Professional Documents
Culture Documents
Semerkand Yayıncılık
İÇİNDEKİLER
Kitap Hakkında......11
Mukaddime...........13
Ö
Ölüler işitir ve Görür mü? ................................................131
Ölümle Birlikte Kişinin Varacağı Yeri Görmesi..................132
Arifler ve Sâlihler Ölüm Hakkında Ne Dediler?................133
Ölümle Birlikte Kula Bahşedilen Nimetler ........................134
Ölen Kişi Hayattakilerden Haberdar mıdır?......................137
İkinci Kısım
Kabrin Ölü ile Konuşması..................................................140
Üçüncü Kısım
Kabir Azabı ve Münker-Nekir Meleklerinin Sorgulamaları .... 143
Müminin ve Kâfirin Kabirleri..............................................147
Kabir Azabı Nasıl Olur? Ruh Ölür mü?............................149
Soru ve Cevap ...... 154
Münker ve Nekir Meleklerinin Sorgulamaları....................155
Ölümden Sonra Akıl ve Şuur Kaybolur mu? ....................157
KİTAP HAKKINDA
Kıymetli okuyucularımız,
Elinizdeki eser, önümüzdeki en önemli bir işi ele almaktadır. Dünyadaki
bir insanın ölümden ve ölüm ötesi hayata hazırlanmaktan daha önemli
bir işi olamaz. İnsan bu dünyada kısa bir süre, âhirette ise ebediyen
kalacaktır.
Yüce Allah bizim yaratıcımız, sahibimiz ve gerçek dostumuzdur. Âhiret
O'nunla buluşma yurdumuzdur. Bu kesin bir hüküm, değişmez bir
sonuçtur. Akıllı kimse, bu buluşmayı inkâr ve ihmal edemez.
Â İ Â
Âhirete giderken iki türlü ölüm vardır: İmanlı ve imansız. Âhirette
varılacak iki yurt vardır: Cennet veya cehennem. Orada ise iki sonuç
vardır: Yüce Allah'ın rahmeti veya gazabı.
İşte büyük İslâm âlimi, hüccetü'l-İslâm unvanı ile meşhur imam Gazâlî
(rah), elinizdeki eserinde, insanların mutlaka yaşayacakları bu gerçekleri
en güze şekilde anlatmaktadır.
Bu çalışma ebediyete gitmekte olan bütün insanlara bir uyarıdır, yol
haritasıdır, cennete giden yola çağrıdır, uyanma vesilesidir, tövbe
sebebidir.
12
ÖLÜM ve SONRASI
Bu eser onu inanarak okuyan, hakikatini anlayan ve gereğince amel eden
herkese cenneti ve Allah'ın cemâlini müjdelemektedir. Bundan öte hangi
saadet vardır?
Bu kitap, İmam Gazâlî'nin (rah) meşhur eseri İhyâü Ulûmi'd-Dîn'in son
bölümüdür. Müstakil olarak baskıları da vardır. Çeşitli tercümeleri
yapılmıştır.
Bizler bu eseri Semerkand titizliği ve sorumluğu ile okuyucularımıza
yeniden sunmayı gerekli gördük.
Eseri kıymetli hocamız Hüseyin Okur tercüme etti. Hocamız kitabın
içinde geçen hadislerin kaynaklarını tesbit ederek güzel bir çalışma
yaptı. Gerekli yerlere eklediği ara başlıklar ile tercümeye rahatlık
kazandırdı. Mânaya sadık kalarak dil ve üslûp yönüyle en anlaşılır
Türkçe'yi kullanmaya özen gösterdi. Bunda başarılı da oldu.
Eser baştan sona tarafımızca okunarak gerekli tashih ve düzeltmeler
yapılarak siz kıymetli okuyucularımıza sunuldu.
Bu baskıda kitabın bazı bölümleri kısaltıldı. Bu kısaltmalar kitabın asıl
konusuna bir zarar vermeden yapıldı. Bu, basım, alım ve okuma kolaylığı
için düşünüldü. Eser tam tercümesiyle büyük boy olarak ayrıca
basılacaktır.
Muhtemel hatalarımızı bize ulaştıranlardan Allah razı olsun.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
Dr. Dilaver SELVI
Bismillâhirrahmânirrahîm
MUKADDİME
Ölümle zalimlerin ve zorbaların boyunlarını büken, kis-râların bellerini
kıran, kayserlerin emellerini boşa çıkaran Allah'a (c.c) hamdolsun.
Bu zalim kimselerin kalpleri ölümü hatırlamaktan hep nefret etmiştir;
fakat Allah'ın (c.c) hak olan vaadi gerçekleşmiş ve onları helak
çukurlarına yuvarlamıştır. Onlar, saraylarından alınıp mezarlara
konulmuş, rahat yataklarının aydınlığından lahitlerin karanlıklarına
bırakılmışlardır. Câriye ve hizmetçileri ile oynaşmakta iken baykuşlara ve
böceklere yem olmaya terkedilmişlerdir. Lezzetli yiyecek ve içeceklerle
sürdürdükleri hayatlarından koparılıp toprak altında kıvranmaya
bırakılmışlardır. Dostlarıyla beraber iken yalnızlığa itilmişler, yumuşak,
atlas yataklarından felâketin kucağına atılmışlardır.
Bir bak! Onlar kendilerine ölümün gelmesini engelleyecek bir sığınak ya
da bir kurtarıcı bulabilmişler mi? Kendilerini ölümden gizleyecek bir
perde veya onu kendilerinden uzaklaştıracak bir koruyucu bulabilmişler
mi? Bak yüce Allah ne buyuruyor:
"Sen, onların herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya
on/ara ait cılız bir ses olsun işitiyor musun?"1
Meryem 19/97.
r
14
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
15
Kahır ve istilâsı ile tek olan, ebedîlik hakkını kendisinden başka kimseye
vermeyen, takdir ettiği ölümle bütün mahlûkatı zelil eden; ölümü
müttakiler için bir kurtuluş ve kendisiyle buluşma sebebi kılan; kıyamet
gününe kadar kabri asiler için bir zindan ve dar bir hapis yapan Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Zahirî (ve bâtınî; apaçık) nimetleri ihsan etmek, kahrıy-la intikam almak
O'na mahsustur. Yerdekilerin ve gökteki-lerin şükrü; öncekilerin ve sonra
gelenlerin hamdi O'nadır.
Apaçık mucize ve deliller sahibi Hz. Muhammed'e (s.a.v), onun âline ve
ashabına çokça salât ve selâm olsun.
Bundan sonra deriz ki:
Ölümün kendisini yakalayacağını, yatacak yerinin toprak olacağını,
toprak içindeki kurtların kendisinden hiç ayrılmayacağını, Münker ve
Nekir meleklerinin sürekli kendisiyle beraber olacağını, kabrinin
kendisine mekân, toprak altının da karargâhı olacağını, kıyametin kendisi
için bir sözleşme yeri, cennet ve cehennemin son durak olduğunu bilen
kişiye gereken; sadece ölümü düşünüp onu anmak; yalnızca ona
hazırlanıp onun için tedbirler almak; ancak onu beklemek, onun derdine
düşmek; tek kaygısı ölüm olup ona çare aramak ve daima onun gelişini
gözetmek olmalıdır.
Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sayıp kendisini me-zarlardaki
insanlar arasında görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey yakındır;
uzakta olan ise hiç gelmeyecek olandır. Hz. Peygamber Efendimiz
(s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Akıllı kimse, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için hazırlanandır."2
Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu kalben devamlı zikretmektir.
Devamlı zikredebilmek ise onu hatırlatan şeylere kulak vermek ve
dikkatini ona vermeyi sağlayacak şeylere yönelmekle mümkündür.
Bunun için biz burada ölüm olayının, ölümden önceki ve sonraki hallerin,
kulun devamlı hatırlaması ve tekrar etmesi gereken âhiret, kıyamet,
cennet ve cehennem ile ilgili konuların üzerinde duracağız. Sürekli
ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir.
Gerçekten ölümden sonrası için vakit ve kervan yaklaştı; ömürden az bir
şey kaldı; fakat yüce Allah'ın, İnsanların hesaba çekilecekleri (gün)
yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler"3
âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler.
Ölüm ve ölümle ilgili meseleleri iki kısımda ele alacağız.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek,
4/251; Mün-zirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4916. Enbiyâ 21/1.
BİRİNCİ BÖLÜM
22
ÖLÜM ve SONRASI
"Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini hayvanlar bilselerdi,
(korkudan erirlerdi de) onlardan besili bir et yiyemezdiniz"8
buyurmuşlardır.
Hz. Âişe (r.anh) Hz. Resûlullah'a, "Ey Allah'ın Resulü, şehitlerle beraber
hasredilecek biri var mıdır?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehidlerle beraber
haşredilecektir"9 buyurmuşlardır.
Ölümü anmanın bu kadar faziletli olmasının nedeni, insanı bu aldatıcı
dünyadan uzaklaştırması ve âhiret için hazırlık yapmaya teşvik
etmesidir. Ölümden gafil kalmak ise insanın dünyanın şehvetlerine
dalmasına sebep olur. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki:
"Ölüm müminin hediyesidir."10
Hz. Peygamber'in (s.a.v) böyle söylemesinin sebebi şudur: Bu dünya
müminin zindanıdır; çünkü orada daima bir sıkıntı içerisinde olur. O,
nefsine karşı mücahede, dünyanın zevklerine karşı bir riyazet ve
şeytanın hilelerine karşı daima bir savunmanın içerisindedir. Ölüm, onun
bu işkenceden kurtuluşudur. Dolayısıyla bu kurtuluş da kendisi için bir
hediye olmuş olur.
Yine Resûl-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde, "Ölüm, her mümin için bir
kefarettir"11 buyurmuşlardır.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10557; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 5126;
ayrıca bk. Deylemî, a.g.e., nr. 5099.
Irâkî hadisi bu lâfızlarla bulamadığını söyler. Zebîdî, İthâfü's-Sâde isimli
eserinde, isnadın Taberânî'nin el-Evsat'ında geçen rivayetini zikretmiştir.
Rivayet şöyledir; "Ey Âişel Ümmetimin şehidleri azaldığı zaman, kim her
gün yirmi beş defa, 'Allahıml Bu günümü ve bugünden sonrasını benim
için hayırlı ve bereketli kıl' der de, sonra ya-tağındayken ölürse, Allah ona
şehidlerin kazandıkları mükâfatı verir" (bk. Taberânî, el-Evsat, nr. 7672;
Zebîdî, ithaf, 12/274).
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9884; Hâkim, el-Müstedrek, 4/319; ibn Hacer
Askalânî, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 807; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 599;
Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5123.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9885, 9886; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ,
3/143; Hatîb, Târîhu Bağdat, 1/347; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr.
42122.
İMAM GAZÂLÎ
23
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle şunu kastetmiştir: Gerçek
müslüman, samimi mümin; müslümanların, onun elinden ve dilinden
emin olduğu kimsedir. Onda müminlerin güzel ahlâkları yerleşmiştir; o
ufak tefek küçük günahların dışında büyük günahlarla kirlenmemiştir.
İ
İşte ölüm, kendisini o küçük günahlardan arındırır; farzları edâ etmiş ve
büyük günahlardan sakınmış ise, ona kefaret olur (kötülüklerini
temizler).
Atâ-i Horasânî anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) içinden kahkahaların
yükseldiği bir meclise uğradı ve, "Meclisinizi zevkleri bulandıran şeyle
karıştırınız" buyurdu. Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü, nedir o zevkleri
bulandıran şey?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v), "Ölümdür"cevabını
verdi.12
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Ölümü çokça anın; zira o, günahları temizler ve
gönlü dünyadan uzaklaştı-
rır.
'13
Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde de, "Ayırıcı (dünyadan
kopana) olarak ölüm yeter"u buyururlar.
Bir başka hadislerinde ise, "Bir nasihatçi olarak ölüm yeter"
buyurmuştur.15
Bir gün Allah Resulü (s.a.v) mescide vardığında birtakım insanların
konuşup gülüştüklerini duydu; onlara,
12 İbn Ebü'd-Dünyâ hadisi, Kitâbü'l-Mevt a.öh eserinde Atâ-i
Horasânî'den mürsel olarak rivayet etmiştir, bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 42112; Zebîdî, İthaf, 14/18.
13 Sehâvî, el-Mekasidü'l-Hasene, 1/143; ibn Tolun, eş-Şezre, 1/132;
Zebîdî, İthaf, 14/19. Beyhakî Şuabü'l-imârfda Hz. Peygamber'in kahkaha
atarak gülen bir topluluğun yanına uğradıktan sonra, "Lezzetleri yakıp
yok eden ölümü çokça anın" hadisini nakleder; bk. a.g.e., nr. 826.
14 Zebîdî, ibn Ebü'd-Dünyâ'nın hadisi, Bin ve's-Sıla adlı eserinde mürsel
olarak rivayet ettiğini zikreder, bk. a.g.e., 14/19; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr.
1931; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42115; Sehâvî, Makâşıdü'l-
Hasene adlı eserinde, Beyhakî'nin Zühd kitabında bu rivayetin Fudayl b.
iyâz'a ait bir söz olarak kaydedildiğini zikreder.
15 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 8331; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,
nr. 18204; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42117.
24
"Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki,
şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız"^
buyurdu.
Bir defasında, Allah Resûlü'nün yanında bir adamın ismi anılınca
oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v),
"O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?"diye sordu; oradakiler, "Biz onun
ölümü andığını hiç işitmedik" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v),
"O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş" buyurdular.17
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın yanında on kişi
bulunuyordu, en son ben gelmiştim. Ensardan bir zat, "Ey Allah'ın Resulü!
insanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v)
şu cevabı verdi:
İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır.
İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah
'm ikramları ile giderler."18
Ö
Ömer b. Abdülaziz (rah) der ki: "Her gün, sabah akşam birini hazırlayıp
Allah'a yolcu ettiğinizi, sonra da onu toprağın içine bıraktığınızı görmez
misiniz? Böylece o, toprağı kendisine yastık ediniyor, dostlarından ayrılıp
bütün her şeyden ilişkisini kesmiş bulunuyor."
Bu ve buna benzer düşünceleri devam ettirmek, kabirlere gitmek ve
hastaları ziyaret etmek kalpte ölüm düşüncesini taze tutar; hatta bu
düşünce onda öyle bir hal alır ki ölüm gözünün önünden ayrılmaz. İşte o
zaman ölüme hazırlık başlamış ve dünyadan uzaklaşmış olur. Yoksa
sadece ölümü kalbin dışıyla anmanın, onun hakkında tatlı tatlı
İMAM GAZÂLÎ
29
konuşmanın, ikaz ve uyarı hususunda faydası gerçekten çok azdır.
İnsan, dünya nimetlerinden bir şey hoşuna gittiğinde, hemen o anda bir
gün ondan ayrılacağını aklına getirmelidir.
Bir gün İbn Mutî' evine baktı; onun güzelliğine hayran kaldı. Sonra,
"Allah'a yemin olsun ki, eğer ölüm olmasa seninle sevinir, varacağımız
dar bir mezar olmasaydı dünya ile gözlerimiz aydın olurdu" dedi ve
yüksek sesle ağlamaya başladı.
30
BİRİNCİ FASIL
Â
"Allahım! Âhirefm hayırlarına engel olan dünyadan sana sığınırım.
Ölümün hayırlarını engelleyen hayattan sana sığınırım. Salih amel
işlemeye mani olan uzun emelden sana sığınırım."30
29 İbn Ebü'd-Dünyâ, hadisin tamamını Kasrü'l-Emel adlı kitabında
Hasan-ı Basrî'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Zebîdî, İthaf, 14/41.
Hadisin son kısmı için bk. Tabe-rânî, el-Mu'cemü'l-Keb"\r, 20/216;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/387.
30 ibn Ebü'd-Dünyâ, hadisi, Kasrü'l-Emel adlı kitabında Havşeb'den
rivayet etmiştir.(bk. Zebîdî, İthaf, 14/41).
t'
36
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
37
İKİNCİ FASIL
Bil ki, uzun emel kurmanın (uzun hayaller peşinde olmanın) iki temel
sebebi vardır:
• Dünya Sevgisi
• Cahillik
Dünya Sevgisi
Dünya sevgisine bağlanıp uzun hayaller peşinde olmak şöyle olur:
Kul dünyaya muhabbet gösterip onun şehvetlerine, lezzetlerine ve
onunla alâkalı şeylere bağlandığı zaman ondan ayrılmak kendisine zor
gelir. Muhabbetle bağlandığı şeylerden kendisini ayıracak olan ölümü
anmayı istemez. Hoşlanmadığı tüm şeylerden kendini uzak tutar.
İnsanın kalbi birçok kuruntu ile doludur. Nefsi daima muradına uygun
düşler peşindedir. Bütün arzusu dilediği kadar dünyada kalabilmektir.
Bunun için hep dünyayı düşünür ve içinde hep dünya için bir şeyler ölçüp
biçmeye başlar.
Dünyada devamlı kalabilmek arzusuna bağlı olarak; mal, evlât, ev, dost,
binecek ve diğer ihtiyaçları üzerinde planlar kurup hazırlıklar yapar. Kalbi
bu düşüncelerin üzerinde durur, hep bunları düşünür. Ölümü anmaktan
gafil kalır. Onun yakın olduğunu düşünmez.
Kimi zaman ölüm aklına gelse, onun için hazırlık yapma gereğini
farketse de kendi kendine, "Daha gençsin, önünde çok uzun zaman var,
vakti geldiğinde tövbe edersin" der. Yaşı biraz ilerlediğinde de,
"İhtiyarlayınca tövbe edersin" der. İhtiyarlık gelip çatınca ise, "Bu evin
inşaatını bitir, şu araziyi bakımlı hale getir, bu yolculuktan dön öyle, şu
çocuğunu büyüt, evlendir, ev-bark sahibi yap, şu beni kahreden
düşmanımın başına bir musibetin geldiğini göreyim öyle tövbe edeyim"
diye hep erteler.
Cehennem ehlinin ekserisinin feryadı bugünün işini yarına
bırakmaktandır. Onlar orada, "Yapmamız gerekenleri ertelediğimiz için
eyvahlar olsun bize!" diyeceklerdir.
İbadet ve itaatlerini daima erteleyen zavallı kimse, bugün için ertelemek
istediği şeyin, yarın tekrar kendisiyle beraber olacağını bilmez ki! Ancak
o, bu süreyi uzatarak düşüncelerinin daha da kuvvetlenmesini ve
derinleşmesini sağlamış olur. Dünyaya dalanın, onun bekçiliğini yapanın
boş vakti olacağını sanır. Eyvah ki eyvah! Dünyanın meşgalelerinden
ancak onu atanlar kurtulabilir. Şairin de dediği gibi:
Bitirememiştir hiç kimse dünyadan muradını, Bir haceti tükenirken diğeri
alır yerini.
Bütün bu temennilerin ve boş hayallerin temelinde dünya sevgisi, onun
şehvetlerine bağlılık ve Resûlullah Efen-dimiz'in (s.a.v) şu hadisinin
mânasından gaflet vardır:
"Sevdiğini dilediğin kadar sev; hiç şüphesiz ondan ayrılacaksın. "31
I
Taberânî, el-Mu'cemü's-Sagîr, nr. 705; Hâkim, el-Müstedrek, 4/324; Hatîb,
Târîhu Bağdat, 4/10; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1729, 1732.
38
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
39
Cahillik
İnsan bazan gençliğine güvenerek ölümün yakınlığını uzak görür. O
zavallı, şayet beldesindeki ihtiyarlar sayılsa sayılarının gençlerin onda
biri kadar bile olmadığını hiç düşünmez. Bunun sebebi, ölümün
gençlerde yaşlılara oranla daha çok olmasındandır. Öyle ki, bir ihtiyar
ölene kadar bin çocuk ve genç ölmektedir.
Bazan da kişi sıhhatine güvenerek ölümü ve onun ansızın çıkıp
gelivermesini uzak bir ihtimal olarak görür. O gafil insan ölümün
kendisine uzak olmadığını bilmez. Şayet ölümün onun yakasına
yapışması uzak bir ihtimal olsa bile ansızın hastalanması pek yakındır.
Zira tüm hastalıklar hiç beklenmedik bir anda belirir. Kişi
hastalandığında da ölüm ona uzak olmuş olmaz.
Eğer bu gafil insan biraz düşünse, ölümün belli bir vaktinin olmadığını;
genç, olgun, ihtiyar, yaz, kış, sonbahar, ilkbahar, gece, gündüz ayrımı
yapmadığını bilir ve ona hazırlık yapmakla meşgul olurdu. Fakat bu gibi
şeylerden cahil olması, dünyaya olan sevgisi onu uzun hayaller kurmaya
çağırması ve yakın olan ölümü hatırlamaktan gafil kalması nedeniyle o
kimse devamlı ölümün kendisinden çok ötede olduğunu zanneder. Bir
gün ölümün başına gelip kendisini pençesine alacağını düşünmez.
O hep başkasının cenazesini kefenleyeceğini zanneder; kendisinin
kefenleneceğini düşünmez. Bunun nedeni ölümü ve kefenlenmeyi daima
başkalarının üzerinde görmesin-dendir.
Kendisinin ölümüne gelince; ondan hoşlanmaz; onu düşünmez bile!
Çünkü o kendisi için hiç olmamıştır. Oldu mu da başka bir defa daha
gerçekleşmez. Bu ilk ve sondur. Bunun için onun takip edeceği yol,
kendisini daima
başkaları ile kıyaslaması, hiç şüphesiz kendisinin de cenazesinin
omuzlar üzerinde taşınıp kabre bırakılacağını bil-mesidir.
Belki de, şu an kişinin kabri boşaltılmış, lahdinin üzerine konulacak
tuğlalar hazırlanmıştır; onun ise hiçbir şeyden haberi yoktur. Gerçekten
bugünün işini yarına ertelemek koyu bir cehalettir.
Uzun hayaller peşinde olmanın sebeplerinin cehalet ve dünya sevgisi
olduğunu bildiğin zaman onun tedavisinin bu sebepleri ortadan
kaldırmak olduğunu anlarsın.
Cehaleti ortadan kaldırmanın yolu, huzurlu bir kalp ve safi bir düşünceyle
tefekküre dalmak, kalpleri tertemiz olan insanların hikmetli sözlerine
kulak vermektir.
Dünya sevgisini kalpten çıkarıp atmaya gelince; bunu gönülden
çıkarmak gerçekten zor bir iştir. Bu öyle müzmin bir hastalıktır ki onun
tedavisinde öncekiler ve sonrakiler âciz kalmışlardır. Onun tek bir ilâcı
vardır, o da âhiret gününe iman etmek; oradaki azabın büyüklüğüne ve
sevabın çokluğuna inanmaktır. Kişi ne zaman bunlara yakînî bir iman ile
inanırsa dünya sevgisi ondan çekip gider. Çünkü değeri büyük olan
şeyleri istemek, kıymetsiz olan şeyleri kalpten silmek demektir.
Kul dünyanın basitliğini gördüğü, âhiretin'de ihtişamının farkına vardığı
zaman artık dünyaya tenezzül etmez. Doğudan batıya dünyanın bütün
nimetleri kendisine verilse dahi o dönüp bakmaz. Dünyadaki nasibinin
azıcık bir şey olduğunu, bunun da insanı kederlendiren, midesini
bulandıran şeyler olduğunu bildikten sonra nasıl ona iltifat etsin ki?
İnsan böyle bir dünya ile nasıl sevinebilir? Âhirete iman eden birinin
kalbinde dünya sevgisi yerleşebilir mi?
I
40
OLUM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
41
Allah Teâlâ'dan sâlih kullarının dünyayı gördükleri gibi bize de
göstermesini dileriz.
Ölümü hatırlayabilmek için, emsal ve akranlarının ölümlerini
düşünmekten, onların cenazelerine ibretle bakmaktan daha etkili bir
tedavi yolu yoktur. Bak, ölüm nasıl hiç ummadıkları bir anda onları
yakalayıverdi?
Ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlanan gerçekten büyük bir
kurtuluşa ermiştir. Uzun hedefler peşinde koşan ise gerçekten büyük bir
hüsran ve zarar içerisindedir.
işte bunun için insan her an, her saat etrafına ve azalarına ibret nazarıyla
bakmalı, kabirde kurtların kendisini nasıl kemireceklerini, kemiklerinin
nasıl ufalanıp dağılacağını, haşere ve böceklerin hangi göz bebeğinden
yemeye başlayacaklarını, vücudunda ne varsa hepsinin o böceklere yem
olacağını düşünüp orada Allah rızâsı için öğrenilen ilimden ve yapılan
amelden başkasının fayda vermeyeceğini tefekkür etmesi gerekir.
Yine aynı şekilde karşılaşacağı kabir azabını, Münker ve Nekir'in
sorgulamalarını, tekrardan dirilmeyi ve hesap için toplanmayı, kıyametin
korkutucu hallerini, o büyük arz günündeki hesaba gelin çağrısını
düşünüp hayalinde canlandırmalıdır.
İşte bu ve benzeri düşünceler ölümü anmayı kalbe sevimli hale getirir ve
insanı ona hazırlık yapmaya sevkeder.
ÜÇÜNCÜ FASIL
Ö
sorduğunda Esved, "Ölüm meleği hangi tarafımdan gelecek diye
bakmıyorum" demiştir.
İşte insanların mertebeleri bunlardır. Her birinin Allah (c.c) katında
dereceleri vardır. Bir ay bir gün yaşam arzusunda bulunan biriyle sadece
bir ay yaşamak arzusunda bulunan elbette bir değildir. Bu ikisinin
arasında Allah katında dereceler vardır. Zira âyet-i kerimelerde,
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez"37
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür"3a buyrul-muştur.
Emelleri (hedefleri) kısa tutmanın belirtileri, amel ve ta-atlerde aceleci
davranmada belli olur. Her insan hedeflerini kısa tuttuğunu iddia eder;
fakat yalanı hemen belli olur, çünkü yaptıkları bunu gösterir. Zira bazan
öyle şeylere özen gösterir ve önem verir ki, o sene içinde asla ona
ihtiyacı olmaz. İşte bunlar, onun emelini uzun tuttuğunun göstergesidir.
Allah'ın yardımı ile hayırlarda muvaffak olmanın alâmeti, kişinin ölümü
daima gözünün önünde bulundurması, ondan bir an dahi gafil
kalmaması ve ölümün her an kendisine geleceğini düşünerek hazırlıklar
yapmasıdır. Bu kul,
36 Ebû Nuaym, Hilyetü'l Evliya, 1/304-305.
37 Nisa 4/40.
38 Zilzâl 99/7.
44
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
45
İl
akşama kavuşursa Allah'a, kendisine itaat etme kuvvetini ve kudretini
bahşettiği için şükreder. Gündüzünü zayi etmediği, bilakis ondan
nasibini tamamlayıp âhireti kazanma yolunda nefsi için azıklar topladığı
için sevinir. Sabaha çıktığı zaman da aynı şekilde yapar.
Ne var ki, bu düşüncelere sahip olmak, ancak kalbini yarına ait
temennilerden boşaltmakla mümkün olur. İşte böyle biri öldüğü zaman
mutlu bir şekilde hayata gözlerini kapar ve âhiret zengini olur. Eğer
ölmez de hayata devam ederse ölüm ve ötesi için daha güzel hazırlıklar
yapabileceği, Allah'a daha çok münâcâta bulunacağı için sevinir. Ölüm
onun için bir mutluluk, hayat ise amel defterlerini hayırlı doldurmak için
bir fırsattır.
Ey zavallı insan! Durum ve hal böyle olunca, ölüm hep aklında bulunsun.
Zira bu yolculuk içerisinde ölüm daima seni kendine doğru çekmekte,
sen ise bundan gafil bir halde bulunmaktasın. Belki sen alacağın yolu
bitirdin, menziline çoktan vardın!
Ö
Ölüme hazırlanmanın son yolu, evvelce boşa harcadığı nefesleri şimdi
birer ganimet bilerek hemen amele sarılmaktır.
DÖRDÜNCÜ FASIL
Şunu iyi bil ki, bir kimsenin gurbette iki kardeşi olsa ve onlardan birinin
yarın, diğerinin de bir ay ya da bir sene sonra geleceğini beklese, elbette
bir gün sonra gelecek olan kardeşi için hazırlıklar yapmaya başlar.
Hazırlık yapmak beklenenin yakın olduğu anlamına gelir. Şu halde
ölümün kendisine bir yıl sonra geleceğini bekleyen kimse, bu süre ile
oyalanır durur. Bu müddetin ötesindeki şeyleri unutur. Artık o her sabah
bir seneyi bekler durur. Geçen hiçbir gün o seneden hiçbir şey eksiltmez,
işte bu, sürekli onun amel ve ibadetlere koşmasını engeller. Bu bir
senenin kendisi için çok uzun bir zaman olduğunu düşünerek devamlı
amellerini yarına erteler. Bu kimseler hakkında Hz. Peygamber
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizin dünyadan beklediği, azdıran bir zenginlik veya âhireti
unutturan bir fakirlik veya (safsatalar içerisinde) bunatan bir ihtiyarlık
yahut ifsat eden bir hastalık veya acele gelmesini istediğiniz bir ölüm ya
da deccâlden
46
ÖLÜM ve SONRASI
başkası değildir. Deccâl ise (şimdilik) gözükmeyen, beklenen bir serdir.
Yahut dünyadan beklediğiniz kıyamettir; kıyamet ise çok dehşetli ve çok
acıdır. "39
İbn Abbas (r.a) rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a.v) adamın birine
nasihatte bulunurken şunları söyledi:
"Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil:
• İhtiyarlığından önce gençliğinin.
• Hastalığından önce sıhhatinin.
• Fakirlikten önce zenginliğinin.
• Meşguliyetinden önce boş zamanlarının.
• Ölümünden önce hayatının."40
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İki nimet vardır ki insanların çoğu onda aldanmışlardır: Bunlar sağlık ve
boş zamandır."^ Yani insanların çoğu bu iki nimetin kıymetini ellerinden
çıkana kadar bilmezler.
Yine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Tehlikelerden) korkan kimse, gecenin ilk kısmında yol alır. Geceden yol
alan da menziline varır. İyi bilin ki Allah'ın (sizlere vermek istediği) malı
pek pahalıdır. Dikkat edin! Allah'ın malı cennettir."42
39 Tirmizî, Zühd, 3; Münzirî, et-Tergfb ve't-Terhîb, nr. 4913.
40 Hâkim, el-Müstedrek, 4/306; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 44031.
41 Buhârî, Rikâk, 1 (nr. 6412); Tirmizî, Zühd, 1 (nr. 2304); ibn Mâce,
Zühd, 15 (nr. 4170).
42 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 18 (nr. 2450); Hâkim, el-Müstedrek, 4/308;
Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5348. İbnü'l-
Alâ demiştir ki: "Hadis-i şerifte bahsedilen korkudan maksat, Allah
korkusudur. Gecenin ilk kısmından kastedilen, âhiret yolculuğudur.
Hadisi zahirî mânada aldığımızda, gecenin iik kısmını yolculuğa tercih
etmek eşkıyalardan korunmak içindir. Hadis-i şerifte anlatılmak istenen
şey, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için bir an önce sâlih
amellere sarılmaktır. Menzile ulaşmaktan kastedilen ise, hayırlı ameller
işleyerek kurtuluşa ermektir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/67).
İMAM GAZÂLÎ
47
Hz. Peygamber (s.a.v) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Sûra ilk üfürülmenin zamanı geldi. Ardından ikinci üfü-rülüş gelecek.
Ölüm ise tüm ağırlığı ile gelmiştir. "43
Resûlullah (s.a.v) ashabında bir gaflet veya aldanış sezdiğinde yüksek
sesle onlara, "Ölüm size kesin olarak gelecek! Ya şekavetle ya da
saadetle."44
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiğine göre, Resûlullah Efendimiz (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Ben bir uyarıcıyım, ölüm size aniden gelecek bir şeydir, kıyamet ise
buluşma (ve hesaplaşma) yeridir."45
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: "Güneşin hurma dallarının üzerinde
görüldüğü ve artık batmaya doğru meylettiği bir (ikindi) vaktinde Allah
Resulü (s.a.v) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
"Şu günümüzden geçen süre içerisinde (akşama kadar) ne kadar vakit
kaldı ise, dünyanın ömründen de (kıyametin kopması için) o kadar vakit
kalmıştır."46
Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur:
"Dünya baştan aşağı yırtılmış, sonundan (tek bir iple) bağlı kalmış bir
elbise gibidir. O ip de nerdeyse kopmak üzeredir."47
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 23 (nr. 2457); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5/136; Hâkim, el-Müstedrek, 2/513, ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk,
7/331; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10579; Kurtubî, el-Câmi', 10/170.
Rivayetin ilk kısmı şöyledir: Hz Peygamber (s.a.v) gecenin dörtte biri
geçtiği zaman kalkar ve şöyle buyururdu: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin..."
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10568, 10569; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl,
nr. 42099 Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6149; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr.
17693; ibn Kesîr, Tefsiru Kur'âni'l-Azîm, 6/2601.
Tirmizî, Fiten, 26 (nr. 2191); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/19; Ebû
Ya'lâ, el-Müsned, nr. 1101; Hâkim, el-Müstedrek, 4/505.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10240; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/138,
Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 6301.
48
ÖLÜM ve SONRASI
Câbir (r.a) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (s.a.v) hutbelerinde kıyametten
bahsettiği zaman sanki bir düşmanın gelişini haber veriyormuş gibi
sesini yükseltirdi. Öyle ki yanakları kıpkırmızı olurdu.
Yine bir defasında böyle bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: "Sizinle
beraber sabahladım ve sizinle beraber akşamladım. Ben kıyamete yakın
bir zamanda gönderilmiş bir peygamberim."48
Hz. Peygamber (s.a.v) bunu, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek
ifade etmişti.
Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: Bir defasında Resûlullah (s.a.v) En'âm
sûresinin 125. âyeti olan, "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun
kalbini İslâm'a açar"49 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
"İman nuru kişinin göğsüne (kalbine) girdiği zaman göğsü genişler."
Oradaki sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü, bunun alâmeti var mıdır?" diye
sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bu aldatan dünyadan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve
ölüm gelip çatmadan önce onun için hazırlıklar yapmaktır" buyurdu.50
Süddî, Mülk sûresinin ikinci âyeti olan, "O (Allah) ki, hanginizin daha
güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır"^ âyetinin
tefsirinde, "Hanginiz daha çok ölümü hatırlar, hanginiz ölüm için daha
güzel hazırla-
48 Buhârî, Rikâk, 39, (nr. 6503-6505); Müslim, Cum'a, 43 (nr. 867);
Nesâî, Ideyn, 22 (nr. 1577); ibn Mâce, Mukaddime, 7 (nr. 45); Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 3/124; ibn Haoer, Fethü'l-Bâri isimli eserinde hadisin
son kısmı için şu mânayı da verir: "Benimle kıyametin kopuşu arasında
az bir zaman kalmıştır" (bk. a.g.e., 13/151).
49 En'âm 6/125.
50 Beyhakî-, Şuabü'l-imân, nr. 10552; Hâkim, el-Müstedrek, 4/311;
Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 302; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr,
3/355.
51 Mülk 67/2.
49
nır ve ondan korkarak sakınır ve tedbirler alır diye bunları yarattı"
demiştir.
Sahabeden Huzeyfe (r.a) demiştir ki: "Her sabah ve akşam bir münadi,
'Ey insanlar! Yolculuk var, yolculuk var!' diye seslenir, zira âyet-i kerimede,
ölüm hakkında,
'O (cehennem) insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen
kimseler için büyük uyarıcı musibetlerden biridir' 52> denilmiştir."
Temîmoğullan'nın azatlısından Şüheym-i Medenî şöyle demiştir: "Bir
keresinde Âmir b. Abdullah'ın yanına uğradım, namaz kılıyordu; ben de
oturdum. O acelece namazı bitirdi, bana döndü ve, 'Hacetini söyle, çünkü
acelem var' dedi. Ben, 'Hayrola, acelen neyedir?' diye sordum, bana,
'Allah sana rahmetiyle muamele etsin! Ölüm meleği yaklaşmakta' dedi
ve benim hacetimi giderdi. Ben onun yanından kalktıktan sonra hemen
namaza koyuldu."
Davud-i Tâî bir yerden geçmekte iken adamın biri ona bir şey sordu.
Davud-i Tâî ona, "Beni bırak, canım çıkacak diye acele ediyorum
(yapmam gereken işlerim var)" dedi.
Hz. Ömer (r.a) şöyle diyordu: "Her şeyde ağırdan alarak ve ihtiyatlı
davranmak hayırlıdır; ancak âhiret işlerinde acele etmek gereklidir."
Münzir b. Sa'lebe anlatıyor: "Mâlik b. Dînâr'ın nefsine şöyle seslendiğini
işittim: 'Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et. Yazıklar
olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et.' Öyle ki bunu tam altmış defa
tekrarladı. Ben ise beni göremeyeceği bir yerde onu dinliyordum."
Hasan-ı Basrî bir vaazında şöyle demiştir: "Acele edinJ Acele edin! O
nefesleriniz var ya, şayet içinizde kalıp bir daha dışarı veremezseniz
kendisiyle Allah'a yaklaştığınız
Müddessir 74/35-37.
50
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
51
Ö Ü Ö İ
ÖLÜMDEN ÖNCE TAAT ve İBADETTE ACELE ETMEK
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Şunu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin
dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey
olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını
zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi.
Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük
hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın (bilgisi ve
yetkisi dışında) her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha
nazik olmaktadır.
Bu konuda hikmet ehlinden biri şöyle der: "Başkasının elinde olan bir
sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin."
Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: "Ey oğlum! Ölüm seni
ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır. Onun için sana aniden
gelmeden önce ona hazırlıklı ol."
Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerimde zevkü safa
içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç beş sopa vursa hayatı
zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz. Aynı insan, her nefes alıp
verişinde ölüm meleğinin her an canını alması tehlikesiyle karşı kar-
İMAM GAZÂLÎ
55
şıya iken bundan gafildir. Bunun tek sebebi, cehalet ve içinde bulunduğu
hayat ile aldanıştır.
Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası
bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise onu çektiği diğer acılara kıyas
ederek ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hallere
bakarak anlamaya çalışırlar.
Ö
Ölüm sancılarının kıyas yoluyla anlaşılmasına gelince: Şüphesiz ki içinde
ruh olmayan bir âza/organ acı duymaz. Acıyı ve sancıyı hisseden ruhtur.
Ne zaman ki bir aza ya-ralansa veya yansa bunun etkisi ruha sirayet
eder, azaya isabet eden maddî zarar nisbetinde ruh etkilenir. Acı veren
şey ete, kana ve diğer uzuvlara dağıldığından ruha bu acıdan çok az bir
şey isabet eder. Ama bu acılar içerisinde doğrudan doğruya ruha isabet
eden, parçalara ayrılmayan bir acı bulunursa o gerçekten büyük, şiddetli
ve dayanılmaz olur.
Canın çıkma ânı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve
ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her
zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken
batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti
kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli
olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne
dağılarak sirayet et-mesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen
her yerine ateş değmiş gibidir. İşte bu sebeple etin etrafında olan ruhun
diğer cüzleri de bu acıyı hissederler.
- 56
Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan
yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz.
Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün
kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden,
mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip
çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma!
Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: "Ölüm kılıç
darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha
acı verici bir olaydır."
Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni
kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya
ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl
olduğunu bir düşün!
Dayak yiyen biri bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve
dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anlamına gelir. Ölen bir kimsenin
bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni;
üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün
bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat
ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta
gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan
âciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse
etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister, ama buna
güç yetiremez.
Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda
boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi
ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye
başlamıştır. (Gergin
İMAM GAZÂLÎ
57
olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına
vurmuştur; öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda
insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve
parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar.
Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma!
Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin
olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu
nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir.
Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya
başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları... Her âza acı üzerine acı,
belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar
dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık
(önceden tövbe etmemişse) tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret
ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlul-lah Efendimiz (s.a.v) şöyle
buyurmuşlardır:
"Can (ruh) boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur."56
Mücâhid (rah) Nisa sûresinin, "Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden
birine ölüm gelip çatınca, 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler için kabul
olunacak tövbe yoktur"57 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir:
"Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir. O vakit Azrail'in yüzü
yavaş yavaş görünmeye başlar. İşte bu sebeple can çekişme anındaki
peş peşe gelen sancılar ve
Tirmizî, Daavât, 98; ibn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/132; Hâkim, el-Müstedrek, 4/257; Beyhakî, Şuabü'l-lmân, nr. 7063.
Nisa 4/18.
58
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
59
ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!" Bunun için
Resûlullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur:
"Allahım! Muhammed'e (s.a.v) ölüm sancılarını kolay-laştır."5S
İşte bu durum, ölünün gözlerini bir daha asla dünyaya geri çevirmemek
üzere o iki meleğe diktiği zamandır.
66
ÖLÜM ve SONRASI
Üçüncüsü: İsyankârların Cehennemdeki Yerlerini Görmesi
Ölüm anındaki musibetlerden biri de Allah'a isyan eden günahkârların
önce kalplerini bir korkunun kaplaması, ardından da cehennemdeki
yerlerini görmeleridir. Çünkü onlar can çekişme anında bütün takatlerini
kaybederler. Artık ruhları bedenlerinden çıkmak için boyun eğer. Fakat
ruh, ölüm meleğinin, "Ey Allah'ın düşmanı! Haberin olsun, varacağın yer
cehennemdir" ya da, "Ey Allah'ın sevgili kulu! Sana müjdeler olsun,
varacağın mekânın cennettir" diye iki haberinden birini işitmedikçe
bedenden çıkmaz. İşte gerçek akıl sahiplerinin korkuları bu sebeptendir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
"Sizlerden herhangi biri, gideceği yeri bilmeden, hatta yerinin cennet mi
yoksa cehennem mi olduğunu görmeden bu dünyadan ayrılmaz."69
Resûl-i Kibriya (a.s) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; kim de
Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan
hoşlanmaz."
Resûlullah (s.a.v) böyle buyurunca sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, biz hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz" dediler. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.v),
"Bu sizin durumunuz değildir. Mümine varacağı yer (cennet)
gösterildiğinde Allah'a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister"
buyurdular.70
69 Farklı lafızlarla aynı mânadaki hadisler için bk. Buhârî, Cenâiz, 89;
Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel,e/-Müsned,
2/16; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3130.
70 Buhârî, Rikâk, 41; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâce,
Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313, 346, 420.
İMAM GAZÂLÎ
67
Şöyle rivayet edilmiştir:
Huzeyfe b. Yemânî (r.a) ağır hasta olduğu zamanlardı. Vefat edeceği
gecenin sonlarına doğru idi. Yanında hastalığı başladığından beri
ayrılmayan Ebû Mesud71 bulunuyordu. Bir ara Huzeyfe (r.a) ona, "Kalk
bir bak, saat kaça yaklaşmış" dedi. Ebû Mesud kalktı, dışarıya baktı,
sonra tekrar yanına geldi ve, "Şafak sökmüş" dedi. Huzeyfe (r.a), "Ateşe
götüren sabahtan Allah'a sığınırım" diyerek dua etti.
Bir gün Mervân b. Hakem, ölüm döşeğinde yatmakta olan Ebû
Hüreyre'nin (r.a) ziyaretine geldi. Yanına vardığında, "Allahım! Onun
acılarını hafiflet" diye dua etti. Bunu işiten Ebû Hüreyre,"Ey Allahım, daha
da artır" deyip ağlamaya başlar, sonra, "Allah'a yemin olsun ki, dünya için
hü-zünlendiğimden dolayı ağlamıyorum, sizlerden ayrılacağım için de
telâşlanmıyorum, sadece bana haber verilecek olan cehennem veya
cennet müjdesini beklediğim için ağlıyorum" dedi.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ bir kulundan razı olduğu zaman ölüm meleğine, 'Falan
kulumun yanına git, bana ruhunu getir de onu rahata kavuşturayım.
Onun yaptığı ameller yeterlidir. Ben onu türlü türlü imtihanlardan
geçirdim; o her zaman benim hoşnut olduğum amelleri işledi' buyurur.
Bunun üzerine ölüm meleği, her birinde güzel kokular saçan zaferan
kökleri ve reyhan demetleri bulunan beş yüz melekle beraber yeryüzüne
inerler. Onlardan her biri birbirine hiç benzemeyen müjdeler verir. Sonra
melekler iki saf halinde ellerinde güzel kokularla beraber o kişinin
ruhunun çıkışını beklerler.
İ
71 Elimizde İhya nüshasında bu isim ibn Mesud şeklindedir. Fakat
Zebîdî bu hatanın tüm ihya nüshalarında yapıldığını; doğrusunun Ebû
Mesud şeklinde olduğunu belirtmiştir. Ebû Mesud, sahabenin
büyüklerindendir. ismi, Akabe b. Amr b. Sa'lebe-i En-sârî'dir (bk. Zebîdî,
İthaf, 14/93).
68
ÖLÜM ve SONRASI
İblîs bu manzarayı görünce ellerini başına koyarak haykırmaya, çığlıklar
atmaya başlar. Askerleri kendisine, 'Efendimiz, size neler oluyor böyle?'
diye sorduklarında İblîs, 'Şu adama yapılan ikramları görmüyor
musunuz? Nerelerdeydiniz; neden onu azdırmadınız' der. Askerleri,
'Bizler onu azdırmak için çok çaba sarfettik, lâkin o (Allah tarafından)
korunmuştu' diye cevap verirler."72
Hasan-ı Basrî (rah) diyor ki: "Mümin ancak rabbine kavuştuğu an rahata
erer. Rahatını Allah'a kavuşmakta bulan kişinin ölümü, onun sevinç,
neşe, emniyet ve izzet bulduğu gündür."
Câbir b. Zeyd'e (rah) ölüm döşeğinde iken, "Ne istersin?" diye soranlara,
"Hasan-ı Basrî'yi görmek istiyorum" diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî (rah)
onun yanına gelince etrafındakiler, "Bak işte Hasan geldi" dediler. Câbir
göz kapaklarını kaldırdı ve Hasan-ı Basrî'ye doğru bakarak, "Kardeşlerim!
Zaman geldi. Cennete ya da cehenneme gitmek üzere sizlerden
ayrılıyorum" dedi.
Muhammed b. Vâsî son anlarında şunları söylemiştir: "Ey kardeşlerim,
sizlere selâm olsun! Ya ateşe gidiyorum ya da rabbimin mağfiretine."
Sâlihlerin her biri ebediyen can çekişip, günahların veya sevapların
hesabını vermemek için tekrar dirilmemeyi temenni etmişlerdir.
Son nefes anlarının kötü geçme korkusu, ariflerin kalplerini dehşete
düşüren bir şeydir. Gerçekten bu durum, ölüm anında insanın başına
gelebilecek en korkutucu hallerden biridir.
ibn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1932; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/32;
Şerhu's-Sudûr, s. 93; Zebîdî, ithaf, 14/94-97; ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz, 9;
es-Sünenü'1-Küb-râ, nr. 1959.
İMAM GAZÂLÎ
69
Biz daha önce Havfve Recâ kitabında, kötü sonun (sû-i hatime) ve
ariflerin bu husustaki korkularını işlemiştik. Aslında o hususlar bu
kitapta anlatılmaya daha lâyıktır, fakat tekrar o mevzuya dönerek konuyu
uzatmak istemiyoruz.
BİRİNCİ KISIM
İ
hususta şöyle buyurmuştur: 'İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü
zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz."89
Allah Resulü (s.a.v) her baygınlık geçirdiğinde sanki kendisine birtakım
tercihler sunuluyormuşçasına, 'Hayır, ben refîk-i a'lâyı istiyorum' diyordu.
Bazı aralar kendine gelip konuşmaya güç yetirdiğinde, 'Namaz! Namaz!
Cemaatle birlikte namaz kıldığınız müddetçe birbirinizden
kopmazsınız'90 buyuruyordu.
Resûlullah (s.a.v) vefat edinceye kadar hep bu şekilde, 'Namaz!
Namaz!'deyip durdu."91
Hz. Âişe (r.anh) der ki: "Resûlullah (s.a.v), pazartesi günü, kuşluk vaktinin
yükselmesi ile zeval (güneşin tam tepede olma) vakti arasında vefat
etti."
89 En'âm 6/129. Birbirini tamamlayan rivayetler için bk. Buhârî,
Menâkıbü'l-Ensâr, 11; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 176; Tirmizî, Menâkıb,
65. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/349; Humeydî, Müsned, nr. 798;
ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6446; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 7416. bk.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef,
12/168; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 3845; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5971;
Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsât, nr. 878.
90 bk. Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 158; Ebû Dâvûd, Edeb, 133; ibn Mâce,
Vesâyâ, 1, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/78; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 18444; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 7218.
91 Rivayeti bu şekliyle görmek için bk. Zebîdî, İthâfü's-Sâde, 14/142.
80
ÖLÜM ve SONRASI
Hz. Fâtıma (r.anh) der ki: "Bu pazartesi günleri karşılaştığım hadiseler
nedir böyle? Vallahi ümmetin başına gelen sıkıntı ve musibetler hep bu
günde olmuştur."
Ümmü Gülsüm (r.anh)92 demiştir ki: "Bugün, aynı zamanda Hz. Ali'nin
(r.a) musibetlere duçar olduğu gündür. Pazartesi gününden çektiğim
nedir ki, dedem (Hz. Peygamber) bugün vefat etti, babam Ali ve Ömer
(r.a) bugün şehid edildi."
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) vefat ettiği ve orada
bulunanlar feryadü figan edip ağlamaya başladıkları zaman insanlar
hemen içeriye hücum ettiler. Bu esnada melekler elbisesiyle Hz.
Peygamberin (s.a.v) üzerini örttüler. Ortalık karışmış, herkes farklı bir
şeyler söylüyordu. Kimi onun öldüğünü yalanlıyor, kimi ise dili tutulmuş,
öylece kalakalmıştı. Akıllar karışmış ve kimin ne söylediğini kimse
anlamıyordu. Kimileri bir köşeye çekilmiş, aklı başında bir halde
beklemekte; kimileri de yere çömelmiş, öylece düşünmekte idi.
Ömer b. Hattâb (r.a) onun vefat ettiğine inanmayanlardandı. Hz. Ali (r.a)
bir köşeye çekilip oturanlar arasında idi. Hz. Osman'ın (r.a) ise dili
tutulmuştu.
Sonra Hz. Ömer (r.a) insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: "Resûlullah
(s.a.v) ölmedi. Muhakkak ki Allah (c.c) onu geri döndürecek ve onun
ölümünü bekleyen münafıkların ellerini ve ayaklarını kesecektir. Allah
Teâlâ nasıl ki Musa (a.s) ile sözleştiği gibi onunla da sözleşmiştir ve o
elbette bizlere geri dönecektir."
Ümmü Gülsüm: Hz. Fâtıma ve Ali'nin (r.a) kızıdır. Peygamber Efendimiz
hayatta iken dünyaya gelmiştir. Allâme Zebîdî'nin kayıtlarına göre, Ümmü
Gülsüm ilk evliliğini Hz. Ömer (r.a) ile 40.000 dirhem mehir karşılığı
yapmıştır. Ondan Zeyd ve Rukıyye adında iki çocuk dünyaya gelmiştir.
Dârekutnî'nin Uhuvve adlı kitabında zikrettiğine göre, Ümmü Gülsüm, Hz.
Ömer'in vefatından sonra Avn (Avf) b. Ca'fer b. Ebû Tâlib ile evlenmiş,
onun da vefatının ardından Avn'ın kardeşi Abdullah b. Ca'fer evlenmiştir.
Ca'fer oğullarından çocuğu olmamıştır (bk. Zebîdî, İthaf, 14/148).
İMAM GAZALİ
81
Bir diğer rivayette ise Hz. Ömer (r.a) şunları söylemiştir: "Ey insanlar! (Şu
günlerde Resûluilah'ın ölümü ile ilgili olarak) dillerinizi tutun. Çünkü o
ölmemiştir. Vallahi kimin, Resûlullah öldü dediğini duyarsam, işte şu
kılıcımı kafasına indiririm."
Hz. Ali (r.a) evinden dışarı çıkmıyordu. Osman (r.a) ise konuşamıyor, bir
yere gidip gelmek istese elinden tutularak götürülüyordu.
O gün hiç kimse Hz. Ebû Bekir ve Abbas (r.a) kadar metanet
gösterememiş, Allah Teâlâ b'u ikisine tevfik ve dayanma gücü vermişti.
Öyle ki Hz. Ebû Bekir'den (r.a) başka birinin sözüne bakılmadığı bir
zamanda Resûluilah'ın (s.a.v) amcası Abbas gelmiş ve insanlara,
'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, Muhammed
(s.a.v) ölümü tatmıştır. Zira o aramızda iken şu âyeti okumuştu:
"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz, sizler
kıyamet günü rabbinin huzurunda davala-şacaksınız."93
Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a), Medine
yakınlarında yerleşmiş bir ensar kabilesi olan Hazrec kabilesinin
Harsoğulları arasında bulunuyordu. Haberi alır almaz hemen
Resûluilah'ın yanına geldi, üzerine kapanıp onu öptü ve, "Anam babam
sana feda olsun, Allah
93 Ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye, 3/569-570; Beyhakî,
Delâilü'n-Nü-büvve, 7/215. Allâme Zürkânî, ibn Hacer'in el-Mevâhibü'l-
Ledüniyye adlı eseri üzerine yazdığı şerhinde, yukarıda bahsi geçen
rivayeti, ibn Münir'in Mi'râc adlı eserinde zikrettiğini kaydeder, bk.
Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhib), 12/142. Rivayetin bir bölümü için bk. Buhârî,
Cenâiz, 3.
82
ÖLÜM ve SONRASI
(c.c) ölümü sana ikinci kez tattırmayacak.94 Vallahi Resû-lullah vefat
etmiş" dedi ve insanların karşısına çıkarak, "Ey insanlar! Her kim
Muhammed'e inanıyorsa şunu bilsin ki, o ölmüştür. Muhammed'in
rabbine inananlar bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez! Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip
geçmiştir. Şimdi o öiürya da öldürülür-se gerisin geriye mi
döneceksiniz?"95
Hz. Ebû Bekr'in (r.a) bu konuşmasından sonra sanki insanlar bu âyeti ilk
duymuş gibi oldular.96
Bir hadise bir başka rivayette şöyle geçmiştir: Hz. Ebû Bekir (r.a)
Resûlullah'ın (s.a.v) vefat haberini alır almaz hemen Medine'ye geldi.
Resûlullah'ın evine girdiğinde bir yandan gözlerinden yaşlar boşalıyor, bir
yandan da ona salâtü selâm getiriyor, zorla da olsa yutkunmaya
çalışıyordu. Buna rağmen kendinde idi. Resûlullah'a doğru eğildi, yüzünü
açtı, alnını ve yanaklarını öptü, yüzünü sıvazladı ve ağlaya ağlaya, "Anam
babam sana feda olsun! Nefsim, ehlim sana kurban olsun! Güzel
yaşadın, güzel vefat ettin. Hiçbir peygamberin ölümüyle son bulmayan
nübüvvet senin ölümünle noktalanmıştır. Sen övülemeyecek kadar
azametli, sızlanamayacak kadar ulvîsin. Öyle ki herkes sende teselli
buluyor ve herkes sende eşit oluyordu. Şayet ölüm senin tercihin
olmasaydı, sana olan hüznümüzden dolayı canlarımıza kıyardık. Eğer
(ölünün üzerine) ağlamayı menetmeseydin bütün göz yaşlarımızı sana
döker-
94 Zebîdî der ki: Hz. Ebû Bekir'in (r.a) bunu söylemesinin nedeni şu idi:
Münafıklar başından beri Resûlullah'ın vefatını beklemekte ve hatta
bunu temenni etmekte idiler. Müslümanlar ise Resûlullah (s.a.v) vefat
etse dahi isâ (a.s) gibi tekrar dirilip münafıkları cezalandıracağını ümit
ediyorlardı. Hz. Ebû Bekir ise onun tekrar dirilip ikinci bir kez ölümü
tatmayacağını bu sözleriyle ifade etmiş oluyordu.
95 Âl-i imrân 3/144.
96 Buhârî, Cenâiz, 3; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye,
3/570.
İMAM GAZÂLÎ
83
dik. Ancak, gücümüzün yetmediği, önleyemediğimiz bazı şeyler de vardır
ki onlar da denizin kabarıp inmesi gibidir.
Allahım bunları ona ilet!
Ey Muhammed! Rabbinin yanında bizleri de an. Kalbinden bizleri
çıkarma. Eğer bizlere vakar ve sekînet bırak-masaydın, ardında bıraktığın
yalnızlığa ve hasrete kimseler dayanamazdı.
Allahım! Bunları sevgili dostuna ilet. Onun sevgisini içimizde koru."97
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 7/215; ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/264-
265; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhîbü'l-Ledüniyye, 3/570; Zebîdî,
İthâfü's-Sâde, 14/153.
84
85
İKİNCİ KISIM
Hz: Ebû Bekir (r.a) ölüm döşeğine düştüğü vakit kızı Hz. Âişe (r.anh)
yanına geldi ve onun halini anlatmak için şu beyti okudu:
Hayatıma yemin olsun ki, servet vermez fayda,
Ölüm gelip çatıp artık göğüs daraldığında.
Ebû Bekir (r.a) bunları işitince biraz kendine gelir gibi oldu ve kızına,
"Öyle değil, bilakis şu âyeti oku:
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir ve, 'İşte (ey insan) bu, senin öteden beri
kaçtığın şeydir' denir."98 Sonra kızına şu vasiyette bulundu:
"Şu iki elbisem var ya, onları güzelce yıkayın ve beni onlarla kefenleyin,
çünkü hayattakiler yeni elbiselere daha muhtaçtırlar."
Hz. Âişe (r.anh) babasının vefatı sırasında onun halini temsil etmek için
şu beyti okudu:
Yağmurlar istenirdi onun hürmetine, nur gibiydi, Yetimlerin baharı, dul
kadınların sığınağıydı.
Ebû Bekir (r.a) bunu işitince, "Bu söylediklerin Resûlul-lah'a (s.a.v) ait
vasıflardır" dedi.
Hastalığının fazlalaştığı sıralardı. Birçok kimse ziyaretine geldi ve, "Sana
bir doktor çağırsak da bir baksa, olmaz mı?" dediler. Hz. Ebû Bekir şu
cevabı verdi: "Doktorum bana baktı ve, 'Ben dilediğimi yaparım' dedi."
Bir ara Selmân-ı Fârisî, Ebû Bekir-i Sıddîk'ı hastalığı sırasında ziyarete
geldi. Ona, "Ey Ebû Bekir, bana tavsiyelerde bulun" dedi. Ebû Bekir (r.a),
"Allah Teâlâ sizlere dünyanın kapılarını açacaktır. Ondan sadece
ihtiyacınız olduğu kadar alın. Sabah namazını kılan kimse Allah'ın hima-
yesindedir. Sakın Allah'a olan ahdinizi bozmayın, yoksa sizi yüzüstü
cehenneme sürer."
Hz. Ebû Bekir (r.a) artık iyice ağırlaşmış, iyileşme ümidi kesilmişti.
İnsanlar kendisinden yerine geçecek birini tayin etmesini istediler; o da,
"Ömer'i bırakıyorum" dedi. Bunun üzerine insanlar, "Ey Ebû Bekir! Bize
çok sert ve kaba birini bıraktın; rabbinin huzurunda ne cevap
vereceksin?" diye sordular. O da, "Rabbime, 'Senin kullarına onların en
hayırlısını halife bıraktım' derim" diye cevap verdi.
Sonra birini göndererek Ömer'i çağırttı, ona, "Sana bir vasiyetim var, iyi
dinle! Allah Teâlâ'nın, gündüz yapılmasını istediği birtakım hakları
(ibadet ve vazifeler) vardır ki bunların geceleyin yapılmasını kabul
etmez. Aynı şekilde gece yerine getirilmesini istediği birtakım hakları da
vardır ki onların da gündüz yapılmasını kabul etmez. Allah (c.c) kul farz
ibadetleri yerine getirmedikçe nafileleri kabul etmez."
Kaf 50/19.
Farzlar terkedilerek yapılan nafile ibadetlerin bir faydası olmaz şeklinde
anlaşılmalıdır.
¦*
86
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
87
ÜÇÜNCÜ KISIM
Amr b. Meymûn (rah) anlatıyor: Hz. Ömer'e suikast yapıldığı sabah ben
de oradaydım. Aramızda sadece Abdullah b. Abbas (r.a) vardı. Hz. Ömer
(r.a) namaz kıldırmak üzere mihraba doğru ilerlerken her iki safın
arasına geldiğinde, "Safları düzeltin" der, ondan sonra diğer safa geçerdi.
En sonunda mihraba ulaşır ve tekbir getirerek namaza
başlardı.
Çoğu kere, özellikle sabah namazlarında cemaat namaza yetişsin diye
ilk rek'atlarda Yusuf yahut Nahl sûrelerini okurdu.
O sabah da yine aynen yapmış ve mihraba geldiğinde niyetini ederek
tekbir almıştı ki onun, "Köpek beni yaraladı" dediğini işittim. Mugîre b.
Şu'be'nin kölesi Ebü'l-Lü'lü onu yaralamıştı. Kâfir adam100 ne olacak!
Kullandığı bıçağın her iki tarafı da keskindi.
Ebü'l-Lü'lü mescidden elindeki bıçağı sağa sola sallayarak kaçmış, bu
sebeple on üç kişi yaralanmıştı. Bunlardan, bir rivayete göre dokuzu,
diğer bir rivayete göre de yedisi hayatını kaybetmişti.
100 Ebü'l-Lü'lü, ateşe tapan bir Mecûsî idi.
Bu esnada, tam mescidden çıkarken Irak hacılarından biri onu gördü.
Hemen üstündeki cübbeyi çıkarıp üzerine attı. Ebü'l-Lü'lü de herkesin
üzerine çullandığını ve yakalandığını zannederek kendini bıçakladı.
Hz. Ömer (r.a) Abdurrahman b. Avf'ı yerine, namazı kıldırması için
geçirdi, çünkü ona en yakın o idi. Hz. Ömer'in arkasındaki herkes benim
gördüklerimi gördüler. Arka saflarda ve mescidin ücra köşelerinde
olanlar olan bitenden habersizdiler. Hz. Ömer'in sesi kesilince yanıldığını
düşünerek, "Sübhânellah, Sübhânellah" demeye başladılar. Abdurrahman
b. Avf kısa bir namaz kıldırdı. Namaz bitince Ömer (r.a), "Ey ibn Abbas!
Bak bakalım beni bıçaklayan kimmiş?" dedi. İbn Abbas, bu işi kimin
yaptığını öğrenmek üzere yanından ayrıldı. Bir müddet sonra geldi ve, "Ey
Ömer! Seni bıçaklayan Mugîre b. Şu'be'nin kölesi imiş. "Hz. Ömer (r.a),
"Allah kahretsin! Ben ona daima iyiliği tavsiye edip doğruyu
göstermiştim. Ama Allah'ıma şükürler olsun ki, benim ölümümü bir
müslümanın elinden yapmadı. Medine'de gayri müslimlerin çoğalmasını
isteyen sen ve babandı. Onlara en çok acıyan ve şefkat gösteren de
Abbas idi." ibn Abbas, "İstersen onların hepsini öldürelim?" dedi. Hz.
Ömer (r.a), "Dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve haclarını
yaptıktan sonra, artık böyle bir şey olmaz" dedi.
Sonra evine götürüldü, biz de beraberinde gittik. İnsanlar şaşkındı. Sanki
daha önce başlarına böyle bir felâket hiç gelmemiş gibiydiler. Kimi,
"Yarası ciddi, hayatî tehlikesi var" derken, kimi de, "Zannımca önemli bir
şeyi yok" diye konuşuyorlardı.
Sonra bir doktor getirtildi. Doktor hurma şırası içmesini söyledi. Biraz
içirdiler, fakat bağırsaklarından dışarı akıyordu. Süt içirdiler, yine aynı
şekilde oldu. Bunu görenler
88
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂÜ
89
Hz. Ömer'in öleceğini anladılar, çünkü bıçağın darbesi iç organlara kadar
sirayet etmişti.
Ben de ziyaretine gittim. İnsanlar ona övgülerde bulunuyorlardı. Sonra
bir genç geldi ve,
"Ey müminlerin emîri! Allah azze ve celleden sana müjdeler var! Zira sen
Resûlullah'ın (s.a.v) sohbetinde bulunup onunla arkadaşlık ettin.
Bildiğim kadarıyla da ilk müs-lümanlardansın. Sonra onların başına
önder oldun ve adaletle yönettin. Şimdi de şehid oluyorsun." Hz. Ömer
(r.a),
"Bu işler ne faydama ne de zararıma! Ben sadece bunların, âhiretim için
yetecek kadar olmasını isterdim" dedi. Bu konuşmalardan sonra
delikanlı ayrılmak üzere arkasını döndü. Entarisi uzunluğundan dolayı
yerlerde sürünüyordu. Hz. Ömer (r.a), "O genci buraya çağırın" dedi. Onu
bulup getirdiler. "Yeğenim! Elbiseni biraz yukarı kaldır! Böylelikle hem
daha temiz kalmış hem de rabbine karşı daha takvâlı davranmış
olursun" diye nasihatte bulundu.
Râvi anlatmaya şöyle devam ediyor: Hz. Ömer (r.a) oğlu Abdullah'tan ne
kadar borcu olduğunun tesbit edilmesini istedi. Hesabın sonunda
yaklaşık 86.000 dirhem borcunun olduğu ortaya çıktı. Hz. Ömer,
"Eğer ailemizin malı bu borçları ödemeye yeterse onlarla öde, yetmezse
git Kâ'b b. Adîoğulları'ndan iste. Onlarınki de yetmezse Kureyş
kabilesinden iste, başka bir yere de gitme. Bunlar yeterlidir. Borcumu
ödedikten sonra müminlerin annesi Âişe'nin yanına git ve,
"Ömer'in sana selâmı var" de. Sakın, "müminlerin emîri" ifadesini
kullanma, çünkü artık müminlerim emîri değilim. Sonra ona, "Ömer
sizden, iki arkadaşının [Resûlullah (s.a.v) ve Ebû Bekir'in] yanına
defnedilmek için izin istiyor" de dedi.
Abdullah Hz. Âişe'nin (r.anh) yanına gitti. İzin alarak içeri girdi. Selâm
verdi. Hz. Âişe (r.anh) oturmuş ağlıyordu. Abdullah, "Ömer b. Hattâb size
selâm gönderiyor ve iki arkadaşının yanına defnedilebilmek için sizden
müsaade istiyor" dedi. Hz. Âişe, "Ben orayı kendim için düşünüyordum,
fakat bugün Ömer'i kendime-tercih ediyorum" dedi.
Abdullah babasının yanına döndü. Oradakiler Ömer'e, "Bu oğlunuz
Abdullah, geri döndü" dediler. Hz. Ömer, "Beni kaldırın" dedi.
Oradakilerden biri onu kendine yaslayarak kaldırdı. Hz. Ömer, "Ne
haberler getirdin?" diye sordu. Abdullah, "Sevineceğiniz bir şey! Ey
müminlerin emîri, Hz. Âişe (r.anh) izin verdi" dedi. Hz. Ömer, "Allah'a
hamdol-sun! Benim için bundan daha önemli bir şey yoktu.
Öldüğüm zaman beni Hz. Âişe'nin odasına götürün.101 Abdullah, oraya
girince Âişe'ye selâm ver ve, 'Ömer buraya defnedilmek için sizden izin
istiyor' de. Eğer izin verirse beni oraya gömün, yok vermezse
müslümanların umumi kabristanlığına götürürsünüz" dedi.
Biraz sonra müminlerin annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa (r.anh) geldi.
Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Babasının
yanında kalıp bir müddet ağladı. Erkekler de içeri girmek isteyince onlara
izin verildi. Ben de onlarla beraber girdim, içeriden Hafsa'nın (r.anh)
ağlama seslerini işitiyorduk.
Erkekler, "Ey müminlerin emîri, bizlere vasiyetini et ve yerine halife bırak"
dediler. Hz. Ömer, "Ben bu göreve Resûlullah'ın (s.a.v) kendilerinden razı
olarak vefat ettiği şu altı kişiden başkasını lâyık görmüyorum" dedi ve
onları saydı: "Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebû Vakkas ve
Abdurrahman b. Avf.
101 Zira Hz. Peygamber'in kabri, Mescid-i Nebevi ile yan yana bulunan
Hz. Âişe'nin odasında bulunmaktaydı.
90
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
91
Bu iş için oğlum Abdullah da sizlere şahitlik eder. Onun bu işte hiçbir
hakkı yoktur, yani o halife olamaz. Onun orada bulunması taziyeleri
kabul etmek gibi bir şeydir. Eğer Sa'd halife olursa ne güzel! Yok,
başkasını seçerlerse mutlaka Sa'd'dan istifade etsin. Ben onu Küfe
valiliğinden, bu göreve yetersizliği ya da hainliği nedeniyle
azletmedim.102
Benden sonra halife olacak kişiye vasiyetim, ilk hicret edenlerin
faziletlerini bilmesi ve onlara saygı duymasıdır. ve yine ona vasiyetim
şudur ki, kendilerinden önce Medine'yi yurt edinip kendilerinden önce
iman etmiş ensara karşı iyilikle muamelede bulunmasıdır. Onlardan iyi
işler yapanlara ihsanda bulunsun, kusuru bulunanları da affetsin.
Diğer şehirlerin insanlarına da iyi davransın. Çünkü onlar İslâm'ın
dayanağı, devlet hazinesinin kaynağı ve düşmanlarımızın korkusudur.
Zekât ve sadaka gibi hususlarda onları fazla zora sokmasın ve ancak
rızaları ile kendilerinden arta kalan kısmı alsın.
Göçebelere yani köylülere de iyi davranmasını vasiyet ediyorum, zira
onlar Araplar'ın aslı, İslâm'ın aslî maddesidir. Onlardan aldığı sadaka ve
zekâtları tekrar fakirlerine dağıtsın.
Allah'ın ve Resûlü'nün koruma altına aldığı zimmîlere, kendilerine vaad
edilen hususlara riayet etmesini, onları korumasını ve altlarından
kalkamayacakları yükü onlara yüklememesini tavsiye ediyorum."
Sonra Hz. Ömer vefat etti. Hazırlanıp kefenlendikten sonra Hz. Âişe'nin
(r.anh) yanına (evine) götürdük. Abdullah b. Ömer selâm verdi ve,
"Ömer b. Hattâb buraya defnedilmek için sizden izin istiyor" dedi. Hz.
Âişe (r.anh), "Onu içeri getirin" buyurdular. Böylelikle Hz. Ömer'in
cenazesi iki arkadaşının yanına defnedilmiş oldu.
İ Ö
Resûlullah (s.a.v) buyuruyorlar ki: "Cebrail bana, 'İslâmiyet Ömer'in
ölümüne ağlasın' dedi."103
Abdullah b. Abbas (r.a) anlatıyor: Hz. Ömer'in cenazesi evinde bir
divanın 'üzerine konulmuştu. İnsanlar etrafını kuşatmışlar, rahmet ve
merhamet dualarında bulunuyorlardı. Ben de aralarında idim. Birden bir
el omuzuma ilişti, korktum, arkamı döndüğümde gördüm ki Âli b. Ebû
Tâlib (r.a)! Ömer'e rahmet dualarında bulundu ve ona şöyle dedi:
"Kendin gibi amel işleyen birini arkanda bırakmadın. Gerçekten senin
ameline benzer bir amelle Allah'a vâsıl olmak isterdim. Yemin ederim ki,
Allah (c.c) seni iki arkadaşınla beraber edecektir. Çünkü ben çok kereler
Resûlul-lah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
"Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce... gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer
beraberce ... çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce girdik..."104
1 Hz. Ömer (r.a) hicretin 21. (642) yılında Sa'd b. Ebû Vakkas'ı Küfe
valiliğine tayin etmiş, ancak daha sonra tekrar bu görevden onu kendisi
azletmiştir.
1 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/138; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., nr. 597.
Hadisin ibn Asâkir rivayetleri ile ilgili kısımları için bk. ibn Arrâk,
Tenzîhu'ş-Şerîa, 1/346; Şevkâ-nî, Fevâidü'l-Mecmûa, Menâkıbü'l-Hulefa,
21.
' Buhârî, Fezâil, nr. 4, 6; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 14; Nesâî, es-Sünenü'l-
Kübrâ, nr. 8115; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/112.
92
ÖLÜM ve SONRASI
DÖRDÜNCÜ KISIM
Â
108 Tirmizî, Menâkıb, 18; Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr.
1305, Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 36280.
ÖLÜM ve SONRASI
ma engel oluyorsunuz, öyle değil mi?' dedi. Ayaklananlar, 'Allah var,
doğru söylüyorsun' dediler. Hz. Osman (r.a), 'Allah ve İslâm adına
doğruları söyleyin, ben Tebük Gazvesi askerlerini kendi malımdan
giydirip kuşatmadım mı? Onlara silâh ve teçhizat almadım mı?'
Ayaklananlar, 'Allah için bunlar doğru' dediler. 'Allah (c.c) ve İslâm hakkı
için doğru söyleyin; Resûlullah (s.a.v) Mekke'deki Sebîr dağında idi.
Yanında Ebû Bekir, Ömer ve ben vardım. Bir ara dağ sallanmaya başladı,
öyle ki kayaları dağın dibine kadar yuvarlanmıştı. Resûlullah (s.a.v)
ayağıyla yere vurarak,
Ey Sebîr, sakin ol I Zira üzerinde bir peygamber bir Sıd-dîk ve iki tane de
şehid bulunmaktadır109 dediğini işitmediniz mi?'
Ayaklananlar, 'Allah için bunu da işittik' dediler. Bunun üzerine Hz.
Osman (r.a), 'Allahüekber! Benim lehime tanıklıkta bulundunuz. Kabe'nin
rabbine yemin olsun ki ben şehid olacağım' dedi."
Dabbe110 ihtiyarlarından biri anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) hançerlenip de
kanlar sakallarına doğru akmaya başladığı zaman, 'Senden başka hiçbir
ilâh yoktur. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben
(nefsime) zulmedenlerden oldum'111 âyetini okudu; ardından, 'Alla-hım!
Şu düşmanlarımı sana havale ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım
diliyor ve beni imtihan ettiğin şeye karşı senden sabır diliyorum' diye dua
etti."
' Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. ibn Ebû Âsim, es-Sünne,
nr. 1305;
ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7/178. J Bir dağın ismidir. Mescid-i
Hayf'ın bulunduğu yerdedir (bk. Abdullah-ı Bekrî, Mu'ce-
mü mâ ista'cem, "Dabbe" md. 1 Enbiyâ 21/87.
İMAM GAZÂLÎ
95
BEŞİNCİ KISIM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ye sordu. Ona temiz bir yer, bir de çeşme gösterildi. Bu fakir adam
çeşmeye gidip abdestini tazeledi, sonra biraz namaz kıldı, ardından
kendisine gösterilen yere gelerek uzandı. Biraz sonra gözlerini kapadı ve
oracıkta öldü."
Ebü'l-Abbas-ı Dîneverî bir mecliste konuşma yapıyordu. Onun sohbetini
dinleyen kadınlardan biri aşka gelerek bir sayha attı. Ebü'l-Abbas
erkeklerin yanında böyle bir şeyin yapılmasından hoşlanmadı ve kadına,
"Gerçekten kendini Allah'ta fâni olmuş, onun aşkında garkolmuş
hissediyorsan öl" dedi. Kadın kalkarak mescidin kapısına doğru ilerledi.
Tam çıkmak üzereyken Ebü'l-Abbas'a döndü: (İçinden Allah'ın kendisini
mahcup etmemesini istedi ve kendinde zuhur eden o halin doğru olduğu
ispat için ölmeyi temenni etti. Allah duasını kabul etti) ve kadın, "işte
öldüm" diyerek orada ruhunu teslim etti.
Ebû Ali-i Rûzbârî'nin kız kardeşi anlatıyor: "Kardeşim Ebû Ali son
nefeslerini verirken başı kucağımda idi. Baygındı, bir ara gözlerini açtı ve,
'İşte bunlar gökyüzünün kapıları, açılmışlar. Bunlar ise cennetler,
süslenmişler. Biri bana, Ey Ebû Ali! Her ne kadar sen istememiş olsan da
biz seni en yüksek derecelere çıkardık' diyor.
Ebû Ali sonra şu beyitleri okudu: Senin hakkına yemin olsun ki, seni
görene dek hiçbir kimseye muhabbet gözüyle bakmadım.
(Ey sevgili) Bir an senden gafil kalsam, senin bana azap edeceğini
biliyorum, bir de senin hayandan dolayı kızaran yanaklar bana azap
eder.117
117 Zebîdî, Kuşeyri Risâlesi'nöe de geçen bu şiirin, başka bir yazma
nüshada şu şekilde geçtiğini kaydeder:
(Ey sevgili!) Sona erdirsen de sana olan sevgimi, Bu kalbim yine senden
gayrisine meyletmez ki. (bk. Zebîdî, İthaf, 14/228).
Son nefeslerini vermek üzere olan Cüneyd-i Bağdâ-dî'ye, "Lâ ilahe illallah
de" diye telkinde bulunduklarında Cüneyd, "Ben O'nu unutmadım ki
hatırlamaya çalışayım!" demiştir.
Şiblî'nin hizmetçisi, Ca'fer b. Nusayr (el-Huldî) Bekrân-ı Dîneverî'ye,
"Vefatı esnasında onda ne gibi haller gördün" diye sorulduğunda Ca'fer,
"Şiblî bana, 'Üzerimde bir mazlumun bir dirhem hakkı vardı. Sonra o
parayı sahibi namına binlerce misliyle sadaka olarak verdim ama şu
anda kalbimi rahatsız eden, ondan daha büyük bir şey yok' dedi." Sonra,
"Haydi, bana abdest almamda yardımcı ol" dedi. Ben de ona abdest
aldırdım. Sakallarının arasını hilâl-lemeyi unuttum, o anda dili tutuktu.
Elimden tuttu, parmaklarımı sakallarının arasına soktu ve onu
hilâllettirdi, sonra ruhunu teslim etti. Ca'fer bunları anlattıktan sonra
ağlayarak der ki: "Ömrünün son nefeslerinde dahi dinin edeplerinden bir
edebi bile terketmeyen biri hakkında ne dersiniz?"
Bişr-i Hâfî'nin vefatının son anlarında sıkıntılı sıkıntılı davrandığını gören
biri, "Sanki hayatı arzuluyor gibisin?" dediğinde Bişr, "Evet, Allah'ın
huzuruna varmak gerçekten de zor bir iş!" dedi.
Salih b. Mismâr'a, "Oğlunu ve aileni, kendilerini gözetmeleri için birilerine
vasiyet etmeyecek misin?" diye sorduklarında: "Onları Allah'tan gayrisine
havale etmekten haya ederim" demiştir.
Ebû Süleyman Dârânî ağırlaştığı zaman dostları ziyaretine gelerek,
"Müjdeler olsun! Çok bağışlayan ve esirgeyen rabbinin huzuruna
gidiyorsun" dediler. Ebû Süleyman, "Bunun yerine, 'Küçük günahların
hesabını soran, büyüklerin de cezasını veren Allah'ın yanına varıyorsun'
desenize!" dedi.
104
ÖLÜM ve SONRASI
Ebû Bekir-i Vâsıtî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman kendisine, "Bize
vasiyette bulun" denildiğinde hazret, "Allah'ın sizdeki haklarını muhafaza
edin" dedi.
Sâlihlerden biri son anlarına yaklaşınca hanımı ağlamaya başladı.
"Neden ağlıyorsun?" diye sorduğunda, "Senin için ağlıyorum" der. Salih,
"Şayet ağlayacaksan kendine ağla, yoksa ben kırk yıldır bugünüm için
ağlamaktayım"
dedi.
Cüneyd-i Bağdadî (rah) anlatıyor: "Ölüm hastalığında üstadım Serî-i
Sakatî'nin ziyaretine gittim.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sordum, bana şu bey iti okudu:
Başıma gelenler doktorumdan olunca, ona bunları nasıl şikâyet edeyim!
Sonra onu serinletmek için bir yelpaze aldım. Bunu görünce, "Ciğeri
yanan biri yelpazenin serinliği ile ne bulacak?" dedi ve şu beyitleri okudu:
Kalp kavrulmuş, göz yaşları dinmek bilmiyor, keder keder üstüne, sabırsa
bölük pörçük...
Nasıl istikrar bulsun o kimsenin nefsi, kararsız hevâ ve hevesi ona günah
işletmeye devam ettikçe...
Ey rabbim! Benim için kurtuluş sağlayacak bir şey kalmışsa, ihsan et onu
bana son nefeslerimde olsa da...
Anlatıldığına göre Ebû Bekir Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, ölüm
hastalığında iken ona ziyarete geldiler ve
kendisine,
"Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulundular. Bunun üzerine Şiblî şu
beyitleri okudu:
Bir ev ki sen varsan orada, artık ihtiyaç yoktur ışığa, Geldikleri zaman
delilleriyle bütün insanlık bizim delilimiz ümidimizi bağladığımız
cemâlindir artık.
İMAM GAZÂLÎ
105
1
Bir gün olsun kurtulmayı beklersem senden eğer, vermesin Allah onu
bana.
Anlatıldığına göre Ebü'l-Abbas b. Atâ, hayatının son anlarında Cüneyd-i
Bağdâdî'nin yanına geldi. Selâm verdi, fakat Cüneyd hemen selâmını
almadı. Aradan bir müddet geçtikten sonra selâmını aldı ve, "Selâmını
geç aldığım için özür dilerim, çünkü ben günlük virdimi (zikrimi)
çekiyordum" dedi. Sonra yüzünü kıbleye doğru çevirdi, Allahü-ekber dedi
ve ruhunu teslim etti.
Ölüm döşeğinde yatan Kettânî'ye (rah), "Amellerin ne türdendi? diye
sorulur. Kettânî, "Ecelim yaklaşmış olmasaydı onu size anlatmazdım"
dedi ve ardından şu halini anlattı:
"Kırk yıldan beri kalbimin kapısında bekledim. Oradan Allah'ın rızâsının
dışında bir şeyin geçtiğini gördüğümde onu hemen kalbimden
uzaklaştırdım."
Mu'temir'in anlattığı bir kıssa şöyledir: Hakem b. Abdül-melik ölüm
döşeğine düşüp de insanlar onu ziyaret ettiklerinde aralarında ben de
vardım. "Allahım! Ona ölüm sancılarını kolaylaştır" diye ona duada
bulundum. Ardından birçok iyiliğini zikrettim. Hakem bir zaman sonra
kendine geldi ve, "O konuşan kimdi?" diye sordu. "Benim" dedim. Hakem,
"Ölüm meleği bana, 'Korkma! Ben her cömerde karşı çok yumuşak
davranırım' dedi." Sonra ruhunu teslim etti.
Yusuf b. Esbât-ı Şeybânî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman dostu
Huzeyfetü'l-Mar'aşî (rah) onun ziyaretine geldi. Onu sıkıntılı ve huzursuz
bir vaziyette bir o yana bir bu yana sallandığını görünce, "Ebû
Muhammedi Şimdi sıkıntı ve sızlanmanın zamanı mıdır?" dedi. Yusuf b.
Esbât, "Ebû Abdullah! Nasıl sızlanmayayım, nasıl tedirgin olma-
106
ÖLÜM ve SONRASI
yayım, Allah için ihlâsla, sadıkane olarak yaptığım bir amelimi
hatırlamıyorum ki!" dedi.
Huzeyfe demiştir ki: "Hayret doğrusu; böyle sâlih bir insan öleceği vakit
bile Allah için ihlâslı bir ameli olmadığına yemin edebiliyor!"
Megâzilî anlatıyor: Şu sûfî arkadaşlarımızdan, yaşlı ve hasta bir adamın
yanına gittim. Son nefeslerini vermekteydi. Diyordu ki: "Ey rabbim! Bana
dilediğini yapma imkânın var; bana yumuşak davran!"
Vefatı esnasında şeyhlerden biri Mümşâd-ı Dîneverî'yi ziyarete geldi.
"Allah (c.c) sana şöyle şöyle ikramlarda bulunsun, böyle ikram etsin..."
diye dualarda bulundu. Müm-şâd güldü ve,
"Otuz senedir cennet ve nimetleri bana arzedilmektedir, ancak ben
onlara gözümün ucuyla dahi bakmış değilim" dedi.118
Son nefeslerini vermekte olan Ruveym'e (rah), "Lâ ilahe illallah de" diye
telkinde bulunduklarında Ruveym onlara, " Zaten ben ondan başka bir
kelimeyi doğru dürüst söyleyemem ki?" karşılığını verir.
Ölüm döşeğindeki Ebü'l-Hüseyin Nûrî'ye, "Lâ ilahe illallah de!" diye
telkinde bulunduklarında hazret, "Bu anda ondan başka önemli bir iş mi
var!" demiştir.
Ebû Yahyâ-i Müzenî ölüm hastalığında İmam Şafiî'yi ziyaret etti. Ona
lakabıyla hitap ederek, "Ebû Abdullah, halin nasıl?" diye sordu, İmam
Şafiî,
"Dünyadan göç etmek, kardeşlerimden ayrılmak, kötü amellerimle yüz
yüze gelmek, ölüm kadehini içmek ve rab-bime varmak üzereyim.
Bilemiyorum, ruhum cennete mi uçacak ki onu müjdeleyeyim; yoksa
cehenneme mi gide-
1 Bu durum özellikle sâlihlerin son nefeslerinde görülen bir istiğrak
halidir. Allah'ın rızâsından ve O'nun cemâlinden başka hiçbir şey
istememek anlamına gelmektedir.
İMAM GAZÂLÎ
107
cek, ona tahammül edeyim?" dedi ve ardından şu beyitleri okudu:
Kalbim taşlaşıp yollarım tıkandığında,
Teslim ettim ümitlerimi senin affına.
Çok büyük geldi günahlarım bana,
Ancak ne zaman ki geldi senin affınla yan yana,
Senin affını daha büyük gördüm onun yanında.
Affettin sen daima kullarının günahlarını,
Eksik etmedin cömertliğini, affını ve ihsanını.
Kurtulamazdı hiçbir kul şeytanın aldatmasından
Sen olmasaydın eğer,
Nasıl kurtulsun ki, aldatmıştı o temiz kulun
Âdem'i meğer!
Son demlerini yaşayan Ahmed b. Hadraveyh'e bir mesele soruldu, hazret
ağlamaya başladı ve,
"Yavrucuğum! Tam doksan beş senedir çalmakta olduğum kapı bugün
açıldı. Cennete mi yoksa cehenneme mi açılacağını bilemiyorum. Bu
durumda ne cevap vereyim ki?" dedi.
işte, ariflerin son sözleri bu şekilde.
Bu sözlerin her birinin farklı farklı olması onlara galebe çalan korku,
ümit, şevk ve sevgi sebebiyledir. Herkes o anki durumuna göre farklı
beyanlarda bulunmuştur. Her birinin dediği kendi makamına göre
doğrudur.
i."
108
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
109
ALTINCI BOLUM
BİRİNCİ KISIM
ÖLÜMÜN HAKİKATİ
insan şu dünyaya bir baksa âhireti için onu satar. Satıcının kalbi
sattığına bağlı kalmamalıdır. Âhirete bir baksa, onu hemen satın alır ve
ona olan iştiyakı gitgide artar. Satın aldığını bir görse ondan daha büyük
bir sevinç duymaz, sattığına da dönüp iltifat etmez.
Kalpte Allah sevgisini bulundurmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu
bakımdan kişi hiç ummadığı bir anda (o muhabbeti elinde tutamadığı bir
zamanda) ölümle yüz yüze gelebilir. Allah yolunda savaş ise ölmeye
davetiye çıkarmak demektir. İşte bu kimse öldürüleceği an bile Allah'ı
aklından çıkarmaz ve o sevgi üzerinde ölür.
Bu sebeple şehidlik nimetlerin en büyüğünden sayılmıştır. Zira nimet,
insanın ulaşabildiği şeye denir. Nitekim Allah (c.c) bu hususta şöyle
buyurur:
"Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey
var."154
Bu âyet, cennetteki nimet ve lezzetleri topluca ifade eden en kapsamlı
bir ifadedir. Azapların en büyüğü insanın maksadına kayuşamamasıdır.
Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurur:
"Artık onların kendileriyle hoşlandıkları şeylerin arasına bir perde
çekilmiştir."155
Bu âyet-i celile ise cehennem ehlinin çekecekleri cezalarını ifade eden
en kapsamlı bir ifadedir.
işte yukarıda bahsini geçirdiğimiz bu nimetler, şehid kul ruhunu teslim
eder etmez kendisine bahşedilir. Bu, kalp ehli sâlih kulların, yakın
nurlarıyla müşahede ettikleri bir durumdur (Hal ehli kimseler
şehidlerdeki bu durumu müşahede edebilmektedirler). Eğer bu
anlattıklarımıza delil istersen, şehidler hakkında rivayet edilen hadisler
kâfidir. Bu husustaki her hadis onların kavuşacakları lezzetleri ayrı ayrı
zikretmektedir.
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v), babası Uhud Gazvesi'nde
şehid düşen Câbir'e156 (r.a), 'Sana bir müjde vereyim mi?' dedi. Câbir,
'Evet, yâ Resûlallah, Allah seni de hayırlarla müjdelesin' dedi. Resûlullah
(s.a.v) şöyle anlattı:
Allah Teâlâ babanı diriltip huzuruna getirtti. Sonra ona, 'Benden ne
dilersen dile, onu sana vereceğim'buyurdu. O, 'Ey rabbim! Sana hakkıyla
ibadet edemedim; senden dile-
154 Fussılet 41/31.
155 Sebe' 34/54.
156 Câbir b. Abdullah-ı Ensârî (r.a).
136
ÖLÜM ve SONRASI
ğim odur ki, beni tekrar dünyaya gönderip peygamberinle ' beraber bir
kez daha savaşmam ve şehid olmamdır' dedi. Allah (c.c), 'Ben hakkında
olacakları ezelde takdir ettim, bir daha oraya döndürülmeyeceksin'
buyurdu."157
Kâ'b Ahbâr (rah) anlatıyor: "Cennette bir adam devam- ,
d
lı olarak ağlamaktadır. Kendisine, 'Neden ağlıyorsun? Sen ' cennette
değil misin' diye sorulur. O şöyle der: "Ağlıyorum, çünkü Allah yolunda bir
defa öldürüldüm. İsterdim ki onun ! için daha nice kereler şehid
edilseydim."
Mümin kişi ölür ölmez Allah'ın (c.c) azametinden ve celâlinin
genişliğinden kendisine bir kapı açılır. Dünya buraya kıyasla daracık bir
zindan gibidir, işte müminin ölümü, > daracık ve karanlık bir eve
hapsedildikten sonra kapıları ! açılıp serbest bırakılan, sonra bu kapıdan,
içinde çiçeklerin, meyvelerin, ağaçların bulunduğu uçsuz bucaksız
bağlara bahçelere kavuşan kimsenin durumu gibidir. O kimse bir daha o
karanlık ve dar zindana girmek ister mi?
Resûlullah (s.a.v) ölen bir kimsenin yanında şöyle bir örnekleme
yapmıştır: "İşte bu adam dünyadan göç etti ve onu ehline terketti. Eğer
halinden memnun ise, sizlerin annenizin karnına dönmek istemediği gibi
o da dünyaya dönmek istemez."m
Bu hadis-i şerifte geçtiği gibi, dünya anne rahmine nis-betle ne kadar
geniş ve ferahsa, âhiret de dünyaya nisbet-le o kadar ferah ve geniştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Müminin dünyadaki misali,
ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından
çıkınca ağlamaya başlar. Işığı görüp anne sütü emmeye başladığında
157 Tirmizî, Tefsîr, 4; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Hâkim, el-Müstedrek,
3/203; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 11164; Beyhakî, Delâilü'n-
Nübüvve, 3/298-299.
158 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 333; Zebîdî, İthaf, 14/310.
İMAM GAZÂLÎ
137
ise bir daha o mekâna dönmek istemez. Mümin de böyledir; ölümden
korkar. Fakat rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi
istemez, ceninin annesinin karnına dönmeyi istemediği gibi..."159
Resûlullah'a (s.a.v), falanca kimse öldü diye haber verdiklerinde şöyle
buyurmuştur:
"Ya rahata kavuştu ya da (ölümüyle) ondan rahata kavuşuldu."™0
Allah Resulü (s.a.v), "rahata kavuştu" sözüyle mümini, "ondan rahata
kavuşuldu" ifadesiyle de fâcir ve günahkâr kişiyi kastetmiştir. Zira onun
gidişi ile dünya ehli rahata ve huzura kavuşur.
Ebû Ömer (Sâhibü's-Sakyâ) anlatıyor: "Biz daha çocuktuk. Abdullah b.
Ömer (r.a) yanımıza geldi. Orada bir kabir vardı. Sahibinin kafatası
meydanda gözüküyordu. Hemen birine emredip üzerini toprakla örttürdü
ve, 'Şu bedenlere toprak bir zarar veremez, sevabı ya da azabı kıyamete
kadar çekecek olan ruhlardır' dedi."
Amr b. Dînâr-ı Mekkî der ki: "Ölen her kişi kendisinden sonra ailesinin
neler yaptıklarını, kendisini nasıl yıkadıklarını ve kefenlediklerini bilir.
Kabrinden onları seyreder durur."
Mâlik b. Enes (rah) demiştir ki: "Bana ulaşan haberlere göre müminlerin
ruhları serbest bırakılır; onlar diledikleri yere giderler."
İKİNCİ KISIM
Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile ensar-dan bir adamın
cenazesine katıldık. Resûlullah (s.a.v) adamın kabrinin başına oturdu,
başını öne doğru eğdi ve,
"Allahım! Kabir azabından sana sığırım" diye dua etti ve bunu üç defa
tekrarladı. Sonra şöyle anlattı:
"Mümin kul âhirete irtihal etmezden biraz önce Allah Teâlâ,
beraberlerinde onun için hazırlanmış kokular ve kefen bulunan, yüzleri
güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu kulunun yanına gönderir. Bunlar o
kişinin görebileceği bir yere geçerek bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman
yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde gökyüzünde ne
kadar melek varsa ona rahmet isteyip affı için Allah'a istiğfarda
bulunurlar. Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin
ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde
melekler,
'Rabbimiz! Falanca kulun geldi' derler. Allah Teâlâ,
'Onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin,
zira kullarıma: 'Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya
döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'169 diye vaadde
bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).
169 Tâhâ 20/55.
144
ÖLÜM ve SONRASI
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini
işitir. Derken kendisine hitap edilerek,
'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?' diye
sorular sorulur. Ölü, 'Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim de Hz.
Muhammed'dir' diye cevap verir.
Bundan sonra Münker ve Nekir melekleri amansız bir şekilde bir daha
sorguya çekerler. İşte bu ölünün başına gelen sıkıntı ve musibetlerin
sonuncusudur.
Mümin kulun suallere doğru cevaplar vermesinin ardından bir münadi,
'Doğru söyledin' der. İşte bu, 'Allah Teâlâ iman edenleri sağlam ve sabit
sözde (kelime-i tevhid üzere) hem dünya hayatında hem de âhirette
sapasağlam tutar..."170 âyetinin mânâsıdır.
Sonra güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafa mis gibi kokular saçan biri gelir
ve, 'Müjdeler olsun! Sana rabbinin sonsuz rahmeti ve içinde paha
biçilmez nimetleriyle cennetler vardır' der. Ölü, 'Allah seni hayırlarıyla
mükâfatlandırsın, sen kimsin?' diye sorar; o,
'Ben senin hayırlı ve sâlih amellerinim. Yeminle söylüyorum ki, ben seni
Allah'a itaate koşan, isyana ise yanaşmayan biri olarak bildim. Bundan
ötürü Allah senin mükâfatını versin' der. Sonra bir münadi,
'Bu kişi için cennet yataklarından bir yatak hazırlayın ve oradan cenneti
gören bir de kapı açın' diye meleklere seslenir. Hemen bir cennet yatağı
getirilir ve kendisi için cennete bakan bir kapı açılır. Ölü, 'Allahım! Bir an
önce kıyameti kopar da aileme, malıma döneyim' diye dua eder.
Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme
noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, j katrandan gömlekler
bulunan, azabıyla acımasız bir grup
™ ibrahim 14/27.
\:
İMAM GAZÂLÎ
145
melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte
bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları
kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez. Ruhu
semaya vardığı zaman melekler,
'Rabbimiz! Yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği kulunuz geldi'
derler. Allah (c.c),
'Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve hazırlamış olduğum azap
çeşitlerini gösterin' buyurur; zira kullarım, 'Sizi ondan (topraktan) yarattık;
yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'171
diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).'
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini
işitir. Derken kendisine hitap edilerek, 'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin
nedir? Peygamberin kimdir?' diye sorular sorulur. O, 'Bilmiyorum' der.
Melekler, 'Bilmezsin tabii!' diye karşılık verirler. Sonra çirkin yüzlü, kötü
kokulu ve kirli elbiseleriyle biri gelir ve, 'Sana Allah'ın gazabını ve sonsuz
olan elim azabı müjdeliyorum' der. Ölü, 'Allah da seni aynı azapla
müjdelesin, sen de kimsin?' diye sorar, o, 'Ben senin kötü amelinim.
Yeminle söylüyorum ki, Allah'a isyana koştun, O'na (c.c) hiç itaate
yanaşmadın. Allah senin cezanı azabıyla versin' der. Ölü,
'Allah senin de cezanı versin' diye karşılık verir. Daha sonra bu kişiye
cezası verilmek üzere kör, sağır ve dilsiz biri (azap meleği) verilir. Bunun
yanında demirden yapılmış öyle bir tokmak vardır ki, şayet insanlar ve
cinler onu kaldırmak için bir araya gelseler buna asla güç yetiremez-
lerdi. Bu zebani elindeki tokmakla bir dağa vursa onu un ufak ederdi.
Tâhâ 20/55.
146
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
147
Bu zebani o kişiye öyle bir darbe vurur ki toprak haline gelir, fakat ruhu
tekrar iade edilir. Bu sefer iki kaşının arasına öyle bir vurur ki bu sesi
yeryüzündeki insanlardan ve cinlerden başka bütün mahlûkat işitir.
Bunun peşinden bir münadi,
'Bu kişi için ateşten iki yatak getirin ve kabrinin kapılarını cehenneme
açın' der ve altına, üstüne ateşten iki levha getirilir, kabrinin kapıları
cehenneme açılır.""2
Muhammed Bakır b. Ali173 (rah) der ki: "Ölmek üzere olan herkese
amelleri gösterilir. Kul gözlerini yukarı doğru kaldırarak iyi amellerine,
gözlerini aşağı indirerek de kötü amellerine bakar."
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlul-lah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Mümin kulun eceli geldiği vakit melekler onun yanına ipek bir bez
içerisine konulmuş misk ve reyhan kokularıyla gelirler. Ardından ruhu
tereyağından kıl çeker gibi alınır ve,
'Ey mutmain olmuş nefis (ruh)! Sen rabbinden, rabbin de senden razı ve
hoşnut olarak sana bahşedeceği ihsan ve rahatlığa doğru çık' denilir.
Ruhu çıktığı vakit üzerine misk ve reyhanlar serpiştirilir ve ipek örtüye
sarılarak illiy-yîn denilen yüce makama gönderilir.
Kâfir bir kişinin ölümü yaklaştığında ise melekler bu adamın yanına,
içinde cehennemden getirtilen bir kor parçasının bulunduğu siyah bir
bezle gelirler. Ardından elem ve ıstıraplar içerisinde ruhu çıkarılır
(Çoğunlukla bu elem ve ıstırapların acısı kişiyi ya kendinden geçirir ya da
bayıltır. Bu sefer ruhu acı içinde kıvranmaya devam eder). Sonra ona, 'Ey
pis ve çirkef nefis (ruh)! Haydi, sen rabbine öf-
172 Ebû Davud, Sünnet, 27; Nesâî, Cenâiz, 114; ibn Mâce, Zühd, 32;
Tirmizî, Tefsîr, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Mösned, 4/296.
173 Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali.
keli rabbin de sana kızgın olarak O'nun azabına doğru çık' denilir. Ruhu
çıkarıldığı zaman bu kor parçasının üzerine yatırılır; öyle ki ondan
kaynayan bir suyun fokurdama sesleri gibi sesler çıkmaya başlar. Sonra
bu siyah beze sarılarak cehenneme (kabirde cehennem azabı çekmeye)
götürülür."m
Muhammmed b. Kâ'b-i Kurazî, "Nihayet onlardan birine ölüm gelip
çattığında, 'Rabbim! Beni geri gönder de boşa geçirdiğim dünyada iyi iş
(ve ameller) yapayım' der"175 âyetini okuduktan sonra şöyle anlatmıştır:
"işte o zaman Allah kuluna, 'Ne istiyorsun, amacın nedir, yoksa çokça
mal toplamak, ağaçlar dikmek, nehirler akıtmak için mi dünyaya geri
dönmeyi arzuluyorsun?' der. Kul, 'Hayır, boşa geçirdiğim günler için
tekrar iyi işler yapıp sâlih ameller işlemek için geri dönmek istiyorum'
der. Allah (c.c) şöyle buyurur:
'Onun söylediği bu söz, boş bir lâftan ibarettir.'"6 Yani ölüm anında
herkes bunları söyler."
Yine Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği diğer bir hadiste Resûlullah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Mümin kabrinde yemyeşil geniş bir bahçe içindedir. Kabri ona 70 zira
(35 metre) genişletilir ve ayın on dördü gibi apaydınlık olur. Peki, 'Onun
için dar bir hayat vardır' âyetinin kime indiğini biliyor musunuz?"
Sahabeler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (s.a.v),
174 Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11442; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-
Müstedrek, 3/352-353; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/364-365;
Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 746; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 102; ibn
Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 192.
175 Mü'minûn 23/99-100.
176 Mü'minûn 23/100.
148
"Bu, kâfirlerin kabirdeki azaplarını ifade etmek için inmiştir. Kabirlerinde
onlara doksan dokuz tane yılan musallat edilir. Her bir yılanın yedi başı
vardır. Bunlar kıyamete kadar onu ısırır, koparır ve zehirlerler (kıyamete
kadar ruhu acı ve ıstırap içinde olur)."'177
Yılanların sayısının bu kadar fazla olması insanı şaşırtmasın. Zira bu
akrep ve yılanların sayısı, kişide zuhur eden kibir, riya, haset, aldatma, kin
ve dinin hoş görmediği daha birçok kötü sıfatlar sayısıncadır Kötü
sıfatların artmasıyla azabın çeşitleri de artar. Bu sıfatların belirli bir
sayıları olmasına rağmen (devamlı suretle yapılmasından dolayı başka
kerih sıfatları da doğurur ve) başka başka dallara, kollara ve bölümlere
ayrılır. Bu kolların ve bölümlerin her biri kendi başlarına helak edici
olmaya kâfidir. Her bir kötü sıfat başlı başına ya bir akrep ya da bir yılan
oluverir. Bunların içinde en fazla acı veren, yedi başlı yılanın sokmasıdır.
En hafifi ise akrep sokmasıdır. Bu ikisi arasında ise normal yılanların
verdiği ıstıraplar vardır.
Kalp gözleri açık, basiret ehli kimseler bu helak eden vasıfları ve onların
kollarını, Allah'ın kendilerine bahşettiği basiret nurlarıyla görebilirler. Şu
kadar var ki onların gerçek hali ve derecesi ancak nübüvvet nuruyla
bilinebilir.
Bu ve benzeri haberlerin doğru olduğunu bildiren apaçık deliller olduğu
gibi, onların bir de gizli yönleri vardır. Bu gizli kısımları basiret sahibi
arifler müşahede edebilirler.
Bu haberlerin hakikatlerini anlayamayan kimseler hemen inkâra
kalkışmamalıdır. Zaten imanın en düşük derecesi, Allah ve Resûlü'nün
bildirdiklerini tasdik edip hükümlerine teslim olmaktır.
İMAM GAZÂLÎ
149
177 ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3122; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 2233;
Heysemî, Me-vâridü'z-Zam'ân, nr. 782; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6644; ibn
Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4610.
Eğer biri, "Bizler bir kâfiri mezarına koyduktan sonra uzun bir müddet
bekleştik, ancak anlatılan haberlerde zikredilenlerin hiçbirini göremedik;
şu halde tasdik ve teslimiyetimiz gördüklerimizle çakışmıyor mu?" diye
bir soru sorsa, deriz ki:
Bu gibi bir durumda senin tasdik ve teslimiyetin için üç durum söz
konusudur:
Birincisi: İman ve teslimiyettir. Senin için en açık, en sağlam ve en
güvenilir olanı budur. Bu da senin o yılan ve akreplerin varlığına ve ölüyü
sokup ısırdıklarına inanman-dır. Çünkü sahih hadis ve haberler bunu
gerektirmektedir. Fakat onlar bu baş gözü ile görülemezler, çünkü baş
gözü melekût (berzah) âlemine ait olayları görmeye müsait değildirler.
Âhiret âlemine ait olan her şey de melekût âlemin-dendir.
Baksana sahabeler görmedikleri halde, Cebrail'in vahiy getirmek için
Resûlullah'm (s.a.v) yanına geldiğine ve yine göremedikleri halde Resûl-i
Ekrem'in (s.a.v) onunla konuştuğuna nasıl inanıyorlardı!
Eğer bu kadarına da inanmıyorsan, öncelikle imanını tazelemen,
ardından da meleklere ve vahyin nüzulüne olan inancını düzeltmen senin
için diğer bütün şeylerden daha önemlidir. Şayet bunlara iman ettiysen
ve bu ümmetin göremediği şeyleri Hz. Peygamberin (s.a.v)
görebileceğine inandıysan, o zaman ölülerin başına gelecek bu
hadiselere neden inanmıyorsun?
Nasıl ki melekler insana ya da hayvana benzemiyorsa, kabir azabında
bahsedilen yılanlar ve akrepler de bizim âlemimizin yılan ve akreplerine
benzemezler. Aksine onlar
150
ÖLÜM ve SONRASI
bizdeki duyu organları ile algılanmayan ve bizim bildiğimiz yılan ve
akreplerden daha başka varlıklardır.
İkincisi: Tasdik ve teslimiyeti elde etmenin bu kısmı uykuda olan birinin
durumunu düşünmendir. Örneğin uykuda olan birinin rüyasında yılanların
kendisini sokmasını ele alalım. Elbette bu kişi, gördükleri ve yaşadıkları
rüya âleminden olsa bile, bunlardan elem duyar, çığlıklar atar, alnından
terler boşalır ve hatta yerinden fırlar. Bütün bunların hepsini nefsinde
yani ruhunda hisseder. Evet, uyanık bir adam böyle bir durumla
karşılaştığında ne yaşıyorsa o da aynını yaşamaktadır. Sense ona
baktığında sanki hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin uyuduğunu
görürsün. O uyurken etrafında yılan diye bir şey de yoktur. Ancak sen
görsen de görmesen de onun için hem yılan hem de onun verdiği acı ve
ıstıraplar mevcuttur.
Mademki elem ve ıstırap yılan sokmasından ise, bunun hayalî ya da
vücudî olması arasında hiçbir fark yoktur. Neticede ikisi de acı
vermektedir.
Üçüncüsü: Sen de biliyorsun ki acı ve ıstırap veren yılanın kendisi değil
onun vücuda attığı zehirdir. Sonra zehir de elemin kendisi değildir. Belki
o, zehrin senin bedeninde yerleşmesinden sonra hâsıl olan tesirin verdiği
acıdır. Zehrin meydana getirdiği gibi bir tesir zehir olmaksızın yapılmaya
kalkışılsa elbette bunun vereceği azap çok çetin ve yaman olur. Öyle ki,
böyle bir acının, hangi tür bir azap olduğu tarif edilemez. Bu ancak
insanların bildikleri bir ıstıraba benzetilerek anlatılabilir (Kabir azabının
diş ağrısından daha şiddetli olduğunu anlatmak gibi...).
Örneğin, bir insanda, cinsî münasebette bulunmamasına rağmen cima
yapmanın lezzeti yaratılmış olsa, bunu tarif edebilmek için cimadan söz
etmesi gerekecekti. Zira tarif edilmek istenen bir şeyin bir başkasına
izafesi, sebebin
İMAM GAZÂLÎ
151
varlığını anlatmak içindir. Burada her ne kadar sebebin kendisi yok ise
de neticesi mevcuttur. Zaten sebep zatı için değil neticesi için aranır.
İ
İşte insanda mevcut olan o kötü ve helak edici sıfatlar, ölümüyle beraber
ona eziyet ve elem veren yaratıklara dönüşür. Tıpkı, yılan olmadan
(rüyada kabus görürken) yılanın zehrinden elem duymak gibi...
Ölümün ardından kişideki kötü sıfatların eziyet veren birer varlığa
dönüşmesi, sevgilisinin ölümüyle ona olan aşkının eziyete dönüşmesine
benzer. Çünkü evvelden kendisine zevk veren aşkı ve sevdası birdenbire
sevgilisinin ölmesiyle elem ve ıstırap verici bir hastalığa dönüşmüştür.
Hatta kalbine öyle elem ve ıstıraplar saplanır ki, keşke hiç âşık
olmasaydım, keşke onunla vuslata ermeseydim diye temennilerde
bulunur. İşte aşkın eleme dönüşmesi, ölünün kabirde çektiği azaplardan
biridir. Zira dünya aşkı büsbütün onu kuşatmış, malının, gayri
menkullerinin, makamının, çocuklarının sevdalısı olmuştur.
Bir düşünsene, eğer bu adamın bütün mallarını, kendi-J si hayatta iken
bir daha asla geri alamayacağı biri gasbet-se, onun hali nice olur?
Pişmanlığı daha büyük ve azabı daha çetin olmaz mı? O, "Keşke malım,
mülküm, makamım olmasaydı da ayrılık acısı çekmeseydim!" demez
mi?
İşte ölüm, bütün dünyevî sevgi ve sevgililerin bir anda ayrılması
demektir.
Nitekim bir şair bu hususta şu beyiti söylemiştir:
"Bir tek şeyi olan bunu da kaybettiğinde hali nice olur!"
Yalnız dünya ile ferah bulup onunla sevinen bir kimsenin, elinden bunlar
alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde ve bu azabın üstüne âhiret
nimetlerini elden kaçırmanın ve Allah'a kavuşamamanın hasreti de
eklendiğinde onun hali
152
ÖLÜM ve SONRASI
nasıl olur? Allah'tan başkasını (O'nu unutarak) sevmek O'na ulaşmaya en
büyük engeldir.
Bütün bunların üstüne, dünyada sevdiklerinden ayrılmanın verdiği elem,
âhiret nimetlerinden ebediyen mahrum kalmanın verdiği hasret ve
Allah'ın huzuruna kabul edilmeme zilleti eklenir. Aslında bu karşılaşacağı
en büyük azaptır ve ayrılık ateşinin ardından cehennem ateşi gelir.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur:
"Hayır! Onlar şüphesiz o gün rablerinden (O'nu görmekten) mahrum
kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler."178
Ama huzurunu dünya ile bulamamış, sadece Allah'ı sevip O'na kavuşma
aşkıyla yanıp tutuşmuş kimselere gelince; ölüm, onlar için dünya
zindanından ve boş lezzetlerinden kurtuluş, sevgiliye vuslat ve tüm
engellerin ortadan kalkarak emniyet ve güven içerisinde hiç tükenmeyen
âhiret nimetlerine nail olmak demektir.
İ
İşte amel edenler bunları düşünerek amel etsinler.
Maksadımızı bir örnekle izah edersek: Adamın birinin çok sevdiği bir atı
vardır. Öyle ki kendisine, "Ya atından ayrılacaksın ya da akrebin zehrine
tahammül edeceksin; bunlar arasında bir tercih yap" denilse muhakkak
akrebin sokmasını tercih edip atından ayrılmayı istemeyecektir. Çünkü
onun için atından ayrılmanın vereceği acı ve ıstırap akrebinkinden daha
şiddetlidir. Aslında onu zehirleyen atına olan sevgisidir.
O halde kul bu zehirlenmelere hazır olsun! Muhakkak ki ölüm onun atını,
evini, ehlini, dostlarını, makamını elinden alacak, dahası kulağını,
gözünü, bütün azalarını yok edecektir. Bütün bunların geri dönüşünden
elbette ümidini kesecektir.
İMAM GAZÂLÎ
153
Sevdası sadece bunlara olduğundan ve onlar da elinden alındığından
hissedeceği acı akrep ve yılanların sokmasından daha şiddetli olur.
Hayatta iken bütün varı yoğu elinden alındığında nasıl ki elem ve ıstırabı
şiddetli oluyorsa, ölünce de aynı durum söz konusudur.
Daha önce de açıkladığımız gibi, ruh bedenin ölmesiyle ölmez, o
kalıcıdır. Bütün elem ve azabı tadacak olan odur ve ölümle beraber bu
azap daha da artar.
Şu sebeple ki: Ruh, içinde bulunduğu beden hayatta iken, bazı dünya
meşgaleleri ile oyalanarak teselli bulabilir. Dostlarla beraber oturur,
konuşur vs. Bazı şeylerini kaybeder bazan da kazanır... Fakat ölümden
sonra teselli olma diye bir şey yoktur; bütün teselli kapıları kapanmış,
ümitler sönmüştür. Hayatta iken çok sevdiği bir gömleğinin veya
mendilinin alınması kendisine çok ağır gelen kimsenin bu durumu
kabrinde de devam eder.
Dünyadaki varlığı az olan (veya çok olup da hayır yolunda harcayan
kimse) elbette kurtuluşa erer. Dünyalığı çok ise azabı çetin ve elim olur.
Nasıl ki, bir dinarı çalınan birinin üzüntüsü oh dinarı çalınandan az
olursa, bir dirhem sahibinin hesabı da iki dirhem sahibininden az olur. Bu
anlattıklarımız Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadisinde ifade edilmiştir:
"Bir dirhemi olanın hesabı, iki dirhemi olandan daha hafiftir."™
Ölüm anında geriye bıraktığın dünyalık her şey ölümünden sonra senin
için ancak hasret ve hüsran sebebidir. Artık sen onları istersen çoğalt,
istersen azalt! Çoğaltırsan ancak hasretini artırmış olursun; azaltırsan
da sırtındaki yükü hafifletmiş olursun.
178 Mutaffifîn 83/15-16.
179 Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nr. 792; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 10647;
Ebû Nuaym Hilyetü'l-Evliyâ, 1/218.
11
154
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
Kabrinde yılanları ve akrepleri çok olanlar, dünyaya bağlanıp onu âhirete
tercih eden, onunla sevinip onunla sükûn bulan zenginlerdir.
Bu anlattıklarımız, kabirdeki azabın çeşitleriyle, orada azap sebebi
yapılacak yılan ve akreplere iman hakkındaki açıklamalardır.
Anlatıldığına göre Ebû Saîd Harrâz (rah), ölmüş olan oğlunu rüyasında
gördü. Ona, "Oğulcuğum, bana biraz nasihatte bulun" dedi. Oğlu, "Allah
Teâlâ'nın yerine getirilmesini emir buyurduğu hususlarda ona muhalefet
etme" dedi. Ebû Saîd, "Biraz daha nasihat et" dedi. Oğlu, "Babacığım,
bunun ağırlığına tahammül edemezsin" dedi. Babası, "Söyle, söyle"
deyince, "Baba, bir gömlek ile olsa dahi (kalbini ona bağlayarak) Allah ile
arana perde sokma" dedi. Bundan sonra Ebû Saîd (rah) tam otuz sene
gömlek giymedi.
Soru ve Cevap:
Bu zikrettiğin üç makamdan hangisi doğrudur diye sorarsan; şunu bil ki,
insanlardan bazıları sadece birincisine inanıp diğerlerini inkâr
etmişlerdir. Kimileri de yalnızca ikincisine inanıp birincisini
reddetmişlerdir. Kimileri ise üçüncüsüne inanmıştır. Basiret yoluyla
bizlere gösterilen ise bu üç yolun da imkân dahilinde olmasıdır.
Bunlardan birine inanıp diğerine inanmayan kişi, gerçekten idraki dar,
Allah'ın kudret ve tecellilerinin sonsuz derecede büyük ve hayret verici
olduğunu anlamayacak kadar cahildir. Bu tür azapların olmasını aklen
anlayamadığı için inkâra kalkışmak ise tam bir cehalet ve idrak
noksanlığıdır.
Bu düşüncelerin aksine bahsettiğimiz bütün azap çeşitleri mümkündür,
onlara inanmaksa vaciptir. Nice insanlar
155
vardır ki bu azaplardan sadece birini çeker, niceleri de vardır ki, hepsiyle
cezalandırılır. Azından da çoğundan da Allah'a sığınırız.
işte gerçekler bunlardır. Hiç olmazsa taklit yoluyla olsun bunlara iman
et. Zira yeryüzünde bunları hakikatleriy-le (keşif ve basiret yoluyla)
bilenler pek azdır. Sana tavsiyem, vaktini boşa harcayarak bu konunun
ayrıntısına fazla girmemen ve hemen kabir azabını senden kaldıracak
çareleri araştırmaya bakmandır.
Ameli ve ibadeti terkedip kabir azabının hasıl olacağını araştırman,
sultanın birini yakalayıp onu ellerini ve burnunu kesmek üzere hapse
atması ve bu kimsenin, "Acaba ellerim ve burnum, kılıçla mı yoksa
bıçakla mı yoksa usturayla mı ya da başka bir aletle mi kesilecek?" diye
sabaha kadar düşünen ve ondan kurtulma çarelerini hiç aramayan
kimsenin durumuna benzer. Bu ise cehaletin ta kendisidir.
İnsanın öldükten sonra ya büyük bir azapla cezalandırılacağı ya da ebedî
nimetlere mazhar olacağı kesin olarak bilinmektedir. O halde bir an evvel
ölüme hazırlanmak gerekir. Orada azabın veya sevabın nasıl ve ne kadar
olacağını bilmek için uğraşmak boş yere zaman harcamaktan başka bir
şey değildir.
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Kul öldüğü zaman kabrine, siyah renkli, yeşil gözlü, birinin adı Münker,
diğerininki Nekir olan iki melek gelir. Bu iki melek ölen kişiye,
156
ÖLÜM ve SONRASI
'Şu Peygamber (s.a.v) hakkında ne dersin?' diye sorarlar. Ölen adam
mümin biriyse, 'O, Allah'ın kulu ve Resulü'dür. Ben şahitlik ederim ki
Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Resûlü'dür' diye cevap
verir. Mün-ker Nekir, 'Biz senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler.
Akabinde kabri yetmişe yetmiş zira 180 genişletilir ve nurla doldurulur.
Sonra ona, 'Uyu' denilir. O, 'Beni bırakın da aileme gidip durumumu haber
vereyim' der. Melekler ona, 'Uyu' derler, o da ailesinden en sevdiği
kimsenin (eşinin) onu yatağından kaldırana kadar uyuması gibi uyur.
Eğer ölen kişi münafık ise sorulan sorulara,
'İnsanların bir şeyler dediklerini duyuyor ve ben de onlar gibi
söylüyordum. Fakat bu soruların cevabını bilmiyorum' diye cevap verir.
Münker Nekir, 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra
toprağa, 'Bu adamı iyice sıkıştır' emri verilir. Toprak da onu iyice sıkıştırır,
öy-leki adamın kaburgaları birbirine girer. Bu azap onun için kıyamet
günü dirilene kadar devam eder."181
Atâ b. Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) Ömer b. Hat-tâb'a (r.a) şöyle
buyurdu:
"Yâ Ömer! Öldüğün ve akrabaların kabristanlığa gelip senin için boyuna
göre bir kabir kazdıkları, ardından yıkayıp, kefenleyip ve kokular
sürdüklerinde; sonra omuzlarında taşıyıp o çukura bıraktıklarında ve
üzerine toprakları atmaya başladıklarında halin nice olur!
Dostların ve akrabaların kabrinin başından ayrıldıkları zaman yanına,
kabrin korkutucu iki meleği olan Münker ve Nekir gelir. Sesleri, yeri göğü
oynatan gök gürültüsü, bakışları ise gözleri kamaştıran şimşek gibidir.
Uzunluğun-
İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
157
L
180 Yani 30 m. x 30 m., yaklaşık 900 m2civarında.
181 Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 864; Süyûtî, Şerhu's-
Sudûr, s. 173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 130; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-
Ummâl, nr. 42500; Heyse-mî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 780.
dan ötürü saçları yerlere değer. Dişleriyle toprağı kazarlar. Seni korkutur
ve ürkütürler. İşte o zaman halin nice olur!"
Hz. Ömer (r.a), "Ey Allah'ın Resulü! Şimdiki aklım ve şuurum o zaman da
olacak mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, olacak"buyurdu. Hz. Ömer (r.a),
"O zaman onların hakkından gelir ve sorularına bir bir cevap veririm"
dedi. 182
İşte bu rivayetler, ölümle beraber aklın gitmeyip varlığını devam
ettireceğine; değişen ve bozulanın ise beden ve azaların olduğuna bir
delildir.
Ölen kişi, bu âlemde de aklı başındadır. Nasıl hayatta iken aklı başında
olarak elem ve lezzetleri hissediyorsa berzah âleminde de durum
aynıdır. Kabirdeki elem ya da lezzet türünden hazları hisseden akıl, şu
bedenin azaları değildir. Akıl eni boyu genişliği olmayan bâtınî (gözle
görülmeyen sırlı) bir şeydir. Cüzlere ve parçalara ayrılması mümkün
değildir. Eşyanın hakikatini idrak eden varlık da akıldır.
Öyle ki, insanın bütün vücudu ve azaları parça parça edilse, o yine de
kendinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır. Ölümden sonra
da durum aynıdır, yani akıl (ve ruh) için ölüm ve yokluk söz konusu
değildir.
Muhammed b. Münkedir-i Teymî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere
göre; kâfire kabrinde, elinde deve hörgü-cü büyüklüğünde demirden bir
topuz bulunan, hayvan cinsinden sağır ve kör bir mahlûk musallat edilir
ve kıyamete
182 Beyhakî, İtikâd, s. 180; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 182; ibn Hacer, el-
Metâlibü'l-Âliye, nr. 4603; Zebîdî, ithaf, 14/363.
158
OL
.UM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
159
kadar onu döver. Bu görevli onu göremez ki insafından ötürü topuzunu
başka taraflara vursun."
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: "Mümin kabre konulduğu zaman sâlih
amelleri gelir, onu çepeçevre kuşatır. Azap meleği başucundan geldiği
zaman okumuş olduğu Kur'an buna mani olur. Ayakuçlarından
yaklaşmak istediğinde kıldığı namazlar bunu engeller. Ellerinin
tarafından yaklaştığında elleri dile gelerek, 'Vallahi bu adam benimle
sadaka verdi ve benimle dua etti; bu taraftan azap edemezsin' diyerek
onu geri çevirir. Ağzının tarafından yanaşmak istediğinde de tuttuğu
oruç ve çektiği zikirler buna engel olur. Böylece kılmış olduğu namazları
ve Allah için çektiği sabırlar azap meleğine karşı direnişte bulunur.
Bunun üzerine azap meleği şöyle der:
Allah'a yemin olsun ki, eğer bir boşluk görürsem orayı hemen
dolduracağım."
Süfyân-ı Sevrî (rah) der ki: "Nasıl ki kişi hayatta iken ailesini, çoluk
çocuğunu korur ve muhafaza ederse, ölümünden sonra sâlih amelleri de
onu muhafaza eder. Bu esnada ona, 'Allah yatağını mübarek kılsın.
Dostların ne iyi dost, arkadaşların ne iyi arkadaştır' derler."
Huzeyfe-i Yemânî (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir
cenazede idik. Kabrin başına oturdu, ona doğru uzun uzun bakmaya
başladı ve,
"Mümin (insan) kabrinde öyle sıkıştırılır ki, âdeta boynu, göğsü ve
kaburga kemikleri birbirine geçer"™3 buyurdu.
Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
183 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü'l-
Usûl, nr. 124; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 101; Heysemî, Mecmau'z-
Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
"Muhakkak kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer bundan biri kurtulacak
olsaydı, o Sa'd b. Muâz olurdu."184
Enes (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah'ın kızı Zeyneb (r.anh) vefat etmişti.185 Hep beraber
cenazeye katıldık. Resûl-i Ekrem (s.a.v) çok üzgündü. Hz. Peygamber
(s.a.v) sonra sekînet ve vakar içinde kabrin başına oturdu ve ellerini
semaya doğru kaldırıp dua etmeye başladı. Ardından kabre inip kızını
yerleştirdi, onu çok üzgün görüyordum. Kabirden çıkarken gördüğümde
ise sevinçli idi, tebessüm ediyordu. Biz Resûlullah'a bu değişikliğin
nedenini sorduk, şöyle cevap verdi:
"Kabrin darlığı, onun insanı nasıl sıkıştırdığı ve buna karşın kızım
Zeyneb'in zayıf ve güçsüz biri olduğu hatırıma geldi. Bu bana çok sıkıntı
verdi. Ben de Allah'a dua edip kızımdan kabir azabını hafifletmesini
istedim, duamı kabul etti. Fakat kabir onu öyle bir sıktı ve üzerine daraldı
ki, doğu ile batı arsında, insanların ve cinlerin haricindeki bütün
mahlûkat onun sesini işitti."186
184 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/55; Tahâvî, Müşkilü'l-Âsâr, 1/248;
ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 99-100; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/46;
Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
185 Hz. Zeyneb (r.anh) hicretin 8. yılının başlarında vefat etmiştir.
186 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 1/745; 22/1054; İbnü'l-Cevzî, el-ilelü'l-
Mütenâhiye, 2/908-909; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 108-109; ibn Receb,
Ehvâlü'l-Kubûr, s. 102.
• Sûrun üfürülmesi
¦ Mahşer meydanı ve mahşer halkının durumları; terlemeleri, kıyamet
gününün uzunluğu
• Kıyametin şekli, dehşet veren tehlikeleri ve
kıyametin diğer isimleri
• Günahlardan ötürü nasıl sorgulama yapıldığı
• Mizanın (amel terazisi) niteliği
• Hasımların (birbiriyle hesaplaşan kimselerin)
durumu ve mazlumun hakkının ödenmesi
• Sırat köprüsünün niteliği • Şefaatin nasıl olacağı
• Havz-ı kevserin vasıfları
• Cehennem halkı, cehennemin niteliği,
• Cennet halkı, cennetin niteliği, nimetlerinin
sınıfları
• Yüce Allah'ın (c.c) cemâlini seyretmenin keyfiyeti ve niteliği
• Yüce Allah'ın (c.c) rahmetinin genişliği
BİRİNCİ BÖLÜM
Bütün mahlûkat, sûrun ilk üflenişinden sonra berzah âleminde kırk yıl
bekleyecektir. Sonra Allah (c.c) İsrafil'i yeniden diriltip ikinci bir kez daha
sûra üflemesini emredecektir. Bu anlattıklarımızın delili şu âyet-i
kerimedir:
"...Sonra ona (sûra) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar (bütün
ölüler) ayağa kalkmış (etraflarına) bakıyorlar!"(tm)* İşte o an herkes
ayağa kalkmış mahşer meydanına gönderilmeyi beklemektedirler.
Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Ben peygamber olarak gönderildiğimde (o emir bana verildiğinde)
İsrafil'e de üflemesi için sûr (denilen o boru) verildi. O, her an kendisine
emredilecek olan üfleme emrini beklemektedir. Dikkat edin! Sûra
üfürülmenin dehşetinden korkun." 194 Zümer 39/68.
O gün bütün mahlûkatın yeniden dirilmenin korkusu ve şiddetiyle,
kalpleri buruk ve zelil bir halde, haklarında cennetlik ya da cehennemlik
olduklarının hükmünün verileceği mahşer meydanına doğru
götürüldüklerini düşün. Aralarında sen de varsın ve sen de onlar gibi
kalbi buruk, hakir ve zelil bir haldesin.
Eğer dünyada refah ve hayırsız bir zenginlik içinde hayat sürmüşsen,
şunu bil ki, o gün yeryüzünün sultanları ve zenginleri, ayaklar altında
ezilen karıncalar misali, mahşer halkının en hakir ve en aşağılarından
olacaktır. O esnada, bütün hayvanat, dağlardan taşlardan, başları öne
eğik bir vaziyette oluk oluk mahşer meydanına gelirler ve kendilerini
kirleten, günahlarının olmamasına rağmen insanların arasına karışırlar.
Bu, sûra üfürülmenin kendilerine verdiği korku sebebiyledir ve o sebeple
artık insanlardan ürkmez-ler. Nitekim bu husus, "Vahşî hayvanlar
toplanıp bir araya getirildiğinde"(tm)6 âyetiyle bildirilmiştir.
Sonra rabbinin huzurundan kovulmuş olan o kibirli şeytan (ve nesilleri)
tutup getirilir. Şeytan ve avanesi rabbinin huzuruna çıkarılacağının
korkusundan boynunu eğmiştir. Allah (c.c) bu hususta şöyle
buyurmuştur:
"Öyle ise, rabbine yemin olsun ki, muhakkak surette onları (insanları)
şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş
vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız."197
Bu zikrettiğimiz tehlikelerden ötürü, şimdiden o gün senin ve kalbinin
hali ne olacak diye otur bir düşün!
<9" Tekvîr 81/5. 197 Meryem 19/68.
170
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
171
İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İ Ö
İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûiuiiah (s.a.v) şöyle
buyurmuş: "(Kıyamet günü) insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna
getirileceği vakit kiminin teri kulağının yarısına kadar varır. "206
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle
buyurur:
"Kıyamet günü insanlar öyle terler ki, akan terleri yetmiş kulaç yerin
altına sızar. Terleri onların ağızlarına ve kulaklarına kadar dayanır."207
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet (mahşer) günü insanlar (haklarında ne hüküm verilecek diye)
gözlerini semaya diker ve beklerler. Sıkıntı ve kederlerinden terleri
ağızlarına kadar varır."206
Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şöyle rivayet etmiştir:
"Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar.
Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki
dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır
(Resûiuiiah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini
gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiuiiah bunu
anlatırken de elini başının üstüne koymuştur)."205
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 60; Tirmizî, Sıtatü'l-Kıyâme, 2; ibn
Mâce, Zühd, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/13. Nesâî, es-Sünenü'l-
Kübrâ, nr. 7684.
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
2/418.
' ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr.4611; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/442;
Zebîdî, İthaf, 14/446.
1 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/157; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr,
17/884; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 7329; Hâkim, el-Müstedrek, 4/571.
Ey miskin! O mahşer halkının nasıl terlediklerini, kalplerinin ne denli
sıkıntı ve üzüntü içinde olduğunu bir düşün! Nitekim aralarında, hiçbir
azap ve hesap görmemişken, "Ey rabbim, cehenneme gidecek olsam
dahi beni bu sıkıntıdan ve bekleyişten kurtar" diye yalvaranlar olacaktır.
Bil ki sen de o mahşer ehlinden birisin ve terinin nere kadar
çıkacağını bilmiyorsun.
Hac, cihad, oruç, namaz, bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek,
iyiliği emredip kötülüklerden sakındır-makta nice zorluklara katlanmak
gibi Allah rızâsının dışında akıtılan her bir damla ter, o mahşer
meydanında haya ve korkuyla birlikte yeniden akacak, beraberinde
sıkıntı ve üzüntüler de devam edecektir.
Şayet insanoğlu şu cehalet ve kibir hastalığından bir kurtulabilse, Allah'a
itaat yolundaki meşakkatlere katlanmanın, kıyamette hesabı
beklemekten daha kısa ve orada terlemekten daha kolay olduğunu
kavrayabilecektir.
Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir.
İMAM GAZÂLÎ
177
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ey zavallı insan! Dehşeti büyük, zamanı uzun, kahrı çetin, vakti pek yakın
olan kıyamet için hazırlık yap!
O günde göklerin yarıldığını, dehşetinden yıldızların paramparça olup
etrafa dağıldığını, parlaklığıyla göz kamaştıran yıldızların karardığını,
güneşin dürülüp atıldığını, dağların yürütüldüğünü, değerli hayvanların
başıboş bırakıldığını, vahşi hayvanların bile bir araya toplandıklarını,
denizlerin ateş haline geldiğini görürsün.
O gün ruhlar bedenlerine geri dönmüş, cehennem olanca ateşiyle
kızdırılmış, cennet müminlere yaklaştırılmıştır. Dağlar tuz buz edilip kum
haline getirilmiş, yeryüzü dağların yok olmasıyla uzamış, dümdüz
olmuştur.
O gün yeryüzünün şiddetle sarsıldığını, toprağın içinde ne varsa hepsini
dışarı attığını, insanların amellerinin karşılığını görmek üzere bölük bölük
mahşer meydanına götürüldüklerini görürsün. O gün, Allah Teâlâ'nın
hakkında şöyle buyurduğu bir gündür:
'Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın
edildiği gündür. İşte o zaman olacak olur ve kıyamet kopar. Gök
(meleklerin inmesi için) yarılır ve artık zayıfladığından çökmeye yüz
tutar. Melekler göğün
İMAM GAZALİ
181
etrafındadır. O gün Allah'ın (c.c) arşını bu meleklerinde üstünde sekiz
melek yüklenir. (Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size
ait hiçbir sır gizli kalmaz."214
O gün dağların yürütüldüğü ve her yerin dümdüz olduğunu görürsün. O
gün yerin altının üstüne geldiği, dağların parçalanıp etrafa saçıldığı bir
gündür. O gün insanlar ateşin etrafındaki pervaneler gibi sağa sola
saçılır, dağlar etrafa yayılmış renkli yünler gibi atılır.
O gün Allah Teâlâ'nın hakkında, "Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın
emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları
da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın
azabı çok dehşetlidir"2^5 buyurduğu bir gündür.
O gün, "Yer başka bir yer, göklerde (başka gökler) haline getirildiği,
(insanların) bir ve kahhâr (gücüne dayanılmaz) olan Allah'ın huzuruna
çıktıkları gündür."2(tm)
O gün dağların ufalanıp etrafa savrulduğu, her yerin dümdüz ve bomboş
bırakıldığı, hiçbir yerinde, inişin veya yokuşun olmadığı bir gündür.
O gün, Allah'ın (c.c) hakkında, "Sen dağları görürsün ve yerinde duruyor
sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler"2^
buyurduğu gündür.
Ogün, "Göğün yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu"2(tm)
zamandır.
"İşte o gün insana da cine de (haşirle birlikte halleri zaten belli olduğu
için ilk anda) günahı sorulmaz"2(tm)
Hakka 69/14-18.
15 Hac 22/2.
16 ibrahim 14/48. Nemi 27/88. Rahman 55/37.
19 Rahman 55/39.
182
ÖLÜM ve SONRASI
O gün isyankârların konuşturulmayacağı bir gündür. O gün günahkârlara
hiçbir şey sorulmadan alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
O gün herkesin yapmış olduğu iyilikleri de kötülükleri de karşısında hazır
halde bulduğu ve yapmış olduğu kötülük-leriyle kendi arasında uzun bir
mesafenin olmasını isteyeceği bir gündür.220
O gün her insanın dünyadayken yapmış olduğu hayır ve şer cinsinden
her şeyi bileceği, âhirete getirdiklerine ve geride bıraktıklarına şahit
olacağı bir gündür. O gün dilin tutulup başka organların konuşacağı
gündür. O gün genç olanların dahi dehşetten saçlarının ağardığı bir
gündür.
Bu hususta Resûlullah'ın (s.a.v) bir hadis-i şerifleri vardır. Şöyle ki: Hz.
Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz'e, "Ey Allah'ın Resulü, sizleri
yaşlanmış (saçları ağarmış) görüyorum" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"Hûd (sûresi) ve onun kardeşleri (olan Vakıa, Mürselât, Amme
yetesâelûn, ve İze'ş-şemsü küvvirat sûreleri) beni yaşlandırdı"221
buyurmuştur.
Kur'an okurken yaptığı tek şey dilini oynatmaktan ibaret olan Kur'an
okuyucusu! Eğer okudukların üzerinde biraz düşünüp mânalarını içine
sindirseydin elbette peygamberlerin efendisinin saçlarını ağartan
şeyden senin de ödün kopar, ondan gereken öğüdü alırdın. Kur'an
okurken sadece dilinin hareketiyle yetinirsen onun birçok mâna ve
meyvesinden mahrum kalırsın.
Kıyamet, o günün Kur'an'da zikredilen isimlerinden biridir. Allah (c.c)
onun bazı felâketlerinden ve birçok isminden bahsetmiştir. Bundaki
hikmet, mânalarının çokluğu-
220 bk. Âl-i imrâm 3/30.
221 Tirmizî, Tefsir, 56; Şemail, nr. 41; Hâkim, el-Müstedrek, 2/343, 476;
Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4175; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 3650;
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüv-ve, 1/358.
İMAM GAZÂLÎ
183
nun isimlerine yansımasıdır. Ancak bundaki maksat isimleri tekrarlamak
değil, akıl sahiplerine bir uyarı olmasıdır. Kıyametin isimlerinin her birinin
altında bir sır, her bir sıfatının altında garip ve hayret verici mânalar
vardır. Eğer uyanık akıl sahiplerinden isen onların mânalarını anlamaya
gayret göster!
ALTINCI BÖLÜM
SORGULAMANIN YAPILMASI
İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
191
"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya
çekeceğiz."228
Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar.229 Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder:
"Allah'ın peygamberleri toplayıp da, 'Size ne cevap verildi?' dediği gün,
onlar, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak
sensin' diyeceklerdir." 23°
Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği,
ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah!
Zira Allah (c.c) onlara, "Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini
tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap
verdi?" diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine
rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap
verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine,
"(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen
ancak sensin"'231 diyeceklerdir.
Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş,
ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip
de korkuları kalkana kadar devam eder.
Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), "Tebliğ görevini yerine
getirdin mi?" diye sorar. Nuh (a.s), "Evet, ey rabbim" der. Bu sefer
ümmetine, "O size tebliğde bulundu mu?" diye sorulur. Onlar, "Hayır, ey
rabbimiz, bize bir
228 Hicr 15/92-93.
229 Zebîdî'nin ihya üzerine yazdığı şerhinde, sorgu ve suale önce
meleklerin çekileceği zikredilmektedir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/458).
230 Mâide 5/109.
231 Mâide 5/109.
192
ÖLÜM ve SONRASJ
uyarıcı peygamber gelmedi" derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ
ona, "Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki
ilâh bilin' diye sen mi dedin?" 232 buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından
yıllarca dehşet ve korku içinde kalır.
Peygamberlerin bile Allah'ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür
suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır.
Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin
ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap
vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar
titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah'a
arzolunma-ması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak
için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler.
Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i
celîlede, "Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır"233 buyrulmuştur.
Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir
(Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının
Allah'ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu
esnada Allah (c.c) Cebrail'e,
"Ey Cebrail, bana cehennemi getir" buyurur. Cebrail (a.s) hemen
cehennemin yanına varır:
"Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor" der.
Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye
alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve
konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail'in
getirdiği bu ha-
232 Mâide5/116.
233 Zümer 39/69.
İMAM GAZALİ
193
beri alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten
uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir,
öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde
Allah'ın emirlerine karşı çıkan ve O'na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar
(Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya
başlarlar).
Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur?
Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri
üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler.
Nitekim âyet-i celîlede,
"O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün"234 buyrulmuştur.
O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler,
"Vay halimize, helak olduk!" derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, "Nefsim,
nefsim!" diye bağrışırlar.
Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın
korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme
götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha
uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet
içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri
burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir,
cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider.
Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, "Tebliğ için
gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?" diye sorar. Allah Teâlâ'nın,
(kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören
isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse
erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi
hanımından ka-
Câsiye 45/28.
194
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
195
çar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır
ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık
gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu
sorguya çeker.
Adamın biri İbn Ömer'e (r.a), "Allah Teâlâ'nın müminleri gizli hesaba
çekeceği hakkında Resûlullah'tan (s.a.v) ne duydun?" diye sorduğunda
İbn Ömer (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadis-i şerifini anlatmıştır:
"Sizden biriniz (hesap vermek üzere) rabbine yaklaşır. Allah (c.c) onu
rahmetiyle kuşatarak insanlardan gizler. Sonra, 'Şu şu işleri yaptın, öyle
değil mi?', 'Şu şu günahları işledin öyle değil mi?' diye mümin kuluna
bütün yaptıklarını zikreder. Kul, 'Evet' diyerek hepsini itiraf eder. Allah
(c.c), 'Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bugün de affediyorum'
der."237
Resûlullah (s.a.v) bu husustaki bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kim dünyada bir müminin hatasını, kusurunu gizlerse, Allah da kıyamet
günü onun kusurlarını (diğer mahlûkat-tan) gizler."2(tm)
Böyle bir durum ancak, müminlerin ayıplarını örten, onların kendisine
karşı yapmış oldukları kusurlu davranışlara
236 Müslim, Zühd, 17; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 938; Kurtubî, el-
Câmi, 15/45; Ha-tîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 2554.
237 Buhârî, Mezâlim, 2; Müslim, Tevbe, 52; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
7096; ibn Mâ-oe, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/74,
105.
238 Müslim, Zikir, 38; Tirmizî, Kıraat, 12; Ebü Davud, Edeb, 68; Nesâî, es-
Sünenü'l-Kübrâ, nr. 12462; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/153.
İMAM GAZÂLÎ
197
tahammül eden, kötülüklerinden bahsetmeyen, işittikleri vakit
hoşlanmayacakları gıybet türü işlerle uğraşmayan müminler içindir. İşte
böyleleri böyle bir mükâfata lâyıktır.
Bilfarz Allah (c.c) senin günahlarını başkalarından gizledi. Peki, hesaba
davet çağrısını işitmeyecek misin? Günahlarının cezası olarak o anda
hissedeceğin korku sana yeter de artar bile. Çünkü çağrı yapıldıktan
sonra saçlarından tutulup hesap vermek üzere arz makamına
götürüleceksin. O esnada âdeta kalbin yerinden kopacak, azaların ve
organların birbirinden ayrılacak ve rengin büsbütün değişecektir.
Korkunun ve o anki dehşetin şiddetinden bütün âlem sana kapkaranlık
gelecektir.
Bu ruh hali içerisinde, bütün mahlûkat gözlerini sana dikmiş bir
vaziyette, kimi zaman insanların üzerlerinden kimi de safları yararak,
çekilerek götürülen bir at misali hesaba götürüldüğünüdüşün.
Sonra yine bu ruh hali içinde kendinin görevli melekler tarafından, hesap
vermek üzere rahmanın arşına götürüldüğü ve oraya varınca seni Allah'ın
huzuruna bıraktıklarını ve ardından Allah'ın (c.c) sana kelâm-ı şerifiyle,
"Ey âdemoğlu, yaklaş!" dediğini düşün. İşte o zaman çarpıntılı ve
mahzun bir kalp; zelil ve hakir bir göz; buruk bir yürekle rabbine doğru
yaklaşırsın. Sonra büyük küçük yapmış olduğun her şeyin yazıldığı amel
defterin eline verilir. Yaptığın, fakat unuttuğun nice kötülüğü o zaman
hatırlayacak, gaflet içinde yaptığın ibadetlerini göreceksin.
Oradaki ürkekliğini ve utancını bir düşün! Acziyetini hatırla! Âh, hangi
ayakla onun huzurunda durabileceğimi, hangi dille cevap vereceğimi ve
hangi akılla düşüneceğimi bir bilebilseydim keşke!
198
ÖLÜM ve SONRASI
â
Sonra Allah Teâlâ'nın yapmış olduğun günahlarını teker teker sana
sayarken nasıl utanacağını ve rezil rüsva olacağını düşün. Zira Allah
(c.c) sana şöyle seslenecektir:
"Ey kulum! Yarattıklarımdan utanarak onların önünde güzel işlerde
bulundun da benim gözümün önünde çirkin fiiller yaparken hiç
utanmadın mı? Senin için kullarımdan daha mı düşüktüm ki benim
nazarımı hafife aldın ve onların nazarını büyük gördün? Sana nimetlerimi
bahşetmedim mi? O halde seni bana karşı aldatan neydi? Benim seni
görmediğimi mi zannediyordun? Yoksa huzuruma çıkmayacağını mı?"
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Âlemlerin rabbi, her birinizi arada bir perde ve tercüman olmaksızın
sorguya çekecektir."239
Bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Her biriniz arada bir perde olmaksızın aziz ve celil olan Allah'ın
huzurunda duracaksınız. Sonra Allah (c.c), 'Sana nimet vermedim mi?
Sana mal mülk bahşetmedim mi?' buyuracak, o da, 'Evet, verdin'
diyecektir. Allah (c.c) yine, 'Sana peygamber göndermedim mi?' diye
soracak, o yine, 'Evet' diyecektir. Sonra kul sağına ve soluna bakınacak,
ancak ateşten başka bir şey göremeyecektir.
O halde sizden kim olursa olsun yarım hurma ile (onu sadaka vererek)
ya da güzel bir söz söyleyerek kendini cehennemden korusun."240
İbn Mesud (r.a) der ki:
"Sizden kim olursa olsun, dolunay gecesi (dışarı çıkıp) ay ile baş başa
kaldığı gibi (yarın kıyamet günü de) rabbi ile baş başa kalacaktır. Sonra
Allah (c.c) ona, "Ey âde-
239 Buhârî, Rikâk, 49; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; İbn
Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
240 Buhârî, Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; ibn
Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
İMAM GAZÂLÎ
199
moğlu! Seni bana itaatten alıkoyan neydi? Ey âdemoğlu! Bildiklerinle
amel ettin mi? Ey âdemoğlu! Beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmek
üzere sana gönderdiğim peygamberlere ne cevap verdin? Ey âdemoğlu!
Senin gözlerinin baktığı şeylerden haberdar değil miydim? Halbuki sen,
sana helâl olmayan şeylere bakıyordun! Kulaklarının işittiklerinden
haberdar değil miydim?" der. Böylece Allah onun âzalarının bütün
kusurlarını sayar.
Mücâhid (rah) der ki: "Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin
huzurundan ayrılamaz:,
1. Ömrünü nerede tükettiği,
2. İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği),
3. Bedenini nerelerde eskittiği,
4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı.
Ey zavallı kimse! O gün ne büyük bir tehlike ve mahcubiyet içinde
olacağını bir düşün! Zira o gün sen ya Allah Teâlâ'nın,
"Dünyadayken kulumun günahlarını örttüğüm gibi bugün de
bağışlıyorum" demesiyle karşılaşacak, bununla sevinecek ve gelmiş
geçmiş bütün insanlar bu durum ile sana gıpta edecek ya da Allah
Teâlâ'nın,
"Bu günahkâr kulu alın kelepçeleyin ve cehenneme atın" demesiyle
karşılaşacaksın. Bu ikinci durum için, yer gök bütün mahlûkat senin için
ağlasa değer.
O vakit başına gelen musibet, çektiğin hasret ve yanına kalmayacak olan
o âdi dünyayı âhirete tercih etmenden dolayı duyacağın pişmanlık pek
büyük olacaktır.
200
ÖLÜM ve SONRASI
YEDİNCİ BÖLÜM
AMEL TERAZİSİ
İMAM GAZÂLÎ
201
Sonra içinde sevapların ve günahların kayıtlı bulunduğu amel defterleri
uçuşur. Terazi kurulur. Gözler, defterlerinin sağdan mı yoksa soldan mı
verilecek diye bakakalır. Sonra gözler teraziye çevrilip acaba hangi tarafa
ağır basacağına bakar.
Hakikaten bu durum mahlûkatın akıllarını başlarından alan korkunç ve
dehşetli kıyamet sahnelerinden biridir.
Hasan-ı Basrî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: Resûlullah (s.a.v)
başını Hz. Âişe'nin (r.anh) kucağına koymuş, hafif bir uykuya dalmıştı. O
esnada Hz. Âişe (r.anh) âhireti hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözünden
akan bir damla yaş Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) yanağına düştü. Hz.
Peygamber (s.a.v) uyandı. "Ey Âişe, seni ağlatan şey nedir?"diye sordu.
Hz. Âişe (r.anh), "Âhireti hatırladım da ondan" dedi ve, "(Ey Allah'ın
Resulü, kıyamet günü siz ailenizi hatırlar mısınız?" diye sordu. Resûlullah
(s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, üç durumda
kişi yalnız kendi nefsini düşünür:
1. (Kıyamet günü) Teraziler kurulup, ameller tartılırken âdemoğlunun
amellerinin ağır mı yoksa hafif mi geldiğini görmesine kadar.
2. Amel defterleri dağıtılırken kulun defterinin kendisine hangi taraftan
alacağını görene kadar.
3. Sırat köprüsünü geçerken."241
Hz. Enes'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Kıyamet günü âdemoğlu
amel terazisinin önüne getirilir ve onunla ilgilenecek bir melek
görevlendirilir. Eğer iyiliklerinin bulunduğu kefe ağır gelirse bu melek
bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,
'Falan kişi, bundan sonra ebediyen azap görmeyeceği bir saadete erdi'
der. Şayet günah kefesi ağır gelirse, yine bütün mahlûkatın duyacağı bir
sesle,
241 Ebû Davud, Sünnet, 28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110.
ÖLÜM ve SONRASI
'Bundan sonra ebediyen mutluluğu tadamayacağı bir azaba düştü' der.
Sevap kefesi hafif geldiği zaman, ellerinde demir tokmaklar ve
üzerlerinde de ateşten elbiseler bulunan zebaniler, nasibi ateş olan bu
kişiyi alarak cehenneme götürürler."
Resûlullah (s.a.v) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet öyle bir gündür ki, o gün Allah (c.c) Hz. Âdem'e, 'Ey Âdem! Kalk
ve cehennemlikleri cehenneme götür' der. Âdem (a. s), 'Cehenneme
gidecek olanlar kaç kişidir?' diye sorunca Allah (c.c), 'Her bin kişiden
dokuz yüz doksan dokuzudur' buyurur."
Sahabeler bunları işitince gülmez oldular. Resûlullah (s.a.v) sahabelerin
bu durumunu farkedince şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun size! Amel edin!
Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah 'a yemin olsun ki,
sizinle beraber iki mahlûk daha vardır ki (Allah iki mahlûk daha
yaratmıştır ki) onlar hangi topluluğa girseler yine en kalabalık kısmını
oluştururlar. Öyle ki bunların sayısı İblîs'in ve âdemoğlunun helak olan
nesillerinin sayılarından bile fazladır." Sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, kimdir bu iki mahlûk?" diye sordular. Resûlullah
(s.a.v), "Ye'cûc ve Me'cûc'dür"dedi. Bu haberi alan sahabeler sevindiler.
Ardından Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde
bulunduran Allah'a yemin olsun ki, kıyamet günü sizler, sayı olarak
insanlar içinde ancak devenin yan kısmında bulunan ben ya da hayvanın
ayaklarındaki alaca gibi azınlığı teşkil edersiniz."242
Buhârî, Rikâk, 46; Müslim, imân, 379; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr.
11339; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/32-33.
İMAM GAZALİ
203
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına
iliştiği kimseler onun etrafını sararlar. Kimi elinden tutar ve, "Sen bana
zulmetmiştin" der. Kimi saçından yakalar ve, "Sen bana sövmüştün" der.
Kimi yakasına yapışarak, "Benimle alay etmiştin" der. Kimileri, "Gıybetimi
yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin. Bana komşu olmuştun, ancak
komşuluğunla bana eziyet vermiştin." "Birlikte çalışmıştık, fakat sonra
beni aldattın. Benimle alışveriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni
aldatmıştın. Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir
lokma olsun yardımda bulunmadın. Ben mazlum biriydim ve sen de
benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, ancak
bunu yapmadın!" diye teker teker alacaklarını sayarlar.
İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana
yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın.
Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alışverişte bulunduğun
ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye
varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın,
İMAM GAZÂLÎ
205
hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes
hakkını almak üzere etrafını kuşatır.
Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır
beklentisiyle umudunu yüce rabbine bağladığında, kulağına şu âyetlerin
sesi gelir:
"Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur."245
İşte o zaman dehşetten kalbin yerinden fırlar, helak olacağını anlar ve
Allah'ın (c.c) peygamberi vasıtasıyla yaptığı şu ikazı hatırlarsın:
"(Resulüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!
Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı
bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp
bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar.
(ResulümI) İnsanları uyar..."246
Bugün dünyada insanların namuslarına ilişecek şeyleri konuşmak ve
mallarını haksız yere yemek ne kadar hoşuna gidiyor öyle değil mi?
Fakat yarın kıyamet günü ilâhî adaletin huzuruna çıkarıldığında hasret ve
pişmanlığın ne büyük olur. İşte o zaman her şeyi tükenmiş, fakir, âciz ve
zelil bir halde ilâhî huzurda hakkında verilecek hükmü beklersin. Ne bir
hakkı iade etmeye gücün yeter ne de bir özür beyan etmeye.
İşte bu an, ömrün boyunca belki nice zorluklara katlanarak yapmış
olduğun iyiliklerin, hasımlarının haklarını ödemek için onların amel
kefesine konulur.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına
hitaben, "Müflis kimdir, bilir misiniz?" diye sordu, ashab da, "Ey Allah'ın
Resulü, bize göre müflis,
Allah (c.c) ile kul arasında işlenen (insanın kendi nefsinde işlediği)
hataların ve günahların bağışlanması, kul hakkına nazaran daha kolaydır.
Üzerinde birçok kul hakkı birikmiş ve hak sahipleriyle de helâlleşmesi
mümkün olmayan kimselere gelince; o günahları için tam bir tövbe
etmeli, kısas günü için bol bol iyilik yapmalı, Allah için yaptığı iyilikleri
mümkün olduğunca gizli tutmalıdır. Öyle ki, onları Allah'tan başka kimse
bilmemeli. Amellerinde kemal-i ihlâs içinde bulunmalı. Belki bu
yaptıklarıyla Allah'ın lutfu-na mazhar olur ve yüce Allah'ın mümin
kullarından sevdiklerine ikram edeceği kul hakkından kurtarma nimetini
ona da bahşeder. Bu hususta Hz, Enes'ten (r.a) şöyle bir hadis
nakledilmiştir:
Enes (r.a) anlatıyor:
Bir ara Resûlullah (s.a.v) ile birlikte otururken güldüğünü gördük; öyle ki
azı dişleri gözükmüştü. Hz. Ömer, Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v)
güldüğünü görünce, "Anam
254 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/495; Hâkim, el-Müstedrek, 2/438;
ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 514; ayrıca bk. Taberânî, Müsnedü'ş-
Şâmiyyfn, nr. 156; el-Evsat, nr. 8588.
İMAM GAZALİ
211
babam size feda olsun ey Allah'ın Resulü, sizi güldüren şey nedir?" diye
sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı:
"Ümmetimden iki adam aziz ve celi I olan Allah'ın huzuruna durdu.
Onlardan biri, Ey rabbim, şu (din) kardeşimden hakkımı al' dedi. Allah
Teâlâ diğerine, 'Kardeşine hakkını ver' buyurdu. Adam, 'Ey rabbim, hiçbir
iyiliğim kalmadı' diye karşılık verdi. Allah (c.c) hakkını isteyene,
'Kardeşine ne yapacaksın, hiçbir iyiliği de kalmamış' buyurdu. Hak sahibi,
'Ey rabbim, o zaman benim günahlarımdan ona yükle'dedi."
Hz. Enes (r.a) diyor ki: "Resûlullah (s.a.v) hadisenin bu kısmını anlatırken
göz yaşlarını tutamadı ve ağladı, ardından şöyle buyurdu:
"O gün gerçekten pek çetin ve zor bir gündür. O gün insanlar
(korkularından ve çaresizliklerinden) günahlarının alınıp başkalarına
yüklenmesini isterler. (Resûlullah kıssanın kalanına devam ederek) Allah
(c.c) hak sahibine, 'Başını kaldır ve şu cennetlere bir bak' dedi. Hak
sahibi başını kaldırıp baktığında,
'Ey rabbim, gümüşten yapılmış yüksekçe saraylar ve incilerle bezenmiş
altından köşkler görüyorum. Bu kimin; bir peygamberin mi, bir sıddîkın
mı yoksa bir şehidin mi?' diye sordu. Allah (c.c), 'Hayır, onlar ücretini
ödeyen kimselerindir. ' Ey rabbim onları satın almaya kimin gücü yetebilir
ki?' 'Sen buna sahip olabilirsin (yani onları satın almaya gücün yeter).'
Adam, 'Nasıl sahip olabilirim?' 'Din kardeşini affetmenle.' Adam,Ey
rabbim, ben kardeşimi affettim' deyince Allah (c.c), 'O zaman kardeşinin
elinden tut ve cennete girin' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v) bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:
212
ÖLÜM ve SONRASI
"Allah'tan korkun ve dünyada aralarınızı düzeltin, yoksa Allah (c.c)
(kıyamet günü) müminlerin arasını bulacaktır."255
Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisi, bu dereceye ve mükâfata ulaşabilmek için
Allah'ın ahlakıyla ahlâklanılması gerektiğini tembih etmektedir. Bu ahlâk,
insanların aralarını bulmak başta olmak üzere diğer güzel ahlâk
çeşitleridir.
Şimdi, amel sayfalarında kul hakkının bulunmadığını, varsa da Allah
Teâlâ'nın onları lutfuyla sildiğini ve ebedî saadete kesin ereceğini bir
düşün.
Allah'ın (c.c) sana rıza hırkasını giydirdiği, bir daha asla azap
görmeyeceğin bir saadete erdirdiği, fâniliği söz konusu olmayan
nimetlere kavuşturduğu zaman sevincin nasıl olur, bir düşün. İşte o
zaman kalbin sevinçten uçar, yüzün bembeyaz nur gibi olur ve sevinçten
ayın on dördü gibi parlarsın.
Günahlardan arınmış, başın dimdik, cennet kokularını etrafa saçarak,
yüzündeki sevinç aydınlığı ile etrafını ısıtarak, salına salına mahlûkatın
arasında yürüdüğünü bir düşün.
Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın senin haline, güzelliğine ve cemaline
gıpta ile baktıklarını, meleklerin önünde ve arkanda yürüdüklerini ve seni
gören herkese, "İşte bu, Allah'ın kendisinden razı olduğu, onun da
Allah'tan razı olduğu kimsedir. Bundan sonra bir daha asla azap ve
azarlama görmeyeceği bir saadete ermiştir" diye seslendiklerini
hayalinde canlandır.
Böyle bir makam mı yoksa dünyada riya, yağcılık, yapmacık tavırlar ve
gösteriş gibi şeylerle ulaştığın makam-mevki mi daha yücedir?
255 ibn Ebü'd-Dünyâ, Hüsnü'z-Zannı Billâh, nr. 117; Hâkim, el-Müstedrek,
4/576; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4655; Münzîrî, et-Tergîb ve't-
Terhîb, nr. 3633.
İMAM GAZÂLÎ
213
Eğer bu derecenin dünyevî mevkilerden hayırlı olduğunu ve hatta onunla
kıyas dahi edilemeyeceğini anladıysan ve bu yüksek dereceye kavuşmak
istiyorsan, Allah'a olan ibadet ve taatlerine saf bir ihlâs ve samimi
niyetiyle devam et. Unutma ki bu dereceye ancak böyle ulaşabilirsin!
Allah hepimizi kötü duruma düşmekten korusun. Şayet âhirette durum
hiç beklenmedik bir şekilde olursa, yani senin küçük zannettiğin
günahların amel defterinde karşına büyük günahlar olarak çıkarsa, o
zaman Allah (c.c) sana gazaplanarak, "Ey kötü kul! Lanetim üzerine
olsun; yaptığın ibadetleri de kabul etmiyorum" diyecektir. Bu sesi işitir
işitmez yüzün simsiyah olur. Allah Teâlâ'nın kızması üzerine melekler de
kızarak, "Bizim ve hatta bütün mahlûkatın laneti üzerine olsun" derler.
O sırada zebaniler yanına gelirler. Allah Teâlâ'nın öfke-lenmesiyle onlar
da öfkelenirler. Sert kalpli tutumları, ürkütücü görünüşleri ve çirkin
sûretleriyle onun üzerine doğru gelirler. Sonra saçlarından tutarak seni
yüzüstü mahlûkatın önüne doğru sürerler. Herkes kararmış olan yüzünü
ve ortaya çıkan rezilliklerini seyreder. O zaman, "Vay halime! Keşke helak
olsam" dersin. O sırada zebaniler sana, "Bugün (yalnız) bir defa yok
olmayı istemeyin; aksine birçok defa yok olmayı isteyin"256 derler.
Sonra melekler etrafa, "Bu falan oğlu falandır. Allah onun kusurlarını ve
rezilliklerin ortaya döktü ve çirkin fiillerinden ötürü ona lanet etti. Bundan
sonra onun için asla saadet göremeyeceği bir azap vardır" diye
seslenirler.
Böyle bir hadise ile karşılaşılmasının sebebi çoğu kere, insanlardan
gizleyerek işlediğin veya onların kalplerinde yer edinmek için yaptığın
veyahut da onların yanında utanacak bir duruma düşmemek uğruna
işlediğin günahlardır.
256 Furkân 25/14.
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
215
Ne kadar da cahilsin! Pek yakın bir zamanda ölüp gidecek bir avuç
insanın gözünden düşmemek için gizli saklı günah işledin, fakat Allah'ın
huzurunda o büyük mahşer kalabalığının önünde rezil olmaktan hiç
korkmadın. Bununla birlikte Allah'ın gazabına ve elim olan azabına duçar
olacağını, sonrasında zebanilerin ellerinde cehenneme atılacağını hiç
düşünmedin.
Karşılaşacağın hallerin budur. Bunlarla birlikte henüz farkında olmadığın
bir büyük tehlike daha var ki o, sırat köprüsüdür. Şimdi onu anlatacağız.
DOKUZUNCU BÖLÜM
SIRAT KÖPRÜSÜ
İbn Mesud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri o malûm yerde (mahşerde) ve
zamanda (kıyamette) bir araya toplar. Bütün mahlukat kendileri
hakkında verilecek hükmü görmek için kırk yıl süreyle gözlerini
gökyüzünden ayırmazlar."
Resûlullah (s.a.v) bir hayli uzun olan bu hadisi, müminlerin Allah'a secde
etmelerine kadar olan kısmını anlattıktan sonra şöyle devam etmiştir:
"Sonra Allah (c.c) müminlere, 'Başlarınızı kaldırın' der. Müminlerde
başlarını kaldırır. Allah (c.c) onların her birine amelleri miktarmca nur
verir. Kimine verilen nur büyük bir dağ kadardır; onun önünü aydınlatarak
ilerler. Kiminin nuru ondan daha küçüktür. Bazılarına verilen nur ise bir
hurma kadardır. Hatta bazılarının nuru ondan bile azdır. Kendisine en
son nur verilen kişiye bu nuru, sadece ayak parmağının ucu kadar bir
kısmını aydınlatır. Bu ışık da bazan yanar bazan söner. Yandığı zaman
yürür, söndüğü zaman olduğu yerde kalakalır."
Resûlullah (s.a.v) bu hadisin devamında, müminlerin nurları nisbetinde
sıratı geçtiklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
262 Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, imân, 302; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
3/25-26; Ne-sâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11327.
220
ÖLÜM ve SONRASI
'Kimileri göz açıp kapayacak kadar bir zamanda, kimileri şimşek gibi,
kimileri bulut gibi, kimileri yıldızın kayması gibi, kimileri hızlı koşan bir at
gibi, kimileri de koşarak sıratı geçer gider. Nuru sadece ayak
parmaklarının ucunu aydınlatan kimse ise sıratı yüzükoyun sürünerek
geçmeye çalışır. Öyle ki, bir eliyle kendine çekerken diğerini sürür; bir
ayağıyla sürünürken diğerini çeker. Ateş ise onu her taraftan kuşatmış
ve dokunmaya başlamıştır. Nihayet o kimse böyle sürüne sürüne
köprüyü geçer ve kurtulur. Sonra ayağa kalkar ve, 'Allah'a hamdolsun! O,
hiç kimseye bahşetmediği bir nimeti bana verdi, zira o felâketleri
görmeme rağmen beni onlardan kurtardı' der. Daha sonra melekler bu
adamı cennetin kapısının önünde bulunan bir suya götürüp yıkarlar."263
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Sırat (köprüsü) keskin bir kılıç ya da ince bir kıl gibidir. Melekler mümin
erkek ve kadınları kurtarırlar (kurtarmaya çalışırlar). Cebrail de benim
kuşağımdan tutar (öylece sırattan geçerim) ve, 'Ey rabbim, ümmetimi
kurtar, ümmetimi kurtar' derim. O gün nicelerinin ayakları kayar
(cehenneme düşer)."264
İşte bunlar sıratın tehlikeleri ve dehşetleridir. O halde bu hususta uzunca
düşün! Çünkü o gün kıyametin dehşetinden ve felâketinden sağ salim
kurtulanlar, ancak dünyadayken onu tefekkür edip tedbirini alanlar
olacaktır. Zira Allah (c.c) bir kulunun kalbinde iki korkuyu bir arada
bulundurmaz. Kıyametin bu tehlikelerinden dünyadayken haberdar olup
onlardan korkan, sakınan ve tedbirini alan kimse,
263 Hâkim, el-Müstedrek, 2/376, 3591; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr.
5265; Heyse-mî, Mecmau'z-Zevâid, 10/340-343.
264 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 366-367; ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 6/110; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1597.
İMAM GAZÂLÎ
221
yarın âhiret günü emniyette olur. Korkudan bahsederken kadınlarda
olduğu gibi, yufka yürekliliklerinden kaynaklanan ağlamayı, kıyametin
dehşetlerini işittiğin vakit mahzû-nî tavır takınmanı ve kısa bir müddet
sonra unutarak oyun eğlenceye dalmanı kastetmiyorum. Böyle bir
korkudan ne çıkar ki!
Bir şeyden korkan ondan kaçar; bir şeyi ümit eden de onu arar. Seni
ancak, Allah'a isyan etmekten engel olan ve O'na itaate teşvik eden bir
korku kurtarabilir.
Kıyametin felâketlerinden kadınların yufka yürekliliği gibi korkanlardan
başka bir de ahmakların korkusu vardır. Çünkü onlar kıyametin
felâketlerini işittikleri vakit hemen, "Allahım! Sana sığınırız, senden
yardım dileriz. O gün bizleri koru ve kurtar" derler; ancak felâketlerini
hazırlayan günahları işlemeye devam ederler. Şeytan ise onların bu gayri
samimi sözlerine gülmekle yetinir.
İşte kıyametin dehşet ve felâketleri de bunun gibidir. İnsanı bu
tehlikelerden ancak, sadık ve samimi bir kalp ile söylenen "lâ ilahe
illallah" kalesi kurtarır.
Sadakatin ve samimiyetin mânası, Allah'tan gayri maksudun ve
mabudun olmamasıdır. Kim ki, hevâ ve hevesini ilâh edinmişse o, rabbini
tevhidde sadık ve samimi olmaktan çok uzaktır ve tehlikededir.
Eğer bunları yerine getirmekten kendini âciz görüyorsan o zaman
Resûlullah'ı (s.a.v) sev, onun sünnetlerini uygulama hususunda hırslı ol,
ümmetinin sâlihleriyle beraber bulun ve onların bereketli dualarını
almaya bak. Belki bu sayede, amel sermayenin az olmasına rağmen,
Peygam-berimiz'in ve ümmetinin sâlihlerinin şefaatine nail olur ve
kurtulursun.
ÖLÜM ve SONRASI
ONUNCU BÖLÜM
ŞEFAAT
Ü
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara,
"O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti. Ayrıca bk. Kastallânî,
İrşâdü's-Sârf, 10/357.
228
ÖLÜM ve SONRASI
den bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ
(a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle
gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul
olabilirim, sizler Muham-med 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer
herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en
sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı.
Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez
misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c)
bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı
övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla
zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et,
şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi
ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ
kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları
da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin
kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ)
arasındaki mesafe kadardır."277
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s)
yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
277 Buhârî, Tefsîr, 5; Müslim, imân, 327; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 10.
İMAM GAZÂÜ
229
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye
kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı
büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye
soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3. Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım"
demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.
İ
282 Tirmizî, Menâkıb, 1; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6328; Hatîb-i
Tebrizî, Mişkât, nr. 5726.
232
ÖLÜM ve SONRASI
"Sözlerinizi duydum. İbrahim'in (a.s) Allah'ın halîli olması hususunda
şaşırıyorsunuz, fakat o öyledir. Musa'nın Allah ile konuşması da öyledir.
İsa'nın ruhullah olması ve Âdem'in O'nun saf ve temiz kulu olması da
böyledir.
İyi dinleyin! Övünmek için demiyorum; ben de Allah'ın habibiyim (sevgili
dostuyum).
Kıyamet günü livâü'l-hamd sancağını ben taşıyacağım; bunda da
övünülecek bir şey yok.
Yine övünmek için söylemiyorum; ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve
şefaati ilk kabul olunacak kişiyim.
Cennet kapılarının halkalarından tutup ilk olarak kapıları vuracak olan
benim. Rabbim bana kapıları açtıktan sonra fakirlerle birlikte içeri
girerim.
Ben gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın en üstünüyüm, en kıymetlisiyim.
Bunların hiçbirini iftihar etmek için söylemiyorum (Sadece yüce Allah'ın
bana ikram ettiği nimetini zikrediyorum)."283
1 Tirmizî, Menâkıb, 1; Dârimî, Mukaddime, 8; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr.
5762; ibn Ke-sîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/169-170.
İMAM GAZÂLÎ
233
ON BİRİNCİ BÖLÜM
KEVSER HAVUZU
İ İ İ Ö Ü
ON İKİNCİ BÖLÜM
CEHENNEM
İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
241
rina geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir. Yüzükoyun
cehennemde sürünürler. Gözleriyle demir pıtı -raklar üzerinde sürünerek
azap görürler. Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet
eder. Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap
eder.
işte bunlar cehennem ehlinin yaşadığı hallerden bir kısmıdır. Şimdi bir de
onların başlarına gelecek daha büyük felâketlere bak. Cehennemin
çeşitli bölgelerini ve azap vadilerini iyice düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadi yetmiş bin kola ayrılır. Her
kolda yetmiş bin tane yılan ve yine yetmiş bin tane akrep bulunur. Kâfir
ve münafıklar bunları geçmeden cehennemdeki yerlerine varmazlar."299
Hz. Ali (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) bir keresinde, "Hüzün
vadisinden (ya da kuyusundan) Allah'a sığının" buyurdu. Sahabeler, "Ey
Allah'ın Resulü! Hüzün kuyusu nedir?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Cehennemde bir vadidir. Cehennem o vadiden her gün Allah'a yetmiş
kere sığınır. Allah (c.c) orayı insanlara gösteriş için Kur'an okuyanlar (ve
ilim öğrenenler) için hazırlamıştır."300
299 Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 526, 527; ibn Kâni'-i Bağdadî,
Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 685; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, "Süfyân b. Mücîb",
nr. 2124. Beyhakî hadisin Bu-hârî'nin Târihu Kebîr"\nde zikrettiğini
kaydeder (bk. Beyhakî, a.g.e., s. 263).
300 Tirmizî, Zühd, 48; ibn Mâce, Mukaddime, 23; ibn Adî, el-Kâmil,
6/136; ibn Arrâk, Tenzîhu'ş-şerîa, 2/385; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr.
530.
İşte bu zikredilenler cehennemin ne kadar geniş olduğunu ve vadilerinin
ne kadar çok kollara ayrıldığını göstermektedir. Onun vadilerinin sayısı
dünya vadilerinin ve şehvetlerinin sayısından daha fazladır.
İ Â Î
İMAM GAZÂLÎ
!49
'Ey rabbimizl Dostların için hazırladığın nimetleri ve mükâfatı
göstermeden önce bizi cehenneme atsaydm, elbette bu bizim için daha
hafif (bir azap) olurdu' derler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Ey isyankârlar! Ben de sizlere böyle bir azap çektirmeyi istedim. Çünkü
sizler yalnız kaldığınızda büyük günahlar işliyor, insanlar içine
karıştığınızda, bana karşı göstermiş olduğunuz itaatin tam aksine onlara
karşı riyakâr tavırlar gösterip, saygı ve hürmetlerde bulunuyordunuz.
Onlardan korktuğunuz ve sakındığınız kadar benden korkup
sakınmadınız. Onları gözünüzde büyüttüğünüz kadar beni büyük
görmediniz.
İnsanlar için terkettiklerinizi benim için terketmediniz. Şimdi, sizleri
ebedî mükâfattan mahrum etmekle birlikte bu elem verici azapla
cezalandırıyorum."322
Ahmed b. Harb (rah) der ki: "Güneşe karşı gölgeliği tercih ederken
cehennemin yanında cenneti tercih etmeyiz." Hz. İsâ (a.s) der ki: "Nice
sağlam bedenler, nice güzel yüzler ve nice fasih diller vardı ki, yarın
cehennemin tabakaları arasında feryadü figan edecektir."
Ey zavallı! Şimdi otur da bu tehlikeleri ve felâketleri bir düşün! Şunu da
bil ki, Allah Teâlâ cehennemi, onun bütün felâketlerini, oraya girecekleri
artmayacak ve eksilmeyecek bir şekilde yaratmıştır. Bu olmuş bitmiş ve
hükme bağlanmış bir iştir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "
(Resûlüm!)Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü
onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken
(bakarsın) iş olup bitmiştir."^
322 ibn Kânî', Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 592; Heysemî, Mecmaul-Bahreyn,
nr. 4947- Ta-berânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/85-86.
323 Meryem 19/39.
>50
ÖLÜM ve SONRASI
Yemin ederim ki, bu âyet-i kerime ile kıyamet gününe işaret edilmiştir.
Belki de ezelde yazılı olana! Fakat yazılmış olan hüküm kıyamette ortaya
çıkacaktır.
Şayet, nereye gideceğim, nereye varacağım, akıbetim ne olacak diye
sorarsan ve bilmek istersen, bunun bazı alâmetleri, hoşuna gidecek
belirtileri ve umutlarını tasdik edecek emareleri vardır.
O da senin, şöyle bir durumuna ve amellerine bakman-dır. Zira herkes
kolayına geleni yapma sıfatında yaratılmıştır. Eğer hayır hasenat yolları
sana koiaylaştırılmışsa sevin; çünkü ateşten uzaksın demektir.
Şayet, ne zaman bir hayır yapmak istesen önüne engeller çıkıyor ve seni
o hayırdan uzaklaştırıyor ve bir kötülük yapmak istediğinde onun yolları
sana kolaylaşıyorsa, bil ki verilen hüküm aleyhinedir. Bu aynen yağmurun
bitkilerin büyümesine, dumanın da ateşin varlığına bir delil olması gibi
bir şeydir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İyiler muhakkak cennette, kötülerde
cehennemdedir."324
Bu iki âyet-i kerimeye iyi bak; kendinin'cennet ehlinden mi yoksa
cehennem ehlinden mi olduğunu anlarsın.
Allah (c.c) en iyisini bilir.
324 infitâr 82/13-14.
İMAM GAZALİ
251
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CENNET
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) yanımıza
çıkageldi ve,
"(Mahşer meydanı gözümün önüne getirildi ve) bütün ümmetler bana
gösterildi. Bazı peygamberler vardı ki yanında bir adamla, bazısı iki,
bazısı tek başına, bazısı da arkasında ufak bir toplulukla geçiyordu.
Sonra büyük bir
357 Hadisin tamamı için bk. Müslim, imân, 302; ayrıca bk. Buhârî, imân,
15; Rikâk, 51; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 10.
kalabalık gördüm. Onların benim ümmetim olmasını temenni ettim,
fakat, 'Onlar Musa (a.s) ve ümmetidir' denildi. Sonra, 'Şu tarafa baki'
denildi. O tarafa doğru baktığımda âdeta ufku kaplamış bir kalabalık
gördüm. Ardından, 'Şu taraflara, şu taraflara da baki' denildi. O tarafa
doğru baktığımda aynı onun kadar bir kalabalık gördüm. Sonra bana,
'İşte onlar senin ümmetindir. Bunlarla birlikte yetmiş bin kişi daha
hesapsız cennete girecektir' denildi."
Bu hadisin ardından insanlar dağıldı. Resûlullah (s.a.v) hesapsız cennete
girecekler hakkında bir açıklama yapmamıştı. Sahabeler aralarında
onların kimler olduğunu konuşmaya başladılar ve,
"Bizler şirk ortamında (putlara tapılan bir zamanda) doğduk. Fakat Allah
ve Resûlü'ne iman ettik. Onlar olsa olsa bizim çocuklarımız ve
torunlarımızdır" dediler.
Sahabelerin bu şekilde konuşmaları Resûlullah'a ulaşınca,
"Onlar vücutlarını dağlamayan (dövme yaptırmayan), sihir ve büyü ile
uğraşmayan, olan olaylardan uğursuzluk çıkarmayan ve yalnızca
rablerine tevekkül eden kimseler-
dir" buyurdular.
Bunun üzerine Ukkâşe (b. Muhsin) (r.a) ayağa kalkarak,
"Ey Allah'ın Resulü! Benim de o kimselerden olmam
için dua et" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Sen onlardansın" buyurdular. Bu sefer başka biri kalktı ve Ukkâşe'nin
(r.a) söylediklerini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona,
"Bu hususta Ukkâşe seni geçti" buyurdular.358
358 Buhârî, Rikâk, 5; Müslim, imân, 374; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 16;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/171; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 1163.
İMAM GAZALİ'
269
Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) aktarıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattılar:
"Cebrail (a.s) (Medine'deki) Harre civarında bana gözüktü ve,
'Ümmetinden Allah'a şirk koşmadan ölenlerin cennete gireceğini
müjdele' dedi. Ben,
'Ey Cebrail I Şayet zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum,
'Evet, zina ve hırsızlık yapsa dal' diye karşılık verdi. Ben tekrar,
'Zina yapsa, hırsızlık etse de mi? diye sordum.
'Zina etse ve hırsızlık yapsa da' diye karşılık verdi. Tekrar,
'Zina etse ve de hırsızlık yapsa da mı?' diye sorduğumda,
'Zina etse, hırsızlık yapsa ve içki de içse de (iman üzere ölenler cennete
girer)' diye cevap verdi."359
Ebü'd-Derdâ (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), "Rabbi-nin huzurunda
durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"360 âyetini okuduğunda,
"Ey Allah'ın Resulü! Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"
âyetini okudu. Ben tekrar,
"Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum, yine,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet
vardır"âyetini okudu. Bir daha, "Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye
sorduğumda,
359 Buhârî, Tevhîd, 33; Müslim, imân, 153; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
5161; Bezzâr, Müsned, nr. 3997.
360 Rahman 55/46.
İMAM GAZALÎ
27 ı
"Her ne kadar bu Ebü'd-Derdâ'nın tuhafına gitse de
(durum böy/ed/'rj"buyurdular.361
Peygamber (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü olunca, her mümine öteki milletlerin kâfirlerinden bir
adam verilir ve 'İşte bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir'
denilir."362
Müslim Sahîh adlı eserinde Ebû Bürde'den (b. Ebî Mu-sa-i Eş'arî) şöyle
naklediyor:
Ömer b. Abdülaziz babası kanalıyla Musa-i Eş'arî'den
gelen şu rivayeti aktarır:
"Bir müslüman öldüğünde Allah (c.c) mutlaka onun yerine biryahudiyi
veya hıristiyanı ateşe koyar."363
Bu hadisi işiten Ömer b. Abdülaziz, hadisi rivayet eden kişiye üç defa,
babasının gerçekten böyle bir hadis rivayet ettiğine dair yemin ettirdi; o
da üç defa yemin etti.
Sahih rivayetlerle gelen bir haberde şöyle anlatılmıştır: Yazın ortası ve
çok sıcak bir gündü. Savaşlardan esir düşenler bir pazaryerinde
satılmakta, bunların arasında küçük bir çocuk da bulunmaktaydı. O
sırada topluluğun arasında bir kadının gözü bu çocuğa ilişti. Kadın bir
sıçrayışta çocuğunun yanına geldi. Kadını esir alanlar da onun arkasına
düştüler. Kadın yavrusunu kucağına alıp onu bağrına bastı, sırtını taşlara
doğru verip yavrusunu güneşten korumaya çalıştı ve "Oğlum oğlum!"
diye onu öpüp koklamaya başladı. Bunu gören bütün herkes ağladı. Bu
sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi. Olanlar kendisine anlatılınca
insanların bu merhametine çok sevindi ve,
"Bir annenin yavrusuna olan şefkati çok hoşunuza gitti, öyle değil mi?"
diye sordu. Oradakiler,
361 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/442, 447; Taberânî, Müsnedü'ş-
Şâmiyyîn, nr. 2113;
el-Evsat, nr. 2953.
3K Müslim, Tevbe, 49; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/409. 363 Müslim,
Tevbe, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/391.
"Evet" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah Teâlâ hepinize, bu annenin yavrusuna gösterdiği
şefkatten daha şefkatli ve merhametlidir."364
Bu büyük müjdeyi işiten müminler neşe ve sevinç içinde oradan
dağıldılar.
Gerek bu hadisler, gerekse //?yâ'nın "Recâ (Ümit)" kitabında aktardığımız
hadis-i şerifler, bizlere Allah Teâlâ'nm rahmet ve merhametinin ne denli
engin olduğunu göstermekte ve müjdelemektedir.
Yüce Allah'tan bize, hak ettiklerimizle değil, lutfu, ihsanı ve merhametiyle
muamele etmesini temenni ediyoruz.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
4 Ekim 2004 Samandıra/İstanbul
364 Buhârî, Edebül-Müfred, nr. 377; 18; Müslim, Tevbe, 22; Taberânî, el-
Mu'cemü's-Sa-gîr, nr. 273.