaşlarını yavaşça kaldırıp geri çekilirken ellerini beline koydu. Benimle o ses tonuyla konuşmayın
Simon Rain. Ben kendimden başka kimseye hesap vermem, unuttunuz mu?
En kötü düşmanın sensin zaten seni düşüncesiz küçük çatlak!
Bana emir vermeye hakkın yok. Benim kocam değilsin!
Benim ağabeyim veya babam veya dün gece gayet net ifade ettiğin üzere sevgilim bile değilsin!
Haklıydı. Sırlarla dolu, etrafı tehlikelerle sarılmış uyduruk bir sokak serserisiydi o. Agatha için hiç
kimseydi.
Ve bu gerçeği Agatha’dan duymaya dayanamıyordu.
Ona doğru bir adım atıp dudaklarını dudaklarına bastırarak konuşmasına engel oldu. Agatha tatlı ve
sıcacıktı. Ve Simon’ın istediği her şeydi. O da aynı tutkuyla karşılık vererek bedenini Simon’a yasladı ama
ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın yeterli gelmiyordu.
Simon birkaç adım gerilemesini sağlayarak onu bilardo masasına yaklaştırdı. Ellerini kalçalarına kaydırdı.
Onu masanın üzerine çıkarıp oturtmadan önce bu nefis kıvrımları bir an için zevkle okşadı.
Agatha şimdi ondan yüksekteydi... Simon’ın göğüslerine başını gömebileceği kadar yüksekte. Bu gece
kulüpte olan her erkeğin yapmak için canını vereceği bir şeydi bu.
Simon kendine hakim olamıyordu. Genç kadının boynu, omuzları, göğüslerinin açıkta kalan kısmı onu
çıldırtıyordu. Agatha ipeğe sarılmış bir inatçılık abidesi gibiydi ve Simon ona doyamıyordu.
Agatha da ellerini Simon’m saçlarının arasında tutkuyla gezdiriyordu. Simon sadece aralarındaki sıcaklığı,
yumuşaklığı ve birbirlerine duydukları ihtiyacın nefessiz inlemelerini duyabiliyordu.
Jackham içeri girene kadar.
Buradasın! Sana buralarda fahişelik yok demiştim, diye haykırdı.
Simon dudaklarını korkuyla Agatha’nınkilerden çekti.
Ah özür dilerim, sen olduğunu görmedim. Jackham telaşla topuklarının üzerinde dönerek onları yalnız
bıraktı.
Agatha, Simon’ı tekrar kollarına alabilmenin getirdiği mutlulukla kıkırdadı. Bay Jackham’ın yüzündeki
ifade Pearson’m şiddetle kınayan ifadesiyle yarışabilir nitelikteydi.
Simon’ın yüzünü okşamak üzere elini uzattı. Nerede kalmıştık?
Ama olan olmuştu. Simon iradesinin kalan kırıntılarını toparladı ve şehvetten bir adım uzaklaştı. Üzgünüm
küçük kız. Bunu affedemem.
Agatha öfkeyle derin bir nefes aldı. Simon, şu anda tek itiraz ettiğim nokta artık beni öpmüyor oluşun.
Simon’m gözlerindeki soğuk kararlılık Agatha’yı şaşırtmıştı. Anlaşılan aralarında aşktan başka hiçbir sınır
olmadığını ona ispat etmesi gerekiyordu.
Ama Simon onu dinlemeyecekti. Agatha’yı ayağa kaldırdı ve giysisinin yakasını bir dadı şefkatiyle
düzeltti. Sonra kapıya ilerleyerek paltosunu aldı ve Stubbs’a araba çağırmasını söyledi.
Gecenin o saatinde sokaklar neredeyse ıssızdı, eve çok çabuk vardılar. Simon Agatha’mn arabadan
inmesine yardım etti ve sessizce eve girdiler.
Pearson tek kelime etmeden onları karşıladı ama Agatha onun gözlerindeki anlayış dolu bakışı görmüştü.
Yüzündeki boyaları çıkar ve yatağına git, küçük kız. Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum...
Bu konuda konuşmamalıyız. Böyle bir şey olduğunu unutalım. Bir daha asla tekrarlanmayacak.
Kelimeler çok acı vermişti. Asla deme Simon. Lütfen. Agatha fısıldayarak konuşmuştu.
Agatha, bizim bir geleceğimiz yok.
Genç kadın başıyla onayladı. Bunu anlıyorum. Senden sadece şimdiyi istiyorum. Jamie’nin eve geldiği
gece başladığımızı asla bitiremedik. O gece bana tutkunun ne olduğunu öğrettin Simon.
Simon kafasını şiddetle salladı. Sana sadece acıyı öğrettim.
İtiraf etmeliyim ki bunu merak ediyordum. Aşçı Sarah’ya sordum, o da bana bir daha böyle olmayacağını
anlattı.
Bir daha asla olmayacak.
Bu hiç adil değil, farkında mısın? Hayatımın sonuıı.ı kadar senin kollarında olmanın nasıl bir şey
olabileceğini merak ederek geçireceğim.
Doğru mu söylüyordu? Simon ondan bir şeyler alnııA ama ona hiçbir şey vermemişti. Ona gerçekte
paylaşabilecekleri zevki vermeyi borçlu muydu?
Lanet olsun. Yine kafasına girmiş onu yoldan çıkarmıştı. Ne yaptığımı biliyorum, Agatha.
Agatha omuzlarını dikleştirip gözlerini kısarak ona baktı. Bir şey bildiğini zannetmiyorum. Bence sen bir
korkaksın, Simon Rain. Üzgünüm ama ben değilim. Ve seninle işim henüz bitmedi.
Bu gecelik bitti. Mervidenleri işaret etti. ‘Yukarı. Şimdi. Ve bu kez odama gizlice girmediğinden emin
olacağım. Agatha bir an sessizlik içinde onu süzdü, sonra dönüp merdivenlerden çıkmaya başladı. Yorgun
bir rahatlama duyan Simon salona geçti.
Soğuğu kırmak için önce küçük bir ateş yaktı, sonra bir sandalyeye yerleşip sinirli sinirli alevleri izlemeye
daldı. Değersiz korkağın teki olduğu doğruydu, gerçekten de tehlike yerine Agatha’yı seçebilirdi. Çünkü tek
istediği peşinden yukarı çıkıp onunla yatağa girmekti.
Çıkarken pencereleri açık bıraktığı için Agatha’nın odası sabahın bu ilk saatlerinde soğuk ve nemliydi.
Erken saatlerde çalan çanların onu uyandırmasını ümit etti ve öyle de oldu.
Titreyerek sabahlığını giydi. Nellie bunu büyük olasılıkla Simon’m odasında bulup geri getirmişti.
Hizmetçiler tüm bu olanlar hakkında ne düşünüyorlardı acaba, ikiz patronlar ve gecenin bir yarısı çıkagelen
gizemli bir ağabey?
Büyük olasılıkla bunun berbat bir yaltaklanma olduğunu düşünmüşlerdi. Agatha onların yalnızca
düşüncelerini kendilerine saklamalarını dileyebilirdi.
Ortalıkta üçüncü yatak odasına gitmek üzere bir yolculuk daha yapacağını görecek tek bir hizmetçi dahi
yoktu. Hiç ışık yoktu ama Agatha karanlıkta da güvenle ilerleyebiliyordu.
Simon onun düşüncesizce hareket eden biri olduğunu düşünebilirdi, fakat Agatha gece manevralarına
başlamadan önce koridorda takılabileceği eşyaları kaldırarak hazırlık yapmıştı.
Simon’ın ve kendi oda kapısının menteşelerini de yağlamış, kapının önündeki dolaba yedek bir sabahlık
koymuştu. Odasına bir kez daha çıplak bir şekilde geri dönmeye hiç niyeti yoktu.
Simon çok geç yatmış olduğu için derin uykuda olmalıydı. Agatha her türlü olasılığa karşı temkinliydi.
Bundan daha iyi bir fırsat olamazdı.
Oda koridor kadar karanlıktı, fakat Agatha bugün Button kostümünü hazırlarken kapıdan yatağa kadar
kaç adımda varıldığını saydığı için bu sorun değildi.
Sessizce sayarak ilerledi, vardığında çarşaflar ayak bileklerine değiyordu. Kontrollü ve yavaş hareketlerle
sabahlığım yere bırakarak harekete geçti.
Çarşafların arasına süzülürken yatak hafifçe hışırdadı. Az ötede Simon’ın aldığı nefesi duyabiliyordu.
Ayaklarım amacıma ulaşamadan onu uyandıracak kadar soğuk değildir umarım, diye düşündü.
Başarılı. Agatha’nın serin vücuduna karşın Simon’ın bedeni sıcacıktı. Genç kadın bir an hareketsizce
durdu, tıpkı bir mumun ateşe yaklaştığında erimesi gibi, vücudunun Simon’ın sıcaklığıyla ısınmasını
bekledi.
Sonra parmak uçlarını son derece yavaş hareketlerle onun erkeksi teninde gezdirdi. Cildi yumuşacık,
Agatha’nmkinden çok farklı bir dokudaydı.
Ona dokunmak ne de olsa yepyeni bir şeydi. Etraflarını saran karanlık Agatha’nın algısını ve duyularım
güçlendiriyor, en ufak dokunuşu tüm detayıyla hissetmesini sağlıyordu. Simon’ın onu ilk seferinde yaptığı
gibi aç gözlerle seyrediyor olmamasının da bununla ilgisi olabilirdi.
Simon üyumaya devam ederken Agatha cesaretlenerek onun omuz ve göğüs kaslarım okşamaya başladı.
Ne kadar sert. Ne kadar farklı.
Simon’m sıcaklığı ona doğru yayılırken, Agatha dikkatlice ona biraz daha sokuldu. Başım onun omzuna
yaslarken avcunu da güçlü göğsüne bastırdı.
Kalbi heyecandan deli gibi atıyordu. Onu gizlice okşamak her nasılsa yasak bir heyecan katıyordu duruma.
Böyle durumlar için kullanılan bir kelime vardı.
Erotik.
Daha önceleri bu kelimenin anlamını tam olarak anlayamamıştı. Muhtemelen bilmesi de gerekmemişti.
Fakat bu küçük dokunuşlarla yapmakta olduğu dans ve karanlık inkar edilemeyecek kadar erotikti.
Bir de onu görebilseydi ne iyi olurdu. Bir mum yakmayı göze alamazdı, ayrıca yaptığı şeye de ara vermek
istemiyordu, bu yüzden ilk tanıştıkları günün anılarını zihninde canlandırmaya başladı.
O gün banyo yapmak üzere hazırken Simon görülebilecek en harika adam görüntüsü sergilemişti. Daha o
gün Agatha’nın nefesini kesmişti zaten.
Şimdiyse Agatha onun ruhunu, gücünü, bencillikten uzak hallerini, geçmiş acılarını ve kahramanca
yalnızlığını biliyordu... Bedeninin göz kamaştıran güzelliği, içindeki adama en uygun ambalajdı aslında.
Agatha daha da yaklaşıp çıplak göğüslerini onun bedenine yasladı. Baldırını onun kaslı bacaklarından
birinin üzerine koydu.
İşte o zaman Simon kıpırdadı ama hareketinde önceki gecenin saldırganlığından eser yoktu. Agatha’nın
gözleri bir anda kocaman açıldı. Diz temasıyla hissettiği erkekliği
inanılmaz derecede sertleşmişti. Dudağını ısıran genç kadın, şu anda korkaklık etmenin hiç anlamı yok,
diye geçirdi içinden.
Eli karnının üzerinden kayıp aşağılara indi ve parmakları o hassas sertliğe değince tereddüt etti. Ona
dokunmalı mıydı? Bu konuda hiçbir bilgisi yoktu. Acaba Simon ne yapmasından hoşlanırdı?
On Sekizinci Bölüm
Simon sıcacık ve ahlaksız bir fantezinin içinde yuvarlanıyordu. Şu ana kadar gördüğü en güzel Çıplak
Agatha rüyasıydı bu. Onun kokusunu bile ayırt edebiliyor, kalçasının yumuşaklığını teninde
hissedebiliyordu.
Agatha’nm ipeksi cennetine döndü ve onu kollarının arasında sımsıkı sardı. Mükemmel göğüsleri
dokunuşuyla adeta eriyor, göğüs uçları ise birer mücevher gibi sertliğini koruyordu.
Simon onu öpmek üzere geri çektiğinde güzel kokulu uzun saçları yanaklarına değdi. Çay, bal ve Agatha
tadı alıyordu.
Sırtüstü uzandığında onun yumuşak uyluklarının bedenini sardığını hissetti. Onun güzellik ve sıcaklık
mabedine ulaşabilmek için derinlerine inmek istedi. Ellerini onun beline doğru kaydırarak şehvetli
kalçalarını kavradı ve...
Gerçekten de onun kalçalarını kavramaktaydı!
Simon altında kaskatı kesilince Agatha hayal kırıklığına uğradı.
Agatha, burada ne arıyorsun?
Sesi şehvet ve şaşkınlıkla boğuklaşmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse Agatha’nın geri çekilip
konuşarak onu birlikte olmalan konusunda ikna etmesi gerekecekti.
Ancak Simon uyanan arzularına kapılmıştı ve daha fazlasını istiyordu. Bu durumda kelimeler de önceki
gibi işe yaramıyordu.
Genç kadın tek bir hareketle onun sertliğinin üzerine yerleşti.
Agatha..
Genç kadın onun bu itirazını öpüşüyle engelledi. Si- mon gerildi ancak Agatha’nın kalçasını hareket
ettirmesiyle başa çıkamayacağını biliyordu.
Kendini acıya hazırlamış olan Agatha tek bir hamle ile onu içine almak üzere harekete geçti.
Aldığı zevk içinden taşıp nefesini kesti, ardından ciğerlerinden şaşkınlık dolu bir çığlık yükseldi. Bir kez
daha istedi.
İçgüdüsel olarak dizleri üzerinde yükseldi, sonra kendini tekrar onun üzerine bıraktı. Heyecan içinde yeni
bir patlama etkisi yarattı, bu kez Simon da onunla birlikte inledi.
Agatha çok geçmeden bu ritme kaptırmış halde buldu kendini.
Bedeni, hayvani bir ihtiyaçla kıvranan vahşi bir yaratık gibiydi. Zihni ise aşırı duyarlılık yaratan bu
dalgaların arasında tamamen kaybolmuştu... Bilinci tümüyle o tadına doyamadığı sürtünmeye odaklanmıştı.
Çok geçmeden içinde büyüyen açlıkla daha da hızlı hareket etmeye başladı. Simon kendini onun
derinlerine bırakmış halde kıvranırken aniden kasılmaya başladı ve boğazından kendinden geçmişçesine bir
inilti yükselen Agatha o anda binlerce ışık saçan parçaya bölündüğünü hissetti.
Simon kendine geldiğinde, Agatha’nın sımsıkı tuttuğu kalçalarını bıraktı. Hareketleri üzerinde en ufak bir
kontrolü olmadığından, teninde morluklar oluşturmamış olmayı diledi.
Genç kadın nefes nefese kalmış bir halde üzerine yığılmıştı. Saçları Simon’m ensesine dökülmüştü.
Şşş... Simon zar zor nefes alıyor olsa da onu sakinleştirmeye çalıştı. Agatha hala titriyor, yaşadığı
doyumun etkisiyle sarsılmaya devam ediyordu. Biraz sonra iyi olacaksın, diye fısıldadı Simon.
Bu... Bu da neydi böyle?
Simon onun bu şaşkınlığına kahkahalarla gülmek istedi ama masumiyetiyle dalga geçiyormuş gibi
görünmeye hiç niyeti yoktu.
Sabah olmak üzereydi, güneşin ilk ışıkları odaya süzülmeye başlamıştı. Saldırısını kusursuz bir şekilde
ayarlamıştı Agatha. Simon daima bir sabah adamı olmuştu.
Bu sevişmenin normal bir sonucuydu, diye açıkladı.
Agatha başını kaldırıp nemli saçlarının arasından ona baktı.
Bu herkese oluyor mu?
Dürüst olmak gerekirse... Hayır. Herkese değil. Yaşadıklarının yoğunluğundan sersemlemişti.
Tabii böyle bir şey yaşamayalı epey uzun bir zaman olmuştu.
Bir haftadan az bir zaman, diyen gerçeğin fısıltısını duydu.
Genç kadın buna hazırlıksız yakalanmıştı. Simon da bu beklenmedik atak karşısında şaşırmıştı.
itiraf et. Hayatında daha önce asla hem bedenini hem ruhunu vermedin.
İşte bu harika, diye mırıldandı.
Agatha onun üzerinden doğrulup yan tarafa yuvarlandı. Teni Simon’ın terden ıslanmış tenine yapışmıştı,
sevişmelerinin kokusuyla karışmış olan kadınsı tatlı kokusuysa baş döndürücüydü.
Simon bundan inanılmaz derecede hoşlanmıştı.
Ne dedin? Agatha soluklanmıştı ama hala yorgun bir sesle konuşuyordu.
Rahat davranışları masumiyetiyle birleştiğinde çok çekici görünüyordu. İkisi de çırılçıplak ten tene
yatıyorlardı. Zaten görmüş ve dokunmuş olduğu şeyleri kapamaya çalışmanın sahte çabasına girmiyordu
Agatha.
Yalan söylemedeki tüm yeteneğine rağmen Simon’ın bugüne dek gördüğü en dürüst kadındı. Yarım işler
Agatha’ya göre değildi. Sadece tam bir güç, sadakat ve bağlılık işe yarayabilirdi.
Sana bir gelecek vaad edemem. Simon birdenbire söyleyivermişti bunu.
Biliyorum, diye fısıldadı Agatha.
Simon onun dudaklarını omzuna bastırdığını hissetti. Agatha ona güven vermekteydi. Boğazı düğümlendi.
Sen gördüğüm en garip yaratıksın Agatha.
Bu kötü mü? Yoksa bana benzersiz olduğumu söylemenin başka bir yolu mu?
Ah, benzersiz kelimesi seni tanımlamada yetersiz kalır... Simon onun saçlarım okşamakta olduğunu fark
edince birden duraksadı. Sonra yeniden devam etti. Tanrım, ona direnmekten çok yorulmuştu. Kalbine karşı
savaşmaktan bitap düşmüştü.
Agatha’yı sırtüstü yatırıp gözlerinin içine bakacak şekilde onunla birlikte yuvarlandı. Parmak uçlarıyla
güzel yüzünü okşayarak onu ciddiyetle süzdü.
Bize izin verildiği sürece seninle beraber olmak istiyorum, dedi. Ancak zamanımız dolduğunda ikimiz de
yolumuza gitmeliyiz.
Agatha gözleri dolarak kafasını salladı.
Şimdi de sonra da ağlamak yok. Bunu becerebilir misin küçük kız? Zamanı geldiğinde gitmeme izin
verebilir misin?
Onunla yanşamayacağımı biliyorum. Agatha’nın yumuşak sesi yenilgiyi kabul etmiş gibiydi.
Kiminle?
İngiltere’yle.
Ah, tatlım, bu onu senden daha çok sevdiğimden değil. Fakat sen güçlüsün. Bensiz de idare edebilirsin. O
ise edemez.
Gözleri büyümüş olan genç kadının yüzünde tuhaf bir ifade belirdi.
Agatha, neler oluyor?
Beni seviyor musun?
Simon bunu ona hiç söylememişti. Onu ne kadar çok sevdiğini kelimelerle ifade etmekten korkuyordu.
Dile getirirse onu bir daha bırakamayabilirdi. Bir şeyler diyecek oldu ama Agatha parmaklarını ağzına
bastırarak onu susturdu.
Hayır. Söylememen belki de senin için daha iyidir. İki eliyle Simon’ın yüzünü kavrayıp seyretmeye
başladı. Ama ben kalbimdekileri söylemekte özgürüm. Seni seviyorum. Agatha ondan daha cesurdu. Simon
bakışlarını uzaklara çevirdi. Aşk harika bir risktir, Agatha.
Sen bir risk değilsin.
Bunu nasıl bilebilirsin ki?
Geri geldin.
Seni yeniden terk etmek için.
Agatha başını salladı. Benden ayrılmak zorunda kalman beni terk etmenle aynı şey değil.
Simon onun her iki gözünü de öptüğünde gözyaşlarını hissetti. Sana döndüğüm için çok mutluyum.
Aslında onurunu böyle zedelemiyor olmam gerekir.
Agatha homurdandı. Simon, neredeyse sana tecavüz ettim.
Simon sırıttı. Biliyorum. Kendimi çok değersiz hissediyorum.
Senin hiçbir değersiz yanın yok. Yüzüne düşen bir tutam nemli saçı itmek için ona yaklaştı. Sevgili
Simon, sen bu dünyadaki en güzel şeylere layıksın.
Simon bir süre konuşamadı. Sonra onun yanma yuvarlanarak tavana bakmaya başladı.
Ben sadece babası belli olmayan baca temizleyicisi bir hırsızım, biliyorsun.
Evet, biliyorum.
Ne olursa olsun Simon onun bu durumu gerçekten umursamadığını biliyordu. Bu yüzden ona her şeyi
anlattı. Daha önce kimselere anlatmadığı ne varsa.
Nasıl büyüdüğünü, çoğu zaman soğukta ve aç kaldığım anlattı. Annesinin kendi hayatını bile zorlukla
devam ettirebildiğini. Geçimini sağlamaya çalışırken onu nasıl yalnız başına kapı dışarı ettiğini.
Küçük bir çocukken kendine bakabilmek için nasıl baca temizleyicisi olduğunu, kazandığı paranın ne
kadar az olduğunu, bazen de hiç para alamadığını. Isınma çabasıyla çoğu gece sokaklarda nasıl dolaşıp
durduğunu.
Bir gece çöpleri karıştırmak için zengin bir semte girmiş ve ısınmak adına bir bacaya tırmanmıştı. Bir süre
burada uyuduktan sonra duyduğu bir ses onu uyandırmış, yandaki evde garip şeyler olduğunu işitmişti.
Sürünerek o tarafa doğru ilerlemiş ve fısıltıyla yapılan hararetli konuşmalara kulak verip soldan üçüncü
odada kalan küçük çocuğu kimin kaçıracağına dair bir tartışma yapıldığını duymuştu.
Ortada bir kaçırma planı döndüğünü anlayan Simon neredeyse bunun kendisini hiç ilgilendirmediğine
karar vermek üzereydi. Sonra bu küçük çocuğun güzel ve sevgi dolu hayatının bir anda nasıl kendi hayatına
dönüşebileceğini aklından geçirdi.
Kendini çatıdan aşağı bıraktı, bir çatıdan diğerine zıplayarak asla bir yetişkini taşıyamayacak pervazlardan
geçti. Odaya girip uyumakta olan dadıyı kaldırmaya çalıştı. Fakat kadın normal olamayacak bir derinlikte
uyumaktaydı. Bu yüzden direkt olarak çocuğun yanma gidip onu uyandırdı ve onunla saklambaç oynamak
için gelmiş gibi davrandı.
Beş yaşındaki oğlana, Hadi bakalım hiç görünmeyecek ve ses çıkarmayacak şekilde saklanabilir misin
görelim, diyerek onu heveslendirdi. Ufaklık heyecanlandı ve hemen ııc kadar sessiz ve görünmez
olabileceğini kanıtlamak istedi.
Simon adamların pencereden içeri girmeye uğraştıklarını duyar duymaz çocuğu dadının bulunduğu
taraftaki bir sandığın içine yerleştirdi.
Sonra da koridorda bağırarak koşmaya başladı ve ‘Yangın! Yangın! diyerek bütün evi ayağa kaldırdı.
İlk başta hikayesine inanmadılar. Sonra da küçük çocuğun ortada olmadığını fark ettiler. Simon o anda
kendi güvenliği adına endişeye kapıldı, özellikle de onlara sandığı gösterdiğinde sandık boş çıkınca.
Herkes etrafına toplanmış onu tehdit ediyordu, sonra birdenbire sesler öyle bir yükseldi ki çocuğun usulca
Simon’a doğru yaklaşmakta olduğu kimsenin dikkatini bile çekmedi. Çocuk bağırarak ebenin onu sakladığı
yerde duracak kadar aptal olmadığını haykırıyordu.
Sonra dışarıdan bir çığlık yükseldi ve pencereden dışarı bakan herkes bir adamın yere serilmiş bedenini
gördü. Adam evden yükselen ‘Yangın bağrışım duyduğunda kayarak aşağı düşmüş olmalıydı.
Genç baca temizleyicisinin zekasından ve cesaretinden etkilenen ev sahibi Simon’ı sokaklardan alıp okula
vermişti.
Simon’m kurtardığı küçük çocuk Nathaniel babasının yolundan gitmeyi reddedip daha az sorumluluk
gerektiren bir yol seçtiğinde, babası onun yerine Simon’a yatırım yaparak onu aile işine dahil etmişti.
Yaşlı Adam bir kraliyet istihbarat ağının baş ajanıydı. Başlangıçta Simon’ı sadece bir kurye olarak
kullanmış, ardından onun gözlem - gerekli olduğunda istihbarat - yapmasını istemiş, sonra da onu önemli
işlerde gizli bir ajan olarak çalıştırmıştı.
En nihayetinde Simon bir grup hırsız ve casusun başına geçerek Yalancılar Kulübü’nün baş ajanı
konumuna gelmişti.
Agatha bu hikayeyi hayranlıkla dinledi ve Simon’m onu
eğiten hocasından söz ederken sesinin aldığı kinayeli ama sevgi dolu tondan etkilendi.
Onu bir baba gibi sevmişsin.
Belki de. Annemin ölümünden sonra çok yalnızdım. Ama o beni sevmedi. Ben onun yarattığı şeyde
kullandığı bir araçtım. İngiltere’nin düşmanlarına doğrultulacak bir silahtım. İçimdeki adama neler olduğu
onu hiçbir zaman ilgilendirmedi.
Agatha başından beri ona karşı nasıl davrandığını fark etti. Jamie’yi bulmadaki amacı doğrultusunda
kullandığı bir araç gibi davranmıştı o da Simon’a.
Jamie ve onun mutluluğu, Simon’m başlangıçta olduğunu düşündüğü basit bir baca temizleyicisininkinden
neden daha önemli olmalıydı ki?
Agatha kendini daha önce hiç bu kadar züppe bulmamıştı. Böylesi bir eğilimi fark etmesi bile utanç
vericiydi.
Sen onu sevdin. Ve Yalancılar’ını da seviyorsun. Olabilir, fakat onlar için ödediğim bedeli sevmiyorum.
Neye mal oldular?
Simon bakışlarının derinlerinde karartılar belirerek Agatha’yı süzdü. Sana. Seninle dışarıda özgürce bir
hayata. Benim karım olarak tehlikede olacaksın.
Kraliyet tarafından korunamaz mıyım?
Simon parmağını Agatha’nın bir tutam saçma dolarken kafasını salladı. Biz Yalancılar uçurtmalar
gibiyizdir, açılırız. İplerimiz kesilince fırtınada çok uzaklara uçabilmek için.
Agatha onun yüzüne bakabilmek için karnının üzerinc yuvarlandı. Keşke ben de bir Yalancı olabilseydim.
Simon’m dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı. Sen bir hanımefendisin.
Ben bir kadınım.
Haklısın. Ama sana verebileceklerimden daha iyi şeylere layıksın.
Agatha homurdandı. Beni bir gün ne olarak göreceğini düşünüyorsun? Leydi Winchell gibi mi? Tüm o
sısk.ı moda düşkünlüğü ve küçümseyici hallerle kocamı burnunun dibinde aldattığımı mı? Anlamsız ve
sıkıcı insanların katıldığı sıkıcı partiler verirken mi?
Böyle ifade ettiğinde buna dayanabilir misin bilmiyorum. Onu kendine çektiğinde Agatha ona daha yakın
olabilmek için vücudunu onunkine yasladı. Simon birlikte sahip oldukları uyuma bayılıyordu. Londra’yı
sevdiğini söylediğini hatırlıyorum.
Seni seviyorum. Seninle çalışırkenki heyecanı seviyo rum. Kulübü bile sevdim. Ama birkaç adamın
aksesuvarı olma fikri beni pek etkilemedi.
Simon bundan nefret ediyordu ama söylemek zorundaydı. Etheridge sana böyle davranmazdı.
Agatha başını kaldırıp ona baktı. Sonra dudaklarını yine Simon’m omzuna bastırdı ve onu ısırdı.
Simon onu gıdıklayarak karşı saldırıda bulundu. Ve Agatha’nın başı yataktan sarkana, elleriyle güçsüz bir
karşı koyuş çabası içine girip çaresizce kıkırdayana kadar gıdıkladı onu.
Onu yeniden kollarının arasına aldığında, Agatha bu kez gülmekten ötürü yanaklarından süzülen yaşları
silmek için kafasını onun göğsüne gömdü.
Simon, bana bir iyilik yap ve aşk hayatıma karışma. Bir gün evlenmeye karar verirsem, kiminle
evleneceğimi ben seçerim.
Ama evleneceksin, değil mi?
Agatha’dan sinirli bir homurtu yükseldi. Simon boş ver. Geleceğim yeterince garanti altında.
Endişelenmene gerek yok.
‘Yalnız olmamalısın. Sen sevilmek için yaratılmışsın. Agatha bir an hareketsiz kaldı. Sonra yavaşça
fısıldadı: Bugüne kadar bana söylenen en güzel şey olabilir bu.
Bunun üzerine Simon sessizliğin içinde onun elini tuttu ve birlikte dışarıda uyanan şehrin sesini dinlediler.
Hizmetçiler merdivenlerden aşağı inmeye başladıklarında Agatha kendi odasına dönmesi gerektiğini
biliyordu.
Gitmesi gerekiyordu ama kaldı... Geçmişlerini ve ne kadar farklı hayatlardan gelerek Carriage Square’deki
bu evde birleştiklerini düşündü.
Peki ya şimdi neredeydiler? Aralarında rahatsızlık verici konular olan iki aşıktılar.
Gitmelisin, dedi Simon en sonunda.
Kesinlikle.
Bir öpücük... dedi Simon.
O gece başladıkları şeyin hassaslığının farkında olarak usulca öpüştüler.
Simon onu orada alıkoymak için yanıp tutuşuyordu. Dünyayı yok farz edip onunla günlerce yatakta
kalmak ve ona adeta doymak istiyordu.
Karşılaşacakları güçlüklerin gücü ve potansiyeli, birlikteliklerinin imkansızlığı Simon’a çok acı veriyordu.
Ellerini Agatha’nın boynunda ve omuzlarında gezdirirken ne kadar güzel ve değerli olduğunu ilan ediyordu
ona sessizce.
Agatha onun içini acıtan bir gülümsemeyle odadan çıkıp gitti sonra. Ve Simon yalnız kaldı.
Her zamanki gibi.
O sabah kahvaltı masasındaki gerginlik had safhadaydı. Simon Agatha’nm masanın diğer ucunda
oturduğunun fazlasıyla farkında olsa da ona bakamıyordu, çünkü onu çok özel ve güvenli bir yerlere kaçırıp
saklama isteğine karşı koyamayacağından korkuyordu.
Kahvaltıya daha geç inen James karşısındaki sandalyeye oturup kayıtsızca, Günaydın, dediğinde Simon
öfkesine hakim olamadı.
En sonunda kalkabildiniz mi Bay Tembel? Bu ne miskinliktir? Kulübü devralabilecek nitelikte olduğunu
düşünmüş olmama inanamıyorum.
James ağzına götürmek üzere olduğu bir dilim yumurta ile öylece kalakaldı. Ne yaptım şimdi?
Simon arkasına yaslanıp kollarını kavuşturdu. Dün onun evden çıkmasına izin verdin.
James kendini savunurcasma omuz silkti. Ben uyanmadan önce çıkmıştı. Canı cehenneme, çıktığında hava
aydınlanmamıştı bile.
Agatha özür diler bir ifadeyle araya girdi. Seni meraklandırdığım için özür dilerim Jamie..
Meraklanmadım. Pearson bana onun seninle olduğunu söyledi Simon.
Ama benimle değildi. Beni takip ediyordu.
Agatha sabrının taştığını belli eder bir ses çıkardı. Ben burada değil miyim?
Simon ona bakmadı.
James sırıttı. Takipte iyi ama öyle değil mi?
Kendini tehlikeye atmayacak kadar iyi değil.
Benim burada olmamam gerek. Bu çok sinir bozucu. Agatha elindeki çatalı masaya bıraktı.
Bu kadar sinirlenmene gerek yok, Simon. Feebles onun tam arkasmdaydı.
Agatha öne doğru eğildi. Ne? Feebles da neyin nesi? Simon bu soruyu duymazdan geldi. Feebles bir
kurye, bir koruma değil.
Kısa mesafede bıçağıyla performansı oldukça iyi ama. Sokak kavgası. Eğitimli adamların karşısında çok
fazla dayanamaz.
Agatha şaşkınlık içinde bir o adama bir diğerine bakıyordu. Bir dakika, biri beni takip mi ediyordu yani?
Gülümsemesi kaybolmuş olan James gözlerini kısmış Simon’a bakmaktaydı.
Eğitimli adamlara karşı hiçbirimiz fazla dayanamayız, Simon. Sen bile.
Konu senin onu güvende tutamamış olman James... Tiz bir ıslık sesi iki adamın da susmasına neden oldu.
Agatha iki parmağım ağzından çekerken tatlılıkla gülümsüyordu.
Merhaba, adım Agatha Cunnington ve burası benim de evim. Ben yokmuşum gibi davranmak
zorundaysanız, rica etsem tartışmanıza başka bir yerde devam edebilir misiniz. Aşçımın olmadığı bir yerde.
Gülümsemesi vahşi bir hal almaya başlamıştı. Yeterince açık oldu mu?
Elbette Agatha.
Kusura bakma Aggie.
Teşekkür ederim. Şimdi, neden Feebles tarafından takip edildiğimi bilmek istiyorum.
James omuz silkti. Feebles evi gözlemekle görevlendirilmiş bir Yalancı. Bildiğini sanıyordum.
Bunu nereden bilebilirim? Bir büyücü gibi havad;ııı bilgi mi alıyorum sanıyorsunuz? Simon’a döndü.
Bakışları ilgiliydi ama ne kadar sinirli olduğunu yeterince ortaya koyuyordu.
Başka bilmem gereken bir şey var mı Simon? Feebles
gündüz, Kurt de gece nöbetinde. Kurt? Kulüpteki o sevimli aşçı?
James irkildi. Onu kulübe mi götürdün?
Simon başını eğerek bir an için James’i süzdü. Sevgi- li arkadaşım, kız kardeşin beni dün sadece kulübe
kadar takip etmekle kalmadı, ayrıca bilgim olmadan içeri girip Jackham’ı ona bir iş ve ofisin anahtarlarını
vermeye de ikıı.ı etti.
Donakalan James kız kardeşine döndü. Böyle bir şey yapmadın, değil mi?
Agatha’nın ifadesinde pişmanlıktan eser yoktu. Aksine oldukça memnun ve kendini beğenmiş bir
gülümsemeyle, Evet yaptım, dedi.
James’in yüzünde derin bir hayranlık ifadesi belirdi. Kahretsin. Agatha’ya eğilerek fısıldadı. Peki Simon
ne yaptı?
Beni öptü.
Simon gözlerini yumup elleriyle yüzüne kapadı. Lanet olsun. Agatha, neden söylemen gereken zamanda
yalan söylemiyorsun?
James böbürlendi. Aggie bana asla yalan söylemez, değil mi Aggie?
Çok iyi bir nedenim olmadıkça söylemem, dedi genç kadın James’in elini okşayarak.
James birden özgüvenini kaybetmişti. Simon onu kurtarmaya karar verdi. James, bugün kaçırıldığında
olan biten her şeyin üzerinden geçeceğiz.
Yavaşça çatalını masaya bırakmasına bakılırsa James için kahvaltı tüm cazibesini yitirmişti. Bunu zaten
yaptığımızı düşünmüştüm.
Ama bugünkü farklı.
Agatha başıyla onayladı. Çok iyi. Ben de size katılmak istiyorum.
James garip bir şekilde kızardı. Aggie! O gün bazı kişisel olaylar olmuştu. Senin duymaman gereken
şeyler.
Ah, o akşam metresinle altı saat geçirmiş olmandan mı bahsediyorsun? Dürüst olmak gerekirse James,
koskoca altı saat boyunca ne yaptın merak ediyorum. Bu kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum. Değil mi
Simon?
Lokması Simon’m boğazında düğümlendi. Bu kez kızarma sırası ondaydı ve James’in şaşkın
bakışlarından özenle kaçınmaya çalıştı.
Ah, hmmm... Sanırım James haklı Agatha. Konuşmamız sırasında yanımızda olmana gerek yok. Bir işe
yara...
Benim bir işe yaramayacağımı sanıyorsunuz, öyle mi? Agatha peçetesini dikkatlice katladı. Pekala. O
halde ben de Dalton’m gezinti teklifini kabul ederim.
Lanet olsun. Lanet olasıca Dalton ve lanet olasıca teklifleri.
Agatha hülyalı bir ifadeyle sözlerine devam etti. Çok iyi bir arkadaş. Arabası da kapalı, böylelikle o ağır
yas kıyafetlerini giyme konusunda endişelenmeme gerek kalma... Sanırım senin bakış açına da ihtiyacımız
olacak, Agat-ha. Simon düşünceli bir ifadeyle konuşurken gözlerini tabağından ayırmamıştı. Yine de genç
kadının dirseğiyle James’i dürttüğünü göz ucuyla da olsa fark etmişti.
Hmmm... Doğru! dedi James ona katılarak. Kesinlikle. Bakış açısı... Ne kadar da önemli bir şey.
Pearson o öğleden sonra gelen ziyaretçileri uzaklaştırıp salona sürekli çay ve kek servisi yaptı. Üçü birlikte
Simon’ın masanın üzerine yaydığı haritanın başında o kader gecesinin her saniyesini incelemekteydiler.
James’i çok iyi tanımanın ve alışkanlıklarım bilmenin verdiği avantajla oldukça isabetli sorular soran
Agatha bir yardımı dokunmasının verdiği coşkuyla mutlu olmuş tu. Onun sayesinde James metresini ziyaret
etmeden önce sevgilisine hediye almak üzere uğradığı şekerleme' dükkanını hatırlayabilmişti.
Agatha haritadaki ücra sokağı göstererek, Kadının evi burası mıjamie? diye sordu.
Hayır, orası onun bir arkadaşına ait. Kadın evli olduğundan özellikle gizlenmeye özen gösteriyorduk.
Afallayan Agatha bakışlarını kaçırdı. Evli bir kadınla ilişki mi? Bu çok bayağı görünüyordu. Genç kadın
idolleş- tirdiği ağabeyinin normal bir erkeğin zaaflarını taşıdığını öğrenmekten rahatsızlık duymuştu.
Simon gerildi. Çikolataları hatırlaman çok iyi oldu, fakat Sosyetenin Sest’nin senin faaliyetlerinle ilgili bu
kadar bilgiyi nereden bulduğunu merak ediyorum doğrusu.
Sosyetenin Sesi mi? James başını haritadan kaldırıp ona baktı. Sen neden bahsediyorsun Simon?
Şu gazetede yayınlanan dedikoduyu biliyorsun Jamie. Sosyetenin Sesi düzenli olarak Griffm’in
faaliyetlerini yayınlıyordu.
Lanetleneceğim. Bütün bunların ortaya çıkması bu sa-
yede mi oldu? Ama buna kimse gerçekten inanmıyor, öyle değil mi?
Agatha ellerini beline koydu. Jamie, hiçbir bilgi kaynağını es geçmemeyi ne zaman öğreneceksin?
James bir destek arayışıyla Simon’a baktı, ancak Simon sadece sırıtmakla yetindi. Korkarım Agatha lafı
ağzımdan aldı.
James omuz silkti. Vinnie bu saçmalıklara bayılır ama ben hiç okumadım.
Agatha neşelenmişti. Bütün gün boyunca şu gizemli kadının adını öğrenebilmeyi beklemişti. Vinnie de
kim? Tanıdığım biri.
Metresin, diye tahminde bulundu Agatha.
Yani gerçek bir metres değil. O sadece kendine ait zamanı olan evli bir kadın.
Vinnie. Ah, hayır. Agatha birdenbire farkına vardığı gerçekle şoke olmuştu. Lavinia.
Ne?
Aşığın Leydi Winchell mi?
Şey, evet. Bu kadar kadınsı tepkiler vermene gerek yok Agatha. James hemen savunmaya geçmişti.
Göremiyor musun hala? Leydi Winchell Fransızlar için çalışıyor olabilir!
İki adam da şaşkınlıkla ona bakmaktaydı. Agatha heyecanla ellerini iki yana açtı. Şimdi her şey yerli
yerine oturuyor... Lavinia o gece nerede olacağını biliyordu. Başından beri benden şüphelenmişti. Ona hiç
benden söz etmiş miydin?
Birkaç çocukluk hikayesi anlattım ama kimsenin adını veya yerini vermemeye daima dikkat ettim. Seninle
ilgili bir şey bilmesi mümkün değil. Hemen sonuç çıkarmaya çalışıyorsun.
Ama Simon’ı baştan çıkarmaya çalıştı!
Yüzünde durumu kavrayan bir ifade beliren James hoş-
görüyle başını salladı. Şimdi anlıyorum. Tatlı kıskançlıklarının mantığını gölgelemesine izin veremezsin. Bu
ciddi bir iş. Açıkçası Aggie, senin daha mantıklı olabileceğini sanırdım.
Agatha bu sözlere çok öfkelenmişti. Dürüst olmak gerekirse James, ben de senin daha zevkli biri olduğunu
sanırdım.
James kaşlarını çatarak arkasına yaslandı. Şunu iyice anlayın, Lavinia bir görevli değil. O bencil, sığ,
dahası siyasetle ilgilenemeyeek kadar moda ve dedikodu düşkünü biri.
Agatha Simon’dan destek bekledi. Sen anlayabiliyorsun ama değil mi?
Simon ona şüpheyle bakıyordu. Bu çok dolaylı görünüyor, Agatha. Yine de daha iyi hissetmeni
sağlayacaksa onun geçmişini araştırmak üzere birini görevlendireceğim.
Bir çocuğu teselli etmekten farksızdı bu. Genç kadın hayal kırıklığıyla bağırmak istiyordu. James’in beni
daima on iki yaşında bir kız çocuğu olarak gördüğünü biliyorum. Fakat senin benim sezgilerime biraz olsun
güvenmeni beklerdim.
Önsezilere inanırım ama sağlam bilgiler ışığındaysa.
Her gittiğimiz yerde nereye dönsek Lavinia’nın orada olmasından daha sağlam nasıl bir bilgiye ihtiyacın
olabilir?
Birçok şey olabilir. Tesadüf. Meraklılık. Belki bir çekim...
Sözünü bitirmemişti ama Agatha James ile bakışmalarım görmüştü. Erkek egosunun canı cehenneme. Ah,
tabi ya, derken alaycıydı. O kadar karşı konulmazsın ki seninle aynı odada olan hiçbir kadın hainlik gibi
sıkıcı bir işle ilgileniyor olamaz.
Dikkat et Simon. Bu çirkinleşebilir, diye mırıldandı dikkatle geri çekilmekte olan James.
Agatha ağabeyini duymazdan geldi. Şu anda görüş alanında Simon vardı ve onunla devam etti.
Seni anlamama izin ver. Lavinia Fransızlar için çalışıyor olamaz çünkü o bir kadın ve seni çekici buluyor.
Diğer taraftan ben yalnızca bir hain değil aynı zamanda bir fahişe olarak görülebiliyorum! Şimdi bu nasıl
mümkün olabiliyor, Simon? Nasıl oluyor da Lavinia senin desteğini kazanabiliyor ama ben araştırılması
gereken biri olabiliyorum?
Agatha sözlerine devam ederken Simon onu seyrediyordu. Agatha... Küçük kız... Sana neler oluyor?
Bana küçük kız deme, Simon Rain! Seni ilk karşılaşmamızda çalışma odasında çırılçıplak soymadığım
için mi? Ya da onun kadar seçkin ve rafine olmadığımdan ötürü mü? Cevap verme Simon. Bundan çıkış
yok! diye uyardı James.
Agatha başını çevirerek ağabeyine ters bir bakış fırlattı. Çık dışarı.
James onu selamlayarak Simon’a döndü. Sizinle tanıştığıma sevindim.
Simon yüzünde şaşkın bir ifadeyle James’in salondan çıkıp kapıyı arkasından kapatmasını seyretti. Bunu
gerçek anlamda söylediğini sanıyorum.
Evet öyle. Onunla birlikte dışarı çıkabilmiş olmayı çok istediğinden eminim.
Simon ona gülümsedi. Beni korkutmaya mı çalışıyorsun küçük kız?
Tabii ki hayır. Agatha yaklaşıp iki elini de onun göğsüne yasladı.
Ve sonra onu itti. Sertçe.
Simon arka tarafta duran kanepenin üzerine düştü. Şaşkınlık içinde bir küfür savurarak çabucak kalktı.
Agath;ı onu geri itti ve en sonunda bacaklarını iki yana açıp üzerine oturup onu sabitledi.
Son derece net bir şekilde konuştu: Bana cevap vermeni istiyorum Simon. Lavinia bu kadar
şüphelenilmekten uzakken benim bu derece sorgulanmamın sebebi nedir?
Artık Simon ona son kez yanıt verecek ve bu yanıt sonsuza dek geçerli olacaktı. Agatha onu yeniden tehdit
etmek üzere ağzını açmıştı ki...
Simon’ın sertleştiğini hissetti. Agatha içinde bir açlığın yükseldiğini ve bacaklarının arasının sızlamaya
başladığını hissetti. Öylece donakaldı. Simon’ın üzerinde hareket etmek, onun dudaklarını göğüslerine
götürmek ve göğüs uçlarının dilinin altında sertleşmesini arzuluyordu.
Fakat şu anda karanlığın güvenliğinde değillerdi. Burası Simon’ın yatağı gibi tecrit edilmiş bir bölge
değildi. Ve Agatha bu seks güdüsünü harekete geçiren açlığıyla nasıl başa çıkacağını bilemiyordu.
Şehvetle koyulaşmış lacivert gözlere çaresizce baktı. Onu istiyordu. Bu gece değil, varsayılan bir ilgisizlik
ve ateşli bakışmalar ile geçen bir günün ardından değil.
Şimdi. Burada kanepenin üzerinde. Kadifenin mahvolması pahasına. Kilitli olmayan bir kapının ardında...
Açık pencerelerden gün ışığı içeri süzülürken. Hızlı ve sertçe...
Simon onun duruşundaki değişikliği hissetmiş ve daha da sertleşmişti. Genç kadının etekleri bacaklarının
üzerinden perde gibi iniyor, göğüsleri ise tam çene hizasında duruyordu. Yapması gereken tek şey kendini
serbest bırakmak, onu öylece alıp günün ortasında ev halkının etrafta olduğu bir vakitte onunla birlikte
olmaktı.
Bu onu çok heyecanlandırmıştı, bunun için kendine hayret etmesi gerektiğini biliyordu ama sızlamakta
olan erkekliği düşünmesine pek de imkan tanımıyordu.
Agatha ona sürtünmek için yumuşak bir hareketle öne doğru eğilince o an patlayacağını sandı. Gözleri
karararak onu öpmek için duyduğu arzuyu dizginledi ve kendini onun öpüşüne bıraktı.
Agatha daha da cesaretlenmişti. Simon ona öğrettiği gibi dilini kullandığını hissedince, böyle bir öpücüğü
ondan alabilen ilk kişi olmanın zaferini hissetti. Genç kadın daha da coşkulu hale gelince egosunu da unuttu,
onun bu tatlı cesareti karşısında nefesi kesilmişti. Ellerini dantelli iç eteğin altına kaydırdı ve onun çıplak
uyluklarına ulaşmaya çalıştı. Ve Agatha’nın iç çamaşırı giymediğini keşfetti. Bu alışkanlığını durum
itibariyle içtenlikle onaylarken ona dokunmasıyla genç kadın iç çekti.
Simon sıcak avuçlarını kaydırarak kalçalarını kavrarken onun gözlerinde beliren arzuyu seyrediyordu.
Parmaklarım davetkar teninde kaydırıp öne doğru uzandığında parmak uçları Agatha’nın ıslaklığıyla
buluştu.
Bir parmağını derinlere ittiği sırada, Ne diyordun? diye fısıldadı.
Agatha kıvrandı ama Simon onu daha da sıkı tuttu. Ben gerçekten... Bilmek istiyorum... Sesi kesilmiş,
başı geriye düşmüş, Simon’ın içine girmesini bekler hale gelmişti.
Simon’ın ellerinde sıvı bir ateşti sanki. İki parmağım sertçe derinlerine kaydırdı. Agatha tepki olarak ona
doğru kıvrıldı. Simon onun nasıl eriyip yumuşacık hale geldiğini hissedebiliyor, yumuşak dokunuşlarından
ne kadar zevk aldığını görebiliyordu.
Göğüslerini görme ihtiyacını gidermek üzere diğer elini eteğin içinden çıkardı. Agatha’nın teni fildişi
rengiydi, Simon göğüs uçlarının pembeliğini bu tende gün ışığında parıldarken görmek istiyordu.
Hızlı hareketlerle elbisenin önünü sertleşmiş göğüs uçlarını sergileyecek şekilde açtı, ardından kıyafeti
beline kadar indirdi. Agatha kendini ona hak ettiğinden fazla bir cömertlik ve güven içinde vermekteydi.
Kolunu onun beline doladı, emip ısırarak yumuşak teninin tadını çıkarırken bir yandan da diğer eliyle ona
zevk vermeye devam ediyordu.
Agatha salonun ortasında neredeyse çırılçıplak kaldığının hayal meyal farkındaydı. Simon’ın elleri ve
dudakları üzerinde dolaşırken o da parmaklarını siyah saçlarında gezdirerek erkeğini kendine doğru
çekiyordu. Bu cüretkar umursamazlık karşısında kendisi bile şaşkınlık duyuyordu.
Ne istediğini söyle bana. Simon göğüslerinin arasından hırıldarken nefesi Agatha’mn tenini ısıtıyordu. O
kelimeleri söyle.
Seni içimde istiyorum, diye inledi Agatha. Simon bn sözlerin karşılığında parmaklarını daha da derinlere
soktu. Ama bu yeterli değildi. Seni istiyorum.
Zamanı gelince, diye mırıldandı Simon. Önce senin kendinden geçtiğini seyretmek istiyorum. Simon der
ki benim için uç.
Simon’ın dokunuşları hızlandıkça inleyen Agatha’mn içine zevk dalgaları yayılıyordu.
Simon bunu fark etmiş olmalıydı ki kaygan parmakları biraz daha öne gelerek tamamen farklı bir bölgeye
temas etmekteydi şimdi.
Agatha onun daha önce bu bölgede dudaklarını gezdirdiğini hatırladı. Zihninde canlanan görüntü bu
yoğun zevk seliyle birleştiğinde onu sınırların ötesine taşıdı.
Bir çığlık attı, sonra elini ağzına bastırarak çaresizce yaşadığı zevkin kasılmalarıyla yüzleşti.
Tanrım, ah Tanrım... Agatha onun zorlukla ellerini üzerinden çektiğini ve erkekliğini dışarı çıkarmaya
çalıştığını hissetti.
Simon en sonunda vahşi bir hayvan gibi içine girdiğinde bedeninin yine o aynı dalgayla sarıldığını
hissetti.
Simon onun ıslak sıcaklığına hızla karışmıştı. Sonra birden geri çekildi.
Ah, lütfen... Agatha onun üzerinde kıvranıyordu. Simon... İhtiyacım var... Lütfen...
Simon onu kalçalarından kavrayıp yukarı çektiğinde Agatha’nın dudaklarından bir çığlık koptu. Simon
hareket ettikçe ellerinin arasında titriyordu.
Onun kadını. Onun.
Agatha üzerinde gidip gelirken gün ışığında inanılmaz güzel görünüyordu. Buna daha fazla
dayanamacağım biliyordu. Pembe göğüs uçlarından birini ağzına alıp emdi. Bu hareketi genç kadının
sarsılarak tekrar titremesine neden olmuştu.
Kasıldığını hissettiğinde daha fazla kendini kontrol edemeyeceğinin farkına vardı Simon. Ve yüzünü onun
göğüslerine gömüp yaşadığı rahatlamanın etkisiyle inledi.
Agatha soluk soluğa onun üzerine yığıldı. Simon bugüne dek bu kadar güçlü bir doyum yaşayan bir
kadınla hiç karşılaşmamıştı. Bu Agatha’nın benzersizliğiydi, yine de Simon bu işteki rolü konusunda bir
miktar yorgun bir gurur duymadan da edemiyordu.
Agatha’nın nefes alış verişi sonunda biraz düzene girdi. Bir parmağıyla onun çenesini kaldırarak yüzüne
baktı Simon.
Hala benimle misin?
Agatha derin bir nefes almaya çalışarak başını salladı. Yakında ölebilirim ama henüz değil.
Neden ölecekmişsin ki?
Çünkü her defasında daha da iyi oluyor. Ve bundan daha iyi olursa, kesin ölürüm.
O kadar mı iyi?
Evet, senin de gayet iyi bildiğin gibi o kadar iyi. Yanına uzanmak için kıvrıldı. Bacakları hala Simon’ın
üzerindeydi. Sorumu hala cevaplamadın. Ve şimdi bir sorum daha var.
Neden şaşırmadım acaba? Dağılmış saçlarım geriye itip düzeltirken hala yaptıklarına inanamıyordu.
Agatha her zamankinden daha da tatlıydı şimdi.
Cildi vardığı doyumla parıldıyor, tatlı dudakları daha da kabarmış ve pembeleşmiş görünüyordu. Daha
önce kahverengi gözleri hiç bu kadar parlak, bakışları da hiç bu kadar yumuşak olmamıştı.
Sadece güzel değil, diye mırıldandı Simon. Seni daha
önce böyle düşünmediğime inanamıyorum.
Agatha burnunu kırıştırarak başım salladı. Ah, sanırım yeterince iyiyim. Ama Lavinia değilim.
Simon onun sadece teyid alma peşinde olmadığından emindi. Agatha bunu gerçekten inanarak söylüyordu.
Belli ki Simon görevini yeterince iyi yerine getirememişti. Kadınını güzel hissettiremeyen bir erkek görevini
ihmal ediyor demekti. Simon kalan ömrünü bu işi doğru düzgün yerine getirebilmeye adama isteği duydu.
Yüzünü avuçlarının arasına alıp gözlerinin içine baktı. Hala neden başlangıçta senden şüphelendiğimi
öğrenmek istiyor musun?
Agatha kocaman gözleriyle ona bakarak başını salladı.
İşte bu yüzden... Seninle aynı havayı solurken böyle hissetmeme neden olduğun için. Bunun gerçek
olabildiğine inanamıyordum. Hayatımda hiç bu kadar cezbedici bir kadın görmemiştim, bunun doğal
olduğuna inanamıyor, bir amaca yönelik özellikle yaptığın bir numara olduğunu düşünüyordum.
Agatha şaşkınlıkla ona bakıyordu. Ama ben son derece sıradanım...
Simon onu öpünce Agatha’nın aklından geçenler bir anda siliniverdi. Başını kaldırdığında ne söylemek
üzere olduğunu unuttuğu açıkça görülüyordu. Simon gülümsedi.
Sen olabilecek en sıra dışı kadınsın, küçük hanım. Ve bunu aklından çıkarmamanı sağlayacağım. Onu bir
kez daha kendine çekti. Söyle bakalım, diğer soru neydi? Ah, evet. Diğer sorum... Sence James seansınızı
bitirmek üzere geri geliyor olabilir mi?
Simon dehşet içinde ne amaçla nerede bulunduklarını hatırladı. Aman Tanrım, Agatha, çok üzgünüm.
Doğruldu ve genç kadının üzerini düzeltmeye çalıştı.
Agatha gülümseyerek ona yardım ediyordu. Neden üzgünsün? Senin üzerine oturan benim.
Doğru. Yine de bundan ne kadar hoşlanırsam hoşlanayım korkarım daha dikkatli olmamız gerekiyor.
Şimdi de kendi üzerini düzeltiyordu.
Bu çok zor olacak, sana her baktığımda içimde olmanı istiyorum.
Dolaysız ve dürüst ifadesi Simon’m nefesini kesmişti. Uzun kirpiklerle çevrili o yumuşak kahverengi
gözlere baktı ve sonsuza dek onunla kalabilmeyi diledi.
Agatha kanepenin haline bakıp yüzünü buruşturarak, Bu denli... Berbat olacağını düşünmemiştim, dedi.
Simon güldü. Korkarım bu doğanın kanunu...
O sırada kapı ihtiyatlı bir şekilde vuruldu. Agatha sesini yükselterek cevap verdiğinde Simon onun
soğukkanlılığına hayran kaldı. Pearson kapıda belirdi.
Hanımefendi, sizi görmek üzere iki bey geldi.
Simon, Ah, hayır, yine mi şu lanet olası Etheridgc’,1 diye söylendi.
Hayır efendim. Gelen Bay Lord Fistingham ve...
İki adam Pearson’ı kaba bir şekilde kenara iterek odaya girdi. Biri daha yaşlı ve kısaydı, biraz kel ve
göbekliydi, Diğeri ise uzun boylu ve nefesleri kesecek kadar iyi görünümlüydü. Altın sarısı saçları ve
kadınların ağzını sulandıracak bir fiziği vardı. Kendini beğenmiş bir havayla saloiu girmişti.
Zafer kazanmış gibi bir tavırla elindeki kıvrılmış gazele yi sehpaya doğru fırlattı. Ah! dedi. Bunun sen
olduğu nu biliyordum Agatha. Fistingham’a Londra gazetelerinin geldiğini bilmiyordun, öyle değil mi?
Çenesi saldırgan bir şekilde öne çıkmış halde Agai ha’nın önünde dikilmekteydi. Sen ve ağabeyinin
üzerim de denediğiniz o hileleri, sonra da suçu hayali Mortiıneı Applequist’in üzerine attığınızı
hatırlamayacağımı mı san dm?
Reggie? Agatha’nın sesi çok güçsüz çıkmıştı.
Simon olup biteni seyrediyordu. İtici Reggie bu muydu?
Agatha Simon’a döndü, içgüdüsel olarak yardım bekleyerek ona yaklaştı. Genç kadının bakışlarında
beliren korku dolu ifade Simon’m öfkesinin zirveye çıkmasına neden oldu.
O kadar hızlı atıldı ki Agatha ne olduğunu anlayanı a dı bile. Simon bir an yanındaydı, diğer bir an
kükreyerek Reggie’yi duvara yaslamış, elleriyle boğazını sıkmaktaydı.
Bu da nesi? Kes şunu! Lord Fistingham bastonunu Simon’ın kafasında kırmak üzere kaldırmıştı.
Agatha hızla atılıp bastonu havada yakaladı. Özür dilerim Sayın Lordum ama ona vurmanıza izin
veremem. Sonra morarmış olan Reggie’ye döndü. Reginald, seni Simon Rain ile tanıştırabilir miyim?
Korkarım senden pek hoşlanmadı. i Neler oluyor? Lord bağırıyordu. Polis çağırmadan onu bırakın diyorum
size! Agatha’ya döndü. Bu adama i neler anlattın bunca zaman?
Korkarım ki gerçeği, diye cevapladı Agatha. Simon’ın omzuna dokundu. Hayatım, Reggie’yi bırak lütfen.
Sayın Lord mirasçısını öldürürsen başımızı çok ağrıtacaktır. Hayır, diye gürledi Simon. Reggie’nin boynunu
daha da sıktı. O ölene kadar bırakmayacağım.
Burada neler oluyor Tanrı aşkına?
Agatha döndü ve kapının ağzında donup kalmış hizmetlileri gördü. Silahlıydılar. Aşçı Sarah elinde koca
bir merdaneyi sallarken Pearson da kızgın bir demir tutmaktaydı.
Ve James de elinde bir tüfekle orada durmaktaydı.
Lord Fistingham yutkundu. James!
Reggie bile dönüp ona bakabilmeyi başarmıştı. James’i görünce gözleri faltaşı gibi açıldı. Artık karşı
koymayı bırakmış, Simon’ın ellerinde kukla gibi asılı durmaktaydı.
Fistingham? Reggie? Siz ikiniz, burada ne arıyorsunuz? James bir ona bir diğerine bakarak konuşuyordu.
Sonra Simon’ın cinayet teşebbüsünü fark etti. Ah, Simon?
Eminim Reggie senin düşündüğün şeye layıktır, fakat rica etsem onu sonra öldürebilir misin? Gerçekten
oldukça meraklandım. Bir açıklama duymak istiyorum. Simon Reggie’yi tereddütle serbest bırakırken
Agatha geri çekildi. Şimdi beşi odanın içinde rahatsız bir şekilde ayakta durmaktaydılar.
Lord Fistingham gözlerine inanamıyor gibiydi. Hayret dolu bir ifadeyle James’e bakıyor ve kafasını
sallayıp duruyordu. Her şey bitti, diye mırıldandı. Her şey tamamen bitti.
James Agatlıa’ya baktı. Bu adamın neden bahsettiği konusunda bir fikrin var mı?
Sanırım senin hayatta olduğunu görmekten ötürü ha- yal kırıklığına uğradı, çünkü artık beni Reggie ile
evlenmeye zorlayamayacak.
Reggie ile evlenmek mi? Umarım öyle bir şey olmaz! Bu hergelenin sana yaptıklarından sonra mı!
Reggie’ye düşmanca bir bakış fırlattı.
Agatha’nın ağzı açık kalmıştı. Biliyor muydun?
Tabii ki biliyordum. Mott da biliyordu, hizmetçiler de. Babam hariç hepimiz biliyorduk. O da bilmek
istemediğinden bilmiyordu diyebiliriz. Neden o olaydan sonr.ı Reggie hiçbir yere yalnız gitmedi
sanıyorsun? O günden sonra senin eline bile değmeye neden cesaret edemedi sanıyorsun? Canını çıkarana
kadar dövdüm onu da o yüzden.
Agatha ağabeyinin yüzündeki öfke dolu ifadeyi seyrediyordu. Demek onu korumuştu.
Reggie’ye döndü. Bu yüzden beni evlenmeye ikna edebileceğini düşündün, öyle değil mi? Jamie öldüğü
için seni durduracak kimse kalmadığını sanıyordun.
Bir Simon’a bir James’e bakıp duran Reggie’nin benzi solmuştu. Size ne söyledi bilmiyorum ama o benim
peşimden koşuyordu! Kadınlar daima benim peşimden koşarlar
Simon yine bir hamle yapmıştı ki James ondan evvel Reggie’nin yüzüne yumruğunu indiriverdi. Reggie
şimdi sersemlemiş halde yerdeydi. Hepsi ona bakarken James acıyan elini ovuşturdu.
Lord Fistingham bile oğluna yardım etme eğilimi göstermemişti. Lanet olasıca aptal, diye söylendi. Bu
kızla olan şansını yıllar evvel mahvetmemiş olsaydı, Agatha çoktan onu kabul etmiş olacaktı. O surat onda
oldukça Agatha ne olduğunu bile anlayamadan kendini onunla evlenmiş bulacaktı.
Agatha hakaret etmemek için kendini zor tutuyordu. Bana olan inancınızın aksine lordum, oğlunuzdan her
daim nefret etmişimdir. Ayrıca hiçbir zaman kolay lokma olmadım.
Reggie başını salladı. Bu sürtük bir keresinde beni neredeyse hadım ediyordu, diye söylendi. Ve şimdi de
bu... BaşıylaJames’i işaret etti. Bu adamın elinde ne kadar senet olursa olsun, böyle bir aptal inekle zaten
evlenmek istemem.
Agatha kardeşine bakakaldı. Reggie’nin borç senetleri mi var sende?
James acımasız bir ifadeyle onayladı. Hem de fazlasıyla. Fistingham’ı almaya yetecek kadar hem de.
Lord Fistingham gürledi. Bu salak herif kumarda hepsini kaybetti. Seninle evlenmek zorundaydı.
Böylelikle bütün mesele çözülecekti. Ben Appleby ve oradan sağlanacak gelire sahip olacaktım, senin de
borç senetlerini bulup tahsil etme şansın ortadan kalkacaktı.
James öfkeyle cevap verdi ama Agatha dinlemiyordu bile. Simon konusunda fazlasıyla endişeleniyordu.
Öldürücü bakışlarını bir an olsun Reggie’den uzaklaştırmamış- tı. Saldırıya hazır bir pozisyonda durmakta
olduğundan genç kadın onun her an zincirinden kopabileceği hissine kapılıyordu.
Jamie, diyerek araya girdi. Simon hala birini öldürme isteği duyuyor.
James Simon’a baktı. Aman Tanrım. Simon? Simon uzak dur!
Hedefe kitlenmiş durmakta olan Simon’dan hiçbir ce vap gelmiyordu. Reggie gerçekten korkmaya
başlamıştı. Ne yapıyor? Nesi var bu adamın?
Bir şeyi yok Reggie, diye yanıtladı Agatha. Korkarım aramızda ölecek olan sensin. Bunu söylerken James
V baktı. Simon daha önce hiç... Birini öldürmüş müydü? James omuz silkti. Hiçbir fikrim yok. Bana hiç
anlatmaz ki. Dikkatlice Simon’a yaklaştı ama ona dokunmadı. Simon, dostum. Reggie’yi öldüremezsin.
Kötü bir herif ve öldürülmeye layık olduğunu biliyorum ama bu evde sadece kiracıyız ve eğer kan bulaşırsa
Aggie’nin bütün halıları ve mobilyaları değiştirmesi gerekecek.
Konu mantıkla çözülemiyordu. Agatha öne çıktı. Elini yumuşak bir hareketle Simon’ın koluna koydu.
Simon onun dokunuşuyla irkildi ama gözlerini hala Reggie’deıı alamıyordu. Reggie artık korkudan olduğu
yerde büzüşüp kalmıştı.
Agatha iki adamın arasına girdi, Simon’ın kolunda duran elini yavaşça omzuna kaydırarak ona doğru
eğildi.
Biliyor musun, seni hala içimde hissedebiliyorum, diye fısıldadı. Parmakları omzundan ensesine doğru
çıkarak hafifçe saçlarını karıştırdı. Artık Reggie’yi düşünüp ondan korkmuyorum. Sadece seni
düşünüyorum. Bana geri dön Simon.
Simon şiddetle sarsılarak en sonunda öldürücü bakışlarını Reggie’den ayırdı. Gözlerini kapatıp bir süre
durdu, yeniden açtığında geri dönmüştü.
Reggie inleyerek, Eve gitmek istiyorum, diye sızlandı. Lord Fistingham tuttuğu soluğu en sonunda
bırakabil- mişti. Evden çıkmak üzere yürümeye başladı, Reggie’nin yanından geçerken oğluna bir tekme
attı. Ayağa kalk ve hala çıkabilecekken çık dışarı seni aptal! Bu delinin yine kendini kaybetmeyeceğini ne
biliyorsun?
İki adam apar topar dışarı çıkarlarken James arkalarından seslendi: Fistingham? Şu küçük meseleyi
unutmayalım. Kız kardeşimi kandırmaya çalışmanızdan hiç hoşnut değilim, hem de hiç. Bana olan
borçlarınızın hepsini bugün itibariyle ona devrediyorum. Bunu aklından çıkarmazsın, değil mi?
Ah, teşekkürler James. Çok düşüncelisin. Agatha Simon’a döndü. Görüyorsun, artık tam istediğim yerde-
ler. Simon derin bir nefes alarak Agatba’ya yorgun bir gülümsemeyle baktı. Kurt’ün onlarla ilgilenmesini
istemediğinden emin misin?
Agatha hayır anlamında başını salladı. Eminim. Kulağa eğlenceli geliyor olsa da bir dakikamı bile onları
düşünerek harcamak istemiyorum sanırım. Sonra tatlı tatlı gülümsedi. Ama Fistingham bölgesindeki her
kadına Reggie’nin yaptığı herhangi bir yanlış harekette bana haber vermelerini tembihleyeceğimden emin
olabilirsin.
Simon bu sözler üzerine bir kahkaha patlatarak öfkesinden arındı. Agatha’ya sarılıp onu kendine çekti.
Ah Ethelbert? James başıyla onları seyretmekte olan hizmetlileri işaret ediyordu.
Simon Agatha’yı bırakıp Pearson’a döndü. Tüm bunların tamamen unutulabileceğini sanmıyorum, öyle
mi? Pearson sakin sakin bakarak, Neyin, efendim? dedi. Harry atıldı: Onun adama kitlenmesini, Amca. Ve
hanımın ona Simon dediğini ve onun Reggie denen herifi... Agatha Pearson’ın hareket ettiğini bile
görmemişti ama Harry bir anda kıpkırmızı oldu ve yutkundu. Neyin, efendim?
Teşekkürler, Harry. Agatha küçük Carriage Square ailesine dönüp gülümsedi. Hepinize teşekkür ederim.
Sizler dünyada gördüğüm en iyi arkadaşlarsınız.
Pearson bunu duyunca kızarmıştı. Vakur bir selam verip, Hanımefendi, diye müteşekkir olduğunu belirtti.
Seyirciler çekilmiş, Agatha’yı Simon ve James ile baş başa bırakmışlardı şimdi.
Agatha Reggie’ye olan korkusunun mum gibi sönüp tarihe karışmış olmasına gülümsedi. Ardından
James’iıı yüzündeki öfke dolu ifadeyi fark etti.
Neyin var James? Reggie’yle ne kadar güzel başa çıktık. Beni artık rahatsız edemeyecek.
Hayır, etmeyecek. James’in bakışları Simon’ı hedel alıyordu. Peki ya sen, Simon?
Agatha elini saçlarına götürdü. Kahretsin, James onun dağılmış halini fark etmiş olmalıydı. Şimdi planı
tamamen bozulmuştu, çünkü hep James’in bu işe karşı, çıkmayacağını ummuştu.
Simon sadece James’e sakin sakin bakmakla yetindi. Böyle bir söz veremem, dostum.
Çenesi öfkeyle kasılmış olan James ona ters ters bakıyordu. Lanet olsun, Simon! O benim küçük kız
kardeşim! Agatha Simon’a yaklaştı. James, lütfen anlamaya çalış. Seni çok seviyorum ama artık küçük
değilim. Ne istediğimi biliyorum.
Ama Agatha, bütün bunlar ortaya çıkarsa hayatın mahvolacak, toplumdan dışlanacaksın. Seni bundan
koruya-rnam.
Biliyorum. Agatha James’e doğru bir adım attı ve o farkına varmadan elindeki silahı aldı. James
gözlerinde acı dolu bir ifadeyle ona bakakaldı. Bir gün anlayacaksın.
James bir ona bir diğerine baktı ve kafasını salladı. Sevginin bana getireceği şey bu acıysa, istemiyorum.
Sözleri Simon’a bıçak gibi saplanmıştı. Ama Simon zaten bunu istiyordu, acısıyla ve her şeyiyle.
Agatha’nın sevgi dolu bakışları için bütün bir hayatı feda edebilirdi. Ardından onu terk etmenin ıstırabıyla
dolacak olsa bile. Salondaki saat üçü vurunca Agatha telaşlandı.
Tanrım, az daha unutuyordum. Saat dörtte hastanede gönüllüler toplantısı var. Üzerimi değişmeliyim.
Simon onu durdurmak için uzandı. Senin yasta olduğunu düşünüyorlar, anlayış göstereceklerdir.
Agatha kaşlarını çattı. Ama aslında yasta değilim. Ve bunu da görevimi yerine getirmemek için bir bahane
olarak kullanmayı reddediyorum. Sîzlerin bunu anlayacağınızdan eminim.
Simon hafifçe gülümseyerek onu bıraktı ve James’e döndü. Ona hastaneye kadar eşlik edeceğim. Orada
yeterince güvende olacaktır. Göz alabildiğine askerle dolu bir yer orası. Sonra kulüpte bazı işlerim var.
Dışarıda olduğum süre boyunca yapmamı istediğin bir şey var mı? James gözlerini kısarak ona uzun uzun
baktı. Evet, dedi. Düşüp ölüver. Simon başını salladı. Üzgünüm, dostum ama bunu yapamam. Senin için
bile. Birbirimize ihtiyacımız var, Agatha ve ben, sadece şimdilik bile olsa.
Sen kız kardeşimin onurunu ayaklar altına alırken, bir köşede durup buna göz yummamı mı istiyorsun
benden? Hayır. Öylece duramazsın. Bunu anlıyorum. Sadece günün birinde beni affedebileceğini ümit
ediyorum. Simon sözlerini bitirip odadan çıkarken en iyi dostunu kaybettiği hissine kapılmıştı.
Ve kaybetmişti.
On Dokuzuncu Bölüm
Hastanede telaş sürüyordu ama hemşire ve gönüllülerin çoğu Agatha’ya başsağlığı dilemek için işlerine
ara verdiler. Söylediği yalanlar Agatha’mn içini acıtıyordu. Gönüllülere ait vestiyere doğru yavaşça
ilerlerken siyah yas kıyafetinin
içinde kendini meleklerin arasında sahtekar bir karga gibi hissediyordu.
Vestiyerin sessizliğine sığınabileceğini düşündüğü sırada Bayan Trapp ve kızlarının orada olduğunu
gördü.
Ah, her şeye rağmen toplantıya katılmaya gelmişsiniz Bayan Applequist. Buna gücünüzün yeteceğini
tahmin etmemiştim.
Savaşın yaralarını sarma görevi benim yasımı beklemez, Bayan Trapp.
Çok haklısınız. Fakat yatılı misafirinizle de ilgilenmeniz gerekeceğini düşünmüştüm. Kadının gözleri
merakla ışıldıyordu.
Yatılı misafir mi? Bu meraklı kadın Simon’ın evde kaldığını mı öğrenmişti yoksa? Ne dediğinizi
anlamadığım konusunda emin olabilirsiniz.
Geçen ziyaretimizde gördüğüm şu kahverengi saçlı adam. Çok yakışıklı ve çok iyi giyimliydi. Aileden
sanırım?
Agatha James’in fark edildiğini anlayınca dehşete kapıldı. Londra’nın en büyük dedikoducusu tarafından
üstelik! Ah, siz benim... Kuzenimi söylüyorsunuz... Merryl... Pickledor. Pickledor? Brighton Pickledor
olabilir mi? Kızlarından birini işaret etti. Kitty de tam Leydi Winchell’e Brighton’ın ona nasıl baktığını
anlatıyordu.
Pelerinini çıkarmakta olan Agatha donup kaldı. Leydi Winchell mi? dedi öksürerek. B-bu ne zaman oldu?
Ah, biraz önce. Onu görmüş olmalısınız. Siz gelmeden biraz önce çıktı. Aniden telaşla.
Ah hayır anne. Bayan Applequist gelmeden en az on dakika önce çıktı, diye düzeltti Kitty.
Agatha pelerinini yeniden üzerine geçirerek kapıya yöneldi. Simon’ı yakalayabilirse...
Harry arabayla birlikte çoktan uzaklaşmıştı. Agatha bir an duraksadı. Bir at arabasına binip Jamie’yi
uyarmaya mı gitmeliydi? Ama Simon onu hastanenin içinde güvende kalması konusunda uyarmıştı.
Evet, ne yapacağını biliyordu. Yaya gidecek bir çocuk arabadan çok daha hızlı olabilirdi. Kulübe ve eve
birer haberci gönderecekti. Bulduğu çözümün verdiği rahatlamayla tekrar hastaneye girmek üzere döndü...
Ve iki korkunç adamla yüz yüze geldi.
Devam etmeseniz iyi olur hanımefendi. İrice olanı Fransız aksanıyla konuşmuştu. Sizin gibi ufak tefek bir
hanımı incitmek istemeyiz.
Hiç şüphe çekmeyecek kadar iyi giyimli olan iki Fransız adam Agatha’nın koluna girdiler. Genç kadın
yardım istemek için etrafına bakındığı sırada dikkatle ona bakmakta olan pejmürde kılıklı ufak tefek birini
gördü. Çocuk garip bir şekilde tanıdık görünüyordu, genç kadın onu daha önce görmüş olabileceğini
düşündü.
Feebles? Agatha belli belirsiz bir dudak hareketiyle sormuştu bu soruyu. Çocuk hızlıca kafasını salladı,
sonra başıyla yakınında duran bir arabayı işaret etti. Genç kadın ileri doğru bakınca sokağa park etmiş olan
sıradan görünümlü at arabasını fark etti.
Ardından arabanın açık olan kapısından dışarı dökülen açık yeşil renkli ipek elbisenin etekleri gözüne
ilişti. Kısa bir an sonra Leydi Winchell ona doğru gülümseyerek arabadan dışarı çıkmış, şüphelerini
doğrulamıştı.
Agatha, hayatım! Randevumuza gelmene çok sevindim.
Agatha o arabaya bindiği takdirde Jamie’yi de Simon’ı da bir daha göremeyeceğini anlayarak karşı
koymaya çalıştı.
Belli bir mesafeden onları takip etmekte olan Feebles’a bakma riskine girdi. Bu adamlarla başa
çıkamayacağı belli olan Feebles’m bakışları çaresizdi. Sadece bir tanesi bile Fe-ebles ile kıyas kabul
etmeyecek denli iriydi.
Yine de Simon’a haber verecekti. Tabii onu bizzat kurtarma riskine girme aptallığına düşmezse. Maalesef
Feebles aynen böyle yapacak gibi görünüyordu çünkü onlara yaklaşmaktaydı.
Durun bakalım! Benden daha büyük bir rakip mi isterdiniz, sizden dört tane olsa...
Adamlardan biri tek eliyle Feebles’ın boğazına yapışınca çocuğun sataşması yarıda kesildi. Adam bir
eliyle Feebles’ı duvara yapıştırmış diğer eliyle de Agatha’yı arabaya sokmaya çalışıyordu.
Lavinia adamlarına, Atın şu sefili başımızdan, dedi homurdanarak.
Ama neden? Size bir şey yapmadı o, diye yutkundu Agatha. One doğru hareket etmeye çalıştığı sırada
Lavinia öyle şiddetli bir tokatla onu olduğu yere mıhladı ki genç kadının kulakları çınladı.
Ve çok geçmeden kalbine doğrultulmuş bir silahla karşı karşıya kaldı. Lavinia’nın adamlarından birinin
Feebles’ı yola sürüklemekte olduğunu çaresizce seyretti.
Araba hareket edip oradan uzaklaşırken Agatha’nın son görebildiği şey zavallı küçük adamın yerde ölü
gibi yatmakta olduğuydu. Artık Simon’a tek bir kelime etme şansı bile kalmamış gibi görünüyordu.
Simon en sonunda Jackham’dan kurtulmayı başarmıştı. Agatha onu hastanede bekliyordu ve Simon’m tek
düşünebildiği şey onu eve götürmekti. Artık aralarında bir anlaşmaya varabilmişlerdi ve mümkün olan her
dakikayı onun kollarında geçirmek istiyordu Simon.
Harry’ye hastaneye dönmesini söyledi ve arkasına yaslandı. Tek düşünebildiği bu geceye erken
başlamaktı. Genç kadının gece için hayal edebileceklerini düşündükçe avuçları terliyordu.
Agatha onu tamamen giyinik bekleyip yavaş yavaş soymasına izin mi verecekti? Yoksa ipek sabahlığıyla
ona yaklaşma alışkanlığını mı sürdürecekti? Yoksa karşılıklı alacakları zevk için yepyeni bir çılgınlık mı
bulacaklardı?
Belki de sevişme konusunda bizzat bir girişimde bulunmalıydı artık. Kendi kendine gülümsedi. Yine de bu
işi bir süre daha Agatha’nm yönetimine bırakmak fena fikir değildi. Onun da bundan en az kendisi kadar
keyif aldığını görebiliyordu çünkü.
En sonunda hastaneye varmışlardı. İçinde yükselen arzunun verdiği hızla içeri girerken Agatha’nm onu
girişte beklediğini tahmin ediyordu.
Fakat onun yerine Feebles’la karşılaştı, kanlar içindeydi ve onu tedavi odasına götürmeye çalışan hemşire
ve görevlilere karşı koymaya çalışıyordu.
Bırakın beni, ben iyiyim. Çekin şu ellerinizi üzerimden! Agatha ortalarda görünmüyordu. Simon dehşete
kapılmaya başlamıştı. İki adımda kalabalığın yanma vardı. Görevlileri kenara itip Feebles’ı yakasından
çekerek onlardan kurtardı.
Sağ ol patron. Kendime geldiğimden beri sana ulanmaya çabalıyorum.
Neler oluyor? Agatha nerede?
Bir arabayla onu buradan uzaklaştırdılar. Caddeden aşağıya doğru gittiler. O kadar çabuk oldu ki onları
dur-duramadım. Dev gibi adamlardı. Başındaki kanlı yarayı gösterdi. En küçük olanı tek eliyle yaptı bunu.
Onları tanıdın mı? Peki ya araba? Tarif edebilir misin? Araba sıradan görünüyordu. Adamlar da Fransızdı,
eminim bundan. Bir tanesinin sizin hanımla konuştuğunu duydum.
Fransız. Bu her şeyi açıklıyordu ama onlara hiçbir faydası yoktu. Başka?
Arabada bir kadın vardı, efendim. Havalı bir şey. Sizin hanımın evine gelen kadınlardan biri. Onu daha
önce sizin de gördüğünüzü düşünüyorum.
Aman Tanrım. Lavinia. Agatha başından beri haklıydı. Ve Simon onu dinlememişti!
Simon bu düşünceleri kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Acele etmesi gerekiyordu. Feebles, Bayan
Cunnington’ın evine git ve evdeki herkesi James’den aşçıya kadar bir araya topla. Ben de kulübe geri dönüp
şehirdeki herkesi alarma geçireceğim. Görünüşe bakılırsa her türlü yardıma ihtiyacımız olacak.
Araba Londra sokaklarında ilerlerken hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Lavinia elindeki silahı
Agatha’ya doğrultmuş yüzünde tatmin dolu soğuk bir gülümsemeyle sessizce oturuyordu.
Agatha ise serbest kalmak için aklına gelen her türlü tehdit ve yalvarışı sarf ettikten sonra artık
sessizleşmişti. Yanındaki adamdan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışarak kapıya yaslanmış oturuyor,
aklından ümitsizlikle birtakım planlar yapmaya çalışıyordu.
Bir noktada Covent Garden’dan geçmekte olduklarını fark etti. Acıyla Simon ile birlikte pazarı dolaştıkları
günü anımsadı.
Pencereye yaklaştığında gözleri dolmuştu. Başını camdan dışarı çıkarabilse...
Bir anda kafasına inen acı verici darbeyle arabanın zemininde buldu kendini.
Rahat dur, seni küçük aptal. Binlerinin seni görmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun! Lavinia elindeki
silahı ona doğru salladı ve Agatha o anda kafasına neyle vurulduğunu anladı.
Lavinia adamlarından birine dönüp, Onu sıkı bağla. Yerden kalkmasına da izin verme, diye emretti.
Araba durduğunda akşam karanlığı çökmeye başlamıştı ama Agatha’nın gördükleriyle irkilmesine yetecek
kadar ışık vardı.
Rıhtımdaydılar. Bu geç saatte bile etrafta bir sürü adam vardı, fakat yardım isteyecek olsa bile onunla
ilgileneceklerinden hiç emin değildi Agatha.
Adamların bazısı kılıksız ve traşsızdı, birçoğu da iri yan ve kötü niyetli görünüyordu. Lavinia’nın adamları
onların yanında çok seçkin ve kibar kalıyorlardı.
Çok geçmeden iri bir adam pelerinine sarıp onu omzuna attı. Eteği başına geçmiş baş aşağı bir halde
anlayamadığı bir yöne doğru ilerlediler.
Adamın geniş omzu midesine baskı yaparken, Agatha sadece nefes almaya çalışıyordu. Anlayabildiği
kadarıyla eğri büğrü kalasların üzerinden geçiyorlardı ve onu taşımakta olan adam boşluklara takılıp
düşmemek için ciddi bir çaba sarf ediyordu.
Sonra Agatha’yı bir eşya çuvalıymışçasına küçük bir kayığa yerleştirdiler. Bu sırada eteği tamamen
başından aşağıya kaymıştı. Yapabildiği tek şey Lavinia’nın adamlarına yağdırdığı emirleri dinlemekti.
Birkaç santim yüksekliğindeki suyun içinde yan yatarken bu pis kokulu sıvıyı yutmamaya çalışıyordu
genç kadın. Gerçi kayık daha büyük bir şeye çarparak durduğunda, düşünmek istemediği miktarda su
yutmuştu bile.
Kaba saba eller tarafından tutulup başka bir omuza atıldı sonrasında. Çok geçmeden dik bir merdivenden
indiklerini anladı baş aşağı dururken.
Sanırım şimdi kusacağım, dedi hafif bir sesle.
Adam İngilizce’yi konuştuğundan daha fazla anlıyor olmalı ki Agatha sert ve pürüzlü bir zemine
bırakıverdi hızla.
Teşekkür ederim, dedi kibarca. Kesinlikle alay etmiyordu, saatlerdir bulunduğu en konforlu durumdaydı
şu anda.
Lavinia’nın söylendiğini duyuyordu. Ah, saçmalamayın. Sonra kafasına geçmiş olan eteği yüzünden
çekildi ve genç kadın sırtını bir duvara yasladı.
Ahşaptan küçük bir odanın içindeydi ve oda sallanıyordu.
Büyük olasılıkla bir gemideydi. Jamie’nin hapis tutulma hikayesini hatırladı. Bilindik bu hapisanenin tekrar
kullanılmasına hayret ettiyse de istenildiği zaman hareket ettirilebilen bir zindan olması nedeniyle tercih
edildiğini anladı.
Lavinia yüzünde alaycı bir ifadeyle önünde duruyordu.
Açık söylemek gerekirse hiç de çekici görünmüyordu.
Agatha bunu ona söylemeli miyim acaba, diye düşündü.
Ah, şimdi neden konuşmuyorsun? Hayatın için daha fazla yalvarmayacak mısın?
En iyi laflarımı çoktan sarf ettim sanırım, diye yanıt verdi Agatha.
Şu haline bak, nasıl da sakin sakin oturuyorsun. Gerçekten seni kurtarmaya geleceğini düşünüyorsun, öyle
değil mi?
Agatha bunu inkar etmek için bir neden göremedi. Gelecek.
Ah! James Cunnington hayatı boyunca bir kadını asla gerçekten sevemez!
James? Lavinia Simon’m düşündüğünü mü düşünüyordu? Agatha’nm James’in metresi olduğunu? Bütün
hikaye bundan ibaret, öyle mi? James’in seni sevmiyor olmasına mı bu kızgınlık?
Biraz akıllı olsaydın, onun seni de sevmediğini anlardın. Bütün bir yıl o baca temizleyicinle oyunlar
oynayabilirsin ama asla James’i kıskandıramazsın, çünkü asla bunu umursayacak kadar sevmeyecek seni.
Baca temizleyicisi mi? Agatha’nm sesi çok zayıf çıkmıştı.
Lavinia burun kıvırdı. Tabii ya. James’in hesabını kullanarak evi kiraladığından beri evini
gözetlettiriyordum. Adamım evine bir baca temizleyicisinin girip bir daha çıkmadığını ve önceden var
olmayan kocanın birdenbire eve
geliverdiğini gördü. Gerçekten öyle bir hammaddeden harika bir iş çıkardığını söylemeliyim. Onu oldukça...
Eğlenceli bulmuştum.
Başka zaman olsa Agatha kahkahayla gülerdi ama şu anda Lavinia’mn sesindeki nefret oldukça
korkutucuydu. Peki neden beni takip ediyordun? Ben senin için nasıl bir tehdit olabilirim ki?
James bana gençliğinden bazı etkileyici hikayeler anlatmıştı ve bu hikayelerin içinde cezadan kurtulmakta
kullandığı favori metodu da vardı. Mortimer Applequist’i asla unutmadım. Ne zaman Bayan Mortimer
Applequist hesaptan para çekmeye başladı, ben de James’in metreslerinden birinin daha terk edildiğini
anladım.
Demek Simon haklıydı. Banka hesaplarını takip eden bir tek o değildi. James’in hesaplarına nasıl ulaştın
peki? Sana kendisi mi söyledi?
İsteyerek değil. Önce ona ilaç vermem gerekti. Vadesi gelen bazı... Borçlarım vardı. Acil bir durumdu.
Leydi Winchell’in kumarbazlığını herkes biliyordu. Ama kötü bir kumarbaz olduğu da biliniyordu.
Demek onu soymak için ilaç verdin.
Lavinia bilmiş bilmiş güldü. Afrodizyak olduğunu düşündüğünde bir adamın içmeyeceği şey yoktur.
Ah Jamie, seni beyinsiz, sersem, diye fısıldadı Agatha.
Lavinia’mn bakışları sertleşti. Ama bankada çok az para vardı. Diğer varlıklarını nerede sakladığını
öğrenebilmek için ona yeniden ilaç verdim. İşte o zaman sır dolu hayatı çıktı karşıma. Ona şantaj yapmayı
düşündüm ama zavallı adamı sıkıştırmayı gerekli görmedim... Bunun yerine ben de elimdeki bilgileri
Sosyetenin Sesi’ne satmaya karar verdim. Nane yeşili ipek giysisini savurarak odayı arşınlamaya başladı.
İşte o zaman vatandaşlarım benden Fransa için bir şey yapmamı istediler.
Şimdi de yurtsever olduğunu mu iddia ediyordu bu kadın? Agatha buna pek inanmadı. Bir darbe indirmek
için sana para verdiler demek istiyorsun yani.
Doğru. Oldukça dolgun bir ücret ödediler. Diğerlerinin isimlerini ve misyonlarını da öğrenirsem daha
fazlasını vereceklerini taahhüt ettiler. Ama James konuşmadı, ilaçlara rağmen. Ellerini açarak gemiyi işaret
etti. Ben de onu sürekli ilaç altında tutup tüketebileceğim bir yere getirmeye karar verdim. O isimleri
öğrenmem gerekiyordu, anlıyor musun? O parayı çoktan almıştım.
Onu esir alıp sorguladın mı yani?
Başlangıçta gerçekten onun da benimle birlikte kaçmasına çalıştım. Fakat o zor ve yorucu görevini
bırakmak istemedi.
Ondan gerçekten bunu yapmasını bekleyemezsin. Neden olmasın? Güzelim. Yetenekliyim. Her erkeğin
hayalini kurduğu bir kadınım. Annem böyle olması için elinden geleni yaptı. Ve James’e kadar hiçbir erkek
bana tam olarak istediğimi vermede kusur etmedi.
Öyleyse bu bir kızgın kadının gazabı durumu mu? Agatha içinde kaynamakta olan kahkaha tufanını
bastırmakta zorlanıyordu. Bu kadın bu kadar basmakalıp bir intikam izi süren biriydi, öyle mi? ‘Yoksa
sadece paranın peşinde olduğunu mu itiraf edeceksin?
Lavinia’nın yüz ifadesi ani bir öfke dalgasıyla buruştu. Sosyetede belli standartlara göre yaşamanın nasıl
olduğuyla ilgili senin ne fikrin olabilir ki? Sana göre keçiler yeterince iyi bir sosyal topluluk!
Koyunlar, aslında, diye düzeltti Agatha.
Bu da sana çok uygun öyle değil mi küçük kuzu? La-vinia burnunu kırıştırdı. Ve işte burada koyunların
kadar aptal bir şekilde oturmuş kurtla konuşuyorsun.
Ne yapalım, S... Jamie’yi beklerken yapacak daha iyi bir şeyim yok. Ne de olsa aslında beni gerçekten
seviyor.
Lavinia karşısında kullanabileceği tek silahı özgüveniydi.
Kadın bu sözleri duyunca doğruca Agatha’nın yanağına bir tokat patlatmak üzere harekete geçmişti bile.
Seni küçük aptal! Sana her söylenene inanıyor musun böyle? Erkekler eğer sen önce davranıp onları
kullanmazsan, seni kullanıp atarlar. Lavinia yeniden öfkeyle odayı arşınlamaya başlamıştı. Terör zamanında
sevgili ülken İngiltere’ye nasıl geldim biliyor musun? Tıpkı buna benzeyen bir balıkçı teknesinde kokuşmuş
bir halat makarasının içinde bağlanmış olarak. Sadece beş yaşındaydım, annemin İngiliz denizcilerinin böyle
güzel bir çocuğa ne yapacaklarından korktuğu bir yaşta. Ve haklıydı. Nefes alabilmek için burnumu
uzattığım delikten, istemeye istemeye de olsa onun yol paramızı nasıl ödediğini seyrederek geldim buralara.
Agatha başını salladı. Hiçbir kadın bunu hak etmez, dedi yavaşça. Ama birkaç adamın davranışlarına
bakarak bütün bir ülkeyi suçlamak?
Birkaç mı? Londra’ya vardıktan sonra bile annemi görüp de ona sahip olmaya çalışmayan tek bir adam
olmadı. Ama o akıllıydı ve bu adamların hepsini birbirine düşürdü, böylelikle bir yıl içinde önce bir armatör,
sonra tüccar, sonra da bir soylunun metresi olmayı başardı. Erkeklerden istediğimi elde etme konusunda
beni çok iyi yetiştirdi. Bir lordla evliyim, öyle değil mi?
Agatha etrafına bakındı. Jamie’yi bu teknede mi sakladın, annenle birlikte İngiltere’ye geldiğinizdeki gibi?
İtiraf etmeliyim ki bu çok akıllıca. Beklenmedik yararları da var üstelik. Tekneler o kadar kolay hareket
ettirilebilirler ki kimse içinde ne iş yapıldığım fark edemez. Agatha Lavinia’nın bu dikkatsiz tavrıyla
heyecanlanmıştı. Senin yüzünden beş adam öldüğünün farkında mısın?
Lavinia şaşkın görünüyordu. Öyle mi? Yüzü gölgelendi. Ne kadar ilginç... Sonra hızla toparlandı. Ne ya-
palım, hak etmişler, zavallı İngilizler. James’in onlardan biri olmaması ne kötü. Oysa adamlarım fırtına
sırasında onu teknenin kenarında gördüklerini söylediğinde öldüğünü sanmıştım.
Az kalsın öyle oluyordu. Agatha Jamie’nin içine düştüğü tehlikeyi düşünmekten nefret ediyordu. O zayıf
haliyle dev dalgaların arasında yüzmüştü. Sular çekilmiş olmasaydı...
Hmmm... Ne şanssızlık. Eminim onu sorguladığımı hatırlıyordur.
Agatha onun bu yanlış düşüncesini düzeltmeyi düşünmüyordu. Peki ben neden buradayım? Hiçbir isim
bilmiyorum. Lütfen bana ilaç verme çünkü bilmem gerekenden çok daha fazlasını biliyorum. Simon’ın
ondan neden bu kadar çok şey gizlemeye çalıştığını şimdi anlıyordu.
Tabii ki bilmiyorsun. Bunun düşüncesi bile komik. Bu türden işler en azından bir miktar zeka gerektirir.
Hayır, seni sadece bir şaşırtmaca olarak kullanıyorum. James seni ararken oldukça meşgul zamanlar
geçirerecek. Bu öğleden sonra onun senin evinde saklanmakta olduğunu öğrenir öğrenmez, benim peşime
düşeceğini düşündüm. Beni arıyor olmasının yaratacağı karmaşayla şu anda uğraşamam çünkü şimdi çok
daha önemli yeni bir misyonun peşindeyim. Seçkin bir şekilde Paris’e dönmemi sağlayacak kadar önemli bir
misyonun...
Agatha, James’in onun hainlik yapamayacak kadar basit ve sığ bir kadın olduğunu düşündüğünü
söylememeye karar verdi. Simon ve James’in şu anda onun kaçırıldığını ve Lavinia konusunda haklı
olduğunu fark etmiş olduklarından emindi. Size söylemiştim, diyebilecek kadar uzun yaşayabilirse teorisinin
doğrulanmasının verdiği zevk çok daha büyük olacaktı.
Sizi gerçekten anlayamıyorum, Leydi Winchell. Anneniz hayatta kalabilmek için savaş vermiş. Ama siz
sadece şehvet ve parayla ilgileniyorsunuz.
Lavinia ona küçümseyerek bakıyordu. Orada yanılıyorsun, küçük köylü kızı. Ben sadece parası olan
adamlarla ilgileniyorum, şehvete düşkünlük gösteren ise onlar. Alaycı bir şekilde sözlerine devam etti. Ah
neden sana bunları anlatmakla uğraşıyorum ki? Sen erkeklere güveniyorsun. Aptal bir çocuk gibisin.
Agatha öfkeyle burnundan soluyan Lavinia’yı süzüyordu, kadın sükunetini kaybettikçe Agatha daha da
sakinleşiyordu.
Demek yalanın bir insanı getireceği nokta buydu. Acı ve pişmanlıklarla dolu bir hayat. Bir insan asla
katıksız bir mutluluk anı yaşayamaz, hiçbir şeye güvenemediğinde de kendini nasıl hayata bırakabilirdi ki?
Peki ya kendisi? Söylediği yalanlar için kendini affedebilecek miydi? Hayatı şu anda o kadar belirsiz
görünüyordu ki yalan söyleme sebeplerini doğru düzgün hatırlayamıyordu bile. Gerçeklerden kaçmak
konusunda neden böyle bir ihtiyaç duymuştu ki daima?
Galiba dürüstlük kendine özgü bir güç gerektiriyordu. Lavinia gitmeye hazırlanırken zehirli bir yılan gibi
tısladı. Geri dönmeliyim. Onu susturun, diyerek adamlarına emir verdi. Agatha’ya son kez buz gibi
gülümsemek üzere döndü. James seni kurtarmaya çalışırken bana bulaşama- yacak kadar meşgul olacak...
Ona şans diliyorum. Buna çok ihtiyacı olacak.
Kulakları çınlatan bir kahkaha atıp en yakınındaki adamı elindeki şemsiyeyle dürttü. Hadi gidelim,
ilgilenecek çok daha önemli işlerimiz var, dedi. Yaşlı adamla işimi bitirdiğimde bu korkunç ülkeden sonsuza
dek kaçabilirim belki de.
Yirminci Bölüm
James eğilip tuvaleti kokladı. Kuvvetli pis koku gözlerinin yaşarmasına neden oldu. Mükemmel. Winchell
hizmetçilerine tuvaleti temiz tutmalarını tembihlememişti anlaşılan.
Saha çalışmalarında karşılaşılan bu beklenmedik olaylar James’in en sevdiği şeylerden biriydi. Nerede bir
topluluk varsa, orada yüzlerce tuvalet var demekti. Bu maalesef kaçınılmaz bir sonuç değildi ama işe
yaramak zorundaydı.
Aggie’yle ilgili fazlasıyla endişeli olmasına rağmen James Simon’m planının mantıklı olduğunu kabul
etmek zorunda kalmıştı.
Lavinia panikledi, diye hatırlatmıştı Simon. Korkuyor ve hata yapıyor. Agatha’yı kaçırmış olması bize o
sonsuza kadar ortadan kaybolmadan önce mal varlığını incelemek için fırsat verecek tek şey olabilir.
Görevimiz bu komployu açığa çıkarmak James. Unutma, sen öncelikle bir Yalancı’sın.
Neden Winchell de dahil hepsini basitçe tutuklamıyoruz?
Seni kaçırmasıyla başladığı iş her neyse onu henüz tamamlayabildiğini sanmıyorum. Senin kaçışından
sonra hala Londra’da olmasının bir nedeni olmalı. Bu nedeni öğrenmek istiyorum. Lavinia ve işbirlikçileri
kendilerini güvende hissettikleri sürece Agatha’yı seni tuttukları gibi sadece tutsak olarak tutacaklarını ümit
edelim.
James bir kez daha görevi ve ailesi arasında kalmıştı. Kız kardeşini bulmak için dayanılmaz bir sabırsızlık
duyduğu halde Simon’ın haklı olduğunu da biliyordu.
Bu nedenle bu küçük çaplı sabotajı yapıp Agatha’yı kurtarabilmek adına Simon’a Lavinia’nın evini
araştıracak zamanı sağlayabilmek rahatlatıcıydı.
Karanlıkta el yordamıyla çalışmakta olan James çantasındaki tuz dolu ince kutuyu bularak deliğin
yanındaki döşemenin üzerinde dikkatlice açtı. Sağlam kutunun her iki yanından upuzun birer zincir
sarkıyordu, James bu zincirleri omzundan arkaya doğru attı.
Eldivenli elinde tutmakta olduğu çanağın kapağını kaldırdı. Kor halindeki kömürler karanlığın içinde
parıldıyordu. James küçük bir maşayla kömürleri alıp tuz kutusunun içine aktarır aktarmaz kutunun içindeki
maddeler keskin bir koku yaymaya başladı.
Bir, diye fısıldadı. Çanağı bir kenara bırakıp tuz kutusunu hızla klozetin içine bıraktı. Kutu dibe indi. İki.
Buharlaşan tuzun çıkardığı gaz tuvaletteki kötü gazlarla saniyeler içinde birleşecekti. Kutu yerine yerleşince
James zincirleri serbest bıraktı. Üç! Tuvaletten uzaklaşıp bahçe kapısını siper almak üzere çekildi.
Simon köşeden, James’in parçalanan tahta kapının uzağına kaçışını izliyordu. Boğuk bir patlama sesi
duydu, ardından ayağının altındaki zemin sarsıldı. Wincheir’lerin tuvaletinin çatısı etrafa alevler ve pislikler
saçarak havaya uçmuştu.
Harikulade bir görüntüydü. Dumanla karışık dışkı yığını bir an için havada asılı kaldıktan sonra bahçeye
ve yollara saçılarak etrafı yeşilimsi bir kahverengiye boyamıştı. Simon James’in istem dışı bir mutluluk
çığlığı attığını duydu ve hiddetle gülümsedi.
Koku her tarafı sarmıştı, Simon aceleyle yüzünü elinde tutmakta olduğu maskeyle gizledi. Çok kullanılmış
maskenin kokusu bile dışarıdaki kokudan daha katlanılabilir geldi ona.
Kapılar açıldı ve ev halkı dışarı fırladı. Gördükleri manzara karşısında donakaldılar. En öndeki kayarak
yerleri kaplamış olan pisliğin içine düştü, bazıları pisliğin içinde yuvarlanmaya başladı, bir kısmı ise yerde
yardım isteyenlerin uzanan ellerinden kaçınmaya çalıştı.
Aralarından bir grup hizmetçi Lord Winchell’i çağırmak
üzere ayrıldı. Adamın koyun pirzolası kalınlığındaki favorileri gördüğü manzara karşısında titredi.
Lavinia ortalarda görünmüyordu. Tam Simon’ın tahmin ettiği gibi. Hiç şüphesiz o sırada Agatha’yı bir
yerlere gizlemeye çalışmakla meşguldü. Simon buna inanmak zorundaydı. Bu düşünce işine odaklanmasını
sağlayabilen tek şeydi.
İşe koyulma zamanı. Simon karmaşadan ayrılarak eve girmek üzere hızla ilerledi. James patlamayı
gerçekleştirmeden önce yan pencerelerden birinin açık olduğunu tespit etmişti. Geriye hiç tereddütsüz
pervazdan içeri atla- yıvermek kalmıştı.
Bu gece dikkatli olması gerekmiyordu, ancak hız çok önemliydi. Yine de WincheH’lerin hizmetçilerinden
birinin Lavinia’nın odasına gelmesinin biraz zaman alacağını öngörüyordu.
Lordun çalışma odasının yanından bu kez hızla geçti. Hedefi üst kat, leydinin sırlarla dolu özel odasıydı.
Kadınların düşünceleri çok karmaşık olurdu. O nedenle Lavinia’nın gizli belgeleri nereye sakladığını
tahmin etmek güçtü. Yine de bir masa veya çekmece gibi sıradan yerlerde olmayacağı kesindi.
Merdivenleri bir gölge gibi tırmanırken, Agatha’nın Leydi Winchell ile ilgili içgüdüsel şüphesini düşündü.
Şu anda Agatha ile konuşabilmek ve ona bir kadın bakış açı- smdan aradığı şeylerin nerede olabileceğini
sormayı ne kadar da çok isterdi.
İçindeki öfke yükseliyordu. Keşke yanında olabilseydi. Keşke...
Kendini suçlamaya bir son vermek adına silkindi. Oıuı güvenli bir şekilde kurtarabilirse bu suçluluğa hiç
gerek kalmayacaktı, fakat kurtaramazsa lanet olası hayatının geri kalanı boyunca kendinden nefret edecekti.
Bu sırada yatak odasına ulaşmıştı, odanın Lavinia’ya ait olduğundan emin olduktan sonra içeri girdi.
İçerideki koku doğru seçim yaptığının bir göstergesiydi. Lavinia’nııı favorisi
olan misk ve pudra karışımı esans Simon’ııı Agatha’nın taptaze kokusunu özlemesine neden oldu.
Etheridge’e teşekkürlerini göndererek cebinden çıkardığı hediye kibritle hızlıca mumu yaktı. Odaya hızla
göz attı. Tahmin ettiği üzere küçük yazı masasında bu, kağıtlar, mürekkep ve kalem uçlarından başka hiçbir
şey yoktu. Görünüşe bakılırsa Lavinia bir kitap kurdu değildi. Ne kadar da şaşırtıcı!
Simon gardırop ve gösterişli bir şekilde dekore edilmiş banyo dahil olmak üzere her çekmeceyi, her rafı
kontrol etti. Her bir çekmeceyi tek tek taradı, arkasına ve altına baktı. Hiçbir şey yoktu.
Yüzünü sıvazladı. Hiçbir şey yoktu. Yatağa çıkıp siperliğini inceledi, sonra yatağın altına baktı. Hala bir
şey bulamamıştı.
Benliğini sarmakta olan korku, profesyonelliğini ve soğukkanlılığını zorlamaya başlamıştı. Buralarda bir
şeyler bulacağından çok emindi. Yolunu tekrar Agatha’ya çevirmeye yarayacak herhangi bir şey. İçinde
yayılmakta olan bu kaybetme korkusunu acımasızca bastırdı, bunun düşünme kabiliyetini yok etmesine izin
veremezdi.
Gözlerini kapayarak konsantre oldu. Agatha gibi içgüdülerini kullanarak ve insan doğasını anlayarak
düşünmeye çalışıyordu.
Lavinia paranoyaklık derecesinde şüpheci bir kadındı. Kurnaz bir yaratıktı ve akıllı olduğu inkar
edilemezdi. En önemli avantajı entrika çevirmeye hiç de uygun olmayan yapısıydı. Kesinlikle buna uygun
bir tip değildi.
Daha ziyade bütün gün kumar oynayıp alışveriş yaparak kendini borç batağına sokacak türden biriydi.
Bayağı tutkuları olan, aşırı çapkın bir yaratıktı. Atak, tembel ve gaddar, aynı zamanda ucuz şakalardan
hoşlanan bir kadındı.
Simon gözlerini açtı ve pis pis sırıttı. Bulmuştu.
Kendine güvenen adımlarla banyoya geri yürüdü ve Lavinia’nın taht biçimindeki gösterişli klozetinin
kapağını kaldırıp porselen kaideyi gözler önüne serdi.
İşte orada, kaidenin alt tarafında, muşambaya sarılı bir paket durmaktaydı. Şimdi enseledim seni zehirli
yılan, diye fısıldadı Simon.
Paketin içi kuruydu. Simon hızlıca içindekilere göz attı. Aşıklardan mektuplar, yakın zamanda ödenmiş
inanılmaz derecede kabarık kumar borçları ve çirkin bir el yazısıyla üzerinde Mary Klar isimli küçük bir
tekne adına yazılı fatura.
James’in kaçırılıp esir tutulduğu tekne. Agatha’nın da tam şu anda içinde tutulmakta olabileceği tekne.
Faturadaki imza John Sway admaydı.
Demek ki avlanacak bir hedef daha vardı. Kaptanlar artık sahip olmasalar bile denizdeki aşıkları olan
teknelerinin izini sürmeye bayılırlardı.
Simon kağıtları göğüs cebine yerleştirip odadan çıkmak üzere harekete geçti. Bir an aşk mektuplarından
oluşan desteye bakarak tereddüt etti. Ancak bazen en önemli istihbaratlar en gösterişsiz biçimlerde
gelebilirdi.
İlk yazılar çeşitliydi, içlerinde acı çeken gençlerin mutsuzluklarından sofistike erotik oyunlara dek pek çok
şey yazılıydı. Bu kadının aşıklarını seçerken belirgin bir tercihi yokmuş gibi görünüyordu.
Simon destenin altlarına doğru ilk sayfada yavan bir şiir ile başlayan ikinci sayfada ise aniden bir iş
mektubuna dönüşen bir not buldu.
Ödemeler ve isimlere değinilmişti ancak Simon kendi dilinden konuşulduğunu görür görmez anlardı.
Onun için hiçbir şey ifade etmeyen paragraf satın alınıp kesilmiş bir kumaştan söz ediyordu. Simon kafasını
salladı. Şifreler uzmanlık alanı değildi ama içinde rakam olan her şeyin aynı zamanda tarihler ve saatlerle
ilgili olabileceğini de biliyordu.
Başka bilgiler de içerebileceklerini düşünerek bütün mektupları ceketinin cebine soktu. Banyodan çıktığı
sırada gül ağacından yapılmış yazı masasına tekrar baktı. Lavinia kararlı biriydi, büyük ihtimalle yazısını
bastırarak yazıyordu...
Hızla çekmecedeki boş kağıtları çıkardı ve her birini mum ışığında sayfa sayfa inceledi.
Evet, işte üçüncü sayfayı da bulmuştu. Alttaki kağıda kadar geçmiş olan yazı izlerini görebiliyordu.
Sadece birkaç satır ama...
Simon şöminenin yanına gidip daha önce Agatha’nın evinde de kullandığı tekniği kullanmak üzere elini
kuruma buladı. Tanrım, lütfen aptal bir gündelik mektup olmasın...
Ters çevrildiğinde gayet net okunabiliyordu: Sevgilim, Prinniy’nin beynine sıkılmış kurşunun olmak
isterim. Sonsuza dek senin, L.
Bu sözlerin korkunçluğu Simon’ın kanını dondurdu. Vekil Prens’in suikaste kurban gitmesi İngiliz
Hükümeti’nin aylarca, belki de yıllarca dağılmasına neden olurdu.
Gerçi böyle bir girişim prens dünyada en iyi korunan kişilerden biri olduğundan ötürü tabii ki başarısız
olurdu. Halkın arasına girdiği zamanlarda bile adama silahla vurabilecek kadar yaklaşabilmek için bir ordu
gerekirken, suikastı düşünmek bile saçmaydı. Lavinia kararlı bir amatördü, bu şifresiz yazdığı cevaptan
zaten anlaşılıyordu. Peki ya intihar eğilimli miydi?
Başka türden bir silah olabilir miydi? Lavinia kurşun kelimesini kullanmıştı ama bu mecazi olabilirdi. Her
ne olursa olsun bunu kraliyet makamına bildirmek Simon’ın göreviydi.
Bildirdikten sonra kraliyet mensuplarını korumak ise neyse ki Simon’ın görevi değildi. Prensin
aşırılıklarına göğüs gerecek zavallılardan biri olmak istemezdi doğrusu. Lavinia’nın tutuklanması bile
Kraliyet Korumaları’nın göreviydi.
Şu anda Simon’ın görevi Agatha’yı bulmaktı. Düşman birliklerini iş üstünde yakalamayı da umuyordu
ama dürüst olmak gerekirse onları yakalayamaması çok da ümranda değildi. Kariyerinin başından beri ilk
kez başka öncelikleri vardı. Tanrı yardımcım olsun, dedi içten içe.
Mumu söndürüp odadan çıktı.
Yapılan ümitsiz aramalara rağmen ziyaretinin bulunabilen tek delili hızla dağılan mum isi oldu.
Agatha en sonunda teknenin terk edildiğini ve yalnız kaldığını fark etti. Karnı korkudan kasılmaya
başlamıştı. Her nasılsa Lavinia’nın da, işbirlikçilerinin de geri gelme yeceklerini hissediyordu.
Simon ve Jamie’nin onu arıyor olduklarını biliyordu. Ama bu küçük ve dökük tekneyi yüzlercesi arasında
nasıl bulacaklardı? Ya onu hiç bulamazlarsa?
Ağzını öyle sıkı bağlamışlardı ki en yüksek perdeden çığlıkları bile teknenin çıkardığı çıtırtılar arasında
yitip gidiyordu. Bir süre topuklarını yere vurdu ancak çok geçmeden sesini duyarabileceğine dair inancı
tamamen yitip gitti.
Kendini çözmeye çalışmalıydı. Jamie kendi iplerini kovanın yardımıyla kesmişti ama onu kaçıranlar
deneyimden ders almış görünüyorlardı. Agatha’nın ellerini ve ayaklarını sımsıkı arkasında bağlamışlardı.
Bir şekilde güverteye çıkmayı başarabilirse belki onu biri görebilirdi.
Bu düşünce ona dışarıdaki sevimsiz tipleri hatırlattı. Acaba bu şekilde dışarı çıkarak kendini bambaşka
türden bir tehlikeye atmış olur muydu?
Bu bir olasılıktı ama içeride kalırsa da susuzluk ve açlıktan ölebilirdi.
Agatha dizlerinin üzerinde yuvarlanarak ayaklarını kıpırdatmaya çalıştı. Oldukça yavaş ilerleyebiliyordu,
üstelik iç etekleri de her seferinde ayağına dolanarak işini daha da zorlaştırıyordu.
Sabırsızca bağlı ellerini eteklerini yukarı kaldırmak için kullanmaya çalıştı. Basit bir hareketle iplerini
çözerek iç eteğinden kurtulmayı başarmıştı.
Onu tam olarak üzerinden çıkarmak ise tamamen imkansız gibiydi. Yere düşen iç eteğin içinden kenara
sıçraması gerekiyordu.
Sanırım oldukça komik görünüyorum, diyerek kendi kendine söylendi. Yine de bu şekilde zıplayarak
kapının yanma ulaşabilmişti.
Kapı kilidiyse kaderden kaçış yok demekti. Arkasını dönerek kapının kulpunu kavramaya çalıştı. Kapıda
anahtar deliği yoktu.
Kulpu kuvvetlice çekti. Bir an nefesi kesilir gibi olmuş tu. Ah, lütfen, lütfen açıl.
Kapının aniden açılmasıyla Agatha dengesini kaybetti. Kendini toparlayamadan yüzüstü yere kapaklandı.
Neyse ki düşerken yana dönmeyi başarabilmiş, böylelikle tam burnunun üzerine düşmekten son anda
kurtulmuştu.
Yine de canı çok yanıyordu. Bir an bekleyerek derin bir nefes aldı, sonra elmacık kemiğindeki sıyrığa
rağmen hızla harekete geçti.
Duvara doğru yuvarlandı ve ayağa kalkıp ilerlemeye çalıştı. Teknenin sallantısı pek çok kez yere
düşmesine neden oldu ama Agatha aynı süreci tekrar tekrar yaşayarak koridora ulaşmayı başardı. Ve
güverteye uzanan dik merdivene bakakaldı.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu bir merdivene nazaran bir patikaya benziyordu, üstelik kırıktı. Yaşadığı
hayal kırıklığıyla dizlerinin bağı çözüldü bir anda.
Dar koridorda bir süre oturdu. Korkmuş ve yorulmuştu, yüzü ve vücudu defalarca yere düşmekten ötürü
acıyordu. Tırmanmaya cesaret edecek gücü kendinde bulamıyordu.
Yine de yapabileceği başka bir şey yoktu.
Merdiveni tırmanmak ilk başta düşündüğü kadar zor değildi. Kendini geri geri yukarı çekmek üzere
ellerini kullanabiliyor, küçük bir çocuk gibi poposunun üzerinde kayarak ilerliyordu.
Tırmanışına öyle bir konsantre olmuştu ki merdiven bitip çıkışa ulaştığını ancak buz gibi hava yanmakta
olan yanaklarına çarpınca fark etti. Hava balık, çöp ve yıkanmamış denizci kokuyordu.
Bu çok iyi gelmişti. Hala bu köhne teknede ölme olasılığı vardı ama en azından karanlıkta ölmeyecekti.
Tabii gecenin hızla yaklaşmakta olduğunu saymazsak.
Güvertede kokuşmuş balık ağları, pislik içinde kıyafetler ve dolanmış bir halat durmaktaydı. Martılar
oraya buraya yığınlar halinde pislemişlerdi. Lavinia’nın adanılan belli ki pek temiz değillerdi.
Tüm bu engelleri aşabileceğinden endişe duymakta olan Agatha bir süre olduğu yerde kalmaya karar
verdi. Buradan bir yardım gelip gelmediğini görebilirdi, ayrıca bir tehlike- olursa kendini merdivenlerden
aşağı tekrar kaydırabilirdi.
Tehlike ile yardım arasındaki farkı ayırt edebilmeyi diledi içten içe.
Jamie Simon’ı Yalancılar Kulübü’ndeki büyük oyun odalarından birinde köşeye çekti. Rıhtımı aramak
saatler, belki de günler alır. Şu şifreli mektubu doğru düzgün okıı-yabildiysem, tarihler yarınki Kraliyet
Ziyareti ile aynı. Prensin Chelsea Hastanesi’ne yapacağı ziyaret sırasında bizi ayak altında istemediklerine
bahse girerim.
Fark etmez. Simon bu olasılığı huzursuzca başını sallayarak reddetti. Prens yeterince iyi korunuyor.
James, O halde bütün gücümüzü Agatha’yı bulmaya yönlendirebiliriz, diye karşılık verdi rahatlayarak.
Evet ama bu aynı zamanda araştırmamız için bize bir zaman sınırı da koyuyor. Onlar prense saldırmadan
önce Agatha’yı bulamazsak, sonrasında onu canlı tutmak için bir sebepleri de kalmamış olur. Fazlalıklardan
kurtularak canlarını kurtarmak üzere kaçmaya bakacaklardır.
Simon bu sözleri sarf eder etmez zihninde beliren görüntülerle ne kadar yanlış kelimeler seçtiğinin farkına
vardı. Oyun odasını dolduran kalabalığa baktı. Aşçılar, hırsızlar, casuslar ve hizmetkarlar. Feebles
Pearson’ın omuzlarına masaj yapıyor, Button Jackham ile alçak sesle bir şeyler konuşuyordu.
Odada yükselen mırıltılar arasında duvardaki saat on kez çalmış, onuncu kez çalışında herkes konuşmayı
kesmişti.
Önümüzde uzun bir gece var beyler... Aşçı Sarah ve hanımlar.
Bazılarınızın Nellie Berth olarak da bildiği James’in kız kardeşi Agatha düşman tarafından kaçırıldı.
Bu sözler üzerine başım sallayanlar, öfkeyle mırılda- nanlar oldu.
Simon Agatha’nın insanların sadakat ve şefkatini kazanmadaki
başarısından bir kez daha etkilendi. James bulunduğumuz yerin batısında kalan bir köy kıyısında
demirlemiş eski bir balıkçı teknesinden kaçtığı ve Wincheirierin hizmetkarları tarafından yine aynı rıhtıma
son iki ayda erzak götürüldüğü doğrulandığı için rıhtımı aramaya karar verdik. Düşmanın sularımızdan
çıkmamış olduğunu ümit ediyoruz.
James Simon’m yanma gitti. Teknenin MaryKlar adını taşıdığına inanmamızı sağlayan delillerimiz var. Bu
tekne daha önce John Sway’e aitmiş. Kurt, sen ve Stubbs rıhtım kenarındaki meyhaneleri tarayacaksınız.
Sway’i bulup eski teknesinin şimdi nerede olduğu hakkında bilgisi olup olmadığım tespit edeceksiniz.
Kurt başıyla onaylarken her zamanki gibi ciddi görünüyordu. Stubbs ile birlikte ayağa kalkarak göreve
gönderilmeyi beklediler.
Simon başıyla onayladı. Evet, gidin. Yeni olan her bilgiyi getirin.
Böylelikle Simon’ın en ölümcül adamı ile en genç adamı görev için hızla yola koyuldu. Simon bu gibi
anlarda içinde içgüdüsel olarak yükselen endişeyi bastırmaya çalıştı. Şu anda kararının doğruluğunu
sorgulama lüksü yoktu.
Rıhtım kenarındaki kayıt bürolarını araştıracak iki adama ihtiyacım var. Bütün teknelerin rotaları ve varış
noktalarını bildirerek kayıt yaptırmış olmaları gerekiyor. Bulacağınız bilgi muhtemelen sahte olacaktır ama
yine de bize bir fikir verebilir. Feebles hızla ayağa kalktı. Kulağa bana göre bir işmiş gibi geliyor, patron.
Harika. Oyalama gerekmesi halinde yanında biri olmalı. Simon küçük ordusunu bakışlarıyla tarıyordu.
Göz göze geldiklerinde Button umutla omuzlarını dikleştirdi. Simon kafasını salladı. Evet, sana Button eşlik
edecek. Şu tiyatro geçmişin burada işimize yarayabilir Button.
Peki efendim, Bay Rain.
Feebles yeni ortağına yan gözle baktı ama Simon’ın kararını sorgulayacak değildi. Pekala. Biz çıkalım.
Mary Klar dediniz, değil mi?
Mary Klar ya da buna yakın herhangi bir isim olabilir. Sway’in yazısının çok kuvvetli olduğuna
güvenemem. Feebles ile Button hızla dışarı çıktılar. Simon rıhtımda aranacak yerleri teker teker adamlarına
bölüştürdükçe diğerleri de çok geçmeden yanlarından ayrıldılar. Çiftler ve takımlar halinde salondan
çıktıklarında geriye sadece Simon, James ve Aşçı Sarah kalmıştı.
Biz çıkmayacak mıyız, Simon?
Çıkacağız. Lavinia’nın peşine düşmek üzere yeterince delilimiz var artık. Leydi ile küçük bir konuşma
yapmanın zamanı geldi. James, hadi Lavinia soruşturmamızdan firar edemeden gidip onu bulalım. Sarah, bu
kapıdan gelen her yeni bilgiyi not edebilir misin?
İki yüz kişilik bir akşam yemeğini tam zamanında ve soğutmadan hazırlayabiliyorum. Sanırım senin
sekreterin olmayı da becerebilirim. Elini salladı. Gidin, hanımımı eve getirin.
James ile birlikte sokağa çıktıklarında Simon’ın içinde zamanlarının giderek daraldığına dair berbat bir his
vardı.
Tekne batıyordu. Agatha bundan artık emindi.
Bir saat kadar önce akıntının yön değiştirmesinden ötürü nehrin yükseldiğini düşünmüş ve kendini
bununla avutmuştu. Göremiyordu ama karanlıkta teknenin içinden gelen su seslerini duyabiliyordu artık.
Alenen batıyordu tekne. Hafif yan yatmış, suyun üzerindeki düz duruşunu kaybetmişti. Ve bu süreç
giderek hızlanıyordu.
Bu içler acısı teknenin sabaha kadar dayanması mümkün değildi. Ellerini çözmenin bir yolunu bulamazsa,
teknenin tek yolcusu için de aynı şey geçerli olacaktı. Bağlı olmasaydı Agatha’nın en azından bir şeylere
tutunarak bir süre yüzme şansı olabilirdi.
Çok küçük bir olasılık da olsa.
Yapacak hiçbir şey yoktu. Özgürlüğüne kavuşmak istiyorsa ipleri kesmek üzere keskin bir şey bulmak
zorundaydı. Şansına güverte çöple doluydu. Bu pisliğin içinde kırılmış bir şey bulma ihtimali yüksekti.
Agatha bacaklarım dikkatlice kamara iskelesinin üzerinden sallandırdı. Bir an için kayıp kafa üstü
aşağıdaki karanlığa gömüleceğini hissettiyse de vücudunu saran panik dalgasını kontrol etmeyi başararak
çöplerle dolu güverteye yuvarlanmayı başardı.
Yarım ay vardı ama Agatha ellerini zaten göremiyor olduğu için ışık pek işine yaramıyordu. Bu
koşullarda en iyi arama metodunun çöplerin içine dalmak olduğuna karar veren genç kadının elleri çılgınca
keskin bir uç arayışına girişmişti.
Bugüne kadar yaptığı en iğrenç şeylerden biriydi bu. Dışkıyla kaplı olmayan her şey pislikten sertleşmiş
durumdaydı. Her şeye rağmen aramaya devam etti. Keskin bir şeye ihtiyacı vardı. Jamie paslı kovanın
kenarını kullanmıştı. Ama bu bile onun saatlerini almıştı.
Agatha o kadar vakti olmayabileceğinden korkuyor ve bu korkuyu ruhunun derinlerinde hissediyordu.
Yirmi Birinci Bölüm
Simon ve James kapıdan çıkar çıkmaz kiralık bir araba çevirmeyi başardılar ama bundan sonrasında
şansları tersine döndü. Yağmakta olan yağmur herkesin en büyük kapalı arabalarını çıkarmasına neden
olmuş, bütün yollar trafikten kilitlenmişti.
Lord Winchell’in evinin önünde en sonunda durabildiklerinde Simon çaresizlik içinde koşsam daha çabuk
gelebilir miydim diye düşünmeden edemedi.
Dikkatli ol, James, dedi merdivenleri çıkarlarken. Ve sakinleşmeye çalış. Reddedilmek istemiyoruz. Önce
lord ile görüşmeliyiz.
Karşılaştıkları ciddi görünümlü uşak onları Simon ve Agatha’nın birçok macera yaşadığı çalışma odasına
götürdü. Bandajlı ayağını pufun üzerine uzatmış olan Lord Winchell alnındaki ıslak bezle şöminenin
karşısında oturmaktaydı. Yanında durmakta olan boş konyak şişesine bakılırsa, sayın lord ciddi anlamda
sarhoş olmalıydı.
Adam onlara boş boş baktı. Applequist? Senin öldüğünü sanıyordum. Umursamaz bir hali vardı. Sizlere
birer kadeh konyak ikram etmek isterdim ama korkarım hepsini içmişim.
Islak bezi kaldırınca alnındaki mor şişlik ortaya çıktı. Winchell yanında duran zili çaldı. Uşak tekrar
göründü.
Pruitt, bize konyak getir! Bu adamlar konyak istiyor...
Simon araya girdi. Lord Winchell, buraya sosyal bir ziyaret için gelmedik. Karınızı çağırır mısınız
lütfen...
Karım yok benim, diye mırıldandı adam.
Ne?
Karım yok benim! Silahım yok, atım yok, karım yok.
Lordum, Leydi Winchell nerede?
Leydi yok. Leydisiz bir lord...
Bayım...
Beni terk etti! diye bağırdı Winchell yerinden doğrularak. O küçük yılan beni bir Fransız için terk etti.
Kurbağa prensiyle birlikte kaçtı. Aniden kıkırdamaya başladı. Bir yılan ve bir kurbağa. Yılanlar kurbağalan
yer, öyle değil mi? O zaman herif Vinnie ile takıldığına pişman olacak, değil mi? Hiç şüphesiz, dedi James.
Winchell nedense ciddileşti. Siz Vinnie’den ne istiyorsunuz? Onun daha fazla aşığa ihtiyacı yok. Kendine
sıska bir kurbağa buldu.
Gelmemek üzere mi gitti? Yanında bir şey götürdü mü? Winchell burun kıvırdı. Sadece bütün
kıyafetlerini, en iyi araba atlarımı, bana dil dökerek aldırdığı mücevherlerini. Annemin mücevherlerini ve
kasamdaki bütün senetleri. Önce ayağını, sonra da alnını işaret etti. Ona engel olmaya çalıştım. Dolabımdan
aldığı silahla beni vurmaya kalkışma- saydı onu yakalayacaktım. Kederli bir ifadeyle kadehine baktı. O
sürtükte dolabımın anahtarı olduğunu bilmiyordum bile. Simon’ın adama karısının sadece bir sürtük değil
aynı zamanda bir hain olduğunu söylemeye yüreği el vermedi. James’e baktı. Buradan bir yere
varamayacağız gibi görünüyor. Lordun bu işle bir ilgisi yok belli ki.
James yavaşça başım salladı. ‘Yine de sorgulanacaktır. Bu onu bitirecek gibi görünüyor.
Evden çıkıp tekrar arabaya binerekYalancılar Kulübü’ne doğru yola koyuldular. Simon James’in lord için
üzüldüğünü görebiliyordu. Muhtemelen Lavinia’nın ellerine nasıl bizzat düştüğünü de sorguluyor olmalıydı.
James elini kaldırarak konuşmaya başladı. Daha dikkatli olmalıydım Simon. Ölümsüzlüğüme fazlaca
inanmıştım ve kendini beğenmiş tavırlar sergiledim. Ve doğruca onun avcuna düştüm.
Simon onu onayladı. Soruşturma zor bir süreç olacak. Bir
daha görevine dönemeyebilirsin. Ama bilmelisin ki... Ben Griffın’e hayatımı riske atacak kadar güvenirim.
James zorlukla gülümsemeye çalıştı. Bu benim için çok anlamlı Sihirbaz. Gerçekten çok anlamlı. Sonra
kendini zorlayarak akimdan geçenlerden kurtulmaya çalıştı. Artık Lavinia’nın peşinden gitmek söz konusu
olmadığına göre kulübe dönelim. Kurt ve Stubbs’ın ne bulduğunu merak ediyorum.
Stubbs karanlık meyhanenin kapısından içeri dalıp ayakta duracak hali yokmuşçasına masanın üzerine
yığıldı.
Zorlukla ve yutkunarak nefes alıyordu, saçları ıslanmış ve alnına yapışmıştı. Meyhanenin sahibi ona
şaşkınlıkla bakarak, Seni kim kovalıyor, Tanrı mı Şeytan mı? diye sordu.
Stubbs yüzünü koluna sildi. Şeytanın ta kendisi. Yemin ederim. Elleriyle yüzünü kapadı. Görmeliydiniz.
Cehennem gibiydi.
Diğerleri de merakla etrafına toplanmaya başladı.
Ne? Sana ne oldu?
Stubbs şiddetle titredi. Aynı bunun gibi bir yerdi, iki sokak güneye doğru, arkadaşlarımla bir bira
içiyordum. Sadece oturuyordum, birden hayatınızda görebileceğiniz en kocaman adam içeri girdi. Bildiğiniz
dev gibi bir şeydi.
Gözündeki şeytan adamı öldürebilir, elindeki bıçağı kullanmasına bile gerek yok.
Bıçak mı? Meyhanenin sahibi telaşlanmıştı.
Daha çok bir kasap satırına benziyor. Böyle yukarı kaldırdı... Stubbs göstermek için elini kaldırdı ve
izleyiciler hep birlikte yukarı baktılar. O bıçak bir orak gibi havada uçtu ve iki adam can vererek yere
serildi. Etraf kan gölü oldu. Adamlar ona dokunmamışlardı bile. Titreyerek sözlerine devam etti. Bazıları
arka kapıdan çıkmak için koştu, fakat o telaş ve izdiham yüzünden o insan yığının altında kaldım. Ama her
şeyi görebiliyordum. Sesi bir fısıltıya dönüşünce seyircileri ona daha da yaklaştılar. Mezbahadaki kesim
gibiydi diyorum size.
Adam saçından tutup rastgele birini alıyor ve onu tek seferde dilim dilim doğruyor. Yerler yapış yapış
olmuştu. Adam ara vermeden öldürüyordu. O sıcak kan yüzüme sıçradı ve önümü görememeye başladım.
Tam o sırada kocaman pençesiyle beni yakaladı...
Meyhanenin kapısı ardına kadar öyle bir açılıp kapandı ki derme çatma bina adeta sarsıldı. Korkunç
hikaye nedeniyle zaten sinirleri gerilmiş olan adamların hepsi içeri girmiş olan korkunç kişiye baktılar
irkilerek.
Adam o kadar iriydi ki kapıdan girebilmek için neredeyse ikiye katlanması gerekmişti. Omuzlan bir pulluk
atınınki kadar genişti, saçları ise gözlerinin üzerinde karmakarışık bir vahşilikte durmaktaydı.
Ve bir elinde üzerinden kan damlamakta olan kocaman bir bıçak tutmaktaydı.
Herkes nefesini tutmuştu. Kimsenin ciğerinde bir gram hava kalmamıştı. Canavar kocaman kollarını
kaldırıp yumruklarını yukarı doğru salladı.
Boo! diye kükredi.
Oradaki herkes canını kurtarmak için kaçışmaya başladı. Stubbs ve meyhane sahibi dışındaki herkes.
Meyhane sahibi kaçamamıştı çünkü Stubbs onu yere yatırıp üzerine oturmuş, o telaşta kaptığı birayı
kafasına dikmekle meşguldü.
Stubbs kibarca geğirdi. Tam zamanında geldin, Kurt.
Kapa çeneni çocuk. Kıvama gelip yeterince korkmaları için onlara zaman tanıdım. Hepsini birden
öldürmek zorunda kalmak istemedim.
Hepsini birden. Bu iyiydi. Stubbs gülümsedi ama Kurt ona aldırmadı.
Şimdi kalk bakalım, Bayjohn Sway ile birazcık konuşmak istiyorum.
‘Yapamazsın, çünkü küçük bir kız gibi bayıldı. Bana sorarsan midesi kötü.
Stubbs ayağa kalktı ama meyhane sahibi hala yerde yatmaya devam ediyordu. Stubbs adamı botlarının
ucuyla dürttü.
Lanet olsun, galiba ölmüş.
Kurt eğilerek adama yakından baktı. Her halükarda onu öldüreceğim zaten.
Bu işe yaramıştı. John Sway kıpırdamış, sonra da titrek bir şekilde ayağa kalkmıştı. Gözlerini faltaşı gibi
açmış ikisine bakmaktaydı şu an.
Beni öldürmeyin! Ben bir şey yapmadım. Yemin ederim. Evet, işte sorun da tam olarak bu, değil mi?
Stubbs başını salladı. Onlar tekneni satın alırken sen hiçbir şey yapmadın. Bahse girerim hala teknende neler
olup bittiğini takip ediyorsun, yanılıyor muyum? Her şeyi biliyorsun. Sway başını salladı. Hayır! Tekneyi o
Fransız adama sattığımdan beri hiç görmedim.
Hangi Fransız adam?
Cılız biriydi. İnce bir sesi ve daha da ince bir yürüyüşü vardı, anla işte!
Kurt Stubbs’a baktı. Winchell şırfıntısının ta kendisi, sence de öyle değil mi?
Öyle gibi duruyor. Yani sen şimdi tekneni bir Fransız erkeği kılığındaki bu kadına sattığını, sonra da onu
bir daha buralarda hiç görmediğini mi söylüyorsun? Stubbs Sway’in göğsünü sertçe itince adam geriye
doğru sendeledi. Pekala, yalan söylediğini biliyorum. Siz kaptanlar denizden vazgeçebilirsiniz ama deniz
sizden asla vazgeçmez. Bahse girerim o kadının şu anda tam olarak nerede ve neyin peşinde olduğunu
biliyorsun.
Sway, Kurt gürleyerek kollarını açana kadar hayır anlamında başını salladı. Adamın gözleri kan damlayan
bıçağa takıldığında, direncinin son damlası da yok olup gitti. Herkes kaçışırken oluşan arbedede ters
dönmemiş olan bir sandalyenin arkasına saklandı hemen.
Haklısınız. Onu takip ettim. Pek iyi bir tekne değildi ama elimde olanın en iyisiydi. Onu karımın zoruyla
sattım ve aldığım parayla da onun erkek kardeşine bir meyhane açtım. Şimdi ise karısının sözünden
çıkamayan bir kara insanından başka bir şey değilim.
Stubbs gözlerini devirdi. Kalbim burkuldu. Anlatmaya devam etmezsen seninkine de aynı şey olabilir.
Onu bir haftadan fazladır görmedim. Doğru söylüyorum. Önceleri buraya ayda bir gelir erzak alırdı.
Sadece geceleri güverteye çıkardı. Teknedeki adamlarından biri buraya uğrardı ama fazla İngilizcesi
olmayan bir Fransızdı o da. Johnny Dobb ile birlikte gelirlerdi buraya. Johnny Dobb rıhtımda bir kayık
çalıştırır, kıyıya gelmek isteyenleri taşır. Johnny’ye neyin peşinde olduklarını sordum, o da bana
mürettebatın Marie Claire’in içinde bir zavallıyı tuttuklarını, adamı neredeyse öldürecek kadar dövdüklerini
söyledi. Ama o günden beri onunla ilgili bir şey duymadım.
Marie Clarie mi? Teknenin adı bu mu? Stubbs başını sallamakta olan Kurt’e bakarak konuşmuştu.
Evet, tabii ki. Bunu bilmiyor muydunuz? Sway onlara şüpheyle bakıyordu. Siz kimsiniz peki? Sizi buraya
kim gönderdi?
Stubbs bu soruyu duymazdan geldi. Ne zaman rıhtıma yanaştı, ne zaman demir attı?
East India Rıhtımı’ndan buraya gelebilmek için bir miktar ödemiş olmalı. O denizci parasını sokağa atacak
türden birine benzemiyordu. Kibar olan, sizin kadın olduğunu söylediğiniz yani, rıhtımı kullanabilmek için
epeyce para ödemiş olmalı. Başka bir şey var mı?
Bugün bir şey gördüm. Bir anlamı var mıdır bilemem ama...
Kurt kükredi. Adam hızla konuşmasını sürdürdü. Marie Clarie’deki o Fransız adamı gördüm.
Arkadaşlarıyla beraber iskeleden aşağı doğru yürüyordu. Hepsinin üzerinde palto vardı, sanki geri
dönmemek üzere ayrılıyor gibiydiler.
Stubbs Kurt’e göz ucuyla bakıp Sway’e dönerek, Şimdilik bilmemiz gerekenler bu kadar, dedi. Ama geri
gelebiliriz. Yaşamını kime borçlusun hatırlasan iyi olur. Bekle! Onu öyle bir yerde bıraktıklarını
düşünmüyorsun, değil mi? Tekne
suya dayanıklı değil. Düzenli bakımı yapılmadıysa kesin batar.
Kurt homurdandı. Sihirbaz bunu bilmek isteyecektir. Stubbs kafasını salladı. Meyhane sahibini yalnız
bırakarak kulübe dönmek üzere harekete geçtiler.
Stubbs dışarı çıktıklarında dev arkadaşına sırıtarak, İçeri bir kabus gibi girdin. Bıçağa bulaştırdığın o sahte
kanı nereden buldun? diye sordu.
Kurt cevap verirken ona bakmamıştı bile. Kanın sahte olduğunu da nereden çıkardın?
Kurt yürümeye devam ederken Stubbs yolun ortasında kalakalmıştı. Aralarında yeterince mesafe
oluştuğunda Stubbs koca adamı takip etmeye devam etti. Kahretsin, bu adamın bizim tarafımızda olması
büyük şans, diye mırıldandı. Yani sanırım.
Feebles Button’a baktı ve küfretti. Sen hangi lanet olasıca taraftasın?
Button gaddar Fransız generallerinin giyeceği türden parlak ipekler içindeydi. Rütbeli şapkasını coşkuyla
Feebles’a doğru salladı.
Görevim dikkatleri dağıtmaksa, buna uygun bir kostümüm olmalı. Ayrıca revü kapanana dek en sevdiğim
kostüm buydu. Ah, o renkli geceler...
Doğru. Hadi bakalım o zaman. Büroların önünde bir kalabalık var ama bu saatte içeride birilerinin
olduğunu hiç sanmıyorum. Git hepsinin dikkatini çek de ben de dosyalara ulaşayım.
Button gösterişli bir tavırla, Harekete geçme zamanı Macduff! dedi. Sonra elleriyle ağzını kapatarak
yutkundu. Aman Tanrım! Bir İskoç oyunundan replik söyledim! Kesin lanetlendik!
O parlak gövdeni alıp bir an önce yola koyulmazsan esas lanetlenmeyi o zaman göreceksin! Feebles
Button’ı dostça iterek kiraladıkları arabadan indirdi.
Button tozlanan ipek pantolonuna bakarak, Ah, seni kaba cahil! diye söylenerek yürümeye başladı.
Feebles onun her adımında dikkatleri toplayarak yoldan aşağı inişini izledi. Tabii bunda Button’ın
görünmez bir Josephine karakteriyle İngilizlerin temizlik anlayışı üzerine yüksek sesle konuşarak yürüyor
olmasının da payı vardı.
Tanrı yardımcısı olsun, yoksa ölecek, diye mırıldanan Feebles da gölgelerin arasından rıhtımdaki kayıt
bürolarına doğru yol almaya başladı. Daha önce buraya hiç gelmemişti ama ofis dediğin şey hep aynıydı
işte. Dosya memurları da hep aynıydı, Tanrı onların sıkıcı yüreklerini kutsasın.
Kilitler üzerinde basit bir çalışmadan sonra Feebles arka kapıdan içeri girdi. Herkesin parasını ön kapı
kilidine yatırıyor olmasıyla ilgili şaka pek de yersiz değildi hani, kimse bir hırsızın arka kapıyı kullanacağını
düşünmezdi. Arka kapıların kilidinde genellikle bir çocuk tarafından bile kolayca açılabilecek kadar basit bir
donanım bulunurdu.
Feebles içeri girer girmez havalı kibritiyle bir mum yaktı. Uç tanesini büyülenmiş bir halde denemek için
yakıp harcayınca bu değerli kibritlerden yalnızca beş tane kalmıştı elinde.
Sihirbaz Yalancılar’ının daima en iyi malzemeleri kullanmalarını salık verirdi. Gizli görevlerde
kullanmaları için onlara çok iyi aydınlatan, duman ve koku çıkarmayan mumlar da vermişti.
Feebles bu tavsiyeye öyle uzun zamandır uymaktaydı ki balmumu kokusunu alır almaz hemen bir mekana
sızma eylemi için alarma geçer olmuştu.
Sokaktan öfkeli itiraz sesleri yükseliyordu. Button uygunsuz davranışları yüzünden bir balıkçının bıçağına
kurban gitmeden Feebles acele edip içerideki işini halletse iyi olurdu.
M harfi kayıtlarına ait sadece tek bir çekmece olduğunu görünce şaşırdı. Kağıtlar ve formlar öylesine sıkı
bir şekilde paketlenmişti ki yırtmadan aralarından bir sayfa çekip çıkarmak neredeyse imkansızdı.
Dışarıdaki gürültü aniden bir kükremeye dönüştü. Feebles net olarak Napolyon’u asın! diye bağırıldığını
duydu.
Hararetle bir küfür savurarak çekmeceyi olduğu gibi yerinden çıkarıp omuzladı.
Bir saniye sonra dışarıda beklemekte olan arabaya koşmak üzere sokağa fırlamıştı bile.
Sürücü arabadan dışarı çıkmış gürültünün geldiği tarafta neler olduğunu anlamaya çalışarak başını
uzatmıştı. Bu sayede Feebles’ın taşımakta olduğu garip yükü de pek fark edememişti.
Sence orada neler oluyor?
Bilmiyorum. Feebles çekmeceyi arka koltuğun üzerine bıraktı ve tekrar arabadan dışarı çıktı. Gidip
öğreneyim. Kızgın topluluğun yanma yaklaştı ve insanları dirsekleyerek aralarına girdi. Tam ortalarında
paramparça olmuş şapkasını savurarak düşmanı uzaklaştırmaya çalışan But- ton, atılan çürük sebzelerle
kaplanmış bir şekilde durmaktaydı.
Button Fransız aksam ve küstah bir tavırla konuşuyordu. Hepinizin kafasını giyotinde uçurtturacağım.
Lanet olsun, diye mırıldandı Feebles. Sonra ileri atılarak Button’ı süslü boyunbağından yakaladı.
Yakaladım arkadaşlar! Koşun katran ve tüy getirin de şunu sersem bir tavus kuşuna çevirelim hadi!
Topluluk bu öneriyi coşkuyla bağırarak onayladı. Bazı adamlar gerekli malzemeleri toparlamak üzere
uzaklaşmıştı ama bazıları hala orada durup Button’a çürük sebze fırlatmaya devam ediyordu.
Feebles adamları kışkırtmaya devam edip ilgilerini dağıtarak Button’ı oradan uzaklaştırmaya başladı.
Daha iyi fırlatmalısın dostum! Kafasına indir! O kadar çekingen olma!
Arabaya yaklaşmışlardı. Feebles sokağın aşağısını işaret ederek heyecanla bağırdı: Aman Tanrım şuraya
bakın!
Button da onun parmağıyla gösterdiği yöne doğru bakarak tiz bir çığlık attı. Merakına yenilen adamlar
kafalarını çevirip ne olduğunu görmek üzere o tarafa baktılar.
İki adam yanlarına doğru koşmaya başlayınca Feebles sürücüye ıslık çalıp, Hadi gidiyoruz! diye seslendi
ve Button’la birlikte hızla arabaya bindiler.
Sürücü atını kamçılayarak hızlandı ve çok geçmeden parke taşlı yolda ilerleyerek topluluğu arkalarında
bıraktılar.
Feebles bir eliyle yandaki kola tutunmuş, diğer eliyle de koltuktan düşecekmiş gibi sallanmakta olan
çekmeceyi kavramıştı. Button da nefes nefese büzüşmüş halde yerde oturmaktaydı.
Sinirlenmiş olsa da Feebles zavallı adamla ilgili endişe-lenmişti. Yavaşça ayakkabısının ucuyla onu dürttü.
İyi misin? Button bayılmayacaksın, değil mi?
Nal sesleri arasında bu deli adamın kahkahalarla gülmekte olduğunu fark etti sonra.
'Yok canım! Button yanaklarından süzülen yaşları silerken hala kıkırdıyordu. Tanrım, çok eğlenceliydi.
Böyle heyecan dolu seyircileri her zaman çok sevmişimdir. Koltuğa zıplayıp çekmeceden ötürü daralmış
alana sığmaya çalıştı. Bir yandan da üzerine yapışmış çürük sebzeleri temizliyordu. Kutunun içindeki tıka
basa kağıt yığınını görünce hayranlıkla Feebles’a baktı. Oradaki her şeyi almışsınız Bay Feebles!
Mary Klar veya buna benzeyen ne varsa bulun dendi. Ben de bütün M harfli kayıtları aldım.
Harika bir iş çıkarmışsınız! Mükemmel. Bayan Agatha’yı bulmamızı sağlayacak bir bilgi mutlaka
çıkacaktır aralarından.
Öyle olsa iyi olur, diye mırıldandı Feebles. Onun durumuyla ilgili pek iyi şeyler hissetmiyorum...
Gerçekten.
Yirmi İkinci Bölüm
Tekne yavaşça bir yana yattı ve bu kez doğrulmadı. O sırada yarı baygın halde bulduğu kahverengi şişe
parçasıyla bağlarını çözmeye çalışmakta olan Agatha güvertenin yana doğru dikilmesiyle devrilivermişti.
Korku tüm benliğini sarmıştı. Döşeme tahtalarının üzerinden kayıyor, kendini koruyamıyordu. Dönüp
tutunacak bir şey, herhangi bir ;ey bulma çabasıyla bir sağa bir sola savruluyordu.
Sonunda teknenin direğine çarparak durdu, çarpmanın etkisi bağlı kollarının dayanılmaz bir acıyla
sızlamasına, ciğerlerindeki tüm havanın boşalmasına neden olmuştu. Yine de bu sayede karanlık sulara
gömülmekten kurtulmuştu genç kadın.
Dikkatli bir şekilde kıpırdamaya çalıştı. Karnının üzerinde dönebilirse sağ elinde sımsıkı tuttuğu cam
parçasıyla ipleri kesmeye devam edebilirdi.
O panikle camı düşürmemiş olması bir mucizeydi. O cam parçası olmasaydı hiçbir kurtulma ümidi
kalmayacağı için Agatha kendi rızasıyla buz gibi suya atlamaya karar verebilirdi.
Direğin üzerinde baş aşağı rahatsız bir şekilde fazla kımıldamadan dönmeye çalıştı. Düşünme. Kesmeye
devam et.
Saatlerdir kesiyordu. Halat kalındı ve Agatha ne yaptığını göremiyordu. İpin zaten boşta olan ucunu kcsım
klc olduğunu fark edene kadar çok fazla zaman harcamıştı.
Yeniden ne yaptığını anlamaya çalışarak acıyan bile k lerini birbirine yaklaştırıp ipi görmeye çabaladı.
Acaba İm, kesebilmiş miydi? Özgürlüğüne yaklaşmış mıydı?
Ümitlenme. Umutsuzluğa düşme. Sadece şu lanet ipi kesmeye devam et.
Simon elinde Aşçı Sarah’nın düzgün yazısıyla hazırla dığı listeyle kulübü arşınlıyordu. Yalancılar’ı iyi iş
çıkarmışlardı.
Öncelikle Mary Klar’m aslında Marie Claire olduğunu öğrenmişlerdi. En son East Indian Rıhtımı’na
yanaştığı görülmüş ve bu durum Feebles’ın getirdiği dosyalardaki belgeyle teyid edilmişti.
Bu da Simon’ın bu bilgiye dayanarak bütün araştırmacıları ana rıhtımlardan çağırıp East Indian Şirketi’ne
ait olan rıhtıma yönlendirebileceği anlamına geliyordu.
Böylesi küçük ve eski balıkçı tekneleri bu şirketin tarzını pek yansıtmıyordu, o nedenle Marie Clarie’i bu
rıhtımda fark etmek kolay olacaktı... Tabii bahsi geçen rıhtım ağzına kadar kendi gemileriyle dolu değilse.
Diğer haber bu kadar iyi değildi. Marie Claire sadece kendi mürettebatı tarafından terk edilmekle
kalmamıştı, ayrıca tehlikeli derecede su alma olasılığı da bulunmaktaydı.
Agatha adına duyduğu endişe yüzünden Simon neredeyse tükenmek üzereydi. Onu öylece batmakta olan
bir teknenin içinde düşündükçe...
Elindeki kağıt sıktığı yumruğunun içinde buruş buruş oldu. Hayır. Cansız bedenini kollarında tutmadıkça
onu kaybettiğini kabullenmeyecekti. Ve onu geç kalmadan bulacaktı.
James odaya girip ıslak paltosunu sandalyeye bıraktı. Şirkete ait rıhtımda şu ana kadar bir şey bulamadılar.
Stubbs’ı iletişim için oraya gönderdim, herkes son haberleri vermek üzere ona gidecek. Simon’ın elindeki
buruşmuş listeye baktı. Bir şey var mı?
Simon başını salladı. Bir saat önce seninle konuştuğumdan beri bir şey yok.
Şu Dobb denen adamdan ne haber? Teknenin nerede olduğunu biliyordu.
Haftalar önce. Şu anda nerede olduğuyla ilgili hiçbir
fikri olmayabilir. Yine de onu aramaya devam ediyoruz. Hava neredeyse ağaracak. Onların eline
geçtiğinden beri on altı saatten fazla oldu. Şu ana kadar her yere gitmiş olabilir. James ellerini saçlarının
arasından geçirdi. Daha çok adama ihtiyacımız var.
Onun hizmetçileri, benim hizmetçilerim ve bütün Yalancılar rıhtımı arıyor. Dışarıda çok fazla gemi var
James. Küçük, köhne ve Marie Clarie adında olan?
Sen bile inanamazsın, dedi Simon kederli bir sesle. Ben onlardan kaçtığımda körfezin oldukça iç tarafın-
daydılar. Belki de araştırmamızı rıhtımın dışına demirli olanlara indirgemeliyiz.
Gemiler hareket eder. Onların amacı bu ne de olsa. Biliyorum, diye homurdandı James. Ben sadece...
Rahat ol. Onu bulacağız.
James derin bir nefes alarak sordu. Şimdi nereye gidiyorsun?
East Indian Rıhtımı’na. Açığa demirlemiş olanlara bakacağım.
James irkildi. Ama demiştin ki...
Geliyor musun, gelmiyor musun?
James paltosunu kaptığı gibi Simon’ın peşinden dışarı çıktı.
Adamlar toplu halde East India Rıhtımı’na doğru ilerlerken sis de dağılmaktaydı. Yine de Simon onların
sisin içinde süzülen bir ordu gibi etkileyici göründüklerini düşündü. Rıhtımın daimi ahalisinden bazılarını
işbirliğine ikna edecek kadar korkutabileceklerini umuyordu. Bu noktada Simon bu işbirliğinin kendi
rızalarıyla mı yoksa Kurt’ün bıçağıyla mı sağlanacağını umursamıyordu.
Araştırmalarının duraksama noktasmdalardı. Gün ağarmak üzereydi. Bu da işlerini kolaylaştıracaktı. Fakat
ipin ucunu bu Rıhtımlar Ülkesi’nde sıkı sıkıya örülmüş bir ağın içinde kaybetmiş durumdalardı.
Thames Nehri’nin bu kesiminde yüzlerce gemi vardı ve bu gemilerde onlara yardım eden tek bir denizci
bilc yoktu.
Ba-bayım, hanımınızı arıyorsunuz, değil mi? Bu cılız ses karanlığın içinden sol taraftan geliyordu.
Simon donup kaldı ve korku salan ordusunu durdurmak üzere elini kaldırdı. Döndü ve karanlığın içine
doğru baktı. Kim var orada?
Sesin sahibi bir adım öne çıktı, Simon bir an için onun hayalet olduğunu düşündü, çünkü James’in elindeki
fenerin ışığında bile kapkaranlık bir yaratık gibi görünüyordu. Ama sonra kurumla kaplı siyah yüzünün
ortasında korku dolu bakan bir çift mavi gözü fark etti.
Bu çifte benzerlik karşısında duyduğu acı Simon’ın içine işledi. Sen pazardaki baca temizleyicisisin, değil
mi? Evet, lordum. Çocuğun sesi titriyordu, Simon arkasındaki topluluğun onu ne kadar korkutmuş
olabileceğini tahmin ediyordu. Sadece Kurt bile çocukların altına kaçırmasına neden olacak kadar
korkunçtu.
Simon başını salladı ve çocuğun gözlerine bakmak için dizlerinin üzerine çömeldi. Ben bir lord değilim
çocuk. Ben de aynı senin gibi çan seslerinin arasına doğdum, dedi usulca.
Çocuk gözlerini kırpıştırarak Simon’ın kıyafetlerini ve tavrını inceledi. Siz mi efendim? Cheapside’dan
mısınız? Aynen öyle. Yani senin korkman gereken kişi değilim. Çocuk başını yavaşça salladı.
Adamlardan biri sabırsız bir ses çıkardı ama Simon elini kaldırarak onu susturdu. Şimdi söyle bana, benim
hanımım ile ilgili ne biliyorsun?
Onu Covent Garden’dan geçerlerken arabada gördüm. Camdan dışarı bakıyordu. Çok üzgün
görünüyordu, ben de onu takip etmeye başladım. Neden yaptım bilmiyorum. Sanırım eğer yapabilirsem ona
yardım etmek istiyordum. Çocuk Simon’a bir açıklama yapmak istercesine baktı.
Simon başıyla onayladı. Ne demek istediğini çok iyi biliyorum.
Sonra onu gördüm. Üzgün yüzü birden öfkeyle gölgelendi. Biri vurup onu yere düşürdü.
Yalancılar’dan bazıları bunu duyunca homurdanmaya başladı. Çocuk duyduğu öfkeyle daha da
cesaretlenerek sözlerine devam etti. Evet doğru söylüyorum. Sonra tekrar doğrulmadı. Ya da ben görmedim.
O zaman yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anladım.
Arabayı takip ettin mi? Çocuk başıyla onayladı. Co-vent Garden’dan buraya kadar?
Çocuk yine kafasını salladı. Bu kadar küçük biri için bu çok uzun bir yolculuktu. Muhtemelen daha önce
bulunduğu yerin bir kilometre uzağına bile gitmemişti.
Simon etkilenmişti. Adın ne çocuk?
Robbie, efendim.
Sen iyi bir adamsın, Robbie.
Ben yalnızca on yaşındayım, efendim.
Gerçekten bu doğru ise on yaş için pek de gelişmemiş olduğu görülüyordu. Toprak ve güneş görmemiş
bitkiler gibi Cheapside’daki çocuklar da taş ve pisliğin içinde ancak bu kadar serpilebiliyorlardı.
Bir dakika. Bu zavallı çocuk o yolu yürüdü mü diyorsunuz? Kurt öne çıkmış çocuğun önünde dikilmişti.
Gözleri dehşetle açılan çocuk yardım istercesine Simon’a baktı. Simon gülümsedi. Ondan korkmana gerek
yok ufaklık. Kötü gibi görünür ama üç kıtadaki en iyi turtaları pişirir.
Turta mı? Duyduğu heyecan Robbie’nin yüzündeki korkuyu silmeye yetmişti. Bir keresinde tadına
bakmıştım.
Bir kere mi? diye böğürdü Kurt. Senin gibi kahraman biri her Pazar bir turta yemeyi hak ediyor!
Yıpranmış o küçük surattaki korku dolu ifade uçup gitmiş yerine Kurt’e neredeyse tapınarak bakan bir
ifade belirmişti. Simon nazikçe konuya döndü.
Demek onları buraya kadar takip ettin.
Evet efendim. Yolun yarısını bir iki arabanın arkasına tutunarak geldim.
Ama benim için fazla hızlı gidiyorlardı. Sonra buraya vardılar, arabadan bir şey çıkarıp sardılar. Sanırım bu
sizin hammınızdı. Gözlerini hızla kırpıştırdı. Kıpırdamıyordu, efendim. Hem de hiç kıpırdamıyordu.
Simon içinde yükselen panik duygusunu bastırıp azimle harekete geçmek istedi. Onu nereye
götürdüklerini biliyor musun?
Robbie başını salladığında Simon’ın yüreği acıyla bur-kulmuştu. Sonra çocuk, Ama onu götüren adamın
kim olduğunu biliyorum. Dobbie diyorlar ona. Şurada aşağıda, dedi yolun aşağısını işaret ederek. Oradaki
meyhanede bira içiyor.
Çocuk daha sözlerini bitiremeden Simon ve James meyhaneye doğru koşmaya başlamışlardı. Çocuğu
Stubbs’a götür Kurt! Simon omzunun üzerinden dönüp emretmişti. Sonra tüm dikkatini Johnny Dobb denen
adamı işbirliğine davet etmeye yöneltti.
Tekne akıntıda sallanıp duruyordu ve her seferinde Agatha bu eğreti pozisyonunu daha fazla
koruyamayacağından endişe ediyordu. Düşebileceği tekyer de Thames’in kirli sularıydı.
Karanlık suya bakmamaya çalışarak bileklerini çevreleyen ipten birkaç lifin daha koptuğunu hissetti, fakat
elleri o kadar uyuşmuştu ki bundan pek de emin olamıyordu. Kullandığı kırık cam ile bileklerine fazla hasar
vermiyor olduğunu ümit ediyordu.
Tekne yeniden sarsıldığında, Agatha kaymaya başladığını hissetti. Direk en sonunda yükselen sulara
değince güverte iyice yatmıştı ve tekne artık dik durmak için en ufak bir direnç göstermiyordu. Agatha
köhne güvertede kaymamak adına çaresizlik içinde ayaklarıyla bir şeylere tutunmaya çalıştı...
Herhangi bir şeye...
Ayak bileğinin sert bir şeye çarptığını hissetti ama temas çok kısa sürmüş ve verdiği ivme genç kadının
daha da hızlı düşmesine neden olmuştu.
Ardından sol dirseğinin demir bir takoza çarptığını hissetti. Bu sayede durmuştu ama aldığı darbeyle
kolunun yerinden çıktığından şüphe ediyordu.
Çarpmanın etkisiyle ellerini saran ip kopunca tekrar düşmeye başladı ve hissiz elleri buz gibi Thames
sularına gömülürken havada savruldu.
Başı karanlık suların içine gömüldüğünde suyun soğukluğuyla nefesi kesilmişti adeta. Ciğerlerinde kalan
son hava kırıntısını tutarak kollarıyla tekrar yüzeye çıkmak için çırpındı.
Hayatı boyunca iyi bir yüzücü olmuştu ama hiç ayakları bağlı ve üzerinde kıyafetlerle yüzmeyi
denememişti. Başı tekrar su yüzeyine çıktığında neredeyse hiç gücü kalmamıştı. Beceriksizce eteklerini
çıkarmaya çalışırken bir yandan da derin bir nefes aldı.
Elbisenin etekleri sımsıkı ayaklarına dolanmıştı ama düşerkenki son yuvarlanmasının hayatını
kurtardığının farkındaydı. Yalnızca ellerinin bağını koparmakla kalmamış aynı zamanda metrelerce kumaşın
da asılı kalıp onunla birlikte sulara gömülmesine engel olmuştu. Yoksa Agatha’nın bunların hepsiyle birden
başa çıkacak vakti bulması imkansızdı.
Üzerinde kalan kumaş da suyu emerek oldukça ağırlaşmıştı şimdi. Ayakları hala bağlı olduğundan ancak
birbirine yapışık bir şekilde suyu tekmelemesine yarıyordu.
Suyun içinde inip çıkarken tek yapabildiği her dalgadan sonra nefes almaya çalışmak oluyordu. Arka
arkaya yardım çığlıkları atıyordu ama görünüşe göre sesini duyan yoktu.
Suyun soğukluğu giderek vücudunu hissiz bırakıyor, geride sadece çaresiz bir korku kalıyordu. Ölecekti.
Nehir onu içine alacak ve o bir daha Simon’ı göremeyecekti.
Başı yine sulara gömüldü. Bu kez yüzey artık erişile-meyecek kadar uzaklaşmıştı. Dağılmış saçlarının
arasından suyun üzerinde doğmakta olan günün gümüş rengi ışıklarını görebiliyordu ama bedenini tekrar o
tarafa çıkarabilecek takati kalmamıştı artık.
Johnny Dobb’un kayığı gün doğarkenki durağan havada çok yavaş yol alıyordu. Marie Claire’e doğru
kendisiyle gelmek üzere Simon’m seçtiği beş adamdan her birinde birer kürek vardı. Johnny Dobb da
onlarla birlikteydi. Tabii buna ikna olması için James’in silahını ve Kurt’ün düşünceli bakışlarını dikkate
alması gerekmişti.
Kayık aslında akıntıyı son derece hızlı geçmekteydi ama Simon onu hasta eden korkuyla başa
çıkamıyordu. Dobb’un verdiği bilgi doğruysa Marie Clarie’i artık görebiliyor olmaları gerekirdi. Adamın
yalan söylediğini düşünmek için hiçbir neden yoktu. Böylesi bir boğuşma sayesinde elde edilen bilgi
genellikle güvenilir olurdu. Dobb hala acımakta olan morarmış ensesini ovuşturmak için elini küreğinden
çekip duruyordu.
Simon’ın içinde adama karşı en ufak bir acıma duygusu yoktu. Kayığın daha hızlı gideceğini bilse adamı
denize atmakta bir an bile tereddüt etmezdi.
James kayığın içinde ayağa kalkıp ileri doğru bakarak, Nerede? diye sordu.
Göremiyorum... Ah Tanrım, hayır!
Katıksız bir dehşete kapılan Simon çaresizce kürek çekmekten kafasını kaldırıp küçük teknenin yan yatmış
halini gördü.
Agatha! James’in çığlığı sabahın sessizliğinde yankıla -narak martılardan karşılık buldu.
Bayım, dedi Johnny Dobb. Sway tekneyle ilgili batabilir derken ciddiydi.
Simon Agatha’ya seslenmekle zaman kaybetmeyerek ayağa kalkıp soyunmaya başladı. Batmakta olan
tekneye yaklaştıklarında atlayıp dalabildiği kadar derine daldı.
James de bir saniye geçmeden onun peşinden sudaydı. Hızla yüzerek sarsılan teknenin yanma gidip altına
daldılar.
Sabahın inci tanesini andıran ışıkları küçük geminin iç kısımlarına açılan kapıyı göstermeye yetmiyordu.
Yerinden çıkmış döşeme tahtaları ise gövdeden ayrılmıştı. Bu boşluklardan giren ışık Agatha’yı
bulabilecekleri umudunu canlı tutuyordu iki adamda.
İçerisi sallanıp duran enkaz parçalarıyla doluydu. Yana devrilmiş teknenin içinde içeri giren suyun
oluşturduğu anafora kapılarak sağa sola savrulan aletler ve tahta fıçılarla boğuşmak zorunda kaldılar.
Simon bir köşede küçük bir hava boşluğu fark etti. Oraya doğru yüzerek başını uzattı ve alabileceği tüm
havayı içine çekti.
Sadece ağzı ve burnunu çıkarabilmesine yetecek kadar boşluk vardı. Hızlı hızlı birkaç soluk alarak
ciğerlerini doldurdu ve James’in de hava alabilmesi için kenara çekildi.
Simon diğer bir hücre benzeri kamaraya geçtiği sırada teknenin şiddetle savrularak devrildiğini hissetti.
Hızla buradan çıkmazlarsa tekne çok yakında tamamen batmış olacaktı. Kendilerini kurtarmak istiyorlarsa
hemen şimdi dışarı çıkmaları gerekiyordu.
Simon döndü ve James’i kamara girişi iskelesine doğru itti. James başını salladı, yüzündeki ıstırap o
karanlıkta bile açıkça görülebiliyordu. Simon onu tekrar daha sert bir şekilde itti, James tereddütle de olsa
sol taraflarında kalan ışığa doğru yol almak üzere döndü.
Simon James’in kurtulduğundan emin olmak için bir an bekledikten sonra tekrar karanlığa gömüldü.
Ciğerleri ağrıyor, vücudu hissizleşmeye başlıyordu, fakat onu bulmadan buradan ayrılmayacaktı. Onu bu
karanlık nehre terk etmiş olma düşüncesi bile katlanılmazdı.
Ona olan aşkı Agatha’nın ölümüne neden olmuştu işte, en azından onu evine götürebilmeyi diliyordu.
Küçük boşlukta ciğerlerini bir kez daha havayla doldurduktan sonra acı dolu arayışına devam etmek üzere
karanlık sulara daldı.
James’in başı su yüzeyine çıktığı sırada kayık oldukça yakınlarına ulaşmıştı. Kurt onu çekmek üzere elini
uzattı. James kayığa çıkar çıkmaz, adamların onların arkasındaki başka bir şeye bakmakta olduklarını fark
etti.
Orada bir tekne var! diye bir çığlık yükseldi suyun üzerinden. Hala nefes nefese olan James biraz ileride
demirlemiş büyük bir guletten sahtekar balıkçının kayığına doğru gelen küçük bir tekne gördü.
James bu seslenişe karşılık vererek onlardan yardım istemesi gerektiğini biliyordu ama hala gözünde
yıldızlar uçuşuyor, duyduğu acı göğsünü sıkıştırıyordu. Dobb’un ayağa kalkıp, Teknede bir kadın var! diye
bağırdığını duyduğunda ona müteşekkir oldu.
Küçük tekne hızla onlara doğru yaklaşıyordu. James şimdi teknenin burnunda tek ayağını pruvaya koymuş
bir adamın ayakta durduğunu net olarak görebiliyordu. Adam ellerini bir kez daha ağzına götürerek seslendi.
Bir tane daha mı? dedi adam.
Ne? diye bağırdı James. Sesi çatlamıştı. Bir tane daha mı?
Agatha!
Kayığın kenarına tutunarak ayağa kalktı. Aggie!
Karşı taraftan bir çığlık yükseldi. James bir an için gökyüzünde ağlayanın martılar olduğundan emindi.
Fakat sonra bu sesin bir daha hiç duyamayacağını düşündüğü o ses olduğunu anladı.
Jamie?
Kalbi mutluluktan duracak gibi olmuştu. James bu anı Simon’la paylaşmak için döndü.
Ama Simon ortalıkta görünmüyordu.
James Kurt’ün devasa koluna tutandu. Simon hala aşağıda.
Kolları ve bacakları tamamen hissizleşene kadar küçük teknenin her köşesini aramıştı Simon ve artık o
küçıik hava deliği de kapanmıştı.
Sadece burnunu uzatabildiği boşlukta öylece asılı kalmış, hareketsiz duruyordu. Ciğerleri daha fazla hava
alabilmek için uğraşıyordu ama Simon bu küçük hava cebin i 11 artık işe yaramayacağını biliyordu. Soğuk
suyun verdiği ağrı, içini kaplayan acının yanında çok önemsiz kalıyordu. Onu kaybetmişti, onun ölmesine
neden olmuştu ve bunu bilmek Marie Claire ile birlikte derinlere gömülmeyi isteme -sine sebep oluyordu.
Simon!
Simon Agatha’nın ona korkak diye seslendiğini duyabiliyordu.
Simon Rain. Sen bir korkaksın. Ödleğin tekisin. Buradan kaçamayacaksın...
İngiltereningüvenliği için çok önemlisin. Onu senden çalmayacağım, seni ne kadar seversem seveyim.
Sensiz yaşamaya devam edemem. Simon adeta yalvarıyordu. Kelimeler ağzından çıkarken köşesinde
kalan havayı da beraberinde götürmek üzere içine çekti.
Kendini sulara bıraktı, sonra döndü. Kamara iskelesinden gün ışığının pırıltısını görebiliyordu. Cennete
açılan bir kapı gibiydi sanki. Ağır ve yavaş hareketlerle ışığa doğru yüzdü. Bunu başarıp başaramayacağını
merak ediyordu.
Ardından ışık kayboldu, Simon büyük bir anaforun içine çekilmişti. Sular onu çıkıştan uzağa sürüklerken
teknenin hareket etmekte olduğunu anladı.
Ve teknenin hareket edebilmesinin tek açıklaması tamamen batmaya başlamış olmasıydı.
O sırada neredeyse pes etmek üzereydi Simon, ciğerleri hava alma isteğiyle savaşırken, uyuşma hissi artık
zihnine hükmetmeye başlamıştı.
Simon!
İçgüdüsel olarak onun sesini takip etti. Ona ihtiyacı vardı. Gitmeliydi. Simon yavaş hareketlerle bu
müzikal, rahatlatıcı çağrıyı takip etti.
Artık karanlıktan çıkmıştı. Suyun ışıkla dans ettiğini görüyordu. Işık sarı çubuklar halinde suya süzülüyor
Simon’ı sarmalıyordu. Yukarı gitmek istedi. Işığa, Agatha’nın onu beklediği yere ulaşmak...
İçi huzurla dolmuştu, yukarı çıkmak için şimdi yeni bir güç kazanmıştı, ciğerlerindeki ağrıyı da
hissizleşmiş bedenini de umursamadan yükseliyordu. Ardındaki karanlık onu geri çekmekle tehdit ediyordu
ama o melodik çağrı devam ediyordu.
Simon! Simon!
Sudan bulanmış gözlerle Simon kendine uzanan sertleşmiş elleri görebiliyordu ama neredeyse donmuş
vücudu ahşap teknenin zeminine güm diye bırakıldığı ana kadar hiçbir şey hissetmemişti.
Sonra yanma bir melek geldi, her yeri morarmış, sıyrıklarla dolu, saçından sular damlayan, burnu akan bir
melek. Simon’ın başını kucağına koyup onun için ağlayan bir melek.
Merhaba küçük kız, diyebildi çatlak bir sesle. Öldük mü biz şimdi?
Hayır sevgilim. Agatha boğuk bir sesle fısıldıyordu. Ben ölmek için fazla kötüyüm, sen de fazla iyi.
Kötü değil, diye mırıldandı Simon yorgunluktan gözleri kararırken. Sadece biraz acayip. Ama ben seni
böyle seviyorum.
Yirmi Üçüncü Bölüm
Gulette ilerlerken Agatha bir yandan da tek elinde ta şıdığı tepsiyle dengede durmaya çalışıyordu. Diğer
kolu bileklerinin bağını koparan çarpma sırasındaki burkulma sebebiyle hala iyi değildi.
Başı da kurtarılma anında yaşadıkları nedeniyle hal.'ı ağrıyordu. Onu kurtaran adamlar saçlarını görmüşler
ve Agatha’yı yukarı çıkarabilmek için saçlarından çekmek zorunda kalmışlardı.
Yine de ödünç verdikleri denizci kıyafeti içinde ısına-bilmişti genç kadın. Kuru, sıcak ve canlıydı. Guleti
rıhtıma yanaştırmakta olan yardımsever kaptan sayesinde yakında evinde olacaktı.
Sessizce duraksayıp kaptan köşkünün kapısını açarken oradan geçmekte olan iki kurtarıcısına gülümsedi.
Adamlar üzgün bir şekilde başlarını sallayarak onu selamladılar.
Bu iri ve korkutucu adamlar Agatha’nın iri ve korkutucu bir arkadaşı ve iri ve korkutucu bir ağabeyi
olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramışlardı.
Elindeki tepsiyi ocağın yanma bıraktığı sırada Agatha hayatta olmanın en iyi yanının Simon’ın da hayatta
olması olduğunu düşündü.
Onun yanına, halının üzerine yerleşti, denizci kıyafetleri içinde pek rahattı. Ona bir kase sıcak çorba daha
uzattı.
Simon onu sarmak üzere kolunu uzattığında, Agatha sessizce onun göğsüne yaslanarak gevşedi. Simon da
yün bir denizci kazağı giymişti, tabii onunki dizlerine kadar uzanmıyordu.
Bir süre boyunca böylece şükran dolu bir sessizlik içinde kaldılar. Şakalaşma yok, takılma yok. Yalnızca
birbirle-riyle uyumlu nefes alış verişleri duyuluyordu.
Şimdi kapı yeniden açılmış ve James içeri girmişti. Onları halının üzerinde yarı yatar durumda görünce bir
an duraksadı, sonra omuz silkti.
Artık umrumda değil. Olabildiğiniz sürece mutlu olun. Sadece Agatha’nın bütün Londra’nın diline
düşmesine sebep olmayın yeter.
Bu onaylıyorsun demek mi, Jamie? diye sordu Agatha kıpırdamaksızın.
Onay de, emir de, izin de, ne istersen de. Zaten hiçbirine ihtiyacın olmadı ki.
Agatha gülümsedi, sonra patlayan dudağı acıyınca elini yüzüne götürdü.
Jamie gözlerini kocaman açıp öne doğru eğildi. Fark etmemiştim, sana vurdular mı?
Agatha şaşırdı. Ne? Ah, hayır, tam olarak değil. Çoğunu ben kendim becerdim korkarım.
Jamie duyduğu rahatlamaya engel olamayarak bir kahkaha attı. Bilmek istediğimi sanmıyorum.
Agatha yeniden sıcak cennetine çekildi. Sonra hatırladı. Doğrularak dönüp Simon’a baktı. Unutmuştum!
Lavinia suikast planından bahsetmişti.
Simon sakin bir tavırla kafasını salladı. Evet, biliyoruz. Vekil Prens bugünkü ziyareti sırasında son derece
iyi korunuyor.
Agatha kaşlarını çattı. Prens mi? Ama o yaşlı adamdan söz etmişti.
James başım salladı. Mesaj açıkça prensi kastediyordu.
Gerçekten mi? Bana Lavinia Prens George’un bir beyni olmadığını düşünüyor gibi gelmişti. Ona göre her
şeyi başbakan yönetiyor.
Sözlerine hiçbir karşılık gelmeyince kafasını kaldırıp baktı. James ve Simon ayağa kalkarak aynı anda
konuştular.
Lord Liverpool!
Lordlar Kamarası’nın programında öğlene kadar bir toplantı yoktu ama James, Simon ve Agatha rıhtımdan
bir arabaya bindiklerinde saat on biri bulmuştu bile. Yalancılar’ı toplamaya veya Agatha’yı eve bırakmaya,
hatta önden bir haber yollamaya bile vakitleri kalmamıştı. Durum böyle olunca Simon sürücüye onları yarım
saat içinde Parlamento binasının ön kapısına yetiştirmesi için inanılmaz bir rakam önermişti.
Çılgın bir yolculuk oluyordu ama Simon bir koluyla Agatha’yı sararak sürücüye daha da hızlı gitmesini
söylüyordu. Panik çığlıklarının sürücünün dikkatini daha fazla dağıtmaması için Agatha en sonunda
önündeki tehlikeleri görmemek üzere gözlerini kapatmayı uygun bulmuştu.
Parlamento binasına ulaştıklarında Simon tanıdık bir arabanın da burada durduğunu gördü. Üçü birden
hırpani halleri ve denizci kıyafetlerinin içinde kiralık arabadan indiklerinde Simon Liverpool’un arabasından
dışarı cilalı bir ayakkabının uzanmakta olduğunu gördü. Arabadan inen Dalton Montmorency daha yaşlı
olan Liverpool’a inmesi için yardım etmek üzere döndü. Daha ufak tefek olan adam heybetli Etheridge’in
yanında iyice küçük ve büzülmüş görünüyordu.
Simon aceleyle etrafı kolaçan etti ama indikleri araba ve Liverpool’un arabası görüşünü engelliyordu.
İndikleri arabanın sürücüsünü parasını Jackham’dan alması için kulübe gönderdi. Devam et dostum, hadi
git!
Liverpool’un arabası da daha yavaş da olsa ilerlemeye başlamıştı. Simon etrafı gözetleyerek koştu. Sıra
dışı bir şey görünmüyordu...
Tam o sırada bir silahın siyah parıltısı gözüne çarptı. Orada, yolun karşısında park etmiş arabanın içinde!
Bir silah!
James onun yanından geçip doğruca Liverpool’a koştu. Sen silahlıyı al, ben de lordu alacağım.
Simon arkaya bakıp Agatha’nın güvende olduğunu gördü. Arabadaki silahlı adama doğru koştu. Ayakları
kaldırıma çarptıkça, silahın namlusunun hedef almakta olduğunu gördü. Sanki görüşü normalin ötesinde bir
netlik kazanmıştı, eldivenli bir elin yavaşça tetiği çekmeye başladığını fark etti...
Yetişemeyecekti. Çok geç kalmıştı ve çok yorgundu. Silah patladıktan bir saniye sonra Simon katili
kolundan yakalayarak çekip yere yapıştırmıştı.
Bunu yapar yapmaz da acıyla attığı çığlıktan ateş edenin Lavinia olduğunu fark etmişti.
Lavinia’nın çığlığını başka bir çığlık takip ederek Simon’ın kalbine saplandı. Agatha’mn çığlığı
kesildikten çok sonra bile hala Simon’ın kalbinde yankılanmaya devam ediyordu ama Simon dönüp ona
bakmaya cesaret edemedi.
Yolun karşı tarafında bir kalabalık toplanmıştı ama Si-mon hiçbir şey göremiyordu. James oradaydı.
Agatha’yla ilgilenebilirdi. Simon’ın yapması gereken bir iş vardı.
Lavinia’nın arabasını kullanan kişi bir sürücü değildi. Az öncesine kadar sessizce oturmakta olan iri kıyım
adam şimdi Simon’a bir ayı kadar güçlü ve öldürücü biçimde saldırmaktaydı. Simon ilk seferinde
saldırganın elindeki kocaman bıçaktan sıyrılmayı başarmıştı ama ikinci savurmada bıçak üzerindeki yün
kazağı yakalamış, Simon’ın göğsünde derin ve uzun bir kesik açmıştı.
Yarası yanıyordu ama Simon iç organları kaldırıma dökülmedikçe pes etmeyecekti. Adamın iyi eğitimli
olduğu, Simon’ın onunla tek başına başa çıkamayacağı belliydi.
Simon hızla eğilerek Lavinia’nın elindeki silahı kaptı, doğrularak silahı iri kıyım adamın kalbine dayadı.
Adam donup kalmıştı. Üzgünüm, biliyorum bu pek sportmen- ' ce değil ama çok uzun bir gündü.
Adamın kasıklarına şiddetli bir tekme attıktan sonra elindeki silahı kafasına indirdi, geriye adamın
önünden çekilerek yere yığılışım seyretmek kalmıştı.
O sırada binadaki güvenlik görevlilerinden birkaçı yanlarına ulaşmıştı, Simon suikastçıları memnuniyetle
onlara devretti. Bir elini göğsüne bastırarak Agatha’nm etrafına toplanmış kalabalığın olduğu tarafa koştu.
Agatha kanlar içinde kaldırıma çömelmişti. Simon bir an donup kaldı, sonra kanların Agatha’nm
kollarında hareketsiz yatmakta olan James’e ait olduğunu gördü.
Aman Tanrım! Simon’ın nefesi kesildi.
Lord Liverpool yanlarında titreyerek mendiliyle alnını siliyordu. Kendini doğruca önüme attı. Kız çığlık
atana kadar ne olduğunun farkında bile değildim. Sonra Simon’ı fark etti. Sen burada ne arıyorsun? Çabuk
kaybol!
Simon bir an kendiyle mücadele etti. Burada ona ihtiyaç vardı. Agatha’mn ona ihtiyacı vardı.
Liverpool bastonunu salladı. Gitsene be adam! Şu anda deşifre olamazsın! Halkın yaygarasının tam
ortasında olmanı göze alamayız, diye homurdandı.
Simon tereddütle geri adım attı. Bu çok ağırdı. Ruhunun nasıl parçalara bölünmekte olduğunu tüm
dünyanın duyabileceğini düşündü.
Ama gitmedi. Gidemedi. Öylece kalabalığın arka saflarında durup seyretti, birçok diğer sıradan insanın
yapacağı gibi. Kısa bir süre sonra doktor çantası taşımakta olan bir adam binadan çıkıp aceleyle yanlarına
gitti.
Omzundan vurulmuş, diye beyan etti hızlı bir muayenenin ardından. Çok kanaması var ama hayati
tehlikesi yok.
Simon duyduğu derin rahatlamayla gözlerini kapadı. James’in dikkatlice doktor eşliğinde taşınmasını
seyretti. Görevliler Lavinia ve sürücüyü öne çıkardılar, Lord Liver-pool tam karşılarında durmaktaydı.
Burada çok ciddi bir ihanet suçu işlemiş bulunmaktasınız, Leydi Winchell, diye bağırdı yüksek sesle.
İngiltere Başbakanına suikast girişiminde bulunmak sizin asılmanıza sebep olacak.
Lavinia kırık kolunu tutarak inledi. Ama ben size nişan almıyordum, lordum. Ben James Cunnington’ı
hedef almıştım. Ben sadece aşığını cezalandırmayı kafasına koymuş öfkeli bir kadınım! İlişkimize tanıklık
edecek şahitlerim var. Sizin ise aksini ispat edecek hiçbir deliliniz yok. Ama benim var. Agatha öne
çıkmıştı. Sesi diğer kadının itirazlarını bıçak gibi kesmişti.
Sen! Lavinia’nın yüzü gerildi. O küçük yalancıyı dinlemeyin, lordum. Cunnington’m sevgisini kazanmak
için benimle aşık atıyordu. Benim yolundan çekilmem için aklına gelen her şeyi söyleyebilir.
Simon Agatha’nm Lavinia ile yüzleşmek üzere çenesini kaldırışını gururla izliyordu.
Gerektiğinden fazla aptal olma Lavinia, James benim aşığım değil, o benim ağabeyim. Lord Liverpool’a
döndü. Lavinia dün beni hastanenin önünden kaçırdı. Sanırım amacı benim...
Simon onun endişeyle etrafına bakınarak kendisini aradığını görebiliyordu ama şimdi ortaya çıkamazdı.
Agatha sözlerine devam etti. Benim ağabeyimin bu girişimi önlemesine engel olmaktı.
Sen ve ağabeyin ödüllendirilmelisiniz, tatlım, dedi Lord Liverpool. İngiltere’nin sıradan vatandaşlarının
hükümeti korumak üzere girişimde bulunması her zaman rastlanılan bir şey değildir.
» Lord Liverpool belli ki Agatha’ya Yalancılar’ın bu işteki rolünü açık etmemesini söylüyordu. Simon
Agatha’nın konuşmaya devam etmeden önce başını sallayarak durumu anladığını gösteren küçük bir işaret
yaptığını görmüştü.
Leydi Winchell beni kaçırdığında planını anlattı, çünkü planını gerçekleştirdiği sırada benim çoktan ölmüş
olacağımı var sayıyordu. Agatha başını eğerek Lavinia’yı süzdü. Gerçekten oldukça düşüncesizce bir
hareket.
Lavinia gürledi. Bu kadın James Cunnington’ın aşığı olmayabilir. Ama bu kadın evli olmamasına rağmen
bir süredir evinde bir adam barındırıyor. Bir leydinin sözünün yanında bir fahişeye mi inanacaksınız?
Liverpool kaşlarını çattı. Sen neden söz ediyorsun? Evli olduğu konusunda yalan söylüyordu diyorum.
Kocası rolünü oynamak üzere kiralanmış bir adamla yaşıyordu. Benim hakkımda da neden yalan söylemesin
ki? Çoğunluğu erkek olan topluluktan tenkit edici homurdanmalar yükseldi. Dalton Montmorency öne çıktı.
Bir hainin sözüne değer vermemiz gerektiğini hiç sanmıyorum.
Pekala. Lavinia homurdanarak konuşmayı sürdürdü.
Ona evlilik cüzdanını sorun. Hangi rahip evlendirmiş onu?
Agatha yanıt vermedi ama Simon kalabalığın içinde kaşlarını çatmış olan insanları görebiliyordu. Ve
oldukça etkili insanlardan oluşan bir kalabalıktı bu.
Lavinia çirkin ve intikam dolu bir kahkaha attı. Hayır, bir evlilik yoktu. Var mıydı, Agatha? Nasıl bir
yalancı olduğunu görüyor musunuz? Ama en kötüsü de aşığı sadece iğrenç bir baca temizleyicisiydi!
Dalton yeniden söze girecek oldu ama Liverpool müdahale etti. Bu doğru mu Bayan?
Simon nefesini tutmuştu. Yalan söyle, küçük kız. Yalan söyle!
Agatha herkesin yargılayan bakışları altında kendini hasta gibi hissediyordu. Yanlış olan ne yapmıştı ki?
Aşık olmuştu, hepsi bu. Etrafını çevreleyen insanlara baktığı sırada onu gördü.
Simon ondan uzakta duruyor ve onun yanma gelmek üzere hiçbir harekette bulunmuyordu. Agatha şimdi
kendini tam bir skandalin içinde bulmuştu. Ve Simon... Gizli, görünmez Simon... Bir daha asla ona
yaklaşamayacaktı.
Bakışları buluştuğunda onun gözlerindeki acıyı gördü, yüreğinde bir acı hissetti. Amacı asla onu bu
şekilde uzaklaştırmak değildi. Ona daha fazla acı vermeden bunu bir an önce bitirmek en iyisi olacaktı.
Daha fazla yalan söylemeyecekti artık, özellikle de aşkıyla ilgili yalan söylemeye yüreği dayanamazdı.
Sesini yükseltti ve onları sonsuza dek ayıracak şeyi söyledi. Gerçeği-
Bir baca temizleyicisine aşık olduğum doğrudur. Etrafını sarmış olan kalabalıktan şaşkınlık ve
onaylamazlık dolu sesler yükseldi. Bazılarının güldüğünü ve saygısızca hareketler yaptığını gördü Agatha.
Onları görmezden gelerek sesini daha da yükseltti. Ve Leydi Winchell de bir vatan hainidir!
Simon bile bu sözlerden sonra kopan gürültüye hazırlıklı değildi. Genç kadın Lavinia’ya hakaretler
yağıyordu ve kalabalık her iki kadının etrafında toplanmıştı şimdi. Simon Agatha’yı göremiyordu artık.
Kalabalıklar böyle anlarda çirkinleşebilirlerdi. Simon endişe içinde kalabalığın içine doğru ilerlemeye
başladı. Sadece Dalton’ın Agatha’yı korumak için onun üzerine kapanmış olduğunu görebiliyordu.
O sırada biri Simon’ı kolundan yakaladı. Simon bu temastan kurtularak Agatha’ya doğru ilerlemeye
devam etti. İşte o zaman Liverpool onu kaba bir hareketle çekerek durdurdu. Simon, buna derhal bir son ver!
Canı yanacak!
Etheridge onunla ilgileniyor. Gördün işte, binaya girmeyi başardılar. Şimdi kaybol buradan!
Simon üstü olan adama dönüp homurdandı. Orada öylece durdun! Orada durdun ve onunla alay etmelerine
izin verdin!
İlgisi yok. Liverpool konuşurken sakindi. Bunun olmasını özellikle istedim.
Simon öfkeden deliye dönmüştü, Liverpool’u kendi elleriyle parçalara ayırmamak için kendini zor
tutuyordu. Onu bilerek mi küçük düşürdün? Neden?
Bu gerekliydi. Fazla bağlandın. Konumun gereği böyle bir zaafı göze alamazsın ve bunu biliyorsun.
Liverpool bunları söyledikten sonra gülümsemişti, soğuk ve güven vermeyen bir gülümseyişti bu. Simon o
anda adamın ne kadar acımasız olduğunu anladı.
Liverpool İngiltere’nin korunması konusunda hiç kimseye ve hiçbir şeye ayrıcalık tanımayacaktı. Hiçbir
merhamet taşımıyordu. Simon da hep kendi içinde bunu geliştirmeye çalışmamış mıydı?
Agatha ile tanışana kadar.
O senin hayatını kurtardı. Onun kurban edilmesine izin vermeyeceğim.
Vermek zorundasın. Sen İngiltere’ye aitsin Simon, ona değil. Senin yerin doldurulamaz, onunki ise
doldurulabilir.
Liverpool acımasız bir bakış fırlatarak arkasını döndü ve kalabalığın içinde kayboldu.
James’in odasının kapısını kapatıp aşağı inen genç kadının omuzları bitkinlikten çökmüştü. James’in
iyileşeceğini bilmekten ötürü duyduğu mutluluğa rağmen pek fazla bir şey hissedemiyordu.
Gece olmuş, karanlık tamamen çökmüştü. Muhtemelen hayatının en uzun günü nihayet sona eriyordu. Son
üç gündür en fazla üç saat uyumuştu ve buna daha ne kadar
dayanabileceğini bilemiyordu.
Hala doktorun parasını ödemesi gerekiyordu. Adam olanlar nedeniyle Agatha’yı öyle bir yargılamıştı ki
faturayı sonra göndermeyi reddetmişti. Dalton olmasaydı Agatha adamı evine gelmeye bile ikna
edemeyecekti.
Onu kalabalıktan kurtarmak üzere araya giren ve Jamie’nin eve getirilmesini sağlayan Dalton olmuştu.
Onun gücü olmasaydı Agatha tüm bunlarla nasıl başa çıkabilirdi hiçbir fikri yoktu.
Ciddi anlamda aklım yitirmemek için biraz dinlenmesi gerekiyordu.
Salona ulaştığında doktorun gitmiş olduğunu gördü. Dalton tek başına beklemekteydi.
Odaya girdiğinde adam başını seyretmekte olduğu şömineden ona doğru çevirdi. Agatha onun mükemmel
görünüşünü yine algılamıştı. Bu adam oldukça oturaklı biriydi ve aynı zamanda iyi bir dost da olduğunu
kanıtlamaktaydı.
Doktorla sizin yerinize ilgilendim, Bayan Cunning-ton.
Teşekkür ederim.
Dalton onun ellerini tutmak üzere yaklaştı. Lütfen, oturmalısınız. Yıkılmak üzeresiniz.
Ah, hayır. Ben saatler önce yıkıldım. Şu anda uyuyorum ve siz de bir rüyasınız.
Dalton gülümsedi.
Çok sık gülümsemiyorsunuz, değil mi? Simon da öyle. Dalgın dalgın gülümsedi. Onu gülümsetebildiğim
ner an bir ödül kazanmış gibi hissediyorum kendimi.
Dalton onu kanepeye götürüp yanma bir iskemle çekti. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Şimdi ne
yapacaksınız?
Bir süre evden çıkacağımı sanmıyorum. James’in bana ihtiyacı var, ayrıca pek sosyalleşme isteği de
duymuyorum. Durumun berbatlığını hafifleştirmeye çalışıyordu ama aslında hızla tam olarak ne yaptığının
farkına varmaya başlamıştı.
Simon’ı özgür bıraktığı için pişman değildi. Simon’ın ondan kurtulmaya ihtiyacı vardı. Ama sonra kendi
geleceğini ve şu an taşıyor bile olabileceği doğacak çocuğunu düşündükçe derin bir umutsuzluğa
kapılıyordu. Evlilik dışı bir çocuğu herkesten habersiz doğurmak farklı bir şeydi, şu anda içinde bulunduğu
durumsa bambaşka...
Tek başına olsa tanındığı ve sevildiği Appleby’de ona acıyarak baksalar bile başının çaresine bakabilirdi,
ama bu şartlar altında çocuğu daima gerçekleri bilenler tarafından dışlanacaktı. Ve şimdi olanları bilmeyen
yoktu.
Babasız çocuklar yalnızca kraliyetten olduklarında kabul görüyorlardı. Bir baca temizleyicisinin
çocuğunun işi çok zordu. Ve Agatha bunu zavalı bebeğe bilerek yapmıştı. Sınır tanımaz bir bencilliği
olduğunu düşündü.
Peki ya James iyileştiğinde?
Lancashire’daki evime döneceğim sanırım. Korkarım Londra’daki hayat cazibesini yitirdi. Konuyu
değiştirmenin zamanı geldi diye düşündü. Yüzüne parlak bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı. James’in
prensin huzuruna çıkabildiğinde kahramanlık nişanı alacağını biliyor muydunuz?
Evet, biliyordum. Tebrik edilmeyi hak etti. Gösterdiği kahramanlığın Fransızlarla işbirliği yaptığı
şüphelerini yok edeceğinden eminim.
Agatha şaşırmıştı. Onun istihbarattaki görevinden haberiniz var mıydı?
Dalton belli belirsiz gülümsedi. Evet. Aslında ben de bu işin içindeyim.
Bu fazlaydı artık. Agatha gülmeye başladı, rahat ama bir miktar acıyla karışık bir gülüştü bu. Tabii ya.
İddia ediyorum kalabalığın içinden çekici bir adam seçecek olsam, kesinlikle ajan çıkacaktır.
Dalton şaşırmış görünüyordu. Beni çekici mi buluyorsunuz?
Agatha burun kıvırdı. Baştan aşağı. Tam bir ilahsınız. Bu nedenle tamamen başka bir şeye bağlanmış
olmanıza şaşırmadım. Tarihte defalarca ispat edilmiş bir matematik formülü gibi. Sanırım bunu Agatha’nın
Teorisi olarak adlandıracağım.
Dalton’ın düşünceli bakışları sempatiye dönüşmüştü. Gerçekten zor bir dönem geçirdiniz, değil mi?
Bana acımayın. Agatha sert çıkmıştı. Ayağınızın dibinde erimemi arzu etmediğiniz sürece.
Dalton iki elini havaya kaldırdı. Tanrı korusun. Pekala, size acımayacağım. Öte yandan size bir seçenek
sunacağım, Collis’in ifade ettiği gibi söylemek gerekirse. Şefkatle Agatha’nm elini avuçlarının arasına aldı.
Sesinde bir gram tutku kırıntısı olmaksızın konuştu. Evlenin benimle. Hemen.
Agatha’nın tek yapabildiği adama durup uzun uzun bakmak oldu. Samimisiniz, değil mi?
Tamamıyla. Bence uygunuz. Ben itibarımı sağlamlaş- tırabileceğim bir eşe ihtiyaç duyuyorum, siz de
sizinkini kurtarabilecek güçlü bir kocaya.
İtibarınıza skandal dışında bir şey katabileceğimi sanmıyorum.
Dalton bunu kabul etmedi. Dedikodu. B enimle ev- lendiğinizde unutulup gidecektir.
Agatha düşüncelerinin sis perdesi arasından, onunla hemen evlenip acilen yatağa girebilirse - adamın
çekici olmadığı da söylenemezdi hani - doğma olasılığı olan çocuğunun dünya tarafından kabul görüp
görmeyeceğini tartmaya çalıştı. Dalton’ın renkleri Simon’ınkilere yakındı, bunu kimseye, Dalton’a bile açık
etmemeyi başarabilirdi. Bir yalan daha. Bunu yapamazdı.
Dalton, soruna sen benimkini yanıtladıktan sonra cevap vereceğim.
Soru nedir?
Başka bir adamın çocuğunu büyütebilir misin?
Bu soru adamı zorlamıştı. Agatha bunu onun gözlerinden anlayabiliyordu.
Eli yükseltiyorsunuz?
Bu bir olasılık.
Sanmıştım ki... Simon o tür biri gibi görünmüyordu...
Agatha yorgun bir ifadeyle gülümsedi. Oldukça kararlıydım. Simon’ın pek seçme şansı yoktu. Bunu lütfen
ona karşı kullanmayın.
Dalton yavaşça başını salladı. Kullanmayacağım. Ama bu işleri değiştirir.
Agatha duyduğu hayal kırıklığına engel olamamıştı. Saygı duyduğu bir adamla çabucak evlenmek
sorununa katlanılabilir bir çözüm olabilirdi. Ben de öyle düşünmüştüm.
Adam gözlerini kısarak bakıyordu. Ama düşündüğün anlamda değil. İlişkinizin bu denli yakın olduğu
konusunda hiçbir fikrim yoktu. En uygunu bu konuyu Simon ile çözmeniz olacaktır.
Agatha hızlı ve acı dolu bir ifadeyle başını salladı. Bu mümkün değil.
Belki de, dedi adam onaylayarak. Ama önce emin olmalıyım.
Agatha’nın gözleri yorgunluktan kapanmak üzereydi. Aniden ayağa kalktı. Güzel. Cevabınız evet
olacaksa, benimki de evet olacaktır.
Sonra görmeyen gözlerle yatağına gitmek üzere döndü. Beni affederseniz, uyumam gerekiyor. İyi geceler.
Merdivenleri çıkmak bir dağa tırmanmak kadar zordu, koridor bitmek bilmemişti, ama en sonunda Agatha
kendini odasına kapamayı başarmıştı. Şöminede ateş yanıyordu ama hiç mum yakılmamıştı. Nellie yatmış
olmalıydı. Agatha eve girer girmez üzerine geçirdiği elbisesini
çıkarmak için elini boynuna uzattı. Giyerken Nellie ona yardım etmişti ama şu anda omzu elbiseyi tek
başına çıkarmasına izin vermeyecek kadar acıyordu.
Sinir bozukluğuyla neredeyse ağlama noktasına gelen Agatha, yeniden denedi. Ancak bir iki düğmesini
açabil-mişti. Birden parmaklarının üzerinde sıcacık parmaklar hissetti.
İzin ver ben yapayım.
S-Simon? Dönmeye çalıştı ama Simon izin vermedi. Şefkatle Agatha’yı susturdu. Seninle ilgili içimi
rahatlatmaya geldim. Sana yardım etmeme izin ver, küçük kız. Agatha loş ışıkta hareketsiz durdu, Simon
onun üze-rindekileri çıkararak düzgün bir şekilde sandalyenin üzerine yerleştirdi. En sonunda sadece
kombinezonuyla kalan Agatha’yı yatağa doğru götürdü, saçlarındaki tokaları çıkartmak üzere oturttu.
Thames’in sularını saçlarından temizlemene de yardım etmek isterdim ama şu anda uykuya banyodan
daha çok ihtiyacın var sanırım.
Sıcak elleriyle omuzlarını ovmaya başladığında Agatha inledi. Sonra Simon onun çarşafların arasına
kaymasına ' yardım etti.
Yat, sevgilim. Uyu.
Agatha onun eline uzandı. Kal.
Simon onun saçlarını okşadı ve alnına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. Sonra da morarmış dudaklarına.
Gitmeyi düşünmedim bile.
Agatha gözlerini açık tutamıyordu ama onun da üzerini çıkardığını duyabiliyordu. Simon’ın geniş gövdesi
çarşafların altına süzülüp sırtına yaslandığında Agatha yorgunlukla kendini onun sıcaklığına bıraktı.
Simon kollarını ona doladı ve bedenini onunkine yaslayarak genç kadını sevgiyle sardı.
Ancak ondan sonra Agatha en sonunda tüm dünyayı geride bırakarak uykuya dalabildi.
Simon uyuyacağını hiç düşünmemişti. Yalnızca geceyi Agatha’nın başında bekleyerek geçirmek istemişti.
Ama koruyucu bir şekilde kollarını ona dolayıp yattığında kendi yorgunluğuna yenik düşmüştü.
Birkaç saat sonra uyandığında bir süre hangi sebeple nerede olduğunu anımsayamadı. Sadece kıvrılıp ona
yaslanmış uyumakta olan sıcacık tatlı kadının varlığını duyumsayabiliyordu. Henüz hissettiklerini zihninde
tanım-layamadan bedeni bu duruma çoktan tepki vermişti bile.
Sonra nehri ve engel olmayı başardıkları suikast girişimini hatırladı. Ve Agatha’nın herkesin önünde
küçük düşürülmesine nasıl da seyirci kaldığını.
Sabah olduğunda hikayenin bütün şehre yayılmış olacağına hiç şüphesi yoktu.
Toplumun affedebileceğinin ötesinde bir aşağılama ile karşı karşıya kalmıştı
Agatha ve sonsuza dek baca temizleyicisinin fahişesi ya da benzer berbatlıkta bir sıfatla nitelendirilecekti.
Seni İngiltere’den uzaklara göndereceğim, diye fısıldadı onun ensesine doğru.
Hayır, diye yanıtladı Agatha.
Simon onun uyanık olduğunu fark etmemişti ama şimdi onu duyduğu için mutlu olmuştu. Neden olmasın?
Karayiplere gidebilirsin. Bu mükemmel bir çözüm. Orada seni tanıyan kimse olmayacaktır. Her şeye orada
yeniden başlayabilirsin.
Agatha onun yüzüne bakabilmek için döndüğünde Simon onu şöminedeki korların sönük ışığında zorlukla
görebiliyordu. Fakat yüzünü okşamak için uzattığı elini hissedebiliyordu.
Kaçmayacağım Simon. Reggie’den kaçtım ve neler oldu gördün. Bu da aynı Reggie’nin beni takip ettiği
gibi peşimden gelecek. Yaşadıklarımdan bir şey öğrendiysem, o da geçmişinin üstesinden gelmek istiyorsan
ona meydan okuman gerektiğidir.
Kendi dünyana bir daha tam olarak asla dönemeyebi-
lirsin. Biliyorum. Ben hayatımı dışarıda geçirdim. Orası güzel bir yer değil.
Agatha bir an için cevap vermeden öylece durdu. Sonra Simon onun dudaklarının köşesine sevgi dolu bir
öpücük kondurduğunu hissetti. Ben kendi dünyamı kurarım, diye fısıldadı Agatha. Ve sen de her daim onun
bir parçası olursun, seni bir daha görmesem bile.
Simon yüzünü onun boynuna gömdü. Bitmişti, neredeyse başlar başlamaz. Yine de birlikte geçirdikleri
birkaç haftalık kısa sürede bir daha asla toparlanamayacak derecede bağlanmıştı ona.
Agatha parmaklarını şefkatle onun saçlarında dolaştırdı ve bedenini onunkine yasladı. Bu gece bizim, diye
mırıldandı.
Evet. Simon dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Sadece birkaç saatleri kalmıştı, aniden her dakikanın
farkına varmaya başladılar. Her saniye, her nefes alış, her boğuk çığlık.
Simon’ın ona kanıtlamayı istediği çok şey vardı, ruhuna dair göstermeyi istediği pek çok şey. Ona bütün
hayatı boyunca vermeye devam etmek istediği güvenceler.
Güçlüsün. Agatha onun üzerine oturmuş kendi yüreğinden gelen ritm ile hareket etmekteyken fısıldadı
Si-mon.
Muhteşemsin. Dudaklarıyla Agatha’yı tekrar tekrar zevkin doruklarına çıkarıp ona kendi bedenindeki sınır
tanımayan zevkleri öğretirken mırıldandı.
Cesursun. Agatha’nın derinlerine gömülürken, o doyum anını saklamadan başını gömdüğü yastığa
haykırırken söyledi.
Güzelsin. Sabahın ilk ışıkları eşliğinde onun yanına soluk soluğa yığıldığında fısıldadı.
Agatha onu sevgiyle öptü ve söylediklerinin hepsine iki basit kelimeyle cevap verdi. Seni seviyorum.
Simon ise bu sözlere yanıt verecek gücü kendinde bulamadı.
Agatha sabahın geç saatlerinde, güneş odasını aydınlatırken uyandığında yalnızdı. Vücudu ağrıyordu,
özellikle de bilekleri ve omzu. Oldukça güçsüz düşmüş ve susamıştı. Ama hepsinden kötüsü, içini kaplayan
kederdi.
Akmaya hazır bekleyen yaşlar gözlerini yakıyordu. Göğsünün üzerinde de görünmeyen bir ağırlık vardı
sanki. Düşüncelerini bulanıklıktan kurtarmaya çalıştı. Neden kalbinde böylesine şiddetli bir ağrıyla
uyanmıştı ki?
Sonra hatırladı. Kaybettikleri içinde bir patlama gibi yükseldi, hissettiği acı dalga dalga benliğine
yayılırken yapabildiği tek şey yatağın içinde kıvrılıp bununla baş etmeye çalışmak oldu.
Ağlamak, sağa sola saldırmak, dünyada kırılabilecek ne varsa acısının taştan duvarına fırlatıp atmak
istiyordu, fakat sessizce yatarak sıcacık gözyaşlarının yastığına akmasına izin vermekten öteye gidemedi.
Bu denli kuvvetli bir acıyı hafifletmeye yetecek bir öfke patlaması yoktu. Yaşadığı kaybı bastıracak bir
öfke kaynağı da bulamıyordu. Hiçbir öfkeden kuvvet almaksızın bu dayanılmaz acıya katlanmaya
çabalıyordu.
Bütün sabah kimse onu rahatsız etmemişti, o da kimseyi çağırmamıştı. Başka birine burada yer yoktu,
hissettiği acı odanın her köşesini doldurmuştu sanki.
Sonunda tuvalete gitmek için kalktığında, bir sonraki darbe indi. Kanaması başlamıştı.
Çocuğu olmayacaktı ve bu güzel olasılığın yok oluşu Agatha’nın dizlerinin üzerine çökmesine neden oldu.
Kollarını karnının üzerine, hiç olmamış çocuğunun üzerine sarıp gözleri kararana dek orada öylece oturdu.
Bir süre sonra açlıktan zayıf düştüğünü fark etti. Reggie geldiğinden beri ağzına tek lokma koymamıştı.
İki gün? İştahı olmamasına rağmen yemek yemesi gerekiyordu. Nellie’yi çağırmak için zilin olduğu yere
doğru tökezleyerek ilerledi, sonra tekrar yatağına döndü.
Nellie birkaç saniye içinde odaya girdiğinde Agatha hala bir eli karyola diğerine sarılı, kocaman ama
bomboş yatağına bakıyordu.
Nellie’nin bütün sabah boyunca kendini zor tuttuğu belliydi, Agatha kadının içinde kaynayan sevgi dolu
endişeyi görebiliyordu.
Size biraz çay getirdim hanımefendi. Nellie tepsiyi Agatha’nın küçük masasına yerleştirdi ve oturması için
bir sandalye getirdi. Sonra Agatha’nm hala yatağın yanında ayakta durmakta olduğunu gördü.
Çayınızı yatağınızda mı içmek istersiniz efendim? Yatak Agatha’yı kendine çekiyordu. İçine gir ve
sonsuza dek orada kal. Kıvrıl ve onunla geçirdiğin son gecenin dışındaki her şeyi unut. Bütün ömrünü bu
yatakta geçirebilirsin, hatıralarınla geçecek bir ömür.
Agatha titredi. Bu gerçekten çok acıklı, diye söylendi. Nellie’ye meydan okuyan bir bakış attı. Sana da
gerçekten o kadar acınası görünüyor muyum?
Hayır, efendim. Kızcağız dikkatli olmaya çalışıyor, cevabının doğru olup olmadığından tereddüt ediyordu.
Kesinlikle. Agatha yataktan uzaklaşıp titreyerek masaya doğru yürüdü. Kahvaltıdan sonra bir banyoya
ihtiyacım olacak Nellie. Ve sarı elbisemi giyeceğim. Artık siyah giymeme gerek kalmadı.
Evet, efendim.
Aşçıya da hafif bir yemek göndermesini söyler misin, lütfen? Bugün pek kendimde değilim.
Olmanız da gerekmiyor, efendim. Nellie cesaretle konuşmuştu. Neredeyse ölüyordunuz!
Evet ama henüz ölmedim, derken Agatha’nın sesi kararlıydı. Bunu kendine ispatlamaya çalışır gibiydi.
Yemek yiyip banyo yaptıktan sonra dış görünüşü biraz düzelmişti. Hala göğsünün kırık camlarla dolu
olduğu hissi devam ediyor, gözleri de her an yaşlarla dolma
eğilimi gösteriyor olsa da gücü ve azmi yavaş yavaş geri dönüyordu.
Uyumakta olan James’i kontrol ettikten sonra Agatha huzursuzlukla merdivenlerden aşağı indi. James
solgundu ama ateşi yoktu. Aşağıda yapacak pek bir şey yoktu ama en azından saklanıyormuş gibi
hissetmeyecekti kendini burada.
Bir zamanlar davetiyelerle dolup taşan girişteki masada şu anda sadece içinde bahçeden toplanıp solmaya
yüz tutmuş çiçeklerin durduğu bir vazo ile gümüş bir tepsinin dışında bir şey yoktu. Agatha buna hiç
şaşırmamıştı.
Artık gerçekten toplumdan dışlanmış biriydi. Bu hafta yaşadıklarından sonra gereksiz insanların aptal
fikirlerine önem vermek için bir sebep göremiyordu. Daha yakın bir dostluk paylaşabilmekten hoşlanacağı
tek kişi olan Clara Simpson aklına geldi. Genç dul kadının onunla ilgili şimdi ne düşündüğünü tahmin
edince içi sızladı. Ama sadece bir sızıydı bu.
Neredeyse salona girmek üzereyken Simon ile fazlaca zaman geçirdikleri bir odaya girmenin iyi bir fikir
olmadığına karar verdi. Aynı nedenlerden ötürü kahvaltı salonu da zaten imkansızdı. En sonunda kendini
mutfak masasında, Aşçı Sarah ile bir fincan çay içerken buldu.
Her şey şu anda çok karanlık görünüyor efendim, biliyorum, ama henüz çok gençsiniz. Bir kadının
hayatından erkekler gelip geçer. Babalar, ağabeyler, kocalar, aşıklar.
Agatha incinmişlikle karışık merakına yenilmişti. Senin hiç oldu mu Sarah? Aşıkların?
Aşıklarım oldu mu? Nasıl bir soru bu. Ben sadece hamur işlerimle tanınmıyordum, yoksa öyle miydi?
Sağlam yapılı kadın kirpiklerini baştan çıkarıcı bir edayla kırpıştırdı.
Agatha hafifçe gülümsemeyi başarabilmişti. Peki ya hiç aralarında...
O adamı mı soruyorsun?
Agatha bir yandan başını sallarken bir yandan da parmağının ucunu çay fincanının çevresinde gezdirdi.
Onu sevmekten vazgeçebileceğimi asla düşünemiyorum.
Onu sevmeyeceğini kim söyledi? İlk sevdiğin adam... Nasıl söyleyeyim... Onu asla unutmazsın, nasıl
biterse bitsin.
Tanrım, bu kulağa hiç de ümit verici gelmiyor.
Ama başka birini sevemeyeceğin anlamına da gelmiyor. Belki o kadar kolay olmayacak ya da o denli
yoğun ama sözlerime kulak ver, bir gün... Başka birini seveceksin.
Agatha parmak uçlarını ağrıyan gözlerine bastırdı. Ama bugün değil. Ve yarın da değil.
Hayır, bu kadar çabuk olacağını söyleyemem. Bugün ve yarın en zor kısmı olacak, sanırım. Tabii ki
sonrasında bir gün daha var.
İki kadın bir süre sessizlik içinde oturup çaylarına bakarak anılara daldılar. Sonra Pearson yüzünde bir
süredir Agatha’yı arıyormuş gibi bir ifadeyle kapıda belirdi. Agat-ha onun kaşlarının ne kadar kalktığını
ölçmemeye karar verdi.
Hanımefendi, Bay Cunnington için bir davetiye geldi. Agatha şaşırdı. Demek ki James hala bazı evlerde
konuk edilmek isteniyor.
Aslında, efendim, bu bir Kraliyet Davetiyesi.
Agatha gülümsedi, kendi düştüğü durumun James’in kamuoyunda aklanmasına engel olmaması onu
sevindirmişti. Kahramanlık nişanıyla ödüllendirileceği bana söylenmişti. Bunu ondan daha fazla hak eden
yok.
Evet efendim. Davetiye Kraliyet Ulağı ile geldi. Bir cevap almak için bekliyor.
Tabii ya. Agatha davetiyeyi almak için elini uzattı. Konuşurken büyük harf kullanmayı nasıl
başarabiliyorsun Pearson?
Yılların getirdiği bir deneyim, efendim.
Bunu yapmakta çok başarılısın.
Pearson başıyla selamladı. Teşekkür ederim, efendim. Davetiye rulo halinde bir parşömen kağıdına
yazılmış, ipek bir kurdeleyle bağlanmıştı. Üzerinde de gösterişli bir mühür vardı. Agatha dikkatlice mührü
kırıp Jamie için sakladı. Bu tür şeyler insana her gün gönderilmiyordu.
Davetiye James’in Vekil Prens’in de resmi olarak Kahramanlık Nişanı vermek üzere katılacağı Saray’da
bir sabah toplantısına katılması için gönderilmişti.
Dört gün içinde.
Dört gün mü? Kral Hazretleri ciddi olamaz herhalde! Pearson bile şaşırmış görünüyordu. Bay James bu
kadar kısa süre içinde iyileşmiş olamaz.
Bu şartlar altında reddetmek durumundayım o halde. Pearson boğazını temizledi. Bunu yapmanızı pek
tavsiye etmem, efendim. Bu tür resmi kabuller bazen aylar öncesinden planlanır. Güçlü biri Bay James için
araya girmiş olabilir. Kral Hazretlerini hayal kırıklığına uğratmak uygun olmayabilir.
Agatha dudağını ısırdı. Bunu onun yerine başka birinin kabul etmesi uygun görülür mü peki?
Belki, eğer ölmüş olsaydı.
Ah, peki o zaman. Bu durumda saygılı bir dille kabul etmem gerekiyor.
Pearson tekrar boğazını temizledi. Agatha başını kaldırıp ona baktı. Mütevazi bir dille kabul etsem?
Uygun görülecektir efendim.
Agatha sosyetede yerlerde sürünen durumunu düşünerek James’in temize çıkmasına mümkün olduğunca
özen göstermesi gerektiğine karar verdi.
Teşekkür ederim Pearson. Bana yazı takımımı getirmek gibi bir iyilik yapabilir misin? Bunu yazarken de
uzmanlığına ihtiyaç duyacağımı hissediyorum. Kendim yazarsam berbat edebilirim.
Hemen dönerim efendim. Agatha ricasının hangi bölümünü onayladığını anlayamadan Pearson gözden
kaybolmuştu bile.
Simon Stubbs’ın söylediği bir şeylere kafa sallıyor ama onu dinlemiyordu. Bunun yerine Jackham’ın
ofısinde- ki şöminede parlamakta olan ateşe dalmıştı. Alevler ona kaderlerinin şekillenmeye başladığı o ilk
gece Agatha’nın cildine yansıyan altın rengi ışıkları hatırlatıyordu.
Griffin’in kısa zamanda eski görevine döneceğini düşünüyor musunuz efendim?
Simon sıçrayarak dikkatini tekrar odaya yöneltti. Ne? Ah, muhtemelen. Ama önce iyileşmesi gerekecek.
Çok doğru. Belki dinlenirken beni çıraklığa almak isteyebilir...
Stubbs ümitli bakışlarla Simon’ı izliyordu.
Öyle mi Stubbs? Senin böyle hedeflerin olduğunu hiç bilmiyordum.
Ah, evet efendim. Özellikle de Winchell’lerin tuvaletinde sergilediği o harika performanstan sonra. Çıkan
pisliklerin kokusunu kaç kilometre öteden duydum. Keşke görebilseydim de.
Simon zihnini planını kurgulamaya zorluyordu. Yeni birini yetiştirmek zaman alıyordu. Bu nedenle
yeterince yetenekli adamları hiçbir zaman olmuyordu. Kimse gerçekten işi yapabilecek kadar sahadan uzak
kalmak istemiyor, yeni adamlar da daima birilerinin yaralan iyileşirken veya ihtiyaç çok fazla arttığında
yetiştiriliyordu.
Bu iyi bir fikir. Senin bu iş için gereken yeteneğe sahip olduğunu biliyorum. Onunla konuşacağım Stubbs.
Peki efendim. Teşekkür ederim efendim! O zaman ben en iyisi kapıya geri döneyim.
Stubbs odadan çıkar çıkmaz Simon gözlerini kapadı ve iki eliyle yüzünü sıvazladı. Bugün dikkatini
toplamakta çok zorlanıyordu. Kaybettiği heyecanını bir gün geri kazanabilecek miydi acaba?
Birinin öksürdüğünü duydu. Stubbs, onunla konuşacağımı söyledim sana. Simon dönüp baktı. Ama söz
veremem...
Kapıda duran sabırsız Stubbs değildi. Dalton Montmo-rency önünde dikilmekteydi ve hiç de mutlu
görünmüyordu. Simon’ın masasının üzerine eğilmiş iyi giyimli bir ölüm meleği gibiydi. Oldukça rahatsız
edici bir görüntüydü bu. Simon bu şekilde üzerine gelinmesinden hiç hoş-lanmazdı.
Acıyla tebessüm etti. Bu sabah ne kadar Lord Etherid-ge görünüyorsunuz.
Onunla evlenmek istiyorum.
Simon çenesi kasılırken bakışlarını ondan kaçırdı. Uyarı için teşekkürler, dedi gergin bir sesle.
Dalton omuz silkti. Ama evlenemiyorum. Sen onunla neden evlenmediğini benimle yüz yüze
konuşmadığın sürece.
Simon sandalyesinde arkasına yaslanırken acı dolu bir kahkaha attı. Tasmamı kısalttılar.
Dalton başını salladı. Liverpool.
Evet. Görünüşe bakılırsa Agatha tamamen sınırları aştı, kendi endişelerimle başa çıksam bile, artık o
kamuoyunun gözünde eleştirilen bir duruma geldi. Gereğinden fazla insanın odak noktası oldu. Liverpool
benim de Yalancılar Kulübü’nün de bu şekilde dikkat çekmesini istemiyor. Sabahın ilk saatleri olmasına
rağmen Simon bir kadeh konyak içmek için şiddetli bir istek duydu. Üstelik bu sınırlara saygı
göstermezsem, James Cunnington’ın aklanmasıyla ilgili tüm desteğini de çekeceğini belirtti.
Dalton Simon’ın masasının yanındaki kanepeye otururken bir küfür savurdu. Hesapçı hergele. Daima sana
daha çok hakim olmak istedi.
Şimdi oldu işte. Agatha asla ağabeyinin kariyerini riske atmaz.
Ve sen de bunu yapmasını asla ondan istemezsin. Hayır.
Dalton dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi. O halde vereceğim haber ilgini çekebilir. Saldırıdan
sonra Vekil Prens’in Cunnington’ı hemen kahraman ilan etmesi için haber yolladım.
Simon kaşını kaldırdı. Liverpool’un isteklerine karşı gelerek yaptığını tahmin ediyorum?
Dalton’ın dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Mesajı gönderdiğimde böyle bir itirazdan resmen
haberdar değildim diyelim.
Zekice.
Daha ziyade çaresizlik. Liverpool tayin edildiğinden beri Kraliyet Dörtlüsü tarafından denetlenen tüm
operasyonlar üzerindeki kontrolünü sıkılaştirdi.
Ona sadakatinin sonsuz olduğunu sanıyordum. Dalton parmaklarım ovuşturdu. İngiltere’ye sadakatim
sonsuzdur. Liverpool’a olan sadakatim ise buna ters düşmediği noktaya kadar uzanır ancak.
Bilgece bir duruşun var derim. Saplantı birçok büyük adamı mahvetmiştir. Liverpool da haddini aşabilir
gibi görünüyor.
Doğru. Ama daha önemlisi Vekil Prens James’i Kraliyet Toplantısı’na davet etti. Liverpool’u kurtardığı
için onu halkın önünde onurlandıracak.
Simon doğruldu, içinde hızla yeşeren ümit hareketlerine canlılık vermişti. Ne?
Dalton başıyla onayladı. Tabii, bir süre daha bilgi sızdırmış olduğu hatırlanacaktır, ama suikast bunun
içinde yer almıyor.
Simon çok hızlı düşünüyordu. Ama bu Liverpool’un James’i görevden almaya yönelik yapacağı
girişimlerin önüne geçecektir. Artık bu tehdidi işe yaramayacak.
Dalton sırıttı. Biliyorum.
Simon’ın aklında planlar uçuşuyordu. Evlilik. Bir yuva. Uyandığında Agatha’yı görebileceği bir hayat...
Ama o esas aşılamaz sorun ortada durmaya devam ediyordu. Agatha’nın hayatı tehlikede olacaktı. Simon
bu işten sonsuza dek çekilmediği sürece.
Senin yerin doldurulamaz.
Gerçekten de öyle miydi? Bu iş belli özellikleri olan adamlar gerektiriyordu. Zenginlik ve güce karşı bir
ihtiras beslemeyen adamlar. İleri görüş ve zeka sahibi, statü veya sınıf ayrımı gözetmeyen adamlar.
İngiltere’ye her şeyden vazgeçebilecek kadar büyük bir aşkla bağlı adamlar.
Karşısında durmakta olan adam gibi.
Her şey artık tek bir soruya bağlıydı. Yalancılar Kulübü’nü seçip Agatha’yı Dalton’a mı vermeliydi?
Yoksa elindeki işi Dalton’a verip geri kalan günlerini işsiz ve muhtaç olarak mı geçirmeliydi? Her gece
Agatha’nın kollarında uykuya dalacak bir muhtaç?
Simon daima kolay olanları sevmişti.
Sandalyesine tekrar yaslanarak Dalton’a soğukkanlılıkla gülümsedi. Covent Garden’da yapılacak türden
bir pazarlık yapma vakti gelmişti. Epeydir saha çalışmasını özlü-yordun, değil mi?
Yirmi Beşinci Bölüm
Bunu kaçırmana izin vermeyeceğim. James hiddetli bakışlarıyla genç kadını olduğu yere mıhlamıştı.
Yüzünün solgunluğu ve Button’m boyunbağını takmakta olması nedeniyle tavana kaldırdığı çenesi bu
bakışların korkutucu etkisini bir miktar azaltıyordu.
Agatha gururla gülümsedi. Saray kıyafetinin içinde çok iyi görünüyorsun. Bundan fazla etkilenmemek için
seni uzun yün donunla hayal etmemem gerekli.
James tavana doğru yüzünü buruşturdu. Seni arsız kız.
Kitap kurdu. Agatha çocuk gibi bu söz dalaşını devam ettirdi.
Şaka bir yana James muhteşem görünüyordu.
Soluk mavi redingotu altın renkli ipliklerle işlenmişti, yeleği ve dizlerine kadar uzanan pantolonu ise buna
uygun krem rengi satenle kaplıydı. Krem rengi saten bir askı da James’in yaralı koluna bağlanmak üzere
Button’ın omzunda durmaktaydı.
Agatha hayranlıkla başını salladı. Button, galiba maaşına yeniden bir artış yapacağım. Bütün bu kıyafeti
sadece dört günde hazır edebildiğine inanamıyorum.
Aggie, kıyafetimi övdüğün yeter. Gelmen konusunda ısrar ediyorum. James Button’dan kurtulmuş sağlam
eliyle manşetlerini düzeltirken coşkuyla ona bakıyordu.
Agatha bir an sessiz kaldı, neşesi kaybolmuştu. Seni utandırmak istemiyorum, dedi.
James gözleri öfkeyle parlayarak onun yanına gitti. Böyle düşünmen beni incitiyor.
Ama bu senin günün olmalı, diyerek itiraz etti Agatha. Bunu hak ettin. Ben ortada görünürsem, herkesin
konuşacağı tek şey 'baca temizleyicisinin metresi’ olacak. Bunu da nerede duydun? James öfkeden deliye
dönmüştü. Bunu duymak zorunda değilsin. Hizmetçilere hakkımda ne konuşulduğunu sordum.
Bir isim takacaklarını biliyordum, hazırlıklı olsam iyi olur diye düşündüm. O yüzden gitmesem daha uygun
olacak. Vekil Prens’i rahatsız etmek de istemem.
James surat astı. O kadar şaşıracağını sanmıyorum. Button bu sözleri duyunca kıkırdadı. Bence çok haklı,
Bayan Agatha. Ne hikayeler duyduğumu anlatsam..
James elini kaldırdı. Sanırım onları bir hanımefendinin duyması hiç de uygun olmaz, Button.
Button nazikçe onayladı. Olmaz, efendim. Çok haklısınız efendim. Sonra Agatha’ya dönerek sessizce ben
size sonra anlatırım, diye fısıldadı.
James konuşmaya devam etti. Daha da önemlisi Vekil Prens Simon’ı çok iyi tanıyor ve çok seviyor. Bu
yüzden şu senin baca temizleyicisini sana karşı pek kullanacağım sanmam.
Ah... Agatha şaşırmıştı. Simon Majestelerinin arkadaşı mı? Yüreği gururla dolmuştu. Ne kadar hoş.
O yüzden gitmelisin. Sana emrediyorum.
Agatha yumruklarını beline dayadı. Emir mi?
Israr ediyorum.
Öyle mi?
James sırıttı. 'Yalvarıyorum?
Çok daha iyi. Pekala o zaman. Gideceğim ama senin kadar iyi görünemeyebilirim, çünkü giyecek uygun
bir kıyafetim yok.
Button hemen atıldı. Ah, evet var, Bayan Agatha! James’in gardırobuna gidip içinden son derece zarif
mavi bir saten elbise çıkardı. Elbisenin desenleri James’in redingotundan yalnızca bir ton koyuydu. Üzeri
yoğun altın işlemelerle kaplıydı.
Agatha’nın şoke olmuş yüz ifadesi James’i inanılmaz derecede keyiflendirmişti. Sırıtarak, Hadi Aggie, git
giyin. Bu kadınların hazırlanması neden böyle uzun sürer ki? dedi.
En sonunda Agatha’nın tuttuğu soluğu neşeli bir çığlığa dönüşüverdi. Muhteşem görünen elbiseyi kaptığı
gibi odasına koşarken bir yandan da Nellie’ye sesleniyordu.
Kraliyet Odası çok özel bir yerdi. Agatha hayatında bu denli sanatsal ve estetik bir zenginlik görmemişti.
James ile uzun kadife bir halıdan yürüyerek geçmişler ve çoktan tören için toplanmış olan kalabalığın
yakınında durmaya başlamışlardı.
Varlığı nedeniyle kalabalığın arasında fısıldaşmalar olmuştu ama Agatha başını dik tutmaya devam
ediyordu. Belki de bu mükemmel elbisesini veya halıda yürürlerken James’in elini tutmasını konuşuyorlardı.
Agatha’nın ise tek hissettiği duygu gururdu. Sevgili ülkesinin en güzel salonunda hem James hem de kendisi
adına gururlanmıştı - ne de olsa Lord Liverpool’un kurtarılmasında onun da rolü vardı.
Agatha eğer saray mensupları veya diğer seyircilerin bakışlarına maruz kalacak olmasa, içinde bulunduğu
bu muhteşem salonu haftalar boyunca inceleyebileceğini düşündü.
Sadece tavandaki yaldızlı işleme detayları bile inanılmazdı. Altından ve kristalden yapılma devasa avizeler
bu tavandan sarkmaktaydı.
Kalabalığın içinde bir hareketlenme olup da Agatha bakışlarını upuzun odanın diğer tarafına çevirdiğinde,
gösterişli kumaşlarla kaplı bir kürsünün yükseldiğini gördü. Vekil Prens tahta çıkıyordu. Agatha
heyecanının arttığını hissetti. Prensi canlı görmeyi ne zamandır istiyordu...
Hmmm... Agatha biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Prens ilk bakışta pek de etkileyici değildi, tabii insan
geniş bel çevresinden etkileniyorsa o ayrı. Adam oldukça geniş bir bedene sahipti. Belki de yuvarlak demek
daha doğru bir tanımlama olacaktı.
Hiç şüphesiz üzerinde son derece gösterişli bir kıyafet vardı. Yalnızca altın işlemeli yeleği bile
Appleby’deki bir yıllık kazançları değerindeydi. Vekil Prens ihtişamlı kalçasını yerleştirmek üzere tahta
arkasını döndüğü sırada Agatha onu ilk kez net olarak gördü. Yüzü yuvarlak olmakla birlikte keskin
bakışları zeka parıltıları taşıyordu.
Agatha ondan hemen hoşlandı.
Lavinia bu adama neden beyinsiz demiş olabilir? diye James’e fısıldadı.
Hiçbir fikrim yok, diye fısıldayarak cevap verdi James. Ahlak konusundaki eksiklerine rağmen aslında çok
zeki bir adam.
Sonraki bir saat boyunca Agatha Vekil Prens’in huzuruna çıkanları verdiği görevler ve ödüllerle
onurlandırmasını izledi. Bazen sıkkın ve kaba, bazen canlı ve ilgili, bazen de alaycı ama neşeli
davranışlarıyla George IV gerçekten büyüleyici bir karakterdi.
Agatha böyle bir adamın Simon gibi birinden neden hoşlandığım anlayabiliyordu. Ve Simon’ın da aynı
şekilde Vekil Prens’ten neden hoşlandığım.
Korkunç giyimli bir adam - muhtemelen bir protokol görevlisiydi - James’in adını duyurduğunda Jamie
prensin karşısında durmak üzere yavaşça öne doğru ilerledi.
Prens ağabeyinin boynuna bir madalya taktığında Agatha’nm yanaklarından gurur gözyaşları süzülüyordu.
Tören bittiğinde genç kadın konuşulanların tek bir kelimesini dahi anımsamıyor olsa da James’in alkışlayan
insanları selamlamak için döndüğünde yüzünde beliren kıvanç dolu ifadeyi asla unutmayacaktı.
James yanına geri döndüğünde Agatha mutlulukla burnunu çekiyordu.
Bana söylediklerini duydun mu? diye sordu James.
Agatha başını sallayarak gülümsedi. Bir kelimesini bile duymadım. Ağlamakla meşguldüm.
James elini hayret dolu bir hareketle göğsündeki madalyaya götürdü. Hizmetlerimin devam etmesini
istediğini söyledi. Ömrüm boyunca! Görevime geri atanacağım!
Agatha onun güvenliği adına taşıdığı endişeyi bastırarak sevinçle gülümsedi. Tabii ki atanacaksın. Sensiz
ne yaparlardı?
Protokol görevlisi tekrar öne çıkarak, Majesteleri şimdi de Simon Rain’in dilekçesini dinleyecek! diye
duyurduğunda Agatha’mn kalbi duracak gibi oldu.
Simon prensin önünde durmak üzere kadife halıyla kaplı o uzun yolu yürüdü. Başını eğip selam verdi ve
prens onun adını söyleyene kadar başı önde bekledi.
Sonra prens elini tembel bir hareketle ona doğru sallayarak yaklaşmasını söyledi. Simon yaklaştı. Neler
oluyor Simon? Prens doğal bir ses tonuyla sormuştu bu soruyu ve izleyiciler onu duymamıştı.
Vekil Prens’in geçmişteki arkadaşlıklarını hatırlıyor olması Simon’ı rahatlattı. Majesteleri, görevimden
azledilmeyi talep etmek için buradayım.
Prensin gözleri kısıldı. Gerçekten mi? Neden? Evlenmek istiyorum, Majesteleri.
Uzun bir süre hiçbir yanıt vermeyen prens çok geçmeden, Kiminle? diye gürledi.
Bayan Agatha Cunnington ile.
Cunnington? Az önce buradaydı. Kız kardeşi mi? Evet, Majesteleri.
Kaşları kalkan prens neşeyle kıkırdadı. Şu meşhur baca temizleyicisi sen misini
Benim.
'Simon prensin bir süre kahkahalarla gülmesini izlemek zorunda kaldı.
En sonunda prens gözlerini silerken kıkırdaması hala sürüyordu. Ah, bu çok komik.
Gerçekten iyi bir şakaya ihtiyacım vardı. Çok geçmeden gözleri zeka parıltıları saçan Vekil Prens birdenbire
geri geldi. Bu kadını bana getirin!
Simon itiraz edemeden görevli öne çıktı. Majesteleri
Bayan Agatha Cunnington’ı çağırıyor. Kalabalığın içinde fısıldaşmalar yükseldi. Simon bu sırada baca
temizleyicisinin metresi sözünü birden fazla kez duydu. Bu adı her duyduğunda öfkesi daha da artıyordu,
nereye gitse bunu duyacakmış gibiydi sanki.
Agatha ise bu açıkça duyulabilen aşağılamadan hiç etkilenmemiş görünüyordu. Bu insanların arasından
asaletle yürüyerek Simon’m yanma gitti ve prense reverans yaptı.
Görevli Agatha’yı resmi bir şekilde takdim etti. Prens onu selamladı. Agatha sakin sakin adamın yüzüne
baktı. Majesteleri, dedi.
Prens bir an için onu dikkatle inceledi, Simon onun beğeniyle baktığını görebiliyordu. Bir an için
Agatha’yı bu Soylu Hovarda’nın karşısına çıkardığına pişman oldu.
Prens dikkatini Simon’a çevirerek, Bir hikaye kokusu alıyorum. Anlatın bana, dedi.
Simon hiçbir şeyi kendine saklamadan prense olup biten her şeyi anlattı. Banka hesaplarında gördüğü ilk
ipucundan başlayarak Parlamento binasının dışında uzaklaşmak zorunda bırakıldığı ana kadar her ayrıntıyı
prensin önüne serdi. Agatha’nın ülkesi için neleri feda ettiğini prensin bilmesini istiyordu. Kendi talebi
reddedilse bile en azından belki Kraliyet Agatha’yı bundan sonra koruması altına alırdı.
Anlatılanları dikkatle dinleyen prens çok etkilenmiş görünüyordu. Agatha da serinkanlı duruşunu
kaybetmeksizin Simon’ı dinliyordu. Yalnızca Simon baştan çıkarıldığını söylediği sırada minik bir itiraz
bakışı attı ona. Simon bunu görmezden geldi, çünkü prensin Agatha’nm doğal yeteneklerini öğrenmesi
istediği en son şeydi.
Simon sözlerini bitirdiğinde, üçü uzun bir an sessiz kaldılar.
Prens Agatha’ya döndü. Pekala, konuş bakalım! Sen bir centilmenle evlenerek güzel bir hayat yaşamak
üzere doğmuş bir leydisin. Bütün bunları babası belli olmayan
bir baca temizleyicisi için bir kenara atabilecek misin? Macera dolu bir hayatı tercih ederim, Majesteleri. Bu
adamla evlenmek istiyor musun?
Agatha gamzelerini ortaya çıkararak gülümsedi ve başını yana eğdi. Evet, Majesteleri. Eğer bana teklif
edilirse. Prens Simon’a döndü. Teklif etmedin mi? Şaşkındı. Senin ruhunda hiç romantizm yok mu be
adam?
Benim konumumda birinin evlenmesinin pek akıllıca olmadığını düşünmüştüm. Onun için tehlikeli
olabilir. Hmmm. Neden bahsettiğini anlıyorum. Agatha’ya döndüğünde bakışlarındaki hayranlık açıkça
görülüyordu. Bu adam, bu soysuz doğmuş, vücudunda bir gram bile romantizm barındırmayan bu adam mı
senin istediğin şimdi?
Korkarım öyle, Majesteleri. Her zaman zevksiz olduğum söylenmiştir.
Daha iyisini yapabilirdin.
Agatha kirpiklerini kırpıştırarak güldü. Evet, biliyorum. Öte yandan siz Majesteleri’nin gönlü zaten dolu
olduğundan, ben de ikinci en iyiyle idare etmek durumundayım. Simon prensin bu sözlerden hoşlandığını
görebiliyordu. Prens başını çevirmeksizin bakışlarını Simon’a yöneltti. Kız biraz edepsiz. Bununla başa
çıkabileceğine emin misin?
'Her gün kendime bunu soruyorum.
Prens kıkırdayarak arkasına yaslandı. Bu çok etkileyici. Bir leydi ile bir baca temizleyicisi. Buna karşı
koyamam. Azledildin, Simon Rain, tek şartım ben bu kadına kur yapmaya başlamadan onunla hemen
evlenmen olacak. Bir an için bir sessizlik oldu. Siz ikinizin Londra’yı kendi tarzınızda dize getirmenizi
izlemek çok eğlenceli olurdu aslında, fakat böylesine sadık bir çiftin evladının da kimse yüzünden utanç
duyduğunu görmek istemem. Bu nedenle... Simon’a yaklaşmasını işaret etti. Diz çök! Duygu-sallaşmamn
zamanı değil şimdi.
Simon prensin önünde diz çöktüğünde Agatha’nın kalbi duyduğu gururla neredeyse duracaktı.
İngiliz İmparatorluğu’nun Vekil Prensi olarak bana verilen yetkiyle vesaire vesaire... Seni Sör Rain ilan
ediyorum.
Özür dilerim Majesteleri, ama gerçek adım Simon Montague Raines.
Prens şaşırdı. Sen Fransız mısın?
Annem Fransız’dı.
Peki, peki, devam edelim. Prens boğazını temizleyerek sözlerini sürdürdü. Seni Sör Simon Montague
Raines ilan ediyorum.
Agatha gözyaşları önünde kenetlediği ellerine damlayana kadar ağladığının farkına varmamıştı.
Şimdi rahibe gidiyorsun ve bu küçük çatlak kadın başım daha fazla belaya sokmadan onunla evleniyorsun.
Prens onlara alaycı bir şekilde sırıttı. Artık sosyetede size kapalı kalacak bir kapı bulabileceğinizi pek
sanmıyorum. Bu saçma insanlar romantik hikayelere bayılırlar.
Agatha görmeyen gözlerle prense reverans yaptı ve Simon’ın koluna girdi. Seyircilerin olduğu yerden
nasıl çıktıklarım hatırlamıyordu, kendini birden James ve Si-mon ile birlikte salonun dışında buluverdi.
Ah, Simon! Kollarını onun boynuna doladı, etraflarını sarmış görevlileri umursamaksızın onu tutkuyla
öptü. Sonra yumruğuyla onun omzuna vurdu. Bana gerçek ismini hiç söylememiş olduğuna inanamıyorum!
Simon sevgiyle gülümsedi ve Agatha’nın ellerini elleri arasına aldı. Pek değerli bir isim değil ama istersen
onu seninle paylaşabilirim.
Hmmm... Leydi Raines. Çok hoş bir tınısı var, sence de öyle değil mi? Kabul ediyorum.
Öyle olmasını ümit ediyorum!
Agatha gözlerini devirdi. Sonuna kadar romantizmden uzaksın.
Simon genç kadının eldivenlerini yavaşça çıkardı. Cebinden safirlerle bezenmiş altın bir yüzük çıkarıp
parmağına takarken Agatha’nm nefesi kesildi.
Simon onun ellerini dudaklarına götürüp her bir parmağını tek tek öperken, Evlen benimle, seni tüm
benliğimle seviyorum, dedi. Konuşurken sesi boğuktu. Ve sonsuza dek sevmeye devam edeceğim.
Agatha donakalmıştı, kalbi yerinden çıkacakmış gibi hızla çarpıyordu. Kesik kesik soludu. Sözümü geri
alıyorum. Sen inanılmaz derecede romantik bir erkeksin.
Simon alaycı bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. Ne demek istiyorsun?
Ah, hiç, hiçbir şey. Agatha ağabeyine döndü. Jamie, ben evleniyorum. Beni gelin olarak sen teslim edip
onurlandıracak mısın?
James utanıp sıkılmaksızın onların bu özel konuşmasını sırıtarak dinlemekteydi. Bundan şeref duyarım
Aggie. Simon itiraz etti. Bekle biraz. James’in sağdıcım olması gerekiyor.
Agatha başım eğerek dudaklarını büzdü. Hmmm. Demek rekabet var. Onu kimin alacağını kart çekerek
belirlemeye ne dersin?
Simon kolunu onun beline doladı ve şaşkınlıkla olup biteni seyreden korumaların arasından yürüyerek
geçtiler. İyi fikir. Ama benim kağıtlarımı kullanacağız ve kağıtları ben dağıtacağım.
Agatha çok sevdiği baca temizleyicisi-hırsız-casus-şövalyesine tatlı tatlı gülümsedi. Elbette.
Düğün töreni sade ama sevimliydi.
Çok eski bir kilise olan yapı taştandı. Yalnızca geçen yüzyılların sağlayabileceği bir zarafete sahipti.
Kapının çift kanadı da tören boyunca açık tutulmuştu. Olgunlaşan elmalardan yayılan mis koku meyve
bahçelerinden geçerek kiliseye ulaşmış, orada bulunan
herkesin meyve dolu ağaçları ve birbirine aşık iki kişiyi düşünmesine neden olmuştu.
Carriage Square ve Appleby’nin çalışanları burunlarını çekerek gelinin yanma dizilmişlerdi.
Damadın tarafında ise gözyaşlarını saklamadan ağlamakta olan hırsızlar ve katillerden oluşan görülebilecek
en tuhaf topluluk durmaktaydı.
Damada, onunla aynı işe gönül vermiş yakışıklı bir beyefendi olan iyi bir arkadaşı eşlik ediyordu.
Gelin ise ağabeyi tarafından damada teslim edilmişti.
Elbette.
Sonsöz
Sör Simon Raines yeni dekore edilmiş evinde ateşin yanında oturmuş gazete okuyor, elinde de akşam
yemeği sonrası aldığı konyak kadehini tutuyordu. Ateşin ısısı sonbaharın serinliğini yumuşatıyordu, haberler
iyiydi, konyak da harikaydı. Simon inanılmaz bir konfor içindeydi.
Aynı zamanda inanılmaz derecede sıkılıyordu.
Ah ama evlilik ona çok uygundu, hem de son derece uygun. Agatha’yla öylesine mutlu bir hayatı vardı ki
sürekli bu harika rüyadan ne zaman uyanacağını sorguluyordu. Şu anki durumunun sevgili karısıyla hiçbir
ilgisi olamazdı.
Simon’ın sorunu yapacak hiçbir şeyi olmamasıydı. Hayatında çalışmadığı bir dönem hiç olmamıştı. İlk
zamanlar çöplerin içinde paçavracıya satmak üzere elbise aradığını hatırlıyordu. Hayatını daima kendi
kazanmıştı. Şimdi ise ona bakılıyordu.
Evet, Yalancılar Kulübü’ne arada sırada uğradığı doğruydu. Yine de fazla bir şeye karışmamaya özen
gösteriyordu. Dalton’ın tıpkı onun gibi adamlarının koşulsuz sadakatini kazanmasını istiyordu çünkü. Bu
nedenle oradaki varlığını mümkün olduğunca sınırlı tutmaya çalışıyor, sadece ondan yardım istendiğinde
devreye giriyordu.
Bugünlerde adamlar küçük yetim baca temizleyicisini kimin evlat edineceği üzerinde tartışıyorlardı.
Robbie dış dünya farkına bile varmadan Yalancılar Kulübü’ne alınmış, bu mücadelenin keyfini sürmekteydi.
Simon bahsini Kurt üzerine yatırmıştı ve ikinci tahmini ise James’di.
Simon ihtişamlı sandalyesinde gerindi, leziz konyağından bir yudum daha aldı ve bulunduğu rahatsız edici
durumu düşündü.
Merhaba sevgilim. Agatha peşinde şapkasını ve pelerinini taşıyan hizmetçisiyle birlikte hızla odaya girdi.
Sonbaharın kömür kokusuyla karışık taze havasıda onunla birlikte içeri süzüldü
Simon aniden sıkıntısını unutuverdi.
'Yine mi alışverişteydin, küçük kız?
Tanrım, tabii ki hayır. Bir toplantı için hastaneye gitmiştim yalnızca. Abartılı bir tavırla ürperdi. Senin şu
manastırının her bir köşesini yeniden dekore ettikten sonra umarım bir daha asla alışverişe gitmem
gerekmez
Güzel. Halımın yerini de değiştireceksin diye korkuyordum. Simon paylaştıkları üst kattaki yatak odasını
işaret ederek söylemişti bu sözleri. Carriage Square’den getirdikleri mücevher renkli halı bu odada
durmaktaydı. Halı yeni dekorasyonla son derece uyumsuzdu ama Simon’ın ümranda bile değildi bu.
Agatha dudağını büzdü. Bu çok garip. O benim halım sanıyordum. Onu senden hak ederek kazanmıştım.
Kazanmadın. Hile yaptın.
Agatha üzerindeki dış giysilerinin sonuncusunu da hizmetçisine verdi. Teşekkür ederim Nellie. Pearson’a
bir demlik çay getirmesini söyleyebilir misin? Dışarısı çok soğukmuş. Biraz da acıktım. Aşçı Sarah da hafif
bir şeyler gönderebilirse harika olur.
Nellie neşeyle başını sallayarak dışarı çıktı.
Agatha Simon’a dönerek ellerini beline koydu. Ben hile yapmadım. Sen kötü oynadıysan bu benim suçum
değil. Kötü oynadım çünkü sen çıplaktın.
Yine de kaybeden sensin. Agatha eğleniyordu. Ellerini ısıtmak için şömineye yaklaştı. Simon kolunu
uzatarak onu kucağına çekti.
Ben seni ısıtırım.
Agatha ona iyice sokuldu. Şimdiden ısındım bile. Pekala, beni dikkatle dinlemeni istiyorum. Çünkü
düşünmeni istediğim bir şeyler var.
Yapmayacağım. Bunun yerine burnunu onun boynuna gömmüştü.
Simon, lütfen. Dikkatini bölmeden beni dinlemen gerekiyor.
O zaman soyun.
Simon, sana muhteşem bir haber vermek için eve alelacele döndüm. Senin yeteneklerin ve benim paramı
birleştirerek gerçekleştirebileceğimiz bir fikrim var.
Agatha’nın ısrarına yenik düşen Simon içini çekerek arkasına yaslanırken, daha sonra onun giysilerini
ateşe fırlatacağına dair içten içe kendine söz verdi. Umarım bu kez kunduz yetiştiriciliğine girmekten daha
iyi bir fikrin vardır.
Kunduz şapkalarının yeniden moda olmasıyla birlikte bu konuda paraya para demeyeceğimize hala
inanıyorum.
Öte yandan kunduzların bu şekilde yetiştirilmekten hoşlanacaklarını pek sanmıyorum.
Neyse boş ver. Birlikte bir okul açmamız gerektiğine karar verdim.
Balıklar için mi?
Hayır, dalga geçmeyi bırak. Ben çok ciddiyim. Daha şanssız doğanlar için Lillian Raines Okulu’nu
açacağız. Hmmm. Anneme atıfta bulunman çok ince bir düşünce, küçük kız, fakat geri kalanı biraz... Nasıl
söylesem, hiç çekici değil. Londra’daki ebeveynlerin kayıt yaptırmak için kapımızda kuyruk olacaklarını
pek sanmıyorum. Agatha yüzüne bakmak için onun kucağından kalktı.
Yüzünde halinden hoşnut bir ifade vardı. Tam üstüne bastın! Bu mükemmel.
Üzgünüm hayatım ama neden bahsettiğini anlamıyorum.
Küçük çocukları eğitiyor olmayacağız. Konuşmasını, sofra adabını geliştirmek isteyenleri eğitiyor
olacağız. Dans ve görgü kurallarını öğreteceğiz.
Harika bir öğretmensin Agatha ama...
Ve yankesiciliği, kasa açmayı, harita çıkarmayı. Simon bu sözleri duyup aniden ayağa fırlayınca
sandalyesi bu ani hareketle gıcırdadı. Ve sabotajı!
Evet! Yalancılar Kulübü için bir eğitim programı! Fikrimi beğendin mi?
Simon neşeyle gülümseyerek Agatha’yı kolları arasına alıp kaldırdı ve coşkuyla havada döndürdü.
Mükemmel bir fikir. Ve faal olarak işe alım yapabiliriz. Yalancılar bir daha asla eksik kadro çalışmazlar.
Bütün adamlar gerekli donanıma ve yeteneğe sahip olurlar.
Ve kadınlar.
Bu son söz anlık bir duraksamaya neden oldu ve Simon Agatha’ya meydan okur gibi baktı. Başından beri
amacın buydu, değil mi?
'Yani birkaç yetenekli kızı kullanabilirsiniz. Kadınlar çok küçümseniyorlar, hizmetçiler, mürebbiyeler
vesaire... Ve insanlar onların önünde her türlü konuyu konuşuyorlar.
Simon ona ışıltıyla gülümsedi. Kendine bir miktar iş çıkarıyorsun, öyle değil mi?
Hayır, dedi Agatha kendini beğenmiş bir edayla. Hayır mı? Buna şaşırdım. Oysa aksiyonun tam ortasında
olmak isteyeceğini düşünürdüm.
Ah, hayır. Ben eğitim vermekle zaten gereğinden fazla meşgul olacağım. Ayrıca aksiyonun tam ortası
giderek şişecek bir kadın için hiç de uygun olmaz.
Sımon’ın ağzı bir daha hiç kapanmayacakmışçasına açık kaldı.
Agatha tek parmağıyla onun ağzını kapatırken, Bir çocuk, sevgilim, dedi. Senin çocuğun. Küçük. Çoğu
zaman gürültülü. Çoğunlukla altı ıslak.
Bir çocuk. Simon’m kalbi yepyeni bir titreşimle atmaya başlamıştı. Onun çocuğu.
Kendine ait bir aile.
İşte o anda Simon’ın yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayılmaya başladı. Bütün yüzünü kaplayacak ve
çok uzun bir süre orada kalacak bir gülümseme.

Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin


5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.

Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.


Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz
Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza
Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com www.MobilMp3Ler.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp E-Book Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek
Adreslerinden Takip Ediniz.
Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net

You might also like