Professional Documents
Culture Documents
mitolojik terimler
Pterion
Caduceus, Yunan mitolojisinde tanrı Hermes'in altından asasıdır. Ateş çıkarabilme ve
uzlaştırma gücüne sahiptir. Mitolojiye göre Hermes'e, Apollon tarafından verilmiştir. Efsaneye
göre Hermes, Zeus ile Titanlar soyundan gelen Maia'nın oğludur. Bir başka adı Argiphontes'tir.
Doğduğu günün akşamı kundağını çözüp beşiğinden çıkar. Mağaranın önündeki kaplumbağayı
öldürüp içini boşaltarak yedi tel takar ve bir kithara haline getirir. Sonra Apollon'un sürüsünden
50 inek çalarak onları bir mağaraya saklar. Gerçeği öğrenen Apollon, Hermes'in mağarasına gelir,
orada beşiğinde uyuyan Hermes inekleri çaldığını inkar eder. Bunun üzerine Zeus'un yargıçlığına
başvurulur.
Zeus'un kararı Hermes'in inekleri Apollon'a geri vermesidir. Ancak mağarada kithara’yı
gören Apollon sazı alıp karşılığında inekleri vermeyi kabul eder. Hermes bundan sonra Pan
kavalını icat eder. Apollon Syrinks denilen bu kavalı da ister ve karşılığında kerykeion (caduceus)
denilen sihirli altın değneğini verir. Hermes bu değnekle habercilerin ve hırsızların tanrısı olur.
Zeus da çocuklarının arasında en akıllısı ve kurnazı olan Hermes'i kendisine haberci olarak
seçmiştir. Hermes, Zeus'un buyruklarını ölümlülere ve tanrılara iletir. Hermes Olymposlu diğer
tanrılar arasında da haberleşmeyi sağlar. Haberci tanrı Hermes efsanelerde daima kanatlı
ayakkabıları ve başlığıyla anılır. Hermes Yunan tanrıları içinde en renkli kişiliklerden biridir, tanrı
olarak nitelikleri çok fazladır.
Bir asaya sarılı iki yılandan oluşan ve "caduceus" adı verilen diğer sembol ise Hermes’in
asasını temsil ediyor. Bu asanın anlaşmazlık içinde olanları uzlaştırma gücü bulunuyor. Efsaneye
göre, asasının gücünü denemek isteyen Hermes, asayı birbirlerine tıslamakta olan iki yılanın
arasına sokar. Yılanlar kavgalarını unutup asanın etrafına dolanırlar ve o günden sonra hep o
şekilde kalırlar. Bu çift yılanlı asanın üzerinde bir de kanat bulunur. Kanatlı sembol bazı
ülkelerdeki sağlık kurumlarında ve Türk Tabipler Birliği'nce tıp sembolüne ek olarak kullanılsa da
Dünya Tıp Birliği tarafından kabul edilen resmi sembol değildir.
1.Sürülerin tanrısıdır. Arkaik dönem Yunan sanatında çoğu kez omuzlarında bir koçla tasvir edilir.
Hermes’in Odysseus'un karısı Penelope ile Arkadia dağlarında birleşmelerinden çobanların
tanrısı Pan doğmuştur.
2.Hile ve hırsızların tanrısıdır. Bu konudaki öykü, Hermes'e ait efsanelerin en ilginçlerinden biridir.
Hermes doğduğu gün olağanüstü işlere girişmiş ve aklı ve yetenekleriyle tanrıların hepsinden daha
üstün ve kurnaz olduğunu kanıtlamıştır:
3.Güzel ve inandırıcı konuşur. Bu özelliğiyle hatiplerin tanrısıdır.
4.Hermes yolları, yolcuları, tüccarları ve ticareti korur. Yollara dikilen Hermes denilen heykelleri,
İlkçağın kilometre taşlarıdır. Bunlar bir tanrı büstü ve fallos simgesini taşıyan yuvarlak veya
dörtgen kaidelerdir.
5.Hermes, yeraltı ile yerüstü arasında habercilik yapar, ölenlerin ruhunu yeraltı ülkesine,
Hades'e götürür.
6.Zeus'un gönderdiği uykuyu ve rüyaları insanlara iletmek onun görevidir. Bunu Apollon'un
kendisine verdiği değnekle yapar.
Hermes'in pek çok önemli efsanede rolü vardır. Homeros'un destanlarında Zeus'un
habercisidir. Üç güzeller efsanesinde Hera, Athena ve Aphrodite'yi İda Dağı'na götürür, Paris'e
altın elmayı o verir. Odysseus'u Kalypso'nun elinden o kurtarır. Hera’nın Io'nun başına diktiği
Argos'u Zeus'un emriyle o öldürür. Dionyssos'u Hera'nın hışmından kurtarmak için kaçırır ve
büyütür.
Ama Hermes’in tıp mitolojisi ile ilgisi, başlığındaki kanatların kafatasında karşılık geldiği
noktadır. Çünkü kafatasındaki bu noktaya Hermes’in kanatlarına izafeten pterion (Grekçe kanat
anlamına gelir) denmiştir.
İO, HERMES, ZEUS VE HERA
‘‘Argos kralı Inakhos'un kızı olan İo, aynı zamanda Argos kentindeki Hera tapınağının
rahibesidir. Bir gün tanrı Zeus, İo'yu görüp ona aşık olur. Kocası Zeus'un bir başkasına ilgi
duyduğunu öğrenen Hera, kıskançlığa kapılarak İo'yu Zeus'tan ayırmanın yollarını arar. Zeus, İo'yu
Hera'nın gazabından korumak için inek biçimine sokar. Fakat Hera ineğin kendisine verilmesini
ister. İo'yu alır ve yüz gözlü köpek Argos'u (Argus) başına nöbetçi olarak diker. Zeus da haberci
tanrı Hermes'i göndererek, İo’yu Argos’un elinden kurtarmasını ister. Hermes bir çobanın kılığına
girer, müzik ve hikayeleri ile Argos’u uyutup öldürür. İo, devden kurtulmuştur ama Hera bu kez bir
at sineğini ona musallat eder. Sinek ısırdıkça, inek kılığındaki İo'nun canı yanar. Acıya
dayanamayan İo, Trakya'dan İstanbul Boğazı'na gelir. Boğaz'ı geçerek, Asya yakasında kıyıya çıkar.
Bu öyküden dolayı İstanbul Boğazı'nın adı ‘İnek Geçidi' anlamına gelen ‘Bosporos' adını alır. İo,
yolculuğu sırasında antik çağda ‘Altın Boynuz' (Khrysokerak) olarak anılan Haliç'i geçtikten sonra
bir kız çocuğu dünyaya getirir, adını Keroessa koyar. Keroessa'nın deniz tanrısı Poseidon'dan
Byzas adlı bir çocuğu olur. Byzas büyüyünce, annesinin kendisini doğurduğu yerde bir kent kurar.
Kurucusundan dolayı kent, Byzantion olarak adlandırılır.’’
İo, bu yolculuğu sırasında Kafkas dağlarında Prometheus ile karşılaşır.
Kafkasya’da zincirlenmiş olan Prometheus, İo’ya gelecekte insan haline
kavuşacağını ve onun soyundan Herakles’in geleceğini haber verir. İo oradan Mısır’a
geçer ve Zeus tarafından tekrar insana çevrildikten sonra Mısır kralı Telegonus ile
evlenir.
Bir rivayete göre de, İo Mısır’a gittiği zaman, Hera ile Zeus bir anlaşma
yaparlar. Anlaşmaya göre Zeus, İo’nun peşini bırakacaktır ve onunla temasa
geçmeden onu bir oğlan çocuğuna hamile bırakacaktır. Hera, bunu uygun görür ve
İo’yu insana dönüştürür. İo hamile bir halde eski haline kavuşur. Epophus isimli bir
çocuk doğurur ve oğluyla Mısır’a yerleşirler, bölgede tanrı soyundan geldiklerine
dair bir dedikodu yayılır. İo’ya İsis, Epophus’a Apep olarak tapınmaya başlanır.
Epaphos, manevi babası Telegonos’tan sonra Mısır kralı olur. Nil Nehri’nin kızı
Memphis ile evlenir. Libya adlı bir kızı dünyaya gelir.
ÜÇ GÜZELLER EFSANESİ
Üç güzeller efsanesi, aynı zamanda günümüz toplumunda düzenlenen güzellik yarışmalarının da kökenini
oluşturur. Efsaneye göre;
Peleus ve tanrıça Thetis’in Olymposta düzenlenen düğününe kötülük ve fesatlık tanrıçası Eris davet
edilmemiştir. İçindeki kin ve öfkeyle düğüne davetsiz bir şekilde giden Eris elindeki altın elmayı düğünün ortasına
atar. Elmanın üzerinde "en güzele" yazıyordur. Elmayı gören ana tanrıça Hera, akıl ve zeka tanrıçası Athena ve
güzellik tanrıçası Aphrodite en güzelin kendileri olduğunu iddia ederler tartışarak bir sonuca varamayıp en güzeli
seçmesi için baş tanrı Zeus'un yanına giderler. Zeus eşi olan Hera'yı seçse diğer tanrılar kıyameti koparacaklardır.
Arada kalmak istemeyen Zeus, İda Dağları'nda çobanlık yapan yakışıklı Paris'i Olympos'a çıkarır ve ondan en güzeli
seçmesini ister. Hermes vasıtasıyla da altın elmayı Paris’e verdirtir.
Paris aynı zamanda Troya kentinin kralının oğludur. Fakat dağlarda çobanlık yapması biraz tuhaf gelebilir.
Şöyle ki; Troya'da bir rivayet dolanıyordur. Kral Priamos'un doğan oğlu Troya'ya felaket getirecek esintisi Troya
halkının hepsini korkuya düşürmüştür. Zaman geçer ve Troya kralı Priamos'un Paris adında bir oğlu olur ve Troya halkı
tedirgin olmaya başlar. Bu nedenle Kral Priamos, Paris'i dağlarda çobanlık yapmaya gönderir ve Troya’ya inmesini
yasaklar.
En güzeli seçmesi için Olympos'a çıkan Paris'e tanrıçalar büyük vaatlerde bulunurlar. Ana tanrıça Hera
zenginlik ve kuvvet, Athena sonsuz zeka, Afrodit ise güzelliği dillerde dolaşan Helene'i vaat eder. Paris Aphrodite’nin
vaadini kabul eder ve en güzelin Aphrodite olduğunu söyler. Ardından Menelaos'un eşi Helene'yi kaçırıp Troya'ya
götürür.
Norma lateralis
• Pterion, frontal, parietal, sphenoid ve temporal kemiklerin birleşim noktasıdır.
Fonticulus anterolateralis’in olduğu yerdir.
Rüzgar tanrısı olan Hermes, baştanrı Zeus ve bir
yağmur perisi olan Maia’nın oğlu olarak dünyaya
gelmiş. Hermes ayağına giydiği sandaletlerdeki
kanatlar nedeniyle hızlı hareket etmesi
yüzünden, aynı zamanda tanrıların habercisi
olarak görevlendirilmiş.
Pterion: Grekçe pteron kelimesinden türetilmiştir.
Kanat anlamına gelir. Yunan mitolojisinde
HERMES adlı tanrının kanatlı sandaletleri ve
ayrıca kafasında kanatları vardır. Kafasındaki
kanatların bağlandığı nokta tam pterion denen
bölge olduğu için bu noktaya kanatlı anlamında
pterion denmiştir.
Delphi nodları
Delphi nodları küçük, orta hatta yer alan prelaringeal lenf nodlarıdır. Tyrohyoid
membran üzerinde yer alırlar. Büyüdüklerinde genellikle Subakut Tiroidit, Hashimoto Hastalığı
ya da Tiroid Karsinomu gibi tiroid hastalıklarının belirtecidirler. Ayna zamanda Trakea kanseri
belirtisi de olabilirler. Ayrıca Tiroid Kanserlerinin sınıflamasında ve prognozunda da
önemlidirler. Bu yüzden mitolojide kehanet şehri olan Delphi kentinden adını almaktadırlar.
Delphian lenf nodu (prelaryngeal lenf nodu)
Bu lenf nodları da sanki tiroid bezi ile ilgili bu hastalıkların oluşacağının kehaneti gibi kabul
edilir. Delphi, Antik Yunanda çok önemli dini bir şehir. Hatta bir zamanlar dünyanın merkezi
olarak bilinen bir yer. Burada çok önemli bir kahin bulunduğu için yılın belirli günlerinde insanlar,
bu kahine görünmeye giderler. Kehanetleri tutan kahin ise kentin ününe ün katar.
(Delphian nodu)
Delphi Orta Yunanistan’da Phokis adı verilen bir bölgede, dağların arasında bir yerdir.
Buraya ulaşmak oldukça zahmetlidir. Bugün Atina’dan bir otobüse binildiğinde yolculuk dört saat
sürer, buradan hareketle Antik dünyada Delphi’ye ulaşmanın ne kadar zor olduğu tahmin
edilebilir. Delphi sadece ayda bir defa belirli bir günde ziyaretçi kabul ederdi, kış mevsiminde ise
üç ay boyunca hizmet vermezdi.
Kehanet merkezi, insanların gittiği, tapınaklar ve sunakların olduğu çok güzel bir yerdi. Kâhin ise Delphi’de
daima bir kadındı, kendisine Phytia denirdi, bu kişi size geleceği ya da şimdiki zamanı ifşa ederdi. Tanrı Apollo, bu
kadının ağzından insanlara konuşurdu. Tabi ki öncelikle tanrının o gün orada olup olmadığını bilmek gerekirdi, bunun
için Yunanlılar merkezin açık olacağı günün sabahında bir keçinin üzerine su dökerlerdi. Keçi hareket eder ve titrerse,
tanrının kehanet merkezinde bulunduğuna inanılırdı. Bir keresinde keçinin alametleri göstermemekte ısrar etmesi
nedeniyle olsa gerek, daha da çok su dökerek sonunda neredeyse inleyecek hâle getirildiği bilinmektedir. Ayrıca
Phytia’nın kehanet seansı sırasında neredeyse öldüğünü ve bu nedenle de çok ısrar edilmemesi gerektiği söylenirdi.
Yunanlılar ve de Romalılar tanrıların bu dünyada var olduklarına ve her şeyi bildiklerine
inanırlardı. Ayrıca nasıl yapılacağını da biliyorsanız geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek hakkında
onlardan bilgiler alınabileceğine inanırlardı. Bunu yapmanın bir yolu tabi ki bir kâhine danışmaktı,
çünkü tanrılar insanlarla doğrudan konuşmazlardı ve bir aracının olması gerekirdi, mesela kendi
kentinizdeki bir kâhine danışabilirdiniz, fakat bu kişiler biraz şüpheliydi çünkü kendi gündemleri,
planları olurdu, bu nedenle de çok güvenilir değillerdi.
Eğer bu işi doğru yapmak istiyorsanız, sabit bir yerde yerleşmiş olan bir kâhine
danışırdınız. Dolayısıyla kâhinin yerleşmiş olduğu yere seyahat ederek sorularınızı orada
sorardınız. Antik Yunan dünyasının farklı yerlerinde konuşlanmış olan pek çok farklı kehanet
merkezi vardı ve bu da insanlara birçok seçenek sunardı, ayrıca bazen insanlar bu kahinleri
birbirlerine karşı kullanırlardı. Delphi ise şüphe götürmeyecek kesinlikte, en yetkin bilgi ve
kehanet merkeziydi. Çünkü Apollo’nun kahinlerini buraya yerleştirdiğine inanılırdı.
Lydia kralı Croesus, çok meşhur, çok zengin, çok güçlü bir kraldı ve Pers imparatorluğuna
karşı savaş açmayı planlıyordu. Bu planını hayata geçirmeden evvel Delphi’ye delegelerini
gönderdi ve Perslere savaş açıp açmaması gerektiğini sordurdu. Kahinin cevabı “Perslere savaş
açarsan, büyük bir imparatorluğu yok edeceksin” oldu ve kral bunun harika bir fikir olduğunu
düşünerek savaşa girdi, ve tabi ki kendi imparatorluğunu yok etti.
Bu hikaye bir bilgi merkezi olarak Delphi’ye dair çok ilginç şeyler anlatır. Öncelikle,
kahinlerin sıklıkla insanlara doğrudan ne yapmaları gerektiğini söylemedikleri, kehanetlerinin
yorumlama ve inceleme gerektirdiği açıkça görülmektedir. Bir kehanetten yararlanmak
istiyorsanız kendi durumunuzu farklı olası neticeleri de göz önünde bulundurarak iyice
düşünmelisiniz. Çünkü kehanetin müphemliği iki olası sonucu da güzelce kapsıyor, kim kazanırsa
kazansın kehanet doğru olacaktı, büyük bir imparatorluk yok edilecekti, bu Pers imparatorluğu da
olabilirdi, ancak Croesus’un imparatorluğu oldu.
Kehanetlerin gelecekten haber verdiğini düşünerek, geleceği kontrol etmeye
çalışırsanız, Croesus gibi bazı noktalarda dramatik bir şekilde yanılabilirsiniz. Onun
en büyük hatası şuydu ki, eğer kararınızı bir yönde vermişseniz bir kahine
danışmanız yanlıştır, çünkü geleceğin getirebileceği farklı senaryolara karşı açık
fikirli olmanız gerekir. Herkes Croesus gibi başarısız olmamıştır elbette. Pek çok
insan oldukça başarılı bir şekilde kehanetlerin ne anlama geldiğini bulup, bu bilgiyi
kendi yararlarına kullanmışlardır.
Misal; Sparta’lı Phalantus, Delphi’ye bir koloni kurmak hakkında soru sorar, aldığı cevap
ise “Güneşli ve açık havalı bir günde yağmur yağdığını gördüğünde, oradan toprak elde etmeli
ve koloni kurmalısın” idi. Bu konuda çok fazla düşünmez ve İtalya’nın güneyine hedefi
doğrultusunda gider, ancak hiçbir şekilde bir koloni elde etmeyi ya da kurmayı başaramaz. Birkaç
başarısız girişimden sonra ise iyice çaresiz hisseder, birden ona verilen kehaneti hatırlar ve
yağmurun güneşli ve açık bir havada yağmasının imkansızlığını düşünerek daha da kötü hisseder,
karısının kucağına başını koyar, üzüntülü bir şekilde. Karısı ise onu bu kadar çaresiz ve üzgün
görmesi nedeniyle ağlamaya başlar ve gözyaşları yanaklarından Phalantus’un yüzüne damlar
O an Phalantus kehanetin anlamını kavrar, çünkü karısının ismi Aethra’dır ve antik
Yunancada açık hava demektir. Ertesi gün de Sparta’nın meşhur kolonisi Tarentum’u (bugünün
Taranto şehri) kurmayı başarır. Bu örnek de yine, kahinlerin sorulara kolay cevaplar vermediğini,
ancak soru soranı bir başka soru ile karşı karşıya getirdiğini güzel bir şekilde gösteriyor; bu soru
ise şudur: “Kehaneti çözebiliyor musun, ne demek istediğini anlayabiliyor musun?”
Delphi kehanet merkezinin, antik bir bilgi merkezi olarak, bilginin tanrılarla diyalog
kurularak elde edilebileceği propagandasını yaptığı, bu gibi hikayelerin de gerçek bilgiyi sadece
bilindiği düşünülen durumlardan ayırdığı sonucuna varılabilir.
(Taranto)
Atina’lı Khairephon’un ki Sokrates’in meşhur bir arkadaşıdır. Kendisi de Delphi kahinine
tam olarak bu konuyu, yani Sokrates’ten daha bilge biri olup olmadığını sorar, kahinin cevabı
görünüşe göre şudur: “Kimse daha bilge değildir”. Bu cevabın herkesin en az Sokrates kadar bilge
olduğunu mu, yoksa Sokrates’in en bilge kişi olduğunu mu kastettiği belli değildir, cevap da
Sokrates’varidir yani. Sokrates’in kendisi de bu kehaneti Sokrates’ci öğretme metodunu temsil
etmek için kullanmıştır. Bu metod insanları gözlemlemek üzerine kuruludur, Sokrates insanlara
bilgi vermezdi; onları, neler bildiklerini ve bilmediklerini gözlemlerdi.
Etrafta dolaşır ve sorular sorardı: “Politikacı, ne biliyorsun?”, “Ya sen şair, ne biliyorsun?”,
“Peki sen zanaatçı, ne biliyorsun?”. Hepsi detaylıca bildiklerini, uzmanlıklarını anlatırlar, ancak bir
hataları vardır, bilgilerinin sınırını, limitini bilmemektedirler. Sokrates’i hepsinden bilge yapan şey
sınırlarını bilmesidir. Çünkü o hiçbir şey bilmediğini, bilgisinin sınırının neresi olduğunu
bilmektedir. Bu hikaye de tıpkı diğerleri gibi, en güçlü bilginin kendini bilmek olduğunu gösteriyor,
tanrılar tarafından size verilen bilgilerden bir anlam çıkarmak için hayatın neresinde durduğunuzu
bilmek zorundasınız. Bu fikir bir başka kehanet konsültasyonunda da yer almıştır. Sparta’lı Hilon
sorar: “İnsan için en iyisi nedir?” cevap şudur: “Kendini bil.”
Kahinlere sadece bireysel sorunlar değil, toplumsal sorular ve problemler de sunulabilir,
sorular sorulabilirdi. Atinalılar bir defasında şehirlerinin selameti ile ilgili olarak “İyi olmak, iyi
kalmak için ne yapmalıyız?” sorusunu sormuşlardır. Kahin “Çocuklarınızın kulaklarına en güzel
şeyleri koymalısınız.” demiştir. Ne yaptıklarını tahmin edin, siz ne yapardınız? Yaptıkları şey
şuydu, çocukların kulaklarına altın küpeler taktılar, aptalca bir hata, tabi ki daha sonra aslında
onlara felsefe öğretmeleri gerektiğini anladılar, ve bu hikaye de yine antik dünyada maddi
değerlerin aksine öğretimin ve bilginin ne kadar değeli olduğunu güzelce göstermekte. Gerçekten
ilginç bir hikâye.
Bununla beraber, bütün kahinlerin derin ve yansıtıcı olduğunu düşünmek yanlış olacaktır,
çoğu oldukça yüzsüz ve aynı zamanda pragmatikti. Örneğin, Atina’lı kral Aigeus çocuğunun
olmaması konusunda bir soru sorar. “Çocuğum yok, nasıl çocuğum olabilir, bir oğlum nasıl olur?”
gibi sorulara cevap olarak verilen oldukça fazla kehanet bulunmaktadır. Aigeus’un sorusuna cevap
olarak verilen kehanet ise şudur: “Atina’ya varana kadar şarap tulumunun tıpasını açma.”
(Aethra).
Doğacak olan oğlu Theseus mitolojinin en önemli
kahramanlarından biri olacaktır.
Hymen
Hymen,
hymenaios
Yunan mitolojisinde Hymen ya da Hymenaeus (Hymenaios) (Ὑμεναιος), evlilik tanrısının adıdır. Evlilik
töreni ve gerdek gecesinde, mutlaka ona ithaf edilen şarkı ya da ilahi söylenir. Böylece evlilik tanrısının her düğünde
bulunması sağlanır. Aksi halde düğün ve gerdek gecesinde bir uğursuzluk olacaktır. Hymen ismini bu evlilik
şarkısından almaktadır. Bu şarkının hikayesi şöyledir. Eski efsanelerde korsanlardan sevdiği kız da dahil olmak üzere
bir grup kadın tarafından kurtarılan bir genç erkek sonunda sevdiği kızla evlenmiş ve mutlu yaşantıları onu her zaman
bu evlilik şarkısını söylemeye teşvik etmiş. Bu şarkı hymen yani evlilik tanrısının adıyla ünlenmiş. Dolayısıyla Eski
Yunanda, gerdek gecesi evlilik tanrısına adanmış. Bu nedenle de kızlık zarına hymen denmiştir.
Hymen
Hippocampus: (Gr) (L) hippos ‘at’ ve kampos ‘deniz canavarı’ kelimelerinin birleştirilmesinden
oluşturulmuştur.
HIPPOKAMPOI (Hipokamplar) denizin balık kuyruklu atlarıydı. Bir atın başı ve ön kısımları ve bir
balığın kuyruğu ile kompozit yaratıklar olarak tasvir edilirdi. Mozaik sanatında genellikle yeşil
pulları ve balık yüzgeçleri vardı. Kadim insanlar onların "deniz atı" dediğimiz küçük balıkların,
yetişkin formları olduğuna inanıyorlardı. Hippokampoi, Nereid perileri ve deniz tanrılarının
bindiği yaratıklar olarak düşünülürdü. Poseidon, yaratıkların iki veya dördünün çektiği bir
arabayı sürerdi. Antik sanatta ortaya çıkan diğer balık kuyruklu kara hayvanları arasında
"Leokampos" (balık kuyruklu aslan), "Taurokampos" (balık kuyruklu boğa), "Pardalokampos"
(balık kuyruklu leopar) ve "Aigikampos" (balık kuyruklu keçi) vardı. Sonuncusu Oğlak
takımyıldızının biçimiydi. Bu tür muhteşem yaratıkların Hint Okyanusu'nda yaygın olduğuna
inanılıyordu.
HIPPOCAMPE ve HIPPOCAMPUS (Hippokampê ve Hippokampos), Pausanias'ın tanımına göre bir
attı, ancak vücudunun göğsünden aşağı kısmı deniz canavarı veya balıktı. Bu yaratık, Homeric
şiirlerinde bile, arabası hızlı bir şekilde bu atlar tarafından çekilen ve deniz yüzeyinin üzerine
çizilen Poseidon'un sembolü olarak tasvir edilir. Daha sonraki şairler ve sanatçılar, Poseidon'un ve
diğer deniz tanrılarının atlarını da balıkların bir kombinasyonu olarak tasarladılar ve temsil ettiler.
(Hom. Il. Xlii. 24, 29; Eurip. Androm. 1012; Virg. Georg. İv. 389; Philostr. Imag. 8; Stat. Theb. İi. 45.)
kesitsel benzerlik
bütünsel benzerlik
Cornu amnion (ammon boynuzu)
Eski Mısır’ın en önemli tanrılarından biri olan Amon (Amun, Amen, Ammon, Amoun) “Tanrıların Kralı”
olarak bilinmektedir. İlk olarak Yukarı Mısır’dan bereket tanrısı olarak ortaya çıkan Amon, MÖ 2. bin yılda ki XVIII.
Hanedan döneminde tüm Mısır’ın yüce tanrısı olmuş ve Amon-Ra adıyla güneş tanrısı ile özdeşleştirilmiştir. Bu
sıfatların dışında Amon; gizlenen, yaratıcı, savaşçı ve evrensel tanrı sıfatlarıyla da çeşitli dönemlerde tapınım
görmüştür. Amon genellikle insan biçiminde, kısa bir etek, kuştüyü desenli bir tunik ve çift tüylü bir taç giyerken
temsil edilirdi. Amon’un ilk karısı Amanuet’in (görünmez tanrıça) yerini tanrıların kraliçesi olarak bilinen Mut(Maut)
almıştır. Oğulları ise ay tanrısı olarak bilinen Khons’tur.
Amon’un sıfatları
Gizlenen Tanrı: Yunan yazar Plutarkhos’un Mısırlı vakanüvis Manetho’dan
aktardığına göre Amon “gizlenen” ya da “görünmez” anlamına geliyordu ve bu
tanrıya “biçimi gizemli” gibi sıfatlarda verilmekteydi.
Yaratıcı Tanrı: Hermopolis’te tapılan ilk sekiz tanrı grubu
Ogdoad’ın(Amun/Amunet, Huh/Haunet, Kuk/Kauket, Nu/Naunet) bir üyesi
olmanın dışında Amon’a, Amonkematef yani “ kendi anını tamamlayan Amon”
olarak kendisini yenileyen bir yılan biçiminde yaratıcı bir tanrı olarak da tapılırdı.
Bereket Tanrısı: XII. Hanedanlıktan itibaren Amonkamutef “annesinin boğası”
Teb tapınaklarında ve özellikle Luxor tapınağındaki ritüel sahnelerinde tasvir
edilen Amun’un fallik biçimiydi. Verilen bu sıfat hem tanrının kendi kendini
meydana getirdiğin, hem de Mısırlılar için gücün ve bereketin simgesi olan
boğanın cinsel enerjisini belirtmekteydi. Bu fallik yanıyla Amun (Amun) bereket
tanrısı Min’le ilişkiliydi ve bazen Amon-Min denilirdi.
Savaşçı Tanrı: Amon’un büyük ölçüde yerini aldığı Teb’in eski savaş tanrısı
Montu’nun bazı özelliklerinin üstlenmiş olması olası görünmektedir. XIII.
Hanedanlığın Tebli hükümdarları kentlerini istilacı Hiksoslara karşı bir toplanma
noktası haline getirmişti ve sonunda Hiksoslar Mısır’dan kovulunca o zamanın
askeri zaferinin itibarını Amon kazanmıştır.
Tanrıların Kralı: Piramit metinlerinde “Ey kral Geb’in oğlu
olarak Amon’un tahtına rastladın” denmektedir ve Orta
krallıktan itibaren tanrıya, Yukarı ve Aşağı Mısır’ın “İki
ülkenin tahtının efendisi” denilmiştir. Amon’un “tanrıların
kralı” unvanının bilinen ilk örneği Karnak’ta XII. hanedanlık
dönemine ait I. Senusret’in “Beyaz İbadet Odası’ında”
görülür. Ve ondan sonra sıkça kullanılır. Bu ilahi kral
rolünde ona “tanrıların şefi” de denilirdi.
Evrensel Tanrı: Göğü yeri ya da başka bir sınırlı bölgeyi ya
da görüngüyü kişileştirdiği düşünülen tanrılardan farklı
olarak Amon’un en azından gelişmiş teolojisinde evrene ve
evrenin içerdiği her şeye sinen evrensel bir tanrı olduğu
savunuldu. “Bütün şeylerde var olan” ve bütün tanrıları
kapsayan tanrı olarak Amon (Amun), tektanrıcı bir tanrı
olmaya özellikle yaklaştı.
Amon’un doğurgan kuvvetinden dolayı kutsal hayvanı koç idi. Amon’un Karnak’taki baş
tapınağına giden tören yollarının her iki yanında tanrıyı simgeleyen yatmış koçlar ya da koç başlı
aslanlar vardı ve iki boynuzun efendisi Amon’un büyük şenlik kayığının önü ve arkası koç
başlarıyla bezeliydi.
Ammon: (L) Latince ammonit (koç boynuzu gibi kıvrılmış fosil kabuk) anlamına gelir. Aynı
zamanda Mısır üreme ve yaşam tanrısı Ammon da bu şekilde tasvir edilmiştir. Anatomide
hipokampüs’ün boynuzları buna benzetilerek cornu ammon (CA1, CA2, CA3, CA4) ismi
verilmiştir.
hippocampus
Ascit (asit)
Aeolus Yunan mitolojisindeki rüzgarların tanrısıydı. Homer'ın destansı şiiri Odyssey’de
anlattığına göre mitolojik kahraman Odysseus’un (Ulysseus) yolu Aeolia topraklarına düşer.
Aeolus'un kendisine "askos’ (torba) hediye eder. Bu torbada (askos), Odysseus'a seyahatinde
yardımcı olan batı rüzgarlarını vardır.
Thaumas, Yunan mitolojisinde, Titan tanrıları Pontus ve Gaea'nın oğlu olan harika şeyler
konusunda uzmanlaşmış eski güzel bir deniz tanrısıydı. Oceanid. Electra'nın kocasıydı ve denizi
onunla birlikte zevklerle doldurdular. Sonra kızları oldu. Kızları olan gökkuşağı tanrısı İris onlar için
büyük bir neşeydi, ama diğer kızları Harpia’lar çirkindi. Bir diğer kızları da ilahi haberci Arke idi.
Olympos tanrıları savaşı kazanınca Poseidon tarafından devrildi ve unutuldu
Cupid’s bow (aşk tanrısı kemiği)
pubes
mons
Afrodizyak
Aphrodite: aşkın, cinsel isteklerin ve güzelliğin tanrıçasıdır. Doğal yeteneklerinin yanında,
herkesin kendini arzulamasını sağlayan büyülü bir kuşağı vardır. Doğumu hakkında iki söylenti
vardır. İlki onun Zeus ve Dione'un kızı olduğunu anlatır. İkincisi, Cronos hadım edildiğinde denize
atılmış olan organından damlayan kanlardan doğduğunu ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta
karaya çıktığından bahseder. Hephaestus'un karısıdır. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve
serçedir. Bu yüzden cinsel iştahı artıran maddeler afrodiziyak (aphrodisiakos) olarak isimlendirilir.
Aphrodit kelimesine akos (oğlu, ilişkili) son ek kelimesi eklenerek türetilmiştir.
Hijyen, hijyenik Hygeia
Bu tanrıçaların en önemlisi ise Hygieia’dır. Sanat Tarihinde babasının yanında en çok onu
görürüz. Asklepios hastaları iyileştirirken o da hastayı başka hastalıklardan korur ve temiz tutar.
Sanat Tarihinde sembolize edilirken genellikle bir elinde yılan diğer elinde kâse tutmaktadır. Bu
kasenin içinde ise yağ, bal ve buğdayın olduğu düşünülür. Bu yılan ve kâse figürleri birleşerek
eczacılığın da bir simgesi haline gelmiştir. Peter Paul Rubens, Gustav Klimt gibi ünlü ressamlar da
bu tanrıçayı resmetmişlerdir. Genellikle temizliğin sembolü olduğu için Roma ve Antik Yunan
Hamamlarında bu tanrıçanın resimleri ve kabartmaları ile sıkça karılaşmaktayız. Hygeia tıp
terminolojisinde ismini hijyen ve hijyenik terimlerine vermiştir.
Panacea
Panecea (panaceum) her derde deva anlamına gelir. Tüm bozuklukları, hastalıkları tedavi eden
madde ya da ilaç demektir. Modern literatürde, nostrum veya yılan yağı terimleri aynı amaçla
kullanılır. Panacea (Yunanca: Πανάκεια) Asclepius'un kızı ve evrensel sağlık tanrıçasıydı. Kümes
hayvanları, iksiri ve büyülü tıbbı vardı.
Fobia
“Fobi” kelimesi ilgili kelimenin sonuna eklenerek korkunun çeşidini ifade eder. Örneğin klostrofobi (kapalı
yer korkusu), zoofobi (hayvan korkusu), acrofobi (yükseklik korkusu) gibi. Ancak bu korkular normal korkulardan
süresi, içeriği, mantık dışı olması ile ayrılır, tekrarlayan ve kişiyi normal yaşamda sıkıntıya sokan korkulardır. Fobilerde
mantık yoktur ve kişi duyduğu korkunun gerçekçi olmadığını bilir. Keza sosyal fobi denilen şeklinde kişide çeşitli
durumlarda mahçup olma, hatta rezil olma korkusu vardır. Bu nedenle sosyal fobisi olanlar toplulukta konuşmaktan,
çok iyi enstrüman çalmasına rağmen bunu topluluk önünde sergilemekten korkarlar.
sosyal fobi
acrofobi
Fobia
Savaş Tanrısı Ares ile aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in oğlu olan Phobos, savaş
tanrısı Ares’in yanından ayrılmayan ve korku ile dehşeti simgeleyen bir varlıktır. Aslında Ares’in
yardımcıları iki kişidir. Biri “Phobos” öbürü ise “Deimos”tur. İlginç olan Ares’in Roma
mitolojisindeki karşılığı Mars’tır. Yani kızıl gezegen de denen Mars. Peki neden kızıl? Çünkü savaş
demek, kan demek, yani kızıl renk demektir. Ares, Mars ise savaş tanrısıdır ve dünyamızdan
bakıldığında kızıl renkli görülüyor. Mars’ın iki uydusu vardır, birinin adı Phobos, diğerinin
ise Deimos’tur. Bunlar da Ares’in çocuklarının adıdır.
Fobia
Amnezi
Mnemosyne: Mnemosyne, Gök Tanrı Uranos ile Yer Tanrıçası Gaia’nın kızıdır. Bas Tanrı Zeus ile Pieria
Dağları’nda dokuz gün boyunca birlikte olmuş ve bu birliktelikten esin perileri olan Musalar -Museler- doğmustur.
Musalar’ın doğumu, Zeus’un yeryüzüne düzen getirmesinin ardından, kendi egemenliğini kurabilmek için yaratıcı ve
üretici güçleri aktif kılması anlamına gelmektedir. Mnemosyne, ‘bellek’ anlamına gelmektedir. Bu bağlamda
psikoloji, psikiyatri ve nöroloji alanlarında temel kavramlarından biri olan bellek - mneme -, Hafıza Tanrıçası olarak
da bilinen Titan Tanrıça Mnemosyne’a dayanmaktadır. Yasananları ve ögrenilenleri, bunların geçmişle olan iliskilerini
zihinde bilinçli olarak saklama gücü olarak tanımlanabilen bellek - memory-, insanın en hayati fonksiyonlarnıdan
birisidir. Amnezi kelimesi bellek yitimi (hafıza kaybı) ya da hatırlayamama anlamlarına gelmektedir. Çünkü kelimenin
başına gelen -a- kelimesi olumsuzluk vermektedir.
Morfin
Morfin: Morpheus, Hypnus’un 1000 çocuğundan biriydi. Uyuşturucu morfin onun
adını aldı.
Janus kinaz proteini
Janus kinazlar, JAK-STAT yolakları yoluyla hücre zarı reseptörlerinden sitokin aracılı sinyaller üreten tirozin
kinazların aktivitesine sahip hücre içi enzimlerdir. Kinazlar birbirine yakın iki fosfat transfer alanına sahiptir.
Alanların zıt işlevi vardır. Bir alan kinaz aktivitesini gösterirken diğeri kinaz aktivitesini negatif olarak düzenler.
Bunlara Janus Proteini ismi verilmesinin nedeni şudur. Roma mitolojisinin önemli tanrılarından olan Janus, biri sağa
diğeri ise sola bakan iki çehreye sahiptir. Kapıların da kendisi gibi iki yöne bakmaları nedeniyle kapıların koruyucusu
kabul edilen Janus, başlangıçların tanrısı kabul edilmektedir. Bu nedenle yılın ilk ayı olan ocak ayına (januarius,
january, janvier) isim babalığı yapmakta ve geçmiş ile gelecek yılın geçiş noktasını sembolize etmektedir. Ayrıca
mitolojik psikiatri konusunda değineceğimiz Janus Figürü deyimi de özellikle sosyolojik olarak milliyetçilikle ilgili
olarak türetilmiş bir kelimedir.
Janus Kinaz 2
Kimerizm
Kimerizm veya kimera, iki veya daha fazla farklı zigottan hücrelerden oluşan tek bir organizmadır.
İnsanlarda, kimerizmin yaygın bir formu fetomaternal bir mikrokimerizmdir. Kimerizm, iki sperm tarafından ayrı ayrı
döllenmiş iki ayrı yumurtanın gelişmesi ile oluşan iki embriyonun gelişmenin erken döneminde birleşerek tek bir
canlı olarak doğmalarına denir. Tetra gametik kimerizm, konjenital kimerizmin en yaygın olanıdır. Yunan mitolojisine
göre chimera veya chimaera (Yunanca: Χίμαιρα), birden fazla hayvanın, örn. bir yaratık olarak aslan, keçi ve yılan.
Kimerik proteinler
Kimerik proteinler biyomühendislik teknolojisi ile elde edilen ve kısmen bir hayvanın geni tarafından ve geri kalan
kısmı başka bir hayvanın geni tarafından kodlanan proteinlerdir. Bu proteinler biyolojik ilaçlar olarak kullanılır (örn.
İnfliksimab, bir monoklonal antikor,% 75'te insan geni ve % 25'te fare geni tarafından kodlanır).
Kimera (chimera), Yunan
mitolojisinde tek bir vücutta çeşitli
canlıların kimi uzuvlarına sahip,
ağzından ateş püskürten yaratık.
Genellikle yaratığın bir başı aslan,
bir başı keçi, gövdesi aslan ve
kuyruğu yılan olarak tasvir edilir.
Pegasos ile cesur Bellerophontes
onu alt edebilmiştir. Gaia ve
Kimera (chimera), Gaia ile Tartarus’un tek çocukları Typhon’un Echidna ile
Tartarus’dan meydana gelmiştir. evliliğinden doğan yaratıklardan biridir.
Evrimsel biyolog Neil Shubin'e
göre; bu delikler, balık
Preauricular sinus adı verilen bu delikler ilk kez yüzgeçlerinin bizdeki evrimsel
Van Heusinger tarafından 1864 yılında kalıntısı olabilir.
belgelere dayandırıldı.
Cyclopia (cyclocephaly)
Siklopia (siklosefali olarak da bilinir) nadir görülen bir konjenital patolojidir. Embriyolojik
olarak yüz gelişimi ve oluşumu sırasında bozukluk oluşur ve yüz tek bir göze benzeyen yapı
şeklinde görünür. Bu tür fetusların çoğuna müdahale edilir ve gebelik sonlandırılır. Bu fetüslerin
yüzleri Yunan mitolojisinde yer alan tek gözlü canavarlar olan cyclops (Yunanca: Κύκχωπες),
benzediği için bu konjenital malformasyona siklopia (siklosefali) adı verilir.
Gigantism
Gigantizm, kemiklerdeki epifiz plakalarının kalsifikasyonundan önce aşırı miktarda hormon
oluştuğunda, çocukluk çağında büyüme hormonunun aşırı üretiminin neden olduğu aşırı büyüme
ile karakterize bir hastalıktır. Aşırı büyüme hormonu üretimi genellikle hipofiz bezinin salgılanan
bir tümöründen kaynaklanır. Eğer bu durum ergin yaşta oluşursa, vücudun oransal büyümesi için
bir fırsat yoktur ve devasalık yerine akromegali gelişir. Gigants veya devler (Yunanca: Γίγαντες),
büyük bir gücü olan mitolojik yaratıklardan oluşan bir ırktı. Saldırgan yaratıklardı ve Olympos
tanrılarıyla bir savaş yürüttüler.
Minerva ceket
Minerva ceket, baş ve servikal omurga kırığı olan hastalara uygulanan metal bir aperattır.
Minerva, bilgelik, tıp, savaş, sanat, okullar ve ticaret tanrıçasıydı. Silahlarla doğan Roma
mitolojik tanrıçasıydı. Genellikle Yunan tanrıçası Athena ile eşit kabul edilir ve hep zırh kuşanmış
olarak tasvir edilir.
İnsomnia (uykusuzluk)
Yunan mitolojisindeki Uyku Tanrısı Hypnos, Roma mitolojisinde ‘Somnus’ olarak
adlandırılmakta ve güneşin hiçbir zaman parlamadığı karanlık bir mağarada yasamaktadır.
Somnus da tıp terminolojisine girmiştir. Uyku bozukluğu hastalıklarının yaygın bir türü olan
İnsomnia (uykusuzluk) adını Somnus’dan almıştır. İn- (olumsuzluğu ifade eden önek) + somnus
(uyku) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.
Lymph (lenfa)
Lenf, lenfatik damarlar içinde dolaşan bir sıvıdır. Bu sıvı hücreler arası aralıkta üretilir.
“Lenf”(peri) terimi, (Yunanca: νύμφη, nymph) kaynak suları, akarsularla ilişkili küçük dişi doğa
tanrıçalarını tanımlar. Tıbbi terim ve mitolojik tanrılar arasındaki kesin ilişki belirsizliğini
korumaktadır. Latin Roma şairleri, Yunan su tanrıçaları ya da su perilerini Lymphae (Lenf)
kelimesi ile tanımladılar. Yine de nymphs (periler) ve lymphae (lenf) arasındaki ilişki de belirsizdir
ve bu durum ismin benzerliğinden de kaynaklanmış olabilir.
Lenf’e muhtemelen daha önce Lumpae deniyordu. Bununla birlikte, fizyolojik
sıvı olan lenf’in adını Roma Mitolojisindeki kaynak suyu tanrıçalarından (Lymphae),
ya da Yunan Mitolojisindeki su perilerinden (nymphs) aldığı sanılmaktadır.
Doğrudan nymphs’den kaynaklanan bir başka terim, psikiyatri ve psikoloji ile ilgili
bir grup içinde mitonim olarak sınıflandırılan ve daha sonra tarif edilen
nymphomania (nimfomani) dir. Buna mitolojik psikiatri konusunda değinilmiştir.
Satyr ears (Satir kulağı) (Fauns ears)
Satyr kulakları anormal kulaklarla karakterize doğuştan gelen bir anormalliktir, kulak kepçesi
kıvrık konturdan yoksundur. Satyr’ler Yunan çoban, kır tanrısı Pan’dan sonra ikinci derecede
mitolojik kır tanrıları kabul edilirdi. Satir’ler gruplar halinde yaşardı ve keçi benzeri özellikleri
vardı. Roma mitolojisinde benzer canlılara Faun denirdi.
NYMPHOMANIA AND SATYRISM
Adonis kası ve Adonis kompleksi
Suriye Kralı Thesias’ın ya da Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı olan Myrrha ya da diğer ismiyle
Smyrna, Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in lanetine uğrayarak babasına aşık olur. Çünkü
Smyrna’nın annesi, kızının Afrodit’ten bile güzel olduğunu söylemiştir ve Afrodit bunu
duymuştur. Sonuçta Afrodit ceza olarak Myrrha’yı babası Theias’a aşık eder ve içinde onunla
ensest ilişkiye girme isteği uyandırır.
Gözü aşktan kararan Myrrha, Dadısı Hippolyte’yi ayarlar ve onun yardımıyla on iki gece
boyunca babasıyla birlikte olmayı başarır. Myrrna, bu birliktelikten hamile kalır. Ancak son gece,
birlikte olduğu kadının öz kızı olduğunu anlayan ve işlediği büyük günahın farkına varan babası
tarafından öldürülmek istenir. Myrrha tanrılara sığınır ve onu babasının gazabından kurtarmak
isteyen Tanrılar, Myrrha’yı mersin ağacına çevirirler.
Bir süre sonra mersin ağacının kabuğundan çok güzel bir bebek dünyaya
gelir.
Adonis ismi verilen bebeğin güzelliğine hayran kalan Afrodit, onu büyütmesi için Yeraltı
Tanrıçası Persephone’ye verir, Fakat geçen zaman içinde Persephone Adonis’e aşık olur ve
Adonis’e sahip olmak isteyen iki tanrıça birbirine düşer.
Bu kavgaya hakemlik yapmak ise tanrıların kralı Zeus’a düşer. Sonunda Zeus, Adonis’in
yılın dört ayını Aphrodite’yle, dört ayını Persephone'yle, geri kalan dört ayı da istediği yerde
geçirmesine karar verir.
Dünya üzerindeki en muhteşem yaratık olan bu genç adam, bütün bir yılını
bu şekilde geçirmeye başlar. Ancak güzeller güzeli iki tanrıçanın da aşık olduğu
Adonis, zamanının çoğunu Aphrodite’le geçirmek ister. Kendisine bahşedilen o boş
vakitlerde de Aphrodite'nin yanına gider.
Bu durum Aphrodite’nin aşığı savaş tanrısı Ares’i çılgına çevirir. Kıskançlıktan
gözü dönen Ares, günün birinde ava çıkan Adonis’in üzerine bir yaban domuzu
salar. Yaban domuzunun saldırısı yüzünden kasığından ölümcül bir yara alan
Adonis, acı bir feryatla oracıkta can verir.
Adonis’in acı feryadını duyan Aphrodite, ayağına sandallarını bile geçirmeden Adonis’e
koşar. Sevgilisine ulaşmaya çalışan güzel tanrıçanın ayağına bu esnada bir gülün dikeni
batar. Tanrıçanın ayağından akan kanlar, onun en sevdiği çiçek olan beyaz gülleri kırmızıya boyar.
İşte, aşkı temsil eden kırmızı güller Aphrodite'nin Adonis yüzünden duyduğu acıdan doğar.
Adonis’in toprağı sulayan kanıyla da Manisa Lalesi adı verilen bahar çiçekleri oluşur.
Bazı kaynaklara göre, Adonis'in ölümü aslında Persephone'nin elinden olmuştur. Bu
kaynaklarda, Adonis'in Aphrodite ile daha fazla zaman geçirmek istemesini gururuna
yediremeyen tanrıçanın Adonis'i öldürmesi için onun karşısına bir yaban domuzu çıkardığı
söylenir.
Adonis öldükten sonra kendini suçlayan Aphrodite, onu geri getirmek için her şeyi yapar.
Güzellik tanrıçası, sevdiğini kaybetmenin keder ve üzüntüsünden çirkinleşip güzelliğini
kaybetmeye başlayınca Yunan tanrılarının evi olarak bilinen Olimpos Dağı'nda toplanan tanrılar,
Adonis'e tekrardan can vermeye karar verirler. Bahar ayı gelir, havalar ısınır, çiçekler açar ve genç
Adonis tanrıların dileği üzerine yeniden doğar. Bu sebeple Adonis, erkek güzelliğinin yanında kışın
yeraltında saklanıp baharla yeryüzüne dönen ve aşkın cümbüşü içinde fışkırıp gelişen bir canlılığı
da simgeler...
Çiçekli ve güzel baharın temsilcisi Adonis'i en çok Suriyeli kadınların andığı söylenir.
Adonis'in ölüm gününü bir anma günü olarak ilan eden Aphrodite'in ardından Suriyeli kadınlar
her yıl ilkbahar zamanı bu günü kutlarlar. Vazolara, sandıklara vs. tohumlar ekilerek, çabuk
bitmesi için sıcak suyla sulanır ve bunlara 'Adonis’in bahçeleri' adı verilir. Bu şekilde zorlanan
bitkiler toprağın üstüne çıktıktan sonra kısa süre içinde ölürler ve böylece Adonis’in kaderini
simgelemiş olurlar.
Anadolu ve Suriye başta olmak üzere tüm Güney Akdeniz kültürlerine konu
olan bu mit; kışın yeraltında saklanan, baharın gelişiyle birlikte fışkırarak hayat
bulan bitkisel varlığı simgelemektedir.
Adonis’in kanının toprağa düşmesinden çıktığına inanılan Manisa Laleleri
Adonis mitinin tıbbi yansımaları
m. obliquus externus
dextra (contralateral
m. obliqous rotation)
internus sinistra
(ipsilateral rotation)
mm. rotatores ve mm. multifidi sinistra mm. rotatores ve mm. multifidi dextra
(contralateral rotation) (contralateral rotation)
1. Bicycle Crunch
2. Russian Twist
3. Leg Raise
4. Hip Crossover
5. Oblique Crunch
6. Side Plank Rotation
Adonis Kompleksi
Psikolojide Adonis Kompleksi günümüz modern erkeğinin bedeni ile ilgili
takıntılarını ve kimlik bunalımlarını ifade eder. Adonis Kompleksi, kas
dismorfofobisini de kapsayan bir niteliğe sahiptir