Professional Documents
Culture Documents
C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ
ÖĞRETİM GÖREVLİSİ
DOÇ.DR. ABDÜSSELAM BİLGEN
MERTCAN PAYALAN
23012157
18.03.2024
DİVAN EDEBİYATI
Aruz Ölçüsü
Divan şiirinin kullandığı ölçü aruzdur. Aruzun, değişik uzunlukta ve ahenkte
kalıpları vardır. Bu kalıplar uzun ve kısa hecelerin belirli sayılarda art arda
gelmesinden oluşur ve uzun ve kısa hecelerden yapılmış kelimeleri karşılar.
Divan şiirinin temeli beyit, yani ikili dizelerdir. Beyitler arasında anlam birliği
bulunması şart değildir.
Aruz, Arap diline dayanır ve bu dilin özelliklerine göre kullanılır. Türkçe,
Arapçada olduğu gibi uzun sesler içermez. Bu nedenle aruzu kullanan şairler bazı
sıkıntılar yaşamışlardır. Aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlama
görülür. Şairler şiirlerinde ölçüye uyabilmek için pek çok Arapça ve Farsça
sözcüğü Türk diline sokmuşlardır.
DİVAN EDEBİYATINDA UYAK VE REDİF
Kafiye aruz vezniyle birlikte Divan şiirinin iki aslî âhenk unsurundan biridir.
Kısaca en az iki mısra sonundaki ses tekrarı olarak tanımlanabilecek olan kafiye,
redifsiz manzumelerde mısra ya da beyit sonlarındaki, redifli manzumelerde de
rediften hemen önceki ses ya da seslerin tekrarından doğan âhenktir. Kafiyenin
kullanım sıklığını ya da düzenini nazım biçimleri belirler.
Klâsik dönem Türk şiirinde kullanılan kafiye sistemi aruz vezni gibi Arap
şiirinden Fars şiirine oradan da Türk edebiyatına geçmiştir.
Tek bir sesin tekrarıyla meydana gelen kafiyelere mücerred kafiye, birden fazla
sesin tekrarıyla elde edilen kafiyelere de mürekkeb kafiye denir.
Mürekkeb kafiyenin mürdef, mukayyed ve mü’esses olmak üzere üç türü vardır.
Bu adlandırmada ridf, kayd, te’sîs ve dahîl adları verilen kafiye harfleri esas
alınmıştır.
Redîf ise, şiirde bulunması şart olmamakla birlikte Divan şairlerinin oldukça sık
kullandıkları bir âhenk unsurudur. Redîfi “revîden sonra gelen ve aynen
tekrarlanan ses veya seslerin tamamı” olarak tanımlamak mümkündür. Redîfli
manzumelere müreddef denir.
Arap ve Fars edebiyatlarında kafiyeyi teşkil eden kelimenin son harfine revî adı
verilir. Arap şairleri redife ilgi göstermemiştir. Redifin önemli bir işlevi de divan
şiirinde bazı gazellere ve özellikle kasidelere ad olmasıdır
NAZIM ŞEKİLLERİ
Nazım biçimleri dize ve uyağın bir düzen içinde birleşmesinden oluşur. Dizeeler
bir şiirde, en az ikili olmak üzere ikili,üçlü, dörtlü, beşli... kümelenirler. Nazım
biçimlerinde ölçü olarak kullanılıan parçaya nazım birimi denir. Divan şiirinde
nazım birimi beyit Halk şiirinde dörtlük ve Türk şiirinde de dizedir.
MISRA, Sözlükte “yıkıp yere çalmak” mânasına gelen sar‘ / sır‘ kökü “şiirin
beytini iki mısralı yani iki kafiyeli, kapıyı iki kanatlı yapmak” anlamlarını da ifade
eder. Arap edebiyatında genellikle en küçük nazım birimi beyit olduğu için
beyitten daha küçük parçalar manzume sayılmaz. Bu durum aslında aruz
vezninden kaynaklanmakta, mısra yerine “şatr” (yarım) kelimesi
kullanılmaktadır. Fars ve Türk edebiyatlarında mısraın oynadığı rolü Arap
edebiyatında beyit üstlenmiş durumdadır.
BEYİT
“Ev, çadır, oda, mesken, konak” mânalarına gelen beyit bir edebiyat terimi olarak
aynı vezinde iki mısradan meydana gelen bir nazım birimini ifade eder.
Beyit iki mısradan ortaya çıkan nazım parçası. Batı edebiyatında beyite
"kuple" denir.
Beyit, kafiyeli iki mısradan meydana gelirse "beyt-i musarra"; bir gazelin en
seçme beyti olursa "beyt-ül gazel".
bir kasidenin en güzel beyti olursa "beyt-ül kaside"; içinde şairin adının ya da
mahlasının bulunduğu beyitse "tac tâc beyit"; bir kasidenin ya da gazelin ilk beyti
"matla" ve son beyti ise "makta" adını alır.
KASİDE
Sözlükte “kastetmek, azmetmek, bir şeye doğru yönelmek” gibi anlamlara gelen
kasd kökünden türeyen kasîde terim olarak “belli bir amaçla söylenmiş, üzerinde
düşünülmüş, gözden geçirilmiş şiir” demektir. Bir tür olarak ilk defa Arap
edebiyatında ortaya çıkmış, oradan da Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiştir.
Kasîdenin beyit sayısının alt sınırı her ne kadar 15 olarak kabul edilmiş olsa da
bu manzumelerin uzunluğu genellikle 31 beyit ile 99 beyit arasında
değişmektedir. Ancak bu konuda kesin bir sayı yoktur. Beyit sayısı 31’den az ya
da 99’dan fazla olan kasîdeler de vardır.
Kasîdenin kafiye düzeni şöyledir: aa,ba,ca,da,ea,fa
Kasidede beyit sayısının yedi-dokuz beyitten az olmaması şart koşulmuşsa da
bunun belirli bir sınırı yoktur. 100 beyti, hatta İbnü’l-Fârız’ın et-Tâʾiyye’sinde
olduğu gibi 700 beyti aşan kasideler de mevcuttur. Uyak düzeni, gazelin uyak
düzeninin aynıdır. Yalnız ondan çok uzundur. Kasidenin ilk beyitine matla denir.
Şair kaside içinde her hangi bir yerde matla yenileyebilir. Buna tecdid-i matla adı
verilir. Bu matlalar birden çok olduğunda bunlar sırasıyla, matla-i evvel , matla-ı
sani, matla-ı salis adını alırlar. Böyle olan kasidelere zatül-metali ya da zül-mitali
denir. Şair,kaside içinde tecdid-i matla yapmadan önce bunu beyite bildirir.
Kasidenin son beyitine makta denir. Şairin mahlasının bulunduğu beyite tac-beyit
adı verilir ve kasidenin sonlarına doğru verilir. Kasidenin en güzel beyitine beytül
kaside denir.
Kaside bazı özellikleri
Kasideler genellikle din veya devlet büyüklerinin yüceltilmesi veya yerilmesi
adına yazılan şiirlerdir.
Kasideler aruz ölçüsünün birbirinden farklı kalıpları ile yazılabilirler.
Birinci beyitte bulunan mısralar kendi aralarında, diğer beyitlerde yer alan
mısralardan ise birincisi serbest iken ikincisi birinci mısra ile uyaklı olacak
şekilde yazılır.
Tegazzül ve fahriyye hariç bütün bölümler kasidede olmalıdırlar.
Bazı kasidelerin dize ortasında kafiye bulunur ve bunlara musammat kaside
ismi verilir.
MESNEVİ
Mesnevinin kelime anlamı "ikişer ikişşer, ikili" demektir. Her beyitin
dizeleri kendi aralarında uyaklı, aruz bahirelerinin kısa kalıplarıyla uzun bir
nazım biçimine denir. Bu yolda yazılmış yapıtlara da mesnevi adı verilir.
Mesnevi, nazım biçimi olarak İran edebiyatının malıdır. Arap ve türk
edebiyatına İranlılardan geçmiştir. Araplar mesneviye, iki dize birbiriyle
uyaklı olarak birleştiği için müzdevice adını verirler. Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî’nin altı cilt (defter) ve yaklaşık 25.700 beyitten meydana gelen Farsça
eserine Mes̱ nevî adını vermesi, onun öncelikle kitabın nazım şekline dayanarak
bir isimlendirmede bulunduğunu göstermektedir. Mes̱ nevî şârihleri, eserin “bir
şeyi ikiye katlamak, çift yapmak” anlamlarına gelen adının, şeklinin yanı sıra
mâna ve muhtevasına da işaret ettiğini, birbiriyle mütekabil ilâhî isimlerin
mazharları olmaları itibariyle şehâdet âlemindeki bütün varlıkların (sûret-mâna,
varlık-yokluk, gayb-şehâdet, ışık-karanlık gibi) çift çift veya ikili zıtlar halinde
zuhur ettiğini, Mes̱ nevî’nin şehâdet âlemindeki eşya türlerinin hakikatlerine,
duyulur şeylerden (mahsûsât) akledilen şeylere (ma‘kūlât) kadar bütün çift ve zıt
varlıkların hallerine dair bir kitap olmasından dolayı Mevlânâ’nın esere bu adı
verdiğini ileri sürmüşlerdir (Ankaravî, Mecmûatü’l-letâif, I, 3). Şârihlere göre
Mes̱ nevî adı hem kitabın şekline (sûret) hem muhtevasına (mâna) delâlet
etmektedir.
Mesnevi özellikleri,
İkili dizeler halinde yazılır.
Ortaya çıkışı İran edebiyatına kadar dayanır.
Yazılışında herhangi bir beyit kısıtlaması yoktur.
Herhangi bi konu sınırlaması yoktur.
Kafiye şeması aa, bb, cc şeklinde yazarın istediği uzunluktadır.
Beyitler kendi aralarında kafiyelidir ve konu bütünlüğü oluştururlar.
Mesneviler yazılan kişiler tarafından öğüt verici hikayeler anlatmak için
yazılmıştır.
Eğer bir şair beş adet mesnevi yazmışsa bunlara hamse adı verilir. Bu kişilere ise
hamse sahibi olarak adlandırılır.
En popüler hamse sahipleri: Şeyhi, Ali Şir Nevai, Hamdullah Hamdi, Kara Fazlı,
Behişti Ahmet Sinan Çelebi, Ahmet Rıdvan ve Fuzulidir.
Eğer mesneviler savaş konuları işliyorsa bunlara Gazavatname denir.
Bir mesnevi bir şehrin güzelliklerini anlatıyorsa Şehrengiz denilmektedir.
Büyük Selçuklular devrinde yazılan mesnevilerde daha çok hamâset, aşk, hikmet,
öğüt, tasavvuf gibi konuların işlendiği görülmektedir. Bunlar arasında Esedî-i
Tûsî’nin Gerşâspnâme’si, Hakîm Îrânşah’ın Behmennâme’si, Atâî-i Râzî’nin
Berzûnâme ve Bîjennâme’si, Muhtârî’nin Şehriyârnâme’si ile müellifi meçhul
Ferâmerznâme, Kûşnâme, Bânû Guşespnâme, Âzerberzînnâme adlı eserler
anılabilir.
KITA
Kıt’a bir edebiyat terimi olarak genellikle iki veya iki beyitten uzun, matla ve mahlas
beyti olmayan bir nazım biçiminin adıdır. Bir başka ifadeyle kıt’alar kasîde ve gazel gibi
musarra (iki dizesi de kafiyeli olan beyit) bir beyitle başlamayan ve mahlas
kullanılmamış manzumelerdir.
Kıt’ada beyitlerin ilk mısra’ları serbest, ikinci mısraları birbiriyle kafiyelidir. Kafiye
düzeni şöyledir: xa, xa, xa, xa . . .
Divan şiirinde daha çok iki beyitli kıt’alar yazılmışsa da bu nazım biçimiyle yazılmış
manzumelerin beyit sayısının otuza kadar çıktığı görülür. İki beyitten uzun olan böyle
kıt’alara kıt’a-i kebîre (=büyük kıt’a) denilir. Uzun kıt’aları kasideden ayıran en önemli
özellik, bu manzumelerde matla ve mahlas beyitlerinin bulunmamasıdır.
Türk edebiyatında kıta İran edebiyatındakine benzer özellikler gösteren, iki veya
daha çok beyitten meydana gelmiş bir nazım şekli olup matla‘ ve mahlası (taç
beyti) bulunmayan bir gazel gibi beyitlerinin ikinci mısraları birbiriyle
kafiyelidir. Dört mısralık kıtaların birinci ve üçüncü mısraları da genellikle
birbiriyle kafiyeli olur. Türk edebiyatında bu tür kıtalar daha çoktur. Kıtanın
beyitlerle yazılan nazım şekillerinden ayrılmasını sağlayan en belirgin özelliği,
birinci beytinin mısralarının aynı kafiyede olmaması ve umumiyetle bütün
beyitlerinde aynı konunun ele alınmasıdır. Öte yandan bendler halinde yazılan
nazım şekillerinin her bendine de kelimenin sözlük anlamından hareketle kıta
denilmektedir. Çok sayıda beyitten oluşan (iki beyitten daha fazla olan) kıtalara
“kıt‘a-i kebîre” denilmektedir. Kıt‘a-i kebîreler otuz-kırk beyit kadar
olabilmektedir. Bazan kıtanın birinci beytindeki mısralar birbiriyle (musarra‘),
ikinci beytinin ikinci mısraı birinci beyitle kafiyeli olabilmektedir. Bu şekilde
kafiyeli olan kıtalara diğer nazım şekillerinden ayırt edilmesi için “nazım” adı
verilmektedir.
Rubai bir edebiyat terimi olarak özel vezinlerle yazılmış dört mısralı bir nazım
biçiminin adıdır. Bu nazım biçimi İran edebiyatında doğmuş; Türk edebiyatına
da bu edebiyattan geçmiştir. Rubainin kafiye düzeni iki beyitlik nazımlarda
olduğu gibi genellikle “a a x a”dır. Bunun yanında kıt’a gibi “x a x a” şeklinde
kafiyelenmiş ve dört mısraı da birbiriyle kafiyeli “a a a a” şeklinde Rubailer de
vardır. Dört mısraı birbiriyle kafiyeli Rubailere rubâ’-i musarra veya terâne adı
verilmiştir. Rubai, bu nazım biçimine özgü ahreb ve ahrem adları verilmiş iki
grup vezinle yazılır. Aslında Rubaiyi nazım ve kıt’adan ayıran da budur. Rubai
vezinlerinin sayısı 24’e kadar ulaşır. Bunlardan mefûlü ile başlayan 12 vezin
kalıbına ahreb, mefûlün ile başlayan 12 vezin kalıbına da ahrem adı verilmiştir.
MURABBA
Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıt’alardan oluşan şiir türüdür. Kelime
anlamı “dörtlük” demektir. Aynı ölçüde dörder dizelik bentlerden oluşan nazım
şeklidir. Uyak düzeni genelde aaaa/bbba/ccca/ddda/. şeklinde olmakla beraber,
ilk bendi kafiyeli olmayan ya da sonraki bentlerde kafiyesi tekrarlanmayan
murabbalar da vardır.
MURABBA ÖZELLİKLERİ
TERKİB-İ BEND
Terkib-i Bend, bentler ile kurulmuş olan uzun bir nazım biçimidir. Felsefi
düşünceler, dini ve tasavvufi konular, yaşam ve toplumsal yergiler konu
edilebilir. En az üç en fazla ise on bentten oluşan Terkib-i Bend genellikle 6-10
arası beyitten oluşmaktadır.
Her bendin sonunda vasıta beyti adında bir beyit olur. Bu vasıta beyti her hanenin
sonunda değişmektedir. Eğer değişmez bu terci-i bent olur.
TERCİ-İ BEND
Sözlükte tercî‘ “geri çevirmek, tekrar etmek”, terkîb “birkaç şeyi birleştirerek
yeni bir şey elde etmek” anlamındadır. Farsça olan bend “bağlama” mânasına
gelir, ayrıca manzum yahut mensur metin parçaları için kullanılır. Terciibend ve
terkibibendin aslı vasf-ı terkîbî olarak tercî‘-bend ve terkîb-benddir.
Terci-i Bent, her bendindeki beyit sayısı genellikle 4 ile 10 arasında olan ve en
az üç bendden meydana gelen bir nazım biçimidir. Tercî’-i bendde de terkîb-i
bendde olduğu gibi bendlere hâne ya da tercî’-hâne, bendleri birleştiren beyitlere
de vâsıta yahut bendiyye denir. Bu terimlerin yerine yalnızca bendin kullanıldığı
da görülmektedir.
Kafiye düzeni şöyledir: aa, xa, xa, xa, xa… ZZ; bb, xb, xb, xb, xb… ZZ, …
Terciibend. Fars edebiyatında ilk terciibend örneklerinin IX-X. yüzyıllarda
Sâmânîler devrinde ortaya çıktığı kabul edilmekle beraber musammat şekli daha
çok Gazneliler zamanında (X-XI. yüzyıllar) kullanılmıştır.
5- Her bentin sonunda “vasıta beyti” adı verilen bir beyit bulunur, bu beyit hiç
değişmez; eğer değişirse terkib-i bent olur.
I. Bend: aa ba ca da ea . vv
II. Bend: bb cb db eb fb . Vv
KAYNAKÇA
https://islamansiklopedisi.org.tr
https://www.turkedebiyati.org
https://dergipark.org.tr/tr
https://tr.wikipedia.org