You are on page 1of 9

Felsefe notları

Toplumsal Sözleşme Teorileri


Thomas Hobbes
“İnsanlar doğuştan eşittir.” ve yine insan doğası gereği kendileri kadar zeki insan bulunduğuna inanmazlar. Bunun sebebini
kendi zekalarını yakında iyi tanımaları ama başkalarının zekalarını uzaktan tanımaları ile ilgilidir. → Bu insanların bu alanda
eşitsizliğini değil eşit olduklarını gösterir aslında çünkü bir şeyin eşit pay edildiğinin en büyük kanıtı, herkesin kendi payından
memnun olmasıdır.

“Eşitlilikten güvensizlik doğar.” İki kişi aynı anda sahip olamayacakları bir şeyi isterler ve birbirlerine düşman olurlar. Bazen
bu yüzden bazen sadece zevk için bir birilerini yok etmeye veya egemenlik altına almaya çalışırlar. →Herkes birbirinin tehdidi
altındadır.

“Güvensizlikten savaş doğar.” Herhangi birinin başkasının güvensizliğinden kurtulması için kendisine tehdit olabilecek bir
kuvvet kalmadığını görene kadar hepsinden kurtulmaya çalışır. Bu o kişinin varlığını koruması için gereklidir. Eğer bu olursa
insanlar arkadaşlıktan zevk almaz çünkü herkes, arkadaşı tarafından, kendi kendine biçtiği değer ölçüsünde değer verilmesini
ister. Cesaretlerinin yettiği takdirde(küçümsenme belirtileri görüldüğünde) kendisini küçümseyenlerden, zarar vererek,
başkalarından da, korkutma yoluyla, daha büyük bir değer koparmaya çalışır.

“Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir.” İnsanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir
güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş(herkesin herkese savaşı) içindedirler.

“Böyle bir ortamda çalışmaya yer yoktur; çünkü çalışmanın karşılığı belirsizdir: ve dolayısıyla toprağın
işlenmesine de yer yoktur; ne denizcilik; ne deniz yoluyla ithal edilebilecek malların kullanılması; ne
rahat yapılar; ne fazla güç gerektiren işleri kaldırmak ve taşımak için gereken şeyler; ne yeryüzü
hakkında bilgi; ne zaman hesabı; ne sanat; ne yazı; ne de toplum vardır. Hepsinden kötüsü, hep
şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır; ve insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa sürer.”

“Devletin amacı, bireysel güvenliktir.” Başkalarına hakim olmayı seven insanların devletler halinde yaşarken kendilerini
tabi kıldıkları kısıtlamanın nihai nedeni kendilerini korumak ve böylece daha mutlu bir hayat sürmektir. → İnsanları korku
içinde tutacak ve onları, ceza tehdidiyle, ahitlerini ifa etmeye ve doğa yasalarına uymaya zorlayacak belirgin bir güç
olmadığında, insanların doğal duygularının zorunlu sonucu olan o berbat savaş durumundan kurtulmaktır.

Bu güvenlik doğal hukukla sağlanamaz. Çünkü (adalet, hakkaniyet, tevazu, merhamet ve özet olarak bize ne yapılmasını
istiyorsak başkalarına da onu yapmak gibi) doğa yasaları, bunlara uyulmasını sağlayacak bir gücün korkusu olmaksızın, bizi
taraf tutmaya, kibre, öç almaya ve benzer şeylere sürükleyen doğal duygularımıza aykırıdır.

Tek bir karar verici tarafından yöneltilmeyen bir çoğunlukla da sağlanamaz. → Bu karar verici sürekli olmalıdır. Çünkü, ortak
bir düşmana karşı birleşmiş gayretleriyle zafere ulaşsalar bile; daha sonra, ortak bir düşmanları olmadığı veya bazılarınca
düşman kabul edilen birisi başka bazılarınca dost sayıldığı vakit, farklı çıkarları nedeniyle dağılacaklar ve kendi aralarında
savaş edeceklerdir.

İnsanları yabancıların saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek ve, böylece, mutluluk


içinde yaşayabilmelerini sağlayacak böylesi bir genel gücü oluşturmanın tek yolu; bütün kudret ve
güçlerini, tek bir kişiye indirgeyemek ve bir heyete devretmeleridir. → Kendi kişiliklerini taşıyacak tek
bir kişi veya bir heyet tayin etmeleri ve herkesin, ortak barış ve güvenlikle ilgili işlerde yapacağı veya
yaptıracağı şeylerin amili olmayı kabul etmesi ve kendi iradesini o kişi veya heyetin iradesine ve
muhakemesini de onun muhakemesine tabi kılmasıdır.

Bu onaylamak veya rıza göstermekten öte bir şeydir çünkü herkes herkese, senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün
eylemlerinde aynı şekilde yetkin kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye veya bu heyete bırakıyorum dermişcesine,
herkesin herkesle yaptığı bir ahit yoluyla, hepsinin bir ve aynı kişilikte gerçekten birleşmeleridir. →Bu yapıldığında, tek bir
kişilik halinde birleşmiş olan topluluk bir devlet olur.

Devletteki herkesin ona verdiği yetki ile o kadar güçlü oluyor ki, bu kişi veya heyet, bütün insanların yurtta barış ve yurt
dışında düşmanlara karşı yardımlaşma yönündeki iradelerini birleştirip biçimlendirmeye muktedir hale gelir.

💡 İşte devletin özü o kişide toplanmıştır; tanımlamak gerekirse, bu öz, her vatandaşın huzur ve ortak savunmaları için,
içlerinden birinin, onun uygun bulacağı şekilde, hepsinin birden gücünü ve imkanlarını kullanabilmesidir.

Felsefe notları 1
https://www.youtube.com/watch?v=9i4jb5XBX5s&authuser=0

John Locke
https://docs.google.com/document/u/0/d/1sxlRn5l6CgtlVuTd_uYoRFLq9eQDfz55o6AL-ZuPADk/edit?usp=drive_web

https://www.youtube.com/watch?v=bZiWZJgJT7I&authuser=0

J.J. Rousseau
Kırlarda tek başına dolaşmayı, ilgi görmeye tercih eden bir İsviçreli düşünür.

Katolik klisesi uygunsuz dini fikirler nedeniyle Rousseau’nun yazdığı bir kaç kitabı yasaklıyor. → Gerçek dinin kalpten
geldiğine ve dini törenlere ihtiyaç duyulmadığına inanıyordu.

Toplum Sözleşmesi
İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.

Devrimciler bu sözden çok esinleniyor.(Özellikle Fransız İhtilali’nin liderleri)

Zenginler fakirlere zincir vuruyor. Fakirler açlık çekerken, zenginler lüks hayatlarını yaşıyor. → Rousseau buna çok öfke
duyuyor

“Eşitlik ve kardeşlik ile birlikte hakiki özgürlük istiyorlardı.”

Kitabı öldükten 10 yıl sonra yayımlıyor.

“Ortaya koyduğu sorun insanların devletin yasalarına itaat ederken aynı zamanda birlikte toplumun
dışında oldukları kadar özgür yaşamalarının bir yolunu bulmaktı”

Bunu başarmak imkansız olabilir çünkü kölelik toplumun parçası olmanın bir bedelidir.

Özgürlük ile toplum tarafından insanlara dayatılan katı kurallar bir birleri ile çakışır, kurallar eylemleri engelleyen zincirler
haline gelirdi

“İnsan doğası gereği iyidir.”

Bir ormanda tek başımıza yaşadaydık hiç bir sorumunuz olmayacaktı. Ama doğadan çıkıp şehirlere(toplu hayata)
başladığımızda insanların üzerinde hâkimiyet kurmaya ve onların dikkatini çekmeyi saplantı haline getirdik. → Şehirler ile
birlikte kıskançlık ve açgözlülük ortaya çıktı.(Paranın icadı her şeyi daha kötü yaptı)

Yaban yaşamda insanlar “soylu bir vahşi” olarak sağlıklı, güçlü ve özgürken uygarlıklar insanları kirletti.

Genel İrade
Bütün topluluk ve devletler için en iyi olan şeydir.

Korunmak için geniş bir toplulukta yaşarken nasıl özgür kalabileceğimizi anlamak güçtür.

Rousseau bir devlet içinde yaşayan bireyin hem özgür hem de devlete itaat edebileceğine inanır. → Bu özgürlük ve itaat
güçlerinin bir birlerine karşı çıkmak yerine birleştirilebileceğine inanıyor.

“Kime sorarsan sor düşük vergi ödemeyi tercih edecektir ama bu genel iradeye aykırıdır. Çünkü bu
herkesin istediği şey herkesin iradesidir.” → Genel irade toplum içinde bencil düşünen her kişi için
değil, tüm toplum için iyi olan istemek zorunda olduğu şeydir!

Genel iradeyi ararken kendi çıkarlarımızı değil toplum iyiliğini göz önünde bulundurmalıyız.

Eğer vergi düşük olursa yol yapımı, hastane, vb. gibi hizmetler azalır ve toplum zarar görür. → “Vergiler iyi seviyede hizmet
sağlamaya yetecek kadar yüksek olmalıdır”

💡 Rousseau’ya göre insanların toplum içinde özgür kalabilmesinin tek yolu, zeki bir yasa koyucu tarafından hazırlanmış
genel irade ile aynı çizgide olan yasalara itaat etmekten geçer. → Bu yasa koyucunun amacı insanları kendi bencillerini
kovalamak yerine onları genel irade ile aynı çizgide tutacak yasalar yaratmaktı.

Felsefe notları 2
Herkes bu yasalara uymak istemeyebilir ki bu doğaldır ama bir yasaya itaat etmenin toplumun çıkarına olduğunu
kavrayamayan bir kişi “özgür olmaya” zorlanmalıdır.

“Birini bir şey yapmaya zorlamak, özgür bir şekilde seçim yapmasına izin vermenin karşıtıdır.” →
Rousseau’ya göre yapacağı şeyi doğru bilmeyen bir kişiyi uyum sağlamaya zorlamak bir çelişki
değildi.

İnsanlığın zincire vurulmuş olmasından şikayet eden ve birini bir şeye yapmaya zorlamanın başka bir türde özgürlük olduğunu
ima etmek, tekinsizdir(uğursuzdur).

https://docs.google.com/document/d/1Fr3O1UFH56GA2a7SfbSTwWrCqXnpau7XOy9_CGhp0LY/edit?mode=html

Kant
Aydınlanma Nedir?
Aydınlanma insanın kendi suçu ile düştüğü ergün olmama durumunda kurtulmasıdır. → Ergin olmama durumu kendi aklını bir
başkasına danışmadan kullanamayışıdır. “Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!”

Doğa insanları çoktan kurtarsa insanların çoğu genellikle tembellik ve korkuları nedeni ile erginleşmemiş olarak kalırlar. Aynı
nedenle başka insanlar içinde bu erginleşmemiş insanların başına yönetici olarak gelmek kolaydır. → Ergin olmama durumu
çok rahattır. (Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir.)

Yöneticiler, önce önlerine kattıkları bu hayvanları sersemleştirip aptallaştırır sonra bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden
dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar. Daha sonra kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin
geleceğini bir bir gösterirler. Halbuki insanlara bıraksa aralarında bir kaç kez düştükten sonra bunu göze alacaklar
bulunmaktadır. → Dogmalar ve kurallar insanların ergen olmayış durumundan kurtuluşunu engellerler

“Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu
ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Örneğin biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da,
en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak
bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır.”

Kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık
yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde
edilemez. Tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar.

Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce
olmalıdır ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir. Buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı, genellikle çok
dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde sınırlandırılabilmiştir ve bu da Aydınlanma için bir engel sayılmaz. Kendi aklını
kamu hizmetinde kullanmaktan, bir kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini yani aklını, onu izleyenlere,
okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum. Aklın özel olarak kullanılmasından da kişinin, kendi işi ve
memuriyeti çerçevesinde, kendisine emanet edilen topluma ilişkin bir hizmeti ya da belirli bir görevi yerine getirmesi diye
anlıyorum.

Üstlerinden aldığı bir emir üzerinde, onun yararlılığı ya da yararsızlığına ilişkin olarak akıl yürüten bir subayın tutumu tehlikeli
ve zararlıdır, onun ödevi yalnızca itaat etmektir. Fakat eğer bu konuda doğru olmak gerekiyorsa, bir bilgin olarak onun askerlik
hizmetinin yanlışları üzerindeki eleştiri ve düşünceleri ve bunları kamu önüne yargılanması için götürmek istemesi
yasaklanamaz.

Din adamının cemaatinin önünde bir eğitimci imiş gibi aklı kullanması yalnızca aklın özel kullanımı olmaktadır, Çünkü burada
cemaat ne kadar büyük ve kalabalık olursa olsun, bir aile toplantısı söz konusudur ve papaz olarak o kişi özgür değildir ve
olmamalıdır. Çünkü o kendisine dışardan yüklenen bir görev ile bağımlıdır. Buna karşın, alanının bir bilgini olarak din adamı
yazılarıyla halka hitap ederken, dünyaya seslenirken, yani rahip olarak aklını kamu hizmetinde kullanırken, aklın herkes için
kullanımının ve kendi adına konuşmanın sınırsız özgürlüğünden yararlanır. Zira halkın ruhani yani tinsel işleriyle
ilgileneceklerin kendilerinin de ergin olmamaları gerektiğini sanmak yakışık almayan ve saçmalıkları sürekli kılan bir
saçmalıktır.

Ahlak Felsefesi
Eğer birine sadece üzüldüğünüz için yardım ederseniz bu hiç bir şekilde ahlaki bir eylem olmaz. → Acımanın eylemin ahlaka
uygunluğu ile alakası yoktur.

“Ahlak sadece ne yaptığınız ile değil, onu neden yaptığınız ile de ilişkilidir.” → Karar akla
dayanmalıdır, hisleriniz hiç bir önemi yok. Bu sizin ödevinizdir.

Felsefe notları 3
Bazı insanlar empati ve merhamete sahiptir, bazıları zalimdir bu tamamen şanstır. → Duyular ahlaka bu yüzden
karıştırmamalıdır.

Sadece nasıl hissettiğinize dayalı bir eylem, hiç bir şekilde iyi bir eylem olmaz.

Tiksinti duyduğumuz birine yardım etmemiz tamamen ahlak ile alakalı olduğu için sevdiğimiz birine yardım etmemize göre
daha ahlaklı bir eylemdir.

Bu bir ödevdir ve benzer koşullarda herkesin yapması gereken bir şeydir.

“İyi bir niyete sahip olmak eyleminizi ahlaklı kılmak için yeterli değildir”

Arkadaşınızın katiline yalan söylemek Kant’a göre ahlaklı değil çünkü hiç bir koşulda yalan söylememizini savunuyor. Çünkü
yalan söylerseniz o noktadan sonra doğabilecek sonuçlardan siz de sorumlu olursunuz.

Buyruk
Koşulsuz Buyruk: Doğruyu söylemek mutlak bir ödevdir, emirdir. → Yapmamız gereken eğlem için koşul koşmamaktadır.

Koşullu Buyruk: ”Eğer X’i istiyorsan Y’yi yap” biçimindedir.

“Çalma!” bir emir olduğu için koşulsuz buyrukken, “Eğer hapse girmek istemiyorsan, çalma!” koşullu buyruktur.

“Ahlak koşulsuz buyrukların oluşturduğu bir sistemdir. Koşullar ne olursa olsun, ahlaki ödev, ahlaki
ödevdir!”

Diğer hayvanlardan ve makinelerden farklı olarak eylemlerimizi bilerek yapıyoruz. → Neden bunu yaptın diye sormak
neredeyse her zaman anlamlıdır.

Maksim: Eylemlerimizin altında yatan neden bunu yaptın sorusunun cevabıdır. → Aslolan(gerçekte olan) eylemlerimizin
altında yatan maksimlerdir.

💡 Eylemlerimiz yalnızca evrenselleştirebilir maksimlere dayanmalıdır! → Evrensel olması için herkes için geçerli olmasına
dayanır. “Ya herkes böyle?” yapsaydı sorusunun cevabı.

Bu başkalarını kullanmamak, saygı çerçevesinde, onları kendileri için mantıklı kararlar alan bireyler olarak hesaba katmak
anlamına geliyor.

Para üstünü noksansız vermek


Eğer insanlara kibar davranıyor ve para üstünü noksansız veriyorsanız ve bunun sebebi insanların daha çok size gelmesi
ise bu insanları kullanmaktır. Herkesin böyle yaklaşmasını mantıksal açıdan öneremeyeceğiniz için bu ahlaki bir davranış
değildir.

Eğer bunu “insanlarını aldatmamanın” bir ödeviniz olduğunu düşünerek yapıyorsanız, bu ahlakidir çünkü “başkalarını
aldatma” maksiminden gelir. Ayrıca bunu herkesten bekleyebilirsiniz.

Eğer herkes herkesi aldatsaydı, tüm güven duygusu kaybolurdur

Son çareniz bile olsa(dışarıda aç kalacaksanız bile) arkadaşınızdan geri ödeyemeceğizini bildiğiniz bir parayı “geri
ödeyeceğim, söz” diye almak gayri ahlakadır. → Herkes tutamayacağı sözler verse, söz vermenin hiç bir değeri kalmazdı.

Aristotales’e göre erdemli kişi ölçülü duygulara sahipken, Kant’a göre duygular sadece birinin doğru şeyi yapıyormuş gibi
davranıp davranmadığını anlamayı zorlaştırıyor. → Ahlak onları güdüleyecek duyulara sahip olsun veya olmasın fark
etmeksizin her rasyonal insana geçerlidir.

Kant sonuçları ne olursa olsun bazı eylemleri yanlış olduğunu savunurken Bentham önemli olanın yalnızca sonuçlar
olduğunu öne sürmektedir.

https://docs.google.com/presentation/d/1MehsJN6WePBZstGpUGta1xxUIRiVqXR6cOsZYOWJQ60/edit?
usp=drive_web&authuser=0

https://docs.google.com/presentation/d/1Aru0czmNx8VRjLkibf8Pogl7uF9XDW0ooBgkZ5KnRPY/edit#slide=id.g125f43f4aa2_2_13
https://www.youtube.com/watch?v=8bIys6JoEDw&authuser=0

Pragmatistler
Jeremy Bentham
Pragmatist

Anıtı yerine kendi bedeni olsun diye ölümden sonra talimat veriyor

Felsefe notları 4
Panoptikon: Daire şeklinde hapishane
“Haydutları öğütüp namuslu yapan bir makine”

Ortasında bir nöbetçi kulubüsü ve izlenip izlenmediğini bilmeyen bir çok mahkum

Bazı hapishanelerde günümüzde kullanılıyor

İlgi Teorisi (Faydacılık ve En Büyük Mutluluk İlkesi)


Yapmanız gereken doğru, size en fazla mutluluğu sağlayan şey olmalıdır.

Ahlaka yanalık bu yaklaşımı diyen ilk kişi değil ama ilk defa pratikte nasıl uygulanacağını söyleyen kişi → İngiltere
yasalarını buna göre düzenlemek istiyor

Mutluluk: Tamamen hisler ile alakalıdır ve acının yoksuzluğu & hazdır.

“Acı ve haz hayatımızdaki en önemli yol göstericilerdir”

Haz kendinde iyi olan tek şeydir.

Mutluluksal Kalkülüs: Gelen eylemin faydasını hesaplamak için


İlk adım belirli bir eylemin ne kadar haz verdiğini bulmak - Hazzın ne kadar süreceği ve ne yoğunlukta olacağını hesaba katın
Yaptığının işin size ne kadar acı verdiğini bu hesaptan çıkarın

💡 Bir eylem ne kadar haz getirirse topluma o kadar yararlıdır! - (Bu yüzden faydacılık olarak da bilinir.)

“Hazzın nasıl üretildiğinin bir önemi yoktur” Haz oranı aynı ise eylemin değeri aynıdır.

Kant ile kıyaslama


Kant’ın her durumda geçerli olan yalan söylememek ödevini öne sürer. Bentham buna karşı olarak doğrulu ve yanlışlığı olasılı
sonuçlara indirmeyi savunur. Örneğin yalan söylemenin doğru olabileceği şartlarda olabilir.

“Her şey hesaba katıldığında yalan söylemek, söylememekten daha büyük bir mutluluğa yol
açacaksa, o şartlar altında ahlaken doğru kabul edilebilir.

Örnek olarak biri size kıyafeti yakışmış mı diye sorarsa Kant’a göre direkt cevap verilmeli, Bentham’a göre arkadaşınız mutlu
olsun diye yakışmış denenebilir.

18.yüzyılda radikal çünkü insanlar herkesin mutluluğu eşit mi sayılmalıdır diyor. Bentham’a göre eşit sayılmalıdır. Ama bu
dönemin toplum düzenine(aristokrasi) aykırıydı. Babadan oğla miras geçen aristokraside, toprak sahipleri bu eşitlik ilkesinden
rahatsız oluyorlardı.

Hayvanlarda haz hissedebileceği için onlar da bu mutluluk denkleminin bir parçasıdır. (Kant’a göre düşünemeyip
konuşamadıkları için değil!) Bu düşünce günümüzdeki hayvan hakları mücadelesinin temelini oluşturmuştur.

Robert Nozick’in eleştirisi:


Bir haz(rüya) makinesi düşünün buna bağlanınca gerçeklik ile ilgili bağınız kopuyor ve acı duymuyorsunuz. Bentham’a
göre hayat boyu bu makineye bağlı kalmanız gerekmektedir çünkü acıyı kaldırıyor ve hazzı maksimize ediyor. İnsanlar
bunu denemek isteyebilir ama gerçek hayatlarında mutlu bir ruh halinden daha fazla haz duydukları şeyler olduğu için
sürekli bu makineye bağlı kalmak istemezlerdi. Bu Bentham’ın eşit miktarda hazzı getirecek her yolun eşit değerde olduğu
olgusunu çürütür, insanlar her zaman hazzı artırıp acıyı azaltma eğilimi ile haraket etmezler. —> John Stuart Mill bunu ele
alıyor

John Stuart Mill


Çocukluğu
Çocukluğunda arkadaşları ile oynamak yerine, özel dersler ile cebir ve dil öğreniyor. Adeta bir eğitim deneği gibi
davranılıyor. → 20’li yaşlarında çağının en bilinir düşünürlerinden birine dönüşüyor. (Babasının deneyi işe yarıyor.)

Babası Bentham’ın dostu olan James Will, John Locke gibi çocuğun zihnin boş bir sayfa olduğuna inanıyor. Oğluna evde
özel ders veriyor → Ezberci yöntem ile değil Sokrates’in sorgulama yöntemini kullanıyor.

Felsefe notları 5
Milli bir faydacı çünkü her yaz Bentham ile takılıyor.

Bentham’ın Faydacılık Teorisine ek:


Eylem her zaman en fazla mutluluğu üretmeliye katılıyor ama haz tamının ham olduğuna inanıyor.

Hazzı ikiye ayırıyor: Yüksek haz ve Aşağı haz

Örnek olarak hoşnut bir domuz mu olmak istersiniz mutsuz bir insan mı olmak mı isterseniz diye soruyor ve insanların
mutsuz bir insan olmayı tercih edeceğini söylüyor. → Bentham’a ters çünkü o tek önemli şeyin haz olduğuna inanıyor.

“Aşağı haz(örnekte domuz olmak) ne kadar büyük olursa olsun yüksek bir hazzın(örnekte insan
olmak) en ufak miktarı ile bile boy ölçüşemez!”

Mutlu bir aptal olmaktansa, memnuniyetsiz bir Sokrates olmayı tercih ediyor çünkü Sokrates düşünerek aptalın elde
edebileceği en nicelikli bir hazdan bile daha büyük bir hazza ulaşabilir.

“Eğer domuz okuyabilseydi çamurda yuvarlanmayı tercih etmezdi.”

Mutluluğu niteliklendirdiği için ne yapacağını bilmesi çok daha zor, Bentham’ınki buna göre daha basit. Mesela yüksek ve
alçak haz hesabı için bir eşitlik oranı falan koymamıştı.

İnsan ağaca benzer eğer doğru ortam ve yeri vermezseniz eğri büğrü olur. Doğru koşulları verirseniz potansiyeline ulaşır.
(İnsan mutluluğunu en yüksek düzeye çıkarır) → Her insana gelişebilmesi için bir yer vermek toplum düzenini oluşturmanın en
önemli yoludur.

Paternelizm
Birini kendi iyili için bir şey yapmaya zorlamak anlamına gelir.

Çocukken sebze yedirilmek. (Kendi çocukluğuna benziyor)

Mill çocuğa uygulanmasının iyi olduğunu düşünüyor. Çocukların korunması ve çeşitli yollar ile davranışlarının kontrol
edilmesi gerektiğini söyler.

Uygar toplumda yetişkinliklere yönelik paternelizm kabul edilemez çünkü bir yetişkinin kendi eylemleri le başka birine zarar
verme riski taşıması ve ciddi psikiyatrik sorunlarının olmasıdır.

Zarar İlkesi
Bir yetişkin kendisini memnu eden şekilde yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır ancak bu süreçte başkası zarar görmemelidir.

Bulunduğu döneme ters çünkü o zaman devletin görevi insanlara iyi ahlaki değerler benimsetmek olarak tanınıyor.

“Daha büyük mutluluk daha büyük bir özgürlüğe sahip insanlardan gelir”

“Çoğunluğun Tiranlığından” korkuyor: Toplumsal baskıların insanların olmak ya da yapmak istediği şeyin önüne
geçmesine engel olması.

Kendi yapmak istediğini en iyi siz bilirsiniz, bilmesiniz bile başka birinin size ait olamayan bir yaşam biçimine sizi zorlaması
yerine kendi hatalarınızı yapmanızın daha iyi olduğunu düşünüyor.

“Bireysel özgürlüğün artması kısıtlanmasından daha fazla mutluluk sağlar”

💡 Dahiler(kendisi de dahil) gelişimi için fazlaca özgürlüğü ihtiyaç duyarlar. Nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili toplumsal
beklentilere nadiren uyarlar ve çoğu zaman eksantrik görünürler. Eğer onların gelişimine ket vurursanız hepimiz
kaybederiz çünkü topluma yapacakları katkıları yapamazlar!

Dolayası ile en büyük mutluluğa erişmek istiyorsanız bırakın insanlar kendi hayatlarına istedikleri gibi yön versinler.(diğer
insanlara zarar vermemek şartı ile) → özgürlüğün tanıma çok benziyor.

Gücendiricilik zarar vermek ile karıştırılmamalıdır! (Sırf gücendirici buluyorsunuz diye millete karışamazsınız.)

Yaklaşım rahatsız edici tarafı


Ailesiz tek başına yaşayan bir adam düşünün. Adam her gece iki şişe vodka içmek istiyor. Bunun onu öldüreceği ortada
ama Mill’e göre yasalar öne girerek bunu durdurmamalıdırlar çünkü başka birine zarar vermiyor ve ona bağlı kimse yok.
(Bu kişi çocuk olsaydı onun özgür seçimine bırakılmamalıydı.)

“Kimileri ise onun ahlakının sonsuza dek bozacak kadar fazla müsamahakar bir topluma giden
kapıları açtığını düşünüyor.”

Felsefe notları 6
James Stephen’a göre bir çok insanın dar bir kanala girmesi ve önlerine çok az seçenek verilmesini iddia ediyordu. Çünkü
başıboş insanların çoğu kendi adına kötü ve yıkıcı kararlar verir.

Şiddeti teşvik edecek noktaya gelene kadar ifade özgürlüğü savunulmalıdır.

İlk feministlerden, adaletsizliğe karşı mücadele veriyor. → Kadınlara yeterince eğitim verilmiyor onların tam potansiyeline
erişimi engelleniyor. Evliliğin eşit cinsiyetlere sahip denkler arasında bir anlaşma olduğuna inanıyor. (Arkadaşı ölünce sevgili
ile evleniyor btw)

https://docs.google.com/presentation/u/0/d/19Be7uWEdJXlJs735Uruo_pqP9kXWLOEif5t9Vse8bog/edit?usp=drive_web

Hegel&Marx
Georg W. F. Hegel
Minerva’nın baykuşu ancak gün batarken açmaya başlar

Sürekli kendi bulduğu terimleri kullandığı için ve soyut bir dille anlatmayı tercih ettiği için(Kant gibi), Hegel’in yazılarını
anlamak korkunç zordur.

Minerva’nın baykuşu ifadesini insanlık tarihin akışına dair bilgeliğin ve anlamanın ancak geç bir aşamada tam anlamıyla
geleceğini anlatmak için kullanır. → Günün olaylarını gün bittikten sonra akşam yatakta düşünen biri gibi

Minerva: Roma bilgelik tanrıçası(genellikle bilge baykuşu ile ilişkilendirilir)

Tanrının nasıl geliştiği ile alakalı fikri Karl Marx’ı etkilemiş

Bazı filozoflar Hegel’in çalışmaları için özensiz kullanılan terimler olarak bakıyor.

“Yazıları anlamsız bir şiir kadar bile çekici değildi” - Ayer

Stuttgart’da doğuyor ve Fransız Devrimi çağında büyüyor → Fransız Devrimi’ni “muhteşem şafak” olarak adlandırıyor.

Fransız Devrimi temel varsayımların altüst olabileceği, ilelebet sabit kalacak gibi görünen şeylerin gerçeğe dönüştüğü
zamanlardı. → Sahip olduğumuz düşünceler doğrudan yaşadığımız zaman ile ilişkili ve bu düşüncelere kendi tarihsel
bağlamları dışında tamamen anlaşılamaz

Immanuel Kant
Noumenal gerçekliğin fenomenal dünyanın ötesinde yattığı yönündeki görüşünü reddiyor.

“Deneyimimize yol açanın algının ötesinde yatan noumena olduğunu kabullenmek yerine,
gerçekliği şekillendiren zihnin gerçeklik olduğu sonucuna varıyor”

Her şey değişim düreci içindedir ve bu değişim, öz farkındalıkta, içinde yaşadığımız dönem tarafından sabitlenen öz-
farkındalık durumunda aşamalı bir ilerleme biçimi olarak alır.

Bütün katlanmış bir kâğıt parçasıdır yani o kendini açığa serene kadar ne olup bittiği tamamıyla anlayamayız. → Açılma
biçimde bir anlama amacı vardır. Her zaman kendini anlama amacına göre açılır. Tarih hiçbir zaman rastgele bir oldu değildir,
dönüp baktığımızda olan şeylerin öyle olmak zorunda olduğunu görürüz

Henry Ford’a göre tarih


Olayların durmadan bir birini izlemesidir. → Bütünsel bir plan olmayan olay dizisidir.

Tarihi araştırabilir ve olayların olası nedenlerini keşfedebiliriz.

Bu Hegel’ ters çünkü o tarihin kaçınılmaz bir örüntüye sahip olduğunu düşünüyor

Tarih, felsefe ve din iç içe geçmiştir.

Hegel’e göre tarihin sonu İsa’nın ikinci kez dünyaya gelişi değildi. Bu, aklın yürüyüşü yoluyla “Tin”in kaçılmaz olarak, aşama
aşama kendisinin bilincine varmasıdır.

Tin
Almanca Geist kullanılır, tam anlamı bilinmemek ile beraber “zihin” olarak çevirilir

Bir idealist olan Hegel onun ile tüm insanlığa ilişkin tek bir zihinden bahsediyor.

Materyalistlerin(maddenin temel olduğuna inanıyorlar) aksine Tin ya da Zihnin temel olduğunu ve fiziksel dünyada
ifadesinin bulunduğuna inanıyordu.

Felsefe notları 7
Dünya tarihini bireysel özgürlüklerin aşamalı artışı ile anlatıyor

Bireysel özgürlük, herkesin o topluma katkıda bulunmasına izin veren siyasi bir devlette özgür bulunabilir.

Düşüncede ilerlemenin bir yolu, düşüncenin karşıtı ile arasında olan tartışma ortamıdır.

Hakikata ulaşmak için Diyalektik yöntemi


Önce bir düşünce atılır ve daha sonra karşıtı konur ortaya.

Bu antitezlerin tartışmasından sonra her ikisinide ortaya katan üçüncü bir sentez oluşur.

Sonra bu yeni sentezin karşısına bir antitez daha atılır ve tekrar aynı döngü döner

Tin kendi kendini eksiksiz anlayana kadar bu süreç devam eder.

Daha sonra tarihin temel itiş gücü kendi özgürlüğünü anlayan Tin’e gelir.

“Çin ve Hindistanda tiranik yönetim, doğuda mutlak güce sahip olanlar özgürdür. Sıradan insanların
özgürlük hakkında hiçbir farkındalıkları yoktur”

Efendi-Köle ilişkisi
Efendi öz-bilinçli birey olarak kabul görmek ister ve bu yüzden köleye ihtiyaç duyar

Fakat kölenin öz-bilinçli birey olarak kabul görmek istediğini onaylamaz

Eşit olmayan bir ilişki, iki taraftan birinin öleceği bir mücadeleye yol açar

Ama efendi ve köle en son birbirlerine ihtiyaçları olduğu için bu süreç kendi kendini baltalar →En son birbirlerinin
özgürlüğüne sahip duymaya karar verirler.

💡 Gerçek özgürlük Tinsel farkındalığını tetikleyen Hristiyanlıkla birlikte olasıdır.

Hakiki özgürlük sadece tam anlamıyla düzenlenmiş bir toplumda olur.

Buradaki sıkıntı bu toplum düzenin oluşturacak gücün kendi görüşüne uymayam halkı özgürlük adı altında bu yaşam
“rasyonal” yaşamı kabul ettirmeye zorlaması olacaktır.

Filozoflar belirli bir türden kendini anlamaya eriştikleri için gerçekliği ve tarihin tümünü anlamalıdır. Filozoflar diyalektiğin
aşamalı bir uyanış üretme yolunu kavrarlar. Birden her şey onlar için açık hale gelir ve insanlık tarihinin bütün amacı meydana
çıkar. → Tin kendini yeniden anlama safhasına girer!

https://www.youtube.com/watch?v=H5JGE3lhuNo&authuser=0

Karl Marx
Çocukluğunu fakirlik içinde geçiriyor, Almanya Paris falan yapıyor ama Londrada mesken tutuyor. Çoğu zaman hasta, aç ve
üçüyor.

Sanayi Devrimi’nin yarattığı sert koşullar


19. yüzyılda insanlar günde 14 saat çalışıyorlardır fabrikalarda, köle sayılmıyorlar ama maaşları çok düşük koşullalar zor ve
çoğunlukla tehlikeliydi. → Çok az seçenekleri vardı, çalışmazlarsa aç kalacaklardı, ya da başka bir iş bulamazlardı

Hayatlarında kendilerinin diyebilecek çok az anıları vardı.

Zenginlerin tek amacı kâr ve otelleri, fabrikaları ve kendi malları sayabilecekleri köleleri varken, çalışanların hiçbir şeyi
yoktu. (Emeklerini satıyorlardı)

Kâr: artı değer

“Marx aslında bir eşitlikçiydi, tüm insanlık tarihini bir sınıf mücadelesi olarak görüyor.”

Burjuvazi ve proletarya arasındaki bu çatışma insanlığın potansiyeline erişmesini engelliyor.

Kendini işçiler ile özdeşleştiriyor.

Birimli Üretim Sistemi


Fabrika sahipleri üretimi verimli hale getirmek için her bölümü kendi arasında gruplaştırıyor

Bu fabrika sahibinin kârı için iyi olsada çalışanların bütün üretim sürecini görmesini engelliyordu

İşçilerin hayatı sadece sıkıcı ve sürekli aynı eylem yapmasına zorluyordu ve yaratıcı olmak yerine yıpranıyorlardı.

Felsefe notları 8
Başka bir amacı olmayan dev bir makinanın dişlilerine dönüşüyorlardı. → kâr için doyurulması gereken karınlara
dönüşüyorlar.

Bu koşullar işciler için yabancılaşmaya sebep oluyordu. → insan olarak oldukları şeyden uzaklaşmaları ve yaptıkları
şeylerden(üretim bandı mevzusu) yabancılaşmalarını temsil ediyor.

“Nesnelerin kendisi bile işçilerden intikam alır gibiydi”

Proletarya sınıfının sonunda şiddetli bir devrim yapacağını ve kapitalizmin kendi kendin ortadan kaldıracağına inanıyor

💡 “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” → Komünizm

Komünizm’nin kaçınılmaz olduğuna inanıyordu. → Yardım için Engels ile beraber Komünist Manifesto yayınlıyorlar.(Toplum
sözleşmesinin başlarını tekrarlıyorlar ve işçilerin zincirleri dışında kaybedecek bir şeylerinin olmadığına inanıyorlardı.)

Hegel
Marx Hegelde, tarihi ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu ve tarihin bir örüntüye sahip olduğunu aldı.

Farklı olarak Marx’da ilerleme toplumun altta yatan ekonomik sebeplerden kaynaklıydı.

İkisi de özel mülkiyet yerine üretim amaçların devlete ait olduğu ve herkesin ihtiyacını karşılayacağı bir dünya vaat
ediyorlar.

Yeni dünyada dine gerek yoktu. Çünkü din “halkın afyonuydu”. → İnsanları gerçekte baskı altında olduklarını
hissedemeyecekleri şekilde uyutan bir uyuşturucu gibiydi.

Devrimden sonra yeni dünyada insanlar insanlıklıklarını gerçekleştirebileceklerdi.

“Devrim bunları başarmanın yoluydu, bu da, zenginler durduk yere servetlerinden vazgeçmeyecekleri
için şiddet anlamına geliyordu.”

Marx’a göre gemiş dünyada filozoflar dünyayı sadece yorumlamış, o ise dünyayı değiştirmek istiyordu.

Sovyetler Birliği’nin, Marksist bir çizgide kurulmuş baskıcı etkisiz ve yozlaşmış bir devlet olduğu ortaya çıktı.

Üretim sürecini ulusal ölçüde düzenlemek hayal edilebileceğinden çok daha zordu.

Başkalarına göre insan doğası gereği Marx’ın düşünmediği kadar aç gözlü ve rekabetçi olduğu için biz büyük çaplı bir iş birliği
yapmak üzerine yaratılmamışız.

“Olduğumuz ve olabileceğimiz her şeyi ekonomik ilişkiler biçimlendiriyor.”

https://www.youtube.com/watch?v=fSQgCy_iIcc&authuser=0

https://docs.google.com/presentation/d/1cpdWrKYsWjD8C-LE7vwY5TBDPQoGi07gOiqU1LWaikY/edit

Felsefe notları 9

You might also like