You are on page 1of 8

Çağla Üren

GÜNCELLİĞİNİ KORUYAN BİR OYUN: FEHİM PAŞA KONAĞI

“Özgün bir tiyatromuz var mı?” sorusu yıllardan beri birçok eleştirmen tarafından
tartışılan, Türk edebiyatı ve tiyatrosu açısından önemli bir konu olmuştur. Orta oyunu,
meddahlık ve karagöz gibi geleneksel türlerden çağdaş tiyatroya geçişte Türk tiyatrosu, bu
türlerden ani bir kopuş yaşamış ve “Tiyatromuz, gelenekteki öğelerden yararlanmalı mı?”
sorusunu akıllara getirmiştir. Namık Kemal’in büyük ölçüde domine ettiği tanzimat edebiyatı
İstibdat Dönemi ile değişmeye başlamış ve yine Namık Kemal’in savunduğu “geleneği
unutma” fikri de aşılarak ondan yararlanmanın ve onu çağdaş tiyatro ile sentezlemenin yolları
aranmıştır. Bu noktada iki isime dikkat çekmemiz gerekmektedir: Haldun Taner ve Turgut
Özakman. Geleneği ve çağdaş teknikleri harmanladığı ilk epik tiyatro örneğini vererek
(Keşanlı Ali Destanı) tiyatromuzda bir sıçrama yaratan Haldun Taner’i, Fehim Paşa Konağı
vb. örneklerle Turgut Özakman izlemiştir.
Özellikle bu iki sanatçıdan bahsetmemin nedeni ise oyunlarının öneminin yanı sıra
onlara ne ölçüde değer verildiğini hatırlatmaktır. Geçtiğimiz günlerde Haldun Taner’in
Kadıköy’deki büstünün parçalanması ve geçtiğimiz yıl Fehim Paşa Konağı’nın
“Abdülhamit’e hakaret” ile suçlanması bahsettiğim “değeri” oldukça iyi örnekleyecektir.
Yaşanan bu hoşgörüsüzlüklerin karşısında bizlere düşen görevin ise bu yazarları ve eserlerini
iyi anlamak, anlatmak olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle ben de bu yazıda Turgut
Özakman’ın adı geçen eseri Fehim Paşa Konağını ele almaya karar verdim. Çünkü insanların
para ya da ün için değil, insan olmak için birbiriyle dayanışma içinde olması gerektiğini
vurgulayan oyunun ana fikri, yaşanılan saldırılar düşünüldüğünde güncelliğini hala
korumaktadır.
Turgut Özakman’ın 1979 yılında yazdığı tiyatro eseri Fehim Paşa Konağı, yazarın
batı tiyatrosu ile geleneği sentezlediği en yetkin oyunlarından biridir. Yazar, bu oyunda
Karagöz, Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin gibi geleneğe ait anlatılarla Meşrutiyetin
ilanını iç içe geçirerek oyun içinde oyun kurgulamıştır. Oyunun bu biçimsel özelliklerini daha
ayrıntılı incelemeye başlamadan önce içeriğine ve eleştirel düşüncesine bakmak, az önce
bahsettiğimiz sebepler açısından oldukça yararlı olacak. Bu nedenle biz de önce içerdiği
eleştirel söyleme bakarak sonrasında da epik ve geleneksel özelliklerini tartışarak oyunu
inceleyelim.
Bir eleştirel tarih oyunu olarak Fehim Paşa Konağı:
“Rumeli’de
Ferhat’ın Şirin’e vurulduğu gibi
hürriyete vurgun deliler
dalga dalga ayaklanıyorlardı.
Yeni bir dünya kurmak için
can alıp can vererek.”1
Yılların kabadayısı Yedibela Rasim Baba, zamanında Fehim Paşa için çalışmış ve
sakat kalınca gözden düşerek kendine bir kahvehane açmış bir kabadayıdır. Oyun, tek hayali
oğlu Yusuf’un onun şanını devam ettirmesi olan Rasim Baba’nın oğlunun orta oyunu ve
Karagöz oynattığını, yer yer zil takıp oynadığını ve zenne rolü yaptığını anlattığı “acıklı”
hikayesi ile başlar. Daha sonra “adam olması” için Yusuf’u Fehim Paşa’nın konağına götüren
Rasim’in hayalleri, oğlunun haremdeki kadınları eğlendirmek için Karagöz oynatması ile
daha da yıkılır. Ancak Yusuf, Paşa’nın kızı Mihriban’a gönlünü kaptırmış, paşa da bu
nedenle Yusuf’u kapı dışarı etmiştir. Bunun üzerine birçok yanlış anlaşılma sonucu “hürriyet
kahramanı” ilan edilen Yusuf, kendini Deli Suat Paşa’nın konağında bulur. Hürriyetçi Deli
Suat Paşa ve Abdülhamit’in süt kardeşi Fehim Paşa arasındaki çekişmelere de geniş yer veren
oyunun ana konusu ise Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’un yaşadığı değişimdir.
“Hürriyet” kelimesinin başta yasak olduğu oyunun sonunda ise hürriyetçiler iktidarı ele
geçirecek ve Fehim Paşa linç edilecektir.
Turgut Özakman’ın Sarıpınar oyunu ile başlayan epik tarzda eleştirel-tarihi oyun
yazma yönelimi Fehim Paşa Konağı ile en olgun örneklerinden birini vermiştir.
Cumhuriyet’in 45. yılında yazdığı bu oyunla Özakman, yönetim sisteminin, iktidarların ve
devlet adamlarının sık sık değiştiği ülkemizde biçimde yapılan birçok yeniliğin aksine halkın
“öz” durumunda bir değişim olmadığını ve her devrin kendi adamlarını ürettiğini vurgulamak
istemiştir.2 Oyunda da açıkça gösterildiği gibi istibdat rejiminde “hürriyet” demek yasakken,
meşrutiyet geldiğinde ise en büyük suç hürriyeti eleştirmek olmuştur.3 Yani özünde hiçbir şey
değişmemiş ve tıpkı Fehim Paşa gibi halkı hiç tanımayan devlet adamları, ülkeyi yönetmeye
devam etmiştir. Kısacası Fehim Paşa Konağı, tarihimizin bir siyasal döneminden başka bir
siyasal döneme geçerken birkaç kez yinelenerek yaşadığı buruk ve komik hikayesini
anlatmaktadır.4 Oyunun seyirciye verdiği mesaj ise gerçek toplumsal ilerlemenin ün ve para

1 Turgut Özakman, Fehim Paşa Konağı, (Ankara: T İ S A Matbaası: 1989) s.46


2 Ayşegül Yüksel, “Turgut Özakman’ın Oyun Yazarlığının İkinci Dönemi”
3 a.g.e.
4 a.g.e.
olgusunun birincil önemini yitirip insanlar arası dayanışmanın önem kazandığı bir durumda
mümkün olabileceğidir.5 Yusuf’un gördüğü onca kötülüğe ve hürriyet kahramanı ilan
edilmesine karşın Fehim Paşa’nın kaçmasına yardım etmesi de bu mesajın somut bir
örneğidir.

Fehim Paşa Konağı’nda gelenekten bugüne devredenler:


İsmail Hakkı Baltacıoğlu geleneğin dinde, dilde ve sanatta totem çağından ulus çağına
dek değişmeyen kamu değerleri olduğunu söyler. Peki nedir bu kamu değerleri? Özellikle
tiyatro açısından düşünecek olursak, bir oyunda görebileceğimiz bu değişmeyen değerlerin
oyunun kullanılan ata sözleri, deyişler ve ağızlar gibi dilsel özellikleri, yanlış anlamalara, fars
ve ironiye dayalı güldürü öğeleri, şahıs kadrosunun kalabalık olması, ritmik ve müzikal
olması, zekaları bilekleri kadar gelişmemiş asker ve kabadayı tipleri, hafif meşrep kadınlar
vb. karakterleri olduğunu söyleyebiliriz.
Fehim Paşa Konağı’nın da bu değişmez unsurlardan çok büyük bir kısmını içerdiğini
söylemek mümkün. Şahıs kadrosu (Pertev Bey, Rasim Baba, Yorgancı Aziz ve Berber Arif,
Düztaban Osman, Yusuf, Zilli Ömer Çavuş, Fehim Paşa, Deli Suat Paşa, Hanım, Mihriban,
iki halayık…) oldukça kalabalık olan oyunda ayrıca gelenekle benzer şekilde karakterler,
lakaplarıyla ve meslek gruplarıyla tanınıyor. Bunun yanı sıra karakterlerin oldukça
tipleştirildiğini de söylemek mümkün. Örneğin Rasim Baba yılların kabadayısı olduğu için
hiç kara sevdaya düşmemiş, hatta onun ne olduğunu bile bilmeyen biri olarak, Arif ve Aziz
ikilisi “süzme salak” olmaktan başka özelliğe sahip olmayan insanlar olarak -esnaf olmaları
hariç-, Yusuf ise hayatında bir böceği bile öldürmemiş, saf ve temiz bir çocuk olarak oyunda
yerini alıyor. Kabadayılığı ve zekası oldukça az olan “özenti” Osman ile kibarlık abidesi
Pertev Bey de bu örneklere dahil edilebilir.
Bunların yanı sıra müzikal diyebileceğimiz oyunda sık sık anlatım kesilerek şarkılar,
türküler söylenmekte ve oyun içinde oyun kurularak Yusuf karakteri aracılığıyla Karagöz
oyunları oyuna oldukça iyi bir biçimde yedirilmektedir.
Oyundaki güldürü öğeleri ise ironi ve aşağılamalarla sağlanmanın yanı sıra gelenekte de
olduğu gibi yanlış anlamalara ve söz oyunlarına dayandırılıyor:
Arif- (Fehim Paşa) Her sabah kellesini bana teslim ediyor.
Aziz- Bana da her gece poposunu. (Şimşek gibi bakarlar.) Şiltesini ben diktim kardeşler."
Örneğin bu sahnede görülebileceği üzerine mesleklere dayalı bir söz oyunu ile
güldürü öğesi sağlanırken, Yusuf’un Mihriban’a ve insanlığa olan aşkını kast ederek
5 a.g.e.
“Gönlümde yüce bir sevgi var.” demesi üzerine bunun hürriyete yorularak Yusuf’un hürriyet
kahramanı ilan edilmesi de yanlış anlamalarla kurulan bir başka güldürü öğesi.
Bunların yanı sıra oyunda gelenekten devralınan söyleyiş tarzlarına da rastlamak mümkün.
Söyleyiş tarzlarından kastım ise hakın diline yerleşerek yüzyıllardan beri söylenen
tekerlemeler ve atasözleri. Oyunda sık sık tekerlemelerin, deyimlerin ve atasözlerinin
kullanılıyor. Bu durumu, Yusuf’un ağzından söylenen bir tekerleme ile göstermeye çalışalım:
"Eveleme, develeme
Deve kuşu kovalama
Ceng-i çember
Misk-ü amber
Tazı tuzi
Paşanın kızi
Ne vakit geldin
Yazın geldim.
Yazılalım çizilelim
Bir tahtaya dizilelim."
Oyunda kullanılan buna benzer birçok tekerlemenin yanı sıra yeni kavramları atasözleriyle
harmanlayarak küçük sentezler oluşturan replikler de görmek mümkün:
“ Halka hürriyet verirsen ne yapar? Ne yapacak, ya davulcuya kapılır ya zurnacıya.”
Bu örnekte görüldüğü üzere bir atasözü ile oyun zamanı için yeni bir kavram olan “hürriyet”
birleştirilmiş ve bir çeşit senteze ulaşılmıştır.

Fehim Paşa Konağı’nda açık biçim-göstermeci tiyatro anlayışı:


Gelenekteki oyunların önemli bir özelliği de oyunların açık biçim tiyatro unsurlarıyla
kurulmasıdır. Bu biçimin önemli unsurları arasında yer ve zaman bütünlüğünün
gözetilmemesi (oyunun birçok mekan ve zamanda geçebilmesi), tek çizgili bir oyun akışı
yerine olayların sıçrayarak ilerlemesi, zaman ve mekanda olduğu gibi çoklu dil unsurları ve
oyunun sonlanması ile olayların bitmeyerek “action”ın ileriyi göstermesi gibi şeyler
sıralanabilir.
Fehim Paşa Konağı’nın açık biçim tiyatro anlayışı ile kesiştiği ilk yer ise mekanın ve
şahıs kadrosunun çokluğu. Oyun, Rasim Babanın kahvehanesi, Fehim Paşa’nın odası, haremi
ve konağının bahçesi, Deli Suat paşanın odası gibi birçok farklı mekanda geçmekte ve
yukarıda bahsettiğimiz gibi oldukça kalabalık bir şahıs kadrosuna ev sahipliği yapmaktadır.
Sadece mekan ve şahısların çok olması değil, kişi ve toplumun çok katlılığından kaynaklanan
dil ve üslubun da çoklu olması yine bir açık biçim tiyatro unsuru olarak kendini
göstermektedir.6 İnsanların heterojen bir biçimde bir arada bulunduğu mahalle kahvesinin
sokağında pek çok farklı karakter kendi üslubuna uygun konuşmaktadır. Örneğin, Düztaban
Osman kabadayı olmayı beceremeyen bir özenti olarak doğru makamı bir türlü tutturamadığı
naralarıyla kaba saba konuşur. Yusuf ise böcek bile öldüremeyen narin yapısına uygun
biçimde her zaman oldukça kibar ve efendi bir üslup takınır ve sürekli “Peki.” diyerek boyun
eğer. Fehim Paşanın konağına ve haremine gelecek olursak burada da Paşa’nın karısının çok
samimi ve hafif meşrep bir üslup takınarak paşaya sürekli “Paşacığım” diye hitap etmesi,
bizlere kendisinin ne kadar “fettan bir hanımefendi” olduğunu hissettirir.
Bunun yanı sıra yine açık biçim tiyatro anlayışına uygun olarak olay örgüsü (action)
oyunun başlaması ve sonlanması ile başlayıp bitmemektedir. Henüz ilk perde açılmadan
başlamış olan olaylar (Rasim Baba’nın parlak zamanları, Yusuf’un doğumu vb.) seyirciye
aktarılır ve oyun sona erdikten sonra da devam eder. Çünkü oyunun bittiği nokta,
karakterlerin hayatına devam ettiği, İttihat Terakki’nin iktidara gelmesiyle başlayan yepyeni
bir devir olacaktır.

Epik tiyatro anlayışı ve Fehim Paşa Konağı:


Bertolt Brecht’in geliştirdiği epik tiyatro anlayışı, açık biçim-göstermeci tiyatro
unsurlarını da kullanan bir anlayıştır. Tıpkı açık biçim tiyatroda olduğu gibi çoklu mekan,
zaman ve çok katmanlı dil anlayışı ile olayların düz bir çizgide gelişmeyerek bölümlere
ayrılması, epik tiyatronun da bazı karakteristik özelliklerindendir.
Ancak bunların yanı sıra epik tiyatrodan ve Bertolt Brehct’ten söz ederken altını
çizmemiz gereken oldukça önemli başka unsurlar da vardır. Bunlardan ilki, epik tiyatroda
duyguların değil aklın öne çıkarılmasıdır. Bu yüzden epik tiyatro anlayışı, birçok kez
duyguları dışlamakla eleştirilmiştir. Ancak bu anlayış duyguları dışlamak bir yana onları
geliştirerek bilinç düzeyine çıkarmak gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle epik tiyatronun
izleyicilere bir yaşam kesiti değil bir dünya görüşü göstermeyi amaç edindiğini söyleyebiliriz.
Buradan hareketle Fehim Paşa konağından söz edecek olursak epik biçimin özelliklerini de
taşıyan bu oyunun da izleyiciye bir dünya görüşü sunduğunu söylemem mümkün. Fehim
Paşa Konağı’nın amacı Yusuf’un Mihriban’a olan aşkının karakterindeki yansımalarını ya da
Rasim Babanın oğluyla olan trajik hikayesini anlatmayı amaç edinmez. Onun amacı bu
hikayeleri bir araya getirerek tarih boyunca yapılan yanlışların insanları “her devrin adamı”
6 Metin And, “Tiyatroda Açık Biçim ve Türk Tiyatrosu Açısından Önemi”
haline getirdiğini ve para, pul için değil insan sevgisi için yaşamak gerektiğini vurgulamaktır.
Örneğin, Yusuf’un aşkı ve küçük düşürülmesi için hissettiğimiz duygular bir yerde gelişerek
Fehim Paşa’yı ve sonradan Fehim Paşa’ların düzenini protesto eden konak çalışanları ile
birlikte bir bilinç düzeyine varır.
Bunun yanı sıra epik tiyatronun bir diğer önemli özelliği de insanı değişen ve
değiştiren bir varlık olarak ele alması ve insanın karakterini toplumsal durumunun
belirlediğini kabul etmesidir. Eski yunan tragedyalarından bugüne süregelen karakterlerin
yazgılarına göre şekillendiği ve edilgen olduğu anlayışını reddeden epik tiyatroda iyilik ve
kötülük aynı anda yan yana bulunur ve insanın karakterini yazgısı değil yaşadığı toplumsal
koşullar belirler. Fehim Paşa Konağı’ndaki karakterlerin de epik tiyatro anlayışıyla
şekillendiğini söyleyebiliriz. Örneğin, “kötü karakter” olan Fehim Paşa’nın karşısında Deli
Suat Paşa, onun zıddı ve iyi bir karakter olarak çıkarılmaz. Her ikisinin de çevresindeki
insanlar, diğerini kötülerken iki paşanın hareketleri de iktidarın konumuna göre değişkenlik
gösterir. Bu noktada bir diğer örnek de Yusuf’un bir anda hürriyet kahramanı olmasıdır.
Yusuf hürriyet adına hiçbir kahramanlıkta bulunmadığı halde içinde bulunduğu koşullar ve
toplum ona kahraman rolü biçmiş ve bir anda hürriyet kahramanı olup çıkmıştır. Aynı şekilde
oyuna girdiği ilk sahnelerde oldukça itici biri olan düztaban Osman da bulunduğu topluluğun
(Rasim Baba ve arkadaşları) durumuna uyum sağlar ve zamanla sempatik biri haline gelir.
Kısacası oyundaki karakterlerin hiçbiri sabit durmamakta ve koşullara göre değişmektedir.
Ayrıca yine epik tiyatro anlayışına uygun olarak olay örgüsünde de daimi bir hareket
ve değişim vardır. Bu durum seyirciye sık sık hissettirilir. Örneğin Fehim Paşa bir şeylerin
değiştiğini sürekli hisseder ve bunu dile getirir. Ek olarak oyunun başında “hürriyet” diyenin
ağzı kapatılırken sonunda ise hürriyet demeyen kellelerin uçurulacağı ilan edilir. Bu noktada
oyunda bu değişimi ve sürekliliği daha iyi görebileceğimiz bir sahnenin mevcut olduğunu
söyleyelim. Oyunun son sahnelerinde Fehim Paşa’nın konağı İttihat ve Terakki Derneği’ne
dönüştürüldükten sonra Yusuf, Rasim Baba ve diğerleri kahvehanede sıradan yaşamlarına
geri dönerken kahvenin önünden geçen Mihriban ve halayıkları bohça ve sepetleriyle orayı
terk etmektedir. Sıradan insanların aynı mahallede gelecek yeni yaşamı karşıladıkları bu
sahne, eski olanın gidişi ile yeninin diyalektiğini, oyun bitse de olayların burada
bitmeyeceğini ve sürekliliği gösteren önemli bir örnektir.

Yabancılaştırma unsuru:
Epik tiyatro anlayışının bizlere kazandırdığı oldukça önemli bir unsur daha
bulunuyor: Yabancılaştırma. Marksist literatürdeki temelde insanın emeğine
yabancılaşmasını niteleyen “yabancılaşma” kavramı, edebiyat ve sinema gibi bir çok alanda
kendini göstermiş ve tiyatroya da yansımıştır. Tiyatrodaki yabancılaştırma, seyirci ile oyun
arasındaki ilişkiyi belirlemektedir. O, olaylara ilişkilere ve durumlara alışılmış biçimdeki
kalıplı ve donuk bakışı yok etmek için önerilmiş bir estetik anlayıştır.7 Seyirciyi gözlemci
konumuna getirerek onun oyuncular ile özdeşleşmesini önlemektedir. Oyuncu ile
özdeşleşmeyen seyirci, olaylara üçüncü bir göz olarak dışarıdan bakmakta ve bu şekilde
yaşananlar hakkında düşünerek belli bir yargıya varabilmektedir. Seyirciye bir dünya görüşü
sunmayı amaçlayan epik tiyatro için seyirciyi düşündürmek ve onun bir yargıya varmasını
sağlamak oldukça önemlidir.
Örneğin, oldukça trajik ve üzücü bir halde olan oyuncuların haline seyircinin
gülebilmesi, bu yabancılaştırma unsuru sayesinde gerçekleştirilmektedir. Eğer oyuncu acı
çektiği anda seyirci olarak bizler de acı çekersek onu gözlemleme ve hakkında yorum yapma
fırsatını yakalamak mümkün olmayacaktır.. Fehim Paşa Konağı’ndan bir örnek vererek ne
demek istediğimizi daha iyi açıklayalım:
“Tabi vermez Paşa kızını. Adam olmak için evin barkın olacak, paran pulun olacak. Var mı
bizde?”
Pertev Bey ve Rasim Baba’nın Fehim Paşa’nın kızını istedikten sonra kovuldukları bu
sahnede birçok seyirci onlara üzülmekle beraber bu alıntıladığımız bu söyleme de
katılabilirdi. Çünkü bir toplum olarak para pul olmadan evlenilemeyeceğini kabüllenmiş
durumdayız. Üstelik onlara sorsak seyircinin birçoğu da parasız ve evsiz bir adama kızını
vermeye yanaşmaz Ancak yabancılaştırma unsuru ile kafasında belli yargılar oluşmaya
başlayan, herhangi bir karakterle özdeşleme kuramayan seyirci, oyundaki paralı pullu
sahtekarlara bakıyor ve “Adam olmak için para pul mu lazım?” diye sorgulamaya başlıyor.
Bu noktada yazar da vermek istediği mesaj konusunda başarılı oluyor. Kısacası,
yabancılaştırmanın seyirciye bir dünya görüşü sunmakta oldukça önemli bir unsur olduğunu
görebiliyoruz. Peki yabancılaştırma sahnede nasıl uygulanır?
Yabancılaştırma unsuru, oldukça farklı şekillerde kullanılabilir. Ancak bunların en
bilineni, Brecht’in de Çin tiyatrosundan esinlendiği “oyuncunun ve seyircinin bir tiyatroda
olduğunu bilmesi” tekniğidir. Oyuncular hiçbir zaman oynadıkları karakterin bir rol olduğunu
unutmazlar ve bunu sık sık göstererek seyirciyi de karakterle özdeşlik kurmaktan uzak
tutarlar.
Fehim Paşa Konağı’nda da çeşitli rollere bürünen anlatıcının aynı teknik ile
yabancılaştırmayı sağladığını söylemek mümkün:
7 Özdemir Nutku, “Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro”
"Şimdi çok heyecanlıyım. Benim sahnem geliyor. Göreceksiniz yazgım değişecek."
Seyircilerle ve diğer oyuncularla sık sık bu şekilde diyalog kuran anlatıcı, yaşanan olayların
ve karakterlerin gerçek olmadığını bu gibi girdilerle hatırlatıyor.
Bunun yanı sıra müzik ve dans unsurunun da yabancılaştırmada önemli bir etken
olduğunu söyleyelim. Tıpkı anlatıcının sık sık araya girmesi gibi müzik ekibinin de araya
girmesi, seyirciye kafa toplama ve o an bulunduğu duygu durumundan uzaklaşma imkanı
sağlıyor.

Sonuç yerine:
Toparlamak gerekirse, Turgut Özakman’ın 1960’larda filizlenen epik tiyatro
anlayışıyla yazdığı Fehim Paşa Konağı, çağdaş tiyatro teknikleri ile açık biçim ve gelenekteki
unsurları birleştirerek yarattığı özgün tiyatro örneklerimizden biridir. Özgün bir
edebiyatımızın ve tiyatromuzun olup olmadığını hala tartıştığımız bugün, Fehim Paşa Konağı
gibi oyunlar, yapılan tartışmalar açısından da oldukça ilerletici örneklerdir.
Bunun yanı sıra şehir tiyatrolarında halen oynanmakta ve Kemal Kocatürk tarafından
yönetilmekte olan oyun ne yazık ki geçtiğimiz yıl bazı gazetelerce “Abdülhamit Han’a
hakaret etmek” ile suçlanarak yıllar sonra tekrar gündeme geldi. Tam da Turgut Özakman’ın
oyunda eleştirdiği zihniyetin değişmediği, Fehim Paşa Konağı yazıldıktan tam 37 yıl sonra su
yüzüne çıkmış oldu. Bu nedenle seyirciyi biraz olsun düşünmeye sevk eden epik tiyatronun
günümüzde de önemini koruduğunu vurgulamak, özellikle yaşanan talihsiz örneklere
baktığımızda oldukça zorunlu bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır, diyebiliriz.

Kaynakça:
And, Metin. “Tiyatroda Açık Biçim ve Türk Tiyatrosu Açısından Önemi”Özakman, Turgut. Fehim
Paşa Konağı. Ankara: T İ S A Matbaası, 1989.
Özdemir, Nutku. “Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro”
Yüksel, Ayşe. “Turgut Özakman’ın Oyun Yazarlığının İkinci Dönemi”

You might also like