You are on page 1of 24

toplum Bilimleri

Altı Aylık Hakemli Bilimsel Dergi

Cilt: 6 Sayı: 11
Ocak - Haziran 2012
ISSN 1306-7877
Journal of Social Sciences
Semi-Annual Academic Journal

Vol: 6 Num: 11
January - June 2012
ISSN 1306-7877
Toplum
Bilimleri
Dergisi
Journal of Social Sciences
Hakemli Bilimsel Dergi/Semi-Annual Academic Journal

Cilt: 6 Sayı: 11/Volume: 6 Number: 11


Ocak - Haziran 2012/ January - June 2012

Sahibi/Owner
Moif Yayıncılık Rek. Paz. ve Tic. Ltd. Şi. adına Mehmet Orhan Özcan

Editör/Editor-in-Chief
İhsan Çapcıoğlu

Editörler Kurulu/Editorial Board


Niyazi Akyüz, Adil Çitci, Celalein Çelik, Mehmet Akgül,
İhsan Çapcıoğlu, Ahmet Onay, Fatma Odabaşı,
Kemalein Taş, Sinan Yılmaz, Mehmet Cem Şahin

Danışma Kurulu/Advisory Board


Aytül Kasapoğlu (Ankara Ü.), Ünver Günay (Erciyes Ü.),
Nilüfer Narlı (Bahçeşehir Ü.), Hüsnü Ezber Bodur (Sütçü İ̇mam Ü.),
Korkut Tuna (İ̇stanbul Ü.), Zeki Arslantürk (Marmara Ü.),
Niyazi Usta (Atatürk Ü.), Recep Kılıç (Ankara Ü.),
Bayram Kaçmazoğlu (Cumhuriyet Ü.), Cemal Tosun (Ankara Ü.),
Hasan Onat (Ankara Ü.), Mehmet Bayyiğit (Selçuk Ü.),
A. Vahap Taştan (Erciyes Ü.), İzzet Er (Uludağ Ü.), Baki Adam (Ankara Ü.),
Beylü Dikeçligil (Erciyes Ü.), Ahmet Hikmet Eroğlu (Ankara Ü.),
Sönmez Kutlu (Ankara Ü.), Ayşe Kadıoğlu (Sabancı Ü.),
Hüseyin Akyüz (Atatürk Ü̈.), Nevin Güngör (Hacetepe Ü.),
Ejder Okumuş (Osmangazi Ü.)

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü/Managing Editor


Kaya Kuzucu

Sekreterya ve Redaksiyon/Secretariat & Proof Reading


İhsan Çapcıoğlu

Toplum Bilimleri Dergisi/Journal of Social Sciences


ISSN 1306-7877
Cihan Sokak No: 37/1 Sıhhiye / ANKARA
e-posta: toplumbilimleridergisi@gmail.com
İÇİNDEKİLER

Makaleler

Sinan YIlMAZ & İbrahim IşItAN 7


Doğal Afetlerin Psiko-Sosyal Sonuçları: Van Depremi Örneği

Fatih İBİş 31
Hermenöik ve Yapısöküm Kuramına Genel Bir Bakış

Ramazan uçAR & Adnan SElMAN 41


Din-Rasyonel Seçim-Dini Pazar

Mualla YIlDIZ 57
İlköğreim Öğrencilerinin (4–7. Sınılar) Tanrı İmgesi İle İlişkili
Bazı Faktörlerin İncelenmesi

Tuncay AKGüN 69
Felsei Düşüncede Yaratma Problemi

Halide ASlAN 97
The Naional Archives ve The Briish Library’de Bulunan Osmanlı ile
ilgili Dökümanların Değerlendirilmesi

Eyüp ÖZtüRK 117


Osmanlı’nın Son Döneminde Bir Mehdilik (Peygamberlik) İddiası:
Bosnalı Haız Abdullah Efendi Olayı

Ahmet Emre DAğtAşoğlu 129


Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten

Selçuk ERİNCİK 147


Charles Taylor’da Modernliğin Sıkınıları Olarak Üç Mesele

Yaşar üNAl 169


Resul’e İtaat Meselesi
Toplum
Bilimleri
Dergisi

Ahmet Emre DAğtAşoğlu (*)

KANT’A GİDEN YOLDA LEİBNİZ,


WOLFF VE BAUMGARTEN

abstract
Leibniz, Wolf and Baumgarten on The Road to Kant. In this essay some
speciic issues which have an important place in the historical background
of the philosophy of Kant are analyzed through the tradiion of Leibniz,
Wolf and Baumgarten. For this purpose, the essay begins with an analysis
of the inluence of Leibniz’s disincion between “truths of fact” and “truths
of reason” on Kant’s disincion between analyic and syntheic judgments.
In addiion, the inluence of the concepts of “ime”, “space”, “percepion”
and “appercepion”, as employed in the philosophy of Leibniz, on Kant’s
terminology is emphasized. Next the essay focuses on Wolf’s inluence on
the insituionalizaion of German philosophy. Finally the essay concludes by
calling atenion to the deviaion from the raionalist tradiion introduced by
Baumgarten and the important impact this had on Kant’s philosophy.
key words
Gofried Wilhelm Leibniz, Chrisian Wolf, Alexander Gotlieb Baumgarten,
Immanuel Kant, Truths of Fact, Truths of Reason, Analyic Judgment, Syntheic
Judgment, Time, Space, Percepion, Appercepion, The Principle of Suicient
Reason. Aestheic, 18th Century German Philosophy.

© Toplum Bilimleri • Ocak - Haziran 2012 • 6 (11) : 129-146


130 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Giriş
Kant’ın beslendiği düşünce kaynaklarını sergilemeyi amaçlayan çalışma-
lar, genellikle Descartes, Locke, Hume, Rousseau, Newton ve Leibniz gibi dü-
şünürleri incelemekle işe başlarlar. Bu düşünürler ve bağlı oldukları düşünce
gelenekleri sadece Kant’ı anlamak için değil, modern felsefeyi bir bütün olarak
doğru değerlendirebilmek için de iyi bilinmelidirler. Fakat bu çalışmada, genel
fotoğrafa bakmak yerine Leibniz’den başlayarak 18. yy. Alman felsefesi üzerin-
de durulacakır. Burada akla 18. yy. Alman felsefesinin başlı başına bir çalışma
alanı oluşturacak kadar zengin ve karmaşık olduğu gelebilir. Zira o dönemde
Almanya’da birçok düşünürün müdahil olduğu canlı bir tarışma ortamı oluş-
muştur. Bu çalışmada ise Kant felsefesi ile bağlanısı içerisinde Leibniz, Wolf ve
Baumgarten merkeze alınacak, yeri geldikçe 18. yy. ile ilgili önemli bazı husus-
lara işaret etmekle yeinilecekir.
Çalışmanın amacı Kant felsefesindeki önemli bazı hususların tarihsel arka
planlarını sergileyerek daha iyi anlaşılabilmelerini sağlamakır. Bu amaçla ilk
olarak Leibniz’in akıl doğruları ve olgu doğruları arasında yapığı ayrım üzerin-
de durulacakır. Bu ayrımın Kant üzerindeki etkisi özellikle analiik ve senteik
yargılar bağlamında izlenmeye çalışılacakır. Önem arz eden hususlar oldukla-
rından Leibniz’in zaman ve mekan anlayışı ile “algı” ve “tamalgı” arasında yap-
ığı ayrıma da dikkat çekilecekir. Wolf üzerinde de kısaca durulduktan sonra,
duyarlığa önem afetmesi ile rasyonalist gelenekte önemli bir kırılmaya neden
olan ve bu bağlamda Kant üzerinde de ciddi etki bırakan Baumgarten’ın görüş-
leri incelenecekir.

Gottfried Wilhelm leibniz:


Leibniz felsefe tarihinin en kayda değer ilozolarından biri olmasının yanı
sıra bilimsel konularda da önemli çalışmalar yapmış çok yönlü bir düşünürdür.
Bu büyük ilozofu sadece Kant’ın önceli olarak sıradan bir düşünür gibi değer-
lendirmek elbete doğru değildir. Ama bu çalışmanın konusu gereği burada
Kant felsefesi açısından taşıdığı önem bağlamında ele alınacak ve felsefesinin
bir bütün olarak sergilenmesi amaçlanmayacakır. Zira onun felsefesini inceden
inceye ele almak başlı başına bir işir.
Leibniz felsefesinde konumuz ile ilgili en önemli hususlardan ilki, Almanya’da
18. yüzyıl boyunca çeşitli biçimlerde tarışılarak Kant’a kadar gelen ve yine
Kant’ın kavramlaşırmasıyla netlik kazanan analiik ve senteik yargılar husu-
sudur. Bu aslında felsefe tarihine içkin olan ve kökenleri Parmenides’e kadar
geri giden meselelerle bağlanısı bulunan bir konudur. Zira “yargı” ile “yüklem”
birbirleriyle yakından alakalı kavramlardır ve yüklem sorunu Parmenides’in
Bir’inden, Platon’un idealarına, Aristoteles’in kategorilerine, oradan Ortaçağ’ın
tümeller tarışmasına kadar uzanarak modern döneme ulaşmış bir sorundur.
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 131

Bu meselenin felsefe tarihine içkin olmasının sebebi ise hem epistemolojik


hem ontolojik boyutlarının çok zengin olması ve buna bağlı olarak farklı kılık-
larda karşımıza çıkmasıdır. Ancak konu analiik ve senteik yargılar bağlamında
ilk defa Kant’ta formüle edilmişir. Kant bu formülasyonun önceden farkedile-
memesinin felsefe tarihinde bazı sorunların çözümsüz kalmasına sebep oldu-
ğunu iddia ederek “metaiziğin şimdiye kadar belirsizlik ve çelişki durumunda
dalgalanıp kalmasının nedeni doğrudan doğruya anailik ve senteik yargılar
arasındaki ayrımın daha önce akla gelmemesine afedilebilir” (Kant, 1998: B
19) tespiinde bulunmaktadır. Kant’ın bu ayrımın daha önce kimsenin aklına
gelmemiş olduğunu belirtmesine rağmen yukarıda da değinildiği üzere bu me-
sele felsefe tarihine içkin bir meseledir ve Leibniz felsefesinde de bu şekilde ta-
nımlanmamış olmakla birlikte konu ile ilgili çok önemli ipuçları bulunmaktadır.
Bu ipuçları da Kant felsefesini anlamak açısından önem arz etmektedirler.
Rasyonalist bir ilozof olan Leibniz’e göre “her önerme bir özne-yüklem
biçimindedir ya da bu biçime indirgenebilir. Yani önermenin özne-yüklem bi-
çimi aslidir. Ve doğruluk bir önermenin mümkün ya da iili gerçekliğe karşılık
düşmesiyle oluşur.” (Copleston, 1958: 273; Leibniz, 1975: 17, § 8) Bu noktada
Leibniz önemli bir ayrıma dikkat çekmektedir. Şöyle ki, her önerme aynı türden
değildir, zira akıl doğruları ve olgu doğruları birbirlerinden ayrı şeylerdir. Akıl
doğruları zorunludurlar ve karşıtları mümkün değildir; bunun aksine olgu doğ-
ruları olumsaldırlar ve karşıtları mümkündür. Monadoloji’de Leibniz bunu şu
sözlerle ifade etmektedir:
Ayrıca akıl ve olgu doğruları olmak üzere iki tür doğru vardır.
Akıl doğruları zorunludur ve bunların karşıtları mümkün değil-
dir. Olgu doğruları ise olumsaldırlar ve bunların karşıtları müm-
kündür. (Leibniz, 1898: 235-236, § 33; Leibniz, 1975: 27, § 13;
Leibniz, 1988: § 33)
Leibniz Yeni Denemeler isimli eserinde de bu konuya değinmekte ve “akıl
doğruları zorunludur, olgu doğruları ise olumsaldır” (Leibniz, 1997: 362; Leib-
niz, 1946: 5, § 8) iddiası üzerinde durmaktadır. Bu noktada karşımıza çok önem-
li bir husus çıkar. Şöyle ki, akıl doğrularının ifadesi olan önermelerde yüklem
öznede kapsandığından bu önermeler analiikirler. Bu bakımdan akıl doğruları
belirli sayıda analiz adımıyla kendiliğinden açık ilkelere indirgenebilirler. Dola-
yısıyla bu önermeler ve akıl doğruları “çelişmezlik ilkesi”ne dayanmaktadırlar.
Oysa olgu doğruları kendiliğinden açık ilkelere indirgenemezler. Çünkü olgu
doğrularının analizi belirli sayıda adımla sona ermez, aksine sonsuza kadar de-
vam eder. Leibniz bu sorunu çözmek için başka bir ilke ileri sürmektedir; bu ilke
de “yeter neden ilkesi”dir. Bu ilkeye göre “hiçbir şey başka türlü değil de öyle
olmasını gerekiren bir neden olmaksızın meydana gelmez.” (Alexander -ed.-,
1956: 16; Leibniz, 1898: § 32) Bu konuda Leibniz yine Monadoloji’de şunları
söylemektedir:
132 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Ama ayrıca olumsal doğrular ya da olgu doğruları için yeterli


bir neden olmalıdır. Yani yaraılmış varlıkların evreninde dağı-
nık olarak bulunan ve doğadaki şeylerin muazzam çeşitliliği ile
cisimlerin sonsuz bölünmesi sebebiyle belirli nedenlere ana-
lizleri biimsizce devam eden şeylerin düzeni ve bağlanısı için
yeterli bir neden olmalıdır. (Leibniz, 1898: § 36)

Akıl doğruları çelişmezlik ilkesi üzerine temellenirken olgu doğruları yeter


neden ilkesine dayanmaktadırlar. Ama sonuç olarak bu yeter nedenin de analiz
zincirinin dışında olması gerekmektedir. Bu zincir dışında kalan dayanak, yani
şeylerin yeter nedeni ise zorunlu bir tözde olmalıdır ve bu töz Leibniz’e göre
Tanrıdır. (Bkz. Leibniz, 1898: § 37-38) Bu çalışmada Leibniz felsefesini bir bütün
olarak sergilemek amaçlanmadığından Tanrı ikri üzerinde ayrınılı bir biçimde
durulmayacakır. Ancak yeter neden ilkesinin büyük bir önemi vardır. Çünkü
bu ilke ile Leibniz’in anlatmak istediği, nesnenin kavramında içerilenden daha
fazla şey bilmek istediğimizde senteik bir ilkeye gereksinim duyduğumuz hu-
susudur. Leibniz’in gördüğü önemli nokta budur. İşte Kant analiik ve senteik
yargılar arasında yapığı ayrımda Leibniz’in çelişmezlik ilkesi ile yeter neden
ilkelerini uygulamaya koymaktadır. (Bkz. Dewey, 1902: 264) Zira haırlanacak
olursa Kant’a göre analiik yargılar yüklemi öznesinde içerilen yargılarken sen-
teik yargılarda özne yüklemi içermemektedir. (Bkz. Kant, 1998: A 6-7, B 10-11)
Dolayısıyla analiik yargılarda yüklem çelişmezlik ilkesine dayanılarak özneden
çıkarılabilirken, senteik yargılarda bu mümkün olmamaktadır; bu sebepten
senteik yargılarda çelişmezlik ilkesi yeterli değildir. Hemen farkedilebileceği
üzere Leibniz’in yeter neden ilkesinin olgu doğruları ile ilgili olması gibi Kant’ın
senteik yargıları da deneyimle ilgilidir. Kant’ın kendisi de bu konuda “tüm de-
neyim yargıları bu anlamda senteikirler” (Kant, 1998: B 11) tespiinde bulun-
maktadır. Bu bakımdan Leibniz’in yeter neden ilkesinin Kant’ın yargılar arasın-
da yapığı bu ayrımda önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkündür.
Fakat bu tespit, Kant’ın sözü geçen ayrıma Leibniz’in tanımları ile vardığı
iddiasında bulunmak anlamına gelmemektedir. Aksine yaygın biçimde bilindiği
üzere Kant Hume taraından dogmaik uykularından uyandırıldığını birkaç yer-
de ifade etmişir. (Bkz. Kant, 2002: A 13-14; Kant, 2009: A 92) Ancak Hume’un
nedensellik eleşirisi Kant’ı etkilemiş olsa da ona bir çözüm önerememekteydi.
Leibniz’in olgu doğruları ve akıl doğruları arasında yapığı ayrım ile bunları da-
yandırdığı çelişmezlik ve yeter neden ilkelerinin önemi burada ortaya çıkmak-
tadır. Zira John Dewey’in de beliriği üzere “Kant Leibniz’den muğlak olan bu
yeter neden ilkesini almakla kalmamış, Hume’dan öğrendiklerini bu ilkeye uy-
gulayarak onu sentez ikrine tevil etmişir ve duyu nesnelerine uygulanabilecek
olan anlama yeisindeki çeşitli kavramlar olan kategorileri incelemeye buradan
geçmişir.” (Dewey, 1902: 266) Yani Kant’ın anlama yeisi kavramları olan kate-
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 133

goriler ile duyu nesneleri arasında kurduğu bağlanıda, dolayısıyla senteik yar-
gıları tanımlayıp ortaya koymasında Hume ve Leibniz’in farklı açılardan paralel
bir etkisi bulunmaktadır.
Bu hususta şu sonuca varmak mümkündür. Kant’ı dogmaik uykularından
uyandıran, nedensellik eleşirisi ile Hume olmuştur. Hume bu eleşiri ile akıl
doğruları ve olgu doğruları arasındaki uçuruma dikkat çekmişir. Olgu ve akıl
doğrularını ayırma eğilimi zaten hemen tüm 17. ve 18. yy. düşünürlerinde kar-
şılaşığımız bir durumdur. (Bkz. Mates, 1986: 105; Leibniz, 1997: 80) Hume’u
farklı kılan bu nedensellik eleşirisi iken, Leibniz’i farklı kılan da bu uçurumun
nasıl aşılabileceği yönünde yeter neden ilkesi ile bir ışık yakmış olmasıdır. Bu
uçurumun aşılıp aşılmadığı ve hata aşılıp aşılamayacağı ayrı bir tarışma ko-
nusudur. Fakat tarışmasız olan nokta ise Kant’ın Hume’un eleşirileri ile farkı-
na vardığı sorunun çözümünde Leibniz’in düşüncesinden yardım aldığıdır. Bu
bağlamda Dewey “Leibniz’in Kant’a miras olarak bırakığı şey tanımlanmamış
olan ‘olgu meselelerinin kendisine dayandığı ilke yeter neden ilkesidir’ ikridir”
(Dewey, 1902: 267) tespiinde bulunmaktadır.
Leibniz’in yapığı bu olgu doğruları ve akıl doğruları ayrımı ile bunların da-
yandıkları ilkelerin başka bir önemi daha vardır. Şöyle ki rasyonalist bir ilozof
olan Leibniz akıl doğrularının doğuştan olduğu ve bu doğruların sonradan öğ-
renilmediği konusunda ısrarcıydı. Bunu özellikle Locke’un İnsan Anlağı Üzerine
Bir Deneme isimli eserine karşı yazdığı Yeni Denemeler’de açık bir biçimde gör-
mekteyiz. Leibniz’in şu ifadeleri bunu açık bir biçimde göstermektedir:
Olumsal doğrular ya da olgu doğrularının bize gözlem ve de-
neyim yoluyla geldiklerini kabul ediyorum. Ama türeilmiş
zorunlu doğruların ibidai (birincil) doğrularla ilişkilendirilmiş
olan ispat, tanım ya da idealara dayandığında ısrarcıyım. İbidai
doğrular (çelişmezlik ilkesi gibi) duyulardan ya da deneyimden
gelmezler ve eksiksiz bir biçimde kanıtlanamazlar ama doğal
içsel ışıktan gelirler; bunların doğuştan olduğunu söylerken an-
latmak istediğim budur. (Leibnitz, 1896: 22, 71-75-79-82; Leib-
niz, 1975: 46, § 27)
Fakat Leibniz bu düşüncesine rağmen duyu bilgisinin ya da olumsal doğru-
ların önemsiz olduğu ikrinde değildir. Çünkü o, “önermelerin doğruluk ve yan-
lışlıklarının isisnasız bir biçimde şeylerin doğasında temellendiğini, keyi olma-
dıklarını teyid etmektedir.” (Rescher, 1967: 25) Ayrıca yukarıda bir pasajı alın-
ılanan Yeni Denemeler’de, Locke’un bilginin kaynağı olarak gördüğü iki husus
konusunda, yani duyular ve releksiyon konusunda onunla hemikir olduğunu
da söylemektedir. (Bkz. Leibniz, 1997: 53) Buna ek olarak üzerinde durulmuş
olduğu üzere yeter neden ilkesi, olumsal doğrular alanıyla yakından alakalı olan
bir ilkedir. Burada, Leibniz’in doğuştan ideleri empiristlere karşı savunmasına
134 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

rağmen duyu bilgisine de önem afetmiş olmasının Kant üzerinde etki bırakığı
söylenebilir. Zira Kant felsefesinde bu karşıtlığın nasıl bir dengeye geirilmeye
çalışıldığı ve çözüm yolları arandığı bilinmektedir. Bu arayışta Kant’ın empirizm
ve rasyonalizm arasında yakaladığı dengede Baumgarten’ın yanı sıra Leibniz’in
Yeni Denemeler’inin de belli ölçülerde etkisi olduğunu söylemek yanlış olmasa
gerekir.
Kant felsefesi açısından önem arz eiğini gördüğümüz başka bir husus
ise Leibniz’in zaman ve mekan anlayışıdır. Leibniz’e göre zaman ve mekan
(uzay) soyutlamalardan başka birşey değildirler. (Bkz. Leibniz, 1997: 53) Yeni
Denemeler’de beliriğine göre “...aslında zaman ve mekan sadece düzen çeşit-
leridirler ve bu düzenler içinde boş yerler, eğer böyle bir boşluk varsa, sadece
aktüel olanla ilişkisi içerisinde birarada oluştan yoksun olmanın imkanını gös-
terir.” (Leibniz, 1997: 127) Dolayısıyla birer düzen çeşidi olan zaman ve mekan
bağlanılardan ayrı var olan tözler değildirler, yani mutlak bir varlıkları yoktur.
Bu bağlamda Leibniz mekanda boşluğun olduğu ikrine de kaılmamaktadır.
Monadların uzamsız ve bölünmez olmaları da ancak böyle anlam kazanabilir
zaten. Nicholas Rescher bu konuda şu tespii yapmaktadır:
Mekan (uzay) ve zaman bağımsız bir biçimde önceden varolan
ve içine gömülü bulunan varlıkların (eniies) varoluşlarını ön-
celeyen mahfazalar değildirler. Onlar iyi tesis edilmiş fenomen-
lerdir ve bu bağlamda varoluşları da ikincildir; zira bu, monad-
lardan ve onların özelliklerinden türemişir. (Rescher, 1967: 89;
Mcrae, 2006: 183-184)
Leibniz’in bu konudaki görüşlerini derli toplu bir biçimde en açık ifadele-
riyle bulabileceğimiz eser, Newton’un bir öğrencisi ve arkadaşı olan Clarke ile
yapığı yazışmalardır. Bu mektuplarda Newton’cu mekan anlayışı ile Leibniz’ci
mekan anlayışının çarpışmasını görürüz. Bu eserde Leibniz Clarke’a karşı şunu
söylemektedir:
Birçok kereler söylediğim üzere benim ikrime göre mekan, za-
man gibi sadece göreli (relaive) olan birşeydir; onu, zamanın
bir sıra ve dizi olması gibi, birlikte varoluşun bir düzeni olarak
kabul ediyorum. (Alexander -ed.-, 1956: 25)
Görüldüğü üzere Leibniz’in bu konudaki görüşlerinin Kant’ın görüşleri ile
büyük benzerlik ve paralellikleri vardır. Hata “Kant’ın zaman ve mekan teorisi
genel olarak Leibniz’in teorisinin gelişirilmesidir” (Alexander, 1956: XLVI) de-
nebilir. Ama şüphesiz Kant’ın Leibniz’in zaman ve mekan anlayışını olduğu gibi
aldığı iddiasında bulunmak pek doğru olmaz. Üstelik Kant’ın düşünce serüveni
boyunca bu konudaki görüşleri, eleşirel dönemdeki nihai haline varana kadar
çeşitlilik arzetmişir. Görüşler arasındaki bu pralelliğe rağmen önemli farklar
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 135

olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Zira Leibniz’in zaman ve mekan kura-


mından etkilendiği söylenebilecek olmasına rağmen Kant’ın biraz daha öznelci
açıklamalara yöneldiği görülür. Çünkü Kant için, zaman ve mekan duyarlığa ait
olan, bu bağlamda da kavramsal düzleme indirgenemeyen a priori formlardır.
Deleuze konu ile ilgili olarak şu tespii yapmaktadır:
Leibniz önermelerinin ve Kant önermelerinin birbirinden ala-
bildiğine farklı iki mekan-zamanda cereyan eikleri görülmez-
se bu karşıtlığın hiçbir ilginç yanı olmazdı. Başka bir deyişle,
Leibniz’in anladığı -bütün bu mekan ve zaman belirlenimleri
kavramsal belirlenimlere indirgenebilirler dediği mekan-zaman
değildir Kant’ınki. Kant’ın mekan-zamanında mekan-zaman be-
lirlenimleri mutlak olarak kavramsal düzleme indirgenemezler.
(Deleuze, 2007: 142-143)
Burada akla Leibniz’in de zaman ve mekanı fenomenler olarak gördüğü,
onlara mutlak bir varlık afetmediği, dolayısıyla Deleuze’ün karşılaşırmasının
ne anlam taşıdığı sorusu gelebilir. Deleuze’ün burada dikkat çekmek istediği
şey, temelde rasyonalist bir ilozof olan Leibniz’in aksine Kant’ın duyarlığa afet-
iği önemin gözardı edilmemesi gerekiği ve bunun zaman-mekan anlayışında
önemli farklar yaraığı hususudur. Zira zaman-mekan anlayışında benzerlikler
olsa da bu yaklaşım farkı iki düşünürü bütünüyle ayrı noktalara taşımaktadır.
Çünkü Kant da zaman ve mekanı düzen çeşitleri olarak görür ama duyarlığın
birer unsuru olan bu görüler doğrudan duyularla bağlanılıdırlar. Bu bakımdan
Leibniz’de olduğu gibi sadece birer fenomen ve düzen çeşidi olmanın ötesinde
anlam taşırlar. Ayrıca Kant, Leibniz’in örneğin mekan anlayışı hakkında “me-
kan Leibniz’in söylediği gibi kendinde şeylerin niteliği ya da bağınısı değildir”
(Kant, 1966: A 65) tespiinde bulunmaktadır.
Önem arzeiğine yukarıda işaret eiğimiz diğer konu ise Leibniz’in “algı”
ve “tamalgı” (die Apperzepion) arasında yapığı ayrımdır. Fakat bu ayrıma ve
önemine değinmeden önce Leibniz’in algıdan ne anladığına göz atmakta fay-
da vardır. Monadlar açısından dört türlü algı ayırt etmek mümkündür. Bunlar
sırasıyla, sıradan monadik algı, ilk monadlardan daha yüksek olan monadların
bilinçsiz algısı, monad kümelerinin karmaşık algısı ve ruhların relekif kendi
algısı olan tamalgı. (Bkz. Rescher, 1967: 125; Leibniz, 1898: 224-225 ve 230, §
14 ve § 19) Leibniz’e göre her monad bir algıdan diğerine geçiş için bir arzuya,
iştaha (I’apeit, Appeiion) sahipir. Bu arzu daima yeni algılar elde edilmesini
sağlar. (Bkz. Leibniz, 1898: 226, § 15) Fakat sıradan algı ile tamalgı arasında
önemli bir fark vardır. “Şöyle ki Monad’ın dış şeyleri temsil eden içsel durumu
olan algı ile, bu içsel durumun bilinci ya da relekif bilgisi olan tamalgı arasında
ayrım yapılması gerekmektedir.” (Leibniz, 1898: 411, § 4; Dyck, 2011: 45) Leib-
niz Monadoloji’de bu konu üzerinde dururken şunları kaydetmektedir:
136 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Saf tözde ya da birlikteki çokluğu temsil eden ve gerekiren ge-


çici durum, sonradan ortaya çıkacak olan Bilinç ya da Tamalgı-
dan ayrılması gereken ve Algı olarak adlandırılan şeyden başka
birşey değildir. (Leibniz, 1898: 224, § 14)
Buradan şu sonuç çıkmaktadır ki yüksek seviyedeki monadlar sadece algı-
ya sahip değillerdir, aksine bu algının gerçekleşiği içsel durum üzerine de bir
algı sahibidirler. İşte bu algıya tamalgı denmektedir. “Tamalgı” kavramı Kant
felsefesinin merkezi kavramlarından birisidir ve Saf Aklın Eleşirisi’nde doğru-
dan ele alınarak detaylı bir biçimde işlenmişir. (Bkz. Kant, 1998: A 92 vd., B 125
vd.) Bunun dışında Kant sonrasında Fichte ve Schelling gibi ilozolarda ortaya
çıkan “Ben” anlayışının da bu ayrımla bağlanısını kurmak mümkün olabilir. Zira
Mcrae’nin de tespit etmiş olduğu üzere “içsel durumların bilinci olarak tamalgı
aynı zamanda daima bir Ben ya da kendinin de bilincidir. Bu bilinç sayesinde
eylemlerinden sorumlu tutulabilen, ahlaki dünyanın üyesi olan kişiler oluruz.”
(Mcrae, 2006: 179) Fakat konumuz gereği meselenin ayrınısına girmek müm-
kün değildir. Dolayısıyla sadece işaret etmekle yeinilecekir.
Leibniz ile ilgili bu söylenenleri biirip Wolf’a geçmeden önce akla gelme-
si muhtemel olan bir soruyu açıklığa kavuşturmak yerinde olacakır. Bilindiği
üzere Leibniz’in eserleri derli toplu bir biçimde yayınlanmamış ve felsefesinin
anlaşılmasını sağlayacak eserlerin çoğu dağınık el yazmaları halinde kalmış ya
da Yeni Denemeler örneğinde olduğu üzere yayınlanmaması tercih edilmiş-
ir. Dolayısıyla özellikle 18. yy.’ın sonlarına kadar Leibniz felsefesinin açık bir
kavrayışına ulaşıldığının söylenemeyeceği ileri sürülebilir. Zira bilindiği üzere
“Leibniz’in 18. yy.’a inikalinin ilk aşaması Leibniz-Wolf okulu olarak bilinen
şekliyle sistemleşirilmesini gerekirmişir.” (Wilson, 2006: 444) Bu düşünce ge-
leneği Wolf’ün sistemleşirmesi ile onun eleğinden geçerek Alman düşünce
dünyasında etkili olmuş ve Wolf her ne kadar bu durumdan memnun olmasa
da bahsi geçen düşünce geleneği Leibniz-Wolf okulu olarak adlandırılmışır.
Dolayısıyla Kant üzerinde doğrudan Leibniz etkisinden bahsetmenin yerinde
olmayacağı düşünülebilir. Şüphesiz Kant’ın Leibniz ile ilgili algısını belirlemek
çok zordur. Buna rağmen elimizde, yukarıda kurulan bağlanıların sadece birer
varsayım olmanın ötesinde gerçek bağlanılar olduğunu güçlü bir biçimde öne
sürmemizi sağlayan veriler vardır.
Öncelikle Leibniz’in ikirlerini en derli toplu biçimde açıklayan eserlerden
birisi olan Yeni Denemeler 1765 yılında yayınlanmışır ve bu eserin Kant’ın ge-
lişiminde önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Örneğin bu kitabın ani-empi-
risist olan yaklaşımı Kant’ta etki bırakmışır. Jolley’in tespiine göre bunu Saf
Aklın Eleşirisi’nin açılış cümlelerinde bile sezmek mümkündür. Hata Kant’ın
kategoriler ya da saf kavramlar hakkındaki öğreisinin oluşumunda Leibniz’in
doğuştan idealarının öncü bir işlev gördüğü söylenebilir. (Bkz. Jolley, 2005: 212-
213)
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 137

Bunun dışında Kant’ın Leibniz ve Clarke yazışmasından, dolayısıyla New-


toncularla Leibniz arasındaki tarışmadan haberdar olduğunu bilmekteyiz. (Bkz.
Alexander, 1956: XL) Bu bakımdan Kant’ın Leibniz ile ilgili algısının mahiyeini
kesin bir biçimde tespit etmek zor olsa da, yukarıda ele alınan birçok ikri içinde
barındıran bu eserler bile Kant ve Leibniz arasındaki, Wolf aracılığına ihiyaç
duymayan doğrudan bağlanıyı göstermektedirler.

Christian Wolff:
18. yy. Alman düşünce dünyasındaki en önemli isimlerden birisi de Chrisi-
an Wolf’tür. Wolf’ün belli konulardaki orijinalliğinin teslim edilmesi gerekiği-
ni düşünen yazarlar (Bkz. Peursen, 1987: 82) olmasına rağmen, onun Leibniz’in
bir takipçisi ve düşüncelerini sistemleşiren ikinci sınıf bir düşünür olduğu genel
kabul görmektedir. Zira Wolf felsefesinin en temel ilkeleri Leibniz’in sistemin-
den alınmışlardır. (Bkz. Copleston, 1960: 107-109) Kimi düşüncelerinin ayrını-
larında farklı yanlar bulunsa da Leibniz’in bir takipçisi olduğu tespii haklı gibi
görünmektedir. Dolayısıyla selei ya da 18. ve 19. yy.’lardaki haleleri gibi özgün
bir ilozof olduğunu söylemek zordur. Buna mukabil onu Alman düşünce tarihi
için önemli kılan başka özellikleri vardır. Bu özellikler Wolf’ü günümüz için bile
dikkate alınması gereken bir düşünür yapmaktadır. Bahsi geçen özellikler ise
temelde Alman felsefesinin gelişmesindeki olumlu katkılarıyla ilgilidir.
Chrisian Wolf’ün önem arzetmesini sağlayan bu hususlardan ilki Alman-
canın bir felsefe dili olarak temayüz etmesindeki büyük katkısıdır. Zira 18. yy.
Almanyası’nda karşımıza çıkan önemli birkaç husustan ilki Almancanın bir fel-
sefe dili olarak gelişmesidir. Bu hususta önceki yüzyıllarda Meister Eckhardt’ın
da çabaları ve önemli etkileri olmuş olsa da özellikle 18. yy. ile başlayan süreçte
Almancaya ilginin yoğunlaşığı görülmektedir. Bu süreçte Thomasius, Meier,
Gotsched (Bkz. Beck, 1996: 46, 249, 279, 286) gibi düşünürlerin önemli etkile-
ri olmuştur. Ancak bu husutaki en önemli katkının Wolf’a ait olduğu ve bunun
gözardı edilmemesi gerekiği bir gerçekir. Beck’in tespiine bakacak olursak
Wolf Alman felsefesinin kelime hazinesini oluşturan başyazardır:
O, Alman Felsefesi’nin kelime hazinesini oluşturan başyazardı.
18. yy. boyunca Alman Felsefesi çoğunlukla Laince yazılmaya
devam etmesine rağmen Almanca onun ellerinde felsei dü-
şünce için uygun bir araç haline gelmişir. (Beck, 1996: 261)
Leibniz bile Laince ve Fransızca yazmayı tercih ederken, hata Kant döne-
minde bile eserlerin dörte biri Laince yazılırken Wolf başta olmak üzere yu-
karıda adı anılan düşünürler Almancanın bir felsefe dili olarak gelişmesini sağ-
lamış ve terminolojisini olgunlaşırmışlardır. Wolf’ün bu konudaki çabasıyla da
bağlanılı olduğunu söyleyebileceğimiz başka bir yönü ise Almanya’da felsefe
138 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

terminolojisine yapığı katkının ötesinde, felsei düşüncenin olgunlaşmasındaki


hayai etkisidir. Copleston’dan ikibasla bu konuda şunlar söylenebilir:
Ama bu arada Wolf ulusunun felsei eğiimcisi olarak iş gör-
müştür ... onun kapsamlılığı, biçimsel ve düzenli sistemi Alman
ünivesitelerinde okul-felsefesinin oluşmasını sağlamışır. ...
Sistemin kendisi bir başarı elde edemese de felsei düşünceyi
önemli bir biçimde uyarmışır. ... Başka bir ifade ile, bu sistem
Alman düşünce tarihinde önemli bir yer tutmaktadır ve oriji-
nal ya da formel olmaması iddiaları onun bu konudaki önemini
azaltmaz. (Copleston, 1960: 114; Beck, 1996: 275)
Bu sistemli düşüncesinin bir sonucu olarak Wolf, yukarıda da kısaca deği-
nilmiş olduğu üzere, Leibniz’in dağınık halde kalmış olan felsefesini, ana düs-
turlarına sadık kalarak bir potada eritmişir. Bu husus da Wolf’ü önemli kılan
şeylerden bir tanesi olarak anılabilir. Üzerinde durulması gereken başka bir
nokta da Kant’ın metaizik hakkındaki tarışmalarda aklında hep Wolf’çü fel-
sefeyi bulundurmuş olmasıdır. Çünkü Kant, eleşiri öncesi döneminde Wolf ve
takipçilerinin düşünceleri üzerinde çalışıp onları özümsemişir. (Bkz. Copleston,
1960: 106) Bundan dolayı Wolf felsefesinin Kant’ın felsei düşüncesine zemin
hazırladığı söylenmektedir. (Bkz. Dyck, 2011: 44)
Kendimizi yukarıdan beri ele alınan konu ile sınırlayarak felsefesine baka-
cak olursak şunlar söylenebilir. Öncelikle Wolf, selei Leibniz’in olgu doğrula-
rı ve akıl doğruları arasında yapığı ayrımı kabul etmektedir. (Bkz. Copleston,
1960: 107) Buna ek olarak onun için de yargı iki ya da daha çok kavramın bağ-
lanısından oluşur. Yargıların denetlenmesi ise deneyim ve çelişmezlik ilkesi
yoluyla mümkündür. Wolf bu iki denetleme yolunu tespit etmesine rağmen,
sanki bütün yargılar analiikmiş gibi yanlış bir yargının çelişki içeren bir yargıya
indirgenebileceğini ileri sürmektedir. Ama Wolf’ün karşıı olan Crusius, Wolf’a
yöneliği eleşirisinde tüm ağırlığı, salt formel bir ilke olarak çelişmezlik ilke-
sinin tek başına hiçbir belirli ve somut bilgi doğurmayacağına vermişir. (Bkz.
Cassirer, 1996: 84-85) Çünkü Wolf sonradan Crusius’un fark eiği üzere bütün
yargıların çelişmezlik ilkesine dayanarak sınanamayacağını görememektedir.
Crusius bunu fark eiğinde Kant’ın tanımladığı iki farklı yargı çeşidine giden
yolda önemli bir adım aılmışır. (Bkz. Beck, 1996: 264)
Haırlanırsa yukarıda bu sorunun 18. yy. boyunca üstü örtük bir biçimde
tarışılageldiği ancak Kant’a kadar tam bir tanımlamasının yapılamadığı söy-
lenmiş ve üzerinde durulmuştu. Crusius ve Lambert gibi düşünürler farkında
olmadan senteik yargılar hakkında tarışmışlar ama Kant’ın sorunu formüle
edişi gibi bir çıkar yol bulamadıklarından sonuca varamamışlardı. Buna rağmen
Hume’un imkansız gördüğü ama Wolf’ün kullandığı kavramlar üzerine düşün-
müş olmaları onların en önemli yanıdır. (Bkz. Beck, 1996: 412) Kısacası şunu
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 139

söylemek mümkündür: Crusius ve Lambert gibi düşünürler Wolf’ün kullandığı


kavramlar ve Hume’un bunlara geirdiği yasaklama üzerine düşündükçe Kant’ın
senteik yargılarına giden yolu açmışlardır.
Yine yukarıda ele alınmış olan bir konuya değinmek gerekirse Wolf’ün
Leibniz’in yapığı “algı” ve “tamalgı” kavramları üzerine düşünüp yazdığı belir-
ilmelidir. Leibniz’in bilinç ile tamalgıyı bir tutup tutmadığı bir tarışma konu-
suyken Wolf’ün bunları ayırdığı bilinmektedir. Wolf’a göre “tamalgı” sadece
algıları ilgilendirirken, “bilinçlilik” hem dışımızdaki hem içimizdeki şeyleri içe-
ren daha genel bir terimdir. (Bkz. Dyck, 2011: 45) Bu terimin Wolf taraından
adaptasyonu önemlidir çünkü sadece metaizik tarışmalarda değil başka alan-
larda da önem arz etmişir. Udo Thiel’in tespiine kulak verecek olursak şunları
söylediği görülür:
Fransızca olan “l’apprecepion” kavramını Leibniz icat etmişir,
ama bu kavramın Lainize versiyonunu kullanan ve terminolo-
jiye kazandıran Chrisian Wolf olmuştur. Ve Wolf’ün 18. yy. Al-
man Felsefesi üzerindeki derin etkisi sayesinde bu terim sadece
felsefe çevrelerindeki metaizik tarışmalarda kullanılan temel
bir terim olarak kalmamış, gelişmekte olan empirik psikoloji
ile epistemolojik tarışmalarda da kullanılmışır. (Thiel, 1996:
214)
Wolf’ün Kant felsefesinde yankılarını bulduğumuz başka bir yanı ise “anla-
ma yeisi” ve “akıl” hakkındaki düşünceleridir. Wolf’a göre anlama yeisi, kav-
ramları açık kılma görevini ifa etmektedir. Akıl ise bu kavramlar arasındaki bağ-
lanıya vakıf olan yeidir. Kant felsefesinde bu ayrımın keskinleşirildiği ve belli
ölçülerde değişirildiğini görmekteyiz. Zira ona göre anlama yeisi arık akılda
bulunmayan ve saf kavramlar ile kuralları kullanarak deneyim hakkında yargı-
larda bulunan yeidir. Akıl ise ya anlama yeisinin kavramlarına dayanarak ya
da deneyimin sınırları ötesine uygulamak için ideleri kullanarak sonuç çıkaran
yeidir. (Bkz. Beck, 1996: 467; Kant, 1998: A 352, B 359; Kant, 1966: 614-615,
A 64-65-66; Eisler, 1984: 572 ve 579) Dolayısıyla Wolf’ün “anlama yeisi” ve
“akıl” kavramlarının Kant üzerinde önemli etkisinin olduğu söylenebilir. Kant
felsefesindeki diğer önemli yei olan duyarlık ise bir sonraki bölümde üzerinde
duracağımız üzere daha çok Baumgarten’ın etkisi ile tesis edilebilmişir.
Wolf ve felsefesi hakkında söylenebilecek şeyler şüphesiz bunlarla sınırlı
değildir. Ancak yukarıda ele alınan konularla da bağlanısı içerisinde bu tespit-
lerin yeterli olduğu söylenebilir. Buna mukabil Baumgarten üzerinde biraz daha
ayrınılı bir biçimde durmak yerinde olacakır. Çünkü hem Kant felsefesini an-
lamak hem de Leibniz-Wolf çizgisindeki rasyonalist gelenekte nasıl bir kırılma
yaşandığını görmek için Baumgarten’ın eserlerine başvurulması gerekmekte-
dir.
140 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Alexander Gottlieb Baumgarten:


Wolf’ün bir takipçisi olan Baumgarten da rasyonalist gelenek içerisindeki
düşünürlerdendir. Selelerinin ortaya koyduğu ilkelerin hemen hepsini o da be-
nimsemektedir. Örneğin Metaizik isimli eserine bakığımızda, Leibniz’in ortaya
koyduğu ilkelerin birçoğunun sistemli ve açık bir biçimde bu eserde açıklanmış
olduğunu görürüz. Kant’ın üniversitede verdiği derslerde de kullandığı bu kitap
Almanya’da gerçekten popüler olmuş ve birçok basımı yapılmışır. (Bkz. Reiss,
1994: 648; Kant, 1998: A 22, B 36) Eserin analiik yapısının ve ele aldığı konu-
ları kısa cümlelerle anlaşılır bir biçimde açıkça ifade etmesinin bu popülaritede
büyük katkısı olsa gerekir.
Rasyonalist gelenek içerisinde bulunmasına ve özellikle Wolf metaiziğine
kendisini adamasına rağmen Baumgarten’ın bu gelenek içerisinde ayrı bir yeri
vardır. Bu hususta ilk akla gelen, esteik disiplinini ayrı bir çalışma alanı olarak
kurup isimlendirenin Baumgarten olduğudur. Felsefe tarihi için önemli oldu-
ğunu söyleyebileceğimiz bu olgu sık sık da dile geirilir. Fakat tespit bu kadarla
kalacak olursa büyük bir yanlış yapılmış olur. Zira Baumgarten’ın bu noktaya
varırken üzerinde durduğu hususlar büyük öneme sahipir. Özellikle de Kant
felsefesi açısından Baumgarten’ın bu farklı yaklaşımının dikkate şayan yanları
vardır. Bunlardan en önemlisi ise rasyonalist bir gelenek içerisinde olmasına
rağmen Baumgarten’ın duyarlığı ön plana çıkartarak duyuların da kendilerine
has bir düzeni ve mükemmelliğinin olacağını göstermiş olmasıdır. Felsefesine
yakından bakığımızda bu husus daha iyi anlaşılabilecekir.
Baumgarten farklı yeilerden bahsetmektedir, ancak bilgi için temelde iki
önemli yei türü olduğu söylenebilir. Çünkü diğer yeiler duruma göre bu iki
ana yei alında sınılanmaktadırlar. (Bkz. Baumgarten, 2004: § 468, 499, 510)
Temel olduğunu gördüğümüz bu iki yeiden birisi akıl ve anlama yeisini içine
alan üst bilme yeileri iken diğeri duyarlığa işaret eden aşağı bilme yeileridir.
Bu konuda Baumgarten Metaizik isimli eserinde çeşitli yerlerde beyanlarda
bulunmaktadır. Üst bilme yeileri ile ilgili olarak şu ifadelerini alınılayabiliriz:
Ruhum bazı şeyleri açıkça kavrar. Bu nedenle Anlama Yeisi adı-
nı verdiğimiz açıkça kavrama yeisine sahipir ve buna üst bilme
yeisi denir (facultas cognosciiua superior, mens). Bunun ya-
sası şöyledir: Ben birşey düşündüğümde bu düşündüğüm şeyi
diğer bütün şeylerden ayrı [abziehen] tutabilirsem bu düşün-
düğüm şey açık olacakır. (Baumgarten, 2004: § 462)
Alınıdan anlaşıldığı üzere Baumgarten için üst bilme yeilerinin özelliği
nesnesini açık (deutlich) bir biçimde kavramasıdır. Alt bilme yeilerinde ise du-
rum böyle değildir. Zira Baumgarten’a göre alt bilme yeileri nesenelerini açık
bir biçimde kavrayamazlar. Yine onun ifadelerine başvuracak olursak şunları
yazdığını görürüz:
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 141

Açık olmayan, yani muğlak ya da karanlık olan tasarım [Vorstel-


lung] ve ruhumdaki buna benzer şeyler duyusal tasarımdır. Bir
şey tasavvur ederken bu tasavvuru diğerlerinden ayırt eden,
ayırt edemeyene nispetle daha derine iner. Bunun sonucun-
da da bilginin berraklığı giderek daha somut biçimde kendini
gösterirken, belirsizliği de yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Bu
yüzden belirsiz ve duyulara dayalı bilme yeisine, aşağı bilme
yeisi (facultas cognosciiua inferior) denir ki bu benim ruhum-
da bulunur. (Baumgarten, 2004: § 383)
Buraya kadar Baumgarten seleleriyle aynı çizgide bulunmaktadır. Duyusal
bilginin kavramsal bilgiden daha aşağı bir bilgi formu olduğu konusunda da on-
ları tasdik eder. Fakat o, aşağı bilme yeilerinin açık olmamasından yola çıkarak
bu yeileri önemsiz görme eğiliminde değildir. Zira bu aşağı bilme yeilerinin
de kendilerine göre bir mükemmelliklerinin olabileceğini ve belli biçimde açık
olabileceklerini düşünmektedir. Onun farklılığını yaratan ise tam da bu tavrıdır,
yani duyusal bilginin de kendi mükemmelliğine sahip olabileceği ikri ile duyar-
lığa önemli bir yer vermiş olmasıdır. Böylece aşağı bilme yeilerini ihya etmek
sureiyle farklı bir yaklaşım sergilemişir. Bu konuda Makkreel de şu tespitleri
yapmaktadır:
Ama Baumgarten’ın durumu farklıdır, yani kavramsal bilgiden
daha aşağı bir bilgi formu olmasına rağmen duyusal bilgi yine
de kendi mükemmelliğine sahipir. Kavramsal bilgi hem açık
hem de seçikir, duyusal bilgi seçik olamaz ama manığın araş-
ırmadığı bazı yollarla açıklığı oluşturabilir. (Makkreel, 1996:
66)
İşte esteiğin çıkış noktasını oluşturan ve felsefenin yeni bir alanı olarak ku-
rulmasını sağlayan Baumgarten’ın bu yaklaşımıdır. Bu bağlamda Baumgarten’a
göre “esteik duyusal bilginin bilimidir” (Baumgarten, 2007: § 1) ve “esteiğin
amacı duyusal bilginin mükemmelliğidir, bu ise güzellikir”. (Baumgarten, 2007:
§ 14) Bu hususu Esteik dışında Metaizik’te de dile geiren Baumgarten orada
şu tespii yapmaktadır:
Duyu bilgisinin mükemmelleşmesini sağlayan [Vollkommenhe-
it] kuralların bilimi ve bunların açıklanışı güzelin bilimidir ve bü-
tün aşağı bilme yeilerini iyileşirmeyi amaçlar. (Baumgarten,
2004: § 395)
Aşağı bilme yeisinin de kendine göre bir mükemmelliğinin ve kurallarının
olması gerekiği düşüncesi ile Baumgarten, manığın yanı başında esteik için
de farklı bir manığın olduğunu düşünmektedir. (Bkz. Baumgarten, 2007: § 13)
142 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Aralarındaki farkı tahmin etmek ise zor değildir. Manık gerçekliği açık ve seçik
kavramlarla kavrarken esteik, konusunun doğası gereği gerçekliği daha muğlak
bir yolla kavrar. Seçiklik şarını tam olarak yerine geiremese de kendine has
bir açıklığı vardır. (Bkz. Wessell, 1972: 336) “Aşağı bilme yeisini ilgilendiren
tasarımların mükemmelleşirilmesi ya da bir tasarımın diğerinden daha açık
olduğunun söylenmesi nasıl mümkündür” diye bir soru gelmektedir akla. Ba-
umgarten bunun temsil gücüne bağlı olduğunu düşünmektedir. Şöyle ki her-
hangi bir tasarımda diğer tasarımlardan daha çok temsil gücü varsa bu tasarım
diğerlerinden daha açık bir tasarımdır. Şiir Üzerine Düşünceler’de bu konuyu şu
şekilde dile geirmektedir:
Hepsi karmaşık olan tasarımlardan A tasarımında B, C, D vs.’den
daha çok temsil gücü varsa, A’nın diğerlerinden “yaygın olarak
daha açık” [extensively clearer] olduğu söylenecekir. (Baum-
garten, 1954: § 16)
Baumgarten’ın bahseiği bu mükemmellik çeşidini Leibniz’i de akılda tu-
tarsak Beck’in önerisiyle “duyuda verilen bir mükemmellik çelişki barındırma-
yan çeşitlilikir” (Beck, 1996: 286) şeklinde anlayabiliriz. Bu çeşitliliğe açıklığını
ve rengini veren de yukarıda Baumgarten’dan alınıladığımız pasajdan anlaşıla-
bileceği üzere bir tasarımın temsil gücünün derecesidir.
Görüyoruz ki duyu ve akıl bilgisi arasında yapılan ayrımda rasyonalist ge-
leneğin doğal olarak akla ağırlık vermesine rağmen yine bu gelenek içerisinde
yeişen Baumgarten duyu bilgisinin de bir düzeni ve kendine has mükemmel-
liği olabileceğini iddia ederek bu anlayışın sınırlarını ihlal etmektedir. Yukarıda
aktarılanlardan da anlaşılabileceği üzere esteiği de bu anlayış üzerine dayan-
dırmaktadır. Bu önemli olguyla ilgili olarak Angelico Nuzzo “Baumgarten estei-
ğinin meziyei, duyarlığa iibarını vermiş olmasıdır. Böylece o, ruhun en karanlık
olan ve aşağıda bulunan kısmını ıslah etmişir” (Nuzzo, 2006: 580) tespiinde
bulunmaktadır. Bu girişimi yaparken Baumgarten’ın Anik Yunan düşünürleri
ile Kilise babalarına dayandığını Şiir Üzerine Düşünceler’indeki sözlerinden an-
lamaktayız. Zira Baumgarten onların bu olgunun farkına çok eskiden varmış ol-
duklarını belirtmektedir. (Bkz. Baumgarten, 1954: § 116) Zaten esteik isimlen-
dirmesini de kökeni Anik Yunan düşünürlerine dayanan aisthesis (α฀σθησις)
ve noesis (νόησις) karşıtlığından hareketle tercih eiği de bilinmektedir.
Baumgarten’ın etkisi Almanya’da oldukça güçlü olmuştur. Bunun ise birkaç
nedeni vardır. İlk olarak iyi bir hoca olduğundan dersleri birçok kişi taraından
izlenmişir. İkinci olarak bu dersleri izleyenler arasında şairler ve felsefeciler ye-
işmişir ki bunlar hem Baumgarten’ın düşüncelerinin yaygınlaşmasına vesile
olmuşlar hem de yeni gelen esteik anlayışı için zemin hazırlamışlardır. (Bkz.
Reiss, 1994: 649-650) Bu öğrenciler arasında en dikkate değeri ise Meier ol-
muştur. Baumgarten’ın Kant üzerindeki etkilerine değinmeden önce öğrencisi
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 143

Meier hakkında da kısaca durmak yerinde olabilir. Zira o hem Alman felsefesi-
nin gelişiminde önemli igürlerden birisidir hem de belli oranlarda Kant’ın ter-
minolojisine katkıda bulunmuş ve onu etkilemişir.
Meier, hocası Baumgarten’ın düşünceleri üzerine yayınlar yapmış ve este-
iğin kabullenilmesinde büyük rol oynamışır. Üstelik 30 yılı aşkın akademik ha-
yaında birçok eser yazmış ve bunları da Laince ya da Fransızca değil Almanca
kaleme almışır. (Bkz. Reiss, 1994: 652-653) Bu husus da yukarıda işaret edilmiş
olduğu üzere dönem iibariyle Almancaya yapılmış bir hizmet olarak değerlen-
dirilebilir. Ayrıca bu tavrı Baumgarten’ın düşüncelerinin yaygınlaşmasını kolay-
laşıran etkilerden birisi olmuştur.
Kant’ın da Meier’in Vernuntlehre isimli kitabını manık derslerinde kul-
landığını ve onun taraından adapte edilen ya da ortaya konan birçok terimin
Kant taraından kullanıldığını bilmekteyiz. Buna ek olarak Meier’in Locke fel-
sefesinin Almanya’da daha iyi tanınmasına yardım eiği ve bu bağlamda Kant
için Locke’un daha göze çarpan bir igür olmasını sağladığı da araşırmacılar
taraından ileri sürülmektedir. (Bkz. Pozzo, 2005: 186-187-188)
Kısa da olsa Meier hakkında bu söylenenlerden sonra Baumgarten’ın Kant
felsefesindeki etkisine geçecek olursak yukarıda ele alınmış olan hususlarla da
bağlanısı içerisinde birkaç nokta üzerinde durulabilir. Öncelikle Baumgarten’ın
aşağı bilme yeilerinin de bir düzeni ve kendilerine göre bir mükemmellikleri-
nin olacağı ikrinin Kant’ın zaman ve mekan anlayışına etki eiğini söylemek
mümkündür. Şöyle ki düşünürler genelde akli olanın açık seçik olduğunu ama
duyusal olanın karmaşık olduğunu savunuyordu. Hele ki rasyonalist gelenekte
bunun daha keskin bir biçimde kendini göstermesi doğaldı. Ama Baumgarten
duyuların da kendine has bir mükemmelliğinin, dolayısıyla düzeninin olacağını
vurgulayarak Kant’ın Transzendental Esteik’te yapığı zaman ve mekan görüsü
düzenlemesine yol göstermişir. Çünkü onlar da bir bakıma duyunun açıklaş-
masını sağlayan biçim vericilerdir. Bu noktada “Transzendental Esteik’in adı-
nın Baumgarten’ı takiben ama onu aşarak koyulduğu da haırlanmalıdır.” (Beck,
1996: 458)
Tam da bu noktada Leibniz’e dönerek yukarıda aktarılmış olanlarla
Baumgarten’ın Kant üzerindeki bu etkisini birleşirebiliriz. Şöyle ki Leibniz’in
zaman ve mekan anlayışının Kant üzerinde etki bırakmış olduğunun söylene-
bileceği kaydedilmişi. Bu etkinin yönü ise zaman ve mekanın başlı başına bir
töz olmadığı, aksine zaman bağlamında olguların bir sıra düzeni, mekan bağla-
mında ise nesnelerin düzenlenişi olduğu yönündeydi. Dolayısıyla Kant’ın özel-
likle mekan anlayışı Newton’unki gibi boş bir mekana benzese de Leibniz’in
vurguladığı gibi nesnelerin düzeninden oluşmaktaydı. Bu tespii Baumgarten’ın
aşağı yeilerin düzeni ile birleşirirsek Kant’ın mekan anlayışını ve onunla para-
lel olarak zaman anlayışını kökenlerine giderek kavramak daha kolay olacakır.
144 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Dolayısıyla Leibniz’in görüşleri ile Baumgarten’ınkiler çakışırıldığında zaman


ve mekan meselesinde Kant’a yaklaşığımız söylenebilir.
Baumgarten esteiğinin epistemolojik boyutu Transzendental Esteik’te
ele alınırken “güzelin bilimi” olarak tanımlandığı şekliyle de Yargı Gücünün
Eleşirisi’nde ele alınmışır. Dolayısıyla daha erken bir tarihte esteiğin bu iki
boyutu da Kant taraından işlenmişir. Bu hususu da Baumgarten’ın Kant’a bı-
rakığı miraslardan biri olarak değerlendirmek mümkündür. Ama unutulma-
malıdır ki Yargı Gücünün Eleşirisi’nde bile esteik meselelerinin epistemolojik
boyutları büyük önem taşımaktadır ve bu eser sadece bir sanat felsefesi kitabı
değildir.

Sonuç:
Kant’a uzanan yolda Leibniz’den başlayarak 18. yy. boyunca Alman felse-
fesinde birçok tarışma ve önemli gelişme meydana gelmişir. Kant felsefesinin
hemen her yanı ile ilgili malzeme buralarda gömülü olduğu gibi onun felsefesini
hazırlayıcı etkisi olan bu hususlar büyük önem taşımaktadırlar. Ancak çalışma-
nın başında da işaret edildiği üzere 18. yy. Alman felsefesi başlı başına bir ça-
lışma alanı oluşturacak kadar çok yönlü ve karmaşıkır. Dolayısıyla burada belli
problemler çerçevesinde Leibniz’den Baumgarten’a kadar bir çizgi izlenmişir.
Her konu başlığı alında ilgili meselelerle alakalı sonuçlar ve bağlanılara
dikkat çekildiği için burada tekrar bu konular üzerinde uzun uzun durulmaya-
cakır. Ancak sonuç mahiyeinde şu söylenebilir ki Kant’ın hem zaman-mekan
anlayışı hem yeiler arasında yapığı ayrımlar hem de yargı konusundaki dü-
şünceleri, yukarıda ele alınmış olduğu üzere Leibniz ve Baumgarten’dan önemli
derecede etkilenmişir. Leibniz’in yapığı akıl ve olgu doğruları ayrımı Kant’ın
yargı anlayışına giden yolda önemli bir merhaledir. Bunun önem arz etmesinin
sebebi ise felsefe sorunlarına içkin bir konu olmasının yanı sıra Almanya’da el
yordamı ile 18. yy. boyunca tarışılmış olmasıdır. Dolayısıyla Kant’ın yargı hak-
kındaki ikirlerini ve genel olarak da felsefesini kavramak açısından bu mesele
önemli bir zemin teşkil etmektedir. Bu zemin anlaşılmadığı takdirde Kant’ın dü-
şüncelerini bir yere konumlandırmak zor olacakır.
Diğer yandan Baumgarten’ın bu rasyonel gelenek içerisinde duyarlığa
önem afetmesi ve ona dikkat çekmesi de Kant’ın epistemolojisinde önemli etki
yaratmışır. Yukarıda da ifade edildiği üzere Saf Aklın Eleşirisi’nin Transzenden-
tal Esteik bölümünde bu etkiyi doğrudan görürüz. Yargı Gücünün Eleşirisi’nde
ise meselenin Baumgarten’da diğer kısımla karışık kalmış olan bölümü ele alın-
mışır.
Bir diğer husus ise 18. yy. Alman felsefesindeki kimi gelişmelerin Kant’ın
düşüncelerinin yeşermesine imkan veren ortamı sağlamış olmasıdır. Bu geliş-
melerden en önemlisi de yukarıda değinildiği gibi başta Wolf olmak üzere Tho-
masius, Meier ve Gotsched gibi düşünürlerin Almancanın bir felsefe dili olarak
Kant’a Giden Yolda Leibniz, Wolf ve Baumgarten 145

olgunlaşmasını sağlamış olmalarıdır. Kant felsefesini anlamak söz konusu ol-


duğunda ikinci planda kalmış gibi görünmesine rağmen, bu hususun da akılda
tutulmasının ve unutulmamasının önem arz eiği söylenebilir.
Son olarak, yukarıda belirilenlere dayanarak, tespit edilmesi elzem olan
bir husus daha vardır. Şöyle ki, Kant hakkında yazılan eserlerde Leibniz-Wolf
okulunun onun üzerindeki etkisinden sık sık bahsedilir. Wolf’ün biçim verdiği
şekliyle Almanya’da yaygınlaşan ve Leibniz-Wolf okulu olarak bilinen bu düşün-
ce geleneğinin Kant üzerinde doğrudan etkisinin olduğu doğrudur. Ancak yu-
karıda üzerinde durulan hususlar göz önünde bulundurulursa, Leibniz’in Kant
üzerindeki doğrudan etkisinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bunun
göz ardı edilmesi, Kant’ın üzerinde İngiliz empiristlerinin etkisinin bulunduğu-
nu söyleyip Hume’a gerekli önemi vermemek gibi bir durum doğuracakır. Buna
ek olarak, Kant’ın kendisinin de işaret eiği Hume etkisini Leibniz’in nispeten
örtük kalan ama hayai önem taşıyan etkisi ile paralel bir okumaya tabi tutmak
Kant felsefesini tarihsel arkaplanı ile anlamak için gözden uzak tutulmaması
gereken bir husustur.

Notlar
(*) İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi

Kaynaklar
Alexander, H. G. (Ed.); 1956. The Leibniz-Clarke Correspondence, Manchester University Press,
London.
Alexander, H. G.; 1956. “Introducion”, The Leibniz-Clarke Correspondence; Ed. H. G. Alexander,
Manchester University Press, London.
Baumgarten, A. G.; 2007. Ästheik Band 1, Übersetzt: Dagmar Mirbach, Felix Meiner
Verlag, Hamburg.
-----; 2004. Metaphysik, Übersetzt: G. F. Meier, Dietrich Scheglman Reprints, Jena.
-----; 1954. Relecions on Poetry, Trans., Karl Aschenbrenner and William B. Holter, Berkeley:
University of California Press.
Beck, Lewis White:; 1996. Early German Philosophy: Kant and His Predecessors, Thoemmes
Press, England, 2. Basım. (1. Basım 1969)
Cassirer, Ernst; 1996. Kant’ın Yaşamı ve Öğreisi; Çev. Doğan Özlem, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
2. B.
Copleston, Frederick; 1958. A History of Philosophy Volume IV: Descartes to Leibniz, Burns
Oates&Washbourne Ltd., London.
-----; 1960. A History Of Philosophy Volume VI: Wolf To Kant, Burns&Oates Limited, London.
Deleuze, Gilles; 2007. Leibniz Üzerine Beş Ders, Çev. Ulus Baker, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Dewey, John; 1902. Leibniz’s New Essays Concerning The Human Understanding A Criical
Exposiion, Scot Foresman And Company, Chicago.
Dyck, Corey W.; 2011. “A Wolf in Kant’s Clothing: Chrisian Wolf’s Inluence on Kant’s Accounts
of Consciousness, Self-Consciousness, and Psychology”, Philosophy Compass, 6/1.
146 Toplum Bilimleri • Ocak 2012 • 6 (11)

Eisler, Rudolf; 1984. Kant-Lexicon, Georg Olms Verlag, Hildesheim&Zürich&Newyork.


Jolley, Nicholas; 2005. Leibniz, Routledge, London&New York.
Kant, Immanuel; 1998. Kriik der Reinen Vernunt, Felix Meiner Verlag, Hamburg.
-----; 2009. Praik Aklın Eleşirisi, Çev. İoanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Füsun Akatlı, Türkiye
Felsefe Kurumu, 4. B., Ankara.
-----; 2002. Prolegomena, Çev. İoanna Kuçuradi ve Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu, 3. B.,
Ankara.
-----; 1966 Welches sind die wirklichen Fortschrite, die die Metaphysik seit Leibnizens und
Wolfs Zeiten in Deutschland gemacht hat?, Immanuel Kant Werke In Sechs Bänden
(Band 3) - Schriten zur Metaphysik und Logik, Wissenschatliche Buchgesellschat,
Darmstadt.
Leibnitz, G. W; 1896. New Essays Conserning Human Understanding, Trans., Alfred Gideon
Langley, The Macmillan Company, New York .
Leibniz, G. W.; 1898. “Principles of Nature and Grace”, The Monadology And Other Philosophical
Wriings, Trans. Robert Lata, Oxford Clarendon Press, London, Edinburgh, New York.
-----; 1898. “The Monadology”, The Monadology And Other Philosophical Wriings, Trans.
Robert Lata, Oxford Clarendon Press, London, Edinburgh, New York.
-----; 1975. Metaphysische Abhandlung, Übersetz. Herbert Herring, Verlag Von Felix Meiner,
Hamburg.
-----; 1988. Monadoloji, Çev. Suut Kemal Yetkin, Milli Eğiim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları,
İstanbul.
-----; 1997. New Essays on Human Understanding, Trans. Peter Remnant&Jonathan Bennet,
Cambridge University Press, New York, 2. Basım.
-----; 1946. Théodicée Denemeleri, İmanla Aklın Uygunluğu Üzerine Konuşma, Çev. Hüseyin
Batu, M. E. B. Yay., İstanbul.
Makkreel, Rudolf A.; 1996. “The Conluence of Aestheics and Hermeneuics in Baumgarten,
Meier, and Kant”, The Journal of Aestheics and Art Criicism, Vol. 54, No. 1.
Mates, Benson; 1986. The Philosophy of Leibniz Metaphysics and Language, Oxford University
Press, New York&Oxford.
Mcrae, Robert; 2006. “The Theory of Knowledge”, Cambridge Companion To Leibniz, Cambridge
University Press.
Nuzzo, Angelica; 2006. “Kant and Herder on Baumgarten’s Aestheica”, Journal of the History
of Philosophy, Volume 44, Number 4.
Peursen, Cornelis A.; 1987. “Chrisian Wolf’s Philosophy of Coningent Reality”, Journal of the
History of Philosophy, Volume 25, Number 1, January.
Pozzo, Riccardo; 2005. “Prejudices and Horizons: G. F. Meier’s Vernuntlehre and its Relaion to
Kant”, Journal of the History of Philosophy, Volume 43, Number 2.
Reiss, Hans; 1994. “The ‘Naturalizaion’ of the Term ‘Ästheik’ in Eighteenth-Century German:
Alexander Gotlieb Baumgarten and His Impact”, The Modern Language Review, Vol.
89, No. 3.
Rescher, Nicholas; 1967. The Philosophy of Leibniz, Englewood Clifs: Prenice Hall.
Thiel, Udo; 1996. “Between Wolf and Kant: Merian’s Theory of Appercepion”, Journal of the
History of Philosophy, Volume 34, Number 2.
Wessell, Jr. L. P.; 1972. “Alexander Baumgarten’s Contribuion to the Development of
Aestheics”, The Journal of Aestheics and Art Criicism, Vol. 30, No. 3.
Wilson, Catherine; 2006. “The Recepion of Leibniz in the Eighnteenth Century”, Cambridge
Companion To Leibniz, Cambridge University Press.

You might also like