You are on page 1of 180

Tercüme: Hüseyin Okur

Semerkand Yayıncılık

İÇİNDEKİLER
Kitap Hakkında......11
Mukaddime...........13

BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN ÖNCESİ ve SURA ÜFÜRÜLÜNCEYE KADAR


OLAN HALLER
BİRİNCİ BÖLÜM
Ölümü Anmak ve Onu Sıkça Anmaya Teşvik....................19'
Sürekli Ölümü Anmanın Fazileti..........................................21
İslâm Büyüklerinin Konuyla İlgili Sözleri..............................24
Ölümü Hatırlamayı Kalbe Yerleştirmenin Yolları................27
İKİNCİ BÖLÜM
Birinci Fasıl
Kısa Emelin Fazileti..... 30
İkinci Fasıl
Uzun Hayal Kurmanın Sebepleri ve Tedavi Yolları............36
Üçüncü Fasıl
Uzun ve Kısa Hayaller Peşinde Olan İnsanların Dereceleri.... 41
Dördüncü Fasıl
Bir An Önce Amele Sarılmanın Önemi ve Ameli Ertelemenin
Tehlikeleri ......... 45
Ölümden Önce Taat ve İbadette Acele Etmek ..................50
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Â
Can Çekişme Ânı ...... 54
Yanık ve Yaralanma Gibi Olaylarla Can Çıkışının Kıyaslanması .......
55
Ölüm Sancılarının Şiddeti ve Ruhun Çıkış Şekli................58
Ölümün Âfet ve Musibetleri ................................................62
Ölüm Anında Takınılması Güzel Haller..............................69
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Birinci Kısım
Resûlullah'ın (s.a.v) Vefatı..................................................74
Hz. Peygamberin (s.a.v) Son Vasiyetleri............................76
Resûlullah'ın (s.a.v) Vefat Zamanı......................................79
Hz. Peygamber (s.a.v) Vefat Ettiği Zaman Sahabelerin Tutumu ....
81
İkinci Kısım
Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk'ın (r.a) Vefatı ..................................84
Üçüncü Kısım
Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı....... 86
Dördüncü Kısım
Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı....................................................92
Beşinci Kısım
Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı .... 95
Hz. Hasan ve Hüseyin'in (r.a) Vefatları..............................96
BEŞİNCİ BÖLÜM
Bazı Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Tasavvuf Büyüklerinin
Son Nefeslerindeki Sözleri ... 98
ALTINCI BÖLÜM
Cenazeye Katılan Kişinin Dikkat Etmesi Gereken Edepler ..... 108
Kabir Ehlinin Durumu ......................................................110
Kabir Ziyareti ve Ölülere Dua............................................111
Kabir Ziyaretinin Edepleri..................................................115
Ölülere Dua ve İstiğfarda Bulunmak ................................117
Ölüye Telkinde Bulunmak ................................................118
Mezarlıkta Kur'an ve Çeşitli Dualar Okumak....................120
Kabir Ziyaretinin Asıl Maksadı..........................................121
YEDİNCİ BÖLÜM
Birinci Kısım
Ölümün Hakikati ...... 125
Ruhun Bedenden Çıkması Ne Demektir?........................126
Ölümle Beraber İnsanın Değişikliğe Uğraması Kaç Şekilde Olur?
.... 127
Ruhun Hakikati ve Ölümden Sonraki Hali........................130

Ö
Ölüler işitir ve Görür mü? ................................................131
Ölümle Birlikte Kişinin Varacağı Yeri Görmesi..................132
Arifler ve Sâlihler Ölüm Hakkında Ne Dediler?................133
Ölümle Birlikte Kula Bahşedilen Nimetler ........................134
Ölen Kişi Hayattakilerden Haberdar mıdır?......................137
İkinci Kısım
Kabrin Ölü ile Konuşması..................................................140
Üçüncü Kısım
Kabir Azabı ve Münker-Nekir Meleklerinin Sorgulamaları .... 143
Müminin ve Kâfirin Kabirleri..............................................147
Kabir Azabı Nasıl Olur? Ruh Ölür mü?............................149
Soru ve Cevap ...... 154
Münker ve Nekir Meleklerinin Sorgulamaları....................155
Ölümden Sonra Akıl ve Şuur Kaybolur mu? ....................157

İKİNCİ KISIM SURA ÜFÜRÜLMESİNDEN CENNET ya da CEHENNEME


VARINCAYA KADARKİ DURUMLAR
Birinci Bölüm
Kıyametin Kopma Esnasındaki Sûra Ufürülme Olayı ......163
Sûr Denilen Aletin Çıkardığı Ses......................................166
Sûrun Şekli ve Mahiyeti....................................................167
Sûrun Üfürülmesinden Sonraki Bekleyiş..........................168
İkinci Bölüm
Halkın Mahşer Meydanında Toplanması..........................170
Üçüncü Bölüm
Mahşer Alanındaki Terleme..............................................174
Dördüncü Bölüm
Kıyamet Gününün Uzunluğu ....................................,.......177
Beşinci Bölüm
Kıyametin Zorlukları ve Tehlikeleri....................................180
Kıyametin Diğer İsimleri....................................................183
Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları..............................186
Altıncı Bölüm
Sorgulamanın Yapılması ..................................................189
Hesap Günü Allah'ı Görmek ............................................194
Müminlerin Hesaba Gizli Çekilmesi..................................196
Yedinci Bölüm
Amel Terazisi ........ 200
Sekizinci Bölüm
Kullar Arasındaki Davaların Görülmesi .............................203
Üzerinde Kul Hakkı Olduğu Halde Ölen Kişinin Durumu......204
Boynuzsuz Hayvanın Boynuzludan Hakkını Alması ..........206
Kul Hakkından Kurtulmak Mümkün mü?..........................210
Dokuzuncu Bölüm
Sırat Köprüsü ....... 215
Sırat Köprüsündeki Tehlikeler..........................................218
Sırat Köprüsünden Geçenler............................................219
Onuncu Bölüm
Şefaat ......... 222
Resûlullah'ın (s.a.v) Şefaati..............................................224
Resûlullah'ın (s.a.v) Ümmetinden Sâlihlerin Şefaati ........229
On Birinci Bölüm
Kevser Havuzu ......... 233
Kevser Havuzunun Şekli ve Mahiyeti................................234
On İkinci Bölüm
Cehennem ........... 238
Cehennemin Azap Vadileri................................................241
Cehennemin Diğer İsimleri................................................242
Cehennem Ateşinin Mahiyeti............................................243
Cehennem Halkının Ağlayışları........................................245
On Üçüncü Bölüm
Cennet .......... 251
Cennet Nimetlerinin Mahiyeti ve Çeşitleri ........................251
Cennet Ehlinin Vasıflarını ve Hallerini Anlatan Diğer Haberler .... 254
On Dördüncü Bölüm
Allah Teâlâ'nın Cemâlini Seyir..........................................257
On Beşinci Bölüm
Allah'ın Rahmetinin Genişliği............................................259
Hesapsız, Sorgusuz Sualsiz Cennete Girenler................267

KİTAP HAKKINDA
Kıymetli okuyucularımız,
Elinizdeki eser, önümüzdeki en önemli bir işi ele almaktadır. Dünyadaki
bir insanın ölümden ve ölüm ötesi hayata hazırlanmaktan daha önemli
bir işi olamaz. İnsan bu dünyada kısa bir süre, âhirette ise ebediyen
kalacaktır.
Yüce Allah bizim yaratıcımız, sahibimiz ve gerçek dostumuzdur. Âhiret
O'nunla buluşma yurdumuzdur. Bu kesin bir hüküm, değişmez bir
sonuçtur. Akıllı kimse, bu buluşmayı inkâr ve ihmal edemez.

Â İ Â
Âhirete giderken iki türlü ölüm vardır: İmanlı ve imansız. Âhirette
varılacak iki yurt vardır: Cennet veya cehennem. Orada ise iki sonuç
vardır: Yüce Allah'ın rahmeti veya gazabı.
İşte büyük İslâm âlimi, hüccetü'l-İslâm unvanı ile meşhur imam Gazâlî
(rah), elinizdeki eserinde, insanların mutlaka yaşayacakları bu gerçekleri
en güze şekilde anlatmaktadır.
Bu çalışma ebediyete gitmekte olan bütün insanlara bir uyarıdır, yol
haritasıdır, cennete giden yola çağrıdır, uyanma vesilesidir, tövbe
sebebidir.
12
ÖLÜM ve SONRASI
Bu eser onu inanarak okuyan, hakikatini anlayan ve gereğince amel eden
herkese cenneti ve Allah'ın cemâlini müjdelemektedir. Bundan öte hangi
saadet vardır?
Bu kitap, İmam Gazâlî'nin (rah) meşhur eseri İhyâü Ulûmi'd-Dîn'in son
bölümüdür. Müstakil olarak baskıları da vardır. Çeşitli tercümeleri
yapılmıştır.
Bizler bu eseri Semerkand titizliği ve sorumluğu ile okuyucularımıza
yeniden sunmayı gerekli gördük.
Eseri kıymetli hocamız Hüseyin Okur tercüme etti. Hocamız kitabın
içinde geçen hadislerin kaynaklarını tesbit ederek güzel bir çalışma
yaptı. Gerekli yerlere eklediği ara başlıklar ile tercümeye rahatlık
kazandırdı. Mânaya sadık kalarak dil ve üslûp yönüyle en anlaşılır
Türkçe'yi kullanmaya özen gösterdi. Bunda başarılı da oldu.
Eser baştan sona tarafımızca okunarak gerekli tashih ve düzeltmeler
yapılarak siz kıymetli okuyucularımıza sunuldu.
Bu baskıda kitabın bazı bölümleri kısaltıldı. Bu kısaltmalar kitabın asıl
konusuna bir zarar vermeden yapıldı. Bu, basım, alım ve okuma kolaylığı
için düşünüldü. Eser tam tercümesiyle büyük boy olarak ayrıca
basılacaktır.
Muhtemel hatalarımızı bize ulaştıranlardan Allah razı olsun.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
Dr. Dilaver SELVI

Bismillâhirrahmânirrahîm
MUKADDİME
Ölümle zalimlerin ve zorbaların boyunlarını büken, kis-râların bellerini
kıran, kayserlerin emellerini boşa çıkaran Allah'a (c.c) hamdolsun.
Bu zalim kimselerin kalpleri ölümü hatırlamaktan hep nefret etmiştir;
fakat Allah'ın (c.c) hak olan vaadi gerçekleşmiş ve onları helak
çukurlarına yuvarlamıştır. Onlar, saraylarından alınıp mezarlara
konulmuş, rahat yataklarının aydınlığından lahitlerin karanlıklarına
bırakılmışlardır. Câriye ve hizmetçileri ile oynaşmakta iken baykuşlara ve
böceklere yem olmaya terkedilmişlerdir. Lezzetli yiyecek ve içeceklerle
sürdürdükleri hayatlarından koparılıp toprak altında kıvranmaya
bırakılmışlardır. Dostlarıyla beraber iken yalnızlığa itilmişler, yumuşak,
atlas yataklarından felâketin kucağına atılmışlardır.
Bir bak! Onlar kendilerine ölümün gelmesini engelleyecek bir sığınak ya
da bir kurtarıcı bulabilmişler mi? Kendilerini ölümden gizleyecek bir
perde veya onu kendilerinden uzaklaştıracak bir koruyucu bulabilmişler
mi? Bak yüce Allah ne buyuruyor:
"Sen, onların herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya
on/ara ait cılız bir ses olsun işitiyor musun?"1
Meryem 19/97.
r
14
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
15
Kahır ve istilâsı ile tek olan, ebedîlik hakkını kendisinden başka kimseye
vermeyen, takdir ettiği ölümle bütün mahlûkatı zelil eden; ölümü
müttakiler için bir kurtuluş ve kendisiyle buluşma sebebi kılan; kıyamet
gününe kadar kabri asiler için bir zindan ve dar bir hapis yapan Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Zahirî (ve bâtınî; apaçık) nimetleri ihsan etmek, kahrıy-la intikam almak
O'na mahsustur. Yerdekilerin ve gökteki-lerin şükrü; öncekilerin ve sonra
gelenlerin hamdi O'nadır.
Apaçık mucize ve deliller sahibi Hz. Muhammed'e (s.a.v), onun âline ve
ashabına çokça salât ve selâm olsun.
Bundan sonra deriz ki:
Ölümün kendisini yakalayacağını, yatacak yerinin toprak olacağını,
toprak içindeki kurtların kendisinden hiç ayrılmayacağını, Münker ve
Nekir meleklerinin sürekli kendisiyle beraber olacağını, kabrinin
kendisine mekân, toprak altının da karargâhı olacağını, kıyametin kendisi
için bir sözleşme yeri, cennet ve cehennemin son durak olduğunu bilen
kişiye gereken; sadece ölümü düşünüp onu anmak; yalnızca ona
hazırlanıp onun için tedbirler almak; ancak onu beklemek, onun derdine
düşmek; tek kaygısı ölüm olup ona çare aramak ve daima onun gelişini
gözetmek olmalıdır.
Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sayıp kendisini me-zarlardaki
insanlar arasında görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey yakındır;
uzakta olan ise hiç gelmeyecek olandır. Hz. Peygamber Efendimiz
(s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Akıllı kimse, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için hazırlanandır."2
Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu kalben devamlı zikretmektir.
Devamlı zikredebilmek ise onu hatırlatan şeylere kulak vermek ve
dikkatini ona vermeyi sağlayacak şeylere yönelmekle mümkündür.
Bunun için biz burada ölüm olayının, ölümden önceki ve sonraki hallerin,
kulun devamlı hatırlaması ve tekrar etmesi gereken âhiret, kıyamet,
cennet ve cehennem ile ilgili konuların üzerinde duracağız. Sürekli
ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir.
Gerçekten ölümden sonrası için vakit ve kervan yaklaştı; ömürden az bir
şey kaldı; fakat yüce Allah'ın, İnsanların hesaba çekilecekleri (gün)
yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler"3
âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler.
Ölüm ve ölümle ilgili meseleleri iki kısımda ele alacağız.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek,
4/251; Mün-zirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4916. Enbiyâ 21/1.

BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN ÖNCESİ ve SÛRA ÜFÜRÛLÛNCEYE KADAR


OLAN HALLER
• Ölümü anmanın ve ölümü anmaya teşvik
etmenin fazileti
* Kısa ve uzun emelin ne olduğu
• Ölüm sarhoşluğu (can çekişme), ölümün şiddeti ve ölüm anında
yapılması uygun olan
güzel haller
• Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) ve ondan sonra gelen
râşid halifelerin vefatları
* Bazı halifelerin, devlet adamlarının ve sâlih insanların ölüm anında
söyledikleri sözler
• Arif kişilerin cenaze ve kabirler hakkında bazı
sözleriyle kabir ziyaretinin hükmü
• Ölümün hakikati ve ölünün kabirde iken sûra
üfürülene kadar karşılaşacağı şeyler
* Rüyada keşif yoluyla, ölülerin hallerine dair
elde edilen bilgiler hakkındadır

BİRİNCİ BÖLÜM

ÖLÜMÜ ANMAK ve ONU SIKÇA ANMAYA TEŞVİK


Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı
derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü
zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan
tiksinir. Onlar, Allah'ın (c.c) haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:
"De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır.
Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah'a
döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir."4
İnsanlar üç kısımdır:
• Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar.
• Pişman olup yeni tövbe edenler.
• Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseler. Dünyaya ve şehvetlerine
dalanlar, ölümü hiç akıllarına
getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da dünyada yapamadıkları şeyler
için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar.
Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, hatırlaması onu Allah'a
yaklaştırmaktan daha çok uzaklaştırır.
Pişman olup tövbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tövbe
etmesinin mânası tam yerine gelsin diye ölümü
4 Cum'a 62/8.
20
21
sıkça anar. Bazan o, daha azığını hazırlamadan ve tövbesi tamam
olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü
hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması
bakımından mazur görülür. Bu kişi Resûlullah Efendimizin (s.a.v),
"Kim Allah'a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı
istemez"5 hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve
Allah'a (c.c) kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurlarından dolayı Allah'a
kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları
söylemektedir.
Bu kişinin durumu, sevgilisinin razı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona
kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen
sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mâna ile Allah'a (c.c) kavuşmayı
kötü gören biri sayılmaz.
Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alâmeti, onun ölüm için
daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul
olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba
dahil olur.
Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseye gelince o dâima ölümü
hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman
sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu arifler çoğu zaman
ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkâr kimselerin
doldurduğu bu dünyadan kurtulup âlemlerin rabbine kavuşmak için
ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabeden Huzeyfe (r.a) vefatının
son anlarında şöyle demiştir:
"Dost (ölüm), bana fakirlik halimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık
duyan iflah olmaz. Allahım! Muhakkak
5 Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 17; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz,
10; ibn Mâ-ce, Zühd, 31.
sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de
yaşamımdan bana daha sevimli idi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da
sana kavuşayım."6
Günahlarından tövbe edip Allah'a güzel amellerle kavuşmak arzusunda
bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, arif
kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır.
Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah'a havale eden, nefsi
için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse
için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi mevlâsı için en sevimli olanıdır.
Böyle bir kimse ileri seviyedeki sevgi ve muhabbetinin çokluğundan
dolayı rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef
budur.
Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya
sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan
uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı
vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve
şehvetlerini acı-laştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir.

SÜREKLİ ÖLÜMÜ ANMANIN FAZİLETİ


Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Lezzetleri kesip atan
ölümü çokça zikrediniz."7
Yani, ölümü zikrederek dünya zevklerini kendinize acı-laştırın ki, ona olan
bağlılığınız kopsun ve bu vesileyle de Allah'a yönelebilesiniz. Resûl-i
Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde,

6 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/352.,


7 Hadisin bir başka rivayetinde geçen "hadim" ifadesi ile mâna,
"Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça anın" şeklinde olmaktadır. Hadis
için bk. Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-
Müstedrek, 4/321.

22
ÖLÜM ve SONRASI
"Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini hayvanlar bilselerdi,
(korkudan erirlerdi de) onlardan besili bir et yiyemezdiniz"8
buyurmuşlardır.
Hz. Âişe (r.anh) Hz. Resûlullah'a, "Ey Allah'ın Resulü, şehitlerle beraber
hasredilecek biri var mıdır?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehidlerle beraber
haşredilecektir"9 buyurmuşlardır.
Ölümü anmanın bu kadar faziletli olmasının nedeni, insanı bu aldatıcı
dünyadan uzaklaştırması ve âhiret için hazırlık yapmaya teşvik
etmesidir. Ölümden gafil kalmak ise insanın dünyanın şehvetlerine
dalmasına sebep olur. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki:
"Ölüm müminin hediyesidir."10
Hz. Peygamber'in (s.a.v) böyle söylemesinin sebebi şudur: Bu dünya
müminin zindanıdır; çünkü orada daima bir sıkıntı içerisinde olur. O,
nefsine karşı mücahede, dünyanın zevklerine karşı bir riyazet ve
şeytanın hilelerine karşı daima bir savunmanın içerisindedir. Ölüm, onun
bu işkenceden kurtuluşudur. Dolayısıyla bu kurtuluş da kendisi için bir
hediye olmuş olur.
Yine Resûl-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde, "Ölüm, her mümin için bir
kefarettir"11 buyurmuşlardır.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10557; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 5126;
ayrıca bk. Deylemî, a.g.e., nr. 5099.
Irâkî hadisi bu lâfızlarla bulamadığını söyler. Zebîdî, İthâfü's-Sâde isimli
eserinde, isnadın Taberânî'nin el-Evsat'ında geçen rivayetini zikretmiştir.
Rivayet şöyledir; "Ey Âişel Ümmetimin şehidleri azaldığı zaman, kim her
gün yirmi beş defa, 'Allahıml Bu günümü ve bugünden sonrasını benim
için hayırlı ve bereketli kıl' der de, sonra ya-tağındayken ölürse, Allah ona
şehidlerin kazandıkları mükâfatı verir" (bk. Taberânî, el-Evsat, nr. 7672;
Zebîdî, ithaf, 12/274).
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9884; Hâkim, el-Müstedrek, 4/319; ibn Hacer
Askalânî, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 807; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 599;
Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5123.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9885, 9886; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ,
3/143; Hatîb, Târîhu Bağdat, 1/347; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr.
42122.
İMAM GAZÂLÎ
23
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle şunu kastetmiştir: Gerçek
müslüman, samimi mümin; müslümanların, onun elinden ve dilinden
emin olduğu kimsedir. Onda müminlerin güzel ahlâkları yerleşmiştir; o
ufak tefek küçük günahların dışında büyük günahlarla kirlenmemiştir.

İ
İşte ölüm, kendisini o küçük günahlardan arındırır; farzları edâ etmiş ve
büyük günahlardan sakınmış ise, ona kefaret olur (kötülüklerini
temizler).
Atâ-i Horasânî anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) içinden kahkahaların
yükseldiği bir meclise uğradı ve, "Meclisinizi zevkleri bulandıran şeyle
karıştırınız" buyurdu. Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü, nedir o zevkleri
bulandıran şey?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v), "Ölümdür"cevabını
verdi.12
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Ölümü çokça anın; zira o, günahları temizler ve
gönlü dünyadan uzaklaştı-
rır.
'13
Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde de, "Ayırıcı (dünyadan
kopana) olarak ölüm yeter"u buyururlar.
Bir başka hadislerinde ise, "Bir nasihatçi olarak ölüm yeter"
buyurmuştur.15
Bir gün Allah Resulü (s.a.v) mescide vardığında birtakım insanların
konuşup gülüştüklerini duydu; onlara,
12 İbn Ebü'd-Dünyâ hadisi, Kitâbü'l-Mevt a.öh eserinde Atâ-i
Horasânî'den mürsel olarak rivayet etmiştir, bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 42112; Zebîdî, İthaf, 14/18.
13 Sehâvî, el-Mekasidü'l-Hasene, 1/143; ibn Tolun, eş-Şezre, 1/132;
Zebîdî, İthaf, 14/19. Beyhakî Şuabü'l-imârfda Hz. Peygamber'in kahkaha
atarak gülen bir topluluğun yanına uğradıktan sonra, "Lezzetleri yakıp
yok eden ölümü çokça anın" hadisini nakleder; bk. a.g.e., nr. 826.
14 Zebîdî, ibn Ebü'd-Dünyâ'nın hadisi, Bin ve's-Sıla adlı eserinde mürsel
olarak rivayet ettiğini zikreder, bk. a.g.e., 14/19; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr.
1931; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42115; Sehâvî, Makâşıdü'l-
Hasene adlı eserinde, Beyhakî'nin Zühd kitabında bu rivayetin Fudayl b.
iyâz'a ait bir söz olarak kaydedildiğini zikreder.
15 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 8331; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
nr. 18204; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42117.
24
"Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki,
şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız"^
buyurdu.
Bir defasında, Allah Resûlü'nün yanında bir adamın ismi anılınca
oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v),
"O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?"diye sordu; oradakiler, "Biz onun
ölümü andığını hiç işitmedik" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v),
"O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş" buyurdular.17
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın yanında on kişi
bulunuyordu, en son ben gelmiştim. Ensardan bir zat, "Ey Allah'ın Resulü!
insanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v)
şu cevabı verdi:
İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır.
İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah
'm ikramları ile giderler."18

İSLÂM BÜYÜKLERİNİN KONUYLA İLGİLİ SÖZLERİ


Hasan-ı Basrî der ki: "Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da
akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı."
Rebî' b. Huseym, "Kişinin beklediklerinin içerisinde ölümden daha
hayırlısı yoktur" demiştir. Yine Rebî şöyle diyordu: "Beni kimseye
anlatmayınız; yalnızca rabbime havale ediniz."
Buhârî, Eymân ve'n-Nüzûr, 3 (nr. 6637); Tirmizî, Zühd, 9 (nr. 2319);
Ahmed b. Han-bel, el-Müsned, 2/313;
Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 3622; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr.
18207. Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 12/13536; Bezzâr, el-Bahrü'z-
Zehhâr, nr. 1676; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 9615; Zebîdî, ithâl,
14/20.
İMAM GAZÂLÎ
25
Hikmet ehlinden bir zat dostlarından birine gönderdiği mektubunda
şöyle diyordu: "Ey kardeşim! Ölümü arayıp da bulamayacağın diyara
(âhirete) göç etmeden önce bu dünyada iken ondan sakın, hazırlıklı ol."
ibn Sîrîn'in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini
kaybetmişçesine dona kalırdı.
Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce ölümden,
kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze
varmışçasına ağlarlardı.
İbrahim-i Teymî şöyle der: "İki şey benden dünya zevkini kesip attı;
ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ'nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi
düşünmek."
Kâ'b Ahbâr, "Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve
kederlerini çözmek kolay gelir" demiştir.
Ebû Bekir Mutarrif şöyle anlatır: "Bir gün Basra Mesci-di'nde idim.
Uykudaki birinin gördüğü gibi ben de birinin şöyle seslendiğini gördüm:
"Ölümü anmak, Allah'tan korkanların kalplerini paramparça etti. Allah'a
(c.c) yemin olsun onları şaşkın bir halde görürsün."
Ebû Hânî Eş'as anlatıyor: "Hasan-ı Basrî'nin sohbetlerine devam ederdik.
Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiret olayları ve ölümü
anmak oluyordu."
Tabiînden Safiyye (rah) anlatıyor: "Kadının biri, Hz. Âi-şe'ye (r.anh)
kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişe (r.anh) ona, 'Öyleyse ölümü çokça
an; kalbin yumuşar' dedi. Kadın Hz. Âişe'nin dediğini yaptı; kalbi
yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti."
Hz. İsa'nın (a.s) yanında ölümden bahsedilince vücudundan ter yerine
kan damlardı.
Hz. Davud'un (a.s) yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde,
mafsalları birbirinden ayrılma dercesine gelin-
26
ÖLÜM ve SONRASI
ceye kadar ağlar; Allah'ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi.
Hasan-ı Basrî der ki: "Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun
üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir."
Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birine, "Bana öğütte bulun" dedi. Âlim,
"Sen ölecek ilk halife değilsin" dedi. Ömer, "Biraz daha nasihat et"
deyince âlim şöyle devam etti:
"Hz. Âdem'e (a.s) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası
sana gelmiştir." Bunları duyan Halife Ömer ağlamaya başladı.
Rebî' b. Huseym evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya
girer, içinde ölümü zikreder ve, "Bir an olsun kalbimden ölümü
hatırlamak çıksa kalbim bozulur" derdi.
Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: "Şu ölüm var ya, servet
sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler
hazırlayınız."
Ömer b. Abdülaziz, Anbese'ye şunları söylemiştir: "Ölümü çokça an, eğer
rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana
genişletir, teselli eder."
Ebû Süleyman Dârânî (rah) anlatıyor: Ümmü Harun'a (rah), "Ölümden
hoşlanır mısın?" diye sordum. O, "Hayır, hoşlanmam" dedi. "Niçin?" diye
sordum, "Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak
istemem. Allah'a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü
nasıl isteyebilirim ki!" diye cevap verdi.
İMAM GAZALİ
27

ÖLÜMÜ HATIRLAMAYI KALBE YERLEŞTİRMENİN YOLLARI


Bil ki, ölüm korkutucu, tehlikesi ise çok büyüktür. İnsanların ondan gafil
olmalarının sebebi onu az düşünüp az zikretmeleridir. Onu ananlar da
kalplerini her şeyden arındırarak temiz bir kalple değil, dünya şehvetleri
ile meşgul bir kalple andıklarından, bu onların kalplerinde bir tesir
meydana getirmez.
Bunun çaresi, kulun gözünün önündeki ölümden başka, kalbindeki her
şeyi çıkarıp atmasıdır. Bu aynen, tehlikeli bir çöl veya deniz yolculuğuna
çıkacak kişinin düşüncelerini sadece bu yolculuk üzerine
yoğunlaştırmasına benzer. Ölümün zikri kulun kalbine yerleştiği zaman,
çok sürmez, ona hemen tesir etmeye başlar. Bunun sonucunda o kişinin
dünyaya karşı keyfi azalır, kalbi onun şehvetlerine meyletmez.
Ölümü hatırlamanın kalbe fayda sağlamasının en tesirli yolu, senden
önce göçen akranlarını ve emsallerini çokça anman, onların ölümlerini
ve yıkılıp toprak altına girdikleri durumlarını hatırlaman, makam ve
mevkilerindeki güzel şekillerini gözünün önüne getirmenle olur. Sonra,
toprağın onların güzel suretlerini nasıl çürüttüğünü düşünmen,
kabirlerinde âzalarının nasıl birbirinden ayrıldığını hayaline getirmen,
kadınlarını dul; çocuklarını nasıl yetim bıraktıklarını, mallarını
terkettiklerini görmen; onların mes-cidlerde ve meclislerdeki boş kalan
yerlerine ibretle bakmanla olur.
Bir insan, ölen birinin bütün hayat safhalarını ve hallerini düşündüğünde,
kalbinden onun nasıl öldüğünü düşünür; onun şeklini hayaline getirir;
nasıl neşelendiğini, ko-şuşturmacalarını, hayat ve yaşam ümitlerini,
ölümü hiç ha-
28
OLUM ve SONRASI
tırına getirmediğini, dünyalık şeylere aldanışını, kuvvetine ve gençliğine
güvenişini, gülüşmeye, oyun ve eğlenceye meyledişini, önünde duran ve
çabucak kendisine yetişen ölümden ve felâketten nasıl habersiz
olduğunu, hayatta iken hareket halinde olduğunu fakat şimdi ayaklarının
ve mafsallarının çürüyüp yok olduğunu, konuşan dilinin kurtlar ve
böcekler tarafından nasıl yenildiğini, gülen dişlerinin arasının nasıl
topraklarla dolduğunu, belki ölümüne bir ay dahi kalmadığı halde,
ihtiyacı olmamasına rağmen on yılın sonrasının derdine düşüp
tedbirlerini aldığını, hiç ummadığı gafil bir anında ölümün pençesine
yakalandığını, ölüm meleğinin kendisine gözüküp cennetlik mi,
cehennemlik mi olduğunu haber verdiğini hatırına getirir.
İşte bu düşüncelere dalan kimse nefsine bir bakar ve kendisinin de onun
gibi olduğunu düşünür. Gafletinin onun gafleti, akıbetinin de onun akıbeti
gibi olacağını anlar (ona göre çalışır ve maksadına ulaşır).
Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Ölüleri andığında kendini de onlardan
biri olarak say."
İbn Mesud (r.a), "Bahtiyar kişi başkasından ibret alandır" demiştir.

Ö
Ömer b. Abdülaziz (rah) der ki: "Her gün, sabah akşam birini hazırlayıp
Allah'a yolcu ettiğinizi, sonra da onu toprağın içine bıraktığınızı görmez
misiniz? Böylece o, toprağı kendisine yastık ediniyor, dostlarından ayrılıp
bütün her şeyden ilişkisini kesmiş bulunuyor."
Bu ve buna benzer düşünceleri devam ettirmek, kabirlere gitmek ve
hastaları ziyaret etmek kalpte ölüm düşüncesini taze tutar; hatta bu
düşünce onda öyle bir hal alır ki ölüm gözünün önünden ayrılmaz. İşte o
zaman ölüme hazırlık başlamış ve dünyadan uzaklaşmış olur. Yoksa
sadece ölümü kalbin dışıyla anmanın, onun hakkında tatlı tatlı
İMAM GAZÂLÎ
29
konuşmanın, ikaz ve uyarı hususunda faydası gerçekten çok azdır.
İnsan, dünya nimetlerinden bir şey hoşuna gittiğinde, hemen o anda bir
gün ondan ayrılacağını aklına getirmelidir.
Bir gün İbn Mutî' evine baktı; onun güzelliğine hayran kaldı. Sonra,
"Allah'a yemin olsun ki, eğer ölüm olmasa seninle sevinir, varacağımız
dar bir mezar olmasaydı dünya ile gözlerimiz aydın olurdu" dedi ve
yüksek sesle ağlamaya başladı.
30

İKİNCİ BÖLÜM (UZUN EMELİN TEHLİKESİ KISA EMELİN FAZİLETİ,


UZUN EMELİN SEBEPLERİ ve TEDAVİ YOLLARI)

BİRİNCİ FASIL

KISA EMELİN FAZİLETİ


Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Abdullah b. Ömer'e (r.a) şöyle buyurmuştur:
"Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını
düşünme. Hayatından ölümün, sıhhatinden de hastalığın için bir şeyler
ayır. Ey Abdullah, yarın isminin (halinin) ne olacağını hiç bilemezsin." 19
Hz. Ali'den (r.a) gelen bir rivayette Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizin için beni en çok korkutan şey; hevâya (şehvetlere) uymak ve uzun
emeldir. Hevâya uymak sizin Hakk'a ulaşmanızı engeller. Uzun emel ise
dünya sevgisinden
Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10543;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41.
İMAM GAZÂLÎ
31
kaynaklanır." Hz. Peygamber (s.a.v) sonra şöyle devam etmiştir:
"Dikkat edin! Allah Teâlâ dünyayı sevdiklerine de sevmediklerine de verir.
Fakat bir kulunu sevdiği zaman ona imanı bahşeder. Dikkat edin! Bazı
insanlar dinin, bazıları ise dünyanın derdine düşerler. Sizler dinin derdine
düşün, dünyanın kulu kölesi olmayın.
•s
Dikkat edin! Dünya arkasını dönüp gitmektedir. Dikkat edin! Âhiret
yönelmiş (size doğru) gelmektedir. İyi biliniz ki, sizler amelin olduğu
fakat hesabın olmadığı bir dünyadasınız. İyi biliniz ki, sizler amelin
olmadığı hesap gününe doğru yaklaşmaktasınız."20
Ümmü'l-Münzir (r.anh) anlatıyor: Bir akşam vakti Resûlullah (s.a.v) bir
grubun yanına vardı, onlara, "Ey insanlar! Allah'tan utanmıyor musunuz?"
buyurdu. Oradakiler, "Ne oldu ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Allah
Resulü (s.a.v),
"Çünkü yiyemeyeceğiniz şeyleri biriktiriyor, ulaşamayacağınız hayallere
kapılıyor ve içinde oturamayacağınız evler inşa ediyorsunuz"
buyurdular.21
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) anlatıyor: Üsâme b. Zeyd, bir ay sonra ödemek
üzere 100 altına Zeyd b. Sâbit'ten (r.a) bir câriye satın aldı. Bu haberi
işiten Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
20 Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 44167; Zebîdî, İthaf, 14/36. Irâkî,
hadisin tamamını ibn Ebü'd-Dünyâ'nın Kasrü'l-Emel adlı kitabında
zikrettiğini söyler.
21 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebtr, 25/172; ibn Ebü'd-Dünyâ, Kasrü'l-Emel,
nr. 5; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10562; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
10/284; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 44162; Zebîdî, İthaf, 14/36.
32
"Üsâme'nin bir aylık vade ile yaptığı alışveriş sizin tuhafınıza gitmiyor
mu? Gerçekten Üsâme uzun emel (uzun hayal) sahibi biriymiş. Nefsimi
kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, gözlerimi açtığımda bir
daha kapatmadan, yukarı kaldırdığımda aşağıya indirmeden öleceğimi,
ağzıma bir lokma aldığımda da onun boğazımda takılıp kalacağını ve
Allah'ın (c.c) ruhumu kabzederek öleceğimi düşünürüm." Sonra
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Ey âdemoğullarıl Eğer akıllı iseniz kendinizi ölülerden sayınız. Nefsimi
kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, size vaad edilen
(ölüm) mutlaka gelecektir, siz bunu engelleyemezsiniz."22
İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz su döktüğünde (hela
ihtiyacını giderdiğinde) hemen akabinde teyemmüm alırdı. Ben
kendisine, "Ey Allah'ın Resulü, yakınınızda su varken bu teyemmüm
niye?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Bilemem; belki suya ulaşamam
diye!"23
Rivayet edildiğine göre; bir keresinde Resûlullah (s.a.v) eline üç tane
sopa aldı. Birini önüne, diğerini yan tarafına dikti. Üçüncüsünü de uzak
bir yere... Sonra ashabına hitaben, "Bunun ne anlama geldiğini biliyor
musunuz?" diye sordu. Ashab, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Re-
sûl-i Ekrem (s.a.v) onu şöyle anlattı:
"Bu insan, bu eceli, bu da emelleridir (hayalleri). İnsanoğlu emellerinin
peşinden koşarken, daha ona ulaşamadan eceli onu yakalayıverir."24
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10564; ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk,
8/75; Ebû
Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 6/94.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292;
Begavî, Şer-
hu's-Sünne, nr. 4031; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276.
Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6760. Zebîdî, ithaf, 14/38; bk. Tirmizî,
Emsal, 7.
İMAM GAZALİ
33
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"İnsanoğlunun durumu, etrafını doksan dokuz tane temenninin (arzu ve
isteğin) kuşatmasına benzer. Eğer bu arzular onun yakasını bırakmışsa,
artık iyice yaşlanmış demektir."25
İbn Mesud (r.a) demiştir ki: "Şu inşan, şunlar da onun etrafını saran
tehlikelerdir ve ona doğru gelmektedir. Bu tehlikelerin ötesinde ihtiyarlık
vardır. Uzun emel (boş beklentiler) ise ihtiyarlıktan sonra gelir. İnsan
çeşitli temenniler içerisinde iken bu tehlikeler ona doğru gelmektedir.
Allah neye emrederse, o kulun başına gelir. Bunlardan hiçbiri başına
gelmeze, onu ihtiyarlık öldürür. O ise ihtiyarlığın ötesindeki bir şeyleri
temenni edip durmaktadır."
Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: "Bir defasında Resûlullah (s.a.v) bize
bir şey anlatmak için yere dörtgen çizdi. Ardından bu dörtgenin ortasına
bir çizgi çekti. Bu çizginin yan tarafına doğru birçok çizgi çektikten sonra
da bir çizgiyi dörtgenin dışına taşırdı. Sonra bize, 'Bunun ne anlama
geldiğini biliyor musunuz?' diye sordu. Bizler, 'Allah ve Resulü daha iyi
bilir' dedik. Resûlullah (s.a.v) ortadaki çizgiyi göstererek, 'Buinsandır';
(etrafındakini göstererek) 'Buda onu kuşatan ecelidir'; (ortadaki çizginin
etrafını saran çizgileri göstererek) 'Bunlar ise insanı devamlı sıkıntı ile
eriten olaylardır. Biri başa gelmese diğeri gelir, insanı yıpra-tır.' Dışarıya
çıkan çizgiyi göstererek, 'Şu da insanın emelleridir' (hayalleri)
buyurdular."26
25 Tirmizî, Kader, 14; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 2/241; Hatîb-i Tebrîzî,
Mişkât, nr. 1579.
26 Buhârî, Rikâk, 4; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 22; ibn Mâce, Zühd, 27.
34
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
35
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
İnsanoğlu yaşlandığı halde kendisiyle birlikte iki huyu sürekli kalır.
Bunlar, dünya hırsı ve emelleridir (nihayetsiz hedefleri)."
Hadis bir diğer rivayette şöyledir: İnsanoğlu ihtiyarladığı halde kendisiyle
beraber iki haslet genç kalır. Bunlar, dünya malına ve uzun yaşamaya
olan hırsı."27
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: "Bu ümmetin ilk döne-mindekiler yakînî
imanları ve zühdleri sayesinde kurtuldular. Son döneminde gelenler ise
cimrilik ve uzun emel (nihayetsiz arzu ve istekler) nedeniyle helak
olacaklardır."25
Şöyle anlatılır: Bir ara isâ (a.s) otururken yaşlı bir adamın kürekle yeri
kazdığını gördü ve, "Allahım! Onun kalbinden nihayetsiz emelleri çıkar"
diye dua etti. Biraz sonra adam işini bırakıp yere yattı, öylece bir müddet
bekledi. Bunu gören İsâ (a.s), "Allahım! Ona emelleri iade et" diye duada
bulundu. O anda adam ayağa kalkarak tekrar çalışmaya başladı, isâ (a.s)
adamın yanına giderek neden bu şekilde davrandığını sordu. Yaşlı adam
şöyle dedi:
"Bir ara çalışmakta iken nefsim bana, 'İhtiyarladın, daha ne zamana
kadar çalışacaksın?' dedi, ben de küreği bir tarafa atıp yan yattım. Bu
sefer de nefsim bana, 'Hayatta olduğun müddetçe maişetinin temini için
çalışmak zorundasın' dedi, ben de kalktım, küreğime sarılıp çalışmaya
başladım."
27 Müslim, Zekât, 114-115 (nr. 1046-1047); ibn Mâce, Zühd, 27 ;
Tirmizî, Zühd, 28; Ah-med b. Hanbel, el-Müsned, 3/192; Begavî, Şerhu's-
Sünne, nr. 4087.
28 Süyûtî, Câmiu's-Sagîr, nr. 9256; Miittakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr.
7388; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5281.
Hasan-ı Basrî (rah) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v) sahabelerine,
"Hepiniz cennete girmek istiyor musunuz?" diye sordu. Sahabeler, 'Evet,
ey Allah'ın Resulü" dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"O zaman emellerinizi kısa tutun, ölümünüzü gözlerinizin önüne getirin
ve Allah'tan tam manasıyla haya edin"
buyurdular.29
Resûlullah (s.a.v) bir duasında şöyle demiştir:

Â
"Allahım! Âhirefm hayırlarına engel olan dünyadan sana sığınırım.
Ölümün hayırlarını engelleyen hayattan sana sığınırım. Salih amel
işlemeye mani olan uzun emelden sana sığınırım."30
29 İbn Ebü'd-Dünyâ, hadisin tamamını Kasrü'l-Emel adlı kitabında
Hasan-ı Basrî'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Zebîdî, İthaf, 14/41.
Hadisin son kısmı için bk. Tabe-rânî, el-Mu'cemü'l-Keb"\r, 20/216;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/387.
30 ibn Ebü'd-Dünyâ, hadisi, Kasrü'l-Emel adlı kitabında Havşeb'den
rivayet etmiştir.(bk. Zebîdî, İthaf, 14/41).
t'
36
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
37

İKİNCİ FASIL

UZUN HAYAL KURMANIN SEBEPLERİ ve TEDAVİ YOLLARI

Bil ki, uzun emel kurmanın (uzun hayaller peşinde olmanın) iki temel
sebebi vardır:
• Dünya Sevgisi
• Cahillik
Dünya Sevgisi
Dünya sevgisine bağlanıp uzun hayaller peşinde olmak şöyle olur:
Kul dünyaya muhabbet gösterip onun şehvetlerine, lezzetlerine ve
onunla alâkalı şeylere bağlandığı zaman ondan ayrılmak kendisine zor
gelir. Muhabbetle bağlandığı şeylerden kendisini ayıracak olan ölümü
anmayı istemez. Hoşlanmadığı tüm şeylerden kendini uzak tutar.
İnsanın kalbi birçok kuruntu ile doludur. Nefsi daima muradına uygun
düşler peşindedir. Bütün arzusu dilediği kadar dünyada kalabilmektir.
Bunun için hep dünyayı düşünür ve içinde hep dünya için bir şeyler ölçüp
biçmeye başlar.
Dünyada devamlı kalabilmek arzusuna bağlı olarak; mal, evlât, ev, dost,
binecek ve diğer ihtiyaçları üzerinde planlar kurup hazırlıklar yapar. Kalbi
bu düşüncelerin üzerinde durur, hep bunları düşünür. Ölümü anmaktan
gafil kalır. Onun yakın olduğunu düşünmez.
Kimi zaman ölüm aklına gelse, onun için hazırlık yapma gereğini
farketse de kendi kendine, "Daha gençsin, önünde çok uzun zaman var,
vakti geldiğinde tövbe edersin" der. Yaşı biraz ilerlediğinde de,
"İhtiyarlayınca tövbe edersin" der. İhtiyarlık gelip çatınca ise, "Bu evin
inşaatını bitir, şu araziyi bakımlı hale getir, bu yolculuktan dön öyle, şu
çocuğunu büyüt, evlendir, ev-bark sahibi yap, şu beni kahreden
düşmanımın başına bir musibetin geldiğini göreyim öyle tövbe edeyim"
diye hep erteler.
Cehennem ehlinin ekserisinin feryadı bugünün işini yarına
bırakmaktandır. Onlar orada, "Yapmamız gerekenleri ertelediğimiz için
eyvahlar olsun bize!" diyeceklerdir.
İbadet ve itaatlerini daima erteleyen zavallı kimse, bugün için ertelemek
istediği şeyin, yarın tekrar kendisiyle beraber olacağını bilmez ki! Ancak
o, bu süreyi uzatarak düşüncelerinin daha da kuvvetlenmesini ve
derinleşmesini sağlamış olur. Dünyaya dalanın, onun bekçiliğini yapanın
boş vakti olacağını sanır. Eyvah ki eyvah! Dünyanın meşgalelerinden
ancak onu atanlar kurtulabilir. Şairin de dediği gibi:
Bitirememiştir hiç kimse dünyadan muradını, Bir haceti tükenirken diğeri
alır yerini.
Bütün bu temennilerin ve boş hayallerin temelinde dünya sevgisi, onun
şehvetlerine bağlılık ve Resûlullah Efen-dimiz'in (s.a.v) şu hadisinin
mânasından gaflet vardır:
"Sevdiğini dilediğin kadar sev; hiç şüphesiz ondan ayrılacaksın. "31
I
Taberânî, el-Mu'cemü's-Sagîr, nr. 705; Hâkim, el-Müstedrek, 4/324; Hatîb,
Târîhu Bağdat, 4/10; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1729, 1732.
38
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
39
Cahillik
İnsan bazan gençliğine güvenerek ölümün yakınlığını uzak görür. O
zavallı, şayet beldesindeki ihtiyarlar sayılsa sayılarının gençlerin onda
biri kadar bile olmadığını hiç düşünmez. Bunun sebebi, ölümün
gençlerde yaşlılara oranla daha çok olmasındandır. Öyle ki, bir ihtiyar
ölene kadar bin çocuk ve genç ölmektedir.
Bazan da kişi sıhhatine güvenerek ölümü ve onun ansızın çıkıp
gelivermesini uzak bir ihtimal olarak görür. O gafil insan ölümün
kendisine uzak olmadığını bilmez. Şayet ölümün onun yakasına
yapışması uzak bir ihtimal olsa bile ansızın hastalanması pek yakındır.
Zira tüm hastalıklar hiç beklenmedik bir anda belirir. Kişi
hastalandığında da ölüm ona uzak olmuş olmaz.
Eğer bu gafil insan biraz düşünse, ölümün belli bir vaktinin olmadığını;
genç, olgun, ihtiyar, yaz, kış, sonbahar, ilkbahar, gece, gündüz ayrımı
yapmadığını bilir ve ona hazırlık yapmakla meşgul olurdu. Fakat bu gibi
şeylerden cahil olması, dünyaya olan sevgisi onu uzun hayaller kurmaya
çağırması ve yakın olan ölümü hatırlamaktan gafil kalması nedeniyle o
kimse devamlı ölümün kendisinden çok ötede olduğunu zanneder. Bir
gün ölümün başına gelip kendisini pençesine alacağını düşünmez.
O hep başkasının cenazesini kefenleyeceğini zanneder; kendisinin
kefenleneceğini düşünmez. Bunun nedeni ölümü ve kefenlenmeyi daima
başkalarının üzerinde görmesin-dendir.
Kendisinin ölümüne gelince; ondan hoşlanmaz; onu düşünmez bile!
Çünkü o kendisi için hiç olmamıştır. Oldu mu da başka bir defa daha
gerçekleşmez. Bu ilk ve sondur. Bunun için onun takip edeceği yol,
kendisini daima
başkaları ile kıyaslaması, hiç şüphesiz kendisinin de cenazesinin
omuzlar üzerinde taşınıp kabre bırakılacağını bil-mesidir.
Belki de, şu an kişinin kabri boşaltılmış, lahdinin üzerine konulacak
tuğlalar hazırlanmıştır; onun ise hiçbir şeyden haberi yoktur. Gerçekten
bugünün işini yarına ertelemek koyu bir cehalettir.
Uzun hayaller peşinde olmanın sebeplerinin cehalet ve dünya sevgisi
olduğunu bildiğin zaman onun tedavisinin bu sebepleri ortadan
kaldırmak olduğunu anlarsın.
Cehaleti ortadan kaldırmanın yolu, huzurlu bir kalp ve safi bir düşünceyle
tefekküre dalmak, kalpleri tertemiz olan insanların hikmetli sözlerine
kulak vermektir.
Dünya sevgisini kalpten çıkarıp atmaya gelince; bunu gönülden
çıkarmak gerçekten zor bir iştir. Bu öyle müzmin bir hastalıktır ki onun
tedavisinde öncekiler ve sonrakiler âciz kalmışlardır. Onun tek bir ilâcı
vardır, o da âhiret gününe iman etmek; oradaki azabın büyüklüğüne ve
sevabın çokluğuna inanmaktır. Kişi ne zaman bunlara yakînî bir iman ile
inanırsa dünya sevgisi ondan çekip gider. Çünkü değeri büyük olan
şeyleri istemek, kıymetsiz olan şeyleri kalpten silmek demektir.
Kul dünyanın basitliğini gördüğü, âhiretin'de ihtişamının farkına vardığı
zaman artık dünyaya tenezzül etmez. Doğudan batıya dünyanın bütün
nimetleri kendisine verilse dahi o dönüp bakmaz. Dünyadaki nasibinin
azıcık bir şey olduğunu, bunun da insanı kederlendiren, midesini
bulandıran şeyler olduğunu bildikten sonra nasıl ona iltifat etsin ki?
İnsan böyle bir dünya ile nasıl sevinebilir? Âhirete iman eden birinin
kalbinde dünya sevgisi yerleşebilir mi?
I
40
OLUM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
41
Allah Teâlâ'dan sâlih kullarının dünyayı gördükleri gibi bize de
göstermesini dileriz.
Ölümü hatırlayabilmek için, emsal ve akranlarının ölümlerini
düşünmekten, onların cenazelerine ibretle bakmaktan daha etkili bir
tedavi yolu yoktur. Bak, ölüm nasıl hiç ummadıkları bir anda onları
yakalayıverdi?
Ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlanan gerçekten büyük bir
kurtuluşa ermiştir. Uzun hedefler peşinde koşan ise gerçekten büyük bir
hüsran ve zarar içerisindedir.
işte bunun için insan her an, her saat etrafına ve azalarına ibret nazarıyla
bakmalı, kabirde kurtların kendisini nasıl kemireceklerini, kemiklerinin
nasıl ufalanıp dağılacağını, haşere ve böceklerin hangi göz bebeğinden
yemeye başlayacaklarını, vücudunda ne varsa hepsinin o böceklere yem
olacağını düşünüp orada Allah rızâsı için öğrenilen ilimden ve yapılan
amelden başkasının fayda vermeyeceğini tefekkür etmesi gerekir.
Yine aynı şekilde karşılaşacağı kabir azabını, Münker ve Nekir'in
sorgulamalarını, tekrardan dirilmeyi ve hesap için toplanmayı, kıyametin
korkutucu hallerini, o büyük arz günündeki hesaba gelin çağrısını
düşünüp hayalinde canlandırmalıdır.
İşte bu ve benzeri düşünceler ölümü anmayı kalbe sevimli hale getirir ve
insanı ona hazırlık yapmaya sevkeder.

ÜÇÜNCÜ FASIL

UZUN ve KISA HAYALLER PEŞİNDE OLAN İNSANLARIN DERECELERİ

Bil ki, insanlar bu hususta farklı derecelere sahiptir. Bazısı dünyada


ebedî olarak kalmayı ister ve buna arzu duyar. Bunların durumu
hakkında âyet-i kerimede şöyle buy-rulur:
".. (Onlardan) her biri bin yıl yaşamayı arzular."32
Kimileri yaşlanıncaya kadar gördüğü en ihtiyar insanlar kadar yaşamayı
ister. Bunlar dünyaya karşı aşırı muhabbet besleyenlerdir. Bunlar
hakkında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İhtiyar kimse yaşlılıktan dolayı boyun kemikleri birbirine geçse dahi o,
dünya sevgisinde gençtir. Ancak takva sahipleri böyle değildir. Onlar ise
pek azdır."33
İnsanlardan bir kısmı sadece önündeki bir yılın temennileri içerisindedir.
O senenin haricindeki zamanlar için herhangi bir şeyle meşgul olmaz,
gelecek yıl yaşayabileceklerini düşünmezler. Onlar yazın kış için; kışın da
yaz için hazırlıklar yaparlar. Kendilerine bir yıl kadar yetecek miktarda
erzak topladıkları zaman ibadete koyulurlar.
I
32 Bakara 2/96.
33 İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, 1/243. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk, 5 (nr. 6420-
6421); Müslim, Zekât, 113-115 (nr. 1046).
42
ÖLÜM ve SONRASI
Bir kısmı mevsimlik ümitler içindedir; yazda ise yaz, kışta ise kışın
hazırlıklarını yaparlar. Onlar yazda iken kışlık; kışta iken de yazlık elbise
telâşına düşmezler.
Onlardan bir kısmı temennilerini sadece bir gün ve geceye yani yirmi
dört saate hasretmişlerdir. Yalnızca o günün hazırlığını yaparlar, yarın
için asla bir hazırlıkta bulunmazlar.
İsâ (a.s) şöyle demiştir: "Yarının rızkı için düşünüp durmayın. Eğer yarın
için ömrünüz varsa elbette rızkınız da onunla beraber gelir. Yok, eğer
yarına ulaşamayacaksanız başkasının hayatı için kaygılanmayın."
Bazı insanlar da vardır ki onların temennileri bir saati bile geçmez. Bu
hususta Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a şöyle
buyurmuştur:
"Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını
düşünme."34
Aynı şekilde bazı insanlar da bir saat dahi yaşayabileceklerini
düşünemezler. Nitekim Resûlullah Efendimiz (s.a.v) su döktükten sonra
suya yakın olmasına rağmen hemen oracıkta teyemmüm almış, bunun
nedenini soranlara da, "Belki suya ulaşamam diye (böyle yaptım)!"35
demiştir.
Kimilerinin de ölüm hep gözlerinin önündedir. Sanki her an öleceklermiş
gibi onu gözetleyip dururlar. Bu kişiler, namazlarını sanki dünyaya veda
edecek olan kişilerin namazları gibi kılarlar. Bu hususta Muâz b.
Cebel'den (r.a) gelen bir rivayet vardır; şöyle ki:
Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10543;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292;
Begavî, Şer-hu's-Sünne, nr. 4031; Halîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276.
İMAM' GAZALİ
43
Resûlullah (s.a.v) kendisine, imanının hakikati nedir diye sorduğunda
Muâz (r.a), "Bir adım attığımda diğer adımımı yere basamayacağımı
düşünüyorum"36 demiştir.
Habeşistanlı sâlihlerden olan Esved hakkında şöyle anlatılır: Bir gece
namaz kılarken (her namazı bitirdiğinde) sağına soluna bakınıyormuş.
Oradan biri, "Neden sağına soluna bakınıp duruyorsun?" diye

Ö
sorduğunda Esved, "Ölüm meleği hangi tarafımdan gelecek diye
bakmıyorum" demiştir.
İşte insanların mertebeleri bunlardır. Her birinin Allah (c.c) katında
dereceleri vardır. Bir ay bir gün yaşam arzusunda bulunan biriyle sadece
bir ay yaşamak arzusunda bulunan elbette bir değildir. Bu ikisinin
arasında Allah katında dereceler vardır. Zira âyet-i kerimelerde,
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez"37
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür"3a buyrul-muştur.
Emelleri (hedefleri) kısa tutmanın belirtileri, amel ve ta-atlerde aceleci
davranmada belli olur. Her insan hedeflerini kısa tuttuğunu iddia eder;
fakat yalanı hemen belli olur, çünkü yaptıkları bunu gösterir. Zira bazan
öyle şeylere özen gösterir ve önem verir ki, o sene içinde asla ona
ihtiyacı olmaz. İşte bunlar, onun emelini uzun tuttuğunun göstergesidir.
Allah'ın yardımı ile hayırlarda muvaffak olmanın alâmeti, kişinin ölümü
daima gözünün önünde bulundurması, ondan bir an dahi gafil
kalmaması ve ölümün her an kendisine geleceğini düşünerek hazırlıklar
yapmasıdır. Bu kul,
36 Ebû Nuaym, Hilyetü'l Evliya, 1/304-305.
37 Nisa 4/40.
38 Zilzâl 99/7.
44
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
45
İl
akşama kavuşursa Allah'a, kendisine itaat etme kuvvetini ve kudretini
bahşettiği için şükreder. Gündüzünü zayi etmediği, bilakis ondan
nasibini tamamlayıp âhireti kazanma yolunda nefsi için azıklar topladığı
için sevinir. Sabaha çıktığı zaman da aynı şekilde yapar.
Ne var ki, bu düşüncelere sahip olmak, ancak kalbini yarına ait
temennilerden boşaltmakla mümkün olur. İşte böyle biri öldüğü zaman
mutlu bir şekilde hayata gözlerini kapar ve âhiret zengini olur. Eğer
ölmez de hayata devam ederse ölüm ve ötesi için daha güzel hazırlıklar
yapabileceği, Allah'a daha çok münâcâta bulunacağı için sevinir. Ölüm
onun için bir mutluluk, hayat ise amel defterlerini hayırlı doldurmak için
bir fırsattır.
Ey zavallı insan! Durum ve hal böyle olunca, ölüm hep aklında bulunsun.
Zira bu yolculuk içerisinde ölüm daima seni kendine doğru çekmekte,
sen ise bundan gafil bir halde bulunmaktasın. Belki sen alacağın yolu
bitirdin, menziline çoktan vardın!

Ö
Ölüme hazırlanmanın son yolu, evvelce boşa harcadığı nefesleri şimdi
birer ganimet bilerek hemen amele sarılmaktır.

DÖRDÜNCÜ FASIL

BİR AN ÖNCE AMELE SARILMANIN ÖNEMİ ve AMELİ ERTELEMENİN


TEHLİKELERİ

Şunu iyi bil ki, bir kimsenin gurbette iki kardeşi olsa ve onlardan birinin
yarın, diğerinin de bir ay ya da bir sene sonra geleceğini beklese, elbette
bir gün sonra gelecek olan kardeşi için hazırlıklar yapmaya başlar.
Hazırlık yapmak beklenenin yakın olduğu anlamına gelir. Şu halde
ölümün kendisine bir yıl sonra geleceğini bekleyen kimse, bu süre ile
oyalanır durur. Bu müddetin ötesindeki şeyleri unutur. Artık o her sabah
bir seneyi bekler durur. Geçen hiçbir gün o seneden hiçbir şey eksiltmez,
işte bu, sürekli onun amel ve ibadetlere koşmasını engeller. Bu bir
senenin kendisi için çok uzun bir zaman olduğunu düşünerek devamlı
amellerini yarına erteler. Bu kimseler hakkında Hz. Peygamber
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizin dünyadan beklediği, azdıran bir zenginlik veya âhireti
unutturan bir fakirlik veya (safsatalar içerisinde) bunatan bir ihtiyarlık
yahut ifsat eden bir hastalık veya acele gelmesini istediğiniz bir ölüm ya
da deccâlden
46
ÖLÜM ve SONRASI
başkası değildir. Deccâl ise (şimdilik) gözükmeyen, beklenen bir serdir.
Yahut dünyadan beklediğiniz kıyamettir; kıyamet ise çok dehşetli ve çok
acıdır. "39
İbn Abbas (r.a) rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a.v) adamın birine
nasihatte bulunurken şunları söyledi:
"Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil:
• İhtiyarlığından önce gençliğinin.
• Hastalığından önce sıhhatinin.
• Fakirlikten önce zenginliğinin.
• Meşguliyetinden önce boş zamanlarının.
• Ölümünden önce hayatının."40
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İki nimet vardır ki insanların çoğu onda aldanmışlardır: Bunlar sağlık ve
boş zamandır."^ Yani insanların çoğu bu iki nimetin kıymetini ellerinden
çıkana kadar bilmezler.
Yine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Tehlikelerden) korkan kimse, gecenin ilk kısmında yol alır. Geceden yol
alan da menziline varır. İyi bilin ki Allah'ın (sizlere vermek istediği) malı
pek pahalıdır. Dikkat edin! Allah'ın malı cennettir."42
39 Tirmizî, Zühd, 3; Münzirî, et-Tergfb ve't-Terhîb, nr. 4913.
40 Hâkim, el-Müstedrek, 4/306; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 44031.
41 Buhârî, Rikâk, 1 (nr. 6412); Tirmizî, Zühd, 1 (nr. 2304); ibn Mâce,
Zühd, 15 (nr. 4170).
42 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 18 (nr. 2450); Hâkim, el-Müstedrek, 4/308;
Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5348. İbnü'l-
Alâ demiştir ki: "Hadis-i şerifte bahsedilen korkudan maksat, Allah
korkusudur. Gecenin ilk kısmından kastedilen, âhiret yolculuğudur.
Hadisi zahirî mânada aldığımızda, gecenin iik kısmını yolculuğa tercih
etmek eşkıyalardan korunmak içindir. Hadis-i şerifte anlatılmak istenen
şey, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için bir an önce sâlih
amellere sarılmaktır. Menzile ulaşmaktan kastedilen ise, hayırlı ameller
işleyerek kurtuluşa ermektir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/67).
İMAM GAZÂLÎ
47
Hz. Peygamber (s.a.v) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Sûra ilk üfürülmenin zamanı geldi. Ardından ikinci üfü-rülüş gelecek.
Ölüm ise tüm ağırlığı ile gelmiştir. "43
Resûlullah (s.a.v) ashabında bir gaflet veya aldanış sezdiğinde yüksek
sesle onlara, "Ölüm size kesin olarak gelecek! Ya şekavetle ya da
saadetle."44
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiğine göre, Resûlullah Efendimiz (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Ben bir uyarıcıyım, ölüm size aniden gelecek bir şeydir, kıyamet ise
buluşma (ve hesaplaşma) yeridir."45
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: "Güneşin hurma dallarının üzerinde
görüldüğü ve artık batmaya doğru meylettiği bir (ikindi) vaktinde Allah
Resulü (s.a.v) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
"Şu günümüzden geçen süre içerisinde (akşama kadar) ne kadar vakit
kaldı ise, dünyanın ömründen de (kıyametin kopması için) o kadar vakit
kalmıştır."46
Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur:
"Dünya baştan aşağı yırtılmış, sonundan (tek bir iple) bağlı kalmış bir
elbise gibidir. O ip de nerdeyse kopmak üzeredir."47
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 23 (nr. 2457); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5/136; Hâkim, el-Müstedrek, 2/513, ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk,
7/331; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10579; Kurtubî, el-Câmi', 10/170.
Rivayetin ilk kısmı şöyledir: Hz Peygamber (s.a.v) gecenin dörtte biri
geçtiği zaman kalkar ve şöyle buyururdu: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin..."
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10568, 10569; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl,
nr. 42099 Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6149; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr.
17693; ibn Kesîr, Tefsiru Kur'âni'l-Azîm, 6/2601.
Tirmizî, Fiten, 26 (nr. 2191); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/19; Ebû
Ya'lâ, el-Müsned, nr. 1101; Hâkim, el-Müstedrek, 4/505.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10240; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/138,
Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 6301.
48
ÖLÜM ve SONRASI
Câbir (r.a) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (s.a.v) hutbelerinde kıyametten
bahsettiği zaman sanki bir düşmanın gelişini haber veriyormuş gibi
sesini yükseltirdi. Öyle ki yanakları kıpkırmızı olurdu.
Yine bir defasında böyle bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: "Sizinle
beraber sabahladım ve sizinle beraber akşamladım. Ben kıyamete yakın
bir zamanda gönderilmiş bir peygamberim."48
Hz. Peygamber (s.a.v) bunu, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek
ifade etmişti.
Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: Bir defasında Resûlullah (s.a.v) En'âm
sûresinin 125. âyeti olan, "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun
kalbini İslâm'a açar"49 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
"İman nuru kişinin göğsüne (kalbine) girdiği zaman göğsü genişler."
Oradaki sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü, bunun alâmeti var mıdır?" diye
sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bu aldatan dünyadan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve
ölüm gelip çatmadan önce onun için hazırlıklar yapmaktır" buyurdu.50
Süddî, Mülk sûresinin ikinci âyeti olan, "O (Allah) ki, hanginizin daha
güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır"^ âyetinin
tefsirinde, "Hanginiz daha çok ölümü hatırlar, hanginiz ölüm için daha
güzel hazırla-
48 Buhârî, Rikâk, 39, (nr. 6503-6505); Müslim, Cum'a, 43 (nr. 867);
Nesâî, Ideyn, 22 (nr. 1577); ibn Mâce, Mukaddime, 7 (nr. 45); Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 3/124; ibn Haoer, Fethü'l-Bâri isimli eserinde hadisin
son kısmı için şu mânayı da verir: "Benimle kıyametin kopuşu arasında
az bir zaman kalmıştır" (bk. a.g.e., 13/151).
49 En'âm 6/125.
50 Beyhakî-, Şuabü'l-imân, nr. 10552; Hâkim, el-Müstedrek, 4/311;
Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 302; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr,
3/355.
51 Mülk 67/2.
49
nır ve ondan korkarak sakınır ve tedbirler alır diye bunları yarattı"
demiştir.
Sahabeden Huzeyfe (r.a) demiştir ki: "Her sabah ve akşam bir münadi,
'Ey insanlar! Yolculuk var, yolculuk var!' diye seslenir, zira âyet-i kerimede,
ölüm hakkında,
'O (cehennem) insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen
kimseler için büyük uyarıcı musibetlerden biridir' 52> denilmiştir."
Temîmoğullan'nın azatlısından Şüheym-i Medenî şöyle demiştir: "Bir
keresinde Âmir b. Abdullah'ın yanına uğradım, namaz kılıyordu; ben de
oturdum. O acelece namazı bitirdi, bana döndü ve, 'Hacetini söyle, çünkü
acelem var' dedi. Ben, 'Hayrola, acelen neyedir?' diye sordum, bana,
'Allah sana rahmetiyle muamele etsin! Ölüm meleği yaklaşmakta' dedi
ve benim hacetimi giderdi. Ben onun yanından kalktıktan sonra hemen
namaza koyuldu."
Davud-i Tâî bir yerden geçmekte iken adamın biri ona bir şey sordu.
Davud-i Tâî ona, "Beni bırak, canım çıkacak diye acele ediyorum
(yapmam gereken işlerim var)" dedi.
Hz. Ömer (r.a) şöyle diyordu: "Her şeyde ağırdan alarak ve ihtiyatlı
davranmak hayırlıdır; ancak âhiret işlerinde acele etmek gereklidir."
Münzir b. Sa'lebe anlatıyor: "Mâlik b. Dînâr'ın nefsine şöyle seslendiğini
işittim: 'Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et. Yazıklar
olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et.' Öyle ki bunu tam altmış defa
tekrarladı. Ben ise beni göremeyeceği bir yerde onu dinliyordum."
Hasan-ı Basrî bir vaazında şöyle demiştir: "Acele edinJ Acele edin! O
nefesleriniz var ya, şayet içinizde kalıp bir daha dışarı veremezseniz
kendisiyle Allah'a yaklaştığınız
Müddessir 74/35-37.
50
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
51

amelleriniz kesilir. Allah (c.c), günahlarının çokluğuna bakıp da göz


yaşları döken kuluna merhamet etsin."
Sonra, "Biz onlar için (günlerini ve nefeslerini) teker teker sayıyoruz"53
âyetini okudu ve, "Sayının sonu ruhunun çıkmasıdır; sayının sonu
ailenden, çoluk çocuğundan ay-rılmandır; sayının sonu kabir çukuruna
girmendir, dedi."

Ö Ü Ö İ
ÖLÜMDEN ÖNCE TAAT ve İBADETTE ACELE ETMEK

Ebû Musa-i Eş'arî (r.a) ölümünden önce ibedet ve taat hususunda o


kadar çaba sarfetmiş ve o kadar çalışmıştı ki, kendisinin bu durumunu
gören yakınları, "Biraz kendine acısan da yavaşlasan, nefsine birazcık
şefkat göstersen olmaz mı?" dediklerinde o, "Atlar yarış için serbest
bırakıldıklarında ve varış yerine doğru yaklaştıklarında olanca
kuvvetlerini harcarlar. Yeminle söylüyorum ki işte benim de ömrümden
bundan daha az bir zaman kaldı." Bu olayı anlatan râvi diyor ki: Ebû
Musa-i Eş'arî ölünceye kadar bu hal üzerine ibadete devam etti.
Ebû Musa-i Eş'arî hanımına diyordu ki: "Yükünü bağla, yolculuğa
hazırlan. Çünkü cehennem üzerinden geçilecek bir geçit yoktur."
Halifelerden biri54 minberde yaptığı bir konuşmasında şunları
söylemiştir: "Ey Allah'ın kullan! Elinizden geldiği kadar Allah'tan (c.c)
korkun. Hak yola çağrıldığında uyanan kimselerden olun. Şunu iyi bilin:
Dünya insanlar için kalınacak bir yer değildir. Öyleyse onu bırakıp ebedî
olan yurda yönelin. Ölüm için hazırlanın, çünkü o gölgesini üze-
53 Meryem 19/84.
54 Zebîdî işaret edilen halifenin Hz. Ali (r.a) olduğunu kaydeder (bk.
Zebîdî, ithaf,
14/72).
rinize sarkıtmış vaziyettedir. Bu dünyadan göç için hazırlanın, zira o sizin
için çok ciddi bir olaydır.
Dünya gibi her an noksanlaşan ve her saat yıkılan bir hedef için, en lâyık
olan uzun emelli olmamaktır. Gece ve gündüzün her an önümüze
getirmekte olduğu bir gaip (âhi-ret) için lâyık olan derhal ona
yönelmektir.
En güzel hazırlık, kula saadet ya da azap getiren ölüm için olmalıdır.
Allah katında takva sahibi olan kimse, nefsine öğütlerde bulunan,
ölmeden önce tövbe yapan ve şehvetlerini yenen kimsedir. Zira insanın
ölüm saati kendisinden gizlenmiştir. Boş emelleri onun için bir tuzak
olmakta, kendisine musallat edilen şeytan onu, "ileride tövbe edersin"
diye oyalamakta ve işlemesi için günahları kendisine süslü
göstermektedir. Bu hal insanın en gafil bir anında ölümün kendisini
yakalamasına kadar devam eder.
Şu bir gerçek ki, sizinle cennet ya da cehennem arasında ölümden
başka hiçbir şey yoktur. Günlerini Allah'a isyan içinde çürüten, ömrünü
kendi aleyhinde delil yapan gaflet sahiplerine yazıklar olsun.
Allah bizleri ve sizleri, nimetlerinin çokluğuyla şımarma-yan, günah
işlemeyerek O'na itaatte kusur etmeyen, öldükten sonra hasret ve
pişmanlık içinde bırakmadığı kullarından eylesin.
Gerçekten o Allah (c.c) bütün duaları işitir. Bütün hayırlar O'nun elindedir.
O dilediğini yapandır."
Müfessirlerden biri Hadîd sûresinde geçen, "...Fakat siz kendi başınızı
belâya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi
aldattı. O çok aldatan sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın
emri gelip çattı"55 âyetini şu şekilde tefsir etmiştir:
55 Hadîd 57/14.
52
ÖLÜM ve SONRASI
"...Fakat sizler şehvetlere ve lezzetlere meylederek başınızı belâya
soktunuz. Tövbe etmek için fırsatlar bekleyip durdunuz. Şüphelere
düştünüz ve kuruntular sizleri aldattı. O çok aldatan şeytan sizleri Allah
hakkında hak olmayan düşüncelerle aldattı. Nihayet Allah'ın emri olan
ölüm gelip çattı."
Hasan-ı Basrî demiştir ki: "Sabredin, dişinizi sıkın; bu dünya günleri pek
azdır. Sizler bekletilen bir kafilesiniz; çok geçmez içinizden biri çağrılır, o
da bir yere kaçamadan çağrıya icabet eder. O halde yanınızdakilerin en
iyisiyle bu dünyadan göç etmeye bakın."
Abdullah b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: "Sizlerden sabaha çıkan her
biriniz birer misafirdir. Malları ise bakması için ona verilmiş emanetdir.
Misafir yoluna devam eder, emanetler ise sahibine iade edilir."
Ebû Ubeyde-i Bâcî şöyle anlatır: Vefatına yakın Hasan-ı Basrî'nin yanına
gittik. Bizlere, "Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Allah sizleri ve bizleri
ebedî saadet yurdu cennetine koysun" diye dua ettikten sonra şöyle
dedi:
"Eğer sabrederseniz, tasdik edip inanırsanız bu ölüm güzel bir bildiridir.
Sakın ha bu dinlediklerinizden hisseniz, bir kulağınızdan girip öbüründen
çıkmak olmasın! Zira Hz. Muhammedi (s.a.v) görenler, sabah olsun
akşam olsun onun hiçbir taş üstüne taş koyduğunu (dünyalık için
çalıştığını) görmemişlerdir. Fakat onun için en yükseğe bir hedef
konulmuş, o da bu hedefe ulaşmak için kolları sıvamış ve ona ulaşmıştır.
Acele edin! Acele edin! Kurtulmaya bakın, kurtulmaya! Siz hangi hedefe
tırmanıyorsunuz? Kabe'nin rabbine yemin olsun ki ölümle burun buruna
gelmişsiniz.
Allah (c.c) hayatı kendine zorlaştırmadan maişetini kolay bir yoldan
temin eden, yeri geldiğinde kırıntılarla karnı-
İMAM GAZÂLÎ
53
nı doyurup eski elbiseler giyen, toprağa sarılan, ibadetlerinde gayret
gösteren, günahlarına ağlayan, azaptan korkup kaçan ve Allah'ın
rahmetini isterken ölüme yakalanıp o hal üzerine ölen kuluna rahmet
etsin."
Âsim Ahvel anlatıyor: Fudayl-i Rakkaşî'ye birtakım sorular sormuştum;
bana şunları söyledi: "Ey dostum! Etrafındaki insanların çokluğu ile
aldanıp kendini unutma! Çünkü ölüm bizzat sana gelecektir, senin yerine
kimse ölmeyecektir. Ölüm geldiğinde şuraya gideyim, buraya gideyim de
diyemezsin. Ölümle bir anda günlerin bitiverir, elinde hiçbir şey kalmaz.
Gerçekten ölüm senin için takdir edilmiştir. Dünyada geçmiş günahlarını
silip yok edecek yeni bir iyilikten daha güzel bir şey görme! Peşine
düşülecek ve elde etmek için çaba sarfedilecek en güzel iş budur."
54

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

CAN ÇEKİŞME ÂNI

Şunu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin
dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey
olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını
zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi.
Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük
hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın (bilgisi ve
yetkisi dışında) her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha
nazik olmaktadır.
Bu konuda hikmet ehlinden biri şöyle der: "Başkasının elinde olan bir
sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin."
Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: "Ey oğlum! Ölüm seni
ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır. Onun için sana aniden
gelmeden önce ona hazırlıklı ol."
Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerimde zevkü safa
içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç beş sopa vursa hayatı
zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz. Aynı insan, her nefes alıp
verişinde ölüm meleğinin her an canını alması tehlikesiyle karşı kar-
İMAM GAZÂLÎ
55
şıya iken bundan gafildir. Bunun tek sebebi, cehalet ve içinde bulunduğu
hayat ile aldanıştır.
Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası
bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise onu çektiği diğer acılara kıyas
ederek ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hallere
bakarak anlamaya çalışırlar.
Ö
Ölüm sancılarının kıyas yoluyla anlaşılmasına gelince: Şüphesiz ki içinde
ruh olmayan bir âza/organ acı duymaz. Acıyı ve sancıyı hisseden ruhtur.
Ne zaman ki bir aza ya-ralansa veya yansa bunun etkisi ruha sirayet
eder, azaya isabet eden maddî zarar nisbetinde ruh etkilenir. Acı veren
şey ete, kana ve diğer uzuvlara dağıldığından ruha bu acıdan çok az bir
şey isabet eder. Ama bu acılar içerisinde doğrudan doğruya ruha isabet
eden, parçalara ayrılmayan bir acı bulunursa o gerçekten büyük, şiddetli
ve dayanılmaz olur.

YANIK ve YARALANMA GİBİ OLAYLARLA CAN ÇIKIŞININ


KIYASLANMASI

Canın çıkma ânı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve
ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her
zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken
batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti
kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli
olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne
dağılarak sirayet et-mesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen
her yerine ateş değmiş gibidir. İşte bu sebeple etin etrafında olan ruhun
diğer cüzleri de bu acıyı hissederler.
- 56
Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan
yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz.
Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün
kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden,
mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip
çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma!
Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: "Ölüm kılıç
darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha
acı verici bir olaydır."
Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni
kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya
ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl
olduğunu bir düşün!
Dayak yiyen biri bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve
dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anlamına gelir. Ölen bir kimsenin
bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni;
üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün
bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat
ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta
gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan
âciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse
etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister, ama buna
güç yetiremez.
Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda
boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi
ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye
başlamıştır. (Gergin
İMAM GAZÂLÎ
57
olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına
vurmuştur; öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda
insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve
parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar.
Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma!
Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin
olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu
nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir.
Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya
başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları... Her âza acı üzerine acı,
belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar
dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık
(önceden tövbe etmemişse) tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret
ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlul-lah Efendimiz (s.a.v) şöyle
buyurmuşlardır:
"Can (ruh) boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur."56
Mücâhid (rah) Nisa sûresinin, "Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden
birine ölüm gelip çatınca, 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler için kabul
olunacak tövbe yoktur"57 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir:
"Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir. O vakit Azrail'in yüzü
yavaş yavaş görünmeye başlar. İşte bu sebeple can çekişme anındaki
peş peşe gelen sancılar ve
Tirmizî, Daavât, 98; ibn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/132; Hâkim, el-Müstedrek, 4/257; Beyhakî, Şuabü'l-lmân, nr. 7063.
Nisa 4/18.
58
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
59
ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!" Bunun için
Resûlullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur:
"Allahım! Muhammed'e (s.a.v) ölüm sancılarını kolay-laştır."5S

ÖLÜM SANCILARININ ŞİDDETİ ve RUHUN ÇIKIŞ ŞEKLİ

İnsanların ölüm sancılarının büyüklüğünü bilmelerine rağmen ondan


sakınmamalarının nedeni cahil olmalarındandır. Çünkü bir şeyi daha
meydana gelmeden önce bilmek (Allah'ın izni ve müsaadesi ile) ancak
peygamberlik ve velayet nuru ile mümkündür. Bu sebeple
peygamberlerin ve evliyaların ölümden korkuları çok büyük olmuştur.
Öyle ki, İsâ (a.s) ashabına şöyle demiştir:
"Ey havariler! Allah'a dua edin de şu ölüm sancılarını bana hafifletsin.
Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi."
Anlatıldığına göre İsrâiloğulları'ndan bir grup bir mezarlığın yanından
geçerken birbirlerine, "Allah'a (c.c) dua etsek de bu kabristahdakilerden
birini bizim için diriltse; biz de ona sorular sorsak" dediler ve hep birlikte
dua etmeye başladılar.
Derken kabirlerin birinden, alnında secde izi bulunan bir adam çıkıverdi,
onlara, "Ey insanlar! Benden ne istiyorsunuz? Ölüm acısını tadalı elli yıl
oldu, ama hâlâ acısı kalbimden gitmedi" dedi.
Hz. Âişe (r.anh) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatının
şiddetini gördükten sonra artık hiç kimsenin ölümünün kolay oluşuna
imrenmem."
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v) bir duasını şu şekilde yapmıştır:
"Allahım! Ruhu sinir aralarından, damarlardan ve parmak uçlarından
çekip alan sensin. Ailahıml Ölüme karşı bana yardım et ve onu bana
kolaylaştır."59
Hasan-ı Basrî (rah) şöyle anlatmıştır: "Bir keresinde Resûlullah (s.a.v)
sahabelerine ölümden, onun verdiği sıkıntı ve acıdan bahsetti; sonra,
'Onun acısı üç kılıç darbesi kadardır'60 buyurdu."
Resûlullah'a (s.a.v) ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle
cevap vermiştir:
"Ölümün en hafifi, yünün içinde bulunan pıtrağa benzer; hiç pıtrak yünsüz
çıkar mı? Elbette ki onunla beraber yün de gelir." 61
Resûlullah (s.a.v) ölüm döşeğinde olan bir hastanın ziyaretine gitti;
yanına vardığında şöyle dedi: "Onun çektiği acıları bilirim! Onun her bir
damarı ölümün acısını ayrı ayrı hissetmektedir."62
Hz. Ali (r.a) cihada teşvik eder ve şöyle derdi: "Şayet savaşta
öldürülmeseniz de muhakkak öleceksiniz! Nefsimi kudret elinde
bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cihad meydanında bin kılıç darbesiyle
öldürülmem bana yatakta ölmekten daha kolay gelir."
Evzaî (rah) der ki: "Bana kadar gelen bilgilere göre; ölü, tekrar dirilinceye
kadar ölümün acısını hisseder."
58 Tirmizî, Cenâiz, 8 ; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 6/64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465.
59 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 5/186; Mütiakî-i Hindî, Kenzû'l-Ummâl,
nr. 3768; Süyû-tî, Şerhu's-Sudûr, s. 65; Zebîdî, İthaf, 14/81. ibn Ebü'd-
Dünyâ, hadisi Kitâbü'l-Mevt\e, Ta'me b. Gaylân'dan maktu olarak rivayet
etmiştir.
60 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 62: Hatîb, Târîhu Bağdat, 3/252; ibn Arrâk,
Tenzîhu'ş-Şe-ria, 2/365; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, 1/193.
61 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 63; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr,
42174.
62 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 6185; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye,
nr. 691; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 3930; bk. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-
Evliyâ, 5/211; Zebîdî, İthaf, 14/82.
60
ÖLÜM ve SONRASI
Şeddâd b. Evs (r.a) ise şöyle demiştir: "Mümin için dünya ve âhiret
acılarından en korkutucusu ölümdür. Çünkü o, testere ile biçilmekten,
makaslarla doğranılmaktan, kazanlarda kaynatılmaktan daha şiddetli bir
acı verir. Şayet ölen biri tekrar dirilip dünya ehline ölümün acısını haber
verse, onlar ne hayattan bir zevk alırlar ne de gözlerine uyku girerdi."
Zeyd b. Eşlem (r.a) babasının şöyle dediğini anlatır:
"Mümin bir kulun (âhirette yüksek mertebelere kavuşmak için) ameliyle
ulaşamadığı bir derece kalmışsa, cennetteki derecesine ulaşabilmesi
için ölüm sancıları ona zorlaştırılır ve artırılır. Kâfir birinin karşılığını
göremediği bir iyiliği de varsa yaptığı iyiliklerin karşılığını fazlasıyla
alabilmesi için ölüm ona kolaylaştırılır, böylece o cehennemi boylar."
Adamın biri zaman zaman hastaları dolaşır ve onlara, "Ölümü ve onun
sancılarını nasıl buluyorsun? diye sorardı. Gün gelip de kendisi ölüm
döşeğine düştüğünde ona, "Peki, ölüm sancılarını sen nasıl buldun?"
diye sorduklarında adam şöyle cevap vermiştir: "Sanki gök yere
yapıştırılmış, ruhum ise sanki iğne deliğinden çıkıyor gibi."
Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuşlardır ki: "Ani ölüm mümin kul için bir
rahatlık, günahkâr içinse hicrandır (çünkü onun bir hazırlığı yoktur)."63
Mekhûl-i Şâmî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resû-lullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Şayet ölünün kıllarından birine isabet eden ölüm sancısı yer ve gök
ehlinin üzerine konulsaydı Allah'ın izniyle hepsi ölürdü. Çünkü (ölüm
sancıları çeken birinin) her tüyünde
63 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/136; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr.
10218; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat, nr. 3153, Abdürrezzâk, el-
Musannef, nr. 6781. bk. Ebû Davud, Cenâiz, 14 (nr. 3110).
İMAM GAZÂLÎ
61
ölüm vardır. Ölüm de bir şeye yapıştı mı muhakkak onu öldürür."
Bu hadis şöyle de rivayet edilmiştir: "Eğer ölüm sancısından bir damla
dünya dağlarının üzerine konulsaydı muhakkak hepsi erirdi."64
Rivayete göre, Hz. İbrahim (a.s) vefat ettiği zaman Allah Teâlâ kendisine:
"Halîlim! Ölümü nasıl buldun?" diye sordu, "Islak yün yumağının içine
batırılmış kızgın bir şiş gibi hissettim" diye cevap verdi. Bunun üzerine
Allah (c.c), "Unutma ki biz o ölümü sana kolaylaştırdık" buyurdu.
Hz. Musa (a.s) vefat edip de ruhu Allah'a ulaşınca rab-bi ona, "Ey Musa,
ölümü nasıl buldun?" diye sordu, o da, "Kendimi kızgın bir tavanın
üzerine konulmuş canlı bir serçe gibi hissetim; ölmez ki rahata
kavuşsun, kurtulamaz ki uçup gitsin."
Bir başka rivayete göre Hz. Musa (a.s) şu cevabı vermiştir: "Kendimi
kasabın elinde diri diri yüzülen koyun gibi zannettim."
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda
yanında bir tas su vardı. Ara sıra elini tasa daldırır, ardından çıkarıp
yüzüne sürdükten sonra, "Al-lahım! Bana ölüm sancılarını hafiflet"65 diye
duada bulunurdu.
Hz. Peygamberin (s.a.v) bu sıkıntı ve sancılar içerisinde böyle duada
bulunduğunu işiten Hz. Fâtıma (r.anh), "Vah başımıza gelenler!
Babacığım nedir bu çektiğin sıkın-
64 Hadisi Ebû Bekir Mervezî, Cenâiz adlı kitabında, Ebû Meysere'den
rivayet etmiştir (bk. Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 63; Zebîdî, ithaf, 14/84-85).
65 Tirmizî, Cenâiz, 8; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465.
bk. Buharı, Ri-kâk, 41.
62
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
63
tılar! diye üzüntüsünü dile getirince Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Bugünden
sonra artık baban için sıkıntı yo/cftyr"buyurdu.66
Hz. Ömer (r.a) Kâ'b Ahbâr'a (rah), "Ey Kâ'b! Bize ölümden bahset"
deyince Kâ'b (rah), "Olur, ey müminlerin emî-ri" dedi ve şöyle anlattı:
"Ölüm bir adamın karnına sokulan çok dikenli bir dal gibidir. Dikenler her
bir damara yapışmış iken başka bir adam gelip o dikenli dalı öyle bir
çeker ki, kimi dikenlerle beraber kopup çıkar, kimi de öylece kalır (işte
ruhun bedenden çıkması buna benzer)."
Hz. Resülullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Kul ölüm sancıları arasında kıvranırken mafsalları birbirlerine, 'Artık
kıyamete değin birbirimizle görüşemeyece-ğiz; selâmette kalın!'
derler."67
işte bu anlattıklarımız Allah'ın velî kullarının ve sevgili dostlarının çektiği
ölüm sancılarıdır. Ya bizler! Günaha ve isyana dalan bizlerin hâli nasıl
olacak? Üzerimize ölüm sancılarıyla beraber daha birçok felâket de
gelecek.

ÖLÜMÜN ÂFET ve MUSİBETLERİ

insan ölüm anında üç türlü felâketle karşı karşıyadır.


• Can çekişmenin (ruh çıkışının) zorluğu.
• Azrail'in suretinin görülmesi.
• İsyankârların cehennemdeki yerlerini görmeleri.
66 ibn Mâce, Cenâiz, 65; Tirmizî, Şemail, s. 217; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 3/141; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6613; Hatîb, Târîhu Bağdat,
6/262; Beyhakî, Delâilü'n-Nü-büvve, 7/212-213;
67 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 66; ibn Arrâk, Tenzthü'ş-Şerîa, 2/375; Zebîdî,
İthaf, 14/87; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42183; Kuşeyrî, er-
Risâle, s. 381.
Birincisi: Can Çekişmenin Zorluğu
Bu ruhun, bedenin bütün damarlarından ve azalarından çekilip
alınmasıdır ki, biz bunu geçtiğimiz konuda anlatmıştık.
İkincisi: Azrail'in Suretinin Görülmesi
Bu hal, Azrail'in şeklinin görülmesi ve bu sebeple kalbin korku ve
dehşetle kaplanması durumudur. Şayet ölüm meleğinin günahkâr bir
kulun ruhunu alırken girdiği şekli, en kuvvetli insan dahi görse, buna
tahammül edemezdi.
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s) ölüm meleğine, "Günahkârların
ruhunu alırken büründüğün şeklini bana gösterir misin?" diye ricada
bulundu. Azrail (a.s), "Sen o halimle bana bakmaya güç yetiremezsin"
dedi. İbrahim (a.s), "Olsun dayanırım" dedi. Bunun üzerine Azrail (a.s), "O
zaman bana arkanı dön" dedi.
İbrahim (a.s) kısa bir zaman sonra yüzünü tekrar ona çevirdiğinde,
karşısında rengi kapkara, saçı-sakalı karışmış, etrafına pis kokular
saçan, simsiyah elbiseli, ağzın-dan-burnundan ateş ve dumanlar çıkaran
bir adam vaziyetinde gördü ve oracıkta bayıldı.
Bir müddet sonra ayıldığında onu eski şekline geri dönmüş olarak gördü
ve, "Günahkâr bir kimse, ölüm anında başka hiçbir zorluk ve sıkıntı ile
karşılaşmasa da sadece senin şeklini görse, bu onun hesabının
görülmesi için yeterlidir" dedi.
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resülullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Davud (a.s) kıskanç bir adamdı, evinden çıktığında kapılarını kilitlerdi.
Yine bir gün Davud (a.s) kapıyı kapatıp evinden çıktı. Hanımı evin içinde
bir adam gördü ve, 'Bu
64
ÖLÜM ve SONRASI
m
da kim? Bu adamı eve kim soktu? Eğer şimdi Davud gelirse başımıza
çok şey gelecek" dedi. Biraz sonra Davud (a.s) çıkageldi ve adamı gördü,
ona, 'Sen de kimsin?' diye sordu. Adam,
'Ben, hiçbir hükümdardan korkmayan, hiçbir kapıcının beni
engelleyemeyeceği biriyim' dedi. Bunları duyan Davud (a.s), 'Allah'a (c.c)
yemin olsun ki, sen ölüm meleğisin' dedi ve olduğu yere çöküp öylece
kalakaldı."68
Rivayet edildiğine göre İsâ (a.s) yolda yürürken bir ka-fatasına rastladı,
ona ayağı ile vurduktan sonra, "Allah'ın (c.c) izni ile konuş" dedi. Kafatası,
"Ey Ruhullah! Ben falanca zamanın hükümdarlarından idim. Ben,
başımda tacım, etrafımda askerlerim ve yakınlarımla tahtımda
oturmakta iken birden ölüm meleği bana gözüktü. Onu görünce her
uzvum yerine çekildi, sonra ruhumu aldı. Keşke etrafımda o kalabalık
insanlar olmasaydı; çünkü şimdi onlar fena ayrılığın sebebi oldular.
Keşke bana faydası dokunmayan insanlarla ünsiyetim olmasaydı; zira
şimdi onlar yalnızlığıma sebep oldular" dedi.
İşte bunlar, günahkârların karşılaşacakları, itaat edenlerin ise ibret alıp
korunacakları musibetlerdir.
Peygamberler sadece ölüm anında çekilen acılardan bahsetmişler, fakat
ölüm meleğini gören kişinin kalbini kaplayan korkuya fazla
değinmemişlerdir. Oysa bir kişi rüyasında ölüm meleğini görse, hayatının
geri kalanı ona zehir olur. Acaba onu ölüm anında görenin hali nice olur!
Allah'a ibadette kusur etmeyip itaat edenler, ölüm meleğini en güzel
haliyle görürler.
68 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/419; ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye,
2/16; Mütta-kî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 32327.
İMAM GAZÂLÎ
65
ikrime (rah), İbn Abbas'ın şöyle anlattığını nakleder:
"İbrahim (a.s) kıskanç biriydi. Devamlı olarak ibadetlerini yaptığı bir evi
vardı, çıkarken kapısını kilitlerdi. Yine bir gün dışarı çıkmıştı, geri
döndüğünde evinde yabancı birinin olduğunu görünce hemen, 'Seni
evime kim soktu?' diye sordu, adam, 'Bu evin sahibi' diye cevap verdi.
İbrahim (a.s), 'Bu evin sahibi benim.' Adam, 'Beni bu eve senden ve
benden daha fazla sahip olan soktu.' İbrahim (a.s), 'Peki, sen
meleklerden hangisisin?' Adam, 'Ben ölüm meleğiyim' dedi. İbrahim
(a.s), 'Bana müminin ruhunu aldığın zamanki suretini gösterebilir misin?'
diye sordu. Ölüm meleği, 'Olur, ama önce arkanı dön' dedi. İbrahim (a.s)
arkasını döndü, bir müddet sonra tekrar ona bakıp da güzel yüzlü, temiz
elbiseli, etrafına güzel kokular saçan bir genç gördüğünde ona, 'Ey ölüm
meleği! Mümin bir kimse ölüm anında sadece senin suretini görse bu
ona yeter' dedi."
Ölüm anında kişinin başına gelen hallerden biri de onun yazıcı (hafaza)
melekleri görmesidir.
Vüheyb b. Verd-i Mekkî anlatıyor: "Bize kadar ulaşan bilgilere göre,
ölmek üzere olan herkesin gözünün önüne yazıcı melekler gelir ve ona
amelini gösterirler. Eğer o kimse itaatkâr biri ise ona, 'Bizden taraf Allah
seni hayırlarla mükâfatlandırsın; bizi hep iyilerin meclisinde oturttun;
karşımıza daima sâlih amellerle çıktın' derler.
Fakat ölmek üzere olan kişi günahkâr ise melekler ona, 'Bizden taraf,
Allah seni hayırla mükâfatlandırmasın. Sen nice kereler bizleri kötülerin
meclislerinde oturttun, karşımıza hep kötü amellerle çıktın, kötü laflar
işittirdin' diye bedduada bulunurlar."

İşte bu durum, ölünün gözlerini bir daha asla dünyaya geri çevirmemek
üzere o iki meleğe diktiği zamandır.

66
ÖLÜM ve SONRASI
Üçüncüsü: İsyankârların Cehennemdeki Yerlerini Görmesi
Ölüm anındaki musibetlerden biri de Allah'a isyan eden günahkârların
önce kalplerini bir korkunun kaplaması, ardından da cehennemdeki
yerlerini görmeleridir. Çünkü onlar can çekişme anında bütün takatlerini
kaybederler. Artık ruhları bedenlerinden çıkmak için boyun eğer. Fakat
ruh, ölüm meleğinin, "Ey Allah'ın düşmanı! Haberin olsun, varacağın yer
cehennemdir" ya da, "Ey Allah'ın sevgili kulu! Sana müjdeler olsun,
varacağın mekânın cennettir" diye iki haberinden birini işitmedikçe
bedenden çıkmaz. İşte gerçek akıl sahiplerinin korkuları bu sebeptendir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
"Sizlerden herhangi biri, gideceği yeri bilmeden, hatta yerinin cennet mi
yoksa cehennem mi olduğunu görmeden bu dünyadan ayrılmaz."69
Resûl-i Kibriya (a.s) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; kim de
Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan
hoşlanmaz."
Resûlullah (s.a.v) böyle buyurunca sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, biz hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz" dediler. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.v),
"Bu sizin durumunuz değildir. Mümine varacağı yer (cennet)
gösterildiğinde Allah'a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister"
buyurdular.70
69 Farklı lafızlarla aynı mânadaki hadisler için bk. Buhârî, Cenâiz, 89;
Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel,e/-Müsned,
2/16; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3130.
70 Buhârî, Rikâk, 41; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâce,
Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313, 346, 420.
İMAM GAZÂLÎ
67
Şöyle rivayet edilmiştir:
Huzeyfe b. Yemânî (r.a) ağır hasta olduğu zamanlardı. Vefat edeceği
gecenin sonlarına doğru idi. Yanında hastalığı başladığından beri
ayrılmayan Ebû Mesud71 bulunuyordu. Bir ara Huzeyfe (r.a) ona, "Kalk
bir bak, saat kaça yaklaşmış" dedi. Ebû Mesud kalktı, dışarıya baktı,
sonra tekrar yanına geldi ve, "Şafak sökmüş" dedi. Huzeyfe (r.a), "Ateşe
götüren sabahtan Allah'a sığınırım" diyerek dua etti.
Bir gün Mervân b. Hakem, ölüm döşeğinde yatmakta olan Ebû
Hüreyre'nin (r.a) ziyaretine geldi. Yanına vardığında, "Allahım! Onun
acılarını hafiflet" diye dua etti. Bunu işiten Ebû Hüreyre,"Ey Allahım, daha
da artır" deyip ağlamaya başlar, sonra, "Allah'a yemin olsun ki, dünya için
hü-zünlendiğimden dolayı ağlamıyorum, sizlerden ayrılacağım için de
telâşlanmıyorum, sadece bana haber verilecek olan cehennem veya
cennet müjdesini beklediğim için ağlıyorum" dedi.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ bir kulundan razı olduğu zaman ölüm meleğine, 'Falan
kulumun yanına git, bana ruhunu getir de onu rahata kavuşturayım.
Onun yaptığı ameller yeterlidir. Ben onu türlü türlü imtihanlardan
geçirdim; o her zaman benim hoşnut olduğum amelleri işledi' buyurur.
Bunun üzerine ölüm meleği, her birinde güzel kokular saçan zaferan
kökleri ve reyhan demetleri bulunan beş yüz melekle beraber yeryüzüne
inerler. Onlardan her biri birbirine hiç benzemeyen müjdeler verir. Sonra
melekler iki saf halinde ellerinde güzel kokularla beraber o kişinin
ruhunun çıkışını beklerler.

İ
71 Elimizde İhya nüshasında bu isim ibn Mesud şeklindedir. Fakat
Zebîdî bu hatanın tüm ihya nüshalarında yapıldığını; doğrusunun Ebû
Mesud şeklinde olduğunu belirtmiştir. Ebû Mesud, sahabenin
büyüklerindendir. ismi, Akabe b. Amr b. Sa'lebe-i En-sârî'dir (bk. Zebîdî,
İthaf, 14/93).
68
ÖLÜM ve SONRASI
İblîs bu manzarayı görünce ellerini başına koyarak haykırmaya, çığlıklar
atmaya başlar. Askerleri kendisine, 'Efendimiz, size neler oluyor böyle?'
diye sorduklarında İblîs, 'Şu adama yapılan ikramları görmüyor
musunuz? Nerelerdeydiniz; neden onu azdırmadınız' der. Askerleri,
'Bizler onu azdırmak için çok çaba sarfettik, lâkin o (Allah tarafından)
korunmuştu' diye cevap verirler."72
Hasan-ı Basrî (rah) diyor ki: "Mümin ancak rabbine kavuştuğu an rahata
erer. Rahatını Allah'a kavuşmakta bulan kişinin ölümü, onun sevinç,
neşe, emniyet ve izzet bulduğu gündür."
Câbir b. Zeyd'e (rah) ölüm döşeğinde iken, "Ne istersin?" diye soranlara,
"Hasan-ı Basrî'yi görmek istiyorum" diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî (rah)
onun yanına gelince etrafındakiler, "Bak işte Hasan geldi" dediler. Câbir
göz kapaklarını kaldırdı ve Hasan-ı Basrî'ye doğru bakarak, "Kardeşlerim!
Zaman geldi. Cennete ya da cehenneme gitmek üzere sizlerden
ayrılıyorum" dedi.
Muhammed b. Vâsî son anlarında şunları söylemiştir: "Ey kardeşlerim,
sizlere selâm olsun! Ya ateşe gidiyorum ya da rabbimin mağfiretine."
Sâlihlerin her biri ebediyen can çekişip, günahların veya sevapların
hesabını vermemek için tekrar dirilmemeyi temenni etmişlerdir.
Son nefes anlarının kötü geçme korkusu, ariflerin kalplerini dehşete
düşüren bir şeydir. Gerçekten bu durum, ölüm anında insanın başına
gelebilecek en korkutucu hallerden biridir.
ibn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1932; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/32;
Şerhu's-Sudûr, s. 93; Zebîdî, ithaf, 14/94-97; ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz, 9;
es-Sünenü'1-Küb-râ, nr. 1959.
İMAM GAZÂLÎ
69
Biz daha önce Havfve Recâ kitabında, kötü sonun (sû-i hatime) ve
ariflerin bu husustaki korkularını işlemiştik. Aslında o hususlar bu
kitapta anlatılmaya daha lâyıktır, fakat tekrar o mevzuya dönerek konuyu
uzatmak istemiyoruz.

ÖLÜM ANINDA TAKINILMASI GÜZEL HALLER


Son demlerini yaşayan bir kimsenin yapması gerekenler; huzur ve sükûn
içinde olması; çırpınma, yırtılma, debelenme gibi davranışlarda
bulunmaması, kelime-i şehâdet getirmesi ve Allah'a hüsnüzan içinde
bulunmasıdır (O'na kavuşacağına sevinmesidir).
Ölüm Anında Azalarda Görülen Güzel Haller
Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuşlardır ki: "Ölen bir kişinin
durumunu şu üç hususta inceleyin; alnından terler sızdığı, gözlerinden
yaşlar aktığı ve dudakları kuruduğu zaman. İşte bu hal Allah'ın kendisine
inen bir rahmetidir. Boğazı sıkılmış biri gibi hırlar, rengi kıpkırmızı olur ve
dudakları da morarmış olursa, bu da Allah'ın kendisine inen bir azabıdır.
"73
Ölüm Anında Dilde Görülen Güzel Haller: Kelime-i Şehâdet
Ölmek üzere olan birinin kelime-i şehâdet getirmesi hayra alâmettir. Ebû
Saîd-i Hudrî'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (s.a.v),
73 Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42178; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s.
59; Şevkânî, el-Fevâidü'l-Mecmûa, 367. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz, 10; ibn
Mâce, Cenâiz, 5; Nesâî, Cenâiz, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/350;
Hâkim, el-Müstedrek, 1/361; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, nr. 85.
70
ÖLÜM ve SONRASI
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) lâ ilahe illallah zikrini telkin edin"74
buyurmuştur.
Huzeyfe'nin (r.a) rivayetinde, "...Çünkü kelime-i tevhid, geçmiş günahları
silip yok eder" kısmı da vardır.
Hz. Osman'ın (r.a) rivayetinde ise Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Allah'tan (c.c) başka ilâh olmadığını bilerek ölen kimse cennete girer."7S
Ubeydullah (r.a) bu rivayete, "Ölmek üzere olan kişi şe-
hâdetgetirirken..."76 ilâvesini de eklemiştir.
Hz. Osman (r.a) der ki: "Son anlarını geçiren birine, lâ ilahe illallah zikrini
telkin edin. Çünkü dünyadaki son anlarını bu kelimelerle bitiren kişinin
âhiretteki azığı (mükâfatı) muhakkak cennet olur."
Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: "Ölmek üzere olan hastalarınızın yanlarında
bulunun, onlara Allah'ı (c.c) hatırlatın. Çünkü onlar sizin
göremediklerinizi görürler. Onlara, lâ ilahe iiiallah zikrini telkin edin."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim: "Bir
gün Azrail ölmek üzere olan birinin yanında hazır bulunduğu bir sırada
kalbini yokladı, orada bir şey bulamayınca çenesini ayırarak diline baktı;
onu, ucu bir tarafa yapışmış, kelime-i tevhidi söylerken bulur. İşte o
adam ihlâs kelimesini (lâ ilahe illallah zikrini) söylemesi sebebiyle
affedildi."77
74 Müslim, Cenâiz, 1; Tirmizî, Cenâiz, 7; Ebû Davud, Cenâiz, 20; Nesâî,
Cenâiz, 4; Ibn Mâce, Cenâiz, 3. Huzeyfe (r.a) rivayeti için bk. Deylemî,
Müsnedü'l-Firdevs, nr. 5450.
75 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/65; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 201;
Ebû Avâne, el-Mûsned, nr. 10-12; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 415.
76 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7; Hatîb, Târîhu Bağdat, 2/221; Heysemî,
Mecmau'z-Ze-vâid, nr. 20.
77 Hatîb, Târihu Bağdat, 9/125; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9235;
Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 1770.
İMAM GAZALİ
71
Ölmek üzere bulunan kişiye telkin veren kişi bunda fazla ısrarcı
olmamalı, son derece nazik davranmalıdır. Çünkü çoğu zaman bu
durumdaki kişilerin dilleri dönmeyebilir ve ona zorla şehâdet veya lâ
ilahe illallah kelimesini söy-letmeye çalışmak ona ağır gelebilir ve o anda
bir şey söylemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir zorlama onun için kötü
bir ölüme sebep olabilir, bundan kaçınılmalıdır.
Ölmek üzere olan birine, lâ ilahe illallah zikrini telkin etmekten maksat,
onun Allah'ı düşünmesini sağlayarak ruhunu teslim etmesini temin
etmektir. Kalbinde bir olan Hakk'ı istemekten başka bir şey kalmayınca,
ölüm ile beraber dostuna kavuşması kendisi için nimetlerin en büyüğü
olur.
Ama o anda kalbi hâlâ dünya muhabbetine bağlı kalmış ve onun
lezzetlerini yitirme endişesi taşıyorsa bununla beraber tevhid kelimesi
sadece dilinin ucunda dolaşıp kalbine nüfuz etmemişse, işte o zaman
kişi ilâhî takdirin tehlikesi altına girer. Çünkü sadece dilin hareket etmesi
pek de makbul değildir, fakat Allah (c.c) bir ihsanda bulunup kabul
ederse bu müstesnadır.
Ölüm Anında Allah'a Hüsnüzanda Bulunmak
Son nefesleri verirken Allah'a karşı hüsnüzanda bulunmak (O'na
kavuşacağı için sevinmek ve Allah'ın rahmet ve ihsanının bol olduğuna
inanmak) güzel bir şeydir. Biz bu konuyu Recâ kitabında teferruatıyla
anlatmıştık. Ölüm anında Allah'a hüsnüzanda bulunmanın fazileti
hakkında rivayet edilen pek çok hadis ve haber vardır.
Sahabeden Vasile b. Eska' (r.a) bir hastanın ziyaretine gitmişti. Ona,
"Allah'a olan zannını bana anlatır mısın? O'nun sana ne şekilde
muamelede bulunacağını düşünü-
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
73
yorsun?" diye sordu. Hasta, "Günahlarım gırtlağıma kadar dayanmış
helak olmak üzereyim, ama hâlâ rabbimin rahmetinden ümidimi kesmiş
değilim" diye cevap verince Vasile (r.a) tekbir getirdi, onunla beraber ev
halkı da tekbir getirdi. Vasile (r.a) tekrar Allahüekber dedikten sonra,
"Ben Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediği işittim" diyerek şu hadis-i şerifi
nakletti:
"Allah Teâlâ buyurur ki: Ben kulumun zannı üzereyim; o halde beni
dilediği gibi düşünsün."78
Hz. Peygamber (s.a.v) son anlarını yaşamakta olan bir gencin yanına
girdi ve ona, "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Genç, "Allah
Teâlâ'dan ümidimi kesmedim, lâkin günahlarımdan ötürü korkuyorum"
dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Bu korku ile ümit hali, şu ölüm anında hangi kulun kalbinde bir arada
bulunursa, Allah Teâlâ ona umduğunu verir, korktuğundan emin kılar."79
Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) şöyle anlatmıştır: "Aklı. hep oyun ve
eğlencede olan bir genç vardı. Annesi her zaman kendisine öğütlerde
bulunur ve, 'Oğlum, senin bir günün vardır, o günü aklından çıkarma!'
derdi. Bir gün kendisine Allah'ın emri gelip çatarak ölüm döşeğine
düştüğünde annesi onun üzerine kapandı ve, 'Yavrucuğum, işte ben seni
her dâim oyun ve eğlenceden sakındırarak, senin bir günün var dediğim
gün bugündür' dedi. Oğlu, 'Ey anneciğim! Benim ihsanı ve keremi bol bir
rabbim var. Ben öyle
78 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/491; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kabîr,
22/211; el-Ev-sat, nr. 7947; Beyhakî, Şuabû'l-İmân, nr. 1005-1006; ibn
Asâkir. Târîhu Medîneti Dı-maşk, 14/441; 15/373, 65/114-116. Hadisin
bir başka rivayetinde şu ifadeler de vardır: "Ben kulumun beni zannı
üzereyim, eğer hayırlı şeyler düşünürse kendisi için hayır; yok, kötü
şeyler düşünürse kendisi için şer olur." ibn Asâkir, ölüm döşeğindeki
hastanın tabiînden Ebü'l-Esved olduğunu kaydeder (bk. a.g.e., 15/373).
79 Tirmizî, Ceiıâiz, 11; ibn Mâce, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-
Zühd, nr. 132; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 51.
ümit ediyorum ki, rabbim beni bugün o ihsanlarının bir kısmından
mahrum etmeyecek' dedi."
Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) demiştir ki: "Allah Teâlâ o gence kendisine
duyduğu hüsnüzannmdan dolayı mağfiret etti."
Câbir b. Vedâa anlatıyor: "Devamlı hareketli ve neşeli, şen şakrak bir
genç vardı. Bir gün geldi ölüm döşeğine düştü. Annesi baş ucuna
gelerek, 'Oğlum, bana vasiyet edeceğin bir şey var mı? diye sordu. Oğlu,
'Yüzüğüm anne...Ben öldüğüm zaman sakın onu parmağımdan
çıkarmayın. Çünkü onda Allah'ın adı yazılı. Belki onun hürmetine Allah
Teâlâ beni bağışlar' dedi.
Delikanlı defnedildikten sonra kendisini rüyasında gören bir kişiye,
'Anneme söyleyin ki, yüzüğümün üzerinde yazılı olan kelimenin faydasını
gördüm; Allah Teâlâ beni bağışladı' dedi."
Mu'temir b. Süleyman şöyle anlatmıştır: "Babam son anlarını yaşarken
bana, 'Ey Mu'temir! Bana Allah'ın kullarına tanıdığı kolaylıklardan bahset,
içimde olan güzel niyetlerimle Allah Teâlâ'ya kavuşmayı arzuluyorum'
dedi."
Salih insanlar, ölüm döşeğinde olan kişinin rabbinden güzel beklentiler
içinde olmasını sağlamak amacıyla yapmış olduğu iyi amellerinden söz
edilmesini güzel bulmuşlardır.
74

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ve ONDAN SONRAKİ DÖRT


HALİFENİN VEFATLARI)

BİRİNCİ KISIM

RESÛLULLAH'IN (s.a.v) VEFATI

İbn Mesud (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) âhirete irtihal etmesine


yakın zamanlardı. Hz Âişe'nin (r. anh) evinde kalıyordu, ziyaretine gittik.
Bizleri görünce gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu:
"Hoş geldiniz. Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Allah Te-âlâ sizleri
korusun ve yardım etsin. Sizlere Allah'tan korkmanızı ve ondan
sakınmanızı tavsiye ederim. Sizleri Allah'a emanet ediyorum. Ben O'nun
sizlere gönderdiği apaçık bir uyarıcısıyım. Sakın ha Allah'ın beldelerinde
ve kulları arasında O'na karşı büyüklük taslamayın. Artık ecelim yaklaştı.
Allah'a, sidretü'l-müntehâya, me'vâ cennetine yönelme vakti geldi.
Kendinize ve benden sonra dinimize girenlere Allah'ın rahmetini ve
benim selâmımı iletiniz."80
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda
Cebrail'e (a.s),
80 ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/256; Bezzâr, el-Müsned, nr. 847; ibn
Hacer, el-Me-tâlibü'l-Âliye, nr. 4392.
İMAM GAZÂLÎ
75
"Benden sonra ümmetimin başına kim geçecek? Onları kim idare
edecek?" diye sordu. Allah Teâlâ Cebrail'e vahyederek,
"Ümmeti hakkında kendisini mahcup etmeyeceğimi ha-bîbime müjdele.
Ve yine ona, insanlar dirilecekleri zaman, kabirden en önce kalkacak
olanın o olacağını, mahşerde tüm mahlûkatın efendisi olduğunu, kendisi
ve ümmeti cennete girmeden önce başka ümmetlerin girmelerinin yasak
olduğunu müjdele."
Hz. Peygamber (s.a.v) bu müjdeleri alınca, "Şimdigözlerim aydın
oldu/sevindim"buyurdu.81
Hz. Âişe (r.anh) validemiz şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (s.a.v)
hastalandığında bize yedi ayrı kuyudan alınmış yedi kırba su ile kendisini
yıkamamızı emretti. Biz de dediğini yaptık, biraz rahatladı, kalktı mescide
gitti ve namaz kıldırdı. Uhud şehidlerine dua ve istiğfarda bulundu. Sonra
ensarın hukukuna riayet hususunda şöyle buyurdu:
"Bundan sonra: Ey muhacirler topluluğu, sizler artarsınız, ensarise bu
olduğu halden daha fazlalaşacak değildir. Hiç şüphesiz ensar, benim
sırdaşım ve özel dostlarımdır. Onların ihsan sahibi olanlarına ikramda
bulunun; kusurlu olanları da affedin."BZ
Sonra, "Kul, dünya ile Allah katında olanlar arasında serbest bırakıldı; o
Allah katında olanı tercih etti!"83 buyurdu.
Hz. Peygamberin (s.a.v) yakında vefat edeceğini işaret eden bu sözleri
işiten Hz. Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resûlullah (s.a.v), "Ey Ebû Bekir,
ağır ol; acele etme" dedi ve ashaba,
81 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 2676; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
nr. 14253.
82 ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/251; Beyhakt, Delâilü'n-Nübüvve,
7/178; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 19/79; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 33735, 44010.
83 Dârimî, Müsned, 14 (nr. 82); Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 4579.
76
ÖLÜM ve SONRASI
"Mescidin dışarı açılan tüm kapılarını kapatın; yalnız Ebû Bekir kapısı
kalsın. Çünkü benimle olan dostluğunda Ebû Bekir'den daha üstün birini
bilmiyorum"buyurdu.84

Hz. PEYGAMBERİN (s.a.v) SON VASİYETLERİ

Hz. Âişe (r.anh) şunları anlatmıştır: "Hz. Resûlullah (s.a.v) benim


odamda, benim günümde, benim göğsümde (kollarımın arasında) vefat
etti. Vefatı sırasında Allah Te-âlâ benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü
birleştirdi. Şöyle ki: Kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla içeri
girmişti. Resûlullah (s.a.v) onun elindeki misvaka bakıyordu. Hoşuna
gittiğini anladım ve, 'Senin için o misvakı alayım mı?' diye sordum.
Başıyla işarette bulunarak, 'Evet al' dedi. Ben de misvakı alıp kendisine
uzattım, o da ağzına aldı, fakat misvakı çok sert buldu. Ben,
'Onu sizin için yumuşatayım mı?' diye sordum, Hz. ¦ Peygamber (s.a.v)
yine başıyla işaret ederek yumuşatmamı söyledi. Ben de misvakı
ağzımda çiğneyerek yumuşattım (sonra ona verdim). Hz. Resûlullah'ın
önünde içi su dolu bir kap vardı; elini içine daldırıyor ve, lâ ilahe illallah,
gerçekten ölümün çok şiddetli sancıları varmış' diyordu.
Sonra elini kaldırdı ve, '(Allahım) Refîk-i a'lâya, refîk-i a'lâ'ya' buyurdu. İşte
ben o zaman içimden, 'Vallahi kendinden geçti, artık bizi seçemiyor'
dedim.85
Biraz sonra, 'Elimden tutun'öeö\. Oniar da tutarak doğrulttular.
Resûlullah (s.a.v), 'Ne diyorsunuz?' dedi. Onlar, 'Ey Allah'ın Resulü,
öleceğinizden korkuyoruz. Erkekler mescidin etrafında toplandıkları için
kadınları ağlaşmakta-
84 Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıbü'l-
Ensâr, 45; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 1-2; Tirmizî, Menâkıb, 15.
85 Buhârî, Rikâk, 42 (nr. 6510); Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 7/207; ibn
Kesîr, el-Bidâ-ye ve'n-Nihâye, 5/339.
İMAM GAZÂLÎ
77
lar' dediler. Bunları işiten Allah Resulü (s.a.v) sıçrayarak ayağa kalktı,
önünde Abbas, FazI ve Ali'ye dayanarak mescide girdi. Başı bağlıydı,
ayaklarını yere sürüyordu, öyle ki hemen minberin ilk-basamağına
oturdu. Herkes Resûlullah'ın etrafında toplandı. Resûlullah (s.a.v) Allah'a
hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
'Ey insanlar! Duydum ki öleceğimden endişeleniyor-muşsunuz! Sar\ki
ölümden hoşlanmıyor gibisiniz? Peygamberinizin ölümünü neden
yadırgıyorsunuz ki? Benim ve sizin muhakkak öleceğimiz haberi
verilmedi mi?
Benden önce gönderilen peygamberlerden hiçbiri hayatta kaldı mı ki ben
de ebediyen sizin aranızda kalayım!
Dikkat edin! Ben rabbime kavuşmak üzereyim, sizler de O'na
varacaksınız. Sizlere, ilk muhacirlere karşı iyilikle muamelede
bulunmanızı tavsiye ederim. Muhacirlere de aralarındaki hak ve hukukun
muhafazasını öğütlerim. Zira Allah (c.c),
'Asr'a yemin olsun ki insan kesin bir ziyan içindedir. Bundan ancak iman
edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı
tavsiye edenler müstesnadır' 86 buyurmaktadır.
Allah'ın izniyle her iş varacağına varır. Sakın bir işin gecikmesi sizi
aceleciliğe sevketmesin. Çünkü Allah azze ve celle bir kişi acele ediyor
diye acele etmez. Şüphesiz ki Allah'a karşı üstünlük taslayanı Allah
mağlûp eder. O'nu aldatmaya yelteneni de tuzağına düşürür. Allah (c.c)
şöyle buyuruyor:
'Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık
bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?'87
Asr 103/1-3. Muhammed 47/22.
ÖLÜM ve SONRASI
Sizlere ensara karşı iyilikle davranmanızı tavsiye ederim. Çünkü onlar
sizlerden önce bu şehri yurt edinmişler ve (birçoğu da) iman etmişlerdi.
Bu bakımdan onlara ihsanda bulununuz. Onlar meyvelerini ve
yiyeceklerini sizlerle paylaşmadı mı? Topraklarından sizlere de vermedi
mi? Kendileri muhtaç durumda iken sizleri nefislerine tercih etmediler
mi?
Dikkat edinl Kim (ensardan) iki kişi arasında hükmetmekle
görevlendirilirse onların iyiliklerini kabullensin, kusurlarını da
görmezlikten gelsin.
Dikkat edin! Sakın adaletten saparak onlar hakkında seçicilik yapmayın.
Ben sizin öncünüzüm; sizler de beni takip edeceksiniz.
İyi dinleyin! Buluşma yeriniz havuzdur (kevser). Benim havuzum Şam'ın
Busrâ'sı33 ile Yemen'in San'a'sı arasındaki mesafeden daha büyüktür.
Oraya kevser oluğundan bir su dökülür. Bu su, sütten daha beyaz,
köpükten daha yumuşak, baldan daha tatlıdır. Ondan bir kere içen bir
daha susamaz. Bu havuzun taşları inciden, yatağı ise misktendir. Yarın
mahşer günü hesap yerinde bu havuzun suyunu içmekten mahrum olan
tüm hayırlardan mahrum kalmış demektir.
Dikkat edin! Yarın benimle beraber o havuzun etrafında buluşmak
isteyen -müstesna durumlar hariç- elini ve dilini haramdan çeksin.
Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a), 'Yâ Nebiyyellah! Ku-reyş'e de bir tavsiyede
bulun, dedi. Resûlullah (s.a.v),
88 Busrâ'. Suriye'nin güneyinde kalan eski bir yerleşim birimidir. Osmanlı
Devleti bu yere, aynı adı taşıyan diğer yerlerle karışmaması için Şam-ı
Busrâ demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine risâlet verilmeden
önce amcası Ebû Tâlib ile birlikte, dokuz-on iki yaşları arasında ticaret
amacıyla çıktıkları iki seferde bu beldeye uğramışlar ve buradaki bir
manastırda bulunan, adı Bahîrâ olan bir rahip de onun peygamber
olacağını söylemişti.
İMAM GAZALİ
79
'Aynı şeyleri Kureyş'e de tavsiye ederim. İnsanlar Ku-reyş'e tabidirler.
İyileri iyilerine; kötüleri de kötülerine... (Sizler) Kureyş ailesine, insanlara
karşı iyilikle davranmalarını tavsiye edin.
Ey insanlar! Şüphesiz günahlar nimetleri bozar ve taksimatı da değiştirir.
İnsanlar iyi oldukları zaman önderleri onlara iyi davranır; kötülüğe ve
günaha daldıklarında ise kuşkusuz onlara kötü davranır. Allah Teâlâ bu

İ
hususta şöyle buyurmuştur: 'İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü
zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz."89
Allah Resulü (s.a.v) her baygınlık geçirdiğinde sanki kendisine birtakım
tercihler sunuluyormuşçasına, 'Hayır, ben refîk-i a'lâyı istiyorum' diyordu.
Bazı aralar kendine gelip konuşmaya güç yetirdiğinde, 'Namaz! Namaz!
Cemaatle birlikte namaz kıldığınız müddetçe birbirinizden
kopmazsınız'90 buyuruyordu.
Resûlullah (s.a.v) vefat edinceye kadar hep bu şekilde, 'Namaz!
Namaz!'deyip durdu."91

RESÛLULLAH'IN (s.a.v) VEFAT ZAMANI

Hz. Âişe (r.anh) der ki: "Resûlullah (s.a.v), pazartesi günü, kuşluk vaktinin
yükselmesi ile zeval (güneşin tam tepede olma) vakti arasında vefat
etti."
89 En'âm 6/129. Birbirini tamamlayan rivayetler için bk. Buhârî,
Menâkıbü'l-Ensâr, 11; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 176; Tirmizî, Menâkıb,
65. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/349; Humeydî, Müsned, nr. 798;
ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6446; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 7416. bk.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef,
12/168; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 3845; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5971;
Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsât, nr. 878.
90 bk. Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 158; Ebû Dâvûd, Edeb, 133; ibn Mâce,
Vesâyâ, 1, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/78; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 18444; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 7218.
91 Rivayeti bu şekliyle görmek için bk. Zebîdî, İthâfü's-Sâde, 14/142.
80
ÖLÜM ve SONRASI
Hz. Fâtıma (r.anh) der ki: "Bu pazartesi günleri karşılaştığım hadiseler
nedir böyle? Vallahi ümmetin başına gelen sıkıntı ve musibetler hep bu
günde olmuştur."
Ümmü Gülsüm (r.anh)92 demiştir ki: "Bugün, aynı zamanda Hz. Ali'nin
(r.a) musibetlere duçar olduğu gündür. Pazartesi gününden çektiğim
nedir ki, dedem (Hz. Peygamber) bugün vefat etti, babam Ali ve Ömer
(r.a) bugün şehid edildi."
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) vefat ettiği ve orada
bulunanlar feryadü figan edip ağlamaya başladıkları zaman insanlar
hemen içeriye hücum ettiler. Bu esnada melekler elbisesiyle Hz.
Peygamberin (s.a.v) üzerini örttüler. Ortalık karışmış, herkes farklı bir
şeyler söylüyordu. Kimi onun öldüğünü yalanlıyor, kimi ise dili tutulmuş,
öylece kalakalmıştı. Akıllar karışmış ve kimin ne söylediğini kimse
anlamıyordu. Kimileri bir köşeye çekilmiş, aklı başında bir halde
beklemekte; kimileri de yere çömelmiş, öylece düşünmekte idi.
Ömer b. Hattâb (r.a) onun vefat ettiğine inanmayanlardandı. Hz. Ali (r.a)
bir köşeye çekilip oturanlar arasında idi. Hz. Osman'ın (r.a) ise dili
tutulmuştu.
Sonra Hz. Ömer (r.a) insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: "Resûlullah
(s.a.v) ölmedi. Muhakkak ki Allah (c.c) onu geri döndürecek ve onun
ölümünü bekleyen münafıkların ellerini ve ayaklarını kesecektir. Allah
Teâlâ nasıl ki Musa (a.s) ile sözleştiği gibi onunla da sözleşmiştir ve o
elbette bizlere geri dönecektir."
Ümmü Gülsüm: Hz. Fâtıma ve Ali'nin (r.a) kızıdır. Peygamber Efendimiz
hayatta iken dünyaya gelmiştir. Allâme Zebîdî'nin kayıtlarına göre, Ümmü
Gülsüm ilk evliliğini Hz. Ömer (r.a) ile 40.000 dirhem mehir karşılığı
yapmıştır. Ondan Zeyd ve Rukıyye adında iki çocuk dünyaya gelmiştir.
Dârekutnî'nin Uhuvve adlı kitabında zikrettiğine göre, Ümmü Gülsüm, Hz.
Ömer'in vefatından sonra Avn (Avf) b. Ca'fer b. Ebû Tâlib ile evlenmiş,
onun da vefatının ardından Avn'ın kardeşi Abdullah b. Ca'fer evlenmiştir.
Ca'fer oğullarından çocuğu olmamıştır (bk. Zebîdî, İthaf, 14/148).
İMAM GAZALİ
81
Bir diğer rivayette ise Hz. Ömer (r.a) şunları söylemiştir: "Ey insanlar! (Şu
günlerde Resûluilah'ın ölümü ile ilgili olarak) dillerinizi tutun. Çünkü o
ölmemiştir. Vallahi kimin, Resûlullah öldü dediğini duyarsam, işte şu
kılıcımı kafasına indiririm."
Hz. Ali (r.a) evinden dışarı çıkmıyordu. Osman (r.a) ise konuşamıyor, bir
yere gidip gelmek istese elinden tutularak götürülüyordu.
O gün hiç kimse Hz. Ebû Bekir ve Abbas (r.a) kadar metanet
gösterememiş, Allah Teâlâ b'u ikisine tevfik ve dayanma gücü vermişti.
Öyle ki Hz. Ebû Bekir'den (r.a) başka birinin sözüne bakılmadığı bir
zamanda Resûluilah'ın (s.a.v) amcası Abbas gelmiş ve insanlara,
'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, Muhammed
(s.a.v) ölümü tatmıştır. Zira o aramızda iken şu âyeti okumuştu:
"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz, sizler
kıyamet günü rabbinin huzurunda davala-şacaksınız."93

Hz. PEYGAMBER (s.a.v) VEFAT ETTİĞİ ZAMAN SAHABELERİN


TUTUMU

Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a), Medine
yakınlarında yerleşmiş bir ensar kabilesi olan Hazrec kabilesinin
Harsoğulları arasında bulunuyordu. Haberi alır almaz hemen
Resûluilah'ın yanına geldi, üzerine kapanıp onu öptü ve, "Anam babam
sana feda olsun, Allah
93 Ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye, 3/569-570; Beyhakî,
Delâilü'n-Nü-büvve, 7/215. Allâme Zürkânî, ibn Hacer'in el-Mevâhibü'l-
Ledüniyye adlı eseri üzerine yazdığı şerhinde, yukarıda bahsi geçen
rivayeti, ibn Münir'in Mi'râc adlı eserinde zikrettiğini kaydeder, bk.
Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhib), 12/142. Rivayetin bir bölümü için bk. Buhârî,
Cenâiz, 3.
82
ÖLÜM ve SONRASI
(c.c) ölümü sana ikinci kez tattırmayacak.94 Vallahi Resû-lullah vefat
etmiş" dedi ve insanların karşısına çıkarak, "Ey insanlar! Her kim
Muhammed'e inanıyorsa şunu bilsin ki, o ölmüştür. Muhammed'in
rabbine inananlar bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez! Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip
geçmiştir. Şimdi o öiürya da öldürülür-se gerisin geriye mi
döneceksiniz?"95
Hz. Ebû Bekr'in (r.a) bu konuşmasından sonra sanki insanlar bu âyeti ilk
duymuş gibi oldular.96
Bir hadise bir başka rivayette şöyle geçmiştir: Hz. Ebû Bekir (r.a)
Resûlullah'ın (s.a.v) vefat haberini alır almaz hemen Medine'ye geldi.
Resûlullah'ın evine girdiğinde bir yandan gözlerinden yaşlar boşalıyor, bir
yandan da ona salâtü selâm getiriyor, zorla da olsa yutkunmaya
çalışıyordu. Buna rağmen kendinde idi. Resûlullah'a doğru eğildi, yüzünü
açtı, alnını ve yanaklarını öptü, yüzünü sıvazladı ve ağlaya ağlaya, "Anam
babam sana feda olsun! Nefsim, ehlim sana kurban olsun! Güzel
yaşadın, güzel vefat ettin. Hiçbir peygamberin ölümüyle son bulmayan
nübüvvet senin ölümünle noktalanmıştır. Sen övülemeyecek kadar
azametli, sızlanamayacak kadar ulvîsin. Öyle ki herkes sende teselli
buluyor ve herkes sende eşit oluyordu. Şayet ölüm senin tercihin
olmasaydı, sana olan hüznümüzden dolayı canlarımıza kıyardık. Eğer
(ölünün üzerine) ağlamayı menetmeseydin bütün göz yaşlarımızı sana
döker-
94 Zebîdî der ki: Hz. Ebû Bekir'in (r.a) bunu söylemesinin nedeni şu idi:
Münafıklar başından beri Resûlullah'ın vefatını beklemekte ve hatta
bunu temenni etmekte idiler. Müslümanlar ise Resûlullah (s.a.v) vefat
etse dahi isâ (a.s) gibi tekrar dirilip münafıkları cezalandıracağını ümit
ediyorlardı. Hz. Ebû Bekir ise onun tekrar dirilip ikinci bir kez ölümü
tatmayacağını bu sözleriyle ifade etmiş oluyordu.
95 Âl-i imrân 3/144.
96 Buhârî, Cenâiz, 3; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye,
3/570.
İMAM GAZÂLÎ
83
dik. Ancak, gücümüzün yetmediği, önleyemediğimiz bazı şeyler de vardır
ki onlar da denizin kabarıp inmesi gibidir.
Allahım bunları ona ilet!
Ey Muhammed! Rabbinin yanında bizleri de an. Kalbinden bizleri
çıkarma. Eğer bizlere vakar ve sekînet bırak-masaydın, ardında bıraktığın
yalnızlığa ve hasrete kimseler dayanamazdı.
Allahım! Bunları sevgili dostuna ilet. Onun sevgisini içimizde koru."97
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 7/215; ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/264-
265; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhîbü'l-Ledüniyye, 3/570; Zebîdî,
İthâfü's-Sâde, 14/153.
84
85

İKİNCİ KISIM

Hz. EBÛ BEKİR-İ SIDDÎK'IN (r.a) VEFATI

Hz: Ebû Bekir (r.a) ölüm döşeğine düştüğü vakit kızı Hz. Âişe (r.anh)
yanına geldi ve onun halini anlatmak için şu beyti okudu:
Hayatıma yemin olsun ki, servet vermez fayda,
Ölüm gelip çatıp artık göğüs daraldığında.
Ebû Bekir (r.a) bunları işitince biraz kendine gelir gibi oldu ve kızına,
"Öyle değil, bilakis şu âyeti oku:
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir ve, 'İşte (ey insan) bu, senin öteden beri
kaçtığın şeydir' denir."98 Sonra kızına şu vasiyette bulundu:
"Şu iki elbisem var ya, onları güzelce yıkayın ve beni onlarla kefenleyin,
çünkü hayattakiler yeni elbiselere daha muhtaçtırlar."
Hz. Âişe (r.anh) babasının vefatı sırasında onun halini temsil etmek için
şu beyti okudu:
Yağmurlar istenirdi onun hürmetine, nur gibiydi, Yetimlerin baharı, dul
kadınların sığınağıydı.
Ebû Bekir (r.a) bunu işitince, "Bu söylediklerin Resûlul-lah'a (s.a.v) ait
vasıflardır" dedi.
Hastalığının fazlalaştığı sıralardı. Birçok kimse ziyaretine geldi ve, "Sana
bir doktor çağırsak da bir baksa, olmaz mı?" dediler. Hz. Ebû Bekir şu
cevabı verdi: "Doktorum bana baktı ve, 'Ben dilediğimi yaparım' dedi."
Bir ara Selmân-ı Fârisî, Ebû Bekir-i Sıddîk'ı hastalığı sırasında ziyarete
geldi. Ona, "Ey Ebû Bekir, bana tavsiyelerde bulun" dedi. Ebû Bekir (r.a),
"Allah Teâlâ sizlere dünyanın kapılarını açacaktır. Ondan sadece
ihtiyacınız olduğu kadar alın. Sabah namazını kılan kimse Allah'ın hima-
yesindedir. Sakın Allah'a olan ahdinizi bozmayın, yoksa sizi yüzüstü
cehenneme sürer."
Hz. Ebû Bekir (r.a) artık iyice ağırlaşmış, iyileşme ümidi kesilmişti.
İnsanlar kendisinden yerine geçecek birini tayin etmesini istediler; o da,
"Ömer'i bırakıyorum" dedi. Bunun üzerine insanlar, "Ey Ebû Bekir! Bize
çok sert ve kaba birini bıraktın; rabbinin huzurunda ne cevap
vereceksin?" diye sordular. O da, "Rabbime, 'Senin kullarına onların en
hayırlısını halife bıraktım' derim" diye cevap verdi.
Sonra birini göndererek Ömer'i çağırttı, ona, "Sana bir vasiyetim var, iyi
dinle! Allah Teâlâ'nın, gündüz yapılmasını istediği birtakım hakları
(ibadet ve vazifeler) vardır ki bunların geceleyin yapılmasını kabul
etmez. Aynı şekilde gece yerine getirilmesini istediği birtakım hakları da
vardır ki onların da gündüz yapılmasını kabul etmez. Allah (c.c) kul farz
ibadetleri yerine getirmedikçe nafileleri kabul etmez."
Kaf 50/19.
Farzlar terkedilerek yapılan nafile ibadetlerin bir faydası olmaz şeklinde
anlaşılmalıdır.
¦*
86
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
87

ÜÇÜNCÜ KISIM

Hz. ÖMER'İN (r.a) VEFATI

Amr b. Meymûn (rah) anlatıyor: Hz. Ömer'e suikast yapıldığı sabah ben
de oradaydım. Aramızda sadece Abdullah b. Abbas (r.a) vardı. Hz. Ömer
(r.a) namaz kıldırmak üzere mihraba doğru ilerlerken her iki safın
arasına geldiğinde, "Safları düzeltin" der, ondan sonra diğer safa geçerdi.
En sonunda mihraba ulaşır ve tekbir getirerek namaza
başlardı.
Çoğu kere, özellikle sabah namazlarında cemaat namaza yetişsin diye
ilk rek'atlarda Yusuf yahut Nahl sûrelerini okurdu.
O sabah da yine aynen yapmış ve mihraba geldiğinde niyetini ederek
tekbir almıştı ki onun, "Köpek beni yaraladı" dediğini işittim. Mugîre b.
Şu'be'nin kölesi Ebü'l-Lü'lü onu yaralamıştı. Kâfir adam100 ne olacak!
Kullandığı bıçağın her iki tarafı da keskindi.
Ebü'l-Lü'lü mescidden elindeki bıçağı sağa sola sallayarak kaçmış, bu
sebeple on üç kişi yaralanmıştı. Bunlardan, bir rivayete göre dokuzu,
diğer bir rivayete göre de yedisi hayatını kaybetmişti.
100 Ebü'l-Lü'lü, ateşe tapan bir Mecûsî idi.
Bu esnada, tam mescidden çıkarken Irak hacılarından biri onu gördü.
Hemen üstündeki cübbeyi çıkarıp üzerine attı. Ebü'l-Lü'lü de herkesin
üzerine çullandığını ve yakalandığını zannederek kendini bıçakladı.
Hz. Ömer (r.a) Abdurrahman b. Avf'ı yerine, namazı kıldırması için
geçirdi, çünkü ona en yakın o idi. Hz. Ömer'in arkasındaki herkes benim
gördüklerimi gördüler. Arka saflarda ve mescidin ücra köşelerinde
olanlar olan bitenden habersizdiler. Hz. Ömer'in sesi kesilince yanıldığını
düşünerek, "Sübhânellah, Sübhânellah" demeye başladılar. Abdurrahman
b. Avf kısa bir namaz kıldırdı. Namaz bitince Ömer (r.a), "Ey ibn Abbas!
Bak bakalım beni bıçaklayan kimmiş?" dedi. İbn Abbas, bu işi kimin
yaptığını öğrenmek üzere yanından ayrıldı. Bir müddet sonra geldi ve, "Ey
Ömer! Seni bıçaklayan Mugîre b. Şu'be'nin kölesi imiş. "Hz. Ömer (r.a),
"Allah kahretsin! Ben ona daima iyiliği tavsiye edip doğruyu
göstermiştim. Ama Allah'ıma şükürler olsun ki, benim ölümümü bir
müslümanın elinden yapmadı. Medine'de gayri müslimlerin çoğalmasını
isteyen sen ve babandı. Onlara en çok acıyan ve şefkat gösteren de
Abbas idi." ibn Abbas, "İstersen onların hepsini öldürelim?" dedi. Hz.
Ömer (r.a), "Dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve haclarını
yaptıktan sonra, artık böyle bir şey olmaz" dedi.
Sonra evine götürüldü, biz de beraberinde gittik. İnsanlar şaşkındı. Sanki
daha önce başlarına böyle bir felâket hiç gelmemiş gibiydiler. Kimi,
"Yarası ciddi, hayatî tehlikesi var" derken, kimi de, "Zannımca önemli bir
şeyi yok" diye konuşuyorlardı.
Sonra bir doktor getirtildi. Doktor hurma şırası içmesini söyledi. Biraz
içirdiler, fakat bağırsaklarından dışarı akıyordu. Süt içirdiler, yine aynı
şekilde oldu. Bunu görenler
88
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂÜ
89
Hz. Ömer'in öleceğini anladılar, çünkü bıçağın darbesi iç organlara kadar
sirayet etmişti.
Ben de ziyaretine gittim. İnsanlar ona övgülerde bulunuyorlardı. Sonra
bir genç geldi ve,
"Ey müminlerin emîri! Allah azze ve celleden sana müjdeler var! Zira sen
Resûlullah'ın (s.a.v) sohbetinde bulunup onunla arkadaşlık ettin.
Bildiğim kadarıyla da ilk müs-lümanlardansın. Sonra onların başına
önder oldun ve adaletle yönettin. Şimdi de şehid oluyorsun." Hz. Ömer
(r.a),
"Bu işler ne faydama ne de zararıma! Ben sadece bunların, âhiretim için
yetecek kadar olmasını isterdim" dedi. Bu konuşmalardan sonra
delikanlı ayrılmak üzere arkasını döndü. Entarisi uzunluğundan dolayı
yerlerde sürünüyordu. Hz. Ömer (r.a), "O genci buraya çağırın" dedi. Onu
bulup getirdiler. "Yeğenim! Elbiseni biraz yukarı kaldır! Böylelikle hem
daha temiz kalmış hem de rabbine karşı daha takvâlı davranmış
olursun" diye nasihatte bulundu.
Râvi anlatmaya şöyle devam ediyor: Hz. Ömer (r.a) oğlu Abdullah'tan ne
kadar borcu olduğunun tesbit edilmesini istedi. Hesabın sonunda
yaklaşık 86.000 dirhem borcunun olduğu ortaya çıktı. Hz. Ömer,
"Eğer ailemizin malı bu borçları ödemeye yeterse onlarla öde, yetmezse
git Kâ'b b. Adîoğulları'ndan iste. Onlarınki de yetmezse Kureyş
kabilesinden iste, başka bir yere de gitme. Bunlar yeterlidir. Borcumu
ödedikten sonra müminlerin annesi Âişe'nin yanına git ve,
"Ömer'in sana selâmı var" de. Sakın, "müminlerin emîri" ifadesini
kullanma, çünkü artık müminlerim emîri değilim. Sonra ona, "Ömer
sizden, iki arkadaşının [Resûlullah (s.a.v) ve Ebû Bekir'in] yanına
defnedilmek için izin istiyor" de dedi.
Abdullah Hz. Âişe'nin (r.anh) yanına gitti. İzin alarak içeri girdi. Selâm
verdi. Hz. Âişe (r.anh) oturmuş ağlıyordu. Abdullah, "Ömer b. Hattâb size
selâm gönderiyor ve iki arkadaşının yanına defnedilebilmek için sizden
müsaade istiyor" dedi. Hz. Âişe, "Ben orayı kendim için düşünüyordum,
fakat bugün Ömer'i kendime-tercih ediyorum" dedi.
Abdullah babasının yanına döndü. Oradakiler Ömer'e, "Bu oğlunuz
Abdullah, geri döndü" dediler. Hz. Ömer, "Beni kaldırın" dedi.
Oradakilerden biri onu kendine yaslayarak kaldırdı. Hz. Ömer, "Ne
haberler getirdin?" diye sordu. Abdullah, "Sevineceğiniz bir şey! Ey
müminlerin emîri, Hz. Âişe (r.anh) izin verdi" dedi. Hz. Ömer, "Allah'a
hamdol-sun! Benim için bundan daha önemli bir şey yoktu.
Öldüğüm zaman beni Hz. Âişe'nin odasına götürün.101 Abdullah, oraya
girince Âişe'ye selâm ver ve, 'Ömer buraya defnedilmek için sizden izin
istiyor' de. Eğer izin verirse beni oraya gömün, yok vermezse
müslümanların umumi kabristanlığına götürürsünüz" dedi.
Biraz sonra müminlerin annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa (r.anh) geldi.
Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Babasının
yanında kalıp bir müddet ağladı. Erkekler de içeri girmek isteyince onlara
izin verildi. Ben de onlarla beraber girdim, içeriden Hafsa'nın (r.anh)
ağlama seslerini işitiyorduk.
Erkekler, "Ey müminlerin emîri, bizlere vasiyetini et ve yerine halife bırak"
dediler. Hz. Ömer, "Ben bu göreve Resûlullah'ın (s.a.v) kendilerinden razı
olarak vefat ettiği şu altı kişiden başkasını lâyık görmüyorum" dedi ve
onları saydı: "Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebû Vakkas ve
Abdurrahman b. Avf.

101 Zira Hz. Peygamber'in kabri, Mescid-i Nebevi ile yan yana bulunan
Hz. Âişe'nin odasında bulunmaktaydı.
90
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
91
Bu iş için oğlum Abdullah da sizlere şahitlik eder. Onun bu işte hiçbir
hakkı yoktur, yani o halife olamaz. Onun orada bulunması taziyeleri
kabul etmek gibi bir şeydir. Eğer Sa'd halife olursa ne güzel! Yok,
başkasını seçerlerse mutlaka Sa'd'dan istifade etsin. Ben onu Küfe
valiliğinden, bu göreve yetersizliği ya da hainliği nedeniyle
azletmedim.102
Benden sonra halife olacak kişiye vasiyetim, ilk hicret edenlerin
faziletlerini bilmesi ve onlara saygı duymasıdır. ve yine ona vasiyetim
şudur ki, kendilerinden önce Medine'yi yurt edinip kendilerinden önce
iman etmiş ensara karşı iyilikle muamelede bulunmasıdır. Onlardan iyi
işler yapanlara ihsanda bulunsun, kusuru bulunanları da affetsin.
Diğer şehirlerin insanlarına da iyi davransın. Çünkü onlar İslâm'ın
dayanağı, devlet hazinesinin kaynağı ve düşmanlarımızın korkusudur.
Zekât ve sadaka gibi hususlarda onları fazla zora sokmasın ve ancak
rızaları ile kendilerinden arta kalan kısmı alsın.
Göçebelere yani köylülere de iyi davranmasını vasiyet ediyorum, zira
onlar Araplar'ın aslı, İslâm'ın aslî maddesidir. Onlardan aldığı sadaka ve
zekâtları tekrar fakirlerine dağıtsın.
Allah'ın ve Resûlü'nün koruma altına aldığı zimmîlere, kendilerine vaad
edilen hususlara riayet etmesini, onları korumasını ve altlarından
kalkamayacakları yükü onlara yüklememesini tavsiye ediyorum."
Sonra Hz. Ömer vefat etti. Hazırlanıp kefenlendikten sonra Hz. Âişe'nin
(r.anh) yanına (evine) götürdük. Abdullah b. Ömer selâm verdi ve,
"Ömer b. Hattâb buraya defnedilmek için sizden izin istiyor" dedi. Hz.
Âişe (r.anh), "Onu içeri getirin" buyurdular. Böylelikle Hz. Ömer'in
cenazesi iki arkadaşının yanına defnedilmiş oldu.

İ Ö
Resûlullah (s.a.v) buyuruyorlar ki: "Cebrail bana, 'İslâmiyet Ömer'in
ölümüne ağlasın' dedi."103
Abdullah b. Abbas (r.a) anlatıyor: Hz. Ömer'in cenazesi evinde bir
divanın 'üzerine konulmuştu. İnsanlar etrafını kuşatmışlar, rahmet ve
merhamet dualarında bulunuyorlardı. Ben de aralarında idim. Birden bir
el omuzuma ilişti, korktum, arkamı döndüğümde gördüm ki Âli b. Ebû
Tâlib (r.a)! Ömer'e rahmet dualarında bulundu ve ona şöyle dedi:
"Kendin gibi amel işleyen birini arkanda bırakmadın. Gerçekten senin
ameline benzer bir amelle Allah'a vâsıl olmak isterdim. Yemin ederim ki,
Allah (c.c) seni iki arkadaşınla beraber edecektir. Çünkü ben çok kereler
Resûlul-lah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
"Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce... gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer
beraberce ... çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce girdik..."104
1 Hz. Ömer (r.a) hicretin 21. (642) yılında Sa'd b. Ebû Vakkas'ı Küfe
valiliğine tayin etmiş, ancak daha sonra tekrar bu görevden onu kendisi
azletmiştir.
1 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/138; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., nr. 597.
Hadisin ibn Asâkir rivayetleri ile ilgili kısımları için bk. ibn Arrâk,
Tenzîhu'ş-Şerîa, 1/346; Şevkâ-nî, Fevâidü'l-Mecmûa, Menâkıbü'l-Hulefa,
21.
' Buhârî, Fezâil, nr. 4, 6; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 14; Nesâî, es-Sünenü'l-
Kübrâ, nr. 8115; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/112.
92
ÖLÜM ve SONRASI

DÖRDÜNCÜ KISIM

Hz. OSMAN'IN (r.a) VEFATI

Hz. Osman'ın (r.a) şehid edileceğini haber veren hadis meşhur ve


herkesçe malûmdur.
Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: "Kardeşim Osman evinde kuşatma
altına alınmıştı. Onu ziyarete gittim. Mer-habalaştıktan sonra bana dedi
ki: 'Kardeşim, bu gece şu pencerede Resûlullah'ı gördüm, bana, 'Ey
Osman! Seni muhasara altına mı aldılar?' dedi. Ben, 'Evet' dedim. 'Seni
susuz mu bıraktılar?' diye sordu; ben, 'Evet' dedim. Sonra bana içi su
dolu bir kap uzattı. Kana kana içtim, öyle ki onun serinliğini hâlâ
göğsümde hissediyorum.
Resûlullah (s.a.v), 'Ey Osman, istersen seni düşmanlarına karşı galip
kılalım, istersen iftarını bizim yanımızda yap' dedi. Ben iftarımı onun
yanında yapmayı tercih ettim."
Abdullah b. Selâm (r.a) der ki: "Hz. Osman işte o gün şehid edildi."105
Yine Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) şehid edilip
kanlar içinde ruhunu teslim ederken yanında bulunanlara, 'Hz. Osman
ruhunu teslim ederken neler söyledi?' diye sordum. Üç defa, 'Allahım!
Muhammed'in ümmetini topla, bir araya getir' diye söylendiğini işittik
dediler.
Ben de nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ediyorum ki, eğer
Hz. Osman (r.a) o haldeyken ümmetin
105 Bir rivayette Hz. Osman o sabah oruçlu olarak sabahlamış ve o gün
şehid edilmiştir.
İMAM GAZÂLÎ
93
bir araya gelmemesi için dua etseydi, kıyamete kadar asla bir araya
gelemezlerdi."
Sümâme b. Hazn el-Kuşeyrî (rah)106 anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) evini
kuşatanların karşısına çıkıp, 'Sizi bana karşı kışkırtan o iki kişiyi getirin'
dediği vakit ben de oradaydım. Deveye ya da eşeğe benzeyen iki adam
getirdiler. Hz. Osman (r.a), 'Allah ve Resulü adına söyleyin! Hani
Resûlullah (s.a.v) Medine'ye geldiğinde, içilebilecek tek tatlı suyu olan
Rûme Kuyusu'ndan başka bir kuyu yoktu. O vakit Resûlullah (s.a.v),
"Rûme Kuyusu'nu kim satın alırsa, o kuyunun her kovasına karşılık
kendisine cennette daha hayırlısının verilmesine talip olan kim
vardır?"107 diye sorduğunda ben o kuyuyu kendi öz malımla alıp
müslümanlara bağışladığımı bilmiyor musunuz? Siz ise bugün beni o
kuyunun suyundan ve hatta deniz suyundan bile içmekten
alıkoyuyorsunuz.' Ayaklananlar, 'Allah için doğru söylüyorsun' dediler. Hz.
Osman (r.a), 'Allah (c.c) ve İslâm için doğru söyleyin; Mescid-i Nebevî
artık iyice daralmış, cemaat sığmaz olmuştu. Resululllah (s.a.v):
Cennette karşılığı kendisine kat kat daha fazlası ve hayırlısı verilmek
üzere, falan ailenin arsasını kim alır ve mescidimize katar?108
buyurdular.
Ben o zaman kendi öz malımdan çıkarıp o arsayı satın almamış mıydım?
Şimdi ise orada iki rek'at namaz kılıma-
106 Muhadramunlardandır. Yani, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında
yaşamış, fakat kendisini görme imkânı bulamamıştır. Hz. Ömer, Hz.
Osman ve Hz. Âişe'yi (r.a) görmüştür (bk. Ebû Nuaym-ı isfahânî,
Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/295).
107 Buhârî, Fezâilü'l-Ashâb, 47;Tirmizî, Menâkıb, 18;Nesâî, ihbâs, 4; ibn
Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305. Tebrîzî, Mişkât, nr. 6066. Hz. Osman (r.a)
bir yahudinin mülkiyetinde olan Rûme Kuyusu'nu 20.000 dirheme satın
alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu.

Â
108 Tirmizî, Menâkıb, 18; Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr.
1305, Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 36280.
ÖLÜM ve SONRASI
ma engel oluyorsunuz, öyle değil mi?' dedi. Ayaklananlar, 'Allah var,
doğru söylüyorsun' dediler. Hz. Osman (r.a), 'Allah ve İslâm adına
doğruları söyleyin, ben Tebük Gazvesi askerlerini kendi malımdan
giydirip kuşatmadım mı? Onlara silâh ve teçhizat almadım mı?'
Ayaklananlar, 'Allah için bunlar doğru' dediler. 'Allah (c.c) ve İslâm hakkı
için doğru söyleyin; Resûlullah (s.a.v) Mekke'deki Sebîr dağında idi.
Yanında Ebû Bekir, Ömer ve ben vardım. Bir ara dağ sallanmaya başladı,
öyle ki kayaları dağın dibine kadar yuvarlanmıştı. Resûlullah (s.a.v)
ayağıyla yere vurarak,
Ey Sebîr, sakin ol I Zira üzerinde bir peygamber bir Sıd-dîk ve iki tane de
şehid bulunmaktadır109 dediğini işitmediniz mi?'
Ayaklananlar, 'Allah için bunu da işittik' dediler. Bunun üzerine Hz.
Osman (r.a), 'Allahüekber! Benim lehime tanıklıkta bulundunuz. Kabe'nin
rabbine yemin olsun ki ben şehid olacağım' dedi."
Dabbe110 ihtiyarlarından biri anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) hançerlenip de
kanlar sakallarına doğru akmaya başladığı zaman, 'Senden başka hiçbir
ilâh yoktur. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben
(nefsime) zulmedenlerden oldum'111 âyetini okudu; ardından, 'Alla-hım!
Şu düşmanlarımı sana havale ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım
diliyor ve beni imtihan ettiğin şeye karşı senden sabır diliyorum' diye dua
etti."
' Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. ibn Ebû Âsim, es-Sünne,
nr. 1305;
ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7/178. J Bir dağın ismidir. Mescid-i
Hayf'ın bulunduğu yerdedir (bk. Abdullah-ı Bekrî, Mu'ce-
mü mâ ista'cem, "Dabbe" md. 1 Enbiyâ 21/87.
İMAM GAZÂLÎ
95

BEŞİNCİ KISIM

Hz. ALİ'NİN (r.a) VEFATI

Asbağ-ı Hanzalî anlatıyor:


"Hz. Ali'nin suikasta uğrayacağı sabah güneşin doğmasının yaklaştığı
vakitlerdi. Müezzini İbn Tayyâh onu kaldırmaya gelmişti. Hz. Ali'nin
üzerinde büyük bir yorgunluk ve ağırlık hissi vardı. İlk seferde
kalkamamıştı. Müezzini ikinci sefer geldiğinde yine aynı haldeydi,
Ü
kalkamamıştı. Üçüncü sefer geldiğinde kalktı ve yürümeye başladı. Hem
yürüyor hem de şu beyitleri mırıldanıyordu:
Hazırla kendini ölüme, zira sana yaklaşmakta,
Senin vadine (yanına) geldiğinde sakın ondan sızlanma.
Hz. Ali (r.a) mescidin küçük kapısına yaklaştığında bir Haricî olan Benî
Murâd kabilesinden Abdurrahman b. Mül-cem tarafından saldırıya
uğradı ve hançerlendi (Küfe 40/661).
Bu sırada sesleri duyan kızı Ümmü Gülsüm112 hemen dışarı çıktı.
Babasının yaralandığını görünce, 'Nedir bu sabah namazının vaktinden
çektiklerim! Eşim, müminlerin
izahat için 92 numaralı dipnota bakınız.
96
ÖLÜM ve SONRASI
emîri (Ömer r.a ) sabah namazında şehid edildi. Babam Hz. Ali de sabah
namazı şehid edildi' dedi."
Kureyş'in ihtiyarlarından biri der ki: "Hz. Ali, Abdurrah-man b. Mülcem
tarafından hançerlendiği sıra, 'Kabe'nin rabbine yemin olsun ki ben
kurtuluşa erenlerden oldum' dedi."
Muhammed Bakır b. Ali Zeynelâbidîn der ki: "Dedem hançerlendiği
zaman oğullarına birtakım vasiyet ve nasihatlerde bulundu. Sonra, ruhu
kabzedilene kadar 1â ilahe illallah' zikrinden başka hiçbir şey
konuşmadı."

Hz. HASAN ve HÜSEYİN'İN (r.a) VEFATLARI

Hz. Hasan (r.a) zehirlenmenin tesiriyle113 artık iyice ağırlaşmaya


başladığı zaman kardeşi Hüseyin (r.a) yanına geldi. Onu endişe ve
umutsuzluk içinde görünce,
"Neden sızlanıyorsun? Deden Resûlullah'ın, baban Hz. Ali'nin, büyük
annen Huveylîd kızı Hz. Hatice'nin ve annen Fâtıma'nın, amcaların
Hamza ve Ca'fer'in yanına gidiyorsun, bunda endişe edilecek bir durum
yok" dedi. Hz. Hasan (r.a), "Ey kardeşim! Bugüne kadar kendisine hiç
gitmediğim ve yapmadığım bir işe, ölüme gidiyorum" dedi.
Muhammed b. Hasan (r.a) anlatıyor:
"Hz. Hüseyin (r.a) Ehl-i beyt ile birlikte Kerbelâ denilen yere vardıklarında
Ubeydullah b. Ziyâd'ın adamları etraflarını kuşatmıştı. Hz. Hüseyin (r.a)
öldürüleceklerini anlayınca ayağa kalktı, Allah'a hamd ve senalarda
bulunduktan sonra şu konuşmayı yaptı:
Hz. Hasan (r.a), zevcesi Cade bint Eş'as tarafından, 49 (669) senesinde
zehirlenerek şehid edildi. Cenaze namazını Saîd b. Âs kıldırdı. Kardeşi
Hz. Hüseyin (r.a) tarafından Medine-i Münevvere'deki Bakî
Kabristanlığfna defnedildi.
İMAM GAZÂLÎ
97
Gördüğünüz her şey Allah'ın takdiriyle olmuştur. Dünya değişti, her şey
bir bilinmezliğe büründü. İyilik diye bir şey kalmadı. Bir kaptan damlayan
ne ise o da o kadar işte. Bundan dolayı böyle hayırsız ve verimsiz bir
yerde yaşamak bana yeter de artar bile.
Hak ve hakikat ile amel edilmediğini, bâtıldan da sakı-nılmadığını
görmez misiniz? Bu bakımdan mümine düşen vazife, kendisini Allah'a
kavuşturacak yollara rağbet etmesidir. Ben şu halimle ölümü bir saadet,
zalimlerle yaşamayı ise kendim için bir cürüm olarak görüyorum."
98
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
99

BEŞİNCİ BÖLÜM

BAZI SAHABE, TABİÎN ve ONLARDAN SONRA GELEN TASAVVUF


BÜYÜKLERİNİN SON NEFESLERİNDEKİ SÖZLERİ

Muâz b. Cebel (r.a) vefat anında şöyle demiştir:


"Allahım! Şu zamana kadar senden korkuyor, çekini-yordum; şimdi ise
senin rahmetini ümit ediyorum. Allahım! Sen de biliyorsun ki, ben
dünyayı, orada uzun bir müddet kalmak, nehirler akıtmak, ağaçlar
dikmek için sevmedim; bilakis sıcakta susuzluktan kavrulanların
susuzluğunu gidermek ve zikir halkalarında âlimlerle birlikte olmak için
sevdim."
Muâz b. Cebel'in (r.a) ölüm sancıları çok şiddetli geçmişti. Kimse onun
gibi kıvrananı görmemişti. O baygınlığından her ayılısında, "Allahım!
Boğazımı ne kadar dü-ğümlersen düğümle, izzetine yemin olsun ki,
kalbimin seni sevdiğini biliyorsun."
Selmân-ı Fârisî (r.a) vefatı yaklaşınca ağlamaya başladı. Kendisine, "Sizi
ağlatan nedir?" diye sorulduğunda, "Dünyadan kopacağıma
ağlamıyorum. Resûlullah (s.a.v) vefat etmeden önce hepimizden
dünyalık olarak bir yolcunun yanına aldığından daha fazlasını
almamamız için söz
almıştı. İşte üzüntüm bu husustaki endişem sebebiyledir" dedi. Selmân
(r.a) vefat ettikten sonra terekesinin 10 küsur dirhem kadar olduğu
görüldü.
Bilâl-i Habeşî (r.a) vefat edeceği sıra hanımı, "Vay başımıza
gelenler!"diye feryat etmeye başladı. Hz. Bilâl (r.a), "Aksine! Bu benim
için büyük bir mutluluk, zira yarın ahbaplarıma, Muhammed'e ve onun
dostlarına kavuşacağım" dedi.
Anlatıldığına göre Abdullah b. Mübarek (rah) vefatı esnasında gözlerini
açtı, gülümsedi ve, "Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş (ve saadet) için
çalışsınlar"m âyetini okudu.
İbrahim-i Nehâî (rah) vefatı esnasında ağladı. Kendisine neden ağladığı
sorulduğunda, "Allah'tan, cennet ya da cehennemle beni müjdeleyecek
bir elçi bekliyorum, ondan" diye cevap verdi.
Muhammed b. Münkedir vefat etmeden kısa bir müddet önce ağlamaya
başladı. Kendisine, "Sizi böyle ağlatan nedir?" diye sorulduğunda şöyle
dedi: "Vallahi, bu ağlamam bilerek yaptığım bir günahın hatırıma
gelmesinden dolayı değildir. Belki, önemsiz zannettiğim bir günahın
Allah (c.c) katında büyük olması ve bu sebeple cezalandırılacağım
korkusundandır."
Zühd ehli bir zat olan Âmir b. Abdikays vefatı esnasında ağlamaya
başladı. Kendisine,"Sizi ağlatan şey nedir?" diye sorulduğunda şöyle
demiştir: "Ölümden korktuğum ya da hâlâ dünyaya hırslı olduğum için
ağlamıyorum; ben yazın sıcaktan kavrulanlara su dağıtmak için
kaçırdığım fırsatlara ve kışın kalkmadığım gece namazlarına ağlıyorum."
Sâffât 37/61.
100
ÖLÜM ve SONRASI
Fudayl b. İyâz (rah) son anlarında bir ara bayıldı, sonra gözlerini açtı ve,
"Eyvah! Bu ne uzun yolculuk, yanımda ise ne az azık var!" dedi.
Abdullah b. Mübarek (rah) son anlarında azatlı kölesi Nasr'a, "Başımı
toprağa koy" dedi. Nasr ağlamaya başladı. İbnü'l-Mübârek, "Niye
ağlıyorsun" diye sordu. Nasr, "Sizin o bolluk ve zenginlik zamanlarınızı
hatırladım, şimdi ise fakir ve garip biri olarak hayata veda ediyorsunuz"
dedi. İbnü'l-Mübârek (rah), "Sus, sesini çıkarma! Çünkü ben Allah'tan,
beni zenginlerin yaşantısı gibi yaşatmasını ve fakirlerin ölümü gibi
öldürmesini istemiştim. Şimdi bana keli-me-i tevhidi telkin et ve ben
tekrarlamadığım müddetçe ikinci kez söyleme" dedi.
Atâ b. Yesâr-ı Medenî anlatıyor: İblîs, son nefeslerini vermekte olan bir
adama gözükerek, "Kurtuldun" dedi. Adam, "Henüz senin şerrinden emin
olmuş değilim!" dedi.
Yine sûfîlerden ölmek üzere olan biri ağladı, neden ağladığı sorulunca,
"Allah Teâlâ'nın, 'Allah ancak takva sahiplerini kabul eder'115 âyetini
düşündüm, o sebeple ağlıyorum" demiştir.
Hasan-ı Basrî (rah), ölümü yaklaşan bir hastanın ziyaretine gitti.
Oradakilere şöyle dedi: "Bu ölüm işinin evveli budur, onun sonundan
elbette sakınmak gerekir. Şu dünyanın da sonu budur, bunu gören
kimsenin elbette işin başında ondan gönlünü çekmesi gerekir."
Cerîrî (rah) anlatıyor: Son nefeslerini verirken ben de Cüneyd-i
Bağdâdî'nin (rah) yanındaydım. Günlerden cuma ve ayrıca nevruzdu.116
Kur'an okuyor, hatim etmeye çalışıyordu. Ben, "Ey Ebü'l-Kâsım! Bu
halinde de mi Kur'an okumakla meşgulsün?" dedim, bana, "Defterim
dürülmek
115 Mâide 5/37.
116 Nevruz: Baharın ilk günlerinde yapılan, özellikle Ortadoğu
folklorunda yaygın olan şenlik, baharı karşılama bayramı.
İMAM GAZÂLÎ
101
üzere iken bunu yapmaya benden daha lâyık kim olabilir ki?" dedi.
Ruveym (rah) anlatıyor: Ebû Saîd el-Harrâz'ın vefatında yanındaydım.
Son nefeslerinde şöyle diyordu:
Ariflerin kalplerinin inilti ve meyli yalnızca O'nun zikri içindir.
Münâcâtlarındaki sırlı zikirler yine O'nadır.
Ölümünün kâseleri gezdirilince onların üstünde, her şükür sahibi biri gibi
dünyadan ayrılıp ilâhî rahmete kavuşurlar.
Onların gayretleri, gökteki parlak yıldızlar gibi parlayan, Allahın sevdiği
kulların ordusuna katılmaktır.
Öldürülürken onun sevgisiyle bedenleri, ruhları perdeler altında en
yüksek zirvelere doğru çıkmaktadır.
Onlar bu yolculuklarını ancak sevgililerinin yanında son buldururlar.
Ruhları kendilerinden ayrılırken bir acı veya zarar da görmezler.
Cüneyd-i Bağdâdî'ye, "Ebû Saîd Harrâz (rah) ruhunu teslim ederken
çokça vecde ve cezbeye kapıldı, bu hususta ne dersiniz?" diye sorulunca
Cüneyd, "Onun ruhunun rabbine kavuşmak için iştiyak ile uçması
şaşılacak bir olay değildir" demiştir.
Vefatı sırasında Zünnûn-i Mısrî'ye (rah), "Canın ne istiyor?" diye
sorulduğunda Zünnûn, "Evet, ölümümden önce bir anlık da olsa onu
gerçek mânada tanımak istiyorum" demiştir.
Yine ruhunu teslim etmek üzere olan bir velîye yanındakiler, "Allah de"
diye telkinde bulunduklarında, velî, "Ne zamana kadar böyle deyip
duracaksınız? Ben zaten Allah aşkı ile yanmaktayım" dedi.
Sâlihlerden biri anlatıyor: "Mümşâd-ı Dîneverî'nin (rah) yanında idim.
Simasından hal ehli biri olduğu anlaşılan bir fakir çıkageldi. Selâm verdi,
biz de selâmını aldık. Bize, 'Burada bir insanın ölebileceği temiz bir
mekân var mı?' di-
102
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
103

ye sordu. Ona temiz bir yer, bir de çeşme gösterildi. Bu fakir adam
çeşmeye gidip abdestini tazeledi, sonra biraz namaz kıldı, ardından
kendisine gösterilen yere gelerek uzandı. Biraz sonra gözlerini kapadı ve
oracıkta öldü."
Ebü'l-Abbas-ı Dîneverî bir mecliste konuşma yapıyordu. Onun sohbetini
dinleyen kadınlardan biri aşka gelerek bir sayha attı. Ebü'l-Abbas
erkeklerin yanında böyle bir şeyin yapılmasından hoşlanmadı ve kadına,
"Gerçekten kendini Allah'ta fâni olmuş, onun aşkında garkolmuş
hissediyorsan öl" dedi. Kadın kalkarak mescidin kapısına doğru ilerledi.
Tam çıkmak üzereyken Ebü'l-Abbas'a döndü: (İçinden Allah'ın kendisini
mahcup etmemesini istedi ve kendinde zuhur eden o halin doğru olduğu
ispat için ölmeyi temenni etti. Allah duasını kabul etti) ve kadın, "işte
öldüm" diyerek orada ruhunu teslim etti.
Ebû Ali-i Rûzbârî'nin kız kardeşi anlatıyor: "Kardeşim Ebû Ali son
nefeslerini verirken başı kucağımda idi. Baygındı, bir ara gözlerini açtı ve,
'İşte bunlar gökyüzünün kapıları, açılmışlar. Bunlar ise cennetler,
süslenmişler. Biri bana, Ey Ebû Ali! Her ne kadar sen istememiş olsan da
biz seni en yüksek derecelere çıkardık' diyor.
Ebû Ali sonra şu beyitleri okudu: Senin hakkına yemin olsun ki, seni
görene dek hiçbir kimseye muhabbet gözüyle bakmadım.
(Ey sevgili) Bir an senden gafil kalsam, senin bana azap edeceğini
biliyorum, bir de senin hayandan dolayı kızaran yanaklar bana azap
eder.117
117 Zebîdî, Kuşeyri Risâlesi'nöe de geçen bu şiirin, başka bir yazma
nüshada şu şekilde geçtiğini kaydeder:
(Ey sevgili!) Sona erdirsen de sana olan sevgimi, Bu kalbim yine senden
gayrisine meyletmez ki. (bk. Zebîdî, İthaf, 14/228).
Son nefeslerini vermek üzere olan Cüneyd-i Bağdâ-dî'ye, "Lâ ilahe illallah
de" diye telkinde bulunduklarında Cüneyd, "Ben O'nu unutmadım ki
hatırlamaya çalışayım!" demiştir.
Şiblî'nin hizmetçisi, Ca'fer b. Nusayr (el-Huldî) Bekrân-ı Dîneverî'ye,
"Vefatı esnasında onda ne gibi haller gördün" diye sorulduğunda Ca'fer,
"Şiblî bana, 'Üzerimde bir mazlumun bir dirhem hakkı vardı. Sonra o
parayı sahibi namına binlerce misliyle sadaka olarak verdim ama şu
anda kalbimi rahatsız eden, ondan daha büyük bir şey yok' dedi." Sonra,
"Haydi, bana abdest almamda yardımcı ol" dedi. Ben de ona abdest
aldırdım. Sakallarının arasını hilâl-lemeyi unuttum, o anda dili tutuktu.
Elimden tuttu, parmaklarımı sakallarının arasına soktu ve onu
hilâllettirdi, sonra ruhunu teslim etti. Ca'fer bunları anlattıktan sonra
ağlayarak der ki: "Ömrünün son nefeslerinde dahi dinin edeplerinden bir
edebi bile terketmeyen biri hakkında ne dersiniz?"
Bişr-i Hâfî'nin vefatının son anlarında sıkıntılı sıkıntılı davrandığını gören
biri, "Sanki hayatı arzuluyor gibisin?" dediğinde Bişr, "Evet, Allah'ın
huzuruna varmak gerçekten de zor bir iş!" dedi.
Salih b. Mismâr'a, "Oğlunu ve aileni, kendilerini gözetmeleri için birilerine
vasiyet etmeyecek misin?" diye sorduklarında: "Onları Allah'tan gayrisine
havale etmekten haya ederim" demiştir.
Ebû Süleyman Dârânî ağırlaştığı zaman dostları ziyaretine gelerek,
"Müjdeler olsun! Çok bağışlayan ve esirgeyen rabbinin huzuruna
gidiyorsun" dediler. Ebû Süleyman, "Bunun yerine, 'Küçük günahların
hesabını soran, büyüklerin de cezasını veren Allah'ın yanına varıyorsun'
desenize!" dedi.
104
ÖLÜM ve SONRASI
Ebû Bekir-i Vâsıtî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman kendisine, "Bize
vasiyette bulun" denildiğinde hazret, "Allah'ın sizdeki haklarını muhafaza
edin" dedi.
Sâlihlerden biri son anlarına yaklaşınca hanımı ağlamaya başladı.
"Neden ağlıyorsun?" diye sorduğunda, "Senin için ağlıyorum" der. Salih,
"Şayet ağlayacaksan kendine ağla, yoksa ben kırk yıldır bugünüm için
ağlamaktayım"
dedi.
Cüneyd-i Bağdadî (rah) anlatıyor: "Ölüm hastalığında üstadım Serî-i
Sakatî'nin ziyaretine gittim.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sordum, bana şu bey iti okudu:
Başıma gelenler doktorumdan olunca, ona bunları nasıl şikâyet edeyim!
Sonra onu serinletmek için bir yelpaze aldım. Bunu görünce, "Ciğeri
yanan biri yelpazenin serinliği ile ne bulacak?" dedi ve şu beyitleri okudu:
Kalp kavrulmuş, göz yaşları dinmek bilmiyor, keder keder üstüne, sabırsa
bölük pörçük...
Nasıl istikrar bulsun o kimsenin nefsi, kararsız hevâ ve hevesi ona günah
işletmeye devam ettikçe...
Ey rabbim! Benim için kurtuluş sağlayacak bir şey kalmışsa, ihsan et onu
bana son nefeslerimde olsa da...
Anlatıldığına göre Ebû Bekir Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, ölüm
hastalığında iken ona ziyarete geldiler ve
kendisine,
"Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulundular. Bunun üzerine Şiblî şu
beyitleri okudu:
Bir ev ki sen varsan orada, artık ihtiyaç yoktur ışığa, Geldikleri zaman
delilleriyle bütün insanlık bizim delilimiz ümidimizi bağladığımız
cemâlindir artık.
İMAM GAZÂLÎ
105
1
Bir gün olsun kurtulmayı beklersem senden eğer, vermesin Allah onu
bana.
Anlatıldığına göre Ebü'l-Abbas b. Atâ, hayatının son anlarında Cüneyd-i
Bağdâdî'nin yanına geldi. Selâm verdi, fakat Cüneyd hemen selâmını
almadı. Aradan bir müddet geçtikten sonra selâmını aldı ve, "Selâmını
geç aldığım için özür dilerim, çünkü ben günlük virdimi (zikrimi)
çekiyordum" dedi. Sonra yüzünü kıbleye doğru çevirdi, Allahü-ekber dedi
ve ruhunu teslim etti.
Ölüm döşeğinde yatan Kettânî'ye (rah), "Amellerin ne türdendi? diye
sorulur. Kettânî, "Ecelim yaklaşmış olmasaydı onu size anlatmazdım"
dedi ve ardından şu halini anlattı:
"Kırk yıldan beri kalbimin kapısında bekledim. Oradan Allah'ın rızâsının
dışında bir şeyin geçtiğini gördüğümde onu hemen kalbimden
uzaklaştırdım."
Mu'temir'in anlattığı bir kıssa şöyledir: Hakem b. Abdül-melik ölüm
döşeğine düşüp de insanlar onu ziyaret ettiklerinde aralarında ben de
vardım. "Allahım! Ona ölüm sancılarını kolaylaştır" diye ona duada
bulundum. Ardından birçok iyiliğini zikrettim. Hakem bir zaman sonra
kendine geldi ve, "O konuşan kimdi?" diye sordu. "Benim" dedim. Hakem,
"Ölüm meleği bana, 'Korkma! Ben her cömerde karşı çok yumuşak
davranırım' dedi." Sonra ruhunu teslim etti.
Yusuf b. Esbât-ı Şeybânî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman dostu
Huzeyfetü'l-Mar'aşî (rah) onun ziyaretine geldi. Onu sıkıntılı ve huzursuz
bir vaziyette bir o yana bir bu yana sallandığını görünce, "Ebû
Muhammedi Şimdi sıkıntı ve sızlanmanın zamanı mıdır?" dedi. Yusuf b.
Esbât, "Ebû Abdullah! Nasıl sızlanmayayım, nasıl tedirgin olma-
106
ÖLÜM ve SONRASI
yayım, Allah için ihlâsla, sadıkane olarak yaptığım bir amelimi
hatırlamıyorum ki!" dedi.
Huzeyfe demiştir ki: "Hayret doğrusu; böyle sâlih bir insan öleceği vakit
bile Allah için ihlâslı bir ameli olmadığına yemin edebiliyor!"
Megâzilî anlatıyor: Şu sûfî arkadaşlarımızdan, yaşlı ve hasta bir adamın
yanına gittim. Son nefeslerini vermekteydi. Diyordu ki: "Ey rabbim! Bana
dilediğini yapma imkânın var; bana yumuşak davran!"
Vefatı esnasında şeyhlerden biri Mümşâd-ı Dîneverî'yi ziyarete geldi.
"Allah (c.c) sana şöyle şöyle ikramlarda bulunsun, böyle ikram etsin..."
diye dualarda bulundu. Müm-şâd güldü ve,
"Otuz senedir cennet ve nimetleri bana arzedilmektedir, ancak ben
onlara gözümün ucuyla dahi bakmış değilim" dedi.118
Son nefeslerini vermekte olan Ruveym'e (rah), "Lâ ilahe illallah de" diye
telkinde bulunduklarında Ruveym onlara, " Zaten ben ondan başka bir
kelimeyi doğru dürüst söyleyemem ki?" karşılığını verir.
Ölüm döşeğindeki Ebü'l-Hüseyin Nûrî'ye, "Lâ ilahe illallah de!" diye
telkinde bulunduklarında hazret, "Bu anda ondan başka önemli bir iş mi
var!" demiştir.
Ebû Yahyâ-i Müzenî ölüm hastalığında İmam Şafiî'yi ziyaret etti. Ona
lakabıyla hitap ederek, "Ebû Abdullah, halin nasıl?" diye sordu, İmam
Şafiî,
"Dünyadan göç etmek, kardeşlerimden ayrılmak, kötü amellerimle yüz
yüze gelmek, ölüm kadehini içmek ve rab-bime varmak üzereyim.
Bilemiyorum, ruhum cennete mi uçacak ki onu müjdeleyeyim; yoksa
cehenneme mi gide-
1 Bu durum özellikle sâlihlerin son nefeslerinde görülen bir istiğrak
halidir. Allah'ın rızâsından ve O'nun cemâlinden başka hiçbir şey
istememek anlamına gelmektedir.
İMAM GAZÂLÎ
107
cek, ona tahammül edeyim?" dedi ve ardından şu beyitleri okudu:
Kalbim taşlaşıp yollarım tıkandığında,
Teslim ettim ümitlerimi senin affına.
Çok büyük geldi günahlarım bana,
Ancak ne zaman ki geldi senin affınla yan yana,
Senin affını daha büyük gördüm onun yanında.
Affettin sen daima kullarının günahlarını,
Eksik etmedin cömertliğini, affını ve ihsanını.
Kurtulamazdı hiçbir kul şeytanın aldatmasından
Sen olmasaydın eğer,
Nasıl kurtulsun ki, aldatmıştı o temiz kulun
Âdem'i meğer!
Son demlerini yaşayan Ahmed b. Hadraveyh'e bir mesele soruldu, hazret
ağlamaya başladı ve,
"Yavrucuğum! Tam doksan beş senedir çalmakta olduğum kapı bugün
açıldı. Cennete mi yoksa cehenneme mi açılacağını bilemiyorum. Bu
durumda ne cevap vereyim ki?" dedi.
işte, ariflerin son sözleri bu şekilde.
Bu sözlerin her birinin farklı farklı olması onlara galebe çalan korku,
ümit, şevk ve sevgi sebebiyledir. Herkes o anki durumuna göre farklı
beyanlarda bulunmuştur. Her birinin dediği kendi makamına göre
doğrudur.
i."
108
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
109

ALTINCI BOLUM

CENAZEYE KATILAN KİŞİNİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN EDEPLER

Cenazeye katılan kişi, cenazenin önünde yürümeli, kendinin de o tabutun


içinde olduğunu varsayarak tefekkür halinde bulunmalı ve bütün bunları
tevazu halinde yapmalıdır (bunların edep ve sünnetlerini kitabımızın fıkhî
meseleler kısmında incelemiştik).
Bu husustaki edeplerden biri de, ölen kişi fâsık yani günahkâr biri olsa
dahi onun hakkında iyi niyet dileklerinde bulunmaktır. Şu da var ki, ölen
kişi her ne kadar zahiren temiz bir insan gibi olsa da, son nefesinin iman
ile çıkıp çıkmadığı hususunda kaygılar olabilir. Çünkü o anda neler
olacağı bilinemez. Bu konuda anlatılan bir olay şöyledir:
Ömer b. Zerr'in (rah) bir komşusu vefat etmişti. Bu adam yaptığı kötü
işlerle nefsine çok zulmetmişti. Bu sebeple insanlar onun cenazesine
katılmadılar. Ömer, onun cenazesini hazırladı, namazını kıldı ve kabrine
koydu. Sonra baş ucunda durdu ve, "Allah sana merhametiyle muamele
buyursun! Ömrünü tevhid ile geçirdin, insanlar senin için, 'O günahkâr ve
isyankâr biridir' desinler! Sen yüzünü topraklara bulayarak rabbine
secdeler ettin. Hangimiz hatasız, hangimiz günahsızız ki!"
Bu hususta anlatılan bir kıssa da şöyledir:
Basra'nın kenar mahallelerinde zulmü ve günahkârlığı ile bilinen bir
adam öldü. Hanımı kocasının cenazesini kaldıracak, onu gömecek hiç
kimseyi bulamadı. Zira adam cürmüyle tanındığından kimse onun
cenazesine katılmak istemedi. Kadın bunun üzerine iki hamal kiraladı,
onu cenaze namazlarının kılındığı musalla taşının üzerine koy-durttu,
ancak yine kimse namazını kılmadı.
Kadın defnetmek üzere eşini kimsenin uğramadığı boş bir araziye
götürdü. O beldeye yakın bir tepede herkesçe tanınan zâhidlerden büyük
bir zat vardı. Kadın o zatı cenazeyi bekliyormuş gibi bir halde gördü. O
büyük zat adamın cenaze namazını kılmak için ona yöneldi. Bu haber
kısa zamanda Basra'ya yayıldı. Herkes bu zat ile birlikte adamın
cenazesini kılmak üzereye oraya akın etti. Zâhid, kendisine, "Neden
özellikle bu adamın cenazesini kıldınız?" diye soranlara,
"Rüyamda bana, 'Filan yere git, orada yanında hanımından başka
kimsesi bulunmayan bir adamın cenazesi vardır; onun namazını kıl,
çünkü o bağışlanmıştır' denildi.
İnsanlar iyice meraklanmaya başladı; bunun üzerine zâhid, ölen adamın
karısını çağırarak kocasının hayattayken durumlarından sordular. Kadın,
"Herkesin bildiği gibi işte... Meyhaneye gider, akşama kadar içki içerdi."
Zâhid, "İyi düşün! Yaptığı hayırlı bir ameli hatırlıyor musun?" diye sordu.
Kadın, "Evet, onun devamlı yaptığı üç hayırlı amelini biliyorum:
1. Genelde sabah namazı vakti ayılırdı. Hemen elbiselerini değiştirir,
camiye gider ve cemaatle namazını kılardı. Ancak sonra tekrar
meyhaneye giderek günaha devam ederdi.
110
ÖLÜM ve SONRASI
2. Evde daima bir veya iki yetim bulundurmaya çalışırdı. Öyle ki onlara
kendi evlâtlarından daha iyi bakardı.
3. Gecenin karanlığında sarhoşluğundan ayılır ve ağlayarak şöyle dua
ederdi: Allahım! Cehennemin hangi köşesini bu menfur adamla
dolduracaksın?"
Zâhid bunları dinledikten sonra arkasını dönüp oradan ayrıldı. İnsanlar
da merak ettikleri soruların cevabını almış oldular.
Sıla b. Eşyem-i Adevî (rah) defnedilen kardeşinin kabrinin yanına gelerek
şu beyiti okumuştur:
Eğer sorgu suali geçersen gerçekten büyük bir tehlikeyi atlaşnnışsın
demektir; yoksa kurtulacağını tahmin etmiyorum.

KABİR EHLİNİN DURUMU

Dehhâk b. Mezâhim anlatıyor: Adamın biri,


"Ey Allah'ın Resulü! insanların en zahidi kimdir?" diye sordu. Resûlullah
(s.a.v),
"Kabri ve oradaki çürümeyi unutmayan, dünyalık fuzulî şeyleri terkeden,
âhireti dünyaya tercih eden, yarınki gününün derdine düşmeyen ve
kendini kabirdeki insanlardan biri olarak gören kimse zâhiddir""9 diye
cevap vermiştir.
Hz. Ali'ye (r.a), "Neden kabristanlığa yakın bir yerde evini kurdun?" diye
sorulduğunda, "Onları en iyi ve samimi komşular olarak buldum; dillerini
tutmasını biliyorlar ve ayrıca âhireti hatırlatıyorlar" demiştir.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10565; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef,
8/37/6/17; Hadisin mânasını ihtiva eden rivayetler için de bk. Tirmizî,
Sıfatü'l-Kıyâme,17; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/234; Hâkim, el-
Müstedrek, 4/316; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Um-mâl, nr. 44054.
İMAM GAZÂÜ
111
Resûlullah (s.a.v), "Kabir kadar ürkütücü bir manzara görmedim"120
buyurmuştur.
Ömer b. Hattâb (r.a) anlatıyor: Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) ile
kabristanlığa gittik. Bir kabrin başına oturdu. İçimizde ona en yakın
bendim. Resûlullah (s.a.v) ağladı, ben de ağladım ve herkes ağladı. Bize,
"Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu, biz de, "Siz ağladığınız için ağladık,
dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Bu annemin, Vehb kızı Amine'nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret
etmem için izin istedim, izin verdi. Ona istiğfarda bulunmam için izin
istedim, fakat buna izin vermedi. İşte benim kalbime bir anne ile oğlu
arasındaki şefkat duygusu geldi, ona ağladım"121 buyurdular.
Osman b. Affân (r.a) bir kabrin başına oturduğu zaman sakalları
ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine, "Ey Osman, neden cennet ya da
cehennemden bahsedildiğinde ağlamıyorsunuz da bir kabrin başına
oturduğunuz da ağlıyorsunuz?" diye soruldu. Hz. Osman (r.a) şöyle
cevap verdi:
Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Kabir, âhiret yolculuğunun ilk konağıdır.
Eğer kişi buradan kurtulursa artık gerisi kolaydır. Yok, kurtulamazsa
gerisi çok çetindir."122

KABİR ZİYARETİ ve ÖLÜLERE DUA

Erkek kadın herkese, ibret almak, ölümü hatırlamak maksadıyla kabirleri


ziyaret etmek müstehaptır. Allah'ın velî kullarının kabirlerini, hem
teberrük hem de ibret almak maksadıyla ziyaret etmek de böyledir.
120 Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
1/64; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371; 4/331.
121 Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz,
101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim,
el-Müstedrek, 2/336.
122 Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371.
112
Ö Ü
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
m
Resûlullah (s.a.v) önceleri kabir ziyaretine izin vermiyordu, fakat
sonraları izin vermiştir.
Hz. Ali'den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Sizlere kabir ziyaretini yasaklamıştım, ama artık onları ziyaret
edebilirsiniz. Ancak kimse oralarda çirkin ve kötü sözler
konuşmasın."123
Resûlullah (s.a.v) beraberindeki zırhlı bin kadar askerle annesinin kabrini
ziyarete gitmişti. Bugüne kadar onun böyle ağladığını hiç kimse
görmemişti. İşte bu ziyaretinde Resûlullah (s.a.v), "Ziyaretine izin verildi,
ama onun için istiğfar etmeme izin verilmedi"124 buyurdu. Bu hadisi
daha önce zikretmiştik.
İbn Ebû Müleyke (rah) anlatıyor: Bir kabristanlıkta Hz. Âişe (r.anh) ile
karşılaştım: "Ey Müminlerin annesi, nereden dönüyorsunuz" diye
sordum. "Kardeşim Abdurrah-man'ı ziyaretten" dedi. Ben, "Resûlullah
(s.a.v) kabir ziyaretini yasaklamamış mıydı?" diye sordum, "Evet,
yasaklamıştı, ama daha sonra ziyaret etmemizi emretti" dedi.
Yukarıda zikredilen hadise ile kadınların mezarları rahatça ziyaret
edebileceği düşüncesine varılmasın. Zira onlar (ölmüş olan yakınlarını
kaybetmenin acısına tahammül edemeyerek ya kendilerine ya da yakının
ölümüne sebep olan kimselerin aleyhlerinde) kötü ve boş sözler
konuşmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Kazanacakları sevap
kazandıkları kötülüğü karşılamaz. Oraları ziyaret etmenin verdiği hüzün
ve hasretle kendilerini dağıtırlar ve böylelikle mahrem yerlerini
başkalarına göstermiş olurlar. Bunlar
113
1 Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42555;
Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn
Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441.
1 Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101;
ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim, el-
Müstedrek, 2/336.
ise büyük âfetlerdir. Halbuki kabir ziyareti sünnettir. Bir sünneti ihya
etmek için bu kadar günah işlenilmez!
Evet, erkeklerin gözlerine takılmayacak, onları meşgul etmeyecek tarzda
elbiseler giyerek kabirleri ziyaret etmelerinde bir sakınca yoktur. Tabii bu
ziyaret de, duanın aşırı gidecek kadar fazla uzatılmaması ve kabrin
başında konuşulup fuzuli vakit geçirilmemesi kaydına bağlıdır.
Ebû Zerr'in (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) ona
şöyle buyurmuştur;
"Kabirleri ziyaret et, bu sana âhireti hatırlatır. Ölüleri yıka, zira ruhu
alınmış boş bir cesetle uğraşmak insana kuvvetli bir öğüttür. Cenaze
namazlarına katıl, belki üzülmene vesile olur. Şunu bil ki hüzünlü
kimseler Allah'ın gölgesinde (muhafazası) altındadır."^25
İbn Ebû Müleyke (rah) der ki: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinizi ziyaret edin, yanlarına vardığınızda selâm verin; çünkü
onlardan alacağınız ibretler vardır."'126
Nâfi'in nakline göre, İbn Ömer (r.a) eğer bir kabrin yanından geçecekse,
yanında biraz bekler, selâm verir ve öyle geçerdi.
Ca'fer b. Muhammed127 babasından rivayetle şunu anlatır:
"Resûlullah'ın kızı Fâtıma (r.anh) bazı günler amcası128 Hamza'nın (r.a)
kabrini ziyaret eder, orada namaz kılar ve ağlardı."
125 Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Beyhakî, Şuabü'l-lnıân, nr. 9291; Süyûtî,
ed-Dürrü'l-Mensûr, 6/439; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5135; Süyûtî,
Şerhu's-Sudûr, s. 49-50.
126 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 3169; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 24830; Zebîdî, İthaf, U/271.
127 Ca'fer (Sâdık) b. Muhammed b. Ali (Zeynelâbidîn) b. Hüseyin b. Ali
b. Ebî Tâlib (r.a).
128 Babasının amcası kastedilmektedir.
114
ÖLÜM ve SONRASİ
İMAM GAZÂLÎ
115

Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki:


"Kim, her cuma anne ve babasının veya ikisinden birinin kabrini ziyaret
ederse bağışlanır ve anne babasına karşı iyi davrananlardan yazılır."129
İbn Sîrîn'den (rah) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Anne ve babasına asi olduğu halde onları kaybeden bir kimse,
vefatlarından sonra arkalarından (bağışlanmaları için) dua ederse Allah
o kimseyi iyilerden yazar."130
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: "Beniziyaret edene şefaatim
vacip olur."131
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Kim (hayatımda ya da vefatımda) Medine'ye gelir ve sırf Allah rızâsını
gözeterek ve sevabını O'ndan umarak beni ziyaret ederse kıyamet günü
onun şefaatçisi ve (hayırlı amellerinin) şahidi olurum." ™2
Kâ'b Ahbâr (rah) şöyle demiştir;
"Her fecir doğduğunda gökten yetmiş bin melek inerek Resûlullah'ın
kabrini kuşatırlar. Üzerinde kanatlarını çırparak ona salâtü selâm ederler.
Akşam olduğunda bu melekler göğe yükselir, yerlerine onların sayısınca
başka melek-
129 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6110; es-Sagîr, nr. 956; Süyûtî, ed-
Dürrü'l-Mensûr, 5/267; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4312. Zebîdî bu
rivayetten sonra anne ve babanın kabirlerini ziyaret etmenin faziletine
dair şu hadisleri zikreder; Hâkim ve ibn Adî'nin rivayet ettikleri bir hadis-i
şerifte Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki; "Kim ecrini ve sevabını Allah'tan
bekleyerek anne ve babasını ya da onlardan birinin kabrini ziyaret
ederse, Allah ona kabul olunmuş bir hac sevabını yazar. Kim onların
kabirlerini ziyaret ederse, melekler de onların kabirlerini ziyaret eder."
Ebü'ş-Şeyh, Dey-lemî, ibn Neccâr ve Râfiî'nin rivayet ettikleri bir hadiste
de, "Cuma günleri anne babasının ya da onlardan birinin kabirierini
ziyaret ederek başlarında Yasin okuyan kimseye Allah, okuduğu her
harfe mukabil mağfiret ihsan eder" buyrulmuştur.
130 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7901; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5/267.
131 Hâkim-i Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, nr. 112; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr,
nr. 1198; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 4159;
132 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 1583; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr. 8716;
ed-Dürrü'l-Mensûr, 1/569.
ler inerler. Bunlar da aynen birinci grup gibi salâtü selâm getirirler, tâ ki
(dünyanın ömrü tükenip de) yer yarılana kadar buna devam edeler.
Resûlullah (s.a.v) o gün yetmiş bin meleğin arasında saygı ve hürmetle
diriltilir."

KABİR ZİYARETİNİN EDEPLERİ

Kabir ziyaretinin müstehap olan şekli, ziyaretçinin ardını kıbleye verip


yüzünü kabirdeki kimseye doğru çevirmesi ve ona selâm vermesidir.133
Kişi kabri öpmez, (batıl inançlar doğrultusunda) elini veya elbisesini
sürmez, çünkü bunlar hıristiyan âdetlerinden-dir.
Nâfi' anlatıyor: "Abdullah b. Ömer'i yüz defa belki daha fazla gördüm;
Resûlullah'ın (s.a.v) kabrine gelir ve, "Selâm olsun Nebî'ye, selâm olsun
Ebû Bekir'e, selâm olsun babama' der, ondan sonra ayrılırdı."
Ebû Ümâme (r.a) anlatıyor: "Enes b. Mâlik'i gördüm, Resûlullah'ın (s.a.v)
kabrine geldi, biraz durdu ve (dua etmek için) ellerini kaldırdı. Ben namaz
kılacağını zannettim. Sonra selâm verdi ve ayrıldı."
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Kim bir mümin kardeşinin kabrini ziyaret eder ve onun yanında oturursa,
kabirdeki kardeşi onunla ünsiyet eder, selâmını alır. Bu durum yanından
ayrılana kadar devam eder."™4
Süleyman b. Süheym (rah) anlatıyor: "Resûlullah'ı (s.a.v) rüyamda
gördüm. 'Ey Allah'ın Resulü! Şu adamlar senin kabrine gelip selâm
veriyorlar; o selâmı anlıyor mu-
133 Bu selâm, "Esselâmü aleyküm ey (Ahmet oğlu Mehmet)... ve
rahmetullâhi ve bere-kâtühü" şeklinde olabilir (Zebîdî, İthaf, 14/273).
134 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6460; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 42601.
116
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
117
m
sun?' diye sordum. 'Evet, anlıyor ve selâmlarına karşılık veriyorum'
buyurdu."
Ebû Hüreyre (r.a) demiştir ki: "Bir kimse tanıdığı bir adamın kabrinin
yanından geçerken ona selâm verse, kabirdeki onu tanır ve selâmını alır.
Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selâm verdiğinde
ise kabirdeki onu tanımaz, ancak mutlaka selâmına mukabelede
bulunur."
Âsım-ı Cuhderî'nin ailesinden biri anlatıyor: "Ölümünün ardından iki yıl
geçtikten sonra Âsım'ı rüyamda gördüm. Hemen, 'Sen ölmemiş miydin?'
diye sordum. 'Evet, ölüyüm' dedi. 'Şimdi neredesin?' dedim, 'Vallahi
cennet bahçelerinden bir bahçedeyiz. Her cuma gecesi ve sabahı
buradaki bir grup arkadaşla beraberce toplanır ve Bekir b. Abdullah-ı
Müzenî'nin yanına gideriz. Orada sizlerden gelecek haberleri bekleriz'
dedi. Ben, 'Bunu ruhlarınızla mı yoksa bedenlerinizle mi yapıyorsunuz?'
diye sordum. 'Nerede! Bedenlerimiz çoktan çürüdü, sadece ruhlarımızla
bir araya geliyoruz.' 'Peki, bizim sizlere olan ziyaretlerimizden haberdar
oluyor musunuz?' dedim. 'Evet, cuma gecesi, cuma gününün tamamı ve
cumartesi sabahına kadar olan ziyaretlerden haberimiz oluyor' dedi.
'Neden özellikle cuma günü?' diye sordum, 'Cuma gününün diğer günlere
olan üstünlüğünden' dedi.
Muhammed b. Vâsî (rah) kabirleri cuma günü ziyaret ederdi. Bunun
sebebi kendisine sorulunca, "Bana ulaşan haberlere göre ölüler,
kendilerini cuma günü, cuma gününden bir gün öncesi (yani perşembeyi
cumaya bağlayan gece) ve bir gün sonrasında (cumartesi sabahına
kadar) ziyaret edenleri bilirler."
Dehhâk demiştir ki: "Her kim (yakınlarından) bir kişinin kabrini cumartesi
gününün güneş doğmazdan öncesine
kadar ziyaret ederse, kabirdeki kişi onu tanır." Dehhâk, bu nasıl olur diye
kendisine soranlara, "Cuma gününün faziletinden" diye cevap verir.

ÖLÜLERE DUA ve İSTİĞFARDA BULUNMAK

Bişr b. Mensur (rah) anlatıyor: "Veba hastalığı her tarafa yayılıp da


insanlar bir bir öldüğü zamandı. Adamın biri kabristanlığa gider ve orada
kılınan her cenaze namazına iştirak ederdi. Akşam olup evine gitmezden
önce de kabristanın kapısında durur ve mezardakilere,
'Allah Teâlâ yalnızlığınızı gidersin, garipliğinize merhamet etsin,
günahlarınızı bağışlasın ve iyiliklerinizi kabul etsin' diye dua eder, bundan
fazla bir şey söylemez, sonra evine giderdi."
Hadisenin bundan sonrasını olayı yaşayan adam anlatıyor:
"Yine akşam olmuştu. Bu sefer her zamanki gibi kabristanlığa gidip dua
etmedim. Hava kararınca ailemin yanına döndüm. Yatıp uyumuştum; ne
olduğunu anlayamadım, bir grup insan yanıma geldi.
'Sizler kimsiniz, ne istiyorsunuz?' dedim. Onlar, 'Bizler o kabristanlıkta
bulunan kimseleriz' dediler. 'Neden geldiniz?' diye sordum; şöyle dediler:
'Senin evine dönmeden önce yaptığın o dua bizler için bir hediye
oluyordu, ancak bu gece dua etmedin!' Ben şaşkınlık içinde, 'Hangi dua?'
diye sordum. 'Bize her zaman yaptığın o dua var ya, işte o' dediler.
Bundan sonra devamlı olarak onların başında bu duaları okudum."
Beşşâr b. Gâlib-i Necrânî anlatıyor: "Rüyamda âbide kadın Râbia-i
Adeviyye'yigördüm. Ona çokça dua ediyordum. Bana, 'Ey Beşşâr! Bize
gönderdiğin hediyelerin ipek
118
ÖLÜM ve SONRASI
mendillerle örtülü nurdan tabaklar içinde geliyor' dedi. Ben, 'Bu nasıl
oluyor?' diye sordum. O, 'İşte, hayattaki müminlerin ölülerine yaptıkları
dua böyledir; önce bu dualar kabul edilir ve nurdan tabaklara konulur,
sonra ipek mendillerle kapatılır, ardından dua edilen kişiye getirilerek, 'Bu
falanca kimsenin sana gönderdiği hediyedir' denilir ve ona ikram edilir."
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Kabirdeki ölü, boğulmak üzereyken yardım isteyen kimse gibidir.
Babasından, kardeşinden veya bir dostundan gelecek olan yardımları
bekler durur. Ona bir yardım ulaştı mı bu ona dünya ve içindekilerden
daha sevimli gelir. Hayattakilerin ölülere göndereceği hediyeler dua ve
istiğfarlarıdır."™5
Sâlihlerden biri anlatıyor: Kardeşim vefat etmişti. Bir zaman sonra onu
rüyamda gördüm. 'Seni kabrine koyduğumdan beri durumun nasıl?' diye
sordum. Şöyle anlattı:
"Siz yanımdan ayrıldıktan sonra elinde bir ateş topu olan biri geldi; eğer
biri benim için dua ve istiğfarda bulun-masaydı, herhalde elindeki şeyle
beni dövecekti."
İşte saydığımız bu sebeplerden ötürü, ölü defnedildikten sonra, ona
telkinde bulunmak ve dua etmek müstehap görülmüştür.

ÖLÜYE TELKİNDE BULUNMAK

Saîd b. Abdullah-ı Ezdî136 anlatıyor: "Ebû Ümâme-i Bâhilî'nin (r.a)


ziyaretine gittim. Son nefeslerini vermek üzereydi. Bana,

135 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6664; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr.


7905, 9295; Müt-takî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42783, 42971; Süyûtî,
Şerhu's-Sudûr, s. 395.
136 Zebîdî şerhinin bulunduğu ihya nüshasında bu isim "el-Evdî" olarak
geçmektedir.
119

'Ey Saîd! Öldüğüm zaman bana yapılacak işlemleri Re-sûlullah'ın (s.a.v)


emrettiği gibi yapınız' dedi. Sonra şu ha-dis-i şerifi nakletti:
Sizlerden biri ölüp de üzerini toprakla örttüğünüz zaman içinizden biri
yanında kalsın ve,
'Ey falanca kadının oğlu (ya da kızı) falanca!' diye seslensin. Ölü bu
esnada işitir, fakat cevap verecek gücü bulamaz. Sonra ikinci kez:
'Ey falanca kadının oğlu falanca!' diye seslensin. Bu sefer ölünün ruhu
oturur bir vaziyette doğrulur. Ardından üçüncü kez:
'Ey falanca kadının oğlu falanca!' diye seslensin, çünkü ölü bu sefer,
'Allah sana rahmet etsin, haydi beni irşad et, doğru yolu göster' der.
Ancak sizler onun bu dediklerini duyamazsınız.
Telkin veren kişi bundan sonra, 'Dünyadan ayrılırken, Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in onun peygamberi olduğuna, Allah'a iman
ettiğine, din olarak İslâm'ı kabul edip peygamber olarak Hz.
Muhammed'e inandığına, Kur'an'ı kendine rehber olarak kabul ettiğine
dair şahitlikte bulunduğunu hatırla!' der.
Bunları işiten Münker ve Nekir birbirlerini geri çekerek, 'Haydi artık
gidelim, burada kalmamız için bir sebep kalmadı, çünkü bu adama
(kendisini kurtaracak deliller) telkin edildi' derler. Allah (c.c) bu iki
meleğin yanında o adamın şahidi olur.
Oradan bir adam, 'Ey Allah'ın Resulü! Şayet ölen kişinin annesinin adı
bilinmiyorsa ne yapsın? diye sordu. Resûlullah (s.a.v), 'O takdirde 'Ey
Havva'nın oğlu falanca... diye Havva'ya nisbet etsin' buyurdular."137
137 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 7979; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
nr. 4248; Müt-takî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42406, 42934; Süyûtî, ed-
Dürrü'l-Mensûr, 5/39; Câ-miû'l-Ehâdtsü'l-Kûbrâ. nr. 2570, 2571.
120
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
121

MEZARLIKTA KUR1 AN ve ÇEŞİTLİ DUALAR OKUMAK

Mezarlıkta ölülere Kur'ân-ı Kerîm okumakta bir mahzur yoktur (Hanefî ve


Şafiî âlimlerinin çoğunluğuna göre durum böyledir).
Ali b. Musa-i Haddâd anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel (rah) ile beraber
bir cenazedeydik. Muhammed b. Kudâ-me-i Cevherî de yanımızdaydı.
Ölü defnedildikten sonra âmâ bir adam geldi ve kabrin başında Kur'an
okumaya başladı. İmam Ahmed, "Ey adam! Kabir başında Kur'an
okumak bid'attı" dedi. Mezarlıktan çıktıktan sonra Muhammed b.
Kudâme, imam Ahmed'e (künyesiyle seslenerek), "Ebû Abdullah,
Mübeşşir b. İsmail-i Halebî hakkında ne dersin?" diye sordu. İmam
Ahmed, "Güvenilir biridir derim. Yoksa ondan (hadis, haber vs. gibi) bir
şeyler mi yazdın?" dedi. Muhammed b. Kudâme, "Evet, Mübeşşir b.
İsmail bana, Abdurrahman b. Alâ b. Leclâc'dan onun da babasından
rivayetle geldiğini söylediği şu hadiseyi aktardı: O, defnedildiği zaman
baş ucunda Bakara sûresinin başlangıcıyla (Elif-lâm-mîm) son kısmının
(Amenerresûlü) okunmasını vasiyet etti ve İbn Ömer'in de bu şekilde
vasiyette bulunduğunu söyledi." İmam Ahmed, "O halde git adama söyle,
Kur'an okumaya devam etsin" dedi.138 Muhammed b. Ahmed-i Mervezî
anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel'den işittim, diyordu ki: "Mezarlığa
girdiğiniz zaman Fâtiha'yı, Felâk ve Nas sûrelerini ve ihlâs sûresini
okuyunuz, sevabını da mezarlıkta yatanlara
bağışlayınız; çünkü okuduklarınızın sevabı onlara ulaşmaktadır."139
Ebû Kılâbe anlatıyor: "Şam'dan Basra'ya dönmüştüm. İcap ettiği için bir
kuytu yere girdim ve gusül abdesti aldım, iki rek'at namaz kıldım,
ardından oradaki bir mezarın tümseğine başımı koyup uyudum. Bir.ara
uyandım, bir de baktım ki kabrin sahibi başımda dikilmiş duruyor.
Şikâyet etmeye başladı ve,
'Bütün gece bana eziyet ettin durdun' dedi. Devamla, "Sizler amel
ediyorsunuz, fakat onların ne denli kıymetli olduğunu bilmiyorsunuz. İşte
biz bunu anladık, ancak ne çare! Amel edecek imkânımız yok. O kıldığın
iki rek'at namaz var ya, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Allah
(c.c) dünya ehline bizlerden taraf hayır ve mükâfatlar ihsan etsin. Onlara
selâmlarımızı söyle. Zira onların duaları sebebiyle kabirlerimize dağlar
misali nur yağmaktadır' dedi."

KABİR ZİYARETİNİN ASIL MAKSADI

Kabir ziyaretinden asıl maksat, ziyaret edenin ibret alması, ölünün de


onun yapacağı duadan faydalanmasıdır. Bu açıdan kişi, kabir
ziyaretlerinde bulunurken hem ölü hem de kendisi için dua etmekten ve
gördüğü manzaradan ibret almaktan gafil kalmamalıdır. Kabir
ziyaretlerinden ibret elde edebilmek için ölüyü düşünmeli; şu anda nasıl
parça parça olduğunu, toprak içinde çürüyen bu bedenin tekrardan nasıl
diriltileceğim ve pek yakında kendisinin de onlara katılacağını gözünde
canlandırmalıdır.
Bu konuda Beyhakî'nin Şuabü'l-imârida rivayet ettiği bir hadis-i şerif
şöyledir: "Sizlerden biri vefat ettiğinde onu (tabutun içinde)
hapsetmeyin; acelece kabre götürün. Biri baş ucunda Bakara sûresinin
başlangıcını (Elif lâm mim) ve sonunu (Amenerresûlü) okusun."
139 Râfiî'nin Hz. Ali'den rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuşladır: "Kim bir kabristana uğradığında on bir defa ihlâs sûresini
okur ve ecrini de kabirde-kilere hediye ederse, Allah ona, kabristanda
yatanların kazandıkları sevap kadar mükâfat yazar"(bk. Müttakî-i Hindî,
Kenzü'l-Ummâl, nr. 42596; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 2629).
122
ÖLÜM ve SONRASI
Nitekim Mutarrif b. Ebû Bekir-i Hüzelî bu hususta şöyle bir olay aktarır:
"Abdülkaysoğulları'nda çokça ibadet eden yaşlı bir kadın vardı. Akşam
olduğu vakit beline kuşağını bağlar, namaz kıldığı yere geçerek ibadete
başlardı ve böylece bütün geceyi ihya ederdi. Gündüz olunca da
kabristanlığa gider, akşama kadar orada kalırdı.
Bana ulaşan haberlere göre halk, bu kadını sık sık kabirlere gitmesinden
ötürü ayıplamış. O ise kendisini bu yüzden kınayanlara şöyle demiş:
'Şu sertleşmiş katı kalp var ya, onu ancak çürümüş bedenlere bakmak
yumuşatır. Kabristanlığa gittiğimde sanki bütün ölülerin mezarlarından
çıktıklarını; çirkinleşmiş yüzlerini, çürümeye yüz tutmuş bedenlerini,
kömürleşmiş kefenlerini görür gibi olurum. Eyvahlar ki eyvahlar! Bunlar
görülebilecek en kötü şeyler değil mi? O çokça ibadet edenler, bu ibret
manzaralarını kalplerine sindirebilselerdi, nefisleri için bundan daha acı
bir musibet, bedenlerini telef edecek daha büyük bir felâket
göremezlerdi."
Kabirleri ziyaret ederken ölünün hangi durumda olduğunu, Ömer b.
Abdülaziz'in (rah) anlattığı gibi düşünmek lâzımdır.
Ömer b. Abdülaziz'in ciddi bir ibadet hali vardı. Yine böyle bir ibadet
halinde iken âlimlerden biri yanına geldi. Onun ibadet esnasındayken
aldığı şekli görünce ürperdi ve çok şaşırdı. İbadetini bitiren Ömer,
"Bir de beni ölümümden üç gün sonra görsen, elbette daha çok şaşırır,
daha çok korkarsın; gözlerim yuvalarımdan çıkıp yanaklarıma akmış,
dudaklarım dişlerime yapışmış, ağzımdan irinler akmaya başlamış,
çenem düşmüş,
İMAM GAZALİ
123
karnım göğsümün üstüne taşmış ve burnumdan kurtlar ve irinler çıkmış
olarak bulursun" dedi.
Ölüye övgüde bulunmak ve yanında iken hayırlı amellerinden bahsetmek
müstehaptır. Hz. Âişe'nin (r.anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
'Yakınlarınızdan biri vefat ettiği zaman onu haline bırakın (hakkında,
hayatta iken kendisine eziyet verecek sözler konuşmayın) ve gıybetini de
yapmayın."140
Bir başka hadislerinde,
"Ölülere sövmeyiniz, zira onlar zaten âhiretleri için gönderdiklerine
(hayra ya da şerre) kavuşmuşlardır"141 buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v) diğer bir hadislerinde buyurmuştur ki: "Ölülerinizi
hayırla yâd ediniz. (Aksi halde) Eğer cennetlik iseler günaha girmiş
olursunuz. Cehennemlik iseler, onlarınki onlara yeter."142
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah (s.a.v) ile beraberce oturuyorduk. O esnada önümüzden bir
cenaze geçirildi. Oradakiler onu övgüyle yâd ettiler. Resûlullah (s.a.v),
'Vacip oldu' buyurdu. Ardından başka bir cenaze geçirildi. Bu sefer
insanlar onu kötü sıfatlarıyla andılar. Resûlullah (s.a.v) yine, 'Vacip ol-du'
buyurdu. Hz. Ömer, Resûlullah'a, 'Vacip oldu demekle neyi kastettiniz?"
diye sordu. Nebî (s.a.v),
140 Ebû Davud, Edeb, 50; ibn Adî, el-Kâmil, 8/512-513; ayrıca bk.
Tirmizî, Menâkıb, 64; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, 1/417; Heysemî,
Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 1312.
141 Buhârî, Cenâiz, 97; Nesâî, Cenâiz, 52; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
6/180; Beyha-kî, Şuabü'l-imân, nr. 6678
142 Nesâî, Cenâiz, 51;Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42712; ayrıca
bk. Tirmizî, Cenâiz, 24; Ebû Davud, Edeb, 50; Heysemî, Mevâridü'z-
Zam'ân, nr. 1986.
124
ÖLÜM ve SONRASI
'O ardından hayırla andığınız kişiye cennet vacip olmuştur. Kendisini
yaptığı kötûlûkleriyle andığınız kişiye de cehennem vacip olmuştur.
Sizler Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz'buyurdu."U3
Ebû Hüreyre (r.a) rivayet ediyor:
'Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular: "Bir kul ölür. Allah'ın o
kulu kötü bir halde bilmesine rağmen insanlar onu hayırla anarlar. Bu
yüzden Allah (c.c) meleklerine, 'Sizleri şahit tutuyorum ki, ben kullarımın
kulum üzerinde yaptıkları şehadeti kabul ettim ve kulumun hakkında
bildiklerimden de vazgeçtim' der."U4
143 Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 50; Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 2/302; 3/179; imam Mâlik, el-Muvatta, 1/208;
Hâkim, el-Müstedrek, 1/566; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 1066.
144 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; Süyûtî, Câmiu'l-Ehâdîsü'l-
Kübrâ, nr, 2572; Ze-bîdî, İthaf, 14/292; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr.
3800.
125

YEDİNCİ BÖLÜM (ÖLÜMÜN HAKİKATİ KABİR ve BERZAH ÂLEMİ)

BİRİNCİ KISIM

ÖLÜMÜN HAKİKATİ

İnsanların ölümün hakikati hakkında bazı yalan yanlış fikirleri vardır.


Bunları kısaca şöyle sayabiliriz:
1. Bazıları, ölüm denen şeyin sadece bir yokluk olduğuna, haşir ve neşir
diye bir şey olmadığına inanırlar. Onlara göre iyilik ve kötülüğe karşı
mükâfat veya ceza almak diye bir şey yoktur. Onlar insanın ölümünün bir
hayvanın ölüp gitmesinden veya bir otun kuruyup yok olmasından farkı
olmadığını sanırlar. Bu görüşler, haktan sapanların, tabiatçı-ların, Allah'a
ve âhiret gününe inanmayanların görüşleridir.
2. Bir grup da, "insan ölümle beraber tekrar diriltilene kadar toprakta yok
olup gider. Bu süre içinde, kabirdeyken ne azap çeker ne de
sevaplarından dolayı zevk ve sefa..." derler.145
1 Zebîdî, bu görüşün, Cehmiyye ve Haricî fırkalarına ait olduğunu belirtir.
Onlara göre, ölüler ancak kıyametten sonra diriltilir. Ölümden kıyamete
kadar olan zaman zarfında hiçbir şey olmaz. Kabir azabını Münker-Nekir
meleklerini ve onların suallerini inkâr ederler.
1
IAM GAZÂLÎ
127
3. Bazıları da, "Ruh ölümle beraber yok olmaz, o bakidir, azabı çekecek
ya da sevaba nail olacak yalnız ruhtur; ceset değildir. İnsanların
bedenleri hiçbir zaman diriltilmeyecek" derler.
İşte bütün bunlar bozuk fikirler ve haktan sapmış görüşlerdir. Âyet ve
hadisler ölümün hakikatine şöyle şahitlik ederler: Ölüm sadece ve
sadece halin değişimidir. Bir yurttan diğer yurda geçiştir. Ruh, cesetten
ayrıldıktan sonra ölmez, yok olmaz, ya azap ya da nimet içinde sürekli
kalır.

Ruhun Bedenden Çıkması Ne Demektir?


Ruhun cesetten ayrılması demek, cesedin ruhun kontrolünden
çıkmasıyla birlikte ruhun onda tasarrufunun kalmaması demektir. Çünkü
azalar, ruhun kullandığı aletlerdir. Öyle ki ruh, el vasıtasıyla bir şeyi tutar,
kulakla işitir, göz ile görür, eşyanın hakikatini kalp ile bilir. Burada kalp
ruhtan ibarettir. Ruh herhangi bir alete ihtiyaç duymadan, tek başına
eşyayı tanır. Yine aynı şekilde hüznü, kederi, kin ve öfkeyi tek başına
hisseden de ruhtur. Sevinç, neşe gibi diğer zevklerden de haz alan
ruhtur.
İşte ruh, bütün bunları herhangi bir azadan veya organdan yardım
almaksızın hisseder, duyar, yapar. Bunlar ruha has vasıflardır. Bu hazlar
ve hisler, ruh bedenden ayrılınca yine onunla beraber giderler. Azalar
vasıtasıyla görülen işlevler ise cesetle beraber kalır, tâ ki ruh tekrar ona
iade edilene kadar...
Şu da var ki, kul kabre konulduğu zaman ruhunun ona iade edilmesi
uzak bir ihtimal olmadığı gibi, kıyamete kadar ertelenmesi de
mümkündür, zira Allah (c.c) kullarından her birine nasıl hüküm
vereceğini en iyi kendisi bilir.
Ruhun çıkışıyla birlikte bedenin cansız kalması, damarlarındaki bir
daralma ya da organlarından herhangi birine gelen bir darbe sebebiyle o
kısımları felç olan hastaya benzer. Zira ruh, o bölgelere ulaşmaz.
Bununla beraber hâlâ bazı bölgelerde (meselâ iç organlarda) varlığını
sürdürmektedir. O felç olan organlar, ruhun kendilerine nüfuzunu
engellemişlerdir. İşte ölüm denilen hadise, organların ruha baş
kaldırması, bir başka deyişle onu kendilerinde barındırmamalarıdır.
Bütün azalar birer alet, ruh da bunların kullanıcısıdır.
Ben, ruh deyince insanın, ilim, elem, keder, lezzet ve ferahlık gibi şeyleri
anlayan, hisseden tarafını kastediyorum. Ruhun azalar ve organlar
üzerindeki (özellikle bitkisel hayata geçiş gibi ciddi felç durumlarının
olduğu vakalarda) tasarrufunun kalkması, ondaki ilim, idrak, sevinç,
keder, elem ve sevinç olgularının yok olması demek değildir.
Hakikatte, ilimleri, elemleri ve lezzetleri algılayan varlık insandır. O tam
anlamıyla ölmeden kendindeki bu vasıflar kaybolmaz. Ölüm, ruhun
bedendeki yetki tasarruflarını yitirmesi ve bedenin de ona alet olmaktan
çıkması demektir, felç olan bir elin vücut için yardımcı olmaktan çıkması
gibi... İşte ölüm, bütün âza ve organların mutlak surette felç olması
demektir.

Ölümle Beraber İnsanın Değişikliğe Uğraması Kaç Şekilde Olur?


Birincisi: Ondan gözünün, kulağının, dilinin, ayaklarının hulâsa bütün
âzalarının alınması; kendisinden, ailesinin, çoluk çocuğunun ve tüm
yakın akrabalarının koparılması; atlarının, hayvanlarının, hizmetçilerinin,
konaklarının, arsalarının ve diğer mülklerinin alınarak başkalarına devre-
dilmesidir. Bunların insandan alınmasıyla, insanın bunlardan koparılması
arasında bir fark yoktur, çünkü elem ve ıstırap veren şey ortaktır ki, o da
ayrılıktır. Bu ayrılık bazan malının zorla alınmasıyla, bazan da malıyla
mülküyle birlikte esir düşmesiyle olabilir, (akat her iki durumda da elem
ve ıstırap aynıdır.
Ölümün mânası da insanın, mal ve mülkünden koparılıp başka bir âleme,
bu âlemle hiç uyuşmayan kabir âlemine götürülmesidir. Eğer dünyada
muhabbet beslediği, kendisiyle refah bulduğu, varlığına önem verdiği bir
şey varsa, ölümünde bunların getireceği hasret ve ayrılmanın vereceği
acı o derece büyük ve çetin olur. Öyle ki, kalbi malını, makamını, bağ -
bahçesini ta en sevdiği gömleğine kadar her birini tek tek düşünür durur.
Eğer dünyada neşesi ve sevinci Allah'ın (c.c) zikri olmuş ve ondan başka
bir şeye ünsiyet etmemişse, ölüm onun için büyük bir nimet olur, çünkü
onunla rabbi arasına giren bütün perdeler-dünya meşgaleleri- ortadan
kalkmıştır. Böylelikle o, saadetin en zirvesine ulaşır.
İkincisi: Nasıl ki kişi uykuda iken göremediklerini uyanınca görürse,
ölümüyle beraber hayatta iken göremedikleri gözlerinin önüne serilir.
Nitekim Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "İnsanlar (manen) uykudadır,
öldükleri zaman uyanırlar."
Ölümle beraber karşılaşılacak ilk şey, ya kendisine faydası olacak
sevapları ya da zararını çekeceği günahlarıdır. Bunlar ise kalbin
sırlarında dürülü bulunan bir kitapta yazılıdır. Dünya meşgalelerinin
çokluğu ve onlarla aşırı uğraşma hali, insanı bu sırları anlamaktan
uzaklaştırmıştır. Ölüm gerçeği ile beraber bu meşgaleler de ortadan
kalkınca, yaptığı bütün amelleri ona gösterilir. O amelleri arasında bir
günahını görse, onun verdiği hüsran ve elemden
1AM GAZAl
129
kurtulmak içia cehennemin alevleri arasına atılmayı tercih eder, fakat
kendisine izin verilmez ve,
"Bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter"U6
denilir.
Bütün bunlar kişi son nefeslerini verirken ve defnedilmeden önceki
zamana kadar kendisine gösterilir. O vakit ayrılık ateşi kendisini sarar.
Bununla, kalbi dünya ile huzur bulan kimsenin halini kastediyorum.
Fakat âhiret amellerini yerine getirebilmek için yetecek miktar dünyalık
edinen kimse öyle değildir. Zira o kimse, sadece maksadına ulaşacak
kadar dünyalık edinir, maksadına ulaştığında da o dünyalıklardan
ayrıldığı için sevinir. Bu, dünyalık olarak sadece zaruret miktarı kadar
edinen kimsenin halidir. Zaten o bunlardan da ayrılmayı yeğlemişti. İşte
istediği gibi oldu ve ölümüyle birlikte onlardan ayrıldı.
Yukarıda bahsettiklerimiz sadece son nefeslerin verildiği anda kişinin
üzerine hücum eden büyük belâ ve musibetlerdir. Kabre konulduktan
sonra, diğer azap çeşitlerini de tatması için ruhu iade edilir, ya da azap
gerektiren kusurları affedilir.
Dünya zevklerine sımsıkı bağlanan ve onlarla mutmain olan bir kimsenin
durumu şuna benzer: Hükümdarının hizmetinde bulunanlardan biri, o
yokken onun mülkünde ve hareminde izinsizce zevku safa sürer,
yaptıklarından ötürü hükümdarının kendisine bir şey söylemeyeceğini ya
da bunlardan haberdar olmayacağını düşünerek çirkin işler de yapar,
ancak ansızın hükümdarı çıkagelir. Bu adamın yaptığı tüm şeylerin, adım
adım, nokta nokta yazılı olduğu bir defter hükümdara arzedilir.
146 isrâ 17/14.
130
ÖLÜM ve SONRASI
Hükümdarın, haremine karşı çok düşkün, kıskanç ve mülkünde yapılan
suçlara karşı pek acımasız biri olduğunu ve yapılan bu isyanlardan sonra
araya girmek isteyen hiç kimsenin aralığını kabul etmeyen biri olduğunu
düşün! Sonra da o kötülükleri işleyen adamın haline bir bak! Hükümdar
onu cezaya çarptırmadan evvel nasıl bir korku, utanç, hasret, pişmanlık
ve hüsran içinde olur, öyle değil mi?
\ş& bunlar, dünya ile aldanmış, onunla kendini tatmin etmeye çalışmış
günahkâr bir kimsenin kabre indirilmeden hatta ölümü esnasında
duyacağı hasret ve yaşayacağı hissiyatlardır. Bütün bunlardan Allah'a
sığınırız. Çünkü Allah'ın huzurunda rezil rüsva olmak, gizli açık bütün
yapılanların gözler önüne serilmesi, bedene gelecek en büyük azaptan,
dayak yemekten veya herhangi bir azanın kesilmesinden daha elem
vericidir.
Bu anlattıklarımız, kişinin ölüm anında yaşadığı hallerdir. Bunlar basiret
sahibi kişilerin şahitlik ettikleri olaylardır ki, Kur'an ve Sünnet de bunların
böyle olduğunu ifade etmektedir.

RUHUN HAKİKATİ ve ÖLÜMDEN SONRAKİ HALİ

Evet, ölüm gerçeğinin üzerindeki perdeyi kaldırıp onun hakikatini tam


anlamıyla kavramak mümkün değildir. Çünkü hayatı/yaşamayı bilmeyen
ölümü de bilemez. Hayatın bilinmesi de ruhun hakikatinin ve onun neden
ibaret olduğunun bilinmesine bağlıdır. Allah Teâlâ Resûlü'ne dahi ruh
hakkında, "Ruh rabbimin emrindedir"U7 diye izahta bulunmasının
dışında izin vermemiştir. Hiçbir din âlimi de ruh
147 Buhârî, Tefsîr, 13; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 32; Tirmizî, Tefsîr, 18;
Nesâî, es-Süne-nü'l-Kübrâ, nr. 9419.
K İMAM GAZÂÜ
131
gerçeği hakkında beyanatta bulunmaya müsaadeli değildir. Bu hususta
izin verilen tek şey, ölümden sonra ruhun halinin ne olacağı bahsidir.
Birçok âyet ve hadis ölümle beraber ruhun yok olmayıp hem zatı hem de
idrak özellikleriyle beraber varlığını sürdürdüğünü açıklamıştır. Bu
hususta rivayet edilen âyetlerden biri şehidler hakkında nazil olmuştur.
Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler;
Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde
rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve
henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve
korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar."148

ÖLÜLER İŞİTİR ve GÖRÜR MÜ?

Büyük Bedir Gazvesi'nde Kureyş'in reisleri öldürülüp de (akrabaları


sahiplenmediği için) cesetleri bir kuyuya atıldıklarında, Resûlullah (s.a.v)
kuyunun yanına kadpr geldi ve her birinin adını belirterek,
"Ey falan oğlu falan! Ben rabbimin bana vaad ettiğini (yardımı) gerçekten
gördüm; sizler de rabbinizîn vaad ettiklerini gerçek olarak buldunuz mu?"
diye seslendi. Ömer b. Haitâb (r.a),
"Ey Allah'ın Resulü! Onlar ölüler, onlara mı sesleniyorsunuz?" diye
sorunca, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran yüce Allah'a yemin olsun ki, onlar bu
sözleri sizlerden daha iyi işitmektedirler, fakat konuşmaya takatleri
yoktur."149
Â
"8 Âl-i imrân 3/169-170.
149 Müslim, Cennet, 76; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 1/26; Bez-zâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 222; Begavî, Şerhu's-Sünne,
nr. 3779.
132
ÖLÜM ve SONRASI
İşte bu hadis ölen kimsenin şakî dahi olsa ruhunun varlığını devam
ettirdiğine ve idrakinin olduğuna bir delildir. Yukarıdaki âyet de şehidlerin
ruhlarının varlıklarının sürdüğünü ve Allah'ın kendilerine bahşettiği
nimetlerden haz aldıklarını ispat etmektedir. Ölen kişi ya saîd (cennetlik)
ya da şakîdir (cehennemlik). Bu hususta Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle
buyurmuştur
"Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinden
bir bahçedir."150
Bu hadis de, ölümün sadece bir hal değişimi olduğuna, kişinin şakî veya
saîd olduğunun ölümünün hemen ardından belli olduğuna, ertelenenin
ise sevap ya da azap çeşitlerinin olduğuna bir delildir.

ÖLÜMLE BİRLİKTE KİŞİNİN VARACAĞI YERİ GÖRMESİ

Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle


buyurmuştur:
"Ölüm insan için bir kıyamettir. Kim ölmüşse onun kıyameti kopmuş
demektir."151
Bir diğer hadislerinde, "Sizlerden biri öldüğü zaman ona sabah akşam
(her daim) kalacağı yer gösterilir; cennetlik ise cennetteki yeri,
cehennemlik ise cehennemdeki yeri gösterilir ve ona, 'İşte burası
kıyamet koptuğu zaman senin götürüleceğin ve kalacağın mekânındır'
denilir."152
Ölünün kabirdeyken ileride varacağı yerini görmesi, basiret sahipleri için
hiç de kapalı olmayan bir durumdur.
150 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 26; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr.
42109; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4884; ayrıca bk. Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid, nr. 4252.
151 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 1121; Süyûtî, Câmiu'l-Ehâdîsü'l-
Kübrâ, nr. 2528.
152 Buhârî, Rikâk, 42; Müslim! Sıfatü'l-Cennet, 65-66; Tirmizî, Cenâiz, 71,
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/16; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr.
1122.
İMAM GAZÂLÎ
133
Â
Amr b. Âs'ın azatlı kölesi Ebû Kays anlatıyor: "Alkame (r.a) ile beraber bir
cenazedeydik, bana döndü ve, 'Şu ölen adam var ya, işte onun kıyameti
kopmuştur' dedi."
Hz. Ali (r.a) der ki: "Kişinin, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğunu
öğrenmeden dünyadan ayrılması haramdır."
Ebû Hüreyre (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şu hadisi rivayet eder.
"Hasta olarak ölen şehid olur ve kabrin tehlikelerinden korunur. Sabah
akşam ona cennet rızkı gönderilir."^3

ARİFLER ve SÂLİHLER ÖLÜM HAKKINDA NE DEDİLER?

Mesrûk b. Ecda' der ki: "Mezarında, kendini dünyanın kederlerinden


kurtarmış ve Allah'ın azabından emin olmuş bir kimse gibi hiç kimseye
imrenmem."
Ya'lâ b. Velîd (rah) anlatıyor: "Ebü'd-Derdâ (r.a) ile beraber yürüyorduk.
Ona, 'Sevdiğin biri için ne istersin?' diye sordum. 'Ölümü' dedi. 'Ya
ölmezse!' dedim. 'O zaman çoluk çocuğunun ve malının az olmasını'
dedi."
Ebü'd-Derdâ (r.a) ölümü tercih etti, çünkü ölümü yalnız müminler sever.
Ölüm müminin bu dünya zindanından kurtuluşudur. Malın ve çoluk
çocuğun azlığını tercih etmesinin nedeni ise onların birer imtihan ve
dünyaya muhabbet sebebi olmasındandır. Kendinden ayrılığın
kaçınılmaz olduğu şeylere aşırı muhabbet ise şakîlerin hedefleri
arasındadır. Allah ve O'nun zikrinin dışındaki ünsiyet edilen şeylerin tümü
ölüm anında insandan ayrılacaktır.
1 Elimizdeki ihya nüshasında, "Garip olarak ölen" ifadesi geçmektedir.
Ancak Irâkî'nin de hadise kaynak olarak verdiği Ibn Mâce, Sünen
nüshalarında, "Hasta olarak ölen" ifadesi yer almaktadır. Zebîdî de böyle
kaydeder. Biz de bunu esas alarak tercüme ettik (bk. ibn Mâce, Cenâiz,
62; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 2595, Ebû Nuaym, Hilye-tü'l-Evliyâ, 8/201).
İMAM GAZÂLÎ
135
Bunun için Abdullah b. Amr şöyle demiştir: "Ruhunu teslim eden
müminin misali, senelerce hapiste kaldıktan sonra çıkartılan ve
yeryüzünde gezip dolaşarak rahatlayan
adam gibidir."
Abdullah b. Amr'ın zikrettiği bu durum, kendisini dünyadan uzaklaştırıp
Allah'ın zikrinden başka şeylerle ünsiyet etmeyen kimselerin halidir.
Dünya meşgaleleri mümini sevgilisinden alıkoyuyor, şehvetleri ona
eziyet veriyorsa; ölüm onun için bütün bu eziyetlerden kurtuluş ve
sevgilisiyle baş başa kalmak demektir. Bundan daha büyük bir zevk ve
le,zzet düşünülebilir mi? i.
Şüphesiz lezzetlerin en mükemmelini, Allah yolunda şehid edilenler
tatmıştır. Çünkü onlar, Allah rızâsını kazanma arzusu ve O'na kavuşma
iştiyakı içinde dünya ile olan bütün alâkalarını keserek savaşa
katılmışlardır.

ÖLÜMLE BİRLİKTE KULA BAHŞEDİLEN NİMETLER

insan şu dünyaya bir baksa âhireti için onu satar. Satıcının kalbi
sattığına bağlı kalmamalıdır. Âhirete bir baksa, onu hemen satın alır ve
ona olan iştiyakı gitgide artar. Satın aldığını bir görse ondan daha büyük
bir sevinç duymaz, sattığına da dönüp iltifat etmez.
Kalpte Allah sevgisini bulundurmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu
bakımdan kişi hiç ummadığı bir anda (o muhabbeti elinde tutamadığı bir
zamanda) ölümle yüz yüze gelebilir. Allah yolunda savaş ise ölmeye
davetiye çıkarmak demektir. İşte bu kimse öldürüleceği an bile Allah'ı
aklından çıkarmaz ve o sevgi üzerinde ölür.
Bu sebeple şehidlik nimetlerin en büyüğünden sayılmıştır. Zira nimet,
insanın ulaşabildiği şeye denir. Nitekim Allah (c.c) bu hususta şöyle
buyurur:
"Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey
var."154
Bu âyet, cennetteki nimet ve lezzetleri topluca ifade eden en kapsamlı
bir ifadedir. Azapların en büyüğü insanın maksadına kayuşamamasıdır.
Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurur:
"Artık onların kendileriyle hoşlandıkları şeylerin arasına bir perde
çekilmiştir."155
Bu âyet-i celile ise cehennem ehlinin çekecekleri cezalarını ifade eden
en kapsamlı bir ifadedir.
işte yukarıda bahsini geçirdiğimiz bu nimetler, şehid kul ruhunu teslim
eder etmez kendisine bahşedilir. Bu, kalp ehli sâlih kulların, yakın
nurlarıyla müşahede ettikleri bir durumdur (Hal ehli kimseler
şehidlerdeki bu durumu müşahede edebilmektedirler). Eğer bu
anlattıklarımıza delil istersen, şehidler hakkında rivayet edilen hadisler
kâfidir. Bu husustaki her hadis onların kavuşacakları lezzetleri ayrı ayrı
zikretmektedir.
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v), babası Uhud Gazvesi'nde
şehid düşen Câbir'e156 (r.a), 'Sana bir müjde vereyim mi?' dedi. Câbir,
'Evet, yâ Resûlallah, Allah seni de hayırlarla müjdelesin' dedi. Resûlullah
(s.a.v) şöyle anlattı:
Allah Teâlâ babanı diriltip huzuruna getirtti. Sonra ona, 'Benden ne
dilersen dile, onu sana vereceğim'buyurdu. O, 'Ey rabbim! Sana hakkıyla
ibadet edemedim; senden dile-
154 Fussılet 41/31.
155 Sebe' 34/54.
156 Câbir b. Abdullah-ı Ensârî (r.a).
136
ÖLÜM ve SONRASI
ğim odur ki, beni tekrar dünyaya gönderip peygamberinle ' beraber bir
kez daha savaşmam ve şehid olmamdır' dedi. Allah (c.c), 'Ben hakkında
olacakları ezelde takdir ettim, bir daha oraya döndürülmeyeceksin'
buyurdu."157
Kâ'b Ahbâr (rah) anlatıyor: "Cennette bir adam devam- ,
d
lı olarak ağlamaktadır. Kendisine, 'Neden ağlıyorsun? Sen ' cennette
değil misin' diye sorulur. O şöyle der: "Ağlıyorum, çünkü Allah yolunda bir
defa öldürüldüm. İsterdim ki onun ! için daha nice kereler şehid
edilseydim."
Mümin kişi ölür ölmez Allah'ın (c.c) azametinden ve celâlinin
genişliğinden kendisine bir kapı açılır. Dünya buraya kıyasla daracık bir
zindan gibidir, işte müminin ölümü, > daracık ve karanlık bir eve
hapsedildikten sonra kapıları ! açılıp serbest bırakılan, sonra bu kapıdan,
içinde çiçeklerin, meyvelerin, ağaçların bulunduğu uçsuz bucaksız
bağlara bahçelere kavuşan kimsenin durumu gibidir. O kimse bir daha o
karanlık ve dar zindana girmek ister mi?
Resûlullah (s.a.v) ölen bir kimsenin yanında şöyle bir örnekleme
yapmıştır: "İşte bu adam dünyadan göç etti ve onu ehline terketti. Eğer
halinden memnun ise, sizlerin annenizin karnına dönmek istemediği gibi
o da dünyaya dönmek istemez."m
Bu hadis-i şerifte geçtiği gibi, dünya anne rahmine nis-betle ne kadar
geniş ve ferahsa, âhiret de dünyaya nisbet-le o kadar ferah ve geniştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Müminin dünyadaki misali,
ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından
çıkınca ağlamaya başlar. Işığı görüp anne sütü emmeye başladığında
157 Tirmizî, Tefsîr, 4; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Hâkim, el-Müstedrek,
3/203; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 11164; Beyhakî, Delâilü'n-
Nübüvve, 3/298-299.
158 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 333; Zebîdî, İthaf, 14/310.
İMAM GAZÂLÎ
137
ise bir daha o mekâna dönmek istemez. Mümin de böyledir; ölümden
korkar. Fakat rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi
istemez, ceninin annesinin karnına dönmeyi istemediği gibi..."159
Resûlullah'a (s.a.v), falanca kimse öldü diye haber verdiklerinde şöyle
buyurmuştur:
"Ya rahata kavuştu ya da (ölümüyle) ondan rahata kavuşuldu."™0
Allah Resulü (s.a.v), "rahata kavuştu" sözüyle mümini, "ondan rahata
kavuşuldu" ifadesiyle de fâcir ve günahkâr kişiyi kastetmiştir. Zira onun
gidişi ile dünya ehli rahata ve huzura kavuşur.
Ebû Ömer (Sâhibü's-Sakyâ) anlatıyor: "Biz daha çocuktuk. Abdullah b.
Ömer (r.a) yanımıza geldi. Orada bir kabir vardı. Sahibinin kafatası
meydanda gözüküyordu. Hemen birine emredip üzerini toprakla örttürdü
ve, 'Şu bedenlere toprak bir zarar veremez, sevabı ya da azabı kıyamete
kadar çekecek olan ruhlardır' dedi."

ÖLEN KİŞİ HAYATTAKİLERDEN HABERDAR MIDIR?

Amr b. Dînâr-ı Mekkî der ki: "Ölen her kişi kendisinden sonra ailesinin
neler yaptıklarını, kendisini nasıl yıkadıklarını ve kefenlediklerini bilir.
Kabrinden onları seyreder durur."
Mâlik b. Enes (rah) demiştir ki: "Bana ulaşan haberlere göre müminlerin
ruhları serbest bırakılır; onlar diledikleri yere giderler."

1 Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42212; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s.


333; Zebîdî, ithaf, 14/310.
138
139

Numân b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v), şu minberde şöyle


buyurduğunu işittim:
"Dikkat edin! Dünyadan geriye kalan (zaman) bir karasineğin havada
dolaşması (ve ölmesi) kadardır. Kabirdeki arkadaşlarınız hakkında
Allah'tan korkun, kötü işlerden sakının; zira amelleriniz onlara
gösterilmektedir."161
Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resû-lullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Kötü amellerinizle ölülerinizi utandırmayın, çünkü yaptıklarınız kabirdeki
dostlarınıza iletilir."162
Bu sebeple Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Allahım! Utanacağım bir
amelle Abdullah b. Revâha'nın (r.a) yanına (kabre) varmaktan sana
sığınırım."
İ
İbn Revâha (r.a), Ebü'd-Derdâ'nın dayısıydı. Mûte'de şehid düşmüştü.
Abdullah b. Amr b. Âs'a (r.a), "Müminler öldükleri zaman ruhları nereye
gider, ne yapar?" diye bir soru sorulduğunda Abdullah, "Beyaz bir kuş
şeklinde rahmanın arşında uçarlar. Kâfirlerin ruhları ise yedi kat yerin
dibindedir:" cevabını vermiştir.
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) Resûlullah'tan (s.a.v) işittiği şu hadisi nakleder:
"Ölü, kendisini yıkayanı, kefenleyen!, taşıyanı ve kabre koyanı bilir."M63
160 Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Cenâiz, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5/296; Beyha-kî, Şuabü'l-imân, nr. 9264; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3007.
161 ibn Ebü'd-Dünyâ, Menâmât, s. 1; Hâkim, el-Müstedrek, 4/307;
Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 42741; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 343.
162 ibn Ebü'd-Dünyâ, Menâmât, s. 2; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr.
7357; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 343; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr.
42739.
163 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/3; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr.
4071; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 138; Câmiu's-Sagtr, nr. 2134; Taberânî, el-
Mu'cemü'l-Evsat, nr. 7434; Hatîb, Târîhu Bağdat, 12/212.
Sâlih-i Mirî (rah) anlatıyor: "Bana ulaşan haberlere göre, ölümle beraber
ruhlar birbirleriyle karşılaşırlar. Bu ruhlar kendilerine yeni katılan ruha,
'Mekânın nasıldı? Temiz mi yoksa çirkin işler yapan bir cesette miydin?'
diye sorarlar."
Ubeyde b. Umeyr (rah) anlatıyor: "Kabir ehli (hayattaki-lerden) haber
bekler dururlar. Kendilerine bir ölü daha katıldığında, 'Falan kişi ne
yapıyor, nasıldır?' diye sorarlar. Yeni katılan ölü, 'O buraya gelmedi mi,
yoksa buraya getirilmedi mi?' der. Onlar, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn;
demek ki o, başka bir yere (cehenneme) götürülmüş' derler."
Ca'fer'in Saîd'den164 naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Kişi öldüğü
vakit başkalarının kendisini karşıladıkları gibi ölmüş olan çocuğu da
karşılar."
Mücâhid (rah) der ki: "Kişi kabirde iken evlâdının yaptığı iyiliklerle
müjdelenir."
Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Re-sûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Müminin ruhu kabzolunduğu zaman (berzah âleminde) Allah'ın rahmet
ehli kullarından bir grup, sanki dünyadaki bir müjdeci gibi onu
karşılayarak, 'Kardeşimizi rahat bırakalım, istirahat etsin; zira pek çetin
bir sıkıntı içindeydi' derler. Sonra ona, 'Falanca adam ne yaptı? Falanca
kadın ne yaptı? Falanca kadın evlendi mi?' diye sorular sorarlar.
(Kendisinin ölümünden evvel ölmüş) bir adamın durumundan
sorduklarında, 'O benden önce öldü' der. Bunun üzerine ruhlar, 'İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/biz Allah içiniz (O'nun mülküyüz) ve elbette
O'na döneceğiz, demek ki o cehenneme gitti' derler."165
164 Ca'fer b. Süleyman-ı Dab'î el-Basrî. Saîd b. Müseyyeb.
165 İbnü'l-Mübârek, Zühd, nr. 319; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 3931;
Taberânî, e/-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 3887; el-Evsat, nr. 148; Süyûtî, Şerhu's-
Sudûr, s. 133; ibn Re-ceb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 48.
140

İKİNCİ KISIM

KABRİN ÖLÜ ile KONUŞMASI

Kabrin ölüyle konuşması ya söz diliyle ya da hal diliyle olur. Ölü bu


ikincisini, dirilerin konuşulan bir şeyi anlamasından daha net anlar. Bu
hususa işaretle Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ölü mezara konulduğunda kabri ona, 'Yazıklar olsun sana ey âdemoğlu!
Hakkımda seni kim aldattı? Benim fitne, karanlık, yalnızlık ve böceklerin
yurdu olduğumu bilmiyor muydun? Yanımda yürürken kibirli kibirli
çalımlar atman hususunda seni aldatan şey neydi?' der.
Eğer adam hayatta sâlih ameller işlemiş biriyse, gaipten bir ses onun
adına konuşur ve, 'Sen bu kimsenin iyilikleri emredip kötülüklerden de
sakındıran biri olduğunu bilmiyor musun?' der. Kabir, 'O zaman ben onun
için yemyeşil bir bahçe olurum' diye karşılık verir. Bunun ardından
adamın bedeni nurla doldurulur ve ruhu arşa, rahmanın katına
yükseltilir."™6
Ubeyd b. Umeyr-i Leysî der ki: Ölen her kişiye kabri muhakkak şunları
söyler: "Ben karanlık ve yalnızlık yurduyum. Eğer hayatında Allah'a karşı
itaatkâr olduysan, ben
166 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 22/942; ibn Hibbân, es-Sahîh, tır. 6870;
Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 6/93; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4251;
Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 165.
İMAM GAZÂÜ
141
de sana bugün rahmet olurum. Yok, isyan ettiysen ceza ve , intikam
olurum. Ben öyle bir evim ki, bana itaatkâr olarak ¦ giren mutlu çıkar,
isyan içinde giren hüzün ve hüsran içinde çıkar."
Muhammed b. Sabîh der ki: Bana ulaşan haberlere göre, bir adam kabre
konulup azaba duçar olduğunda ölmüş olan komşuları ve yakınları ona
şöyle derler: "Ey kardeşleri ve komşularının ölümünden sonra dünyada
kalan kişi! Bizler senin için birer ibret vesikası olmadık mı? Bizim senden
önce mezara girişimiz seni hiç düşündürmedi mi? O boş zamanlarında,
bizlerin artık amel işlemekten kesildiğimizi hiç düşünmedin mi?"
Kaldığı toprak parçası da ona şöyle seslenir: "Ey dünyanın dışıyla
aldanmış kişi! Ailen içinde dünyaya aldanan kimselerin toprak altına
girdiklerini görüp onlardan ibret almadın mı? Hani ecelleri gelip ölüm
onları kabirlerine götürmüştü! Sen de, götürülmesi gereken yere,
omuzlar üzerinde taşınırken ona bakıyordun ya!
Yezîd-i Rekkâşî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere göre, ölü kabre
konulduğu zaman amelleri onu kuşatır. Sonra Allah (c.c) onları lisan-ı hal
ile şöyle konuşturur: 'Ey çukurunda yalnız kalmış kul! Dostların ve ehlin
senden ayrıldı, bugün bizden başka sana eşlik edecek hiçbir şey
kalmadı' derler."
Kâ'b Ahbâr (rah) der ki: "Sâlih bir kul kabre konulduğu zaman namaz,
oruç, hac, cihad ve sadaka gibi amelleri onu çepeçevre kuşatırlar. Azap
melekleri ona ayakuçların-dan yaklaştıkları sırada namaz,
'Ondan uzak durun! Bu kula ayaklarından azap edemezsiniz. Zira o, Allah
için, bu iki uzvuyla namazlarını kılmıştı' der. Bu sefer baş tarafından
yanaşmak isterler, oruç,
142
ÖLÜM ve SONRASI
'Bu kuldan uzak durun! Çünkü o, şu dünya diyarında Allah için uzun
zamanlar aç ve susuz durmuştu; ona azap edemezsiniz' der. Gövde
tarafından yaklaşmak istediklerinde, yapmış olduğu hac ve cihad,
'Buradan uzaklasın! Zira bu kul, Allah için nefsi ve bedeniyle nice zorluk
ve meşakkatlere katlanarak haccını yaptı, cihada katıldı. Ona azap
edemezsiniz' derler. Sonra elleri tarafından yaklaşmak isterler. Bu defa
sadaka dile gelerek, 'Sahibimden uzak durun, ona ilişmeyin! Zira bu
ellerden, sırf Allah'ın rızâsı için nice sadakalar çıktı; çıkan sadakalar önce
Allah'ın (c.c) huzuruna varıp daha sonra bir başkasına ulaştı! Sizler bu
kula azap edemezsiniz' der. Sonra gaipten bir ses, 'Müjdeler olsun; ne
güzel bir yaşam, ne güzel bir ölüm' diye seslenir.
Ardından rahmet melekleri gelir. Yanlarında cennet döşeklerinden bir
döşek ve bir de örtü getirerek onun altına sererler. Kabri gözünün
görebildiği kadar genişletilir. Yanına cennet kandillerinden bir de kandil
bırakılır. Onun ışığıyla kıyamet gününe kadar aydınlanır."167
Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr, katıldığı bir cenazede, kendisine kadar
ulaşan, şu hadisi nakletmiştir:
"Ölü kabre konulduktan sonra oturur. Defnine iştirak edenlerin ayak
seslerini dahi işitir, ancak kendisiyle sadece kabri konuşur. Kabir ona, 'Ey
âdemoğlu, sana yazıklar olsun! Muhakkak benim hakkımda uyarılar
aldın; darlığım, pis kokum, ürkütücülüğüm ve böceklerim hakkımda
sakındırıldın! Peki, şimdi benim için neler hazırladın?' der."168
167 Benzer mânada bir hadis için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
6/352; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/51.
168 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 166-167; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 45-
46; Kurtubî, Tezkire, s. 85; Zebîdî, ithaf, 14/332.
İMAM GAZÂLÎ
143
ÜÇÜNCÜ KISIM

KABİR AZABI ve MÜNKER-NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI

Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile ensar-dan bir adamın
cenazesine katıldık. Resûlullah (s.a.v) adamın kabrinin başına oturdu,
başını öne doğru eğdi ve,
"Allahım! Kabir azabından sana sığırım" diye dua etti ve bunu üç defa
tekrarladı. Sonra şöyle anlattı:
"Mümin kul âhirete irtihal etmezden biraz önce Allah Teâlâ,
beraberlerinde onun için hazırlanmış kokular ve kefen bulunan, yüzleri
güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu kulunun yanına gönderir. Bunlar o
kişinin görebileceği bir yere geçerek bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman
yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde gökyüzünde ne
kadar melek varsa ona rahmet isteyip affı için Allah'a istiğfarda
bulunurlar. Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin
ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde
melekler,
'Rabbimiz! Falanca kulun geldi' derler. Allah Teâlâ,
'Onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin,
zira kullarıma: 'Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya
döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'169 diye vaadde
bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).
169 Tâhâ 20/55.
144
ÖLÜM ve SONRASI
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini
işitir. Derken kendisine hitap edilerek,
'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?' diye
sorular sorulur. Ölü, 'Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim de Hz.
Muhammed'dir' diye cevap verir.
Bundan sonra Münker ve Nekir melekleri amansız bir şekilde bir daha
sorguya çekerler. İşte bu ölünün başına gelen sıkıntı ve musibetlerin
sonuncusudur.
Mümin kulun suallere doğru cevaplar vermesinin ardından bir münadi,
'Doğru söyledin' der. İşte bu, 'Allah Teâlâ iman edenleri sağlam ve sabit
sözde (kelime-i tevhid üzere) hem dünya hayatında hem de âhirette
sapasağlam tutar..."170 âyetinin mânâsıdır.
Sonra güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafa mis gibi kokular saçan biri gelir
ve, 'Müjdeler olsun! Sana rabbinin sonsuz rahmeti ve içinde paha
biçilmez nimetleriyle cennetler vardır' der. Ölü, 'Allah seni hayırlarıyla
mükâfatlandırsın, sen kimsin?' diye sorar; o,
'Ben senin hayırlı ve sâlih amellerinim. Yeminle söylüyorum ki, ben seni
Allah'a itaate koşan, isyana ise yanaşmayan biri olarak bildim. Bundan
ötürü Allah senin mükâfatını versin' der. Sonra bir münadi,
'Bu kişi için cennet yataklarından bir yatak hazırlayın ve oradan cenneti
gören bir de kapı açın' diye meleklere seslenir. Hemen bir cennet yatağı
getirilir ve kendisi için cennete bakan bir kapı açılır. Ölü, 'Allahım! Bir an
önce kıyameti kopar da aileme, malıma döneyim' diye dua eder.
Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme
noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, j katrandan gömlekler
bulunan, azabıyla acımasız bir grup
™ ibrahim 14/27.
\:
İMAM GAZÂLÎ
145
melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte
bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları
kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez. Ruhu
semaya vardığı zaman melekler,
'Rabbimiz! Yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği kulunuz geldi'
derler. Allah (c.c),
'Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve hazırlamış olduğum azap
çeşitlerini gösterin' buyurur; zira kullarım, 'Sizi ondan (topraktan) yarattık;
yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'171
diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).'
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini
işitir. Derken kendisine hitap edilerek, 'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin
nedir? Peygamberin kimdir?' diye sorular sorulur. O, 'Bilmiyorum' der.
Melekler, 'Bilmezsin tabii!' diye karşılık verirler. Sonra çirkin yüzlü, kötü
kokulu ve kirli elbiseleriyle biri gelir ve, 'Sana Allah'ın gazabını ve sonsuz
olan elim azabı müjdeliyorum' der. Ölü, 'Allah da seni aynı azapla
müjdelesin, sen de kimsin?' diye sorar, o, 'Ben senin kötü amelinim.
Yeminle söylüyorum ki, Allah'a isyana koştun, O'na (c.c) hiç itaate
yanaşmadın. Allah senin cezanı azabıyla versin' der. Ölü,
'Allah senin de cezanı versin' diye karşılık verir. Daha sonra bu kişiye
cezası verilmek üzere kör, sağır ve dilsiz biri (azap meleği) verilir. Bunun
yanında demirden yapılmış öyle bir tokmak vardır ki, şayet insanlar ve
cinler onu kaldırmak için bir araya gelseler buna asla güç yetiremez-
lerdi. Bu zebani elindeki tokmakla bir dağa vursa onu un ufak ederdi.
Tâhâ 20/55.
146
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
147
Bu zebani o kişiye öyle bir darbe vurur ki toprak haline gelir, fakat ruhu
tekrar iade edilir. Bu sefer iki kaşının arasına öyle bir vurur ki bu sesi
yeryüzündeki insanlardan ve cinlerden başka bütün mahlûkat işitir.
Bunun peşinden bir münadi,
'Bu kişi için ateşten iki yatak getirin ve kabrinin kapılarını cehenneme
açın' der ve altına, üstüne ateşten iki levha getirilir, kabrinin kapıları
cehenneme açılır.""2
Muhammed Bakır b. Ali173 (rah) der ki: "Ölmek üzere olan herkese
amelleri gösterilir. Kul gözlerini yukarı doğru kaldırarak iyi amellerine,
gözlerini aşağı indirerek de kötü amellerine bakar."
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlul-lah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Mümin kulun eceli geldiği vakit melekler onun yanına ipek bir bez
içerisine konulmuş misk ve reyhan kokularıyla gelirler. Ardından ruhu
tereyağından kıl çeker gibi alınır ve,
'Ey mutmain olmuş nefis (ruh)! Sen rabbinden, rabbin de senden razı ve
hoşnut olarak sana bahşedeceği ihsan ve rahatlığa doğru çık' denilir.
Ruhu çıktığı vakit üzerine misk ve reyhanlar serpiştirilir ve ipek örtüye
sarılarak illiy-yîn denilen yüce makama gönderilir.
Kâfir bir kişinin ölümü yaklaştığında ise melekler bu adamın yanına,
içinde cehennemden getirtilen bir kor parçasının bulunduğu siyah bir
bezle gelirler. Ardından elem ve ıstıraplar içerisinde ruhu çıkarılır
(Çoğunlukla bu elem ve ıstırapların acısı kişiyi ya kendinden geçirir ya da
bayıltır. Bu sefer ruhu acı içinde kıvranmaya devam eder). Sonra ona, 'Ey
pis ve çirkef nefis (ruh)! Haydi, sen rabbine öf-
172 Ebû Davud, Sünnet, 27; Nesâî, Cenâiz, 114; ibn Mâce, Zühd, 32;
Tirmizî, Tefsîr, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Mösned, 4/296.
173 Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali.
keli rabbin de sana kızgın olarak O'nun azabına doğru çık' denilir. Ruhu
çıkarıldığı zaman bu kor parçasının üzerine yatırılır; öyle ki ondan
kaynayan bir suyun fokurdama sesleri gibi sesler çıkmaya başlar. Sonra
bu siyah beze sarılarak cehenneme (kabirde cehennem azabı çekmeye)
götürülür."m
Muhammmed b. Kâ'b-i Kurazî, "Nihayet onlardan birine ölüm gelip
çattığında, 'Rabbim! Beni geri gönder de boşa geçirdiğim dünyada iyi iş
(ve ameller) yapayım' der"175 âyetini okuduktan sonra şöyle anlatmıştır:
"işte o zaman Allah kuluna, 'Ne istiyorsun, amacın nedir, yoksa çokça
mal toplamak, ağaçlar dikmek, nehirler akıtmak için mi dünyaya geri
dönmeyi arzuluyorsun?' der. Kul, 'Hayır, boşa geçirdiğim günler için
tekrar iyi işler yapıp sâlih ameller işlemek için geri dönmek istiyorum'
der. Allah (c.c) şöyle buyurur:
'Onun söylediği bu söz, boş bir lâftan ibarettir.'"6 Yani ölüm anında
herkes bunları söyler."

MÜMİNİN ve KÂFİRİN KABİRLERİ

Yine Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği diğer bir hadiste Resûlullah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Mümin kabrinde yemyeşil geniş bir bahçe içindedir. Kabri ona 70 zira
(35 metre) genişletilir ve ayın on dördü gibi apaydınlık olur. Peki, 'Onun
için dar bir hayat vardır' âyetinin kime indiğini biliyor musunuz?"
Sahabeler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (s.a.v),
174 Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11442; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-
Müstedrek, 3/352-353; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/364-365;
Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 746; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 102; ibn
Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 192.
175 Mü'minûn 23/99-100.
176 Mü'minûn 23/100.
148
"Bu, kâfirlerin kabirdeki azaplarını ifade etmek için inmiştir. Kabirlerinde
onlara doksan dokuz tane yılan musallat edilir. Her bir yılanın yedi başı
vardır. Bunlar kıyamete kadar onu ısırır, koparır ve zehirlerler (kıyamete
kadar ruhu acı ve ıstırap içinde olur)."'177
Yılanların sayısının bu kadar fazla olması insanı şaşırtmasın. Zira bu
akrep ve yılanların sayısı, kişide zuhur eden kibir, riya, haset, aldatma, kin
ve dinin hoş görmediği daha birçok kötü sıfatlar sayısıncadır Kötü
sıfatların artmasıyla azabın çeşitleri de artar. Bu sıfatların belirli bir
sayıları olmasına rağmen (devamlı suretle yapılmasından dolayı başka
kerih sıfatları da doğurur ve) başka başka dallara, kollara ve bölümlere
ayrılır. Bu kolların ve bölümlerin her biri kendi başlarına helak edici
olmaya kâfidir. Her bir kötü sıfat başlı başına ya bir akrep ya da bir yılan
oluverir. Bunların içinde en fazla acı veren, yedi başlı yılanın sokmasıdır.
En hafifi ise akrep sokmasıdır. Bu ikisi arasında ise normal yılanların
verdiği ıstıraplar vardır.
Kalp gözleri açık, basiret ehli kimseler bu helak eden vasıfları ve onların
kollarını, Allah'ın kendilerine bahşettiği basiret nurlarıyla görebilirler. Şu
kadar var ki onların gerçek hali ve derecesi ancak nübüvvet nuruyla
bilinebilir.
Bu ve benzeri haberlerin doğru olduğunu bildiren apaçık deliller olduğu
gibi, onların bir de gizli yönleri vardır. Bu gizli kısımları basiret sahibi
arifler müşahede edebilirler.
Bu haberlerin hakikatlerini anlayamayan kimseler hemen inkâra
kalkışmamalıdır. Zaten imanın en düşük derecesi, Allah ve Resûlü'nün
bildirdiklerini tasdik edip hükümlerine teslim olmaktır.
İMAM GAZÂLÎ
149
177 ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3122; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 2233;
Heysemî, Me-vâridü'z-Zam'ân, nr. 782; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6644; ibn
Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4610.

KABİR AZABI NASIL OLUR? RUH ÖLÜR MÜ?

Eğer biri, "Bizler bir kâfiri mezarına koyduktan sonra uzun bir müddet
bekleştik, ancak anlatılan haberlerde zikredilenlerin hiçbirini göremedik;
şu halde tasdik ve teslimiyetimiz gördüklerimizle çakışmıyor mu?" diye
bir soru sorsa, deriz ki:
Bu gibi bir durumda senin tasdik ve teslimiyetin için üç durum söz
konusudur:
Birincisi: İman ve teslimiyettir. Senin için en açık, en sağlam ve en
güvenilir olanı budur. Bu da senin o yılan ve akreplerin varlığına ve ölüyü
sokup ısırdıklarına inanman-dır. Çünkü sahih hadis ve haberler bunu
gerektirmektedir. Fakat onlar bu baş gözü ile görülemezler, çünkü baş
gözü melekût (berzah) âlemine ait olayları görmeye müsait değildirler.
Âhiret âlemine ait olan her şey de melekût âlemin-dendir.
Baksana sahabeler görmedikleri halde, Cebrail'in vahiy getirmek için
Resûlullah'm (s.a.v) yanına geldiğine ve yine göremedikleri halde Resûl-i
Ekrem'in (s.a.v) onunla konuştuğuna nasıl inanıyorlardı!
Eğer bu kadarına da inanmıyorsan, öncelikle imanını tazelemen,
ardından da meleklere ve vahyin nüzulüne olan inancını düzeltmen senin
için diğer bütün şeylerden daha önemlidir. Şayet bunlara iman ettiysen
ve bu ümmetin göremediği şeyleri Hz. Peygamberin (s.a.v)
görebileceğine inandıysan, o zaman ölülerin başına gelecek bu
hadiselere neden inanmıyorsun?
Nasıl ki melekler insana ya da hayvana benzemiyorsa, kabir azabında
bahsedilen yılanlar ve akrepler de bizim âlemimizin yılan ve akreplerine
benzemezler. Aksine onlar
150
ÖLÜM ve SONRASI
bizdeki duyu organları ile algılanmayan ve bizim bildiğimiz yılan ve
akreplerden daha başka varlıklardır.
İkincisi: Tasdik ve teslimiyeti elde etmenin bu kısmı uykuda olan birinin
durumunu düşünmendir. Örneğin uykuda olan birinin rüyasında yılanların
kendisini sokmasını ele alalım. Elbette bu kişi, gördükleri ve yaşadıkları
rüya âleminden olsa bile, bunlardan elem duyar, çığlıklar atar, alnından
terler boşalır ve hatta yerinden fırlar. Bütün bunların hepsini nefsinde
yani ruhunda hisseder. Evet, uyanık bir adam böyle bir durumla
karşılaştığında ne yaşıyorsa o da aynını yaşamaktadır. Sense ona
baktığında sanki hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin uyuduğunu
görürsün. O uyurken etrafında yılan diye bir şey de yoktur. Ancak sen
görsen de görmesen de onun için hem yılan hem de onun verdiği acı ve
ıstıraplar mevcuttur.
Mademki elem ve ıstırap yılan sokmasından ise, bunun hayalî ya da
vücudî olması arasında hiçbir fark yoktur. Neticede ikisi de acı
vermektedir.
Üçüncüsü: Sen de biliyorsun ki acı ve ıstırap veren yılanın kendisi değil
onun vücuda attığı zehirdir. Sonra zehir de elemin kendisi değildir. Belki
o, zehrin senin bedeninde yerleşmesinden sonra hâsıl olan tesirin verdiği
acıdır. Zehrin meydana getirdiği gibi bir tesir zehir olmaksızın yapılmaya
kalkışılsa elbette bunun vereceği azap çok çetin ve yaman olur. Öyle ki,
böyle bir acının, hangi tür bir azap olduğu tarif edilemez. Bu ancak
insanların bildikleri bir ıstıraba benzetilerek anlatılabilir (Kabir azabının
diş ağrısından daha şiddetli olduğunu anlatmak gibi...).
Örneğin, bir insanda, cinsî münasebette bulunmamasına rağmen cima
yapmanın lezzeti yaratılmış olsa, bunu tarif edebilmek için cimadan söz
etmesi gerekecekti. Zira tarif edilmek istenen bir şeyin bir başkasına
izafesi, sebebin
İMAM GAZÂLÎ
151
varlığını anlatmak içindir. Burada her ne kadar sebebin kendisi yok ise
de neticesi mevcuttur. Zaten sebep zatı için değil neticesi için aranır.

İ
İşte insanda mevcut olan o kötü ve helak edici sıfatlar, ölümüyle beraber
ona eziyet ve elem veren yaratıklara dönüşür. Tıpkı, yılan olmadan
(rüyada kabus görürken) yılanın zehrinden elem duymak gibi...
Ölümün ardından kişideki kötü sıfatların eziyet veren birer varlığa
dönüşmesi, sevgilisinin ölümüyle ona olan aşkının eziyete dönüşmesine
benzer. Çünkü evvelden kendisine zevk veren aşkı ve sevdası birdenbire
sevgilisinin ölmesiyle elem ve ıstırap verici bir hastalığa dönüşmüştür.
Hatta kalbine öyle elem ve ıstıraplar saplanır ki, keşke hiç âşık
olmasaydım, keşke onunla vuslata ermeseydim diye temennilerde
bulunur. İşte aşkın eleme dönüşmesi, ölünün kabirde çektiği azaplardan
biridir. Zira dünya aşkı büsbütün onu kuşatmış, malının, gayri
menkullerinin, makamının, çocuklarının sevdalısı olmuştur.
Bir düşünsene, eğer bu adamın bütün mallarını, kendi-J si hayatta iken
bir daha asla geri alamayacağı biri gasbet-se, onun hali nice olur?
Pişmanlığı daha büyük ve azabı daha çetin olmaz mı? O, "Keşke malım,
mülküm, makamım olmasaydı da ayrılık acısı çekmeseydim!" demez
mi?
İşte ölüm, bütün dünyevî sevgi ve sevgililerin bir anda ayrılması
demektir.
Nitekim bir şair bu hususta şu beyiti söylemiştir:
"Bir tek şeyi olan bunu da kaybettiğinde hali nice olur!"
Yalnız dünya ile ferah bulup onunla sevinen bir kimsenin, elinden bunlar
alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde ve bu azabın üstüne âhiret
nimetlerini elden kaçırmanın ve Allah'a kavuşamamanın hasreti de
eklendiğinde onun hali
152
ÖLÜM ve SONRASI
nasıl olur? Allah'tan başkasını (O'nu unutarak) sevmek O'na ulaşmaya en
büyük engeldir.
Bütün bunların üstüne, dünyada sevdiklerinden ayrılmanın verdiği elem,
âhiret nimetlerinden ebediyen mahrum kalmanın verdiği hasret ve
Allah'ın huzuruna kabul edilmeme zilleti eklenir. Aslında bu karşılaşacağı
en büyük azaptır ve ayrılık ateşinin ardından cehennem ateşi gelir.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur:
"Hayır! Onlar şüphesiz o gün rablerinden (O'nu görmekten) mahrum
kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler."178
Ama huzurunu dünya ile bulamamış, sadece Allah'ı sevip O'na kavuşma
aşkıyla yanıp tutuşmuş kimselere gelince; ölüm, onlar için dünya
zindanından ve boş lezzetlerinden kurtuluş, sevgiliye vuslat ve tüm
engellerin ortadan kalkarak emniyet ve güven içerisinde hiç tükenmeyen
âhiret nimetlerine nail olmak demektir.

İ
İşte amel edenler bunları düşünerek amel etsinler.
Maksadımızı bir örnekle izah edersek: Adamın birinin çok sevdiği bir atı
vardır. Öyle ki kendisine, "Ya atından ayrılacaksın ya da akrebin zehrine
tahammül edeceksin; bunlar arasında bir tercih yap" denilse muhakkak
akrebin sokmasını tercih edip atından ayrılmayı istemeyecektir. Çünkü
onun için atından ayrılmanın vereceği acı ve ıstırap akrebinkinden daha
şiddetlidir. Aslında onu zehirleyen atına olan sevgisidir.
O halde kul bu zehirlenmelere hazır olsun! Muhakkak ki ölüm onun atını,
evini, ehlini, dostlarını, makamını elinden alacak, dahası kulağını,
gözünü, bütün azalarını yok edecektir. Bütün bunların geri dönüşünden
elbette ümidini kesecektir.
İMAM GAZÂLÎ
153
Sevdası sadece bunlara olduğundan ve onlar da elinden alındığından
hissedeceği acı akrep ve yılanların sokmasından daha şiddetli olur.
Hayatta iken bütün varı yoğu elinden alındığında nasıl ki elem ve ıstırabı
şiddetli oluyorsa, ölünce de aynı durum söz konusudur.
Daha önce de açıkladığımız gibi, ruh bedenin ölmesiyle ölmez, o
kalıcıdır. Bütün elem ve azabı tadacak olan odur ve ölümle beraber bu
azap daha da artar.
Şu sebeple ki: Ruh, içinde bulunduğu beden hayatta iken, bazı dünya
meşgaleleri ile oyalanarak teselli bulabilir. Dostlarla beraber oturur,
konuşur vs. Bazı şeylerini kaybeder bazan da kazanır... Fakat ölümden
sonra teselli olma diye bir şey yoktur; bütün teselli kapıları kapanmış,
ümitler sönmüştür. Hayatta iken çok sevdiği bir gömleğinin veya
mendilinin alınması kendisine çok ağır gelen kimsenin bu durumu
kabrinde de devam eder.
Dünyadaki varlığı az olan (veya çok olup da hayır yolunda harcayan
kimse) elbette kurtuluşa erer. Dünyalığı çok ise azabı çetin ve elim olur.
Nasıl ki, bir dinarı çalınan birinin üzüntüsü oh dinarı çalınandan az
olursa, bir dirhem sahibinin hesabı da iki dirhem sahibininden az olur. Bu
anlattıklarımız Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadisinde ifade edilmiştir:
"Bir dirhemi olanın hesabı, iki dirhemi olandan daha hafiftir."™
Ölüm anında geriye bıraktığın dünyalık her şey ölümünden sonra senin
için ancak hasret ve hüsran sebebidir. Artık sen onları istersen çoğalt,
istersen azalt! Çoğaltırsan ancak hasretini artırmış olursun; azaltırsan
da sırtındaki yükü hafifletmiş olursun.
178 Mutaffifîn 83/15-16.
179 Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nr. 792; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 10647;
Ebû Nuaym Hilyetü'l-Evliyâ, 1/218.
11
154
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
Kabrinde yılanları ve akrepleri çok olanlar, dünyaya bağlanıp onu âhirete
tercih eden, onunla sevinip onunla sükûn bulan zenginlerdir.
Bu anlattıklarımız, kabirdeki azabın çeşitleriyle, orada azap sebebi
yapılacak yılan ve akreplere iman hakkındaki açıklamalardır.
Anlatıldığına göre Ebû Saîd Harrâz (rah), ölmüş olan oğlunu rüyasında
gördü. Ona, "Oğulcuğum, bana biraz nasihatte bulun" dedi. Oğlu, "Allah
Teâlâ'nın yerine getirilmesini emir buyurduğu hususlarda ona muhalefet
etme" dedi. Ebû Saîd, "Biraz daha nasihat et" dedi. Oğlu, "Babacığım,
bunun ağırlığına tahammül edemezsin" dedi. Babası, "Söyle, söyle"
deyince, "Baba, bir gömlek ile olsa dahi (kalbini ona bağlayarak) Allah ile
arana perde sokma" dedi. Bundan sonra Ebû Saîd (rah) tam otuz sene
gömlek giymedi.

Soru ve Cevap:
Bu zikrettiğin üç makamdan hangisi doğrudur diye sorarsan; şunu bil ki,
insanlardan bazıları sadece birincisine inanıp diğerlerini inkâr
etmişlerdir. Kimileri de yalnızca ikincisine inanıp birincisini
reddetmişlerdir. Kimileri ise üçüncüsüne inanmıştır. Basiret yoluyla
bizlere gösterilen ise bu üç yolun da imkân dahilinde olmasıdır.
Bunlardan birine inanıp diğerine inanmayan kişi, gerçekten idraki dar,
Allah'ın kudret ve tecellilerinin sonsuz derecede büyük ve hayret verici
olduğunu anlamayacak kadar cahildir. Bu tür azapların olmasını aklen
anlayamadığı için inkâra kalkışmak ise tam bir cehalet ve idrak
noksanlığıdır.
Bu düşüncelerin aksine bahsettiğimiz bütün azap çeşitleri mümkündür,
onlara inanmaksa vaciptir. Nice insanlar
155
vardır ki bu azaplardan sadece birini çeker, niceleri de vardır ki, hepsiyle
cezalandırılır. Azından da çoğundan da Allah'a sığınırız.
işte gerçekler bunlardır. Hiç olmazsa taklit yoluyla olsun bunlara iman
et. Zira yeryüzünde bunları hakikatleriy-le (keşif ve basiret yoluyla)
bilenler pek azdır. Sana tavsiyem, vaktini boşa harcayarak bu konunun
ayrıntısına fazla girmemen ve hemen kabir azabını senden kaldıracak
çareleri araştırmaya bakmandır.
Ameli ve ibadeti terkedip kabir azabının hasıl olacağını araştırman,
sultanın birini yakalayıp onu ellerini ve burnunu kesmek üzere hapse
atması ve bu kimsenin, "Acaba ellerim ve burnum, kılıçla mı yoksa
bıçakla mı yoksa usturayla mı ya da başka bir aletle mi kesilecek?" diye
sabaha kadar düşünen ve ondan kurtulma çarelerini hiç aramayan
kimsenin durumuna benzer. Bu ise cehaletin ta kendisidir.
İnsanın öldükten sonra ya büyük bir azapla cezalandırılacağı ya da ebedî
nimetlere mazhar olacağı kesin olarak bilinmektedir. O halde bir an evvel
ölüme hazırlanmak gerekir. Orada azabın veya sevabın nasıl ve ne kadar
olacağını bilmek için uğraşmak boş yere zaman harcamaktan başka bir
şey değildir.

MÜNKER ve NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI

Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Kul öldüğü zaman kabrine, siyah renkli, yeşil gözlü, birinin adı Münker,
diğerininki Nekir olan iki melek gelir. Bu iki melek ölen kişiye,
156
ÖLÜM ve SONRASI
'Şu Peygamber (s.a.v) hakkında ne dersin?' diye sorarlar. Ölen adam
mümin biriyse, 'O, Allah'ın kulu ve Resulü'dür. Ben şahitlik ederim ki
Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Resûlü'dür' diye cevap
verir. Mün-ker Nekir, 'Biz senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler.
Akabinde kabri yetmişe yetmiş zira 180 genişletilir ve nurla doldurulur.
Sonra ona, 'Uyu' denilir. O, 'Beni bırakın da aileme gidip durumumu haber
vereyim' der. Melekler ona, 'Uyu' derler, o da ailesinden en sevdiği
kimsenin (eşinin) onu yatağından kaldırana kadar uyuması gibi uyur.
Eğer ölen kişi münafık ise sorulan sorulara,
'İnsanların bir şeyler dediklerini duyuyor ve ben de onlar gibi
söylüyordum. Fakat bu soruların cevabını bilmiyorum' diye cevap verir.
Münker Nekir, 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra
toprağa, 'Bu adamı iyice sıkıştır' emri verilir. Toprak da onu iyice sıkıştırır,
öy-leki adamın kaburgaları birbirine girer. Bu azap onun için kıyamet
günü dirilene kadar devam eder."181
Atâ b. Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) Ömer b. Hat-tâb'a (r.a) şöyle
buyurdu:
"Yâ Ömer! Öldüğün ve akrabaların kabristanlığa gelip senin için boyuna
göre bir kabir kazdıkları, ardından yıkayıp, kefenleyip ve kokular
sürdüklerinde; sonra omuzlarında taşıyıp o çukura bıraktıklarında ve
üzerine toprakları atmaya başladıklarında halin nice olur!
Dostların ve akrabaların kabrinin başından ayrıldıkları zaman yanına,
kabrin korkutucu iki meleği olan Münker ve Nekir gelir. Sesleri, yeri göğü
oynatan gök gürültüsü, bakışları ise gözleri kamaştıran şimşek gibidir.
Uzunluğun-
İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
157
L
180 Yani 30 m. x 30 m., yaklaşık 900 m2civarında.
181 Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 864; Süyûtî, Şerhu's-
Sudûr, s. 173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 130; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 42500; Heyse-mî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 780.
dan ötürü saçları yerlere değer. Dişleriyle toprağı kazarlar. Seni korkutur
ve ürkütürler. İşte o zaman halin nice olur!"

ÖLÜMDEN SONRA AKIL ve ŞUUR KAYBOLUR MU?

Hz. Ömer (r.a), "Ey Allah'ın Resulü! Şimdiki aklım ve şuurum o zaman da
olacak mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, olacak"buyurdu. Hz. Ömer (r.a),
"O zaman onların hakkından gelir ve sorularına bir bir cevap veririm"
dedi. 182
İşte bu rivayetler, ölümle beraber aklın gitmeyip varlığını devam
ettireceğine; değişen ve bozulanın ise beden ve azaların olduğuna bir
delildir.
Ölen kişi, bu âlemde de aklı başındadır. Nasıl hayatta iken aklı başında
olarak elem ve lezzetleri hissediyorsa berzah âleminde de durum
aynıdır. Kabirdeki elem ya da lezzet türünden hazları hisseden akıl, şu
bedenin azaları değildir. Akıl eni boyu genişliği olmayan bâtınî (gözle
görülmeyen sırlı) bir şeydir. Cüzlere ve parçalara ayrılması mümkün
değildir. Eşyanın hakikatini idrak eden varlık da akıldır.
Öyle ki, insanın bütün vücudu ve azaları parça parça edilse, o yine de
kendinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır. Ölümden sonra
da durum aynıdır, yani akıl (ve ruh) için ölüm ve yokluk söz konusu
değildir.
Muhammed b. Münkedir-i Teymî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere
göre; kâfire kabrinde, elinde deve hörgü-cü büyüklüğünde demirden bir
topuz bulunan, hayvan cinsinden sağır ve kör bir mahlûk musallat edilir
ve kıyamete
182 Beyhakî, İtikâd, s. 180; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 182; ibn Hacer, el-
Metâlibü'l-Âliye, nr. 4603; Zebîdî, ithaf, 14/363.
158
OL
.UM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
159
kadar onu döver. Bu görevli onu göremez ki insafından ötürü topuzunu
başka taraflara vursun."
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: "Mümin kabre konulduğu zaman sâlih
amelleri gelir, onu çepeçevre kuşatır. Azap meleği başucundan geldiği
zaman okumuş olduğu Kur'an buna mani olur. Ayakuçlarından
yaklaşmak istediğinde kıldığı namazlar bunu engeller. Ellerinin
tarafından yaklaştığında elleri dile gelerek, 'Vallahi bu adam benimle
sadaka verdi ve benimle dua etti; bu taraftan azap edemezsin' diyerek
onu geri çevirir. Ağzının tarafından yanaşmak istediğinde de tuttuğu
oruç ve çektiği zikirler buna engel olur. Böylece kılmış olduğu namazları
ve Allah için çektiği sabırlar azap meleğine karşı direnişte bulunur.
Bunun üzerine azap meleği şöyle der:
Allah'a yemin olsun ki, eğer bir boşluk görürsem orayı hemen
dolduracağım."
Süfyân-ı Sevrî (rah) der ki: "Nasıl ki kişi hayatta iken ailesini, çoluk
çocuğunu korur ve muhafaza ederse, ölümünden sonra sâlih amelleri de
onu muhafaza eder. Bu esnada ona, 'Allah yatağını mübarek kılsın.
Dostların ne iyi dost, arkadaşların ne iyi arkadaştır' derler."
Huzeyfe-i Yemânî (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir
cenazede idik. Kabrin başına oturdu, ona doğru uzun uzun bakmaya
başladı ve,
"Mümin (insan) kabrinde öyle sıkıştırılır ki, âdeta boynu, göğsü ve
kaburga kemikleri birbirine geçer"™3 buyurdu.
Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
183 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü'l-
Usûl, nr. 124; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 101; Heysemî, Mecmau'z-
Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
"Muhakkak kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer bundan biri kurtulacak
olsaydı, o Sa'd b. Muâz olurdu."184
Enes (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah'ın kızı Zeyneb (r.anh) vefat etmişti.185 Hep beraber
cenazeye katıldık. Resûl-i Ekrem (s.a.v) çok üzgündü. Hz. Peygamber
(s.a.v) sonra sekînet ve vakar içinde kabrin başına oturdu ve ellerini
semaya doğru kaldırıp dua etmeye başladı. Ardından kabre inip kızını
yerleştirdi, onu çok üzgün görüyordum. Kabirden çıkarken gördüğümde
ise sevinçli idi, tebessüm ediyordu. Biz Resûlullah'a bu değişikliğin
nedenini sorduk, şöyle cevap verdi:
"Kabrin darlığı, onun insanı nasıl sıkıştırdığı ve buna karşın kızım
Zeyneb'in zayıf ve güçsüz biri olduğu hatırıma geldi. Bu bana çok sıkıntı
verdi. Ben de Allah'a dua edip kızımdan kabir azabını hafifletmesini
istedim, duamı kabul etti. Fakat kabir onu öyle bir sıktı ve üzerine daraldı
ki, doğu ile batı arsında, insanların ve cinlerin haricindeki bütün
mahlûkat onun sesini işitti."186
184 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/55; Tahâvî, Müşkilü'l-Âsâr, 1/248;
ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 99-100; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/46;
Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
185 Hz. Zeyneb (r.anh) hicretin 8. yılının başlarında vefat etmiştir.
186 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 1/745; 22/1054; İbnü'l-Cevzî, el-ilelü'l-
Mütenâhiye, 2/908-909; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 108-109; ibn Receb,
Ehvâlü'l-Kubûr, s. 102.

İKİNCİ KISIM (SÛRA ÜFÜRÜLMESINDEN CENNET ya da


CEHENNEME VARINCAYA KADARKI DURUMLAR)

• Sûrun üfürülmesi
¦ Mahşer meydanı ve mahşer halkının durumları; terlemeleri, kıyamet
gününün uzunluğu
• Kıyametin şekli, dehşet veren tehlikeleri ve
kıyametin diğer isimleri
• Günahlardan ötürü nasıl sorgulama yapıldığı
• Mizanın (amel terazisi) niteliği
• Hasımların (birbiriyle hesaplaşan kimselerin)
durumu ve mazlumun hakkının ödenmesi
• Sırat köprüsünün niteliği • Şefaatin nasıl olacağı
• Havz-ı kevserin vasıfları
• Cehennem halkı, cehennemin niteliği,
• Cennet halkı, cennetin niteliği, nimetlerinin
sınıfları
• Yüce Allah'ın (c.c) cemâlini seyretmenin keyfiyeti ve niteliği
• Yüce Allah'ın (c.c) rahmetinin genişliği

BİRİNCİ BÖLÜM

KIYAMETİN KOPMA ESNASINDAKİ SÛRA ÜFÜRÜLME OLAYI

Kitabın geçtiğimiz bölümlerinde, ölecek olan kişinin yaşadığı, sekerât-ı


mevt dediğimiz can çekişme olayının şiddetini, ölümle başlayan
tehlikeleri, son nefeste iman ile gi-dememe korkusunu, kabir karanlığının
ürkütücülüğünü, kabrin sıkmasını ve oradaki yalnızlığı, haşeratın insanın
vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, Münker-Nekir meleklerini ve onların
sorgulamalarını, eğer günahkâr biri ise k?vr azabının ne denli şiddetli
olacağını anlatmıştık.
Elbette hepimizin önünde bundan daha büyük ve korkutucu tehlikeler
vardır. Bunlar şunlardır:
Sûra üfürülmesiyle birlikte kıyametin kopuşu, tekrar dirilmek ve mahşer
meydanına toplanmak, cebbar olan Allah'ın (c.c) huzuruna getirilmek, az
çok yapılan her işten sorgulanmak, herkesin sevabının ve günahının
eksiksiz olarak ölçülmesi için terazilerin kurulması, inceliği ve kes-
kinliğiyle bilinen sırat köprüsünden geçmek, ameller tartılıp neticeye
varıldığında, gideceği yerin (cennet ya da cehennem) çağrısını
beklemek.
İşte bunlar ilk olarak bilmen gereken hallerdir. Sonra bunlara kalbinde
hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekil-
164
ÖLÜM ve SONRASI
de inanman ve ardından da onlara hazırlanman için kalbini diriltmen
gerekir.
Şu var ki, çoğu insan, âhirete imanı tam anlamıyla kalbine
yerleştirememiş, kalbin derinliklerinde yer eden temel bir esas haline
getirmemiştir.
Bunun en iyi göstergesi, insanların yazın sıcaktan, kışın soğuktan
korunmak için en iyi tedbirleri almalarına rağmen cehennemin harareti
ve soğuğuna karşı görmezden gelişleridir.
Evet, onlara âhireti sorsan, "Âhiret haktır" derler. Ancak sonra kalpleri bu
söylediklerinden gafil bir halde onu unutur giderler. Bu aynen, bir
dostunun, senin önüne getirilen bir yemek hakkında, "Bu yemek
zehirlidir" dedikten sonra yemeğe bir kaşık da kendisinin daldırmasına
benzer. Bu kimse sözüyle doğru söylemiş, fakat ameliyle kendisini
yalanlamıştır. İşte en kötüsü budur.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir kudsî hadiste şöyle buyurur:
"Yüce Allah buyurur ki: Âdemoğlu kendisi için caiz değilken beni birtakım
noksanlıklarla vasıflandırdı ve hakkımda yalan konuştu. Beni noksan
sıfatlarla vasıfiaması, bana bir evlât isnadında bulunmasıyladır (üçlü ilâh
inancında olduğu gibi). Beni yalanlaması ise, onun, 'Bizi yarattığı gibi
(ölümümüzden sonra) tekrar eski halimize döndüremez' sözleridir."'87
İnsanın bâtınının (kalbinin), yeniden dirilme ve haşir meydanında
toplanma gibi hadiseleri tasdik etmede ve inanmada gevşeklik
göstermesinin nedeni, bu gibi hadise-lerdeki anlayışının kıt
oluşundandır.
Bu zamana kadar hiçbir canlının doğum yaptığını görmeyen ve üremenin
ne şekilde olduğunu bilmeyen birine,
187 Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 1, Tefsir, 2; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 2/318; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 848; Begavî, Şerhu's-
Sünne, nr. 41.
İMAM GAZÂLÎ
165
"Bir sanatkâr, şu pis nutfeden konuşan, düşünen akıl ve irade sahibi bir
insan yapıyor" denilse, elbette bunu kabul etmeyecektir.
Bu sebeple Allah (c.c) şöyle buyurur:
"İnsan görmez mi, biz onu meniden nasıl yarattık. O bunu görmeyip bize
apaçık bir düşman oluverir. O Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal
getirmeye kalkışır ve, 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' der."188
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, (döl yatağına)
akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu nutfe,
alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde)
yaratıp şekillendirmiştir. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmiş-
tfr."189
Esasen insanoğlunun yaratılışındaki acayiplikler, organlarının birbirine
eklenişindeki farklılıklar öyle çoktur ki, bunlar onun tekrardan
diriltilmesinden daha fazla şaşırtıcıdır. Allah Teâlâ'nın sanatını ve
kudretini müşahede eden bir kimse, yine onun kudretinde ve hikmetinde
olan bu dirilme hadisesini nasıl inkâr edebilir ki?
Şayet bu husustaki inancında bir zayıflık varsa, onu ilk yaratılış anını
düşünerek kuvvetlendir. Zira öldükten sonra diriliş aynen onun gibi ve
hatta daha da kolaydır. Buna imanın kuvvetliyse, dirilme ve mahşer
anının korku ve tehlikelerini kalbine getir. Kalbinin bu husustaki
rahatlığını ve gevşekliğini kaldırmak için çok düşün ve öncekilerin
ölümlerinden ibret al. Bir an evvel rabbinin huzuruna arzedile-ceğin gün
için kollarını sıva, amel et.
1 Yâsîn 36/77-78. 1 Kıyâme 75/36-39.
¦T ¦i
166
ÖLÜM ve SONRASI

SÛR DENİLEN ALETİN ÇIKARDIĞI SES

ilk olarak kabir sakinlerinin kulaklarını çınlatacak olan sûrun şiddetle


üfürülüşünü düşün.
O sûr öyle bir ses ve öyle bir bağırtıdır ki, onunla birlikte kabirler ölülerin
baş tarafından açılır ve ölüler bir defada kabirlerinden sıçrarlar. Kendini
o durumu yaşıyormuş far-zet; bedenin baştan aşağı toz toprağa
bulanmış, yüzün değişmiş ve sesin şiddetinden hayretler içinde çağrının
İ
geldiği tarafa doğru gözlerini dikmişsin! İnsanlar uzun süre belâ ve
musibet çektikleri kabirlerinden bir anda fırlayıver-mişler. Herkes gam ve
keder içindeyken bir de akıbetlerinin ne olacağı endişesinin onları nasıl
bir korkuya bürüdü-ğünü hayal et.
Allah (c.c) bu hususlarda şöyle buyurmuştur:
"Sûra (ilk) üflenişte, Allah'ın diledikleri (dört büyük melek, cennet bekçisi
rıdvân, huriler ve cehennem bekçileri zebaniler) müstesna olmak üzere
göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir defa üflenince,
bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış (etrafa, sağa sola) bakıyorlar."190
"O sûra üfürüldüğü zaman var ya, işte o gün zorlu bir gündür, hele kâfirler
için (hiç de) kolay değildir."191
"Onlar, 'Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman
gerçekleşecektir?' derler.
Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak
korkunç bir sesi bekliyorlar. İşte o anda onlar ne bir vasiyette
bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
Nihayet sûra üfÖrülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp
koşarak rablerine giderler. '(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden
kim kaldırdı? Bu, rahmâ-
190 Zümer 39/68.
191 Müddessir 74/8-10.
İMAM GAZÂÜ
nm vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler' derler."192
İnsanların önünde sûra üfürülmenin haricinde başka hiçbir şey olmasa
bile korkutucu olarak bu yeter de artardı. Zira o öyle bir ses ve gürültüdür
ki, onun şiddetinden, Allah'ın diledikleri müstesna (ki onlar da
meleklerdir) yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Bunun için
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sûr sahibi (İsrafil), boynuzu (üfürme aletini) eline almış, boynunu
uzatmış ve ne zaman kendisine emredilecek de üfleyeceğim diye
beklemekte iken ben nasıl sevinebilirim ki?"'193

SÛRUN ŞEKLİ ve MAHİYETİ

Mukâtil b. Süleyman (rah) şöyle demiştir: "Sûr denilen şey boynuz


şeklindeki bir üfürme aletidir. Boru çalmak üzere hazırlanmış biri gibi,
görevli melek ağzını o boruya koymuş beklemektedir. Sûrun (borunun)
ağız tarafının genişliği, çapı yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe
kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arş tarafına dikmiş, kendisine ne zaman
emredilecek de sûra üfleyeceğim diye beklemektedir.
O sûra ilk üfleyişinde yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Allah'ın
kalmalarını istediği Cebrail, Mîkâil, israfil ve ölüm meleği Azrail bunun
dışındadır. Ardından Allah (c.c) ölüm meleğine sırasıyla, Cebrail, Mîkâil
ve İsrail'in ruhlarını almasını emredecek, sonra da ölüm meleğinin kendi
canını almasını emredecek ve hayatta zât-ı bârîden başka hiçbir varlık
kalmayacaktır.
192 Yâsîn 36/48-52.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 8; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/326; Taberânî,
el-Mu'ce-mü'l-Kebtr, nr. 12670; Hâkim, el-Müstedrek, 4/559; ibn Hibbân,
es-Sahîh, nr. 723.
Hekimhan
169

SURUN ÜFÜRÜLMESİNDEN SONRAKİ BEKLEYİŞ

Bütün mahlûkat, sûrun ilk üflenişinden sonra berzah âleminde kırk yıl
bekleyecektir. Sonra Allah (c.c) İsrafil'i yeniden diriltip ikinci bir kez daha
sûra üflemesini emredecektir. Bu anlattıklarımızın delili şu âyet-i
kerimedir:
"...Sonra ona (sûra) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar (bütün
ölüler) ayağa kalkmış (etraflarına) bakıyorlar!"(tm)* İşte o an herkes
ayağa kalkmış mahşer meydanına gönderilmeyi beklemektedirler.
Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Ben peygamber olarak gönderildiğimde (o emir bana verildiğinde)
İsrafil'e de üflemesi için sûr (denilen o boru) verildi. O, her an kendisine
emredilecek olan üfleme emrini beklemektedir. Dikkat edin! Sûra
üfürülmenin dehşetinden korkun." 194 Zümer 39/68.
O gün bütün mahlûkatın yeniden dirilmenin korkusu ve şiddetiyle,
kalpleri buruk ve zelil bir halde, haklarında cennetlik ya da cehennemlik
olduklarının hükmünün verileceği mahşer meydanına doğru
götürüldüklerini düşün. Aralarında sen de varsın ve sen de onlar gibi
kalbi buruk, hakir ve zelil bir haldesin.
Eğer dünyada refah ve hayırsız bir zenginlik içinde hayat sürmüşsen,
şunu bil ki, o gün yeryüzünün sultanları ve zenginleri, ayaklar altında
ezilen karıncalar misali, mahşer halkının en hakir ve en aşağılarından
olacaktır. O esnada, bütün hayvanat, dağlardan taşlardan, başları öne
eğik bir vaziyette oluk oluk mahşer meydanına gelirler ve kendilerini
kirleten, günahlarının olmamasına rağmen insanların arasına karışırlar.
Bu, sûra üfürülmenin kendilerine verdiği korku sebebiyledir ve o sebeple
artık insanlardan ürkmez-ler. Nitekim bu husus, "Vahşî hayvanlar
toplanıp bir araya getirildiğinde"(tm)6 âyetiyle bildirilmiştir.
Sonra rabbinin huzurundan kovulmuş olan o kibirli şeytan (ve nesilleri)
tutup getirilir. Şeytan ve avanesi rabbinin huzuruna çıkarılacağının
korkusundan boynunu eğmiştir. Allah (c.c) bu hususta şöyle
buyurmuştur:
"Öyle ise, rabbine yemin olsun ki, muhakkak surette onları (insanları)
şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş
vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız."197
Bu zikrettiğimiz tehlikelerden ötürü, şimdiden o gün senin ve kalbinin
hali ne olacak diye otur bir düşün!
<9" Tekvîr 81/5. 197 Meryem 19/68.
170
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
171

İKİNCİ BÖLÜM

HALKIN MAHŞER MEYDANINDA TOPLANMASI

Sonra insanların kabirlerinden kalkıp çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz198


olarak mahşer meydanına götürüldüklerini bir düşün!
Mahşer meydanı âdeta ak pak un gibi bembeyaz bir sahadır. Orada ne
bir iniş ne de bir yokuş görürsün. Orada insanın ardına saklanabileceği
bir tepe ya da içine girip gözlerden kaybolacağı bir çukur yoktur. Orası
hiçbir inişi çıkışı bulunmayan dümdüz bir arazidir. İnsanlar grup grup
buraya sevkedilirler.
Yeryüzünün (ve kâinatın) her köşesinden, ayrı ayrı türlerine ve sınıflarına
rağmen gelmiş geçmiş bütün mahlûka-tı bir araya toplayan Allah (c.c)
bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah Teâlâ önce bir râcife,
ardından da bir râdife ile mahlûkatı bu meydana sevketmiştir.
Râcife, titreten ve ürperten anlamında olup sûrun birinci üfürülmesi için
kullanılmıştır. Râdife ise, birincisini takip eden anlamındadır ve ilk
üfürülüşün ardından geldiği için ona bu isim verilmiştir.
198 Bu hususta rivayet olunan hadislerden biri şöyledir: Hz. Aişe (r.anh)
Allah Resû-lü'nden (s.a.v) şunları işittiğini söylemiştir: "İnsanlar kıyamet
gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar." Ben de, "Ey
Allah'ın Resulü! Kadın ve erkekler beraber olduklarında birbirlerine
bakmazlar mı?" dedim. Allah Resulü, "Ey Âişe! Mesele, birbirlerine
bakmalarından çok daha zor ve dehşetlidir (yani o gün hesap
endişesinden ötürü kimse birbirine bakmaz)"buyurdu (bk. Müslim,
Cennet, 56).
Ö
Öyleyse şu kalplerimizin o günün dehşetinden ürküp ıstıraba düşmesi,
gözlerimizin de şimdiden korku içinde zelil ve hakir olması gerekmez
mi?
Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki:
"Kıyamet günü insanlar beyaz unun çöreği gibi bembeyaz, kızıl beyaz bir
yerde toplanacak. Orada hiç kimse için bir alâmet (kendisini gizleyecek
bir bina ya da gözlerden saklayacak bir tepe) olmayacak."199
Mahşer meydanının bu dünyaya benzediğini zannetme. Aralarında
benzerlik (her ikisine de meydan anlamına gelen arz denilmesinden
dolayı) sadece isim benzerliğidir.
Nitekim Allah (c.c) bu konuda, o gün yeryüzünün başka bir yeryüzü,
göklerin de başka gök olacağını beyan etmiştir.200
İbn Abbas (r.a) bu âyetin yorumunda şöyle demiştir: "(Mahşer yeri yine
dünyadır, değişiklik olarak) yeryüzünde kimi yerler yükselecek kimi de
alçalacak; ağaçlar, dağlar, vadiler ve içlerinde ne varsa hepsi yer
değiştirecektir. Her yer Ukâzî201 derisi gibi uzayıp gidecek, hulâsa
dümdüz olacaktır. Orası gümüş renginde beyaz bir meydandır. Üzerinde
hiç kan akıtılmamış ve günah işlenilmemiştir. Onun gökyüzünde güneş,
ay ve yıldızlar yoktur (kıyametle birlikte hepsi yok olmuştur)."
Ey miskin adam! O günün dehşetine ve şiddetine bir bak da düşün! Aklını
başına devşir! Bütün mahlûkat bu meydanda toplandığı zaman yıldızlar
dökülecek, ayın ve güneşin ışığı sönecek, kandilleri sönen yeryüzünü
karanlık bürüyecek. İşte o sırada gökyüzü tepelerinde dönmeye
başlayacak ve o denli kalın ve büyük olmasına rağmen iki-
199 Buhârî, Rikâk, 44; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 2.
200 bk. ibrahim 14/48.
201 Ukâz. Hicaz'da bir yerin ismidir. Burada imal edildikleri için bu isim
verilmiştir. Elâstikî özelliğiyle meşhurdur.
7 '' 't
'1 'l
172
ÖLÜM ve SONRASI
ye ayrılacaktır. Bu olayı gören melekler dahi ayağa kalkacaktır. O gün
göklerin yarılmasıyla kulaklara gelen ses ne korkutucudur! O denli
sertliğine ve kalınlığına rağmen o kırılmanın heybeti ne kadar dehşet
vericidir!
Sonra o gök tabakaları eritilmiş gümüş gibi akmaya başlar, içine bir
sarılık karışır ve kızarmış yağ renginde gül gibi olur.202
Gökyüzü eritilmiş kurşun, dağlar etrafa saçılmış renkli yün, insanlar ise
ateşin etrafında çırpınıp dururken yere dökülen kelebekler gibidir. Hepsi
birbirine karışmış, çırılçıplak, yalın ayak yollara düşmüşlerdir.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar çırılçıplak, yalın ayak, sünnetsiz bir halde haş-rolunurlar.
(Mahşer meydanında) terlemeleri ağızlarına ve hatta kulak memelerine
kadar ulaşır."
Hadisi rivayet eden Resûlullah'ın (s.a.v) hanımı Şevde (r.anh) şöyle der:
Ben bu hadisi işittiğim zaman Resûlul-lah'a,
"Ne kötü şey! O zaman insanlar birbirine bakmaz mı?" diye sordum.
Resûlullah (s.a.v),
"İnsanların bununla uğraşacak durumları yoktur"203 dedi ve şu âyeti
okudu:
"O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır."204
O gün öyle büyük bir gündür ki, insanların avret yerleri açıldığı halde
kimse kimseye bakamaz, bakmaya imkân bulamaz. Bu nasıl olsun ki, o
gün mahşer meydanına kimileri karınları, kimileri de yüzleri üzerine
sürüne sürüne ge-
202 bk. Rahman 55/37.
203 Hz. Şevde rivayeti için bk. Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, 24/91;
Hâkim, el-Müsted-rek, 2/515; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/333;
Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5244. Hz. Âişe (r.anh) rivayeti için bk.
Nesâî, Cenâiz, 118.
204 Abese 80/37.
İMAM GAZÂLÎ
173
lecektir, bu durumda bir başkasına dönüp bakmaya kimsenin gücü
yetmeyecektir.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü insanlar üç grup olarak haşrolunurlar: Biniciler, yayalar ve
yüz üstü yürüyenler." Ashaptan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Nasıl olur da yüz
üstü yürüyebilirler?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Onları ayakları üzerine yürütmeye kadir olan Allah (c.c) elbette yüzleri
üzerine yürütmeye de kadirdir."205
Sevmediği ve hoşlanmadığı şeyi inkâr etmek insanoğlunun tabiatında
vardır. Eğer insanoğlu yılanın karnı üzerinde şimşek gibi yürüdüğünü
görmüş olmasaydı elbette ayaksız yürümenin imkânsız olduğunu iddia
edecekti. Ayaklarıyla yürüyemeyen bir canlı da eğer iki ayakla yüründüğü
görmeseydi aynı inkâr durumu onun için de söz konusuydu. Dünyevî
olaylara ters düşüyor diye sakın âhi-retle ilgili bu garip halleri inkâr
etmeye kalkma! Şu dünya hayatında bile, görmemiş veya duymamış
olduğun bazı garip haller sana anlatıisaydı elbette sen buna daha fazla
tepki gösterir, inanmak istemezdin (Senin var olan bir şeyi anlamaman,
görmemen ve bilmemen o şeyin mümkün olamaması anlamına
gelmez).
Şimdi kendinin, o mahşer meydanında çırılçıplak, zelil ve hakir bir halde
bulunduğunu, karşılaştıklarından ötürü hayret ve dehşet içinde olduğunu
ve hakkında verilecek olan cennet ya da cehennem hükmünü
beklemekte olduğunu düşün!
Gerçekten bu, insanın düşeceği en büyük ve en zor durumdur.
205 Buhârî, Tefsîr, 25; Tirmizî, Tefsir, 3142; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/354; Hattb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5546.
174
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
175

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MAHŞER ALANINDAKİ TERLEME

Şimdi de bütün mahlûkatın bir araya toplanıp oluşturdukları izdihamı


düşün. Yedi kat yeryüzündeki ve gökyüzündeki gelmiş geçmiş bütün
varlıkların; melek, cin, insan, şeytan, vahşi hayvan hulâsa ne varsa
hepsinin bir araya geldiklerini, güneşin onların tam tepesine inmesiyle
sıcaklığın normalin iki katına çıktığını ve hatta iki yay mesafesi kadar
başlarına yaklaştırdığını, yeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka
hiçbir gölgenin kalmadığını ve o gölgede de ancak Allah'a yakın olmuş
sâlih kimselerin gölgelendiği günü tefekkür et.
Kimileri orada arşın gölgesinde gölgelenirken kimi de güneşin kavurucu
sıcaklığı altında kavrulmaktadır. Sonra insanlar izdihamdan ötürü
birbirini itip kakmaya başlarlar. Öyle ki herkesin ayağı birbirine dolanır.
Bir de buna kulun rabbinin huzuruna çıkacağının utancı eklenince,
duyduğu haya ve ıstırap daha da artar.
İşte bir yandan güneşin harareti, bir yandan insanların birbirlerinin
enselerine verdiği nefeslerin bunaltıcı hali ve bir yandan da kalplerin
Allah'a karşı duyduğu haya ve korku bir araya gelince her bir saçın
dibinden terler sızmaya, durdukları yere, mahşer meydanına akmaya
başlar. Her-
kes Allah indindeki derecesine göre terler. Kimi dizlerine, kimi boynuna,
kimi kulak memelerine kadar terler, kimi de ter içinde kaybolacak
duruma gelir.

İ Ö
İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûiuiiah (s.a.v) şöyle
buyurmuş: "(Kıyamet günü) insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna
getirileceği vakit kiminin teri kulağının yarısına kadar varır. "206
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle
buyurur:
"Kıyamet günü insanlar öyle terler ki, akan terleri yetmiş kulaç yerin
altına sızar. Terleri onların ağızlarına ve kulaklarına kadar dayanır."207
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet (mahşer) günü insanlar (haklarında ne hüküm verilecek diye)
gözlerini semaya diker ve beklerler. Sıkıntı ve kederlerinden terleri
ağızlarına kadar varır."206
Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şöyle rivayet etmiştir:
"Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar.
Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki
dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır
(Resûiuiiah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini
gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiuiiah bunu
anlatırken de elini başının üstüne koymuştur)."205
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 60; Tirmizî, Sıtatü'l-Kıyâme, 2; ibn
Mâce, Zühd, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/13. Nesâî, es-Sünenü'l-
Kübrâ, nr. 7684.
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/418.
' ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr.4611; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/442;
Zebîdî, İthaf, 14/446.
1 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/157; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr,
17/884; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 7329; Hâkim, el-Müstedrek, 4/571.
Ey miskin! O mahşer halkının nasıl terlediklerini, kalplerinin ne denli
sıkıntı ve üzüntü içinde olduğunu bir düşün! Nitekim aralarında, hiçbir
azap ve hesap görmemişken, "Ey rabbim, cehenneme gidecek olsam
dahi beni bu sıkıntıdan ve bekleyişten kurtar" diye yalvaranlar olacaktır.
Bil ki sen de o mahşer ehlinden birisin ve terinin nere kadar
çıkacağını bilmiyorsun.
Hac, cihad, oruç, namaz, bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek,
iyiliği emredip kötülüklerden sakındır-makta nice zorluklara katlanmak
gibi Allah rızâsının dışında akıtılan her bir damla ter, o mahşer
meydanında haya ve korkuyla birlikte yeniden akacak, beraberinde
sıkıntı ve üzüntüler de devam edecektir.
Şayet insanoğlu şu cehalet ve kibir hastalığından bir kurtulabilse, Allah'a
itaat yolundaki meşakkatlere katlanmanın, kıyamette hesabı
beklemekten daha kısa ve orada terlemekten daha kolay olduğunu
kavrayabilecektir.
Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir.
İMAM GAZÂLÎ
177

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KIYAMET GÜNÜNÜN UZUNLUĞU

Kıyamet günü, bütün mahlûkatın gözlerini semaya dikip bekledikleri,


kalplerin korkudan ve sıkıntıdan parçalandığı, hiç kimsenin birbiriyle
konuşup muhatap dahi olmadığı bir gündür. Herkes burada yemeden,
içmeden ve hatta üzerlerine hafif bir rüzgâr dahi esmeden üç yüz yıl
bekleşirler.
Kâ'b el-Ahbâr ve Katâde b. Diâme (rah), "Ogün insanlar âlemlerin
rabbinin huzurunda ayakta dururlar"210 âyetinin tefsirinde, "insanlar üç
yüz yıl ayakta dururlar" demiştir.
Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah (s.a.v) bu âyeti okuduktan sonra şöyle
dedi: "Allah Teâlâ size hiç bakmadan mahşer yerinde elli bin sene
bekletse haliniz nice olur?"zu
Hasan-ı Basrî (rah) o günün tehlikelerinden bahsederek der ki: "Hiçbir
şey yemeden ve hiçbir şey içmeden elli bin sene ayakta beklenen o günü
ne zannediyorsunuz!"
O gün insanların susuzluktan boyunları kopar, açlıktan karınları kavrulur.
Bu halleriyle cehenneme götürülür ve kendilerine suyu sıcak olan kızgın
kaynaklardan içirilir. Ar-
210 Mutaffifîn 83/6.
211 Hâkim, el-Müstedrek, 4/572; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/442;
Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 11476; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl,
nr. 38928.
17ft
ÖLÜM ve SONRASI
tık azaba dayanamayacak noktaya geldiklerinde her biri bir başkasından
kendisi hakkında şefaatçi olacak birini bulmasını ister. Hangi
peygamberin eteklerine yapışsalar, o peygamber onları yanından
uzaklaştırır ve, "Beni bırakın, ben kendi nefsimle meşgulüm. Benim işim
bana yeter, başkasına yardımcı olamam" der. Her bir peygamber Allah'ın
o şiddetli gazabını ve öfkesini mazeret göstererek, "Rabbimiz bugün öyle
gazaplandı ki, bugüne kadar böyle hiç kızmadı, bundan sonra da
kızmayacak" derler.
Sonunda insanlık Hz. Peygamber'e (s.a.v) kadar gelir ve Resülullah
Efendimiz (s.a.v) kendisine izin verilen kimselere şefaat eder. Bu
hususta Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"O gün çok esirgeyici (Allah'ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut
olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez."212
Öyleyse o günün uzunluğunu ve orada beklemenin insana verdiği sıkıntı
ve kederi iyi düşün ki, şu kısacık ömründe kötü işler yapmaya karşı
sabırlı olabilesin.
Bil ki, dünyada şehvetlerine karşı sabretmenin şiddetinden dolayı uzun
süre ölümü bekleyen kimsenin kıyamette ölümü beklemesi kısa olur.
Resülullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o mahşer günü
mümine hafif ve kısa gelir; öyle ki dünyada kıldığı farz namazın
vaktinden daha çabuk geçer."213 O halde bu müminlerden olmak için
gayret et. Ruhun bedeninde olduğu müddetçe iş sana kalmıştır, ölümden
"THanbel, el-Müsne*. 3/75; Beyhakî, Şuaöül-i.ân, n, 361; EbûJaU el-
Mösneö, nr. 1390; ibn Hibbân, es-Sahm, 7334; Heysem,, Mecmau'z-
Zeva.C 10/337.
İMAM GAZÂLÎ
179
sonrasına hazırlanmak senin elindedir. Öyleyse şu kısa günlerde o uzun
günler için çalış ki, sevinç ve süruru hiç bitmeyen bir kazanç elde edesin.
Kendi ömrünü gözünde küçült, hatta dünyanın yedi bin senelik ömrünü
dahi az bul.
Meselâ, sen her bir günü dünya günleriyle elli bin sene olan âhiret
günündeki azaptan kurtulmak için yedi bin sene sabretsen, gerçekten
kazancın çok olur, yorgunluğun az kalır.

BEŞİNCİ BÖLÜM

KIYAMETİN ZORLUKLARI ve TEHLİKELERİ

Ey zavallı insan! Dehşeti büyük, zamanı uzun, kahrı çetin, vakti pek yakın
olan kıyamet için hazırlık yap!
O günde göklerin yarıldığını, dehşetinden yıldızların paramparça olup
etrafa dağıldığını, parlaklığıyla göz kamaştıran yıldızların karardığını,
güneşin dürülüp atıldığını, dağların yürütüldüğünü, değerli hayvanların
başıboş bırakıldığını, vahşi hayvanların bile bir araya toplandıklarını,
denizlerin ateş haline geldiğini görürsün.
O gün ruhlar bedenlerine geri dönmüş, cehennem olanca ateşiyle
kızdırılmış, cennet müminlere yaklaştırılmıştır. Dağlar tuz buz edilip kum
haline getirilmiş, yeryüzü dağların yok olmasıyla uzamış, dümdüz
olmuştur.
O gün yeryüzünün şiddetle sarsıldığını, toprağın içinde ne varsa hepsini
dışarı attığını, insanların amellerinin karşılığını görmek üzere bölük bölük
mahşer meydanına götürüldüklerini görürsün. O gün, Allah Teâlâ'nın
hakkında şöyle buyurduğu bir gündür:
'Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın
edildiği gündür. İşte o zaman olacak olur ve kıyamet kopar. Gök
(meleklerin inmesi için) yarılır ve artık zayıfladığından çökmeye yüz
tutar. Melekler göğün
İMAM GAZALİ
181
etrafındadır. O gün Allah'ın (c.c) arşını bu meleklerinde üstünde sekiz
melek yüklenir. (Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size
ait hiçbir sır gizli kalmaz."214
O gün dağların yürütüldüğü ve her yerin dümdüz olduğunu görürsün. O
gün yerin altının üstüne geldiği, dağların parçalanıp etrafa saçıldığı bir
gündür. O gün insanlar ateşin etrafındaki pervaneler gibi sağa sola
saçılır, dağlar etrafa yayılmış renkli yünler gibi atılır.
O gün Allah Teâlâ'nın hakkında, "Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın
emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları
da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın
azabı çok dehşetlidir"2^5 buyurduğu bir gündür.
O gün, "Yer başka bir yer, göklerde (başka gökler) haline getirildiği,
(insanların) bir ve kahhâr (gücüne dayanılmaz) olan Allah'ın huzuruna
çıktıkları gündür."2(tm)
O gün dağların ufalanıp etrafa savrulduğu, her yerin dümdüz ve bomboş
bırakıldığı, hiçbir yerinde, inişin veya yokuşun olmadığı bir gündür.
O gün, Allah'ın (c.c) hakkında, "Sen dağları görürsün ve yerinde duruyor
sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler"2^
buyurduğu gündür.
Ogün, "Göğün yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu"2(tm)
zamandır.
"İşte o gün insana da cine de (haşirle birlikte halleri zaten belli olduğu
için ilk anda) günahı sorulmaz"2(tm)
Hakka 69/14-18.
15 Hac 22/2.
16 ibrahim 14/48. Nemi 27/88. Rahman 55/37.
19 Rahman 55/39.
182
ÖLÜM ve SONRASI
O gün isyankârların konuşturulmayacağı bir gündür. O gün günahkârlara
hiçbir şey sorulmadan alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
O gün herkesin yapmış olduğu iyilikleri de kötülükleri de karşısında hazır
halde bulduğu ve yapmış olduğu kötülük-leriyle kendi arasında uzun bir
mesafenin olmasını isteyeceği bir gündür.220
O gün her insanın dünyadayken yapmış olduğu hayır ve şer cinsinden
her şeyi bileceği, âhirete getirdiklerine ve geride bıraktıklarına şahit
olacağı bir gündür. O gün dilin tutulup başka organların konuşacağı
gündür. O gün genç olanların dahi dehşetten saçlarının ağardığı bir
gündür.
Bu hususta Resûlullah'ın (s.a.v) bir hadis-i şerifleri vardır. Şöyle ki: Hz.
Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz'e, "Ey Allah'ın Resulü, sizleri
yaşlanmış (saçları ağarmış) görüyorum" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"Hûd (sûresi) ve onun kardeşleri (olan Vakıa, Mürselât, Amme
yetesâelûn, ve İze'ş-şemsü küvvirat sûreleri) beni yaşlandırdı"221
buyurmuştur.
Kur'an okurken yaptığı tek şey dilini oynatmaktan ibaret olan Kur'an
okuyucusu! Eğer okudukların üzerinde biraz düşünüp mânalarını içine
sindirseydin elbette peygamberlerin efendisinin saçlarını ağartan
şeyden senin de ödün kopar, ondan gereken öğüdü alırdın. Kur'an
okurken sadece dilinin hareketiyle yetinirsen onun birçok mâna ve
meyvesinden mahrum kalırsın.
Kıyamet, o günün Kur'an'da zikredilen isimlerinden biridir. Allah (c.c)
onun bazı felâketlerinden ve birçok isminden bahsetmiştir. Bundaki
hikmet, mânalarının çokluğu-
220 bk. Âl-i imrâm 3/30.
221 Tirmizî, Tefsir, 56; Şemail, nr. 41; Hâkim, el-Müstedrek, 2/343, 476;
Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4175; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 3650;
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüv-ve, 1/358.
İMAM GAZÂLÎ
183
nun isimlerine yansımasıdır. Ancak bundaki maksat isimleri tekrarlamak
değil, akıl sahiplerine bir uyarı olmasıdır. Kıyametin isimlerinin her birinin
altında bir sır, her bir sıfatının altında garip ve hayret verici mânalar
vardır. Eğer uyanık akıl sahiplerinden isen onların mânalarını anlamaya
gayret göster!

Kıyametin Diğer İsimleri


Yevmü'l-kıyâmet: Her şeyin ayağa kalkıp ilâhî huzura geldiği gün.
Yevmü'l-hasret: Hasret günü.
Yevmü'n-nedâmet: Pişmanlık günü.
Yevmü'l-muhâsebe: Hesaba çekilme günü.
Yevmü'l-müsâele: Sorgulanma günü.
Yevmü'l-müsâbaka: Herkesin gideceği yere götürülme günü.
Yevmü'l-münâkaşa: Her şeyin hesabının bir bir tetkik edileceği gün.
Yevmü'l-münâfese: Salih kişilerin derecelerine çıkmak için yarıştığı gün.
Yevmü'z-zelzele: Deprem ve sallantı günü.
Yevmü'd-demdeme: Azap günü.
Yevmü's-sâika: Yerde ve gökte ne varsa hepsinin ölüm günü.
Yevmü'l-vâkıa: En büyük olayın meydana geldiği olay günü.
Yevmü'l-kâria: Azabın ve felâketin kapıyı çaldığı gün.
Yevmü'r-râcife: Sûra ilk kez üfürüldüğü gün.
Yevmü'r-râdife: Aradan geçen kırk yıldan sonra ikinci kez sûra üfürülme
günü.
Yevmü'l-gâşiye: İnsanların üzerini kıyametin felâketinin kuşattığı gün.
Yevmü'd-dâhiye: Felâketin iniş günü.
Yevmü'l-âzife: Her an yaklaşan gün.
Yevmü'l-hâkka: Muhakkak gerçekleşecek olan gün.
Yevmü't-tâmme: Felâketin ortalığı bürüdüğü gün.
Yevmü's-sâhha: Gürültü ve haykırış günü.
Yevmü't-telâkî: Buluşma günü.
Yevmü'l-firâk: Sevgililerin birbirinden ayrılma günü.
Yevmü'l-mesâk: Mahşere sevkedilme günü.
Yevmü'l-kısâs: Her canlının birbirinden hakkını alma (kısas) günü.
Yevmü't-tenâd: Istıraptan ötürü herkesin birbirine yardım çığlıkları
atacağı gün.
Yevmü'l-hisâb: Hesap günü.
Yevmü'l-meâb: Asıl vatana; cennet ya da cehenneme dönüş günü.
Yevmü'l-azâb: Azap günü.
Yevmü'l-firar: Anne baba, çoluk çocuk hulâsa bütün aile fertlerinin dahi
birbirinden kaçacağı gün.
Yevmü'l-karar: Ya cennete ya da cehenneme gidileceğinin kesinleşeceği
gün.
Yevmü'l-likâ: Herkesin rabbine kavuşacağı gün.
Yevmü'l-bekâ: Ebediyet günü.
Yevmü'l-kazâ: Hüküm günü.
Yevmü'l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün.
Yevmü'l-belâ: İmtihan günü.
Yevmü'l-bükâ: Ağlama günü.
Yevmü'l-haşr: Dirilme ve toplanma günü.
Yevmü'l-vaîd: Günahların cezasının verilme günü.
Yevmü'l-arz: Amellerin Allah'a arzedilme günü.
Yevmü'l-vezn: Amellerin mizan adlı terazide tartılma günü.
Yevmü'l-hak: Her şeyin hakikatinin ortaya çıktığı gün.
Yevmü'l-hüküm: Allah Teâlâ'nın kulları hakkındaki hükmünü verdiği gün.
Yevmü'l-fasl: Her davanın sonuçlanacağı gün.
Yevmü'l-cem': Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın bir araya toplanacağı
gün.
Yevmü'l-ba's: Ruhların bedenlerine iade edileceği gün.
Yevmü'l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün.
Yevmü'l-hızy: Yapılan kötülüklerin ve çirkinliklerin açıklanmasından
dolayı insanların utandıkları gün.
Yevmün azîm: Büyük gün.
Yevmün akîm: Hayır ve hasenatın az oluşundan dolayı insanlara faydası
az dokunan kısır gün.
Yevmün asîr: Zor gün.
Yevmü'd-dîn: Hesap günü.
Yevmü'l-yakîn: Her şeyin hakikatinin açığa çıkacağı gün.
Yevmü'n-nüşûr: Bedenlerin kabirlerinden kalkıp mahşere yayılma günü.
Yevmü'l-masîr: Dönüşün Allah'a olduğu gün.
Yevmü'n-nefha: Sûrun üfürülüş günü.
Yevmü's-sayha: Çığlık günü (Zira Allah Teâlâ İsrafil'e birinci üfleyişinde
sûru uzunca bir müddet üflemesini emreder).
Yevmü'r-recfe: Dağların ve ovaların su gibi aktığı sarsıntı günü.
Yevmü'r-rucce: Toprağın içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem
günü. .
Yevmü'z-zecre: Kovalanma ve azarlanma günü (Melekler o gün
günahkârları ve isyankârları azarlarlar).
Yevmü's-sekrat: Dehşetinden akılların durduğu sarhoşluk günü.
Yevmü'l-feza: Büyük korku ve dehşet günü.
Yevmü'l-ceza: Ümitsizlik ve sabırsızlık günü.
Yevmü'l-müntehâ: Sonuç günü.
Yevmü'l-me'vâ: Cennete ya da cehenneme gidiş günü.
Yevmü'l-mîkât: Sözleşme günü.
Yevmü'l-mîâd: Buluşma günü.
Yevmü'l-ğalak: Kimilerinin sevindiği, kimilerinin de üzüldüğü gün.
Yevmü'l-mirsâd: Bekleyiş günü.
Yevmü'l-arak: Terleme günü.
Yevmü'l-iftikâr: Bir yardımcıya ve şefaatçiye ihtiyaç duyulduğu fakirlik
günü.
Yevmü'l-inkidâr: Yıldızların söndüğü gün.
Yevmü'l-intişâr: Yıldızların saçılıp döküldüğü gün.
Yevmü'l-inşikâk: Gökyüzünün varıldığı gün.
Yevmü'l-vukûf: insanların oturmalarına izin verilmeden kırk yıl ayakta
bekletildikleri gün.
Yevmü'l-hurûc: Kabirlerden çıkış günü.
Yevmü'l-hulûd: Ebediyen kalınacak yerin belli olduğu gün.
Yevmü't-tegâbün: Aldanışların ortaya çıktığı gün.
Yevmün abus: Şiddetli gün.
Yevmün ma'lûm: Bilinen gün.
1 Yevmün mev'ûd: Olacağı Allah (c.c) tarafından vaad edilen gün.
Yevmün meşhûd: Evvel âhir herkesin şahit olacağı gün.

Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları


Olacağı hususunda şek ve şüphe bulunmayan gün. Gizliliklerin ortaya
döküldüğü gün. Kimsenin kimseye bir faydası dokunmadığı
gün.Korkudan gözlerin dışarıya fırla-
İMAM GAZÂLÎ
187
dığı gün. Dostun dosta hiçbir faydasının olmadığı gün. Hiç kimsenin
başkası için bir şey yapamadığı gün. Günahkârların itile kakıla ateşe
atılacakları gün. Günahkârların ateşe yüzüstü sürülerek götürü-ldükleri
gün. Yüzlerin ateşte evirilip çevrildiği gün. Babanın evlâdı, evlâdın da
babası adına bir şey ödeyemeyeceği gün. Kişinin kardeşinden,
annesinden ve babasından kaçtığı gün. Kâfirlerin konuşamayacağı ve
mazeretlerini beyan etmelerine de izin verilmeyeceği gün. Allah katında
dönüşü olmayan gün. İnsanların kabirlerinden çıkıp meydana çıkacakları
gün. Günahkârların ateşe atılacakları gün. Malın ve çoluk çocuğun fayda
vermediği gün. Zalimlere mazeretlerinin fayda vermediği, lanete ve kötü
yurda (cehenneme) müstahak oldukları gün.
O gün bütün özürler ve mazeretler geri çevrilir; bütün gizlilikler açığa
çıkarılır; saklı ve gizli ne varsa hepsi ortaya dökülür. O gün gözlerin
korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmaların azaldığı, hakikati ve
hikmeti bilinmeyen işlerin açıklandığı, günahların görüldüğü gündür. O
gün kullar (lehinde ya da aleyhindeki) şahitleriyle birlikte rablerinin
huzuruna çıkarılır. Gençler yaşlanır, yaşlıların akılları başından gider.
işte o gün amel terazileri yerlerine konur, amel defterleri açılır, cehennem
ortaya (görülebilecek bir yere) çıkarılır ve sıcak suları iyice kaynatılır,
ateş iyiden iyiye yaklaştırılır. Kâfirler büsbütün ümitsizliğe düşer.
Cehennem ateşi körüklenmeye başlanır. Artık diller tutulur ve kulun
azaları konuşmaya başlar.
Ey insan! Seni pek kerim olan rabbine karşı oyalayan ve aldatan şey
nedir? Sen kapıları kapadın, perdeleri çektin ve insanlardan gizli
günahlar işledin. Sen ne yaptın? Bu
188
ÖLÜM ve SONRASI
halini Allah'tan nasıl gizleyeceksin? Azaların senin aleyhine şahitlik
yaptığında ne yapacaksın?
Gerçekten biz gafil kullara yazıklar olsun! Yazıklar olsun bizlere ki, yüce
Allah bizlere peygamberlerin efendisini gönderdi, beraberinde Kur'ân-ı
Kerîmi indirdi ve onunla bize kıyametin sıfatlarını anlattı, bize gaflette
olduğumuzu bildirdi. Ancak biz zikredilen bunca âyete rağmen bir türlü
uyanamadık. İşte bu uyarılardan biri:
"İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet
içinde yüz çevirdiler. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar
gelse, onlar bunu, hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak
dinlemişlerdir."222
Allah (c.c) bizleri kıyametin yakın oluşuyla uyararak şöyle buyurdu:
"Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı."223
"Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın
görmekteyiz."224
"Ne bilirsin, belki onun zamanı yakındır."225
Evet, bunca izahattan sonra; Kur'an okumaktaki en güzel gayemiz,
onunla amel etmek, kıyametin mânalarını, vasıflarını ve isimlerini
düşünerek gerekli tedbirleri almak ve o günün tehlikelerinden kurtulmak
için hazırlıklar yapmak olmalıdır.
Bunda aksi bir gaflet içine düşmekten yüce Allah'a sığınırız.
222 Enbiyâ 21/1-2.
223 Kamer 54/1.
224 Meâric 70/6-7.
225 Ahzâb 33/63.
İMAM GAZÂLÎ
189
ti I

ALTINCI BÖLÜM

SORGULAMANIN YAPILMASI

Ey zavallı! Bütün bu tehlikelerden sonra bir de aracısız ve tercümansız


bir şekilde, şifahî olarak sana yöneltilecek soruları düşün. Az veya çok,
büyük ya da küçük yapmış ve sahip olmuş olduğun her şeyden sorguya
çekileceksin.
Sen böyle (mahşer meydanında) kıyametin sıkıntıları, âdeta seni
boğacak olan terletmeleri ve büyük musibetle-riyle uğraşırken yanına
gökyüzünden bazı melekler iner. Büyük, sert ve acımasız görünüşleriyle
bu melekler, emro-lundukları üzere, günahkârların alınlarından tutarak
Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkarırlar.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın (c.c) bir meleği vardır ki, iki kaşının arası yüz senelik mesafe
kadardır."226
Şimdi, o meleklerin seni arz makamına, Allah'ın huzuruna çıkarmak için
seni almaya geldiklerini bir düşün; halin nice olur!
Şu da var ki, bu melekler, yaratılışları itibariyle o kadar büyük ve dehşetli
olmalarına rağmen o günün şiddetinden
226 Ebû Davud, Sünnet, 19; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, rtr. 4418;
Heysemî, Mec-mau'z-Zevâid, 1/80; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Bvliyâ, 3/185.
190
ÖLÜM ve SONRASI
başları öne eğik, Allah Teâlâ'nın kullarına olan öfkesinden ötürü korku ve
ürperti içinde senin yanına gelirler.
Bu melekler mahşer meydanına indiklerinde peygamberler, sıddîklar ve
sâlihler de aralarında olmak üzere bütün mahlûkat, sıra kendilerine
gelmesin diye Allah'a secdeye kapanırlar. Bu anlattıklarımız, Allah'a yakın
olmuş sâlih kulların haliyse, isyankâr ve günahkârların hali nice olur?
Bu sırada, korkularının şiddetinden ne yapacaklarını bilemeyen bir grup
çıkarak meleklere, "Rabbimiz aranızda mı?" diye soracaklardır. Bunu
melekler grubunun çokluğu ve onların heybetli görünüşünden dolayı
sorarlar. Sorulan bu sorudan dolayı melekleri bir korku bürür, zira Allah
(c.c) onların arasında olmaktan çok yüce ve münezzehtir. Melekler,
dünya ehlinin zannettiği üzere Allah'ın kendi aralarında olmadığını
bildirmek için, "Noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbimiz elbette
aramızda olmaktan da münezzehtir, fakat O'nu birazdan (siz müminler)
müşahede edeceksiniz" derler.
Sonra melekler saf saf olup bütün mahlûkatın etrafını kuşatırlar; Allah
Teâlâ'nın (müminlere) edeceğinden dolayı da başları öne eğik, korku ve
huşu halinde beklerler.
İşte bu anlatılanlar, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinin tasdiki olacaktır:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de gönderilen
peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz (Yani ümmetlere,
peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere
de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır). Ve onlara (olup
bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak
değiliz."227
|;
227 A'râf 7/6-7.

İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
191
"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya
çekeceğiz."228
Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar.229 Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder:
"Allah'ın peygamberleri toplayıp da, 'Size ne cevap verildi?' dediği gün,
onlar, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak
sensin' diyeceklerdir." 23°
Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği,
ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah!
Zira Allah (c.c) onlara, "Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini
tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap
verdi?" diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine
rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap
verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine,
"(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen
ancak sensin"'231 diyeceklerdir.
Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş,
ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip
de korkuları kalkana kadar devam eder.
Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), "Tebliğ görevini yerine
getirdin mi?" diye sorar. Nuh (a.s), "Evet, ey rabbim" der. Bu sefer
ümmetine, "O size tebliğde bulundu mu?" diye sorulur. Onlar, "Hayır, ey
rabbimiz, bize bir
228 Hicr 15/92-93.
229 Zebîdî'nin ihya üzerine yazdığı şerhinde, sorgu ve suale önce
meleklerin çekileceği zikredilmektedir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/458).
230 Mâide 5/109.
231 Mâide 5/109.
192
ÖLÜM ve SONRASJ
uyarıcı peygamber gelmedi" derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ
ona, "Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki
ilâh bilin' diye sen mi dedin?" 232 buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından
yıllarca dehşet ve korku içinde kalır.
Peygamberlerin bile Allah'ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür
suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır.
Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin
ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap
vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar
titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah'a
arzolunma-ması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak
için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler.
Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i
celîlede, "Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır"233 buyrulmuştur.
Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir
(Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının
Allah'ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu
esnada Allah (c.c) Cebrail'e,
"Ey Cebrail, bana cehennemi getir" buyurur. Cebrail (a.s) hemen
cehennemin yanına varır:
"Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor" der.
Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye
alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve
konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail'in
getirdiği bu ha-
232 Mâide5/116.
233 Zümer 39/69.
İMAM GAZALİ
193
beri alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten
uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir,
öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde
Allah'ın emirlerine karşı çıkan ve O'na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar
(Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya
başlarlar).
Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur?
Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri
üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler.
Nitekim âyet-i celîlede,
"O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün"234 buyrulmuştur.
O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler,
"Vay halimize, helak olduk!" derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, "Nefsim,
nefsim!" diye bağrışırlar.
Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın
korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme
götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha
uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet
içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri
burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir,
cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider.
Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, "Tebliğ için
gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?" diye sorar. Allah Teâlâ'nın,
(kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören
isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse
erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi
hanımından ka-
Câsiye 45/28.
194
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
195
çar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır
ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık
gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu
sorguya çeker.

HESAP GÜNÜ ALLAH'I GÖRMEK

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Sahabeler Hz. Peygam-ber'e, "Yâ Resûlallah!


Acaba kıyamet günü Allah'ı (c.c) görebilecek miyiz?" diye sordular.
Resûlullah (s.a.v),
"Bulutsuz bir günde, öğlen ortası güneşi görmenize bir engel var
mı?"diye sordu. Sahabeler, "Hayır" dediler. Resûlullah (s.a.v) yine,
"Bulutsuz bir gece, dolunay çıktığında ayı görmenize bir engel var mı?"
Sahabeler yine hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o gün rabbinizi
görmenize bir engel olmayacaktır. Allah Teâlâ kulunu karşısına alacak
ve, 'Sana ikramda bulunmadım mı? Seni ait olduğun topluluğun efendisi
yapmadım mı? Evlendirmedim mi? Atları, develeri hizmetine vermedim
mi? İnsanlara başkan yapmadım mı? Ganimet mallarının dörtte birini
sana helâl etmedim mi?' diye soracaktır. Kul, 'Evet' diyecektir. Allah
Teâlâ, 'Bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?' buyuracak; kul da, 'Hayır'
cevabını verince Allah (c.c), 'Öyleyse, beni unuttuğun gibi ben de seni
unutuyorum' diyecektir."235
Ey miskin! Şimdi meleklerin kollarından tutup seni Allah'ın huzuruna
çıkardıklarını ve Allah'ın sana şu soruları sorduğunu düşün: Sana gençlik
nimetini bahşetmedim mi?
235 Müslim, Zühd, 16; Ebû Davud, Sünnet, 20; Tirmizî, Sıfatü'l-Cenne, 17;
ibn Mâce, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/389.
Peki onu nerede çürüttün? Sana uzun bir hayat vermedim mi? O halde
onu nerede tükettin? Sana mal mülk vermedim mi? Onu nereden
kazandın ve nerelere sarfettin? Sana ilim vermedim mi? Peki onunla
amel ettin mi?
Allah'ın (c.c) o anda sana verdiği nimetleri, O'na karşı yapmış olduğun
isyan ve günahlarını sayarken nasıl bir haya ve utanç içinde olacağını
gözünde canlandırabiliyor musun? Eğer sen bu sayılanları kabul etmek
istemez ve şahit istersen, bütün organların ve azaların yapmış
olduklarına (lehinde ya da aleyhinde) şahitlik edecektir.
Enes (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) ile birlikte oturuyorduk. Bir ara Resûlullah (s.a.v)
gülümsedi ve, "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Bizler,
"Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"(Hesap günü) Kulun rabbiyle arasında geçecek olan konuşmasına (yani
kulun, rabbinin suallerine karşı ker savunurken söylemiş olduklarına)
gülüyorum; zira o gün kul rabbine,
'Ey rabbim! Beni zulme ve haksızlığa karşı koruyan sen değil
miydin?'Allah (c.c), 'Evet'buyurur. Kul, 'O halde bana benden olan bir şahit
istiyorum (başkasını kabul etmem)" der. Bunun üzerine Allah (c.c),
'O halde bugün hesap sorucu olarak nefsin (azaların ve organların) yeter.
Kirâmen Kâtibîn de şahitlerin olsun' buyurur. Sonra o kulun ağzına
mühür vurulur, organlarına ve azalarına, konuşun denilir. Onlar da o
kimsenin yapmış olduğu her fiili teker teker anlatırlar. Sonra kulun ağzı
açılarak konuşmasına izin verilir. Kul, azalarına, 'Defolun!
196
ÖLÜM ve SONRASI
Uzaklasın yanımdan! Ben dünyada sizi korurken sizin yaptığınıza bir
bakın!' der.'236
Bütün mahlûkatın önünde azalarımızın şehadetiyle rezil rüsva olmaktan
Allah'a sığınırız. Ancak şunu da hatırlatalım ki, Allah (c.c) sorgu sual
esnasında müminlerin kusurlarını örteceğini ve onları Allah'tan (c.c)
başka kimsenin bilmeyeceğini müjde etmiştir.

MÜMİNLERİN HESABA GİZLİ ÇEKİLMESİ

Adamın biri İbn Ömer'e (r.a), "Allah Teâlâ'nın müminleri gizli hesaba
çekeceği hakkında Resûlullah'tan (s.a.v) ne duydun?" diye sorduğunda
İbn Ömer (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadis-i şerifini anlatmıştır:
"Sizden biriniz (hesap vermek üzere) rabbine yaklaşır. Allah (c.c) onu
rahmetiyle kuşatarak insanlardan gizler. Sonra, 'Şu şu işleri yaptın, öyle
değil mi?', 'Şu şu günahları işledin öyle değil mi?' diye mümin kuluna
bütün yaptıklarını zikreder. Kul, 'Evet' diyerek hepsini itiraf eder. Allah
(c.c), 'Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bugün de affediyorum'
der."237
Resûlullah (s.a.v) bu husustaki bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kim dünyada bir müminin hatasını, kusurunu gizlerse, Allah da kıyamet
günü onun kusurlarını (diğer mahlûkat-tan) gizler."2(tm)
Böyle bir durum ancak, müminlerin ayıplarını örten, onların kendisine
karşı yapmış oldukları kusurlu davranışlara
236 Müslim, Zühd, 17; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 938; Kurtubî, el-
Câmi, 15/45; Ha-tîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 2554.
237 Buhârî, Mezâlim, 2; Müslim, Tevbe, 52; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
7096; ibn Mâ-oe, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/74,
105.
238 Müslim, Zikir, 38; Tirmizî, Kıraat, 12; Ebü Davud, Edeb, 68; Nesâî, es-
Sünenü'l-Kübrâ, nr. 12462; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/153.
İMAM GAZÂLÎ
197
tahammül eden, kötülüklerinden bahsetmeyen, işittikleri vakit
hoşlanmayacakları gıybet türü işlerle uğraşmayan müminler içindir. İşte
böyleleri böyle bir mükâfata lâyıktır.
Bilfarz Allah (c.c) senin günahlarını başkalarından gizledi. Peki, hesaba
davet çağrısını işitmeyecek misin? Günahlarının cezası olarak o anda
hissedeceğin korku sana yeter de artar bile. Çünkü çağrı yapıldıktan
sonra saçlarından tutulup hesap vermek üzere arz makamına
götürüleceksin. O esnada âdeta kalbin yerinden kopacak, azaların ve
organların birbirinden ayrılacak ve rengin büsbütün değişecektir.
Korkunun ve o anki dehşetin şiddetinden bütün âlem sana kapkaranlık
gelecektir.
Bu ruh hali içerisinde, bütün mahlûkat gözlerini sana dikmiş bir
vaziyette, kimi zaman insanların üzerlerinden kimi de safları yararak,
çekilerek götürülen bir at misali hesaba götürüldüğünüdüşün.
Sonra yine bu ruh hali içinde kendinin görevli melekler tarafından, hesap
vermek üzere rahmanın arşına götürüldüğü ve oraya varınca seni Allah'ın
huzuruna bıraktıklarını ve ardından Allah'ın (c.c) sana kelâm-ı şerifiyle,
"Ey âdemoğlu, yaklaş!" dediğini düşün. İşte o zaman çarpıntılı ve
mahzun bir kalp; zelil ve hakir bir göz; buruk bir yürekle rabbine doğru
yaklaşırsın. Sonra büyük küçük yapmış olduğun her şeyin yazıldığı amel
defterin eline verilir. Yaptığın, fakat unuttuğun nice kötülüğü o zaman
hatırlayacak, gaflet içinde yaptığın ibadetlerini göreceksin.
Oradaki ürkekliğini ve utancını bir düşün! Acziyetini hatırla! Âh, hangi
ayakla onun huzurunda durabileceğimi, hangi dille cevap vereceğimi ve
hangi akılla düşüneceğimi bir bilebilseydim keşke!
198
ÖLÜM ve SONRASI
â
Sonra Allah Teâlâ'nın yapmış olduğun günahlarını teker teker sana
sayarken nasıl utanacağını ve rezil rüsva olacağını düşün. Zira Allah
(c.c) sana şöyle seslenecektir:
"Ey kulum! Yarattıklarımdan utanarak onların önünde güzel işlerde
bulundun da benim gözümün önünde çirkin fiiller yaparken hiç
utanmadın mı? Senin için kullarımdan daha mı düşüktüm ki benim
nazarımı hafife aldın ve onların nazarını büyük gördün? Sana nimetlerimi
bahşetmedim mi? O halde seni bana karşı aldatan neydi? Benim seni
görmediğimi mi zannediyordun? Yoksa huzuruma çıkmayacağını mı?"
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Âlemlerin rabbi, her birinizi arada bir perde ve tercüman olmaksızın
sorguya çekecektir."239
Bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Her biriniz arada bir perde olmaksızın aziz ve celil olan Allah'ın
huzurunda duracaksınız. Sonra Allah (c.c), 'Sana nimet vermedim mi?
Sana mal mülk bahşetmedim mi?' buyuracak, o da, 'Evet, verdin'
diyecektir. Allah (c.c) yine, 'Sana peygamber göndermedim mi?' diye
soracak, o yine, 'Evet' diyecektir. Sonra kul sağına ve soluna bakınacak,
ancak ateşten başka bir şey göremeyecektir.
O halde sizden kim olursa olsun yarım hurma ile (onu sadaka vererek)
ya da güzel bir söz söyleyerek kendini cehennemden korusun."240
İbn Mesud (r.a) der ki:
"Sizden kim olursa olsun, dolunay gecesi (dışarı çıkıp) ay ile baş başa
kaldığı gibi (yarın kıyamet günü de) rabbi ile baş başa kalacaktır. Sonra
Allah (c.c) ona, "Ey âde-
239 Buhârî, Rikâk, 49; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; İbn
Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
240 Buhârî, Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; ibn
Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
İMAM GAZÂLÎ
199
moğlu! Seni bana itaatten alıkoyan neydi? Ey âdemoğlu! Bildiklerinle
amel ettin mi? Ey âdemoğlu! Beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmek
üzere sana gönderdiğim peygamberlere ne cevap verdin? Ey âdemoğlu!
Senin gözlerinin baktığı şeylerden haberdar değil miydim? Halbuki sen,
sana helâl olmayan şeylere bakıyordun! Kulaklarının işittiklerinden
haberdar değil miydim?" der. Böylece Allah onun âzalarının bütün
kusurlarını sayar.
Mücâhid (rah) der ki: "Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin
huzurundan ayrılamaz:,
1. Ömrünü nerede tükettiği,
2. İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği),
3. Bedenini nerelerde eskittiği,
4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı.
Ey zavallı kimse! O gün ne büyük bir tehlike ve mahcubiyet içinde
olacağını bir düşün! Zira o gün sen ya Allah Teâlâ'nın,
"Dünyadayken kulumun günahlarını örttüğüm gibi bugün de
bağışlıyorum" demesiyle karşılaşacak, bununla sevinecek ve gelmiş
geçmiş bütün insanlar bu durum ile sana gıpta edecek ya da Allah
Teâlâ'nın,
"Bu günahkâr kulu alın kelepçeleyin ve cehenneme atın" demesiyle
karşılaşacaksın. Bu ikinci durum için, yer gök bütün mahlûkat senin için
ağlasa değer.
O vakit başına gelen musibet, çektiğin hasret ve yanına kalmayacak olan
o âdi dünyayı âhirete tercih etmenden dolayı duyacağın pişmanlık pek
büyük olacaktır.
200
ÖLÜM ve SONRASI

YEDİNCİ BÖLÜM

AMEL TERAZİSİ

Sonra, âhirette amel terazisini, amel defterlerinin sağa sola uçuşmaları


anındaki dehşeti de unutma. İnsanlar sorgu ve sualin ardından üç gruba
ayrılırlar:
Birinci grup: Bunlar hiç iyilikleri olmayanlardır. Cehennemden siyah
boyun çıkarak onları kuşun taneleri toplaması gibi toplar, sonra onları
iyice sarar ve cehenneme atar. Cehennem de onları yutuverir.
Arkalarından şöyle bir ses gelir: "Bundan sonra asla mutluluk
göremeyeceksiniz, haydi ebedî şekavete!"
İkinci grup: Bunlar hiç günahı olmayanlardır. Bir müna-di, "Her halükârda
Allah'a hamdedenler kalksınlar" der. Bu grupta olanlar kalkarlar, vakarlı
ancak hızlı bir şekilde cennete^ giderler. Sonra bu gruptakilere yapılan
muamelenin aynı, gece kalkıp Allah'a ibadet edenlere ve dünya ticareti
kendilerini Allah'ı zikretmekten alıkoymayanlara da uygulanır. Onlara da
bir münadi, "Bundan sonra asla haksızlık ve zulüm görmeyeceksiniz,
haydi ebedî saadete!" der.
Üçüncü grup: Bu grup çoğunluğu oluşturur. Bunlar, iyi amel de yapmışlar,
kötü işlerde de bulunmuşlardır. Durumlarının ne olacağını bilemezler.
Allah Teâlâ için onların durumu kapalı değildir. O iyiliklerinin mi yoksa
kötülüklerinin mi daha çok olduğunu bilir. Fakat azabındaki adaleti ve
affındaki fazileti kullarına bildirmek için bu gruptaki kullarına amellerini
bildirir.

İMAM GAZÂLÎ
201
Sonra içinde sevapların ve günahların kayıtlı bulunduğu amel defterleri
uçuşur. Terazi kurulur. Gözler, defterlerinin sağdan mı yoksa soldan mı
verilecek diye bakakalır. Sonra gözler teraziye çevrilip acaba hangi tarafa
ağır basacağına bakar.
Hakikaten bu durum mahlûkatın akıllarını başlarından alan korkunç ve
dehşetli kıyamet sahnelerinden biridir.
Hasan-ı Basrî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: Resûlullah (s.a.v)
başını Hz. Âişe'nin (r.anh) kucağına koymuş, hafif bir uykuya dalmıştı. O
esnada Hz. Âişe (r.anh) âhireti hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözünden
akan bir damla yaş Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) yanağına düştü. Hz.
Peygamber (s.a.v) uyandı. "Ey Âişe, seni ağlatan şey nedir?"diye sordu.
Hz. Âişe (r.anh), "Âhireti hatırladım da ondan" dedi ve, "(Ey Allah'ın
Resulü, kıyamet günü siz ailenizi hatırlar mısınız?" diye sordu. Resûlullah
(s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, üç durumda
kişi yalnız kendi nefsini düşünür:
1. (Kıyamet günü) Teraziler kurulup, ameller tartılırken âdemoğlunun
amellerinin ağır mı yoksa hafif mi geldiğini görmesine kadar.
2. Amel defterleri dağıtılırken kulun defterinin kendisine hangi taraftan
alacağını görene kadar.
3. Sırat köprüsünü geçerken."241
Hz. Enes'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Kıyamet günü âdemoğlu
amel terazisinin önüne getirilir ve onunla ilgilenecek bir melek
görevlendirilir. Eğer iyiliklerinin bulunduğu kefe ağır gelirse bu melek
bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,
'Falan kişi, bundan sonra ebediyen azap görmeyeceği bir saadete erdi'
der. Şayet günah kefesi ağır gelirse, yine bütün mahlûkatın duyacağı bir
sesle,
241 Ebû Davud, Sünnet, 28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110.
ÖLÜM ve SONRASI
'Bundan sonra ebediyen mutluluğu tadamayacağı bir azaba düştü' der.
Sevap kefesi hafif geldiği zaman, ellerinde demir tokmaklar ve
üzerlerinde de ateşten elbiseler bulunan zebaniler, nasibi ateş olan bu
kişiyi alarak cehenneme götürürler."
Resûlullah (s.a.v) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet öyle bir gündür ki, o gün Allah (c.c) Hz. Âdem'e, 'Ey Âdem! Kalk
ve cehennemlikleri cehenneme götür' der. Âdem (a. s), 'Cehenneme
gidecek olanlar kaç kişidir?' diye sorunca Allah (c.c), 'Her bin kişiden
dokuz yüz doksan dokuzudur' buyurur."
Sahabeler bunları işitince gülmez oldular. Resûlullah (s.a.v) sahabelerin
bu durumunu farkedince şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun size! Amel edin!
Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah 'a yemin olsun ki,
sizinle beraber iki mahlûk daha vardır ki (Allah iki mahlûk daha
yaratmıştır ki) onlar hangi topluluğa girseler yine en kalabalık kısmını
oluştururlar. Öyle ki bunların sayısı İblîs'in ve âdemoğlunun helak olan
nesillerinin sayılarından bile fazladır." Sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, kimdir bu iki mahlûk?" diye sordular. Resûlullah
(s.a.v), "Ye'cûc ve Me'cûc'dür"dedi. Bu haberi alan sahabeler sevindiler.
Ardından Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde
bulunduran Allah'a yemin olsun ki, kıyamet günü sizler, sayı olarak
insanlar içinde ancak devenin yan kısmında bulunan ben ya da hayvanın
ayaklarındaki alaca gibi azınlığı teşkil edersiniz."242
Buhârî, Rikâk, 46; Müslim, imân, 379; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
11339; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/32-33.
İMAM GAZALİ
203

SEKİZİNCİ BÖLÜM

KULLAR ARASINDAKİ DAVALARIN GÖRÜLMESİ

Geçen bölümde, amel terazisinin ne kadar korkutucu ve dehşetli


olduğunu ve amellerin tartılması esnasında gözlerin dikkat içinde nasıl
terazinin kefelerine baktığını öğrendin. Allah (c.c) bu hususta şöyle
buyurmuştur:
"O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut olacağı bir yaşayış
içinde olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun varacağı yeri hâviyedir. O
(hâviye) nedir bilir misin? Kızgın bir ateştir."243
Şunu bil ki, kıyamet günü terazinin (mizanın) tehlikesinden ancak
dünyadayken nefsini hesaba çeken ve dinin terazisiyle sözlerini, fiillerini,
zamanını ve düşüncelerini tartanlar ve ona göre amel edenler
kurtulabilir. Bu konuda Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi siz hesaba çekin, (amelleriniz)
tartılmadan evvel onları siz tartın."244
Kişinin nefsini hesaba çekmesi, ölmeden evvel yapmış olduğu bütün
günahlarına nasuh tövbesiyle (bir daha işlememek üzere) tövbe etmesi,
farz ibadetlerinden yapma-
243 Kâria 101/6-11.
244 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/357; Müttakî-i Hindi,
Kenzü'l-Ummâİ, nr.
44203.
ÖLÜM ve SONRASI
dıklarını telâfi etmesi, üzerinde hakkı bulunanların hakkını teker teker
ödemesi, gerek eliyle gerekse diliyle zarar verdiği, haklarında kötü zanda
bulunduğu insanlardan helâllik dilemesi ve onların gönüllerini almasıyla
mümkündür. Öyle ki, öldüğü vakit hiçbir kimsenin onun üstünde hakkı
kalmasın ve Allah'a olan borçlarını ödemiş olsun. İşte bu zikredilenleri
yapan kimse hesapsız, sualsiz cennete girmeye lâyık biridir.

ÜZERİNDE KUL HAKKI OLDUĞU HALDE ÖLEN KİŞİNİN DURUMU

Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına
iliştiği kimseler onun etrafını sararlar. Kimi elinden tutar ve, "Sen bana
zulmetmiştin" der. Kimi saçından yakalar ve, "Sen bana sövmüştün" der.
Kimi yakasına yapışarak, "Benimle alay etmiştin" der. Kimileri, "Gıybetimi
yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin. Bana komşu olmuştun, ancak
komşuluğunla bana eziyet vermiştin." "Birlikte çalışmıştık, fakat sonra
beni aldattın. Benimle alışveriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni
aldatmıştın. Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir
lokma olsun yardımda bulunmadın. Ben mazlum biriydim ve sen de
benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, ancak
bunu yapmadın!" diye teker teker alacaklarını sayarlar.
İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana
yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın.
Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alışverişte bulunduğun
ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye
varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın,
İMAM GAZÂLÎ
205
hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes
hakkını almak üzere etrafını kuşatır.
Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır
beklentisiyle umudunu yüce rabbine bağladığında, kulağına şu âyetlerin
sesi gelir:
"Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur."245
İşte o zaman dehşetten kalbin yerinden fırlar, helak olacağını anlar ve
Allah'ın (c.c) peygamberi vasıtasıyla yaptığı şu ikazı hatırlarsın:
"(Resulüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!
Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı
bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp
bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar.
(ResulümI) İnsanları uyar..."246
Bugün dünyada insanların namuslarına ilişecek şeyleri konuşmak ve
mallarını haksız yere yemek ne kadar hoşuna gidiyor öyle değil mi?
Fakat yarın kıyamet günü ilâhî adaletin huzuruna çıkarıldığında hasret ve
pişmanlığın ne büyük olur. İşte o zaman her şeyi tükenmiş, fakir, âciz ve
zelil bir halde ilâhî huzurda hakkında verilecek hükmü beklersin. Ne bir
hakkı iade etmeye gücün yeter ne de bir özür beyan etmeye.
İşte bu an, ömrün boyunca belki nice zorluklara katlanarak yapmış
olduğun iyiliklerin, hasımlarının haklarını ödemek için onların amel
kefesine konulur.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına
hitaben, "Müflis kimdir, bilir misiniz?" diye sordu, ashab da, "Ey Allah'ın
Resulü, bize göre müflis,

245 Mü'min 40/17.


246 ibrahim 14/42-44.
106
ÖLÜM ve SONRASI
elinde bulanan gümüşü, altını ve dünyalık eşyasını kaybeden kimsedir"
diye cevap verince Resûlullah (s.a.v) müflisin kim olduğunu şöyle
tanıtmıştır:
"Ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü kıldığı namazları,
tuttuğu oruçları ve verdiği zekâtlarıyla birlikte gelir. Bununla birlikte ona
buna sövdüğü, iftira attığı, malını yediği, kanını akıttığı, dövdüğü kimseler
de gelir, bu iyiliklerinden hak sahiplerine dağıtılır. Şayet hak sahiplerine
hakları ödenmeden adamın sevapları tükenirse o kimselerin günahları
adamın üzerine yüklenir. Böylelikle (hiçbir iyiliği kalmadığı gibi öbür
yanda bir sürü günahı biriken bu adam) cehenneme atılır. İşte asıl müflis
budur."2A1
Böyle bir günde başına gelebilecek o felâketi düşün! Zaten elinde
avucunda riyadan ve şeytanın tuzaklarından arınmış saf bir amel
kalmayacaktır. Şayet, o uzun kıyamet müddetince elinde bir tanesi kalsa
bile (âhirete kul hakkıyla gittiysen) onlar bunu elinden alacaktır.

BOYNUZSUZ HAYVANIN BOYNUZLUDAN HAKKINI ALMASI

Geceleri namaz kılıp gündüzleri de oruç tutmana rağmen nefsini şöyle


bir hesaba çeksen, anlarsın ki bütün iyiliklerinle dahi telâfi
edemeyeceğin kadar gıybet etmişsin! Bundan ayrı olarak yenilen
haramlar, ne olduğu belli olmayan şüpheli şeyler ve Allah'a itaat
hususunda yapılan birçok hata da eklenirse, böyle bir durumda
boynuzsuz hayvanın dahi boynuzludan hakkını isteyeceği bir günde
kurtulmak nasıl ümit edilebilir!
' Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 2; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 2/303, 334, 371; ibn Hibbân, es-Sahth, nr. 4411.
İMAM GAZÂLÎ
207
Bu hususta Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a) şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v) iki koyunun tokuştuklarını gördü ve, 'Ey Ebû Zer!
Bunların neden tokuştuklarını biliyor musun?' dedi. 'Hayır' dedim.
Resûlullah (s.a.v), 'Fakat Allah biliyor ve yarın kıyamet günü aralarında
hakkıyla hüküm verecek' buyurdu."248
Ebû Hüreyre (r.a),
'Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan
kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır"2*9 âyetinin
açıklamasında şöyle demiştir:
"Kıyamet günü bütün mahlûkat, kuşlar, vahşi evcil bütün hayvanlar
diriltilip hesap yerine getirilir. Sonra aralarında ilâhî takdir gereği adalet
uygulanır ve boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alır. Ardından Allah
(c.c) hepsine, Toprak olun!' emrini verir, onlar da toprak oluverir, işte bu
an, kâfirlerin, 'Keşke biz de toprak olsaydık' diye temennide
bulunacakları andır."
Ey miskin! Dünyada uzun yıllar zorluklar çekerek kazandığın sevaplarını
defterin açıldığında göremediğin zaman halin nice olur? Amel defterinde
iyiliklerinin yazılı olmadığını görüp de, "Hani benim iyiliklerim?" dediğin
zaman, "Onlar hak sahiplerine verildi" denildiğinde durumun nice olur?
Yine dünyada uzun yıllar işlememek için büyük çaba ve sabırlar
gösterdiğin günahlarını, o gün amel defterini doldurmuş olarak
gördüğünde, "Ey rabbim! Bunlar benim işlemediğim günahlardır" diyerek
itiraz ettiğinde, sana cevap olarak, "Bunlar, gıybetini ettiğin, sövdüğün,
haklarında kötü zanda bulunduğun, alışveriş yaparken, komşulukta bu-
248 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/162,173; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr,
nr. 4032; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, 10/352; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 39005, 39006.
249 En'âm 6/38.
lunurken, bir hususta çekişirken zulmettiğin, haklarını yediğin kimselerin
günahıdır" dediğinde durumun ne olur?
ibn Mesud (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şeytan artık Arap topraklarında puta tapı İmasından ümidini kesmiştir.
Fakat bundan sonra sizlerden meydana gelecek küçük, ama helak edici
şeyleri yapmanızdan hoşnut olacaktır. Öyleyse var gücünüzle zulümden
sakının. Zira kul, kendisini kurtaracağı umuduyla, dağlar misali
sevaplarıyla (Allah'ın huzuruna) gelir, o sırada bir başka kul
çıkıverirye,
'Ey rabbim, falanca kul bana zulmetti, hakkımı yedi'
der. Bunun üzerine Allah (c.c) alacaklıya,
'Onun iyiliklerinden ve sevaplarından sil (kendi kefene koy)' der. Bu adam
da hiçbir hakkını bırakmayıncaya kadar onun sevaplarından alır^
Bu adamın durumu şuna benzer: Sefere çıkan bir grup konaklamak
üzere bir yerde konaklar. Yanlarında odun taşımadıklarından her biri
(ısınmak ve yemeklerini pişirmek gibi ihtiyaçlarını karşılamak için) etrafa
dağılır ve odun toplarlar. Fakat ateşlerini büyültemeden ve maksatlarına
ulaşamadan kalkıp giderler. İşte günahlar da böyledir (iisan, kul hakkını
ödememesi ve günahlarının çokluğu sebebiyle, sevaplarının karşılığını
göremeden ateşe gider)."250
Zübeyr b. Avvâm (r.a), "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Sonra şüphesiz siz de kıyamet günü,
250 Hadisin ilk kısmı için bk. Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 65; Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 2/368; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7264; Ebû Ya'lâ, el-
Müsned, nr. 2294. Son kısmı için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5/331; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 5872, el-Evsat, nr. 7319; es-Sagîr,
nr. 904; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 7267; Begavî, Şer-hu's-Sünne, nr. 4203.
I
İMAM GAZÂLÎ
209
rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız"251 âyeti nazil olunca
Resûlullah'a (s.a.v):
"Yâ Resûlallah! Dünyada kendi kendimize (veya aramızda) işlemiş
olduğumuz günahlar ve husumetler yarın kıyamet günü tekrar karşımıza
çıkacak mı? (onlardan sorulacak mıyız)" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, her hak sahibine hakkı ödenene kadar karşınıza çıkacaktır" 252
buyurdu. Resûlullah'tan (s.a.v) bu cevabı alan Zübeyr, "Vallahi işimiz pek
zor!" dedi.
Haksızlık yolunda atılan bir adıma dahi müsamaha gösterilmediği,
birtokatın, bir kelimenin dahi hesabının yapıldığı, mazlumun zalimden
intikamını aldığı o gün ne çetin bir gündür!
Abdullah b. Üneys (r.a)253 anlatıyor: Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle
buyurdu:
"Kıyamet günü, Allah (c.c) kullarını çıplak, toz toprak içinde ve bühm
halinde hasreder"Biz, "Ey Allah'ın Resulü! Bühm nedir?" diye sorduk.
Resûlullah (s.a.v),
"Yanında hiçbir şeyi olmayan demektir" dedi ve ekledi:
"Sonra Allah (c.c) mahşer halkına, uzaktakinin de ya-kındakinin de aynı
şekilde işitebileceği bir şekilde şöyle seslenir:
Ben melik (her şeyin sahibi) ve deyyân (sizi hesaba çekecek olan)
rabbinizim. Atılmış bir tokat olsa bile, cennetliklerden birinde eğer
cehennemlik birinin alacağı bir hak varsa, bunu almadan o kimse
cennete giremez. Yine, cehennemliklerden birinde cennetlik birinin
alacağı bir hak varsa onu almadan cehenneme giremez."
251 Zümer 39/30-31.
252 Tirmizî, Tefsîr, 40; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/164; Bezzâr, el-
Bahrü'z-Zehhâr, nr. 963; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 676. Tirmizî'nin rivayeti
biraz farklıdır..
253 Allâme Zebîdî, çoğu ihya nüshasına "Enes" olarak kaydedilmiş bu
ismin yanlış yazıldığını, doğrusunun "Abdullah b. Üneys" olduğunu
kaydeder (bk. Zebîdî, İthaf, 14/381).
ÖLÜM ve SONRASI
Biz, "Yâ Resûlallah! Allah'ın (c.c) huzuruna çıplak, toz toprak içinde ve
yanımızda bir şey olmadan nasıl varacağız?" diye sorduk. Resûlullah
(s.a.v),
"İyiliklerinizle ve kötülüklerinizle"buyurdu.254
Ey Allah'ın kulları! O halde Allah'tan korkun ve O'na sığının!
Kullara yapılan zulüm ve haklarına tecavüz etmek, mallarını izinsiz
almak, namuslarına el uzatmak, canlarını sıkmak, âdâb-ı muaşerete
riayet etmemek ve buna benzer birçok şekilde olabilir.

KUL HAKKINDAN KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?

Allah (c.c) ile kul arasında işlenen (insanın kendi nefsinde işlediği)
hataların ve günahların bağışlanması, kul hakkına nazaran daha kolaydır.
Üzerinde birçok kul hakkı birikmiş ve hak sahipleriyle de helâlleşmesi
mümkün olmayan kimselere gelince; o günahları için tam bir tövbe
etmeli, kısas günü için bol bol iyilik yapmalı, Allah için yaptığı iyilikleri
mümkün olduğunca gizli tutmalıdır. Öyle ki, onları Allah'tan başka kimse
bilmemeli. Amellerinde kemal-i ihlâs içinde bulunmalı. Belki bu
yaptıklarıyla Allah'ın lutfu-na mazhar olur ve yüce Allah'ın mümin
kullarından sevdiklerine ikram edeceği kul hakkından kurtarma nimetini
ona da bahşeder. Bu hususta Hz, Enes'ten (r.a) şöyle bir hadis
nakledilmiştir:
Enes (r.a) anlatıyor:
Bir ara Resûlullah (s.a.v) ile birlikte otururken güldüğünü gördük; öyle ki
azı dişleri gözükmüştü. Hz. Ömer, Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v)
güldüğünü görünce, "Anam
254 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/495; Hâkim, el-Müstedrek, 2/438;
ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 514; ayrıca bk. Taberânî, Müsnedü'ş-
Şâmiyyfn, nr. 156; el-Evsat, nr. 8588.
İMAM GAZALİ
211
babam size feda olsun ey Allah'ın Resulü, sizi güldüren şey nedir?" diye
sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı:
"Ümmetimden iki adam aziz ve celi I olan Allah'ın huzuruna durdu.
Onlardan biri, Ey rabbim, şu (din) kardeşimden hakkımı al' dedi. Allah
Teâlâ diğerine, 'Kardeşine hakkını ver' buyurdu. Adam, 'Ey rabbim, hiçbir
iyiliğim kalmadı' diye karşılık verdi. Allah (c.c) hakkını isteyene,
'Kardeşine ne yapacaksın, hiçbir iyiliği de kalmamış' buyurdu. Hak sahibi,
'Ey rabbim, o zaman benim günahlarımdan ona yükle'dedi."
Hz. Enes (r.a) diyor ki: "Resûlullah (s.a.v) hadisenin bu kısmını anlatırken
göz yaşlarını tutamadı ve ağladı, ardından şöyle buyurdu:
"O gün gerçekten pek çetin ve zor bir gündür. O gün insanlar
(korkularından ve çaresizliklerinden) günahlarının alınıp başkalarına
yüklenmesini isterler. (Resûlullah kıssanın kalanına devam ederek) Allah
(c.c) hak sahibine, 'Başını kaldır ve şu cennetlere bir bak' dedi. Hak
sahibi başını kaldırıp baktığında,
'Ey rabbim, gümüşten yapılmış yüksekçe saraylar ve incilerle bezenmiş
altından köşkler görüyorum. Bu kimin; bir peygamberin mi, bir sıddîkın
mı yoksa bir şehidin mi?' diye sordu. Allah (c.c), 'Hayır, onlar ücretini
ödeyen kimselerindir. ' Ey rabbim onları satın almaya kimin gücü yetebilir
ki?' 'Sen buna sahip olabilirsin (yani onları satın almaya gücün yeter).'
Adam, 'Nasıl sahip olabilirim?' 'Din kardeşini affetmenle.' Adam,Ey
rabbim, ben kardeşimi affettim' deyince Allah (c.c), 'O zaman kardeşinin
elinden tut ve cennete girin' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v) bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:
212
ÖLÜM ve SONRASI
"Allah'tan korkun ve dünyada aralarınızı düzeltin, yoksa Allah (c.c)
(kıyamet günü) müminlerin arasını bulacaktır."255
Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisi, bu dereceye ve mükâfata ulaşabilmek için
Allah'ın ahlakıyla ahlâklanılması gerektiğini tembih etmektedir. Bu ahlâk,
insanların aralarını bulmak başta olmak üzere diğer güzel ahlâk
çeşitleridir.
Şimdi, amel sayfalarında kul hakkının bulunmadığını, varsa da Allah
Teâlâ'nın onları lutfuyla sildiğini ve ebedî saadete kesin ereceğini bir
düşün.
Allah'ın (c.c) sana rıza hırkasını giydirdiği, bir daha asla azap
görmeyeceğin bir saadete erdirdiği, fâniliği söz konusu olmayan
nimetlere kavuşturduğu zaman sevincin nasıl olur, bir düşün. İşte o
zaman kalbin sevinçten uçar, yüzün bembeyaz nur gibi olur ve sevinçten
ayın on dördü gibi parlarsın.
Günahlardan arınmış, başın dimdik, cennet kokularını etrafa saçarak,
yüzündeki sevinç aydınlığı ile etrafını ısıtarak, salına salına mahlûkatın
arasında yürüdüğünü bir düşün.
Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın senin haline, güzelliğine ve cemaline
gıpta ile baktıklarını, meleklerin önünde ve arkanda yürüdüklerini ve seni
gören herkese, "İşte bu, Allah'ın kendisinden razı olduğu, onun da
Allah'tan razı olduğu kimsedir. Bundan sonra bir daha asla azap ve
azarlama görmeyeceği bir saadete ermiştir" diye seslendiklerini
hayalinde canlandır.
Böyle bir makam mı yoksa dünyada riya, yağcılık, yapmacık tavırlar ve
gösteriş gibi şeylerle ulaştığın makam-mevki mi daha yücedir?
255 ibn Ebü'd-Dünyâ, Hüsnü'z-Zannı Billâh, nr. 117; Hâkim, el-Müstedrek,
4/576; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4655; Münzîrî, et-Tergîb ve't-
Terhîb, nr. 3633.
İMAM GAZÂLÎ
213
Eğer bu derecenin dünyevî mevkilerden hayırlı olduğunu ve hatta onunla
kıyas dahi edilemeyeceğini anladıysan ve bu yüksek dereceye kavuşmak
istiyorsan, Allah'a olan ibadet ve taatlerine saf bir ihlâs ve samimi
niyetiyle devam et. Unutma ki bu dereceye ancak böyle ulaşabilirsin!
Allah hepimizi kötü duruma düşmekten korusun. Şayet âhirette durum
hiç beklenmedik bir şekilde olursa, yani senin küçük zannettiğin
günahların amel defterinde karşına büyük günahlar olarak çıkarsa, o
zaman Allah (c.c) sana gazaplanarak, "Ey kötü kul! Lanetim üzerine
olsun; yaptığın ibadetleri de kabul etmiyorum" diyecektir. Bu sesi işitir
işitmez yüzün simsiyah olur. Allah Teâlâ'nın kızması üzerine melekler de
kızarak, "Bizim ve hatta bütün mahlûkatın laneti üzerine olsun" derler.
O sırada zebaniler yanına gelirler. Allah Teâlâ'nın öfke-lenmesiyle onlar
da öfkelenirler. Sert kalpli tutumları, ürkütücü görünüşleri ve çirkin
sûretleriyle onun üzerine doğru gelirler. Sonra saçlarından tutarak seni
yüzüstü mahlûkatın önüne doğru sürerler. Herkes kararmış olan yüzünü
ve ortaya çıkan rezilliklerini seyreder. O zaman, "Vay halime! Keşke helak
olsam" dersin. O sırada zebaniler sana, "Bugün (yalnız) bir defa yok
olmayı istemeyin; aksine birçok defa yok olmayı isteyin"256 derler.
Sonra melekler etrafa, "Bu falan oğlu falandır. Allah onun kusurlarını ve
rezilliklerin ortaya döktü ve çirkin fiillerinden ötürü ona lanet etti. Bundan
sonra onun için asla saadet göremeyeceği bir azap vardır" diye
seslenirler.
Böyle bir hadise ile karşılaşılmasının sebebi çoğu kere, insanlardan
gizleyerek işlediğin veya onların kalplerinde yer edinmek için yaptığın
veyahut da onların yanında utanacak bir duruma düşmemek uğruna
işlediğin günahlardır.
256 Furkân 25/14.
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
215
Ne kadar da cahilsin! Pek yakın bir zamanda ölüp gidecek bir avuç
insanın gözünden düşmemek için gizli saklı günah işledin, fakat Allah'ın
huzurunda o büyük mahşer kalabalığının önünde rezil olmaktan hiç
korkmadın. Bununla birlikte Allah'ın gazabına ve elim olan azabına duçar
olacağını, sonrasında zebanilerin ellerinde cehenneme atılacağını hiç
düşünmedin.
Karşılaşacağın hallerin budur. Bunlarla birlikte henüz farkında olmadığın
bir büyük tehlike daha var ki o, sırat köprüsüdür. Şimdi onu anlatacağız.

DOKUZUNCU BÖLÜM

SIRAT KÖPRÜSÜ

Bütün bu tehlikeleri düşündükten sonra Allah Teâlâ'nın şu âyeti üzerinde


tefekkür et:
'Takva sahiplerini gruplar halinde çok merhametli olan Allah'ın
huzurunda toplarız. Günahkârları da susuz olarak cehenneme
süreriz."257
"(Allah meleklerine emreder:) Onlara cehennemin yolunu gösterin, onları
tutuklaym, çünkü onlar sorguya çekilecekleri"25S
Bütün mahlûkat mahşer meydanında yaşadığı bunca felâketin ve
korkutucu manzaraların ardından sırat köprüsüne götürülür. Sırat,
cehennem üzerine uzatılmış, kılıçtan keskin ve kıldan ince bir köprüdür.
Bu dünyada istikamet üzere olup Allah'ın kendilerine gösterdiği doğru
yoldan ayrılmayanlar, sırat köprüsünden kolayca geçerek bu tehlikeden
kurtulurlar. Fakat istikametten sapıp sırtlarında ağır günah yüküyle
gelenler daha ilk
257 Meryem 19/85-86.
258 Sâffât 37/23-24.
216
ÖLÜM ve SONRASI
adımlarını atar atmaz ayakları kayar ve cehenneme düşerler.
Sen şimdi, sıratı ve onun ne kadar ince olduğunu gördüğünde kalbinde
hissedeceğin o korkuyu, altındaki cehennemin simsiyah ateşini ve o
ateşin çıkardığı uğultuları
3-
Dermanın tükenmiş olmasına rağmen oradan geçmen gerektiğini,
kalbinin yerinden çıkarcasına çarptığını, yeryüzünde yürümeyi değil,
sırtındaki o ağır günah yüküyle sırattan geçmeye çalıştığını, korkudan
dizlerinin birbirine çarptığını hayalinde canlandır!
Peki, o köprüye daha ilk adımını atar atmaz keskinliğini hissettiğin, buna
rağmen ikinci adımını da atmak zorunda olduğunu bildiğin ve önünde tir
tir titreyen insanların dengelerini kaybederek teker teker cehenneme
düştüklerini, zebanilerin ellerindeki mahmuz ve çengellerle onları başları
üstüne ateşe doğru hızla çektiklerini gördüğünde halin nice olur? Bu ne
korkunç bir manzara! Ne zor bir yokuş! Ne dar bir yol!
Bu arada bir de kendi haline bak! Sürüne sürüne köprüden geçmeye ve
arada bir kalkmaya çalıştığını, ancak günahlarının ağırlığından ötürü
sağa sola yalpaladığını ve insanlara çarptığını, köprüden geçmek isteyen
çoğu kişinin kayarak cehenneme yuvarlandığını ve bu esnada da
Resûlullah'ın (s.a.v), "Ey rabbim! Ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar!"
diye dua ettiğini gözünün önüne getir.
Düşün, sırat köprüsünden ayakları kayarak düşenlerin çokluğundan
ötürü cehennemin derinliklerinden kulağına kadar gelen çığlık ve
feryatları işittiğinde halin nasıl olur? Ya senin de ayağın kayşa! Artık ne
kadar pişman ve perişanlık duysan da bu sana fayda vermeyecek ve,
"İşte korktuğum başıma geldi. Keşke dünyaya geri döndürül-
İMAM GAZÂLÎ
217
sem (de sâlih ameller işlesem). Keşke Peygamber'in (s.a.v) yolunu
tutsaydım. Keşke falanca kişiyle hiç dostluk kurmasaydım. Keşke toprak
olaydım. Keşke kimsenin beni bulamayacağı, hatırlamayacağı bir şekilde
yok olup git-seydim. Keşke anam beni hiç doğurmasaydı!" diye ferya-dü
figan koparacaksın.
İşte sen böyle ahlanıp vahlanırken -Allah hepimizi korusun- cehennem
ateşi birden seni pençesine alıverir. Sonra bir münadi, "Alçaldıkça alçalırı
orada. Benimle konuşacak bir şeyiniz yok artık"259 der.
Mahlûkat bu sesi işittikten sonra artık ne bağırabilir ne inleyebilir ne
nefes alır ne de yardım dileyebilir.
Tüm bu tehlikeler önünde iken acaba aklının nerelerde olduğunu biliyor
musun? Şayet bu anlatılanlara bir türlü inanamıyorsan, gerçekten
kâfirlerle birlikte cehennemin tabakalarında kalacağın müddet pek
uzundur! Eğer bunlara inanıyor, fakat hâlâ gafil davranıyor ve oraya
hazırlanmada gevşeklik gösteriyorsan hakikaten büyük bir zarar ve ziyan
içindesin demektir.
Eğer imanın seni, Allah rızâsı uğrunda O'na itaat etmeye ve
yasaklarından sakındırmaya sevketmiyorsa bunun sana ne faydası olur
ki?
Şayet önünde sırat köprüsünün felâketleri ve oradan geçerken kalbinin
yerinden fırlarcasına çarpmasının dışında başka hiçbir korku olmasa ve
oradan sağ salim geçsen bile o anda hissedeceğin korku ve dehşet
sana yeter de artar bile!
259 Mü'minûn 23/108.
218
ÖLÜM ve SONRASI

SIRAT KÖPRÜSÜNDEKİ TEHLİKELER

Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:


"Sırat köprüsü cehennemin bir başından öbür başına kurulur ve
peygamberlerden ümmeti ile ilk geçen ben olurum. O gün
peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin duası şöyledir:
Allahım, ümmetime selâmet ver, onları sağ salim buradan geçir."
Cehennemde sedan dikenini 26° andıran demirden çengeller ve
mahmuzlar vardır."
Bundan sonra Resûlullah (s.a.v) ashabına yönelerek, "Siz hiç Sedan
dikeni gördünüz mü?" diye sordu. Ashab, "Evet ey Allah'ın Resulü,
gördük" dediler. Resûlullah
(s.a.v),
"İşte cehennemin çengelleri sedan dikenleri gibidir, ancak çok daha
büyüktürler. Büyüklüklerini de yalnız Allah (c.c) bilir. Bu çengeller herkesi
ameline göre (cehenneme) çekerler. Kimi amelinin azlığından helak olur,
kimi de hardal tanesi gibi parça parça olur ve bundan sonra kurtulur
(cennete gider)."261
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v)
buyurdu ki:
İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçerler. O köprünün
üzerinde dikenler, çengeller ve demir kancalar vardır. Bunlar sağdan
soldan insanları çekip yakalarlar. Köprünün yan taraflarında ise melekler,
'Allahım! Bu insanları buradan kurtar' diye dua ederler.
Kimileri oradan şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri hızla koşan bir
at gibi, kimileri de koşarak geçer. Bazıları
260 Bir çöl bitkisidir. Dikenleri kalın, uzun, geniş ve sivridir.
261 Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, imân, 299; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/275-276; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7429.
İMAM GAZÂLÎ
219
ise normal bir yürüyüşle, bazıları da emekleyerek bazıları ise sürünerek
geçer. Cehennemliklere gelince, onlar ne ölür ne de rahat içinde kalır;
onların yeri orasıdır. Günahları ve hataları sebebiyle yakalananlara
gelince, onlar kömür gibi olana kadar ateşte yakılırlar. Sonra onlar için
şefaat izni çıkar (ve cennete giderler)."262

SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇENLER

İbn Mesud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri o malûm yerde (mahşerde) ve
zamanda (kıyamette) bir araya toplar. Bütün mahlukat kendileri
hakkında verilecek hükmü görmek için kırk yıl süreyle gözlerini
gökyüzünden ayırmazlar."
Resûlullah (s.a.v) bir hayli uzun olan bu hadisi, müminlerin Allah'a secde
etmelerine kadar olan kısmını anlattıktan sonra şöyle devam etmiştir:
"Sonra Allah (c.c) müminlere, 'Başlarınızı kaldırın' der. Müminlerde
başlarını kaldırır. Allah (c.c) onların her birine amelleri miktarmca nur
verir. Kimine verilen nur büyük bir dağ kadardır; onun önünü aydınlatarak
ilerler. Kiminin nuru ondan daha küçüktür. Bazılarına verilen nur ise bir
hurma kadardır. Hatta bazılarının nuru ondan bile azdır. Kendisine en
son nur verilen kişiye bu nuru, sadece ayak parmağının ucu kadar bir
kısmını aydınlatır. Bu ışık da bazan yanar bazan söner. Yandığı zaman
yürür, söndüğü zaman olduğu yerde kalakalır."
Resûlullah (s.a.v) bu hadisin devamında, müminlerin nurları nisbetinde
sıratı geçtiklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
262 Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, imân, 302; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
3/25-26; Ne-sâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11327.
220
ÖLÜM ve SONRASI
'Kimileri göz açıp kapayacak kadar bir zamanda, kimileri şimşek gibi,
kimileri bulut gibi, kimileri yıldızın kayması gibi, kimileri hızlı koşan bir at
gibi, kimileri de koşarak sıratı geçer gider. Nuru sadece ayak
parmaklarının ucunu aydınlatan kimse ise sıratı yüzükoyun sürünerek
geçmeye çalışır. Öyle ki, bir eliyle kendine çekerken diğerini sürür; bir
ayağıyla sürünürken diğerini çeker. Ateş ise onu her taraftan kuşatmış
ve dokunmaya başlamıştır. Nihayet o kimse böyle sürüne sürüne
köprüyü geçer ve kurtulur. Sonra ayağa kalkar ve, 'Allah'a hamdolsun! O,
hiç kimseye bahşetmediği bir nimeti bana verdi, zira o felâketleri
görmeme rağmen beni onlardan kurtardı' der. Daha sonra melekler bu
adamı cennetin kapısının önünde bulunan bir suya götürüp yıkarlar."263
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Sırat (köprüsü) keskin bir kılıç ya da ince bir kıl gibidir. Melekler mümin
erkek ve kadınları kurtarırlar (kurtarmaya çalışırlar). Cebrail de benim
kuşağımdan tutar (öylece sırattan geçerim) ve, 'Ey rabbim, ümmetimi
kurtar, ümmetimi kurtar' derim. O gün nicelerinin ayakları kayar
(cehenneme düşer)."264
İşte bunlar sıratın tehlikeleri ve dehşetleridir. O halde bu hususta uzunca
düşün! Çünkü o gün kıyametin dehşetinden ve felâketinden sağ salim
kurtulanlar, ancak dünyadayken onu tefekkür edip tedbirini alanlar
olacaktır. Zira Allah (c.c) bir kulunun kalbinde iki korkuyu bir arada
bulundurmaz. Kıyametin bu tehlikelerinden dünyadayken haberdar olup
onlardan korkan, sakınan ve tedbirini alan kimse,
263 Hâkim, el-Müstedrek, 2/376, 3591; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr.
5265; Heyse-mî, Mecmau'z-Zevâid, 10/340-343.
264 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 366-367; ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 6/110; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1597.
İMAM GAZÂLÎ
221
yarın âhiret günü emniyette olur. Korkudan bahsederken kadınlarda
olduğu gibi, yufka yürekliliklerinden kaynaklanan ağlamayı, kıyametin
dehşetlerini işittiğin vakit mahzû-nî tavır takınmanı ve kısa bir müddet
sonra unutarak oyun eğlenceye dalmanı kastetmiyorum. Böyle bir
korkudan ne çıkar ki!
Bir şeyden korkan ondan kaçar; bir şeyi ümit eden de onu arar. Seni
ancak, Allah'a isyan etmekten engel olan ve O'na itaate teşvik eden bir
korku kurtarabilir.
Kıyametin felâketlerinden kadınların yufka yürekliliği gibi korkanlardan
başka bir de ahmakların korkusu vardır. Çünkü onlar kıyametin
felâketlerini işittikleri vakit hemen, "Allahım! Sana sığınırız, senden
yardım dileriz. O gün bizleri koru ve kurtar" derler; ancak felâketlerini
hazırlayan günahları işlemeye devam ederler. Şeytan ise onların bu gayri
samimi sözlerine gülmekle yetinir.
İşte kıyametin dehşet ve felâketleri de bunun gibidir. İnsanı bu
tehlikelerden ancak, sadık ve samimi bir kalp ile söylenen "lâ ilahe
illallah" kalesi kurtarır.
Sadakatin ve samimiyetin mânası, Allah'tan gayri maksudun ve
mabudun olmamasıdır. Kim ki, hevâ ve hevesini ilâh edinmişse o, rabbini
tevhidde sadık ve samimi olmaktan çok uzaktır ve tehlikededir.
Eğer bunları yerine getirmekten kendini âciz görüyorsan o zaman
Resûlullah'ı (s.a.v) sev, onun sünnetlerini uygulama hususunda hırslı ol,
ümmetinin sâlihleriyle beraber bulun ve onların bereketli dualarını
almaya bak. Belki bu sayede, amel sermayenin az olmasına rağmen,
Peygam-berimiz'in ve ümmetinin sâlihlerinin şefaatine nail olur ve
kurtulursun.
ÖLÜM ve SONRASI

ONUNCU BÖLÜM

ŞEFAAT

Müminlerden bazılarının (hata ve günahları sebebiyle) cehenneme


girmeleri kesinleştiği vakit, Allah Teâlâ onlar hakkında, peygamberlerin,
sıddîkların hatta âlimlerin, sâ-lihlerin ve kendi katında kadri ve kıymeti
olan herkesin şefaatini kabul eder. Bu kimseler aileleri, akrabaları,
dostları ve tanıdıkları için şefaat yetkisine sahip olacaklardır.
O halde hiç olmazsa kendin için onların şefaatine nail olabilme
arzusuyla gayret et. Bunu elde edebilmek için de hiçbir insanı hakir
görüp aşağılama! Çünkü Allah (c.c) dostlarını kulları arasında
gizlemiştir; dikkat et, belki senin aşağılayıp küçük gördüğün kimse
Allah'ın bir velîsi olabilir! Yine, hiçbir günahı küçük görüp küçümseme!
Çünkü Allah, gazabını ve öfkesini günahlarda gizlemiştir ve senin hafife
aldığın o günah azap görmene neden olabilir.
Hiçbir ibadeti de hafife alma! Çünkü Allah'ın rızâsı ve hoşnutluğu ibadet
ve taatlerde gizlidir, belki yüce Allah'ın rızâsı o hafife aldığın ibadette
saklıdır! Bu taat, güzel bir çift söz, sadaka olarak verilen bir lokma
ekmek veya güzel bir niyet dahi olabilir.
İMAM GAZÂLÎ
223
Şefaatin hak olduğuna Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadis-i şeriflerden birçok
delil göstermek mümkündür. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Pek yakında rabbin sana (şefaat yetkisini) verecek ve sen de bundan
hoşnut olacaksın"265 buyurmuştur.
Abdullah b. Amr (r.a)266 anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v), İbrahim'in (a.s) Kur'ân-ı Kerîm'deki, "Rabbiml Onlar
(putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim
bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten
çok bağışlayan, pek esirgeyensin"267 ve İsa'nın,
"Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır
(dilediğiniyaparsın)"263 sözlerinin geçtiği âyetleri okuduktan ellerini
kaldırdı ve,
"Ümmetim, ümmetim"diye ağladı. Bu sırada Allah (c.c) Cebrail'e, "Ey
Cebrail! Muhammed'e git ve onu ağlatan şeyin ne olduğunu sor"
buyurdu. Allah Teâlâ her şeyi bilme-siyle beraber Cebrail (a.s) Hz.
Peygamber'in (s.a.v) yanına vararak ağlamasının nedenini sordu.
Peygamber Efendimiz de ona anlattı. Bunun üzerine Allah (c.c) Cebrail'e,
"Muhammed'e git ve ona de ki: Çok değil, yakın bir zaman sonra, seni
ümmetin hususunda hoşnut edecek; üzmeyeceğiz" buyurdu.269
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Benden önce hiçbir peygambere (bir arada) verilmeyen beş şey bana
verildi:
265 Duhâ 93/5.
266 Zebîdî, ihya nüshalarında Amr b. Âs olarak kaydedilen bu bilgiyi,
Abdullah b. Amr olarak değiştirmiş ve doğrusunun da böyle olduğunu
söylemiştir.
26? ibrahim 14/36.
868 Mâide 5/118.
269 Müslim, imân, 346; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7234, 7235; Begavî,
Şerhu's-Sünne,
nr. 4337.
224
ÖLÜM ve SONRASI
1. Allah (c.c) bana, bir aylık uzaklıkta dahi bulunan düşmanın kalbine
korku salmakla yardımda bulundu.
2. Benden önce hiçbir ümmete ganimet alması helâl kılınmamışken
bana helâl kılındı.
3. Bana ve ümmetime bütün yeryüzü mescid, toprağı da temiz (ve
temizleyici) kılındı. O halde ümmetimden kim bir yerde namaz vaktine
yetişirse orada namazını kılsın.
4. Bana umumî şefaat yetkisi verildi.
5. Her peygamber sadece kendi toplumuna peygamber olmuşken ben
bütün mahlûkata (insan ve cine) gönderil-
dim.'
270

RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ŞEFAATİ

Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:


"Bunu övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü ben peygamberlerin
imamı, onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi (yetkilisi ve dağıtıcısı)
olurum."(tm)
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum, ama ben (dünyada ve âhirette)
âdemoğullarınm efendisiyim. Kıyamet günü yer yarıldığında ondan ilk
çıkacak olan benim. İlk olarak şefaat edip şefaati kabul olunacak da
benim. O gün livâü'l-hamd sancağı elimde olacak ve onun altında Âdem
ve ondan sonra gelenler (müminler) bulunacak."272
270 Buhârî, Teyemmüm, 1; Müslim, Mesâcid, 3; Nesâî, Gusül, 26; ibn
Hibbân, es-Sahîh, nr. 6397.
271 Tirmizî, Menâkıb, 1; ibn Mâce, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 5/137; Hâkim, el-Müstedrek, 1/71; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve,
5/484.
272 Tirmizî, Menâkıb, 1, Tefsir, 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/282;
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5/481-483; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 2328;
İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6325.
I
İMAM GAZÂLÎ
225
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Ben ise o duamı
kıyamete, ümmetime şefaat etmek üzere saklıyorum."273
İbn Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle
anlatmıştır:
"Kıyamet günü her peygamber için altından minberler hazırlanır. Hepsi
minberlerine oturur, benimkisi boş kalır; oturmam. Ben, cennete
gönderildikten sonra ümmetim geride kalır, benimle gelemez endişesiyle
rabbimin huzurunda, ayakta beklerim. Sonra, 'Ey rabbim, ümmetim!'
derim. Allah azze ve celle, 'Ey Muhammedi Ümmetine ne yapmamı
istersin?' diye sorar. Ben, 'Ey rabbim, bir an evvel hesaplarını gör' derim
ve hiç durmadan her birine teker teker şefaat ederim. Öyle ki, cehennem
Ü
bekçisi mâlik, 'Ey Muhammedi Ümmetinden rabbinin gazap edeceği hiç
kimseyi ateşte bırakmadın!' der."274 Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Ben kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan çok daha fazla
kişiye şefaat ederim."275
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) sahabelerle yemek yediği
bir zamanda et yemeği getirilmiş, Resû-lullah'a da kol kısmı ikram
edilmişti. Resûlullah etin bu kısmını pek severdi. Etten bir parça aldıktan
sonra şöyle buyurdu:
"Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim. Bunun sebebini
biliyor musunuz? Bu şöyle olur. Allah Te-
273 Buhârî, Tevhîd, 31; Müslim, imân, 334-341; Tirmizî, Daavât, 131; ibn
Mâce, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/381.
274 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Keblr, nr. 10771; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
nr. 18536.
275 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/347; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat,
nr. 4112; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 18527.; Hatîb-i BağdBağdat,
12/330. Bir rivayette, "Yeryüzünde bulunan ağaç ve taşlardan..." ifadesi
geçmektedir.
226
ÖLÜM ve SONRASI
âlâ kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlükatı düz bir meydanda
toplar. Çağına (melekler) herkese seslerini duyuracak bir şekilde nida
ederler ve bakan her göz onları görür. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsanlar
başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül
edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler. Sonra birbirlerine,
'Şu halimizi görmez misiniz? Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak
birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Âdem'e (a.s) gidelim'
derler ve Âdem'in (a.s) yanına varırlar. Ona,
'Ey beşeriyetin babası Âdem (a.s)! Allah (c.c) seni kudret eliyle yarattı,
rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti.
Rabbinin katında bizler için şefaatte bulun! Şu halimizi ve çektiklerimizi
görmez misin?' diye ricada bulunurlar. Âdem (a.s),
'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de
bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden
yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri
dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum.
Bir başka peygambere, Nuh'a gidin' der. Herkes Nuh'un (a.s) yanına varır.
Ona,
'Ey Nuh (a.s)! Sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen
elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın "şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin,
rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler. Nuh
(a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle
gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında
reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım. Şu anda
kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halîlullah'a gidin' der.
Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. Ona,
İMAM GAZÂLÎ
227
'Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (ha-lîlisin). Rabbinden
bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun?'
derler. İbrahim (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle
gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle)
yalan konuşmuştum276 (o sebeple sizlere şefaatçi olamam)' der.
Ardından onları anlatır ve, 'Bir başkasına Musa'ya (a.s) gidin, o size
yardımcı olsun' der. Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s) yanına varır.
Ona,
'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. O seni kendine elçi yaparak ve
seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için
şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin?' derler. Musa (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle
gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben rabbimden bir emir
almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden
başkasını düçüne-mem. Bir başkasına, İsa'ya gidin' der. Onlar da İsa'ya (ı
, giderler ve,
'Ey İsâ, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden
ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin. Sen daha beşikteyken
insanlarla konuştun. Rabbin-
276 Zebîdî bu üç durumu şöyle açıklar:
Birincisi, Sâffât sûresinin 89. âyetinde zikredildiği gibi, ibrahim'in
(a.s),"Hastayım" diye bir bahane ileri sürmesidir. Olay şöyle gerçekleşir:
ibrahim'in (a.s) kavmi yıldızlara bakar ve onların şekilleriyle kâhinlik
yapardı. Bu kâhinler bir bayram arefesi ibrahim'e (a.s) gelerek yarın
kendileriyle beraber gelmesini ve onun da kâhinlikte bulunmasını
istediler. Bunun üzerine ibrahim (a.s) yıldızlara şöyle bir baktı ve, "Ben
hastayım, gelemem" dedi.
ikincisi: ibrahim (a.s) puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları
kırmış ve en sonunda baltayı büyük putun eline vermişti, insanlar
ibrahim'e (a.s), 'tunları sen mi yaptın?" diye sorduklarında ibrahim (a.s),
"Hayır, şu büyük olan yf.ptı, dilerseniz ona sorun" demişti.

Ü
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara,
"O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti. Ayrıca bk. Kastallânî,
İrşâdü's-Sârf, 10/357.
228
ÖLÜM ve SONRASI
den bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ
(a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle
gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul
olabilirim, sizler Muham-med 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer
herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en
sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı.
Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez
misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c)
bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı
övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla
zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et,
şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi
ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ
kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları
da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin
kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ)
arasındaki mesafe kadardır."277
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s)
yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
277 Buhârî, Tefsîr, 5; Müslim, imân, 327; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 10.
İMAM GAZÂÜ
229
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye
kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı
büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye
soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3. Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım"
demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.

RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ÜMMETİNDEN SÂLİHLERİN ŞEFAATİ

Bununla birlikte onun ümmetinden sâlihlerin ve âlimlerinden her birinin


de şefaat yetkisi vardır. Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir adam vardır ki, onun şefaatiyle Rebîa ve Mudar
kabilelerinin sayısından çok daha fazla kişi cennete girer. "27a
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"(Kıyamet günü sâlih ameli bulunan) insanlara, 'Ey falanca kişi! Kalk ve
şefaat et' denilir. O da kalkar ve ameli nisbetince halkına, ailesine, bir ya
da iki adama şefaat eder."279
278 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 12; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 8/330;
Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5610; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 6/378;
Hâkim, el-Müstedrek, 3/405. Muhaddisler hadiste bildirilen kişinin
Osman b. Affân olduğunu belirtirler; ayrıca Tir-mizî'nin rivayeti de bu
şekildedir.
279 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 12; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 7/116;
Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5602; bk. Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, nr.
5336; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 3473.
230
ÖLÜM ve SONRASİ
Enesin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Kıyamet günü cennet halkından bir adam, ceza çekenleri görmek için
cehenneme doğru bakar. Bu sırada cehennemliklerden biri onu görür ve,
'Ey falanca kişi! Beni tanıdın mı?' der. Cennetlik,
'Hayır, yeminle söylüyorum, kim olduğunu çıkaramadım' der.
Cehennemdeki adam,
'Hani dünyadayken çok susamış ve su istemek üzere yanıma
gelmiştin'ben de senin susuzluğunu giderecek kadar su vermiştim ya,
işte o kişi benim' der. Cennetlik,
'Tamam, şimdi tanıdım' der. Cehennemlik,
'O halde rabbinden benim için şefaat dileğinde bulun' diye ricada
bulunur. Adam durumu rabbine zikrederek,
'Ey rabbim! Cehennemliklere doğru bakmıştım. Oranın halkından biri,
'Beni hatırlıyor musun?' diye sordu. Ben, 'Hayır, hatırlayamadım' dedim.
O, 'Hani dünyadayken benden biraz su istemiştin de ben de sana
vermiştim ya, işte o benim. Rabbinden benim için şefaat dile' dedi.
'Ey rabbim bana şefaat hakkı ver de ona şefaat edeyim. Allah (c.c) bu
adama şefaat hakkı verir ve ardından onun cehennemden çıkarılmasını
emreder."28°
Enes b. Mâlik'in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü insanlar diriltildiğinde
topraktan ilk kalkacak olan benim. Bir araya toplandıklarında onların
hatibi ben olurum. Ümitsizliğe düştüklerinde onları müjdelerim. O gün
livâü'l-hamd san-
1 Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 3490; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/382;
ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4660.
İMAM GAZÂLÎ
231
cağı benim elimde olacaktır. Ben rabbimin katında âde-moğlunun en
üstünüyüm."28*1
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü aziz ve celi! olan rabbimin huzurunda dururum. Sonra
bana cennet elbiselerinden bir elbise giydirir. Ardından arşın sağ tarafına
geçer orada dururum. Burada benden başka hiç kimse bulunmaz."282
İbn Abbas (r.a) anlatıyor:
Sahabeden bir grup oturmuş, bir yandan Resûlullah'ın (s.a.v) gelmesini
bekliyorlar, bir yandan da aralarında bir mevzuyu konuşuyorlardı. Tam bu
sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi ve onların şu konuşmalarına şahit
oldu:
"Hayret, Allah Teâlâ mahlûkatından İbrahim'i kendine (halîl) dost seçti"
diyordu.
Bir başkası,
"Bundan daha da şaşırtıcı olanı ise Allah'ın (c.c) Hz. Musa ile
konuşmasıdır" diyordu.
Bir diğer sahabe,
"Ya İsâ (a.s)! O Allah'ın, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve
kudretinden kendisine bahşettiği biri değil midir?" diyordu.
Bir diğeri,
"Âdem (a.s) ise Allah'ın kulları arasından seçtiği bir peygamberdi"
diyordu.
Resûlullah (s.a.v) bunları dinledikten sonra sahabelerin yanına vardı ve
şöyle buyurdu:
281 Tirmizî, Menâkıb, 1; Dârimî, Mukaddime, 8; Beyhakî, Delâilü'n-
Nübüvve, 5/484; Kâ-dî iyâz, Şifâ, s. 163; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5765;
İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6326.

İ
282 Tirmizî, Menâkıb, 1; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6328; Hatîb-i
Tebrizî, Mişkât, nr. 5726.
232
ÖLÜM ve SONRASI
"Sözlerinizi duydum. İbrahim'in (a.s) Allah'ın halîli olması hususunda
şaşırıyorsunuz, fakat o öyledir. Musa'nın Allah ile konuşması da öyledir.
İsa'nın ruhullah olması ve Âdem'in O'nun saf ve temiz kulu olması da
böyledir.
İyi dinleyin! Övünmek için demiyorum; ben de Allah'ın habibiyim (sevgili
dostuyum).
Kıyamet günü livâü'l-hamd sancağını ben taşıyacağım; bunda da
övünülecek bir şey yok.
Yine övünmek için söylemiyorum; ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve
şefaati ilk kabul olunacak kişiyim.
Cennet kapılarının halkalarından tutup ilk olarak kapıları vuracak olan
benim. Rabbim bana kapıları açtıktan sonra fakirlerle birlikte içeri
girerim.
Ben gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın en üstünüyüm, en kıymetlisiyim.
Bunların hiçbirini iftihar etmek için söylemiyorum (Sadece yüce Allah'ın
bana ikram ettiği nimetini zikrediyorum)."283
1 Tirmizî, Menâkıb, 1; Dârimî, Mukaddime, 8; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr.
5762; ibn Ke-sîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/169-170.
İMAM GAZÂLÎ
233

ON BİRİNCİ BÖLÜM

KEVSER HAVUZU

Bil ki, kevser havuzu, Allah Teâlâ'nın Peygamber Efen-dimiz'e tahsis


ettiği büyük bir ikramı ve lutfudur. Onun vasıflarını anlatan birçok hadis
ve haber rivayet edilmiştir. Allah Teâlâ'dan, dünyadayken onun ilmini,
âhirette de zevkini tattırmasını umut ediyoruz. Zira o havuzun
özelliklerinden biri de, ondan bir kere içenin bir daha susamamasıdır.
Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir ara hafif bir uykuya daldı. Sonra
uyandı ve tebessüm ederek başını kaldırdı. Sahâbeler,"Ey Allah'ın Resulü!
Neden güldünüz?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Az önce bir âyet indi" dedi, ardından besmele çekti ve, "(Resulüm!)
Kuşkusuz biz sana kevseri verdik"284 diye başlayan âyetleri sonuna
kadar okudu. Sonra bize,
"Kevser'in ne olduğunu bilir misiniz?"diye sordu. Bizler, "Allah ve Resulü
daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Kevser, rabbimin bana cennette vaad ettiği bir nehirdir. Onun birçok
hayrı vardır. Üzerinde bir havuz bulunmakta-
284 Kevser 108/1.
234
ÖLÜM ve SONRASI
dır; ümmetim kıyamet günü gelip gidip ondan içer. O havuzun kâseleri
gökyüzünün yıldızları sayısıncadır."285
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"(Mi'raca çıktığımda Cebrail'le birlikte) cennette geziyordum. Bir ara
gözüme bir nehir ilişti. Her iki tarafında kubbe şeklinde inciler
bulunmaktaydı. 'Ey Cibrîl! Bu nedir?' diye sordum. Cebrail, 'Bu, rabbinin
sana verdiği kev-serdir' dedi. Daha sonra Cebrail elini nehrin dibine
vurdu. Nehrin dibindeki çamur halis misk oluverdi."286

KEVSER HAVUZUNUN ŞEKLİ ve MAHİYETİ

Enes (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) kevser hakkında şöyle buyurduğunu


nakletmiştir:
"Havuzumun karşılıklı iki tarafının arası, Medine ile San'a (veya) Medine
ile Umman arası kadardır."237
Abdullah b. Ömer (r.a) rivayet ediyor: Kevser sûresi nazil olduğunda
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"O cennette bir nehirdir. Karşılıklı her iki tarafı da altındandır. Suyu sütten
beyaz, baldan tatlı ve miskten daha hoş kokuludur. Mercan ve inci
kayalarının üzerinden akar."288
285 Müslim, Salât, 53; Ebû Davud, Salât, 124; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 3/102; Be-gavî, Şerhu's-Sünne, nr. 579; Ebû Yala, Müsned, nr.
395.
286 Buhârî, Rikâk, 53; Tirmizî, Tefsir, 89; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
3/191, 332; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6474.
287 Buhârî, Rikâk, 53; Müslim, Fezâil, 39; ibn Mâce, Zühd, 36; Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 3/225; Tayâlisî, Müsned, nr. 2105.
288 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/112; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
11704; Tayâlisî, Müsned, nr. 2045; Hâkim, el-Müstedrek, 3/543.
İMAM GAZÂLÎ
235
Resûlullah'ın azatlı hizmetçisi Sevbân (r.a)289 anlatıyor: Resûlullah
(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurdu:
"Havuzum, Aden ile Belkâ'290 arasındaki mesafe kadardır. Onun suyu
sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kâseleri gökyüzünün yıldızları
adedincedir. Ondan bir içimlik içen kimse, bir daha ebediyen susamaz.
Oraya ilk varıp da suyunu içecek olanlar fakir muhacirlerdir."
Ömer b. Hattâb (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v).bu sözlerini duyunca, "Ey
Allah'ın Resulü, fakir muhacirler kimlerdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"(Yoklukla birlikte sürekli amel ve ibadetle meşgul olduklarından) saçı
başı dağınık, elbiseleri eski ve toz toprak, varlıklı kadınlarla evlenemeyen
ve zenginlerin kapıları kendilerine açılmayan kimselerdir"
buyurdular.2£*1
Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz (rah), Resûlullah'ın (s.a.v) bu
hadisini duyunca şöyle demiştir:
"Vallahi ben varlıklı bir kadınla; Abdülmelik b. Mervân'ın kızı Fâtıma ile
evlendim. Zenginler de daima kapılarını bana açık tuttular. Allah'ın
rahmetini ümit etmekten başka çarem yok. Bundan sonra, toz toprak
içinde kalana kadar ba-
289 Sevbân b. Bücdüd. Resûlullah'ın Yemen'den satın alıp azat ettiği
kölelerden biridir. Resûlullah'ın vefatına kadar hizmetinden ayrılmamıştır.
Vefatının ardından Şam, Mısır ve Humus gibi şehirlerde ikamet etmiştir.
54 (673) senesinde Humus'ta vefat etmiştir.
290 Aden Yemen sahilinde bir şehirdir. Belkâ ise Dımaşk'a bağlı bir
kasaba olup Dımaşk ile Şam arasındadır. Belkâ'nın Amman diye bilinen
meşhur bir köyü de vardır (bk. Yâkut-i Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, nr.
579. "Aden" md).
291 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/275-
276; Beyhakî, Şu-abü'l-imân, nr. 10485; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr.
398; Müsnedü'ş-Şâmiyyîn, nr. 1411; Hicretin ilk yılları, içme suyunun dahi
parayia satıldığı, yokluğun ve fakirliğin en hat safhada olduğu bir
dönemdi. Öyle ki, yıllar boyu sadece bir elbise ile idare eden insanlar
bulunmaktaydı. O bakımdan hadiste bahsedilen sahabelerin durumu ve
tutumu iyi anlaşılmalıdır.
236
ÖLÜM ve SONRASI
şımı kirlenene kadar da sırtımdaki elbisemi yıkamayacağım."292
Ebû Zer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'a (s.a.v) havuzun kâselerinden
sordum; şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, onun kâseleri,
karanlık ve bulutsuz bir gecede gökyüzünde gözüken yıldızların
sayısından daha fazladır. Ondan bir defa içen artık bir daha susamaz. Bu
havuza cennetten gelen iki oluktan su akar. Bu oluğun uzunluğu
genişliği kadardır, yani Amman ile Eyle293 arası kadardır. Onun suyu
sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır."294
Semüre b. Cündüb'ün (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Re-sûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Her peygamberin bir havuzu vardır. Her biri havuzuna geleceklerin
çokluğuyla övünürler. Ben, benim havuzuma gelenlerin en fazla
olacağını ümit ediyorum."295
Bu Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ümidi ve ricasıdır. Öyleyse her kul onun
havuzuna gelenlerden olmayı ümit etmelidir. Fakat amelsiz hali ile
aldanmaktan ve boş ümitle yetinmekten sakınmalıdır. Zira ektiğini
biçmek isteyen, hasadı uman kimse, tohumunu atan, toprağı işleyip
sulayan, sonra da işini Allah'a havale edip büyümesini bekleyen ve bir
yandan da ekininin başına felâketler gelmemesi için rabbi-ne dua eden
kimsedir.
292 Ömer b. Abdülaziz'in bu tutumu, onun sahabelere olan aşırı
muhabbetinden dolayıdır. Yoksa bu, o şekilde olunması gerektiği
anlamında değildir.
293 Suriye'nin denize kıyısı olan bölgesindeki bir kasabanın adıdır (bk.
Yâkût-i Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, 1/347).
294 Müslim, Fezâil, 36; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 15; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 5/149; Bezzâr, el-Müsned, nr. 3960.
295 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 14; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 6881;
ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 734.
İMAM GAZÂLÎ
237
Tarlasını sürmeyi, tohumunu ekmeyi ve sulamayı ter-keden sonra da
Allah'tan tohumunu ve meyvesini büyütmesini bekleyen kimse gerçekten
aldanmış ve boş hayal içinde oyalanmış biridir. Böyle biri gerçek ümit
sahibi değildir. Ne yazık ki insanların çoğu böyle bir ümit içindedir. Bu ise
ahmakların aldanış biçimidir.
Her türlü aldanıştan ve gafletten Allah'a sığınırız. Gerçekten Allah'ın
rahmetinin genişliğine güvenip aldanış içinde olmak ve bu yüzden
amelde gevşek davranmak, dünyaya aldanmaktan çok daha büyük bir
tehlikedir. Allah Te-âlâ bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan da Allah'ın affına


güvendirerek sizi kandırmasın."296
296 Lokman 31/33.
238
ÖLÜM ve SONRASI

İ İ İ Ö Ü
ON İKİNCİ BÖLÜM

CEHENNEM

Ey şu yok olmaya ve zevale mahkûm dünyanın meşga-leleriyle aldanmış


kişi! Pek yakında göçüp gideceğin şu dünyayı düşünüp durmayı bırak
artık. Düşüncelerini varacağın yere; mahşere ve âhirete çevir. Çünkü
herkesin o ateşe uğrayacağı haberi sana gelmiştir. Allah Teâlâ bu
hususta şöyle buyurmaktadır:
"İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için
kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız;
zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız."297
Oraya uğrayacağın kesin, ancak kurtulacağın şüphelidir. O halde
cehennemin felâketlerini önce kalbine bir hatırlat, belki ondan kurtulmak
için hazırlıklara başlarsın!
Sonra kıyametin dehşetleriyle yüz yüze gelen mahlûka-tı bir düşün; hepsi
âdeta iki büklüm olmuşlardır. Onlar böyle korku ve dehşet içinde bir
şefaatçinin şefaat haberlerini beklerken birdenbire cehennemin
karanlıkları içinde kalmış günahkârlar tarafından kuşatılırlar. Alevli bir
ateş onların üzerini kaplar. Sonra cehennemin öfkelenişini
(kaynamasının sesini) ve uğultusunu işitirler, işte o zaman günahkârlar
helak olacaklarını anlarlar. Korkularından her-
297 Meryem 19/71-72.
İMAM GAZÂLÎ
239
kes dizlerinin üzerine çöker. Öyle ki hiç günahı olmayanlar bile
akıbetlerinin kötü olacağından endişe duymaya başlarlar.
Sonra cehennem bekçilerinden bir zebani çıkar ve, "Dünyada uzun
hayaller peşinde koşup ömrünü boş yere zayi eden o falan oğlu falan
nerede?" diye seslenir. Ardından ellerinde demirden tokmaklar bulunan
zebaniler süratle o günahkârın yanına gelirler, onu büyük bir azapla
korkuturlar ve şiddetli bir azap çekmek üzere baş aşağı cehennemin
derinliklerine atarlar. Arkasından,
'Tat bakalım (şimdi bu azabı) I Hani sen kendince üstündün,
şerefliydin!"298 derler.
O günahkârları dar, karanlık, korkutucu ve ürkütücü ve ateşinin ebediyen
sönmediği bir yere hapsederler. İçecekleri kaynar su, meskenleri ise
cehennemdir. Orada zebaniler tarafından devamlı dövülürler. O günden
sonra tek arzuları yok olup gitmek olur, ancak oradan kurtuluş yoktur.
Bu günahkârların, kimi zaman ayakları saçlarına bağlanır öyle azap
edilir. Günahlarının zulmetinden yüzleri simsiyah olmuştur.
Günahkârlar türlü türlü azabın ardından, seslerinin yettiği kadar,
cehennemin her köşesinde şöyle seslenirler:
"Ey cehennem meleklerinin reisi! Çekeceğimiz kadarını çektik. Demir
kelepçelerin ve bukağıların altından kalkamaz olduk. Derilerimiz pişti,
kavruldu. Ne olur bizleri buradan çıkar. Zira o yaptıklarımıza bir daha
dönmeyeceğiz."
Bir zebani onlara, "Heyhat! Şimdi eman dileme zamanı değildir. Bu
zelillik yurdundan çıkış yoktur. Kesin sesinizi ve sakın konuşmayın. Şayet
buradan çıkarılacak olsanız, sizler yasaklandığınız şeylere tekrar geri
dönersiniz" diye karşılık verir.
1 Duhân 44/49.
140
ÖLÜM ve SONRASI
Artık bundan sonra tamamen ümitlerini keserler ve konuşmazlar. Allah
Teâlâ'ya ibadet ve itaat hususunda kaçırdıkları fırsatlara hayıflanırlar.
Fakat onları ne pişmanlıkları kurtarır ne de teessüfleri bir fayda verir.
Sanki elleri kolları bağlanmışçasına yüzüstü kapaklanırlar. Ateş
üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından onları büsbütün kuşatır.
Ateşin içinde boğulmuşlardır. Yemekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri
ateş, yatakları ateştir. Ateşten kaftanlar ve gömlekler giydirilerek
demirden tokmaklarla dövülürler. Kelepçelerin ve zincirlerin ağırlığının
altında kıvranır dururlar. Cehennemin derinliklerinde parça parça olurlar.
Ateşin üzerindeki tencerenin kaynaması gibi etraflarında kaynayan
ateşin verdiği acıyla sancılar içinde kıvranır ve, "Vah halimize, vay
başımıza gelenlere!" diye feryadü figan ederler.
Her bağırışlarında başlarından,aşağı kaynar sular dökülür. Bu su öyle
sıcaktır ki, onun tesiriyle derileri ve hatta iç organları erir. Zebaniler,
demirden tokmaklarıyla kimilerinin alınlarına vururlar ve ağızlarından
irinler akmaya başlar.
Susuzluktan ciğerleri parça parça olur. Ateşin hararetinden gözleri
yanaklarına akar. Yanaklarındaki yumrular yerlere düşer. Saçları ve hatta
derileri etrafa savrulur.
Azabı tekrar tekrar tatmaları için derilerinin her soyulu-şunda yerine
başkası gelir. Etler kemiklerden sıyrılır, ruh sadece damarlarda ve
sinirlerde kalır. Ruh ise ateşin alevleri içinde kupkuru kalır.
Onlar ölmeyi ve hatta yok olup gitmeyi temenni ederler, ancak nerede!
Keşke onların halini (şu dünyada) bir göre-bilsen! Cehennemin
alevlerinden yüzleri simsiyah olmuş ve hatta kömürleşmiştir. Gözleri
körelmiş, dilleri tutulmuş, sırtları kırılmış, kemikleri paramparça
olmuştur. Dilleri ve burunları kıyılmış, derileri lime lime edilmiş, elleri
boğazla-

İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
241
rina geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir. Yüzükoyun
cehennemde sürünürler. Gözleriyle demir pıtı -raklar üzerinde sürünerek
azap görürler. Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet
eder. Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap
eder.

CEHENNEMİN AZAP VADİLERİ

işte bunlar cehennem ehlinin yaşadığı hallerden bir kısmıdır. Şimdi bir de
onların başlarına gelecek daha büyük felâketlere bak. Cehennemin
çeşitli bölgelerini ve azap vadilerini iyice düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadi yetmiş bin kola ayrılır. Her
kolda yetmiş bin tane yılan ve yine yetmiş bin tane akrep bulunur. Kâfir
ve münafıklar bunları geçmeden cehennemdeki yerlerine varmazlar."299
Hz. Ali (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) bir keresinde, "Hüzün
vadisinden (ya da kuyusundan) Allah'a sığının" buyurdu. Sahabeler, "Ey
Allah'ın Resulü! Hüzün kuyusu nedir?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Cehennemde bir vadidir. Cehennem o vadiden her gün Allah'a yetmiş
kere sığınır. Allah (c.c) orayı insanlara gösteriş için Kur'an okuyanlar (ve
ilim öğrenenler) için hazırlamıştır."300
299 Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 526, 527; ibn Kâni'-i Bağdadî,
Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 685; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, "Süfyân b. Mücîb",
nr. 2124. Beyhakî hadisin Bu-hârî'nin Târihu Kebîr"\nde zikrettiğini
kaydeder (bk. Beyhakî, a.g.e., s. 263).
300 Tirmizî, Zühd, 48; ibn Mâce, Mukaddime, 23; ibn Adî, el-Kâmil,
6/136; ibn Arrâk, Tenzîhu'ş-şerîa, 2/385; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr.
530.
İşte bu zikredilenler cehennemin ne kadar geniş olduğunu ve vadilerinin
ne kadar çok kollara ayrıldığını göstermektedir. Onun vadilerinin sayısı
dünya vadilerinin ve şehvetlerinin sayısından daha fazladır.

CEHENNEMİN DİĞER İSİMLERİ

Cehennemin kapıları kulun rabbine isyan ettiği âzalarının adedincedir.


Kimi kiminin üstüne kuruludur. En üstte cehennem bulunmaktadır. Diğer
tabakaların adları ise sırasıyla şöyledir: Sakar, Leza, Hutame, Saîr,
Cahîm, Hâviye. Şimdi hâviyenin derinliğini bir düşün. Nasıl dünyevî
şehvetlerin bir sonu yoksa onun da bir sonu yoktur. Nasıl her türlü
dünyevî amaç ve gayeyi ondan daha büyüğü takip ediyorsa her
hâviyenin ardından ondan daha büyük bir
hâviye gelir.
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah'la (s.a.v) birlikte oturuyorduk.
Birden sanki bir şeyin düşüşünü andıran bir gürültü duyduk. Resûlullah
(s.a.v) bize, "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Biz, "Allah
ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Bu, yetmiş sene önceden cehennemin kuyularından birine bırakılan bir
taşın sesidir; ancak bugün dibine ulaştı" buyurdular.301
Şimdi de cehennemin birbirinden farklı katmanlarını düşün! İnsanların
dünyaya kapılmalarında farklılıklar ve dereceler olduğu gibi âhiret de
böyledir.
Kimi insanlar vardır ki içinde boğulacak derecede dünyaya dalmıştır,
kimileri de belli bir sınıra kadar dalmıştır.
301 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/371; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7469;
Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nûşûr, nr. 531.
İMAM GAZÂLÎ
243
İşte kıyamet günü onların tadacağı ateş azabı da aynen bunun gibi farklı
derecelerde olacaktır. Zira Allah (c.c) zerre kadar zulüm etmez, haksızlık
yapmaz.
Cehennemde bulunan hiç kimsenin çekeceği azap bir değildir. Herkese
işlediği günah ve isyanı kadar azap vardır. Azabı en az olan kimseden,
bu azabın kaldırılması karşılığında dünya ve içindekilerinin tamamının
verilmesi istenseydi elbette verirdi.
Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü azap
göreceklerin en az azaba uğratılacak olanına ateşten bir çift ayakkabı
giydirilir. Öyle ki, onların hararetinden beyni kaynayacaktır."302
Şimdi azabı hafifletilenlere bak ve azabı pek çetin olanların halini bir
düşün! Şayet cehennem ateşinin azabından şüphe duyuyorsan
parmaklarını yaktığın ateşe yaklaştır ve acının şiddetini ondan ölç. Şunu
da bil ki yaptığın bu kıyaslamada muhakkak hataya düşeceksin. Zira
dünya ateşi cehennem ateşine asla benzemez, kıyas kabul etmez. Fakat
dünyada yapılabilecek en ağır ceza ateşle uygulanabileceğinden
cehennem ateşinin azabı ancak bu yolla bilinebilir. Eyvah ki eyvah
bizlere! Şayet cehennem ehli şu dünya ateşi gibi bir ateş bulsalardı,
cehennemin ateşinden kurtulmak için onun içine dalarlardı.

CEHENNEM ATEŞİNİN MAHİYETİ


Bazı haberlerde cehennemli ilgili şu bilgiler anlatılmıştır: "Dünya ateşi
tam yetmiş kere rahmet suyuyla yıkanmıştır ve insanların tahammül
edeceği seviyeye inmiştir." 303
302 Müslim, imân, 361; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/432; Heysemî,
Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 2617; Hâkim, el-Müstedrek, 4/580.
303 Biraz farklı lafızlarla bk. ibn Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 2/244; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7463.
244
ÖLÜM ve SONRASI
Resûlullah (s.a.v) cehennem ateşinin durumunu şöyle anlatmıştır:
"Allah Teâlâ ateşe, kıpkırmızı olana kadar tam bin yıl yanmasını emretti.
Ardından bin yıl daha yanmasını emretti; öyle ki ateş bembeyaz kesildi.
Sonra bin yıl daha yanmasını emretti ve simsiyah oldu. Şimdi siyah ve
karanlıktır. "304
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ateşi rabbine şikâyette bulundu: 'Ey rab-bim! Ben
hararetimden kendimi yiyecek duruma geldim' dedi. Yüce Allah da iki
defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın olur.
Karşılaşmış olduğunuz çok şiddetli sıcak ve sizi en çok üşüten zemheri
soğuğu işte cehennemin rahatlamak için nefes almasıdır."305
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Kâfirlerden, dünyada en çok zevk ve safa içinde yaşayanı getirilir ve,
'Onu ateşe daldırın' denilir. Adam ateşe daldırılıp çıkarıldıktan sonra,
'Orada herhangi bir nimet ve rahatlık görebildin mi?' diye sorulur. Adam,
'Hayır' diye cevap verir. Sonra dünyada en çok zarar görmüş ve
haksızlığa uğramış biri getirilir ve, 'Onu cennete daldırın' denilir.
Çıkarıldıktan sonra, 'Cennette hiçbir zarar ve sıkıntı çektin mi?' diye
sorulur. O da,'Hayır' cevabını verir."306
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Bir mescidde yüz bin ya da daha fazla kişi
olsa ve aralarında da cehennemliklerden
304 Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 554, 555; ayrıca bk. Tirmizî, Sıfatü
Cehennem, 8; ibn Mâce, Zühd, 38; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhtb, nr. 5371;
Hatib-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5673.
305 Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 10, Mevâkît, 9; Tirmizî, Cehennem, 9; ibn Mâce,
Zühd, 38; Mâlik, el-Muvatta, Vukût, 27-28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/238, 277, 462.
306 Bu mânadaki bir hadis için bk. Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 55; ibn
Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/203; Zühd, nr. 129;
Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4404;
İMAM GAZÂLÎ
245
biri bulunsa ve bu kişi bir kere nefes alsa, onun nefesinin hararetinden
mesciddeki bütün insanlar ölürdü."307
Âlimlerden biri, "Orada ateş yüzlerini yakar"308 âyetinin tefsirinde şöyle
demiştir: "O cehennemin ateşi bir kere onlara vurduğunda kemiklerinde
hiç et kalmaz, topuklarına kadar sıyrılır."

CEHENNEM HALKININ AĞLAYIŞLARI

Şimdi de cehennem ehlinin cehenneme ilk atıldıkları vakit ağlayışlarını,


feryadü figanlarını, mahvolduk, işimiz bitti diye bağırışlarını düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"O gün cehennem yetmiş bin yularla ve her yularda da onu çeken yetmiş
bin melekle beraber getirilir."309
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Cehennem ehline bir ağlama verilir. Öyle ağlarlar ki gözyaşları tükenir.
Ardından kan ağlarlar. Öyle ağlarlar ki yüzlerinde yarıklar meydana gelir.
Şayet onlardan akan bu göz yaşlarında gemiler yüzdürülse elbette
yüzerdi."310
Onların ağlamalarına, vahlanmalarına, feryadü figanlarına, "Vay başımıza
gelenlere, mahvolduk, helak olduk" demelerine izin verildiği sürece bir
rahatlama hissederler, ancak buna da mani olunur.
Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî (rah) anlatıyor: Cehennem ehlinin beş
duası vardır. Allah Teâlâ bunların dört ta-
307 Bir hadis-i şerif olarak bk. ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4667;
Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 39540; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb,
nr. 5367; Ebû Ya'lâ, Müs-ned, nr. 6670; Bezzâr, Müsned, nr. 3499;
308 Mü'minûn 23/104.
309 Müslim, Cennet, 39; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 1; Hâkim, el-
Müstedrek, 4/595.
310 ibn Mâce, Zühd, 38; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5434, 5435;
Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 4134; Hâkim, el-Müstedrek, 4/605.
246
ÖLÜM ve SONRASI
nesine cevap verir. Beşinci duayı yapmaya kalkıştıklarında artık
konuşamaz olurlar:
1. Onlar derlerdi ki: "Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz
de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mı
derler."311
Bunun üzerine Allah (c.c) cevap olarak onlara der ki: Tek Allah'a ibadete
çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca (bunu) tasdik
ederdiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır."312
2. Sonra onlar, "Ey rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de
senin davetine uyalım ve peygamberlerine tâbi olalım"'313 derler¦.
Allah Teâlâ onlara, "Daha önce sizin için bir zeval olmadığına (öldükten
sonra diriltilmeyeceğinize) yemin etmemiş miydiniz?"3U diye cevap verir.
3. Cehennemlikler, "Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi
işler yapalım"315 derler.
Allah (c.c) onlara, "Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar
bir ömür vermedik mi? Hem size bir uyarıcı da gelmişti. (Ona niçin
inanmadınız) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur"316 diye
cevap verir.
4. Onlar, "Rabbimiz! Azgınlığımız bizi aldattı; biz, sapıklar topluluğu idik.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek,
artık belli ki biz zalim insanlarız"317 diye dua ederler.
311 Mü'min 40/11.
Birinci ölüm, dünya hayatının sonunda, ikinci ölüm ise kabirde ilk
sorgulama yapıldıktan sonra meydana gelecektir. Buna göre birinci
dirilme kabirde sorgulama için, ikinci dirilme ise kıyametten sonra ebedî
hayat içindir.
2 Mü'min 40/12.
3 ibrahim 14/44.
4 ibrahim 14/44. 15 Fâtır 35/37.
Fâtır 35/37. Mü'minûn 23/106-107.
İMAM GAZÂLÎ
247
Allah (c.c) o kâfirlere şöyle cevap verir: "Alçaldıkça al-çalın orada!
Benimle konuşmayın artık!"318
Cehennem ehli Allah'ın (c.c) bu hitabının ardından bir daha ebediyen
konuşamazlar. Gerçekten bu durum, azap olarak en şiddetli olanıdır.
İmam Mâlik b. Enes (rah) anlatıyor:
Zeydb. Eşlem, "Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, farketmez. Çünkü
bizim için-sığmacak bir yer yoktur"319 âyetinin tefsirinde demiştir ki:
"Onlar yüz yıl sabrederler, yüz yıl sızlanırlar. Sonra yüz yıl daha sabır
gösterirler ve derler ki: Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir,
farketmez. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü ölüm semiz bir koç suretinde getirilir ve cennet ile
cehennem arasında kesilir. Sonra, 'Ey cennet ehli! Ölümsüz olarak orada
ebediyen kalın' denilir. Sonra cehennemliklere, 'Ey cehennem ehli!
Ölümsüz olarak orada ebediyen kalın' denilir."320
Hasan-ı Basrî (rah) der ki: "Cehennemden bin sene sonra bir adam
kurtulacak; keşke o kimse ben olsam!"321
Hz. Hüseyin (r.a) evinin bir köşesinde oturmuş ağlarken görenler, neden
ağladığını sordular. Hz. Hüseyin (r.a), "Allah Teâlâ'nın beni ateşe atıp da
ardından hiç önemsemeyeceğinden endişe ederim" cevabını verdi.
318 Mü'minûn 23/108.
319 ibrahim 14/21.
320 Buhârî, Tefsir, 19; ibn Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/261, 377; Hâkim, el-Müstedrek, 1/83; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7450.
321 Hasan-ı Basrî'nin bu sözü şöyle de rivayet edilmiştir: "Ey rabbim!
Eğer oraya günahlarım ve kusurlarım sebebiyle girmem gerekiyorsa,
beni oradan kırk bin sene sonra (yâ hannân yâ mennân diyerek) kurtulan
kuldan eyle!"
248
ÖLÜM ve SONRASI
İşte, kısaca'bunlar, cehennem azabının sınıflarıdır. Yoksa onun gam,
keder, üzüntü ve hasret verici azaplarının bir sonu yoktur.
Cehennem ehline en büyük ve en ağır gelen şeylerin başında, çektikleri
azapla beraber kaçırdıkları cennet nimetlerinin içlerinde bıraktığı hasret,
Allah'a kavuşamama ve onun rızâsından mahrum kalmanın üzüntüsü
vardır. Çünkü onlar, bütün bunların hepsinin değersiz birkaç dirheme,
günleri sayılı olan şu dünyanın hakir ve zelil şehvetlerine satmışlardı.
Sonra onlar keder ve üzüntü içinde, "Bu ne büyük bir hüsran ne büyük bir
hasrettir ki, rabbimize isyan ederek nasıl kendimizi helak ettik! Şu günleri
sayılı olan dünyada, rabbimizin bize yüklediği mükellefiyetleri nasıl
yapamadık! Biraz olsun sabretseydik şimdi o günler bitmiş ve âlemlerin
rabbinin huzurunda olacak, O'nun rızâsını ve hoşnutluğunu tadıyor
olacaktık" derler.
Hakikaten bu, ne büyük bir pişmanlık ve ne büyük bir hasrettir. Giden
gitmiş, iş işten geçmiş, felâkete saplanıp kalmışlardır. Dünya
nimetlerinden ve zevklerinden yanlarında hiçbir şey kalmamıştır.
Sonra onlar, eğer cennet nimetlerini görmeseler hasret ve hüsranları bu
kadar büyük olmazdı. Ancak bu nimetler ve cennet ehlinin zevkü safası
onlara bizzat gösterilir. Re-sûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle
buyurmuştur:
"Kıyamet günü cehennemliklerden bazılarının cennete getirilmesi
emredilir. Cennete doğru yaklaşıp cennetin kokuları burunlarına gelmeye
ve saraylarını seyretmeye başladıklarında,
'Onları geri çevirin, çünkü onların bunlardan bir nasibi yoktur" denilir ve
gelmiş geçmiş hiçbir mahlûkatın tatmadığı, hissetmediği bir hüsranla
geri dönerler ve,

İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
!49
'Ey rabbimizl Dostların için hazırladığın nimetleri ve mükâfatı
göstermeden önce bizi cehenneme atsaydm, elbette bu bizim için daha
hafif (bir azap) olurdu' derler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Ey isyankârlar! Ben de sizlere böyle bir azap çektirmeyi istedim. Çünkü
sizler yalnız kaldığınızda büyük günahlar işliyor, insanlar içine
karıştığınızda, bana karşı göstermiş olduğunuz itaatin tam aksine onlara
karşı riyakâr tavırlar gösterip, saygı ve hürmetlerde bulunuyordunuz.
Onlardan korktuğunuz ve sakındığınız kadar benden korkup
sakınmadınız. Onları gözünüzde büyüttüğünüz kadar beni büyük
görmediniz.
İnsanlar için terkettiklerinizi benim için terketmediniz. Şimdi, sizleri
ebedî mükâfattan mahrum etmekle birlikte bu elem verici azapla
cezalandırıyorum."322
Ahmed b. Harb (rah) der ki: "Güneşe karşı gölgeliği tercih ederken
cehennemin yanında cenneti tercih etmeyiz." Hz. İsâ (a.s) der ki: "Nice
sağlam bedenler, nice güzel yüzler ve nice fasih diller vardı ki, yarın
cehennemin tabakaları arasında feryadü figan edecektir."
Ey zavallı! Şimdi otur da bu tehlikeleri ve felâketleri bir düşün! Şunu da
bil ki, Allah Teâlâ cehennemi, onun bütün felâketlerini, oraya girecekleri
artmayacak ve eksilmeyecek bir şekilde yaratmıştır. Bu olmuş bitmiş ve
hükme bağlanmış bir iştir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "
(Resûlüm!)Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü
onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken
(bakarsın) iş olup bitmiştir."^
322 ibn Kânî', Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 592; Heysemî, Mecmaul-Bahreyn,
nr. 4947- Ta-berânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/85-86.
323 Meryem 19/39.
>50
ÖLÜM ve SONRASI
Yemin ederim ki, bu âyet-i kerime ile kıyamet gününe işaret edilmiştir.
Belki de ezelde yazılı olana! Fakat yazılmış olan hüküm kıyamette ortaya
çıkacaktır.
Şayet, nereye gideceğim, nereye varacağım, akıbetim ne olacak diye
sorarsan ve bilmek istersen, bunun bazı alâmetleri, hoşuna gidecek
belirtileri ve umutlarını tasdik edecek emareleri vardır.
O da senin, şöyle bir durumuna ve amellerine bakman-dır. Zira herkes
kolayına geleni yapma sıfatında yaratılmıştır. Eğer hayır hasenat yolları
sana koiaylaştırılmışsa sevin; çünkü ateşten uzaksın demektir.
Şayet, ne zaman bir hayır yapmak istesen önüne engeller çıkıyor ve seni
o hayırdan uzaklaştırıyor ve bir kötülük yapmak istediğinde onun yolları
sana kolaylaşıyorsa, bil ki verilen hüküm aleyhinedir. Bu aynen yağmurun
bitkilerin büyümesine, dumanın da ateşin varlığına bir delil olması gibi
bir şeydir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İyiler muhakkak cennette, kötülerde
cehennemdedir."324
Bu iki âyet-i kerimeye iyi bak; kendinin'cennet ehlinden mi yoksa
cehennem ehlinden mi olduğunu anlarsın.
Allah (c.c) en iyisini bilir.
324 infitâr 82/13-14.
İMAM GAZALİ
251

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

CENNET

CENNET NİMETLERİNİN MAHİYETİ ye ÇEŞİTLERİ

Bil ki felâketlerini, kederlerini, üzüntü ve acılarını öğrendiğin bu


cehennem diyarının karşısında başka bir yurt olan cennet vardır. Onun
insana neşe ve sevinç veren ebedî nimetlerini düşün! Zira bu iki yurdun
birinden uzaklaşanın diğerine düşmesi kesindir.
Cehennem ehli için hazırlanan dehşet ve felâketleri düşünerek kalbine
onu korkularını yerleştir ve cennet ehli için vaad olunan o nimetleri
düşünerek ümit bağlarını kuvvetlendir. Korku kamçısını nefsine tattır ve
ümit yularıyla kendini doğru yola çek. Ancak böylelikle o büyük ve ebedî
nimete kavuşur ve acıklı olan azaptan kurtulabilirsin.
Cennet ehlini düşün! Yüzlerinde parlayan cennet nimetlerinin verdiği
parıltıyı, misk kokan içeceklerden içtiklerini, nefis beyaz incilerden
yapılmış konutlar içinde kırmızı yakuttan yapılma minberlerde
oturduklarını tefekkür et. Onlar cennette, harikulade güzellikteki yeşil
halılar üzerinde yastıklarına yaslanarak şarap ve bal akan ırmakları
seyrederler.
Etraflarını gılmanlar, vildanlar ve yüzü güzel, huyu güzel huriler sarmıştır.
Onlar bembeyaz bedenleri, kırmızı
252
ÖLÜM ve SONRASI
dudak ve yanaklarıyla âdeta yakut ve mercan gibidirler. Onlara daha
önce hiçbir insan ve cin el sürmemiştir. O huriler cennetin katmanları
arasında gezinirler. Çalımlarıyla yürüdüklerinde şallarını yetmiş bin
vildan omuzlar. Üzerlerinde beyaz ipekten çok güzel elbiseler vardır.
Onları gören gözler hayret ve dehşet içinde kalır. Başlarındaki taçları inci
ve mercanlarla kaplıdır. Nazlı, cilveli ve güzel kokuludurlar. Yaşlanmaz ve
hastalanmazlar. Cennet bahçelerinin içinde, yakuttan yapılmış köşkler
içinde örtünmüş sahiplerini beklemektedirler. Gözleri kocalarından
başkasını görmez.
Sonra onlara ve hizmetçilerine, kâseler ve ibrikler içinde bembeyaz
pınarlardan alınmış, içenlere lezzet veren içecekler ikram edilir.
Kendilerine hizmette bulunmaları için âdeta saklanmış inciler misali
hizmetçiler ve vildanlar emirlerine verilir. Bunların hepsi işledikleri sâlih
amellerinin mükâfatıdır.
Onlar güvenilir bir yerde; cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve
yüce Allah'ın huzurunda hak meclisin-dedirler. Orada pek kerîm olan
Allah'ın cemâline bakar dururlar. Nimetin verdiği nurun ışıltısı yüzlerinde
görülmektedir. Artık onlara ne bir toz konar ve ne de bir zillete duçar
olurlar. Aksine artık onlar pek kıymetli kullardır. Rablerinin onlara vaad
ettiği nimetler her taraflarından onlara gelir. İstedikleri her şey
ebediyea.elleri altındadır.
Onlar orada korkmazlar ve üzülmezler. Zamanın geçip gitmesi onları
tedirgin etmez.
Onlar cennetin nimetlerinden diledikleri gibi istifade ederler; onun
lezzetli yiyeceklerinden yerler. Kimi zaman süt, kimi zaman bal ve bazan
da taşı toprağı altın ve incilerden oluşan nehirlerden içerler.
İMAM GAZALİ
Şaşılacak şeydir doğrusu! Şu vasfı, mahiyeti belli olan cennete
güvendiği, onun ehlinin ölmeyeceğine kesin inandığı, en ufak bir
bahçesinde dahi felâket ve musibetin olmadığını, ehlinin
değişmeyeceğini ve yaşlanmayacağını bildiği halde insan, nasıl olur da
harap olması mutlak şu fâni dünyaya muhabbet gösterir!
Yeminle söylüyorum ki, cennette sadece ölümden, aç-' lıktan ve
susuzluktan emniyette olmakla birlikte beden se-. lâmeti de bulunsaydı,
bunlar bile dünyayı terk etmeye sebep olarak yeterdi.
O cennet nasıl tercih edilmesin ki! Oranın halkı emniyet ve güven
içindeki padişahlar gibidir. Bütün neşe ve eğlence verici şeylerden
istifade ederler. Orada hoşlarına giden her şey mevcuttur. Onlar her gün
arşın önünde kerîm olan Allah'ın cemâlini seyrederler. Cennetin
nimetlerinde göremediklerini O'nun cemâlini seyredince elde ederler ve
başka bir şeye iltifat etmezler.
Onlar önlerinden nimetlerin yok olup gitmeyeceğinden emin bir şekilde
cennetin nimetleri arasında gezinip dururlar. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü bir melek şöyle seslenir: Artık burada hep yaşayacak ve
hiç ölmeyeceksiniz. Daima sıhhatli olup hiç hasta olmayacaksınız. Hep
genç kalıp asla yaşlanmayacaksınız. Her zaman refah içerisinde olup
asla ümitsizliğe düşmeyeceksiniz."
(Bu hadisi şerif, şu âyet-i kerimede anlatılan mânadır:) "Ve onlara
(cennetliklere) şöyle seslenilir: İşte bu, amelleriniz sebebiyle
kazandığınız cennettir.
'325
325 Müslim, Cennet, 22; Tirmizî, Tefsir, 40; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
11183; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/319.
254
ÖLÜM ve SONRASİ
Ne zaman cennet ve onun vasıflarını öğrenmek istersen Kur'ân-ı Kerîm
oku! Zira cennet hakkında Allah ve Re-sûlü'nün beyanlarından başkası
doğru olmaz.
Cennetin mahiyeti ve vasıfları hakkında daha fazla bilgi edinmek
istersen Rahman sûresinin kırk altıncı âyeti olan, "Rabbinin huzurunda
durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetinden başlayarak bu
sûrenin sonuna kadar oku. Ayrıca Vakıa sûresi de bu konuda
açıklamalar verilmektedir.
Eğer bu hususta hadis ve haber gibi kaynaklardan daha fazla tafsilât
elde etmek istersen, önce kısaca bahsettiklerimiz üzerinde iyice düşün
sonra detayına gir.

CENNET EHLİNİN VASIFLARINI ve HALLERİNİ ANLATAN DİĞER


HABERLER

Üsâme b. Zeyd'den rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v)


ashabına şöyle buyrumuştur:
"Dikkat edin, cennete ulaşmak için bütün gücüyle gayret edenler var mı?
Cennet kendisinden korkulacak, sakınılacak bir yer değildir. Kabe'nin
rabbine yemin olsun ki cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan,
yüksek bir saray, akan bir nehirdir. Orada bolca olgun meyveler, güzel,
süslü ve etrafına neşe saçan eşler, ebedî kalınacak olan bir makamdaki
nimetler, yüksek, sağlam, güvenli ve aydınlık yurtlar vardır."
Bunları dinleyen sahabeler, "Öyleyse bizler cennete girmek için var
gücümüzle çalışırız" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v), "İnşallah
deyin" buyurdular ve akabinde cihattan söz edip ona teşvik ettiler.326
' ibn Mâce, Zühd, 39; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7381; Begavî, Şerhu's-
Sünne, nr. 4386; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 388.
İ Î
İMAM GAZALÎ
255
Adamın biri Resûlullah'ın (s.a.v) yanına gelerek, "Yâ Resûlallah! Cennette
at var mıdır? Zira ben atları çok seven biriyim" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Eğer atları gerçekten çok seviyorsan sana orada kırmızı yakuttan bir at
verilir ve onunla cennette dilediğin yere uçarsın" buyurdular.
Bunun üzerine başka biri, "Yâ Resûlallah! Cennette deve var mıdır?
Çünkü ben de develerden çok hoşlanıyorum" dedi. Resûlullah (s.a.v)
şöyle cevap verdi:
"Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen canının çektiği ve gözünün
aradığı her şeyi bulabilirsin."327
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şayet cennet ehlinden biri, çocuk sahibi olmak isterse, ona dilediği
güzellikte ve surette bir evlât verilir. Onun bu isteği üzerine eşi o anda
hamile kalır, doğurur ve dilerse o çocuk o saatte genç bile olur."328
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Artık cennet halkı cennetteki yerlerine yerleştikleri zaman dostlar
birbirlerini görmeyi arzularlar. Bunun üzerine oturdukları tahtları
(aradıkları dostlarını bulmak üzere) onları gezdirmeye başlar. Bir müddet
sonra birbirlerini bulurlar ve dünyada aralarında geçenleri konuşmaya
başlarlar. Sonra biri,
'Kardeşim, hatırlasana! Hani o gün beraber oturup konuşmuştuk ve
ardından Allah'a bizi bağışlaması için dua etmiştik de O'da bizi
bağışlamıştı' der."329
327 Tirmizî, Sıfatü Cennet, 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/352;
Tayâlisî, Müsned, nr. 843; Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 6700.
328 Tirmizî, Sıfatü Cennet, 23; ibn Mâce, Zühd, 39; Müttakî-i Hindî,
Kenzü'l-Ummâl, nr. 39326.
329 ibn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 21/170; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-
Evliyâ, 8/52; Ac-lûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/71 (nr. 197).
256
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALÎ
257
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkının bedenlerinde tüy ve bıyık yoktur. Sakalları da bulunmaz.
Tenleri beyaz, yapıları düzgün ve gözleri sürmelidir. Otuz üç
yaşındadırlar ve Âdem'in (a.s) sûretindedirler, yani boyları altmış zira
(yaklaşık otuz metre), enleri ise yedi zirâdır (üç buçuk metre)."330
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehlinden en düşük dereceye sahip olan kişinin seksen bin
hizmetçisi ve yetmiş iki hanımı olur. Onun için San'a (Yemen) ile Câbiye
(Dımaşk) arası büyüklüğünde yakut, mücevher ve incilerden müteşekkil
bir kubbe dikilir. Bu hanım ve hizmetçilerinin her birinin başında taçlar
bulunur ve bu taçlardaki en ufak inci tanesi doğu ile batı arasını
aydınlatacak kadar güzeldir."331
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Mi'rac gecesi) cennete baktığımda deve sırtı gibi büyük narlar gördüm.
Kuşları da iri ve gösterişli idi. O sırada bir câriye gözüme ilişti. Ona, 'Ey
câriye! Sen kimin içinsin?' diye sordum. 'Zeyd b. Harise için' dedi. O vakit
cenneti seyrettiğimde, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği
ve hiçbir insanın aklına gelmeyecek güzellikler gördüm."332
Kâ'b Ahbâr (rah) demiştir ki: "Allah Teâlâ Âdem'i (a.s) kendi eliyle yarattı.
Tevrat'ı kendi eliyle yazdı. Cenneti kendi eliyle donattı. Sonra ona konuş
dediğinde cennet, 'Müminler gerçekten kurtuluşa ermiştir' dedi." İşte
bunlar cennetin sıfatlarıdır.
530 Tirmizî, Sıfatu Cennet, 12; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/295;
Taberânî, el-Mu'ce-mü's-Sagir, nr. 809.
331 Tirmizî, Sıfatu Cennet, 23; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 6548.
332 ibn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 19/371, 372; ayrıca bk. Müttakî-
i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 33299, 33302.

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ALLAH TEÂLÂ'NIN CEMÂLİNİ SEYİR

Allah Teâlâ Kitâb-ı Mübîn'inde, "Güzel davrananlara daha güzel karşılık,


birde fazlası vardır"333 buyurmaktadır.
Bu fazlalıktan maksat Allah Teâlâ'nın cemâlini seyretmektir ki, bu da
cennet ehline cennetin bütün nimetlerini dahi unutturan büyük bir hazdır.
Biz bu konunun ayrıntılarına "Muhabbet" kitabında değinmiştik. Bu
hususta bid'atçıların inandıklarının tam aksine kitap ve sünnetten birçok
delil getirmek mümkündür.
Cerîr b. Abdullah Bücelî (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) bir dolunay
gecesi, aya baktı ve şöyle buyurdu:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve
O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek).
Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiçbir namazı kaçırmayın
(namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."33A
Cerîr der ki: Resûlullah, sonra şu âyeti okudu:
"Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile teşbih
eti"335
333 Yûnus 10/26.
334 Buhârî, Mevâkîtü's-Salât, 6, 26, Tefsîr, Kaf 1, Tevhîd, 24; Müslim,
Mesâcid, 211; Ebû Davud, Sünnet, 20; Tirmizî, Cennet, 16.
335 Tâhâ 20/130.
ÖLÜM ve SONRASI
Müslim Sahîrf'mde Suheyb b. Sinan'dan şu rivayeti aktarır:
Resûlullah (s.a.v), "Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası
vardır"336 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkı cennete, cehennem halkı da cehenneme
girdiği zaman bir münadi,
'Ey cennet ehli! Allah Teâlâ'nın size bir vaadi var. Onu yerine getirmek
istiyor' diye seslenir. Bunun üzerine cennet ehli, 'O vaadde nedir? Allah
Teâlâ tartılarımızı (rahme-tiyle) ağırlaştırmadı mı? Yüzlerimizi ak etmedi
mi? Bizleri cehennemden kurtarıp cennetine koymadı mı? (Bizlere daha
ne gibi bir vaadi olabilir ki?)' derler.
Derken perde kaldırılır ve cennet halkı Allah'ın cemâlini seyrederler.
Onlara yüce rablerinin cemâlini seyretmekten daha büyük bir nimet
verilmemiştir."337
Yüce Allah'ın cemâlinin görülmesi hakkında sahabeden pek çok kişi
hadis rivayet etmiştir.
Allah Teâlâ'nın görülmesi bir kula hediye edilen nimetlerin en yücesi ve
en güzelidir. Anlattığımız cennet ehline cennette verilecek bütün
nimetler bu nimetin yanında unutulur, iltifat edilmez. Cennet ehlinin
Allah'ı görmeleriyle başlayan bu nazlarının bir sonu yoktur, o hiç
tükenmez. Hatta cennet nimetlerinin hiçbiri bu nimete kıyas dahi
edilemez. Bu konuyu İhyâ'mn "Muhabbet", "Şevk" ve "Rıza" kitaplarında
uzun uzadıya işlediğimizden sözü burada kesmek istiyoruz.
Sil. 297; Tir.izî, Cenn* 16 (nr. ,552); Ibn Mâca, Zühd, 13; Tayâlis,, Müsned,
nr. 1411; Bezzâr, Müsned, nr. 2087.
İMAM GAZAL
259

ON BEŞİNCİ BÖLÜM

ALLAH'IN RAHMETİNİN GENİŞLİĞİ

Kitabımızın {İhyâü Ulûmi'd-Dîn) bu son kısmını hayırlara vesile olması,


bereket ve feyiz getirmesi temennisiyle Allah'ın rahmetinin enginliğini
anlatan bir konu ile tamlamayı umut ediyoruz.
Resûlullah (s.a.v) işittiği şeyleri hayra ve uğura yormayı severdi.
Bizi kurtarmaya yetecek kadar amelimiz olmadığından hiç olmazsa bu
hususta Resûlullah'a tâbi olmalıyız. İşte bu sebeple, kitabımızı Allah'ın
rahmetini işleyen bir konu ile bitiriyoruz ve dünyada ve âhirette de
akıbetimizin hayırla son bulmasını ümit ediyoruz.
Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını
(günahları) dilediği kimse için bağışlar."33S
"(Resulüm) De ki: Ey nefislerine kötülük ederek haddi aşan kullarım!
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları
bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."339
338 Nisa 4/48.
339 Zümer 39/53.
260
ÖLÜM ve SONRASI
"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan
mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici olarak bulur."340
Bu ve yazdığımız diğer bütün kitaplarımızda, ayağımızın sürçtüğü,
kalemimizin kaydığı her şey için Allah'tan af ve mağfiret diliyoruz.
Sözlerimizin amellerimize uymadığı hususlardaki kusurlarımızdan ötürü
Allah'tan mağfiret diliyoruz.
İlim ve basiret ile Allah'ın dini hususunda iddia ettiğimiz ve ortaya
koyduğumuz meselelerdeki kusurlarımızdan dolayı O'ndan mağfiret
diliyoruz.
O'nun rızâsını elde etmek uğruna, kazandığımız ilmin ve yaptığımız
amelin içine, rızâsının olmadığı bir şeyler karışmışsa, bu kusurumuzdan
dolayı da af ve mağfiret diliyoruz.
Allah için yapmaya söz verdiğimiz, ancak daha sonraları nefsimiz
sebebiyle ifa edemediğimiz borçlardan ötürü bağışlanmayı istiyoruz.
Bize kendisine şükretmemiz için verdiği, ancak ona isyan yolunda
kullandığımız nimetlerden ötürü bağışlanmayı ümit ediyoruz.
Esasen sahip olduğumuz her türlü noksanlık, kusur, açık ve gizli
hatalarımızdan bağışlanmayı istiyoruz.
Bizi tehlikeye götüren her türlü yapmacık davranıştan ve insanlara süslü
göstermek için kitaba yazdığımız her kelimeden, konuştuğumuz her
sözden ve bu türden faydalandığımız veya faydalandırdığımız her
ilimden Allah'a sığınıyoruz.
Bu istiğfarlarımızdan sonra; kendimize, bu kitabı ibret ve istifade üzerine
okuyanlara, onu yazanlara ve onda
340 Nisa 4/110.
İMAM GAZALİ
261
olanları dinleyenlere, Allah'ın rahmet ve mağfiretini ihsan edeceğini,
görünen ve görünmeyen tüm günahlarımızı affedeceğini ümit ediyoruz.
Çünkü O'nun engin ihsan ve merhameti, geniş rahmeti ve cömertliği
(mümin, müslü-man) mahlûkatınm her sınıfının üzerine âdeta bir
yağmur gibi akmaktadır. Zira bizler, Allah'ın (c.c) mahlûklarından biriyiz
ve O'na ancak O'nun fazi ve keremiyle ulaşabiliriz. Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyuruyor:
"Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya böldü ve ondan bir tanesini insanlar,
cinler, kuşlar ve hayvanlar arasında paylaştırdı. İşte bu tek parça
sayesindedir ki mahlûkat birbirlerine şefkatli ve merhametli davranır.
Allah (c.c) geri kalan doksan dokuz rahmetini ise kıyamet günü mümin
kullarına ihsan edecektir."341
Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ kıyamet günü arşın altında bir kitap
çıkarır. O kitapta şöyle yazılıdır: "Muhakkak ki rahmetim gazabımı
geçmiştir. Ben merhamet edenlerin en merhametlisiyimdir."
Sonra cennete giren müminler kadar cehennemde azap görmeyi hak
etmiş müminler de çıkarılır.342 Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ kıyamet günü mümin kullarına, gülerek tecelli eder ve
onlara, 'Ey müslümanlar topluluğu! Muhakkak ki sizlerden her birinizin
ateşteki yerine biryahudi ve hıris-tiyan koydum' buyurur."343
341 Müslim, Tevbe, 19, 20; ibn Mâce, Zühd, 35; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 2/434; ib-nü'l-Mübârek, Zühd, nr. 842; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr.
4179.
342 Buhârî, Tevhîd. 55; Müslim, Tevbe, 14; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
7750; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/242, 257, 358.
343 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/407; ayrıca bk. Müslim, Tevbe, 50;
Ebû Ya'lâ, Müs-ned, nr. 7281; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 630.
ÖLÜM ve SONRASI
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlû kıyamet günü Âdem'e
(a.s), zürriyetinden bir katrilyondan çok daha fazla kişiye şefaat etme
yetkisi verir."(tm)
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Allah (c.c)
müminlere, 'Bana kavuşmayı istemiş miydiniz?' diye sorar. Müminler,
'Eyrabbimiz, evet istemiştik'diye cevap verirler. Allah (c.c), 'Neden?' diye
sorar. Müminler, 'Çünkü senin affını ve mağfiretini umuyoruz' derler.
Bunun üzerine Allah (c.c), 'O halde ben de sizlere mağfiretimi gerekli
kıldım' der ve onları bağışlar."345 Nebi (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günün Allah azze ve celle, 'Beni bir gün olsun zikredeni veya
benden korkanı cehennemden çıkarın' buyurur."3*6
Resûlullah'ın (s.a.v) kıyamette müminlerin kurtuluşu hakkında anlattığı
bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Cehennemde devamlı azap çekmeye müstahak olmuş cehennem ehli
insanlar bir araya toplandıklarında; aralarında Allah'ın dilediği bazı kıble
ehli (müslüman) kimseleri gördükleri zaman,
'Cehennemde ne işiniz var? Sizler müslüman değil miydiniz?' diye
sorarlar. Onlar, 'Evet, bizler müslümandık' diye cevap verirler. Kâfirler, 'O
zaman müslüman olmanızın size bir faydası olmamış; sizler de bizimle
beraber ateştesiniz' derler. Müminler,
344 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6836; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb,
nr. 5333; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/381.
345 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/238; İbnü'l-Mübârek, Zühd, nr. 262;
ibn Ebü'd-Dün-yâ, Hüsnü'z-Zannı Billah, nr. 10.
346 Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 9; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/276;
Hâkim, el-Müs-tedrek, 1/70; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 1843.
İMAM GAZALÎ
263
'Bizim günahlarımız vardı; onların cezasını çekiyoruz' diye cevap verirler.
Cehennem ehlinin bu konuşmalarını işiten Allah (c.c), orada bulunan
bütün kıble ehli (müslü-manlan) lutfu ve keremiyle bağışlayarak çıkarır.
İşte o zaman kâfirler, 'Keşke bizler de müslüman olsaydık'347 derler."348
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Allah (c.c) mümin bir kuluna, şefkatli bir annenin yavrusuna
gösterdiğinden daha fazla merhamet eder."349
Câbir b. Abdullah (r.a) der ki: "Sevapları günahlarından fazla olan kimse
hesapsız cennete gider. Sevapları ve günahları eşit olan kolay bir
hesabın ardından cennete gider. İşte, Resûlullah'ın (s.a.v) şefaati nefsine
zulmeden ve günah yükünün altında kalan ümmetinedir."350
Rivayet edildiğine Allah (c.c) Musa'ya (a.s) şöyle vah-yetmiştir:
"Kârûn senden yardım istediğinde ona yardım etmedin. İzzetime ve
celâlime yemin olsun ki, şayet o benden yardım isteseydi ona yardım
eder ve günahlarını bağışlardım."
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü arş tarafından şöyle bir ses gelir: Ben sizde olan
haklarımı size hibe ettim, bağışladım; geri kaldı sizin birbirinize olan
haklarınız. Onu da aranızda, birbirinize müsamaha göstererek helâl edin
ve rahmetimle cennete girin."3S1
347 Hicr 15/2.
348 Hâkim, el-Müstedrek, 2/242; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 869; ibn
Hibbân, es-Sa-hîh, nr. 7432; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 7/253.
349 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 377; 18; Müslim, Tevbe, 22; Taberânî, el-
Mu'cemü's-Sa-gîr, nr. 273.
350 Rivayetin son son kısmını bir hadis olarak görmek için bk. Tirmizî,
Sıfatü Kıyâme, 11; Ebû Davud, Sünnet, 23; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
3/213.
351 Irâkî, kendisinin bu hadisi, Ebü'l-Es'ad-ı Kuşeyrî'nin Subâiyyât adlı
eserinde rivayet ettiğini söyler. Ayrıca bk. Zebîdî, İthaf, 14/634-635.
264
ÖLÜM ve SONRASI
Bedevinin biri İbn Abbas'ın (r.a), "Siz bir ateş çukurunun tam kenarında
iken oradan da sizi O kurtarmıştı"352
âyetini okuduğunu işitince, "Vallahi, eğer Allah sizi oraya düşürmek
isteseydi kimse sizleri kurtaramazdı" dedi. Bu sözleri işiten İbn Abbas
(r.a), "Bunlar fakih olmayan birinin ağzından çıkan hikmetli sözlerdir;
bunları alın istifade
edin" dedi.
Sunâbihî (rah)353 anlatıyor: Ölüm döşeğinde yatmakta olan Ubâde b.
Sâmit'i ziyarete gittim. Onu gürünce ağladım. Ubâde,
"Dur biraz! Neden ağlıyorsun? Yeminle söylüyorum ki, biri hariç
Resûlullah'tan (s.a.v) işittiğim ne kadar hadis varsa hepsini size
anlattım. Şimdi onu da anlatmak istiyorum. Zira onu anlatmamak bana
ağırlık vermeye başladı. Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:
'Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun
peygamberi olduğunu şahitlik ederse, Allah (c.c) cehennem ateşini ona
haram kılar.'"354
Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) naklediyor: Resulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle
buyurdu:
"Allah Teâlâ kıyamet günü (mizanın önünde) ümmetimden bir adamı
seçerek bütün mahlûkatın önüne çıkarır. Ardından içinde yaptığı
amellerin kayıtlı bulunduğu doksan dokuz defter önüne serilir. Her birinin
büyüklüğü ve uzunluğu gözünün alabildiğine geniş ve uzundur. Allah
(c.c) bu kuluna,
352 Âl-i imrân 3/103.
353 Abdurrahman b. Useyle-i Sunâbihî. Yemen'de Sunâbih adlı bir
kabileye mensuptur. Resulullah (s.a.v) zamanında müslüman olmuştu.
Resûlullah'ın beldesine hicret etmek üzere yola çıkmış, fakat Cuhfe'ye
ulaştığı sırada Resûlullah'ın vefat ettiği haberini almıştı (bk. İbnü'l-Esîr,
Üsdû'l-Gâbe, 3/137).
354 Müslim, imân, 47; Tirmizî, imân, 17; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5/318; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 202.
İMAM GAZALİ
265
'Bu defterlerde yazılı olan bir şeyi inkâr ediyor musun? İşlediklerini
yazmakla görevli meleklerim sana herhangi bir haksızlıkta bulunmuşlar
mı?' diye sorar. Adam,
'Hayır' diye cevap verir. Allah Teâlâ,
'Peki, bir özrün, mazeretin var mı?'der.
Adam yine, 'Hayır' cevabını verir. Allah Teâlâ,
'Bilakis, katımızda senin bir iyiliğin bulunmaktadır. Bugün hiç kimseye
zulüm ve haksızlık edilmez' buyurur. Sonra küçük bir kâğıt parçası
çıkarılır. İçinde, 'Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden Resulullah' yazılıdır. Adam,
'Ey rabbim, günahlarla dolu bunca defterin yanında şu küçük kâğıt
parçası ne fayda sağlar kil' der. Allah (c.c) yine,
'Bugün hiç kimseye haksızlık edilmez' buyurur. Sonra büyük büyük
defterler bir kefeye o küçük kâğıt parçası da bir kefeye konur. Küçük
kâğıt büyük defterlerden ağır gelir. Zira hiçbir şey Allah'ın isminden daha
ağır basa-
"355
maz.
Yine kıyameti ve sırat köprüsünü anlatan uzun bir ha-dis-i şerifin son
kısmında Resulullah (s.a.v) söyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü Allah Teâlâ meleklerine,
'Kalbinde bir dinar kadar da olsa iman bulunan kimseyi cehennemden
çıkarın' buyurur. Melekler de cehenneme giderek birçok insanı oradan
çıkarırlar ve,
'Ey rabbimiz, emrettiğiniz gibi orada kalbinde dinar ağırlığı kadar imanı
olan kimseyi bırakmadık; hepsini çıkardık' derler. Allah Teâlâ,
'Şimdi tekrar geri dönün ve kalbinde yarım dinar ağırlığınca iyilik
bulduğunuz kişileri de çıkarın' buyurur. Melek-
355 Tirmizî, imân, 17; ibn Mâce, Zühd, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/213; Hâkim, el-Müstedrek, 1/6; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5559.
266
ÖLÜM ve SONRASI
ler Allah Teâlâ'nın emrettiği gibi oradan birçok insanı çıkartırlar ve O'nun
huzuruna gelerek,
'Eyrabbimiz, senin dediğin gibi yaptık ve orada, kalbinde yarım dinar da
olsa iyilik (iman) bulunanları çıkardık' derler. Allah Teali,
'Tekrar geri dönün ve bu sefer kalbinde zerre ağırlığı kadar da olsa iyilik
(iman) bulunanları oradan çıkarın' buyurur. Bunun üzerine melekler
cehenneme geri dönerler ve oradan Allah Teâlâ'nın emir buyurduğu
vasıfta pek çok insanı çıkarırlar. Sonra Allah'ın (c.c) huzuruna gelerek,
'Ey rabbimiz, bize çıkarmamızı emrettiğin vasıfta olan hiçbir insanı orada
bırakmadık, hepsini çıkardık' derler."
Bu hadisi rivayet eden Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) der ki: Eğer bu hadise
inanmıyorsanız şu âyet-i kerimeyi okuyun:
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer
bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir) iyilik olursa onu katlar (kat
kat artırır), kendinden de büyük mükâfat verir."35e
Hadis-i şerif şöyle devam eder:
"Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, müminler şefaat etti.
Sadece merhametlilerin en merhametlisi ise kaldı' der. Ardından
hayatında hiç hayır işlememiş ve cehennemde yanmaktan kömür gibi
olmuş müminleri tutarak cennetin kapıları önünde bulunan ve hayat
suyu denilen bir suya batırır. Sonra onlar sel suyunun etrafta bıraktığı
tohumlar gibi çıkarlar. Dikkat etmez misiniz ki, taşların ve ağaçların
güneşe bakan kısımlarında biten otlar sarı ve yeşil olurken, gölgede
kalanlar beyaz olurlar.
356 Nisa 4/40.
İMAM GAZALÎ
267
Sahabeler hayretle,
'Ey Allah'ın Resulü! Sanki çölde hayvan otlatmış bir çoban gibi
anlatıyorsunuz' dediler. Resûlullah (s.a.v) anlatmaya devam etti:
İşte onlarda inci gibi bembeyazdırlar. Fakat alınlarında (cehennemden
geldiklerine dair) bir mühür vardır. Cennetlikler bu mühür sayesinde
onları tanırlar ve,
'Bunlar, Allah Teâlâ'nın hiçbir amel ve hayırları olmamasına rağmen
cennete soktuğu kimselerdir' derler. Allah (c.c) sonra bu kimselere,
'Haydi, cennete girin. Gördüğünüz her şey sizindir'der. Onlar,
'Ey rabbimizl Âlemde hiçbir kimseye nasip etmediğini bize verdin' derler.
Allah Teâlâ,
'Sizin için katımda bundan daha üstünü de var, der. Onlar,
'Ey rabbimizl Bundan daha üstün şey ne olabilir ki?' diye hayretle
sorarlar. Allah Teâlâ,
'Sizlerden razı olmam ve bundan sonra ebediyen size kızmamamdır'
buyurur."357

HESAPSIZ, SORGUSUZ SUALSİZ CENNETE GİRENLER

İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) yanımıza
çıkageldi ve,
"(Mahşer meydanı gözümün önüne getirildi ve) bütün ümmetler bana
gösterildi. Bazı peygamberler vardı ki yanında bir adamla, bazısı iki,
bazısı tek başına, bazısı da arkasında ufak bir toplulukla geçiyordu.
Sonra büyük bir
357 Hadisin tamamı için bk. Müslim, imân, 302; ayrıca bk. Buhârî, imân,
15; Rikâk, 51; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 10.
kalabalık gördüm. Onların benim ümmetim olmasını temenni ettim,
fakat, 'Onlar Musa (a.s) ve ümmetidir' denildi. Sonra, 'Şu tarafa baki'
denildi. O tarafa doğru baktığımda âdeta ufku kaplamış bir kalabalık
gördüm. Ardından, 'Şu taraflara, şu taraflara da baki' denildi. O tarafa
doğru baktığımda aynı onun kadar bir kalabalık gördüm. Sonra bana,
'İşte onlar senin ümmetindir. Bunlarla birlikte yetmiş bin kişi daha
hesapsız cennete girecektir' denildi."
Bu hadisin ardından insanlar dağıldı. Resûlullah (s.a.v) hesapsız cennete
girecekler hakkında bir açıklama yapmamıştı. Sahabeler aralarında
onların kimler olduğunu konuşmaya başladılar ve,
"Bizler şirk ortamında (putlara tapılan bir zamanda) doğduk. Fakat Allah
ve Resûlü'ne iman ettik. Onlar olsa olsa bizim çocuklarımız ve
torunlarımızdır" dediler.
Sahabelerin bu şekilde konuşmaları Resûlullah'a ulaşınca,
"Onlar vücutlarını dağlamayan (dövme yaptırmayan), sihir ve büyü ile
uğraşmayan, olan olaylardan uğursuzluk çıkarmayan ve yalnızca
rablerine tevekkül eden kimseler-
dir" buyurdular.
Bunun üzerine Ukkâşe (b. Muhsin) (r.a) ayağa kalkarak,
"Ey Allah'ın Resulü! Benim de o kimselerden olmam
için dua et" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Sen onlardansın" buyurdular. Bu sefer başka biri kalktı ve Ukkâşe'nin
(r.a) söylediklerini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona,
"Bu hususta Ukkâşe seni geçti" buyurdular.358
358 Buhârî, Rikâk, 5; Müslim, imân, 374; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 16;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/171; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 1163.
İMAM GAZALİ'
269
Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) aktarıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattılar:
"Cebrail (a.s) (Medine'deki) Harre civarında bana gözüktü ve,
'Ümmetinden Allah'a şirk koşmadan ölenlerin cennete gireceğini
müjdele' dedi. Ben,
'Ey Cebrail I Şayet zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum,
'Evet, zina ve hırsızlık yapsa dal' diye karşılık verdi. Ben tekrar,
'Zina yapsa, hırsızlık etse de mi? diye sordum.
'Zina etse ve hırsızlık yapsa da' diye karşılık verdi. Tekrar,
'Zina etse ve de hırsızlık yapsa da mı?' diye sorduğumda,
'Zina etse, hırsızlık yapsa ve içki de içse de (iman üzere ölenler cennete
girer)' diye cevap verdi."359
Ebü'd-Derdâ (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), "Rabbi-nin huzurunda
durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"360 âyetini okuduğunda,
"Ey Allah'ın Resulü! Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"
âyetini okudu. Ben tekrar,
"Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum, yine,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet
vardır"âyetini okudu. Bir daha, "Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye
sorduğumda,
359 Buhârî, Tevhîd, 33; Müslim, imân, 153; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5161; Bezzâr, Müsned, nr. 3997.
360 Rahman 55/46.
İMAM GAZALÎ
27 ı
"Her ne kadar bu Ebü'd-Derdâ'nın tuhafına gitse de
(durum böy/ed/'rj"buyurdular.361
Peygamber (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü olunca, her mümine öteki milletlerin kâfirlerinden bir
adam verilir ve 'İşte bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir'
denilir."362
Müslim Sahîh adlı eserinde Ebû Bürde'den (b. Ebî Mu-sa-i Eş'arî) şöyle
naklediyor:
Ömer b. Abdülaziz babası kanalıyla Musa-i Eş'arî'den
gelen şu rivayeti aktarır:
"Bir müslüman öldüğünde Allah (c.c) mutlaka onun yerine biryahudiyi
veya hıristiyanı ateşe koyar."363
Bu hadisi işiten Ömer b. Abdülaziz, hadisi rivayet eden kişiye üç defa,
babasının gerçekten böyle bir hadis rivayet ettiğine dair yemin ettirdi; o
da üç defa yemin etti.
Sahih rivayetlerle gelen bir haberde şöyle anlatılmıştır: Yazın ortası ve
çok sıcak bir gündü. Savaşlardan esir düşenler bir pazaryerinde
satılmakta, bunların arasında küçük bir çocuk da bulunmaktaydı. O
sırada topluluğun arasında bir kadının gözü bu çocuğa ilişti. Kadın bir
sıçrayışta çocuğunun yanına geldi. Kadını esir alanlar da onun arkasına
düştüler. Kadın yavrusunu kucağına alıp onu bağrına bastı, sırtını taşlara
doğru verip yavrusunu güneşten korumaya çalıştı ve "Oğlum oğlum!"
diye onu öpüp koklamaya başladı. Bunu gören bütün herkes ağladı. Bu
sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi. Olanlar kendisine anlatılınca
insanların bu merhametine çok sevindi ve,
"Bir annenin yavrusuna olan şefkati çok hoşunuza gitti, öyle değil mi?"
diye sordu. Oradakiler,
361 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/442, 447; Taberânî, Müsnedü'ş-
Şâmiyyîn, nr. 2113;
el-Evsat, nr. 2953.
3K Müslim, Tevbe, 49; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/409. 363 Müslim,
Tevbe, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/391.
"Evet" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah Teâlâ hepinize, bu annenin yavrusuna gösterdiği
şefkatten daha şefkatli ve merhametlidir."364
Bu büyük müjdeyi işiten müminler neşe ve sevinç içinde oradan
dağıldılar.
Gerek bu hadisler, gerekse //?yâ'nın "Recâ (Ümit)" kitabında aktardığımız
hadis-i şerifler, bizlere Allah Teâlâ'nm rahmet ve merhametinin ne denli
engin olduğunu göstermekte ve müjdelemektedir.
Yüce Allah'tan bize, hak ettiklerimizle değil, lutfu, ihsanı ve merhametiyle
muamele etmesini temenni ediyoruz.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
4 Ekim 2004 Samandıra/İstanbul
364 Buhârî, Edebül-Müfred, nr. 377; 18; Müslim, Tevbe, 22; Taberânî, el-
Mu'cemü's-Sa-gîr, nr. 273.

You might also like