Professional Documents
Culture Documents
[ P l a ı o n ’ un Felsefesi Ü z e rin e A r a s n r
D e rle y e n : Dr. Ahm e l Cevizci
G Ü N D O G A N Y A Y IN L A R I
Laszlo V E R S E N Y I
S o k ra te s in s a n lık ta r ih in d e , felsefi a n la m ı iç in d e in s a n r u h u n u
ya şa m a g ö re ç o k d a h a a z ö n e m lid ir, ç ü n k ü h a s ta b ir ru h la m u ts u z ve
şeyden ve h iç b ir k im s e d e n k ö tü lü k g e lm e z."
k a z a n ır . Ç ü n k ü o n u n s a v u n d u ğ u d e ğ e rle r ve a h lâ k a n la yışı y ü zü n d e n
k u ru lm u ş o ld u ğ u n u g ö s te rm e k te d ir.
GÜNDOCAN YAYINLARI
ÎDEALAR KURAMI
[PLATON’ÜN FELSEFESİ
ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR]
G Ü N D O Ğ A N Y A Y IN L A R I
ID EA LAR KURAMI
( P l a t o n ’un Felsefesi Üze rine Ar<ştştırtTtalar)
G ü n d o ğ a n Y a y ı n la r ı: 6 9 . 1 0 / 9 9 . 1 6 2 . 2
Felsefe D izisi: 0 4 . 5 . 2
D ü ze lti: A h m e t Ce vizc i & Meryem Demirkol
Y a yım a H a z ır la y a n : N u rte n S ıc a k y ü z / N u ra n D e m ir
Dizgi, S a y f a D üzeni: G ü n doğan Ele ktronik Dizgi
ISBN : 9 7 5 - 5 2 0 - 0 0 0 - 2
IS B N : 9 7 5 - 5 2 0 - 0 0 1 - 0
Gündoğah Y a yın la rı
B a y ı n d ı r Sokak 6 / 3 5
Kızılay / A n ka ra
e mail: gundogan<9> t r - n e t . n e t . t r
e mail: g u n d o g a n y a y ® t u r k .n e t
te l: 0 312 4 3 3 9 7 9 6 (4 hat)
Faks: 4 3 2 3 2 5 0
Y a z ı ş m a A d re s i:
Sayfa
I. ÖNSÖZ......................................... v.
Prof. Dr. Pınar Canevl
VI. İDEMARKURAMI......................................................................................... 78
Anders Wedberg
GÜNDOĞAN YAYINLARI
ÖNSÖZ
Günüm üz insanının dünyaya bakış a çısı ve düşünce alışkan
lıklarının kökenleri araştırıldığında Platon felsefesinin önemi ve
önceliği ısrarlı bir biçimde kendini hissettirir. Gerek felsefe tarihi ge
rekse düşünce tarihi açısından Platon'un etkisiyle boy ölçüşebilecek
bir b aşka düşünür gösterebilmek belki imkânsız, fakat m uhakkak kİ
son derece zordur. Çağımızın belli başlı filozoflarından Alfred North
Whitehead Platon etkisinin boyutlarına işaret etmek maksadıyla, tüm
batı felsefe geleneğinin Platon'a bir dip-nol olduğunu beyan etmiştir.
Bu ilk bakışta abartılı görünen ifadedeki hakikat payı tahmin edilenin
çok ötesindedir.
B atı felsefe geleneğinin ve dolaylı olarak çağdaş düşüncenin
oluşm asında Platon'un bu denli etkin olmasının Platon felsefesinden
kaynaklanan çok çeşitli sebepleri vardır. Ele aldığı konular, metodolo
jik yaklaşım ları, problemleri ortaya koyuş biçimi ve önerdiği çözüm
yolları açısınd an Platon felsefesi batı düşüncesinin yönünü ta r
tışılmaz bir biçimde tayin etmiş, gelecek nesillerin ufkunu çizmiştir.
Nitekim George Santayana, bir keresinde, Platonculuğun bir gelenek
olarak kaybedilmesi halinde bir İlham kaynağı olarak derhal yeniden
canlandırılacağına dikkat çekmiştir.
Platonculuğu bu denli önemli kılan sebeplerden biri şüphesiz ki
'form' kavram ının ilk kez Platon felsefesiyle birlikde gün ışığına
çıkm asıdır. Bu kavram insan düşüncesinin sınırlarını bir anda
öylesine genişletm iştir ki, bu kavramdan vazgeçilecek olsa bugünkü
anlam ıyla düşünm e işlemi tümüyle felce uğrar, aşinası olduğumuz
dünyaya bir anda yabancılaşırız. Bunun nedeni düşüncenin ancak bu
kavram ın sırtın d a som utdan soyuta yükselebilm esi, bireyselliği
aşarak genel olanı yakalayabilmesidir. Form kavramı insan düşün
cesinin geneli kavrayabilm e yetkisini betim lem iş ve tem ellendir-
miştir. Platon felsefesinin ortaya attığı Form lar teorisi düşünce ge
leneğimizde rakipsiz bir odak noktası oluşturm aktadır. Bu teori ile
Platon tüm elin varlığını gün ışığına çıkartm ış, açık ve seçik bir
biçimde kavranabilm esini sağlam ıştır. Böylelikle hem varlığın, hem
de düşüncenin sınırlarını bir daha geri dönülemeyecek bir biçimde
genişletm iştir. Platon Form lar teorisini dile getirdikten sonra k ar
şımıza çıkan dünyanın artık yepyeni bir çehresi, insan düşüncesinin
ise yepyeni boyutları vardır.
Platon'un Formlar teorisini oluşturm ası kolay olmamıştır. Bu teori
bir dehanın bir anlık bir buluşu olmaktan çok uzaktır. Tersine Platon
Form kavramını belirlemek ve İfade edebilmek için çok büyük bir
uğraş vermiş yoğun bir düşünme ve çalışm a faaliyeti sonucunda bu
V
kavramı açıklığa kavuşturabllmtştir. Hocası Sokrates'tn erdemi ve er
demleri arayışından ve tanımlamaya çalışm asm dan yola çıkan Pla
ton, bu arayışda saklı olan evrenseli adım adım farketmlş ve onu gide
rek açıklık kazanan bir kararlılıkla ifade etmeye çalışm ıştır. Formlar
teorisi bu gayretin sonucu ve ürünüdür. Platon un ancak orta dönem
diyaloglarında açıklık kazanan bu teori gerek Platon un bundan son
raki yapıtlarında, gerekse Platon sonrası felsefenin Platon yorum
larında sürekli olarak gündemde kalmış, bir yandan başka başka fel
sefi açıklam alara bir ilham kaynağı olurken, bir yandan da kendisi İle
ilgili çeşitli yorum ların hedefi olmaya devam etm iştir. Platon'un
böylelikle başlattığı diyalog kendinden sonra gelen düşünce akım
larının kaderini kaçınılmaz bir biçimde etkilemiştir.
VI
lara öncelik verilm iştir. Realistler ve konseptüalisller tüm el-birey
ilişkisini ontolojik ve metafizik bir zeminde çözümlemeye çalışırken
öz ve töz. birlik ve çokluk, zorunluluk ve olum sallık, süreklilik ve
değişkenlik gibi problemlerle uğraşm ak zorunda kalm ışlar, buna
karşılık nom inalist eğilimli görüşler epistem oloji ağırlıklı bir y a k
laşım la tümel ve tikel önermelerin yapısal özellikleri ve anlam ları
üzerinde yoğunlaşan bir çalışmaya yönelmişlerdir.
VII
loğuna belirgin bir canlılık getirecektir. Bu hlzmetden T ü rk düşünce
hayatının kârlı çıkacağına şüphe yoktur. Dileğimiz odur ki bu ça
lışm alar ülkemizdeki felsefi tartışm alara sadece birer örnek olmakla
kalm asın, yeni pek çok çalışm aya yol açan bir uyanışın habercisi ol
sun.
VIII
PLATON(*)
R . Robinson ve J .D . D enniston
Platon (1) (I.Ö .429-347), her ikisi de seçkin ailelerden gelen birer
Atinalı olan Ariston ve Periktlane'nin oğludur. Platonun yazılan Sok-
rates'in hem yaşam ıyla hem de ölümüyle onun üzerinde yapm ış
olduğu büyük etkiyi sergiler. Y ed in ci m ektub'unda. o çağdaş politi
kanın dem okrasi sırasında olduğu denli, kendi akrabalannın yük
selişi sırasındaki, başlangıçta sahip olduğu bir devlet adamı olma ni
yetini giderek zayıflatan, ve onu filozoflar yönetici ya da yöneticiler fi
lozof oluncaya dek devletler için hiçbir umut olmadığı paradoksuna
sürükleyici görünüm ünü anlatır. So krates’in 3 9 9 yılında öldürül
mesinden sonra, o diğer Sokratesçilerle birlikle bir süre için Mega
m d a gitti. Bundan sonraki oniki yıl içinde, o, büyük bir olasılıkla ara
larında Mısır da olm ak üzere bir çok yeri gezdi. Her durumda. 3 8 7
yılında. I.Dionysius’la karşılaştığı, ve Siraküzalı Dion ve Tarentumlu
Phylngorasçı Arkhytas'la yaşam boyu sürecek olan bir dostluk kur
duğu İtalya ve Sicilya'yı ziyaret etti. Dönüşünde Aegina da tutsak edildi
ve tutsaklıktan fidye ödeyerek kurtuldu. Bundan büyük bir olasılıkla
yalnızca birkaç ay sonra. Atina'yı çevreleyen surların yaklaşık olarak
bir mil kadar dışında, Akademus korusunun yakınlarında bir yerde re
smi ve sürekli öğretime başladı. Bu Piaton'un yaşam ının geri kalan
kırk yılı boyunca, hemen hiç ara vermeden sürdürdüğü en temel işi
oldu: an cak o Siraküza'ya iki ziyaret daha yaptı. I.Dionysius 3 6 7
yılında öldü; Dion bunun üzerine Platon'u fllozof-kral ülküsünü
II.Dionysos üzerinde gerçekleştirmeye, ve aynı zamanda Dion'un sa
raydaki azalan etkisini güçlendirmeye çalışm ası için davet etti. Platon
kendisini bunu denemek zorunda hissetti: ancak yeni kralın Dion'dan
kuşkulanm ası, kralın onun Platon’la olan dostluğuna duyduğu kıs
kançlıkla güçlendi. O Dion'u sürgüne gönderdi, ve Platon'u alıkoymaya
çalıştı. Birkaç yıl geçtikten sonra, Platon Siraküza'yı üçüncü ve son
defa ziyaret etm ek zorunda kaldı, çünkü Dionysius, eğer gelirse "Dion
üzerinde istediği şeyi uygulaması", gelmezse de kendisine daha önceki
tecrübelerine benzer hiçbir şey yapılmayacağı konusunda söz verdi.
Dionysius yalnızca sözünden dönmekle kalmadı, ancak aynı zamanda
uygulamada Dion'un parasını bloke etti ve Platon’u, Arkhytas'ın etkisi
onun kurtuluşunu sağlaymcaya dek tutsak etti. t.ö . 3 5 7 yılında Dion
Siraküza'ya yeniden girdi ve Dionysius'u sürdü. Birkaç yıl sonra Dion,
Platon la bir alıp veremediği olan kişiler tarafından öldürüldü. Y edin
c i m ektup Dion'un ölümünden sonra, açıkça itidalli davranmaları, ve
1
anayasal süreci gerçekleştirm eleri için Dion'un taraftarlarına, daha
çok da Platon un bütün bu olaylar dizisi içindeki rolünü açıklam ak ve
haklı kılmak için yazılmıştır.
2
için özsel bir ön hazırlık oluşunu açıklar; Sokrates ne orada ne de bir
b aşk a yerde bu çürütm e işini kurnazca ve hilelerle dolu olarak
sürdürm esini haklı kılacak bir açıklam a getirmez. Bilgiye yönelik
araştırm a ona çoğunlukla şu biçimden bir sorunun yanıtlanması ola
rak görünür: "X nedir?". X e ilişkin bir takım örnekler sunulduğu zaman,
O "birçok X değil, an cak tek bir X 'i, "X’in kendisini", "form"u ya da
"idea"yı, ya da "öz"ü istediğini söyler. Sokrates bu soruyu tüm diğer so
rulara öncel, ve X e ilişkin örneklerden ayrı olarak bile yanıtlanabilir
olan bir soru olarak görür. Ancak kendisi herhangi bir yanıt veremez,
ve başkaları tarafından teklif edilen lüm diğer yanıtlar Sokrates'ln
çürütm e işlemiyle çözülür. Platon'un gençlik döneminin ürünü olan
Platoncu bir yapıt, öyleyse "X nedir?" sorusunu soran, önerilmiş tüm
yanıtları çürüten ve bilgisizlik itirafıyla sona eren bir diyalogdur.
4. Orta dönem içinde yer alan diyaloglann temel özelliği daha önce
geçmiş bir tartışm anın nakledilmesidir, ve Platon dışsal sahneyi be
timlemek fırsatını oldukça etkileyici bir biçimde kullanılır. Çürütme
şimdi yerini pozitif bir öğretinin parlak aleşine bırakır, ve böylelikle
kazanılan artistik ve felsefi yetkinliğin birleşimi D evlet'i çok büyük
bir kitap yapar. B ir tikel "form"un peşine düşm ek yerine, Sokrates
şiındi bir "fornV'un "form" olmak bakımından doğası, tüm bir "formlar"
toplam ının ve bu türden varlıkların var olduğu varsayım ının
vargılarıyla ilgilenir. O "Kendilerine aynı adı verdiğimiz her bir şey
öbeğiyle ilgili olarak, bir form öne sürm eye alıştık", der D e v le t
596A'da. Bu form adla kastedilen şeyi kendisidir. Gözle görülemez
olduğu için, duyuyla değil, ancak düşünceyle kavranır. O başka her
şeyden bağımsız, değişmez, tanrısal bir şey olarak, mutlak ve yetkin
bir biçimde her ne ise odur. "Formlar" çevremizdeki değişen hayvan
lardan ve şeylerden daha gerçek olan ikinci bir varlıklar sınıfı
olu ştu ru r. "Özün bile ötesinde" bulunan İyi Form unun formlar
arasında biricik olan bir yeri vardır; o Hristiyanın Tanrıya atfettiği ka
rakteristiklerden bazılarına sahiptir, an cak Platon onu Tann'dan
ayırır ve tüm "Formlar' ı ondan oldukça bağımsız olan varlıklar olarak
görür. O "Form lar'la şeyler arasındaki ilişkileri bir biçimde muğlak
bırakır, an cak "Formlar", hem kendi adlarını taşıyan şeylere neden ol
maları, ve hem de İyi "Form"unun herşeye neden olmaya katkıda bu
lunması anlam ında, kesinlikle şeylerin nedenleridirler. Bir "Form' un
kendi adını taşıyan şeyle olan ilişkisi orijinalin kopyayla olan ilişkisi,
ancak aynı zamanda kendisinden pay alınanın ondan pay alanla olan
ilişkisi biçiminde gösterilir: ve Platon açıkça her iki açıklamanın da
uygun olduğunu düşündü. Bu "Formlar' ın "Kavramlar" ya da "Varsa
yımlar" biçimindeki modem yorumları tümüyle yanlıştır; ve "tözler",
"tümeller" ve "idealler" gibi terimler bile çok dikkatli ayrımlarla ve
sınırlam alarla kullanılabilir. "Formlar", bağımsız ve kendilerine yeter
şeylerin parçaları ya da öğeleri olm am aları anlam ında "ayrıl
3
mış' Iardın ancak Platon'un. onlar hakkında kullandığı m ekansal an
latımın mecazi olarak anlaşılmasını İstediği, ve şeylerin onlardan "pay
aldıklan"na ve "Formlar" var olmamış olsaydılar, şeylerin her ne İse o
olam ayacaklarına gerçekten de inandığı dikkate alın ırsa, onlar
"ayrılmamış'lardır.
5. "Formlar" şeylerden m utlak olarak ayrı olduklarına göre, onlara
ilişkin kavrayışımız, kİ bilgidir, kendisine şeyleri konu edinen bir yeti
olan sanıdan m utlak bir biçimde ayrıdır. Değişenin hiçbir bilgisi ola
maz. Sanı değişebilir, yanılabilir, ussal değildir ve iknanın sonucudur:
bilgi kalıcı, yanılm az, u ssal, kesin ve açıktır. Bilgi iknadan çok
öğretimden, ancak öğretimden çok anım sam adan gelir: bilgi, beden
bizi hapsetmez, ve şaşırtm azdan önce, zihnin gözüyle gördüğümüz
"Form lar"ı anım sam am ızd an b a şk a b ir şey değildir. Ç ünkü
gördüğümüz şeyler bize kendilerinin taklit etttikleri "Form lar"ı
anım satır (Phaidon): ve güzel bir kişiye duyduğumuz sevgi bizi bilgelik
sevgisine, ve güzelliğin kendisinin "Form"una götürebilir (Şölen). Diğer
yerlerde Platon duyuya bilginin yaratılmasında hiçbir rol vermez. Bilgi
doğası gereği pratik ve buyurucudur: çünkü bilgi (epistem e) ve zenaat
(tekhne) bir ve özdeştir.
4
7. P arm en id es ve T h e a e te tu s'la birlikte Platon'un son dönemi
yaklaşır. İkincisinde o, hikaye edilen diyalog biçimini, hantal olduğu
gerekçesiyle bırakır; birincisinde İse Sokrates ilk kez olarak ikincil bir
karakter rolündedir. P arm en id es öncelikle "Form lar'a ilişkin, açık
seçik olarak, oldukça yıkıcı bir eleştiriden, ikinci olarak, soyut ve
çelişik b ir diyalektik parçasından oluşur. İlk bölümün gerçekte
"Formlar"ın değil an cak duyusal şeylerin varoluşuna yöneltildiğine
inanırken. Burnet ve Taylor hiç kuşkusuz yanılmaktadırlar. Burada
kendilerine saldırılan "Formlar" da hiç kuşkusuz Platon'un orta dönem
diyaloglarının "Formlar'ı değildir. Ancak bunun ötesinde kalan herşey
kesinlikten yoksundur; ikinci bölüme ilişkin yorumlar, onu yanlış bir
akılyürütme türünün gülünç bir takliti olarak görmekle onda aklı çok
aşan doğrulara ilişkin bir serim bulm ak arasında tam bir çeşitlilik
arzederler.
8. T h e a e te tu s, Sokrates'in sorusunu bilgi (epistem e) kavramına
uygulayarak, üç olası yanıtı, kusursuzca ve büyük bir kavrayışla ince
ler. Bilmenin algılama olduğunu söyleyen birinci yanıt, (1) sıradan in
sanla uzman arasındaki yadsınamaz farklılığın hesabını vermediği, ve
(2) varlık ya da ousia, duyular yoluyla değil de, "bir başına kaldığında
zihnin kendisi tarafından" kavrandığı için, bir kıyıya atılmazdan önce,
algı ve bilgiye ilişkin, Protagorasçı ve Herakleitosçu fikirlere dayanan,
ayrıntılı bir göreci kuram biçiminde geliştirilir. Bilginin doğru sanı
olduğunu söyleyen ikinci yanıt ise hemen bırakılır, ancak o. Platon’un
kendisinde zihni balmumundan bir levha ve bir kuşlukla karşılaş
tırdığı konıışm adışı bir ara söz için bir fırsat yaratır. Bilginin logosla
birlikte doğru sanı olduğu biçimindeki üçüncü yanıl ise, Platon'a lo
gosun anlam larını inceleme, ve bilginin bileşiklerin bilinebilir öğele
rine ilişkin çözümleme olduğunu ortaya koyan kuramı ele alma ola
nağı verir.
10. D evlet A dam ındaki araştırm ada. Platon yönetim işinin tıpkı
5
tıp gibi, uzm anlar için b ir m eslek okiıığtınu yineler, ve yelkin bir
yöneticinin insanlara karşı sorumlu olmaması, ve değiştirilemez bir
an ayasa tarafından kısıtlanm am ası gerektiği sonucunu çıkarsar.
Y asa yalnızca bilimin bulunmadığı yerde yararlı olan bir ikind iyidir.
En iyi anayasa yalınç bir biçimde uzmanın yönetimidir: an cak uz
manın yönetiminin olmadığı yerde, iyiliği azaltmak pahasına, yasaya
itaat eden monarşi ve aristokrasi ve demokrasiye, ve yasa tanımaz de
mokrasi ve oligarşi ve Uranlığa sahip oluruz. Bu diyalogda, ve Phae-
d ru s'ta, S o fist'te , P hileb u s'ta bölme (d iairesis) ve (oplama (S y n a
goge) yöntem lerine önemli sayılabilecek bir yer ayrılır. D ia ir e s is
bazen öğeleri ortaya koyacak bir çözümleme (Phaednıs 270-1), ancak
çoğunlukla ayırt etme ve özellikle de. Aristoteles'in "cins ve tür' ünün
a la sı olarak görünebilecek, bir "Fon n 'u n bileşensel "Form lar"ına
"bölünme"sidir. Bölmeyi, "atomik bir form 'a ulaşıncaya dek sürdür
mekle Platon bir "Form 'un tanımına ulaşmayı, ve aynı zamanda, gözle
görülür bir biçimde, onun doğruluğunu "kanıtlama'yı umar. Synago-
geyle o, büyük bir olasılıkla hem "tikellerdeki lümeli"mizl ve hem de
"türlerdeki cinsimizi içeren” çokluktaki biri "görme"yi anlar. (Philebus
16-18)
12. Doğa bilimine ayrılmış olan Tim aeus yaratıcının evreni nasıl
"gerçekten var olan canlı yaratığı" örnek alan, ve bir ruha ve bedene
sahip olup, görülebilir ve görünmez olan tanrılarla ve insanlarla dolu
bir küresel canlı şey olarak meydana getirdiğini betimler. Gelenek bu
yaratıcının yalnızca, evrenin doğasında hep varolmuş olan ve her za
man varolacak olan u ssallığı sergileyen söylencesel bir hile oldu
ğunu ilan eder. Plalon daha sonra tamamlayıcı öğeyi, zoru nlu lu ğu
sergilemeye geçer. Evren ve kendisine örnek aldığı modelden başka,
üçüncü bir şey daha, içinde kop3ranm meydana geldiği bir hazne
vardır. Dört öğe düzgün katlara aynlır. Diyalog daha sonra insan, onun
çeşitli algılan, ruhunun ussal olmayan parçası, bedeni, haslalıklan,
üzerinde durur. "Form lar"a değil de şeylere yöneltilen bu çalışm a
yanılmaz ya da halta tümüyle tutarlı olan sonuçlara bile ulaşamaz;
ancak her türden neden, sebep ve zonınlııluğu aramaya dikkat eder
sek, bu olanaklı olduğu denli iyi olacak(ır(48A).
6
le t'in idealin komünizm yoluyla kazanılan yetkin birlik olduğu
öğretisini yeniden onaylasa da. Platon şimdi farklı bir mizaç içinde
yazar ve farklı bir devlet planlar. İster despotizm ya da isler tam bir
özgürlük olsun uçlar kötüdür, bu nedenle karışık bir anayasamız ol
sun. Yurttaşlar, her birt ailesini bir başkasına devredilemez iki parsel-
lik bir toprağın ekilmesiyle geçindiren. 5 0 4 0 kişi olacaktır. Ticaret ve
fırettm yalnızca oraya yerleşm iş yabancılar tarafından yapılacaktır.
Orada bir "meclis" ve "konsey" bulunacaktır. Uzun bir resmi görevliler
listesi kendileri için Platon'un çeşitlilik arzeden bir dizi ödev biriktir
diği otuz yedi "yasa bekçisf'yle sona erer; onların baştan beri anayasal
olan yetkileri daha sonra son kitapta yasaları gözden geçirm ek
amacıyla kurulmuş bir "müfettişler" kurumu ve bir "Gece Konseyi" ta
rafından sınırlandırılır. D evlet ve D ev let A dam ı nın tersine, bu
çalışm a yasaya büyük bir değer verir, yasalara, yasakoyııcıınun ken
dileriyle buyruğa ikna eklediği açıklam a ve önsözler koyar ve büyük
ölçüde, kam usal ve özel yaşam ın her parçasını düzenleyen ayrıntılı
kurallarının bolluğuyla seçkinleşir. Dahası, D evlet'in anayasasının
temel taşları olarak vurgulanan diyalektik ve felsefe yerlerini hemen
tümüyle dine bırakır. Tanrısalın gerçekliği, kendileri de birer ruh olan,
ruhtan ve yıldızlardan kalkılarak kanıtlanabilir. Platon herkese a s
tronomi öğretilmesi gerektiği ve tanrıtanım azların döndürülmeleri ya
da öldürülmeleri gerektiği sonucunu çıkarsar.
7
kuramı Platon’un tarihsel gerçeklere sadık kalmayı amaçladığı, ünlü
kişilere yalnızca on lan n gerçekten savunm uş oldukları görüşleri
yüklediği, ve kendisini ise sa lt "Elealı Y abancı” gibi karakterler
aracılığıyla dile getirdiği biçimindeki genel ilkeye dönüştürdü. T im ae-
us'un bir kaç on yıl önceki durumunun ayrıntılı bir yeniden inşası
olduğu şeklindeki uç vargı Taylor'un yorum unda çok parlak bir
biçimde çıkartılır; ve bu Bum et'ln varsayımının onu olanaksızlığa in
dirgeyerek çürütülmeğinden başka bir şey değildir.
8
Sav u n m ası; K rito n (yorumlayan T. B u m et, 1924); Lysia; M enekse-
n u s; E u th yd em u s; K ratylu s; Şö len ; P haldon (yorumlayan T. B u r
net. 1911); Devlet(yorumlayan T. Adam 1902; çeviren A. Llndsay 1908);
Parm enldes(çeviren A.E. Taylor. 1934); T heaetetus(yorum layan L.
Campbell. 2incl baskı, 1883); Phaedrus(yorumlayan W.H. Thompson);
S o fis t; D evlet Adamı(yorumlayan L. Campbell. 1867): Philebus(yo-
rumlayan R.G. Burry, 1897); Tim aeus(yorumlayan A.E. Taylor 1928);
K ritias; Yasalar(yorumlayan E .B . England. 1921. Çeviren A.E. Taylor,
1934).
9
BATI ve İSLÂM KAYNAKLARI IŞIĞINDA EFLÂTUN
(PLATON)
D o ç.D r.F a h rettin OLGUNER
Filozofumuzdan söz eden ikinci tip eserler. Kindi (öl. m. 873), Fa-
rabı (öl. m. 950) ve benzeri filozofların eserleridir. Bunlarda da
Eflâtun'vın, daha çok, eserleri ve fikirleri yer alır.
(*) Bunlann, isim vc künyeleri ile birlikle tam bir listesini, makalenin sonun
da vereceğiz.
10
bette daha önceki bir ifadede aranm alıdır. Ancak bu kaynak Batılı
olabileceği gibi. Doğulu da olabilir. Felsefeden gelebileceği gibi bu il
ham edebiyattan, dinden... de gelebilir. Herhangi bir belirti, bir ipucu
olmadan bir yöne bağlamak, en azından taraf tutm ak olur. Ayrıca ve
daha önem lisi edebiyattaki "teverüd" hadisesinin felsefede de olabi
leceği ihtimalinin "yok" farzedilmesl, "ilme bağlı olma" anlayışına ters
düşer, işte bu türlü hatalardan uzak kalabilm ek için biz, burada
açıktan açığa Eflâtun'a âid olduğu belirtilen: "... Eflatun... dedi...
Eflâtun'a göre... dir." tarzındaki ifade ve açıklam alara itibar edeceğiz.
Eflâtu n'a âid olup İslam Dünyasında adı anılan eserler için de
benzer hatalar yapılmakta ve "adı anılan her eser"in "İslam Dünyasına
intikal etliği" sonucu çıkarılmaktadır. Söz gelimi yakın geçmişin ince
leme eserleri arasında yer alan Abdurrahman Bedevi'nin "La T rans
m ission de la p h ilosop h ie G recque au Monde A rab e-Paris.
1 9 6 8 " isimli eseri, baştan sona bu hatalı imajı sergilemekledir. İslam
Medeniyetini "Arap Medeniyeti" gibi gösterme çabalan bir yana, yazar,
klasik kaynaklarda ismi zikredilen her eseri hiçbir tenkide tabi tut-
m aksızm, "İslam D ünyasına İntikal etm iş" olarak göstermektedir.
Oysa bir eserin adını anm akla onun bütün olarak muhtevasını bilmek
ayrı hadiselerdir. Zikredilen eserlerin m uhtevalarına inip a k ta
rılanları cümle cümle karşılaştınnra. meselelerin hiç de zannedildiği
gibi olmadığı görülür.
B. EFLÂTUN'ÜN HAYATI
11
İslâm Kaynaklarında, çeşitli İmlâ ve telaffuzlar içinde*2’ çoğunlukla
kullanıldığı şekliyle "Eflatun" olarak m eşhur olmuş bulunmaktadır.*3’
Bunun Batılı Klasik Kaynaklardaki karşılığı "Platon"dur.M> Filozofu
muz da kendi eserlerinde bizzat kendisini bu isimle anmaktadır.*5’
Modem incelemelerin dillerinde de kelime, küçük farklarla, böyle bi
linmektedir ve böyle kullanılm akladır.16'
Filozofumuzun ismi haline gelen Platon un; enli, uzun ve geniş ma
nasına geldiğini, bütün kaynaklar, ortaklaşa bir üslupla belirtm ekte
dirler.(71 Modem incelemelerin kanaati de budur.*8’
(2)lshak, Tarih. 72
İbnü'n-Ncdim, FihrUt, 246,255
........................v.„ Müntehab. 13 b, 14 a. 16 a, 46 b
Ebu Jlayyan, Imtâ, 11/18
Bağdadi, Fark, 271
Şcnrlstâni, Mllel, 11/190, 193, HI/2,63
Bcyhakî, Tetimme, 124 a, 128 a. 136 a
Şchrczûri, Nüzhet, 10 a, 11 b, 76 b
l.E. Üsavbia. Uyun, 1/22,23,36
Fârâbi, Telhis, 5
(3) lshak, Tarih, 67
Mes udi. Tenbıh, 7,11,100
" Mürüc, 1/297, 319,11/40,159
lbn Cülcül, Tabakât, 12,13,42
İbnü'n-Ncdim, Fihrist, 245
Kâdı Said, Tabakât,
lbn Fâlik, Muhtar, 26 b, 32 b, 59 b.
Şehrtstani, Milel, 111/15,19.28,37
Şehrczûri, N(lzhet, 11 a b, 63 a
İbnü'ı-Kıfii, ihbar, 13,15
l.E. Usaybia, Uyun, 1/15,23
4.D.Lacırc, de» Philosophes, 1/276,278.280
Piutarquc, les vies, 1/154,268,354
5.Eflalun. L'Apologie, 34 a, 38 b
" , Redon, 59b
, Les Lettres, v/322 a, VTl/328d, 329 c,Xffl/360b
6.A. E. Taylor, Plato
von II. Gompcrz, Platon«
A. Oies, Autour de Platon
7.1bnü'n-Ncdim, Fihrist, 245
MUntehab, 46 b
Sehzurt, NUzhet. 78 a
ton Fatfk, Muhtar, 82 a
l.E. Üsaybta, Uyun, 1/50
D. Lacrrc. Philosophes, 1/164
8.E. Zcller, History, 133
K. Vorlacndcr, F. Tarihi, 1/104
12
Eflâtıın'un doğumuna tem as eden İslam Kaynaklan, bu hadiseyi
Doğuda, ya da Batıda m eşhur olmuş bazı kimselerin hayat veya salta
nat devirleriyle kıyaslamalar yaparak tayin ve tesbite çalışırlar.191 Ke
sin rakam ortaya koyamazlar.,l0,
Batılı kaynaklann nakline ve bunlara bağlı olarak modem incele
melerin tesbitine göre Eflatun M.Ö. 4 2 7 yılında doğmuş bulunmak-
tadır.(1,t
13
Eflâtun'un ruh yapısı ve karakteri mevzuunda İslâm Kaynaklan
çok cömerttirler. Kaynaklarımıza göre Eflâtun tasavvufdaki; "Kâmil in
san koltuğuna oturm uş bir filozoftur",M) dersek, kabul edilenden faz
lasını söylemiş olmayız. Yalnızca umumi bilgi veren kaynaklar değil,
bizzat filozof kaynağımız Fârâbl için de Eflâtun böyle bir insandır.
Nitekim, Fârâbl’ye göre Eflâtun ile Aristotoles arasındaki en büyük
fark, ruh ve karakter farkıdır. Biri; Eflâtun dünya hayatının pek çok
nim etinden yüz çevirm iş bir kişi olduğu halde öteki; Aristotoles
dünyadan zevk alan, siyasete bizzat katılan... bir insandır.1151 Klasik
B atı Kaynaklarında da Eflâtun'un ruh yapısını gösterecek nakiller
vardır.1101 Ancak bu nakillerde insanın gayret ve irade sağlamlığını
gösteren ve fakat daima bu dünyaya yönelik bir ruh halinin tasvirini
veren ifadeler gözlenmektedir.
14
birşeydir.12'1
Görülüyor ki Eflâtun, iki yönlü olan ve iki yanın küreden oluşan bir
ruh bütünlüğüne sahip bir filozoftur. Bunlardan ilkinde O; hikmeti,
fazileti, zülıd ve takvası ile tam bir mistik, mutasavvıf insandır. Hemen
İlâve edelim ki. bu yarım küreyi Eflâtun, hocası Sokrates ile paylaşır.
Bu faziletlerden hangisi ve ne miktarı hocası Sokrates'e âid ve Eflâtun
ona hangi ölçüde sahiptir... bunu belirlemek, itiraf edelim ki. mümkün
değildir. İkinci yarım küre, diyebiliriz ki, tamamiyle Eflâtun'a âiddir.
Burada Eflâtun, "hak" bildiği şeyleri cemiyete öğretmeye uğraşan, bu
uğurda mücadele veren, idealindeki faziletli topluluğu bizzat yarat
maya ve özlediği cemiyet düzenini kurmağa ve yönelmeğe çalışan faal
bir İnsandır.
1S
ışığında, görüp göstermeye çalıştığımız ruh dünyasının ilk yarım
küresine sahipolan Eflâtun ile aynıdır. Bu. İslâm Dünyasının Eflâtun'a
bakış açısının en İlgi çekici ve en orijinal yanıdır. Bize göre bu, bir bilgi
ve belge eksikliğinden daha çok. bir idrak ve bir değerlendirme tar
zından doğmaktadır.
27.lbnü'l-Kı(ti, İhbar, 16
l.E. Usaybta, Uyun, 1/47, 50
28.1bn Fnlik, Muhtar, 82 b
Şchrczurl, NUzhet, 78, a
l.E. Usaybfa, Uyun, 1/50
29.Mesudi, Tenbih, II/104
.Mkuc, 1/319
lbnü'n-Nedim, Fihrist, 245-246
............................ MUntehab, 2 b-3b, 39 a, 81 b. 8 3 a
İbn Fatik. Muhtar, 67 a, 67 b, 82 b
Şchrtstani, Milel, 11/190, HI/19-20
Şehrczuri, Nÿzhet, 11 b, 63 a, 76 b, 78 b, 190 a
İDntVl-Kıftt, ihbar, 14,16
l.E. Osaybia, Uyun, 1/50
30.D. Lacrce, Des Philosophes, 1/164, 169
31.E. Zcller, History, 133,135
L. Robin, La Pensée, 210,211
i. Vorlacndcr, F . Tarihi, 1/140,105
E. Brehicr, Histoire, 1/87,88
16
Bu açıdan Eflâtun'un kendi eserlerinde perspektif daha geniş,
m anzara daha renklidir. Solon'dan Lykurgos'a, Pythagoras'dan Par
menides ve Heraklitos'a, Homems'dan Hesidos ve Esop'a... pek çok fi
lozof, şair, ilim, fikir ve kanun adamı Eflâtun'un çeşitli eserlerinde yer
almış, onun fikir bahçesini süslemiş bulunmaktadır.
Eserlerinde bu zengin ve fikir kadrosunu isim isim zikreden
Eflâtun, böylece kendi ilham kaynaklarının genişliğini gösterdiği gibi,
kendinden önce gelenlerin düşüncelerini nakletm ek suretiyle fikir ve
kültür tarihine de ışık tutmuş bulunmaktadır. Ancak şunu hemen ilave
etmek gerekir ki. İslâm Kaynaklarının naklettiği isimler, Eflâtun’un
kendi eserlerinde zikrettiklerinin çok azını oluşturur. Ayrıca Eflatun,
adına andığı her fikir adamının fikrini itirazsız benimsemez. Aksine
onlan tenkid edip değerlendirmeye tabi tular. Eflâtun'un kendi eserle
rinde zikrettiği bu ilim ve fikir kadrosunu bütünü ile tanımıyan İslâm
Kaynaklan, bu ikinci tavrına da hiç temas etmezler.
32.Ömek olarak:
Ishak, Tarih, 67,69
Mcsudi, Tenbih, 104, 114, 138, 139
[bnû'n-Ncdhn, Fihrist, 295
Ibn Cülcül. Tabakat. 23,42
•.................. MUntehab, 13 b, 47 a
Ibn Fatik. Muhtar, 121
Şchristani, Milel, 1/191. IH/7.79,86
Şchrczuri, NUzhet. 76 b. 98 b, 113 a
j.E. Usaybia, Uyun. 1/23.33,36,49
İbnü'ı-Kıftl, 19
33.D. Lacrcc, De» Pbllosophes, 1/199.201
34.................. MUntehab, 47 a
Ibn Falik. Muhtar. 83 a, 121 a b
Uchrczuri, NUzhet. 78 b 88 a b
17
Islâm Kaynaklarına göre Eflâtun derslerini Akademi'de yapmış,
Aristoteles İse bu işe Lise'de başlayıp orada devam etm iştir.1351 Bu bil
gilere rağmen kaynaklarımız bu iki yer İsminin fikir ve metod ayrı
lıklarını da İhtiva eden İki ayn ekolün ismi olduğunu ve bunları sem
bolize etliğini bilmezler. Aksine Meşşailiği (peripotos ekolü), Aristo
teles ile birlikte ve ortaklaşa Eflâtun'un ekolü olarak kabul eder.
Eflâtıın 'un bu ekolün ku ru cu su olarak gösterir ve onun b aşın a
geçirirler.1361 Batılı Kaynakların, buna bağlı olarak modern inceleme
lerin hükümleri ise bunun aksinedir, yani Meşşâi (peripatos) ekolün
ku m rusu ve başkanı Aristotelesdlr.1371 Eflâtun ise Akademinin k u m
cusudur.
Yine İslâm Kaynaklan Eflâtun'un biri gizli (mistik), öteki ise açık
iki türlü bilgi öğrettiğini belirtirler.(38’
3 5 .................... Miintehab, 46 b, 47 a
lbn Kalik, Muhtar, 121 a 121 b
36 Miintehab, 47 a
Kadı Said, Tabakât, 26
üchristanl, Milel, 1İI/15
ûcmczuri, N(jzhet, 77 b
Ibnü'ı-Kıfli. ihbar, 14, 19, 20
37.D. Uorrc, Des Philosophes, 1/164.165,169,176,229
E. Zcllcr, Histoıy, 134,135
L. Robin, La Pensée, 211,212
E. Brchter, Histoire, 1/87,88
38.Şchrislani, Milel, 111/15
39.1bn Cüleül, Tabakât, 24
Ibnu n-Nrdim, Fihrist, 246,247
Kadı Said, Tpbakât, 26
İbnü'l-Kıfli, ihbar. 14
Örnek olarak bakınız:
40.1shak, Taıih, 65,67.69
tbnü'n-Ncdim, Fihrist, 286,292,351,355
...................Miintehab, 13a, 14 a
Şehrczuri, Niizhet, 112 b. 113 a
18
pratiği ile devrin en büyük tıp bilgini ve hekimi olarak gösterirler141* ki
bu görüş, ne B atı kaynaklarınca, ne de Ellâtun'un kendi eserlerince
desteklenir. Yine kaynaklarımız, bir m atem atik üstadı olarak tanıt
tıkları Eflâlun'u. m üstakil blr matem atik kitabını yazan olarak gös-
terirler.'42* Bu hüküm de Batıda destek bulamaz.
Mısır, Sicilya... gibi merkezleri gören, oldukça renkli bir hayat ge
çiren ve ömrünü yeterince değerlendiren filozofumuz, İslâm Kaynak-
larına göre. 6 0 ,8 0 veya 81 yaslarında bu dünyadan aynlmışlardır.143*
Eflâtun un ölümü ile ilgili olarak kesin tarih veremeyen kaynaklarımız,
|44* Onun ömür süresi hakkında da tereddüt içindedirler. Fakat çoğun
luğun kanaati, onun 81 yadında öldüğü noktasındadır.,4S*
19
İslâm Dünyasında Eflâtun'dan bahseden kaynakların İsimlerini
gördük. Bunların, Eflâtun'la ilgili olarak verdiği bilgilere de, ana h at
ları ile temas ettik. Şimdi, bu bilgilerin ışığında, umumi hatları ile şu
hükümleri ortaya koyabiliriz.
Bilindiği gibi İlkçağda filozof demek, her dalda bilgisi olan, hemen
bütün ilimleri kuşatan adam demektir. İşte, kaynaklanmızm düşün
cesiyle bu hüküm, tam ve yerinde olarak Eflâlun'a verilecek bir sıfattır.
Nitekim, kaynaklanmızm diliyle Eflâtun, fizikten astronomiye, kimya
dan şiire ve musikiye, matematikten siyaset ilmine, pedagojiye... kadar
zamanın hem en bütün ilim dallannda uzanıp onları kucaklıyabllen
bir insandır, özellikle tıb dalında o. ayrı bir imtiyaza sahiptir. Tıbbın
teorisine olduğu kadar, pratiğine de hakim bulunmaktadır.
21
leştirilm esl uğruna girişliği faaliyetlerin gözle görünen örnekleridir.
Oysa kaynaklarım ız onun bu yanını görmüş değillerdir. Kaynakla-
nm ızca Eflâtun, büyük ve engin ruhuna, takvalı tavrına yakışmıyacak
olan bu türlü faaliyetlerden daima geri durmuş ve uzak yaşam ıştır.
H alta topluluktaki türlü işlere kanşm aktansa o, ölümü yeğ tutmuştur.
Demek oluyor ki kaynaklarım ız, fikir ve felsefede, söz gelimi Meş-
şâilikte (Peripatetlzm'de) Eflâtun u kendi öğrencisi Aristoteles ile ka
rıştırdıkları gibi, ruh hali ve yaşayışı itibariyle de onu hocası Sokrates
ile karıştırm ış bulunmaktadır.
C. EFLÂTUN’A AİD E SE R L E R
22
veren kaynağımız, İbnü'n-Neclim'dir. Onun listesi otuzbeş kitap, bir
makale, bir mektup ihtiva etmekledir. Ayrıca, isim ve sayılan belir
tilmeyen risalelerin bulunduğuna işaret edilir.*61 Yine buna paralel
’tarzda kab ank bir liste veren öteki kaynağımız Îbnü'l-Kıftl'dir. Bun-
lann çoğu. İbnü’n-Nedim'in listesinde yer alan eserlerdir. Yalnızca iki
kitap ismi, fbnü'n-Nedim'inkinden farklıdır. Ancak lbnü’l-Kıftî'de yok
tur.
23
Adı anılan bir eserin m uhtevasının, zikreden kişilerce bilinm iş
olup olmıyacağı m eselesini şimdilik bir yana bırakalım. Sözünü et
tiğimiz listelerin yalnızca isim ve sayı olarak doğru olup olm a
dıklarına karar verebilmek için, gerek dün, gerekse bugün Batıda
Eflâtun'a atfedilenleri gözden geçirmek gerekmektedir.
24
sefeye dair bir kitap olarak düşününce bunun karşılığı olarak şu isim
ler akla gelir: A n terastes, K harm ldes, Theagenes. Çünkü, bunlann
hemen hepsi "Felsefe Hakkında" m anasına gelebilecek şekilde ikinci
bir isimle zikredilmektedirler.
25
Her iki medeniyet çevrelerinde görülen nakiller birbirine eklenince
Eflâtun'a atfedilen eserlerin sayısı yetmiş ikiye ulaşıyor. O rtaklaşa
zikredilen eserlerin sayısı otuzbeş olduğuna göre, geriye kalan otuzye-
di kitaptan onbirinin İsmi Islâm Dünyasınca bilinmiyor. B u n a kar
şılık Islâm Dünyasında sözü edilen yirmialtı ismin, Batı Dünyasında
karşılıkları görünmüyor veya bu isimlerin hangi orijinal isme karşılık
oldukları anlaşılmıyor.
18.1bnü'l-Kıai, İhbar, 14
I9.lbnü’n-Ncdfm, Fihrist, 246
İbn Fallk, Muhtar, 83 a. 83 b
Şchrczurt, NJlzhet, 78 b
Ibnüj-Kıflt, ihbar, 15
l.E. Üsaybia, Uyün, 1/50,51
26
Eflâlıın'un İfade tarzı ve üslubu hakkında kaynaklarımızın kanaati,
umumiyetle onun sembolik İfadeler kullandığı ve sembolizmi benim
sediği şeklindedir. 1201 Üstelik filozof kaynağımız Fârâbî'nin de bu kon
udaki kanaati böyledir/2' 1Meselenin dikkate değer bir diğer yanı da şu
ki Eflâtıın'ıın sembolizminden bahseden kaynaklarımızda onun aksi
tutumu benimsediğini, açık ifadeden ve açıklıktan hoşlandığını söyle
yen nakiller vardır/221
Ellâlım 'un İfade tarzına temas eden D. Laérce, sembolizm ile ilgili
herhangi bir ifade kullanmaz/251 Thrasylle'e göre Eflâtun, diyaloglarını
trajik tétralogie (dörtlü) modelde yazıyordu. D evlet ve K anunlar da
dahil olmak üzere dokuz teiralogle (dörtlük) vardır. Her kitap iki isme
sahiptir. Biri bir şahsın isminden gelmekte, öteki kitabın konusundan
çıkmaktadır/261 D. Laérce bize Eflâtun un diyaloglarının Thrasylle ve
daha önce de gram erci Aristophane tarafından tasn if edilip düzen
lendiğini haber veriyor. Thrasylle'in tétralogie (dörllü) düzenine m uka
bil Aristophane'ın tasnifinin trilogie (üçlü) düzende olduğunu ve bun
ların beş gurupta toplandığını bildiriyor/271
İşte Eflâtun’un diyaloglarının düzeni, onun üslubu ve ifade tarzı
hakkında Batılı bir klasik kaynağın açıkladığı sonuçlar da. aşağı yu
karı böyledir/281
20 .......... MUntehab, 3 b
Çchrczuri, Nüzhet, 11 a b, 77 b. 78 b
21. Farabi. Cem6
22.1bn Fatik. Muhtar, 114 a
23.D. Lacrro. Des Philosophes. 1/70,171
24.D. Lacrro. Des Philosophes. 1/178
25. - ,/179
” .1/181,182
27.D. Lncrrc. Des Philosophes, 1/182
28. K. Vorlaondcr, F.Tarfhi, 1/107,112
E. Zeller, History. 137,144
27
Eflâtun diyaloglarının bugün elimizde bulunan şekli sayı ve pasaj
num aralan tse 1578 yılında Paris'te yapılmış olan Stephanus baskısı
n üshalanna aid bulunm aktadır.1291
28
ne derecede bilinip tanınıyorlardı? Acaba, bir eserin ism inin ve
şeklinin bilinmesi onun muhteva (içerik) olarak da bilinmiş olduğu ve
olacağı anlam ını taşır mı? Bu sorunun cevabını verebilmek için, bu
eserlerin muhtevalarım İslam Dünyasına intikal edip etmediğini, ora
daki yansım alarının ne olduğunu daha yakından görmek gereği vardır.
Biz burada, buna öm ek olarak sadece bir eseri tanıtacağız.
"Ben. yetmiş yaşım a ulaşmış olduğum halde bundan önce hiç mah
keme önünde görülmemişllm". (Uyûn, 1/47).
29
Hayvan tarzı yaşayış ve hayvan tarzı yaşayıştan daha kötü bir tarz
da yaşayış mı, yoksa ölmek mi tercih edilmelidir? İnsan, son gün
lerinin faziletli hayat tarzına ve felsefeye uygun olmasından ümidini
kesince ve sofi günlerinin sonuna doğru, ancak, hayvani bir hayat
tarzı veya hayvandan daha kötü olan bir hayat sürdüğü zaman
yaşayabileceğini kestirince, böyle bir hayat sürm esi ve onu tercih et
mesi mi gerekir, yoksa o. ölmeyi mi uygun bulur? Eğer o. iffetli veya
yiğit olmaya veya başka bir fazilete sahip olmaya m uhtaçsa, bu fazilet
ve bu itidal, bu yiğitlik gerçekten bir fazilet ve iffet, ya da yiğitlik değil
de ancak öyle olduğuna inanılm ışsa insan bunun üzerine hayatı mı
tercih etmelidir, yoksa ölümü mü?
30
lerlnden hareketle bütün olarak eseri ortaya koymamız mümkün
değildir.
E. UMUMİ SONUÇLAR
31
sahip bulunm am aktayız. Eğer Batı "bir ölçü" olarak alınırsa, İslâm
Dünyasınca zikredildlği halde Batıda bulunm ayan eserlere: "İslâm
Dünyasında ortaya çıkmış uydurma eserler" damgasını vurmak duru
munda kalacağız. Bu hüküm ne derece mantıklıdır?
32
larımızca bilinen tek şey, Eflâtun'un eserlerinin dörderli bir düzene
sokulm uş olduğudur Batılı Kaynaklara göre bu düzenlemeyi yapan
Thrasylle'dir. Aynca, yine Batıya göre, bu eserlerin başka türlü, üçlü
tarzda düzenlemiş şekilleri ve düzenleyicileri vardır. İslâm Kaymaklan
bunlardan haberdar değillerdir. Üstelik dörtlü düzenlemeyi yapanın
kim olduğunu da bilmezler.
<*3
Bu gurubun son üç eseri; Devlet: La République, Phaidon ve Time-
aus'tur.
34
lanmızda bu eserden cümleler vardır. Fârâbi. Eflâtun un çeşitli eser
lerinin tahlilini (analizini) yaptığı "Eflâtun Felsefesi" isimli eserine
bunu almam ıştır. Ancak bundan başka yerde birkaç cümle nakleder.
Fârâbi ve öteki kaynaklarım ızın bundan naklettiği cüm lelerin bir
kısmı b aşk a eserlerde, mesela "Devlet" diyalogundadır. Dolayısiyle
kaynaklarımızın onu tanıdığını benimsemek pek kolay görünmüyor.
35
vetll bir ihtimaldir. Mesela K anunlar da böyle olm uştur. Fârâbî, K a
n u n lard a belli ölçüde, meselenin farkına varmış bulunm aktadır. Fa
kat, Kanunlar'ın yedinci bölümünde farkına varmadan herhangi bir
makaleyi yedinci kitap yerine koymuş ve onu kabul etm iş bulunm ak
tadır. Biz. öteki eserlerde de bu ve benzeri hallerin tekerrür etm iş bu
lunduğuna kaniyiz. Nitekim T lm aios'u tercüm e eden kişi, eserin
başında; "... biz bu eseri bütünü İle ve cümle cümle tercüme ederek ve
receğiz..." diyor. Oysa, bu sözlerine rağmen birçok yerleri atlam ış,
özetlemiş ve yer yer; "... burada filan mesele ele alınm ıştır." diyerek
meseleye işaret edip geçmiştir. Şu halde Fârâbi’nin bize tanıttığı bu
yirmidörl eser içinde onun gerçekten bütünü ile bilip tanıdığı eserler
v a rsa da b u n la rın b ir k ısm ın ı F â râ b î, öyle görü n üyor kİ.
tanımamaktadır.
36
Dünyasına Int ikal etm iş bulunduğuna hükmedilebilir mi?
37
İBN FATtK (Emir Mübeşşir). M u h taru 'l-H ikem ye M eh asin ü 'l
K elim , Süleymaniye Kütüp (Ayasolya).
GOLDSCHMIDT (VICTOR), LES DIALOGUES DE PLATON, P.U.F.
PARİS. 1971.
38
EFLÂTUN UN ESER LER İ
(K u llan ılan lar)
Cratyle Phedon
C rltias Phèdre
C rlton Philèbe
Epinomis Le Politique
Euthyphron Protagoras
Gorgias Le Sophiste
Hipparque Théages
Le P.Hipptas Théetète
Le G.Hipplas Tim alos
39
İDEALAR KURAMININ FELSEFİ YÖNDEN
SAĞLADIĞI TASARRUFA)
Harold CHERNISS
40
görünümleri arasında bir bağ kurarak, ussal bakımdan birliği olan bir
evren y a ra ta c a k tek b ir varsayım bulm anın zorunlu olduğunu
düşündüğünü gösterecek kanıtlarla doludur.
41
beltrlenebileceğl hiçbir ölçül, tüm hoş şeylerin hoş şeyler olarak ben
zerlikleri. ve onlann çirkin olan herşeyden farklılıkları için hiçbir ne
den sunmaz. Bunlar materyel bireylerin olanaklı tek karakteristikleri
oldukları sürece, hiçbir ölçüt bulunamaz, çünkü bireyleri birbirlerine
göre ölçmek göreciliğe yenilmektir. Kişi, iki şeyi karşı karşıya getir
mek ve karşılaştırm ak için, kendisi, lam tamına gündemdeki karakte
ristiğin bir b aşk a örneği olm asın, ve dolayısıyla sonsuz bir geriye
gidişe yol açm asın diye, bir başka şeyden türetilmemiş olması gere
ken belli bir değişmez ölçüte sahip olmalıdır. "Araştırma diyalogları",
tüm diğer yolların çıkmaz olduğunu kanıtlayarak, norm atif ahlak için
gerekli olan tanımların, yalnızca bu tanımların, salt kendi başlarına
fenomenal varoluşa yüklenen değerlerin kaynağı olan tözsel (gerçek,
değişmez, kalıcı bir varlığı olan) nesnelerinin fenomenlerden ayrı ola
rak varolduğu saymtısı üzerinde olanaklı olduğunu gösterir.,n| Ahlak
sal ayrım lar olanağı, öyleyse, yalnızca tözsel idealar varsayımıyla
açıklanabilecek nesnel farklılıkları dile getirir.
42
olmachğım varsayarak kurtulunabileceği yanıtını verir.114' Sokrates
burada anım sam a sürecinin ayrıntılarıyla İlgilemez: onun savı, basit
bir biçimde, erdemin karakteristiklerinin belirlenmesi erdemin özsel
doğasına ilişkin bir tanım ı, ve böyle b ir tanım da özün bilgisini
önceden varsaydığından, ahlaksal problemleri inceleme olanağından
vazgeçmek durum unda değilsek, özsel erdem in varolduğunu, ve
doğrudan doğruya ve aracısız olarak bilindiğini kabul etmemiz gerek
tiği biçimindedir. Sokrates Menon'un her durumda kendi sorusunu
tartışma üzerindeki ısrarıyla sıkıştırılır, an cak Sokrates'in bu türden
som ların önceden erdemin kendisinin doğasının belirlenmesini ge
rektirdiği biçimindeki sürekli itirazı, daha sonraki tartışm anın para
doksal sonucuyla ilgili bir uyan ve bir açıklamadır.1IS)
Eğer in san lar erdemi öğretmeye yetili olmaksızın (eşdeyişle, ey
lemlerinin nedenlerine ilişkin olarak tutarlı bir açıklam a verebilmek-
sizin) erdemli bir biçimde eyliyorlarsa, bu onlann "doğru sanılar 'a sa
hip olm alarından, ve dolayısıyla "tannnm lütfü" sayesinde erdemli
olm alarındandır.116' Ancak bu türden doğru sanılar, her ne denli dış
görünüş İtibariyle bilginin sonuçlarıyla özdeş olan sonuçlara sahip
olsalar da. durağan değildirler, çünkü final nedene bir nedensellik zin
ciri içinde bağlanm am ış olduklarına göre, gelişigüzel ve ras-
lan tisald ırlar. B u n u n la birlikte, bu nedensel ilişkinin bilincine
varılması bilgidir ve bu da tam tamına anım sam adır.1171Sonuç olarak
İnsan akılyürütm esini özsel erdemin bilgisine dayandınncaya dek,
ahlak problemlerine ilişkin olarak doyurucu hiçbir çözüm söz konusu
olam az.,1R' Böylelikle Menon, ahlaksal faaliyetin fenomenlerini kur
tarmak için bilgiyle doğru sanıyı birbirinden ayırmak durumunda olan
ahlak filozofunun nasıl epistemolojinin problemlerini karşılam ak zo
runda kaldığını, argüman ve örneklerle gösterir.
43
nin kınam aları Özerine verdirdiği karşılıkta dile gelen yenilgi iti
rafında hoş b ir hOzûn vardır: "Ey mutsuz zihin, bizim san a sağla
dığımız kanıtlarla sen sonunu hazırlıyorsun; zaferin yenliğindir."'191
Epistemolojinin İlk işi bilgi ve duyum fenomenlerini kurtarmaktır; bu
nunla birlikte, bu fenom enler bağımsız olarak, yalnızca ahlak için
özsel olduğu görülen aynı varsayım la ku rtanlabilecek gibi olursa,
sonuçların örtüşm esl. Platon astronomi problemini uygun tümcelerle
dile getirirken telaffuz edilen bilimsel tasarru f İlkesiyle, h er alandaki
varsayım için ek bir geçerlilik sağlayacaktır.
44
aynm hakkında "doğru bir sam ", boş bir totoloji olma durum unda
olduğuna göre, tanım bir "kısır döngü"yle geçersiz kılınır.1251 Kısacası,
"doğru sam " ve bilgi özdeş değilseler, "doğru sanı" bilginin özsel bir
öğesi de olamaz. "Doğru sanı"yla bilgi arasındaki bir ilişkiye ilişkin or
tak kabul onlann sonuçlarının dışsal benzerliğinden kaynaklanır,'261
ancak herhangi bir tikel sanının doğruluğu, Platon'un Özlü bir biçimde
gösterdiği gibi,1271 yalnızca raslantısaldır. Doğru sanı yine özü İtiba
riyle sanıdır: ve bu, Th eaetetu s'u n da daha önce göstermiş olduğu gibi
bilgi olamaz, çünkü o, bilinen bir şeyi bir başka şeyle karıştırmanın
nasıl olup da olanaklı olduğunu görmek güç olmakla birlikte,1281 salt
bilinen bir şeye yapılan yanlış bir referans olarak açıklanabilecek
yanlış, ya da yan lış sam olanağını içerir. Öyleyse san ı bilgiden
farklıdır ve bilgiye göre ikincildir, çünkü bilgi işlemi açıklanm ış olun
caya dek, yanlışa ilişkin olarak doyurucu hiçbir açıklam a verilemez.
1291 Benzer bir biçimde, T h ea e te tu s'u n ilk bölümü duyumun kendisi
tüm bireysel algıların kendisine gittiği, ve onlann hepsi hakkında bi-
rer yargı veren merkezi bir yetiyi gerektirdiği için,1301 bilginin duyum
olamayacağım ve duyumdan tûretilemeyeceğini açıklar.1311 Nasıl ki
D evlet'te1321 bilgi ve sanının farklı yetiler olduklanna ilişkin kanıtla
manın. bu yetilerin kendileriyle İlişkili olduklan nesnelerin farklı ol
maları gerektiği olgusu İçin kesin bir veri olması gibi, burada da her
hangi bir aracı organ olmaksızın doğrudan doğnıya işlev gören zihnin
herşeye uygulanabilir olan kavram ları tem aşa ettiğine1331 ilişkin
gözlemden bilginin algılarda değil, ancak algılar üzerinde düşünmede
bulunduğu sonucuna geçilir, çünkü gerçekliği ve anlamı kavramak salt
bu işlem le olanaklıdır.1341 T h a e te tu s 'u n bilgiyi tanım lam a girişimi
başarısızlıkla sonuçlanır, ve bu başarısızlık bilginin özsel karakteris
tiği olan lo g osu n , bilginin nesneleri olarak fenomenleri alan bir ku
ram tarafından açıklanam ayacağını ortaya koyar. Diyalogun am a
cının bu olduğu Tim aeus'un, logosun M enon'un bilgiyi bu diyalogda
kendisiyle doğru sanıdan ayırdığı özellik olan, ve orada a n a m n e sis
(anımsama)le özdeşleştirilen desm os(bağlam a) olduğunu1331 gösteren
yukarıda sözünü ettiğimiz pasajı tarafından açığa vurulur. Öyleyse.
T h e a e te tu s td ealar ku ram ının epistem olojin in problem lerinin
çözümü için zorunlu bir varsayım olduğunu kanıtlam a girişiminden
45
başka bir şey değildir; Sofist in yapıcı öğretisi, onun bu am aç için ye
terli bir varsayım olduğunu kanıtlar.*361 Aristoteles'in bilgiyi açıklama
için yeterli bulduğu soyutlam a ve genelleme işlemleri*371 Platon ta
rafından da tanınmıştı,*381 ancak o bu işlemleri yetersiz buldu. Parcne-
nides'te,*391 varsayım a yönelik tüm eleştirilerini ortaya koyduktan
sonra, Parmenides'ln düşünce ve akılyürütme kurtarılm a durum un
daysa, İdealann varoluşunu varsaymanın hala zorunlu olduğunu sav
lam ası sağlanır; ve Phaidon'da*401 Sokrates soyutlama kuramını he
men hemen tüm üyle Aristoteles'in kullanm a durum unda kaldığı
sözcüklerle özetler, ve onu mekanistik fizik kuramlarına bağladıktan
sonra, ayrı idealar kuramı adına, yadsır. Platon soyutlamanın kendi
sinin olanağının, soyutlama bir anlama sahip olmak durumundaysa
eğer, anlayış tarafından kavranan nesnenin bağımsız gerçekliğini ge
rektirdiğine inanır. Bu, Parm enides'te onun zihinselciliğl(mentallsm)
özlü bir biçimde çürütm esinln temelinde bulunmaktadır.*1111 Bu ne
denle, D evlet'te onun kullanılm asına ilişkin basit bir örnekte "alışık
olduğumuz yöntem" olarak adlandırılan,*'121 ve P hilebusta*431 feno
menlerin gerçek ldealardan pay almaları sayesinde olanaklı olduğu
söylenerek, ana hatları çizilen soyutlam a ve çözümleme işlemleri
P h aed ru s'ta*441 a n a m n e s is olarak gösterilir ve bunun İdeaların
tözsel varoluşunu, ve onların zihin tarafından daha önceden doğrudan
ve aracısız olarak bilinmesini gerektirdiği söylenir. İdealann diyalek
tik işlemi yoluyla b aşan lı bir biçimde anım sanm asının D evlet te*451
sanıdan ayrı olarak bilgiyi oluşturduğu söylenir ve bu türden bir faa
liyeti gerçekleştirm eye yetili olan kişi orada P h a e d r u s ’un*461
"kanatlanm ış zihni"ne ilişkin "mitolojik" betimlemesine koşut terim
lerle betimlenir.
46
ception) açıklayamadığı İçin, bilgi sentetik ya da türetilm iş olamaz.
Kendi nesneleriyle doğrudan ▼« aracısız bir ilişkisi bulunan özel bir
bilgi yetisi, yalnızca biliş (cognition) olgusunu açıklam ak için değil,
ancak aynı zamanda, deney tarafından verildikleri biçimiyle, sanıyı ve
duyumu olanaklı kılmak için kabul edilmelidir, özel bilgi yetisi, şu
halde özne ve nesne arasındaki doğrudan ve aracısız ilişkiyle karak-
terize edilir: Fenomenler söz konusu olduğunda, aracılık eden organ
lar gereksinme duyulduğundan, fenomenler özneyle böyle bir ilişkiye
giremeyecekleri için, bilginin nesnelerinin fenomenler dünyasından
ayrı olarak varolan varlıklar olmaları, ve zihnin, fenomenlerle uğraşan
zihinsel işlemler ortaya çıkmazdan önce, bu varlıklar tarafından etki
lenmiş olması zorunludur. Protagoras'ın çelişik duyumculuğundan,
Gorgias'ın psikolojik nihilizminden ve Demokritos'un içine düştüğü
ikilemden kurtulmak ancak bu şekilde olanaklıdır.
47
gerçekten de çarpışan ve geçip giden hareketlerin işlevleri olan canlı
duyumlar olacaktı.1191 Böyle bir açıklamadan pratik hiçbir ahlak ya da
kendi içinde yeterli h içb ir epistem olojinin geliştirilem eyeceğini
tartışmanın anlamı yoktur, çünkü bu durumda kendisiyle dışsal veri
lerin farklı anlarına bir değer biçebileceğimiz doğal olarak geçerli
hiçbir ölçüt bulunm ayacaktı.1501 Idealar kuramı gibi bir kuram salt
pragm atik bir varsayım olacaktı, ve iyi ve kötü, doğru ve yanlış
ayrımları, en iyi durumda, uylaşımsal ve yapay olacaklardı. Öyleyse,
ontolojiye İlişkin çalışm anın, hangi varsayımın, kendi başlarına ele
alındıklarında, fiziksel fenomenlerin verilerini açıklayacağını bulgula
mayı. ahlak ve epistemolojinin gereklerinden bağımsız olarak, üzerine
alması zorunludur.15'1 Araştırmanın kendisine konu alacağı veriler fi
ziksel dünyanın sürekli olarak değişen fenomenleridir ve Platon bu
hiç durmayan akışı tüm bir fenomenal varoluşun bir özelliği olarak
kabul eder.1531 öyleyse, bu akış açıklanmak durumunda olan veridir, ve
Platon un inancı basit bir biçimde, değişmenin kendisinin, yalnızca
kendileri değişm e içinde içerilm eyen v arlıklar v arolu rsa eğer,
an laşılab ilir ve olanaklı olduğu biçim indedir. T h e a e t e t u s 't a k l
argüm an1531 fenomenlerin sürekli akışının yer değiştirme devinimini
olduğu denli niteliksel değişmeyi de içerdiğini, an ca k niteliksel
değişm enin değişm ez soyut niteliklerin kalıcı varlığını zorunlu
kıldığını göstermeye çalışır. Herşeyin sürekli olarak değiştiğini savla
yan görecilik. bununla birlikte, yalnızca herşeyin niteliğini sürekli bir
biçimde değiştirmekte olduğu değil, ancak aynı zamanda niteliklerin
kendilerinin de sürekli olarak değiştiği ve "beyazlık"ın gerçekte başka
herhangi bir renkten daha çok "beyazlık" olamayacağı sonucuyla1511
birlikte, etkin güç(ajan) ve edilgin güç(pasyon) yalnızca, bağımsız-bir
varoluşa sahip olmayan değişme kompleksleri olurken, yüklemleri ve
algıları etkin güçle edilgin gücün birbirleriyle karşılaşm asının aynı
anda ortaya çıkan sonuçlan yapar.1551 Benzer bir biçimde, niteliklerin
kendileri her zaman değişiyorsa, sürekli olarak değişen bu nitelikler
tarafından belirlenen duyumlar da birbirlerinden farklılaşam azlar.1561
Dünyaya İlişkin böyle bir kuram yalnızca durağan hallerin ve belirli
işlemlerin değil, ancak aynı zamanda çelişmezlik ve üçüncünün ola
naksızlığı ilkelerinin yadsınm asını içerir.1571 Fenom enal değişmeyle
(49)-Theaetetus 179c.
(50)-Theaetetus 158b-e.
(51)-Theaetetus I79d.
(52)-Krş., Timaeus 27d5-28a4.
(53)-Theaetetus 181c-183b.
(54) -Theaetetus 182di-5.
(55) -Theaetetus 182b.
(56)-Theaetetus 182d8-c5.
(57)-Theaetetus 183a4-b5.
48
İdealar varsayım ım gerektirir. Argüman (onunla epistem olojik
kanıtlamanın bir biçimi arasında bir ilişki kurulduğu) K ratylos'un so
nunda yeniden ortaya çıkar;158* ve Aristoteles Protagorasçılan, Pla-
ton'un kullandığı aynı terim lerle, m antık yasalarını yadsım akla
su çlar.159* T h ea etetu s'ta n etkilendiği açık seçik olan bir pasajda,160) o
görecilerin maddesel olmayan varlıkları tanımamaları, ve niceliksel ve
niteliksel değişme arasındaki ayrıma dikkat etmemelerinden kaynak
lanan güçlükleri açıklar. Platon gibi, Aristoteles de fiziksel doğaya
ilişkin m antıksal bir açıklam anın, niceliksel ayrımlardan türetilm e
miş bir varsayım olarak, bir niteliksel varlık varsayımını zorunlu
kıldığını düşündü.
49
lannı söylem ektir.1691 Tim aeııs'un bu kısa uyarısı göreci ontolojinin
üçûncünün olanaksızlığı İlkesini ihlal ettiğini, ve bu nedenle onun
herşeyln hareket içinde olduğunu, herşeyin sü kunet İçinde oldu
ğundan daha fazla söyleye meye ceğl n i gösteren T h e a e te tu e 'ta k i ta
nıtlamanın sonuçlarını bir araya getirir. Durağan nitelikleri atm ak
değişme olanağını yadsımakla eşdeğerdir.1701 Ancak kurtarılm a duru
munda olan şey fenomenal değişme olanağıdır, çünkü fenomenlerin
şöyle ya da böyle b ir durağanlığı yoktur;*711 onlar kalıcı tözsellik ol
maksızın, geçip giden görünüşlerdir,1721 ancak böyleleri, onlardan ayrı
olarak, fenomenlerin kendilerinden bir biçimde pay aldıkları tözler
var olursa, var olabilirler.1731
Duyum ya da bilginin nesneleri olarak değil de, kendi başlarına ele
alındıklarında, fiziksel fenomenler, öyleyse, yine yalnızca ayn tözsel
İdealar varsayımıyla kurtanlabilirler. Bu alan için gerek ve yeter var
sayım ın a h la k ve epistem oloji için gereksinilen varsayım olup
çıkması, üç alanı, eşdeyişle varlık, bilgi ve değer alanlarını tek bir bir
likli evrenin görünümleri olarak ele almayı olanaklı kılar.
(69)-Timaeus 5Id6-7.
(70)-Artstotcles uslamlamayı Metafizik 1010a35-7'dc kendi diliyle yeniden
kurar.
Ç71)-Timaeua 49d4 ve devamı (bebaioteta(durağanlık)-d7) ve 51d5-7.
(72)-Tİmaeus 49c7-50a4.
(73)-Timaeus 50b,c. 51b4-6, salt uzaya şekil vermenin fenomenal ateşi, v.b.g.,
yaratmak için yeterli olmadığım göslerlr(N.B. Kath' boson an mimemata toy-
ton dekhetai |o bunlann taKİillerini aldığı süreccl). Bu sanıyorum, Shorcy'în
56b3-5'c ilişkin yorumunu kesin hale getirir (Clasical guarterly, XXIII, 1928.
s.357-8). Stereon gegonosu burada "üçüncü bir boyut almak" olarak yorumla
mak, tololojik olacaktı, çünkü piramit eo ipso üç boyutludur. Krş., aynı za
manda A.Kivaud’un kendisinin yayımladığı Timaeus metnine yadıgı giriş,
s.26(Bude dizisi).
50
BİLGİ, İNANÇ VE FORMLAR(*)
R.C. CROSS ve A.D. WOOZLEY
Filozofla filozof olmayan bir kimseyi birbirinden ayırmak için Pla
ton bilgiyle inanç arasında bir aynm yapar ve bunıı yaparken de, o bir
yandan iki farklı zihin halini, ve diğer yandan da bu farklı zihin halle
rine karşılık gelen iki farklı nesne öbeğini birbirinden ayırır. Filozofun
zihinsel hali bilgidir ve bilgisinin nesneleri Güzelliğin kendisi. Adale
tin kendisi, v.b.g.dir(yani Formlardır); filozof olmayan sıradan bir kim
senin zihin hali İse inançtır ve onun lnanrınm nesneleri de birçok ti
kel şey. güzel şeyler, adil eylemler, v.b.g.dir. Şimdi kendimize bilgi ve
inanç arasınd a bir ayrımın varolup olmadığını, ve bilgiyle inanç
arasında bir ayrım gerçekten de varsa. Platon'un bu ayrımı ortaya
koyuş biçiminin doyurucu olup olmadığını sormalıyız.
(1) B ilg i İn a n ç A yrım ının K en d isi. "Filanı biliyorum," demek
"Filana inanıyorum "dan m an tıksal olarak farklı olan b ir şey
söylemektir. "İkiyle İkinin dört ettiğini biliyorum" dersem, "biliyorum"
derken, ben kendimi bildiğim şeyin doğru olduğunu, bildiğim konuda
yanlışa düşmeyeceğimi, yani ikiyle ikinin toplamının dörtten başka
bir şey olmayacağını öne sürmekle bağlıyorum, demektir. Daha genel
bir biçimde söylendiğinde, (p'nin herhangi bir önerme olduğu yerde)
"pyi biliyorum" dersem, "pyi biliyorum" ifadesi "p doğrudur'ıı gerektirir.
Buradan p'nin gerçekten de doğru olduğu sonucunun çıkmadığına dik
kat etmekte yarar vardır. P'yi bildiğimi öne sürerken yanılmış ve buna
uygun olarak kendimi p'nin doğru olduğunu savlamakla bağlamış ola
bilirim. B u n u n la birlikte, ben söz konusu olduğum sürece, p hala
doğrudur ve "bilmek" sözcüğünü kullanm akla ben kendimi p'nin
doğruluğuyla bağlam ışım dır. P'nin gerçekle yanlış olduğu ortaya
çıkarsa, benim bilgi savım yanlıştır. Şimdi bunu, örneğin "İngiltere
B a şb ak an ın ın geçen H aziranda B irle şik D evletler B aşk an ıy la
görüştüğüne inanıyorum" dediğim zam an, bu tümcede kullanılan
"inanma" sözcüğüyle karşı karşıya getiriniz. "İnanm ak" fiilini kul
lanırken. kendimi böyle bir görüşme hakkında yanlışa düşmeyeceğimi
öne sürmekle bağlamıyorum. Görüşmeyle ilgili olarak elimde birtakım
veriler var. Görüşme hakkında basında çıkan yazılan okuduğumu ya
da radyodan bazı şeyler işittiğimi anımsıyor görünüyor ve dolayısıyla
böyle b ir görüşm enin gerçekleştiğine inanıyorum : an cak yanıla-
bileceğim i. p 'n in y a n lış olabileceğini k ab u l etm eye hazırım :
51
inançlarım ın gücünün değişebildiğin! kaydetmekle yarar vardır. Bu
görüşme hakkında The Tim es gazetesindeki bir yazıyı okuduğumu ve
televizyonda görüşmeyi belgeleyen resim ler gördüğümü ve görü ş
melerle ilgili referanslara dikkat ettiğimi açık seçik olarak anım
sadığım için, böyle bir görüşmenin varolduğuna büyük bir güçle ina
nabilirim ya da bu tarihte ülke dışında bulunduğum, ancak yabancı
bir gazetede görüşme hakkında bir şeyler okuduğumu anım sar görün
düğüm için, böyle bir görüşmenin gerçekleştiğine yalnızca inanabili
rim. Birinci örnekle inancım için iyi ve sağlam verilere sahibim ve ona
büyük bir güçle inanıyorum, oysa ikinci örnekte elimde pek sağlam ve
riler yoktur ve ona daha az güçle inanıyorum; ancak her iki örnekte de,
farklı derecelerde bile olsa, yanlış olabileceğim i kabul etmeye
hazırım. Şimdi bunu "bilme" filinin kullanılış biçimiyle karşılaştırın.
"Başbakanın geçen haziranda Birleşik Devletler Başkanıyla görüştü
ğünü biliyorum" dersem, yanlış olabilmem, p'nin yanlış olup çıka
bilmesi olanağını dışta bırakıyorum demektir. Gerçekten de. daha
sonra Başbakan ve Başkanın söz konusu tarihte kendi ülkelerinde ol
dukları. ve görüşemedlkleri gösterilirse, benim bilgi savımın yanlış
olduğu görülür ve onların görüşm üş olduklarını bildiğim ifadesini
bütünüyle geri almak durumunda kalırım. Bununla birlikte, bu konuda
başlangıçta söylediğim herşey onların görüşm üş olduklarına inan
dığım ifadesiyle sın ırlı kaldığında, benim B aşb akan ın B aşk an la
görüşm üş olduğuna inandığımı ortaya koyan ifadeyi geri almaya hiç
gerek yoktur. Söz konusu olan inancım ın yanlış olduğunun gös
terilmesidir. P'ye, sonuçta ortaya çıktığı gibi, yanlış bir biçimde inan
dım. Bu durum şu şekilde ortaya konabilir. Birinci örnekte, konunun
tümü ele alındığında, "şu halde, o pyi yanlış bir biçimde biliyordu" di
yemeyeceğiz. Burada söylememiz gereken şey şudur: "Şu halde o
herşey bir yana bilmiyordu", yani yanlış bir bilgi savında bulunmuştur.
Bununla birlikte, ikinci örnekte "şu halde o p ’ye yanlış bir biçimde
inanıyordu", "onun p'yle ilgili inancı yanlıştı" diyoruz ve "şu halde o
herşey bir yana inanmıyordu" diyemeyeceğiz. Yine, yukarıda söy
lediğimiz gibi, derere fikri bir inançla anlamlı olurken - ç o k güçlü bir
inanç, bir inanç ve güçsüz bir inançtan ("yanlış olabilmem olasılı ol
makla birlikte, böyle bir görüşmenin gerçekleştiğine inanıyorum") söz
edilirken— o bilgi söz konusu olduğunda anlamlı olmaktan uzaktır: Bir
başka deyişle, "o ...yı çok büyük bir güçle ya da kendinden emin olarak
biliyor", "o ...yı güçsüz bir biçimde ya da kendinden emin olmadan bi
liyor" diyemeyiz. Bilgi söz konusu olduğunda bir şeyi ya bilirsiniz ya da
bilmezsiniz ve bu ikisi arasında bir derecelenme söz konusu değildir.
Bu kısa değerlendirmelerden bile, "bilmek" fitliyle "inanmak" fiili
arasında m antıksal farklılıklar bulunduğu, ya da konuyu daha bilinen
bir biçimde ortaya koyacak olursak, bilgiyle inanç arasında bir ayrım
bulunduğu, ve Platon un da bilgi ve inanç arasında bir ayrım yaptığı, ve
52
"bilmek" fiili güçlü bir sözcük olduğundan— Platon'un ifadesiyle(Dev-
le t 477d) "Bilgi tüm yetilerin en güçlüsüdür"— bilgiyle inanç arasın
daki ayrımın önemli bir ayrım olduğu sonu çlan açık seçik olarak
çıkar.
53
değer taşım adığı söylenir. Doğru İnan çlar bu şekilde b ir yere
bağlandıklarında bilgi haline gelirler ve sabit kalırlar. Platon'un an
latm ak İster göründüğü şey. bir p önermesinin niçin doğru olduğunu
bilmedikçe, söz konusu p önermesini bilmediğimiz, an cak yalnızca
doğrtı bir inanca sahip oldnğumıızdur; ve Menon'daki pasajda, bunla
ra bir de doğru inancın sabit olmayıp değişmeye uygun bir yapıda ol
duğu eklenir. Öyleyse, Comford ve Lee Devlet 506c'dekl pasaja ilişkin
çevirilerinde, Lee Platon'u "doğru ancak düşüncesiz bir sam "dan söz
eden biri olarak gösterdiği, ve Comford da doğru inançla ilgili bir ifa
deyi "aklın işe karışmadığı doğru bir inanç" olarak çevirdiği, ve do
layısıyla her ikisi de doğru bir inançta saçm a ve budalaca bir şeyler
bulunduğunu öneren çeviriler ortaya koydukları için, bir şekilde
yanıltıcı olm uşlardır. İnanç, söz konusu sözcüğün normal anlamı
içinde, inanç sahibi "anlayış"a sahip olmadıkça, yani inancının niçin
doğru olduğunu kavrayamadıkça, ona ilişkin olarak bir açıklam a geti
remedikçe, yalnızca bir inanç olarak kalır. Yine Iknanın inançlar
üzerindeki etkisi, bilginin, bir jürinin, bir konuya ilişkin olarak bilgiye
sahip olmamakla birlikte, yine de konu hakkında doğru bir inanç
oluşturm ak için doğrulukla ikna edilebileceği temeli üzerinde, doğru
inançtan ayırt edildiği Theaetetus 201'de ortaya konur. Bütün bunları
bir araya getirdiğimizde, Platon zihin halleri olarak bilgi ve inancın
birbirlerinden. (1) (şimdi üzerinde durduğumuz Devlet 477e'deki pa
sajda) bilginin yanlışa açık olmadığı yerde, inancın yanlışa açık ol
ması, ve (diğer yerlerde) (2) bilgi İknadan etkilenmezken, inancın ikna
tarafından yaratılm ası ve değiştirilm esi, ve (3) bilgi söz konusu
olduğunda bir önermenin niçin doğru olduğunu bilirken, inançta bir
inancın niçin doğru olduğunu bilmememiz bakım ından ayrıldığını
söylemektedir. Onunla uyuşmayacağımız kimi noktalar, hiç kuşkusuz,
söz konusu olabilir. Örneğin onun yaklaşımının fazlasıyla psikolojik
bir yaklaşım olduğu —kişi bilgiyi inançtan ayırmak isterse, onun farklı
zihinsel halleri birbirinden ayırmaya çalışm ak yerine, daha çok
"bilmek" ve "inanmak" fiilleri kullanılırken söz konusu olan m antıksal
farklılıkları düşünm esi gerekliği - söylenebilirdi. B ununla birlikte,
buradaki am açlarım ız dikkate alındığında. Platon'un dile getirdiği
noktalar makul şeylerdir, özellikle de Devlet teki pasajda ortaya ko
nan, ve bizim burada çok doğrudan bir biçimde ilgilendiğimiz nokta,
yani inancın y an lışa açık olabildiği yerde, bilginin yanlışı dışta
bırakması, ve bilgiyle inancın birbirlerinden bu şekilde ayınlması hu
susu, her ne kadar biz onu farklı bir,biçim de formüle etm ek istesek
bile, kabul etmemiz gereken bir husustur. Öyleyse buraya dek, Pla
ton'un bilgiyle inanç arasındaki ayrımı geliştirip ortaya koyuş biçi
mine ciddi bir biçimde karşı çıkmamız için bir neden yoktur.
54
aynm a geçtiğimizde, ciddi güçlükler, gem 1 anlamda felsefi önemi olan
gü çlükler ortaya çıkm aya başlar, övlevse onlar üzerinde biraz
ayrıntılı olarak durmak h er halükârda büvıik önem taşır. Bir başka
y erd e,1" Platon'un D evlet 477d 'd eki larklı yetilerin birbirlerinder
nesnelerindeki farklılığa göre ayırt edilmesi gerektiği biçimindeki il
kesini tartışırken, farklı yetilerin gerçekte aynı nesnelere sahip olabi
lir gibi göründüklerini, örneğin bir insanın daha önce ona ilişkin ola
rak yalnızra doğru bir inanca sahip olmuş olduğu bir şeyi ya da
nesneyi bilme durumuna gelebildiğini ya da yine Platon'un kendi dev
letinde aynı konuda, yani devletin yönetimi ve refahı konusunda yö
neticilerin bilgiye, buna karşın onların yardımcılarının doğru inanca
sahip olmalarından söz edilebildiğini söyledik. Bunun yanında bura
daki "nesne" sözcüğünün yanıltıcı bir basitlik izlenimi verdiğini de ka
bul elm iştik ve bunun hakkında daha fazlaca bir şeyler söylemenin
şimdi tam zamanıdır.
(1) "Bilm ek” sözcüğünü ele aldığımızda, sözcüğün iki şekilde kul
lanıldığını görüyoruz, (a) "Bilmek" fiilini dilbilgisi açısından fiilin do
laysız nesnesi olan bir isimle birlikte kullanabiliriz. "Bilmek" fiilini bu
şekilde kullanırken bir kişiyi, ya da bir şeyi ya da bir yeri bilmekten
söz edebiliriz —örneğin ben Jo n es'ıı. onun Sally Anne adlı yatını,
yatını demirlediği limanı bilirim. Burada b ilm ey i"... ile tanışık olma"
anlamında kullanıyoruz. Jon es'u sık sık gördüm ve onunla konuştum,
yatına binip onunla geziye çıklım. "Bilmek" sözcüğünün bu kullanımı
içinde, gündelik konuşmada şeyleri ya da nesneleri bilmekten anlamlı
bir biçim de söz edebiliriz. Belli ölçüler içinde çok ayrıntılı olarak
geliştirilen, bir şeyle doğrudan tanışıklık fikri birçok felsefi kuramda
önemli bir yer tutar ve ona "tanışıklık yoluyla bilgi" adı verilmiştir. B u
radaki amaçlarımız yönünden büyük önem taşıyan bir husus, "bilmek"
fiilinin şeyleri ya da nesneleri bilmekten söz edebilecek şeklide, onun
fiilin dilbilgisi açısından dolaysız nesnesi olan bir isim ya da zamirle
birlikte kullanılm asının, onun çok rastlan an bir kulanım biçimi
olduğudur, (b) Bilm ek fiilinin bununla birlikte, yine çok bilinen bir
başka kullanış biçimi daha vardır. Burada bir şeyi ya da bir nesneyi
bilmekten değil de. dilbilgisi açısından temel tümceye eklenen bir yan
tümceyi ya da cümleciği bilmekten söz ederiz: Örneğin, "Çin'in büyük
bir ülke olduğunu...", "kuğuların göçmen kuşlar olduklannı...", "ışığın sa
niyedeki hızının 186.000 feet olduğunu biliyorum" deriz. Bu durumda,
örneğin birinci örnekle Çin'de hiç bulunm am ış, onunla doğrudan
h içbir tanışıklığım olm am ış olabilir. A ncak coğrafya kitaplarını
okuyarak, haritalara bakarak Çin'in büyük bir ülke olduğunu bilirim.
Bu açık seçik olarak "bilmek" fiilinin çok önemli b ir kullanım
55
biçimidir, çönkü üzerinde düşündüğümüz zaman, sahip olduğumuzu
savladığımız bilgilerimizden büyük bir bölümünün, bir şeyin ya da bir
başkasının şöyle şöyle olduğunu bilmek şeklini aldığım görürüz. Fi
lozoflar "bilmek" fiilinin söz konusu kullanımı için de bir etiket bul
muşlardır —"tasvir yoluyla bilme". Yukarıda verilen Çin örneği bu eti
keti açıklam aya gerçekten de yardımcı olacaktır: Çin'le doğrudan
hiçbir tanışıklığım yoktur, ancak ona ilişkin tasvirleri okudum ve do
layısıyla onu tasvir yoluyla biliyorum. Şimdi burada (a)'nın tersine,
fiilden önce bir İsim ya da zamir değil de. bir yan cümlecik gelir. Bu du
rumda benim bildiğim, sözcüğün normal herhangi bir anlamı içinde
bir şey ya da nesne değildir; ben bunun yerine, bir şey ya da nesnenin
şöyle şöyle olduğunu biliyorum, öyleyse "bilmek" söz-cüğünün bu kul
lanımı içinde, "nesneleri bllmek"ten ya da "bilginin nesnelerinden söz
ederken çok d ikkatli olmalıyız. B u n a bir sü re so n ra yeniden
döneceğiz.
Bu arada (2) "inanmak" filinin bu bakımdan ne durumda olduğunu
görelim. Bize ilk bakışta çarpıcı gelen şey. "inanmak" fiilinin, "bilmek"
fiilinin yukarıda (a)'da olduğu gibi, onun dolaysız nesnesi olan bir isim
ya da zamirle birlikle kullanılm asına karşılık gelen bir kullanılış
biçimi olmadığıdır. "Jo n e s’a inanıyorum" gibi bir tümce bizi yanılt-
mamalıdır. Bu "Jones'u biliyorum ’a hiçbir biçimde benzemez. Birinci
sinde Jo n e s dilbilgisi açısından dolaysız nesne değildir ve "Jo n e s’a
inanıyorum ’la söylediğimiz şey gerçekte "Jo n es’un doğru söylediğine
inanıyorum"dur, ve "inanıyorum"un dilbilgisi yönünden nesnesi bir
yan cümleciktir. Gerçekten de, "inanmak” fiilinin, "bilmek" fiilinin yuk
arıda (a) daki kullanılış biçimine karşılık gelen bir kullanımı yok gibi
görünmektedir. İnandığımız zam an, inandığımız şey bir yan cüm
lecikle dile getirilir; bir başka deyişle "inanm ak" fiilinin kullanılış
biçim i bu bakım dan "bilmek" fiilinin yukarıda (b) deki kullanılış
biçimini izler. Şu halde, "inanç"m nesnelerinden söz etme durum un
daysak, "nesne" sözcüğünü, daha önce a tıf yaptığımız gibi, oldukça
dikkatli ve kuşkulu bir biçimde kullanıyor olmalıyız. Ancak bu konuyu
daha ayrıntılı bir biçimde incelemeden önce, dikkat etmemiz gereken
bir nokta daha vardır.
(3) Platon'un Devlet 477c'de bilgi ve inanç arasında yaptığı aynm
—inancın yanılabilir olduğu, yan lışlar yapabildiği yerde, bilginin
yanılmaz, yanlışsız olm asına— yeniden dönecek olursak, iki nokta
açık seçik olarak ortaya çıkar. (2) de, inanç söz konusu olduğunda, 1-
nandığımız şeyin bir yan cümlecik olduğunu, ve burada yanlışın yan
cüm lecik yanlış olduğu zaman ortaya çıktığını görm üşlük öyleyse,
yanlış burada yan cümleciğin doğruluk ya da yanlışlığıyla ilgilidir. Bil
gi söz konusu olduğunda, bilginin yanılmazlık, yanlışa düşmeme
özelliği de benzer bir biçimde, bilme savında bulunduğumuz ifade ya
56
da önermeyi dile getiren yan cümleciğin doğruluk ya da yanlışlığıyla
ilişkili olmalıdır —doğru bir bilgi savında yan cüm lecik her zaman
doğru olmalıdır. Bununla birlikte, bu "bilmek" (Ullnin yalnız tasvir yo
luyla bilgiden söz ettiğimiz, yukarıda (1) (b)'deki kullanılış biçiminde
ortaya çıkar ve bu bir kez daha "btlme"nln. bilginin ”nesneler"inden söz
ederken daha önce dikkatli olmayı önerdiğimiz, kullanımıdır. İkinci
olarak, bilginin yanlış olmaması ölçütü "bilme"nin yukarıda (1) (a)’da
yer alan kullanılış biçimine, yani tanışıklık yoluyla bilgiye pek uygun
değildir. T an ışık lık yoluyla bilgide bir şeyle ya tan ışm ış ya da
tanışm am ışsınızdır, ve her iki halde de doğruluk ya da yanlışlık söz
konusu olmaz. Bir kimsenin bazen daha önceden tanışm ış olduğu bir
şeyi daha sonra tanıyamamasından söz etm ek suretiyle yanlış için bir
yer aransaydı. bu tanışıklık yoluyla bilginin yanlış olabilmesine izin
vermek olacaktı. Bu durum doğruluk ve yanlışlığın haklı olarak
gündeme getirilebildiği (1) (b)'de oldukça farklıdır, çünkü (1) (b)'de
söylenmek istenen, bir ya da bir başka şeyin vakıa olduğunu bilme
savında bulunurken, kişi yan cümleciğin doğru olduğunu savlam ak
tadır, ve dolayısıyla bilgi bu biçimde yanlış olanağını dışta bırakır,
yanılmaz olur. Ancak bu bizi yine, şeylerin ya da nesnelerin bilgisine
karşıt olarak, yan cümleciğin bilgisine geri götürür.
57
bir şeyle tanışık olursam, tanışık olduğum şeyin gerçek olan bir şey
olması gerektiğini söylemek makul ve anlaşılır bir şeydir. Jo n es'u bi
liyorsam. yani onunla tanışıklığım varsa, benim bilmem için gerçek
bir kişi, yani Jo n e s var olmalıdır— onu görebilirim, onu işitebilirim ve
ona dokunabilirim . Benzer bir biçimde Jo n e s ’un yatını biliyorsam,
görebileceğim, dokunabileceğim ve güvertesine çıkabileceğim bir yat
var olmalıdır. Öyleyse, gerçek nesnelerden ya da şeylerden söz etmek
bu bağlamda anlaşılır bir şeydir -b ö y le gerçek nesneler var olm a
saydı, kendisiyle tanışılacak hiçbir şey varolmayacaktı. Durum b u
nunla birlikte, yukarıda (1) (b)'deki tasvir yoluyla bilme ve (2)'deki
inanç söz konusu olduğunda oldukça farklıdır. Daha önce de kabul
etm iş olduğumuz gibi, her iki halde de bildiğimiz ya da inandığımız
(şey) filanın şöyle şöyle olduğudur. Nesne sözcüğünü kullanacak ol
saydık, bu hallerde bildiğimiz ya da inandığımız "nesne" bir yan
cümlecik şeklinde olurdu. Bu durumda Platon'un "nesne"nin belli bir
gerçekliğe sahip olması gerektiğini, aksi takdirde her ne şekilde olur
sa olsun bilmemizin ya da inanmamızın kesinlikle olanaksız o la
cağını ortaya koyan argüm anını nasıl anlayacağız? Varsayalım ki
diğer odada bir sıra olduğuna ina-nıyorum. Platon'un argüm anının
ana hatlarını izlediğimizde, yan cümlecik inancımın nesnesi olacaktır.
S ıra ya da sandalye gibi ortak olarak nesne diye adlandırdığımız
şeylerin gerçekliği hakkında sorular sorabildiğimiz gibi, yan cümlecik
türünden b ir nesnenin gerçek liğiyle ilgili olarak soru sorm anın
yanlış olduğu açık görünür. "Diğer odada bir sıranın olduğu" yan
cüm leciğinin gerçek mi yoksa gerçekdışı mı yoksa yan gerçek mi
olduğunu sormak uygulaması olmayan bir soru sormaktır. Diğer oda
da bir sıra gerçekten olsa da olm asa da, inancım hala aynıdır.
Yalnızca, diğer odada bir sıra yoksa, inancım yanlıştır. Bu ikinci ne
denden dolayı, inancın nesnesiyle yan cümleciği kastettiğimizde, bir
inancın "nesnesinin", vakıa olduğuna inandığım şeyin bir anlamda
vakıa olmak zorunda olması anlamında bir tür gerçekliğe sahip ol
ması gerektiğini savunmanın olanaksız olduğu da açıktır: çünkü daha
önce (3)'de de görmüş olduğumuz gibi, bir şeyin vakıa olduğuna İn
andığım zaman, bundan inancımın doğruluğu ya da yanlışlığı ile ilgili
olarak hiçbir şey çıkmaz: İnandığım şey vakıa olabilir, ancak o vakıa
olmayabilir de. yani inancım yanlış olabilir. Bundan çıkartacağımız
sonuç, tanışıklık yoluyla bilgi sözkonusu olduğunda, nesnelerden ve
nesnelerin gerçekliğinden söz etmenin doğru ve yerinde olduğu yerde,
tasvir yoluyla bilm e ve inanç söz konusu olduğunda, bu şekilde
konuşma yanlış ya da en yüksek ölçüde yanıltıcı olur. Dahası burada
onunla ilgili olarak çok önemli bir sonuç daha ortaya çıkar: Platon
onu. bir yanda Formlar ve öte yanda duyusal tikeller olmak üzere iki
nesne sınıfını ve yine bir yanda tamamiyle gerçek ya da var olan
Formların gerçekliği ya da varoluşu, ve diğer yanda yan yarıya gerçek
olan, bir bölümüyle var olan bir bölümüyle var olmayan duyusal likel-
58
lerin gerçekliği ya da varoluşu olmak üzere. İki gerçeklik ya da varoluş
düzeyini birbirinden ayıran geniş kapsamlı bir metafiziği ortaya koy
arken kullanır.
59
farkındayım, onunla doğrudan doğruya tanışıklığım var demektir ve o
şey ya da nesne gerçek bir şey ya da gerçek bir nesne olm alıdır-orada
görmekte ya da dokunmakta olduğum bir şey olmalıdır. Şu halde bil
giyi ya da inancı tartışırken kendimize model olarak görme ya da do
kunmayı alırsak, tanışıklık yoluyla bilgide bu modelin bir koşutunu
bulmak, ve tasvir yoluyla bilginin ve inancın da bir şekilde bıı modele
uydurulabileceğini. ve nesnelerle bu nesnelerin gerçekliğinden ya da
gerçeklikten yoksun oluşundan söz etmenin burada da doğru ve ye
rinde olduğunu varsaymak doğaldır. Bununla birlikte, görme ya da do
kunmayla bilgi arasında kurulan analojinin inanç ve tasvir yoluyla
bilme söz konusu olduğunda büyük ölçüde yanıltıcı olabileceğini
göstermek için herhalde yeterince şey söylenmiştir. Şu halde, Pla-
ton'da söz konusu olan birtakım güçlükler onun bu analojiyi kabul et
meye dünden hazır olm uş olm asının bir sonucu olabilir. Onun
tanışıklık yoluyla bilgi ve bizim daha sonra adlandırdığımız biçimiyle,
tasvir yoluyla bilgi arasındaki farklılığı düşünürken, Plalon'un tam bir
açıklık içinde olmadığı kesinlikle doğrudur; biz. onun "inanç" olarak
çevirdiğimiz Y u nanca d o x a ismini kullanış biçiminde de aynı k a
rarsızlığın varolduğundan söz edilebileceğine bir başka yerde daha
işaret ettik.121 Burada o birçok kez inancı dışsal bir şeyin aracısız ola
rak farkında olma haline karşılık gelecek bir biçimde kullanır, oysa
başka birçok yerde, onunla bir ifade ya da önermeyle ilgili olan inancı
kasteder. (b)Platon'un bilgi kuramında kendi metafizikse! görüşleri ta
rafından etkilendiği de herhalde doğrudur--ya da Platon'un bilgi ku
ramıyla metafiziğinin birbirleri üzerine karşılıklı bir etki yaptığından
söz etm ek belki daha iyi olacaktır. O bildiğimiz, alışık olduğumuz
dünyanın, kendisini bize duyu-algısı aracılığıyla gösteren tikeller
dünyasının birçok bakımdan tatmin edici olmadığı, ve hep değişmez
olan bir başka dünyanın, bizim bildiğimiz dünyayı aşan, ve tikeller
dünyasından statü itibariyle çok üstün olan bir Formlar dünyasının
gerçekten var olduğu sonucuna ulaştı. Platon a göre, bizim bildiğimiz
duyular dünyası kısmî olarak gerçek iken, yalnızca Form lar dünyası
tam anlamıyla gerçekti. Platon'u iki dünyalı bir metafizik görüşüne
götüren nedenlerden biri, kesinlikle onun bilgi ve inanç arasındaki
farklılığın böyle bir görüşü gerektirdiğini düşünm üş olmasıdır. Bir
başka deyişle. D evlet V.kitapta yer alan, ve bizim burada bazılarını
incelediğimiz argümanların da gösterdiği gibi, eplstemolojik görüşleri
Platon'u iki dünyalı bir ontolojiye götürmüştür. Onu böyle bir görüşe
götüren, bazıları Ueriki sayfalarda açık hale gelecek, başka nedenler
de vardır. Belki de Platon iki dünyalı metafizik görüşünün doğru
olduğuna inandığı için, bilgi kuramıyla ilgili argüm anlarını m etafi
ziğine uydurmaya dünden hazırdı da denilebilirdi.
60
Bu tartışm ayı bir sonuca bağlamazdan önce, iki nokta üzerinde
daha durmamız gerekmektedir. (m ce, tanışıklık yoluyla bilgi ile tasvir
yoluyla bilgi arasındaki ayrım incelememizde okuyucuya oldukça ge
nel bir biçimde verilmiş, ve bu ayrımın felsefede sıkça kullanıldığına,
ve önemli bir yer işgal ettiğine işaret edilmişti. "Nesne"nin bizim aşina
olduğumuz normal sıradan anlamı içinde, onun bir yat ya da bir sıra
ya da bir sandalye gibi bir nesne anlam ına gelebildiği yerde, bir n es
neyi tanışıklık yoluyla bilmekten söz etsek de, tanışıklık yoluyla bil
menin çağdaş felsefedeki teknik anlamı içinde, bir sıra ya da sandalye
gibi bir nesneyle tanışık olabilmemizden söz edilemeyeceği belirtil
melidir. Çağdaş felsefedeki teknik anlamı içinde, bunun yerine bizim
yalnızca "duyu-verileri"ni tanışıklık yoluyla bilebileceğimizden söz
edilecektir; buna karşın bir sıra gibi fiziksel bir nesneye ilişkin bilgi
miz tasvir yoluyla bilgi olacaktır. Böyle bir uyan ya da notun ötesine
geçerek, konuyu burada ayrıntılı bir biçimde incelememizin olanaksız
olduğu a çık tır. T an ışık lık yoluyla bilgi İle tasvir yoluyla bilgi
arasındaki aynm ın nasıl yapıldığını ve nasıl kullanıldığını en iyi bir
biçimde herhalde Bertrand Russell'm Felsefenin Problem leri adlı
kitabının beşinci bölümünde görebiliriz. İkinci notumuz Platon'un
bizzat kendisiyle ilgilidir ve üzerinde durm ak istediğimiz nokta zaten
yeterince açık olduğu için ondan söz etmeye belki hiç gerek yoktur.
Daha önce, tanışıklık yoluyla bilgi söz konusu olduğunda, tıpkı bir
şeye, örneğin bir sıraya dokunduğumuz zaman, kendisine dokunula
cak bir nesnenin var olmak zorunda olmasında olduğu gibi, kendisiyle
tanışılacak gerçek bir nesnenin var olması gerektiğine inanm anın.
Platon'un da söylediği gibi, makul olduğunu belirtmiştik. Bununla bir
likte. Platon bilginin gerçek olanın bilgisi olduğunu söylediği zaman.
"gerçek"le. biz sıralan ya da sandalyeleri gerçek diye nitelediğimiz za
man, kastettiğimiz şeyden farklı bir şeyi anlam ak İster. O tikel bir du
yusal nesne olarak m asanın yalnızca yan yanya gerçek olduğunu
söyleyecekti. Ve Platon aynı zamanda m asaya ilişkin bilginin hiçbir
zaman söz konusu olamayacağını, m asa hakkında yalnızca İnanca
sahip olabileceğim izi dile getirecekti. Y alnızca Form lann bilgisi
vardır ve yalnızca Formlar bütünüyle gerçektirler.
(3)-A.g.y.. 7.Bölûm.
61
Platon'un Form lar kuram ı hakkında uzun yıllardan beri çok şey
yazılm ıştır; an ca k kuram ın herhangi bir kim se tarafından dar bir
çerçeve İçinde sunuluş şekil şöyle ya da böyle keyfi olmak durumun
dadır. Bizim burada yapacağımız şey, bir İki ön değerlendirmeden
sonra, başta D evlet'ten olmak üzere, Devlet'ten önce yazılmış olduk
ları bugün artık herkesçe kabul edilen diğer diyaloglardan. Formlar
kuramının Platon felsefesinde oynadığı çeşitli rollerden bazılarıyla il
gili olarak Örnekler toplamak, ve bıına daha sonra birkaç kısa yorum
eklemek olacaktır.
62
sun. bizim kendisini kavrayabileceğimiz, ve düşüncelerim izden ol
dukça bağımsız bir biçimde her ne ise o olan gerçek ve değişmeyen bir
Güzellik vardır. İngilizce "idea" sözcüğünü Platon'un tdealar kuramıyla
bağlantılı olarak kullanmaya devam edeceksek, sözcüğün söz konusu
etkileri ortad an kaldırılm alı ve onun bilinen, alışık olduğumuz
çağrışım ları unutulm alıdır. Bunu yapm ak pek kolay olmadığı için,
"idea"(düşünce.ide) çevirisi kötü ve sakıncalı bir çeviri olmuştur, diye
biliriz. G erçekten de, Platon'u bu bağlam larda Yunanca eidos ya da
idea sözcüklerini seçmeye götüren gerçek nedenler çokça tartışılm ış
olmakla birlikte, eidos ve idea sözcüklerinim kendileri başlangıçta
''gözle görülebilir şekil” ya da "biçim" ya da daha geniş bir anlam içinde,
"doğa", "öz” ve daha sonra da ("hastalık formları ya da tipleri" ifadesinde
olduğu gibi) "form", "tip" anlam ına geliyordu. İngilizce "form" sözcüğü
Y u nanca sözcüklerin anlam ına daha yakındır ve o aynı zam anda
"idea" sözcüğünün yanıltıcı çağrışım larına sahip değildir. Bu neden
lerden dolayı şimdiye dek kullanm ış olduğumuz terminolojiyi koru
mayı ve Platon’un kuramına Formlar kuramı olarak referansta bulun
mayı öneriyoruz.
63
(I) Bilginin n esn eleri olarak F o rm lar. Bu Form ların D ev let
V.kilabm sonunda açık hale gelen bir İşlevidir. Bilgi ve inanç, birinci
sinin yanılm az olm ası, buna karşın İkincisinin yanlış olabilm esi
bakımından farklı güç ya da yetilerdir. Öyleyse, onlann nesneleri de
farklıdır, ve bilginin nesneleri, hemen aşağıda göreceğimiz gibi. Form
lardır.
(II) G erçek olan varlık lar olarak F orm lar. Platon için Form
ların gerçekliği onların bilginin nesneleri olmalarından çıkar, ve biz
yine bunu da. bir insan (bir şey) bilirse, onun bildiği bir şeyin var ol
ması, ve söz konusu "bir şey' in gerçek olması gerektiğinin savunul
duğu Devlet V.Kitaptan, 476e-477a'd an biliyoruz. Devlet V.Kitapta
Plaion'un görünüşleri ya da sesleri sevenlerin gördüğü ya da işittiği ya
da dokunduğu birçok duyusal tikelin, birçok güzel şeyin tam an
lamıyla gerçek olmadığını savunduğunu da görmüştük: Duyusal tikel
ler. Platona göre, yalnızca yan yanya gerçektirler ve tamamiyle gerçek
olanla(Formlar) gerçeklikten tümüyle yoksun olanın arasında tam or
tada bir yerde bulunurlar. Onlar herşeyin gerisinde yatan gerçekliğin
görünüşleri olup bilginin değil, inancın nesneleridirler.
(III) İdeal stan d ard lar olarak Form lar. Bununla da Devlet in V.
kitabını tartışırken karşılaştık, çünkü tikellerin yalnızca yarı yarıya
g erçek old ukların ı gösteren argüm anı in çelerken,t5l Plaion'un
düşündüğü şeyin muhtem elen, kendilerine tikellerin yalnızca yak
laştıkları ideal yetkinlik standardlan olarak Formlar fikri olduğunu
önerm iştik. Daha önce de söylemiş olduğumuz gibi. Form ların bu
yönünü görmek için en iyi yer Phaidon 74-75'tir. Formların bu yönü
orada öğrenmenin anım sam a olduğunu, bu dünyaya gelmezden önce
Formların bilgisine sahip olduğumuzu, doğuşta bu bilgiyi yitirdiğimizi,
duyusal dünyaya ilişkin deneyimizin bize yitirdiğimiz bu bilgiyi
anım sattığını, öyle ki duyusal dünyaya ilişkin deneyimizi Standard
yetkin Form lara göre yargıladığımızı ortaya koyan öğretiye bağlanır.
Phaidon 75b'den yapılacak bir alıntı Formların bu rolünü çok güzel
özetler: "Onların, her ne kadar aşağı olsalar da, ona benzemek için e l
lerinden gelen herşeyi yaptıkları temeli üzerinde, duyulara eşit
görünen şeyleri söz konusu standarda göre yargılamak ve sınıflamak
durum undaysak. Eşitin kendisinin doğasının ^ilgisini. görmeye ve
işitmeye ve diğer duyularımızı kullam aya başlam azdan önce k a
zanmış olmamız gerekir." Ve Platon bundan hemen biraz sonra 75c-
d'de. aynı şeyin Güzelin kendisi. İyinin kendisi için de, ve genel olarak
Formların tümü için geçerli olduğunu açık hale getirir. Anımsama
öğretisi kendi içinde, Platon un a priori bilgiyi açıklam a girişiminde
(5)-Ukz., A.g.y.
64
ilginç bir halka oluşturur. Bununla birlikle, buradaki amaçlarımız göz
önünde tutulduğunda. Phaidon'un özelikle bu bölümünde kaydetme
miz gereken şey Form ların ölçütler ya da standardlar olarak nasıl
işlev gördüğü. Adaletin kendisinin (Adalet Formunun) nasıl adaletin,
kendisine göre adtl eylemlerimizin ku sur ve eksiklerini ölçtüğümüz
yetkin örneği olduğudur. Adil eylemlerimiz yetkin adalete benzemek
için herşeyi yaparlar, ancak yetkin adalet karşısında eksik kalır, lam
anlamıyla adil olamazlar.
65
"Onun konuyu şimdi benim yaptığım gibi araştırdığını varsay: Her
seferinde tikellere ulaşıyoruz, an cak benim istediğim bu değildir:
öyleyse bana onları ortak bir adla (bir cins isimle) çağırdığına, birbir
lerine karşıt oldukları zaman bile, onların hepsinin birden şekiller ol
duklarını söylediğine göre, şekil olarak gösterdiğin söz konusu ortak
doğanın —daireyi olduğu kadar doğruyu da İçeren ve diğerinden daha
fazla biri olmayan bu ortak doğanın— ne olduğunu söyle." Bütün bu
pasajlar dikkate alındığında. Formların, şeylerin, dünyada öbekler ya
da türler olarak varoldukları, ömeğin arılann, bazılarının daha büyük
bazılarının daha küçük, v.b.g., olmaları bakımından, birbirlerinden b i
reysel olarak farklılık gösterseler bile, yine de hepsi birden arılar ola
cak şekilde bir öbek oluşturdukları olgusunu açıklam ak İçin kul
lanıldıkları kolayca görülecekllr. Ya da yine bir başka örnek seçecek
olusak, sandalyelerin meydana gettrdiği bir tikeller öbeği vardır: onlar
da yine, birbirlerinden çeşitli şekillerde farklılık gösterseler de, ortak
bir sandalyeler öbeği oluştururlar. Platon sözünü ettiğimiz bütün bu
tikel hallerde, öbek içindeki bireysel örneklerin (arılann, sandalyele
rin) hepsinde mevcut olan tek bir karakteristik, yani bir Form
(ömeğin. Arılık, Sandalyelik Formu) var olduğu için, bir öbek ya da
türün söz konusu olabildiğini önerm ektedir. B ir b a şk a deyişle,
seçtiğimiz bu örneklerin her ikisinde de çok üzerinde bir bir vardır.
Platon aynı zamanda bizim genel terimleri, ya da onun adlandırdığı
biçimiyle "cins isimleri", bundan, bu olgudan dolayı kullanabildiğimizi
söylemekledir. B ir b aşka deyişle, ömeğin arı bir tikel arının adı ol
mayıp, o genel olarak öbek içinde yer alan tikellerden herhangi biri
için kullanılır, öyle ki. şunun bir arı, bunun bir arı olduğunu, v.b.g.,
söyleyebiliriz. 'Tüm el" terimi felsefede, bir tikeller öbeğine ortak olan
şey ya da yine dil söz konusu olduğunda genel bir terimin kendisinin'
adı olan şey için kullanılm aktadır. Bizim de bu paragrafın başında
"tümel" terimini kullanmamızın nedeni budur.
(V) "Nedenler" olarak Form lar. Formların bu işlevi en iyi Phal-
don lOOc-d'de görülebilir. Sokrates burada şunları söylemektedir: "Bu
daha derinlikli diğer 'nedenler'den bundan böyle bir şeyler öğrenmem
olanaksızdır, çünkü bunlar benim kafamı büsbütün bulandırıyorlar.
Şimdi ben. bana herhangi bir şeyin, parlak bir renge ya da özel bir
şekle ya da bu türden b ir şeye sahip olduğu için, güzel olduğu
söylenirse, hepsi de kafamı karıştırdığı için, tüm diğer 'nedenler'! bir
kıyıya bırakıyor, ve safça ve basit ve belki de İlkel bir biçimde, onu
güzel yapan tek şeyin 'Güzel'in(Güzellik Formunun) ondaki mevcudiye
ti ya da onun G üzelden pay alm ası olduğu ilkesine yapışıyorum.
Şimdilik güzel şeylerle Güzelin kendisi arasında söz konusu olabile
cek özel bir ilişki üzerinde değil de, bütün güzel şeylerin yalnızca
Güzelin kendisinden dolayı güzel oldukları üzerinde ısrar ediyorum."
(Bluck çevirisi). Buradan da anlaşılacağı gibi. Form lar birer "n e
66
den"dlrler. Bununla birlikte, Platon'un burada kullandığı aitia söz
cüğünün —belki bizim "neden" sözcüğümüzden bile daha tehlikeli olan
— tuzaklarla dolu bir sözcük olduğunu görmek önemlidir. Aitia söz
cüğünü ku şatan güçlüklerin ayrıntısına hiç girmeksizin, "neden"
sözcüğüyle burada gerek koşul türünden bir şeyin kastedildiğini, bu
radaki amaçlarımızı gözetmeyi sürdürerek, söyleyebiliriz.
(a) İlk olarak, bizim listemizden Formlar kuramının bir ontoloji ku
ram ı, yani varlık ya da varoluşla ilgili olan b ir kuram olduğunu
görebiliriz. Bu yukarıdaki (II). (111) ve (V)'ten açıktır ve (lV]'te de
içerilmektedir. Ontolojik boyutları içinde. Form lar kuramının dile ge
tirdiği şey, koşullardaki değişmelerden etkilenm eyen, ve gerçekliği
oluşturan bir kalıcı, sürekli, değişmez ve yetkin varlıklar dünyasının
var olduğudur. "Gerçek" ya da Platon'un zaman zaman söylediği gibi,
"tümüyle gerçek" olan, ya da "gerçekten varolan" bu varlıklar, yani
Formlardır. Öte yandan, normal, gündelik, duyusal dünya tümüyle
gerçek değildir: O yalnızca yarı yarıya gerçektir. Duyusal dünya,
gerçeklik dünyasına, yani Formlar dünyasına karşıt olarak, görünüş
dünyasıdır; buna ek olarak, o sahip olduğu türden bir gerçekliği Form
lara borçludur. Form lar kuramı, öyleyse, bize insan varlıklarından ve
insanların zihinlerinden bağımsız olarak neyin var olduğu konusunda
doğru bir şey söylüyor olma savında olan metafiziksel bir kuramdır.
D evlet ten sonra yazılmış bir diyalogda. P arm enides'te yer alan bir
ifadeyi kullanacak olursak. Formlar "şeylerin doğasında yerleşik olan
modellerdir" (132d), bir başka deyişle onlar evrenin sürekli ve kalıcı
möblesine karşılık gelirler. Formlar kuramının bu ontolojik boyutun
da birçok güçlükler söz konusudur, an cak burada tedbiri elden
bırakmam akta yarar vardır. Kuram sıradan, gündelik nesnelerimizin,
örneğin üzerinde oturm akta olduğum şu sandalyenin "gerçek" ya da
"gerçekten gerçek” olmadığını, an cak bir anlam da yalnızca görünüş
olduğunu öne sürer. Felsefi düşünmeyen bazı okuyucular üzerinde
67
oturdukları sandalyelerden, caddede yürürken gördükleri evlerden
tam gerçekliği esirgeyen bir kuramı hemen reddetme eğiliminde olabi
lirler. Şİmdi Platon söylediklerinde pekâla yanılm ış olabilir, an cak
onun görüşü bu şekilde hem encecik reddedllebilecek b ir kuram
değildir. Herşeyden önce, Platon'dan b aşk a daha b irçok filozof
gündelik dünyanın bir görünüşler dünyası olduğunu savunmuş, ve onu
görünüşlerin ötesindeki b ir gerçeklikle karşı karşıya getirmiştir; fel
sefî düşünmeyen okuyucumuz bu belirlemeden de etkilenmezse, ona,
bir sanrıya özgü düşsel bir sandalyeye karşıt olarak, üzerinde otur
makta olduğu sandalyeyi niçin gerçek bir sandalye olarak nitelediği
sorulmalıdır. O "gerçek" sözcüğünün gerçekten de birçok tuzakla dolu
olan bir sözcük olduğunu görecektir, üzerinde oturm akta olduğu san
dalyeye, sanrıya ya da rüyaya özgü olan düşsel sandalyeye karşıt ola
rak. gerçek bir sandalye derken, onun, kendi içlerinde formüle etmesi
oldukça güç olan, ve "gerçek" sandalyenin yerine getirdiğini düşündüğü
birtakım ölçütleri kullandığı söylenebilirdi. Dahası, "gerçek" sözcüğü,
buna ek olarak salık verme, ya da terrih yapmaya zorlama gücüne sa
hip bir sözcük gibi görünün Okuyucumuz, nesne bu ölçütleri yerine ge
tirdiği için, onu gerçek diye niteleyerek, tercihi için bir kıyıya ayırır.
(Bunu, "gerçek" sözcüğünün, örneğin İngiltere'de "gerçek" bir demok
rasinin varolup olmadığıyla ilgili olan bir argümandaki kullanılışıyla
karşılaştırınız.) Şimdi bir filozof ya, bizim "gerçek" sözcüğünü kul
lanırken normalde uyguladığımız ölçütlerin dakiklikten ve kesinlikten
fazlasıyla yoksun olduğunu, ya da duyusal nesnelerin dikkatli btr
biçimde incelendikleri zaman varolan ölçütlerimizi bile tam olarak
yerine getiremediklerini dile getirebilir ya da bu alternatiflerden ikisi
ni birden öne sürülebilir. B ir başka deyişle, o bir ya da bir başka
şekilde "gerçek" sözcüğünü kullanış biçimimizi değiştirmek isleyebilir,
öyle ki gündelik duyusal nesneler artık daha fazla "gerçek" ya da
"(ümüyle gerçek" nesneler olarak görülmezler. Duyusal dünyanın bir
görünüşler dünyası, yan yanya gerçek olan bir dünya olduğu yerde,
yalnızca Form ların tümüyle gerçek oldııklannı söylerken Platon'un
yaptığı da işte tam tamına budur. Daha önce de söylediğimiz gibi, bu
yanlış bir hareket olmuş olabilir. Kuramın gerisindeki argüm anlar
sağlam olmayabilir ve o normalin üzerinde bir kanşıklığa yol açm ış
olabilir. Ancak söylemek islediğimiz şey. onun yalnızca gündelik
dünyamızı gerçeklikten yoksun bıraktığı için, hemen bir çırpıda red
dedilemeyeceğidir.
(b) ikinci olarak. Form lar kuram ı Platon'un ah lak ile ilgili
görüşlerinde belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Burada Form ların
listemizde yer alan beş işlevinden hepsi de İçerilir, an cak herhalde
üçüncüsünün (ideal standardlar olarak Formlar) özel bir uygunluğu
68
vardır. Atina'nın l.ö . 5.yüzyılda karşı karşıya kaldığı birçok ahlaksal
problem vardı.16* Bu gerçekte geleneksel ahlakın çokça sorgulandığı,
ahlaksal standardlann salt uylaşımla İlgili bir konu oldukları, önemli
ölçüde geçerlilik kazanmış, m utlak hiçbir doğru ya da yanlışın varol
madığı fikrinin gündemde başat bir konuma yükseldiği bir çağdır. Bu
Platon'un şiddetle karşı çıktığı bir anlayıştı, ve Formlar kuramı, ahlak
sal boyutu içinde, m utlak ahlaksal standardlann varlığını açıklam a
girişiminden başka bir şey değildir. Kuram ahlaksal olmayan karakte
ristikler kadar, ahlaksal karakteristiklerin (iyiliğin, adaletin, v.b.g.,) de
Formlarının var olduğunu öne sürer. Eşitlik gibi matematiksel Form
lar da D evlet'ten daha önce yazılmış ilk dönem diyaloglannm bazı
larında ön plana çıkm ış olsalar da, başlangıçta. Sokrales'in etkisi
altında ahlaksal karakteristiklerin Form larının Platon'u en çok ilgi
lendiren Form lar olm uş olm ası h er durum da çok olasılı görün
mekledir. Ahlaksal niteliklerin Form larının var olduğu teslim edil
diğinde. Form ların yerine getirdikleri işlevlerle ilgili listemize baktı
ğımız zaman, Platon'un kuram ını nasıl değerlere ilişkin göreci her
hangi bir görüşe bir yanıt getiren bir kuram olarak değerlendirdiğini
kolayca görebiliriz. Örneğin, listemizde Form lar yine ahlaksal doğru
lara ilişkin bilgimiz söz konusu olduğunda, nesneler olarak işlev
görürler(l); onlar gerçektirler, onlara İlişkin düşüncelerimizden b a
ğımsız olarak her ne ise odurlar(ll); ve onlar, yetkin olmayan tikel ey
lemlerin kendilerine yalnızca yaklaştıkları yetkin ahlaksal modeller-
dlr(Ill). Demek ki, ömeğin Adalet Formu, insanların ya da İnsanlardan
bazılarının onu bilme durumuna gelebildikleri kabul edildiğinde, bi
zim bilebileceğimiz yetkin ve değişmez bir model ya da standarddır, ve
adil eylem de uylaşım la ilgili bir konu olmayıp, diğer Form lar gibi
şeylerin doğasının bir parçası olan ideal Adalet standardına uymayla
tlgili bir sorundur. Buradan Platon’un ahlak kuramının onun episte
moloji ve metafiziğine ayrılmaz bir biçimde kenetlendiği kolayca
görülebilir: onun ahlakı kesinlikle metafiziksel bir temeli olan bir ah
laktır. Platon'un D evlet'teki siyaset kuramının da onun epistemoloji
ve metafiziğiyle ne kadar yakından ilişkili olduğu kolayca görülebilir.
Platon için m utlak kesin bilgi, başka alanlarda olduğu gibi, ahlakta da
olanaklıdır. D aha sonra göreceğimiz gibi, m utlak kesin bilgi ona
ulaşmak İçin özel yeteneği olan insanlara gerek duyar, ve özel yeteneği
olan bu insanlar bile m utlak anlamda kesin bir bilgiye uzun ve zah
metli bir eğitimden sonra ulaşabilirler. Bununla birlikte, onlar, böyle
bir bilgiye ulaştıkları zaman m utlak doğruluğa(hakikate) ulaşm ış
lardır: A hlaksal-siyasal alanda, onlar iyi yaşam ın neden meydana
geldiğini tam ve eksiksiz olarak bilirler. Platon'a göre, devleti yönetme
işine uygun olanlar yalnızca onlardır, ve m utlak kesin bilgiye sahip
69
olan birkaç kişinin, onların yaşam larım onlar için yönlen-dirmeleri
y u rtta şla r k ü tlesin in a ç ık ç a yararın ad ır. D ü şü n cesin in farklı
yönlerinin bu şekilde içiçe kenetlenmesi Platon un siyaset kuramını
oldukça önemli bir kuram haline getirir. Onun siyaset kuram ını itici
bir kuram olarak görürsek, onu anti-dem okratik eğilimlerin ürünü
olan bir kuram olarak bir kıyıya atm ak yeterli değildir. Kuramın yanlış
olduğunu düşünürsek, neden dolayı yanlış olduğunu göstermeliyiz; ve
lam tamına siyaset kuramı. Plalon'un düşüncesinde, onun ahlaksal
epfslemolojik ve metafizikse! görüşleriyle çok yakından ilişkili olduğu
için, onun siyaset kuramını eleştirirken. Platon un ahlaksal, episte-
molojik ve metafiziksel görüşlerini de incelemeli ve değerlendirme
liyiz. Buna eklememiz gereken bir başka husus daha vardır. Bu nokta
onun düşüncesinde ortaya çıkan, bizim D ev let'in Vl. ve Vll. kita
plarını incelerken!7) saptayacağımız bir gelişmeyle ilgilidir; D evlet'in
sözü edilen kitaplarında, Plalon’un en yüksek Form olarak İyi Formu
na özel bir statü verilir, ve Platon Formların gerçekliği fikrinin(bu tüm
Form lar için söz konusudur) onların iyiliği fikrinden ayrılam aya
cağını. ya da daha gösterişli terimler kullanacak olursak, gerçeklik ve
değerin birleştiğini söyler.
(c) Üçüncü olarak Form lar kuramı epistem olojik konularla, bi
başka deyişle bilginin doğasıyla İlgili sorularla, bilginin diğer biliş
tiplerinden ayrılışıyla ve çeşitli bilişi (malûmat) tiplerinin nesnele
riyle çok yakından ilgilidir. D evlet in Vl ve Vll. kitaplarında çok önem
kazandığı için, bu konu üzerinde (a) ve (b)'de söylediklerimizden daha
fazla bir şeyler söylemek yararlı olabilecektir, ve burada bizim zihni
mizde özellikle Formların yukarıda verdiğimiz listemizde, (l)'de (bilgi
nin nesneleri olarak Formlar) ve (İVİ'deki (tümeller olarak Formlar)
işlevleri olacaktır. İşe önce (l)'le başlayalım . Platon bilgi ve inanç
arasın d a çok tem elli bir farklılık bulunduğundan em indir. Bilgi
yanılmazdır. bilgi yanlış olamaz. Bilinen her zaman doğru kalır. Öte
yandan inanç her zaman yanlışa açık olup değişmeye tabidir. Platon
bundan başka, uygun eğitim verildiğinde, filozofun yanılmaz olan bu
bilgiye ulaşabileceğine, her zaman doğru kalan doğrulara varabi
leceğine inanır. Buradan şimdi yukanda tartışdığımız "nesne" terimini
kullanacak olursak, betimlendiği biçimiyle bilginin varoluşu onay
landığında. bilginin uygun nesnelere sahip olması gerektiği,nasıl ki
bilginin kendisi sab it ve değişmez ise, nesnelerinin de sab it ve
değişmez olmak durumunda olduğu sonucu çıkar. Platon aynı zaman
da duyusal dünyanın tikellerinin bu gereği yerine getiremediklerine
inanır, ki biz bu hususla ilgili olarak D evlet V. kitapta yer alan
argümanlardan bazılarını daha önce incelemiştik. Onlar, şimdi bu, bi-
70
razdan şu olacak şekilde, sürekli bir değişme hali içindedirler, yetkin
likten yoksundurlar ve bilginin nesneleri olmak durumundaysalar, ge
rekli olan sabitlik ve süreklilikten hiçbirine sahip değildirler. Ancak
bilgi varolur ve Platon'un bilginin varolduğundan yana hiçbir kuşkusu
yoktur. Buradan bilginin uygun nesnelerinin, yani Platon'un Formlar
adını verdiği sabit ve sürekli ve değişmez olan nesnelerinin varolması
gerektiği sonucu çıkar. Formlarla ilgili bu argüman Devlet V. kitapta
örtük olarak vardır. O Timaeus 51d'de açık seçik bir biçimde ve belir
tik olarak ortaya konur. (Timaeus genellikle son dönemde yer alan
diyaloglardan biri olarak görülmüştür, ancak o Devlet 'in çevresinde
yer alan diyaloglar öbeğinin doruk noktası olarak da görülebilir. Bkz.,
G.E.L. Owen. Clasical Quarterly, N. S .. cilt :III). "Benim kendi yargım
şudur: Bilgi ve doğru inanç iki farklı türden şeylerse, kendilerini
algılayamadığımız, ancak yalnızca düşünebildiğimiz Formlar kendile
rinde kesinlikle varolurlar; an cak bazılarının inandığı gibi, doğru
in an ç bilgiden h içb ir biçim de farklı değilse, bedensel duyular
aracılığıyla algıladığımız herşey en kesin gerçeklik olarak alınmalıdır.
Şimdi onların iki farklı türden şeyler olduklarını öne sürmeliyiz, çünkü
onlar köken olarak farklıdırlar ve doğaları itibariyle birbirlerine
benzemezler" (Cornford çevirisi). Platon demek ki. bilginin varo
luşunun, yalnızca Form lar bilgiye bilgi için uygun olan nesneleri
sağladığından. Formların var olmalarını gerekli kıldığına inanır. Bu
bilginin "nesneleri" fikrinden kaynaklanan güçlükleri daha önce, bu
denemenin ilk bölümünde tartışm ıştık. Bununla birlikte, Platon’un,
Formların bilginin nesneleri rolünü yerine getirmelerini önerdiği za
man, gerçek ve ciddî bir felsefi problemi yanıtlamaya kalkıştığına dik
kat etm ek önemlidir. Bizim doğru, ya da daha iyi bir deyişle zorunlu
olarak doğru önerm eler diye görmeye eğilimli olduğumuz bazı
önermeler vardır, örneğin, Öklid geometrisinde eşil tabanlar üzerinde
ve paralel doğrular arasınd aki üçgenlerin alan bakım ından eşit
olduğunu, ve bunun her zaman geçerli olduğunu biliyoruz. Bunun bir
tikel örnekte, ya da hatta birçok örneği İnceledikten ve karşıt hiçbir
örnek bulam adıktan sonra, doğru olduğunu saptam ış değiliz. Daha
çok bunun her ne türden olursa olsun tüm üçgenler için doğru
olduğunu biliriz. Eşit tabanlar üzerinde ve paralel doğrular arasındaki
üçgenler alan bakımından eşit olmak zorundadırlar, ve görebildiğimiz
ya da dokunabildiğimiz diyagramlar ya da modeller şeklindeki hiçbir
tikel örnek bunu asla yanlışlayamaz. Bunu "Jet motorları gürültü
lüdür" gibi bir önermeyle karşılaştırınız. Bu önerme bizim deneyimiz
de şimdiye dek pekâla doğru olmuş olabilir. Ancak bu açıkça deneyle
ilgili bir konu olm uştur ve bundan sonra gürültülü olmayan bir je t
moturuyla karşılaşabilmemiz olasılığı her zaman söz konusudur. J e t
motorlarını bütünüyle sessiz hale getirecek bir buluş pekâla y a
pılabilir. İki önermemiz, üçgen örneği ile Jet motoru örneği arasındaki
farklılık yine onları nasıl doğrulayacağımız üzerinde düşünmek su re
71
tiyle de ortaya konabilir. "Je t motorlar gürültülüdür" önermesi söz ko
nusu olduğunda, deney bu iş için açıkça çok uygundur. Bu önermenin
doğruluğu için havaalanına gitmek, ve jetleri dinlemek uygun olacaktır
ve bu havaalanındakl tüm jetler gürültülü olsa bile, oradaki jetlerin de
gürültülü olup olmadıklarını kontrol etmek İçin, başka havaalanlarına
gitmenin iyi olacağını önermek, her ne olursa olsun bir noktaya dek
makul gelecektir. A ncak üçgen örneğimiz söz konusu olduğunda,
üçgenlerin eşitliğiyle ilgili önermenin bu tikel durumda ve şu tikel du
rumda doğru olsa bile, hiçbir zaman yanlış olmadığından emin olmak
için daha birçok örneği gözden geçirmenin herşeye karşın akıllıca bir
iş olduğu düşüncesinde bütünüyle saçm a ve yanlış olan bir şey vardır,
öklid geometrisine ilişkin olarak belli bir bilgimiz olmak koşuluyla,
bu önerm enin tüm durum lar için daim a doğru olmak zorunda ol
duğunu biliriz. O zorunlu bir önermedir ve hiçbir zaman yanlış olamaz,
oysa je t motorlarıyla ilgili önerme, şimdiye dek karşılaşm ış oldu
ğumuz lüm örnekler için doğru olabilmiş olmakla birlikte, ilke olarak
yanlışlanabilir olan bir önermedir. Zorunlu bir önerme olan üçgenle
ilgili önerme türüne karşıt olarak, je t motorlarıyla ilgili önerme türünü
olumsal bir önerme diye adlandırm ak uygundur: O şimdiye dek bu
biçimde olm uştur an cak farklı da olabilirdi. Zorunlu önermeler aynı
zam anda sık sık a priori önerm eler, yani hiçbir deneyin onları
yanlışlayam ayacağı, ve bu anlam da duyu-deneyinden "önce" gelen
önermeler olarak adlandırılırlar; onlan bilirken söz konusu olan bilgi
de a priori bilgi olarak sınıflanır, ö te yandan, onların doğruluk ya da
yanlışlıklarının duyu-deneyine bağlı olduğu ve böylelikle onların
duyu-deneyinden "sonra" geldikleri anlamında, olum sal önermeler
çoğu zaman a p osteriori önerm eler olarak adlandırılırlar. Zorunlu
önermelerin, ya da istersek, a priori bilginin nasıl açıklanacağı, fiia-
zoflann zihinlerini çok uzun bir süreden beri meşgul etmiş, ve halâ da
etmekte olan felsefi bir problemdir. Buradaki am açlanm ız açısından
kaydetmek durumunda olduğumuz nokta. Formlar kuramının zorunlu
önermeleri ya da a priori bilgiyi açıklam a girişiminden başka bir şey
olmadığıdır. Biraz önce yukarıda Platon'un form lar kuramıyla önemli
bir problemi yanıtlam aya kalkıştığını söylememizin nedeni işte bu-
dur. Platon'un söylediği şey, zorunlu önermeleri açıklam ak durumun
daysak, duyusal dünyanın üstüne bakmamız gerektiğidir. Duyusal
şeyler değişmeye maruz kalırlar--bu tikel nesne için şimdi doğru olan
yarın ya da h atta biraz sonra doğru olmayabilir, onların sahip olur
göründükleri özellikler değişik koşullara tabi olurlar, örneğin renk
ışığın yoğunluğuna, gözlemleyen kişinin gözüne, nesnenin şekline, bi
zim uzaklığımıza, v.b.g., bağlıdır onlar birçok yönden tamlıktan ve yet
kinlikten yoksundurlar— tahtaya çizdiğimiz üçgen matematikçinin bir
üçgenle kastettiği şeyin yalnızca yetkin olmayan bir benzeri ya da
reprezantasyonudur, ve hiçbir zaman yetkin üçgen olamaz. Platon ti
keller hakkında her zaman geçerli olacak kesin bir önerme kurmanın
72
olanaksız olduğunu düşünm ektedir; gerçekten de zorunlu(zarurî)
önermeler duyusal dünyayla İlgili olamazlar. Zorunlu önermeler kur
duğumuz zaman, düşünmekte olduğumuz nesneler duyusal dünyanın
nesnelerinden farklı olmalıdır; O nlar kalıcı, sürekli ve değişmez ol
malı, İnsanlar tarafından kavranma koşullarından bağımsız olan s a
bit b ir doğayı m uhafaza etm eli ve yetkin olm alıdırlar. Zorunlu
doğruları ve a priori bilgiyi, an cak böyle nesnelerin varoldukları ka
bul edilirse, açıklayabiliriz. Platon'un bu konuyla ilgili argümanını bu
rada ayrıntılı olarak tartışm ak bizi hiç kuşkusuz çok uzaklara gö
türecektir. Bu denemenin başlarında, bilgi ve inançla ilgili inceleme
mizde söylemiş olduğumuz şeyler okuyucuya Platon'un bütün bu nok
talarda tan ışık lık yoluyla bilgi modelinden çok fazla etkilenm iş
olduğunu düşündürtebillr. Platon'un zorunlu doğrular problemine ge
tirmiş olduğu çözüm, herşeye karşın, filozoflar arasında destek bul
m uştur. Yakın zamanlarda. W.D. Ross Platon'un İdealar Kuramı adlı
kitabında. Formlar kuramını takdir edip onaylarken şöyle der: "Akılda
kendisiyle tümelleri (o burada Platon'un Formlarına atıf yapmaktadır)
s a f biçimleri içinde kavrayabildiğimiz ve onlar arasında zorunlu ola
rak varolan ilişkileri bir dereceye kadar görebildiğimiz bir yetiye sahi-
biz."(s.225)
73
matem atikçinin zihinsel haline "düşünm e"(dianoia) adım verir. Aynı
şekilde, nesne tarafında da, Platon matematikçinin düşündüğü n es
nelerin dııyıı dünyasının değişen, durağan olmayan nesneleri olmayıp,
akılla anlaşılabilir dünyanın üyesi olmak zorunda oldukları konusun
da tam bir açıklık içindedir. Platon un onları Formlar olarak mı yoksa
özel bir matematiksel nesneler sınıfı olarak mı gördüğü konusu, bizim
yine bir başka yerde*8' tartışacağımız bir konudur. Her tür kuşkunun
ötesinde açık olan nokta onların duyusal dünyanın değil de, akılla
anlaşılabilir dünyamın üyesi olduklarıdır, ve Platon bu hususu sap
tarken, bizim bir süreden beri incelemekte olduğumuz m atem atiksel
önermelerin özel karakterini farkettiğini btzlere göstermektedir. Dev-
let'in Vl ve Vtl. kitaplarında, matematiğin çeşitli dallarındaki eğitimin
felsefe çalışm aları için kaçınılmaz birer önhazırlık oluşturm asının da
nedeni budur. Platon tam ve gerçek bilginin yalnızca felsefede ola
naklı olduğunu düşünür, ancak matematik de, zihni akılla anlaşılabilir
dünyaya, kesinliği yalnızca kendilerinin olanaklı kıldığı sa b it ve
sürekli nesnelerin dünyasına sokan köprü niteliğindeki bir araştırm a
alanıdır. Matematiğin Batı uygarlığının daha sonraki gelişiminde ne
kadar temelli bir rol oynadığını düşündüğümüzde. Platon un bu
şekilde m atem atiksel önermelerin özel statüsünü tanım asının ve m a
tematiği özellikle vurgulamasının düşünce tarihinde açık la çok büyük
bir önem taşıdığını görürüz.
(8)-A.g.y., 9.Bölüm.
74
şeyler olarak tecrübe ediyoruz—her seferinde şeyler arasındaki ben
zerlikleri kaydediyor ve böylelikle onları sınıflıyoruz (örneğin, bu
şekillerin hepsinin birbirlerine benzer olduklarını görüyor ve şu bir
karedir, bu bir karedir, v.b.g.. diyerek, onları kare olarak sınıflıyoruz.)
(II) B u kullandığımız dile de yansır, çünkü dilimizin çok büyük bir
bölümü genel sözcüklerden meydana gelir; Örneğin "kare" yalnızca ye
mek odamızdaki m asanın yüzeyinin şekli İçin değil, an cak masamıza
bu bakımdan benzer olan tüm m asaların yüzeylerinin şekli için kul
landığımız bir sözcüktür. Gerçekten de, kendi masamız için "kare"
sözcüğünü kullanmaktan maksad. onunla diğer m asalar arasında bir
bağ kurm aktır—onların hepsi de m asadır. Platon hem (İ)'in hem de
(ll)'nin yalnızca Form ların varoluşuyla açıklanabileceğini düşünür.
Şeyleri, öbekte mevcut olan ortak bir Formdan dolayı, öbekler halinde
tecrübe ederiz ve bu durumun bir sonucu olarak genel sözcüklerin or
taya çıkışı da, onların, mevcut olan Forma referansta bulunduklarının
kabul edilmesiyle açıklanır: örneğin "kare"yi bir an için bir cins isim
olarak görürsek, o sizin masanızın yüzeyinin şeklinin adı olmadığı
gibi, benim m asam ın yüzeyinin şeklinin de adı değildir, ancak onlar
için ortak olan Form un adıdır: bir b aşk a deyişle, m asalarım ızın
yüzeylerini kare olarak nitelediğimiz zam an, onlarda mevcut olan
Karelik Form una referans yapıyoruz. Genel terimleri nasıl ve hangi
hakla kullanabildiğimiz hususuyla ilgili olan bu problem tümeller
problemi olarak bilinir. Tüm eller problemine İlişkin herhangi bir
tartışm anın incelememizin kapsamı dışında kaldığı açıktır. Şimdilik
Platon'un tümeller konusunda realist bir tüm eller görüşü adı verilen
görüşü savunduğunu söylemekle yetinmeliyiz. Daha önce Formların,
onlara ilişkin düşüncelerim izden bağımsız olarak kendilerinde ve
kendi b aşların a var olan entiteler olduklarını, ve biraz önce de P la
ton'un onları sınıflama faaliyetimizi, ve bunun sonucu olarak da genel
sözcükleri kullanmamızı açıklam ak için kullandığını söylemiştik. Bu,
tatm in edici olm ayan b ir tarzda tüm eller problemi olarak ad
landırılabilecek probleme Platon'un getirdiği çözümdür. Platon'un
görüşü, şu halde realist bir görüştür, çünkü o tümellerin insan zihinle
rinden, ve cins isimlerin kendilerinin adları olduğu şeylerin varo
luşundan ve doğasından bağımsız olarak, her ne ise o olan gerçek
varlıklar olduklarına inanır. Bu realist görüşteki güçlükler ve tümeller
konusundaki olanaklı diğer görüşler için okuyucu A.D. Woozley'nin
Bilgi K uram ı, B ir G iriş adlı yapıtının 70-101 arasındaki sayfalarına
gönderilebilir. Bütün bir sınıflama ve genel terimleri kullanma proble
mi felsefede sürekli olarak gündeme gelen bir problemdir. Bu nedenle.
Formlar kuramının söz konusu probleme bir çözüm getirmeye çalışan
bu boyutu çok büyük bir önem taşın ve bu. çözümde W.D. Ross'un şu
satırları yazdığı zaman saptadığı güçlüklerden daha büyük güçlüklere
rastlan sa bile, böyledir: "tdeaİar kuram ının özü, duyusal şeylerden
75
tümüyle farklı olan, ve kendilerine verilecek en İyi adın herhalde
'tümeller' olduğu bir entlteler sınıfının var olduğu olgusunun bilinçli
olarak tanınm asında yatar. Dilin kullanılm ası böyle entltelerin. bi
linçli olarak ya da bilinçsizce, tanınm asını içerir; çünkü özel isimler
dışında, kullanılan her sözcük -her soyut isim, her cins isim, her sıfat,
her fiil ve hatta her zamir— bir şeyin ismidir." (Flaton'un Idealar Ku
ramı. s.225).
76
(llf)'te Form yüklem olarak Formun daha sonra kendisine yüklendiği
İdeal bir tikel olduğu için (Adalet adildir. Dinsellik dinseldir, v.b.g.,), o
yüklemenin konusu olup çıkar. Kuramın sağladığı "tasarru fu n burada
çok ciddi bir güçlüğün doğuşuna neden olduğu açıktır. Buna bir yanıt
olarak, bazı yorum cular Platon’un Form larını tüm elleri düşündü
ğümüz bir biçimde düşünmemizin doğru olmadığını. Formların hiçbir
biçimde tikeller olarak görülmemeleri gerektiğini öne sürm üşlerdir.
Bu üzerinde ne yazık ki daha fazla duramayacağımız önemli bir nok
tadır: bununla birlikte onu kendisi için ayrıntılı olarak araştırm ak is
teyecek okuyucuya bunun felsefi olarak ilginç ve araştırana hak ettiği
ödülü verecek bir konu olduğu söylenebilir. Yine, yukarıda ortaya koy
duğumuz ikinci noktaya, yani Formların (listemizin (111). şıkkında yer
alan) ideal Standard olma işlevlerinin bir sonucu olarak Formun tikel
den ayınlm ası eğilimine dönecek olursak, o Formların (İV) ve (V)'teki
işlevlerini düşündüğümüz zaman söz konusu olan bir güçlüğe yol açar.
(İV) ve (Vfleki bq işlevlerinde. Formlar tikelleri oldukları şey yaparlar,
ve burada önem taşıyan nokta Formların tikellerden ayrı değil de ti
kellerde m evcut olm ak zorunda olm alarıdır. Kuram ın sağladığı
"tasam ı f bir kez daha güçlük yaratır gibi görünmektedir. Listemizin
(V). maddesinde Ph aidon'dan yaptığımız alıntı, tıpkı Form lar ku
ramıyla ilgilenen herkesin okuması gereken bir diyalog olan Parm e-
nides in ilk bölümündeki tartışm anın(130-135) da gösterdiği gibi, Pla-
ton'un kend isinin Form la tikel arasın d ak i ilişkiyle ilgili olarak
birtakım güçlükler içinde olduğunu ortaya koyar. Yine, güçlüğün
Formların doğasını yanlış anlam aktan kaynaklandığı savunulmuştur,
ve bunu da burada ayrıntılı olarak inceleme olanağımız m aalesef yok
tur. Okuyucu bununla birlikte, Devlet in Vl. ve Vll. kitaplarım okurken,
tikellerle Form lar arasındaki ilişkiyi hiç unutmamalıdır.
77
İDEALAR KURAMI(*)
Andere WEDBERG
Platon'un bildiği m atem atiğe ilişkin felsefi yorumu onun genel
fdealar kuram ıyla çok yakından İlişkilidir. Platon'un m atem atik
üzerindeki felsefi görüşlerine ilişkin olarak açık seçik bir kavrayışa
ulaşm ak için, öyleyse, önce bu kuramın ana tezlerini incelemeliyiz.
Söz konusu kuram İçin bir çıkış noktası oluşturan problem—ki İlk
kez olarak Platon tarafından formüle edilmiştir— nominalisllerle kav
ram realistleri arasında önemli bir tartışm a konusu oluşturm uştur.
Problem in şimdi iki bin yıldan fazla b ir geçm işi olsa da, o il
ginçliğinden hiçbir şey yitirmemiştir ve ne yazık ki bu konuda "lam" ve
"nihaî" bir çözüme yaklaşıldığını söyleme olanağı yoktur. Şimdi belki
problemin basit m antıksal özünü onunla birleşmiş metafiziksel soru
lardan. ve dolayısıyla Platon'un İdealar kuramının doğrudan doğruya
m antıksal probleme yanıt veren bu parçasını, kendisinde onun kurgu
sal imgeleminin dizginlerini koyverdiği diğer parçasından, Platon'un
yapm ış olduğundan daha iyi bir biçim de ayırabiliriz. B ir başka
deyişle, burada kurgusal üstyapının büyük bir bölümünü değerlen
dirme d ışında b ırakarak , Platon'un m antıksal problem e ilişkin
çözümünü kısaca incelemeyi öneriyoruz.
(a) Şöyle bir anlamlı konu-yüklem tümcesi ele alalım: "Sokrates in-
sandır." Konuya karşılık gelen terimle, "Sokrates' le ilgili olarak, onun
temsil ettiği ya da gösterdiği, ya da kendisinin adı olduğu bir şeyin,
eşdeyişle Al inalı Filozof Sokrates'in var olduğunu biliyoruz. Şimdi şu
soruyu sormak akla uygun görünmektedir. Yükleme karşılık gelen te
rim, yani "İnsan" sıfatı bir şeyi gösterir mİ? Terimin kendisinin adı
olduğu bir varlık var mıdır? Aynı soru aynı tipten anlamlı herhangi bir
konu-yüklem tümcesiyle bağlantılı olarak sorulabilir. "X (bir) Ydir", ko
nusu olarak X. yüklemi olarak da Y ifadeleriyle, anlamlı bir tümce ise,
Y herhangi bir türden bir varlığı gösterir mi? —sözcüğün modem an
lamı içinde, bu "semantik" bir sorudur, çünkü o linguistik ifadelerle bu
ifadelerin refera n sta b u lu n d u kları şeyler(varlıklar) arasın d ak i
ilişkiyle ilgilenmektedir.
78
(b) Sokrates'in, Gorgias'ın, Protagoras'ın. v.b.g., hepsinin insan
olduğu apaçık bir olgudur. Bu olgu bunların hepsinin kendisiyle aynı
biçimde ilişkili oldukları bir varlığın, eşdeyişle insanlığın var olduğu
anlamına gelir mi? Genel olarak A.B.C, v.b.g., den hepsi Y ise, onların
hepsinin kendisiyle özdeş bir ilişki içinde bulundukları bir varlık,
eşdeyişle Y-lik var m ıdır?--Burada llnguistik ifadelerden ve onların
şeylere(varlıklara) olan referanslarından hiç söz edilmediği için, prob
lemin bu şekilde formülasyonu. daha önceki "semantik" formülasyona
tüm üyle k a rşıt bir biçim de, "ontolojik" form ülasyon olarak ad
landırılabilir. B ununla birlikte, iki sorunun gerçekte eşdeğer olduğu
kolaylıkla görülebilir. Birinci soruya verilecek olumlu bir yanıt İkincisi
için de olumlu bir yanıtı gerektirir, ve aynı şey bunun tersi için de
geçeri id ir.
"İster bir kez, ya da ister birçok kez. ağzından aynı adı çıkardığında,
her zaman aynı şeyi kastetm en gerekmez mi?
(l)-Devlet 596A.
79
Kesinlikle.
öyleyse ister bir kez ya da ister birçok kez. ağzından aynı adı
çıkardığında, onu onun kendisinin adı olduğu şeyden başka hiçbir şey
için kullanmıyor, başka hiçbir şeyi adlandırmıyorsun.
Kesinlikle.
Kesinlikle.
Elbette.
Ve bunlar gerçek şeylerdir, çünkü aksi takdirde onlar yaptıkları şey
her ne ise. onu yapamayacaklardı.
(2)-Parmenides 147D-E.
(3)Hipplas Majör 287C-D.
80
gösterilen b aşk a tipten varlıklar vardır. ("X güzeldir"deki yüklem ta
rafından gösterilen) Güzellik, v.b.g., vardır. (Kendisine "X Yye benzer
dir" tüm cesindeki "benzer" terlmt tarafından referansta bulunulan)
Benzerlik diye bir şey daha vardır. Bu türden varlıklar için Platon
İd ea" ya da "Form" ya da "öz" terimlerini Ml kullanır.
81
lanyla birlikte. Platon yan teknik nitelikte belli bir sözlük öne sürer. O
sık sık onun Adalet îdeasından "pay almak"la ya da Adalet ldeasının
ondaki "mevcudiyeti sayesinde", bir şeyin adil, onun Güzellik tdea-
sından "pay alm ak"la ya da Güzellik ldeasının ondaki "mevcudiyeti
sayesinde" bir şeyin güzel olduğunu, v.b.g.. söyler.151 Bu terminolojiyi
kullanarak ldealar kuramının temel koyutunu aynı zamanda ontolojik
bir çerçeve içinde ortaya koyabiliriz. "Y" harfi "adil", "güzel" gibi sıfat
cinsinden ifadeleri, ve Y -lik " de bu sıfat cinsinden ifadelere karşılık
gelen soyut ismi göstersin. Bu durumda, 'Y'nin yerine koyacağımız uy
gun ifadeler için ldealar kuramı şunu kabul eder:
(2a) Bir şey Y-lik İdeasından pay almakla Y olur.
ldeanm adını koymayı bir kıyıya bırakarak, 'Y ' yerine koyacağımız
uygun ifadeler için, kuramın aynı zamanda şunu bir koyut olarak öne
sürdüğünü söyleyebiliriz.
(2b) Bir şey, bir Idea vardır, öyle ki ondan pay alm akla bir
şey Y olur.
dcnimiz yoktur.) Platon, hiç kuşkusuz, eidoa gibi bir terimi, onun ldealar ku
ramıyla ortak hiçbir şeyinin bulunmadığı bir anlamda, eşdeyişle somut duyu
sal şekiller anlamında kullandı. Ancak sözcüğün bu türden kullanımlan Pla
ton tarafından --benim bildiğim kadarıyla-- hiçbir yerde İdcalar kuramının
bir parçası olan kullanımla karıştırılmaz.— "Güzellik ldeası" gibi bir ifade
benzer bir biçimde Platon tarafından kullanılan bir dizi farklı ifadeye
karşılık gelir. Platon'un ldealar için kullandığı bazı İfadelerin karşılıktan
olarak "Güzellik”, "Güzelliğin kendisi", ya da "Güzelin kendisi" kullanılabilir.
(5)-Platon'un diyaloglarından değişmez bir teknik terminolojiye benzer bir
şey, elbette ki yoktur. Genellikle 'pay alma" ya da "mevcudiyet" ya da benzer
bir İngilizce sözcükle çevirilcn hlrçok Yunanca sözcükten bazılan hiç
kuşkusuz. Platon tarafından bilinçli olarak mecazi bir biçimde kullanıldı.
Krş., Phaidon İOOD. Platon sık sık yalın bir biçimde, örneğin iyi şeylerin "İyi
(ldeası] sayesinde” ya da "ortak bir Idea sayesinde" iyi olduklarını söyler. Me
tinde başvurulan daha incelikle işlenmiş bir terminoloji öncelikle P h ai-
don da ve daha sonraki diyaloglarda ortaya çıkar.
82
şudur
(3b) B ir şeyin , bir başkasından pay alm akla olduğu kadar,
birinden pay alm akla Y olduğu iki ayrı İdea hiçbir zam an yok
tur.
Bir şeyin Y-lik İdeasından "pay a lm a k la Y olduğunu söylemek ne
anlama gelir? (2a)'dan hiç kuşkusuz şunu çıkarsayabiliriz:
83
M eta fiz ik 'in in çeşiUl yerlerinde Aristoteles ldealar öğretisine ve
onun kökenlerine ilişkin olarak yetkin bir açıklama getirir.
Soyut terimler bir tür soyut varlıkları gösterirler, ve şöyle şöyle ol
mak böyle bir soyut varlıkla belli bir biçimde ilişkili olm aktır—bu lüın
bir ldealar kuramının gerisinde yatan temel sezgiye karşılık gelir gibi
görünmektedir. Aristoteles'in de dile getirdiği gibi, kuram soyut terim
ler için bir tanım verme biçimindeki Sokratesçi çabadan çıkm ış gibi
dir. Platon'un gençlik dönemi diyaloglarının oluşturduğu dizi içinde,
tanım lanan terim ler tarafından imlenen soyut varlıkların varoluşu
koyutunıın nasıl giderek belirgin bir yer kazandığı, ve onun en sonun
da, tanım lara gösterilen başlangıçtaki ilgiden bağımsız olarak, salt
onun kendisine yönelik bir ilgiye konu olduğu görülebilir.
(1) İyi ldeası, Adalet ldeası. Güzellik ldeası gibi ahlaksal ve estetik
ldealar.
84
(II) Aynılık ve Farklılık, Varlık ve Yokluk. Benzerlik ve Benzemezlik,
Bir ve Çok İdealan gibi, oldukça genel olan belirli fikirler için ldealar.
(III) Daire ldeası. Çap ldeası, İki, üç. v.b.g., ldeası gibi, Matematik
sel ldealar.
(İV) İnsan ldeası, ökü z ldeası gibi, doğal türler için ldealar.
(V) Masa ve Kanepe ldeası gibi, insan elinden çıkma ürün türleri
için ldealar.181
(8)-(l) Güzellik ldeası belki de Platon’un herhangi bir İdcadan çok daha fazlaca
referans yaptığı Idcadır. Güzellik ldeası çeşitli ahlaksal ldealarla birlikte, Eu-
thydemus.Hippias Majör, Kratylos, Protagoras, Menon, Phaedrus, Phaidon,
Devlet, Paraıenides.P hilebus, Theaetetus, ve Yedinci Mektup'La ortaya çıkar.
(11) Bıı türden genel ldealar Parmenides, Theatetua.Sofist vc Timaeus'ta önemli
bir rol oynarlar.
(II!) Matematiksel ldealar özellikle Phaidon,Devlet,TheaetetuaJOevlet Adamı,
Philebua ve Yedinci Mektup'ta ortaya çıkar.
(İV) Doğal türlerin İdealan Parmenides,TheaetetusJüevlet Adamı,Timaeus,
Philebus vc Yedinci Mektup'ta göndür.
(V) İnsan elinden çıkma ürün türleri için ldealar. Kratyios,Phaidon,Devlet, Ye
dinci Mektup ve Yasalarda geçer.
(9)-Parmenides 130C-D. Ekstrem bir realist konum Yedinci Mektup'ta ortaya
konur.
(10)-Metafizik 1079A2-4. Bunu Devlet 596A'daki benzer llade tarzıyla karşılaş
tırınız.
(11)-Bunu Aristoteles'in, bir ldea birçok şey tarafından paylaşılan bir şey
olduğu için, yalnızca tek bir şeye yüklenebilen bir Idcanın varolamayacağını
savunduğu Metafizik 1040A25-27yle karsılaştınnız.
85
Bu türden bir başka sınırlam a Devlet Adamı nda, genoe ya da ei-
d osfy a da İd ea) fikirleriyle p a rça (m ero s) fikri arasın d aki ilişki
üzerine olan tartışm ada açıklıkla ortaya çıkar. Sokrates bütün bir
şeyler toplamının içinde yer alan bir şeyler genoeunun(cinsinin) zo
runlu olarak söz konusu toplamın bir parçası olduğunu, ancak Lir
toplamın bir parçasının bir g en o s olm ak durum unda olmadığını
açıklar. Tüm sayıların oluşturduğu kümeyi bölerken, onbini geri kalan
sayılardan ayırmak — ve geri kalan sayılara ayrı bir ad vermek— söz
konusu olsaydı, sayılar toplam ının, hiçbiri b ir g en o s o lm ay an
parçalarının b ir örneğine ulaşılacaktı, der So k rates.112) Aristoteles
gibi Platon da gerçekliği cinsler biçiminde belli bir doğal bölmeye tabi
tutar, ve bu doğal cinsleri gerçek cinsler, İdealar olarak görür.
86
benzediği zam an , h e r ikisinin de pay aldığı bir İdea vardır, ve
ortak bir biçim de pay alıç onların benzerliklerini açıklar.
87
yüklemlerimize yakındır. Daha sonraki bir bağlamda göreceğimiz gibi,
o ldealan zaman zaman, bir anlamda parçalardan meydana gelmeyen
"monadlar" ya da varlıklar olarak düşünür.1161 Bu düşünme tarzı, bizim
sınıflara ilişkin sezgimizle karşılaştırıldığında, yüklemlere ilişkin sez
gimizle daha çok uyuşacaktı. Ancak öle yandan. Platon aynı zamanda
ldea-türlerden ldea-cinsin bir "parçası" olarak söz eder.1171 Bu konuş-
nin parçalan olamaz. Diyalogun bu bölümünde daha sonra, ’’bütün” (To hol-
on)lc ”tüm”(çoğul anlamı içinde: t» panta) arasındaki bir aynmla bu sonuçtan
kaçınma yönünde bir girişimde bulunulur. Bütünün, tüm parçalarla özdeş ol
maksızın, parçalara sahip olan bir şey olduğu önerilir. Bütün bu durumda te
kil anlamı içindeki "tüm (to panjlc özdeşleştirilir, ve önerilen aynm tekil an
lamdaki ”tüm"le çoğul anlamı içindeki "tüm" arasında hiçbir farklılık
bulunmadığı, ve buna ek olarak hem bülünün hem de lümün, kendisinden
hiçbir şeyin eksik olmadığı şeye karşılık geldiği temeli üzerinde reddedilir.
Tartışmanın göstermek istediği şey şudur (O belirli öğelerin bir birleşimi tüm
öğeler olursa, birleşim birleşimde yer alan tüm öğelerin sahip olduğu bir ka
rakteristiğe sahip olacaktır, buna karşın (II) birleşim tek bir ldea olursa,
birleşim parçalardan mutlak biçimde yoksun olur, ve özel olarak da öğeleri
onun parçalan değildir.
Bu tartışmanın tikellerin, kendisi yoluyla Platon'un İdealannın kav
rayışına ulaştığımız, sentezi için de geçerli olduğu yorumumuzda haklıysak,
tartışmanın sonucu, bir İdcanm ya (f) söz konusu Idcanm tüm üyelerine
karşılık geldiğini, ya da (II) parçalardan yoksun tek bir varlık olduğunu orta
ya koyar. Platon'a bu almaşıklardan hangisini seçtiğini sorabilseydik, onun
yanıtı ne olacaktı? (11) almaşığını karakterizc etmek için eidos ve idea
sözcüklerinin çokça kullanılması, en azından Tbeaetetua'ta yer alan bu pasajı
yazdığı sıralarda, Platon’un (11). almaşığı seçmiş olduğunu gösterir gibidir.
Öyleyse, pasaj—başka birçok pasaj arasında- Idcalara ilişkin olarak içlemsel
bir anlayışı gösteren bir pasajdır: ldea ondan pay alan "tüm şeyler"
kümesinden başka bir şeydir.
(16)-Krş., Philebus 15A-B, Phaidon 79B-E.
(17)-Krş., Devlet Adamı 263B. —Kategoriler’de, Aristoteles’in kaplama karşı
içlem problemiyle ilgili olarak daha incelikle işlenmiş bllr öğretiye çıkan
yolu el yordamı ile aramakta olduğunu gösteren belirtiler vardır. Aristo
teles'in söylediklerini anlamak için, onun tanımlarından bazılarını kısaca
gözden geçirmeliyiz. "Birincil töz"!e Aristoteles yalın bir biçimde bir adam, bir
ağaç ya da bir at gibi somut bir bireysel şeyi kasteder. Birincil tözler bir cins
ler ve türler dizgesi içinde sınıflanır. Bizim bugün alışık oldğumuz soyul
mantıksal anlam içinde, bir sınıf bövlc bir cins ya da türü temsil etmez, ve
yalnızca cinslere ya da türlere karşılık gelen bu türler, Aristoteles'in termino
lojisinde, "ikincil tözler”dir. İkincil tözü gösteren bir terime örnek olarak,
Aristoteles ”insan”dan söz eden onun herhangi bir birincil tözü göstermeyen
mel bir terim için sık sık kullandığı örnek "bcyaz’’dır. Aristoteles Kategoriler
f B 10-23'de bu iki tip terim arasında semantik işlev yönünden söz konusu
olan farklılığı açıklamaya çalışır. Pasaj okunurken, Aristoteles'in "löz(lcr)"ü
"töz-tcrim(ler)"tne referansla bulunmanın kısaltılmış biçimi olarak kullan
dığına dikkat edilmelidir:
"Her töz bireysel olanı(todc ti) gösterir görünmektedir. Birincil tözler söz
konusu olduğunda, onların bireysel olanı gösterdikleri tartışılmaz bir
biçimde doğruaur; çünkü onların gösterdiği £ey tikel olup sayıca birdir. İkincil
tözler söz konusu olduğunda —öYncğin insan"dan ya da ”hayvan"dan söz
ettiğimiz zaman-- konuşma biçimimiz onların da bireysel olanı gösterdikleri
izlenimini verir. Ancak durum böyle değildir: Daha çok onlar belirli bir ntte-
88
m a tarzı bizim yüklemlerimizden çok sınıflarımıza uygun gelecekti.
Belki de Platon'un ldealarınm bizim yüklem ler adını verdiğimiz
şeylerle sınıflar olarak adlandırdığımız şeyler arasında bir şey olduk
larım ancak bütün dikkate alındığında onların İkinciden çok birinciye
yaklaştıklarını söyleyebilirdik. Y-lik ldeası Y-lik yüklemi diye ad
landırdığımız şeyle hemen hemen aynıdır, ve söz konusu İdeadan pay
alm ak da hem en hemen söz konusu yükleme sahip olm akla aynı
şeydir.
* * *
liği gösterirler, çünkü konu, bir birincil lözde olduğu elbi, bir değildir. İnsan"
ve "hayvan" sözcükleri birçok konuya yüklenebilir (bir başka deyişle birçok
konu hakkında tasdik edilebilir). Ancak onlar yalnızca "beyaz" gibi bir nite
liği göstermezler, "beyaz" yalnızca niteliği gösterir ve daha fazla hiçbir şeyi
göstermez. Ancak cins ve tür niteliği töze referansla belirler; onlar belli bir
şekilde nitelenmiş tözü gösterir. Belirli bir nitelik, cins söz konusu olduğun
da, türe göre daha geniş bir alanı kapsar: "Hayvan" diyen bir kişi "adam" diyen
kişiden aaha büyük Dir sınıfa işaret eder."
Aristoteles burada, öyle görünmektedir ki, bir yandan "insan", "hayvan"
gibi terimlerle, öte yandan "beyaz" gibi terimler arasında semantik yönden iki
yönlû bir farklılık "bulunduğunu kabul eder. (I) "Bcyaz"ın yalnızca belli bir
niteliği gösterdiği yerde, "insan" bir-niteliği-olan-töze işaret eder. Aristo
teles'in düşüncesinin bu yönü daha açık bir biçimde sanıyorum şöyle ifade edi
lebilir. "X bcyazdır"("Bcyaz Xtc vardır”) önermesi yalnızca Xin belli bir niteliğe
sahip olduğunu söyler: "X (bir) İnsandır" önermesi de benzer bir biçimde. Xin
belli bir niieliğe sahip olduğunu ancak buna ek olarak, Xin bir birincil töz
olduğunu söyler. (II) Aristoteles "insan" ve "hayvan" gibi terimlerin birincil
tözlerin oluşturduğu belirli çokluklara, ya da sınıflara olan özsel bir referan
sa, yalnızca bir niteliği gösteren "beyaz" gibi bir terim söz konusu olduğunda
gündeme gelmeyen bir referansa sahip olduklarını öne sürer gibi görün
mekledir. Aristoteles'in burada içlemsel bir anlamla kaplamsal bir anlam
İrasındaki bir ayrımı belli belirsizce düşündüğünü, ve "beyaz" gibi ifadelerin
yalnızca birinci türden anlama ancak "insan" ve "hayvan" gibi ifadelerin her
|}ti tür anlama da sahip olduklarını kabul ettiğini söylemek muhtemelen
doğru olacaktır.
89
(6) Y -llk İd e «»» (bir) Y d lr .'18'
Bıı önerme daha önce kaydedilen (2c) önermesiyle blrleşlirilirse,
hemen şu sonucu elde ederiz:
90
"Ben(Parmenides) senin her bir durumda tek bir ldeayı bir koyut
olarak öne sürm e nedeninin şöyle bir şey olduğunu sanıyorum: Sana
büyük görtinen bir dizi şey var olduğu zam an, sen, bunların hepsine
birden baktığında, onların hepsi için tek bir İdeanın var olduğunu, ve
dolayısıyla Büyüklüğün bir olduğunu düşünüyorsun.
O(Sokraies), bu dediğin doğrudur, karşılığını verdi.
Ancak zihninin gözüyle Büyüklüğün kendisini, ve bu birçok büyük
şeyi aynı biçimde görürsen, bunların ötesinde, ve kendisinden dolayı,
bunların hepsinin büyük görünmek zorunda olacakları bir başka
Büyüklük daha ortaya çıkmayacak mıdır?
öyle görünüyor.
Eğer durtım böyleyse. Büyüklüğün kendisine, ve Büyüklüğün kendi
sinden pay alan şeylere ek olarak bir başka Büyüklük İdeası daha or
taya çıkacaktır; ve yine tüm bunların üstünde ve ölesinde, kendisinden
dolayı bunların hepsinin büyük olduğu bir b aşkası daha gündeme
gelecek, ve senin tdealanndan her biri bundan böyle bir değil ancak
belirsiz bir sayıda olacaktır."119)
Aynı itiraz daha sonra Platon'un İdealar kuram ına İlişkin eleş
tirisinde, Aristoteles tarafından vurgulanır. Aristoteles. Platon'la tam
b ir karşıtlık içinde, sonsuzca geriye gidişin nasıl doğduğunu, b îr
başka deyişle onun tam olarak genel ldeayı söz konusu Ideadan pay
alan bir tikel olarak düşünm ekten çıktığını gösterdi. De S o p h istic is
E ie n ch is'te. o Parm enid ea'te ortaya konan argümanın bir versiyonu
olan "üçüncü adam" argümanını tartışır ve onu bir yanıltmaca(soflzm)
olarak görüp reddeden
var olsaydı, yine, onların ortak eidoslan olarak sahip olacaktan bir karyola
ortaya çıkacaktı, ve bu durumda, diğer ikisi değil dc, bu ûçüncüsü mutlak kar
yola, Karyola İdeası olacaktı. Bu acayip argümanın manlığt şöyle özetle
nebilir: İki Karyola İdcasının, Kİ ve K2 nin var olduğunu kabul edin. (6)ya
göre, bunlardan her biri karyola, "mutlak bir karyola" olacaktır. Öyleyse,
Idcaİar kuramının temel koyutianna göre, bunlar bir Karyola Idcasınaan,
diyelim ki K dan pay alırlar. Bu noktadan başlayarak argüman muhtemelen
petitio principii olup çıkar: Kİ ve K2 den her ikisinin de (mutlak) karyolalar
olması olgusunu açıklayan K Karyola Idcasıdır. (Platon’un argümanın bu evre
sinde deslek için Kendisine örtük olarak başvurduğu öncül buysa, o açıkça
kanıtlamayı düşündüğü şeyin biricikliğini önceden varsaymakladır.) (4)e
göre. K 1 ve K2 K'dan pay aldıkları için, ondan ayrıdırlar. Sonuç olar.ık, bun
lardan hiçbiri karyola İdeası değildir, vc iki tane Karyola İdcasının varolduğu
saymtısı çürütülmüştür. —Buna benzer bir argüman örtük olarak Timaeus
31 A-B’de yer alır.
(Id)-Parmenides 132A-B. (Jowctt çevirisi).
91
'Yine. Adamdan ve bireysel adamdan ayrı olan bir "üçüncü adam"m
var olduğunu ortaya koyan bir kanıtlam a vardır. A ncak bu bir
yanıltmacadır, çünkü "Adam” ve gerçekte her genel yüklem, bireysel bir
töze değil, an cak tikel bir niteliğe, bir şeyle tikel bir biçimde ilişkili ol
mayan. ya da bu türden bir şeye işaret eder."
Probleme ilişkin aynı çözüm vurgulanarak yeniden ortaya konur.
"Bir sınıf için tümel bir biçimde kullanılan genel bir yüklemin bi
reysel bir töz olduğunun kabul edilmemesi, ancak onun ya bir niteliği
ya da bir ilişkiyi ya da bu türden bir şeyi gösterdiğinin söylenmesi ge
rektiği açıkt ır.",20)
Aristoteles'in Plalon'un tdeaları bir koyut olarak öne sürerken, ti
kel tözleri tüm ellerden m eydana getirdiği biçim indeki değişmez
saldırısı, gerçekte büyük ölçüde, görmüş olduğumuz gibi ldealar ku
ram ına bir çatışkı sokan (6) nolıı önermeye yöneltilmiş görünür. (6)
nolıı önermeyi reddetm ekle, Aristoteles tümel kavram lara ilişkin
m antıksal çözümleme yolunda kesinlikle ilerleme kaydetmiştir.
(6) nolıı koyut ideayla onıın kapsam ı içinde yer alan tikeller
arasında yeni bir ilişkiyi gerektirdi. (6)'dan dolayı, Y-lik İdeasmın ken
disi bir Ydir. Şimdi bir tikel X bir Y ise. Y-lik ldeası ve X birbirlerine
her ikisinin de Y olmaları bakımından benzeyecektir. Öyleyse, bu du
rumda şu sonucu elde ederiz:
(7) Bir nesne Y-lik İdeasm dan pay alırsa, söz konusu nesne
(her ikisinin de Y olm alarından dolayı) Ideaya benzer.
92
ton ideadan sık sık söz konıısu İdeadan pay alanların kendisinin bir
tür kopyalan ya da taklitleri olduğu bir İlk örnek olarak söz e d e r.,2I) Y-
lik İdeası Platon İçin bir tür İdeal Standard statüsü kazanır: Y olmak
bu standarda yaklaşık olarak aynı biçimde, belki de uzunluk olarak
bir metre olm anın Standard metreye benzem ek olması gibi, benze
mektir. Bu Phaidon'da anım sam a öğretisi için getirilen kanıtlamanın
gerisinde yatan görüştür: Örneğin tki sopanın eşitliğini algılamak on
ların Eşitlik ldeasına (eksikli bir biçimde) benzediğini algılamaktır ve
bu nedenle böyle bir algı söz konusu tdeayla daha önce gerçekleşmiş
olan bir tanışıklığı, tarihi ruhun doğuş öncesindeki yaşam ına gitmek
durumunda olan bir tanışıklığı önceden varsayar.1221
Ve benzerin, tıpkı benzeri gibi, aynı İdeadan zorunlu olarak pay al
ması gerekmez mi?
Gerekir.
(21)-Kcndisindcn pay alan nesnelerin onun taklilieri olduğu bir ilk örnek ola
rak Idea anlayışı -Pnaidon ve Parmenides yanında— Devlet 402C, 472C-D,
484C-D, 500E-501C, 510A-B. 510D, 520C, 540A, Phaedrus 250A-B, 25JA, Ti-
maeus 29B-C, 37C-E, 39D-E, 48E-49A. 50C. 52C. 92C, v.b.g., de ortaya çıkar.
(22)-Phaidon 74A-75C.
93
Ve benzer şeyin pay almayla kendisine benzer kılındığı şey mutlak
İdea olacaktır, değil mİ?
Kesinlikle.
öyleyse, herhangi bir şeyin İdeaya ya da tdeanın herhangi bir şeye
benzer olması olanaksızdır; çflnkü onlar benzer olurlarsa, her zaman
birinciye ek olarak bir başka İdea daha ortaya çıkacak, ve o bir şeye
benzer olursa, bu kez yine bir başka İdea var olacaktır;ve İdea kendi
sinden pay alan şeye benzer olursa, her zaman yeni bir İdea ortaya
çıkm akta olacaktır.
Çok doğru.
B u rad an diğer şeylerin ldealardan benzerlik yoluyla pay a l
madıkları sonucu çıkar; bu nedenle b aşk a bir pay alm a yolu ara
malıyız. ",23)
Burada, sonsuz bir geriye gidişin bu biçiminin (7)nin kabulüne
bağlı olduğuna açıkça işaret edilir, ve bu durum karşısında (7) redde
dilir. B ununla birlikte. Platon yeterince garip bir biçimde, (7)nin
gerçekte (6)ya eşdeğer olduğunu, (7)nln reddedilmesinin m antıksal o-
larak (6)nın reddedilmesini gerektirdiğini, ve (6)nın reddedilmesi du
rum unda sonsuz bir geriye gidişin daha önce üzerinde çalışılm ış
biçiminden de benzer bir biçimde kaçınılacağını görmemiştir.
(231-Parmeıüdes 132D-133A.
(24)-Krş., W.E.Johnson: Logic, Cilt 1 (Cambrldgc, 1940), 2.böl.
94
lirli her derecesinin İdealannı öne sürm esini bekleyecektik. Ancak —
çok iyi bilindiği gibi— Platon bıı türden hiçbir şey yapmaz. Bunun ye
rine o yalnızca tek bir Güzellik İdeasım bir koyut olarak fine sürer, an
cak bu ldeayı en yüksek Güzellik derecesiyle birleştirir.1251 Bu en
yüksek derece, Platon'un görüşüne göre, duyuların dünyasında hiçbir
zam an örneklenm ez.126* Duyusal bir nesnenin Güzellik ldeasm dan
pay aldığı söylendiği zam an, bu öyleyse, nesnenin belirlenebilir
S klemin aşağı bir derecesine sahip olduğu anlam ına gelir; Güzellik
sasının kendisi ya söz konusu yüklemin en yüksek derecesi ya da
söz konusu dereceyi sergileyen ideal standarddır.
★ ★ ★
95
onun(ezeIi-ebedi varljğm) "var olmuş olduğunu", "onun var olduğunu",
"onun var olacak olduğunu" söyleriz, ancak doğru olan "vardır”m ye
rinde olarak ve uygun bir biçimde yalnızca ona yüklenebileceği, ve "var
olmuş" ve "var olacak" olandan yalnızca zaman içindeki oluşm a için
söz edilebileceğidir..."1281
96
Duyusal şeylerin bileşik, değişen ve yok olabilir şeyler sınıfının
üyesi oldukları yerde, ldealar basit ve değişmez varlıkların sınıfı
içinde yer a lırlar!32! P h ileb u s'ta ldealar, Platon'ıın dilinde genellikle
bileşik olmayan, basit bir şeye karşılık gelen "monadlar" sözcüğüyle
adlandırılır.1331
k k k
P h ile b u s'ta belli bir cinsin türlerinin sayısının her zaman sınırlı
olduğu düşünülürken, tikeller sonsuz sayıda çok ve sonsuzca değişken
olarak görülür. Bir tikelle bir cins arasında bulunan cins ve türlerin
(32)-Phaidon 78D.
(33)-Philebus 15A-B. Bununla birlikle, bir Ideanın halâ bir monad olarak
görüldüğü, ancak onun aynı zamanda "çok"--çünkü o lür-cins hiyerarşisinin
bir bölümünün tepesinde bulunur— vc "sonsuz"—çünkü sonsuz sayıda tikel
onun kapsamı içinde yer alır— olduğunun söylendiği Philebtıs 16D'ye de
bakınız.
(34)-Krş., Örneğin Phaidon 78D-79A, Devlet 507B-C, 51 ID-E.
(35)-Phaedrus 265D-E.
(36)-Krş„ Sofist 252A.
97
hiyerarşisindeki evrelerin sayısının da orada, öyle görünmektedir ki,
sonlu olduğu kabul edilir. Diyalektik araştırm anın ilk aşam ası da
buna uygun olarak sonsuzdan sonluya, buna karşın ikinci aşam ası da
sonludan sonsuza doğru bir geçiş olarak nitelenir. Konuşma dilinin
alfabetik transkripsiyonunda som utlaşan seslere ilişkin sınıflam a
dan burada ilk aşam anın bir örneği olarak söz edilir.1371 Plalon'un
ikinci aşamayı açıklam ak için kullandığı örneklerden bazıları "ses" ya
da "söz' ün sesliler, sessizler, sağır sesler biçimindeki ses Kirlerine
b ölü n m esi;,3B) "insan varlığı" rlnsinin erkeklere ve kadınlara, ya da
sayı cinsinin tek ve çift sayılara bölünmesidir.(39)
(37)-PhlIebus 18A-D.
(38)-Phi]ebus 17A-D.
(39) Devlet Adamı 262C-E.
(40)-PhaedruB 265D -266B, 2 7 7 B C . Krş., aynı zamanda Sofist vc D evlet
Adamındaki tanımlar.
(41)-Sofist 250A-259B.
98
hangi türlerin başka türlerle uyuştuğunu, hangilerinin uyuşmadığını
belirlemede: ve aynı zamanda, hepsine yayılıp, onları, birblrleriyle
kanşabilm eleri İçin birbirlerine bağlayan belirli türler bulunup bu
lunm adığını saptam ada, ve yine bölm elerin nerelerde olduğunu,
bütünlere karşı gelen, ve bölünmeden sorumlu olan başka türler olup
olmadığını m eydana çıkarm ada b aşarılı olm ak durum undaysa,
tartışm a yolunda yürürken yol gösterecek bir bilime gereksinme du
yulmaz mı?
YAB. Farklı biri yerine aynı Formu ya da aynı Form yerine iarklı bir
Formu almayıp, Türlere göre bölmek —bu Diyalektik biliminin işi değil
midir?
THEAET. Evet.
(42)-Sofist 253D-E.
99
"varsayımlaştırılmamış olduktan başka, herşeyin başlangıcı olana
yükselebilmesi için, başlangıçlar(ilkeler) olarak değil de, gerçekte var
sayım lar, adım lar ve çıkış-nokta lan olarak alır ve ilk ilkeyi bir kez
kavradıktan sonra, ilk ilkeye bağlı olan şeylere yapışarak . ve duyunun
nesnelerini her ne şekilde olursa olsun hiç kullanm ayıp yalnızca
ldealann kendilerini, kendilerinde ve kendileri aracılığıyla ele alarak,
ve araştırm alanm tdealarla tamamlayarak, aşağıya doğru inebilir."l43)
f4 ^ )-T W v İ*£ 1R - P
(44)-Ph»idon 97C-99C, Timaeus 29A.
(45)-Devlet 5I0C -51İE. 533A-D.
100
PLATONİK FORMLAR BİRER TÜMEL MİDİRLER?
R .S. BLUCK
Platonik Form ların san ki onlar yalnızca tüm eller ya da tüm el
lerden biraz daha fazla bir şeylermiş gibi ele alındığını görmek sıkça
rastlanan bir durumdur: bu görüş başka bir yerde eleştirilmiş olmakla
birlikle, konu Platon felsefesini inceleyen araştırm acılar için büyük
bir önem taşıdığından, onu biraz daha ayrıntılı olarak ele almak ya
rarlı bir am aca hizmet edebilecektir.
101
olduğuna, ve ldealar kuramının özü İtibariyle tümellerin var olduğuna
ve onların doğalarının ne olduğuna işaret etm eklen meydana gel
diğine inanın ancak Platon tümelleri tikellerden ayırdı ve onlara aşkın
bir pozisyon verdi: bu bir yanlışlı." Bir başka eleşt irmen,*91 bu konuda
ki "can alıcı sorunun Form lann içkin mi yoksa aşkın olarak mı
görüldüğü sorusu olm ayıp... söz konusu iki sınıflan birine ya da
diğerine ilişkin ifadeler kullandığı zaman. Platon'ıın düşündüğü entite-
nin bir tümel olarak doğru bir biçimde adlandırılıp adlandırılmadığı
sorusu olduğuna" işaret etm iştir: Ross'un kitabı üzerine yazılan bir
başka tanıtma yazısında,*61 Profesör Tate, İyi Formunun, "o, (kendileri
de fenomenal dünyaya aşkın olan) diğer Formlann varlıklarının kay
nağı olan aşkın bir nesnel gerçeklik olduğu, ve dolayısıyla yalnızca bir
soyutlamaya pek benzemediği için", mantıksal bir tümel olmadığı son
ucuna vanr. Ben burada Profesör Tate'nin vardığı sonucu destekleyen
ek bir iki değerlendirmede daha bulunacağım.
(1) Profesör W ebster ve ekibinin gerçekleştirdiği, düşünceyle dil
arasındaki ilişkiyi konu alan bir araştırm anın*71 akışı içinde, a ra ş
tırma dil ve düşünce arasındaki ilişkiden çok, cinssiz bir sıfatla bir
likle arlikel kullanılm asına ilişkin bir araştırm a olup çıkmıştır. Tam
gelişimi içinde, bu (a) bir sınıfın özel bir üyesini, (b) bir sınıfın herhan
gi bir üyesini (ve dolayısıyla tüm üyelerini), ya da (c) bir sınıfın stan
dard bir üyesini (ve dolayısıyla hemen hemen, kendisi sayesinde onun
sınıfın bir üyesi olduğu niteliği) gösterebilir. Şimdi Sokr;ıtes-öncesi
zamanlarda töz ve ilinek arasında henüz bir ayrım yapılmış değildi;
töz kategorisi, en azından felsefî bir öğreti olarak henüz tam an
lamıyla bilinç yüzeyine çıkmış değildi.^ Bu nedenle, tikel bir ifadenin
bir özelliğe mi yoksa tanım lanan bir şeye mi referans yaptığı —
örneğin to apeironla A naxim andros'un b aşlan gıçtak i m addenin
sınırsız halini mi yoksa maddenin kendisini mi kastettiği— her zaman
açık değildir. Ancak Homeros'un Euınaeus'u "ağacı kerestenin ka
rasını kerestede bırakacak şekilde ikiye ayıran kişi"*91 diye tanım
larken. onun kerestenin siyah*101 olan söz konusu parçasını kerestede
bırakm ak istem esini an latm ak istediği yerde, Sappho'nun "Eros
Güneşin aydınlığına sahiptir"*nl dediği zaman, onu bizim Güneşin bir
102
"parçası" diye adlandırmamız gereken bir şeye değil de. Güneşin de sa
hip olduğu söz konusu parlaklık öğesine sahip olduğunu kastetm ek
durum unda olm ası olgusunda ortaya çıkan bir başka güçlük daha
vardır. Ancak Profesör W ebster'ln de İşaret ettiği gibi, bu dönemde
"aydınlık" b ir n ite lik değil a n ca k b ir şeydi; bu gerçekten de
kaçınılmazdı, çünkü herhangi bir nitelik kategorisi henüz icad edilme
m işti, ve gerçekte varoluş türleri bakım ından b ir farklılık henüz
düşünülm üş değildi.1121 Bu yüzden buradaki "aydınlık" Güneşte bulu
nan ve Güneşin parlaklığından sorumlu olan, ve aynı zamanda kendisi
de aydınlık(parlak) diye betimlenebilir olan bir "şey" olarak görülmüş
olacaktı; o G üneşteki aydınlık olan şeydir. Güneşin aydınlıktan(töz)
bir payı vardır, ve Eros'un da aydınlıktan kendi payı. Gerçekten de.
Iıpkı "kerestenin siyahı"nın bir sınırın üyesi olması gibi, o genel olarak
belli bir özeilliği paylaşan farklı şeylerden değil de, özü belli bir
özellikten pay vermek olan "özdeş" şeylerden meydana geldiği için,
farklı bir sın ıflan olsa bile, "Güneşin aydınlığı" da bir sınıfın bir
üyesidir, öyleyse, artikel ve cinssiz sıfat bir nitelik ya da özelliğin tikel
bir örneğine referans yapılarak kullanıldığı zaman, Yunanca ifadenin
her zaman bir sınıfın üyesi olan ve kendisi de sınıfın adıyla tanım
lanabilen bir "şey"e atıf yaptığını söyleyebiliriz.
Referans genel bir referans olduğu zaman, aynı durum daha açık
seçik bir biçimde ortaya çıkar, ve Yunanca ifade bizi bir sınıfın Stan
dard üyesine götürür. Ben eğer ou kol areskei to therm on dersem,
bıı "ben sıcağı sevmem" diye çevirilebilirdi: ancak bu tümce harfi har
fine çevrildiğinde, onun gerçek anlam ı, kendisine "sıcak" sıfatının
yüklenebildiği bir şeyin sıradan bir örneği olan, "sıcak olanı sevmem"
şeklindedir. Yine burada da, tam ve dakik bir biçimde konu şu l
duğunda. bir soyutlamaya değil de, her zaman bir "şey" ya da "şeyler 'e
işaret eden somut bir ifade biçimiyle karşı karşıyayız; ve, artikele ve
cinssiz sıfata sahip olduğumuz zaman, hep bir sınıfın (isler özel bir
üye, ister herhangi bir üye ya da ister Standard bir üye olsun) bir
üyesiyle ilgilendiğimiz için, daima kendisi sıfatın işaret ettiği niteliğe
sahip olabilen bir şeye sahip oluruz.
103
"adil" ve "dindar" sıfatlarının yüklenebildiği "şeyler"! gösteren terimler
olarak kullanılan soyut "dikaisune" ve "hosiotes" terimlerini bile bu-
lıın ız :1131 ve Phaidon'da Sokrates'i "İyinin kendisi yanında güzel bir
başka şey daha varsa..." derken görürflz.1’'’1 Ve yine Phaidon'da1’51
aşağı yukarı "Bir Eşitliğin var olduğunu söyleriz" anlam ına gelebilecek,
neredeyse çevirilemez olan pham en pou ti einai ison ifadesiyle
karşılaşıyoruz: bu ifade gerçekte, kendisine eşit adını verdiğimiz bir
şeyin. "Eşit olan bir şeyin var olduğunu biliriz." anlam ına gelmelidir.1161
Bunu öyleyse, Platon'un örneğin to agathon'ıı, iyiliğin dünyadaki
(gözle görülür) tüm örneklerinin hiç kuşkusuz prototipi olup, bir ka
raktere sahip olan bir şey olarak gördüğü şeklinde yorumlayabiliriz.
"Sıcaklık" gibi bir tümelin, bu tümelin gösterdiği (sıcak), ancak bir yan
dan da ona yüklenen niteliğe sahip olamayacağım söylememiz gere
kir: ancak Platon için, örneğin to kalonun kalon olduğunufgüzelin
güzel olduğunu) söylemek, totolojik olsa da, hem olanaklı hem de
doğru olmuş olacaktır.1’71 Platon'un Formlarını soyut terimlerimizle ya
da tümellerimizle özdeşleştirmemek için, burada önemli bir nedene
sahibiz.
(13)Protagoraa 330b-d
(14) Phaidon 100c
(15)-Phaidon 74a.
(16)-Krş.. Phaidon 102c(ekeino... mega on), vc 103c.
(17)-Sokrales'in bireysel örneklere referansla "dindar olan "dan vc bcnz.cri
şeylerden söz ettiği zaman, onun bu cntitclcri. tıpkı Sappho'nun "Güneşin
aydınlığı''m düşündüğü biçimde, "şeyler” olarak düşündüğünü kabul etmemiz
gerekir; o tanımlama işiyle uğraştığı zaman, o sınıfın Standard üyesini, ya da
belki, örneğin "dindar olan”ın kollektif olarak ele alınan, dünyada hernangi
bir yerde bulunacak tüm örneklerini düşünüyor olmuş olacaktı. İ ler durumda.
Platon gibi Sokrates de bu türden ifadeleri, şifalın işaret ettiği niteliğe sahip
olmaya yetili tözler olarak gördüğü şeylere referansta bulunarak kullanmış
olacaktır, şu farkla ki Sokrates için bu "şeyler" çoğu zaman kompleks şeyler
ya da eylemlerde diğer şeylerle yakın bir ilişki içinde bu dünyada varolur,
oysa Platon için gerçek "şeyler" bir başka yerde varolur.
Birçok karışıklığa gerçekte eidos sözcüğü neden olmuştur. Sokrates bir er
demi tanımlamaya çatışırken, söz konusu erdeme ilişkin bir dizi örneği değil
dc. söz konusu erdemin eidosunu istediğini söylediği zaman, o sınıfın Standard
üyesinin "görünüş"ünü, bizim ona ilişkin izlenimimizi kastetmiş olacaktır. O
bu eidosun kendisinin, definiendumun her bir tikel örneğiyle aynı biçimde bir
"şey" olmasını pek varsaymış olamaz: varsaydıvsa da, bizim bildiğimiz ka
darıyla, bu varsayımım temellendirmeyc kalkışfnamıştır. Burada, gerçekten
dc, tümel"in modem anlamının çok yakınında bir yerdeyiz. Ancak Platon
için, örneğin lüm adil eylemlerin eidosu to dikalon auto, yani bir sınıfın stan-
aard üyesinin "görünüş"ü, hatla Standard üyenin kendisi değil ancak yetkin
bir doğası olan tözsel bir gerçeklikti. Platon'un bu terimi kullanması sıkça
rast İndiğimiz btr inancın, onun da tümellerle ilgilenmiş olduğu inancından
büyük ölçüde sorumludur. (Clara Buchmann, Die Steltung des Menon in der
platonischen Philosophie adlı eserinde, bununla birlite, Sokratik eidosun bile
manlıksa! bir kavram değil de, nesnel bir gerçeklik, bir öbeğin içkin özü
olduğunu savunur.)
104
(2) Benim ikinci argümanım, bize fenomenler hakkında, Formlara
uygun bir tarzda verilen bilgiye dayanır.
Sokrates'in sopaların sık sık bir insana eşit bir başkasına eşitsiz
görünüp görünmediğini —onların kendi kendileriyle aynı nesneler
olup olmadıklarım— sorduğu Phaidon 7 4 B y e atıfla bulunurken, Ross
Platon'ıın muhtemelen "perspektifin etkisini düşünm ekte olduğunu”
(ıs) söyler: benzer bir biçimde Devlet 4 8 7 a ’da da Ross, Platon’ıın tikel
şeylerin hem güzel ve hem de çirkin, adil ve adaletsiz olabileceğini
söylediğini kabul eder, ve bunu da "belli tipten bir eylem belli koşullar
altında doğru iken, aynı genel tipten bir başk a eylemin anorm al
koşullarda yanlış olduğu" anlam ına gelecek şekilde yorumlar. (19! An
cak Platon'ıın göstermek istediği nokta, duyusal nesnelerin gerçekte
karşıt özelliklere sahip olabilmesi, ya da hatta karşıt özelliklere sahip
oluyor görünmesi değil de, onların yetkinlik bakımından eksikli olma
ları1201 ve dolayısıyla görünüşlere karşın, onların hiçbir biçimde açık
seçik herhangi bir özelliğe sahip olduklarının söylenememesldir. Du-
(18) nkz., PUton'un İdealar Kuramı, s.23. Sokratcs Phaidon 74b'dc bu noktayı
duyusal nesnelerle Formları birbirlerinden ayırmak İçin ortaya koyar. An
cak Sokrates'in açık seçik olarak perspektif konusunu tartıştığı D evlet
X.kitapta (598a ve devamı), perspektif, duyusal nesnelerdeki değil de, res
samın duyusal nesneleri kavrayış ve kopya edişindeki bayağılığı ve ilkelliği
göstermek için bir analoji olarak kullanılır, 599a-601b). Optik yanılsamalar,
ruhun ölçme ya da ussal yetisinden daha aşağı olan bir parçasından kaynak
lan! rlar(603b, d). Bu nedenle pasajlar arasında hiçbir benzerlik yoktur; ben
perspektifi buradaki söz konusu ayrımdan sorumlu tutmak için hiçbir neden
göremiyorum. Söz konusu olan nokta, bir şeyin aynı pespektiften görüldüğü
zaman, bir bölümüyle duyu organlarımızın yetkin olmayışından, ve bir
bölümüyle de fenomenlerin, bize Phaidon 74b'dc söylendiği gibi, sürekli ola
rak değiştikleri için yetkinlik bakımından eksikli olmalarından dolayı, yine
de kırklı insanlara farklı görüncbilmeleridir. (Platon fenomenlerden Devlet
X. kitapta, yalnızca onta-gıgnomenta(gcrçcklcn var olanlar— oluş içinde olan
lar) ayrımı burada gündeme gelmediği için, "varlık" olarak söz eder.)
"Murphy (The Interpretation of Plato's Republic, s. 11 l'dcki dipnot) to men
vc to de yi, sanki Sokratcs duyunun nesnelerini "farklı ilişkilerde karşıt
yüklemlere sahip olan"—bir şeye eşit olup, bir başka şeye eşit olmayan— şeyler
olarak aşağılıyormuş gibi, pnainetaila değil de isayla Dirlikte kullanır. Ancak
bunu Profesör Ilackfortn'un Murphy'nin bu kitabına ilişkin tanıtma
yazısıyla (Classical Review, N.S.II, 1952, 159) karşılaştınnız. Ilııekforth bunu
tanıtma yazısında şu soruyu sorar; "Herhangi bir iki şey —hatta auto to İsa
bile— herşeye eşit olabilir mİ?"
(İ9)-S.38. Bunun anlamı Murphy'nin "farklı ilişkilerdeki karşıt yüklcmlcr"le
İlgili, bundan önceki dipnotta sözü edilen görüşüyle aynı olacak, vc "eşit vc
eşitsiz" olana uygulandığında aynı saçmalığa yol açacaktı. Ancak bu her du
rumda, Platon'un duyusal dünyaya ilişkin görüşüne, bir başka deyişle onun
Arlsloleles tarafından kaydedilen. Thea'etetus'la serimlenen, ve Devlet'in ken
disindeki Bölünmüş Çizgi vc Mağara benzetmelerinde ima edtlen duyusal
dünya görüşüne uymaz.
(20)-Phaidon 74d.
105
yusal nesneler "kaçınılm az olarak bir şekilde hem güzel ve hem de
çirkin görünmek zorundadır. ...ancak bu şeylerden herhangi birinin
onun kendisi olabildiğinin söylendiği şey her ne olursa olsun, onun
mutlak bir biçimde bu şey olduğunu, onun bu şey olmadığından daha
fazla söyleyebilir m lsin?",2,) Gerçekten de, tam ve dakik bir biçimde
konuşulduğunda, duyusal nesnelerin herhangi bir gerçek ya da yetkin
yüklem e sahip oluşu haklı olarak reddedilmiş olabilir. Platon'un
şeylerin her yönden sürekli olarak değişiyor olması koşulu altında,
onlara ilişkin olarak hiçbir şey söylenemeyeceğini gösterdiği T heae-
te tu s'ta n da söz edebiliriz. Bu, Cornford,22) ve C hem lss'in.(23) yaptığı
gibi Platon'un gignom ena ve on ta arasındaki ayrımını ortaya koyan
bir şey olarak, ya da h alta Owen'ın12'’1 yaptığı gibi, Platon'un gene-
sisin(oluşım ) o u s layı (varlığı) dışta bıraktığı biçimindeki eski inan
cını bir reductio ad absurdumla çürüten bir şey olarak alınsın. Pla
ton'un söz konusu öğretiyi eski zamanlardan başlayarak öne sürm üş
olduğu, ve bu öğretinin fenomenlere "gerçek" bir yüklemin verilmeme
sini içerdiği açıktır. Platon hangi zamanda olursa olsun, bunu farket-
memiş olamaz.
Böyle bir yorum. Platon un, kendisine göre fenomenlerin hiçbir
kimliğe sahip olamadığı bir öğreti olan Herakleitosçu duyu dünyası
görüşünü kabul etm iş olduğu bilgisini elde etliğimiz. Aristoteles'in
M etafizik A’dakl anlatım ına da uygundur. Bu yorum, Aristoteles'in
Metafizik ! üzerine yazdığı yorumda, Formlann varoluşu için getirilen
akademik bir argümanı açıklarken. Alexander'ın söylediği şeylerle de
—fenomenal nesnelerin sürekli olarak değişlikleri, ve fenomenal n es
nelerden oluşan hiçbir çiftin hiçbir zaman tam anlam ıyla(ya da
"gerçekten") eşit olmadıklan h u su su y la -1251 uygunluk içindedir. Ancak
bu konudaki esas ve gerçekte kesin sonuçlu değerlendirme, fenomen
lerin Form ların yetkinliği karşısında "eksikli olm aları" hakkında
Phaidon 74b'de söylenen şeylerdir. Bu notlan izleyen pasajdan, fe
nomenal nesnelerdeki eksikliliğin ya da yetkinsizliğin fenomenlerin
değişkenliğinden —"onların kendi kendileriyle ya da bir başkasıyla
aynı ilişki İçinde olduklannı görmek pek olanaklı değildir"1261— ve
sürekli olarak değiştikleri için, onların bilinem eyecekleri ya da
özdeşlik savında olam ayacakları olgusundan1271 doğduğu sonucunu
(21)-Deviet 478a.
(22)-Plato's Theory of Knowledge, s. 101.
(23)-Aristotle's Criticism of Plato and the Academy, s.218, n. 129.
(24)-Classical Quarterly, N.S.II1, 1953, s.85-6.
(25)-Alexander, 82, II, yayımlayan liayduek (Commentaria in Aristotelem
Graeca, cilt, 1)
(26)-Phaidon 78c.
(27)-Phaidon 78c-79d.
106
çıkarsayabillrlz. O nlann, gerçekten de sabit ya da belirli bir doğaları
yoktur. Platon'un daha sonra Y ed in ci M ektup'ta da gösterdiği gibi,
adlar, tanım lar, fiziksel nesneler ve onlara ilişkin sözde-bilgimiz
"duyular tarafından çürütülebilir."1281
107
allo),29) olarak algılanm ak durumunda oldukları yerde, bir Form (a)
kendi işlevini yerine getirmesi engellenmediği zaman, yanılmaz olan
zihin tarafından, ve (b) bir karışımdan damıtılmış su gibi, bütünüyle
kendi basına kendi saflığı İçinde kavranabilir. (3°*
Burada —sırasıyla (A), (B) ve (C)’de— Formların melaflziksel, ontol-
ojik ve episiemolojik yönleriyle karşı karşıya bulunmaktayız; ve Form
lar bu üç yönden her biri altında, en azından maniığın bakış açısı
altında oldukları kadar önemlidirler. (D) Formlar "sözsel imgeler"den
meydana gelmiş tümcelerimizin, (bu tümcelerin Formların kendi a ra
larındaki ilişkileri doğru bir biçimde gösterip göstermemesine göre)
kendilerinden dolayı anlam lı ya da doğru olup olmadıkları şeylerdir,
(sı) ve onıar gerçekte tanımların nesneleridirler de; ancak onlar, soyut
tüm eller oldukları için değil de, salt kendi başlarına tö z se l, ve do
layısıyla doğru bir biçimde gerçek oldukları İçin, tanımların nesneleri
dirler.
108
FORMLAR VE ŞEYLER(*)
R aphael DEMOS
Neyin gerçek olduğunu belirleyen ölçütlerin neler olduklarını sap
tadıktan sonra, şimdi Platon un ontolojisini konu alan bu bölümde b
ölçütleri uygulamaya geçebiliriz. Tüm varlıklar arasında, Formlar yı
da tümeller bıı ölçütlere en iyi bir biçimde uymak durumundadırlar, v<
dolayısıyla onların gerçekten gerçek oldukları yargısına varılmalıdır.
Form lar nelerdir? Form ların varolduklarını nasıl biliyoruz? Platon
kendi Idealar anlayışını insansal tecrübenin belirli olgularını — bizim
(a)üretim, (b)bilgi. (c)doğa olmak üzere, üç başlık altında sınıflaya
cağımız olguları— açıklayacak bir varsayım olarak önerir.
(a) San allar ve meslekler, yaşamlarımızda bizim için sürekli bir ilgi
odağı oluştururlar. İster kap kacak, ev, gemi yapalım, ister devletler
kuralım, üretici faaliyetimiz daima bir yöntemle belirlenir. Üretici faa
liyetimiz bilimsel bir faaliyettir, ve o bıı nedenle tek h n e adını alm ak
durumundadır. Platon bir yöntem kullanmayı tçeren üretici faaliyeti
mizi apaçık bir olgu olarak alır, ve daha sonra kendisine söz konusu
olgunun neler öngördüğünü sorar. Tekhn e. daha önce de söylediğimiz
gibi, bir yöntem kullanılm asını içerir, ve yöntem birtakım normlara
göre gerçekleşen bir işlemdir. Ayakkabı imal eden bir ayakkabıcı,
herkes tarafından kabul görmüş bir ayakkabı modelini göz önünde tu
tarak çalışır, öyleyse, sa n a lla r ve m eslekler m utlak slandardlann
tanınm asını ve kabul edilmesini İçerir. Yalnızca göreli standardları,
göreli aşırılık ve eksikliği ortaya koyan bir öğreti, Platon'a göre,
"sanatları ve sanatların tüm ürünlerini ortadan kaldıracak, ve devlet
yöneliminde, ...ve dokumada da başarısız olacaktır"(D evlet Adamı
284a). Mııllak büyüklük, mutlak orta, ölçü ve nesnel doğruluk kavram
ları olmaksızın, san atlar varolamayacaktır. Nasıl ki yanlış sanının va
roluşunu açıklam ak için yokluğun geçerliliğini kabul etme zorunda
kaldıysak, "şimdi de bu İkinci sonucu, daha büyük ve daha küçük
olanın yalnızca birbirleriyle değil, ancak aynı zamanda varolan bir
m utlak orlaya göre ölçülmelerl gerektiği sonucunu da kabul etmek zo
rundayız... Çünkü bu kabul edilmezse eğer, ne bir devlet adamı ne de
pralik işlere ilişkin bilgisi olan herhangi bir kişi varolacaktır"(284b).
109
zenaatkâr olarak faaliyetini sürdüremez hale gelecektir. Mutlak stan-
d ardlar-eşdeyişle, Form lar— insan yaşamını meydana getiren doku
nun ayrılmaz bir parçasıdırlar. Bundan sonraki uslam lama ise. ku
ram sal faaliyetin gereklerine dayanacaktır.
(b) Doğru sanıdan ayrı olarak bir de bilgi vardır. Bunlardan bilgi
öğretimle, sanı ikna yoluyla kazanılır: birine doğru usavurm a eşlik
eder, diğeri ise usdışıdın bilginin tam. açık seçik ve kesin olduğu yerde,
sanı daima eksik, bulanık ve olasılı bir şeydin biri sabittir, değişmez,
diğeri ise. doğruluğa yalnızca yaklaştığı için, yaklaşık ifadelerle
değiştirilir (Timaeus 51d, Philebus 59c). Platon bilgiyi, tıpkı Kant’ın
yaptığı gibi, bir olgu olarak alır; Sofist (260a)'te, söylemin bir ger
çeklik olduğunu dile getirir. Ve daha sonra kendisine bu öncülün ge
rektirdiği sonuçların neler olduğunu sorar. Ancak Kant'ın zihinsel güç
ya da yetilerle İlgili bir kurama gitmek durumunda kaldığı yerde, Pla
ton bir Form lar dünyası öne sürmediğimiz sü rece, bilgiyle san ı
arasın d aki ayrım ın varolm aya devam etm eyeceğini, ve her tür
düşüncenin sanıya indirgeneceğini dile getirerek, ontolojik bir var
sayıma yöneldi. Kant, dünyanın Hume'un izlenimler akışından meyda
na geliyor olması durum unda, bilginin olanaksız olacağı sonucuna
vardı: Platon ise dünyanın Herakleitosçu bir akış içinde olması duru
munda, bilimin varolamayacağını savundu.
Kısacası, tam, kesin ve tümel bilginin varoluşu belirli bir türden bir
dünyanın varoluşunu gerekli kılar. Bu dünya ne türden bir dünyadır?
Bu dünya deneyin dünyası olamayacaktır. Deney dünyası sistem atik
bilgi veremez. Deneyin verilerinin gösterdiği nitelikler bulanık ve be
lirsizdirler: örneğin, bu m asa kahverengidir, an cak tam kahverengi
değildir; bir kırmızı karışımı ile siyahımsı bir kahverengidir, o. Dahası
deneysel nitelikler tam ve dakik bir ölçüme gelmezler: onlar az ya da
çokturlar: bıı oda daha az ya da daha çok sıcaktır, ben daha az ya da
daha çok mulluyumdur. Deneysel dünya sayısal belirlenimden kaçar;
onun nitelikleri saflıktan yoksundur, öyleyse, o açık ve seçik düşün
celer için nesneler sağlayamaz. Ancak açık ve kesin bilgi varolduğuna
göre, deney dünyasının ötesinde, böyle bir bilgiyi olanaklı kılan bir
dünya var olmalıdır. Bu dünya, her biri saf, katışıksız, belirli ve tam
tamına her ne ise o olan formlardan meydana gelir. Ve Formların bir-
birleriyle ilişkileri olduğundan, tümel ve zorunlu bilgi olanaklıdır.
Form lar düşünen zihinden bağım sız olarak, her ne ise odurlar;
öyleyse. Formlar tüm zihinler için aynıdır, ve tntersübjektif bilgi ola
nağı vardır.
(c) İdealar kuramı aynı zamanda doğanın olgularını da açıklayacak
bir varsayımdır. Doğada düzen vardır, ancak bu düzeni sağlayan
doğanın kendisinin oluşumu değildir; öyleyse kendi karakterini doğa
110
alanına veren doğaüstü bir alan olmalıdır. Örneğin, deneysel sü reç
lerin. kendileri özsel karşıtlar olmaksızın, birbirlerini dışladıklarını
görüyoruz. Kar, suyun ateşi söndürmesi anlamında, ateşi dışlar. An
ca k karda k a r olarak ve ateşte ateş olarak, böyle bir dışlam ayı
açıklayacak hiçbir şey yoktur. Bir başka deyişle, deneysel fenomenle
rin, fenomenler olarak, herhangi bir türden bir düzenlilik sergilemeleri
için bir neden yoktur(Phaidon 103-105). Ancak onlar yine de bir
düzen sergilerler. Platon'un yanıtı, kar ve ateşin birbirlerini karşılıklı
ve düzenli olarak dışlamalarının karın soğuktan ve ateşin de sıcaktan
pay alm asından kaynaklandığı, ve dahası, birbirlerine karşılıklı ola
rak karşıt olanların soyut olarak soğuk ve sıcak olduğu şeklindedir.
Kısacası, doğal fenomenler birbirleriyle İlişkilerinde, yalnızca onların
formlar dünyasından pay almalarıyla açıklanabilecek bir düzenlilik
sergilerler. Kant ise. deneydeki düzeni, deneyi tamalgınm transenden-
tai birliğiyle olan ilişkisinden çıkarsam ıştır.
111
bazıları kaplan, bazıları kedi, bazıları köpektir. Karakter sınıf-birliği
ilkesidir. Her tikel yalnızca kendisidir, ve biri geçip gittiği zaman, onun
ardından başka bir tikel gelir: şeyler akıp giderler, ve aynı nehre iki
kez giremeyiz. Biz tikelleri birblrleriyle karşılaştırabilm ekte ve onları
tanıyabilmekteyiz. bu ise şeylerde ortak birtakım karakteristikler bu
lunduğu içindir. Bir yanda Tom. Dick ve Harıy'den oluşan bir kılme, öte
yanda ise onlann kendisinden pay aldıkları insanlık vardır, öyle ki biz,
insanlıktan pay aldıkları için Tom. Harry ve Dick'e insan deriz.
Yine, sağduyu tikelin bilgi düzeninde İlk olduğunu kabul eder. Karı,
kağıdı ve pamuğu algılar, daha sonra bir beyazlık düşüncesine varırız.
112
Platon içinse bunun tersi doğrudur. Biz İşe beyazlık düşüncesiyle
başlar, ve duyu-deneylmizi düşüncemiz aracılığıyla yorumlarız. Tümel
hem düşüncede hem de varlıkta önce gelir. Deneyin katkısı yalnızca
bize daha önceden bildiğimizi anım satm ak, ve bizdeki gizil bilgiyi
canlandırm akla sınırlıdır. Duyumun bilişsel değil, psikolojik bir işlevi
vardır; dııyu-deneyinin işlevi, bize formların yetersiz örneklerini vere
rek. zihinlerimize formların bilgisini anım satm aktır.
113
29a).
114
san tümüyle adil değildir: adalet deneyde verilmez. Ancak adalet yine
de ahlaksal eylemin amacıdır. Uluslar, o aktüel olm asa da, ve tümüyle
aktüel olam ayacak olsa da, özgürlüğün gerçek bir şey olduğuna ina
narak. özgürlük için savaşırlar.
115
lann bilimi olduğunu söyleyebiliriz. Anrak larih te. nedensel ilişkileri
kaydeder ve düzenlilikler İncelerken, elbette kİ seçicidir. Zihni ilgilen
diren genelliklerdir: zihni tikellere dikkat göstermeye yönelten belki
de bu duygudur. Kasabamı sevdiğim sürece, kasabam ın sokaklarıyla
ve evleriyle tanışıklık kurar ve yolumu nasıl bulacağımı bilirim. K asa
bamdaki sokaklara ilişkin tikel bir düzenlemenin başka hiçbir yerde
bir eşi daha bulunmayabilir, ancak söz konusu olan bu değildir. S o
kakların ve derenin yolunu tam olarak bunlar biricik ve eşsiz oldukları
için bilirim ya da kasabam ın insanlarına m uhabbet hisleriyle dolu
olurum. Bir suçluyu İnceleyen bir sosyolog suçlunun temsil ettiği tiple
(ve dolayısıyla onun bu tipten gösterdiği sapmalarla) ilgilenir; ancak
dost, anne baba ya da akrabanın tikel bireye bir birey olarak doğ
rudan ilgisi vardır.
116
yerlerde, yukarıda söylenenlerin tersini ortaya koyan bir dizi pasaj
vardır. Tanrısal ruhlar duyu dünyasıyla İlgili olarak doğru ve sağlam
in an ca —yani, tanıtlanm ış olan inanca, çünkü inanç akla dayan
madıkça. sağlam değildir- sahip olurlar. Bir kez daha duyu dünyasına
atıfla bulunarak. Platon hiçbir insan varlığının çok olanı bir olanda
birleştlrem ediğl ve yine bir olanı çok olana ayrıştıram adığı yerde
Tanrı'nm bunu yapm ak için yeterince bilge ve güçlü olduğu savında
bulunur(68d). Yine "tanrılar herşeyi bilir, duyar ve İşitirler, ve duyular
ya da bilim ler tarafından kavranan hiçbir şey onların dikkatinden
kaçmaz" (Yasalar 9 0 İd).
117
Böyleyse eğer, form basitliğini ve dolayısıyla gerçekliğini yitirecektir,
(b) Ya da form bölünmez an cak bir bütün olarak h er tikelde yeniden
ortaya çıkar; ve o bunu yalnızca, hem kendinde hem de duyusal
dünyada varolursa, yapabilir. Ancak bu varsayımda, o kendisinden
ayrılacak, kendinde olmayacaktı (Philebus 15b, c). Her iki alternatifte
de, formun kendindellğl yok olur.111
118
tylos 389c-390d ). Aristoteles’in madde form ilişkisiyle olan benzerli
çarpırıdır. Platon şeyin ondan ayrılamaz olan forma sahip olduğun
söyler: şey varolduğu sürece söz konusu forma sahiptir. Bir sonuç ol;
rak. şey kendisi için formunun adını alır. Bu nedenle Sokrates Sol
rates diye, ve aynı zamanda bir adam diye adlandırılır.121
119
birincisi İkincisinin nedenidir.
Demek ki. somut bir şeyin başka şeyleri belirli etkileme biçimleri
ve başka şeyler tarafından da belirli etkilenme biçimleri vardır; somut
şey kendi dünyasıyla değişmez ve düzenli bir ilişki içindedir, örneğin,
ruhları sözlerle ikna etme sanatı olan retoriği alın. Ruhlar da sözler de
yaratılm ış şeyler sınıfının Oyelerindendirler; ancak retorik belli ilke
lere göre işleyen b ir sanattır. Doğru ve gerçek hatip hem sözleri hem
de konuşm aları sınıflar ve hangi sınıfın kendisine uygun geldiğini
araştırırfP h aed ru s 270d-271d). Belirli türden bir ruh belirli bir söz
türüyle, bir başkası yine bir başkasıyla ikna edilir. Retoriğin bir bilim
olarak olanağı sözlerle ru hlar arasın d ak i düzenli ve değişmez
karşılıklı bir etkileşime dayanır.
120
m aklıktan h içb ir zam an ulaşılam ayacak olan tam lığa doğru bir
geçiştir. Demek ki, formlar akışta hiçbir zaman gerçekleşmez(Devlet
472d ): form lar a k tü el olu şu m lar değildirler. O nların birtakım
akt (kelleşmeler İçin olanaklar olduklarını söyleyebilir miyiz? Doğasını
belirsiz b ir şey olarak, alıcıya, hazneye borçlu olduğu için, somut
dünya formları gerçekleştirmeye yetlll değildir. Formlar, deyim yerin
deyse, olanaksızlıklardır.
Dııyu-imgeleri her bir kişiye özgü ve yalnız o kişi için söz konusu
dur. ancak bilgi tümeldir; şu halde kavram lar farklı zihinler için or-
taktır(G orgias 4 8 1 c. d). Kavramlar sayesinde, farklı nesnelere, farklı
zihinlere, aynı zihnin farklı dönemlerinde yapılacak referanslarda
aydınlığa ulaşırız. Kavramlar bilgideki özdeşlik ilkeleridir(K ratylos
385-6. S o fist 249c). Kavramlar deneyden önce gelir: deney de kavram
ları önceden varsayar. Deneyde verilen eşitliğin tam eşitlik olmadığını
bilirim. Zihin, daha önceden soyut bir eşitlik kavramına sahip olma
121
saydı, bunıı bilemezdi. "Eşit şeyleri ilk kez olarak gördüğümüz ve bütün
bu şeyler eşitliğe benzemeyi amaçlıyor an rak bunu başaram ıyorlar"
diye düşündüğümüz zamandan önce, eşitliğin bilgisine sahip olmuş
olmamız gerekir. ..."Öyleyse, m utlak eşitliği duyularımız tarafından
algılanan eşit şeylerle karşılaştırm ak, ve tüm bu şeylerin soyut
eşitliğe benzemeye çalıştık ların ı an cak bunu başaram ad ıkların ı
görmek durum undaysak, görmeye ya da işitmeye ya da diğer duyu
larımızı kullanmaya başlamazdan önce, soyut ya da m utlak eşitliğin
bilgisini bir yerlerden kazanm ış olmalıyız"(Phaidon 75a, b). Kavram
lar, algılar için zihne duyu deneyinde verilen eşitliğin tam olup ol
madığını sınam a olanağı veren normlardır. Deney için gerekli olan
slandardlar deneyden çıkarsanam az; onlar a prioridirler.
Platon bütün bu nedenlerle, kavram ları algılardan hem aslî
doğaları bakımından ve hem de kökenleri açısından ayırır, öyleyse,
kavramlar nasıl kazanıldı? Deney fikrini keşif, öğrenme ve her tür ka
zanılmış bilgi anlam ına gelecek şekilde genelleştirebiliriz. Böyle bir
bilgi, varlığa gelen ve geçip giden zam ansal bir fırsat, bir olanaktır,
öyleyse, bir öğrenme süreci kendileriyle bilim faaliyetinin sınandığı
ve düzenlendiği belli ölçüt ve kuralların bilgisini önceden varsayar. Bir
kazanım olarak bilgi bir kazanım olmayan bilgiyi gerektirir; bir keşif
olarak bilgi ve bir iyelik olarak bilgi vardır. Bu. Platon'un en büyük
cin sle r(m e g ista gen e) dediği kategoriler söz konusu olduğunda
özellikle açık hale gelir. Kavradığımız şey her ne olursa olsun, onu bir
ve çok. varlık ve yokluk, aynı ve farklı diye kavrarız. Bu kategoriler her
hangi bir bilme faaliyetindeki yönetici ilkelerdir: onlar düşüncenin
doğasında, özünde vardırlar ve onlara düşünme yoluyla ulaşılamaz.
Kategoriler için doğru olan, sınırlanm ış tümelliğe —yani, formlara—
karşılık gelen cinsler için de doğrudur. Bilginin tümü bir yorumlama
işlemidir. Somut bir şeyi kavramak onu böyle böyle bir şey olarak kur
maktın onun şu ya da bu formun sonucu olduğunu söylemek, onu kav
ramsal bir çerçeve içinde yorumlamaktır. Ben yeni bir dili, bu dildeki
yabancı sözcükleri kendi ana dilime çevirerek öğrenirim . Beni
çevreleyen dünyanın bilgisini algılarımı kavramsal dile uydurarak ka
zanırım. Bilginin mutlak hiçbir başlangıcı olamaz; anlam ak "... olarak
anlam aktır"; öyleyse, kendisi aracılığıyla dış dünyanın verilerini an
ladığım çerçeve önceden varolmalıdır. Burada Platon’un öğrenme
hakkm daki ünlü paradoksu söz konusudur. Biı şeyi la başlan beri
öğrendiğim gerçekte söylenem ez; çünkü, herhangi bir konuda
araştırm a yapabilmek için, o konu hakkında bir şeyler bilmem gere
kir. Eğer durum böyleyse, onun hakkında araşürma yapma gereği duy
mam. Ve onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsam, onu araştıram am .
Platon'un burada göstermek istediği nokla. bilgi bir yorum işi olduğu
için, bilginin sıfırdan yaratılışı diye bir şeyin söz konusu olmadığıdır.
Bilgi duyu verileriyle kavramsal koordinatlar sistem i arasındaki bir
122
korrelasyonun ortaya konmasından başka bir şey değildir.
Kavramlar gerçek olanı gösterirler: onlar yalnızca kavramlar ol
madıkları gibi, zihinsel birer Icad da değildirler(Parmemdes 132b, c).
Kavramsal çerçeve ya da düzen nesnel düzene karşılık gelir. Bu ne
denle kavramsal düzen hiçbir şekilde keyfi değildir: o zihnin birçok
düzen arasından keyfi olarak seçtiği bir düzen olamaz. Geçerli olan
yalnızca tek bir kavramsal düzen vardır. Ve bu düzen zihnin sabit bir
belirlenimidir: o öyleyse, doğuştandır.
123
Form ların şeylerden bağımsızlığı ayrıca, formların, kendileriyle
şeylere değer biçebildiğimiz norm lar oldukları olgusuyla gösterilir.
Kendisiyle varolan bir devletin genel gidişatının ölçüldüğü bir Stan
dard ne bu devlete ne de varolan bir başka devlete görelidir. Varoluşun
bir bütün olarak İyi olup olmadığını sormak olanaklıdır.
(b) Formların zihinlerle olan ilişkisini düşünün. Formlar bilinirler:
formların bilgisi gerçekte doğuştandır. Formların zihindeki bileşensel
öğeler olduklarını ortaya koyan kurama formların mutlaklığını dile ge
tiren öğreti eklenmelidir. Zihin kendilerini teşkil etmediği formları bi
lin formlar kendinde varlığa sahiptirler. Bilgi, nesnesini yine kendisi
nin teşkil eltiği bir yapıda olsaydı, bilgi olam ayacaktı: çünkü bilgi
onun bu şekilde düşünülmesinden bağımsız olarak, bu şekilde olanla
sözkonusu olan bir ilişkidir. Bilinen bir şey olarak formla var olan bir
şey olarak form karşıtlığı söz konusu değildir. Yalnızca insan zihnin
den değil, ancak bilgiden söz ediyoruz: sayıların özelikleri tanrıların
bile reddedemeyeceği zorunluIııklardırfYasalar 818a). Formlar Tanrı
için birer mutlaktırlar.
124
Her form karşıtın ı d ışlar. Som ut dünyada, k arşıtlar varlığa
karşıtlard an gelir; örneğin, ölüm yaşam dan gelir. Ancak gerçek
k a rş ıtla n , bu k a rşıtla n n kendilerinde m evcut olduğu şeylerden
a y ırm a lıy ız (P h a id o n 103b); ve gerçek k a rşıtla r birbirlerinden
doğmazlar. Daha genel olarak söylersek, sanı dünyasında karşıtlar
birlikte varolurlar, "Sim m ias'ta hem uzunluk hem de kısalık vardır,"
çünkü "Slm m ias Sokrates'ten uzun Phaidon'dan kısadır"(Phaidon
102b). Ancak gerçek uzunluk kısalığı kabul etmez ve kısalık tarafından
değiştirilemez. Her formun karşıtını dışlaması önemli bir olgudur; bu
her bir formun, açık ve seçik düşünceleri olanaklı kılarak, spesifik ve
belirli bir doğasının olması İlkesidir. Öte yandan, emprik karakteris
tikler İki anlamlıdır; güzel çirkin, adil adaletsiz görünür, çift ise çillin
yarısı kadar görünür(Devlet 479b).
125
PLATONİK FORMLAR DUYUSAL NESNELERDEN
NİÇİN "AYERILDr'?(*)
R.S. BLUCK
VII nolu ekin sonucunda. Platonik Form lann ne olduklanm gör
dükten sonra, şimdi tam olarak Platon'un onları bu biçimde düşünme
dunım una nasıl geldiğini anıştırabiliriz. Bu konuya ilişkin genel bir
açıklam a daha önce Giriş'te verilmişti, konu üzerinde k ısaca özet
lenebilecek bir ya da iki görüş daha vardır.
(*)-Acl ı geçen yazann yayımladığı Plato's Phaedo(New York. 1955) adlı kitabın
sekiz nolu ekinde yer alan, Platonic Forms: Why were They "Seperated"? adlı
makalenin Türkçe çevirisidir.
(l)-Platon’un esin kaynağı, ve onun ahlaksal "amaçlara"yönelik yoğun ilgisi
nin kesinlikle nedeni olan Sokratcs, Herakleitosçu öğretinin onun kendi
inançlarına yönelttiği tehdite karşı herhangi bir karşılık formüle etmemiş
görünür.
126
rek, sisteminin tümünü metafiziksel bakımdan süsleme olanağı buldu,
ve sistem in m antıksal anlamı ve önemi, ayrıntılı olarak, ancak daha
sonraları. S o fist te ele alındı.
"Tanım Problemi"
Bazı Platon araştırm a ve yorum cular Platon'un değişmeyen bir
Formlar dünyası öne sürme nedeni, değişen nesneleri tanımlamak
olanaksız olduğundan, sanki tanım lam ak için değişmeyen nesnelere
sahip olmakmış gibi yazarlar. Formlar kuram ının öne sürülüş nede
nine ilişkin böyle bir açıklamayla Platon'un am acının Sokrales'in her
zaman tanım lam aya çalıştığı nesnelere gerçek bir varoluş vermek
olduğunu söylemek arasındaki farklılık çok önemli bir farklılık olarak
görünmeyebilir, ancak Platon’un gözettiği am acın ahlaksal ve ontolo-
jik olm aktan çok m antıksal olduğu varsayılırsa, bu farklılık çok
önemli bir farklılık olup çıkar. ,2>Bu yalnızca, önemli sonuçlan olan,
bir vuıgulama sorunudur.
127
sel "nedenler", ve ahlaksal bakımdan yüksek bir am aç edinmenin
"gerçek" olan nesneleri olarak Formlarla uğraşır ve mantığa hemen hiç
dokunmaz.
ö te yandan diyaloglarda, değişmekte olduklarından dolayı tanım -
lanam ayacak olan şeyleri tanım ladıkları için Sokrates'e ya da bir
başkasına saldınldığını gösteren hiçbir şey yoktur. Öte yandan, diyal
oglarda çok sayıda Sofist ve başkaları ahlakın "doğal" standardlannm
gerçek varoluşunu tartışıyordu.1,1
128
"ayırırken" m antıksal ve ontolojik bir amacı olduğunun açık seçik ola
rak yad sın m asıyla ilgileniyorum. Çünkü Stenzel'in dili sık sık
“ayrılış"ın kendisinin bütünüyle ideallerin değerini arttırm a arzusu
nun bir sonucu olduğunu ima eder. Bunun bir sonucu olarak o şöyle
yazar; "Kısacası, o(Form) bizim bugün, dar bir alanda, bir ideal adını
verdiğimiz şeydir. Ve böyle bir idealin varoluşu, filozofun "aynlış"(kho-
rism osjla ilgili dürtüsünün, "saf Formu kendisinde" bulma arzusunun
tüm diğer motiflere baskın çıkacağı anlam ına g eld i."(8) Ve yine, "Final
am acın aym lışı, ve onun daha yüksek bir dünyaya çıkarılması, ahlak
alanında m antıksal olarak zorunluydu: çünkü en yüksek iyinin, bu
dünyanın üstünde olanaklı en yüksek yerde tahta oturtulması, bizde
en yüksek Doğruluk ve Güzellik İçin bir arzu ve özlem uyandırmak için
fazlasıyla gerek duyulan bir şeydi..."191 diye yazar. Şimdi ayrılış böylesi
İdeallerin değerini kesinlikle arttırabilirdi, ancak o, bazıları kesinlikle
önceden bilinmek durumunda olan, birtakım güçlüklere yol açm ıştır
ki. Formları duyusal fenomenlerden ayırma işine salt, burada betimle
nen am açla pek kalkışm ış olamaz. Platon'un öncelikle ah laksal
değerlerle ilgilendiğinden kuşku duyulmamak gerekir, ancak onun
"doğal olarak" varolan ahlaksal slandardlan, önce önemli ontolojik
sonu çları olan yeni bir epistem olojik öğreti (Anımsama kuramı)
formüle ederek yerleştirmeye çalıştığı da aynı ölçüde kesin görünür.
129
rumıında olmasının şaşırtıcı olmadığı" söylenir.1101 Phaidon'da öğreti
yine gözle görülür bir biçimde genel olarak öğrenmeyle ilgilidir: "Eğer
senin sık sık öne sürdüğün gibi, öğrenmenin anım sam a olduğu
doğruysa..."111* diye konuşmaktadır, Kebes. Her ne kadar Platon'un m a
tem atikten seçilen örnekleri bir konuyu örneklerle serimleme amacı
açısından çok yararlı örnekler olarak gördüğünden, ve bunun Formlar
kuramını geliştirmesinin esas nedeninin kendisinin ahlaksal erdem
lere duyduğu ilgi olduğundan kuşkulanmaya gerek olmasa da, Menon
ve Phaidon'da Anımsama öğretisinin kapsam itibariyle ahlaksal ve
m atem atiksel öğrenmeyle, ya da onun gerçek bilgi anlayışının bu
şekilde ahlaksal ve m atem atiksel bilgiyle sınırlandığını gösterecek
hiçbir ipucu yoktur.
(10)-Menon 81C.
(1 1) Phaidon 72E.
(12)-Phaidon 65d-c.
(13)-Ağustos 1952 sayısı.
130
kapsamından çıkartılm ası gerektirdiğine ilişkin kavrayışının ışığında,
Platon'un seleflerinin, sırasıyla Phylagorasçılann ve Demokritos'un
kuram larının yeniden ortaya konm asından başka b ir şey olmadığını"
savlar. B urad a yalnızca. Dr. Popper'in irrasyoneller probleminin,
Tlm aeus'u n yazıldığı andan itibaren Platon'un kuram ı üzerindeki
etkisine İlişkin olarak iyi bir örnek ortaya koyduğu yerde, Platon'un
Formları fenomenlerden "ayırırken'' güttüğü am aç böyle bir şey olmuş
olsaydı, Platon'un "geometrik bir dünya-görüşünün yerine aritmetiksel
bir dünya-görüşünü geçirmesi' yle ilgili olarak P haidon ve D evlet’te
kesinlikle daha çok şey duyardık dem ek isliyorum . Burada Fteld'in,
h er ne kad ar A ristoteles Platon'un kuram ını Phytagorasçılıkla kar-
şılaşlırsa da, kuram ın kökeninin yalnızca Sokrates'in ve Kratylos'un
etkisine atfedildiği biçimindeki [ezln!1' 51 anım satm ak da herhalde y a
rarlı olacaktır.
131
PLATON'DA BİLGİ VE DEĞER(*)
John İL Rist
Y orum cular So krates'in D ev let V. kitapta yer alan bazı söz ve
değerlendirmelerine çoğunlukla büyük bir önem verm işler ve böy
lelikle Platon’un daha ilginç bazı düşüncelerini, örneğin onun farklı
bilgi tipleri arasındaki ayrımlarını, ya da onun ahlaksal yargılan m e
tafiziksel bir çerçeve içine yerleştirme girişimini anlam am ıza engel
olmuşlardır. Büyük ölçüde D evlet V.kitap üzerine olan bir yorum
temeli üzerinde Profesör Gregory Vlastos yakın zamanlarda, Platon’un
aradaki farkı açıklığa kavuşturm aksızın "gerçek"(ontos on) sözcü
ğünü iki anlamda kullandığını savunmuştur.*11 Tüm Formlar, der Vlas
tos, bilişsel anlam da gerçektir, yani onlar bilişsel olarak güvenilir
olan nesnelerdir, oysa Adaletsizlik, Çirkinlik, ve Kötülük gibi bazılan,
değer biçmeyle ilgili anlam içinde gerçek değildir, yani onlar Vlas-
tos’un "mistik tecrübe" adını verdiği şeyin nesneleri değildir. Aynı ma
kalede Vlastos, Platon’un yalnızca tek bir bilgi türü tanıdığı için, onun
yalnızca tek bir tam gerçeklik "türü" tanıyabildiği sonucuna varır.®'
132
madiğim, (b) ne F ne de değil-F olduğunu önerir. Bununla birlikte, en
azından, tikelin bir şey, ancak Formun bilindiği aynı kesinlikle biline
meyen bir şey olduğu açıktır.
Vlastos'un Platon'un D evlet'te bile yalnızca tek bir bilgi türü bu
lunduğunu savunm asına, ve Platon, karyolalardan, masalardan, san-
delyelerden ve insanlardan söz ettiği zaman, bunları hiçbir biçimde
bilemeyeceğimizi savlam asına inanabilm esi, alışılm ışın dışında bir
şey gibi görünür.Ul Böyle bir yorum, yalnızca spesifik bir anlam içinde
anlaşılabilir. Platon’un D evlet'te söylediği, bizim tikellere ilişkin ola
rak hiçbir ep istem em lz olamayacağıdır; e p istem e yerine doksaya
sahip olabiliriz. Şimdi bir an için doksanın nesnelerinin ne olduğunu,
ve Platon'un onlar hakkında başka yerlerde söylediği şeyleri görelim.
Doksanın nesneleri hiç kuşkusuz, oluş ve yokoluş dünyasındaki tikel,
duyusal nesnelerdir. Başka yerlerde, oldukça erken yazılmış bir diya
log olan Menon'dan Philebus'a dek. Platon bu dünyanın bilgisini ka
bul edebilme durumundadır. Larissa'ya giden yolun bllgisine(epis-
tem e) sahip olmak olanaklıdır(M enon97B); bir sııçıın görgü şahidi
olmanın sözkonusu suçun epistem esine sahip olmak olduğu ima edi
lir (T h ea etetu s 2 0 İC İ); PhUebus(61DE)'de iki bilgi(epistem e) türü
belirtik olarak tanınır ve bu bilgi türlerinden her birinin sahip olduğu
değer ortaya konur. Öyleyse, Platon'un yalnızca tek bir bilgi türü,
eşdeyişle Formların bilgisini kabul ettiği önerisi yanıltıcıdır. Bu du
rumda söylenmek durumunda olan her şey. onun bazı yerlerde, ör
neğin D evlet'te olduğu gibi, ep istem e sözcüğünü Formun yanılmaz
bilgisine karşılık gelen bilgi için kullanm akla ısrarlı olmasıdır. O bu
nunla birlikte, başka yerlerde bu ısrarını sürdürmez, ve Philebus'laki
tartışm anın doğası onun Devlet'te yer alan bu nokta üzerindeki kendi
terminolojik titizliğini düzelttiğini gösterir.
134
Forma, eşdeyişle kendisine form verilen cisimden ayrı olarak kavra
nan Forma ilişkin çalışmadan söz eder. Platon'un bu türden bilgi için
kullandığı "saf'(katharos) sözcüğü herşeyden önce, cisim sel ya da
maddesel herhangi bir şeyle karışm am ış olma anlam ına gelmek üze
re. "karışm am ış"!9) sözcüğünün eşanlamlısıdır. Ancak özellikle Phai-
don ve P h aed ru a'ta sözcük, kendisinin ritüel saflık fikriyle birleş
tirilmesinden doğan ahlaksal bir boyut kazanır. Bu nedenle "saf' b i
limler üzerinde çalışm ayan ruh "saf olmayan" bir ruh olarak adlan
dırılabilir. Platon örneğin. P h a id o n 8 1 B l'd e söylediği "sa f' varlığı
araştırm ayan ve dolayısıyla "saflaşmış" olmayan ruhun "saf olmayan"
ya da "kirİİ" bir ruh olduğunu önerir. Bununla birlikte Platon'un bu du
rumun bilincinde olmadığı düşünülmemelidir. Tam tersine onun ru
hun doğasına ilişkin kuramı bu durumun açık seçik bir biçimde bilin
cinde olma haliyle çok yakından ilişkilidir ve bu bilinçten onun de
ğerler metafiziği çıkar.
Şimdi tikellerin ve dolayısıyla tikellere ilişkin bilginin sa f olmadığı
yerde, Form lar hangi anlamda " s a f olabilirler? Bu soruyu yanıtlama
girişimi içinde Vlatos Platon'un tikele ilişkin olarak yalnızca anın hem
A hem değil A olduğunu söylemediğini unutmak durumunda kalmıştır.
Gördüğümüz gibi, Platon'un söylediği şey, a nın hiçbir biçimde sabit
bir karaktere sahip olmadığıdır. Tüm tikeller, Vlastos’un da gördüğü
gibi, bir biçimde göreli olacaklardır, ve Platon bunun birçok görelilik
tipi için geçerli olduğunu düşünüyordu. Tikeller, Platon için, bir "daha
az ya da daha çok" alır. B ir çift daha başarılı bir biçimde "çaba
gösterecek” ve böylelikle diğer çiftten daha çok eşit olacaklır(krş,
Phaidon 74E -75A ); Ja n e güzeldir dediğimiz zam an, onun Ju d y ’den
daha güzel olduğunu anlatm ak isleriz(krş. Hippias M ajor289A-B).
Ancak bu görelilik türü ya da pros ti halinin gerisinde Platon için bir
başka görelilik türü daha vardır. Daha çok ya da daha az eşit çubuklar
yok olup gidecek ve arlık daha fazla eşit olmayacaklardır; Ja n e ölecek
ve bundan böyle herhangi bir anlam içinde güzel olmayacaktır. Gözle
görülür eşitlik ve güzelliğin tüm örnekleri tıpkı tüm tikel İnsanlar gibi
yavaş yavaş solup gidecektir. Bu nedenle Platon eşit çubukların eşil
olduklarından söz edilemiyeceğini an cak onların eşit olm a duru
m una gelm iş olm alarından söz edilebileceğini söylemiş olmalıdır.
Durum böyleyse eğer. Aristoteles'in bir şeyin, uzun süre baki olmaktan
dolayı artık daha fazla beyaz olmadığı biçimindeki Formlara yönelik
eleştirisi (Nikomekhus Ahlakı 1096b) de konunun özünü kavramak
tan uzak kalır. Platon'a göre, beyaz olduğu söylenen herhangi bir tikel,
o zaman içinde ne denli uzun bir süreyle baki olursa olsun, beyaz ol-
135
m ay acak , an cak beyaz olm a durum una gelm iş olacaktı, sûrenin
konuyla bir ilgisi yoktur. Beyaz olan Beyazlık Formuyla beyaz olma
durum una gelmiş olan tikel beyazlık örnekleri arasındaki farklılık, ti
kellerin olumsal ve zam ansal oldukları yerde Formların olumsal ve za-
m ansal olmamalarıdır. Kuramda Platon'un bir niteliğin, örneğin b e
yazlığın, yetkin bir örneğini kabul etm iş olup olamayacağım merak
edebilirdik; an cak o muhtemelen, tüm nitelikler belirlenm iş bir du
rum da oldukları için, onların yetkinliğe ulaşam ayacaklarını kabul
etm iş olacaktı. Daha yetkin bir öm ek her zaman kuramsal olarak ola
naksızdır. Sık sık söz konusu olan 9 9 .9 ondalığı sürekli olarak 10 0 ’e
yaklaşır, ancak o bir anlam da 100'den her zaman olabildiğince uzak
tır.
Aristoteles, Ahlakın aynı bölümünde, aynı logos insan Formuna
ve bizim insan kavramımıza, 1>°> iyi Formuna ve bizim iyi kavramımıza
uygulandığı için. Formlarla kavramlar arasında hiçbir farklılık bulun
madığını savunur. Bu soruna daha sonra döneceğiz. Şim dilik şunu
söylemek yeterlidir. Aristoteles "logos”u "tanım" anlamında anlıyorsa.
Platon kavramların bir logosa sahip olabileceğini kabul etmeyecektir.
Kavramlar, zihinlere bağımlı oldukları ve kath auto statüsün e sahip
olmadıkları için, bu türden bir logosu hiçbir biçimde kabul etmez.
Yalnızca Form lar tanımlanabilir.
Platon ’logos" terimini aynı nedenle, onlar bilgiye dayansalar bile,
tikellere ilişkin betimlemeler için kullanmak istemez, çünkü onu " s a f
matem atik ya da diyalektik bilgisiyle sınırlam ak arzusundadır. Pla
ton'un "logos" sözcüğünü birçok anlam da kullandığı doğrudur; ancak
onun "logos" sözcüğünü kullanış biçiminin açık bir karakteristiği, o
Form lara ilişkin kavrayışımızla tikellere ilişkin kavrayışımızı birbi
rinden ayırm ak istediği zam an, farkedilebilir. Platon'un P h ileb u s
(62A)'ta tikellerin v a ro lu şu n u kabul etse bile yalnızca Form lara
ilişkin logostan söz ettiği gözlemlenmelidir.
136
rak ilginç olan önermelerde, eşdeyişle ebedî gerçeklikler hakkındaki
önermelerde kullanıldığı zaman, bu önerm eler her zaman sa f akılla
haklı kılınabilir, ya da Platon'un bu durumu dile getirirken kullandığı
daha muğlak bir anlatımla, bilge adam onlara İlişkin olarak bir logos
verebilir. Devlet'te kabul edilen bu öğretinin, hem Philebus'ta hem de
T im a eu s'ta oldukça benzer bir biçim içinde ortaya çıktığını görmek
ilginçtir. Söz konusu her iki diyalogda da Platon Formlara ilişkin kav
rayışımızı. tikellere İlişkin kavrayışımızdan ayırm aktadır. T im a e u s
(51E)'a göre, Form lar doğru bir logos ya da sa f us tarafından ortaya
konm uş bir açıklam aya olanak verirler oysa tikeller vermezler. Alo-
gon(dile getirilemez, kendisine ilişkin olarak bir tanım ya da açıklama
verilemez, Çev.) sözcüğü doksa(sam) için, ve tikellerle ilişki içinde kul
lanılır. Benzer bir biçimde, Philebus(62)'da bir Insanm tannsal(yani
ebedî) kürenin logosuyla ilgili olarak bir yetke olabileceğini, ancak
onun insan yapımı küreler hakkında hiçbir şey bilemeyeceğini işitiriz.
M antıksal kesinlikle, tikeller değil, ancak yalnızca formlar arasında
bir bağ kurulabileceğinden, T im aeu s(51E )’ıın T h eaetetu s(201A B )'la
tikeller hakkındaki bir sanının ikna yoluyla oluşturulduğu konusunda
uyuştuğunu görmek ilginçtir. Bir başka deyişle. Platon'un çok sık ola
rak söylediği gibi dém onstratif kanıtlam anın fiziksel, ya da emprik
dünyaya ilişkin kavrayışımızla hiçbir ilişkisi yoktur.
137
zihnin bir varsayım ıdır; onun varoluşu kanıtlanam az an cak var
sayılmalıdır. Bu nedenle onun m antık dışı (eşdeylşle, olağandışı) bir
akıl yürütme biçimiyle kavrandığı söylenir.
Tim aeus'a göre, öyleyse Formların mekânla hiçbir ilişkisi yoktur,
ancak P h a e d ru sta Platon onlara (belli bir) "yerde", göklerin ötesinde
bir yerde gerçekleşen garip bir varoluş verir. Yakın zam anlarda
gözlemlendiği gibi. 1*3) bunun gerisinde yatan düşünce, ne yeryüzünde
ne de gökyüzünde olan şeylerin hiçbir biçimde varolamıyacağı(tam
olarak söylendiğinde, onların "hiçbir şey oldukları") düşüncesinin gen
el bir görüş olduğunun söylendiği Tim aeus52B'nin ışığında anlaşıla
bilir. Ancak Phaedrus'ta Formlar özel olarak "göklerin ötesindeki" bir
yere yerleşiirilir.(247C). Bu "yer" gökyüzünrleki ve yeryüzündeki tüm
diğer yerlerden ve hatta Timaeus'un "mekân' ından ya da "yer"inden bi
linçli olarak farklılaştırılır. Çünkü o maddesel şeylerin bulunduğu
hazne olmaz, ve olağandışı akılyürütme nesnesi olmak bir yana, o
bütün doğru (eşdeyişle ebedi) bilgiyi içermekte olup, zihin tarafından
tanınabilir. Platonun analoji kurarak konuştuğu açıktır. Herşeyin bel
li bir çerçeve İçine yerleştirilm esi gerektiği konusunda ikna olduğu
için. Platon yer dilini, hem gökyüzünün hem de yeryüzünün dışında
(huperouranios) ve "doğru bir birimde gerçek" olan ebedî doğrular or
tamını betimlemek için kullanır.
Platonculan zihinden Form ların yeri(poros) olarak söz etmeye
götüren hiç kuşkusuz Formların gökyüzü ve yeıyüzünün ötesinde bir
yerde varolmaları gerektiği düşüncesiydi(De A nim a429a27). Bu tür
den bir anlatımı —ve onun açık olduğu tehlikelere ilişkin bir düşün
ceyi— Platon un Parm enides'i haklı kılar ve bu durum Aristoteles'in
De İdeisi tarafından doğrulanır. Parm enides(132B)'de Sokrates For
mun ruhlarımız dışında hiçbir yerde(allothi) varlığa gelemeyen (eg-
gignesthai) bir noem at,4l olabileceğini önerir. Şimdi biz. Parmenides
argümana nasıl biçim verirse versin, Sokrates’in özgün olarak Formun
ruh dışında hiçbir yerde varolamayaeağı(einai) ancak orada "varlığa
gelebileceği"ni söylemediğine dikkat etmeliyiz. Gerçekten de 133C'de
Sokrates Formların "bizde varolmadıkları" ( cinai en hemin) öner
mesini duraksamadan kabul eder.ı,5>
Sok rales’in P arm enides’te anlatm ak istediği şey, Formların ruhta
yerleştirilmedikleri an cak onların zihin tarafından kavrandıkları, ve
(13)-'Thc Greek Verb 'To be" and The Concept of Being" adlı bir makalede C.II.
Kahn tarafından. Bkz., Foundations of Language 2(1966) S. 244-265, özellikle
S.258.
(M)-Bunun muğlaklığı için, I3kz., A.LPcck, 'Plato versus Parmenides", Philo
sophical Review 71(1962), S. 174-177.
(15)-Platon Sokrales't bundan başka, 134B'de Formların hangi anlamda bi-
zimMpar hemin) olduğu konusunda yanlış yola girmiş biri olarak gösterir.
138
böylelikle zihinde var olm a(egglgnesthai) durum una geldikleridir.
Onlar zihin tarafından kavrandıkları için, Platoneularm. Aristoteles'in
de söylediği gibi, nasıl zihnin Formların "yeri" olduğunu kabul edebil
diklerini görebilmek kolaydır. Bildiğimiz kadarıyla, Platon'un kendisi
böyle bir kabulde bulunmadı: gerçekten de Form lar onun görüşünde
"göklerin ötesindeki yer' de bulunmaktadır. Ancak bu konuya bir son
vermezden önce, muğlaklığın, Aristoteles’in kullandığı bir başka kay
nağını daha ele almalıyız. De İdels'tei’6' Aristoteles'in Formlar var
sayımını savunm ak üzere kullanıldıklarını söylediği argümanlardan
biri, a d a m ı(a n th ro p o n ), zorunlu olarak tikel adam ları ya da
gözümüzün önündeki bir adamı düşünmeksizin, "kavrayabildiğimiz"
(noeman) için, hiçbir şeyi düşünmemiz söz konusu olmadığına göre,
kavranacak bir gerçeklik varolmalıdır, biçimindeydi. Gerçekte a r
güman aynı "kavram "in tikeller yok olup gittiği zaman bile, var olmaya
devam etliğini ekler. Güçlüğe yol açan "kavram" (ennoia, T heaete-
tu sl91D 6 ) sözcüğüdür, çünkü sözcük "zihinde var olan bir şey" an
lamına gelir. Platon Formlara ilişkin olarak ennoo sözcüğünü ku l
landığı zam an(Phaidon74B6), o kendisini Formların "yeri" hakkın-
daki. Parmenides'in üzerine üzerine gittiği, belirsizlikler bakımından
güç dunımda bırakır.
139
dünyasının "nüfus'u hakkındakl geleneksel sayıntılann doğruluğunu
belirleyebllmemizden önce sistem atik olarak inceleme gereksinimini
duyacağımız başka pasajlardan söz eder. Uygun pasajlardan bazı
larını, özellikle de D evlet'tek lleri anlam ak diğerlerini anlam aktan
daha güç olduğu için, önce daha kolay olan bölümlere bakmamızın
daha iyi olacağı haklı olarak tavsiye edilecektir.
140
yaşam ı "ortaya koyduğu", eşdeyişiyle. tüm ruhların her zaman canlı
olduğudur. Buradan kalkarak. Platon’ıın Phaidon’da bir fil fim Formu
öne sü rm ek İstem ediği, ölüm den "Form " ve "sın ıf ı birbirinden
ayırmadığı İçin söz ettiği, ve daha sonraları yazılmış diyaloglarında
(örneğin, Theaetetus2.05D ), o eidosun tek anlamlı olmadığını bildiği
için Phaidon'da bir ölüm Formu kabul etm iş olsa bile, Platon un on
dan daha sonra vazgeçmiş olacağı sonucunu çıkartabiliriz.
141
diği şeyi ele alır. T h eaetetu s'ta yer alan daha önceki pasajda olduğu
gibi. Platon bir kez daha bu dünyadaki modellerle ilgilenir. Burada,
iyiyi ve kötüyü, güzeli ve çirkini tanıyabiliriz, öyleyse dünyada ruhun
kendi b aşın a kavradığı, zorunlu olarak Form lar olm adıkları gibi,
sürekli olarak değiştikleri için, Vlastos'un sözünü ettiği bilişsel olarak
güvenilirliğe de sahip olmayan şeyler vardır.
142
rakleristikler olduğu yerde. Platon'un burada en azından bir bölü
müyle Formlar hakkında konuşuyor olması olacaktı. Ancak Platon bir
Formun "karşıt'ıyla neyi kastedecekti? Belki de yalın bir biçimde söz
konusu tikel Formun "yokluğu"nu, ancak daha büyük bir olasılıkla söz
konusu "yokluğun" bu dünyadaki paradeigm asını, yani söz konusu
Form tarafından karakterize edilme durumunda olan, ancak gerçekte
bu şekilde karakterize edilmeyen bu şeylerin doğasını kastedecekti.
(2) Platon'un Devlet in beşinci kitabında bir kötülük ve bir Adaletsiz
lik Formu öne sürdüğü görüşünü bir bütün olarak Devlet ve özellikle
D evlet altıncı kitap bağlamında anlamamız gerekir. 508-509'd a Pla-
lon'un İyi Form unun diğer Formların varoluşunun ve anlaşılabilir
liğinin nedeni olduğu biçimindeki ünlü öğretisini getirdiğini, ve onun
bir Form olduğu ölçüde, İyi olmak zorunda olduğunu anımsarız. Durum
böyieyse eğer, bir "kendinde kötülük" ya da "kendinde Adaletsizlik"
Formunun şu ya da bu biçimde varolabildiğlni görmek güçtür. İyinin
Devletin bazı bölümlerinde bir Form olarak ele alındığı, buna karşın
altıncı kitapta onun bir biçimde Formların "ötesinde" olan bir şey ola
rak görüldüğü doğrudur, ancak bu. onun etkileriyle değil de, konumuy
la ilgili bir problemdir. D evlet 5. kitap bir kötülük Formu hakkında
ciddiye alınmak durumundaysa, o 6. kitapla örtük bir biçimde çelişir
miş gibi görünür.
(g) Son olarak P arm enid es'teki Çamur, Kıl ve Kir Formlarına gel
miş bulunuyoruz. Bir başka yerde daha işaret ettiğim gibi,!22) Pla
ton'un onların kendilerine karşılık gelen bir Forma sahip olup ol
madıkları konusunda duraksam asına neden olan, yalnızca bu nes
nelerin hoşa gitmemekliği değil gibi görünmektedir. Platon'u endi
şelendiren aynı zamanda onların maddesellikleridir. O T im a e u s ve
P h ileb u s u yazmakta olduğu sıralarda!23) bu son endişenin kesinlikle
önemsiz olduğuna karar verdi, an cak sıra onun bu son dönemde
çamur, kıl. ve kiri Formlar olarak kabul etm iş olup olmayacağına ge
lince, bundan emin olamayız. Onun P arm enides'te Sokrales'in ilerde
deneyim kazandığı zaman, bunları Formlar olarak kabul etme dunı-
muna geleceğini ima ettiği doğrudur, ancak o her ne denli örneğin
143
Philebus 15A'da, daha "saygıdeğer” maddesel şeylerin Formlarını ka
bul etse de, bu tür Formlardan bir daha hiç söz etmez. Platon'un bu
tikel soruya verdiği yanıt buradaki bakış açım ızdan göreli olarak
önemsizdir, çünkü onun, bu nesnelerin, onlar iyi iseler kendilerine
k arşılık gelen Form lara sah ip oldukları, yok değilseler "bize
göründükleri gibi olduklan"(Pmrmenide« 130D) görüşüne sahip olmuş
olacağından emin olabiliriz. Çünkü önemli olan bir noktadan. Platon a
yüklenen Formların en geniş kapsamlı bir listesini içeren Y ed in ci
Mektup'un "kötü" Formlardan hiç söz etmediğinden söz edebiliriz.
öyleyse bir varlık, bir Form olmak için, ebedi, mekân-dışı. duyu-
organlarının kullanılm ası söz konusu olmaksızın zihin tarafından
tanınabilir, ve iyi olmalı gibi görünmektedir. Buraya dek ilerledikten
sonra şimdi Formların bilgisinin niçin aynı zamanda ahlaksal erdem
olduğu, ve Platon'un görüşünde niçin bazı eylemler olduklan için, on
ları yapmamız gerekir düşüncesinin yer aldığı noktalarına biraz daha
fazla ışık saçabilecek konumdayız. Bu ek noktalara ilişkin incelem e
mizde, ruhun diyaloglarda görülebildikleri kadarıyla Form larla olan
ilişkisinin bazı yönlerini ele almalıyız.
Platon'un felsefî kariyerinin temel hedeflerinden biri açıkça ruhun
kesin likle ya da çok yü ksek b ir o lasılık la ölüm süz olduğunu
göstermekti. Ancak onun ne tür bir ölümsüzlük tasarladığını anlamak
önemlidir, ve bu bir şa n s eseri oldukça acıktır: O zamanda sonsuz
süreyi düşünmektedir. Tim aeus'un Demiurgos'unu, bizim buradaki
tikel problemimizle doğrudan ilgisi olmayan özel ve güç bir durumu
bir kıyıya bırakırsak, insanların ruhlarına ve tanrılara ilişkin olarak
Platoncu korpus içinde yer alan betimlemelerin her zaman m ekânsal-
zam ansal bir çerçeve İçine yerleştirilen betim lem eler olduklarını
görürüz. Ruhun ölümsüzlüğü için Phaidon'da getirilen argümanlar ru
hun ölümle yok mu olacağı yoksa onun ölümde bir başka yere gidip
bedenle olan birleşiminden uzakta bir yaşam mı süreceğiyle ilgilidir.
Son argüm anın tam am lanm ış olm asından sonra, S o k rates ru h
larımızın H ades'te varolacağını gözler(107A). D e v le tle yer alan
ölümsüzlüğe ilişkin argümanda ruhun ölümden sonra belli bir yerde
varolmaya devam etmesinden --her ne denli bu diyalogun sonundaki
er söylencesinde açık olsa d a - özel olarak hiç bir yerde söz edilmez
ancak Platon'un 610D E 10-61 lA l'd a düşündüğü zaman-dışı varoluş
değil de, sonsuz süreyle gerçekleşen varoluşmuş gibi görünür. Onun
kullandığı ifadenin(aei on) muğlak olduğu doğrudur, ancak buradaki
bağlam Platon'un anlatm ak İstediği şeyin ruhun zamanın hiçbir nok
tasında ölümüyle karşılaşm ayacağı, ve kendisi için bir son noktaya
varmayacağı olduğunu gösterir.
Ruhun m ekânsal-zam ansal varoluşla olan bağlantısı yine Phaed-
ru s ve Y a s a la rd a yer alan ölümsüzlüğe İlişkin tartışm alarda da
144
açıktır, ve P h a e d ru s'ta yer alan söylencede saflaştırılan ruhların
Tanrılarla birleştikleri ve böylelikle görünün, göklerin ötesindeki bir
yere yerleşm iş nesneleri olan Form lardan ayrı olarak o u ran o a'ta
yaşadıkları söylenir. Phaedru*(245C -246A )'ta ve Yasaların onuncu
kitabında yer alan ölümsüzlükle ilgili argümanlarda, ruhların varo
luşu hareketin sürekli m ekânsal-zam ansal varoluşu için söz konusu
olan zorunluluğa bağlıdır. Yetkin bir ruh sonsuz bir zaman süresi
içinde yetkin bir dairesel harekete sahip olacaktır.
145
gördüğümüz gibi, ruh th eion (tan rısal) ve öyleyse Formdan dolayı
ölümsüzdür. Soruna bir son vermezden önce ulaşüğımız sonuçlan Ti-
m aeus'taki verilerle teyid edebiliriz. 41 D'de Demlurgos insan ruhunun
ölüm süz p a rç a sın ı d ü n y a-ru h u n u n m eydana gelm iş olduğu
bileşenlerin aym lanndan yaratır. Bu öğelerin kendileri Platon'un
35A'da bölünmez ve eşbiçlmli gerçeklikle(yani Formlarla) bölünür, ci-
sim sel gerçeklik arasındaki bir şey olarak betimlediği şeyleri içerir.
Yine ruhun ara bir konumu olduğunu görilrüz. Ruhlann sonsuz olduk-
lan için "formei", ve zaman ve mekâna bağlı olduklan için maddesel bir
yönü olduğunu kabul ederiz.
Şimdi en sonunda temel probleme dönebiliriz. Formların hem bil
ginin ebedî nesneleri ve hem de değer standardlan olduklan olgusu
nun ne gibi bir önemi vardır? Bunun önemi dünyaya ilişkin şu olguda
yatar: Ruhlanmız, Formun bilgisine sahip olma durumuna geldikleri
için, olduklan gibidirler, yani tannsal ve sonsuzdurlar. Bu argümanla
ilgili bir konu değildir ve Platon'un görüşünde, istenildiğinde bir kıyıya
atılamaz. Ruhlanmız sonsuz olacak biçimde oluşturulmuşlardır ve is
ter beğenelim ister beğenmeyelim, o ölümden sonra da varolmaya de
vam edecektir. Dünyadaki varoluşumuz büiün varoluşumuz göz önüne
alındığında çok küçük bir parçadır ve bu durumun sonuçlannı dün
yadaki varoluşumuz için bile dikkate almayan ahlaksız kişi yalnızca
bir hilekâr değil an cak aynı zamanda kendisinden kaçınılam az bir
gerçekliğe gözlerini isteyerek kapatan bir budaladır.
146
b ir kanıtlam a oluşturm az. O daha çok, Platon'un görüşünde, sağ
duyuya m üracaat etmektir. Platon insanın ahlaklı bir biçimde eyleme
si gerektiğini kanıtlam aya kalkışmaz; o bunu yalnızca bir budalanın
yapacağını önermektedir. Hiç kimse bilerek yanlış yapmaz. Bu neden
le bir adam Formların sa f bilgisiyle ilgilenirse. Platon onun ahlaksal
yönden sa f olduğunu söyleyecektir. "S a f' sözcüğü muğlaktır, ancak
muğlaklık İnsan yaşamının temel bir olgusudur.
147
ERHÂNISIKLAR
T A N R I B İ L İ M VE F E L S E F E
KONUŞMALARI
TEO LO G . — t'/.iıı verirsen iz belirtm ek isterim ki a ziz im .
D oktor'uıı düşünceleri yen i ve gerçekten çok ilg in ç g e ld i bana.
A slın d a, sizin de. bu Fikirlere, tanığı olm aktım hep gurur duyduğum o
derin hoşgörünüzle yaklaşm aktım ç e k in m e y e c e ğ in izi biliyoru m ...
GÜNDOĞAN YAYINLARI
ALEXANDRE KOYRÉ
tarihsel bir alan haline gelm iş, b ilim tarihini v e b ilim sel k eşifleri
d erg ilerd e yayım lan m ış. En karmaşık konuları b ile yalın, k olay
GÜNDOĞAN YAYINLARI
Laszlo V E R S E N Y I
sefil b ir v a s a m s ü rm e k , h iç y a ş a m a m a k ta n ç o k d a h a iy id ir. Y a ş a n m a y a
şeyde n ve h iç b ir k im s e d e n k ö tü lü k g e lm e z ."
ö lü m e m a h k û m e d ilm e s i, d ü n y a m ız ın , ye tkin b ir in s a n ın d ü n y a y a
e v s iz b a rk s ız kala ca k ve a şa ğ ı o lsa la r da y e r y ü z ü n e , b ü y ü k ç o ğ u n lu ğ u n
k u ru lm u ş o ld u ğ u n u g ö s te rm e k te d ir.
GÜNDOĞAN YAYINLARI