You are on page 1of 213

Cihan

Yayınları

Ölüm ve Diriliş Gerçeği,


Reenkarnasyon Aldatmacası

Yazarı : Dr. Vehbi Karakaş

Cihan Yayınları
Adına Editör : Mehmet Dikmen

Sayfa Diizeııi
ve Üretim : Türdav Ajans

Baskı : Ziya Ofset - Emintaş Sanayi Sitesi Kat 2 No: 548-549


Davutpaşa - Topkapı / isı. Tel: (0212) 567 99 05

Cilt : Savaş Mücellit - 501 99 42

İstanbul, Mart 2008


ISBN 978-975-7486-76-3

Yayıncı Sertifika No: 0107-34-006351

CİHAN YAYINLARI
Alayköşkü Cad. No: 10 Cağaloğlu/İstanbul
Posta Kutusu: 882 Sirkeci /İstanbul
Tel: (0212) 511 61 62 (Pbx) Fax: (0212) 522 11 96
ınternet: www .turdav.com e.mail: turdav@turdav.com.tr
www.kitapkutusu.com

© ''Cihan" markası ile üretilen bu eserin basım ve '.aym hakları


,ı Tıirdav Basım ve Yayım Tıcareı ve Sanayıı A.Ş. ye aıttır.
.. . . . . .

OLUM DiRiLiŞ ve
v ..

GERÇEGI
JREENf&.AJRNA§YON
AJLJIJ)A'JrMACA§JI

Dr. VEHBİ KARAKAŞ


Sakarya Ün. İlahiyat Fak. Öğretim Görevlisi

Cihan
Yayınları
4

Dr. VEHBİ KARAKAŞ


1954'te Horasan'ın Muratbağı köyünde dünyaya geldi. İlko­
kulu köyünde, orta, lise ve yüksek tahsilini Erzurum'da tamam­
ladı. Mezuniyetini müteakip Erzurum İmam-Hatip Lisesi'nde
öğretmen oldu. Antalya, Kocaeli ve Gebze'de vaizlik görevlerin­
de bulundu. Karakaş'ın hutbe ve konferanslarından bir kısmı
kitap haline getirildi. Yazılarının bir kısmı da çeşitli gazete ve
dergilerde yayınlandı. M armara Ün. İlahiyat Fak. Tefsir Ana Bi­
lim dalında Ku:r1an'da Emanet konulu mastır tezini tamamlayan
Karakaş, 1994 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakülte­
si'nin, Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalında açmış olduğu
imtihanda başarılı bulunarak Din Eğitimi Öğretim Görevlisi
olarak atandı. Aynı fakültede "Alusı'nin Tefsirinde Ayetlerin İşa­
ri Açıdan Yorumu" konulu doktora tezini tamamladı ve 2002'de
"Bilim Doktoru" ünvanını aldı. Halen adı geçen fakültedeki gö­
revini sürdürmekte olan Dr. Vehbi Karakaş, özel bir TV kanalın­
da "İnsan ve İslam" adlı programın yapım ve sunuculuğunu da
yürütmektedir.
Yayınlanmış Eserleri: Çağın Anlayışına Hitap (1985),
Hitap Çiçekleri (1986), Hürriyet Kurbanları (1987), Ölüm, Diriliş
ve Reenkarnasyon (1997), Depremin Hatırlattıkları (1999), Niçin
Namaz (1995), Fakirler ve Zenginler (1993), Nasıl Namaz (2004),
Nasıl Müslümanız (1990), Müslümana Muhtacız (1993), Cennet
Nerede (2003), Kıyamet Yaklaşıyor (1995) Niçin Zekat (2002),
Niçin Kur'an (2003), Hicazlı Sevgili (peygamber sevgisi) (2003),
Kainatın Efendisine Bağrını Açan Uhud (1996), Kur'an ve Hadis­
ler Işığında Emanet (1995), Sana Öyle Hasretim ki (1997), Nasıl
Bir Eğitim (1997)
Sempozyumlara Sunulan Tebliğleri: Kur'an'ın Türkçe­
leştirilmesi ve Türkçe İbadet Meselesi (Uluslararası Bediüzzaman
Sempozyumuna Sunulan Tebliğ 1998), Hoşgörü ve Barışı Tesis Et­
mede Nebevi Metoddan Bediüzzaman'a Yansımalar (Uluslararası
Bediüzzaman Sempozyumuna Sunulan Tebliğ 2004), Bilim ve Din
Bağlamında Said Nursi'ye Olan İhtiyaç ve Risale-i Nur (II. Ulusal
Risale-i Nur Kongresi'ne Sunulan Tebliğ 26-27 Mart 2005- Grand
Cevahir Otel- İstanbul)
5

İÇİ NDE Kİ L E R
Önsöz ................................................................................. 11
Giriş .................................................................................. 16

I. BÖLÜM
GÜNDEMDEN DÜŞMEYEN GERÇEK: ÖLÜM 19 .......

Yaşlanmayan Tek Delikanlı 19


........ .................................. . . .

İnanmayanlar, Ölüme Yenilmemeliler! . . . 21


...... .................

Ölüm Var Diye Bir Şey Yapmayalım mı? 27


.......................

Ölümün Çaresi Var mı? ................................. : ................. 30


Ölüm Hangi Açılardan Nimettir? ................................... 32
Ölüm Güzel Olur mu? .
.............................. 33
............ ...........

iki Düğün.......................................................................... 36
Ölüm de Bir Mahluk Mudur? .
....... .. .40
...............................

Akıllı İnsan ....................................................................... 43


Anne Karnında Her Şey, Dünyada Hiçbir Şey? .44 ............

Kıyamet Nedir? ................................................................ 48


Cennet Ve Cehennem İki Meyve, İki Ambar, İki Havuz,
İki Tecelligahtır . . .
............................ . ... 51
................... ..........

Kıyamet Kopacak mı? ...................................................... 52


lem Ölecek mi? Ölen lem Dirilecek mi? .......................... 53
Madem Yıkacaktın Neden Yaptın? Madem Helak
Edecektin Neden Yarattın? .............................................. 54
Gelenler Gitmeli ..
........................ .
......... . .......... 55 . . ..............

il. BÖLÜM
ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLİŞİN (AHİRETİN)
VARLIGINI İSBAT EDEN DELİLLER . . .... . . . ......... .... 57
1. Allah'ın Şefkati ve Hz. Muhammed (sav)'in Duası 57 ..

2. Allah'ın Sınırsız Cömertliği . ......


...... . . ......... 60.. ...............

3. Hayat Ne-dir? .. ; .......................................................... 64


...

4. Allah'ın Kusursuz Kemali ve Eşsiz Cemali ... . .. 70 ... ... ..


6 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

5. Allah'ın Güzel İsimleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ........... 74


6. Geçmişte Olanlar Gelecekte Olacaklara Delildir . . . . . . . 78
7. Hikmet, İnayet, Rahmet ve Adalet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79
Hikmetlerin En Büyüğü . . . . . . . . . . . . . . . . ............... . .. . . . . . . . . . . . .80
Hiç Mümkün müdür ki . . . ? ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 81
Eğer Ahiret Olmasaydı Ne Olurdu? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .82
Cehennem Neyin Nesi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..............84
8. Haşre Mani Hiçbir Şey Yoktur ....................... . . ... .. . . . . . . 85
Allah'ın Birliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ 86
Allah'ın Varlığı . . . . . .. . . . . . , .............. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86
Ahiret Her Şeyi Başıboş Kalmaktan ve İsraf
Olmaktan Kurtarır .............. ...... ............. . .....................8 7
Evrenin Düzeni Ahireti Gösteriyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .8 7
Aynen Diriliş - Mislen Diriliş . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . ............. . . . . . 88
9. Ahiret Hakkında Uzmanlar Konuşuyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 92
10. Kayıt Ve Muhafaza, Muhasebe İçindir . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 94
Ameller Niçin Kaydediliyor? ............... . . . . . . . . .. . . ............ 96
İlim ve Kudret Dairesi ............................................... 98
İnsanin Maddi Ve Manevi Yapısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
Bu Küçük İnsanın Ne Önemi Var Ki . . . .................... 10 1
Bu Çürümüş Kemikleri Kim Diriltecek? ................ 102
Çamurlara Gömülen Meyvalar Ağaç Olmak İçindir102
Sultanın Hem Cezası Hem de Mükafatı Olmaz mı?102
Öldükten Sonra Dirilişe En Büyük Delil, İnsandır. 103
11. İlk Yaratılış Son Yaratılışa Delildir . . . . . . . . ........ ... . . ... 105
12. Kainatta İsraf Yoktur .. .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 110
Anne Rahminin Ve Çekirdeğin Ahireti . . . . . . . . . . . . . . . .... 110
13. Dünyayı Yaratan, Ahireti de Yaratır . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 111
14. Başımızdan Çok Haşirler Geçmiş . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . 112
15. Bir Yönden Fani, Çok Yönden Baki . . .. . . . . . . . . ....... . . . . . 113
16. Bu Gemi Ahirete Gidiyor . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . ....... 113
17. Seyahat, Var Olan Yere Yapılır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 114
18. Dünya: Yol Üstünde Kurulmuş Bir Han . . . . . . . . . . . . . . . 115
19. Ölüm Bir Zulüm müdür? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 118
20. Mahçup Olmamak İçin . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119
21. Yumurtanın İçindeki Civciv . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
7

22. Dünyadan Pahalı Nimetler . . 12 1


..................... ......... .....

23. Bu Kadar Masraf Bir Hiç İçin Olamaz 122 ...................

24. Şeker Torbası ve İnsan Kefeni . . 123


............. . . ...... ....... ..

25. "Ot Gibi Bittik Ot Gibi Yiteceğiz" Öyle mi? . 125 ... .......

26. Vicdanın "Ebed Ebed", Sesleri . 125


..................... ..........

27. Yok Ve Yokluk İstenmez . . 126


.................... . . ...... ............

28. Küfre Göre Alemin Hem Başı- Hem Sonu 126 . . . . .........

Her Şey Bir Anda Nasıl Diriliverecek? . 127 ................ .

29. Bir Kudret ki, Ona Bir ile Bini Yaratmak Birdir 129 ..

Dünya Hikmet, Ahiret Kudret Yurdu . 129 ................ . . .

30. Kur'an'ı Dinliyoruz . .. .


................. 132
..... .........................

31. Akıl İnanır, İhata Edemez . . ...... . ;134


....... ......................

Haşir Sabahı .. .
................. ...... . 134
............................. ....

32. Dünyaya Gelen Çocuk Neden Ağlar? 136 .....................

33. Her Varlık Bir Yönüyle Allah'a Bir Yönüyle de


Haşre Delildir . ..
. .................... ...............137 ....... ..... .......

34. Kıymeti Yüksek Ömrü Az . . 137


................................. . . . .

35. Yokluk Cehennemden Daha Beter Bir Azaptır 138 ......

36. Haşre Ait Delillerin Bir Cümlede Özeti 139 ..... ............

III. BÖLÜM
AHİRET'LE İLGİLİ ÖNEMLİ SORULAR VE
CEVAPLARI' ................................................................. 141
İnsanlar Kıyamet Gününde Nasıl Haşrolacaklar? ...... 141
Neden Çıplak Diriliş? .
................. .................................. 142
Haşr, Neşr, Ba's Ve İade .
.............................. . .. . . ............ 143
Dünyada Cennet Ve Ahvalini Müşahede .......... ............ 144
Ölümden Sonra Ruhlar . ...... ...... ............................ ......... 144
Kabir Azabı Ve Dereceleri . . ........................................... 145
Ejderhalar Görülür mü? . .
..... ........ . . ..... .......................... 148
Kabir Azabından Kurtulan Var mı? .............................. 148
Üç Cins Cehennem Ateşi ............... ................................ 149
Cehennem Azabı Ebedi midir? ....................... . . ............. 153
Cehennem Azabının Ebedi Olmasının İsbatı .......... . . . . . 155
Ceheii!:ıemin Varlığı Rahmete Aykırı Değil mi? ..... . . . . . . 159
S orunun İkinci Şıkkı : Allah'ın Kafirlere Yönelik Bir
8 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Merhamet Tecellisi Yok mu? ............................... . 160


..........

Mü'minin Cennette Sonsuz Kalması ............................ 161


Diriliş Cismani midir? . . .... .............. ............................... 162
Ahiret İnancının Dünyamıza Yönelik Faydaları 166
.........

1. Çocuklar .. .
...... ............ .............. .......... . ........................167
2. Gençler . . . ... . .
....... ................ . .............. . .
. ....................... 168
3. İhtiyarlar . .
... ......... ......................... . . ......... . 168
..... ............

4. Aileler ................................................ . : ....................... 169


Kabir ............................................................................... 170

IV. BÖLÜM
TENASUH VE REENKARNASYON .................. . ...... 173
Reenkarnasyonu Niçin Kaleme Aldım? . . 173
. . ....................

I. Tenasuh ve Reenkarnasyon . . . ......... . .. ... 174


... .. ............ .

II. Ahiret İnancı ve Reenkarnasyon . . . .


.. 177
............... ......

III. Tenasuh ve Reenkarnasyondan Bahsettiği İddia


Olunan Ayetler .
............................. 180
..........................

IV. Bir Kısım Ruhların Olgunlaşmak İçin Dünyaya


Gelme İddiası .............................. ............................. 186
V. Reenkarnasyonu Reddeden Ayetlerden Bazıları ... 188
VI. Çocukların Başına Gelen Musibetler, Günahları
Yüzünden mi?! . . . ...................................................... 190
VII . Reenkarnasyonu Reddeden Hadis ......................... 197
VIII. Reenkarnasyon ve Cehennem .............................. 198
IX . Tenasuh, Reenkarnasyon Kimin İradesiyle
Oluyor? ..................................................................... 199
X. Tenasuh Ve Reenkarnasyon Neden Batıldır? .......... 200
Tenasuh (Reenkarnasyon) İddiasında Bulunanlar ...... 203
Reenkarnasyona Çarpıcı Örnek Dedikleri ................... 204

Netice ve Hüküm ........................................................... 207


Kaynaklar ....................................................................... 209
9

KISALTMALAR

C.C. : Celle Celaluhu


A.S. : Aleyhisselam
A.S.V. : Aleyhissalatü Vesselam
S.A.V. : Sallallahu Teala Aleyhi Ve Sellem
R.A. : Radiyallahu Anlı
R.Anha : Radiyallahu Anha
ö : Ölüm
D : Doğum
M : Miladi
H : Hicri
Tere. : Terceme eden
Talık. : Tahkık eden
ist. : İstanbul
Ank. : Ankara
Yay. : Yayınları
Neş. : Neşriyatı
Bty. : Baskı Tarihi Yok
MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları
11

ÖNSÖZ

BU KİTABI NİÇİN HAZIRLADIM?


Bir bayram vaazımda öldükten sonra dirilişin izah ve
isbatını yapmaya çalışmıştım.
Dinleyicilerin bir hayli memnun olduklarını, bilahare
onların gelip tebrik etmelerinden ve takdirkar ifadelerin­
den anladım.
Tebrik ve takdir için gelenlerden biri vardı ki, tesbiti
çok enteresandı:
- Hocam, dedi, bu sabahki konuşmanız yarım asırlık
düşünce dünyamı alt-üst etti.
- Nasıl? dedim. Anlatmaya başladı:
- Şimdiye kadar ben zannediyordum ki ahiret-
mahiret, cennet-cehennem diye bir şey yok. Hoca­
lar, Cennetle müjdeleyip cehennemle korkutmakla
dünya nizamını korumaya, insanların huzurunu
sağlamaya çalışıyorlar. Hep böyle düşünürdüm. Fa­
kat sizin ahiret hakkındaki izahınızı dinledikten
sonra, gerçekten ahiretin var olduğuna inandım!"
İşin ilginç yanı, bu sözü söyleyenin elli küsur yaşla­
rında, beş vakit namazını kılan biri olması ...
O adamın b u ifadelerinden d e anladım k i mü'minlerin
iman ve marifet dersleriyle devamlı beslenmesi, imanları­
nın takviye edilmesi lazım. Hele iman esaslarının, bilhas­
sa ahiretin sadece nakli delillerle değil, akli delillerle de
1 2 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

izah ve isbat edilmesine şiddetle ihtiyaç var.


İşte bunun için olsa gerek, Bediüzzaman Hazretleri:
"Ben, yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bu-
lunuyorum," demiş; müslümanları iman esaslarının
izah ve isbatına dayanan eserleriyle taklidi imandan tah­
kiki imana çağırmış, bir çok insana da tahkiki imanı ka­
zandırmıştır.
Biz de, sadece ilim erbabınırı de ğil, avamın dahi anla­
yabileceği bir üslubu seçerek, bu yüksek ve derin hakika­
tı yani, ahirete iman meselesini kaleme almaya karar ver­
dik.
Ne denli muvaffak olduk bilemiyorum.
Asrımızda haşri izah, iman esaslarını isbat Bediüzza­
man Hazretlerinin işidir. Bendeniz, o ummandan size bir
katre takdim etmenin mutluluğunu yaşıyorum. Yüce Al­
lah'a nimetleri sayısınca hamd olsun.
"Bu iş Bediüzzaman'ın işidir", derken bunu bir
şartlanmışlığın neticesi olarak söylemiyorum, oku­
duğum ve incelediğim bir çok eserin bir sonucu ola­
rak söylüyorum.
Bediüzzaman'ın eserlerini insaf ve vicdanla
okuyan herkesin ve hele ilim ve fikir adamlarının
varacağı netice budur. Buna şartlanmışlık değil;
hakkı kabul, hakikati itiraf denir.
Bediüzzaman sadece benim değil, bütün müslümanla­
nn iman davasını savunmuş, bütün müslümanlar adına
inkarcılığa meydan okumuş ve :
"Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım ol­
sa, her gün biri kesilse, Kur'an hakikatlerine feda
olan bu başı dinsizlere ve imansızlara eğmem! İman
ve Nur hizmetinden vaz geçmem ve geçemem." (ll de­
miştir.
1. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat s.630 Envar Neşriyat, İst. 1992
13

Bir de ş u söze kulak verin:


"Ey amca! Eğer şu inkarcılar bu işi bırakmam
için güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar val­
lahi ben bu İslam davasından vaz geçmeyeceğim.
Allah ya Onu hakim kılıp hükmünü tamamlayacak.
Ya da ben bu uğurda ölüme gideceğim."( 2 )
İki söz arasındaki mana benzerliğini görüyorsunuz
değil mi?
Bu söz de sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed
Mustafa'nın (s.a.v.) sözüdür.
Evet,
İki söz arasında mana itibariyle ne kadar benzerlik
var.
Sadece sözleri değil, düşmanları da birbirlerine çok
benziyor. Karşılaştıkları tazyikler, eza ve cefalar, hicretler,
sürgünler, takipler arasında da ciddi bir benzerlik var.
Çünkü dava aynı. Bediüzzaman gibi alimler, Onun
(s.a.v.) 20. asırdaki 'temsilcileri. Bunlar Onun (s.a.v.) dava­
sını güttükleri için bu eza ve cefaya maruz kalmışlardır.
Ona benzedikleri için zehirlenmiş, zindanlara atılmışlar­
dır.
Efendimizin (s.a.v.) davasını izhar ve müslümanların
imanını kurtarma yolunda dünyasını ve ahiretini feda
eden Devrin Mürşidi, "Gözümde ne cennet sevdası
var, ne de cehennem korkusu. Türk milletinin ima­
nı namına bir Said değil, bin Said feda olsun.
Kur'an'ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti
de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin
imanını selamette görürsem, Cehennemin alevleri
içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken
2. M. Asfüı Köksa:t, Hazret-i M uhammed ( s.a.v.) ve İslamiyet, c.4, s.61, İstan­
bul-1987, Şamil Yayınevi.
1 4 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

gönlüm gül-gülistan olur." (3) demiştir,


Bu yiğitliği, bu mertliği, bu alicenaplığı, bu fedakarlı­
ğı Bediüzzaman kimin adına yapmıştır? Kimin davasını
savunmuştur?
Elbette, bütün müslümanların. Öyleyse her müslü­
manın, bilhassa ilim ve ilahiyat erbabının boynu­
nun borcudur Bediüzzaman'ı okumak, anlamak, da­
vasına sahip çıkmak ve eserlerini okutmak.
Değerli okurlarım,
Hazırladığım bu eserde bir nur, bir feyiz, bir tesir, bir
kuvvet görürseniz o bana ait değil. Bediüzzaman Hazret­
lerinin Nur Külliyatına aittir.
Neden?
Çünkü bu asırda, bu sahada, bu meselede söz sahibi
odur.
Öldükten sonra dirilişi kaleme almadan önce bu saha
ile ilgili hemen hemen bütün kaynaklara baktım. Büyük
çoğunluğunu nakilden ibaret gördüm. İman esaslarını ak­
li delillerle isbat konusunda ondan başka kalem oynatana
rastlayamadım. Onun fikirlerinden daha kuvvetli, daha
mükemmel, daha müessir'bir fikirle, onun misallerinden
daha güzel, daha mukni misallerle karşılaşmadım.
"Hazırladığım bu eser, Onun Haşir Risalesinin şerh ve
izahıdır" demek de haddim değildir. Çünkü Bediüzzaman
söz ve mana itibariyle o kadar zengindir ki Onun kelime
ve cümlelerini şerhetmeye kalksanız ömür kafi gelmez sa­
nırım.
Bizim yaptığımız, istifade ve is.tifazemizin arzıdır,
hepsi o kadar. Herkes gidecek oradan kabını dolduracak,
fakat o yine eksilmeyecek, hep dopdolu kalacaktır.

3. Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.630 Envar Neşriyat, İst.


1992
15

Onun için sahasında Ondan daha güzeline, daha


doyurucusuna, daha zenginine rastlayamadım, de­
dim.
Aksini iddia eden varsa göstersin. Yanılmışsam
gösterene teşekkür ederim, bilmediğim bir hakikati
öğrendiğim için de öğretene saygılarımı sunarım.
Eğer isabet etmişsem, bilmeyenlere bir hakikati du­
yurmanın sevincini yaşar, beni bu işe vasıta eden
yüce Allah'a nimetleri sayısınca tekrar tekrar hamd
·ve şükürlerimi arzederim.

VehbiKARAKAŞ
3. 3. 1997 Bayramoğlu
16

GİRİŞ

Günümüzde yayınlanmış bir çok eseri tedkikim neti­


cesinde gördüm ki haşri, yani öldükten sonra dirilişi akli
delillerle izaha pek kimse yanaşmamış veya yanaşama­
mış . . .
Muhakkik ve müdakkik alimlerimizden bir İmam Ga­
zali'nin, bir Fahrettin Razi'nin haşri akli delillerle izah et­
memeleri veya bu konuya pek az temas etmeleri onlar için
bir noksanlık sayılmaz.
Çünkü onların zamanında iman esasları belki bu gün.­
kü kadar temelinden sarsılmamıştı. "Gözümün görmediği­
ne inanmam!" safsatası yoktu. Allah'ı inkar fırtınaları es­
miyordu. O devirde herkes takvalı olmanın yollarını arı­
yor, riya ve nifakın zararlarını konuşuyordu.
Zamanımızda ise dinin yerini dünya, mananın yerini
madde, imanın yerini küfür istila etmiş bulunuyor. Allah'ı
inkarla beraber gelen ahlaksızlık, edepsizlik, müstehcen­
lik, şımarıklık, çılgınlık, çıplaklık kasırgaları imanları kö­
künden koparıyor.
Böyle bir devirde iman esaslarını bilhassa ahirete
imanı nakli delillerle arz etmek ve bununla yetinmek,
nakli delillerin yani ayet ve hadislerin içindeki akli delil­
leri görememek, gösterememek, Kur'an'ın bu asra bakan
yönünü, isbatını asrın insanına sunamamak bir noksanlık
değil, bin noksanlıktır.
17

Hele bu hususu yani haşri akli delillerle izah ve


isbat meselesini fevkalade başarılı bir şekilde bu as,
rın insanına sunabilen bir eser külliyatına, yani Ri­
sale-i Nur'a kapılarımızı kapatmışsak, ahiretle ilgili
yazdığımız kitaplarda bir kelime ile, bir cümle ile
dahi olsa o muhteşem kaynağa müracaat etmemiş­
sek bu bin noksanlık değil, hesapsız bir eksikliktir.
Risale-i Nur, Kur'an'ın kelime kelime, cümle cümle
yapılmış bir tefsiri değildir.
O sadece Kur'an'ın bu asra bakan yönünü kaleme al­
mış, asrın hastalıklarını görmüş, hastanın hastalığına gö­
re Kur'an eczahanesinden ilaçlar çıkarmış, ilericilik ve
çağdaşlaşma adına fen ve felsefe ile ortaya sürülen inkar
cereyanlarıyla aklı katışmış, yolunu şaşırmış kitlelerin
eline ikna, irşad ve isbat pusulasını vermiştir.
Risale-i Nur Külliyatı'nın muhterem müellifi bunları
yaparken yine Kur'an'ın izah ve isbatlarıyla yapmıştır. O
hep Kur'an'ın içinde kalmış; lider olarak da kendi ifadele­
riyle "ehl-i imanın imamı, bütün insanların hatibi, bütün
peygamberlerin reisi, bütün evliyanın seyyidi" Hz . Mu­
hammed Mustafa'yı (s.a.v.) tanımıştır.
Bir yerde haşri izah konusunda Kur'an'ın, kendi ifa­
deleri üzerindeki tesirini şöyle dile getirir:
"Haşir meselesindeki beyanatımız, Kur'an-ı Ha­
kim'in feyzindendir. Nefsi teslime, kalbi kabftle ha­
zırlamaktan ibarettir. Asıl söz Kur'an'ındır. ( 4 )
Haşir meselesinin kolay bir mesele olmadığını vurgu­
layan Bediüzzaman Hazretleri, İbn-i Sina gibi bir felsefe
dahisinin:
"Haşir akıl ölçüleriyle halledilecek bir mesele
değildir. İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez."
sözüyle nasıl Çaresiz kaldığını ve İslam ulemasının "Haşir
4. Bediüzzaman Sözler, 10. söz, Hatime
18 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

nakli bir meseledir, delili nakildir, akıl ile Ona gidilmez"( 5)


dediklerini nazarımıza veriyor.
Ve diyor ki:
İşte bu kadar derin ve manen yüksek bir yol, elbette
birden bire aklın umumi bir caddesi hükmüne geçemez.
Böyle iken Rahmeti Sonsuz Yaratıcı, sınırsız rahmeti
ve Kur'an-ı Hakim'in feyziyle şu taklidi kırılmış ve teslimi
bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu, bu derece kolay
bir şekilde bize ihsan ve ikram ettiğinden dolayı, Ona bin
şükretmeliyiz ( 6 ) ve ediyoruz.
Risale-i Nur'un müellifi, bu konuda kendisinden
o kadar emindir ki çok rahat diyebiliyor:
"Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi
kadar kesin bir şekilde anlamak istersen, .Sözler, ad­
lı kitabımızın 10. sözüyle 29. sözüne dikkatle bak. Eğer
baharın gelmesine inandığın kadar ahiretin varlığına
inanmazsan, gel parmağını gözüme sok!"( 7)

5 . Bediüzzaman a.e. aynı yer.


6. Bediüzzaman, a.e. a. y.
7. Bediüzzaman, a.e, Aynı Söz, Zeylin 3 . parçası
19

I. BÖLÜM
GÜNDEMDEN DÜŞMEYEN GERÇEK:
ÖLÜM

YAŞLANMAYAN TEK DELİKANLI

Ölüm . . . Siz o kadar onu gündeminize almayın ki . . .


Hiç ummadığınız bir z aman ve zeminde o, kendisini gün­
deminize sokuyor. Gündeminizin geri kalan maddelerini
alt-üst ediyor. Bu gün sadece beni konuşacaksınız, diyor.
İstemeye istemeye hep onu konuşuyor, onunla meşgul olu­
yoruz . Meşgul oluyoruz olmasına ama, ne ibret alıyor, ne
de onun sırrını çözmeye çalışıyoruz.
Aradan hayli zaman geçiyor, biz onu yine gündem dı­
şı bırakıyoruz. Hatta hiç hatırlamak istemiyoruz. Fakat o
da ne?! Bakıyoruz yine kapıya yanaşmış. Ya anamızı, ya
babamızı, ya kardeşimizi, ya çocuğumuzu, ya sevdiğimizi,
ya da bizi bizden istiyor. Çoğu kere rızamızı almadan alıp
götürüyor. Bizden önce daha nicelerini böyle alıp götür­
müş; nice devletleri, hükümetleri, milletleri, imparator­
lukları ve şehirleri yüz kere, bin kere kabristana boşalt­
mış . . .
Onun için kimse gençliğiyle övünmesin. İhtiyarlama­
yan tek delikanlı varsa o da ?lümdür. Şair bu hakikati ne
güzel mısralaştırmış:
"Ebedi gençlik ölüm desem kimse inanmaz!
Tf!E ihtiya!lar, selvi çürür, ölüm yıpranmaz!"
Karaca Ahmet bana neler söylüyor neler
Diyor ki: Viran olmaz tek bucak viraneler"
20 / ÖLÜl\I DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Her hangi biri, malımıza, canımıza kasdetse, yakınla­


rımızdan birine zarar verse kıyameti koparıyoruz, onu ya­
kalayıp işini bitirmeye çalışıyoruz. Ama her nedense teker
teker yakınlarımızın canını alan, bir gün de bizim canımı­
zı alacak olan ölümü yakalayıp öldürmek, işini bitirmek,
bütün insanlığı onun elinden kurtarmak kimsenin aklına
gelmiyor.
Neden?
Neden insanoğlu bu gorunmez canavarı yakalayıp
gırtlağını sıkmanın mücadelesini vermiyor? Süper güçler
nerede?
Artık şu ölüme bir çare bulsunlar! Atom bombalarını,
nükleer silahlarını ona çevirsinler de onun elinden kurtul­
sunlar. Ben onların yerinde olsam, her şeyden önce ölü­
mün çaresine bakarım.
Çünkü bütün meselelerden önemli olan budur . . . Bunu
halletmeden, ne yaparsanız yapın yaptığınız her şey ya­
lan olacak. Fabrikalarınız yalan olacak; gökdelenleriniz,
asma köprüleriniz, saraylarınız, katlarınız, yatlarınız,
yollarınız, barajlarınız, aşklarınız, sevgilileriniz, oyunları­
nız, eğlenceleriniz, paranız, pulunuz herşeyiniz yalan ola­
cak.
Sorarım size bir tarafta yemek sofraları, eğlen­
ce alemleri sizi beklerken, duysanız ki içeriye eli
bombalı bir anarşist girmiş; önce yemeğinizi yer, eğ­
lence aleminizi mi sürdürürsünüz, yoksa her şeyi
bir tarafa koyar, önce anarşisti tesirsiz hale getir­
menin çaresini mi ararsınız?
Efendiler! Ölüm denilen anarşist içinize girmiş, teker
teker yanınızdakileri götürüyor. Siz hala ekonomiden, enf­
lasyondan, müreffeh bir hayattan, çağdaşlaşmadan bah­
sediyor; müzik ve eğlence alemlerinde kadın-erkek karışık
dansediyorsunuz. Sazlı, cazlı ve dansözlü alemlerde göbek
atıyorsunuz.
21

Kadınları soyup sokağa, sahneye, bara, pavyona, gazi­


no, sinema ve tiyatrolara sürüyorsunuz. Müstehcen kılık
ve kıyafetler içinde, müzik eşliğinde kıvırtmalarına alkış
tutuyor, gafil ve zavallı delikanlıları pop ilahı(!), güzel ve
taze kızları da güzellik tanrıçası(! ) ilan ediyorsunuz. Al­
lah'ın tertemiz yarattığı o güzel varlıkları adi şehvet duy­
gularınıza alet edip kirletiyorsunuz.
Biraz sonra bombasını patlatacak ve lezzetlerinizi acı­
laştıracak olan "ölüm" denen canavar içinizde iken ve siz
onu dünyanızdan dışarıya atmaya muktedir olamazken
bilmem ki bu çılgınlığın, bu sorumsuzca ve hayasızca eğ­
lenmenin size kazandıracağı bir şey olacak mı?
Gayri meşru eğlenceleriniz başınıza bela olacak ve siz
bu gün güldüğünüze yarın ağlayacaksınız. Sevgili Pey­
gamberimizin (s.a.v.) "Benim bildiğimi bilseydiniz az güler
çok ağlardınız" ( 8 ) sözünü o gün yürekten tasdik edeceksi­
niz ama kabrin öbür tarafındaki bu tasdikinizin de fazla
işe yaramadığını görüp hayıflanacaksınız.

İNANMAYANLAR, ÖLÜME
YENİLMEMELİLER! . . .

Hayret ediyorum ş u inkar ehline . . . Hem ahirete inan­


mıyorlar, hem de inanmadıkları bir ülkeye koşar adımlar­
la gidiyorlar. Bilmiyorlar ki, "inanmamak ahirete git­
meye değil, sadece cennete girmeye engel!"
İnansalar da inanmasalar da saniyede 30 km. hızla
giden şu dünya gemisi hepimizi ahiret denen adaya çıka­
racaktır.
Efendiler! . . .
Ahiret denilen bir ülke yoksa, neden bu gidişi durdur-

8. İsmail b. Muhammed el-Aclılni, Keşfü'l-Hefa ve Müzilü'l-İlbas Amma


İştehere mine'l-ehadisi ala elsinetinnas, c.2, s.154 Beyrut- 1352 H.
22 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

muyor, ölümü öldürüp kabir kapısını kapatmıyorsunuz?


Buna gücünüz yetmiyorsa neden bu esrarı çözmeye çalış­
mıyorsunuz? Çözemiyorsanız, neden erbabına danışmı­
yorsunuz?
Dünyaya gelirken kendi iradenizle gelmediniz, gider­
ken de kendi iradenizle gitmiyorsunuz. Yaşarken mi iste­
diğiniz gibi yaşayacaksınız?
Niçin sizi getireni ve götüreni bulmuyorsunuz, sormu­
yorsunuz? Sizi buraya niçin getirdiğini, niçin götürdüğü­
nü, nereye götürdüğünü neden araştırmıyorsunuz. Öldü­
rüp yok edecek idiyse niçin yokluktan varlığa çıkardı?
Bu soruların cevabını bulmazsanız, bilmezseniz yazık
olacak size. Akıl başınıza bela olacak.
Ey nefsim! En büyük ayıbı sen yapmış olacaksın. Hat­
ta hayvanlardan bile zavallı duruma düşeceksin.
Çünkü hayvan nereden getirildiğini, niçin getirildiği­
ni, nereye ve niçin götürüldüğünü kimin getirip kimin gö­
türdüğünü bilmezse Onun için ayıp sayılmaz. Çünkü bun­
ları bilecek kapasitede yaratılmamış, bunları düşünecek
akıl ona verilmemiş. Akılsız olduğu içindir ki yaptıkların­
dan da yapmadıklarından da hesaba çekilmeyecektir.
Ama insan öyle değil.
O, yaptıklarından da, yapmadıklarından da hesaba
çekilecektir. Çünkü kainattaki her şeyin meyvesini o top­
luyor, kainatın kaymağını o yiyor, her şey ona hizmet edi­
yor. Her şey kendisi için değil, Onun için var. Kainatı yu­
tabilecek akıl cevheri ona verilmiş . Sahibüzzaman'ın ifa­
desiyle·
O, Allah'ın isimlerine ait garip cilvelerin bir fih­
ristesi. ..
Allah'ın iş ve sıfatlarının bir mikyası ...
Kainattaki alemlerin bir mizanı, terazisi. . .
23

Kainat denilen büyük alemin bir listesi. . .


Kainatın bir haritası . . .
Kainat denilen büyük kitabın özü, özeti . . .
Allah'ın kudretinin gizli definelerini açan bir
anahtar külçesi . . . ( 9 )
Cenab-ı Hakk'ın varlıklara serptiği ve vakitlere taktı­
ğı kemal ve cemalinin en güzel kıvamı ve odak noktasıdır.
Kainattaki kemal ve cemal onunla kıvamını bulmakta . . .
Kainat ağacının en son ve en cami bir meyvesi . . . Aynı
zamanda bir çekirdeği.
Kainat denilen Kur'an'ın en büyük ayeti ve İsm-i
Azam'ı taşıyan Ayetü'l-Kürsisi.
Kainat sarayının en şerefli misafiri . . . Evet, insan, Al­
lah'ın kainat sarayında bulunan başka sakinler üzerinde
tasarruf hakkına sahip en faal, en yüksek sorumlu, en gü­
rültülü bir memuru, bir bakanı . . .
Ezel ve Ebed padişahı olan Yüce Alla�'ın son derece
dikkat altında bir müfettişi ve yeryüzünde bir nevi halife­
si . . .
Yerin ve dağların kaldıramadığı emaneti omuzuna
alan, önüne iki yol açılan, bir yolda varlıkların en bedbah­
tı, diğerinde en bahtiyarı; çok geniş bir kulluk vazifesiyle
görevli külli bir kul.
Kainat Sultanı'nın isimlerine ve en büyük ismine ay-
na.
Allah'ın hitabına ve konuşmasına en anlayışlı bir mu­
hatab.
Kainattaki canlılar içinde ihtiyacı en fazla olan. Son
derece aciz ve fakir olmasına rağmen, arzulan ve düşman­
ları sınırsı � bulunan biçare bir varlık . . .
9 . Not: Bu tariflerin izahı için bkz. Vehbi KARAKAŞ Kur'an ve Hadisler
Işığında Emanet, s.43-57 Zafer yayınları ist. 1995
24 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Lezzetleri acılarla karışık, ebedi yaşamaya en müş­


tak, en muhtaç, en layık. Her haliyle ve diliyle ebedi sa­
adeti isteyen, dünya lezzetleri kendine verilse Onun ebe­
de karşı arzusunu tatmin etmeyen. . . Kendisine iyilikler
yapan Zat'ı tapar derecesinde seven, sevdiren ve sevilen,
Allah'ın kudretinin çok harika bir mu'cizesi. OOl
İnsan olarak yaratılıp hayvan gibi, hatta ondan da
aşağı bir vaziyette ahirete gitmek ne büyük ayıp ve ne bü­
yük kayıptır. Bu akıbetten Allah'a sığınırız.
Bu ayıp ve kayıptan kurtulmak istiyorsanız, ya sizi
insan yaratan, kainatı bir sofra yapıp önünüze koyan Al­
lah'a inanacaksınız, ahireti gündeminize alacaksınız, ora­
da Hızım olacak şeylere rağbet edeceksiniz. Ya da ölümü
öldürüp kabir kapısını kapatacaksınız . . . Başka yol ve ça­
re yok . . .
Bazıları diyebilirler:
- Siz neden ölümü öldürmüyorsunuz?
Cevap: Bize göre yani inananlara göre Kur'an'dan al­
dığımız derse göre ölüm bir yokluk, bir hiçlik değil ki on­
dan yana dertli olalım, onu öldürmeye çalışalım.
Bize göre ölüm, varlığın ta kendisi: Anne rahmi olan
dünyadan anne kucağı ve baba ocağı olan ahirete bir do­
ğuş . . . ebediyete ve ölümsüzlüğe eriş . . . İmtihan zahmetin­
den, hayat külfetinden bir paydos. Asıl vatana; ahirete
gitmek için verilmiş bir terhis tezkeresi . . . Ebedi saadete :
Cennete bir sevkiyat . . . Yüzde doksan dokuz ahbabımızın
bulunduğu diyara açılan bir vuslat kapısı . . . Dünya zin­
danlarından Cennet bostanlarına bir davet . . . İbadet hiz­
metlerine karşılık olarak verilen ücreti almak için gelen
bir nöbet . . .
Ölüm . . .
10. Orjinali için bkz. Bediüzzaman, Şualar, 218-219 Envar Neşriyat İstan­
bul 1988
25

Dünyanın bin sene mutluluğu, bir saatinin mut­


luluğunu veremeyen bir Cennete ve o cennetin bin
senesi de bir saat cemalini seyretmenin mukabili
olamayan bir Cemil-i Zülcelal'in rahmet dairesine,
ebedi ziyafetgahına götüren planlı programlı bir se­
yahat ve bin can ile arzu edilen bir saadet . . .
İşte bizim dünyamızda ölüm bu.
Biz ona dost olmuşuz, onu öldürmek gibi bir derdimiz
olamaz. Biz ona inanmış, teslim olmuşuz . . Biz ölümden
.

değil, günahlarımızdan korkarız; nefse, şeytana,


dünyanın alayiş ve nümayişine aldanıp da ahirete
imansız gitmekten korkarız.
Bu inançta olmayanlar, ölümü dost bilmeyenler, Ona
teslim olmamalıdır . . . Dünyalarını yıkan, lezzetlerini acı­
laştıran, işlerini yarım bırakan ölümün işini bitirmeli­
ler . . . Onları ne ekonomi, ne fen, ne teknik, ne terakki, ne
çağdaşlaşma, ne yeme, ne içme, ne eğlenme, ne kadın, ne
şarap, ne şarkı, ne çalgı . . . hiçbir şey meşgul etmemeli.
Her şeyden önce şu ölümü ortadan kaldırmalılar. Çünkü
onların p arlak ve pembe dünyalarına bu yakışmı­
yor . . . Onların içine ölüm bir bomba gibi düşüyor.
Fakat maalesef onları böyle bir gayretin, böyle bir dü­
şüncenin içinde de göremiyoruz. Ne ölümü öldürebiliyor­
lar, ne de çılgınca eğlenmekten geri duruyorlar.
Aldırmamalarına bakarsanız, bizim gibi ölüme teslim
olduklarını sanırsınız. Hayır hayır teslim olmamışlar, sa­
dece "pes" demişler ve kendilerini umursamazlığa vermiş­
ler. Hamdolsun ölümü yaratana . . . Ölüm olmasaydı, bu
boşvermişlerin yüzünü kim yerlere sürtecek, burunlarını
kim kıracak, firavun ve nemrutluklarına kim mani olabi­
lecekti?
Şimdi onlara soruyorum:
-- -

Beyler! Eğer bu vurdumduymazlığınız, ölüme aldır-


mayışınız, ölümü öldürüp ondan kurtulmak için gayret
26 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

göstermemeniz, ahirete olan imanınızdan kaynaklanıyor­


sa, neden ahireti gündeminize almıyorsunuz, dünyaya ça­
lıştığınız kadar neden ahirete çalışmıyorsunuz? Neden
ölüme karşı bir hazırlığınız yok. Yanınıza kalmayacak
olan dünya hayatınızı kazanmak için yaptığınız
mücadeleyi, yanınızda kalacak olan ebedi hayatını­
zı kazanmak için de neden yapmıyorsunuz? Neden
dininizle sıkı bir diyalogunuz yok? Hani beş vakit namazı­
nız, nerde orucunuz, hani zekatınız, hayır ve hasenatınız?
Neden hacca gitmiyorsunuz? Nerede edebiniz, iffetiniz,
namus ve haysiyetiniz? Nerede Allah'tan korkunuz, İsla­
mi gayret ve yaşantınız? Neden küstürdüklerinizin gönlü­
nü hoş etmiyorsunuz, neden tekrar tekrar helallık dilemi­
yorsunuz, neden özür dilemeye yanaşmıyorsunuz? Neden
hatasından dönme faziletini gösterip özür dileyeni affet­
miyorsunuz?
Eğer ahirete imanınız yoksa neden oraya olan sevki­
yatı durdurmuyorsunuz? Neden her şeyi acılaştıran, işle­
rinizi yüzüstü bırakan, her şeyinizi elinizden alan ölümü
öldürmüyorsunuz? Ve neden sevmediğiniz, aklınıza getir­
mek istemediğiniz, gündeme almadığınız şu ölümün çare­
sine bakmıyorsunuz? Neden onu öldürmek, kabir kapısını
kapatmak için, fen ve tekniğinizi kullanmıyorsunuz? Ne­
den neden neden?
Deve kuşu gibi olmaktan vaz geçin. Ona demişler:
"Uç". Kanatlarını yummuş, "Ben deveyim" demiş. "Yük ta­
şı öyleyse" demişler. Kanatlarını açmış. "Ben kuşum" de­
mış.
Şimdi biz de diyoruz ki: Ahirete inanmıyorsanız, ölü­
mü öldürün, kabir kapısını kapatın, eğlenceleriniz yarım
kalmasın. Biz de size katılalım, ortak olalım. Buna gücü­
nüz yetmiyorsa -ki yetmiyecek- sizi dünyaya getirene ve
götürene, O'nun dinine ve Rasülü Muhammed Mustafa'ya
(s.a.v.) teslim olun, huzur bulun, kurtulun.
27

Son sözümüz, inananların "peygamber", inanmayan­


ların "en akıllı insan" dedikleri sevgili Peygamberimizin
sözü olsun.
Sormuşlar ki:
- Ya Resulallah! İnsanların en akıllısı ve en şe­
reflisi kimdir?
Kainatın Efendisi şöyle cevap vermiş :
- Ölümü çok hatırlayan v e Ona her a n hazırlıklı olan­
dır. Onlar ki dünyada şerefleriyle yaşar, ahirete de şeref­
leriyle giderler. Ahiretin keramet ve saadetine nail olur­
lar. mı

ÖLÜM VAR DİYE BİR ŞEY


YAPMAYALIM MI?

Bazıları diyebilirler: Ne yapalım yani? Ölüm var­


dır diye hiçbir şey yapmayalım mı?
Şimdi arzedeyim yapacaklarınızı. Fazla değil, iki şey
yapacaksınız:
1. Ya ölümü öldüreceksiniz, kabir kapısını kapatacak­
sınız, istediğiniz gibi yaşayacaksınız.
2. Ya da her türlü rezil yaşam biçimini bırakıp
Kur'an'a teslim olacaksınız . Çünkü Onun gösterdiği hel al
dairesi keyfinize kafidir, harama girmeye hiç lüzum yok­
tur. Aradığınız medeniyet, aradığınız adalet, aradığınız
fazilet, aradığınız hürmet, muhabbet, şefkat, bereket,
hepsi Kur'an'da . . . İsterseniz Onu dinleyin, iki dünyanın
saadetine nail olun; isterseniz Onu dinlemeyin, akıbetini­
zi bekleyin.
Hiç olmazsa şu Fudayl bin İyaz'a (r.a.) kulak verin;

11. Gazali, Uhyau Ulumiddin-Din, c. 1 5 , s.1Q7, İst. 1985, Temel Neşriyat.


28 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

diyor ki : "Nice (çılgınca eğlenen) neşeli ve sevinçli kimse­


ler vardır ki, onlara nasip olacak kefenlikler çoktan doku­
nup satışa çıkarılmıştır bile."
Abdullah bin Mesud (r.a.) da der ki:
"Sırat köprüsünü geçmediği halde gülen, peşinde
.
ölüm olduğu halde sevinen, (haram lezzet ve eğlencelere
dalan) kimseye şaşarım."
Mürşitler Mürşidi Sevgili Peygamberimiz de (s.a.v.)
bakın ne buyurmuşlar:
"Benim gördüklerimi siz göremiyor, işittikleri­
mi de işitemiyorsunuz. Gök çatırdadı. Çatırdamak
da hakkıdır. Çünkü dört parmak kadar bir yer yok­
tur ki orada Allah için alnını secdeye koymuş bir
melek bulunmasın. Siz benim bildiklerimi bilseydi­
niz az güler çok ağlardınız. Kadınlarla döşeklerde
sefa süremezdiniz. Dağların başına çıkar, Allah'a sı­
ğınırdınız."( 12 )
Bu hadisi, Efendimizden dinleyip nakleden Ebu
Zerr (r.a.) diyor ki: Vallahi (Allah'ın Resftlü (s.a.v.)
bunları söylerken, ben kesilen bir ağaç olmayı çok
arzu ettim.( 13)
Şu gerçeği de unutmayalım: "Kim gülerek günah iş­
lerse hiç şüphesiz Allah onu -eğer tevbe etmezse- ağlaya­
rak cehenneme sokar. Ve kim -ister korkusundan ister
şevkinden- ağlayarak Allah'a itaat ve ibadet ederse, hiç
şüphesiz Allah onu gülerek cennetine koyar." (14)
* * *

12. İbn-i Mac<), Zühd 19, c.2, s.1402


13. Aynı eser, s.1402
14. Nesaihu'l-ibad Şerh Muhammed Nevevi bin Ömeru'l-Cavi ale'l­
Münebbihat, Şihabü'd-Din Ahmed bin Hacerü'l-Askalani, Özdemir
Matbaası 196 8-1388, s. 5
29

İnsanoğlu ölümden ve ihtiyarlıktan yana dertlidir.


Bilhassa yaşlananlar ve kabre yaklaşanlar . . . Bir kısmı ih­
tiyarlık ve ölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerini orta­
ya koymakla onlarla dost olmaya çalışmış; bir kısmı da
yaşlandığını bir türlü kabul etmemekle ve ölümden hiç
bahsetmemekle bunlardan adeta intikam almaya kalkış­
mışlar.
Heyhat . . .
Ölümü ve ihtiyarlığı inkar etmekle ve gündeme alma-
makla onlar yok olmuyor ve gündemden çıkmıyorlar.
Cahit Sıtkı şöyle diyor:

Neylersin ölüm herkesin başında


Uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde nasıl? Kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında!
. Necip Fazıl ise:

Gençlik gelip geçti bir günlük süstü


Nefsim doymamakta dünyaya küstü
Emek darmadağın, eser yüzüstü
Toplayın eşyamı işim acele,

diyor. Ölüm ve ihtiyarlık karşısında insanlığın nasıl çare­


siz kaldığını daha açık bir dille sanırım Yahya Kemal or­
taya koymuştur:
"Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazın
Bir çare yok mudur buna, Ya Rabbelalemın?"
Evet yok mudur ihtiyarlığa ve ölüme bir çare? Şimdi
onu görelim:-.
30 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

ÖLÜMÜN ÇARESİ VAR MI?

- İnsanlığın, bütün problemlerini halletmek için


gönderilen ve her derde derman olan Kur'an, acaba
insanoğlunun en büyük derdi olan ÖLÜM'e de bir
çare bulmuş, bir derman sunmuş mudur?
Cevap: Her şeyden önce ölüm, Kur'an'a göre bir dert
değil ki derman göstersin. Kur'an'a göre ölümün kendisi
dermandır, hayatın ta kendisidir. Bunun içindir ki İmam­
ı Gazali Hazretleri: "İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri
zaman uyanırlar." ( 15 ) demektedir. Kur'an'a göre hayat
ne kadar manalı ve ne kadar güzelse; ölüm de o kadar ma­
nalı ve o kadar güzeldir.
Eğer böyle olmasaydı, Kur'an: "Siz hep dünya hayatı­
nı tercih ediyorsunuz, halbuki ahiret hayatı, çok daha ha­
yırlı, çok daha süreklidir" ( 16 ) der miydi? Bundan da öteye
geçip "Dünya hayatının bir oyun ve (enstrümanlarının)
oyuncaktan ibaret olduğunu" 0 7 ) söyler miydi?
Bu konuda Allah Rasfılü'nün (s.a.v.) güzel bir sözü
var; buyurmuşlar ki: "Ölüm ve ihtiyarlık hariç hiç bir dert
yoktur ki Allah onun dermanını indirmemiş olsun" ( 18 ) Ya­
ni her derdin çaresi var bu dünyada, sadece ölüm ve ihti­
yarlığın çaresi yoktur.
Kur'an-ı Kerim de: "Her nefis ölümü tadacaktır," ( 19 )
derken, bu hakikate parmak basmaktadır. Demek, bu
dünyada inanan inanmayan herkes ve her canlı yaşlana­
cak ve ölecektir.
Fakat inananların ölümü, inanmayanlarınki gibi ol­
mayacaktır. İnananlar için ölüm ebedi saadete bir göç,
15. Gazali İhyau Ulumud-Din, c.15, s.183 , İst-1985
16. A'la, 87/16-17
17. En;am, 6/32, Ankebut, 29/64, Muhammed, 47/36
18. Alauddin Aliyyil-Mutteki el-Hindi, Kenzül-Ummal, c.10, s.6, Beyrut-
1985
19. Ali İmran, 3/185.
31

ebedi gençliğe vuslattır. Bakın bu gerçeği Hak dostu nasıl


dile getirmiş:
"Yunus öldü deyu sala verirler
Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez"
Allah'a inanan ve onun sevdasıyla yananlara ölüm
yok. Ne güzel diyor şair:
"Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun.
Ölümü öldüren Rabbe, secdeler olsun."
Çocukları oyuncaklarla avutabilir ve uyutabilirsiniz
belki, ama büyükleri oyuncaklarla tatmin edemezsiniz.
İşte dünya, ahirete göre bir oyun ve oyuncaktan iba­
rettir. Bu oyuncakla dünya çocukları yani ahirete inanma­
yanlar oynayabilir ve oyalanabilirler, ama mü'minler, bu­
nunla oynamaz ve oyalanamazlar. Sadece buraya takılıp
kalamazlar. Çünkü onlar kamil insanlardır. Olgun ve şu­
urludurlar. Kabrin öbür tarafını görebilecek kadar ileri
görüşlüdürler. Mallarını, canlarını Allah yolunda harca­
makla cennetten mal-mülk, ev-araba, bağ-bahçe alabile­
cek kadar akıllıdırlar . . .
Ebedi hayata giden yolun ölümden geçtiğini bilir on­
lar. Çekirdeğin çürüdükten sonra ağaç olduğunu, kış mev­
siminde yerin ölüp beyaz kefene büründüğünü, baharın
yeniden dirildiğini görmektedir onlar. Kur'an'ın, "Allah'ın
rahmetinin eserlerine bir bak: Yeri öldükten sonra, nasıl
diriltiyor. Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka böyle. diriltecek­
tir. O, her şeye kadirdir." ( 20 ) ayetini okuyup ders almak­
tadırlar.
Onlar ölümden korkmaz, kabirden ürkmezler. Onla­
rın tek korktukları şey günahları dır, haramlardır; nefse,
şeytana ve şeytanlaşmışlara aldanıp ta Allah'ın çizdiği he­
lal ve_.,!ıaram _s_ınırlarını çiğnemektir.

20. Rum, 30/50


32 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Nefsin hoşlanıp ta, Allah'ın hoşlanmadığı bir durum­


la karşı karşıya gelmekten ödleri patlar onların. Bu sebep­
le onlar, yılandan ve akrepten kaçarcasına günahlardan
ve gayri meşru eğlencelerden kaçarlar.
Onlar bilirler ki müslümanı ölüm değil, günah­
lar ve gayri meşru eğlenceler öldürür. Zaten bugün,
insanlarımızı öldüren de günahlar ve meşru olma­
yan eğlenceler değil mi?
Günahlar, ayıplar, haramlar, müstehcen ve muzır ba­
sın-yayın, ülkemizin sırtında bir kambur, bir yüktür. Tür­
kiye, Allah'ın ve ResUlü Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.)
günah ve haram dediği bütün ayıpları sırtından attığı ve
farzları yaptığı gün hafifleyecek, rahatlayacak, kalkınma
meselesini çoktan halletmiş olacak, dünyaya yeniden yol
gösteren bir huzur ülkesi haline gelecektir inşaallah.
"Sizlere müjde! Ölüm idam değil, hiçlik değil, fena de­
ğil, sönmek değil, sonsuz ayrılık değil, yok olmak değil, te­
sadüf değil, failsiz yok etme operasyonu değil. . . Bilakis
hikmet ve merhamet sahibi Allah tarafından bir terhistir,
bir yer değiştirmedir, ebedi saadet tarafına, asıl vatana
bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın toplandığı
yer olan berzah alemine bir kavuşma kapısıdır."

ÖLÜM HANGİ AÇILARDAN NİMETTİR?

Ölüm dört açıdan güzeldir, nimettir:


1. Ölüm, insanı, ağırlaşmış olan hayat vazifelerinden
kurtarıp, yüzde doksandokuz ahbabına kavuşturur. Bu­
nun için ölüm; Berzah alemine bir vuslat kapısıdır.
2. Ölüm insanı, dar, sıkıntılı, zelzeleli dünya zinda­
nından çıkarır; geniş, sevinçli, ızdırapsız ve sonsuz bir ha­
yata götürür. Mahbub-u Baki yani ebedi sevgili olan yüce
Allah'ın rahmet dairesine girdirir.
33

3. Hayatın ağır şartlarına tahammülü kalmayan has­


ta, zayıf ihtiyarlar için ölüm bir nimettir.
Mesela; Ninelerimiz ve dedelerimiz dursaydı, onların
da ana-babaları ve nineleri dursaydı. . . Ağırlaşmış hayat­
ları ve sefil halleriyle hepsi önümüzde bulunsaydılar, ha­
yat ne kadar büyük bir azab, ölüm de ne kadar büyük bir
nimet olduğunu o zaman çok daha iyi anlayacaktık. Hem
mesela, güzel çiçeklerin aşıkları olan güzel sinekler, kışın
şiddetli soğuklarında yaşamış olsalardı, işte o zaman ha- .
yatın ne kadar büyük bir zahmet, ölümün de ne kadar bü­
yük bir nimet olduğunu çok daha iyi anlayacaktık.
o

4. Uyku bir rahmet, bir rahat, bir istirahat olduğu gi­


bi, -bilhasssa hasta ve yaralılar için.- Uykunun büyük
kardeşi olan ölüm de musibetle karşılaşmışlara, intihara
götürecek kadar ağır belalara maruz kalmışlara öyle bir
nimet ve rahmettir.
Fakat sapıklar ve kafirler güruhu için ise, ölüm bela
içinde bela, azap içinde azaptır. Bu husus bahsimizden ha­
riçtir. ( 2 1 ) Sultanüşşuara ne güzel demiş:
"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber . . " ( 22 )
.

ÖLÜM GÜZEL OLUR MU?

- Yukarıda dediniz ki "ölüm de hayat kadar güzel"


bu ne demektir? Nasıl olur? Ölümün güzel yönü ne­
dir?
CEVAP:
Kur'an-ı Kerim'in çok önemli ve yüce hakikatlerinden
biri de şu ayet-i kerimedir: "Nefsinizin istemediği, hoşu­
nuza gitmeyen nice şeyler vardır ki, Onlar sizin hakkınız-
2 1. B. Sffid Nursi;Mektubat, 1. Mek., s. 8
22. Necip Fazıl
34 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

da en hayırlı olanlardır. Ve nefsinizin istediği, hoşunuza


giden nice şeyler de vardır ki onlar da sizin hakkınızda en
kötü olanlardır." ( 23)
Mesela: Allah'ın emirleri nefsin istemediği ve hoşlan­
madığı şeyler . . . Allah'ın yasakları da nefsin istediği ve
hoşlandığı şeyler . . . Allah aşkına söyleyin, hangisi hakkı­
mızda daha hayırlıdır?
Hiç birimiz kurulu düzenimizin bozulmasını, alışagel­
diğimiz hayatın değişmesini istemeyiz. Halbuki her deği­
şiklikte bir rahmet vardır. Çünkü değişen her şey Erha­
mürrahimin ve Kahhar-ı Zülcelal olan Allah'ın kontrolün­
de cereyan ediyor. O da abes iş yapmaz, şerli görünse de
yaptığında mutlaka hayırlar vardır.
Meselfü Ambarda durmaya alışmış tohumların ordan
çıkarılıp toprağa serpilmesi, üzerlerinin örtülmesi, onlar
için katlanılmaz bir olay belki, ama bu inkılabın ve deği­
şikliğin onlar için bir rahmet, bir bereket olduğunu aklı
olan herkes anlıyor, gözü olan herkes görüyor.
Çekirdeklerin çürümesi, yumurtanın kırılması, kışın
gelmesi, gecenin gelmesi, hastalık, ihtiyarlık, ölüm hepsi
birer inkılaptır . . . Bu inkılapların ve değişikliklerin hepsi
zahiren çirkin görünüyor, ama aslında bunların hepsi gü­
zel, hepsi bir saadete gebe değil mi?
Çekirdeğin çürümesi ağacı, yumurtanın kırıl­
ması civcivi netice vermiyor mu? Gecenin ardında
nurlu bir sabah, kışın ardında mükemmel bir bahar
yok mu?
Öyleyse merak etmeyiniz hastalığın ötesinde bir
sıhhat, ihtiyarlığın ötesinde ebedi bir gençlik, ölü­
mün ötesinde de ebedi bir hayat olacaktır. Ve yaşa­
makta olduğumuz hayat, onun yanında zindan gibi
kalacaktır.
23. Bakara, 2/216
35

Çekirdeğin hayatı ile ağacın hayatı, yumurtanın


hayatı ile civcivin hayatı bir mi?
·

Biz alışageldiğimiz şeylerin değişmesini istemiyoruz.


Fakat Yaratıcı bize rağmen her şeyi alt-üst ediyor. Nefis,
bu icraatı zahiren çirkin buluyor. İyi düşününce bir de ba­
kıyoruz ki o değişme bizim lehimize, menfaatimize cere­
yan etmiş. Yani Allah, bizim hakkımızda hayırlı olanı yap­
mış, hayırlı olanı emretmiş.
Mesela: Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak cihadı emredi­
yor, bizi savaşa sokuyor; kolumuzu, kanadımızı buduyor,
ama vatanımızı ve mukaddesatımızı, namus ve şerefimizi
düşmanlardan bu yolla kurtarıyor, ölenlerimize de rütbe­
lerin en yükseği olan şehadet rütbesini veriyor, ebedi sa­
adet yurdu olan, cennete alıyor.
Namazı emrediyor. Vücudumuza sağlık, zindelik,
gençlik, güzellik kazandırıyor. Bizi sabra ve başkalarına
yardıma alıştırıyor.
Zekatı emrediyor. Zengin-fakir arasındaki uçurumu
kapatıyor, anarşi ve ihtilalleri önlüyor.
Bunlar nefsin lehine olmasına rağmen, nefis bunların
hiç birini istemiyor.
Yine Yüce Allah içkinin, kııınarın, fuhuş ve zinanın,
yalanın, talanın, gasbın, rüşvetin ve faizin, çılgınlığın, çıp­
laklığın, müstehcenliğin, arsızlığın, edepsizliğin ve rezilli­
ğin her çeşidine haram deyip yasaklıyor. Bizi bunlardan
uzaklaştırmakla birçok hastalıklardan, israf belasından,
vb. felaket ve musibetlerden koruyor.
Bunlar da, nefsin aleyhine olmasına rağmen, nefis on­
ları istiyor, onlara taraftar oluyor.
Demek her değişiklik, her inkılap, zahiren çirkin gö­
rünse de, biz ·istemesek dahi, bir rahmete, bir saadete ge­
bedir.
36 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

İşte ölüm de hikmetli inkılaplardan biridir. Hayat ka­


dar hikmetli, hayat kadar nimettir. Yüzü soğuk ve çirkin
görünse de ehl-i iman için cennet ve saadet; ehl-i küfür
için de azap içinde azaptır. Zira her şeyin olduğu gibi, ölü­
mün de dizginleri Erhamürrahimin ve Kahhar-ı Zülcelal
olan Allah'ın elindedir. Onun diriltmesi de hoş, öldürmesi
de hoştur; kahrı da hoş, lutfu da hoş; narı da hoş, nuru da
hoştur. Ne güzel demiş şair:
"Güzel Allah'ım senden ne gelecekse gelsin
Sen ki kahrınla da lutfunla da güzelsin. "
Şer görünen her şeyde bir hayır gördükleri içindir ki
büyüklerimiz: "Küfür ve dalalet hariç, her hal ve vaziyete
karşılık Allah'a sonsuz şükürler olsun" demişler; kötü ve
çirkin olarak da, sadece imansızlık ve sapıklığı görmüşler­
dir.

İKİ DÜGÜN

22.06.1997 pazar. İstanbul'da bir düğüne davet edil­


miştim. Aynı zamanda o düğünde benden bir konuşma
yapmam isteniyordu.
Hazırlıklarımı tamamladım. Yapacağım konuşmanın
muhtevasını başlıklar halinde not ettim. Ve şu ayet-i keri­
me ile de konuşmama başlayacaktım:
"Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için eşler
yaratmış olması, aranızda sevgi ve merhamet peyda etme­
si de O'nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda iyi düşü­
nen bir toplum için elbette ibretler vardır."( 2 4)
İcra edeceğimiz bu programın ve konuşmanın vakti
gelmeden aynı günün ilk saatlerinde telefonlarım çalma­
ya başladı. Kaldırdım, karşımda bir ses:
- Hocam, sizlere ömür, kayınvalideniz Hakkın rahme-
2 4 . Rum, 30/21
37

tine kavuştu, diyordu.


- Allah Allah! Olamaz, daha bir kaç gün önce bizde
idi, dedimse de haber gerçekti. Derhal kendimi toparla­
dım. Daha fazla gecikmeden böyle bir haber karşısında bir
mü'minin söylemesi gerekeni söyledim: İNNA LİLLAH
VE İNNA İ �EYHİ MCİÜN
Saygıdeğ� r eşimi, reyhan kokulu ve gönül meyvesi ço­
cuklarımı uyandırıp teselli verici ifadelerle onları olaydan
haberdar ettim. En sür'atli bir şekilde hazırlanıp Adapa­
zarı'nın yolunu tuttuk.
Takdir tedbiri bozmuştu, ölüm bir gündemi daha alt­
üst etmişti. Onun zaten işi buydu. Hiç kimseye "hazırla­
nın, eşyalarınızı toplayın, geliyorum." demiyordu. Ansızın
çıkageliyordu, ömür su gibi akıp gidiyordu.
"Gençlik gelip geçti bir günlük süstü,
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü,
Eser darmadağın emek yüzüstü,
Toplayın eşyamı işim acele. "
Ölüm umulmadık bir zaman ve mekanda geldiğine gö­
re bu demektir ki ölüme hazırlanılmaz, hazırlıklı yaşanır.
Davet edildiğim düğünde bir konuşmacı olarak baş
rollerde ben olduğum gibi, cenazeye iştirak eden muhte­
şem kalabalığın içinde de baş rollerde yine ben vardım.
Burada da bir konuşma yapmam gerekiyordu. Ama ne ko­
nuşacaktım. Düşündüm düşündüm. Allah'ın inayetiyle
kendi kendime dedim:
- Ha o düğün, ha bu düğün, ne farkeder? Aynı konuş­
mayı hurda da yapabilirsin. Zira ölüm, inanan ve salih
amel işleyenler için bir düğün değil midir? Mevlana Ona
"şeb-i an1s yani dostun dosta kavuştuğu an" dememiş mi­
dir? - Bediüzzaman: Ölüm idam değil, yer değiştirmektir;
kabir, karanlıklara açılan bir kuyu ağzı değil, nurlu alem-
.
38 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

}erin kapısıdır. Dünya, bütün parlaklığı ile ahirete göre


bir zindan hükmündedir . . . Onun için ölüm bin can ile ar- .
zu edilir bir seyahat, hatta bir saadettir, şeklinde tarif et­
memiş midir?
Necip Fazıl,
"Her şey her şey şu tek müjdede
Yoktur ölüm Allah diyene
Canım kurban başı secdede
İki büklüm Allah diyene"
mısralarıyla Allah rızası istikametinde yaşayanlara
ölümün olmadığı müjdesini vermiyor mu?
Müslümanın ne düğününde sevinç çılgınlığı ve
sarhoşluğu vardır, ne de cenazesinde hüzün çılgın­
lığı . . . Biri dünya evine atılan ilk adım, biri de ahiret
evine atılan ilk adımdır.
Müslüman düğünde Allah'a karşı müteşekkir
edalı, cenazede de mütefekkir edalıdır. Teşekkür te­
fekkürün neticesidir. Tefekkür de insanı teşekküre
götürür.
Hakikat böyle olunca düğün konvoyu ile cenaze
konvoyu arasında fazla bir fark yok gibi. . .
"Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan
ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keş­
ke bilmiş olsalardı." ( 25 ) ayeti açısından değerlendirecek
olursak ahirete bir gelin veya güveyi olarak gidenin kon­
voyu daha ciddi, daha vakur ve daha manalıdır.
Çünkü düğün arabasının içindeki gelin ve güveyi fe­
nalıklara açık, faniliklerle yaka-paçadır. Fakat ahirete ge­
lin veya iç güveyi gidenler ise fenalık ve faniliklerden kur­
tulmuş, ebediyyet ve beka sırrına ermişlerdir. Mihnet, me­
şakkat, helaket ve felaket yurdundan, rahmet ve saadet

25. Ankehut, 29/64


39

yurduna geçmişlerdir. Çünkü dünya ve dünyaya yönelik


her şey; düğünü, halayı, arabası, apartmanı, yatı, katı,
lüksü ve debdebesi, takısı, mücevheri her şeyi, evet her şe­
yi fanidir ve helak olmaya mahkumdur. Fakat ahiret ve
ahirete yönelik her şey baki ve ölümsüzdür. Cenneti ölüm­
süz, sevgilileri ölümsüz, zevk u sefası, yiyecek ve içecekle­
ri, giyecek ve vasıtaları, bağı-bostanı, dağı-ormanı, her şe­
yi evet her şeyi ebedidir. Baharı ebedidir, gençliği ebedidir,
güzelliği ebedidir, aşk ve sevdaları ebedidir. Arkadaşlıkla­
rı ebedidir.
Allah'a ve Rasulüne iman etmiş, Kur'an'ın ahkamıyla
amel etmiş salih mü'minler için ölüm nasıl büyük bir ser­
vet, devlet, rahmet, saadet ve cennet ise; fasık, münafık ve
kafirler için de dayanılmaz acılar ve sancılarla burun bu­
runa gelmek, tahammül edilmez azab ve işkence ile baş­
başa kalmak demektir.
İşte insanın mutlaka ağlaması gerekiyorsa, buna ağ­
lamalıdır. Bu akıbetle başbaşa kalmamak için ne kadar
korksak, ne kadar titresek azdır.
Hz. Ömer bir gece Medine'de halkın durumunu öğren­
mek için dolaşırken bir evin damında namaz kılan bir
adam görür. Biraz daha yaklaşır. Adam büyük bir coşkuy­
la Tur suresini okuyordu. Sıra "İnne azabe Rabbike le­
vakı' " ayetlerine gelmişti. A.yet şöyle diyordu: "Şüphesiz
ki Rabinin azabı mutlaka gelecektir, Onu savacak hiçbir
kuvvet te yoktur." ( 26 ) Ne olduysa işte o an oldu. Hz. Ömer:
"Kabe'nin Rabbine and olsun ki, bu kasem hakdır." dedi,
dayandığı duvarın dibine yığılıverdi. Bilahare onu öyle gö­
renler alıp götürdüler. Herkes hasta diye kendisini ziyare­
te geliyor, ama hastalığının ne olduğunu kimse bilemiyor­
du. A.yetler Ömer'in ruhunda fırtınalar koparmış, Ömer'i
Ömer'den almıştı.

26. Tür, 5217-8.


40 / ÖLÜM Di�İLİŞ VE REENKARNASYON

Ömer . . . Devlet ve siyaset adamı Ömer, aşere-i mübeş­


şere'den yani cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olma­
sına rağmen akıbetinden işte böyle korkuym ve titriyordu.
Koca İslam ülkesinin, İslam ve insanlık aleminin hesabı
kendisinden sorulacak diye korkuyor ve titriyordu. Belki
onu aşere-i mübeşşere'den yapan yüzlerce meziyet ve key­
fiyetten biri de buydu. İstemez misiniz, böyle bir devlet ve
siyaset adamınız olsun?
Netice olarak diyebiliriz ki müslüman ölümden
değil, imansız gitmekten, günahkar ve ahlaksız git­
mekten korkar ve korkmalı. Böyle gitmemek için yap­
tığı yanlışlara tevbe etmeli, işlediği günahları istiğfar ile,
göz yaşları ile yıkamalı.
Eğer müslüman Allah'ın izniyle istikamet ve iffet da­
iresinde yaşamaya muvaffak olmuşsa, kimseyi incitme­
miş, hakka tecavüz etmemişse, farzları işlemiş, günahlar­
dan uzak durmuşsa, bununla beraber hastalık ve musi­
betlere sabretmiş,
''Allah'ım senden ne gelecekse gelsin
Sen ki kahrınla da lütfunla da güzelsin"
demişse böyle bir insan için ölüm düğündür, bayram­
dır. Dünya da böyle güzel bir insandan mahrum kaldığı
için ağlamalıdır.
Muhammed İkbal'in şu veciz sözü kulağımıza küpe ol­
malıdır: "Sen dünyaya geldiğin zaman ağlıyordun,
etrafındakiler sevinçlerinden gülüyorlardı. Öyle bir
hayat sür ki, dünyadan gittiğin zaman arkandakiler
ağlarken sen gülesin."

ÖLÜM DE B İR MAHLUK MUDUR?


Evet. Ölüm de hayat gibi muntazam bir mahluktur.
Ölümün mahluk olduğunu kitabımız Furkan-ı Hakim şöy­
le dile getiriyor:
41

" O Allah, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı dene­


mek için, ölümü ve hayatı yarattı." ( 2 7 ) Yaratılan mahluk
olmaz mı?
Soru: Ölüm için "Mu:qtazam Bir Mahlılk" dedi­
niz. Halbuki ölüm, yokolmak görünüyor, hiçlik gö­
rünüyor, dağılmak, bozulmak, çözülmek görünüyor,
soğuk ve çirkin görünüyor, intizam bunun neresin­
de?
Cevap: Ölüm, hikmeti ve rahmeti sonsuz Allah tara­
fından hayat vazifesinden bir terhistir, bir paydostur, bir
yer, bir vücud değiştirmektir. Ebedi hayata bir davettir.
Ebedi ve baki bir hayatın başı ve başlangıcıdır. Tesadüfen
olan, kendi kendine olup biten bir olay değildir.
Varlıkların yaratılması nasıl bir takdir, bir nizam ve
intizamla olfıyorsa, ölmeleri de bir takdir, bir nizam ve dü­
zenle cereyan etmektedir. Kendi kendine hareket eden,
başıboş, serseri hiçbir varlık, hiçbir olay yoktur kainatta.
Mesela: En basit hayat tabakasında bulunan bitkile­
rin ölümü, hayattan çok daha muntazam, düzenli bir sa­
nat eseri olarak görünüyor. Çünkü toprağa gömülen mey­
veler, çekirdekler ve tohumların vaziyeti her ne kadar çö­
zülme, çürüme, dağılma gibi görünüyorsa da esasen zatın­
da düzenli bir kimyevi muamele, ölçülü bir şekilde ele­
mentlerin karışımı, hikmetli bir şekilde zerrelerin oluşu­
mudur. ·
Eğer böyle olmasaydı, yani hikmeti sonsuz yaratıcı
bunları ölçülü, düzenli, hikmetli bir şekilde yoğurmasay­
dı, o çözülme ve dağılmadan başak gibi, ağaç gibi, fevkala­
de muntazam, mükemmel bir netice elde edilemeyecekti.
De�ek, çekirdeğin ölümü, ağacın; tohumun ölü­
mü qe baş�ğ"ın hayatının başlangıcıdır. Yani bir ta­
raftan çekirdek ve tohum ölüyor, ama öbür taraftan
2 7. Mülk, 6 7/2
42 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

bir ağaç ve bir başak olarak çıkıyor. Bire on, bire


yüz, bazen yediyüz elde edilen bir sonuca, siz "yo­
kolmak" diyebilir misiniz?
Çekirdeğin ve tohumun ölümünden böyle bir
hayat, böyle güzel, verimli ve bereketli bir netice çı­
karsa, siz o ölüme yokluk, hiçlik diyebilir misiniz?
Başıboş, serseri, intizamsız bir olay nazariyle baka­
bilir misiniz?
Bitkiler ve hayvanlar, hatta bütün varlıklar, kendile­
rini insana feda etmektedirler . . . Hepsi insanın midesinde
defnedilmeye ve insan denilen muhteşem şehirden bir ar­
sa almaya çalışmaktadırlar. Hele kesilmeye giderken se­
vinçlerinden hoplayıp zıplayan kurbanlık hayvanların
keyfine ne demeli?
Çünkü seve seve insanın midesine defo edilip orada
ölüp, insan olarak dirilmeye yöneltilmişlerdir. Üzüm ola­
rak insanın midesinde ölüp insan olarak dirilmek, hayat
kadar muntazam ve ondan da mükemmel bir sonuç değil
mi? Üzüm olarak, kuzu olarak öl, insan olarak diril. Buna
ölmek değil, daha mükemmel bir hayata kavuşmak denir.
İşte hayat tabakalarının en aşağısında bulunan bitki­
lerin, hayvanların ölümü böyle intizamlı, düzenli, hikmet­
li olursa hayat tabakalarının en yükseğinde bulunan insa­
nın ölümü hiç hikmetsiz, intizamsız olur mu?
Yerin altına girmiş bir çekirdek nasıl yerin üstünde
hava aleminde bir ağaç oluyorsa, yerin altına girmiş bir
insan da berzah aleminde, ahirette, baki hayata mazhar
olacaktır.
Ölen, eskiyen, yıpranan, hastalanan hayat gidecek;
ölmeyen, eskimeyen, yıpranmayan, hastalanmayan bir
hayat gelecek.
Bitkiyi ve hayvanı insan yapan Allah'ın, insanı ölüm-
43

den sonra nasıl mükemmel bir varlık olarak dirilteceğini


siz tasavvur edin . . •

AKILLI İNSAN
Şu an yer yüzünde yaşayan insanların, canlıların tü­
mü 50 sene sonra, 100 sene sonra ölmüş ve dünyayı terk
etmiş olacaklar. Onların yerine değişik bir cemaat, değişik
bir grup gelecek, onlar da bir müddet yaşayıp, sahnede
görünüp kaybolup gidecekler . . .
Bu bir sevkiyat . . . Ama başıboş, nizamsız bir sevkiyat
değil. Suyun üzerinde oluşan kabarcıkların gelip, parlayıp
gitmesi, gökteki güneşin varlığına ve devamına şehadet
ettikleri gibi, bu sevkiyat da ezeli güneşin, Hayy-ı Laye­
mut'un yani ölmeyen tek diri olan Yüce Allah'ın varlığına,
ezeli ve ebedi olduğuna şehadet etmektedir . . .
Sevkiyat . . . Hem de ne sevkiyat . . . Her an milyonlarca
insan, dünyaya geliyor; her an milyonlarca insan dünya­
dan gidiyor. Bu sevkiyat, hiç manasız ve başıboş olur mu?
"Şu şehirleri yüz kere, bin kere kabristana bo­
şaltan ölümün, elbette hayattan daha fazla istedik­
leri var."
Öyleyse bu hususta bir şeyler yapmalıyız. Ya ölümü
öldürmeliyiz, ya da hazırlıklı olmalıyız.
Denemeleriyle meşhur Montaigne diyor ki : "Ölümün
bizi nerede yakalayacağı belli değil; iyisi mi biz onu
her yerde bekleyelim!"
Hadis-i Şerifde de buyuruluyor ki: "Akıllı insan, kibre
kapılmayan, dünyanın alayiş ve nümayişine aldanmayan,
alçak gönüllü yaşayan ve ölümden sonrası için hazırlanan
insandır." ( 28 )

28. İhya, Gazali, c. 16, s. 2847.


44 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

ANNE KARNINDA HER ŞEY,


DÜNYADA HİÇBİR ŞEY?

Anne karnında her şey, dünyada hiçbir şey olan nedir


acaba? Hemen söyleyeyim: Bebeğin GÖBEK BAGI.
Anne karnındaki bebek için göbek bağı, bebeğin 1.!._er
şeyidir, hayatıdır. Çünkü büyümesi için lazım olan her şe­
yi, ancak o kanalla annesinden almaktadır.
Bebek dünyaya gelir gelmez, derhal göbek bağını ke­
sip atıyorlar. Düne kadar bebek için her şey olan bu kor­
don, o gün artık hiçbir şey değildir.
Bir de bunun tersini düşünelim. Yani anne karnında
hiçbir şey olup ta dünyada her şey olan cihazlar da vardır.
- Nedir bunlar?
- Bir bebeğin göbek bağından başka her şeyi:,, Gözü,
kulağı, eli, ayağı, dili, dudağı, kalbi, akciğeri, vesair or­
ganları.
Bu organlar, anne karnında hiç de o kadar lüzumlu
şeyler değiller. Ağız, göz, kulak, burun, dil orada işe yara­
mıyorlar. Dünyada ise bunlar, en birinci, en kıymetli ni­
met sırasına geçiyorlar.
İşte bugün biz de, şu dünyada anne karnındaki bebek­
ler gibiyiz.
Bir çoğumuz, (dünya ana) ya göbeğinden bağlı.
Halbuki dünyada sahip olduğumuz ve "varlığım"
dediğimiz her şey, bebeğin göbek bağından farklı
değil.
Ahirete gider gitmez, dünya anamızdan asıl vatanı­
mız olan ahirete doğar doğmaz, dünyada sahip olduğumuz
ve "hayatım, servetim" dediğimiz her şeyin, tıpkı göbek
bağı gibi hiçbir işe yaramadığını, on para etmediğini göre­
ceğiz . . .
45

Ve yine göreceğiz ki, bu dünyada bazıları tarafından


lüzumsuz sanılan şeyler, yani beş vakit namaz, oruç, hac,
zekat, zikir, tesbih, sadaka orada en lüzumlu şeyler sıra­
sına geçmiş. Tıpkı anne karnında lüzum�uz görülüp de
dünyada en lüzumlu hale gelen cihazlar gibi . . .
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Kabirde ilk sual namaz­
dan olacaktır!"( 29 ) hadis-i şerifini hatırlayalım. Ne de­
mektir bunun manası? Yani, falan adamın sınırsız zengin­
liğini, yüksek rütbe ve makamlarını boş verin, bakın ba­
kalım Hak rızası için ne yapmış, beş vakit namazını kıl­
mış mı, zekat ve sadakalar vermiş mi? Elindeki servetini,
bulunduğu makamı ye sahip olduğu rütbesini Hakk'ın rı­
zası istikametinde kullanmış mı?
Bir an için şöyle düşünelim:
Bir bebek annesinin karnında iken göbek bağı
ile gururlansa; gözü, kulağı, burnu, eli ve ayağı için
de: "Ne lüzum vardı bunlara? İşe yaramıyor işte."
deyip itiraz etse; annesinin karnından daha geniş
bir dünyanın olamayacağını iddia etse, dokuz ay
sonra dünyaya gelen bu bebek, itirazından ve inka­
rından dolayı utanmaz mı? Dizini dövmez mi?
İşte efendiler, biz o bebek gibi olm�yalım. Bu gün sa­
hip olduğumuz servet, devlet, makam ve rütbe, bebek için
göbek bağından daha kıymetli bir şey değildir, onlarla gu­
rurlanmayalım. Dinin emir ve yasaklarına itiraz etmeye­
lim. Bunları lüzumsuz görmeyelim. İçinde yaşadığımız şu
dünyadan daha geniş bir dünyanın, yani ahiretin varlığı­
nı inkardan vazgeçelim.
Aksi halde dokuz gün, dokuz ay, dokuz yıl veya dok­
san yıl sonra inanmadığımız o alemde gözlerimizi açtığı­
mızda çok pişman oluruz. Başımızı ateşten taşlara, duvar­
lara vururuz.

29. Tirmizi, Salat, 305; Ebu Davut, Salat, Hadis: 864


46 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REEN�HNASYON

Anne karnında organları en mükemmel şekilde, en


müsait yerlere takılan bebeği annesi, babası yapmadı; or­
ganlarını en müsait yerlere doktorlar takmadı. Hele ken­
disi, kendisini hiç yapamazdı. Çünkü kendisi yoktu. Yok
olan bir şey kendisini nasıl yapsın?
Bize en yakın olan sebepler, yani annemiz, babamız bi­
zi yapamazken, tabiat bizi nasıl yapsın, doğa bizi nasıl ya­
ratsın? En akıllı varlıkların, hatta profesörlerin yaratmada
zerre kadar bir fonksiyonları olmazken, şuursuz sebepler,
kör tesadüf; şuurlu varlıkları nasıl meydana getirsin? Ken­
disinde şuur olmayan, başkasına şuur verebilir mi? Aklı ol­
mayan, başkasına akıl, akıllılara ders verebilir mi?
Hatta aklımız olduğu halde yanimızdaki delilere akıl
veremiyoruz. Demek aklı yaratan ve verilmesi gere­
kenlere dağıtan biri var. Ve o, hiç yanlış yapmamış
haşa! Eğer O, insana verdiği aklı fillere, mandalara,
öküz ve eşeklere, kurtlara ve tilkilere de verseydi,
dünyanın idaresi hayvanlara kalırdı. İnsan neslin­
den başbakan ve reis-i cumhur çıkmazdı. İşte hay­
vanlara aklı vermemekle insanı onurlandıran Haz­
ret-i Allah, akıl gibi bir servete, bir devlete, bir cev­
here sahip kıldığı insanın şımarabileceğini ve şaşı­
rabileceğini de bildiği için Kur'an'ı insana gönder­
miş. Kur'an ahkamından ibaret olan şeriatla da
amel etmesini istemiş, böylece anarşist ve serseri
olmasını önlemiştir.

SORU:
Anne karnında Hizım olmayan cihazların, dünyada
Hlzım olacağını kim bilebilir ki?
CEVAP:
Bunları anne karnında kim yapıyor ve yaratıyorsa,
ancak o bilir. Onun için soruyor Allah: "Hiç yaratan bil­
mez mi?" ( 30 )
30. Mülk, 6 7/14
47

Anne rahmine düştüğümüz zaman biz ne olduğumu­


zun, ne olacağımızın farkında değildik. Nereye götürülece­
ğimizi, gittiğimiz yerde bize ne lazım olacağını da bilmi­
yorduk. Anne rahminde iken biz, nasıl yapıldığımızın, or­
ganlarımızın nasıl takıldığının farkına da varamadık.
Dünyaya geldik, hayır getirildik; baktık ki ne sarayı­
mızda, ne de kendimizde bir kusur yok. Yaratan her şeyi
güzel yaratmış . Yaptığı her şeyi hikmetle yapmış.
Düşündük, bizi getirildiğimiz ülkeye yani dünyaya bu
kadar uyumlu yaratan, hem anne karnını, hem de dünya­
yı bilen bir zat olabilir ancak. Bilmiş ki anne rahminde gö­
zü, dünyada güneşi yaratmış. Anne rahminde kulağı, dün­
yada sesleri; anne rahminde burnu, dünyada kokuları; an­
ne rahminde dili, dünyada tadları; anne rahminde gönlü
dünyada güzellikleri yaratmış . Gözün güneşle, kulağın
seslerle, burnun kokularla, dilin tadlarla, insanın bütün
bir kainatla sıkı bir münasebeti olduğunu bilmeyen, anne
rahminde ona bu organları verebilir miydi? Demek alem­
de güneşin sanatkarı kim ise, anne rahmindeki bebeğin
tasarımcısı ve yaratıcısı da o. Ve O şöyle buyuruyor: "Hiç
yaratan bilmez mi?"( 3 1 )
İşte anne karnındaki bir bebeğe dokuz ay sonra dün-
. yada el, kol, dil, diş, göz, kulak, ağız, ayak, akıl, hafıza la­
zım olacağını kim bilmiş ve yaratmışsa; dünyadaki insana
da, ahirette İslam'ın emir ve yasaklarının lazım olacağını
o bilmiş ve o emretmiştir.
Bunlara itiraz edenler, annesinin karnında göze, ku­
lağa itiraz edip lüzumsuz bulan, göbek bağından başka bir
cevher tanımayan bebekten daha zavallı duruma diişerler.
Çünkü bebeğin göbek bağı yine bir işe yarıyor. Fakat bun­
ların_J:utund��ları ilkeler, hiçbir işe yaramıyor. Milletin
anasını ağlatıyor, eşlerini birbirinden soğutuyor, ayırıyor,
31. Mülk, 67/14
48 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

yuvalar yıkıyor, milleti anarşi ve teröre, enflasyon ve isra­


fa, fuhuş ve ahlaksızlığa kurban ediyor; içkiye, faize, rüş­
vete, kumara mahkum ve mecbur kılıyor. . .
Dünyada rahat edebilmemiz için bizi anne kar­
nında türlü cihazlarla donatan Allah, hem dünyada
hem de ahirette rahat edebilmemiz için de, dünya­
da Kur'an'ın ahkamıyla sorumlu tutmuş, cennete
yolcu eylemiştir.
Onun için biz bütün varlığımızla O'na inanıyor, O'na
dayanıyor, O'na güveniyor, O'na sığınıyoruz. O'na, mazhar
olduğumuz ve olacağımız nimetleri kadar hamd ü senala­
rımızı takdini ediyoruz.
O'nun mübarek ve kudsi şu sözü, sözlerimizin özü,
özeti olsun:
"O gün ne mal, ne evlat, kimseye fayda vermeyecek.
· Ancak Allah'a iman ve muhabbetle dolu selim bir kalple
gelenler kazanacaklar" ( 32)
°
"Allah'dan başka her şey helak olacak, (Allah'ın rıza­
sına ait olmayan ve rızası istikametinde harcanmayan her
söz, icraat, mal, servet ve devlet kıyamet gününde kaldırı­
lıp atılacaktır. Her şey hakkında) hüküm O'na aittir ve siz
O'na döndürüleceksiniz." ( 33 )

KIYAMET NEDİR?

Cenab-ı Hak, şu dünyayı bir imtihan meydanı, güzel


isimlerine bir ayna, kader ve kudret kalemine bir sahife
olarak yaratmıştır.
İşte şu imtihan ve teklif sebebiyledir ki Ebubekir gibi
yüksek ruhların elmas gibi cevherleri, Ebucehil gibi alçak

32. Şuara, 26/88-89


33. Kasas, 28/88
49

ruhların kömür gibi maddelerinden ayrılır . . .


Yüce Allah,
İşte bu ve daha nice bilmediğimiz yüksek hakikatler
için alemi değişmeye maruz bıraktı. Alemin değişmesi için
de zıtları hikmetle birbirine karıştırdı ve karşı karşıya ge­
tirdi. Zararlıları faydalılara katıp şerleri hayırların içine
soktu. Çirkinliklerle güzellikleri bir araya getirip hamur
gibi yoğurdu.
Böylece şu kainatı tagayyür (değişim) ve tekamül (ge­
lişim) kanununa tabi tuttu.
Gün gelip imtihan süresi bitip imtihan meclisi ve
meydanı kapanınca . . . Esma-i Hüsna (Allah'ın Güzel İsim­
leri) hükmünü icra edince . . . Kader kalemi mektuplarını
yazıp, kudret, sanatının nakışlarını tamamlayınca; var­
lıklar vazifelerini ifa edip hizmetlerini bitirince . . . Her şey
manasını ifade edip, dünya ahiret fidanlarını yetiştirin­
ce . . . Yeryüzü denilen fuar, kudretli sanatkarın bütün kud­
ret mu'cizelerini �e sanat harikalarını teşhir edip göste­
rince . . . Şu fena alemi, oluşturduğu sermedi manzaraları­
nı zaman şeridine takınca . . . O celalli sanatkarın sermedi
hikmeti, ezeli bir M ahkeme-i Kübra açacak; o imtihan ve
tecrübenin sonuçlarını, Esma-i Hüsnasındaki tecellilerin
hakikatlerini, Kader kaleminin yazdığı mektupların ger­
çeklerini, sanatındaki nakışların asıllarını gösterecek.
Varlıkların vazifelerindeki faidelerini anlamayanlara an­
latacak; mahlukatın hizmetlerinin ücretlerini verecek; ka­
inat kitabındaki kelimelerin ifade ettikleri manaların ha­
kikatlerini bildirecek ve istidat çekirdeklerinin sümbül­
lenmesine meydan verecek . . . C 34) Dünyadan alınmış olan
misali manzaraları (güzel görüntü örneklerini) göstere-

34. Her ...,.arlıkta i=ekirdek misali kabiliyetler var. Bunlann tamamiyle


gelişip açılması için bu fena alemi dediğimiz dünya, müsait değil. Bu
istidatlar, bütünüyle ahirette inkişaf ve tatmin edilecekler.
50 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

cek, zahiri sebebler ( 35 ) perdesini yırtacak ve her şeyin


doğrudan doğruya celalli yaratıcısına ait olduğunu, teslim
edecektir.
Kainatı DEGİŞME ve YOK OLMA telaşından kurta­
rıp ebedileştirmek için, birbirine karışmış olan zıtların
tasfiyesini, birbirlerinden ayrılmalarını isteyecek ve kıya­
meti koparacak.
Kıyamet... zahiri çirkin yüzünün ötesinde, zıtla­
rı birbirinden ayırma gibi hikmetli ve intizamlı,
haklı ve adaletli bir operasyonun adıdır.
İşte bu tasfiye sonucunda, Cehennem ebedi ve dehşet­
li bir suret alacak;
"Ey suçlular! Hele siz bu gün şöyle ayrılın" ( 3 6 ) ayeti­
nin gereğince cehennemin unsurları Cennetliklerden ayrı­
lacak.
Cennet ise, yine bu tasfiye neticesinde ebedi ve haş­
metli bir suret giyecek. Cennetlikler, cennet bekçilerinin
"selam size ! hoş geldiniz, ebedi kalmak üzere cennete bu­
yurun." ( 37 ) hitabına mazhar olacaklar.
Ezeli Hikmet sahibi Hazret-i Allah, şu iki yurdun sa­
kinlerine kamil kudretiyle ebedi ve değişmez bir vücud ve­
recek ki, hiçbir zaman o vücud bozulmaya, çözülmeye, ih­
tiyarlık ve ölüme maruz kalmayacaktır. Çünkü değişmeyi
gerektiren sebeplerin hiçbiri, artık orada yoktur. Çünkü
zıtlar birbirinden ayrılmıştır.

35. Zahiri sebepler: Süt içmemiz için inek, bal yememiz için arı, maaş
almamız için fabrika ve devlet birer zahiri sebepdir. Halbuki bu nimet­
lerin asıl sahibi Allah iken, bir çokları bunu kabul etmezler. Fakat
ahirette böyle olmayacak. Zahiri sebepler perdesi yırtılacak, mümin­
kafir herkes Allah'ın nimetleriyle beslendiğini anlayacak. Eyvah!
Meğerse arının da, balın da sanatkarı Allah'mış diyecek, hakkı sahibine
teslim edecektir.
36. Yasin, 36/59
37. Zümer, 39/73
51

CENNET ve CEHENNEM İKİ MEYVE,


İKİ AMBAR, İKİ HAVUZ, İKİ TECELLİGAlITIR

SORU: Birbirine zıt olan şeyler neden bu alem­


de içiçe yaratılmışlardır?
CEVAP: Şu kainata dikkatle bakılsa görünür ki: İçin-
de her tarafa uzanmış, kök atmı ş iki unsur var:
- Hayır-şer,
- Güzel-çirkin,
- Fayda-zarar,
- Kemal-noksan,
- Işık-karanlık,
- Hidayet-dalalet=doğruluk-sapıklık
- Nur-nar=Işık-ateş
- İman-küfür
- İtaat- isyan
- Korku-sevgi . . .
Bu zıtlar, eserleriyle, meyveleriyle kainatta birbirle­
riyle çarpışıyorlar. Her şey her an değişiyor. Kainatın
çarkları, başka bir alemin ürünlerini yetiştirmek üzere,
bir tezgah şeklinde dönüyor. Varlık alemine her gelen gi­
diyor, giden bir daha da geri dönmüyor.
"Bir çoh gidenin her biri memnun hi yerinden,
Bir çoh seneler geçti; dönen yoh seferinden."
Yerlerinden memnunlar mı, değiller mi bilmem ama,
gidenlerin geri dönmediği muhakkak . . .
İki unsurun birbirine zıt olan dalları, neticeleri yoklu­
ğa değil, ebede gidiyor. Önce bir yerde toplanıp, sonra bir­
birin-cien ayrılacaklar. Bu iki neticeden biri Cennet, biri de
C ehennem şeklinde meydana çıkacaklar.
52 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Madem beka alemi, bu fena aleminden çıkacaktır. El­


bette fena aleminin esas unsurları o bekaya, ebede yani
sonsuzluğa gidecektir.
Evet, Cennet ve Cehennem, yaratılış ağacından ebed
tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir.
Kainat silsilesinin iki neticesidir. Şuunat selinin (akıp
giden hadiselerin) iki ambarıdır. Ebede karşı akan ve dal­
galanan varlıkların iki havuzudur. Lütuf ve kahrın iki te­
celligahıdır. Ki kudret eli şiddetli bir hareket ile kainatı
çalkaladığı vakit, o iki havuz kendine münasip maddeler­
le dolacaktır.

KIYAMET KOPACAK MI?


Evet kıyamet kopacak . . . Bu meseleyi iki açıdan izah
mümkün:
1. Eğer bir şey "gelişme ve büyüme kanununa tabi ise,
o şeyin bir fıtri ömrü vardır. Fıtri ömrü varsa ister istemez
bir fıtri eceli vardır. Böyle şeyler ölümün pençesinden kur­
tulamazlar. Küçük bir alem olan insan ölümden kurtula­
madığı gibi büyük bir insan olan kainat ta, ölümden kur­
tulamayacaktır. Çünkü her ikisi de "Tekamül=Neşv ü ne­
ma= Gelişip büyüme" kanununa tabidirler.
Kainatın küçültülmüş bir nüshası olan insan, yıkıl­
maya ve çözülmeye tabi olduğu gibi, büyültülmüş bir in­
san olan kainat da aynı kanuna tabidir.
Eğer dünyanın başına, normal ecelinden önce Ezeli
iradenin takdiriyle tahrip edici bir olay gelmezse, Onun
hikmetli sanatkarı da onu normal ecelinden önce bozmaz­
sa, herhalde fenni bir hesap ile bir gün gelecek:
Güneş dürülecek, yıldızlar dökülecek, dağlar yürütü­
lecek, ( 38 ) denizler kaynayacak, birbirine karışacak ( 39)
38. Tekvir, 81/1-3
39. İnfıtar, 82/3
53

mealin.deki ayetlerin ifade ettiği manalar Allah'ın izniyle


gerçekleşecek, dünya denilen büyük insan acayip bir hırıl­
tı ile, kulakları sağır eden bir sesle fezayı çınlatarak bağı­
rıp ölecektir. Sonra Allah'ın emriyle tekrar dirilecektir.
2. Dünyanın öleceğine delil: Semavi dinlerin ittifakı,
selim fıtratların şehadeti, kainattaki bütün değişmelerin
işaretidir.
Asırlar, seneler sayısınca bütün canlı dünyaların ve
seyyar alemlerin şu dünya misafirhanesinde ölümleri, asıl
dünyanın da onlar gibi öleceğine delildir.
Eğer yıldızlardan biri "Kün" (01) emrine veya ''Yörün­
geden çık" hitabına mazhar olsa, şu dünya sekarata baş­
layacak. Yıldızlar çarpışacak. Kıvılcımlar saçarak, dağlar
uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek.
İşte bu ölüm ve sekeratla, Kadir-i Ezeli evreni çalka­
layacak, kainatı tasfiye edecektir. Böylece cennet ve cen­
netin maddeleri bir tarafa, cehennem ve cehennemin
maddeleri de başka tarafa çekilecek; ahiret alemi görünü­
verecektir. ( 4 0 )

ALEM ÖLECEK Mİ?


ÖLEN ALEM DİRİLECEK Mİ?

Ölecek alemin dirilmesi mümkündür. Çünkü Onu di­


riltecek kudrette noksanlık yoktur. Dirilmesini gerektiren
şeyler de gayet kuvvetlidir. Mesele ise mümkinattandır
(olabilir şeylerdendir).
Mümkün bir meselenin, gayet kuvvetli bir muktazisi
(gerektiricisi) var ise, Onu yapacak olan failin kudretinde
de noksanlık yok ise, Ona "olması mümkün" gözüyle değil,
bilakis "olmuş" nazarıyla bakmak gerekir. < 4 1l

4 0. Bediüzzaman, Sözler 29. söz, İnce Remizli Bör Mesele


4 1 . Sözler, 29. söz, İnce Remizli Bir Mesele
54 / ÖLÜJ\l DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

MADEM YIKACAKTIN NEDEN YAPTIN?


MADEM HELAK EDECEKTİN NEDEN
YARATTIN?

Rivayet olunur ki Hz. Musa, Cenab-ı Hakk'a:


"Ey soru ve hesap sahibi Rabbim! Halkı yarattın da
sonra neden helak ediyorsun? Yaptın niye yıkıyorsun? Er­
kek-dişi cana can katan pek çok güzeller yarattın, bunla­
ra neden kıyıyorsun?" diye sordu.
Cevaben Cenab-ı Hakk: "Biliyorum ki sen bu soruyu
inkarından, gafletinden, heva ve hevesine uyduğundan
sormuyorsun. Öyle sorsaydın azabıma müstehak olurdun.
Ama sen bizim işlerimizdeki hikmeti, sırrı öğrenmek, hal­
ka bunu duyurmak, böylece ham kişiyi pişirmek, olgun­
laştırmak istiyorsun. Gerçi bu hikmeti sen de biliyorsun
ama, sırrı açmak için soruyorsun." buyurdu.
Sonra Cenab-ı Hakk "Ey Musa, toprağa tohum ek de
bunun sırrım anla!" buyurdu.
Hz. Musa ekin ekti. Ekini bitti, göğerdi, başak verdi,
güzel bir hale geldi. Olgunlaşınca, orağı aldı, ekini biçme­
ye ve harman etmeye yöneldi. Derken, Allah tarafından
kulağına bir ses geldi: "Peki, niye ektin, yetiştirdin de ol­
gunlaşınca onu biçiyorsun?"
Hz. Musa: ''Yarabbi, dedi. Burada buğday da var sa­
man da. Saman buğday ambarına layık değil, buğday da
saman ambarında zayi olur gider. Bunları birbirine karış­
tırmak hikmete uymaz, eleyip ayırmak gerek."
Cenab-ı Hakk: "Bu bilgiyi sana kim öğretti?" diye sor­
du. Hz. Musa: "Bu ayırdetme bilgisini bana sen verdin"
dedi. Cenab-ı Hakk da: "Peki sende iş böyle olunca, bende
nasıl ayırdetme olmaz? Yaratılmışların içinde tertemiz
canlar da var, kirli ruhlar da. İyiler de var, kötüler de.
55

Buğdayları nasıl samandan ayırmak gerekse, iyilerle kö­


tüleri de birbirinden ayırmak gerektir". ( 4 2 )

GELENLER GİTMELİ

Gelenlerin gitmesine neden üzülüyorsun?


Gelenler, gitmeli. Ta ki arkadan gelenlere yer açılsın.
Yolcular yolda kalmasın, herkes muradına ersin.
Rahmetin erzak hazinelerinden olan ağaçların dalla­
rındaki meyveler, çiçekler, yapraklar yaşlanıp vazifeleri­
nin sona ermesiyle gitmelidirler. Ta ki arkalarından akıp
gelenlere kapı kapanmasın.
Aksi halde rahmetin genişliğine ve gelecek olan kar­
deşlerinin hizmetine sed çekmiş olurlar.
Bununla beraber kendileri de gençliklerinin gitmesin­
den ötürü zelil ve perişan olurlar.
Bahar mevsimi de mahşeri andıran meyveli bir
ağaçtır. Her asırdaki insan alemi de ibretli bir ağaç­
tır. Yer küresi de acayip varlıkların teşhir edildiği
bir kudret ağacıdır. Hatta dünya dahi meyveleri
ahiret pazarına gönderilen bir ağaçtır.
Bu gidişattan anlaşılmalıdır ki yaz-bahar aleminin
güzel varlıklarındaki bu yıkım, bir idam ve bir yokluk de­
ğil; vazifelerinin sona ermesinden gelen bir terhistir. Yani,
yer boşaltmak, yeni baharda gelecek olan vazifelilere yer
hazırlamaktır.
Aynı zamanda vazifesini unutmuş, şükürsüz gafillere
"
Allah'ın bir ikazıdır. ( 4 3 )

4 2 . Mustafa Atalar, Mev!ana'nın Mesnevisinden Seçilmiş Kıssalar, s.9,


İstanbul-1985 .
4 3. Orjinali için bkz. Bediüzzaman a.g.e. 10. Söz 6. Hakikat ve 7. esasın
haşiyesi.
57

BÖLÜM II.
ÖLDÜKTE N S O NRA D İRİLİŞİN
(AHİRETİN) VARLIGINI İSBAT EDEN
DELiLLER

Bediüzzaman'ın "Haşre mani hiçbir şey yoktur. Mukte-


. zı ise her şeydir" vecizesinde de ifade edildiği gibi, ahiretin
varlığına dair deliller sayılamayacak kadar çoktur. Biz on­
lardan sadece bir kaç tanesini arz ve izah etmeye çalışaca­
ğız.

1. ALLAH'IN ŞEFKATİ VE
HZ. MUHAMMED (SAV)'IN DUASI

Allah'ın isimlerinden biri Mucib, biri de Rahlm'dir.


Mucib: Kainatta, küçük-büyük her varlığın gerek hal
ile ve gerekse dil ile istediği her şeyi ikram eden, her çağ­
rıya cevap veren ve her şeyin hakkında ne hayırlı olacak­
sa onu lutfeden Allah demektir.
Rahim: Yarattığı her şeye rahmet ve merhametiyle
muamele eden, her şeye acıyan; acıdığını, her şeye layık
ve muhtaç olduğu şeyi vermekle gösteren, zamanı gelince
de mü'min kullarının en büyük ihtiyacı olan cenneti, onla­
rın önüne koyan Allah demektir.
Burada da görüldüğü gibi Allah'ın güzel isimle­
ri bir bütündür. Biri birisiz olmaz. Biri, hepsi olma­
dan: hepsi biri olmadan olmaz.
58 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bir misalle izah edelim:


İnsan bir kudretle yapılmıştır. Ama aynı zaman­
da bir ilimle yapılmıştır. Bir irade ve bir hikmetle
varedilmiştir.
Kudretin ortaya koyduğu bir sanat eserinin ar­
kasında, Yüce Allah'ın, Kadir, Alim, Mürid, Hakim,
Rahim, Mucib, Cemil, Müzeyyin, Musavvir.. gibi
isimleri vardır.
Çünkü kudretiyle bir şey yaratan, onu bilmeden yapa­
maz. Öyleyse bir kudretin mahsulü, aynı zamanda ilmin
mahsulüdür.
Kudretiyle bir şey yaratan, onu hikmetsiz ve faydasız
da yaratmaz. Öyleyse bir kudret eseri, aynı zamanda bir
hikmetin, Hakim isminin ürünüdür.
Kudretiyle bir şey yaratan, ona acı çektirmez . Öyley­
se muhtaç olduğu her malzemeyi eline verir. Rahat yaşa­
ma imkanı sağlar. Çünkü Mucib ve Rahim isimleri, bunu
gerektirir. Öyleyse bir kudret eseri, aynı zamanda sonsuz
bir rahmetin, Rahim ve Mucib isimlerinin neticesi ve ürü­
nüdür.
Bir sanat eserinin üzerinde, -bu sanat eseri ister in­
san, ister hayvan, ister bitki olsun- Esma-i Hüsnayı gör­
memiz, okumamız mümkündür.
İşte insan ... Bir kudretle yapıldığı için Kadir is­
mi, hikmetle yapıldığı için Hakim ismi, ilimle yapıl­
dığı için Alim ismi, irade ile yapıldığı için Mürid is­
mi, şekilli olduğu için Musavvir ismi, ölçülü olduğu
için Mukaddir ismi, süslü ve güzel olduğu için Mü­
. zeyyin ve Cemil isimleri, vücudumuza Hızım olan
malzeme verildiği için Mucib ismi görünüyor ve
okunuyor üzerinde.
Kısaca her varlık, Allah'ın bir çok ismine; insan
da Esma-i Hüsnası'nın tamamına bir aynadır.
59

Günahlarıyla Gaffar ismini, ayıplarıyla Settar


ismini, hastalığıyla Şafi ismini, Ebed arzusuyla da
Rahim ve Mucib isimlerini gösteriyor.
Hiç mümkün müdür ki Yüce Allah en adi bir mahlu­
kunun, -diyelim bir serçe yavrusunun- gizli sesini duy­
sun, dinlesin, arzusuna cevap versin, istediğini ummadığı
yerden göndersin de; en büyük, en sevgili bir kulu olan
Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın en yüksek duasını işitip kabul
etmesin, en büyük ihtiyacını görüp yerine getirmesin?
Acaba bütün insanoğlunu arkasına alıp, yeryüzünde
kıyama durup, Arş-ı Azam'a doğru el kaldırıp insanlığın
bütün dua ve ibadetlerinin özünü içinde bulunduran, dua
ve ibadetiyle insanlığın şerefi, zaman ve mekan'ın gözde­
si, Kainatın ebedi fahri Hz. Muhammed (s.a.v.) ne istiyor?
Kendine ve ümmetine ebedi saadet istiyor, beka isti­
yor, cennet istiyor. Hem varlıkların aynalarında güzellik­
leri görünen Allah'ın kudsi isimleriyle beraber istiyor. O
isimlerden şefaat talep ediyor ve diyor ki:
- Ey bizi nimetleriyle besleyen Rabbimiz ! Bize göster­
diğin bu nümumelerin ve gölgelerin asıllarını, menbaları­
nı göster. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bi­
ze tattırdığın lezzetli nimetlerini orada yedir. Bizi yokluğa
atmakla, kendinden uzaklaştırmakla cezalandırma. Sana
şükreden, seni özleyen şu itaatkar kullarını başıboş bıra­
kıp yokluğa mahkum etme. C44l
Eğer ahirete ait sayısız deliller, gerekçeler olmasaydı
yalnız şu Zat'ın (s.a.v.) bu duası bile, baharımızın yaratıl­
ması kadar merhametli Yaratıcı'nın kudretine hafif olan
şu cennetin yapılmasını sağlayacaktı.
Onun peygamberliği şu imtihan salonunun (dünya­
nın) açılmasına sebep olduğu gibi; Onun kulluk ve duası
da, öteki saadet yurdunun açılmasına vesiledir.

44. Bediüzzaman, Sözler, 10. söz, 5. suret. ( Ürjinali için bakınız.)


60 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Çünkü bütün akılları hayrette bırakan şu alemin inti­


zamı ve onda görünen sınırsız rahmet, kusursuz sanat, Al­
lah'ın güzel terbiye ve idaresi, bu kainatı hiçliğe mahkum
etmez, neticesiz bırakmaz. En sevgili kulunun dua ve di­
leğine cevap vermemekle, bir çirkinliğe, bir merhametsiz­
liğe, bir intizamsızlığa, bir düzensizliğe meydan vermez.
Öyle bir Güzel, böyle bir çirkinliği kabul edemez.
Sözün özü: Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Ri­
saletiyle yani Hakk'ın elçisi olmak hasebiyle dünya­
nın kapısını açtığı gibi, eşsiz dua ve ibadetleriyle de
Ahiretin kapısını açacaktır. ( 45)

2. ALLAH'IN SINIRSIZ CÖMERTLİGİ

Ahiretin varlığına en büyük delillerden biri de kainat­


ta görünen sınırsız cömertlik, tükenmez servet, bitmez ha­
zineler, emsalsiz güzellik, kusursuz mükemmelliktir.
Kainat bir fuar. Bu fuarda had ve hesaba gelmeyen
her varlık ayrı bir sergi, her sergide eşsiz mücevherler var.
İşte insan ve insana takılan göz, kulak, el, ayak, bilek,
gerdan. . . gibi mücevherler ve takılar.
Ey bilezikleriyle, gerdanlığıyla, küpeleriyle ve
sair takılarıyla övünenler ve bu takıları kendilerine
takanlara şükran borçlu olduğunu hissedenler!
Gerdanınız olmasaydı gerdanlığı, bileğiniz olma­
saydı bileziği, kulağınız olmasaydı küpenizi, par­
maklarınız olmasaydı yüzüğünüzü nerenize taka­
caktınız?
Şimdi soruyorum: Bileğinize bilezik takan mı
cömert, yoksa kolunuza bilek takan mı? Boynunuza
gerdanlık takan mı cömert, gerdan takan mı? Kula­
ğınıza küpe, parmağınıza yüzük takan mı cömert,
45 . Bediüzzaman, Sözler, 10. söz, 14. Hakikat. ( Orjinali için bakınız. )
61

yoksa kulak ve parmak takan mı?


İşte sizin Rabbiniz olan Allah öyle bir cömerttir ki
kimsenin veremeyeceği hediyelerle sizi donatmış, kimse­
nin gücünün yetmediği takılarla sizi bezemiş. 8eset bir
mücevher, can bir mücevher, cisim bir mücevher, ruh bir
mücevher. Hele mücevherlerin mücevheri olan akıl zaten
değer biçilemez bir mücevher. Mücevherlerin farkına va­
ran, mücevherler kazanan bir mücevher. En büyük hazine
aklınızdır. Çünkü hazineleri onunla buluyorsunuz, paraya
onunla kavuşuyorsunuz, yuvanızı onunla yapıyorsunuz,
herkesle ve herşeyle onun sayesinde diyalog halindesiniz.
İşte bunun içindir ki Allah'ın Resü.lü "cömertlerin cömer­
di yüce Allah'dır" buyurmuşlar. (46)
İşte bu paha biçilmez, dünyalara değişi1mez akıl deni­
len hazineyi size Allah bahşetmiş, bu eşsiz takıyı Allah si­
ze takmış, kimsenin vermediği ve veremeyeceği en büyük
hediyeler ve takılarla sizi Allah bezemiş, donatmış.
Kainat bir açık büfe, restorant. Türlü türlü sofralar,
çeşit çeşit yemekler var orada . . . Yer yüzü bir sofra, gökyü­
zü bir sofra, deniz bir sofra, hayvanlar bir sofra; bitkiler
bir sofra, bağlar, bahçeler, bostanlar değişik değişik sofra­
lar. Sene bir tren, mevsimler birer vagon. Her vagonla
farklı farklı yiyecekler geliyor. Kış meyveleri ayrı, bahar
meyveleri ayrı, yaz meyveleri ayrı, güz meyveleri ayrı. . .
Hele yüce Allah'ın en kıymetli meyveleri, nimetleri
her tarafa serpmesi, bedava dağıtması yok mu? Kendisine

46. Allah'ın Resulü bir gün ashabına:


- Size cömertlerin cömerdini haber vereyim mi? dedi. Onlar da:
- Evet, ey Allah'ın Resulü buyurun, dediler. Peygamberimiz ( s.a.v. ) :
- Cömertlerin cömerdi Yüce Allah'dır, buyurdu ve sonra şöyle devam
etti: Ademoğlunun en cömerdi de benim, benden sonra onların en
cömerdi ilmini neşreden alim adam ki Allah kıyamet gününde Onu
(Ün• verdiği ehemmiyetten dolayı ) yalnız haşreder. Cömertlerin biri de
öldürülünceye kadar Allah yolunda cihad eden adam. ( el-Fahrurrazi,
et-Tefsirü'l-Kebir, Tahran bty.c.1, s. 189)
62 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

sevdalanmamak mümkün değil. İşte teneffüs ettiğimiz


hava, içtiğimiz su bunlardandır. Her şeysiz, bir müddet
yaşanır. Ama havasız yaşanmaz. Şayet hava para ile satıl­
saydı, buna kimin gücü yeterdi? Onun için yüce Allah bu­
nu kimsenin tekeline vermemiş. Böylesine merhametli,
böylesine cömert bir Allah'a, insanın teşekkürü, Onun
gönderdiği dini ve iman esaslarını inkar etmek mi olmalı­
dır?
Yukarıdaki izahtan ve Kainatın vaziyetinden anlaşılı­
yor ki bu yerlerin padişahının sınırsız bir cömertliği, he­
sapsız dolu hazineleri vardır. Kainat bir saray, ama ara­
nan her şeyin bulunduğu bir saray. Saraya ve sarayın için­
de bulunan herşeye lazım olan eşyanın verilmesi bu ka­
inat sahibinin sonsuz cömertliğini anlatan bir başka delil.
Böyle bir cömertlik ve tükenmez hazineler, devam eden ve
istenilen her şeyin içinde bulunduğu bir ziyafet yurdunun
varlığını ister. Hem ister ki o ziyafetten lezzet alanlar ora­
da devam etsinler. Ta ki ayrılık acısıyla kıvranmasınlar.
Çünkü ''ZEVAL-İ ELEM, LEZZET OLDUGU GİBİ, ZE­
VAL-İ LEZZET DAHİ ELEMDİR" ( 47 l Yani acının git­
mesi lezzet, lezzetin gitmesi de acıdır.
Bir zat düşünün ki dünya yüzünü bu kadar süs­
lü sanat eserleriyle bezeyecek, ay ile güneşi lamba
yapacak, yeryüzünü bir nimet sofrası edecek, yiye­
ceklerin en güzel çeşitleriyle dolduracak, meyveli
ağaçları birer kap yapacak her mevsimde bir çok
defalar yenileyerek sınırsız cömertliğini göstere­
cek, sonra da bu cömertlikten istifade edenleri
ayağa kalkmamak üzere öldürüp yokluğun karan­
lıklarına gömecek. Olacak şey mi bu?
Bu sayısız ve hesapsız cömertlik acı çektirmek iste­
mez. Sonsuz cömertlik, sonsuz iyilik yapmak ister.
Sonsuz iyilik sonsuz şükrü gerektirir. Bu da iyiliğe
47. Bediüzzaman, Sözler, 10.söz, 4. suret
63

mazhar olan şahsın devamlı var olmasını gerektirir.


Çünkü iyilik görenin varlığı devam edecek ki şük­
rü, minnettarlığı ve takdir hisleri de devam etsin.
Zira bekası yani devamlılığı olmayan istihsan ve
takdir edicinin gözünde, cömertliğin bir kıymeti
yoktur. Kainata serpilmiş olan sonsuz cömertlik hakika­
tı da isbat ediyor ki ahiret vardır, aksihalde dünya ve için­
deki her şey yalan olur, israf olur. ( 4 8 )
Şu halde cömertliği sonsuz olan Allah'ın, iyilik ve ik­
ramı kesintisiz devam ettiğine göre o cömertliği takdir
edip maşaallah, barekallah diyenlerin, iyilik ve ikrama
müştak ve müteşekkir olanların da ölümsüz olmaları ge­
rekir. Ki ölümsüzlük diyarı da ahirettir. Ahiret olmasay­
dı, ölüm bu cömertliği, bu sınırsız iyilik ve ikramı
hiçe indirirdi. İyilik ve ikrama mazhar olmuş kim­
seleri de yaratıcıya düşman haline getirirdi. İşte ka­
firin Allah'a düşman olmasının sebebi de budur. O
ölümü bir yokluk gördüğünden ve öyle inandığın­
dan düşman oluyor, bilse ki ölüm yokluk değil, mev­
cud nimetlerin asıllarına ve o nimetleri ikram eden
Mün'im'e kavuşmaktır. O zaman düşmanlığı sevda­
ya ve aşka dönüşecektir.

4 8. el-Fahrurrazi, et-Tefsirü'l Kebir, c . l , s . 189. Fahreddin Razi: Hanginiz


sadefi alır da içindeki inciyi atar? Hanginiz zarfa önem verir de, içinde­
ki mazrufa önem vermez? . . . Kainat bir sadefse insan bir inci, insan bir
sadefse akıl bir inci. Kainatın ve insanın sahibi olan Allah kainata
önem verir de kainatın incisi olan insanı ve onun akıl cevherini toprağa
gömer mi? Gömer de çürütür mü? Akılların sanatkarı olan Allah böyle
bir hikmetsizliğe yol verir mi?
Akıl kainatla değişilmediğine, dünya ile doymadığına göre, öyleyse
bunun doyurulacağı bir alem vardır. O da ahirettir. Eğer ahiret
olmasaydı, akla hiç gerek yoktu . . . Çünkü akıl dünya için çok çok fazla
gelmekte. Hatta dünya için hiç gerekmemekte. Çünkü aklı olmadığı
halı;le dünyada_ çtık rahat yaşayan hayvanlar var . . . Şu halde akıl , dünya
için değil, ahiret için verilmiştir. Allah'ı bulmak ve Onun rızasına
ermek için ihsan edilmiştir.
. 64 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

3. HAYAT NEDİR?

Hayat: Dirilik, canlılık demektir. Sadece Can da deni-


lir.
İyi de peki can nedir? Şimdi bu sorunun cevabını bul­
maya çalışalım.
"Hayat nedir?" diye soru soran ve "Bu henüz hiçbir in­
san tarafından bilinemeyen bir sırdır. Hayatın ne ağırlığı,
ne de hacmi vardır." ( 49 ) diye soruyu cevaplayan A. Cressy
Morrison, eğer Bediüzzaman Hazretlerinin Lem'alar adlı
kitabını görse ve Otuzuncu Lem'a'daki Hayatın tarifini
okusaydı, her halde sözünü geri alırdı. Şimdi o tarifden
anladıklarımı arzetmeye çalışayım:
1. Hayat, şu kainatın en ehemmiyetli gayesidir. . . Ha­
yat kainatın canıdır. Can olmayınca cesed ne işe yarar?
2. Hayat, şu kainatın en büyük neticesidir . . . Kainat
fabrikası ünu'n için kurulmuştur.
3. Hayat, şu kainatın en parlak nurudur . . .
Nurlar çeşit çeşittir. Göz nuru, gönül nuru, güneşin
nuru . . . Ama bu nurların içinde en parlak nur, hayatın nu­
rudur. Bir insanın hayatı, yani canı olmazsa gözünün nu­
ru, gönlünün nuru kalır mı? Canı olmayan için güneşin
nuru kaç para eder? Şu halde nurun nuru, kainatın ışığı
hayattır, desek mübalağa olmaz . . .
Hayat ş u kainatın e n latif mayası, temeli, süzülmüş
4.
bir hülasası, en mükemmel meyvası, en yüksek kemali, en
güzel cemali, en güzel zinetidir. Nasıl ağacın bütünü mey­
ve için vardır, kainat ağacının bütünü de hayat için vardır.
5. Hayat şu kainatın birlik sırrıdır. Küreleri ve organ­
ları birbirine bağlayan bağdır. Bir cesedden can çıkınca
nasıl organları dağılıyor, kainat cesedinden de hayat çık-
49 . A.C. Morrison, İnsan Kainat ve Ötesi, Çev: Bekir Topaloğlu, s.38, İstan­
bul 1986
65

saydı her organ, her bir küre, her bir yıldız bir tarafa da­
ğılıp gidecekti . . . Hayat, vücud organlarının ve kainatın
temelidir, mayasıdır. Herşeyi mayalamış, birbirine bağla­
mıştır. Her şeydeki olgunluk, dolgunluk, güzellik süs,
Onun sayesindedir. Cam olan cemalden, kemalden, süs­
den anlar. Cam olmayan güzel olur mu, kamil olur mu?
Cam olmayanı güzellik ilgilendirir mi? Demek güzelleri
güzelleştiren, güzel gösteren hayattır.
6. Hayat, sanat ve mahiyet açısından en harika bir
ruh sahibi.
7. Hayat, en küçük bir mahluku bir kainat hükmüne
getiren, kainatın küçük bir canlıda· yerleşmesine vesile
olan, bir canlıyı koca bir kainatın fihristesi yapan harika
bir kudret mu'cizesidir.
Mesela taş cansız bir varlıktır. Kuş canlı bir varlıktır.
Hayat, kuşu bir kainat haline getirmiştir. Yani kainattaki
bütün varlıklar kuşa hizmet etmekte; güneşin, havanın,
suyun toprağın her şeyin kuşun cesedinde bir yeri var.
Sanki kainat küçültülmüş bir kuş oluvermiştir. Ama ka­
inat taşa hizmet etmemekte. Güneşin, havanın, suyun,
toprağın taşta yeri yok.
Hayat, kuşu bir fihriste yapmıştır. Sanki kainat bir
kitap, kuş o kitabın içindekiler bölümüdür. Koca kitapta
ne varsa başlıklar halinde içindekiler bölümünde vardır.
Kainatta ne varsa atomlar halinde kuşta da vardır. Kuşu
bu hale getiren, ondaki hayattır, candır. Ve hayat bir kud­
ret mu'cizesidir. Yani kuşun belki cesedi taklid edilebilir.
Ama hayat öyle bir mucizedir ki taklidi de mümkün değil­
dir. Küçük bir kuşu koca bir kainat haline getiren Odur,
ama ne gözle görünür, ne de elle tutulur. Mucize de insan­
ların, yapmakta acze düştükleri şey değil mi zaten?
8. .En küç;Qk bir cüz'ü, en büyük bir kül kadar yapan,
bir ferdi külli gibi bir alem hükmüne getiren de hayattır.
66 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Kainatın hepsi bir küll'dür. Karınca Ondan bir cüz­


dür. İşte hayat bu cüz'ü bir küll yapmakta, kainat haline
getirmekte veya kainatı onda yerleştirmektedir. İsterse­
niz bunu biraz daha açalım.
Varlıklardan en basit bir varlık olan karınca canlanır
canlanmaz koca güneşle sıcak diyaloğa geçiyor; su ile, ha­
va ve toprakla, bütün bir kainatla münasebet kuruyor.
Ama taş öyle mi? Kainatla küsülü gibi. Hiçbir şeyle alış­
verişi yok . . . Çünkü hayatı yok.
9. Hayat, Allah'ın öyle harika bir sanatıdır ki vücuda
bir girdi mi o vücudun her yerine hakim olur, onsuz yerler
felçtir. Onsuz varlık düşünülemez. Onun olduğu yerde
vahdet vardır, bir vücudun organları hep birbirine bağlı­
dır. Onun olduğu vücuda bir başkası ortak olamaz, o vü­
cud içinde hayat olduğu müddetçe bölünüp parçalanmaz.
l{ainat denilen şu büyük insanın organları olan yer,
gök, gezegenler birbirine bağlı ise yani kainatta bir­
lik, dirlik, düzen varsa kainat bunu hayata daha
doğrusu hayatı yaratana borçludur. Nasıl bir vücu­
da hayattan başkası hakim olamıyorsa kainata da
Hayy-ı Layemut'tan başkası hakim değildir. İşte bu
sebepledir ki kainatta şirk, iştirak, ortaklık yoktur.
Tecezzi ve inkısam, bölünme ve parçalanma yoktur.
10. Hayat, Hayy ve Kayyum olan Allah'ın varlığına,
varlığının zaruriliğine, kainatın tamamındaki ve her bir
varlıktaki birliğine şahitlik yapan delillerin en parlağı, en
kat'isi ve en mükemmelidir.
Hayat, o kadar parlaktır ki, nur bile parlaklığı­
nı ona borçludur. Güneşin nurunu, gözün nurunu gören
haysttır.
Her bir parlak şeyde görünen ışık, gökteki güneşin ışı­
ğına, varlığına, birliğine, varlığının zaruriliğine işaret et­
tiği gibi; kainatın tamamındaki canlılık ve herbir canlı-
67

daki can da Hayy-ı Layemut'un yani ölmeyen Tek Diri


olan Allah'ın hayatına, varlığına, birliğine, birliğinin za­
ruriliğine işaret etmektedir.
11. Hayat, Allah'ın sanat eserleri içerisinde hem en
gizlisi, hem en açığı; hem en kıymetlisi hem en ucuzu;
hem en nezihi, hem en manidarıdır.
Hayat vücudunuzda o kadar kendisini saklamış­
tır ki kimse onu göremez ve gösteremez. O kadar
kendisini ortaya koymuştur ki elinizi kaldıran
odur; gözünüzü gördüren, aklınızı çalıştıran, kula­
ğınızı işittiren, dilinizi konuşturan, kalbinizi sevdi­
ren ve sevindiren, hasılı bütün organlarınızın fonk­
siyonlarını yerine getiren odur.
O kadar kıymetlidir ki hiçbir servet onu satın
almaya yetmez. O gitmeye karar verdi mi hiçbir ser­
vet, hiçbir kudret onu bir saniye dahi durduramaz.
Bu kadar kıymetlidir. O kadar da ucuzdur ki, yara­
tıcı onu karıncalara, sineklere, mayıs böceklerine
dahi vermiştir.
Hayat o kadar nezih, o kadar latif, o kadar tatlı­
dır ki kimse ondan doymaz. O kadar manalıdır ki
kimse onun tefsir ve izahını bitiremez. O kadar ke­
sindir ki kimse onu inkar edemez, o kadar mükem­
meldir ki kimse onda kusur bulamaz. Kainat bir sa­
nat, hayat o sanatın üzerinde Allah'ın bir nakşıdır.
Bir eser ki inkar edilemiyor, bir eser ki tefsir ve
izahı bitirilemiyor, bir eser ki kimse onda kusur bu­
lamıyor; böyle bir eserin ustası inkar edilebilir mi,
hakkıyla kavranabilir mi, kimse Onun sanatkarın­
da kusur bulabilir mi?
12. Hayat, Rahman olan Allah'ın bir rahmet cilvesi­
dir. Rahmet acımak demektir. Merhametlilerin en merha­
metlisi olan Allah, bize acımış, dünya ve içindeki herşey-
68 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

den kıymetli olan hayatı lutfetmiştir. Hayat o kadar kıy­


metli, o kadar nazlı, nazik ve nazenindir ki bütün
varlıkları kendisine hizmet ettirmektedir ...
13. Hayat, Allah'ın mukaddes işlerinin en geniş bir
aynasıdır. Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinin cilvesi
olan rahmeti o gösteriyor. Rezzak isminin cilvesi olan rız­
kı o gösteriyor. Kerim isminin cilvesi olan inayet ve cö­
mertlik onda görünüyor. (Yani Allah'ın cömertliğine o
mazhar olmuş.) Hakim isminin cilvesi olan hikmet Onda
görünüyor.
Yani diğer varlıklara nisbeten Allah'ın merhametine,
yardımına, rızkına, hikmetine en çok o mazhar olmuş. Al­
lah'ın hikmeti, yardımı, rızkı, rahmeti hep ona bakıyor,
Onu ilgilendiriyor. Görmek, işitmek, hissetmek gibi bütün
duyguların kaynağı da odur. O Allah'ın bir hilkat acılbesi­
dir. Harika bir yaratığıdır.
14. Hayat, kainat denilen şu büyük tezgahta öyle bir
istihale makinasıdır ki durmadan her yerde tasfiye ve te­
mizlik yapıyor. Cansız varlıkları bitki mertebesine, bitki­
leri hayvan mertebesine, hayvanları insan mertebesine
yükseltiyor; böylece karanlık eşyayı nurlandırıyor. Elsiz,
dilsiz, gözsüz, nursuz varlıkları, elli, dilli, gözlü, nurlu
varlıklar haline getiriyor. Böylece bütün kainat karanlık­
lardan kurtulup nurlanmış oluyor. Böylece bir kainat ha­
yattan nasibini alıyor, hayatlanıyor.
15. Hayat, zerreler kafilesine talim terbiye görmeleri,
nurlanıp aydınlanmaları için sanki bir yuva, bir misafir­
hane, bir mektep ve bir kışladır.
16. Hay ve Muhyi olan, yani diri olup, dirilten, cansız­
lara can veren Allah, hayat makinasıyla bu karanlık diya­
rını, fani ve süfli dünyayı latifleştiriyor. Işıklandırıp bir
çeşit beka veriyor, baki bir aleme gitmeye hazırlandırıyor.
Hayat olmazsa kim kimi görecek? Kim ışığın farkına va­
racak? Hayat ebede mazhar olduğu için, hayata hizmet
69

edenler de onun sayesinde ebede mazhardır. "Bir çeşit


beka veriyor" cümlesinin anlamı işte budur.
17. Hayatın mülk ve melekılt denilen iki yüzü yani iç
ve dış yüzleri parlaktır, şeffaftır, temizdir, noksansızdır,
ulvidir . . .
Vücudumuzun maddi kısmını yapmak, dokumak için
maddi sebepler: Hava, toprak, su, güneş ve sair elemeı;ıt­
ler kullanılırken, manevi kısmı için bu sebeplere yer veril­
mez. İhtiyaç duyulmaz. Cesedimizin var olması için sebep­
ler Allah'ın kudretine perde olurken, ruhumuz ve hayatı­
mızın var olması için sebepler müdahale edemez, perde
olamaz.
Onun için hayat, perdesiz, vasıtasız yaratılmıştır.
Doğrudan doğruya Rabb-i Zülcelal'in kudret elinden çıktı­
ğını açıkça göstermek için hiçbir sebep onun yaratılması­
na vasıta, vesile kılınmamıştır. Çünkü hayat maddenin
cinsinden değildir. Bu haliyle, o müstesna bir varlıktır.
18. Hayat, imanın altı esasına bakar, onları isbat
eder. Yani hayat, hem Allah'ın varlığını, ezeli ve ebedi ol­
duğunu; hem ahiret yurdunu ve ordaki hayatın süreklili­
ğini, meleklerin varlığını ve sair iman esaslarını iktiza
eden, nurlu bir hakikattir.
Şeffaf şeylerdeki ışıkçıklar ve kabarcıklardaki parıltı­
lar bir güneşin varlığını ve devamlılığını haber verdikleri
gibi, her canlıdaki hayat d� Hayy-ı Layemut (ölmeyen tek
diri) olan Allah'ın varlığını, birliğini göstermekte; gelen
'
canlıların ölüp gitmesi, yerlerine yeni canlıların gelmesi
de Allah'ın devam ve bekasını isbat etmektedirler.
19. Hayat, kainattan süzülmüş, kainatın en saf bir
hülasasıdır.
2Q.. Haya�� Allah'ın kainattaki en mühim bir maksadı,
en önemli bir gayesidir. Hayatı yaratma gayesi olmasaydı
kainatı yaratmasına lüzum kalmazdı.
70 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

21. Hayat, alemin yaratılmasının en mühim sonucu­


nu yani şükür ve ibadeti, hamd ve muhabbeti netice veren
en büyük sırdır. ( 50)
Evet, madem bu kainatın en önemli neticesi, mayası,
yaratılış hikmeti hayattır; elbette o yüksek hakikat bu fa­
ni, kısa, noksan, acılarla dolu dünya hayatına mahsus de­
ğildir.
Bilakis o hayat ağacının gayesi, neticesi ve o ağacın
büyüklüğüne layık meyvesi, ebedi ve uhrevi hayattır. Ta­
şıyla, ağacıyla, toprağıyla canlı olan saadet diyarındaki
hayattır.
Yoksa bu sınırsız, mühim cihazlarla donatılan hayat
ağacı, şuurlular hakkında, özellikle insan hakkında mey­
vesiz, faydasız, hakikatsiz olup gidecekti.
Sermaye ve cihaz açısından serçe kuşundan 20 derece
üstün olan, kainatın ve canlıların en önemli ve en yüksek
mahluku bulunan insan, hayatın mutluluğu bakımından
serçe kuşundan 20 derece aşağı düşüp, en talihsiz en za­
vallı, en biçare bir varlık olacaktı. ( 5 1 )

4. ALLAH'IN KUSURSUZ KEMALİ VE


EŞSİZ CEMALİ
Allah'ın sanat eserlerinin teşhir edildiği şu kainat fu­
arına, bitki ve hayvanların ellerinde bulunan ilannamele­
re ( 52) bakıyoruz, Allah'ın güzelliklerinin propagandaları
olan peygambere ve velilere kulak veriyoruz; görüyor ve
anlıyoruz ki Celalli Yüce Sanatkar'ın kusursuz kemali ve
eşsiz cemali vardır.
50. Bediüzzaman, Lem'alar, 30. Lem'a, s.3ı0-3 11.
Not: Risale-i Nuru şerh ve izahına kalkıştım, sanmayın. Sadece o yük­
sek hakikatlerden anladıklarımı anlatmaya çalıştım. Hepsi o kadar.
51. Bediüzzaman, Sözler, 10. Sözün 2. Zeyli, s.112
52. Kuru bir ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta son derece süslü bir
çiçek, son derece sanatlı bir meyve, sanatkarının güzelliklerini şuurlu­
lara anlatan ve ilan eden bir ilannamedir.
71

Eğer bu alemin ustasının pek mühim, hayret verici,


gizli kemali, misilsiz cemali olmasaydı kainata ve kainat­
taki her varlığa bu güzellik ve mükemmellik nerden gele­
cekti?
Nerde ve kimin elinde kemal ve cemal varsa, hepsi
onun.
Kainatta sanat itibariyle beğenmediğiniz, eksik gör­
düğünüz bir varlık gösterebilir misiniz?
İşte Allah bu harika sanat eserleriyle gizli ke­
malini ve cemalini göstermek istiyor. Seyirciler ta­
rafından takdir ve istihsan edilmesini bekliyor.
Cenab-ı Hak bu duygudan biraz da bize verme­
miş mi? Bir şiir yazsak, veya bir sanat eseri yapıp
ortaya koysak bütün dünya tarafından okunmasını,
görülüp takdir edilmesini istemiyor muyuz?
Siz her ş eyin taklidini yapıp cansız bir sanat eseri or­
taya koyuyorsunuz, bu hünerinizin saklı kalmasını iste­
miyorsunuz . Allah ise her şeyi yapıyor, üstelik her şeyi her
şeyle birbirine bağlıyor, her şeye can veriyor, kan veriyor,
nur veriyor, cemal veriyor, kemal veriyor, elbise veriyor, si­
lah veriyor. Aslana et, ata ot, kediye fare, insana bö­
rek veriyor. Allah, her varlığa ne lazımsa onu ver­
miş . . Bütün bunlar Onun sonsuz cemalinin, sonsuz ke­
.

malinin ve cömertliğinin ifade ve işaretleri değil mi?


Kainata ve eşyaya baktığımız zaman her şeyde devam
eden bir kemal, bir cemal görüyoruz. Ve anlıyoruz ki
kainatın ve eşyanın sahibinde devam eden bir kemal ve
cemal vardır.
Devam eden bir kemal ve cemal devamlı görün­
mek ister Bu da takdir ve istihsan edenlerin hep var ol­
. . .

masınL ister. _Çünkü "Bekası olmayan istihsan edici­


nin nazarında kemalatın kıymeti sukut eder." Yani
güzelden anlayan ve takdir eden bir zatın hep var olması
72 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

lazımdır. Siz o zatı sonunda yokluğa mahkum ederseniz ve


o da bunu bilirse onun önüne ne kadar kemal cemal iyı·
' '

ve güzel şeyler koyarsanız koyun, siz ne kadar olgun ve


güzel olursanız olun yokluğa mahkum edilecek zatın
gözünde kıymetiniz olmaz.
Mesela: Bir dünya güzeli, bir zaman kendisine vurul­
muş adi bir adamı huzurundan kovar. Adam kendisini te­
selli için: "Tuh, ne kadar da çirkin" der, o güzelin güzelli­
ğini inkar eder.
Yine bir zaman bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asmasının
altına girer. Üzüm yemek ister. Fakat koparmaya eli ye- .
tişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendisini teselli için kendi
diliyle : "Ekşidir" der, gümler, gider . . . C 53 )
Bu iki olay bize şu kaideyi hatırlatıyor: "İnsan bil­
mediği ve eli yetişmediği şeyin düşmanıdır."
Kainatın yüzüne serilmiş olan son derece güzel, sa­
natlı, parlak ve süslü varlıklar ışık güneşi bildirdiği gibi
eşsiz, görünmez bir GÜZEL'in güzelliklerini bildiriyor.
Varlıklar ve varlıklardaki cemal ve kemal yani güzel­
lik ve mükemmellik, Ezeli Güneş olan Allah'ın ışıklarıdır.
Güneş ışıksız olamaz. Cemal ve kemal sahibi de
cemal ve kemalini göstermeden edemez.
İşte onun için "Her cemal ve kemal sahibi kendi
cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister" denil­
miştir.
Hele o cemal ve kemal sahibinin cemal ve kemali son­
suz ve sınırsız olursa . . . Hiç o cemal ve kemal gizli kalır
mı? Kalmaz, zaten kalmamış. Kainat olarak zuhur ediver­
miş. Kainatta ve kainatın içindeki eşyada bir çirkinlik, bir
kusur görebilir veya gösterebilir misiniz? Hayır.
Neden?
53. Bediüzzaman, sözler, 10. söz, 4. hakikat ve haşiyeleri.
73

Çünkü sanatkarları olan Yüce Allah'ta çirkinlik ve


kusur yok da ondan. O her şeyi mükemmel yapmış, sonra
da adeta meydan okumuş : "Gözünüzü tekrar tekrar çevi­
rin, bakın, sanatımda ve icraatımda bir kusur görebilecek
misiniz?" ( 54) Göremezsiniz çünkü o yaptığı herşeyi sağlam
yapmıştır. ( 55) Kusur bulmak ne mümkün. Gül gül olmak­
ta, bülbül bülbül olmakta, merkep merkeplikte, kedi kedi­
likte, deve deve olmakta mükemmel. İki cihan bir araya
gelse Allah'ın yarattığı deveden, merkepten vesair mahlu­
kattan daha mükemmelini yapamazlar. 20. asır medeni­
yet ve tekniğinin gül diye ortaya koyduğu şey naylondan
güldür. Naylondan gül nere, hakiki gül nere? . . .
Aynalardaki güzellik ve ışık güneşin güzellik ve
ışığından olduğu gibi, varlıklardaki güzellik ve nur
da Allah'ın güzellik ve nurundandır.
Güneş olmazsa ne ayna kalır, ne de aynadaki güzellik.
Haşa, eğer Allah olmazsa ne kainat kalır, ne insan, ne de
kainatta ve insanda görünen güzellik ve mükemmellik.
Su kabarcıklarının peşpeşe parlayıp gitmesi, ar­
kalarından gelenlerin yüzlerinde aynı parıltının
bulunması, bu parıltının kendilerine değil de güne­
şe ait olduklarını gösterdikleri gibi her güzel varlı­
ğın peşpeşe bu dünyadan gitmesi, arkalarından ge­
lenlerin yüzlerinde aynı güzellik cilvesinin bulun­
ması, bu güzellikler kendilerinin olmadığını, mü­
nezzeh ve mukaddes bir GÜZEL'in ayetleri ve işa­
retleri olduğunu gösteriyorlar.
Ezeli ve ebedi olan bir zat elbette güzellikten anlayan
ve takdir eden seyircilerinin, ebedi olmasını ister.
Çünkü "DAİMİ BİR CEMAL, ZAİL MÜŞTAKA RA­
ZI OLAMAZ" Yani baki bir güzel, takdir eden seyircileri­
nin de baki ve ebedi olmasını ister.

54 . Mülk, 67/3
55. Nemi, 27/88
74 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYUN

Çünkü dönmemek üzere ayrılığa mahkum olan bir se­


yircinin bir gün ayrılacağı düşüncesiyle sevgisi düşmanlı­
ğa döner. Madem günün birinde bu güzelliklerden mah­
rum edecektin, beni niçin yarattın, niçin beni bu leziz ni­
metlerinle ve misilsiz güzelliğinle tanıştırdın? der; hayret
ve hürmeti hakarete döner. Çünkü insan bilmediği ve eli
yetişemediği şeylere düşmandır.
Halbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip
kayboluyor.
Cenab-ı Hakk'ın sonsuz cemal ve kemalinin bir ışığı­
na, belki zayıf bir gölgesine bir an bakıp doymadan gidi­
yorlar. Belli ki ebedi bir seyrangaha gidiliyor.

5. ALLAH'IN GÜZEL İSİMLERİ


"Uluhiyet tezahürsüz olmaz" diye bir kaide var . . . Ya­
ni Allah görünmeden edemez. Nasıl güneş ısısını ve ışığı­
nı saklayamaz. Allah da sonsuz kudretinin, sonsuz rah­
metinin, sonsuz kemalinin, sonsuz cemalinin . . . pırıltıları­
nı saklamamış kusursuz bir kainat olarak gözümüzün
önüne koymuş ve seslenmiştir: "Gözünü çevir de bak bir
kusur görebilecek misin? Tekrar tekrar bak, bir noksanlık
bulabilecek misin" ( 56 ) diye . . .
Bulamazsın. Çünkü bu güzel kainatın, yıldızlarla
yaldızlanmış gök kubbenin sanatkarında kusur yok
ki sanatında ve icraatında da kusur olsun.
Allah, güzel isimleriyle celal ve cemal sıfatlarıyla bu
kainatı, böyle güzel yaratmıştır. Ama her ismin %1'i ile bu
kainatı yoğurmuştur. % 99'u ile de ahireti icad edecek, yo­
ğuracaktır.
Bu hakikate Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle
işaret etmektedir.

56. :\folk, 67/3-4


75

"Allah (c.c) rahmetini yüz parçaya ayırdı. Doksan do­


kuzunu kendi katında tuttu. Bir parçasını yere indirdi. Bu
bir parça rahmet sebebiyle mahlukat birbirine acır, o ka­
dar ki bir hayvan, yavrusuna değer korkusuyla ayağını
yukarı kaldırır." ( 57 )
Bir diğer rivayette: "Muhakkak Allah'ın rahmeti yüz­
se, sadece bir tanesini cinler, insanlar, hayvanlar ve bö­
cekler arasına indirdi. O bir rahmet yüzünden yavruları­
na şefkatle muamele ederler. Yüce Allah geri kalan % 99
rahmetini ahirete bıraktı. Onunla kıyamet gününde kul­
larına merhamet edecek." ( 58 )
Şimdi biz bu hadisi ölçü alarak şöyle diyebiliriz :
Allah, güzel isimlerinden her bir isminin, celal ve
cemal sıfatlarından her bir sıfatının % l'i ile kaina­
tı, mevcudatı, mahlukatı, masnuatı yaratmış, yoğur­
muş, süslemiş, ortaya koymuştur. Diğer % 99'u ile de
ahireti yaratacak, yoğuracak, süsleyecek, gözlerin
ve gönüllerin önüne serecektir ve sermiştir.
Yani Allah rahmetinin, hikmetinin, inayet ve adaleti­
nin, lütuf, kerem ve ihsanının, cemal ve kemalinin % 99'u
ile ahirete tecelli ve tezahür edecek, görünecektir.
Yüce Allah'ın % 1'lik rahmetinin, hikmetinin, lütuf ve
kereminin ve sair esmasının tecellisi İmam Gazali Hazret­
leri gibi dahilere: "Leyse fi'l-imkan ebdeu mimma
kan"
"İmkan dairesinde, olması muhtemel kainatlar içinde
mevcud kainattan daha güzeli yoktur." dedirtirse; böylesi­
ne, muhteşem ve mükemmel bir kainat görünüverirse
% 99'luk bir rahmetin tecelli ve tezahürü nasıl olur? Cela­
li, cemali, kemali, rahmeti sonsuz olan bir zat görünme­
den nasıl durur? Yanlış anlaşılmasın bu görünen kainat,

57. Menhelü'l-Varidin Şerhu riyazü's-Saiihin, Dr. Suphi Salih, s.306, Hadis


no:41 8
58. A.e., s.206
76 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

O değil, haşa! Onun isim ve sıfatlarının sadece bir cilvesi


ve bir tecellisidir. "Heme ost" dememeli, "Heme ezost"
demeli. Yani herşey O'dur, dememeli; herşey Ondan­
dır, demeli.
%1'lik rahmet, bakmaya doyamadığımız güzel­
likte, yıkmaya kıyamadığımız mükemmellikte bir
kainat ortaya koyarsa; %100'lük bir rahmetin AHİ­
RET olarak ortaya koyacağı eşsiz güzellikteki ka­
inatları akıl inkar, hayal de ihata edemiyor.
Sözün özü:
Dünya öldükten sonra ahiret olarak diriltilecektir.
Dünya harap edildikten sonra, o dünyayı yapan zat,
yine daha güzel bir surette onu tamir edecek, ahiretten bir
menzil yapacaktır.
Buna delil, başta:
1. Binlerce akli delilleri ihtiva eden Kur'an'ın bütün
ayetleri,
2. Bütün Semavi kitaplar,

3. Allah (c.c.)'ın güzel isimleri, celali ve cemali sıfatla­


rıdır.
Allah, peygamberlere gönderdiği semavi fermanlarıy­
la kıyameti ve haşrin icadını va'detmiş. Madem va'detmiş
elbette yapacaktır.
Dünya hayatının batmasından sonra hakikat
güneşi ahiret hayatı şeklinde ortaya çıkacaktır.
Baştan buraya kadar açıklamalarımız, Cenab-ı
Hakk'ın Hakim isminden meded dileyerek, Kur'an'ın fey­
zinden istifade ederek kalbi kabule, nefsi teslime, aklı da
iknaa hazırladı.
Fakat biz neyiz ki bu konuda söz söyleyelim. Asıl söz
şu dünyanın ve şu varlıkların sahibinin, şu kainatın yara-
77

tıcısınındır. Onu dinlemeliyiz. Mülkün sahibi konuşurken,


kimin haddine düşmüş ki fuzuli bir şekilde konuşsun?
İşte o hikmetli sanatkar, dünya mescidinde ve mekte­
binde asırlar arkasında oturan cemaat, cemiyet ve millet­
lerin bütün saflarına hitaben irad ettiği Ezeli Hutbesin­
den, kainatı zelzeleye veren şu ayetlere kulak verelim.
" l . Yer o yaman sarsıntısı ile sarsıldığı
2. Bağrındaki ağırlıklarını, (hazineleri, madenleri ya-
hut ölüleri dışarı) çıkardığı
3. Ve insan "ona ne oluyor?" dediği zaman.
4. İşte o gün yer, haberlerini söyler.
5. Çünkü Rabbin Ona vahyetmiştir. (Onun için başın­
dan geçenleri anlatır.)
6. O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halinde (İlahi Di­
vana) çıkarlar ki, yaptıkları işler kendilerine gösterilsin.
7. Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu gö-
rür.
8. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.
(İnsana ameli gösterilir, insan da yaptığını görür. )" ( 59)
Yine Kur'an'ın bütün mahlukatı neşelendiren, şevke
getiren şu ayeti dinleyelim (mealen):
"İnanıp ta yararlı işler yapanlara (haramları terk edip
farzları işleyenlere) altlarından ırmaklar akan cennetle­
rin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi
bir meyveden rızıklandırıldıkça: "Bu, daha önce de rızık­
landığımız şeydir, (dünyada iken de bu rızıktan yemiştik)"
derler.
(Cennetteki bu rızık), onlara, o dediklerine benzer ve­
rilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Ve onlar
orada-ebedi kalacaklardır." ( 60 )
59. Zilzal, 99/1-8
60. Bakara, 2/25
78 / ÖLÜl\I DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

6. GEÇMİŞTE OLANLAR GELECEKTE


OLACAKLARA DELİLDİR
Mazi geçmiş zaman demektir. Geçmiş zaman vukuat­
la yani olmuş, bitmiş, yaşanmış olaylarla doludur. İstik­
bal de gelecek zaman demektir. Gelecek zaman da imka­
nata yani yaşanması mümkün ve muhtemel olaylara ge­
bedir.
Yüce Allah'ın gelecek zamanda olabilecek bütün
imkanata gücü yeteceğine, bütün geçmiş zamanda­
ki yarattığı kudretinin mucizeleri olan vukuat şa­
hiddir. Kıyamet ve haşre çok benzeyen kışı ve baharı icad
eden bir Kadir-i Zül-Celal'den insan nasıl kaçabilir, topra­
ğa girip saklanabilir . . ? Madem bu dünyada insana layık
.

muhasebe görülüp, hüküm verilmiyor. Demek ceza ve mü­


kafat büyük mahkemeye ve büyük saadet diyarına bırakı­
lıyor. ( 6 1 )
Akıl diyor ve aklı olan anlıyor ki:
İnsanın bir tek şahsı başka varlıkların bir nevi
hükmündedir. Çünkü insanda fikir vardır. O nur
Onun arzularına öyle bir genişlik vermiştir ki o ar­
zular geçmiş ve geleceği kuşatır. Dünyayı dahi yut­
sa tok olmaz. Bununla beraber insanın mahiyeti
yüksek, kıymeti pahalı, bakışı umumi, kemali sınır­
sız, manevi lezzeti ve acısı bir bakıma devamlıdır.
Diğer varlıklarda fertlerin mahiyeti cüz'idir, kıymeti
şahsı itibariyledir, maddesi kadardır, bakışı ve kemali sı­
nırlıdır; lezzeti ve acısı an meselesidir. Lezzeti de çabuk
geçer, acıyı da çabuk unutur.
Vaziyetleri böyle olmasına rağmen, bunlarda görünen
ve tekrar eden kıyametler ve haşirler insanın başında bü­
yük kıyametin patlayacağını ve her insanın bizzat iade
edilip dirileceğini haber veriyorlar.
61. Sözler, 10 söz, 7. hakikat.
79

7. HİKMET, İNAYET, RAHMET ve ADALET


Şu sebatı olmayan fani dünyaya, şu devamı olmayan
meşherlerde (fuarlarda) ne kadar büyük bir hikmetin dü­
zenlemeleri, ne kadar açık bir yardımın işaretleri, ne ka­
dar geniş bir merhametin meyveleri görünüyor.
Bir yerde dirlik ve düzen varsa bir düzenleyiciden, bir
yerde güzellik varsa bir güzelden, bir yerde yardım varsa
bir cömertten, bir yerde rahmet varsa bir merhametliden,
bir yerde adalet varsa adil bir hakimden kaynaklandığını
herkes bilir.
Bunların hepsi, içinde yaşadığımız kainatta mevcut.
Nizam ve intizam mı dersiniz, dirlik ve güzellik mi dersi­
niz; yardım, rahmet ve adalet mi dersiniz? Bunların hep­
si var. Fakat bunların ötesinde Hakim, Rahman, Rahim,
Adil, Muin bir Allah var. O olmasaydı ve O Allah Hakim
olmasaydı kainatta düzen olmayacaktı. O olmasaydı ve O
Allah yardımsever olmasaydı kainatta yardım ve yardım­
laşma olmayacaktı. O olmasaydı ve O Allah, Rahman ol­
masaydı kainatta rahmet ve merhamet olmayacaktı. O ol­
masaydı ve O Adil olmasaydı kainatta hak ve adalet olma­
yacaktı.
Basiretsiz olmayan herkes yakinen anlar ki:
Onun hikmetinden daha mükemmel bir hikmet, Onun
yardımından daha güzel bir yardım, Onun merhametin­
den daha geniş bir merhamet, onun adaletinden daha ce­
lalli bir adalet yok ve olamaz .
Eğer onun memleketinde bu dünyanın ötesinde daimi
menziller, yüksek mekanlar, sabit makamlar, baki mes­
kenler, mukim ahali, mesud raiyyet bulunmayacak olsay­
dı şu kainatı dolduran HİKMET, İNAYET, MERHAı"\1ET
ve AOj\LETİ _inkar etmek gerekirdi. Hem bu gördüğümüz
hikmetli icraatın, kerimane fiillerin, merhametli iyilikle­
rin, sahibini -haşa haşa- sefih bir oyuncu, gaddar bir za-
80 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

lim olduğunu kabul etmek lazım gelirdi.


Ölüm, herşeyden bir anda mahrum kalmak de­
mek olsaydı, o zaman Allah sonsuz cömert iken bir
anda sonsuz cimri olurdu. Haşa, merhameti sonsuz
iken, azabı sonsuz olurdu. Adaleti sonsuz iken, zul­
mü, haksızlığı sonsuz olurdu. Haşa sümme haşa! İş­
te inkılab-ı hakaik (hakikatların zıdlarına dönüş­
mesi) budur. Bu da mümkün değildir. Yani cömert­
likte sonsuz olan, sonsuz cimri olamaz. Adalette
sonsuz olan, sonsuz zalim olamaz. Şefkat ve merha­
meti sonsuz olan, sonsuz gaddar olamaz.
Bu ise hakikatlerin zıdlarına inkılap etmesidir. Hal­
buki hakikatlerin tersyüz edilmesi de mümkün değildir.
Şu halde kainatı dolduran ve herşeyi kuşatan şu
hikmeti, inayeti (yardımı), merhamet ve adaleti in­
kar edemeyeceğimize göre; şu bekasız memleket ve
şu fani dünya bunları hiçe indirdiğine göre; bu işle­
rin sahibi de hiçlikten, neticesizlikten, zulümden
fenadan ve fanilikten münezzeh olduğuna göre: DE­
MEK, BU DİYARDAN BAŞKA BİR DİYAR VARDIR.
VE ORADA BÜYÜK BİR MAHKEME, YÜCE BİR
ADALET DİVANI, BÜYÜK BİR İKRAM YURDU BU­
LUNACAKTIR. Ta ki şu merhamet, hikmet, inayet
ve adalet tam tamına görünebilsin.

HİKMETLERİN EN B ÜYÜGÜ

Hikmetlerin en büyüğü, en önemlisi, neticelerin en lü­


zumlusu BEKA ve LİKA'dır. Yani ebedilik sırrına ermek,
Ezel ve Ebed padişahına kavuşmaktır.
Hikmeti hikmet, nimeti nimet; rahmeti rahmet
eden de BEKA ve LİKA'dır.
Bütün hikmetlerin, nimetlerin, rahmetlerin, menbaı
ve gayesi olan BEKA ve LİKA'yı ve ebedi saadeti Hakim-i
81

Mutlak olan Allah vermezse, bütün işlerini mutlaka başı­


boşluğa, hiçliğe terk ve teslim etmiş olur.
Mutlak hikmet sahibi olan Allah böyle bir abesiyetten
münezzehtir. O mutlak hayrın sahibidir. Mutlak hayır­
dan hayır gelir. O mutlak güzeldir. Cemil-i Mutlak­
tan güzellik gelir. Ölüm zahiren çirkin görünse de o
aslında güzeldir. Çünkü onu yaratan, mutlak güzel
olan Allah'dır. Çünkü ölüm, ebedi güzelliklerin baş­
langıcıdır. Çünkü o, fıtratın, doğduğu günden bu ta­
rafa aradığını bulduğu andır. Ayrılığın ve hasretin
bittiği, dostun dosta kavuştuğu demdir.
Zannedilmesin ki: Allah'ın haşri gerektiren isimleri
yalnız HAKİM, KERİM, RAHİM, ADİL, HAFİZ isimlerin­
den ibarettir.
Hayır, Yüce Allah'ın Kainatın işleyişinde tecelli
eden ve idaresinde iş gören bütün isimleri, ahiretin
olmasını gerektirir.

HİÇ MÜMKÜN MÜDÜR Kİ . ? . .

Hiç mümkün müdür ki O herşeyi hikmetle yapan Ha­


kim zat, yaratıklar içinde sadece şu insanı kendine külli
bir muhatap ve bütün esmasına bir ayna yapıp, rahmet
hazinelerinin hepsini ona tattırsın, tarttırsın, tanıttırsın,
kendini bütün esmasıyla ona bildirsin, onu sevsin ve sev­
dirsin . . . sonra o biçare insanı o ebedi memleketine gön­
dermesin? O daimi saadetgaha davet edip mesud etmesin?
Hiç mümkün mü?
Hem hiç akıl kabul eder mi ki çekirdek kadar
her bir varlığa bir ağaç kadar vazife yüklesin, çi­
çekleri kadar hikmetleri bindirsin, meyveleri kadar
faydalar taksın da; onlara, dünyaya dönük yalnız
bir ç-ekirdek kadar gaye versin. Bir hardal tanesi
kadar önemi olmayan dünya hayatını gaye yapsın.
82 / Öürı\l DİRİLİŞ VE REEJ\iKARNASYO:--J

Bu şeyleri böylesine hakikate zıt yapmakla, kendisini


kendinin hakiki vasıfları olan HAKİM, KERİM, ADİL ve
RAHİM'in zıtlarıyla -haşa sümme haşa- vasıflanmış gös­
tersin; hikmet ve keremine, adl ve rahmetine işaret eden
kainatın bütün hakikatlarını tekzip etsin, yalanlasın? Hiç
mümkün mü? Ve hiç akıl kabul eder mi?
Hiç akıl kabul eder mi ki: İnsanın başına ve için­
deki duygularına saçları sayısınca görevler yükle­
sin de yalnız bir saç kadar ona dünya ücreti versin?
Demek dünya hayatı ahiretin yanında başımızdaki
saçlardan bir saç kadar bir şey.
Ahiretin yanında dünya hayatının ne olduğunu Efen­
dimizin (s.a.v.) beliğ ifadelerinden daha net öğreniyoruz;
buyurmuşlar ki:
Sizden biriniz parmağını denize soksun ve geri
çeksin, parmağına denizden ne bulaşmışsa ona bak­
sın. İşte ahiret hayatının yanında dünya hayatınız,
denizden parmağınızda kalan suyun miktarı kadar­
dırJ62 l
Bize yetmiş sene sonra kıyametin kopacağı ha­
ber verilse, bütün sefahat ve zevkleri bırakıp Al­
lah'ın (c.c) rızasını tahsile çalışır ve ancak ölmeye­
cek kadar dünya ile uğraşırdık. Halbuki yetmiş se­
neye kalmadan bizim kıyametimiz kopacak ve ken­
di hususi dünyamız başımıza yıkılacaktır. Öyle ise
neden uhrevi amellerde Iakaydlık gösteriyoruz.( 63 )

.
EGER AHİRET OLMASAYDI NE OLURDU?
Eğer ahiret gelmeyecek olsaydı, inayet adavete, in'am
istihzaya, rahmet azaba, lütuf da kahra ve ihanete dönü­
şürdü. Şöyle ki :
6 2. i.\1. Al i , Es-Sabuni. Muhtasar Tefsirü İbn-i Kesir, c . 2 , s.280
63. Mehmet Kırkıncı, ;\'ükteler, s.26
83

Kainatta göz ile gördüğümüz sınırsız in'amlar,


ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler, rahmetler
sönmemiş akıllara, ölmemiş kalplere gösteriyor ki
gayb perdesinin arkasında Rahman ve Rahim bir
zat var.
Eğer şefkat ve merhameti sonsuz bir Zat olmasaydı,
muhtaç olduğumuz nimetleri bize kim gönderecekti? Kim
bize acıyacak, kim bize yardım yapacaktı?
Bunlara kimin gücü yeterdi? Bize gözün, gözümüze
görmenin; bize kulağın, kulağımıza işitmenin, bize mide­
nin, mideye türlü türlü erzağın; bize akciğerin, akciğere
havanın Hizım olacağını, kim bilebilir ve bunları yapmaya
kimin gücü yeterdi?
İşte sahip olduğumuz bu maddi ve manevi nimetler
Allah'ın bize in'amı, ikramı, ihsanı, lütfu, rahmeti ve yar­
dımıdır.
"Elbette in'amı istihzadan, ihsanı aldatmaktan, ina­
yeti adavetten, rahmeti azaptan, lütuf ve keremi ihanet­
ten kurtaran, nimeti nimet eden, iyiliği iyilik yapan alem­
i bakidir, ahirettir ve ahiretteki ebedi hayattır." ( 64 )
Bir zat sizi maaşa bağlasa, ev, araba verse, türlü tür­
lü nimetlere kavuştursa, bir müddet sonra da verdiklerini
elinizden alarak, sizi idam sehbasına gönderse , sizin o za­
ta karşı düşmanlığınız artmaz mı? İn'amı istihza, yani
acıyıp da, muhtaç olduğunuz şeyleri vermesi, sonra da si­
zi öldürmekle verdiklerini geri alması size azap olmaz mı?
Sizinle alay olmaz mı?
İşte "inayetten adavet" yani yardımdan düşmanlık,
in'amdan istihza, rahmetten azap, lütuf ve keremden iha­
net böyle çıkıyor.
Ve işte Allah (c.c.) türlü nimetlere gark ettiği, iyilik ve
-
ikraml �a boğduğu kullarını, idam sehbası zannedilen
64 . Bediüzzaman, sözler, 10. söz, 1. zeyl
84 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

kabre göndermekle onların düşmanlığını üzerine çekme­


mek için kabrin idam sehbası olmadığını, ahiret alemine
açılan bir kapı olduğunu, oradan beka alemine, ebediyyet
ülkesine geçileceğinin haberini müjde vermiştir.
Eğer ahiret olmasaydı Allah'ın kullarına göster­
diği rahmeti ve şefkati azap, lütuf ve keremi ihanet
olurdu. Kulları: "Madem bizi yokluk azabına maruz bıra­
kacaktın, niçin bize acıdın da bunca nimeti verdin? Ma­
dem bizi sonunda yok edecektin, niçin bize lütuf ve kere­
minle muamele ettin? . . . " derlerdi.
Allah Adil-i Mutlak . . . Kullarını yokluğa mahkum et­
seydi, onlara zulmetmiş, onlarla alay etmiş olurdu.
Allah Hakim-i Mutlak . . . Hikmetle yarattığı her şeyi
yokluğa atsaydı, abesle iştigal etmiş olurdu. Zulüm ve
abesle iştigal de Adil-i Mutlak, Hak1m-i Mutlak olan Yü­
ce Allah'a yakışmaz, öyleyse ölüm yokluk olamaz.
Eğer ölümün ötesinde ahiret olmasaydı, ölüm
tam bir zulüm olurdu, hiçlik olurdu. Herşey yalan
olurdu, serap olurdu, türap olurdu. Kainat ve için­
dekiler olmazdı.
Kainatı böyle bir neticeye götürmekten, istihza­
dan, abesle iştigalden Allah münezzehtir.
İşte, Allah'ı kullarıyla alay etmekten, kulları da
Allah'a düşman olmaktan kurtaran, nimeti nimet
eden, iyiliği iyilik yapan ahirettir.

CEHENNEM NEYİN NESİ?


SORU:
Öyleyse Cehennem neyin nesi? İnsanların oraya
atılması bir zulüm değil mi?
85

CEVAP:
Hayır, Cehennem adaletin ta kendisidir. Eğer Allah
yarattıklarını yokluğa mahkum etseydi, zulüm olabilirdi.
Allah, Cehennem'den de çok büyük azap olan yokluğa at­
mıyor, Cehenneme atıyor.
Cehennem Allah'ın kahrının ve Celal'inin tecellisidir.
Ki Onun kahrı da bir lütuftur.

Cehennem Allah'ın gazabından önce, kulun günahla­


rının neticesidir. Allah zalim değildir. Ebu Cehil'i Cehen­
neme atması, Ebu Bekir'in hakkını korumak içindir.
Nefsine hakim olamayan günahkarları ve saltanatına
baş kaldıran asileri cehenneme atması; nefsine hakim
olan günahsızların ve saltanatına itaat eden kulların hak­
kını korumak içindir. Bu da adaletin ta kendisidir.

8. HAŞRE MANİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR


Günümüze kadar gelmiş eserlerin çoğu ölüm ve ötesi­
ni hep nakille anlatmağa çalışmışlar. İsbat yoluna ya git­
memişler, ya da gidememişlerdir.
Halbuki asrımız isbat asrı. "Gözümün görmediğine
inanmam" safsatasının hakim olduğu bir asır.
Bu asrın maneviyatta kör olan gözüne ahireti göster­
mek lazım. Ve demek lazım ki:
- Efendiler! Cisminizdeki ruhunuzu, başınızda­
ki aklınızı, dişinizdeki ağrınızı gözünüz görmüyor
diye inkar edebilir misiniz?
Çekirdeğin içindeki ağacın programını, reyhanın ko­
kusunu, karpuzun tadını, vitaminini, gözünüz görmüyor
diye inkar etmeniz mi gerekir?
Kablonun- içindeki cereyanı, teneffüs ettiğimiz havayı
gözünüz görmüyor diye inkar etmeniz mi lazım?
86 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Her şeyi gözünüzle görmeye kalkarsanız, gü­


lünç olursunuz.
Çorbanın tuzuna dilinizle değil de gözünüzle
bakmaya kalksanız gözünüz kör olur.
Şu halde çorbanın tuzuna dil ile, kokulara bu­
run ile bakıldığı gibi gayp alemine yani iman esas­
larına akılla bakılır. Allah, melek, cennet, cehen­
nem akılla görünür.

ALLAH'IN VARLIGI

Müessir olmazsa eser olmaz, sanatkar olmazsa sanat


eseri meydana gelmez. Fail olmazsa fiil olmaz. Ateş olma­
yan yerden duman çıkmaz. Kainat harika sanat eserleriy­
le dolu. Bunların sanatkarı biz olmadığımıza göre, tabiat
hiç olamaz.
İşte size, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, is­
tediğini yapan Allah'ın varlığının isbatı.
Allah /varsa, elbette kendisine itaat edenlere
cenneti, isyan edenlere de Cehennemi olacaktır. Bu
iki memeleketin bulunduğu yerin adı da ahirettir.

ALLAH'IN BİRLİGİ

Allah iki olamaz, Allah bir olur. Çünkü kudreti, ilmi,


iradesi sonsuz iki Allah'ın olması halinde hiçbir şey olmaz.
Çünkü biri sonsuz kudretiyle her şeyin var olmasını ister­
ken, öbürü de yok olmasını isteyebilir. İki sonsuz kudretin
çarpıştığı yerde nizam, intizam, hikmet, rahmet kalır mı?
Şu an kainatta müthiş bir düzen, mükemmel bir ni­
zam, fevkalade bir rahmet olduğuna göre, demek kainatın
sahibi, hakimi, yaratıcısı bir. Bir köyde iki muhtar, bir vi­
layette iki vali, bir memlekette iki padişah olmuyor. Oldu-
87

ğu yerde düzen kalmıyor. Öyleyse şu muhteşem kainatta,


haşa iki Allah nasıl olabilir?
İşte size Allah'ın birliğinin isbatı. Sair iman esaslan-·
m da bu yolla isbata hazırız. Konumuz haşir olduğu için
sadece bu konu üzerinde duruyoruz.
Bunları bize akıl söylüyor. Allah'ın varlığım ve birliği­
ni akıl görüyor ve gösteriyor. İşte ahireti de gören, göste­
ren yine akıldır.

EVRENİN DÜZENİ AHİRETİ GÖSTERİYOR


Akıl bize demektedir ve aklı olan anlamaktadır ki:
Şu kainatın tamamında mükemmel bir nizam ve
maksatlı bir intizam vardır. Her tarafta ve her şeyde bir
irade sızıntısı, bir kast pırıltısı, bir hikmet şu'lesi görünü­
yor.
İşte eğer ebedi saadet olmazsa, kainatta görü­
nen şu fevkalade nizam, fevkalade irade, fevkalade
hikmet yalancı, esassız bir nizam, esassız bir irade,
esassız bir hikmet olur. Nizam ve intizamın ruhu
olan maneviyat hiç olup gider. Demek, nizamı ni­
zam, hikmeti hikmet eden ebedi saadettir. Öyle ise
alemin (evrenin) nizamı, ahiretin ve ebedi saadetin
varlığına işaret ediyor.

AHİRET HER ŞEYİ BAŞIBOŞ KALMAKTAN


VE İSRAF OLMAKTAN KURTARIR
Akıl bize demekte ve aklı olan anlamaktadır ki:
Kainattaki varlıkların yaratılmasında lüzumsuzlu­
ğun ve israfın olmaması ebedi saadete işaret ediyor.
M_�sela: Y_üce Allah herşeyin yaratılışında en kısa yo­
lu, en yakın yönü, en hafif şekli, en güzel keyfiyeti seçmiş­
tir.
88 I ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bazen bir şeye bir çok görev verir. Bir ince şeye binbir
meyve ve gayeler takar.
Madem israf ve lüzumsuzluk yok. Elbette ebedi sa­
adet olacaktır. Çünkü dönmemek üzere yokluğa gi­
diş, her şeyi abes eder, lüzumsuz kılar, herşeyi israf
yapar.
Biyoloji ilmi isbat etmiştir ki: İnsanın maddi yapısın­
da, organlarında, işe yaramaz ve lüzumsuz hiçbir şey yok­
tur. Hatta bir organın bir çok vazifeleri vardır.
İşte insanın maddi yapısında israfın olmaması göste­
riyor ki: Onun sınırsız manevi kabiliyetleri, sonsuz arzu,
düşünce ve meyilleri de israf edilmeyecektir.
Mesela, insanda bir meyl-i tekemmül (ilerleme,
olgunlaşma arzusu) var. Bir kemalin varlığını göste­
rir. Ve insanda bir meyl-i saadet (mutluluğa kavuş­
ma arzusu) var. Bu da ebedi bir saadetin varlığını
kesinlikle ilan eder.
Eğer ebedi saadet yurdu olmasaydı insanın hakiki
mahiyetini oluşturan o esaslı maneviyatı ve o yüksek ar­
zuları, hikmetli varlıklara aykırı olarak israf ve abes olur,
kurur giderdi.

AYNEN DİRİLİŞ - MİSLEN DİRİLİŞ

Akıl bize demekte ve aklı olan anlamaktadır ki:


Şu alemin şanlı mutasarrıfı her asır, her yıl, her ay ve
her günde, bu dar ve fani dünyada büyük kıyametin ve ha­
şir meydanının benzerlerini icad ediyor.
Mesela: Bahar . . . Sanki bir haşir meydanı . . . Beş-altı
gün içinde küçük-büyük canlıları ve bir milyon çeşit bitki­
leri haşredip neşrediyor. Ağaçların otlarını ve köklerini ve
kış uykusuna dalmış hayvanların bir kısmını aynen diril­
tiyor. Yapraklar, çiçekler ve meyveler gibi bir kısım şeyle-
89

ri de "ayniyyet derecesinde bir misliyyet suretinde" yani


aynen değil, aynına yakın bir benzerlikte icad ediyor.
Bir baharda bir ağaç aynen diriliyor; ama ağa­
cın başındaki yapraklar, çiçekler, meyveler aynen
dirilmiyorlar. Mislen yani bir önceki baharda olan
ve ölen yaprak, çiçek ve meyvelerin benzerleri ola­
rak yaratılıyor ve diriltiliyorlar.
Bir ağaçtan Cenab-ı Hak defalarca mahsul alı­
yor. Dünya ağacından defalarca insan denilen mey­
veleri derlediği gibi.
Her bir çiçek, her bir meyve insan gibi bir defa dünya­
ya geliyor. Resmini çektiriyor. Esmaya mazhar olmak, es­
manın cilvelerini göstermek gibi vazifesini yapıyor, ahire­
te gidiyor. Onun yerine gelenler, gidenin aynı değil, benze­
ridirler.
Dünyaya gelen insan da ilk ve son olarak geli­
yor. Her bir insanın ne geçmişte, ne de gelecekte ay­
nısı yoktur. İnsan sadece ahirette aynen, ruhen, is­
men, cismen diriltilecektir.
Bir katip düşünün ... Ki o katip harfleri bozul­
muş veya mahvolmuş yüzbinler kitabı (bir milyon
çeşit bitkiyi) tek bir sahifede yeryüzünde karıştır­
madan, yanlışsız, noksansız hepsini beraber, bir an­
da çok güzel bir şekilde yazıyor.
Böyle bir kudrete sahip bir katibin yazdığı ki­
taplardan biri suya düşse ve mahvolsa, bu katip ha­
fızasında bulunan bu kitabı yeniden yazamaz deni­
lebilir mi?
Bir sultan düşünün ki; bir işaretle dağları kaldı­
rıyor, memleketleri değiştiriyor. Denizi karaya, ka­
rayı -denize_çeyiriyor...
Böyle bir kudrete sahip bir sultan, ziyafetine
90 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

davet ettiği misafirlerin yolunu kesen büyük bir ta­


şı yoldan kaldıramaz veya dağıtamaz, misafirlerin
önünü açamaz denilebilir mi?
Bir zat düşünün ki. O zat hiç yoktan bir ordu
..

meydana getiriyor, talim ve terbiye ediyor. Sonra


bir düdük sesiyle istirahat veriyor.
Bu kudrete sahip olan bir Zat, istirahat için da­
ğılmış olan bu orduyu bir boru sesiyle tekrar topla­
yamaz, tabur nizamı altına sokamaz denilebilir mi?
İşte akıl bu üç misalle diyor ve aklı olan anlıyor ki:
"HAŞRE MANİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR"
Ezeli Nakkaş olan Rabbimiz, gözümüzün önünde kı­
şın beyaz sahifesini çevirip bahar ve yaz yeşil yaprağını
açıp, kainat kitabının yeryüzü sahifesinde bir milyondan
fazla çeşitli bitkiyi kudret ve kader kalemiyle yazıyor. Bu
çeşitler birbiri içinde iken birbirine karışmazlar.
Beraber yazılıyor, yani yapılıyorlarken birbirine engel
olmazlar. Şekilleri ve her şeyleri birbirinden ayrı iken on­
ları yazan yani yaratan Katip-i Akdes hiç şaşırmaz, yan­
lış yazmaz.
En büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en
küçük bir çekirdekte muhafaza eden Hakim ve Hafız Rab­
bimiz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, de­
nilir mi? Yer küresini bir sapan taşı gibi çeviren kudreti
sonsuz Rabbimiz; ahirete giden misafirlerinin yolunda na­
sıl bu küreyi kaldıracak veya dağıtacak denilir mi?
Hem hiçten, yeniden canlılar ordusunun zerrelerini,
cesed denilen taburlarında "OL" emri ile ve tam bir inti­
zamla kaydedip birbiriyle tanıştıran kudret, ölümle bir
nevi istirahata çekilen, yerini, yurdunu ve taburunu tanı­
yan zerreleri bir sayha ile yani İsrafil (a.s.)'ın borusunun
sesiyle nasıl toplayabilir denilir mi?
91

"Onun işi, bir şey yaratmak istediği vakit sadece "ol ! "
demektir. Ve o şey derhal var olur." ( 65 )
Dünyanın her devrinde, her asrında haşre benzeyen
nice baharlar gelip geçmiştir; hatta gece-gündüzün değiş­
mesinde, bulutların yaratılmasında ve yok edilmesinde
haşre benzeyen nice olaylar cereyan ettiğini gözümüzle
görüyoruz.
Hayalen dünyanın ilk yaratıldığı günlere gitsen, asır­
lar, günler sayısınca nice haşir ve kıyamet yaşandığını gö­
receksin.
Haşir ve kıyametin bunca örneklerini gördüğün hal­
de, ruhun cesedle beraber dirilmesini akıldan uzak görür,
ahireti inkar edersen ne kadar büyük bir divane olduğunu
sen de anlarsın?
Bak Allah'ın ferman-ı Azam'ı konumuzla ilgili olarak
ne diyor:
"Allah'ın rahmetinin eserlerine bak ki, nasıl yeri ölü­
münden sonra diriltiyor. Şüphe yok ki, o ölüleri de böyle
diriltecektir. O her şeye kadirdir." ( 66)
Sözün özü: Haşre, öldükten sonra dirilişe engel hiçbir
şey yoktur. Olmasını gerektiren ise her şeydir. Acaip bir
mahşer meydanı olan şu yeryüzünü basit bir hay­
van gibi öldüren ve dirilten, insan ve hayvana hoş
bir beşik yapan, güneşi onlara şu fani misafirhane­
de ışık verici ve ısındırıcı lamba kılan, gezegenleri
meleklerine uçak yapan bir Zat-ı Zülcelalin böylesi­
ne muhteşem terbiyesi ve her şeyi kuşatan muaz­
zam hakimiyeti, elbette böyle geçici, devamsız, ka­
rarsız, önemsiz, değişken, noksan bir dünya için de­
ğildir herhalde.
��mek o ::ıuhteşem terbiyeye ve O muazzam hakimi-
65. Yasin, 36/82.
66. Rum, 30/50
92 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

yete layık diğer bir muhteşem dünya, ebedi bir diyar, baş­
ka baki bir memleket vardır.
O memleketin sahibi bizi oraya davet ediyor.
Bizi oraya nakledeceğine ve huzuruna alacağına bü­
tün nurani ruhların sahipleri, münevver gönüllü kutup­
lar, nurlu akıllılar, şehadet ediyorlar. Adil-i Mutlak olan
Rabbimizin bir mükafat ve ceza hazırladığını ittifakla ha­
ber veriyorlar.
Bunların her biri mevki itibariyle insan neslinin bir
yıldızı, bir taifenin gözü, bir milletin azizidirler. Bu konu­
da onlar hem isbat ehli, hem de ihtisas ehlidirler. Sahanın
uzmanları dırlar.

9. AHİRET HAKKINDA UZM.t\NLAR "


KONUŞUYOR

Bir konunun uzmanı ne diyorsa, bir tane dahi olsa


dinlenir. Ona itiraz edilmez.
Ahiret konusunda da uzmanlar, peygamberlerdir . . .
Bunlar bir tane değil, iki tane değil, bir rivayete göre 124
bin, bir rivayete görı:; de 224 bin tanedirler.
Bu mübarek kafileden sonra bu sahanın ikinci uzma­
nı da evliyalardır. Bunlar da bir tane değil, iki tane değil,
bin tane değil; tam yüzlerce milyon tanedirler. Bunların
hepsi ittifakla şunu söylüyorlar:
"Ey insanlar! Hazırlanınız; bu fani diyardan
başka, daimi· bir memlekete gideceksiniz. Orası öy­
le bir memleket ki bu memleket ona göre bir zindan
gibidir. Eğer ezel ve ebed padişahının fermanı olan
Kur'an-ı Hakimi güzelce dinleyip ona itaat etseniz,
padişahınızın saltanat karargahına gidip merhame­
tine, iyilik ve ikramlarına mazhar olacaksınız. Yok-
93
sa isyan edip dinlemezseniz, müthiş zindanlara atı­
lacaksınız."
Rastgele bir adam gelip bir haber getirse, biraz sonra
düşman baskınına uğrayacaksınız, dese, inanmasak; ikin­
ci bir adam gelse, aynı haberi getirse, ona da inanmasak;
3. adam, 4. adam gelse aynı haberleri getirseler ve biz hiç­
birine inanmasak; bu davranışımız akıllılığın mı işareti­
dir, yoksa akılsızlığın veya aklı azlığın mı?
Akıllılığın gereği odur ki her ne kadar gelen adamları
tam tanımıyorsak da doğru söylediklerine ihtimal verip
tedbir almaktır. Zaten düşman gelmezse, baskına uğra­
mazsak, zararımız yok, ama eğer bir de düşman baskını­
na uğrar da tedbirsiz yakalanırsak halimizin ne denli va­
him olacağını kestirmek hiç te zor olmayacaktır.
Efendiler! Kabrin öbür tarafında kurulan Cehennem
tuzağını bir adam haber vermiyor. 224 bin peygamber ve
224 milyon evliya haber veriyor. Üstelik bunlar sıradan
insanlar değiller. İnsanlık aleminin en meşhurları, gözbe­
bekleri, insanoğlunun yıldızları ve mürşidleridirler.
Sıradan bir adamın sıradan bir haberine ihtimal verip
tedbir almak akıllılık olur da; insanlık aleminin yıldızlan
olan peygamber ve velilerin: "Aman dikkat edin, kab­
rin öbür tarafında Cennet gibi bir gülistan, bir nu­
ristan, bir dost; Cehennem gibi de bir naristan, bir
düşman sizi bekliyor!" "Dünya bir tarladır, mahşer
bir harmandır, Cennet ve Cehennem ise birer am­
bardır" gibi sözlerinin doğruluğuna ihtimal verip
hazırlanmak aklın ve imanın gereği olmaz mı?
Hz. Ali'nin (r.a.) ahirete inanmayan birine verdiği ce­
vap ne kadar .susturucu ve ikna edicidir?
@lir.eti �ı:kar edenle şöyle bir diyaloğa girer:
- Ben ahiretin varlığına inandığım için namaz kılıyo-
94 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

rum, oruç tutuyorum, zekat veriyorum, orada hesap vere­


ceğimden korktuğum için haksızlık yapmıyorum, cana
kıyınıyorum, rüşvet almıyorum, yalan söylemiyorum, faiz
ve haram yemiyorum, her türlü kötülük ve ahlaksızlıktan
uzak duruyorum. Benim bu yaşama biçimim, dünyamız
için de faydalı mı, değil mi?
- Faydalı.
- Şimdi gelelim sana. Sen ahirete inanmadığın için
namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, zekat vermiyor­
sun, hesap vereceğinden de korkmadığın için haksızlık ya­
pıyorsun, cana kıyıyorsun, rüşvet alıyorsun, yalan söylü­
yorsun, faiz ve haram yiyorsun, her türlü ahlaksızlığı mü­
bah görüyor ve işliyorsun. Senin bu yaşama biçimin de
dünyamız için zarar mı, değil mi?
- Zarar.
- Şimdi gelelim neticeye. İkimiz de bu yaşama biçimi-
mizle öldük, kabre konulduk. Gittik baktık ki ahiret yok.
Ben ne zarar ederim?
Ama gittik, baktık ki gerçekten ahiret var . . . Ey ahire­
ti inkar eden adam, senin halin ne olacak? Yanlış davra­
nışlarınla ve imansız yaşamanla, hem dünyamıza zarar
verdin, hem de ahiretini yıktın! ..

10. KAYIT VE MUHAFAZA,


MUHASEBE İÇİNDİR

Öyle bir alemde yaşıyoruz ki her yerde, her köşede fo­


toğraf makinaları kurulmuş, çekim yapıyorlar. Her hafıza
bir fotoğraf makinasıdır. Bak her yerde katipler oturmuş­
lar, bir şeyler yazıyorlar. Her şeyi kaydediyorlar. En önem­
siz bir hizmeti, en adi bir olayı zabtediyorlar: İşte her
insanı takip eden Kiramen Katibin melekleri, hele Ezel ve
Ebed padişahına ait "Levh-i Mahfuz" denilen büyük bir fo­
toğraf makinası var ki, onun kaydetmediği hiçbir şey yok.
95

Çünkü o padişah-ı Zülcelal emretmiş ki mülkünde olup-bi­


ten her şey kameralara alınsın.
İşte şu dikkatli muhafaza bir muhasebe içindir.
Küçük küçük nüfus cüzdanları, büyük nüfus kütüğü­
nün; küçük senedler, büyük bir defterin; küçük küçük su
damlaları, büyük su menbaının var olduğunu haber verdi­
ği gibi, her insanın kafasındaki "hafıza kuvveti" ağaçların
meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumları da elbette
en büyük hafızanın, en büyük defterin yani "LEVH-İ
MAHFUZ"un var olduğunu isbat eder. Hatta keskin akıl­
lara gösterir.
En küçük yaratıklarının en adi işlerini ve sözlerini ih­
mal etmeyip kaydettiren Hakim-i Hafiz olan Allah, hiç
mümkün müdür ki en büyük kullarının, en büyük amelle­
rini, sözlerini muhafaza etmesin, muhasebe etmesin, mü­
kafat ve ceza vermesin. "Ağızdan çıkan hiçbir söz yok­
tur ki onu gözetleyen ve kaydeden bir melek bulun­
masın"( 6 7l "Bu kitaba da ne oluyor! Ne küçük bırak­
mış, ne büyük, her şeyi yazıp dökmüş" ( 6 8) gibi ayet­
lerden de anlıyoruz ki bir hesap günü için her şey muha­
faza edilip kayıt altına alınıyor.
Hiç mümkün müdür ki: Gökte, yerde, karada, deniz­
de, yaş-kuru, küçük-büyük, adi-ali her şeyi tam bir inti­
zam ve mizan içinde muhafaza edip bir çeşit muhasebe
içinde neticelerini eleyen hafiziyyet, (koruma kanunu) in­
sanlık gibi büyük bir yaratılışta, hilafet-i kübra gibi bü­
yük vazifesi olan insanoğlunun umumi terbiyeye temas
eden amellerini ve fiillerini muhafaza etmesin? Adalet te­
razisinde tartmasın, amellerine layık ceza ve mükafat
vermesin?, Hayır, asla! . . . ( 6 9 )

6 7. Kai,'50/18 - ·

68. Kehf, 18/49


69. Sözler, 10. söz, 7. hakikat
96 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

AMELLER NİÇİN KAYDEDİLİYOR?


Ameller niçin kaydediliyor?
Herkes işlediğini zerre zerre ahirette görecektir.
Kur'an "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa
onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa
onu görür."( 7 0 ) demektedir.
Ve o gün bazılarının bu tasa ve sevinç tablosunu
Kur'an bize şöyle anlatır: "Kitabı sağından verilen, "Alın,
kitabımı okuyun" der. "B.en hesabımla karşılaşacağımı
sezmiştim (bilmiştim) zaten. Artık o memnun edici bir ha­
yat içindedir. Yüksek bir bahçede. Ki devşirmesi kolay
(meyvalara yakın). Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden
ötürü afiyetle yiyin, için! Kitabı sol tarafından verilen ise
der ki; "Keşke bana kitabım verilmeseydi." Şu hesabımı
hiç bilmiş olmasaydım! Keşke (ölüm) işimi bitirmiş olsay­
dı! Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm, saltanatım yok
olup gitti." ( 7 1 )
Kimbilir bu zavallı, orada kaç defa 'keşke anam beni
doğurmasaydı!" diyecek ve yaptıklarına bin pişman ola­
caktır. Fakat oradaki pişmanlığın, feryad ve figanın, hat­
ta yanıp yakılmanın insana zerre kadar faydası yoktur. Zi­
ra ahiret burada iken kazanılması gereken bir yerdir.
Amel defteri kapandıktan sonra yapılacakların faydalı ol­
ması sözkonusu değildir.
Halbuki defterini sağdan alanların sevinç ve süruru
sonsuzdur. Onların yüzleri beşaşet ve gülücüklerin cüm­
büş yeri gibidir. Bir tarafta abus çehreler, diğer tarafta gü­
lücüklerinden güller açılan yüzler ve ortada uçuşup duran
defterler . . . kimisi elindeki defteriyle iki büklüm, utanç
içinde, kaçacak yer aramakta . . . kimisi de yollara dökül­
müş önüne gelene defterini okutmakta . . . ve bu son man-

7 0 . Zilzal, 99/7-8.
71. Hakka, 69/19-29
97

zara lahut aleminin sakinleri tarafından memnunlukla


seyredilmekte . . . melekleşmiş insanın sevincini seyretme,
onları da sevindirmekte . . . Kur'an bu tabloyu anlatırken
de şöyle demekte:
"Hayır, ebrar (iyiler)'in kitabı "İlliyyun" (yüceler)de­
dir. Biliyor musun "İlliyyun" nedir? Yazılmış bir kitaptır.
Onu ancak "mukarreb" (Allah'a yakın) olanlar görür­
ler."( 72 )
Facirlerin kitapları "Siccin" de olmasına mukabil, eb­
rarın kitabı "illiyyun" dadır. Ama illiyyun nedir? O nasıl
bilinecektir? Orası öyle yüce bir yerdir ki, Yüceler Yücesi
bildirmedikçe "İlliyyun"u bilmek mümkün değildir.
"Kitab-ı merkum" dur illiyyun. Temiz duygularla ya­
şamış ulvi bir hayatın sinema şeridinı: takılıp ulvi ve yü­
ce bir kısım nazarlara arzedildiği bir güzellikler armonisi­
dir. Allah'a yakın olan "mukarreb"ler müşahede edebilir­
ler ancak bu ş aplı kitapta olanları. Senin tesbihlerini, tek­
birlerini, şükürlerini, hamdlerini, kulluğunu, iç derinliği­
ni, başını secdeye koyup inleyişlerini Cenab-ı Hakk oraya
aksettirecek ve mukarreb melekler bir film seyrediyor gi­
bi seni seyredecekler. İşte bunun içindir tesbitleri ve işle­
nenleri kaydetmeleri.
Yaptığımız herşey, yüceler yücesi alemde bir kısım yü­
ce nazarlara arzediliyor. Öyle ise: Adım atarken dikkat ge­
rek! El uzatırken ihtimam ister! Bakışınıza hedef seçer­
ken titizlik lazımdır! Kulağınıza girecek sese, soluğa ne
kadar dikkat edilse değer! Dudaklarınızdan dökülecek her
söze, bir çekirdek atıyor gibi sonsuza fırlattığınız her keli­
meye ne ölçüde hassasiyet gösterilse azdır! Konuştuğunuz
şeylerin nereye gittiğini hesap edip öyle konuşmak lazım­
,dır! Amellerinizin nerelerde ve kimler tarafından seyredi-
leceğiui düşü_�ün ve yaptıklarınızı, yapacaklarınızı ona

72. Mutaffifın, 83/21


98 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

göre yapmalısınız! Seviyenize göre, kalbi meyillerinizden,


hayallerinize ait gafletlerden dahi hesaba çekilebileceği­
niz endişesini sinenizde daima bir kor gibi taşımalı ve la­
tifelerinize ona göre çeki düzen vermelisiniz!
Gizli-açık herşeyi Cenab-ı Hakk bilmektedir. Fakat
mizanda bize lehte veya aleyhte şehadet etsin diye amel­
lerimizi, mükerrem meleklerine kaydettirmektedir. Bera­
atımıza veya mahkumiyetimize amellerimizin yazıldığı bu
defterlerin şehadetleriyle hüküm verilecektir.
Mü'min müjdeye garkolacaktır defteriyle . . . Herkes
görecektir kelime-i tevhid nasıl ağır basarmış mizanda
böylece . . . Kafirin bütün bir ömür boyu söyleyemediği, mü­
nafığın bir türlü içine sindiremediği kelime-i tevhidin ağır
basışını is bat içindir yazılan bu defterler bir de . ( 73 ). .

:>

İLİM VE KUDRET DAİRESİ


Bir zat, hafızasındaki bir şiiri kaleme aldığında, o şiir
ilim dairesinden, kudret dairesine geçmiş olur. Bu zat şi­
irini yırttığı takdirde mezkur şiirin mahvolduğu veya yok
olduğu söylenemez . . . Zira şiir bu defa kudret dairesinden
ilim dairesine geçmiştir ve mevcuttur. Katip istediği anda
onu tekrar yazabilecektir.
Her bir insan veya insan nevi böyle bir şiirdir. Yaratıl­
makla ilim dairesinden kudret dairesine geçirilmiş, ölüm­
le de kudret dairesinden, tekrar ilim dairesine alınmıştır.
O halde haşir, insanların ilim dairesinden tekrar kud­
ret dairesine geçmeleri demektir. Bu da Cenab-ı Hak için
son derece kolaydır. ( 74 )
Bu izah, şu ayetin de tefsiri olsa gerek: "Allah'ı nasıl
inkar edebilirsiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi diriltti;

73. Zaman Gazetesi, Akademi sayfası 28.9. 1994


74. Mehmed Kırkıncı, Nükteler, s.92, Zafer Yayınlan
99

sonra yine sizi öldürecek, yine diriltecek, sonra yi­


ne ona döndürüleceksiniz." ( 75 )

İNSANIN MADDİ ve MANEVİ YAPISI


Cenab-ı Hak, insanı kendisine en anlayışlı bir
kul, isimlerini en mükemmel gösteren bir ayna, en
güzel bir kudret mucizesi olarak yaratmıştır. Ve
onu, sonsuz rahmetinin hazinelerini tartacak ve ta­
nıyacak cihazlarla donatmıştır. Allah'ın sonsuz ni­
metlerine en fazla muhtaç olan o. Yok olmaktan en
fazla acı duyan o. Varlığa ve varlığın devam ve be­
kasına en fazla hasret çeken, özlem duyan o. Canlı­
lar içinde en nazik ve en nazlısı, en fakir ve en ihti­
yaçlısı o. Dünya hayatı açısından en kederlisi, en ta­
lihsizi o. Çünkü alemde onun gibi dertli, sıkıntılı,
stresli, korkulu, hasret ve firkat duyguları ile dolu
daha başka bir varlık yok. Fakat kabiliyetleri açı­
sından da ondan daha yüce, daha talihli bir varlık
yok. Yaratıcı ona öyle yüksek bir mahiyet ve kabili­
yet vermiştir ki o, o kabiliyet sayesinde yer, gök ve
dağların yüklenmekten kaçındıkları Büyük Emane­
ti (Allah'ın mesajını ve emirlerini) yüklenmiştir.
Yaratıcının her şeyi kuşatan sıfatlarını, işlerini ve
sonsuz tecellisini ölçecek aletler vardır onda.
Bir taraftan o çok nazik, çok nazlı, çok aciz, çok zaif
iken bir taraftan da yerin bütün bitki ve hayvanlarının
başında bir tanzim memuru gibidir. Hatta onların tesbih
ve ibadetlerine müdahale hakkına bile sahiptir. Her var­
lık her an tesbih ve ibadetle meşgulken o gidip istediğini
kesebiliyor, koparıp yiyebiliyor. Yani böylece tesbihine mü­
dahale edebiliyor.

75. Bakara, 2/28


100 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

İşte Onu böyle bir fıtratta yaratan Allah, bunların da


ötesinde O'na halifelik rütbesini yani bir ölçüde kendisini
temsil hakkını vermiş, meleklerine tercih etmiştir.
Hiç mümkün müdür ki Allah, insana bu kadar önem
versin de, bütün bu ihtimamın, bu vazifelerinin gayesi,
neticesi ve meyvesi olan ebedi saadeti vermesin?
Hiç mümkün müdür ki, Allah insana akıl gibi müba­
rek, nurlu ve huzur kazandıran bir hediye versin de, Onu
toprağa gömüp çürümeye mahkum etsin, bir daha kaldır­
masın. Onu mahlukatın en talihsizi, en çaresizi, en dertli­
si haline getirsin . . . ? Haşa! Allah Ahireti getirmemekle,
ebedi saadeti yaratmamakla, harika sanat eserlerine böy­
le bir zulüm yapmaktan münezzehtir.
Demek insanın hilafet gibi rütbesi, namaz gibi bir va­
zifesi, yüksek maaşı ve disipline edilmiş cevherleri ve ci­
hazları gösteriyor ki bu subay bu geçici alem için yaratıl­
mamıştır.
Mesela;, Aklın bir hizmetkarı olan hayale denilse :
- Sana bir milyon sene ö.mürle beraber, dünya salta­
natı verilecek, ama sonunda mutlaka hiç olacaksın. Ne
dersin?
Duygusal olmamak ve nefis de karışmamak şartıyla
"Ohhh! " yerine "Ahhh" çekecek ve üzülecektir. Çünkü işin
sonunda mutlaka yokluk var. Demek en büyük fani yani
bir milyon sene ömürle birlikte dünya saltanatı, insanın
en küçük bir cihazını yani hayalini doyuramıyor.
İşte bu kabiliyetinden dolayıdır ki insanın ebede, son­
suzluğa, sonsuz mutluluğa uzanmış arzuları, kainatı ku­
şatmış fikirleri vardır. Bu arzular ve düşünceler gösteri­
yor ki insan ebed için yaratılmış ebede gidecektir. Bu dün­
ya ona bir misafirhanedir ve ahiretin bir bekleme salonu­
dur.
101

BU KÜÇÜK İNSANIN NE ÖNEMİ VAR Kİ . . .


Soru: Bu küçük insanın n e önemi var ki, Onun
amellerinin muhasebesi için bu dünya kapansın?
Cevap: Bu küçücük insan, fıtratının camiiyyeti itiba­
riyle varlıklar.içinde bir ustabaşı, Allah'ın saltanatının bir
dellalı, külli kulluğa mazhar bir varlıktır. ( 76 )
İnsan, Allah'ın isimlerine ait garip nakışların bir fih­
ristesi, Allah'ın iş ve sıfatlarının bir mikyası, kainattaki
alemlerin bir terazisi, bu büyük alemin bir listesi, şu ka­
inatın bir haritası, hem şu büyük kainat kitabının özeti,
hem Allah'ın kudretinin gizli definelerini açacak bir anah­
tar külçesi . . . Hem varlıklara serpilen ve vakitlere takılan
kemal ve hünerlerinin bir güzel takvimidir. ( 77 )
İnsan gerçi nefsi ve sureti itibariyle hiç hük­
mündedir, önemi yoktur; eti yenilmez, derisi giyil­
mez. Fakat vazife ve makam itibariyle şu haşmetli
kainatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli varlıkla­
rın beliğ konuşan bir dili, şu alem denilen kitabın
anlayışlı bir mütalaacısı ve şu zikreden mahlukatın
hayretli bir bakanı ve şu ibadet eden sanat eserleri­
nin hürmetli bir ustabaşısıdır.
Evet, insan, nebati cisim ve hayvani nefis itibariyle
küçük bir cüz, fakir bir mahluk, zaif bir hayvandır ki deh­
şetli seyyal varlıkların dalgalan içinde çalkalanıp gidiyor.
Fakat ilahi sevginin ışığını içinde saklayan, imanın
nuruyla münevver olan İslamiyetin terbiyesiyle olgunla­
şıp, insaniyyet doğrultusunda kulluğu içinde bir sultan­
dır, küçüklüğü içinde bir alemdir. ( 78 )
İşte insan böylesine fevkalade önemli bir varlık oldu­
ğu için Onun amellerinin muhasebesi için bu büyük dün­
ya kapanacak, ahiret açılacaktır.
76. Bedhl zzaman : Sözler, l Ö. söz, 3. işaret
77. Bediüzzaman, Sözler, 1 1 . söz, Hayatın Gayelerinden Dokuzuncusu
78. Sözler, 23. söz, 4. nüktenin sonu
1 02 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

SULTANIN HEM CEZASI


HEM DE MÜKAFATI OLMAZ MI?

Bir Sultan, itaat edenlere mükafat, isyan edenlere de


ceza vermezse saltanatı yıkılır. Bir padişahın sağında lu­
tuf ve merhamet, solunda da kahır ve terbiye bulunması
lazımdır. Mükafat merhametin, ceza da terbiyenin gereği­
dir. Mükafat ve cezanın yeri de AHİRETTİR. ( 79) Çünkü
görüyoruz ki bu dünyada çoğu kere zalim izzetinde, yani
ettikleri yanına kalmış olarak; mazlum da zilletinde yani
boynu bükük halde kıvranarak bu dünyadan göçüp gidi­
yorlar. Demek, büyük bir mahkemeye bırakılıyor. ( 80 )

ÇAMURLARA GÖMÜLEN MEYVALAR


AGAÇ OLMAK İÇİNDİR
Yeri ve gökleri yaratan Allah, göklerin ve yerin mey­
vesi olan insanı öldürüp toprağa gömüyorsa bu onu dirilt­
mek, cennette veya cehennemde bitirmek içindir. Koca bir
ağacı idare eden, o ağacın meyvesine önem vermeyip baş­
kalarına mal eder mi? Veya ağaçtan elde ettiği meyveyi
çamurlara gömüp zayi eder mi? Toprağa düşen bir meyve­
nin ve toprağa gömülen basit bir çekirdeğin zayi edilmedi­
ğini ve içinden yüzlerce meyve veren bir ağacın çıktığını
gördüğümüz halde kainatın meyvesi olan insanın toprağa
defnedildikten sonra içinden bir cennet veya bir cehennem
çıkmayacağını, hangi akıllı söyleyebilir?

BU ÇÜRÜMÜŞ KEMİKLERİ KİM DİRİLTECEK?

Bir bahan yaratmak kendisine bir çiçeği yaratmak


kadar kolay gelen, bütün canlıları yaratmak bir sineği
yaratmak kadar kolay olan Allah'a karşı "Bu çürümüş
79. Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi, s. 34
80. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10. söz, ikinci suret
1 03

kemikleri kim diriltecek?" ( 8 1 ) deyip meydan okunmaz.


«Bi yedihi Melekutü küllişey »( 82 ) ...

ifadesiyle herşeyin dizgini elinde bulunan, her şeyin


anahtarı yanında olan, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir ki­
tabın sahifeleri gibi kolayca çeviren, dünya ve ahireti iki
ev gibi birini kapayıp öbürünü açan bir KADİR-İ ZÜLCE­
LAL:
«Ve ileyhi turceun.» ( 83)

ifadesiyle de sizi kabirden kaldıracak, haşir meydanı­


na getirecek ve huzur-u kibriyasında hesabınızı görecek­
tir.

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLİŞE


EN BÜYÜK DELİL, İNSANDIR
İnsanda akıl, göz, kalp . . gibi öyle cihazlar var ki onla­
rın her biri bir kainat kadar, hatta kainattan da kıymet­
li . . . Bunların hangisini kainatla değişirsiniz? Kainattan
daha kıymetli cihazlarla donatılmış bir varlık, elbette yok­
luğa mahkum edilmez.
İnsan kainat ağacının en son ve en cemiyetli bir mey­
vesi . . . Muhammed (sav) açısından kainatın çekirdeği. Ka­
inat Kur'an'ının en büyük ayeti ve o Kur'an'ın ism-i azamı
taşıyan ayetü'l-kürsisi . . . Kainat sarayının en şerefli misa­
firi . . . Ve o saraydaki diğer sakinler hakkında tasarruf
hakkına sahip en faal memuru . . . Kainat şehrinin dünya
mahallesinin zemin bahçesinde ve tarlasında gelir-gider-

8 1 . Bu olayın tafsilatını Kur'an şöyle anlatıyor: "Biz o insanı bir damla


sudan yarattığımızı görmüyor mu ki kalkıp apaçık bir düşman
kesilebiliyor? Nasıl yaratıldığını unutuyor da, bir misal getirerek:
Kimmiş bu çürümüş kemikleri dirilten? diyebiliyor. De ki: Habibim
oHları önceJ�im yaratmışsa yine o diriltecek. Ve o her yaratmayı bilir."
(Yasin, 36/77-79 )
82. Yasin, 36/83
83. Yasin 36/83
104 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

lere, ekmeğe ve ekilmesine nezaret etmekle memur, yüzer


fen ve binler sanatlarla techiz edilmiş, en gürültülü ve so­
rumlu bakanı . . . Kainat ülkesinin dünya memleketinde
Ezel ve Ebed padişahının son derece dikkat altında bir
müfettişi, her hareketi kaydedilen bir halifesi . . . Yer, gök
ve dağların kaldırmasından çekindikleri EN BÜYÜK
EMANETİ omuzuna alan ve önüne iki acaip yol açılan; bir
yolda canlıların en talihsizi, diğerinde en talihlisi . . . Çok
geniş bir kullukla mükellef, her varlığın ibadetini Mevla­
ya takdim kapasitesinde olan bir Allah kulu . . .
Kainat Sultanının İsm-i Azamına mazhar ve bütün
isimlerinin aynası. . .
Kudsi hitabının en anlayışlı muhatabı.
Canlılar içinde en fazla ihtiyaçlısı. . .
Sonsuz fakrı ve acziyle beraber, sınırsız arzuları ve
kendisini inciten muzır düşmanları bulunan kainatın bi­
çare bir canlısı. . .
İstidatça en zengini, hayatın lezzeti yönünden en
üzüntülüsü, en kederlisi . . . Lezzetleri dehşetli acılarla ka­
rışık, bekaya en fazla müştak, ebede en fazla muhtaç en
çok layık ve müstehak . . . Hayatın devamını ve ebedi mut­
luluğunu hadsiz dualarla isteyen, yalvaran . . . bütün dün­
ya lezzetleri kendisine verilse bekaya olan arzusunu tat­
min etmeyen . . . Kendisine iyilikler yapan Zatı taparcasına
seven, sevdiren ve sevilen . . . Allah'ın çok harika bir mu'ci­
zesi . . .
Kainatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına
bütün insani cihazları şahitlik eden . . . Böyle külli hakikat­
lar ile Cenab-ı Hakk'ın Hakk ismine bağlanan . . .
En küçük canlının, en küçük ihtiyacını gören ve niya­
zını işiten, fiilen cevap veren Hafiz-i Zü'l-Celfıl'in Hafiz is­
miyle devamlı amelleri kaydedilen, kainatı ilgilendiren iş­
leri Kiramen Katibin melekleri tarafından yazılan . . . Her
1 05

şeyden çok o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu


insan için elbette ve elbette bir haşir ve neşir olacak. Ce­
nab-ı Hakk'ın Hakk isminin gereği olarak hizmetlerinin
mükafatını ve kusurlarının cezasını çekecek. Hafiz ismiy­
le kayıt altına alınan küçük-büyük her amelinden hesaba
ve sorguya çekilecek . . . Beka yurdunda ya ebedi saadet zi­
yafetgahının veya ebedi şekavet hapishanesinin kapılan
ona açılacak . . .
Bu alemde çok varlıklara kumandanlık yapan, karı­
şan bazen de karıştıran bir kumandan, toprağa girip te
her amelinden sual soru1mamak ve uyandırılmamak üze­
re yatıp saklanamayacaktır. ( 84 )

11. İLK YARATILIŞ SON YARATILIŞA


DELİLDİR

Kur'an ilk yaratılışı, ikinci yaratılışa delil gösteriyor.


Aşama aşama yaratıldığımıza, son aşamanın bir öncekin­
den çok daha mükemmel olduğuna işaret ediyor, şöyle ki:
"Oysa o sizi aşama aşama bir çok hallerden geçi­
rerek yaratmıştır." ( 85 )
Burada insan yaratılışının fert ve toplum olarak ge­
çirmiş olduğu evrim mertebelerine işaret vardır. Ebussu­
ud'un açıklamasına göre Allah, insanı önce unsurlar ha­
linde, sonra karışımlar halinde, sonra sperma halinde,
sonra embriyon halinde, sonra et parçası halinde, sonra
kemik ve et halinde, sonra da bambaşka bir yaratılışta ya­
ratmış, şekil vermiştir. ( 86 )

84. Bediüzzaman. Said Nursi, Şualar, s.2 18/2 19, Envar Neşriyat, İstanbul-
1988,
Not: Benim alıntım ne sadeleştirme, ne de tefsirdir. Anladığımı yazdım.
İsteyen orjinal.ine bakabilir.
85. Nuh, 71/14
86. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili ( Sadeleşmiş Nüshadan), c.8, s.352
1 06 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Vehbi Efendi de bu ve ondan önceki ayeti şöyle tercü­


me ve tefsir etmiş: Size ne oluyor ki Allah'ın büyüklüğüne
inanmıyorsunuz? Halbuki Allah sizi çeşitli haller üzerine
yaratmıştır . . . Evvela toprak, sonra ot, ondan sonra hayva­
ni gıda, sonra nutfe ( sperma), sonra et parçası, et ve ke­
mik karışık hal ve daha sonra şu görülen güzel suret üze­
re insan olarak yaratmak, yüce yaratıcının büyüklüğüne
yeterli delil değil mi ki siz büyüklüğünü tasdik ederek
iman etmiyorsunuz? ( 87 )
Bazıları demişler ki bu ayet yedi merhaleye işaret et­
mektedir. Ki o yedi merhale Cenab-ı Hakkın şu sözünde
zikredilmektedir:
1. Andolsun biz insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış)
bir özden yarattık.
2. Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe (sperm) ha­
line getirdik.
3. Sonra nutfeyi alak (embriyo yani aşılanmış yumur-
ta) yaptık.
4. Peşinden, alakayı bir parçacık et haline soktuk.
5. Bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik.
6. Bu kemikleri etle kapladık veya iskelete etten bir
elbise giydirdik.
7. Sonra onu bambaşka bir yaratılışla insan haline ge­
tirdik. Yaratanların en güzeli olan Allah, ne yücedir! ( 88 )
Bu merhalelerden her biri bir öncekinden daha şeref­
li, daha üstün, insan haline gelmek ise önceki hallerden
çok daha güzeldir. ( 89 )
Bediüzzaman Hazretleri ise, insanın tavırdan tavıra
geçmesi, acip ve muntazam inkılaplar geçirmesi son dere-
87. Mehmet Vehbi, Hulsatü'l-Beyan, c . 1 5 , s.2 16, Evkaf-ı İslamiyye
Matbaası, 1341-1343 ( Sadeleştirerek naklıottim V.K. )
88. Mu'minun, 23/12-14
89. İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu'l-Beyan, c.10, s . l 77-178, Beyrut.
1 07

ce ince hesaplara tabidir, diyor, ayetin haşirle sıkı bir mü­


nasebeti olduğunu ortaya koyuyor. Şöyle ki:
İnsanın vücudunu işte bu şekilde yaratan yüce sanat­
kar, her sene bir elbise gibi o vücudu değiştiriyor. Bu de­
ğişmede tabii çözülmeler oluyor. Çözülen ve yıkıma maruz
kalan hücrelerin, zerrelerin yerini yenileri alması gereki­
yor. Vücudunun değişmesi ve devam etmesi için bu şart.
Bunun için de terkibe ihtiyaç var. Çünkü bedenin hücrele­
ri Allah'ın muntazam kanunuyla yıkılıyor, yine munta­
zam kanunuyla yapılıyor. Bu intizamlı tamir de rızık ister.
İşte Rezzak-ı Hakim, rızkın zerrelerini, bir kafileyi
harekete geçirir gibi geçiriyor. O zerrelerin bir kısmı hava­
da, bir kısmı toprakta, bir kısmı suda dağılmış vaziyette
iken birden hareket emrini almışlar gibi kasdi bir hareke­
ti andırır bir keyfıyyetle yola çıkıyorlar.
Sanki her bir zerre, bir memur, belli bir görevle, belli
bir yere gitmek için son derece muntazam toplanıyorlar.
Gidişatlarından anlaşılıyor ki hiç biri başıboş değil. Bir
Fail-i Muhtar'ın hususi kanunuyla, belli nizamnameleriy­
le rızık olarak bir bedene girerler. O beden içinde dört
mutfakta ( 90 ) pişirilirler. Dört acayip inkılabı geçirdikten
ve dört süzgeçten süzüldükten sonra bedenin her tarafına
yayılırlar. Muhtaç olan organların ihtiyaç derecelerine gö­
re Rezzak-ı Hakiki'nin yardımıyla ve düzenli kanunlarıy­
la dağılırlar.
Vücuda giren erzak zerrelerinden her bir zerrenin al­
nına sanki: "Bu, insan denilen şehirde falan adresteki, fa­
lan hücreye rızık olarak gidecek" ifadesi yazılıdır. Her zer­
re gitmesi gereken yere gidiyor. Yolunu şaşıran yok, yan­
lış adrese giden yok. Göze gitmesi gerekenler göze, tırna­
ğa gitmesi gerekenler tırnağa, saça gitmesi gerekenler sa­
ça gidiyor. Demek hepsinin dizgini herşeyi bilen, her şeyi
gören; herşeye gücü yeten Hakim-i Mutlak'ın elinde . . .

90. Dört mutfak-dört süzgeç: Ağız, yemek borusu, mide, ince bağırsaklar.
108 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Eğer böyle olmasaydı, yani zerreler başıboş olsalardı, göze


gitmesi gereken zerreler tırnaklara gidebilir, tırnakları­
mız da· gözlerimiz gibi çok yumuşak olurdu, nereye değse
hemen akar, d�külürdü. Veya saçımıza gitmesi gereken
zerreler;_ yolunu şaşırır, gözümüze giderdi, bu sefer de gö­
zümüzden kıllar uzamaya başlardı. Bu misalleri çoğalt­
mak mümkün.
Vücudumuza giren erzakın ne kadar muntazam adım
attığını, ne kadar mükemmel ve adil dağıtıldığını vücudu­
muzdaki intizam ve mükemmellikten anlıyoruz. Her yere
münasip erzağın gönderilmesi, her organa hakkı ve müs­
tehakkı olan zerrenin tahsis edilmesi Adil-i Mutlak olan
Allah'ın her şeydeki adaletinin, her şeydeki hikmetinin,
her şeye yeten kudretinin, her şeyi bilen ilminin, ayrı bir
isbatıdır.
Acaba hiç mümkün müdür ki her şeyi yaratan sonsuz
bir kudret ve her şeyi kuşatan sonsuz bir hikmetle her şe­
yi terbiye eden ALLAH, zerrelerden kürelere kadar bütün
varlıkları avucunun içinde tutan, nizam ve intizam içinde
döndüren Allah, öldükten sonra dirilişi yapmasın veya
yapamasın? . . .
İşte Kur'an'ın bir çok ayetleri ş u hikmetli "Neş'e-i ula"
yı yani ilk yaratılışı insanın gözleri önüne seriyor. Haşir
ve kıyametteki "Neş'e-i Uhra" yı yani ikinci ve sonuncu
yaratılmayı ona benzeterek, herkesi ikna ediyor, aklı . olan­
ları ahirete inandırıyor.
Mesela Kur'an diyor ki:
"Sizi bu derece hikmetli bir şekilde kim yoktan yara­
tıp meydana getirdi ise, sizi ahirette ikinci defa diriltecek
olan yine odur" ( 91 )
Yine Kur'an diyor ki:
"Sizin haşirde iadeniz yani tekrar dirilmeniz, dünya-
9 1 . Yasin, 36179
1 09

daki yaratılmanızdan daha kolay, daha rahattır." (9 2 )

Bir taburun askerleri istirahat için dağılsa; sonra bir


boru sesi ile silah başına çağrılsalar, kolay bir surette ta­
bur düzeninde toplanmaları, yeniden bir tabur oluştur­
maktan çok kolay ve çok rahat değil midir?
Bir bedende birbiriyle kaynaşmış, tanışmış, münase­
bet kurmuş esas zerreler, o askerler gibi ölümle istirahat
için dağılmış oluyorlar. İsrafil (a.s.)'ın borusuyla (sı.1rla) da
Yüce Yaratıcı'nın emrine "Lebbeyk" buyur, diyerek kalka­
caklar ve toplanacaklar. Bu aklen birinci icaddan ve yara­
tılmaktan çok daha kolay çok daha rahat değil midir?

Zaten bütün zerrelerin toplanmaları gerekmez . Çekir­


dekler ve tohumlar hükmünde olan ve Hadis'de: Acbü'z­
Zeneb (93 ) diye ifade edilen vücudun esas cüzleri, temel
parçaları ve asıl zerreleri ikinci yaratılış için yeterli bir te­
meldir. Hikmetli sanatkar olan yüce Allah insanın bedeni­
ni onların üstünde bina edecektir. ( 9 4)

92. Rum, 30/2 7


93. �Acbuzzeneb" Kuyruk sokumunda latif bir kemiğin adıdır ki buna usus
başı da denilir. (Sahih-i Müslim bi-şerhi'n-Nevevi, s.17, s.92)
"Acbuzzeneb": Usus; insanın omurga kemiğinin sonunda yani kuyruk
sokumunda bulunan küçük bir kemiktir. (Mu'cemu'l-Vasit)
"Acbuzzeneb'in hadisde geçen şekli de şöyle:
Ebu Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiği hadisde Peygamber (s.a.v.J şöyle bu­
yurmuş: "Sur'a iki kere üfürüşün arasında kırk vardır. Dediler ki: Ey
Ebu Hureyre! Bu kırk gün mü, ay mı, yıl mı? Ebu Hureyre: Söyleye­
mem, dedikten sonra Peygamber (a.s.)'ın şöyle söylediğini nakletti:
"Allah gökten bir su indirir, insanlar bakla biter gibi biterler. insanın or­
ganlarından hepsi çürür, yalnız bu kemik kalır. O da 'Acbüzzeneb"dir.
Kıyamet gününde mahlukat ondan terkib edilecek. (Onun üzerine bina
edilecektir.) (Buhari, 78. sure'nin tefsiri, c.6, s.79; Müslim bi-şerhin Ne­
vevi, Kitabu'l-Fiten, c.18, s.91) Bu hadis başka yollardan bir de şu şekil­
de rivayet edilmiştir: Ebu Hureyre diyor ki: Allah Resulü (s. a.v.) şöyle
buyurdular: "İnsanda öyle bir kemik vardır ki, yer onu asla yiyemez;
(mahlukat) kıyamet gününde onun üzerine bina edilecek. Dediler ki: O
hangi kemiktir ya Resulallah? Resulüllah (s.a.v.): O "acbuzzenebdir" bu­
yurdular. (Müslim aynı eser, c.18, s.92) Nesal ve Muvatta'da "Mahlukat
Ondan yaratıldı" şeklinde bir fazlalık olduğunu görüyoruz. Bkz. Nesai,
c. 4 , s . 1 11- 1!2. Suyutfüin şerhi, İmam Sindi'nin haşiyesiyle birlikte;
Muvatta, Kitabu'J.Cenaiz, hadis no: 48, c.1, s.239.
94. Bediüzzaınan Said Nurs!, Sözler, 29. söz, 10. medar, s.553-555
1 1 Ü / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

ANNE RAHMİNİN VE ÇEKİRDEGİN AHİRETİ...


Dünyaya gelen çocuk, anne karnındaki haline göre,
dalları meyvelerle yüklü ağaç çekirdekteki haline göre ne
kadar gerçek ve mükemmelse; ahiret de dünyaya göre o
kadar gerçek ve mükemmeldir.
Dünya, anne rahminin, ağaç ta çekirdeğin ahi­
retidir.

12. KAİNATTA İSRAF YOKTUR


Her insana bir çift el verilmiş ve bu ellere binler va­
zife takılmıştır. İnsanlar yeme ve içmekten yazı yazmaya,
çalışmaktan elbise giymeye kadar bütün işlerini bu bir
çift elle yapmaktadırlar. Aynı şekilde insan, bir tek dil ile
her çeşit tadı alabilmekte ve yemeklerin muhtelif sıcak­
lıklarını ölçebilmektedir. Her bir iş nevi için ayrı bir el ve
her bir tad ve sıcaklık için ayrı qir dil icabetseydi, insan­
ların yanlarında arabalarla el ve dil taşımaları lazım ge­
lecekti.
Bir insanın vücudunda fazla bir aza bulunmayacağı
gibi bir noksanlığa rastlamak da mümkün olmayacaktır.
Eğer ahiret olmazsa; bir tek dilinde binler hikmet ve is­
rafsızlık delilleri bulunan bu insan, tamamıyla israf edil­
miş olacaktır.
Mesele sadece insanın israf edilmesiyle kalmayacak,
ona hizmet eden umum cansız varlıklar, bitkiler ve hay­
vanların da yaratılışı abesiyete inkılap edecektir. Yani
meyve israf edilince ağaç da israf edilmiş olacağı gibi, in­
sanın, ölümle yok edilmesi, kainatın idamı ve yok edilme­
si demek olacaktır.
İsraftan ve abesiyetten münezzeh olan Hakim-i Eze­
li, elbette vadettiği ahirete bizleri götürecek ve bu güzel
kainatı israf etmeyecektir. ( 95 )
95. Mehmet Kırkıncı, Nükteler, s.39
111

13. DÜNYAYI YARATAN, AHİRETİ DE


YARATIR
Zaman zaman bazılarından işitiriz:
''Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır."
Bu sözlerin sahiplerine çoğu kere inanırız ve destekle-
rız.
Bunları söyleyenler de gücü her şeye yetmeyen, her
şeyi bilemeyen, her şeyi göremeyen, aciz, fakir, bizim gibi
insanlardır.
Ölüme yenilen, hastalığa, ihtiyarlığa ve ayrılığa mah­
kum olan biçarelerin "yaptıklarımız, yapacaklarımızın en
büyük delilidir." sözlerine inanırız da; ölmeyen, eskime­
yen, herşeye gücü yeten, herşeyi bilen, her şeyi gören,
.
Ezel ve Ebed Sultanı Allah'ın ahireti yaratabileceğinden
nasıl şüphe ederiz?
Çünkü Allah dünü yaratmış, maziyi yaratmış, dünya­
yı yaratmış, baharı yaratmış, ateşi yaratmış. Biz bunları
biliyor ve görüyoruz. Dünü yaratan elbette yarını yaratır.
Geçmişi yaratan elbette geleceği yaratır. Dünyayı yara­
tan, elbette ahireti yaratır. Baharı yaratan elbette cenne­
ti yaratır. Ateşi yaratan, elbette Cehennemi yaratır. Yara­
tabileceğine en büyük delil, yarattıklarıdır.
Zaten yaratması da hikmetinin gereğidir. Çünkü yeri
ve gökleri yaratan hikmetli sanatkar, yerin ve göklerin en
önemli neticesi, kainatın en mükemmel meyvesi olan in­
sanları elbette başıboş bırakmaz, sebeplere ve tesadüfe
havale etmez .
Ağaca önem vermek meyveleri içindir. Ağaca önem ve­
ren, onu büyük titizlikle idare eden, bakıp besleyen Alim
ve Hakim bir Zat, elbette ağacın meyvelerinin zayi olma­
sına, lirrsızlari;-arafından yağmalanmasına izin vermez.
İşte insanlar kainat ağacının şuurlu, en mükemmel
1 1 2 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

meyveleridir. İnsan kainatın neticesi ve gayesidir. Her şe­


yi bilen, her şeyi hikmetle yapan ve yaratan Allah elbette
insanların şeytanlar tarafından ifsad edilmesine, insanla­
rın meyveleri olan hamd ve ibadetlerinin, şükür ve mu­
habbetlerinin başkaları tarafından derlenip toplanmasına
izin vermez . İzin verse de razı olmaz . . . ( 96 )
Eğer Allah, ahireti yaratmayaca-k olsaydı; hem kainat
gibi güzel bir ağacın güzel meyveleri olan insanları zayi
etmiş olurdu, hem de insanların meyvesi olan hamd ve
ibadetlerini, şükür ve muhabbetlerini. Böyle bir lüzum­
suzluğa da onun sonsuz hikmeti, sonsuz rahmeti müsaade
etmez. Öyle ise ahiret vardır.

14. BAŞIMIZDAN ÇOK HAŞİRLER GEÇMİŞ


Öyle. anlaşılıyor ki başımızdan çok haşirler geçmiş.
Bir insanın başından aynı olay bir kaç defa geçerse o ola­
yı unutur ve inkar edebilir mi?

Nice dirilişler yaşamışız. Öldükten sonra dirilişi nasıl


inkar edebiliriz?
20 sene, 40 sene, 60 sene, 80 sene önce nerede idik?
Yoktuk. Varolduk. Bir kıyamet koptu, baba sülbüne geti­
rildik, bir kıyamet daha koptu, anne rahmine atıldık, 9 ay
sonra bir kıyamet daha koptu dünyaya getirildik. Kıya­
metlerden sonra dirilmeye alışmış olan bir varlık, öldük­
ten sonraki dirilişe nasıl inanmaz?
Yüce Kur'an soruyor:
"Allah'ı nasıl inkar edersiniz? Halbuki siz ölüler idi­
niz, sizi o diriltti. Sonra sizi o öldürecek, sonra tekrar sizi
diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz. ( 97 )

96. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 20. mektup, 2. makam, 5. kelime.


97. Bakara, 2/28
113

15. BİR YÖNDEN FANİ, ÇOK YÖNDEN BAKİ


Fani birşey, bir yönden yokluğa gider, ama çok yönden
beka bulur, bir bakıma ebedileşir. Nasıl mı?
İşte Kudret kelimelerinden bir çiçek . . . Kısa bir za­
manda açılır, bize bakar, tebessüm eder, çarçabuk solar,
dürülür, fena perdesinde saklanır. Fakat onu gören herke­
sin hafızasında maddi suretini; çekirdeğinde de manevi
mahiyet ve planını bırakıp gider. Senin ağzından çıkan ke­
lime de öyle değil mi? Kelimenin vazifesi, mananın ifade­
sidir. O görev bittikten sonra kelime gidiyor. Ama mana­
lar hafızalarda saklı kalıyor.
Güya her hafıza ve her tohum, sureti saklamak için
birer fotoğraf makinası, devam ve bekaları için de birer
menzildirler.
En basit hayat mertebesindeki bir sanat eseri böyle
olursa; en yüksek hayat olan insan hayatının ebediyetle
alakadar olduğu buradan da anlaşılır.

1 6. B U GEMİ AHİRETE GİDİYOR . . .


Bir tünele girmeden önce, birisi bize b u tünelin arka­
sında mükemmel bir şehir olduğundan bahsetse, tünelden
çıktığımızda hakikaten bahsedilen şehri görsek ve bu şe­
hirde bir müddet kalsak, daha sonra şehrin öbür başında­
ki ikinci bir tünel bize gösterilse ve bu tünel arkasında da
bu şehirle kıyas kabul etmeyecek diğer bir şehrin mevcu­
diyetinden bahsedilse ve biz bu haberi yalanlasak ne dere­
ce divanelik etmiş oluruz. İşte birinci şehir dünya, ikinci
şehir ise ahirettir. Ana rahminde� bu dünyaya gelen in­
san, kabir yoluyla ahirete yolcudur. Buna inanması veya
inanmaması onun yolculuğuna tesir etmez. Fakat ahiret­
teki istasyonlar, Cennet ve C ehennem olmak üzere iki ta­
ne olduğundan, bu yolculuğun hangisinde biteceğine tesir
eder.
1 1 4 / ÖLÜivl DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Dünya gemisi üzerinde her an seyahat ecıen in­


sanın, ben ahirete gitmem, demesi ne kadar ahmak­
çadır. Bu gemi ahirete gitmektedir. Gitmemeye kud­
reti yeten var ıse, buyursun aşağı insin. ( 98 )

17. SEYAf!AT, VAR OLAN YERE YAPILIR


'
Gelenlerin gitmesi, yaşayanların ölmesi başka bir di­
yarın olduğuna en büyük delil. Çünkü var olan yere gidi­
lir. Yoğa, yok olan yere gidilmez.
Bir zamanlar alemin her bir parçasında dağınık ve ölü
bir vaziyette bulunuyordunuz. Parçalarınızın bir kısmı
güneşte, bir kısmı toprakta, bir kısmı havada, bir kısmı
suda idi. O parçaları toplayan topladı, yiyilecek bir gıda
haline getirdi. Babanızın sofrasına koydu. Babanız onu
yedi, bir damla su oldunuz. Sofranın üstünde bir gıda iken
ölü idiniz. Yola çıktınız. Yokluğa mı geldiniz, yoksa baba­
nızın sülbüne mi? Babanızın sülbünden yola çıktınız, yok­
luğa mı geldiniz yoksa var olan anne rahmine mi? Anne
rahminden yola çıktınız yokluğa mı geldiniz yoksa şu ge­
niş dünyaya mı? İnsan her bir merhalede daha geniş bir
dünyaya adım atıyor.
Bu gidişattan anlaşılıyor ki dünyaya gelenler kalma­
dığına ve yokluğa da gidilmeyeceğine ve gidilmediğine gö­
re, ölenler daha mükemmel bir aleme gitmektedirler. Öy­
leyse ne inkara, ne de korkuya bizim dünyamızda yer var.
Mevlana bu izahı şu şekilde vecizeleştirmiş :
"Ben kapkara bir topraktım, öldüm! ... Yemyeşil
bir çimen oldum. Öldüm!... Oynayıp sıçrayan bir
hayvan oldum. Öldüm!... Düşünen, konuşan, inanan
bir varlık, bir insan oldum. Öldüm! ... Gidiş bu gidiş
olduktan sonra ölümden niye korkayım."

98. Mehmet Kırkıncı, Nükteler, s. 29


1 15

18. DÜNYA: YOL ÜSTÜNDE KURULMUŞ


BİR HAN

Bir yolda gidiyorsun. Görüyorsun ki, yol üstünde bir


han var. Bir büyük zat, o hanı kendine gelen misafirlerine
yapmış. O misafirlerin bir gecelik tenezzüh ve ibretleri
için o hanın tezyinatına milyonlarca altın sarfetmiş.
Hem o misafirlerden pek az bir kısmı o tezyinata çok
az bir süre bakıp o nimetlerden pek az bir zaman pek az
bir şey tadarak doymadan gidiyorlar.
Fakat, hana gelen her misafir, kendine mahsus fotoğ­
raf makinasıyla o handaki şeylerin suretlerini alıyorlar. O
han sahibinin hizmetkarları da misafirlerin her söz ve
davranışlarını çok büyük bir dikkatle alıp kaydediyorlar.
Görüyorsun ki o zat, her gün o kıymetli tezyinatı, de­
korları tahrip ediyor; gelecek yeni misafirlere yeni tezyi­
natlar, yeni dekorlar, yeni yerler icad edip hazırlıyor.
Bu icraatı gördükten sonra o hanı yapan zatın her
halde fani olmayan, pek yüksek sarayları, tükenmez pek
kıymetli hazineleri, devamlı pek büyük cömertliği oldu­
ğunda hiç şüphen kalmaz.
Demek şu hanın sahibi handa gösterdiği ikram ile
kendi yanında bulunan nimetlere karşı misafirlerinin iş­
tahlarını açıyor ve onlara hazırladığı hediyelere karşı rağ­
betlerini uyandırıyor.
Şimdi bu misalde anlatılmak istenen esasları anlama­
ya çalışalım.
İşte yol üstünde yapılmış olan han, şu dünya misafir­
hanesidir. Bu hanın ustası ve sahibi de Hz. Allah'dır. Mi­
safirler de bizler ve bütün varlıklardır. Her yolcunun va­
racağı son bir menzil olduğu gibi, dünya misafirhanesine
gelenl�rin de s-cin bir menzilleri olmalı ki o da ahirettir.
Şu dünyadaki tezyinat ve güzellik sadece lezzetlen-
1 1 6 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

mek ve eğlenmek için değildir. Çünkü bir zaman lezzet


verse ayrılık sebebiyle bir çok 'zaman acı çektiriyor. Sana
tattırıyor, iştahım açıyor, fakat doyurmuyor. Ya o lezzetin
ömrü kısadır, ya da senin ömrün.
Öyleyse kıymeti yüksek, ömrü kısa olan şu tezyinat ve
güzellik ibret içindir, şükür içindir, ebedi asıllarına teşvik
içindir. Daha başka yüksek gayeler içindir.
Her misafirin kendine mahsus fotoğraf makinası ise:
HAFIZASI'dır. Hanın sahibi ciddi bir muhasebe için her
şeyi, hem herkesin hafızasına kaydettiriyor, hem de bü­
yük hizmetkarlarına yani Kiramen katibin meleklerine< 99)
o hana gelen misafirlerin söz ve davranışlarım tesbit etti­
riyor. ( 100 )
Demek insan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otla­
mak için başıboş bırakılmış bir varlık değildir; bilakis bü­
tün amellerinin fotoğrafları alınıp yazılan, bütün işlerinin
neticeleri muhasebe için zaptedilen bir varlıktır.
SORU:
Zalim, gaddar dinsizler son derece rahat ve lüks
bir hayat sürüyorlar; mazlum ve dindar insanlar da
son derece zahmetli, zilletli, sıkıntılı bir ömür geçi­
riyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini eşit kılar, bu bir
haksızlık değil mi?
CEVAP:
Eğer bu eşitlik sonsuz olsaydı haksızlık olabilirdi. Gö­
rünen eşitliğin sonu var. Zaten eşitlenme diye bir olay yok.
Kainatın şehadetiyle sabittir ki Allah'ın adalet ve hik­
meti böyle bir zulmü kesinlikle kabul etmez. Çünkü o,
haksızlık yapmaktan münezzehtir.

99. İnfıtar, 10-12/82. Ayetlerin meali şöyle: "Oysa üzerinizde koruyucu


(yaptıklarınızı zaptedici melek)ler vardır, değerli yazıcılar, yaptığınız
her şeyi bilirler."
100. Bediüzzaman, Sözler, 10. söz, 6. hakikat, s.76/80.
1 17

Eğer ölümün ötesinde Allah'ın adalet ve hikmetinin


gereği olan diğer bir toplantı yeri, zalimlerin cezasını bu"
lacağı bir cehennem, mazlumların ve dindarların mükafa­
tını bulacağı bir cennet olmasaydı, işte o zaman haksızlık
olabilirdi.
Ölümün getirmiş olduğu eşitliğin sonsuz olmadığını,
ölümün ötesinde haklının haksızdan, zalimin mazlumdan,
kafirin mü'minden, dinsizin dindardan ayrılacağını< lOl J
Allah, kullarına zerre kadar zulmetmeyeceğini 0 02 ) Onun
mu'ciz beyanından öğreniyoruz.
Eğer ölümün ötesinde gerçek ve adil bir hayat olma­
saydı şu intizamsız ve perişan yaşayan insanoğlu kabili­
yetine münasip ceza ve mükafatı nasıl görecekti? Adalet-i
mahza ( sırf adalet) ve Rabbani hikmet nasıl tecelli edecek­
ti? Ve insan alemin hikmetli varlıklarına nasıl büyük bir
kardeş olabilecekti? ·
Alemde bütün varlıklar hikmetle hükmünü sürdür­
sün, alemin sultanı olarak yaratılan insan ölmekle, ölüp
te daha mükemmel bir alemde dirilmemekle bir hikmet­
sizliğe, bir hiçliğe kurban edilsin.
Evet, şu fani dünya, insanın ruhunda var olan
sınırsız kabiliyetlerin sünbüllenmesine müsait de­
ğildir. Demek başka aleme gönderilecektir. Evet, in­
sanın cevheri büyüktür. Öyle ise ebede namzettir.
Mahiyeti yüksektir. Bunun için cinayeti de büyük­
tür. Diğer varlıklara benzemez, bunun için intizamı
da mühimdir. Düzensiz yaşayamaz, ihmal edilemez,
başıboş kalamaz, mutlak yokluğa mahkum olamaz.
Sözün özü: Cehennem ağzını açmış onu bekliyor
Cennet ise ağuşu nazdaranesini (nazlı kucağını) aç­
mış onu gözlüyor. ( 103 )

101. Yasin 36/59


102. Fussilet, 4 1/46
103. Sözler, 29. söz, 10. nıedar'ın son kısmından istifade ve istifazelerimdir.
1 1 8 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

19. ÖLÜM B İR ZULÜM MÜDÜR?


Ölüm bir zulüm müdür?
Haşa! Ölüm zulüm değil, rahmettir. Çünkü ölüm, ölü­
mü olmayan bir diyara doğuştur . . .
Civciv olacak bir yumurtanın, tavuğun altında hapse­
dilmesi, orada patlayıp çatlaması; yumurtaya bir eksiklik
ve bir haksızlık mıdır, yoksa bir kemal ve bir rahmet mi­
dir?
Başak olacak bir tohumun, toprağın altında çürüme­
si; bir eksiklik, bir haksızlık mıdır, yoksa bir kemal, bir
şefkat midir?
Bir buğday tanesi, "ben insan denilen şerefli varlıkta
bir yer almak, bir zerre olmak istiyorum" diyorsa peşinen
pişmeye, dişlerin arasında çiğnenmeye sonra mide denilen
kabristana defnolmaya razı olmalıdır.
Bu merhalelerin her biri buğday için bir ölüm­
dür. Toprağa gömülüp çürümesi bir ölüm, biçilmesi
bir ölüm, döğülmesi bir ölüm, un olması bir ölüm,
yoğrulup hamur olması bir ölüm, fırına girip pişme­
si bir ölüm, dişlerin arasında çiğnenmesi bir ölüm
ve nihayet mideye defnolması bir ölüm.
Bu kadar eza ve cefa buğday için bir haksızlık­
tır diyebilir miyiz? Hayır. Bilakis rahmetin ve ada­
letin ta kendisidir. Zira buğday bitkisel hayattan
hayvani hayata, hayvani hayattan da insani hayata ,
böyle yükselmiştir.
Gözümüzün önünde görüyoruz, madem ki ölümden.
hayat çıkıyor. Öyleyse insanın öldükten sonra dirilmesini
akıldan uzak görmemeliyiz. Çünkü defalarca öldükten
sonra mideye defnettiği basit biı: buğdayı insan yapan
Allah, insan gibi mükemmel bir varlığı kabristana gömüp
yokluğa mahkum etmeyecektir. Yüce Allah'ın buğdayı
1 19

ekmek yaptırıp insan midesine attırması onu insan haline


getirmesi haksızlık olmayıp rahmetin ve adaletin ta ken­
disi olduğu gibi; insanı öldürüp kabristana defnetmesi de
daha büyük rahmet ve adalet olacaktır. Hele imanı ve iba­
deti de varsa ölüm ihsanı firdevs cennetlerine götürmek
için gelen bir küheylan haline dönüşecektir.

20. MAHÇUP OLMAMAK İÇİN . . .


Mümkün olsa d a anne karnındakine sorsanız:
- Nereye gidiyorsun biliyor musun?
- Nereye?
- Gözünün görmediği, hayalinin canlandıramadığı bir
dünyaya gidiyorsun. Dağları, bağları, bahçeleri, ormanla­
rı, nehirleri olan bir aleme gidiyorsun.
Anne karnındaki bu çocuk:
- Hayır inanmam. Gözümün görmediğine inanmam;
anne karnından daha geniş, daha güzel bir dünya mı olur?
derse, 9 ay sonra ister istemez inanmadığı dünyada gözle­
rini açınca mahcup olmaz mı? Utanmaz mı?
Şimdi biz dünya çocuklarına, bütün peygamberler,
hasseten ahirzaman peygamberi Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v.) buyurmuşlar ki:
- "Ey İnsanlar! Öyle bir aleme gidiyorsunuz ki onun gi­
bisini ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de hayal canlan­
dırabilmiş. C 1 04) Dünya zindanından cennet bostanlarına,
sıkıntılı, stresli ve gürültülü bir alemden Rahman'ın hu­
zuruna gidiyorsunuz.

104. Hz. Peygamberin ( s.a.v. ) Cenab-ı Hak'dan rivayet ettiği kudsi Hadisin
tamamı şöyle: Yüce Allah Şöyle buyuruyor: "Ben salih kullanın için
gö;ılerin gör.ıJJ.e diği, kulakların işitmediği, beşerin kalbinden geçmeyen,
( insan hayalinin canlandıramadığı nice güzel ) şeyler hazırladım."
( İmam Hennad, Kitabü'z-Zühd, sayfa 47 ).
1 20 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bir kısmımız:
- Hayır, gözümüzün görmediğine inanmayız,
diyorlar. Böyleleri, ister istemez varacakları o alemde göz­
lerini açınca utanacaklar; Allah'ı, Peygamberi ve ahiret
alemini inkar etmenin cezası olarak yakıcı bir azapla haş­
haşa kalacaklar. Bu durum karşısında onlar, Kur'an'ın ifa­
desiyle:
"Keşke aklımızı çalıştırsaydık da semavi fermanlara
kulak verseydik, peygamberleri dinleseydik. Eğer aklımı­
zı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mah­
kumları arasında olmazdık" ( 105 ) demezler mi? Derler ve
yine Kur'an'ın ifadesiyle: "Günahlarını itiraf ederler. Ya­
zıklar olsun (inanmadan ve ibadet etmeden gelip de) alev­
li cehennemin mahkumu olanlara!" ( 106 )
Bir hizmet erbabının çarpıcı güzel bir sözü var. Diyor
ki:
"Bir asi mahkum kalkıyor, 'ben gitmem' diyor.
'Ahirete inanmıyorum' diyor. Bilmiyor ki, inanma­
mak ahirete gitmeye değil, cennete girmeye ma­
ni ." ( 107)
. .

2 1 . YUMURTANIN İÇİNDEKİ CİVCİV


Yumurtanın içindeki civciv için yumurta en geniş
dünyadır. Sadece orayı kabul etse de şu dünyayı kabul et­
mese, yumurta kırılıp kendini birden bire inanmadığı
dünyada buluveren civciv inkarından dolayı utanmaz mı?
İşte biz şu içinde yaşadığımız dünyada yumurtanın
içindeki civciv gibiyiz.
Bizim ölümümüz kabuğun kırılıp civcivin çıkması gi­
bidir. Ölüm bir nevi doğumdur.
105. Mülk, 67/10
106. Mülk, 67/11
107. Manzaralar, Alaaddin Başar, s.8
121

Yumurtanın içinde_ki civcive dünya n e kadar yakınsa


ahiret de bize o kadar yakın. Kabuğun kırılması, civcivin
dünyaya çıkması demek olduğu gibi; bir insanın ölmesi de
dünya denilen yumurtadan ahirete çıkması, demektir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Cennet, sizden her birinize takunyasının tasma­
sından çok daha yakındır; cehennem de öyle". 0 08)
Öyleyse dünyanın alayişi, numayişi, lezzet ve eğlence­
leri, civcivi çepeçevre kuşatan yumurtanın kabuğu kadar
kıymet ve ehemmiyete sahip değildir.
·Yumurtanın içinde iken dünyayı inkar eden ve yu­
murtanın kırılmasıyla da gözlerini dünyada açan civciv,
inkarından dolayı utanacağı gibi; dünya denilen yumurta"
nın içinde iken ahireti inkar eden kafir de dünyasının kı­
rılması yani ölmesiyle gözlerini ahirette açacak, inkarın­
dan ve isyanından dolayı utanacak ve dizlerini dövecektir.

22. DÜNYADAN PAHALI NİMETLER


Dünyadan pahalı nimetler, dünyaya harcanmaz. İn­
sanda öyle nimetler, öyle cihazlar var ki dünyadan çok da­
ha pahalı. Akıl onlardan biri. Akıl dünya için değil, ahiret
için verilmiş. Çünkü akıl, dünyanın tümüyle değiştirilmi­
yor. Cennetle de değiştirilmez. Yani siz birine:
- Dünyayı sana versem aklını bana verir misin? dese-
nız.
- Hayır vermem, diyecektir. Hatta Cenneti teklif etse­
niz, gene hayır diyecek; akılsız dünyayı, akılsız cenneti
neyleyeyim, diyerek sizi reddedecektir.
Demek akıl dünyadan da cennetten de çok pahalı. Öy­
leyse akıllı olan kimse bu cevheri kendisinden çok ucuz
şeyle:ı:e harcayamaz. Ucuza harcanmaktan kurtulabilmesi

108. Muht�sar Tefsir-i İbn-i Kesir, M. Ali Es-Sabuni, c.3, s.353.


1 22 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

için, ancak ve ancak sanatkarı ve yaratıcısı için harcana­


caktır.
Küçük bir havuzun içinde bir balina görseniz: "Bu ba­
lığın yeri burası değil, bu okyanus için yaratılmış, ancak
okyanusla tatmin olabili:r1' dediğiniz gibi; dünyaya sığma­
yan ve dünya ile tatmin olmayan akıl için de aynı sözü
söyleyebilirsiniz: "Akıl ancak Allah'la, ahiretle ve ebedi­
yetle ve ebedi saadetle tatmin olabilir, huzur bulabilir."
"Eğer ebedi saadet olmasaydı, en büyük nimetlerden
sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesi görmekten
başka bir işi kalmazdı. Kezalik en latif nimetlerden sayı­
lan ŞEFKAT ve MUHABBET, ebedi bir ayrılık düşünce­
siyle, en büyük elemler, acılar sırasına geçerlerdi." ( 109)

23. BU KADAR MASRAF BİR HİÇ


İÇİN OLAMAZ

Geniş geniş çiftlikleri bulunan bir padişahın, çiftlikle­


rinin birinde at, birinde koyun, birinde de tavuk yetiştir- _
diğini kabul ediniz.
Bir gün şöyle bir şey duysanız: Milyonlar, milyarlar ve
trilyonlara varan büyük masraflarla çiftlikler işleten fa­
lan padişah, çiftliklerinde ürettiği hayvanları öldürüp top­
rağa gömüyormuş. "Allah Allah bu kadar masrafa yazık
değil mi? Madem öldürecekti, bu kadar masrafla niçin
besledi?" demez misiniz? "Madem öldürüyor, öyleyse bun­
da çok daha ciddi ve yüksek bir gayesi olsa gerek. Çünkü
bu kadar masraf, bir hiç için olamaz" diye düşünmez misi­
niz?
İşte kainat bir saray, bir çiftlik. Bu sarayın, bu çiftli­
ğin sahibi Allah. Bu çiftlikte her şey üretiliyor, ama her
şey bir şey için üretiliyor. İNSAN İÇİN. İnsan kimin için?

109. İşiiriitü'l-İ'caz, Bediüzzaman, s. 19.


1 23

Herhalde insan da herşeyi yaratan ve insanın emrine su­


nan Allah için olsa gerek.
Şair ne güzel demiş:
SENİ aramam için beni uzağa attın
Alemi benim, beni kendin için yarattın c ı ı oı

Eğer ibadet ve ahiret olmasaydı, insan da, kainat da


israf olurdu. Hakim olan Allah bu kıymetli varlığı israf et­
mekten münezzehtir.
Yüce Allah, insanı koca bir kainatla besliyor. Kainat­
ta, kainat fabrikasında bir vidanın, diyelim güneşin eksik
olması hiçbir şeyin olmaması demektir. Su olmasın her
şey kurur; toprak olmasın, hiç bir şey olmaz. Hava olma­
sın hiçbir canlı yaşamaz. Nimetlerden her birinin olması
bütün sebeplerin olmasına bağlı. Çünkü kainatta her şey
her şeyle bağlı.
Güneş insan için doğuyor, sular insan için akıyor, dün­
ya insan için dönüyor, bitkiler ve hayvanlar insan için ya­
şıyor. İnsanın karpuz yiyebilmesi için kainat fabrikası la­
zım. Çünkü karpuz bütün bir kainatın mahsulüdür. Ayrı
ayrı her bir nimet böyledir.
Yüce Allah bütün bir kainatı insanın boğazına bağla­
mış, bütün bir kainatla besliyor. Bu kadar pahalı ve itina
ile beslediği bir varlığı kalkmamak üzere yatırmaz, dirilt­
memek üzere öldürmez, öldürüp te farelere yem etmez.

24. ŞEKER TORBASI VE İNSAN KEFENİ


Fabrikadan çıkan şekerin, büyük, beyaz bez torbala­
rın içinde yerin altına çekildiğini gördüğümüzde, herhal­
de toprağa gömülüp zayi edildiği aklımıza gelmez. Herhal­
de bir başka yere sevkediliyor deriz. Öyle değil mi? Aynen
öyle--de kai-nat fabrikasının biricik mahsulü, meyvesi
1 10. Necip Fazıl
1 24 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

insanların da beyaz kefenler içinde mezara indirildiğini


gördüğümüzde daha mükemmel başka bir aleme gönderil­
diğini düşünmemiz, aklın ve mantığın gereğidir. Siz basit
şekeri, beyaz bez çuvallara koyup yokluğa mahkum et­
mezken; Allah, kainatın meyvesi, şerefi ve gözdesi olarak
yarattığı insanı beyaz kefene sarıp ta kaldırmamak üzere
toprağa gömer mi?
Söz Sultanı ne güzel söylüyor:
"İade edilmemek üzere zeval, nimeti nikmete,
şefkati zahmete, muhabbeti musibete, lezzeti eleme
ve rahmeti zıddına kalbeder." Yani bir daha dirilme­
mek üzere dünyadan ayrılmak dünyada tattığımız nimet­
leri acıya, gördüğümüz şefkatli muameleyi zahmete, maz­
har olduğumuz sevgiyi musibete, lezzetleri acıya çevirir.
Madem beni öldürecek, verdiklerini elimden alacaktın,
neye verdin? Madem beni acılara boğacaktın; bu şefkatli,
bu merhametli, bu muhabbetli muameleye ne lüzum var­
dı? dedirtir. İşte Allah, böyle dedirtmekten de münezzeh­
tir.
Ama ne gariptir ki Yüce Allah her harika ve mu'cize
işleri gibi ebedi hayatı da çürümenin, ölmenin arkasına
bağlamış. Baharı kışın arkasına, gündüzü gecenin arkası­
na, saadeti sancının arkasına, genişliği darlığın arkasına
bağladığı gibi.
Nur müellifi diyor ki:
"Çekirdeğin mevti (ölümü), sünbülün mebde-i
hayatı (yani başağın hayatının başlangıcı)dır. ( 111 )
Ağaç olmak isteyen çekirdek, toprağın altında
çürümeye razı olmalı ve havsalasına bunu sığdır­
malıdır. Civciv olmak isteyen yumurta, tavuğun al­
tında hapsolmaya, çatlayıp patlamaya razı olmalı­
dır. Allah'ın kanunu böyle. Çürümeyene hayat, ebe­
diyet ve saadet yok. İster inanın, ister inanmayın.
111. Mektubat, Bediüzzaman, s. 7.
125

25. "OT GİBİ BİTTİK, OT GİBİ YİTECEGİZ"


ÖYLE Mİ?

Bazıları "Ot gibi bittik, ot gibi yiteceğiz" diyorlar. Bey­


ler siz ot musunuz?
Kaldı ki ot dahi olsanız, yine dirileceksiniz. Zira han­
gi ot yitti de bitmedi? Ekilen çürümekte, çürüyen diril­
mekte.
Ot gibi basit bir varlık çürür, dirilirse; insan gibi mü­
kemmel bir varlık çürür de dirilmez mi? Öldükten sonra
dirilişi inkar edenlerin akılları çalışmıyor ise de baharı gö­
remeyecek kadar da mı körler?
Yine "ben öldükten sonra beni çöplüğe gömsünler" di­
yorlar. Beyler siz gübre misiniz ki çöplüğe atılmaya razı
oluyorsunuz. Sizden birinize biri "hayvan" dese, ona hü­
cum edersiniz. Halbuki hayvan gübreden çok üstün, hay­
van olmaya tahammül edemeyen, gübre olmaya nasıl ta­
hammül eder? Dirilmemek üzere ölmeye nasıl razı olur?

26. VİCDANIN "EBED EBED" , SESLERİ

"EVET KİM KENDİ UYANIK VİCDANını dinlerse,


"Ebed ! . . . Ebed!" sesini işitecektir. Bütün kainat o vicdana
verilirse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini doldura­
maz."( 11 2 )
Kimin olduğunu bilemediğim bir söz var: "Fani dünya
hoştur amma, akıbeti mevt olmasa". Yani dünya çok tatlı
ama sonu ölüm olmasa.
Bu söz de insanın ebede ne kadar aşık, ölümsüz bir
hayata ne kadar hasret olduğunu göstermektedir.

112. Bediüzzaman, Sözler, 10. söz, Zeylin 3. parçası, s. 117-118.


1 26 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

27. YOK VE YOKLUK İSTENMEZ


Yok olan bir şey istenmez. Madem insan ebediyyet is­
tiyor, öyleyse hurda olmasa bile bir ebediyyet ülkesi var­
dır, o da ahirettir. Çünkü fıtrat yalan söylemez. Madem
Yüce Allah yaratılışımıza ebediyet arzusunu koymuş, öy­
leyse o arzunun tatmin olacağı bir ülkeyi de hazırlamıştır.
Ey gençliğim gitti, hayatım bitti diye ağlayanlar! Merak
etmeyiniz, ağlamayınız. Siz ebed için yaratılmışsınız; ölü­
mün, ihtiyarlığın, hastalığın olmadığı bir diyara gidiyor­
sunuz. Bu dünya bir misafirhanedir ve ahiretin bir bekle­
me salonudur.

28. KÜFRE GÖRE ALEMİN HEM BAŞI­


HEM SONU
Eğer ahiret yoksa niçin boşuboşuna ölüyoruz. Bence
dünyayı sevenler, dünyaya tapanlar her şeyden önce, zira­
attan, ticaretten, siyasetten, köşkler yapmaktan, para ka­
zanmaktan önce ölüm üzerinde kafa yormalıdırlar, ölüme
çare bulmalıdırlar. Çünkü ölüm, umm"adıkları yerde tatlı
hayatlarına son veriyor. Herkes her şeyi bırakıp önce şu
ölümü öldürmelidirler.
Eğer ahiret varsa neden onu gündemlerine sok­
muyorlar. Efendiler! Ahiret yoksa ölmeyin. Ahiret
varsa ve siz de ölüyorsanız Allah aşkı, Muhammed
(s.a.v.) sevdası, İslam terbiyesiyle yaşayın; şeref ve
haysiyetinizi insanlığınızı kurtarmış olursunuz.
Öyle bir alemde bulunuyoruz ki gelenler gidiyor, gi­
denler gelmiyor. Gelenlerin gitmesinden, gidenlerin gel­
memesinden ve insanlığın kayıtsız, şartsız ölüme teslim
olmasından da anlaşılıyor ki ahiret var. Yoksa bu muhte­
şem, bu muntazam kainatın yaratılması abes olurdu. Her
şeyin neticesi yokluk olsaydı, var olmak manasız olurdu.
1 27

Her şeyin yaratıcısı Allah olduğunu, bu dünyanın bir


imtihan meydanı olarak açıldığını ve insanlığın ahirete
doğru gittiğini kabul etmeyen inkarcılar; her şeyin hiçten
geldiğini ve hiçliğe, yokluğa gittiğini iddia ediyorlar. Bu
idrak fukaralarına şu iki mısra ne kadar güzel cevap veri­
yor:
"Küfre göre alemin hem başı, hem sonu hiç;
iki hiç arasında varlık olur mu ki hiç!" C l 13l

HER ŞEY BİR ANDA NASIL DİRİLİVERECEK?

Kıyametin kopması ve ölenlerin dirilmesi gibi büyük


bir olay bir anda nasıl olacak? Dar akıl, anlayabilmesi için
izah istiyor, misal istiyor.
Bu sorunun cevabını üstad Bediüzzaman Hazretlerin­
den dinleyeceğiz. Yalnız ben Onun yüksek ifadelerinden
anladığımı arz etmeye çalışacağım. Bir kusur görürseniz o
bana aittir. Mükemmelini ve orjinalini okumak isteyenler
Sözler'den 10. söz'de zeylin 3. parçasına bakmalıdırlar.
Bu hususta üç meselenin izahı gerekiyor.
1. Cesedlerin inşası (yapılması)
2. Ruhların cesedlere gelmesi

3. Cesedlerin ihyası (diriltilmesi)

Birinci Mesele:
Cesedlerin bir anda inşası, yani var olan zerre­
lerinin bir araya getirilip cesed haline sokulması.
Gözümüzün önünde görüyoruz ki:
a) Bahar mevsiminde kemiklerden farksız bütün
ağaçla'!:', yaprakları, çiçekleri ve meyveleriyle birlikte kısa

113. Necip Fazıl


1 28 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

bir zamanda şekillendiriliyor;


b) Yine bahar mevsiminde sayısız tohumcuklar, çekir­
dekler, kökler, birden uyanıyor, açılıyor, diriliyorlar;
c) Yine bahar mevsiminde küçücük hayvan taifeleri­
nin sayısız efradı son derece sanatlı bir şekilde diriltiliyor,
bilhassa sinek kabilelerinin bir senede dünyaya gelen ef­
radı, Adem (a.s.) dan bu tarafa gelmiş geçmiş insan sayı­
sından fazla olduğu halde, her baharda inşaları, ihyaları
yani yapılmaları, diriltilmeleri . . . Kıyamette insan cesed­
lerinin inşasına, ihyasına bir misal değil, binler misaller­
dir.
İkinci Mesele:
Ruhların cesedlere gelmesi. . Gayet muntazam bir
.

ordunun efradı, istirahat için her tarafa dağılmış iken,


yüksek sadalı bir boru sesiyle nasıl bir araya toplanıyor­
larsa; İsrafil (a.s.)'ın borusu olan SUR'un sesiyle de dağı­
nık bir halde bulunan zerreler ordusu bir araya toplana­
cak, her zerre önceden kaldığı ve tanıdığı cesed kışlasında
yerini alacak, ruhlar da yeniden yapılanan bu vücut elbi­
sesini giyip ayağa kalkacaklardır. Doğrusunu en iyi Allah
bilir.
Üçüncü Mesele:
Cesedlerin bir anda dirilmesi ... Büyük bir şehirde,
şenlikli bir gecede yüzbinlerce elektrik lambalarının tek
merkezden idare edilebileceğini, bir düğmeye basmakla
bir anda canlanıp ışıklanabileceklerini herkes biliyor.
Hatta aynı kanunla yeryüzünün tamamında milyonlarca,
milyarlarca lambalara bir anda nur vermek mümkün.
Cenab-ı Hakk'ın elektrik gibi bir mahluku, misafirha­
nesindeki bir hizmetkarı, Yaratıcısından aldığı terbiye ve
intizam dersiyle bir anda her yerde olma, her yeri ışıklan­
dırma keyfiyetine sahip olursa; cesedlerin bir anda diril­
mesi neden mümkün olmasın? . . . Allah'ın hikmetinin
1 29

kanunlarım, elektrik gibi binlerce nurlu hizmetkarlar


temsil ediyor. Hal böyle olunca haşr-i azam (en büyük di­
riliş) göz açıp yumuncaya kadar kısa bir zamanda neden
meydana gelmesin? Her neye "ol" diyorsa "o da oluveri­
yor." Böyle bir kudrete sahip bir Zat'a bu iş ağır gelir mi?

DÜNYA HİKMET, AHİRET KUDRET YURDU

Dünya hikmet alemi, ahiret kudret alemidir. Dünya­


da Cenab-ı Hakk'ın Hakim ismi, Mürettip, Müdebbir ve
Mürebbi isimleri gereğince eşyanın yaratılmasında tedri­
ciliğe ve zamana riayet edilmektedir.
Ahirette ise hikmetten ziyade, kudret ve rahmetin te­
zahürleri ön plana çıktığından; maddeye, müddete, zama­
na ve beklemeye ihtiyaç duyulmadan eşya, birden yapılı­
yor ve yaratılıyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan
işler, ahirette bir anda ve bir lemhada yapıldığım Kur'an-ı
Mu'cizü'l-Beyan şöyle ferman ediyor: "Kıyametin kop­
ması, göz açıp kapama gibi veya ondan daha az bir
zamanda gerçekleşecektir." C 114)

29. BİR KUDRET Kİ, ONA BİR İLE


BİNİ YARATMAK BİRDİR

Bu kudret Allah'ın kudretidir. Allah bu hakikatı Ke­


lam-ı Kadiminde şöyle formüle etmiştir: "(İnsanlar!) Sizin
yaratılmamz ve diriltilmeniz, ancak ve ancak tek bir kişi­
nin yaratılması ve diriltilmesi gibidir." ( 115 )
Yani bütün insanların yaratılması ve diriltilmesi Al­
lah'ın kudretine göre bir insanın yaratılması ve diriltilme­
si gibi kolaydır.
Allah'ın kudretine göre bir-bin, küçük-büyük, az-çok
farketmez. Çün_kü onun kudreti Zatidir. Zatındandır. Baş-
114. Nah!, 16/77
115. Lokman, 3 1/28
130 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

kasından ona gelmemiştir. Ve kudreti mutlak kemaldedir.


Kudreti sınırsızdır. Sınırsız ve sonsuz kudretin zıddı olan
acz, onun hakkında muhaldir. Yani kudreti sonsuz dediniz
mi artık orda aczin yeri yoktur. Acz'den yani güçsüzlükten
bahsetmeniz bile imkan haricidir. Çünkü aczin gerçekten
olduğu yerde kudreti sonsuzdan bahsetmeniz mümkün
değildir.
Bu ayet-i kerimeyi Bediüzzaman Hazretleri nurani­
yet, şeffafıyet, intizam, imtisal ve muvazene sırlarıyla tef­
sire tabi tutmuştur. Şimdi sırasıyla bunları görelim.
1. Nuraniyyet sırrı:
Güneş, ışığını ve cilvesini bir zerreye ne kadar kolay
veriyorsa, bütün şeffaf şeylere de aynı anda, aynı kolaylık­
la verebilir. Ne yorulur, ne de ışığından birşey eksilir. Bir
mahlukuna bu kabiliyet ve kudreti veren Yaratıcıya ne
ağır gelebilir. Bir insanı yaratmakla sayısız insanı yarat­
mak arasında fark kalır mı?
Önemli olan bir insanı yaratmaktır ve diriltmektir.
Bunu başaran kudret için sayısız insanı yaratmak zor ol­
mayacaktır. Çünkü çark bir kere kurulmuştur artık. O
çark ta KAF ve NUN tezgahıdır. Yani "Ol" anlamında
arapça "kün" emridir.
2. Şeffafiyet sırrı:
Şeffaf bir zerrenin küçük göz bebeği güneşin aksini al­
makta, denizin geniş yüzüne eşittir. Şeffaf bir zerreye ko­
ca bir denizin yüzü gibi güneşi gösterme kabiliyetini veren
kudrete hiçbir şey ağır gelmez.
3. İntizam Sırrı:
Bir çocuk parmağıyla gemi şeklindeki oyuncağını çe­
virdiği gibi kocaman bir gemiyi de çevirir. Otomobil kulla­
nabilir. Gemiye kaptanlık edebilir. Çünkü o vasıtalara ni­
zam, intizam, yani düzen ve disiplin hakimdir. Bir memle­
kette veya bir vasıtada düzen ve disiplin varsa o memle-
131

ketin ve o vasıtanın idaresi hiç de zor olmaz. İster küçük


olsun, ister büyük olsunlar.
İçinde bulunduğumuz şu muhteşem kainatta müthiş
bir intizam, mükemmel bir düzen hakim. Bu kainatı böy­
lesine mükemmel bir düzenle yaratan ve yürüten kudrete
elbette ahireti yaratmak zor olmayacaktır.
4. İmtisal Sırrı:
Bir kumandan bir tek askeri bir arş emriyle harekete
geçirdiği gibi, koca bir orduyu da aynı kelime ile harekete
geçirebilir.
Önemli olan itaatkar bir ordu oluşturmaktır.
Böyle bir orduyu oluşturana, orduların sevk ve idare­
si ağır gelir mi?
Kainatı yaratan ve içindeki varlıkları emrine itaatkar
bir ordu haline getiren Yüce Allah, bir arş emriyle yani
"ol" sözüyle ahireti, Cennet ve Cehennem ordularını mey­
dana getiremez mi?
5. Muvazene Sırrı (Denge Kanunu):
Bir terazi farzedelim ki iki kefesine iki ceviz de koy­
san hisseder, iki güneş te koysan tartar.
O iki kefesinde bulunan iki cevizden birini göklere, bi­
rini de yere indiren ilave bir ağırlıkla, iki güneşten birini
arşa kaldırmak, birini de ferşe yani yere indirmek müm­
kündür. O kuvvet ve ağırlığa cevizlerin küçüklüğü ile gü­
neşlerin büyüklüğü tesir etmez.
Madem şu adi, noksan, fani alemde:
Nuraniyet: (Parlaklık)
Şeffafiyet: (Saydamlık)
İntizam: (Düzenlilik)
fmtisal: (İtaatkarlık)
Muvazene: (Dengedelik)
1 32 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

esaslarıyla en büyük şey, en küçük şeye eşit olmakta, he­


sapsız ve sınırsız şeyler tek bir şeye eşit görünmektedir.
Elbette Kadir-i Mutlak olan Allah'ın Zatından ol.up sonsuz
ve son derece kemalde bulunan kudretinin nurlu tecellile­
rine, eşyanın melekutundaki şeffafiyete, hikmet ve kade­
rin düzenlemelerine, eşyanın Allah'tan gelen tekvini emir­
lere tam itaatlerine, eşyanın var ve yok oluşlarındaki eşit­
likten ibaret olan O'nun kudretine göre küçük-büyük fark
etmemesi demek olan muvazene sırrına göre de az-çok,
küçük-büyük pek farketmez. Allah'ın sonsuz kudretine
göre hepsi eşittir. Bir insanı yaratmak ve diriltmek ne ise,
bütün insanları yaratmak, bir sayha ile diriltip haşir mey- .
danında toplamak da odur. Çünkü kudret sonsuzdur. Kud­
reti sonsuza acizlik isnad edilemez.
Demek bir baharı yaratmak, Ona bir çiçeği yaratmak
kadar kolaydır. Bütün insanları diriltmek, Ona bir insanı
diriltmek kadar kolaydır. Eğer Allah'a değil de sebeplere
verilse; O zaman bir çiçeğin yaratılması bir baharı yarat­
mak kadar ağır olur. Hatta hiç mümkün olmaz.

30. KUR'AN'! DİNLİYORUZ


Haşir meselesinin başından buraya kadar arzettiği­
miz temsiller, misaller Kur'an-ı Hakim'in feyzindendir.
Nefsi teslim almak, kalbi kabule hazırlamaktan ibarettir.
Asıl söz Kur'an'ındır. Zira söz O'dur ve söz O'nundur.
Dinleyelim: ·

Mealen buyuruyor:
"İnsan görmüyor mu ki, biz onu nutfeden (sudan) ya­
rattık. Bir de bakıyorsun ki, açıkça isyan ediyor.
Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirme­
ye kalkışıyor, ve "şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim di­
riltecek" diyor.
1 33

De ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir. Çünkü O,


her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.< ll6 )
"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorul­
mayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yettiğini
görmüyorlar mı? Evet o her şeye kadirdir. ( 117)
"İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O,
(döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe ( sperm)
değil miydi? Sonra (nutfe) kan pıhtısı olmuş, derken Allah
onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti. Ondan da
iki eşi (erkek ve dişiyi) yaratmıştı. Peki (bunları yapan)
Allah'ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" m sı
"(Ey Muhammed! Onların seni yalanlamalarına) şaşı­
yorsan, asıl onların, "biz mi toprak olduğumuz zaman ye­
niden yaratılacağız?" demeleri şaşılacak şeydir. İşte onlar,
Rablerini inkar edenlerdir. Onlar (Kıyamet gününde) bo­
yunlarında tasmalar bulunanlardır. Ve onlar ateş ehlidir.
Onlar, ateşte ebedi kalacaklardır!" ( ll9 )
"Sur'a üfürülünce, bir de bakarsın ki, onlar kabirlerin­
den kalkmışlar Rablerine koşuyorlar.
İşte o zaman "Eyvah eyvah! Bizi kabrimizden kim çı­
karıp diriltti? Bu, Rahman'ın (Allah'ın) va'didir. Peygam­
berler gerçekten doğru söylemişler!" derler.
(0 gün) sadece bir çığlık kopar. Bir de bakarsın .ki,
hepsi hesap vermek üzere huzurumuzda toplanıvermiş­
ler." ( 120 )
"Göklerin ve yerin gaybını sadece Allah bilir. Kıyame­
tin kopuşu, ancak bir göz kırpması veya daha kısa bir za­
man kadardır. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir." ( 121 )

ll6. Yasin, 36/77- 79


ll 7. Ahkaf, 4 6/35
ııs. Kıyame, 75/36-40
ıı9. R:aa, 13;5 -
-

120. Yasin, 36/51-53


121. Nah!, 16/121
1 34 / ÖLÜM DİRİLİ$ VE REENKARNASYON

HAŞİR SABAHI
Bir çiçeğin meydana gelebilmesi için baharın gelmesi
lazımdır. Bahar geldikten sonra bir çiçeğin açmasıyla, mil­
yarlarca çiçeğin açması arasında hiç bir zorluk ve fark
yoktur. Mühim olan baharın gelmesidir. Aynı şekilde bir
çiçeğin ışık alabilmesi için güneşin doğması icabeder. Gü­
neş doğduğu zaman bir çiçekle beraber diğer bütün çiçek­
ler, nebatat ve hayvanat da ışıklanırlar. Önemli olan saba­
hın olmasıdır.
Bu misaller gibi, haşir sabahı veya baharında bir in­
sanın dirilmesiyle bütün insanların dirilmesi arasında bir
fark olmayacaktır. Mühim olan o sabahın veya o baharın
gelmesidir. 0 22 )

31. AKIL İNANIR, İHATA EDEMEZ


Hz. Ali (r.a.)a sormuşlar:
- Allah, sayısı belli olmayacak derecede çok olan
bunca kulunu nasıl hesaba çekecek?
Cevap vermiş:
- Onca kulunu nasıl rızıklandırıyorsa öyle.
İbn-i Abbas (r.a.)a da:
- Ruhlar cesedlerden ayrılınca nereye giderler?
demişler. O da:
- Yağları bitince, lambaların ışığının gittiği ye­
re, cevabını vermiş. ( 123)
Bu iki fıkradan da anlıyoruz ki akıl, inanmakla görev­
li. Her şeyin künhünü anlamakla ve ihata etmekle görev­
li değil. Zaten istese de her şeyi anlıyamaz ve kavraya-

ı22. Mehmet Kırkıncı, Nükteler, s. 33


1 23 . Ebu'l-Hasan el-Maverdi, Edebüd-Dünya ve'd-Din, s.8. B eyrut - 1399 /
1979
1 35

maz. Ama her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna inanabi­


lir . . .
Hele insan, Allah'ın sonsuz ve sınırsız kudretiy­
le yapacağı bir işe kendi cüz'i ve aciz kudreti açısın­
dan bakmamalı. Ölüleri diriltmek, haşri getirmek
bizim için imkansız görünse de Allah için çok kolay
ve çok basittir. Çünkü biz mahluk, O Halık. Biz aciz
O Kadir. Bizi ilk defa yaratırken güçlük çekmemiş
ki ikinci defasında güçlük çeksin.
Onun kudretinin yanında bir ile binin, bin ile milyo­
nun farkı yoktur.
Güneş bir anda milyonlarca eşyayı, ışığı ve ısı­
sıyla sarıyor, idare ve terbiye ediyor, yorulmuyor,
her varlıkla aynı anda ilgileniyor. Bir iş, bir işe ma­
ni olmuyor.
Halbuki güneş Allah'ın Nur isminin bir gölgesi.
Gölgesinde bu kabiliyet ve bu kudret olursa, Al­
lah'ın bizzat kendi kudreti nasıl olur? O kudrete ne
dayanır? Ona ne ağır gelebilir?
Gözümüzün önünde görüyoruz; madem ki ölümden
hayat çıkıyor, öyleyse insanın öldükten sonra dirilmesini
akıldan uzak görmemeliyiz. Ve toprağa gömülmekten
ürkmemeliyiz. Zira o bizim hem aslımız, hem de
saksımız.
Şeyh Sa'di-i Şirazi der ki: "Toprağın gül bitirme­
sine şaşmayın. Düşünün ki oraya nice gül endamlı­
lar gömülmüştür."
Bu sözüyle Şeyh Sa'di, hem toprağı şirinleştir­
miş, hem de "Ey insanlar, gülleri bitiren toprak, si­
zin gibi gül endamlıları yitirmez. Merak etmeyiniz"
demek istem_iştir. Önemli olan gÜl endamlı olarak
bitmek ... Ebu Cehiller gibi diken olarak toprağa gi­
rip diken olarak dirilmek de var.
1 36 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

32. DÜNYAYA GELEN ÇOCUK NEDEN AGLAR?


Dünyaya gelen çocuk niçin ağlar? Sonra neden susar?
Bilir misiniz?
Ağlaması, alışmış olduğu vatanından, anne kar­
nından ayrıldığındandır. Sonra susması da geldiği
yeni evinin, yeni vatanının yani dünyanın, eski evi
ve vatanından çok mükemmel olduğunu görüp an­
lamasındandır...
B u çocuğu anne rahmine tekrar göndermek isteseniz,
çocuk kesinlikle bu teklifinizi reddedecektir. Çünkü geldi­
ği dünya anne rahmiyle kıyaslanacak gibi değildir.
İşte dünyaya göre anne rahmi ne ise, ahirete göre de
dünyamız odur. Dünya anadan ahirete doğan veya dünya
evinden ahiret evine giden inanmış insan, gözlerini ahi­
rette açar açmaz "oh be dünya varmış" diyecek, bir daha
geri dönmek istemeyecektir.
Bu manayı şu Hadis-i Şerif ne güzel özetlemiş:
"Mü'minin dünyadaki hali, ceninin annesinin
karnındaki haline benzer. Cenin annesinin karnın­
dan çıkınca, oradan ayrılışına ağlar. Bu ağlaması
dünya ışığını görünceye kadar devam eder. Anne­
sinden ayrılıp ışığı görünce bir daha oraya geri
dönmek istemez." ( 1 24)
İşte mü'min de böyledir. Ölümle dünyadan ayrılacağı­
nı düşündüğünde kederlenir, ağlar. Bu ağlaması ahiretin
ışığını görünceye, Rabbinin huzuruna çıkarılıncaya kadar
devam eder. Işığı görüp huzura kavuşunca bir daha dün­
yaya dönmek istemez. Ceninin annesinin karnına dönmek
istememesi gibi . . . ( 125 )

124. İmam Ebu Hamid el-Gazali, İhyau Ulumi'd-Din, c.15, s. 1 87, İstanbul-
1985, Temel Neşriyat.
125. A.e., c. 15, s. 187
1 37

33. HER VARLIK BİR YÖNÜYLE ALLAH'A


BİR YÖNÜYLE DE HAŞRE DELİLDİR.
Bir çok varlık bir yönüyle Yüce Sanatkarına şehadet
ettiği gibi, bir yönüyle de haşre işaret eder.
Mesela: İnsanın en güzel şekilde yapılması, sanatka­
rının varlığını isbat ettiği gibi, kabiliyetlerinin sınırsızlığı
ile beraber kısa zamanda dünyadan ayrılması da haşrin
ve ahiretin varlığını isbat etmektedir. Çünkü sonu olan
bir dünya, insan gibi kabiliyetleri, duygu, düşünce ve ar­
zuları sınırsız olan bir varlığı tatmin edemez. İnsanın ya­
ratılışına beka düşüncesini ve sınırsız arzuları yerleştiren
kudret, elbette o arzuların tatmin edileceği diyarı da ha­
zırlamıştır ki o diyar, ahirettir.
Eğer böyle bir ebed ülkesini hazırlamamış, insanı da
oraya götürmeyecek olsaydı, yarattıklarına zulmetmiş
olurdu. Halbuki Allah zulümden münezzehtir. Hakimdir,
abes iş yapmaz. Eğer insanın istediklerini yani beka
ve likayı, diğer l?ir ifadeyle ebediyyet ve vuslatı ver­
meyecek olsaydı, istemeyi de vermezdi.

34. KIYMETİ YÜKSEK ÖMRÜ AZ


Kainatta her şeyin kıymeti çok yüksek, sanat açısın­
dan çok güzel, çok mükemmel olmasına rağmen müddet­
leri kısa, ömürleri çok azdır. İşte bahar ve baharla gelen
meyveler çok güzel, çok kıymetli olmalarına rağmen ça­
buk göçüp gidiyorlar.
Demek kainattaki bu eşya ve sanat harikaları birer
nümunelerdir. Asılları dünya denilen vitrinin ötesindedir­
ler. Çok kıymetli oldukları halde kısa bir süre içinde telef
edilmeleri, gözleri asıllarına çevirmek içindir.
gu halde şu dünyadaki çeşit çeşit süslü ve sanatlı var­
lıklar bir Rahman-ı Rahim'in, sevdiği kullarına rahmetiy-
1 38 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

le hazırladığı cennet nimetlerinin nümuneleridir, denile­


bilir, denilir ve öyledir. ( 126 )

35. YOKLUK CEHENNEMDEN DAHA BETER


BİR AZAPTIR

Mutlak yokluk sözkonusu değildir. Bu, mü'min için


bir vaad ve müjde, kafir için ise bir vaid ve tehdiddir. Sün­
net-i sahiha bu işi takviye eder. Öbür alemde, kimileri sa­
adet, kimileri de şekavet yurdunda yerlerini aldıktan son­
ra, ölüm, bir koç şeklinde getirilip kesilecek ve böylece
yokluğun yok edildiği duyurularak, hem cennet ehline
hem de cehennemliklere "artık ebedilik var" manasında
"el-hulud, el-hulud" denilecektir. Bu hakikattan da anlıyo­
ruz ki, kafirlerin orada yok olmak isteyişleri ve herbirinin
"keşke toprak olsaydım" deyişi, azap şoku karşısında den­
gelerini kaybettiklerindendir. Yoksa bu hem ruhun ebed
arzusuna ters, hem de muhali taleptir. Ancak bu muhal,
Cenab-ı Hakk'ın (haşa) acziyetinden değildir. Sadece mu­
rad-ı ilahinin bu şekilde cereyan edeceğindendir.
Kafirlerin azap şokunu yediklerinde "keşke toprak ol­
saydık" demelerindeki dengesizliğin örneklerini dünyada
da görmemiz mümkündür. Mesela; bakıyorsunuz, adam
hayatın bin türlü zevkleri içinde yaşarken sadece zevkin
bir buuduna ulaşamadığından dolayı kalkıp intihar edi­
yor. Bu intihar eden insana, öncelikle var olma nimeti ve­
rilmiş; bu sayede o, dünyadan istifade ediyor, yiyor, içiyor,
çalışıyor ve eğleniyor . . . fakat, sözgelimi, birine gönlünü
kaptırmiş ve o olmadı diye kalkıp intihar ediyor. Oysa ki,
talep ettiği ve uğrunda canına kıydığı şey, dünya zevkleri­
ne ait buudlardan sadece biridir. İşte bu kadarcık şey için
canına kıymak, nasıl bir dengesizlik ise kafirin ahirette
yok olmayı talep edişi de böyle bir dengesizliktir. Yoksa
126. Orijinali için bkz. Sözler, Bediüzzaman, 10. söz, 6. Hakikat, s. 76-80.
1 39

Üstad Bediüzzaman'ın da yer yer temas ettiği gibi, aklı


başında bir insan cehenem bile olsa varolmayı yokluğa
tercih eder. Yokluğun nasıl bir girdap olduğunu ancak o
şoku yemiş olanlar bilir. Ben, böyle bir şeyi düşünemem
bile. Yokluk fikrini tasavvur bile beni bayıltacak hale ge­
tirir. Evet, yokluk, korkunç bir şey. Böyle bir şeyi aklı ba­
şında bir insanın talep etmesi imkansızdır. Ayrıca yukarı­
da da işaret ettiğimiz gibi böyle bir şey istemek muhali ta­
leptir. ( 127)

36. HAŞRE AİT DELİLLERİN BİR CÜMLEDE


ÖZETİ

Haşirle ilgili bahislerin özeti mahiyetinde bir cümle


söyleyeceğim. Atom bombası kadar tesirli bir cümle. İlim
ve fikir erbabı herkesi teslim alan, hayrete düşüren, hay­
ran bırakan bir cümle. Bu cümle, aynı z amanda ahirete
ait delillerden bir demet, bir özet.
"Kainattaki nizam-ı ekmel, hilkatteki hikmet-i tam­
me, alemdeki adem-i abesiyet, fıtrattaki adem-i israf, ce­
mi' fonun ile sabit olan istikra-i tanım, yevm ve sene gibi
çok enva'da olan birer nevi' kıyamet-i mükerrere, istidad­
ı beşerin cevheri, insanın layetenahi olan amali, Sani-i
Hakim'in rahmeti, Resul-i Sadık'ın lisanı, Kur'an-ı
· Mu'ciz'in beyanı; haşr-i cismaniye sadık şahidler, hak ve
hakiki bürhanlardır."( 128 )
Şimdi bu cümleyi bir de herkesin anlayabileceği üs­
lupla arzetmeye çalışayım:
Kainattaki kusursuz nizam, hilkatteki eksiksiz hik­
met, alemde lüzumsuz hiçbir şeyin olmaması, israfın ol­
maması, fenlerin bütününden elde edilen kesin bilgiler,

127. Zaman Gazateşi, Akademi sayfası, 28. 9. 1994.


128. Bediüzzaman, Muhakemet, s. 150. Bu cümlenin sistematik izahını
Muhakematın 151 . sahifesinde ve geniş izahını da 10. söz ve Nurların
çeşitli kitaplarında bulabilirsiniz.
140 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

gün ve yıl gibi çok türlerde meydana gelen mükerrer kıya­


metler, insanın kabiliyet cevheri, insanın sınırsız arzuları,
hikmetli sanatkar olan Yüce Allah'ın rahmeti ve şefkati,
sadık Peygaİnber'in doğru sözü, Mu'cize Kur'an'ın izahı;
öldükten sonra cismen dirilişin doğru, hak ve hakiki delil- .
leridir.
Büyük kitapların birer kelimeye sığdırıldığını görmek
isteyen kimseler için bu cümle ne güzel bir misaldir. Bü­
yük kitapları, büyük izahları bir cümlede, bazen bir ter­
kipte, hazan bir kelime ve bir noktada toplayan muharrir
ve müellif, ne büyük müelliftir. Allah (c.c.) da kainat kita­
bını insan denilen noktada toplamamış mı, kocaman ağaç- .
lar, çekirdeklerinde özetlenmemiş mi? Onun lütfuna maz­
har olan herkes kabiliyeti miktarınca bu hususta muvaf­
fak olur.
141

BÖLÜM III.
AHİRET'LE İLG İLİ ÖNEMLİ
S O RULAR VE C EVAPLARI

İNSANLAR KIYAMET GÜNÜNDE


NASIL HAŞROLACAKLAR?
İnsanlar kıyamet gününde nasıl haşrolacaklar?
Çıplak mı, elbiseli mi?
Bu sorunun cevabını Rasul-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz
vermiş . Aişe validemizi!J. (r.a.) rivayet ettiği h�dis-i şerifte
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki:
·

"İnsanlar kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sün-


netsiz olarak diriltileceklerdir."
Aişe validemiz (r.a.) demişler ki:
- Ya Resulallah insanların avret yerleri ne olacak?
Bu suale de Efendimiz (s.a.v.):
"O gün, onlardan her kişinin kendisine yeter derecede
işi olacak, (kendi derdinin t�laşından neredeyse kimse kim­
seyi göremeyecek)" mealindeki ayeti okumuşlardır.U 29)
Bir .başka rivayette de peygamberimizin (s.a.v.): "Siz
yalınayak ve çıplak haşrolacaksınız" demesi üzerine Aişe
validemiz (r.a.) sordu:
- Peki ya Resulallah erkekler ve kadınlar birbirlerine
bakmazlar mı?
Bu suale Allah Rasulü'nün cevabı şöyle oldu:

129. Nesai, Kitabü'l-Ceniiiz, c.4, s. 114 Celaleddin es-Suyuti'nin şerhi ve


İmam Sindi'nin haşiyesiyle birlikte.
1 4 2 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

"Muhakkak ki o günün sıkıntısı bunu düşünmekten


çok daha şiddetli olacaktır'', yani bir insanın bir başka in­
sana bakma fırsatı olmayacaktır. ( 130)

NEDEN ÇIPLAK DİRİLİŞ?

SORU: İnsanlar kıyamet gününde neden çıplak


haşrolacaklar? ...
CEVAP: Cenab-ı Hak, hayvanlara, kıl v e tüylerden
ibaret fıtri bir elbise giydirdiği halde, insanı, suni bazı gi­
yecekler dikip örtünme zarureti ile karşı karşıya bırak­
mıştır. Bu Onun Hakim isminin gereğidir.
Suni elbise giymenin hikmeti; sadece soğuk ve sı­
caktan korunmak veya süslü görünmek yahut ta sadece
avret yerlerini örtmek değildir. Eğer hikmet bunlar olsay­
dı, vücudun her tarafı kıllarla örtülerek, fıtri bir şekilde
de bu hususlar temin edilebilirdi.
Suni elbisenin belki en önemli hikmetlerinden biri, in­
sanın başka varlıklar üzerinde tasarruf hakkının olduğu­
na ve varlıkların hepsine kumandan tayin edildiğine işa­
ret eden bir üniforma olmasıdır. ( 1 3 1 )
Suni elbise aynı zamanda bir fihriste ve bir listedir.
Bir kitabın muhtevası, içindekiler bölümünde başlıklar
halinde bulunduğu, bir çok eşyanın ismi bir kağıdın üze­
rinde liste halinde gösterildiği gibi; insanın sırtındaki suni
elbise de kainat kitabının bir içindekiler bölümüdür. Ka­
inattaki her şeyin insanın giyeceği elbisenin hazırlanma­
sında bir katkısı vardır. Tabiri caizse insanın sırtındaki
kumaş, kainat fabrikasında dokunmuştur . . . Bu da kainat
içinde insanın yerinin ne denli büyük, Hak katında şerefi­
nin nedenli yüksek olduğunun bir işaret ve ifadesidir.
130. A.e. s. 115
131. M. Dikmen- B. Ateş, Peygamberler Tarihi s. 116, Yeni Asya Yayınları
İstanbul 1977. Orjinali için bkz. Bediüzzaman Mektubat 28. mektup,
s.359.
1 43

Eğer insanın suni elbisesinde bu hikmetler olmasaydı


Cenab-ı Hak ona, diğer hayvanlara giydirdiği gibi kolay,
ucuz fıtri bir elbise giydirebilirdi . . . Eğer bu hikmetler ol­
masaydı, çeşitli paçavraları üstüne sarıp giyen insan şu­
urlu hayvanların nazarında maskara olur, onları üstüne
güldürürdü.
İşte haşir meydanında suni giyimin asıl hikmeti orta­
dan kalktığı, insanın sair nevilerin kumandanı olduğunun
artık belirtilmesine ihtiyaç kalmadığı için, insanlar orada
üryan (çıplak) halde bulunacaklardır. Ancak cennet ve ce­
henneme girildikten sonra, herkese, oralara uygun fıtri
bir elbise giydirilecektir.
Şu tesbiti de kaydetmeden geçemeyeceğim:
Allah (c.c.) akıl vermediği hayvanlara fıtri elbi­
se giydirmiş, onların ayrıca suni elbise giymelerini,
örtünmelerini istememiştir. Akıl verdiği insanları
da suni elbiseye, elbise yapıp giymeye mahkum
edip örtünmelerini istemiştir. Böylece örtünmek in­
sanlığın bir sembolü olmuş, ehl-i ilim ve hakikatca
örtünmek medeniyet, açılmak da ilkellik kabul edil­
miştir.

HAŞR, NE ŞR, BA'S ve İADE

Ölümün manası, ruhun yok olması değil, bedendeki


tasarrufunun kesilmesidir.
·Haşrin, neşrin, ba'sın ve iadenin manası, onu yok et­
tikten sonra tekrar yaratmak değildir. Bunun manası, ev­
velce olduğu gibi, ikinci defa ona tasarruf edebileceği bir
beden verirler demektir. Bu birinciden daha kolay olur.
Çünkü önce hem bedeni, hem de ruhu yaratmak lazım idi.
Bu d�fa ise i_nsani ruh kendi yerindedir. Hatta bedenin
cüzleri bile kendi yerindedir. Bunları toplamak, yarat­
maktan daha kolaydır.
144 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

İADE'nin şartı, sahip olduğu bedeni kendisine verir-·


le� demek değildir. ( 132 )

DÜNYADA CENNET VE AHVALİNİ MÜŞAHEDE


Allah Teala'nın zikrine dalanlara ahiret halleri zevkle
görünür. Onların hali ölülerin haline yakın olur. Diğerle­
rine ölümle gösterilenler, onlara bu halde gösterilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) namazda elini kaldırdı
ve "Cennet üzümlerinden bir salkımı bana arzettiler. Onu
bu dünyaya getirmek istedim." dedi.
Belki bu imkansızdır. Eğer mÜmkün olsaydı, getirirdi.
Fakat O'na sadece müşahede olarak gösterilmiş idi.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Cennetten haber ver­
mesi, taklit yoluyla veya Cebrail (a.s.)'dan işitme yoluyla
olduğu sanılmasın . . . Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Cenne­
ti gördü.
Cennet tamamen bu dünyada görülemez. Efendimiz
(s.a.v.) bu alemden çıktı, beka alemine girdi. Bu, onun mi­
racı oldu.
Bu alemde Cennet görülemez. Yedi kat göklerin ve ye­
rin bir ceviz kabuğuna sığmaması gibi Cennetten ufak bir
parça da bu dünyaya sığmaz. Belki kulak, göklerin v_e ye­
rin şekillerinin kendisinde gözdeki gibi hasıl olmasından
uzak olduğu gibi bu dünyadaki bütün duygular, Cennetin
bütün lezzetlerinden uzaktırlar. O alemin duyguları daha
başkadır.

ÖLÜMDEN SONRA RUHLAR


Ölümden sonra ruhlar iki kısma ayrılır:
1. Eşkiyanın (kafirlerin, facirlerin) ruhları
2. SUEDA'nın (saidlerin, iyilerin) ruhları

132. Bediüzzaman, a.g.e. s.359 ( Kısmen, şerh ve izah ederek)


145

Sueda hakkında: "Allah yolunda öldürülenleri sakın


ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve
kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde
Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkala­
rından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şe­
hit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı
müjdesinin sevincini duymaktadırlar."
Bedir'de savaş sona erince Peygamber Efendimiz (sav)
öldürülmüş olan kafirlerin cesetleri'nin yanına geldi ve
onlara şöyle seslendi: "Ey filan, ey filan! Allah'u Tealanın
düşmanlarını kahretmek için bize verdiği müjdeler ger­
çekleşti. Bu müjdeler arasında sizin azap çekeceğinizi de
katiyetle bildirmişti. Şimdi ölümden sonra, doğru mu, de­
ğil mi, anladınız mı?
Efendimiz (s.a.v.)'e dediler ki: "Onlar bir avuç murdar­
dır. Onlarla nasıl konuşursunuz?" Cevap verdi: "Nefsim
yed-i kudretinde olan Allah Teala'ya yemin ederim ki, on­
lar bu sözü sizden daha çok işitirler. Fakat cevap veremez­
ler."
Demek ki ölmekle yok olunmuyor. Şeriatın bildirdiği,
ölüm, ölenlerin başka bir hal alması yahut yer değiştirme­
sidir. ( 1 33)

KABİR AZABI VE DERECELERİ

Kabir azabının aslı, dünya sevgisidir. Bu azap da fark­


lıdır. Dünyayı isteme derecesine göre bazılarına çok, bazı­
larına az olur. Demek ki azap, kalbin dünyaya bağlanma­
sından başka bir şey değildir.
Dünya nimetleri yüzüne gülen ve kendini bu nimetle­
re verenler hakkında "Böylece muhakkak ki onlar, dünya
hayatını ahiret üzerine tercih ettiler, çok sevdiler" buyur­
duğu kimselerin azapları çok şiddetli olur.

1 33. İmam-ı Gazali, Kimya-yı Saadet, s.84.


146 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Onun için sıkıntılı bir


hayat vardır" (Taha, 20/24) mealindeki ayetin manasını bi­
lir misiniz?
- Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedi sahabiler.
Buyurdu ki:
- "Kafirin azabı kabirdedir. Doksan dokuz ejderhayı
ona musallat ederler. Ejderhanın ne olduğunu bilir misi­
niz? Doksan dokuz yılandır. Her yılanın da dokuz başı var­
dır. Onu sokarlar, yalarlar ve üzerine üflerler. Bu, kıyame­
te kadar devam eder."
Bazıları der ki: Biz Onun mezarına baktık. Bunlardan .
hiçbirini görmüyoruz. Halbuki, BU EJDERHA ÖLENİN
RUHUNDADIR. Onun ruhundan dışarı çıkmaz ki başka­
ları görebilsin.
Hatta ölümünden önce de bu ejderha onun içinde idi;
bu ejderha kendi sıfatlarından meydana gelmiştir. Başla­
rının sayısı da kötü ahlakının dalları sayısıncadır. O ej­
derhanın tiynetinin aslı, dünya sevgisindendir.
Sonra dünya sevgisi sebebiyle zuhur eden KİN, HA­
SED, KİBİR, HIRS, ALDATMA, HİLE, DÜŞMANLIK,
MAKAM SEVGİSİ, ŞAN, ŞÖHRET HAYRANLIGI ve bu­
nun gibi fena ahlaklar sayısınca başlar meydana gelir. O
halde, bu ejderha kafirin ruhu içinde yerleşmiştir. Örtülü­
dür.
Niçin böyle bir azap? Bunlar hakkında Allah Teala
şöyle buyuruyor: "Bu (azap), onların dünya hayatını
ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler top-
1ul uğun u hidayete erdirmemesinden ötürüdür."
(N ahl, 16/107)

Ve yine buyuruyor: "İnkar edenler ateşe arzolunacak­


ları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bü­
tün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdü-
1 47

nüz. Bugün ise, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasla­


manızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap
göreceksiniz! " (Ahkaf, 46/20)
Maşukla beraber olunca, aşk rahata, ayrılık vaktinde
de üzülmeye sebep olur. Çünkü aşk ve sevgi olmasaydı,
ayrılıkta üzüntü olmayacaktı.
İşte rahata sebep olan dünya sevgisi ve dünya
aşkı onun için azaba da sebep olur. Makam sevgisi
ejderha gibi, mal sevgisi yılan gibi, saray ve ev sev­
gisi akrep gibi insanın kalbini sokar ve kemirir. ( 134 )
Aşık maşukundan ayrıldığında nasıl ızdırap duyar,
acı çeker ve biz onun acısını, ızdırabını nasıl göremiyor­
sak, dünya aşkıyla yaşayan birisi ölümle dünyadan ayrı­
lıp kabre girince onun kabirdeki acısını da, azabını da gör­
memize imkan yoktur.
Demek ki hakikatta herkes, kendi azabının sebe·
bini buradan götürmektedir. Bu da onların kalple­
rindedir.
Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu:
"Bu ceza, yaptıklarınızın size iadesinden başka birşey de­
ğildir."
Cenab-ı Hak ta şöyle buyuruyor: "Gerçek öyle değil!
Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehen­
nem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle
göreceksiniz." (Tekasür, 102/5,6, 7)
Ve yine bunun için buyurdu: "Elbette cehennem, ka­
firleri içine almıştır, onlarla beraberdir. Onları ihata edi­
cidir." (Tevbe, 9/49) İmam-ı Gazali de diyor ki: Allah bu ayet­
te "cehennem onları ihata edicidir," buyurdu, yoksa "onla­
rı ihata edecek" buyurmadı. 0 35 )

134. İmam-ı Gazali, Kimya-yı Saadet, s.88 - 89.


135. Kimya-yı Saadet, İmam-ı Gazali, s.89.
148 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

EJDERHALAR GÖRÜLÜR MÜ?

"Kabirdeki ejderhaları ölüler görür. Bu dünyada olan­


lar göremez. Nitekim çok kimseler, uykuda yılanın kendi­
ni soktuğunu görür. Yanında oturan ise bunu göremez. Bu
yılan uyuyan için vardır, uyanık olan için yoktur. Uyanık
olanın bu yılanı görmemesi, diğerinin acısından birşey
azaltabilir mi?
İşte kabir azabı, bunun daha büyüğüdür. Biz göremi­
yorsak inkar edebilir miyiz?
Şu kadar vardır ki uyuyan çabuk uyanıyor ve o azap­
tan kurtuluyor. Onun için buna hayali oluyor diyorlar. Fa­
kat ölü, o azapta kalıyor. Çünkü ölümün sonu yoktur."( 136)

KABİR AZABINDAN KURTULAN VAR MI?


Eğer kabir azabı, kalbin bu dünyaya bağlanma­
sı sebebiyle ise, hiç kimse bundan kurtulamaz. Çün­
kü, kadın, evlat, mal ve mevkiyi herkes seviyor. O
halde kabir azabı herkese olacaktır, dersen; cevabın­
da deriz ki: Dediğin gibi değildir. Öyle insanlar vardır ki
(dünya içinde) dünyadan geçmişlerdir. "Dünyayı kesben
değil, kalben terketmişlerdir."
Onların dünyadan lezzet alacakları ve rahat bulacak­
ları yerleri yoktur. Takva ehli müslümanların çoğu böyle­
dir.
Zenginler de ikiye ayrılır:
1. Bir kısmı bu şeyleri sevdikleri gibi Allah Teala'yı da
severler. Onlar için de kabir azabı yoktur.
2. Bir kısmı da dünya arzularını daha çok severler.
Onlar kabir azabından kurtulamazlar. Bunlar daha fazla­
dır. Onun için Allah Teala : "Sizden gideceği yer orası

136. İmam-ı Gazali, a.g.e, s . 91, 92, 93.


149

(cehennem) olmayan kimse yolüur. Bu öyle bir iştir ki1


hükmü Rabbinin iradesi ile nihayetlenir. Sonra müttaki
olanları ondan kurtarırız. Zalimleri de dizleri üzerine ge­
tirir, ona atarız." (Meryem, 19/72)
Allah Teala'yı sevmeyenler o azapta kalır. Zira o da­
ima O'ndan uzak kalmayı seviyordu. Hangi bahane ile on­
dan kurtulabilir. Kafirlerin ebedi azapta kalmalarının se­
beplerinden biri de budur.
Kabir azabından kurtulmak isteyen, dünya ile zaruret
miktarı haricinde alakalanmamalıdır.
Zikre alışkanlığı kalpte hakim eylemelidir. Böylece
dünya sevgisine galip gelir. Cenab-ı Hakk'ın emirlerini
kendi isteklerine takdim ederse, kabir azabından kurtul­
duğuna güvenebilir. Yok eğer böyle olmazsa, Allah tarafın­
dan bir af gelmeyince bedeni kabir azabında kalır. ( 137)

ÜÇ CİNS CEHENNEM ATEŞİ


1. Dünya arzu ve isteklerinden ayrılık ateşi.
2. Mahcubiyet, utanma ve rezil olma ateşi.
3. Allah Teala'yı görmekten mahrum ve ümitsiz kal­
ma ateşi.
Birincisi: Dünya arzularından ayrılık ateşi.
Maşukla olmak kalbin cenneti olunca, maşukla olma­
mak cehennemi olur. O halde dünyaya aşık olan dünyada
cennettedir. Zaten "Dünya kafirin cennetidir." Ahirette ise
cehennemdedir. Çünkü maşukunu ondan almışlardır.
Bu ateş, dünyada şuna benzer: Bir insan düşünelim.
Yeryüzünde herşey ona itaat ediyor, o herşeye hükmedi­
yor. Daima güzel yüzlü cariyeler, hizmetçiler ve kadınlar­
la bulunuyor. Ve daima süslü süslü köşkleri ve rengarenk
bahçeteri seyrediyor.

137. Gazali, a:e.a.y.


1 50 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bu zevk ve safa içerisinde iken aniden bir düşman ge­


liyor. Onu yakalıyor ve kendine hizmetçi alıyor. Memleke­
tindeki insanların yanında onu köpeklere hizmet ettirir­
ken, onun yanında hanımıyla ve cariyeleriyle oynuyor, eğ­
leniyor. Hizmetçilerine emirler veriyor. Dikkat buyurun!
Bu adamın bedenine hiçbir eziyet yapılıyor mu? Hayır. Fa­
kat hanımından, çocuklarından, hükümdarlığından, cari­
yelerinden ve hazinelerinden ayrılık kalbine oturmuş, onu
yakıyor.
Bu birinci ateşin örneğidir. Ne kadar çok nimete sahip
olursa ve lez.zetleri ne kadar çok olursa, bu ateş te o kadar
yakıcı ve şiddetli olur.
O halde dünyada rahatlık sınırını geniş tutanların,
dünyadan çok şeye kavuşanların dünyaya bağlılıkları,
sevgileri de daha çok olur. Bunlardan ayrılık ateşi de kalp­
lerinde daha yakıcı olur. O ateşin bu dünyada bir örneği­
nin bulunmasına imkan yoktur.
Ahiretteki ateşin dünya ateşi olacağını zannetmeyin.
Bu ateşi yetmiş defa su ile yıkadıktan sonra dünyaya gön­
dermişlerdir.
İkinci ateş: Yaptığı rezaletlerden utanma ve mahcu­
biyet ateşi.
Yine bir padişah düşünelim. Gayet aşağı ve hasis bir
kimseyi seçer, yanına alır, memleketin idaresini ona verir.
Onu kendi hareminde bulundurur, kendine sırdaş yapar,
hazineyi ona teslim eder, her işte ona itimat eder.
Bu hasis adam, bu nimetlere kavuşunca emir dinle­
mez. Nankörlük eder. Padişahın hazinesini harcar, padi­
şahın hanımına ve mahremine hiyanet eder. Görünüşte
ise padişahın emanetini korur.
Fakat bir gün padişahın mahremine hiyanet ve kötü
muamele yaparken etrafına bakar, padişahın bir pencere­
den kendisini seyretmekte olduğunu görür. Ve her gün
ısı

kendisini gördüğünü, hiyanetinin daha çok olması için ses


çıkarmadığını anlar. Padişah ta herkesin gözü önünde ale­
me ibret olsun diye bu rezili öldüreceğini bildirir. Bu rezil­
liklerden dolayı bu adamın kalbindeki utanmayı, ruhun­
daki mahcubiyeti düşünün. Bu adamın zahiren vücudun­
da hiçbir ağrı yoktur. Buna rağmen bu mahcubiyetten do­
layı yerin dibine girmeye çoktan razıdır.
Bunun gibi, sen de bu dünyada zahirde güzel görünen,
adet ve görenek şeklinde işler yaparsın. Fakat onların as­
lı ve hakikatı kötü ve çirkindir. O işlerin aslı ve hakikatı
kıyamette sana gösterildiğinde rezilliğin meydana çıka­
cak, mahcubiyyet ateşi ile yanacaksın.
Üçüncü ateş: Allah Tealayı görmekten mahrum kal­
ma ve o saadete kavuşmaktan ümitsiz olma hasretinin
verdiği ateş.
Bunun sebebi bu dünyadan götürdüğü körlük ve
cahilliktir. Zira marifete kavuşamadı ve kalbini zikir ve
mücahede ile de temizlemedi ki öldükten sonra Allah Te­
ala ona görünsün. Kalp, parlak bir ayineye benzer. Günah
ve dünya arzularının pasları, onu karartır ve bir şey gös­
termiyecek h ale getirir.
Bu ateşin misali:
Bir grup insanla, karanlık bir gecede, renkleri betli ol­
mayan çakıl taşlarıyla dolu bir yere gittiğini düşün. Arka­
daşların sana:
- Bunlardan taşıyabileceğin kadar al. Çünkü biz bun­
ların çok kıymetli olduğunu duyduk." deseler ve hepsi ta­
şıyabilecekleri kadar alsalar, sen ise hiç almayıp onlara:
- Yarın bunların işe yarayıp yaramayacağını bilmedi­
ğim için, bu kadar sıkıntıya katlanmam ve bu ağır yükü
çekmem aptall.ık olur." desen, sonra da onlar bu yükleri
taşısalar, oradan uzaklaşsalar, sen de elin boş olarak
onlarla gitsen ve onlarla alay etsen, onları aptal yerine
1 52 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

koyup eğlensen ve onlara:


- Aklı olan benim gibi rahat ve hafif gider. Aptal olan
kendini eşek yapar, yük çeker. Mümkün olmayan şeylere
tamah eder." desen, fakat ortalık ağarınca, bakıldığı za­
man, o çakıl taşlarının hepsinin birer cevher ve kırmızı
yakut ve yüzbinlerce altın değerinde olduğu görülse, arka­
daşların "niçin bira:z; daha fazla almadık" derlerken, sen
bir tane bile alamamakla aldandığından, ölecek gibi olmaz
mısın?
İşte o zaman bunlara sahip olamama ateşi, içine dü­
şer. Sonra onlar, aldıkları bu şeyleri satıp, yeryüzünün va­
liliğini alırlar, istedikleri nimetleri yerler, istedikleri yere ·

giderler. Seni aç, susuz ve çıplak bırakırlar. Onlara hiz­


metçi olmaya bile layık olamazsın. Bu nimetlerden bana
da bir pay verin desen, tıpkı şu ayette olduğu gibi cevap
verirler: "Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya
Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye ses­
lenirler. Onlar da: Allah bunları kafirlere haram kılmıştır,
derler." (Araf, 7/50)
Ve: "Dün gece sen bizimle alay etmez miydin, biz de
bugün seninle alay edeceğiz." derler. Nuh (a.s.)'ın kavmi­
ne şöyle dediği gibi: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bi­
lin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edece­
ğiz." (Hud, 11/38)
Bu anlattığımız, cennet nimetlerinin ve Allah Teala'yı
görmenin elden kaçmasına misaldir. Misaldeki cevherler
iyi amellere, o karanlık ta bu dünyaya benzer.
İyi amel cevherlerini elde etmeyenler: "İlerideki şüp­
heli nimetler için niçin şimdi eziyet çekeyim?" derler. Ya­
rın ise: "Üzerimize o sudan akıtınız" derler.
Nasıl üzülmezler ki, yarın kıyamet günü Allah Te­
ala'nın çeşit çeşit nimet ve saadetleri, marifet ve iyi amel
işleyenlere akar gelir. Dünya nimetlerinin hepsi ora-
1 53

dakilerin bir anlığının karşılığı olamaz.


Hatta cehennemden en son çıkacak olana bile
verilenler, dünyadakilerin on katıdır. C 138J

CEHENNEM AZABI EBEDİ MİDİR?

Cehennem azabı ebedi midir?


Cehennem azabının kafirler için ebedi olduğu konu­
sunda
1- Kur'an'ın ve Hz. Peygamberin beyanı
2- S ahabe ve Tabiinin, selef-i salihin ve ehl-i sünnetin
icmaı vardır. ( 1 39 )
3- Kafirler için cehennemin ebedi olması aynı zaman­
da ilahi adaletin bir gereğidir. Hal böyle iken müslüman­
lara muhalefetiyle tanınan bir zat ( 1 4 0 ) yukardaki soruya
ne yazık ki muhakkik alimlere göre "hadi ve makbul oldu­
ğu halde her kitabında mühdi ve mürşid olamayan"C 1 4 1 )
Muhyiddin İbn-i Arabi'ye, tasavvufun hakim görüşü ola­
rak "HAYIR" ( 142 ) dedirtmektedir.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerini alırken dahi ince
eleyip sık dokumayı tavsiye eden, lafzı ve manasıyla mü­
tevatir hadislerin 20'ye kadar indirildiğini ( 143 ) söyleyen,
"en küçü� tereddüt halinde dahi Kur'an dışında kaynak
tanımamak en güvenilir yoldur."( 1 44) diyen bir zatın,
Kur'an'da "Kafirin ebediyyen cehennemde kalacağını"
vurgulayan çok açık ayetleri geçip "Bizden olmayan ve
makamımızı bilmeyen kitaplarımızı okumasın; zarar
138. Gazali, a.e.a.y.
1 39. Suphi Salih, Ölümden Sonra Diriliş, tere. Şerafettin Gölcük, İst-1987,
s. 74
140. Y.N. Öztürk, 500 Soruda İslam, s.53.
141. Bediüzzaman, Lem'alar, 28. Lem'a, s. 259-260
142. Y'."N. Öztürk; 500 Soruda İslam, s.53. ist-1989
143. a.e., s. 142.
144. a.e., s.53.
1 54 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

görür"C 145 ) diyen Muhyiddin İbn-i Arabi gibi vecd ve istiğ­


rak ehli bir Zatı nazara vermesi hayretimizi mucib oldu.
Kaldı ki Şarani gibi büyük dimağlar, İbn-i Arabi'nin bu fi­
kirde olmadığını, bu düşüncenin sonradan onun Fütuhat
ve Fusus'una sokulduğunu söylüyorlar. ( 146)
Şimdi biz bu sorunun cevabına geçmeden önce Aynı
Zat'ın bu konudaki düşüncelerine bir bakalım. Diyor ki:
Biz burada şöyle düşünmeyi Kur'an'ın tavır ve
tarzına daha uygun bulmaktayız: Allah'ın gazabının
tecellisi olan ebedi bir cehennem, Kur'an'ın tanıttı­
ğı uluhiyyete yakışmamaktadır. Çünkü Kur'an, Al­
lah'ın rahmetinin gazabını örttüğünü ve rahmeti­
nin her şeyi çepeçevre kuşattığını açıkça söylüyor.
Bu vasıfları taşıyan bir Allah'ın şanı ile, intikam
aracı olarak kullanılan sonsuz bir azabı _yanyana
getirmek, herşeyden önce Kur'an'ın kabul etmeye- .
ceği bir çelişkidir. ( 1 47)
Halbuki biz burada bir çelişki görmüyoruz. Allah hem
Rahmanurrahimdir, hem de Azizünzüntikam'dır. Kendisi­
ni tanımayan kafir ve zalimleri ebediyyen cehenneme
mahkum etmesi de Onun uluhiyyetinin şanındandır, rah­
metinin ve adaletinin gereğidir.
Meselenin izahına geçmeden önce Kur'an'ın bu konu­
da ne dediğine bir bakalım:
"İnkar edip kafir olanları ve zulmeden zalimleri Allah ·
asla bağışlayacak değildir. Onları cehennemin yolundan
başka bir yola da iletecek değildir. Onlar orada ebedi kalı­
cıdırlar. Bu da Allah'a pek kolaydır." ( 148 )

1 45 . Bediüzzaman, Lem'alar, 28. lem'a; Kaynaklı indeksli lugatlı Risale-i


Nur Külliyatı, c.l. s.740.
146. Veysel Güllüce, Kur'an-ı Kerime göre Ahiretin varlığı, s.227 (Doktora
Tezi) Erzurum-1996.
147. Y. N. Öztürk, a.g.e., s.53.
148. Nisa, 4/168-169.
155

"Muhakkak ki Allah kafirleri rahmetinden kovmuş,


onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Kendileri orada ebedi
kalıcılar olarak ne bir yar, ne de bir yardımcı bulamaya­
caklardır." ( 149)
" . . . Kim Allah'a ve peygamberine isyan ederse şüphe­
siz onun için cehennem ateşi vardır. Kendileri orada ebe­
diyyen kalıcıdırlar." ( 15 0)
Şehit müfessir Seyyit Kutup diyor ki: Küfür, haddi za­
tında zulmün ta kendisidir . . . Hatta Kur'an-ı Kerim, bazı
ayetlerinde küfürden "zulüm" diye bahseder. "Şüphesiz
şirk, çok büyük bir zulümdür." ( 151) Bu derece sapıklığa
düşenleri affetmek Yüce Allah'ın şanından değildir! . . .
Çünkü onlar kendileri için açılan bütün yolları kapadılar
ve sadece cehenneme varan yolu açık bıraktılar. İştiyakla
o yolda devam ettiler. Tabiatiyle bu yol da kendilerini ce­
henneme götürdü. Bu sebepledir ki orada ebediyyen kal­
maya müstehak oldular. Küfürde, dalalette, insanları Al­
lah'ın yolundan alıkoymakta ve zulümde sonuna kadar di­
renmeleri sebebiyle, cehennemin müebbed m ahkumu ol­
dular. 0 52 )

CEHENNEM AZABININ EBEDİ OLMASININ


İSBATI

Kur'an ve Sünnet çerçevesini aşmadan Kur'an'ı en gü­


zel anlayan ve en güzel yorumlayan çağın büyük mütefek­
kir ve müfessiri Bediüzzaman Said Nursi'ye sorulmuş:
- Bir kafirin küfrü sınırlıdır, kısa bir zamanı iş­
gal ediyor. Böyle iken ebedi bir cehennemle ceza­
landırılması Allah'ın adaletine nasıl uygun düşer ve
Allah'ın merhameti buna nasıl müsaade eder? . . .
149. Ahzab, 33/64-65.
150. ci;n, 72/23. - .
15 1 . Lokman , 3 1/13.
152. Seyyit Kutup, Fizılali'l-Kur'an, c.4. s.66-67 tere: İst - 1972
1 56 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bediüzzaman'ın cevabı şöyle olmuştur:


Kısa zamanda irtikab edilse dahi küfür günahı altı
açıdan sonsuz bir cinayettir.
1. Küfür üzerine ölen bir kafir, ebedi bir .ömür yaşaya-:
cak olsaydı, o sınırsız ömrünü her halü karda küfür ile ge­
çireceği şüphesizdi. Çünkü kafirin ruh cevheri bozulmuş­
tur. O bozulmuş olan kalbin sonsuz cinayete kabiliyeti
vardır. Binaenaleyh ebedi cezası, adalete aykırı d�ğildir.
2. O kafirin isyanı her ne kadar sınırlı bir zamanı iş­
gal ediyor ise de kainattaki sınırsız varlıkların Allah'ın
birliğine dair yapmış oldukları sınırsız şehadetlerini ya- .
!anlamak olduğundan sonsuz bir c�nayet sayılmıştır.
3. Küfür, Allah'ın sayısız nimetlerine karşı bir küfran
olduğundan, sınırsız bir cinayettir.
4. Küfür, Allah'ın sermedi Zatına ve sonsuz sıfatları­
na karşı bir cinayettir.
5. İnsanın vicdanı sınırlı olsa da ebede bakıyor, içten
içe ebedi istiyor. Gayr-i mütenahi hükmünde olan o vicdan
küfür ile paslanarak, pislenerek mahvolur gider.
6. Zıt zıddına karşı ise de, bir çok noktalarda benzer­
lik arzeder. Binaenaleyh iman, ebedi lezzetleri meyve ver­
diği gibi, küfür de ahirette pek acıklı ve ebedi acıları neti­
ce verir. 0 5 � )
İmam Gazali, kafirlerin ebedi azapta kalmalarının se­
bebini Allahu Tealayı asla sevmemelerine, hatta ondan
uzak kalmayı sevmelerine bağlamıştır . . . ( 154)
Kendisini asla sevmeyenleri Allah ne diye affetsin ve
ne diye onlara rahmet nazariyle baksın? "Kısa bir za­
mandaki küfre karşılık sınırsız bir zaman cehen­
nemde hapis nasıl adalet olur?" sualine Bediüzzaman

153. Bediüzzaman, Said Nursi, İşaratü'l-İ'caz. s.81-82. İst - 1959


154. İmam Gazali, Kimyay-ı Saadet, s.91. İst - 1969
1 57

bir de matematiksel açıdan Ebedi cehennemin, adalet ol­


duğunu isbat eder. Şöyle ki:
Sene 365 gün hesabiyle bir dakikada gerçekleştirilen
katı (cinayet), yedi milyon sekizyüz seksen dörtbin
(7,884.000) dakika hapsi gerektirmesi adaletin kanunu­
dur. Bir dakika küfür (yani bir dakika Allah'ı inkar ederek
yaşamak) bin katı hükmünde olduğundan bir adam yirmi
sene ömrünü küfürle geçirse ve küfürle ölse adaletin ka­
nunuyla ELLİ YEDİ TİRİLYON İKİ YÜZ BİR MİLYAR
İKİ YÜZ MİLYON sene beşerin adalet kanunuyla hapse
müstehak olur.
Birbirinden son derece uzak iki sayının münasebet
sırrı şudur:
· Katl ve küfür tahrip ve tecavüz olduğu i9in başkasına
tesir yapar. Bir dakikada olup biten cinayet, zahiri adete
göre en azından maktulün onbeş sene hayatını söndürü­
yor. OnUn yerine hapse giriyor. Bir dakikalık küfür ise:
a) Bin bir esma-i ilahiyeyi inkar ve nakışlarını tezyif
b) Kainatın hukukuna tecavüz ve kemalatını inkar
c) Allah'ın birliğine dair sayısız ve sınırsız delilleri
tekzib ve şehadetlerini reddetmek. . . olduğundan kafiri
bin seneden fazla esfel-i safiline, cehenneme atar
Halidine fiha ebeda ifadesinde hapseder. ( 155 )

Mektubatta da bu mesele şöyle tahlil edilir:


Gerçi kafir az bir ömürde bir günah işlemiştir, fakat,
o günah içinde nihayetsiz bir cinayet vardır. Çünkü küfür,
bütün kainatı tahkir, kıymetlerini tenzil, masnuatın Al­
lah'ın birliğine dair yaptıkları şehadetlerini tekzib ve
mevcudat aynalarında cilveleri görünen Allah'ın isimleri­
ni tezyif etmek demektir. Onun için mevcudatın hakkını
kafirde-ıı almak üze:re, mevcudatın sultanı olan KAHHAR-!
155. Bediüzzaman, Lem'alar, 28. Lem'a, Osmanlıca s.573. İst - 1995
1 58 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

ZÜLCELAL'in kafirleri ebedi cehenneme atması hak ve


adaletin ta kendisidir. Çünkü NİHAYETSİZ CİNAYET,
NİHAYETSİZ AZABI İSTER . ( 156l
Şairin:
"Ateş benim yuyan yıkayan emziren annem
Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem"
dediği gibi Cehennem, aff-ı şahaneye mazhar olamamış
mü'minlerin günahkarları için bir arınma kurnasıdır, bir
temizlenme aracıdır. Ama kafirler için bunu söylememiz
· mümkün değildir. Çünkü onların affa kabiliyetleri müm­
kün olmadığı gibi temizlenmeye de halleri müsait değildir.
Allah'ın affetmediğini, kimse affetmeye kalkmasın; Al­
lah'ın merhamet etmediğine, kimse merhamet etmeye te­
vessül etmesin. Zira, merhamet-i ilahiyeden fazla merha­
met, merhamet değildir.
Küfür cehennemin bir çekirdeğidir. Cehennem de
onun meyvesidir. Küfür, cehenneme girmeye sebep olabi­
leceği gibi, cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebep­
tir.
Küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celali
bulunan küçük bir hakime edepsiz bir suçlu: "Sen beni ce­
zalandıramazsın!" dese; herhalde o yerde bir hapishane ol­
masa da tek o edepsiz için bir hapishane kurulacak, o
mücrim oraya atılacaktır.
Halbuki kafir, cehennemi inkar ile ve küfrüyle kime
baş kaldırıyor biliyor musunuz? İzzeti sonsuz, gayreti son­
suz, azameti sonsuz, kudreti sonsuz bir Zat'a baş kaldırı­
yor. Her şeye gücü yeten bir Allah'ı yalanlamış oluyor, ona
acizlik isnad ediyor. "Sen beni cehennemle cezalandıra­
mazsın" demekle haşa Allah'ı yalancılık ve acizlikle suçla­
mış oluyor. İzzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşet­
li dokunduruyor. İsyanla celaline ilişiyor.
156 . Bediüzzaman, Mektubat 12. mektup 1. sual, s.40. İst - 1964
1 59

Elbette, farz-ı muhal cehennemin varlığına hiçbir se­


bep bulunmasa dahi, bu derece tekzibi ve acz isnadını ta­
zammun eden bir küfür için cehennem yaratılarak o kafir
onun içine atılacaktır. ( 157) Kudreti, azameti, izzeti ve gay­
reti sonsuz bir Allah'ı inkar etmek gibi bir cinayetin ceza­
sı sonsuz cehennemdir, diyor nakil ve akıl.

CEHENNEMİN VARLIGI
RAHMETE AYKIRI DEGİL Mİ?

SORU: Cehennemin varlığı Allah'ın rahmetine


adalet ve hikmetine nasıl muvafık düşer?
CEVAP: Cehennemin vücudu ve şiddetli azabı Al­
lah'ın sınırsız rahmetine, hakiki adaletine ve israfsız ölçü­
lü hikmetine bir zıddiyeti, aykırılığı yoktur. Tam tersi Al­
lah'ın rahmeti, adaleti ve hikmeti, cehennemi ve şiddetli
azabını gerektirir.
- Neden?
- Arzedeyim.
Binlerce masumun hakkını çiğneyen bir zalimi ceza­
landırmak ve yüzlerce mazlum hayvanı parçalayan bir ca­
navarı öldürmek nasıl adalet içinde mazlumlara bin rah­
mettir. Bir de tersini düşünelim. O zalimi affetmek ve ca­
navarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete muka­
bil yüzlerce biçareye, yüzlerce merhametsizliktir.
İşte o zalim cehennem hapsine ebediyyen mahkum
. olan kafir-i mutlaktır. Ki o inkarıyla kainatta Allah'ı zik­
reden bütün masum varlıkların gururunu incitiyor, huku­
kuna tecavüz ediyor. Böyle bir zalime acıyıp affa layık gör­
mek kainattaki bütün zikreden masum biçare varlıklara
merhıımetsizJi_k olur.

157. Bediüzzaman, Sözler, 28. söz, s.503.


160 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Küfür öyle büyük bir cinayet ve zulümdür ki affa kabi­


liyeti yoktur. Kafir; "Allah kendisine ortak koşulmasını as­
la bağışlamaz." (Nisa, 4/48) ayetinin tehdidine müstehakdır.
Onu cehenneme atmamak yersiz bir merhamete mukabil,
hukuklarına taarruz edilen sayısız davacılara sayısız mer­
hametsizlikler olur. İşte o davacılar cehennemin var olma­
sını istedikleri gibi, Allah'ın celal'inin izzeti ve kemalinin
azameti dahi cehennemin vücudunu isterler.U 58)

SORUNUN İKİNCİ ŞIKKI: ALLAH'IN


KAFİRLERE YÖNELİK BİR MERHAMET
TECELLİSİ YOK MU?

SORU: Bu izahlardan anlaşıldı ki Cehennemin azabı


ebedidir; kafir, ebediyyen cehennemde kalmasını gerekti­
ren bir cinayet işlemiştir. Peki ama Allah'ın sonsuz mer­
hameti böyle bir cezaya nasıl müsaade eder? ... Aca­
ba kafirlere yönelik bir merhamet tecellisi yok mu?
Bediüzzaman İşaratü'l-İ'caz tefsirinde bu suale verdi-
ği cevapta fevkalade ikna edicidir. Diyor ki:
Azizim! O kafir hakkında iki ihtimal var.
a) Ya ademe gidecektir.
b) Ya da devam eden bir azap içinde mevcut kalacak-
tır.
Var olmak cehennemde dahi olsa yokluktan daha ha­
yırlı olduğu vicdani bir hükümdür. Zira yokluk sırf şer ol­
duğu gibi bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Va­
rolmak ise cehennemde de olsa sırf hayırdır. Kafirin.mes­
keni cehennemdir ve ebedi olarak orada kalacaktır. 0 59(
Evet ebedi cehennem dahi yok olmaya kıyasla insanın
ruhunda cennet kadar kıymetlidir. Yokluk, cehenneme

158. Orjinali için bkz. Şualar, 11 şua 2. nükte. s. 193-194.


159. Bediüzzaman, İşaratü'l-İ'caz, s.83. İst 1959
-
161

dahi rahmet okutacak ve insanın ebediyet isteyen ruhunu


feryat ettirecek, tarifi mümkün olmayan müthiş bir azap­
tır. ( 160)
İşte kafir bu azaptan kurtulmuştur. Bu da Allah'ın on­
lara yönelik rahmetinin bir tecellisidir.
Fakat kafir, kendi ameliyle cehennem azabını hak et­
miş ise de amelinin cezasını çektikten sonra ateş ile bir çe­
şit ülfet peyda edecek, ateşe alışacak, böylece önceki şid­
detlerden kurtulacaktır. (Allah'ın rahmetinin onlara yöne­
lik ikinci tecellisi de bu.)
O kafirlerin dünyada yaptıkları hayırlı işlerine müka­
fat olarak Allah'ın şu merhametine mazhar olduklarına
dair hadislerde işaretler vardır. ( 161 )

MÜ'MİNİN CENNETTE SONSUZ KALMASI


Sual: Dünyada 50-60 sene gibi kısa bir ömrün ne­
ticesi olarak mü'minin cennette ebediyyen kalması­
nı nasıl izah edersiniz?
Cevap: Her şeyden önce şunu ifade edelim. Cennet,
amellerimizin, taat ve ibadetimizin karşılığı bir mükafat
değildir. O tamamen Allah'ın rızasını kazanan kullarına,
önceden verdiği nimetlere şükreden kullarına bir lutfu,
bir ikramıdır.< 162 )
Bunu böylece tesbitten sonra gelelim sorunun cevabı­
na. Bu mesele bir çok açıdan izah edilebilir. Şöyle ki:
Evvela bir mü'min Allah'ın varlığına, birliğine O'nun
mutlak ve nihayet kemaldeki sıfatlarına inanmak ve inti­
sab etmekle sonsuz bir kıymet kazanır. Her bakımdan
nihayetsiz bir Allah'a inanmakla nihayetsiz bir saadete
nail olur.
160. M. Fethullah Gülen, Ölüm Ötesi Hayat, s.54. İzmir - 1994
161. Bediüzzaman İşaratü'l-İ'caz, s.83.
162. Bkz. Vehbi Karakaş, Niçin Namaz, İst - 1994 , s. 78.
1 62 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

İkinci olarak mü'min, bütün mahlukatın reisi olarak


onların tesbihat ve tahiyyatlarını kendi adına Allah'ın
dergahına takdim etmekle külli bir ibadet yapmış olur.
Varlıkların sayısınca zikir, fikir ve şükür yapmış olduğun­
dan, bunların da sayısı belli olmadığından sayısız yıl cen­
nette kalmayı netice veriyor ki, bunun da yolu sonsuz bir
cennete çıkar.
Üçüncü olarak: İmanın kudsiyetine eren bir mü'min
dünyada faraza ebedi yaşamış olsa, Halık-ı Zü'l-Celaline
ebediyyen itaat ve ibadet edecektir. "Mü'minin niyeti ame­
linden hayırlıdır" sırrınca Cenab-ı Hak müminin bu niye­
tini bilfiil kabul ederek ona lutfundan ebedi bir cenneti ih­
san buyurur. ( 163 )

DİRİLİŞ CİSMANİ MİDİR?


Evet, diriliş cismanidir.
İnsan, biri ruh, diğeri beden olan iki asıldan meydana
gelmiştir. Ruh, süvari, beden de binek hayvanı gibidir.
Ahirette bu ruhun bedenle beraber bir hali, bir cennet ve
cehennemi vardır. ( 164)
Zaten Kur'anda insandan bir bütün olarak bahsedil­
miş, beden ruh ayırımı yapılmamış, bedensiz ruhlardan
bahsedilmemiştir.
Yine Kur'anda tafsilatlı bir şekilde anlatılan cennet ve
cehennem hayatı, cennetteki yiyecek ve içecekler, ağaçlar
ve ırmaklar, saraylar, cennet hurileri . . . Cehennem azabı,
cehennemin yakacağı, kaynar sular . . . bu hayatın cismani
olduğunun delilleridir. ( 165 )
"Biz tekrar ilk halimize mi döndürüleceğiz?! Çürümüş

163. Mehmet Kırkıncı, Kader Nedir? s.74-75.


164. Gazali, Kimya, tere. Faruk Meyan, s.79 İstanbul, 1969.
165. Veysel Güllüce, Kur'an-ı Kerime Göre Ahiretin Varlığı (Doktora Tezi )
s.200 Erzurum,1996
1 63

kemikler haline geldikten sonra mı?! Dediler ki, bu o za­


man zararlı bir dönüştür!" ( 166 ) "Biz ölüp toprak ve kemik
haline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?!" ( 167 )
Öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlerin bu sözleri
dirilişin cismani olduğunun beyan edilmesinden dolayıdır.
Aksi halde onlar bu şekilde şiddetli inkar ve istib'adda bu­
lunmazlardı. Çünkü hemen hemen bütün insan topluluk­
larında görüldüğü gibi, onlar da öldükten sonra ruhun ba­
ki kaldığına dair, batıl ve hurafe de olsa, bir takım inanç­
lara sahip idiler. Nitekim: "Bu çürümüş kemikleri kim di­
riltecek?!" 0 68 ) diye meydan okuyan inkarcı, eline çürü­
müş kemikleri alarak, o kemiklerin nasıl tekrar diriltilip
hayat kazanacaklarını, böyle bir şeyin olamayacağını söy­
lemesi üzerine, daha sonraki ayetlerle cevap verilmesi, bu
inkarın cismani diriliş hakkında olduğunun açık delili­
dir.< 169)
Ruh, katiyyen bakidir, ebedidir. Herkes hayatına dik­
kat etse baki bir ruhun var olduğunu anlar. Mesela her bir
ruh kaç sene yaşamışsa o kadar beden değiştirdiği halde,
ruh aynen baki kalmıştır.
Ruh, Kur'an'ın ifadesiyle 0 70l alem-i emirden gelmiş­
tir. Şuurludur, hayat sahibidir. Ezeli kudret ona harici bir
vücud giydirmiştir. Cesedi ona elbise yapmış, bu aleme
göndermiştir. Dünyadaki hayatı boyunca her yıl elbisesini
değiştirir . . . Ölüm halinde ise ceset libasını birden soyu­
nur. Cesed çürür ama o bakidir. Cesed ruhla kaimdir, ruh
cesetle kaim d�ğildir . . . ölüm halinde ruh bedenden uzak­
laşınca bütün bütün çıplak kalmaz, cesed denilen yuvasın­
dan çıkar, latif kılıfını veya bedeni misalini giyer. ( 171 )

166. Naziat, 79/10-12.


167. Mü'minun, 23/82.
168. Yasin, 36/78.
169. Güllüce, a.ğ.e. s.200.
·

170. İsra, 17/85


171. Bediüzzaman, Sözler, 29. söz, 1-3 ve 4. menbadan özetle .
164 / ÖLÜ!vl DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Ruh, şu dünyada Allah'ın izni ve kudretiyle nasıl bir


vücut giyerek şu cismani hayattan ve nimetlerden istifade
ediyorsa, ahirette de yine Allah'ın emriyle soyunduğu el­
bisesini giyerek veya terk ettiği cesed yuvasına girerek şu
cismi ve ruhuyla haşir meydanına gönderilecek, ameline
göre muamele görecek; saidlerden ise cismen ve mekanen
var olan cennete, şakllerden ise cismen ve mekanen var
olan cehenneme sevkedilecektir.
Cennetin veya cehennemin cismani olmadığını söyle­
yenler bir bakıma onların varlıklarının hakiki olmadığını
ifade etmek istiyorlardır ki bu anlayış Kur'an'ın mantığı­
na ve gerçeklerine terstir. Çünkü Kur'an şöyle diyor: "Bu .
dünya hayatı, sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir.
Ahiret yurduna gelince işte gerçek hayat odur. Keşke bil­
miş olsalardı!"( l 72 )
"Siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devam­
lı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz." ( 1 73 )
Bu ve benzeri birçok ayet, dünyanın fani, ahiretin ba­
ki; dünyanın bir imtihan salonu, ahiretin gerçek bir yurt;
dünyanın tarla, ahiretin asıl vatan olduğunu söylerken,
birilerinin kalkıp ahiret diye bir mekanın olmadığını, acı­
nın da lezzetin de ruhani olduğunu iddia ve cismani diri­
lişi inkar etmesini aklın ve naklin ölçüleriyle bağdaştıra­
mıyoruz.
Birileri size fani dünyada hakiki meyve yiyeceksiniz
ama hakiki dünyada yani ahirette gölgesiyle meşgul ola­
caksınız. Tarlada börek, baklava, kebap yiyeceksiniz, evi­
nizde onların gölgesiyle avunacaksınız. Fani dünyada ev­
leneceksiniz ama hakiki dünyada rüyadaymış gibi yaşaya­
cak, rüyada evlenir gibi evleneceksiniz, dese bu mantığı
daha doğrusu mantıksızlığı gerçekle nasıl bağdaştıracak­
sınız?
172. AnkebUt, 29/64.
173. A'la, 87/16-17.
165

Sözün özü: Cennet, bütün manevi lezzetlerin ye­


ri olduğu gibi, bütün cismani lezzetlerin de yeri­
dir.< 1 7 4 ) Cehennem de bütün manevi acıların yeri ol­
duğu gibi, bütün cismani acıların da yeridir.
Cismaniyet, Allah'ın isimlerinin tecellilerini gösteren
en zengin aynadır. Allah'ın rahmet hazinelerini keşfede­
cek, tartacak, mizana çekecek aletler cismaniyettedir. Me­
sela diliniz olmasaydı, tatlı nimetlerin farkına nasıl vara­
caktınız, kulağınız olmasaydı, sesleri nasıl keşfedecekti­
niz, gözünüz olmasaydı bu güzel alemi nasıl seyredecekti­
niz, burnunuz olmasaydı kokular alemiyle nasıl tanışa­
caktınız, aklınız olmasaydı yeraltı ve yerüstü kaynakla­
rından ve medeniyet harikalarından nasıl istifade edecek­
tiniz veya cesedler olmasaydı biz göremediğimiz ruh üze­
rinde Esma-i ilahiyyeyi nasıl seyredecektik? Bunların
hepsi ancak cismaniyet aynasında görünebilir ve görün­
mektedir.
Şu kainatın sanatkarı olan Yüce Allah, bütün rahmet
hazinelerini, şu kainatla tanıttırmak, bütün isimlerinin
tecelliyatını bildirmek, bütün iyilik ve ikramlarını tattır­
mak istediğini kainatın gidişatından ve insanın yapısın­
dan, maddi ve manevi cihazlarla donatılmasından anlıyo­
ruz.
Elbette sel gibi akan şu kainatın bir büyük havuzu, şu
kainat fabrikasının ürettiği ürünlerin bir büyük fuarı ola­
caktır ve elbette şu dünya tarlasının ebedi bir mahzeni
olan dar-ı saadet, yani cennet şu kainata bir derece benze­
yecektir. Hem cismani, hem ruhani bütün esaslarını mu­
hafaza edecektir. Ve elbette o Sani-i Hakim, O Adil-i Ra­
him, (hikmetli merhametli adil sanatkar) cismani aletle­
rin vazifelerine ücret, hizmetlerine mükafat ve hususi iba­
detlerine sevap olarak onlara layık lezzetleri verecektir.
Yoksa- hikmet, adalet ve rahmetine zıt bir durum ortaya
174. Bediüzzaman, Sözler, 28. söz, s.497.
1 66 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

çıkar ki bu da onun rahmetinin cemaline, adaletinin ke­


maline yakışmaz. 0 75 )

AHİRET İNANCININ DÜNYAMIZA YÖNELİK


FAYDALARI
Ahiret inancının pek çok ruhi faydaları ve hayati ne­
ticeleri vardır. Biz bu faydaları ve neticeleri hayatımızda
görebiliyor, ruhumuzda hissedebiliyoruz.
Bir gün ahirete inanan zümre bir an Allah etmesin
ahirete inanmayan zümre haline gelse, yahut ahirete ina­
nanların içinden birden ahiret akidesi çekilip alınsa, dün­
yamızdaki mevcut anarşistler ordusuna bir kaç misli da­
ha eklenmiş olacak ve dünya bütün bütün yaşanmaz hale
gelecektir.
Eğer bu gün ticarette, siyasette, sosyal hayatta, şahsi
hayatımızda, komşuluk münasebetlerinde, şefkat, merha­
met, hürmet muhabbet, güzel ahlak ve yardımlaşma gibi
iyilik ve güzelliklere rastlıyorsak bunu başta Allah'a
iman, ondan sonra da haşir akidesine borçluyuz.
Bu akide ve iman, insan hayatının bir intizam ve isti­
kamet içerisinde geçmesini sağlar.
Çünkü Onun inandığı kitap ona bütün davranışları­
nın gözetlendiğini ve her davranışından bir gün hesaba
çekileceğini haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Ne işte bulunsan, Kur'an'dan ne okusan ve siz
ne iş yapsanız mutlaka biz içine daldığınız an üzeri­
nizde şahidiz. (Her yaptığınızı görürüz.) Ne yerde,
ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabbinden
(Rabbinin bilgisinden) kaçmaz. Ne bundan küçük,
ne de büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık bir
kitapta olmasın" ( 176) yazılıp çizilmesin. Her şey
175. Bediüzzaman, Sözler, 28.den istifade ile.
176. Yunus, 10/6 1 .
1 67

Allah'ın bilgisindedir. Her şey Onun izni ve kudre­


tiyle olmaktadır.
"Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür ve kim
zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." ( 177 )
İşte bu iman ve itikad, ölüm ve kabrin insan ruhunda,
güçsüz yavruların ve çaresiz ihtiyarların sinesinde açtığı
yaraya merhem olmakta; gençleri ve kuvvetlileri de aşırı­
lıklardan ve taşkınlıklardan korumakta, onların tecavü­
züne, kırıp dökmelerine, yakıp yıkmalarına, vurup öldür­
melerine, yalan ve talanlarına engel olmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri haşrin ruhi faydalarını ve
hayati neticelerini anlatırken, bunu dört çeşit insan gru­
bu üzerinde fevkalade güzel ve isabetli bir tahlile tabi tut­
muştur. Bunlar:
1. Çocuklar
2. Gençler
3. İhtiyarlar
4. Ailelerdir.

1 . ÇOCUKLAR
İnsanoğlunun hemen hemen yarısını oluşturan çocuk­
lar, dehşetli ve ağlatıcı ölümlere ancak cennet fikriyle da­
yanabilirler. Her şeyden çabuk ağlayan son derece zayıf
mizacları ancak cennet düşüncesiyle bir ümit bulur ve se­
vinçle yaşayabilir. Mesela: Cennet fikriyle der: "benim kü­
çük kardeşim veya arkadaşım öldü; cennetin bir kuşu ol­
du. Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar."
Eğer bu inanç ve bu düşünce olmasaydı her gün ken­
disi gibi çocukların ve büyüklerin feci ölümleri onun endi­
şeli nazarlarına çarpacak, manevi gücünü kırıp dağıtacak,
gözler�yle ber-aber ruhunu, aklını, kalbini ve bütün latife­
lerini ağlatacaktı.
177. Zilzal, 99/7-8.
.
168 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

2. GENÇLER
Sosyal hayatımızın odak noktası gençlerdir. Bunlar
delikanlıdır. Duyguları şiddetli galeyandadır. Bu yüzden
nefis ve hevaları onları tecavüze, zulüm ve zorbalığa, vu­
rup öldürmeye, kırıp dökmeye, yalan ve talana sürükleye­
bilir. İşte onları bütün bu tahribat ve tecavüzlerden her
türlü aşırılık ve taşkınlıklardan koruyacak ve kurtaracak
olan cehennem fikridir.
Eğer cehennem fikri olmazsa akılları başlarında ol­
mayan o sarhoş delikanlılar heveslerini tatmin etmek için
biçare zaiflere kan kusturacaklar, dünyayı cehenneme çe­
virecekler ve yüksek insanlığı son derece süfli bir hayvan­
lığa döndüreceklerdi.
İşte bu gün Allah'a iman ve ahiret inancından mah­
rum bırakılmış gençlerin ve insanların dünyamızı ne hale
getirdikleri ortada.

3. İHTİYARLAR

Yine insanoğlunun yarısı olan ihtiyarlar çok yaklaş­


tıkları kabre, karşı ancak ahiret hayatı ile tahammül
ederler. Onun ahirete imanı ona der ki:
Merak etme, ölür ölmez ihtiyarlık derdinden kurtula­
caksın. Cennette ihtiyarlamamak üzere bir gençliğe kavu­
şacaksın. Ve artık bir daha ölmeyeceksin. İşte bir bakıma
çocuklaşan ihtiyarlar çabuk kırılır ve üzülür halde bulu­
nan ruhlarında ve mizaçlarında ölüm ve ayrılığın açtığı
pek elim ve derin ve de dehşetli ümitsizlik yaralarına an­
cak bu imanla yani bir hayat-ı bakiyenin var olduğuna iti­
kadla karşı koyabilirler. Yoksa o şefkate layık muhterem­
ler, sükunete ve kalp istirahatine çok muhtaç babalar ve
analar öyle bir ruhi çığlık atarlar ve öyle bir kalp sıkıntı­
sı hissedeceklerdir ki bu dünya onlara bir zindan ve hayat
onlara kasvetli bir azap olacaktı.
1 69

4. AİLELER
Dünya hayatında insanoğlunun en cemiyetli merkezi,
en güzel bir cenneti ve sığınağı aile hayatıdır. Herkesin
evi küçük bir dünyasıdır. O evin ve o evdeki aile hayatının
hayatı ve saadeti samimi, ciddi ve vefadarane bir hürmet;
hakiki, şefkatli ve fedakarane bir merhamet ile olabilir.
Bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ancak ebe­
di bir arkadaşlık düşüncesiyle gerçekleşir.
Mesela der:
- Bu eşim ebedi bir alemde benim sürekli bir hayat
arkadaşımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin oldu ise de zararı
yok. Çünkü cennette ona ebedi bir güzellik verilecek. Böy­
le sürekli bir arkadaşlığın hatırı için her türlü fedakarlığı
göstermeliyim ve merhametle muamele etmeliyim.
İşte ahirete iman insanı böyle düşündürüyor, ihtiyar
karısına güzel bir huri gibi sevgi ve şefkatle muamele et­
tiriyor.
Aksi halde eğer ahirete iman olmazsa kısa bir süre be­
raber olsalar da bu beraberlik şekilden . öteye geçemeye­
cek, birbirlerine merhametleri mecazi olup hakiki olma­
yacak, hürmetleri suni olup samimi olmayacak, behimi ve
şehevi hislerini tatminden sonra da yıldırım hızıyla birbir­
lerinden ayrılacaklardır. Böylece yuva dağılacak, yuvanın
dağılmasıyle beraber huzur da uçup gidecektir. Hele bir de
ailede çocuk varsa acı ve ıstırabın boyutlarını artık siz dü­
şünün.
İşte insanı bu acı ve ıstıraptan kurtaran, birbirine
karşı sabırlı ve tahammüllü hale getiren, yuvaların dağıl­
masını önleyen, "yaptığım iyilikler ahirette beni kurtara­
cak" dedirten, insanları hayır ve hasenata, şefkat ve mer­
hamete, hür!J1:et ve muhabbete koşturan HAŞİR AKİDESİ
ve AHİRETE İMAN'dır.
1 70 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Eğer bu hakikat dünyadan çıksa, dünya anarşist yu­


vası olacak; insandan çekilip alınsa, çok yüksek olan insa­
nın mahiyeti murdar ve mikrop yuvası olan laşe haline ge­
lecektir.
Beşerin ahlakı, idaresi ve sosyal hayatı ile ilgilenen
sosyologların, siyasilerin ve ahlakçıların kulakları çınla­
sın. Gelsinler, bakalım idare ettiklerine vermedikleri, an­
latmadıkları HAŞİR AKİDESİ'nin yerini ne ile doldurabi­
lirler. Bu inançtan mahrum kalan insanların, ruhundaki
yaraları ve toplumda açtıkları acıları ne ile tedavi edebi­
lirler. 0 78 )

KABİR
Kabir, alem-i ahirete açılmış bir kapıdır. Arka
ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve
sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Se­
nin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onla­
ra gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur?
Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazftratından temizlen­
mek üzere bir gusül lazımdır. Yoksa, onlar istikzar
ile ikrah edeceklerdir.
Eğer İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki bugün Hindis­
tan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vukubulsa,
bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine
gideriz. Binaenaleyh, İncil'de "Ahmed", Tevrat'da
"Ahyed", Kur'an'da "Muhammed" ismiyle müsemma
iki cihanın güneşi kabrin arka tarafında milyonlar­
ca Faruki Ahmedler ile beraber bulunmaktadır. On­
ların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz.
Geri kalmak hatadır. C l 79)
Seni beklemekte olan ve senin de sür'atle ona

178. Orjinali için bkz. Bediüzzaman, Sözler, 10. söz zeylin mukaddimesi.
179. Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, Envar Neş. İst-1988 s. 129
171

doğru gitmekte olduğun "kabir", dünyanın zinetli,


lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünki,
dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkin­
dir.( 180 )
Şu esaslara dikkat lazımdır:
1 Allah'a kul olana her şey musahhardır. Olma­
-

yana her şey düşmandır.


2 - Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine
razı ol ki, rahat edesin.
3 - Mülk Allah'ındır. Sende emanet olarak duru­
yor. O emaneti Allah'ın razı olduğu şekilde kullanır­
san, Allah onu ebedileştirecek ve senin için muhafa­
za edecek. Emaneti sahibine teslim etmezsen, yani
razı olduğu yerde kullanmazsan, meccanen zail ve
zayi olur gider. Çok ağır bir şekilde hesabı senden
sorulur.
4- Devamı olmıyan bir şeyde lezzet yoktur. Sen
zailsin. Dünya da zaildir. Halkın dünyası da zaildir.
Kainatın şu şekl-i hazırı da zaildir. Bunlar saniye ve
dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale
gidiyorlar.
5 Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı
-

takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıy­


met verme . ( 181 )
Aklı başında olan insan, ne dünyadan kazandığına se­
vinir ve ne de kaybettiğine üzülür. Zira dünya durmu­
yor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcu­
sun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde doğ­
muştur. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sa­
rılmış. Vücudunda yerleşmeye niyet eden hastalık­
lar ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedi ömrün
-- .
- -

180. A.e. s,125


181. A.e. s,129
1 72 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

önündedir. O sürekli ömründe göreceğin rahat ve


lezzet, ancak bu fani ömürdeki çalışmalarına bağlı­
dır. Senin o ebedi ömründen hiç haberin yok. Ölüm
sekeratı uyandırmadan evvel uyan! ( 182 )

"ŞAŞARIM O KİMSEYE Kİ. . . "


Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şu sözü son sözümüz
olsun.
Buyurmuşlar ki:
"Bütün bütün şaşarım o kimseye ki Allah'm yarattığı
eserleri gördüğü halde Allah hakkında şüphe eder.
Ve yine şaşarım o kimseye ki ilk yaratılışı bilir, ikinci ·
yaratılışı inkar eder.
Ve yine şaşarım o kimseye ki her gün ve her gece ölüp
dirildiği, yani uyuyup uyandığı halde öldükten sonra diri­
lişi inkar eder.
Ve yine şaşarım o kimseye ki cennete ve cennetin için­
deki nimetlere inanır da aldanma yurdu olan dünya için
koşar (o uğurda kendini tüketir.)
Ve yine şaşarım o kimseye ki evvelinin adi bir damla
su, sonunun necis bir cife olduğunu bildiği halde gurur ve
kibire kapılır, böbürlenir ve büyüklük taslar." ( 183)
"Her şey, her şey şu tek müjdede
Yoktur ölüm, Allah diyene!
Canım kurban başı secdede,
İki büklüm Allah diyene!" ( 184)
Allahım! Bizi dünyaya nasıl getirdiysen ahirete
de öyle götür. Dünyaya getirirken tertemiz, günah­
sız getirdin, ağrı ve sancı çektirmedin. Ahirete gö­
türürken de ağrı ve sancı çektirme. Tertemiz ve gü­
nahsız gitmeyi hepimize nasip eyle.
182. A.e. s, 130
1 83 . Tefsir-i Kebir, Fahrurrazi, c.2, s.23.
184. Necip Fazıl.
1 73

IV. BÖLÜM
TENASUH v e
REENKARNA S Y O N
(Ölümden sonra ruhların başka bedenlere girerek
yeniden dünyaya dönmeleri mümkün mü?)

REENKARNASYONU NİÇİN KALEME ALDIM?

Türkiye'de 1950 yılında Bedri Ruhselman'ın önderli­


ğinde kurulan Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar
Derneği ile beraber başlayan reen�arnasyon faaliyetleri
günümüzde Ruh ve Madde Derneği ile sürdürülüyor. Der­
nek, reenkarnasyon tezlerinde hayret verici şekilde
Kur'an ayetlerini delil olarak gösteriyor.
Orijin itibariyle Hint ve Uzakdoğu kökenli olan ve İs­
lam alimleri tarafından tamamen reddedilen bir inancı
Türkiye gibi Müslüman bir ülkede yaymak ve savunmak
için de herhalde böyle bir taktiğe ihtiyaç vardı. 0 85)
İşte bizi reenkarnasyon hakkında yazmaya, konuşma­
ya ve kitabımızın son bölümünü reenkarnasyona tahsis
etmeye zorlayan sebeplerin başında bu gelmektedir: Yani
reenkarnasyonu Kur'an ayetleriyle izaha kalkmaları.
İkinci mühim bir sebep te alkış ve pohpohlanma heveslisi,
yalancı şöhrete müptela, dine uymaya değil de, dini ken­
dilerine uydurma çabası içinde olan çevreleri memnun et­
me uğruna din ve imanım tehlikeye sokan bazı ilahiyatçı­
ların da reenkariıasyona sıcak bakması ve bu batıl inancı
ne yazık ki ayetlerle savunmaya yeltenmiş olmalarıdır.
Gerek Ruh ve Madde Derneği müntesiplerinin ve ge­
rekse reenkariıasyona kapı aralayan ilahiyatçıların gaye-
185. Süleyman Toygar, Aksiyon, Sayı: 155, Şubat, 97, s. 25.
174 / ÖLÜM D İRİLİŞ VE REENKARNASYON

leri farklı olsa da, her ikisi de -biri şuurlu bir şekilde, biri
de farkına varmadan- İslam'ın ahiret inancını ihlal nokta­
sında ittifak etmektedirler.
Bu ittifakın bozulmasına küçük bir katkı da bizden ol­
sun diişüncesiyle konumuzla da alakası olduğu için bu bö­
lümü kaleme almak mecburiyetinde kaldık. Allah hepimi­
zi sırat-ı müstakım üzere yaşamaya muvaffak eylesin.

1. TENASUH ve REENKARNASYON
Müslümanın inanç ve itikadında, öldükten sonra dün­
yaya tekrar dönüş yoktur, tenasuh yoktur, reenkarnasyon .
yoktur. Yeniden diriliş ahirette gerçekleşecek, dirilen bir
daha ölmeyecek, hayat orada Cennet veya Cehennem ola­
rak ilelebed sürüp gidecektir.
Bu meselenin izah ve isbatına geçmeden önce bu keli­
melerden ne kastedildiğini kısaca görelim:

1. Tanımı ve Tarihi
Tenasuh, ruhun, bedenin ölümünden sonra yeni bir
cesede bürünerek yeryüzüne geri dönmesidir.< 186 )
Tenasuh, bir ruh göçüdür. Ruhun bir bedenden diğeri­
ne, yahut çeşitli bedenlere geçmesi olayının genel adı­
dırJ 187 )
Hatta bazı ilkel kavimler, insan ruhunun, önce ma­
denlere, sonra bitkilere, ondan sonra hayvanlara ve daha
sonra da insanlara geçerek bir devr-i daim şeklinde bir be­
denden diğer bir bedene hicret ettiğine inanmışlardır. < 188)
Reenkarnasyon ise, Ergun Arıkdal'ın "Metapsişik

186. Veysel Güllüce, Kur'an-ı Kerime Göre Ahiretin Varlığı ( Doktora Tezi
s.205-206 Erzurum,1996
187. Yeni Türk Ansiklopedisi, c.10, 4044, Ötüken Yayınları
188 . Mehmet Kırkıncı, Ruh Nedir? s.64.
175

terimler Sözlüğü" kitabında şöyle tarif edilir:


"Reenkarnasyon, bir tekamül aracı olarak evrensel bir
yasadır. Her varlık çeşitli bedenlerde, değişik kimlikler
içinde, sayısız kereler maddesel alemlerde doğarlar. Tek­
rar tekrar doğma tam bir ilahi yasadır."C l89 ) Bunun ilahi
yasa değil de, ilahi yasadan tam bir sapma olduğunu ile­
ride delilleriyle ortaya koyacağız.
Tenasuh ve reenkarnasyonun aynı şeyler olduğunu,
ruhların birden fazla bedene intikal ettiklerini ve çeşitli
bedenlerde tekamülünü sağlamak üzere tekrar tekrar
dünyaya geldiklerini söyleyenler olduğu gibi, ruhun,
ölümden sonra yine bir insan bedenine geçmesine reen­
karnasyon, hayvan bedenine geçmesine ise transmigras­
yon yani tenasüh denildiğini ve farklı şeyler olduğunu ( 190 )
söyleyenler de olmuştur.
Ruhun çeşitli bedenlere intikali toplu olarak şu şekil­
de de adlandırılmıştır:
Ruhun bir insan bedeninden diğer insan bedenine
geçmesine NASR, kendi ruh kabiliyetine uygun bir hayva­
nın bedenine geçmesine MASH, bitkilere geçmesine
RASH, maden ve cansız varlıklara intikaline de FASH de- ·
nilmiştir. ( 191 )
Bazı kaynaklarda bu köhne safsatanın, Mısırda tahsi­
lini yapan Pitagoras (Fisagor) tarafından Yunanlılara,
oradan da Batı dünyasına götürüldüğü kaydedilmiş. 0 92 )
Fakat kendini en çok Hind felsefesinde hissettirmiştir,C l93 )
Hind tenasuh nazariyesine göre günahkar bir kimse
öldükten sonra üç şekilde doğarak ceza görür.
a) Şeytan olarak doğar,
189. Zaman Gazetesi, 1 4 .8.1994 .
190. Gi.iJlüce, a.g.e., s.206 . .
191. Kırkıncı, a.g.e. s.66.
1 92. Kırkıncı, a.g.e. s.65.
193. Güllüce a.g.e. s.206.
176 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

b) Cehennemde doğar,
c) Herhangi bir hayvan kılığında dünyaya gelir. ( 194 )
Bu teoriye göre "tenasühte tekamül fikri yoktur.
Ceza ve mükafat esasına göre bir geliş-gidiş vardır.
Reenkarnasyonda ise, dünyevi bağlardan kurtula­
mamış ruhların tekamül için dünyaya tekrar gelme­
si vardır. Tekamülde hiçbir zaman geri dönülmeye­
ceği (tedenni olmayacağı) kabul edilmiştir.( 195 ) Ülke­
den ülkeye hatta bölgeden bölgeye farklılıklar gösteren re­
enkarnasyonun en genel tanımını şöyle yapmak mümkün:
İnsanın ölümden sonra yeni bir bedenle yeniden
dünyaya gelmesi ve bu sürecin ruhun kemale erme­
sine kadar devam etmesi. ( 196)
Görülüyor ki yeniden doğumcuların bir kısmı ·yeniden
doğumun sadece insan bedeninde olacağını iddia ederken
bazıları da hayvan ve bitki bedenlerinde de yeniden doğu­
mun mümkün olduğuna inanıyor. Bazıları tekrar doğuşun
bir ceza ve keffaret olduğunu ileri sürerken, bazıları da
gerilemenin mümkün olmadığını, ruhun her beden değiş­
tirmede biraz daha kemale yaklaştığını söylüyorlar. ( 197 )
Tevrattan harfi, hatmi manalar çıkaran ve bir yahudi
mezhebi olan KABBALİ_STLER tenasuh inancını yahudi­
liğe taşımışlar, oradan da Hıristiyanlığa geçmiş, Gulat-ı
şia tarafından da az da olsa müslümanlar arasına sokul­
muştur. Fakat ehl-i İslam'ın ehl-i sünnetine değil. Mu'te­
zile ve Şia'ya bulaşmıştır.
Hamdolsun ki ehl-i sünnet uleması hadiscilerinden fı­
kıhçısına, ondan Tefsir ve Kelamcısına kadar hepsi bu sa­
pık anlayışın sünnilerin içine girmelerine fırsat verme­
mişler, hepsi onu islam'ın ruhuna aykırı bulmuşlardır. ( 198)

194. YTA. c.10, s. 4044.


195. Güllüce, a.g.e. s.206 ( Bedri Ruhselman'ın Ruh ve Kfünat'ından naklen)
196. Süleyman, Toygar, Aksiyon, Şubat: 9 7 , Sayı: 115, s.25 .
197. Toygar, a.e. s.25.
198. M.D. Asnn Getirdiği Tereddütler I. s. 112 İzmir 1984
-
1 77

II. AHİRET İNANCI ve REENKARNASYON


Yukarda da ifade edildiği gibi, islam aleminde geçmiş­
te tenasuh inancına inanan bazı firak-ı dalle, günümüzde
ise hususi bir reenkarnasyon anlayışına sahip olanlar,
(bunlardan bazıları reenkarnasyonun İslam'daki ahiret
inancına aykırı düşmediğini, sadece tekamül gayesini güt­
tüğünü söylemektedir.) iddialarına destek bulmak için
Kur'an-ı Kerim'den bazı ayetleri örnek olarak göstermiş­
ler ve böylece pek çok ayetin reenkarnasyon ifade ettiğini
veya edebileceğini söylemişlerdir. ( 1 99)
Çünkü bunlar, ne hazindir ki reenkarnasyonun haşir
inancına aykırı olmadığı kanaatindedirler. c 2ooı
Mesela 1989'da yayınlanan "500 Soruda İslam" kita­
bında müellif: "Kur'an reenkarnasyonun hem reddine,
hem de kabulüne delil olabilecek ifadeler taşımaktadır . . .
İlahi düzen bazı ruhların tekamüllerini ölüm sonrası
alemlerde sürdürmesini, bazı ruhların ise tekrar insan be­
deni kuşanarak dünya planında bir süre daha seyretmele­
rini ön görmüş olabilir . . . Bu günkü bilgilerimiz dahilinde
bu konuda kesin bir şey söylemek kolay değildir. Konu he­
nüz müteşabih olmaya devam etmektedir."( 201 ) diyerek re­
enkarnasyonu kabul ile red arasında bocalarken; 1993'de
yayınlanan "Kur'an'daki İslam" adlı kitabında galiba te­
kamül ederek reenkarnasyoncu olmuştur. ( 202 )
Vakıa suresinin 60-62. ayetleri, insan suresinin 28.
ayeti ( 203) Abese suresinin 2 1-22. ayetleri ( 204) Şura suresi­
nin 30. ayeti< 205 ) Nahl suresinin 70. ayeti ( 206) Mü'min

199. Güllüce, a.g.e. s.206-207.


200. Y.N. Öztürk, 500 Soruda İslam, s.50 Yeni Boyut ist- 1 989
201 . Öztürk, a.e., s.50
202. Geniş bilgi için bkz. Öztürk, Kur'andaki İslam, s. 160, 248, 249, 257,
258, 283. Yeni Boyut, İstanbul-1993.
203. a.g.e. s. 160.
204. a.g.-e":" s.250. -
205. a.g.e. s.257.
206. a.g.e. s. 282-283.
1 78 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

suresinin 11. ayeti ( 207) Bakara suresinin 28. ayeti ( 208) gi­
bi . . . daha bir çok ayetlerin reenkarnasyona işaret ettiğini;
Fahrettin er-Razi'den Elmalılı Hamdi Efendi'ye kadar bir
çok müfessirin aynı görüşte olduğunu; "Fakat geleneksel
kabule uyarak reenkarnasyondan bahsetmediklerini ( 209)
söyleyen müellif, Allah'dan, sonra da Resulünden ve se­
lef-i salihinden gelen geleneksel kabulü çiğnemekle kal­
mamış; Razi ve Elmalılı gibi masum insanları da bu suça
ortak etmenin vebalini omuzlamıştır.
Reenkarnasyona işaret ediyor dedikleri bu ayetler, as­
lında reenkarnasyona işaret etmediğini, insanın bir defa­
ya mahsus olmak üzere kıyamet günü diriltileceğini,
ölümden sonra dünyaya dönüşün asla mümkün olmadığı­
nı ifade eden ayetler olduğunu, Kur'an'ın bir talimi olarak
İslam ulema, fuzela ve sulehası ittifakla kabul etmiştir.
Hatta ''Yeniden Yapılanmak" adlı kitabın müellifinin
''Yüzyılımızın en büyük islam düşünürü" ( 210) diye tanıttı­
ğı Muhammed İkbal dahi: "Kur'an-ı Kerime göre bu dün­
yaya yeniden gelmek imkansızdır." ( 211 ) diyerek bu ittifak­
da yerini almıştır.
"Fahrettin er-Razi'den Elmalılı'ya kadar bir çok mü­
fessir getirdikleri açıklamalarla ikinci manayı (yani reen­
karnasyonu) ortaya koymuş, ancak geleneksel kabule
uyarak reenkarnasyondan bahsetmemişlerdir" ( 212 ) şek­
linde geçen iddianın ilmi bir değeri de yoktur. Zira dokto­
rasını bu konuda tamamlamış olan bir araştırmacının ifa­
desi aynen şöyle : "Razi ve Elmalılı dahil pek çok tefsirde
bu ayetlerin manası hakkında söylenenlere bakmamıza
rağmen, biz böyle bir şeye şahid olmadık."( 213 )
207. a.g.e. s.248
208. a.g.e. s.250
209. a.g.e . s .160
210. Öztürk, Yeniden Yapılanmak, s.42, Yeni boyut. İst-1997.
211. Güllüce, a.g.e. s.207.
212. Öztürk, Kur'an'daki İslam, s . 160.
213. Güllüce. a.g.e. s.218 (dipnottan).
1 79

Sonra "Geleneksel kabul" dedikleri şey ya hakikattir,


ya da asılsız bir yalandır. Eğer hakikatsa ve ümmet bu­
nun için onun etrafında ittifak etmişse ayrı kalmak dala­
lettir. "Hayır asılsız bir yalanın etrafında toplanmışlar"
denilmek isteniyorsa, bu da ayrı bir cür'et, ayrı bir dala­
let olsa gerek. Zira Allah Resulünden mervi bir hadiste :
"Muhakkak ki ümmetim dalalet üzerinde birleşmez, itti­
fak etmez. Bir ihtilafa düşerseniz Sevad-ı A'zama ( 2 14 ) uy­
manız gerekir." ( 2 1 5 ) denilmiştir.
Tefsirinde yer yer reenkarnasyonu savunan Süleyman
Ateş'in de buna yakın bir sözü vardır. Der ki:
"İnsanlar, belli yönde şartlanmış olan kamunun tepki­
sinden çekindikleri için, bazı ayetlerin açık anlamını tevil
etme yolunu tutmuşlardır." ( 216 )
Yani reenkarnasyondan bahseden ayetler varmış da
insanlar kamunun tepkisinden korktukları için açık açık
reenkarnasyon diyemiyorlarmış ( ! )
Haşa, yüzbin defa haşa ! Demek ki reenkarnasyonu
açık açık savunduklarına göre, ilahiyat camiasında tek yi­
ğit bu reenkarnasyonculardır. Geri kalan herkes korkak,
pısırık ve düşüncesiz.
Halbuki Sayın Süleyman Ateş, Tefsiri'nin 9. cildinde
uzun izahının sonunda " . . . olgunlaşmayan ruhlar olgunla­
şıncaya kadar yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilir­
ler . . . " diyor, ama vicdanen rahat olmadığı da şu ifadele­
rinden seziliyor:
"Ayetlerden bu mana anlaşılabilir ama tenasuh (reen-
214. "Sevad-ı A'zam": Çoğunluğun görüşü demektir. Çünkü onların ittifakı
icma'a daha yakındır. Suyuti, sevad-ı a'zamı açıklarken şöyle demiştir:
İnsanların ve onların büyüklerinin doğru yolda ve doğru görüşte
toplanması, ittifak etmesidir. Hadis, cumhurun sözüne göre amel
et�enin ger_ekliliğine işaret etmektedir. ( İbn-i Mace, Fiten c.2. s. 1303
dipnot)
·

2 1 5 . İbn-i Mace, Fiten, s.2, s. 1303.


216. Öztürk a.e. s.260; Ateş, a.e. c.8, s.318.
180 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

karnasyon) demek olan bu açıklama cumhurun anlayışına


aykırıdır. Bu bakımdan bu mananın muhtemel olmakla
beraber, cumhurca ayetlere böyle bir mana verilmediğini
belirtmemiz gerekir." ( 217 )

111. TENASUH VE REENKARNASYONDAN


BAHSETTİGİ İDDİA OLUNAN AYETLER

Ne tenasuh ne de reenkarnasyondan bahseden haşa


bir ayet yoktur. "Tenasuh tezi cumhura göre batıldır. İn­
san ruhu bedenden ayrıldıktan sonra ta kıyamete dek tek­
rar bedenlenip dünyaya dönmeyecektir." ( 218 ) ''Vardır"( 2 19 )
diyenlerin dayanakları nedir? sorusuna "var" diyenlerden
birisinin sözleriyle cevap vereyim: "Ayet(lere) parantez içi
ilaveler yaparak istedikleri anlamlara çekenlerin kendi
kanaatlerini Allah'ın kitabına sokmaktan başka hiç bir
dayanakları yoktur." ( 220 )
Bu sözlerin sahibi Mü'min suresinin 11. ayetinde re­
enkarnasyona işaret olduğunu söylüyor hem de parantez
açarak. Önce ayeti mealen hatırlayalım:
"Azap çekmekte olan inkarcılar: Ey bizim Rabbimiz!
Bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Biz de günahları­
mızı itiraf ettik. (Bu azaptan) kurtulmanın bir çaresi var
mı?" ( 221 )
Bu ayette reenkarnasyona işaret vardır, deyip paran­
tez içi ilave yapanları kınayan müellif, bakın parantez aç­
madan nasıl ilaveler yapıyor:
"Bu ayet ve benzeri bir çok ayet, bazı insanların ikin­
ci, üçüncü kez bedenlenmek üzere dünyaya geri gönderil-

217. a.e. s.161.


2 18. Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c.8, s.202.
2 19. Y. N. Öztürk, Kur'andaki İslam, s.24 8.
220. a.e. s.248.
221. Mü'min. 40/11.
181

diklerini göstermektedir." ( 222)


Ayetin mealini arzettik. Lütfen bir kere daha dikkat­
le okuyun. "Üçüncü" ifadesini görebiliyor musunuz?
Bu, müellifin birinci yanlışı. Gelelim ikinci ve en
önemli yanlışına.
Diyor ki:: "Bu ayet ve benzeri bir çok ayet bazı insan­
ların ikinci, üçüncü kez bedenlenmek üzere dünyaya geri
gönderildiklerini göstermektedir."
"Bedenlenmek üzere dünyaya geri gönderilme . . . " ifa­
desi ayetin neresinde var? Hani "parantez içi ilaveler ya­
parak kendi kanaatini Allah'ın kitabına sokma . . . " diye bir
şey olmayacaktı.
Müellif, ayetin içinden parantez açmamış ama ayetin
dışından ayette olmayan manayı ayete sokmaya çalışmış­
tır.
Evet bu ayette ne reenkarnasyona işaret var, ne de
bazı insanların öldükten sonra ikinci ve üçüncü kez be­
denlenmek üzere dünyaya geri gönderilme . . . diye bir ma­
na var.
Bu düşünce, tamamen her konuda cumhur-u ulemaya
ters düşüp rant elde etmeyi meslek haline getirenlerin
kendi görüşleridir.
Öyleyse doğrusu nedir?
Doğrusu şu:
"ll'inci ayette cehennem azabını gören kafirlerin:
"Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin" de­
dikleri anlatılıyor. Bu söz, Bakara suresindeki: "Allah'a
karşı nasıl nankörlük edersiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi
diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek: sonra O'na döndü­
rülecyksiniz�' _ (Bakara, 2/28) ayeti ile tefsir edilir.

222. Öztürk, a.e. s.249.


1 82 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Birinci ölüm, insanın dünyaya gelmezden önceki du­


rumudur . . . Dünya hayatı birinci hayattır. Dünyadaki öm­
rünü tamamladıktan sonra ruhun bedenden ayrılması
ikinci ölümdür. Kıyamette ruhun tekrar bedene girmesi
de ikinci hayattır.
En doğru, sahabi ve tabiilere dayanan açıklama bu­
dur.< 223 )
Celaleyn ve Medarik tefsirlerinden naklen Hasan
Basri Çantay da şöyle diyor:
"Birinci ölüm, ana rahmindeki ilk cansızlık hali, ikin­
cisi de ecel hululiyle dünyadan gidiştir. Birinci hayat nut­
fe halinden canlılığa, ikinci hayat da kabirden dirilip haş­
re çıkıştır. ( 224 )
"Ayette güdülen asıl amaç, dünyada iken öldükten so­
ra dirilmeyi kabul etmeyen kafirlerin, ahirette gerçeği gö­
rünce Allah'ın defalarca öldürüp diriltmeye kadir olduğu­
nu itiraf etmeleridir . . . Yani: ''Ya Rabbi, itiraf ettik. Sen bi­
zi defalarca öldürdiin dirilttin, sen öldürüp diriltmeye ka­
dirsin" demek olur.
Hatta bu sözde kafirlerin çektikleri azaptan bu­
nalımları da sezilmektedir. Yani: Ya Rabbi bizi şu
azap içinde öldürdün, dirilttin, öldürdün, dirilttin,
ne yaşıyoruz ne de ölüyoruz. Ne olur bizi bu azap­
tan kurtar! diyorlar. "Sonra cehennemde ne ölür ne
de yaşar" (A'Ja, 87/13) ayeti de böyle bir anlama işaret
etmektedir.< 225 )
Ölen ve dirilenin ruh değil de cesed olduğunu düşü­
nürsek Nisa suresinin: 56. ayetini de bu manada değerlen­
dirmemiz mümkündür.
"Onların ciltleri cehennem ateşinde pişip kavrulduğu
223. Ateş, a.e. c.8, s.67-68.
224. Çantay, a.e. c.2, s. 840 ( dipnot).
225. Ateş, a.e. c.8. s.68.
1 83

her seferinde, azabı tatsınlar diye yeni ciltlerle (bedenler­


le) değişiriz."( 226) Bu cild ve beden değiştirme keyfiyeti
dünyaya gelerek değil, cehennemde tekrar tekrar azabı
tatmak için gerçekleştirileceği ifade edilmiştir.
Bakara suresinin 28. ayetini biraz daha açalım. Buyu­
ruluyor ki: "Siz ölüler idiniz". Yani "Bütün canlıların be­
denleri yeryüzündeki cansızlardan yaratılmıştır. İnsan
vücudu altı ayda bir yenip içtikleri ve teneffüs ettikleriyle
tazelenir durur. Ruh ise ölmez. Kur'an'da ruh için hiçbir
ayette öldü ifadesi yoktur. Burada "siz ölüler idiniz" diye
söylenen ruh değildir.
Bu bakımdan tenasuhçular katiyyen bu ayete dayana­
mazlar.
"O sizi diriltti"
Yani atomlardan hücreleri, hücrelerden bedeni var
ederek, hayat bahşetti. Ve imtihan için dünya hayatı baş­
ladı .
"Sonra sizi öldürür."
Bu imtihan bitip dünyadan ayrılma zamanı gelince
ölüm vakti gelir.
"Sonra tekrar diriltir."
Mahşer meydanına hem ruh hem de cesed hesap ver­
mek üzere gelecektir.
"Sonra Ona döndürüleceksiniz."
Hesap kitaptan sonra Allah'in huzuruna varaca­
_(22
ğız 7 )
Eğer ruh başka bedenlere girip çıksaydı hesabı
hangi beden verecekti? Bir bedenin işlemediği bir
günahtan öbürü nasıl mesul tutulacaktı?

226 . Nisa, 4/56.


227. Niyazi Özceylan-Kadir Gök, Zaman Gazetesi 4 . 1 . 1989 (Araştırma)
184 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Görüyoruz ki hiçbir açıdan tenasuhculara yol yok.


Hem ruh ne diye hayvan cesedine girsin. İşte, tenasüh
fikrine saplananlar, dünyadaki vazifesini bitirdiğinde be­
denden ayrılan bu ali misafiri, hazan kümese sokup insan­
lardan ürkütmekte, hazan arslanlara yerleştirip ceylanla­
ra saldırtmakta, hazan da kurbağaya gönderip, suya so­
kup çıkartmaktadırlar.
O latif misafirin önüne bazen kum, hazan hayvan la­
şesi, hazan ot ve saman koymakta, hikmete isyan etmek­
te, hakikata ters düşmektedirler. Bazan hayatta iken ta­
vuk yiyen o misafiri, öldükten sonra tavuk bedenine so­
kup, gah insanlara, gah tilkilere yedirmektedirler.
Reenkarnasyoncu, Mü'minun suresinin reenkarnas­
yonu kesinlikle reddeden 99-100 ve 105- 108. ayetlerini da­
hi Kur'an'ın gerçeklerine uygun olmayan bir şekilde yo­
rumlamaktan sakınmıyor. Diyor ki:
"Bu ayetlerde dünyaya tekrar geri dönmek isteyenle­
re red cevabı verildiği söyleniyor."( 228 )
Buraya kadar doğru. Şimdi bakın bundan sonra nasıl
inhiraf ediyor:
"Ancak bu, reenkarnasyonun hiç olmadığına değil,
SÜREKLİ DÜNYAYA GERİ GİDİP AÇIGINI KAPATMAK
İSTEYENLERİN BU İSTEKLERİNİN REDDEDİLDİGİ­
NE DELİLDİR. C 229J
Şimdi bu cümleyi biraz tahlil edelim:
"Reenkarnasyonun hiç olmadığına değil . . . " diyorlar.
Peki olduğuna delil bu ayetin neresinde var? Bu birinci
yanlış. İkincisi: diyor ki "Bu ayetler sürekli dünyaya geri
gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin redde­
dildiğine delildir."

228. Öztürk, a.e. s.3 1 2 .


229 . a.e. s . 3 1 2 .
1 85

Bu ifade ile bile olsa iddia ettikleri reenkarnasyonu


inkar etmiş olmuyorlar mı? "Kemal bulmamış inkarcı in­
sanlar, kemal bulmak üzere tekrar bedenlere sokularak
dünyada yeniden bedenlenir ve yeniden yaratılır­
lar . . . "C 230J demiyorlar mıydı?
Peki burada ne diyorlar?: "Sürekli dünyaya gidip açı­
ğını kapatmak isteyenlerin . " ( 23 1 ) rica ederim, Allah aş­
. .

kına söyleyin, açığını kapatma isteği kemal bulma ve ke­


male yani olgunluğa ermeyi i steme değil midir? Reenkar­
nasyondan maksat da bu değil miydi? Bir ilim adamında
gün gibi açık olan bu çelişkiyi sair ilim erbabı nasıl haz­
metsin, nasıl müsamaha ile karşılasın?
Şimdi hazır olun. Kur'an'a iftirayı ihtiva eden bir
cümle geliyor:
"Kur'an, reenkarnasyonun herkes için mutlaka işle­
yen bir mekanizma olduğunu kabul etmemekle birlikte
bazı ruhların reenkarne olduklarını AÇIKÇA göstermek­
tedir." ( 232 )
İlim erbabı soruyor: "nerde göstermektedir?" iddianızı
isbatlamak için ileri sürdüğünüz ayetlerin hepsi öldükten
sonra insanların ahirette dirileceğini ihbar, izah ve isbat­
tan başka bir şey değildir. Sizin onları reenkarnasyona de­
lil getirmeniz de müslümanın ahiret inancını zedelemek,
hatta yok etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektir ki
hiçbir günahınız olmasa dahi, bu günah, bu vebal size ye­
ter.
Şu cümleye de dikkatlerinizi rica ediyorum:
"Burada önemli olan nokta, reenkarnasyon meselesini
Hint sistemlerinde veya bazı çağdaş spirütüalist anlayış­
larda esas alınan HAŞİR İNANCINI İNKAR şekline bü­
ründürmemektir." ( 233 )
230. a.e. s. 160-1 6 1 .
23 1 . Özwrk, a.e. s.312.
232. a.e. s.312.
233. Öztürk, a.e. s.312.
186 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Bu cümle için de diyeceğim şudur: Kur'an'da olmayan


reenkarnasyonu kabul etmekle maalesef haşir inancını İn­
kar şekline siz büründürmeye yardım etmiş olmuyor mu­
sunuz?

iV. BİR KISIM RUHLARIN OLGUNLAŞMAK


İÇİN DÜNYAYA GELME İDDİASI
1

Bir reenkarnasyoncu, Vakıa suresinin: "Aranızda ölü-


mü biz takdir ettik ve biz (sizi helak ederek) yerinize diğer
benzerlerinizi getirmemiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir yara­
tılışda ve suretlerde tekrar var etmemiz hususunda önü­
ne geçilecekler de değiliz." ( 234 ) mealindeki ayetlerini tef­
sir ederken "bu ayetlerden mahşerdeki yaratılış anlaşıla­
bileceği gibi, DÜNYADA YENİDEN BEDENLENME yani
REENKARNASYON da anlaşılabilir" ( 235 ) derken, bir baş­
ka reenkarnasyoncu da:
"Daha önce geçen benzeri ayetlerle karşılaştırılırsa bu
ayetlerden de KEMAL BULMADAN ÖLMÜŞ İNSAN RU­
HUNUN bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir biçim­
de YENİ BİR BEDENE SOKULUP BEDENSEL HAYATA
GETİRİLECEGİ manası çıkarılabilir" ( 236 ) demektedir.
Tekamül etmeden dünyadan giden ruhların tekamül
etmek için, yani Allah'a ibadet ve güzel ahlakla olgunlaş­
mak için ( 23 7 ) dünyaya tekrar gönderilmeleri:
a) İmtihan sırrının bozulmasına sebep olmaz
mı?
b) Bu durum eşkiyanın şekavetini, zalimin zul­
münü, fasıkın fıskını artırmaz mı?
Nasıl olsa öldükten sonra tekrar dünyaya gelini-
234. Vakıa, 56/60-6 1.
235. Öztürk, a.g.e. 160.
236. Ateş, a.e. c.9, s.238.
237 . Öztürk a.e. s.161.
1 87

yormuş, nasıl olsa kabir azabı, cehennem azabı diye


bir şey yokmuş, nasıl olsa tekrar dünyaya gelmekle
azabımı çekmiş oluyor muşum ve nasıl olsa "BU GE­
LİP GİTMELER RUHU pişirip olgunlaştıracak olan
cehennem hayatından< 238 ) ibaretmiş, artık ne diye
ibadet edeyim, ne diye ahlaklı yaşayayım? Helal-ha­
ram demeden her türlü keyfimi sürerim ondan son­
ra da ölürüm, 'bir başka bedene girerek, tekrar dün­
yaya gelirim, tekrar ölürüm, tekrar dirilirim. Böyle
bir hayat sonsuza dek sürüp gider. Yaptıklarım da
yanıma kar kalır."
Bu gidiş geliş, azap değil de herkesin arayıp ta
bulamayacağı bir keyf olur.
Reenkarnasyon insanlara bu fikri veriyorsa ki -bu gi­
dişattan o anlaşılıyor- bu inançta olan kimselerin ne te­
mizlenmesine, ne de olgunlaşmasına imkan yoktur. Çün­
kü bunlar ibadet etmeye ve güzel ahlaklı yaşamaya da ih­
tiyaç duymazlar. Çünkü ölüp bir başka bedende dirilmek,
onların temizlenme ve tekamülü için kafi imiş; tevbeye, is­
tiğfara, ibadet ve güzel ahli'i.ka neden ihtiyaç duysunlar
ki?
Reenkarnasyon olayının hangi tehlikeli boyut­
lara vardığını, çaktırmadan kabir ve cehennem aza­
bını nasıl devreden çıkardığını ve İslamın ahiret
inancını nasıl allak bullak ettiğini ve bunu savu­
nanların nasıl modern bir safsata ve hurafe ile iç içe
olduklarını, insanın, tevbe istiğfar ve nedamet (piş­
manlık) duygularını nasıl körelttiğini görüyorsu­
nuz değil mi?

238. a.e. s. 161.


1 88 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

V. REENKARNASYONU REDDEDEN
AYETLERDEN BAZILARI

Halbuki hiçbir yorum ve yorulmaya ihtiyaç hissettir­


meyecek derecede çok açık bir şekilde reenkarnasyon saf­
satasını reddeden ayetler var Kur'an-ı Kerim'de. Onlar­
dan bazıları:
1. O günahkarların, Rableri huzurunda başlarını öne
eğecekleri, "Rabbimiz ! Gördük, duyduk, şimdi bizi (dünya­
ya) geri gönder de iyi işler yapalım, artık kesin olarak
inandık" diyecekleri zamanı bir görsen!
Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat ·
"cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan bir kısmıyla
dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır.
. ,t
(0 gün onlara şöyle diyeceğiz.) Bu güne kavuşmayı
unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de
sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü EBEDİ AZABI ta­
dın. C239l
2. Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında:
"Rabbim! der, beni geri gönder:
Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım." Hayır!
Onun söylediği bu söz, boş laftan ibarettir. Onların geri­
sinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir ber­
zah ( 240) vardır." ( 241)
3. Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah! keşke
dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetleri­
ni yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir
görSGtll . . .

239. Secde, 32/12-14 .


240. Berzah; ölümle diriliş arasındaki perde, dünya ve ahiret arasındaki
perde, ölüyle ölünün dünyaya dönmesi arasındaki engel, kıyamet
gününe kadarki mühlet ( Güllüce a.e. s.207, Maverdi, IV, 66-67'den
naklen)
241. Mü'minun, 23/99-100.
1 89

Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günah­


lar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilse­
ler, yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir.
Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. ( 242 )
4. Acaba bizim için şefaatçılar var mıdır ki bize şefaat
etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de yapmış oldu­
ğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine
yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti. ( 243 )
5 . "Rabbimiz bizi cehennemden çıkar,' eğer bir daha
(ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanla­
rız." Allah buyurdu ki: "Susun, alçaldıkça alçalın orada.
Bana karşı konuşmayın artık!" ( 244 )
6. Onlardan önce nice kavimleri helak ettiğimizi gör­
müyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler. ( 245 )
7. Helak ettiğimiz bir memleket halkına, tekrar
(dünyaya) dönmek haramdır. ( 246 )
Dünyaya dönüşün kesinlikle olmayacağı HARAM ta­
biriyle te'kidli bir surette bildirilmiştir.< 247)
8. Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez
vaziyette çıkardı. ( 248 )
Bu ayet de reenkarnasyonun olmadığı hakkında kuv­
vetli bir delildir. Çünkü bu fikri savunanlara göre insanın
yeniden dünyaya gelmesi tekamül içindir. Tekamülün ola­
bilmesi içinse önceki hayattaki birikimin mevcut olması
gerekir. Halbuki bu ayet böyle bir şeyin olmadığını, doğan
çocukların hiçbir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiği­
ni ifade ediyor. ( 249 )
242. En'am, 6/27-28.
243. A'raf, 7/53.
244. Mü'minun, 231107- 108.
245. Yasin, 36/31.
246. Enb�a. 2 1/95. .
247. Güllüce, a.e., s.209.
248. N ahi, 16/78.
249. Güllüce, a.e. s.210.
1 90 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

9. Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar. < 250)


Bu ayette ise ölümün bir kereye mahsus olarak yaşan­
dığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defa
ölümü gerekli kılan reenkarnasyon bu ayetle de reddolun­
muştur.
En'am 28. ayette, "Eğer dünyaya geri döndürülse­
lerdi nehyolundukları şeyleri mutlaka yaparlardı"
ifadesi mevzumuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifa­
deyle, faraza o insanlar dünyaya tekrar gelseler de yine
aynı şeyleri yapıp, Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecek­
leri bildirilerek, insanların bu dünyaya bir kere daha ne­
den gönderilmediklerinin hikmeti beyan edilmiştir. < 251 )

VI. ÇOCUKLARIN BAŞINA GELEN


MUSİBETLER, GÜNAHLARI
YÜZÜNDEN Mİ?! . . .
Reenkarnasyoncular Şura suresının 30. ayetini yo­
rumlarken de fevkalade yanılmışlardır.
Önce ayetin mealini görelim: "Size gelip· çatan her
hangi bir musibet, yalnız ve yalnız kendi ellerinizin üret­
tikleri yüzündendir. Allah bunların bir çoğunu da affedi­
yor."
Reenkarnasyoncu diyor ki: "Burada akla gelen ikinci
soru şudur:
Hiçbir kötülük sergilemeden, hatta kötülük yapmaya
imkan dahi bulamadan bir yığın dert ve belanın pençesin­
de kıvranan insanların, mesela çocukların durumları na­
sıl izah edilecektir? Ayetle ilgili olarak bu soru başlangıç­
tan beri l1ep sorulmuştur. Ve gündeme reenkarnasyon gel­
miştir. Tekrar bedenleme kabul edildiğinde sorunun ceva-

250. Duhan, 4 4/56.


251. Güllüce, a.e. s.209.
191

b ı verilmiş olur."( 252) Yani demek istiyor ki reenkarnasyon­


cu, bu gün dert ve belanın pençesinde kıvranan çocuklar,
önceki bedenlerde iken yaptıkları kötülüklerinin cezasını
çekmektedirler! ! !
O zaman sorarız: Bir bedenin yaptığı günahların ceza­
sını Adil-i Mutlak olan Allah masum bir bedene çektirir
mi? İslam'da böyle bir anlayış var mı? Bu, Allah'ın adale­
tine yakışır mı? Allah: "Hiçbir günahkar, başkasının gü­
nah yükünü üstlenmez" ( 253 ) buyurmuyor mu?
"İslam'da, beraat-ı zimmet esastır. Her şahıs müslü­
man doğar, insanlar için aslolan budur" ( 254) denilmiyor
mu?
Şimdi gelelim şu sorunun cevabına: Deniliyor ki:
Hiçbir kötülük yapmadıkları halde bir yığın
dert ve belanın pençesinde kıvranan insanların, bil­
hassa çocukların durumları nasıl izah edilecektir?
CEVAP:
Cenab-ı Hak: "Öyle bir fitneden sakının ki o içinizden
sadece zalimlere dokunmakla kalmaz (mazlum ve masum­
ları da perişan eder." ( 255) buyuruyor.
Kur'an'ın ve Sünnetin içinde kalarak Kur'an'ın bu
asırda en güzel ve çağdaş yorumunu yapan Bediüzzaman,
bu ayeti de en güzel şekilde yorumlamış, en ikna edici ce­
vabı vermiştir. Diyor ki:
Şu ayetin sırrı şudur: Bu dünya bir imtihan meydanı,
bir teklif ve mücahede yurdudur. İmtihan ve teklif ister ki
hakikatler perdeli kalsın. Ta müsabaka ve mücahede ile,
Ebubekirler a'lay-ı illiyyine (cennete) çıksınlar, Ebucehil­
lerse esfel-i safiline (cehenneme) girsinler. Eğer masumlar

252. Öztürk a.e. s.257.


253. İ'S!'a, ı 7/ 15.- .
25 4 . Süleyman Uludağ, Akaid ve Kelam, s . 287-288.
255. Enfal, 8/25.
1 92 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen


Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevi terak­
ki (ilerleme) kapısı kapanacaktı ve teklif sırrı bozulacak­
tı.( 256 )
Bunun arkasından hemen şu sual geliyor:
"Madem mazlum ve masumların zalimlerle be­
raber musibete düşmeleri Allah'ın hikmetinin gere­
ğidir. Acaba o biçarelerin rahmet ve adaletten his­
seleri nedir?
CEVAP: O musibetteki gazap ve hiddet içinde onlara
bir rahmet cilvesi var. Telef olan fani malları sadaka olur,
baki mal hükmüne geçer, fani hayatları da baki hayatı ka­
zandıran şehitlik şerefine nail eder onları. < 257)
Kastamonu Lahikasında da şöyle diyor Bediüzzaman:
"Birinci dünya savaşında düşmanların ehl-i islam'a
bilhassa çoluk-çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden
pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat
pek fazla olduğundan, tahammülümün üstünde azap çe­
kerdim.
Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehid
olup veli olurlar; fani hayatları baki bir hayatla değiştiri­
liyor, zayi olan malları sadaka hükmünde olup baki bir
mal ile mübadele edilir.
Hatta o mazlumlar KAFİR de olsa o dünyadaki afat­
tan çektikleri belalara karşılık ahirette Allah'ın rahmet
hazinelerinden öyle mükafat alırlar ki eğer gayb perdesi
açılsa, o mazlumlar, çektikleri belaların bir rahmet teza­
hürü olduğunu görecekler. Ya Rabbi şükür elhamdülillah
diyeceklerdir. Buna kesinlikle inandım. Aşırı şefkatten ge­
len şiddetli acıdan kurtuldum." ( 258 )

256. Bediüzzaman, Sözler 1 4. sözün zeyli.


257. Bediüzzaman, a.e. 14. sözün zeyli.
258. Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s.45, Sözler Yayınevi, İstanbul 1993.
. 1 93

Bediüzzaman yine Kastamonu Lahikasında "GAYET


EHEMMİYETLİDİR" başlıklı mektubunda konumuzla
alakalı çok önemli noktalara temas ettiği için arzetmeden
geçemeyeceğim:
"Kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli
bir soğuk, yani beşerin musibetinden biçarelere gelen fe­
laketler, helaketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime
dokundu. Şefkat ve rikkatin şiddetinden dolayı sadece İs­
lam alemindeki çoluk çocuğa değil, AVRUPA ve RUS­
YA'daki çoluk çocuğa da acıdım.
Birden ihtar edildi ki:
Böyle musibetlerde kafir de olsa hakkında bir çeşit
merhamet ve mükafat vardır ki, o musibet, · o rahmet ve
mükafata göre çok ucuz düşer. Böyle semavi musibet, ma­
sumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçer.
O manevi ihtarın· beyan ettiği taksimat ( 259) içimdeki
şefkatten kaynaklanan acıya merhem oldu, diyen Bediüz­
zaman taksimatı şu şekilde açıklıyor:
Semavi musibetten ve z alimlerin cinayetinin neticesi
olarak gelen felaketten vefat eden ve perişan olanlar:
1. Eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise ne dinde olur­
sa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük
manevi mükafatları, o musibeti hiçe indirir.
2. On beş yaşından yukarı olanlar, eğer masum ve
mazlum ise, mükafatları büyüktür; belki onları cehen­
nemden kurtarır.
Madem ahirzamanda Muhammed (s.a.v.)'in dinine
fetret derecesinde bir lakaydlık perdesi gelmiş, madem
ahirzamanda İsa (a.s.)'in hakiki dini hükmedecek, İslami­
yetle omuz omuza gelecek; elbette şimdi, fetret gibi karan­
lıkta .Iralan v� Hz. İsa (a.s.)'a mens.up hıristiyanların maz-
_
259. Orjinali için bkz. Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s.75-76.
1 94 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

lumları, çektikleri felaketler yüzünden mükafata mazhar


olabilirler. Ölüm onlar hakkında bir nevi şehadettir, deni­
lebilir.
Hususiyle ihtiyarlar, fakirler ve zaifler; müstebid, dik­
tatör büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında azap çe­
kiyorlar. Elbette onların çektikleri bu azap ve musibet:
a) Medeniyetin sefahetinden ve küfranından yani ah­
laksızlığından ve nankörlüğünden,
b) Felsefenin dalaletinden ve küfründen yani sapıklı­
ğından ve inkarından gelen günahlara keffaret olmakla
beraber; yüz derece onlara kardır diye hakikatten haber
aldım. Cenab-ı Erhamürrahimine sonsuz şükrettim. Ve o
acıtıcı ve yakıcı acıdan ve şefkatten teselli buldum.
3. Eğer felaket ve musibeti gören zalimler ise, eğer in­
sanlığın perişan olmasını hazırlayan gaddarlar ise ve eğer
kendi menfaati için insanlık alemine ateş veren hodgam
(egoist)ler, alçak insi şeytanlar ise gelen musibet bunlara
tam müstehaktır ve Rabbani adalettir.
4. Eğer o felaketi çekenler, mazlumların imdadına ko­
şan, insanlığın istirahatı için çalışan, dinin esaslarını, se­
mavi mukaddesatı ve insan haklarını muhafaza için mü­
cadele veren kimseler ise, elbette o fedakarlığın manevi ve
uhrevi neticesi o kadar büyüktür ki o musibeti onlar hak- ·

kında şeref vesilesi yapar, sevdirir. ( 260 )


Şimdi diyebiliriz sanıyorum. Bu gün felaket ve musi­
betin pençesinde kıvranan çocuklar, daha önceki hayatla­
rında işledikleri günahların cezasını çekmiyorlar. Bilakis
"çocukların başına bela ve musibetler babaları için bir im­
tihan vesilesi< 26 1) kendileri için de manevi terakki ve uh­
revi sevap vesilesi olabilir.
Bu hususta Bediüzzaman Hz.lerinin tesbitleri şöyle­
dir:
260. Bediüzzaman A.e. a.y.
261 . Bakara, 2/155.
195

"Masum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutları­


na bir idman, bir riyazet,
Ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet ver­
dirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi, ço­
cuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber. . .
Ve hayat-ı ruhiyesine v e tasaffi-i hayatına medar ola­
cak büyüklerdeki keffaretü'z-zünfı.p yerine, manevi ve ile­
ride veyahut ahirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şı­
rıngalar nevindeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve
validelerinin defter-i a'maline, bilhassa sırr-ı şefkatle ço­
cuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin
sahife-i hasenatına girdiği ehl-i hakikatça sabittir." (25.
Lem'a)

Görüldüğü gibi, masum yavruların hastalanmaların­


da, musibet ve acı çekmelerinde, çocuğun dünyevi ve uh­
revi hayatı açısından nice hikmetler vardır. Başlıca hik­
metleri yukarıdaki ifadelerden hareketle şöyle tesbit ede­
biliriz:
- Çocukların hastalanmaları, o nazik vücutlarına bir
idmandır. Çeşitli hastalıklara karşı vücudu bir nevi mu­
kavemete hazırlama, aşılama, direnç ve bağışıklık kazan­
dırma operasyonudur.
- Çocuk küçük yaştan acı çekmeye alıştırılarak, ade­
ta ona hayatın çeşitli zorluklarına ve üzüntülerine karşı
Rabbani bir eğitim ve terbiye verilmektedir.
Bunlar, çocuğun dünyevi hayatına ait hikmetlerdir.
Çocuğun ruhi hayatına ait hikmetler ise:
- Büyüklerdeki keffaretüzzünup yerine, çocukları ma­
nevi ve uhrevi açıdan, ruhi bir terakkiye hazırlamak hik­
meti vardır. Çocuğun çektiği hastalıkların ve musibetlerin
onun rııh düny�sında nasıl bir olgunlaşma meydana getir­
diğini, hangi kabiliyetleri ortaya çıkardığını biz bilemiyo­
ruz.
196 / ÖLÜM DiIÜLİŞ VE REENKARNASYON

Diğer taraftan masum çocuklara bakan, dertleriyle


dertlenen ana-babalar için de bu olayda büyük bir rahmet
ve mükafat söz konusudur.
Masum yavruların küçük yaşta ölümleri de hem ken­
dileri, hem de anne babaları için büyük bir rahmete vesi­
ledir.
Çünkü büluğa ermeden vefat eden çocuklar, cennet
çocukları olacakları, cennette cennet nimetleri içinde ebe­
diyyen çocukluklarını yaşayacakları, cennetteki en güzel
ve en şirin varlıkların onlar olacakları, ayetlerden ve riva­
yetlerden anlaşılmaktadır.
Ayrıca, günahından dolayı cehenneme girme durumu­
na düşen anne-babaları ve akrabaları için o cennet çocuk­
larının şefaatçılık yapacakları, onları cehennemden kur­
taracakları da yine sahih rivayetlerde belirtilmektedir.
Sonra hayır ve şer nisbi şeylerdir. İnsan kendisi ve ço­
luk çocuğu için neyin hayır, neyin şer olduğunu tam anla­
yamaz. Çirkin gördüğü şey kendi hayrına olabileceği gibi,
hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabi­
lir.C262J
"Size her ne dokunursa, kendi ellerinizle kazandığınız
şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu da affeder. ( 263 )
Aslında bu ayetin muhatabı çocukluk çağını geçmiş
mükellef kimselerdir. Çünkü yaptıklarından hesaba çekil­
mek, ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum
Kur'an'ın tamamı için böyledir. Muhatap daima akil-baliğ
olan mükelleflerdir. ( 264)
Şu halde Hocaefendi'nin de dediği gibi "Ruhlar kıya­
mete kadar bir daha dünyaya gelemez. "Geldi"
262. Bkz. Bakara, 2/216; ( Güllüce, a.e. s.218)
263. Şura, 4 2/30
264. Güllüce a.e. s.217-218.
1 97

denenler, ruh olmayıp cin ve şeytandır. Kötü ruhlar,


zaten zincirli oldukları için gelemezler, iyi ruhlar
da öylelerine gelmez." ( 265 )

VII. REENKARNASYONU REDDEDEN HADİS

Cabir bin Abdullah (r.a.) anlatıyor:


Babam Abdullah bin Amr bin Harem Uhudda şehit
düşünce Allah'ın resulü (s.a.v.) bana:
- Ey Cabir! dedi. Aziz ve Celil olan Allah'ın babana
söylediklerini sana haber vereyim mi? Ben de,
- Buyur ya Resulallah! dedim. Bunun üzerine Resu­
lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Allah her kimle konuşmuşsa hep perde arkasından
konuşmuştur. Fakat senin babanla perdesiz konuştu, kar­
şısına aldı, şöyle buyurdu: İste benden ne istiyorsan, iste­
diklerini sana vereceğim. O da:
- Ya Rabbi beni dünyaya gönder, senin uğrunda ikin­
ci defa öldürüleyim, dedi. Şehidin bu arzusuna, Yüce Al­
lah'ın cevabı şu oldu:
- Ben, ölenler dünyaya bir daha dönmeyecekler, diye
hükmettim. Bunun üzerine ( şehit baban) şöyle dedi:
- Öyleyse Allah'ım! Bu hükmünü geride kalanlara
ulaştır. Aziz ve Celil olan Allah da: "Allah yolunda öldürü­
lenleri ölüler sanma . . " (Al-i İmran, 3/165-170) mealindeki
.

ayetin tamamını inzal buyurdu. ( 266 )

265. M7" Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde I, s. 133-134. Nil Yayınları


İstanbul 1996.
266. İbn-i Mace, Cihad, c.2, s.936, Hadis no:2800.
1 98 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKAR ·,ASYON

VIII. REENKARNASYON VE CEHENNEM


Reenkarnasyoncuların dediği gibi,
- Eğer temizlenmeden ve tekamül etmeden bu dünya­
dan ayrılan ruhlar tekamül için yani suç ve günahlardan
arınmak, olgunlaşmak için bir başka bedene girerek tek­
rar dünyaya gelmiş olsalardı, cehenneme lüzum kalmazdı,
cehennem lüzumsuz yaratılmış olurdu. Ölen tekrar bir be­
dene girerek dünyaya gelir, tekamül eder, cennete layık
bir olgunluk kazanır ve cennete giderdi.
Reenkarnasyon olayında cehennemi inkar var­
dır. Şu ifadeler de bunun en açık delili değil midir?:
"İşte bu (tekamül için) gelip gitmeler, ruhu pişirip
olgunlaştıracak olan cehennem hayatıdır."(26 7 ) .
Peki Kur'an'ın açık açık anlattığı cehennem ne­
rede kaldı? Nasıl çaktırmadan cehennemi inkar edi­
yorlar görüyor musunuz?
Dünya, gelenlerin gittiği; ahiret, gidenlerin bir
daha geri dönmediği bir ülkedir. Kamil imanlı ve sa­
lih amelli ve temiz gidenler cennete; imansız yahut iman­
lı ama amelsiz, üstelik günahkar gidenler de cehenneme
gidecektir. Temizlenmeye istidatlı olanlar, yani günahkar
müslümanlar tevbe istiğfarla yunmazlar, yıkanmazlar ve
affa mazhar olmadan giderlerse cezaları m*tarınca ce­
hennemde yanarak, arınırlar. Çünkü cehennem günahkar
müslümanlar için bir "arınma kurnası"dır. Şair bunu şöy­
le ifade eder:
"Ateş, benim yuyan, yıkayan emziren annem,
Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem"
Temizlenmeye istidadı olmayan kafirler ise ebediyyen
cehennemde kalırlar.

267 . Ateş, a.e. c.9, s.238; Öztürk a.e. s.161.


1 99

IX. J'ENASUH, REENKARNASYON KİMİN


İRADESİYLE OLUYOR?
Tenasuh ya Cenab-ı Hakk'ın emir ve iradesi ile yapıl­
makta veyahut ruhun, kendi tercih ve iradesiyle olmakta­
dır. Birinci şıkkın muhaliyeti yani Allah'ın böyle bir irade­
si olmadığı yukarıda yapılan izahlardan anlaşılmıştır. ( 268 )
İkinci ihtimale yani ruhun bir bedenden diğerine kendi
tercih ve iradesiyle göçtüğüne gelince, burada da iki yol
söz konusudur. Ruh bu göçü ya şuurlu olarak veya şuur­
suz olarak yapmaktadır. Ruh şuursuz ise zaten tercih yap­
ması imkansızdır. Zira hareketleri aklın ve şuurun dışın­
dadır. Ruhun, her hangi bir cesedi kendi iradesiyle tercih
etmesi ihtimali ise, sayısız muhallere bina edilmiş, utanç
verici bir safsatadır. Şöyle ki:
Ruhun bir bedenden bir başka bedene göçü kendi ira­
desiyle olsaydı acaba hayvanların bedenini tercih eder
miydi?
Farzelim ki ruh kendi iradesiyle göçüyor, o zaman bu
faraziyeye göre, ruhun durup dinlenmeden, usanmadan
ve hatta utanmadan her çeşit hayvanın döl yatağına gir­
mesi lazım gelmez miydi? Aynı dölyatağına birden fazla
ruh talip olabilirdi. O zaman bu ihtilafı nasıl halledecek­
lerdi? Kur'a ile mi, kavga ile mi yoksa ikna ile mi?
Hasılı cesedlerle ruhlar arasındaki mükemmel uy­
gunluk, ahenk, mutabakat ve münasebet gösteriyor ki,
Cenab-ı Hak, bu cihana merkez olarak yarattığı, doğuştan
medeni kılıp, ilim ve irfan ile sinesini genişlendirdiği, ar­
za halife ve mahlukat kafilelerine kumandan tayin ettiği
insanın ruhunu, ölümden sonra hayvanların cesetlerinde
gezdirmez, bitkilerde, madenlerde seyr ü sefer ettirmez;
onu hakir ve zelil etmez.

268. Birinci şıkkın muhaliyetinin izahı için bkz. M. Kırkıncı, a.e. s.81, 83.
200 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

X. TENASUH VE REENKARNASYON
NEDEN BATILDIR?
SORU: Ruhun yeniden bedenlenmesi inancı ne­
den batıldır? Ve neden İslam'ın ruhuna aykırıdır?
CEVAP: Şu sebeplerden dolayı tenasuh inancı batıl­
dır:
1. Haşir akidesi açısından, her ferdin hesabı, kendi
hayatının girinti ve çıkıntılarına göre olacaktır. Buna gö­
re binlerce cesede girmiş-çıkmış bir ruh, hangi şahsiyetle
haşrolacak ve hangi durumuna göre ceza veya mükafat
görecektir.
2. Her ferdin mutlak saadete namzet olabilmesi için
böyle çok ızdırablı bir ruhla muhaceretine lüzum görüldü­
ğü takdirde, Allah'ın zalimlere ceza, iyi kimselere müka­
fat va'di abes olacak. Bu ise Zat-ı Uluhiyyet hakkında mu­
haldir.
3. Buda ve Brahman dinlerinde tenasüh inancı mistik
bir şekle bürünmüş. Neticede şöyle bir i'tikad benimsen­
miştir: "Temizlenen günahsız ruhlar Nirvana'ya erişir, gü­
nahkar ruhlar da temizleninceye kadar hayvan cesedle­
rinde dolaşırlar.<269 )
İslam'da bir insanın olgunlaşması tevbe, zikir, tesbih,
kemal ve ibadetler yoluyla olur. Günah kirlerinden temiz­
lenmesi için de tevbe kapısı kıyamete kadar açıktır. ( 270)
İslamiyette affedilmeyecek günah yoktur. Bu hususta
günahın azlığına çokluğuna bakılmadığı gibi son dakika­
lara kadar ferdin günah içinde bulunmasına da bakılma­
yacaktır. Bütün hayatı isyanla geçmiş bir mücrim, bir tek
saatlik nezih hayatıyle Allah'ın rahmetine mazhar olabi­
lir. ( 271 )
269. M. Kırkıncı a.e. s .66.
270. Arif Aslan, Zaman Gazetesi, 1 4 . 7. 1994 .
271. M.D. Asnn Getirdiği Tereddütler I, s. 114.
201

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki:


"Şüphesiz aziz ve celil olan Allah, gündüz günah işle­
yenlerin tevbe etmesi için gece sabaha kadar, gece günah
işleyenlerin tevbe etmesi için de gündüz akşama kadar el­
lerini açar bekler." ( 272)
İslamda kimse kimsenin günahını çekemez.
İşte ayetler:
"Kim bir günah işlerse (kötülük yaparsa) onunla ceza­
landırılacaktır. Ve o Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir
yardımcı bulamayacaktır. ( 273 )
"Hiç bir günahkar, başka birinin günahını yüklenip
cezasını çekemez "( 274)
. .

Bu manada daha pek çok ayet vardır. ( 275)


Cenab-ı Hakk'ın hikmet ve rahmeti bu çirkin hurafe­
yi reddediyor.
İnsanı aleme halife ve sultan yapan, yer ve gökleri
onun emrine veren, alemin özü ve özeti olarak onu en yük­
sek fıtratta, en mükemmel surette, en geniş kabiliyette
yaratan Allah, bu mahiyetteki bir ruhu hiç, binler derece
aşağı düşürerek farelerin, köpeklerin, yılanların, may­
munların cesedlerinde dolaştırır mı? Adalet ve hikmeti,
rahmeti ve şefkati, lütuf ve ihsanı buna müsaade eder mi?
Kabristanlardaki kemikleri ve o kemikleri misafir
eden toprakları çiğnemeye müsade etmeyen Hak Teala hiç
insan ruhunu, hayvanların cesetlerinde barındırır mı?
Kendisine "köpek" denildiğinde kızan insanoğ­
lunun ruhunu, Cenab-ı Hak hiç köpek cesedine so­
kup ta oğlunun kapısına bağlatır mı? yahut eşeğin

272. Müslim, Tevbe, c.4. s.2112


273. Nisa, 4/123 . .
274. En'am, 6/164; İsra, 17/15; Fatır, 35/15.
275. Arslan, Zaman Gazetesi, 14.7. 1994.
202 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

bedenine sokup oğlunu ona bindirir mi? Bu iğrenç


safsataya inanan bir insana hiç "insan" denilir
mi?( 2 76 )
Ha sahi, inekleri, öküzleri, koyunları, keçileri, tavuk­
ları kesmek niye? Onlarda kimbilir kimlerin ruhu var?
Eşeklere yük yüklemeyin, atlara binmeyin yazık olur!
Ruhlar her bedene girdiğine göre belki babalarımızın ve­
ya dedelerimizden birinin ruhu olabilir. Özellikle içkici,
kumarbaz veya daha b aşka günahlar işlemiş birilerinin
ruhu olabilir! ( 2 77 )
4. Her cesed için ayrı bir ruh kabul etme, kudreti son­
suz olan Allah'ın sonsuz yaratıcılığına imanın ifadesidir.
Bunun yerine bir tabur ruhu bütün cesetlere sokup çıkar­
ma, Kudreti sonsuz'a acizlik isnad etme olur. ( 2 78 ) Bu da
ayrı bir mantıksızlıktır.
Eğer tenasuhçuların iddia ettikleri gibi "dünyada ce­
setten cesede dolaşan bir grup ruh olsaydı, dünya nüfusu­
nun o günden bu güne ya hiç artmamış ya da oldukça
azalmış olması gerekirdi?
İyi ruhların tekrar gelmeyeceği, kötü ruhların da ce­
zalandırılıp hayvan olarak yaratılacağı iddialarını unut­
mayalım. Halbuki bu gün, dünya nüfusu yedi milyarı aş­
kındır. ( 27 9 )
5 . Bundan başka yeryüzünde yaşayan yedi milyar in­
sanın hiç olmazsa bir kaç milyonunda, başka ceseddeki
hayat hikayesine dair bir kısım işaretler bulunmalı değil
miydi? Hiç olmazsa bazı kimselerde bir kaç kere dünyaya
gelip gitmiş olmadan hasıl olan umumi bir kültür olamaz
mıydı? Hani nerede?

2 76. M. Kırkıncı, a.e. s.69.


2 77. Arslan, Zaman Gazetesi, 14.7.1994.
2 78. M.D. a.e. s . 1 1 4.
2 79. Arslan, Zaman Gazetesi, 1 4 .7.1994.
20 3

Şimdiye kadar bir-iki akıl hastasının hazeyanıyla, bir­


iki gazetenin neşrettiği sansasyonel haberden başka, her
hangi bir cesedin başkasına ait bir ruhla yaşadığını göste­
rir delillerden bahsetmek mümkün değildir. ( 280)
Ne hayvanlarda, ne bitkilerde bunca zamandır, insa­
nın özelliklerine ait hiçbir işarete rastlanmaması da tena­
sühçülerin ne kadar mantıksız ve tutarsız olduklarını gös­
teren ayrı bir delildir.
Hayat tabakalarını inceleyen Bediüzzaman Hazretle­
ri beşinci hayat tabakasını anlatırken diyor ki:
Beşinci hayat tabakası kabir ehlinin ve ruhanilerin
hayatıdır. Ölüm yer değiştirmektir. Ruhun bedene bağlı­
lıktan kurtulup, serbest kalmasıdır. Vazifeden terhistir.
Evliya ruhları temessül ederler ve ehl-i keşfe görü­
nürler.
Kabir ehlinin ruhları da uykuda ve uyanıkken bizlere
gelip doğru haberler getirirler. ( 281 ) .
Demek tenasuhçu ve reenkarnasyoncuların zannet­
tikleri gibi, tekrar tekrar dünyaya geliş yok, belki ruhla­
rın görünmeleri vardır. ( 282 )
Bir cümle ile söyleyecek olursak Tenasuh yok, temes­
sül ve tezahür var. Bu da ancak bir hikmete binaen olur.
Allah'ın izin verdiği kadar olur.

TENASUH (REENKARNASYON)
İDDİASINDA BULUNANLAR

Kendisine başka birinin ruhunun girdiğini sanan


kimseler ise, ya cinlerin baskı ve tesirleri altındadırlar ya
da rüyalarında görüp unuttukları şeyleri tekrar hatırla-

280. M.IJ.'"a.e. s.115:


281. Bediüzzaman. Mektubat, s. 5-7
282. Arslan, Zaman Gazetesi, 14. 7.1994
204 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

maktan ibarettir. Veyahut da kasıtlı olarak altında (mil­


letleri ifsad etme) maksatları bulunan bir yalandır. Ruh
çağırma seanslarında ve hipnozda gelenler ise ruhlar de­
ğil, cinlerdir. Bunlar çok defa yalan söyler ve insanlarla
dalga geçerler. ( 283 )
Bütün tenasühçülerin dayandıkları delil ve bağlan­
dıkları ip bir kaç çocuğun saçma sapan sözleri, ciddi bir te­
daviye muhtaç akıl hastalarının ifadeleri, Allah'a ve ahi­
rete inanmayan dinsiz ve materyalistlerin para ve menfa­
at uğruna milleti ifsad, İslam'ı tahrip için ortaya attıkları
safsatalarıdır. ( 284 )

REENKARNASYONA ÇARPICI ÖRNEK


DEDİKLERİ
"Ruh ve madde" dergisinin naklettiğine göre, Prof. lan
Stevenson, reenkarnasyonu doğrulayan bine yakın olay
tesbit etmiştir. ( 285 )
Eğer reenkarnasyon gerçek olsaydı, bu rakam binde
kalmayacaktı, her devirde her insan sayısınca reenkar­
nasyonu doğrulayan olaylar olacaktı. İnsanlık tarihi bo­
yunca tesbit edilen bu bin olay, reenkarnasyonun doğrulu­
ğuna değil de, ancak katmerli bir yalan olduğuna delil ola­
bilir.
Celal Kırca, ülkemizde de bu tür olayların tesbit edil­
diğini söylüyor, ileri sürdükleri en çarpıcı örneğin de,
ENİS BEHİÇ KORYÜREK olduğunu ifade ediyor:
1112 senesinde Trabzonda öldüğünü söyleyen Çedikçi
Süleyman Çelebi adında birisi, 1946-1949 yılları arasında

283. M. Kırkıncı, a.e., s. 7 1-72


284. Kırkıncı. a.e. s.79-80, Zafer Yayınlan ist. 1993.
285. Yrd. Doç. Dr. Celal Kırca, İslam Dinine Göre Reenkarnasyon, s.225,
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Ayrı Basım )
Kayseri, 1986.
205

Enis Behiç Koryürek'e gelerek O'na eski devrin ifadesiyle


ve düşünmeksizin bir takım şiirler yazdırmış, hatta ayet­
ler ve hadisler ezberletmiş, Farsça kıtalar söyletmiş ve
bazı kehanetlerde bulundurmuştur. Enis Behiç daha son­
ra bu şiirleri bir araya getirerek ''Varidat-ı Süleyman"
adıyla neşretmiştir.< 286 )
Celal Kırca bu olayı bir ayetin nüzul sebebinden yola
çıkarak tahlil ediyor. Şöyle ki:
Mekkede Yusuf suresinden sonra nazil olan Hicr sure­
sinin 6. ayetinde Cenab-ı Hak, müşriklerin Hz. Peygam­
ber'e şöyle dediklerini nakletmektedir: "Dediler ki: Ey
kendisine zikr (Kur'an) indirilmiş olan, sen mutlaka cin­
lenmiş (delirmiş)sin."
Bu ayetin mealinde Süleyman Ateş şunları yazmakta­
dır:
Eskiden Arabistan'da şiir bir sanat olmaktan çok, cin­
lerle, gizli kuvvetlerle temas kurulup onlardan bir takım
bilgiler alma mesleği idi . . . Her şairin zaman zaman ken­
disine ilham veren özel bir cini vardı. Şair kendi cinine
Halil (dost) derdi. Şairle ilişki kuran cin, insan isminden
biriyle anılırdı.
İşte müşrikler, Hz. Peygamberi de böyle cinden ilham
alan bir şair zannettiklerinden dolayı ona "şairun mec­
nun= Mecnun şair" "öğretilmiş mecnun", "Kahin", "büyü­
cü" demişlerdi. Mecnun, cin çarpmış demektir. Basitçe
"deli" anlamına gelir.
Bu bilgilerle Enis Behiç Koryürek olayını karşılaştır­
dığımızda, ona gelip te kendisinin Çedikçi Süleyman oldu­
ğunu söyleyen varlığın kim olduğunu anlamakta güçlük
çekmeyiz sanırım. ( 287 )

286. Celal Kırca, a.e. s.24 0.


28 7 . A.e. s.24 0.
207

N E T İ C E VE HÜKÜM

Yüce Allah insanın içine ebedi yaşama arzusunu koy­


muş, bir taraftan da onu ölüme mahkum etmiştir. Ölü­
mün insanda açmış olduğu yarayı da ahiret inancıyla te­
davi etmiştir.
Tenasuh ve Reenkarnasyon İslam'ın haşir inan­
cından bir sapmadır. Kur'an ve sünnet çizgisinden
bir inhiraftır. Cehennemi ve cehennem azabını in­
karın bir başka ifade şeklidir. Kur'an ve sünnetin
tarif buyurduğu şekliyle ahirete inanmayanları ra­
hatlatma gayretinden başka bir şey değildir.
"Reenkarnasyon= Yeniden doğuş ve başka bedenlerle
dünyaya geliş mümkün değildir. Bu, bir bakıma kaderi ve
ahireti inkar etme, Allah'ın güç ve kudretini hafife alma­
dır. Allah bir grup ruhu yarattığına göre milyonlarca ruhu
da yaratır. Dünyayı, uzayı, galaksi ve gezegenleri yarattı­
ğına göre ahireti, cenneti ve cehennemi de yaratır. İnkar­
cıları ve isyancıları da cezalandırır. Bir hücreden insanı
yaratan, onun istek ve ihtiyaçlarına cevap veren Allah, el­
bette en büyük istek ve ihtiyacı olan ebedi hayatı da yara­
tır. İnsanı en ince ayrıntılarına kadar hayatından hesaba
çeker. Bunları inkar etmek küfürdür. İnsanı dinden çıka­
rır. Bu itibarla tenasuh ve tenasuhçulara inanmak ta in­
kardır, dalalettir, en hafif şekliyle sapıklıktır. İslam'ın
inançlarıyla izah etmek, bağdaştırmak mümkün değil-
-
dir."< 288 )
288. Arslan, Zaman Gazetesi, 14.7. 1994
208 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE RE�NKARNASYON

Risale-i Nurları Arapçaya çeviren İhsan Kasımi beyle


bir merasimde karşılaşmıştım. Sormuştu:
- Bir çalışman var mı? Ben de:
- Haşir ve reenkarnasyon üzerinde çalışıyorum de-
miştim. Bir müddet durdu ve arkasından bir cümle:
- Reenkarnasyon, mesuliyetten ve ahiret azabından
kurtulmak isteyenlerin ortaya attığı bir iddia . . .
İşte kocaman bir safsatanın özeti bu idi.
Hasılı, "kitap ve sünnete _uymayan inanç, İslam naza­
rında makbul değildir. Reenkarnasyon da Kitap ve sünne­
te uymayan bir inanç sistemidir. diyen Celal Kırca, İbn�i
Hazm'ın: "Tenasuha inananlar kafirdir" şeklindeki açık ve
net fetvasını da nakletmekten çekinmemiştir. ( 289 )

289. Celal Kırca, a.e. s.24 1 .


209

KAYNAKLAR

Kur'an-ı Kerim

Ateş, Süleyman, Y üce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri

Aslan, Arif, Zaman Gazetesi, 14.7. 1994 Tarihli Makale

Aksiyon Dergisi, Sayı: 155, Şubat-1997

Ateş, Bünyamin, Peygamberler Tarihi, İst.- 1977, Yeni


Asya Yayınları

el-Aclı1ni, İsmail b. Muhammed, Keşfü'l-Hafa ve Müzi­


lü'l-İlbas Amma İştehere mine'l-ehadisi ala elsinetin­
nas, Beyrut- 1352
.
Atalar, Mustafa, Mevlana'nın Mesnevisinden Seçilmiş
Kıssalar, İst.- 1985

Bursevi, İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan, Beyrut-bty.


Buhari, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbra­
him b. el-Muğire b. Berdizbe'l-Buhari, Sahih, İst.­
bty. el-Mektebetu'l-İslamiyye

· Başar; Alaaddin, Manzaralar, Zafer Yayınları


Çantay, Hasan Basri, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim,
ist.-1962

Dikmen, Mehmet, Peygamberler Tarihi, İst.-1997, Yeni


Asya Yayınları

D.M., Asrın Getirdiği Tereddütler, İzmir- 1984


2 1 Ü / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Ebu Davut, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistani, Sünen


Talık: Muhammed Mahyiddin Abdulhamid, İst.-bty. el­
Mektebetü'l-İslamiyye

el-Fahrurrazi, Tefsirü'l-Kebir, Tahran-bty.

el-Gazali, İmam Ebu Hamid, ihyau Ulumi'd-Din, İst.-


1985, Temel Neşriyat

el-Gazali, Kimyay-ı Saadet, İst.-1969

Gülen, Fethullah, inancın Gölgesinde, İst.-1996, Nil Yay.


Güllüce, Veysel, Kur'an-ı Kerim'e Göre Ahiretin Varlığı
(Doktora Tezi), Erzurum- 1996

Gök, Kadir, (Makale), Zaman Gazetesi 4 . 1 . 1989 ·

Hennad b. Serriyü'l-Kufi, imam, Kitabü'z-Zühd, Talık:


Abdurrahman b. Abdulcebbar el-Ferivayi, Kuveyt-
1985, İlk baskı

İbn-i Mace: Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el­


Kazvini, Sünen Talık: Muhammed Fuad Abdulbaki,
İst.-bty. el-Mektebetü'l-İslamiyye

İz, Mahir, Din ve Cemiyet

Kande�ir, M. Yaşar, Örneklerle islam Ahlakı, İst.-1988


Karakaş, Vehbi, Kur'an ve Hadisler Işığında Emanet,
Zafer Yayınları, İst.- 1995

Karakaş, Vehbi, Niçin Namaz, İst.-1994


Kırca, Celal, islfım Dinine Göre Reenkarnasyon, Kayseri-
1986

Kırkıncı, Mehmet, Nükteler


211

Kırkıncı, Mehmet, Kader Nedir


Kırkıncı, Mehmet, Ruh Nedir, İst.-1983

Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, İst.-bty.

Köksal, M. Asım, Hz. Muhammed (S.A.V.) ve İslamiyet,


İst.-1987, Şamil Yaymevi

Kutup, Seyyid, Flzılali'l-Kur'an, İst.-1972

Morrison, A.C., İnsan, Kainat ve Ötesi, Çev: Bekir Topa­


loğlu, İst.- 1986

Maverdi, Ebu'l-Hasen, Edebü'd-Dünya ve'd-Din, Bey­


rut-1399/1979

Montaigne, Denemeler, Çev: Sabahattin Eyuboğlu, İst.-


1991

Müslim, Ebu'l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac el-Ku­


şeyri, en-Nisaburi, talık: Muhammed Fuad Abdulba­
ki, Daru İhyai'l-Kütübi'l-Arabıyye-bty.

Nursi, Bediüzzaman Said, Tai-ihçe-i Hayat, İst.-1992,


Enver Neş.

Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, İst.- 1993, Sözler Ya­


yınevı

Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, İst.-1964, Sinan


Mat.

Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar, İst.- 1959


Nursi, Bediüzzaman Said, Mesnev-i Nuriye, İst.-1988,
Enver Neş.

Nursi; Bediüzzaman Said, Şualar, İst.-1988, Envar


Neş.
2 1 2 / ÖLÜM DİRİLİŞ VE REENKARNASYON

Nursi, Bediüzzaman Said, Muhakemat

Nursi, Bediüzzaman Said, İşaratü'l-İ'caz, İst.-1959

Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar (Osmanlıca), İst.-


1995

Nursi, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lahikası, İst.-


1993

Nevevi, Muhyiddin Ebu Zekeriyya Yahya, Sahih-i


Müslim bi şerhi'n-Nevevı (2. Baskı), el-Matbaatü'l-Mıs­
nyye, 1972-m., 1392-h.

Öztürk, Y. N., 500 Soruda İslam, İst.-1989

Öztürk, Y. N., Kur'an'daki İslam

Öztürk, Y. N., Yeniden Yapılanmak, İst.-1997

Özceylan, Niyazi, (Makale), Zaman Gazetesi, 4. 1 . 1989

Rumi, Mevlana Celalettin, Fıhimafih, İst.-1990, MEB

Rahbavi, Abdulkadir Mutlak, Ahiret Günü, Tere. : Ah-


met Serdaroğlu - Lütfü Şentürk, Ankara- 1988 Nur Yay.

es-Suyuti, Celaluddin, Şerhu Süneni'n-Nesaı Mea Haşi-


yeti'l-İmam es-Sindi, Beyrut-bty.

Salih, Suphi, Menhelü'l-Varidin Şerhu Riyazi's-Salihin

es-Sabuni, M. Ali, Muhtasar Tefsirü İbn-i Kesir

Salih, Suphi, Ölümden Sonra Diriliş, Tere: Şerafettin


Gölcük, İst.- 1987

Şirazi, Şeyh Sadii, Bostan ve Gülistan, Tere: Kilisli 'Rifat


Bilge, Meral Yayınevi, İst.-bty.
21�

Tirmizi, Ebu İsa. Muhammed b. İsa b . Sevre, el-Ca­


miu's-Sahih, Talık: Ahmet Muhammed Şakir, el-Mek­
tebetü'l-İslamiyye-bty.

Toygar, Süleyman, Aksiyon, Sayı: 155, Şubat-97

Uludağ, Süleyman, Akaid ve Kelam

Vehbi, Mehmet, Hülasatü'l-Beyan, Evkaf-ı İslamiyye


Matbaası 1341-1343

Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, İst.-bty., Feza


Gazetecilik AŞ.

Yaşar, Selahattin, Muhammed İkbal, İst.- 1980, Yeni As­


ya Yay.

Yeni T ürk Ansiklopedisi, Ötüken Yayınları


Zaman qazetesi, 28.9. 1994

You might also like